İ… hakem - Hayatım Futbol

Transkript

İ… hakem - Hayatım Futbol
1
7OCAK2
01
4-SAYI
1
1
3
F
U
T
B
O
L
D
A
E
Ş
C
i
NS
E
L
L
i
K
Ha
l
i
l
İ
br
a
hi
m Di
nç
da
ğ
Thoma
sHi
t
z
l
s
pe
r
g
e
r
J
us
t
i
nFa
s
ha
nu
C
or
nyLi
t
t
ma
nn
Yayın Koordinatörü
İlker Yılmaz
Editörler
Emre Çelik
Rafet Baran Eryılmaz
Yazarlar
Kaan Koç
Oğuz Öztürk
Orhan Uluca
Futbolda Eşcinsellik
Vakti zamanında Almanya Milli Takımı’nın kaptanlığına kadar
yükselmiş Thomas Hitzlsperger, eşcinsel olduğunu açıklayarak
futbol dünyasında bu cesareti göstermeyi başaran nadir isimlerden
biri olmayı başardı. Kimileri bu cesaretinden ve ileride de bu
tip açıklamaların yapılmasını kolaylaştıracağını düşündüğü için
Hitzlsperger’in yanında yer aldı, kimileri açıklama için futbolu
bırakmayı beklediği için onu korkaklıkla suçladı. Lâkin Hitzlsperger’in
hikâyesi açıkça gösteriyor ki o da sizin bizim gibi her şeyden önce gibi
sıradan bir insan.
Hitzlsperger bu cesareti göstermeyi başarsa da her hikaye istenildiği
gibi gitmiyor. Tıpkı bunu Ada’da yapan ve ardından intihara
sürüklenen Justin Fashanu gibi... Ya da Türkiye gibi fazlasıyla
muhafazakâr bir ülkede eşcinselliğini açıklayan ve hakemlik
kariyerine veda etmek zorunda kalan Halil İbrahim Dinçdağ gibi...
Bu noktada da hikayelerden ders çıkarmak adına Almanya’da
eşcinsellere karşı bu algıyı kırmayı başaran eski bir kulüp başkanı
Corny Littmann’a kulak vermemek elde değil...
Ayrıca üç büyüklerin peşinden koşturduğu Tarık Çamdal; 1950 Dünya
Kupası Finali’nde attığı golle sadece stadı değil tüm Brezilya’yı
susturan Juan Alberto Schiaffino ve tıpkı Schiaffino gibi şaşalı
günlerin ardından unutulmaya yüz tutmuş bir demir perde efsanesi
Banik Ostrava da HayatımFutbol’un sayfalarındaki yerlerini aldılar.
Keyifli okumalar,
Emre Çelik
[email protected]
[email protected]
#113 BU SAYIDA
Duvara Karşı
Eşcinsel olduğunu açıklayarak yeni bir tartışma başlatan
Thomas Hitzlsperger’in hikâyesi
Justin Fashanu’nun Trajik Hikayesi
Herkes Hitzlsperger’in aldığı tepkileri almayabiliyor, hele 20 yıl önce...
Corny Littmann: Sorun Taraftar Değil
Almanya’nın ilk eşcinsel kulüp başkanı Corny Littmann’ın
yaşamı ve eşcinsellik üzerine düşünceleri
Erkeklik Ofsayta Düşünce
Halil İbrahim Dinçdağ’ın başından geçenler...
Eskişehirspor’un Jokeri Veysel Sarı
Demir Perde’nin Unutulmuş Efsaneleri
BANIK OSTRAVA
Unutulan Tanrı Juan Alberto Schiaffino
Röportaj
Orhan Uluca
HF113
Halil İbrahim Dinçdağ
‘‘BANA iŞiMi YAPTIRMADILAR’’
Halil İbrahim Dinçdağ’ın savaşı hukuksuzluk
üzerine başladı. 14 yıldır icra ettiği hakemlik
mesleğini 13 yıl daha sürdürme şansına sahip
olmasına rağmen elinden aldılar. Herhangi bir
hakemden cinsel tercihi dışında en ufak bir farkı
olmamasına rağmen 14 yıllık mesleğinden men
edildi ve süreç 12 yıldır yaptığı radyo yayıncılığını
da elinden alınıncaya kadar ilerledi. Tüm
bunlar sadece eşcinsel olduğu için gerçekleşti.
Ayrımcılığın kademe kademe nasıl yaşandığını
onun ağzından dinlerken hakem camiasına da
merceği yakınlaştırdık…
Orhan Uluca: En baştan başlayalım istersen.
Halil İbrahim Dinçdağ: Ben kendimi bildim bileli
futbol aşığıyım. 10 yıl futbol oynadım ve 1995
yılında hakemliğe başlayıp 14 yıl boyunca hakemlik
yaptım. Oldukça başarılı maçlar çıkarınca İl Hakem
Kurulu’nun listesine girdim ve ne hikmetse bir
gece önce “listeye eklendiniz” diye haber verenler
listede benim ismimi göremediler.
Neden?
Bakın dört yıl üst üste beni İl Hakem Kurulu
klasman teklif listesine ismimi yazdı. Dernek
sekreteri beni arayıp telefonla bana bunu bildirdi
ama her seferinde açıklanan listede ismimin
üzerinin çizildiğini gördüm. Yıllar sonra öğrendik
ki dönemin Merkez Hakem Kurulu Bölge
Sorumlusu Erdoğdu Diyadin, kurulu tehdit etmiş
“Halil İbrahim’i listeye yazarsanız hiç birisini
üst klasmana yazmam” şeklinde... Somut bir
nedenini ben de bilmiyorum. Bir defasında mesela
koşu sınavlarında 2700 koşmamız gerekiyordu
ve Erdoğan Kırıcı 10 metre eksik koştuğumu
söyleyerek almamıştı. Diğerinde bütün sınavları
başarıyla geçip İl Hakem Kurulu beni teklif
etmesine rağmen o dönem Merkez Hakem Kurulu
Bölge Sorumlusu olan Ali Aydın beni almadı. Tüm
bunların nedeni ne biliyor musun?
Büyük bir merakla dinliyorum sizi.
Torpil... Bu memlekette torpil olmadan üst düzey
hakem olmanız imkânsıza yakın bir ihtimal.
Torpil belki pek çok sektörde bazılarının işlerini
kolaylaştırır ama hakem camiası içerisinde torpil
olmadan yükselmeniz çok zor. Bakın şu isimlere...
Metin Tokat-Talat Tokat, Serdar Çakır-Cüneyt Çakır,
Muzaffer-Oğuz Sarvan, Mustafa-Ahmet Çakar,
Yaşar Filiz-Kürşad Filiz, Şahin Taşkınsoy-Burak
Taşkınsoy, Galip Bitigen-Abdulkadir Bitigen, Sadık
Deda-Cem Deda, Ahmet Akçay-Tufan Akçay,
Ergül-Harun Yücedağ, Onur Sorguç-Kadir Sorguç…
“Hakemlik saltanata dönüştürüldü!”
Tamam tamam yeter!
Daha bitmez Orhan. Hasan Ceylan-Hakan Ceylan…
Sürüyle. Hakem camiasının bir numaralı güdüsü
torpildir. Yani bu 70 milyonluk ülkede sadece
hakem yakınları mı hakemliğe karşı yetenekli
olmuşlar? Mümkün değil. İçerisine gir çok daha iyi
anlarsın.
Bak, Barış Şimşek benim eski arkadaşım. Maalesef
yeteneksiz bir hakem. Kasımpaşa maçının dışında
Antalya’da da kural hatası yapmıştı. Düdük
çaldıktan sonra atılan golü verdi vs. Ama nedir?
Babası eski Trabzonspor yöneticisi, Baro eski
başkanı. Hooop Süper Lig. Mete Kalkavan kaç lig
maçı yönetip FIFA Kokartı taktı? Önceden hakem
yetiştirilir, kokart takılırdı. Şimdi artık kokart
takılıp hakem yetiştiriliyor! Daha bunun işte Haluk
Ulusoycular X’çiler Y’ciler diye ayrılmışlığı var.
Yönetim bugün dahi bu şekildedir. X’çi, Y’ci. Senin
haberin yoktur, bir kesimin adamı olmuşsundur.
Kapı dışarı edilirsin, şunun adamı diye ama senin
tüm bu olup bitenlerden haberin dahi yoktur.
Bülent Demirlek, Vedat Yüksel ve Hakan
Sivriservi... Bu üç hakemin kariyerini tek bir anda
bitirdiler ve üçü de ailesine, çevresine ve herkese
‘nedeni’ hakkında tek kelime açıklama yapamıyor.
İnanın kendime yapılandan daha çok üzüldüm
bunlara. Bunların ikisi FIFA kokartı olan hakemler.
Bülent Demirlek en son yurt dışında maç
yönetmek için havaalanına gittiğinde biletlerinin
iptal edildiğini öğreniyor. FIFA’ya telefon açtığında
TFF’nin kendilerini şikâyet ettiğini söylüyor. Bu
nedir? Nasıl bir ilişki kuruyor TFF hakemleriyle?
İnsanlık namına araştırılması gerekir ama
hakemlerin bu futbol arenasında en büyük
handikabı taraftarının olmayışıdır. Bu yüzden baskı
yok ve herkes dilediğini dilediğince yapıyor, nasıl
olsa kimse hesap sormuyor.
Neden beni her defasında listeden çıkarttılar?
O kadar çok torpili olan vardı ki beki de bana hiç
sıra gelmedi. Çünkü bu memlekette hakemlik
babadan oğula geçen bir saltanat haline geldi!
Bu gerçeği bir kenarda tutarak belki de yeterli
değilim diye düşündüğünüz olmadı mı?
14 yıllık hakem geçmişimin her senesinin
gözlemci raporu bende belgeli olarak mevcut.
İsteyen herkese gösterebilirim. En düşük notum
o da sadece iki kez 8,5 oldu. Sıklıkla 9 ya da
9,5 ortalama ile yılları kapadım. Bakılabilecek
olan başka bir gösterge varsa onlar da çıkıp
açıklayabilirler ama bendeki raporlar belgeli ve
hepsi de evimde. Dört kez ismim o listelere yazıldı.
Sayısız kez bu camianın büyüklerinden zorlu
maçlar sonrası tebrik mesajları aldım. Trabzon’da
‘Avrupa’ya gidecek bu çocuk’ denildi. Sonuç?
Askerlik yapmayana hakemlik yok
Bu seninle beraber pek çok hakemin ortak
problemi. Sorun bunlarla sınırlı değildi sanırım.
Biliyorsun ki askerlik her insanın bu ülkede
yapmak zorunda olduğu bir görev. Ben eşcinsel
olduğuma dair rapor aldım. Askerlik kâğıdının
altında küçük bir şekilde “şu tarihlerde rapor
almıştır” diye bir not var. Başka bir ayrıntı yok.
İlk etapta kimse fark etmemiş olacak ki ben
bir süre daha hakemlik yapmaya devam ettim.
Sonra bana gelip askerliğini yapmadığın için MHK
iç talimatının 25. “Sağlık sorunları nedeniyle
askerlikten muaf olanlar hakemlik yapamaz
şeklinde” diyerek elimden lisansımı aldılar. Oysa
benim sorunum sağlık sorunu değildi. Dahası
sağlık sorunu olan zaten hakemlik yapamaz çünkü
her sene hakemler 5 doktordan heyet raporu alır
sağlıklı olduğunu belgelemek için. Dahiliyeciden
tut da her türlü organının iyi olduğu belgelemek
zorunda kalacağın her yere gidersin. Başka bir
sektörde olsa belki sağlık sorunu görünmez olabilir
ama hakemlik mesleğinde böyle bir durumun
yaşanmasının imkânı yok.
Peki bu tepkiye nasıl karşılık aldın?
Bugün de MHK üyesi olan Turgay Güdü’ye derdimi
anlattım. Öyle kaba ve yüzeysel bir bakış açısı var
ki... Bana şunu söylediler “Ya arkadaşım bu raporu
alan hakemlik yapamaz hepsi bu”
1993 UEFA Kupası finali Juventus-Dortmund
maçını kim yönetti biliyor musunuz?
Evet. Hollandalı eşcinsel hakem John
Blankenstein. Aynı zamanda Şampiyonlar Ligi’nin
ilk senelerinde Galatasaray’ın deplasmandaki
Spartak Moskova maçını da yönetmişti.
performansı arasında tek bir bağlantı nedir söyler
misin bana?
Erman Toroğlu maçlarda sizin duygusal düdük
çalacağınızı iddia etmişti?
Ben de onu ‘dışarıda gördüğü her kıza tecavüz mü
etmek istiyor’ diye cevaplamıştım. Kadınlar Dünya
Kupası Finali’ne düdük çalacak olsa muhtemelen
Erman Toroğlu güzele kıyağı çirkine kırmızıyı
basacaktı, o tamamen onun kendi karakterinden
yola çıkıp sonuca varmasıdır. Yani bugün pek çok
spor dalında erkekler kadınların performanslarını
değerlendiriyor, sorun yaşanıyor mu? Bu çok güzel
kadın, kesin hakem erkekse daha başka bakar
diye bir düşünce gelişiyor mu? Ayrımcılık işte bu
eşcinselliği olağanın dışında yorumlama biçimidir.
Bilgisizlik ve cehaletin kaçınılmaz sonucu.
Bizim ülkemizde böylesine yetenekli bir hakem
olsa “Askerliğini yapmadın, hakem olamazsın “
diyecekler bir bakıma öyle mi?
Size telefon geldi ve o raporu görüp askerlik
yapmadığın için hakemlik yapamazsın dediler.
Biraz öyle. Yani eşcinsellik ile hakemlik
Evet.
Neden rapor aldın diye sormadılar mı?
Hayır sormadılar. Bana telefonda Muhammed
Öncü “Askerliğini yapmamışsın, hakem olamazsın”
diyerek durumu bildirdikten sonra kurula gittim.
Onara sağlık sorunum olmadığını anlatmaya
çalıştım. Askerlik yapmayanların değil ‘sağlık
sorunu nedeniyle’ askerlik yapmayanların
hakemlik yapamayacağını söyledim. Gerçek buydu.
Akabinde birden fazla “Sağlık sorunu yoktur”
raporunu alıp onların önüne koymama rağmen
“Askerlik yapmayan hakemlik yapamaz” diyerek
bütün yasaları geçersiz kılıp, lisansımı elimden
aldılar. Bu karar sonrası Merkez Hakem Kurulu
Bölge Sorumlusu Turgay Güdü’yü arayıp “Özel
sorunlardan dolayı askerlik yapmadım” diyerek
gerçeği ilk ona anlatmak zorunda kaldım. Eşcinsel
olduğumu söyledim. Beni buna mecbur bıraktılar.
Doktorların reddettiği rapor
Nasıl bir tepki verdi?
Karar ne oldu peki?
Turgay Güdü yine de güvendiğim bir insandı.
İnsanlara değer verdiğini düşünüyordum ve
yapılan haksızlığı gidermesi için bunu söylemem
gerektiğini düşündüm. Ona güvendim, en büyük
hatam bu oldu belki de... Süreç ilerlediği zaman
“Halil İbrahim ile görüşen görev alamaz” diye
tehditler savurduğu bana iletildi. Nihayetinde
o gün bana kimseye söylemememi tembihledi,
telefonu kapattı.
Her yıl Mayıs ayında gelecek sezon için hakemler
atletik ve yazılı sınavdan geçer. Ben de 3 Mayıs’ta
sınava gittim. İl Hakem Kurulu’nda görevli Ayhan
Kılıç elinde bir kâğıtla beni yanına çağırdı. MHK’den
hakemlik yapamayacağıma dair gelen yazıyı
imzalamamı istedi benden... Yine 25. madde,
“Sağlık sorunları yüzünden askerlik yapamayanlar
hakemlik yapamaz” önüme konuldu. Delirdim,
çıldırdım. Öyle bir ısrarla hakemliğimi elimden
almaya gayret etmişler ki “Psikoseksüel bozukluk”
yazan raporu Trabzon’da 3 değişik doktora
göstermişler. Üçü de hakemlik yapmama engel
bir durum olmadığını söylemesine rağmen pes
etmemişler. Bunu bana sonradan İl Hakem
Kurulu’ndan arkadaşım anlattı.
Sonra ne oldu peki?
Sağlıklıyım, hakemlik yapmak benim yıllarca
verdiğim emek sonucu hakkım. İdmanlara
eğitimlere devam ettim, yapmam gereken her
şeyi yaptım ama bana maç vermiyorlardı. İl Hakem
Kurulu’ndan arkadaşlara sorunca “Bizim için sorun
yok, Muhammed Öncü izin vermiyor” dediler.
Akabinde Turgay Güdü aradı, kurulla konuştuğunu
söyledi ve bu olayı başka kimlerin bildiğini söyledi.
Ben de kendisine sizin dışınızda bir de Muhammed
Öncü biliyor dedim. “Kimseye bir şey söyleme”
deyip telefonu kapattı. Merkez Hakem Kurulu’na
durumu izah etmişler, kararı bekliyorlarmış.
Turgay Güdü’ye anlatmadın mı bu durumu?
Derdimi ona anlattım ama o sadece şunu söyledi
“Sağlık sorunu önemsiz, askerlik yapmayan
hakemlik yapamaz Halil İbrahim”. Üstelik Tahkim
Kurulu’na gideceğimi söyleyince “Tahkim’e
gidersen hakem arkadaşların, futbol federasyonu
yetkilileri, herkes durumu öğrenir. Boşver hakemlik
yapma, gözlemcilik yap” diye de tavsiye verdi.
Biliyor musunuz tahkim kuruluna itiraz için 300
lira gerekiyordu. Bunu taksite de bağlıyorlardı.
Kimse itiraz edemesin diye bunu peşin 1000 liraya
çıkardılar. Yeterince paranız yoksa eğer, haksızlığınız
karşısında itiraz etme hakkınız dahi yok!
Basına nasıl yansıdı peki?
O karar metninin üzerine Hakem İşleri
Müdürlüğü’ne ‘hakemlik haklarımın iadesi’
talebiyle var olan durumu anlatan bir dilekçe
yazdım. İçerisine hastane raporu ve İl Merkez
Hakem Kurulu’nun “hakemlik yapamaz” kararını
da iliştirdim. Bizzat Trabzon’a giderek antetli zarfa
koyduğum dilekçeyi elden teslim ettim. Kargoya
verildiğine gözlerimle de şahit oldum. Bundan iki
gün sonra radyoda çalışırken arkadaşım, Fanatik
gazetesinde çıkan habere bakmamı ve benimle
ilgili olup olmadığını sordu. Hiç unutmuyorum,
13 Mayıs’tı “Eşcinsel hakem düdüğünü istiyor”
yazılı Hakan Can imzalı bir haber. Haberde
ismim geçmiyordu ama ayrıntılarda herkesin
beni bulması çok da zor olmadı. Habertürk’ten
arkadaşlarım olan gazeteciler hemen bana ulaşıp
muhabbet ederken çaktırmadan fotoğrafımı çekip
kamera ile kayda da aldılar. Bu olaydan bir gün
sonra haber bütün ulusal medyada yer aldı.
Herkes öğrenince
Belki de en önemli nokta şu:
Bu haberler çıkasıya kadar eşcinsel olduğunu
ailen dahi bilmiyordu sanırım.
Fatih Altaylı ‘Trabzonlu eşcinsel hakem HİD’ diye
yazdığı andan itibaren artık saklanacak bir tarafı
yoktu. Günden güne çember daralıyordu ve en
sonunda Telegol’e çıkıp derdimi anlatmak zorunda
kaldım. Ailemin bütün üyeleri eşcinsel olduğumu
televizyondan öğrendiler. Kendimi bildim bileli
eşcinsel olduğumu bir şekilde ailemden nasıl
saklarım düşüncesiyle yaşadım. Hayatım
boyunca bu gerçek ile ailem arasında kaldım. Ve
nihayetinde mesleğimi haksız bir şekilde elimden
alanların karşısında güçlü olmak için Türkiye’ye
televizyondan açıkladığım sırada öğrendiler. En
çok zoruma giden bu oldu. Hangi hakla bunu bana
yaparlar?
Haberlerde kendini görünce ilk tepkin ne oldu?
Ben haberi görür görmez Türkiye Faal Futbol
Hakemleri ve Gözlemciler Derneği Genel Merkezi’ni
aradım. Merkezin genel sekreteri ve avukatı Murat
Söylemez ile görüştüm. Basın ordusu benim
peşimdeydi, ne yapacağımı da şaşırmıştım. Murat
Söylemez “Seni arayanları avukatım diyerek bana
gönder” dedi. Ben de öyle yaptım. Çok sonraları
“Avukatı sızdırmıştır” diyerek Murat Söylemez’e
iftira attılar ama zaten benim onunla olan ilişkim
haberlerin basına yansımasından sonra başladı.
14 Mayıs’ta ona vekalet verdim. Neredeyse bu
ülkede yayın yapan her kuruluş bir şekilde röportaj
yapmak için bana ulaşma çabası içerisindeydi.
Ailemi de rahatsız edecekler korkusuyla hakemlik
ile ilgili bir sorunu halletmek için İstanbul’a
gidiyorum diyerek cebimde 150 lira ile İstanbul’a
kaçtım. Arkadaşımda kaldım, o da taşınınca bir
gece sokakta yatmak zorunda kaldım.
Ayşe Arman’ın sizinle röportaj yapması bir hayli
ses getirdi. Ondan sonra TFF’nin tavrında bir
değişiklik oldu mu?
Ulusal medyada böyle ses getirince deyim
yerindeyse kıvırmaya başladılar. Özellikle Ayşe
Arman’ın röportajı büyük yankı uyandırdı. Tüm
bu olup bitenleri lütfen bir kez düşünün. Benim
hakemlik lisansımı kuralları hiçe sayarak elimden
aldılar. TFF’ye gönderilen dilekçe basına sızdırıldı
ve özel hayatım darmadağın oldu. Hakan Can
bunu bana söyledi ama mahkeme karşısında dile
getirmedi. İşsizim, 32 yıl boyunca içimde büyük
uğraşlar vererek sakladığım sırrımı ve hayatımı
değiştirecek olan gerçeği ulusal kanaldan herkesle
paylaşmak zorunda bırakılmışım...
Hali hazırda 45 yaşına kadar icra etme hakkım
olan hakemlik için bu olaylar sonrasında, üstelik
istediğim şehirde ve istediğim zaman yeniden
sınava almak istediklerini iyi niyet gösterisi olarak
bana sundular. İyi de bu zaten benim hakkım olan
bir şeydi. Üstelik burada başka sıkıntılar var. Sorun
sadece hakemlik lisansımı hukuksuz bir şekilde
elimden alması değil, profesyonel hakemliğe
atanmamın son senesini de bu şekilde gasp ettiler.
Vereceklerse geri o hakkı da bana versinler. Hali
hazırda elimden hukuksuz ve ayrımcılık güderek
aldıkları hakemlik lisansı için bana sınav hakkı
tanımaları tüm bu yaşadıklarımı bir anda yok
edecek midir?
Sınava girdin mi peki?
Bakın bu olaylar sonrası benim tüm psikolojimin
alt üst olduğu noktada sınava nasıl gireyim?
Üstelik nasıl bir sınavsa bana özel! Ben o halde
nasıl sınava gireyim? Size dürüst olacağım.
Benim tüm mücadelem işimi geri almak üzere
savaşmakla başladı. Sürecin sonunda geldiğim yer
çok başka olsa da hayatımı devam ettirmek için iş
sahibi olma mücadelesiydi bu. İtirazlar, dilekçeler,
yapılanlar.
Yalnız 32 yıl sonra eşcinsel Halil İbrahim olarak
bırakın yakın çevremi, hakemlikten atıldıktan
sonra başvurduğum birbirinden farklı 150 iş yerinde
tanınacak kadar yeniden var olma süreci kolay
değil. Aradan geçen onca zaman sonra elbette
bu süreci atlattıktan sonra kendinize, özünüze
her Allah’ın günü çevrenize yalan söylemeden
yaşamak çok daha iyi ama o günler... Tehditler
aldım. Ara ara bulduğum iş yerime gidemeyecek
durumda olduğum zamanlar oldu. Bir insanın
14 yıl emek verdiği işini elinden alacaksın, özel
hayatını basına bir şekilde servis edilmesine imkan
tanıyacaksın, hayatı tümden değişecek ve bu
gürültünün ortasında her şey doğru yapılmış olsa
zaten elimde olacak imkanı bana yeniden sınavla
vermek gibi ‘büyük bir iyilik’ yapacaksın.
Haziran ayında, bir kereye mahsus olmak üzere,
sınava girememiş ya da girip de başarısız olmuşlar
için bir sınav hakkı tanıdılar. Bu da sanırım benim
kendi savaşımın hakemlere olan faydası ama bana
değil. Benim zaten yasal olarak 45 yaşına kadar il
hakemliği yapma hakkım vardı. Ne ki bu? Sizlerin
hukuksuzluğu yüzünden ben kendi özel hayatımı
basın önünde ifşa etmek zorunda kaldım. 12 yıl
boyunca çalıştığım iş yerinden kovulduğumu
basın yoluyla öğrendim. İşsiz kaldığım süreçte
150’ye yakın iş başvurusu yaptım, hiç birisi kabul
edilmedi. Tüm bu yıkımların acısını, hali hazırda
var olan hakkımı bana sınavla yeniden vererek mi
kapatacaklar?
Sınava girmeyeceğim mi dedin peki?
Hayır, sınav filan istemiyorum. Ben MHK ile
avukatımla beraber katılacağım bir toplantı
talebinde bulundum. O zaman MHK başkanı Oğuz
Sarvan’dı. Gerçi bugün de gizli başkan yine Oğuz
Sarvan’dır bu başka. Kurul üyeleri tatilde diye geri
dönüş yaptılar ve ben de Oğuz Sarvan ile iki ismin
daha yeteceğini söylesem de geri dönüş olmadı bir
daha. Avukatımla gelmek istememe bozulmuşlar.
Bence daha çok her şeyi belgeli bir şekilde önlerine
koyacağımın korkusunu yaşadılar. Avukatımı
istedim çünkü en az bir kişinin olaylara şahitlik
yapmasını bekliyordum. Geri dönüş olmadı.
“TFF mahkemeyi de oyalıyor”
Dava açıldı. 10. duruşması geçen Aralık ayında
gerçekleşti. Son durum nedir?
TFF’nin avukatları geldi. Savunma şu: Biz, işte
eşcinsel olduğu için değil de yetersiz olduğu için
görev vermedik. Peki biz davayı niçin açtık? Hakem
olmama rağmen görev verilmediği için mi? Daha
ne için dava açıldığını bilmiyorlar ama kafalarındaki
ezber bu. Eşcinsellik değil de sorun yetersizlik.
Hakemlik lisansının hukuka aykırı bir şekilde iptal
edilmesi ve özel hayatın ihlalinden dolay maddi ve
manevi tazminat davası açtık. Hakem değilim ki
performansım konu edilsin. Daha TFF’nin davayı
niçin açtığımızdan bile haberi yok...
Benim dosyam bilirkişiye gönderildi. Bilirkişi
beni haklı, futbol federasyonunu haksız buldu.
“Hakemlik yapabilir, hiç bir sorunu yok” denildi.
Valilik İnsan Hakları Komisyonuna gittik. Orası da
beni haklı buldu ve Cumhuriyet Savcılığı’na TFF
hakkında suç duyurusunda bulundu. Hakim artık
tazminatı hesaplayacak ve son iki duruşmadır
TFF’den maç ücretlerini istiyor, her seferinde
başka bir şey gönderiyorlar. En son duruşmada
hakim neden şu maç ücretleri belgesini
göndermiyorsunuz diyor, avukatları “Ya işte
amatör maç ücretleri ortalama 50 liradır” diyor.
Yahu bunun belgesi yok mu resmi yazı gönderin
diyor. En son artık ‘TFF’den cevap gelmediği
takdirde sorumlular hakkında suç duyurusunda
bulunacağı’ kararını aldı. Aslında karar aşamasına
gelindi ve sonuç belli ama TFF uzattıkça
uzatmaya çalışıyor.
Geçtiğimiz günlerde yapılan hakem seminerinde
sizin üzerinizden Jaap Uilenberg’e soru
yönetildi?
Radikal’den bir arkadaş Uilenberg’e hür bir
şekilde şu soruyu sordu. “Eşcinsel olduğu için
Türkiye’de HİD’ye hakemlik yaptırılmaması
konusunda ne düşünüyorsunuz?” Peki tercüman
ne dedi? Türkiye’deki iç meselelerimize onu
karıştırmayalım. Yahu adama zaten 20 bin euro
aylık senin iç meselelerindeki sorunları çözsün
diye veriyorsun, sen üstelik tercüman olarak “İç
meselelere karıştırmayalım onu” diyorsun. Hiç
kusura bakmayın, böyle embesillik olur mu?
Gazeteci sormuş, tercüman araya giriyor. Sonra
Zekeriya Alp’e soruldu, “bize ulaşan bir şey
olmadı” diyor dalga geçercesine. Bakın hemen
herkes Zekeriya Alp’in ne kadar iyi bir insan
olduğunu dile getiriyor. Ben de diyorum ki: Bana
ne! Beceriksiz bir yöneticiyse iyi ya da kötü insan
olmasının ne değeri var? O konumda bulunmasını
sağlayan iyi ya da kötü bir insan olması mı? Türk
futbolunu yönetenlerin hiç birisi futbolcu değil,
hakem camiasının başındaki ise hakem değil.
Yapılan uygulamaların çoğundan Zekeriya Alp’ın
haberi yok ya da birileri açıklıyor, o da onay veriyor
ama neye onay verdiğinin farkında bile değil çünkü
bilmiyor.
Taraftar desteği!
Hakemlerin taraftarları yok dedik ama sizin
davanız söz konusu olduğunda inanılmaz bir
destek vardı.
Sakarya’nın Tatangalarından tutun da St.Pauli
taraftarlarının statlarında açtıkları pankartlara
kadar inanılmaz bir destek gördüğümü
söylemeliyim. Bayern Münih taraftarı bile
statlarında pankart asarak bana destek verdiler.
İstanbul Büyükşehir Belediyespor’un o meşhur
taraftar grubu Bozbaykuşlar pek çok kez destek
oldu. Hatta bir keresinde Beşiktaş maçında
“Onun düdüğü onun kararı” pankartını içeriye
polis sokmadı. Bunların hepsine ayrı ayrı teşekkür
ediyorum, çünkü o kaos içerisinde bunlar kelimenin
gerçek anlamıyla hayati öneme sahip oldular.
Beni yaşama, davama bağladılar çünkü zaman
içerisinde pes ettiğim ya da ilk açıkladığım zaman
oluşan kaos ortamında ölmek istediğimi çok iyi
hatırlıyorum. Aslında öldüm! Yeniden dirilecek
miydim tek mesele buydu. İşte bu duyarlı
insanların desteği ayağa kalkmamda fazlasıyla
yardımcı oldu.
Bu süreçte pek çok insan size yardım sözü verdi.
Kimler bu sözünün arkasında durdu?
Çok az insan. Yaptığım açıklamaların ardından
Sadettin Saran beni arayıp cesaretimden dolayı
kutlamıştı. Akabinde bana iş konusunda yardımda
bulundu ve Radyospor’da 8 ay süreyle çalışma
imkânına sahip oldum. 8 ayın sonunda radyonun
genel yayın yönetmeni “Size edebileceğimiz
yardım bu kadar” dedi ve Pazar sabahları yaptığım
hakem günlüğü programını yayından kaldırdılar.
Yine de sağolsun.
Sinan Enginler, Ahmet Çakarlar, “Bu çocuğa
elimden gelen yardımı yapacağım” diyerek
konuştular ama sadece konuşmakla kaldılar.
Telegol’den ilginç gelecek belki ama Serhat
Ulueren’in bugüne kadar hep sıcak bir tavrı oldu.
Arada mesajlaşırız, birbirimizin bayramını kutlarız.
Diğerlerinden daha sahici ve sıcak yaklaşımı
olduğunu söyleyebilirim. Bunun dışında Melda
Onur meclisten çok iyi bir destek sağladı. Beraber
basın açıklaması yaptık. Bağış Erten, Efendi Lig’de
tekrardan hakemlik yapmama olanak verdi. Üstelik
ufak tefek harçlık da kazanıyorduk. Gazoz Ligi de
aynı şekilde çağırdı ama çakıştığı için onlara sadece
Çarşamba günleri hakemlik yapabildim. Bu iki ligin
hakemlik mesleğimi bana yeniden hatırlatmasına
olanak vermesi çok önemliydi. Manevi olarak Atilla
Türker benim hep yanımda oldu. Mustafa Çulcu,
Selçuk Dereli, Muhittin Boşat, Orhan Erdemir...
Bunların desteğini her zaman hissettim.
Şu an iş konusunda durumunuz nedir?
Zete.com sitesinde haftada iki köşe yazısı
yazıyorum. Nurcan Akad’ın büyük desteği oldu
sağolsun. Aynı şekilde Bağış Erten, Efendi
Ligi’nde maç yönetmemi sağladı. Harçlık niyetine
yardımları da oluyor. Yine de bu liglerin bana
yeniden hakem olma şansı tanıması, o heyecanı
yaşamak müthiş. Ama bazen tam o noktada da
insan şöyle bir düşünüyor, nereden nereye... Asla
ve asla bu güzel amatör ruhu küçümsemiyorum
ama yine de düşünmeden edemiyor insan.
Temelde bugün geldiğim nokta çok başka olsa
da aslında benim mücadelem, işimi haksız yere
kaybetmek nedeniyle başladı.
İnsanlar 800-1000 liraları küçümseyebilirler ama
ek işleri de katarsanız biz bu miktarın kıyısında
berisinde dolaşarak yaşamımızı yıllarca idame
ettirdik. Bugün bunca şeyden sonra bilmek
isteyenler olur diye tekrarlıyorum kazancım yine
aynı oranda devam ediyor. Radyodan kovuldum,
köşe yazarlığı yapıyorum. İl Hakemliği değil Efendi
ve Gazoz Ligi’nde çok küçük meblağlar karşılığı
hakemlik yapıyorum. Nihayetinde mesele hiç bir
suçum günahım olmadığı halde eşcinsel olduğum
için 14 yıllık emeğimin çöpe atılmasıydı. Yalnız
bugün her kim böyle bir sorun yaşarsa lütfen bana
gelsin. Karşılıksız her türlü yardımı sonuna kadar
yaparım. Yol yöntem bilmeyebilir, her şekilde
her türlü ayrımcılığa karşı sonuna kadar onların
yanında olurum.
Aileniz nasıl etkilendi bu süreçten?
Ben annemi bir daha göremeyeceğimi
düşündüğüm esnada annem de beni bir daha
göremeyeceğini düşünerek “Ne olur bizden kaçma,
gel oğlum” dedi açıklamalar sonrası. Bu beni çok
mutlu etti. Kız kardeşim bu süreçte çok önemli
rol oynadı. Eşcinselliği aileme anlattı. Ama zaten
annemin tepkisi inanılmazdı “Ya ne olursa olsun
bana ne ondan bundan. O benim oğlum.” Keza
halamın yaklaşımı da unutulmazdı. “Ne olmuş?
Hırsızlık mı yaptı yolsuzluk mu yaptı ne yaptı?”
Ağabeyim ile Babam başlarda biraz bu gerçeği
benden değil de televizyondan öğrenme
konusunda sorun yaşasa da zamanla onlar da
anlayışla karşılayıp destek oldular. 12 Mayıs
Anneler Günü’nde ben annemi kaybettim. Her
insanın annesi şüphesiz ki çocuğuna melek gelir
ama burada diğer bütün annelerden ayırıyorum
ben onu. Böyle bir acının ne tarifi olabilir ne de bir
ifadesi.
‘O tezahürat’ı duyunca...
Kitabınız var “Erkeklik Ofsayta Düşünce” isminde.
Burcu Karakaş ve Bawer Çakır ile birlikte hazırlandı.
Belki de eşcinsel bir insan bu ülkede neler hisseder,
neler yaşar ve beklentileri nelerdir gibi pek çok
soruya cevabı bu kitapta bulabilirsiniz.
Okudum ve özellikle askerlik kısmında
irkildiğimi söyleyebilirim.
Ben bu kitabı eşcinselliğin daha iyi bir şekilde
algılanabilmesi adına herkese öneriyorum. Aynı
şekilde bir belgesel hazırlanıyor. Ankara Sine
Set yapım şirketinden uzun metrajlı bir belgesel
yapmak istediklerini söylediler. Tamamen
amatör bir yapım olacak. Amaçları eşcinselliği
halka anlatmak. Kendi imkanlarıyla hiç bir
destek almadan bunu yapıyorlar ve artık bitirme
aşamasına geldiler. Hatta bu belgesel içerisinde
Serhat Ulueren’le de konuştular. Yüzünüze gülen
samimi insanlara fazla inanmayın. Kim duyarlı,
kim daha çok “insan” zamanla anlıyorsunuz.
Eşcinsel bir hakem olarak “İ… hakem”
tezahüratınıza tepkiniz nasıl oluyor?
Ben eşcinselim, “i…” değil. Seyircinin de i…likten
anladığı zaten entrika çevirmek. Bir gün maçta
seyirciler “i… hakem” diye tezahürata başladılar.
Devre arası olunca tribünlere gidip “bir saniye”
dedim. Herkes sustu. “Buyur hocam” dediler. “Hacı
hacıyı Mekke’de, hoca hocayı tekkede, ibne ibneyi
dakikada tanırmış. Beni tanıdığınız için sağolun”
dedim. Alkış kıyamet aldı başını gitti ama ikinci
yarı kimse o tezahüratı bir daha yapmadı.
Eşcinsellik bir seçim midir doğuştan gelen
zorunlu bir yönelim midir?
İnsan bana göre ya eşcinsel doğar ya da doğmaz.
Bir insan 25 yaşına kadar heteroseksüel bir
yaşam sürüp “Çok sıkıldım artık ben eşcinselliği
seçeyim” diyemez. Öyle olsa bizler uzunca bir
dönem bu kaos içerisinde yaşam sürmektense
heteroseksüelliği seçerdik. Sonradan seçmek diye
bir şey mümkün değildir. Siz hadi ben eşcinsel
olayım diyerek değişebilir misiniz? Belki bazıları
yıllar içerisinde bastırarak dışarıya daha sonra
çıkmasını sağlamış olabilir. Bu yüzden insanlığı
tehdit etmez, özenerek olunacak bir şey değildir
eşcinsellik. O şekilde yaratılırsın. Bu şekilde
dünyaya gelmiş olursun ve bu yaşamı sürersin.
İnanın bana biraz olsun başka türlü olma şansım
olsaydı en azından çocukluğumda, gençliğimde
onu gerçekleştirmek için sonuna kadar savaşırdım.
Zamanında bu savaşın içerisine girdim, kız arkadaş
edindim. Zorlasam da çok iyi bir dosttan öteye
gitmedi. Pek çokları maskelemek adına evleniyor
ama ben o noktaya geldiğimde karşımdaki insana
bu haksızlığı yapmak istemedim. Sonradan
olunacak ya da vazgeçilecek bir şey değil. Ama
bugün böyle olduğum için de asla utanmam,
sıkılmam. Öyle ki buna itiraz edersem beni bu
şekilde yaratmış insana da karşı çıkmış olurum
diye de düşünürüm.
“Dünyanın gerisindeyiz”
Çok iyi bir Müslümanım diyorsunuz ama bütün
ilahi dinler eşcinselliği bir bozulma, sapma, gayri
ahlaki bir tutum, tabii olanın dışına çıkma ve
günah olarak görür.
Abimle beraber kuran kurslarına giderdik. Orada
sürekli korku, dayak ve tehdit vardı. Sanırsın
cennet diye bir şey yok sadece cehenneme gidip
gitmeme meselesi. Zaten ağabeyim gitti, ben
bıraktım. O hafız olmasına rağmen eve şişlerle
geliyordu. Ailem ise beni namaza ya da duaya o
kadar güzel bir şekilde teşvik ediyordu ki. Şimdi
Kur’an kurslarına ve hocalara baksam dinden
çıkardım ama aileme baktım ve ben dini dar değil
dindar olma yolunu seçtim. Müslümanlar derken
kast edilen kitle genelde belirsizdir. Allah beni
böyle yarattıysa ben ne yapabilirim? Allah beni
böyle yarattıysa sizin isyanınız kime diyorum.
Dindarlardan zarar gelmez, dini darlar insanı
korkutuyor. Benim ağabeyim köyümüzün
imamı, kız kardeşim ise ilahiyat fakültesini
birincilikle bitirmiş insan. Benim düşüncelerim
çocukluğumda başladı. Bir çocuğun günahı
ne olabilir? Kim beni neyle suçlayabilir? Zorlu
süreçte en büyük desteği ben az önce bireylerini
tanımladığım ailemden gördüm. Hani yaratılanı
yaratandan ötürü seviyorlardı? En çok da beni
sinirlendiren eşcinselliğin daha doğru bir şekilde
toplumda algılatılması adına çaba verildiği vakit
“özendirmeyin” oluyor. Böyle bir şey mümkün mü?
Durduk yere “Hadi ben eşcinsel olayım” diye bir şey
söz konusu olabilir mi? Ama bu korku eşcinselliği
toplumun dışına iterek tabu haline getirip sapkınlık
olarak görülmesine yol açıyor. Bu insanların
yaşamlarını zorlaştırıyor. Böyle doğan ve bu yaşamı
sürmek zorunda kalan insanlar var. Bunu toplum
olarak mesele edinmek zorundayız. Sizin de
yarın doğacak çocuğunuzun başına gelmeden bu
duyarlılığa sahip olmanız gerekiyor.
Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma
Aliye Kavaf’ın “Ben eşcinselliğin biyolojik bir
bozukluk, bir hastalık olduğuna inanıyorum.
Tedavi edilmesi gereken bir şey bence” sözleri
büyük tartışma yaratmıştı. Ne düşünürsünüz?
Modern toplumu ne kadar geriden takip
ettiğimizin bir göstergesi olsa gerek. 17 Mayıs
1990’da Dünya Sağlık Örgütü (WHO) eşcinselliği
hastalık kategorisinden çıkarttı. Yogyakarta
ilkelerinin 18. maddesi de kişinin cinsel yöneliminin
tedavi edilemeyeceğini vurgular. Aradan geçmiş
23 sene ama bakan açıklamaları bu düzeyde. Ne
diyebilirim ki? Dünya var oldukça bu yönelime
sahip insanlar yaşamlarını sürdürecek. Bir devletin
görevi azınlığa tekabül eden bu insanların
yaşamlarını normalize etmesidir. Benim dava
sürecimde de iddia edildiği gibi “Pozitif ayrımcılık”
değil istenilen. Diğerleri gibi bir yaşam sürmek,
hepsi budur. Heteroseksüel hakem ile eşcinsel
hakem arasındaki farkı cinsel seçimi belirlemesin.
Çok teşekkürler.
Orhan Uluca
Futbol Kültürü
HF113
ERKEKLiK
OFSAYTA DÜŞÜNCE
Halil İbrahim Dinçdağ’ın hikayesi Burcu Karakaş ve Bawer Çakır’ın da yardımlarıyla
kitaplaştırıldı. Türkiye’de eşcinsel olmanın nasıl bir şey olduğunu anlatan oldukça
iyi bir iş çıkarılmış. Çocukluğundan başlayan ve dava sürecine kadar yaşanılan her
ayrıntı burada var. Önemle üzerinde durulması gereken ise belki de eşcinsel olduğu
için rapor almak zorunda kaldığı zaman yaşadıkları olsa gerek.
Halil İbrahim Dinçdağ, Sivas’taki birliğine teslim
olur olmaz eşcinsel olduğunu söyleyerek rapor
almak için hastaneye gidiyor. Bölüğündeki
doktor oldukça sıcak yaklaşıp destek olsa da
komutanlarından hastane başhekimine kadar
herkesle çatışmak zorunda kalıyor. Doktoru
eşcinsel olduğuna inansa da rapor alması için
başhekim emri ile GATA’ya sevk ediliyor. Orası
komutanın dolduracağını kıta anket formunu
istiyor, bölük ise “Burada kalmadı ki ne formu.”
diyerek bir oraya bir buraya savuruyor. Nihayetinde
tüm bu olup bitenleri Genelkurmay Başkanlığı’na
şikayet ediyor ve süreci aslında daha da kötü
etkiliyor. Sivas’taki bölüğü hava değişimi vererek
onu GATA’ya sevk etse de o komutanın onu tanıyıp
kıta anket formunu vermesi için yeniden bölüğüne
dönmeye zorunlu kalıyor. O çok korktuğu koğuştan
kaçtıkça GATA onu buraya yönlendiriyor. Gerisini
kitaptan alıntı yaparak devam edelim. Nihayetinde
unutulmasın ki aşağıda çekilen bütün psikolojik
baskı ve zulümlerin tek nedeni cinsel tercihinin
farklı olması.
Israrla istenen kıta anket formu neden bu kadar
önemliydi?
Bölük komutanının senin hakkında neler
düşündüğünü bilmek istiyorlar. Askeriyede kalıp
kalmaman sakıncalı mı değil mi diye anlamak için
o formu talep ediyorlardı. Malum, erkek askerde
komutanın kölesi! Yat, kalk, otur… Artık o ne
isterse, onu yapacaksınız. Afyon’da bir arkadaşım
anlatmıştı. Bir çocuk askerlik yapmamak için
“Ben eşcinselim” demiş komutanına. Komutanı
da çocuğu hastaneye göndermiş. Hastaneden
“Eşcinsel değildir” raporu verilince bölükteki
askerler bununla dalga geçmeye başlamış. Ailesine
haber vermişler, “Oğlunuz askerlik yapmamak için
eşcinsel olduğunu iddia etti” diye. Ailesi de çocuğa
bir daha memleketine dönmemesini tembihlemiş.
Birliğinde komutanları da dâhil olmak üzere tüm
askerler dalga geçmiş çocukla. Psikolojik ve cinsel
baskı uygulamışlar. Çocuk dayanamayıp intihar
etmiş. Ama kimse bunun nedenini araştırmamış
bile. Olayın üstü öylece kapatılmış. ‘Eğitim zayiatı’
denilmiş.
Askerlik sürecine dönersek, Sivas’taki birliğine
döndüğünde günlerin nasıl geçiyordu?
Beni bir çavuşla iki onbaşıya zimmetlediler. Başıma
bir şey gelmesin diye! Eğitimlere değil ama
içtimalara katılıyordum. Bölükte toplam beş gün
kaldım. Son gün hasta oldum, ateşim çıkmıştı,
gözlerimi açamıyordum. Nöbetçi çavuş oyaladı
bir süre. Sonra hastaneye gittik. Tesadüf üzerine
benim doktorum o gece nöbetçiydi. “Eğitim mi
yaptırıyorsunuz” diye kızdı yanımdaki askerlere.
Ertesi sabah hastaneye yatışımı yapacağını
söyledi. Sabah oldu, gittik. On gün Sivas Askeri
Hastanesi’nde kaldım. Doktorum rapor vermeden
göndermeyeceğini söylüyordu. Bölükten nihayet
kıta anket formu geldi. Komutan “Askerlik
yapabilir” yazmış
Neye göre askerlik yapabileceğini yazmış?
Görünüşüme göre karar vermiş herhalde. Ama
doktor bana inanıyordu. Komutanı çağırdı
ve üçümüz konuşmaya başladık. Cinsel ilişki
esnasında çekilmiş fotoğraf istendiğini duyduğum
zaman, fotomontaj yöntemiyle birkaç fotoğraf
hazırlamıştım. Düşün, bu derece iğrençlikler
yaptım. Doktor, komutanı eşcinsel olduğuma
ikna etmeye çalışıyordu. Öyle ki ikna etmek için
bahsettiğim fotoğrafları bile gösterdi. Doktor
fotomontaj olduğunu biliyordu, komutansa bakıp
“Tamam” dedi.
Komutan, fotoğrafların fotomontaj olduğunu
anlamadı mı?
Hayır, anlamadı. Zaten göz ucuyla baktı sadece
ve “Tamam” dedi. Böylece kıta anket formunu
değiştirdi. Erlerini sevmeyen biriydi. Baktıktan
sonra fotoğrafları yırtıp attık. Sonunda formu
değiştirerek “Askerlik yapması sakıncalıdır”
yazdı. Ardından, doktorlar tarafından muayene
edileceğim haberi geldi. Sebep, cinsel ilişkiye girip
girmediğimi tespit etmekti.
Komutan, formu doldurduktan sonra,
muayeneye neden gerek duydular?
Başhekim istemiş. Doktoruma, “Ne yapacaklar?”
diye sorduğumda, parmakla muayene edeceklerini
söyledi. Gevşek mi sıkı mı buna bakacaklarmış..
Doktor da bir şey diyemiyor, başhekim istemiş
çünkü. Askerlikten kurtulacaksın diye her şeyi
yapıyorsun. Öyle ki doktoruma “Rapor vermenize
yardımcı olacaksa bir asker getirin, sevişeyim” bile
dedim. O derece yani..
Doktor muayenesi nasıl oldu?
Beni bir odaya aldılar. Odada iki doktor vardı.
Sırayla teker teker “muayene” ettiler. Duyuyorum
ben bunları tabii.. Nasıl bir aşağılanmışlık, nasıl
bir utanç duygusu.. Anlatmam mümkün değil.
Hastaneyi yakasım geldi o an. “Odana dön”
dediler, döndüm. “Sinirden ağlıyordum. Doktorum
sakinleştirici verdi. Raporun onaylanması için
heyete çıkacaktım. Ancak sonra ne olduysa
doktorum heyete çıkamayacağımı söyledi. “En
iyisi seni Ankara’ya göndereyim, burası işi yokuşa
sürüyor” dedi.
Neden heyete çıkamayacağına dair açıklama
yapıldı mı?
Hayır, açıklama olmadı. Sonrasında ben tekrar
Ankara GATA’ya sevk edildim. Kıta anket formu
ve doktorumun yazmış olduğu bir yazıyla beraber
Ankara GATA’ya gönderildim. Trenle Sivas’tan
Ankara’ya gittim. Psikiyatri bölümüne adımımı
attığımda “Aa geldi” dediklerini duydum.
Mağduriyetimi Genelkurmay’a şikâyet ettiğim için
Ankara GATA’daki doktorlar tarafından psikolojik
baskılara maruz kaldım. Genelkurmay’a yaptığım
şikâyet sonucunda hakkımda soruşturma açılmış.
Tepkileri de ondanmış.
GATA’da işi uzattıkça uzatıyorlar ve yeniden
Sivas’taki bölüğe bir bahane uydurup göndermek
istedikleri vakit araya giren Albay’ın emri ile
Psikiyatri kliniğine yatırılıyor
Yatırıldığın servisi, biraz daha anlatabilir misin?
İçeride otuz kadar hasta vardı. Çoğu askerlik
yaparken akli dengesini yitirenler… Bahsettiğim
yer, Ankara GATA’da polikliniklerin bulunduğu katın
iki kat altındaydı. Pencereler, demir parmaklıklıydı.
Dışarı çıkmak zaten yasaktı. Her an saldırabilecek
hastalar vardı. Görevliler, bazılarının kapılarını
kilitliyorlardı. Gündüz, yatakhaneye giremiyorsun,
kilitliyorlar. Salona benzer bir yer var orada
oturacaksın. Gezersen de orada gezeceksin.
Yatıp uyumak istesen yatakhaneye giriş kapalı.
Askersin çünkü. Asker muamelesi yapıyorlar
hala. Belli bir saatte ışıkları kapatmak, sabah altı
oldu mu uyanmak zorundasın. Askeri düzen aynı
şekilde devam ediyor. Odalar iki kişilikti. Hepsi
aynı koridordaydı. İlk gece yataklarımız hazır değil
diye o salon gibi yerde koltuklarda yattık. “Ben
neredeyim, niye buradayım” diye yine ağlıyordum.
Tımarhane yani, resmen tımarhaneydi! Zulüm
etmek başka şey değil! Ben bir süre eşcinsel bir
arkadaşla aynı odayı paylaştım, sonra tek kaldım.
Koğuştakilerle sohbetlerin oluyor muydu?
Oradan bir an önce kurtulmak istiyordum.
O yüzden arada sırada konuşuyordum ama
kimseyle uzun uzun sohbetlere girmiyordum.
Çoğu askerlikten kurtulmak istiyordu. Aralarında
biri vardı, parmaklarını koparmıştı askerlik
yapmamak için. O kişi daha sonra GATA’dan firar
etti. Nöbetçileri kandırmıştı. Bir başkası vardı,
aşırı derecede hastaydı. Şizofrendi sanırım.
Günde onlarca hap içiyordu. Bazı geceler kapılara
vuruyordu. Bazen odasının kapısını kilitliyorlardı.
Bir gün benden sigara istemişti. Olmadığını
söyleyince, beni tokatlamaya kalkışmıştı. Geceleri
odamızın kapısının arkasına kimseler içeri girmesin
diye elbise dolabı ve masa koyuyorduk. Bir başkası
bir gece benimle ilişki yaşamak istedi.
Benden başka o serviste eşcinsel olduğu için
yatan iki kişi daha vardı. Onlarla sabahlara
kadar ağladığımız oluyordu. Sinirlerimiz iyice
bozulmuştu. Birkaç gün daha kalsaydık,
çıldıracaktık neredeyse. Resmen psikolojik baskı ve
işkence gördük.
Orhan Uluca
Profil
HF113
DUVARA
KARŞI
Almanya’da ilk defa milli olmuş yıldız bir futbolcu olan Thomas Hitzlsperger futbolu
bıraktıktan dört ay sonra eşcinsel olduğunu açıklayarak yeni bir tartışma başlattı.
Bavyera’nın köylerinden Forstinning’de yedi
kardeşin en küçüğü olarak 5 Nisan 1982 yılında
dünyaya geldi Thomas Hitzlsperger. Böylesine
büyük bir aile olmasının futbolcu olmasında
“Kardeşlerimden ve ailemden çaldığım boş vakitler
olmasaydı bu düzeyde futbolcu olmam mümkün
değildi.” diyerek payını yadsımayacaktı yıllar sonra
Zeit Gazetesi’nde makale yazmaya başladığı
vakit... Çocukluğunda antrenman, maç ve çiftlik
evi arasında mekik dokuyan yetenekli oyuncu
kardeşlerin hepsinin işi olduğu vakit evin arkasında
tek başına duvara karşı şut çekerek tüm zamanını
futbola vermekten kaçınmıyordu. O kadar çok şut
çekme talimi yapıyordu ki o duvarın rengini boydan
boya değiştirecek ölçüde hırpaladığını anlatıyordu
yıllar sonra. Belki de ‘raket’ gibi şut çekmesinin
temeli kardeşlerinin dahi yetişemediği tutkusuna
eşlik eden duvarla karşılıklı futbol oynadığı
bu dönemlerde atılmıştı, kim bilir... Çok küçük
yaşta başta futbola olan düşkünlüğü ile beraber
diğerlerinden ayrıldığı her noktada duvar onun
tutkularını giderecek ve bir süre sonra da dertlerini
dinleyecekti. Ne antrenman ne maç trafiği
ne de kardeşleri onun futbol oynama isteğine
yetebiliyordu. Bu dünyada yaşadığı farklılıkları
duvara karşı yalnız başına şutlarla, konuşarak ya da
sadece onu izleyerek içinde eritti.
Bayern Münih altyapısına seçilir
Nihayetinde köydeki çiftlik evinden Bayern
Münih’in altyapısına doğru yolculuk kaçınılmaz
olur. Zira savaşçı yapısı bir yana şut tekniği herkesi
büyüler. Metalik mavi Passat ile babası onu
haftada üç kez Bayern Münih antrenmanına taşır.
Almanya U17 Milli Takımı’yla 2000 yılında oynanan
Dünya Kupası sonrası ise Avustralyalı bir menajer
“Aston Villa’da deneme antrenmanına katılmak
ister misiniz?” diyerek kartını bırakır. Bayern Münih
altyapısında milli olan oyunculara başka bakılırdı
ve geleceğin Bayern kadrosuna ismini yazdırmış
olarak görülürdü. Lakin diğer Bayernlilerin aksine
takımıyla sözleşmesi uzatılmayan Thomas
Hitzlsperger bu teklife sıcak bakar. O dönemde
artık haftada 6 kez Bayern Münih altyapısında
antrenmana çıkar ama bunun karşılığında ayda
sadece 400 avro cep harçlığı kazanabilir. Kalsaydı
muhtemelen o da yaşıtları Lahm, Schweinsteiger
gibi oyuncularla beraber A takımına çıkacaktı ama
yaşam onu burada başka bir yola getirdi. O dönem
var olan ilk ve muhtemelen tek olarak kalacak
kız arkadaşı ve yakınındaki birkaç dostu hariç
ailesine bile haber vermeden bir haftalık deneme
antrenmanları için Birmingham’ın yolunu tuttu.
Münih’ten Birmingham’a yolculuk
Thomas Hitzlsperger’i ve diğer çocukları ilk gün
amatör takım hocası beton sahaya götürdü.
Burada oyuncular duvara karşı şut çalışacaktı!
Elbette gün sonunda hocası ona ‘Herman the
German’ diyerek ‘raket’ gibi şutları olduğundan
dem vurup övgüyle bahsedecekti. Bir gün
sonra Aston Villa şut tekniğinden etkilendiği
bu genç oyuncunun önüne sözleşmeyi koydu.
Tekrardan Münih’e dönen genç yetenek durumu
Bayern Münih Menajeri Uli Hoeness’e anlatınca
Bavyera ekibinin efsanesi sinirden babasına
patlayacaktı.”Böylesine orta sınıf bir takıma
gideceksin. Real Madrid ya da Manchester United
olsa neyse... Sen Bayernlisin, burada kalmalısın.”
dese de 2000 yılında Hitzlsperger tasını tarağını
toplayıp Birmingham’a doğru yola çıkar önüne
konulan sözleşmeyi imzalamak için. Bayern
Münih’in belki çok kısa bir geç kalmışlığını Aston
Villa’nın Avustralyalı scoutu iyi değerlendirmişti.
Babası “Bana da söylemedi ki.” diyerek özrünü
iletirken yetenekli genç oyuncu kendi kararını
kendisi vermiştir bile çoktan...
Yıldızı parlıyor
İngiltere’de her şey beklediğinden çok başka
gelişti. Profesyonel takımın yedek kulübesinde
dahi oturamıyor ve daha çok onların çoraplarını
yerden kaldırıyor, formalarını yerlerine
yerleştiriyordu. İlk yılında sadece bir kez Liverpool
karşısında oyuna sonradan girer. Amatör takımda
ise her hafta düzenli olarak sahadan yenik
ayrılırken şutlarına övgü düzen hocası ise soyunma
odasında terör estiriyordu, Thomas ise sadece
susuyordu. Buraya gelmek tek başına aldığı bir
karar olmakla beraber kendisine güveniyor ve
zamanın geleceğini düşünüyordu. Yeni bir ülke,
farklı şehir, bilmediği bir dil... Yıllar sonra kariyer
zirvesinin Stuttgart’a şampiyonluğu getiren o
müthiş gol mü diye sorduklarına “Hayır.” diyecektir,
“Birmingham’a gidip o genç yaşta oradan çıkış
yapmak, benim kariyer zirvemdir.” diyerek
şampiyonluğun da ötesine koyacağı bir başarı
hikâyesi başlar.
2002 yılında Aston Villa’da yaşanılan teknik
direktör değişikliği sonrası yedek kulübesine
kadar yükseldi. Bir Manchester United maçında
63’üncü dakikada oyuna girerek etkili şutlarından
bir kısmını taraftara ve teknik adama gösterince
diğer maçta ilk 11 oynama şansını elde etti. Öyle
oynadı ki maçın da adamı oldu ve yükseliş bu
şekilde başlamış oldu. Thomas artık çorapları
toplamıyordu. Taraftarlar ne zaman top onun
ayağına gelse ‘şut şut şut’ diyerek oyuncuya özel
tezahüratlar dahi yapmaya başlamıştı.
Almanya’ya dönüş
Beş yıl boyunca Aston Villa forması altında
taraftarın sevgilisi, kadronun as oyuncusu olup
milli takıma seçilmeyi de başardı. Artık soru
sıklıkla “Bayern’e geri dönecek misin?” olurken,
o kimsenin beklemediği bir şekilde Stuttgart’a
transfer olarak Bundesliga’ya geçiş yaptı.
Kaptanlığa kadar yükselen Thomas Hitzlsperger,
2007 yılında Armin Veh yönetimi altında şampiyon
olarak zirveye çıktı. Beş yıllık Stuttgart macerası
içerisinde her şeyi yaşadı. 2006’da Dünya Kupası
heyecanı yaşadı 2008’de ise Avrupa Şampiyonası
Finali...
Yıllar önce Danimarka’da milli takım kaptanı olarak
sahaya çıktığı gün başlayan ağır sakatlıklar peşini
bir daha bırakmadı. Kısa sürede Lazio, West
Ham United, Wolfsburg ve Everton takımlarında
boy göstererek sürekli yer değiştirmek zorunda
kalması futbol oynama tutkusunu elinden aldı.
Futbol için oldukça erken bir yaş olan 31 yaşında
emekliliğini açıkladı. 4 ay sonra ise Almanya’nın
eşcinselliğini açıklayan milli olmuş ilk yıldız
futbolcusu olarak yeni bir tartışmanın gündemine
oturdu.
Hitzlsperger’in mesajı
Eşcinsel bir futbolcunun biyografisi bu
şekildedir. Diğer herhangi bir futbolcudan farkı
yok. Eşcinselliğin Thomas Hitzlsperger’e göre
toplumda ‘yanlış’ olan algısı ona naif bir içerik
kazandırmaktır. Maço sporu olarak algılanan
futbol ile eşcinsel bir insan arasında zıtlık
olmadığını göstermektir. Alman oyuncu futbolun
sert bir oyun olduğunu altını çizerken bu arenada
eşcinsellerin de diğerlerinden farklı olmadığının
altını çiziyor. Eşcinsel olan genç oyuncuların
futbolun toplun algısındaki o sert imajının
korkutmaması gerektiğinin altını çiziyor. Rekabetin
yarattığı bu zeminde oluşan sert ortamdan
eşcinsellerin de diğerleri gibi nasiplendiğini
ya da biçimlendirildiğini anlatıyor. Temelde
cinsel yönelim farklılığından dolayı herhangi bir
ayrımcılığa uğramamış olsa da toplumda var olan
eşcinsel tipolojisinin yanlışlığına karşı kendisini
ortaya koymaktan çekinmiyor. “İ… gibi vurmasa”
şeklinde zayıf bir şut sonrası isyan cümlesindeki
eşcinsel ayrıntıyı raket gibi şutlarıyla yok ediyor.
Onu Almanya içerisinde tanıyan futbolculardan
başkanlara ve medya mensuplarına kadar herkes
bilir ki en şaşalı döneminde dahi göz önünde
olmaktan hoşnut olmaz. Bu nedenle reklam
ya da başka bir unsurdan ziyade ortaya “Ben
eşcinselim.” diyerek yaptığı çıkışı toplumda
yeniden bir tartışmanın başlamasını hedefini
güder. Eşcinsel ile heteroseksüel futbolcuların ne
biyografisinde ne de saha içi karakterinde büyük
farklılıklar bulunmadığını topluma göstermek ister.
Bu açıklamanın etkisinin ne olacağını kestirmek
güç olsa da “İ.. gibi vurmasana.” yaklaşımını
şimdiden çöpe attığını rahatlıkla söyleyebiliriz zira
onun şutları betonarmelerin rengini değiştirecek
şiddetteydi.
Orhan Uluca
Profil
HF113
JUSTIN
FASHANU’NUN
TRAJİK HİKAYESİ
Her eşcinsel olduğunu açıklayan futbolcu Thomas Hitzlsperger gibi anlayışla
karşılanmayabiliyor. Onlardan biri de Justin Fashanu’dan başkası değil...
19 Şubat 1961’de Nijeryalı bir avukatın oğlu olarak
Londra’da doğdu. 2 Mayıs 1998’de bir garajın
içerisinde elektrik kablosuyla kendisini asmış bir
şekilde ölü bulundu. 37 yaşındaydı
O, İngiltere’de siyahi bir futbolcu olarak
bonservisine milyon barajını aştıran ilk futbolcu
olmayı başarmıştı. Her şey 1980 yılında
takımı Norwich City ile Liverpool’un maçının
televizyondan verilmesi ile başladı. Tüm ülke
onun attığı o muhteşem golü konuşuyordu ve
nihayetinde 1980 yılında BBC tarafından ‘Ylın
En Güzel Golü’ olarak ödüllendirilip biraz daha
gündeme taşınacaktı. O sezon Fashanu 22 gol
atsa da bu muhteşem vole dümeni farklı yöne
doğru kırdıran etkiyi sağlayacak ve her şey çok
başka olacaktı. Muhteşem golün yarattığı rüzgârın
yanı sıra oynadığı harika sezon ve attığı 22 gol
Brian Clough’un tarihin efsane takımlarından
Notthingham Forest fırtınasına milyon pound
barajını geçen ilk siyahi oyuncu olmasını
sağlayacak şekilde transfer ettirdi. Yeni geldiği
takımı Şampiyon Kulüpler Kupası Şampiyonluğu
unvanını koruyarak onu selamlamıştı. Yeni bir
yeteneğin yeşermesi için her şey hazırdı ama
beklenilen yıldız doğamadı.
Menajeri eşcinsel olduğunu öğrenir
Brian Clough yeni transfer ettiği genç yeteneğin
Nothingham’ın gay barlarında dolaştığı bilgisini
edinir. Eşcinsel olduğunu öğrendiği anda onu
takımdan uzaklaştırır. Öyle olur ki antrenmandan
da aforoz etmesine rağmen rezerve takımıyla
antrenmana çıkan oyuncusunu polis zoruyla
saha dışına attırır. Ona tüm takımın önünde
“Seni lanet i..! “ diye çıkışacak kadar cahildir bu
konularda. Yıllar sonra başarılarıyla efsane olmuş
teknik adam otobiyografisinde onun seksüel
hayatını sorguladığını yanlış bulmaz ama bunu
daha özel bir alanda yapmam gerekirdi diye de
günah çıkartır. Tüm bu kaosun ortasında oynadığı
32 karşılaşmada sadece 3 gol atabilmiştir.Artık
Fashanu için Notthingham serüveni sona ermiş
ve sürekli şehir, lig ve hatta ülke değiştireceği yeni
dönemi başlamıştır.
Fashanu’nun büyük hatası
1982’de Notthingham’dan ayrıldıktan sonra 16
farklı kulüpte daha oynar sonraki 15 yıl içerisinde.
Amerika ve Kanada’da futbolculuğun yanı sıra gay
bar işletmeciliğine de soyunur. 1983’de geçirdiği
ağır diz ameliyatı onu kariyerinin sonuna kadar
rahatsız eder. Kırılma anı ise bu 15 yılın tam
da ortasına tekabül eden 1990 yılıdır. The Sun,
oyuncuya eşcinsel olduğunu açıklaması için 80
bin pound önerir. Fashanu şöyle düşünür: Bu
olabilecek en rezil gazeteye açıklayıp konuştuktan
sonra söylenilecek olan her şey söylenir ve ben
de artık huzura kavuşurum. Büyük bir hatadır
bu. Fırtına kopmuştur artık. Onun üzerinden pek
çok futbolcu ‘eşcinsel’ olarak yargılanır. En yakın
arkadaşları onu terk eder. İngiltere’de hiç bir takım
onu transfer etmek istemez artık. Beyazlar bir
yana siyahlar da onu ‘hain’ olarak damgalar. Bizzat
ayrımcılığa maruz kalmış olup dışlanmanın nasıl
bir duygu olduğunu çok iyi bilen renktaşları dahi
ona karşı diğerlerinin yanında saf tutar.
Kardeşi daha fazlasını teklif eder
The Sun ona eşcinsel olduğunu açıklaması adına,
aynı anne-baba’dan olma İngiliz bir ailenin evlat
edindiği kardeşi John da eşcinsel olarak algılanma
riskine karşılık ona TheSun’un verdiği aynı para
olan 80 bin poundu açıklama yapmamasını
için teklif eder lakin Fashanu’yu ikna edemez.
Sürpriz olmayan sonuç ise “Benim eşcinsel bir
kardeşim olamaz.” diyerek belki de en büyük
darbeyi vuranlar arasına kardeşi de girer. Üç yıl
boyunca birinci lig takımlarında forma giyemez ve
tekrardan yüksek klasmana çıkmasını sağlayan
transferi ise taraftarlarının ırkçı yaklaşımlarıyla
nam salmış İskoç kulübü Heart of Midlothian
gerçekleştirir. Kulübün taraftarları yönetime
yazdığı mektupta şu satırlara yer verirler: Biz
paramızın Fashanu nedeniyle kapalı duş kabinleri
yapılsın diye ziyan olmasını istemiyoruz ... Tepkiler
artınca burada da fazla barınamaz.
Tacizle yargılanır
Her yerde gündemdedir. The People, oyuncunun
kendilerine gelip iki milletvekili ile ilişkisi yaşadığını
ve 300 bin pound karşılığı bu ilişkiyi açıklamayı
teklif ettiğini iddia eder. Kardeşi tüm bu süreç
içerisinde o kadar çok şey yazılıp çizildi ki artık
yalan ve doğru birbirlerinin içerisine geçmişti diye
özetler. Sonunda bu kaosun estirdiği rüzgâra
dayanamaz ve ABD’ye göç eder. Marryland’da
Ellicot City genç takımının başına geçer. Burada
17 yaşındaki bir çocuğa tecavüz ettiği gerekçesi
ile hakkında soruşturma açılır ve o da annesinin
kızlık soyadını kullanıp İngiltere’ye geri döner. Kısa
süre sonra bu haber ülkesinde biraz da abartılı bir
şekilde yankı uyandırır. Olay tecavüzden ziyade
taciz ile ilintilidir ve ikinci dereceden tecavüz
suçlaması ile yargılanmaktadır ve fakat delil
yetersizliği ile çoktan kapanmasına rağmen
‘aranıyor’ damgasını yer. Sokağa çıkamaz, evinde
saatlerce oturup şu mektubu yazar.
“Eğer bu notu okuyorsanız ben bu yaşamın
içerisinde değilim demektir.Eşcinselliğini açıklamış
bir şekilde yaşam sürmek çok zor. Ben o çocuğa
tecavüz etmedim. İkimiz de istedik ve beraber
olduk ve fakat sonrasında benden para istedi.
Vermeyince de ‘bekle sen o zaman’ diyerek çekip
gitti. Peki durum buysa neden kaçtım diyorsanız
eğer.. Eşcinsel kimliğimden dolayı adil bir şekilde
yargılanamayacağımı düşündüm ve siz de panik
halinde insanların nasıl hareket ettiğini az çok
bilirsiniz... Arkadaşlarıma ve aileme daha fazla
zarar vermemek için ölmeyi tercih ediyorum.”
...Ve 2 Mayıs 1998 yılında elektrik kabloları ile
kendisini asarak yaşamına son verir.
Orhan Uluca
Profil
HF113
CORNY LITTMANN:
SORUN TARAFTAR DEĞİL
Yedi yıl içerisinde St.Pauli’yi dipten zirveye çıkaran Almanya’nın ilk eşcinsel kulüp
başkanı Corny Littmann’ın yaşamı ve eşcinsellik üzerine düşünceleri okunmaya
değer.
1952 Münster doğumlu Corny Littmann, 70’li
yıllarda üniversitede okuduğu psikoloji bölümünü
yarıda bırakarak eşcinsel bir tiyatro grubuyla
tüm Almanya’yı dolaşır. Zirvede iken bırakır.
80’lerde ise Almanya’yı kasıp kavuran Schmidts
Mitternachtsshow (Schmidt’in gece yarısı şovu)
ile Almanya’daki popülerliğini artırır. Bu program
dolayısıyla çeşitli ödüller kazanır, müzikaller
yönetir, tiyatrolar kurar, barlar açar ve filmler çeker.
St.Pauli’nin bu tanınmış eşcinseli, kulübe bağlılığını
da şu sözlerle anlatır: St. Pauli’yi partnerimden
çok seviyorum. Onu aldattığım olmuştur ama
St. Pauli’yi asla.
St.Pauli’yi kurtaran eşcinsel başkan
25 Şubat 2003 tarihinde genel kurulun oylarıyla
25 yıldır tribünden desteklediği kulübe eşcinsel
tiyatro yöneticisi Corny Littmann başkan seçilir.
70’lerin sonunda başlayan homofobiye karşı savaşı
bugüne kadar sürdüren Corny Littmann’ın cinsel
kimliği yaklaşık 40 yıldır Almanya içerisinde bilinir.
Politikaya da atılmış ve eşcinseller için gerekli
reformların yapılması adına yıllarca savaşarak
mücadeleyi her alanda başarıyla gerçekleştirdiğini
söyleyebiliriz. St.Pauli’ye başkan olduğu vakit pek
çokları ‘kulübün yeni maskotu’ olarak görür ama
o inanılmazı başarır. Bild’in başkan olduğu gün
‘Tuntenprasident’ diyerek aşağılamaya çalıştığı
Littmannen, hafif tabirle mucizeyi gerçekleştirir.
Diplerde aldığı kulübü sayısız yaratıcı organizasyon
sonucu borç batağından düzlüğe çıkarıp iki
lig birden atlatarak borçsuz bir şekilde birinci
Bundesliga’ya getirerek 2010 yılında başkanlık
görevinden istifa eder. 7 yıllık sürecin eşcinsel
başkana taktığı sıfat açık ve nettir: Kurtarıcı.
2010 yılında bırakma sebebi ekonomik açıdan
güçlendirip stadın pek çok kısmını yenileyip birinci
Bundesliga’ya getirdikten sonra daha başka
geliştirecek bir ayrıntı bulamamasıdır. Uçlarda
yaşadığı için seveni kadar nefret edeni vardır ama
bir şey açık ve net olarak ortadadır: Almanya’da
hiçbir insan eşcinselliğini basın önünde Corny
Littmann rahatlığında yaşamamıştır. Bu tavır
bazen onu kibirli yapsa da dünyaya karşı eşcinsel
kimliğiyle alttan alacak ortam yoktur ona
göre. Almanya’da homofobiye karşı en büyük
mücadeleyi vermiş ve pek çok kez Nazi örgütlerinin
hedefi haline gelmiş olan Corny Littmann futbol
dünyasında eşcinsellerin yaşadığı problemleri de
dile getirerek bu konuda öncü olmuştur. Biz de bu
önemli şahsiyetin bu konudaki fikirlerine merceği
yaklaştırdık.
CORNY LITTMANN NE DÜŞÜNÜYOR?
“Kimliğinizi açıklamayın”
Hamburg’un içerisinde bir banliyö semti olan St.
Pauli her türlü marjinal karakterin yaşamasına
olanak veren dünya üzerindeki hoşgörüsü en
yüksek insan grubunu içerisinde barındırır.
Dolayısıyla burada eşcinsel başkan ya da futbolcu
olmak ile Almanya ya da başka bir ülke içerisinde
bu kimlikleri taşımanın farklılığının bilincindedir.
Bu yüzden aktif futbol hayatına devam eden
eşcinsellere “Kimliğinizi açıklamayın, yaşanacak
olanları kaldıramayabilirsiniz.” uyarısını yapmak
zorunda kalır. Ona göre sahada en fazla sarı kart
alanın, gay fıkralarına en çok gülenin eşcinsel olma
ihtimali diğerlerine göre daha fazladır zira yaşamı
boyunca kimliğini reddetmek zorunda kalan
insanların bu konulardaki reaksiyonu diğerlerinden
daha abartılı olacaktır.
“Eşcinseller günün her saati korkuyla
yaşıyor”
Almanya’da aktif futbol hayatını sürdüren
pek çok eşcinsel futbolcu tanıdığını söyleyen
eski St.Pauli başkanı bu insanların en ufak bir
ayrıntıda yakalanma korkusu yaşadığını belirtiyor.
Kendilerini günün her anı inkâr edip kimliğini
gizleme çabasıyla 24 saat geçirmek zorunda
kalmalarının büyük bir enerji kaybı yaşattığını dile
getiren Littmann nihayetinde diğerlerine göre
beş kat daha zorlu bir yaşam içerisinde futbol
oynadıklarının altını çiziyor. Thomas Hitzlsperger’in
ardından daha başka itirafların da geleceğini
düşünen Corny Littmann eski milli oyuncunun
kendisinden sonra gelenlerin işini kolaylaştırdığını
düşünüyor.
“Sorun taraftarlar değil”
Eşcinsel bir başkan olarak Rostock hariç gittiği
yerde rakip taraftarlardan saygı gördüğünü
belirten Corny Littmann, futbolcunun korkusunun
altında yatan her gün beraber olduğu insanların
gereken toleransa sahip olmadığını düşünmeleri
olduğunu söylüyor. Eşcinsellerin asıl probleminin
sanılanın aksine taraftardan ziyade beraber
oynadıkları meslektaşları ve başkanları olduğunu
dile getiren Littmann, “Başkan, teknik direktör ve
oyuncuların eşcinsel bir insanın neler yaşadıkları
hakkında en ufak bir fikri yok. Asıl tehlike burada.”
diyerek bu meslek grubundaki insanların bu
konuda profesyonel yardıma tabii tutulmasını
istiyor. Farklı cinsel tercihi olanların yaşamını
zorlaştıracak ya da kolaylaştıracak olan aktörlerin
daha çok beraber vakit geçirdiği insanlar olduğunu
belirtiyor. Profesyonel sporcular içerisinde
oyuncularınetnik kimliği, dini inancı ya da politik
görüşleri nasıl farklıysa cinsel tercihleri açısından
da çeşitlilik olmasının sorun teşkil etmemesi
gerektiğini düşünen Corny Littmann, kumar
tutkusu olan herhangi bir oyuncunun eşcinsel olan
insandan çok daha ‘normal’ olarak algılanmasının
adil olmadığını vurgulayarak medyanın bu konuları
daha fazla gündemde tutarak doğru algının zaman
içerisinde oluşacağını düşünüyor.
Büyüteç
Oğuz Öztürk
HF113
TAM BiR JOKER
Eskişehirspor’da dört yıl içinde 5 bölgede görev yapan Veysel Sarı, tam bir joker
futbolcu haline geldi. Bu durum, sözleşmesinin son aylarında olan oyuncuyu
İstanbul takımları için cazip hale getiriyor.
Veysel Sarı, 2008 yılında Galatasaray’ın arka
bahçesi olan Beylerbeyi’nde forma giymeye
başladığında Eskişehirspor’u hiç düşünmemişti
bile. Ta ki o dönemin Beylerbeyi Başkanı Sinan
Vardar’ın Veysel Sarı’yı Rıza Çalımbay’a önerdiği
güne kadar...
2009/10 sezonunda Eskişehirspor’a gelen Veysel
Sarı, aynı sezon Eskişehirspor’un Frank Rijkaard’ın
Galatasaray’ını 2-1 yendiği maçta ‘kankası’ Alper
Potuk’un yerine oyuna girdi ve bir anda 90 dakika
oyuncusu oldu. 2011-2012 sezonunda 3 bin
dakikanın üzerine çıkan Veysel, orta sahada Alper
Potuk ile beraber uyumlu görüntüsünün yanında
birden fazla bölgede görev yapması sebebiyle
‘joker’ olarak anılmaya başlandı. Veysel, geçen sezon
da 2 bin dakikanın üzerine çıkmayı başardı ve takımın
değişmezlerinden oldu. 2013/14 sezonuna yönetim
değişikliği ile giren Eskişehirspor, sezon başında kadroyu
koruma kararı aldı ve bu yönde adımlar attı. Veysel
Sarı da kalması istenen futbolculardan biriydi ancak
30 Haziran 2014 tarihinde bitecek olan sözleşmesi
pek hesaba katılmadı. Sezona, sözleşmesine son bir
sene kalan oyuncular arasında giren Veysel, devre
arasının yaklaşması ile beraber transfer haberlerinin
de baş kahramanlarından oldu. Beşiktaş Sportif
Direktörü Önder Özen’in canlı yayında Veysel’in
Beşiktaşlı olduğunu söylemesi, oyuncunun İstanbul’a
gitme hevesini bir kez daha gündeme getirdi.
Akabinde Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray ve
hatta Kasımpaşa’nın bile Veysel Sarı ile ilgilenmeye
başladığı yazıldı.
16 yaşında İstanbul Tophane’de diz kapağından
vurulan ve bu olaydan sonra futbola daha çok
sarılan Veysel Sarı, şimdilerde gelecek sezon ne
yapacağı en çok merak edilen oyunculardan bir
tanesi. Veysel Sarı’yı çekici kılan...
Eskişehirspor’da sözleşmesinin biteceği tarih olan
Haziran 2014’e kadar kadro dışı kaldığı ifade edilen
Veysel Sarı, forma giydiği maçlarda birçok bölgede
görev alması sebebiyle ve enerjik futbolcu profili
sayesinde sıkça göz önüne gelmeyi başardı.
Veysel Sarı, Beyoğlu Yeniçarşı’da futbol oynarken
Metin Kurt ile çalışma fırsatını elde etti. Bu
dönemlerde daha çok tekniğini kullanmayı seven
Veysel, Metin Kurt’ın ‘Senden olsa olsa stoper olur’
demesi ile bu bölgeye geçti. Ardından ön libero
ve orta sahada da oynadı. Verdiği bir röportajda
“Topu kesmek, uzaklaştırmak veya geriden
oyun kurmak bana zevkli geldi.” diyen Veysel,
hücum oynamasının da verdiği avantajları bu
bölge ile birleştirerek hemen göz önünde olmayı
başarmıştı.
Veysel Sarı’nın bu özelliğini o dönem
Eskişehirspor’un başında bulunan Rıza
Çalımbay’ın da fark etmesi uzun sürmedi ve
Veysel’e, “Teknik adamlar joker oyuncuları sever.
Çünkü aksayan her bölgede bu tip oyuncuları
kullanabiliriz.” diyerek niyetini de belli etmişti. Dışarıdan bakıldığında da topu iyi kullandığı
gözlenen Veysel, hava hâkimiyetini de geliştirdi
hırslı bir oyuncuya dönüştü. Fiziksel olarak da
gücünü her geçen gün arttırdı. Pozisyon almakta
ve hızlı düşünmekte eksikleri olduğunu kendisi
de kabul eden Veysel, zamanla bunları da aşmayı
başardı. Veysel bu durumunu ise “Bir oyuncu
7-8 sene amatör kümede oynayıp birdenbire
profesyonel olduğunda bazı eksikleri doğal olarak
ortaya çıkıyor.” sözleri ile anlatmıştı. Kendisinin
belirttiği bu eksiğinin dışında asist yapma ve
bek oynadığı anda orta açma gibi sıkıntıları da
bulunuyor ancak düzeltmek için bolca zamanı var... Veysel Sarı’nın joker tipi bir oyuncu profilinde
olması, kendisini Beşiktaş için de Galatasaray için
de Fenerbahçe için de cazip hale getiriyor. Galatasaray teknik direktörü Roberto Mancini’nin
üçlü defans ve kalabalık orta saha sisteminde
sırıtmadan oynayabilecek olan Veysel Sarı,
Beşiktaş’ın yaşadığı düşünülen sağ bek sıkıntısı
için de doğru bir seçim olabilir. Veysel’in katıldığı
bir televizyon programında idolünün Federico
Guinti, en sevdiği golcünün Pascal Nouma, en
beğendiği kalecinin Ivan Cordoba ve teknik adam
idolünün ise Mircea Lucescu olduğunu söylemesi
düşünülürse, oyuncu açısından Beşiktaş’ın bir
adım önde olduğu düşünülebilir. Fenerbahçe teknik direktörü Ersun Yanal’ın
enerjik, yorulmak nedir bilmeyen takımı içinde de
rahatlıkla görev alabilecek bir alternatif olması,
Veysel Sarı’yı Fenerbahçe için de çekici kılabiliyor.
Abdullah Avcı döneminde ilk kez Letonya maçında
milli olan 88 doğumlu Veysel Sarı, ara transfer
döneminde transfer gerçekleştiremezse büyük
ihtimal sezonu kadro dışı olarak tamamlayacak.
Hal böyle olunca transferi yaz ayına kalacak olan
Veysel, bireysel olarak çalışmalarını mutlaka
sürdürmek zorunda. 2014 yılı ile beraber Veysel’in
İstanbul’a transferi halinde Türk futbolunun iyi
bir joker futbolcu kazanacağının altını çizmek
gerekiyor. Kaan Koç
Unutulmaz
HF113
UNUTULAN TANRI
50 yıl sonra Gareth Bale unutulacak desem ne düşünürdünüz? Trajikomik ama
Bale’den daha rekortmen ve çok daha iyi bir efsane unutuldu...
Ekonomik şartlar eşit değerlendirildiğinde tarihin
hala en pahalı transferi sayılan, lakabı “Futbolun
Tanrısı” olan, formasını giydiği Milan’la 3 lig
şampiyonluğu yaşayan ve birçok dünya yıldızının
cirit attığı 50’li yıllarda açık ara “en iyi” gösterilen
bir adamın hikayesini anlatacağız...
“İşte dünya şampiyonu!”
16 Temmuz 1950 günü her şey turnuvaya ev
sahipliği yapan Brezilya lehineydi; Estádio do
Maracanã tribünlerinde yaklaşık 200.000 coşkulu
insan, daha maç başlamadan “kaybeden takım”
gömleğini üstünde gören Uruguay halkı ve
ürkütücü bir hücum gücüyle Brezilya... Uruguaylılar
hariç, o gün oradaki herkes zaten kendilerinin
olan Dünya Kupası’nı kaldırmak için hakem
George Reader’ın bitiş düdüğünü bekliyordu.
Santra önemsizdi çünkü ülke gazetelerinden O
Mundo bile, maç günü erken baskısında milli
takım oyuncularının fotoğrafını koyup üstüne
“İşte Dünya Şampiyonu” yazmış ve kazananı ilan
etmişti.
Maçtan önce bir Rocky sahnesi çekiliyordu sanki
Uruguay soyunma odasında; kaptan Obdulio
Varela, O Mundo’nun bir sürü kopyasını alıp
beton zemine saçmış ve takım arkadaşlarına
söylenebilecek tek cümlenin manşette yazıldığını
göstermişti; “İşte Dünya Şampiyonu” Brezilya...
Teknik direktör Juan Lopez girdi sonra içeri;
“savunma” diyordu Lopez, “Brezilyalılara karşı
tek şansımız var, o da iyi kapanmak ve savunma
disiplininden kopmamak!” Daha önce İspanya ve
İsveç gibi takımları ağır üstünlük kurarak geride
bırakan Brezilya’ya karşı Lopez’in bu önerisi
takımın aklına yatmıştı, başka bir çözüm yolu da
görünmüyordu ufukta. Ama kaptan Varela, Juan
Lopez soyunma odasından çıktıktan sonra tekrar
seslendi takım arkadaşlarına:
-Juancito iyi bir adam, ama bugün, onun
söylediklerini unutun. Eğer Brezilya’ya karşı
savunma yaparsak, kaderimiz İspanya ya da
İsveç’ten farklı olmaz! Taraftarlar, basın ve bu
odanın dışında bulunan dünyadaki herkes bizi
bugünün kaybedeni ilan etti şimdiden... Ama
unuttukları bir şey var; bugün bu finali dışarıdakiler
değil biz oynayacağız! Hadi işimizi yapalım!
Final grubunda yer alan 4 takımdan ilk ikisi
sahaya çıkarken arkalarında bıraktığı tablo
futbol istatistikçileri açısından ibretlikti; Brezilya,
İspanya’yı 6-1 İsveç’i ise 7-1’lik sonuçlarla ezip
geçerken, Uruguay, İspanya karşısında 2-1’den
2-2’lik beraberliği zor yakalamış, İsveç’i ise maçın
bitimine birkaç dakika kala attığı golle zar zor 3-2
mağlup etmişti. Kısacası maç öncesi görünürde
elinde tek bir şey vardı Uruguay’ın; Varela’nın
söylediği cümle...
Varela cesur bir adamdı ama sürpriz bir şey
yoktu haber değeri olmayan maçta; 1-0 Brezilya
üstünlüğüyle giriliyordu 66. dakikaya fakat o an
200.000 artı 11 kişinin kalp çatalına bir top takıldı;
1-1. Uruguay, bu beklenmedik golle ivmeyi de
arkasına alıp 1950 Dünya Kupası’nı avuçlarına aldı.
2-1 biten maçın kaderini çizen adam ilk golün sahibi
ikinci golün yaratıcısı olan “Futbolun Tanrısı”ydı...
Tüm dünyayı terse yatıran ve Varela’yı tarih
sayfalarına mahcup etmeyen bir efsane çıkmıştı
meydana ve tek bir kelimeyle özetlenir hale
getirmişti her şeyi; Maracanazo. Yani Maracana’da
Brezilya Milli Takımı ya da Flamengo, Vasco da
Gama, Fluminense ve Botafogo’ya karşı oynayıp
tahmin edilemez bir galibiyet alan “küçük”
takımların zaferi...
“Zengin değilim...”
Uruguay kalecisi Roque Maspoli, “bütün
statta tek çıt çıkmıyordu” diyordu ilk golden
sonra gördüklerini anlatırken; “ve biliyorduk
ki, Brezilya kaybetme korkusunu iliklerinde
hissediyordu.” İtalyan bir anne ve Paraguaylı bir
babanın oğlu olan Futbol’un Tanrısı ise yıllar sonra,
ölmeden birkaç yıl önce tam 22 Kasım 2002’de
şu cümleyi söylüyordu o günle ilgili; “Daha önce
oynadığımız hazırlık maçlarında bile bize en az 3-4
fark atıyorlardı ama o gün Tanrı, Brezilya’nın bizi
yenmesini istemedi.”
28 Temmuz 1925’te doğan ve Montevideo’nun
mühim takımlarından Penarol’de denemeye
çağrılmadan önce bir ekmek fırını ve alüminyum
fabrikalarında çalışan o efsanenin adı bu aralar
Uruguay dışında pek bilinmiyor. Ama bir gerçek var
ki, o adam “İçe kat eden forvet nasıl oynamalı?”
adlı en kusursuz tezin yazarı hala. Tarih kitaplarının
en kalın harfli gollerini atması tesadüf değil bu
yüzden. Attığı bir başka gol yine sonsuza dek
kayıtlardan göz kırpacak mesela. Otoriteler
tarafından “gelmiş geçmiş en iyi maç” sayılan 1954
Dünya Kupası Yarı Final karşılaşmasında, uzatma
dakikalarında Macaristan’a elenen Uruguay’ın 2
golünden birinde yine onun kramponu inlemişti.
1950’de kupayı nerdeyse tek başına kaldıran
efsane için o sıralar birçok sansasyonel takım
rekor transfer tekliflerinde bulunmuştu takımı
Penarol’e. Roma yarım milyon pesoluk teklifle
gelmiş, Juve ise o adamı transfer etmesi için
Montevideo şehrine Fiat’ın patronu Gianni
Agnelli’yi yollamıştı. Fakat o yıllarda transfer
gerçekleşmedi çünkü kulübü Penarol onu bırakmak
istemiyordu henüz. Ama 1954’teki kupadan sonra
artık Penarol’ün yapacağı bir şey kalmamıştı elde;
Milan, Uruguay kulübünün kapısını o zamanın
rekor parasıyla tıklattı: 72.000 pound. İtalyan
kulübü ayrıca oyuncunun cebine de 23.000
pound koyup Milano’ya götürdü onu. 1954’te
dünya futbol tarihinin rekor fiyatlarından birine
imza atarak Milan’a transfer olan ve oradayken
vatandaşlık alıp İtalya Milli Takımı’nda da oynayan
Uruguaylı, 1960’da Roma’ya transfer oldu ve 2 yıl
sonra ülkesine dönüp Penarol ve Uruguay Milli
Takım’ında 1’er yıl teknik direktörlük yaptı...
Futbol’un Tanrısı, 2006 Dünya Kupası’nın açılışını
yapacaktı fakat turnuvadan 4 yıl önce, 77 yaşında
formasını çıkartıp askıya astı ve aramızdan
ayrıldı. “Zengin değilim” diyordu Tanrı Juan
Alberto Schiaffino, “ama fakir de sayılmam.”
Düşünüyorum; bu cümlesiyle yalnızca “parayı” mı
kast ediyordu acaba?..
Banik Ostrava
Fırat Topal
HF113
Demir Perde’nin
UnutulmuşEfsaneleri
Efsaneleri#10
#6
Unutulmuş
BANIK OSTRAVA
113 sayıya yayılmış olan Demir Perde serisini Çekoslovakya’da 70’li ve 80’li
yıllarda fırtına gibi esmiş Banik Ostrava ile bitiriyoruz.
Demir Perde serisinde bugüne kadar
Dinamo Tiflis (Sovyetler Birliği), Slaven
Bratislava (Çekoslovakya), Magdeburg (Doğu
Almanya), Torpedo Moskova (Sovyetler
Birliği), Ferencvaros (Macaristan), Kızılyıldız
(Yugoslavya), CSKA Sofya (Bulgaristan),
Dinamo Zagreb (Yugoslavya) ve Gornik Zarbze
(Polonya) takımlarını inceledik. Aslında Dinamo
Kiev ve Steaua Bükreş de bu serinin bir parçası
olabilirlerdi ama bu iki takım pek unutulmuş
değiller ve özellikle demir perdenin yıkılmasının
ardından kendi liglerinde şampiyonluklarına
devam ettikleri gibi Avrupa’da da önemli
başarılar elde ettikleri dönemler oldu. Seriyi
Çekoslovakya’nın, daha önce girmediğimiz
Çek tarafı ile kapatıyoruz. Bugünkü Çek
Cumhuriyeti’nin en doğusundaki kent Ostrava’nın
70’lerin sonu, 80’lerin başı, hem içeride hem
dışarıda büyük sansasyon yaratan takımı Banik
Ostrava ile.
Kuruluş ve yükseliş
Banik Ostrava, 1922 yılında bir grup madenci
tarafından SK Slezská Ostrava adıyla kuruldu.
Kurulduktan sonraki 10 yıl boyunca, öyle
maddi imkansızlıklarla uğraştılar ki, takımın
maçlarını oynayacağı stadyumun yapımında,
kuruluşta da büyük rol oynayan madenciler
bizzat gelip çalışmışlar ve mesailerinden arta
kalan zamanlarda, bir süre sonra oturacakları
tribünleri kendi elleriyle inşa etmişlerdir. Takım
alt liglerde bir süre mücadele ettikten sonra ilk
kez 1934’te Moravya-Silesya Ligi’ne yükseldi. Üç
yıl sonra da bu ligde zirveye çıkarak Çekoslovakya
futbolunun en üst kademesine yükselmeyi
başardılar. Kurulduktan sonraki 15 yıl içinde 4 lig
alttan başladıkları yolculuk, hedefledikleri noktaya
ulaşmaları ile taçlanmıştı.
Çekoslovakya futbolu o sırada Prag’ın iki takımı
Slavia ve Sparta tarafından adeta tam bir
hakimiyet altına alınmıştı. Öyle ki, 1928-1948
arasında geçen 20 yılda Slavia ve Sparta dışında
şampiyon olan bir takım çıkmamıştı. Banik bu
dönemde iki kez bir alt lige düşüp dönerken
1954’te ilk büyük başarısını elde ederek, şampiyon
Sparta Prag’ın ardından ligi 2. sırada bitirdi. Bu
sırada isimlerini Banik Ostrava olarak, bugünkü
haline değiştirmişlerdi. 1959’da, bugün hala
maçlarını oynadıkları Bazaly Stadyumu’na
geçtikten sonra 1965/66 sezonunda bir kez daha
2. lig macerası yaşadılar ama dönmeleri hiç 1
sezondan fazla sürmüyordu. 1970’ler ise onların
altın yıllarının başlangıcı olacaktı.
Altın dönem
Banik Ostrava, 1973’te kulüp tarihinin ilk üst
düzey kupasını kazandı ve Çekoslovakya
Kupası’nı müzesine götürdü. O zamanlar
Slovak ve Çek bölgelerinden finale kalan iki
takım finali oynuyor ve şampiyonu belirliyordu.
Banik, finalde Kosice’yi 2 maç sonunda mağlup
ederek kupayı kazandı. 1973/74’te Avrupa Kupa
Galipleri Kupası, 1974/75’te de UEFA Kupası’na
katılan Banik Ostrava her iki macerasında da
kupayı daha sonra şampiyon olarak bitirecek
FC Magdeburg ve Borussia Mönchengladbach’a
elenmiştir. Avrupa’daki bu başarılara rağmen
takım 1974/75 sezonunda ligi 13. sırada bitirdi
ve küme düşmekten averajla kurtuldu. Efsane
Sparta Prag ise 2. ligin yolunu tutmuştu. Kimse
onlardan bir sene sonra büyük bir performans
beklemiyodu ama kaderi değiştiren Skoda Plzen
(bugünkü Viktoria Plzen) ile yaptıkları hoca
değişimi oldu. Plzen’in hocası Jiří Rubáš, Banik’in
başına geçerken, Banik hocası Tomáš Pospíchal,
Plzen kentinin yolunu tuttu. Bu değişiklik ligin
ikinci yarısında büyük bir etki yaptı ve takım,
kulüp tarihinin ilk şampiyonluğunu elde etti. Ne
tesadüf ki, ligin son haftasına lider Slavia Prag’ın
1 puan arkasında girerek, eski hocası Pospichal’ın
takımı Skoda Plzen’le oynamak için Plzen’in
yolunu tutan Ostravalılar orada 1-0 kazanmıştı.
Slavia ise şampiyonluk şansı bulunan, 3. sıradaki
Slovan Bratislava’ya 1-0 kaybedince şampiyonluğa
ulaşmıştı.
Bu şampiyonlukta kaleci Pavol Michalík, defans
oyuncuları Libor Radimec, Rostislav Vojáček ve
Zdeněk Rygel, orta sahanın beyni Zdeněk Šreiner
ile forvet Verner Lička’nın büyük payı vardır ki
bu oyuncuların tümü, 1970’lerin başlarından,
1980’lerin ortalarına kadar aralıksız Banik forması
giymişlerdir. Bu kadroyu alıp Çekoslovakya’nın
yenilmez armadası yapan isim ise nev-i şahsına
münhasır kişilik Evžen Hadamczik’tir
Bir Çek devrimcisi Evžen Hadamczik
Hadamczik, 22 yaşında geçirdiği ciddi sakatlık
sebebiyle futbolu bırakmak zorunda kaldı. Bu
yüzden daha 24 yaşında teknik direktörlük
kariyerine başlamıştı. 30’lu yaşlarının başında
göreve geldiği Ostroj Opava takımında 7 yıl çalıştı.
Banik’i tarihinin ilk şampiyonluğuna götüren hoca
Jiří Rubáš, ligdeki kötü gidiş sebebiyle aralık 1977’de
görevi bırakınca, Hadamczik 38 yaşındayken onun
koltuğunu devraldı. İlk 6 ayını takımı toparlamakla
geçiren Hadamczik Mayıs ayında kulübe ikinci
federasyon kupasını kazandırdı. İzleyen yıl
yaşadıkları hüsran ise büyüktü. Ligde son ana
kadar şampiyonluk mücadelesi yapan, kupada
finale kalan, Avrupa Kupa Galipleri Kupası’nda da
Sporting Lizbon, Shamrock Rovers, FC Magdeburg
takımlarını eleyerek yarı finale gelen Banik Ostrava
1 ay içerisinde eli boş biçimde sezonu bitirdi. Ligi
averajla Dukla Prag’a kaptırırken, kupa finalini
Lokomotiva Kosice’ye kaybeden kulüp, Avrupa’da
da Fortuna Düsseldorf’un onları kupa dışına
etmesiyle sezonu kupasız kapattı. Ama bu yıkım
onların yeniden ayağa kalkmaları için bir sınavdı
adeta.
1979/80 ve 1980/81 sezonları Banik Ostrava’nın
hanedan yıllarıydı. Takım ligde üstüste
şampiyonluk yaşarken Avrupa Şampiyon
Kulüpler Kupası’nda da çeyrek final oynamış ve
Bayern Münih tarafından saf dışı edilebilmişti.
1970’lerin ortalarında kurulan kadronun orta
sahasına eklenen Petr Němec ve Çek futbolunun
yıldızlarından olacak, henüz 20 yaşındaki golcü
Václav Daněk bu başarıda büyük paya sahipti. Bu
çizgiyi 1981/82 ve 1982/83’te gelen 2 lig ikinciliği
izledi. Bu sürede takım kendi evinde üstüste 74
maç kaybetmeyerek bir Çek rekorunun altına imza
atmıştı ki, bu rekor bugün hala kırılamamıştır.
1983’te gelen ikinciliğin ardından, o sırada
Çekoslovakya Olimpik Milli Takımı’nın da teknik
direktörlüğünü yapan Hadamczik görevden ayrıldı.
Takım Çek futbolunun zirvesinden aşağı inerken,
Hadamczik’in yarattığı efsanenin sonu çok acı
oldu. 1984 yılında, Hadamczik’in evinin garajına
girenler, 44 yaşındaki teknik adamı kendini
Verner Lička
Evžen Hadamczik
asmış halde buldular. Yoğun iş stresi ve uğraştığı
hastalığı onu intihara götürmüştü. Kulüp bir daha
o dönemdeki şöhrete yaklaşamayacaktı bile.
Banik Ostrava 1991’de Çekoslovakya Kupası’nı
bir kez daha kazandı ve bu, ülke bölünene
kadar müzelerine koydukları son kupa oldu. Çek
Cumhuriyeti döneminde, 2003/04 sezonunda
Marek Heinz’ın gol krallığıyla taçlandırdığı
şampiyonluk ve 1 sezon sonra kazandıkları kupa,
onlar için modern dönemin tek başarıları olarak
kaldı. Geçen sezon Milan Baros’un gelişi ile kümede
kalmayı başaran takım, bu sezon küme düşme
hattında ve geçmişine bakıp özlem duymaktan
başka çaresi yok.