Mevsimlik köle işçiler - Yeni Dünya İçin Çağrı

Transkript

Mevsimlik köle işçiler - Yeni Dünya İçin Çağrı
AYLIK
SİYASİ
GAZETE
Karkerên jin û mêr!
Ji xeynî zencîrên we tiştekî
we yê wendakirinê tune!
Hûn dikanin cîhanekê
nu wergirin!
l HE
J
AR
SA
YI
M
Kadın ve erkek işçiler!
Zincirlerinizden başka
kaybedecek birşeyiniz yok!
Kazanacağınız
yeni bir dünya var!
Eylül 2007/08 • FİYATI 2,00 YTL (KDV DAHİL) • ISSN 1302-692X114
Mevsimlik
köle işçiler
Tarım
işçileri ve
sorunları
Şengal’de
Ezidi
Kürtler’e
yönelik
katliam
THY:
Başlamadan
biten grev...
SCT grevi ile
dayanışma
kampanyası
tamamlandı
Susuzluk
kader
değil!
Gençlik
gelecektir,
gelecek
ellerimizde!
•
editörden - içindekiler
Editörden...
İçindekiler
AYLIK
SİYASİ
GAZETE
Karkerên jin û mêr!
Ji xeynî zencîrên we tiştekî
we yê wendakirinê tune!
Hûn dikanin cîhanekê
nu wergirin!
 HE
J
AR
SA
YI
M
Kadın ve erkek işçiler!
Zincirlerinizden başka
kaybedecek birşeyiniz yok!
Kazanacağınız
yeni bir dünya var!
&ZMàMt'ƞ:"5*:5-,%7%")ƞ-
t*44/9
Mevsimlik
köle işçiler
Tarım
işçileri ve
sorunları
THY:
Başlamadan
biten grev...
SCT grevi ile
dayanışma
kampanyası
tamamlandı
Şengal’de
Ezidi
Kürtler’e
yönelik
katliam
Susuzluk
kader
değil!
Gençlik
gelecektir,
gelecek
ellerimizde!
Değerli Okuyucu,
Uzun bir aradan sonra tekrar
beraberiz.
Bu uzun arada neler yaşanmadı ki?
Egemenler kendi aralarında yeni bir
hükümet, yeni bir meclis başkanı
ve yeni bir Cumhurbaşkanı seçimi
yaptılar.
Emekçiler aylarca bu gündemlerle
oyalandı.
Ve görüldü ki 23 Temmuz’un 21
Temmuz’dan emekçiler açısından
hiç bir farkı yok!
Şimdi de anayasa değişikliği var
gündemde. Yine büyük gürültülerle
işçiler oyalanacak ve bu arada
patronlar ellerini ovuşturarak
saldırılarına sessiz sedasız devam
edecekler.
Emekçiler sıcak yaz aylarında
bir yandan bu kendi gündemleri
olmayan gündemlerle boğuşurken
diğer yandan susuzluk sorunuyla da
karşılaştılar.
Su sorununu en yoğun yaşayan
yoksul halk oldu.
Emekçiler sadece su sorununda
hazırlıksız yakalanmadı.
Yaz ayları bir dizi işkolunda
toplusözleşmelerin patronların
taviz vermeyen tutumları sonucu
anlaşmazlıkla sonuçlanmasına
neden oldu.
Ancak sınıfın yeterince örgütlü
olmayışı, sendikaların sınıfı çetin
mücadelelere yeterli biçimde
hazırlamamış olmaları ilan edilen
grevleri başlamadan bitirmeye
mahkum ediyor.
THY’da yaşanan süreç bu konuda
tipik bir örnektir.
Bu konuda çıkarılması gereken
en önemli ders, sınıfın tabandan
örgütlenmesi gerektiğidir. Sınıfın
kendi mücadelesini kendi ellerine
alması gerekiyor.
Bu sayımızda gençlik
sayfalarımızdaki artış
okuyucularımızın gözünden
kaçmayacaktır.
Yeni Dünya Gençliği başlatmış
olduğu atılımı tüm hızıyla
sürdürüyor, bu da elbette dergi
sayfalarımızda yansımasını
buluyor.
Gelecek sayıda buluşmak üzere...
YDİ ÇAĞRI,
03 Eylül 2007 •
GÜNDEM
1 Eylül Dünya Barış Günü’nde: Olmayan barış, büyüyen savaşlar. . . . . 3
Seçimler Yapıldı… Eski tas, eski hamam; ezilmeye sömürülmeye devam!. 4
“22 Temmuz seçimlerinde doğru tutum” konulu panel yapıldı. . . . . . . 5
HALKLARIN KARDEŞLİĞİ İÇİN
22 Temmuz sonrası Kürt sorununda çözüm arayışları üzerine. . . . . . .
Şengal’de Ezidi Kürtler’e yönelik katliam… . . . . . . . . . . . . . . . .
Resmi zihniyet olan ırkçılığın ve şovenizmin son örneği:
Türk Tarih Kurumu başkanı Yusuf Halaçoğlu. . . . . . . . . . . . . . .
Kahrolsun milliyetçilik ve şovenizm! . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
6
7
7
8
YENİ KADIN DÜNYASI
2007 Seçimleri: Değişen bir şey yok! Meclis yine erkek!. . . . . . . . . . 9
“Bekâra karı boşamak kolay” mı?. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9
SANOVEL’de kadın işçilerle söyleşi: ‘‘Kadın isterse çok şey başarır!’’. . . . 10
İşçi kadınlar: Kurtuluş kendi ellerimizde! . . . . . . . . . . . . . . . . 10
YENİ İŞÇİ DÜNYASI
Mevsimlik köle işçiler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:1
Tarım işçileri ve sorunları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:2
Sanovel’de işçiler kaybetti.... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:3
THY: Başlamadan biten grev.... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:4
SCT grevi ile dayanışma kampanyası tamamlandı. . . . . . . . . . . EK:5
Sendika genel kurulları ve sınıfsal bakış . . . . . . . . . . . . . . . . EK:6
Toros Tarım ve Botaş fabrikalarında TİS imzalandı. . . . . . . . . . . EK:7
BEKSA Fabrikası’nda kazanılmış haklara saldırı! . . . . . . . . . . . . EK:8
Direnişte bulunan işçilere polis saldırısı. . . . . . . . . . . . . . . . EK:8
Alkan Deri’de direniş sürüyor…. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:8
Lider Deri’de işçi kıyımı…. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:10
Kamu emekçileri TİS ve grev hakkı için yürüdü . . . . . . . . . . . . EK:11
Tüm-Bel Sen 8 çalışanının işine son verdi. . . . . . . . . . . . . . EK:12
PANORAMA
Dünya: Savaş ve silahlanma yarışı gölgesinde kalan “Dünya Barış Günü”. 11
Filipinler: Seçimler ve saldırılar…. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 12
Oaxaca: “Gerillalar halkın ordusudur…”. . . . . . . . . . . . . . . . . 13
YAŞAMA TEMELLERİNİ KORUMA MÜCADELESİ
Susuzluk kader değil! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 14
Aliağa’da termik santral yapılmasına hayır! . . . . . . . . . . . . . . . 14
Her yaz tekrarlanan felaket; Orman yangınları!. . . . . . . . . . . . . 15
YENİ DÜNYA GENÇLİĞİ
Gençlik gelecektir, gelecek ellerimizde!. . . . . . . . . . . . . . . . .
Maksim Gorki “ANA”. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Anti-militarist olmak!... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Katmer Katmer Sömürü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Bursa’da Dostluk ve Dayanışma Gecesi. . . . . . . . . . . . . . . . . Yeni Dünya Gençliği Barışarock’taydı…. . . . . . . . . . . . . . . . .
Küreselleşme karşısında devrimci tutum nedir?. . . . . . . . . . . . . 16
16
17
17
17
18
18
YDİ Çağrı Tatil ve Eğitim Kampı başarıyla gerçekleştirildi. . . . . . . . . 19
• ÇAĞRI Basın Yayın Ltd. Şti Adına Sahibi: Aziz Özer
• Sorumlu Yazıişleri Müdürü: İlyas Emir
• Yönetim Yeri ve Adresi:
Şehit Muhtar Mah. Balo Sok. No: 29/5 Beyoğlu - İstanbul
• Tel.: (0212) 235 35 70 • Fax: (0212) 253 19 27
• Banka Hesap:
Türkiye İş Bankası Galatasaray-İstanbul, Hesap No: 1022 0 738654
• Sayı: 114 · Eylül 2007 • ISSN 1301-692X114
• Fiyatı: Türkiye: 2,00 YTL (KDV DAHİL) Türkiye Dışı: 2,50 Euro
• Baskı: Uğur Matbaacılık (0212-501 81 09)
• Yayın Türü: Yaygın Süreli
[email protected] www.ydicagri.com
2
gündem
1 Eylül Dünya Barış Günü’nde:
Olmayan barış, büyüyen savaşlar
Eğer tüm dünyada gerçekten barış isteniyorsa
emperyalizmin egemenliğine son vermek zorunludur. Hem bölgemizde, hem de dünyanın
bir çok bölgesinde, her an ölme tehdidiyle karşı
karşıya bulunan milyonlarca insanın istediği
barış, emperyalizme karşı yürütülecek haklı,
onurlu bir savaşla mümkündür.
N
a zi ler 1 Eylü l 1939’ d a
Polony a’y a s a ld ı r ı rl a r.
Bugüne kadarki en büyük
imha savaşı olan 2. Dünya Savaşı
böylece başlar. 6 yıl süren savaşta
on milyonlarca insan ölür. ABD,
Japonya’ya iki atom bombası atar.
Sovyetler Birliği’ni yıkmaya yönelen
Nazi orduları büyük bir yenilgi alırlar, ancak bu savaşta Sovyetler en büyük kayıpları verir.
Savaş ertesinde Birleşmiş Milletler
1 Eylül’ü Dünya Barış Günü ilan
eder. O günden sonra Kore’de,
Vietnam’da, Sudan’da, Sri Lanka’da,
Endonezya’da, İrlanda’da, Irak’ta,
Afganistan’da, Filistin’de vd. bölgelerde savaşlar sürdü. Bu bölgesel
ve iç savaşlarda Birleşmiş Milletler
Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin
(BMMYK) verilerine göre, yaklaşık
50 milyon insan yerinden yurdundan edilerek, mülteci konumuna düşürüldü. 1945 yılından bu yana yaklaşık 40 milyon insan bu savaşlarda
öldü.
Tüm bu savaşların sürmesine rağmen, emperyalistler barış havariliklerine devam ettiler. Her 1 Eylül’de
olduğu gibi, bu 1 Eylül’de de barış
adına büyük sözler söyleyecekler.
Oysa emperyalistler, dünyada barış
için harcadıkları her 1 dolara karşılık
silahlanmaya 2 bin dolar harcıyorlar.
Ve dünyada silahlara harcanan her
10 dolardan 4’ü ABD’nin kasasına
gidiyor. Barış, özgürlük ve güvenlikten en fazla bahseden ülke, savaştan,
ölümden en fazla çıkar sağlayan ülke
konumunda.
Bu bir çelişki mi?
Elbet te bu bir çelişk i değ i l.
Çünkü emperyalistlerin barış dedikleri şey, dünyada yürüyen ger ici, k a rşıdev r i mci sava şla r ı n
kapitalizmin-emperyalizmin ürünü
olduğu gerçeğinin üzerini örtmek,
haksız ve gerici savaşlara karşı olunduğu izlenimi yaratmak, dünya işçilerini ve emekçilerini kendilerinin
“barış havariliği”ne inandırmaktan
başka bir şey değildir.
Emperyalizm ve barış...
Bugün dünya emperyalizmin postalları altında çiğneniyor. Aşırı kâr uğruna dünyanın tüm kaynakları talan
ediliyor. Emperyalist devletlerin büyüyen sanayileri her gün yeni hammaddelere ve ürettikleri ürünleri satacak yeni pazarlara ihtiyaç duyuyor.
Bu hammaddelere ve pazarlara ulaşmak için binbir dolap çeviriyorlar.
Ancak dönen dolapların yetmediği,
çatlak seslerin çıktığı yerlerde savaş
kapıya dayanıyor. Emperyalistler
istediklerini almak için var olan savaşları şiddetlendiriyor, yeni savaşlar çıkarıyorlar. Bu emperyalizmin
varlığının kaçınılmaz koşuludur.
Emperyalizm var olduğu sürece savaş hep kapımızdadır…
Ve savaş gerçekten kapımızda...
ABD’nin Irak’a ‘özgürlük’ götürme
projesi sürüyor. Bugüne kadar yüz
binlerce insan yaşamlarından ‘özgürleştirildi’. Milyonlarcası, özellikle
kadınlar ve çocuklar, topraklarından
‘özgürleştirildi’. Ancak bu emperyalist haydutlara yetmiyor. Her gün
yeni yeni katliam kararları alıyor ve
uyguluyorlar, işlerine gelen saldırılara göz yumuyorlar.
Son olarak 14 Ağustos’ta Musul’un
Şengal bölgesinde Ezidi Kürtlere
yönelik saldırılarda bulunuldu. Bu
katliamda yaklaşık 500 Ezidi Kürt
öldü, yüzlercesi yaralandı. Ne ilk,
ne de son katliamdı gerçekleştirilen.
Çünkü emperyalist devletlerin çıkarları ortada.
Yıl sonunda Kerkük’ün kaderini
belirlemek için referandum yapılması kararı alınmıştı. Başta Türkiye
olmak üzere bölgede çıkarı olan devletler bu referandumu engellemek, en
iyi halde ertelemek niyetindeler. Bu
yüzden bölgenin daha bir karıştırılması gerekiyor…
Irak’ta fiili bir Kürt Devleti kurulmuş durumda. Bundan da rahatsızlık duyan İran ve Türkiye’nin Güney
Kürdistan’a roket saldırılarında bulunduğu iddia ediliyor. İran’ın saldırıları son günlerde iyice arttı. Türkiye
ise bu saldırıları doğrulamıyor. Oysa
Güney Kürdistan’a askeri bir operasyonda bulunmak uzun zamandan
beri Türkiye’nin gündeminde. Ayrıca
Türkiye ve İran’ın sınır bölgelerde askeri yığınak yaptığı, özellikle Kandil
Dağı ve çevresine harekât düzenlemek için hazırlık yaptığı biliniyor.
Ayrıca İran, 22 Ağustos’ta 3 Kürd’ü
PKK’ye yardım ve yataklık yaptıkları
gerekçesiyle idam ederek Kürtlere
karşı tavrını gösterdi. Tüm gelişmeler gerilimi iyice arttırıyor.
Kürt Sorunu:
Barış talepleri çözüm mü?
Bu yılki 1 Eylül’ü bölgede yaşayan
Kürtler mecliste kendilerini temsil
eden milletvekilleri ile karşılıyorlar.
Barış talepleri daha fazla dillendiriliyor, çözüm için yeni girişimlerde
bulunuluyor. Geçen yıllarda başlayan barış girişimleri, bu yıl Ocak
ayında düzenlenen “Türkiye barışını arıyor” konferansı ile birleştirilmiş ve doruk noktasına ulaşmıştı.
Konferansta ortaya çıkan “Türkiye
Barış Meclisi” fikri hayata geçirildi.
Ve bu 1 Eylül’de Meclis’in kuruluşu
Ankara’da düzenlenecek geniş bir
toplantı ile açıklanacak.
Sistemin özüne dokunmadan ve
bizzat savaşı çıkaran, yayan, bu savaştan çıkarı olan kesimlerden barış
beklemek mümkün mü? Hayır, emperyalizmin egemenliği koşullarında
ulusal sorunun gerçek çözümü mevcut koşullarda ve sistemden beklenemez. Çünkü onların barışı yeni
savaşlara, saldırılara hazırlık için
nefes alma dönemleridir. Kürt sorununun çözümü için istenen barış, kâr
ve daha fazla kâr için yapılan savaşların kaçınılmaz olduğu bu sistemde
mümkün değildir.
Anda k i Kür t leri temsil eden
DTP’nin sürekli dilinden düşürmediği barış talebine her gün düzenlenen operasyonlar ile cevap veriliyor.
Her gün bölgeden ölüm haberleri geliyor. İnsanların ölümü, ölesiye yoksulluğu, açlığı, sefaleti sürerken barış
olmaz. Hem Kürt, hem Türk ve diğer
uluslardan milyonlarca işçi ve emekçinin kapitalistler tarafından sömürüldüğü, kamyon kasalarında ölüme
terk edildiği, işsizliğe, çalışırken dahi
açlığa mahkûm edildiği bu sistemde
barıştan söz edilemez.
Barış, ama nasıl…
Eğer tüm dünyada gerçekten barış
isteniyorsa emperyalizmin egemenliğine son vermek zorunludur. Hem
bölgemizde, hem de dünyanın bir
çok bölgesinde, her an ölme tehdidiyle karşı karşıya bulunan milyonlarca insanın istediği barış, emperyalizme karşı yürütülecek haklı, onurlu
bir savaşla mümkündür.
Silahların sustuğu bir dünya işçi
ve emekçilerin mücadelesi ile kazanılacaktır. Savaşlarda öldürülmediği
dönemlerde, çalışırken aç yatmak zorunda bırakılan, işten atılma korkusu
yaşayan, yoksulluğun da birleşmesiyle doğal felaketlerin vurduğu, giderek susuzluk ve kuraklık tehdidini
duyan milyonlarca, milyarlarca işçi
ve emekçi kendi barışını kuracaktır.
Hayır. Biz yeni bir savaşa hazırlık
yapılan sahte barışları istemiyoruz.
Barış adı altında biz işçi ve emekçilere kan kusturmanıza seyirci
kalmayacağız.
Emperyalist savaşlara karşı devrimci savaşlar…
Emperyalizmin “barış”ına karşı
sosyalist BARIŞ…
Halkların kardeşliği için tek yol
DEVRİM…
26.08.2007 ✓
3
gündem
SEÇİMLER YAPILDI… İŞÇİLER, EMEKÇİLER AÇISINDAN DEĞİŞEN BİRŞEY YOK!
Eski tas, eski hamam; ezilmeye sömürülmeye devam!
B
ir seçim dönemi daha 22
Temmuz akşamı sona erdi.
Bol boş vaatli, seviyesiz, yalanlı dolanlı, pis bir seçim kampanyasının ardından halk sandık başına
giderek “tercihini yaptı”.
Sandıktan AKP oyunu artırarak
çıktı. Meclise CHP, MHP ve bağımsız adaylarla katılan DTP de girdi.
Dört partili yeni Meclis’te AKP tek
başına iktidar olacak çoğunluğu sağladı. Seçimlerde aynı ırkçı-Türkçü
söyleme sahip olan ve her ikisi de tek
başına iktidara geleceğini söyleyen
CHP ile MHP’nin kazandığı oylar
ve milletvekili sayısı bırakalım tek
başına iktidara gelmeyi, her ikisinin
toplamı birlikte bir koalisyon kurmak için gerekli salt çoğunluğun bile
çok uzağında kaldı...
Şimdi burjuva medya üzerinden seçim değerlendirmeleri yayınlanıyor.
Hemen herkesin üzerinde birleştiği
konu, seçimlerde halkın özgür iradesinin sandığa yansıdığı ve demokrasinin kazandığı yönünde. Öyle ya; %
85’e varan katılım, % 10 baraja rağmen bağımsız adayların seçilmesi ile
DTP’nin Meclis’te temsiliyetinin sağlanması… önceki seçimlerin tersine
“meşruiyet” sorununu ortadan kaldırmıştı! Ve bu demokrasinin kazanımıydı!!! Artık herkese düşen görev
sonuçlara saygılı olmaktı vs.
Peki gerçekte demokrasi kazanmış
mıdır? Gerçekte sandığa yansıyan
halkın özgür iradesi midir?
KAZANAN DEMOKRASİ
DEĞİL! ÇÜNKÜ BU SİSTEM
DEMOKRATİK DEĞİL!
4
Hakim sınıf sözcülerinin ve onların
borazanı medyanın dediği gibi gerçekten de görünürde halka gidilmiştir. Halk da iradesini seçimlerde ortaya koymuş, önümüzdeki dönemde
kendini yönetecek olan partiye yetkiyi vermiştir. Görünürde kazanan
demokrasidir.
Ama gerçek durum bu değildir.
Değildir, çünkü en başta sömürücülerin egemen olduğu bir düzende,
bu düzenin “en demokratiği”nde yapılacak “en demokratik” seçimlerde
bile, seçimin işlevi işçileri emekçileri kandırmak, onlara sanki onların
oylarıyla kendi kaderlerini belirleyebilecekleri duygusunu vermektir.
Burjuvazi bu seçimlerde de bir kez
daha sormuştur: “Ey halk; önümüzdeki dönemde hangi partimizin yönetimi altında sizi soyalım, ezelim?
Alternatif partilerimiz meydanlardadır. Kararını ver…” Ve halk da
sandığa giderek varolanlar içinden
bir tercih yapmıştır. Görünüş demokratiktir, ama sistemin temelinde
demokrasi yoktur. Ezen-ezilen çeliş-
kisinin olduğu yerde demokrasiden
söz edilemez. Bu çelişkinin olduğu
her yerde demokrasi hakim sınıfların sömürüsünü gizlemesinin bir
maskesidir. Kitleleri kandırmak için
bir araçtır. Seçim gibi oynanan her
demokrasi oyunu halkı aldatmaktan
başka bir işe yaramaz. Bu anlamda
kazanan demokrasi değil, demokrasi
oyununun baş aktörleridir, ezenlerdir, hakim sınıflardır.
SANDIĞA YANSIYAN HALKIN
ESİR ALINMIŞ İRADESİDİR!
Görünürde halka gidilmiştir, halk da
özgür iradesini ortaya koymuştur.
Ama bu görünürde böyledir.
Gerçekte halkın iradesi denilen şey
hakim sınıfların, onların partilerinin, onların medya kuruluşlarının,
onların reklam araçlarının halkı aldatmasındaki başarısıdır. Evet, işçiler,
emekçiler kandırılmaktadır. Binbir
yolla bilinçleri esir alınmış halk seçimlerde iradesini değil, kandırılmışlığını ortaya koymuştur. Onlar
sistem içindeki partilerden kendisini
kurtaracağına inandırılmıştır. Onlar
hakim sınıflar arasındaki çelişkiler
nedeniyle iki taraftan birisini seçmeye yönlendirilmişlerdir. Onlar,
sanki seçim dışında bir başka çözüm
olmadığına, olmayacağına inandırılmışlardır. Onlar kendi sorunlarına
ve kendi güçlerinden gelen çözümlere yabancılaştırılmışlar olarak bir
“irade” ortaya koymuşlardır. Ancak
bu onların gerçek iradesi değil, hakim
sınıfların bilinçlerine her gün pompaladığı sistemi kutsamaktan ibaret
bir iradedir; esaret altındaki iradedir.
Burjuvazinin egemen olduğu şartlarda işçilerin-emekçilerin iradesi
özgür değildir. Burjuvazi elindeki
tüm araçlarla işçilerin-emekçilerin
iradesini kuşatır, esir alır, bilincini
çarpıtır, burjuvazinin çeşitli kesimlerinin çıkarlarını işçilerin-emekçilerin
çıkarı imiş gibi gösterir. 22 Temmuz
seçimlerinde de böyle olmuştur.
SANDIĞA YANSIYAN ZORAKİ
TERCİHTİR!
Türk hakim sınıfları arasında son beş
yıldır süren açık bir çatışma vardır.
Bu çatışmanın bir yanında mevcut
bürokratik-devlet iktidarını ele geçirmeye, çözmeye çalışan, kadroları
esas olarak siyasal İslamcı akımdan
gelen AKP vardır. Bu parti esasta büyük Türk hakim sınıflarının taleplerinin savunucusu bir partidir. ABD,
AB ve Türk büyük sermayedarlarının desteğine sahiptir. Bunlar halkın karşısına esasta “siyasi ve ekonomik istikrar”, “Türkiye’de atanmışların egemenliğine son vermek”,
“Türkiye’yi demokratikleştirmek”
adına, “tutuculuğa karşı yenilikçilik”
adına çıkmaktadırlar.
Diğer yandan ordu merkezli bürokratik devlet iktidarının sahipleri
mevcut iktidar tekelini kaybetmek
istememektedirler. Gerçekte darbeci
ordunun sivil sözcüsü olan CHP’nin
öncülüğündeki bu kesim ise işçilerin,
emekçilerin karşısına “Türkiye’nin
şeriat tehdidi” altında olduğu, “laik
Cumhuriyeti, Atatürk ilke ve inkılaplarını”, “vatanı ve bağımsızlığı”
korumak söylemiyle çıkmaktadır.
Söylenen tüm yalanlara rağmen gerçekte ne birinciler
gerçek anlamda demokrattır, ne ikinciler gerçek anlamda
laiktir, bağımsızlıkçıdır. Gerçekte her
iki kesim de kitleler
açısından, işçilerin,
emekçilerin çıkarları açısından biri
diğerinden berbattır. Her iki kesim de
işçilere-emekçilere
dü şma nd ı r. Her
iki kesim de sömürücülerin temsilcisidir. Her iki
kesim de ırkçı ve
milliyetçidir. Her
iki kesim de Kürt
ulusunun ayrı devlet kurma hakkına
ve Türk olmayan milliyetler için tam
hak eşitliğine karşıdır. Her iki kesim
de “tek ülke, tek bayrak, tek devlet”
anlayışının savunucusudur. Her iki
kesim de demokrasiden burjuvazinin işçiler ve emekçiler üzerindeki
diktatoryasını anlamakta, buna uygun davranmaktadır. Her iki kesim
de erkek egemendir. Her iki kesim de
din tüccarıdır…
22 Temmuz seçimi bu iki kesim
arasında yürüyen kıyasıya iktidar
mücadelesinin “hukuki” bir sonucudur ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortaya çıkan tıkanıklığı aşmanın bir aracı olarak Anayasa gereği
seçime gidilmiş, halktan “hakem”
olması istenmiştir.
İşçilerin, emekçilerin biri diğerinden berbat olan hakim sınıflar arasındaki kamplaşmada birinin peşine
takılmakta, birini diğerine tercih etmekte hiç bir çıkarları yoktur. Ama
hakim sınıf lar ve onların medyası
işçileri, emekçileri öylesine aldattılar
ki, toplumda öyle bir gerilim yarattılar ki; işçiler, emekçiler varolan oyunun farkına varmadan iki kamptan
birisinin peşine takılmak zorunda
kaldı. Seçim sonuçlarına göre geçerli
oy kullananların hemen hemen yarısı, tüm seçmenlerin hemen hemen
yüzde kırkı AKP’ye oy vererek, tercihini sahte laikçi cepheye karşı sahte
demokrat cepheden yana yapmıştır.
Bu tabii ki egemen sınıfların kendi
içlerindeki iktidar dalaşı için önemlidir. Fakat işçiler ve emekçiler açısından fazla bir önemi yoktur. Onlar
açısından değişecek olan özde bir şey
yoktur.
“BAĞIMSIZ” ADAYLAR NE
KADAR BAĞIMSIZ?
Düzenin sahipleri ve sözcüleri yap-
gündem
tıkları seçim değerlendirmelerinde
DTP’lilerin Meclis’e girmesinden
rahatsız olmadıklarını söylüyorlar.
Onlar DTP’lilerin Meclis’e girmesiyle “temsilde adalet” konusundaki
çarpıklığın ortadan kalkmış olduğunu söylüyorlar. Onlar, DTP’lilerin
eğer bu kez “akıllı” davranırlarsa,
Türkiye’nin birlik ve beraberliğini
sağlama konusunda büyük yararlılıkları olacağını söylüyorlar!
Seçimler öncesinde hakim sınıf ların medyası Ufuk Uras’ın ve
Baskın Oran’ın meclise girmesi için
destek verdi. Seçim sonuçları belli
olduğunda hakim sınıf ların medyası reformist ÖDP’li Ufuk Uras’ın
–hem de “sol”un temsilcisi!!! olarak–
Meclis’e girmesini Meclis’in meşruiyetinin bir başka işareti olarak
gösterdiler. Yine bir dizi köşe yazarı
reformist liberal Baskın Oran’ın,
DTP’nin aynı bölgede bir başka bağımsız aday göstermesi sonucu seçilememesinden rahatsızlığını dile
getirdi, hayıflandı… Hatta başka bir
bağımsız aday gösterdiği için DTP il
örgütünü ayıpladı… vs. vb.
Hakim sınıfların kalemşorlarının
bu değerlendirme ve övgülerinden
bağımsız milletvekillerinin nasıl bir
ders çıkaracaklarını ileride göreceğiz
ama onlar nasıl ders çıkarırsa çıkarsın, işçi ve emekçiler açısından bu bağımsızların bu meclisin sahte meşruiyetinin payandası oldukları objektif
gerçeği değişmeyecektir. Sözkonusu
bağımsız adaylar öncelikle sistemin
meşruiyetine destek vermekle “bağımsız” olmadıklarını göstermişlerdir. Seçimlerin ertesinde DTP’lilerin
verdikleri mesajlar tam da hakim sınıfların beklentilerine uygun davranacaklarını göstermektedir.
İŞÇİLER, EMEKÇİLER AÇISINDAN
DEĞİŞEN BİRŞEY YOK!
Seçim sonuçları ile ortaya çıkan politik tablo işçilerin emekçilerin sömürülmesini ortadan kaldırmayacaktır. Bırakalım ortadan kalkmayı,
bu sömürü azalmayacaktır da. Yine
işçilerin, emekçilerin yaşamında
herhangi bir iyileşme olmayacaktır.
“Eski tas, eski hamam” durumu sürecektir. Seçim kampanyasında vaat
edilenler unutulacak, verilen sözlerin hiç bir değerinin olmadığı kısa
sürede anlaşılacaktır. 80 küsur yıllık
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bu
konuda yaşananlar yaşanacak olanların teminatıdır.
Seçimlerden sonra en önemli
gündem maddeleri olan Meclis
Başkanlığı ve Cumhgurbaşkanlığı
seçimlerini de geride bırakmış bulunuyoruz. Şimdi hakim sınıfların
gündeminde Anayasa değişikliği referandumu var.
Hakim sınıflar arasında yürüyen
iktidar kavgasında genel seçimler,
Meclis Başkanı ve Cumhurbaşkanı
seçimleri bir ara aşamaydı. Bunlar
tamamlandı ve ama dalaş sürecek. Bu dalaş sürdüğü sürece bizleri
kendi kuyruklarına takma çabaları
da sürecek.
Peki biz işçiler, emekçiler hakim sınıfların şu ya da bu kesiminin kuyruğuna takılmak zorunda mıyız? Onların
kendi çıkarları temelinde belirlediği
gündeme göre hareket etmek zorunda
mıyız? Bugüne kadar onların işaretleri
doğrultusunda hareket ettik, ne kazandık? Ücretimiz mi arttı? İşsizliğimiz,
aşsızlığımız mı son buldu? Sağlık,
ulaşım, eğitim… sorunları mı önemli
ölçüde çözüldü? Hangisi gerçekleşti?
Hiçbirisi! Bu sistemde bunların hiçbiri
gerçekleşmez de!
Bilinmelidir ki; işçiler, emekçiler
oynanan oyunun birer figüranı olarak dün olduğu gibi yarın da kal-
maya devam ettiği sürece; bu kahrolası düzen var olduğu sürece, işçiler,
emekçiler bu çivisi çıkmış düzenin
çarkları arasında ebediyen ezilmeye
mahkum olacaklardır.
Oysa işçiler, emekçiler olarak bu
sömürücü düzene mahkum değiliz!
Ezilmeye, sömürülmeye, aşsızlığa, işsizliğe… mahkum değiliz. Kurtuluş
mümkündür! Sömürünün olmadığı, baskının son bulduğu, halkların kardeşçe bir arada yaşadığı yeni
bir ülke, yeni bir dünya yaratmak
mümkündür.
Alternatif? Var: Sosyalizm!
Kurtuluşun yolu? Belli: Devrim!
Kurtarıcı?! Gerek yok: İşçilerin,
emekçilerin birleşmiş örgütlü gücü
ve mücadele!
Çağrımız; işçilerin, emekçilerin
kendi gerçek sınıf çıkarlarını kavrayıp gündeme oturtması, kendi sınıf
örgütlerinde örgütlenip, kendi sınıf
çıkarları doğrultusunda hakim sınıfların siyasetinden bağımsız, kendi
mücadelelerini yürütmesi; bu bağımsız sınıf mücadelesi yoluyla hakim
sınıfların iktidarını yıkması ve kendi
iktidarını, işçilerin, emekçilerin iktidarını kurması çağrısıdır!
Kurtuluş ancak böyle
gerçekleşecektir…
Ya da gerçek kurtuluş yoktur!
28 Temmuz 2007 ✓
“22 Temmuz seçimlerinde doğru tutum” konulu panel yapıldı
1
5 Te m mu z g ü nü , İ z m i r
Halk Kültür ve Dayanışma
Derneği’nde, “22 Temmuz seçimlerinde doğru tutum” konulu bir
panel gerçekleştirildi.
Panel; BDSP, DHP, Komünist Köz,
YDİ Çağrı tarafından ortak olarak planmış olsa da, BDSP panele,
DHP ise panele panelist olarak
katılmadılar.
Panelin 8 Temmuz tarihinde yapılması planlanmıştı. Fakat katılması
için öneri götürülen bazı kurumların
oldukça geç cevap vermeleri sonucu,
yeterli zaman kalmadığı için panelin15 Temmuz tarihinde yapılması
ortak olarak kararlaştırıldı.
BDSP “kendilerini 8 Temmuz’a
göre ayarladıklarını” söyleyerek, “seçim çalışmalarını” gerekçe göstererek
panele katılmadılar. DHP’da “kendilerini 8 Temmuz’a göre ayarladıklarını, özel işlerini” gerekçe göstererek
panele panelist olarak katılmadılar.
Panel Komünist Köz ve YDİ Çağrı
tarafından yapıldı.
İlk konuşmayı YDİ Çağrı gazetesinden bir arkadaş yaptı. YDİ Çağrı
adına yapılan konuşmada; seçimlerin
ne anlama geldiği ortaya konuldu.
Seçimlerin esas olarak burjuvazinin egemenliği şartlarında, sömürü
sistemine demokrasi görüntüsü vermek, düzene meşruiyet kazandırmak için yapıldığı, TC’nin kuruluşundan bu yana yapılan seçimlerin,
bürokratik, militarist, faşist düzene
maske geçirme işlevi gördüğü ortaya
konuldu. Komünistlerin belli şartlarda seçimlere katılabileceği, bunun
için güç olmak gerektiği, sınıf içinde
kök salmak gerektiği, komünistlerin
bağımsız propaganda ile seçimlere
katılacağı, seçimlere katılmak ile
amacın gevezelik organı olan parlamentonun dağıtılmasının gerekli olduğunu göstermek olduğu aktarıldı.
Ardından 22 Temmuz seçimlerinin
ne anlama geldiği, egemenler içerisindeki iktidar mücadelesi anlatıldı.
Neden doğru tavrın boykot olması
gerektiği, Bin Umut Adaylarının
parlamentoya ona ait olmayan nitelikler affettiği, parlamento üzerinden
işçiler, emekçiler, Kürt ulusu yararına kimi değişikliklerin yapılacağının propagandasının yapılarak,
yanlış bilinç verildiği, kitlelerin bilincinin karartılmaya çalışıldığı, bu
nedenlerle Bin Umut Adaylarının
tarafımızdan desteklenmediği ortaya
konuldu. Boykottan anladığımızın
seçimlerin yapılmasını engelleme
anlamında aktif boykot değil, güç ölçüsünde, kitleler içerisinde seçimlere
katılmama çağrısı yapma, çalışma
yürütme anlamında pasif boykot olduğu da ortaya konuldu.
Komünist Köz adına yapılan konuşmada; Bin Umut Adaylarının kimliklerini, siyasetlerini tartışmadıklarını,
kendilerinin mahallelerde seçim komisyonları, mahalle meclisleri kurarak içerisinde çalıştıklarını, seçilecek
Bin Umut Adaylarını denetleyecek,
takip edecek bir mekanizmanın oluşturulması için çalıştıklarını, seçilecek
Bin Umut Adaylarının bu meclislere
hesap vermelerinin propagandasını
yaptıklarını anlattı. Kendilerinin Bin
Umut Adaylarına oy verme çağrısı
yaptıklarını, seçim çalışmasını ma-
hallelerde komisyonlar kurarak geri
çağırma mekanizması oluşturma
yönünde yürüttüklerini, seçim çalışması vesilesi ile kitlelerin bilincini
ilerletme yönünde çaba gösterdiklerine vurgu yaptı.
Tartışma bölümünde panele katılanlar, soru sorma, kendi görüşlerini
ifade etme fırsatı buldular.
DHP’dan bir arkadaş; “Bin Umut
Adaylarını değil, Bin Umut Adayları
içinde DTP’li bağımsız adayları desteklediklerini, parlamentodan değil,
parlamento kürsüsünden yaralanmadan bahsedilmesi gerektiğini,
parlamentoya onda olmayan nitelikler affetmenin elbette doğru olmayacağını” anlattı.
İşçi Köylü okuru bir arkadaş; “seçimleri boykot ettiklerini, faşist diktatörlüğün niteliğinde değişen bir
şey olmadığını, tam tersine faşizmin
tonunda artma olduğunu, parlamentonun faşizmin maskesi olduğunu”
anlattı.
Mesop’tan bir arkadaş; “27 Nisan
muhtırasının Kürt ulusal hareketine,
devrimcilere, komünistlere karşı verildiğini, seçimler konusunda kendilerinin cephe oluşturma çağrısı
yaptıklarını, bu çağrıyı DTP’nin görmezden geldiğini, buna rağmen kendilerinin tavrının bağımsız adayları
destekleme tavrı olduğunu” anlattı.
Son bölümde panelistler kendilerine sorulan sorulara cevap vererek,
ilk konuşmalarında takındıkları
tavrı biraz daha somutlaştırdılar.
Panele 30 kişi katıldı.
Sonuç olarak bizim açımızdan
panel, seçim konusunda tavrımızın
değişik siyasi çevrelere bütünlük içerisinde aktarılması, diğer siyasi çevrelerin tavrının daha iyi anlaşılması
açısından oldukça yararlı oldu.
Panel, planlandığı gibi yapılmasa
da, –bu olumsuz olmuştur- bu olumsuzluğa rağmen farklı düşünen devrimci çevrelerin birlikte iş yapmaları
açısından olumlu olmuştur.
17 Temmuz 2007
YDİ Çağrı/İzmir ✓
5
halkların kardeşliği için
HALKLARIN KARDEŞLİĞİ İÇİN
22 Temmuz sonrası Kürt sorununda çözüm arayışları üzerine
K
an ve barut üzerine kurulu, bol vaatli, bir seçim
sahtekârlığını daha geride
bıraktık. Seçimler öncesi AKP’nin
önünü kesebilmek için ordu eksenli
Kemalistler, her türlü manevraya
başvurdular. Ardından AKP’nin
Cumhurbaşkanı Adayı Abdullah
Gül’ün seçilmemesi için 12 Nisan’da
Genelkurmay’ın basın toplantısındaki açıklaması, 27 Nisan gece yarısı
muhtırası ve hemen arkasından gelen
Anayasa Mahkemesi’nin 367 dayatması gibi etkenlerle birlikte, herkesin
bildiği gibi AKP büyük bir çoğunlukla seçimleri kazandı.
Genel ku rmay Ba şk a n ı Ya şa r
Büyükanıt seçim sonrası açıklamalarında, söylediklerinin arkasında
olduklarını belirterek, iktidarlarını
öyle kolay kolay terk etmeyecekleri
mesajını bir kez daha verdi.
Son seçimlerin önemli sonuçlarından biri de, 3 Kasım 2002 seçimlerinde DTP’nin (o zamanki adıyla
DEHAP) ezici üstünlük sağladığı K.
Kürdistan’da bu kez AKP’nin galip
gelmesi oldu. 22 Temmuz seçimlerine
bağımsız adaylarla giren DTP, birçok
kalesini AKP’ye teslim etti. AKP;
ırkçı/Türkçü, siyaseti ile MHP ve
CHP gibi açık ırkçı partilerin aksine,
yer yer ırkçı söylemlere rağmen ılımlı
bir politika gütmesi ile Kürtlerin
önemli bir kesiminin oyunu almayı
başardı. Kürtler, kendilerini yok sayanlara, imha etmek isteyenlere hiç
de sıcak bakmadığını gösterdi.
6
Biz burada genel bir seçim değerlendirmesinden ziyade DTP’nin Kürt
sorununun çözümü anlayışı üzerinde
duracağız. DTP anti demokratik bir
uygulama olan % 10 barajından dolayı seçimlere bağımsız adaylar ile
girme kararı aldı. DTP’nin desteklediği bağımsız adaylar, Ankara’yı
Kürt sorununun çözümü için adres
olarak görüp seçimlerde, “Bin Umut
Adayları” ile seçim kampanyası yürüttü. Bağımsız giren bu adaylardan 21 kişi her türlü baskı, şantaj,
hileye rağmen milletvekili seçilmeye
hak kazandı. Bu vekillerden Sebahat
Tuncel “örgüt üyeliği”nden yargılanırken, hapiste olmasına rağmen
‘dokunulmazlık’ hakkını kazanarak
tahliye edildi. Tuncel’in ‘dokunulmazlık’ tan yararlanmasına itirazlar
da gecikmedi. Tuncel’i Anayasa’nın
14. maddesinin 2. bendindeki ‘devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünü bozmayı amaçlayan
faaliyet’le suçlayıp dokunulmazlık
kazanmadığını iddia etmeye başladılar. Bu, Kürt sorununun bu parlamentoda çözümü için yola çıkan
DTP’li vekillere daha işin başında
“ayağınızı denk alın” mesajı idi.
Yemin töreni öncesinde yine kayıt
yaptırırken, Kürt milletvekillerin
ana dil olarak ne yazacakları, Kürtçe
mi Türkçe mi yemin edecekleri üzerine ırkçı propaganda yürütüldü.
Yemin törenini DTP’li vekiller önceden açıkladıkları biçimde yaptılar.
Yemin töreni sonrası 20 Milletvekili
de DTP’ye katılıp, yeni mecliste 4.
Parti olarak grup kurma hakkını
elde ettiler.
DTP’li vekiller meclisin ilk toplantısında “Kürt sorununun barışçıl
çözümü” konusundaki ‘samimiyetlerini’ göstermek için, MHP Genel
Başkanı Devlet Bahçeli ve grubuyla
tokalaştılar. Kamuoyunda tartışmalara neden olan bu tokalaşma olayının arkasından MHP lideri Bahçeli
’Uzatılan eli havada bırakmayız
ama diğer elle Mehmetçiğe kurşun
sıkılmasına asla tahammülümüz olmaz’’ sözlerine karşılık, DTP Muş
Milletvekili Sırrı Sakık, ‘’Bizim elimizde hiçbir zaman silah olmadı,
şiddet olmadı. Bunu Bahçeli de biliyor’’ diyerek, karşılık verdi. Sakık,
Kürt sorununda çözümün şiddetle
değil barış içinde çözüme kavuşturmak istediklerini belirtti.
DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk,
DİHA’ya verdiği bir mülakatta seçmenlerinin Ankara’yı çözüm adresi
olarak gördüklerini belirterek, hükümetin ve parlamentonun kendilerine
çözüm kapılarını açmaları isteğinde
bulundu. Kürt sorununun çözümü
konusundaki bu istek; TC’nin, tek
millet, tek devlet gibi, şoven Türk
milleti dışındaki ulusları yok sayan
üniter devlet yapısıyla uyuşmayan bir
istektir. Devlet en baştan zaten böyle
bir sorun olduğunu kabul etmiyor.
Cumhurbaşkanlığı için destek turlarına çıkan AKP’nin cumhurbaşkanı
adayı Abdullah Gül’e DTP’lilerin,
“desteğimiz Kürt sorunu konusunda
çözüm için atacağınız adıma bağlıdır” açıklamalarına, Abdullah Gül
sessiz kalmıştır. Bu tavır, devletin
tavrında bir şeyin değişmeyeceğini
gösteren bir tavırdır.
Bütün seçim süreci ve sonrasında
DTP’ye dayatılan şeylerden biri de
PKK’nin terörist bir örgüt olduğunu kabul etmesidir. Ahmet Türk
DİHA’nın bu konuyla ilgili sorduğu
soruyu şöyle yanıtlamıştır:
“Bir tarafta sizi parlamentoya gönderen halkın talep ve beklentileri
var, diğer tarafta devletin ve bazı
kesimlerin dayatmaları var. Seçilmiş
olmanıza rağmen kabul edilmeniz
için bazı ön koşullar öne sürülüyor.
Bunun karşısında nasıl bir politika
izleyeceksiniz?
Yani aslında bu dayatmaların hiç
bir faydası yok. 30 yıldır aynı şey
söyleniyor. Efendim “PKK’yi terörist
ilan edin” diyorlar. Peki, bunun pratikteki faydası ne? Evet, ‘Bu insanlar
o bölgenin insanları ve parlamenterleridir. Rol oynayabilirler, çatışmaların bitirilmesine katkı sağlayabilirler. Bunlara farklı bir rol ve misyon
biçmek gerekiyor’ denilmesi lazım.
Benden ‘PKK’nin bu süreçte silahlarını bırakması için bir çalışma yapın’
denirse, ben onu anlarım. Ya da, ‘Bu
sorunun ülke gündeminden çıkması
için çaba gösterin’ denirse anlarım.
Farklı bir şekilde yaklaşılırsa benim
süreci etkileme şansım kalmaz ki.”
Bu anlayış özünde, 1993’den bu
yana Kürt sorunun çözümü konusunda süren bir anlayıştır. DEP,
HEP, DEHAP ve DTP Kürt sorununun çözümü konusunda devletin
en ufak bir çabasının dahi yeterli
olacağı temelinde sürekli açıklamalar yaptılar ve yapmaya da devam
ediyorlar. En son faşist bir parti olan
MHP ve onun yöneticileri ile el sıkışmalar ve MHP’nin bazı açıklamalarına Sırrı Sakık, hemen atıfta
bulunarak, “MHP’nin duyarlı olacağına inanıyorum. Bahçeli’nin duyarlılığı Baykal’dan daha fazla” diyerek
DTP’nin tavrının uzlaşmadan yana
olduğunu ortaya koydu. DTP, MHP
ile tokalaşma konusunda gelen eleştirilere “sembolik bir olaydı” diyerek
geçiştirmeye çalıştı. Biz bu el sıkışma
olayının DTP’nin Kürt sorununun
çözümü konusundaki anlayışının
bir sonucu olduğunu düşünüyoruz.
Bizim sorunumuz DTP’nin kiminle
el sıkıştığı değil, Kürt sorununun
çözümündeki anlayışındadır. Kimin
kiminle nasıl el sıkıştığı o kadar da
önemli değil. Kaldı ki, DTP Grup
Başkan Vekili Selahattin Demirbaş
seçim öncesi Diyarbakır’da yaptığı
açıklamada “ordunun hassasiyetlerini dikkate alan bir siyaset güdeceklerini” de açıklamıştı.
“Son terörist kalana kadar savaşacağız”, “Ne mutlu türküm” demeyeni Türk düşmanı ilan eden anlayış,
devletin resmi anlayışıdır. Kürtlerin
varlığını hiçbir zaman kabul etmeyen, bunu dillendirmeye çalışanlara,
darağacı, işkence, sorgusuz infaz, yerinden yurdundan edilme, zindanda
çürüme… dışında bir şey reva görmeyen bu parlamentoda çözüm aramak, olmayacak şeye amin demek
olacaktır.
DTP’li milletvekillerini daha yemin
etmeden önce Başbakan Erdoğan’ın
uyarması ve Adalet Bakanlığı’nın
milletvekillerinin cezaevindeki tutuklularla görüşmesini engelleyen bir
yönetmelik yayınlaması ile DTP’li
vekillerin burjuva medyaya yansıdığı
biçimiyle “APO’ya gitmesin” tedbiri
olarak ilan edildi. Yani AKP de devletin bugüne kadar uyguladığı siyasetten taviz vermeyeceğini, bu tavrı
ile bir kez daha ortaya koydu.
Kürt sorunun çözümü konusunda
DTP’nin tavrı, Kürt ulusal hareketini
burjuva sınırları içerisinde hapsetme
tavrıdır. Bu tavır özünde çözüm değil, çözümsüzlüktür. Biz burada bazı
demokratik hakların elde edilmesini
küçümsemiyoruz. Ulusal sorunun çözümü konusunda bizim çözümümüz
Marksizm-Leninizm’in ulusal sorunu
çözüm önerisidir. Bu öneri; ezilen,
baskı altında olan ulusların özgürce
ayrılma haklarını savunmaktan geçer. Burjuvazinin egemenliği şartlarında, ulusal sorunun çözümünü
ezen ulusun burjuvazisi ile çözmeye
kalkmak, çözümsüzlüğü baştan kabul etmek demektir. Kürt ulusal hareketleri bugüne kadar sürekli baskı
ve şiddetle bastırılmıştır. En son olarak, Diyarbakır Sur Belediye Başkanı
Abdullah Demirbaş’ın, “çok dilli belediyecilik hizmeti” anlayışı çerçevesinde, Kürtlerin kendi anadillerinde
de hizmet alması kararı sonucu, görevinden alınarak 3,5 yıl hapis cezasıyla yargılanması, devletin tavrını
göstermesi bakımından önemlidir.
Sermayenin egemenliği şartlarında
ulusal sorunun çözümü mümkün
değildir. Sermayenin iktidarı şiddete
dayalı bir devrimle yıkılıp, yerine
kurulacak olan, işçilerin köylülerin
devrimci iktidarı şartlarında, her
ulusun özgürce ayrılma hakkı anayasal garanti altına alınacaktır.
Ulusal sorunun gerçek çözümü
ve halkların kardeşliği için, tek yol
devrim!
22.08.07 ✓
halkların kardeşliği için
Şengal’de Ezidi Kürtler’e
yönelik
katliam…
I
rak’ta son yılların en kanlı saldırısı düzenlendi. 14 Ağustos günü
Musul’un Şengal ilçesinde bulunan Bac kasabasına bağlı Xıdır ve Tel
Ezer köyleri ile Qahtaniye kasabasına
petrol yüklü tankerlerle intihar saldırıları gerçekleştirildi. Çelişkili rakamlar olmasına rağmen 500’e yakın kişinin öldüğü saldırıda yüzlerce Ezidi
Kürt’te yaralandı. Saldırı sonrasında
Kürdistan Demokrat Partisi bölgeye
Peşmerge gücünün gönderileceğini,
bölgede istikrar ve güvenliğin sağlanacağını duyurdu.
Olay ın gerçek leşmesinden
sonra Suriye ve Türkiye Dışişleri
Bakanlıkları aracılığıyla saldırıları
kınayan açıklamalarda bulundular.
Saldırıların Irak’ta birçok şeyi değiştirecek olan referandum öncesi gerçekleştirilmesi ise yapılan hesapları
gözler önüne seriyor. Bu durum saldırıların, Musul’da kargaşa yaratmak,
referandumun yapılmasını engellemek için düzenlendiğini gösteriyor.
Bölgedeki Kürt grupları saldırılardan
Türkiye ve Arap devletlerini sorumlu
tutuyor.
ABD’nin istikrar ve özgürlük getirme vaadi ile işgal ettiği Irak’tan
her gün yüzlerce ölüm haberi geliyor.
Bölgede güvenliği sağlamak yalanı ile
bulunan ABD’nin yarattığı sonuç ortada: Güvenlikten arındırılmış Irak.
Aslında istenilen bir durumdu bu. Bu
şartlar altında emperyalist güçler ve
onların kuklaları istedikleri şekilde
oyunlarını oynayabiliyorlar.
Emperyalistlerin çıkarları uğruna
binlerce insan katlediliyor. Sonra
açıklamalarda bulunup katliamları kınadıklarını söylüyorlar. Ne
sahtekârlık… Ezidi Kürtlere yönelik
saldırıları kınıyoruz… Saldırıları kınayan emperyalistleri kınıyoruz…
1 Eylül Dünya Barış Günü’nü binlerce ölüm ve savaşlar ile karşılıyoruz.
Lenin’in “Emperyalizm var olduğu
sürece savaşlar kaçınılmazdır” tezi
sürekli kendini kanıtlıyor. O halde
savaşları durdurmak istiyorsak, gerçekten barışı istiyorsak emperyalizmi ve uşaklarını ait olduğu çöplüğe
göndermeliyiz.
20.08.2007
Ydi Çağrı ✓
Resmi zihniyet olan ırkçılığın ve
şovenizmin son örneği:
Türk Tarih Kurumu başkanı
Yusuf Halaçoğlu
G
ün geçmiyor ki, resmi ideolojinin temsilcilerinden
ırkçı şoven açıklamalar gelmesin. Bir gün silahlı kuvvetlerin
en üst düzey temsilcileri, diğer bir
gün başbakan, çoğu zaman muhalefet ve hatta Cumhurbaşkanı da bu
açıklamaları yapanlar arasında. Bu
ülkede bu tür olaylar gün be gün yaşandığı için artık garipsemiyoruz.
Ağzı olan konuşuyor. Konuştukça
da batağa batıyor. Batağa battıkça
da daha da çirkefleşiyor.
Böyle bir ortamda Türk Tarih
Kurumu’nun (TTK) 1993’ten bu
yana başkanlığını yapan Yusuf
Halaçoğlu’nun yaptığı saçmalıklar da garipsenemez. Halaçoğlu
18 Ağustos günü Kayseri’de yapılan “Türk tarihi ve kültüründe
Avşarlar” konulu sempozyumda
yaptığı konuşmada, “Kürtler’in yapısal olarak Türkmen asıllı” olduğunu, “Kürt Alevilerin de Ermeni
kökenli” olduğunu, “TİKKO, PKK,
gibi örgütlerde yer alanların çoğunun Ermeni dönmesi Kürtlerden”
oluştuğunu yumurtladı.
TTK bilimsel araştırma yapması
gereken bir kurum iken, başındaki
kişinin bu bilimsellikten uzak tespitleri, sadece bilime ve hedef aldığı
Ermeniler, Kürtler ve Aleviler için
hakaret değil, aynı zamanda ırkçı,
şoven ideolojinin Türkiye’de insanlara nasıl şırıngalandığının da göstergesidir. Halaçoğlu’nun ve hakim
ideolojinin tarih yazımı ve araştırmaları kim bilir okuyan gençliği ne
kadar “aydınlatacaktır”.
Biz herkesin haddini bilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Haddini
bilmeyenlere de hadlerinin bildirilmesini. Türkiye’de yaşayan değişik
ulus ve milliyetlere mensup olan
halklar, er ya da geç bu saçmalayan
insanlara hadlerini bildirecektir.
Bundan hiç ama hiç şüphemiz yok.
Kimsenin de şüphesi olmasın.
Ocak ayında sistemin tetikçi-
leri tarafından kalleşçe katledilen Hrant Dink’in cenaze töreninde yüz binler “Hepimiz Hrant
Dink’iz”, “Hepimiz Ermeniyiz” diye
hep birlikte haykırmışlardı. Bugün
de “Hepimiz Ermeniyiz, Kürdüz,
Aleviyiz, Yezidiyiz, Süryaniyiz” vb.
haykırmak sağduyulu herkesin görevidir. Evet, halkların kardeşliğine
giden yol, onları kabullenmekten,
sahiplenmekten ve onlar için yaşamın her alanında eşitlikçi bir ortam
sağlamaktan geçer.
Bizler her tür ırkçı, şoven söylem
ve açıklamaların karşısındayız. Bu
söylemler halkları, ulusları ve dinleri birbirine düşman etme ediminden başka bir edime sahip değildir.
Gerçek bir hukuk devletinde bu tür
söylemleri dillendirenler hakkında
soruşturma açılır ve cezai işlem uygulanır. Ancak gerçek hukuk devleti nere?! Türkiye nere?!
Ha l aç o ğ lu ba ş k a n ı oldu ğ u
TTK’da bilim insanı sıfatıyla görev
yapıyor. Ancak söylemiyle, icraatıyla bilim insanlarının yüz karası
olduğu meydanda. Halaçoğlu’na ve
resmi ideolojiye karşı haklı olarak
geliştirilen tepkiyi haklı ve yerinde
bir tepki olarak değerlendiriyor,
Halaçoğlu’nun görevden alınmasını
ve cezalandırılmasını talep edenlerin yanında olduğumuzu ilan
ediyoruz.
Ancak burada da durmuyoruz.
Bir adım daha ileri giderek resmi
ideolojisi ırkçı ve şoven olan bu sistemin, hiçbir dönem diğer ulusların
ve azınlık milliyetlerin haklarını
kabul etmeyeceğini, onları sürekli
olarak red ve inkar edeceğini bildiğimizden, bu sistem var olduğu
sürece, bu tür saçmalamaların gündeme gelmeye devam edeceğini de
bildiğimizden, bu sisteme karşı tek
alternatifin sosyalizm olduğunu
yüksek sesle haykırıyoruz.
24 Ağustos 2007 ✓
7
halkların kardeşliği için
Revizyonizmin artıkları iyice azıtıyorlar....
Y
8
Kahrolsun milliyetçilik ve şovenizm!
akın zamanda artık iyice
Türkçü-Milliyetçi bir hat izleyen Cumhuriyet Gazetesinin
kötü-ünlü yazarı İlhan Selçuk,
“Türkiye’yi Türkler Yönetmelidir”
başlığıyla bir makale yazdı.
Bu yazıyı okuyan birisi sanki bugüne kadar Türkiye’yi başkaları yönetmiş hissiyatına kapılacaklar.
Yıllardır “Ne Mutlu Türküm
Diyene” safsatalarıyla coğrafyamızda yaşayan Arapları, Çerkezleri,
Abhazaları, Ermenileri, Kürtleri,
Süryanileri, Rumları ve daha ismini
burada anmadığımız milliyetlerden
insanlarımızı aşağılayan bu Türk
ırkçıları, utanmadan bugün kalkıp
“Türkiye’yi Türkler Yönetmelidir”
diyebiliyor ve ekliyor: “Türkler ne
zaman kurtulurlar, kalkınırlar, çağdaşlaşırlar, bunalımlarını aşarlar?..
Türkiye’yi yönetmeye başladıkları
zaman... “
Bir zamanlar Sosyalist Sovyetler
Birliği döneminde ve Kruşçev revizyonizminin iktidarı döneminde
belirli bir aşamadan sonra sosyalizmden tamamen uzaklaşıp sosyalizm adına emperyalist gerici politikalar güden sosyal emperyalizmin
güçlü döneminde sosyalist geçinen bu gibi dönem yazarları, artık
enternasyonalizm lafzını bile bir kenara bırakıp “Türk”çülük yapmanın
dozajını iyice kaçırdılar.
Sosyalizmin bugün çok aktüel olarak gündemde olmadığını düşünen
bu “dönem”in yazarları şimdi cuntalardan medet umacak, onları seçilmiş hükümetleri görevden almak
için göreve çağıracak kadar aşağılarda uçabilmektedirler.
Biz coğrafyamızda hangi milliyete
mensup insanların yönettiğine değil,
nasıl bir yönetim ve kim için yönettiklerine bakarız.
Bizim için hangi milliyete mensup olursa olsun yönetenlerin işçi ve
emekçi yığınların çıkarına mı yoksa
coğrafyamızdaki bilumum burjuvaların ve onların emperyalist destekçilerin yararına mı coğrafyamızda
yönetişim içerisinde olduklarına bakarız ve de böyle bakmalıyız.
Zaten eğer ardamarları çatlamamışlarsa, ve “sol” adına konuşan her
zatın böyle bakması gerekir. Ama
bunların “sol” denilen akımla da
bir ilişkileri kalmadığından, solun
aslında sosyalizm olarak kavranılması gerektiğini ve sosyalizm adına
konuşanların da kimsenin milliyetini tartışmayacaklarını, tartışacak
konunun nasıl bir sistem, nasıl bir
hükümet, nasıl bir iktidar, kimin
iktidarı, kimlere karşı bir iktidar ve
kimlerden yana bir iktidar sorularına göre safını belirlemesi gerektiğini tartışmalarında belirleyen öğe
olarak ele almalıdırlar.
Ama sadece ve sadece lafta sol görü-
nen ve solculukları sosyal demokrasinin milliyetçilik ve şovenizm bataklığında nasiplenen İlhan Selçuk gibi
burjuva kalemşörler meseleye kendi
burjuvalarının, Türk burjuvalarının
çıkarı penceresinden bakarlar.
Zaten öncülleri Karl Kautsky’den
ödünç aldıkları bu yarım bile olamayan solcular, başka türlü de davranamazlar. Onlar da artık bu bir ur haline gelmiş ve bu ur onları öldürene
kadar da varlığını koruyacaktır.
İlhan Selçuk zatı zaten yazının başlığının yadırganacağını, milliyetçilik
sayılacağını kendisi önceden teslim
ediyor. Teslim ediyor da ama yine de
yazıyor. Ve devam ediyor...,
“... vatan sevmezliğin moda olduğu
bir dönemden geçiyoruz; Türk sözcüğü dışarda ve içerde tepkilere yol
açıyor... “
Evet! Biz “Vatanseverlik” adına
hareket eden milliyetçilerden, ırkçılardan değiliz ve olmayacağız! Zaten
“vatan” denilen topraklar bizim değil ki! Bu topraklar burjuvazinin
arpalığı durumundadır ve onlar karar vermektedirler bunun üzerine.
İstedikleri gibi satıyorlar, istedikleri
gibi peşkeş çekiyorlar birbirilerine.
Benim, bizim olmayanı bizim saymak budalalığı ancak İlhan beylerin
gösterebileceği bir tavırdır. Sorun vatansevmezlik sorunu değil ki! Sorun
işçi ve emekçilerin olmayan bir şeyi
onlarınmış gibi göstererek onları
enayi yerine koymaktır. İşçiler ve
emekçilerin önemli bir bölümü yarım asırdır bu topraklar üzerinden
geçinemediklerinden gurbet ellerde
çalışarak, İlhan gibi başka milletlerin milliyetçilerinin aşağılamalarına
maruz kalarak yaban ellerde karın
tokluğuna çalışarak geçinmektedirler. Önemli bir bölümü de bu topraklar üzerinde ne iş ne de aş bulmaktadır... onlar milyonlarca işsiz insan
olarak aç gezmek durumunda kalmaktadırlar. Milyonlarcası ise tam
ay çalışarak 420 YTL’yi ay sonunda
almakta ama yine de TÜHİS’in verilerine göre yine aç gezmektedir.
Kiraların 300 ila 1.500 YTL arasında
seyrettiği bu vatanda aslında vatansızlar çoğunlukta. Bunun karşısında
İlhan Selçuk’ların da içerisinde yer
aldığı 2.000 YTL ve üzeri maaş alan
aç olmayan az sayıda “vatandaş” vardır. Bunlar belki karınları doyduğu
için “bu vatan benim” diyebiliyorlar. Sahiplenilecek Vatan bu değildir! Vatan dediğin dünya alemin
doyduğu, kimsenin kimseye kulluk
etmek zorunda kalmadığı, herkesin
insan olarak görüldüğü ve insan olarak diğerlerinden ne iyi ne de kötü
yaşadığı bir sistemin hüküm sürdüğü
bir cennet ancak sahiplenilebilir.
Bunu biz gerçek sosya list ler
yaratacağız!
Kimin yöneteceğinin ya da yönetmesi gerektiğinin tartışılmadığı, aksine birlikte yönetmenin mümkün
olduğu her milliyetten ve renkten insanın birlikte yöneterek yaşadığı, özgürlüğün hüküm sürdüğü bir düzen
koşullarında bu Vatan bizim vatanımız olacaktır ve onu biz yaratacağız.
Orada ama ar tı k “Ne Mut lu
Türküm Diyene” denemeyecektir;
orada artık “Ne Mutlu Almanım”
denemeyecek! Orada “en asil kan
sende mevcut” denemeyecek! Çünkü
aynı kan gruplarının her milletin
insanında olduğunu herkes bilebilecek ve kimse kendi kanının daha
kırmızı ve asil olduğu aldatmacasına
kanmayacaktır.
İlhan Selçuk o kadar kendisini kaybetmiş ki “ılımlı islam devleti” heyulasından çok korkarak kaleme aldığı
bu makalesini yazarken bile, iktidara
çağrı yaptıkları yeni cuntacılarının
iktidarları döneminde en fazla imam
hatip lisesinin açıldığını, bu devletin
gerçek anlamda Hiçbir zaman laik
olmadığını, din ve devlet işlerinin
birbirinden ayrıştırılması anlamına
gelen laikliğin T.C. Devletinde bir
uydurmaca olduğunu göremiyor. TC
devletinin Diyanet işleri üzerinden
bu coğrafyada dini yönettiğini ve
insanlarımızın nüfus cüzdanlarına
“dini-islam” yazdıracak kadar dinci
bir devlet olduğunu, günde en az beş
defa okunan ezan’la sayıları hiç de az
olmayan yüzbinlerce farklı dinlerden
insanları, ateistleri hep taciz ettiklerini görmezden geliyor. Ama olsun(!)
İlhan Selçuk için önemli olan diyaneti de iyi işleyen bir Türk devleti
olsun yeter!
Bitmedi devam ediyor şoven bayımız... o şöyle diyor: “Ya politikada ne
oluyor?..
PKK denen terör örgütü Kuzey
Irak’taki üslerinden kalkıp Türkiye’ye
saldırıyor, Türkleri öldürüyor...
Türkler, Kuzey Irak ’ta PKK’yi
koruyan ABD’ye karşı bir şey
yapamıyorlar...
Neden?..
Çünkü Türkiye’yi Türkler yönetmiyorlar... “
Bu kadar ırkçı ve faşist zihniyete
sahip olan bayımız yıllardır binlerce
Kürt insanın faşist saldırılarla katledilmesini görmezden gelip bunları söyleyebiliyor. Daha Türkler
Anadolu topraklarına yerleşmeden
varlığını çok zengin bir şekilde sürdüren Kürtlerle kardeşçe bir arada
yaşama politikasının gereği olarak
onlara eşit haklar savunup bunun
gereklerini talep edeceğine, bu hakkı
elde etmek isteyen Kürt halkına karşı
saldırı politikalarının savunucusu
oluyor ve böylece de “Türk”lerin
dışında kimseyi gözü görmüyor.
Zamanı geldiğinde “biz kardeşiz” diyen bu şovenler, bir başka bağıntıda
“kelleci” olabiliyorlar. Ama bu ırkçışoven politikaların vardığı yerdir.
Tam da bugüne kadar bu coğrafyada yönetimde olanlar İlhan Beyler
gibi kafatasçılar olduğu içindir ki
Halklarımız birbirine düşman edilmeye çalışılmaktadır. Ama bu politikalar bu coğrafyanın emperyalistlerin
ve onların uşaklarının esaretine terk
edilmesine neden oldu.
O zaman bağımsızlık ve özgürlüğün yolu, bu coğrafyada yönetenlerin
Türk olmaması gerektiğini mi tespit
etmek gerekiyor???
Hayır!
Yanlış Türkler yönetti bugüne kadar! Şimdi sıra işçi ve emekçilerin kenetlenerek Türkü, Kürdü, Ermenisi,
Arabı, Çerkezi vd’nin gerçek kardeşlik ve eşitlik için, sömürüyü yoketmek için birlikte yönetmesindedir!
Biz bunun adayıyız İlhan Bey! Size
de yine milliyetçi bir Cumhuriyette
köşe kapmacılık için olanak yaratılacaktır... bunun için müsterih
olabilirsiniz!
Tabii ki kimin Türk, kimin Kürt,
kimin Ermeni ya da başka bir milliyeti sahip olduğunu saptayacak bir
Hallaçoğlu olursa işi de kolay olur
İlhan beyin.
Tarihler boyunca savaşlar üzerinden vuku bulan işgaller sonucu kimin hangi milliyete sahip olduğunu
tespit etmenin zorluğu bir yana, bugün artık bu kadar ilkel milliyetçilik
yapmanın insanımızın, coğrafyamızın olumlu yönde gelişmesinin önündeki en temel problemdir.
Bu z i h n iyet i de ğ i ş t i r mek t i r
aslolan!
İşçi sınıf ve emekçi yığınların sermaye ve onun yardakçıları karşısındaki sınıfsal duruşu, bu tür milliyetçilik zırvalamalarını engellemenin
en temel aracıdır.
İşçi sınıf kendi iktidarını kurduğu koşullarda bu zihniyetin köküne kibrit suyu dökülecek, yerine
enternasyonalizm temelinde yetişecek yeni kuşaklar yeni bir zihniyetle
kardeşçe bir arada yaşayacaklardır.
Yaşasın Halkların Kardeşliği!
Tüm Milliyetlere tam hak eşitliği!
Yaşasın Ulusların özgürce ayrılıp
ayrı devlet kurma HAKKI!
Yaşasın işçi sınıfının Birliği!
Ağustos 2007 ✓
yeni kadın dünyası
2007 Seçimleri:
Değişen bir şey yok!
Meclis yine erkek!
B
urjuvazi kendi arasındaki iktidar dalaşından çıkabilmek
için bir seçim oyunu daha
sahneye koydu. 22 Temmuz’da erken genel seçimlerin yapılacağının
kesinleşmesinin ardından burjuvazinin tüm partileri hummalı bir seçim
çalışmasına giriştiler. Bu dönem her
ikisi de erkek egemen olan tarafların
iktidar dalaşında kadınların kitlesel
olarak alet edildikleri bir dönem oldu.
Özellikle Kemalist burjuvazinin temsilcisi kesimler düzenledikleri kitlesel
“Cumhuriyet mitingleri” ile kadın
kitlelerini şeriat öcüsü ile korkutarak
yanlarına çekmeye çalıştılar.
Her seçimde olduğu gibi bu seçimde
de tüm partiler aday listelerinin açıklanmasına kadar kadınları siyasete
aktif olarak katılmaya çağırıp ve bu
sefer daha fazla kadın milletvekili çıkaracakları vaatlerinde bulundular.
Oy kapma yarışında hemen hepsinin başvurduğu bir kandırmaca aday
listelerine mümkün olduğunca çok
sayıda kadın yerleştirmek. Seçilme
şansları hiç olmasa da herhangi bir
partiden aday olan kadınların çevrelerini o partiye oy vermek için harekete geçireceği, kadınların canla başla
partinin seçim hazırlığına katılacağı
hesapları yapılıyor ve gerçekleştiriliyor. Anlayacağınız bunların “kadın
dostluğu” parlamentoya kadar değil,
sandığa kadar... Erkek egemen partiler, kadınların ağzına bir parmak bal
çalarak kendilerini parlamentoya taşıttırmak istiyorlar. Her zaman yaptıkları buydu, bu seçimlerde de bunu
yaptılar.
Seçim kampanyası döneminde
hem düzen partileri hem de burjuva
medya, bu seçimlerin kadınlar için
önemli değişiklikler getireceğini,
bu seçimlerde partilerin kadınlara
önemli oranda yer verdiğini, artık
meclise kadın sözünün gireceğini,
kurulacak hükümette kadınların
önemli oranda temsil edileceğini
vs.vs. propaganda ettiler.
Nihayet 22 Temmuz’da seçimler gerçekleştirildiğinde dağın fare doğurduğu bir kez daha ortaya çıktı! Meclise
giren toplam 550 Milletvekilinden
sadece 50 tanesi kadın idi. AKP’nin
341 milletvekillinden 30’u, CHP’nin
112 Milletvekilinden 10’u, MHP’nin
71 milletvekilinden 2’si ve bağımsız
olarak seçime katılan ve meclise girmeyi başaran 26 milletvekilinden 8’i
kadınlardan oluşuyor.
2002 genel seçimlerinde 24 kadın
milletvekili ile yüzde 4.36’lık bir
oranla temsil edilen kadın milletvekili sayısı bu kez 50 kadın ile yüzde
9.9’a yükseldi. Böylece Türkiye,
dünya sıralamasında 132. sıradan
100. sıraya yükselmiş oldu! Seçim
sonrasında da yapılan açıklamalarda
bunun önemli bir başarı olduğu yutturulmaya çalışıldı. Fazla söze gerek
yok. Bu başarının nasıl bir başarı olduğu ortadadır.
Seçimler olup bitti. Koparılan o
kadar yaygaraya rağmen bir kez
daha TBMM “erkek meclis”, kurulan hükümet “erkek hükümet” oldu.
Seçilebilen az sayıda kadın milletvekili -ki bunların büyük çoğunluğu
emekçi kadınları temsil etmekten
çok uzaktır- genel siyasi hattı ve
görüntüyü kesinlikle değiştirmeyecektir. Seçilen kadın milletvekilleri
bağlı oldukları partilerin siyasetinin
dışına çıkamayacaklardır. Oyunun
kuralı budur!
Hükümetler kuruluyor, bakanlıklar paylaşılıyor, ardından bol vaatli
bir hükümet programı açıklanıyor...
Sonrası eski tas, eski hamam.
Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde yasalarda kadınlar lehine
yapılan bazı iyileştirmelere rağmen
temel çerçeve olan erkeğin kadın
üzerindeki egemenliğinde bir değişiklik yok. Devletin bu iyileştirmelerin pratiğe geçirilmesi için ciddi bir
çaba sarfetmesi bir yana toplumdaki
erkek egemen zihniyeti her gün yeniden üretiyor.
Çalışma yasalarında kadınların
çalışma yaşamına katılmasını teşvik edecek hiçbir şey yokken, onların çalışma hayatından çekilmesini
kolaylaştıracak pek çok düzenleme
mevcut.
Devlet, çocukların bakımı ve yetiştirilmesini aileye ve özellikle de kadına devrederek bu sorumluluktan
kurtuluyor.
Bu nedenle yasalarda yapılacak
tek tek iyileştirmeler, ayıklamalar
köklü bir değişiklik getirmeyecektir.
Yasalar önünde eşitlik, elbetteki henüz gerçek hayatta eşitlik değildir.
Ancak TC devleti, yasalar önünde
bile kadınlara tam eşitliği sağlayabilecek durumda değildir, çünkü o tüm
varlığıyla erkek egemendir.
Kadınların çalışma ve yaşam koşulları genelde erkek işçi ve emekçilerin durumlarından daha da kötüdür
ve çoğunlukla kadının erkeğe olan
ekonomik bağımlılığıyla belirlenir.
Aileye ve kocaya ekonomik bağımlılık, kadınları erkek egemenliğine
boyun eğmek zorunda bırakan temel etkenlerden biridir. Öyle ki, kadınlar çoğu durumda varolan yasal
haklarından dahi faydalanamıyorlar.
Örneğin, nasıl geçinirim ve çocuklarımı nasıl geçindiririm korkusu
kadınları boşanma hakkını kullanmaktansa, kendisine eziyet eden kocasına katlanmak zorunda bırakıyor.
Toplumsal hayatın bütün alanında
egemen olan baskı ve anlayışlar kadının her türlü özgürleşme çabasını engelleme üzerine kurulu. Aile
içinde koca dayağı, sokakta ve işyerinde cinsel taciz, “namus” belasına
kadınların yaşamlarının ellerinden
alınması, baba, koca, çevre ve devlet
tarafından denetlenmeye çalışılması,
çalışma hayatında kadınların yükselmesinin engellenmesi, vb. vb.
Toplumsal ve kişisel yaşamın tüm
alanlarındaki cinsiyet ayrımcılığının, erkeklerin kadınlar üzerinde
kurduğu baskının en önemli güvencesi, bizzat hakim sınıfların devletidir. Yasalarıyla ve tüm kurumlarıyla
o bu baskıyı meşrulaştırıyor ve ko-
ruyor. Hakim sınıfların partileri bu
süreçte üstlerine düşen görevi yapıyorlar. Hükümetler değişir, emekçi
kadınlar üzerinde baskı ve sömürü,
erkek egemenliği kalır.
İşçi ve emekçi kadınların ne hükümet değişikliğinden, ne de adları
ne olursa olsun düzen partilerinden
umacağı hiçbir şey yoktur. Bu gidişatı değiştirmenin yolu, biz kadınların kendi kurtuluş davamıza sahip
çıkıp, eşitlik ve özgürlük için proletarya hareketinin saf larında örgütlü biçimde yerimizi almamızdan
geçiyor.
Ancak bu şekilde tüm yasaları ve
kurumları ile erkek egemen olan bu
sistem yok edilerek kurtuluşumuzun
yolu açılacaktır.
Özgürlük örgütlü mücadelede, özgürlük sosyalizmdedir!
30 Ağustos 2007 ✓
“Bekâra karı boşamak kolay” mı?
S
eçimin yaklaştığı günlerdi. Partilerin birbirinden iddialı vaatleri
TV haberlerine konu oluyor hergün.
Recep Tayyip Erdoğan da partisinin Giresun mitinginde
“Fındık 8 YTL olacak”, ”Mazot 1 YTL olacak” diyen partilere karşılık
olarak “Bekâra karı boşamak kolay” diye bir ifade kullandı.
Bu ifade erkek egemen sistemin yarattığı, günlük yaşamda sıkça kullanılan, dilimize atasözleri, deyimler vs. ile yerleşen, biz kadınları aşağılamak için kullanılan ifadelerden sadece biri. Ve bu cümleyi sarfeden
kişi T.C. devletinin başbakanı. Ve bu ifade ne için kullanılmış olursa
olsun her fırsatta analığın kutsallığından bahseden bu hükümetin
esasta kadın sorununa bakış açısının bir dışavurumudur.
Diğer partilerin de bu konuya ne kadar duyarlılık gösterdikleri ortada… Bu tip ifadeleri rahatça kullanan, her fırsatta ne kadar “eşitlikçi”, “kadın hakları savunucusu” olduklarından dem vuran bu partilerin biz kadınlara bakış açısı gün gibi aşikâr.
Seçimler yapıldı. Biz kadınlar için ne değişti? Adımızı yalnızca seçimlerde anan, bizi, en iyi halde yalnızca kendilerini iktidara taşıyacak oy
sayısı olarak gören, söylemlerinde bizleri aşağılayan cümleler kurmaktan çekinmeyen, her seçimde göstermelik olarak bilmem kaç kadını
meclise sokan bu partiler bizim durumumuzu ne kadar değiştirebilir?
Erkek egemen zihniyete sahip bu kapitalist sömürü düzeni değişmedikçe, biz kadınların durumunda da esaslı bir değişiklik olmayacak.
Öyleyse bütün emekçi kadınları erkek egemen kapitalist düzene karşı
örgütlü mücadeleye çağırıyoruz.
04.07.2007
Ydi Çağrı/Adana ✓
9
yeni kadın dünyası
‘‘Kadın isterse çok şey başarır!’’
S
anovel işçilerinin
haklı mücadelelerini desteklemek
amacıyla gerçekleştirdiğimiz ziyaretimizde kadın işçilerle bir söyleşi
yaptık. Şimdi direniş
bitmiş olmasına rağmen
kadın işçilerin mücadelesinden öğrenme amacıyla bu söyleşiyi okurlarımızla paylaşıyoruz:
• Kendinizi tanıtır
mısınız?
Adım Nazan Duraman. 4 aydır bu
fabrikada çalışıyorum. İki çocuğum
var. Çok kısa süredir çalışmama rağmen arkadaşlarla sendikal mücadeleye başladım. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için dedik ve sonuna
kadar mücadelemizi yürüteceğiz.
• Sendikalı olmayı, örgütlü çalışmayı neden istediniz? Ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
Sonuçta hepimiz zor şartlar altında yaşıyoruz. Herkesin ailesi var.
Birçoğumuz gurbetten geldik, kira
ödüyoruz. Sadece çocuklarımıza
daha iyi bakabilmek, daha iyi şartlarda yaşatabilmek için mücadeleye
başladık. Anayasal haklarımızı kullanmak istedik, sonucunda böyle
oldu. Ama yılmak yok, direnmeye
devam edeceğiz. Biz güçlüyüz, bir
bütün olduk.
• Örgütlenmenin öneminden bah-
seder misiniz? Sendikadan beklentiniz neler? Sendikalı olduğunuzda iş
yerinde nasıl değişiklikler olacağını
düşünüyorsunuz?
Sendikamızdan çok memnunuz,
büyük bir sendika. Yardımlarını
alıyoruz, başaracağımızı düşünüyorum. Tüm haklarımızdan yararlanacağımızı düşünüyorum.
• Genelde ilaç sektöründe kadın
işçiler tercih edilir, sizde aksi bir durum söz konusu, genelde erkek işçiler
çalışıyor sizce bunun özel bir nedeni
var mı?
Hayır özel bir nedeni olduğunu
sanmıyorum.
• Sizce fabrikada kadın olarak çalışmanın özel bir zorluğu var mı?
Tabi ki oluyor; bayansın, teksin.
Zaten üretimde çalışıyorum, çalışanlar erkek o yönden biraz zorluk
oluyor ama iyi niyet, yardımlaşma
ve birlik beraberlik olunca her şey iyi
İşçi kadınlar:
Kurtuluş kendi ellerimizde!
B
10
iz kadınlar dünyanın neresinde
olursa olsun yeryüzüne geldiğimiz andan itibaren ayrımcılıkla karşılaşırız. Aile içerisinde erkek kardeşlerimiz bizden daha fazla haklara
sahip olur. Okul çağına geldiğimizde
ya ailemiz bizi “kız çocuğu okuyup
da ne olacak” diyerek okula göndermez ya da ailemizin ekonomik gücü
kötüyse ilk olarak ailedeki erkek kardeşler okutulur. Böylelikle tüm hayatımız babamıza ve kocamıza bağımlı
bir şekilde dört duvar arasında ömrümüzü ve benliğimizi törpüleyen ev
işlerini yapmakla geçer. Ev işlerini
yapmak biz kadınların doğal görevi
olarak görüldüğünden bırakalım bu
emeğimizin karşılığını almayı, yaptığımız onca iş, işten bile sayılmaz.
Ailedeki erkeklerin geliri yetmeyince bizler de iş bulmak ve çalışmak
zorunda kalırız. İyi bir eğitim alamadığımız için çoğu zaman emek yoğun işlerde ucuz işgücü olarak karın
tokluğuna çalışmak zorundayız.
Günde 13-14 saat boyunca çok az
bir ücretle durmadan çalışıyoruz.
Çalıştığımız işyerlerinde ne iş ve işyeri güvenliği ne de sosyal güvencemiz var. Herhangi bir krizde ilk işten
atılanlar biz kadınlar oluruz. Bütün
sosyal güvencelerden yoksun olduğumuz için hakkımızı arayamayız.
Çalışırken herhangi bir koruyucu
tedbir alınmadığından çok kısa sürede çeşitli hastalıklara yakalanırız.
Herhangi bir iş kazasında veya hastalıkta sigortamız olmadığı için tedavi masraflarımızı karşılayamayız
ve kaderimizle başbaşa bırakılırız.
Çok yoğun bir şekilde sömürülmemiz, bunun karşılığında çok az ücret
almamız yetmiyormuş gibi bu kez de
maaşlarımız zamanında verilmeyerek açlıkla karşı karşıya bırakılırız.
Dinlenme ve yemek molalarımız o
kadar kısa tutulur ki henüz yemeğimizi bile bitirmeden tekrar işbaşı
yapmak zorunda kalırız. İşverenler
bizlerin arasına yeni-eski işçi, kadınerkek işçi gibi ayrımcılıklar sokarak
diğer işçi arkadaşlarımızla yardımlaşma ve dayanışmamızı engellemeye
çalışırlar.
Yukarıda saydıklarımız biz işçi ve
emekçi kadınların hangi koşullarda
çalıştığımızı gösteren verilerden sadece bazılarıdır. Bunlara bir de işyerlerindeki erkek egemen anlayış eklenir. Erkek ustabaşıları ya da erkek
oluyor.
• Kadın işçiler olarak direnişte yer
alıp göstermiş olduğunuz cesaret gerek
bize, gerek üretimdeki diğer kadınlara
yol gösterecek bir örnek... Bu konuda
kadınlara bir çağrınız var mı?
Ben kadınların mücadelesini her
şekilde destekliyorum. 13 yıllık evliydim. Yaklaşık bir yıldır eşimden ayrıyım. Çocuğuma da ben bakıyorum.
Hem evin erkeği hem de annesiyim.
Eşimden hiçbir hak talep etmedim.
Kadınlar ayakta durabilmeli, ezilmemeli, güçlü olmalı, üretimde olmalı.
Çocuk doğurupta evinde oturmamalı. Yani kendi ayaklarımızın üstünde durabilmeliyiz.
• Kadınların örgütlenmesinin
önündeki büyük engellerden biri de
babaları, eşleri, yakınları tarafından
baskı görmeleridir. Az önce siz de
sendikal mücadele verdiğinizden dolayı akrabalarınızın tepkisiyle karşılaştığınızdan bahsettiniz. Bu konuda
kadınlara ne söyleyebilirsiniz?
Sonuçta bu yaşam bizim yaşamımız. Gelecekte ne olacağını bilmiyoruz. Geleceğimizi garanti altına
almalıyız. Ayaklarımızın üstünde
durmalıyız. Bunu yapmanın bir sürü
zorluğu var, buna rağmen kararlarımızı kendimiz vermeliyiz.
• Bize zaman ayırdığınız ve deneyimlerinizi paylaştığınız için teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.
• Sizi de tanıyabilir miyiz?
Adım Nurdan Cömert. Bir yıldır
bu fabrikada çalışıyorum. Benim de
bir çocuğum var. Çocuğumu bakı-
cıya bırakıp çalışmaya geliyorum.
Sendikaya üye olduğumuz için işten
çıkartılacağız gibi söylemler duyduk.
Önce tedirgin olduk ama sonra 400
YTL maaşı her yerde buluruz dedik.
Özellikle ailemden destek aldım.
Sonuna kadar desteklediler, bu da
büyük moral kaynağı oldu.
• Hem iş yerinde hem evde çalışıyorsunuz. Bunun zorluklarından
bahseder misiniz?
Çalışan kadın için zor oluyor, evde
de sürekli iş yapılıyor. İş yerinde de
çok fazla yoruluyoruz.
• Ev işlerinde eşinizin yardımı olmuyor mu?
Ancak çok hasta olduğumda yardım eder, onun dışında yardımı
olmuyor.
• Gördüğüm kadarıyla direnişte
yalnızca iki bayansınız, bu size farklı
bir zorluk getiriyor mu?
Evet belirli zorluklar yaşıyoruz.
Örneğin; burada tuvalet yok. Erkek
arkadaşlar bir şekilde ihtiyacını karşılayabiliyor ama biz tuvalet için eve
gitmek zorundayız. Oturduğum yer
bir köy. Arkadaşlar arabayla götürüyorlar. Önce tedirgin oluyorduk
acaba komşular yanlış yorumlar mı
diye... Neyse ki öyle olmadı, aksine
bizi desteklediler.
• Son olarak işçilere, özellikle de
kadın işçilere bir çağrı yapmak ister
misiniz?
Kadınlar isterse çok şey başarır...
Yalnızca korkmasınlar. Esas iş kadınlara düşüyor.
işçi arkadaşlarımız tarafından aşağılanırız. Erkeklerin kılık kıyafetlerine
karışılmazken bizim ne giyeceğimize
ustabaşılar karar verir. Biraz açık giyindiğimizde ise çeşitli şekillerde tacize maruz kalırız vs.
Tüm bu baskıların ve sömürü koşullarının biraz olsun hafifletilmesi
için birlik olup herhangi bir direniş
sergilediğimizde, ya da anayasal hakkımız olan sendika hakkından yararlanmak istediğimizde kendimizi
en iyi halde kapının önünde buluruz.
Sendikalı olma hakkımız yasada vardır fakat pratikte yoktur. Bu hakkımızın engellenmesi için patronlar
devletin yardımını da yanlarına alarak ellerinden geleni yaparlar.
Genel olarak sendikalılık oranı çok
düşük olan işçi sınıfı içerisinde kadın
işçilerinin sayısı daha da azdır.
Bütün bu anlattıklarımızdan “biz
ne yaparsak yapalım, durumumuzda
bir değişiklik olmaz” sonucunu mu
çıkarmamız lazım? Tabii ki hayır!
Mücadelemize çalıştığımız işyerlerinde bize dayatılan kölelik koşullarına karşı çıkmakla başlamalıyız. Bu
mücadelede başarılı olabilmek için
tüm kadın ve erkek işçilerin birliği
ve dayanışması şarttır. Bu dayanışmayı sağladıktan sonra ancak işyeri
güvenliği, ücret artışı, sosyal sigorta,
sendika hakkı gibi haklarımız için
mücadeleye atılabiliriz.
İçinde yaşadığımız erkek-egemen
kapitalist sistem biz işçilerin sömürüsü üzerine kuruludur. Patronlar
emeğimizi sömürerek, emeğimizin
karşılığını vermeyerek karlarına kar
katarlar. Bizler bütün gün çok zor
şartlarda saatler boyu çalışmamıza
rağmen aybaşını zarzor getirirken
onlar hiç bir iş yapmadan trilyonları
kazanırlar. Onların cebindeki trilyonlar bizim ödenmeyen emeğimizin karşılığıdır.
Bizler insanın insan tarafından sömürülmesine karşıyız. Bu sistemde
ise küçük bir azınlık olan zenginler
biz milyonlarca emekçiyi sömürmeden yaşayamaz.
Öyleyse mücadelemizi sadece işyerimizdeki koşulların düzeltilmesi
ile sınırlayamayız. Başka bir sistem,
başka bir dünya daha vardır! İnsanın
insan tarafınan sömürülmediği, işçi
ve emekçilerin baskı ve zulüm görmediği, işçinin kendi efendisi olduğu
sosyalist sistem!
Sosyalizm genel olarak ezilen büyük insanlığın kurtuluşu, özel olarak da işçi ve emekçi kadınların bu
sömürü sisteminden kurtuluşunun
biricik yoludur.
Kurtuluşumuz
kendi
ellerimizdedir!
Haydi, kurtuluşumuz için örgütlenmeye! Haydi, sosyalizm için örgütlenmeye! ✓
13/08/2007 ✓
Eylül 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
Mevsimlik köle işçiler
Tarım işçilerinin çilesi yalnız yollarla sınırlı değil. Günlüğü 15-20 YTL’ye
çalışmak zorunda olan tarım işçilerini derme çatma çadırlarda, sağlıksız
koşullarda yaşamak da bekliyor.
A
dıyaman Kâhta’dan kalkıp
önümüzdeki kışı, biraz da
olsun iyi geçirebilmek için 15
kişilik bir minibüse 21 tarım işçisi,
şoför ve yardımcısı olmak üzere 23
kişi binerek; Giresun’a fındık toplamak için yola çıkan yoksul tarım
işçileri, Malatya Sivas karayolunda,
Sivasın Kangal ilçesinde bir yük
kamyonu ile çarpıştı. Kamyon şoförü
dâhil 24 kişi hayatını kaybetti. Haber
basına böyle verildi. Öyle ya bu kadar da insan bir minibüse biner mi,
üstelik bir o kadar yükle beraber?!
Bunların karayolları yönetmeliğinden haberleri yok mu? Vs. Kaza haberi ile birlikte tekrar hâkim sınıflar
ve onların boyalı basını yasaları gündeme getirerek suçluyu ve suçluları
buldu. Hatalı sollama, fazla yolcu ve
yük! Bu insanları yollara döken nedenleri gündeme dahi almadılar. Bu
tepkilere tarım işçileri; “Eğer normal
otobüslerle gitsek, yalnız yol parasına çalışırız” diyerek, nasıl boğaz
tokluğuna çalıştırıldıklarını anlattılar. Yol ücretini ucuza getirip çoluk
çocuk çalışarak üç beş kuruş biriktirebilmek için kamyon kasalarında
binlerce km’yi göze alan, minibüslere
istiflenen tarım işçileri kapitalizmin
modern kölelerine de benzemiyorlar.
Günde 10- 12 saat 15-20 YTL’ye çalışarak nerdeyse eski kölelik koşullarını aratmayacak şartlarda çalıştırılıyorlar. Gün geçmiyor ki yeni bir kaza
haberi duyulmasın. Niğde’de bir
başka mevsimlik köle kafilesini taşıyan minibüsün otobüsle çarpışması
sonucu 19 kişi yaralandı 15 yaşındaki
Vahap “olay yerinde” öldü. Bunlar ki-
barca mevsimlik tarım işçisi idi. Bu
mevsimlik köle işçilerin neredeyse
tümü Kürt işçilerdi.
Sivas’ın Kangal ilçesinin Alacahan
yakınlarında kazada hayatını kaybeden tarım işçileri şunlar:: Medet
Dede 20, Hasan Yıldız 43, Hacı Alp
16, Gazal Yıldız 48, Mustafa Yıldız
13, Ahmet Yıldız 66, Fatma Dede
18, Nafiye Dede 14, Esma Dede 16,
Ramazan Dede 20, Mehmet Dede 17,
Ali Alp 22, Abuzer Yalçın 16, Medine
Koç 19, Mustafa Akgün (44), Mustafa
Koç 26, Mehmet Alp 48, Özlem Dede
20, Hüseyin Dede 12, Selma Koç 16,
Halime Yılmaz 16 ve Emine Yılmaz
18.
Bol bol insan haklarından, haktan,
hukuktan, çocuk işçiliğinin yasaklanmasından bahsedip bu konuda
uluslar arası sözleşmelere imza atan
devletin tavrı, kâğıt üzerinde yasalarla sınırlı. Ölenlerin 9’u çocuk!
Yasa çıkaran devlet, bu çocukların
yaşayabileceği olanaklarının yaratılmasını ailelerden beklemektedir. Bu
çocukların çocukluklarını yaşayabilmesi için anne ve babalarının insanca yaşayabileceği bir ücret almaları gerekiyor. Eğer iş bulabilirse 419
YTL ücretle çalışmak zorunda olan
işçi ve emekçilerin çocuklarına, çalışmanın dışında başka bir alternatif
kalıyor mu?
Ölenlerin 14’ü Kahta’nın Bozpınar
Köyü’ndendi. Büyük acı yaşayan
köylüler, artık tütünden para kazanamadıkları, tütünlerine konan kota
yüzünden satamadıklarını ve bu yüzden fındık toplamak için binlerce km
yolu kat etmek zorunda olduklarını
anlatıyorlardı.
Seçim döneminde bol bol ekonomimiz gelişiyor, büyüyoruz, kişi
başına düşen milli gelir 5500 Dolar
oldu gibi, nutuklar atan hâkim sınıf
temsilcilerini, yoksulların giderek
daha da yoksullaşarak yaşamla-rını
sürdürmek zorunda olmaları hiç de
rahatsız etmiyor. Kendilerinin ekonomilerini büyüten şeyin, işçilerin
ucuz emeği olduğunu hatırlamak
dahi istemiyorlar.
Ordu Ziraat Odası Başkanı Ali
Tezcan’ın verdiği bilgiye göre; bu
sezonda sadece Ordu’ya Diyarbakır,
Şanlıurfa, Gaziantep, Siirt, Batman
ve Mardin gibi illerden 10 bin 450
fındık işçisi gitti. Bu sayı Ordu ile
sınırlı. Karadeniz’in diğer illerini de
katacak olursak bu sayının on binleri
bulacağı kesindir.
Tarım işçilerinin çilesi yalnız yollarla sınırlı değil. Günlüğü 15-20
YTL’ye çalışmak zorunda olan Tarım
işçilerini derme çatma çadırlarda,
sağlıksız koşullarda yaşamak da
bekliyor.
“Kazalar her yıl artıyor
Tarım işçilerinin kamyon ya da
minibüslerle çalışmaya giderken geçirdikleri kazalar her yıl biraz daha
artıyor. Son on yılda meydana gelen
kazalarda çok sayıda işçi öldü ya da
yaralandı.
Ağustos 1997: Mersin’in Tarsus ilçesinde fren hidroliği boşalan pirinç
yüklü kamyonun, tarım işçilerini
taşıyan kamyona çarpması sonucu
kamyonun kasasından yola düşen 45
işçiden 16’sı, yoldan geçen araçların
altında ezilerek feci şekilde can verdi.
29 işçi ise yaralandı.
Ağustos 2002: Konya’da tarım işçisi taşıyan kamyon sulama kanalına
uçtu. 4 kişi öldü, 15 kişi yaralan-dı.
Ekim 2002: Hatay Kırıkhan’da römorkunda tarım işçisi taşıyan traktör kanala uçtu 1 kişi öldü, 10 kişi
yaralandı.
Eylül 2003: Batman’da 53 pamuk
işçisini taşıyan kamyon uçuruma yuvarlandı, 3 kişi öldü, 50’si yara-landı.
Temmuz 2004: Şanlıurfa Akziyaret
yakınlarında meydana gelen trafik
kazasında minibüste bulunan 52 kişi
yaralandı.
Kasım 2005: Kontrolsüz hemzemin
geçit Mersin’in Tarsus ilçesinde tren
yolunu kan gölüne çevirdi. Daha önce
de aynı nedenle çok sayıda kazanın
meydana geldiği geçitte, 40 tarım işçisini taşıyan kam-yonete tren çarptı,
kazada kamyonetteki 10 kişi ölürken,
32 kişi yaralandı.
Ağustos 2006: Konya’da bir yolcu
otobüsü ile tarım işçilerini taşıyan minibüsün çarpışması sonucu meydana
gelen kazada 7 tarım işçisi hayatını
kaybetti, 12 kişi ise yaralandı.
Ş u b a t 2 0 0 7: Ş a n l ı u r f a’ n ı n
Ceylanpınar ilçesinde bulunan
Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü
çiftliğin-de sigortasız çalışan ve çoğunluğu 15 yaşındaki genç kız ve
kadınlardan oluşan 44 tarım işçisini
taşıyan kamyonun Çırpı Deresi’ne uçmasıyla 9 kişi öldü, 21’i boğulmaktan
son anda kurtarıldı.
Mayıs 2007: Niğde’de, tarım işçisi
taşıyan bir kamyon ile otomobilin çar-
EK:1
Eylül 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
pışması sonucu meydana gelen kazada, 5 kişi öldü, 18 kişi yaralandı.
Temmuz 2007: Afyonkarahisar’da
meydana gelen trafik kazasında
tarım işçilerini taşıyan kamyonla
yine tarım işçilerini taşıyan minibüs çarpıştı. Kazada 2 kişi hayatını
kaybetti, 4’ü ağır toplam 36 kişi yaralandı” (Kaynak EVRENSEL)
EK:2
Devletin yetkilileri; biz böyle
seyahat etmeyin diye uyarıyoruz
diyerek, sorumluluğu üzerlerinden atmaya çalışıyorlar. Haktan
hukuktan, kendi vatandaşlarının
insanca yaşama koşullarının yaratılması ve yaşama güvenliğinden
söz eden devletin önlem alması
gerekmiyor mu? Örneğin onlarca
işçinin bir minibüse dolmasını,
tek sürücüsü olan bu araçla bin
kilometrelik bir yola çıkılmasını
önlemek devletin görevi değil mi?
Gerçekte sosyal olan bir devlette
bu mümkün. Ama kapitalizm koşullarında sermayenin çıkarlarını
koruyan sermayenin devletinde
bunu beklemek safdillik olacaktır.
Devletin temsilcilerinin bu katliamlar karşısındaki soğukkanlılığına bakarak, sakın onların,
tarım işçilerinin bu seyahatlerine,
çalıştıkları yerdeki “durumlarına”
karşı ilgisiz oldukları sanılmasın!
Tersine, devletin görevlileri, tarım
işçilerini seyahate başladıkları andan itibaren gözetim altında tutmakta; özellikle de çalışacakları il
ve ilçe sınırlarında onları karşılayan jandarma, onları bir bir kayıt
edip “po-tansiyel teröristler”miş
gibi her davranışlarını izlemektedir. Ne de olsa bunların büyük bir
çoğunluğu Kürt işçileri! Kısacası
devlet için geçici tarım işçileri,
“potansiyel tehdit”, “tehlike” olarak var; ama insan olarak, insanca
çalışma ve seyahat etme hakkı olan
vatandaşlar olarak “yok”lar.
Bu kaza normal bir kaza değil
katliamdır. Bu katliamın sorumlusu tarım işçilerini bu şartlarda
yaşama-ya ve çalışmaya zorlayan
devlettir.
İşçilerin ve emekçilerinmmmmmml yarattıkları değerlere el koyarak zenginliklerine
zenginlik katan sermayenin egemenliği var olduğu sürece işçi ve
emekçilerin sefaleti kaçınılmazdır.
İşçiler ve emekçiler, sefalet içinde
yaşamak zorunda değiller. Üretim
araçları üzerindeki özel mülkiyete
son verip kendi iktidarını kurduklarında, kendilerinin yarattığı bu
değerlerle bugünde bolluk içinde
yaşayabilirler.
Sermayenin iktidarına karşı işçiler ve köylüler örgütlenip onu bir
devrimle parçalayıp yerine kendi
iktidarı olan sosyalizmi kurduğunda, işçiler, emekçiler bu dünyada cenneti yaşayacaktır!
Bu mü m k ü n yeter k i bi z
isteyelim.
12.08.2007 ✓
Tarım işçileri ve sorunları
I
MF patentli ekonomi politikaları tarımı olumsuz
biçimde etkilemeye devam ediyor. Tarımda büyüme, ekonomideki genel büyümenin çok altında
kalırken, tarımın milli gelir içindeki payı da giderek
azalıyor. Bunun sonucu olarak tarımdan geçinen nüfus azalıyor ve kırlardan kente göç hızlanıyor. Tarım
nüfusu giderek yoksullaşıyor ve mülksüzleşiyor.
TC devleti hükümetlerinin uyguladığı IMF/
Dünya Bankası politikaları, tarımda şu sonuçlara yol
açmıştır:
1990’lı yılların başında nüfus 56 milyon, 2004
yılında ise 71 milyondu. Nüfus artarken tarım ve
hayvancılık üretimi, ya yerinde saymakta ya da gerilemekte idi. 1990 yılında 20 milyon ton olan buğday üretimi, 2004 yılında 21 milyon tona çıkabildi.
1990’da 860 bin ton olan nohut üretimi, 2004’te 620
bin tona; 846 bin ton mercimek üretimi ise 540 bin
tona düştü. Soya fasulyesi üretimi dramatik bir şekilde 162 bin tondan 50 bin tonlara geriledi. Ayçiçeği
üretimindeki artış yalnızca yüzde 10’lar seviyesindedir. Buna karşılık yıllık bitkisel yağ açığı yaklaşık 1
milyon ton ham yağ ya da karşılığı yağlı tohumdur;
her yıl yağlı tohum ve ürünleri ithalatı için ödenen
bedel 1 milyar doların üstündedir. Önemli sayılabilecek üretim artışı sağlanan tek ürün pamuktur. Ancak
aynı dönemde pamuk kullanımı 540 bin tondan 1,4
milyon tona yükselmiştir. Böylece Türkiye 1990’da 50
bin ton dolayında pamuk ithal ederken, 2002-04 döneminde 650 bin ton pamuk ithal eder hale gelmiştir.
2005 yılında tarım yüzde 5.6 büyümesine karşın,
tarımın milli gelirdeki payı yüzde 11.5’e geriledi ve
tarım çalışan nüfusu da 1 yılda 813 kişi azalarak 6
milyon 602 bine geriledi.
Gezici, mevsimlik işçiler yanında yerleşik tarım işçileri de var. Ekmek parası uğruna, sigortasız, düşük
ücretler karşılığında, sağlıksız koşullarda çalışmak,
yaşamak zorunda kalıyorlar.
Devlet İstatistik Enstitüsü rakamlarına göre tarım,
ormancılık, avcılık ve balıkçılık sektöründe 7-8 milyon çalışan bulunmaktadır. Her üç çalışandan biri
tarım sektöründedir. Bunların 500 binden fazlası ücretli ve yevmiyeli, 3 milyondan fazlası kendi hesabına
çalışan ve işveren, 4 milyon civarındaki bir kısmı ise
ücretsiz aile işçisidir. Bu rakamlar 15 yaş ve üzerindeki kişilere ilişkindir. Tarımda 15 yaşından küçüklerin çalıştırılması oldukça yaygındır.
Devlete ait tarım işletmelerinde çalışan işçiler sosyal güvenceye sahiptir. Tarım işçilerinin büyük çoğunluğu sosyal güvenceden yoksundur. Tarım işçileri
en korumasız işçi grubunu oluşturuyorlar.
Çocukların çalıştırıldığı en yaygın sektör tarımdır.
İş kazaları ve meslek hastalıkları açısından en tehlikeli sektörlerden biri tarım sektörüdür.
4857 sayılı İş Kanunu ile “50 ve daha az işçinin
çalıştığı işyerlerindeki tarım işçileri yasa kapsamı dışında” bırakılmıştır.
Böylece yüz binlerce tarım işçisi, sosyal güvenceden
yoksun, belli düzenlemelerden yoksun, kölelik koşulları altında çalışmak zorunda bırakıldılar.
Tarım işçileri ekmek parası uğruna, ailece
Çukurova’ya pamuk toplamaya gidiyorlar. Karadeniz’e
fındık toplamaya gidiyorlar. Ege bölgesine sebze,
meyve toplamak için gidiyorlar.
Tarım işçileri, pamuk, çay, tütün, fındık gibi sezonluk işlerde çalışıyorlar.
Gezici, mevsimlik, yerleşik 2,5-3 milyon tarım işçisi
olduğu tahmin ediliyor.
Tarım işçilerinin onlarca sorunu var. Bu sorunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
* Ücretin belirlenmesi: Ücretin belirlenmesinde işleyen kural, Ziraat Odası ile Dayı Başı, Çavuş, Elçi olarak adlandırılan bir nevi taşeron olan kişiler birlikte
ortak karar alıp işçilere dayatıyorlar.
* İşçilerin işyerine taşınma şekli: İşçiler işyerlerine
genelde traktör kasası ya da kamyon kasalarında
götürülüp getiriliyorlar. Her yıl bu şekilde taşınma
sırasında olan kazalarda onlarca işçi ölüyor. (Bkz.
“Mevsimlik köle işçiler” başlıklı yazı.)
* Sağlık sorunları: Tarım işçileri tarım ilaçlarının
kullanıldığı tarımsal sebze ve meyveleri topluyorlar.
Tarım işçileri iş ve yaşam ortamından kaynaklanan
çeşitli hastalıklara yakalanıyorlar. Bu hastalıklar zamanında tedavisi yapılmadığı için kalıcı hasarlara
neden oluyorlar.
* Çadır alanları: Gezici tarım işçileri kendilerine
gösterilen alanda, naylon örtüler altında, adına çadır denilen alanlarda yaşam mücadelesi veriyorlar.
Bu alanlarda işçiler temizlik ve mutfak ihtiyaçlarını
normal olarak gideremiyorlar. Suyun, elektriğin,
tuvaletin olmadığı sağlıksız koşullarda yaşamaya
çalışıyorlar.
* Çalışma saatleri: Çalışma saatleri genelde uzun olmaktadır. Çalışma saatlerinin uzun olması, özellikle
kadın işçilerin daha fazla yıpranmasına yol açıyor.
Aile ilişkilerinin düzenlenmesinde, çocukların gelişmesinde olumsuz bir durum oluşturuyor.
* Okul sorunu: Tarım işçilerinin çalıştıkları alanlarda çocuklar genelde okula kabul edilseler de işçi
olarak çalıştıkları için okula gidemiyorlar. Okula gidebilen çocuklar ise geçici görüldükleri için gerekli ve
yeterli eğitimi alamıyorlar.
* Sigorta sorunu: Tarım alanında çalışan işçilerin
ezici çoğunluğu sigortasız çalıştırılıyorlar.
* Sendikasızlık: Tarım işçilerinin büyük çoğunluğu
sendikasız.
* Ulusal köken sorunu: Yaşadıkları şehirlerde iş
bulamayan, ekmek parası için yılın büyük bölümünü
oradan oraya göçerek geçiren Kürt tarım işçileri, çalışmak için gittikleri yerlerde çeşitli zorluklarla, baskılarla, ırkçı tavırlarla karşılaşıyorlar.
Fındık toplamak için Ordu, Giresun, Adapazarı,
Samsun, Trabzon vd. şehirlere giden Kürt tarım işçilerinin bu şehirlere girişleri yer yer yasaklanıyor.
Adeta ‘gümrük kapıları’ dikiliyor karşılarına.
Kürt tarım işçileri, Kürt oldukları için ulusal baskıya, işçi oldukları için sınıfsal baskıya, sömürüye
maruz kalıyorlar.
Tarım işçilerinin en önemli sorunları bunlardır.
Tarım işçileri sorunlarına bağlı olarak şu talepleri
ileri sürüyorlar:
* İnsanca yaşanacak bir ücret,
* Çalışma ve yaşam koşullarının düzenlenmesi için
yasal düzenlemelerin yapılması,
* Barınma evleri, konut,
* Sigorta, sendika, emeklilik ve sosyal güvence,
* Sağlık ve eğitim hakkı,
* 8 saatlik işgünü,
* Güvenli ulaşım.
Sınıfsal baskının, sömürünün ve ulusal baskının
kaynağında kapitalist sömürü düzeni yatmaktadır.
Tarım işçilerinin sorunlarının sorumlusu bu düzendir. Kapitalist devlet sömürücülerin devletidir.
Bu nedenle, sömürüden, sınıfsal ve ulusal baskıdan
kurtulmak için bu düzene karşı mücadele verilmek
zorundadır.
Tarım işçilerinin ekmek kavgası, devrim mücadelesinin bir parçası olmalıdır.
Tarım işçilerinin mücadelesi, yekpare işçi sınıfının
emek kavgası, tüm ulus ve milliyetlerden işçilerin,
emekçilerin birliği, sınıf kardeşliği ve ortak mücadelesiyle kazanılacaktır.
28 Temmuz 2007 ✓
Sanovel’de işçiler kaybetti...
İ
40. günde ziyaret
İşçileri 17 Temmuz’da direnişlerinin 40. gününde Yeni Dünya İçin
Çağrı, Yeni Dünya Gençliği, Güney
Kültür Merkezi kurumları olarak
ve bir Güven Elektrik işçisi arkadaş ile birlikte ziyaret ettiğimizde
işçiler bizi daha önce de olduğu
gibi yine sıcak karşılamışlardı.
İşçilerle yürüttüğümüz sohbetlerde işçilerin seçim tamtamlarına
ve sıcak yaz günlerine rağmen
kararlılığının sürdüğünü gördük.
Direnişte bulunan iki bayan işçiyle
direnişte olan kadın işçilerin durumuyla ilgili bir söyleşi yaptık.
İşçilerle sıcak sohbetlerimizden sonra Güney Kültür Merkezi
bünyesinde faaliyetlerini sürdüren
tiyatro grubu “Zengin ve Yoksul”
başlıklı oyununu oynadı. İşçiler
tarafından ilgiyle izlenen oyun
bittiğinde büyük alkış aldı. İki
kişilik oyunda zenginlerle yoksulların arasındaki uzlaşmaz çelişki
anlatılıyordu.
Bizim ziyaretimiz sırasında
sendika başkanı Tekin Akın’ın
TTB’nin Sanovel ilaçlarını protesto edeceği bir basın açıklamasına katıldığını öğrendik. İşçiler
tabiplerin kendileriyle gösterdikleri bu dayanışmadan son derece
memnun idiler.
Ziyaretimizde işçi lere YDİ
Çağrı’nın son sayısını, bir iki takım Eğitim Dizisi ve seçim bildirisi
dağıttık. İşçiler direnişleri hakkındaki dergimizde yayınlanan yazıları ilgiyle okudular.
İşçilerle ortak laşa attığımız
“Zafer direnen emekçinin olacak!” sloganıyla ziyaretlerimizi
sürdürmek üzere direniş yerinden
ayrıldık.
71. günde ziyaret
Sanovel işçileriyle en son 15
Ağustos tarihinde, direnişin 71.
gününde yine beraberdik.
Yeni Dünya İçin Çağrı Dergisi,
Yeni Dünya Gençliği ve Güney
Kültür Merkezi’ndan arkadaşlar
olarak ortaklaşa gerçekleştirdiğimiz ziyarette işçilerle sohbet ettik,
tiyatro sunumu ve müzik dinletisi
yaptık ve işçilere Yeni Dünya İçin
Çağrı ve Yeni İşçi Dünyası gazetelerimizden dağıttık.
Bu ziyaretimizde her zaman olduğu gibi arabalarımızla Sanovel
fabrikasının önüne vardığımızda
ilk gözümüze çarpan büyük çadırın yerine küçük bir çadırın
orada olmasıydı. Orada bulunan işçi arkadaşlardan aldığımız
bilgiye göre, Jandarmanın artık
fabrikanın önünde durmamaları
talebine işçiler itiraz getirmeden
uymuşlardı. İşçilerin büyük çadırın kaldırılmasına tepki göstermemelerinin nedeni birkaç gün içerisinde gerçekleşmesini bekledikleri
görüşmelerdi. İşçiler patronun
sendikayla birkaç gün içerisinde
görüşmelerde bulunacağını, bu görüşmenin sonucunu beklediklerini
söylediler. Gelinen yerde patronun
artık böyle devam edemeyeceğini,
yeni aldığı işçilerle 100’e yakın işçi
çalıştırdığını, ancak bu tecrübesiz
işçilerden istenen verimi alamadığını, durgun yaz aylarından sonra
artık yükselen talebe cevap veremediğini, bunun sonucu olarak
büyük baskı altında kaldığını, büyük zarar ettiğini ve bundan dolayı
geri adım atabileceğini söylediler.
Daha önce büyük çadır altında
bekleyişlerini sürdüren işçilerin
artık toplu halde fabrikaya yakın
ve faaliyette olmayan bir eski benzin istasyonunun gölgesinde bekleyişlerini sürdürdüklerini öğrendiğimizde biz de arabalarımızla
işçilerin bulunduğu yere gittik.
Ben zi n ist a s yo nu na va rd ı k ta n
sonra işçilerle yeni
durum üzerine soh-
İÇİNDEKİLER
YENİ İŞÇİ DÜNYASI
Mevsimlik köle işçiler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:1
Tarım işçileri ve sorunları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:2
Sanovel’de işçiler kaybetti.... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
EK:3
THY: Başlamadan biten grev.... . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
EK:4
SCT grevi ile dayanışma kampanyası tamamlandı. . . . . . . . . . . EK:5
Sendika genel kurulları ve sınıfsal bakış . . . . . . . . . . . . . . . . EK:6
Toros Tarım ve Botaş fabrikalarında TİS imzalandı. . . . . . . . . . . EK:7
BEKSA Fabrikası’nda kazanılmış haklara saldırı! . . . . . . . . . . . . EK:8
Direnişte bulunan işçilere polis saldırısı. . . . . . . . . . . . . . . . EK:8
Alkan Deri’de direniş sürüyor…. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:8
Eylül 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
stanbul, Silivri, Çantaköy
mevkiinde kurulu Sanovel
İlaç Sanayi’nde çalışan 190
işçi Petrol İş Sendikasında örgütlendikleri için işten atılmışlardı.
İşçiler 6 Haziran 2007 tarihinden başlattıkları direnişlerini 27
Ağustos’ta patronla yaptıkları görüşme sonrasında tazminatlarını
alarak bitirdiler.
Sanovel işçilerinin büyük bir
coşku ve umutla başlattıkları haklı
direnişleri sendikalı olarak işlerine
geri dönme taleplerini elde edemeden bitirmek zorunda kalmalarının kuşkusuz birçok nedeni vardı.
Direnişin üretimin zaten son derece düşük olduğu yaz aylarında
başlamış olması patron üzerindeki
yaptırım gücünü zayıf latan en
önemli handikap oldu. Bu fırsatı
iyi değerlendiren patron işçilerle
görüşmeyi sürekli reddederek işçilerin moralini zayıflatmada başarılı oluyordu. Fakat başarısızlığa
giden yolda sadece objektif nedenler yoktu. Sendikanın pasif ve inisiyatifsiz tutumu patronun elini güçlendiren ve işçilerin mücadelesini
zayıflatan önemli bir rol oynadı.
Patron çeşitli manevralar üzerinde
boş durmazken, işçiler sendiknın
da marifeti sonucu zamanlarının
çoğunu çadır altında ya uyuyarak,
ya da kağıt oynayarak beklemekle
geçirdiler. Bir çok direnişte direnişin sonunu hazırlayan yasal süreci
pasif bir biçimde bekleme tavrı
Sanovel işçilerinin de yenilgisinin
yolunu açtı. Bu sonuçtan fazla tecrübeye sahip olmayan işçiler değil
ilk planda onların mücadelesini
dar sınırlar içine hapseden sendika
sorumludur.
Daha önceki ziyaretlerimizde işçilerle ve sendika başkanıyla yaptığımız söyleşilere Çağrı’nın geçen
sayısında geniş yer vermiştik. Bu
sayımızda direniş bitmeden önce
gerçekleştirdiğimiz iki ziyaretimizi
okurlarızla paylaşmak istiyoruz.
bete girdik. Sohbetlerden sonra
Güney Kültür Merkezi’nde faaliyet
yürüten Tiyatro Güney’den arkadaşlar bir tiyatro sunumu yaptılar. Tiyatro’da tam da patron işçi
ilişkisi anlatılıyordu. Daha sonraki
konuşmalarda işçiler bu oyunda
kendi yaşamlarını gördüklerini
söyleyerek beğenilerini dile getirdiler. Tiyatro’dan sonra yine GKM
bünyesinde çalışan Özgürlük
Korosu bir müzik dinletisi verdi ve
ardından işçilerle birlikte halaylar
çektik.
Sunumların ardından işçilere
birer konuşma yaparak işçilerin
haklı mücadelesinin yanında olduğumuzu, kararlılıkla yürüttükleri mücadelelerini sonuna
kadar destekleyeceğimizi söyledik. GKM’den arkadaşlar da işçilere bir konuşma yaparak işçileri
ayın 19’unda yapacakları pikniğe
davet ettiler. Sunumların arasında sık sık şu sloganlar işçilerle
birlikte atıldı: “İşçilerin Birliği
Sermayey i Yenecek!”, “Za fer
Direnen Emekçinin Olacak!”,
“Direne Direne Kazanacağız!”,
“Örgütlüysek Herşeyiz,
Ö r g ü t s ü z s e k H i ç bi r Ş e y ! ”,
“Kurtuluş Yok Tek Başına, Ya Hep
Beraber, Ya Hiç Birimiz!”.
İşçilerden ayrılmadan önce bir
işçi temsilcisi arkadaş direniş hakkında bilgi veren bir konuşma
yaptı.
İşçilerden yine ortaklaşa sloganlar atarak ayrıldık.
15 Ağustos 2007 ✓
Lider Deri’de işçi kıyımı…. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:10
Kamu emekçileri TİS ve grev hakkı için yürüdü . . . . . . . . . . . . EK:11
Tüm-Bel Sen 8 çalışanının işine son verdi. . . . . . . . . . . . . . EK:12
EK:3
THY: Başlamadan biten grev...
Eylül 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
T
EK:4
HY A.O 21. dönem, THY
Teknik A.Ş 1. dönem toplu
iş sözleşmeleri patronların
uzlaşmaya yanaşmamaları üzerine
yaklaşık 5 ay süren mücadeleden
sonra, 27 Ağustos 2007 tarihinde
atılan imzalarla sona erdi.
Bu süreçte, Hava-İş’e üye binlerce işçinin taleplerinin Toplu İş
Sözleşmesine konabilmesi için yürütülen mücadele oldukça kavgalı
geçti. Yapılan görüşmeler sonucunda THY patronlarının işçilerin
taleplerini kabul etmeye yanaşmamaları ertesinde Hava İş sendikası
grev kararı almıştı. 20 Temmuz’da
grev kararı THY A.O ve THY
Teknik A.Ş işyerlerine asıldı.
Bunun üzerine THY patronları
grevi engellemek için işçilere baskı
uygulayarak, işçilerin birliğini kırmak için grev oylamasını dayattılar. Yapılan oylama sonucunda az
bir farkla da olsa evet kararı çıktı.
Greve hayır diyenlerin de sayıca
çok olmalarında diğer etkenlerin
yanı sıra patronun işçiler üzerindeki her türlü baskısı, lokavt,
sürgün ve işten çıkarma tehditleri
önemli bir rol oynadı.
Bundan sonra işleyen süreçte
hükümet devreye girdi ve arabulucularla sorunu çözme yoluna gitti.
Yapılan görüşmeler sonucunda
12 binden fazla çalışanı kapsayan
uzlaşma sağlandı. THY ile vardıkları anlaşma ile taleplerini önemli
ölçüde elde ettiklerini dile getiren Hava-İş Genel Başkanı Atilay
Ayçin bunun diğer sendikalara da
örnek olması gerektiğini belirtti.
Toplu iş sözleşmesinde elde edilen haklar şunlar:
2007 yılı için: Tüm ücretlere ortalama %10 zam yapıldı. Atilay Ayçin
bu oranı bazılarının az bulduğunu
ve neden imzaladıklarını soranlar
olduğunu belirterek, ücret ve ücretle birlikte alınan diğer gelirlere
birlikte bakıldığında çıplak ücrette
yüzde 15 dolayında bir artışın olduğunu, çeşitli meslek gruplarına
göre ücretlerde ortalama yüzde 13
ile 20 arasında artış sağlanarak ücret konusunda sendikanın istediği
yere varıldığını dile getirdi.
2008 için: İlk altı ay ücretlere
yüzde 3 artı enflasyon farkı, ikinci
altı ay içinse yüzde 4 artı enflasyon farkı verilecek. Bunun dışında
50 YTL’si kıdem tazminatı olmak
üzere toplam 80 YTL seyyanen
zam verilmesi uzlaşmada önemli
bir faktör olarak değerlendiriliyor.
Ücret zammı dışında elde edilen
diğer haklar şunlar:
- Şoför olarak çalışanların 248
YTL işe giriş tazminatı 595 YTL’ye
çıkartıldı.
- Belirsiz sürelilerin 5 gün olan
mazeret izinleri 7 güne,
- Halen 57 YTL olan evlenme
yardımı 400 YTL’ye, 61 YTL olan
sosyal yardım ise 1. yıl için aylık
120 YTL, 2. yıl içinse, 130 YTL
olarak belirlendi.
- Kreş yardımı aylık 450 YTL
olarak belirlenirken, vakıf kreş
ücreti arttığında yardım oranı da
artacak.
- 57 YTL olan emzirme yardımı
250 YTL’ye, 143 YTL olan ölüm yar-
Hava-İş’in grev kararı ilanı
Yaklaşık dört ay boyunca yürütülen pazarlıklardan istenilen sonucun elde edilememesinin ertesinde Hava-İş sendikası, üyelerinin de büyük oranda desteğini alarak grev
kararını ilan etmişti.
Grev kararı, 20 Temmuz’da İstanbul Yeşilköy’de bulunan
THY Genel Müdürlüğüne ve ardından THY Teknik A.Ş. binasına yapılan coşkulu basın açıklamalarıyla asılmıştı.
Atilay Ayçin, dört aydır elden ne geliyorsa herşeyi yaptıklarını, patronların kendisini ve sendikasını hafife aldıklarını, “Bu adam bağırır, bağırır, sonunda imzayı çakar!” diye
düşündüklerini, fakat yanlış hesap yaptıklarını ve THY
patronlarının doğru dürüst bir teklifle gelmedikleri taktirde 8-10 gün içerisinde grevi uygulatacağını ilan etmişti.
dımı ise 500 YTL’ye yükseltildi.
Yolluk, yurtiçinde günlük 8.6
YTL’den 33.5 YTL’ye çıkarıldı.
266 YTL olan iş kazası maluliyet
yardımı da 3.000 YTL olarak belirlendi. (veriler: Evrensel)
Toplu sözleşme görüşmelerinde
görüşmeleri tıkayan en önemli konulardan biri olan uçuş personelinin çalışma şartları ayrıca görüşüleceği ifade edilerek belirsizlikte
bırakıldı.
TİS masasında almaktan vazgeçtikleri herhangi bir unsurun
olmadığını vurgulayan Ayçin, ancak görüşmelerde ilerlemenin sağlanabilmesi için bazı maddelerin
olduğu gibi kalması yönünde karar aldıklarını söyledi. Grev oylamasında sandıktan “Evet” çıkmasının da ellerini güçlendirdiğini
ifade etti.
THY’deki işçilerin hak alma
mücadelesinin grev aşamasına
gelmesinin durgun giden işçi sınıfı mücadelesine yeni bir gelişme
sağlaması mümkündü. Tekstil ve
başka sektörlerde/işyerlerinde de
grev kararı alınması işçi sınıfı mücadelesinin bu dönemde gelişme
gösterebileceğini gösteren diğer
gelişmeler oldular. Ancak 12.000
işçi adına yürütülen THY’deki
grev mücadelesi sektörün stratejik
bir konuma sahip olması ve turizm gibi can alıcı başka sektörleri
de doğrudan etkilemesi açısından
büyük öneme sahipti. Burada elde
edilecek bir başarının sınıfın diğer
kesimlerini de olumlu etkileyeceği,
tersine bir başarısızlığın ise olumsuz etkide bulunacağı çok açıktı.
Hiçbir mücadele sadece önderlerinin ağzının iyi laf yapması nedeniyle geniş işçi kesimlerini kapsayarak yürümez. Tersine işçilerin
büyük isteği ve basıncı sonucunda
mücadeleler başlar ve devam eder.
THY işçileri mücadelelerinde
kararlıydılar ve patronun (buna
olumsuz etkilenen diğer sektörlerin patronlarını ve sonraki süreçte
hükümeti de katmak lazım) tüm
baskılarını göğüslemeye ve her
türlü riske girmeye hazırdılar. İlk
başlarda Hava İş sendikası ve onun
etkileyici konuşmalarıyla tanınan
genel başkanı Atilay Ayçin işçilerin bu azmini ve ruh halini doğru
bir şekilde meydanlara taşıdılar.
Ancak bundan sonrası önemliydi.
Sendika işçilerin azmini ve enerjisini daha da ilerilere taşıyıp mücadeleyi diğer işçilere de moral kaynağı olacak işçilerin bir zaferi ile
mi sonuçlandıracak, yoksa birçok
durumda olduğu gibi patronun
(ve hükümetin) baskılarına boyun
eğerek mücadeleyi bitirecek miydi?
Yani bir başka deyimle, “bu adam
bağırıp bağırıp sonunda gidip imzayı çakacak mıydı”? (Atilay Ayçin
grev kararını astığı gün yaptığı konuşmada THY patronlarını işaret
ederek, “Bunlar bizi hafife alarak
bu adam bağırıp bağırıp gelip imzayı çakacak diye düşünmesinler”
demişti.)
Sonuç biraz öyle oldu. Elbette
patronun ve hükümetin baskıları
olağanüstü büyüktü, bu yadsınamaz. Ancak bunun karşısında
mücadeleye büyük bir azimle atılmış kararlı çalışanlar vardı. Atilay
Ayçin elde edilen uzlaşmanın işçiler açısından bir zafer olduğunu,
uzlaşmayla istediklerini aldıklarını
vb. söyledi. %20 ücret artışı yerine
%10’a imza atıp bunu zafer olarak
ilan etmek samimi bir tutum değil. Elbette sosyal yardımlardaki
artış bir kazanımdır, ancak bunun
iddia edildiği biçimde ücret artışı
talebini karşılamadığı da ortada.
Sınıfın mücadelesinde sınıfa
karşı dürüstlük asgari bir etik
kural olmak zorundadır. Elbette
belli mücadelelerde yenilgiler veya
kısmi yenilgiler de alınabilir, ancak burada da önemli olan önce
bunun adını doğru koymak, sonra
da yenilginin nedenlerini işçilere
açıklamaktır. Ne yazık ki Hava İş,
mücadele nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın hep zaferle çıkıldığını
savunan kötü alışkanlığın sürdürücüsü konumundadır.
Biz THY’de elde edilen sonucun
mücadelenin coşkusuyla karşılaştırıldığında tatmin edici olmadığını, mücadelenin bu şekilde
sonuçlanmış olmasının diğer mücadeleleri de olumsuz etkilediğini
düşünüyoruz.
31s Ağustos 2007 ✓
SCT GREVİ İLE DAYANIŞMA KAMPANYASI TAMAMLANDI
SCT GREVİ İLE
DAYANIŞMA…
SCT Ortubo Filtre işçilerinin grevi
528. gününe ulaştı. Yeni Dünya
İçin Çağrı olarak SCT grevi ile
dayanışmada bulunmak ve grevi
duyurmak amacıyla bir kampanya başlattık. Kampanyamızı 24
Ağustos’ta sonlandırdık ve Birleşik
Meta l-İş Send i k ası A nadolu
Şubesi’nin Mersin Temsilciliğinde
kampanya hakkında bir toplantı
düzenledik.
Toplantıya BMİS Anadolu Şube
Başkanı Uğur Tozlu, SCT İşyeri
Baş temsilcisi, SCT ve Çimsataş
fabrikasından temsilciler, işçiler ile
Çağrı okurları katıldı. Toplantıda
ilk olarak söz alan Uğur Tozlu SCT
grev sürecinden bahsetti. Diğer işçi
sendikalarından, demokratik kitle
örgütlerinden zaman zaman yardım aldıklarını ancak genel olarak
dayanışma bilincinin olmadığını,
yetersiz kaldığını söyledi. Daha
sonra “SCT’de sendikalaşma mücadelesinin ve grevin başlamasından bu yana bizlere destek olmaya
çalışan, bizleri yalnız bırakmayan
Çağrı Gazetesine, okurlarına ve
kampanyaya destekte bulunan
herkese SCT işçileri ve Anadolu
SCT Filtre’de grev 500. gününde:
Şube Yönetim Kurulu adına gösterdikleri duyarlılıktan, dayanışmadan dolayı teşekkür ederim.”
dedi. Sonrasında Yeni Dünya İçin
Çağrı adına aşağıda bulunan metin okundu.
Metnin okunmasından sonra işyeri temsilcileri ve işçiler söz alarak grev sürecinden, işçi sınıfının
genel durumundan, son günlerde
alınan grev kararlarından bahsettiler. Söz alanların çoğu işçi sınıfı
ve dostlarının dayanışma ruhunun
sürekli azaldığını vurguladılar.
Yapılan sohbet ertesinde toplantı
bitirildi.
HAYDİ DAYANIŞMAYA!
İşçiler, emekçiler, esnaflar, emeği ile geçinenler…
Sizleri, sendikalılaşmak için yürüttükleri mücadelede,
patron tarafından sayısız kez işten çıkarılan, her türlü baskıya uğrayan ve ekmek
mücadelesine devam ederek greve başlayan,
bu grevi yaklaşık 500 gündür sürdüren SCT Orturbo Filtre işçileri ile
dayanışmaya çağırıyoruz.
M
ersin-Tarsus karayolu üzerinde bulunan SCT
Orturbo Filtre fabrikasında anayasal bir hak
olan ve kanunlarla korunmuş bulunan sendikalılaşma süreci 2005 yılının temmuz ayında başladı.
Temmuz ayında sendikalı olarak çalışmak, insanca
yaşayacak ücret ve çalışma koşulları isteyen işçiler
Birleşik Metal-İş Sendikası’na üye oldular. Böylece ücret
kesintisi, zorunlu mesai, hakaret, sağlıksız koşullar ortadan kaldırılabilecekti. Ancak işçilerin sendikaya üye
olduklarını öğrenen patron, işçileri sendikadan istifa
ettirebilmek için baskı uygulamaya başladı. Birçok işçiyi işten çıkardı, diğer işçileri işten atma tehditleriyle
sendikadan istifaya zorladı.
Tüm baskılara, sayısız kez saldırıya rağmen işçilerin büyük kısmı sendikadan istifa etmedi. Sendikanın
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndan yetki almasından sonra patron Toplu İş Sözleşmesi için masaya
çağrıldı. Ancak patron işçilerin sendikalı olarak çalışmasına, Toplu İş Sözleşmesini imzalamaya yanaşmadı.
Bunlar üzerine işçilerin kararı ile 15 Mart 2006 tarihinde grev başladı. Bu grev hâlâ sürüyor. Grev 500. gününe yaklaşıyor. SCT işçileri 40 dereceye varan sıcağa
rağmen gece-gündüz fabrika önünde grev nöbetine de-
vam ediyorlar.
Son olarak işçilerin fabrika önüne kurdukları grev çadırı patronun şikâyeti üzerine jandarma tarafından yıkıldı. Patron işçilerin güneş altında beklemesini istiyor.
Onların bu mücadelesi hepimizin mücadelesidir. Bu
greve destek olmak hepimizin görevidir.
SCT işçileri yaklaşık 500 gün olmasına rağmen grevi
sürdürmeleri ile kararlılıklarını gösterdiler. Haklı olduklarını bilerek direnişe devam dediler.
Tek istekleri; anayasal bir hak olan sendikalı çalışmak,
insanca yaşamak, insanca çalışmak.
Zaman; işçilerin bu haklı taleplerine hayır diyen SCT
patronuna ve bu patron ile her türlü dayanışma içinde
olan tüm kapitalistlere karşı dayanışma zamanı.
Onları bu haklı mücadelelerinde yalnız bırakmayalım. SCT grevini destekleyelim!
12.07.2007
Ayrıntılı bilgi için:
BMS Anadolu Şubesi: 0312 419 6584 - 85
BMS Mersin Temsilciliği: 0324 238 24 55
ÇAĞRI Basın Yayın Ltd. Şti Adına Sahibi: Aziz Özer;
Yazıileri Müdürü: İlyas Emir; Yönetim Yeri ve Adresi: Mahmut Şevket Paşa
Mah., İmranlı Sk. No: 8, Şişli - İstanbul; Tel.: (0212) 235 35 70;
Fax: (0212) 253 19 27; [email protected]; www.ydicagri.com;
ÖZEL SAYI: 155, Temmuz 2007; Fiyatı: 0,10 YTL (KDV DAHİL);
Baskı: Uğur Matbaacılık (0212-501 81 09)
24.08.2007, YDİ Çağrı/Mersin ✓
Barışarock
Güney Kültür Merkezi Pikniği
Birleşik Metal-İş Sendikası Mersin Temsilciliğinde kampanya hakkında yapılan toplantı...
SCT GREVİ İLE
DAYANIŞMA
KAMPANYASI
TAMAMLANDI
Okmeydanı
dikalaşma mücadelesini, aradan
geçen 2 yıla rağmen sürdürüyorlar. 15 Mart 2006’da başlayan grev,
bugün 528. gününde.
SCT işçileri sendikalı olarak insanca çalışma koşulları ve insanca
yaşayacak bir ücretten başka bir
şey istemiyorlar. Ancak SCT patronu işçilerin yarattığı değerin çok
küçük bir kısmını oluşturan bu talepleri bile karşılamak istemiyor.
Bu haklı nedenle 15 Mart 2006’da
başlayan grevi SCT işçileri sonuna
kadar götürmeye kararlı olduklarını birçok kez gösterdiler. Birçok
zorluğa ve soruna rağmen bu grevi
hala devam ettirmeleri bu kararlılığın bir göstergesidir. Birleşik
Metal-İş Sendikasının mücadelenin başından beri işçilerin yanında
olması, işçileri gücü yettiği oranda
maddi ve manevi bir şekilde desteklemesi tüm sendikaların, işçi
örgütlerinin örnek alması gereken
bir tavırdır.
Bizler de Yeni Dünya İçin Çağrı
gazetesi olarak işçilerin bu mücadelesini başından beri destekledik,
işçilerin yanında olduk. Her fırsatta grevi çadırını ziyaret ettik,
grev öncesi direnişlerde fabrika
önünde bekleyen işçi arkadaşlarımızı yalnız bırakmadık. Onların
sorunlarına, sıkıntılarına ortak olmaya, bu sorunları elimizden geldiği kadar çözmeye çalıştık.
Bu desteğimiz bugün de sürüyor,
onlar mücadele ettikçe de sürecektir. Son olarak SCT işçilerinin grevini duyurabilmek ve maddi olarak ta destek toplayabilmek için bir
çalışma başlattık. 23 Temmuz’da
başladığımız çalışma kapsamında
“SCT Filtre’de grev 500. gününde:
Haydi Dayanışmaya!” başlıklı
bildiriler hazırladık. Bu bildiriler ile birlikte Birleşik Metal-İş
Sendikasının hazırlamış olduğu
SCT grevi ile dayanışma kalemlerinin satışını yaptık.
Bu çalışmaları İstanbul, İzmir,
Esk işehir, Adana, Mersin ve
Tarsus’ta yürüttük. Binlerce bildiri
dağıttık. Gittiğimiz her alanda
SCT grevini duyurmaya ve maddi
destek toplamaya çalıştık. Bazı böl-
gelerde standlar açtık. Çalışmanın
yürütüldüğü bölgelerde bulunan
hemen hemen tüm sendika şubelerini, demokrat-ilerici partileri, kurumları, demokratik kitle örgütlerini ziyaret ettik.
Bu çalışmalar sonucunda topladığımız 1.680 YTL tutarındaki parayı Birleşik Metal-İş
Sendikasının banka hesabına yatırdık. Çalışmamızın çok büyük
sonuçları olmadığının bilincindeyiz. Ancak bizler Yeni Dünya İçin
Çağrı okurları olarak bugüne kadar tüm olanaklarımız ile desteklediğimiz ve başarıyla sonuçlanması için çalıştığımız greve değişik araçlarla katkı sunulabileceğini
ve katkıda bulunulması gerektiğini
gösterdik.
Bizler daha önce olduğu gibi,
bugün de, yarın da işçi sınıfının
yanındayız. İşçi sınıfının nihai
kurtuluşu için çalışmaya devam
edeceğiz.
Yeni Dünya İçin Çağrı Gazetesi
24.08.2007 ✓
Eylül 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
Ülkemizde işçilerin sendikalaşması ve toplu iş sözleşmesi imzalaması tüm yöntemler kullanılarak
engelleniyor. Yasal alanda birçok
zorluk, patronların baskıları, hukuk tanımayan uygulamaları,
polis ve jandarmanın işçilere yönelen şiddeti her grev, direniş ve
hak alma mücadelesinde kendini
gösteriyor.
Bu baskılara karşı işçi sınıfı gerekli birliği oluşturamıyor. Yer
yer ortaya çıkan mücadeleler kimi
zaman patronlar, kimi zaman da
sarı-reformist sendikalar tarafından yok edilmeye, durdurulmaya
çalışılıyor. Ama tüm bu baskılara
rağmen işçiler yerel ve sınırlı da
olsa direnişi sürdürüyorlar. SCT
Orturbo Filtre işçilerinin grevi
böyle bir mücadeledir.
SCT Orturbo işçileri 2005
Temmuz’un da başladıkları sen-
Esenyurt
EK:5
Sendika genel kurulları ve sınıfsal bakış
Uzun vadede sendikaların yönetimlerinin işçi sınıfı içerisinde çıkan ve ama giderek sınıf
çıkarlarını çiğneyerek sınıfa yabancı bir güç haline gelen yönetimlerin yerine devrimci ve
sosyalist yönetimlerin gelmesi için mücadele etmek en önemli görevler arasındadır.
Eylül 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
İ
EK:6
şçi hareketinin önemli kaynaklarından birisi sendikalardır.
Sendikaları önemsemeyen
bir işçi hareketinin başarı şansı
yoktur.
İşçi sınıfı içerisindeki çalışmaları, sendikalar içerisindeki çalışmalarla birlikte ele almak, strateji
ve taktikleri bu önemli kaynağı
göz önünde bulundurarak yapmak
gereklidir.
Sendikalar içerisindeki çalışmada önemli hedef lerden birisi,
sendika bürokrasisinin ve işçi aristokrasisinin egemenliğini kırmak,
hain, sarı reformist sendika önderliklerini sendikaların başından
defetmektir. Bu hedefi, uzun vadeli
sendikalar içindeki çalışmanın temeli yapmak gereklidir.
Uzun vadede sendikaların yönetimlerinin işçi sınıfı içerisinde çıkan ve ama giderek sınıf çıkarlarını
çiğneyerek sınıfa yabancı bir güç
haline gelen yönetimlerin yerine
devrimci ve sosyalist yönetimlerin
gelmesi için mücadele etmek en
önemli görevler arasındadır.
Tüm bu perspektif lere uygun
iş yapmak için sınıfın öncüsü olduğunu söyleyenlerin, bunu iddia
edenlerin yapacağı işin temeli işyeri politikalarında doğru perspektif çizmeleri ve bu perspektife
uygun davranmalarıdır.
İşyerlerinde yapılan günlük çalışmanın hedefi, işyerlerinde sağlam bir sınıf örgütü yaratmaktır.
Bu perspektifle çalışılmalıdır.
Sınıfın öncü örgütü işyerlerinde
sağlam işyeri ve işletme birimleri
oluşturmalıdır. İşyerlerinde bu çalışmaya paralel olarak işyeri komitelerinin, tüm işyerindeki bölümleri kapsayacak şekilde örgütlenmesi ciddi bir öneme sahiptir.
İşyerindeki tüm bölümleri, kadın
işçileri, genç işçileri varsa göçmen
işçileri içerisinde temsil edemeyen
bir işyeri komitesinin başarı şansı
düşük olur.
İşyeri komiteleri üzerinden sendikal politikalara müdahale etmek
önemli görevler arasındadır.
İşyerindeki öncüye bağlı çalışan
işyeri örgütlerinin ve onların önderlik ettiği işyeri komitelerinin
sendikal politikalara, gerek işyeri
politikaları açısından ve gerekse
sendikaların toplumsal politikaları açısından belirleyici bir etkisi
olacaktır ve olmalıdır.
Özellikle sendika genel kurullarının yoğun bir şekilde planlan-
dığı bugünkü ortamda, işyeri komitelerinin bu genel kurullar üzerinde nasıl bir etkisi olacağını ele
alarak yazımızı şekillendirmeye
çalışalım.
İşyerindeki öncü birimlerin işyerindeki işyeri komiteleri üzerinde
bulunacağı dolaylı etkilemeyle,
işyerinde işyeri ve sendikal politikaları belirlemek için bir çalışma
yapılmalıdır.
Bu çalışma içerisinde temel ve
güncel talepler karar tasarıları
şeklinde hazırlanıp şube genel kurullarına oradan da genel merkez
genel kurullarına taşınmalıdır.
Siyasi olarak bu etkileşimde
güçlü sonuçlar almanın ama kilit
noktası, işyerindeki sendika üye
sendikal çalışmaya önderlik edecek sendika profesyonel ve amatör
yöneticilerinin kimlerden oluşacağını da etkilemek ve belirlemektir.
Dolayısıyla işyerlerinden gönderilen delegeler arasında kimlerin
sendikanın şube profesyonel ve
amatör yöneticisi olması gerektiğinin tartışılarak tespitini de içerecek bir çalışma yapmalıdırlar.
Şube genel kurulunda genel
merkez genel kuruluna seçilecek
delegelerin kimlerden olması gerektiği hem işyeri somutunda ve
hem de şube görev alanında yapılacak ön çalışmalarla belirlenmeye
çalışılmalıdır.
Şube genel kurullarında seçilecek olan adına üst kurul delegesi
Sendikaları sınıf örgütlerine dönüştürecek
olan sınıfın öncüsünün vereceği mücadelenin
başarısıdır! Bunun başka bir anlamı, işyerlerinin
komünist öncü tarafından fethedilmesidir!
sayısıyla orantılı olarak şube genel kuruluna seçilecek genel kurul
delegelerinin seçilmesinde seçici
davranmak, sınıf bilinçli işçilerin
delege olarak seçilmesinde ciddi
etkilemelerde bulunmak gerekir.
Şube genel kuruluna gidecek olan
bu delegelerin diğer işyerlerinden
gelen delegeleri etkilemesi ve işyeri
düzeyinde hazırlanan karar tasarılarının şube genel kurullarında
tartışılarak karar haline getirilmesi ve oradan genel merkez genel
kurullarına taşınması için çalışma
yapmaları gerekir. Bu görevin yerine getirilmesi sendikaların siyasetini etkilemek ve belirlemek için
önemlidir.
Bu karar tasarıları, mesela, sendikacıların görev süreleri, sendikacıların ücretleri, sendikacıların sahip olmaları gereken kriterler, ücretlendirme modelleri, performans
kriterlerinin tespiti, günlük ya da
haftalık çalışma süreleri, sendikanın tüzüğü-bu anlamda yapısı,
örgütlenme modelleri, toplumsal
politikalar konusunda öneri gibi
konuları kapsayabilir.
İşyerlerindeki öncü birim/lerin
görevi tabii ki salt siyasi ve sendikal politikalarla sınırlı olmayacak, onların görevi aynı zamanda
bu tespit edilen görevleri yerine
getirmek için iki kongre arasında
de denilen genel merkez genel
kurul delegelerinin genel merkez
genel kurulunda kimleri hangi görevler için seçmeleri gerektiğini,
ya da seçmemeleri gerektiğini de
belirlemelidirler.
Bu konuda başarılı olmak için ise,
öncünün iki genel kurul arasında
yapacağı çalışma belirleyicidir.
Sendikalarda çalışmaları güvence
altına alınmış devrimci sendika
fraksiyonlarının oluşturulması ve
bu devrimci sendika fraksiyonları
üzerinden 4 yıl içerisinde yapılan
çalışmaların genel kurullarda etkisini göstermesi gerekir.
Bir dönem boyunca yapılan çalışmalarla kimlerin sendika genel
kurullarında seçileceği ya da seçilmemesi gerektiği, hangi kararların
alınması ya da alınmaması gerektiği konusunda önemli bir adım
atılabilmelidir.
Başarı ya da başarısızlık bir dönem boyunca yapılan ya da yapılmayan, yapılamayan bu çalışmalara bağlıdır.
Bu genel tespitlerin ışığında kısaca şimdi önümüzdeki dönemde
yapılacak sendika genel kurullarına bir göz atalım ve bazı noktaların altını çizelim.
7-9 Eylül tarihleri arasında Türk
İş Konfederasyonuna bağlı Petrol İş
Sendikasının Merkez Genel Kurulu
vardır. Şube genel kurullarını tamamlayan bu sendikanın merkez
genel kurulunda çok fazla bir değişimin olacağı düşünülmemelidir.
Genel Ba şk a n Musta fa
Öztaşkın’ın dışındaki Yönetim
Kurulu üyelerinin 20 yılı aşkın YK
üyelikleri vardır. Artık bir noktada
kastlaşmış bir yönetim anlayışı ile
yöneticilik yapan bu yöneticilerin
sınıftan uzak duruşları sözkonusudur. Kamu Sendikacılığı anlayışının egemen olduğu, sınıfın
mücadeleci duruşu konusunda
söylemlerden öteye fazla gidememeleri genel olağan duruşlarıdır.
Sendika içerisindeki muhalefetin
çok etkin olamaması, sorunlara ve
çözümüne yaklaşımda çok fazla
farklılık taşımamaları, devrimcilerin ve komünistlerin bu alandaki
örgütlenmelerinin zayıf oluşu sonucu kastlaşan yapıyı değiştirecek
dinamiklerin ortaya çıkmamasının nedenleridir.
Bu işkolunun önemine uygun
bir çalışma gelecek açısından
kaçınılmazdır.
Yine aynı tarihlerde, 8-9 Eylül
tarihleri arasında DİSK’e bağlı
Tekstil Sendikasının Merkez
Genel Kurulu vardır. Burada da
tamamıyla sendika bürokrasisinin
kendi iç çelişmeleri egemendir.
Devrimci ve sosyalist dinamiklerin güçsüzlüğü sonucu reformist
işbirlikçi kesimin kendi aralarında
bir mücadelesinin dışında bir mücadele odağı çıkmasına olanak
tanınmamaktadır.
Sendikanın şu anki Süleyman
Çelebi Başkanlığındaki Genel
Merkez Yönetiminin alternatifi
daha önceleri yönetimi elinde bulunduran Rıdvan Budak, Kazım
Doğan ekibidir. Bu sendikada kesin gibi görünen yönetim değişikliğinin sınıfsal bir temeli yoktur.
Sendika bürokrasisinin kendi arasındaki dalaşı olarak görülmelidir. Giderek iyice küçülen, andaki
anlayışlarıyla örgütlenmelerde
başarısızlığa mahkum olan bu
sendika bürokrasisini aşmak için
örgütsüz olan çok sayıdaki Tekstil
işyerlerinin örgütlenmesi şarttır.
Bu iş kolunun yapısı gereği uluslar arası alanda sendikalar arası
ortak çalışmanın önemi, istisnaların dışında, sendika bürokrasisi
arasındaki yazışmaların ötesine
gidememektedir.
Tek st i l iş kolu nda k i sa r ıreformist sendikal anlayışı kıra-
ması beklenemez.
Buna rağmen az sayıdaki sınıf bilinçli işçiler, DİSK’in tek tek
sendikalarının ve DİSK’in şoven
çizgisini aşan, gerçekten halkların kardeşliği şiarına uygun pratik
sergileyen bir siyasi ve pratik yaklaşımı sergilemesi için mücadele
etmelidir.
DİSK’in ve sendikalarının Kürt
sorunu, Ermeni sorunu ve diğer
azınlık halklar ile göçmen işçiler
TOROS TARIM VE BOTAŞ
FABRİKALARINDA TİS İMZALANDI
T
konusunda enternasyonalist bir
bakış açısıyla hareket etmesi için
gerekli kararların alınması için
zorlanmalıdır.
DİSK’in ve tek tek sendikalarının daha aktif mücadeleci bir çizgi
izlemeleri için bu genel kurulun
kararlar alması önemlidir.
Bugün genel bir pratik duruş haline gelen ortak hareket etmeme,
bu konuda gerekli kadroların teorik ve pratik eğitimlerden geçirilerek yaratılamaması zaafı acilen
aşılması gereken zaafların başında
gelmektedir.
Bu zaafların aşılması ama sınıf
bilinçli işçilerin bu genel kurullarda aktif bir muhalefet yürütmesine bağlıdır.
Sonuç olarak şu tespiti yapmak
gereklidir:
DİSK’in ve tek tek sendikalarının, aynı zamanda diğer sendikaların da sınıfsal çizgi temelinde
hareket etmelerinin temeli, sınıfın,
işçi sınıfının gerçek öncüleri tarafından işyerleri temelinde doğru
bir tarzda örgüt lenmesinden
geçmektedir.
Bu görev için her nefer üzerine
düşen görevi yerine getirecektir.
Bilinmelidir ki, kendiliğinden
bir şey değişmeyecektir. Az sayıda
sınıf bilinçli yöneticiyi dışta tutarsak, sendikalarda egemen olan sınıf işbirlikçi hainlerin sendikaları
sınıf örgütleri haline getirmeleri
düşünülemez.
Sendikaları sınıf örgütlerine dönüştürecek olan sınıfın öncüsünün
vereceği mücadelenin başarısıdır!
Bunun başka bir anlamı, işyerlerinin komünist öncü tarafından
fethedilmesidir!
Görev başına!
DEVR İMCİ ve SOSYALİST
İŞÇİLER
SENDİKA
YÖNETİMİNE!
YDİ Çağrı okuru, 24.8.2007 ✓
oros Tarım Sanayi ve Tic. A.Ş. Fabrikası Ceyhan’da kurulu ve
bu işletmede 300 civarında çalışan işçi var. Bu işçilerden 130’u
Türk-İş’e bağlı Petrol-İş sendikasında örgütlü.
2006 yılı başında Toros Tarım, Mersin Ak Gübre ve Samsun Gübre
Fabrikaları, Toros Tarım A. Ş. adı altında birleşti. Toros Tarım için
T.İ.S görüşmeleri 01.01.2006 tarihinde başlamalıydı fakat birleşmeden dolayı bakanlıktan yetki alınamadı çünkü diğer kurumların
T.İ.S süreleri henüz dolmamıştı. Yetki belgesinin alınabilmesi için
yargıya başvuruldu. Böylece T.İ.S görüşmelerine, yargı kararıyla alınan yetki belgesiyle ve bir yıl gecikmeli olarak 16. 03. 2007 tarihinde
başlandı.
Normalde vardiya saatleri 6 günlük çalışmaya karşılık 2 gün izin
biçimindeyken, yetki belgesinin alınabilmesi için yargıya başvurulduğunda bu süre 6 günlük çalışmaya karşılık 1 gün izin biçimine
dönüştürüldü.
Petrol İş Sendikası Adana Şube Başkanı Ahmet Kabaca’dan aldığımız bilgiye göre sözleşme taslağı işçilere anket formu biçiminde götürüldü ve böylece taslak hazırlığına işçiler katılmış oldu. Sözleşme
sürecinde işverenle 6 kez bir araya gelindi ve her toplantıya 4 kişiden
oluşan işçi temsilcileri de katıldı. Her toplantıdan sonra üye işçilere
bilgi verildi.
Toplantılarda öne çıkan talepler, Sözleşmenin 01.01.2006 tarihinden itibaren geçerli olup 3 yılı kapsaması, T.İ.S görüşmelerinin 1 yıl
gecikmeli başlamasından ötürü oluşan kayıpların karşılanması ve
vardiya sisteminin eski biçimine dönmesiydi.
İşveren, sözleşmenin 2 yılı kapsamasını, 2006 yılının kayıp yıl
olduğu gerekçesiyle herhangi bir ücret ödenmeyeceğini ve vardiya
sisteminin değiştirilmeyeceğini söyledi. Görüşmeler sürecinde anlaşmaya varılamaması nedeniyle Temmuz başında grev kararı asıldı.
Ve taleplerin kabul edilmediği takdirde 01.08.2007 tarihinde greve
çıkma kararı alındı.
31.07.2007 tarihinde imzalanan sözleşmeyle, 7 kişi kadroya alındı.
Sözleşme 01. 01. 2006 tarihinden itibaren 3 yılı kapsayacak biçimde
düzenlendi. 1. yıl için seyyanen 100 ytl zam yapıldı. 2. yıl için enflasyona göre %10 oranında zam yapıldı. 3. yıl içinse o yılın enflasyon oranına göre zam yapılması, sosyal hakların tüm kalemlerine 3
yıl için her yılın enflasyon oranına göre zam yapılması kararı çıktı.
Vardiya sistemi değiştirilemedi buna karşın vardiya primi %10’dan
%20’ye çıkarıldı.
Ahmet Kabaca yapılan bu sözleşmenin işçiler tarafından memnunlukla karşılandığını belirtti.
Botaş
Sözleşme süreci Ceyhan Botaş Bölge Müdürlüğü ve Dörtyol Botaş
Bölge Müdürlüğü olarak kamu sözleşmeleriyle birlikte yürütüldü.
Türk-İş’in hükümetle çerçeve anlaşması yaptıktan sonra Petrol-İş
yetkilileri ve Botaş yetkilileriyle 09.08.2007 tarihinde sözleşme
imzalandı.
720 işçiyi kapsayan sözleşmeyle düşük ücretli işçilerin ücretleri
brüt 900 ytl’ye çekilerek 140 ytl zam yapıldı. Brüt 1.400 ytl ve üzerindeki ücretlere de %10 oranında zam yapıldı.
Ayrıca Ceyhan ve Dörtyol Botaş Bölge Müdürlükleri dışındaki işletmelerde geçerli olan saha tazminatı priminin bu iki işletme içinde
kabul edilmesi için 13 yıldır uğraşılıyordu. Saha tazminatı imzalanan sözleşmeyle %8 oranında bu iş yerleri içinde kabul edildi.
Eylül 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
cak, yönetimleri ona göre şekillendirecek devrimci ve sosyalist dinamiklerin oluşturulması önemli bir
görev olarak sınıfın öncüsünün
önünde durmaktadır.
Aralık ortalarında yine DİSK’e
bağ lı Birleşi k Meta l İşçi leri
Sendikasının Genel Merkez Genel
Kurulu yapılacaktır.
Bu sendika son yıllarda büyüyen
ve önceki yıllara göre daha dinamik hareket eden bir sendikadır.
Sendika içi muhalefet vardır ve
fakat çok güçlü görülmemektedir.
Bunlar daha önceki yönetimin
destekçileri olan ve fakat andaki
durumda daha geriyi temsil eden,
sınıf mücadeleci bir yaklaşımı olmayan bir kesimdir. Yer yer “sol”
laf lar etseler de özünde pratikleri uzlaşmacılığın temel alındığı,
mücadeleden kaçan bir yaklaşıma
sahipler.
Anda k i yönetimin bir dönem daha yürütme işini sürdürmesi, sendikanın daha da büyümesine olanak sağlayacak gibi
görünmektedir.
Bu sendika içerisindeki devrimci
ve sosyalist güçler zayıftır. Bu gücün sendika yönetimine alternatif
olma durumu esas olarak siyasaldır. Pratik olarak sınıfı işyerleri
temelinde daha iyi bir şekilde örgütleme ve üretimden gelen gücü
kullanmaya yetecek durumda
değildir.
Bugün yönetimde olan kesimin
eksik ve zaaf larının olumlu temelde eleştirilerek ileriye doğru
zorlanması gerekir.
Yönetim adına yer yer yapılan
açıklamaların şoven, reformist
yaklaşımlarına karşı durularak,
bugünkünden daha sınıfsal bir duruşu sahiplenmeleri sağlanabilir.
Sınıf bilinçli işçilerin bu sendika içinde etkin olan reformist
ama “sol” etiketli bürokrasiden
kurtulma yönünde zorlamalarda
bulunması gereklidir. Sendikanın
daha hızlı ileri çıkmasını frenleyen, yer yer engelleyen statükoculuğu meslek edinen bu zararlı unsurların yerine sınıf bilinçli sözü
ve özü birbirine uygun olan sınıf
içerisinden çıkıp gelen kadroların
görevlendirilmesi sendikanın bu
önemli iş kolunda sarı ve reformist
sendikalar karşısındaki konumunu
güçlendirecektir.
DİSK genel kurulunun Şubat
2008’de yapılacağı yer yer açıklanmaktadır. DİSK’e bağlı üye
sendikaların genel kurullarını tamamlamasının ardından, bu genel kurullarda seçilen DİSK genel
kurul delegeleri ile genel kurul
yapılacaktır.
DİSK’in daha güçlü olması üye
sendikaların güçlerine ve seçecekleri yönetimlerin duruşuna
bağlıdır.
DİSK’e bağlı sendikalar bir bütün olarak ele alındığında, DİSK
genel kurulunda bugünkünden
çok daha olumlu bir sonucun alın-
YDİ Çağrı/Adana
13.08.2007 ✓
EK:7
BEKSA Fabrikası’nda kazanılmış haklara saldırı!
S
“Patron bizi bedava çalıştırmak istiyor!”
abancı Holding’e ait BEKSA
İzmit’in Uzun Çiftlik semtinde kurulu olan 19 yıllık
bir fabrika. Hammaddesinin bir
kısmını ithal eden fabrika, ürettiği çelik kord, halat, yay, araçlarda
kullanılan çelik saclar v.b. çelik
ürünlerin bir kısmını ihraç etmekte geri kalanını da iç pazarda
satmaktadır.
Fabrikanın, kuruluşundan bu
yana, 19 yıldır sendikal örgütlülüğü
DİSK’e bağlı metal işkolunda faaliyet gösteren sendikada sürdüren işçilerle birlikte toplam 360’ın
üzerinde çalışanı var. Bunların
300’e yakını işçi ve bu işçilerin
280’i şu an DİSK/ Birleşik Metalİş Sendikası’nın Kocaeli Şubesine
üyeler.
Geçtiğimiz yıl imzalanan TİS
(Toplu İş Sözleşmesi) ile yüzde 10
ücret zammı, üç ikramiye ve yakacak yardımı, çocuk parası gibi sosyal haklar almışlar. TİS’e göre bir
ayda işçilerin eline geçen ortalama
net 2 bin 100 YTL imiş. Ortalama
saat ücreti 9,40 YTL. Bu ücrete göre
üretilen ürünlerin işçilik maliyeti
yüzde 2,7 ‘yi geçmiyormuş. Yani
bir işçi bir ay içinde iki gün kendi
ücreti için çalışıyor, geri kalan 28
gün de patrona çalışıyor.
Tüm patronlar her TİS döneminde ve sonrasında işçilere veri-
sohbetlerde bulunduk. Bir işçi ile
çok samimi bir havada geçen şu
söyleşide ortaya konulanlar aslında
her şeyi anlatıyor.
lecek veya verilmiş olan hakların
üretim maliyetlerini yükselteceğinden yakınarak ağlar. Bu ağlamaları ve sızlanmaları çoğu zaman
da bilinçli olmayan işçiler üzerinde
etkili olur. Ve işçiler bazı kazanılmış haklarından vazgeçerler.
İşte BEKSA patronu da imzalanan sözleşmeyle üretilen ürünlerin
birim fiyatlarını artırdığını belirtmiş, aynı ürünleri üreten “ulusal”
ve uluslararası tekellerle rekabet
edemediğini ileri sürerek işçilerin bir kısmını işten çıkarmak ve
çalışanların da ücretleri ve diğer
kazanımlarını yarı yarıya indirmek istemiş.
İşte sendika üyesi işçileri önce
Direnişte bulunan işçilere polis
saldırısı
Eylül 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
YDİ ÇAĞRI: Nasıl bir tepki
gösterdiniz?
İŞÇİ: Tüm işçiler o gün; izinde
olanlar ve 24– 08 vardiyasında çalışanların da katıldığı tüm işçi arkadaşlarla fabrikadan çıkarak fab-
Alkan Deri’de direniş sürüyor…
İ
zmir Pınarbaşı’nda kurulu bulunan Akdeniz Selçuk Nakliyat
Kargo Şirketi’nde çalışan işçiler, anayasal haklarını kullanarak
Türkiye Motorlu Taşıt İşçileri Sendikası, TÜMTİS’e üye oldular.
Sendika üyesi olan işçilerden, Vadi Durmazpınar, Evcan Sepetçi,
Hüseyin Gündüz, Aydın Akçalı ve Yalçın Akgüneş, 12 Ağustos’ta işten çıkarıldılar. 12 Ağustos’tan beri, Akdeniz Selçuk Nakliyat Kargo
Şirketi önünde bekleyen işten atılan işçilere, TÜMTİS İzmir Şube
yönetimi üyeleri ile TÜMTİS’e üye ambar işçileri de destek veriyor.
Şirket önünde direnişlerini sürdüren işçilere, 17 Ağustos Cuma
sabah saatlerinde şirkete mal sevkiyatını engelledikleri gerekçesiyle
çevik kuvvet polisleri saldırdı. Polisin cop ve biber gazıyla gerçekleştirdiği saldırı sonucunda, Ergün Karataş isminde bir işçi yaralanarak, hastaneye kaldırıldı. Polis, Mehmet Erez, Reis Mengü, Öztürk
Ekinci, Ercan Yavuz, Denizer Altun, Yusuf Kusa, Yılmaz İn, Hüseyin
Akdemir ve soyadı öğrenilemeyen Hacı ismindeki işçileri de gözaltına aldı.
İşçilere, öğle saatlerinde şirket tarafından çalıştırılan MHP’li taşeron işçiler de bir saldırıda bulundu.
Gözaltına alınanlar hakkında bilgi almak üzere Pınarbaşı Polis
Karakolu’nun önüne giden TÜMTİS İzmir Şube yöneticileri de gözaltına alındı. Bir süre sonra gözaltına alınan işçilerin hepsi serbest
bırakıldı.
Akdeniz Selçuk Nakliyat Şirketi’nde çalışan işçiler; 600 YTL ücret
için, 7 gün, günde 12 saat çalıştırılıyorlar. İşten atılan işçiler, işe sendika üyesi olarak dönmek istiyorlar.
zmir Menemen Deri Serbest Bölgesinde faaliyet yürüten Alkan
Deri San. ve Tic. Ltd. Şti. nde çalışan işçiler, Türk-İş’e bağlı Deri-İş
Sendikası’na üye oldular.
140 işçinin çalıştığı fabrikada örgütlenen Deri-İş, yetki tespiti için
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na başvurdu. İşçilerin sendikalaştığını öğrenen patron sendika üyesi 7 işçiyi işten attı.
8 işçi de çalıştıkları birimlerden alınarak, fabrika içerisindeki
başka birimlere, işçilerin deyimiyle sürgün gönderildi. Patronun işten çıkarma tehdidi, baskısı diğer işçiler üzerinde sürüyor. Bu baskı
sonucu, bazı işçiler sendika üyeliğinden istifa ettiler.
Direnişlerinin 31. gününde, işten atılan işçileri ziyaret ettik.
İşçiler yasak olduğu için Deri Serbest Bölgesi içinde değil, girişinde
bekliyorlar. İşçiler sabah gelip, akşam Serbest Bölge girişinden
ayrılıyorlar.
İşçiler tabakhanede çalışıyorlar. Tabakhanede deri işleniyor. Dikim
için hazır hale getiriliyor.
Sendika, işten atılan işçiler için işe iade davaları açmış durumda.
İşçiler işe geri dönmek, sendikalı olarak çalışmak istiyorlar. Bunun
için direnişlerini sürdürüyorlar.
İşçiler, diğer sendikalardan kendilerine, yok denecek kadar dayanışma gösterildiğini, Deri-İş Sendikası’nın yardımı ile direnişlerini
sürdüklerini belirtiler.
İşçilerle genel seçim üzerine sohbet ettik. Kendilerine YDİ
Çağrı’nın seçim bildirisini verdik.
Kendilerini tekrar ziyaret edeceğimizi söyleyerek, yanlarından
ayrıldık.
Alkan Deri işçilerinin haklı direnişlerini destekleyelim!
20 Ağustos 2007
YDİ Çağrı/İzmir ✓
5 Temmuz 2007
YDİ Çağrı/İzmir ✓
İ
EK:8
bir haftalık izne çıkaran ve sonra
bir hafta daha uzatarak ve 10, 20
işçiyi işten çıkaracağı söylentilerini yayan patron, işçilerin nabzını
yoklamış. Hakların yarısını gasp
etmek için didinen patronun 206
işçiyi tazminatlarını ödeyerek işten çıkarıp düşük ücretle tekrar işe
almak gibi önemli bir saldırısı ile
karşı karşıya olan işçiler ve sendika
genel merkezi birlikte bu saldırıya
karşı koyma kararı almışlar.
Fabrikanın önünde direnişte
olan ve işten atılan bu 206 işçiyi
direnişlerinin 11. gününde ziyaret
ettik. Temmuzun en nemli ve en
sıcak bir gününe denk gelen ziyaretimiz boyunca işçilerle çok içten
YDİ ÇAĞRI: BEKSA patronu
200’den fazla işçiyi işten atmakla
siz işçilere büyük bir saldırıda bulunmuş. Bugüne nasıl gelindi, kısaca anlatır mısınız?
İŞÇİ: Bu süreç aslında 8 ay falan
önce başladı. Önce bir dedikodu
yayıldı: “Şu kadar işçi; 10 kişi, 20
kişi… daha fazla işçi işten çıkarılacak” diye. 8 ay boyunca hep
böyle senaryolar yazıldı. Sonra
yıllık izinlerin kullanılması dönemi olan Temmuz ayına gelindi.
İzinlerden bir hafta önce bir yazı
asıldı. Üretilen malların birim fiyatları yüksek olduğu için pazar
payının düşmesinden bahseden ve
kendi isteği ile işten ayrılmak isteyen olursa kendisine kıdem ihbar
tazminatları artı bir maaş da peşin
ödenerek sözleşmenin feshedileceğini bildiren bir yazı asıldı. Tabi
biz buna tepkimizi gösterdik.
rikanın İnsan Kaynakları önünden idari binaya kadar bir protesto
yürüyüşü yaptık. Daha sonra izne
çıktık. Çoğu işçi aynı dönemde
işe girdiği için aynı günlerde izne
çıkarılıyor. İzindeki arkadaşların
izinleri çoğumuzun Temmuzun
6’sında ve diğerlerinin de 12’sinde
bitiyordu. Daha izinler bitmeden
Temmuzun 6’sında biz izni bitenlerin Fabrika Yönetim Kurulu kararıyla Temmuzun 12’sine kadar
uzattıklarına dair elimize bir yazı
geçti. Ardından da pazar payı bahane edilerek biz 210 işçiye tazminatlarımız ödenmek koşuluyla işten atıldığımızı bildiren birer yazı
gönderdiler. Kısaca süreç böyle
gelişti.
YDİ ÇAĞRI: Bu saldırıya karşı
siz işçiler ve sendikanız nasıl bir
tavır aldınız?
İŞÇİ: Hemen tüm 210 işçi arkadaş bir toplantı yaptık. Sendikamız
Birleşik Metal- İş Sendikası önderliğinde bir toplantı idi bu.
Toplantıda sonuna kadar mücadele
edeceğimizi söyledik. Kazanana
kadar mücadeleyi sürdüreceğimize
dair namus sözü verdik. Fakat bir
hafta sonra bu verdiği namus sözünde durmayan –sayısı önemli
değil- 180 derecelik dönüş yapan
arkadaşlarımız oldu. Çoluk çocuğunu bahane eden bu arkadaşlar
sadece bize ihanet etmediler. Aynı
zamanda bu arkadaşlar namuslarına sahip çıkmadıkları gibi o
çok değer verdikleri çocuklarına
da ihanet etmiş oldular. Onlar bu
döneklikleriyle ömür boyu ekmeğine, onuruna ve namusuna sürdükleri kara leke ile yaşayacaklar
bence. Bizim burada amacımız
boynu bükük değil başı dik çıkmaktır. Hepimizin çocuğu var.
Yarın bunların çocukları; “Baba
arkadaşlarınla katıldığın ekmek ve
onur kavgasından neden kaçtın?”
diye sorduklarında onlara nasıl
yanıt verecekler bilmiyorum.
Y Dİ Ç AĞR I: K aç g ü ndü r
direniştesiniz?
YDİ ÇAĞRI: Direnişe gerek bu
çevre fabrikalarda çalışan işçilerden gerekse İzmit kamuoyundan
bir destek var mı?
İŞÇİ: Az da olsa bazı fabrikalarda yaptığımız yürüyüş ve açık-
lamalara işçiler katıldı. Örneğin 12
Temmuz’da yaptığımız yürüyüşe
komşu fabrika olan KORDSA’dan
işçiler gelip katıldılar. Eski işçi arkadaşlar tanıdıklar bizi gördüklerinde hemen durumu soruyor destek olma talebinde bulunuyorlar.
İşçilerden çok sayıda destek verme
talebi geliyor. Fakat biz şimdilik
böyle talepleri kabul etmiyoruz.
Beklemelerini istiyoruz. Seçim
dönemi olduğu için partilerden
de destek verme talepleri geldi.
Onlarınkini de kabul etmedik.
Görüşmelerin sonucunu bekliyoruz. Patronla bugünler görüşmeler yoğunlaştı. Patron bu bir hafta
içinde yola gelmezse bize destek
ve dayanışmada bulunmak isteyen
işçi arkadaşlara haber vereceğiz.
Ve hep birlikte daha etkili eylemler hatta açlık grevi bile yapmayı
düşünüyoruz.
İzmit kamuoyunun durumumuzdan haberi var. Çünkü mahalli
basın defalarca yazdı. Yerel TV ve
radyolar yayınlarında yer verdiler.
Fakat ulusal medya bir ikisi dışında hiç biri bizden bahsetmedi.
YDİ ÇAĞRI: Patronla görüşmeler yapılıyor mu? Şimdiye kadar
kaç görüşme yapıldı? Bu görüşmelere sizin temsilcileriniz, Şube ve
Genel Merkez Yöneticileri mi katılıyor? Patron ne istiyor?
İŞÇİ: Evet görüşmeler yapılı-
yor. Bu 10 gün içinde 3- 4 gör ü şme oldu. Hepsi ne İşyer i
Sendika Temsilcilerimiz, Şube
yöneticilerimiz ve Genel Merkez
Yöneticilerinden TİS Daire Başkanı
ve bizzat Genel Başkanımız katılıyor. Sağ olsunlar biz sendikamızdan çok memnunuz. Eksiklikleri
olabilir. Fakat bana göre üye işçilerin sendikada söz ve karar sahibi
olması anlamında çok iyi bir sendika. Diğer sendikalardan üstün
bir sendika. Çoğu sendikada işçilerin istediği değil sendikacının istediği olur. Bizde işçilerin istediği
oluyor. Sendikamız her görüşmeden sonra ve önce bizlerle toplantı
yaparak bizi bilgilendiriyor ve fikrimizi soruyor. Tabi biz hepimizin
bilmesinde yarardan çok zarar verecek şeyler olursa onları söylemiyorlar. Onu gerekli ise temsilcilere
değilse onlardan da bir süre gizleyebilirler. Amaç kazanmaksa böyle
bir taktiğe de başvurmak zorunda
kalınabilinir. Sendikanın, bize sahip çıkması önemli. Fakat bundan
daha önemlisi bizim işçilerin güçlü
bir örgütlülüğü, güçlü birliğinin
olmasıdır. Mücadeleyi kazanmada
belirleyici olan budur.
Patronun net olarak hangi şartları ileri sürdüğünü bilmiyorum.
Şimdiye kadar yapılan görüşmelerde kaba olarak saat ücretlerin
düşürülmesini dolaysı ile aylıkların düşürülmesini bir miktar
nakiti toplu işçiye ödemeyi, işten
atılan 206 kişiden bir kısmını işe
almayacağını ileri sürüyor ve işe
geri almak için işçinin mahkemeye
başvurmamış olması gerektiğini
söylüyormuş. Yani biz işçilere “çalışın, ama hak istemeyin, bedava
çalışın” demek istiyor.
Bu saldırıdan önce işyerinde
tüm işçiler ve patron temsilcileri
idareciler içerde çalışırken kendimizi tek bir aile sanıyorduk. Oysa
bu direnişte öğrendik ki patron
temsilcileri ile işçiler bir aileden
olamazmış. İşyerinde bir beyefendi
vardı. Genel Koordinatör. Her şey
onun başı altında çıkıyordu. Tabi
patronların temsilcisi olarak onların dediklerini yapıyordu. Biz işçiler kendi aramızda ayrı düşünce
ve değerlere de sahip olsak sömürüye karşı mücadele gibi ortak bir
yaşam kavgamız, onur ve ekmek
kavgamız olduğu için kardeş ol-
mak zorundayız. Ve kardeşiz. Biz
hep sınıf kardeşi olarak kalmak
için mücadele etmeliyiz. Bizi bir
birimize düşürmeye çalışanlara
karşı da örgütlenmeli, mücadele
etmeliyiz.
YDİ ÇAĞRI: Son olarak gazetemiz aracılığı ile işçilere ve okuyucularımıza iletmek istediğiniz bir
mesajınız var mı?
İŞÇİ: “Direne Direne
Kazanacağız!” denilir. Bunu slogan olarak atıp da buna uygun
davranmayan her kim olursa olsun
-bunlar haksızlığa uğramış işçiler
de olsa- samimi değiller. Eğer gerçekten direnmiyorlarsa. Ekmeğim
ve ailem namusumdur. Onlara
sahip çıkmayanları namuslu saymıyorum. Çünkü bugün patronun
ekmeğime, çoluk çocuğumun geleceğine saldırısı namusuma bir
saldırıdır. Ben patrona karşı direnmiyorsam, ona bu saldırının
bedelini ödetmiyorsam namuslu
değilim demektir. Hepimiz birey
olarak farklıyız. Fakat yaşadığımız
toplumda insanca yaşama ve çocuklarımıza yaşanır bir dünya ve
gelecek bırakma ortak amacımız
var. Onun için hep tek tek durarak dert yanmakla kurtulamayız.
Öyleyse birleşmeli, hep birlikte nedenlere karşı mücadele etmeliyiz.
Birleşik Metal- İş Sendikası
Kocaeli Şubesi, 25 Temmuz’da
basına gönderdiği açıklamada,
varılan anlaşma ile işten atılan
206 işçinin tekrar işe alındığını, 1
Ağustos’ta işbaşı yapacaklarını ve
işçilerin yılbaşına kadar herhangi
bir ücret kaybına uğramadığını
belirtmiş.
TİS’ le kazanı lmış ha k ların
korunduğunu belirten sendika
“BEKSA işyerinin siparişlerindeki
azalma nedeniyle karşı karşıya
kaldığı sıkıntıların aşılabilmesi
ve işçi arkadaşlarımızın işlerini
ve kazanılmış haklarını kaybetmeme noktasında varılan anlaşmaya BEKSA işçilerinin birliği ve
örgütlülüğü sayesinde ulaşılmıştır.
Her iki taraf yapıcı davrandığı için
bu anlaşma yapılmıştır” deniliyor.
Fakat yılbaşından sonra ücretlerde
ne gibi bir düşüş olacağı konusunda bir açıklama yapmamış.
Bu işyerinde de yetkili sendika,
işçilerin örgütlülüğünü bu tür saldırıları boşa çıkaracak denli güçlendirememiş. Bugünkü gücüyle
kazanılmış haklardan kaybı aza
indirdiği için bunu başarı olarak
değerlendiriyor. Oysa az da olsa
bu bir kayıptır. Böyle şeylerin yaşanmaması önümüzdeki dönemde
patronların işçilere kanseri gösterip, AIDS’e razı etmesine fırsat
vermemek için, ne edip edip işyerinde ve tüm yetkili fabrikalarda
güçlü bir sendikal örgütlülük
sağlanmalıdır.
26 Temmuz 2007 ✓
Eylül 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
YDİ ÇAĞRI: Sürdürdüğünüz direnişinizin amacı nedir? Patrondan
talepleriniz nelerdir?
İŞÇİ: Şimdiye kadar Sendikamız
önderliğinde kazandığımız maddi
ve manevi haklarımızı önemli bir
eksiltmeye uğratmadan tekrar işe
dönüp çalışmaktır. Yani ikramiye
kıdem hafta tatilimizi v.b. sosyal haklarımızı kaybetmeden işe
dönmek istiyoruz. Zaten aylık ücretlerimizde bir düşme olacaktır.
Yoksa anlaşmamız zor olacaktır.
Şu anki görüşmeler bu yönde ilerliyor. Fakat patron aylıklarda aşırı
bir düşme talebi ile gelirse onu kabul edemeyiz. O durumda daha
etkili eylemliliklerle mücadelemizi
sürdüreceğiz. Yani kısacası; en iyi
şartlarda işe geri dönene kadar
mücadeleye devam edeceğiz.
İŞÇİ: Temmuzun 12’sinden beri
eylemliliklerdeyiz. İlk eylemimizde
12 Temmuz 2007 günü fabrikanın
önünden İzmit’in şehir merkezine
kadar 12 kilometreyi yaya yürüyerek bir protesto gösterisi yaptık.
Yürüyüş sonunda şehir merkezinde
de bir Basın Açıklamasıyla Sabancı
patronun biz işçilere yaptığı saldırı
hakkında kamuoyuna bilgi verdik.
Ardından da ertesi günü biz işçiler eşlerimiz ve çocuklarımızla
birlikte fabrikanın önüne siyah
bir çelenk bırakarak işten atmayı
protesto ettik ve hemen ardından
bu eyleme başladık. Fabrikanın
önünde 10 gündür bekliyoruz.
EK:9
Lider Deri’de işçi kıyımı…
Çiğli Organize Sanayi Bölgesi’nde kurulu bulunan Lider Deri’de çalışan
işçiler, sendikalı olmaya karar vererek, Türk-İş’e bağlı Deri-İş Sendikası’na
üye oldular. Sendikalaşma faaliyeti içerisinde işçilerin sendika üyesi olduğu
haberini alan patron sendika üyesi olan işçileri işten attı.
Eylül 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
2
EK:10
2 Haziran’dan bu yana, Lider
Deri’de çalışan 26 işçi işten
atıldı.
5 Temmuz günü direnişte bulunan işçileri ziyaret ettik.
İşçiler Lider Deri önünde kurdukları gölgelik altında direnişlerini
sürdürüyorlar.
Patron, işçileri işten atmasının
gerekçesi olarak “verimsizliği, küçülmeyi” göstermiş. İşçiler asıl
nedenin sendika üyeliği olduğu
gerçeğinin farkındalar. İşten atılan
işçiler arasında, 25, 17, 10 yıldır çalışan işçiler var. İşçiler, bu aylarda
deri sektöründe, kış sezonuna hazırlık dönemi olduğu için işlerin
yoğun olduğunu, bu aylarda işten
çıkarmanın olamayacağını söylediler. Lider Deri’nin “ihracat şampiyonu olmakla övündüğünü”, “fasonlara iş verdiğini” küçülme iddiasının gülünç olduğunu belirttiler.
İşten atılan 26 işçi içerisinde
7 kadın işçi var. San Marck
Galico’ya ait iki deri işletmesi var.
Çiğli Organize Sanayi Bölgesi’nde
bulunan fabrikada, deri dikim
işi yapılıyor. Menemen Serbest
Bölgesi’nde bulunan tabakhanede
deri işlenerek dikim için hazır hale
getiriliyor. İki işletmede toplam
269 işçi çalışıyor.
İşçiler sabahtan akşama kadar,
Lider Deri önünde bekleyişlerini
sürdürüyorlar.
Lider Deri’de asgari ücret karşılığında çalışan işçiler olduğu
gibi parça başı ücret karşılığında
çalışan işçiler de var. Patron işçilerin bordrolarını düşük gösterdiği gibi yer yer sigortasız işçi de
çalıştırıyor.
Patronun baskıları sonucu, işlerini kaybetmek istemeyen az sayıda işçi, sendika üyeliğinden istifa
etmişler.
İşçiler sağlıksız koşullarda, kimyasal maddelerle çalıştıklarını, işyerinde havalandırma, aspiratörün
yeterli olmadığını söylediler.
İşçiler işe geri dönmek, sendika
üyesi olarak çalışmak istiyorlar.
Bunun için direniyorlar.
Dayanışmanın şimdilik yetersiz
olduğunu vurguluyorlar.
Lider Deri işçileri çok şey istemiyorlar. Onlar hak olan sendika istiyorlar. Sendikalı olarak çalışmak
istiyorlar.
Bu haklı mücadelelerinde Lider
Deri işçilerini destekleyelim.
Lider Deri’deki direnişçi
işçilere destek ziyareti
Lider Deri’de sendikalaştıkları için
işten atılan işçilerin Çiğli Organize
Sanayi Bölgesi’ndeki direnişleri
sürüyor.
12 Temmuz Perşembe günü Türk-İş
İzmir Bölge Başkanı Mustafa
Kundakçı, Hava-İş, Tes-İş, Tümtis,
Cimse-İş, Harb-İş Sendikaları
İzmir Şube başkanları ile birlikte
Lider Deri önünde direnişlerini
sürdüren işçilere destek ziyaretinde bulundular.
İşten atılan Lider Deri işçilerine,
Türk-İş’e bağlı sendikalar arasında toplanan mali yardım teslim
edildi.
Destek ziyareti sırasında, Türk-İş
Bölge Başkanı Mustafa Kundakçı ve
Deri-İş Genel Başkan Yardımcısı
Mu s a S er v i bi rer konu şma
yaptılar.
Mustafa Kundakçı yaptığı konuşmada; “Lider Deri’de sendikalaştıkları için işlerini kaybeden
işçilere moral destek ziyaretinde
bulunmak, sendikaların katkısı ile
toplanan mali ve ayni yardımı işçilere vermek için geldiklerini, sendika üyesi olmanın anayasal hak
olduğunu, işverenlerin suç işlediğini” anlatan Mustafa Kundakçı
seçimler üzerinde de durarak
“kamu girişimciliğini savunan
parti ve adaylara oy verme” çağrısında bulundu.
Musa Servi yaptığı konuşmada;
“Lider Deri işçilerinin anayasal
haklarını kullanarak sendikalarında örgütlendiğini, işverenin
sendikaya tahammül etmeyerek
26 işçiyi işten çıkardığını, sorunun
sadece işten atılan Lider Deri iş-
çilerinin sorunu olmadığını genel
olarak işçi sınıfının sorunu olduğunu, işverenin sendikayı işyerine
sokmamak için direndiğini, iki
gün işyerini tatil ettiğini, havalandırmayı değiştirdiğini, sendikal
mücadeleden ötürü bunları yaptığını, Lider Deri işvereninden taleplerinin işten atılan işçilerin geri
alınması ve sendikanın tanınması
olduğunu, hak almanın yolunun
mücadeleden geçtiğini vb.” anlattı.
Yeni İşçi Dünyası Temmuz sayısını
Lider Deri işçilerine dağıttık. Lider
Deri’de yaşanılan sorunlar üzerine işçi arkadaşlarla sohbet ettik.
Lider Deri patronunun işyerinde
sendika üyesi olan işçiler üzerinde
baskısı sürüyor. Bu baskı sonucu
bir bölüm işçi sendika üyeliğinden
istifa etmiş. İstifa etmeyen işçileri
patron çeşitli yollarla satın almak
istiyor. Çevrede bulunan fabrika
patronları kendi çalıştırdıkları işçilerin sendikalaşmaması için ücret artışı yoluna gitmişler.
Konuşmalar sırasında Lider Deri
işçileri sık sık; “Yaşasın sınıf dayanışması!, Direne direne kazanacağız!, Sendika hakkımız engellenemez!, Yaşasın onurlu mücadelemiz!, İş ekmek yoksa barışta yok!”
sloganlarını attılar.
Mustafa Kundakçı, diğer sendika
şube başkanları ve Lider Deri işçileri birlikte Menemen Deri Serbest
Bölgesi girişinde direnişlerini sürdüren Alkan deri işçileri ziyaret
edildi.
Burada da Mustafa Kundakçı ve
Musa Servi birer konuşma yaptılar.
Alkan Deri işçileri için hazırlanan
yiyecek paketleri kendilerine teslim edildi.
Yeni İşçi Dünyası Temmuz sayısını Alkan Deri işçisi arkadaşlara
verdik. Alkan Deri’de de patronun
sendika üyesi olan işçiler üzerinde
baskısı sürüyor. Alkan Deri’de
az sayıda işçi sendika üyeliğinden istifa etmiş. Büyük çoğunluk
sendika üyeliğini koruyor. İşçiler
Çalışma Bakanlığı’ndan çoğunluk
tespitinin gelmesini bekliyorlar.
Deri işçilerinin direnişi, hak almanın yolunun mücadele ve örgütlenme olduğunu gösteriyor.
13 Temmuz 2007
YDİ Çağrı/İzmir ✓
KAMU EMEKÇİLERİ TİS VE GREV HAKKI İÇİN YÜRÜDÜ
B
emekçilerinin sendika hakkı yoktur” dediler, biz kurduk; “Kamu
emekçileri grev yapamaz” dediler,
biz yaptık; “Kamu emekçileri toplu
sözleşme imzalayamaz” dediler, biz
imzaladık!... Demokratik sendikal
haklarımızı yok sayan 4688 sayılı
yasanın bize biçtiği gömleği yırtıp,
işyerlerinden başlayarak grevli,
toplu sözleşmeli ve ortak örgütlenmeye dayalı bir sendikal mücadeleyi
hayata geçirme kararlılığımızı bu-
radan bir kez daha tüm Türkiye’ye
haykırıyoruz” diyerek, mücadele
tarzlarını ortaya koydu.
Yıldız, diğer konfederasyonlara
hiçbir şey çıkmayacağı en başından belli olan Toplu Görüşme masasında oyalanmak yerine, Toplu
Sözleşme masasının kurulması
için Ortak Grev yapma önerilerini
defalarca yinelediklerini söyledi.
Onlarınsa bu önerilerine kulak tıkayıp hükümetin masallarını din-
I - İşçi Snıfı Hareketi Konusunda
Uluslararası Deneyimler
II - 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi
Üzerine
III - 12 Eylül Sonrasında İşçi Sınıfı
Hareketinin Gelişmesi Üzerine Yazılar
IV - İşçi Sınıfı Hareketi Bağlamında
Yanlış Görüşlere Karşı İdeolojik Mücadele
Eylül 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
ilindiği gibi memurlar ekonomik ve özlük hakları için,
4688 sayılı yasa gereği “toplu
görüşme” masasına oturmak zorundalar.Fakat içinde KESK’in de
olduğu tüm memur konfederasyonları bu toplu görüşme yerine Toplu
İş Sözleşmesi ve Grev haklarının
verilmesi gerektiğini tüzüklerinde
beyan ediyorlar. Peki bu istekleri
için memur kofederasyonları ne
yapıyorlar? Diğer iki büyük konfederasyon şu veya bu istekle hükümetle masaya otururken, KESK
ise artık orta oyununa dönmüş
olan toplu görüşme uygulamasının kaldırılıp Toplu İş Sözleşmesi
ve Grev haklarının verileceği güne
kadar masaya oturmayacaklarını
bildiriyor. İşte Mersin’deki eylem
de bu temelde KESK’in yaptığı bir
eylemdi.
Kamu emekçileri Mersin’de
toplu görüşmelerin 10. gününde
sokağa çıktılar. Yaklaşık 60-70 kişilik grup saat 18 civarında KESK
binası önünde toplanıp, üzerinde
“Ücret Adeletsizliğine Hayır! Ek
Zam İstiyoruz!” yazılı bez afiş arkasında sıraya geçerek, Taş Bina
önüne kadar şu sloganlarla yürüyüşe geçti: “Devlet güdümlü sendikaya hayır”, ”Sadaka değil, toplu
sözleşme”, ”Yaşasın onurlu mücadelemiz”, ”Parasız eğitim, parasız
sağlık”, ”Toplu görüşme hakkımız,
grev silahımız”.
Taş Bina önünde, KESK MERSİN
ŞUBELER PLATFORMU adına
Eğitim-Sen Mersin Şube Başkanı
Ünsal YILDIZ bir konuşma yaptı.
Yıldız konuşmasında: “Kamu
lemeyi tercih ettiklerini belirtti.
“Biz insanca yaşayacak bir ücret,
demokratik bir çalışma yaşamı ve iş
güvencesi istiyoruz. Ve bunu almak
için de Türkiye’nin her yanında bugün olduğu gibi, bundan sonra da
alanları doldurmaya devam edeceğiz!” diyen Yıldız, konuşmasını bu
sözlerle sonlandırdı.
Polisin yoğun güvenlik önlemleri aldığı eylem, konuşmanın ardından bitmiş oldu.
Kitlede özellikle toplanma esnasında bir bezginlik söz konusu
iken, özellikle halkın kalabalık olduğu yerlerde coşku da söz konusuydu. Halk ise eylemi sıcak karşılamasına rağmen özünde çok da
ilgilenmedi.
Biz, KESK’in bu haklı isteklerinin ve kararlılıklarının arkasında
olurken, Mersin gibi bir yerde neden daha fazla bir kitleyle sokağa
çıkamadıklarını da sorgulamalarını istiyoruz. Kuşkusuz ki bu sorgulamayı yapıyorlardır. Fakat bir
an önce daha içten, daha bilinçli,
daha coşkulu çalışmak; tüm emek
güçleri için gerekli değil mi?
KESK ve KESK çizgisindeki sendika ve siyasetleri seçmeyen okuyucularımıza da şunu söylemek
istiyoruz: Her ne nedenle olursa
olsun (milli ve dini düşünceler ve
günübirlik çıkarlar bunun içindedir) emek mücadelesinde olmamak, uzun vadede sizin ve çocuklarınızın zararınadır. Kuşkusuz ki;
daha insanca, daha demokratik,
daha özgür bir yaşam için mücadele, tek yoldur.
29 Ağustos 2007 ✓
İşçi Sınıfı Hareketi Üzerine Yazılar,
H. Yeşil
Dönüşüm Yayınları
Birinci Basım: 1991
EK:11
Tüm-Bel Sen 8 çalışanının işine son verdi
Eylül 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
S
EK:12
endikaların işçilerin haklarını arama örgütleri oldukları bilinir. Sendikalar işçilerin ücret ve çalışma koşullarını
düzeltmek için mücadele örgütleri
olarak bilinirler – çoğunlukla öyle
olmasalar da. Fakat sendikaların
daha az bilinen bir yüzleri daha
vardır: Sendikalar bir çok durumda
patron konumundalar. Hayır, hayır, sendika ağalığını kastetmiyoruz, işçilerin çalışma koşullarının
düzeltilmesini savunması gereken
sendikalar aynı zamanda bizzat
kendileri işçi çalıştıran patron
konumundalar. Mesela sendikada
eğitim uzmanlığı, örgütlenme uzmanlığı, avukatlık, teknik işler vb.
yapan insanlar sendikadan ücret
alarak bu işleri yaparlar.
Peki ama sendikada çalışan bu
insanların haklarını kim savunacak? Türkiye’de Avrupa’daki kadar
yaygın olmasa da, sendika çalışanlarının da yine sendikalarda örgütlenme durumu söz konusudur.
Mesela herhangi bir sendikada ücret karşılığı çalışan bir insan, yaptığı iş hizmet sektörüne girdiğinden, bu sektörde örgütlü olan bir
sendikada örgütlenebiliyor. Fakat
bu çok normal duyulan şey pratikte hiç de normal karşılanmıyor.
Örneğin Tez-Koop İş Sendikasında
çeşitli uzmanlık işleri yapan insanlar geçmişte kendi sendikalarında
örgütlenmek istediklerinde, önce
sendika yönetiminin çetin direnişiyle karşılaştılar ve daha sonra ancak mahkeme kararıyla sendikaya
üye olabildiler. İşçilerin sendikalarında örgütlenmesini savunan bir
sendika kendi çalışanları için bu
hakkı tanımıyordu.
Bir başka yaygın yaşanan örnek
ise şu: İşyerlerinden işçilerin atılmasına karşı çıkan (çıkması gereken) sendikalar bir çok durumda
kendileri beğenmedikleri personellerinin işlerine çok kolayca son
verebiliyorlar. Bu konuda da TezKoop İş sendikasında yaşanan bir
çok örnek var.
Fakat bu yazımızın konusu TümBel Sen’de çalışan ve 4’ü Tez-Koop
İş’te örgütlü olan 8 işçinin işten
atılması olayıdır. Bu örnekte de bir
kez daha işçilerin haklarını savunması gereken sendikaların bizzat
kendilerinin patron konumunda
olduklarında ne kadar acımasız oldukları görülüyor. Acı ama gerçek.
Sendikalar gerçek sınıf sendikaları
olmadıkları sürece de bu örnekler
daha çok yaşanacağa benziyor.
Konuya ilişkin Tez-Koop İş
İstanbul 2 No’lu Şubenin yapmış
olduğu Basın Açıklamasını ol-
duğu gibi okurlarımızın bilgisine
sunuyoruz:
“TÜM-BEL SEN GENEL
M E R K E Z İ T E Z - KO OP İŞ
SENDİKASINA ÜYE İŞÇİLERİ
İŞTEN ÇIKARDI
TÜM BEL SEN GENEL MERKEZİ
8 çalışanını ekonomik sıkıntı gerekçesi ile işten çıkardı. Çıkarılan
işçilerden 4’ü ise Sendikamız TEZ
KOOP İŞ’e üyedir.
Sendika olarak yıllardır Tüm Bel
Sen Genel Merkezi ile toplu sözleşme
imzalamaktayız. Sendikalarda, demokratik kitle örgütlerinde çalışanların sendikalaşması ve bu kurumlarda işçi işveren ve sendika ilişkisinin örnek teşkil etmesi beklediğimiz
ve arzu ettiğimiz durumdur. Hem
üyelerinin sorunu için hem de işçi
ve emekçilerin toplumsal sorunları
karşısında taraf olan ve fiili meşru
mücadele veren sendikalarda üzülerek söyleyelim ki beklediğimiz tutumları göremedik. Savundukları
fikirler ve idealleri ile uygulamaları
arasında açı bulunan sendikalarda
iş çalışanların haklarını korumak ve geliştirmeye gelince bildiğimiz klasik tavır ile karşı karşıya
kalmaktayız.
Tüm Bel Sen Genel Merkezi ile
yapmış olduğumuz toplu sözleşmemizde işten çıkarma koşullarını
karşılıklı belirlememize rağmen,
Tüm Bel Sen Genel Merkezi yönetimi çalışanlarıyla ve Sendikamız
Tez Koop İş yöneticileriyle öncesinde hiçbir görüşme yapmamıştır.
Diğer işyerlerinde karşılaştığımız
tutumun aynısını Tüm Bel Sen
Yöneticileri de yapmaktan çekinmemiştir. İşçilerini arayarak sizi
şu tarihten itibaren işten çıkarıyoruz demekten başka hiç bir şey
yapmamışlardır.
Toplu sözleşme imzalamaya başladığımız yıllardan bugüne, sendikamız üyesi olan olmayan tüm
çalışanlar öncelikle Tüm Bel Sen’i
düşünmüş, “Tüm Bel Sen bir mücadele örgütüdür, ellerimizle kurduk ve tabii ki öncelikli olarak
çalıştığımız sendikamızı yaşatacağız” demişlerdir. İki yıldır çalışanlarımızın, toplu sözleşmeden
İSTEYİN, OKUYUN!
kaynaklı alacakları ödenmemiş,
yeri gelmiş çalışanlarımızın dilekçelerine cevap verilmemiş zaman
zaman sendikalı – sendikasız işçi
ayrımı yapılmıştır. Buna rağmen
çalışanlarımız bu tutumu kamuoyuna yansıtmamıştır. Bunu yaparken amaç korku, çekince vb. kişisel
duygu ve düşünceler değildir. Diğer
sendikalarda olduğu gibi Tüm Bel
Sen’de de çalışan işçiler haklarını
bilen, mücadele içinde olan işçilerdir. Burada niyet çalıştıkları sendikayı kamuoyunda yıpratmamaktır.
Sendikalara ve mücadele örgütlerine baskıların bu kadar yoğun yaşandığı bu topraklarda kendilerine
yapılan haksız uygulamalara sessiz
kalan işçiler takdir edilmesi gerekirken cezalandırılmıştır. Tüm Bel
Sen Yönetimi bu iyi niyetli tutumu
görmek istememiştir. Ve çalışanlarını bir çırpıda işten çıkarmaktan
çekinmemiştir.
Genel Başkanımız Sayın Gürsel
Doğru 17.07.2007 tarihinde yapmış
olduğu basın açıklamasında işten
çıkarmaların haksız olduğunu belirterek, sorunu merkezi düzeyde
görüşerek çözmeyi teklif etmiştir.
Kurumların kamuoyunda yıpranmaması için karşılıklı görüşme
talebinde bulunulmuş, işçilerin
çıkarılmasında ısrar edilirse yasal
ve demokratik hakların kullanılmasında tereddüt etmeyeceğimizi
de açıklamıştır. Fakat Tüm Bel Sen
Yönetimi bu çağrıya cevap vermemiş ve hiçbir adım atmamıştır.
B i z d e Ş u b e o l a ra k G e n e l
Merkezimizin bu kararını destekliyor, işten atılan üyelerimizin
yanında olacağımızı bildiriyoruz.
26 Temmuz itibariyle üyelerimizle
birlikte kararlaştıracağımız eylemlerimizi, Ankara’da, Tüm Bel Sen
Genel Merkezi önünde başlatacağız. Tüm Bel Sen Genel Merkezini
8 işçinin işten çıkarılması kararını
yeniden gözden geçirmeye davet
ediyoruz. Tüm Bel Sen’in haksız ve
toplu sözleşme hükümlerine aykırı
olan işten çıkarma uygulamasına
karşı demokratik kamuoyunu duyarlı olmaya ve işçilerin haklı mücadelesine destek vermeye çağırıyoruz. 20.07.2007”
Biz de burada sendika çalışanlarının hak arama mücadelesinin
yanında olduğumuzu belirtiyor
ve kendine işçi sendikası diyen
sendikaların bu işçi düşmanı tutumlarından vaz geçmelerini talep
ediyoruz.
31 Ağustos 2007 ✓
ÇAĞRI Basın Yayın Ltd. Şti Adına Sahibi: Aziz Özer • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: İlyas Emir
Yönetim Yeri ve Adresi: Şehit Muhtar Mah. Balo Sok. No: 29/5 Beyoğlu - İstanbul • Tel.: (0212) 235 35 70 Fax: (0212) 253 19 27
e-mail: [email protected] • www.ydicagri.com • Banka Hesap: Türkiye İş Bankası Galatasaray-İstanbul, Hesap No: 1022 0 738654
SAYI 114’ün İşçi Eki · Eylül 2007 • Baskı: Uğur Matbaacılık (0212-501 81 09) • Yayın Türü: Yaygın Süreli
panorama
PANOR AM A
Savaş ve silahlanma yarışı gölgesinde kalan
“Dünya Barış Günü”
- DÜNYA -
B
u yazıyı okuduğunuzda 1 Eylül
“Dünya Barış Günü” geride
kalmış, tüm barış isteyenlerle,
savaş yürüttüğü halde barış ister görünenlerin nutuklarını dinlemiş ve
yine normal günlük yaşantımızın,
ekmek ve emek kavgamızın içinde
olacağız.
Belki de kimimiz atılan nutuklara,
söylenen güzel sözlere, –barışı isteyip
hayal ettiğimizden– kapılmış olacağız. Ya da savaşın kaynağının içinde
yaşadığımız sömürü sistemi, yani
kapitalizm olduğunun bilincinde
olarak, egemenlerin yalanlarını yüzlerine haykırıp savaşların kaynağını
kurutmak için daha da sıkı biçimde
sınıf mücadelesine sarılacağız…
Bu ikincisini seçenlere diyecek tek
şey: Haydi! Mücadeleye daha sıkı
sarılalım, haydi, işçileri, emekçileri
kurtuluşları için mücadeleyi ellerine
alması için daha da fazla bilinçlendirip, örgütleyelim!
Savaşlardan bıkıp barış isteyen
ama egemenlerin yalanlarına kananlara ise dünyamızda gerici,
karşıdevrimci tüm savaşların kaynağını, emperyalistlerin ve gerici bölgesel güçlerin dalaşlarını ve barbarlığını göstermek gerekiyor.
Her şeyden önce vurgulanması
gereken gerçeklik, biz sınıf bilinçli
işçilerin, gerçek ve sürekli barışı istediğimiz ve bunun için mücadele yürüttüğümüz olgusudur.
Evet, biz barışı istiyoruz! Ezeni, ezileni olmayan, sömüreni, sömürüleni
olmayan; ırk, renk, ulus, dil, cinsiyet
vb. farklılıkların toplumun, dünyanın zenginliği olarak görüldüğü; herkesin eşit, özgür yaşadığı sömürüsüz,
sınıfsız bir dünya istiyoruz.
Böylesi bir dünya ise savaşların
kaynağı olan sömürücü sistemin, kapitalizmin ortadan kaldırılmasıyla
ancak yaratılabilir. Sürekli barış da
ancak ve ancak savaşın kaynağının
kurutulduğu, sınıfsız, sömürüsüz bir
dünyada mümkündür. Sürekli, gerçek barışı istediğimizden, insanların
insanları sömürmesine karşı olduğumuzdan kapitalizme, sömürü sistemine karşı mücadele ediyoruz.
Biz sınıf bilinçli işçiler, genel olarak
ele alındığında savaşa, savaşlara karşıyız. Fakat savaşların tümden son
bulması için, savaşların kaynağı olan
kapitalizme son vermek için müca-
Guernica, 1937, Pablo Picasso
dele etmek ve savaşmak zorundayız.
Ezilenlerin ezilmesine son vermek
için zorunlu ve kaçınılmaz olduğundan dolayı. Ezilenlerin, sömürülenlerin ezenlere, sömürenlere karşı savaşı
haklıdır, meşrudur. Bilince çıkarılması gereken şey, haklı savaşların
da, gerçekte savaşlara, savaşın kaynağına son vermek için yürütüldüğü
gerçeğidir.
Tüm işçilerin, emekçilerin bilinçlerine kazıması gereken gerçeklik, kapitalizm koşullarında gerçek ve sürekli,
kalıcı barışın mümkün olmadığıdır!
Açlığın, yoksulluğun, susuzluğun…
sömürünün var olduğu bir dünyada,
gerçekte barış mümkün değildir.
1 Eylül “Dünya Barış Günü”nü de
bu gerçekleri yaygınlaştırmanın, kapitalizme karşı proletaryanın sınıf
mücadelesini yükseltmenin bir aracı
haline getirelim.
Gündemi barış değil savaşlar
belirliyor…
1 Eylül 2007 “Dünya Barış Günü”nde
de, dünyamızın birçok ülkesinde,
bölgesinde çatışmalar, savaşlar yaşanmaktadır. Kimi verilere göre
anda değişik düzeylerde ve şiddetlerde 40’a yakın çatışma, savaş yaşanmaktadır. Kimi verilere göre de
17 savaş içinde olmak şartıyla toplam 111 çatışmalı durum mevcuttur.
Bu çatışma ve savaşların büyük bölümü gerici, karşıdevrimci savaşlar
ve çatışmalardır.
Dergimizin 107. sayısında 2006’dan
2007’ye kalanlara değindiğimiz yazımızda şunları söylemiştik:
“Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi
kimi savaşlar emperyalistlerin işgali ve işgale karşı direnişin olduğu
savaşlardır. Filistin-İsrail arasındaki çatışma, savaş ise uzun süreli
çatışmalara-savaşlara örnektir. Bu
arada Lübnan da çatışmaların ve “barış adına” işgal güçlerinin yerleştiği
ülkeler arasına katıldı. Kürt ulusal
sorunu temelindeki çatışmalar sadece
Irak’daki gelişmelerle değil, İran,
Türkiye ve Suriye’deki gelişmelerle
de içiçe varlığını sürdürmektedir.
A f r i k a’n ı n bi rçok ü l kesi nde
bu g ü n s av a ş y a ş a n m a k t a d ı r.
Emperyalistlerin “barışı tesis etme”
adına işgal güçlerini yolladıkları
Kongo Demokratik Cumhuriyeti
gibi ülkelere yenileri katılıyor. BM
şimdi Somali’ye işgal gücü yolluyor,
hem de bunun açıkça savaş ilanı olduğunu gizlemeden. Eritre, Etyopya,
Sudan, Ruanda ve diğer ülkelerde de
çatışmalar, savaş sürmektedir.
Kafkasya’da da değişik biçimlerde
çatışmalar, ya da anda düşük düzeyde
de olsa Çeçenistan’daki savaş biçim
değiştirerek varlığını korumaktadır.
Asya’dan Afrika’ya, hatta kimi Latin
Amerika ülkelerine kadar birçok
ülkede çatışmaların, savaşların sürdüğü bir dünya halindeyiz.
Nepal’deki çatışmalar şimdilik
kimi anlaşmalarla durmuş olsa da Sri
Lanka ve Filipinler’de egemen güçlere
karşı silahlı bir mücadele, çatışmalar
ve evet yer yer savaş haline dönüşen
durumlar yaşanmaktadır.
Tüm bunlar 2007 yılında da çatışmaların, savaşların süreceğini göstermektedir. Kimi çatışmalar son
bulur, kimisi de başlar, ama savaşsız,
çatışmasız bir 2007 yılı olmayacaktır.” (sayfa 13)
Bu tabloya, tabloyu tamamlamak için kimi çatışmaları ekleyebilir, kimini de çıkarabilirsiniz. Ama
işin özünde değişen bir şey yok.
Emperyalistlerin “kalıcı barış çağı”
propagandalarının gerçekte büyük
bir yalan olduğu her geçen gün yeniden ispatlanmaktadır.
Emperyalistlerin esas amaçları
dünyaya egemen olmaktır. Dünyaya
egemen olmak isteyen birçok güç
olunca da çatışmaları, savaşları zorunludur. Onlar en iyi halde kendi
hükümranlıklarını sürdürebilmek,
yeni nüfuz alanlarını ele geçirmeye
hazırlık dönemi için “barış”tan yana
olabilirler… Hükümdarlar, hükümdarlığını, hükmederek sürdüreceklerdir… Böylesi bir durumda da gerçekte barış falan sözkonusu değildir,
olamaz da.
Silahlanma yarışında yeni
rakamlar…
“Stock holm U luslararası Barış
Araştırma Enstitüsü”nün (SIPRI) 11
Haziran 2007 tarihinde kamuoyuna
açıkladığı 2007 Yıllığı’na göre dünya
çapında ilk kez silahlanma için harcanan para 1000 milyar (1 bilyon)
doları aşmıştır. 2006 yılında silah-
lanmaya harcanan toplam miktar
1.204 milyar (1,2 bilyon) ABD dolarıdır. Buna göre 2006 yılındaki harcamalar, 2005 yılına göre %3,5 artış
göstermiştir.
SIPRI’nin raporuna göre de ABD
emperyalizmi büyük bir farkla ilk sıradadır. Ki, rapor silahlanmaya harcanan gerçek miktarı tümüyle içermiyor. Bu durum, hem sözkonusu
enstitünün gerekli tüm bilgilere sahip
olmamasından, hem de raporu hazırlayanların durumu olduğundan iyi,
yani harcamaları düşük göstermeye
çaba göstermesinden kaynaklanıyor.
Örneğin ABD emperyalizminin hem
Dışişleri Bakanlığı ve hem de Enerji
Bakanlığı bütçeleri üzerinden de silahlanmaya para harcamaktadır.
Sözkonusu giderler SIPRI’nin hesaplarında gözönüne alınmamıştır. Her
bir Bakanlığın bütçesinden yıllık 30
milyar doların silahlanmaya veya askeri giderlere harcandığı bilgisi kimi
batılı gazetecilerce verilmektedir.
Kabaca söylendiğinde dünya çapındaki silahlanma, savaş harcamalarının %50’si ABD emperyalizmi tarafından harcanmaktadır.
A BD emper ya l i zmi ni Büy ü k
Britanya, Fransa, Çin, Japonya izlemektedir. SIPRI’nin rakamlarına
göre durum şöyledir: ABD, 528,7
milyar dolar; Büyük Britanya 59,2
milyar dolar; Fransa, 53,1 milyar
dolar; Çin, 49,5 milyar dolar (Çin’in
silahlanma giderleri tahmini hesaplar) ve Japonya, 43,7 milyar dolar. Bu
rakamların dünya çapındaki payı ise
sırasıyla %46, %5, %5, %4, %4’dür.
Yine bir başka veri ise, 15 devletin dünya çapındaki silahlanmanın
%83’ünü elinde tutttuğu olgusudur.
Bir başka olgu da 2002 yılından bu
yana silahlanma harcamalarının %50
artış gösterdiğidir. Son 10 yıllık hesapları yapanların verileri ise %37lik
bir artışın olduğunu göstermektedir.
Genel askeri, silahlanma harcamalarında durum böyle iken, silah
ihracatı ve ithalatında ise durum
şöyledir:
İhracat, 2002-2006: ABD, 32,1 milyar dolar, Rusya, 30,8 milyar dolar,
Almanya 9,2 milyar dolar, Fransa,
8,9 milyar dolar, Büyük Britanya 4,5
milyar dolar. Çin ise 2,1 milyar dolarlık silah ihracatı ile 8. sırada yer
11
panorama
almaktadır.
Aynı dönem için ithalat: Çin, 14,6
milyar dolar, Hindistan, 10,2 milyar
dolar, Yunanistan, 7,2 milyar dolar,
Birleşik Arap Emirlikleri, 7,1 milyar
dolar. Türkiye 2,9 milyar dolarlık silah ithalatı ile 9. sırada yer alıyor.
Tüm bu verilerin “büyük silahlar” kategorisinde ele alınan silahlar için harcamalar olduğu, “küçük silahlar”ın bu hesaplarda gözönüne alınmadığı da bilinçlerde
tutulmalıdır.
En çok silah satanlar ABD ve
Rusya’ d ı r. Bu du r u mda değ işen bir şey yok. En çok silah satın
alanların durumunda da 2006 yılında değişiklik olmamıştır. Çin ve
Hindistan 2005 yılında da en çok
silah ithal eden ülkelerdi. Değişen
durum, ABD’nin ihracatta Rusya’yı,
Almanya’nın da Fransa’yı geçmesi
ve Çin’in silahlanma harcamalarıyla
Japonya’yı geçmesidir. Böylece Çin
genel silahlanma harcamalarında
dünya çapında dördüncü büyük güç
konumuna yükselmiştir.
Silahlanma yarışı ve de dalaşı kuşkusuz ki sadece bu rakamlarla açıklanmaz. Özellikle ABD’nin, AB’nin,
Rusya, Çin ve Japonya’nın dünyanın yeniden paylaşımı dalaşında çok
yönlü hesap ve planları işlemektedir… ABD emperyalizminin Çek
Cumhuriyeti’ne ve Polonya’ya radar
ve füze sistemleri yerleştirme planları gibi, Rusya’nın da buna karşı
attığı adımlar, AKKA Anlaşması’nı
dondurduğunu açıklaması, yeni tipte
nükleer silahların üretimine yönelmesi vb. gibi adımlar, silahlanma yarışını, dalaşını kızıştıran kimi örneklerdir. Yerel güçlerin ya da erel büyük
güç olma çabası içinde olan ama hâlâ
emperyalist güç konumunda olmayanların silahlanma yarışı ve dalaşı
da hızlı biçimde sürmektedir.
Tüm bu dalaş ve savaşların gölgesinde ka lan “1 Eylül Dünya
Barış Günü”nde, başta bu gerici,
karşıdevrimci savaşlara karşı olanlar
ve savaşların kaynağının kapitalist
sömürü sistemi olduğunun bilincinde olmayan emekçi kitleler de barış istemektedir.
Barış ise dünyamıza ne kendiliğinden ne de emperyalistler tarafından
gelecektir… Gerçek ve sürekli barış dünya işçilerinin, emekçilerinin,
“büyük insanlığın” eseri olacaktır.
“Büyük insanlık” bu hedef uğruna
emperyalist barbarlığa son vermek
için mücadeleyi yükseltme görevine
sahiptir.
Emperyalist barbarlığa tümden
son vermek, sömürü sistemini ve
sömürücüleri tarihin çöplüğüne atmak, ancak ve ancak proletaryanın
öncülüğünde gerçekleştirilecek devrimlerle mümkündür. Gerçek barışı
sağlamak için de temel görev, işçi sınıfını sosyalizm bilinciyle donatmak
ve komünist parti önderliğindeki
mücadelede örgütlemektir.
12
18 Ağustos 2007 ✓
Seçimler ve
saldırılar…
- FİLİPİNLER -
F
ilipinler’de toplumsal yaşam
çok yönlü… Bir yandan geçmişin sömürge olmanın geride
bıraktığı izler; bir yandan uzun yılların gerici, faşist diktatörlüğünün
kalıntıları, devamında Marcos diktatörlüğünü aratmayacak yönetimler…
Aquino, Estrada ve Arroyo yönetimleri; diğer yandan ise, bu gerici diktatörlük yönetimlerine karşı değişik
mücadeleler, bu çok yönlü yaşamı
belirliyor.
Ezenler ezmeye, iktidarlarını sürdürmeye çalışırken, ezilenler değişik
biçimlerde ve örgütlenme temelinde
baskılara, zulma karşı direniyor, baskılardan kurtulma mücadelesi yürütüyor. Kısacası Arroyo rejimine karşı
da mücadele ulusal ve sınıfsal temellerde sürüyor.
2001 yılından beri Filipinler Arroyo
tarafından yönetiliyor. 2004 yılındaki seçimlerde sahtekârlık yapıldığı
ve bu temelde Arroyo’nun başkan
seçildiği hemen herkes için tartışılmaz gerçeklik. Fakat buna rağmen
Arroyo koltuğundan edilemedi. İki
kere dokunulmazlığının kaldırılması
için çalışıldı, olmadı. Bunun da esas
kaynağı parlamentodaki büyük çoğunluğun Arroyo yanlısı olmasıydı.
Bu bağlamda 14 Mayıs’ta yapılacak seçimlerin esas önemi, parlamentoda muhalefetin çoğunluğu ele
geçirmesi durumunda, Arroyo’nun
dokunulmazlığının kaldırılmasının
gündeme geleceği ihtimaliydi. 14
Ocak’tan itibaren seçim kampanyası
başladı. 14 Mayıs’ta yapılacak seçimlerde hem parlamento, hem senato ve
hem de valilikler, belediye başkanlığı ve belediye meclisleri seçimleri
sözkonusuydu.
Seçim kampanyası ve seçimler,
Filipinlerde genelde alışılmış olduğu
gibi şiddet, ölüm ve çatışmalı geçti.
150 civarında insan yaşamını yitirdi.
Bunlar esas olarak muhalif adaylar
ya da herhangi bir katletme olayının
şahitleriydi. Sonuçta Arroyo rejimine
muhalif kesimler, Filipinler Komünist
Partisi yanlısı olarak görülüp gösterilenler, sendikacılar, insan hakları
savunucuları vb.leri rejimin katletme
eylemlerinin kurbanları oluyordu.
2001 yılından beri, yani Arroyo’nun
Başkanlık koltuğuna oturmasından
beri 850’den fazla “yargısız infaz”
ve 200 civarında da insanın kaybedilmesi, ortadan kaldırılması olayı
yaşanmıştır. Sözkonusu 1000 kişiden
fazla insanın rejimin savunucuları,
uşakları tarafından bilinçli olarak
katledildiği tartışma konusu bile
değil.
Sözkonusu bu insanlar genelde silahsız, sivil ama muhalif insanlar.
Silahlı muhalif güçlerle çatışmalarda
yaşamını yitirenler bu sayı içinde değildir. Örneğin Filipinler Komünist
Partisi’nin silahlı gücü olan Yeni
Halk Ordusu (NPA), Moro Ulusal
Kurtuluş Cephesi (MNLF), Moro
İslamcı Kurtuluş Cephesi (MILF)
veya islamcı Ebu Sayyaf güçlerine
karşı saldırıda ölen insanların sayısı
belli değildir. Bu örgütlerin mücadeleleri farklı kanallarda yürüse de,
hepsi de Arroyo rejimine karşıdır.
Arroyo rejimi de doğal olarak bu
güçlere karşı saldırı halindedir.
Bu saldırıda Arroyo rejiminin en
büyük ve açık destekçisi ABD emperyalizmidir. ABD emperyalizminin
Filipinlerde yerleşmiş askeri gücü bulunmaktadır ve 11 Eylül 2001 sonrası
dönemin “teröre karşı mücadele”sini
Filipinler rejimiyle ortak biçimde
sürdürmektedir.
Bu “teröre karşı mücadele” içinde
“yargısız infazlar”, insanları kaçırma
ve kaybetmeler, katliam ve işkenceler, siyasi hakların çiğnenmesi, ekonomik, sosyal ve kültürel hakların
ayaklar altına alınması gibi durumlar sürekli ve sistemli yaşanmakta ve
kendi kaderini tayin etme hakkı sistemli biçimde çiğnenmektedir.
Bu arada 87 milyonluk nüfusun
65 milyonu, %75 civarındaki nüfus
günde iki doların altındaki gelirle yaşama mücadelesi vermek zorundadır.
6,1 milyon kadar on yaşın altındaki
çocuğun %25’i normal kilonun altındadır; 2,5 milyon çocuk çalışmak
zorunda ve 1,5 milyon çocuk sokakta
yaşamaktadır. Kısacası Filipinlerin
sorunları saymakla bitmiyor.
Seçimler, seçim sahtekarlığı yapıldığı, oyların satın alındığı, şiddetin
gündeme geldiği ve 150 civarında
insanın öldürüldüğü koşullarda yapıldı. Senato seçimlerinde 12 senatör
seçildi, 2’si Arroyo yanlısı seçilen diğerleri ise esasta muhalefet adaylarıydı. Fakat parlamentodaki büyük
çoğunluk Arroyo yanlısı partilerin
elinde kaldı. Böylece Arroyo’nun
dokunulmazlığının kaldırılması ihtimali ortaya çıkmadı. Buna göre
Arroyo en azından 2010 yılına kadar başkanlık koltuğuna oturacak…
Valiler, belediye başkanları ya da belediye meclislerinin seçimi o kadar
önemli görülmedi.
Sonuçta seçimler senatoda ya da
kimi valilik veya belediye başkanları
seçimlerinde değişikleri beraberinde
getirse de, özde bir şey değiştirmedi.
Seçimlerdeki sahtekârlıklar da sonucu değiştirmiyor.
Ülkenin esas sorunları başkadır.
Bir yandan Filipinler rejimi ve ABD
emperyalizmi “terörizme karşı mücadele” adına saldırganlığını sürdürürken, aynı zamanda bu saldırganlığa karşı mücadele, hem Yeni Halk
Ordusu, hem de özellikle Ebu Sayyaf
örgütü güçleri tarafından değişik biçimde sürdürülmektedir.
ABD emperyalizmi El Kaide ile
ilişkili gösterdiği Ebu Sayyaf ’ın liderlerinin başına 5’er milyon dolar
ödül koyarken; Arroyo 2006 Haziran
ayında “komünist isyanın iki yıl
içinde” bitirileceğini ve ordu ile kendisini birleştirenin “bu harç” olduğunu ilan ediyordu.
Bu i la nın doğa l sonucu ise,
Filipinler Komünist Partisi yanlısı
olduğu düşünülen, öyle ilan edilen
herkese karşı sınırsız saldırı ve yok
etme savaşı sürdürmektir. Bir yandan
Yeni Halk Ordusu güçlerine karşı
saldırılar gerçekleştirilirken, esasta
da silahsız ve legal alandaki muhalefeti sindirme siyaseti yürütülmekte,
çoğunlukla siviller katledilmektedir. Kim “komünist” veya “terörist”,
kararı rejimin güçleri vermektedir.
Kelimenin gerçek anlamında “komünist” olarak görülenlerin katledilmesinin vacip olduğu, “görüldüğü yerde
kurşuna dizilmesi” gerektiği gibi bir
durum yaşanmaktadır. “Terörizme
karşı mücadele” kanunu ile de bu
durum tümüyle yaşanmaz kılınmaktadır. Artık öyle taşınmaz bir
durum var ki, ABD firması Walmart
bile katletmelere artık bir son verilmesini talep etmektedir… Arroyo
rejimi ABD emperyalizminin doğrudan desteğiyle, onunla omuz omuza
baskılara, sömürüye kapitalist sisteme karşı mücadele edenlere saldırı
halindedir.
Hem komünist isyanı bastırmaya,
hem de Ebu Sayyaf örgütü gibi islamcı ve El Kaida ile ilişkili gösterdiği
güçlere karşı son yılların en yoğun
saldırılarını gerçekleştirmektedir.
Kamuoyuna yansıyan haberlere göre
çatışmalar değişik düzeylerde sürüyor. Kelimenin gerçek anlamında bir
savaş yürümektedir Filipinlerde.
Bu savaş ve çatışmalar içinde kuşkusuz ki öncelikle bizi ilgilendiren
Filipinler Komünist Partisi ile Yeni
Halk Ordusu’nun, devrimci muhalefetin mücadelesidir.
Arroyo rejiminin komünistlere
karşı mücadele ilanı pratik olarak
başta sivil muhalefeti sindirme ve
askeri olarak da Yeni Halk Ordusu
güçlerine karşı saldırılar biçiminde
sürerken, kimi tanınmış muhalif kesimlere karşı da değişik biçimlerde
saldırılar gündemdedir.
panorama
Marcos diktatörlüğüne son verilmesinin 20. yıldönümünde, 25 Şubat
2006 tarihinde yapılan eyleme katılmak isteyen ve Arroyo rejimi tarafından tutuklananlar arasında Bir
Mayıs Sendikası Başkanı ve Filipinler
Senatosu üyesi Crispin Beltran da
vardır. Beltran 2001-2004 yılları arasında HUML (ILPS) Başkanlığı da
yapmıştır. “Suçu” Marcos diktatörlüğüne son verilmesini kutlama eylemine, yürüyüşüne katılmak olan
Beltran’ın, dokunulmazlığı bile ayaklar altına alınmış ve geçmişte “halkı
isyana teşvik etmek” gerekçesiyle tutuklanmıştır. Tüm protesto eylemlerine ve taleplere rağmen Beltran hâlâ
serbest bırakılmamıştır. Beltran’ın
katledilmemiş olmasının esas temeli,
onun uluslararası alanda tanınmasıdır gerçekte. Yoksa zindanlara tıkılan sayısız muhalif insanların belirsiz kaderine, faili belli (meçhul)
“yargısız infazlarına” çoktan kurban
gitmesi büyük bir olasılıktı… 73 yaşını doldurmuş ve hasta durumda
olan Beltran’ın tedavisinin bile engellendiği bir ülkede, bu durum, son
yıllarda tutuklanan yüzlerce muhalif
insanın sonunun hiç de iyi olmayacağının açık göstergesidir.
Komünist isyana karşı mücadele
sadece Filipinler çapında yürümüyor. Örneğin, FKP’nin başkanı ve
YHO’nun (NPA) şefi olarak görülen Prof. Jose Maria Sison’a karşı AB
Konseyi’nin tavrı, uluslararası çapta
komünistlere karşı saldırının bir
örneğidir.
Filipinler Ulusal Demok ratik
Cephe’nin siyasi başdanışmanı
olan Sison’un durumu hakkında,
Hollanda’nın en yüksek mahkemesi
tarafından birkaç kez uluslararası
kanuna göre siyasi mülteci olduğu
kararı verilmesine rağmen, AB
Konseyi 28 Haziran 2007 tarihinde
Sison’u “terörist” olarak “kara listeye” alma tavrını takınmıştır. AB
yüksek mahkemesi 11 Temmuz’da
bu kararı geçersiz ilan etse de
Sison şahsında Filipinler Komünist
Partisi’ne ve Yeni Halk Ordusu’na
karşı saldırılar uluslararası düzeyde
de sürdürülmektedir.
Gerek Beltran’ın gözaltına alınmasına karşı, gerekse de Sison’a karşı
AB’nin saldırılarına karşı mücadele, enternasyonal dayanışmanın
gerekleridir.
Daha önceleri de söylediğimiz
gibi: Arroyo rejiminin Filipinler halkına karşı zulmünü lanetlerken genelde faşizme karşı mücadele edenlerle, özelde de Filipinler Komünist
Partisi’yle dayanışma içinde olduğumuzu; onların sınıfsız, sömürüsüz
bir dünya için mücadelesinin bizim
de mücadelemiz olduğunu bir kez
daha haykırıyoruz.
Ya ş a sı n
proletarya
enternasyonalizmi!
Beltran hemen ve koşulsuz serbest
bırakılmalı ve Sison’a yönelik saldırılara hemen son verilmelidir!
19 Ağustos 2007 ✓
“Gerillalar halkın
ordusudur…”
- OAXACA -
sonra yeni bir başkanımız var.
YDİ Cağrı- Calderone baskılardan
önce de başkan değil miydi?
R. L. Acevedo- Hayır. Başkan
Vicente Fox’tu. Fox bizim üstümüze
polisleri saldı. Calderone yeni başkan
ve şimdi Meksika’da uyuşturucuyla
çok büyük bir mücadele var. Ocak
ile Haziran ayları arasında uyuşturucuyla mücadele için tam 1500 kişi öldürüldü ve bu yüzden de Calderone
uyuşturucuyla mücadelemiz olduğu
için bütün askeri üsleri ve birlikleri
tüm yurda dağıtıyor.
YDİ Cağrı- Bunları bahane ederek
tüm halka yayacak yani.
R. L. Acevedo- Evet
Daha önceki sayılarımızda Oaxaca direnişi hakkında yazmış,
gelişmelerden okurlarımızı haberdar etmiştik. 113. sayımızda
katıldığımız Halkın Hakları Forumu üzerine bir yazı
yayınlamıştık. Bu forumda Oaxaca’dan gelen bir konuk vardı.
Meksika Oaxaca Halk Meclisi (APPO) temsilcisi Rocio Luna
Acevedo. Onunla kısaca Oaxaca üzerine söyleştik.
Bu söyleşiyi aşağıda okurlarımızla paylaşıyoruz:
Y
Dİ Cağrı- Oaxaca direnişi
ve APPO hareketi Türkiye’de
biraz devrimci bir başkaldırı
olarak tanıtıldı, öylemi acaba, gerçekten devrimci bir başkaldırı mı?
Zapatista’ların size karşı tutumu ne?
R. L. Acevedo- Zapatistalar ya da
Laura Campania gibi örgütlerin daha
farklı bir mücadelesi var. Kendi hedefleri için farklı mesajları var. Marcos’un
bizim öğretmenler hareketi ya da
APPO hareketine karşı tavrı büyük bir
dayanışma örneği değildir. Marcos bizimle yalnız birkaç ortak amaçta aynı
düşünüyor. Markos bizimle politik bir
ilişki geliştirdi, öğretmenlere “tamam
bu sizin hareketiniz”, APPO’ya “tamam bu sizin hareketiniz” diyor ama
bizim mücadelemiz farklı diyor. Bazı
gösterilerde ve aktivitelerde Marcos
insanlarını bize gönderdi ama yine de
Marcos % 100 bizimle değil ve bizim
de Oaxaca’da faklı bir hedefimiz var.
Devrimci bir hareket olup olmadığımızı sormuştunuz. APPO hareketi
bir devrim gibi tüm sosyal ve politik
alanda dönüşümü olan bir hareket
değil, daha kısıtlı bir hareket. Bizim
Meksika devrimi gibi bir tecrübemiz oldu ama kısa süren deneyim
oldu çünkü devrimden sonra her
şey eskiye döndü. Neo-liberal ve sağ
hükümetler tekrar kuruldu. Bazı gerilla örgütlerinin bizi desteklediğini
biliyoruz, fakat kendilerini pek gös-
termiyorlar ama parti tüzüklerinde
bizleri yalnızca moral ya da politik
olarak değil gerektiğinde silahları ve
ordularıyla destekleyebileceklerini
ilan ettiler.
YDİ Cağrı- Siz gerillaların silahlı
desteğini istiyor musunuz?
R. L. Acevedo- Eğer gerekli olursa
yardım edebileceklerini söylüyorlar.
Şu anda Oaxaca’da bir şeyler hazırlanılıyor. Mercimek fırına verildi. Yeni
bir çeşit mücadele hazırlığı başlıyor.
YDİ Cağrı- Ne tür bir mücadele
acaba?
R. L. Acevedo- Gerillalar eğer baskılar Haziran’ın 14’üne kadar kaldırılmazsa mücadeleye katılacaklarını bir manifesto ile hükümete
bildirdiler.
YDİ Cağrı- Marcos’un daha aktif
bir şekilde mücadeleye katılacağını
mı söylüyorsunuz?
R. L. Acevedo- Marcos’tan bahsetmiyorum, gerillaları kastediyorum.
Gerillalar başkadır Marcos başkadır.
Marcos bizim gerilla olarak gördüğümüz biri değil. Gerillalar halkın
ordusudur, Marcos’tan bahsetmiyorum. Öğretmenler olarak hem yerel
hem de federal hükümetin baskısı
altındayız ama şimdi bu yeni Başkan
Felipe Calderone ile baskılardan
YDİ Cağrı- Türkiye’de bir Latin
Amerika devriminden bahsediliyor.
Chavez ya da Moralles gibi. Bunları
nasıl değerlendiriyorsunuz? İlişkiniz
nasıl onlarla?
R. L. Acevedo- Sol hükümetlere
karşı sempati duyuyoruz. Bazı aktivitelerimize Kolombiya, Venezüella
ve Bolivya’dan insanlar gelip bizimle
deneyimlerini paylaşıyorlar. Tabi
ki Chavez’i ve Bolivya’yı politik bir
hareket olarak destekliyoruz, sadece
Latin Amerika mücadeleleri olarak
değil, bir dünya mücadelesi olarak.
Eğer Calderone baskılarını ağırlaştırırsa mücadelemiz Bolivya’ya,
Venezüella’ya da sıçrayacak. Şu anda
barış içinde pazarlıklar ve anlaşmalar süreci içerisindeyiz ama hükümet
bizi zorlamaya devam ederse yalnızca
Oaxaca’da değil Meksika’nın birçok
yerinde mücadele başlayacak. Sadece
bir tane Marcos değil birçok Marcos
ortaya çıkacak.
Şu anda söylediğim şey sıra dışı
ya da bilinmeyen bir şey değil, bu
Oaxaca’lı insanların düşünceleri. Biz
hükümetin bu sömürüyü durdurması gerektiğine inanıyoruz çünkü
daha fazla direnemezler. Eğer buna
bir son vermezlerse yalnızca Oaxaca
değil bütün eyaletler ayağa kalkacak.
Yalnızca bir eyaletteki adaletsizlikten
bahsetmiyoruz tüm ülke zengin ve
fakir diye ayrılmış durumda. Birçok
fakir insan var ve eğer bu neo-liberal
politikalar sona ermezse tüm ulus
harekete geçecek.
YDİ Cağrı- Son soru, kadınların
bu mücadeledeki yeri nedir?
R. L. Acevedo-
Bizim APPO
bünyesinde bir kadın örgütümüz
var. Kadınların hareketi bizim için
önemli çünkü kadınlar maço kültüründen dünyanın her yerinde olduğu
gibi acı çekiyorlar. Şu anda bu durumumuzu değiştirmeye çalışıyoruz.
Düşünüyoruz ve konuşuyoruz.
YDİ Cağrı- Kendi kadın örgütünüz var mı, adı nedir?
R. L. Acevedo- Evet, adı COMO.
Oaxaca Women Coordination.
Çağrı: Söyleşi için teşekkür ederiz. ✓
13
yaşam temellerini koruma mücadelesi
Susuzluk kader değil!
2
007 yılının üzerinde konuşulan
en önemli olaylarından birini
de su sorunu oluşturuyor.
Su açısından zengin kaynaklara
sahip olduğu belirtilen Türkiye’nin,
bu yaz yaşadığı su sorunu, aslında su
açısından Türkiye’nin hiç de zengin
olmadığını gösterdi.
Batıda kış ve bahar aylarında yeterli yağış yağmaması sonucu, göller,
nehirler kurudu. Barajlarda önemli
oranda su seviyesi düştü. Bunun
sonucu olarak özellikle Ankara ve
İstanbul’da alarm zilleri çalmaya başladı. Ankara’da barajlarda su seviyesinin önemli oranda düşmesi sonucu
su kesintilerine başlandı. Su kesintisinden esas olarak emekçiler etkilendi. Emekçilerin oturduğu semtlere
su uzun aralıklarla verilebiliyor.
Belirli aralıklarla verilen su, basınç
nedeniyle ana su borularının patlamasına yol açtı. Su sorunun tam
ortasında milyarlarca metre küp su
boşa aktı.
İstanbul’da da barajlarda su oldukça azaldı. Gelecekte İstanbul için
su sorununu çözmek için Melen Çayı
suyunun İstanbul’a getirilmesi çözüm olarak sunulmaktadır. Melen
Çayı ise balık ölümleri ile gündeme
geldi.
İzmir’de de su kaynakları giderek
azalmaktadır. İzsu’nun çağrısı ile
yapılan tasarruf kampanyası sonucu
olarak, İzmir bu yaz su sorunu yaşamayacaktır. Ancak gelecekte İzmir’de
su sorunu yaşanacaktır.
Yaz ortasında cemaat yağmur duasına çıktı. Her şeyde olduğu gibi, yağmur da Allaha havale edildi!
Türkiye’de su
Yıllık ortalama yağış
Yağan yağmurdan akarsulara, göllere
boşalan miktar
Yer altı suyu potansiyeli
Ekonomik olarak geliştirilebilir su
potansiyeli
Yer altı suyundan kullanılan sulama suyu
Yer altı suyundan kullanılan içme suyu
643 mm
Türkiye’de tatlı su kaynakları giderek azalmasının çeşitli nedenleri var.
Önemli nedenlerden biri, suyun hiç
bitmeyecekmiş gibi bilinçsiz kullanımı oluşturuyor. Örneğin Konya
Türkiye’nin buğday ambarı olarak
adlandırılıyordu. Adlandırılıyordu
diyoruz çünkü Konya bu özelliğini
bu yıl kaybetti. Yerüstü ve yer altı su
kaynaklarının bilinçsizce tamamen
tüketilmesi sonucu buğday rekoltesinde yüzde 60 civarında bir düşüş
yaşandı.
Tatlı su kaynaklarının azalmasının
diğer bir önemli nedeni, en önemli
nedeni küresel ısınmadır. Küresel
ısınmanın temelinde fosil yakıtların
(petrol, doğalgaz, kömür) enerji üretiminde kullanılması yatmaktadır.
Küresel ısınma sonucu olarak tüm
dünyada iklimler değişmiştir. Bu
iklim değişikliklerinden Türkiye de
payını almıştır.
Küresel ısınmanın Türkiye’ye yansıması, Karadeniz bölgesi hariç, kuraklık, buna bağlı olarak çölleşme
olacağı hesaplanmaktadır. Bu yıl
yaşanılan kuraklık gelecekte yaşanılacağı ön görülen çölleşmenin
habercisidir.
Gelecekte su altın değerinde olacaktır. Tatlı su kaynakları azalacağı
için su uğruna savaşların olacağı
öngörülmektedir.
Ortadoğu’da su kaynakları, su
kaynaklarının denetimi, çıkacak çatışmaların, savaşların en önemli nedenlerinden biri olacaktır.
Evsel atıklar, kimyasal maddeler,
çarpık kentleşme, plansız yerleşme,
ormanların yok edilmesi vb. gibi etkenler tatlı su kaynaklarının azalmasının diğer bazı nedenleridir.
Bizler de çevremizdeki su kaynaklarının zehirlenmesi, hoyratça kullanılması konusunda duyarlı olmalı,
inisiyatif geliştirmeli, su kaynaklarını zehirleyenlere karşı mücadelenin ön safında yer almalıyız. Günlük
ihtiyaçlarımızı karşılarken suyu israf
etmemeli, bu konuda çevremize örnek olmalıyız.
Su başta olmak üzere, doğal kaynakları kar uğruna hoyratça talan
eden kapitalizmdir. Kapitalizmde temel amaç daha fazla kar olduğu için
doğal dengenin değişmesi, çevrenin
kar uğruna katledilmesi kapitalistleri
ilgilendirmemektedir.
Kapita lizm geleceğ i mizi yok
etmektedir.
Geleceğ i mize sa hip çı k a l ı m.
Kapitalizme karşı mücadelemizi
yükseltelim!.
16 Ağustos 2007 ✓
Aliağa’da termik santral
yapılmasına hayır!
186 milyar m3
41 milyar m3
110 milyar m3
2,1 milyar m3
2,0 milyar m3
Yer altı suyundan kullanılan endüstri suyu
2,1 milyar m3
Yılda kişi başına düşen su miktarı (65 milyon
1700 m3
nüfusa göre)
Kişi başına ortalama günde içme kullanma
250 L/S
suyu tüketimi
Su kullanımı (2003)
40,2 milyar m3
yer altı suyu
6,2 milyar m3
yüzeysel su
34 milyar m3
Suyun sektörel kullanımı (2003)
14
sulama
29,5 m3
içme
6,2 milyar m3
endüstri
4,3 milyar m3
İ
zmir Aliağa Çakmaklı Köyü ile
Gencelli Koyu‘na kadar uzanan
arazi üzerinde 18 yıl önce termik
santral yapılmak istenmişti. Termik
santral planı, köylülerin ve çevrecilerin verdiği hukuk mücadelesi sonucu
rafa kaldırılmıştı.
18 yıl önce bölgeye termik santral
yapılmasına karşı direnen köylüler,
bu bölgede termik santral yapılamayacağına ilişkin yargı kararı olmasına
rağmen, neyin değiştiğini soruyor ve
gerekirse yeniden mücadele edeceklerini söylüyorlar.
18 yıl önce rafa kaldırılan Aliağa’ya
termik santral yapma planı, bu günlerde yeniden gündemde.
Aliağa’da termik santral yapmak
için Enka Holding, Habaş, Batıçim
Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’na
lisans başvurusu yaptı.
Batıçim Aliağa’da 80 dönüm arazi
satın aldı. Batıçim 350 milyon dolar
harcayarak 250-300 MW kapasiteli
yaşam temellerini koruma mücadelesi
termik santral yapmak istiyor.
Habaş aynı yerde 618 MW’lık termik santral yapmak istiyor.
Enka Holding Aliağa’da termik
santral yapma planından vazgeçmiş,
lisans başvurusunu geri çekmiştir.
Enka Holding’in Aliağa’da bir doğalgaz çevrim santrali var.
Küresel ısınmanın temelinde, fosil
yakıtların enerji üretiminde kullanılmasının bulunduğu gerçeği, genel
kabul görüyor. Buna gerçeğe rağmen
nasıl oluyor da çevreye ve insan sağlığına zararlı yeni termik santraller
yapılmak isteniyor? Kapitalizmde
üretimim temel amacı sadece daha
fazla kar olduğu için, kapitalistler
sadece kazanacakları tatlı karları
düşünüyorlar. Onlar çevre ve insan
sağlığını, kendilerine kar getirmediği
sürece, üzerinde düşünülecek bir şey
olarak görmüyorlar.
Fosil yakıtların kullanıldığı enerji
üretimi kapitalistler için epey karlı
olmaktadır. Bu nedenle, çevre ve insan sağlığı tehlikeye girecekmiş onlar
için önemli değildir. Ne de olsa anlayışları “benden sonrası tufan”dır!
Aliağa’da; petrol rafinerisi, demir
çelik fabrikaları, gemi söküm tesisleri ve diğer tesisler nedeniyle çevre
sağlığı ve canlı yaşam çok büyük risk
altında bulunmaktadır.
Aliağa’ya termik santral yapılması,
sadece Aliağa için değil İzmir ve Kuzey
Ege kıyıları ve bölgenin tamamı için
çevresel felaket yaratacaktır.
Termik santraller içinde, örneğin
Yatağan Termik santralinin çevreye
verdiği zararlar ortadadır.
Yatağan termik santrali yatağanlıları sık sık evlerine hapsetmesi ile
gündeme gelmektedir. Santralin
bacalarından çıkan zehirli gazlar,
Yatağan’da çevreyi küle dönüştürmüştür. İnsanlarda kanser ve
üst solunum hastalıkları artmıştır.
Santralin çevresinde tarım yapılması
olanaksız hale gelmiştir. Santral bacalarından dışarı atılan kükürt ve
azot, atmosferdeki su buharı ile birleşerek, asit yağmuru şeklinde tekrar
toprağa dönmektedir. Asit yağmurları Yatağan’da olağan hale gelmiştir. Bütün bunların aynısının termik
santral yapıldığı koşullarda Aliağa’da
olacağını söylemek için müneccim
olmaya gerek yoktur.
Çevreye zararlı, temelinde fosil yakıtların kullanımının durduğu enerji
türlerine muhtaç değiliz. Ülkelerimiz
yenilenebilir, alternatif enerji kaynakları açısından oldukça zengindir.
Güneş, rüzgar, jeotermal bize yeter.
Sadece güneş enerjisinin enerji üretiminde kullanılması yeter de artar
bile!
Çevreye zararlı enerji türlerine,
termik santrallere hayır!
Tüm termik santraller kapatılsın!
Yenilenebilir, alternatif enerji kaynaklarına evet!
22 Temmuz 2007
YDİ Çağrı/İzmir ✓
Her yaz tekrarlanan felaket;
Orman yangınları!
Hızlı bir şekilde yangına müdahale edebilen, binlerce metreküp su alabilen yangın
söndürme uçaklarını bu devlet almıyor. Gerekçe “kaynak yok!” Oysa bu devlet
silahlanmaya, savaş giderlerine milyarlarca dolar harcıyor.
H
er yıl yaz aylarında, çıkançıkartılan orman yangınları sonucu binlerce hektar
ormanlık alan kül oluyor. Her geçen
yıl, bir önceki yılı aratıyor. Orman
yangınları sayısı her yıl katlanarak
artıyor. Yanan ormanlık alan da katlanarak büyüyor.
Antalya’da 1 Haziran’dan beri 130’u
aşkın orman yangını çıktı. Geçen yıl
bu sayı 40’tı.
Bu yılda, Haziran, Temmuz ayları
içerisinde, Mersin, Antalya, Muğla,
İzmir, Denizli, Balıkesir’de çıkan orman yangınlarında binlerce hektar
orman alanı kül oldu.
Temmu z ay ı içinde Bod r u m
Güvercinlik köyü ile Milas’ın Meşelik
Köyü’nde çıkan orman yangınında
80 bin adet Halep çamı kül oldu.
Dünyanın koruma altındaki en büyük Halep çamı ormanı 150 yaşında
idi. Ya koruma altında olmasaydı,
diye düşünemeden edemiyor insan!
Her orman yangını sonrası, timsah
gözyaşları dökülüyor. “Ciğerlerimiz
yandı” feryatları yükseliyor. Yanan
orman alanlarının imara açılması,
maden arama şirketlerine tahsis edilmesi, akıtılan gözyaşlarının sahte olduğunu gösteriyor.
Bu ülkede yaşamsal önemi olan,
giderek azalan ormanlık alanlara
gerekli önem verilmiyor. Önem verilmediğini Orman Bakanlığı’nın
elinde bulunan orman yangınlarını
söndürme filosu gösteriyor. Orman
Bakanlığı’nın elinde 29 helikopter,
15 THK uçağı, 6 tane amfibik uçak
var. Bunlar dışında ellerinde kazmakürekle çalışan binlerce işçi, greyder,
kepçe, arazöz var.
Aynı anda çeşitli yerlerde çıkan
orman yangınlarına müdahale için
bu filonun yeterli olduğunu söylemek mümkün değil. Hızlı bir şekilde
yangına müdahale edebilen, binlerce
metreküp su alabilen yangın söndürme uçaklarını bu devlet almıyor.
Gerekçe “kaynak yok!” Oysa bu devlet silahlanmaya, savaş giderlerine
milyarlarca dolar harcıyor. En yeni
savaş uçağı almaya gelince kaynak
bulunabiliyor. Tankların modernizasyonuna gelince kaynak bulunabiliyor. En yeni helikopter almaya gelince kaynak sorunu olmuyor. Fakat
çevre için yararlı bir iş yapmaya
gelince kaynak olmuyor. Sadece bu
durum bile, neye önem verildiğini
gösteriyor.
Tunceli’de “teröristler barınmasın” diye ormanlar yakılıyor. Batıda
ağaç dikme törenleri yapılıyor. Ağaç
dikme kampanyaları düzenleniyor.
Çevrenin önemi üzerine nutuklar
atılıyor. Bütün bunlar sahtekarlıktır.
İkiyüzlülüktür!
Bu düzende çevrenin korunması,
çevreye önem verilmesi olmayacak
bir iştir. Her şeyin paraya göre belirlendiği, üretimin amacının daha
fazla kar olduğu bu düzende çevre ve
toplum sağlığı gözetilmemekte, gerekli önem verilmemektedir.
Kapitalizmde toprak önemli bir
rant aracıdır. Özellikle kıyı alanlarında ormanlık alanlar bilinçli olarak yakılmakta, turizm için yapılaşmanın yolu açılmaktadır. Ormanın
olmadığı, yeşil bitki örtüsünün olmadığı alanlarda betonlaşma kar
sayılmaktadır. Para ve kar hırsı temelinde hareket edildiği için uzun
vadede ormanın, yeşil bitkisinin olmadığı alanların, kaybedileceği gerçeği görülmemektedir.
Orman yangınlarının nedenlerinin yüzde 90’ı insan kaynaklıdır.
Anız yakma, sigara izmariti, piknik
ateşi, kasten yakmayı örnek olarak
verebiliriz. Ormanların, yeşil bitki
örtüsünün olmadığı bir yerde amaç
ne olursa olsun yapılaşma ile gelecek
karın uzun ömürlü olmayacağı, gerçeği görülmemektedir.
Üretimin amacının toplumun ihtiyaçlarını karşılamak olacağı, doğa
yasalarının bilincinde, doğa ile
uyumlu bir yaşam ancak sosyalizmle
mümkündür.
Dünyanın mahva sürüklenmesini
ancak sosyalizm önleyebilir.
Ya barbarlık ya sosyalizm!
Çevre alanında da seçenek ler
bunlardır.
22 Temmuz 2007 ✓
15
yeni dünya gençliği
Gençlik gelecektir,
gelecek ellerimizde!
Y
eni Dünya Gençliği aktivistlerinin düzenlemiş olduğu ‘‘İşçi
gençliğin sorunları ve Gençlik
Enternasyonali’nden deneyimler’’
konulu etkinlik Esenyurt Güney
Kültür Merkezi’nde 60 kişinin katılımıyla gerçekleştirildi. İşçi ve öğrenci
gençliğin sorunlarının tartışıldığı,
Gençlik Enternasyonali’nden de örnekler verilerek sürdürülen etkinlik,
tiyatro gösterimi ve müzik dinletisiyle de kültürel boyut kazandırılarak coşkulu bir şekilde son buldu.
Etkinlik tarihi ile Türkiye’deki genel seçimlerin tarihi aynı olduğu için
kısaca seçimler üzerine tavrımız anlatıldı. Bu bağlamda; 80 küsür yıldır
halkımızın önüne seçim sandığı koyarak özünde ‘‘seni daha çok kimin
sömürmesini istersin’’ biçiminde
egemenler bizlere geldiler. Gelirken
bizlere birçok vaatler ettiler. Daha
sonra başa geldiler. Başladılar ‘‘iş’’
yapmaya!!!... İçtiler kanımızı, iliklerimize kadar sömürdüler... 80 yıldır
emekçiler açısından aslında, değişen
çok şey oldu. Yoksulluğumuz daha da
arttı, çilelerimiz katmer katmer çoğaldı. İşte yine, yeni bir seçim dönemi
ve yine aynı söylemler. Emekçiler açısından değişen bir şeyin olmayacağı
aslında açıktır. Gerçek çözümün dev-
rimde, sosyalizmde olduğu anlatıldı.
İşçi gençliğin sorunları bölümünde;
çocuk emeğinin sömürüldüğü, genç
işçilerin zor şartlarda ve düşük ücretlerle çalıştırıldığı kapitalist sistemde
gençlere ancak geleceksizlik ve umutsuzluk verildiği üzerine duruldu.
Öğrenci gençliğin sorunları bölümünde ise; gençliğin daha ortaokul
sıralarında ‘‘bir yarış atı edasıyla’’
yarıştırılmaya başlandığı, önüne
önce OKS ve daha sonra lise sıralarında da ÖSS duvarının konulduğu
belirtilerek kapitalist eğitim sisteminin bilimsellikten uzak ve ezbere
dayalı bir sistem olduğu vurgulandı.
Her iki bölümde de çözümün örgütlü
mücadelede olduğu ve sosyalist sistemin ancak gençler açısından gelecek
ve umut vaat edeceği belirtildi.
Etkinliğin kültürel bölümünde
ilk önce Tiyatro Güney sahne aldı.
Oyunda, gençlerin ÖSS sınavına hazırlandıkları dönemde yaşadıkları
sıkıntıları, kâbusları anlatan bir bölüm ve feodal aile ilişkilerini, gençlerin burjuva alışkanlıklarını eleştiren
bölümler vardı. Daha sonra sahneye
Özgürlük Korosu çıktı. Birbirinden
güzel türkü, şarkı ve marşlarla kitleyi oldukça coşturdular. Özgürlük
Korosu, yerin yüzlerce metre derin-
Maksim Gorki “ANA”
16
Bir aile düşünün. Anne, baba ve genç bir evlat.
Baba alkolik biridir. Eve her gün içerek gelir. Ve
aile bireylerine hakaret eder. Eserin ana kahramanı anne yani pelage’dir. Pelage oldukça iyi
kalpli temiz biridir. Ailenin tek çocuğu olan Pavel
ise babası gibi alkoliktir. Bir süre sonra baba ölür.
Zaten alkoliktir ve başka rahatsızlıkları baş gösterince daha fazla hayatta kalmaz. Babasının ölümünden sonra bu kez de Pavel eve her gün içerek
gelir ve annesine hakaretler yağdırır. Ancak son
zamanlarda Pavel’ in davranışlarında bir tuhaflık
görülür. Tuhaflıktan kasıt; Pavel’in annesine karşı
olan davranışlarındaki iyileşmedir. Önceleri annesine bağırıp çağıran Pavel artık annesine; ana,
anacığım, siz şeklinde hitap etmeye başlar. Pelage
hayretler içerisindedir. Bu duruma çok şaşırır.
Çocuğundaki bu değişme onu korkutur. Aslında
Pelage oğlundaki bu olumlu değişme nedeniyle
çok sevinir. Ama bir yandan da oğlunun neden
yaşıtları gibi davranmadığını kendisine sorar.
Pelage bir gün oğluyla konuşma fırsatı bulur.
Ona, neden böyle davrandığını kendisindeki bu
değişmenin nedenini sorar. Pavel’de annesine:
yasak kitaplar okuduğunu ancak bu kitaplarda,
haklarının savunulduğunu söyler. Ayrıca Pavel
annesine: ana bir düşün; kırk yaşındasın ama bir
gün bile insanca yaşadın mı? der. Bu konuşmalar
karşısında Pelage çok korkar. Oğluna; kendisi için
endişe ettiğini söyler. Pelage oğlunun yasak dediği
kitapları evinde görür ve bu kitapların sayısının da
gün geçtikçe arttığını fark eder. Bir gün Pavel annesine; şehirden arkadaşlarının geleceğini ve toplantı yapacaklarını söyler. Pelage çok korkar. Bu
liklerinde çalışan maden işçilerini, sıcağın altında çalışan tarım işçilerini,
özgürlük mücadelesi veren İspanya
halklarını ve işçilerin, emekçilerin
devrim saflarında yerlerini almalarını konu alan parçalar söylediler.
Yine etkinlik çerçevesinde yer alan,
Yeni Dünya Gençliği’nden arkadaşların çektikleri fotoğraflar sergi haline
dönüştürülerek katılımcıların beğenisine sunuldu. Nemrut Dağı’ndan,
Abant Gölü’nden, sokakta toz toprak
içinde oynayan çocuklardan ve doğa
resimlerinden oluşan fotoğraf sergisi
oldukça beğeni topladı.
Etkinlik bağlamında, katılımcıların genel değerlendirmesi oldukça
olumluydu. Etkinliğin hazırlanışı,
baştan sona kolektif bir çalışmayla
gerçekleştirildi. Kamera ve fotoğraf
arkadaşların nasıl insanlar olduğunu düşündükçe
korkusu büsbütün artar. O gün gelir. Pavel’in
arkadaşları eve tek tek gelirler. Konuşmalar başladığında Pelage çocuklardaki samimiyeti anlar.
Dolayısıyla bu gençlerden korkulmaması gerektiğini düşünür. Artık toplantılar daha sık yapılmaya
başlar. Pavel ve arkadaşları bir fabrikada işçidir.
Mücadelenin sürdürülmesi için fabrikaya bildiriler dağıtılır. Tabi Pavel’in evine giren çıkanların
artması komşuları huzursuz eder. Bunun üzerine de çarlık düzeninin güvenlik güçleri Pavel’in
evine sık sık baskınlar yapar. Yapılan baskınların
birinde Pavel tutuklanır. Pavel hapse düşünce bildirileri kimin dağıtacağı sorunu ortaya çıkar. Ana
bu görevi kendisinin yerine getireceğini söyler.
Fabrikaya işçi olarak girer ve bildirileri dağıtır.
Pavel’in arkadaşları şaşırırlar. Çünkü ana mücadeleye başlamıştır ve görevini çok iyi bir şekilde
yerine getirir. Ayrıca sorumluluk bilinci anayı
mutlu eder. Bu arada yaklaşan bir mayıs vardır.
Öncesinde de Pavel serbest bırakılır. 1 Mayıs’ a öncülük edecektir. Ve artık emekçilerin büyük günüdür. Devrim marşları söylenmeye başlanır. Pavel
bu kitlenin en önündedir. Pelage bir yandan gurur
duyarken öte yandan oğlu için endişe etmektedir.
Çünkü oğlunun tekrar hapse girme riski vardır.
Marşlar söylenirken çarlık da boş durmaz. Miting
alanına asker gönderilir. Askerlerin geldiğini gören halk kaçar. Pavel ve arkadaşları yalnız kalırlar.
Pavel yine tutuklanır. Mücadele böylece kesintiye
uğrar.
Maksim Gorki’nin bu eserinden çıkarılacak üç
temel ve önemli sonuç vardır. Birincisi Pavel’le
ilgilidir. İlk zamanlar eve sürekli içkili gelip annesine hakaretler yağdıran Pavel; sosyalist kül-
çekiminden, panelin hazırlanmasına
kadar bütün işleri genç arkadaşlar organize etti. Bu vesile ile gençler kendi
emekleriyle var ettikleri bu etkinliği
oldukça sahiplenmiş olup yenilerini
yaratmak için şimdiden çalışmalarına başladılar.
Yeni Dünya Gençliği;
-Kapitalist eğitim sistemine,
-Egemenlerin demokrasi maskesi
altındaki faşist sistemine,
-İşçilerin ve emekçilerin haklarını
gasp eden tüm yasalara,
-Irkçılığa, milliyetçiliğe, şovenizme yani kapitalizmin tüm nüvelerine karşı tüm gençleri örgütlü
mücadeleye çağırmaktadır…
24 Temmuz 2007,
Yeni Dünya Geçliği ✓
türle tanıştıktan sonra annesine ve çevresine karşı
olumlu anlamda değişir. Bu sosyalist kültürde ahlak ilkelerinin ne kadar ön planda olduğunu gösterir. Ancak kapitalizme bakıldığında; herkesin
birbirine karşı boğazlama siyaseti izlediği görülür.
Diğer bir sonuç: oğlunu ilk zamanlar mücadeleden
çekmeye çalışan ana zamanla kendisini mücadelenin içinde bulur. Çünkü o da oğlu ve arkadaşlarının halk için mücadele verdiklerini, dolayısıyla
doğru yolda olduklarını anlar. Eserden çıkarılacak
olan bir diğer ve önemli sonuçta; 1905 hareketinde
işçiler arasında yeterli bir örgütlenme olmayışıdır.
Başarısız gerçekleşen 1 Mayıs bunun en büyük
örneğidir. Maksim Gorki’nin bu mükemmel yapıtı emekçilerin mücadele rehberlerinden olmakla
kalmamakta sosyalist kültürü insanlara çok iyi bir
şekilde anlatmaktadır. Bu nedenle de kesinlikle
okunması gereken bir eserdir.
Yeni Dünya Gençliği/Antalya ✓
yeni dünya gençliği
Anti-militarist olmak!...
‘‘
Vicdani ret’’ yani politik veya
ahlaki nedenlerle askerlik yapmayı reddetmek. Türkiye’de
vicdani ret savunucularından Halil
Savda; ‘‘askeri üniformayı giymem’’
dediği için 8 ay askeri cezaevinde tutuklu kaldı. Bu süre içerisinde çeşitli
işkence, baskı ve zorlamalarla karşı
karşıya kaldı. Türkiye gibi; milliyetçiliğin her gün daha da azdırıldığı,
linç girişimlerinin sürekli gündeme
geldiği, MGK yetkililerinin her gün
savaş çığırtkanlığı yaptığı bir dönemde vicdani retçi olmak oldukça
zor.
Geçtiğimiz günlerde Gündem gazetesi Halil Savda ile yaptığı bir röportajını yayınladı. Röportajda Halil
Savda kendisini; anti-militarist/savaş
karşıtı, cinsiyet özgürlükçü, özgür
yönelime inanan, barışçıl ve kendiliğindenci olarak tanımlıyor. Küçük
yaştan itibaren şiddet ortamında
büyüyen ve şiddeti asla çözüm olarak görmeyen Savda, yazının geneli bağlamında oldukça pasifist ve
reformist bir anlayışa sahiptir. Savda;
‘‘Ölüm severlik asla devrimcilik ve
vatanseverlik olamaz. Kürtler ile
Türkler barışta ve özgürlükte kazanırlar. Türkiyeli bütün gençleri şiddeti, askerliği ve silahı reddetmeye
çağırıyorum. Demokratik ve legal
yolların açık tutulmasıyla sorunların barış içinde özgürlük temelinde
çözüleceğine inanıyorum.’’ Savda’nın
‘‘Gençleri askerliği reddetmeye çağırıyorum’’ çağrısı oldukça pasifist bir
çağrıdır. Belçika’da 1886’da proleter
gençlik hareketinin deneyimleri bu
noktada bize ışık tutmaktadır. ‘‘İşçi
hareketi, militarizme karşı en etkili
silahın onun altını oymak ve içten
yıkmak olduğunu ve ‘‘süngüleri düşünür hale getirmenin’’ gerekli olduğunu kavradı. Bunun yolu ise,
askerlik hizmetinden önce emekçi
gençliğin sosyalist ve özellikle antimilitarist aydınlatılmasından ve askeriye içinde, yani yine (asker üniformalı) genç işçi kuşağı içinde uygun ajitasyondan geçer.’’ (KGE tarihi
cilt I s.15 İnter Yayınları). Militarizm,
kapitalizmin askeri iktidar aygıtıdır.
Kapitalizm, bu iktidar aygıtını işçi
ve emekçileri baskı ve şiddetle susturmak için kullanır. Sorunların
barış temelinde çözüleceği olgusu
reformist bir anlayışın sonucudur.
Emperyalist barışlar, emperyalist
savaşları doğurur. Savaşların ve işgallerin olduğu (Irak, Afganistan,
Filistin ve Türkiye gibi) bir dönemde
anti-militarist olmak aynı zamanda
devrimci olmayı gerektirmektedir.
Devrimcilikle reformistliği ayıran en
temel özelliklerden birisi de budur.
Ölüm severlik asla devrimcilik
değildir tabi. Büyük şair Nazım
Hikmet’in de dediği gibi ‘‘düşmana
inat, bir gün daha yaşamak’’ görevdir
devrimciler için. Yalnız devrimci olmak aynı zamanda büyük riskleri de
beraberinde getirir. Devrimciler, yeni
bir dünyayı yaratmak uğruna ölümü
de göze alırlar. Bireysel kurtuluş yollarını reddedip, toplumsal kurtuluşu
hedefledikleri için bu uğurda yaşamlarından olabileceklerini bilirler.
Röportajın devamında, “işkence
yapanlar hakkında suç duyurusunda
bulundun mu?” sorusu üzerine
Savda, hayır cevabını vererek cezai
yaptırıma uğrayanların ıslah olmadıklarını ve esas ıslahın vicdanlarla
sağlanacağını, kendisine işkence ya-
Katmer Katmer Sömürü
- Sen anarşistin ne anlama geldiğini biliyor
musun?
- Bilmiyorum. Anlatırsanız sevinirim.
- Anarşist olmak, sisteme karşı olmak demektir.
Öyle mi?
- Ya n i s i z a n a r ş i s t o l d u ğ u n u z u
düşünüyorsunuz.
- Evet.
- Ben anarşist olduğunuzu düşünmüyorum.
(Konuklar durum karşısında şaşırırlar. Çünkü
böyle bir cevap beklemezler. Tabi bu içkili bir
sohbettir).
- Neden?
- Neden mi?
- Çünkü siz bu işletmede işçilerin sırtından para
kazanan, işçilerin haklarını vermeyen, bir burjuva
demokratısınız...
Konuklardan biri:
- Patronunla böyle konuşamazsın!
Patron;
- Yoo, hayır, kesinlikle konuşabilmeli. Ben hakkınızı yediğimi düşünmüyorum.
- Ben düşünmenize yardımcı olayım. Dünyanın
her yerinde olduğu gibi sistemin çarklarına siz de
ortaksınız. Çünkü 450 ytl’ye on saat hatta kimi za-
pan askerleri vicdanlarıyla baş başa
bıraktığını belirtmiştir. Türkiye, tarihi boyunca birçok darbe görmüştür. Bu darbelerden biri de 12 Eylül
darbesidir. Birçok devrimci, ilerici,
aydın insan bu darbede katledilmiş
ve işkence görmüştür. Katledenlerin
ve işkence yapanların vicdanlarıyla
ıslah olmasını savunmak, inanılacak
bir şey değildir. Kenan Evren darbeden sonraki birçok konuşmasında,
vicdanının çok rahat olduğunu dile
getirmiştir. Yapılması gereken işkenceleri dile getirmek, suç duyurusunda
bulunmak ve demokrasi havarisi kesilen bu devleti teşhir etmektir.
Halil Savda gibi vicdani retçiler,
Türkiye gibi demokrasinin işlemediği, faşizan uygulamaların alenileştiği bir sistemde oldukça zor şartlarda
yaşam mücadelesi vermektedirler.
Askerlik yapmadıklarından dolayı
herhangi bir işe alınmamaktadırlar.
Seyahat etme özgürlükleri yoktur.
Resmi hiçbir işlem yapamamaktadırlar. Bu durum insan hakları ihlalidir.
Buna karşı durmak ve mücadele etmek gereklidir.
Bugün gençlere düşen görev; antimilitarist, anti-faşist mücadeleyi
anti-kapitalist mücadele ile birleştirerek, kapitalizmi dünya üzerinden
yok etmektir. Silahın olmadığı, gerçek barışın sağlandığı bir dünya ancak sosyalizmle mümkündür. Karl
Liebknecht’in gençlik üzerine söylemiş olduğu şu sözler sanırız özetleyicidir; ‘‘Gençliğe sahip olan orduya
sahiptir’’ ve ‘‘Gençliğe sahip olan geleceğe de sahiptir.’’
22/08/2007
Yeni Dünya Gençliği ✓
Bursa’da Dostluk ve Dayanışma Gecesi
D
isk Bi rleşi k Meta l-İş
Sendikası’nın 26 Ağustos Pazar
günü Bursa’da düzenlemiş olduğu
dostluk ve dayanışma gecesi yaklaşık 300 sendikalı işçi ve ailelerinin
katılımıyla gerçekleştirildi. DİSK
Başkan Yard./Birleşik Metal-İş Genel
Başkanı Adnan Serdaroğlu’nun açılış konuşmasıyla başlayan program,
halk dansları, Nida Ateş ve Tolga
Çandar’ın seslendirdiği Ege türküleriyle son buldu. Programda sık sık
Nazım Hikmet’in şiirlerinin okunması geceye etkileyici bir hava kattı.
Gecede işçi sınıfının örgütlü mücadelesinde örnek bir direniş gerçekleştiren Bursa Grammer işçileri de
yer aldı.
Yeni Dünya Gençliği olarak katıldığımız etkinlikte Disk BirleşikMetal İş Sendikası, dostluk ve daya-
man 12 saat işçileri çalışmak zorunda bırakıyorsunuz. Bunun sonucunda da işçiden daha fazla verim
istiyorsunuz. Bir işçi daha alınsa bu zorluk ortadan
kalkacak. Ancak siz bu işletmenin bir elemana
daha verecek parası yok diyorsunuz. Buna rağmen
günlük cironuz ortada. Ayrıca işçilerin paralarını
zamanında vermeyerek onları zor durumda bırakıyorsunuz. Ve parça parça veriyorsunuz.
Kendinize ben “sosyal demokratım” diyorsunuz.
Gerçekten bu sizin tarafınızdan bakıldığında çok
mantıklı. Neden sosyalist değilsiniz? Çünkü siz
de biliyorsunuz ki sosyalist olmak işçi sınıfının
haklarını vermeyi gerektirir. Ama bu sizin çıkarlarınızı zedeler. Sosyal demokratlıkta ise böyle bir
sorun yoktur. Yani sizin ideolojinizde sınıf kavgası yoktur. Dolayısıyla siz çıkarlarınıza uygun
olan sistemi seçtiniz. Herhalde içiniz rahattır.
Çünkü kendinize göre doğru hareket ediyorsunuz.
Kutlarım.
Emekçi kardeşlerim, ben bir üniversite öğrencisiyim. Yaz dönemi için bir işletmede çalışmak
zorundayım. Malum dar gelirli bir ailenin çocuğuyum. Okuduğunuz bu diyalog ben ve patronum
arasında geçmiştir. Anlayacağınız üzere sömürü
düzeni dünyanın her yerinde tüm acımasızlığıyla
devam etmektedir. Geriye dönüp tarihe bakıldığında; ilkel komünal düzen, feodal düzen, mo-
nışma gecesinde bulunan Grammer
işçilerini ve diğer tüm sınıf kardeşlerimizi selamlayan ve direnen işçilerin kazanacağına dair bir mesaj
ilettik. Yaptığımız değerlendirmede
geceye katılımın düşük olması nedenini, tanıtımın yetersiz oluşuna ve
sendikanın geceyi iyi örgütleyememesine bağladık. Kuşkusuz bunun
en önemli nedeni sendikalı işçi sayısının az oluşu ve sendikalı işçilerin
genel olarak sınıf bilincinden yoksun
olmalarıdır.
Birleşik Metal-İş Sendikası’nın sınıfa yönelik yapmış olduğu etkinlikleri destekliyor, çalışan genç işçilerin
bu tür etkinliklere aktif katılımıyla
daha güçlü organizasyonların yaratılacağını umut ediyoruz.
26/08/2007
Yeni Dünya Gençliği ✓
dern tarımla birlikte kapitalizm ve emperyalizm
çağını görmekteyiz. Peki, şu anki sistem hariç
hangisi kalmıştır. İlkel komünal mı, feodalite mi?
Feodal düzende bir insana, “Bu sistem böyle sürmez elbet değişecektir!” denildiğini düşünün. O
kişi herhalde, “Hadi be sende, bu düzen böyle gelmiş böyle gider!” derdi. Şu anda da durum farklı
değildir. İnsanlara bu sömürü düzeni bitecektir denildiğinde insanlar aynı tepkiyi veriyorlar.
Hayır. Bu sistem değişecek. Ama on yıl, ama yüz
yıl sonra. Ben görmedikten sonra neye yarar demeyin. Çocuklarınızı yani gelecek nesilleri düşünün. Onlara kirletilmemiş, sömürünün olmadığı
bir dünya bırakmak zorundayız. O halde emekçi
kardeşlerim; onlar sömürüye tam gaz devam ediyorsa, biz de bütün emekçilerin kurtuluşu olan
sosyalizm için, sosyalist kültür için, yeni bir dünya
için sömürenlere karşı birlik olmalıyız.
Seçim sizin:
Ya burjuvaziyi, yani onun sistemi olan
kapitalizmi,
Ya da proletaryayı, yani onun sistemi olan sosyalizmi destekleyeceksiniz!...
Yeni Dünya Gençliği/ Antalya ✓
17
yeni dünya gençliği
Yeni Dünya Gençliği Barışarock’taydı…
B
u yıl beşincisi yapılan ve bir
yıl süren yoğun çalışmanın
ürünü olarak gerçekleşen festivalde yerli grupların yanı sıra Mısır,
İran, İrlanda gibi ülkelerden gelen
yabancı rock grupları da gençlerle
buluştu. Festivale konserlerin yanı
sıra amatör tiyatro çevreleri de oyunlarıyla katıldı ve bununla birlikte
çeşitli film gösterimlerine de yer verildi. Küresel BAK, Dur De Girişimi,
78’ler Vakfı gibi çeşitli demokratik
kitle örgütlerinin düzenlediği söyleşiler de yapıldı.
Temelde rock müziğinin özgürlükçü asi karşı duruşundan yola çıkarak daha çok savaş karşıtı söylemlerle hareket eden ve tam anlamıyla
kapitalist sisteme alternatif söylemlerin zayıf kaldığı festivalde, büyük
kapitalist tekellerin sponsorluğunda
gerçekleşecek olan rock’n coke festivaline karşı alternatif duruşu ve bununla birlikte coca cola gibi emperyalist savaşların en büyük destekleyicisi
gibi tekelleri de protesto etmesi ve
binlerce gençliği bu haksız savaşlara
karşı barış için bir araya toplaması
barışarock festivalinin olumlu yanları olarak görülebilir.
Festivalin bu görünüşünün yanı
sıra katılan genç kitlelerin büyük çoğunluğunun politik düzeylerinin geri
oluşu ve bu karşı duruşlarının da ne
kadar tutarlı olduğu tartışılması gerekilen bir konudur. Düzenleyicilerin
Coca Cola’ya karşı durdukları yerde,
gençler arasında ciddi tehditler oluşturan alkol ve uyuşturucu kullanımının bu kadar sınırsız tüketilmesi festivalin genel söylemlerine
hiç de uygun düşmediğini görmeliyiz. Festivali organize edenlerin
reformist yaklaşımları zaten apolitik
olan gençliği daha da pasifize etmekte, gençliğin ilerici ve asi yanlarını törpülemektedir. Sorunu sadece
çevre sorunu olarak ele almaları,
emperyalizmin sadece belli sembollerine karşı çıkılması, sadece mevcut
yasaların iyileştirilmesi şeklinde ele
almaları ve gerçek doğru alternatiften uzak durmaları, kapitalizmin
temel sorunu olan sermaye ve emek
Küreselleşme karşısında
devrimci tutum nedir?
Aşağıda İnternette Ziyaretçi Defterimizde yürüyen bir yazışmayı okurlarımızın dikkatine sunuyoruz:
18
Demir Gökbakar yazmış:
Günümüzde küreselleşme adı verilen enternasyonal kapitalizmin, nasıl
sosyalist enternasyonale dönüşeceği
ve ne gibi süreçler geçireceği (ihtilalsız ve kansız olarak bugünkü emperyalist dünya düzeninden yararlanma
ve de o dinamikleri geriye çevirme
şeklinde bir süreçten bahsediyorum)
konusunda Çağrı dergisi grubunun
edindiği misyon ve sunduğu öneri
nedir acaba merak etmekteyim...
Sağlıcakla kalın... İlginize şimdiden
teşekkür ederim.
Demir Gökbakar arkadaşa...
Öncelikle küreselleşme veya enternasyonal kapitalizm kavramları ye-
arasındaki çelişkiyi görmeden, sınıfların uzlaşmaz savaşımını görmeden
barış söylemlerinde bulunmak reformizm batağına saplanmaktan öteye
gitmez.
Yeni Dünya Gençliği olarak katıldığımız festivalde onun asi duruşundan da yola çıkarak, tek ve doğru alternatifin işçi sınıfının önderliğinde
rine emperyalizm kavramını kullanmayı öneriyorum. Zaten emperyalizm
diğer kavramları kapsamaktadır.
Burjuvazinin iktidarını yerle bir edip
onu mülksüzleştirmek için mücadele
devrimsiz ve kansız olamaz. Çünkü
burjuvazi iktidarını terk etmek istemeyecektir. Mülksüzleştirilmesine
sessiz kalmayacak, her türlü şiddet
yöntemlerine başvuracaktır. O halde
sosyalist bir devlet/dünya yaratmak/
kurmak tarihsel görevine sahip olan
proletarya burjuvazinin iktidarını
yıkmak için, burjuvazinin şiddetini yok edebilecek bir şiddet ve zor
kullanmalıdır.
Dünyada tüm ülkelerin ekonomik,
sosyal vb. koşulları birbirleri ile aynı
olmadığından, her ülke eşitsiz bir
kurulacak olan sosyalizmle mümkün olacağını, bunun dışında tüm
demokratik ve devrimci talepleri de
destekleyerek gençliğin geçmişten
dersler çıkarması gerektiği üzerinde
durduk ve bu bilinçle katılan genç
aktivistlerimizle alanda yaklaşık
yarım saat süren bir miting gerçekleştirdik. 500 günü aşkın bir süredir
grevde olan SCT işçileriyle dayanışma amacıyla sendikanın çıkarmış
olduğu kalemlerden sattık ve bağış
topladık. Gençliğin görevleri ve nasıl,
neye karşı mücadele etmesi gerektiği
üzerine hazırladığımız broşürlerden dağıttık ve yer yer Kemalistlerle
yürüttüğümüz tartışmalarda onun
gerçek yüzünü teşhir ettik. Aramıza
yeni katılan gençlerle ortak işler yürüterek onlarla kollektif yaşamın örneklerini sergilemeye çalıştık.
Bizim gençliğe önerimiz, rock’ın
asi ve karşı duruşunu sahiplenirken,
müziğin enternasyonal olmasından
da yola çıkarak bütün ezilen halkların kurtuluşunun yalnızca direnmekten geçtiğini görmeleri, işçi sınıfı
temelinde örgütlenip kapitalizme ve
faşizme karşı mücadele yürütmeleridir, her türlü oportünist ve reformist
düşünceden arınarak en doğru yolu,
Marksizm-Leninizm’in yolunu kendilerine hedef almaları ve sosyalizm
için mücadele etmeleridir.
Yeni Dünya Gençliği
30.08.2007 ✓
gelişme gösterdiğinden, devrim ilk
önce bir veya birkaç ülkede gerçekleşecektir. Devrim geçirmiş ülkenin
muzaffer proletaryasının önünde
diğer ülkelerdeki devrimci mücadeleleri destekleme görevi çıkacaktır.
İşte bu görev temelinde dünyanın tamamında sosyalizmin/komünizmin
kurulması için mücadele edilecektir.
Tabi çok kısa olarak anlattığım
için konu yeterince iyi anlaşılamamış olabilir. Ama kabaca böyledir.
Ayrıntılar tartışma içerisinde çıkacaktır. Burada en önemli şey devrim
için mücadelenin işçi sınıfından kopuk olamayacağıdır. İşçi sınıfı disiplinli/bolşevikleşmiş bir komünist
parti önderliğinde örgütlenmedikçe
zafer kazanamaz. ✓
gündem
YDİ Çağrı Tatil ve Eğitim Kampı başarıyla gerçekleştirildi
Y
eni Dünya İçin Çağrı dergisi
olarak yaz aylarında bir kamp
gerçekleştirdik. Çoğunluğu
genç arkadaşlardan oluşan kampla
amacımız hem kolektif bir şekilde
yoldaşça ilişkiler içerisinde hep birlikte dinlenmek ve eğlenmek, hem de
eğitim çalışması yapmaktı. Bunun
yanı sıra işçi sınıfı içerisindeki çalışmalarımız bağlamında pratik çalışmalarımızı değerlendirmek ve fikir
alışverişinde bulunmaktı. Kamp bu
açıdan oldukça başarılı geçti.
Kampın birinci günü üç kişilik
kamp komitesi tarafından 6 günlük
kamp programı açıklandı.
K a mpı n e ğ it i m b ölü mü nd e
“Türkiye’de Devrim Aşamaları”
ele alındı. İki gün boyunca yapılan
sunumlarda ve yürütülen tartışmalarda Türkiye’nin içerisinde bulunduğu objektif koşullar, bununla
bağ içerisinde devrim aşamaları,
izlenecek yol, Ekim Devrimi’nin
deneyimleri etraf lı bir şekilde ele
alındı. Kampa katılan arkadaşların
çoğunluğu Türkiye’de artık sosyalist devrimin gündemde olduğunu,
Burjuva Demokratik Devrimi savunmanın artık geriyi savunmak anlamına geldiğini, Türkiye’de Burjuva
Demokratik Devrimin çözülmemiş
sorunları olduğunu, fakat bunların
bir sosyalist devrimde geçerken çözülebilecek sorunlar olduğunu savundular. Yürütülen tartışmalarda
bazı arkadaşlar ise sosyalist devrimin gündemde olduğunu söyleyebilmek için işçi sınıfının örgütlülük ve
bilinç seviyesinin tayin edici bir rol
oynadığını, işçi sınıfının örgütlülük
ve bilinç seviyesinin bugün çok gerilerde seyrettiği koşullarda sosyalist
devrim savunusunun doğru olmadığını savundular. Sosyalist devrime geçmeden önce bir ara aşama
olarak proletaryanın önderliğinde
burjuva demokratik devrimin yaşanması gereken bir aşama olarak
değerlendirdiler.
Devrim aşamaları bağlamında
kendi değerlendirmelerimizin dışında diğer devrimci grupların so-
runu nasıl ele aldıkları üzerinde
duruldu.
Kampın bir diğer ağırlık konusunu;
işçi sınıfı içerisinde çalışma ve bu konudaki görevlerimizin neler olduğu
oluşturdu. İşçi sınıfının durumu, çalışma koşulları, sendikal örgütlenme
ve görevlerimiz konusunda sunumlar
yapıldı.
Sunumların ardından soru-cevap
bölümüne geçildi. Diğer soruların
yanında bazı teorik tanımlamalar
açıklandı. Soru-cevap bölümünün
ardından çok sayıda arkadaşın söz
alarak aktif bir şekilde tartışmalara
katıldığı, deneyimlerin aktarıldığı ve
çözüm yollarının arandığı oldukça
canlı bir tartışma yürütüldü. Bu bölümde özellikle genç ve işçi arkadaşların tartışmalara aktif bir şekilde
katılmaları sevindiriciydi.
İşçi sınıfına yönelik çalışmamızda
tespit edilen sorunlar olarak şunlar
dile getirildi:
Çalışma saatleri uzun. Koşullar
ağır. Sendikal örgütlülük çok az. Yasal
olarak sendikalaşma zorlaştırılmış.
Noter şartı, iş kolu barajı, işyeri barajı
vb. Patronlar sendikalaşan işçileri işten atıyorlar. Bir işyerine sendikayı
sokmak zor, ama imkansız değil.
Sınıf sendikacılığını savunan sendikalar yok denecek kadar az. İşçi sınıfı
gelişen milliyetçiliğin etkisi altındadır. Son 1 Mayıs’da bunu gördük.
İşyerlerinde işçilerin korkuları var.
Örneğin sendika üyesi olursam işten
atılırım korkusu. Bu korkuları aşmak
için neler yapılabilir? Kurduğumuz
ilişkileri sürdürmüyoruz. Bu konuda
zorluklarımız var. Kurduğumuz ilişkilerin peşini izlememiz gerektiğine
vurgu yapıldı.
Yürütülen tartışmalarda öne çıkan
noktalar ise şunlardı:
Grev ve direnişler düzenli ziyaret
edilmeli, ilişki çıkarılmalıdır. Ev ziyaretleri üzerinden ilişki sürdürülmeli.
Yasalar iyi bilinmeli. İşçilerin sorularına cevap verilebilmeli. Yabancı
işçilerin sorunları sendikaların gündemine getirilmeli. Ekonomik taleplerle siyasi mücadeleyi birleştiren
bir mücadele yürütmeliyiz. Genç
işçilerin kazanılmasına özel ağırlık
verilmelidir.
İşyerinde önce birebir ilişki geliştiriyoruz. Kurulan ilişki dışarı taşınırken hatalar yapıyoruz. Kurulan ilişkiyi hemen kurumlarımıza taşımaya
çalışıyoruz. Kurulan ilişkiyi işyerine
yönelik olarak sürdürmeli, öncelikle
sendika çalışması yapmalıyız. Sınıf
sendikacılığı demek, ayrı sendika
kurmak değildir. Sendikaların en
gerileri içinde de çalışarak işçileri
kazanma çalışması yürütmek zorundayız. Sınıf içinde çalışmanın hazır
reçetesi yok. Önce işçiyi tanımalıyız. Arkadaşlık ilişkisi kurmalıyız.
Güven verilmesi gerekir. Söz-pratik
uyumluluğunun olması gerekiyor.
İşçi eylemlerinde, direnişlerde örgüt
sloganlarının atılması zarar veriyor.
İşçiler bunu olumsuz karşılıyor. Biz
bunu yapmıyoruz. Ancak oportların yapması bize de zarar veriyor.
İşçilerin korkularını nasıl yeneceğiz?
Bu sağlam bir örgütlenme yaratmaktan geçmektedir. İşçilerin içerisinde
bulunduğu durum, bilinç düzeyi,
komünist örgütlenmenin düzeyi geri
olduğu bugünkü dönemde işçilerin
korkuları daha da artıyor.
İşçi sınıfının örgütlenmesi bağlamında hazır reçete yok. Ancak deneyim ve kurallar var. Örneğin sendika çalışması tamamen gizli olmak
zorundadır. Kurallardan biri bu.
Sendikal eğitim konusunda bir dizi
belge var. Örneğin Birleşik Metal
İş’in broşürleri iyidir. Mutlaka her
arkadaş okumalıdır.
Sendikal yayınları ve sendikal gelişmeleri iyi takip etmemiz gerekiyor.
Yasalar konusunda bizim de eğitim
yapmamız gerekiyor. Bu eğitimleri
işçilere de taşımalıyız.
İşçi sınıfı içinde çalışma konusunda hala çok eksiğimiz var. Bir dizi
objektif zorluklar var.
Yer yer bizim yaptığımız hatalar
var. Örneğin bir işyerinde uzun vadeli kalma ve plan yapma konusunda
eksikliklerimiz var.
Genç işçiler özellikle sanayi bölge-
lerine girebilecek meslekler öğrenmelidirler. Bu konuda eksikliğimiz
var. Çalışmaları uzun vadeli yürütmeliyiz. Gazete ve dergilerimiz daha
kısa olmalı. Anlaşılır olmalı.
Kadın işçiler içerisinde çalışmayı
önemsemeliyiz. Kadın işçiler arasında çalışmalarımız henüz çok zayıf. Kadın işçiler içerisinde çalışmanın zorlukları var. Bunu aşmak için
biz bilinçli kadın işçilerin üzerine
önemli görevler düşüyor. Kadın işçilerin işyerlerinde yaşadıkları somut
zorluklardan yola çıkarak onlara
ulaşmak gerekiyor. Kadınları örgütlü mücadeleye çekmenin bir aracı
olarak örneğin kültürel faaliyetler
yürütülebilir.
Buraya kadar aktardıklarımız tartışmalarımızın özet halidir. Yukarıda
tezler halinde ortaya koyduğumuz
sorunlar detaylı bir şekilde ele alınarak tartışıldı.
Bu temel konuların yanı sıra bir
akşam genel seçimler değerlendirildi.
Tartışma bölümünde bölgelerde seçim çalışması üzerinde duruldu. Bir
akşam da gençlik çalışması ile ilgili
bir toplantı gerçekleştirildi. Yeni
Dünya Gençliği’nden arkadaşlar son
dönemde yaptıkları çalışmalar bağlamında bilgi verdikten sonra yürütülen tartışmalarda özellikle işçi gençliğin örgütlenmesi ve önümüzdeki
dönem gençlik olarak yapılabilecek
çalışmalar ile ilgili görüşler, öneriler
dile getirildi. Esas olarak genç arkadaşların katıldığı toplantı kampta
yürütülen en canlı toplantılardan
biri oldu.
Bütün bu eğitim çalışmalarının
yanı sıra tabii ki tatil de yaptık ve eğlendik. Kampın son akşamı müzik,
şiir, tiyatro gibi çeşitli kültürel faaliyetlerin sergilendiği bir veda eğlencesi gerçekleştirdik. Kampa katılan
tüm arkadaşlar, özellikle genç arkadaşlar kampı hem eğitim hem de tatil
anlamında çok olumlu değerlendirdiklerini, gelecek seneyi sabırsızlıkla
beklediklerini belirterek kamp yerinden ayrıldılar.
Ağustos 2007 ✓
19
YAŞAMA TEMELLERİMİZİN YOK
EDİLMESİNE SEYİRCİ KALMAYALIM!