İstiklal Dergisi | EKİM

Transkript

İstiklal Dergisi | EKİM
GENETİĞİDEĞİŞTİRİLMİŞORGANİZMA
istiklâl
Aylık siyaset, ekonomi, toplum dergisi
Monsanto’nun fendi, Türk aydınını yendi
| Ahmet Güler
Ekim 2010, Sayı: 1 3 | www.istiklaldergisi.com
Olası Çin-Hindistan Savaşı
| Muhammed Faruk Bulut
“Tüfek, mikrop ve çelik”
teorisine eleştirel bir bakış
| Mehmet Esad Aksal
Türkiye’nin bölgesel güç
olma politikası
| Mehmet E. Talu
hisarsoft
Hisar bilgi teknolojileri ve iletişim hizmetleri
hisarsoft.com
©
►
istiklâl
“Tüfek, mikrop ve çelik”
teorisine eleştirel bir bakış
|Jared Diamond’ın uygarlıkların gelişimi ve
medeniyetlerin ilerleyişini, daha da önemlisi toplumlar arası gelişmişlik derecesi
uçurumunu açıklamaya yönelik “Tüfek, mikrop ve çelik” isimli kitabında aynı isimle
anılan teorisi anılıyor. Diamond toplumların
gelişimini tarih öncesi devirlerden başlayarak incelemeye koyuluyor ve temelde
coğrafi avantajlara bağlı bir teori üretiyor.
Diamond’a göre “bereketli hilal” diye anılan ve merkezi Orta Doğu’da bulunan Mezopotamya bölgesinde yay şeklindeki bir
coğrafya bugünkü gelişmiş medeniyetlerin
gelişmişliklerini borçlu oldukları bir şans.
Mehmet Esad Aksal
3
Merhaba
4
GDO’lu ürünler:
santo’nun fendi,
Türk aydınını yendi
Mon-
|GDO’lu ürünler… Hayatımızın hemen
her alanında bilmeden veya bilerek kullandığımız, hakkında birçok senaryo
yazılan, aslında hepimizin az çok zararlarını kestirebildiği karakteri bozuk
bitkiler diyebileceğimiz ürünlerdir.
GDO’lu ürünlerin neler olduğuna bakarsak, soya, mısır, pamuk, domates,
karpuz, kabak, papaya gibi çoğu günlük kullanımımızda olan ürünlerdir.
8
Ahmet Güler
Türkiye’nin Bölgesel Güç
Olma Politikası
Olası Çin - Hindistan
savaşı
|Soğuk Savaş döneminden sonra aktif
|Dünyanın büyümeye doymayan iki
devi Hindistan ve Çin, büyüklüğün paralarla ifade edildiği küreselleşen dünyada, birbirleri arasında ticaret
kapasitesi oldukça yüksek olan iki ülke.
Aslında bu iki dev yıllarca aralarında
büyük problemler olan iki medeniyettir. Büyüyen Asya kartına karşılık,
Amerika Birleşik Devletleri’nin dünya
üzerindeki söz sahibi imajını kaybetmemek için bu iki ülke arasında gerilim
çıkarmaya yönelik politikalar üretmesi
hiçte şaşılacak bir hareket olmazdı.
Peki, olası Çin – Hindistan gerilimi
nasıl yaşanır?
Muhammed Faruk Bulut
İstiklalDergisi
/ Ekim 2010
Yıl: 2, Sayı: 13
6
KurumsalE-Posta:
[email protected]
dış politika anlayışı, Turgut ÖZAL’la
birlikte kendisini göstermeye başlamıştır. Turgut ÖZAL zamanında Körfez Savaşı’nda Saddam Hüseyin’in
açıkça karşısında durulmuş, Ermenistan’a karşı Azerbaycan’a açık destek
verilmiş ve Karadeniz ülkeleriyle ekonomik işbirliğini geliştirmek amacıyla
çeşitli projeler gerçekleştirilmiştir.
Yazımızda 3 Kasım 2002’den sonra
Türk dış polikasının seyrinini inceleyeceğiz. Ayrıca Ahmet DAVUTOĞLU’nun
bu sürece katkısını irdeleyeceğiz. Türkiye’nin bölgesel güç olma politikası
sürecinde dış politikada eksen kayması gerçekleşiyor mu sorusuna
cevap arayacağız.
Mehmet E. Talu
10
Dizgi-Tasarım:
Hisar Ajans
www.hisarsoft.com
►
istiklâl
Ekvator
Ekvator
Mehmet Esad Aksal
[email protected]
“Tüfek, mikrop ve çelik” teorisine eleştirel bir bakış
Jared Diamond’ın uygarlıkların gelişimi ve medeniyetlerin ilerleyişini, daha da
önemlisi toplumlar arası gelişmişlik derecesi uçurumunu açıklamaya yönelik
“Tüfek, mikrop ve çelik” isimli kitabında aynı isimle anılan teorisi anılıyor. Diamond toplumların gelişimini tarih öncesi devirlerden başlayarak incelemeye
koyuluyor ve temelde coğrafi avantajlara bağlı bir teori üretiyor. Diamond’a
göre “bereketli hilal” diye anılan ve merkezi Orta Doğu’da bulunan Mezopotamya bölgesinde yay şeklindeki bir coğrafya bugünkü gelişmiş medeniyetlerin
gelişmişliklerini borçlu oldukları bir şans.
National Geographic’in Prof. Jared
Diamond’ın “Guns, Germ and
Steel” isimli kitabı baz alınarak hazırlanmış bir belgeseli var. (Fırsat
bulursanız -izlememişler için- izlemenizi öneririm.) Diamond, Papua
Yenigine’de bugün hala avcılık-toplayıcılık yapan insanları; beslenme
şekillerini ve sosyal davranışlarını
inceliyor, arkeolojik bulgularla temellendirerek toplumların ilerleyişlerini sentezliyor. Buğday ve
arpanın bilinmesi ve yetişebilecek
iklimin bulunması, evcil hayvanlardan yararlanılabilmesi ve diğer medeniyetlerle etkileşim imkânlarını
içeren bir takım coğrafi şartların,
bugün modern ve gelişmemiş toplumlar arasındaki farkı doğurduğu
sonucuna ulaşıyor. İnsanların sürekli ve en temel ihtiyaçlarını yani
beslenmelerini sağlayabilmeleri
için harcadıkları zamanı bir parametre kabul ediyor ve toplumsal
gelişmeyi bu parametreyle şöyle
açıklıyor: “Tahıllar yüksek kalorili,
kolay yetişen ve uzun süre saklanabilen gıdalardır. Bir coğrafyada
tahıl yetişmiyorsa insanlar vakitle-
ve -bugünkü- evcil hayvanların varlığı sebebiyle bu bölgede insanların “karınlarını doyurmaktan başka
şeylere” de vakit bulabildiklerini ve
birçok alanda birçok gelişme gösterdiklerini ifade ediyor. Demir’in işlenmesi, çeliğe dönüştürülmesi ve
üstün nitelikli savaş teçhizatlarının
geliştirilmesiyle bu coğrafyadaki
toplumların sürekli geliştiğini ve bu
gelişmenin aynı enlemdeki yakın
iklim özellikleri arasında çok kolay
yayılabildiğini, Avrupa’ya kadar
ilerlediğini öne sürüyor. 160 İspanyol fatihinin atlar ve keskin kılıçlarla
Aka İmparatorluğundan daha
üstün gelmeleriyle de bu tezini
güçlendiriyor.
rinin çok büyük bir kısmını gıda ihtiyaçlarını karşılamak için harcarlar. Böylelikle insan hayatını
kolaylaştıracak teknik ve teçhizat
artış göstermez, yani toplumda zamanla marangozlar demirciler, tüccarlar vs. türeyemez. İnsanlar
karınlarını doyurmaktan başka bir
şeyle uğraşamazlar.”
Diamond “bereketli hilal”’de tahıl
Diamond ayrıca Amerika kıtasının
keşfiyle eski dünyadan gelen yerleşimcilerin evcilleştirdikleri hayvanlarla sürekli temas halinde
olmalarından bu hayvanların taşıdığı ve mutasyonlar nedeniyle bu
insanların bağışıklıklar kazandığı
mikropların, yerlilerin aleyhinde bir
silaha dönüşmesinden bahsediyor.
Yani Amerika kıtasının misafirleri
4
►
istiklâl
Ekvator
parametre ilerleyişi etkilerken en
temelde ilerleyişin lokomotifleri bu
kadar çok değildir. Bir ulusun ilerleyişini bugünkü konjonktürde milletin karakteri, azmi ve tarihlerini
irdelediğimizde de anlayabileceğimiz gibi lideri belirler. Tüfek, mikrop
ve çeliğin aksine bu üç kriter birbiriyle sıkı sıkıya bağlıdır ve çarpım
durumundadır. Biri yokken diğerlerinin varlığı hükümsüzdür.
bu kıtaya farkında olmadan çok
kolay ilerleyen ve ölümcül bir mikrop taşıyor fakat bu mikroptan kendileri etkilenmiyor.
Jared Diamond’ın teorisi en temel
anlamda bu bakış açısıyla toplumların gelişimlerini izah etmeye çalışıyor.
Mikrop hususu haricinde toplumların gelişim mekanizmalarını büyük
ölçüde makul bir yaklaşımla izah
ediyor Diamond. Ancak batı medeniyetlerinin gelişimini; dünya tarihinin sömürgecilerle, kitlesel katiller
ve hırsızlarla dolu olduğunu bile
bile, “Avrupa”’nın bereketli hilal’le
aynı enlemlerde olmasına bağlamak çok akılcı olamıyor. Çiçek
hastalığı virüsü taşıyan battaniyelerle Amerikalı yerlilerin kitlesel imhası da “Mikrop hususu”’nu teoride
ele alınan şekliyle geçersiz kılıyor.
Söz konusu teoriyi inceledikçe, birçok noktada bilerek ya da bilinçaltının yönlendirmesiyle bilmeyerek
pragmatik bir yanlılık seziyoruz.
Jared Diamond’ın yüzlerce ve
hatta binlerce yıl öncesine ait gelişme kriterleri olarak gösterdiği parametreler bugünkü toplumların
gelişmesi ya da gelişmemesi nok-
tasında bir yol gösteremiyor şüphesiz ancak yüzlerce ve hatta binlerce yıl sonrasından bugüne
bakıldığında gelişme parametrelerinin teşhis ve tayini konusunda
bizleri fikir sahibi yapıyor. Bugün
bir medeniyetin ilerlemesi ya da
geri kalmasını belirleyen kritik parametrelerin ele alınması ve mümkünse elde tutulması gerekliliği
sonucunu çıkarabileceğimiz bir
fikir…
21. yüzyılda para, teknoloji, jeopolitik, enerji ve siyaset gibi onlarca
Tüfek, mikrop ve çelik teorisinin
makul karşılanamaz kısımlarını
atıp; izah etmeye çalıştığımız şekliyle, toplumların ilerleyişinde etkisi
bulunan faktörleri dâhil ederek;
belki yüzlerce yıl sonra bir bilim
adamının araştırmaları sonucunda
“Türklerin ilerleyişi”’ni açıklamak
için kullanacağı bir parolayla tüm
metni ilerleyiş kıstaslarını belirlemek ve vizyonumuza dâhil etmek
adına özetlemek istiyorum:
İlerleyişin lokomotifleri “yarından”
bakılınca “Karakter, Azim ve
Lider…” olarak görünüyor. Mevcut
durumla ideal durumu karşılaştırıp
“gidişi”, “ilerleyişe” dönüştürmek
aslında binlerce tonluk bir gemiye
yön vermek kadar kolay.
Tabii dümende bulundukça…
5
►
istiklâl
Ayna
Ayna
Muhammed Faruk Bulut
[email protected]
Olası Çin - Hindistan Savaşı
Dünyanın büyümeye doymayan iki devi Hindistan ve Çin, büyüklüğün paralarla ifade edildiği küreselleşen dünyada, birbirleri arasında ticaret kapasitesi oldukça yüksek olan iki ülke. Aslında bu iki
dev yıllarca aralarında büyük problemler olan iki medeniyettir. Büyüyen Asya kartına karşılık, Amerika Birleşik Devletleri’nin dünya üzerindeki söz sahibi imajını kaybetmemek için bu iki ülke arasında gerilim çıkarmaya yönelik politikalar üretmesi hiçte şaşılacak bir hareket olmazdı.
Peki, olası Çin – Hindistan gerilimi nasıl yaşanır?
Tarihten beri köklü iki medeniyeti temsil eden Çin ve Hindistan havzaları, doğal sınırlarla
şekillenmiştir. Everest Tepesi’ni
topraklarında bulunduran Nepal
Devleti, iki ülke arasına sıkışmış
ufak bir ülkedir. Dünyanın en
yüksek nüfusuna sahip bu iki
ülke (ikisi de milyarı aşkın nüfusa sahiptir), bitmek tükenmek
bilmeyen asker kapasitesine sahiptirler. Bundan dolayı olası bir
savaşın ne kadar uzun süreceği
kestirilemez. İki ülke de nükleer
güçtür. Yani nükleer silahlara
sahiptirler. Muhtemel bir nükleer
savaşta yaşanacak insan kaybı,
dünyanın şimdiye kadar görmediği boyutlara ulaşacaktır.
Asya’nın ortasında yaşanması
muhtemel bu savaşa dâhil olabilecek ülkeler, şüphesiz bölgedeki gerilim yüklü ülkeler
olacaktır. Hindistan ile Pakistan
arasında, iki ülkenin ayrılmasından beri süregelen Keşmir anlaşmazlığından ötürü savaş
anında başlayacaktır. Burada
Pakistan’ın da nükleer güç ol-
duğu unutulmamalıdır. Ardından nırken savaş halinde bulunan
Doğu Çin’deki bağımsızlık yan- Çin ve Hindistan bu unsurlara
lısı Doğu Türkistan bölgesi karşı daha kesin önlemler alisyan edecektir. Uzun yıllar Çin maya çalışacaktırlar. Bu yüzden
Devleti ile geniş çaplı mücade- savaş daha kanlı ve daha içinleye girişmiş bulunan Doğu Tür- den çıkılmaz bir hal alacaktır. İki
kistan elbette bu fırsatı ülke arasında sıkışan Nepal, bu
değerlendirecektir. Esaretten büyük savaştan ötürü muhtebıkıp usanmış olan Tibet bölgesi melen tarumar hale gelecektir.
ise bağımsızlığına kavuşmak Kuzey Kore, Kore Savaşı sıraiçin en küçük fırsatı göz ardı et- sında kendisine sınırsız silah ve
meyecektir. Tüm bunlar yaşa- asker desteği veren Çin’e karşı
6
►
istiklâl
vefa duygusu duyarsa savaşa
dâhil olabilir. Kuzey Kore’nin de
nükleer bir güç olması, Doğu
Asya’da yeni bir dünya savaşını
başlatabilir. Asya’da ki gücünü
artırmak isteyen Rusya, yeniden süper güç olma hayalleriyle, Çin ile taraf olarak
Hindistan’a savaş açabilir. Elbette tüm bunlar yaşanırken,
Amerika Birleşik Devletleri’nin
Asya’da ki devleri dengeleyebilecek yegâne ülke olan Hindistan’ı yalnız bırakması mümkün
değildir. Her zaman olduğu gibi
savaşa doğrudan veya dolaylı
olarak dâhil olacaktır. Savaşın
ilerleyen zamanlarında Güney
Kore, Japonya, Vietnam, Tayvan, Moğolistan savaşa dâhil olması en muhtemel ülkeleri
oluşturacaklardır.
Asya’da yaşanabilecek bu
büyük savaş, bölgeyle sınırlı
kalmayıp tüm dünyaya yayılarak muhtemelen 3. Dünya Savaşı’na yol açacaktır. Avrupa
7
Ayna
merkezli 1. ve 2. Dünya Savaşları’nın yanı sıra, hammadde ve
işgücü devleri arasında başlayacak Asya merkezli dünya savaşı, muhtemelen tüm dünyanın
çok daha farklı bir hale gelmesine neden olacaktır. Belki de
süper güç olarak tarif edilen ülkeler tarihe karışacak, yeni
süper güçler doğacaktır.
2. Dünya Savaşı sırasında,
Amerika Birleşik Devletleri’nin
üretim kapasitesinin büyüklüğünün yanı sıra, Almanya Devleti
askeri teknoloji alanında avantaja sahipti. Almanya Devleti
dört bir yandan düşmanlarıyla
çevrilmiş bir kara parçasından
ibaretti. Japonya ise ada ülkesi
olması sebebiyle donanmasız
açıktaki bir avın avcıyı beklemesi gibi beklemekteydi. Ancak
hiçbir etken Almanya ve Japonya’nın Savaşı kaybetmesinde
bu ülkelerin petrol ihtiyaçlarını
karşılayamamaları kadar önemli
olmamıştır. Asya’da başlayacak
olası büyük savaş için ne üretim
ne de hammadde sıkıntısı olacaktır. Bu durumda savaşın
sona erebilmesi için bir tarafın
ordularının tamamen dize getirilmesi gerekecektir. Örneğin
Hindistan’ın 18 – 40 yaş arası
yüz milyonlarca vatandaşının
etkisiz hale getirilmesi gibi…
Sanırım muhtemel Asya Savaşı’nın büyüklüğü fark edilebilmiştir. Hele bir de yeni bir dünya
savaşı başlarsa, oluşacak yıkımın boyutunu siz tahmin edin.
1. ve 2. Dünya Savaşları sırasında Avrupa’daki dengelere
göre şekillenen dünyanın diğer
ülkeleri, bu sefer kendi aralarındaki savaşı kendileri mi dengeleyecekler? Gelişen ülkeler
arasında yaşanan çıkar çatışmalarının en büyük örnekleri
Avrupa’da gözlemlenmişken,
acaba şimdi izleme sırası Avrupa’da mı?
►
istiklâl
Strateji
Strateji
Ahmet Güler
[email protected]
GDO’lu ürünler: Monsanto’nun fendi,
Türk aydınını yendi
GDO’lu ürünler… Hayatımızın hemen her alanında bilmeden veya bilerek kullandığımız, hakkında
birçok senaryo yazılan, aslında hepimizin az çok zararlarını kestirebildiği karakteri bozuk bitkiler diyebileceğimiz ürünlerdir. GDO’lu ürünlerin neler olduğuna bakarsak, soya, mısır, pamuk, domates,
karpuz, kabak, papaya gibi çoğu günlük kullanımımızda olan ürünlerdir. Bunlar direkt kullanımın dışında kullandığımız ilaçlarda, sucuk, salam, sosis, et suyu tabletler, fındık-fıstık ezmeleri, çikolatalar,
unlu mamuller (mısır unu…), süt tozu, hazır çorbalar, hayvan yemleri gibi ürünlerde katkı maddesi
olarak da bulunabilmektedir. Bunun dışında nişasta bazlı tatlandırıcılar yoluyla gazoz, kola meyve
suları, mısır yağı, bebek mamaları vs ürünlerde de kullanımı yaygındır.
GDO’lu ürünler % 99 oranında
Amerika, Kanada, Çin ve Arjantin’de yetiştiriliyor. Bu ürünleri geliştiren şirket % 90 oranında bu
sektörü elinde tutan ‘Monsanto’
Amerikan menşeli bir firma. Bu
firmanın kuruluşu ve büyümesinin neye borçlu olduğunu araştırdığımızda karşımıza bir takım
ilginç durumlar çıkıyor. Yaptığı işlere bakıldığında da söyleyecek
pek bir şey kalmıyor. 1901’de kurulan şirketin en büyük destekçisi
Coca Cola idi. Kısa bir süre sonra
büyük bir hızla büyümeye başladı. 1990’larda AR-GE’ye yatırım
arttı, bilim adamlarıyla çalışmaya
başladı, diğer küçük şirketleri de
bünyesine kattı, büyük ilaç firmalarıyla ortaklıklar kurdu, vs. İlginç
bir gelişim öyküsüne sahip.
Bunun dışında art niyetli olduğu
şüphelerini tetikleyecek şekilde
Türkiye’ye yatırıma devam eden,
bu ülke potansiyelinin üstünde
yatırım yapmaya çalışan bir şirket. Bunu sadece Türkiye’ye yap-
madığı, bizim dışımızda Almanya, Yunanistan, Macaristan,
Avusturya, Çin, Hindistan, Mısır
gibi ülkelerde de üretimi bulunduğu, fakat bunlardan Almanya’nın,
Yunanistan’ın,
Avusturya’nın ve Macaristan’ın
ülkelerine bu tarz ürünleri gıda
olarak sokmadıkları, yasalarla
engellemeye çalıştıkları bilinen
bir gerçektir.
GDO’lu ürünlerin hem sağlık açısından, hem ticari, çevresel, sosyal ve ahlaki açıdan sakıncalı
olduğunun, bu konunun uzmanları tarafından ısrarla belirtilmesine rağmen ülkemizde bu
ürünlere özellikle yatırım yapma
8
►
istiklâl
serbestisi getirilmekte, teşvikler
verilmekte, sağlıklı olan doğal
ürünlerin haksız rekabetle önü
kesilmektedir. Bu ürünlerin, üretildikleri ortamdaki ve etrafındaki 810 km2’lik alandaki benzer
ürünlerin üremesini engelledikleri, verimini düşürdükleri, sadece
kendi ürünlerinin üretilmesine
olanak sağladıkları, tecrübelerle
sabit olmasına rağmen ülkemizde hiçbir sınırlaması yoktur.
Haksız rekabet, çevreye verdiği
zarar bilinçli üreticiyi de bu ürünleri üretmeye zorlamaktadır.
Kendi ürünlerinin, yerli ürünlerinin
üretimi sırasında, yan tarlada ekilen GDO’lu bir bitkinin tozlarıyla
etkileşmeleri sonucu, bu ürünlerin
üretimi bitme noktasına gelmiştir.
Bunun dışında bu ürünlerin insan
genlerinde ne gibi değişikliklere
yol açtıkları henüz anlaşılamamakla birlikte, kanserojen etkiye
sahip olduğu, antibiyotiğe karşı
dirençli mikroorganizmalar oluşturduğu, gen karışımına tabi tutulan bitkilerin kullanımı sonucu
alerji yapması, kısırlık etkisi, yeni
kuşaklarda çeşitliliği engellediği
vs etkiler birçok araştırmacı tarafından belirtilmiştir. Ülkemizde ısrarla serbest bırakılan bu
ürünlerin ileride daha bilinmeyen
birçok olumsuz sonuçları çıkacağından, bunun sorumluları bilerek
Strateji
veya bilmeyerek insanlık suçu işliyorlar. Olaya sadece kısa vadede getirisinden ötürü maddi
olarak yaklaşanlar da büyük bir
insanlık suçu işliyorlar. Ülkemizin
toprakları bitkisel zenginliğiyle,
verimli topraklarıyla çoraklaşmayı, kısırlaşmayı hak etmiyor.
Yetkili kurumlar bu olaya bir an
önce el atmalı diye birçok defa
yazılıp çizilmesine rağmen, kimsenin umurunda olmadı. Olanlar
da sanırsam pek etkili olamadı.
Monsanto’nun fendi, Türk aydınını yendi de denilebilir. Yetkili kurumlar denetim ve izlemeyi
hakkıyla yapmalı, laboratuar ortamında kontrolleri gerçekleştirmeli, gerekli altyapıyı oluşturmalı,
kanunları ve yönetmelikleri olması gerektiği gibi düzenlemeli ki
yurdum insanının sağlığı, genetik
altyapısı korunsun, çevresel bir
yıkım yaşanmadan durdurulsun.
Halk olarak da bilinçli olarak
mevzu bahis ürünlerden almamaya özen gösterelim ki bu yıkıma, felakete kendi çapımızda
karşı duralım.
Hepimizin sağlıklı, mutlu, huzurlu
zamanlarda yaşamamızı, bu konularda biraz daha hassas olmamızı dilerim.
Kaynakça:
1.Tarım Teknolojilerinde Yeni Yaklaşımlar ve Uygulamalar: Bitki Biyoteknolojisi ( Prof. Dr. Murat
ÖZGEN, Ankara Üniversitesi, Ziraat Fakültesi,
Tarla Bitkileri Bölümü, Ankara. Prof. Dr. Filiz ERTUNÇ, Ankara Üniversitesi, Ziraat Fakültesi,
Bitki Koruma Bölümü, Ankara.
Doç. Dr. Gülcan Kınacı, Osmangazi Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, Eskişehir.
Dr. Mustafa YILDIZ, Melahat BİRSİN, Hakan
ULUKAN . Ankara Üniversitesi, Ziraat Fakültesi,
Tarla Bitkileri Bölümü, Ankara
Dr. Haluk EMİROĞLU5, Bilkent Üniversitesi,
Hukuk Fakültesi, Ankara
Arş. Gör. Nur KOYUNCU A.Ü. Ziraat Fakültesi,
Tarla Bitkileri Bölümü, Ankara
Doç. Dr. Cengiz SANCAK, A.Ü. Ziraat Fakültesi,
Tarla Bitkileri Bölümü, Ankara)
2.‘Haiti'yi Monsanto'nun insafına terk etmek... ’
Hüseyin Baş / Cumhuriyet (http://www.gidahareketi.org/Haiti-yi-Monsanto-nun-Insafina-TerkEtmek----811-haberi.aspx Erişim:26.09.2010
19.29)
3.‘Dünyanın tartıştığı GDO'lu tohumun yüzde
90'ını Monsanto üretiyor’, Bayram Kaya/Zaman
(13.12.2009)
9
►
istiklâl
Diplomat
Diplomat
Mehmet E. Talu
[email protected]
Türkiye’nin Bölgesel Güç Olma Politikası ve
Davutoğlu’nun Sürece Katkısı
Soğuk Savaş döneminden önce Türk dış politikasına dışarıdan etki eden güçleri, ABD, NATO ve Avrupa şeklinde sıralayabiliriz. Türkiye o dönemde tek kutuplu ve edilgen bir dış politika sergilemekteydi.
Edilgen dış politikayla beraber, Türk dış politikasını belirleyenlerin inisiyatif kullanmamaları Türkiye’yi
diplomatik sahada olumsuz etkilemiştir.
Soğuk Savaştan sonra Türkiye’nin Batı Bloku ülkerine karşı kulandığı dış politika araçlarını kaybetmesi sonucu, dış politikada yeni argümanlar aramaya başlamıştır. Soğuk Savaş döneminden sonra
aktif dış politika anlayışı, Turgut ÖZAL’la birlikte kendisini göstermeye başlamıştır. Turgut ÖZAL zamanında Körfez Savaşı’nda Saddam Hüseyin’in açıkça karşısında durulmuş, Ermenistan’a karşı
Azerbaycan’a açık destek verilmiş ve Karadeniz ülkeleriyle ekonomik işbirliğini geliştirmek amacıyla
çeşitli projeler gerçekleştirilmiştir.
Yazımızda 3 Kasım 2002’den sonra Türk dış polikasının seyrinini inceleyeceğiz. Ayrıca Ahmet DAVUTOĞLU’nun bu sürece katkısını irdeleyeceğiz. Türkiye’nin bölgesel güç olma politikası sürecinde
dış politikada eksen kayması gerçekleşiyor mu sorusuna cevap arayacağız.
Türkiye’nin Batı Ülkeleriyle
Olan İlişkisi
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından itibaren Türk dış politikası
yönünü
Batı’ya
dönmüştür. Batı’ya yönelmenin
en önemli nedeni Türk halkı
üzerindeki Osmanlı ve Doğu
kültürü izlerini silmektir. Türkiye’nin Batı’ya dönük tek kutuplu ve edilgen dış politikası
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasına
kadar sürdü. Sovyetler Birliği’nin
yıkılmasından sonra Türkiye
aktif bir dış politika sergilemeye
başlamıştır.
Türkiye’nin AB’ne üyelik için
müzakere süreci, Türkiye – AB
ilişkilerinin temel oluşturmaktadır. TBMM’nden AB uyum yasalarının geçmesiyle bu süreç
hızlanmıştır. AB genişleyen ya-
pısıyla küresel bir güç olmak istiyorsa Türkiye ile uyumlu hareket ederek kendini çok dinliliğe
ve çok kültürlülüğe açmak durumundadır; çünkü Türkiye Avrasya bölgesinin yükselen bir
gücü ve AB’nin de üzerinde
emelleri olan Ortadağu’nun
merkez ülke adayı. Nitekim Türkiye ne coğrafi olarak ne de tarihi olarak Avrupa’dan ayrılabilir.
AB’nin eğer küresel çıkarları
varsa Türkiye’yi de bünyesine
dâhil etmelidir. Türkiye’nin AB
üyeliği AB’ne bu küresel çıkarlar
gerçekleştirme dinamiği kazandıracaktır.
1 mart 2003 tarihindeki tezkerenin reddi, Bush hükümetinin
Türkiye’yi hala Soğuk Savaş döneminin pasif oyuncusu olarak
görmesi Türkiye – ABD ilişkileri-
nin sekteye uğratsa da
Obama’nın ABD başkanı olmasıyla beraber bu ilişkiler düzelmeye başlamıştır. ABD’nın
Pkk’nın üst düzey yöneticilerini
uyuşturucu kaçakçısı olarak ilan
etmesi, Kuzey Irak’taki Pkk hareketliliğini istihbarat olarak Türkiye’ye
göndermesi
Türk-Amerikan ilişkilerindeki iyileşmeler olarak sayılabilir. ABD,
Avrasya’nın çok uzağında küresel bir güç ve Türkiye bu bölgede etkin olmak istiyorsa bu
bölgede küresel çıkarları bulunan ABD ile olan ilişkilerini geliştirmek durumundadır.
Türkiye’nin Bölge Ülkeleriyle
Olan ilişkileri
Türkiye’nin hem Avrupa hem
Ortadoğu hem Kafkasya hem
10
►
istiklâl
de Balkanlar’da toprağı bulunmaktadır. Kısacası Türkiye Avrasya bölgesinin merkezinde bir
ülkedir. Avrasya ve Ortadoğu
bölgesi Dünya enerji kaynaklarının büyük kısmını bünyesinde
barındırır. Türkiye’de bu enerji
kaynaklarının geçiş bölgesinde
olması hasebiyle stratejik bir ülkedir. Ayrıca yüz yıl öncesine
kadar halefi Osmanlı Devleti’nin
bölgeye adil bir şekilde hakim
olması, Türkiye’yi bölgede merkezi güç rolünü biçmektedir.
Türkiye-Arap ülkeleriyle olan
ilişkisi 1. Dünya Savaşında Arap
ülkelerinin milliyetçilik akımına
kapılarak Osmanlı’dan ayrıldığı
zamandan beri en iyi seviyeye
çıkmış durumda. Türkiye İslam
Konferansı Örgütü’ne ve Arap
ülkeleriyle olan ticaretini geliştirmeye daha fazla önem vermektedir. Türkiye – Suriye ilişkileri
sınırların kaldırılması seviyesine
geldi. İki ülke arasındaki vizeler
kalkmış durumda, Gaziantep ve
Halep arasındaki mesafe artık
Diplomat
daha yakın. Türkiye Irak’ın savaştan sonra yeniden yapılanmasında da büyük rol oynamak
istemektedir. Irak’taki bütünlüğün ve demokrasinin sağlanması için Irak’taki etnik gruplarla
görüşmeler yapmaktadır. Türkiye Kürt Bölgesel Yönetimi ile
Pkk kamplarının boşaltılması ve
Pkk’nın
silahsızlandırılması
noktasında anlaşmalar yapmıştır. Bu anlaşmalar Kürt açılmının
ilk çıktılarını oluşturmuştur. Türkiye Lübnan’daki Sünni – Şii
gruplar arasındaki gerginlikte,
Filistin – İsrail arasında arabulucu vazifesini yerine getirmektedir. Türkiye artık Arap ülkeleri
arasında sözü dinlenen bir ülke
haline gelmiştir.
Türkiye - İran ilişkilerinin temelini İran’nın nükleer programı ve
iki ülke arasındaki doğalgaz
alışverişi oluşturmaktadır. Türkiye, İran’ın nükleer programına
karşı çıkmamasının nedeni Türkiye’nin de nükleer enerjiyi kullanmak istemesidir. Ayrıca
Türkiye enerjisinin yüzde doksanını nükleer enerjiden karşılayan fakat İran’ın nükleer
programına karşı çıkan Fransa
gibi çelişkiye düşmek istememektedir. Türkiye, Gürcistan krizinde de Kafkasya İstikrar ve
İşbirliği platformunu kurarak
Kafkasya bölgesinde gerginliklerin sona ermesini istemektedir.
Gürcistan’la ekonomik işbirliği
hat safhaya ulaşmış durumdadır. Türkiye Batum havalanını
bir iç hat terminali olarak kullanmaktadır. BTC boru hattı ve
Kars-Tiflis demiryolu hattıyla
Gürcistan’la ilişkiler geliştirilmek
istenmektedir.
Türkiye – Ermenistan ilişkileri
de Ermeni diasporasına rağmen
“karşılıklı güven” haline gelmiştir. Ermenistan 1993’ten beri
kapalı olan sınırların açılmasını
istemekte, Türkiye’de Ermeni
soykırımının olmadığını savunmaktadır. İki ülke arasında İsviçre’de yürütülen gizli görüşmeler
sürecin erkenden bitmesini ön-
11
►
istiklâl
lemektedir Bu görüşmeler iç siyasi krizdeki ve demokrasi konusundaki
eksikliklerin
tartışıldığı Ermenistan’da iç politikada ivme kazandırmaktadır.
İki ülke arasındaki önemli bir
sorun da Dağlık Karabağ sorunudur. Rusya’nın bu soruna arabulucu olarak dahil olması
Türk-Ermeni ilişkilerinin bir ileri
safhaya geçmesini engelleyebilir. Türkiye Balkan topraklarında
ise yine arabulucu rolünü üstlenmektedir. Sırp – Boşnak ilişkilerinin düzelmesinde Türkiye,
arabulucu ülke konumunu almıştır.
Türkiye’nin ABD ile ilişkileri,
NATO üyeliği ve AB müzaker
süreci, Ortadoğu’yu, Kafkasya’yı, Balkanlar’ı ve Orta Asya’yı
ihmal edeceği anlamına gelmez; çünkü Türkiye coğrafi olarak çok boyutlu bir konuma
sahiptir. Artık Türkiye’nin sadece Batı’ya yönelik politikaları
yok, artık Türkiye tüm süreçlerde olmaya çalışmakta, hem
Diplomat
Doğu’yu hem de Batı’yı kapsayan bir dış politika yürütmektedir.
Kısacası
Türk
dış
politikasında eksen kayması
gerçekleşmiyor. Nitekim Davutoğlu’na göre eksen kaymasının
gerçekleştiğini savunanlar, Türkiye’nin merkez bir ülke olmasını ve bölgede aktif bir dış
politika sergilemesini istememektedir.
Davutoğlu’nun Sürece Katksı
Ahmet DAVUTOĞLU 3 Kasım
seçimlerine kadar uluslararası
ilişkiler bölümünde akademisyen olarak çalışmaktaydı; ancak
3 Kasım seçimlerinden sonra
Başbakanlık Başmüşavirliği ve
büyükelçi ünvanıyla dış politika
danışmanı olarak görev almaya
başlamıştır. Danışmanlık görevinin yoğunluğu yüzünden
2004 yılında tüm akademik görevlerine son verimiştir. 1 Mayıs
2009 tarihinde dış politikanın
perde arkasındayken Dışişleri
Bakanlığı görevini üstlenmiştir.
Davutoğlu, 1990’larda Türkiye’nin bölgesel güç olma politikasının teorisiyle uğraşırken,
2000’li yıllarda bu politkanın uygulamasıyla uğraşmaya başlamıştır. Davutoğlu, Türkiye’nin
bölgesinde sözü dinlenen bir
ülke haline gelmesinde ritmik
diplomasi yöntemi kullanarak
önemli bir rol oynamıştır. Davutoğlu Türkiye’yi on yıl sonra tüm
komşularıyla ekonomik entegrasyona geçmiş, kültürel açıdan
en yoğun ilişkileri kurmuş, AB
üyesi, NATO'daki etkin rolünün
yanı sıra onun kadar diğer uluslararası örgütlerde de, sadece
güvenlik değil ekonomide de,
mesela G-20'de çok etkin, dünyanın en büyük ilk on ekonomisi
içine girmiş bir ülke olarak görmektedir.
Kaynakça:
Ahmet DAVUTOĞLU,
Küresel Bunalım
Ahmet DAVUTOĞLU,
Stratejik Derinlik
12
Doğru Bildiğimiz Yanlışlar
Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır
Süleymaniye Vakfı Yayınları
Kur'ân'ı anlama metodu diyebileceğimiz tefsir usulünü gözden geçirdik ve gördük ki, muhkem,
müteşâbih, mesânî ve nesih gibi temel kavramlar, ilgili âyetlerden uzak bir biçimde tanımlanmışlar. Bu tespit bizim, Kur'ân'ı açıklama usulünü, Kur'ân'dan bulup çıkarmamızı sağladı.
Beyaz bir sayfa açmaya çalıştık. Bu sebeple kitap, baştan sona yeniliklerle doludur. Esas yenilik, her konunun Kur'ân-Sünnet bütünlüğü içinde ele alınmasıdır.
Kitaptaki başlıklardan bazıları;
Kur'an'da Dindarlık
Cennet'e Kimler Girer
Şirkle İman Arasında Kararsızlık
Kur'an'daki Meşiet ve İrade Kavramları
Ecelin Kısalması
Şefaat
Cuma Namazı (Türkiye'de Cuma Namazı Kılınır mı?)
Kadının Boşanma Hakkı
Kadınların Şahitliği
Kadınların Dövülmesi
Ceza Hukuku Prensipleri
Nesih ve Recm Cezası
Kur'an'ı Açıklamada Usul
Bahtsız Ömür
Acılarla geçen kapkaranlık bir ömür.
Oysa böyle mi olmalıydı?
Güneşin bir gün çepeçevre onu da saracağı,
Ilık ılık esen meltemin saçlarını okşayacağı,
Yatmadan ettiği duaların kabul olacağı,
Sımsıcak neşe dolu bir dünya istiyordu.
Gel zaman git zaman vakit geçti,
Ama ondan da çok şeyler alıp da geçti.
Oysa ne kadar istemişti Yavuzun ardında kılıç sallamayı,
Serhatlerde dolaşmayı, naralar atmayı.
Bir elinde kılıç, bir elinde kalkan,
Düşmanlara hep korku salan,
Yedi düveli titreten bir yiğit olsam,
Olsam da anamın eline oyle varsam.
Köyüme gelince ahaliyi toplasam,
Sonra da cenk hikâyeleri anlatsam,
Şah İsmail’den girip Memlük’ten çıksam,
Atam “Osman”’ın izinden gitsem ,
Dedem Korkutun sözünü tutsam.
Diye diye bir ömrü yedin be koca haydar,
Ne vardı nal sesleri kulağında çınlasa,
Toy akıncılar senden icazet alsa.
Ama olmadı be haydar,
Yatacak yerin yok be haydar,
Yok be haydar…
Hüseyin Bozkurt