55. yılında 27 Mayıs...20 - Türk Parlamenterler Birliği

Transkript

55. yılında 27 Mayıs...20 - Türk Parlamenterler Birliği
Parlamento
TPB
Hakimiyet Milletindir
Mayıs 2015 Sayı: 25
Ayl ı k sürel i yay ı n
55. yılında 27 Mayıs...20
Akif Çağatay Kılıç: Her zaman gençlerimizin yanındayız...18
Nevzat Pakdil: TBMM 25. Dönem’de Türkiye yeni bir anayasaya kavuşmalıdır...40
Fethi şanlı, tarihi köklü, güzelliği büyüleyici şehir İstanbul...56
ISSN 2147-6616
9 772147 661000
25
Parlamento
TPB
Hakimiyet Milletindir
Mayıs 2015 Sayı: 25
Fiyatı: 20 TL/Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL
Yerel süreli yayın
ISSN 2147-6616
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına
TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
Eren Safi
Yayın Koordinatörü
Erbay Kücet
Editör
Songül Baş
Yazı İşleri
Çağla Taşkın
Gökçe Doru
İrem Coşkunseven
Nehir Öztürk
Nil Özben
Pınar Ünsal
Zeynep Yiğit
Katkıda Bulunanlar
Dr. Ahmet Tetik
Hakan Arslanbenzer
Dr. Polat Safi
Tasarım
Evrim Uluçay
Sinan Günçiner
Genel Koordinatör
İsmail Demir
TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ
GENEL BAŞKAN
Nevzat PAKDİL
Kahramanmaraş Milletvekili
YAYIN KURULU
Yahya AKMAN
Şanlıurfa Milletvekili
Cahit BAĞCI
Çorum Milletvekili
Kadir Ramazan COŞKUN
Genel Sekreter
19. Dönem İstanbul Milletvekili
İlknur İNCEÖZ
Aksaray Milletvekili
Alpaslan KAVAKLIOĞLU
Niğde Milletvekili
Nuri USLU
Genel Sekreter Yardımcısı
23. Dönem Uşak Milletvekili
Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz.
YAPIM
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti.
Uğur Mumcu Cad. 89/8 Çankaya/ANKARA
T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82
www.buyukharf.com.tr
BASKI
Özel Matbaası
Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. Sokak No: 6
İvedik/Ostim/ANKARA
Basım Tarihi: 02.05.2015
T: 0312 395 06 08
MAYIS 2015
İÇİNDEKİLER
20
27 MAYIS
55 YIL ÖNCE YAŞANDI AMA…
18 Her zaman gençlerimizin
Gençlik ve Spor Bakanı
Akif Çağatay Kılıç:
yanındayız
48 Bir siyasetçi hangi
Abdulkadir Ateş:
kademede görev yapıyor
olursa olsun zaman
zaman halkın terazisine
çıkmak zorundadır
40 NEVZAT PAKDIL:
TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI GENEL BAŞKANI
TBMM 25. Dönem’de
Türkiye yeni
bir anayasaya
kavuşmalıdır
74 Atatürk’ün yadigârı
Metin Cizreli:
Anadolu Kulübü Derneği,
tarihî misyonu bakımından
büyük önem taşıyor
56 FETHI ŞANLI, TARIHI KÖKLÜ, GÜZELLIĞI BÜYÜLEYICI ŞEHIR ISTANBUL
64 TÜRKIYE-PAKISTAN PARLAMENTOLARARASI DOSTLUK GRUBU BAŞKANI BURHAN KAYATÜRK ILE SÖYLEŞI
70 GAYRETTEN ÇILEYE TEVFIK ILERI
4
BAŞKAN’IN MESAJI
5 BIRLIK’TEN
6 HABERLER
16 DÜNYADAN
38 24. DÖNEM YASAMA FAALİYETLERİ SONA ERDİ
52 ONLARI ANLAMAK VE ŞARTLARINI IYILEŞTIRMEK IÇIN: 10-16 MAYIS ENGELLILER HAFTASI
62 TARIHÎ VESIKALAR: ISLAHAT FERMANI
67
ŞU SONSUZ KOŞU
68 TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI’NDE NISAN 2015’TE KABUL EDILEN YASALAR
78
TARIH SAHNESI
86
ERBAY KÜCET: DILLENEN TÜRK DILI
88 KITAP
90 MÜZIK
91 FILM
92
VEKILLER NE OKUYOR / NE IZLIYOR
94
SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERI
95
CHP MANISA MILLETVEKILI SAKINE ÖZ ILE SOSYAL MEDYA SÖYLEŞISI
96 UNUTMAYACAĞIZ
32 BIRLEŞIK KRALLIK
ÜZERINDE GÜNEŞ BATMAYAN ADA
44 HIDIRELLEZ
BAHARIN MÜJDELEYICISI
82 EKREM BORA
KÖTÜ ROLLERIN IYI KALPLI JÖNÜ
BAŞKAN’IN MESAJI
KÖKÜ MAZIDEKI MILLET
G
eçmişten bugüne, bugünden geleceğe bırakacağımız tek mirasın millî değerlerimiz olduğunu, millî ve manevi değerleri olmayan toplumların kanadı kırılmış bir kuşa benzediğini
söyleyebiliriz. Küreselleşen dünyada kültürel değerlerimize sahip çıkmamız gerektiğini,
millî değerlerin ortak yaşama biçimimiz için gerekli olduğunu unutmamalıyız.
İnsana geçmişten yadigâr olan, geleceğe miras kalacak, korunması ve kollanması gereken
millî değerler, ruhumuzu şenlendirirken yokluğuyla bizi derin hüzünlere sevk eder.
İstiklal Marşımızla, bayrağımızla, dilimizle, dinimizle, örfümüzle, âdetlerimizle, gelenek ve
göreneklerimizle, bizi biz yapan tarihimizle, uğruna can verdiğimiz vatanımızla canımızı ortaya
koyarcasına koruyacağımız ve kollayacağımız millî değerlerimize milletçe sahip çıkılması gerektiğini bir kere daha hatırlatma ihtiyacı duydum.
Milletlerin millî değerlerine verdiği önem, onu yüzyıllar sonrasına taşır. Yahya Kemal, Ne
harâbiyim ne harâbâtiyim / Kökü mazide olan bir atiyim diyerek geleceğe bakmak için geçmişi
unutmamak gerektiğini söyler; Mehmet Âkif, Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez /
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez mısralarıyla birlik ve beraberlik vurgusu yapar; Yunus
Emremiz gönül dünyasından farklı bir avaz ile Gelin birlik olalım / İşi kolay tutalım / Sevelim sevilelim / Dünya kimseye kalmaz diyerek kültürümüzün en belirleyici unsuru olan sevgiye çağırır.
Millî değerlerimiz bizi biz yapan tarihimizdir demiştik ya, her taşının altında yatanlarıyla ve
akan gözyaşlarıyla bugüne gelindiğini bilenlerimiz geleceğe bir adım önde başlar. Bu nedenle
geçmişten bugüne tarihimiz ve bu tarihin en önemli hediyesi olan bağımsızlığımızın bir miras
olduğunu unutmadan, millî değerlerimizi korumanın kutsal görevlerimiz arasında bulunduğu
bilincini diri tutmalıyız. Vazifesini en iyi şekilde yapan kişi devletini, tarihini, o tarih içindeki millî
değerlerini korur ve geleceğe aktarır.
Millî ve manevi değerlerimizin en önemli yapı taşlarından olan kültürümüzün, sanatın tüm
dallarıyla hayranlık uyandıracak kadar güzel olduğunu, bu nedenle her zaman büyük bir ilgi
gördüğünü de biliyoruz. Tarih sahnesinde bu kadar uzun süre kalmamızın en büyük nedeni her
an iç içe olduğumuz kültürümüz ve millî değerlerimizi korumamız ve yaşatmamızdır ki, bu milletimizin en büyük özelliklerindendir. Kültürümüz ve millî değerlerimiz tarih boyunca insanların
hayatına her zaman bir ışık tutmuştur. Bu ışığın sönmemesi için daha fazla çalışmalı, bu ışığı
daha fazla parlatmalı ve bu ışık yolunda ilerlemeliyiz. Çünkü gelecek ancak ve ancak geçmişin
ışığıyla aydınlanır. O ışığın çakıl taşlarını da aydınlatması bu aziz milletimizin varlığının devamını
sağlayacaktır. Umudumuzu, sevgimizi, birlikteliğimizi, emeğimizi, bayrağımızı ve Anadolumuzu
yüreğinin en müstesna köşesinde mukaddes bir emanet gibi yarınlara taşıyacak olan gençlerimize de bu vesile ile selamların en güzelini gönderiyorum.
4
Nevzat Pakdil
Türk Parlamenterler Birliği
Genel Başkanı,
Kahramanmaraş Milletvekili
MILLÎ DEĞERLERIMIZI
KORUMANIN
KUTSAL
GÖREVLERIMIZ
ARASINDA
BULUNDUĞU
BILINCINI DIRI
TUTMALIYIZ.
BİRLİK’TEN
NEVZAT PAKDİL: AVRUPA PARLAMENTOSU’NUN
KARARINI REDDEDIYORUZ
TÜRK Parlamenterler Birliği, Avrupa Parlamentosu’nda (AP) 1915 Olayları’na ilişkin Ermeni iddialarına destek veren karar tasarısının kabul edilmesine tepki gösterdi.
Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil, 15 Nisan 2015
tarihinde Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu’nda alınan kararı yazılı bir açıklamayla değerlendirdi. “Türk
Parlamenterler Birliği olarak Avrupa Parlamentosu’nun kararını reddediyoruz” diyen Pakdil, Avrupalıların
Türkiye-Ermenistan ilişkilerine katkıda bulunma konusunda samimi olmaları, Ermenistan ve diasporaya
Türkiye ile diyaloğa girme çağrısında bulunmaları gerektiğini belirtti. Pakdil, tarihi yanlış bilgi ve belgelerle
çarpıtmaya çalışan çevrelerin Türkiye-AB ilişkilerine zarar verebileceğine vurgu yaparak, Türkiye ve Ermenistan
arasında uzlaşıya varılmasına dönük çabaların da bu süreçte olumsuz etkilenebileceğine işaret etti.
Nevzat Pakdil, Ermenistan’a 1915 Olayları’nın incelenmesine yönelik ortak tarih komisyonu kurulması için hükümetin yaptığı önerinin
olumlu karşılık bulması gerektiğini ifade ederek, “Uzlaşıya varılması ancak karşılıklı çabalarla mümkün olabilecektir” dedi.
PROF. DR. ZIYA GÖKALP MÜLÂYIM’DEN SULUBOYA RESIM SERGISI
1970-71’DE CHP Yüksek Danışma Kurulu Başkanlığı, 1973-79’da
CHP Samsun Senatörlüğü, 1977-79’da ise Senato Dışişleri Komisyonu Başkanlığı yapan Prof. Dr. Ziya Gökalp Mülâyim, siyasetin
yanı sıra sanatla da yakından ilgileniyor. Yıllardır suluboya resim
yapan Mülâyim’in 14’üncü kişisel sergisi Ankara’da Medya Sanat
Galerisi’nde açıldı. Sergi, 20 Mayıs’a kadar gezilebilecek.
Sergi davetiyesinde Şefik Kahramankaptan imzasıyla yayımlanan yazıda, “Ziya Gökalp Mülâyim’in 14’üncü kişisel sergisinde
İstanbul, Bodrum, Datça, Marmaris peyzajları ağır basıyor. Vazgeçemediği Kız Kulesi’nin üç ayrı görünümü, yat limanları, begonvilli
görünümler, gene kendine özgü kuru-sulu karışık tekniği ile kağıt
üzerinde yaşam buluyor. Suluboya ressamları arasında kendine
özgün bir yer edinen Mülâyim’in gelecek yıla hazırlayacağı sergide
gene peyzaj alanındaki ustalaşmasının ürünlerini göreceğiz kuşkusuz” deniliyor.
Türk Parlamenterler Birliği üyesi, Ankara Üniversitesi’nde 35 yıl
öğretim üyeliği yapmış Prof. Dr. Ziya Gökalp Mülâyim’in Kooperatifçi Atatürk, Kooperatifçilik ve İsmet İnönü’den Siyaset Dersleri
Niteliğinde Anılar isimli kitapları da bulunuyor.
5
HABERLER
TBMM 95. YAŞINI KUTLADI
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ile Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nin kuruluşunun 95’inci yılı törenlerle kutlandı. TBMM
Başkanı Cemil Çiçek başkanlığındaki heyetin Anıtkabir’i ziyaretiyle
başlayan etkinlikler, TBMM Atatürk Anıtı’nda yapılan tören ve İlk
Meclis’e düzenlenen ziyaretle devam etti. Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nde kutlamaları kabul eden Çiçek, daha sonra Genel Kurul
Salonu’na geçerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da
izleyici olarak katıldığı 23 Nisan Özel Oturumu’nu yönetti.
6
Kutlamalar çerçevesinde Cemil Çiçek, Millî Eğitim Bakanı Nabi
Avcı ve beraberindeki öğrencileri makamında kabul etti. Kabule
dört torunuyla gelen Çiçek, koltuğunu Feride Bekçioğlu Ortaokulu
6. sınıf öğrencisi 12 yaşındaki Tuğrulhan Şeyihoğlu’na bıraktı. Çocukların bayramını kutlayan Çiçek, “Bugün iki bayram yapıyoruz,
biri Çocuk Bayramı. Dünyada yalnız bizde var, bununla övünüyoruz.
Bize bu bayramı armağan eden başta aziz Atatürk olmak üzere
bütün büyüklerimizi saygıyla, minnetle, şükranla anıyoruz. Öbür
taraftan da bugün biz milletvekillerinin, siyasetçilerin ve milletimizin de bayramı. Çünkü 95 yıl evvel
TBMM bugün açıldı. Biz de bunu her
sene özel oturumla anıyoruz, şükran
duygularımızı büyüklerimize ifade
etmek için. Bugünün millet hayatımızda ne kadar önemli olduğunu,
siyasi partilerimizin genel başkanları
ya da onlar adına konuşanlar Genel
Kurul’da ifade ediyorlar” dedi.
Kutlamaların son ayağında Cemil
Çiçek ve eşi Gülten Çiçek, TBMM’nin
95’inci açılış yıldönümü, 23 Nisan
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı
resepsiyonuna evsahipliği yaptı.
İstanbul’daki Barış Zirvesi’ne gitmek
için Ankara’dan ayrılan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katılamadığı resepsiyona Başbakan Ahmet Davutoğlu,
Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü
Arslan, Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, Başbakan Yardımcısı Yalçın
Akdoğan ve bazı bakanlar, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, kuvvet
komutanları, Sayıştay Başkanı Recai
Akyel, Kamu Başdenetçisi Nihat
Ömeroğlu, milletvekilleri, bürokratlar
ile bazı meslek ve sivil toplum örgütü
temsilcileri iştirak etti. CHP Genel
Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun rahatsızlığı nedeniyle katılmadığı resepsiyonda grup başkanvekilleri Akif
Hamzaçebi ve Levent Gök ile bazı
milletvekilleri bulundu. HDP’den ise
resepsiyona katılım olmadı.
Resepsiyonda konuklarıyla sohbet
eden TBMM Başkanı Cemil Çiçek,
gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını da yanıtladı. Çiçek, Meclis’in
24. Dönemi’ni değerlendirirken, “Çok
sıkıntılı bir dönem oldu. Evvela yemin işiyle başladı sıkıntımız, sonra
Meclis’i açtık. Ana muhalefet partisi
Meclis’te yok. O tabii ciddi bir sıkıntı, kırılma konusu, dış dünyadaki algı bakımından. Sonra tutuklu
milletvekilleri, zaman zaman yaşadığımız üzücü olaylar. İnşallah önümüzdeki dönem bunlar yaşanmasın da iyi şeyleri gelecek döneme taşıyalım” dedi.
Yeni anayasanın yapılması konusundaki görüşleri sorulan Çiçek şunları söyledi: “Meclis aritmetiği yine aynı şekilde oluşacaksa, öyle anlaşılıyor ki, dört partinin uzlaşabileceği madde sayısı
altmış civarında. Ama en temel konular sonraya bırakıldı. Orada dördü de evet diyecek gibi gözükmüyor. O zaman başka bir yöntem bulmak gerekecek. Bu çıktı orta yere. İkincisi, iyi bir birikim
oldu. Şu an Meclis’in arşivinde hiçbir dönemde olmadığı kadar herkesin düşünceleri var. Üçüncüsü
de biz bu işlere başladığımızda hiçbir partimizin birinci maddeden yürürlük maddesine kadar
Anayasa metni yoktu, şimdi var. Elbette onun üzerinden değerlendirmeyi partilerimiz yapabilir,
ama bir önemli çalışma da böylece yapılmış oldu. Ayrıca meslek odalarının çok önemli katkısı oldu
bütün Türkiye’de. Bunlar önemli bir birikim, önemli kazanım. Yeni bir anayasa yapılırken sıfırdan
hareket edilmeyecek herhalde, bunlar değerlendirilecek. Ümit olmazsa hiçbir işe girişilmez, ama
bu Anayasa ile Türkiye yoluna devam edemez. Ben bunu çok söyledim. Söyledim ama magazin
konuları ya da günlük siyasi çatışmalarla ilgisi gözükmediği için o zaman, sizler de üzerinde durmadınız. Bu sistem, çatışmayı körükleyen bir sistem. Yirmi defa değişmiş, iç dengesi bozulmuş.
Bu dengesizlikle yoluna devam etmesi mümkün değil. Bir kararı Türkiye verecek, vermek mecburiyetinde, ama hangi usulle bunu yapacak? Geçen sefer dediler ki ‘Dört parti uzlaşarak yapalım.’
İşte uzlaşabildiğimiz yer belli. Yani ondan sonraki kısmında uzlaşma imkanları gözükmüyor. Bir
partimiz ‘başkanlık sistemi’ diyor, diğerleri ‘parlamenter sistem’ diyor. O zaman nasıl olacak? Ya
başkanlık sistemi diyen talebinden vazgeçip parlamenter sisteme ikna olacak ya da parlamenter
sistem diyen partilerimiz ötekine ‘evet’ diyecek. Bir orta yolu gözükmüyor. Onun için başka yöntem bulmaları gerekiyor. Bunun çözümü olarak aklıma gelenlerden biri nitelikli çoğunluk.”
7
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ 100. YILDA ANILDI
ÇANAKKALE Kara Savaşları’nın 100. yılı dolayısıyla Çanakkale Şehitler Abidesi’nde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Birleşik Krallık Galler Prensi Charles ve birçok yabancı
devlet adamının katılımıyla tören düzenlendi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Prens Charles’ın anıta çelenk sunmasıyla başlayan tören,
saygı duruşu ve tören kıtasının saygı atışıyla devam etti. Şehitler için Kuran-ı Kerim okunmasının ardından Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez dua etti. Görmez’in, “Bundan tam
bir asır önce bu topraklarda insanlık büyük bir acı yaşadı. Nice kanlar döküldü, nice canlar
verildi. Kadınıyla erkeğiyle gencecik bedenini vatanına siper eden, canını senin uğrunda feda
kılan şehitlerimizin ruhlarını şad eyle Allah’ım” sözleri katılımcıları duygulandırdı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Galler Prensi Charles’ın konuşmalarının ardından tören geçişi
yapıldı. Tören geçişine Türk askerlerinin yanı sıra yabancı askerler ve gaziler de katıldı. Daha
sonra temsilî şehitliğe karanfil bırakan Erdoğan ve Charles, şehitlik defterini de imzaladı.
Tören, protokol üyelerinin seyir alanına yerleşip Türkiye, İngiltere, Fransa, Yeni Zelanda ve
Avustralya donanmalarına ait unsurların Çanakkale Boğazı’ndan geçişini izlemesiyle devam
etti. TCG Salihreis Fırkateyni geçiş sırasında Çanakkale şehitlerini ve törende bulunan devlet
büyüklerini selamlamak için top atışı gerçekleştirdi. Tören, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın
akrobasi timi Türk Yıldızları'nın gösterisiyle sona erdi.
8
HABERLER
Törene, Birleşik Krallık Galler Prensi
Charles’ın yanı sıra Arnavutluk Devlet
Başkanı Bujar Nishani, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Bosna Hersek
Başkanlık Konseyi Başkanı Mladen İvaniç, Cibuti Devlet Başkanı İsmail Ömer
Guelleh, Güney Sudan Devlet Başkanı
Salva Kiir Mayardit, İrlanda Devlet Başkanı Michael D. Higgins, Karadağ Cumhurbaşkanı Filip Vujanoviç, Katar Emiri
Tamim bin Hamad El Sani, Makedonya
Devlet Başkanı Gjorge İvanov, Mali Devlet Başkanı İbrahim Boubacar Keita, Nijer
Devlet Başkanı Mahamadou Issoufou,
Pakistan Devlet Başkanı Memnun Hüseyin, Senegal Devlet Başkanı Macky
Sall, Somali Devlet Başkanı Hasan Şeyh
Mahmud, Türkmenistan Devlet Başkanı
Gurbangulu Berdimuhamedov, Afganistan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Orgeneral Raşit Dostum, Sudan Cumhurbaşkanı
Birinci Yardımcısı Bakri Hassan Salih ile
Avustralya Başbakanı Tony Abbott, Yeni
Zelanda Başbakanı John Key, Moldova
Başbakanı Chiril Gaburici, Romanya
Başbakanı Victor Ponta ve Suriye Ulusal
Koalisyonu Başkanı Halid Hoca katıldı.
Şehitler Abidesi'ndeki törende, TBMM
Başkanı Cemil Çiçek, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanı Ayşenur İslam, Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci
Volkan Bozkır, Dışişleri Bakanı Mevlüt
Çavuşoğlu, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
Taner Yıldız, Gençlik ve Spor Bakanı Akif
Çağatay Kılıç, Kültür ve Turizm Bakanı
Ömer Çelik, Millî Savunma Bakanı İsmet
Yılmaz, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel
Eroğlu ile kuvvet komutanları da hazır
bulundu.
TBMM’DEN AVRUPA PARLAMENTOSU’NUN
KARARINA BÜYÜK TEPKİ
TÜRKIYE ve dünya gündeminde geçtiğimiz ayın en önemli konularından biri 1915 Olayları’ydı. Avrupa Parlamentosu (AP) ve
çeşitli ülkelerden Ermeni iddialarıyla ilgili açıklamalar birbiri ardına
gelirken Türkiye konunun tarihî gerçekler göz ardı edilmeden ele
alınması gerektiğini bir kez daha dünya kamuoyuna duyurdu.
Avrupa Parlamentosu 15 Nisan 2015 tarihinde Türkiye’ye Ermeni tezlerini kabul etmesi çağrısı yapan bir karar tasarısını oy çokluğuyla kabul etti. 1915 Olayları’nı “soykırım” olarak nitelendiren
karara hükümet ve muhalefet kanadından sert tepkiler gelirken
Türkiye Büyük Millet Meclisi de ortak bir bildiriyle kararı kınadı.
TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in öncülüğünde hazırlanan bildiri, AK
Parti, CHP ve MHP tarafından imzalanarak yayımlandı. HDP grubu ise bildiriye imza vermeyeceğini açıkladı. Bildiride şu ifadeler
yer aldı:
“TBMM olarak Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu’nun 1915
Olayları konusunda 15 Nisan 2015 tarihinde kabul ettiği kararı, her
bakımdan fevkalade talihsiz buluyor ve esefle karşılıyoruz. Avrupa
Parlamentosu’nun Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm imparatorluk
halkı için trajik olan bir dönemine yönelik seçici ve tek taraflı yaklaşımını bir kez daha ortaya koyduğu, I. Dünya Savaşı koşullarında
Anadolu’daki tüm halkların çektiği acıya duyarsız kalarak sadece
Ermenilerin acılarını yücelttiği bu yakışıksız karar, kabulü mümkün
olmayan, yok hükmünde bir karardır. Bu kararıyla AP, hukuka aykırı şekilde yargılama yetkisini eline alarak, ülkemize ilişkin tarihsel
gerçekle bağdaşmayan haksız suçlamalarda bulunmakta ve insaf-
sızca hüküm vermektedir. Parlamentonun, kendini tarihçilerin ve
uluslararası mahkemelerin yerine koyarak tarih yazması ve soykırım gibi çok ciddi bir suç hakkında hüküm vermesi, insan haklarını,
adaleti, tarih ve hukuku hiçe sayması anlamına gelmektedir.
Ermenilerin I. Dünya Savaşı sırasında diğer Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı herkes gibi yaşadıkları acıları paylaşmak tabiatıyla
bir insanlık vazifesidir. Ancak bu acıları, evrensel değerleri göz ardı
ederek ve uluslararası hukuku çarpıtarak, siyasi amaçlarla ve Türkiye karşıtlığı için istismar etmek kesinlikle kabul edilemez. Avrupa Parlamentosu, çağrılarımıza rağmen, sorunu derinleştirmeyi
tercih etmekte, konunun tarafsız ve bilimsel şekilde araştırmasından kaçınan Ermeni tarafını bu yönde diyaloğa teşvik etmek
yerine iki toplum arasındaki uçurumu daha da derinleştirmektedir.
Bu tarafgir yaklaşımı şiddetle kınıyoruz.”
Öte yandan Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı, Siirt Milletvekili Afif Demirkıran yaptığı yazılı açıklamada,
“Tarihî gerçekler ortaya konmadan, ülkemiz aleyhinde kara propaganda yaparak sözde soykırımı Türkiye’ye kabul ettirmeye çalışmak, ancak gerçeklerle yüzleşmekten korkan bir ruh halinin aciz
çabaları olabilir” dedi. Türkiye’nin Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı
sırasında yaşadığı acıları inkar etmediğinin altını çizen Demirkıran,
1915 Olayları’nın “soykırım” olduğuna dair herhangi bir hukuki
karar olmadığı gibi genel bir konsensüs de bulunmadığını; kararın
politikacıların değil, tarihçilerin işi olduğunu vurguladı.
9
Obama “kitlesel vahşet” ifadesini kullandı
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama, göreve geldiğinden bu yana yedinci kez “24 Nisan konuşması” yaptı. Bu yıl bir
gün önce yaptığı konuşmada yine “soykırım” ifadesini kullanmayan
Obama’nın ilk kez “kitlesel vahşet” demesi dikkat çekti. ABD Başkanı şunları söyledi: “Bu yıl, 20. yüzyılın ilk toplu mezalimi olan Meds
Yeghern’in (Büyük Felaket) 100. yılını anıyoruz. 1915’ten başlayarak
Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermeni halkı sürgün edildi, katledildi
ve ölüme yürütüldü. Tarihî anayurtlarındaki kültür ve mirasları silindi. Tüm tarafları acılara maruz bırakan korkunç şiddet sırasında
1,5 milyon Ermeni can verdi. 1915 yılının dehşetleri gözler önüne
serildiğinde, ABD Büyükelçisi Henry Morgenthau ABD hükümeti
içinde alarm zilini çaldı ve Osmanlı liderlerine karşı durdu. Onunki
gibi çabalar sayesinde Meds Yeghern gerçeği ortaya çıktı ve ilk BM
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin oluşturulmasına katkı sağlayan Raphael Lemkin gibi insan hakları savunucularının sonraki çalışmalarına
etkide bulundu.”
Olayların yüzüncü yıldönümünde acılarını anmak için Ermeni halkının yanında durduklarını bildiren Obama, “Gerçeklerin tam, samimi
ve adil kabulü hepimizin çıkarına. İnsanlar ve uluslar, geçmişlerin acılı
unsurlarıyla hesaplaşarak ve onları kabul ederek, daha fazla güçlenir,
daha adil ve hoşgörülü gelecek inşa eder. Tarihin bu karanlık sayfasına ışık tutmaya çalışan Papa Franciscus, Türk ve Ermeni tarihçiler
ile diğer birçokları tarafından görüşlerin ifade edilmesini memnuniyetle karşılıyoruz” dedi.
Papa’nın sözleri dikkat çekti
100. yıldönümü dolayısıyla dünya kamuoyunda geniş yer bulan 1915
Olayları, kiliseler ve parlamentoların da gündemindeydi. Vatikan’ın
ünlü Aziz Petrus Bazilikası’nda düzenlenen ayini yöneten Papa
Franciscus’un yaptığı konuşmada kullandığı “Ermeni soykırımı”
ifadesi geniş yankı uyandırdı. Vatikan Basın Sözcüsü Federico
Lombardi, tepkiler üzerine yaptığı açıklamada, “Papa gayet açık
konuştu. Selefi Papa II. Jean Paul ile II. Karekin’in imzaladığı ortak
10
HABERLER
deklarasyona atıfta bulundu. Bir atıfta bulunma kapsamında ‘soykırım’ kelimesini kullandı. Daha önce kullanılan bir terimin kullanımını sürdürmüş oldu” dedi.
Papa Franciscus’un sözleri ve Avrupa Parlamentosu’nun aldığı
kararın ardından 25 Nisan’da toplanan Almanya Parlamentosu
da “soykırım” sözcüğünü de içeren bir metni kabul etti. Koalisyon
hükümetini oluşturan Hıristiyan Birlik Partisi (CDU/CSU) ve Sosyal
Demokrat Parti (SPD) grup yöneticileri oylama öncesinde yaptıkları
açıklamada şunları söyledi: “Biz önergede o zamanki Jön Türk rejiminin talimatıyla 24 Nisan 1915’te Osmanlı Konstantinopolü’nde
bir milyonu aşkın etnik Ermeni’nin planlı olarak tehcir ve kıyımına
başlandığına dikkat çekmek istiyoruz. Onların kaderi 20. yüzyılda
korkunç biçimde yaşanan kitlesel kıyım, etnik temizlik, tehcir ve
soykırım tarihine bir örnek teşkil ediyor. Aynı zamanda Holocaust’un
eşsiz olduğunun ve Almanya’nın bunun suç ve sorumluluğunu taşıdığının bilincindeyiz.”
Almanya Hükümet Sözcüsü Steffen Seibert karar metnini hükümet olarak desteklediklerini açıkladı. Bu kararla, yıllarca “soykırım”
ifadesini kullanmayan Almanya 1915 Olayları’nı artık bu adla anacak.
Ancak nihai metin üzerinde anlaşamayan partiler tasarıyı yeniden
komisyona havale etti. Ayrıca Almanya Cumhurbaşkanı Joachim
Gauck, Berliner Dom katedralinde düzenlenen “Ermenilere, Süryanilere ve Pontus-Rumlarına uygulanan soykırımı anma töreni”nde
yaptığı konuşmada, “Ermenilerin kaderi 20. yüzyıla dehşet veren bir
şekilde damgasını vuran toplu kıyım, etnik temizlik, tehcirler ve evet
soykırım tarihi için bir örnektir” dedi.
Öte yandan Avusturya Parlamentosu’nda temsil edilen 6 parti
tarafından yayımlanan bildiride “Yaşanan korkunç olayları soykırım
olarak tanımlamak Avusturya’nın üzerine düşen bir sorumluluktur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun devamı olan Türkiye, tarihinin karanlık
ve acılarla dolu bu bölümüyle yüzleşmeli ve Ermenilere karşı işlenen
bu suçu soykırım olarak tanımalıdır” ifadelerine yer verildi. Bunun
üzerine Türkiye’nin Viyana Büyükelçisi Hasan Göğüş, istişareler için
Ankara’ya çağrıldı.
İSTİKLAL MAHKEMELERI BELGELERİ
KAMUOYUNA AÇILDI
BUGÜNE kadar TBMM arşivinde kapalı duran İstiklal Mahkemeleri belgelerinin kamuoyuna açılması yönündeki çalışmaların
son aşamasına gelindi. Parlamentonun tatile girmesiyle birlikte
geçmiş yasama dönemini değerlendirmek üzere kahvaltılı basın
toplantısı düzenleyen TBMM Başkanı Cemil Çiçek konuyla ilgili
açıklamalarda bulundu.
Bülent Arınç’ın TBMM Başkanlığı döneminde başlatılan projenin geldiği aşamanın önemine dikkat çeken Çiçek, çalışmanın
Türkiye’nin siyasi, tarihî ve bilimsel birikimine büyük katkı vereceğine inandıklarını belirtti. 1920-1927 yılları arasında görev yapan
İstiklal Mahkemeleri’nin on ikisine ait belgelerin tasnif edildiğini,
elektronik ortama aktarıldığını ve indekslendiğini; İstiklal Mahkemesi kararlarının orijinal hali, çevirisi, zabıtları ve diğer belgelerle
birlikte kitaplaştırıldığını belirten Çiçek, “Bu belgelerin internetten
araştırmacıların kullanımına açılması ve kitap olarak basılması,
büyük devlet olarak tarihimize sahip çıkmanın gereği olduğu kadar, geçmişimizden ders çıkararak geleceğe barış ve huzur içinde
güvenle yürüdüğümüzü de göstermektedir” diye konuştu.
Meclis arşivlerindeki üzerinde en çok tartışılan belgelerin İstiklal Mahkemeleri’yle ilgili dokümanlar olduğunu kaydeden Çiçek,
şunları söyledi: “İstiklal Mahkemeleri, Millî Mücadele’de, ölüm
kalım savaşı verildiği dönemde, öncelikli olarak asker kaçaklarının
önlenmesi amacıyla kurulmuştur. Bugünün şartlarından o günü
değerlendirmek zor olabilecektir. Onun için bu mahkemelerin neden kurulduğunu, o günün şartlarını çok iyi bilmek gerekmektedir.
Yoksa bugünün kolaycılığıyla geçmişi suçlamak çok doğru, çok
ahlaki, çok da insaflı tutum olmaz. Cumhuriyetin ilanından önce
olduğu gibi sonra da ihtiyaca binaen İstiklal Mahkemeleri kuruldu.
İstiklal Mahkemesi evrakını araştırmacıların ve tarihçilerin hizmetine sunarken amacımız geçmişimizde yaşanan olayları tartışma
malzemesi, suçlama malzemesi haline getirmek değildir. Kim
bunu yaparsa bu çalışmalara en büyük saygısızlığı yapmış olur.
Geçmişte olup bitenleri o günün şartları içinde değerlendirmek,
günümüzü ve geleceğimizi daha sağlıklı teminata bağlamak açısından bu arşiv kayıtlarının açılmasında fayda gördük.”
Çiçek, mahkemelerin tutanak ve evrakını olduğu gibi yayımladıklarını vurgulayarak, “Bir tek cümle eklemedik. Maksadımız
tarihimizin bu dönemini de sıkça yapıldığı gibi dedikodu malzemesi olmaktan çıkarmaktır. Her şey ortaya çıkmadığı takdirde,
‘tarihçiyim’ diyen, eline kalem alan, kürsüye çıkanın, çok önemli
başarılarımızı dahi nasıl karalama kampanyasına, önyargılarla
dedikodu malzemesine dönüştürdüğünü biliyoruz” dedi.
Çalışmaya birçok kurumun destek olduğunu dile getiren Çiçek,
emeği geçenlere teşekkür etti. İstiklal Mahkemeleri tutanaklarına ilişkin belgeler toplantı sonunda harici bellek ile gazetecilere
dağıtıldı.
11
AB PARLAMENTO BAŞKANLARI TOPLANTISI İTALYA’DA YAPILDI
TEMMUZ 2014’ten Ocak 2015’e kadar Avrupa Birliği dönem başkanlığı görevini yürüten
İtalya, bu döneme ilişkin son organizasyon olarak üye ve aday ülkelerin parlamento başkanlarının katıldığı konferansa evsahipliği yaptı. Konferansa Türkiye’den TBMM Başkanı
Cemil Çiçek’i temsilen TBMM Başkanvekili Sadık Yakut katıldı. Yakut konferansta yaptığı
konuşmada insan hakları, İslamofobi, göçmenlerin sorunları gibi uluslararası meselelere
değindi.
Günümüzde Orta Doğu coğrafyası ile Akdeniz ve Karadeniz havzalarında yaşanan
kaygı verici gelişmelerin yanı sıra terörizmden etnik ihtilaflara, iklim değişikliğine, mali
krizlere; enerji ve gıda güvenliğinden siber saldırılara; kitle imha silahlarının yayılmasından kültürel, dinî kutuplaşmalara ve yasa dışı göçe kadar birçok farklı riskin, istikrarı
küresel ölçekte etkileyen boyutlara ulaştırdığından bahseden Yakut, “Mevcut konjonktürde demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi ortak değerleri paylaştığımız
Avrupa Birliği de önemli sınamalarla karşı karşıyadır” dedi. Yakut sözlerini “Özellikle son
dönemde artan biçimde Avrupa projesini sorgulayan, yabancı düşmanı, göçmen karşıtı,
aşırılık yanlısı söylemlerin, Avrupa genelinde güç kazandığına üzüntüyle tanık oluyoruz”
şeklinde sürdürdü.
Avrupa’da yaşayan Müslüman toplulukların giderek artan bir şekilde İslamofobi, hoşgörüsüzlük ve ayrımcılığın hedefi haline geldiğini ve sıklıkla dışlanmışlık hissettiklerini
belirten Yakut, “Avrupa’da belirli grupların teşvik ettiği Müslümanlara karşı mesnetsiz
korku ve İslam’ın negatif tasviri sorunu daha da büyümekte, toplumun bütünlüğünü
tehdit etmektedir” diye konuştu.
Almanya’da gelişmekte olan İslamofobik PEGIDA hareketinin, Almanya’nın batı eyaletlerine sirayet edemediğinin altını çizen Yakut, şunları kaydetti: “Başta Şansölye Sayın
12
HABERLER
Merkel olmak üzere sorumluluk sahibi pek
çok Alman siyasetçinin bu kişilere karşı kararlı duruşunu memnuniyetle gözlemledik.
Alman halkının da büyük kısmı PEGIDA’yı
benimsememiştir. Konu, bizim için özellikle
önemli ve önceliklidir. Zira, Batı Avrupa ülkelerinde Müslümanların büyük bölümünü
Türkler oluşturmaktadır. Dolayısıyla İslam
karşıtlığı ve bunun sebep olduğu saldırıların
ana hedefi de bizim insanlarımızdır.”
Sadık Yakut ayrıca İslam ile terörizmi bir
arada ele almanın yanlışlığına değinerek bir
kişiyi öldürenin bütün bir insanlığı öldürmüş
gibi olacağını öğreten bir medeniyetin, bu
yılın ocak ayında Paris’te gerçekleştirilen
menfur saldırılar örneğinde olduğu gibi
şiddet eylemlerine gerekçe yapılmasının
kabul edilemeyeceğini söyledi. Bu hususta
Avrupalı dostlarından beklentileri olduğunu
ifade eden TBMM Başkanvekili, “Beklentilerimiz popülizme fırsat vermemeleri, kısa
vadeli politik söylemler yerine halklarımızın
ortak geleceğini hedefleyen bir yaklaşım
belirlemeleridir. Sonuçta İslam dini de Müslümanlar da ortak evimiz olan Avrupa’da
kalıcıdırlar” diye konuştu. Yakut, çoğulculuk,
göçmenlerin siyasi hayata katılımını artırıp
teşvik etmek ve katılımcılığı genişletmenin, bu sorunların bertaraf edilmesi için en
önemli çözümlerden olduğunu da söyledi.
Sadık Yakut, iç savaştan ötürü Türkiye’nin
ağırladığı Suriyeli sayısının 1,7 milyonu aştığı bilgisini paylaşarak, Suriyelilere sadece
gıda ve gıda dışı malzemeler değil, sağlık ve
eğitim hizmetleri, psikolojik destek, mesleki
eğitim ile sosyal aktivite imkanları da sunulduğundan söz etti. TBMM Başkanvekili
Yakut, barınma merkezleri dışında yaşayan
1,4 milyondan fazla Suriyelinin de Türkiye
tarafından sağlanan geçici koruma ve ücretsiz sağlık hizmetlerinden istifade etmekte
olduğunu bildirdi.
YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERSİTESİ İLE SAĞLIK PROTOKOLÜ
TBMM Genel Sekreteri Dr. İrfan Neziroğlu, TBMM Milletvekili Hizmetleri
Başkanı İsmail Kargulu ve TBMM Tıbbi Koordinatörü Dr. Jale Devran Van’a
giderek Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde temaslarda bulundu. Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Peyami Battal ve üniversite yöneticileriyle
görüşen heyet, üniversitenin sağlık birimleri konusunda bilgi aldı. TBMM
ile Yüzüncü Yıl Üniversitesi arasındaki sağlık protokolünün imzalanmasının
ardından söz alan Rektör Battal, “Bu protokolü imzaladıktan sonra TBMM
çalışanları, milletvekilleri ve yakınlarına sağlık hizmeti vereceğiz. Hastanemize il dışından ve yurt dışından hastalar geliyor. Özellikle sağlık hizmetleri
konusunda iddialıyız. Bizi tercih ettikleri için başta Meclis Başkanımız Sayın
Cemil Çiçek ve TBMM Genel Sekreteri Dr. İrfan Neziroğlu olmak üzere yetkililere teşekkür ediyorum” dedi. İrfan Neziroğlu ise Van’ı ve üniversiteyi çok
beğendiklerini belirterek protokolün hayırlara vesile olmasını diledi.
KESİN ADAY LİSTELERİ
BELLİ OLDU
YÜKSEK Seçim Kurulu, 7 Haziran’da yapılacak 25. Dönem Milletvekili Seçimi’ne katılacak partileri, kesinleşmiş
aday listelerini ve partilerin oy pusulasındaki yerlerini
belirledi. 20 partinin ve Türkiye genelinde 165 bağımsız
adayın katılacağı seçimde geçici aday listelerine yapılan
itirazların incelenmesinden sonra YSK kararıyla kesinleşen listeler Resmî Gazete’de yayımlandı. Buna göre seçime katılacak partiler şunlar oldu:
Adalet ve Kalkınma Partisi, Anadolu Partisi, Bağımsız
Türkiye Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti,
Demokratik Sol Parti, Halkın Kurtuluş Partisi, Halkların
Demokratik Partisi, Komünist Parti, Milliyetçi Hareket
Partisi, Millet Partisi, Saadet Partisi, Vatan Partisi, Hak
ve Özgürlükler Partisi, Merkez Parti, Doğru Yol Partisi,
Liberal Demokrat Parti, Yurt Partisi, Toplumsal Uzlaşma
Reform ve Kalkınma Partisi, Hak ve Adalet Partisi.
156 BİN KİŞİ EVLİLİK HAYATI
EĞİTİMİ ALDI
AILE ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın düzenlediği Evlilik Öncesi Eğitim
Programı ile Türkiye çapında 156 bin 318 kişiye eğitim verildiği açıklandı.
Evlilik çağında olan, yuva kurmak isteyen gençlerin mutlu ve sağlıklı evlilikler yapabilmesini amaçlayan program, evlenmek üzere olan çiftlerin
yanı sıra silah altındaki er ve erbaşları, polis okulları ve üniversitelerin son
sınıf öğrencilerini de kapsıyor. Program, çiftlerin evlilik öncesi hazırlıklarının sağlıklı bir şekilde yürümesini ve evlilik içinde problemler çıkmadan
çözümler üretilebilmesini hedefliyor. Aile Eğitim Programı kitaplarına
http://www.aep.gov.tr/ internet adresinden ulaşılabiliyor.
Bakanlık ayrıca 81 ilde il müdürlükleri ve sosyal hizmet merkezlerindeki
uzman personel aracılığıyla ücretsiz Aile ve Boşanma Süreci Danışmanlığı
hizmeti sunuyor. Danışmanlık, Boşanma Öncesi Danışmanlık Hizmeti, Boşanma Sürecinde Danışmanlık Hizmeti ve Boşanma Sonrası Danışmanlık
Hizmeti olmak üzere üç aşamalı veriliyor. Hizmetin yürütülebilmesi için
280 meslek elemanına hizmet içi eğitim verildi. Eğitime başvuran 2 bin
854 çifte danışmanlık hizmeti sunuldu.
13
ERMENI MESELESIYLE ILGILI HER ŞEY
ermenisorunu.gen.tr’de
1915 Olayları’nın 100. yılı olması dolayısıyla “Ermeni meselesi”
odaklı çalışmalar, açıklamalar ve yayınlar birbirini izliyor. Ülkemizde ve dünyada konunun çeşitli yönleri farklı pencerelerden ele
alınırken, tartışmalar ağırlıklı olarak “soykırım” kavramı etrafında
şekilleniyor. 2015 yılıyla birlikte daha fazla konuşulmaya başlayan
Ermeni meselesi, özellikle geçtiğimiz nisan ayında ana gündem
maddesi oldu. Konuyla ilgili olarak Türkiye’nin tepkisine yol açan
açıklamalar ve kararların da art arda geldiği bu günlerde “1915’le
ilgili her şey” ermenisorunu.gen.tr adlı web sitesinde yayımlanmaya başladı. Ermeni meselesini sadece 100 yıllık bir süreçte değil,
tarihî arka planı ve bugünüyle de ele alan web sitesi, konuyu tüm
yönleriyle öğrenmek isteyenler için en doğru adres olma iddiası
taşıyor.
Türk ve yabancı akademisyenler anlatıyor
ermenisorunu.gen.tr, Ermeni meselesiyle ilgili her türden fikre
bütün açıklığıyla yer vererek farklılığını ortaya koyuyor. Ermeni
tehcirine giden süreç, tehcir dönemi ve sonrasına ilişkin metinler
ve tarihî belgelerle doyurucu bir içeriğe sahip olan web sitesi, konuyla ilgili önemli çalışmalara imza atmış Türk ve yabancı akademisyenlerin açıklamalarını kısa videolarla doğrudan kendilerinden
14
HABERLER
dinleme imkanı sunuyor. Web sitesinin içeriği, Ermeni meselesine
yönelik güncel gelişmelerle ilgili haberlerle de zenginleşiyor.
ermenisorunu.gen.tr, Aynı Çatı Altında 700 Yıl, Güneş Batıdan
Doğuyor, Kılıçlar Çekilirken, Hürriyet Müsavat Uhuvvet, Cihanı
Tutan Umumi Acı, Geciken Doğum Sancıları, Sular Çekiliyor, Enstitü ve Vakıflar, Arşivler, Sorularla 1915, Kaynaklar, Belgeler, Ortak
Acı/Adil Hafıza başlıkları altında 1915 Olayları ile ilgili her şeyi tüm
açıklığıyla kullanıcılarının dikkatine ve değerlendirmesine sunuyor.
“Son derece titiz bir çalışma yürüttük”
ermenisorunu.gen.tr’deki “Editörden” yazısında “Ermeni meselesinin serüvenini Türklerle Ermenilerin ilk karşılaşmalarından
günümüze kadar olan geniş safahati içinde bu sitede bulabileceksiniz” denilerek şu ifadelere yer veriliyor: “ermenisorunu.gen.tr’yi
yeniden organize ederek yayına hazırlarken birkaç şeye özellikle
dikkat ettik. Öncelikle tarafların görüşlerini olabildiğince berrak ve
doğrudan ortaya koymaya çalıştık. İnternette bu ve benzeri konularda yayın yapan sitelerden ayrılmak amacıyla içeriği hazırlarken
son derece titiz ve çeşitliliğe alabildiğine geniş bir yer ayıracak biçimde hazırlık yaptık. Seçtiğimiz kısa videolarda bu çabanın seçik
bir şekilde izlenebileceğini sanıyoruz.”
Türk Parlamenterler
Birliği’nden
Üye aidatlarımız 16. Olağan Genel Kurul kararıyla 2015 yılında yıllık 120 TL’dir.
Bankalar tarafından müşterilerine Uluslararası Banka Hesap Numarası (IBAN) verilmektedir.
Üyelerimizin aidatlarını yatırırken problem yaşamamaları için Birliğin IBAN Numarası aşağıda belirtilmiştir.
Bilindiği gibi 2002’de yıllık 30 TL olan üye aidatları 2004 yılından beri 60 TL ve 2013 yılından itibaren 120 TL’dir.
Geriye doğru aidat borçlarının buna göre hesaplanması ve Birliğimizin aşağıdaki hesap numarasına yatırılması, 5253 sayılı
Dernekler Kanunu’na göre, alınan aidatların belgesine üyelerin TC Kimlik Numaralarının yazılması gerekmektedir.
Üyelerimizin TC Kimlik Numaralarını mektup veya telefonla Birliğe bildirmeleri rica olunur.
TPB Haber Portalı www.tpb.org.tr
Fax Hattı: 0312 420 66 24
Sayın Üyelerimiz her konuda bize ulaşabilirsiniz.
Türk Parlamenterler Birliği Ankara Konukevi: Ankara Hotel Pino Bayraktar Mahallesi Vedat Dalokay Caddesi
Bayraklı Sokak No: 35 GOP/ANKARA Tel: 0312 446 36 86
Türk Parlamenterler
Birliği
TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin
Kat No: 50-51 Bakanlıklar/ANKARA
Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği
Ziraat Bankası TBMM Şubesi
IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001
DÜNYADAN
KKTC YENİ CUMHURBAŞKANINI SEÇTİ
KUZEY Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde 26 Nisan Pazar günü yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminin galibi Mustafa Akıncı oldu.
Cumhuriyetçi Türk Partisi-Birleşik Güçler ve Toplumcu Demokrasi
Partisi’nin desteği ile bağımsız olarak seçime giren Akıncı, geçerli
oyların %60,38’ini alarak KKTC’nin dördüncü cumhurbaşkanı
seçildi. Akıncı’nın rakibi, KKTC’nin üçüncü cumhurbaşkanı Derviş
Eroğlu ise %36,62 oranında oy aldı.
1975 yılında Kıbrıs Türk Federe Devleti Kurucu Meclisi üyeliğine
seçilen Mustafa Akıncı, daha sonra Lefkoşa Belediye Başkanlığı,
milletvekilliği, bakanlık ve başbakan yardımcılığı görevlerinde bulundu. Ağa Han Mimarlık Ödülü de dahil olmak üzere uluslararası
mesleki ödüllere sahip olan Akıncı, Annan Planı döneminde oluşturulan Barış ve Demokrasi Hareketi’nin kurucuları arasında yer
almıştı.
MURSİ’YE 20 YIL HAPİS
MISIR’DA askerî darbeyle görevinden uzaklaştırılan eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, kamuoyunda “İttihadiyye olayları” olarak bilinen davada 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Şiddete teşvik suçlamasıyla açılan davada Mursi’nin yanı sıra dönemin
yetkililerinden 12’si de aynı cezayı aldı. İki sanık ise 10’ar yıl hapse mahkum edildi.
16
Sanık avukatları karara itiraz edeceklerini
açıklarken, dünya kamuoyundan da karara
tepkiler geldi. Uluslararası Af Örgütü mahkemeye Mursi’nin ya yeniden yargılanması ya da
serbest bırakılması çağrısında bulundu. Beyaz
Saray Sözcüsü Josh Earnest, ABD’nin siyasi
tutuklamalara güçlü bir şekilde karşı olduğunu
belirterek Mursi’ye yargı sürecindeki temel
haklarının verilmesi gerektiğinin altını çizdi.
Türkiye’nin olaya tepkisi ise Dışişleri Bakanlığı
kanalıyla ortaya koyuldu. Bakanlık’tan yapılan
açıklamada kararın esefle karşılandığı bildirilirken şu ifadelere yer verildi: “Mısır halkının
gerçek bir demokrasiye ve hukuk devletine
yönelik meşru taleplerinin karşılanması hususundaki samimi çağrılarımız geçerliliğini
korumaktadır.”
NATO’DAN SİBER GÜVENLİK TATBİKATI
NATO Ortak Siber Savunma Mükemmeliyet Merkezi Sözcüsü Liisa
Past, Estonya’nın başkenti Tallinn’de düzenlenen siber güvenlik
tatbikatıyla ilgili bilgi verdi. “Kilitli Kalkan 2015” adı verilen tatbikata 16 ülkeden yaklaşık 400 bilgisayar uzmanının katıldığını ifade
eden Past, tatbikatın hayali bir ülkedeki kurmaca bir senaryoya
dayandığını belirtti.
Past’ın açıklamasına göre, olası siber saldırılara karşı NATO’nun
savunma kapasitesini artırmak amacıyla 2010 yılından bu yana düzenlenen tatbikatın katılımcıları, olası bir siber saldırıya karşı teknik
çözümler üretiyor. ABD Başkanı Barack Obama ve NATO’ya üye
diğer ülkelerin liderleri, geçtiğimiz eylül ayındaki zirvede NATO’nun
siber savunma kapasitesinin artırılması konusunda fikir birliğine
varmış ve üye bir ülkeye karşı olası bir siber saldırıya tıpkı askerî
saldırıda olduğu gibi ortak yanıt verilmesini kararlaştırmıştı.
GÜRCİSTAN’DA HÜKÜMET DÜŞTÜ
GÜRCISTAN’DA Spor Bakanı Davit Kipiyani’nin istifası ve daha
önce altı bakanın yerine yenilerinin gelmesiyle kabine üyelerinin
üçte biri değişti. Gürcistan yasaları bu durumda hükümetin yeniden güvenoyu almasını şart koştuğundan hükümet fiilen düştü.
Yeni hükümetin güvenoyu almasına kadar geçici olarak göreve
devam edecek olan mevcut kabinenin Başbakanı Garibaşvili, “Hükümette değişikliklerin yapılması doğaldır. Bu değişiklikler sağlam
bir demokrasi prosedürüdür” dedi. Tüm uluslararası ortaklarının
Gürcistan’a güvendiğini vurgulayan Garibaşvili, “Parlamento hükümete yeniden güvendiğini gösterecek ve ekibimiz çalışmaya
devam edecek” açıklamasında bulundu.
Gürcistan Anayasası’na göre parlamentonun yeni başbakan ve
bakanlar kurulunu yasada belirtilen süre içinde ve uygun prosedürle onaylamaması durumunda, cumhurbaşkanı mevcut parlamentoyu feshedip, erken genel seçim yapılmasını isteyebilecek.
NAZARBAYEV’İN 5. SEÇİM ZAFERİ
KAZAKISTAN, devlet başkanını seçmek için sandık başına
gitti. Kazakistan Merkez Seçim Komisyonu, oyların %97,7’sini
alan Nursultan Nazarbayev’in yeniden devlet başkanı seçildiğini
açıkladı. Nazarbayev’in rakipleri Komünist Parti’nin adayı Turgun
Sızdıkov %1,6, bağımsız aday Abelgazi Kusainov ise yüzde 0,7 oy
aldı. Kazakistan’ın bağımsızlığını ilan ettiği 1991 yılından bu yana
görevde olan Nazarbayev, düzenlediği basın toplantısında, yüksek
bir oranla seçimi kazanmasının uluslararası gözlemciler tarafından
eleştirildiği yönünde bir hatırlatmayla karşılaşınca, seçime katılımın yüzde 95’in üzerinde olduğunu, halkın kendisini tercih etmesi
karşısında yapılacak bir şey bulunmadığını söyledi. Kazak lider,
ülkesinin geçen sürede olağanüstü bir dönüşüme sahne olduğunu
dile getirdi. Nazarbayev, yaptıkları icraatlar ve dönüşümle kişi başı
gelirin 400 dolardan 13 bin dolara çıktığını söyledi.
17
HER ZAMAN
GENÇLERİMİZİN YANINDAYIZ
AKIF ÇAĞATAY KILIÇ
GENÇLIK VE SPOR BAKANI
G
GENÇLERIMIZIN
TÜRKIYE’YI EN IYI
ŞEKILDE GELECEĞE
TAŞIMAK IÇIN KARARLI
VE EMIN ADIMLARLA
KOŞACAĞINA
YÜREKTEN
INANIYORUM.
18
azi Mustafa Kemal’in 96 yıl önce Samsun’da yaktığı
bağımsızlık ateşi, milletimizin cesaret ve özgüveniyle
birleşerek Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna öncülük
etmiştir. Milletimizin 19 Mayıs 1919’da başlattığı bu hürriyet ve
bağımsızlık yürüyüşü 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’le taçlandırılmış, ülkemiz çağdaş uygarlık yürüyüşünde çok büyük mesafeler
katetmiştir. Özellikle son 13 yıl içinde Türkiye, hükümetimizin de
gayretleriyle birçok kronik sorununu çözüme kavuşturmuş, birçok alanda “sessiz devrim” diye nitelendirilen önemli reformları
gerçekleştirmiş, demokratikleşme, hukuk devleti, temel hak ve
özgürlükler yolunda dünyada ve bölgesinde örnek bir ülke haline
gelmiştir. Şimdi Yeni Türkiye hedefimiz ise Cumhuriyetimizin
100. yılında ülkemizi demokratikleşme, temel hak ve özgürlükler noktasında çok daha ileri bir seviyeye taşımak ve dünyanın
ilk 10 ekonomisinden biri haline getirmektir. Ben bu yüzden 19
Mayıs’ı anmaktan ziyade 19 Mayıs ruhunu anlamayı daha çok
önemsiyorum.
Gazi Mustafa Kemal’in bu bayramı armağan ettiği gençlere
19 Mayıs’ın ruhunu anlama noktasında büyük sorumluluk ve
görevler düşüyor. Ülkemizin en önemli potansiyeli olan gençler
daha çok okumalı, daha çok araştırmalı, daha çok sorgulamalı,
hızlı bir dönüşüm ve değişim geçiren dünyayı anlamak, değişimleri ve yenilikleri yakalamak için yeteneklerini geliştirmelidir.
Bir taraftan özgürce düşünürken diğer taraftan millî ve manevi
değerlere bağlı, yenilikçiliğin peşinde koşan, üreten, teknolojiyi iyi
kullanan ve yeni buluşlar geliştiren bir nesil olmalıdır. Ekonomik,
toplumsal ve siyasal hayatta önemli roller üstlenmelidir. Tüm bu
ifade ettiklerimin bilincinde nesiller olarak iyi şekilde yarınlara
hazırlanmalıdır.
Gençlerimizin Türkiye’yi en iyi şekilde geleceğe taşımak,
milletimize, ülkemize ve insanlığa karşı sorumluluklarını en iyi
şekilde yerine getirmek için kararlı ve emin adımlarla koşacağına
yürekten inanıyorum. Başarılı olmaları, gençlerimize sağlanan
imkanların yanı sıra kendi gayretlerine ve yoğun bir şekilde çalışmalarına bağlıdır. Gençler daima büyük düşünmeli, hedefleri
doğrultusunda ilerlemekten vazgeçmemelidir. Yeni Türkiye’ye
inanan, özgüvenli, umutlu, heyecanlı bir gençliğin yetiştiğini
görmekten dolayı mutlu olduğumu da belirtmek isterim. Şunu
da biliyorum ki gençlerimiz kendilerinden sonraki nesillere daha
gelişmiş, daha müreffeh bir ülke bırakmak için çalışacaktır.
Türkiye’yi daha büyük, daha güçlü yapma mücadelesinde hep en
ön saflarda yer alacak, ülkesi ve milleti için hiçbir fedakarlıktan
kaçınmayacaktır.
200’den fazla gençlik merkezinde
1 milyona yakın üyeye ulaştık
Tabii sadece gençlere değil, bizlere de sorumluluk düşüyor. Hükümet olarak her zaman gençlerimizin yanındayız. Sorunlarını
çözmek, ihtiyaç ve beklentilerini karşılamak, her şeyden önce
gençleri anlamak, görüşlerine değer vermek bizim görevimiz.
Bir görevimiz daha var: Gazi Mustafa Kemal tarafından Türk
gençliğine armağan edilen bu değerli bayramı yaşatmak ve
korumak, gelecek nesillere en iyi şekilde aktarmak. Gençlik ve
Spor Bakanlığı olarak bu emaneti en iyi şekilde muhafaza ediyor,
geleceğe sağlıklı bir şekilde ulaşması için çalışıyoruz. Amacımız
bu bayramın ruhunu kavrayan, geçmişle gelecek arasında köprü
kuran, bilgili, donanımlı, paylaşımcı, üretken, yenilikçi gençler
yetiştirmek.
Bu çerçevede yaptıklarımızdan da bahsetmek istiyorum.
Gençler için birçok proje ürettik, üretmeye de devam ediyoruz.
Gençlerin ürettiği projelere destek veriyoruz. Özellikle tarih
bilincine sahip, millî ve manevi değerlere bağlı bir gençlik için
57. Alaya Vefa Yürüyüşü, Sarıkamış Şehitlerini Anma Günü gibi
etkinlikler düzenliyoruz. Gençlerden Ecdada Mektup adı altında
düzenlediğimiz yarışmaya rekor başvuru oldu. 550 binin üzerinde
genç bu vatan için canlarını seve seve veren ecdadına duyduğu
şükran ve minneti kaleme aldı. Önümüzdeki ay içinde duygu ve
düşüncelerini en iyi şekilde dile getirenler açıklanacak. Her yıl
50 binden fazla gencimizi kamplarımızda bir araya getirerek
kaynaştırıyoruz. Dünya ülkelerinin gençleri ile kendi gençlerimizi
çeşitli projelerin çatısı altında bir araya getiriyoruz. Uyuşturucu
ile mücadele konusunda gençlik liderlerimize ve antrenörlere eğitimler vererek, gençlere ulaşmalarını sağlıyoruz. Türkiye’nin dört
bir yanına yayılan 200’den fazla gençlik merkezinde 1 milyona
yakın üyeye ulaştık. Gençler burada eğitimden sanata, kültürden
spora kadar her tür etkinliğe katılıyorlar.
Kredi ve Yurtlar Kurumu yurtlarında kalan öğrencilerin daha
rahat ve iyi şartlar altında barınmaları için büyük bir özveriyle
çalışıyoruz. Öğrencilerimizin 6-8 kişi olarak kaldıkları ranza sistemini kademeli olarak kaldırıyoruz. 5 yıldızlı oteli aratmayan
yurtlar yapıyoruz. Şu anda yurtlarımızda barınan öğrenci sayısı
400 bine ulaştı. Yıl sonuna kadar 500 bini hedefliyoruz.
Sporda hedefimiz marka ülke olmak
Bu bayramın hatırlattığı şeylerden biri de spordur. Gençlik ve
Spor Bakanlığı olarak hayata geçirdiğimiz dev yatırımlar spora
verdiğimiz önemin bir kanıtıdır. Yeni Türkiye yolunda gerek tesisleşme, gerek lisanslı sporcu sayısında büyük mesafeler katettik. Bakanlığımın imza attığı yatırımların karşılığı önümüzdeki
yıllarda daha net bir şekilde görülecek ve daha iyi anlaşılacaktır.
Cumhuriyet tarihi boyunca 2002 yılına kadar toplam 2 bin 905
spor tesisinde hizmet veriliyordu. Bu rakama son 12 yılda (20022014) 1309 tesis ekledik. Yıl sonuna kadar yaklaşık 200 tesisin
yapımını tamamlamayı hedefliyoruz.
Bu tesislerimizden hem sporcularımız, hem gençlerimiz, hem
de halkımız yararlanıyor. Sporu bir yaşam tarzı haline getirmek
için gayret ediyoruz. Sağlıklı bir nesil için en önemli etkenlerden
birinin spor olduğunun farkındayız. Uluslararası turnuva, müsabaka ve olimpiyatlarda başarıdan başarıya koşuyor millî sporcularımız. Ülkemizin sporda bir marka ülke olmasını istiyoruz.
Uluslararası alanda prestiji yüksek organizasyonlar ülkemizde
yapılıyor. Artık bu organizasyonları seçici duruma geldik.
Bu hizmetlerin hepsi gençlerimiz için. Eğer bugün güçlü,
gelişen, yükselen yeni bir Türkiye’den söz edebiliyorsak bunu
geçmişte atılan kararlı ve ileri görüşlü adımlara borçluyuz. Şehitlerimize borçluyuz. Şehitlerimize vefa borcumuzu ancak böyle
yetişerek ödeyebiliriz.
Başta Gazi Mustafa Kemal olmak üzere bağımsızlık mücadelesi uğruna şehit düşmüş bütün kahramanlarımızı saygıyla
ve minnetle anıyor, tüm milletimizin 19 Mayıs Atatürk’ü Anma,
Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutluyorum.
Her şey güçlü Türkiye için…
19
55 YIL ÖNCE
YAŞANDI AMA…
YAŞAR TAŞKIN KOÇ
20
C
umartesi günleri de yarım gün okula gitmiş bir nesildenseniz 27
Mayısların bayram olarak kutlandığını da hatırlarsınız.
Ben hatırlayanlardanım.
23 Nisan, 27 Mayıs, 30 Ağustos, 29 Ekim… sırasıyla dört millî
bayramdı.
Hayal meyal hatırlayabildiğim şeylerden biri de bu 27 Mayıs’a bir
anlam vermekte zorlandığımdı.
“Bu bir darbe” veya “Başbakan astılar nasıl bayram olur” gibi
düşüncelerden tabii ki çok uzaktım bir ilkokul öğrencisi olarak.
Bana uygun gelmeyen, aklımın almadığı başka bir şeydi.
23 Nisan kolaydı; Meclis açılmış, o Meclis savaşı yönetip kazanmış
ve Cumhuriyet’i kurmuştu.
Üstelik çocuk bayramıydı aynı zamanda ki en güzeli biz çocuklar
için…
30 Ağustos kolaydı; düşmanı yenmiş denize dökmüştük.
29 Ekim de anlaşılırdı; Cumhuriyet kurulmuştu işte o gün.
Ama bu 27 Mayıs bir çocuğun aklının aldığı şey değildi ta o zaman… “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” neyin nesiydi?
23 Nisan’da hürriyete adım atmış, 30 Ağustos’ta bunu kazanmış,
29 Ekim’de taçlandırmamış mıydık zaten?
İşte o zaman ne kadar sakil duruyorsa sonra anladık ki hep beraber hep sakildi zaten…
Bir darbenin yıldönümünü, askerî bir darbenin yıldönümünü, sonu
bir başbakan, iki bakanın idamıyla biten bir cunta girişimini bayram
diye kutlamanın ne kadar tuhaf ve zorlama olduğu artık ortada.
Tarihin cilvesi şu ki onun torunu ve çok daha kanlısı olan 12 Eylül
darbesi çıkardı kendilerini bayram olmaktan.
1982’den beri kutlanmıyor.
Hürriyet Şehitleri adı verilen, DP’nin son döneminde ve darbe
günü çok farklı sebeplerle ölenlerin Anıtkabir’e defnedilmiş cenazeleri de yine 12 Eylül’de başka mezarlıklara taşındı.
Son 10 yıldır da sadece milletin yarısının değil artık nihayet
hemen tamamının reddettiği bir şey 27 Mayıs darbesi ve temsil
ettiği zihniyet.
Sıcak bahar günlerinde bir türlü yerine oturmayan o “bayram”
neyin nesiymiş öğrenebileceğim kadar öğreneceğim, belgeselini
çekeceğim… hiç aklıma gelmezdi o yaşlarda.
Sonra gerçek bir av tüfeğine çok benzeyen oyuncak tüfeği annem sandığa kaldırırken itiraz ettiğimde “askerler arama yapıyor,
görmesinler” diye beni avutup kandırırken anladım ki oturduğumuz
Ankara Cebeci civarında gerçekten az çok operasyonlar yapılıyormuş. Yıllar sonra öğrendim 12 Mart ve sonrasında Balyoz diye bir
şey yaşanıyormuş meğer.
Sonra yıllar geçti, sonra delikanlı olmaya doğru 12 Eylül faşizmini
iyi kötü daha yakından tanıdım.
Kızılay’da okul asmanın keyfiyle cebinde bir paket Birinci, bir
çay parası, bir otobüs bileti, belki şiir veya resim karalamak için
kurşunkalem ve kağıt iç cebinde gezerken Mithatpaşa’da Yenişehir Postanesi’nin yanındaki eski DGM binasına gelen demir kasalı
askerî kamyonlarla karşılaştım. Daracık, tel örgülü penceresinden
bakan karanlıkta kalmış yüzler vardı içinde. Siviller görür korkusuyla
kısa bir an el salladım ancak. Merakla bakıyor olmalılardı dışarıya,
güzelim bahara, simitçiye, Kızılay’a…
Mamak Cezaevi’ne teyze oğlunun duruşmasına bile gittik annemle.
Her şey ve her yer haki yeşille koyu gri arasındaydı sanki.
Bulutlar, ağaçlar, toprak, insan yüzleri… her şey…
Rengi kadar ürkütücüydü her şey.
Sol örgütün Altındağ sorumlusu teyze oğlunun kısacık bir an
dönüp yarım zorlama gülümsemesi bile tedirginliği dağıtmadı,
artırdı hatta.
Yıllar sonra bir ülkücü mahkumdan sadece bir izmariti alabilmek
için nice dayağı göze aldığını bizzat dinlemiştim.
İşkenceleri, kışın içine girilmek zorunda bırakılan bahçedeki kim
bilir hangi güzel hevesle yaptırılmış küçük havuzu, sıra dayaklarını,
Ankara, İstanbul, Erzurum, Kayseri, Diyarbakır cezaevlerinin ününü
falan anlatmaya gerek bile yok.
Sıradan ve hatta normal sayılabilecek bir mahkeme ziyaretinin,
bir duruşmanın dışarıdaki özgür bir sivilde bıraktığı his yetiyordu
İtalyanca o kelimeyi iliklerinize kadar hissetmenize.
Aynı teyze oğluna bir kat temiz çamaşır ulaşsın diye kim bilir
hangi komşunun tanıdığının bilmem nesi üzerinden polis amirine
verilen rüşvetleri hatırlıyorum. O çamaşır ulaştı mı ulaşacak mıydı
asla bilemezdi kimse.
Bir umut veriliyordu işte kaçak girmiş ama lüks viski, biraz para
vesaire…
Ankara Emniyeti’nin hâlâ soğuk hâlâ çirkin binasında herhangi
bir kayıt ya da hukukî süreçten bağımsız “sorgu”daydı insanlar.
Birçoğunun bilmem kaçıncı kattan “intihar ettiği” yıllardı.
Artık dünyayı iyi kötü anlamaya başladığımda 28 Şubat gelmişti
ve bir gazeteci olarak; çalıştığı dergi ve televizyon “irticaî yayın”
olarak “kara liste”de bir insandım.
27 Nisan e-muhtırası verildiğinde gece çalıştığım televizyon
kanalına gelip olup biteni anlamaya yorumlamaya çalışıyordum.
O savuşturuldu, başka bir darbe girişimi olarak iktidar partisine
kapatma davası açıldı.
Darbeler şekil ve yöntem değiştirerek hayatımızda, hayatımdaydı hep.
Bir iradenin kırılması, kendi iradenin dayatılması anlamında darbe Türkiye’nin gerçeği olmuştu ve son süreç bununla mücadelenin
yeni bir boyutuydu.
21
Dünya şartları, Türkiye’nin geldiği yer, siyasal iktidarın tutumu
darbeleri, bildiğimiz, klasik anlamda darbeleri ve ihtimallerini
büyük ölçüde tasfiye ederken “iradeyi kırma ve kendi iradesini
kabul ettirme” girişimleri yeni yeni icatlarla sürdü. Bundan sonra
da sürecek şüphesiz.
Tıpkı 17/25 Aralık gibi…
Ya da bu yazıyı yazdığım saatlerde Türkiye’de en çok konuşulan, tartışılan konu olan Paralel Yapı mensuplarının tahliye
ettirilmesi girişiminde olduğu gibi…
27 Mayıs üzerine bir yazı neden aradan geçen 55 yılın sonunda
bugünkü aktüel gelişmelerden bile bağımsız olamıyor acaba?
Neden kurtulamıyoruz o meşum günün hatırasından?
Yazının ortasındayım ve Cumhurbaşkanı Erdoğan KKTC’de yeni
seçilen Cumhurbaşkanı Akıncı’nın “Yavru vatan değiliz, eşit iki
kardeş ülkeyiz” cümlesine itiraz ediyor.
Bu cümleler bile 27 Mayıs’la nasıl ilintili hatta çok ilgili olabiliyor?
27 Mayıs’ı kim ve neden yaptı acaba?
22
Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bir grup mu?
ABD etkisi altındaki genç subaylar mı?
Perde arkasında İngiltere mi vardı?
Hangisi…
Belgesel çalışmaları sırasında araştırdığım ama net cevabını,
somut delilini bulamadığım bu soru bugün de cevabını arıyor.
İngiltere DP iktidarının, hatta başta Başbakan Menderes ve
Dışişleri Bakanı Zorlu’nun kişisel ısrarının da büyük katkısıyla
imzalanan Londra ve Zürih Anlaşmaları’nı mı affetmemişti? İstanbul başta olmak üzere İzmir ve Ankara’da yaşanan 6/7 Eylül
Olayları’nı mı?
Selanik’teki Atatürk Evi’ne kimin attığı hâlâ anlaşılamamış
bombanın basın aracılığıyla birden köpürtülmesiyle zemini hazırlanan 6/7 Eylül Olayları’nda devletin rolü olduğu hemen hemen
kesin gibi.
Ama olayların tam anlamıyla zıvanadan çıkması sanki devlete
rağmen yaşandı.
En azından iktidara rağmen… Olaylar kontrolden çıktığında
trenle Ankara’ya gitmekte olan merhum Başbakan geri döndü
kara yoluyla. Ertesi gün Beyoğlu’ndaki facia görüntüsüne bakarken çekilmiş bir fotoğraftaki gergin, yıkılmış yüz hatları anlatıyor
aslında beklediği manzaranın o olmadığını.
Olayların yaşandığı gece İstanbul’da uluslararası bir toplantının,
İnterpol toplantısının yapılıyor olması ve James Bond’un ünlü
yazarı Ian Fleming’in de o gece İstanbul’da olması; toplantıdan
sıkılıp seccade almak için dışarı çıkması, olaylara şahit olması
falan kendisinin resmî bir İngiliz ve hatta Amerikan ajanı olması
kadar tesadüftü tabii ki.
Sonunda her şeye rağmen evdeki hesap çarşıya uymadı.
Yıllar geçti ve Zürih, Londra, Lefkoşa Anlaşmaları Türkiye’yi de
Yunanistan ve İngiltere gibi Ada’da garantör ülke haline getirdi.
İngiltere’nin Kıbrıs’ı dolaylı olarak kendine bağlı bırakıp ayrılma
planı biraz değişikliğe uğramıştı. Atina’nın tamamen el koymasını
önlemek için Türkiye’nin meseleye dahil olması elini rahatlatmadı.
İspatı da 1974’te bu anlaşmalara dayanarak Türkiye’nin yaptığı
harekât.
Her şey ne kadar iç içe ve ne kadar birbirine bağlı…
Yine bu yazıyı yazdığım saatlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
KKTC’nin çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı’nın sözlerine karşı
çıkıyor olmasının 27 Mayıs’la ilgisi olması inanılmaz ama gerçek.
74 sonrasında bir anlaşmaya varılamadığı ve bölgesel sorunlardaki artan ivme, tehdit Akdeniz’in doğusunu Ankara için hayatî
hale getirdiği için KKTC konusunda artık çok daha temkinli.
Ada’daki yeni Cumhurbaşkanı’nın bugün söylediği sözleri not
edin; yarın tam tersini söyleyeceğini şimdiden garanti ediyorum.
Hiçbir şeyin dışarıdan göründüğü gibi olmadığını bu yazı ispatlıyor; Sayın Akıncı da yakında, yaşadıkça, gördükçe anlayacak.
O yüzden 27 Mayıs’ta Londra parmağı ne kadar var kestiremiyoruz ama belli ki yoksa şaşıracağız…
Tıpkı, geçerken Ankara’ya inen uçağıyla Esenboğa Havaalanı’nda
ayaküstü darbenin lideri Cemal Gürsel’le konuşan İngiltere
Kraliçesi’nin ne konuştuğu hakkında tahmin yapmaktan başka
çaremiz olmadığı gibi.
Bildiğimiz, Londra’nın işler iyice sarpa sarmadan hem Atina
hem Ankara’ya aynı anlaşmalar içinde Ada’da iki askerî üs kuracağını kabul ettirmesi oldu.
Üslerin statüsü “devlet statüsü”…
Evet, inanılır gibi değil ama bu da gerçek…
Ve Kıbrıs’la ilgili her şey söylenir hele ki Türk askerinin varlığı
neredeyse kendi aramızda bile eleştirenlerin, kınayanların, protesto edenlerin bulunduğu bir vakıa iken o iki üs “devlet statüsü”
ile gözlerden ırak hayatını sürdürmektedir tam 55 yıldır.
Bir gün oradan ayrılacaklarına da kimsenin inanmadığı, doğal
hak hatta Kıbrıs’taki bir orman, bir dağ gibi algılanıyor/algılatılıyor
olmaları ayrı bahis…
Üstelik Gürsel gaspla geçtiği Cumhurbaşkanlığı makamında
hastalanarak heyet raporuyla indirilen ilk ve tek Cumhurbaşkanı
olurken Kraliçe’nin dünya sisteminde İngiltere’nin en önemli
simgesi olarak hâlâ zaman zaman medyada boy göstermesi ayrı
bir ironi olmalı…
Veya darbeyi yapan ve kendilerine Millî Birlik Komitesi adını
veren o “genç subaylar”?
Cumhuriyet gazetesinin manşetinde AK Parti hükümetinin
daha ilk aylarında verilmiş örtük muhtıradaki “Genç subaylar
rahatsız”ın kökenindeki o “genç subaylar”…
Manşetin ilgili temsilcinin çarpıtması olduğu yıllar sonra ortaya
çıktı ama bu tanımlamanın dayandığı MBK’daki o subayların kaçı
Kore’de savaşmış veya barış döneminde Kore’de görev almıştı
acaba?
Bu Kore bağlantısı ile doğrudan ABD’de eğitim görenler toplanınca MBK’da bu ikisinden birinde yer almamış “genç subay”
kalıyor muydu?
Hiç sanmam…
Öyleyse darbede Amerikan parmağı da güçlü ihtimal mi?
Bu da bir gün “hayır, ilgileri yokmuş” cevabı çıkarsa şaşıracağımız bir soru.
Belki de birlikte yaptılar ki en normali bu.
Değil mi ki Soğuk Savaş atmosferinden diğer bütün ülkelerden
daha fazla yararlanmasını bilen ve ciddi kredi koparan DP iktidarı
paralar kısıldıkça nihayet Moskova’ya da uğramayı düşünmeye
başlamıştı. Dönemin Sağlık Bakanı eski İstanbul Belediye Başkanı Lütfü Kırdar ilk ziyareti yapmış, Haziran ayında Başbakan’ın
gideceği kesinleşmişti.
Darbeden hemen önce Ankara’da bulunan Hindistan Başbakanı
Nehru’ya bağlantısızlıktan, bloklardan bağımsız dış politikadan
falan bahsediyordu artık Menderes.
Harp Okulu öğrencilerinin yürüyüşünün bu görüşmeye denk
gelmesi yine nasıl bir tesadüftü oysa…
Tam da “yoruldum, artık ayrılmak istiyorum” diyen Sağlık
Bakanı Kırdar’a Menderes “yakında erken seçime gideceğiz, o zaman ayrılırsınız” demişti… Oysa Kırdar Yassıada’da savunmasını
yaparken kalp krizi geçirip hayata veda edecekti…
Ne kadar isterseniz o kadar benzerlik, etki bulabilirsiniz. Günü-
23
müzde, mesela Mayıs 2015’teki rastgele bir tartışma, atışma, kapışma konumuzla 27 Mayıs darbesinin bağlantısını kurabilirsiniz.
Onunla kuramıyorsanız çocuğu 12 Mart veya torunu 12 Eylül’le
mutlaka kurarsınız.
27 Mayıs Cuma gününün ilk saatlerinde başlayan o darbe
sonraki 55 yılımızı derinden etkiledi ve etkilemeye devam ediyor.
Başımıza gelen her felaketin sorumlusudur demiyorum.
Ama şikayet ettiğimiz, geri kaldığımız, yanlış yaptığımız her
şeyde bazen tamamen bazen bir parça da olsa etkisi, katkısı
olduğu çok açık.
Ekonomik büyümeden bize özgü modellere; yaşadığımız sarsıntılardan kutuplaşmışlığımıza hepsinde büyük katkısı var.
Yıllar geçtikçe böyle olduğu daha iyi anlaşılıyor.
Geldiğimiz noktada, dünyanın geldiği yerde hâlâ sınırlı sayıda
darbe özlemcilerinin kalmasına bile bundan dolayı şaşıramıyoruz.
Mesele darbenin yapılıp yapılamayacağı da değil; mesele darbelerin memlekete verdiği hasarı görmezden gelmelerinde.
Adnan Menderes ve hükümetleri için yazılmış yüzlerce kitap
var; yapılmış yüzlerce röportaj; kaleme alınmış on binlerce makale,
köşe yazısı, yorum…
En az yarısı bütün gücüyle bütün kötülükleri o iktidara yıkan
yayınlardır.
Tümünü toplasak, tümünü doğru kabul etsek, Yassıada yargılamaları kadar tarihte örneği az bulunur trajik ve kof mahkemenin, iddia sahibinin tüm kararlarını, sözlerini doğru kabul etsek
darbenin kendisinden daha fazla hasar veremediğini kabul etmek
zorunda kalırız.
DP 1960’ta gideceği kesin olan o erken seçim, bilemediniz bir
sonraki seçimde kaybedecekti zaten.
Tarım başta olmak üzere ekonomi, eğitim, dış politika, sanayi,
ulaştırma, haberleşme ve daha nice konudaki Cumhuriyet’e birkaç
basamak birden atlatan icraatlarını da yok sayabilirsiniz.
24
Böyle düşünenlerden olsanız bile yine de bir darbenin, hele ki
27 Mayıs’ın yani “darbelerin anası”nın o gün ve sonrasında verdiği hasarı affedemezsiniz; daha büyük zararlar verdiğini inkâr
edemezsiniz.
Hepsinden vazgeçin, bizzat Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ülkesinin
savunmasını üstlenmesi, sınırlarını sapasağlam beklemesi gerekirken verili düzenin koruyucusu haline dönüşmesine ne demeli?
Türkiye’de siyaset, ideolojiler, üretim ve bölüşüm ilişkileri ordunun müdahale etmesi gereken; taraf olması gereken şeyler midir?
Taraf olmadı mı diyorsunuz?
O yüzden mi hem 27 Mayıs hem onun geleneğinin sıkı takipçisi
12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat darbeleri, başarısız olmuş, akim kalmış
27 Nisan e-muhtıra, 2007 parti kapatma, 17/25 Aralık gibi darbe
girişimleri açık veya örtük hep tekelci sermayenin desteğini aldı.
Hep o sermayenin medyasınca alkışlandı.
Hep o sermayenin sözcüsü bürokratlarca desteklendi, tasarlandı, omuz verildi.
27 Mayıs 1960 klasik tabiriyle Türk demokrasisinin kara günü
değildir.
27 Mayıs 1960 sabahı demokrasi kadar bu ülkede mezhep,
ideoloji, etnik ayrım olmadan hepimize ait geri kalan maddi manevi ne kadar değer, birikim, potansiyel, gelecek varsa hepsinin
düşmanı bir sabahtır.
Darbeden 55 yıl sonra açık seçik gerçek sadece budur.
Size naçizane tavsiyem, DP ve Menderes düşmanı bir yazarın
veya bir gazetecinin o dönemlerde, darbeden sonra yazdıklarını
okumanız.
1960 Haziranı’nda normal gibi algılanan, algılatılan şey bugün
nasıl görünecek gözünüze acaba?
Ne işinize mi yarayacak?
Okumadan anlayamazsınız…
“27 MAYIS DARBESI TÜRK
DEMOKRASI TARIHINDE
KARA BIR LEKEDIR”
RÖPORTAJ: SONGÜL BAŞ
DEMOKRATLAR KULÜBÜ ÜYELERI, MECLIS’TEKI GELENEKSEL
PAZARTESI BULUŞMALARINDA TPB PARLAMENTO’NUN 27
MAYIS 1960 ASKERÎ DARBESIYLE ILGILI SORULARINI YANITLADI.
TECRÜBELI SIYASETÇILER, “27 MAYIS DARBESI TÜRK
DEMOKRASI TARIHINDE KARA BIR LEKEDIR. SONRAKI DARBE
VE MUHTIRALARA ÖNCÜLÜK ETMIŞTIR” DIYOR.
25
T
ürkiye Büyük Millet Meclisi yıllardır her pazartesi günü geleneksel bir buluşmaya evsahipliği yapıyor. Geçmiş dönemlerde milletvekili ve bakan olarak ülkemize önemli hizmetlerde
bulunmuş Demokratlar Kulübü üyeleri bu yemekli buluşmada
eski günleri yâd ediyor, tecrübeleri ışığında bugünkü gelişmeleri
değerlendiriyor. Geçtiğimiz ay bu buluşmalardan birine katılarak
hem keyifli sohbete ortak olduk hem de bu sayıda ele aldığımız 27
Mayıs darbesiyle ilgili kısa röportajlar yaptık. Tecrübeli siyasetçiler
yaşadıkları ve tanık oldukları olaylardan yola çıkarak yakın tarihimize dair çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.
Röportajımız sırasında ilk önce Demokratlar Kulübü Derneği
-yaygın kullanılan adıyla Demokratlar Kulübü- hakkında bilgi
edinmek üzere Sanayi, Çalışma ve Millî Eğitim eski Bakanı Ali
Naili Erdem’le konuştuk. Demokratlar Kulübü’nün başkanlığını
yürüten Erdem, “Siyasi partilerin yeniden açılmasına karar verildiği zaman Demokrat Partili bir grup arkadaş ‘Siyasi olarak
Demokrat Parti’nin misyonu bitmiştir, biz bir dernek çalışması
yaparak Demokrat Parti’nin sosyal ve kültürel hizmetlerini
devam ettirelim’ dediler ve bu dernek kuruldu. Diğer bir kısım
arkadaşlar da ‘Hayır, biz Demokrat Parti’yi siyasi zeminde devam
ettireceğiz’ dediler ve onlar da parti olarak faaliyetlerini sürdü-
26
RÖPORTAJ
rüyorlar. Derneğin kuruluşundan itibaren Demokrat Parti’nin
27 Mayıs 1960’a kadarki muhalefet ve iktidar süresi içerisinde
yaptıkları kitap haline getirildi. Bu kitapların adedi 30’u geçti.
Böylece Demokrat Parti’nin geçmişte kalan hizmetleri kitaplar
marifetiyle halka yeniden anlatılmış oldu” diyor. 10 yılı aşkın süredir Demokratlar Kulübü’nün başkanlığını üstlendiğini belirten
Ali Naili Erdem sözlerini şöyle sürdürüyor: “Demokratlar Kulübü,
demokrasinin tavizsiz, hiç kimseye minnet etmeden ayakta kalabilmesini sağlamak için bir araya gelmiş fikir adamlarının oluşturduğu bir kulüptür. Biz Türkiye’nin inkılapları, batılılaşma hareketi,
modernleşmesi gibi konularda fikirler üretiyoruz. Bu ürettiğimiz
fikirler, ortaya koyduğumuz görüşler ülkemizin yarınlarını amaçlamaktadır, herhangi bir siyasi niteliği yoktur. Doğrudan doğruya
kültürel çalışmaların içerisindeyiz. Cumhuriyet’in temeli kültürdür
diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bu görüşünü benimsemiş
bir kulübüz. Bu kulüpte Atatürk düşüncesi egemendir, yani çağdaşlaşma önemlidir; bilimi iktidar, insan sevgisini hakim kılma
önemlidir. Demokratlar Kulübü’nde siyasi mevkilere gelmek için
bir arada bulunan insanlar yoktur, fitne fesat yoktur, kıskançlık
yoktur, aksine herkes kendine verilen görev neyse onu zevkle ve
hevesle en mükemmel şekilde yapmaya çalışır.”
“HARP OKULU, PIYADE YEDEK SUBAY OKULU’NA ÇOK YAKINDI.
BIZE DE HARP OKULU’NDA GÖREV VERMIŞLERDI. DEMOKRAT PARTI
VE HÜKÜMETIN TANINMIŞ ÜYELERINDEN BAZILARININ CIPLERLE,
BAZILARININ ÇÖP ARABALARIYLA HARBIYE’YE GETIRILDIĞINI
GÖRÜYORDUM. TABII KI TARIFSIZ KEDERLER IÇINDEYDIM.”
Ali Naili Erdem, Demokratlar Kulübü üyelerinin geleneksel olarak her pazartesi günü
Meclis’te buluşup yemek yediğini belirterek, “Ayda bir de ailelerimizle birlikte Anadolu
Kulübü’nde bir araya geliyoruz ve kültürümüzün en zengin kaynağı musikimizi öne
çıkararak yemekli toplantı yapıyoruz” diyor. Tecrübeli siyasetçi yemeklerdeki sohbet
konularını sorduğumuzda “Daha güzel, daha huzur ve barış içinde bir Türkiye’yi konuşuyoruz, ama bu sohbetleri siyasi partiler bazında değil, fikir bazında ve tecrübeler ışığında
yapıyoruz” yanıtını veriyor.
“Ayten Sokak’ta patlayan silah heyecan yarattı”
Röportajımız sırasında Demokratlar Kulübü üyelerine 27 Mayıs 1960 askerî darbesiyle ilgili
değerlendirmelerini soruyoruz. 14. Dönem Bursa Milletvekili Ertuğrul Mat, 27 Mayıs’ı Piyade Yedek Subay Okulu’nda askerliğini yaptığı dönemde yaşadığını belirterek o günleri şöyle
anlatıyor: “27 Mayıs Cuma sabahı Piyade Yedek Subay Okulu’nda silah sesleriyle uyandık.
İhtilal duyulmuştu. Demokrat Parti’ye yakınlığı bilinen Okul Kumandanı Tuğgeneral Abidin
Tüzel’e güvenmeyen ihtilalciler, Piyade Yedek Subay Okulu’nu ihtilal hareketinin dışında
bırakmışlardı. Öğlene doğru Abidin Paşa’yı gözaltına almış, onun yerine de güvendikleri
bir subayı tayin etmişlerdi. Bu tayinden sonra Piyade Yedek Subay Okulu da ihtilalcilerin
yanında yer almıştı. Harp Okulu, Piyade Yedek Subay Okulu’na çok yakındı. Bize de Harp
Okulu’nda görev vermişlerdi. Demokrat Parti ve hükümetin tanınmış üyelerinden bazılarının ciplerle, bazılarının çöp arabalarıyla Harbiye’ye getirildiğini görüyordum. Tabii ki
tarifsiz kederler içindeydim.”
27
“O GECE VE ERTESI SABAHIN ERKEN SAATLERINDE HARP OKULU
ÖNÜNDE NÖBET TUTARKEN, KAPUTLARIMIZ OLMADIĞI IÇIN O KADAR
ÜŞÜMÜŞTÜK KI, BAZI ARKADAŞLARIMIZ ‘HAYATIM BOYUNCA BIR
DAHA SICAKTAN ŞIKAYET ETMEYECEĞIM’ DIYE YEMIN EDIYORDU.”
Ertuğrul Mat, 27 Mayıs gecesi Ankara’daki Ayten Sokak’ta yankılanan
silah sesleriyle ilgili olarak da şunları
söylüyor: “O gece Piyade Yedek Subay
Okulu’nun 4. Bölüğü, İsmet Paşa’nın
kaldığı Tandoğan Ayten Sokak’ta
nöbet tutacaktı. Sokağın başından
itibaren birer metre arayla dizilmeye
başladık. Bizim mangaya sıra geldiğinde 22 numaralı evin önündeydik.
İsmet Paşa orada kalıyordu ve bizim
manganın ekseriyeti Demokrat Partiliydi. Bölük Kumandanı ‘Siz şu tarafa’
diyerek bizi sokağın öteki köşesine
sevk etti. Bunu bize güvenmediği için
değil, bizi korumak için yapmış, bölükteki Demokrat Parti aleyhtarlarının
bizi tahrik etmesi ihtimaline karşı tedbir almıştı. Saat 23:00’e doğru Ayten
Sokak’ta bir silah patladı. Herkes silah
sesinin geldiği yere doğru koştu. Bir
de gördük ki, bölük arkadaşlarımızdan
biri, ‘Nasıl oldu bu iş?’ diye hayretle
tüfeğine bakıyordu. Kendisi Ankara
Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra
şizofreniye yakalanmış, buna rağmen
askere alınmıştı. Bir an elindeki tüfeği
merak etmiş, orasını burasını kurcalarken silah ateş almıştı. Allah’tan namlu
yukarıya doğru olduğu için kimseye
bir şey olmamıştı. O gece ve ertesi
sabahın erken saatlerinde Harp Okulu
önünde nöbet tutarken, kaputlarımız
olmadığı için o kadar üşümüştük ki,
bazı arkadaşlarımız ‘Hayatım boyunca
bir daha sıcaktan şikayet etmeyeceğim’ diye yemin ediyordu. 16 Ocak
28
RÖPORTAJ
1960’ta başlayan ve 27 Mayıs 1960’ta sona eren bu okul döneminde, Türk demokrasi tarihinin en acı olaylarına şahit olmuştum. İhtilal teşebbüsüne karşı bir mukavemet olmayınca
ve ihtilal de başarıya ulaşınca yedek subay talebelerini Ankara’da daha fazla tutmadılar.
Kıtalarımıza intikal etmemiz için bize on beş gün izin verip evlerimize gönderdiler.”
Ertuğrul Mat, 27 Mayıs döneminde insanların farklı yüzlerini gördüğünü de ifade ederek,
“27 Mayıs’tan evvel Demokrat Parti’yi savunan bazı yedek subay adaylarının, Harbiye Okulu
talebelerinin önüne geçip onları mensup oldukları ilin milletvekillerinin evlerine götürdüklerine, büyük bir utanmazlıkla bağırıp çağırdıklarına şahit oldum. İnsanların iki yüzünü görmek
siyasi hayatımın en kötü hatıralarından biridir” diyor.
“İdam kararını duyunca gözyaşlarıma hakim olamadım”
Uzun yıllar İçişleri de dahil olmak üzere pek çok bakanlık görevi üstlenen Nahit Menteşe, 27
Mayıs dönemini merhum Adnan Menderes’le ilgili anılarını paylaşarak değerlendiriyor. Menteşe o günleri şöyle anlatıyor: “İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okurken aynı zamanda
Aydın Yüksek Tahsil Talebe Derneği Başkanıydım. Rahmetli Adnan Menderes’i İstanbul’a
gelişlerinde bazen havaalanında, bazen de Haydarpaşa İstasyonu’nda karşılardık. 27 Mayıs’a
takaddüm eden 15 Mayıs’ta Adnan Menderes İzmir’e geldi. Aydın’dan hemen hemen 500
arabayla kendisini karşıladık. İzmir’de muhteşem bir miting oldu. Mitingden sonra üç arkadaş,
“IDAM FEVKALADE ACI BIR OLAYDI. TÜRKIYE’NIN KALKINMASI
IÇIN BÜYÜK GAYRET SARF ETMIŞ, GECESINI GÜNDÜZÜNE
KATARAK ÇALIŞMIŞ ADNAN MENDERES’IN IDAM EDILMESI
ÜZERINE KENDIMI TUTAMAYIP HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLADIM.”
Adnan Menderes’le görüşmek için Vali Konağı’na gittik. O sırada orada rahmetli Hasan Polatkan
ve Fatin Rüştü Zorlu da vardı. Menderes’le karşılaşınca ‘Sayın Başbakanım Aydın’a ne zaman
teşrif edeceksiniz?’ diye sordum. Omzumu tuttu, ‘Nahit Bey kardeşim, Ankara’ya çok önemli bir
misafirimiz gelecek. Onun için dönmek mecburiyetindeyim. İnşallah daha sonra Aydın’a bir gezi
tertip ederiz’ dedi. Bu konuşmamızdan sonra maalesef 27 Mayıs darbesi yapıldı ve kendisini bir
daha görmemiz mümkün olmadı.”
Nahit Menteşe, Yassıada Mahkemesi’nin aldığı idam kararları nedeniyle büyük üzüntü duyduğunu belirterek sözlerini şöyle sürdürüyor: “Hiç unutmam, bir sabah arabayla büroma doğru
giderken radyodan Adnan Menderes’in idam edildiğini öğrendim. Bu benim için fevkalade acı
bir olaydı. O gün duruşmalarım olduğu halde gidemedim, bir esnafın dükkanına girip hüngür
hüngür ağladım. Türkiye’nin kalkınması için büyük gayret sarf etmiş, gecesini gündüzüne
katarak çalışmış Adnan Menderes’in idam edilmesi beni derinden etkiledi.”
Enerji ve Tabii Kaynaklar ile Devlet eski Bakanı Esat Kıratlıoğlu, 27 Mayıs darbesi yapıldığında ağabeyinin Demokrat Parti Nevşehir Milletvekili olduğunu ve Yassıada Mahkemesi’nde
yargılandığını belirterek, “1960 yılının 26 Mayıs akşamı, petrol araması yapmak üzere
Kızılcahamam’ın Pazar nahiyesinde kurduğumuz kampta kalıyordum. Uykuda olduğum sırada
kampın idari işleriyle meşgul olan görevli yanıma gelerek ‘Efendim radyoda birtakım konuşmalar yapılıyor, ama ne olduğunu anlayamadım’ dedi. Hemen radyonun başına gittim, Alparslan
Türkeş konuşuyordu. ‘Türk Silahlı
Kuvvetleri memleketin idaresini
ele almıştır. Bütün ittifaklarımıza
ve taahhütlerimize sadığız. NATO
ve CENTO’ya inanıyoruz ve bağlıyız’ diyordu. 27 Mayıs ihtilalini bu
şekilde öğrendim” diyor. Kıratlıoğlu, darbeyle ilgili görüşlerini ise
şöyle dile getiriyor: “27 Mayıs Türk
demokrasi tarihinde kara bir lekedir. Bugün memleketin geri kalmasında, demokrasinin arızalı bir
şekilde yürümesinde bir numaralı
sebeplerden biri 27 Mayıs ihtilalidir.
Çünkü o günkü şartlar altında bazı
sıkıntılar olmasına rağmen ihtilal
yapılmasını gerektirecek bir hadise
yoktu. Rahmetli Adnan Menderes
Türkiye’yi endüstri ülkesi yapmak
için girişimde bulunmuştu ve bunun için paraya ihtiyaç duyuluyordu. Amerika ve Almanya’dan
olumlu cevap alınamaması nedeniyle Adnan Menderes Rusya ile
kredi görüşmesi yapacaktı. Bunun
için Haziran 1960’ta Rusya’ya
gidecekti. Sırf bunu engellemek
için 27 Mayıs ihtilali yapıldı. Türkiye’deki diğer ihtilal ve muhtıraların
da başlangıcı olan 27 Mayıs, Türk
demokrasisinde kara bir lekedir ve
Türkiye’nin temeline konulan bir
dinamittir.”
16. Dönem Kırşehir Milletvekili
Mustafa Eşrefoğlu, 27 Mayıs’ta Ankara Erkek İlköğretmen Okulu’nda
öğrenci olduğunu belirterek sözle-
29
“RADYODA ALPARSLAN TÜRKEŞ, ‘BUGÜN DEMOKRASIMIZIN IÇINE
DÜŞTÜĞÜ BUHRAN VE SON MÜESSIF HADISELER DOLAYISIYLA
KARDEŞ KAVGASINA MEYDAN VERMEMEK MAKSADIYLA TÜRK
SILAHLI KUVVETLERI MEMLEKETIN IDARESINI ELE ALMIŞTIR’ DIYORDU.”
rini şöyle sürdürüyor: “Sabah erken saatte kalktığımda yurttaki
radyodan Alparslan Türkeş’in sesini duydum. Türkeş, ‘Bugün
demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler
dolayısıyla kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla
Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini ele almıştır. En kısa
zamanda adil ve serbest seçimler yapılacaktır. İdare, seçimi hangi taraf kazanırsa o tarafa devir ve teslim edilecektir’ diyordu.
İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’na gittiğim dönemde
Yassıada yargılamaları başlamıştı. Bu yargılamalar tamamen
taraflı bir şekilde gerçekleşmiştir. 27 Mayıs meşru bir hükümete
karşı yapılmış gayrimeşru bir ihtilaldir.”
19. Dönem Bursa Milletvekili Fethi Akkoç, “27 Mayıs Demokrat
Parti iktidarını yıkmakla kalmamış, askerin Türkiye’de siyasete
bulaşmasının, devlet yönetimine karışmasının başlangıcı olmuştur. Asker bu geleneğini 12 Mart’la, 12 Eylül’le ve ‘postmodern
30
RÖPORTAJ
darbe’yle sürdürerek günümüze kadar getirmiştir” diyor. Askerî
darbe dönemlerinin görünen ve görünmeyen yüzleri olduğunu,
“perde arkası”nda yaşananları iyi tahlil etmek gerektiğini ifade
eden Akkoç, “Darbe dönemleriyle ilgili yazılmış çeşitli kitaplar
var. Bu konuda benim de çalışmalarım bulunuyor. Ekose Etekli
Levrek isimli kitabım yakında yayımlanacak. Bu kitapta 12 Mart
darbesinin yapılacağının ve Nihat Erim’in başbakan olacağının
beş buçuk ay önceden Amerikalılardan nasıl duyulduğu anlatılmaktadır” diye konuşuyor.
Demokratlar Kulübü Genel Sekreteri, 66 yıllık gazeteci Ali
Abalı, unutamadığı bir anısını şöyle anlatıyor: “İhtilal olduktan
sonra Gümrük ve Tekel Bakanı, Muğla Milletvekili Nuri Özsan’ı da
alıp götürdüler Harbiye’ye. Hanımı ile iki kızı yanıma geldiler ve
‘Pijamayla alıp götürdüler’ dediler. Bunun üzerine Nuri Özsan’ın
elbise ve çamaşırlarını alıp Harbiye’ye doğru yürüdüm. Herkes
“HEP MÜCADELE IÇINDE OLDUM, KORKMADIM, YOLUMA DEVAM
ETTIM. TES-İŞ GENEL BAŞKANI, TÜRK-İŞ YÖNETIM KURULU ÜYESI
OLDUM. SONRA DA İZMIR VE KAYSERI MILLETVEKILI SEÇILDIM.
EĞILMEDEN BÜKÜLMEDEN BUGÜNLERE GELDIK. ”
‘Çılgınlık yapma, kurşunlarlar seni’ dese de ağzımda Basın Kartı, elimde çanta Harbiye’ye gittim
ve Nuri Özsan’a elbiselerini verdim.”
“Çok sıkıntılı günler geçirdik”
Demokratlar Kulübü Başkan Yardımcısı, İzmir ve Kayseri eski Milletvekili Enver Turgut, 27 Mayıs
döneminde çok sıkıntılı günler geçirildiğini belirterek şunları söylüyor: “1960 ihtilali yapıldığında
Diyarbakır Karayolları’nda görev yapıyordum ve Yol-İş Sendikası Başkanıydım. Amcam Diyarbakır
milletvekili olarak Yassıada’ya sürülmüştü. Dolayısıyla aile olarak ihtilalden zarar görenlerdendik.
Amcamın milletvekili olmasından dolayı işe girmiş biri değildim. Daha önce iş hayatına başlamıştım.
1955 yılının Temmuz ayında kurduğumuz sendikanın başkanı olmuştum. İhtilal yapan komite mensupları Diyarbakır’a gelecekler diye okullar, işyerleri tatil edildi. Bütün kurumlara komite mensuplarını
karşılama talimatı verildi. Bunun üzerine işçileri topladım ve ‘Karşılamak isteyen varsa gidebilir, ancak
ben katılmak istemiyorum’ dedim. Bunun üzerine bazı arkadaşlar üzerime yürüyerek ‘Sen ihtilale
karşı mısın?’ dediler. Ben de ‘Evet’ demek mecburiyetinde kaldım. İki gün sonra evime iki asker
geldi. ‘Kolordu’da sizi bekliyorlar’ dediler. Heyecanlandım, kime gideceğimi soramadım. Diyarbakır
Kolordu Komutanlığı’na gittik. ‘Beni istemişsiniz, onun için geldim’ dedim. ‘Emir subayına haber
verelim’ dediler. Emir subayı da yüzbaşıymış, beni soru yağmuruna tuttu. Neticede Korgeneral’in
makamına götürdü. Bu sefer Korgeneral sorular sormaya başladı. Kendimi tanıttım. O sırada ye-
rinden kalkarak bana çikolata
ikram etti. Çikolatayı yemeden
elimde tutmuştum. Korgeneral
konuşma bittiğinde bana dedi
ki: ‘Oğlum şu anda olağanüstü
bir durumdayız. Seni anlıyoruz.
Biz sizi buraya çağırmış değiliz.’
Paşa’nın içinde bulunduğum durumu görünce üzüldüğünü fark
ettim. Bunun üzerine ‘Paşam bir
sıkıntı yoktur. Sıkıntısı olanlar
var, benimle boşuna uğraşıyorlar.
Ben sizi üzdüğüm için sıkıntı çekiyorum. İzin verirseniz kalkmak
istiyorum’ dedim ve kalktım. O
sırada elimdeki çikolatanın eridiğini fark ettim. Çikolata beyaz
pantolonumun dizinden aşağıya
doğru akıyordu. Korgeneral, ‘Dur
bakalım’ dedi. Postasını çağırdı,
bir ıslak bez getirmesini söyledi.
Çikolatayı silince pantolonuma
daha çok bulaştı. Bunun üzerine
Korgeneral emir subayını çağırdı,
‘Bir arabayla evine bırakınız’ dedi.
İşte o an çok üzüldüm. Bana dönerek ‘Bu kapı sana her zaman
açıktır. Bir sıkıntın olursa bana
söyleyebilirsin’ dedi. Çok zor günler geçirdik. Karayolları’nda iş
akdim feshedildi; hep mücadele
içinde oldum, korkmadım, yoluma devam ettim. Tes-İş Genel
Başkanı, Türk-İş Yönetim Kurulu
Üyesi oldum. Sonra da İzmir ve
Kayseri milletvekili seçildim. Eğilmeden bükülmeden bugünlere
geldik. Vatan sağ olsun.”
31
ÜZERINDE GÜNEŞ
BATMAYAN ADA
32
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
İNGILTERE VE İSKOÇYA KRALLIKLARININ BIRLEŞMESI SONUCU
1707 YILINDA EGEMEN BIR DEVLET OLARAK ORTAYA ÇIKAN
BIRLEŞIK KRALLIK, YAŞADIĞI TARIHÎ TECRÜBELERLE HEM ÇEVRE
ÜLKELERIN SIYASI TARIHINI HEM DE IÇINDE YAŞADIĞIMIZ
MODERN DÜNYAYI ŞEKILLENDIREN BIR GÜÇ OLMUŞTUR.
HASAN ERKANAR
33
G
ünümüzde bir Avrupa Birliği ve NATO ülkesi olan modern
Birleşik Krallık siyasi çekişmelerin, iktidar mücadelelerinin,
savaşların ve devrimlerin süslediği köklü bir siyasi geçmişe sahiptir. Modern hukukun üstünlüğü prensibinin doğduğu bu topraklar
asırlar sonra sanayide öncü olmuş ve tarihte benzeri görülmemiş
büyüklükte bir toprağa hükmeden imparatorluk düzeni kurmuştur.
Adada birleşmeyle başlayan süreç deniz aşırı topraklara sahip bir
imparatorluğa ve nihayet günümüzde anayasal monarşi çerçevesince belirlenmiş demokratik parlamenter rejimle yönetilen bir
Avrupa ülkesine evrilmiştir. Krallığın modern dönemde, özellikle
19. yüzyılda tartışmasız tek süper güç konumuna yükselmesi ve
bu yükselişin ardından yaşadığı düşüşe rağmen yüz milyonlarca
insanı etkileyecek kültürel mirasa sahip bir imparatorluk haline
gelmesi, tarihini daha da çekici kılmaktadır.
17. yüzyıldan başlıyoruz. 1688 Devrimi ya da diğer adıyla “Muhteşem Devrim”, Krallık tarihinin en önemli dönüm noktalarından
biridir. Oranjlı William olarak da bilinen Hollanda “stadtholder”ı
(15 ila 18. yüzyıl arasında Hollanda eyaletlerinde en üst düzey yöneticiye verilen isim) III. William, parlamenter rejim yanlısı İngiliz
seçkinlerinin daveti üzerine 1688 yılında mutlakiyetçi Katolik Kral
II. James’i tahttan indirerek İngiltere, İrlanda ve İskoçya Kralı oldu.
Devrim ile birlikte monarkların haklarını kısıtlayıp siyasi rejimin
parlamenter karakterini tekrar tesis eden 1689 Haklar Kanunu
imzalandı. III. William’ın ölümünden sonra tahta, karısı Kraliçe II.
Mary’nin kız kardeşi Anne geçti. Kraliçe Anne döneminde Galler
dahil İngiltere ve İskoçya’nın siyasi birliğini sağlayan 1707 Birleşme
Yasası yürürlüğe girdi. Yine aynı dönemde patlak veren İspanya
Veraset Savaşı’nda İngiltere ve 1707 itibarıyla yeni ismiyle Birleşik
Krallık, Fransızlara karşı önemli bir zafer kazanarak hem deniz
aşırı birçok toprağın hakimiyetini devralıyor hem de Avrupa’da
etkinliğini artıyordu.
1714 yılında Kraliçe Anne öldüğünde Birleşik Krallık tarihinde
“Georgian Dönemi” olarak da bilinen ve Hannover Hanedanı’ndan
sırasıyla I, II, III ve IV. George’un kral olduğu bir dönem başladı.
I. George döneminde, Muhteşem Devrim ile devrilen kral II.
James’in soyunun tahta geçmesi taraftarı olan Jakobit grupların
yoğun isyanlarıyla mücadele edildi. Tahtın varisi Kral George’un
oğlu II. George Augustus döneminde Jakobit isyanları bastırıldı ve
Birleşik Krallık’ta anayasal sistem sürdürüldü. II. George döneminde
yaşanan Yedi Yıl Savaşları, Krallığın geleceğini etkileyen başlıca
olaylardan biriydi. 1756’da patlak veren bu savaş günümüzdeki
anlamıyla ilk dünya savaşıydı. Avrupa, Kuzey Amerika, Hindistan
ve Filipinler, savaşın yaşandığı cephelerden sadece birkaçıydı.
Yedi Yıl Savaşları’ndan büyük kazanımlarla çıkan Birleşik Krallık,
Fransa’nın Kuzey Amerika’daki birçok toprağını devralmıştı. Yeni
34
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
Dünya’nın keşfinde İspanyollara ve Portekizlilere göre geç kalan
Krallık, kuzeyde Fransa ve Hollanda’nın gücünü yitirmesiyle ise
deniz aşırı imparatorluk kurma yolunda büyük bir fırsat ele geçirmişti. Fakat on üç kolonideki bu hakimiyet fazla uzun sürmemişti.
Kral III. George döneminde gerçekleşen Amerikan Bağımsızlık
Savaşı’nın sonunda, Kuzey Amerika’da Kanada hariç önemli merkezlerin kontrolünü yitirmişti. Bu yenilgi sonrası yüzünü Asya’ya,
Pasifik’e ve daha sonra ise Afrika’ya dönmüştü. Siyasi olarak da
Adam Smith’in tezleri uygulanmaya başlamış ve ekonomik başarı
için siyasi kontrolün gerekli olmadığı tezi destek kazanmıştı.
19. yüzyılın rakipsiz süper gücü
Amerikan Bağımsızlık Savaşı’yla Kuzey Amerika’da kan kaybeden
imparatorluğun faaliyetlerinin seyri değişmişti. İmparatorluk
yeni düzenine uygun olarak Hindistan’da ticari faaliyet tekeline
sahip olan, meşhur Doğu Hindistan Şirketi’ni kurmuştu. En başlarda şirket, bölgede Fransızların kurduğu benzer yetkiye sahip
ticaret şirketiyle rekabet içerisindeydi. Fakat Fransızları Karnatik
Savaşları’nda yenilgiye uğratan Britanya İmparatorluğu 18. yüzyılın
ikinci yarısından itibaren Doğu Hindistan Şirketi’ni sadece ticari
1837 YILINDA TAHTA GEÇEN KRALIÇE VIKTORYA’YA ATFEN,
O TARIHTEN 20. YÜZYILA KADARKI DÖNEM VIKTORYA DÖNEMI
OLARAK ADLANDIRILMAKTADIR.
amaçlar için değil, bölgesel hakimiyet için de kullanmaya başladı.
Babürlerin güç kaybetmesiyle Britanya İmparatorluğu şirket aracılığıyla Hindistan’da etkisini artırmaktaydı. İmparatorluğun güç
kazandığı tek yer Hindistan değildi. 1770 yılında James Cook’un
Avustralya’nın doğu kıyısına ayak basmasından kısa bir süre sonra
Britanya İmparatorluğu Botany Körfezi’nde yerleşimler kurarak
bölgeyi sömürgeleştirmeye başlamıştı.
Britanya İmparatorluğu’nun 18. yüzyıldaki bu hızlı yükselişi,
sonraki yüzyılın başında Avrupa’yı kasıp kavuracak Napolyon
Savaşları’nda onu Fransa’yla kaçınılmaz olarak karşı karşıya getirmiştir. Fransız Devrimi’nin etkisini kırmak için bir araya gelen
Avrupalı monarklar, Fransız ordusu ile uzun yıllar süren, farklı kıtalarda yapılmış bir dizi muharebenin ardından Napolyon’u mağlup
edip Avrupa Uyumu ya da Viyana Düzeni olarak bilinen bir sisteme
geçmişlerdi. Bu sistem Avrupa’daki mevcut güç dengesini temsil
etmekteydi. 1815 yılında Waterloo Muharebesi’nde Napolyon’un
nihai hezimete uğramasından Birinci Dünya Savaşı’na kadarki
süreçte kolonilerde göreceli barış ve istikrar ortamı yaratan döneme Pax Britannica da denmektedir. Bir başka ifadeyle 19. yüzyılın
başı itibarıyla Britanya İmparatorluğu, Avrupa’da ve tüm dünyada
rakipsiz süper güç konumuna yükselmişti.
19. yüzyıl Britanya İmparatorluğu’nun iç siyaseti açısından da
önemli bir yüzyıldı. 1801 yılında Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik
Krallığı ilan edilerek İrlanda’nın tamamı üzerinde resmen hak iddia
edilmeye başlamıştı. Birleşme Kanunu’ndan sonra yıllar boyunca
Protestan Büyük Britanya ile merkezi ve çoğunluğu Katolik olan
İrlanda arasındaki mezhebî ve siyasi gerilim sürecekti. Yine 19.
yüzyılda Britanya içerisinde yaşanan en mühim olaylardan biri sanayileşmenin başlamasıydı. Napolyon Savaşları’ndan mutlak galip
olarak çıkan İmparatorluk şimdi sanayileşen ve giderek şehirlileşen
Kraliçe Victoria ile eşi Albert, en büyük iki çocukları Albert Edward ve Victoria’yla birlikte kraliyet tören alayının 1851 Büyük Endüstri Fuarı’na yürüyüşüne eşlik ediyor.
35
IV. GEORGE VE KARDEŞI IV. WILLIAM DÖNEMLERINDE TÜM
BRITANYA TOPRAKLARINDA KÖLELIK KALDIRILMIŞ VE ÇOCUK IŞÇI
KULLANIMINI KISITLAYAN BIR DIZI REFORM UYGULANMIŞTIR.
bir sosyal yapıya sahipti. Georgian Dönemi’nin son kralları IV. George ve kardeşi
IV. William siyasete fazla müdahil olmuyorlardı. Onların döneminde 1833 yılında
tüm Britanya topraklarında kölelik kaldırılmış ve çocuk işçi kullanımını kısıtlayan
bir dizi reform uygulanmıştı.
1837 yılında tahta geçen Kraliçe Viktorya’ya atfen, o tarihten 20. yüzyıla kadar
geçen dönem Viktorya Dönemi olarak adlandırılmaktadır. Viktorya’nın 1901 yılındaki ölümüne kadar geçen sürede Britanya İmparatorluğu siyasi, iktisadi ve askerî
olarak en parlak dönemini yaşamıştır. Sanayileşme, ticaret ve askerî başarılar,
zaferleri beraberinde getiren etkenler olmuştur. Mevcut güç dengesini muhafaza etmek isteyen İmparatorluk 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren güçlenen
Rusya’ya karşı Kırım Savaşı ve 93 Harbi’nde Osmanlı’nın yanında yer almıştı. Yine
bir başka tehdit ise Otto von Bismarck önderliğinde güçlenen, sanayileşen, Afrika
ve Pasifik’te koloni edinen Prusya olmuştu. Fakat yine de Viktorya devrinde,
üzerinde güneş batmayan imparatorluğa meydan okuyanlar başarılı olamamıştı.
Viktorya’nın ölümünden sonra tahta geçen oğlu VII. Edward’ın krallığı ise bir
dizi sosyal reformun hayata geçirildiği bir dönem olmuştur. 20. yüzyıl siyasi ve
toplumsal hayatının beklentilerine uygun olarak bu dönemde kadınlarla ve emekçilerle ilgili konular siyasetin gündemini oluşturmuştur. Günümüzde Britanya
siyasetinde etkinliğini sürdüren İşçi Partisi bu dönemde kurulmuştur.
36
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
VII. Edward
Milletler Topluluğu oluşuyor
Birinci Dünya Savaşı’nda galip devletlerin arasında
yer alan Britanya İmparatorluğu savaşın olağanüstü
insani ve maddi maliyetlerine rağmen gücünü perçinlemişti. Almanya tehdidi bastırılmış ve Arap isyanları desteklenerek Osmanlı bakiyesi Orta Doğu’da
hakimiyet kurulmuştu. Fakat savaşın beklenmeyen
bir sonucu ise, önceden beri sorunlu olan İrlanda ile
birleşmenin tehlikeye düşmesiydi. 1919 yılında patlak
veren İrlanda Bağımsızlık Savaşı’nın ardından imzalanan anlaşmayla İrlanda bölünerek Serbest İrlanda
Devleti kurulmuştu. Kuzeyde Protestan nüfusun
yoğun yaşadığı bölgede ise Birleşik Krallığa bağlılığı
devam eden bir Kuzey İrlanda oluşmuştu.
İkinci Dünya Savaşı ve devamı ise imparatorluk için
çok daha belirleyici sonuçlar doğuran bir dönemdi.
1939’da dominyonlarıyla beraber Nazi Almanyası’na
karşı savaş ilan eden Britanya önceki yüzyılda zirveye
taşıdığı imparatorluğunu korumak için Sovyetler ve
Amerika ile ittifak kurdu. Asya kolonilerini tehdit
eden Japonya da düşmanları arasındaydı. Londra’nın
günlerce bombalanmasına, oluşan korku ve panik
havasına rağmen savaş Britanya’nın lehine sonuçlanmıştı. Savaş sonrası dönem ise hararetli tartışmalarla geçti. Savaşın yıkıcı maliyetinin ardından
Refah Devleti talebi yükselmiş; sağlık, eğitim ve
sosyal güvenlik konularında reform isteyenlerin sayısı artmıştı. 1945 genel seçimlerinden zaferle çıkan
İşçi Partisi bu taleplerin büyük bir kısmını hayata
geçirmişti.
Savaşın kalıcı etkilerinden biri ise Britanya’nın
kolonilerle olan ilişkisinin geri alınamaz bir şekilde
değişmesiydi. 19. yüzyıl boyunca kolonilere göre
bağımsız bir statüde yer alan Avustralya, Kanada ve
Yeni Zelanda artık İngiliz Milletler Topluluğu ismi verilen teşkilatın üyesiydi. 1947 yılında, en önemli koloni
Hindistan ve Pakistan’ın bağımsızlık ilan etmesiyle
“imparatorluk” formu yerini “milletler topluluğu”na
bırakmıştı. Dağınık halde bulunan İngiliz kolonileri,
dekolonizasyon ismi verilen dönem boyunca sırasıyla
bağımsızlığına kavuşuyordu. Siyasi hakimiyet ise
yerini sadece kültürel ve tarihî bağları sürdürmek
amacıyla kurulmuş İngiliz Milletler Topluluğu’na
bırakmıştı. Kolonilere bağımsızlık cesareti vermede
Soğuk Savaş’ın dengeleyici etkisi şüphesiz yüksek
olsa da asıl büyük olay 1956 yılında yaşanmıştı. Mısır’da başkan Cemal Abdül
Nasır’ın, Fransız-İngiliz ortaklığı Süveyş Kanalı’na el koyarak millîleştirmesine
Britanya engel olamamıştı. Hezimetin ardından Muhafazakar Parti başbakanı
Anthony Eden istifa etmişti. Tarihçilerin yorumu bu başarısızlığın Britanya’nın
süper güç konumunu kesinkes sona erdirdiği yönündedir. Zaten 1950’li yılların
ikinci yarısından itibaren hızlanan dekolonizasyon hareketleriyle bir zamanların
dünya imparatorluğu Britanya’nın artık sayılı deniz aşırı toprağı kalmıştı.
Bu şartlar altında 1960’lı yıllardan itibaren Britanya kendi iç meselelerine daha
fazla yönelmiş, Avrupa Birliği fikrinin oluşumuna katkıda bulunmuştur. 1973
yılında ise Krallık Avrupa Topluluğu’na katılmıştır. Modern bir Avrupa devleti
olarak Birleşik Krallık, Falkland Savaşı gibi birkaç örnek hariç, ilk deniz aşırı müdahalesini Afganistan’ın işgali ve Irak Savaşı’na destek vererek gerçekleştirdi.
Tony Blair yönetimindeki İşçi Partisi, Amerika Birleşik Devletleri’nin “terörizm
ile savaş” politikalarına, içerideki yoğun siyasi muhalefete rağmen aktif destek
verdi. Fakat öte yandan Birleşik Krallık’ın birleşimden gelen iç meselelerinin tam
olarak çözüme kavuşturulduğunu söylemek hâlâ güçtür. 2000’li yılların başında
yükselmeye başlayan bağımsızlık yanlısı İskoç siyasetinin etkisiyle, 2014 yılında
İskoçya’nın Birleşik Krallık’tan ayrılmasını içeren bir bağımsızlık referandumu yapılmıştır. Az bir farkla reddedilen referandum, üç yüz seneden fazla bir zamandır
geçerli olan Birleşik Krallık fikrini de tartışmaya açmıştır.
Önceki yüzyılda imparatorluk olarak kıtalara hükmeden, şimdilerde ise gelişmiş bir Batı Avrupa ülkesi olan Birleşik Krallık’ın köklü tarihi dünyanın birçok
yerinde halen devam eden kültürel miraslar bırakmıştır. Siyasi olarak iki meclisli
Westminster Modeli, bağımsızlığını ilan eden birçok eski koloninin yönetim biçimi
olmuştur. Dünyada bugün var olan ülkelerin kabaca onda dokuzunu işgal ve istila
etmişliği olan Birleşik Krallık, bu topraklarda İngilizcenin kullanımını yaygınlaştırmış, futbol, kriket, rugby gibi sporları tanınır hale getirmiştir. İngiliz kültürünün
diğer kültürlerdeki etkilerini başka bir vesileyle daha ayrıntılı ele almak gerekir.
37
24. DÖNEM YASAMA
FAALİYETLERİ SONA ERDİ
T
ürkiye Büyük Millet Meclisi, 24. Dönem yasama çalışmalarını
tamamlayarak 7 Nisan 2015 tarihi itibarıyla tatile girdi. 4
Nisan’da TBMM Başkanvekili Güldal Mumcu’nun başkanlığında
toplanan Genel Kurul’da Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan
ve siyasi partilerin grup başkanvekilleri söz alarak 24. Dönem’le
ilgili değerlendirmelerde bulundu. “Gerçekten çok yorucu, zorlu bir
süreç geçirdik. Tüm Meclis başkanvekillerimize, Başkanlık Divanı
üyelerimize, komisyon üyelerimize, siyasi parti gruplarımıza, Meclis
çalışanlarımıza şükranlarımızı sunuyorum” diyen Yalçın Akdoğan,
bu dönemde hayatını kaybeden milletvekillerine Cenab-ı Hak’tan
rahmet dilediğini ifade etti. Akdoğan, “7 Haziran seçimlerinin ülkemiz, milletimiz için hayırlar getirmesini diliyorum” diye konuştu.
AK Parti Grup Başkanvekili Naci Bostancı, Meclis’in yoğun bir çalışma dönemi geçirdiğine işaret ederek, “Shakespeare’in Romeo ve
Juliet’te ölümsüz bir repliği vardır. Romeo, Juliet’in balkonuna gelir,
38
uzun uzun konuşurlar, vaktin nasıl geçtiğini bilmezler, sabah olurken Juliet der ki: ‘Romeo, çok geç oldu, artık git.’ Romeo tan yerine
bakar ve ‘Vakit o kadar geç ki artık erken sayabiliriz’ der. Burada
da vaktin çok geç olduğu, erken saydığımız zamanlarda birlikte
çalıştık. Bu çalışmaların hepsi ne söylenirse söylensin, biliyorum,
milletimiz adınaydı. Buradaki arkadaşların hepsinin niyeti, kastı,
sözü bu milletin geleceği içindi. Belki telaffuzlarımız farklıydı, belki
yaklaşımlarımız farklıydı, ama sonuçta bireyi olduğumuz, içinden
geldiğimiz bu milletin çıkarları ve geleceğe daha güçlü bir şekilde
ilerlemesi için konuşmaya çalıştık” dedi. Türkiye’nin demokrasi ve
özgürlükler yolunda ilerlediğini, geleceğinin parlak olduğunu ifade
eden Bostancı, “Bir ülke modernleşirken, şehirleşirken, zenginleşirken merak etmeyin orada totaliterlik olmaz, orada özgürlükleri
sınırlayan olmaz, orada tahakkümcü siyasetler olmaz. Hele ki bu
kadar tahakküme, otoriter anlayışlara, özgürlük düşmanlarına
itiraz etmiş olanlar, halktan gelen bu insanlar, hiç kimse, ne siz ne
de biz, buna izin vermeyiz” diye konuştu.
“İktidar ve muhalefet olarak aynı gemide yer alıyoruz”
CHP Grup Başkanvekili Levent Gök, Türkiye’de yaşayan herkesin
çıkarını korumak ve onların sesi olmak için gayret sarf ettiklerini
belirterek, “Sesimiz çoğu zaman yüksek çıktı, burada haykırdığımız
zamanlar oldu, ama biliniz ki sesimizin en yüksek çıktığı anda dahi
her şey Türkiye içindi. Bir gemide gidiyoruz hep beraber, iktidar
olarak muhalefet olarak. Tüm arzumuz bu geminin batmamasıdır.
Türkiye’nin demokrasi çıtasını yükseltmek, hukukun üstünlüğünü
artırmak, insan haklarını en üst seviyeye getirmek için çalışmak durumundayız” dedi. 24. Dönem’de Meclis’te şiddet olaylarının yaşandığına işaret eden Gök, “Umuyorum ve diliyorum ki bu olaylardan
herkes dersini almıştır. Siyaset kurumunu ve siyasetçiye itibarı en
çok sarsan konulardan bir tanesi olan Meclis’teki şiddetin bir dahaki
dönemde asla ve asla olmaması temel arzumuzdur” diye konuştu.
MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, 24. Dönem’de milletvekillerinin 24 Haziran 2011 tarihinde yemin ederek göreve başladığını
anımsatarak, “Farklı siyasi partiler olabilir, ama unutmayalım ki
biz burada köklü bir milleti, binlerce yıllık devlet geleneğini temsil
ediyoruz. Bu bakımdan, sahip olduğumuz bu değerlerin idraki içerisinde olmamız gerektiğini düşünüyorum” dedi. Milliyetçi Hareket
Partisi olarak Meclis’te 52 milletvekiliyle temsil edildiklerini belirten
Vural, “Sorumlu olduğumuz milletin değerleri, ilkeleri, prensipleri,
tarihi, inancı, kimliği, bütün bunların hepsi bizim yol haritamız
olmuştur. Bu çerçevede meselelere baktık, önergelerimizi verdik,
milletvekillerimiz komisyonlarda, Genel Kurul’da çok önemli çalışmalarda bulundular” diye konuştu.
HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, dört yılın çok hızlı ve fırtınalı geçtiğini dile getirerek, “Önemli olan buradan ayrıldıktan sonra
ardında birkaç olumlu, hayırlı cümle bırakabilmektir, halkın arasına
başı dik, alnı ak bir şekilde gidebilmektir. Bunu başarmış milletvekillerinin dünyanın en mutlu insanları olduğunu düşünüyorum” dedi.
Dört yıllık süre içerisinde darbe anayasasını bir kenara bırakarak
demokratik, özgürlükçü, sivil bir anayasa yapamamış olmanın burukluğunu özellikle ifade etmek istediğini belirten Baluken, demokratikleşme ve özgürlükler konusunda da iyi bir sınav verilemediğini
söyledi. İdris Baluken, “Tabii her şey olumsuz değildi. 24. Dönem’de
özgürlükler adına başörtüsü sorununun çözülmüş olmasını büyük
bir demokrasi kazancı olarak görüyoruz” dedi.
“Aramızdan ayrılan milletvekillerini saygıyla anıyorum”
TBMM Başkanvekili Güldal Mumcu ise birleşimi kapatmadan önce
şu görüşleri dile getirdi: “Meclis çatısı altında sizlerle birlikte çalış-
Rakamlarla 24. Yasama Dönemi
TBMM Başkanlığı’na sunulan 772 kanun tasarısının 383’ü, 2 bin 828
kanun teklifinin ise 366’sı kanunlaştı.
234’ü uluslararası anlaşmaların uygun bulunmasına ilişkin olmak üzere
418 kanun kabul edildi.
8 bin 635 sözlü soru önergesi, 68 bin 784 yazılı soru önergesi, 3 bin
329 Meclis araştırması önergesi, 85 genel görüşme önergesi, 13 Meclis
soruşturması önergesi, 55 gensoru önergesi verildi.
İşleme alınan 7 bin 78 sözlü soru önergesinin 2 bin 134’ü, 63 bin 462
yazılı soru önergesinin ise 38 bin 741’i cevaplandırıldı.
Dilekçe Komisyonu’na 35 bin 290, İnsan Haklarını İnceleme
Komisyonu’na 7 bin 594, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’na 86
başvuru yapıldı.
Meclis’i 1 milyon 668 bin 773 kişi ziyaret etti.
maktan ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde başkanvekili olarak
görev yapmaktan büyük onur, kıvanç ve mutluluk duyduğumu
ifade etmek istiyorum. Tüm Meclis çalışanlarına, basın mensuplarına, birlikte çalışmaktan onur duyduğum Başkanlık Divanı’nda
görevli milletvekili arkadaşlarıma, tüm milletvekillerine ve hükümet
üyelerine çok teşekkür ediyorum. Bu dönem ne yazık ki aramızdan
ayrılan milletvekillerimizi bir kez daha sevgi ve saygıyla anıyor,
kendilerine Allah’tan rahmet ve yakınlarına sabır diliyorum. Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nin ve Genel Kurulu’nun bundan sonra ve her
zaman evrensel hukuk ilkelerinin uygulamalarına sahne olduğu,
fiziki şiddet eylemlerinin değil, fikirlerin özgürce ortaya konulduğu
ve hep böyle anıldığı bir yer olmasını temenni ediyorum. Hepinize
sağlıklı, huzurlu, mutlu ve sevgi dolu günler diliyorum.”
39
NEVZAT PAKDIL:
TBMM 25. DÖNEM’DE TÜRKIYE
YENI BIR ANAYASAYA KAVUŞMALIDIR
SÖYLEŞI VE FOTOĞRAFLAR: SONGÜL BAŞ
KAHRAMANMARAŞ MILLETVEKILI VE TÜRK PARLAMENTERLER
BIRLIĞI GENEL BAŞKANI NEVZAT PAKDIL, TBMM 24. DÖNEM’DE
ÜLKE GÜNDEMINDE ÖNE ÇIKAN KONULARI TPB PARLAMENTO’YA
DEĞERLENDIRDI. ÖZELLIKLE YENI ANAYASA VE BAŞKANLIK SISTEMI
ÜZERINDE DURAN PAKDIL, “DEĞIŞEN DÜNYA ŞARTLARI IÇERISINDE
TÜRKIYE’NIN IHTIYAÇ DUYDUĞU DÜZENLEMELER YENI YASAMA
DÖNEMINDE MUTLAKA YAPILMALIDIR” DEDI.
40
SÖYLEŞI
24. Dönem’de öne çıkan en önemli konulardan biri yeni anayasa
hazırlanmasına yönelik çalışmalardı. Görünen o ki bu konu 25.
Dönem’de de gündemde olacak. Siz ülkemizin yeni bir anayasaya kavuşmasına yönelik çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hatırlanacağı gibi AK Parti 2011’deki genel seçimlere yeni bir
anayasa vaadiyle katıldı ve bu vaadini gerçekleştirebilmek için
milletimizden yetki istedi. Seçim neticesinde AK Parti’nin anayasa
değişikliğini tek başına referanduma götürebilmesi için gerekli 330
oy çoğunluğuna ulaşılamadı. Bunun üzerine Meclis’teki diğer siyasi
partilerin de yeni bir anayasa hazırlanması gerektiği yönündeki
düşünceleri doğrultusunda Anayasa Uzlaşma Komisyonu kuruldu. AK Parti 325 milletvekili ile iktidar partisi olmasına rağmen
bu komisyonda her partinin eşit sayıda üyeyle temsil edilmesini
istedi. Bu çok önemli bir husustu. Meclis Başkanımız Sayın Cemil
Çiçek’in başkanlığında çalışmalarına başlayan Anayasa Uzlaşma
Komisyonu’nda belirli bir sayıda madde üzerinde mutabakat
sağlandı, fakat bunlar milletimizin beklentilerini tam manasıyla
karşılayacak, bir başka ifadeyle sadra şifa verecek hususlar değildi.
Yaklaşık iki buçuk yıl süren çalışmalar neticesinde siyasi partiler
çeşitli nedenlerle tam bir mutabakat sağlayamadı ve Anayasa
Uzlaşma Komisyonu’nun görevi sona erdi.
12 Eylül askerî darbesinden sonra hazırlanan 1982 Anayasası’nda
bugüne kadar pek çok değişiklik yapılmıştır. Bu değişikliklerle adeta yamalı bohçaya dönen mevcut anayasa, bugün Türkiye’nin ihtiyaçlarına tam manasıyla cevap verememektedir. Ülkemizin yeni
bir anayasaya ihtiyacı bulunmaktadır. AK Parti bu husus üzerinde
önemle durmaktadır. Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu’nun
açıkladığı Seçim Beyannamesi’nde, içerisinde başkanlık sisteminin
de yer alacağı yeni anayasa çalışmalarına yönelik kararlılık vurgulanmaktadır. Sayın Başbakanımızın ifade ettiği gibi doğrudan halk
tarafından seçilen cumhurbaşkanı ile başbakanın siyasal sistem
içindeki yetki ve görev paylaşımı yeni bir düzenlemeyi zorunlu
kılmaktadır.
Netice itibarıyla bütün siyasi partiler yeni bir anayasaya ihtiyaç
olduğu hususunda uzlaşıyor. Toplumumuz da bu yönde bir beklenti
içinde bulunuyor. Ümit ederiz ki 25. Yasama Dönemi’nde siyasi
partilerin asgari müşterekte uzlaşacağı yeni bir anayasa çalışması
yapılır ve bu çalışma neticesinde Türkiye bugünün ihtiyaçlarına
uygun bir anayasaya kavuşur.
24. Yasama Dönemi’nde iki önemli seçim yaşadı Türkiye. Biri
cumhurbaşkanlığı seçimi, diğeri yerel seçimler. Bu iki konudaki
değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz?
Bildiğiniz gibi 2007 yılında Sayın Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığı sürecinde “367 krizi” yaşandı. Geçmişte hiç örneği
olmamasına rağmen seçimin yapılabilmesi için Meclis’in 367 milletvekiliyle toplanmasının şart olduğu tezi ileri sürüldü. Anayasa
Mahkemesi de bu yönde karar alınca o dönemde 11. Cumhurbaşkanı seçilemedi. 22 Temmuz 2007 tarihindeki genel seçimlerden
sonra Milliyetçi Hareket Partisi’nin cumhurbaşkanlığı için kendi
adayını göstermesi ve Meclis’e katılımı sağlaması üzerine “367
krizi” aşılmış oldu. Sayın Abdullah Gül 28 Ağustos’taki oylamada 11. Cumhurbaşkanı seçildi. “367 krizi”nin ardından 21 Ekim
2007 tarihinde yapılan Anayasa değişikliği referandumunda ise
cumhurbaşkanının halk oyuyla seçilmesi kabul edildi. 10 Ağustos
2014 tarihindeki cumhurbaşkanlığı seçiminde Sayın Recep Tayyip
Erdoğan yüzde 52’ye varan oranda oy alarak 12. Cumhurbaşkanı
oldu. Böylece Türkiye tarihinde ilk defa halk tarafından seçilmiş
bir cumhurbaşkanı göreve geldi. Burada şunu ifade etmek isterim,
milletimiz seçimlere katılma, sandığa sahip çıkma konusundaki
iradesini her zaman gösteriyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminde de bu
iradesini açıkça beyan etti ve Sayın Erdoğan’ı cumhurbaşkanımız
olarak seçti.
24. Yasama Dönemi’ndeki en önemli gelişmelerden biri de cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından yaşandı. AK Parti 1. Olağanüstü
Büyük Kongresi’nde Dışişleri Bakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu
genel başkan seçildi ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip
Erdoğan tarafından görevlendirilerek 62. Hükümet’i kurdu. Dış
politikadaki ciddi tecrübesinin yanı sıra akademik birikime de sahip
bulunan Sayın Davutoğlu’nun Türkiye’ye çok önemli katkılarda bulunduğuna inanıyor, kendisine ve hükümetimize başarılar diliyoruz.
Sizin de ifade ettiğiniz gibi 24. Yasama Dönemi faaliyetleri sırasında yerel seçimler de gerçekleşti. 30 Mart 2014 tarihindeki seçimler neticesinde milletvekilleri Sayın Fatma Şahin, Ahmet Edip
Uğur, Enver Yılmaz, Menderes Türel, Mehmet Siyam Kesimoğlu,
Recep Gürkan, Kazım Kurt, Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve Gültan
Kışanak belediye başkanlığına seçildiler. Kendilerine görevlerinde
başarı diliyorum.
Hayatını kaybeden milletvekilleri de oldu…
24. Dönem yasama faaliyetleri sırasında aramızdan ayrılan Sayın
Harun Çakır, Şerafettin Elçi, Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve Murat
Bozlak’a Allah’tan rahmet, ailelerine ve yakınlarına sabır diliyorum.
Ayrıca geçmiş dönemlerde görev yapmış milletvekili ve bakanlarımızdan da hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyor, aileleri
ve yakınları için kalpten duygularla sabr-ı cemîl niyaz ediyorum.
24. Yasama Dönemi’nde en dikkat çeken konulardan biri de bazı
milletvekillerinin başörtülü olarak Genel Kurul çalışmalarına katılmalarıydı. Bu konudaki değerlendirmeleriniz nelerdir?
41
“YASAMA FAALIYETLERI KARŞILIKLI SAYGI IÇERISINDE, TOPLUMA
VE DIĞER ÜLKE PARLAMENTOLARINA ÖRNEK TEŞKIL EDECEK
ŞEKILDE YÜRÜTÜLMELIDIR.”
Malumunuz, 1999 yılında Merve Kavakçı milletvekili seçilmiş ve
Yüksek Seçim Kurulu’ndan mazbatasını alarak yemin merasimine
iştirak etmek üzere Genel Kurul Salonu’na gelmişti. Fakat kendisinin başörtülü olması nedeniyle Meclis’te büyük bir kargaşa
yaratılmış ve Sayın Kavakçı milletvekili yeminini edememişti.
Aslında İçtüzük’te başörtüsüyle ilgili bir yasak bulunmuyordu.
Buna rağmen o dönemde milletvekillerinin başörtüsüyle Meclis’e
gelmemesi konusunda bir zorlama vardı. Bu konunun aşılması
için öncelikle bayan arkadaşlarımızın öncülük etmesi lazımdı;
çünkü milletimizin oylarıyla milletvekili seçilmiş insanların sadece
kılık kıyafetten dolayı haklarının gasp edilmesi söz konusuydu.
Neticede 24. Dönem yasama faaliyetleri sırasında AK Partili bazı
milletvekili arkadaşlarımız başörtüsüyle Meclis’e gelerek Genel
Kurul çalışmalarına katıldılar. Cumhuriyet Halk Partisi’ne mensup
bir kısım milletvekilleri haricinde Meclisimizin çoğunluğunun bu konuda bir itirazı olmadı ve bu mesele de aşılmış oldu. 24. Dönem’de
görev yapmış milletvekili arkadaşlarımızı yıllardır süregelmiş bir
haksızlığın giderilmesine katkıda bulundukları için tebrik ediyorum.
Başörtüsüyle Meclis çalışmalarına katılan arkadaşlarımızı da bu işe
öncülük ettikleri için kutluyorum.
42
SÖYLEŞI
Tabii 24. Yasama Dönemi’ni değerlendirirken konuşulması gereken daha pek çok konu var; çözüm sürecindeki gelişmeler, 17-25
Aralık operasyonları… Bu konularla ilgili kısaca görüşlerinizi
öğrenebilir miyiz?
Çözüm süreci bu memlekette yaklaşık otuz yıldır akan kanın durması, anaların gözyaşının dinmesi, ülkenin barış ve huzur ortamına
kavuşması, Türkiye’nin normalleşmesi için atılmış çok önemli
adımları ifade ediyor. Bu süreçte bugüne kadar çok ciddi mesafeler
alındı. Bundan sonraki dönemde de hak ve hukuka riayet edilerek,
kamu düzeni korunarak bu konunun olumlu bir neticeye ulaşacağını ümit ediyorum.
17-25 Aralık operasyonlarını hükümete karşı bir darbe girişimi
olarak değerlendirmek gerekir. Hükümetimiz bu operasyonlar
karşısında dik durmuş, millet iradesinin temsili noktasında üzerine
düşen görevi bihakkın yerine getirmiştir. Darbe girişimine karşı
mücadele hukuk içerisinde kalarak sürdürülmüş ve millet iradesinin
alaşağı edilmesine fırsat verilmemiştir.
24. Dönem’de milletvekilleri arasında sert tartışmalar, kavgalar
oldu. Siz bu tür davranışları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Genel Kurul’da veya komisyon toplantılarında konuşurken kendisine saygı gösterilmesini isteyen bir milletvekili, başkası söz
aldığında da aynı hassasiyet içinde olmalıdır. Herkes düşüncesini
özgürce ifade edebilmelidir, fakat bunu yaparken hakaret, küfür
içerikli kelimelerden uzak durulmalıdır. Ayrıca insanların kültür ve
inanç değerleriyle ilgili hususlarda incitici ifadeler kullanmamaya
büyük özen gösterilmelidir. 24. Yasama Dönemi’nde milletvekilleri
arasında sert tartışmalar ve kavgalar oldu, Genel Kurul’da oturma
eylemleri yapıldı, sloganlar atıldı. Bunlar Meclis çatısı altında tasvip
edilmesi mümkün olmayan davranışlardır. Kaba kuvvetle hiçbir
neticenin alınamayacağını herkes bilmelidir. Yasama faaliyetleri
karşılıklı saygı içerisinde, topluma ve diğer ülke parlamentolarına
örnek teşkil edecek şekilde yürütülmelidir. Ümit ediyorum, önümüzdeki dönemde Yüce Meclisimize yakışır bir çalışma ortamı
içerisinde olunur.
2012 yılında yapılan seçimle Türk Parlamenterler Birliği’nin
genel başkanlığına seçildiniz. İlk defa aktif görevdeki bir milletvekili genel başkanlığı üstlendi. Dolayısıyla 24. Dönem’de hem
milletvekili hem de Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı
olarak önemli faaliyetler yürüttünüz. Özellikle milletvekilliği
kanunu çıkarılmasına yönelik çalışmalarla ilgili bilgi verebilir
misiniz?
Türk Parlamenterler Birliği’nin yaklaşık 40 yıllık bir geçmişi var.
2012 yılına gelinceye kadar önceki dönemlerde görev yapmış arkadaşlarımız genel başkanlığı üstlenmişti. 2012’de milletvekilliğim
devam ederken bu önemli göreve talip oldum ve genel başkanlığa
seçildim. O günden bugüne kadar yönetimdeki bütün arkadaşlarımızla birlikte Meclis Başkanlığımızla, grup başkanvekillerimizle,
komisyon başkanlarımızla ve Meclis’teki diğer yetkililerle çok iyi
bir iletişim içerisinde bulunarak belli bir kısım meseleleri çözüme
kavuşturmaya çalıştık. Bu konuda Meclis Başkanımız Sayın Cemil
Çiçek’ten yakın ilgi gördük, grup başkanvekili arkadaşlarımızla,
komisyon başkanlarımızla ciddi temaslarımız oldu, hepsine ayrı
ayrı teşekkür ediyorum. Bu süreç içerisinde başta sağlık olmak
üzere bir kısım konularda önemli faaliyetler gerçekleştirildi. Mesela Meclis Başkanlığımız ile üniversite hastaneleri arasında sağlık
protokolleri imzalandı. Önemle üzerinde durduğumuz bir başka
husus ise sizin de ifade ettiğiniz gibi milletvekilliği kanununun
çıkarılmasıydı. Türk Parlamenterler Birliği’nin öncülüğü ve katkılarıyla hazırlanan “Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeliği Kanunu
Teklifi” Meclis’teki siyasi partilerimize mensup grup başkanvekili
arkadaşlarımızın imzalarıyla Meclis Başkanlığı’na sunuldu ve Plan
ve Bütçe Komisyonu’nda görüşüldü. Fakat daha sonra bir kısım
nedenlerle muhalefete mensup grup başkanvekili arkadaşlarımız
imzalarını geri çekti. Kanun teklifi AK Partili grup başkanvekillerimizin imzalarıyla gündemdeki yerini aldı. Bu arada konuyla ilgili
çalışmalar yürütülmeye devam etti. Geçtiğimiz aylarda bu defa
Meclis Başkanımız Sayın Cemil Çiçek bir kanun teklifi verdi. Bu
teklif de Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülerek kabul edildi,
fakat yoğun çalışmalar sırasında bu husus neticelenemedi.
Burada şunu ifade etmek istiyorum, ülkemizde her kesimin
kanunu olmasına rağmen milletvekillerinin kendilerine ait bir
kanunu bulunmuyor. Milletvekillerini ilgilendiren hususlar bir
kısım yasalar, yönetmelikler veya genelgelerde yer alıyor. Biz bir
kanun çıkararak bu hususları tek çatı altında bir araya getirmeyi
amaçlıyoruz. İlk hazırlanan kanun teklifi de, Meclis Başkanımızın
verdiği teklif de akçeli hususları içermiyor. Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyeliği ile ilgili mevzuatın toplulaştırılmasını öngören kanun teklifinde, geçmiş dönemlerde görev yapmış milletvekillerinin
protokol sırası, cenaze töreni, diplomatik pasaport gibi konular
düzenleniyor. Ümit ederim, kanun teklifi 25. Dönem’de yasalaşma
imkanı bulur ve milletvekilleri kendi kanunlarına kavuşur. Türk
Parlamenterler Birliği olarak bu konuda girişimlerde bulunmaya
devam edeceğiz.
Son olarak 7 Haziran’daki seçimlerle ilgili mesajınızı alabilir
miyiz?
Ülke olarak huzur ve güven içerisinde bir seçim geçirmemizi temenni ediyor, milletvekili adayı arkadaşlarımıza başarı diliyorum.
43
BAHARIN MÜJDELEYICISI
HIDIRELLEZ
44
KUL DARA DÜŞÜNCE YETIŞEN HIZIR, GEÇTIĞI ÇORAK
TOPRAKLARI YEŞILLENDIREREK BERABERINDE BAHARI VE
BEREKETI GETIRIYOR. KÖKÜ ÇEŞITLI KAYNAKLARA UZANAN
HIZIR-İLYAS KÜLTÜ, MÜSLÜMAN VE TÜRK KÜLTÜRÜNDE
KENDINE BIR YER EDINIYOR VE HALK, HIZIR’IN KENDILERINE
BAĞIŞLAYACAĞI NIMETLERI KOLLARINI, KESELERININ AĞIZLARINI
VE EVLERININ KAPILARINI AÇARAK KARŞILIYOR.
İREM COŞKUNSEVEN
H
alk arasında Hızır ile İlyas’ın ölümsüz ruhlarının yeryüzünde
buluştuğu gün olarak bilinir 6 Mayıs. Efsane der ki, ab-ı hayat
içerek ölümsüzlüğe kavuşan Hızır ve İlyas, her yıl Jülyen takvimine
göre 23 Nisan’da, Gregoryen takvimine göre 6 Mayıs’ta yeryüzünde
buluşarak insanlara sağlık, bolluk ve bereket dağıtır. Türkiye’de
Hızır günü anlamına gelen Rûz-ı Hızır ya da çoğunlukla Hıdırellez
olarak bilinen bu gün, Kırım Türkleri arasında Kıdırlez, Gagavuz
Türkleri arasında Ederlez olarak adlandırılır. Hızır-İlyas deyiminin
halk dilinde zamanla Hıdırellez halini aldığı söylenir. Peki kimdir
bu Hızır ve İlyas? Gerçekten var olmuşlar mıdır, yoksa halkın sözlü
kültürünün ürünleri midir? Ete kemiğe bürünmüş yeryüzüne inen
ilahi varlıklar mı, yoksa birer ermiş mi?
İslam kültüründe Hızır, Kehf suresinde anlatılan ve iki denizin
birleştiği yerde Hz. Musa ile buluşarak onu engin bilgisiyle aydınlatan gizemli bir alimle ilişkilendirilir. Kuran-ı Kerim’de Hızır ismi
doğrudan geçmez. Bu nedenle Hızır’ın kimliği konusunda kesin bir
bilgi mevcut değildir. Bununla birlikte bazı hadisler ayak bastığı her
yeri yeşile büründüren anlamına gelen “el-Hadır” lakaplı bir kişiden
bahseder. Bu kişinin Hızır olduğu düşünülür. Tasavvuf inancında
da yer alan Hızır, mutasavvıflara yol gösteren, sırlarını açıklayan,
gerçeğin ortaya çıkması konusunda yardımcı olan, felaket gibi kötü
olaylar ve zor durumlar esnasında insanların yardımına koşan bir
varlıktır.
Aslı Akad dilinde yazılan Gılgamış destanı, ilahi bir varlık olan
Enkidu ile dostluk kuran kraldan bahseder. Enkidu hayatını kaybedince kral, bu dostunu canlandırmak için her tür yola başvurur
ve sonunda ölüme çare olan bir ot bulunduğunu ve bu otun yerini
yalnızca bir kişinin bildiğini öğrenir. Nihayetinde otu bulsa da onu
ele geçiremez ve dostunu sonsuza dek kaybetmiş olur.
İskendernamelerde de Hızır kültüyle ilişkilendirilebilecek benzerlikler bulunur. Efsanelerden birine göre Büyük İskender kulları ölümsüz kılan bir kaynak olduğunu öğrenir ve onu bulmak için ordusuyla
birlikte yollara düşer. Mola verdikleri bir sırada Büyük İskender’in
aşçısı yanına azık olarak aldığı tuzlanmış balığı yıkamak üzere bir
çeşme bulur. Balık bu çeşmeden akan suyla canlanır, bunun üzerine
aşçı da sudan içer. Durumu Büyük İskender’e anlattığında İskender,
ondan çeşmenin yerini tarif etmesini ister. Gittiği yerde çeşmeyi
bulamayan İskender aşçısını öldürmeye çalışır, fakat ab-ı hayat içen
aşçı ölmemektedir. Bunun üzerine boynuna bir ip bağlayıp aşçıyı
denizin derinliklerine gönderir. İşte bu aşçının o zamandan beri bir
deniz cini olarak yaşamına devam ettiği rivayet edilir.
45
TÜRK KÜLTÜRÜNDE HIZIR, INSANLAR DARA DÜŞTÜĞÜNDE
YARDIMA KOŞAR. SAVAŞLARDA KENDISINE ITIMAT EDENLERIN
YANINDA OLUR. BEREKET VE BOLLUK GETIRIR. ÜZERINDE
YÜRÜDÜĞÜ TARLALAR MAHSULLERLE RENKLENIR, BOZKIRLAR
ÇIÇEKLERLE KAPLANIR. UĞRADIĞI EVLERE DOKTOR GIRMEZ.
Hıristiyan kültüründe Hızır ile bağdaştırılan isim ise Aziz Georges veya bir diğer adıyla Aya Yorgi’dir. Babası Kapadokyalı bir
Yunan olduğuna inanılan Georges’un bugünkü Filistin ve Suriye
topraklarında Müslüman bir Yunan ailede doğduğu rivayet edilir.
Kendisiyle ilgili efsanelerin çoğunda beyaz atlı bir asker olarak
betimlenir. Halka korku salan ejderhayı öldürerek kahraman olur.
Fakat dönemin Nikomedya hükümdarının Romalı tanrılara kurban
sunma isteğini reddetmesinin ardından başı kesilerek idam edilir
ve böylece şehitlik mertebesine ulaşmış olur.
Kaynağı tam olarak belirlenemese de bu efsane ve varsayımların
ortak noktası su kaynakları, bolluk, bereket, ölümsüzlük gibi unsurlardır. Hızır ve İlyas’ın hangi dönemde var olduğu veya gerçekten
yaşayıp yaşamadıkları hâlâ bir sır olsa da, Türk efsanelerinde genelde atlı, yeşil cübbe giyen bir asker veya alim olarak tanımlanırlar.
Hızır ile İlyas’ın ilişkisine dair dinî kaynaklarda doğrudan bir kanıt
bulunmasa bile bazıları İlyas’ın İlyas peygamber olduğuna, yani
46
Talmud’ta ve Yeni Ahit’te de atıfta bulunulan Elijah peygamber
olduğuna inanır.
Kökeni ne olursa olsun Hıdırellez, Türk kültüründe ve coğrafyasında geniş bir yer tutar. Öyle ki dilimize Hızır gibi yetişmek, Kul
sıkışmayınca Hızır yetişmez gibi ifadeler yerleşmiştir. Önemli isimler
de eserlerinde Hızır ve İlyas’tan bahsetmiştir. Mesela Yunus Emre
der ki: Şol Hızır’la şol İlyas hayat içdiler / Bu bir kaç gün içinde bunlar
ölesi değil / Hızr u İlyas değil iken ölmek dirliğe sataşdum / Hergiz
yemez içmez iken içüm toptolu aş oldu.
Türk kültüründe Hızır, insanlar dara düştüğünde yardıma koşar.
Savaşlarda kendisine itimat edenlerin yanında olur. Bereket ve
bolluk getirir. Üzerinde yürüdüğü tarlalar mahsullerle renklenir,
bozkırlar çiçeklerle kaplanır. Uğradığı evlere doktor girmez, genç
kızların bahtı açılır. Kendisine bu kadar önem atfedilen ve hep
iyiyle ilişkilendirilen Hızır’a Hıdırellez kutlamaları için ülkemizin
çeşitli yerlerinde hıdırlık adı verilen yerler bile ayrılmıştır. Bunlardan
bazıları Evliya Çelebi’nin de bahsettiği Afyonkarahisar’daki Hızırlık
Dağı, Çorum’daki Hıdırlık Mahallesi, Merzifon’da eteklerinde yatır
olan Hızırlık Tepesi’dir. Hatta inşasına 1196 yılında başlanan Sivas’taki Ulu Camii’nin sütunlarından birine Hızır Direk adı verildiği
bile söylenir.
Hızır ve İlyas kültünün en önemli parçalarından biri de Hıdırellez kutlamalarıdır. Hıdırellez kutlamalarının İslamiyet öncesi
dönemden beri gerçekleştirildiğine inanılır. Boğazköy’de bulunan
ve günümüzde Louvre Müzesi’nde sergilenen Hitit tabletleri,
Hititlerin bitki ve yeşillik tanrısı olduğuna inandıkları Telipinu için
Purulli adında ayinler düzenlediklerini ve bu ayinlerle birlikte baharın gelişini kutladıklarını ortaya koyar. Gök Tanrı inancına sahip olan
Göktürklerin de tanrıya kuzu kurban ettikleri bilinir. Bu törenlerin
izine günümüzdeki Hıdırellez kutlamalarında da rastlanır. Aslen
6 Mayıs’ta kutlansa da Hıdırellez hazırlıkları bir hafta önceden
başlar. Evler silinir süpürülür, dağlardan bayırlardan otlar toplanır,
6 Mayıs’ta ateş yakmak üzere çalı çırpı bulunur.
Kutlamaların mahiyeti yöreden yöreye değişse de Hızır ve İlyas
kültünde sıklıkla karşımıza çıkan su ögesi burada da vardır. Hıdırellez gününde suya girenlerin o yıl süresince hiçbir hastalığa yakalanmayacaklarına inanılır. Evlenmek veya talihinin açılmasını isteyen
genç kızlar ile herhangi bir dileği olanlar, istediklerini bir kağıda
yazarak suya bırakır. Bazı yörelerde ise dileklerin yazıldığı kağıtlar
su kenarındaki yeşillik yerlere, özellikle de varsa gül ağacının dibine
bırakılır. 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece İlyas’la buluşup dünyayı
gezen Hızır’ın suya bırakılan veya su kenarlarına gömülen dilekleri
okuyarak gerçekleştireceği inancı yaygındır.
Hızır’ın üzerinde yürüdüğü yeşillik alanlarda otlayan kuzuların
etinin şifalı olacağına inanan halk, 6 Mayıs’ta yeşillik alanlarda
toplanarak kuzu eti yer. Yine bu hayvanlardan elde edilen süt ve
peynir gibi yiyeceklerin de şifa getireceğine inanıldığından gün boyunca bu ürünler tüketilir. Toplanan çalı çırpıdan bir ateş yakılarak
bu ateşin üstünden atlanır, böylece nazara ve kem gözlere karşı
önlem alınmış olur. Hızır’ın iyi insanları ödüllendirip kötü niyetlileri
cezalandıracağı düşünüldüğünden bazı yörelerde Hıdırellez gününde yoksullara yemek dağıtılır. Yine şifa getirmesi amacıyla kırlardan
toplanan otlarla yapılan börek ve çörekler pişirilir. 5 Mayıs gecesi
evlerdeki tüm erzak kaplarının ağızları, para keseleri ve cüzdanlar
açık bir şekilde ortada bırakılır. Mal mülk sahibi olmak isteyenler
ise istedikleri şeyin küçük bir maketini veya resmini çizerek yine
bahçeye, gül ağacının dibine gömer veya dallarına asar.
UNESCO’nun Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ne dahil
edilmesi için 2010 yılında çalışmaların başlatıldığı Hıdırellez, baharı, tüm güzellikleri ve iyilikleri çağrıştıran, gelecek güzel günleri
müjdeleyen bir bayram olarak kök salmıştır.
47
ABDULKADIR ATEŞ:
BIR SIYASETÇI HANGI KADEMEDE GÖREV
YAPIYOR OLURSA OLSUN ZAMAN ZAMAN
HALKIN TERAZISINE ÇIKMAK ZORUNDADIR
RÖPORTAJ VE FOTOĞRAFLAR: SONGÜL BAŞ
TURIZM VE DEVLET ESKI BAKANI ABDULKADIR ATEŞ, MILLETVEKILI
ILE VATANDAŞ ARASINDAKI ILIŞKININ SAMIMIYET VE GÜVENE
DAYANMASI GEREKTIĞINI VURGULAYARAK, “VATANDAŞIN
TALEBININ YERINE GETIRILMESI MÜMKÜN DEĞILSE ‘HALLEDERIZ’
DENILEREK BOŞ YERE ÜMIT VERILMEMELIDIR” DIYOR. ATEŞ,
BUGÜN TÜRKIYE’NIN EN ÖNEMLI SORUNUNUN ISE TOPLUMSAL
BIR AYRIŞMAYA DOĞRU GIDILMESI OLDUĞUNU BELIRTIYOR.
48
RÖPORTAJ
“B
u şehri anlatmaya ne dil ne de kalem yeter” diyor Evliya Çelebi, 1641 ve 1671 yıllarında ziyaret ettiği Gaziantep için. 17. yüzyılın
ünlü gezgininin Seyahatname’sinde “Şehr-i
Ayıntab-ı Cihan” (Dünyanın Gözbebeği Şehri)
olarak nitelendiriliyor bu kadim topraklar. Evliya Çelebi’nin bolluk ve bereketini anlattığı,
“Cennet bağlarına örnek öyle bağları vardır
ki, yalancı ve ölümlü dünyaya özgü ‘İremler’
sayılırlar” dediği Gaziantep, tarihî ve kültürel
zenginliğinden sanayi ve ticaretteki gelişmişliğine kadar pek çok yönüyle günümüzde de
önemini ve değerini koruyor. Bu ayki röportaj
konuğumuz Abdulkadir Ateş, kuşaklar boyu
Gaziantep’te yaşamış bir ailenin ferdi olarak
1944 yılında bu şehirde doğuyor. 1987-1995 ve
2002-2007 yılları arasında Gaziantep milletvekili olarak Meclis çatısı altında yer alan Ateş ile
hayat ve siyaset yolculuğunu, bakanlık yıllarını
ve ülke gündemindeki konuları konuştuk.
Abdulkadir Ateş altı çocuklu bir ailenin üç
erkek evladından biri olarak dünyaya geliyor.
Esnaflıkla uğraşan babası, o henüz altı yaşındayken hayata veda ediyor. Anne Beşire
Hanım çocuklarına kol kanat geriyor, okumaları
için onları teşvik ediyor. O günün kıt imkanları
ve zor koşulları içerisinde Abdulkadir Ateş,
ailenin ilkokula gidebilen ikinci çocuğu oluyor.
Ateş, o yılları şöyle anlatıyor: “Babamı küçük
yaşta kaybettiğim için annemin hayatımda
çok önemli bir yeri oldu. Rahmetli annem
eğitimim konusunda beni teşvik etti, yönlendirdi. Gaziantep’te bir gelenek vardır, çocuklar
yaz tatilinde sokakta gezmek yerine bir yerde
çırak olarak çalışmaya başlar. Annem beni bir
mobilyacının yanına verdi, liseyi bitirene kadar
orada çıraklık yaptım. Bu nedenle mobilya
konusunda bilgi ve beceri sahibiyim. Evde bazı
mobilya işlerini hâlâ kendim yaparım.”
Abdulkadir Ateş, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu. “Küçük yaştayken çeşitli törenler sırasında karşılaştığım vali
ve kaymakamlar beni çok etkilerdi. Onların
kürsüdeki konuşmaları, arabalarıyla geçişleri
hoşuma giderdi. Herkese büyüyünce kayma-
kam olacağımı söylerdim” diyen Ateş, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirince maiyet
memurluğu stajına başlıyor. Karkamış’ta görevli olduğu sırada devlet bursuyla yurt
dışında yüksek lisans ve doktora yapma imkanı sağlayan 1416 sayılı yasa çerçevesinde
açılan sınava giriyor. “1967 yılının sonlarıydı. Sınavı kazanınca Karkamış’tan New York’a
gittim. Doğrusu, bu benim için kültürel şoktu. O tarihe kadar uluslararası gönüllü
çalışma kamplarında yabancılarla birlikte yer almıştım, ama bizzat farklı bir kültürün
içinde yaşamak ilk başlarda oldukça zor gelmişti” diyen Abdulkadir Ateş, New York
Üniversitesi’nde dil eğitimi aldıktan sonra Pittsburgh Üniversitesi’nde ekonomi alanında yüksek lisans ve doktora yapıyor. Doktorasını tamamladıktan sonra Türkiye’ye
dönen Ateş, Hacettepe Üniversitesi İşletme Bölümü’nün kurucuları arasında yer alıyor.
Abdulkadir Ateş, akademik çalışmaları devam ettiği sırada 12 Eylül askerî darbesinin olduğunu ve 1402 sayılı yasada yapılan değişiklikle üniversitedeki görevinin sona
erdiğini belirtiyor. Bu gelişme üzerine yolu bir kez daha Amerika ile kesişen Ateş,
“Doktoramı tamamladığım üniversitenin daveti üzerine Amerika’ya gittim ve 1987
yılına kadar orada profesör olarak hocalık yaptım. O dönemde benim de aralarında
bulunduğum 1402’liklerin haklarının iadesiyle ilgili bazı gelişmeler olmuştu. Bunun
üzerine gerek arkadaşlarımdan gerekse Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) içinde
tanıdığım çevrelerden artık Türkiye’ye dönerek siyasete girmem gerektiği yönünde
telefonlar almaya başladım. 1987 seçimlerine kısa bir süre kala Türkiye’ye döndüm ve
SHP’den milletvekilliği adaylığı için ön seçime girdim. Neticede TBMM 18. Dönem’de
SHP Gaziantep Milletvekili olarak Meclis’te yer aldım” diye konuşuyor.
“Milletvekilliğimin her üç döneminde de ön seçimle geldim”
Abdulkadir Ateş siyasete ilgisinin nasıl başladığını şu sözlerle anlatıyor: “Siyasal
Bilgiler’de öğrenci olduğum dönemde Türkiye’de bir toplumsal kalkınma hareketi vardı.
Özellikle üniversite gençliğinin köylere açılarak halkımızı tanımasına önem veriliyordu.
Öğrenciliğim sırasında her yaz kırsal kesimlerdeki gönüllü çalışma kamplarına katıldım.
Bazen bir köy okulunda boya-badana işlerine yardım ettim, bazen bir sağlık ocağı veya
su kanalının yapımında çalıştım. Üniversiteli gençler olarak bütün bu işleri yöre halkıyla
49
“TURIZM BAKANI OLDUĞUM DÖNEMDE TÜRK TURIZMI DENINCE
AKLA SADECE DENIZ-KUM-GÜNEŞ GELIYORDU. BU ALGIYI
DEĞIŞTIRMEK AMACIYLA KAYAK, TREKKING, RAFTING GIBI TURIZM
TÜRLERINDE ÇEŞITLI FAALIYETLER VE YATIRIMLAR YAPTIK.”
nel merkezler zaman zaman partinin ihtiyaç
duyduğu birikime ve yeteneğe sahip kişileri
aktif siyasete katmak zorundadır. Bu, partinin
çıkarları açısından gereklidir, ama sayı sınırlı
tutulmalıdır ve bir kişi bu haktan sadece bir
kere yararlanabilmelidir. Bugün olduğu gibi
aynı kişinin üç-dört kere üst üste merkez yoklamasıyla aday yapılmasını doğru ve anlamlı
bulmuyorum. Çünkü bir siyasetçi milletvekili
olduktan sonra kendini parti tabanına ve halka
kanıtlayabilmelidir, bunu yapamadığı zaman
ayrılması en doğru davranış olacaktır.”
birlikte yapıyorduk. O dönemde ‘gemisini kurtaran kaptan’ anlayışı geçerli değildi,
toplum olarak gelişip kalkınmanın önemi vurgulanıyordu. Biz bu anlayış içinde yetiştik.
Üniversitede öğrenci derneklerinde sorumluluklar alarak yurtlardan yemekhanelere
kadar çeşitli alanlardaki sorunların çözümü konusunda aktif rol üstlendik. Tüm bunlar
hem yönetim becerileri kazanmamıza hem de siyasal açıdan bilinçlenmemize yardımcı
oldu. Öğretim üyeliğim sırasında gönüllü olarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin eğitim ve
araştırma çalışmalarına katkı sağladım. Ayrıca Köy Kalkınma Kooperatifleri’nin proje
ve eğitimlerine destek verdim. 1987 yılında ise aktif olarak siyasette yer aldım.”
Abdulkadir Ateş 1987-1991, 1991-1995 ve 2002-2007 yılları arasında olmak üzere üç
dönem milletvekilliği yapıyor. Tecrübeli siyasetçi 1995’le 2002 arasında Meclis’te yer
almama nedenini ise şu sözlerle anlatıyor: “Milletvekilliğimin her üç döneminde de ön
seçimle geldim. Gaziantep’te ön seçim yapılmadığı zaman adaylığımı koymadım. Ön
seçim, parti teşkilatının çeşitli kademelerinde gönül vererek çalışan insanların önünü
açma, onları teşvik etme, çalışmalarının karşılığını alabilecekleri inancını yerleştirme
gibi konular açısından büyük önem taşır. Ayrıca ben hep şuna inanırım: Bir siyasetçi
hangi kademede görev yapıyor olursa olsun zaman zaman halkın terazisine çıkmak
zorundadır. Ön seçimin yapılacağı bölgelerde milletvekili adayı halka gider, halkla bütünleşir. Merkez yoklamasında ise milletvekili adayı öncelikle genel başkanı veya genel
merkezi memnun etmeye yönelik çalışmalar içine girer. Bu da demokrasi açısından
olumsuz sonuçlar ortaya çıkmasına yol açar. O nedenle genel başkanların veya genel
merkezlerin terazisine değil, halkın terazisine önem vermek gerekir. İstatistiki açıdan
da binlerce, on binlerce parti üyesinin alacağı karar, üç-beş kişinin alacağı karardan
daha isabetli olacaktır. Şunu da ifade etmek gerekir, şüphesiz genel başkanlar, ge-
50
RÖPORTAJ
“Turizmin çeşitlendirilmesi için
önemli çalışmalar yaptık”
Abdulkadir Ateş 49. ve 50. Hükümet’te Turizm Bakanı olarak görev yapıyor. Yaklaşık
üç yıllık bakanlığı dönemindeki çalışmalarını
konuştuğumuz Ateş, şu görüşleri dile getiriyor: “Turgut Özal döneminde Turizmi Teşvik
Yasası çıkarılmış ve turizmde büyük bir yatırım
atağı başlatılmıştı. 1991’de bakan olduğumda
bu çalışmalar çerçevesinde yapılmış arazi
tahsisleri bir sorun olarak önüme geldi. Tahsis
işlemi beş-altı yıl önce gerçekleştirilmiş olmasına rağmen herhangi bir çalışma yapılmamış
veya yarıda bırakılmış araziler olduğunu, bir
kısmının spekülatif amaçlı el değiştirdiğini
tespit edince bu konunun üzerine gittik.
Süresi içerisinde taahhütlerini yerine getirmeyenlerin tahsislerini iptal ettik. Bununla
birlikte ciddi biçimde bu işe sarılıp bir an önce
turizm tesisinin kapılarını açmak isteyenlere
gerekli katkı ve desteği sağladık. O dönemde
Türkiye’nin turizmden elde ettiği gelir yıllık 3,5
milyar dolar civarındaydı. Turist sayısı, turizm
geliri ve yatak kapasitesini artırmak için kolları
sıvadığımız dönemde çok önemli bir sorun karşımıza çıktı. PKK terör örgütü direkt turizm
sektörünü hedef aldı ve tesislere yönelik saldırılar düzenlemeye başladı. Aynı zamanda
yurt dışında Türkiye’deki turistlerin can güvenliğinin bulunmadığı yönünde propaganda
yapıldı. Bu durum turizmimizi vurmaya başladı. Gerekli önlemleri almak üzere harekete
geçtik. Ülkemizle ilgili olumsuz bir imaj yaratılmasına fırsat vermemek için çaba harcadık. Öyle ki, aynı gün içinde üç ülkede basın toplantısı düzenlediğimi hatırlıyorum. Terör
saldırılarının yarattığı olumsuzluklara Birinci Körfez Savaşı’nın da eklenmesiyle turizmde
zor yıllar geçirmemize rağmen bakanlıktan ayrıldığımda turizm geliri yaklaşık iki kat
artmış ve 6 milyar doların üzerine çıkmıştı. Turizm belgeli yatak sayımız ise birçoğu beş
yıldızlı otellere ait olmak üzere iki katına ulaşmıştı.”
Abdulkadir Ateş bakanlık çalışmaları sırasında özellikle turizmin çeşitlenmesine verdiği
öneme değinerek, “O yıllarda Türk turizmi denince akla sadece deniz-kum-güneş geliyordu. Bu algıyı değiştirmek amacıyla kayak, trekking, rafting, mağaracılık, inanç turizmi
gibi Türkiye’nin avantajlı olabileceği turizm türlerini belirleyerek bu alanlarda çeşitli
faaliyetler ve yatırımlar yaptık. O dönemde beni eleştirenler de oldu. Mesela ‘Dünyada
kaç kişi rafting yapıyor? Sayın Bakan kendi hobilerine göre mi hareket ediyor?’ diyenler
oldu. Rafting ve diğer alanlarda bugün gelinen nokta o dönemde yaptığımız işlerin ne
kadar doğru olduğunu ortaya koyuyor” diyor. Ateş’in turizmle ilgili üzerinde durduğu
konulardan birini de çevre ve eğitim faaliyetleri oluşturuyor. “Turizm Eğitim Merkezleri
sayısını 4’ten 12’ye çıkardık ve sektörün ihtiyaç duyduğu kalifiye ara eleman yetiştirdik.
Bu eğitimler gençlerin istihdamına da önemli katkı sağladı” diyen tecrübeli siyasetçi,
belli kriterlere sahip plaj ve marinalara verilen uluslararası “Mavi Bayrak” ödülüyle ilgili
çalışmaların bakanlığı döneminde başlatıldığını hatırlatıyor.
Turizm Bakanlığı’nın yanı sıra 52. Hükümet’te Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı yapan Abdulkadir Ateş, “Devlet Bakanlığım sırasında Türkiye’de belli başlı üniversitelerde kadın hakları ile ilgili araştırma merkezlerinin kurulmasına öncülük ederek
destekte bulundum” diyor. TBMM 22. Dönem’de Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi
(AKPM) Siyasi İşler Komisyonu Başkanlığı’na seçildiğini ve yaklaşık üç yıl bu önemli
görevi yürüttüğünü ifade eden tecrübeli siyasetçi, “AKPM’de ilk kez bu kadar önemli
bir görev üstlenmiş Türk parlamenter olmanın mutluluğunu her zaman yaşayacağım.
Siyasi İşler Komisyonu Başkanı olarak Avrupa Konseyi içerisinde birçok yeniliğe katkıda
bulunduğum gibi Konsey’i pek çok defa BM
toplantılarında ve Venedik Komisyonu çalışmalarında temsil ettim. Ayrıca Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi hakimlerinin seçimine
karar veren 11 kişilik komisyonun da üç yıl
boyunca üyeliğini yaptım” diye konuşuyor.
“Toplumsal ayrışmaya yol açacak
söylemlerden uzak durulmalı”
Abdulkadir Ateş, siyasette nelere dikkat
edilmesi gerektiğine yönelik sorumuza şu
yanıtı veriyor: “Bir siyasetçi halkla yakın
ilişki içinde olmalıdır. Bu ilişkide samimiyet
ve güven çok önemlidir. Vatandaşın herhangi bir konudaki talebinin yerine getirilmesi
mümkün değilse ‘Hallederiz’ denilerek boş
yere ümit verilmemelidir. Bununla birlikte
vatandaşa talebinin neden gerçekleşemeyeceği iyi bir şekilde izah edilmelidir. Bir
başka önemli konu ise siyasete girildiğinde
ekonomik faaliyetler tamamen bırakılmalıdır. Bir kişi siyasete girdiğinde onunla
birlikte ailesi de sorumluluk almış demektir.
Bu nedenle aile fertleri de başta ekonomik
faaliyetler olmak üzere her konuda gerekli
dikkati ve özeni göstermelidir.”
Röportajımız sırasında tecrübeli siyasetçiye ülke gündemindeki konularla ilgili değerlendirmelerini de soruyoruz. Abdulkadir
Ateş, Türkiye’nin toplumsal bir ayrışmaya
doğru gittiği uyarısında bulunarak, “Bu ayrışmanın kendiliğinden oluşmakta olduğunu
düşünmüyorum. Bana göre bugünkü siyasi
liderler ve kadrolar ayrışmaya yol açacak
çeşitli söylemlerde bulunuyor ve bundan bir
siyasi kazanç elde etmeye çalışıyorlar. Bu
anlayıştan mutlaka vazgeçilmesi gerekiyor.
Farklılıkları ön plana çıkaracak, sorunları çözümsüz hale getirecek yaklaşımların kimseye bir faydası yok. Toplumu ayrıştırıcı değil,
bütünleştirici politikalar uygulanmalıdır. Sadece etnik köken, inanç, sınıfsal farklılık gibi
konular üzerinden siyaset yapma anlayışı
yerine toplumun tüm kesimlerini kucaklayıcı
politikalar benimsenmelidir” diyor.
51
ONLARI ANLAMAK VE ŞARTLARINI IYILEŞTIRMEK IÇIN:
10-16 MAYIS ENGELLILER HAFTASI
ÇAĞLA TAŞKIN
ENGELLI VATANDAŞLAR YALNIZCA HAYATLARINI IDAME
ETTIRMEDE, SAHIP OLDUKLARI HAKLARDAN GEREKTIĞI GIBI
VE KOLAYLIKLA FAYDALANMADA DEĞIL, SOSYAL HAYATA
KARIŞMADA DA ÖNEMLI SORUNLARLA KARŞILAŞIYOR.
ÖZELLIKLE TOPLUMSAL ÖNYARGI VE SOSYAL KISITLAMALAR
ONLAR IÇIN BÜYÜK ZORLUKLAR YARATIYOR.
52
G
elişmişlik düzeyi ne olursa olsun toplumların en önemli sorunları arasında yer alan, çözümüne ilişkin stratejilerin her gün
geliştirilmeye devam ettiği engellilik, zihnimizin bir köşesinde
durması gereken bir mesele. Zira, engelli olma durumu bizim veya
yakınlarımızın her an başına gelebilecek bir şey. Dahası, doğrudan
etkilenmesek bile içinde yaşadığımız topluma karşı taşıdığımız
sorumluluklar, engellilik konusunun her daim gündemde kalması
için yeterli birer sebep. Bu doğrultuda, bilinçlendirme ve bilgilendirme çalışmalarına katkıda bulunması amaçlanan 10-16 Mayıs
Engelliler Haftası boyunca farklı düzeylerde çeşitli etkinlikler
düzenleniyor.
“Engelli” son derece geniş kapsamlı bir terim olduğu için kesin
bir tanımını vermek de pek mümkün gözükmüyor. Bununla birlikte, özellikle kanun metinlerinde ifade birliği sağlanması amacıyla
genel bir tanıma başvurulduğunu görüyoruz. Bu bağlamda, engelli birey “Doğuştan veya sonradan herhangi bir nedenle bedensel,
zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal yeteneklerini çeşitli derecede
kaybetmesi nedeniyle toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılama güçlükleri olan ve korunma, bakım,
rehabilitasyon, danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan
kişi” olarak tanımlanıyor. Beş temel engellilik kategorisi ise zihinsel engelli, görme engelli, işitme ve konuşma engelli, ortopedik
engelli ve süreğen (kronik) engelli olarak belirlenmiş.
Engelli olma durumunun birçok farklı nedeni bulunuyor. Bunlardan bazıları doğuştan gelen faktörlere, bazıları da sonradan
gelişen olgulara ilişkin. Engelliliğin doğum öncesi süreçle alakalı
sebepleri arasında anne ve/veya babadan geçen kalıtsal hastalıkları, kan uyuşmazlığını ve akraba evliliklerini saymak mümkün.
Bunun dışında hamilelikte geçirilen enfeksiyon hastalıkları,
hamilelik döneminde annenin kötü veya yetersiz beslenmesi,
röntgen ışınlarına maruz kalması da engellilik durumuyla sonuçlanabilecek olaylar. Ayrıca doktor kontrolü dışında ilaç kullanımı
da büyük risk teşkil ediyor. Doğum öncesinde olduğu gibi doğum
esnasında meydana gelebilecek birtakım aksiliklerin de engellilik
haliyle sonuçlanması ihtimali bulunuyor. Bunlar arasında en üst
sırada bebeğin doğum esnasında oksijensiz kalmasını saymak
mümkün. Çocuk için doğum sonrası dönem de bir o kadar önemli.
Yüksek ateşli hastalık, zehirlenme, kafa travmaları gibi durumlar
büyük risk teşkil ediyor. Engelliliğin sebepleri genetik unsurlar
ve doğumla ilgili faktörlerle sınırlı değil elbette. Bireyin ilerleyen
hayatında geçireceği herhangi bir ciddi rahatsızlık, başına gelebilecek bir iş, ev veya trafik kazasının da bir engellilik durumuyla
sonuçlanması oldukça muhtemel. Engelli olma durumunun tek ve
belirli bir nedeninin olmaması, çeşitli tür ve derecelerde karşımıza
çıkması bize aslında konunun ne kadar çok boyutlu olduğunu, bu
çok boyutluluğun bir neticesi olarak da meseleye sosyal, hukuki,
mali, idari birçok farklı açıdan bakılması gerektiğini gösteriyor.
Engelli haklarının eksiksiz yerine getirilebilmesi ve engellilerin
sorunlarının kamuoyu gündemine gelerek çözümünün hızlandırılması için en önemli araçlardan biri kuşkusuz hukuki düzenleme
ve yaptırımlar. Ülkemizde özellikle 80’li yıllardan sonra ivme kazanan engellilere yönelik politika geliştirilmesi çabalarında 3 Aralık
1996 tarihli yetki kanununun önemli bir yeri olduğunu görüyoruz.
Birleşmiş Milletler tarafından Uluslararası Engelliler Günü ilan
edilen 3 Aralık tarihine denk gelen bu önemli gelişme sayesinde
hükümete Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nın kurulması ve engellileri
doğrudan ilgilendiren kanunlarda değişiklik yapılması için kanun
hükmünde kararname çıkarılması yetkisi verilmiş, Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nde atılan bu somut adım, ilerleyen yıllarda yapılan
değişiklik ve düzenlemelerle desteklenmiştir. Bunlar arasında
özellikle 7 Temmuz 2005 tarihli kanunla engellilere yönelik hizmet
ve yardımlarda yeni yapılanmalara gidilmesi ve daha kapsamlı
53
ENGELLI HAKLARININ EKSIKSIZ YERINE GETIRILEBILMESI VE
ENGELLILERIN SORUNLARININ KAMUOYU GÜNDEMINE GELEREK
ÇÖZÜMÜNÜN HIZLANDIRILMASI IÇIN EN ÖNEMLI ARAÇLARDAN
BIRI DE KUŞKUSUZ HUKUKI DÜZENLEME VE YAPTIRIMLARDIR.
düzenlemelerin hayata geçirilmesi sayılabilir. Bu tarihten itibaren
katılma, eğitim ve istihdam konularının başı çektiği sorunlarının
5378 sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Karar-
çözümü için hâlâ atılması gereken birçok adım olduğu rahatlıkla
namelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun üzerine yapılan
söylenebilir. Örneğin okul ve hastanelerin yanı sıra bazı kamu
düzenlemelerle engellilere yönelik politikalarda iyileştirmeye
binalarının engelli dostu olmayışı engellilerin bazı temel hak-
gidilmiş, yardım ve hizmetlerde belirli bir artış gözlemlenmiştir.
larından istifade etmelerini zorlaştırırken, kentsel planlamada
Bahsedilen bu hukuki adımlar ve devlet bütçesinden engelli hak
engellilerin ulaşımını kolaylaştıracak yol kenarlarındaki sarı şe-
ve hizmetlerinin teminatına ayrılan payın artırılmasının yanı
ritler, rampalar, sesli uyarı veren trafik lambaları gibi unsurların
sıra Avrupa Birliği müktesebatına uygun birtakım yeniliklerin de
eksikliği veya gerektiği gibi işlememesi de engellilerin sosyal
devreye sokulmasıyla ülkemizdeki engelli vatandaşların hayat
yaşamlarını kısıtlayan faktörler olarak ortaya çıkmaktadır.
standardının yükseltilmesi yolunda önemli adımlar atılmıştır.
Bunun yanı sıra, devletin engellilik derecelerine göre belirlediği
mali yardımların her engelli vatandaşa eşit ve düzenli bir şekilde
Bütüncül yaklaşım ön planda
ulaşmaması, istihdam sürecinde engelli vatandaş çalıştırma
Bununla birlikte, bahsedilen gelişmelerin yeterli olduğunu ifade
yükümlülüğü bulunan iş yeri sahiplerinden bazılarının bu yü-
etmek mümkün değildir. Engelli vatandaşların kendi kendine
kümlülüğü görmezden gelmesi, tedavi için gereken ilaç ve/veya
yetebilme, sağlık hizmetlerinden faydalanabilme, sosyal hayata
araçlara erişimin rahatlıkla ve maddi kolaylıkla sağlanamaması da
54
10-16 MAYIS ENGELLILER HAFTASI’NDA ENGELLI SORUNLARINA
DIKKAT ÇEKME VE BU VATANDAŞLARIN SAHIP OLDUĞU
HAKLAR ILE FAYDALANDIKLARI HIZMETLERI IYILEŞTIRME
AMACIYLA ETKINLIKLER DÜZENLENMEKTEDIR.
engelli bireylerin karşılaştığı önemli sorunlardan bazılarıdır. Bununla birlikte, yasal olarak düzenlenmiş sakat aylığı, iş göremez
aylığı, malullük aylığı, bakım ücreti, taşımalı eğitim desteği gibi
mali yardımların da engelli vatandaşlar için son derece önemli
olduğunun belirtilmesi gerekir. Bu türden girişimlerin artmasının
yanı sıra sosyal koşulların da önyargı ve anlayışsızlığın azaltılmasıyla iyileştirilmesi, ülkemizi engelli vatandaşlar için daha da
yaşanılır kılacaktır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler ile Dünya
Sağlık Örgütü (WHO) gibi karar verici kuruluşların son yıllarda
ısrarla üzerinde durduğu ve politikalarına dahil ettiği bütüncül
yaklaşım da engellilik durumunu fiziksel, zihinsel ve psikolojik bir
olgu olmanın yanında sosyal ve idari bir konu olarak ele almakta,
engellilere yönelik geliştirilen stratejilerde bütün bu unsurların
göz önünde tutulmasını öngörmektedir. Bu bağlamda, “engelli”
kelimesi de “özürlü” kelimesine tezat bir şekilde bireyin yaşadığı
zorlukları ve içinde bulunduğu olumsuz koşulları kendisinden
kaynaklı olarak görme yaklaşımından uzaklaşmakta, bunları bir
bütünün yansıması olarak değerlendirmektedir. Giderek daha
çok kabul gören bu “sentez model”, engelliliği yalnızca bireyin
kendisiyle ilişkilendirmekten uzaklaşıp durumu çok yönlü bir olgu
olarak ele almaktadır.
Engellilik durumu hakkında bir bilinçlilik yaratmak, toplumun
çeşitli kesimlerinde bu konuya ilişkin bilgi ve duyarlılığı artırmak
amacıyla ulusal ve uluslararası düzeyde birçok girişimde bulunulmakta, çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir. Bu etkinliklerin
“kutlama” olarak adlandırılması ise başta engelli vatandaşlar için
olumsuz bir çağrışım yapmaktadır. Bu etkinlikleri bilgilendirme ve
bilinçlendirme çabaları olarak adlandırmak gerekir.
Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler tarafından 1992 senesinde
Uluslararası Engelliler Günü ilan edilen 3 Aralık’ta idari ve toplumsal seviyelerde çeşitli etkinliklere imza atılmaktadır. Her sene
belirli bir tema çerçevesinde gerçekleşen Uluslararası Engelliler
Günü’nün 2014 yılı teması “Sürdürülebilir kalkınma: Teknoloji
vaatleri” olarak belirlenmişti.
Engelli sorunlarına dikkat çekme ve bu vatandaşların sahip olduğu haklar ile faydalandıkları hizmetleri iyileştirme amacıyla düzenlenen bir diğer etkinlik ise 10-16 Mayıs Engelliler Haftası. Aynı
zamanda engelliliğin önlenmesine yönelik tedbirler üzerinde de
durulan Engelliler Haftası boyunca önceden belirlenmiş bir program izleniyor. Bu çerçevede, 10 Mayıs günü Engelliler Haftası’nın
açılış günü ve genel bilgilerin sunulduğu bir gün olurken, 11 Mayıs
görme engellilere, 12 Mayıs işitme ve konuşma engellilere, 13
Mayıs ortopedik engellilere, 14 Mayıs zeka ve ruhsal engellilere, 15
Mayıs ise güçsüz yaşlılar ve korumaya muhtaç çocuklara ayrılmıştır. Böylelikle her gün bir engellilik veya dezavantaj türüne tek tek
eğilirken Engelliler Haftası’nın son günü 16 Mayıs’ta da haftanın
etkinliklerinin genel bir değerlendirmesi yapılır. Özellikle kamu
kuruluşları, yerel idareler ve okullarda oldukça yoğun geçen 10-16
Mayıs Engelliler Haftası sayesinde bilgi ve duyarlılık düzeyinin
artırılması, önlenmesi mümkün olan engellilik hallerinin önüne geçilmesi ile engelli ve dezavantajlı konumdaki vatandaşların sosyal
hayata dahil olma süreçlerinin iyileştirilmesi amaçlanmaktadır.
55
FETHI ŞANLI, TARIHI KÖKLÜ, GÜZELLIĞI BÜYÜLEYICI ŞEHIR
İSTANBUL
PINAR ÜNSAL
56
KÜLTÜR VARLIKLARI
İSTANBUL ÖYLE BIR ŞEHIR KI EN ÜNLÜ RESSAMLAR ŞEHRIN
MANZARASINI ORIJINALI KADAR GÜZEL BETIMLEYEMIYOR,
EDEBIYATÇILAR BURANIN GÜZELLIĞINI ANLATIRKEN KELIME
BULMAKTA ZORLANIYOR. ŞEHIR BINLERCE YILLIK TARIHE
TANIKLIK ETSE DE KIMSE ONU “YAŞLI” BULMUYOR, BILAKIS
UZUN VE EFSANELER YAZDIRAN TARIHI, BÖLGEYI INSAN
POPÜLASYONU AÇISINDAN YOĞUN KILARAK ONU DAHA
DINAMIK, DAHA CANLI YAPIYOR.
F
arklı farklı deniz manzaraları sunmasaydı İstanbul, ünlü
Fransız romancı Pierre Loti’yi büyüleyen isimlerden en çok
büyüleyeni olur muydu yine de? İki kıtayı bağlamasaydı eğer yedi
tepeli şehir, Romantizm’in öncülerinden Chateaubriand dünyada
İstanbul kadar güzel görünen başka bir kent olmadığını
söyleyenlere kolayca hak verir miydi? On altı
asır boyunca Roma, Bizans ve Osmanlı’ya
başkentlik yapmış şehir, dünya tek bir
devlet olsaydı onun da başkenti miydi
Napolyon’un dediği gibi?
Öyleydi muhtemelen; zira kaderi güzel yazılmış İstanbul’un.
Anadolu’yu Avrupa’ya kavuşturan, dünyanın en etkileyici coğrafyasında olmak da
onun kaderi; Sarayburnu’dan
Edirnekapı’ya uzanan tepeleriyle siluetine âşık etmek
de; ılık iklimi, taze havası,
serin sularıyla dertlere şifa
olmak da…
İstanbul, konumu ve konumundan doğan stratejik
önemi dolayısıyla insanlık tarihi
boyunca pek çok medeniyetin ele
geçirmek istediği yerlerden biriydi.
1453 yılında II. Mehmed tarafından
fethedildiğinde Roma ve Bizans İmparatorluklarının en hünerli ustalardan yardım
alarak süslediği şehrin kıymetini Osmanlı da iyi bilmişti. Artık bir
İslam devleti şehri olan İstanbul’un meşhur siluetini hafızalara
kazıyan bazı mimari yapılar da bu dönemde inşa edildi. Ancak
İstanbul, en meşhur sanat eserlerine konu edilen manzaraları;
Ayasofya’sı, Süleymaniye’si, Kız Kulesi, Rumeli Hisarı,
Sultanahmet’i, Kapalı Çarşı’sı, Topkapı’sıyla, yani
farklı dinleri ve kültürleri buluşturan mimarisiyle bir dünya şehri oldu.
Üç imparatorluğun başkenti
Bir şehir, orada izi olanların adını
yaşatır. Bu yüzden İstanbul
tarihinde Romalılar, Bizanslılar ve Türklerin adı geçer
en çok. İstanbul’un keşfi
çok daha önceki yüzyıllara
dayandırılsa da bölgeye ilk
yerleşmeler MÖ 7. yüzyılda başlar. Megaralı Byzas,
kabilesi için bir şehir kurma
niyetindedir ve kabilenin
kahinine fikrini sorar. Aldığı
cevap şaşırtıcıdır; “Şehri körler
ülkesinin karşısına kur.” Byzas
körler ülkesinin neresi olduğunu
bilmemektedir, ancak bugünkü
Yunanistan dolaylarından Marmara Denizi’ni geçerek İstanbul’a ulaşan
Megaralılar şimdiki Kadıköy’de Khalkedon
57
KONSTANTINOPOLIS FARKLI MEDENIYETLER TARAFINDAN
DEFALARCA KUŞATILIR, HIÇBIRINDE BAŞARI SAĞLANAMAZ.
AYIN YERYÜZÜNDEKI SILÜETI OLAN ŞEHRI ALMAK,
OSMANLI PADIŞAHI II. MEHMED’E NASIP OLUR.
İstanbul bu adı Roma İmparatorluğu’nun başkenti olana kadar taşır. İmparator I. Konstantin
330 yılında ona Nova Roma (Yeni Roma) der,
imparatorun ölümünden sonra ise şehrin adı
Konstantinopolis (Konstantin’in Kenti) olarak
anılır.
Coğrafi konumu, güzelliği, elverişli iklimi, milattan önceki yüzyıllara dayanan efsanevi tarihi
nedeniyle Konstantinopolis farklı medeniyetler
tarafından defalarca kuşatılır, hiçbirinde başarı
sağlanamaz. Ayın yeryüzündeki silüeti olan şehri
almak, Osmanlı Padişahı II. Mehmed’e nasip
olur.
İstanbul hedefi, II. Mehmed’in çocuk denecek yaşta tahta geçmesi sonrasında şekillenir.
II. Murad’ın tahtı devretmesinin ardından Balkanlar bu durumdan istifade etmek için harekete
geçmiş, Haçlı tehlikesi gündeme gelmiştir. Zira
ülke 12-13 yaşlarında bir padişaha, bir komutana emanettir. Osmanlı vezirleri ve askerleri de
durumdan memnun değildir. II. Murad’ın tekrar
tahta geçmesi, II. Mehmed’in yeniden sultan
olduktan sonraki başarılarını kamçılayan olaydır.
Özellikle İstanbul’un fethi, hem Osmanlı padişahları hem de dünyanın en başarılı komutanları
arasında Fatih’i ayrı bir yere koyar. Yaklaşık bin
yıllık Bizans’ın sonunu getiren bu olay, gemilerin
karadan yürütüldüğü destanıyla dilden dile tüm
dünyaya yayılır.
şehrinin karşısına, Sarayburnu’da Byzantion adlı şehri kurar. Byzas’a göre Khalkedon
şehrindekiler kördür; çünkü Sarayburnu’nun yemyeşil güzelliğini fark edememiş,
şehirlerini çorak bir araziye kurmuşlardır. Byzas, dünyanın en mükemmel coğrafyasında bir şehir inşa ettiğine inanmakta, kendisi ve kabilesi adına gururlanmaktadır.
Byzantion, İstanbul’un atası olan şehir kabul edilir.
Byzantion önce Spartalı Pausanlılar, sonra da Roma İmparatorluğu hakimiyetine
girer ve adı dahil pek çok yönüyle Latinleştirilir. Roma İmparatoru Septimus Severus tarafından adeta baştan inşa edilen şehre önce Byzantium, ardından Augusta
Antonina adı verilir.
58
KÜLTÜR VARLIKLARI
Binlerce yıl yaşındaki delikanlı
İstanbul, dünyada yabancıların “Godmade”
(Allah yapımı) olarak nitelendirdiği nadir şehirlerden biri. Bu yüzden en ünlü ressamlar şehrin
manzarasını orijinali kadar güzel betimleyemiyor, edebiyatçılar buranın güzelliğini anlatırken
kelime bulmakta zorlanıyor. Ancak İstanbul’un
DÜNYA ŞEHIRLERI ARASINDA İSTANBUL, GÖRÜLMESI “OLMAZSA
OLMAZ” YERLERDEN BIRI SAYILIYOR. YALNIZCA OSMANLI
İMPARATORLUĞU DÖNEMINDE INŞA EDILMIŞ YAPILARIYLA DEĞIL,
ŞEHIR ROMA VE BIZANS KALINTILARIYLA DA GÖZ ALIYOR.
“insan eli değmiş” hali büyük bir kültürel miras kabul ediliyor.
Hipodrom, Ayasofya, Aya İrini, Küçük Ayasofya Camii ve Topkapı
Sarayı’nı içine alan Arkeolojik Park; Süleymaniye Camii ve çevresini içine alan Süleymaniye Koruma Alanı; Zeyrek Camii ve çevresini
içine alan Zeyrek Koruma Alanı ile Tarihî Surlar Koruma Alanı’nı
içeren, küçük bir yüzölçümüne sahip Tarihî Yarımada bile 1600
yıllık bir tarih galerisi sunuyor. Şehir binlerce yıllık tarihe tanıklık
etse de Roma ve Venedik’te olduğu gibi kimse onu “yaşlı” olarak
nitelendirmiyor, bilakis uzun ve efsaneler yazdıran tarihi bölgeyi
insan popülasyonu açısından yoğun kılarak onu daha dinamik,
daha canlı yapıyor.
Dünya şehirleri arasında İstanbul, görülmesi “olmazsa olmaz” yerlerden biri sayılıyor. Yalnızca Osmanlı İmparatorluğu
döneminde inşa edilmiş yapılarıyla değil, şehir Roma ve Bizans
kalıntılarıyla da göz alıyor.
Türkiye’de Antalya’dan sonra en çok turistin ziyaret ettiği
İstanbul’da Ayasofya önemli destinasyonların başında geliyor.
Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından MS 500’lü yıllarda
59
yaptırılan Ayasofya yüzyıllarca Hıristiyanlar için önemini koruyan,
dünyanın en büyük mabetlerinden biriydi. Devasa kubbesi, kubbe
etrafındaki dört melek tasviri, duvarlarındaki ikonlar; fethin ardından cami olarak kullanılmaya başlamasıyla eklenen dev levhalar
Ayasofya’yı özel kılan unsurlardır. Buranın çokça ziyaret edilmesinde en büyük paylardan biri de planının bal peteğine işlenmiş
olması, inşasında kullanılan malzemeyi Hızır Aleyhisselam’ın
vermesi, temelinde hazine bulunduğuna inanılması, yapımı sırasında meleklerin yardım etmesi, kapılarda Nuh peygamberin
gemi tahtalarının kullanılması, Hz. Muhammed’in (s.a.v) Mirac’a
yükseldiği gece Ayasofya’yı görmesi ve bu mabedin günün birinde Müslümanların eline geçeceğini müjdelemesi, sütunlarından
birinde Hz. Meryem’in el izinin bulunması gibi efsanelerdir.
Yaşadığı dönemde İstanbul’un şekillenmesine büyük katkıları
60
KÜLTÜR VARLIKLARI
olmuş Mimar Sinan’ın eserleri bugün de şehrin en ünlü, en güzel
mimariye sahip yapıları arasında sayılır. Mimarın emeği olan camiler, medreseler, türbeler, köprüler, saraylar, hamamlar, imaretler
arasında Kanuni Sultan Süleyman adına inşa ettiği Süleymaniye
Camii, şehrin en olağanüstü yapılarından biri kabul edilir. Zira
cami, hem dönem padişahının adını taşır, hem Mimar Sinan gibi
büyük bir ustanın elinden çıkmıştır, hem de beş yüz küsur yılda
meydana gelen yüzden fazla depremde zarar görmemiştir. Cami,
zarafeti ve işçiliğine övgülerin yanı sıra, Mermerden yontulmuş
bir dağa benziyor / Kıt’alar üstünde yükselen bu çatı mısralarında
olduğu gibi heybetiyle de pek çok edebi esere konu olur.
MS 203’te Roma İmparatoru Septimus Severus’un emriyle
yapımına başlanmış, I. Konstantin döneminde tamamlanmış
Hipodrom, İstanbul’un en önemli tarihî yapılarından biri kabul
KÜLTÜR TURIZMININ DÜNYADAKI EN ÖNEMLI
DESTINASYONLARINDAN BIRI KABUL EDILEN İSTANBUL,
INANÇ VE GASTRONOMI TURIZMI AÇISINDAN DA BÜYÜK BIR
POTANSIYELI ELINDE BULUNDURUR.
edilir. 330 tarihinde açılan yapı, döneminde dünyanın en büyük
hipodromudur. Osmanlı’da At Meydanı denilen, bugün Sultanahmet Meydanı olarak adlandırılan yerde yapımı Roma’dan Bizans’a
uzanan Hipodrom’un çok az kalıntısına rastlanmış olsa da bölge
Sultan Ahmet Camii, Ayasofya, Türk ve İslam Eserleri Müzesi,
Yerebatan Sarnıcı, Obelisk, Konstantin Dikilitaşı, Yılanlı Sütun
gibi önemli yapılara evsahipliği yapması bakımından değer taşır.
Edebi eserlerde hem hakikat, hem masal gibi sözleriyle nitelenen, Üsküdar’ın süsü Kız Kulesi; Osmanlı’nın dört yüz yıllık
idare merkezi Topkapı Sarayı; koleksiyon bakımından dünyanın
en büyük ve en önemli müzeleri arasında gösterilen İstanbul
Arkeoloji Müzeleri; 19. yüzyıl Osmanlı eserlerinden, görkemine
rağmen bir zarafet timsali Dolmabahçe Sarayı; esrarengiz havası,
Medusa başlarıyla ilgili ilginç hikayeleriyle Yerebatan Sarnıcı; tarih
kokan mimarisi, çeşit çeşit dükkanları, 24 saat hareketli yapısıyla
Türkiye’nin en ünlü caddesi İstiklal; Tanzimat Fermanı’nın okunduğu yer olması nedeniyle ayrı bir önem arz eden Gülhane Parkı;
dünyanın en büyük ve eski çarşılarından biri olan Kapalıçarşı…
Bunun gibi yüzlerce yapısıyla kültür turizminin dünyadaki en
önemli destinasyonlarından biri kabul edilen İstanbul, inanç ve
gastronomi turizmi açısından da büyük bir potansiyeli elinde
bulundurur. Avrupa ve Asya kıtaları arasında yer alması, yüksek
popülasyona sahip olması gibi nedenlerle İstanbul, pek çok kongre, sergi, bienal, konser ve seminere de evsahipliği yapar.
Yalnızca camileri, kiliseleri, sarayları, hisarları, çeşmeleri, çarşıları, rıhtımları, parklarıyla değil, mahalleleri ve sokaklarıyla da pek
çok romana, şiire, filme konu olmuş şehir, hâlâ daha binlerce edebi
esere ve filme ilham verecek kadar güzel ve alımlıdır.
61
ISLAHAT FERMANI
18 ŞUBAT 1856
DR. POLAT SAFI
18 ŞUBAT 1856 (H. 11 CEMAZIYELAHIR 1272) TARIHINDE BÂB-I
ÂLÎ’DE BIR MERASIMLE OKUNAN ISLAHAT FERMANI HEM
MODERNLEŞME TARIHIMIZIN HEM DE BU TARIHIN EN ÖNEMLI
DÖNÜM NOKTALARINDAN BIRINI TEŞKIL EDEN TANZIMAT
DÖNEMININ BIR VETIRESIDIR. TANZIMAT DÖNEMININ GENELLIKLE
3 KASIM 1839 TARIHINDE IMZALANAN GÜLHANE HATT-I
HÜMÂYÛNU ILE BAŞLADIĞI, 1878’DE MECLÎS-I MEBÛSÂN’IN
KAPATILMASIYLA SON BULDUĞU KABUL EDILMEKTEDIR.
İ
ki fermanın yayımlanması üzerinde Avrupa’nın etkisi söz konusu
olsa da bu etkinin türü bakımından ciddi farklar bulunmaktadır.
Zira Tanzimat Fermanı üzerinde Avrupa’nın siyasi, sosyal ve ekonomik fikir ve müesseselerinin etkisinden bahsedilirken, her ne
kadar bu etkinin boyutu tartışma konusu olsa da, Islahat Fermanı
için Avrupa’nın açık bir dayatması olduğu her tür tartışmanın
dışındadır.
Nitekim Kırım Harbi (1853-56) sonunda imzalanacak Paris
Antlaşması’na esas teşkil eden Viyana Protokolü’nün 1 Şubat
1856’da imzalanmasının ardından ıslahat programlarının hazırlıklarına sadrazam ve Hariciye nazırlarının yanı sıra İngiliz, Fransız ve
Avusturya elçileri de katılmıştır. Konunun uzmanı Ufuk Gülsoy’a
göre müzakereler sırasında verilen 21 farklı muhtıradan meydana getirilen Islahat Fermanı, 30 Mart 1856 tarihinde imzalanan
Paris Antlaşması’nın 9. maddesinde de zikredilmiştir. Bu madde
62
Osmanlı yöneticileri açısından iç işlerine müdahaleyi önleyecek bir
tedbir olarak telakki edilirken büyük güçler, söz konusu maddenin
kendilerine fermanın tatbikine nezaret etme hakkı verdiğinden
bahisle Osmanlı iç işlerine karışmalarını meşru göstermeye çalışmışlardır.
Islahat Fermanı’nın Tanzimat Fermanı ile bir diğer temel
farklılığı sadece Osmanlı tebaası gayrimüslim ve ecnebilere yönelik olmasıdır. Tanzimat Fermanı can emniyeti, ırz, namus ve
mülkiyetin korunması, vergi düzenlemesi, askere alım ve hizmet
süreleriyle alakalı olması bakımından bütün Osmanlı tebaasına
hitap ediyordu. Islahat Fermanı bu kaideleri teyit etmekle beraber daha ziyade Osmanlı tebaası arasında müslim-gayrimüslim
eşitliğini sağlamaya yönelik bir vesika olarak kaydedilmiştir. Düzenleme yapılan konular arasında gayrimüslim tebaa ve cemaat
teşkilatlarının hak ve yetkileri, gayrimüslim cemaatlerin vergileri,
gayrimüslim cemaat temsilcilerinin
mali durumları, gayrimüslim tebaanın
askerlik durumları, müslim-gayrimüslim
anlaşmazlıklarının ele alınacağı hukuk
sistemi, gayrimüslim tebaanın askerlik
durumu ve mali sisteme ait düzenlemeler bulunmaktadır.
Ferman genel kanının aksine gayrimüslimlerden de oldukça tepki çekmiştir. Rumların Ermeni ve Yahudilerle bir
tutulmak istememesi, cizye vergisinin
kaldırılarak gayrimüslimlere askerî yükümlülüğün getirilmesi, gayrimüslim
cemaat görevlilerinin aldıkları vergilerin
kaldırılması ve yerine rütbe esasına
göre maaş verilmesi, göreve başlarken
devlete sadakat yemini zorunluluğunun
getirilmesi ve cemaat yönetimindeki
temsil sisteminin değişmesi tepki çeken
uygulamalar arasındaydı.
Müslümanlar ise hakim millet olma
vasfını yitirdiklerinden ve gayrimüslimlerin maddi zenginliklerine bir de
siyasi güç kattıklarından şikayetle
fermana tepki göstermişlerdir. Ahmet
Refik “Türkiye’de Islahat Fermanı” adlı
makalesinde bu durumu şöyle özetler:
“...müslim ve gayrimüslim tebaanın
bi’l-cümle hukukda müsavatı kabul
olunmuşdu. O gün Müslümanlardan
pek çoğu müteessirdi. Hemen herkes:
aba ve ecdadımızın kanıyla kazanılmış
olan hukuk-ı mukaddese-i milliyemizi bu
gün gaib etdik. Millet-i İslamiye millet-i
hakime iken böyle bir mukaddes hakdan
mahrum kaldı. Ehl-i İslam’a bu bir ağlayacak gündür.”
Fermanın sosyal yapı taşlarında
meydana getirdiği sarsıcı gelişmeler,
modernleşme tarihimizin bir ayağı olan
toprak kayıpları ve sömürgecilik faaliyetleriyle birleşince ülkede birtakım
olayların patlak vermesi gecikmemiş;
Maraş, Halep, Şam, Cidde ve Lübnan’da
meydana gelen olaylar Avrupalı güçlerin
Osmanlı’nın iç işlerine karışmasını kolaylaştırmaktan başka bir işe yaramamıştır. Bu durum
Avrupa’ya karşı bir dizi taviz veren Osmanlı yöneticilerinin Müslüman ahaliye aynı maddeleri farklı surette tefsir etmelerine yol açmakla beraber fermandaki bazı maddelerin en
başından atıl kalmasına sebep olmuştur. Hatta bazı yorumlara göre ferman, 1859 yılında
Sultan Abdülmecid’in yerine Veliaht Abdülaziz’in tahta çıkarılması için düzenlenen ve son
anda engellenen bir fiili tertibin (Kuleli Vakası) önünü bile açmıştır. Bu anlamda, Islahat
Fermanı’nın sadece ortaya çıkış süreci ve istikameti bağlamında değil muhtevası ve sonuçları itibarıyla da demokrasi tarihimizin oldukça erken dönemli ve zihin açıcı bir örneğini
teşkil ettiği söylenebilir.
63
TÜRKIYE-PAKISTAN PARLAMENTOLARARASI DOSTLUK GRUBU BAŞKANI
BURHAN KAYATÜRK:
DOSTLUK GRUBUMUZ IKI ÜLKE ARASINDAKI IYI
ILIŞKILER VE GÜÇLÜ SEVGI BAĞLARI ÇERÇEVESINDE
ÖNEMLI FAALIYETLER GERÇEKLEŞTIRIYOR
SÖYLEŞI VE FOTOĞRAFLAR: NEHIR ÖZTÜRK
TÜRKIYE VE PAKISTAN ARASINDAKI ILIŞKILERIN EN ÜST DÜZEYDE
OLDUĞUNU IFADE EDEN BURHAN KAYATÜRK, “İKI MILLET
ARASINDA DÜNYAYA ÖRNEK GÖSTERILEBILECEK BIR SEVGI BAĞI
VAR” DIYOR. KAYATÜRK, PAKISTAN DOSTLUK GRUBU OLARAK YENI
YASAMA DÖNEMINDE DIŞ TICARET VE KÜLTÜREL FAALIYETLER
KONUSUNA AĞIRLIK VERMEYI PLANLADIKLARINI BELIRTIYOR.
64
DOSTLUK GRUPLARI
Türkiye-Pakistan Parlamentolararası Dostluk Grubu’nun başkanlığını ne zamandır
yürütüyorsunuz?
İki dönemdir Türkiye-Pakistan Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanıyım. AK Parti
Ankara Milletvekili olarak görev yaptığım 23.
Dönem’de Türkiye-AB Karma Parlamento
Komisyonu Üyesi ve Pakistan Dostluk Grubu Başkanıydım. 24. Dönem’de ise AK Parti
Van Milletvekili olarak Meclis’te yer aldım ve
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM)
Türk Grubu Üyesi ve Pakistan Dostluk Grubu
Başkanı oldum. Yani seçim bölgem ve üyesi
olduğum uluslararası komisyon değişti, ama
Türkiye-Pakistan Parlamentolararası Dostluk
Grubu Başkanlığım iki dönem devam etti.
İnşallah 25. Dönem’de de Pakistan Dostluk
Grubu’nda yer almayı istiyorum.
Özgeçmişinize baktığımızda üniversite yıllarınızın Pakistan’da geçtiğini görüyoruz. Bu
ülkeyle yolunuz ne zaman kesişti?
Pakistan’a gittiğimde 19 yaşındaydım. Hayatımın 11 yılını bu ülkede geçirdikten sonra
30 yaşımda Türkiye’ye döndüm. Dolayısıyla
Pakistan’ın ve bu ülkenin kalbi olarak kabul
edilen Lahore’un benim hayatımda önemli
bir yeri ve etkisi vardır. Pakistan’la ve Pakistanlılarla aramda çok güzel ve güçlü bir sevgi
bağı bulunuyor. Zaten Türkiye ve Pakistan
arasındaki ilişkiler ve iki ülke halklarının karşılıklı sevgi ve dostluğu geçmişten günümüze
oldukça güçlüdür. Türkler Pakistan’ı, Pakistanlılar da Türkiye’yi sever. Ben hem burada hem
de Pakistan’da bu sevgiye şahit olduğum ve
bire bir yaşadığım için kendimi şanslı hissediyorum.
ladım. Daha sonra proje müdürü ve bölge müdürü oldum. Bölge müdürlüğü yaptığım
dönemde sadece Pakistan’da değil, Hindistan ve Nepal’de de çeşitli proje çalışmaları
yürüttüm.
Biraz önce ifade ettiğiniz gibi iki dönemdir Türkiye-Pakistan Dostluk Grubu Başkanısınız. Öncelikle dostluk gruplarının ülkeler arasındaki ilişkilere katkıları konusundaki görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?
Dostluk grupları her şeyden önce ülkeler ve parlamentolar arasındaki ilişkilerin gelişmesine ve güçlenmesine katkıda bulunur. Parlamenterlerin yürüttüğü temaslar siyaset,
ekonomi, kültür, turizm gibi alanlarda ülkelerin birbirlerini daha yakından tanımalarına
imkan sağlar. Dostluk gruplarının faaliyetleri ülkeler arasında karşılıklı anlayış, işbirliği
ve dayanışma sağlanması bakımından da önem taşır. Bugün dostluk grupları önemli
faaliyetler gerçekleştirmekle birlikte özellikle ülkeler arasındaki ticaretin gelişmesine
daha fazla katkıda bulunmaları gerektiğini düşünüyorum. Aynı zamanda ülke kültürlerinin karşılıklı olarak daha iyi tanınmasına yönelik faaliyetlere de hız kazandırmak
gerekiyor. Pakistan Dostluk Grubu olarak bu iki konuya büyük önem veriyoruz.
Türkiye ile Pakistan arasındaki ilişkiler hangi düzeyde ve daha çok hangi alanlarda
yürütülüyor?
Biraz önce ifade ettiğim gibi Türkiye ve Pakistan arasında muazzam bir sevgi var. Dünyada iki millet arasındaki sevgi bakımından örnek gösterilebilecek bir ilişki söz konusu.
Tabiatıyla bu güçlü sevgi ve dostluk bağları çeşitli alanlardaki ilişkilere olumlu yönde
yansıyor. Ekonomi alanına baktığımızda Pakistan’da Türk iş adamlarının önemli yatırımlar yapmaya başladıklarını görüyoruz. Özellikle Pencap eyaletinde büyük yatırımlar söz
konusu oldu. Bunlar daha çok enerji ve inşaat alanlarında yoğunlaşıyor. Yol, metrobüs
çalışmaları ile temizlik şirketlerinin faaliyetleri de önemli bir yer tutuyor. Öte yandan
dış ticarette artış sağlanmakla birlikte henüz çok iyi bir seviyeye ulaşılabilmiş değil.
İki ülke arasında ekonominin yanı sıra kültürel alandaki faaliyetleri de önemsiyoruz. Türkiye-Pakistan Parlamentolararası Dostluk Grubu olarak önümüzdeki yasama
döneminde karşılıklı kültürel faaliyetlerin artırılmasını hedefliyoruz. Türk kültürünün
Pakistan’da uzun yıllar bulunduğunuza göre
öğrencilik döneminizden sonra da bu ülkede
kalmış olmalısınız…
Evet. Pakistan Lahore Mühendislik ve Teknoloji Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü’nden mezun olduktan sonra
Pakistan’da mühendis olarak çalışmaya baş-
65
Pakistan’da, Pakistan kültürünün Türkiye’de tanıtılmasına yönelik
faaliyetler gerçekleştirilmesini arzu ediyoruz. Ayrıca turizm konusunda çalışmalar yapılabilir. Pakistan’daki tarihî ve kültürel değere
sahip yerler ile doğal güzellikler turizm açısından önem taşıyor.
Mesela Lahore bir tarih, kültür, park ve bahçeler şehri. Pencap’ta
isminden de anlaşıldığı gibi beş önemli ırmak var. Bu tür örnekleri
çoğaltabiliriz. Kısacası turizm alanında yapılacak çalışmalar iki
ülkenin turist sayısına önemli katkıda bulunabilir.
Pakistan’da Türkiye Dostluk Grubu bulunuyor mu?
Evet. Türkiye Dostluk Grubu heyeti ülkemize ziyaret de gerçekleştirdi. Biz çeşitli nedenlerle henüz gidemedik, ama inşallah 25.
Dönem’de Türkiye-Pakistan Parlamentolararası Dostluk Grubu
olarak Pakistan’a bir ziyarette bulunacağız.
Bu arada iki ülke arasında cumhurbaşkanı, başbakan ve bakanlar düzeyinde resmî ziyaretler devam ediyor…
Evet. Bildiğiniz gibi Pakistan Başbakanı Sayın Navaz Şerif geçtiğimiz ay Türkiye’ye bir çalışma ziyareti gerçekleştirdi. Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüşen Navaz Şerif, daha sonra
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından kabul
edildi. Hatırlayacağınız gibi Sayın Davutoğlu geçtiğimiz şubat
ayında Pakistan’a resmî bir ziyaret gerçekleştirdi. O ziyarette
Türkiye-Pakistan Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı
olarak ben de yer aldım. Daha önceki dönemlerde Sayın Recep
Tayyip Erdoğan da Pakistan’ı ziyaret etmişlerdi. İki ülke arasındaki
karşılıklı temasların çok olumlu neticeleri oldu.
Türkiye-Pakistan Parlamentolararası Dostluk Grubu’nun 25.
Dönem’de gerçekleştirmeyi planladığı faaliyetlere ilişkin bilgi
verebilir misiniz?
Türkiye ve Pakistan arasındaki iyi ilişkilerin sürdürülmesi, sevgi
ve dostluk bağlarının daha da güçlendirilmesi yönünde dostluk
grubumuzun katkıları artarak devam edecektir. Pakistan’da yatırım yapmak isteyen iş adamlarımıza her tür katkının sunulması,
iki ülke arasındaki dış ticaret hacminin artırılması, kültürel alanda
faaliyetler gerçekleştirilmesi gibi konularda çalışmalarda bulunulacaktır.
İki ülke ilişkilerine önemli katkılarınız var. Pakistan Devlet Nişanı almış olmanız da bunun bir göstergesi olsa gerek…
Söyleşimizin başında da belirttiğim gibi Pakistan’ın hayatımda
önemli bir yeri var. Üniversite öğrenciliği dönemim ve iş hayatımın
bir bölümü bu ülkede geçti. Pakistanlılarla karşılıklı sevgi bağımız
oluştu. Bu bakımdan 2011 yılında layık görüldüğüm Pakistan Devlet Nişanı’nın benim için çok büyük değeri bulunuyor.
66
DOSTLUK GRUPLARI
19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA, GENÇLIK VE SPOR BAYRAMI KUTLU OLSUN
ŞU SONSUZ KOŞU
Samsun'a ayak basmış kahraman bugün,
Çayır, çimen yeşermiş zafer yolunda.
Davul zurna sesinde şahlanır düğün,
Gönlüm coşup öter bir bahar dalında.
Nasıl çıkmış bir sabah Samsun'dan yola
Dağlardan dağlara o zafer türküsü,
Şahlanıp bayrak çekmiş her eski kola,
Taze bir bahar açmış yurdun gözünü.
Ata'nın rüyasına gelincikler sun,
Emek bahçelerinin güzel gülünü.
Biz sonsuz bir sabahtayız... O uyusun,
Sevincimiz coşturur onun gönlünü.
Al bayrağım Ankara Kalesi'nde hür,
Dalgalanmakta altın bir çağa doğru,
Yeni kahramanlar kol kol, boy boy yürür
Şu karlı dağlardaki bayrağa doğru.
19 Mayıs'ın hür başına çelenk,
Kiraz mevsimi, gençlik ayı, gül ayı.
Bir bahar bahçesinde gönüller renk renk,
Şu sonsuz koşuya bak, sarmış yaylayı.
Ceyhun Atuf KANSU
67
TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI’NDE
NISAN 2015’TE KABUL EDILEN YASALAR
Kanun
Numarası
Kabul
Tarihi
Başlığı
6641
01/04/2015
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
6642
01/04/2015
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Japonya Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyeti’nde Nükleer Güç Santrallerinin ve Nükleer Güç Sanayisinin Geliştirilmesi Alanında İşbirliğine İlişkin
Anlaşma ile Türkiye Cumhuriyeti’nde Nükleer Güç Santrallerinin ve Nükleer Güç Sanayisinin
Geliştirilmesine Dair İşbirliği Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
6643
01/04/2015
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Arasında Üçüncü
Taraf Maliyet Paylaşımı Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
6644
01/04/2015
Yargıtay Kanunu ile Hukuk Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
6645
04/04/2015
İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
6646
04/04/2015
Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Merkez
Anlaşmasının Ekinde Değişiklik Yapılmasına ve KEİ Merkezinin Kalıcı Olarak Taşınmasının
Usullerine İlişkin Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
6647
04/04/2015
Türkiye Cumhuriyeti ve Avrupa Komisyonu Arasında Katılım Öncesi Yardım Aracı (IPA II) Çerçevesinde Birlik Tarafından Türkiye Cumhuriyeti’ne Yapılacak Mali Yardımın Uygulanmasına
İlişkin Düzenlemeler Hakkında Çerçeve Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun
6648
04/04/2015
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Sudan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında İkili Tarımsal
İşbirliği ve Ortaklığına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
6649
04/04/2015
Türkiye Cumhuriyeti ile Kosova Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
6650
04/04/2015
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Arama ve
Kurtarma Hizmetlerinin Koordinasyonuna Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun
6651
04/04/2015
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Türkmenistan Hükümeti Arasında Gençlik ve Spor Alanında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
6652
04/04/2015
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kosova Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kültür Merkezlerinin Kuruluşu, İşleyişi ve Faaliyetleri Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun
6653
04/04/2015
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Bulgaristan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Acil Durumlar
Alanında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
68
Türk Parlamenterler
Birliği’nden
Sağlık protokolü imzalanan hastanelerdeki TBMM Hattı
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi:
Konya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi:
Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi :
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: İstanbul Bezmialem Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi:
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi (Pendik Devlet Hastanesi):
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 202 44 91
0312 305 32 62-63
0312 508 30 03
0232 390 41 06
0242 249 65 91
0342 360 95 05
0212 534 86 86, 0212 631 20 50/4029, 0212 440 10 00/1212
0212 414 22 27
0212 414 34 54
0332 224 49 70
0462 377 54 22
0332 223 79 79
0312 291 27 01
0272 246 33 36
0212 453 18 58
0216 625 47 16
0432 216 05 16
Sağlık Hattı: Sağlık uygulamaları, hastaneler ve anlaşmalı eczanelere ilişkin her türlü bilgi için
0312 420 0 112 ve 0312 420 72 24 numaralı telefonu arayabilirsiniz.
Türk Parlamenterler
Birliği
TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin
Kat No: 50-51 Bakanlıklar/ANKARA
Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği
Ziraat Bankası TBMM Şubesi
IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001
69
GAYRETTEN ÇILEYE
TEVFIK İLERI
70
ZORLUKLAR VE YOKLUKLARLA DOLU BIR ZAMANDA DÜNYAYA
GELEN TEVFIK İLERI, YINE ZORLUKLAR VE YOKLUKLARLA DOLU
BIR ŞEKILDE SON YILLARINI YAŞAMIŞTIR YAŞAMASINA AMA
KENDISININ DEDIĞI GIBI VATAN VE MILLET IÇIN GÖSTERDIĞI
ÇABA BUGÜN HÂLÂ SAYGI ILE ANILAN BIR ISMIN
TARIHE KALMASINA YETMIŞTIR.
FAZIL BAŞ
A
hmet Tevfik İleri, 1911 yılında Rize’nin Hemşin ilçesinin
Yaltkaya köyünde dünyaya gelir. Babası Hafız Celal Efendi,
annesi Fatma Hanım’dır. Küçük Tevfik’in çocukluk yılları Osmanlı
İmparatorluğu’nun yoğun savaşlardan geçtiği son dönemine
rast gelir. Önce Balkan Harbi, sonra Cihan Harbi… Aile çocuklara
bakmakta zorlanmaktadır. Babası, Tevfik yedi yaşına geldiğinde
onu ve kardeşini İstanbul Fatih’te oturan dedelerinin yanına gönderir. Dedeleri emekli kaymakamdır gerçi, ama yokluk İstanbul’da
da peşlerini bırakmaz. Mütareke yıllarında Tevfik boynunda
kutusu ile sigara kağıdı satarak harçlığını çıkaracaktır. Önce ilk
mektebi bitirir, daha sonra ise Gelenbevi Ortaokulu’na devam
eder. Bu yıllarda okuldan
kendisine verilen potinleri
bayramlarda kardeşi ile
dönüşümlü olarak giymektedir.
Hitabet ve liderlik
Tevfik 16 yaşına geldiğinde, sonradan İstanbul
Teknik Üniversitesi’ne
dönüşecek Yüksek Mühendis Mektebi’nin sınavlarına girerek “leyli
meccani” yani parasız
yatılı olarak bu okulda
okumaya hak kazanır. Tevfik zaten küçüklüğünden itibaren matematik ile haşır neşirdir. Fakat bu okulda, bir protesto sonucu
öğrencilerin okuldan uzaklaştırıldığını görmesi üzerine hayatın
matematikten ibaret olmadığını anlar. Ve artık ömrünün geri
kalanında en sık anılan iki özelliği öne çıkmaya başlar; hitabet
gücü ve liderlik vasfı.
Tevfik İleri, Cumhuriyet Türkiyesi’nin ilk kuşağına mensuptur.
Yani o kuşağın bütün heyecanını ve aktivizmini içinde taşır. Gençlik yılları da bunu bize açıkça göstermektedir. Yüksek Mühendis
Mektebi içinde geçirdiği yıllarda etrafındaki insanlar arasında
kolayca öne çıkar ve önce Mühendis Mektebi Talebe Cemiyeti’nin,
daha sonradan ise 1916’da kurulan Millî Türk Talebe Birliği’nin
(MTTB) başkanlığına seçilir.
MTTB milliyetçi bir çizgiye sahiptir o yıllarda. Genç Tevfik de
hem ailesi hem de okulda hocalarının etkisinde
milliyetçi-muhafazakar
bir düşünce yapısına
sahiptir. MT TB yıllarında özellikle iki olay
karşısında sergilediği
önderlik ile hafızalarda yer eder. Türkiye’de
çalışan bir Fransız şirketi olan Vagon-Li’nin
müdür ünün Tür kçe
konuşan bir memura
hakaret etmesi üzerine
bütün Türkiye’de tepki
oluşmuş, Tevfik İleri liderliğindeki MTTB de şirkete yönelik protestolarda ön sıralarda yer almıştır. Yine Bulgarların Razgrad’daki
Türk mezarlığını tahrip etmesi üzerine genç Tevfik önderliğinde
71
İstanbul’daki Bulgar mezarlığına gidilir ve buraya çelenk bırakılır.
Tevfik İleri’nin protesto gerçekleştirirken ölülere gösterdiği hürmet
takdirle karşılanmıştır. İleri’nin başkanlığı döneminde aynı zamanda MTTB, Birlik adı altında bir dergi de yayımlamaya başlamıştır.
İleri’nin düşünce yapısı ve sonraki hayatını büyük ölçüde belirleyen bu okul yılları, 1933 yılında mezun olması ile sona erer. Aslında hocaları genç Tevfik’teki cevheri görmüş ve okulda asistan
olarak kalmasını istemişlerdir. Ama Tevfik İleri Anadolu’ya memur
olarak giderek buralarda bilfiil çalışmayı tercih edecektir. Önce
Erzurum’da Karayolları Kontrol Mühendisi olarak çalışmaya başlar.
Aynı yıl Vasfiye Hanım ile evlenir. Vasfiye Hanım’a evlenmeden
önce “Biz önce vatanımızı ve milletimizi, sonra birbirimizi seveceğiz” diyen Tevfik İleri’nin vatan ve millet sevgisi bu sözlerinde
de görülmektedir. Bu evlilikten Cahide, Ayşe ve Cahit isimli üç
çocukları olur.
Tevfik İleri daha sonraki yıllarda Çanakkale ve Samsun’da Nafia
Müdürü olarak çalışır, Karayolları Yedinci Bölge Müdürlüğü görevini üstlenir. Fakat onun hayatı düz bir memuriyetten ibaret kalamaz şüphesiz. Çanakkale’de Halkevi Köylülük Kolu Başkanlığı’nı
yürütür. Yine Çanakkale yıllarında 18 Mart Çanakkale Şehitlerini
Anma törenlerinin başlatıcısı olur. Gittiği her yerde bölge halkı ile
yakın bağlar kurar. Millet ve devlet hayatının tamamıyla içindedir.
72
İcraat adamı
1945 yılında Türkiye’de çok partili hayata geçildikten sonra şüphesiz siyasette yeni yüzlere talep de artmıştır. Kritik 1950 seçimleri
öncesinde Tevfik İleri’ye hem Cumhuriyet Halk Partisi’nden hem
de Demokrat Parti’den milletvekilliği teklifi gelse de o DP’yi seçer. Hayatının son on yılında DP’den 9, 10 ve 11. Dönem Samsun
milletvekili olarak Meclis’te yer alacaktır. İleri ilk olarak kısa süreliğine Ulaştırma Bakanlığı’na getirilir. Sonraki dönemlerde ise Millî
Eğitim, Bayındırlık ve Devlet Bakanlıklarının yanı sıra, Meclis Reis
Vekilliği ve Başbakan Yardımcılığı gibi farklı görevler üstlenecektir.
Tevfik İleri, kritik bir dönemde bulunduğu bu üst makamlarda, gerçekten de döneminin en önemli icraatlarının altına imza
atmıştır. Tek parti döneminden çıkmış bir Türkiye’de, Demokrat
Parti’den beklenti yüksektir. Özellikle kültür ve iktisat politikaları
noktasında yapılması gereken çok şey vardır. İleri, özellikle Millî
Eğitim Bakanlığı döneminde yaptıkları ile bugün dahi sıklıkla yad
edilmektedir. 1930’larda kaldırılan din dersini ilkokul müfredatlarına yeniden kazandırır. Tartışmalı köy enstitülerini öğretmen
okulları ile birleştirerek İlk Öğretmen Okullarını kurar. Taşrada
çok sayıda yeni okulun açılmasını sağlar. Batı klasiklerinin yanı
sıra Türk kültür eserlerinin yayımını başlatır. Yine 1930 yılında
kapatılan İmam Hatip Okullarının yeniden açılmasını sağlar.
TEVFIK ILERI 1930’LARDA KALDIRILAN DIN DERSINI ILKOKUL
MÜFREDATLARINA YENIDEN KAZANDIRIR. TARTIŞMALI KÖY
ENSTITÜLERINI ÖĞRETMEN OKULLARI ILE BIRLEŞTIREREK İLK
ÖĞRETMEN OKULLARINI KURAR. TAŞRADA ÇOK SAYIDA YENI
OKULUN AÇILMASINI SAĞLAR. BATI KLASIKLERININ YANI SIRA
TÜRK KÜLTÜR ESERLERININ YAYIMINI BAŞLATIR.
1959 yılında İstanbul’da Yüksek İslam Enstitüsü de açılacaktır. İleri, aynı zamanda
ilk Boğaz Köprüsü projesini de ihale aşamasına getirir, fakat bu adım 27 Mayıs 1960
ihtilali ile atıl kalacaktır.
27 Mayıs Tevfik İleri’nin bütün hayatı boyunca gösterdiği gayretlerin yarıda kalmasına yol açacak ve çile dolu bir dönemi başlatacaktır. Gerçi İleri’nin ihtilal günü gösterdiği metanet takdire şayandır. İhtilalde tutuklanan bütün siyasiler Harp Okulu’na
getirildiğinde herkes telaşla etrafta gezinirken İleri uykuya dalar. Nasıl bu kadar rahat
olduğu sorulduğunda ise, “Ben yıllardır bu milletin yükünü omzumda taşıdım, bir
gün rahat uyuyamadım. Şimdi o yükü omzumdan aldılar, bırakın da uyuyayım” der.
İleri, mahkemelerde gösterdiği dik duruşla da kayda geçmiş, hatta Vatan Cephesi
davasında savunma yaparken mahkeme başkanı tarafından salondan çıkarılmıştır.
Mahkeme sonucunda İleri hakkında önce
idam cezası verilir, bu ceza müebbet hapse
çevrilir. İleri ve arkadaşları Kayseri’ye nakledilirler. Bu dönem Tevfik İleri için bir çile dönemi
olduğu kadar ailesi için de bir yokluk dönemidir.
Cemal Cebeci’nin Hatıralarım kitabında anlattığına göre, Vasfiye Hanım ve kızı Cahide
ziyaret için Kayseri’ye geldiklerinde, Tevfik
Bey’e bir havlu takımı almak isterler. Fakat
beğendikleri takım pahalı çıkınca tereddüt
gösterirler. Dükkan sahibi durumu anlar. Biraz
sohbet ettikten sonra ise en iyi takımı onlar
için paketler. Vasfiye Hanım takımın ücretini
ödemek istediğinde ise “Bunların bedeli geldiğiniz kişilerce fazlasıyla ödendi” der. Bu olay
aynı zamanda halkın İleri’ye olan vefasını da
göstermektedir.
Tevfik İleri son mektuplarında ise eşi ve
çocuklarına şöyle seslenir: “Size mal mülk
servet bırakamadım. Bütün hayatım boyunca
bir tekaüdiye maaşı bırakmaya çalıştım. Tecelli
eden Adalet onu da kuşa çevirdi. Ne yapayım
kader böyle imiş. Yalnız size, şerefli, namuslu,
erkek bir ad bırakabildim.”
Zorluklar ve yokluklarla dolu bir zamanda
dünyaya gelen Tevfik İleri, yine zorluklar ve
yokluklarla dolu bir şekilde son yıllarını yaşamıştır yaşamasına ama kendisinin dediği gibi
vatan ve millet için gösterdiği çaba bugün
hâlâ saygı ile anılan bir ismin tarihe kalmasına
yetmiştir. Tevfik İleri bu şartlar içinde kansere
yakalanmış ve Adnan Menderes’in idamından
üç ay sonra, 1961 yılının son günü bu dünyaya
gözlerini kapamıştır.
73
METIN CIZRELI:
SÖYLEŞI VE FOTOĞRAFLAR: ZEYNEP YIĞIT
13. DÖNEM DIYARBAKIR MILLETVEKILI METIN CIZRELI, 1998’DEN
BU YANA ANADOLU KULÜBÜ DERNEĞI’NIN GENEL BAŞKANLIĞINI
YÜRÜTÜYOR. CIZRELI, “ATATÜRK ILKE VE DEVRIMLERININ ÇIZGISINDE
ILERLEYEREK ÇEŞITLI ALANLARDA FAALIYET GÖSTERIYOR,
ÜYELERIMIZ ARASINDA BIRLIK, BERABERLIK VE DAYANIŞMA
SAĞLANMASI AMACIYLA ÇALIŞMALAR YÜRÜTÜYORUZ” DIYOR.
74
SIYASETTEN SIVIL TOPLUMA
Söyleşimizin başında Anadolu Kulübü
Derneği’nin -yaygın kullanılan adıyla
Anadolu Kulübü’nün- kuruluş öyküsünü
öğrenebilir miyiz?
Anadolu Kulübü, Büyük Atatürk’ün direktifleriyle 31 Ekim 1926 tarihinde Ankara’da
kurulmuştur. Genç Cumhuriyet’in çağdaş
uygarlık düzeyine ulaşma hedefi doğrultusunda Atatürk devrimlerinin sosyal
aşaması olarak faaliyete geçmiştir. Nitekim
ilk tüzüğünün 1. Madde’sinde “Anadolu
Kulübü Ankara’da oturan Türk ve yabancı
üyelerine buluşup görüşme imkanı sağlamak ve Başkent’te bir kuruluş meydana
getirerek kulübe girecek üyeler arasında
sosyal ilişkileri kolaylaştırmak ve geliştirmek amacı ile kurulmuştur” denilmektedir.
Anadolu Kulübü’nün kurucuları ve ilk üyeleri Riyaset-i Cumhur Başkatibi Tevfik Bey
(Bıyıklıoğlu) başta olmak üzere Atatürk’ün
en yakın çalışma arkadaşları, bakanlar ve
milletvekilleridir. İlk yönetim kurulu başkanı
ise Başbakan İsmet İnönü’dür.
Anadolu Kulübü, Anadolu Ajansı ve
Türkiye İş Bankası, Büyük Atatürk’ün emir
ve direktifleriyle Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluş yıllarında hayata geçirilen üç büyük
kurumdur. Tarihî misyonu ve manevi değeri
olan bu kurumlar haberleşme, ekonomi ve
sosyal alanlarda Türkiye’nin simgesi olmuşlardır. Bir sivil toplum kuruluşu olarak
bugüne kadar sosyal ve medeni hayatın
gelişmesine yönelik pek çok önemli faaliyet gerçekleştiren Anadolu Kulübü, tarihî
misyonu ve Atatürk’ün yadigârı olması
bakımından büyük değer taşımaktadır.
Kulübümüz 1996 yılından bu yana kamu
yararına çalışan dernek statüsündedir.
ğünün korunması; sosyal, kültürel, ekonomik, teknolojik, eğitim, sağlık gibi alanlarda
faaliyet gösterilmesi ve sorunlara çözüm üretilmesi yönünde çalışmalar yapılması; Türk
ve dünya milletleri arasında işbirliğinin gelişmesine ve ülkemizin tanıtılmasına katkıda
bulunulması gibi amaçlar doğrultusunda faaliyetlerini sürdürmektedir. Bunların yanı sıra
üyeler arasında birlik, beraberlik ve dayanışma sağlanması, kültürel alışverişte bulunulması ve sosyal ihtiyaçların temin edilmesi de derneğimizin amaçları arasında önemli yer
tutmaktadır.
Anadolu Kulübü’nün kuruluş amaçları doğrultusunda çeşitli konularla ilgili söyleşi,
panel, sempozyum ve konferanslar düzenlenmekte, Atatürk’ü anma etkinlikleri gerçekleştirilmektedir. Çeşitli yayınlarımız ile yemek organizasyonlarımız bulunmaktadır.
Umumiyetle üniversite öğrencilerine burs verilmektedir.
Derneğimizin merkez üye sayısı 1666’dır. Üyelerimizin büyük bir kısmı geçmiş dönemlerde Meclis’te yer almış ve bugün hâlâ bu görevini sürdüren milletvekillerinden oluşmaktadır. Anadolu Kulübü’ne milletvekillerinin yanı sıra yüksek yargı organları üyeleri,
Genelkurmay Başkanı, general ve amiraller, rektör ve dekanlar, başbakanlık müsteşarları,
büyükelçiler, valiler ve büyükşehir belediye başkanları üye olabilmektedir.
Anadolu Kulübü 1950 yılına kadar Ankara Ulus’ta Vakıflar İdaresi’ne ait binalarda,
1953 yılına kadar da şimdiki Merkez Bankası’nın bir katında kiracı olarak hizmetlerini
sürdürmüştür. 11 Aralık 1952 tarihinde eski başbakanlardan Hasan Saka’nın Kızılay’da
bulunan iki katlı evi satın alınmış ve burası 23 Mart 1953’te hizmete açılmıştır. 1965 yılına
gelindiğinde ise gelişen ihtiyaçlara cevap vermek üzere söz konusu hizmet binası yıkılarak
bugün de kullanmakta olduğumuz merkez binasının yapımına başlanmıştır. Anadolu
Kulübü’nün İzmir Caddesi’ndeki merkez binası 14 Haziran 1968 tarihinde Cumhurbaşkanı
Sayın Cevdet Sunay tarafından hizmete açılmıştır.
Anadolu Kulübü Derneği kuruluş amaçları doğrultusunda ne tür faaliyetler gerçekleştiriyor?
Derneğimiz demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinin geliştirilmesi, güçlendirilmesi
ve yaşatılması; ülkenin birlik ve bütünlü-
Anadolu Kulübü Derneği’nin Metin Cizreli’den önceki genel başkanları şöyle sıralanıyor: İsmet İnönü
(1926-1934), Abdülhalik Renda (1935-1940), Hasan Saka (1941-1945), Tevfik Rüştü Aras (1946-1949),
Şemi Ergin (1950-1960), Nüvit Yetkin (1960-1961), Daniş Yurdakul (1961-1962), Nevzat Gökeri (1963-1964),
Ziya Soylu (1965-1966), Rıfat Öçten (1967-1970), İ. Sabri Çağlayangil (1971-1972), Dr. Münif İslamoğlu
(1973-1990), Ali Naili Erdem (1991-1992), Dr. Münif İslamoğlu (1993-1998).
75
“ÖZELLIKLE 60’LI, 70’LI, 80’LI YILLARDA MILLETVEKILLERI VE BAKANLAR
MECLIS’TEKI ÇALIŞMALARINI TAMAMLADIKTAN SONRA ANADOLU
KULÜBÜ’NDE BIR ARAYA GELIR, YEMEK YER, SOHBET EDERLERDI.
HATTA MECLIS’TE UFAK TEFEK TARTIŞMALAR YAŞANMIŞSA BURADA
TATLIYA BAĞLANIRDI. SIYASETÇILER PEK ÇOK ÖNEMLI KARARI ANADOLU
KULÜBÜ’NDEKI GÖRÜŞMELER, TARTIŞMALAR SIRASINDA ALMIŞTIR.”
Derneğin tek şubesi bulunmaktadır. 2 bin 631 üyeye sahip
İstanbul Büyükada Şubesi’nin yapı ve tesisleri 1937’de Büyükada
Yat Kulübü’nden milletvekillerinin istirahati için satın alınmıştır.
Büyükada Şubemizde 251 yatak, plaj, lokanta gibi iktisadi işletmelerimiz bulunmaktadır. Şubemiz genellikle 1 Haziran-30 Eylül günleri arasında faaliyet göstermekte, üyelerimizin yazın dinlendikleri
ve tatillerini geçirdikleri nezih bir yer olarak hizmet vermektedir.
Büyükada Şubemizde bulunan ve Atatürk’ün kaldığı tarihî köşk
ve binalar her tür restorasyonu ve tefrişi yaptırılarak aslına uygun
haliyle yaşatılmaktadır. Anadolu Kulübü, üye aidatları ve iktisadi
işletme gelirleri ile ayakta kalabilmektedir.
Neredeyse Cumhuriyet’le yaşıt bir sivil toplum kuruluşundan
söz ediyoruz. Siz ne zamandır Anadolu Kulübü Derneği’nde yer
alıyorsunuz?
1965’ten beri Anadolu Kulübü’nün üyesiyim. 1979 yılında yönetim
kurulu üyeliğine seçildim. 1998’den bu yana da genel başkanlık
görevini yürütüyorum.
Az önce ifade ettiğiniz gibi Anadolu Kulübü Derneği’nin üyeleri
ağırlıklı olarak milletvekillerinden oluşuyor. Geçmişten bugüne
bu çatı altında kim bilir kimler bir araya gelmiştir…
Elbette. Burası Meclis’in istirahat yeri gibidir. Özellikle 60’lı, 70’li,
80’li yıllarda milletvekilleri ve bakanlar Meclis’teki çalışmalarını tamamladıktan sonra Anadolu Kulübü’nde bir araya gelir, yemek yer,
sohbet ederlerdi. Hatta Meclis’te ufak tefek tartışmalar yaşanmışsa burada tatlıya bağlanırdı. Siyasetçiler pek çok önemli kararı
Anadolu Kulübü’ndeki görüşmeler, tartışmalar sırasında almıştır.
Türk siyasetinde iz bırakmış değerli isimler sık sık bu çatı altında
buluşmuştur. Günümüzde de özellikle geçmiş dönemlerde görev
yapmış milletvekilleri ve bakanlar Anadolu Kulübü’nde bir araya
gelerek eski günleri yâd etmekte, güzel vakit geçirmektedirler.
Geçmiş dönemlerde görev yapmış milletvekillerinin bilgi ve
tecrübelerini sivil toplum alanında değerlendirmeleri önem taşıyor. Sizin bu konudaki görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?
Milletvekilleri Meclis çatısı altında bulundukları dönemde bir
taraftan yasama faaliyetlerini yürütmekte diğer taraftan halkla
ve sivil toplum kuruluşlarıyla iletişim halinde olmaktadırlar. Bu
sırada uzmanlık alanlarının dışındaki pek çok konuda bilgi ve tecrübe edinmektedirler. Bu birikimin milletvekilliği dönemi bittikten
sonra dernek ve vakıflardaki faaliyetlerle topluma aktarılması
büyük önem taşımaktadır. İnzivaya çekilmek yerine sivil toplum
kuruluşlarında aktif bir biçimde görev yapmanın hem kişinin kendisine hem de topluma faydası bulunmaktadır. Bugün pek çok
milletvekili arkadaşımız umumiyetle mahalli dernek ve vakıflarda
görev yapmaktadır. Ben de Anadolu Kulübü Derneği’nin yanı sıra
1998’den beri Diyarbakır Tanıtma Kültür ve Yardımlaşma Vakfı’nın
genel başkanlığını yürütüyorum. Geçmiş dönemlerde milletvekilliği
yapmış arkadaşlarımıza da sivil toplum alanındaki çalışmalara katılarak birikimlerini topluma aktarmalarını ve bu şekilde ülkemize
hizmet etmeyi sürdürmelerini tavsiye ediyorum.
76
SIYASETTEN SIVIL TOPLUMA
77
5 Mayıs 1955 - Türk Kadınlar
Birliği’nin (TKB) girişimiyle her yıl mayıs
ayının ikinci pazarının Anneler Günü
olarak kutlanması kararlaştırıldı. Nene
Hatun, TKB tarafından yılın annesi
seçildi.
1 Mayıs 1923
- İşçi ve
Emekçiler Bayramı, Türkiye’de
ilk kez resmî olarak kutlandı.
1 Mayıs 1964 - Türkiye
Radyo Televizyon Kurumu (TRT)
kuruldu.
MAYIS
1
3
1 Mayıs 1840 - Değeri 1
Penny olarak belirlenen ve dünyanın ilk yapıştırılabilir posta pulu
olan “Penny Black” üretildi.
5
13
3 Mayıs 1993 - Dünya
Basın Özgürlüğü Günü ilk kez
kutlandı.
13 Mayıs 2014 Manisa’nın Soma ilçesindeki
bir kömür madeninde meydana gelen kaza sonucu 301
maden işçisi yaşamını yitirdi.
Olay tarihe “Soma Faciası”
olarak geçti.
78
19 Mayıs 1919 - Mustafa
Kemal Paşa’nın Samsun’a ayak
basmasıyla düşmanı yurttan atmak
üzere tüm ülkenin seferber olduğu Millî Mücadele başladı.
27 Mayıs 1960 - Türk Silahlı
Kuvvetleri yönetime el koydu. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşmiş ilk askerî darbe olan 27 Mayıs
Askerî Müdahalesi davaları, yargılamaları, tutuklamaları ve sonuçlarıyla
bir devre damgasını vurdu.
17 Mayıs 1995 - Nasuh Mahruki,
yaklaşık 9 bin metre yüksekliğindeki Everest Tepesi’ne tırmanmayı başaran ilk Türk
dağcı oldu.
17
18
19
24
27
18 Mayıs 1944 - Kırım Tatarları, Kızıl
Ordu’nun mekanize birlikleri tarafından
Rusya’yı terk etmeye zorlandı.
24 Mayıs 2003 - Letonya’da
gerçekleştirilen 48. Eurovision Şarkı
Yarışması’nda Türkiye 1. oldu.
79
5 MAYIS 1955
BAHARIN EN
GÜZEL HEDIYESI
ANNELER GÜNÜ
GÖKÇE DORU
T
anımı yapılamayan sözcüklerden biri olmalı annelik. “Çocuk
doğuran kadına verilen ad” gibi dümdüz de ifade ediliyor,
“Meleklerin yeryüzündeki gölgesi” gibi daha edebi bir şekilde de.
“Bizi 9 ay boyunca karnında taşıyan…” diye başlayan cümleyi bir
kenara bırakırsak -çünkü yavrusunu taşımak hiçbir ana için külfet
olamaz- annelik şefkat, fedakarlık, güven, karşılıksız sevgi, emek,
aşk gibi onlarca yüce duyguyla ifade ediliyor.
Bu güzel duyguların bedeli bir demet çiçek, yanağa kondurulan
sıcak bir buse, rengarenk bir şal olabilir mi? Gözümüzde dünyanın
en güzel kadını olan birini bir çift küpe mi daha güzel kılacak? Değil
elbette. Ancak “Anneler Günü, Sevgililer Günü gibi özel tarihler
kapitalizmin bir oyunu” değerlendirmesini de bir kenara bırakmalı. Mor kurdeleyle bağlanmış bir buket sarı papatyayla yüzü
gülüyorsa gönlümüzün sultanının, varsın kapitalizmin oyununa
gelmiş olalım. Ayrıca asla yılda bir kere hatırlanmıyorlar, her an
aklımızda değillerse de hep gönlümüzdeler; madden yanımızda,
başka bir şehirde, başka bir dünyada da olsalar…
Türkiye’de her yıl mayıs ayının ikinci pazarı kutluyoruz Anneler
Günü’nü. Neden bu tarihi seçtiğimizin cevabı ta antik Yunan’a kadar uzanıyor. Mitolojiye göre Rhea, oğlu Zeus’u Kronos’un (Zeus’un
babası olduğuna inanılan tanrı) elinden kurtarmıştır. Çocuklarını
doğar doğmaz yutan Kronos, Zeus’u yiyemeyince diğer tanrılar ve
insanlar oluşur. Yunan mitolojisine göre insanların var olabilmesi
tanrıların anası Rhea sayesindedir. İşte bu nedenle her yıl bahar
ayında Rhea için şenlikler düzenlenirmiş.
Bazı görüşler Rhea’ya ithaf edilen şenliklerin Anneler Günü’nün
80
başlangıcı olmadığı yönünde. Zira antik çağda bahar ayında pek
çok şenlik düzenleniyor. Savaş mevsiminin başlaması bile bir
şenlikle kutlanıyor. Aradan geçen yüzyıllar içinde bu kutlamaların
anlam değiştirdiği, birbiri içine girdiği, kimisinin tamamen unutulduğu düşünülüyor.
Annelere özel bir gün adanması 1600’lü yıllarda İngiltere’de oluyor. Aslında bu gün, İngiliz asilzadelerinin evinde çalışan yoksullar
sayesinde kendiliğinden oluşmuş. Bu yoksulların görev yaptığı
malikaneler kendi evlerinden genellikle çok uzaktaymış. Kırk gün
süren Lent’in (Büyük Perhiz) son pazarının tatil olması ve malikane
hizmetçilerinin bu tatilde ailelerini görmeye gitmeleri nedeniyle
günün adı Annelik Pazarı olmuş. Anneler Günü’nde onlara çiçek
verilmesi geleneğinin de Annelik Pazarı’yla ilişkili olduğu düşünülüyor. Malikaneden köylerine giden çocuklar annelerine vermek
veya kiliseye götürmek üzere yolda kır çiçeği toplarmış.
Ana gibi yâr…
Bugün hemen hemen bütün dünyanın benimsediği Anneler Günü,
ilk kez Philadelphia’da kutlanır. 1861-1865 yılları arasında meydana
gelen, ülkeden ayrılmak isteyen on bir güney eyaleti arasında çıkan
Amerikan İç Savaşı sırasında Ann Jarvis adında bir kadın toplumu
birleştirici rol oynar. Jarvis’in 1905’te vefatından üç yıl sonra kızı
Anna Marie Jarvis annesinin ölüm yıldönümünün ulusal gün olarak
kutlanması için çeşitli yerlere mektup yazar ve bir kampanya başlatır. Anna’nın çabalarıyla 1908’den itibaren Philadelphia, 1911’den
itibaren ise tüm Amerika’da Anneler Günü kutlanmaya başlar.
TARIHIMIZDE NENE HATUN GIBI HEM ANNE HEM DE BAŞARILARLA
DOLU BIR HAYAT HIKAYESI OLAN PEK ÇOK KADIN BULUNUYOR.
DÜNYACA ÜNLÜ DOKTORLAR, AKADEMISYENLER,
OPERA SANATÇILARI, MÜZISYENLER…
“Ana gibi yâr olmaz…” demişler. Anna Marie, Ann Jarvis’in on üç
çocuğundan biri de olsa annesinin ölümünün ardından gösterdiği
hassasiyet tüm dünyayı en güzel şekilde etkiliyor. Bu özel günün
başlangıcı ister antik Yunan’a, ister Annelik Pazarı’na, isterse de bir
savaşın iyi niyet elçisine dayandırılsın, annelere baharın tüm tazeliğiyle hissedildiği, güneşin en tatlı ısıttığı günlerden birinin armağan
edilmesi güzel bir olay. Dünyanın çoğunluğu bu güne mayıs ayının
ikinci pazarını ayırsa da haziran, hatta ekimde de Anneler Günü
kutlayan ülkeler bulunuyor.
Bu gün, Türkiye’de 1955 yılından beri kutlanıyor. Kadının siyasal
haklarını elde etmesi ve sosyal yaşama aktif olarak katılmasının
sağlanması amacıyla 1924 yılında kurulan Türk Kadınlar Birliği (TKB),
Anneler Günü’nün kutlanmasına önayak olanlardan. Hatta cesur,
kuvvetli, gözükara biri olarak bilinen, Türk Kurtuluş Savaşı emekçisi, savaşa katıldığı dönemde küçük bir erkek çocuk ve henüz bir
yaşına basmamış bir kız çocuğu sahibi Nene Hatun TKB tarafından
1955’te yılın annesi seçiliyor.
Tarihimizde Nene Hatun gibi hem anne hem de başarılarla dolu
bir hayat hikayesi olan pek çok kadın bulunuyor. Dünyaca ünlü
doktorlar, akademisyenler, opera sanatçıları, müzisyenler… Bir de
“Analar vardır yiğit doğurur, oymağı devlet eder” demişler. Onlar
da yetiştirdiği evlatlar sayesinde kendilerine minnettar olduğumuz
annelerimiz. Millî Mücadele döneminin en önemli ismi, Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu, modern Türkiye’nin yaratıcısı Mustafa
Kemal Atatürk’ün validesi Zübeyde Hanım gibi…
81
KÖTÜ ROLLERIN IYI KALPLI JÖNÜ
EKREM BORA
82
EKREM BORA IYI ADAMI DA, SÜREKLI YUMRUKLARINI
KONUŞTURAN ZORBA BIR ADAMI DA OYNASA 1950-60’LI YILLARIN
SINEMA SEYIRCISININ YERINE EN YAKIŞTIRDIĞI YILDIZLARDAN.
MESLEKTAŞI VE DOSTU CÜNEYT ARKIN’IN DEYIMIYLE
“DÜNYADA HEM IYI HEM DE KÖTÜ ROLÜ BAŞARIYLA
OYNAYABILEN BIRKAÇ AKTÖRDEN BIRI.”
PINAR ÜNSAL
K
oca bir asrı devirdi Yeşilçam. Darbe dönemleri hariç tutulursa
bu uzun yolculukta pek az tökezledi. Son zamanlarda daha çok
destekleniyor belki, ancak on yıllarca yönetmen ve oyuncuların
seyirciden başka dostu olmadı. Yeni filmlerin çekilmesi için de,
bir filmde emeği geçen bireylerin geçinmesi için de gerekli
para yalnızca seyircinin satın
aldığı biletten karşılanıyordu.
Bu yüzdendir hangi oyuncunun
bir Yeşilçam yıldızı olacağına
yönetmen veya yapımcının
değil, seyircinin karar vermesi.
Türk Sineması’nın onlarca
filminde imzası bulunan yönetmenler 1950’lerde başlayan
yıldız sisteminin asıl sahibinin
seyirci olduğunu söyler; yani
sinemayı ayakta tutan, ona
ekmeğini verenlerin. Yıldızlar
çok güzel ya da çok yakışıklıdır.
Ancak tek başına bu kriter yetmemektedir. Seyirci ve oyuncu
arasında her iki tarafın da nasıl
geliştiğini bilmediği mistik bir
bağ vardır. Zira Türkan Şoray
gibi güzel gözlere sahip her
oyuncu yıldız olamamıştır. Yeşilçam yıldızı ister şımarık bir fabrikatör kızı/oğlu olsun, isterse
bir bar şarkıcısı, mutlaka iyi kalpli olmalıdır. Seyirci güzel/yakışıklı
ve iyi kalplileri her zaman aynı rolde görmek ister.
Yeşilçam, yüz yıllık ömründe bu klişenin dışına pek fazla
çıkamamış. Kötü bir adamı iyi rolde oynattığında başarı sağlayamamış; tam tersi bir durum söz konusu olduğunda, iyi bir
kadına, mesela Filiz Akın’a yuva yıkan kadın rolü hiç verememiş.
Seyircinin yıldız yaptığı yüzlerce oyuncu içinde bu klişeyi bozan bir isim bulunuyor.
Öyle ki, film başlarken adı
göründüğünde iyiyi mi yoksa kötüyü mü oynayacağı
seyirci tarafından kestirilemiyor. İyi adamı da, sürekli
yumruklarını konuşturan
zorba adamı da oynasa, Ekrem Bora 1950-60’lı yılların
sinema seyircisinin yerine
en yakıştırdığı yıldızlardan.
Meslektaşı ve dostu Cüneyt
Arkın’ın deyimiyle “Dünyada
hem iyi hem de kötü rolü
başarıyla oynayabilen birkaç
aktörden biri.”
“Acı Hayat”la gelen şöhret
Dünyada sinema tarihi çok
daha önceki yıllara dayansa
da sinemanın Türkiye’deki
gelişimi 1950’li yıllarda başlar. Bu yıllarda oyuncularla ilgili magazin
ağırlıklı haberler de izleyicinin Türk Sineması’na merak salmasını
sağlar. Magazin haberleri, sinema eleştirileri ve artist fotoğrafları-
83
20-30’LU YAŞLARINDA DAHI YÜZÜNDEKI DERIN ÇIZGILER
ONA PEK AZ SINEMA OYUNCUSUNDA OLABILEN BIR
KARIZMA KAZANDIRIR. ÇIZGILERI ONU SERT GÖSTERIRKEN,
DERIN MAVI VE GÜZEL GÖZLERI ROLÜNE GÖRE HAŞIN VEYA
HÜZÜNLÜ BAKABILMEKTEDIR.
nın bolca yer aldığı Yıldız dergisi de Türkiye’de sinemanın gelişimine
katkı sağladığı gibi pek çok aktris ve aktörü “yıldız” yapar. Ayhan
Işık, Belgin Doruk gibi Ekrem Bora da Yıldız dergisinin oyuncu müsabakalarını kazanarak sinemaya girer.
Ekrem Bora’nın bir jön olmak istemesinde sinemaya duyduğu ilginin yanı sıra maddi olanaksızlıklar da vardır. Türkiye
Cumhuriyeti’nin ilk pilotlarından olan babası, Ekrem Bora’nın
doğduğu yıl uçağıyla yere çakılır. Babasını tanıma fırsatı bulamayan Bora, annesi ve üç ağabeyiyle Ankara’dan İstanbul’a,
anneannesinin yanına taşınır. Suadiye’de ilkokulu okur, ancak
ortaokulun ikinci sınıfında eğitimini yarım bırakmak zorunda
kalır. Babasından kalan şehit maaşı ailenin geçimini sağlamaya
yetmemektedir. Ekrem Bora, bir ciltçinin yanında çıraklığa başlar.
17-18 yaşlarına geldiğinde artist olmak için Yıldız dergisine
fotoğraflarını ailesinden gizli gönderir ve birinci seçilir. Annesi
ve ağabeylerine durumu anlattığında biraz azar işitmiş, ancak
bu durum sonraları hoş karşılanmıştır. Ekrem Bora’nın kamera
önüne geçmesindeki tek engel ise askerlik yoklamasının gelmiş
olmasıdır. Bora, iki sene sürecek askerliğin ardından hayallerine
kavuşabilecektir ancak.
Askerden döner dönmez soluğu Yıldız dergisinde alan Bora,
orada Sezai Solelli ile tanışır. Rivayete göre Solelli kimin yıldız
84
olabileceğini gözünden anlayan bir kişidir. Uzun boylu, heybetli,
Avrupai bir görünüme sahip, gözleri deniz mavisi Ekrem Bora’nın
acilen onlarca fotoğrafının çekilmesini ister. O zamanlar adı Ekrem Uçak olan sanatçı, Solelli’nin isteğiyle sinemaya Ekrem Bora
adıyla, 1956 yılında “Alın Yazısı” filmiyle giriş yapar.
1962 yılına kadar “Bana Gönül Bağlama” (1958), “Kanundan
Kaçılmaz” (1959), “Divane” (1960), “Yeşil Köşkün Lambası” (1960),
“Camp Der Verdammten” (1961), “İnleyen Dağlar” (1961), “Beş Kardeştiler” (1962) gibi, değerli oyuncularla başrolü paylaştığı, kimi
yerli kimi yabancılarla ortak yapım olan onlarca film çeviren Ekrem
Bora, adını sinemanın unutulmazları arasına “Acı Hayat” (1962)
filmiyle yazdırır. Türk Sineması’nın klasiklerinden olan, “Aşkların
en büyüğü, ızdırapların en korkuncu, kaderin en acısı ve yıllarca
unutulmayacak bir film” olarak nitelenen “Acı Hayat”ta zengin
ve şımarık bir adamı oynayan Ekrem Bora; Ayhan Işık, Türkan
Şoray, Nebahat Çehre, Hüseyin Baradan gibi dönem sinemasının
en meşhur isimleriyle çalışır.
1966 ise Bora’nın başarısını ödülle taçlandırdığı yıldır. Ekrem
Bora, 1965 yapımı bir Ertem Eğilmez filmi olan “Sürtük”te sokaklarda şarkı söyleyen bir kızı keşfederek ona sınıf atlatan, ancak kızın piyano hocasına âşık olmasını engelleyemeyen bir gazinocular
kralını canlandırır. Yılın hasılat rekorunu kıran film, Ekrem Bora’ya
1966 yılında düzenlenen 3. Antalya Film Festivali’nde “En Başarılı
Erkek Oyuncu” ödülünü kazandırır.
“Paydos”tan sonra bambaşka bir insan
Türk Sineması’nın yalnız adamı olarak bilinir Ekrem Bora. Çevirdiği iki yüze yakın filmin içinde hayatının aşkıyla tanışıp, bir süre
ızdıraplı yollarda onun için mücadele verdikten sonra sonsuza
kadar mutlu yaşayan aktörlerden değildir. Ya karizmatik kötü
adamı oynar ya da kadınını başka bir adama âşık olmaktan alıkoyamamış ve sonunda onların mutluluğu için aşkından vazgeçmiş
sert, ancak merhametli adamı. Fazla yakışıklı bulunduğu için
filmlerde ölesiye kötü, çok kötü, en kötü adamı hiç oynayamaz
Ekrem Bora. 20-30’lu yaşlarında dahi yüzündeki derin çizgiler
ona pek az sinema oyuncusunda olabilen bir karizma kazandırır.
Çizgileri onu sert gösterirken, derin mavi ve güzel gözleri rolüne
göre haşin veya hüzünlü bakabilmektedir.
Sert görünümlü olsa bile iyi kalpli, merhametli birini oynayacağı
roller için de çokça tercih edilmektedir Bora; zira tipi güven vermektedir. Bir jön olabilmek için gerekli fiziksel tüm özellikleri bulundursa da “esas oğlan”ı oynadığı filmler yok denecek kadar azdır. Sinema eleştirmenleri bu durumun sanatçının kendisiyle ilgili
olduğunu düşünür. Bunun nedeni Bora’nın “Yumuşak, romantik,
pelte gibi rolleri kabul etmiyorum (...) Bir artist karakterini tahlil
etmeli ve oynayacağı rolleri de buna göre belirlemelidir” gibi oynamak istediği rolü kendinin seçtiğine dair sözlerinin bulunmasıdır.
Ekrem Bora’nın olgunluğu ve yaşıyla uyumlu rollerde gösterdiği
başarı ona ikinci kere ödül getirir. 1990 yılı yapımı Engin Ayça filmi
“Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu”da Türk Sanat Müziği solisti olan
Leyla’nın (Türkan Şoray) çalgı ekibinden arkadaşı olan udi Cemal
Bey (Ekrem Bora) ile yaşadığı duygusal yakınlaşma anlatılır. Film
Ekrem Bora’ya 28. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “En
İyi Erkek Oyuncu” ödülünü kazandırır.
Ölümünden önce “Olduğum gibi anılmak isterdim, ne fazla ne
eksik” diyen Ekrem Bora, Yeşilçam camiası içinde gülmeyi seven,
espritüel ve şakacı olarak biliniyor. Özellikle “Paydos” sesinden
sonra film için büründüğü rolden tamamıyla sıyrılıp, set arkadaşlarını şakalarıyla eğlendiren biri olduğu söyleniyor. Eleştirmenler
tarafından ise Türk değil -muhtemelen fiziksel özellikleri nedeniyle- hep Amerikan Sineması’ndaki aktörlerle karşılaştırılmış.
Ekrem Bora için belki de en uygun sözleri, yıldız olmasına vesile
olan Sezai Solelli söylemiş: “Burt Lancaster gibi sert, Clark Gable
gibi yakışıklı, Rory Calhoun gibi tatlı.”
85
DILLENEN TÜRK DILI
SON IKI YILI AŞKIN BIR SÜREDIR ILGIYLE TAKIP EDILEN VE GERÇEK
BIR EDEBIYAT DERGISI KIMLIĞINE KAVUŞAN TÜRK DILI, YAZAR VE
ARAŞTIRMACILARIN YANI SIRA ÖĞRENCILERIN DE YARARLANDIĞI
BIR DERGI HALINE GELDI.
ERBAY KÜCET
T
ürk dilinin güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, diğer milletlerin
dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek amacıyla 1932’de
Türk Dili Tetkik Cemiyeti olarak kurulan, bir süre Türk Dili Araştırma Kurumu adı altında hizmet veren ve 1936’dan bu yana Türk Dil Kurumu olarak
tanıdığımız kurumdan bahsetmek istiyorum.
Üniversite öğrenciliğim yıllarından beri hem mesleki açıdan hem de dilimizle ilgili gelişmelerden haberdar olmak üzere takip etmeye gayret ettiğim
Türk Dil Kurumu’nu, özellikle son yıllarda yaptığı çalışmalarla sevmeye
başladığımı itiraf etmeliyim. Bunun nedenini okul arkadaşım ve dostum Ali
Karaçalı’ya bağlayabilirim, ama aslında öyle olmadığını yazımı okuduktan
sonra anlayacaksınız.
Türk Dil Kurumu’nun açılmasıyla birlikte Türk dili üzerinde araştırmalar
yapma, yaptırma, Türk dilinin güncel sorunlarıyla ilgilenerek çözüm yolları
arama, araştırmacıları Türk dili üzerinde çalışmalar yapmaya yönlendirme
gibi amaçlar söz konusu olmuştur. Kurum, Türkçemizde sadeleştirme akımı
başlatarak Türkçenin yabancı kökenli kelimelerden temizlenmesi, dilimize
girip yerleşmiş kelimelerin atılması çalışmalarıyla benimsenmemişse de,
Atatürk’ün ölümünden sonraki yıllarda öz Türkçe denilen akım dilbilimcilerimiz arasında sürekli tartışılan bir konu olmuştur. Türk Dil Kurumu yeni akımın
öncülüğünü yaparken, 1980’den sonra tartışmalara bilimsel çalışmalarla
devam edilerek dilbilimcilerimiz konuyla ilgili olarak ikiye ayrılmışlardır.
Yürürlükte olan 1982 Anayasası’yla Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu,
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu çatısı altına girmiştir. Üyelerin
büyük çoğunluğu Türkologlardan oluşan Türk Dil Kurumu, 20’si Yüksek
Öğretim Kurumu, 20’si Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yüksek
Kurulu tarafından seçilen 40 asıl üyeye sahiptir. Kurumun bilimsel çalışmaları
bu kurul tarafından planlanarak hayata geçirilmektedir.
Kurum içinde; Sözlük Bilimi, Gramer Bilimi, Dil Bilimi, Terim Bilimi, Ağız
Araştırmaları ve Kaynak Eserler ile ilgili kurulan komisyonlar yer almaktadır.
86
Kurum, Türkiye Türkçesinin 75 bin civarında kelime içeren
Türkçe Sözlük’ünü yayımlamıştır. İmla kuralları kitabı ve
meslek sözlüklerinin yanı sıra kurumun yayınları arasında
Divan-ı Lügat-ı Türk baş köşede yer alır.
Son yıllarda birçok bilimsel eseri yayın dünyasına
kazandıran kurumun güncel dil konularını ve geniş bir
kitlenin anlayacağı biçimde yazılmış araştırmaları içine
alan Türk Dili dergisi ayda bir; Kazak, Kırgız, Tatar vb. toplumların
dil ve edebiyatlarıyla ilgili araştırmalara yer veren Türk Dünyası Dil
ve Edebiyat dergisi altı ayda bir yayımlanır. Tamamen bilimsel araştırmalara yer veren Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten ise yılda
bir sayı yayımlanmaktadır. Türk Dil Kurumu, yayınları ve araştırma
kütüphanesiyle Türkiye’nin saygın bilim kuruluşlarından biri olarak
çalışmalarını sürdürmektedir.
Bu yazımda TDK’nın süreli yayın olarak yazar ve araştırmacılara
hizmet eden Türk Dili dergisinden söz etmek istiyorum. Dergi yayıncılığında seçkin bir yerde duran ve yayımlandıkları dönemden
bugüne birer başvuru kaynağı olan özel sayılarını tekrar tekrar
basarak okurlarının hizmetine sunan dergi, geçtiğimiz yılın sonunda
“Çocuk ve İlk Gençlik Edebiyatı Özel Sayısı” ile dikkat çekmiştir.
Kurumun bu sayıyla geçtiğimiz yıl Türkiye Yazarlar Birliği’nce “Yılın
Çocuk Edebiyatı Ödülü”ne layık görüldüğünü belirtmek gerekiyor.
Derginin özel sayısının editörü, ömrünü çocuğa ve çocuk edebiyatına adamış Mustafa Ruhi Şirin.
Özel Sayı, çocuk edebiyatının tarihçesinden başlamak üzere
kitaplar ve okuma kültürü bağlamında çocuk görüşlerine de yer
verirken, çocuk kitabı yayıncılığından çocuk edebiyatı yazarlarının
sorunlara yaklaşımına, Türkiye’de çocuk edebiyatı öğretiminden
medyada çocuk edebiyatındaki işlev değişikliğine, çocukluk felsefesinden çocuk edebiyatı sosyolojisine, okuma kültüründen eleştiri
ve çeviri sorunları ile kaynaklardan yararlanmaya varıncaya kadar
çocuk edebiyatını bütün boyutlarıyla ele alıyor. Bu sayının arşivlik
bir eser olarak kitaplığımdaki yerini aldığını burada ifade etmek
gerekiyor.
Öznesi çocuklar olan dergide Gülten Dayıoğlu, Selahattin Dilidüzgün, Fatih Erdoğan, Mevlâna İdris, Muzaffer İzgü, Hasan
Lâtif Sarıyüce, Tacettin Şimşek, Mustafa Ruhi Şirin, Yalvaç Ural’ın
isimlerine rastlıyoruz. Kosovalı yazar ve şair Zeynel Beksaç’ın
“Balkanlarda Türk Çocuk Edebiyatı” hakkındaki araştırması dikkat
çekerken, “Çocuk ve İlk Gençlik Edebiyatı Özel Sayısı”nın bütün dil
ve edebiyatseverlere, araştırmacılara Türk Dili’nin bir armağanı
olarak kalacağını söylemek gerek.
Türk Dili dergisinin bugüne gelmesinde araştırmacı ve yazarların
emeği çoktur. Onlara şükranlarımızı yinelerken, Türk Dil Kurumu
Başkan Yardımcısı Ali Karaçalı’nın son dönem çalışmalarda yaptığı
güzellikleri ayrıca zikretmemiz gerekmektedir. Onun deneyimli
idareciliği ile yazar kimliği birleşince Türk Dili dergisi, ruhsuz bir
resmî kurum dergisi olmanın uzağına düşmüştür. Özellikle son
iki yılı aşkın bir süredir ilgiyle takip edilen gerçek bir edebiyat dergisi kimliğine kavuşan Türk Dili’nin yazar ve araştırmacıların yanı
sıra öğrencilerimizin de aradığı bir dergi haline gelmiş olmasında
şüphesiz Ali Karaçalı’nın payının büyük olduğunu söyleyebilirim.
Bahsettiğim canlılığın bir başka göstergesi olarak derginin diğer
özel sayılarına da göz attığınızda bu farkı göreceğinizden eminim.
Bu vesileyle TDK Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kaçalin ve Yardımcısı
Ali Karaçalı başta olmak üzere emeği geçenlere teşekkür ederek
yazımı noktalıyorum.
87
DEDEM ENVER PAŞA
OSMAN MAYATEPEK, FATIH BAYHAN
TIMAŞ YAYINLARI
İSTANBUL, 2015
288 S.
Yakın tarihimizin en çok konuşulan ve tartışılan karakterlerinden biri olan Enver Paşa’nın hayat hikayesini
torunu Osman Mayatepek’in anlatımıyla okura sunuyor Dedem Enver Paşa. Titiz bir çalışmanın ürünü olan
kitap, bugüne kadar yayımlanmamış belge, mektup ve fotoğraflarla da dikkat çekiyor. Sohbet havasında
hazırlanmış eser, Atatürk’ün “Enver bir güneş gibi doğmuş, bir gurûb ihtişamıyla batmıştır; arasını tarihe
bırakalım” dediği Enver Paşa’nın hayatıyla birlikte bir döneme ışık tutuyor.
İKI YÜZ
MEHMET AYCI
CÜMLE YAYINLARI
İSTANBUL, 2015
376 S.
“Benim aynamdaki sureti neyse onu yazdım. Bir nevi ruh/karakter eşkâli” diyor Mehmet Aycı, İki Yüz’deki
portre yazıları için. Kitapta tam 247 kişi buluşuyor; yazarın dostları, takdir ettikleri, etkilendikleri, sevdikleri… İki Yüz, portre yazarlığına yeni bir bakış kazandırırken akıcı üslubu, doğallığı ve içtenliğiyle okuru
kendine çekiyor.
DEMOKRASI YOLUNDA KARINCA MISÂLI (1-2)
ERTUĞRUL MAT
BERIKAN YAYINEVI
ANKARA, 2015
1000 S.
“Politika sadece partiler arası bir kavga değil, aynı zamanda parti içi bir kavgadır da. Bu yüzden değirmen
gibi dost ve dostluk öğütür” diyor Ertuğrul Mat, Demokrasi Yolunda Karınca Misâli isimli kitabında. İstanbul ve Ankara Günleri ile Bursa Günleri olarak iki cilt halinde yayımlanan eser, 14. Dönem Bursa Milletvekili
Ertuğrul Mat’ın hayat ve siyaset yolculuğunun yanı sıra Türkiye’nin yakın tarihinden kesitler sunuyor.
Akıcı bir üslupla kaleme alınmış kitap, bir solukta okunacak türden.
88
TEMMUZDA KURUT BENI
ŞÜKRÜ ÜNAL
MINA AJANS
ANKARA, 2015
103 S.
21. ve 22. Dönem Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal, Karanfiller Kırılınca isimli anı-şiir kitabının ardından
Temmuzda Kurut Beni ile şiirseverlerle buluşuyor. “Söylemez dilim laldir/Bilmem bu nice haldir/Islandım
nisanda ben/Temmuzda kurut beni” diyen Ünal’ın şiirleriyle duygu yüklü bir gezintiye çıkarken “Mevla sana
yâr olsun başka bir yâr isteme/Rasûlünün yurdundan başka diyar isteme” mısralarıyla tasavvufi derinliklere
dalıyorsunuz.
ERZURUM-TARIHE MÜHRÜNÜ VURAN ŞEHIR
MÜCAHIT HIMOĞLU
FENER YAYINLARI
İSTANBUL, 2015
1055 S.
Tarihe Mührünü Vuran Şehir’de Erzurum’u 21. Dönem Erzurum Milletvekili Mücahit Himoğlu’nun kale-
minden okuyoruz. Bu hacimli eserde tarihî ve kültürel değerlerinden coğrafyasına, ilçelerinden turizm
imkanlarına kadar çeşitli yönleriyle Erzurum’u tanımak mümkün. Anekdot ve hatıralarla zenginleşen
Tarihe Mührünü Vuran Şehir, bu güzide ilimizle ilgili başucu kitabı olma özelliği taşıyor.
VAKIF SOHBETLERI
TÜRK PARLAMENTERLERI VAKFI YAYINLARI-1
BERIKAN YAYINEVI
ANKARA, 2015
200 S.
Türk Parlamenterleri Dayanışma Bilimsel ve Siyasal Araştırmalar Vakfı’nın (TÜPAV) düzenlediği sohbetler kitap haline getirildi. Erol Tuncer’in “Başkanlık Sistemi Tartışmaları” ve “Seçim Sistemleri”, Ali Naili
Erdem’in “Balkan Bozgunu” ve “Şiir Üstüne”, Ali Bozer’in “Müzakerelerin Başlamasından Sonra Avrupa
Birliği ile İlişkilerimizin Seyri”, Ertuğrul Mat’ın “Çok Kutuplu Dünya ve Türkiye”, Kemal Aydın’ın “21. Yüzyılda Küresel Yaşlanma” başlıklı sohbetlerinin yer aldığı kitap, TÜPAV’ın Sinop, KKTC, Balkan ülkeleri, Mardin
ve Çanakkale gezilerine ilişkin notlar da içeriyor.
89
YAYLI TAMBUR
NAZ MÜZIK
Türk Sanat Müziği’nin kendine has enstrümanı yaylı tamburla çalınan eserlerin bir araya getirildiği derleme albüm “Yaylı Tambur”da bu zorlu enstrümanın birçok yorumcusunun emeği bulunuyor. 1900’lü yılların başında icat edildiği düşünülen yaylı tamburla Türk Sanat Müziği’nin
Nihavend, Uşşak, Hicaz, Muhayyer Kürdî, Segah, Rast gibi birçok farklı makamından eserlere
yer verilen albüm, hem Türk Sanat Müziği hem de enstrümantal müzik sevenler için keyifli bir
deneyim vadediyor.
SHADOWMAKER
APOCALYPTICA
SONY MÜZIK
Ünlü heavy metal grubu Metallica’nın hafızalara yer etmiş parçalarını yaylı enstrümanlarla
yeniden yorumlayarak müzik piyasasına giriş yapan ve geniş bir hayran kitlesi olan Fin grup
Apocalyptica’nın son albümü “Shadowmaker”da grubun klasik müzikle rock ve metali harmanlayan alışılagelmiş tarzına Franky Perez’in vokali eşlik ediyor. Apocalyptica’nın sekizinci albümünde yer alan kendi bestelerinden bazıları “Hole in My Soul”, “House of Chains” ve “Cold Blood”.
LIVE AT PANNONICA
YAVUZ AKYAZICI TRIO
ESEN MÜZIK
Amerika’da jazz eğitimi gören, bu müzik türünün en önemli isimleriyle çalışma fırsatı yakalayan
ve Türkiye’de jazzın önde gelen isimleri arasında yer alan Yavuz Akyazıcı’nın yeni albümü “Live
at Pannonica” canlı konser kayıtlarından oluşuyor. İki CD’lik albümde Akyazıcı’ya kontrabasta
Volkan Hürsever ve davulda Turgut Alp Bekoğlu eşlik ediyor. “Live at Pannonica”daki parçaların
hepsi Yavuz Akyazıcı imzası taşırken doğaçlama performanslar da albüme renk katıyor.
90
SENDEN BANA KALAN
YÖNETMEN: ABDULLAH OĞUZ
SENARYO: LEVENT KAZAK
OYUNCULAR: NESLIHAN ATAGÜL, EKIN KOÇ, ZEYNEP KANKONDE, SABRI ÖZMENER, WILMA ELLES
YAPIM:
2015, TÜRKIYE
TÜR:
ROMANTIK, DRAM
Başarılı bir Kore filminden uyarlanan “Senden Bana Kalan”da küçük yaşta anne ve babasını
kaybeden Özgür (Ekin Koç) ile sürpriz bir şekilde karşısına çıkan Elif’in (Neslihan Atagül)
hikayesi anlatılıyor. Özgür’ün büyükbabasından kalan mirası alabilmesi için büyükbabasının vasiyetinde yer alan bir şartı yerine getirmesi gerekmektedir. Bu şart da bir köye gidip
burada bir süre yaşamaktır. Mirası hak edebilmek için konforlu ve lüks hayatından vazgeçip
Çanakkale’nin Adatepe köyüne doğru yola çıkan Özgür’ü burada birçok heyecanlı gelişme
bekliyordur. Kendisini hiç alışık olmadığı bir hayatın içinde bulan Özgür, Adatepe’de gönlünü kaptıracağı Elif’le de tanışır. Fakat Elif ve Özgür’ün mutlu günleri kısa sürecek, hayatları
tamamen değişecektir.
HIZLI VE ÖFKELI 7 FAST AND FURIOUS 7
YÖNETMEN: JAMES WAN
SENARYO: CHRIS MORGAN, GARY SCOTT THOMPSON
OYUNCULAR: VIN DIESEL, PAUL WALKER, JASON STATHAM, MICHELLE RODRIGUEZ, DWAYNE JOHNSON
YAPIM: 2015, ABD-JAPONYA
TÜR: AKSIYON
Dünya çapında önemli hayran kitlesi olan “Hızlı ve Öfkeli” serisinin son filmi, izleyicilere
serinin diğer filmlerinde olduğu gibi bol aksiyon ve heyecan vadediyor. “Hızlı ve Öfkeli 7”de
Dominic Torretto (Vin Diesel) ve ekibi önceden alt ettikleri terörist Owen Shaw’ın kardeşi Deckard Shaw’ın (Jason Statham) peşine düşüyor. Filmde, ağabeyinin intikamını almak
üzere yola çıkan Shaw ile Toretto’nun kesişen yolları dostluk ve sadakat temaları üzerinden
anlatılıyor. “Hızlı ve Öfkeli” serisinin yıldızlarından Paul Walker’ın 2013 senesinde hayatını
kaybetmesi üzerine yapım ekibi Walker’ın filmdeki akıbetinin ölüm olmayacağını, oyuncunun canlandırdığı Brian O’Conner karakterinin “emekli edileceğini” açıklamıştı. Söz konusu
sahnelerin çekilebilmesi için Walker’ın kendisine son derece benzeyen kardeşlerinin görüntülerine başvuruldu.
91
NE OKUYOR NE IZLIYOR
İLYAS ŞEKER - AK PARTI KOCAELI MILLETVEKILI
Genellikle tarih kitaplarını tercih ediyorum. En son Prof. Dr. Seyit Sertçelik’in
Rus ve Ermeni Kaynakları Işığında Ermeni Sorunu-Ortaya Çıkış Süreci
1678-1914 isimli kitabını okudum. Yakın zamanda sinemada “Bizim Hikaye”
isimli filmi seyrettim. 12 Eylül dönemiyle ilgili filmi herkese tavsiye ediyorum.
Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği dinliyorum.
RAMAZAN KERIM ÖZKAN - CHP BURDUR MILLETVEKILI
Son dönemde Serhat Ünal Er’in Deniz Çekildi, Jack Goody’nin Tarih Hırsızlığı,
Server Tanilli’nin Uygarlık Tarihi ve Fahir Armaoğlu’nun 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi adlı kitaplarını okudum. En son izlediğim filmler ise “Kış Uykusu”, “Nefes-Vatan Sağolsun” ve “Esaretin Bedeli”. Genellikle Türk Halk Müziği, Türk
Sanat Müziği ve Burdur yöresel müzikleri dinliyorum. Neşet Ertaş, Sümer
Ezgü ve Muazzez Ersoy beğeniyle dinlediğim sanatçılar arasında yer alıyor.
ALI AŞLIK - AK PARTI İZMIR MILLETVEKILI
Daha çok tarih kitaplarını tercih ediyorum. En son Taha Akyol’un Rumeli’ye
Elveda: 100. Yılında Balkan Bozgunu isimli kitabını okudum. Sinemaya pek
sık gidemiyorum. Fırsat bulduğum zamanlarda genellikle komedi filmleri
izliyorum. Türk Halk Müziği söylüyor, Türk Sanat Müziği dinliyorum. Türkülerimizin her birinin ayrı hikayesi bulunuyor. Bu hikayeler beni etkiliyor.
92
AYTUĞ ATICI - CHP MERSIN MILLETVEKILI
Genellikle kişisel gelişim ve inanç tarihleri kitapları okuyorum. Komedi ve duygusal filmler seviyorum. Beni en çok “Babam ve Oğlum” filmi etkilemiştir.
Müzik tercihimin ilk sırasında Türk Sanat Müziği yer alıyor. Zeki Müren’i ve
Sevmekten kim usanır, tadına doyum olmaz sözlerine sahip şarkıyı beğeniyle
dinliyorum.
FUAT KARAKUŞ - AK PARTI KILIS MILLETVEKILI
Daha çok dinî kitaplar ile tıp doktoru olduğum için tıpla ilgili kitaplar okuyorum. En son Salih Suruç’un Kainatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı
adlı kitabını okudum. Sinemaya pek gidemiyorum. Film izlemeye fırsat
bulduğum zamanlarda genellikle tarihî yapımları tercih ediyorum. Şu sıralar “Diriliş”, “Filinta”, “Milat” gibi dizileri seyrediyorum. Türk Sanat Müziği,
Türk Halk Müziği ve Türk Pop Müziği’ni seviyorum. Kilisli bestekar Alaeddin
Yavaşça’nın eserleri ile Yıldız Tilbe ve Sezen Aksu’nun şarkılarını beğeniyle
dinliyorum.
ARIF BULUT - CHP ANTALYA MILLETVEKILI
Tıp doktoru olmam nedeniyle daha çok mesleğimle ilgili kitaplar okuyarak bu
alandaki gelişmeleri takip ediyorum. Bunun yanı sıra yakın tarihi konu alan
kitaplar ile İslam tarihi üzerine eserler okuyorum. Filmleri genellikle evde
DVD’den seyrediyorum. Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği dinliyorum.
Enstrümantal müzik de hoşuma gidiyor.
93
SOSYAL MEDYA
GÜNLÜKLERİ
@_fatihsahin
@yeniceriozcan
Bazı golcüler golden sonra nasıl sevineceklerine çalıştıkları kadar son vuruşlara
çalışsalar daha başarılı olacaklar...
Türk milletinin merhametini kimse zaaf
olarak görmesin, ağırbaşlılığını da hantallık zannetmesin!
@idrisgulluce
@yusufhalacoglu
@gunaydingokhan
Yoğun katılım ve coşku ile AK Parti Çekmeköy İlçe SKM açılışını yaptık.
Milletimizin bize olan ilgisi, sevgisi ile bu
yolda dimdik yürümeye devam edeceğiz!
Kent merkezine kayık bağlanabilen il:
Çanakkale...
@gurseltekin34
@necdetunuvar
Giydik kırmızı yeleğimizi, İstiklal
Caddesi’nden geçen vatandaşlarımıza
“Aile Sigortası”nı ve projelerimizi anlattık.
Aladağlı hanımlar nefis kuru fasulyeyi
yapmış, bize de servis etmek düştü. :))
@AliSahin501
7 Haziran hazırlıklarımız köy, esnaf, taziye,
düğün ziyaretlerimizle devam ediyor.
94
Sakine Öz
@sakine_oz
Cumhuriyet Halk Partisi 24. Dönem Manisa Milletvekili-Mimar
25. Dönem Manisa Milletvekili Adayı [email protected]
Sosyal medyayı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında yer alıyorsunuz. Sosyal paylaşım sitelerini ne zamandır ve gün içinde hangi sıklıkla
kullanıyorsunuz?
Milletvekilliği görevimden önce oluşturduğum ve seçildikten sonra dört yıl boyunca tüm çalışmalarımı paylaşmak için kullandığım Facebook hesabımı, günde
3 ila 5 defa aktif biçimde güncelliyorum. Üç yıldır düzenli kullandığım Twitter ve
Youtube hesaplarımda, hem Genel Merkezimizin, örgütlerimizin paylaşımlarını,
hem de kendi çalışmalarımı günde ortalama 8 ila 10 defa öne çıkarıyorum. Gün
içinde sürekli paylaşımda bulunmak yerine etkili, kısa ve net cümlelerle desteklenmiş, görselliği önde tutan paylaşımları tercih ediyorum.
Milletvekili seçildikten sonra artan yeni arkadaş ve takipçi sayımla birlikte,
“zaman tüneli” ve tweetler çok daha yoğun akmasına rağmen gün içinde zamanım olduğu her fırsatta sosyal medyayla ilgileniyorum. Programımın yoğunluğuna bağlı olarak günlük paylaşım sayım değişiyor. Sosyal medya gündemini,
özellikle öne çıkan gelişmeleri, Twitter’da “TT” olmuş başlıkları gün içinde düzenli
izliyor, buradaki gündemi ve iddiaları günlük çalışmalarımda dikkate alarak bölgemde ve Meclis’teki etkinliğimi sürdürüyorum.
Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru bir şekilde kullanması ne bakımdan önemli?
Siyasetçinin TBMM’de ve bölgesindeki siyasi çalışmalarını, gündem hakkında görüşlerini şeffaf, doğru, etkili ve hızlı biçimde vatandaşlarımızın bilgisine sunması
ve vatandaşlarımızın seçmiş oldukları temsilcilerini denetleme ve değerlendirme
yapabilmeleri açısından sosyal medyayı önemli buluyorum.
Sosyal medyanın gündemi doğru takip etme açısından yararlı olduğunu düşünüyor musunuz?
Evet, son yıllarda medya üzerinde yaratılan baskılar ve iktidarın kendine has,
yanlı bir grup medyası oluşturmasından dolayı, toplumun doğru ve güvenilir bilgiye istediği kaynaktan ulaşabilir ve kendi düşüncelerini de iletebilirliği açısından
sosyal medyanın önemli ve gerekli olduğununa inanıyorum.
Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız oldu
mu?
Birçok kullanıcı gibi benim de bazen yanlış kişilere,
yanlış mesaj yolladığım oldu, ama bunlar genelde
sorunsuz, çoğu zaman da arkadaşlıkları pekiştiren,
sevindirici sonuçlar doğurdu.
Özel ve direkt mesajla ya da paylaştığım bir
fotoğrafımın altına derdini yazarak bana ulaşan
kişiye birkaç dakika içinde sosyal medyada dönüş
yapmama, hatta doğrudan cep telefonundan
aramama şaşırıp “Gerçekten siz misiniz? Bir milletvekili, kankam gibi nasıl bu kadar hızlı yanıt verir?”
diyen takipçilerim beni mutlu etmeye devam ediyor.
Tüm talepleriyle doğrudan ilgilendiğimi görerek bir
teşekkür için yüzlerce kilometre yoldan kalkıp yanıma gelen, sosyal medya yoluyla uzaklığı ortadan
kaldırdığımız çokça takipçim oldu.
Sosyal medya sayesinde, belli sorunları yaşayan
meslek gruplarını ve mağdurları bu sayede çok daha
yakından tanıma, Meclis’te sürekli dile getirme ve
sonuca ulaşma olanağım doğdu. Sorunları sosyal
medyada yazışıp paylaştık, buluşup yerinde gördük
ve gündeme taşıdık. Sosyal medya sayesinde hızın
politikadaki gücüne, kulağını tıkayan iktidarlara karşı gözleri açan, engel tanımaz etkisine şahit olduk.
“Selfie” sevgimizi bilen genç arkadaşlarımla,
onlarca hatıra fotoğrafımız sosyal medya hesaplarımızı doldurdu.
Sosyal medya yoluyla tanışıp evlerinde ziyaretlerine gittiğim ailelerimizle görüşmeye, “Vatandaşın
Derdi, Bizim Derdimiz” sloganımı bu kanaldan da
sürdürmeye devam ediyorum.
95
UNUTMAYACAĞIZ
Mümin Kahraman
18. Dönem Çanakkale Milletvekili ve TBMM Başkanlık Divanı Katip Üyesi Mümin Kahraman 1949 Karadağ doğumludur. İstanbul Yapı Enstitüsü’nü bitiren Kahraman, Çan Belediye Başkanlığı ve yapıcılık kursu öğretmenliği görevlerinde bulundu.
Mümin Kahraman’ın cenazesi 3 Nisan 2015 tarihinde Çanakkale Kocatepe Camii’nde cuma namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Veli Gülkan
14 ve 15. Dönem Edirne Milletvekili Veli Gülkan 1920 Yeniköy doğumludur. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi mezunu olan
Gülkan, Tarım Bakanlığı Merkez Teşkilatı Mühendisi ve Bakanlık Müşavirliği görevlerinde bulundu.
Veli Gülkan’ın cenazesi 27 Nisan 2015 tarihinde Edirne Anıtpark Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından Anıtpark Mezarlığı’nda toprağa verildi.
NİSAN AYINDA ARAMIZDAN AYRILAN ARKADAŞLARIMIZ IÇIN CENAB-I ALLAH’TAN
RAHMET DILIYOR, KEDERLI AILELERI IÇIN KALPTEN DUYGULARLA SABR-I CEMÎL NIYAZ EDIYORUZ.
96

Benzer belgeler