sözcükler 9 - Turgay`ın Bloğu

Transkript

sözcükler 9 - Turgay`ın Bloğu
‹K‹ AYLIK EDEB‹YAT DERG‹S‹
EYLÜL - EK‹M 2007
ISSN: 1306-634X
Sahibi ve Yaz›iflleri Sorumlusu: A. Turgay Fiflekçi
Kapak ve Sayfa Tasar›m›: Hakk› M›s›rl›o¤lu
Yönetim Yeri: Neyzenbafl› Halilcan sok. 42/7
Üsküdar 34668 ‹stanbul
Telefon ve Faks: 0216 495 88 65.
Yaz›flma adresi: P.K. 57 Üsküdar-‹stanbul
[email protected];
www.soezcuekler.blogspot.com
fi‹‹R
Cevat Çapan, 4-5; Baflaran, 19-23; Süreyya Berfe, 48; Refik Durbafl, 49;
Barıfl Pirhasan, 50-52; Murathan Mungan, 55-58; Yaflar Miraç, 64-67;
Hüseyin Ferhad, 68-73; Müslim Çelik, 74; O¤uzhan Akay, 89;
Ferruh Tunç, 90-92; Mustafa Ziyalan, 93; Metin Fındıkçı, 102;
Selahattin Yolgiden, 103; Pelin Özer, 104-105.
ÖYKÜ
ELLER
TASMALI GÜVERC‹N
KIRIK BEBEK
24 Adnan Binyazar
53 Cemil Kavukçu
106 Aygün Güçer
DENEME, ELEfiT‹R‹, ANI
SAM‹H R‹FAT’IN ARDINDAN
GÜLÜN BAfiKA ADLARI DA VAR
SAVAfi KEND‹N‹ UNUTTURMUYOR
BERL‹N GÜNCES‹, 2002
2 TEMMUZ’U HATIRLARKEN...
B‹R ‹STANDOLLU’NUN NOTLARI
ORHAN PAMUK’TA ‹MGE SAPLANTISI
ÇEV‹R‹ ELEfiT‹R‹S‹ YAPARKEN
S‹NEMA ‹Ç‹N SÖZLER NE OLAB‹L‹R?
ÇEV‹R‹ ELEfiT‹R‹S‹
CONRAD VE KARANLI⁄IN YÜRE⁄‹
MEKTUP AfiKLARI
fi‹DDET‹N TAR‹HÇES‹
fi‹‹RDE SAPMA
DERG‹LER, ‹NSANLAR...
TAR‹HTE B‹R GÜN
6
9
14
41
46
59
75
84
94
99
111
116
122
130
134
141
Ferit Edgü
Umberto Eco
U¤ur Kökden
Demir Özlü
Server Tanilli
Alova
Rosa Galli
Ayfle Banu Karada¤
Salih Ecer
Michaël Oustinoff
Barıfl Özkul
Mukadder Özgeç
Mehmet Serdar
Atalay Saraç
Besim Dalgݍ
Aliflan Çapan
Bask› ve Cilt: Yaz›n Bas›n Yay›n Matbaac›l›k Turizm Ltd. fiti.
Çiftehavuzlar mah. Prestij ‹fl Merkezi 27/806 Zeytinburnu-‹stanbul. Tel.: 0212 5650122
Yay›n Türü: Yerel Süreli Yay›n. Da¤›t›m: Yay-Sat. Fiyat›: 6 YTL, K›br›s için 7 YTL.
Bir y›ll›k abonelik için Ahmet Turgay Fiflekçi ad›na Yap› Kredi Bankas›
Levent Çarfl› fiubesi 60469735 nolu hesaba 36.-YTL yat›r›ld›ktan sonra dergilerin
gönderilece¤i posta adresi mektupla ya da [email protected]’a bildirilmelidir.
Yurtd›fl› için abone ücreti 60 Euro’dur.
Merhaba,
9. sayımız yine edebiyatımızın hemen her kufla¤ından seçkin yazarlarımızın ürünleriyle karflınızda.
Geçti¤imiz ay yitirdi¤imiz, kültür dünyamızın önemli kifliliklerinden Samih Rifat’ı, Ferit Edgü’nün yazısıyla anıyoruz.
Çeviri u¤raflının, “Çeviribilim”e dönüflerek üniversitelerde kendine
yer bulması, bir yandan edebiyatın uluslararası dolaflımının artmasında
önemli bir etken olurken öte yandan da elefltiri türünün geliflmesinde itici bir güç oluflturuyor.
Bu sayımızda, günümüz edebiyatının en gözde isimlerinden Umberto Eco’dan bafllayıp bir dizi yazarın bu konuya yaklaflımlarını bulacaksınız.
Günümüz Türk edebiyatı son yıllarda yükselen bir ivmeyle baflka ülkelerde yayın olanakları buluyor. Bu olguya koflut olarak, yabancı bilim
insanları ve elefltirmenler de bu ürünleri inceleyen çalıflmalara yöneliyorlar.
Bu sayımızda Orhan Pamuk’la ilgili bir incelemesini okuyaca¤ınız
Profesör Rosa Galli, ‹talya’da, Cenova Üniversitesi’nde Fransız Edebiyatı
ö¤retim üyesi. Ünlü romancımızın ana temaları üstüne düflüncelerini ilgiyle okuyaca¤ınızı umuyoruz.
Yurt dıflında, günümüz Türk edebiyatı üstüne yapılan çalıflmaların,
durakladı¤ı izlenimi veren elefltiri türünün yeniden ivmelenmesine de
katkıda bulunaca¤ını düflünüyoruz.
Okurlarımız pek çok yerde dergimize ulaflamadıklarından
yakınıyorlar. Sözcükler, Do¤an Da¤ıtım (Yay-Sat) aracılı¤ıyla, ülkemizin
her köflesinde gazete bayilerine da¤ıtılıyor. Bulundu¤unuz yerdeki YaySat bayilerinde dergiyi bulamıyorsanız, anabayilere sorabilirsiniz. Yine
bulundu¤unuz yerde D&R ma¤azaları varsa, Sözcükler ’i, orada da bulabilirsiniz.
Bu sayımızın desenleri, günümüz resminin önde gelen adlarından
Cihat Aral’ın.
‹yi okumalar.
3
Cevat Çapan
A⁄IT
Bir orman düflünürdüm saçlar›n› koklarken.
Bir ses b›rak›rd›m bulman için kula¤›n›n dibine
uyan›rken dald›¤›m düfllerden.
“Beni ›fl›k olan bir yere götürün!” diye
f›s›ldayan bir ses
zeytinliklerin içinden.
fiimdi yerle bir edilmifl o kutsal kentin
ayakta kalm›fl bir burcundan bakarken
uzakta ürperen denize
ve rüzgârla titreyifline sararan otlar›n,
“Bütün bu yataklar› kurumufl ›rmaklar›n kaynaklar›
flu arkam›zdaki da¤lardayd›,” diyor
yafll› çoban bize ören yerini gezdirirken.
Yazlardan bir yazd› elbet, unutulmaz.
Otlar›n türküsüne kat›lan a¤ustosböcekleri
ve rüzgâr,
sonra gene o f›s›lt›,
“Beni ›fl›k olan bir yere götürün!”
Sesin sahibi nerde?
Ifl›klar içinde! Ifl›klar içinde!
Bütün sevdiklerimizle.
6 A¤ustos 2007
4
KIYIDAK‹ EV
Kan›t aramad› hiç; kuflku duymad›.
Düflündü durdu geride b›rakt›klar›n›,
genç ölüleri.
Nereye yerlefleceklerdi karaya ç›kt›klar›nda?
‹flte flu bofl ahflap ev k›y›da, Rumlardan kalma,
o bildik sesi denizin ayn› dili konuflan.
Oysa susarak geçirebilir o, kalan günlerini.
Kim sürecek flimdi b›rakt›¤› mallar›na
karfl›l›k verilen on dönüm tarlay›,
kim toplayacak zeytinlerini yüz k›rk a¤ac›n?
Al›fl al›flabilirsen yeniden
bu yeni rüzgâra, merakl› komflulara.
Mart›lar ayn› mart›lar m›
Unutmaya çal›flt›¤›n adada uçan?
Kan›t aramadan, kuflku duymadan
bakt› durdu denize
onu çok uzaklardan
sa¤ kalanlar›yla
bu k›y›ya getiren.
5
SAM‹H R‹FAT’IN ARDINDAN
Ferit Edgü
“Baba dostu.” San›r›m, böyle diyebilirim. Daha do¤rusu, o, Samih
Rifat diyebilirdi. Önünde sonunda, dostum diyebilece¤im, büyük bir flairin, Oktay Rifat’›n o¤luydu.
Ne var ki, babas›n›n kiflili¤iyle de, fliiriyle de övünç duydu¤undan
hiç kuflku duymad›¤›m Samih Rifat, babas›ndan hemen hemen hiç söz
etmez, bir baflkas› söz etti¤inde, sözü de¤ifltirir, bir baflka flaire, yazara getirirdi. Övüncünü, bana öyle gelirdi ki kendisine saklard›; bir flairin büyüklü¤ü o¤ullar›na miras kalmazd›. Asl›nda kendi yapt›klar›ndan da söz
etmekten hofllanmazd›.
Eline her kalemi alan›n dahi oldu¤u, yazarlar›n, flairlerin, ressamlar›n çocuklar›n›n da, genellikle babalar›n›n ard›nda b›rakt›¤› miras›n yaln›z para getiren yan›yla ilgilendi¤i bir toplumda, yad›rganacak bir durum. Ama kimse Samih Rifat’› yad›rgamazd›. Çünkü dostlar› zaten kendi gibi insanlard›. Di¤erleri ise onu tan›mazlard›.
Son y›llarda, Oktay Rifat’›n kitaplar›n› yay›mlamak isteyen birçok
“büyük” yay›nevini geri çevirmiflti. Babas›n›n ad›na, an›s›na o denli ba¤l›yd› ki, Oktay Rifat’›n hayattayken gösterdi¤i titizlikten fazlas›n› gösteriyordu. Daha fazla para öneren yay›nevleri de¤il, onun kitaplar›n› en iyi
biçimde yay›nlayacak bir yay›neviydi dile¤i. Orada, sevdi¤i, sevebilece¤i
flairlerin yan›nda olmas›n› istiyordu babas›n›n kitaplar›n›n.
***
Frans›z Lisesinden sonra Teknik Üniversitede mimarl›k e¤itimi görmüfltü. Gençlik y›llar›ndan itibaren birçok dala (foto¤raf, müzik, çeviri)
ilgi duymufltu. Mimar o¤luna, bir dal› seçip onda yo¤unlaflmas›n› öneren
babas›n›n sözünü tutmam›flt›. Yaflam›nın sonuna de¤in, hep birçok dalda çal›flt›. Bunlara, zaman içinde sinema gibi, resim gibi, sergi düzenlemek gibi yenilerini ekleyerek. Kuflkusuz, kendisini, yeteneklerinin s›n›rlar›n›, babas›ndan iyi tan›yordu. Bu birçok dalda etkinlik göstermesi kiflili¤ine de çok uyuyordu. Büyük bir flair olmak, (bir ailede bir tane yeter)
büyük bir foto¤rafç› ya da mimar olmak, üne kavuflmak gibi bir sevdas›
yoktu. Örne¤in, Ara Güler’in foto¤raflar›n› size öyle bir anlat›rd› ki, sanki foto¤raflar› çekenin o oldu¤unu san›rd›n›z. Sevdi¤i bir fliiri, örne¤in,
6
bir René Char’›n fliirini çevirirken, hiç kuflkum yok, o fliiri kendi yaz›yormufl gibi bir do¤umu yaflard›.
Abidin Dino’nun yaflam öyküsünü okudu¤unda Enis Batur’a flöyle
demifl: “Art›k böyle yaflanm›yor.”
Do¤ru, devir de¤iflti ve art›k öyle yaflanm›yor.
Ac› olan bu de¤il. Ac› olan Samih Rifat gibi insanlar›n yetiflmemesi.
Yetiflenlerin de onun gibi, erkenden aram›zdan ayr›lmas›.
***
Son zamanlarda, Sabanc› Müzesi’nde bu y›l›n sonunda gerçeklefltirilecek büyük bir Abidin Dino sergisi için birlikte çal›fl›yorduk. Daha do¤rusu, ben ona yard›m etmeye çal›fl›yordum elimden geldi¤ince.
Kendisinden ödünç ald›¤›m deyifliyle, yoklu¤undan hiç kuflku duymad›¤›m Tanr›’ya yakarmak istiyordum, hiç de¤ilse serginin aç›l›fl›nda
birlikte olmak için. Biliyorduk bizleri b›rak›p gidece¤ini. Kendisi de biliyor olmal›yd›. Ama biz onu de¤il, o bizleri avutuyordu. Hastaneden hep
iyi haberler veriyordu. Kendini biraz iyi duyar duymaz, Refik’teki ö¤le
yemeklerimize geliyor, neflesiyle, umut veriyordu. Kim bilir ne pahas›na!
Ayd›nl›k Akdeniz düflüncesinin hayran›yd›.
Son y›llar›nda Yunanca ö¤renmeye bafllam›flt›. Çevirdi¤i flairlerin, filozoflar›n, hiç de¤ilse sözcüklerindeki sesi, t›n›y› duymak ve okurlara duyurabilmek için.
Ben, art›k sevgili dostumun sesini duymayaca¤›m, öyle mi? Birbirimize okudu¤umuz kitaplardan, fliirlerden; gördü¤ümüz filmlerden, resimlerden söz edemeyece¤iz, öyle mi? Son sergisi Gürcü Pirosman’›n naifli¤i, bir ö¤le yeme¤inin söylefli konusu olmayacak, öyle mi?
Demek bu nedenle kendimi böyle yapayaln›z, çaresiz duyuyorum.
Demek göz yafllar›m›n nedeni böylesi bencil bir duygu.
Ne yapars›n›z, onun da benim de çok sevdi¤imiz Bunuel’in deyifliyle, “fiunun fluras›nda hepimiz insan›z.”
Hepimiz insan›z da, niçin Samih Rifat gibiler yok çevremizde?
***
Zeynep Avc›’n›n bana anlatt›¤›na göre, 4 A¤ustos Cumartesi sabah›
güneflin do¤ufluyla birlikte yatt›¤› yerde do¤rulmufl Samih. ‹lkin denize,
sonra gökyüzüne bakm›fl uzun uzun, sonra teknesinin k›ç›na gidip palamarlar› çözmüfl, yeniden denize, yeniden gökyüzüne bakm›fl. Derin bir
soluk al›p baflüstüne geçmifl, demiri alm›fl. Limandan ç›kmadan açm›fl
7
yelkeni. Hafiften esen sabah melteminde yavafl yavafl limandan ç›k›p Karaada’ya yönelmifl. Sonra bir daha, ne Samih’i ne de Dantes’i (teknesinin
ad›) gören olmufl.
Ben flöyle dedim: Ödünç ald›¤› yelkenlisini Monte Kristo Kontuna
teslim etmeye gitmifl olmal›.
‹yi yolculuklar sevgili dostum. Seni özleyece¤im, Refik’teki ö¤len
yemeklerinin art›k eskisi gibi olmayaca¤›n› zaten biliyordun.
12 A¤ustos 2007
Samih Rifat’tan Kalanlar :
Herakleitos, Bir Kapal› Söz Ustas›yla Buluflma Denemesi, YKY, 1998.
Ada, Sel Yay›nc›l›k, 2002.
Akla Kara Aras›, YKY, 2002.
Mimarl›k Ö¤rencileriyle Söylefli, Le Corbusier, YKY, 2007.
Alt›n Ya¤mur, Mabeyinci Pavlos, Adam Yay›nlar›, 1997.
Adriana Mater, Amin Maalouf, YKY, 2006.
Uzaktan Aflk, Amin Maalouf, YKY, 2005.
Yollar›n Bafllang›c›, Amin Maalouf, YKY, 2004.
Yüzüncü Ad, Baldassare’nin Yolculu¤u, Amin Maalouf, YKY, 2006.
Ursule Mirouet, Honoré De Balzac, Türkiye ‹fl Bankas› Kültür Yay›nlar›, 2007.
Üç Öykü, Gustave Flaubert, Can Yay›nlar›, 2007.
Saf Bir Yürek, Üç Öykü I, Gustave Flaubert, Can Yay›nlar›, 2005.
Konuksever Aziz Julien Söylencesi, Üç Öykü II, G. Flaubert, Can Yay., 2005.
Kriton ya da Görev Üstüne, Platon, Can Yay›nlar›, 2005.
Mutlak Peflinde, Honoré de Balzac, Türkiye ‹fl Bankas› Kültür Yay›nlar›, 2005.
Louis Lambert, Honoré de Balzac, Türkiye ‹fl Bankas› Kültür Yay›nlar›, 2004.
Tramvay, Claude Simon, YKY, 2003.
Ezgiler Ezgisi, Neflideler Neflidesi, Okuyan Us Yay›n, 2002.
Modeste Mignon, Honoré de Balzac, Türkiye ‹fl Bankas› Kültür Yay., 2006.
Bilmeceler (Kehanetler), Leonardo da Vinci, Sel Yay›nc›l›k, 2001.
Gece Yaz›, YKY, 1994.
Sokrates’in Savunmas›, Platon, Koç Kültür Sanat, 2002.
Ne Var Ne Yok, Befl Film Ayr›nt›s›nda Bir Günün Öyküsü (Ve Yetiflin), Vladimir Mayakovski, Sel Yay›nc›l›k, 2000.
Japon Yelpazaleri ‹çin Yüz Tümce, Paul Claudel, YKY, 1999.
San Marco’nun Betimi, Michel Butor, YKY, 1999.
Yaramaz Çocuklara Masallar, Jacques Prevert, YKY, 1995.
Kapadokya Kaya Kiliselerinde Üç Gün, Yorgo Seferis, YKY, 1997.
Sanat Her Zaman Yalan Söylemez mi?, Konstantinos Kavafis, YKY, 1993.
Çok Eski Bir Günbat›m› Osmanl› Öncesi ‹stanbul’undan Seçme fiiirler, Adam
Yay›nlar›, 1999.
8
GÜLÜN BAfiKA ADLARI DA VAR
Umberto Eco
Öyle yazarlar var ki yap›tlar›n›n çevirileri konusunda kay›ts›z kal›rlar; baz›lar›n›n bu tavr› sergilemesinin sebebi dilsel yetersizlikleri, baz›lar›n›nki ise yap›tlar›n›n yaz›nsal de¤erine inanç duymay›p ürünlerini olabildi¤ince çok ülkede satabilme hevesleridir.
Genellikle, bu kay›ts›zl›¤›n ard›nda, ikisi de birbirinden beter olan
iki önyarg› gizlidir: Ya yazar kendisini taklit edilemez bir deha sayd›¤›ndan çeviriyi bütün dünya onun dilini ö¤renene dek katlan›lmas› gereken
sanc›l› bir politik süreç olarak alg›lar ya da “etnik” yanl›l›¤›ndan ötürü,
öteki kültürlerden okurlar›n›n, yap›t›na iliflkin duygular›n› umursamay›
zaman kayb› olarak görür.
Bir yazar›n, ancak, yap›t›n›n çevrildi¤i dili bilirse çevirilerini denetleyebilece¤i kan›s› yayg›nd›r. Kuflkusuz, yazar o dili biliyorsa ifli daha kolay ilerler. Fakat asl›nda her fley çevirmenin zekâs›na ba¤l›d›r. Sözgelimi,
her ne kadar ‹sveç, Rus ve Macar dillerini bilmiyor olsam da, yap›tlar›m›
bu dillere çeviren çevirmenlerle çok güzel çal›flmalar sürdürdüm. Karfl›laflt›klar› zorluklar› bana aç›klad›lar ve yazd›klar›m›n o dillerde neden bir
sorun yaratt›¤›n› anlamama yard›mc› oldular. Ço¤u zaman onlara öneriler sunabildim.
Genellikle, sorun, günümüzün Çeviribilim Kuram› kitaplar›n›n deyifliyle, çevirilerin ya “kaynak-odakl›” ya da “erek-odakl›” olmas›ndan ortaya ç›kar. Kaynak-odakl› bir çeviri, yazar›n A dilinde düflündü¤ü ya da
söyledi¤i bir fleyi B dili okurunun anlamas› için elinden geleni yapar. Klasik Yunan dilinde bu durumun çok belirgin bir örne¤i vard›r: Ça¤dafl
okur o dönemin dilini anlayabilmek için flairlerin nas›l insanlar olduklar›n› ve kendilerini nas›l ifade ettiklerini bilmek zorundad›r. Homeros
“gül parmakl› flafak” deyiflini çok s›k yineliyorsa, günümüzün biçem ö¤retisi ayn› s›fat› yineleme konusunda dikkatli olmam›z› öngörüyor diye
çevirmen bu deyifli de¤ifltirerek kullanmamal›d›r. Okur, o dönemde flafaktan her söz edildi¤inde gül parmaklar›n›n da beraberinde geldi¤ini anlamal›d›r.
Öteki durumlarda ise çeviri erek-odakl› olabilir ve olmal›d›r da. Ana
karakterleri sürekli olarak yaz›nsal al›nt›larla konuflan Foucault’nun Sarkac› bafll›kl› roman›mdan bir örnek verece¤im. Romanda amaç bu karakterlerin yaz›nsal göndermeler olmaks›z›n dünyay› göremediklerini göstermek. Kitab›n elli yedinci bölümünde bir tepede yap›lan otomobil ge9
zintisinin anlat›ld›¤› k›s›mda flöyle bir çeviri yap›lm›fl: “ufuk daha da geniflledi, doruklar her bir k›vr›mla daha da büyüdü; kiminin tepeleri ufak
tefek köylerle taçlanm›flt›: sonsuz manzaralar› görüp geçtik.” Fakat ‹talyanca metinde “sonsuz manzaralar› görüp geçtik” ifadesinden sonra “al
di la della siepe, come osservava Diotallevi” deniyordu. “Diotallevi’nin
belirtti¤i gibi, çal›lar›n ard›nda” anlam›na gelen bu sözcükler çevrilmifl
olsayd› ‹ngilizce konuflan okur birfleyler kaç›racakt› çünkü “al di la della
siepe” Giacomo Leopardi’nin en güzel fliiri olan “L’infinito”ya yap›lan
bir göndermedir ve bu fliiri bütün ‹talyanlar ezbere bilir. ‹flte o noktada
bu al›nt›n›n yap›lmas›n›n sebebi, okuruma o civarda çal›lar›n oldu¤unu
söylemek de¤il, Diotallevi’nin o manzaray› yaln›zca o fliire iliflkin deneyimine ba¤layarak deneyimleyebilece¤ini göstermek isteyiflimdi. William
Weaver ise flu flekilde çevirmiflti: “Sonsuz manzaralar› görüp geçtik. T›pk› Darien gibi...” Keats’in sonesine yap›lan bu gönderme erek-odakl› çeviriye iyi bir örnektir.
Yazd›klar›m›, bilmedi¤im bir dile çevirecek olan kaynak-odakl› çevirmen, bir ifadeyi neden kulland›¤›m› sorabilir, ya da (neden kulland›¤›m› anlam›fl olup) o ifadenin kendi dilinde neden söylenemeyece¤ini bana aç›klayabilir. Öylesi bir durumda bile, (her ne kadar d›flardan da olsa)
hem kaynak hem de erek odakl› olan bir çeviride rol almaya çal›fl›r›m.
‹flte bunlar, hiç de basit sorunlar de¤il. Tolstoy’un Savafl ve Bar›fl ’›n›
ele alal›m. Ço¤umuzun da bildi¤i üzere, Rusça yaz›lm›fl olan bu roman
uzun bir Frans›zca diyalogla bafllar. Tolstoy’un dönemindeki Rus okurlar›n kaç tanesinin Frans›zca anlayabildi¤i konusunda bir fikir yürütemiyorum; kuflkusuz aristokratlar anlayabiliyordu çünkü bu diyaloglar›n
Frans›zca olmas›n›n as›l amac› aristokrat Rus kesimin göreneklerini yans›tmakt›r. Belki de Tolstoy Frans›zca okuyamayan ça¤dafllar›n›n Rusça’y›
da okuyamad›¤›n› varsaym›fl olabilir. Ya da Napolyon dönemindeki aristokratlar›n Rus ulusal yaflam›na uzak kalarak anlafl›lmas› mümkün olmayan bir biçimde konufltuklar›n› Frans›zca bilmeyen okurlar›n›n anlamas›n› istemifl olabilir. Günümüzde o sayfalar› yeniden okuyacak olursan›z
görürsünüz ki asl›nda o karakterlerin ne söylediklerini anlamak pek de
önem tafl›maz çünkü incir çekirde¤ini doldurmayacak fleylerden söz
ederler. As›l önemli olan nokta, onlar›n bu konuflmalar› Frans›zca yapt›¤›n›n ayr›m›na varmak. Bafltan beri akl›m› kurcalayan sorun ise flu: Savafl ve Bar›fl ’›n ilk bölümünü Frans›zca’ya nas›l çevirirdiniz? Okur zaten
Frans›zca bir kitap okuyor ve içindeki birtak›m karakterler Frans›zca konufluyorlar; bunda bir tuhafl›k yok. Çevirmenin bu diyalo¤a en francais
dans le text fleklinde bir not eklemesi de pek birfleyi de¤ifltirmez: Etki
kaybolmufltur bir kez. Belki de, bu etkiyi elde etmek için, Frans›zca çeviride aristokratlar›n ‹ngilizce konuflmalar› gerekir. Savafl ve Bar›fl ’›n yaza10
r› olmad›¤›ma ve Frans›zca çevirmenimle tart›flmak zorunda olmad›¤›ma
çok memnunum.
Bir yazar olarak, çevirmenlerimin sorumlulu¤unu paylaflmak bana
çok fley ö¤retti. Yaln›zca romanlar›mdan de¤il “akademik” çal›flmalar›mdan da söz ediyorum. Felsefe ya da dilbilim konular›ndaki yaz›larda, çevirmen bir sayfay› anlayamazsa (ve anlafl›l›r bir flekilde çeviremezse), bu
durum düflüncelerimin de mu¤lak oldu¤u anlam›na gelir. Bir çok kez, çeviriyle karfl›laflt›ktan sonra, kitab›m›n ‹talyanca ikinci bas›m›n› yeniden
gözden geçirdi¤im oldu; bu ifllemi yaln›zca biçem bak›m›ndan de¤il, fikir
bak›m›ndan da yapt›m. Bazen anadiliniz olan A dilinde birfley yazars›n›z,
sonra çevirmeniniz der ki: “E¤er bunu kendi dilim olan B diline çevirirsem, hiçbir anlam tafl›maz.” Çevirmeniniz yan›l›yor olabilir. Öte yandan,
uzun tart›flmalar sonucunda, o bölümün B dilinde bir anlam tafl›mayaca¤›n› fark ederseniz, en baflta A dilinde de bir anlam tafl›mad›¤›n› göreceksiniz demektir.
Bütün bunlar, A dilinde yaz›lm›fl bir metnin üzerinde onun Anlam›
dedi¤imiz ve her dilde ayn› olan, Walter Benjamin’in Reine Sprache 1 [ar›
dil] fleklinde ortaya koydu¤u gizemli bir varl›¤›n oldu¤u anlam›na gelmez. Gerçek olamayacak kadar güzel! Öyle olsayd›, çeviri bu Ar› dili ay›rma ifllemi olurdu ve çeviri ifllemi (Shakespeare çevirileri bile) bilgisayar
arac›l›¤›yla yap›labilirdi.
Çeviri bir deneme yan›lma iflidir; Kapal› Çarfl›’dan kilim almaya
benzer. Kilimci 100 ister, siz 10 verirsiniz ve bir saat süren pazarl›ktan
sonra 50’de anlafl›rs›n›z.
Do¤al olarak, bu uzlaflman›n baflar›l› sonuçland›¤›na inanabilmek
için, çeviri denen bu mu¤lak olgu hakk›nda mu¤lak olmayan fikirleriniz
olmal›d›r. Kuramsal bak›mdan, farkl› dillerin tek bir paydada buluflmas›
olas› de¤ildir; yani, ‹ngilizce’deki “house” sözcü¤ü, Frans›zca’daki “maison” sözcü¤ünün gerçekten ve bütünüyle efl anlaml›s› de¤ildir. Öte yandan, kuramda kusursuz bir iletiflim biçimi de yoktur. Fakat, Homo sapiens’›n ortaya ç›kmas›ndan bu yana iyi kötü bir iletiflim kurmay› becerdik.
‹nan›yorum ki, Savafl ve Bar›fl ’› okuyanlar›n yüzde doksan› çevirisinden
okumufltur ve bir Çinli, bir ‹ngiliz, bir de ‹talyan’› bu kitap üzerine tart›flt›racak olsan›z, bu üç kifli yaln›zca Prens Andrey’in öldü¤ü konusunda
fikir birli¤ine varmakla kalmayacaklar, bir çok anlamsal ayr›l›¤a karfl›n,
bu üç kifli Tolstoy’un ortaya koydu¤u baz› ahlaksal ilkeleri fark etmeleri
bak›m›ndan da birlefleceklerdir. Çeflitli yorumlar›n bire bir örtüflmeyece¤ine eminim, fakat üç ‹ngiliz’in bir Wordsworth fliirini yorumlamas› konusunda da ayn› durum geçerlidir.
Çevirmenlerle çal›flmalar›n›z s›ras›nda, metninizin asl›n› yeniden
okur, olas› yorumlar›n› keflfeder ve – yukar›da da de¤indi¤im gibi – kimi
11
zaman metni yeniden yazmak istersiniz. ‹ki roman›m› da yeniden yazmad›m fakat çevirilerini gördükten sonra seve seve yeniden yazmak isteyece¤im bir bölüm var.
Bazen de yazara, yaradana s›¤›nmak düflüyor. Her ne kadar denemifl
olsam da yap›t›m›n Japonca bir çevirisine tam anlam›yla katk›da bulunmam asla mümkün olmayacak. “Erek” okurumun düflünce süreçlerini
anlayabilmek benim için çok zor. ‹flte bu yüzden, ne zaman Japonca bir
fliire göz atsam, okudu¤um fleyin asl›nda ne oldu¤unu çok merak etmiflimdir; san›yorum Japon okurlar›m da beni okurken ayn› fleyi hissediyorlar. Yine de, bir Japon fliirinin çevirisini okudu¤umda kendi düflünsel sürecimden farkl› bir süreç yakalad›¤›m› hissediyorum. E¤er Zen Budizmi’nin koanlar›n› okuduktan sonra bir haiku okuyacak olursam, belki o
zaman, gölün üstündeki aya dair basit bir de¤inmenin, bende bir ‹ngiliz
romantik flairin de¤inmesinin uyand›rd›¤› duygulara bir bak›ma benzer
bir bak›ma da onlardan farkl› duygulan›mlar uyand›rmas›n›n sebebini
anlayabilirim. Bu tür durumlarda bile çevirmenle yazar›n aras›nda kurulacak küçük bir iflbirli¤i ifle yarayacakt›r. Gülün Ad› bafll›kl› yap›t›m›n o
dönemde hangi Slav diline çevrilmekte oldu¤unu an›msam›yorum, fakat
Latince bölümlerden okurun ne anlayaca¤›n› çok merak ediyorduk. Latince bilmeyen bir Amerikal› okur bile, Latince’nin ortaça¤daki dinsel
dünyan›n dili oldu¤unu bildi¤i için yap›tta bir ortaça¤ esintisi bulacakt›r.
Dahas›, De Pentagono Salomonis’i okursa beflgeni de Süleyman’› da ö¤renecektir. Fakat bu Latince deyifllerin ve isimlerin Kril alfabesiyle yeniden yaz›lmas›nın Slav okuru için hiçbir anlamı olmayacaktır.
Savafl ve Bar›fl’›n bafl›nda “Eh bien, mon prince...” ifadesiyle karfl›laflan Amerikal› okur seslenilen kiflinin bir prens oldu¤unu tahmin edebilir. Fakat ayn› diyalog Çince bir çevirinin bafl›nda (anlafl›lmaz Latin alfabesiyle hatta daha da kötüsü Çin alfabesinde) yer al›yorsa Pekin’li okur
ne anlayabilir? Slav çevirmenimle birlikte, Latince kullanmak yerine Ortodoks kilisesinin kulland›¤› eski ortaça¤ Slav alfabesini kullanmaya karar verdik. Böylece, okur söylenenleri az çok anlayarak benzer bir uzakl›k hissine ve dinsel atmosfere kap›lacakt›.
‹yi ki flair de¤ilim; çünkü düflüncenin sözcükler arac›l›¤›yla belirlendi¤i bir sanat olan fliirin çevirisine gelindi¤inde sorun daha da can al›c›
oluyor; dili de¤ifltirdi¤inizde düflünceler de de¤ifliyor. Yine de, yazarla çevirmenin iflbirli¤inden ortaya ç›kan kusursuz fliir çevirisi örnekleri var.
Genellikle sonuç yeni bir yarat›n›n ortaya konmas› oluyor. Joyce’un Finnegan’s Wake (Finnegan’›n Uyan›fl›) yap›t› da dilsel karmafl›kl›¤› bak›m›ndan fliire çok yak›n bir metindir. Anna Livia Plurabelle bölümü – daha taslak halindeyken – Joyce’un da kat›l›m›yla ‹talyanca’ya çevrilmifl.
Çeviri, ‹ngilizce kaynak metinden hayli farkl›. Asl›nda çeviri de¤il. Ade12
ta Joyce metni ‹talyanca yeniden yazm›fl gibi. Fakat Frans›z bir elefltirmenin söyledi¤ine göre, o bölümü (‹ngilizce metni) anlayabilmek için, önce
‹talyanca tasla¤›n› okumak çok yerinde olurmufl.
Belki de Ar› Dil diye bir fley yok; fakat iki dili birbiriyle kap›flt›rmak
müthifl bir serüven ve ‹talyanca bir atasözünün de dedi¤i gibi, çevirmenin her zaman ihanet etti¤i düflüncesinin do¤ruluk tafl›yor olmas› flart de¤il. Bu ihanete yazar da ortak oldu¤u sürece.
Çeviren: Baflak Ergil Fiflekçi
(1) Walter Benjamin, 1923 y›l›nda Baudelaire’in Tableaux Parisiens yap›t›n›n
çevirisine yazd›¤› “Die Aufgabe des Übersetzers” [Çevirmenin Görevi] bafll›kl› yaz›s›nda “Reine Sprache” kavram›n› kullan›r. Bu kavram, 1961 tarihli “Çeviricinin
Ödevi” bafll›kl› Melâhat Özgü çevirisinde “ar› dil” karfl›l›¤›yla, 1983 y›l›nda Yazko
Çeviri’nin 14. say›s›ndaki Ahmet Cemal çevirisinde ise “salt dil” karfl›l›¤›yla Türkçelefltirilmifltir. (Ç.n.)
13
SAVAfi KEND‹N‹ UNUTTURMUYOR
U¤ur Kökden
‹kinci Dünya Savafl›’n›n patlak verifli, nerdeyse, yetmiflinci y›l›na
ulaflacak. Sona erifli bile, çoktan altm›fl y›l› geçti.
Ne ki, karabasan hep süregeliyor. T›pk›, Hiroflimal›lar’›n – bomba
yüzünden – flimdi bile ölmeye devam edifli gibi.
Öte yandan, birkaç gün önce, Hitler’in yak›n çevresindeki koruma
komandolar›ndan yaflayan sonuncu, Rochus Misch ise, doksan›nc› do¤um gününü kutlad›. Kuflku yok, tüm ‘saklad›klar›’yla birlikte. Ancak,
bir Frans›z gazeteciye anlatt›klar›, geçen y›l içinde, Hitler’in Yak›n Korumas›yd›m (1940-1945) bafll›¤› alt›nda kitaplaflt› (Le Cherche Midi, ‘Cep
Kitaplar›’ Yay›nlar›).
Ak›p giden zamana karfl›n, tan›klar, yine de geçmiflleri üstüne e¤iliyorlar; arkada kalan ac›lar ve korkular ça¤›n› sorguluyorlar; tan›kl›klar›n› – geç bile olsa – ortaya sürüyorlar. E¤er onlar yapmam›flsa ya da yapm›yorsa, bu kez kimi özyaflam yazarlar› bu görevi üstleniyor, belgeleri
topluyor, düzenliyor, karfl›laflt›r›yor, irdeliyor, uzmanlara dan›flarak do¤rulat›yor ve yay›na sürüyorlar.
‹flte, 2007 y›l›, bu aç›dan çok say›da flafl›rt›c› geliflmeyle ve hiç beklenmeyenlerle dolu geçiyor. Anlafl›lan, daha da geçecek!
Sözgelimi, flu günlerde, hiç beklenmedik bir biçimde, aniden JeanPaul Sartre’›n flimdiye dek yay›nlanmam›fl, dolay›s›yla bilinmeyen bir
‘oyun’u gün›fl›¤›na ç›kt›. Paris Ulusal Kitapl›¤› Elyazmalar› Bölümü’nde
bulunmufl, ad›geçen bu ‘metin’.
Oysa, daha bir-iki y›l önce, çok çeflitli etkinliklerle büyük Frans›z düflünürün do¤um y›ldönümü kutlanm›flt›. O s›rada hiç kimse – flöyle ya da
böyle – bu kitaptan sözetmedi. Belki, henüz bilinmiyordu. Belki de, henüz daha yay›n haz›rl›klar› aflamas›ndayd›.
Typhus (Tifüs)* savafl içinde yaz›lm›fl. T›pk›, Camus’nün Veba’s› gibi. Dolay›s›yla, ‹kinci Dünya Savafl› tehlikesiyle sonuçlar› da, tüm bu kitaplar›n as›l ve ana ö¤esi! Her iki yazar›n – biri senaryo, öbürü roman yoluyla – yaflad›klar› trajik dönemi yans›tmalar›, hem ilginç bir benzeyifl
hem de kaç›n›lmaz bir zorunluluk!
Mademki yazar, Sartre’›n deyifliyle, ça¤›ndan sorumludur; hem de
susufluyla bile… O halde, ülkesinin ve insanlar›n sorunlar› önünde tav›r
almas› kaç›n›lmaz!
14
m›fl.
Kitab›n düzenlenmesiyle sunumunu, Arlette El Kaim-Sartre yap-
1943 y›l› ortas›. Tüm koflullar gibi, Frans›z sinemas› da kendisini yenilemek ister. Yazarlara birtak›m konular verilir. Bu arada, Pathé Firmas› romanc›lar, oyun yazarlar› ve genç film yap›mc›lar›yla özel toplant›lar
düzenler. Böylece, Sartre da, bir senaryo yazma önerisini kabul eder.
Savafltan ç›k›nca, savafltan ç›km›fl bir halk ne isteyecektir?
‹nsanlar› düflündüren, e¤lendiren ve her fleyden önce de sarsan konular. Bunu da, yaln›zca ‘sinema’ gerçeklefltirebilir. O s›rada, Sartre, ünlü üçlemesini – yani, Erteleme’yi – yazmaktad›r.
Bafllang›çta, yaklafl›k yetmifl sayfa oylumunda bir öykü olarak kaleme al›nan ‘Tifüs’, öldürücü bir salg›n hastal›k korkusu alt›ndaki küçük
bir toplulu¤un yaflad›¤› pani¤i dile getirir. O arada, yazara, yard›mc› olarak bir de senarist verilir. Böylece, l943-44 k›fl›n›, bu ikili birlikte çal›flarak geçirir.
‹flte, flimdi, bu metin ‘senaryo’ biçiminde bas›lm›fl bulunuyor.
Sartre, olaylar› – henüz siyasal koflullar›n belirsizli¤i nedeniyle olsa
gerek ki, ‘Fransa’ denemiyor aç›k aç›k – ‹ngiliz protectorat’s› alt›ndaki
bir ülkeye, yani Malezya’ya yerlefltirir. Ancak, çevrilecek film aç›s›ndan,
maddi ve siyasal nedenlerle bu durum olumlu bulunmaz.
Mart 1945’te, Typhus ismiyle bir filmin çekilece¤i bas›n taraf›ndan
bildirilse de, bu haber gerçekleflmez. Zaten, Sartre, o s›rada, yani ocak
ay›ndan beri, ABD’nde bulunmaktad›r. Ayr›ca, elinde, Maurice MerlauPonty ile birlikte yay›nlamak üzere çal›flt›¤› bir dergi projesi (Modern Zamanlar) vard›r. Dolay›s›yla, ne yazar ne de – ifli kendisine b›rakt›¤› – Jean Delannoy filmle ilgilenir.
***
Sartre’›n senaryosuyla handiyse efl zamanl› ortaya sürülen bir baflka
kitap da – önemli say›lacak ikili bir ‘tan›kl›k’ ürünü – Camus’yle yine ünlü Frans›z ozan› René Char aras›nda gerçekleflmifl olan mektuplaflmalard›r denebilir: Correspondance (1946-1959), Gallimard, Paris, 2007.
Bu y›l, René Char’›n do¤umunun yüzüncü y›ldönümü.
Albert Camus, Nobel Ödülü Töreni öncesi düzenledi¤i bas›n toplant›s› s›ras›nda, “Char, en büyük Frans›z ozan›d›r” demiflti. Daha sonra da,
“O benim için yaln›z bir ozan de¤il, s›n›rs›z yetenekte büyük bir ozan ve
yazard›r” diye ilk yarg›s›n› daha da güçlendirdi. “Yaz›nsal yönden ise, bir
‘kardefl’!”
Buna karfl›l›k Char da, Yabanc› roman›n›n yazar›n› “Savafl yoldafl›”
olarak kabul ediyor. Çünkü, René Char, Camus’nün ad›n› ilk kez Céres15
te Makisi direniflçileri aras›ndayken duyuyor. Üstelik, Yabanc› roman›
nedeniyle. Kitab› edinmeye çal›fl›yor, ama o koflullar içinde bunu baflaram›yor.
Ancak, yarat›c› sanatç›lar aras›nda bir dayan›flma olabilir mi? Olsa
bile, ne ölçüde? Kuflkusuz, bu tür sorular her zaman sorulacak! Hem bir
karfl›l›k her zaman al›namasa bile…
***
Bir baflka mektuplaflma ürünüyse, Walter Benjamin’le Bn. Gretel
Karplus (daha sonra, Adorno’nun efli) aras›nda on y›ll›k (1930-1940) bir
süreyi kapsayan yaz›flmalardan oluflmakta. Bu kitap da, yine bu y›l içinde Gallimard Yay›nevi’nce yay›mland›. Almanya bask›s›ysa 2005’de ç›km›flt›.
Yazar›n kaleme ald›¤› her sat›rda bütünüyle maskesiz göründü¤ü bu
mektuplar, Benjamin nerede bulunmuflsa oradan – k›saca her yerden:
Paris, Baléare Adalar›, Danimarka, ‹talya – arts›z aras›z bir al›flkanl›kla
küçük sanatsever dostuna yaz›lm›fl. “Mektuplar›m bir orkestraysa, onun
birinci keman› Gretel!” demekte, yazar.
Kuflkusuz, mektuplar birer tan›kl›k! Yaflananlara oldu¤u ölçüde, kesinlikle yaflanacaklara da. Bir bak›ma, s›n›rl› bile olsa, yak›n gelece¤e.
Gretel Adorno (1902-1993), yüzy›lla yafl›t ve ona tan›k bir insan. W.
Benjamin’le birlikte, her ikisi de Berlin do¤umlu. Yirmi üç yafl›nda ‘kimya doktoru’ olmas›na karfl›n, Berlin’in savafl öncesi ayd›n ve sanatç› çevrelerini tan›yor. Onlarla yak›n iliflkiler kurmufl. Bloch’la, Adorno’yla,
Benjamin’le. Sonuncudansa, on yafl küçük.
Mart ay› (1933) ortas›nda, Benjamin Paris’e gider; ve Almanya’ya
bir daha hiç dönmez. Gretel de, sürekli onu, sürgünde kalmas› yönünde
etkileyecektir. Bafllang›çta Fransa’ya (1933), daha sonra da ABD’ye s›¤›nmas› için. Kald› ki, 1937’de, Adorno’yla olan evlili¤inin ard›ndan, Gretel
çifti de Amerika’ya s›¤›n›r.
Dolay›s›yla, ikisi aras›ndaki mektuplaflmalar, yüzy›l›m›z›n – ve de,
özellikle 1930/40 Almanyas›’n›n – en bunal›ml› dönemini, Naziler’in iktidara gelifliyle savafl bafllang›c› y›llar› kapsamakta. Öte yandan, W. Benjamin’in ölümünden – ‹spanya’da küçük Port Bou liman›ndaki intihar –
az önceye dek hep süregider. Son mektubun tarihi, 19 Temmuz!
***
Bu y›l›n çiçe¤i burnunda bir direnifl günlü¤üyse, Léon Werth’in kaleminden ç›kma, Déposition (Sorgu ‹fadesi)**. 1940-44 y›llar›n› içeren,
16
belgesel nitelikte bir yap›t! Al›nyaz›s›yla iflbirli¤i – özellikle ayd›nlar›n esnek bile olsa, hep rastlanan iflbirlikçi tutumu – aras›ndaki ince çizgiyi ifllemifl. L. Werth, yahudi as›ll› bir yazar; dolay›s›yla, günlü¤ünün keskin
köfleli dili, hemen dikkati çekmekte. Yaz›nsall›ktan çok gerçekçili¤e
önem verilmifl.
Bununla birlikte, unutulmamas› gereken bir nokta, A. de SaintExupéry’nin Küçük Prens isimli ünlü yap›t›n› Werth’e adam›fl olmas›.
Ayr›ca, bu y›l›n mart ay›nda yay›mlanan, Exupéry imzal› befl kitaptan oluflma Carnets’i (Karneler) de böyle bir çerçeve içinde görmek do¤al
say›lmaz m›?
***
Savafl›n do¤rudan içinde yer alanlar, ister istemez, ürünleriyle eylemlerini – ayn› zaman dilimi içinde – birlefltirmek zorunda kal›yorlar.
Exupéry de, kuflkusuz onlardan biri. Onun önde gelen dört yap›t›, savafl
y›llar› içine denk düflüyor. ‹nsanlar›n Dünyas› (1939), Savafl Pilotu
(1939), Küçük Prens (1942) ve Bir Rehineye Mektuplar (1944). Ancak
Savafl Yaz›lar› (1939-44), çeyrek yüzy›l önce bir araya getirilmifl – flimdiye dek hiç yay›nlanmayan ya da varl›¤› çok az bilinen – bir dizi belgeyle
zenginlefltirilmifl bir yap›t!
Mektup türünü zenginlefltiren bir baflka yay›n da, Joseph Roth imzal› Seçilmifl Mektuplar (1911-1939). O da, Seuil Yay›nlar›ndan ve 2007
bask›s›.
Roth, on dokuzuncu yüzy›l›n son y›llar›nda do¤mufl. Galiçya’daki –
flimdiki Ukrayna s›n›rlar› içinde kalan Brody kentinde – yahudi as›ll› bir
ailenin çocu¤u olarak dünyaya geliyor. 1911 ile 1924 y›llar› aras›n›, Viyana ve Berlin’de geçiriyor. Frankfurter Zeitung’un sayg›n ve önde gelen
muhabirlerinden biri.
Bu kimli¤iyle, görevi gere¤i, de¤iflik Avrupa ülkelerinde (Fransa,
SSCB, Arnavutluk, Yugoslavya ve ‹talya) bulunuyor.
Ama,1933’ten sonra, bir çoklar› gibi art›k Fransa’da sürgün. Ondan
kalan, yazd›klar› d›fl›nda, Brody’deki liseye verilen ‘ismi’, Berlin’de Kurfürstendamm’daki bir eve çak›lm›fl tafl levha ve Paris’te, Tournon Soka¤›’nda bulunan bir kahvenin saklad›¤› an›lar. Kuflkusuz, bunlara, son
olarak, bir de Paris Yahudi Mezarl›¤›’ndaki (Thiais) mezar› eklemek gerekecek.
Seçilmifl Mektuplar’daki Roth’un yazd›klar›n›n ço¤u, bir bak›ma
nerdeyse hepsi, yine kendisi gibi yahudi as›ll› olan Stéfan Zweig’a seslenmekte. Bunda, her ikisinin de Birinci Dünya Savafl›’yla birlikte tarihe ka17
r›flan Avusturya-Macaristan ‹mparatorlu¤u’nun üyesi olmas› rol oynayabilir. Ayr›ca, her ikisinin de, üç kanall› ortak bir kültür kayna¤›ndan (yahudi, alman ve slav kültürleri) besleniyor olmas›, birini öbürüne yaklaflt›rm›fl olabilir.
* Typhus, Gallimard Yay›nlar›, Paris, 2007.
** Déposition, Seuil Yay›nlar›, Paris, 2007.
18
Baflaran
SA⁄ALTIMYURDU VIII
GAL‹NOS fiAH‹NKAYASI’NA ÇIKIYOR
Gölgelerin, yamaçlar›n dili de¤iflti. S›¤›rc›klar telafll› ç›narlarda...
Tersine dönmüfl bir kaplumba¤a, akflam. Gökyüzünü t›rmal›yor ayaklar›. Yaklaflan ne yavaflça yavaflça... Anlayamad›¤›, çözemedi¤i ne çok
fley... Vuruflu yavafllayan koca bir yürek dünya... K›rlar derin suskunluk... Nereye gitti gidenler... Da¤lar›n da, sular›n da, birçok fley var
söylemedi¤i...
Büyük gece, uzak y›ld›zlar, Kronoso¤lu...
Gözünü açt›¤›nda gördü¤ü
Gökyüzü de¤ildi Galenos’un
H›zl› h›zl› soluyan bir kertenkelenin
Mavi karn›yd›
Kaleye s›k›flm›flt› kuyru¤u
Da¤›n yar›¤›ndan bafl›n› ç›karan
K›rm›z› gözlü bir y›land› flafak
Kekikler aras›nda çatal dilini
Oynat›rd› kimi zaman
Küçük yapraklar› Haziran kokulu
Zaten kekik da¤lar›n özüdür
Çandarl› kekikleri ana kokuludur
Öyküleri suya yaz›l›
Yitik bir ülkedir Pitane
Çok derinlerdedir halk›
Yollar› gökkufla¤›
Zaman sulardan h›zl› akar
Açt› m› kap›s›n› Galinos
Bak›rçay Ovas› Yunt Da¤lar›
Odaya dolar
Sand›klara sepetlere raflara s›çrar
Gün ›fl›¤›
19
Ç›ld›r›r kökler, çiçekler, yapraklar
Soluk almaya bafllar
Koca kar›nl› küpler, su çanaklar›...
Ad›m›n› atsa Galinos,
Bir yazdan öbürüne geçer
Eski gözler s›zar tafl duvarlardan
Akl›nda baflrahibin baflkald›rmas›
Buluttan buluta girer doruklar
Durdu efli¤inde günün Koca Sakal
Sa¤alt›myurduna bakt›
Avucunda gene o k›p›rt›
Karn›n› yard›¤› mavi kufl
Devrildi yontusu Zeus’un
Sesi de¤iflti kutsal çeflmenin
Tap›nak derin uçurum
Dokundu¤un o yürek Galinos
Tüm canl›lar›n da yüre¤i
Uykular›n› bölen o ses
Tüm susanlar›n da sesi
Unutamad›¤›n o gözler
Tüm yitenlerin de gözleri
“Ölüm giremez buraya” yaz›l›
Aln›nda Sa¤alt›m Yurdunun
Giremez mi Galinos
Ölüm yaflam›n öbür yüzü
Kimlerin s›rt›ndan geçti
Tafllar› kalelerin
Kimler getirdi suyu da¤lardan
Hiç yaralar›n› sard›n m›
Öfkesi bofluna m› Baflrahibin
Akl›n› zorlayan sorularla
Kitapl›¤a yöneldi
Bin gözle bakan bir su kitapl›k
Da¤lardan yüzy›llardan ak›p gelmifl
20
Gizemli tabletler parflömenler
K›vr›mlar› hiyero¤liflerin, çivi yaz›lar›n›n...
Sütak› o¤lak sesleri parflömenlerde
Bakarm›fl gibi gözlerine bilgelerin
Sayfalara e¤ildi
K›rbaç, iflkence ölüm
B›çak kemi¤e dayand›¤›nda
Prens Aristokinos
Baflkald›rd› Bergama’ya
Toprak da evler de yaral›yd›
Kan rengiydi ›rmaklar
At›p s›rtlar›ndan yüklerini
Aristokinos’a kat›ld› köleler
Do¤rultup bellerini tarlalardan
Sel gibi akt› köylüler
Çobanlar sürüleriyle geldi
Meleflen koyunlar, z›playan keçiler
Gökleri tutmufltu coflku
“Bir günefl ülkesi” diyordu Aristokinos,
Bir s›cak somun gibi yaflam›n
Kardeflçe bölüflüldü¤ü
Bir günefl ülkesi,
Ne k›rbaç, ne zincir,
Ball› üzümler, incirler
Kardefl pay›...
Bal›kl› ›rmaklar›n denizin,
Kardefl pay›
Yaflamak bir türkü gibi...
K›n›k, Akhisar, Yunt Da¤lar›
Silkinip kalkt› aya¤a
K›m›ldand› mor tepeler
Sanki ar› kovan› gibi
Kendini yeniliyordu yaflam
Okudukça güp güp at›yordu
Galinos’un yüre¤i
Vurulursa böyle vurulurdu
Sayr›l›klar›n köküne neflter
21
‹lk kez içi rahatt› Galinos’un
Baflkald›ranlarla
Omuzomuza yürüyordu
Derken, kesildi parflömenlerin
Sütak› o¤lak sesleri
Sanc›dan k›vranmaya bafllad› hiyero¤lifler
At kiflnemeleri 盤l›klar ölüm
Kan s›z›yordu çivi yaz›lar›ndan
Büyük bir orduyla
Sald›r›ya geçmiflti köleci Roma
Yiti¤i çok oldu Aristokinosçular›n
Ama yenilmediler
Gördes, Akhisar, Kavac›k üzerinden
Savafla savafla,
fiahinkayas›na çekildiler
Yan›na kartal yuvalar›n›n
‹nsan aya¤› de¤memifl sarp kayal›klara
Da¤la omuz omuza, direndiler
Sald›rd›kça püskürtüldü askerler
Aylarca sürdü korkunç kuflatma
Açl›k, kartal pençesi, ölüm...
A¤aç kabuklar›, ot kökleri
Kaya yosunu yiyerek dayand›lar
Elleri yar›ld›,
Parçaland› giysileri
Açl›k, so¤uk, ölüm, düflman
Sonunda teslim oldular
Hâlâ kor gibiydi
Aristokinos’un gözleri
Ellerini ayaklar›n› ba¤layarak,
Roma’ya götürdüler
Roma’ya ba¤land› Bergama da
Susunca parflömenlerde, ak o¤lak sesleri
Susunca hiyero¤lifler, çivi yaz›lar›
Y›k›l›p kald› Galinos
Hey gidi kardefl sofras› dünya!
Hey gidi günefl ülkesi!..
Da¤›n doru¤unda açt› gözlerini
22
Açt› ki, aln›nda
Ak bulutlar›n serinli¤i,
Yi¤it hava dost solu¤u
Doruklar›ndayd› fiahinkayas›n›n...
Yan›nda iki an›t köknar,
fiahinkayas› yenilmemiflti,
Gururla bak›yordu Ege’ye, Bak›rçay ovas›na...
Ana gibi sar›ld› topra¤a
Kucaklad› sarp kayalar›
Yamaçlar, derin vadiler, sokulup kat›ld› ona
Parmaklar› kantaron ebegömeci kekik
K›vr›m k›vr›m kök sarmafl›k gelincik
fiahinkayas› kesildi vücudu
Yüre¤i dünya sa¤l›k yurdu
Bir mavi kufl süzülüp uzaydan
Omuzlar›na kondu
Bafllad› evrenin göksel ezgisi
Yenilmez türküsü yaflam›n
23
ELLER
Adnan Binyazar
Kamaflt› gözüm(ün) nûru
onun hüsn-i cemâlinden
(bir türkü’den)
Ellerimi tuttu. Öptü, öptü...
Dudaklar›n›n ›l›kl›¤› damarlar›ma akt›.
Gözlerime bak›p dald›.
“Elimi eline ilk ald›¤›nda yüre¤imin sesi kulaklar›ma vurmufltu!”
dedi.
S›kt› ellerimi, öptü yine, bir daha, bir daha, bir daha...
Küçük yüzünü avuçlar›m›n içine ald›m.
Solu¤um solu¤una kar›flt›.
Bafl›n› omzuma koydu, sokuldu iyice. Yüzüyle, gövdesiyle, elleri
ayaklar›yla yavru bir kedi yuma¤› oldu kollar›mda.
“Niye böyle iri, ellerin; niye böyle s›cak?..” dedi, ›fl›lt›l› sesiyle.
“Çal›flan el irilefliyor,” dedim, “Ben köy enstitüsünde yat›l› okudum. A¤aç dikmek için, kirizma dedikleri derin çukurlar efltirirlerdi bize. Kazma saplar› flimdiki gibi kaygan de¤ildi. Kentte büyümüfltüm. Kent
çocu¤unun eli topra¤› tan›maz. Toprak, tan›mayana direnir, uysal yan›n›
göstermez. Bir iki vurufltan sonra ellerim kan içinde kal›rd›. Sonra böyle
sertleflti. Sertlefltikten sonra da art›k kanamaz oldu.”
Parmaklar›m›n dip bo¤umlar›ndaki nas›rlar› gösterdim.
“Bak,” dedim, “buralar avcumun içinden sert!”
Nas›rl› yerlere bast›rd›.
“Ac›yor mu?”
“Derinin kemiksi halidir nas›r; ha kemi¤e bast›rm›fls›n, ha nas›ra,
ac›maz. Öyle okflar gibi bast›r›rsan hiç ac›maz.”
Güldü. Yüzündeki duygu bu¤ulanmalar›n› gizlemeye çal›fl›yordu...
“Avuçlar›n kanarken kim bilir ne ac›lar çekmiflsindir...”
“Çektim tabii, ac› çekmeyen var m›?” dedim.
“Ellerin kanay›nca a¤lar m›yd›n?” diye üsteledi.
“A¤lamazd›m; gözyafl›m› içime ak›t›rd›m.”
“Neden?.. Gözlerime yafl dolunca kendimi tutamam ben, damlalar
yanaklar›mdan afla¤› süzülüverir...”
24
Film ad›n› and›ran o basmakal›p söz a¤z›mdan ç›k›verdi birden.
“Kad›nlar a¤lar!” dedim.
Duygulu anlar›nda bak›fllar› düzleflir, hafif yana kayard› gözleri. Hüzün ça¤r›flt›ran gözlere bakamazd›m. Sözümün yönünü çevirdim.
“fiaka, flaka... Öyle fley olur mu, duygu kad›n için de erkek için de
duygu...”
Bak›fllar› eski halini ald›.
“Benim a¤layamay›fl›m›n nedeni baflka... Bir ö¤retmenimiz vard›.
Babacan, ö¤renciye yak›n bir adamd›. Bo¤az›ndan konuflurdu. Öyle konuflanlar sevecen bilinir. Yat›l› okullarda ö¤retmen, biraz ana, biraz babad›r. Hüseyin en küçü¤ümüzdü. On ikisini doldurmam›flt› okula yaz›ld›¤›nda... Nas›r birden olmaz. Önce parmaklar›n bo¤um yerlerinde patlaklar oluflur. Patlak, derinin kendini savunmas›d›r. Patlaklar›n içindeki
s›v› boflal›nca, geriye derinin zar› kal›r, el kanamaya bafllar. Zar c›lk yaraya de¤mesin, ac›dan duramazs›n! Hüseyin’in elleri patlam›fl, zar deriye
yap›flm›flt›. Çok ac› çekiyordu...”
“Öyle mi ac›d› senin ellerin de?”
“Elleri patlayan herkesinki öyle ac›r...”
Gözlerinde yine o bu¤ulu dalgalanmalar...
“Dur... Hüseyin daha bitmedi,” dedim. “Hüseyin, Türkçeyi yar› buçuk konuflurdu, ama matematikte en iyimiz o! Çözemedi¤i problem yok.
O gün ellerinin ac›s›na dayanamad›, a¤lad›. Hiç ummazd›k ö¤retmenden; Hüseyin’i a¤lar görünce, ‘Kar› m›s›n ulan! Niye a¤l›yorsun!’ diye
gürleyip, tokatlamakla kalmad›, kanl› ellerine kazman›n sap›yla vurdu. O
zamanlar erke¤e ‘kar›’ demek çok a¤›r kaçard›. Yat›l› okul ö¤rencilerinde gizli bir dayan›flma vard›r. Direnemezler de, tepkilerini ortak bir duyguyla yans›t›rlar. Hüseyin’in avuçlar›ndaki kan› görünce göz yafllar›m›z›
içimize ak›tamam›fl, ö¤retmenden gizleyerek hepimiz a¤lam›flt›k...”
“Sus, anlatma, kan görmeye dayanamam ben!” dedi, kirpiklerinin
aras›nda saydam damlalar belirdi.
fiark› sözüne benzese de söyleyiverdim!
“A¤lama,” dedim, “gözlerinde hüzün büyüyor sen a¤larken...”
Islak gözleriyle bana bakt›. Bak›fl de¤ildi onunki, ya¤mur sonras›
ovalar›n›n yeflilli¤i idi.
Bir süre düflündü kald›. Akl›na bir fley gelmiflçesine,
“Gözlerimde sevinçler görüyorsun, hüzünler görüyorsun; nas›l oluyor bu? Sen söyledikten sonra aynan›n karfl›s›na geçip bak›yorum, senin
gördüklerinin hiçbirini göremiyorum ben...” dedi.
Filozoflu¤um tuttu.
“Yan›lt›c› aynalara bakma, yüre¤inin aynas›na bak, görürsün...” dedim, “Ama flunu unutma, orda gördü¤ün, hiçbir zaman benim sende gör25
dü¤üm de¤ildir... Herkes, gördü¤ünün yarat›c›s›d›r, güzelim! Yaratan,
yaratt›¤›n› göremez; gördü mü, görüngü parçalan›r...”
Kafllar› yeni ay biçimini ald›, yüzü dinginleflti. Söylediklerimi irdelemedi, “güzelim” sözcü¤ü üzerinde durdu yaln›zca.
“Bana hep ‘güzelim’ diyorsun, çok da hofluma gidiyor, gerçekten güzel miyim ben?”
Bofl bulunup, birden, “Elbette çok güzelsin!” demedim. Öyle güzel
de¤ildi o, güzelli¤ini gözlerimde duyumsayand›. Yüzüme bakt›. Ellerimi
b›rakt›. Anlam› belliydi bunun. Onu kollar›m›n aras›na ald›m. Kabu¤u
soyulmufl sö¤üt a¤ac› kayganl›¤›ndaki kollar›nda gezdirdim elimi. Kollar› s›cakt›.
Parmaklar›mdan yüre¤ime yine o duygu ak›fl›...
“Kollar›n niye öyle s›cak?” dedim.
Bu kez kollar›n›n aras›na o ald› beni. Yanaklar› bir elman›n yüzü gibi parlad›, pembeleflti.
“Gözlerimde büyüyen hüznü anlat›rsan, ben de kollar›m›n niye s›cak oldu¤unu söylerim sana!..”
“Ah, gücüm yetse de anlatabilsem, yaln›z gözlerindeki hüznü de¤il;
güzelli¤ini de...”
“Anlat ama... ‘Hüzünlüyken çirkinlefliyorsun’ de, ‘Ölü bak›fll› oluyorsun’ de, ‘Öyle oldu¤un zaman içim karar›yor, kaçmak, kurtulmak istiyorum senden’ de!.. Ama anlat!..”
Yine ayn› filozofluk!
“Ah, güzelim,” dedim, “sevinci anlatan olmufltur da, hüzün hep hüzün kalm›flt›r...”
Sonunda sabah oldu. Göz¬lerine gün vurdu. Ifl›kla oynaflan renkler
döküldü odalara, bak›fllar›ndan... Gözlerine bak›p, ikimiz ad›na bir iç ses
yaratm›flt›m. ‹çime dönüp m›r›ldand›m.
Yarat›l›fl›n renklerini gördüm gözlerinde; senin görmedi¤indi...
Irmak ak›fll› sevgimi gördüm gözlerinde; senin görmedi¤indi...
Yak›n uzakl›klar› gördüm gözlerinde; senin görmedi¤indi...
“Hüznü anlatamam,” dedim, yar› gülerek, “güzelli¤ini anlatay›m istersen...”
‹nce dudaklar›n› kula¤›ma yap›flt›rd›. Da¤ yelleri esti yüre¤imde.
“Anlatma!” dedi kesinlikle, “Güzellik, aldatmacad›r! Bazen kendimi çok güzel buluyorum; bir de bak›yorum gözüm, kafl›m, dudaklar›m,
yüzümün aylas›... aldatm›fl bak›fllar›m›!..”
Onun hüznü bana geçti sanki, “Güzellik bir aldatmaca...” diye söylendim üst üste, yine içimin diliyle söyledim.
26
Güzelli¤in...
Bahar topra¤›n›n bu¤day özlerini dölledi¤i gecelerdir.
Uzak y›ld›zlar›n karanl›¤›d›r.
Bedenin yüre¤i ›l›tt›¤› anlard›r.
Tutkunun diflilik sesidir.
“Duydun mu söylediklerimi?” dedim.
“Duymad›m, duyumsad›m sadece... Duyuldu mu bir anlam› kalm›yor, hiçbir fleyin,” dedi.
“Öyleyse, güzelli¤ini nas›l duyumsad›¤›m› söyleyeyim sana...” dedim, duyulur duyulmaz bir sesle.
Dedi¤imi duymak istemedi.
“Elini elimden alma; güzellik o!..” dedi, ayn› t›n›yla. Yüre¤im havaland›.
Almad›m, bedeninden, ellerimi, ben; hiçbir zaman!
Kaaalbiiimiii deeeee!..
Bafl›n›, bedenini, ellerini ayaklar›n› benden uzaklaflt›rd›. Patiska
yüzlü yorgan› üstüne çekip, kendini kendine kilitledi. Yaln›z teninin yorgandaki h›fl›rt›s›n› duyuyordum. Katlarca ipek kumafla “hançer iner de
h›flflflfl diye keser” onu; öyle bir h›fl›rt›... Yaln›zl›¤› ço¤altan bir h›fl›rt›...
Sevda kokulu bir h›fl›rt›... Gurbet uza¤› bir h›fl›rt›... Tutku, bedenin ruha
baflkald›rmas›d›r; sevda ise, ölüm! Ona bakarken, güzelli¤in de hazlar›n
da bir gün bitece¤ini düflünürdüm. Hofl bir duyguyla sarmalanm›flken,
bedelinin a¤›r olaca¤› do¤ard› içime; bunlar›n ça¤r›fl›m› bir h›fl›rt›...
Yüzünü h›fl›rt›l› yorgan›n aral›k kalm›fl yerinden görüyordum. “Gözleri örtüktü, ama bak›yordu.” Ne a¤z›n› açt›, ne konufltu. Sessizli¤in diliyle söyledi,
“Senden uzaklara gitsem de ellerini alma benden...” diye inledi.
“Senden uzakta olunca kalbimde güller soluyor...” dedim içimden.
Almad›m, ellerimi, elleeriindeen, ben; hiiiiiiiçbiiiiiir zaaaaaman...
Kaaaaalbiiiiimiiiii deeeee!..
Uzakl›¤›n ac›s›n› bilen, en yak›n uzakl›¤a bile dayanam›yor. Yak›nl›¤›n› duyay›m diye, içimden geçeni yap›p, elimi sol memesinin üstüne
koydum, kalbini dinledim. Gözleri uykulu, yüzü dingindi. Yüre¤i ye¤in
at›yordu. O ses dayan›lmaz bir ruh yaln›zl›¤›na düflürdü beni. “Bu kalp
bir gün durursa ne yapar›m?..” diye korkulara kap›ld›m yine, kendimi iç
sesimin yaln›z ovalar›na att›m.
27
Da¤larda yel serin eser, a¤ustos s›ca¤›nda bile. Ayn› esinti, ormanl›k yerde uysallafl›r, teni okflar. Yorganda h›fl›rt›s›n› duyup solu¤u yüzüme vurunca serin da¤ yelleri gibi geçip gitti korkum. Dingin yüzüne bakt›m. Uyur gözlerinde uysal rüzgârlar›n sesini duydum. Sesi, iç sesime kar›flt›: “Gördü¤ünü göster bana...” dedi, yalvar›rcas›na, “Senin gördü¤ünü
göremezsem ölürüm!”
Her yerinin kokusu sinmiflti parmaklar›m›n ucuna. Kimsenin duyamayaca¤› gizliliklerime saklad›m kokusunu. Dar odalara s›k›flm›fl ruhumun iç 盤l›¤›yla, “Ah, bu kokudan olursam ne yapar›m!” diye inledim,
yeniden korkulara kap›ld›m.
Sabah... Akflam... Gece... Geceler geceler geceler...
Odan›n puslu gece ›fl›¤›nda nak›fll› yüzünden alam›yordum gözlerimi. Yüzü melek beyaz› bir k›z çocu¤u nas›l uyursa, öyle uyurdu; kollar›
bafl›n›n yukar›s›nda, boynu yana yat›k... “Uyuyan bir çocu¤un yüzünden
güzel ne vard›r flu dünyada?..” diye düflünür, ona bakard›m.
Bu kez öyle uyumuyordu. Bacaklar›n› karn›na çekmifl, ellerini koltukaltlar›na sokmufltu. Öyle yatt›¤›n› ilk görüyordum. Her görünüm bir
ça¤r›fl›m yarat›r; yat›fl›, bir yaz günü, çok uzak ülkelerden birinin baflkentinde rastlad›¤›m›z sokak sarhoflu Çinli kad›n› getirdi gözümün önüne.
O, kad›na bakamam›fl, bir daha da onun oldu¤u yerden geçmek istememiflti. Bense, on befl gün kald›¤›m›z bu kentte, her gün belli saatlerde gidip Çinli kad›n› izlemekten kendimi alamam›flt›m.
Orta yafl›n üstündeydi kad›n. Elleri koltukaltlar›nda, ayn› köflede
oturuyordu. Pantolonunun y›rt›k yerinden kalças›n›n büzüflük etlerinin
görünmesine ald›rd›¤› yoktu. Her gidiflimde, ellerini ç›kar›p önündeki flifleyi kafas›na dikece¤i an’› bekliyordum. Böylece koltukaltlar›ndan ç›karmak zorunda kalaca¤› ellerini ben de görmüfl olacakt›m. Yapm›yordu.
Arada gözlerini çevresinde dolaflt›rsa da hep önüne bak›yor, yerine çak›lm›flças›na oturuyordu. Dilenci olamazd›. Kimseden para pul istedi¤i yoktu çünkü. Kamu polisleri caddede mekân tutan dilenci k›l›kl› kiflileri topluyor, ona dokunmuyorlard›. Ne yer ne içerdi? Önünde, yan›nda yöresinde bir bofl flifleden baflka bir fley görünmüyordu. Kad›n›n yüzünde her tür
flarab›n tarihi yaz›l›yd›. A¤z›na girercesine incelip uzayan alt çenesi, yüzündeki kanser yaras›na benzeyen kahverengi çöküntüler onu çürük
muflmulaya döndürmüfltü.
Bende merak uyand›ran, bir insan›n bu hallere düflmüfl olmas› de¤ildi; ama bu kad›n niye ellerini saklay›p bir köflede ölü gibi oturuyordu?..
28
Olas›l›klar s›ral›yor, art›k örtecek bir yeri kalmam›fl kad›n›n ellerini
niye gizledi¤ini çözemiyordum:
Yüzü gibi muflmula çürü¤üne döndü¤ünü görmemek için mi...
Bir suç ifllemifl de, suçunu an›msamamak için mi...
Kara çarflafa da bürünse, burka da taksa, gizlili¤in bir delik bulup d›flar›ya s›zaca¤›n› bildi¤inden mi...
Çekici akl›¤›n› göstermek istemedi¤inden mi... sakl›yordu ellerini?..
Yoksa, yüzünü saklayamay›nca, ellerini mi sakl›yordu?..
Bir ö¤le sonras›, eli elimden ayr›lmayan eflimi otel odas›nda yaln›z
koyup, ilk gördü¤üm günden beri beynimi kartal gagas› gibi didikleyen
bu meraktan kurtulmak umuduyla Çinli kad›n›n bulundu¤u yere gitmifltim...
Uzun süre onu uzaktan izledikten sonra bir oyun kurdum kafamda. Para verirsem, en az›ndan bir elini görebilece¤imi düflündüm. Paray› uzat›p elimden almas›n› bekledim. Oral› olmad›. “Ne vereceksen
önüme at, git!” dedi. Muflmula çürü¤ü yüzündeki iltihapl› yaralar çok
a¤›r kokuyordu. Kokudan midemde burulmalar oldu, kusmamak için
kendimi zor tuttum. A¤ustosun ortas›nda k›fl yafl›yormuflças›na titriyor,
titredikçe koku etrafa yay›l›yordu. Kokudan bunal›p, “Ellerini göstermiyorsa ben de para vermeden geçer giderim,” dedim içimden. Yapamad›m. Titremesine bak›p alkol krizinde oldu¤unu anlam›flt›m. Önüne de¤il de yetiflebilece¤i bir uzakl›¤a att›m paray›; dal›p, ellerini bilinçd›fl› ç›kar›r diye... Bu parayla bir flifle flarap alabilir, içince titremesi de dururdu.
Hesab›m tutmad›: Paray› att›¤›m yere kadar süründü. Fare a¤z›n›
and›ran ince dudaklar›n› k›skaç gibi büzdü, yere e¤ilip paray› dudaklar›n›n aras›na s›k›flt›rd›. Hiç beklemeden, sürüne sürüne köfledeki büfeye gitti, paray› tükürürcesine büfecinin önüne f›rlatt›. Bunu çok kez
yapt›¤›n›, büfecinin raftan indirdi¤i flarap fliflesini, t›pas›n› ç›kard›ktan
sonra kad›n›n kolunun alt›na yerlefltirmesinden anlad›m. Kad›n, kalkt›¤› yere yine sürünerek gelip oturdu. Kolunun alt›na yerlefltirilen flifleye
a¤z›n› dayay›p, bafl›n› afla¤›ya indirerek nerdeyse flarab›n yar›s›n› içti.
Bunca elsizlik becerisinden sonra, onun ellerini görme umudumu
yitirmifltim. ‹nsana verilecek en büyük ezan›n, onu gizliliklerini a盤a
vurdurtmaya zorlamak oldu¤unu biliyordum. Saplant›lar›n, duygular›n
insan›n gizli dünyas›nda kalmas›ndan da yanayd›m. Ne durumda olursa olsun, dilenci, mahkûm, katil, h›rs›z... kimsenin baflkalar›n›n duygu
gizlili¤ine girmeye hakk› yoktu. Ben de, kad›n›n gizlili¤ine girmek gibi
bir düflünce tafl›m›yordum zaten. Benimki basit bir meraktan ileri gitmi29
yordu; bu kad›n, ellerini niye kendinden de, baflkalar›ndan da kaç›r›yordu? Ö¤renmek istedi¤im yaln›zca bu idi!
Kad›n›n fare lefli kokusuna fazla dayanamad›m. Oradan ayr›l›p yan
sokaklardan birine sapt›m, orada bekledim. Onu göz hapsinde tutmay›
akl›mdan bile geçirmiyordum. Uzaktan izlerken ellerini görebilece¤imi
umuyordum, o kadar! Orada da fazla bar›namad›m. Arka sokaklar› dolafl›p bir süre sonra geri döndüm. Kad›n ayn› durumda bekliyordu köfleci¤inde; ne bir santim sa¤da, ne bir santim solda. Önünde bulunan
flarap fliflesi boflalm›flt›. Titremiyordu. Kokuya dayanmay› göze alarak
karfl›s›na dikildim.
“Yine mi sen!” dedi, öfkeyle, “Ne istiyorsun benden?” Bafl›yla önünü iflaret etti. “Onu istiyorsan, içinde s›çan var; fleyini kemirtmek istemiyorsan bas burdan! Girip ç›kt›¤›n sokaklara git, arad›¤›n f›st›k dudakl›lardan her evde var; arad›¤›n› orda bulursun!”
‹flin yönü de¤iflmiflti. Uzatmad›m.
“F›st›k m›st›k arad›¤›m yok; ellerini niye sakl›yorsun? Onu söyle,
yeter!” dedim.
“Saklar›m tabii!” dedi, “Ben bu ellerle öldürdüm seni! Nas›l dirildin
de flimdi karfl›ma geçmifl ellerimi görmek istiyorsun?”
‹çimden gülmek geçti, ama gülmedim.
“Beni öldürdün de niye yafl›yorum peki?” dedim.
“Beni flafl›rtan da bu ya! Ben öldürdü¤ümü biliyorum, sen karfl›mda dikilip duruyorsun! ‹nsan dedi¤in bir kez ölür, kadere bak, sen iki
kez öleceksin! Ama ikinci ölümün benim elimden olmayacak...” dedi.
“Niye öldürdün beni peki, suçum neydi?”
Sa¤ kalças›n›n üstündeki y›rt›¤› iflaret etti.
“Buraya b›ça¤› sen dald›rd›n, sen! Ellerimi koltuk altlar›mdan geçirip sicimle ba¤layan da sensin! Bu y›rt›k yerden tecavüz eden de sen!..”
A¤lamaya bafllad›. Yoksullar›n a¤lamas› yüre¤imi paralard›; a¤lamas›na dayanamay›p ona yat›flt›r›c› sözler söylemek istedim. Koku solu¤umu kesmiflti. Konuflamad›m.
“Gece boyu ba¤l› kald›m. Bakkal›n ç›ra¤› kurtarmasayd›, onca insan›n içinde çiflimi alt›ma yapacakt›m. Ellerimi çözdü de, ben de seni
sakland›¤›n yerde yakalay›p ince dudakl› sevgilinin gözü önünde öldürdüm!..”
A¤z› köpüklendi. Öfkeden kudurdu kuduracakt›.
“Hadi bas git, hortlak gözlerinle karfl›mda durma! Git, git!.. Git de
sevgilinin koynuna gir!”
Kad›n ba¤›r›p ça¤›r›nca bafl›m›z kalabal›klaflt›. El âlemin içinde rezil olmak vard›. Bu kez ben titremeye bafllam›flt›m. Ölü müyüm diri miyim diye ellerimi, yüzümü, bacaklar›m› yoklad›m. Rüyada ölürsün de,
30
uyand›¤›nda bakars›n ki akflam nas›l yatm›flsan öyle uyanm›fls›n, o sevinçle ne yapaca¤›n› bilemezsin... Öyle bir duyguyla uzaklaflt›m oradan.
Arkamdan ba¤›r›yordu.
“Benden uzak dur, hortlak! Ölümsüzlü¤ünü bana da bulaflt›rma!
Git, belan› baflkas›nda ara!”
Bir ara dalm›fl›m. ‹rkilerek uyand›m. ‹rkilmemden o da etkilendi.
Neyimden etkilenmezdi ki!.. Ateflim oldu¤unu benden önce o anlard›.
Bafl›m›n a¤r›d›¤›n›, midemin buland›¤›n›, yüre¤imi t›rmalayan huzursuzlu¤u o sezerdi. Dudaklar›n› aln›ma de¤dirir ateflime bakard›. Rengimi kaç›k görmesin, soluk al›fl› de¤iflirdi.
Soluna yatm›flken sa¤›na döndü. Ellerimi arad›.
“Uyumufl kalm›fl›m...” dedi, her zaman yapt›¤› gibi, bafl›n› omzuma
koydu. Evlenmeden önce, tek özlemi bafl› omzumda uyumakt›. Art›k omzum onun uyku cennetiydi.
Bir ara sesini duyamaz oldum.
“Uyudun mu yine?” dedim.
Dalarken ne çok sormuflumdur bu soruyu da uykusundan etmiflimdir onu!
Gözlerini açt›, üst üste hapfl›rd›.
Nas›l olur da hapfl›r›rken bir kad›n böylesine güzelleflir!
“Yok, art›k uyuyamam.” dedi, her zamanki öpücü¤ünü kondurup
kalkt›, perdeyi aralad›.
Pencereden gün ›fl›¤› doldu odam›za. Gözlerinde uzak y›ld›zlar k›rp›flt›.
Böyle geçerdi geceler. Hep elleri ellerimde, bafl› omzumda. Sabahlar› uyan›nca uzun süre yataktan ç›kmazd›k. Küçük penceremizden da¤›n
doruklar› görünürdü. Zaman›n bize yaflataca¤› o sonsuz yaln›zl›¤› sezercesine, gözlerimiz gider, birbirinden uzak o iki çam› bulurdu. “Çamlar,
uzaktan, ölü evlerinin a¤›tç› kad›nlar› gibi duruyor,” demiflti bir gün.
Çamlar›n ard›nda, da¤dan ovalara bu¤ulu bir boflluk uzard›. Bak›fls›z yaln›zl›klar›n ülkesi idi oras›. O da ben de gözümüzü oralardan alamazd›k.
Sonunda çamlardan birinin öbüründen ayr›laca¤›n› düflünürken zaman›n bofllu¤una düflerdim. Sezece¤ini bildi¤imden, içimden geçenleri gizleyerek, “Niye hep çamlara bak›yoruz sanki?” diye sormufltum. “Ben
çamlara bakm›yorum, da¤lar›n bu¤ulu bofllu¤una bak›yorum,” demiflti.
“Ne görüyorsun orada?” diye sordu¤umda da, sitemli bir gülüflle, “Senin
görmeyip benim gördü¤ümü...” demifl; flaflk›n bak›fllar›m karfl›s›nda,
“Ne görece¤im; uzun, sessiz, ürkütücü bir boflluk iflte!” diye eklemiflti.
Bir gece, onun görüp de benim göremedi¤imi daha da açm›fl, “Hayat dedi¤in, düz bir boflluktan baflka ne ki?..” demiflti.
31
Elimiz elimizde, bedenimiz bedenimizde, hiç konuflmadan birbirimize bakt›¤›m›z olurdu. Öyle bir anda, apayd›nl›kken birden kararm›flt›
her taraf. Gök boflald› boflalacakt›. Yüzü kar›flm›flt›. ‹kimiz de susmufltuk.
Karanl›ktan, o duygu sessizli¤inden bunalm›fl görünüyordu. “Sevmez
misin karanl›klar›?” diye sormufltum, bir yeme¤i sevip sevmedi¤ini sorarcas›na. Sesini yükselterek, “Sevmem!” demiflti, “Sevmem! Bana senin
yüzünü göstermeyen karanl›klar›... Sevmem! Ellerinden uzak kald›¤›m
anlar›... Sevmem!” .
Yana¤›n› yana¤›ma dayar, yüzümdeki belirsiz ürkekli¤i anlamak isterdi. Ne düflünürse, birden ellerimi b›rak›r boynuma at›l›rd›. Doruklarda rüzgâr eserdi, ben, tenini okflayan patiska kapl› yorgan›n h›fl›rt›s›n›
duyard›m. Bafl› gö¤sümle kolum aras›nda, çamlar›n sesini dinlerdik. “Beni karanl›klarda koyup gitme!” demiflti bir gün. Onu öbür kolumla da
gö¤süme bast›rarak, “Seni nereye koyar da giderim!.. Sen, benim içimde
‘ben’sin...” demifltim. Duyanda yumuflak bir nesneye dokunma duygusu
yaratan bir sessizlikle, “Ama bir gün b›rakt›n...” demiflti...
B›rakm›flt›m... Hem de bir gece yar›s›...
O çok uzak ülkenin baflkentini ikinci ziyaretimizde k›fl aylar›yd›.
Merak›m› yenememifl, uyudu¤unu sand›¤›m eflimi gece yar›s› otel odas›nda yaln›z b›rak›p Çinli kad›n› görmeye gitmifltim.
Gitmemle, kendimi bir el karnaval›n›n ortas›nda bulmam bir olmufltu...
Baflkente geldi¤imiz günden beri akl›m Çinli kad›ndayd›. Belki de
salt onu görmek için gelmifltim buralara. Hem de uzun süre beynimi
kemiren “Öldürmüfltü de nas›l oluyor da yafl›yorum ben?” sorusunu kafamdan kovdu¤umu sand›¤›m günlerde...
Uzun zamand›r beynimi kemiren soru de¤iflmiflti art›k:
K›fl›n da orada bulabilecek miydim Çinli kad›n›? Geceleri de, yine
elleri koltuklar›n›n alt›nda, köfleci¤inde büzülüp oturuyor muydu?
Karak›fl›n ortas›nda, sevgilimin gül kokulu yata¤›ndan kedi sessizli¤inde ç›km›fl, paltoma sar›n›p, evlerinin saçaklar›ndan bilek kal›nl›¤›nda buzlar›n sarkt›¤› sokaklara dalm›flt›m. Ayd›nl›¤›n› gecenin ortas›na
cömertçe yayan parlak bir ay vard› gökte. Ay, ay de¤ildi, gö¤ün kristal
beyi idi o gece. ‹li¤ime kemi¤ime iflleyen so¤u¤a tez al›flt›m sokakta,
kad›n›n oldu¤u yeri bulmakta zorluk çekmedim. Koca bir ateflin çevresinde toplanm›fl insanlar gördüm uzaktan. Toplananlar›n kad›n oldu¤unu oraya iyice yaklafl›nca anlad›m. Ay ›fl›¤›n›n giremedi¤i bu izbe köfle32
yi çam odunlar›n›n çat›rt›l› alevleri ayd›nlat›yor, etrafa yo¤un bir reçine
kokusu yay›l›yordu ateflten.
Ateflin çevresini, kimi oturmufl, kimi ayakta, elleriyle bir fleyler yapan kad›nlar alm›flt›. Sanki atefle tapanlar›n tanr›s› karanl›klardan kad›n
k›l›¤›nda yerüstüne ç›km›fl, inananlar›yla bir dinsel flenli¤e kat›lm›flt›.
Kad›nlar›n kimi rahibeler gibi giyinik, kimi pavyon k›zlar›n› and›racak
aç›kl›kta, kimi de her an sokakta rastlanabilecek türden yar› giyinikti.
Önden göbekleri, arkadan kalça yuvarlaklar›n›n üstü görünen bu yar›
giyinik kad›nlar› görünce so¤u¤u daha çok duyumsamaya bafllad›m.
Beni buralara bir merak çekip getirmifl olsa da, ilk anda bu acayip görünümlü kad›nlar›n yan›na yaklaflmakta duraksamalar›m oldu. Onlara
iki üç metre kala buldu¤um bir kuytulu¤a gizlendim. Kendi çemberlerinde sürekli devinip duran bu gece karnaval› kad›nlar›n› oradan izlemeyi ye¤ledim.
Elleriyle birtak›m hareketler yapan kad›nlar›n hiçbiri konuflmuyor,
yaln›zca dudaklar›n› k›p›rdat›yorlard›. Uzaktan görenler, ellerini dil yerine kullanan bu kad›nlar› sokak pantomimcisi san›rd›. Karfl›lar›nda
kimse yoktu. Herhalde ellerini insan yerine koymufl, onlarla kendi uydurduklar› sözsüz bir dille konufluyorlard›. Belki de ellerinin dili vard›,
el konufluyor, dudaklar onun söylediklerini yineliyorlard›. Orada ne
kimse kimseyle ilgileniyor, ne kimse baflka birinin yüzüne bak›yordu.
Herkes kendine özgü bir çember yaratm›fl, onun içinde dönenip duruyordu. Her kad›n›n, pantomimci de¤il, ayr› bir gösterinin sözsüz oyuncusu oldu¤unu zaman ilerledikçe anlayacakt›m. Oyun da, görüntü de,
yap›lacak gösteri de tek kiflide toplan›yordu. Ne onlara oynay›n diyen
vard›, ne oynad›klar›yla ilgilenen. Onlar, oynad›¤›n›n hem oyuncusu,
hem seyircisiydi. Herkesin bir yer bulaca¤› flu dünyada, onlar›n yeri
harl› yanan bu ateflin çevresiydi. Ne gariptir ki bu gece gösterisinin tek
izleyicisi bendim. Gizlendi¤im kuytulukta kimse görmedi¤inden, benim
seyircili¤im de tart›fl›labilirdi. Oyuncular öyle bir devinime kapt›rm›fllard› ki kendilerini, karfl›lar›ndaki bir çift gözü binlerce seyirci sanabilirlerdi. Bu, benim kuytuluktaki önemimi art›r›yordu kuflkusuz.
Koca memeli, renkli bezlerden yapt›¤› koca bir erkeklik organ›n›
önüne ba¤lay›p ortalarda dolaflan difli soytar› oyuncudan say›l›rsa, en
önemli oyunu o oynuyordu. Kendini devinime uydurup arada bir odun
atarak atefli besleyen o idi. Bu ifli yaparken bezden fallusunu sa¤a sola
sallay›p kiminin surat›na, kiminin memelerine, kiminin önüne, kiminin
arkas›na de¤diriyor, bunu yaparken de sallama ritmine uydurarak arkas›ndan zurna sesine benzer sesler ç›kar›yordu. Kendini devinimsel düzene¤e uydurma kayg›s›yla oradan oraya koflan bu falluslu kad›n, ne
33
yaz›k ki, güleni olmayan bir güldürücü oldu¤unun fark›nda bile de¤ildi. Zaten bu keflmekefl karnaval›nda kimin oyuncu, kimin oynat›c› oldu¤u belli miydi ki!..
Kad›nlara nas›l dalm›fl olmal›y›m ki, Çinli kad›n› unutup gitmifltim.
Öyle ki, s›cak yata¤›mdan kalk›p salt onu görmek için buralara geldi¤imi an›msamasayd›m, robot tekdüzeli¤inde devinip duran kad›nlara kap›l›r, Çinli’yi akl›mdan ç›karm›fl olabilirdim. Bilincim beni tez uyarm›fl
olmal› ki, gözlerim gidip kad›n› oturdu¤u yerde buldu.
Çinli, yaz›n nas›lsa k›fl›n da öyle idi. Atefl yak›lan alan›n içerlek bir
köflesine oturmufltu. Çinli’nin s›rt›n› dayad›¤› duvarda, atefl vurunca,
hangi dinden oldu¤u belirsiz duac›lar›n yakt›¤› mumlar›n kirli tortusu
parl›yordu. S›caktan yumuflayan tortular›n mide buland›r›c› görünümü,
ateflten yans›yan reçine kokusunu bast›r›yor, ortal›¤a a¤›r bir kilise kokusu yay›yordu. Onun d›fl›nda bir de¤ifliklik yoktu kad›nda. Öyle ki,
büzüflük kalça etlerinin göründü¤ü y›rt›k pantolonu bile üstündeydi.
Gövdesine kapanm›fl, bir utanc› gizlercesine ellerini yine koltuklar›n›n
alt›na sokmufltu. Tek de¤ifliklik, dirse¤inin oyu¤una yerlefltirip, kimsenin görmedi¤i bir an› kestirerek kafas›na dikti¤i flarap fliflesisin ortalarda görünmemesiydi. Bir de, titremiyordu. Bu yaln›zl›k köflesine çekildi¤ine göre, ateflin etraf›nda devinip duran kad›n kalabal›¤› da onun aç›s›ndan eksiklik say›labilirdi. ‹lgiyi üzerlerinde toplay›p onu gölgeliyorlard› çünkü. Çinliyi görmeye gelip, gözümü kad›nlardan alamay›fl›m›n
nedeni bu olmal›yd›. Bu da benim eksikli¤imdi.
Devinen birkaç kad›n›n d›fl›nda, ateflin karfl›s›nda kimi uyuklayan,
kimi esrar çeken hippi k›l›kl› genç k›zlar buraya niye gelmifllerdi? Çinli
ile bir ba¤lant›lar› var m›yd› yok muydu, pek anlafl›lam›yordu. Çinli belki de bir tap›nç yerinde oturuyordu, orada bulunanlar da tapma duygusuyla ona marifetlerini gösteriyorlard›?.. Yarat›lm›fl ya da insan›n kendi
yaratt›¤› bir tanr›s› vard› bu atefl arenas›nda. fiu dünyan›n tersli¤ine bak›n ki; tapan kim, tap›n›lan kim, belli de¤ildi. Belli olan flu idi: tap›ns›nlar, tap›n›ls›nlar, gece karnaval›n›n gönüllü oyuncular› flu birkaç kad›nd›. Kad›nlar, bir saniye ara vermeden ateflin çevresinde dönenip duruyorlard›. Hippiler de bu görüntünün figüran› olmal›yd›lar...
Ateflin tam karfl›s›nda oturan iri gövdeli kad›n, parmaklar›n› birbirine geçirmifl, bafl›n› da afla¤› yukar› sallayarak, aç›kta kalan baflparmaklar›n› birbirinin içinde, gözün izleyemeyece¤i bir h›zla çeviriyordu. Parmaklar›n›n çevirme h›z›na uydurarak dudaklar›n› da k›p›rdat›yordu. Çevirme h›z›na öylesine kapt›rm›flt› ki kendini, ete¤ini çekip, ateflin, fliflmanl›ktan bitifltiremedi¤i aç›k bacaklar›n›n bülbül noktas›na vuran
34
pembeli¤ini örtme gere¤ini bile duymuyordu. Aç›kças›; benim gözüme
çarpmasayd›, ha pembelikmifl, ha karanl›k kör kuyu; oras› Çinli kad›n›n
da, kendilerinden baflkas›n› görmeyen sözde öbür oyuncular›n da umurunda olmayacakt›. Benim orada bulunmam, bu flahane gösteriyi seyircisiz olmaktan kurtar›yordu. Bu, iri gövdeli kad›n›n yine de bir seyircisi var demekti.
Ateflin uzayan yal›m›, ayakta dolan›p duran, ondan daha uzunu olmad›¤› izlenimi veren zay›f kad›n›n ç›plak kollar›ndaki sark›k etleri daha da belirginlefltiriyordu. Onlar sanki et de¤il, yeni vurulmufl bir av
hayvan›ndan kesilip kollar›na yap›flt›r›lm›fl kanl› parçalard›. Kad›n, yolunmufl hindi budunu and›ran saçs›z bafl›n› ellerinin aras›na alm›fl, hu
çeken dervifller gibi dizlerinin üstüne do¤ru indirip kald›r›yordu. Bunu
yaparken, arada bir, iki elini birden kald›r›p bafl›n›n ç›plak yerine flak
diye vurarak sözde kendine ac› çektiriyordu. Öyle bir h›zla yap›yordu
ki bunu, düz bir maskeyi and›ran yüzünde dudak var m› yok mu, varsa k›p›rd›yor mu k›p›rdam›yor mu, izlemek olanaks›zd›.
Etli dudaklar› kanl› ci¤er yemiflçesine boyal› genç kad›n ise, atefle
en yak›n duran mini eteklinin d›fl›nda, onlar›n en kad›na benzeyeni idi.
Üstünde topuklar›na kadar inen, rahibelere özgü kara bir giysi vard›.
Öyle ki, her deviniflinde kalças›na kadar s›yr›lan ete¤inin alt›ndan ancak göz k›rp›m› beliren düzgün bacaklar›n›n k›flk›rt›c› akl›¤›na hayranl›k duymamak olanaks›zd›. Onun kavgas› çantas›yla idi. Bir fley ar›yormufl gibi, iki elini birden, iyi bir yerden al›nd›¤›n› sand›¤›m çantas›na
sokup ç›kar›yordu. Arad›¤›n› bulmufl gibi yap›yor, elindekini evirip çeviriyor, arad›¤›n›n o olmad›¤›n› anlay›nca öfkeyle onu tekrar çantan›n
içine t›k›flt›r›yordu. Bu aray›fl-bulufl-bulamay›fl tekdüzeli¤ine kap›lm›fl
kad›n›n, ne kad›nl›¤›, ne dudaklar›n›n k›p›rday›p k›p›rdamad›¤›, ne de
çantas›nda neyi aray›p bulamad›¤› ilgi çekiyordu. ‹kide bir önünü dönüp külotunu s›y›rarak bacaklar›n›n aras›ndaki kara k›l yuma¤›n› göstermesi, onun var olan güzelli¤ini de, bacaklar›n›n o ak çekicili¤ini de
yerle bir ediyordu.
Bu ç›lg›n oyuncuyu izlerken anl›yordum ki, çok ifl yapar görünen
bir kifli, devinim çark›n› bofla döndürerek, elindekini bir yerden al›p bir
yere koyan, sonra da koydu¤u yerdekini al›p eski yerine aktaran kör
bir dolap beygiridir.
Sanki yemek titizi kocas› eve gelmek üzereymifl de, o da komfluda lafa dal›p, yemek yapmay› unutmufl... Kad›nlar›n s›radan adamlara
en uygun geleni o idi. Sa¤a sola kayarken tombullu¤uyla uyumlu dol35
gun kalçalar›n› oynat›p k›v›rtmas› nefes kesiciydi. Yeryüzünün en evcimen kad›n› ancak onun gibi biri olabilirdi. Dizlerinin üstüne koydu¤u
tencereyi becerikli elleriyle do¤rad›¤› olmayan fleylerle doldurup atefle
tutuyordu. Arada bir parma¤›n› tencereye dald›r›p piflmifl mi piflmemifl
mi diye yeme¤in tad›na bakmas› ifltah kabart›c›yd›. Onunla da yetinmiyor, parmaklar›n› yalay›p a¤z›n› flap›rdatarak yeme¤in lezzetli oldu¤unu anlat›rken dudaklar›n› büzmesi insanda öpüflme iste¤i uyand›r›yordu. Tencereyi ateflin üstünden al›p bir kenara koyduktan sonra, biraz
ötede sözde bir masaya yaklafl›yor, masan›n üstüne örtüler seriyor, peçeteler koyuyor, ›fl›¤a tutup temiz oldu¤unu gösterdi¤i kafl›klar›-çatallar›-b›çaklar› özenle diziyordu. Hele yapt›¤› salatay› masan›n ortas›na yerlefltirmesi yok muydu, görülmeye de¤erdi.
Sonra bir köfleye çekildi, elinin içini ayna gibi kullanarak sözde
makyaj›n› tazeledi. Kocas›n› beklerken, koltukaltlar›na, giysisini toplayarak iki yana ay›rd›¤› bacak aralar›n›n orta yerine parfüm püskürtmesi, ateflin karfl›s›nda may›fl›p uyuyan esrarc› hippilerin bile arkadafllar›nca uyand›r›lmas›na yol açm›flt›. Kad›n bütün ifllerini bitirdikten sonra, el
bebek gül bebek bir yeni evli gibi, önce saç›na al bir gül takt›, pencereden d›flar›ya bakarak sözde kocas›n›n gelmesini bekledi. Ellerinin çok
h›zl› çal›flmas› bir yana, k›p›rdayan dudaklar›ndan hafif sesler ç›karmas›yla da öbürlerinden ayr›l›yordu. Biçimli dudaklar›ndan ç›kan bu sesin
t›n›s› içe iflliyordu.
Etekleri mini, dar bluzunun yakas›ndan memeleri f›rlad› f›rlayacak
yeniyetme kad›n ise afet bir fleydi. O da öbürleri gibi önündeki iflten
baflka bir fleyle ilgilenmiyor, yafl›n›n gere¤i, bak›fllar› üzerinde toplamak
için sa¤a sola gizlice göz gezdirse de, kimsenin yüzüne do¤rudan bakm›yordu. Elinde küçük bir f›rça, e¤itimli modeller gibi bitifltirdi¤i etli
dizlerinin üstünde oje fliflesi, t›rnaklar›n› boyuyordu. Uzun parmakl› ellerinin kollar›ndan afla¤› süzülüflü, korkutucu akl›¤› hayranl›k uyand›racak bir incelik kat›yordu görünüflüne. Yüzünün ateflten k›zaran gençlik
tazeli¤i, ellerini daha da uzun gösteriyordu.
‹fli bittikten sonra, oje kurusun diye ellerini atefle tuttu. Ne olduysa o zaman oldu! Kad›n, han›m han›mc›k boyan›rken, birden araba atlar› gibi parlay›p, ateflin üzerinden öbür tarafa atlayay›m derken, aç›k
bacaklar›n›n aras›nda görülmedik yeri kalmad›. O k›zg›nl›kla yerden ald›¤› flifleden koca bir pamu¤a boflaltt›¤› asetonla bütün t›rnaklar›n› sildi. T›rnaklar›n›n k›rm›z›l›¤› gidince, ellerinin akl›¤› da, ince uzan›fl› da
yok oluverdi. Yolunmufl serçe ölüsüne dönen parmak uçlar›na bakarken öfkelendi, hareketleri daha da h›zland›, dudaklar› dikifl makinesinin i¤ne yuvas› gibi t›k›rdad›. Çok sürmedi ç›lg›nl›¤›, elinde f›rça, biçim36
li dizlerinin üstünde oje fliflesi, t›rnaklar›n› yeniden h›zla boyamaya bafllad›. T›rnaklar› ojenin çekici renkleriyle parlay›nca, el birden saydamlafl›p aklaflt›, eski halini ald›.
Gizlendi¤im kuytulukta, kad›n ellerinin bir robotun uzuvlar› gibi
devindiklerine bak›p, “fiu hayat, ellerin elleri oynatt›¤› bir sahne, bizler
parmaklar›n ucuna tak›lm›fl birer kuklay›z.” diye geçirdim içimden. Öyle bir oyundu ki gözümün önünde sergilenen, kendini bir köflede kurutup devinimsizlefltiren Çinli kad›na da bana da yer yoktu burada.
Gördü¤üm o muydu, ben miydim?.. Ben o olsam, o ben olsa ne fark
ederdi?.. Çinli kad›n, yanan mumlardan kalan tortu çirkefinin içindeydi.
Elleri aç›kta olsa kurtulacak m›yd› bu içerlek köfleden?.. Kad›n›n ellerini görmem bende neyi de¤ifltirecekti? Bu saçma merak›mla o devingeç
kad›nlardan biri de ben olmuyor muydum?..
Kimseye görünmemeye çal›flt›¤›m kuytumda bunlar› düflünürken,
kendimi birden bir görüntüler bofllu¤unda buldum. Beyin imgesiz kalm›yor; bu kez yan›ma yöreme Rodin’in el yontular› diziliverdi. “Katedrale”deki o iki el karfl›mda duruyordu. Biri ötekinden daha zarif göründü¤ünden bir kad›nla bir erke¤e iliflkin olmas› gereken bu
iki kudretli görüntüyü, “sevginin, seviflmenin elleri” diye
alg›layarak coflkulara kap›ld›m. Elleri kendimle özdefllefltiriyor, otel odas›nda yaln›z bafl›na b›rakt›¤›m›n ellerinden
içime akan ›l›kl›¤›n hazz›n› duyuyordum. Rodin’in “Tanr›’n›n Eli” yontusu biraz ötemdeydi. Burada, mermerden
yontulmufl el, bir kaya kütlesini avucunun içine alm›flt›.
Yaln›z elleri de¤il, bedenleri de birbirine sarmalanm›fl,
biri difli, biri erkek iki insan figürü yap›fl›kt› tafl kütlesine.
Öylesine iç içe geçirmiflti ki figürleri Rodin, buna, cinselli¤i
de aflan bir duyguyla iki insan›n birbirinin içinde eriyip yok oluflu gözüyle bak›labilirdi. Ona bakt›kça, anl›yordum ki, insanda hiçbir duygu
ba¤›ms›z de¤ildir; sevgisel coflku, tap›nma, flefkat, tutku, cinsellik, erotizm, bedensel haz... tümü birbirinin içinde var olmaktad›r. Hoyrat bir
elin içinde bir kad›n figüründen oluflan “fieytan’›n Eli” ise, “Tanr›’n›n Eli”nin hemen arkas›nda duruyordu. ‹kisinin aras›nda da bir kad›n› kalçalar›ndan kavray›p havada tutan baflka
bir el figürü vard›. Erke¤in parmaklar› kad›n›n
kalçalar›n› öylesine kavram›flt› ki, parmaklar›n
de¤di¤i gergin deride, kan›n oraya yürümesinden do¤an pembemsi derinlikler oluflmufltu.
37
Onlar› öyle görünce, cennetin kap›s›nda bekleyen Havva’y› tanr›n›n elinden alan Adem’in yerine koydum kendimi. Bir dua ritmiyle,
sonsuz özgürlü¤ü hazlarda tadan insano¤luna seslendim:
Ey insano¤lu!
Havva’y› azd›ran fleytans›n... Günah› haz eyleyensin...
Bedene sevap iflletensin... Sevday› kutsayans›n...
Bedensel sevginin dilisin... Haz yarat›c›s›s›n...
Sen...
Gizlendi¤im kuytulukta so¤uktan kat›lafl›p kalsam da, bu düflünceler sarmal›nda, içimden bafllay›p d›fl›ma taflan bir devinimle Mevlevi
derviflleri gibi döndü¤ümü duyumsuyordum. Döndü¤ümü yaln›zca ben
görüyor, döne döne düfllemlerden oluflan bir ruh yarat›yordum içimde.
Rodin, taflta yarat›l›fl›n kudretini görmüflse ben de yata¤›m› gül eyleyenin ellerinden ellerime akan sevgisinin s›rr›na ermifltim. Yontudaki elin,
tanr›n›n de¤il, sanatç›n›n yarat›c› eli oldu¤unu biliyordum art›k. O coflkuyla, ellerimi bofllu¤a uzat›p, ne kadar yarat›c› varsa onlara yakarmak
istedim. Yakar›m› duyup bir tek tanr› bile gelmedi yan›ma. Çevremi saranlar flairler, ressamlar, Beethoven gibi besteciler, yontucular, hattatlard›. Güneflin, do¤aca¤› yerleri k›z›llaflt›rd›¤› bu er sabahta, gelmeyen tanr›n›n yerine Rodin’in yapt›¤› bütün elleri koydum. El, duygu ak›fl›m›n›n
a¤z›d›r; Rodin kim bilir kaç y›l, yapt›¤› elleri arma¤an edecek bir tanr›
aram›fl, bulamay›nca kendi ellerini tanr› k›lm›flt›?..
Ellerin aras›nda duygudan duyguya kofluyordum. Öyle ki, so¤u¤u
duymuyor, ama titriyordum. Beni titreten so¤uk de¤il, elleri var edenin
yarat›s› karfl›s›nda duydu¤um coflkuydu. Odas›nda yaln›z b›rakt›¤›m›
düflündüm; eli duygu ak›fl›ml› sevgilimi, güzelli¤iyle “gözümün nûru”nu
kamaflt›ran›... ‹nsan› güzelli¤e erme kadar korkutan baflka bir duygu
yoktur. O korkuyla, “Ellerim onun dudaklar›n›n s›cakl›¤›ndan olursa ne
yapar›m!..” diye inledim yine. Nenem, bir ölüm anlat›s›nda, “Bitifl, ayaklarda bafllar, sonra ellere geçer,” demiflti. Ellerimi yoklad›m. Ellerim buz
kesmifl, yüre¤ime atefl düflmüfltü. “Bitifl böyle bir fley mi?” diye sordum
içimin bofllu¤una...
Yan›t alamay›nca varl›k sand›¤›m yoklu¤uma s›¤›nd›m.
‹çimden ›l›k ›rmaklar aksa da ay ›fl›kl› ayaza fazla dayanamad›m.
Her fley silinip gitmifl, atefl sönmüfltü. Çinli kad›n oldu¤u yerde oturuyordu. Baflta nas›lsa öyleydi. Yüzüne bir daha bakt›m. Mum tortular›yla s›vanm›fl içerlek duvar›n dibinde, yoksul bir tanr› kadar sessizdi. Aya38
z›n da, zaman›n da, hayat›n da art›k ona hükmedemeyece¤i kadar sessiz...
Oraya buraya saç›lm›fl düfllemlerimi toplad›m. Rodin’i, onun yaratt›¤› “Tanr›’n›n Eli”ni yan›ma ald›m, kimseye görünmeden ç›kt›m gizlendi¤im kuytuluktan, gün ›fl›¤›n›n kovdu¤u yorgun bir ay’›n ölü ›fl›klar› alt›nda yola koyuldum.
Can›m› eve dar att›m. Günün hafif ayd›nl›¤› perde aral›klar›ndan
s›zd› s›zacakt›. Paltomu koltu¤un üstüne at›p yan›na uzand›m.
Derin uykuda da olsa yata¤a girince ellerimi tutard›. Yine tuttu. Tutmas›yla, “Aman Allah’›m! Nerelerdeydin? N’oldu sana? Ellerin niye buz
kesti böyle?..” diye ba¤›rmas› bir oldu.
Sorular›n› üstelemedi. Yataktan f›rlad›, ellerimi ayaklar›m› yün kazaklarla sar›p sarmalad›. Üzerime yorganlar att›. Onunla da yetinmedi, yine yata¤a girdi, kan›m›n içinde can olacakm›flças›na kucaklad› bedenimi.
Sonras›n› bilmiyorum. Tek an›msad›¤›m, gözümün önünde tekdüze
dolaflan ojeli, becerikli, ne yapt›¤› anlafl›lmayan ellerdi. Onlar›n aras›nda
utanc›n ellerini, gizlili¤in ellerini de görüyordum. Onca elin aras›nda, ortaya düflmüfl, ince dudaklar›n ›l›kl›¤›n› içime ak›tan eli ar›yordum. fiu insano¤lu kör baykufla benziyor; ne yapsa, o ayna gibi gözlerin her fleyi gördü¤ü yan›lg›s›na düflmekten bir türlü kurtulam›yor; o anda üzerimde dolaflan eli göremiyordum.
Gözümü aç›nca onu baflucumda buldum. Perdeleri çekilmifl pencerelerden odaya gün ›fl›¤› dolmufltu. Eflatun bluzuyla bej etekli¤i vard› üstünde. Bacaklar›n›n akl›¤› cilal› parkelere vuruyordu. K›rm›z› desenli
terliklerinin içinde avuca s›¤acak kadar küçülmüfltü biçimli ayaklar›.
“Söyle bakal›m, beyefendi, nerelere gittin dün gece?..” dedi, gülüfllü sesiyle.
Söyleyecek söz bulamad›m. Düfllemler aras›nda yitirmifltim dilimi.
Sözün yetmedi¤i yerde ses al›yor onun yerini; anlam›n› kavrayamad›¤›m
sesler birikiyordu dudaklar›m›n ucunda. Ha ç›kt›, ha ç›kacak!.. Bu dilsizlikle, yüzüne biraz daha baksam, gördüklerimi an›msay›p delirebilirdim.
Gözümü güleç yüzünden al›p da¤›n doruklar›na çevirdim. Gün vurunca,
mutlu gelinlere dönen çamlar, birbirlerine daha da yaklaflm›fllard›.
“Evet, nerdeydin dün gece? Söyle bakal›m,” dedi yine gülerek.
Lal olan›n dilini açard› sesi.
“El leeeriiimiii b›››raaakmaaaa...” dedim, titreyerek.
B›rakmad›.
Rodin’in yontusundaki gibi birbirinin içine geçti parmaklar›m›z.
39
limi.
Ellerimde duda¤›n›n ›l›k solu¤unu duydum yine. Il›k solu¤u açt› di-
“Nerdeydim?.. Dur, anlataca¤›m... Hani, yaz›n geldi¤imizde görmüfltük; soka¤›n köflesinde sarhofl bir Çinli kad›n oturuyordu. Kad›n›n,
elleri koltukaltlar›nda, bir köflede büzüflüp kalmas› seni çok üzmüfltü...
An›msad›n m›? ‹flte, onun ellerini gördü¤ünde niye üzüldü¤ünü anlamaya gittim...” dedim.
Çocuklar›na tanr› gülüflüyle bakan anneler vard›r. Öyle bir gülüflle
daha da yaklaflt›.
“Yani arada bir kad›n var, öyle mi?..”
“Senin gördü¤ün, benim görmedi¤imdi o kad›n... Senin gördü¤ünü
görmeye gittim,” dedim, duyulur duyulmaz bir sesle.
“Gittin de gördün mü?”
“Görmedim.”
“Herkesin bir göremedi¤i oluyor; seninki de o, demek ki...” dedi.
“Gördüklerimi bir dile getirebilsem...” dedim içimden.
Bir akflamüzeri, çamlar›n aras›ndan süzülüp gelen günün son ayd›nl›¤› yüzünün al rengini ald› götürdü...
Sonra... Geceleyin o ay ç›kt›. Sesini, geceli¤inin sabun kokan çiçeklerini, sevda sözlerini kap›p gitti...
Ayaklar›m›n alt›nda yer kayd›, bafl›ma gök çöktü; ard›ndan kofltum
da yetiflemedim, ah yetiflemedim!..
40
BERL‹N GÜNCES‹, 2002
Demir Özlü
25 Eylül 2002 ile 25 Kas›m 2002 tarihleri aras›nda, daha önce
de birçok defa kald›¤›m Berlin’de yaflad›m. Amac›m, 2001 y›l› May›s
ay›nda gitti¤im, fakat üç günden fazla kalamad›¤›m New York kentinde yazmaya bafllamak istedi¤im Amerika 1954 adl› roman›ma bafllayabilmekti. Alman kurumu DAAD’den bir lojman istemifltim.
Böylece iki ay Berlin’de kald›m ve bana her zaman kalma iste¤i
veren bu güzel kentte roman›m›n dörtte birini yazabildim. Bu günce
bu ikâmet s›ras›nda, çal›fl›rken, günün bofl zamanlar›nda tuttu¤um
güncedir.
D.Ö.
25 Eylül 2002
Tren Zoo ‹stasyonu’na çok erken geldi. ‹ki katl› banliyö treni. Stockholm’den gelen, – Malmö’de de¤ifltirilen, belki de s›rf yatakl› vagonlardan oluflan – tren Do¤u’daki havaaalan›na yak›n olan Schönefeld’de kald›. Zoo’ya kalkan bir banliyö treninin peronunu bulmak zordu. ‹ndi¤im
peronda hiçbir memur yok bu erken saatte. Almanlar, bu Alman memurlar ayr›ca Almanca’dan baflka bir dil de konuflmuyorlar.
Zoo ‹stasyonu’nda günefl vard›. Evin önünde verdi¤im randevüye
henüz çok vakit oldu¤u için istasyonun lokantas›nda kahvalt› da ederek
vakit geçirmek en do¤rusuydu. Güneflin vurdu¤u Zoo ‹stasyonu’nun
önündeki, taksilerin, otobüslerin durdu¤u alana bakan, genifl, kalabal›k
bir kahvalt› salonu. Kahvalt› servisini yapanlar bu iflin ustas›. Birkaç masa ötede, lokantan›n caml› bölmesi önünde oturan gençlikle orta yafl aras›nda, kahvalt› eden bir kad›n›n bana gülümsedi¤ini san›yorum. Davran›fllar›nda hemen ortaya ç›kmayan, ama ortaya ç›kt›kça da insan› etkileyen bir çekicilik var. Gerçekten bana m› gülümsüyor? Ne konuflabilirim
ki onunla? Belki de yan›l›yorum. Bitmeyen romantizmler... hayallerin
besledi¤i. Yaflam›n güzel yanlar›ndan biri bu.
Bir iki saat sonra Güntzelstrasse’deki eve yerlefltim. Büyük bir yaln›zl›k ve boflluk duygusu. Sanki Berlin bütün bütüne bana yabanc›. Sanki bombofl bir flehir. Aras Kuzey ‹talya’dan dün akflam dönmüfl. Yar›ndan
41
sonra Antalya’ya gidecek. Yolculuk mu beni çok yordu? Bilemiyorum.
En korkunç gelecek imgesi: gidecek yer kalmamas›. ‹stanbul dahil.
Belki de tats›zlaflan dünyam›zd›r.
26 Eylül
Anlafl›ld›. Dünkü a¤›r kötümserlik yorgunluktan geliyor. Herfleyin
bir al›flma süreci var. Akflamki içkileri içtikten sonra iyimser uyand›m. ‹çki, gençlik y›llar›mdan beri gücümü artt›rd›. Ya¤mur ya¤m›fl. Bu a¤açl›kl› yollar›, bu fl›k mahalleyi ö¤renmek gerekli.
Yaln›zl›k... Ama rahatl›¤› da hissettim.
1961’de Paris’e gittikten sonra o kente haftalarca, belki de aylarca
al›flamam›flt›m. Gene sonbahar aylar›yd›. – K›rk y›ldan fazla olmufl.– Ferit’e1 açm›flt›m bu içsel durumu. Biliyordu.
“Paris, belki de al›fl›lmas› en güç kenttir” demiflti. Çok iyi hat›rl›yorum. Bu tümce kederimin azalmas›na yard›m etti. K›fl aylar›nda Onat,2
kolejli k›z arkadafllar›m›z, sabah saatlerine kadar Fastaff’ta oturuyorduk.
Gece yar›s› da, gece yar›s›ndan sonraki saatlerde de. Belki Beaujolais flarab›n›n yard›m›yla zihin derinlefliyor, kederi de silip süpürüyordu. Gençlik kederleri... Da¤›t›yordu kederi. Kederden daha derindi gece. Böylece
duygular› yat›flt›r›yordu. Bahar aylar› yaklafl›nca mutluluk bafllad›. Select
kahvesinin ayd›nl›k geceleri, has›r sandalyeler, arkadafllar, Güner Sümer
ve daha baflkalar›. Paris Güncesi ’nde baharda yaz›lm›fl bölümlerden taflm›yor mu bu mutluluk? Onca bunalt›ya karfl›n.
“Uzun yürüyüfller”! Yaflam›m boyunca uzun yürüyüfllere gereksinme duyaca¤›m› sanki biliyormuflum gibi oldukça genç yaflta yazm›flt›m o
addaki k›sa metinleri.3
Berlin, uzun yürüyüfller yapmak için en elveriflli kent. O sonsuz ova,
kentin o insana uygun dizayn›, a¤açlarla çevrelenmifl caddeler.
27 Eylül
Bu çeflit yolculuklarda, baflka kentlere gelifllerde hep Güner Sümer’i
hat›rl›yorum. Yan›mda yafl›yor. Kente geliflime, ilk günlerime efllik ediyor sanki.
O bizi b›rak›p gideli yirmi befl y›l oldu. Ne uzun bir zaman parças›.
Ne kadar erken bir ölüm. Paris’te her iflini kendisi yapard›. Onu, kendi
ifllerini yap›p dururken, kendine bakarken hayal ediyorum. Yeni bir
kentte kendi yapt›klar›m› onun Paris’te yapt›klar›na benzetiyorum. Çünkü bir ideali vard›. ‹yi bir tiyatro adam› olmak istiyordu. Bunun için her42
fleyi yap›yordu. Günlük pratik iflleri de. Yemek yapmak, küçük bir fley sat›n almak – bir plâk, küçük bir fley – dahildi buna. O gideli benim dünyam çok bofl kald›. Arkadafl azl›¤›... Arkadafls›zl›k. Bu dünya içinde insan›n bafl›na gelebilecek felaketler içinde hiç de pek küçük olmayan›.
28 Eylül
Ecrire à Berlin.
Berlin’de yazmak!
Cuma gününün Le Monde gazetesini ald›m. Kitaplar eki var. Birçok
yeni yazar üzerine yaz›lar, notlar, yay›nevi ilanlar›... Kimi kitap üzerine
de, orada burada ç›km›fl yaz›lardan tümceler al›nm›fl, reklamlar içine konulmufl. Bu tümcelere bakarsan›z, size yak›n olsun olmas›n, hepsinin kitaplar›n›n ya da kiflisel tav›rlar›n›n ilginç bir yan› var. Kimisi de eski edebiyatlar›n tan›nm›fl yazarlar› ya da temalar›yla iliflki kuruyor. Gerçekten
birfley anlatan, yeni, derin, dokunakl› birfley anlatan yazarlar m› bunlar?
Yaflad›¤›m›z flu günlerde bu olguya s›k rastlan›yor mu? Anlatman›n erdemine inanan ben kuflku duyuyorum bundan? Kuflkusuz birçok fley anlat›yorlar; ama anlat›lanlar sanatsal ya da fliirsel bir biçime ulaflm›yorsa, geriye ne kal›r ki o anlat›lanlardan?
Öyle bir ça¤ ki bu – flu 2000’li y›llar – verili dünyay› tan›mlamaya
kalk›fl›nca, bunu birkaç simgeyle anlat›p, öylece b›rakmal› m›? Yoksa,
herfleyi en eriflilebilecek ayr›nt›lar›na kadar uzun uzun anlatmal› m›? Bütün damarlar›n› sökerek. Epeyce zamand›r düflünüp durdu¤um bu.
30 Eylül, Pazar
...
Eski tanr›-merkezcil dünya de¤il bu: ‹nsan, teolojinin genel kurallar› içine s›k›flt›r›ld›¤› halde, dünya Tanr›’n›n yaratt›¤› ama insanlar›n dünyas› olsun. Önce Tanr› konusunda derin kuflku do¤du. Ondan daha
önemli olarak da dünyan›n evrenin merkezi olmad›¤›... Günefl sistemi de
evrendeki say›s›z sistemden biriydi. Ortalama üç milyon y›l önce olufltu¤u san›l›yor, gene tahminen befl milyon y›l sonra sona erece¤i, içinde insan ö¤esinin yer almayaca¤› karanl›k, bambaflka bir niteli¤e dönüflece¤i.
Bu yitiflte, insanî olan herfley, en ince bir yarat›c›l›kla yap›lm›fl sanat yap›tlar› bile yoklu¤a kar›flacak. “Hiçlik hiçiyor.” Hiçlik hiçecek. ‹nsanlar›n en akl› bafl›nda olanlar› bunu biliyor art›k.
Amerika’n›n bütün demokratik ve insanî yanlar›n› kaybedip de, insanl›¤› tehdit etmeye bafllamas› karfl›s›nda yap›labilecek tek fley, sadece
(o bitmeyen çaba) insanlar› bilinçlendirmektir. Ama insanlar›n çok bü43
yük bir ço¤unlu¤u öyle uzak hayaller ard›ndalar ki! Asya’daki savafla karfl› çok fliddetli bir yaz› yay›nlad›m. Bir ay kadar önce de Türk ayd›nlar›n›n Amerika’ya karfl› çok bilinçli bir bildirisi yay›nland›. Bir iki kifliden
baflkas›n›n bilmedi¤i sessiz bir yerde, büyük bir kentin sessiz bir köflesindeyim. Tehdit devam ediyor, kimsenin bilmedi¤i köflelere kadar uzan›yor. Baflka birfley yapamamak beni üzüyor. 1989 ‹lkbahar›’nda, duvar y›k›lmadan önce Berlin’de oturdu¤um döneme göre çok daha kötü bir dönem bu.
Düflüncelerimi, siyasî düflüncelerimi de hikâye yazarken, hikâyenin
biçimi içinde daha iyi anlatabiliyorum. Ama bir hikâyeyi okuyup da kavrayabilen kaç kifli? Sab›rla okuyan. Olsun. Herkes kendi bahçesini ifllesin. Kitle iletiflim araçlar›yla her gün dünyan›n bafl›n› fliflirenlerse hiçbir
bahçe ifllemiyorlar. Kendi bahçeleri de yok onlar›n. Sadece makineleri
var. Pek ço¤u insanl›¤›n kuyusunu kaz›yor. En iyisi sessizlik, sonsuz sessizlik, yaln›zl›k, a¤açl›kl› yollar, gölgelerin serinli¤i. Burada elli küsur y›l
önce bombalanm›fl flehirde buldu¤um bu.
Y›llard›r özendi¤im, bugüne kadar da sat›n alamad›¤›m Uhlandstrasse ile Ku’damm’›n birleflti¤i yere yak›n olan ünlü flapkac›dan bugün
aç›k kahve rengi bir fötr flapka sat›n ald›m. Sanki euro ile al›flverifl yap›nca, eski fiyatlara göre daha ucuz gibi. Ama sonra bunun say›lar›n küçüklü¤ünden o san›y› uyand›rd›¤› anlafl›l›yor.
Eylül ay›n›n bu son günü güneflli ve çok ›l›k oldu. Uhlandstrasse’den Ku’damm’a kadar k›sa zamanda yürümüflüm. fiapkay› o vitrinleri
genifl, her zaman yerli yerinde duran dükkândan ald›ktan sonra, Literaturhaus’un bahçesine oturdum. Küçük fincan bir capuccino içtim. Hiçbir tan›d›k yok. Olsa mucize olurdu.
Bugün Berlin’de iklim çok güzel oldu. Apartman›n pencereleri aç›k.
Günefl salona da, yatak odas›na da vuruyor. 2002 tarihini – bu garip say›y› – tafl›yan y›l›n Eylül ay›. 9 Eylül günü, zaman takvimine göre (varsa
böyle bir zaman) 67 yafl›n› doldurdum. Do¤um günümün ertesi günü,
kendimi kutlamak için 98 kron de¤erinde bir kalem alm›flt›m. Bu flapka,
bu tuhaf tarihin, benim talihsiz günümün kutlamas› olsun.
*
Edebiyat›n çöküflünün nedenlerinden biri de, edebiyat› seven çok
güzel k›zlar›n azalmas›d›r. fiimdi k›zlar›n çok güzel olanlar› görsel fleylere yöneldiler. Onlar videolarda ve televizyonlarda görünmek istiyorlar.
Yarat›c›l›¤a kad›nlar›n katk›s› büyükse, bugün edebiyata olan katk› azalm›fl demektir. Ama yan›l›yorlar. Derin duygularla karfl›laflan bir yaflamlar› olmayacak.
Kendi kendimle böyle konuflurken bilge bir kiflinin “Derin duygularla yaflanan bir hayat, kifliyi yaflam›n trajik kavran›l›fl›na götürmez mi?”
44
dedi¤ini duyar gibiyim. Evet, yaflam›n trajik kavran›l›fl›na götürür. Ama
her yaflam oraya varmayacak m›? Yaflam›n trajik ya da dramatik kavran›l›fl›na. Her yaflam bir yan›lsamad›r. Geçen y›llarla yan›lsama oldu¤u anlafl›lan bir süreç. Ben de bu yaflam› derin duygularla yaflam›fl kiflinin bu trajik sonucu daha bilgece karfl›layaca¤›n› san›yorum. Do¤ufltan içlerinde
bilgelik tafl›yan insanlar d›flta tutulursa.
(1) Ferit Edgü, (Yayıncının notu)
(2) Onat Kutlar, (Yayıncının notu)
Yazar›n Balkur’da Akflam Yeme¤i (YKY, 1997) adl› kitab›ndaki Uzun Yürüyüfller adl› metne gönderme. (Yayıncının notu)
45
2 TEMMUZ’U HATIRLARKEN...
Server Tanilli
Kimi ac›lar vard›r, diner, çok geçmeden kabuk ba¤lar.
Sivas’ta, 1993 y›l›n›n 2 Temmuz’unda aç›lan yaran›n ac›s› dinmedi,
belli ki dinmeyecek.
Hemen her y›l›n 2 Temmuz’u, bak›yoruz, bir vahfletin, bir barbarl›¤›n ba¤r›m›zda oydu¤u bir yerde, daha da derinlere ifllemifl bir s›z› var.
Baflka, nas›l olabilir ki?
Eski kuflak unutamaz. Ama yeni kuflaklar›n belleklerinde yer tutsun
diye, her 2 Temmuz’da olan biteni yaz›p duruyoruz: 1993’ün Temmuz’unda bir sayg›n ayd›n grubu Sivas’ta toplanm›fl, Alevi-Bektafli konular›nda tart›flm›fllard›.
O toplant›da, Aziz Nesin, Müslüman dünyada ve bu arada bizde,
çaprafl›kl›klar› ve ilkellikleri sergileyen, – bu arada mizah›n tuzu ve biberinin de kar›flt›¤› – nefis bir elefltiride bulunmufltu. Baflkalar›n›n inanc›na sayg›y› elden b›rakmayan, ama mutlaka üstünde dikkatle durulmas›
gereken bir elefltiriydi.
Ertesi gün, bir fleriatç› güruhu, bu elefltirileri içeren konuflmay› bayrak edip, “Müslüman Türkiye” ad›na, Aziz Nesin’in ve bir bölük ayd›n›n
kald›¤› Mad›mak Oteli’ni kuflat›p düpedüz yakt›lar.
Yaln›z Aziz Nesin’in can›n› kurtard›¤›, kurtarabildi¤i olayda, 37 ayd›n, flair ve sanatç› yand› gittiler: As›m Bezirci, Behçet Aysan, Hasret
Gültekin, Nesimi Çimen, Metin Alt›ok, kalemimize ilk tak›lanlar. Yüre¤imiz elvermedi¤i için gerisini getirmiyoruz...
Ayr› bir dram da, olay›n asker-polis, devlet güçlerinin önünde cereyan etmesi.
Ça¤›n› yitirdi¤i için al›nlar›na “battal” damgas› vurulan fleriatç›lar›n, o olayda att›¤› sloganlar içinde yüre¤imizi en çok yaralayan› da, Sivas
Kongresi’nin yap›ld›¤› binan›n önünde at›lan flu slogan olmufltu: “Cumhuriyet burada kuruldu, burada y›k›lacak!”
Tehlikenin boyutlar›n› fark edebiliyor musunuz?
*
O katillerden yakalananlar yarg›lan›p hapsedildiler. Ne var ki, cezalar›n›n tümünü çekmeden sal›verildiler. Tutulamayanlar da oldu ki yurtd›fl›nda elan dolafl›p dururlar...
Sivas’taki vahflet, Cumhuriyet’e karfl›yd›. Baflta Alevi ayd›nlar, buradan hareketle, o cinayetin ifllendi¤i ve flimdi de et lokantas›na çevrilmifl
46
Mad›mak Oteli’nin bir müzeye dönüfltürülmesini istiyorlar son y›llarda.
Yerinde bir istektir. Ama herkesten önce, Sivas kenti, onun belediyesi,
öne düflüp beldenin aln›na çal›nm›fl bir lekeyi – bir ölçüde – silmek için,
bu tasar›n›n gerçekleflmesine omuz vermelidir.
Bugüne de¤in bir ses ç›kmad›, ama bir gün olacak.
Ne var ki, ileriye do¤ru giden yolda ilk yap›lmas› gereken de laik ve
demokratik cumhuriyetin düflmanlar›n›n tasfiye edilmesidir; 1950’lerden bafllayarak, gitgide palazlanan bu düflmanlar, en güçlü zaman›ndalar..
Temsilcileri de AKP’dir, iktidardad›r.
D›flar›dan ve içeriden kuflat›lm›fl olan Türkiye’de, 1923 Devrimi’ni
savunmak gündemin bafl›ndad›r.
Yurdumuzda Alevi-Bektafli toplulu¤unun, Cumhuriyet, demokrasi
ve laiklik düflüncesi ile nas›l içli-d›fll› oldu¤u pek bilinen bir gerçektir.
Onlar›n laik ve demokratik Cumhuriyetin hasm› de¤il, savunucusu olmalar›, ne bir özentidir ne de – kimi zaman söylendi¤i gibi – “egemen s›n›flar›n bir oyunu” de¤ildir.
Alevilerin ve Bektaflilerin hakk› teslim edilmeli.
*
Alevilerle 1923 Devrimi’ne oldu¤u gibi yaflama bakarken de, ayn›
de¤erlere sayg›l›y›z.
En baflta laikli¤e sayg›l›y›z.
Onun yan› s›ra, uygar olman›n de¤erlerine, yani fikir özgürlü¤üne,
kad›n-erkek eflitli¤ine, eme¤in haklar›n›n her fleyin önünde geldi¤ine,
daha da genel olarak “Ayd›nlanma”ya inan›yoruz.
Alevilerin bu de¤erlere sayg›l› olmas› da, bir gösterifl, bir hevesten
ileri gelmiyor: Anadolu’da, 13 ve 14. yüzy›lda bir hümanist devrim, Avrupa’daki hümanizmadan da önce tarihlere ç›kar ve Mevlana, Yunus Emre ve Hac› Bektafl Veli, bu büyük 盤›r›n önünde görülürler.
Mevlana, “Ne olursan ol, gel!” diye ça¤›r›rken, Hac› Bektafl Veli, ayn› ça¤r›y›, flu özlü dizeleriyle dile getirir ve ne kadar da güzeldir söyledi¤i:
Her ne arar isen insanda ara,
Kudüs’te, Mekke’de, hacda de¤ildir
Nereden geliyor Hac› Bektafl Veli’nin görüflündeki bu baflkal›k?
fiuradan: ‹slam, özünde bir Arap ideolojisidir. Alevilik ise, Anadoluludur ve o co¤rafyada fikri ve sosyal geliflmelerin bir ürünüdür. Öyle oldu¤u içindir ki, Türkiye’de y›¤›nla Sünni tarikat Cumhuriyet’le dava güderken, Aleviler, daha ilk y›ldan Cumhuriyet’e sahip ç›km›fl ve bunu bugün de sürdürüyor.
Böylece, Aleviler tarihe sayg›l› ve ilerlemeye inan›yorlar.
Ça¤dafll›¤›, güncel yaflamda da sürdürüyorlar...
47
Süreyya Berfe
***
Düflürme omuzlar›n›
at arkaya, hayata, rüzgâra.
Ilg›nlar›n söyledi¤ini
denize boya
beni, sana.
***
Durup dururken gülenlere kat›lam›yorum.
Kat›l›p kal›yorum.
***
Ayr›l›¤›n ve ac›n›n
basamaklar› yokmufl.
***
Bir denizalt› koyu yeflili
deniz karanl›¤›na do¤ru gider
keser yolumu.
***
Gö¤üm olsa
senden baflka y›ld›z do¤maz
ulafl›r›z kâinata.
48
Refik Durbafl
YELKOVAN
Gece ile gündüz aras›nda
kalm›fl bir saatin
ne akrebi olabildim
ne yelkovan›...
Nerede öyleyse benim
ömrümün günah›
senin ömrünün sevab›?
Bu sevda, hangimizin serab›?
ADRES
Gidiyorsun, adresini b›rakmadan
ayr›l›¤›n izinin; hat›randa sevdam ile
an›lar›n da gidiyor, b›rakmadan
yaflad›klar›m›z›n izini ve adresini
Git, b›rakmasan da adresini
an›lar›m bulur ayr›l›¤›n›n izini
Susuz b›rakmam çiçeklerini
DEFTER
Çok sayfal› bir defterdi ömrüm
her sayfas›na bir ömür ekledim
Defter, bitecek günü geldi¤inde
bitecek elbet benim de ömrüm
Ama, sak›n meraka salma gönlünü
sende yaflayacak ömrüm çünkü
49
Bar›fl Pirhasan
AMER‹KA ‹Y‹ OLSAYDI
Subotitsa, alçak genifl evler tafltan tahtadan
S›rt›nda karg›lar oklar z›pk›nlarla bo¤a gibi
Geldim buraya, sakin oturuyorum, yan›mda ‹nes
Karfl›mda Yelena on sekiz ve on alt›, küçük ye¤en fiaban on
Erol on alt›. ‹nes müslüman ve yönetmen olacak, domuz yemiyor
fiaban çiziyormufl, onun da derdi sinema
Erol oyunculuk peflinde ve Oskar istiyor
Yelena S›rp, güzel iskeletiyle
Oyuncular›n› bekleyen bir sahne
Sahnesini bekleyen salon
Bofl koltuklar, cinlerin dü¤ünü var içinde
Aln›nda sivilceler
Erimifl demir var gö¤üs kafesinde
Öpücükleri var yeni ç›km›fl yüksek f›r›ndan
Pehlivan dondurmac›s›n›n karfl›s›nda McDonald’s
Yüksek S›rp ve Macar kan›ndan a¤açlar
Paliç, sonra göl ve McDonald’s
Konufluyorlar içim içimi yiyor
Amerika iyi olsayd›
Amerika iyi olsayd›
Amerika iyi olsayd›
Amerika iyi olsayd› McDonald’s
Bir ümit zinciri olurdu dünyay› saran
A¤açlar kesilmezdi ‹stanbul’da
Karakollar kapan›r birer yaz› konurdu kap›lar›na
“Çalmay›n... Öldürmeyin... Esrar için s›k›ld›ysan›z...”
Ben flimdi seninle esrar içiyor olurdum
Duman›m›z ulafl›rd› Afrika’ya
Eline dokunur ve anlard›m bir dokunuflta
Geri geri çekilip b›rak›rd›m baflbafla sizi
Sevinç dolu içim, s›rt›mda ›fl›ktan bir h›rka
Yorulurdu, kimseyi öldürmezdi asker denen alet
S›k›l›rd› general haritalara bakmaktan
50
Benimle Paliç gölüne bakard›, torunu k›y›da
Tafl atard› suya hiç s›k›lmadan
Ben s›k›lmazd›m böyle yaln›z kal›nca
Kerbelada kucaklafl›rd› yüzbinlerce müslüman
Amerika iyi olsayd› sular kirlenmezdi
Küsmezdi bana can›m bal›klar
Obur sözü sözlüklerde kal›r çürürdü
Bir dilim ekmekle doyururdu müridini Vatikan’da oturan
Bir damla gözyafl› yeterdi derdini anlatmaya
Sen müzik dinleyince uyurdum ben
Gökyüzü kanamazd› böyle
Hastaneler meleklerle dolard›
Çocuklara kal›rd› bütün silahlar
Oyundan oyuna koflsunlar diye
Tek bir küçük evi bile y›kmadan
Amerika iyi olsayd›
Kimse unutmazd› duas›n›
Kimi bir resme dönerdi yüzünü kimi ›slak otlara
Ben yüzümü sana dönerdim
fiart koflmadan açard›m ellerimi
Ellerimin iflini b›rak›rd›m insanlara
Bankalar ümit zincirleri dünyay› saran
K›r kahvelerindeki renk renk ampuller gibi
Dü¤ün kurarlard›
Amerika iyi olsayd›
‹yi olsayd› uzansayd› bir divana
Tek tek anlatsayd› dertlerini bize
Neden böyle ac›kt›¤›n›, neden yetmiyor hiçbir tay›n
Ac›yan kalbini doyurmaya
Babas›ndan flikayet etseydi keflke benim gibi
Hikayeler yazsayd› annesine masum ve s›radan
Amerika
Çald›¤› herfleyi satsayd› esir pazarlar›nda
Bir bal rengi göz için
Bir usul uyuyan çizgi
Uçuklam›fl bir dudak
Bafllasayd› yeniden sigaraya a¤layarak
Yasaklasayd› soygun diye tütün flirketlerini
Sürseydi sürülerini yeniden k›rlara
51
Da¤larda
Okunsayd› baflkandan gelen mektup
‹htiyar bir flairin dudaklar›ndan
Amerika iyi
‹yi olsayd›
Sen çekip gitmezdin böyle
Zavall› partileri ülkemin
Tamah etmezlerdi onun paras›na
Ordumuz b›kard› emirler ya¤d›rmaktan
Paliç’te bu göl bu müzik
Kötü gelmezdi Yelena’ya
Kötü geliyor
Düflünemiyor paradan baflka bir fley
Belki hemflire olurdu iyi olsa
Amerika
fiimdi film-maker olmak istiyor
Yok... Tiyatro yönetmeni... Orospu...
Budapeflteye tatile giden çocuk
Annesiyle, yapt›¤›m filmi seyre duran ergen
‹ncecik b›y›klar›n› sürtüyor bilerek
fiah
fiah damar›ma
Çünkü beni b›rakm›fls›n belli
Çünkü Amerika kötü, kusuyor dünyan›n üstüne
Yiyip sindiremedi¤i ne varsa
Art›k delirmifl
Yüzünde çak›l› s›r›tan bu kurukafa
Yaz›k yaz›k
Amerika gülümseseydi olsayd› iyi
‹yileflseydi bizimle konufla konufla
Genlerimiz burkulmazd› böyle
Böyle sinirli olmazd› ifl adamlar›, casuslar, vergi memurlar›
Böyle kaskat› s›n›rlar, erken uyar› sistemleri, kapal› kap›lar
Mezbahalar kapat›l›r hayvanlar uzun bir uykuya yatard›
Yoksullar ev bulmufl gibi olurlard›
Sen benim yan›mda olurdun flimdi
Bacaklar›n›n aras›nda uyurdu aflktan her anlayan.
52
TASMALI GÜVERC‹N
Cemil Kavukçu
Parkta, güvercinini gezdiren bir adam gördüm. Kuflun boynunda ince, deri bir tasma vard›. Tasmaya ba¤l› ip ise, havaland›¤›nda adam›n omzuna konabilece¤i uzunluktayd›. Az önce sudan bir nedenle tart›flm›fl,
birbirlerini k›rm›fl ve birbirlerine küsmüfl gibiydiler. Gezintiye ç›km›fllard› ama bar›flmak için ad›m atmaya niyetleri yoktu. Görünüflleri çok güzeldi. ‹nce, uzun boylu, k›rlaflm›fl saçlar› omuzlar›na dökülen, altm›fl yafllar›nda, sakin – sakin de¤il asl›nda, her fleye ilgisini yitirmifl, kay›ts›z – bir
adamla, uçmas› engellenmifl ya da s›n›rlanm›fl, bahts›z ama son derece
gururlu ve ödünsüz bir güvercin.
Güvercin durunca adam da durdu. Öylesine hareketsizdiler ki, onlar› ilk böyle görseydim, belediyenin park›n çeflitli yerlerine yerlefltirdi¤i
heykellerden biri sanabilirdim. Bafl›n› yana çevirip gökyüzüne bakt› güvercin, sonra yere, sonra yine gökyüzüne. Yürümeye bafllay›nca adam da
hareketlendi. Kufl mu adam› gezdiriyordu, adam m› kuflu; kufl mu boynundan tasmal›yd›, adam m› elinden kufla ba¤l›yd›, belli de¤ildi.
Bir süre sonra yeniden durdular. Kararlar› veren, etkin olan güvercindi. Aralar›nda her ne geçtiyse, adam›n hatas› daha büyüktü. Tuhaf bir
evlili¤e benziyordu iliflkileri. Güvercin iki ad›m att›ktan sonra kanatlar›n› ç›rparak yükseldi. Adam da onun daha rahat hareket etmesini sa¤lamak için ipi tuttu¤u elini yukar› do¤ru kald›rd›. Havalan›p adam›n omzuna kondu güvercin. Hâlâ çok ciddiydiler. Bar›flmam›fllard›. Belki de
hiçbir zaman bar›flmayacaklard›. Sabah gezisi bitmiflti. Parktan ç›karlarken güvercin tünedi¤i yerde boynunu içeri çekip bafl›n› tüyleri aras›na
gömmüfltü.
*
Y›llar önce Kilyos’a yak›n Karaburun’da bu adama çok benzeyen birini tan›m›flt›m. Üç katl› yazl›k evinin teras kat›n› güvercinlerine ay›rm›flt›. Duvarlarla bölünmemifl genifl alan› bir müzeymifl, kendisi de bir sanat
rehberiymifl gibi gezdirmiflti beni. Bütün alçakgönüllülü¤üne karfl›n yapt›klar›yla övünüyordu. Çuval çuval istiflenmifl yemler, modern suluklar,
onlar› tedirgin etmeyecek bir ›fl›kland›rma sistemi. K›fl aylar›nda bile her
hafta sonu s›rf onlar için gelirmifl. Üflümesinler diye o kat› elektrikli ›s›t›c›yla ›l›k tutarm›fl.
53
Elli güvercini vard›. Hepsini tek tek tan›yordu. En büyük zevkinin
de, hafta sonlar› onlarla oynad›¤› “sadakat oyunu” oldu¤unu söylemiflti.
Hava koflullar› uygunsa, cumartesi sabah› erkenden Karaburun’a gider,
bütün güvercinleri onarl› gruplar halinde özel olarak yapt›rd›¤› kafeslere
yerlefltirirmifl. Yan›nda çal›flan, her ifline koflturan Halim’le birlikte kafesleri de minibüsüne koyup Karaburun’dan Bolu’ya giderlermifl. Onlar›
orada özgür b›rak›rm›fl. Sonra tabii h›zla geri dönüp evinin balkonundan
güvercinlerinin dönüflünü beklermifl. Hiçbirinin baflka bir yere gidemeyece¤ini, özgürlüklerini seçemeyeceklerini çok iyi bilirmifl.
Hepsi de dönermifl.
Hata bir kez yap›l›r.
Öyle demiflti. Rak›s›ndan küçük bir yudum alm›flt›.
Bir hafta sonu kufllar› geri dönmemifl. Bofl bofl, hâlâ inanam›yormufl
gibi bakm›flt› yüzüme. Ne oldu¤unu, onlar›n bafl›na neler geldi¤ini ö¤renememifl. Elli kufltan yaln›zca biri geri dönmüfl. O anda ihanete u¤rad›¤›
için ç›lg›na dönen biri, güvercinin sadakatini anlayacak durumda olabilir miymifl? Nas›l olsunmufl ki. Bütün firarilerin cezas›n› ona kesmifl ve
boynuna tasma geçirip iple kafesine ba¤lam›fl. Bir kuflun minicik kalbini
çok büyük k›rd›¤›n› bilmiyormufl tabi.
Anlafl›lamamak bu iflte, demiflti adam. Rak›s›ndan bir yudum içmiflti.
Anlafl›lamamak bu iflte!
Hatas›n› anlay›nca tasmay› hemen ç›karm›fl. Kufl o kadar k›r›lm›fl ki,
yemeden içmeden kesilmifl. Uçmak da istemiyormufl. Ne zaman eline
al›p terastan havaya f›rlatsa hemen geri dönüp kafesine giriyormufl. Yemeyip içmeyip ölümünü beklerken, adam› da öldürüyormufl. Ne denediyse olmuyormufl.
Bir gün tasmay› gagas›nda görmüfl kuflun. Al›p boynuna tak›nca yeniden yemeye bafllam›fl.
*
Parkta gördü¤üm adam o adam m›yd›? Ya da ben parkta bir adamla
tasmal› bir güvercin görmüfl müydüm? Bütün bunlar olmam›fl da ben mi
uyduruyordum?
Hata bir kez mi yap›l›rd›?
54
Murathan Mungan
Güzel, bofl
Çok güzel gözleri var
Çok güzel kirpikleri, rengi
Ama nasıl da bofl arkası
Hiçbir yere de¤meyen
Bakıfllarının
Hayat geçirmeyen cam bir zırh içinde
Tabiatını ziyan ediyor
Göz göze geliyoruz:
Ben bunları söylüyorum
O bir fley söylemiyor
14 Nisan 2007,
27 Haziran 2007
Gözleriniz de
bir anıyı görmeye gitti¤inizde
neye dokunsanız canınız acır
araya giren zamanın merce¤i
kanayacak kadar
saydamlafltırır her fleyi
yakınlafltırır
gözleriniz de eliniz kadar uzaktır artık
geçmifle bir türlü varamazsınız
gözlerin inandıramadı¤ı zamanlar
uzaktı, uzaksınız
6 Haziran 2006
55
Çeki
çıplak bir yemin gibi
duruyorken karflında
hesapsız, hatırasız
silahları sen seç
ne tekinsiz adak bu,
ne zaman-zehir yemin
uysal günleri sadece
gelece¤ini haber veren
tehlikenin
gözlerinde ödünç bakıfllar
-ın sitem ezberi:
ne çabuk el oldu ellerin
kopmufl kurflun zaman a¤ır çeki
bin kere ba¤lansa bile
çaresizli¤i sadece
erken bırakılmıfl silahları
yeniden edinme gayretinin
2004-2007
‹hmal
ilhamın gelip gelmemesi de¤il
önemli
olan:
ihmali yönetmek
çok uzak yazdı¤ın denize
suyun derinli¤ine (i) bilmeden
çok uzak
heves etmek, sonra
rüyaların asılsız eteklerini idrak acısı
kayıp gözlü hatıraların
hileli beyazlı¤ında
boflalmıfl yastı¤ı ham yalnızlı¤ın
yolda kalmıfl bakıfllar, dönüflte
ihmal mele¤inin gözlerinde
yedek suskunluk
flimdi burda akflamın gelmesini bekliyorum
56
suyu bilmeden derinli¤ine yazdı¤ın
ilham, bir ihtimal
hem yok hem var
7 A¤ustos 2006
Kutup
açıklı¤ına çıktım
kendimin kuzeyine çıktıkça
ıflık baflka türlü
sessizlik baflka türlü
balkıdıkça
tane tane hissedilen
zamanın geçifli
dünyadıflı bir yumuflaklıkta
açıklı¤ına çıktım
senin ve kendime benzemenin
kuzey kutbunda
21 fiubat 2005
Görünürlü¤ün yüzü
Kendileri gibi yetim
kısmetlerinin sepetleri de
bakıfllarına inmifl alınların
okunaklı yazısı
yoksulluk içinde
kötü geçece¤ini flimdiden
söyleyen bir kaderin
sözleflmesi, ıflıksız yüzlerinde
geçer gidersiniz yanlarından
kalır bir yanınız
orada, gelece¤e uzanan
bir ümitsizlik içinde
20 Kasım 2006
57
Delinince
Kelimeler delinince her fley kolaylaflıyor...
Nasıldır bilirsin geriye hep biraz flüphe kalır
da¤ılıp toplanır
Yafladıklarınla doku ve hacim kazanan
Birikene yaslanır
Açıklar aydınlatır
sanırken
Yanıltır
Kelimeler delinince
Anlamsızlaflır
Günler böyle geçiyor...
Nasıldır bilirsin hayat
Ö¤rendim sandıklarınla
Azalır,
Az kalır
Gökyüzü delinince ya¤mur kolaylaflıyor...
(2000) 16 Nisan 2007
Süt Çocuk
Rüya denen süt çocu¤u
Hafızanın diliyle konuflan
huysuzluk
Difl çıkarır giydirdi¤imiz
Vehimler tedirginlikler
Bilmedi¤imiz bir dil
Konuflur gibi ben dedi¤imizle
Tutuklu tılsım engelli imge
Besleyip büyüttü¤ümüz gündelik
rüyaların sütüyle yabancı çocuk
uyandın mı yabancı dil, baflka ülke
ben dedi¤imiz seyrelme
15 Nisan 2007,
15 A¤ustos 2007
58
B‹R ‹STANDOLLU’NUN NOTLARI
Alova
Ateflti, havayd›, suydu derken, sonunda “say›” diyen Pythagoras
hakl› ç›kt›. Dünya say›lar›n dünyas›. Borsadan MP3’e, uzaydan nüfus
planlamas›na, say›sal oyunlardan karatahtaya kadar, neredeyse, bütün
alanlara say›lar egemen. Pythagoras’a göre, evrenin temel ilkesi say›yd›.
Pythagorasç›lar’›n simgesi tetraktis :
•
• •
• • •
• • • •
ça¤›m›zda nokta, düzlem, üç boyut ve dördüncü boyutun simgesi say›l›yor.
O say›lar ki, sevincin ve y›k›m›n kayna¤›; kiminin korkulu düflü, kiminin kurtuluflu, kiminin y›llar›n› götürür, kimini y›llar ötesine f›rlat›r;
ço¤u kimsenin bir say›s› vard›r, kimi insan için topraklar›n›n büyüklü¤üdür say›lar, kimi için sonsuzluk, kimi içinse hapiste geçirdi¤i günler. Liberalizmin günümüzdeki sözde flahlan›fl› say›lar› sözcüklerin de önüne
geçirdi, saatlerden akrepler yelkovanlar kovuldu, umut ve umutsuzluk
say›lar›n inifl ç›k›fllar›yla yükselip alçal›yor.
◊
fiair, kaç yafl›nda olursa olsun, yeni bir fliirin bafl›nda, okumay› yeni
söken bir çocuk gibidir.
◊
F. W. Bateson, “Benim tezime göre, bir fliirde ça¤›n damgas› ozana
de¤il, dile ba¤lanmal›d›r. fiiirin gerçek tarihi, birbirini izleyen fliirlerin
yaz›ld›¤› dilin türünde görülen de¤iflikliklerin tarihidir bence,” der (Wellek-Warren’dan). Do¤ru söze ne denir! Yahya Kemal’in, Hececiler’in, Nâz›m Hikmet’in, Orhan Veli’nin, ‹kinci Yeni’nin ç›k›fllar›, sonunda, bir dil
hareketi de¤il midir? Türkçe fliirin tarihi Yunus’tan Cemal Süreya’ya de¤in, Türk dilinin gözal›c› bir serüvenidir.
59
Ne ki, fliirimizin geliflimi çatall› olmufltur. Bâki’den, Nedim’den gelen fliirin akarsuyu, halk fliirinin sular›na kar›fl›p günümüz fliirini beslemifltir.
◊
Ellili yafllara gelmifl, a¤z›nda ölüm sözünü düflürmeyen, “art›k bizden geçti” diyen, teslimiyetçi insanlar› gözlerken, bundan kaç y›l önce,
‹yonlar’›n o görkemli kenti Priene’yi gezdi¤im s›rada, yüz yafl›na yaklaflm›fl, art›k yürüyemeyen, bu yüzden iki görevlinin ayaklar›n› yerden keserek dolaflt›rd›klar› o yabanc› kad›n› hat›rlad›m. Gözlerinde merak, dudaklar›nda gülümseyifl, bak›yordu Hippodamos’un bütün dünyaya örnek
olan kentine.
◊
“fiiirin zaman› de¤l,” “Türkiye’de fliir okunmuyor,” diyenlere en iyi
yan›t›, dört ay içinde kitabevine gidip “Neruda” diyen iki bin okur verdi.
◊
“Her fley ak›l,” diyor, “azizim, her fley ak›l.” Önündeki, Sigara öldürür yaz›l› pakete uzan›rken, bir gün ölece¤ini söyleyen akl›na karfl›n
ölümden korkarak.
◊
‹ki olayda göstermek istedi¤im flu ruhun Anadolu insan›nda hâlâ yaflad›¤›na inanmak istiyorum.
Günlerden bir gün müzisyen K. Kad›köy’de bir birahaneye girer. Biras›n› içtikten sonra kalk›p kasaya yönelir, hesab› ödemek ister. Birahane sahibi, “sizin hesab›n›z ödendi,” deyince çok flafl›r›r. “Peki, kim ödedi, nas›l olur?” diye sorar. “Biraz önce ç›kan bey, iflte gidiyor,” diye iflaret eder birahaneci. K. bikoflu d›flar› f›rlar ve adam› yakalayarak “niye benim hesab› ödediniz?” diye sorar. Adam hüzünlü bir yüzle, “ölen bir dostuma o kadar benziyordunuz ki, hesab› ödedi¤imde onunkini ödemifl gibi oldum,” der.
Ressam O. askerli¤ini Bafa Gölü k›y›s›nda yapar. Terhis günü gelip
çatt›¤›nda ‹stanbul’a dönecek yol paras›n›n olmad›¤›n› görür. Bir eskici
ça¤›r›p neyi var, neyi yok satmak ister. Ne ki, eline geçen para otobüs bileti almaya yetmez. Son anda, akl›na yata¤›n alt›na saklad›¤› keman› ge60
lir. Keman› ç›kar›p çingene eskiciye gösterir. Adam o anda a¤lamaya bafllar. “A¤bi,” der, “bizde kemanc›n›n keman›n› sat›n almak yoktur.” Sonra cebinden ç›kard›¤› parayla biletin üstünü tamamlar.
◊
S›radan insan güncelli¤in anaforunda flaflk›na dönerken; s›radan olmayan, tarih-güncellik vargelinde devindirir düflüncesini.
◊
Bir yerde benim için, “az fliir yaz›yor,” denmifl. Neye göre “az,” neye göre “çok”, oras›n› anlamak zor, ama ciltler dolusu fliir yazmamam›n
temel dürtüsü, fliiri yaflamay› yazmaktan çok seçmem. fiairli¤in bir meslek oldu¤u görüflüneyse hiçbir zaman kat›lmad›m. Yazmayan flair olmak
isterdim belki. Çok insan var ki flair gibi yafl›yor, hiç yazmadan. fiiir dedi¤imiz tinsel eylem o insanlarla paylafl›ld›¤› zaman fliir oluyor gerçekte.
Yeni tan›d›¤›m bir kentin ›ss›z bir köflesinde, yaln›z bafl›ma, bir han
avlusunda dükkânlar›, dükkânlar›n adlar›n›, girip ç›kan insanlar›, yüzy›ll›k a¤açlar›, ›fl›¤›n de¤iflimini izlemek, bir birahanede, hiç tan›nmadan,
yar› karanl›k gölgeleri seyretmek; dikenlerin, tafllar›n aras›nda bafl›bofl
dolaflmak, bunlar› yaflarken sözcüklerin fliirini düflünmemek, ne düflündü¤ünü bilmemenin yar› sarhofllu¤unda, do¤an›n bütün sonuçlar›nda yitip gitmek, birden bast›ran sisin içindeki yaban›l sinemay› düfllemek,
günbat›m›nda ad› hiç konmam›fl morlar›, k›rm›z›lar› bulmak, aflkla flarapla s›rdafl odalarda uyanmak, vesaire, vesaire...
Çok yaflad›m fliiri. Yazd›klar›msa yan›ma kâr kald›.
◊
Ayd›n düflmanl›¤›, umutsuzlu¤un umars›z bir sald›rganl›¤a dönüflmesinden baflka bir fley de¤il.
En büyük ayd›n düflmanlar›: yar› ayd›nlar.
◊
David Mulroy, Erken Yunan Lirik fiiiri adl› antolojisinin Girifl ’inde
flöyle der: “‹Ö 8. yüzy›lda, Yunan flair Hesiodos, insanl›¤›n en kötü ça¤›nda, uygarl›¤›n kendini yok ediflinin k›y›c›¤›nda oldu¤una inan›yordu (‹fller ve Günler, 174-201). ‹Ö 750-500 aras›nda, Hellen dünyas› bir dizi ge61
liflkin kent devletle birlikte büyük bir canlanma gösterdi. Ve bu devletlerin birçok alanda elde etti¤i kazan›mlar gelecek yüzy›llar için birer ölçüt
oldu.”
Mikrokozmosun umut-umutsuzluk ekseni, tarihin makrokozmosunun o muazzam, saydam ekseniyle kesiflsin, kesiflmesin, her zaman kaygan olmaya mahkûm.
Sonra sürdürüyor Mulroy: “Bu döneme de¤gin hiçbir tarihsel kay›t
yoktur, ama bu dönem fliirinin büyük bölümü günümüze gelmifltir.”
Bu cümleyi irdelemeyi de okura b›rak›yorum.
◊
“fiu düflünürler, yazarlar filan, üç befl kurufl görselerdi, ne düflünürler, ne de yazarlard›,” diyen habennekay› yan›tlamaya gerek görmeden,
filozof Thales için Aristoteles’in anlatt›¤› öyküyü hat›rlad›m. “Söylendi¤ine göre, Thales, y›ld›zlara bakarak, daha k›fltan, gelecek y›lki zeytin hasad›n›n bereketli olaca¤›n› görmüfl. Elindeki üç befl kuruflu Khios’taki ve
Miletos’taki zeytin ezme makinelerini kullanmak üzere kaparo olarak yat›rm›fl. Karfl›s›nda kimse artt›rmaya kat›lmad›¤› için makineleri ucuz fiyata kiralam›fl. Hasat vakti gelip çatt›¤›nda, herkesin makineye gerek
duydu¤u s›rada, hepsini diledi¤i fiyata kiralayarak büyük para kazanm›fl.
Böylece, bütün dünyaya, isterlerse filozoflar›n her zaman zengin olabileceklerini, ama onlar›n gözlerinin baflka yerde oldu¤unu göstermifl.”
Habennekaya ne Kont Tolstoy’u hat›rlatmaya gerek duydum, ne de
Cezanne’›n flu sözünü yinelemeye: “Sanat bir u¤rafl de¤il, bir yazg›d›r.”
◊
fiu mesel de Thales’in: Neden çocuk sahibi olmad›¤›n› soranlara,
“çocuklar› çok sevdi¤im için,” dermifl filozof. (D. Laertios’tan.)
◊
Geleneksel, tutucu ‹ngiliz düflüncesi istedi¤i kadar ça¤dafl Avrupa
kültürünü Attika’ya mal etmeye çal›fls›n, ‹ngiliz fliirine bir dönem egemen olan kimi ölçülerin Adal› ya da Anadolulu flairlerce bulunup kullan›ld›¤›n› pekiyi biliyordu.
‹ngiliz flairlerin kendi dillerine uyarlayarak kulland›klar› iambos,
Samoslu Samonides, Paroslu Arkhilokhos, Ephesoslu Hipponaks ve Koslu Herodas gibi flairlerin bulup gelifltirdikleri bir ölçü aya¤›yd›. Öbür
Anadolu flairlerini saym›yorum. Efesos’un yerlisi (Hititçe Apasa’dan)
62
Hipponaks düflmanlar›n› daha iyi yere vurabilmek için aksak-iamboz denen bir ölçüyü gelifltirmiflti. fiu s›rada, bütün fragmanlar›n› çevirmeye çal›flt›¤›m bu çok ilginç flairden bir iki örnek vereyim:
Kara incir, k›zkardefli asman›n
*
‹ki gün görür hayat›nda kad›n
Biri evlendi¤i, öbürü gömüldü¤ü gün
*
Tonbal›¤› yerdi içlerinden biri akflamlar›
durmadan, öyle gams›z ve ifltah aç›c› soslar,
yemesi gibi Lampsakoslu bir had›m›n miras›n›.
fiimdi kaz›yor kayal›k yamac›n› da¤›n
k›t›r k›t›r yiyor ucuz incirleri, diflliyor
arpa ekme¤ini, yemini kölelerin.
Yiyemiyor art›k hat›r hutur yabantavflanlar›yla
keklikleri, susam serpemiyor art›k gözlemenin üstüne
bat›ram›yor art›k çi¤ börekleri bal peteklerine
◊
Yukar›da iambos fliirinden söz ettim. Notlar ’›, yüzy›llar önce, büyük
olas›l›kla, Anadolu’da yaflam›fl iambos flairi Penarkes’in bir bilmece fliiriyle bitirelim:
Erkek olmayan bir erkek
a¤aç olmayan bir a¤açta
hem görüp, hem görmedi¤i
kufl olmayan bir kuflu
hem vurdu, hem vurmad›
tafl olmayan bir taflla
(had›m) (rezene) (yarasa) (süngertafl›)
◊
63
Yaflar Miraç
KAFKAS
kafkaslar
gök kanatl› kartallar›
eski dünyan›n
orta asya’n›n
denizdi
bir zamanlar
dört yanlar›
seller zaman›
asya’n›n insanlar›
onlara s›¤›nd›lar
sonra sular çekildi gitti
denizler eridi
küçüldü
kurak ça¤lar›
bafllad› dünyan›n
koca asya’n›n
o da¤lara
ilk gelenler
seller zaman›ndand›r
sonradan
konuk olanlar
kurak ça¤lardan
kafkaslar
gök kalpaklar›
eski dünyan›n
orta asya’n›n
64
çerkezdi
gürcüydü lazd› avard›
adlar›
hundu k›pçakt›
bulgard› aland› türktü
yörükleri
dediler ki
nuh tufan›
ve nuh’un o¤ullar›
bu da¤larda kald›
masallar
bu da¤lar›n giziyle
süslendi
nice yi¤it
az gitti uz gitti
kaf da¤›na vard›
atlar
ve kar
bu da¤lar›n tac›d›r
kafkaslar
k›zaklar›n yurdu
gök tafll› da¤lar›n yurdu
kafkaslar
anadolu’nun kap›s›d›r
asya’n›n kulesi
kazaskalar
uçan kalpaklar
ay kanatl› atlar ülkesi
karaçaylar çeçenler abazalar
fleyh flamil’in
atalar›
65
bafl› buyruk yaflad›lar
birer al›c› kufl
her da¤ bir kurt
orda
bir zamanlar balkarlar›n
k›pçaklar›n yurduydu
kuzeydeki otlaklar
hunlardan iskitlerden
ak›n ald›yd› çoktan
o¤uzlar da geldi ard›ndan
orda
eski gelenler
yeniler
da¤lar› bölüfltüler
her koya¤›n her boyun
bir fl›r›l suyu vard›
bir baflka dili
her da¤›n bir perisi
ayr› bir u¤ru vard›
ve y›ld›z› gecesi
kafkaslar
dünyan›n incileri
dökülmüfl doruklar›ndan
akarsular yanarsular alt›nsular
ç›kar eteklerinden
ça¤lar boyu
nice ak›nc›lar
bu da¤lara sevdaland›
kiminin arad›¤› bir alt›n posttu
kiminin badem gözlü bir maral
kimi gizi çözülmez bir masal
66
k›zaklar
ay›fl›¤›nda çam dallar›n›n
ard›ndan kayd›
bu da¤lardan gelip geçenler
eski dünyadan
yeni dünyaya
›flk›nlanan gizler ayd›
URAL
karanl›ktan ayd›nl›¤a
iner
ural
iki yan› iki deniz
yeflil
dümdüz
günefl
önünden geçer e¤ilerek
sayg›l›
kazaklar ve tatarlar
tap›narak
dönerler eteklerinde
ural
bir totemdir
eskimo¤ollardan kalan
ogur
onun baflucunda
kazan›r onur
korkuyla yaklafl›r ona
ça¤lardan beri
ruslar
ural
geceyle gündüze
ayar
67
Hüseyin Ferhad
G‹ZL‹ ÂY‹NLER
“Ruhun halleri üç biçimde geliflir. Ruh ikizini
arar, yan›ld›¤›n› anlar ve karanl›k bir tünele girer...”
Mahir Öztafl
ALEF
Kim bilir nerden geldiniz
yayan yap›ldak kaç bin fersah
yol tepip de irifltiniz
aflka muhtaç flol ikizinize
elsiniz belli ki ‘gibi’siniz
Kim bilir kimden geldiniz
ki saçlar›n›z bu kadar gümrah,
ne yapsam nafile Akdeniz
iliflir yine ayak izlerinize
elsiniz belli ki ‘gibi’siniz
Kim bilir niye geldiniz
ki sorular›n›z bu kadar küstah,
birbirine küsülü mü ki gözleriniz
ikisi de birbirinden siyah
elsiniz belli ki ‘gibi’siniz
Fikrimin lekesidir o günah
maziye gömdü¤üm o arzu,
niye size uymad›m ki ben
içimden okudu¤um halde Levh-i Mahfuz’u
der gibisiniz
68
BEYT
Ard› s›ra ça¤›r›r beni
geceleyin bir difli kurt,
y›ld›zlar karar›r kalk›p gitsem
f›rt›na kopar yahut
Cinler üflüflür bafl›ma
aflk›n iki metafizik neferi,
biri sûretime bürünür
içime soyunur di¤eri
Yesi bir flehir midir
Ahmed Yesevî bir flair,
iki say›s›ndan vaz geldim ben
bilmez misin Ali fiîr
Ne Ay var gökte
ne bir parça bulut,
flölene ça¤›r›r beni
yine de o difli kurt
Tam ortas›na kalbimin
develerini ›ht›r›r bir Bedevî,
gözlerini k›s›p bakt›¤› yer
kadim ülkem: Urumçi
69
G‹MEL
Nehirlere benzer kavmim
Selanga’ya, Aras’a, F›rat’a,
gümüfl bir alyans›n içinden akar
bir huduttan bir hududa
Kavmim: Mecusî ve fiaman
avc›, çoban ve nalbant,
bencileyin ikircimli
benden daha bedbaht
Kavmim: rüzgâra yaz›l›
bir kehânetin atl›lar›,
mür ve aselbent kokar
bu yüzden cümle a¤›tlar›
Kalbine sürgün bir prensin
kalbini tafl›yorum gö¤sümde,
ne kimseye h›nc›m var
ne içimde kalm›fl bir ukde
Sesine dü¤ümlü bir çakal
veya al›n yaz›ma redifli bir flamingo,
çok uzakta Allora’dan, Kingan’dan
yol haritama iliflir Mohenjo-Daro
Eksiliyor her gün biraz daha
mataramdaki ölümsüzlük iksiri,
sanki bir ç›ng›rakl› y›lan
iflaretliyor bast›¤›m bütün yerleri
Mohenjo-Daro: seyir defterimin
son kay›p sahifesi:
Hüseyin Ferhad’› flamas›yla göm
kalbine ey kalbimin sahibesi
70
DALET
Vaki oldu ki aflk mümkündür
ruhun had›m edilmezden önce,
zaten kalbinin içi görünür
gözlerini k›s›p baksan Aras’a, Meriç’e
Lâ’l tafl› neyine gerek
aflka tezhip bir damla gözyafl›,
yaras›n› ziynet bilenin
fikrine gömülmez mi naafl›
Diz çöksem ne zaman
Lût’a, Kâbe’ye karfl›,
bir çölden bir baflka çöle göçer
kalbimin o melânet yoldafl›
Neler umdumdu sahi ben
ki göçüklerim ço¤ald› bu kadar,
ikizim niye yüzüme bak›p
bak›p da sessizce a¤lar
Ayak bas›lmad›k bir vaha
göster bana ‹bn Yakzân,
develerimi suvaraca¤›m bir ›rmak
daha berrak bir damla gözyafl›ndan
Karl› tenha yollardan
kap getir yârimi,
asura cinlerine inat
mutlu k›l flu aflk yetimini
K›fl bahçesine bir ateflgede
ça¤›r›r bütün rüzgârlar›,
gelirsin diye tekrar
yol haritana konuflland›r›r Kaflgar’›
Caddeler bulvarlar açar
Mimar Sinan’a has itinayla,
ahura cinlerine inat
bo¤ar ama beni o murassa yay›yla
71
HE
‹ki da¤dan biri Kingan
iki k›l›çtan biri Zülfikâr
de¤ilse nen olay›m Asena
tekrar gelece¤imiz bir baflka hayat varsa e¤er
Ruh ikizini arar, benzerini.
Bir sap amber çiçe¤i
en sarp k›y›s›nda Akdeniz’in,
gelmiflse hangi rüzgâra kap›l›p
kokunuzu da birlikte getirmifl sizin
‹çim ac›r ne zaman
okusam “Mavi Gözlü Dev”i,
mini minnac›k bir nehre
bir gözyafl› damlas›na dönüflürüm sanki
Temuçin kimin ciniydi, kâhin
Aksak Temur kimin cini,
mümkünü yok mudur görebilmenin
kadim Asya’n›n ‹ç’ini
fiu ruh Apr›n Çor Tigin’dir
flunlar Sâdi’yle Goethe,
yoksa yanl›fll›kla m› ça¤›rd›n, üstad
ki geldiler hep birlikte
Hiç k›rpmad›m gözümü
dua ettim bütün gece,
flart olsun, akl›mda
onun gülüflünü tuttum sadece
Ben: birinci tekil flah›s
aflk lügatinde Romeo,
durmadan kap›m› çalan aks
sahi kimin aksiydi o
Ben: üçüncü ço¤ul kifli
fler lügatinde müntehir,
72
elbet Yesenin, Mayakovski
alfabemin ilk k›z›l harfleridir
Ama ben k›z›l de¤il
bir K›z›lderili’yim üstad,
sen yalanc›s›n demiyorum ama
yalanc›n›n tekidir Hüseyin Ferhad
Ruh ikizini arar, benzerini.
Hayta çocuk ‹ran’› seninle
s›rf sen seviyorsun diye - seninle birlikte sevmedik mi Hazer’i
kan uykulardayken Türkiye
73
Müslim Çelik
‹LKYAZ HATTI
Hattı zerefflanı bir
dile verirler
itibar bulasın nitekim
itimat olasın
visali tomurcukları
sevdi¤ime verirler.
Çınar yaprakları bunlar
açılmıfl ele benzer
üryan büryan saçılmıfl mevsim
arı inler, bala verirler
seksen darbesini görmedindi flairim
duyumsadın, goncasını gaga yaptı
öyle olacak, olacak fley mi? Erenler
kakasını a¤zına verirler.
SOM GAZEL
dünyaya tekdüze bakarlar
ortada rüya, kapı kapalı bir yara
sabah yeli yine koylarda deli
ufak et, yıldızlar var
topra¤ımda taflını akik gibi
solgun gül olur birine verirler
fliir, her sözü mücevhere çevirir
bir sahile saltanat kuran cevher
flerefinle gel, ey gözleri mahmurlu
sözümdeyim, som denizden çekilip gitmem!..
böyle yazdı. Nacati gülü bile bile verirler
74
ORHAN PAMUK’UN YAPITLARINDA
‹MGE SAPLANTISI*
Rosa Galli
Neden Orhan Pamuk’tan söz etmeyi tercih ettim?
Orhan Pamuk 2006 y›l›nda son Nobel Edebiyat Ödülü’ne lay›k görüldü. Romanlar› Frans›zcaya çevrildi ve dünyan›n pek çok yerinde oldu¤u gibi (40 ayr› dile çevrildi) Fransa’da da büyük ilgi uyand›rd›. Ayr›ca,
bir yazar olarak, özellikle Fransa ve Amerika’da medyatik bir yank› yaratt›.
Orhan Pamuk’tan söz etmeyi istedim; çünkü ülkesinde, bir yandan
onu yerin dibine bat›ran, öte yandan yerlere göklere s›¤d›ramayan çeliflkili elefltiriler ald›. Öte yandan Türkiye er ya da geç, flu veya bu flekilde
Avrupa’yla iliflkisi olacak bir ülke ve bu ülkenin günümüz edebiyat›, en
az›ndan, tan›nmaya de¤er.
Bugün, özellikle – belki de en çok tan›nan – Benim Ad›m K›rm›z›
ve Kar adl› romanlar› üzerinde duraca¤›m. Olay›n geçti¤i yerlere iliflkin
imgeleri belge niteli¤i tafl›yan foto¤raflarla destekleyen, düflünceyi kentin ve burada yaflayanlar›n k›y›s›na tafl›yan, otobiyografik ‹stanbul kitab›na da de¤inece¤im. Ayr›ca Beyaz Kale ve Yeni Hayat gibi öteki romanlar›na da at›flarda bulunaca¤›m.
Bu inceleme, yazar›m›z›n ve roman›n›n bizim genel olarak “bunal›m” terimiyle karfl›lad›¤›m›z huzursuzluk durumunu nas›l yans›tt›¤›n›
gösterecektir. Burada Pamuk’un öteki romanlar›nda da yer yer görülen
bu bunal›m durumunu, tüm çerçevesiyle ele alma iddias›nda olmadan,
romanlara sinmifl bunal›mlar› kimi yönleriyle irdeleyece¤im.
Yapt›¤›m inceleme, yap›ta ve özellikle seçti¤im metinlere sarmafl›k
gibi dolanm›fl bir saplant›n›n, imge saplant›s›n›n ortaya ç›kar›lma çabas›
olarak de¤erlendirilebilir. Bat› al›flkanl›klar›na dayal› elefltirel katk›larla
zenginlefltirip vurgulayaca¤›m bu inceleme, Türkiye’de önemli bir bilim
dal› olarak görülen imgebilimin bir konusu.
“‹mge” sözcü¤ü burada iki tan›m›yla ele al›nacak: ilk olarak öteki
hakk›nda sahip olunan görüfl, daha sonra da çizilmifl, resmedilmifl bir figür, flekil. Size göstermeye çal›flaca¤›m gibi, kan›mca, yazar›m›za göre bu
iki tan›m birbirinden tümüyle ba¤›ms›z de¤il ve yap›tlarda derin anlamlar kazan›yor.
‹ncelemenin birinci bölümünde, imge teriminin birinci anlam›ndan
ve romanlar›ndaki varl›¤›ndan söz edece¤im.
75
Türklerin Pamuk’a yönelttikleri sitemlerden biri, onun ülkesi hakk›nda yaratt›¤› kötü imge. Kimi yazarlar›n elefltirilerini burada özetlemek istiyorum. Pamuk, Kar adl› roman›nda bozgunculuk yapmakla,
ayaklanmay› k›flk›rtmakla, kendisinin kurgulad›¤› olaylar› bir çeflit gerçekli¤e dayand›rarak ortaya koyma afl›r›l›¤›n› göstermekle, ‹slam› kötü
göstermekle suçland›. K›saca bugünün Türk siyasal çizgisine “siyasal olarak uygun” davranmad›.
Bu elefltiriler, Bat› Türkiye’yi ikinci s›n›f bir ülke, sömürebilece¤i
ya da sömürgelefltirece¤i bir bölge olarak görüyor biçiminde ortaya
çıkan, uzun zamand›r Türk ayd›nlar›n› saran bir çeflit kompleksin ürünü. Bu “mania”, kültürde, ekonomide ve siyasette ve XIX. yy.’›n ilk yar›s›ndan bu yana, entelektüel bir üstünlük ve gösteriflli bir oryantalizm
duygusundan kurtulamam›fl gezginlerin yazd›klar›nda aç›kça kendini
gösteriyor.
Orhan Pamuk, aile çevresi dolay›s›yla Avrupa ve özellikle Frans›z
Edebiyat›’na son derece hakim. Amerikan Robert Koleji mezunu, bat›
kültürüyle yetiflmifl bir entelektüel. Frans›z yazarlar›n tutkulu takipçisi,
Valéry’nin fliirlerini çeviren, yap›tlar› hiç yay›mlanmam›fl olsa da kendisi
de bir yazar olan babas›ndan Frans›z kültürünü edinmifl. Ailesi yüksek
burjuvaziden; babas› iflas üzerine iflas yaflayan zengin bir ifl adam›. Annesi ise Frans›z Koleji Notre Dame de Sion’da rahibelerin yan›nda e¤itim
alm›fl biri.
Pek çok Türk ayd›n› gibi, iki kültürle beslenmifl olan Orhan Pamuk
ülkesi hakk›nda olumsuz bir imge yaratmakla suçland›. Kendi içinde,
onu bir yandan ülkesinin tehlikeli siyasi afl›r›l›klar›n› iffla etmeye götüren, öte yandan, Türk kültürel birli¤ini ve ahlaki de¤erlerini zedeleyecek
tekbiçimcili¤i tart›flt›ran bir ikilem söz konusudur. ‹flte Orhan Pamuk’un
yap›tlar›n› k›sk›vrak yakalayan bunal›m›n nedenlerinden biri de budur.
Ancak ben burada imge sorunsal› üzerinde durmakla yetinece¤im; çünkü ülkenin var olan pek çok huzursuzlu¤unu anlatman›n yeri buras› de¤il.
Ülke e¤er bunal›mdaysa, Orhan Pamuk da bunal›mda, hatta tehlike
alt›nda olan bir romanc›d›r.
Burada bunal›m› tart›fl›yoruz; roman›n bunal›m›n›, bat› toplumlar›ndaki roman›n bunal›m›n›… Bu çerçevede yazar›n bunal›m›, kendini iffla etmenin bunal›m›, bunal›m›n hikâye edilifli (flafl›rt›c› hikâyeler, cinsellik, pornografi), bunal›mlar›n tarihi (68 olaylar›, geçmiflin dramlar›) üzerine düflünce üretiyoruz. Bat›’da bunal›mlar› hikâye eden romanc›lar güvendedir; yay›nc›lar›, onlar› destekler ve onlar›n arkas›nda durur. Romanc›n›n tek derdi baflar›s›n›n uzun ömürlü olup olmayaca¤›na iliflkindir. Ancak bunal›mda olan bir ülkede roman›n, tehlikedeki edebiyat›n,
76
siyasi gerilim dönemlerinde yaflanan müzmin bunal›m›n koflullar› nelerdir? Bu dönemlerde gün yüzüne ç›kan sosyal ve siyasi söylemler, alg›lamalar nas›ld›r? Ayn› koflullar alt›nda, mahremiyet ve kendini ortaya koyma duygular› ne denli ortaya ç›kar?
Baz› örnekler üzerinde dural›m. Kar’la bafllayal›m. Roman› bilmeyenler için küçük bir özet.
Hikâye, olaylar olup bittikten sonra haberdar olan, kahraman›n arkadafl›, bir üçüncü kifli taraf›ndan anlat›lmaktad›r. Olaylar günümüzde
geçer, ama tam tarih verilmeden anlat›l›r ve Avrupa’n›n efli¤indeki Türkiye’nin durumuna iliflkindir. Kahraman›n kiflisel bunal›m›yla iç içe geçen siyasi bir gerilimin söz konusu oldu¤u görülür. Kendisini k›saca
“Ka” olarak adland›ran Kerim Alakuflo¤lu, geçmiflte Almanya’da sürgün
hayat› yaflam›fl bir gazeteci, flair, eski bir komünist militand›r. fiimdi ‹stanbul’a dönmüfl, sol görüflü savunan Cumhuriyet gazetesinde muhabir
olarak çal›flmaktad›r. Olaylar Rusya ve Ermenistan s›n›r›nda kaybolmufl,
az geliflmifl bir flehir olan Kars’ta geçer. Terk edilmifl, gösteriflli yap›lar›n
tan›kl›k etti¤i gibi, Kars, Türkiye Cumhuriyeti s›n›rlar› içine girmeden
önce, çarl›k s›n›rlar› içindeyken, zengin Ermeni burjuvazisinin yaflad›¤›
gün yüzü görmüfl bir flehirdir.
Ka, türban takt›klar› gerekçesiyle üniversiteye al›nmayan baz› kökten dinci genç k›zlar›n gizemli intiharlar›n› araflt›rmak üzere gazetesi taraf›ndan Kars’a gönderilir. Ka bu görevi kabul eder; çünkü böylece kocas›ndan ayr›lm›fl olan eski aflk› ‹pek’i bulup onu Frankfurt’a götürebilecektir.
Ka, Kars’a geldi¤inde yollar› sürekli ya¤an kardan kapanm›fl, izole
olmufl bir flehir bulur. Ka burada Anadolu’nun içine düfltü¤ü dramla yüz
yüze gelir. Bir yanda iflsizlik ve yoksulluk; öte yanda kendi düflünceleri
içinde kaybolan ayd›nlar›n yaln›zl›¤›; öte yanda ise karanl›k güçler, polis
ve gizli servisin yapt›¤› bask›nlar, terör örgütü PKK’n›n ve Özgürlükçü
Kürt Partisi’nin bask›lar›. Bütün bu siyasi parti ve örgütler, eylemlerinin,
karmaflan›n içinde kalan ve korku içindeki Ka taraf›ndan desteklenmesini istemektedir. Kontrolsüzlü¤ün hakim oldu¤u bu ortamda, farkl› kiflisel dürtüleriyle afl›r› hareketlere kat›lan kad›nlar da vard›r.
Ka, kendisinden sürekli kaçan ‹pek’le bir aflk iliflkisi ümidine s›¤›narak, kâbuslar içerisinde günlerini geçirmektedir. Bunun yan›nda, içindeki flair, yaflad›¤› en dramatik olaylara bile fliirsel bir nitelik kazand›rmay› baflar›r. Tüm gördükleri ve duyumsad›klar›, Kars’ta yazd›¤›, sonra
Frankfurt’a götürdü¤ü ve sonunda orada kaybolacak fliir defterinin konusu olur.
Ka, kahramanl›ktan uzak, korkak, alçakça davranan hatta belki de
hain biridir. Ka’n›n alkol yüzünden yaflad›¤› çöküflü, Almanya’daki ölü77
mü takip eder. Bütün bunlar›n yan›nda, Ka kendisini çevreleyen gerçekli¤i fliire dönüfltüren, dramatik duygulan›mlar›n› yaz›ya döken yarat›c›
bir yazard›r (Ayn› tema, geçmiflin tart›flmas›z de¤erlerinin zaman›n de¤iflimleriyle çarp›flmas›n› konu alan, çözümlemesi daha karmafl›k Yeni Hayat roman›nda da gözlemlenir).
Kar üzerine ilk bak›flta yap›labilecek yorum, mahremiyetin gündeme gelmesi ve ciddi siyasi bir bunal›m›n ortas›nda, bu mahremiyetin sosyal bir olaya eklemlenmesidir. Roman›n bafl›nda bulunan Stendhal’in
Parma Manast›r›’ndan yap›lan al›nt›, yap›t›n bu özelli¤ini en bafltan gözler önüne serer.1 Kars’›n yitip gitmiflli¤i bize Veba’y› ça¤r›flt›r›r, ancak
Kar’daki kiflilikler, Camus’nün roman›n› yöneten usçu ideolojik yükümlülüklere ya da tehlike alt›nda oluflan dayan›flma içine girmezler. Tam
tersi, apolitik bir Allah’›n mürflidi olan fleyhten, Bin Ladin’e benzeyen,
siyasal ‹slamc› terörist Lacivert’e, afl›r› kökten dinci bir ideolojinin kurban› Necip’e kadar, her biri umutsuz ve çaresiz bir dünyan›n hüznü içerisinde hapsolmufl zavall›lard›r.
Bu noktada Türklerin Orhan Pamuk’a neden bu denli k›zd›klar›n›
anlamak çok da zor de¤il: Kar, ülkenin bat›l› ayd›n düflünürlerinin gün
be gün oluflturmaya çal›flt›klar› meflhur imgeyi yerle bir etmektedir. Laik
Cumhuriyetin demokratik temellerini sarsan “karanl›k” güçler de, kendilerini öfkeden ç›lg›na dönen, gelgeç istekli cahiller olarak tan›tan bu tarih karfl›s›nda hiç de memnun olmamaktad›rlar.
‹mge teriminin ikinci anlam›na geçmeden önce küçük bir parantez
açarak imgeyi, özdefllik, benzerlik olarak ele almak istiyorum.
Bu noktada özdefllik, benzerlik, birey olarak yazar› oldu¤u kadar,
Bat› ve Do¤u aras›ndaki iliflkiyle de ilgili oldu¤u için ifller biraz karmafl›klafl›yor. Beyaz Kale’de tema sosyopolitik bir düzlemde ifllenmifl, ancak
birbirinin yerine geçen iki kahraman›n varl›¤›, ayn› kiflinin ikiye bölündü¤ü izlenimini uyand›r›yor; çünkü kitab›n sonunda kimin kim oldu¤u
anlafl›lm›yor. ‹flte k›sa bir özet.
XVII. yy.’da soylu bir Venedikli, korsanlar taraf›ndan esir al›n›p ‹stanbul’a getirilir. Adam doktormufl gibi yaparak hayatta kalmay› baflar›r.
Bu flekilde, uyum sa¤lama yetene¤i sayesinde vezir taraf›ndan korunmaya al›n›r ve padiflah›n astrolo¤uyla tan›fl›r. Astrolog onu hizmetinde çal›flt›rmak üzere sat›n al›r. Hoca ve Venedikli birbirinden ay›rt edilemeyecek
kadar benzeflmektedir. Dostane bir duyguyla de¤il, ama karfl›l›kl› meraktan birbirlerine ba¤lan›rlar; birlikte çal›flmaya, birlikte yaflamaya bafllarlar, birbirlerinden hiç ayr›lmazlar. Teknik konulardaki bilgilerini, özellikle kuflkular›n› ve mutsuzluklar›n› paylafl›rlar. Günlerini, gizli düflüncelerini gün yüzüne ç›kard›klar› metinler yazarak geçirirler. Birbirlerinin
yerine geçip, padiflah›n huzuruna ç›kt›klar› bile olur. Bu arada Osmanl›
78
‹mparatorlu¤u s›n›rlar›n› bat›ya do¤ru geniflletmektedir; padiflah astrolo¤undan, fethettikleri ülkenin surlar›n› y›kacak bir silah yapmas›n› ister.
Pek çok denemenin ard›ndan silah haz›r hale gelir; ikisi, orduyla beraber, baflar›s›ndan kuflku duymad›klar› tekerleklerin üstünde götürülen
topa efllik ederler. Beyaz Kale’nin duvar›na gelmek üzereyken, silah batakl›¤a saplan›r ve ifllemez olur. Neden sonra, ikisinden biri ‹stanbul’a
döner, ancak kimin hayatta kal›p evine döndü¤ünü anlamak mümkün
de¤ildir.
Beyaz Kale ö¤renmek, bilgi ve teknoloji al›flverifline girmek isteyen,
ancak bilgilerini kendilerine saklay›p k›skançl›k duyan iki medeniyet ve
zihniyetin karfl›l›kl› diyalo¤unun zorlu¤unu anlat›r. Birbirine benzeyen
çift, bu aksiyomun metaforik imgesidir. Soylu Venedikli ve Türk astrolog, Hoca ve ‹talyan esir, ikizler gibi birbirine benzerler. Roman›n baz›
bölümlerinde aynada uzun süre birbirlerine bakarlar. Burada, benzeflen,
özdeflleflen imge, ço¤alan çiftler temas› görülür.
“Gel birlikte aynaya bakal›m.” Bakt›m ve lamban›n çi¤ ›fl›¤› alt›nda,
bir daha gördüm ne kadar çok benzeflti¤imizi. […] O’nu ilk gördü¤ümde
de bu duyguya kap›lm›flt›m, hat›rlad›m. O zaman, olmam gereken birini
görmüfltüm, flimdiyse O’nun da benim gibi biri olmas› gerekti¤ini düflünüyordum. ‹kimiz birmifliz.” (Beyaz Kale s.79)
Orhan Pamuk, kitab›n sonsözünde, düflüncelerini roman›na aktarabilmek için, edebiyat tarihinin bilinen kliflesi, birbirinin yerine geçen
benzer çiftler temas›ndan faydaland›¤›n› aç›klar.
Art›k imgenin ikinci tan›m›na, çizgisel biçim olarak imge kavram›na geçece¤im. ‹kinci bölümde, yukar›da sözünü etti¤im fleyler üzerinde
tekrar durmam gerekiyor; çünkü daha önce de söylemifl oldu¤um gibi, tan›mlar birbirinden çok büyük farkl›l›klar göstermiyor. Daha aç›k olmak
kayg›s›yla aç›klamalar›m› biraz karmafl›klaflt›raca¤›m; bundan dolay›
özür dilerim.
Tamamen çizgisel biçim, özel bir resim flekli olarak nak›fla odaklanm›fl bir metinle bafllayaca¤›m. Gerçekli¤in ve hayalin tasviri, imgenin de¤eri, eti¤i ve esteti¤i etraf›nda dönen ve karamsar bir atmosferde geçen,
büyüleyici Benim Ad›m K›rm›z› roman›ndan söz edece¤im.
Yüz sayfa kadar k›salt›lsa daha iyi olaca¤›n› düflündü¤üm romanda
XV. yy’da yafll› bir üstad›n himayesinde çal›flan ressamlar, bu ressamlar›n
resmettikleri nesneler, bir aflk hikâyesinin ortas›nda yer alan kad›n ve
hatta katil s›ras›yla söz al›yorlar. Roman, esrarengiz cinayetin soruflturmas›n›, kuflkulu konumundaki nakkafllar›n sorgusunu, aralar›ndan birinin imkâns›z aflk›n›, do¤u ülkelerinde geçirdi¤i bir dönemin ard›ndan ‹stanbul’a dönen Kara’y›, genç dulu, padiflah taraf›ndan ›smarlanan kitab›n haz›rlanmas›nda son derece önem tafl›yan bir levhan›n kayboluflunu
79
konu ediyor. Çok önemli olmas›na karfl›n, katilin kim oldu¤u roman›n
sonuna dek anlafl›lm›yor.
Roman›n, ard arda gelen cinayetlere ve sanatç›lar›n yaflad›klar›na
iliflkin temas›, gerçekli¤in tasvir edilifl üslubu çevresinde dönüyor. Yüzy›llar boyunca Osmanl› ressamlar› ve nakkafllar›, geçmiflteki üstadlar›n
onlara miras b›rakt›¤› sembolik modellere dayanarak kad›n, asker, hayvan, çiçek ve bitki figürleri nakflediyorlard›. Nakkafllar, mesle¤in kurallar›na uygun bir biçimde ve itinayla cilalad›klar› k⤛tlar›n üzerine iki büklüm e¤ilerek figürlerini hep ayn› çizgilerle resmediyorlar, böylece çizilen
figürleri ezberliyor, yafllan›p kör olduklar›nda dahi, ayn› figürleri tekrarlayabiliyorlard›. Söz konusu kurallar› de¤ifltirme giriflimi hatta yap›lan
nak›fllara bir üslup ekleme düflüncesi bile büyük bir günah olarak alg›lan›yordu. Padiflah›n askerlerinin duruflu, Hüsrev ve fiirin’in aflk› gibi
uzun zamand›r anlat›lan hikâyelere efllik eden resimler, etten ve kemikten bir insan› de¤il, onun suretini temsil etmeliydi; çünkü portre ya da
insan figürü yapmak dinen yasakt›. Ressamlar bu yasa¤› öyle içsellefltirmifllerdi ki, padiflah›n kendi portresini yapt›rmay› tasarlad›¤›n› ve istedi¤i kitap için üstada levhalar ›smarlad›¤›n› ö¤rendiklerinde y›k›ld›lar. Padiflah›n ›smarlad›¤› bu levhalar›n kayboluflu, romandaki cinayetin sebebini oluflturmaktad›r (Asl›nda padiflah ve saray eflraf› bu yasaklarla alay
etmifl, bilindi¤i gibi pek çok Venedikli ressama kendi resimlerini yapt›rm›fllard›r).
Benim Ad›m K›rm›z›, imgenin felsefi anlam› üzerine bir düflünceye
dönüflür: burada levhalar ve nak›fllar tablolarla karfl› karfl›yad›r. Tekrarlanan sabit tasvirlerin verdi¤i zaman›n durmufl oldu¤u izlenimi, yaln›zca
gelene¤i devam ettirmeye yarayan ancak sorumluluk gerektirmeyen (ressamlar figürlere en fazla, biraz alt›n yald›z veya koyu maviler ekleyebiliyorlard›) nak›fl çal›flmalar› ile gerçek kimlikleriyle kiflilerin tasviri karfl›
karfl›yad›r. Bu noktada sanatç›y› yarat›c› olarak tart›flman›n ortas›na çeken etik bir boyut söz konusu olmaktad›r. Sanatç›n›n kendi gerçe¤ini ortaya koyma hakk› var m›d›r? Bu gerçe¤i kendi üslubuyla yorumlayabilir
mi? Bu Allah’a flirk koflmak de¤il midir?
Kitap, Bat›’n›n oryantalist göndermeleriyle uzaktan yak›ndan ilgisi
olmayan Do¤ulu sanatç›lar›n kimlik ve tasvir etme bunal›m›n› anlatmaktad›r. Bütün sanat dallar›na yay›lan bu düflünce flekli edebiyat› da ilgilendirir.
Biraz k›sa keserek (Orhan Pamuk’tan özür dilerim) özetlemeye çal›flt›¤›m, felsefi tart›flmalarda ve tarihi bir karanl›¤›n s›n›rlar›nda kalacak
bu roman›n, baflta söz etti¤im otobiyografik ‹stanbul roman›yla ilginç bir
ba¤› bulunmaktad›r. ‹stanbul’un yay›nlanmas›yla birlikte Benim Ad›m
K›rm›z›’da geçen baz› isimlerin Orhan Pamuk’un ailesinden oldu¤u an80
lafl›l›r. ‹stanbul roman›n›n sonunda bulunan listeden, iki taliplisi ç›kan
güzel dul fieküre’nin, Orhan’›n annesiyle ayn› ismi tafl›d›¤› görülür. Romandaki fieküre’nin üzerine titredi¤i iki o¤lu vard›r: büyük o¤lu fievket,
yazar›n a¤abeyinin ismi ve küçük o¤lu Orhan, yazar›n kendisi.
fiimdi (ihtiyatl› bir biçimde) otobiyografik metne geçece¤im. Roman›n yap›s›, anlat›c›n›n, yazar olmak için resme ilgisinden tamamen vazgeçti¤i anda son bulan kronolojik bir hikâye üzerine kuruluyor.
“Ressam olmayaca¤›m dedim, yazar olaca¤›m ben.”
Tan›kl›klarla ve yinelemelerle bezenmifl ‹stanbul roman›na, ikinci
bir biyografi efllik ediyor: kentin biyografisi. Orhan’›n do¤up büyüdü¤ü
evin, ailenin iki çocukla ard arda tafl›nd›klar› dairelerin ve ilk aflk›n›n yeflerdi¤i girifl kat›ndaki resim atölyesinin bulundu¤u kent. Ayr›ca, bu genç
delikanl›n›n dolaflmaktan hoflland›¤› yerler, sokaklar.
Yazar, ‹stanbul roman›nda kendisinden söz ederken ayn› zamanda
flehirden de söz ediyor. Metnin aras›na s›k›flt›r›lm›fl pek çok foto¤raf da
anlat›m› güçlendiriyor.
Kendinden söz etmek, baflkalar› için anlatmak ve yas tutmak anlam›na geliyorsa, resimleriyle ‹stanbul bu iddiay› tamamen do¤ruluyor. J.
B. Vray geçen k›fl Roma’da yazarlar›n çekti¤i foto¤raflar üzerine konuflurken, yazarlar›n bu foto¤raflarda do¤ruluk, gerçeklik arad›klar›n› ve
foto¤raflar› çekerken, onlar› bir çeflit retorik arac› olarak kullanmay›
amaçlad›klar›n› söylemiflti. Böylece foto¤raf yazar›n benzeri haline gelir.
Söz konusu bu benzerlik, romanda, küçük Orhan’›n kafas›nda canlanan,
‹stanbul’da oturacak hayali ikinci bir Orhan’›n kurgulanmas›yla yarat›lm›fl oluyor.
Kar›fl›k bir tür olan ‹stanbul kitab›nda, foto¤rafs›z hemen hemen
hiç sayfa yok; aile foto¤raflar›, kentin foto¤raflar›, özellikle de y›k›nt› haline gelmifl binalar›n foto¤raflar›. Bu foto¤raflardan baz›lar› yazar›n çekti¤i resimler olsa da pek ço¤u büyük Türk foto¤rafç›s› Ara Güler’in arflivinden al›nm›fl. Küçük boyuttaki bu foto¤raflar, geçmiflteki bir döneme
tan›kl›k ediyor. Pamuk’un ‹stanbul’unu ve bir matem havas›nda yarat›c›
bir ressam›n ölümünün hikâyesini anlat›yor.
Sonuç Gözlemleri
Bunal›mda bir ülke ve bu ülkenin yazar›... Kar’da oldu¤u kadar Benim Ad›m K›rm›z› ve Beyaz Kale’de de Do¤u ile Bat› karfl› karfl›ya. ‹stanbul, resimden yaz›ya kayan yarat›c› bir ruhun bunal›m›, pek çok foto¤raf
seçkisiyle bir kentin belgelenme bunal›m›... Benim Ad›m K›rm›z›, Kar,
‹stanbul birbirinden apayr› romanlar olsa da, birbirine kavuflamayan
âfl›klar temas› gibi (Orhan’›n anne babas› ayr›yd›lar) küçük ilmiklerle hiç
81
sezdirilmeden birbirlerine ba¤lan›yor. Bu üç romanda da, yazar›n ‹stanbul kitab›nda bütün bir bafll›k ay›rd›¤› ve bu bölümde betimledi¤i “Türk
ruhundaki hüzün” duygusu yer al›yor
Bu noktada sözü, yazar›n 7 Eylül 2006 tarihinde yapt›¤› Stokholm
konuflmas›na getirmek istiyorum.
Orhan Pamuk’a göre, onun yazarl›¤›n› yönlendiren iki duygu var:
taflrada olma duygusu ve hakiki olabilme endiflesi...
“Bir baflka eksik yaflam endiflesi de tabii ister resim yapmak olsun,
ister edebiyat olsun, sanatç›s›na fazla ilgi göstermeyen ve umut da vermeyen bir ülkede yaflad›¤›m› bilmemdir. [...] Dünyan›n merkezinde, bizim
yaflad›¤›m›zdan daha zengin ve çekici bir hayat vard› ve ben bütün ‹stanbullular ve bütün Türkiye ile birlikte bunun d›fl›ndayd›m. Bugün bu duyguyu dünyan›n ço¤unlu¤u ile paylaflt›¤›m› düflünüyorum.”
Orhan Pamuk, Türkiye’deki zihniyete isyan ediyor:
“Hepimizin bildi¤i gibi, kitap yakmalar, yazarlar› afla¤›lamalar milletler için karanl›k ve ak›ls›z zamanlar›n habercisidir. Ama edebiyat hiçbir zaman yaln›zca milli bir konu de¤ildir. [...] Kendi hikâyemizden baflkalar›n›n hikâyeleri gibi ve baflkalar›n›n hikâyesinden kendi hikâyemizmifl gibi söz edebilme hüneridir edebiyat.”
Pek çok entellektüel gibi, taflral›l›k, d›flar›da kalm›fll›k duygular›yla
Bat› edebiyat›na yönelen Pamuk bu yöneliflini sorgulamaktad›r; çünkü
bu evrensel sorular›n yan›t›n›n Bat›dan gelece¤inden kuflku duyar. Pamuk’un belirtti¤i gibi deyimiyle taflral›l›k duygusu en çok Kar ve ‹stanbul romanlar›nda hissedilir.
“Bir yanda bizim, benim pek çok ayr›nt›s›n› sevmekten vazgeçemedi¤im yerel dünyam›z vard›, bir de ona hiç benzemeyen, benzememesi
bize hem ac› hem de ümit veren Bat› dünyas›n›n kitaplar›. [...] Bana o zamanlar, kitaplar, bir çeflit kültürel eksiklik duygusunu gidermek için baflvurdu¤umuz fleylermifl gibi gelirdi. Yaln›z okumak de¤il, yazmak da ‹stanbul’daki hayat›m›zdan Bat›’ya gidip gelmek gibi birfleydi.”
Pamuk bunlar› söylüyor ve dünyan›n merkezinin ‹stanbul’daki yaflad›klar› hayattan baflka bir yerde oldu¤u duygusunu tafl›d›¤›n› ekliyor.
Daha sonra, dünya nüfusunun büyük ço¤unlu¤unun bu duygular›
hatta bu duygular›n daha a¤›rlar› olan “eziklik, kendine güvensizlik ve
afla¤›lanma korkular›yla bo¤uflarak” yaflad›¤›n› farkeden Pamuk, bu k›s›rdöngüden ç›kmak için evsizlik, yoksulluk, açl›k gibi insano¤lunun temel dertlerini anlatmay› gazete ve televizyonlara b›rak›p, kendisinin de
bizzat yaflad›¤› d›fllanm›fll›k duygusunu yaz›s›n›n merkezine oturtma hedefini benimsiyor. Pamuk’a göre edebiyat›n as›l anlatmas› ve araflt›rmas›
gereken fley “kendini önemsiz hissetme korkular›, buna ba¤l› de¤ersizlik
duygular›, bir cemaat olarak yaflanan gurur k›r›kl›klar›, k›r›lganl›klar, kü82
çümsenme endifleleri, çeflit çeflit öfkeler, al›nganl›klar, bitip tükenmeyen
afla¤›lanma hayalleri ve bunlar›n kardefli milli övünmeler ve fliflinmeler”dir.
‹mge saplant›s›na neden olan bu korkular, ço¤u zaman ak›ld›fl› ve
afl›r› bir dille d›fla vurulan, milletlerin paranoyalar›ndan kaynaklan›r. Pamuk, “içindeki karanl›¤a her bak›fl›nda” gördü¤ü bu ruhsal duruma duyarlı¤ını aç›k yüreklilikle dile getirmektedir. Aptall›¤a varabilen bu korkularla, bu ruh haliyle kendini özdefllefltirir. Kendini ayn› kolayl›kla özdefllefltirdi¤i Bat› Dünyas›’nda da “Rönesans’›, Ayd›nlanma’y›, modernli¤i keflfetmifl olman›n ve zenginli¤in afl›r› gururuyla, milletlerin, devletlerin zaman zaman benzer bir aptall›¤a yaklaflan bir kendini be¤enmiflli¤e
kap›ld›klar›n›” bildi¤ini söylemektedir.
Orhan Pamuk’a göre ülkesinde yazarlar›n yapmas› gereken fley, t›pk› Dostoyevski’nin yapt›¤› gibi, Bat› ile aflk-nefret iliflkisinden yola ç›karak, onlar›n üstünde bambaflka bir âlem kurmakt›r. Pamuk’un yaratt›¤›
âlemin merkezi, gençli¤indekinin aksine, flimdi ‹stanbul’dur. ‹stanbul
kitab›nda yaratt›¤› bu hayali âlem O’na “herfleyden daha gerçek” gibi gelmektedir.
Orhan Pamuk, Benim Ad›m K›rm›z› ve Kara Kitap’›n “hakiki olma
endiflesini” yaflad›¤› romanlar oldu¤unu söyler.
“Bir odaya kapan›p y›llarca hünerini gelifltiren, bir âlem kurmaya
çal›flan yazar, ifle kendi yaralar›ndan bafllarken [...] insano¤luna derin bir
güven göstermifl olur.”
Son olarak da, kendisine s›kça sorulan “Niçin yaz›yorsunuz?” sorusuna yazar›n verdi¤i yan›t›n bir bölümünü al›nt›lamak istiyorum:
“Gerçekli¤e onu ancak de¤ifltirerek katlanabildi¤im için yaz›yorum.
Ben, ötekiler, hepimiz bizler ‹stanbul’da nas›l bir hayat yaflad›k, yafl›yoruz, bütün dünya bilsin diye yaz›yorum. Hepinize, herkese neden o kadar çok k›zd›¤›m› anlar›m diye yaz›yorum. T›pk› bir rüyadaki gibi gidilecek baflka bir yere bir türlü gidemiyormuflum duygusundan kurtulmak
için yaz›yorum.”
Türkçesi: Yeliz Yal›n
(1) Edebi bir eserde siyaset, bir konserin ortas›nda patlayan tabanca gibi kaba
ama göz ard› edemeyece¤imiz bir fleydir. fiimdi çok çirkin fleylerden söz edece¤iz.
(*) Bu metin, Profesör Rosa Galli’nin 9 Haziran 2007’de ‹talya’nın Cenova
kentinde yapılan “Ça¤dafl Romanda Bunalım” konulu toplantıdaki konuflmasının
çevirisidir. Rosa Galli, Cenova Üniversitesinde Fransız edebiyatı ö¤retim üyesidir.
‹stanbul’da do¤mufl ve liseyi bitirene dek ‹stanbul’da yaflamıfltır.
83
ÇEV‹R‹ ELEfiT‹R‹S‹ YAPARKEN
ÇEV‹R‹ METNE
‘ÇEV‹RMEN-ELEfiT‹RMEN’
OLARAK YAKLAfiAB‹LMEK
Ayfle Banu Karada¤
Bir çeviri metni okurken, çevirmenin varl›¤›n› ne derecede kabul
ederiz? Çeviri metinde duymak istedi¤imiz ses yaln›zca yazar›n sesi midir? Baflka bir deyiflle, okudu¤umuz metinde çevirmenin izlerini görmek
bizi rahats›z eder mi? Çeviri metinden özgün metnin kopyas› olmas› bekleniyorsa, çevirmenin sesini duymaya ya da izlerini görmeye olumsuz
yaklafl›laca¤› kesindir.
Çevirmen en çok ne zaman gündeme gelir? Çeviride yanl›fl yapt›¤›
zaman. Genelde baflar›l› çevirilerden pek söz edilmez. Ülkemize özgü bir
durum de¤ildir bu, tüm dünyada ayn› yaklafl›m geçerlidir. Çeviri her zaman kaynak metne borçluluk üzerine temellenen bir eylem olarak alg›lan›r; çeviri arac›l›¤›yla kaynak metnin neler kazand›¤› göz ard› edilerek,
genelde neleri yitirdi¤inin üzerinde durulur.
Çevirmenden söz etmemek ise yayg›n bir yaklafl›md›r. “Gözle Görülür Çevirmen” bafll›kl› yaz›s›nda Susan Bassnett’›n da dile getirdi¤i gibi,
çevirmenin ad›n›n gözlerden silinmesini sak›ncal› bulmayan bu görüfl
çerçevesinde, çeviri ikincil önemde bir etkinlik olarak görülür; bu nedenle de, “kopyalar üreten ikinci s›n›f, ikinci elden bir görevdir.” Bassnett, çevirmenin kaynak metin ile erek metin aras›ndaki paradoksal konumunu, flu çarp›c› benzetmeyle betimler:
“Çevirmen, hem kaynak metnin yazar›na, hem de erek dil metninin
isterlerine tabidir ve bu ikisi aras›nda çaresizlik içinde s›k›flm›fl durumdad›r; t›pk› Dickensvari bir dumanl› ofiste, ac›mas›z patronunun taleplerini de yerine getiremeyen, haklar›n› elde etmek için ba¤›r›p ça¤›ran
müflterileri de yat›flt›rmayan çaresiz bir memur gibidir.” (Türkçesi: Y.
Salman: 79)
Çevirmenin “iki arada bir derede”ki konumu, yüzy›llarca çeviri konusunda çal›flan kiflilerin zihinlerini meflgul etmifl, hâlâ da etmektedir.
Çevirmen kime, neye sad›k olma(ma)l›? Kaynak metne mi? Kaynak metnin yazar›na m›? Peki ama kaynak metinde söylenenin yazar›n söylemek
84
istedi¤iyle birebir örtüfltü¤ü söylenebilir mi? Yazar bile kendi yazd›¤›
metni okudu¤unda, daha önce kurgulad›¤›ndan farkl› bir metne ulaflabiliyorsa, metnin tek bir flekilde okunmas›, anlafl›lmas›, anlamland›r›lmas›
olas› m›? Anlamlar çeflitlili¤i göz önünde bulundurularak, çeviride tikel
bir yorumun dayat›lmas› mant›kl› kabul edilebilir mi? Edilemezse, çevirmen neden ve neye sad›k olmal›? Metinler, kendilerine bile sad›k de¤ilken, çeviri metinde nas›l bir sadakat aran(mal›d)›r? Yoksa sadakat kavram›n›n ideolojik do¤as› yok mu say›lmal›?
Bu sorulara verilecek yan›tlar›n kilit noktas›nda çevirmenin yorumu yer almaktad›r. Bilindi¤i üzere, çevirmen her fleyden önce bir okurdur ve çeviri her fleyden önce bir yorumlama sürecini içerir. Yorum da
do¤as› gere¤i özneldir. Bu öznelli¤in, edebiyat çevirisi söz konusu oldu¤unda nas›l iflleyece¤i ve/ya ne derecede kabul görece¤i tart›flma konusudur. Özgün metinde kurgulanm›fl ve keflfedilmeyi bekleyen bir evren bulunur. Bu metnin çevirmen taraf›ndan yorumlan›p çevrilmesi, öznellik
konusunda çevirinin ikincil konumunu pekifltiren huzursuzluklar› alevlendirir ve okur, çevirmen, elefltirmen için yepyeni bir huzursuzluk evreni kurgular.
Bu huzursuzluk evreninde çevirmen baflkahraman rolünü üstlenecektir. Çevirmenin geçmifli, e¤itimi, sosyo-kültürel konumlan›fl›, sosyopolitik görüflleri ve buna benzer ona ait olan her öznel ö¤e, kaynak metnin yorumlanmas›nda etkili olacakt›r. Bu durumda, çevirmenin özgün
metni anlama/anlamland›rma/çevirme aflamalar›nda çok kaygan bir zeminde hareket etti¤i ileri sürülebilir. Hatta baz› durumlarda çevirmenin
bulundu¤u zemin daha da kayganlafl›r. Zemin kayganlaflt›kça, çevirmenin “baflar›s›z” olarak de¤erlendirilme olas›l›¤› artar. Olumsuz yöndeki
bu art›fl›n, çevirmenin kendisinden söz ettirme olas›l›¤›na olumlu katk›da bulunmas› gariptir. “Yok say›lan” çevirmen, bir anda “var olma”n›n
ötesine geçer ve “görülebilir” k›l›n›r. Ne yaz›k ki bu nedenle, baflar›s›z
çevirmenler baflar›l› çevirmenlerden çok daha tan›n›r hale gelir.
Çeviri kitaplar›n tan›t›m yaz›lar›n› bir düflünün. Kitab›n içeri¤i, yazar›n biçemi üzerine bir dolu fley söylenir de, çevirmene pek de¤inilmez
nedense. Hatta bu tür yaz›larda, yazar›n dil kullan›m› için çok “baflar›l›”,
çok “ak›flkan”, “rahat anlafl›l›r” gibi yorumlarda bulunulmaktan kaç›n›lmaz. Baflar›l› bulunan kitapt›r, çeviri de¤ildir! Sanki kitab›n yazar› o kitab› yabanc› dilde yazm›fl gibi de¤erlendirmelerde bulunulur. Çeviri yapt›¤› alanda “uzman” olarak görülen, çok baflar›l› bulunan, çok tan›nan
çevirmenlerin bafl›na bile gelebilir bu talihsiz durum.
Öyleyse çeviri metin/çevirmen/okur iliflkisine nas›l yaklafl›labilir?
Çevirmen ço¤unlukla olumsuzluklarla gündeme gelen “tarafs›z” bir arac› rolündedir. Yapt›¤› ifle daha bafltan ikincil bir önem verildi¤inden, çe85
virmenin bu iliflkideki konumunun “olumlu” bir nitelik kazanmas› oldukça zordur. Bu durumda çevirmenin “taraf ol(ma)ma” ba¤lam›nda rahats›zl›k yaratan varl›¤›n›n fark edilmemesi tercih edilebilir. Çevirmen
de, okur da, “çevirmenin görülebilirli¤ini” görülmezli¤ine ye¤leyebilir.
Ancak bu noktada çevirmenin varl›¤›n› nas›l yok etme karar› ald›¤›
konusu önem kazan›r. Kaynak metne birebir sadakat göstererek kendi
varl›¤›n› s›f›rlad›¤›n› düflünebilir çevirmen. Bu bak›fl aç›s›yla hem okuru
hem de kendisini rahatlatabilir. Ancak bu yan›lg›dan baflka bir fley de¤ildir. Okurun metinle kuraca¤› güven iliflkisi bu flekilde zedelenir. Metnin
okura yabanc›laflt›r›lmas›yla sonuçlanan yok say(d›r›l)ma yan›lg›s›, çevirinin, çevirmenin baflar›s›zl›¤›na katk›da bulunmaktan baflka ifle yaramayabilir.
Bu yok sayd›rma yan›lg›s›n› hakl› gösteren ve hatta zorunlu k›lan
kuramsal görüfller, uzun y›llar çeviriyle u¤raflanlar taraf›ndan tart›fl›lm›flt›r. Ne mutlu ki, çeviriden çeviribilime geçiflin ard›ndan, günümüzde tart›flmalar›n odak noktas› farkl›laflm›flt›r.
Art›k çeviri metne bak›l›rken çevirmen kararlar› ve dayanaklar› gözden geçiriliyor. Çeviri metinde “yanl›fl” bulunan bölümler ba¤lamdan
kopart›larak listeler halinde okura sunulmuyor. “Yanl›fl”›n neden “yanl›fl” oldu¤unu belirtmenin ötesinde, “yanl›fl”›n nas›l bir bak›fl aç›s›yla
“yanl›fl” olarak de¤erlendirildi¤i aç›klanmaya ve gerekçelendirilmeye çal›fl›l›yor. Çevirmenin “neyi neden nas›l” yapt›¤› araflt›r›l›yor. Araflt›rman›n sonunda “yanl›fl”a gerçekten “yanl›fl” denirken, “do¤ru” çeviri de
okura sunuluyor. Böylelikle elefltirmen, elefltirmekle kalmay›p çeviri de
yapm›fl oluyor.
Çeviri elefltirisi yapan kiflinin “çevirmen-elefltirmen” olmas› gerekir. Tersi durumda, edebiyat elefltirisi ile çeviri elefltirisi aras›ndaki farklar yok oluyor. Yok olufllar bununla da s›n›rl› kalm›yor. Genel olarak
“yok say›lan” çevirmenin “baflar›s›z” bulunan çeviri metniyle elefltiri alarak “var say›lmas›” ve “görülebilirli¤ini” kazanmas›ndan söz etmifltik.
Bu fark›n yok olmas›yla birlikte, çevirmen bu kez okurun gözünde elefltirmen taraf›ndan çok daha ac›mas›z bir flekilde “yok ediliyor”.
Bilindi¤i gibi, geçti¤imiz y›l çeviri edebiyat ve kültür dizgemiz çeviri konulu birçok tart›flmaya sahne oldu. Bunlardan baz›lar›n› hat›rlayacak olursak “100 temel eser”, “J. R. R. Tolkien- Noel Baba’dan Mektuplar-1453”, “Georges Perec-Kaybolufl”… Bu konular ve çeviri yap›tlar çerçevesinde yap›lan tart›flmalarda uzmanlar taraf›ndan çevirinin salt dilsel
aktar›m olarak görülmedi¤i, kültürel boyutunun ön plana ç›kt›¤› aç›kland›. Çeviribilimde disiplinler aras›l›¤›n alt› çizildi. Sorulan sorulara, saptanan sorunlara çeviribilim-siyaset bilimi, çeviribilim-felsefe, çeviribilimsosyoloji, çeviribilim-tarih, çeviribilim-pedagoji vb. alanlar aras› iliflkiler
86
ba¤lam›nda yan›tlar verildi, çözümler getirildi. Çeviri ve çeviribilim aç›s›ndan büyük önem tafl›yan ve olumlu geliflme olarak nitelendirilebilecek
bu olgu, hiç kuflku yok ki çeviriye iliflkin genel yaklafl›m›n ülkemizde de¤iflti¤inin bir göstergesidir.
“Çevirmenin ufku” (Michaël Oustinoff), “çevirmenin skoposu”
(Hans J. Vermeer) gibi kavramlar›n çeviri elefltirisi alan›na katk›da bulundu¤u ve bulunaca¤› yads›namaz. Hatta bu katk›lar sayesinde çeviriye
genel yaklafl›m›n olumlu yönde daha çabuk de¤iflme kaydedebilece¤i iddia edilebilir. Bu flekilde, geleneksel görüfl çerçevesinde erek metin kaynak metne borçlu görülmez; baflka bir deyiflle, önsel olarak kabul edilen
erek metnin kaynak metne borcu yok say›l›r belki de. Ayr›ca, kaynak
metnin yok olmamak için çeviriye ihtiyac› oldu¤u görüflü de uzman kiflilerce benimsenir. Tüm bu yok olufllar ve görünmezliklerin çevirmenin
var oluflu ve görülebilirli¤ine hizmet etmesi de çevirinin ve çevirmenin
ikircikli konumundan kaynaklan›yor olsa gerek…
* Susan Bassnett. “Gözle Görülebilir Çevirmen” (çev. Yurdanur Salman). Kuram. 1997. Say›: 15. 79-82.
87
88
O¤uzhan Akay
KARIfiIK B‹R JPG
Dört adam flark›dan ç›km›fl, ayn› kuflaktan
Dört adam dans ederken, birden saat durmufl
fiapkalar havada gönüller hovarda
Kad›nlar beklese bari, içten patlamasa
Saatin alt›nday›m, aflk›m›n içindeyim
Bir bulvarda kaç gölge birikir günün sonunda
Bir meydanda kaç kiflinin avaz› kal›r, kendi bafl›na
Hayat bir tarlad›r eniyle ve boyuyla ha
Gölgelerini biriktirseydik keflke k›fl›n
K›fl bize laz›m olsayd›, komfludan alsayd›k
Göz göze bak›p hep konuflsayd›k, ay›lsayd›k
Edebimizle yatard›k, birbirimizle kalkard›k
Bal›kç› olsayd›m
‹nan ki a¤lard›m
89
Ferruh Tunç
MA⁄R‹B‹LER
GÜNEYDE
Çünkü sen at›na atlay›p giden geçmiflin
develer s›rt›nda geri gönderdi¤i bahars›n
‘Yelel’ kadar uzun gecelerden
silah s›k›lan dü¤ünlere hat›ras›n
‘Aman’ dersem anlars›n,
‘Allah’ dersem korkars›n
M›zrab›yla ‘bad› saba’y› karfl›layans›n
tanr›yla sevgiliyi kar›flt›rans›n
Sen, günefle tuttu¤umuz
gölgeli¤in ard›ndas›n
Güneyde,
dev dalgalar›n arkas›ndas›n
OKYANUSA KARfiI
‹lk gemiler göründü okyanusta...
Ay da göründü
Öyleyse yar›n
Muharrem’in ilk günü
Bekliyorduk,
hep bekledik gemileri
Bu yüzden, deniz feneri gibi diktik minareleri
90
ÇARfiI
Ac› Zeytin, Mayhofl Limon aflk›na
Ay bileklerinde, kehribar bileziklerle
kumafl seçen kad›nlar gördüm
Nas›l bu kadar
akt› tenleri
Ve yerli?
Gülünce kim böyle
yurdunda hissederdi?
FASIL
Vurmal› çalg›lar dörtnala koflard› çölde
yol kesip, haraç al›rd› yayl›lar
Ut uyand›r›rd› uykudan, aflka ça¤›r›rd›:
Selam ey sevgili!
Ve y›ld›zlar gökyüzünde
k›l›ç flak›rt›lar›ndan k›v›lc›mlard›
91
VEDA
“Hoflçakal” diyorum
birleflmeden ayr›ld›¤›m k›y›lara karfl›dan
“Granada hoflçakal!”
kuflatm›fl ve teslim etmifl olarak
kaleleri, limanlar›, kilise ve camileri...
Karfl›laflmam›fl, fakat seviflmifl ve ayr›lm›fl olarak
“Tef Çalan K›z›” terkimde fieyh Balahede’nin1
Ebu Abdül’ün at›n›n s›rt›nday›m2
Günefl, “Do¤u Sorunu” kadar a¤›r,
gömülürken suya
“Granada hoflçakal!”
Hançereme s›¤mayan ama
kula¤›mda uyuyakalm›fl seslerle
ben, kendinin oryantalisti;
tutar gibiyim, baflkas›n›n elleriyle kendimi
öper gibiyim, baflkas›n›n dudaklar›yla aln›m›
ötekinin kabusuyla sabuklar
berikinin dü¤ününde evlenirim
Çünkü deniz her k›y›s›na adil
davran›r, çocuklar› gibi
“Granada hoflçakal ! ”
(1) fieyh Balahede’nin Tef Çalan K›z›, Felix Clement, 1862-75, ya¤l›boya, 117
x 80 cm. Lion Güzel Sanatlar Müzesi
(2) Ebu Abdül Granada’ya Veda Ediyor, 1869, ya¤l›boya, 377 x 275 cm. Paris
Orsay Müzesi
92
Mustafa Ziyalan
RÜYACILAR K‹TABI’NDAN
XX
ne dökülmüfl ne dökülür a¤açtan
yapraklar
dökülür yapraklar
hep dökülür dökülür hep dökülür
kurur
bir daha ç›kar yapraklar
meyva olur sonradan
iflte flimdi de fleftali zaman› geldi
fleftali oldu a¤açlarda
masallarda fleftali a¤açlar› fleftali ç›kartt›
XXI
su serpti¤i yürek ac›ma bilmez
kaynam›fl so¤an kabu¤u renginde bir soytar›
difl t›rnak gitmifl özü öze¤i y›llar önce
ya sirk rengi ya göze görünmez
bir s›n›rda durur
kesilip ç›kar›lm›fl birer delik gözleri a¤z›
tostoparlak uzun ayaklar› umars›z
elleri upuzun tostoparlak
hasta yeflili gökle p›ht› rengi toprak aras›nda
bir kahkahada durur
efendilikle kulluk aras›
küçüklü¤ümün s›rt›na saplanm›fl
bir b›çak s›rt›
93
S‹NEMA ‹Ç‹N SÖZLER NE OLAB‹L‹R?
Salih Ecer
Sinema aflk dilenen bir meslek olarak çalıflmıfltır Türkiye’de. Tuhaf
bir flekilde Akdeniz ustaları görürsünüz. ‹stanbul Akdeniz’dir. En çok ‹stanbul seyredersiniz. Abdurrahman Palay, Cimcoz, Tayfur, Itır kardeflimizin babası Hayri bey, Esen, votka erbabı büyüklerim... temiz kalplerimize damga vurmufllardır.
“Sesleri alan” Necip Sarıcıo¤lu, “Ses mühendisi” Necip abi hem
kalplerimize, hem yürüyüflümüze çeki düzen getirmifltir. Nevzat Pesen,
Özdemir Birsel, Hürrem Erman da iyi giyinirlerdi.
Dolandırıcılıkları var mıydı, ben yetiflemedim.
Fatma hanımın, Duygu Sa¤ıro¤lu’nun arkadaflı Memduh Ün, Ömer
Kavur, Filiz Akın’ın kocası... Arif Keskiner, Abdurrahman Keskiner, Osman Seden... film sahibi büyüklerimizdi.
Elbette para kazanacaklardı. Ama onlar kazanmayı sinemadan seçtiler.
Hangisi faflist, hangisi solcu, biliyorum tabii de, sinema yapıyorlardı. Tepelerindeki akılalmaz sansür belası hepsini bir hizada tutardı.
Solcular hariç.
Bu nedenle olmalı, müthifl aflk filmleri çekilmifltir sinemamızda.
Aflkın faflist ya da solcu olanı yoktur ya.
Büyük incelememe burada son verirken, Atıf Yılmaz’ı, Onat Kutlar’ı, Ömer Kavur’u hasretle anıyorum.
Olabilir mi?
Aklı, istikrarı dolanan bir sinemadır Türk filmi. fiartlara ayak uydurmada üstüne yoktur.
A. Dorsay, G. Scongamilla, A. Özgüç tanıklarıdırlar filmimizin. Senaristler Bülent Oran, Erdo¤an abi.
Yönetmenlerimiz, prodüksiyon amirlerimiz, setçilerimiz,
ıflıkçılarımız, prodüktörlerimiz, iflletmeciler hüzünlü ve yer yer komik
bir aflkın kahramanları oldu.
Montajcılarımız, sesçilerimiz, negatif montajcılarımız nasıl neferlerdi.
Akıllarında filmi bitirmek, yarım yamalak makinalarına sarılan, binbir cümbüfl çeken kameramanlar, platolarımız, art direktörlerimiz, akse94
suarcımız, minibüs flöförlerimiz vardı... filmi sa¤lıkla bitirmekten baflka
dertleri olmayan.
Oyuncularımızı kendime saklıyorum.
Bu küçük yazılarla sinemacı arkadafllarıma, örgüt dostlarıma bir selam yollamak istiyorum.
‹stikrarlı sinemanın, Türk filminin günleri burnumun dibinde.
Onat’ı, Vecdi’yi, fiakir beyi, Mustafa abiyi, sinematekçileri, flimdilik
yönetmenlerimi, oyuncularımı yazıyorum.
Kırk yıllık anılar sayılabilir. Kimseyi unutmayaca¤ım. Yöntemsiz bir
bilimsellik! Saygı.
Taflları tek tek koydular. Osman Seden, Belgin Doruk, Ayhan Iflık,
Filiz Akın, Tarık Akan, Kadir ‹nanır, Türkan fioray, Atıf Yılmaz. Bakalım...
‹Ç POL‹S: U⁄UR YÜCEL
Üç s›radan sözcükle bafllamal›y›m U¤ur yaz›s›na:
U¤ur baflka m› olmal›d›r!
1. U¤ur Yücel’i önce salimen u¤urlamak gerekir flu sahneden. Ayar
tutturamazs›n›z. Elimizde olmayan nedenlerle, dünyan›n bütün k›talar›nda oynar. Stockholm’da, New York’ta, Yeni Delhi’de (var m› bilmiyorum) Londra’da, Milano’da, Paris’te, Atina’da, yan›nda üç-sekiz oyuncuyla oynar. Elinden gelemeyen nedenlerle.
Sinema’n›n tekniklerini de dahil etmeliyiz. Belki de art›k önce sineman›n. Bütün amerikan dizileri oyuncular› o’na bakm›flt›r bence.
95
Bir tek Alaska dizi oyuncular› hayret etmezler. Dona kalm›fllard›r.
Bir övgü denemesi olaca¤›n› biliyordum.
Ben U¤ur’un çocuklu¤unu bilirim. Alpullu fieker Fabrikas›ndan.
Asl›nda Kemah’l›d›r. Alpullu ve Kemah’tan iyi oyuncu ç›kar.
Enayili¤i kesiyorum.
‹çindeki büyük dalgalar› kendi oluflturuyor. Rahmini veriyor en sorumsuz kiflilikle bile u¤rafl›rken, çevresinde olan biten her fleye yard›m
ediyor: Sahnede!
Hangi vazife nas›l yürümesini emrediyorsa; elini, gözünü, saç›n›, k›l›¤›n› emrediyorsa; s›k›nt›s›z bir yorumla evet diyor.
Ancak büyük oyuncularda oluflan bir çiledir bu.
Ortada ses seda yok, ama akl›ndan bir araba geçiyor. Küçük motor
sesiyle belki. Motor da dizel. Geçiriveriyor.
Akl› ve kesafeti oyuna ba¤l›, ak›l alamaz bir disiplin o’nunki.
Neyi ve hangi flartlar› düflünerek oynayacaksa, o flartlar› sezdiriyor
seyirciye. U¤ur Yücel tiyatro de¤il, sinema oyuncusu.
Yaradan›n ileri sürdü¤üne inan›lan flu kabal›kta, diyor ki sanki, emrinize uyar yeniden yarat›r›m.
Sak›n karizma ve benzeri laflar etmeyelim.
Bilgiye, akla ve bedene kuvvet. Ürkütücüdür çünkü bu ölçüde sezgiye dayanan güç.
2. “Baflka m›”.
Üzerinde durmaya gerek var. Fakat hafifçe.
U¤ur Yücel do¤ufltan m› baflkad›r. Sonra m› olmufltur baflkal›¤›. Ha
bir de baflka m›d›r?
Yumuflak, duygulu, orta sert flartlarda yetiflti¤i ve bir mahalle erbab›
oldu¤u belli. Kalp a¤r›lar› da anlafl›l›r.
Tan›mam etmem, yani çocuklu¤unu bilmem. Ayn› yafllarda olmal›y›z. Çok kitap okumufl, anlamad›¤› yerlerde telafla kap›lmadan gözleri dal›p gitmifltir. Deniz kenar› köylüsü oldu¤unu biliyorum. Kendini de¤ifltirme emri gelip yerleflir adam›n kalbine. “‹yi kalpli ol,” emri gelir civar›n
U¤ur abi’si bile olunur. Sonu faflistli¤e kadar varabilir.
Kahve fal› gibi yazd›m.
U¤ur Yücel belli ki baflka bir adam.
Yol geçen han› de¤il, bu güne kadar derledi¤i müflkülat.
En iyi oynayabilece¤i oyun, sinema oyunu ve çocuklu¤u olabilir ancak.
Telafls›z, sorumlu, okudu¤u iki m›sra için z›rlad›¤› bile olmufltur çocukken: ‹flte oyuncu giyiniyor.
Bence U¤ur hep oldu¤u gibi oynam›flt›r. Soyunmaz, giyinmez ve fakat polis, âfl›k, gazino patronu, ç›rak oluvermifltir.
96
¤il.
O’na verilen emekler bofla gidemez.
Bir kere meflhur olunamaz. Olunursa da O’na ne.
Yücel’in gördü¤ümüz TV dizileri baflka aflklara yol aç›yor.
Seyretmek, akl›n yar›s›n› fikirden alakoymak olabilir. Oysa öyle de-
Kap›y› sertçe açan bir oyuncu size fikir de verebilir, e¤er öyle bir
derdiniz varsa.
1) U¤ur 2) baflka m› 3) olmal›d›r! Üç s›radan sözcü¤ün üçüncüsüne
geldim. Cümle takip ediyor esasen.
Hangi yorum nerede kald› kestiremiyorum.
3.’ye geçiyorum.
Büyük dostum Zweig, Balzac’tan söz ederken flöyle dedi bir gün:
“... Her insan iklimin, çevrenin, âdetlerin, tesadüfün ve kaderin
onun yoluna serpmifl oldu¤u tohumlar›n bir ürünüdür ve varl›¤›n› belirli bir ortama borçlu oldu¤u gibi, ayn› flekilde, yepyeni bir ortama ›fl›k tutmaktad›r. ‹ç dünya ile d›fl dünya aras›ndaki bu evrensel sebep-sonuç iliflkisi. Balzac için, aç›k ve seçik bir gerçe¤i dile getiriyordu. Ve o, sanatkâr›n en büyük görevinin organik dünyan›n inorganik dünya üzerinde b›rakt›¤› bu izleri ve canl› maddenin ruh üzerindeki bu etkilerini kaydetmek; ayr›ca, belirli bir anda sosyal yap› içerisindeki entelektüel zenginliklerin bilançosunu ç›karmak ve her ça¤a ait ürünlerin hesab›n› tutmak
oldu¤una inan›yordu. Ona göre, varl›¤›n bütün dalgalar› iç içe girmifltir,
bütün kuvvetler hareket halindedir ve hiç biri serbest de¤ildir.”1 (s.39).
Organik ve inorganik gibi laflardan hiç anlamam. Ama Ayda han›ma hep teflekkür ederim.
Balzac’a hayranl›k duymuflumdur, Zweig ise en iyi dostumdur. Bence Zweig U¤ur Yücel’i benden daha iyi anlam›fl.
U¤ur baflka m› olmal›d›r!
P.S. “U¤ur, kolonyal› mendil mi istersin, flifl köfte mi? Papucun aya¤›n› vuruyor mu, topall›yor gibisin de. Mermi ihtiyac›n var m›, emniyet müdürü arkadafl›m.
Setteki arkadafllara Ali Nazik yapt›rd›m, yan›na da her ihtimale karfl› 400 lahmacun
koydurdum. S›cak kazak yolluyorum 60 tane. 2 de K›z›lay çad›r›.
Ancak 24 flifle Ankara viskisi buldurabildim.
H›zl› oynay›n iflallah, kar ha geldi ha gelecek. Hadi benim babam.
Yar›n da setin çevresindeki köyler için 4 kuzu kestiriyorum, sen pilav iflini hallediver.
Çarflambaya da bakan bey gelir diye umuyoruz.”
Oyunculu¤un has iflaretleri vard›r U¤ur Yücel’de.
Ah bir de gözünü kafl›n› fazla devirmese.
2.PS. – Zweig marksist de¤ildir. Sezgisi yak›n›ndan dolan›r, doland›rm›flt›r.
97
B‹R U⁄UR YÜCEL YAZISI DAHA
Yumuflak, gülen eller gibi bir heybeti var oyuncunun. U¤ur Yücel,
tiyatro için olamaz, sinema için oyuncudur demek geliyor içimden.
Tiyatro büyüktür. Ama Yücel’e ayr›nt›lar gereklidir.
Kesintiz planlar ister oyunu. Büyük, ayd›nl›k oyuncuyla karfl›laflt›¤›m›z› y›llard›r biliyoruz.
Nas›l so¤ukkanl›.
Ülke anlat›r U¤ur. Senaryo fark etmez. Soluk solu¤a kalabilirsiniz.
Ülke yorumlar.
Bence en ufak uyar›da bulunmaz sahne arkadafllar›na. Onlar› do¤ru
yere çeker fakat.
Teniyle oynar. Sevinir, hüzün basar, vicdan› rahatlar, yelken açar.
Hep o so¤ukkanl› bam telidir U¤ur.
Akl› hep meflguldür filmlerinde. Rolüyle ilgili bir meflguliyet de¤il.
O s›radaki U¤ur’u düflünüyor olmal›. Sezen’le sahneye ç›k›p, milleti
k›r›p geçivermezlerdi. O zaman da öyleydi.
Bir diziyi, varl›¤›yla sinema yapabildi. Son zamanlarda bir tek orada
gördüm, bir de bal›kç›da.
Behçet Necatigil’in fliiri gibi. ‹nce ifl. Sab›r, zarafet, alçakgönül.
Orhan Koçak’›n flu nefis çözümlemesini de okumal›: ...
“Hem düzen, hem 盤l›k: kendi iç çeliflkisine yakalan›p parçalanmak zorundad›r.”2 (‹mgenin Halleri, sayfa 33).
Tedirgin edici bir rahatl›¤› var U¤ur Yücel’in. Boflvermiyor bir an bile. Ay›p m› bilmiyorum: ‹yi bir ‹talyan oyuncu ile, Fransada çekilmifl,
amerikan-japon ortak yap›m› seyrediyorum. Tabii bir de ba¤›ms›z oyuncu türk U¤ur. Aman ne keyif.
Akl›ma geliveriyor sevgili dostlar›m: Yavuz Turgul, fiener fien,
Ömer Kavur, At›f Y›lmaz, Zeki Ökten.
Onat Kutlar’la bafllamak istemifltim. Dergim basarsa küçük sinema
yaz›lar› yazabilirim. Onat, U¤ur’a “u¤urlar olsun” demifl olmal› rüyamda.
(1) Stefan Zweig, Üç Büyük Usta. ‹fl Bankas› Yay. Çeviren: Dr. Ayda Yörükan.
(2) Metis Yay›nlar›. Orhan Koçak. Mithat fien’in Resmine Do¤ru Üç Deneme.
1. Bas›m. 1995.
98
ÇEV‹R‹ ELEfiT‹R‹S‹
Michaël Oustinoff
Amerika Birleflik Devletleri’nde ve Büyük Britanya’da yay›mlanan
çevirilerde ezici bir ço¤unlukla “erek odakl›” ve “etnik odakl›” (Nabokov’un dönemindeki gibi) yaklafl›m göze çarpmaktad›r. Çevirmenin Görünmezli¤i (The Translator’s Invisibility) adl› kitab›nda Lawrence Venuti, 1980’lerden itibaren çeviri e¤itimine artan ilginin üst seviyelere ulaflmas›yla birlikte, çevirinin tamamen özerk bir akademik disiplin haline
geldi¤ini belirtir. Susan Bassnett ve André Lefevere bu durumu flu sözlerle aç›klar: “Çeviribilimin özerk bir alan olarak geliflmesi 1980’lerin
bir baflar› öyküsüdür.”1 Bu konuda ikna olabilmek için internette “translation studies”2 sözcü¤üyle bir arama yapmak yeterlidir. Sonuç 24.200
adet bafll›ktan az de¤ildir! 1972 y›l›nda Kanadal› Brian Harris taraf›ndan
üretilmifl olan “traductologie” terimi kullan›lmaya bafllanm›flt›r. Bu terim için ise internette 2.660 adet bafll›k bulunmaktad›r. Karfl›m›za ç›kan
ilk bafll›k Ottawa Üniversitesi’yle ba¤lant›l› çal›flan Kanada Çeviribilim
Derne¤i’dir (Association canadienne de traductologie). Çift dilli bir ülke
olan Kanada, uygulama boyutunda oldu¤u kadar kuram boyutunda da
uzun bir çeviri deneyimine tan›kl›k etmifltir (Vinay ve Darbelnet gibi çeviri kuramc›lar› Kanadal›d›r). “Traductologie” terimi için karfl›m›za ç›kan öteki bafll›klar ise Fransa ve öteki Frankofon ülkelere ait bilgileri
içermektedir. Aramaya “traductologia”, “traduttologia”, “teoria della traduzione”, “Übersetzungswissenschaft” vb. terimlerle devam edersek, bu
çal›flma alan›n›n tüm dünyada s›n›rlar›n› giderek geniflletti¤ini fark ederiz.
Çevirilerden yola ç›karak oluflturulmayan bir çeviri kuram› gerçek
bir çeviri kuram› olamaz; çeviri kuram› oldu¤unu iddia etse de baflar›s›z
olur. Alan çok büyük, Goethe’nin zaman›n Weltliteratur’u – Dünya Edebiyat› – az say›da dilde kaleme al›n›yordu. Bugün ise durum farkl›. XIX.
yüzy›lda yaflad›¤› duraklamaya karfl›n, çevirinin iflgal etti¤i alan yine de
çok genifl. Böylesi genifl bir alan nas›l düzenlenebilir? Belki de kuramc›lar›n ortaya att›klar› kavramlar sayesinde. T›pk› Antoine Berman’›n Bir
Çeviri Elefltirisi ‹çin: John Donne (Pour une critique des traductions:
John Donne) adl› yap›t›nda önerdi¤i “çeviri elefltirisi” kavram› gibi. Çeviriler salt olumsuz bir elefltirinin konusu olmamal›d›r. Ço¤u zaman traduttore, traditore 3 gibi tan›d›k bir ifadeyle özetlenebilen bu bak›fl aç›s›,
çevirinin kaynak metne göre “kazanç” ve “kay›p” çerçevesinde incelen99
mesine yol açar. Ancak çeviri salt olumlu bir elefltirinin de konusu olmamal›d›r. “Bir çeviri yaln›zca özgünü yans›tmay›, ‘efli’ olmay› de¤il de
(ikincilli¤ini onaylayarak) bir yap›ta dönüflmeyi, bir yap›t olmay› hedeflemez mi? Bu yap›t zaten bütün haklara sahip de¤il midir? Bu son hedef,
yani bir yap›t›n özerkli¤ine, kal›c›l›¤›na sahip olmak birinci durumla çeliflmemekte, aksine onu kuvvetlendirmektedir.”4 Çeviriler kendilerine
kaynak oluflturan yap›tlar›n bireysel de¤iflkeleridir. Borges’in “Las Versiones Homéricas”›nda da görüldü¤ü gibi, gerçekte özgün yap›t da, ötekiler aras›nda temel konumda bulunan bir de¤iflkeden baflka bir fley de¤ildir. Meschonnic “çeviri-metin” kavram›ndan söz eder; nas›l metinlerin elefltirisi yap›l›yorsa, çevirilerin elefltirisi de yap›lmal›d›r. Biri öteki
olmaks›z›n var olamaz.
Çeviri-metin ex nihilo5 olarak yarat›lmaz. Bir çevirmenin varl›¤› önceden kabullenilir. Çevirmenin üç düzey ba¤lam›nda tan›mland›¤› gözlemlenir; “çeviride benimsedi¤i tav›r”, yani çeviri etkinli¤ini tasarlama
biçimi; çeviri yöntemini aç›klayacak “çeviri tasar›s›”; son olarak da “çevirmenin ufku”. Bu terim modern yorumbilgisinden ödünç al›nm›flt›r.
Bu da bizi Husserl ve Heidegger’den H. G. Gadamer ve Paul Ricour’e ve
edebi yorumbilgisinde Hans Robert Jauss’a kadar götürmektedir. “‹lk
bak›flta ufuk kavram›n›, çevirmenin metne yönelik hissettiklerini, tavr›n› ve düflüncelerini ‘ortaya koyan’ dilsel, edebi, kültürel ve tarihsel de¤iflkenler bütünü olarak aç›klayabiliriz.”6 “Çeviri de¤erlendirmesi” ancak
ilk iki düzeyi içinde bar›nd›ran üçüncü düzey göz önünde bulundurularak yap›l›rsa bütünlüklü bir ifllem olarak bir anlam taflır. Önsöz, sonsöz,
makale, söylefli ve baflka metin d›fl› veriler de¤erlendirme için temel ö¤e
konumundad›r. Çevirmen, benimsedi¤i çeviri tavr›na göre metinde az ya
da çok “silinecektir” ve bu durum onun “çeviri tasar›s›n›” yönlendirecektir. Örne¤in Saint Jérôme’un ‹ncil’i çevirirken benimsedi¤i tav›r,
Houdar de la Motte’un Homeros’u çevirirken benimsedi¤i tav›rla ayn›
de¤ildir; baflka bir deyiflle çeviride kimi durumda sözcüklere duyulan
sayg› ön plana ç›kart›l›rken, kimi durumda “Sad›k Olmayan Güzeller” yarat›l›r. Bu ikisi de “çevirmenin ufku” ile ba¤lant›l›d›r: Rönesans döneminde XIX. yüzy›ldaki gibi bir anlay›flla çeviri yap›lmazd›. Ayn› dönem
içerisinde de farkl› çeviri anlay›fllar› var olabilir; ufuk her zaman tekdüze bir nitelik tafl›maz.
Bu tür kuramlar yaln›zca bat› uygarl›klar›na ya da Musevi/Hıristiyan toplumlar›na özgü de¤ildir; örne¤in Çin’de de bu tür kuramlardan
yararlan›lmaktad›r. 1995 y›l›nda, Stendhal’in K›rm›z› ve Siyah adl› roman›n›n Çince çevirileri konusunda bafllayan önemli bir tart›flmay› Nanjing
Üniversitesi’nden Yuan Xiaoyi “Yüzy›l›n tart›flmas›: sadakat ya da yeniden yarat›m?” (“Débat du siècle: fidélité ou recréation?”)7 adl› makalesiy100
le gündeme tafl›m›flt›r. Montréal Üniversitesi taraf›ndan yay›nlanan Meta
dergisindeki “Çevirinin temel sorunlar› üzerine düflünceler” (“Rélexions
sur les problèmes fondamentaux de la traduction”)8 adl› bir baflka makalede, Xu Jun flöyle der: “Çin’de, çeviri eyleminin tarihi, Fransa ile ayn› s›ray› izlememektedir. Ancak serbest ve “do¤rudan” (“sözcü¤ü sözcü¤üne”) çeviri düflüncesi t›pk› Fransa’daki gibi yüzy›llard›r tart›fl›lmaktad›r.”9 Çeviri konusundaki tart›flmalar kamuoyunu da ilgilendirmektedir,
Xu Jun’a göre bir yanda “André Markowicz’in kökten yeni Dostoyevski
çevirisini”10 benimseyen “Çin-odakl›”, “sade” çeviriler; öte yanda ise “yabanc›l”, metni al›c› dilde-kültürde “benimsetmeye” çal›flmayan çeviriler
yer almaktad›r. Ayr›ca Xu Jun, “Yeniden çeviri Çin’e özgü bir durum de¤ildir. ‘Evrensel’ bir durumdur”11 fleklinde bir yorumda bulunur. ‹flte bu
yüzden çeviri kuram› günümüzde daha da önem kazanmaktad›r.
Türkçesi: Deniz Kurmel
Bu yaz›, Michaël Oustinoff’un, La Traduction adl› yap›tta yer alan “Critique
des traductions” adl› bölümün (ss.62-65) çevirisidir.
(1) Önsöz, Lawrence Venuti, The Translator’s Invisibility.
(2) bkz. Susan Bassnett, Translation Studies, Londra, Methuen, 1980.
(3) Çevirmen haindir. (ç.n.)
(4) Antoine Berman, Pour une critique des traductions: John Donne, 42.
(5) yoktan (ç.n.)
(6) Antoine Berman, Pour une critique des traductions: John Donne, 79.
(7) Yuan Xiaoyi, “Débat du siècle: fidélité ou recréation?”, Meta, 1, 1999.
(8) Xu Jun, “Réflexions sur les problèmes fondamentaux de la traduction ”,
Meta, 1, 1999.
(9) a.g.y., 47.
(10) a.g.y., 50.
(11) a.g.y., 51.
101
Metin F›nd›kç›
ZAMANIN ‹Ç‹N‹ BOfiALTAN HATTAT
Cihangir’e
Sana geldi¤imde ç›kt›¤›m o merdivenden anlad›m
Cihangir olmad›¤›n›
Çünkü her sözün ard›ndaki terli b›ça¤› aram›flt›n
Hayat›n elini b›rakmadan suyuna e¤ilerek miflmiflin
Bir imgeyi sevmifl olman›n bilgeli¤iyle
Anka’n›n iki kanad›yla
Tafl›d›n iki bafll› kandili
Ondand›r
Ölümü toplayarak içine saklad›n,
Bu flehrin günefliyle suyuna e¤ilerek nak›fll› tafl›n
‹ki meseldik eflikte durduk – diyorsun –
Herkes kendine bir hayat seçti
Dönüp bakt›¤›nda
Elinde biriken dört su damlas›na
Burada kals›n
Resmini çizemedi¤in 盤l›k
Burada dursun
Ay büyüdü¤ünde
‹çinde tafl›d›¤›n bu sessiz kehribar
Gecenin tuvalinden ürperdi her daim
Bu puslu pencere hayat›n bir yerinden bakt› sana
Bu fliirden bana bakt›¤› gibi
Biliyorsun külün zaman› usta bir terzide dikilmifl
Ve zaman›n içini boflaltan hattat
Sen Cihangir olamad›n
Diyor.
102
Selahattin Yolgiden
ESK‹
art›k zaman› de¤il eskinin
yaz çoktan bitti bahçelerde
flimdi kokulu mumlar ve kal›n bir perde
ile örtülü odalardas›n, odalar her yerde!
sana a¤layan heykellerin k›ymetini bil,
bir zamandan ötekine götüren
avuçlar›nda bir tutam saçla
uyand›¤›n esrik rüyalar› unut gitsin.
bir büyücüydün eskiden
vardan yok, yoktan var eden
bulutlar›n vard› deniz kokulu
ya¤murlar›n denizlere a¤layan.
kurtar kendini ac›lar›ndan, ar›n
herkes unuttu seni, kimse sevmiyor
flu sokak bile s›radan bir sokak art›k
herkes unuttu seni, unut gitsin sen de
art›k zaman› de¤il eskinin
kendini unut, içindeki seni dinle!
103
Pelin Özer
ONUN A⁄IR A⁄IR YAKLAfiMAKTA OLDU⁄UNU SEZEN‹N
fi‹‹R‹ (I)
1.
A¤›r ad›mlarla geliflinle senin, da¤larda bir yaprak oluyorum ben
Dizeleri bozarak yazmal›y›m göksel hareketlerini
Etkilenmeden y›ld›z savafllar›ndan
Ve zihinsel bir boflluk halinde görünmek mümkünmüfl gibi
2.
Korudaki f›s›lt›y› duyup ç›kt›m evden
Çam kozalaklar›n› cebime at›p
Sahipsiz mektuplar yaz›p durman›n acizli¤ini düflündüm
Topra¤› gagalayan bir baykufl gördüm ilk defa
Yürürüz ve toprak uyur bizim uykusuzlu¤umuzu
Defteri parçalay›p sincaplara top yapt›m
3.
Acizli¤imiz aya selam yollamaktan farks›z
Gülümsüyor bak desem flimdi
‹nan›r m›s›n bana
Ma¤arada yaras›n› iyilefltiren gururlu ay›lar demiflti
Onlardan yok fark›m›z
Ama bofluna...
Gözyafl› ç›karmaz hiçbir lekeyi
4.
A¤›r a¤›r geliflinle senin, görünür olacak yüzüm
U¤urböceklerinin kanad› rüzgâr› durdurabilir
Deyip gülece¤im
Günefle dikey bir sesin var
Bilinmezi hamuruna tuz gibi serpen
Ve evliya çaputlar›ndan yeni giysiler biçen
104
5.
Bizim buralarda eflyan›n hareketidir nefle
Oysa ruhum da¤larda dolan›r hep
A¤ac›n› flafl›ran bir yaprak gibi
6.
Gitar›n tu¤lada yank›lanmas›yla bafllayacak
Topra¤›n kufllarla düeti
Beni susturan da coflturan da
Parmaklar›n›n ucundaki tel kufludur
Bundan sonra,
Uzayan ve k›salan tüm günlerde
Gerekirse oturup birlikte a¤layaca¤›z der gibidir
7.
Atefli g›rtla¤›mda konaklatan içkinin
Son yudumu olacak geldi¤in gece
Örtümüz lacivert bulut
Kanatlar›ndan sözlerimi düflüren
Tek gözü kör bir kufltur dokunuflun
Kurba¤alar sustu¤unda ›fl›¤› e¤ilir ay›n
Kum olsam dökülür müyüm
Çamurlaflm›fl parmaklar›ndan
8.
Gölde seviflenlerin tenine meflenin rüyas› yans›r
Dal dal konuflur y›ld›zlar
Yanarak dönenlerin 盤l›¤›ndan duyulur ancak sessizlik.
28 Mart 2007, fiirinevler
105
KIRIK BEBEK
Aygün Güçer
Annesi öleli iki ay olmufltu. Gecelerinin kâbuslarla bölünmesi de,
sa¤ omzundan bafllay›p t›rna¤›n›n ucuna dek yay›lan a¤r›n›n s›klaflarak,
hayat›n› cehenneme çevirmesi de. Gidilen say›s› belirsiz doktorun tekrar
tekrar yapt›¤› tahlil ve tetkikler sonucu organik bir rahats›zl›k tespit edilememifl, bir psikiatri servisine baflvurmas›n›n yerinde olaca¤› söylenmiflti. A¤r› artarak devam ediyor, ‹pek psikiatriste gitmemekte diretiyordu.
Annesi... Otuz y›ld›r a¤z›ndan tek kelime ç›kmayan annesi, ölümünden birkaç dakika önce ‹pek’i yan›na ça¤›rtm›fl, “‹rem, seni ondan daha
çok sevdi¤im için beni affetmifl midir?”diye sormufl, cevap bile beklemeden gözlerini kapat›p, son nefesini vermiflti. “Yalan!” diye hayk›rmak istemiflti ‹pek ve lanet okumufltu y›llar sonra bozulan suskunlu¤a.
‹rem... Anne ve babas›n›n gözdesi, bal sar›s› uzun bukleli saçlar›, su
gibi berrak mavi gözleri ile cennet bahçelerine yak›fl›r bir melek... Bir
melek gibi de gidiverdi öte dünyaya demifllerdi de, günlerce dönmesini
beklemiflti. O günden sonra a¤z›n› b›çak açmayan annesinin peflinde fark
edilmeyi ve sevilmeyi bekleyerek gölge gibi dolafl›p durmufltu.
O günler çok geride kalm›flt›. ‹rem öldü¤ünde ‹pek alt› yafl›ndayd›.
Kendisinden iki yafl küçük kardeflini her çocuk gibi biraz k›skand›¤›n›
hat›rl›yordu, o kadar. Bu da psikiatriye gitmesini gerektirecek kadar
anormal bir durum say›lmazd› herhalde. Hele aradan bunca y›l geçmiflken.
‹rem’in ölümüyle ilgili pek de fazla bir fley yoktu belle¤inde. Hafta
sonlar› gittikleri ba¤ evinin kuyusunda ölü bulundu¤unu hat›rl›yordu.
‹pek ö¤le uykusundan uyand›¤›nda ö¤renmiflti ‹rem’in kayboldu¤unu.
Uyumadan önce bahçede beraberce oynam›fllar, sonra ‹pek’in uykusu
gelmifl, odas›na gidip yatm›flt›. Baflka da bir fley bilmiyordu. Saatler süren
aramalar sonuçsuz kalm›fl, en sonunda bahçedeki kuyuya bakmak ak›llar›na gelince, korktuklar› da bafllar›na gelmiflti. Sonraki y›llar dilsiz bir anne ve mahzun bir babayla geçse de, al›flm›flt› ‹pek. Okula bafllay›p ö¤retmenlerinin gözdesi oldu¤unda kendini okumaya vermifl, durumu kolayca kabullenmiflti. Zaten yeni bir eve tafl›nm›fllar, o ba¤ evine de bir daha
gitmemifllerdi. Befl y›l önce, babas›n›n ölümüyle dökümü yap›lan mal
varl›klar› aras›nda ismi geçmedi¤ine göre çoktan sat›lm›fl olmal›yd›.
106
Ba¤ evi sat›lmam›flt›. Dedesinden annesine kalm›fl olan ev, flimdi de
veraset yoluyla ‹pek’e geçmifl, kaç›n›lmaz bir kader gibi kardeflinin kayb›
ile annesinin ac›s›n› birbirine eklemiflti. Bu evden bir an önce kurtulmazsa çok kötü fleyler olaca¤›na dair garip bir önsezi vard› içinde. Gazeteye verdi¤i ilandan sonuç alamay›nca, emlâk bürosuna baflvurdu. Geçen
otuz y›lda geliflip büyüyen flehir o tarafa do¤ru ilerlemifl, eskiden flehir d›fl›nda olan ev, flimdi büyük ihtimalle merkezde kalm›flt›. ‹stese arabaya
atlay›p on befl - yirmi dakikada orada olabilirdi. Gitmeyi hiç düflünmedi
bile. Y›llard›r gidilip gelinmeyen metruk bir evdi sonuçta.
Ertesi gün emlâkc›dan gelen telefon ‹pek’in koluna b›çak gibi sapland›. Arayan kifli evi görmeye gitti¤ini, eflinin verdi¤i anahtar kap›y› açmad›¤› için içeri giremedi¤ini, ancak söylendi¤i gibi metruk bir ev olmad›¤›n›, çevredeki insanlar›n dedi¤ine göre akflamlar› pencereden d›flar›ya
bir ›fl›k s›zd›¤›n› anlat›yordu. Ani bir sanc›yla derman› kesilen elinden telefon düfltü. Öteki eliyle ahizeyi düfltü¤ü yerden al›p, “Tamam ben ilgilenir sizi tekrar arar›m.” diyebildi bin bir güçlükle. Do¤ruca yatak odas›ndaki kasaya kofltu. Sa¤ kolu uyuflmufl, omzundan afla¤›ya bofl bir çuval gibi sark›yordu. Titreyen parmaklar›yla flifreyi girip, kasay› açt›. Mücevherlerinin yan›nda duran küçük kutuyu ç›kard›. Yazl›¤›n anahtar›, evin, araban›n yedek anahtarlar› ve orada olmas›ndan korktu¤u hiç tan›mad›¤›
bir anahtar daha vard›. Uzun sar› saçl› bir bebek maskotuna tak›lm›fl yabanc› bir anahtar. Dokunmas›yla eli atefle de¤mifl gibi yand›, geri çekildi.
Karars›zl›k içinde bir süre dikilip durdu. Akl›ndan geçen düflünceleri toparlamakta zorlan›yordu. ‹çindeki sesleri duymamak için kulaklar›n› kapatt›. “Ortada bir fley yok, bir fley yok!” diye tekrarlad›, anahtar Ekrem’indir”. Ama Ekrem flifreyi bilmiyor ki diye devam etti f›s›lt›ya dönen
sesiyle. Kutuyu kasaya koyarken burufluk, küçük bir k⤛t parças› yere
düfltü. E¤ilip ald›. K›vr›mlar›n› aç›p okudu. Pahal› bir oyunca¤a ait sat›fl
fifliydi düflen. Geçen hafta cüzdan›ndan eksilen, nas›l kaybetti¤ine bir
türlü ak›l s›r erdiremedi¤i para miktar›na eflit bir bedeldi ödenen. Fifli ve
anahtar› avucuna s›k›flt›r›p kasay› kapatt›. Israrla çalan kap› zilini neden
sonra duyabildi.
Saatine bakt›, Ekrem gelmifl olamazd›. Bir robot gibi ilerledi, kap›y›
açt›. Gençten bir delikanl›yd› kap›da duran. “‹pek han›m, siparifl etti¤iniz mumlar geldi. Siz gelmeyince ben getireyim dedim” diyordu hiç tan›mad›¤› bir ses. Elindeki kutuyu ne yapmas› gerekti¤ine karar verememifl
gibi dikilip duruyordu. ‹pek kap›y› biraz aç›p bir ad›m geri çekildi,” Buraya b›rak” diyebildi. “Paras›n› yar›n ödesem...” diye ekledi neyi nereye
ödeyece¤ini bilemeden. “Tabii ‹pek Han›m, laf› m› olur” dedi delikanl›
ve hayal k›r›kl›¤›n› belli etmemek için h›zla dönüp gitti. ‹pek’in hiçbir fleyi fark edecek hali yoktu. Yerdeki kutuya anlams›z gözlerle bakt›. ‹çinde
107
bir fleyler k›r›l›p parçalan›yor, da¤›lan parçalar bir araya geliyor, bütünden ba¤›ms›z yeni bir ben oluflturuyordu. S›rt›n› kap›ya dayay›p, gözlerini kapatt›. Yer ayaklar›n›n alt›ndan kay›p gidiyor, bafl› dönüyordu. Ekrem, Ekrem... diye inledi. Bebe¤in can çekifliyor, sen neredesin? Bebe¤im derdi hep ‹pek’e. Belki de hiç çocuklar› olmad›¤› içindi. Ekrem’i düflünmek bo¤ulmak üzereyken uzat›lan bir dala tutunmak gibiydi. Gözlerini açmaya cesaret edebildi. Ayn› anda duvardaki aynada kendi görüntüsüyle yüz yüze geldi. Yabanc› birine bakar gibi bakt› bir süre ve gözlerindeki suçlay›c› ifadeye dayanamay›p;
– Ben yapmad›m! diye hayk›rd› ve avucunda hâlâ s›ms›k› tuttu¤u
anahtar› aynaya f›rlatt›. Anahtar›n çarpt›¤› yerde oluflan küçük oyuktan
say›s›z çizgiler halinde çatlad› ayna. Kocaman bir göz gibi suçlayarak bakt› ‹pek’e. Birkaç küçük parça k›r›l›p düfltü. ‹pek y›¤›l›rcas›na çöktü yere.
Göz ona bakmaya devam ediyordu. Yerdeki parçalardan birini ald› yüzüne tuttu. “Hat›rla” dedi aynadan ona bakan yüz, “hat›rla ve anlat.” Hat›rl›yorum dedi incecik bir çocuk sesi. Sen de hat›rl›yorsun, göster bana...
Aynaya dikilen gözleri s›r› delip geçti: Annesi, güzel annesi, ‹rem’i
kuca¤›na alm›fl saçlar›n› tar›yor. Beline kadar inen sar› saçlar› güneflte alt›n gibi parl›yor. ‹pek kendi k›v›rc›k kuzguni siyah saçlar›na bak›p iç geçiriyor. Onun saçlar› hiç uzam›yor, uzasa da k›v›r k›v›r toplan›p tepesine
ç›k›yor. O yüzden hep k›sac›k kestiriyorlar. Annesi de babas› da sar›fl›nken kendisinin siyah saçl› oluflunu bir türlü kabullenemiyor ‹pek. Sürekli sorular soruyor. Babaannesine benzedi¤ini söylüyor annesi ama gösterecekleri bir resmi bile yok. Babaanne o do¤madan önce ölmüfl, öyle diyorlar ya, inanm›yor. ‹pek arkadafllar›yla da konufltu bu konuyu. Çingenelerden al›nm›fl olabilece¤ini söyledi biri, akl› yatt›, olabilirdi. Annesi
belki de bu yüzden sürekli m›zm›z ve narin ‹rem’le ilgileniyor. Sokakta
onlar› görenler hemen ‹rem’i sevmeye bafll›yorlar. Annesi ‹pek’i yalanc›ktan sever gibi yap›yor, benim ‹pek k›z›m diye. Ad›n› bile yak›flt›rm›yor
kendisine. Hele bir büyüsün, çingeneleri aray›p bulacak, gerçek annesine kavuflacak, ad›n› da de¤ifltirecek!
Aynadaki görüntü düflen bir damla gözyafl›yla buland›, silindi. ‹pek
eliyle kurulad› ›slakl›¤›.
‹pek ba¤ evinin bahçesinde çok sevdi¤i Arap bebe¤iyle dolafl›yor.
Onun da k›v›r k›v›r saçlar› var. Ama hiç kestirmiyor onlar›. ‹rem koflarak
gelip bebe¤i elinden kap›yor. “Ver bebe¤imi!” diye hayk›rarak peflinden
kofluyor ‹pek. Kuyunun yan›nda k›st›r›yor ‹rem’i. Bebe¤ini tutuyor, çekiyor. ‹rem bebe¤e yap›flm›fl, b›rakm›yor. Bir itifl kak›fl derken, dengesini
yitiren ‹rem, kuyudan afla¤›ya düflüyor. ‹pek elindeki bebe¤in k›r›k kolu108
na bak›yor. Her fleye ra¤men onu kurtarm›fl olmaktan mutlu, ‹rem’e ne
oldu¤u umurunda bile de¤il. Tek kollu bebe¤ini al›p arka bahçedeki gizli s›¤›na¤›na götürüyor. Kimsenin bilmedi¤i s›¤›na¤› içi oyuk bir a¤aç.
Bebe¤ini kuru yapraklar› temizleyip en köfleye sakl›yor. Fena halde uykusu var, hemen odas›na koflup yata¤›na yat›yor, yatar yatmaz uykuya dal›yor. Ne kadar uyudu¤unu hat›rlam›yor. Annesinin 盤l›klar›yla uyan›yor. ‹pek’i omuzlar›ndan sarsarak uyand›ran annesi sürekli “‹rem nerede? ‹rem nerede?” diye soruyor. “Bahçede oynuyordu” diyor. Hat›rlad›¤› baflka hiçbir fley yok!
Saatler sonra ‹rem’i kuyudan ç›kar›yorlar. Bebe¤inin kolu ‹rem’in
s›k›lm›fl avuçlar›ndan yere düflüyor. ‹pek’ten baflka kimse fark etmiyor
k›r›k kolu. O kargaflada ‹pek’i gören de yok. Ç›¤l›klar ‹rem’le beraber
uzaklafl›yor. ‹pek otlar›n aras›ndaki kolu al›p s›¤›na¤›na kofluyor. ‹çeri girip, bebe¤ini kollar›na al›p sall›yor, bir yandan da “Bebe¤im bebe¤im, k›r›k kollu bebe¤im” diye ninni söylüyor ona. Hava kararana kadar orada
kal›yor. Aray›p soran olmuyor. A¤›r bir uyku çöküyor üzerine. Orada
uyuyup kalmaktan korkuyor, karanl›ktan da... A¤aç kovu¤undan ç›k›yor,
d›flar›s› karanl›k ve sessiz. O da bu sessizli¤e kat›l›yor. Gözlerini kapat›p,
ellerini ileriye do¤ru uzat›yor, uyurgezer gibi eve, odas›na gidiyor. Yata¤›na yat›p, kendini unutuflun kollar›na b›rak›yor. Sabah uyand›¤›nda hiçbir fley hat›rlam›yor...
Aynay› tutan parmaklar› gevfleyip aç›ld›. Yere düflen ayna yüzlerce
göz gibi ortal›¤a saç›ld›. ‹nceden bir kan s›z›yordu kesiklerden. Hiç ac›
duymuyordu. Kolu da a¤r›m›yordu art›k. Y›¤›l›p kald›¤› yerden kalkt›.
Banyoya gidip elini yüzünü y›kad›. F›rlat›p att›¤› anahtar› aray›p buldu,
çantas›na koydu. Yerdeki k›r›klara ald›rmadan bas›p geçti. E¤ilip oyuncakç› dükkân›n›n sat›fl fiflini ald›, adrese göz att›. Ekrem’e not b›rakmay›
akl›ndan geçirdi, sonra vazgeçti, kap›y› çekip ç›kt›. Kap›da karfl›laflt›¤› kap›c› halindeki garipli¤i sezip “Hayrola abla, hasta m›s›n?” diye sordu.
“Yok bir fleyim” diye cevap verdi ‹pek, Ekrem gelince ona ba¤ evine gitti¤imi söyler misin?” diye ekledi.
Oyuncakç›daki tezgâhtar ellerinde ayn› bebeklerden kalmad›¤›n›
ama isterse getirebileceklerini söyledi. “Ama onlar› alan siz de¤il miydiniz?” diye sordu bir baflka tezgâhtar. Hiçbir fley söylemeden ç›kt› ‹pek,
arabas›na bindi. Ba¤ evinin yolunu kimseye sormaya gerek duymadan
kolayca buldu. Bahçeyi otlar kaplam›flt›. Meyve a¤açlar›n›n ço¤u bak›ms›zl›ktan kurumufltu. S›¤›na¤›n› arad›, bulamad›. Kuyu yerli yerinde duruyordu. Üzeri bir kapakla kapat›lm›flt›. Etraf›n› ot bürümüfl, tafllar›n aras›ndan birkaç küçük papatya f›flk›rm›flt›. Eve do¤ru ilerledi, anahtar› ç›kar›p kap›y› açt›. Her yer toz toprak içindeydi. Duvardan sarkan örümcek a¤lar›na tak›lmamaya çal›flarak ilerledi. Oraya buraya at›lm›fl çerçö109
pün aras›ndan geçip odas›na yöneldi. Kap›y› aç›p içeri girdi. Buras› temizlenip süpürülmüfltü. Odadaki tek eflya olan üzeri örtülü sandalyede
oturan, uzun sar› saçl› kocaman bir oyuncak bebek mavi gözleriyle “Nerede kald›n?” diye sorar gibi bakt› ‹pek’e. Kuca¤›na ilifltirilmifl Arap bebek düflmek üzereydi. ‹pek Arap bebe¤i kollar›na ald›. ‹ncitmekten korkarcas›na her yerini okflad›, ald›¤› yere b›rakt› yavaflça. Yerde boy boy tabaklar içinde yan›p erimifl mumlar vard›. Çantas›ndan çakma¤›n› ç›kar›p, yanabilecek durumda olanlar› yakt›. Odadan ç›kmadan önce, sandalyeden sarkan örtünün ucunu tutuflturdu. “Hepsi geçecek ‹rem” diye seslendi ona gözlerini dikip bakan bebe¤e. “Hepsi geçecek birazdan seninle oyunlar oynayaca¤›z.”
G›c›rdayan ahflap zeminden gelen seslere kulak kabartt›. Ev k›k›r k›k›r gülüyor gibiydi. Yüzüne yay›l›p geniflleyen gülümsemesi kahkahaya
dönüfltü, kahkahalar› yerini gözyafllar›na b›rakt›¤›nda kuyunun bafl›na
gelmiflti. Kapa¤› kald›r›p bofllu¤a b›rakt› kendini.
15/05/2007
110
JOSEPH CONRAD VE KARANLI⁄IN YÜRE⁄‹
Bar›fl Özkul
Joseph Conrad ‹ngiliz roman›nda deniz temas›n› en s›k ve ayrıntılı
iflleyen yazarlardan biri, belki de birincisidir. Romanlar› ve deniz aras›ndaki iliflkinin yo¤unlu¤u ise yaflam›n›n neredeyse yirmi y›l›n› (1875-1894
aras›n›) deniz ve nehir yolculuklar›yla geçirmesine ba¤lanabilir. Conrad,
bu deneyimlerini kurmaca boyutuna tafl›rken karfl›m›za s›radan anlat›
teknikleriyle donanm›fl bir seyahatname yazar› olarak ç›kmaz. Estetik
kayg›lar›n› daima ön planda tutar. Karanl›¤›n Yüre¤i de k›sal›¤›na karfl›n
içerdi¤i estetik katmanlar›n çoklu¤u ve niteli¤i ile Conrad’›n baflyap›tlar›ndan biri oldu¤u gibi, çeflitli yönleriyle modernist roman›n ilk örneklerinden biri olarak da tan›mlanabilir.
Conrad, 1890’da Kongo’ya kiflili¤inde travmatik izler b›rakacak bir
yolculuk yapar. Bu yolculu¤u, yaflam›n›n dönüm noktas› olarak gördü¤ünü yak›nlar›na yazd›¤› mektuplardan biliyoruz.1 Karanl›¤›n Yüre¤i’nin
yay›mland›¤› 1899’da ise ganimet peflindeki Britanya Ordusu ve Afrikal›lar aras›ndaki Boer savafl› tekrar bafllam›flt›r. (Bu s›rada Kongo, Belçika
Kral› II. Leopold’un bahfletti¤i sözde özerklik maskesi alt›nda sömürgecili¤in k›skac›na al›nm›fl bir halkt›.) Roman›n ana temas›n› Charles Marlow ve Belçikal› bir sömürge flirketinin deste¤inki Avrupal› grubun Kongo’ya yapt›klar› nehir yolculu¤u oluflturur. Marlow, Thames nehri üzerinde sal›nan Nellie adl› geminin tayfas›na bu çetin yolculu¤u anlatmadan
önce roman›n ve insano¤lunun hem eski hem de güncel sorunsallar›ndan birine olgusal düzeyde k›saca de¤inir. Marlow, tayfas›na Britanya
topraklar›n›n Roma ‹mparatorlu¤u taraf›ndan on dokuz yüz y›l önce gerçeklefltirilen iflgalini anlat›r. Bilindi¤i gibi bu tarihlerde Roma, bir yandan dünya ticaretinin ve uygarl›¤›n›n merkezi iken öbür yandan Britanya dahil y›¤›nla co¤rafyay› pek bar›flç›l olmayan yöntemlerle sömürmekteydi. Öte yandan yirminci yüzy›l›n efli¤inde de Londra, sömürgecili¤in
modern-endüstriyel versiyonunun hem do¤um yeri hem de merkeziydi.
Bu merkezden epeyce uzak çevrelere do¤ru yönelen sömürgecilik dalgas› Marlow ve roman›n öteki bafl karakterlerinden Kurtz’un simgeledi¤i
y›¤›nla Avrupal›y› Afrika gibi “bakir” co¤rafyalara “anlaml›” nedenlerle
tafl›maktayd›.
Marlow ve beraberindeki Avrupal›lar›n Kongo’ya yapt›klar› yolculu¤un hedefi ve Belçikal› sömürge flirketlerinin Kongo’daki varl›k nedeni
oldukça de¤erli bir nesnedir: fildifli. Yerli kabilelerin ikamet etti¤i top111
raklar üzerindeki istasyonun flefi – roman›n kilit karakterlerinden –
Kurtz, fildifli yataklar›n› eline geçirmek için türlü yöntemlere baflvurmakta, kontrolü alt›na ald›¤› yerlileri fildifli yataklar›nda gaddarca çal›flt›rmaktad›r. Asl›nda Conrad’›n sömürgecilerin hedef tahtas›ndaki hammaddeyi fildifli olarak seçmesi hayli anlaml›d›r. Zira, fildifli fiziksel ya da
zihinsel olmaktan çok estetik gereksinimleri karfl›lar; biblo, piyano gibi
sanatsal ça¤r›fl›m ve ifllev tafl›yan nesnelerin vazgeçilmez dekoratif ögelerindendir. Zaten, yerli kabilelere karfl› canavar kesilen Kurtz’un resim,
fliir, müzik gibi sanat dallar›na e¤ilimi oldu¤unu Marlow’dan ö¤reniriz.
Tarih boyunca y›¤›nla insan›n piramitlerin, kiliselerin, an›tlar›n, saraylar›n yap›m› s›ras›nda “sanat u¤runa” can verdikleri düflünüldü¤ünde Karanl›¤›n Yüre¤i’nin “karanl›k” adam› Kurtz, fildifli u¤runa yerli kabileleri telef eden bir sanat adam› olarak okunabilir. Kuflkusuz, böyle bir
bakıflı ayakta tutan da hayat ve sanat aras›ndaki varsay›msal z›tl›k olacakt›r. Ne var ki Kurtz, roman›n içine do¤du¤u tarihsel ba¤lam içerisinde
okundu¤unda Avrupa’da özellikle 19. yüzy›l›n ikinci yar›s›nda yayg›nl›k
kazanan bir kanaatin Conrad’›n imgelemine yans›mas› olarak da görülebilir. fiöyle ki Kurtz, bir yandan fildifli için gözünü k›rpmadan katliam yapacak kadar ac›mas›z; ama öbür yandan birçok Avrupal› taraf›ndan ideallefltirilen, sanatsal e¤ilimlere sahip bir giriflimcidir. Marlow, kendisinin
de hayranl›k duydu¤u Kurtz’un kiflili¤inin oluflumuna bütün Avrupa’n›n
katk› yapt›¤›n› belirtir. Roman boyunca Kurtz’un ulusal kimli¤inin ne oldu¤unu okur tam olarak ö¤renemez; ama öbür yandan Avrupal›l›¤› defalarca vurgulan›r. Dolay›s›yla Kurtz karakteriyle okurun önüne Avrupal›lar›n çeflitli umutlar ve meziyetler yükleyerek ideallefltirdi¤i gaddar bir
sömürgeci portresi konur. Karakterinde keskin çeliflkiler bar›nd›ran birisini resmeden bu portreyi do¤uran entelektüel atmosfer ise kaba hatlar›yla flöyleydi: 19. yüzy›l›n ikinci yar›s›nda Avrupal› ayd›nlar›n bir k›sm›na sömürgecili¤in uzun vadede az geliflmifl ülkeleri “uygarlaflt›raca¤›” yönünde naif bir inanç hakimdi. Örne¤in, ‹ngiltere’de yaln›zca parlamentonun muhafazakar kanad›n› oluflturan Toryler de¤il, liberallerin büyük
ço¤unlu¤u ve Fabian derne¤inin baz› üyeleri de böyle düflünmekteydi. ‹lginç say›labilecek bir örnek olarak Karl Marx’›n Hindistan üzerine yazd›klar›na bak›ld›¤›nda naif olmaktan çok analitik bir bak›fl aç›s›yla da olsa sömürgecili¤in y›k›c›l›¤›n›n yan›nda yenileyici, dönüfltürücü ifllevlerinden söz edildi¤i görülür. Bu öngörüler 20. yüzy›l dünya tarihi sömürgecili¤in getirileri aç›s›ndan de¤erlendirildi¤inde bütünüyle yads›nabilece¤i gibi, sömürgecili¤in hem art›lar› hem de eksileri hesaba kat›l›p belli ölçüde aklilefltirilebilir de. Eninde sonunda Conrad’›n bilinci ve kalemi Kurtz’u ete kemi¤e büründürürken kendisinin de muhtemelen haberdar oldu¤u bu tart›flmadan etkilenmifl olmal›.
112
Karanl›¤›n Yüre¤i, feminist okumalara da aç›k bir anlat›. Marlow’un
teyzesi, Kurtz’un niflanl›s› gibi Avrupal› kad›nlar ve Kurtz’un Afrikal›
metresi aras›ndaki z›tl›klar epeyce belirgin. Romandaki Avrupal› kad›nlar solgun ve durmaks›z›n yas tutan siluetleriyle kurguya oturuyorlar. Afrika’ya giden kocalar›n›, erkek yak›nlar›n› teskin ve teselli etmeye yarayan birer araca indirgenmifl, dolay›s›yla iyi bir romandan beklenmeyecek
kadar steril ve “kifliliksiz” k›l›nm›fllar. Ne var ki bu güdük b›rak›lm›fl karakter çiziminin Conrad’›n bilinçli bir seçimi olmas› yüksek bir olas›l›k.
Çünkü Karanl›¤›n Yüre¤i ’nde kad›nlar arac›l›¤›yla Avrupa ve Afrika aras›ndaki z›tl›k ve çeliflkiler yeniden iflleniyor. Kurtz’un Afrika’daki metresi “aktif ve güçlü” iken Avrupa’daki niflanl›s› “pasif ve dura¤an”; Afrikal› metres “par›ldayan bir enerjiyle her ad›m›nda titreyen bir renk cümbüflü” iken Avrupal› niflanl› “siyahlar giyinmifl, soluk al›nl› ve kara gözlü”.
Bu nitelemelerden ç›karsanabilece¤i gibi Kurtz’un Avrupal› niflanl›s›,
bütün “karanl›kl›¤›yla” ölümü ça¤r›flt›r›rken Afrikal› metres yaflam iksirini avuçlar›nda tutan bir kad›n. Kuflbak›fl› bir gözlemle romandaki Avrupal› kad›nlar›n sömürgecili¤in donuklu¤u ve k›s›rl›¤›n›, Afrikal› metresin ise sömürülenlerin do¤urganl›¤›n›, vaat edicili¤ini ve – bafl›na geçirdi¤i mi¤fer hesaba kat›ld›¤›nda – savaflç›l›¤›n› simgeledi¤i söylenebilir.
Conrad, bu simgeler dolay›m›yla kad›n karakterleri anlat›n›n eksenindeki sömürgecilik sorunsal›na eklemlerken, basit indirgemelerle de¤il
renkler ve imgelerden kurulu incelikli araçlarla çal›flarak roman›n estetik boyutuna farkl› bir düzlemde derinlik kat›yor.
Karanl›¤›n Yüre¤i, Freudyen, teolojik ve baflka türden okumalara da
hayli aç›k bir metin. Freud’un Rüya Yorumlar› ’n›n Karanl›¤›n Yüre¤i ’nden bir ay sonra, 1900’de bas›ld›¤› an›msand›¤›nda Conrad’›n Freud’un kuram›ndan haberdar oldu¤u ve etkilendi¤i akla gelebilir. Ne var
ki Conrad’›n roman sanat›na getirdi¤i yenilikler bu noktalardan çok al›fl›lageldik anlat› tekniklerinde yapt›¤› aç›l›mlarda toplan›r. Bu aç›l›mlara
geçmeden önce Avrupa sanat›n›n dönüm noktalar›ndan birine romandaki anlat› teknikleriyle iliflkisi aç›s›ndan de¤inmekte fayda var. ‹zlenimcilik (empresyonizm) terimi Frans›z gazeteci Louis Leroy taraf›ndan
1874’te Salon des Indépendants’da sergilenen resimlerin “flekilsizli¤iyle” alay etmek için icat edilmiflti. ‹zlenimci resme yöneltilen temel elefltiri, sanatç›n›n öznesini do¤a koflullar›n›n sarmal› içerisinde betimleyerek
köreltmesi, öznenin görünürlü¤üne ket vurmas›yd›. Bu elefltiriye Jean
Monet’nin yan›t› ise oldukça sertti: “Zavall› kör aptallar, sisin aras›ndan
bile her fleyi net biçimde görmek istiyorlar. Gözlemin yap›ld›¤› do¤a koflullar› resmin esas bileflenlerinden biridir, sanatç› bunu görür ve resmine tafl›maya çal›fl›r.” 2 ‹zlenimci sanat anlay›fl›n›n romana yans›mas›n›n
ilk örneklerinden biri de Karanl›¤›n Yüre¤i ’dir, denilebilir. Ayr›ca, Vir113
ginia Woolf’un Conrad’dan yaklafl›k otuz y›l sonra yapt›¤› edebiyatta konu edilecek yaflam tan›m›n›n erken örnekleri de Karanl›¤›n Yüre¤i ’nde
gizlidir: “Yaflam simetrik biçimde dizilmifl bir sokak lambalar› bütünü
de¤ildir; yaflam bizi bilinçlilik düzeyinin bafllang›c›ndan sonuna kadar
çevreleyen parlak bir hale, yar› saydam bir örtüdür.” 3 Karanl›¤›n Yüre¤i ’ndeki karakterler, uzamlar ve olaylar “karanl›k”, “pus”, “sis” gibi imgelerin, çeflitli renklerin de¤iflik tonlar›nda durmaks›z›n devinirler. Kurguda basmakal›p manzara betimlemelerine neredeyse hiç yer yoktur.
Klasik gerçekçi roman gelene¤inin aksine öncelik, olgular›n nedenlerinin anlafl›lmas›nda de¤il olgularla ilgili izlenimler ve duyulardad›r. Örne¤in, okur Marlow’un tayfas›ndaki yerlinin ölümünün bir m›zrak darbesinden oldu¤unu bu ölümün Marlow’da uyand›rd›¤›, harekete geçirdi¤i
izlenimlerin, duyular›n anlat›lmas›ndan sonra ö¤renir.
Conrad’›n romandaki anlat› tekni¤ine getirdi¤i – özgün olmamakla
birlikte – yeni say›labilecek aç›l›mlardan biri de dil ve gerçeklik aras›ndaki etkileflime tuttu¤u ›fl›kt›r. Ludwig Wittgenstein’›n gerçekli¤in dille infla edildi¤i yönündeki felsefi önermesi yirminci yüzy›lda bilim felsefesini
derinden etkilemiflti. Karanl›¤›n Yüre¤i ’nde ise Conrad bu önermeyi
kurgusal boyutta ele al›r: Romandaki sömürgeci karakterler Avrupal›larca esir al›nm›fl bir Afrikal›y› “ehlilefltirilmifl bir yerli”, Avrupal› iflçileri
“y›k›c› ve aylak”, katledilen yerlileri ise “isyanc›lar” olarak tan›mlar. Öte
yandan Kurtz’un megalomanl›¤› “enerji dolu bir çal›flma” olarak nitelenirken baflar›s›zl›¤› “flartlar olgunlaflmam›flt›”, “yöntem yanl›flt›” gibi gerekçelerle aklilefltirilir. Yirminci yüzy›l›n bafl›ndan sonuna kadar hükümetler eliyle yap›lan soyk›r›mlar aras›nda Nazilerin toplu Yahudi katliamlar›n› nihai çözüm (Holocoust) olarak addettikleri ya da totaliterli¤in
uç örneklerini oluflturan kimi devletlerin pratikte kendilerini “demokratik” cumhuriyetler olarak adland›rd›klar› düflünüldü¤ünde Karanl›¤›n
Yüre¤i ’nde erk sahibi karakterlerin kulland›klar› dil ve eylemleri aras›ndaki koflutluk bir sonraki yüzy›l›n “nam sahibi” liderlerinin dil ve eylem
birli¤ini “müjdeler” gibidir. Bu bak›mdan, yirminci yüzy›lda daha önceki yüzy›llarda görülmedik nicelikte savafl ve insan ölümüne yol açanlar›n
etkin bir silah olarak ifle koflacaklar› dil felsefesini Conrad’›n keskin bir
sanatç› sezgisiyle 1890’l› y›llarda öngördü¤ü söylenebilir.
Bütün bu yönleriyle Joseph Conrad, ‹ngiliz edebiyat› özelinde Viktorya Ça¤› anlat›s›ndan belirgin bir kopuflu simgeledi¤i gibi, dünya edebiyat›na özellikle kulland›¤› anlat› teknikleri bak›m›ndan önemli aç›l›mlar getirir. Kulland›¤› anlat› tekniklerinin felsefi arka plan› ise gerçeklik
ve edebiyat aras›ndaki çok yönlü iliflkiyi sorgulayan bir yazar duyarl›l›¤›ndan beslenir. Conrad, nitelikli sanat›n kendisine sorun edece¤i gerçeklik
anlay›fl›n›n bir yüzünden bak›ld›¤›nda öbür yüzü görülecek saydaml›kta,
114
tekdüze, kestirilebilir bir felsefeyle ba¤lar›n› koparmas› gerekti¤inin bilincindedir. Bu bilinç, yazar›n politik ve felsefi duyarl›l›klar›yla daima at
bafl› giden estetik kayg›lar› sayesinde daha önce defalarca ifllenmifl temalar›n bile canl›l›k kazanmas›yla ortaya çıkar. Conrad, içine do¤du¤u yaz›n dizgesinin sundu¤u araçlarla yetinmez, ça¤›n›n sorunlar› karfl›s›nda
ald›¤› tav›rlar› ancak özgünlük peflindeki sanatç›lardan beklenecek bir
incelikle dengeler, sentezler. Bu sentez, kendisinden sonra gelecek edebiyatç›lara yeni kap›lar açacakt›r. Bu kap›lardan ise James Joyce, Virginia Woolf, Kafka gibi dünya edebiyat›na damga vuracak nitelikte eserlerin
yazarlar› girecektir. Edebiyat tarihini bir süreklilik iliflkisi olarak görenler için Conrad roman sanat›n›n günümüzde ulaflt›¤› noktaya uzanan yolun kilometre tafllar› aras›ndaki yerini hâlâ koruyor.
(1) Joseph Conrad, Imagining Africa, Selected Letters En Route to the Congo,
Norton Critical Edition of Heart of Darkness.
(2) Ian Watt, Impressionism and Symbolism in Heart of Darkness, Readings
on Heart of Darkness by Greenhaven Press.
(3) Virginia Woolf, Modern Fiction, Cambridge Companion to English Literature by Cambridge University Pres
Not: Bu yaz›y› haz›rlarken Karanl›¤›n Yüre¤i’nin Norton & Company taraf›ndan 2006 y›l›nda yay›mlanan ‹ngilizce bask›s›ndan yararland›m. Yaz›da italik harflerle iflaretledi¤im çeviriler bana ait.
115
DÜZENLENMEM‹fi DENEY‹MLER AÇISINDAN
MEKTUP AfiKLARI
Mukadder Özgeç
Tomris Uyar “Emma’y› Kim Öldürdü?” adl› yaz›s›nda Madam Bovary’nin sevgililerinin bencillikleri ve ç›karc›l›klar›ndan, kocas› Charles
Bovary’nin flapflall›¤› ve tembelli¤inden söz ettikten sonra sözü Emma’n›n nas›l okur oldu¤una getirir ve Emma’n›n ölümle sonlanan hüzünlü serüveninde çevresindekilerden çok Emma’y› sorumlu görerek, “Flaubert’i dikkatle okursak, Emma’y› böyle bir açmaza sokan özelli¤in ‘kötü’
bir okur olmas›ndan kaynakland›¤›n› görürüz” (s. 233) der.
Tomris Uyar’›n “kötü okur”unu Umberto Eco, Anlat› Ormanlar›nda
Alt› Gezinti adl› kitab›nda bir baflka adla, “ampirik okur” ad›yla ve ayr›nt›l› olarak ele al›r.
Ampirik (empirique) duyulara, deneylere dayanan, yani görgül demek. Gerçekten de Umberto Eco’nun görgül okuru yaln›zca gözlerine
inanan, okuma deneyimini dizgelefltirmek, önceki okumalar›yla iliflkilendirmek çabas›nda olmayan okurdur. Okudu¤u metinde yaflad›¤›m›z dünyay›, d›fl gerçekli¤i birebir arayan, kendi tutku ve coflkular›n›, etkilenmelerini yap›t›n bir kez daha an›msatmas›yla yetinen bir okurdur. Bu yüzden de okumalar› hep bafla, kendine dönüfltür. Var olan› yeniden bulmufl
gibi olmak duygusal düzlemde ona avutucu gelebilir belki; ama “yeni”yi,
yani gerçek bir yap›t›n “biricikli¤ini” buldurmaz hiçbir zaman.
Görgül okur için yap›tla ilk karfl›laflmas›nda içinde bulundu¤u koflul
– duygusal ya da çevresel – en belirleyici etkenlerden biridir. Örne¤in,
esenlikli bir gününde okudu¤u öykü bundan böyle her an›msan›fl›nda o
günün aynas› ifllevini üstlenecek, bir yineleme olarak hep o günü yaflatacakt›r ona.
Eco, anlat›lar› orman e¤retilemesiyle dile getirir ve orman›n bir
ucundan girip tek bir çatall› yola bile sapmadan öbür ucundan ç›kan;
böylece kuytulardaki gizleri kaç›rm›fl kifliyi metni yaln›zca “Ne olmufl?”
sorusununun yan›t›n› almak üzere bafltan sona ve bir kez okuyup b›rakan okurla benzefltirir. Oysa yan yollara sapman›n, geri dönmelerin, yani “oyalanma”n›n hazz›, metnin nas›l oluflturuldu¤u sorusuyla bafllayan
oyunun verdi¤i haz gibidir. Ve metnin içerdi¤i as›l haz da kural› kimi kez
h›zl›, kimi kez yavafllayan bir ritmin ay›rd›na varabilmek olan bu oyunda
gizlidir. Eco, “(Ö)rnek okur oyunda kalmay› bilen kimsedir”(s.17) der ve
flöyle sürdürür:
116
...anlat›lar okumak, gerçek dünyada gerçekleflmifl, gerçekleflmekte
ve gerçekleflecek olan uçsuz bucaks›z fleylere bir anlam vermeyi ö¤rendi¤imiz bir oyun oynamak demektir. Romanlar okuyarak, gerçek dünyayla
ilgili bir fleyler söylemeye çal›flt›¤›m›z an bizi kuflatan o kayg›dan kurtulmufl oluruz.
Anlat›n›n tedavi edici ifllevi ve insanlar›n insanl›¤›n bafllang›c›ndan
bu yana öyküler anlatmalar›n›n nedeni budur. Bu, ayn› zamanda mitlerin de ifllevidir: Deneyimin düzensizli¤ine biçim vermek (s. 101).
Gerçekten de Emma giderek, gerçek yap›tlardan çok, bir ç›rp›da
okuyabildi¤i korku öykülerine ilgi duymaya bafllar. “Sanat›n fliflirdi¤i tutkular›n küçüklü¤ünü biliyordu flimdi” der anlat›c›. “Düflüncelerini bundan uzaklaflt›rmaya çal›fl›yordu Emma, ac›lar›n bu kopyas›n›, gözleri e¤lendirmekten baflka bir yarar› olmayan, yaln›zca biçimde kalan bir oyundan baflka türlü görmek istemiyordu,” (s. 236) diye sürdürür. Emma’n›n,
yaflam›n›n ritmine uyduramad›¤› serüvenlerin yorgunlu¤uyla, abartarak
yüceltti¤i tutkular›n› art›k “yaln›zca biçimde kalan bir oyun” olarak görmek e¤ilimi Eco’nun tan›mlad›¤›, orman›n içinden h›zla geçen okuru
an›msat›r bize.
Oysa okurlar› bilir ki, Emma incelikleri olan, güzel duyuya önem veren bir roman kiflisidir. Leon’la sevgililiklerinin nedeni bile Leon’un öncelikle okuyan biri olmas›d›r. Anlat›c› Emma için flöyle der: “... baz› yetenekleri vard›, suluboya resim yapar, nota okumas›n› bilir, akflam yeme¤inden sonra, ka¤›t oynamad›¤› zamanlarda, seve seve yaz›nla ilgilenirdi” (s. 92-93). Bu tümce yaz›n› kendine sorun etmifl bir kifliden çok yaz›n› bofl zamanlar›n› doldurdu¤u öteki u¤rafllar gibi bir u¤rafl olarak gören
kifliyi imler. Gündelik yaflam›yla sanat› iliflkilendiremeyen Emma için, sanat ya eriflemeyece¤i yücelikte ya da yarars›zd›r. Ancak yap›tla gerçek bir
söyleflimle doldurabilecek bofllukta ve oyuna kat›lamaman›n tedirgin edici efli¤indeki Kötü Okur Emma yaflam› da kötü okur; düzenlenememifl
deneyimleri ölüme götürür onu.
Leyla Erbil’in Mektup Aflklar›’n›n kiflileri de Emma Bovary’nin düfltü¤ü o tedirgin edici bofllukta, gene görgül okurlar olarak ç›karlar karfl›m›za. Ço¤unlukla Jale’ye yaz›lm›fl mektuplardan oluflmufl romanda, yaln›zca mektuplar›ndan tan›d›¤›m›z kifliler okurun kolayl›kla benimseyebilece¤i, özdeflleflebilece¤i kifliler de¤il. Bu yüzden coflturup duyguland›ran
bir roman da de¤il Mektup Aflklar›.
Roman kiflileriyle okurun özdeflleflmesi konusunda Tahsin Yücel’in
bir yaz›s›n› an›msayal›m: “Aldatma ile Uyarma Aras›nda” adl› bu yaz›da,
Tahsin Yücel, Roland Barthes’›n R›ht›mlar Üstünde adl› filmi “nesnel
bir biçimde” betimledi¤ini ve sonuçta, genel olarak “sol bir film” oldu¤u
117
kabul edilen bu filmin asl›nda “düzene dönüfl” filmi oldu¤unu kesinledi¤ini söyler. Filmi izleyen ço¤u izleyicinin düfltü¤ü yan›lg›n›n nedeni filmin baflkiflisiyle kaynaflmas› ve bu kaynaflman›n ustal›kla sa¤lanmas›d›r.
Barthes “özdeflleflme”nin ya da “kaynaflma”n›n aldat›c›l›¤› yerine
Brecht’in “›raklaflma” yöntemini koyar; bu yolla betimler filmi. Çünkü
ancak bu yolla nesnel bir sonuca var›labilir. Benzer biçimde, Mektup
Aflklar›’n›n kiflilerine duyulan yabanc›laflma da onlar› anlamay› ve betimlemeyi sa¤layan bir yabanc›laflmad›r. Çünkü yazar, bak›fl›m›z› tek tek roman kiflileri üzerinde de¤il, onlar›n birlikte oluflturduklar› bir yaflam ve
düflünce biçimi, dönemleri üzerinde odaklamam›z› bekler ve kiflilerin iç
dünyalar›na ancak bu bak›flla var›labilir.
Romanda, Jale’ye gönderilmifl mektuplarda Jale’nin, Ahmet, ‹hsan,
Zeki ve Reha’yla gönül iliflkisi oldu¤unu, Ferhunde ve Sacide’yle eski
dostlar olduklar›n› anlar›z. ‹hsan’›n d›fl›ndaki kifliler sanatla ilgili görünürler. Zeki fliirleriyle yer al›r romanda. Jale’ye arkadafllar› s›k s›k sorarlar: “fiiir yaz›yor musun?” Ferhunde yaz›ndan oldukça s›k söz eden biridir. Jale’yle birlikte eski okumalar›n› an›msat›r; okumakta oldu¤u yap›tlar› önerir; dergileri izler. Reha ve Ahmet daha çok müzikle ilgilidirler.
Reha’n›n, Jale’ye Proust’un ünlü sözünü kendi sözüymüfl gibi, rahatl›kla “senin için yaflamak yazmak da benim için ne” (s.211) biçiminde yazmas›ndan Proust’u okumufl olduklar›n› düflünebiliriz. Ahmet piyano çalar, konserlere gider. Sacide’yse okumay› sürdürmekte, ama bir yandan
da koflullar›n› iyilefltirir ve istedi¤i konuma gelebilirse yazma düflleri de
kurmaktad›r.
Okumaya bafllad›¤›m›zda aflk, dostluk mektuplar› diyebilece¤imiz
bu mektuplar gerçekten de aflk›, dostlu¤u mu içerir? Hay›r, birkaç mektuptan sonra görürüz ki, roman›n kiflileri bir anl›k öfkelerine ya da k›skançl›klar›na yenilerek birbirleri için en olumsuz yorumlar› yapmaktan,
hatta baya¤›laflmaktan çekinmezler. Oysa iyi bir Flaubert okuru bilir ki;
“sevdiklerimizi çekifltirmeye bafllad›k m› onlardan kopmaya da bafllad›k
demektir. Putlara dokunmamal›; yald›z› ellerde kal›r” (s.295) .
Ama en çok da yaz›n, müzik, sinema, tiyatro gibi sanat›n türlü biçimleriyle iliflkili kifliler olmalar›na karfl›n, dinledikleri müzik, okuduklar› kitap ya da izledikleri oyunlardan her söz edifllerinde bir eksiklik, bir
yapayl›k tedirgin eder bizi. Sanat gündelik yaflamlar›na yedirilememifl
ama hep de var gibi görünür.
Mektup Aflklar›’n›n kiflilerinin sanatla olan iliflkilerindeki tutumlar›n›, sanata yaklafl›m biçimlerini üç bafll›k alt›nda toplayabiliriz:
a- Sanatla yaflam aras›nda bütünlük kurmak yerine, sanat› yücelterek yaflamdan uzakta tutmak ya da yaflamla karfl›tlaflt›rarak yads›ma e¤ilimi.
118
Ferhunde’nin, “hayallerimin erke¤i” dedi¤i sevgiliyi sevme nedeni
onun okuyan, okuduklar› üzerine konuflabilen biri olmas›d›r: “söylememe lüzum yok benden çok ileri ve dolay›s›yla okumay› seviyor! Operaya
gidiyoruz, münazaralarda konufluyor; onu dinlerken bin kat daha çok
sevdim,” (s. 43) sözleriyle sanat› yüceltti¤ini anlar›z ama biraz sonra ayn› mektupta, karfl› uca geçip flöyle yazar: “Zaten art›k fliir miir umurumda de¤il. Aflk her fleyi unutturdu bana. ‹nsan bu kadar umut doluyken fliir yazamaz Jaleci¤im. fiiir ancak bedbahtken, ›zd›rapla terennüm edilebilen bir fleydir. Nâz›m Hikmet bir istisnad›r? Ben haddimi bilirim. Sanat›
daha do¤rusu fliiri terk ediyor, onun yerine aflk› al›yorum dostum!” (s.44)
Görüldü¤ü gibi, Ferhunde’nin bu sözleri fliirle aflk›, dolay›s›yla sanatla yaflam› karfl›tlaflt›rman›n aç›k bir örne¤idir.
Benzer bir örne¤i Ahmet’in Jale’ye yazd›¤› aflk mektuplar›ndan birinde de buluruz. Ahmet mektubunda Chopin, Scarlatti ve Rachmaninov’dan söz eder, Jale’yle pazar konserlerine gitme düflleri kurar. Ama
onun için de sanat aflk ad›na b›rak›labilecek tutkulardan biridir. “Müzi¤i çok, pek çok seviyorum Jale, yaflam›m›n tek anlam› oydu her vakit,
ama inan bana, senin için b›rak dersen onu da b›rak›r›m,” (s. 112) sözleri Ferhunde’nin “fliiri terk ediyor, onun yerine aflk› al›yorum” sözlerinde
oldu¤u gibi, bir karfl›tlaflt›rma olarak belirir.
Amerika’ya gitme düflleri kuran ve sonra bu düflünü gerçeklefltiren
Sacide özgürlük ile ç›lg›nl›k aras›ndaki s›n›rda, sözünü esirgemeyen biri
olarak, sanatla iliflkisini tümü ad›na genellefltirir, “fiiir de, kitap da,
adamlar da hepsi de geçiyor Jaleci¤im” (s. 201) diye yazar.
b- Eco’nun da sözünü etti¤i, kiflilerin o andaki duygusal e¤ilimleri ya
da içinde bulunduklar› d›fl koflullar›n belirleyicili¤i.
Roman›n kiflileri sanat› al›mlama süreçlerinde duygusal durumlar›n›n ve içinde bulunduklar› koflullar›n etkilemelerini ola¤an ya da bu sürecin bir parças› saymaktad›rlar ki, Sacide okudu¤u bir metne iliflkin düflüncelerini flöyle aç›klar:
...belki de yaln›z ve küskün bir saatimde okudu¤um için duygular›m
çok de¤iflik. Adeta bir girdaba yakaland›m ve kendimi bir labirentin ortas›nda buldum. (...) Döniz Herpen’in ›zd›rap dolu hayat› bana o kadar
cazip göründü ki, bir ara a¤abeyim bana ne oldu diye endiflelenerek, beni zorla gece lokallere götürdü (s.38).
Chopin’in balad› Ferhunde’ye Sacide’yle birlikte izledikleri filmi, izlerken a¤lamas›n› an›msat›r, ama esenlikli bir gününde ayn› müzi¤i bir
baflka duygu içinde dinleyebilmesi çok ola¤an gelir ona, “Radyoda Chopin çal›yor, ballade. Hat›rl›yor musun filmin son sahnesini? Tufllara damlayan kan beni ne kadar a¤latm›flt›. Oysa flimdi ebedi bir saadet flark›s› gibi geliyor bana, hüzün vermiyor art›k” (s. 44) diye yazar.
119
Bir baflka örnek olarak Ahmet’in Jale’ye sordu¤u soruyu verebiliriz:
“Çömlek boyuyor musun s›k›ld›kça, fliir yaz›yor musun?”(s. 41)
c- Sanattan söz etmelerinde s›kl›kla “iyi”, “güzel”, “kötü”, “içten”,
“içten de¤il” gibi bütünüyle öznel yorumlara baflvurmalar›.
Mektuplarda onlarca öznel düflünce ve yorumlar› belirten s›fatlar ç›kar karfl›m›za. “flahane”, “hofl”, “çok de¤iflik”, müthifl”, “çok güzel”,
“çok orjinal”, “fena de¤il” gibi övgülerle; “a¤latt›”, hüzünlendim”, “bay›l›yorum”, “girdaba yakaland›m”, “cazip göründü”, “samimi de¤il”,
“tavsiye ederim” gibi yaln›zca dile getirenin deneyimini aktaran kiflisel
belirlemelerle yetinildi¤ini görürürüz.
Sonuçta roman kiflilerinin bu üç e¤iliminden hiçbiri nesnel bir bak›fl›, Eco’nun örnek okurunun yap›t› bir baflka düzlemde kurmak e¤ilimini içermez. Onlar da “kötü okur” Emma’n›n serüveninde oldu¤u gibi giderek ye¤inli¤i artan bir düzensizli¤in içinde da¤›l›r, yiterler. Emma’n›n
romanlardan ö¤rendi¤i ama hiçbir zaman bulamad›¤› aflk› onlar da arar,
ama bir türlü yakalayamazlar. Mektuplar›n birinde Zeki’nin babas›n›n
yazd›¤› gibi, biz de yineleriz: “Bu ne biçim aflk, ne biçim aflk mektuplar›d›r böyle” (s. 88).
Madam Bovary ve Mektup Aflklar›’n›n kiflilerinin niteliklerinin, yazg›lar›n›n benzeflmesi bir rastlant› olabilir mi? Yoksa sanatla iliflkilerinin
sonucu mudur düfl k›r›kl›klar›, aflks›zl›klar›?
Elbette Mektup Aflklar›’n›n kiflileri hazla müzik dinleyen, okuduklar›ndan etkilenen, coflkulu kifliler. Ama Eliot, “Coflkuyu sanat biçiminde
dile getirmenin tek yolu, ona bir ‘nesnel ba¤l›lafl›k’ bulmakt›r” derken,
Eco’nun okur aç›s›ndan dile getirdi¤ini sanatç› aç›s›ndan bir baflka biçimde dile getirmifl olur. Böylece – gene okur aç›s›ndan – yap›ta ba¤l›
olarak var olabilen nesnel ba¤l›lafl›¤›n, ancak yap›t›n yap›s›na iliflkin bir
dizge; çatall› yollarda oyalanmalar›n›n örnek okura sa¤lad›¤› bir dizge
olaca¤› düflüncesine varabiliriz.
Mektup Aflklar›’n›n kiflilerinin Madam Bovary gibi birer görgül okur
olduklar›n› ortaya ç›karmak sav›nda olan bu incelemede kaynak gösterdi¤imiz Flaubert’in ve Eliot’›n roman kiflilerimizce okunan yazarlar olmas›, bir kez daha, Nas›l okumal›? sorusu üzerinde düflünmeyi dayatan
bir çeliflki olarak belirir.
Ferhunde aflk›n ne oldu¤u üzerine iç konuflmalar›n› Jale’ye aktar›rken sorar: “Nedir aflk Jale? Bovary? O da aflk say›lmaz.” (s.100) Sacide,
Eliot’dan belli ki etkilenmifl, Jale’ye, “Sana T. S. Eliot’›n The Waste
Land ’ini gönderiyorum. fiiir gör.”(s. 202) diye yazar.
Ama Leyla Erbil de Madam Bovary’nin yazar› Gustave Flaubert gibi
roman›n›n kiflilerini yaflam› anlamland›rmakta bütünüyle yaln›z b›rak120
maz. Gene Flaubert’in Bilirbilmezler ’inin baflkiflileri Bouvard ile Pecuchet için Tahsin Yücel, “bir an durup da gözlerini geldikleri yola çevirdikleri zaman, o bön ve yetersiz kifliler olmaktan ç›karak elefltirel bir bak›fl
kazan›rlar birden,” (s. 13) diyor. Mektup Aflklar›’n›n evreni de¤ifltirmek
için yola ç›km›fl devrimci kiflileri de ara ara okuru flafl›rtan tutarl› belirlemeler yapabilir, konumlar›n› deneyim ve birikimleriyle gene en iyi kendileri dile getirebilirler. “Ben romantik, yanl›fl kitaplarla, kötü yaflam örnekleriyle aldat›lm›fl, yaflam›n›n anlam›n› kavramaktan yoksun, kibirlinin biriymiflim” (s. 222) diye yazar Jale.
Reha’n›n bir sözü ise okurun bak›fl›n› bir kez daha serüvenden yap›ta, söyleyenden söylenene; yani dile çevirir:
“Herkes kendi gerçe¤ini söyler.”
Kaynaklar:
Eco, Umberto. Anlat› Ormanlar›nda Alt› Gezinti. ‹stanbul: Can Yay., 1996.
Erbil, Leyla. Mektup Aflklar›. ‹stanbul: ‹fl Bankas› Kültür Yay›nlar›, 2004.
Flaubert, Gustave. Madam Bovary. Çev. Tahsin Yücel. ‹stanbul: Görsel Yay›nlar, 1992.
-----.“Bouvard ile Pecuchet Üzerine Gözlemler” Bilirbilmezler (Bouvard ile Pecuchet) Çev. Tahsin Yücel. ‹stanbul: Can Yay›nlar›, 1990. s.5-15.
Uyar, Tomris.“Emma’y› Kim Öldürdü?” Kitap-l›k 36 (Bahar 1999). s.232-234.
Yücel, Tahsin. “Aldatma ile Uyarma Aras›nda”, Al›nt›lar. ‹stanbul: Yap› Kredi
Yay›nlar›, s. 275-277
121
fi‹DDET‹N TAR‹HÇES‹
Mehmet Serdar
fiiddetin Tarihçesi ’ne biraz da rastlant›yla gittim. Yönetmeni tan›m›yordum. Oysa David Cronenberg, Varolufl, Sinek, Muhteflem Yemek,
Örümcek gibi ilginç filmler çekmifl usta bir yönetmenmifl. Film tan›t›mlar› da fazla dikkatimi çekmifl de¤ildi. ‹smi, fliddet filmlerinden farkl› olarak fliddeti konu alan, sorgulayan bir film oldu¤u yolunda bir izlenim yarat›yordu ama yine de çocuklar› sinemaya götürürken bu filmi gündeme
alm›fl de¤ildim. Sinema kompleksine ulaflt›¤›m›zda afiflteki filmlere biraz
al›c› gözle bak›nca fiiddetin Tarihçesi hemen öne ç›kt›.
Çocuklar, okuldan arkadafllar›yla toplu olarak filme gitmeyi planlam›fllard›. Ayn› salonda befl alt› çocu¤a bir tane veli yetiyordu. Ben de böylece çocuklar› bu tür bir arkadafl grubuna katt›¤›mda ç›k›fl saatlerini ayarlayarak ayn› sinema toplulu¤unun içinde baflka filme gidebiliyordum.
Yoksa sinemaya ay›rabildi¤im s›n›rl› zamanlarda hep çocuk filmi seyretmek, ilk bafllarda ilginç gelse de bir süre sonra s›k›c› oluyordu. Çocuklar
Harry Potter’a gidince ben de yan›ndaki salonda fiiddetin Tarihçesi ’ne
dald›m. Do¤rusu hakk›nda yeterince bilgi sahibi olmadan bir filme gitmek beni tedirgin ediyordu ama insan sürprizlere aç›k olmal›. Ne ç›karsa baht›na diye koltu¤a yerlefltim. Ama rastlant›yla, san›r›m y›l›n en tart›flmal› filmlerinden birini yakalam›fl oldum.
Perdelerdeki onca gösteriflli büyük bütçeli filme karfl›l›k küçük, yo¤un ve rahats›z edici sorular soran, izleyenleri derinden sarsan bir film
fiiddetin Tarihçesi. Bafltan, filmin ismi ilgi çekici. E¤lendirmekten, hoflça vakit geçirmekten çok bilgi vermeyi vaat eden bir ad bu. fiiddet, günümüzde sineman›n temel konusu. Popüler sinema, fliddeti bir ideoloji, bir
yaflama biçimi olarak öneriyor; insan do¤as›n›n temel ö¤esi, en önemli
yaflama arac› say›yor. Ayakta kalmak için her an baflvurulmas› gereken
bir araç. O kadar gerekli bir araç ki yaflam›m›z› art›k onsuz düflünemeyiz.
Yaflam boyu her an onunla birlikteysek, yaflam›m›z›n temel bir ö¤esiyse,
o zaman estetize edilmesi ak›ll›ca bir ifl olur. Giderek tat veren estetik bir
ö¤e haline getirilmesi bile olanakl›.
Film fliddetin geçmiflini de¤il bugününü anlat›yor. Evet, filmdeki
kadar so¤ukkanl› biçimde fliddeti uygulayan adam›n bir fliddet geçmifli
var, ama ne kadar geçmifle dayansa da fliddet, ayn› geçerli nedenlere bugün de sahip. Gelece¤e de dipdiri ve yeni biçimler gelifltirerek uzanaca¤›
çok aç›k. Popüler sinemaya bak›l›rsa, gelecek geçmiflten çok daha kanl›
122
geçecek. Çünkü en az›ndan silahlar gelifliyor, kötü niyetliler ve riskler
gittikçe ço¤al›yor. Gerilim art›yor, çat›flma sürekli hale geliyor. Bu, fliddet
kanal›n› derinlefltiriyor. Her fliddet eylemi daha genifl ve yayg›n bir fliddet ortam›n›n zeminini oluflturuyor. Bütün zamanlar için geçerli olan
fliddet mekanizmas›, fiiddetin Tarihçesi ’nin sorun edindi¤i.
Film, iki katilin son derece so¤ukkanl› biçimde iflledi¤i iki cinayetle bafll›yor. Onlar, arkalar›nda bir y›¤›n ölü b›rakarak ülkeyi boydan boya kat etmeyi planlayan iki canavar. S›radan insanlar gibi ortal›kta dolaflmalar› dehflet verici. Her an birine bulaflabilirler. Birkaç kifliyi te¤et geçtikten sonra seyirciye mutlu bir aile babas› olarak tan›t›lan Tom Stall’›n
restoran›nda karar k›l›yorlar. Daha ilk ad›mda eller silaha gidiyor ve
Tom’un yan›nda çal›flan kad›n sald›r›dan nasibini al›yor. Tom ise kendinden beklenmeyen bir beceriyle iki katili öldürüyor. Kar›s›yla ve iki çocu¤uyla son derece mutlu bir yaflam sürdüren ve kasabada sevilen bir kifli
olan Tom’un dükkân›na yap›lan sald›r›n›n sert bir karfl›l›k görmesi kasabada sevinç yarat›yor.
Tom, filmin bafl›nda kendimizi rahatl›kla özdefllefltirebilece¤imiz
bir kifli olarak tan›t›l›yor. Kar›s›n› çocuklar›n› çok seven bir baba. Ancak
daha filmin bafl›nda, ilk bak›flta cinsel fantezi olarak yorumlanan bir sahnede, kar›s›n›n liseli k›z formas›n› giyip Tom’la bir k›r evinde seviflmek
istemesi, kafalarda bir soru iflareti yarat›yor. Kar›s› Tom’un geçmiflini bilmedi¤i için rahats›z. Onu liseli giysileriyle k›r evine sürükleyerek,
Tom’la bir gençlik an›s› çevresinde ortak bir geçmifl edinmek istiyor.
Tom iki sald›rgan› öldürünce birden medyan›n ilgi oda¤› oluyor ve
bütün ülkede tan›n›r bir duruma geliyor. Çevresinde kahraman ilgisi görüyor. Medyada fazla görününce eski tan›d›klar› da onun yerini keflfediyorlar. ‹ntikam almak için pefline tak›l›yorlar. Uzun süredir onu arayan
haydutlar, eski kimli¤ini hat›rlatt›klar›nda kendisi ve sonra kar›s› nas›l
fliddetle inkar ediyorsa; ayn› biçimde seyirci de onun bu haydutlarla ortakl›k etmifl biri olabilece¤ine inanm›yor. Uzun süre direniyor.
Tom’un geçmifli konusunda kuflkulanmak bir yana, iflyerine sald›ran iki kifliyi öldürürken uygulad›¤› ölçüsüz fliddet de seyirciyi yad›rgatm›yor. Tersine seyirci, sald›rganlar›n ne kadar ac›mas›z, zevk için adam
öldüren kifliler oldu¤unu biliyor ve üstelik bir aile babas› oldu¤u için de
kendisiyle kolayl›kla özdefllefltirebildi¤i Tom’un yan›nda yer al›yor. Seyirci, Tom’un baflvurdu¤u fliddeti onayl›yor. Çünkü fliddet, Tom için kaç›n›lmaz bir zorunluluktur. fiiddetin o insanl›k tarihi kadar eski gerekçesi
meflru müdafaa hakk›, bu olayda tam anlam›yla gerçekleflmifltir. O, katilleri öldürmeseydi, katiller onu ve çal›flanlar›n› öldürecekti. Tom katillerin neler yapabilece¤ini tam bilemese de biz seyirciler olarak biliyoruz.
Onlar bir küçük k›z› bile cinayetlerine tan›kl›k etti diye öldürecek kadar
123
ac›mas›zd›rlar. Tom, elbette restoran›na sald›ranlar›n iflledikleri cinayetleri seyirciler gibi bilemezdi. O, kendini savunmufltur biraz ölçüyü kaç›rsa da. Seyirci, Tom’un sald›rganlar› öldürmeden de savuflturabilece¤ini
göz ard› ederek, savunman›n öldürmeye kadar varmas›n› anlay›flla karfl›layabilecek durumdad›r. Seyircinin filmin bafl›ndaki cinayetlere tan›kl›¤›, uygulad›¤› afl›r› fliddete karfl›n Tom’un itibar›n›n seyircinin gözünde
zedelenmesini önlemifltir. Tom, çevre halk›ndan ve medyadan daha da
ileri fliddet uygulamas› için destek alm›flt›r.
***
Savunma s›ras›nda orant›s›z fliddet kullan›m›, günümüzün temel sorunlar›ndan biri. fiiddet tehditi alt›ndaki ya da do¤rudan fliddete u¤rayan
bir kiflinin kendisini savunmas› do¤al hakk›. Ama yaln›zca kendine yönelen ölümcül tehditten kurtulmak için. Burada ölçü tehditin ortadan kalkmas›d›r. Bu hak, her zaman tehdit kayna¤› ö¤enin, sald›rgan›n yok edilmesi anlam›na gelmez. Ama kendisini ölümcül tehdit alt›nda duyumsayan kiflinin, baflvurma hakk›na sahip oldu¤u fliddetin ölçüsünü yaln›zca
savunma boyutunda tutmas› olanakl› de¤il. Çat›flman›n her an sald›rgan›
yok edecek bir aflamaya s›çramas› mümkündür.
Yönetmenin seyirciye bir tuzak kurdu¤u belli. Tom, göz göre göre
iki kifliyi öldürüyor. Ama bu, do¤al bir davran›fl olarak alg›lan›yor: fiiddet
yaflam›n özüdür. Yaflama içgüdüsünün kendisidir. ‹nsan do¤as›n›n temel
ö¤elerinden biri olarak toplumsal yaflam›n ayr›lmaz bir parças›d›r. Bafllang›çtaki iki kiflinin öldürülmesinden rahats›z olmayan seyirciyi flimdi
Tom’la birlikte bir ad›m daha atabilir. Bu kez ona geçmiflini an›msatan
üç katil s›radad›r.
fiiddeti durdurmak ve geriletmek, kuflkusuz belirli bir ölçüde karfl›
fliddet uygulamas›n› gerektirecektir. Ancak burada fliddet, yaln›zca sald›rgan›n verece¤i zarar› engellemekle s›n›rlan›rsa meflru. Yoksa sald›rgan› etkisizlefltirmenin ötesinde, do¤rudan ölümle cezaland›rmaya yönelen
bir fliddet kullan›m› kabul edilemez. Cezaland›rma adalet mekanizmas›n›n ifli. Cezaland›rmadan önce sorun ölümcül tehditin durdurulmas›ysa
burada da öncelikle yap›lmas› gereken, güvenlik örgütünün devreye sokulmas›. Ama fliddete maruz kalan kiflinin karfl› fliddet uygulamas›nda
kendini frenlemesi, kulland›¤› savunma fliddetinin dozunu kendini korumayla s›n›rlamas› ço¤u zaman olanakl› de¤il. Bunu sa¤layabilecek olan
ise bu amaçla oluflturulmufl tarafsız güç. Güvenlik örgütünün de ço¤u
kez ölçüyü tutturamad›¤›, kendini yitirerek bir taraf gibi davranabildi¤i,
s›k s›k rastlanan bir durum. Güvenlik örgütü, bu tür sapmalara karfl› sürekli tarafsız güç e¤itiminden geçirilmeli. Kullan›lacak fliddetin her za124
man en alt düzeyde kalmas› sa¤lanmal›. Yaln›zca sald›rgan›n verece¤i zarar engellenerek, yarg›ya teslimi boyutunda kalmas› hedeflenmeli.
Tom h›zla geçmiflinin derinliklerine do¤ru sürüklenirken, o¤lu
Jack’› okulda uzun süredir rahats›z eden iki ö¤renci, bask›s›n› art›rmaktad›r. Jack, bir çok kez gururunun ayaklar alt›na al›nmas› pahas›na kavgadan kaç›nd›ysa da bu kez babas›n›n deneyiminden de cesaret alarak
kendisini kavgaya k›flk›rtanlar›n davetini kabul eder; yine okulda ve sinemada izleyen herkesin onaylad›¤› biçimde meflru müdafaa hakk›n› kullanarak kendisini rahats›z edenlere fliddetli bir tepki gösterir. Sald›ran çocuklar› herkesin gözü önünde ac›mas›zca döver. fiiddetin ölçüsü yine
kaçm›flt›r. Çocuklar›n aileleri flikayetçi olunca okul yönetimi Jack’a ceza
verir. Jack, bu olayla ilgili babas›n›n elefltirilerini karfl›larken onun restoran›ndaki davran›fl›n› örnek gösterir, Tom’u suçlar. Babas› “biz, sorunlar›m›z› çözerken fliddet kullanmay›z” deyince, Jack “ama silah kullan›r›z”
diye diklenir. Tom da o¤luna bir tokat atar. Seyirci için yine ola¤an bir
durum. Babana karfl› böyle bir terbiyesizlik yaparsan elbette daya¤› yersin. fiiddet, böylece en etkili iletiflim kanal›na kavuflmufltur: Babadan
o¤ula bedensel aktar›m. fiiddet kültürünün temel aktar›m biçimidir dayak. fiiddet babadan o¤la tokatla geçer. Zaten fliddet, bedenin eylemi. Bedenin bilincin denetiminden ç›kmas›. Bu s›rada kültürün, ahlak›n, vicdan›n freni yetersiz kal›r. Beden kendi bafl›na davranmaya bafllar. Ölüm kal›m ikilemine düfltü¤ünü saptayan beden ölçüsüz tepki verir.
Meflru savunma hakk› çerçevesinde fliddet kullan›m› genel kabul görüyor. B›rak›n bireyler aras› iliflkileri, ülkeler aras› iliflkilerde bile silaha
baflvurma hakk›n› düzenleyen kurallar var. Sen davran›p kendini fliddet
yoluyla savunmazsan, sald›rgan›, iflgalciyi fliddet yoluyla silah kullanamaz
hale getirmezsen, o seni h›rpalayacak. Bir ad›m ileride sen onu yok etmezsen, o seni yok edecek. Ama yok olufltan kurtulmaktan yok etme aflamas›na aradaki uzun yolu bir ç›rp›da geçmemeli. Bu uç noktaya gelinceye kadar asl›nda bir y›¤›n ara aflama var. Bu aflamalar›n bilincinde olup
biraz sakin davran›labilse, yok etme noktas›na gelmeden arada bir yerde
tehlike ortadan kald›r›labilir. ‹nsan›n biyolojik alarm düzene¤inin çal›flt›¤› aral›k, o kadar dar ki en küçük bir uyar›da k›rm›z› alarm veriyor. Bir
anda ölüm tehlikesinin varl›¤›n› iflaret ediyor ve insan› “öldürmezsen
ölürsün ikilemi”ne f›rlat›yor. Oysa biyolojik tarihine göre çok k›sa olmas›na karfl›n toplumsal kültürel tarihi, fliddete baflvurmadan da sorunlar›n
çözülebilmesi için çeflitli olanaklar sunuyor. Yeter ki bu tarihsel birikim
de¤erlendirilerek fliddet karfl›t› bir kültürün oluflmas› için yo¤un çaba
harcans›n.
Katiller, flehirde Tom’un kar›s›n› ve k›z›n› izlemektedirler. Kimse
katillerin karfl›s›nda güvende de¤ildir. Kar›s›, al›flverifl s›ras›nda kendisi125
ni tehdit eden haydutlar› mahkemeye flikâyet etmifl, kendilerinden uzak
durmalar› için bir karar ç›kartm›flt›r. Ama öte yandan adamlar›n Tom’un
geçmiflte kendileriyle çal›flan bir katil oldu¤u konusundaki ›srarlar›, kad›n›n kafas›n› kar›flt›rmaya bafllam›flt›r. Evde bunlar› tart›fl›rken d›flardan
gelen gürültüye bakt›klar›nda, katillerin o ürkütücü siyah arabas›n› görürler. Mahkeme karar›yla kendilerini bir ölçüde güvenlikte sayd›klar›
anda katiller, iflte yine karfl›lar›ndad›r. Üstelik babas›yla tart›flt›ktan sonra evden kaçan Jack da çemberi daraltan katillerin elinde rehindir. Kar›s› ve küçük k›z›n›n da hayatlar› tehlikededir.
Tom kar›s›n› ve k›z›n› eve sokar. Katiller, Tom’a kendilerine teslim
olmas› karfl›l›¤›nda o¤lunu b›rakacaklar›n› söylerler. Tom ise o¤lunu haydutlar›n elinden al›p onlarla dövüflmeyi planlar. Teslim oluyorum deyip
silah›n› b›rak›nca karfl›l›¤›nda o¤lu b›rak›l›r. O, o¤lunu kendi taraf›na geçirdikten sonra yine kanl› geçmifline uygun bir atakla bir anda iki haydudu öldürür. Ama bu s›rada ekibin flefi olan üçüncüsü, onu yaralam›fl ve
yere yat›rm›flt›r. Tom tam kafas›na öldürücü kurflunu yiyecekken bu kez
o¤lu, av tüfe¤iyle arkadan haydutlar›n elebafl›n› vurur. Katilin s›rt›ndan
giren fiflek gö¤sünü parçalay›p onu Tom’a do¤ru devirirken, Tom yana
çekilir ama bu s›rada bütün üstü bafl›, yüzü gözü hayduttan f›flk›ran kan
ve et parçalar›na bulan›r. Baba o¤lun, savunma/fliddet ortakl›¤› bir kez
daha baflar›ya ulaflm›flt›r. Biz izleyenlerin solu¤u kesilse de yaflamak için
öldürmekten baflka bir seçene¤in olmad›¤› kan›s› hâlâ geçerlidir. Tom ve
o¤lunun baflka çaresi yoktur. Kendilerini savunmaktad›rlar.
Gerçekten de kim olsa ayn› fleyi yapar m›yd›? Olas› tek davran›fl biçimi bu muydu? Yüzü yaral› haydutlar›n bafl› elinde silah bütün dikkatiyle Tom’a yönelmiflken, Jack’in, babas›n› kurtarmak için yapabilece¤i tek
fley, öldürmek de¤ildi herhalde. Ço¤u savunma amaçl› fliddet uygulamas›nda oldu¤u gibi ölçü yine kaçm›flt›r. Örne¤in Jack haydudu aya¤›ndan,
olmad› kolundan vurarak durdurabilir, sonra da polise teslim edebilirdi.
O da babas›n›n bütün öykü boyunca sald›rganlar›n tümüne uygulad›¤› gibi fliddetin yok eden dozunu kullanm›flt›r. fiiddet kültürü böylece kuflaktan kufla¤a kesintisiz biçimde aktar›lmaktad›r.
Görünürdeki tehlike tümüyle ortadan kald›r›ld›¤›nda ise seyircinin
Tom’a göstermedi¤i tepkiyi yine kar›s› göstermeye bafllar. Hastanede
bafllad›¤› sorgulamay› Tom iyileflip eve geldi¤inde de sürdürür. Ama kar›s›n›n elefltirisi, bugün baflvurdu¤u fliddete de¤il de bunu uygulamas›na
neden olan geçmifl yaflam›n›n kendisinden saklanmas›nad›r. Tom’un
geçmiflinden hiç söz etmemesi onda aldat›lm›fll›k duygusu uyand›rmaktad›r. Tom flimdi bambaflka bir kimlikle karfl›s›ndad›r. Gittikçe sertleflen ve
karfl›l›kl› fliddet uygulamas›na kadar giden bir tart›flmaya bafllarlar. Merdivende alta alta üst üste basamak basamak süren kavga, ad›m ad›m so126
luk solu¤a bir seviflmeye dönüflür. fiiddet ile cinsellik iç içe geçer. fiiddet
güdüsüyle cinsellik güdüsü, insan do¤as›n›n iki temel dürtüsü olarak,
merdiven gibi en rahats›zl›k ve ac› verecek bir düzlemde, s›rtlar› gö¤üsleri yara bere içinde b›rakarak sinema tarihinin herhalde en çarp›c› sahnelerinden birinde perdeye aktar›l›r.
***
Tom’un bugünkü mutlu yaflam›n› tehdit eden sorunlu geçmifliyle temelli bir hesaplaflmadan kaç›nmas›na art›k olanak yoktur. Karfl›s›ndaki
bu kez kardeflidir. Kardeflini geçmiflte bir y›¤›n belan›n içinde b›rak›p ortadan kaybolmufltur. Yüzü yaral› flef yönetiminde üç kiflilik ekibi Tom’un
üzerine yollayan kardeflidir. Onun mâlikhanesine yaln›zca konuflmak
üzere silahs›z girer. Niyeti yine olay ç›karmak de¤il uzlaflmak ve anlaflmakt›r. Ama kardefli, uzun bir geçmifl de¤erlendirmesinden sonra onu
suçlar, yarg›lar ve ölüme mahkûm eder. Adamlar›na Tom’u bo¤ma emrini verir. Ama Tom, bu kez de a¤abeyiyle birlikte befl kifliyi öldürerek mâlikhaneden sa¤ salim ç›kmaya baflar›r.
Tom eve döndü¤ünde kar›s› ve çocuklar› akflam yeme¤i için masaya
oturmufllard›r. Kar›s› bafl›n› öne e¤er, tepki vermez. Küçük k›z› onun
için masaya tabak ve çatal koyar. Tom masaya oturur. O¤lu da ona yeme¤i uzat›r. Aile, fliddet yoluyla da olsa yaflamsal tehlikeyi yal›tlam›fl, yeniden huzura kavuflmufltur.
Tom, geçmiflinde kaç kifliyi öldürmüfltü bilemiyoruz ama bizim tan›kl›¤›m›zda on kifliyi öldürdü. Ya da öldürmek zorunda kald›. Hep sürekli öldürmek zorunda kalmak ne demek? Yaln›zca fliddeti öven filmlerden de¤il, onu yansız olarak ele alan filmlerden de uzak durmal›. Adam
film boyunca onlarca kifliyi öldürüyor, sonra duyarl› bir insan olarak çocuklar›yla, efliyle, yak›nlar›yla sevgi dolu iliflkilerine, ola¤an yaflam›na geri dönüyor. Bu filmin kahraman› gibi sayg›n insan konumunu sürdürüyor.
Tom, onun üzerinde adam öldürüyor ve en sonunda huzur dolu yuvas›na kavufluyor. Ne güzel. Bütün öldürmelerinde hakl›yd›. Kahraman›m›z bu kadar rahat adam öldürürken günlük iliflkilerinde kar›s›na çocuklar›na karfl› son derece sevecen, incelikli. ‹nsan, o kadar olaydan sonra
nas›l dengesini koruyabilir?
Kasabada güvenlik örgütü çok yetersiz. Koca yerleflim alan›nda polis olarak bir tek flerif Sam var. Ac›mas›z katiller ortal›kta dolafl›rken Sam
ne kadar güçsüz kal›yor. Gerçi katillerin kabar›k suç dosyalar›na hemen
ulafl›p, haklar›nda yap›lan suçlamalar› ö¤renebiliyor ama yapabilece¤i
bundan fazla bir fley yok. fierifin elde etti¤i bilgiler, katillerin neler yapa127
bileceklerinin de göstergesi. Ama tek bir polis onlara karfl› yaln›z bafl›na
ne yapabilir? O zaman ya özel güvenlik flirketlerine baflvurulacak ya da
herkes kendini koruyacakt›r.
Ne yaparsa yaps›n seyirci olarak Tom’dan vazgeçemiyoruz. En baflta, fliddeti haks›z yere, ç›kar sa¤lamak için kullanm›yor. Bir dönem kulland›¤› iddia edilse de biz tan›k olmad›k. Onu yaln›zca kendini, çocuklar›n› savunurken izledik. Peki ama yaflam›n› korumak için fliddet kullanmakta hakl› olsa da bunun ölçüsü nedir? fiiddetin dozunu ayarlamak o
kadar kolay m›? Bafllang›ç noktas›nda hakl› olmas›, sonuna kadar her
yapt›¤›n›n hakl› oldu¤unu gösterir mi? Kendini korumak için sald›ranlar›n hepsini mutlaka öldürmesi mi gerekiyordu? Öldürmeden de karfl›s›ndakileri etkisiz hale getiremez miydi? Sald›r›ya u¤ramak, insana fliddeti
bu kadar s›n›rs›z ve hep öldürmeye varan bir dozda kullanmak hakk›n›
verir mi?
Film, Tom’u hep ölüm kal›m ikilemine sokuyor, onu fliddete baflvurmaya mecbur k›l›yor: Gerekti¤inde fliddet kullan›labilir. fiiddete baflvurmak zorunda kal›rs›n›z. Hiç istemeseniz de.
fiiddete baflvuran herkes onu bir zorunluluk olarak savunur. Film,
seyircinin Tom’la özdefllefltirmesini sa¤layarak, fliddetin kökeni tart›flmas›n› kendisiyle yapmas›na yol aç›yor. Oysa ki Tom, me¤erse filmin bafl›nda karfl›laflt›¤› katillerden hiç de farkl› de¤ilmifl. ‹zleyici bunu çok sonralar› anl›yor, ama anlad›¤›nda da ifl iflten geçmifltir. Seyirci Tom’la kurdu¤u özdefllikten vazgeçemiyor.
***
fiiddet, ancak sald›r›ya u¤ran›ld›¤›nda baflvurulmas› meflru say›lan
bir araç. Ama engellemeyi amaçlad›¤› sald›rgan fliddetle orant›l› olarak
kullan›ld›¤›nda. ‹flin en önemli yan›, bu ölçü nas›l tutturulacak? Ölçü bilincin denetiminin, bilginin bir ürünü. Oysa fliddet do¤rudan bedenin dili. Bilincin, duyarl›l›¤›n çekildi¤i alanda boy veriyor. ‹nsan bedeni, bilimin, üretimin bafl döndürücü biçimde geliflti¤i birkaç yüzy›lda belki de
hiç de¤iflmedi. ‹nsan bedeninin de¤iflim aral›¤›, yüz binlerce y›ll›k bir süreyi kapsar. Bedensel tepki olarak savunma mekanizmas›, binlerce y›ldan beri hemen hemen ayn›. ‹nsan›n ister yaln›zca bedeniyle isterse en
geliflmifl silahla fliddet uygularken içinde bulundu¤u ruhsal açmaz hep
ayn›. ‹nsan, varl›¤›n› tehdit alt›nda duyumsad›¤›nda elinde ne varsa
onunla karfl›s›ndakine yönelecektir. Karfl›s›ndakini yok etmelidir; de¤ilse kendisi yok edilecektir. fiiddetin bu en ilkel mant›¤› iki insan aras›nda nas›l geçerliyse, topluluklar ve ülkeler aras›ndaki iliflkilerde de ayn›
a¤›rl›kta geçerli. fiiddeti geriletebilecek tek güç bilgi, kültür; biyolojik ev128
rime göre çok k›sa say›labilecek bir zaman aral›¤›nda geliflti. Bilgi ve kültürün ürünü bar›fl bilincinin fliddeti tümüyle ortadan kald›rmas› için yaz›k ki daha uzun bir süre gerekiyor.
Yönetmen Cronenberg’in Tom Stall’in öyküsünde özlü biçimde anlatt›¤› fliddet mant›¤›, Amerika’n›n Irak’ta kendisini hiçbir ahlaki, hukuksal kuralla s›n›rl› saymadan uygulad›¤› sald›rgan politikalarda ayn› biçimde geçerli. Irak’a sald›r›s›n›n görünürdeki gerekçesi, Irak’›n gizli
nükleer silah üretme çal›flmalar›yd›. Ama iflgalin üzerinden geçen üç y›l›
aflk›n sürede bu konuda hiçbir bulguya ulafl›lamad›¤› ilan edilmifl olmas›na karfl›n iflgalin hakl›l›¤› savunulabiliyor, Irak’taki kan ve atefl cehennemi sürdürülüyor. 11 Eylül çarpmas›yla kas›lan Amerikan kamuoyu hala çözülemedi. Tehlikenin gerçek olup olmamas› önemli de¤il. Yan›lsama da olsa bir kere ölüm kal›m psikolojisi egemen olunca, en ac›mas›z
fliddet uygulamalar›na baflvurmak, meflru savunma hakk› kapsam›nda
de¤erlendiriliyor. Kentlerin yak›l›p y›k›lmas›, yaflam alanlar›n›n ateflle
kavrulmas› on binlerce suçsuz insan›n k›r›lmas› vicdanlar› s›zlatm›yor.
Bir yanda hergün yüze yak›n insan›n öldürüldü¤ü Irak öte yanda bu
duruma ölümcül bir tehlikede oldu¤u yan›lsamas›yla onay veren ama
günlük yaflam›n›n rahatl›¤›nda hiçbir de¤ifliklik olmayan Amerika. Amerikan yönetimi t›pk› on kifliyi öldürdükten sonra kar›s› ve çocuklar›n›n
da onay›n› alm›fl olarak akflam yeme¤ine oturan mutlu bir aile babas› gibi ola¤an günlük yaflam›n› sürdürüyor. Tom gibi Amerikan yönetimi de
iflledi¤i onca suça karfl›n huzur dolu bir yaflam› sürdürme hak ve yetene¤ini izleyenlerin gözünde kaybetmiyor.
fiiddet günümüzün en bulafl›c› hastal›klardan biri. E¤er bir toplulu¤a yan›lsama da olsa sald›r›ya u¤rayan taraf oldu¤unu bir kez kabul ettirebilirseniz, dizginsiz bir fliddet kullan›m› için her türlü deste¤i sa¤layabilirsiniz.
***
Çocuklar›m›n filmi daha uzunmufl onlar› bir süre bekledim. Öteki
filmlerin afifllerine bakt›m. Hemen hepsi “aksiyon” filmi olarak adland›r›l›yordu ama asl›nda yaflam›m›z›n en büyük zaaf› fliddeti ola¤anlaflt›ran
türden filmlerdi. Sineman›n ç›k›fl›nda karfl›lad›¤›m çocuklar›n yüzlerindeki hoflnutluk gülücüklerine pek aldanmamak gerekti¤ini düflündüm.
‹zledikleri filmin fliddete bak›fl›n› onlarla ciddi ciddi tart›flmaya karar verdim.
129
fi‹‹RDE SAPMA
Atalay Saraç
fiiir yazmak, estetik bir fleyler üretti¤inde dünyan›n en güzel ve de
en zor u¤rafl›d›r. Bunun için de flair, kendine önce ‘dil’i ifl edinen insand›r. Dilin göstergesi olan ses, sözcük, sözcük öbe¤i ve sözle oynar. Bu
oyun bo¤uflmaya dönüflür fliirde ve flairde.
Tüm savafl›m› flairin “özgün” ve “estetik” bir yap› oluflturmakt›r.
Amaç, dile yeni kullan›mlar kazand›rmak ve dilin anlat›m olanaklar›n›
zenginlefltirmektir. ‹lk anda flafl›rt›c›, anlamland›r›lmas› zor olsa da, zaman içinde de¤erini verece¤imiz, kabullenece¤imiz yarat›mlard›r bu yenilikler. Uyumsuz, dilin co¤rafyas›n› geniflleten bu kullan›mlar yepyeni
düflünce ve duygu imgeleri yaratmam›z› sa¤lar.
‹flte bu yarat›c› etkinliklerden biri de “sapmalar”d›r. “Sapma” sözcü¤ü sözlükte dilbilgisi yönünden flöyle aç›klanmaktad›r: Kimi sözcüklerin kurallara göre olmalar› gereken biçimlerden uzaklaflmas› durumu.
(Ben-ge> bene) yerine “bana”, (sen- ge> sene) yerine “sana” olmas› gibi.
Bu aç›klamada “sapma” yaln›z sözcük düzeyinde ele al›nm›flt›r. Biz
daha farkl› boyutlar›yla da konuyu inceleyece¤iz.
D. Aksan fliir dilinde “sapma”y› k›saca flöyle aç›klamaktad›r: “fiairler okuyucularda yeni tasar›mlar oluflturmak, çeflitli duygular uyand›rmak, onlar› etkilemek için dilin olanaklar›ndan yararlan›rlar. Bunu birtak›m de¤iflikliklere, örne¤in dilin de¤iflik kullan›mlar›na baflvurarak
gerçeklefltirirler. Dildeki ö¤eleri ses, anlam, biçim ve sözdizimi yönünden ayr› durumlara sokarak baflar›rlar. Bazen de örneksemelerle yeni, özgün türetimlere giderler.”
fiiir dilinin özgür; ama iç disiplinine özgü bu özgün yarat›m›na “sapma” diyoruz. Sapmalar fliirde karfl›m›za farkl› biçimlerde ç›kmaktad›r.
1) Sözcüksel Sapma
2) Biçimsel Sapma
3) Yaz›m Sapmas›
4) Sözdizimsel Sapma
Bu sapma biçimlerinin oluflumunu örneklerde görelim.
1) Sözcüksel Sapma: Bu sapma çeflidinde, sözcükten ses veya sesler
at›l›r ya da sözcü¤e yeni ses ve ekler eklenir. Böylece ça¤r›fl›m› zengin, zihindeki etkisi güçlü yeni sözcükler yarat›l›r.
130
Bu türe en iyi örneklerden biri C. Süreya’n›n “Üvercinka”s›d›r. Güvercin sözcü¤ünden bir ses ç›kar›p sonuna bir ek getirerek gerçeklefltirmifltir bunu flair.
Baz› ekleri yerleflik dilbilgisi kurallar›n›n d›fl›nda, ayk›r› bir biçimde
kullanarak da bunu baflarm›flt›r C. Süreya. Örne¤in “Önceleyin” fliirindeki bu kullan›m, “Hamza Süiti” fliirindeki “Geceler yukarda telcek, bulutcak” dizesinde yer alan “telcek” ve “bulutcak” sözcüklerinde “-cek, -cak”
eki, “Bun” fliirinde “Ablas›n› o saat meryemsiyorum” dizesinde “meryemsiyorum” sözcü¤ünün kullan›m› bu sapma türünü örnekleyen en iyi
yarat›mlard›r.
Fergun Özelli’nin hem fliirine hem de bir kitab›na ad olan “Aflk›ya”
sözcü¤ü ve “Çimçiçek” fliirindeki bu söyleyifl de günümüz fliirinden bu
anlamda bir örnektir. fiair “eflk›ya” sözcü¤ünde yaln›z bir ses de¤iflikli¤i
yaparak ça¤r›fl›m› zengin, anlam› genifl ve etkisi güçlü bir yarat›m oluflturmufltur.
Zeynep Uzunbay’›n “Yaflamaflk” adl› kitab›nda da benzer bir kullan›m vard›r. Ayr›ca “Durufl” adl› fliirindeki “üzündürük” sözcü¤ü bu sapma türüne ilginç bir örnektir.
Ece Ayhan’›n “Cehennet “ söyleyiflini de atlamamak gerekir.
2) Biçimsel Sapma: Biçimsel sapmada sözcükler biçim ve yap› aç›s›ndan de¤iflikliklere u¤rat›l›r.
Yine C. Süreya “Dalga” fliirinde “gemiciynen”, “Cigaray› Att›m Denize” fliirinde “senlen” ve “Sizin Hiç Baban›z Öldü mü?” fliirinde “fiöylelemesine” kullan›mlar›nda konuflma dilinden de yararlanarak ayk›r›
bir söyleyifl oluflturmufltur. Böylece sözcüklerin biçimini ve yap›s›n› bozarak biçimsel bir sapma gerçeklefltirmifltir. “Senlen” sözcü¤ünde “ile”
ilgeci zaten birliktelik anlam› katarken flair bir de kifli eki getirerek farkl› bir durum yaratm›flt›r. “fiöylelemesine” sözcü¤üne fazladan “-le” ekini
yerlefltirerek sözcü¤ü iyice yaym›flt›r imgelemimize.
Gülten Ak›n “Adacio” fliirinde “ne çok seçtindi de ne çok s›¤›nd›nd›” dizesinde “seçtindi” ve “s›¤›nd›nd›” sözcüklerinde kifli eki “-n”yi
farkl› yerde kullanarak sözcü¤ün biçimini de¤ifltirip baflar›l› bir sapma
oluflturmufltur.
Arkadafl Z. Özger 2004 fiiir Ödülü’nü alan Ertu¤rul Deveci “Peneplen” adl› kitab›nda,
“Sarmafl yorgan dolafl döflek gittim
Köfle bula bucak yite
…..
Gide pald›r gele küldür düfltüm
kör kalka kütük düfle
…..
131
Deli yana dolu yak›la vard›m”
dizelerinde ikilemelerin yap›s›n› bozarak bir biçimsel sapma oluflturmufltur.
3) Yaz›m Sapmas›: Yaz›mla ilgili bir sapmad›r. Farkl› okumalar sa¤lar, görsel ça¤r›m katar fliire. Yorumumuzu katmaya zorlar bizi bu kullan›m.
“Ben nice gözle nice denizle nice gazelle
Rimle gördüm rimle bildim rimle yaflad›m seni” dizelerinde C. Süreya “gazellerimle” sözcü¤ünü bölerek bir yaz›m sapmas› gerçeklefltirir.
Enver Ercan’›n “ a
s
n
k
o
fl
s
u
z
a
e
d
k
r”
b
t e
i
yaz›m›,
Altay Ömer Erdo¤an’›n Tafl(ra) Bask›s› adl› kitab›nda “Aflk Bir Kelebektir” fliirindeki
“d
ü
fl
e
r serçe daldan” ile “
r serçe dala” yaz›m› da yaz›m sapmas›d›r.
a
k
›
ç
Yaz›m sapmas›na ‹lhan Berk’in flu dizeleri de ilginç birer örnektir:
Gök + Sokak = Hiçbir fley
…
Ev
Yaprak
________
…
132
Habefl Beylerbeyi
Allah’la oturup kalkmak
x
_____________________
‹pek Sat›c›s›
4) Sözdizimsel Sapma: fiiir zaten sözdizimi kurallar›na pek uymaz.
Sözdizimi bak›m›ndan fliirde de¤ifliklikler yapmaktad›r.Bu kullan›m
uyak, ölçü gibi biçim kayg›s›ndan kaynaklanabilir. Ayr›ca sözcelemleri
eksiltili b›rakarak da yap›l›r. Amaç okuru farkl› okumalara, yeni ça¤r›fl›mlara yönlendirmektir.
fiiirin do¤al yap›s›nda zaten sözdizim kurallar›na uyulmaz. Dolay›s›yla örneklerine çokça rastlan›r bu sapma çeflidinin.
Y. Kemal’in “Sallanmaz o kalk›flta ne mendil ne de bir kol” dizesinde “ne .….ne” ba¤lac›n›n oluflturdu¤u olumsuzlukla yetinilmeyip yüklem de olumsuzlanarak baflta kullan›lm›flt›r. Oysa bu ba¤laç eylemlerin
olumlu biçimleriyle kullan›l›r. Bu ayk›r› kullan›mla flair, vermek istedi¤i
anlam›n yo¤unlu¤unu art›rm›flt›r.
‹. Berk “Ben ne kadar fley gördüm yaflad›msa onlar› anlatmay› söz
verdim sana.” dizesinde yönelme anlaml› dolayl› tümleç yerine düz tümleç kullanarak sözdizimsel bir sapma yapm›flt›r.
Bu kullan›mlar düzyaz›da bir anlat›m bozuklu¤u olurken fliir dilinde etkili ve çarp›c› olabiliyor.
Yukar›da aç›klamaya çal›flt›¤›m›z sapmalar özgün, estetik ve farkl›
bir yarat›mla gerçeklefltirilemezse fliire ve fliirselli¤e bir katk› sunamaz. O
zaman bu sapmalar›n sanatsal bir de¤eri olmaz.
[email protected]
133
EDEB‹YAT DERG‹LER‹, EDEB‹YATÇI DOSTLARI
Besim Dalgݍ
“Sözcükler” dergisinin sekizinci say›s›n› Beyo¤lu’nda Simurg kitapevinin sahibi sahaf-yay›mc› ‹brahim Y›lmaz’a verdim. ‹brahim Y›lmaz
1983 y›l›nda Ankara’da “Sözcükler” isimli bir dergi yay›mlad›¤›n› söyledi ve ikinci say›s›n›n bir örne¤ini verdi. Ancak dört say› ç›karabilmifl. Da¤›t›mc›s› kazand›klar›n› bankerlere kapt›rm›fl, ‹brahim’e ödeme yapamam›fl.
Tanzimat döneminden beri Türk edebiyat›nda dergicili¤in önemli
bir yerinin oldu¤u bilinir. 1950’li y›llar›nda ç›kan “a” dergisi, 1960’l› y›llarda Memet Fuat’›n ç›kard›¤› “Yeni Dergi”, Vedat Günyol’un “Yeni
Ufuklar”›n›n edebiyat›m›zda önemli yerleri vard›. “Türkiye Defteri”,
“Yazko Edebiyat”, yak›n zamana kadar yay›mlanan “Adam Sanat” ve
“Adam Öykü” de dergicilik tarihimizin unutulmazlar›d›r. Günümüzde
YKY’n›n “Kitapl›k”, “Notos Öykü”, “Virgül”, Yaflar Nabi Nay›r’dan miras y›llard›r kesintisiz yay›mlanan “Varl›k” ve adlar› yazmakla bitirilemeyecek bir çok dergi edebiyat›m›z› zenginlefltiriyor.
Edebiyat dergileri genellikle anlay›fl› birbirlerine yak›n edebiyatç›lar
taraf›ndan ç›kar›l›r. Nice edebiyat dergisi daha tasar› aflamas›nda kalm›fl,
ç›kabilenler de paras›zl›k ya da da¤›t›m sorunlar› yüzünden k›sa sürede
yay›m hayat›n› bitirmifller. Edebiyat dünyam›z dergi ç›karma an›lar›yla
doludur. Salâh Birsel’in Ah Beyo¤lu Vah Beyo¤lu (Sel Yay›nc›l›k) kitab›nda bunlar›n en güzel örnekleri var.
Eskiden beri, belli ilkelerle bir araya gelen edebiyatç›lar›n kendilerine ait dergiler çevresinde toplanmalar› bir gelenekti. 1980 sonlar›na
do¤ru bu yap› ortadan kalkt›. Edebiyat dergilerinin ço¤unda aralar›nda
bir anlay›fl birli¤i olamayacak yazarlar›n yer ald›¤›n› görülüyor. Gerçi büyük bir k›sm› bir holdingin kontrolü alt›nda giren büyük tirajl› gazetelerimizde de bu durum görülüyor. ‹lkesizli¤in ad›na “çok seslilik” diyorlar.
Edebiyat dergilerinde de bu deneniyor belki. Yay›mc›l›¤› sürdürebilmenin en sa¤lam yolu bu mu? S›rt›n› sa¤lam bir kuruma yaslamak bir çok
dergici için çözüm. Kurumlarla oluflturulan göbek ba¤lar› edebiyat dergicili¤inin özünde bulunan ba¤›ms›zl›¤›na zarar verebilir. Bu nedenle geleneksel dergicili¤in örnekleri uzun soluklu olmasalar bile ba¤›ms›zl›¤›n› koruyabilenler günümüzde hâlâ yaflayabilmekte. Turgay Fiflekçi de bu
ba¤›ms›zl›k anlay›fl›na ba¤l› kalarak “Sözcükler” dergisini geleneksel
yöntemle haz›rl›yor. Tek dayana¤› okurlar›. Do¤rusu da bu.
134
‹dris Küçükömer milletvekili genel seçimlerinden önce “Türkiye’de
sol sa¤d›r, sa¤ soldur” önermesiyle bas›n›m›zda bir çok köfle yazar›n›n
konusu oldu hat›rlanaca¤› gibi. Kitab›nda böyle bir söz yok. CHP’nin kuruluflundan beri asker-sivil bürokratik yap›ya dayand›¤›, bu gelene¤i de
‹ttihat ve Terakki partisinden ald›¤›, bu nedenle CHP’nin önceli¤inin
devleti temsil eden bu kurumsal yap›lar›n korunmas› yönünde oldu¤unu,
halktan uzak, onlar›n taleplerini görmezden geldi¤ini, buna karfl›l›k
DP’nin halk›n dinamiklerini daha iyi de¤erlendirip, CHP iktidar›na son
verdi¤ini, önceleri daha sol bir yaklafl›m göstermesine karfl›n (DP’nin kurulufl aflamas›nda bir çok solcunun deste¤ini ald›¤› bilinir) DP’nin de son
tahlilde devletin geleneksel yap›s›na sahip ç›kt›¤›n›, DP’nin devam› olan,
daha liberal görünümlü AP’nin de bu gelene¤i sürdürdü¤ünü çok incelikle irdeleyen Bat›l›laflma, Düzenin Yabanc›laflmas› (Ba¤lam Yay›nlar›,
2006) isimli kitap Yücel Yaman’›n sunufluyla yeniden yay›mland›. Kitap
1969 y›llar›nda bir tez olarak yaz›lm›fl ve o dönemlerde büyük tepki görmüfltü. Tepki gösterenlerin ço¤unlu¤unun kitab› okumad›¤›n› ya da okuyanlar›n büyük bir k›sm›n›n da kafalar›ndaki flartlanmalardan kurtulamam›fl olduklar›n› yaz›yor ‹dris Küçükömer de¤erlendirmelerinde.
Bu günlerde “ezber bozmak” denilen bir deyifl var herkesin dilinde,
iflte o cinsten bir kitap bu. (Sosyalist milletvekilimiz Ufuk Uras, bir televizyon program›nda ezber bozaca¤›z derken yeni ezberlerin esiri olma
tehlikesinden söz etti.) Gene kitaba dönersek, Mehmet Ali Aybar baflkanl›¤›nda 1965 seçimlerine kat›labilen T‹P’nin büyük bir baflar›yla 15
milletvekilini meclise sokmas› sonucu, CHP sosyalist hareketin önünü
kesmek için ortan›n solu politikas›n› gündeme getirmiflti. ‹flte bu nedenle ‹dris Küçükömer kitab›nda ortan›n solu kavram›na karfl› düflünsel bir
tart›flma ortam› yaratmak istemiflti. Görüflleri yeteri kadar tart›fl›lamad›,
hatta unutturuldu. Bu kitab›n yeniden yay›mlanmas›yla tart›fl›lmas› geciktirilen ortan›n solu kavram›n›n gerçekten anlafl›lmas›n› dileyelim. Köfle yazarlar›n›n bu konuyu suland›rmalar›ndan kurtaral›m. Böylece sol
veya sosyal demokrat bir parti olman›n evrensel ilkesi emekten yana olmay› bir türlü beceremeyen CHP’nin günümüzde düfltü¤ü durumu daha iyi kavrayabiliriz. Ama liberal köfle yazarlar›n deste¤ini alarak, sola
daha yak›n bir parti oldu¤u söylenen AKP’nin asla böyle bir parti olmad›¤›n›, onlar›n f›rsatlar› iyi de¤erlendirip, halk›n s›k›nt›lar›ndan, zay›fl›klar›ndan yararlan›p oy toplad›klar›n›, uluslararas› sermaye ve buradaki
yerli iflbirlikçilerinden büyük destek ald›klar›n› unutmayal›m.
‹dris Küçükömer’in ayn› yay›mevinden alt› kitab› ç›kt›. Bunlar›n
okunmas›nda da büyük yarar var.
‹dris Küçükömer düflüncelerinin tart›fl›lmas› bak›m›ndan pek flansl› olmad›¤› gibi kimi dostlar› bak›m›ndan da flans›z. Biri ajan ç›km›fl, öbü135
rü tele-vole programlar›n› and›ran ekonomi programlar›n›n sunucusu olmufl. Ama baz› dostluklar› da vazgeçilmez bir flekilde onun ölümüne kadar (1987) sürmüfl.
Ona en yak›n kiflilerden biri Giresun’dan arkadafl› Fethi Naci. Her
ikisi de yoksul ailelerin çocuklar›. ‹ktisat fakültesini bitiriyorlar. ‹dris
Küçükömer ‹ktisat fakültesinde bütün engellemeler karfl›n profesörlü¤e
kadar yükselen önemli bir ayd›n›m›z. Fethi Naci ise solculuktan akademik kadroya giremiyor. O elefltirileriyle gündemde kalm›fl, gündem oluflturmufl bir yazar.
‹kisinin ortak bir dostu daha var. Nuri Akay. Maarif matbaas›nda
uzun y›llar ressaml›k yapm›fl. Bir ara Güzel Sanatlar Akademisi’ne girmifl. O y›l Akademi yan›nca okula devam etmekten vazgeçmifl.1960’l›
y›llara kadar resim yapm›fl. Kendi anlat›m›na göre soyut resim yayg›nlaflmaya bafllay›nca resim yapmaktan vazgeçmifl. 1964’te emekli olunca Fethi Naci’nin o s›ralar kurdu¤u Gerçek Yay›nevinde çal›flmaya bafllam›fl.
Bu arada bal›kç›l›k önemli u¤rafl›s› olmufl. O y›llarda Edip Cansever ona
“Bal›kç›” ad›n› uygun görmüfl. Bundan böyle Nuri Akay dostlar› aras›nda Bal›kç› Nuri olarak an›lmaya bafllam›fl. Fethi Naci ile, ‹dris Küçükömer’in Büyükada’daki evinin yap›m› için destek vermifller. Bu deste¤i içkiyle birlikte yürüttükleri için evin tamamlanmas› biraz uzun sürmüfl.
1927’li Bal›kç› Nuri. ‹stanbul Aksaray’da do¤mufl. Orta ö¤renimini
t›pk› Ayd›n Boysan gibi Pertevniyal Lisesinde yapm›fl. Aralar›nda yafl fark› dolay›s›yla birlikte okumam›fllar ama hocalar›n›n büyük bir k›sm›n›n
ayn› oldu¤unu söylerler birbirlerine. Edebiyat ve sanat dünyam›zdan çok
arkadafl› olmufl. Turgut Uyar, Tomris Uyar, Melih Cevdet Anday, Edip
Cansever, Cemal Süreyya, Selahattin Hilav, Attila Tokatl› kaybetti¤i arkadafllar›.Cevat Çapan, Ayd›n Boysan, Mücap Ofluo¤lu, H›fz› Topuz, Sait
Maden, Kemal Bekir, Deniz Kavukçuo¤lu, Arif Keskiner, onun bugün
yak›n›nda olan edebiyatç›lardan baz›lar›.
Her gün Bostanc› sahilinde en az 10 kilometre yol yürümesiyle ünlü. Beyo¤lu’na ç›kt›¤› günlerde deniz üzerinde yürüyebilse Bo¤az’› da yaya geçecek.
***
Birçok yazar›m›z›n yak›n›nda bulunmufl baflka bir sessiz de ‹brahim
Yolyapan. Bal›kç› Nuri’den bir yafl büyük. Banka emeklisi. Orhan Veli’nin k›z kardefliyle evli. Orhan Veli erken öldü¤ü için onu hiç tan›mam›fl. Ama Sabahattin Eyübo¤lu, Melih Cevdet Anday, fiadi Çal›k, Ercüment Behzat Lav ve Bal›kç› Nuri’nin edebiyatç› dostlar› onun da yak›n›
olmufl.
136
‹brahim Yolyapan ve Bal›kç› Nuri, Mavi Yolculuk an›lar›n› anlatm›fllard› bir gün.
Sabahattin Eyübo¤lu, Melih Cevdet Anday, fiadi Çal›k, ‹brahim Yolyapan, efller ve çocuklar Hürriyet teknesiyle Kekova taraflar›na gitmifller.
E¤lenceli bir geziymifl. Sabahattin Eyübo¤lu’nun ne kadar sab›rl›, ne kadar insanc›l oldu¤unu; karmafl›k konular› sadelefltirip anlatmas›n›, karfl›s›ndaki kiflilerin düflüncelerine sayg› göstermesini unutamad›¤›n› söylüyor ‹brahim Yolyapan.
Bu geziden bir çok an›s› var. Günlük iflleri nöbetlefle yaparlarm›fl.
‹brahim Yolyapan hem iflini yapar hem de dalgas›n› geçti¤i için ekipte
ona “Dalgac›” derlermifl. Çekiflmeli tavla partileri ünlüymüfl. Melih Cevdet ile tak›m halinde tavla oynad›klar› bir gün, ‹. Yolyapan’›n tavla partisini kazanmas› mucizelere kald›¤› anda, Melih Cevdet ‘Bitti art›k, b›rak’
deyince, ‹. Yolyapan daha önce att›¤› zarlar›n hepsi yalan, bunun sahi oldu¤unu söyleyerek düflefl atm›fl. Oyunu sadece bu zarla alabiliyormufl. Bu
flans büyük bir sevinçle karfl›lanm›fl. Sabahattin Eyübo¤lu Mavi Yolculu¤a çocuklar›n gelmesine karfl›ym›fl. Nedeni büyükler çocuklar›yla çok
fazla hafl›r neflir olacaklar›ndan gezi boyunca hiçbir fleyin fark›na varamayacaklar›n› düflünürmüfl. Zaman zaman olan anlaflmazl›klar sonucu
ortaya ç›kan gerginlikler sabah olunca birbirlerine sar›l›p hemen unutulur, bar›fl›k bir ortam yarat›l›rm›fl. ‹. Yolyapan efli Fürüzan Yolyapan için
de her türlü flarta uyan bir kiflidir yarg›s›nda bulunuyor. Orhan Veli’yi tan›yanlar›n, onun bu özelli¤ini a¤abeyinden alm›fl oldu¤unu düflündüklerini söylüyor.
Bal›kç› Nuri’nin Mavi Yolculu¤u Fethi Naci ile. Necati Deliorman,
Ayd›n Emeç ve isimlerini hat›rlayamad›¤› bir grupla ç›km›fl. 25-30 y›l önce ç›k›lan bu yolculuklara iki kere gitmifl. Yak›n y›llarda yine böyle bir
yolculu¤a kat›lm›fl ama önceki y›llar›n tad›n› bulamam›fl. Denize ç›kt›klar› Çökertmeli ‹braham’›n külüstür bir teknesiymifl. Onlar›nki hiç tekneden ç›kmadan sadece içki tüketilen cinsten bir yolculukmufl.
***
Ziya fiav, Mülkiye Mektebini (Ankara Siyasal) bitirmifl. Bal›kç› Nuri’nin ve ‹brahim Yolyapan’n›n yak›n dostu. Ayr›ca onlar›n tan›d›¤› edebiyatç›larla da birlikteli¤i var. ‹kisinden de yaflça büyük 1921’li. 60’l› y›llar›n sonlar›nda Halikarnas Bal›kç›s›, Sabahattin Eyübo¤lu, Cevat Çapan, Azra Erhat’›n bulundu¤u Macera teknesiyle ç›k›lan Mavi Yolculuk’ta da bulunmufl. Babas› Saffet fiav Lozan bar›fl görüflmelerinde giden
heyette yazman olarak görev alm›fl
Bal›kç› Nuri ve ‹brahim Yolyapan’›n Orhan Veli’yi tan›mamalar›na
karfl›n, Ziya fiav Orhan Veli’nin çok yak›n arkadafl›.
137
Semih Poroy 2005 y›l› Aral›k ay›nda Orhan Veli’yi anma ve onun yak›n arkadafl› Mücap Ofluo¤lu’nun do¤um günü dolay›s›yla Beyo¤lu’nda
Sayg› Ya¤murdereli’nin Akflam Sefas› meyhanesinde bir gece düzenlemiflti. Ziya fiav da oradayd›. Orhan Veli ile ilgili bir çok an›s› var. Bunlar›n bir k›sm›n› anlatt› o gece:
ON KASIM ÇELENG‹
‘10 Kas›m günü içiciler için felaket bir gün. Hiçbir yerde içki bulunmazd›. O güne akli bir flekilde yaklafl›l›rd›. Herkes içkisini biriktirirdi, 10
Kas›m’da bunlar› hep bir araya koyal›m da do¤ru dürüst içelim diye. Orhan kalk›yor, Fahir ile birlikte iki kiflilik masa kuruyor. Kimseyi davet etmiyor. Akflama kadar içiyorlar. ‹çkinin sonunda sonunda Nahit Han›m’a
gitmeye karar veriyorlar.’
Nahit Han›m Orhan’›n sevgilisiydi. fiimdi ço¤unuz onlar› tan›m›yorsunuz. Ama çok tatl› insanlard›.
Kalk›p Yeniflehir’e gidiyorlar. Nahit Han›m Yeniflehir’de bulvar
üzerinde bir binan›n üst kat›nda oturuyor. Nahit Han›m’a giderken
‘Yahu böyle mi gidece¤iz? Bir fley alal›m, bir çiçek bulal›m bir yerden,’
diyorlar. O vakit günlerden 10 Kas›m. Atatürk heykelinin yan›ndan
geçerlerken, orada bir çok çelengin oldu¤unu görüyorlar. Orhan, ‘fiu
çelenklerden birini alal›m,’ diyor. ‹kisi çelengi yükleniyor ve ta tepeye
kadar Nahit Han›m›n evine tafl›yorlar, Orhan’›n bafl› çelengin içinde,
Nahit Han›m çelengi ve Orhan’› bu flekilde görünce k›yameti kopar›yor.
Çabuk götürün bunu diyor. Bunun üzerine, Orhan ve Fahir çelengi al›p
tekrar yerine götürürlerken bir bekçi karfl›lar›na ç›k›yor. ‘Nedir bu?’ diye
sorunca; Orhan, ‘Biz Sümerbank’tan geliyoruz, çelengi geç getirdik,’
diyor.
ORHAN VEL‹’N‹N GÖMLEKLER‹
“Orhan’›n Ankara zamanlar›. Benim çantam rehin kalm›flt› otelde.
Para bulursam çantam› almaya gidece¤im. Orhan ‘Ne var çantada?’ diye
sordu. ‘Valla gömlekler var ama sat›lmaz ki’ dedim. Biz sat›c›l›kta çok
kuvvetliyiz. Orhan da biliyor bu ifli. Ben Mülkiye’de okurken yapard›m.
Hergele Meydan›nda sat›l›rd› bunlar. Ticarette de baflar›l›yd›m. Senden
üçe al›p; dörde, befle satard›m. Ve Orhan ‘Gömlek niye sat›lmas›n ki?’
deyince, kalkt›k gittik Hergele Meydan›na. Orada karfl›m›za dedikodu hikâyeleri yazan Ayfle Abla ç›kt›. Ayfle Abla, Orhan Veli’nin o s›rada göm138
lek satt›¤›n› ö¤renmek için kolunu bile verirdi. Bundan daha büyük bir
dedikodu olmaz o dönem için Ankara’da. Ayfle Abla, ‘Merhaba, nas›ls›n?’
dedi. Orhan fazla umursamad›. Biz indik afla¤›ya. Elimizde valizi gören
sat›c›lar Orhan’› tan›yorlard›. Biri, ‘Ne var abi bunun içinde?’ diye sordu. Orhan gömlek falan var deyince, sat›c› valizi ald› ve içinden bir gömle¤i ç›kar›p, ‘Orhan Veli’nin gömlekleri bunlar, bilmem kaç kurufl’ diye
ba¤›rmaya bafllad›.”
ORHAN’IN ÖLÜM HABER‹
“Lambo, Orhan’la sürekli içti¤imiz yer. Gene bir akflam içtik. Sonra keyifle eve geldim. Daha önce babamla darg›n ayr›lm›flt›k. Bakt›m babam yak›n arkadafl› Faruk Naf›z Çaml›bel’le bezik oynuyor. Babam biraz
bozuk. ‘Merhaba hocam. Bu gün Orhan’la oturduk. Kusura bakmay›n biraz içkiliyim’ dedim. Babam bana hiç bakm›yor. ‘Orhan, Yahya Kemal ile
ilgili olarak bana bir fley anlatt›’ dedim: Yahya Kemal, Orhan’a, ‘Sorma
bir Mevlevi dergah›nda dört gün kald›m. Dört gün sonra bunald›m. Ç›k›p
tabiat› görmek istedim. Bakt›m, gökyüzü aç›k, kufllar c›v›ld›yor. Bin
âlem. Oh dedim. Bak Orhan, sen de, ben de ayr› fliirler yaz›yoruz. Ama
ikimiz de flair milletinizdeniz, Faruk Nafiz gibi de¤iliz!’
Babama anlat›yorum. A¤z›mdan ç›kanlar› farkedince çok kötü oldum. Babam bana valiz alm›fl Avrupa’ya gidiyorum diye. Donduk kald›k öylece. Kimseden ses ç›km›yor. ‹çimdeki en büyük ac›lardan biridir. Bavulu ald›m. Toparland›m, allaha›smarlad›k demeden odadan ayr›ld›m.
Daha sonraki aylarda art›k Brüksel’deydim. Bir gün sar› bir zarf geldi. Bakt›m babam›n yaz›s›. Açt›m, Orhan’›n bütün fliirleri ve yan›nda babam›n bir notu. ‘Bafl›n sa¤ olsun o¤lum’ diye yazm›fl. Orhan’›n öldü¤ünü
böyle ö¤rendim.”
SATILIK CEKET
“Orhan’la ilgili baflka bir an›: ‹flsiz güçsüz, yat›yorum, kalk›yorum.
Ana-baba sektörü. Askere gitmeye karar verdim. Ankara’ya gittim. Bir
Hilal Palas vard›. Oraya yerlefltim. Son kalan saçlar›m› taray›p d›flar› ç›kt›m. Mubin (Orhon) ile Orhan’› buldum. ‘Aaa! Nereden ç›kt›n, ne yap›yorsun diye?’ diye sordular. Askerlik için orada oldu¤umu söyledim. Her
zamanki gibi para yoktu. ‘Gel evvela senin ceketi satal›m’ dediler. Ben sevinçten uçuyorum. Onlar› bulmuflum, askere gidiyorum. Ceketi ç›kar›p
139
verdim. Ben gömlekleyim. Üstümde trençkot. Görüntüm tuhaf. Bana bak›p, ‘Ulan herife bak leblebici gibi’ deyip gülüyorlar. Keyifle gittik. Ceketi sat›p o geceyi içerek geçirdik. Ertesi gün ald›lar beni yedek subay okuluna götürdüler. Bana, ‘Ziya, camdan bak; Orhan, Mubin diye ça¤›r cam›n alt›na gelelim. Asker k›yafetini al›nca camdan pantolon, gömlek ve
trençkotu atars›n,’ diyorlar. Onlar da sat›l›k. Askeri elbiselerimi ald›m.
Sivillerimi camdan att›m. ‘Hadi eyvallah,’ dedim. Orhan böyle tatl› bir
adamd›.”
ORHAN’IN SARIYER YOLCULU⁄U
“Bir baflka an›m da flu: Orhan’la bir gün Taksim’de karfl›laflt›k. Ben
Merkez Bankas› s›nav›n› kazanm›fl›m. S›nav sonucunda Avrupa’ya yolluyorlar beni. Orhan, ‘Ah bin liram olsa!’ dedi. Bin lira çok büyük para.
O gün bin lira, flimdiki yeni paran›n 20-30 bin liras›. ‘Senle gelirdim’
dedi. Bende ona üzülmemesini ve bir iki kadeh bir fley içmeyi önerdim.
Lambo’da içerdik. Yetiflebilirsek son otobüs saat 24’te kalkard›
Orhan, Sar›yer’e gece yar›lar› son otobüsle giderdi. Ben do¤du¤um yer
Emirgan’da iniyorum, Orhan devam ediyordu. Halk otobüsüydü. Ik›flt›k›fl öyle binerdik.
O yolu yayan da gitti¤imiz olurdu. Orhan yayan gitti¤i bir gece
çeflmeden su dolduran bir sucuyla karfl›lafl›yor. ‘Bir dakika dur da biraz
su alay›m’ iste¤inde bulununca, sucu Orhan’a, ‘Çok erkencisin arkadafl,’ diyor. Orhan’da ona, ‘Hay›r eve gitmekte geç kald›¤›n›’ söyler.”
Edebiyatç›lar›n yak›n dostlar›, onlar›n an›lar›yla dolu bu üç eski arkadafl, edebiyat çevresinde bu kadar yak›n olmalar›na karfl›n hiçbir zaman yaz› yazma duygusunda olmam›fllar. Bir çok fleye tan›kl›k etmifller.
Onlar, Nâz›m Hikmet, Ahmet Hamdi Tanp›nar’la bafllayan; Sait Faik, Orhan Veli, Melih Cevdet Anday, Turgut Uyar, Edip Cansever, Yaflar Kemal
gibi yazarlarla süren ça¤dafl edebiyat ortam›n›n, do¤al üyeleri. Edebiyat›m›zda ayd›nlanma ve yükseliflin yak›n tan›klar›. Nice edebiyat dergisi yay›mland›, kapand›. Ama her üçü de dostluklar›n› bu güne dek sürdüren
ve bunu çevreleriyle paylaflmay› becerebilen üç sahici, bilge insan… Onlar› tan›yanlardan olmak ne güzel...
140
TAR‹HTE B‹R GÜN IX
Aliflan Çapan
Sizin hiç abiniz öldü mü bilmiyorum. Benim Yetkin abim öldü, kör
oldum.
Uzun zamand›r yoktum. Aray› kapatma telafl›yla hayata nereden sald›raca¤›m›z konusundaki karars›zl›¤›m›z›n aras›nda bir yerlerde bir sahile s›k›flm›fl, Mehmet’le içiyoruz. “O¤lum” diyor, “sen yokken Yetkin abi
girdi hayat›m›za, harika bir adam, sen de çok seveceksin, bir an önce tan›flman›z laz›m, ‹stanbul’a dönünce evine gidelim.” “Olur abi gideriz”
diyorum, rak›n›n yan›ndaki pörsümüfl havuçlardan birini a¤z›ma atarak.
S›cak bir yaz akflam› iskelede çocuklarla buluflup yola koyuluyoruz.
Demiryolu köprüsünün alt›ndan k›vr›l›p, köfledeki bakkaldan bir büyük
al›p kap›ya dayan›yoruz. Yetkin abi bizi gülerek karfl›lay›p, bahçeye oturtuyor. “‹flte abi” diyor çocuklar, “sana bahsetti¤imiz Cevat hocan›n o¤lu
Aliflan bu.” Yetkin abi beni flöyle bir tepeden t›rna¤a süzüyor, “Yaz›k Cevat hocaya” diyor. K›z›ltopraktaki apartman›n bahçesi kahkahalar›m›zla
ç›nl›yor. Yetkin abilerin bahçesi o yaz boyunca kültür kollar› faaliyetlerinin hararetli bir flekilde konufluldu¤u, planland›¤› bir vahaya dönüflüyor.
Gençlik heyecan›yla yetiflkin akl› nas›l kaynafl›r, ilk defa o bahçede tan›k
oluyoruz. Kah Yetkin abi çocuklafl›yor kah biz büyümüfl de küçülmüfl
otoriteler olarak ahkam kesiyoruz. Ezbere benimsedi¤imiz birlikte çal›flma, yard›mlaflma, dayan›flma, bir iflin en do¤rusunu yapmak için k›yas›ya tart›flma, yeri geldi¤inde geri ad›m atma gibi kavramlar›n hayattaki
gerçek ve saf hallerini ilk ve belki de son defa orada görüyoruz. Yine de
o gecelerden akl›mda, güzelim pirinç salatas›n›n ben daha elimi bile süremeden Mehmet’in kafl›¤›nda eriyip gidifli, içip içip Yetkin abinin direktifiyle Fikret K›l›zok’un kap›s›na dayan›fl›m›z, ama en çok da Yetkin abinin yüzünü buruflturarak Kayhan’›n rak› içemeyiflini taklit etmesi gibi
sululuklar kalm›fl.
Sonra? Sonras› ›fl›k h›z›yla geçen, flimdi kendimi zorlasam da hepsini hat›rlayamayaca¤›m y›¤›nla olay ve insanla dolu bir buçuk y›l, k›sa ve
ac›l›. Okulun bafllamas›yla birlikte Yetkin abiyle kar›s› ‹nci abla Bo¤azkesen’deki büroya tafl›n›yorlar. Alt kat komflusu Terzi Mehmet’in tabelas›n› her gördü¤ümde akl›ma Mehmet Terzi’nin önde götürdü¤ü maratonlar geliyor. Art›k her gün büroday›z. Kültür kollar›n›n y›l boyunca yürütecekleri çal›flmalar, y›l sonundaki kültür flenli¤i saatler süren sohbetlerimizin demirbafllar›. Büro kesmeyince solu¤u Cumhuriyet’te al›yoruz.
141
Meyhaneye terfi edince kültür flenli¤i falan kesmiyor, Galatasaray’dan
içinde yaflad›¤›m›z topluma, Türkiye’ye, hayata evriliyor sevinçlerimiz,
kayg›lar›m›z.
Çok geçmeden Yetkin abinin yak›n arkadafllar›yla da tan›fl›yoruz.
Önce avukat Ceyhan Alp beliriyor büronun kap›s›nda. Yetkin abi ne kadar yaramazsa, Ceyhan abi o kadar ciddi. Birilerine sinirlenince, “Bunlardan bir bok olmaz, ev eflyas› bunlar, ev eflyas›!” diye söyleniyor. Ceyhan abinin ciddiyetini Deli Ferdi abinin sululu¤u dengeliyor. Bu üçlü Galatasaray Spor Kulübü’nde o zamana kadar bütçeyi ibra etmeyen yegane
muhalifler olarak tarihteki seçkin yerlerini al›yorlar. “Bu kadar borçlanman›n sonu iyi de¤il” diye bas bas ba¤›r›yorlar ama her zamanki gibi çapulcu tayfas› seslerini bast›r›yor. Bir gün okulun koridorlar›nda ans›z›n
Yetkin abinin yan›nda beliriveren Deli Ferdi abi foto¤raf merakl›s›. Çok
geçmeden okula bir agrandizör hediye ediyor. Biz de Hasan Deniz’le
eflek ölüsü kadar a¤›r aleti yüklenip karanl›k oday› kuruyoruz. Tabii Hasan’›n güç bela s›¤d›¤›, ad› karanl›k kendi ayd›nl›k oday› birer tek rak›yla kutsamay› da unutmuyoruz.
Yaz yaklaflt›kça, ifller yo¤unlafl›yor. fienli¤in bin türlü ayr›nt›s›n› hep
beraber planlay›p hayata geçiriyoruz. Bu haz›rl›k döneminin kendisi bir
flenlik zaten. Sungu afiflleri yap›yor, Ali Platin davetiyelerin bas›lmas›na
yard›mc› oluyor, müdürümüz Y›ld›zhan abi gölge etmiyor, vak›f söylene
söylene ödemeleri yap›yor, çocuklar›n hepsi deli gibi çal›fl›yor, sonunda
on numara bir flenlik oluyor. Tam bu y›l› da kotard›k derken, önümüzdeki y›llarda yapaca¤›m›z hamleler üzerine kafa patlatmaya bafll›yor Yetkin
abi. Zaten ne zaman terzi Mehmet’in dükkân›n›n üst kat›na ç›ksak kenarda haz›r tuttu¤u projeleri var. Üzerinde saatlerce tart›flt›¤›m›z, gerçeklefltirmek için sa¤a sola yüzlerce telefon eti¤imiz her küçük etkinlik daha büyük bir halkaya ba¤lan›yor. Asl›nda Galatasaray da, flenlik de bahane. Mühim olan insanl›k ve biz de birlikte geçirdi¤imiz her dakika Yetkin abinin bünyesinden f›flk›ran bu insanl›ktan pay›m›za düfleni al›yoruz. Keza ertesi y›l düzenledi¤imiz fliir yar›flmas›n›n kokteylinde çekime
gelen TRTciler de nasibini al›yor bu insanl›ktan, o zamanlar Ay› Sinan
abinin iflletti¤i Jazz Bar’daki Brezilyal› dansç› k›zlar da.
O yaz Yetkin abilerin bürosunun hemen afla¤›s›ndaki Dar Film’de
çal›fl›yorum. ‹nsanl›¤›n› korumay› becerebilmifl yegane patron olan Ergun Melin’in Dar Film’i çal›fl›labilecek en medeni yer. fiirketin en üst kat›nda yemekhane var. Ö¤lenleri nefis yemekler ç›k›yor. Bir akflamüstü
Yetkin abiye u¤rad›¤›mda, “Abi, ö¤lenleyin flöyle yedik, böyle yedik” diye boflbo¤azl›k ediyorum. Beni dinledikten sonra, “Afiyet olsun eflek s›pas›, insan abisine de iki tabak kap›p getirmez mi, ben size böyle mi ö¤rettim?” diyerek gülüyor. Utan›yorum.
142
Ayn› akflamlardan birinde ‹nti ‹llimani konserine gitmeye niyetleniyoruz. ‹ki kiflilik davetiyemiz olmas›na karfl›n Mehmet, ‹nci abla, Yetkin
abi ve bendenizden oluflan mürettebat›m›z dört kiflilik. Mehmet böyle
durumlarda her zaman yapt›¤› gibi bunal›ma giriyor. Bense her zamanki
gibi rahat›m. “Bakar›z bir icab›na çocuklar” diyor Yetkin abi, “önce bir
iki kadeh parlatal›m da”. Yetkin abinin ‹nti ‹llimani konserine lacivert
tak›m elbiseyle gelmeye niyetlenmesine bir anlam veremeden kendimizi
Cemiyet’te buluyoruz. Kaflla göz aras›nda bir büyü¤ü bitirip Aç›khava’n›n kap›s›na dayand›¤›m›zda Yetkin abi, “Siz davetiyeyi al›n girin, biz
‹nci ablan›zla bafl›m›z›n çaresine bakar›z” diyerek kararl› bir ifadeyle kap›ya yöneliyor. Bir elinde ‹nci ablan›n eli, öbür elinde tespihi en ciddi
tavr›n› tak›narak, “‹yi akflamlar evlad›m, ben Anadolu yakas› Y›ld›r›m
Ekipler Amiri Yetkin Yörüko¤lu” diyor. Kap›daki yetkili flaflk›n ve ürkek
bir ifadeyle, “Buyrun Yetkin bey” diyor. Zafer sarhofllu¤unu paylaflmak
için arkama dönüyorum, Mehmet ortalarda yok, utanc›ndan çeflmenin
önündeki köftecilerin yan›na kaçm›fl olmal›. Konser Aç›khava’da seyretti¤im en iyi konserlerden biri, ‹nti ‹llimani döktürüyor. Y›llar sonra ilk
defa ayn› yere ad›m›m› at›p Mercedes Souza’y› dinlerken akl›ma ‹nti ‹llimani gecesi geliyor. O gecenin unutulmaz olmas›n›n ‹nti ‹llimani’den
çok Yetkin abiden kaynakland›¤›n›n fark›na var›yorum. Hay›r, Yetkin
abi zamans›z bir flekilde ölüp gitti¤i, birlikte yaflad›klar›m›z belleklerimizde kapanmaz bir yara gibi yer etti¤i için de¤il. Onunla geçirilen her
saniye kendili¤inden unutulmaz oldu¤u için.
K›z› Asl› kovboy çizmeleri almak istedi¤inde kendisini ac›mas›zca
püskürtmemiz, Vak›f’tan zaman›nda para ç›kmay›nca aram›zda ana avrat
sövüflümüz, bürodaki panoda as›l› duran anahtarl›¤›n üstündeki “Ça¤dafl
insan, örgütlü insand›r” slogan›n›n fiamar’›n bildirisine s›z›fl›, hep Yetkin abinin muziplikleri. Bu muzipliklere yorucu bir günün akflam›nda
radyodan yükselen ‹bo’nun sesine kendimizi y›rtarcas›na efllik ediflimiz
de ekleniyor. fiark› Kayahan’dan: “Seni versinler ellereee, beni vursunlaar/sana sevdan›n yollar›››, bana kurflunlaaaar.” Yetkin abinin bir eli
omuzumda, öbür elinde tespihi taklalar at›yor.
K›fl gelmifl çatm›fl. Çocuklarla ev tutmaya niyetlenmifliz. Ev sahibi
kefil istiyor. Bu dünyada bize kefil olabilecek tek kifli var. Ar›yoruz ama
bir türlü ulaflam›yoruz. Çok geçmeden Yetkin abinin kalp krizi geçirdi¤ini ve hastanede oldu¤unu ö¤reniyoruz. O anda aram›zda geçen bir konuflma geliyor akl›ma. “Yorgunum be abi!” diye serzeniflte bulunmufltum
bir gün. “Kaç yafl›ndas›n ulan sen?” demiflti bana. “On sekiz” deyivermifltim fütursuzca. “Bir daha a¤z›ndan yorgunum laf›n›n ç›kt›¤›n› duymayaca¤›m, utan utan!” demiflti. Utanm›flt›m. O gün bugündür, ne zaman a¤z›mdan yorgunum laf› ç›ksa, o an akl›ma gelir, utan›r›m. Me¤erse
143
biz bunlar› konuflurken as›l yorgun olan abimizin kalbiymifl de o aksayan
kalbine hepimizin sevgisini s›¤d›r›p hiçbir fley çakt›rm›yormufl.
Yetkin abi bir iki hafta hastanede tutunmaya çal›flt› çok sevdi¤i hayata, ama baflaramad›. Öldü¤ünde sadece 48 yafl›nda gencecik bir adamd›. Görünüflüne bak›l›rsa 68 yafl›ndayd›. Bu memleket efli benzeri olmayan her evlad›na yapt›¤›n› ona da yapm›fl, bafldöndürücü bir mücadeleyle, sevinçle, hüsranla geçen y›llar hesab›na çifter çifter yaz›lm›flt›.
Tren yolunun kenar›ndaki camiden kalkt› cenazesi. So¤uk, ›slak bir
ö¤leden sonrayd›. Bizimkilerin yan›nda Galatasaray’dan, Marmara Yelken’den çocuklar vard›. Zaman›nda grevlerini örgütledi¤i Singer iflçileri
de oralarda bir yerlerde olmal›yd›.
144

Benzer belgeler