solunum fonksiyon testlerinin tarihçesi
Transkript
solunum fonksiyon testlerinin tarihçesi
SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİNİN TARİHÇESİ Prof. Dr. Sevgi BARTU SARYAL GİRİŞ Solunum fizyolojisi ve yaşamsal bir organ olan akciğerin fonksiyonlarının ölçülmesi ilk çağlardan itibaren insanlığın ilgisini çekmiş ve adım adım ilerlenerek pek çok bilim adamının özverili çalışmasıyla günümüz bilgilerine ulaşılmıştır. Günümüzde ise moleküler biyoloji ve genetik bilimindeki gelişmeler sonucunda tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de solunum fizyolojisi geri plana itilmiştir. Oysa hastalık mekanizmalarının iyi aydınlatılabilmesi, moleküler biyoloji ile elde edilen verilerin akciğerin fonksiyonlarını ne şekilde etkilediğinin anlaşılabilmesi ve tedavinin doğru yönlendirilebilmesi için fizyoloji bilgileriyle birleştirilmesi gereklidir. Günümüzde solunum fonksiyon testlerinin ulaştığı düzeyi anlayabilmek ve doğru yorumda bulunabilmek için rutin uygulamada her gün kullandığımız, sıradan bulduğumuz parametrelerin nasıl geliştirildiğini, nasıl bir mantıkla ortaya konulduğunu, bunun için nasıl bir emek verildiğini bilmek gerekir. Özellikle solunum fonksiyonları alanında çalışmak isteyen genç bilim adamlarının her parametre için geçmişi iyi araştırmaları, konunun kökenine inebilmeleri önemlidir. Bu bölüm antik çağlardan itibaren insanların ilgisini çeken solunum sistemi fizyolojisi ve bu ilginin sonucunda gelişen solunum fonksiyonları biliminin tarihçesi konusunda kısa bir gezinti yapmayı amaçlamıştır. Solunum fizyolojisi ve solunum fonksiyonları gibi yoğun emek ve bilgi gerektiren ama göze çarpmayan bir alanda bilime büyük bir özveriyle katkıda bulunmuş yerli ve yabancı bilim adamlarına adanmıştır. ERKEN DÖNEM ARAŞTIRMALAR Solunum fizyolojisi ve fonksiyonları alanındaki ilk bilinen çalışmalar Antik Roma’nın en önemli hekimlerinden olan Bergama doğumlu Galen’e kadar dayanmaktadır (Resim 1). Galen diyaframın solunum kası olarak rolünü ortaya koymuş, frenik sinir, interkostal ve yardımcı solunum kaslarının fonksiyonlarını gös1 2 SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİNİN TARİHÇESİ termiştir. Diyafram fonksiyonlarını inceleyen Leonardo da Vinci (1452-1519) ise inspirasyon sırasında toraks kafesinin genişlemesini takiben akciğerlerin de tüm yönlerde genişlediğini gözlemlemiştir (1). Galen temiz havaya gereksinim olduğunu, bunun sol kalp ve arterlerdeki kanla etkileşime girdiğini saptamıştır. Pulmoner arterler ve venler arasında gözle görülür bir bağlantı olmaması nedeniyle kanın sağ ve sol kalp arasında geçiş gösterdiği kanısına varmış, akciğerler rolünü ise anlayamamıştır. Pulmoner dolaşımın rolü bir Arap hekimi olan İbn-el Nefis (1213-1288) ve İspanyol hekim Servetus (1511-1553) tarafından ortaya konmuş, bu araştırıcılar farklı zamanlarda kanın akciğerlerden pulmoner arter yoluyla pulmoner venlere geçtiğini göstermişlerdir. Harvey (1578-1657) akciğerlerde kan dolaşımı olduğunu, Malpighi (16281694) ise alveollerle kapillerlerin ilişkisini ortaya koymuşlardır (1,2). Ventilasyonun yaşam üzerine etkilerini araştıran Vesalius (1514-1564) solunumu durmuş bir köpeğin trakeasına bambu kamışı yerleştirdiğinde kalbin yeniden attığını gözlemlemiştir. Lower (1631-1691) akciğerlere hava dolduğunda kanın renginin açıldığını saptamış, bu çalışmalar gaz alışverişi konusundaki bilgilerin ilk adımını oluşturmuştur (1,2). Bu erken dönem gözlemleri solunum sistemi fonksiyonlarının doğru bir şekilde anlaşılması konusunda büyük önemi vardır ancak solunum fizyolojisi biliminin başlangıcı 1667 yılına dayanmaktadır. AKCİĞER VOLÜMLERİ Resim 1. Claudius Galen (MS. 129-201) Bir insanın tek bir solukla inhale edebildiği hava miktarı ilk defa Borelli tarafından 1679’da ölçülmüştür. Sonraki çalışmalarda tek solukla alınan hava miktarı oda havasında ortalama 200-300 mL bulunmuş, vücut ısısına göre düzeltme gerektiği 1788’de Goodwyn tarafından ortaya konulmuştur. Thackrah 1831’de kadınların akciğer volümlerinin erkeklerden daha az olduğunu, işçilerde toz inhalasyonunun volümleri azalttığını gözlemlemiştir (1,2). İngiliz kimyager ve fizikçi Humphrey Davy 1800’de kendi akciğer volümlerini ölçmüş, bir gazometre kullanarak vital kapasitesini 3110 mL, tidal SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİNİN TARİHÇESİ Resim 2. John Hutchinson (1811-1861) Resim 3. Hutchinson spirometresi 3 volümünü 210 mL bulmuş, hidrojen dilüsyon yöntemi ile de rezidüel volümünü 590-600 mL saptamıştır (1,3). Ancak modern anlamda spirometre ilk kez 1846’da İngiliz cerrah John Hutchinson (18111861) tarafından geliştirilmiştir (Resim 2). Hutchinson’un sulu spirometresi günümüzde kullanılan spirometrelere çok benzemektedir. Bu spirometreyle suyun içine batırılmış hacmi belirli bir çan aracılığıyla kişinin ekshale ettiği hava volümünü ölçmüştür. 1846’da bu spirometreyle Londra’da yaşayan kadın, erkek, farklı iş gruplarından çalışanlar ve hastaları kapsayan 2130 kişide vital kapasite ölçümü yapmıştır (4,5). Hutchinson spirometresi grafik kağıdına çizim yapamıyordu ve deneğin ya da testi yapan kişinin ekspirasyon sonunda sistemi bir valv ile kapatması gerekiyordu (Resim 3). Hutchinson vital kapasiteyi derin inspirasyondan sonra tam bir ekspirasyonla dışarı atılan hava volümü olarak tanımlamıştır ki bu tanımlama halen geçerlidir. Hutchinson vital kapasiteyi 4 bölüme ayırmıştı ve bu volümler için kullandığı terimler de günümüzdekine benzerdi: Tamamlayıcı (complemental) hava=inspiratuar rezerv volüm, solunum havası=tidal volüm, yedek (rezerv) hava=ekspiratuar rezerv volüm, rezidüel hava=rezidüel volüm (6). Hutchinson vital kapasite ile boy arasında lineer bir korelasyon olduğunu, yaşla ise azaldığını da saptayan ilk bilim adamı olmuştur. 4 SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİNİN TARİHÇESİ Wintrich kullanımı 1854’te Hutchinson spirometresinden daha kolay olan bir spirometre geliştirmiş ve 4000’in üzerinde test yapmıştır. Boy, vücut ağırlığı ve yaşın vital kapasiteyi etkilediği sonucuna varmıştır (Resim 4). Brodie TG ilk kez halen 1902’de kullanılan Fleisch spirometresinin öncüsü olan körüklü spirometreyi geliştirmiştir. 1904’de Tissot kapalı devre bir spirometre yapmıştır. Bir Fransız zoolog ve fizyolog olan Paul Bert 1868’de ilk kez total vücut pletismografını geliştirmiş, hayvanlarda kapalı bir pletismograf sisteminde yoğun araştırmalar gerçekleştirmiş, ancak insanlar üzerinde çalışma yapmamıştır (Resim 5). İnsanda vücut pletismografı ile akciğer volümlerinin ölçülmesi ilk kez 1956’da DuBois ve Comroe tarafından gerçekleştirilmiştir (7,8). Cerrah, değerli bir eğitici ve özellikle fizyoloji konusunda araştırmaları bulunan bilim adamı Julius Comroe pletismografın nasıl geliştirildiğini anılarında anlatmıştır (7) (Resim 6). Comroe eski Alman kaynaklarından esinlenerek kapalı bir kabin içinde akciğer volümlerini ölçmeyi düşünmüş, ilk denemeler başarısız olmuş ama 1956’da Arthur DuBois ile birlikte geliştirdikleri volüm pletismografında ilk kez torasik gaz volümünü ölçmüşlerdir (8). Comroe ve DuBois’nın çalışmalarını izleyen yıllarda Mead ve Van de Woestijne gibi araştırıcılar günümüzde tercih edilen basınç ve akım pletismograflarını geliştirmişlerdir (9,10). Resim 4. Wintrich spirometresi SOLUNUM MEKANİĞİ Akciğerlerin ve göğüs kafesinin elastik özelliklerine ilişkin araştırmalar 20. yüzyıla kadar pek belirgin değildir. İlk kez Donders 1853’te ekspirasyonun akciğerlerin elastik recoil gücü etkisiyle meydana geldiğini ortaya koymuştur. Ancak 20 yüzyılın başlarında bu gözlem geliştirilmiştir. 1915’te Rohrer solunum kaslarının oluşturduğu güç ile hava akım hızları arasında bir ilişki olduğunu göstermiştir. 1812’de Laplace yüzey gerilimi ile ilgili kanunu yayınlamış olmakla birlikte alve- SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİNİN TARİHÇESİ Resim 5. Total vücut pletismografı 5 oler yüzey geriliminin akciğerlerin elastik güçleri üzerindeki etkilerinin belirlenmesi ancak 1950’lerde olmuştur. Avery ve Mead 1959’da sürfaktanın fizyolojik ve kimyasal özelliklerini saptamışlardır. Bu yıllarda akciğerin viskoelastik özelliklerini aydınlatan pek çok araştırma yayınlanmıştır (1,2). Milic-Emili ve Mead 1964’te plevra basıncını özofagus balon kateteriyle ölçmüşlerdir (11). Ekspirasyon havası volümünü zamanla ilişkilendiren zorlu vital kapasite ölçümü ilk kez 1919’da Strohl tarafından gerçekleştirilmiştir. 1932’de Jansen, Knipping ve Stromberger dinamik bir parametre olan maksimum solunum kapasitesini (MBC) zorlu vital kapasiteden hesaplamışlardır. 1933’te ise Hermannsen maksimal istemli ventilasyonu (MVV) ölçmüştür (1,2). Birinci saniyede atılan zorlu ekspirasyon volümünü (FEV1) solunum fonksiyonları alanına katan bilim adamı ise 1948’de bu ölçümü yapan Fransız farmakolog Robert Tiffeneau’dur. FEV1 zor bir manevra olan maksimum solunum kapasitesinin yerini alması amacıyla geliştirilmiştir. Tiffeneau geliştirdiği bu parametreye Fransızca olarak CPUE (capacité pulmonaire utilisable á l’effort) Resim 6. Julius Comroe (1911-1984) adını vermiş, 1954’de Paris’te Saint-Antoine Hastanesinde yapılan bir toplantıda bu parametrenin adı VEMS (volume ekspiratoire maximum seconde - ilk saniyede zorlu ekspirasyon volümü) olarak değiştirilmiş ve VEMS/CVx100 oranı (Tiffeneau indeksi) da önerilmiştir. 1957’de ise İngiliz Toraks Cemiyeti (BTS) Anglosakson dilinde bu parametreye FEV1 adını vermiştir. Halen birinci saniye zorlu ekspirasyon volümü Fransızca’da 6 SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİNİN TARİHÇESİ VEMS, İngilizce’de FEV1 olarak anılmaya devam etmektedir. Tiffeneau 1957’de yayınladığı bir monografta FEV1 mutlak değerinin ventilatuar defektin düzeyi konusunda bilgi verdiğini, FEV1/VC oranının ise ventilatuar defektin tipini ortaya koyduğunu vurgulamıştır (12). FEV1 parametresinin tanımlandığı yıllardan sonra zamanla ilişkilendirilmiş volümlerin yani dinamik parametrelerin önemi kabul edilmiş ve sağlıklı bireylerde normal değerlerin belirlenmesi için pek çok çalışma yapılmıştır. Nitekim günümüzde en iyi standardize edilmiş dinamik akım hızı olarak KOAH ve astım kılavuzlarında yaygın olarak kullanılmaktadır. Havayolu rezistansı konusundaki ilk ciddi araştırma 1916’da Rohrer’in kadavrada aerodinamik prensipleri kullanarak havayolları çapını ölçmesidir. Bu çalışmayı izleyen on yılda Poiseuille kanunu laminer akıma uyarlanmış, rezistans için formüller geliştirilmiştir. Ancak havayolu rezistansı modern anlamda ilk kez vücut pletismografıyla 1956’da DuBois ve Comroe tarafından ölçülmüştür (13). PEF metre ilk kez 1959’de Wright ve McKerrow tarafından geliştirilmiştir. Akımvolüm halkası Fry ve Hyatt tarafından 1960’da ortaya konulmuştur. DİFÜZYON KAPASİTESİ Alveolokapiller membrandan gaz alışverişinin meydana geldiğini ilk kez tanınmış fizyolog Christian Borg 1891’de ortaya koymuştur. Ancak oksijen basıncının bazen alveol havasından daha yüksek olduğu gözlemi Bohr’u yanılgıya düşürmüş, oksijenin alveol hücrelerinden salgılandığı sonucuna varmış, bu bulgusu Haldane ve Smith tarafından da desteklenmiştir. 1909’da Bohr’un asistanı olan August Krogh ve eşi Marie Krogh ise bu görüşe karşı çıkmışlar, difüzyonun pasif bir hareket olduğunu ve alveoler oksijen basıncının daima arteriyel oksijen basıncından yüksek olduğunu göstermişlerdir (Resim 7). Bu çalışmalar August Krogh’a 1920’de Nobel ödülünü getirmiştir. Karbonmonoksit difüzyon kapasitesinin ölçülmesinde yaygın olarak kullanılan tek soluk yöntemi 1915’te Marie Krogh tarafından geliştirilmiş, 1954’te Comroe’nun yol göstericiliğinde Forster ve Fowler tarafından günümüzdeki haline getirilmiştir (1,14). Karbonmonoksitin difüzyon özellikleri konusundaki bilgiler 1957’de Roughton ve Forster tarafından daha da Resim 7. August Krogh, Marie Krogh SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİNİN TARİHÇESİ 7 geliştirilmiştir. Gaz alışverişinin anatomik temeli ise Weibel tarafından ortaya konulmuştur (1963) (1). SOLUNUM KONTROLÜ Legallois (1812) ve Flourens (1824) medulla oblongatada bulunan küçük bir alanda lezyon olduğunda solunumun durduğunu saptamışlardır. 1923’te Lumsden beyin sapının solunum üzerindeki etkilerini araştıran seri çalışmalar yapmış, apnöstik ve pnömotaksik merkezlerin yerlerini ve fonksiyonlarını saptamıştır. Hering ve Breuer 1868’de akciğerler genişlediğinde inspirasyonun sonlanıp ekspirasyonun tetiklendiğini, akciğer volümleri azaldığında ise ekspirasyonun sonlanıp inspirasyonun başlatıldığını gözlemlemişlerdir. Bu araştırıcılar inflasyonun mekanik olarak akciğerlerdeki sinir uçlarını uyararak vagus aracılığıyla inspirasyon üzerine inhibitör etki yaptığını göstermişlerdir. Solunum üzerine kimyasal stimulusların etkisi yüz yıldır bilinmektedir. Özellikle karbondioksit solunuma etkisi konusunda 19. yüzyılda çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Ancak güncel bilgiler açısından bu alanda en fazla katkı Haldane’e (1905) aittir. Haldane ventilasyonun alveoler karbondioksit basıncını sabit tutabilmek için ayarlanabildiğini göstermiştir. Haldane ve arkadaşları deneylerinde kendi geliştirdikleri Haldane gaz analizörü ve alveoler gaz örnekleyicisini kullanmışlardır. 1911’de Winterstein solunum kontrolunda kandaki hidrojen iyonu konsantrasyonunun rolü olduğunu ortaya koymuştur. 50’li yıllarda hiperkapni ve hipokseminin ve oksijen inhalasyonunun ventilasyon üzerine etkileri üzerinde çalışmalar yoğunlaşmıştır (1,2). EGZERSİZ TESTLERİ Antik dönemden itibaren egzersiz konusunda incelemeler yapılmıştır. Egzersizin sağlık için önemini vurgulayan ilk kişi Hipokrat (MÖ 460-370) olmuştur. Hipokrat doğru beslenme ve yeterli düzeyde egzersiz yapmanın sağlıklı kalmak için gerekli olduğunu bildirmiştir. Galen ise solunumu değiştirmeyen hareketlerin egzersiz olarak kabul edilemeyeceğini söylemiştir. Speck 1883'de Ergostat adını verdiği bir cihazla ilk egzersiz çalışmalarını yapmış, Bounty 1896’da ilk kez bisiklet ergometresi kullanmıştır. WO Atwater (1844-1907) bisiklet ergometresiyle egzersiz metabolizması konusunda çalışmalar yapmıştır. HW Knipping 1929’da ergospirometri için standardize bir metod geliştirmiştir. Ancak modern anlamda yeterli bir ergospirometrenin geliştirilmesi 1950’li yıllara dayanmaktadır. Progresif bisiklet testi Borg ve Dahlstrom tarafından 1962’de tanımlanmıştır. Treadmil ise ilk kez 1800’lerde çiftliklerde kullanılan hayvanların gücünden daha fazla yararlanmak amacıyla geliştirilmiştir. Yine aynı dönemde hapisteki mahkumların daha disiplinli çalışmaları ve tahıl öğütülmesi için treadmil kullanılmıştır. 1952’de Washington Üniversitesi’nde Wayne Quinton ve Dr. Robert Bruce tıp alanında kullanılan ilk treadmili geliştirmişlerdir. 8 SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİNİN TARİHÇESİ Bu cihaz kardiovasküler sistem ve akciğer hastalıklarının tanısında kullanılmıştır. Bu araştırıcılar halen de kullanılabilen standart egzersiz protokolunu da geliştirmişlerdir (15,16). Bilgisayarın sistemlere eklenmesinden sonra kardiopulmoner egzersiz testleri konusundaki ilerlemeler de hızlanmıştır. GÜNCEL GELİŞMELER Solunum fonksiyon testleri için önemli bir dönüm noktası yapılan testlerin standardize edilmesine yönelik çalışmalardır. Kullanılan spirometrelerin teknik özellikleri, kalibrasyon, uygulanan yöntemler konusunda ayrıntılı önerilere yer veren bu standardizasyon raporları dünyanın her yerinde aynı yöntemle objektif testlerin yapılabilmesini olanaklı kılmıştır. İlk olarak 1979’da Amerikan Toraks Cemiyeti’nin (ATS) yayınladığı spirometri standardizasyon raporundan sonra 1983’de Avrupa Kömür ve Çelik Komitesi’nin raporu yayınlanmıştır. Aralıklı olarak yenilenen standardizasyon raporlarını takiben son olarak 2005'de ATS ve ERS işbirliği ile spirometri, akciğer volümleri ve tek soluk karbonmonoksit difüzyon testi için ayrıntılı raporlar yayınlanmış bulunmaktadır (17-22). Günümüzde solunum fonksiyon testleri klinikte hastalıkların değerlendirilmesinde, meslek hastalıkları alanında ve epidemiyolojik çalışmalarda yaygın olarak kullanılmaktadır. Ancak bu alanda arayışlar tamamlanmış değildir. Özellikle genetik bilimi ve moleküler biyolojinin giderek gelişmesi solunum fonksiyonları ve solunum fizyolojisi bilimlerinin de katkısını gerektirmektedir. Gelişen teknoloji çerçevesinde solunum fonksiyonlarının farklı alanlarında yenilik arayışı ve gelişmeler de sürmektedir. Egzersiz sırasında elde edilen tidal akım-volüm halkasının ventilatuar kısıtlanmaya etkisi, ekspiratuar hava akım akım kısıtlanmasının belirlenmesinde negatif ekspiratuar basıncın (NEP) yeri, ekspirasyon havasında nitrik oksit (NO) ve diğer parametrelerin ölçünü ve moleküler biyolojiyle uyumlu yöntemler, havayolu rezistansının değerlendirilmesinde zorlu ossilometrik yöntemlerin kullanılması gibi konularda araştırmalar sürdürülmektedir. KAYNAKLAR 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. Cotes JE, Chinn DJ, Miller MR. Lung Function. 6th E. Blackwell Publishing, Massachusetts, USA. 2006. Fishman AO. Milestones in the History of Pulmonary Medicine. In: Fishman’s Pulmonary Diseases and Disorders. Fishman AP, Elias JA, Fishman JA, Grippi MA, Kaiser LR, Senior RM (eds). 3rd Ed. McGraw Hill Company, NewYork, USA, 1998: 3-17. Sprigge JS. Sir Humphrey Davy; his researches in respiratory physiology and his debt to Antoine Lavosier. Anaesthesia 2002; 57: 357-64. Spriggs EA, Gandevia, Bishop PJ. John Hutchinson. Inventor of the spirometer. Proc Roy Soc Med 1976; 69: 450. Petty TL. John Hutchinson’s mysterious machine revisited. Chest 2002; 121: 219-23. Spriggs EA. John Hutchinson. The inventor of the spirometer: His north country background, life in London, and scientific achievement. Med Hist 1977; 21: 357-64. Comroe JH. Retrospectroscope: man-cans. Am Rev Respir Dis 1977; 116; 945-50. SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİNİN TARİHÇESİ 9 8. DuBois AB, Botelho SY, Bedell GN, et al. A rapid plethysmographic method for measuring thoracic gas volume: a comparison with a nitrogen washout method for measuring functional residual capacity in normal subjects. J Clin Invest 1956; 35: 322-6. 9. Mead J. Volume displacement body plethysmograph for respiratory measurements in human subjects. J Appl Physiol 1960; 15: 736-40. 10. Stanescu D, DeSutter P, Van de Woestijne K. Pressure-corrected flow body plethysmograph. Am Rev Respir Dis 1972; 105: 304-5. 11. Milic-Emili J, Mead J, Turner JM, Glauser EM. Improving technique for estimating pleural pressure from esophageal balloons. J Appl Physiol 1964; 19: 207-11. 12. Yernault JC. The birth and development of the forced expiratory manoeuvre: a tribute tu Robert Tiffeneau (1910-1961). Eur Respir Dis 1997; 10: 2704-10. 13. DuBois AB, Botelho SY, Comroe JH. A new method for measuring airway resistance in man using a body plethysmograph: values in normal subjects and in patients with respiratory disease. J Clin Invest 1956; 35: 327-35. 14. Hughes JM, Bates DV. Historical review: the carbon monoxide diffusing capacity (DLCO) and its mebrane (DM) and red cell (Theta.Vc) components. Respir Physiol Neurobiol 2003; 138: 115-42. 15. Hollmann, Wildor, Prinz, Johann Peter. Ergospirometry and its history. Sports Med 1997; 23: 93-105. 16. Hollmann W, Prinz JP. The history and clinical importance of cardiopulmonary assessment of working fitness with special reference to spiroergometry. Z Kardiol 1994; 83: 247-57. 17. Quanjer P H. ed. Standardized lung function testing. Report Working Party Standardization of Lung Function Tests. European Community for Coal and Steel. Bull Eur Physiopathol Respir 1983; 19(Suppl 5)1-95. 18. Miller MR, Crapo R, Hankinson J, et al. General considerations for lung function testing. Eur Respir J 2005; 26: 153-61. 19. Miller MR, Hankinson J, Brusasco V, et al. Standardisation of spirometry. Eur Respir J 2005; 26: 319-38. 20. Wanger J, Clausen JL, Coates A, et al. Standardisation of the measurement of lung volumes. Eur Respir J 2005; 26: 511-22. 21. MacIntyre N, Crapo RO, Viegi G, et al. Standardisation of the single-breath determination of carbon monoxide uptake in the lung. Eur Respir J 2005; 26: 720-35. 22. Pellegrino R, Viegi G, Brusasco V, et al. Interpretative strategies for lung function tests. Eur Respir J 2005; 26: 948-68. 23. Johnson BD, Kenneth CB, Zeballos RJ, Weisman IM. Advances in pulmonary laboratory testing. Chest 1999; 116: 1377-87. BÖLÜM I SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ TEKNİK EKİPMAN VE LABORATUVAR Doç. Dr. Fadıl ÖZYENER Çok uzun bir tarihi olan akciğer hacim ve işlevlerini belirleme çabaları temel fizyoloji çalışmaları ile başlamıştır (1). Son yarım yüzyılda başta solunum hastalıkları olmak üzere pek çok klinik değerlendirmede yaygın olarak akciğer hacim ve işlevleri saptanarak tanı, tedavi ve izleme kararlarının belirlenmesinde dikkate alınmaktadır (2). Bu işlemlerin gerçekleştirilmesinde spirometre, vücut pletismografisi, akım ölçer ve gaz analizörü gibi araçlar kullanılır. STANDARDİZASYON Solunum sistemi işlevlerini ölçmede kullanılan cihazların sunduğu verilerin ulusal ve uluslarası alanda karşılaştırılabilmesi için temel noktalarda standardize edilmesi gereği açıktır. Bu ihtiyaca cevap vermek üzere öncelikle 1970’li yıllardan başlayarak Amerikan Toraks Derneği (American Thoracic Society, ATS) ve daha sonra da Avrupa Solunum Derneği (European Respiratory Society, ERS) solunum işlevlerinin standardizasyonu için önerilerde bulunmuştur. Her iki dernek son yıllarda raporlarını ortak sunarak bir eylem birliği içine de girmişlerdir. Dahası, bu raporların birçok cihaz üreticisi tarafından “temel göstergeler” olarak benimsenmesi klinik ve laboratuvar uygulama ve sorumlularına ciddi kolaylık sağlamaktadır. Öyle ki, hemen her disiplinden solunum alanında çalışan ulusal ve uluslararası dernekler, uygulama ve yorumlamada söylem ve yaklaşım birliği için laboratuvarlara cihaz, araç ve gereç alımında ATS/ERS kıstaslarının göz önüne alınmasını tavsiye etmektedirler. Temel Tanımlar Solunum laboratuvarlarında ölçülen değişkenlerin güvenle kullanılabilmesi için cihazların bazı özelliklere sahip olması gerekir. Bunlar doğruluk, tekrarlanabilirlik, üretilebilirlik, ölçüm aralığı ve rezülosyon şeklinde sıralanabilir (3). Doğruluk (“accuracy”), cihazın ölçtüğü değer ile bilinen gerçek (referans) değer arasında uyum olmasıdır. Çevre koşulları, sistemin doğrusallığı ve kalibrasyon gibi bir dizi değişkenden etkilenir. 13 14 TEKNİK EKİPMAN VE LABORATUVAR Tekrarlanabilirlik (“repeatability, precision”) ise cihazın her izleyen ölçümde aynı değeri -hatalı bile olsa- vermesidir. Belli bir zamanda koşulların değişmediği süreçte bu özellik geçerlidir - aynı teknisyen, aynı yöntem, aynı fiziki laboratuvar ortamı gibi. Üretilebilirlik (“reproducibility”) ise cihazın değişik teknisyen, farklı laboratuvar ortamı gibi farklı koşullarda birbirine yakın, kabul edilir sınırlar içinde sonuç vermesidir. Örneğin bir hastaya çok kez test uygulandığında veya bir ilacın etkisini belli zaman araları ile takip etmede bu özellik önemlidir. Cihazın ölçüm aralığı üretici firmanın belirlediği ilgili parametredeki değişikliğin ölçülebileceği en alt ve en üst sınırdır. Rezolüsyon ise bir parametrede ölçülebilen en küçük değişikliktir. Cihazlarda bu tanımların teknik özellikleri üretici/satıcı firmalarca açık bir şekilde belirtilmiş olmadır. Kullanıcı da (hekim/teknisyen) firmanın yakın işbirliği ile bu özelliklerin cihazın kullanım ömrü boyunca güvenilir sınırlar içinde kalmasından sorumludur. Bir başka ifadeyle; bir solunum fonksiyonu laboratuvarı sonuçlarının tutarlı olması için cihazların kalite kontrol ve/veya kalibrasyonu öngörülen aralarla düzenli yapılmalıdır. Bu bölümde verilen teknik detaylar temel ölçümler içindir. Akademik araştırmalar, epidemiyolojik çalışmalar, çok uzun dönemli gözlemler için daha duyarlı teknik özellikler gerekebilir. Standart Akciğer Hacim Ölçümleri Spirometreler: Akciğerlerin kullandığı veya var olan hava hacim, akım ve kapasitelerinin belirlenmesinde esas olan bu cihazlar hacim ölçer veya akıma duyarlı olmak üzere iki çeşittir. Son yıllarda bilgisayar destekli akıma duyarlı spirometre çeşitleri kulanım kolaylığı dolayısıyla yoğun şekilde tercih edilmektedir (1-5). Hacim spirometreleri: Değişen akciğer hacmini doğrudan ölçen spirometreler ilk geliştirilen cihazlardır. Sulu, kuru ve körüklü spirometreler olarak üçe ayrılır. Sulu spirometreler altın standart olarak kabul edilmektedir. Yaygın olarak ilk kullanıma sunulan bu cihazlar iç içe geçmiş üç silindirden olusur. Olumlu yönleri ucuz olması, kullanış kolaylığı ve yüksek doğruluk oranı iken; sistemdeki kaçak oranın yüksek olabilmesi, fiziki büyüklüğü ve taşınabilir olmaması olumsuz yönleridir. Körüklü tip spirometrelerde ise hava akordeona benzer bir körük içinde toplanır. Sadece ekspirasyon veya her iki solunum şeklini de ölçen tipleri vardır. Günümüzde bilgisayar aracılığıyla çalışan tipleri kullanılmaktadır. Kuru silindirli spirometrelerde ana düzenek bir silindir içinde yatay veya dikey yerleştirilmiş ve sürtünmesi sıfıra indirgenmiş bir pistondur. Solunumla değişen hava hacmine göre pistonun hareketleri saptanarak 10-12 lt’ye kadar ölçüm yapılabilir. TEKNİK EKİPMAN VE LABORATUVAR 15 Akım spirometreleri: Bilgisayar cihazlarının ve ilgili yazılımların gelişmesi, küçük ve taşınabilir olmaları bu çeşit cihazların çok yaygınlaşmasını sağlamıştır. Akımı doğrudan ölçen bu cihazlar içlerinden geçen hava akımının zaman ile çarpımından hacmini hesaplarlar. En çok kullanılan dört değişik yöntem aşağıdaki gibidir: Türbin pnömotakograf (respirometre): Bu cihazda içinden geçen havanın döndürdüğü bir türbin/pervane vardır. Birçok dişliye seri olarak bağlanmış türbinin hava akımı arttıkça çoğalan dönüş sayısı bir elektronik sayaç tarafından sayılarak geçen akımdan hava hacimleri hesaplanır. Ancak 3 lt.dak-1’dan düşük ve 300 lt.dak-1’ dan yüksek akım hızlarına yeterince duyarlı değildir. Basınç farkına duyarlı pnömotakograf: Bu tip cihazlarda kişinin fark etmeyecegi kadar az sabit rezistansı olan bir tüp bulunmaktadır. Akım ne kadar fazla olursa akım tarafındaki basınç rezistansın diğer tarafındaki basınçtan o kadar daha yüksek olur. Bilgisayar aracılığı ile alınan sinyallerden akım ve hacim hesaplamaları yapılır. Isıya duyarlı (tel) pnömotakograf: Bir tüpün merkezindeki telin içinden geçen havanın soğutucu etkisinden faydalanarak hacmin hesaplanması esasına dayanır. Genellikle platin tel kullanılır ve elektrik enerjisi ile ısıtılarak özel bir ısıda tutulur. Ancak ısıtılmış telin epey kırılgan olması nedeniyle cihazın hareket ettirilmesiyle kolaylıkla arızalanması kullanımı zorlaştırır. Pitot tüplü pnömotakograf: Pitot tüpü yerel olarak belli bir noktadaki akımın hızını ölçer. Bu ilkeye dayanarak çalışan spirometrelerde akım, birbirine seri bağlanmış küçük tüplerin birleştirildiği bir basınç-ölçer yardımıyla ölçülür. Düşük akım hızlarına duyarlı değildir. Spirometrede Temel Özellikler Kliniklerde sıklıkla kullanılan FVC, FEV1, vd değişkenleri ölçmek için bir cihazın sahip olması gereken temel teknik özellikler vardır. ATS ve ERS raporlarına göre bir solunum işlevleri laboratuvarında kullanılacak spirometre hangi tipte olursa olsun en azından 15 sn süre sürekli hacim ölçümü yapabilmelidir (vital ve inspiratuvar kapasite ölçümleri için ≥30 sn). Bu ölçümde toplayabileceği hacim miktarı en az 8 lt veya fazla, duyarlı olduğu akım hızı en azından 0 ile 14 lt.s-1 arasında olmalıdır. Bu rakamlar normal vücut sıcaklığı, mevcut çevre basıncı ve su buharı ile doymuş (BTPS) hava hacimleri içindir. Cihazın doğruluk değeri her ölçümde ± %3 veya ± 0.050 lt sınırları içinde olmalıdır (6). En yüksek hava akım hızında, toplam direncin 1.5 cmH2O.lt-1.s-1 (veya 0.15 kPa. lt-1.s-1) altında olması tavsiye edilir. Toplam direnç hesaplanmasında kişinin ağzı ile spirometre arasındaki her türlü araç-gereç (kapak, filtre, vd) dikkate alınmalıdır. Akım-hacim eğrisi Akım-hava eğrisi izlenir veya yazdırılırken ekspirasyon akımı yukarı, ekspirasyon hacmi sağa doğru yazdırılmalı ve akım (lt.s-1) ile hava (lt) arasındaki 2:1 oranı 16 TEKNİK EKİPMAN VE LABORATUVAR korunmalıdır. Örneğin; ekranda izlenirken veya çıktı alınırken akım ekseni 0-10 lt.s-1 ise hacim ekseni 0 - 5 It arası olmalıdır (6). Maksimum volunter ventilasyon (MVV) Maksimum volunter ventilasyonu ölçmek için gereken spirometre 12 lt.s-1 akım hızlarına kadar 0 ile ≥4 Hz arasında düz ampitüd -frekans yanıtına (± %10) sahip olmalıdır. En az 12 en fazla 15 sn süre (± %3) ile kayıt yapılmalıdır. MVV ölçümü için doğruluk derecesi ± %10 veya ± 15 lt.dk-1 kabul edilir. Laboratuvarın yapılandırılmasında ve kullanılacak spirometrenin seçilmesinde teknik özelliklerin yanı sıra testleri uygulayacak olan kişilerin bilgi ve beceri düzeyleri ile bilgisayar kullanım deneyimleri çok önemlidir. Günlük yapılması planlanan test sayısı, solunum parametrelerden hangilerinin daha sık kullanılacağı ve ne çabuklukla sonuç/rapor verilebileceği, sistemin taşınabilirliği ve üretici/ satıcı firmaların teknik destek yetenekleri bir solunum laboratuvarının düzenli ve verimli işlemesi için dikkate alınması gereken diğer unsurlar arasındadır (3). Bu kapsamda spirometrik uygulamalardan azami yararı sağlamak için ERS/ATS tarafından tavsiye edilen standardizasyon algoritması Şekil 1’de sunulmuştır (6). Pik Ekspirasyon Akımını Ölçme Tepe/Pik ekspirasyon akımı (Peak Expiratory Flow, PEF) tanımı itibari ile akım ölçer bir cihaz tarafından belirlenmelidir. Bu tip cihazlar en azından 15 Hz (± %5) düz frekans sıklığına sahip, doğruluk sınırları ± %10 veya ± 0.3 lt.s-1 (20 lt.dk-1), tekrarlanabilirlik değeri <%5 veya 0.150 lt.s-1(10 lt.dk-1) ve üretilebilirlik ise <%10 veya 0.300 lt.s-1 (20 lt.dk-1) olmalıdır. Cihazın ortalama akıma direnci 2.5 cmH2O.It-1.s-1 veya 0.25 kPa.It-1.s-1 altında beklenir (6). Bu rakam veya üstünde bir dirence sahip cihaz ile PEF’in ölçülmesi normal değerleri olduğundan en az %8-10 düşük gösterebilir (7). Difüzyon Kapasitesi Ölçümü Akciğerlerde gazların solunum zarından geçme yeteneği yapısal ve işlevsel özelliklerce belirlenir. Difüzyon kapasitesi olarak da tanımlanabilen bu özelliğin ölçülmesinde hemoglobine ilgisi oksijenden 200 kat kadar fazla olan CO gösterge gaz olarak tercih edilmektedir (2,8). Karbonmonoksitin akciğerlerde difüzyon kapasitesi (DLCO) STPD koşullarında her bir dakikada ve bir mmHg basınç farkı altında mL cinsinden CO alım hızı olarak tanımlanarak “mL.dk-1.mmHg-1” olarak ifade edilir. Tarihsel olarak önce ATS tarafından tanımlanan bu ölçüme, ERS tarafından pulmoner perfüzyon gibi işlevsel özellikler de dikkate alınarak taşıma faktörü (TLCO) adı verilmiş ve birim olarak “mmol.dk-1.kPa-1” tercih edilmiştir (8). Ölçüm sistemi içersindeki cihazlar klinik veya laboratuvarına göre değişkenlik gösterse de temel cihazlar aynıdır: bir test gazı kaynağı ventilasyon ölçümü için uygun bir spirometre ve gaz analizörü. TEKNİK EKİPMAN VE LABORATUVAR 17 Cihaz performans kıstasları Cihazın doğrulanması Kalite kontrol Denek hasta manevraları Ölçüm işlemleri Kabullenebilirlik Tekrarlanabilme Referans değerler/yorumlama Klinik değerlendirme Kalite değerlendirmesi Teknisyene geri bildirim Şekil 1. Spirometre kullanımında standardizasyon kontrolü akış şeması Kullanılacak spirometre veya pnömotokagrafların yukarıda verilen standart ATSERS çalışma ilkelerine uygun olması yeterlidir. Gaz-analizörün 0’a ayarlanması çok önemlidir. Bu sağlandıktan sonra bilinen test gazı dilüsyonları ile yapılan ölçümlerde doğrusallıktan sapma %0.5’in altında olmalıdır. Örneğin test gazı olarak %0.300 CO kullanıldığında dilue gaz örneklerinde maksimum hata % ± 0.0015’ten fazla olmamalıdır (8). Test sırasında yapılan ölçümlerin güvenilirliği için analizör sıfır seviyesinde ve amplitüd kazanımlarında yapılan ölçümler tekrarlandığında minimum sapma göstermelidir. Gaz-analizörün stabilitesi CO için ± %0.001 ve iz gazların tamölçek okunmasında ± %0.5 olmalıdır (8). Üreticilerin cihazın kalite kontrolünün yapılabilmesi için bu ölçümlerle ilgili değerleri sağlaması gerekir. Ortamdaki CO2 veya H2O analizörün ölçümlerine olumsuz etki yapabilir. Bu etkiye karşı üretici firma yardımıyla gerekli önlemler alınmalıdır. Sistemin direnci 6 lt.s-1’lik akımda <1.5 cmH2O.lt-1.s-1 olmalıdır. Zaman ölçümünde saniyenin %1’ne (10 snde 100 ms) kadar duyarlı kronometre kullanılmalıdır. Eğer otomatik olarak cihaz tarafından hesaplanıyorsa nefes tutma zamanının doğruluğu belgelenmelidir. Toplam ölü boşluk hacmi (kapaklar, filtre ve ağızlık dahil) mutlaka dikkate alınmalı ve <0.350 mL olmalıdır (2,8). Sistemde 18 TEKNİK EKİPMAN VE LABORATUVAR sızıntı olmadığından emin olmak gereklidir. En ufak kaçak giriş ölçülen değerlerde kolaylıkla yanlışlıklara yol açacağından bu çok önemlidir. Statik Akciğer Hacimlerini Ölçüm Yöntemleri Helyum dilüsyon yöntemi Bu yöntemde kullanılacak gazlar oda havası veya oda havası ile O2 karışımı ve helyumdur. Ölçümden önce sistem içinde yer alan gaz karışımında ~%10 helyum ölçülecek şekilde sisteme %100 helyum ilave edilmelidir. Sistemin karıştırıcı haznesi tüm solunum devresi içindeki gazı karıştımayı ekshalasyon sonrası en geç 8 sn içinde bitirmelidir. Sıklıkla, yeterli helyum karışımları elde edildiğinden emin olmak için solunum devrelerinde ~50 lt/dk-1’lık akım hızları kullanılır (9). Termal iletken tip helyum analizörü en sık kullanılandır (2). Ölçüm aralığı ~%010% arası, rezolusyonu tüm aralıkta ≤%0.01%, helyum düzeyindeki %2 ani değişikliğe 15 sn den kısa sürede %95 yanıt olmalıdır. Cihaz 10 dk'ya kadar ölçüm döneminde ≤%0.02 sapma gösterebilir (9). O2 düzeyinin tüketim dolayısıyla önemli oranda değişebildiği bir sistem kullanılıyorsa, helyum analizörü olası tüm O2 seviyelerine karşı kalibre edilmelidir. Termal iletken analizörler ısı değişmelerine duyarlı olduklarından cihaza giren gazın ısısının kalibrasyonda kullanılan ile aynı olmasına dikkat edilmelidir (2,9). Helyum analizörleri cihaz içindeki basınç ve neme göre (ATPS) akciğer hacimlerini belirlerler. Bu nedenle hacimleri BTPS koşullarına göre düzeltmek için cihazın solunum devrelerindeki ısı ve basınç ölçülerek hesaba katılmalıdır. Cihazın ısı sensoru 12-30°C arasında 0.5°C’tan daha iyi bir doğruluk değerine sahip olmalı ve devrelerdeki ısıda 5°C’a varan değişikliğe 30 sn'den kısa sürede %90 yanıt vermelidir. Solunum kapakları ve ağızlığın toplam ölü boşluk hacmi <100 mL olmalı ve sterilizasyon için kolaylıkla parçalara ayrılabilmelidir (5,9). Nitrojen arınma (“wash-out”) yöntemi Nitrojen analizörleri bütün ölçüm aralığında (%0-80%) ≤%0.2 hata payı ile doğrusal olmalıdır. Rezolusyonu ≤%0.01, N2 düzeyinde %10’luk ani bir değişikliğe 60 ms’den kısa sürede %95 oranında yanıt vermelidir (9). Bu teknik özellikler cihazın kalite kontrol belgesinde üretici firma tarafından onaylanmalıdır. Sistem saniyede akım ve kanal başına 40 örnek ve N2 uyarısı alma kapasitesinde olmalı, ekshale edilen N2 miktarını gerekli düzeltmeleri yaparak en az her 25 ms'de hesaplamalıdır (10). Gereken spirometrenin standart ATS/ERS çalışma ilkelerine uygun olması, hatta 0-6 lt.s-1 akım hızı ölçüm aralığında olması bile yeterlidir. Hastayı oda havasından %100 O2 havasına geçirecek kapak sisteminin ölü boşluk havası <100 mL olmalıdır. Oksijen, geçirgen olmayan %100 kuru oksijen dolu bir gaz torbasından veya bir vana yardımıyla sağlanabilir. Oksijen vanalarındaki basıncın, ölçüm hatalarını en azda tutmak için <1 kPa (<10 cmH2O) olması yeterlidir (2,9). TEKNİK EKİPMAN VE LABORATUVAR 19 Vücut pletismografisi Solunum manevraları sırasında torasik hacimdeki değişimleri belirleme yöntemlerinden biri de akciğer gazlarındaki sıkışma veya genişlemeye bağlı hacim, basınç veya akım değişikliklerini pletismograf ile saptamaktır. Kapalı ortamda (kabin içersinde) yapılan üç çeşit vücut pletismogramı vardır: a) basınç pletismogafı: hacim sabit tutulur, basınçtaki farklar ölçülür, en sık kullanılan tiptir; b) hacim pletismogafı: basınç sabit tutulur, hacimdeki farklar ölçülür; c) akım pletismogafı: sabit basınçlı ortamdaki akım farkları ölçülür. Sonuncusu, pnömotakograf çıkışını tıkayarak duruma göre diğer iki değişkenden birini ölçebilecek pletismograf tipine dönüştürülebilir (2). Tüm çeşitlerde ≥ ± 5 kPa (≥ ± 50 cmH2O) ağız basıncını ve 8 Hz’den daha büyük düz frekans yanıtını ölçebilecek bir dönüştürücü (“transduser”) gereklidir. Kabin basıncındaki değişiklikleri ölçen dönüştürücünün doğruluğu ± 0.02 kPa (± 0.2 cmH20) olmalıdır (9). Isı oynamaları 1.0 kPa (10 cmH2O)’a kadar basınç farklarına yol açabilir, bu durumda dönüştürücünün daha hassas çalışması gerektiği dikkate alınmalıdır. Sistemde yer alan spirometrelerin standart ATS/ ERS ölçülerine uygun olması yeterlidir. Pletismografın içinde termal oynamalara bağlı ısı değişikliklerine tüm cihaz tiplerinde sık rastlanır. Akciğerlerin sıkışma-genişleme eğrisindeki sistematik sapmalardan kaynaklanan bir hacim -basınç grafiği çizilerek bu durum saptandığında, düzeltme yoluna gidilmelidir (2,11). Üreticiler cihazlarının frekans yanıtlarını sistem içersinde belirtmeli ve kullanıcının kontrol yapabilmesi için gerekli talimatları sağlamalıdır. Sıklıkla sinüzoidal hacim dalgası sinyali uygulaması ile frekansın doğruluğu onaylanmaktadır (11). Genellikle minimum yeterli frekans yanıtı kullanılan sinyalin 5 katı olarak kabul edilir. Yüzeyel soluma (“panting”) 1 Hz ise sinyalin doğruluk derecesi 5 Hz’dir. Yüzeyel soluma frekansının 1 Hz’in biraz üstünde olması bile minimum yeterli frekans yanıtını 8 Hz’lik bir değere getirecektir (9). LABORATUVAR KOŞULLARI Fiziki Ortam Solunum fonksiyon testlerinin gerçekleşeceği laboratuvar hasta ve/veya denek ile hekim ve teknisyen için uygun bir ortam oluşturmalıdır. Kişide hastalık vb etkenler dolayısıyla zaten varolabilen endişe ve/veya kaygının dışında fazladan stres oluşturacak şekilde malzeme ile dolu veya aşırı küçük odalar bu amaçla kullanılmamalıdır. Uygun ısı (17-24°C) ve nem (%50-60) ile yeterli havalandırma ve alanın olduğu, kişinin kendini rahat hissedeceği bir ortam sağlanmalıdır (2,3). Isı ve nem cihazların doğru çalışması ve kalibrasyonu açısından da önemlidir. 20 TEKNİK EKİPMAN VE LABORATUVAR Hekim/Teknisyen Solunum fonksiyon laboratuvarı idaresinden bir hekim sorumlu olmalıdır. Sorumlu hekim solunum fizyolojisi, solunum işlevi cihazları ve testlerin yorumlanması konusunda yeterli bilgi ve deneyime sahip olmalıdır. Her sonucun kabul edilebilirliği ve tekrar edilebilirliği kontrol edilmeli, testlerin değerlendirilmesinde ilgili topluma uygun “Referans Değerleri” seçilmelidir (2-5). Laboratuvarın günlük işleyişinde hekimle beraber çalışacak teknisyen çok önemlidir. Cihazların her an kullanıma hazır tutulması, bazıları epey karmaşık olan testlerin uygulanmasında hasta veya denekle iyi iletişim kurması açısından teknisyenin eğitimli ve deneyimli olmasına dikkat edilmelidir (2,3,5). ATS/ERS kılavuzları teknisyenlerin en az 2 yıllık meslek yüksek okulu mezunu olmasını tavsiye etmektedir (3). Solunum fonksiyon testlerinin uygulama ilkeleri, kalite kontrol, hijyen, etik değerler ve temel solunum fizyoloji ve patofizyolosi hakkında donanımlı olmaları tercih edilmektedir. Eğitimin sürekliliğini sağlamak açısından Ulusal ve Avrupa Solunum Derneği yıllık kongrelerinde teknisyenlere yönelik düzenli uygulamalı kurslar yapılmaktadır. Teknisyenlerin ne kadar tücrebeli olsalar da uygun aralarla “yenilenme” kurslarına katılmaları önerilmektedir. Farklı ortamlarda değişik öğreticilerin uygulamalarını izleme ve tekrarlama ile değişik bakış açıları kazanılarak yeni bilgi ve beceri edinmenin kolaylaştığı vurgulanmaktadır (12). Kalite Kontrol Sağlıklı bir laboratuvar işleyişi için cihazların kalite kontrolu ve kalibrasyon vazgeçilmezdir. Kalibrasyon, bir cihazın akım veya hacmin sensöre duyarlı değerleri ile gerçek akım ve hacim değerleri arasındaki ilişkinin bir refarans cihazla karşılaştırarak doğrulanmasıdır. Bu işlem üretici/satıcı firma aracılığıyla cihazına ve parametresine göre 3 ay-2 yıl arası değişen zaman diliminde yapılabilir. Kalibrasyon denetimi (“check”) ise günlük uygulamada kullanılan ve ölçülen değerlerin kabul edilen (± %1, 3 veya 5 olabilir) sınırlar içinde olup olmadığını denetleyen ölçümdür. Cihaz kalibrasyon denetimini geçemezse referans kalibrasyon için gözden geçirilmeli gerekirse bakıma alınmalıdır (2-6). Sağlıklı bir kalibrasyon denetimi için atmosfer basıncı, nem ve oda sıcaklığı gibi çevre koşulları her laboratuvarda düzenli kaydedilmeli ve ölçüm düzeltmeleri (BTPS) için cihazlara günlük girişleri yapılmalıdır. Eğer gün içinde çevre koşullarında önemli farklar oluşursa (30 dk. içinde >3°C değişiklik) veya çok sayıda gruplar halinde test yapmak gerekirse kalibrasyon denetimi tekrarlanmalıdır. Bu sayede olası sorunlar erken tanınabilir ve laboratuvar içi olaşabilecek günlük dalgalanmaların önüne geçilebilir. Isı mutlaka ± 1°C kesinlik içersinde ölçülmeli ve 17°C altında olmamalıdır (3). Eğer özel üretilmiş bir cihaz değilse bu değerler altında hatalı ölçüm olasılığı yüksektir. TEKNİK EKİPMAN VE LABORATUVAR 21 Bir değer önemli nokta; hacim spirometelerinde cihazın içindeki ısının ölçülmesi ve hesaplamalarda dikkate alınmasıdır, aksi takdirde FEV1 ve FVC gibi hacimlerde %6’ya kadar hatalı sonuçlar çıkabilir (6). Bu gibi sebeplerle ısı, nem ve basınç ölçer cihazların doğru değerleri gösterdiğinden emin olunmalı, bakım ve kalibrasyonları önemsenmelidir. Hacim kalibrasyonunda kullanılan şırınga ± 15 mL veya ± %0.5 (3 lt.lik şırınga için ± 15 mL) sınırları arasında bir doğruluk değerine sahip olmalıdır. Spirometre bir sistem bütünü olarak sızıntılara karşı her gün gözden geçirilmelidir (4-6,13). Ölçümlerin güvenilirliği açısından sızıntılar çok önemsenmelidir. Sisteme spirometre çıkışından (tercihen ağızlığıda kapsayacak şekilde) sürekli ≥3.0 cmH2O (0.3 kPa) pozitif basınç verilerek kontrol edilebilir. Bir dakika içinde 30 mL’den fazla kaçak saptanması düzeltilmesi gereken bir sızıntıdır. Hacim spirometreleri 3 aylık aralıklarla ölçmeleri gereken tüm hacim yelpazesi açısından uygun referanslara karşı test ve kalibre edilmelidir (6). Akım spirometrelerinde hacim kalibrasyonu denetimi için 2.5- 3 lt.lik şırınga kullanılarak günlük kalibrasyon yapılmalıdır. Değişik hacimler en az 3 kere 0.5 ila 12 lt.s-1 hızla ve ~6 sn ila <0.5 sn arasında değişen süreyle akım verilerek test edilir. Her akımda cihazın doğruluk değeri ± % 3.5 olmalıdır. Tek kullanımlık akım sensoru kullanılan cihazlarda stoktan her gün yeni bir sensor test edilmelidir (6). Doğrusallık (linearite) için haftalık kalibrasyon denetimi yapılmalıdır. Bunun için 3 lt.lik şırınga ile düşük, orta ve yüksek şiddette akım 3’er kez sisteme gönderilerek hacim kalibrasyonu yapılmalıdır. Bu hacimlerin her biri ± %3.5’luk doğruluk gereksinimi sınırları içinde olmalıdır (6). Üretici/satıcı firmanın desteği kalite kontrolunun sağlanmasında çok önemlidir. Önerileri doğrultusunda cihazların bakımı, idame ve referans kalibrasyonları düzenli aralarla zamanında yapmaları sağlanmalıdır. Yapılan işlemler yazılı ve/veya dijital belge halinde arşivlenmelidir. Bu belgenin içerdiği bilgiler arasında cihazda yapılan onarımın açıklanması, kalibrasyon sonuçları, yazılım ve donanım yenilemeleri ile tarihleri, cihazın yerdeğişiklikleri sonrası kalibrasyon ve kalite kontrol sonuçları mutlaka bulunmalıdır (2-6,8). Ayrıca günlük işleyiş açısından her laboratuvarda yazılı bir kalite/protokol defteri olmalı ve en azından şu bilgileri kapsamalıdır: testten önce yapılması gerekli kalibrasyon, test-perfomans protokolu (amacı ve yapılış şekli), yöntemin genel tarifi ve aletle ilgili özel bir durum varsa açıklanması, hastanın teste hazırlanması, ilgili güvenlik uyarıları (panik, acil durumlar da ne yapılacağı, infeksiyon uyarısı gibi), referans değer tablo ve formülleri. Bu belge sorumlu hekim ve sorumlu teknisyen tarafından imzalanarak arşivlenmelidir. Uygun arşivleme belge örnekleri ATS/ ERS kılavuzlarında tavsiye edilmektedir (3,6,8,9). 22 TEKNİK EKİPMAN VE LABORATUVAR Tekrar/takip testleri mümkün olduğu kadar günün benzer saatlerinde aynı teknisyen tarafından yapılmalıdır. Birden fazla test yapılacaksa uygulamaların bir biri üzerine etkileri, kişinin üzerine binecek yük ve laboratuvarın çalışma akışı dikkate alınarak testler arasında uygun zaman araları bırakılmalıdır. ATS/ERS tarafından tavsiye edilen bir test-performans sıralaması Tablo 1’de gösterilmiştir (3). CO analizörü kalite kontrolü: Her testten önce CO gaz analizörü sıfırlanmalıdır. Her testten sonra da işlem sırasındaki herhangi bir sapmayı gözden kaçırmamak için sıfırlama işlemi tekrarlanmalıdır. Her gün 3 lt.lik şırınga ile hacim kalibrasyon denetimi yapılmalıdır. İnspire edilen hava, vital kapasite, alveoler ventilasyon ve total akciğer kapasitesi ölçümleri karşılaştırıldığında uyumsuzluk dikkat çekerse kalite kontrol kalibrasyonu düşünülmelidir (8). Haftalık olarak veya kuşkulanıldığında yapılacak kontroller şunlardır: öncelikle cihazın kullanım kılavuzunda varsa sızıntı testi, sonra kalibre edilmiş 3 lt.lik şırıngayı test modundaki cihaza bağlayarak DLCO testi, son olarak ‘‘standard denek’’ (biolojik kontrol) veya simulatör kullanarak DLCO testi (14). Standard denek sağlıklı, sigara içmeyen bir kişi olmalıdır. Eğer biolojik kontroldeki DLCO önceki bilinen değerlerden %10 saparsa test tekrarlanmalıdır. Her 3 ayda bir cihazın doğrusallığı değerlendirilmelidir. Bir dizi bilinen test gaz dilusyonlarını ölçmek en kolay uygulanır yaklaşımdır. Ayrıca, zamanlayıcının doğruluğuda her 3 ayda bir kontrol edilmelidir (8). Helyum analizörü kalite kontrolü: Helyum ölçerin stabilitesi, 10 dk ölçüm boyunca ölçümde sapmaların % 0.02’den az olduğu haftalık olarak, doğrusallığı ise dönem dönem veya ne zaman gerek görülürse denetlenmelidir. Bu bilinen bir helyum düzeyinin belli hava hacimleri ile karıştırılması ile yapılabilir. Ancak modern helyummetrede birkaç ay içinde yapılan haftalık doğrusallık testleri hata vermediyse, sonrasında 3 veya 6 ayda bir yapılan kontrol yeterlidir. Aylık standart denekle test hem cihazın hem de işlem dizisinin kontrol edilmesi için tavsiye edilmektedir (9). N2 analizör kalite kontrolü: Hastayı teste almadan önce N2 analizörü %100 O2 kullanarak sıfıra ayarlanmalı, takiben oda havasını kullanarak ölçüm onaylanmaTablo 1. Solunum fonksiyon testlerini yapmada tavsiye edilen sıralama Dinamik performans: spirometre, akım-hacim halkası, PEF Statik akciğer hacimleri ölçümü Bronkodilator ajan inhalasyonu (gerekiyorsa) Difüzyon kapasitesi (DLCO) Dinamik performansın tekrarlanması (bronkodilator verildiyse) TEKNİK EKİPMAN VE LABORATUVAR 23 lıdır. Oda havasındaki N2 yüzdesi beklenen (%78.08) değerin %0.5 sınırları içinde olmalıdır. İlk kullanım önce ve sonra her altı ayda cihazın doğrusallığı, onaylı sanayi tipi bir kalibrasyon tüpündeki veya özel dilusyon teknikleri ile hazırlanmış karışımlardaki N2 konsantrasyonlarını ölçerek teyit edilmelidir. Saptanan değerler beklenenin ± % 0.5 sınırları içinde olmalı, farklı değerler çıkarsa doğrusallık yeniden sağlanmalıdır (9). Akım ve hacim çıktılarının doğruluğu günlük olarak şırınga ile kalibrasyon denetimine tabi tutulmalıdır. Aylık olarak ekspirasyon hacimleri oda havası ile dolu şırınga, inspirasyon hacimleri ise %100 O2 dolu şırınga ile denetlenmelidir. Isının doğru ölçüldüğünden emin olunmalı, biolojik kontrollerle de ayda bir kez kontrol yapılmalıdır (6). Pletismografın kalite kontrolü: Spirometre ve/veya pnömotakografın kontrolu yukarda anlatıldığı gibidir. Ağız basıncını ölçen dönüştürücü (“transduser”) günlük kalibrasyon denetiminden geçirilmelidir. Ayrıca pletismograf sinyali de her gün, ölçüm manevraları sırasında oluşanlara benzer frekans ve büyüklükteki hava hacimleri kullanılarak denetlenmelidir (9). Cihazın doğruluk değerinin onaylanması bilinen bir hacim (model akciğer veya bir kutu) kullanılarak düzenli olarak yapılmalıdır (9,11). Ortama uygun bir kap içinde termal kütle (bakır yün gibi) koymak akciğer içindeki izotermal koşulları taklit etmek için gereklidir. Hesaplamalar için çevre ısısı ve basıncının (vücut ısı ve basıncı yerine) cihaza girilmiş olmasına dikkat edilmelidir -ATPS olmalı. Model akciğerdeki gaz hacmini ölçen erişkin tip pletismografın doğruluğu (en az 5 ölçümün ortalama değeri) ± 50 mL veya %3 sınırları içinde olmalıdır (11). En azından aylık (gerekirse daha önce) en az 2 biolojik deneğin fonksiyonel rezidüel kapasitesi (FRC), rezidüel hacmi ve total akciğer kapasitesi (TLC) ölçülmelidir. Aynı kişilerde önceki değerlerden önemli bir sapma bulunması (± >%10 FRC ve TLC, veya ± >%20 RV) hata uyarısı olarak kabul edilmelidir. Cihazın yanlış alarm frekansını azaltmak amacıyla, bu kıstaslar bu değerler için bildirilen varyasyon katsayılarının 2 katı olarak bildirilmiştir (9). Hijyen/İnfeksiyon Kontrolu ve Güvenlik Solunum fonksiyon testleri hasta veya teknisyen için özel bir infeksiyon riski taşmaz (2,3). Doğrudan temas, kirli aletler veya damlacık geçişi yolu ile bulaşma olur. Temel önlemleri almak infeksiyon riskini en aza indirmek için yeterli olur. Bu önlemleri şu şekilde sıralayabiliriz. Hekim veya teknisyen tercihen her zaman eldiven takmalıdır. İnfeksiyon bulaştırma ihtimali yüksek olan hastalarla çalışılıyorsa mutlaka eldiven kullanılmalıdır. Eldiven giyilmediğinde en düşük bulaşı ihtimalinde bile ağızlık, tüp veya kapaklara dokunulduğunda hemen eller uygun yöntemle yıkanmalıdır. 24 TEKNİK EKİPMAN VE LABORATUVAR Tek kullanımlık ağızlık ve burun mandalı tercih edilmelidir. Mümkün değilse, tekrar solumalı sistemler kullanılmak zorunda ise hastanın soluduğu ağızlık, tüp ve kapaklar her testten sonra değiştirilmeli ve arındırılmalıdır (“sterilizasyon”) (2-6). Hacim spirometrelerinde her yeni hasta performansından önce cihaz damlacık infeksiyonu riskini azaltmak için oda havası ile en az 5 kez en düşük ve en yüksek hava hacimleri kullanılarak işlemden geçirilmelidir (3,5). Bazı akım spirometrelerinde tek kullanımlık pnömotakometreler vardır. Bunlar uygun kullanıldığında her testten sonra tüp ve kapakları değiştirme ihtiyacını ortadan kaldırır. Ancak ticari olarak bulunabilen bu tek kullanımlık ölçerlerin FVC, FEV1 gibi zorlu ölçümlerde ki hata payı üzerinde tartışma vardır. Düşük impedanslı engel FVC ve FEV1 üzerine önemli bir etki yapmazken (15), filtre tipindeki engel FEV1 (-44 mL) ve pik ekspiratuvar akım (PEF; -0.47 lt.s-1) da küçük ama önemli azalmalara yol açmış, fakat DLCO, alveolar hacim veya total akciğer kapasitesini etkilememiştir (16). İnfekte olduğu bilinen hastalarda aletin materyelle bulaşmasını engellemek için bakteri filtreleri tercih edilmeli ve kalibrasyon filtre takılı iken yapılmalıdır. İnfeksiyon kaynağı olarak reversibilite veya provakasyon için kullanılan nebulizatörler en önde gelir. Bu gereçler mutlaka kullanım sonrası sterilize edilmeli ve reversibilite için ölçülü doz inhalatörler, bir kullanımlık ağızlık veya hazneler tercih edilmelidir (2-5). Her türlü vücut sıvısı ve kan infekte kabul edilerek önlem alınmalıdır. Genel olarak spirometrik ölçümler esnasında HIV ve hepatit B bulaşı tehlikesi azdır. Tüberküloz ve benzer yüksek risk grubu hastalarda testler günün sonunda yapılmalı, kullanılan malzemelerin ayırılmasına ve özenle sterilizasyona dikkat edilmelidir. Mümkünse ayrı ortamlarda bu kişilere test uygulanması tercih edilmelidir (2-5). Spirometreler ve diğer cihazlar üreticilerin tavsiyesine göre temizlenmeli, bu işlem sırasında parçalarına ayrılması gerekiyorsa temizlenme ve birleştirmeyi takiben kalibrasyon ihmal edilmemelidir (3). Üretici firmaların temizleme ve sterilizasyonda kullanılabilecek olası kimyasal maddeler ve araç-gereçler hakkında açık ve ayrıntılı yönlendirme kılavuzları olmalıdır. Acil durumlar için bir hareket planı yapılmalı ve laboratuvarda kolayca görünür şekilde asılı olmalıdır. Testler sırasında tercihen her zaman hekim bulunmalı, mümkün değilse gerektiğinde en kısa şekilde hekime ulaşım yöntemi önceden belirlenmiş olmalıdır. Acil müdahale ilaçları, oksijen, ilgili eriyikler, defibrilatör, solunum yolu müdahale aparatları gibi malzemeler kolayca ulaşılabilecek şekilde hazır bulundurulmalıdır. KAYNAKLAR 1. West JB. Respiratory Physiology -the Essentials. 8th ed. Baltimore, Philadelphia: Lippincott, Williams and Wilkins, 2008: 158. TEKNİK EKİPMAN VE LABORATUVAR 25 2. Gold WM. Pulmonary Function Testing. In: Jason RJ, Broaddus VC, Murray JF, Nadel JA; eds. Textbook of Respiratory Medicine. 4th ed. Philadelphia: Elsevier Saunders, 2005: 671-740. 3. Miller MR, Crapo R, Hankinson J, et al. General considerations for lung function. In: series ‘‘ATS/ERS Task Force: Standardisation of lung function testing”. Eur Respir J 2005; 26: 153-61. 4. Demir T.Spirometrelerde standardizasyon. In: Ilgazlı A ve Çağlar T; Eds. Solunum Fonksiyon testleri ve Klinik Kullanımı.Kocaeli: Nobel Tıp, 2004: 97-107. 5. Koç, N. Akciğer fonksiyon testlerinde laboratuvar ekipmanı, ekip, standardizasyon ve hastanın hazırlanması. In: Yıldırım N.ed. Akciğer Fonksiyon testleri: Fizyolojiden Klinik Uygulamaya. İstanbul: Turgut Yayıncılık, 2004: 227-42. 6. Miller MR, Hankinson J, Brusasco V, et al. Standardisation of spirometry; In: series ‘‘ATS/ERS Task Force: standardisation of lung function testing”. Eur Respir J 2005; 26: 19-338. 7. Pedersen OF, Rasmussen TR, Omland Ø, Sigsgaard T, Quanjer PH, Miller MR. Peak expiratory flow and the resistance of the mini-Wright peak flow meter. Eur Respir J 1996; 9: 828-33. 8. Macintyre N, Crapo RO, Viegi G, et al. Standardisation of the single-breath determination of carbon monoxide uptake in the lung. Eur Respir J 2005;26: 720-35. 9. Wanger J, Clausen JL, Coates A, et al. Standardisation of the measurement of lung volumes. In: series ‘‘ATS/ERS task force: standardisation of lung function testing’’. Eur Respir J, 2005; 26: 511-22. 10. Brunner JX, Wolff G, Cumming G, et al. H. Accurate measurement of N2 volumes during N2 washout requires dynamic adjustment of delay time. J Lab Physiol 1985; 59: 1008-12. 11. Coates AL, Peslin R, Rodenstein D, et al. Measurement of lung volumes by plethysmography. Eur Respir J 1997; 10: 1415-27. 12. Gardner RM, Clausen JL, Epler G, et al. Pulmonary function laboratory personnel qualifications. Am Rev Respir Dis 1986; 134: 623-4. 13. Townsend MC. The effects of leaks in spirometers on measurement of pulmonary function. J Occup Med 1984; 26: 835-41. 14. Glissmeyer EW, Jensen RL, Crapo RO, et al. Initial testing with a carbon monoxide diffusing capacity simulator. J Invest Med 1999; 47: 37A. 15. Denison DM, Cramer DS, Hanson PJV. Lung function testing and AIDS. Respir Med 1989; 83: 133-8. 16. Johns DP, Ingram C, Booth H, et al. Effect of a microaerosol barrier filter on the measurement of lung function. Chest 1995; 107: 1045-8. TEST HAZIRLIĞI Doç. Dr. Funda COŞKUN Solunum fonksiyon testleri (SFT) akciğer hastalıkları tanısında çok önemli bir yer tutar. Solunum fonksiyon testlerinin doğru yapılmaması, tanı ve tedaviyi değiştirebileceği için testlerin standardizasyon kurallarına uyulması önem taşımaktadır. Solunum fonksiyon testleri kişi ve teknisyen bağımlıdır. Testin doğru bir şekilde yaptırılması ve kişinin teste uyum sağlaması gerekmektedir. SFT endikasyonları aşağıdaki gibi sıralanabilir (1): t Ā[BIFEJMFNFZFOOFGFTEBSMþ t "LDJþFS OFEFOMJ OFGFT EBSMþOO LBSEJBL OFEFOMJ OFGFT EBSMþOEBO ayırdedilmesi, t 0CTUSàLUJGBLDJþFSIBTUBMþOOSFTUSJLUJGWFWBTLàMFSBLDJþFSIBTUBMLMBSOEBO ayrılması, t #SPOLPEJMBUÚSFDFWBCOTBQUBONBTWFEFþFSMFOEJSJMNFTJ t #SPOāIJQFSSFBLUJWJUFTJOJOTBQUBONBT t ,àÎàLIBWBZPMVPCTUSàLTJZPOVOVOTBQUBONBT t :VLBSTPMVOVNZPMVPCTUSàLTJZPOVOVOTBQUBONBT t &H[FSTJ[FDFWBCOEFþFSMFOEJSJMNFTJ t 5FEBWJZFDFWBCOJ[MFONFTJ t 1SFPQFSBUJGSJTLGBLUÚSMFSJOJOEFþFSMFOEJSJMNFTJ t "LDJþFSZPþVOCBLNàOJUFMFSJOEFIBTUBJ[MFONFTJ t ĀāHÚSNF[MJLEFþFSMFOEJSJMNFTJ t )BML TBþMþ BÎTOEBO ZBQMBO FQJEFNJZPMPKJL BSBāUSNBMBS TJHBSB IBWB kirliliği gibi) SFT’nin mutlak kontrendike olduğu durumlar azdır; son 1 ayda geçirilmiş myokard infarktüsü en önemlisidir. Testin yapılmasını zorlaştıracak demans 26 TEST HAZIRLIĞI 27 gibi bazı etkenler, testin yapılmasını güçleştirir. İyi bir anlatım ve teknikle testi yapamayacak kişi sayısı oldukça azdır. Rölatif kontrendikasyonlar ise ATS/ERS rehberinde şu şekilde belirtilmiştir (2): t )FSIBOHJCJSTFCFCFCBþMHÚþàTWFLBSOBþST t "þ[MLUVUNBTSBTOEBPSBMZBEBGBDJBMBþSOOPMVāNBT t 4USFTJOLPOUJOBOT t %FNBOTWFZBLPOGà[ZPOEVSVNV Test yapılacak kişinin daha önceden bilgilendirilmesi gerekmektedir. Bu bilgilendirme yapıldıktan sonra kişi laboratuvara geldiğinde test öncesi hazırlığı kontrol edilmelidir. Spirometri yapılmadan önce kişi en az 24 saat sigara içmemeli, dört saat önce alkol almamış olmalıdır. Test yapılacak hastalar tedavi alıyor olabilir. Kısa etkili bronkodilatör ilaçları iki saat, uzun etkili bronkodilatör ilaçları 12 saat önceden kesmiş olmalıdır. En az iki saat aç kalmalı ve testten önce 30 dakika egzersizden kaçınmalıdır. Kişi üzerinde solunum manevralarını etkileyecek darlıkta kıyafet giymemiş olmalıdır. Diş protezi kullanıyorsa çıkartılması gerekmez fakat gevşek duruyorsa çıkartılması daha uygundur. Hastanın yaşı, ismi doğru alınmalıdır. Kilo ve boyu hiçbir zaman hastaya sorulmamalı, ölçülmelidir. Boy özellikle önemlidir çünkü daha uzun boya sahip kişilerin akciğer volümleri daha yüksektir. Dik durması olanaksız olan veya kifoskolyozu olan hastalarda kollar açılıp parmak uçları arasındaki mesafe ölçülüp 1.06 değerine bölünerek boy hesaplanabilir. Test oturur pozisyonda veya ayakta yapılabilir. Ani düşme ya da bayılma durumu gerçekleşebileceği için oturur pozisyon daha çok tercih edilmektedir. Obez kişilerde ayakta test yapılması önerilmektedir. Diafragmanın baskısının azaltılması obez kişilerde daha doğru sonuçlara ulaşılmasını sağlar. Test yapılan sandalyede tekerlek olmamalıdır, tekerlekli sandalyede test yapılması gerekiyorsa tekerlekler mutlaka test öncesi sabitlenmelidir (3,4). Solunum Fonksiyon Testi Standardizasyonu (5): t)FSIBTUBZBFOB[àÎUFTUZBQUSMNBM t&þFS TFLJ[ LF[ UFLSBSMBONBTOB LBSāO LBCVM FEJMFCJMJS CJS TPOVÎ FMEF edilemiyorsa test sonlandırılmalı, t&OJZJ'7$WF'&71 arasındaki fark 150 mL’den az olmalı t7JUBMLBQBTJUF7$ JÎJOSBIBUEVSVNEBUFTUàÎLF[UFLSBSFEJMNFMJWFFOJZJJLJ test %5’den az farklılığa sahip olmalıdır. t"ZOāFLJMEF[PSMVNBOFWSBEBàÎLF[UFLSBSFEJMNFMJWFFOJZJJLJUFTUBSBT fark %5’ten az veya 100 mL’den az olmalıdır. t&LQJSZVNTàSFTJFOB[BMUTBOJZFPMVQQMBUPCJSTBOJZFTàSEàSàMNFMJEJS 28 TEST HAZIRLIĞI “American Thoracic Society (ATS)”, FEV1+ FVC’nin en büyüğünü önerirken “European Respiratory Society (ERS)”, total akciğer kapasitesi (TLC) noktasında üst üste getirilen en iyi üç test içinden en iyi ikisini önermektedir. En iyi sonuçların alınması teknisyenlerin bu konuda tecrübeli ve iyi eğitim almış olmaları ile yakından ilişkilidir. Aynı zamanda kullanılan aletlerin ve solunum laboratuvarının belli aralıklarla kalite kontrolünden geçirilmesi gerekli standartların oluşturulmasında sürekliliğin sağlanması açısından büyük önem arz etmektedir. Normal (prediksiyon) değerler: Solunum fonksiyonları yaşa, cinsiyete, vücut ölçülerine (boy, kilo) ve ırklara göre değişiklik göstermektedir. Erkeklerde solunum fonksiyonları aynı yaş ve boydaki kadınlara göre daha yüksek bulunmaktadır. Yine vücut ölçüleri ile solunum fonksiyonları arasında korelasyon vardır. Irklara göre de değişiklikler görülmektedir. Bu nedenle test öncesi hastanın yaşı, cinsiyeti, boyu ve kilosu belirlenip buna uygun prediksiyon değerleri saptanır ve test sırasında elde edilen değerler bu prediksiyon değerleri ile karşılaştırılarak yorumlanır. Ancak takipte hastaların kendi değerlerindeki değişimin izlenmesi daha önemlidir. Spirometre zorlu inspirasyon ve ekspirasyon sırasında dinamik akciğer volümlerinin ve kapasitelerinin zamanlı olarak ölçülmesidir (6). Sonuç olarak, iyi bir testin elde edilmesi doğru bir şekilde testin yapılmasına dayalıdır. Uygun test hazırlığı yapılmalı, kişiler test öncesinde mutlaka bilgilendirilmelidir. Doğru sonuçlar elde etmek için hastanın vücut ölçümlerinin de doğru olarak kayıt edilmesine dikkat edilmelidir. KAYNAKLAR 1. Tatlıcıoğlu T. Solunum fonksiyon testleri. Nonspesifik Göğüs Hastalıkları. Özyardımcı N.(ed). UÜ Yayınevi. Bursa.1999: 159-86. 2. M.R. Miller, R. Crapo, J. Hankinson, et al. General considerations for lung function Testing. Series ATS/ERS Task Force: Standardisation of Lung Function Testing. Eur Respir J 2005; 26: 153-61. 3. American Thoracic Society. Standardization of spirometry. Am Rev Respir Dis 1979; 119: 831-8. 4. Townsend MC. Spirometric forced expiratory volumes measured in the standing versus the sitting posture. Am Rev Respir Dis 1984; 130: 123-4. 5. Umut S. Spirometrik hava yolu ölçüm kriterleri. TTD Okulu Kış Okulu Ders Notları. 6. Yıldırım N. Spirometrik İnceleme, Akım-volüm Halkası. Akciğer Fonksiyon Testleri. 1996: 23-51. STATİK AKCİĞER VOLÜMLERİ Uzm. Dr. Şermin BÖREKÇİ, Prof. Dr. Sema UMUT Akciğerin tek kompartmanları volüm, birden fazla kompartmanı kapasite olarak tanımlanır. Statik akciğer volümleri, zamanla ilişkilendirmeden yapılan ölçümler olup total akciğer kapasitesi ve alt gruplarından oluşur. Dinamik akciğer volümleri ise zorlu solunum manevraları sırasında yapılan ölçümlerdir. İnspire ve ekspire edilen akciğer volümlerinin ölçümü bir çok olguda fizyolojik mekanizmaların anlaşılması, doğru tanının saptanması ve hastalığın ağırlık derecesinin belirlenmesinde yararlıdır. Mutlak akciğer volümlerinin [residüel volüm (RV), fonksiyonel residüel kapasite (FRC) ve total akciğer kapasitesi (TLC)] ölçümlerinin teknik olarak daha zor ve komplike olması klinik pratikte kullanımlarını sınırlamaktadır (1,2). Akciğer volümleri ölçüm metodları (3): - Kapalı-devirli (çok soluklu helyum dilüsyon) metodu - Açık-devirli (çok soluklu nitrojen arınma) metodu - Tek soluk nitrojen arındırma metodu - Tek soluk helyum dilüsyon metodu - Pletismografi - Radyolojik yöntemdir. Tek soluklu testlerde akciğer volümlerinin normalden düşük ölçülmesi nedeniyle çok soluklu testler önerilmektedir (4). Bu bölümde statik akciğer volümleri, tanımları, ölçüm metodlarından “çok soluklu nitrojen arındırma ve çok soluklu helyum dilüsyon” yöntemine değinilecektir. PARAMETRELER (STATİK AKCİĞER VOLÜMLERİ VE TANIMLARI) “Akciğer volümü”, sıklıkla vücut pletismografisi, gaz dilüsyon veya arınma yöntemleri ile ölçülen akciğerler içindeki gaz volümünü tanımlar, TLC ve subgrublarını içerir (Şekil 1) (1). 29 30 STATİK AKCİĞER VOLÜMLERİ - Fonksiyonel Rezidüel Kapasite (FRC): Tidal solunum esnasında ekspirasyon sonunda akciğerlerde bulunan gaz volümüdür. - Ekspiratuar Rezerv Volüm (ERV): Tidal solunum esnasında ekspirasyon sonundan sonra (FRC seviyesi) maksimal bir ekspirasyonla çıkarken gaz volümüdür. - İnspiratuar kapasite (IC): Normal ekspirasyondan sonra derin inspirasyonla alınan maksimum gaz volümüdür. VC’nin %75’ini oluşturur. - İnspiratuar Rezerv Volüm (IRV): FRC seviyesinden sonra inspire edilen maksimum gaz volümüdür. - Rezidüel Volüm (RV): Maksimal ekspirasyondan sonra (ekspirasyon hangi volümden başlarsa başlasın) akciğerde kalan hava volümüdür. - Tidal Volüm (TV veya VT): İstirahat esnasında inspire veya ekspire edilen gaz volümüdür. - Total Akciğer Kapasitesi (TLC): Maksimal inspirasyondan sonra akciğerlerde bulunan hava volümüdür. - Kapasite (VC): Tam bir inspirasyondan sonra tam bir ekspirasyonla çıkarılan hava volümüdür. 9 İnspiratuar vital kapasite (IVC): Tam bir ekspirasyondan sonra zorlamadan, kesintisiz tam bir inspirasyonla ölçüm yapılır. 9 Ekspiratuvar vital kapasite (EVC): Tam inspirasyon seviyesinden zorlamadan, kesintisiz tam bir ekspirasyonla ölçüm yapılır. Akciğer Subdivizyonlarının Hesaplanması FRC ölçümü için hangi metod kullanılırsa kullanılsın TLC ve RV’nin ölçülebilmesi için, VC’nin subdivisyonlarından IC ve ERV’nin ölçülmesi gerekir (Şekil 1) (1). RV ve TLC parametrelerinin elde edilmesi için; FRC, IC ve ERV ölçümü yapılmalıdır. Ancak RV ve TLC hesaplanmasında üzerinde uzlaşılmış tek bir metod yoktur, sıklıkla 2 metod (FRC ölçümü sonrası teknik olarak farklılık taşıyan) kullanılarak ölçülebilmektedir: Bağlantılı Manevra Gerektiren Metod (Tercihen önerilen): ERV’yi FRC ölçümünden hemen sonra tam bir ekspirasyon yaptırarak ölçmek ve daha sonra yavaş IVC manevrası ile IVC ölçümünü yapmak esasına dayanır (önce FRC, sonra ERV, daha sonra IVC ölçümü). Tüm manevralar IRV IC IVC VT TLC ERV FRC RV Şekil 1. Statik akciğer volüm ve kapasiteleri (1) STATİK AKCİĞER VOLÜMLERİ 31 bağlantılı olmalı, kişi arada ağızlığı çıkarmamalıdır (Şekil 2) (1). Volume IC IRV VT FRC ERV RV Quiet Shutter breathing closed Shutter open Time Şekil 2. Akciğer volümleri ölçümü (1) Bağlantılı manevra gerektiren metodla RV ve TLC değerlerinin hesaplanması: RV=Ortalama FRC-ortalama ERV (teknik olarak kabul edilebilir ortalama değer) TLC= RV+IVC (teknik olarak kabul edilebilir en yüksek değer) Bağlantılı Manevra Gerektirmeyen Metod: FRC ölçümü sonrası, TLC’nin ölçümü için IC manevralarının yapılması esasına dayanır (önce FRC, sonra IC). Bu metod ağır obstrüksiyonu olup dispne nedeniyle FRC’den sona ERV manevrasını yapamayan hastalarda kullanılabilir. Manevraların bağlantılı olması gerekmez, kişi FRC ve IC ölçümleri arasında ağızlığı çıkarabilir. Bağlantılı manevra gerektirmeyen metodla RV ve TLC değerlerinin hesaplanması: RV=Ortalama TLC-VC (ölçülen en yüksek değer). Ortalama TLC=3 adet en büyük FRC ve IC değerinin (kabul edilebilir en yüksek değer) ortalaması FRC akciğer volümleri için anahtar ölçüm olup vücut pletizmografı, nitrojen arındırma, gaz dilüsyon metodları ve radyolojik olarak ölçülebilir. Pletismografik olarak ölçülen FRC (FRC pletis) ventile eden, etmeyen tüm akciğer alanlarını kapsadığı için gaz dilüsyon ve washout metodlarından daha yüksek değer verir (5,6). Batındaki gaz da FRC’yi arttırabilir. Ağır obstrüksiyonu olan olgularda nitrojen arındırma ve dilüsyon teknikleriyle FRC olduğundan düşük ölçülür. İnert gaz ile yapılan ölçümlerde obstrüktif akciğer hastalıklarında amfizem alanları, büller ve kistler ölçüm dışı kalabilir ve ölçülen değer pletismografik yöntemle ölçülen FRC’den düşük bulunabilir. ATS/ ERS raporu restriksiyon değerlendirirken özellikle obstrüksiyonu olan olgularda TLC düşük bulunduğundan tek soluk dilüsyon tekniklerini önermemektedir (1). Bu durumlarda TLC mümkünse pletismografik olarak ölçülmelidir. Buna rağmen aletlerin nispeten ucuz ve ölçümün kolay olması nedeniyle daha çok nitrojen arındırma ve gaz dilüsyon yöntemleri tercih edilmektedir. YÖNTEMLER Nitrojen Arındırma Yöntemi 1940’lı yıllarda tanımlanmış olan bu yöntem, günümüzde hızlı N2 analizörlerinin geliştirilmesi nedeniyle yaygın olarak kullanılmaktadır (7). Çok soluklu nitrojen 32 STATİK AKCİĞER VOLÜMLERİ arındırma yöntemi, “kapanma volüm” testi olarak da bilinen tek soluk nitrojen arındırma yöntemi ile karıştırılmamalıdır, her iki testte benzer teknik donanım kullanılmakta, FRC ölçümleri yapılabilmekle birlikte, akciğer volümlerini çok soluklu nitrojen arındırma yöntemi daha doğru ölçmektedir (8). Bu yöntemde esas prensip, kişi %100 O2 solurken akciğer havasında %75-80 oranında bulunan N2’nin akciğerlerden arınması ve arınan gaz volümünün ölçümüdür (Şekil 3) (9). Hasta birkaç dakika %100 oksijen inhale eder, her solukta ekshale edilen gaz analiz edilir. Ekshale edilen nitrojen volümü hesaplanır. Ekshale edilen total nitrojen volümü ve test başlangıcında akciğerlerdeki N2 konsantrasyonu kullanılarak FRC hesaplanır. Gaz volüm değerleri bir yazıcıya aktarılır. Yedi dakikalık periyotta toplanan gaz miktarı dikkate alınır, bu süre sağlıklı bir kişinin akciğerlerinden nitrojenin arınması için yeterlidir (1,8). Bu tekniğin en önemli dezavantajı; Ekspire edilen volüm ya da ölçülen en son N2 konsantrasyonundaki bir yanlışlık, test sonucunda anlamlı hatalara yol açar. Hızlı yanıt veren nitrojen analizatörleri ve bilgisayarlar sayesinde bu teknik daha da geliştirilmiştir (8). Emmanuel ve arkadaşları (10) 1960’lı yıllarda yedi dakika arınma yöntemi yerine, beş dakikalık nitrojen arınımının monitorizasyonu ve devam eden nitrojen arınma eğrisinin geç eksponansiyel komponentinin ekstrapolasyonunun kullanımını önermişler ve bu tekniğin obstrüktif akciğer hastalarında gerçek alveolar nitrojen konsantrasyonunun olduğundan düşük saptanmasını engelleyeceği ve uzun test sürelerini kısaltacağını belirtmişlerdir. Günümüzde bu teknik çok ilgi çekmemekte ve mevcut ticari solunum fonksiyon testi sistemlerinin hiçbirisi bu tekniği kullanmamaktadır. Mevcut ticari SFT sistemlerinde farklılıkların olması, doğruluklarını, kabul edilebilirliklerini ve tekrarlanabilirliklerini karşılaştıran çalışmaların yokluğu nedeniyle nitrojen arındırma yöntemi ile FRC ölçümü için günümüzde tekbir metod önerilememektedir (1). Bu bölümde “ATS/ERS Task Force, 2005” raporunda yeralan kriterlere değinilecektir. Ölçüm Tekniği (1): 1. Alet açıldıktan sonra yeterli ısınma zamanı verilmeli ve kalibrasyon yapılmalıdır. 2. Test prosedürü hastaya anlatılır. Hasta rahat bir şekilde oturur poziyonda olmalıdır. Hastada kulak zarında perforasyon varsa kulak tıkacı kullanılmalıdır. 3. Burun mandalla kapatılır. Takma dişleri çıkarmaya ge- O2 Source Computer Display Flow Integrator Valve N2 Analyzer Head Flow Spirometer N2 Analyzer Vacuum Pump Şekil 3. Nitrojen arındırma yöntemi ile FRC ölçümü (9) STATİK AKCİĞER VOLÜMLERİ 33 4. Hasta alete alışıp, stabil bir end-tidal ekspiratuar seviye elde edilene kadar 30-60 saniye ağızlıktan solur. 5. Solunum stabil hale gelince kişi %100 02 soluyacağı sisteme bağlanır. N2 fraction % rek yoktur. Hastaya özellikle ağız kenarından kaçak olmaması gerektiği öğretilmelidir. FRCN2 Total Volume washed out Şekil 4. N2 konsantrasyon düşüşünün tipik görünü- 6. Arınma esnasında N2 kon- mü (1) santrasyonu takip edilir. En az 3 ardışık soluk sonrasında nitrojen seviyesi <%1.5 olduğunda nitrojen arındırma testi tamamlanır. Nitrojen trasesinde düzenli bir iniş izlenmelidir. N2 konsantrasyonunun tipik görünümü Şekil 4’de görülmektedir. Eğrinin altındaki alan “total arınan volüm”ün bölünmesiyle oluşan “arınan N2 volümü”dür. “Arınan N2 volümü”, testin sonunda arınan gaz volümünün veya testin sonundaki son tidal soluğun sonundaki gaz volümünü (fraksiyonel N2 konsantrasyonunu) verir. 7. Teknik olarak tatminkar en az bir ölçüm (tercihen 1 den fazla) değerlendirmeye alınır. Testin tekrarları arasında enaz 15 dakikalık bekleme süreleri önerilmektedir. Eğer hastada ağır obstrüksiyon ya da büllöz hastalık varsa testler arası süre en az 1 saat olmalıdır. 8. N2 konsantrasyonundaki hızlı değişiklikler kaçak belirtisidir (Şekil 5), bu durumda işlem durdurulur, hasta en az 15 dakika oda havasında soluduktan sonra tekrar başlanır. 9. Birden fazla FRC ölçümü yapılmışsa teknik olarak kabul edilebilir ve %10 dan az değişim gösteren FRC lerin ortalaması belirtilmelidir. Her ölçümden sonra N2 analizörü %100 02 kullanarak sıfıra getirilmelidir. FRC N2 şu formüle göre hesaplanmaktadır: FRC N2xFN21=(FRC N2xFN2 2+arınan N2 volümü)-doku N2 volümü FRC N2=(arınan N2 volüm-doku N2 volüm)/FN2 1-FN2 2) FN2 I=Test öncesi end-tidal gazdaki N2 fraksiyonu FN2 2=Test sonunda end-tidal gazdaki N2 fraksiyonu N2 arınma volümü BTPS’e göre (Body Temperature and Pressure Saturated with water vapor: nemle doymuş, basınç ve vücut ısısı) düzeltilmelidir. 34 STATİK AKCİĞER VOLÜMLERİ Doku N2 volümü, aşağıdaki eşitliğe göre hesaplanabilir (11); N2 doku (mL)= (BSAx96.5)+3 5)/0.8 BSA (Body Surface Area): Vücut yüzeyi=0.007184x ağırlık 0.425 x boy 0.725 Nitrojen arındırma yöntemi minimum kooperasyonu olan hastalara da uygulanabilme imkanı sunar. Nitrojen iniş trasesi karakteristik tanısal paternler gösterebilir (Şekil 6-8). Şekil 5. N2 konsantrasyonundaki hızlı değişiklikler kaçak belirtisidir Helyum Difüzyon Yöntemi Volümü ve dansitesi bilinen inert bir gazın dilüsyonu yardımıyla, gazların eşitliği prensibine dayanarak, bilinmeyen bir volümün hesaplanması mantığına dayanır (12, 13). Belirli konsantrasyon ve volümdeki helyumun belirli bir süre (7-10 dakika) inhalasyonu sonrası, helyum konsantrasyonu tekrar ölçülür ve aradaki farktan volümler hesaplanabilir (9) (Şekil 9). Test gazı %2530 O2 eklenmiş hava içerir (daha yüksek konsantrasyonlarda kabul edilebilir). Helyum konsantrasyonu %10 olacak şekilde helyum eklenir (14). Şekil 6. Restriktif Akciğer Hastalığı Trasesi 60 40 20 0 0 Gerekli ekipman ve ölçüm tekniği (1): Kullanılacak cihazın, Şekil 7. Büllöz Akciğer Trasesi spirometresinin hacmi ≥7 lt olmalı, helyum ve O2 kaynağı olmalı, CO2’i, nemi absorbe eden, helyum konsantrasyonunu ölçen sistemleri bulunmalıdır. 2 4 Volume 6 8 Ölçüm sırasında teknik olarak; 1. Cihaz açıldıktan sonra yeterli ısınma zamanı verilmeli STATİK AKCİĞER VOLÜMLERİ 2. Ticari firmanın önerilerine uygun şekilde cihaz ayarları ve kalibrasyon yapılmalıdır. 3. Hastanın kulak zarında perforasyon varsa kulak tıkacı kullanılmalıdır. 4. Hasta rahat bir şekilde oturur poziyonda olmalıdır. Test prosedürü hastaya anlatılır. Takma dişleri çıkarmaya gerek yoktur. Burun mandalla kapatılır. Hastaya özellikle ağız kenarından kaçak olmaması gerektiği öğretilmelidir. 35 80 60 Yavaş 40 20 0 4 2 0 6 8 Volume Şekil 8. Obstrüktif Akciğer Hastalığı Trasesi (hızlı ve yavaş iniş trasesi birlikteliği) 10% He 5. Hasta alete alışıp, stabil bir end-tidal ekspiratuar seviye elde edilene kadar 30-60 saniye ağızlıktan solur. Spirometer containing He mixture 6. Solunum stabil hale gelince kişi, O2 ve helyum karışımından oluşan test gazını soluyacağı sisteme bağlanır. Rebreathing 7. Hastaya düzenli soluk volümünde (tidal volümde) soluması söylenir. 5% He Equilibrium 8. O2 akımı O2 tüketimini kompanse etmek için düzeltilir (O2 tüketiminin doğ- Şekil 9. Helyum dilüsyon yöntemi ile FRC ölçümü (13) ru hesaplanmaması, FRC değerinin hatalı hesaplanmasına neden olabilir). 9. Her 15 saniyede bir helyum konsantrasyonu kontrol edilir. 10. Helyum konsantrasyonunda son 30 saniye içinde %0.02’den fazla konsantrasyon değişimi olmadığında test sonlandırılır. Toplam test süresi 10 dakikayı geçmemelidir. 11. Helyum konsantrasyonunun sabit kaldığı noktada, hasta sistemden ayrılır. Eğer IC ve ERV ölçümleri FRC ölçümü ile bağlantılı olarak yapılacaksa 36 STATİK AKCİĞER VOLÜMLERİ Helium concentration a) O2 tüketimini kompanse FHe1 etmek için sisteme sürekli FHe2 O2 eklenir. Helyum konsantrasyonu düştüğünde b) Volume IC IRV için geçen zaman süresine VT ERV FRC Patient switched into the system, or FHe1 Patient switched into the system, or FHe2 Time (a), bu volüm değişikliği RV karşılık gelir (b). Eğer bağlantılı ERV ve IVC manevraları yapılacaksa şekilde görüldüğü gibi hasta sistemden çıkartılmamalıdır. Şekil 10. FRC’yi saptamada kabul edilebilir bir helyum dilüsyon test profili spirometrenin tam ERC ve IVC manevraları için yeterli volümde olduğundan emin olunmalıdır. Şekil 10’da helyum dilüsyon yöntemi ile FRC (FRCHe) hesaplamasında kabul edilebilir bir test profili görülmektedir (1). 12. Teknik olarak yeterli en az bir ölçüm değerlendirmeye alınır. Gerek ekstra maliyet ve zaman gerektirmesi gerekse gün içi kişisel değişim göstermesi nedeniyle, iki ya da daha fazla ölçümler sadece klinik ve araştırma amacıyla ihtiyaç duyulduğunda yapılmalıdır (14). Eğer helyum dilüsyon testi tekrar edilecekse, iki test arasındaki süre 5 dakikadan az olmamalıdır (9). Birden fazla ölçüm yapıldığında, teknik olarak kabul edilebilir, aralarında %10’dan az fark bulunan sonuçların ortalaması alınır. Helyum eşitliği tamamlandığında aşağıdaki formüle göre FRCHe hesaplanır (1): FHe1: Kişi cihaza bağlandığı zamandaki He fraksiyonu FHe2: Eşitliğin sağlandığı zamandaki He fraksiyonu Vapp: spirometre volümü Vapp X FHe1=(Vapp + FRCHe)x (FHe2) FRCHe=Vapp x (FHe1 - FHe2)/ FHe2 Ölçülen akciğer volümleri, ağızlık ve valvin ölü boşluklarını da içerdiğinden bunlar çıkartılmalı, BTPS değerlerine göre düzeltme yapılmalıdır. Pratik olarak, hastaların sisteme düşük ya da yüksek FRC volümlerinde bağlanmaları dikkate alınarak FRCHe değerleri düzeltilerek raporlanmalıdır (Şekil 11) (1). Bazı bilgisayar sistemleri otomatik olarak düzeltilmiş sonucu raporlamaktadır. STATİK AKCİĞER VOLÜMLERİ Volume a) a) Hasta sisteme FRC'den daha yüksek bir volümde bağlanıyor, bu durumda volüm farkı (ΔV) çıkartılmalıdır. ΔV FRC b) Hasta sisteme FRC'den daha düşük bir volümde bağlanıyor, bu durumda volüm farkı (ΔV) eklenmelidir. Volume b) ΔV c) Hasta sisteme gerçek FRC'den daha yüksek bir volümde bağlanıyor, bu nedenle volüm farkı (ΔV) çıkartılmalıdır. FRC c) Volume 37 ΔV FRC Time Şekil 11. Hasta spirometrik sisteme bağlanmadan önceki volüm–zaman spirogramı Olgular TLC VC FRC N2 IC RV Ref 4.70 3.06 2.60 Best 3.18 1.97 2.21 0.97 1.21 1.53 %Ref 68 64 85 79 1 3.18 1.75 2.21 0.97 1.43 N2 78.0 % Best N2 80 FRC 0.00 L Wash Time 0.0 Min 60 Vtvs Time 1 40 0 0 0 1 20 0 2 4 6 Volume 8 0 10 CO2 vs Time 0 10 Olgu 1. Kırk bir yaşında, Skleroderma tanısı ile izlenen bayan hastanın, restriktif tipte solunum fonksiyon kusurunu gösteren nitrojen arındırma test sonucu 38 STATİK AKCİĞER VOLÜMLERİ TLC VC FRC N2 IC RV Ref 7.14 4.72 3.55 Best 7.82 3.23 6.15 1.67 4.59 2.27 %Ref 1 109 7.82 68 3.00 173 6.15 1.67 202 4.81 Best N2 80 N2 78.0 % FRC 0.00 L Wash Time 0.0 Min 60 Vt vs Time 1 40 0 20 0 10 0 10 0 2 4 Volume 6 8 0 CO2 vs Time 10 0 Olgu 2. Elli üç yaşında, KOAH tanısı ile takip edilen hastanın, hızlı ve yavaş iniş traselerinin izlendiği nitrojen arındırma test sonucu TLC VC FRC N2 IC RV Ref 5.86 3.38 3.29 Best 6.22 3.76 4.50 1.72 2.46 2.34 %Ref 106 111 137 105 1 6.22 3.76 4.50 1.72 2.46 N2 78.0 % Best N2 80 FRC 0.00 L Wash Time 0.0 Min 60 1 Vt vs Time 40 0 20 10 10 0 0 2 4 Volume 6 8 0 CO2 vs Time 0 10 Olgu 3. Altmış altı yaşında büllektomi operasyonu planlanan hastanın, aralıklı artış noktaları gösteren nitrojen arındırma test sonucu KAYNAKLAR 1. Wanger J, Clausen JL, Coates A, et al. ATS/ERS Task Force: Standardisation of the measurement of lung volumes. Eur Respir J 2005; 26: 511-22. 2. Pellegrino R, Viegi G, Enright P, et al. ATS/ERS Task Force: Interpretative strategies for lung function testing: Eur Respir J 2005; 948-68. 3. Cotes JE, Chinn DJ, Miller MR. Lung Function: physiology, measurement and application in medicine. Sixth edition. Oxford: Blackwell Publishing, 2006: 111-7. 4. Kendrick AH. Comparison of methods of measuring static lung volumes. Monaldi Arch Chest Dis. 1996; 51: 431-9. 5. Stocks J, Quanjer PH. Reference values for residual volume, functional residual capacity and total lung capacity. ATS Workshop on Lung Volume Measurements. Official Statement of The European Respiratory Society. Eur Respir J 1995; 8: 492-506. STATİK AKCİĞER VOLÜMLERİ 39 6. Coates AL, Peslin R, Rodenstein D, Stocks J. Measurement of lung volumes by plethysmography. Eur Respir J 1997; 10: 1415-27. 7. Darling RC, Cournand A, Richards DW Jr. Studies on intrapulmonary mixing of gases. III. An open circuit method for measuring residual air. J Clin Invest 1940; 19: 609-18. 8. Newth CJ, Enright P, Johnson RL Jr. Multiple breath nitrogen washout techniques: including measurements with patients on ventilators. Eur Respir J 1997; 10: 2174-85. 9. Gregg L Ruppel. Gas volumes and gas distribution tests. In: Janet Russel (ed). Manuel of pulmonary function testing. Seventh edition, St Louis, 1998: 69-94. 10. Emmanuel G, Briscoe WA, Cournand A. A method for the determination of the volume of air in the lungs: measurement in chronic obstructive pulmonary emphysema. J Clin Invest 1960; 20: 329-37. 11. Cournand A, Baldwin ED, Darling RC, Richards DWJ. Studies on intrapulmonary mixture of gases. IV. The significance of the pulmonary emptying rate and a simplified open circuit measurement of residual air. J Clin Invest 1941; 20: 681-9. 12. Meneely GR: Meneely GR, Kaltreider NL. The volume of the lung determined by helium dilution. Description of the method and comparison with other procedures. J Clin Invest 1948; 28: 129-39. 13. Gibson GJ. Lung Volumes and Elasticity. In: Hughes JMB, Pride NB (eds). Lung Function Tests. Physiological Principles and Clinical Applications. London: WB Saunders, 2001: 45-56. 14. Brown R, Enright P, Leith D. Multiple-breath helium dilution measurements of lung volumes in adults. Eur Respir J 1998; 11: 246-55. SPİROMETRİK ÖLÇÜMLER Prof. Dr. Esen KIYAN Spirometri soluk alma veya verme sırasında oluşan akım ya da volüm değişikliklerini zamanın türevi olarak ölçen fizyolojik bir testtir (1,2). Pratik uygulamada en sık kullanılan solunum fonksiyon testidir ve endikasyonları oldukça geniştir (Tablo 1) (3). Standart spirometri manevrası maksimum ve derin bir inspirasyondan sonra yapılan maksimum zorlu ve hızlı bir ekspirasyondur. Bu manevra ile çeşitli spirometrik parametreler ölçülür. Günümüzde kullanılan spirometrelerin çoğu volümzaman grafisi yanında akım-volüm halkasını da çizebilmektedirler. Elde edilen spirometrik ölçümler bilgisayarda otomatik olarak BTPS’ye (BT:vücut ısısı, P:basınç, S:sature olmuş su buharı) göre düzeltilir (4). Spirometri manevrasının belirlenmiş kurallara uygun yapılması gerekir. Manevra sırasında istenmeyen durumlar nedeniyle ölçümler hatalı olabilir (Tablo 2) (3). Bu istenmeyen durumlar spirometri şeklinden de anlaşılabilir (Şekil 1) (5). SpiTablo 1. Spirometri Endikasyonları (3) t 4PMVOVNTBMZBLONBCVMHVWFMBCPSBUVWBSTPOVÎMBSOOEFþFSMFOEJSJMNFTJ t )BTUBMþOBLDJþFSGPOLTJZPOMBSOBFULJTJOJOEFþFSMFOEJSJMNFTJ t "LDJþFSIBTUBMþHFMJāNFSJTLJPMBOMBSOTBQUBONBTTJHBSBJÎFOMFSNFTMFLJFLTQP[JTZPO t 1SFPQFSBUJGSJTLJOCFMJSMFONFTJ t 1SPHOP[VOEFþFSMFOEJSJMNFTJ t &H[FSTJ[QSPHSBNÚODFTJTBþMLEVSVNVOVOCFMJSMFONFTJ t 5FEBWJOJOFULJMFSJOJOWFIBTUBMLTFZSJOJOJ[MFONFTJ t .FTMFLJFLTQP[JTZPOVOFULJMFSJOJOJ[MFNJ t ĀMBÎMBSOBLDJþFSZBOFULJMFSJOJOJ[MFONFTJ t 3FIBCJMJUBTZPOQSPHSBNJÎJOIBTUBMBSOEFþFSMFOEJSJMNFTJ t 4JHPSUBWFUB[NJOBUEFþFSMFOEJSNFMFSJ t )VLVLJOFEFOMFSMFIBTUBMBSOEFþFSMFOEJSJMNFTJ t &QJEFNJZPMPKJLÎBMāNBMBS t 3FGFSBOTEFþFSMFSJOJOPMVāUVSVMNBT t ,MJOJLBSBāUSNBMBS 40 SPİROMETRİK ÖLÇÜMLER 41 Tablo 2. Spirometrik ölçüm sırasında istenmeyen durumlar (3) t 4VCNBLTJNBMFGPS t %VEBLMBSMBBþ[MLBSBTOEBOIBWBLBÎBþ t :FUFSTJ[JOTQJSBTZPOWFZBZFUFSTJ[FLTQJSBTZPO t <QJSBTZPOVOCBāMBOHDOEBUFSFEEàUFUNFEVSBLTBNB t ½LTàSàLÚ[FMMJLMFFLTQJSBTZPOVOJMLTBOJZFTJOEF t (MPUUJTJOLBQBONBT t "þ[MþOEJMMFWFZBEJāMFSMFLBQBUMNBT t .BOFWSBTSBTOEBTFTÎLBSNB t 6ZHVOPMNBZBOPUVSVāÚOFEPþSVFþJMNFHJCJ rometrik ölçüm baş dönmesi, baş ağrısı, yüzde kızarma, idrar inkontinansı ve baygınlık hissi (venöz dönüşteki azalmaya veya Volüm (L) vazovagal reflekse sekonder) gibi istenmeyen durumlara neSubmaksimal Başlangıç hızlı Ekspiryumu erken Dille ağızlığı değil sonlandırma veya inspirasyon tıkama den olabilir. Spirometrik ölçüm glottis kapanması için sadece bir kontrendikasyon vardır (3). Son bir ay içerisinde miyokard infarktüsü geçirenlerde test yapılmamalıdır. KontŞekil 1. Spirometrik ölçüm sırasında hastayla ilişkili prob- rol dışı hipertansiyon, serebral veya aort anevrizması, yakın zalemlerden kaynaklanan manevra hataları manda yapılmış toraks veya batın operasyonu varsa (dikişlerde açılma veya kanama riski nedeniyle) test sırasında dikkatli olunmalıdır. Göğüs veya batın ağrısı, ağızlığın neden olduğu oral-fasiyel ağrı, idrar inkontinansı ve mental problem söz konusu ise spirometri sonuçları güvenilir olmayabilir. Spirometrik ölçümlerin daha güvenilir olması için takma dişler (ağıza tam oturuyorsa) çıkartılmamalıdır (6). Submaksimal efor Tak'da değil Öksürük Akım (L/sn) Kabul edilebilir efor Spirometri için Hastanın Hazırlanması Spirometri için hastanın kurallara uygun hazırlanması son derece önemlidir (2,3). İdeal olarak spirometrik ölçümden önce sigara içilmemeli (son 24 saat), alkol alınmamalı (son 4 saat), ağır egzersiz yapılmamalı (son 30 dakika) ve ağır beslenilmemelidir (en az son iki saat). Göğüs ve karın hareketlerini kısıtlayıcı giysiler giyilmemelidir. Test öncesi idrar inkontinansını engellemek için mesane boşaltılmalıdır. Test öncesi 6 saat süreyle kısa etkili bronkodilatör, 12 saat süreyle uzun etkili bronkodilatör, 24 saat süreyle uzun etkili antikolinerjik ve yavaş salınımlı teofilin kullanılmamalıdır. Test öncesi yaş, cinsiyet ve boy-kilo (ayakkabısız) spirometreye kaydedilmelidir (predikte eğri ve değerlerin hesaplanması için). Dik duramayan veya kifoskolyozu olanlarda kollar yanlara açıkken orta parmak uç- 42 SPİROMETRİK ÖLÇÜMLER ları arasındaki mesafe ölçülerek ve 1.06’ya bölünerek boy hesaplanır. Hastanın mevcut hastalıkları, kullandığı ilaçlar (doz ve son kullanma saati) ve sigara hikayesi öğrenilmelidir. BTPS düzeltmesi yapılmalıdır. Senkopu önlemek için hasta oturtulmalıdır ve baş dik konumda olmalıdır. Yapılacak testin amacı ve test manevrası mutlaka anlatılmalıdır ve ardından testi yapacak kişinin spirometri manevrasını yaparak hastaya göstermesi gerekmektedir. Testten hemen önce spirometrenin ucuna her hasta için yeni bir ağızlık takılmalı ve hasta dik oturur konumda iken burun mandalla kıstırılmalıdır. SPİROMETRİK PARAMETRELER (VC, FVC, FEV, FEF, PEF) Vital kapasite (Vital Capacity-VC) Vital kapasite ekspirasyon manevrasının yavaş veya zorlu olmasına göre iki farklı şekilde ölçülür (3). a. Yavaş Vital kapasite (Slow Vital Capacity-SVC): Derin ve maksimum bir inspirasyondan sonra rezidüel volüme kadar yavaş ekshalasyonla akciğerden dışarı atılan hava hacmidir. Maksimum ekshalasyon sonrası eforsuz inhale edilen maksimum hava hacmine ise inspiratuar vital kapasite (IVC) denir. b. Zorlu Vital Kapasite (Forced Vital Capacity-FVC): Derin ve maksimum bir inspirasyondan sonra maksimum zorlu ve hızlı bir ekspirasyonla akciğerden dışarı atılan hava hacmidir. FVC manevrası hava akım hızlarının ölçümü için sıklıkla kullanılır. SVC manevrası FVC manevrasından önce ve en fazla dört kez yapılmalıdır. Sağlıklı kişilerde SVC zorlu vital kapasiteye benzerdir veya çok hafif yüksektir (7). Obstrüktif hastalıklarda ise SVC>FVC’dir. FVC manevrası efora bağımlı olduğu için test sırasında kooperasyon gerekir. Bu nedenle testin basamakları hastaya iyi anlatılmalıdır. FVC manevrasının üç fazı vardır: 1) maksimal inspirasyon, 2) patlayıcı tarzda ekshalasyon, 3) test sonuna kadar en az 6 saniye devam eden ekshalasyon (2,3,8). FVC ölçümü için iki yöntem vardır (3). Birinci yöntemde (kapalı devre metodu) spirometrenin ucuna takılan ağızlık dudaklar arasına alınıp etrafı iyice kapatıldıktan sonra total akciğer kapasitesine (TLC) kadar derin bir inspiryum yaptırılır. TLC’de bir saniyeden az beklenerek ağızlıktan hızlı ve zorlu maksimum bir ekshalasyonla rezidüel volüme (RV) kadar kesintisiz bir ekspiryum yaptırılarak test tamamlanır. İkinci yöntem (açık devre metodu) ise TLC’ye kadar derin ve hızlı bir inspirasyon yapmak ve TLC’de bir saniyeden az bir süre durup ağızlığı dudaklar arasına alarak maksimum ekshalasyon yapmaktır. Kabul edilebilirlik kriterlerine sahip en az üç FVC manevrası (maksimum sekiz) yaptırılır. Sekiz denemeye rağmen güvenilir bir test elde edilemedi ise işlem sonlandırılmalıdır. Kabul edilebilirlik ve tekrar edilebilirlik kriterlerinin sağlandığı ölçümler yaş-boy-kilo-cinsiyet ve ırka uygun prediksiyon değerleri ile karşılaştırılır. Test sırasında hastanın manevrayı uygun yapabilmesine yönelik bedensel ve sözel destek vermek testin doğruluğunu artırır. İnspirasyon SPİROMETRİK ÖLÇÜMLER 100 TLC 75 Volüm (L) yavaş yapılırsa veya ekshalasyon öncesi total akciğer kapasitesinde uzun süre (>2 saniye) beklenirse bazı parametreler (PEF ve FEV1) düşük ölçülür (9). Bu nedenle inspiryum hızlı ve derin olmalı ve TLC’de <1 saniye kadar beklenmeli. Zorlu ekspiryum sırasında sersemlikbaş dönmesi gibi şikayetler olursa senkop riski nedeniyle test sonlandırılmalıdır. Senkop riski yaşlı hastalarda ve ağır obstrüksiyonu olanlarda daha fazladır. Bu durumlarda FVC manevrası yerine SVC manevrasını uygulamak senkop riskini azaltır. 43 FVC FEV1 50 FRC FIV1 Vm 25 tm 0 RV 0 1 2 3 4 5 Zaman(Saniye) Şekil 2. Volüm-zaman grafiği V (lt/sn) PEF FEF 75 FEF 50 FEF 25 FVC iki yoldan elde edilebilir: 1-ekspire edilen volümün FEV 1 RV zamana karşı gösterildiği voTLC FRC RV V lüm-zaman grafiği (Şekil 2), V(lt) 2-hava akımının volüme karşı gösterildiği akım-volüm halkası (Şekil 3) (1,3). FVC manevERV IRV rasını değerlendirirken hem akım-volüm halkası hem de t(sn) FVC volüm-zaman grafisi birlikte görüntülenmelidir (3). Akım-voŞekil 3. Akım-volüm halkası lüm halkası FVC manevrasının ilk bölümünde yapılan eforun şiddetini daha iyi gösterirken volüm-zaman grafisi FVC manevrasının son kısmı hakkında daha detaylı bilgi verir. Akım-volüm halkasının inspirasyon fazından zorlu inspiratuar vital kapasite (FIVC) ölçülebilir. 1 FEV6 Altı saniyede hızlı ve zorlu maksimum ekshalasyonla akciğerden dışarı atılan hava hacmidir. Sağlıklı kişilerde bu değer FVC ile benzerdir. Ağır hava yolu obstrüksiyonu nedeniyle tam ekshalasyon için daha uzun süre (15-20 saniye) gerekenlerde, yaşlılarda veya senkop riski olanlarda FVC yerine FEV6’yı kullanmanın hasta için daha konforlu olduğu ileri sürülmektedir (3,10,11). 44 SPİROMETRİK ÖLÇÜMLER Birinci saniyedeki zorlu ekspiratuar volüm (Forced Expiratory Volume in one second-FEV1) Maksimum inspirasyonun ardından yapılan zorlu ve hızlı ekspirasyonun birinci saniyesinde dışarı atılan hava hacmidir (1,3). Sağlıklı kişide birinci saniyede vital kapasitenin %70-80’i dışarı atılır. Normalde FEV1 her yıl 30 mL azalır (sigara içende 45-90 mL). Genellikle büyük havayollarını yansıtır. Birim olarak litre veya mililitre ile ifade edilmesine rağmen akım parametresidir. Kooperasyon gerektirir ve efora bağımlıdır. FEV1 havayolu obstrüksiyonunda azalır. Restriktif patolojilerde FVC’deki azalmaya bağlı olarak azalır. FEV1 kolay ölçüldüğü için ve havayolu dinamiğini yansıtan diğer parametrelere göre daha az değişkenlik gösterdiği için havayolu obstrüksiyonunu değerlendirmede ve şiddetini belirlemede en sık kullanılan parametredir. GOLD 2011 klavuzu KOAH’ta hava akımındaki kısıtlılığın şiddetini belirlemede postbronkodilatör FEV1'i kullanmaktadır. (12). FEV1 ≥%80 predikte ise hafif, %50 ≤ FEV1< % 80 ise orta şiddette, %30 ≤ FEV1 <%50 ise ağır ve <%30 ise çok ağır hava akımı kısıtlılığı olarak değerlendirir. FEV1 /FVC (Tiffeneau oranı) Obstrüksiyonla restriksiyonu ayırmada kullanılan bir parametredir. Sağlıklı kişilerde FEV1/FVC oranı %70-80’dir ve yaşla birlikte bu değer azalır (yaş ilerledikce FEV1, FVC’ye göre daha hızlı azaldığı için). Bu nedenle yaşlılarda (>70 yaş) FEV1/FVC oranı için normal değer %65 alınmalıdır. Obstrüksiyonda FEV1/ FVC oranı <%70 dir. Hem obstrüksiyonun hem de restriksiyonun birlikte olduğu durumlarda da bu oran azalır. Restriksiyonda ise hem FEV1 hem de FVC aynı oranlarda azaldığından oran normal kalır (Tablo 3) (5). Obstrüksiyon ve restriksiyonun birlikte olduğu durumlarda (miks patern) akciğer volümleri de değerlendirilmelidir. Saf obstrüksiyonda (özellikle amfizemde) FEV1 ve FVC azalır, RV ve TLC artar. Restriksiyonun eşlik ettiği obstrüksiyonda (miks patern) ise FVC ile birlikte TLC de azalır. RV hafif azalmış veya normaldir ve RV/TLC oranı artar. Obstrüksiyonu saptamada FEV1/FVC kullanılmasına rağmen obstrüksiyonun şiddetini belirlemede FEV1 kullanılmaktadır (3). FEV1/FVC için sabit oran (%70) kullanmak 45 yaş altında obstrüksiyonun atlanmasına neden olurken 70 yaş üzerinde de olduğundan daha fazla obstrüksiyon tanısı konmasına neden olmaktadır (13,14). Bu nedenle gençlerde ve yaşlılarda sabit oran yerine normalin alt sınırını (Lower Limit of Normal-LLN) kullanmak Tablo 3. Ventilatuar bozuklukların spirometrik ölçümlere göre sınıflandırılması (5) Obstrüktif patern Restriktif patern Miks patern FEV1 Azalır Azalır veya N Azalır FVC Azalır veya N Azalır Azalır FEV1/FVC Azalır Normal veya artar Azalır N: normal SPİROMETRİK ÖLÇÜMLER 45 bu problemi azaltacaktır (12). Ancak sabit oran kullanımının pratik ve kolay olması ve LLN değerlerinin bulunmaması nedeniyle genellikle sabit oran tercih edilmektedir. Havayolu obstrüksiyonu olanlarda zorlu vital kapasite (FVC) yavaş vital kapasiten (SVC) veya inspiratuar fazda ölçülen vital kapasiteden (IVC) daha düşüktür. Bu durumda FEV1/FVC oranı obstrüksiyonu olduğundan daha abartılı gösterebilir. Bu nedenle ATS/ERS kılavuzu obstrüktif hastalıklarda FEV1/FVC yerine FEV1/ VC’yi veya FEV1/IVC’yi önermektedir (3). FEV1/FEV6 Obstrüksiyon varlığında FVC manevrası 15-20 saniyeye kadar uzayabilmektedir ve obstrüksiyonu olan hastaların bir kısmı testi sonlandırma kriterlerlerine uygun ekspirasyon yapamamaktadır. Bu durumda FVC yerine FEV6’nın, dolayısı ile FEV1/FVC yerine de FEV1/FEV6’nın kullanılmasının daha konforlu ve sağlıklı olacağı ileri sürülmüştür (15,16). Diğer taraftan obstrüktif hastalıklarda FVC manevrası sırasında ekspirasyon zamanı uzayabileceğinden ekspirasyon süresinin altı saniyede kesilmesi VC’nin olduğundan daha düşük saptanmasına ve dolayısı ile FEV1/FEV6 oranının FEV1/FVC oranından daha yüksek çıkmasına neden olacaktır (17). FEV1/FEV6 için sabit bir değer yerine normalin alt sınırı kullanılırsa bu problemin de ortadan kalkacağı ileri sürülmüştür (18). FEV1/FEV6 hasta ve teknisyen için kolay bir manevra olması, senkop riskinin düşük olması, daha iyi tekrarlanabilirliğe sahip olması, testin daha kısa sürmesi gibi avantajları nedeniyle bazı durumlarda tercih edilebilir (11,14,19,20). Ekspiratuar akım hızları (Forced ekspiratory flow-FEF) Büyük akciğer volümlerindeki ekspiratuar akımlar trakea ve ana bronşların özelliklerini yansıtırken, düşük volümlerdeki akımlar periferik havayollarını yansıtır (1). Akımlar volüm-zaman ve akım-volüm eğrileri ile değerlendirilir. Maksimal Ekspirasyon Ortası Akım Hızı (FEF25-75%) FVC manevrasının %25 ile %75’i arasındaki (FVC’nin orta yarısındaki) ortalama akım hızıdır (1,3), lt/sn cinsinden ifade edilir. Zorlu ekspirasyonun efora bağlı olmayan kısmında ölçüldüğü için küçük hava yollarındaki obstrüksiyonu göstermede FEV1’e göre daha duyarlıdır. Obstrüktif hastalıkların erken döneminde FEV1 ve FVC değerleri normal iken FEF25-75% azalır. Ağır obstrüksiyonda ekshalasyon süresi kısaldığından FEF25-75% yanlışlıkla yüksek saptanabilir. Bazen restriktif hastalıklarda da azalma gösterebilir. FVC manevrasının validitesine ve ekspirasyon gücüne bağımlı bir parametredir. Bu parametrenin dezavantajları normal aralığının geniş olması, FEV1’e göre tekrar edilebilirliğinin daha düşük olması ve VC’nin (veya FVC’nin) azaldığı veya artığı durumlarda değerlendirilmesinin zor olmasıdır. 46 SPİROMETRİK ÖLÇÜMLER FEF 25%, FEF50% , FEF75% (FVC’nin %25’indeki, %50’sindeki veya %75’indeki zorlu ekspiratuar akım) FVC’nin %25’inin (FEF25%), %50’sinin (FEF50%) veya %75’inin (FEF75%) ekshale edildiği noktalarda ölçülen maksimum ekspiratuar akımlardır (1). Bu parametrelerin normalleri geniş aralığa sahiptir ancak tekrarlanabilir ölçümlerdir. FEF50% ve FEF75% periferik havayollarını yansıtır. Zirve (tepe) akım hızı (Peak Ekspiratory Flow-PEF) FVC manevrasının en erken döneminde ulaşılan maksimum ekspiratuar akım hızıdır (1,3,21). Efora, akciğer volümüne ve kooperasyona bağımlıdır, lt/sn olarak ifade edilir. PEF-metre ile ölçülürse lt/dk olarak belirtilir. Maksimum inspirasyonu takiben maksimum patlayıcı tarzdaki ekspirasyonla ilk 1 saniyelik efor sonrası elde edilen değerdir. Maksimum inspirasyon sonrasında ekspirasyon öncesi uzun süre beklenirse PEF değeri azalır. Sağlıklı kişide santral havayollarının çapını ve ekspiratuar kasların gücünü yansıtır ve büyük hava yolları (trakea ve santral hava yolları) için iyi bir göstergedir (1). Ancak PEF değişkenliği yüksek olduğu için (%30 gibi) havayolu obstrüksiyonu için yeterince iyi bir parametre değildir (22-24). Sabah saatlerinde PEF’de azalma, spesifik alerjenlere veya tetikleyici faktörlere karşı PEF’de izole düşüş astım için spesifik PEF paternlerdir. Mesleki astımda hafta içinde PEF’de düşüş, hafta sonu ve tatillerde ise PEF’de düzelme tipik bulgudur. PEF’de giderek azalma ve PEF variabilitesinde artış astımın kötüleştiğini gösterir. PEF takibi astımlı hastaların ev takibinde ve tedaviye yanıtın değerlendirilmesinde önemlidir. Özellikle nefes darlığını iyi algılayamayan astım hastalarında önerilmektedir. KOAH’lı hasta takibinde primer olarak önerilmemektedir. FEV1 ile PEF arasındaki korelasyon iyi değildir. AKIM-VOLÜM HALKASININ ÖNEMİ Akım-volüm halkasının iki bölümü vardır: 1) Total akciğer kapasitesinde hızlı ve zorlu maksimal bir ekspiryumla residüel volüm seviyesine kadar süren maksimum ekspirasyon eğrisi; 2) Rezidüel volüm seviyesinden başlayan derin ve hızlı maksimal bir inspiryumla total akciğer kapasitesi seviyesine kadar süren maksimum inspirasyon eğrisi (Şekil 3) (1). Zorlu ekspirasyon ve inspirasyonda “x” eksenine volüm (lt), “y” eksenine akım hızı (lt/sn) yazılırak akım volüm halkası elde edilir. Ekspirasyon eğrisinden FVC, FEV1, PEF, FEF25-75%, FEF25%, FEF50%, FEF75%, inspirasyon eğrisinden ise FIVC, FIV1, PIF, FIF25-75%, FIF25%, FIF50%, FIF75% ölçülebilir. Ancak PIF, MIF, FIF25%, FIF50%, ve FIF75% için prediksiyon cetvelleri yoktur. PEF ekspirasyon eğrisinin efor bağımlı kısmını yansıtır ve büyük hava yolları hakkında bilgi verir. FEF50% ve FEF75% ise eğrinin efor bağımsız kısmını yansıtır ve periferik hava yolları hakkında bilgi verir. Test sırasında hem akım-volüm halkasının hem de volüm-zaman grafiğinin birlikte izlenmesi ve değerlendirilmesi önemlidir (1,3). Günümüzde bilgisayarlı sistemler bu SPİROMETRİK ÖLÇÜMLER 47 iki ölçümü birlikte yapmaktadır. Akım-volüm halkası ekspirasyonun başlangıcı için (özellikle PEF) daha kapsamlı bilgi verir. Bu bölüm ekspirasyona başlarken sarfedilen eforu yansıtır. FVC manevrasının başlangıç kısmı, özellikle PEF, plevral basınçla korele. Buna karşılık volüm-zaman grafisi FVC’nin son kısımları hakkında daha iyi bilgi verir. Maksimum ekspirasyon eğrisinde ekspirasyonun ilk kısmını (PEF) etkileyen faktörler; ekspirasyon kaslarının gücü, intratorasik büyük hava yollarının çapı ve elastik liflerin geri çekim gücüdür. Eğrinin bu bölümü efora bağımlıdır. PEF’den sonraki kısımda akımı belirleyen güçler ise hava yolu çapı (hava yolu direnci) ve elastik geri çekim gücüdür (elastic recoil). Bu bölüm efordan bağımsızdır. Maksimum ekspirasyon eğrisi intratorasik solunum yolları hakkında bilgi verir. Maksimum inspirasyon eğrisi simetriktir. Eğrinin pik yaptığı nokta genelde ortadadır. Rezidüel volüm noktasından itibaren inspirasyon akımlarını etkileyen güçler; inspirasyon kaslarının gücü ve elastik liflerin esnekliğidir. İnspirasyon eğrisi ekstratorasik solunum yolları hakkında bilgi verir. Rezidüel volüm seviyesinden itibaren artması beklenen akımlar artış göstermez ise yetersiz inspiratuar efor veya ekstratorasik üst solunum yolunda darlık düşünülmelidir. Akım-volüm halkasının şeklindeki değişiklikler havayolu obstrüksiyonunun tanısı ve lokalizasyonu için önemli bilgiler verir (25). Ekspiratuar akım-volüm eğrisi havayolu obstrüksiyonunu, restriksiyonu, obstrüksiyon ve restriksiyonun birlikte olduğu mikst paterni ve obstrüksiyonun erken dönemini değerlendirmede önemlidir. Hastanın yaptığı eğrinin şeklini normalde olması gereken eğrinin şekli ile karşılaştırmak önemlidir. Obstrüktif ve restriktif hastalıklarda ekspiratuar akımvolüm eğrisinin ve volüm-zaman grafiğinin tipik görünümü tanı koydurucudur (Şekil 4) (1,3,5). Normal akım-volüm eğrisi: Maksimal ekspiratuar akıma hızlı bir yükselme ve takiben hava tamamiyle ekshale edilene kadar süren lineer ve üniform bir düşüş ile karakterizedir. Havayolu obstrüksiyonunda akım-volüm eğrisi: Eğrinin eğiminde azalma ve ekspirasyon süresinde uzama gözlenirken eğrinin ikinci kısmında konkav bir iniş ile karakterizedir. Obstrüksiyon arttıkca konkavlaşma daha da belirginleşir ve “x” eksenine doğru bir çukurlaşma görülür. Ekspirasyon eğrisinde rezidüel volüme yaklaştıkça ortaya çıkan bir kuyruk görünümü ise küçük havayollarındaki obstrüksiyonu düşündürür. Şekil 4. Ventilatuar bozuklukların volüm-zaman grafisindeki ve maksimum ekspirasyon eğrisindeki paternleri 48 SPİROMETRİK ÖLÇÜMLER Ağır obstrüksiyonda akım-volüm eğrisi: Zorlu ekshalasyon nedeniyle havayolu kollabe olur ve maksimal ekspiratuar akıma ulaşıldıktan sonra akımda ani düşüş (çan kulesi veya minare külahı paterni) karakteristik bulgudur. Amfizemde elastik liflerdeki kayıp nedeniyle başlangıçtaki pikten sonra akım hızlarında ani bir düşme olur ve kollaps tipi eğri oluşur. Restriktif hastalıklarda akım-volüm eğrisi: AV eğrisinin şekli normaldir ancak akciğer volümündeki azalma FVC noktasını sola iter (predikte eğriyle karşılaştırıldığında). Akımlar artabilir. Eğri konveksdir. Normal eğrinin minyatürü gibidir. Difüz havayolu obstrüksiyonunun erken dönemdeki değişiklikler ekspirasyon eğrisinde vital kapasitenin son %25’inde izlenir (FEF75%). Hastalık ilerledikçe daha büyük havayolları da olaya katıldığı için vital kapasitenin ilk %25’inde (FEF25%) de değişiklikler gözlenir. Akım-volüm eğrisi ile havayolu obstrüksiyonunun düzeyi de saptanabilir (1). Büyük havayollarında obstrüksiyon türbülansı arttırarak akım hızlarını azaltır. Düşük dansiteli gaz (%80 helyum+ %20 oksijen) solutulursa türbülan akım laminer akıma döner ve akım hızları artar. Önce oda havasında ve sonra helyum-oksijen karışımı solutulduktan sonra çizdirilen akım-volüm halkasında, maksimum ekspirasyon eğrisinin FEF50% noktasında akım hızlarındaki artış >%20 ise akım kısıtlanması çapı >3mm hava yollarındadır. Düşük dansiteli gaz karışımı periferik havayollarında laminer akımı etkilemediği için bu bölümdeki akımlar artmaz. Sağlıklı erişkinlerde oda havası ve helyum-oksijen karışımı ile çizdirilen maksimum ekspirasyon eğrileri FVC’nin son %10’unda üst üste gelir. Bu duruma “volume iso-flow” denir. Periferik solunum yollarında yaygın obstrüksiyon söz konusu ise bu bölümde akımlar helyum-oksijen karışımı ile arttırılamaz ve “volume iso-flow” segmentinin boyu uzar. Akım-volüm halkasının volüm-zaman grafisine üstünlüğü santral ve üst solunum yolu obstrüksiyonunu gösterebilmesidir. Bu nedenle açıklanamayan nefes darlığında, stridorda, üst solunum yolu darlığı şüphesinde inspirasyon ve ekspirasyon manevralarını içeren akım volüm halkası mutlaka çidirilmelidir. Ekstratorasik (farenks, larenks, trakeanın ekstratorasik kısmı) ve intratorasik havayollarındaki (intratorasik trakea ve ana bronş) darlıklar santral ve üst havayolu obstrüksiyonuna neden olur. Bu darlıklarda FEV1 ve/veya VC genellikle etkilenmez ancak PEF belirgin olarak azalır (26). Bu nedenle FEV1/PEF oranında artış varsa inspiratuar ve ekspiratuar akım-volüm halkası görülmelidir (27). Santral veya üst solunum yolu obstrüksiyonunu değerlendirmek için inspiratuar ve ekspiratuar eforların maksimum düzeyde olması son derece önemlidir. Zayıf eforların da akım-volüm eğrisinde üst solunum yolu obstrüksiyonu gibi görünüm yaratabileceği unutulmamalıdır. Tekrar edilebilir 3 manevra ile bu durum dışlanmalıdır. Üst solunum yolu darlıklarında akım-volüm halkası üç farklı şekilde karşımıza çıkabilir (Şekil 5) (1,3,5,28-30). PEF, FIF ve FIF50/FEF50 ekstratorasik ve intratorasik üst solunum yolu obstrüksiyonunu ayırmada yardımcı olan parametrelerdir (Tablo 4). SPİROMETRİK ÖLÇÜMLER 49 Tablo 4. Ekstratorasik ve intratorasik üst solunum yolu obstrüksiyonunu ayıran parametreler (30) Ekstratorasik obstrüksiyon İntratorasik obstrüksiyon Fikse Değişken PEF Azalır N veya azalır Azalır FIF Azalır Azalır N veya Azalır FIF50/FEF50 ~1 <1 >1 PEF: zirve ekspiratuar akım; FIF50: Zorlu inspiratuar vital kapasitenin %50’sindeki maksimum inspiratuar akım; FEF50: Zorlu ekspiratuar vital kapasitenin %50’sindeki maksimum ekspiratuar akım; N: normal Akım (L/sn) a) 6 b) 6 c) 6 1) Fikse obstrüksiyon: Akım-volüm halkasının hem 3 3 3 inspiratuar hem de ekspiratu0 0 0 ar fazında plato vardır. FEF50/ -3 -3 -3 FIF50=0.8-0.9 saptanır (Şekil -6 -6 -6 0 2 4 0 2 4 0 2 4 5a). Akım-volüm eğrisinin fikse Volüm (L) Volüm (L) Volüm (L) üst solunum yolu obstrüksiyo- Şekil 5. Üst solunum yolu obstrüksiyonunda akım-volüm nunu saptayabilmesi için trakea halkası paternleri: a) fikse obstrüksiyon, b) değişken ekstraçapının <1 cm olması lazım. torasik obstrüksiyon, c) değişken intratorasik obstrüksiyon Trakeal stenoz ve tiroid bezinin trakeaya basısı bu tarz obstrüksiyona neden olur. 2) Değişken ekstratorasik obstrüksiyon: Akım-volüm halkasının inspiratuar fazında plato meydana gelir. FEF50/FIF50=2.3 saptanır (Şekil 5 b). Laringomalazi, ekstratorasik trakeanın trakeomalazisi, vokal kord patolojileri bu tarz obstrüksiyona neden olur. 3) Değişken intratorasik obstrüksiyon: Akım-volüm halkasının ekspiratuar fazında plato meydana gelir. FEF50/FIF50=0.3 saptanır (Şekil 5 c). Intratorasik trakeanın trakeomalazisi, bronkojenik kist, trakeal lezyonlar bu obstrüksiyona neden olur. Akım-volüm halkasında hem ekspirasyonda hem de inspirasyonda küçük ve hızlı ossilasyonlar varsa “testere dişi” paterni olarak adlandırılır (31). Nöromüsküler hastalıklarda, parkinsonda, laringeal diskinezide, trakeobronkomalazide ve uyku apne sendromunda saptanabilir (32-36). Akım-Volüm Halkası Ölçüm Yöntemi İki farklı ölçüm yöntemi vardır (3). 1) Oda havasında ağız yoluyla TLC’ye kadar hızlı ve tam bir inhalasyon yapmak ve ardından ağızlığı yerleştirerek tereddüt etmeksizin hızlı ve zorlu bir maksimum ekshalasyon yapmak ve tekrar hızlı maksimum bir inhalasyonla testi sonlandırmak. 2) Ağızlığı yerleştirdikten sonra istirahat düzeyinde (fonksiyonel rezidüel kapasitede) birkaç tidal solunum sonrasında rezidüel volüme kadar yavaş bir ekspiras- 50 SPİROMETRİK ÖLÇÜMLER yonu takiben TLC’ye kadar yavaş inhalasyon, takiben maksimum eforla RV’ye kadar tam bir ekshalasyon ve ardından TLC’ye kadar maksimum bir inhalasyon ile testi sonlandırmak. Akım-volüm halkasında derin ve hızlı yapılmış inspirasyonun önemi büyüktür. İnspirasyon sonunda TLC seviyesine erişen hastanın bu noktada duraklamasına izin verilmemelidir. Bu durum ekspirasyon hızlarının düşmesine sebep olur. İnspirasyonu hızlı ve zorlu ekspirasyon izlemelidir. TLC ile PEF arasındaki bölüm mümkün olduğunca dik olmalıdır. Ekspiryum RV seviyesine kadar maksimum efor ve hızla sürdürülmelidir. Öksürük artefaktlarına ve RV seviyesinden önce ani düşüşlere izin verilmemelidir. Maksimum ekspiryum manevrasının 6 saniyeden kısa olmamasına dikkat edilmelidir. KOAH olguları ekspiryumu 20 saniyeye kadar uzatabilir. Zorlu ekspiryumun astım ve KOAH olgularında 6 saniyede kesilmesi (FEV6) FVC'nin düşük çıkmasına sebep olabilir. KABUL EDİLEBİLİRLİK VE TEKRAR EDİLEBİLİRLİK KRİTERLERİ Spirometrik ölçümlerin güvenilir olması için testin kabul edilebilirlik ve tekrar edilebilirlik kriterlerini sağlamış olması gerekir (3). Spirometrik ölçüm için kabul edilebilirlik kriterleri 1-Spirogramda artefakt olmamalı Öksürmemeli (birinci saniyeden sonra öksürenlerde FEV1 değeri kabul edilebilir) Ekshalasyonun 1. saniyesinde glottis kapatılmamalı Testi erken bitirmemeli veya kesmemeli Efor değişkenliği olmamalı Ağızlıktan kaçak olmamalı Ağızlık dille veya ısırılarak kapatılmamalı 2-Test başlangıcı iyi olmalı Ekstrapolasyon volümü FVC’nin %5’inden veya 150 mL’den az olmalı Tepe akıma ulaşma süresi 120 msn’den kısa olmalı İnspiryumdan sonra total akciğer kapasitesinde 1saniyeden az duraklama Ekstrapolasyon: Zorlu ekspirasyon eğrisinin en dik eğiminden geçen teğet ile maksimum inspirayon düzleminin çakıştığı nokta, zaman olarak sıfır noktasıdır. Bu noktadan zorlu ekspirasyon eğrisine çekilen dikme ekstrapolasyon volümünü gösterir. 3-Yeterli ekshalasyon yapılmalı Ekshalasyon süresi 6 saniye olmalı ve/veya volum-zaman eğrisinde plato çizilmeli. SPİROMETRİK ÖLÇÜMLER 51 Ekshalasyonun sonunda en az 1 saniye volum değişikliği olmamalı Test yaşlılarda veya obstrüksiyonu olanlarda 15 saniyeye uzatılabilir Spirometrik ölçüm için tekrar edilebilirlik kriterleri Üç kabul edilebilir spirogramda: 1-En yüksek iki FVC arasındaki fark ≤150mL olmalı ve 2-En yüksek iki FEV1 arasındaki fark ≤150mL olmalı. Bu kriterler sağlanamaz ise uygunluk saptanana kadar (maksimum sekiz test) veya hasta testleri sürdüremeyene kadar yeni testler yapılır ve en iyi üç test kayda alınır. BRONKODİLATÖRLÜ TEST Bronkodilatörlü test (reversibilite testi) havayolu obstrüksiyonu olan kişilerde inhalasyon yoluyla kısa etkili bronkodilatör verilerek obstrüksiyonun değişim derecesini değerlendiren bir testtir (1). Bu test astım ve KOAH tanısında, ayırıcı tanıda, KOAH’ta prognoz tayininde, hastanın o anki en iyi değerini saptamada, tedavi etkinliğini takip etmede ve klinik araştırmalarda kullanılır. Reversibilite testini hastanın hikayesi ve muayene bulguları doğrultusunda değerlendirmek gerekir. Bazı KOAH olgularında pozitif reversibilite testi olabileceği gibi bazı kronik ağır astım olgularında da negatif reversibilite testi olabilir. Reversibilite testi öncesi kesilmesi gereken ilaçlar (1): Kısa etkili B2 agonistler (6 saat önce), uzun etkili B2 agonistler (12 saat önce), yavaş salınımlı teofilin (24 saat önce), uzun etkili antikolinerjik (24 saat önce), kromolin sodyumdur (8-12 saat önce). İnhale steroidlerin test öncesi kesilmesine gerek yoktur. Bronkodilatör yanıt tek bir bronkodilatör doz sonrasında (erken reversibilite) veya 2-8 haftalık anti-obstrüktif tedavi sonrasında (geç reversibilite) değerlendirilir (1,30,37,38). Kullanılacak ilaç, ilacın dozu ve veriliş yolu hakkında tam bir fikir birliği yoktur. Genellikle ölçülü doz inhaleri ile salbutamol gibi kısa etkili B2 agonist tercih edilir. Ancak kısa etkili antikolinerjikler veya kısa etkili `2 agonist+kısa etkili antikolinerjik kombinasyonu da kullanılabilir. Testin metodu: Bazal spirometrik değerler için üç kabul edilebilir spirometrik ölçüm yaptırılır ve FEV1, FVC ve PEF kaydedilir. Ardından tercihen spacer ile 30 saniyelik aralarla toplam 400 (4x100) mikrogram salbutamol veya 160 (4x40) mikrogram ipratropium bromür veya bu ikisinin kombinasyonu verilir (36,37). Kısa etkili B2 agonist için 15 dakika, antikolinerjik için 30 dakika sonra üç kabul edilebilir test yapılır (30). Reversibilite ölçümünde değişik parametreler kullanılabilir. En sık kullanılan FEV1 değeridir. Bronkodilatör sonrası değişkenlik farklı şekillerde hesaplanabilir (1,30,37). 1-Başlangıç değeri üzerinden % değişim: (postbronkodilatör FEV1-bazal FEV1)/ (bazal FEV1) x 100. 52 SPİROMETRİK ÖLÇÜMLER 2-Mutlak değişkenlik: (postbronkodilatör FEV1-bazal FEV1). ATS-ERS kılavuzu reversibilite için hem mutlak değişkenliğin hem de başlangıç değerine göre % değişimin birlikte hesaplanmasını önermektedir. Bazale göre FVC veya FEV1’de >200mL ve >%12’lik artış pozitif reversibilite olarak kabul edilir (30). 3-Beklenen değer üzerinden değişkenlik: (postbronkodilatör FEV1-bazal FEV1)/ (beklenen FEV1) x100. Erken reversibilitesi negatif olup astım düşünülen olgularda tanının doğrulanması ve tedavi yanıtının değerlendirilmesi için geç reversibilite bakılmalıdır. Geç reversibilite değerlendirmesi için 6-8 hafta (GOLD kılavuzuna göre 6-12 hafta) 200 mikrogram beklometazon ya da eşdeğeri (200 mikrogram budesonid veya 100 mikrogram flutikazon) inhale kortikosteroid günde iki kez veya 2 haftalık oral kortikosteroid (30mg/gün) kullanımı önerilmektedir (12,38). Başlangıca göre FEV1’de ≥%15 ve mutlak değer olarak 200 mililitre artış veya PEF’de ≥%20 artış geç reversibilitenin pozitif olduğunu gösterir. Ciddi havayolu rezistansı olanlarda ve inhale kortikosteroid direnci olanlarda geç reversibilite değerlendirmesi için oral prednizolon tercih edilmelidir. OLGULAR 11 12 ı /s 8 7 FEV1 Pet 4 4 0 0 2 6 0 4 s 8 ı 2 0 1 2 3 4 5 0 parameter FEV1 FEV1/FVC FVCex FVCin PEF MEF75 MEF50 MEF25 MEF25-75 unit 1 % 1 1 1/s 1/s 1/s 1/s 1/s 8 pred 2.76 74 3.64 3.77 7.53 6.78 3.87 1.23 2.85 act. 0.56 28 1.97 1.84 2.11 0.39 0.23 0.17 0.22 %pred 20 38 54 49 28 6 6 14 8 Olgu 1. KOAH olgusu. Spirometrik değerler, volüm-zaman grafisi ve akım-volüm eğrisi ciddi obstrüksiyonla uyumlu SPİROMETRİK ÖLÇÜMLER 53 7 7 FEV1 Ref 4 4 0 0 4 6 8 4 s 8 0 time medicament parameter FEV1 FEV1/FVC FVCex FVCin PEF MEF75 MEF50 MEF25 MEF25-75 2 1 2 3 4 5 6 8 10:41 unit 1 % 1 1 1/s 1/s 1/s 1/s 1/s pred 2.78 77 3.45 3.57 7.58 6.67 3.98 1.38 3.37 pre 1.53 64 2.38 2.48 3.49 2.35 1.01 0.32 0.83 11:01 Normal %pred post 62 1.72 80 62 81 2.79 78 2.81 53 4.04 38 2.56 26 1.04 26 0.36 26 0.86 %pred 55 83 69 69 46 35 25 23 24 post%pred 13 -4 17 13 16 9 3 12 5 Olgu 2. Astım olgusu. Spirometrik değerler, akım-volüm eğrisi ve volüm-zaman grafisi obstrüktif paternle uyumlu. Reversibilite pozitif 10 0 l/s I 8 2 FEV1 - Ref 4 4 l 0 1 2 4 6 8 6 4 8 s 8 0 1 2 3 4 5 6 Olgu 3. Kifoskolyoz olgusu. Volüm zaman grafiği ve akım-volüm halkası restriktif paternle uyumlu 54 SPİROMETRİK ÖLÇÜMLER KAYNAKLAR 1. Yıldırım N, Demir T. Klinik solunum fonksiyon testleri. İkinci baskı, İstanbul: Macenta Eğitim Yayıncılığı Ltd Şti, 2011. 2. Spirometry for Health Care Providers. Global Initiative for Chronic Obstructive Lung Disease(GOLD).www.goldcopd.org/uploads/users/files/GOLD_Spirometry_2010.pdf 3. Miller MR, Hankinson J, Brusasco V, et al. ATS-ERS taskforce: Standardisation of Lung Function Testing. Standardisation of spirometry. Eur Respir J 2005; 26: 319-38. 4. Ruppel GL. Manual of pulmonary function testing. Seventh edition. St. Louis, Mosby, 1998. 5. Johns David P and Pierce Rob. Pocket Guide to Spirometry. McGraw-Hill, Australia, 2007. 6. Bucca CB, Carossa S, Colagrande R, et al. Effect of edentulism on spirometric tests. Am J Respir Crit Care Med 2001; 163: 1018-20. 7. Paoletti P, Pistelli G, Fazzi P, et al. Reference values for vital capacity and flow-volume curves from a general population study. Bull Eur Physiopathol Respir 1986; 22: 451-9. 8. American Thoracic Society. Standardization of spirometry: 1994 update. Am J Respir Crit Care Med 1995; 152: 1107-36. 9. D’Angelo E, Prandi E, Milic-Emili J. Dependence of maximal flow-volume curves on time course of prceding inspiration. J Appl Physiol 1993; 75: 1155-9. 10. Vandevoorde J, Verbanck S, Schuermans D, et al. FEV1/FEV6 and FEV6 as alternative for FEV1/FVC and FVC in the spirometric detection of airway obstruction and restriction. Chest 2005; 127: 1560-4. 11. Swanney MP, Jensen RL, Crichton DA, et al. FEV(6) is an acceptable surrogate for FVC in the spirometric diagnosis of airway obstruction and restriction. Am J Respir Crit Care Med 2000; 162: 917-9. 12. Global Initiative for Chronic Obstructive Lung Disease. Global Strategy For The Diagnosis, Management, And Prevention Of Chronic Obstructive Pulmonary Disease (Revised2011). www.goldcopd.org/uploads/users/files/GOLD_Report_2011_Feb21.pdf 13. Roberts SD, Farber MO, Knox KS, et al. FEV1/FVC ratio of 70% misclassifies patients with obstruction at extremes of age. Chest 2006; 130: 200-6. 14. Vollmer WM, Gislason P, Burney P, et al. Comparison of spirometry criteria for the diagnosis of COPD: results from the BOLD study. Eur Respir J 2009; 34: 588-97. 15. Enright PL, Connett JE, Bailey WC. The FEV1/FEV6 predicts lung function decline in adult smokers. Respir Med 2002; 96: 444-9. 16. Jing J, Huang T, Cui W, et al. Should FEV1/FEV6 replace FEV1/FVC ratio to detect airway obstruction? Chest 2009; 135: 991-8. 17. Demir T, Ikitimur H, Koç N, Yıldırım N. The role of FEV6 in the detection of airway obstruction. Respir Med 2005; 99: 103-6. 18. Crapo RO. Letter to the editor: The role of FEV6 in the detection of airway obstruction. Respir Med 2005; 99: 1467. 19. Jensen RL, Crapo RO, Enright P. A statistical rationale for the use of forced expired volume in 6s. Chest 2006; 130:1650-6. 20. Bellia V, Sorino C, Catalano F, et al. Validation of FEV6 in the elderly: correlates of performance and repeatability. Thorax 2008; 63: 60-6. SPİROMETRİK ÖLÇÜMLER 55 21. Quanjer PH, Lebowitz MD, Gregg I, et al. Peak expiratory flow: conclusions and recommendations of the European Respiratory Society. Eur Respir J 1997; 10: Suppl.24:2-8. 22. Enright PL, Lebowitz MD, Cockroft DW. Physiologic measures: pulmonary function tests. Asthma outcome. Am J Respir Crit Care Med 1994; 149: 9-18. 23. Crapo RO. Pulmonary-function testing. N Engl J Med 1994; 331: 25-30. 24. Pennock BE, Cottrell JJ, Rogers RM. Pulmonary function testing. What is 'normal'? Arch Intern Med 1983; 143: 2123-7. 25. Aboussouan LS, Stoller JK. Diagnosis and management of upper airway obstruction. Clin Chest Med 1994; 15: 35-53. 26. Miller MR, Pincock AC, Oates GD, et al. Upper airway obstruction due to goitre: detection, prevalence and results of surgical management. Q J Med 1990; 74: 177-88. 27. Empey DW. Assesment of upper airway obstruction. BMJ 1972; 3: 503-5. 28. Miller RD, Hyatt RE. Evaluation of obstructing lesions of the trachea and larynx by flowvolume loops. Am Rev Respir Dis 1973; 108: 475-81. 29. Modrykamien AM, Gudavalli R, McCarthy K, et al. Detection of upper airway obstruction with spirometry results and the flow-volume loop: a comparison of quantitative and visual inspection criteria. Respir Care 2009; 54: 474-9. 30. Pellegrino R, Viegi G, Brusasco V, et al. Interpretative strategies for the lung function tests. Series ATS/ERS Task Force: Standardisation of lung function testing. Eur Respir J 2005; 26: 948-68. 31. Zamel N. Flow volume curve: the "saw-tooth" sign. Eur J Respir Dis 1986; 69: 73-4. 32. Haponik EF, Bleecker ER, Allen RP, et al. Abnormal inspiratory flow-volume curves in patients with sleep-disordered breathing. Am Rev Respir Dis 1981; 124: 571-4. 33. Hoffstein V, Wright S, Zamel N. Flow-volume curves in snoring patients with and without obstructive sleep apnea. Am Rev Respir Dis 1989; 139: 957-60. 34. Vincken WG, Gauthier SG, Dollfuss RE, et al. Involvement of upper-airway muscles in extrapyramidal disorders. A cause of airflow limitation. N Engl J Med 1984; 311: 438-42. 35. Schiffman PL. A "saw-tooth" pattern in Parkinson's disease. Chest 1985; 87: 124-6. 36. Ramírez J, León I, Rivera LM. Episodic laryngeal dyskinesia. Clinical and psychiatric characterization. Chest 1986; 90: 716-21. 37. Gülmez İ. Solunum Sistemi ve Hastalıkları Cilt I. Tevfik Özlü, Muzaffer Metintaş, Mehmet Karadağ, Akın Kaya, Editörler. Reverzibilite Testi. İstanbul Medikal Yayıncılık Ltd Şti, İstanbul, 1. Baskı, 2010: 441-3. 38. Özsu S. Solunum Sistemi ve Hastalıkları Cilt I. Tevfik Özlü, Muzaffer Metintaş, Mehmet Karadağ, Akın Kaya, Editörler. Geç reverzibilite testi. İstanbul Medikal Yayıncılık Ltd Şti, İstanbul,1. Baskı. 2010: 445-6. DİFÜZYON TESTLERİ Uzm. Dr. Fatma ÇİFTÇİ, Prof. Dr. Nurdan KÖKTÜRK Difüzyon, herhangi bir maddenin yüksek konsantrasyonda olduğu bölgeden düşük konsantrasyonda olduğu bölgeye geçişidir. Akciğer difüzyon kapasitesi, bir gazın (O2, CO2) alveolokapiller membrandan bir birim zamanda belirli bir basınç farkı altında, yüksek basınçtan alçak basınca doğru geçişini tanımlar. Akciğerde difüzyon, konsantrasyon farkına değil basınç gradiyentine bağlı olarak gerçekleşir ve alveol ve kapiller arasında gazların değişiminde rol oynayan başlıca mekanizmadır (1) (Şekil 1). Hemoglobine afinitesi oksijenden 210 kat yüksek olan karbonmonoksit (CO) difüzyon kapasitesi ölçümünde standart indikatör gaz olarak kullanılır. CO’in Alveol V Sürfaktan tabakası Alveol epiteli Interstisyum Kapiller endotel O22 Q Eritrosit CO2 Şekil 1. Solunum sistemindeki gaz değişimi ile hücrelerde metabolizma sonucu oluşan CO2 atmosfer havasına verilirken, atmosfer havasındaki O2 kana geçer 56 DİFÜZYON TESTLERİ 57 difüzyonunu sınırlayan etken alveolokapiller membrandır. Difüzyon kapasitesi, seçilen test molekülünün (CO) alveolar gazdan kapiller kana difüzyon hareketinin hızını belirleyerek ölçülür. Ölçümü etkileyen faktörler test gazının fiziksel ve kimyasal özellikleri, alveol ve kapiller arası bariyerin uzunluğu ve kalınlığı, eritrosit hücre membranının difüzyona direnci ve test gazı ve hemoglobinin reaksiyon oranları ve pulmoner kapiller kan hacmidir (2). TANIMLAR Akciğerlerden CO alımı, CO’ in alveolar parsiyel basıncı (sürücü basınç) ile bir sabitin çarpımına eşittir. Tek soluk metodu ile akciğerden CO alımı (KCO) ölçümü, birim CO sürücü basıncı (Δ[CO]) başına birim zamanda (Δt) alveoler CO’deki konsantrasyon düşüşü olarak ölçülür (PaCO). KCO=Δ[CO]/Δt/PaCO KCO akciğerde CO içeren gaz hacmi (alveoler volüm, VA) ile çarpıldığında (KCOxVA) birim sürücü basınç başına birim zamanda akciğerce alınan toplam CO hesaplanır ve difüzyon kapasitesi olarak adlandırılır. Avrupa kaynaklarında difüzyon kapasitesi için transfer faktörü (TLCO) terimi de kullanılmaktadır. TLCO teriminin tercih edilme nedenleri; test sonucunun birçok faktörden etkilenmesi, metabolik hızla ilişkili olması ve istirahat halinde yapılan testin submaksimal olması nedeniyle gerçek kapasiteyi yansıtmamasıdır. Ancak 2005 yılında yayınlanan Amerika Solunum Derneği ve Avrupa Solunum Derneği (ATS/ERS) ortak standardizasyon rehberinde akciğerin karbonmonoksit için difüzyon kapasitesi (DLCO) terminolojisi tercih edilmiştir. ERS, DLCO’yu SI (uluslararası birimler sistemi) birimi olarak mmol x min-1 x kPa-1olarak ifade etmeyi önerirken ATS geleneksel birimleri [standart sıcaklık, basınç, nem (STPD)] x dk-1x mmHg-1 önerir (3). Hangi birim tercih edilirse edilsin önemli olan tüm hesaplamalarda aynı sistemin kullanılmasıdır. SI birimlerindeki değerler 2,987 ile çarpıldığında geleneksel birimdeki değerlere ulaşılır. CO ALIMININ BELİRLEYİCİLERİ Havadan pulmoner kapiller kana CO transferi sırasında gerçekleşen olaylar sırasıyla şunlardır: 1) CO’in hava yolları ve alveollere kitle akım halinde iletimi, 2) CO’in duktuslarda, hava keselerinde ve alveollerde karışması ve difüzyonu, 3) CO’in alveoler membranın gaz-sıvı sınırı boyunca transferi, 4) CO’in akciğer parankimi ve alveolokapiller plazmada karışması ve difüzyonu, 5) Eritrosit membranından difüzyon ve eritrositin içine geçiş, 6) Kanda hemoglobinin bileşenleriyle kimyasal reaksiyonunu içerir. CO alımı süreci iki transfer ya da iletim özelliğine indirgenebilir: 1) Membran iletkenliği (DM): Alveolokapiller membranın difüzyonu 58 DİFÜZYON TESTLERİ 2) CO ve Hb’nin bağlanması: CO-Hb kimyasal reaksiyon oluşum hızı (e) ve alveoler kapiller kandaki Hb hacminin (Vc)’nin çarpımına eşittir. Bunlar seri iletimler oldukları için bu özellikler aşağıdaki eşitlikteki gibidir. 1/DLCO=(1/DM)+(1/eVc) Bazı fizyolojik değişimler DM veya e Vc’yi etkileyerek DLCO’yu değiştirebilir. Akciğer inflasyonu arttıkça DM artar (açılan membranlar ve artan yüzey alanına bağlı olarak), Vc etkileri değişkendir (alveoler ve ekstraalveoler kapillerlerin farklı gerilme ve düzleşmesine bağlı). Bu değişimlerin net etkisi sonucu akciğer inflasyonu arttıkça DLCO artar. Egzersiz, yatar pozisyon ve Müller manevrası (kapalı glottise karşı inspiratuar çaba) alveoler kapillerleri devreye sokup dilate ederek Vc ve DLCO’yu arttırabilir. Alveolokapiller istihdam (recruitment) cerrahi rezeksiyonu takiben kalan akciğer dokusunda da görülür, çünkü artık kalp debisi daha küçük bir kapiller ağdan geçmektedir. Bu da çıkarılan akciğer dokusu miktarı için beklenen Vc kaybından daha az bir kayba yol açar. Buna karşın, valsalva manevrası ile kapalı glottise karşı ekspiratuar çabalar Vc’i ve dolayısıyla DLCO’yu azaltabilir (4). GAZ ANALİZÖRLERİ VE GENEL EKİPMAN Klinik kullanımdaki ekipmanın karmaşıklığı değişkenlik gösterir ama temel prensipler aynıdır. Tüm sistemlerin bir test gazı kaynağı (bag-in-box), spirometre, kompres gaz silindiri, zaman içerisinde inspire edilen ve ekspire edilen gazın ölçümü için bir cihaz (kimograflı spirometreler, ağız parçasının yanında ya da bag-in-box’ın yanında pnömotakometreler) ve gaz analizörlerini (tek örnek analizörler ya da yüksek hızlı analizörler) içerir. Tek örnek gaz analizörü sistemi sadece zamana bağlı hacmi gösterir. Sürekli gaz analizör sistemleri ise test sırasında CO gaz konsantrasyonlarının sürekli değişim eğrisini verir (3) (Resim 1). DLCO’YU ETKİLEYEN HASTAYA AİT FAKTÖRLER Resim 1. Karbonmonoksit difüzyon test sistemi Hastanın durumu DLCO ölçümünün standart olabilmesi için Vc’i etkileyen faktörler, egzersiz, pozisyon, CO’in Hb afinitesi [örneğin alveoler parsiyel oksijen basıncı (PAO2) ve karboksihemoglobin (COHb)] standart olmalıdır. Kliniği uygunsa hastanın standart testten 10 dakika öncesinde oksijen desteği kesilmelidir (5). Teste başlamadan önce manevralar gösterilmeli ve DİFÜZYON TESTLERİ 59 hasta dikkatlice bilgilendirilmelidir. Test boyunca hasta rahat ve oturur pozisyonda olmalıdır. Test ortamı üreticinin önerdiği sabit sıcaklıkta tutulmalıdır (6,7) (Resim 2). COHb, DLCO’da akut ve geri dönüşümlü bir düşmeye sebep olur. Bunun sebebi test gazında CO için Hb bağlanma yerlerinin azalması (anemi etkisi) ve CO geri dönüş basıncıdır. Sigara içimi COHb’nin en önemli kaynağıdır. Sigara ve CO ekspozisyonundan kaçınılması belirtilir. Olgunun en son ne zaman sigara içtiği sorgulanarak değerlendirme için rapora kaydedilmelidir. Difüzyon kapasitesini azaltan klinik durumlar arasında akciğerin parankimal hastalıkları, özellikle interstisyel akciğer hastalıkları, amfizem, pulmoner hipertansiyon ve anemi sayılabilir (Şekil 2). Polisitemi ve alveolar hemoraji sendromları ise difüzyon kapasitesini arttırabilir. Karbonmonoksit difüzyon kapasitesi birim dakikada birim hacimde tranfer olan CO miktarı olarak tanımlanır: VCO PACO-PCCO DLCO: Karbonmonoksit için difüzyon kapasitesi, mL/dk/mmHg VCO: Transfer edilen CO miktarı, mL/dL PACO: Ortalama alveolar PCO, mmHg PCCO: Ortalama kapiller PCO, mmHg DLCO= Sigara içmeyen kişilerde kanda PCCO düzeyi ihmal edilir. Uygulamada DLCO, alveolar PCO üzerinden inspirasyon ve ekspirasyon havası arasındaki fark olan VCO hesaplanarak bulunur (8). Resim 2. Solunum fonksiyon testi laboratuvarında difüzyon testi uygulaması 60 DİFÜZYON TESTLERİ UYGULAMA YÖNTEMLERİ DLCO kararlı durum (steady-state), tekrar nefes testi (rebreathing), tek nefes tutma (single-breath holding), tek ekspirasyon (single expiration), tek soluk (single breath) ve Riley-Lilienthal yöntemleriyle ölçülebilir. Genellikle, DLCO’nun hesaplanması için kullanılan iki teknik tek soluk veya kararlı durum yöntemidir. Laboratuvarlar arasında farklılıklar olmasına rağmen, tek soluk yöntemiyle ölçümün farklı akciğer hastalıklarında akciğer fonksiyonlarının belirlenmesindeki etkinliği kanıtlanmıştır (9). TEK SOLUK YÖNTEMİ Ağız parçası ve burun klipsi yerleştirildikten sonra, tidal hacimde soluklar ile ağız parçasının uygun yerleştirildiğinden emin olunur. Bu sürede derin soluklardan kaçınılmalıdır. DLCO manevrası rezidüel volüme (RV) kadar zorlu olmayan bir ekspirasyon ile başlar ve sonrasında tek hızlı ve büyük bir inspirasyon ile %0.3 CO ve inert gaz-genellikle %1-5 helyum- inspirasyonu yapılır. İnert gaz olarak %0.3 metan veya %0.5 neon gazı da kullanılabilir. Nefes 10 ± 2 saniye tutulur ve hızla ekshalasyon yapılır. İnspirasyon süresinin 4 saniyeden kısa olması ve ekspirasyon süresinin 3 saniyeden uzun olmaması gereklidir. Obstrüktif akciğer hastalıklarında ekshalasyon süresi uzayabilir. Bu süre 6 saniye ile sınırlandırılır. Ekspirasyon havasının ölü boşluk gazı içeren ilk kısmı atılır; kalan kısım toplanır Normal Anemi Amfizem Alveol O2 O2 O2 Pulmoner Tromboemboli O2 Eritrosit O2 Fibrozis O2 Şekil 2. Difüzyon kapasitesini etkileyen klinik durumlar Kapiller Atelektazi DİFÜZYON TESTLERİ 61 ve CO ve helyum konsantrasyonu hesaplanır (10). Tek soluk yöntemiyle difüzyon kapasitesini ölçebilen çeşitli otomatik sistemler geliştirilmiştir. Tüm sistemlerin gerekli bileşenleri; inspire edilen özel gaz karışımı, inspire ve ekspire edilen gaz hacmini ölçebilen bir cihaz, gaz konsantrasyonlarını ölçmek için hızlı cevap verebilen bir analizör, zamanlayıcı ve istenilen oranda ekspirasyon havasının tutulması için uygun kapak ve toplama cihazlarıdır. Tek soluk yöntemiyle DLCO aşağıdaki eşitliğe göre hesaplanır: DLCO= VA x 60 x zaman x ln FACO, başlangıç (barometrik basınç-47) FACO, son VA=alveolar hacim FACO, başlangıç=nefes tutmanın başlangıcında CO’nun alveolar konsantrasyonu FACO, son=nefes tutmanın sonunda CO’nun alveolar konsantrasyonu Zaman=saniye ln=natural logaritma Nefes tutmanın başlangıcında alveoldeki CO konsantrasyonu (FACO, başlangıç) inspire edilen CO konsantrasyonundan hesaplanır ve helyum bazlı sistemler için inspire ve ekspire edilen helyum konsantrasyonuna göre aşağıdaki eşitliğe göre hesaplanır: FACO, başlangıç = FEHe x FtCO FIHe FEHe=ekspire edilen helyum konsantrasyonu FIHe=inspire edilen helyum konsantrasyonu FtCO=inspire edilen CO konsantrasyonu Nefes tutma süresinin sonunda alveoldeki CO konsantrasyonu (FACO, son) ekspire edilen gazdaki CO konsantrasyonuna eşittir (3). Alveolar volüm iki yoldan biriyle hesaplanır. Alveolar volüm kapalı-devre helyum veya vücut pletismografi teknikleri ile hesaplanan RV ve spirometri ile kaydedilen inspire edilen gaz volümünün toplamına eşittir. İkinci yöntemde VA, DLCO hesaplanırken yapılan tek soluk helyum dilüsyonu ile ölçülür. Son olarak, spirometre manevralarıyla nefes tutma süresi saniye olarak bulunur (11). Hasta ilk teste uyum sağlayamaz ve tekrarlamak gerekirse, iki difüzyon testi arasında, test gazının vücuttan atılması için en az dört dakika süre olmalıdır. Aradaki zamanda hasta oturarak bekletilir. Obstrüktif akciğer hastalığı olanlarda ise bekleme süresi daha uzun olmalıdır (örneğin 10 dakika). Derin nefes alıp verme manevraları test gazının atılmasını kolaylaştırır. Test en fazla beş kez tekrarlanabilir. 62 DİFÜZYON TESTLERİ Kararlı Durum Yöntemi Kararlı durum yönteminde, akciğerden CO alımı stabil hale gelene kadar birkaç dakika %0.1 CO içeren gaz karışımı solunur. Bundan sonra birkaç dakika süreyle ekspirasyon havası toplanır. CO alımı (VCO) inspire ve ekspire edilen gazdaki CO miktarları arasındaki fark ile belirlenir (12). Tek Soluk ve Kararlı Durum Yöntemlerinin Karşılaştırılması Tek soluk ve kararlı durum yöntemleri arasındaki belli farklılıklardan özellikle söz etmek gerekir. Tek soluk tekniği daha popülerdir çünkü uygulaması daha kolay ve invaziv olmayan bir ölçüm tekniğidir (arter kan gazı için kan örneği verilmesi gerekmez). Daha iyi standardize edilmiştir ve kararlı durum tekniğine göre ventilasyonun farklılıklarından daha az etkilenir. Kapiller kanda bulunan CO geri basıncından etkilenmez. Ancak hastanın vital kapasitesinin (VC) en az %88'ine karşılık gelen inspiratuar VC manevrasını yapmasının gerekmesi ve 10 saniye nefes tutması gerekmesi dezavantajlarıdır. Bir başka dezavantajı bu testi egzersiz sırasında yapmak son derece zordur. Kararlı durum tekniğinde solunumsal manevralara gereksinim yoktur ve egzersiz, yoğun bakım, uyku ve genel anestezi sırasında yapılabilir. Daha az komplike cihazlar ve daha az hesaplama gerektirir. Ölçümler tidal volümde yapıldığı için daha kolay kooperasyon sağlanır. Ne var ki, arteriyel kan gazı gerektirir (PCO2 belirlenmeli). Ölçümler ventilasyon-perfüzyon uyumsuzluğundan etkilenir. Difüzyon kapasitesinin belirlenmesi için kararlı durum tekniği tek soluk tekniğine göre istirahatte daha düşük değerler verme eğilimindedir. Bu uyumsuzluk genellikle, kararlı durum tekniğinde sakin tidal nefes alıp verme sırasında difüzyon için yüzey alanının, tek soluk tekniğinde gereken total akciğer kapasitesi (TLC)’ne kadar tam inspirasyon sırasında olandan daha az bir difüzyon yüzey alanı olmasına bağlanmaktadır. Aynı zamanda sakin nefes alma sırasında TLC’nde tutulan bir nefes sırasındakine oranla akciğerlerin bazı alanları belirgin şekilde daha az ventile olur (3,13,14). DLCO ÖLÇÜMLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Tekrar edilebilirlik tekrarlayan testlerde test durum ve özelliklerinin değişmemesini tanımlar. Doğru DLCO ölçümü için en az iki test yapılması önerilir. Beşinci test ile COHb yaklaşık %3.5 artarak, ölçülen DLCO değeri yaklaşık %3-3.5 azalır. Bu sebeple beş testten fazla tekrar önerilmemektedir. Testin kabul edilebilmesi için bazı kriterler mevcuttur. 1. Kalibrasyon kontrolü yapılan cihazlar kullanılmalı 2. Volüm-zaman eğrisinde RV’den TLC’ne düz ve hızlı bir inspirasyon görülmeli 3. İnspirasyon hızlı olmalı fakat zorlu olmamalı. Sağlıklı bir erişkinde 2.5 saniye, obstrüksiyonu olanlarda 4 saniyeden kısa sürmemeli DİFÜZYON TESTLERİ 63 4. İnspire edilen gaz daha önce ölçülmüş en iyi VC’nin %90’ından daha az olmamalı 5. Soluk tutma zamanı 9-11 saniye arasında olmalı 6. Ölü boşluk ‘washout’ miktarı 0.75-1 lt arasında olmalı (eğer VC 2 lt’den az ise 0.5 lt yeterlidir) TEST SONUÇLARINI ETKİLEYEN DİFÜZYON DIŞI FAKTÖRLER Düşük bir DLCO herzaman difüzyon defektini göstermez. Bir çok solunumsal olmayan faktör difüzyon kapasitesini etkiler. Tek başına akciğer volümünde azalma DLCO değerini düşürür. Bu nedenle bazı laboratuvarlar, DLCO’yu alveolar volüme oranlayarak difüzyon kapasitesini akciğer volümüne ‘normalize’ ederler. Bu DLCO ve VA arasında pratikte doğrusal bir ilişkili olduğunu farz eden bir manipülasyondur ancak tam olarak doğru değildir (15). DLCO bazı fizyolojik faktörlerle de ilişkilidir. Yaş, cinsiyet, boy, ırk gibi faktörler yanısıra Hb, akciğer hacmi, COHb, alveolar parsiyel oksijen basıncı (PAO2), rakım, egzersiz ve vücut pozisyonu DLCO’yu etkiler. Bu faktörlerden üçü (Hb, COHb, PAO2) için her zaman özel düzenlemeler yapılmalıdır. Anemi, her iki teknikle belirlenen DLCO’nin düşük hesaplanmasına yol açar. Ancak düşük hemoglobin konsantrasyonunun etkisi bir düzeltme faktörünün kullanılması ile düzeltilebilir (16). Bunun tersine polisitemi ve intrapulmoner kanama DLCO değerini arttırır. Gerçekte beklenmedik derecede yüksek bir DLCO radyografik olarak gizli bir pulmoner kanamayı tespit etmekte yararlı bir klinik ipucu olabilir. Hemoglobine göre düzeltme aşağıdaki formüllerle yapılabilir: Adölesan ve yetişkin erkeklerde: DLCO (Hb’e göre düzeltilmiş)=DLCO x [1.7Hb/(10.22+Hb)] 15 yaşından küçük çocuk ve kadınlarda: DLCO (Hb’e göre düzeltilmiş)=DLCO x [1.7Hb/(9.38+Hb)] Hastanın pozisyonu da test sonucunu etkiler. Test sırasında DLCO’nun en yüksek bulunduğu pozisyon supin pozisyondur. Oturur pozisyondan supin pozisyona geçerken DLCO artarken ayakta en düşük düzeydedir. Aradaki fark %5-30 arasında değişebilir (13). Diürnal varyasyon ve mensturasyon dönemi değişikliklerinin de difüzyon testini etkileyebildiği gözlenmiştir. Mensturasyondan hemen önce en yüksekken üçüncü gün en düşük düzeyde bulunmuştur (14). Obstrüktif akciğer hastalıklarında bronkodilatör uygulamasından sonra DLCO’nun %6’a kadar yükseldiği gösterilmiştir (16). Sigara içimi alveolde CO miktarını arttırarak testi etkiler ve %10’a kadar düşme izlenebilir. Testten 24 saat önce sigaranın kesilmesi önerilir. DLCO eşitliği kandaki CO geri basıncının ihmal edilebilir olduğunu varsaysa da ağır sigara içicisinin kanı %10’a kadar karboksihemoglobin (COHb) içerebilir. Bu düzeydeki 64 DİFÜZYON TESTLERİ COHb’ye plazmada çözünmüş CO konsantrasyonlarındaki artış eşlik eder. Sonuçta ortaya çıkan CO geri basıncı DLCO’yu azaltır. DLCO’yu bu durum için düzelten bir düzeltme eşitliği kullanılabilir. Alkol alımı da DLCO’nun daha düşük hesaplanmasına yol açar. DLCO’yu rakım da etkiler. PAO2 deniz seviyesinden yükseldikçe düşer. Eğer rakıma göre düzeltme yapılacaksa deniz seviyesinde PIO2 150 mmHg olarak kabul edilir. DLCO (rakıma göre düzeltilmiş)=DLCO/(1.0+0.0031(PIO2-150) PAO2’de düşme CO’nun kana daha hızlı difüze olmasına izin verir. İnspire edilen parsiyel oksijen basıncı için özel bir düzeltme yapılmalıdır. PAO2’deki her mmHg değişiklik DLCO’da yaklaşık %0,35 farklılık yaratır. DLCO (PAO2’e göre düzeltilmiş)=DLCO/(1.0+0.0035 (PAO2-100) KLİNİK KULLANIM Difüzyon kapasitesinin ölçümü bir çok pulmoner hastalığın değerlendirilmesinde oldukça yaralıdır (Tablo 1). DLCO ölçümü genellikle spirometri ve akciğer volümTablo 1. Hastalıkların difüzyon kapasitesi üzerine etkileri Hastalıklar DLCO Hava yolu hastalıkları Astım Normal* Kronik bronşit Normal Amfizem Düşük Bronşektazi Düşük (yaygın hastalıkta) Kistik fibrozis Düşük İnterstisyel akciğer hastalığı İdiyopatik pulmoner fibrozis Düşük Kollojen vasküler hastalık Düşük Sarkoidoz Düşük (evre 2,3) İlaca bağlı akciğer hastalığı Düşük Fibrojenik tozlara bağlı (asbestoz vb.) Düşük Biyolojik tozlara bağlı (allerjik alveolit) Düşük Pulmoner dolaşım hastalıkları Pulmoner emboli Düşük Pulmoner vaskülit Düşük Pulmoner hemoraji Yüksek Ekstrapulmoner hastalıklar Solunum kas güçsüzlüğü Düşük Kifoskolyoz Düşük Obezite Normal* Polisitemi Yüksek *Yüksek olduğu olgular bildirilmiştir DİFÜZYON TESTLERİ 65 lerinin ölçümünden sonra ikinci basamağı oluşturur. DLCO düşüşünün egzersiz desatürasyonunu ön gördüğü gösterilmiştir. Obstrüktif hastalıklar arasında amfizemin değerlendirilmesinde akciğer kompliyansından daha değerlidir (17). Buna ek olarak idiyopatik pulmoner hipertansiyon, idiyopatik pulmoner fibrozis ve sistemik skleroz ilişkili alveolitte DLCO düzeyleri hastalık ciddiyetiyle koreledir Tablo 2. Difüzyon kapasitesinde azalma(Tablo 2). İnterstisyel akciğer hastanın derecesi lıklarının ayırıcı tanısında kullanılmaz. Ağırlık DLCO % DLCO ve VA arasında lineer bir ilişki Hafif >60 ve normal sınırın altında yoktur. DLCO’nun azaldığı durumlarOrta 40-60 da bu düşüş Hb ya da COHb ile açıkAğır <40 Best Volume %Gas 0.3 10.0 0.2 0.1 5.0 0.0 Flow 6.0 3.0 0.0 0.0 0 5 10 15 20 Time Şekil 3. İleri evre KOAH tanısıyla izlenen hastanın difüzyon testi sonuçları Best % Gas Volume 0.3 10.0 0.2 0.1 5.0 0.0 Flow 6.0 3.0 0.0 0.0 0 5 10 Time 15 20 Şekil 4. Bilateral pulmoner fibrozisi olan ve evre 3 sarkoidoz tanısıyla izlenen hastanın difüzyon testi sonuçları 66 DİFÜZYON TESTLERİ Tablo 3. KOAH tanısıyla izlenen bir olgunun spirometri ve difüzyon testi sonuçları Beklenen Ölçülen % FEV1 1.90 0.69 36 FVC 2.29 1.21 53 22.3 7.5 34 FEV1/FVC 57 DLCO (mL/mmHg/dk) DLCO/VA (mL/mmHg/dk/lt) VA (lt) 55 4.77 2.71 57 Tablo 4. Sarkoidoza bağlı pulmoner fibrozisi olan olgunun difüzyon testi sonuçları Beklenen Ölçülen % FEV1 2.25 0.90 45 FVC 2.66 1.20 FEV1/FVC 48 lanamıyorsa, DLCO/VA bakılmalıdır. DLCO’da VA’dan daha fazla azalma izlenirse pulmoner vasküler bir hastalığa işaret eder. DLCO’daki düşüş VA ile benzer orandaysa parankimal hastalıklar akla gelir. DLCO’daki düşüş VA’dan daha az ise obezite, nöromüsküler hastalıklar, plevral hastalıklar veya pulmoner rezeksiyon düşünülmelidir (18). Obstrüktif hastalıklarda DLCO ile birlikte DLCO/VA’nın azalması tipiktir. Akciğer parankimini etkileyen interstisyel hastalıklar, inflamatuar eksudasyon ve dissemine karsinomalarda DLCO azalırken DLCO/ VA oranı sabit kalır (19,20). 75 Şekil 3 ve 4’de sık görülen akciğer hastalıklarına ait olgularda difüzyon testi sonuçları örneklenmiştir. Buna DLCO/VA 76 göre difüzyon testi sonuçları Tablo (mL/mmHg/dk/lt) 3’de verilen ileri evre KOAH tanısıyVA (lt) 4.44 2.41 54 la izlenen 65 yaşında kadın hastada DLCO azalırken DLCO/VA oranının da azaldığı görülebilir. Bu durum obstrüksiyon, ölü boşluk ventilasyonunun artması ve ventilasyon-perfüzyon dengesizliğine işaret eder. DLCO (mL/mmHg/dk) 20.2 8 40 Bilateral pulmoner fibrozisi olan ve evre 3 sarkoidoz tanısıyla izlenen 59 yaşında kadın hastanın difüzyon testi sonuçlarında DLCO azalırken DLCO/VA oranının normale yakın olduğu saptanmıştır (Tablo 4). Bu durum parankim destrüksiyonu ve azalmış akciğer volümüne bağlıdır. KAYNAKLAR 1. Davies A, Moores C. The respiratory system. 2nd ed. New York: Churchill Livingstone Elsevier 2010; 78-83. 2. Fishman AP, Elias JA, Grippi MA, et al. Fishman's Pulmonary Diseases and Disorders. 4 th ed. McGraw- Hill 2008; 191-201, 592-4. 3. Brusasco V, Crapo R, Viegi G. Standardisation of the single-breath determination of carbon monoxide uptake in the lung. Eur Respir J 2005; 26: 720-35. 4. Gibson GJ. Clinical tests of respiratory function. Third edition. Newcastle, UK. 2009; 76-82. 5. Michaelson ED, Sackner MA, Johnson RL. Vertical distrubition of pulmonary diffusing capacity and capillary blood flow in man. J Clin Invest 1973; 52: 359-65. DİFÜZYON TESTLERİ 67 6. Huang YC, Helms MI, MacIntyre NR. Normal values for single exhalation diffusing capacity and pulmonary capillary blood flow in sitting, supine positions and during mild exercise. Chest 1994; 105: 501-8. 7. Stam H, Kreuzer FJA, Versprille A. Effect of lung volume and positional changes on pulmonary diffusing capacity and its components. J Appl Physiol 1991; 71: 1477-88. 8. Yıldırım N, Demir T. Klinik Solunum fonksiyon testleri. İkinci baskı. İstanbul: 2011: 5464. 9. Pellegrino R,Viegi G, Brusasco V, et al. Interpretative strategies for lung function test. Eur Respir J 2005; 26: 948-68. 10. Saryal SB. Solunum fonksiyon testleri. Akciğer hastalıkları temel bilgiler 2008; 37-49. 11. Johnson DJ. Importance of adjusting carbonmonoxide diffusing capacity and carbonmonoxide transfer coefficient for alveolar volüme. Respir Med 2000; 94: 28-37. 12. Lethart GL. Steady state diffusing capacity determined by simplified method. Thorax 1962; 17: 302-7. 13. Hegewald MJ. Diffusing capacity. Clin Rev Allergy Immunol 2009; 37: 159-66. 14. Sansores RH, Abboud RT, Kennell C, Haynes N. The effect of menstruation on the pulmonary carbon monoxide diffusing capacity. Am J Respir Crit Care Med 1995;151: 381-4. 15. Stewart IB, Potts JE, Mc Kenzie DC, et al. Effect of body position on measurements of diffusion capacity after exercise. Br J Sports Med 2000; 34: 440-4. 16. Kelley MA, Panettieri RA, Krupinski AV. Resting single-breath diffusing capacity as a screening test for exercise-induced hypoxemia. Am J Med 1986; 80: 807-12. 17. Cerfolio RJ, Bryant AS. Different diffusing capacity of the lung for carbon monoxide as predictors of respiratory morbidity. Ann Thorac Surg 2009; 88: 405-10. 18. Collard P, Willputte JY, Aubert G, et al. The single-breath diffusing capacity for carbon monoxide in obstructive sleep apnea and obesity. Chest 1996; 110: 1189-93. 19. Kelley MA, Panettieri RA, Krupinski AV. Resting single-breath diffusing capacity as a screening test for exercise-induced hypoxemia. Am J Med 1986; 80: 807-12. 20. Wanger J. Pulmonary function testing. A practical approach. First edition 1992; 96-119. VÜCUT PLETİSMOGRAFİSİ Prof. Dr. Sevgi BARTU SARYAL Vücut pletismografı, içine deneğin oturtularak solunum fonksiyon testlerinin uygulandığı kapalı bir kabindir. Yunanca plethusmos (genişleme) kelimesinden gelmektedir. Bir vücut pletismografının temel işlevi intratorasik gaz volümü ve volüm değişikliklerinin ölçülmesidir (1). İlk kez DuBois ve Comroe tarafından 1956 yılında basınç pletismografı geliştirilerek torasik gaz volümü ve havayolu rezistansı ölçülmüştür (2,3). Kabin 600-1000 lt hacme sahiptir ve büyük oranda esnemesi olmayan pleksiglastan yapılmıştır. Bu şekilde deneğin etrafını görebilmesi ve kısmen de olsa klostrofobiden korunması sağlanır. Kapı kapalıyken interkom sistem aracılığıyla teknisyen ile hasta arasında bağlantı kurulabilir. Kabinde hava akım hızı ölçümleri bir pnömotakograf aracılığıyla yapılır. Pnömotakografın hastaya bağlandığı bölümde havayolunu kapatabilen bir valv (shutter) bulunur. Ölçümler sırasında kapatılarak alveol içi basıncın ölçülmesi hedeflenir. Shutter genellikle otomatik olarak devreye girer. Basınç transduserleri aracılığıyla ağız basıncı ve kabin içi basınçlar ölçülür (1). Vücut pletismografisi akciğerlerin elastik özellikleri, havayolu çapı, akciğer volümleriyle ilgili olarak spirometri ile elde edilemeyen ayrıntılı yapısal ve fonksiyonel bilgilerin sağlanabildiği, noninvaziv bir tekniktir. Ölçümler normal solunum sırasında yapıldığından zorlu ekspirasyon manevrası gerektiren spirometriden farklı olarak pletismografi fizyolojik bir test olarak kabul edilebilir. Modern cihazlarda hasta uyumu kolaydır ve test süresi de kısadır. Torasik gaz volümü aracılığıyla doğrudan akciğer volümleri ölçülebilir. Havayolu rezistansı, spirometri, akciğer kompliansı, ağız oklüzyon basınç ölçümleri yapılabilir. Belirli eklemelerle bronkoprovokasyon testi, difüzyon kapasitesi ve nitrojen washout ile akciğer volümleri ölçümleri de uygulanabilir. Pletismografik ölçümler modern cihazlarda genellikle kolay uygulanabilmekle birlikte bazı kontrendikasyonları bulunmaktadır. Pletismograf kabinine girmeyi engelleyen mental konfüzyon, kaslarda koordinasyon bozukluğu, vücut ateli 68 VÜCUT PLETİSMOGRAFİSİ 69 varlığı gibi durumlarda ölçüm yapılamaz. Klostrofobik hastalar kabin içine giremeyebilir. Pletismograf içine yerleştirilemeyecek durumdaki damardan devamlı infüzyon uygulanan hastalar, göğüs içi basınç artışından etkilenebilecek göğüs tüpü, transtrakeal O2 kateteri, kulak zarı yırtığı bulunan ya da oksijeni test süresince kesilemeyen hastalarda da bu test uygulanamaz (4). PLETİSMOGRAF TİPLERİ Vücut pletismografları basınç, volüm ve akım pletismografları olmak üzere üç tiptir. Basınç Pletismografı (Volüm sabit): Kabin duvarındaki bir açıklığa yerleştirilmiş bir basınç transduseri aracılığıyla göğüs kafesinin solunum hareketleriyle genişlemesi ve daralması sonucunda kabin içinde oluşan basınç değişikliklerinin doğrudan kaydedilmesi esasına dayanır. Böyle kanununa göre (P1V1=P2V2) basınç değişikliklerinden volüm değişiklikleri hesaplanır. Volüm değişikliklerinin doğru hesaplanabilmesi için kabin içindeki ısının sabit olması gerekir. Kabin içine miktarı bilinen volüm bir şırıngayla verilerek kabin içi volüm ve basınç değişikliklerine göre kalibre edilir (5,6). Volüm Pletismografı (Değişken volüm): Pletismografa eklenen bir spirometre aracılığıyla denek soluk alıp verdiğinde doğrudan kabin içinde oluşan volüm değişikliğini ölçer. İnspirasyon sırasında gözlenen volüm artışı inspire edilen gazın hacmi ve intratorasik basıncın azalmasıyla ortaya çıkan ek hacmin toplamından oluşur. Bu cihazlar bilinen sabit bir volüm şırıngayla kabin içine verilerek kalibre edilir. Ancak teknik zorluklar nedeniyle bu tip pletismograflar yerlerini akım pletismograflarına bırakmıştır (1). Akım Pletismografı (Değişken volüm): Kabin içinde bulunan bir pnömotakograf ile solunum sırasında toraksın genişleyip daralması sırasında oluşan hava akım hareketinin ölçülmesi esasına dayanır. Volümler akım hızının elektronik olarak entegrasyonu ile hesaplanır. Bu cihazlarda akım ve ağız basıncının kalibre edilmesi gerekir (5,6). ÖLÇÜM TEKNİĞİ Kalibrasyon: Volüm, ağız ve kabin basıncı günlük olarak kalibre edilmelidir. Haftada bir akım sensörünün duyarlılığı kontrol edilmelidir. Yılda dört kez havayolu rezistansı bilinen bir rezistör ile kontrol edilmelidir. En az ayda bir kez veya şüphe durumunda sağlıklı kişi üzerinde kontrol edilmelidir. Sağlıklı kişilerle laboratuvar standardı oluşturulmalıdır. Hastanın hazırlanması: Ağızlık ve burun mandalını nasıl kullanacağı anlatılmalıdır. Volüm ölçümünde kapının kapatılacağı anlatılmalıdır. Hastaya manevra aralarında kapıyı açabileceği söylenmelidir. Cihazın kapısı içeriden de açılabilir olmalıdır. 70 VÜCUT PLETİSMOGRAFİSİ “Panting” manevrasının öğretilmesi: Panting saniyede 1-2 kez kısa kesik soluma olarak tanımlanır. Sık veya yavaş panting yapılması ölçümü etkileyeceğinden sıklığına dikkat edilmelidir (7,8). Shutter kapandığında zorlanabileceği hastaya önceden anlatılmalıdır. Kapalı havayoluna karşı soluk alıp vermede hasta sorun yaşayabilir, bu da yeterli ölçüm alınmasını engelleyebilir. Panting tipi soluma teknisyen tarafından gösterilmeli ve hastaya pletismografın dışında uygulatılmalıdır. Panting sırasında yüzeyel ve hep sabit hacimle soluk alıp vermelidir. Yanaklar ellerle desteklenerek kapalı havayoluna karşı solurken şişmeleri engellenmelidir. Ağızlıktan kaçak olmamasına da dikkat edilmelidir (4). Kapalı bir sisteme karşı panting yapılmasının yarattığı güçlük ve hasta uyumunun etkilenmesi nedeniyle tidal solunum sırasında ölçüm yapılması konusunda da çalışmalar yapılmıştır. Agrawal ve ark.nın araştırmasında normal deneklerde ve havayolu direnci 0.1-1.5 kPa.s.lt-1 arasında değişen astım ve KOAH’lılarda panting ve tidal solunum ile yapılan ölçümlerin benzer sonuç verdiği gösterilmiştir (9). TORASİK GAZ VOLÜMÜ (VTG) Vücut pletismografının temel fonksiyonu torasik gaz volümü ölçümü aracılığıyla akciğer volümlerinin doğrudan değerlendirilmesidir. Torasik gaz volümü (VTG) belirli bir zaman ve düzeyde toraks içinde ölçülen gaz volümü olarak tanımlanır. VTG toraks içinde havayolları ile bağlantılı olan ve olmayan tüm gaz volümünü kapsar. Rutin manevrada normal ekspirasyonun bitiminde ölçüldüğünde fonksiyonel rezidüel kapasiteye (FRC) eşit olur. Pletismograf ile VTG ile birlikte total akciğer kapasitesi (TLC), rezidüel volüm (RV), fonksiyonel rezidüel kapasite (FRCPL), RV/TLC oranı, vital kapasite (VC), inspiratuar kapasite (IC), ekspiratuar rezerv volüm (ERV) gibi volümler ölçülebilir. Volümler hem pletismograf, hem de gaz dilüsyon yöntemiyle ölçülerek hava hapsi volümü konusunda bilgi edinilebilir. VTG ölçümü için endikasyonlar Tablo 1’de verilmiştir (4). Ölçüm Yöntemi: Pletismografik yöntemde VTG Boyle kanununa göre doğrudan ölçülmektedir. Bu kanuna göre ısı sabit olduğunda akciğerlerdeki gaz kütlesinin basınç (P) ve volüm çarpımı (V) daima sabittir (10). Tablo 1. VTG Ölçümünün Endikasyonları t 3FTUSJLUJGIBTUBMLMBSOUBOT t "LDJþFSWPMàNMFSJÚMÎàMFSFLSFTUSJLUJGWFPCTUSàLUJGGPOLTJZPOFMCP[VLMVþVOBZSNOO yapılması t 0CTUSàLUJGBLDJþFSIBTUBMLMBSOEBHÚSàMFCJMFOIBWBIBQTJOJOIBWBLJTUJCàM değerlendirilmesi t "LDJþFSWPMàNÚMÎàNMFSJOJOUFLSBSHFSFLUJþJOEFWFZBEFOFLHB[EJMàTZPOZÚOUFNMFSJOF koopere olamıyorsa VÜCUT PLETİSMOGRAFİSİ 71 Boyle Kanunu: P1. V1=P2. V2 Ekspirasyon sonunda P1 (ağız basıncı ve alveoler basınç) atmosferik basınca eşittir, V1 ise ölçülmesi istenen FRC’yi yansıtmaktadır. Shutter’a karşı inspirasyon yapıldığında ise yeni alveoler basınç (P2) P1’den biraz daha düşük olur (P1-ΔP1). Yeni torasik gaz volümü (TGV) ise V1’den hafifçe daha fazladır (V1+ΔV). P1. V1=(P1-ΔP). (V1+ΔV) =P1V1-V1ΔP+P1ΔV-ΔPΔV ΔPΔV ihmal edilebilecek kadar küçük olduğundan ve V1ΔP ile P1ΔV eşit olduğundan formül aşağıdaki şekilde yazılabilir: V1=P1. ΔV ΔP Shutter kapatıldığında alveoler basınç değişmelerinin (ΔP) ağız basıncına (ΔP mo) eşit olduğu kabul edilir ve deneğe bağlanan ağızlığa takılan bir basınç transduseri aracılığıyla doğrudan ölçülür. Basınç pletismografında alveoler volüm değişmeleri (ΔV) kabin basıncındaki değişmelerle (ΔP box) orantılı olduğundan denklem aşağıdaki gibi ifade edilebilir: V1 ∞ P1.ΔP box ΔP mo VTG ölçümü için pletismografın kapısının kapalı olması gerekir. Önce normal soluk alıp verirken kabin içi ısının sabitlenmesi için 30 saniye beklenir. Dört kez normal soluk alıp verdikten sonra shutter normal ekspirasyonun sonunda kapatılır ve saniyede iki kez olmak üzere panting manevrası başlatılır. Ağız basıncı (Pm) ve akciğer volüm değişmesi (ΔVL) arasındaki eğri gözlenir. 4-5 kabul edilebilir eğri alındıktan sonra shutter açılır, normal solunuma geçilerek yavaş vital kapasite manevrası yaptırılarak test sonlandırılır. Torasik Gaz Volümünün Yorumlanması: Yapılan testin kabul edilebilirlik kriterlerine uyup uymadığı kontrol edilmelidir. Buna göre; panting manevrası volüm ve hız bakımından doğru olmalıdır. Elde edilen eğri kapalı olmalıdır ve ekrandan taşmamalıdır. Ekrandan taşan eğri ısı dengelenmesi yetersiz olduğunu veya panting hacminin fazla olduğunu gösterebilir. En az 3 tekniği düzgün trase alınmalı ve sonuçların ortalaması verilmelidir. Teğet açısı ortalama açının %10’undan fazla olmamalıdır. Maksimum 10 test yapılmalıdır (4). VC için en yüksek değer; FRC, ERV ve IC için testlerin ortalaması alınır. RV= FRC- ERV ve TLC= RV+VC formüllerinden hesaplanır. Akciğer volümlerinin pletismograf ile ölçülmesinin gaz dilüsyon yöntemlerine göre bazı avantajları bulunmaktadır. Bu yöntemle toraks içinde bulunan tüm 72 VÜCUT PLETİSMOGRAFİSİ hava hacmi ölçüldüğü için gaz dilüsyon yöntemlerine göre daha doğru sonuç verir. Gaz dilüsyon yöntemlerine göre volümler daha kısa sürede ölçülür, bu nedenle testlerin tekrarlanması daha kolaydır. Buna karşılık cihazın büyük ve pahalı olması, yer kaplaması, yöntemin karmaşık oluşu ve kapının kapatılması gerektiği için klostrofobik hastalara uygulanma zorluğu dezavantajlarıdır (4). TLC ve alt volümlerinin ölçümü restriktif tipte fonksiyonel patolojilerin ve pulmoner hiperinflasyonun değerlendirilmesinde önem taşır. Spirometrik olarak VC’nin azaldığı, buna karşılık FEV1/VC veya FEV1/FVC oranının normal ya da yüksek olduğu durumlarda restriktif bir patolojiden şüphelenilmelidir. Ancak restriktif patoloji varlığının kanıtlanması için TLC’de azalma olduğu gösterilmelidir. Pulmoner hiperinflasyonun şiddetinin değerlendirilmesinde RV ve RV/TLC oranı kullanılabilir. 95. persentilin üzerinde, ancak %140’ın altında hafif, %140170 arasında orta, %170’in üzerindeki değerlerde ileri dereceli pulmoner hiperinflasyon söz konusudur. Ancak havayolu obstrüksiyonunun çok ileri olduğu olgularda pletismografik ölçümlerin gerçek değerinden yüksek sonuç verebileceği akılda tutulmalıdır. HAVAYOLU REZİSTANSI (Raw) Solunum sisteminde havanın hareketine karşı oluşan direnç göğüs duvarı hareketlerinin oluşturduğu visköz (friksiyonel) direnç, akciğer dokusunun visköz direnci ve havayollarında hava akımına karşı oluşan dirençten meydana gelir. Total respiratuar rezistans total akciğer rezistansı ve göğüs duvarı rezistansından oluşur. Total akciğer rezistansı ise havayolu rezistansı ve akciğer doku rezistansının toplamına eşittir. Doku rezistansı total pulmoner rezistansın %20’si gibi küçük bir bölümünü oluştururken büyük bölümü havayolu rezistansına aittir (11-14). Havayollarında hava akımına karşı oluşan direnç gaz moleküllerinin kendi aralarında ve havayolu duvarı ile sürtünme etkilerine bağlıdır. Havayolu rezistansı (Raw) iletici havayollarında bulunan gaz moleküllerinin sürtünme etkisine bağlı olarak hava akımının her bir ünitesine karşı ağız (atmosferik basınç) ve alveol arasında ortaya çıkan basınç farkı olarak tanımlanır, cmH2O/lt/sn olarak ifade edilir (6,14). Raw = Atmosferik basınç-Alveoler basınç Akım Havayolu iletimi (kondüktans- Gaw) havayolu boyunca basınçta her bir ünite azalmaya karşı oluşan akım şeklinde tanımlanır, lt/sn/cmH2O şeklinde ifade edilir. Gaw Raw’ın resiprokudur: Gaw=1/Raw Akciğer volümlerine göre değişkenlik gösterdiği için genellikle Gaw yerine sGaw kullanılır. Spesifik havayolu iletimi (sGaw) bir litre akciğer volümüne düşen iletimdir ve lt/sn/cmH2O/lt) olarak ifade edilir. Periferik havayollarını çevreleyen VÜCUT PLETİSMOGRAFİSİ 73 akciğer dokusunun elastik özellikleri nedeniyle havayolu direnci oluşan volüm değişikliklerinden etkilenmektedir. Spesifik havayolu rezistansı (sRaw) farklı volüm düzeylerinde havayolu rezistansında ortaya çıkan bu değişiklikleri düzeltir, lt/sn olarak ifade edilir. Solunum sisteminin rezistans ve volüm özelliklerinin tümünü yansıtır. Değerlendirilebilmesi için VTG ölçümünün yapılması gerekir: sRaw=Raw x VTG. Genellikle ölçümler normal ekspirasyonun bitiminde yapıldığından formül şu şekilde de ifade edilebilir: sRaw=Raw x FRC (15). Fizyolojik Özellikler: Havanın akciğerlerden içeri ve dışarı hareket edebilmesi için bir itici basınç gereklidir, bu itici basınç gaz moleküllerinin sürtünmesine karşı koyabilecek düzeyde olmalıdır. İtici basınç hava akım hızı ve hava akımı paterninden etkilenir. Havayollarında hava akımı laminer ya da türbülan nitelikli olur. Laminer akım düşük akım hızlarında oluşur, akım aksiyel yöndedir ve bronşun merkezine doğru artar. Bu tip akımda sürücü basınç Poiseuille kanununa göre havayolunun uzunluğu ve çapı ile gazın viskozitesi tarafından belirlenir. Bu durumda itici basınç viskozite ve akım ile doğru, havayolu çapı ile ters orantılıdır. Türbülan akım ise yüksek akımlarda ortaya çıkar, akım hem aksiyel, hem de radial yöndedir ve moleküllerin zigzag çizerek birbiriyle çarpışması sonucunda akım hızı değişiklik gösterir. Türbülan akımın hızı itici basınçla orantılı değildir. Türbülan akım normal koşullarda trakea ve ana bronşlarda gözlenir ve laminer akıma oranla daha fazla havayolu rezistansı oluşmasına neden olur (15). Nitekim normalde havayolu rezistansının büyük kısmı yukarı havayollarından kaynaklanır. Nazal solunum sırasında burun total havayolu rezistansının %50’sini oluşturur. Ağızdan normal soluma yapıldığında ise ağız, farinks, larinks ve trakea total havayolu rezistansının %20 -30’unun oluştururken, egzersiz gibi dakika ventilasyonunun arttığı durumlarda bu oran %50’ye çıkar. Geri kalan rezistansın büyük kısmı ise 7.jenerasyona kadar orta çaplı lob, segment ve subsegment bronşlarından kaynaklanır. Periferik havayollarının total havayolu rezistansına katkısı %20’dir (15-17). Havayolu rezistansı doğrudan havayolu çapını yansıtan bir parametredir. Parasempatik ve sempatik sinir sisteminin etkileri, havayolu düz kasının fonksiyonu ve komplians gibi çeşitli faktörlerden etkilenir. Havayolları parasempatik ve sempatik sinir sisteminin kontrolu altındadır. Kolinerjik parasempatik stimülasyon bronş düz kası konstriksiyonu ve aşırı mukus sekresyonuna yol açarken adrenerjik sempatik stimülasyon bronş ve bronşiollerde düz kas dilatasyonuna neden olur. Kimyasal irritan, duman ve toz inhalasyonu, arteriyel kemoreseptör stimülasyonu ve histamin gibi maddeler havayollarında refleks konstriksiyona neden olurlar. İletici havayollarında CO2’nin azalması o bölgede düz kasta lokal konstriksiyon yaparken, CO2 artışı veya O2’de azalma lokal dilatasyona yol açar. 74 VÜCUT PLETİSMOGRAFİSİ Havayolu çapının en önemli belirleyicisi havayolu düz kas fonksiyonudur. Havayolu düz kasının kontraktilitesi güç, uzunluk, hız ve zaman arasındaki ilişkiyle belirlenir ve kasın mekanik özelliği uzunluk-gerilim ve güç-hız ilişkisi ile tanımlanır. Havayolu düz kasının uzunluk-gerilim özelliği iskelet kasına benzemekle birlikte aynı stimulus karşısında daha fazla kısalma yeteneğine sahiptir. İskelet kasından farklı olarak havayolu düz kası maksimum kısalma düzeyine daha geç ulaşır, ama kısalmanın %90’ı 3 sn içinde gerçekleşir. Havayolu çapını belirleyen bir diğer faktör ise komplianstır. Periferik havayollarında kıkırdak dokusu bulunmadığından bu havayolları gerilme ve kompresyon etkilerine açıktır. Periferik havayolu duvarı boyunca oluşan transmural basınç gradienti havayolu çapını belirgin olarak etkiler. Havayolu rezistansı çap ile negatif ve dört üssü korelasyon gösterdiğinden, havayolu çapında oluşan hafif bir azalma bile rezistansın büyük ölçüde artmasına neden olur. Dolayısıyla düşük akciğer volümlerinde transmural havayolu basıncı düşük ve havayolu rezistansı da yüksektir. Yüksek akciğer volümlerinde ise akciğer elastik recoil gücü daha fazla olduğundan havayolu duvarına uygulanan traksiyon gücünün artmasıyla havayolları çapı genişler ve rezistans azalır. Raw ve volümler arasında negatif kürvilineer, Gaw ve volümler arasında ise pozitif lineer korelasyon vardır (Şekil 1) (13,14). Havayolu Rezistansı Ölçümünün Endikasyonları: Raw (cmH2O/lt/sn) Gaw (lt/sn/cmH2O) Havayolu rezistans ölçümü pahalı bir sistem olan pletismograf gerektirmesi ve uygulama zorluğu nedeniyle rutin değerlendirmede önerilmemektedir. Rutin inceleme için genellikle akım hızlarının spirometrik olarak ölçülmesi yeterli bulunmaktadır. Obstrüktif hastalıkların erken döneminde, akım hızlarınn normal olmasına karşın Raw artmış bulunabilir. Özgüllüğü fazla olmamakla birlikte bronkodilatöre yanıtın veya egzersiz ya da kimyasal ajanlarla yapılan bronkoprovokasyonun değerlendirilmesinde sGaw kullanılabilir. Obstrüktif hastalıkların ayırıcı tanısında da rezistans ölçümleri katkıda bulunabilir. Amfizemde inspiratuar rezistans normal ve akciğer elastik recoil gücü azalmışken, kronik bronşitte inspiratuar rezistans yüksek ve elastik recoil gücü normaldir. Yüksek 7 0.7 ekspiratuar rezistansGaw Raw 6 0.6 düşük inspiratuar rezis5 0.5 tans ilerlemiş amfizem 4 0.4 için tipik bulgulardır. 3 0.3 Hava akım kısıtlanma2 0.2 sının lokalizasyonunun 1 0.1 saptanmasına katkısı 0 0.0 konusu da incelenmiştir. 5 0 1 2 3 4 Rezistansın önemli böVOLÜM (lt) lümü büyük havayollarından kaynaklandığınŞekil 1. Raw ve Gaw’ın volümlerle ilişkisi VÜCUT PLETİSMOGRAFİSİ 75 dan astım gibi büyük havayollarını tutan ya da yukarı havayollarında daralmaya neden olan durumlarda Raw artışının periferik havayolu hastalıklarından daha belirgin olacağı ileri sürülmüş olmakla birlikte büyük ve küçük havayolu obstrüksiyonun ayırımında yeterince duyarlı bulunmamıştır. Lokalize obstrüksiyonun değerlendirilmesinde de kullanılmıştır. Yukarı havayolları obstrüksiyonunda inspiratuar ve ekspiratuar Raw artar. Karina düzeyinin altındaki kalan darlıklarda ise duyarlılığı daha azdır. Buna karşılık yukarı havayolu obstrüksiyonunun değerlendirilmesinde akım-volüm halkasından daha hassas olabilir (6,16,18-20). Havayolu direncinin ölçüm endikasyonları Tablo 2’de belirtilmiştir (20). Ölçüm Yöntemi: Pletismografi insanda havayolu rezistansının doğrudan ölçülebildiği tek yöntemdir, pletismografta aynı zamanda volümler de ölçülebildiğinden bir birim volüme düşen spesifik rezistans (sRaw) veya iletimin (sGaw) belirlenmesini de olanaklı kılar. Havayolu direncinin ölçülmesi için hasta kabine yerleştirilir ve kapı kapatılır. Burun bir mandalla kapatılır. Önce hastanın normal soluk alıp vermesi istenir. Bu durumda hasta oda havası solur. Kapı kapatıldıktan sonra kabin içi ısının sabitlenmesi için 30 sn beklenir. Sonrasında ilk önce hastaya shutter açık olarak panting yaptırılır, bu sırada hava akım hızı (V·) pnömotakograf aracılığıyla ağızdan ölçülür ve akım (V·) ile kabin basıncı (Pbox) arasında S biçiminde bir eğri elde edilir. Daha sonra panting biçimindeki soluma sürdürülürken ekspirasyonun bitiminde shutter otomatik olarak kapatılır ve ağız basıncı (Pmo)/kabin basıncı (Pbox) eğrisi elde edilir. Shutter kapatıldığında akciğerlerden içeri ve dışarı havanın akımı durur ve ölçülen ağız basıncı da alveoler basıncı yansıtır. Alveoler basınç (Palv) plevra basıncı (Ppl) ve akciğerin elastik recoil basıncının (Pel) toplamından oluşur (Palv=Ppl+Pel). Basınç transduseri ağızda 5 cmH2O basınç algıladığında shutter otomatik olarak açılır, test sonlanır, hasta oda havası solumaya başlar. Rezistans shutter açıkken elde edilen akım/kabin basıncı ve shutter kapalıyken elde edilen ağız basıncı/kabin basıncı eğrileri arasındaki orandan hesaplanır (Şekil 2). Panting tipi solumanın çeşitli olumlu etkileri vardır. Bu soluma paterni sırasında glottis açık kaldığından rezistans üzerine etkisi engellenmiş olur, Raw ölçümü FRC düzeyinde sabit olarak yapılabilir ve artefakt oluşması da önlenebilir. Tablo 2. Raw Ölçümünün Endikasyonları t )BWBBLNLTUMBONBTOOBZSOUMJODFMFONFTJ t #SPOLPEJMBUÚSFZBOUOEFþFSMFOEJSJMNFTJ t .FUBLPMJOIJTUBNJOWFZBJTPLBQOJLIJQFSWFOUJMBTZPOBLBSāIBWBZPMMBSBāSEVZBSMMþOO değerlendirilmesi t 0CTUSàLUJGIBTUBMLMBSOBZSDUBOTOOZBQMNBT t "LDJþFSIBTUBMþOOTFZSJWFUFEBWJZFZBOUOEFþFSMFOEJSJMNFTJ t %àāàLBLNI[MBSOBZPMBÎBOTPMVOVNLBTHàÎTà[MàþàOàOPCTUSàLUJGIBTUBMLMBSEBO ayırdedilmesi 76 VÜCUT PLETİSMOGRAFİSİ V Shutter açık t V t Pbox Shutter kapalı Pbox Shutter açık Sağlıklı ölçümler alınabilmesi için eğriler kapalı ve dar olmalıdır. En az 4 kabul edilebilir eğri elde edilmelidir. Raw için tüm eğrilerin ortalaması alınmalıdır (4,16). Rezistans eğrilerinin şekil analizi ölçüm sonuçPbox larına de ek bilgiler verebilir. Normalde akımbasınç eğrisi kapalı ve Pmo oldukça dik bir eğridir. Shutter kapalı Astım gibi havayolu Şekil 2. Havayolu rezistansının ölçülmesi obstrüksiyonlarında eğri yatıklaşır. Ancak amfizem gibi elastik recoil harabiyeti olan durumlarda ekspiratuar fazdaki rezistans daha fazladır (16). Pbox Pmo Havayolu rezistansı dışında respiratuar sistemin direncini ölçen farklı yöntemler vardır. Bunlardan biri olan özofagus balon kateter yöntemi total akciğer rezistansını ölçmek amacıyla kullanılmıştır. Normal solunum sırasında akciğerin elastik recoil gücü (dinamik komplians, CLdyn) ve akciğer direncine (total akciğer rezistansı, RL) karşı koyacak bir plevra (ya da özofagus) basıncı oluştuğu gerçeğinden yola çıkılarak geliştirilen bu teknik özofagus alt bölümüne bir kateter yerleştirilerek plevra basıncının ölçülmesi esasına dayanmaktadır. Simültane olarak ağızda akım hızının ve akciğer volümlerindeki değişmelerin ölçülmesiyle özofagus basıncındaki değişmeler CLdyn ve RL bölümlerine ayrılarak hesap yapılır. Normal kişilerde RL Raw değerlerinden hafifçe yüksektir. En önemli avantajları ölçümleri tidal solunum sırasında yapılması, intratorasik basıncın direkt olarak ölçülebilmesi, dinamik ve statik komplians ölçümleri, solunum işi ve solunum kas gücü ölçümleriyle kombine edilebilmesidir (18). Ancak invaziv oluşu ve teknik konusunda deneyim gerektirmesi nedeniyle genellikle kullanılmamaktadır. Son yıllarda kullanımı yaygınlık kazanan bir diğer teknik ise zorlu ossilasyon tekniğidir. Amerika Birleşik Devletleri’nde impuls ossilometri adı altında geliştirilen yöntem dışarıdan ossilatör ve amplifikatör aracılığıyla uygulanan değişik frekanslardaki ses titreşimlerinin yarattığı mekanik değişiklikler yoluyla total havayolu rezistansı, akciğer ve göğüs duvarı doku rezistansından oluşan total respiratuar rezistansın (Rrs) ölçülmesi esasına dayanmaktadır. KOAH ve astım gibi havayolları obstrüksiyonu bulunan hastalarda düşük frekanslarda Rrs artar, ancak frekans arttıkça azalır. Akciğerlerdeki mekanik değişmelerin nonhomojen dağıldığı koşullarda frekans arttıkça Rrs azalır. Santral ve periferik havayolları obstrüksiyonunun birbirinden ayrılmasında da bu yöntem kullanılabilir (18,20,21). VÜCUT PLETİSMOGRAFİSİ 77 Havayolu Rezistansı Sonuçlarının Yorumlanması: Rutin uygulamada havayolu rezistansının kullanılmamasının en önemli nedeni referans değerleri konusunda pek fazla kaynak olmamasıdır. Rezistans değeri akciğer volümleriyle doğru orantılıdır, uzun boylularda kısa boylulara göre direnç daha düşüktür. Aynı boydaki erkeklerde kadınlara göre daha düşüktür. Yetişkinlerde normal Raw değerleri 0.6-2.4 cmH2O/lt/sn, Gaw 0.42-1.67 lt/sn/ cmH2O arasında değişmektedir. sGaw değerlerinin de 0.15-0. 20 lt/sn/cmH2O/ lt’nin altında olması havayolu obstrüksiyonunu göstermektedir. FEV1 ve maksimum ekspiratuar akım hızlarından farklı olarak sGaw yaştan etkilenmemektedir (16,18,22). Çocuklarda havayollarının çapı daha dar olduğundan yetişkinlere oranla Raw daha yüksek, Gaw daha düşüktür. Yapılan çalışmalarda boyla orantılı olarak çocuklarda normal değerlerin 1.5-10 cmH2O/lt/sn arasında değiştiği gösterilmiştir (5). sRaw için normal değerler üzerine çalışmalar azdır, son yıllarda bu konuda araştırmalar sürmektedir, özellikle çocuklarda havayollarının değerlendirilmesinde kullanılabileceği konusunda çalışmalar vardır. Raw ölçümü obstrüksiyonun ortaya konulmasında duyarlı bir testtir. Özellikle santral havayollarının etkilendiği obstrüktif hastalıklarda Raw belirgin bir artış gösterir ve genellikle solunum işinde artma ve efor dispnesi de gözlenir. Buna karşılık periferik havayollarının total rezistansa 1/5 oranında etkisi bulunduğundan Raw’da belirgin artış gözlenebilmesi için periferik havayolları obstrüksiyonunun ilerlemiş olması gerekir. Astım atağında Raw normalin üç katına kadar artabilir. Astımlı hastalarda bronş düz kasındaki belirgin proliferasyon, kronik inflamasyona bağlı submukoza kalınlaşması ve trakeobronşial mikrodolaşımdan plasma eksüdasyonuyla adventisya tabakasının kalınlaşması gibi faktörler belirli bir stimulusa karşı aşırı cevaba neden olur, bütün bu mekanizmalar havayolu lümeninde belirgin daralma, rezistans artışı ve hava akım hızlarında azalmaya yol açar. Bronkodilatör yanıtının değerlendirilmesinde ve provokasyonun testlerinde sGaw da kullanılabilir (16,19,20). KOAH’ta da hastalığın şiddetiyle orantılı olarak Raw artar. Hava akım hızlarındaki azalmayla Raw artışı arasında kuvvetli negatif korelasyon bulunur (23). KOAH’ta periferik havayollarının inflamasyon ve fibrozis ile daralması ve destek dokusunu kaybeden havayollarının kollapsı Raw artışına yol açmaktadır. Amfizemde Raw artışı elastik recoil gücünün azalmasına bağlıdır, buna karşılık kronik bronşitte havayollarında biriken sekresyonlar, ödem ve düz kas konstriksiyonu rezistansı arttırır (24). Havayolu rezistans parametrelerinin rakamsal değerlendirmesinin yanı sıra sRaw eğrisinin grafik analizinin yapılması altta yatan fizyopatolojinin değerlendirilmesinde ek bilgiler sağlar. sRaw eğrisi dik eksende akımın, yatay eksende ise volüm değişikliğinin kaydedildiği kapalı bir eğridir. Normalde eğri oldukça diktir ve hafif bir “S” şeklinde kürvilineer özellik taşır. Hafif astımda olduğu gibi homojen sant- 78 VÜCUT PLETİSMOGRAFİSİ ral havayolları obstrüksiyonu bulunan ve periferik havayolu obstrüksiyonunun olmadığı durumlarda sRaw eğrisi Raw artışını yansıtacak şekilde saat yönünde yatıklaşır. Nonhomojen periferik havayolları obstrüksiyonunun belirgin olduğu durumlarda ise ekspirasyon ortasında ekspiratuar akımda paralel artış olmadan volüm değişikliği meydana gelir, yani belirgin bir histerezis gözlenir. Bu görünüm ekspiratuar akım kısıtlanması ve/veya dinamik havayolu kompresyonunu yansıtır ve KOAH için oldukça tipiktir (1,25,26). Tek taraflı kord vokal paralizisinde olduğu gibi yukarı havayolunun sabit obstrüksiyonunda ise inspirasyon sırasında akım kısıtlanması ortaya çıkar (1) (Şekil 3). Farklı patolojilerde pletismografik parametrelerdeki değişmeler Tablo 3’de özetlenmiştir. KOMPLİANS Komplians akciğerlerin elastik özelliklerini yansıtan bir parametredir. Solunum sistemi inspiratuar ve ekspiratuar kasların yarattığı basınca karşılık hacim değişikliği gösterebilme yeteneğine sahip elastik bir yapıdır. Akciğerin bu elastik güçleri (gerilme veya retraksiyon güçleri) alveoler boşlukların açık kalmasını, bu alanlarda ventilasyonun dağılımını ve havayollarının açık kalmasını sağlayan faktörler olup total akciğer kapasitesini (TLC), maksimum ekspiratuar akım hızlarını ve maksimum ventilasyonu belirlerler (27,28). AKIM (lt(sn) Respiratuar sistemin kompliansı her bir ünite basınç değişmesine karşılık gelen volüm değişikliğidir (ΔV/ΔP). Elastik recoil basıncı (Pel) ise belirli bir akciğer volümü düzeyinde akciğerler veya toraks tarafından Normal Astım KOAH Yukarı 2 oluşturulan güç olarak Havayolu Obstrüksiyonu tanımlanır, genellikle 1 TLC düzeyinde ifade 0 edilir. Total respiratuar sistem kompliansı (Crs) -1 akciğer (CL) ve göğüs -2 duvarı (Ccw) kompliansVOLÜM (mL) larından oluşur (5,7) Şekil 3. Normal bireylerde ve çeşitli obstrüktif patolojilerde sRaw (Şekil 4). eğrisinin görünümü Tablo 3. Akciğer hastalıklarında pletismografik parametrelerdeki bulgular TLC FRC RV Raw sRaw Obstrüktif hastalıklar Normal Normal veya artar Normal veya artar Artar Artar Hiperinflasyon Normal veya artar Artar Artar Normal Artar Restriktif hastalıklar Azalır Azalır Normal veya azalır Normal Normal VÜCUT PLETİSMOGRAFİSİ 79 1/Crs (total komplians)=1/CL (akciğer kompliansı)+1/Ccw (göğüs duvarı kompliansı) Statik akciğer kompliansı (Cst) transpulmoner basınçtaki her bir üniteye karşılık gelen akciğer volüm değişikliği olarak tanımlanır. Transpulmoner basınç alveollerin iç yüzeyi ile plevra yüzeyi arasındaki basınç farkıdır (Ptp=Palv-Ppl). Fizyolojik Özellikler: Akciğer kompliansı akciğer dokusunun elastik özellikleri ve terminal respiratuar ünitelerde yüzeyi döşeyen surfaktan ile ilişkilidir. Bu güçler alveoler hava boşluklarının ve periferik havayollarının açık kalmasının sağlanmasında ve ventilasyonun her iki akciğere dağılımında önemli rol oynar. Maksimum inspiratuar efor sonucu elde edilen volümün yani total akciğer kapasitesinin (TLC) belirlenmesinde, maksimum ekspiratuar akım hızlarının ve maksimum ventilasyonun düzenlenmesinde rol alan en önemli faktör akciğerin elastik recoil gücüdür. Ayrıca pulmoner hemodinami, akciğer sıvı dengesi ve lenf akımının sağlanmasında da önemlidir (15,29). Göğüs duvarının da kendine ait elastik özellikleri vardır. Normal ekspirasyonun bitiminde, yani FRC düzeyinde akciğerlerin içeri doğru olan elastik recoil gücü ile göğüs duvarının dışarı doğru olan elastik recoil gücü dengededir. FRC’den TLC’ye doğru inspirasyon yapıldığında göğüs duvarının elastik recoil gücü giderek azalır, total volümün %70’ine ulaşıldığında sıfır olur. Bu düzeyden sonra göğüs duvarının elastik recoil gücü de içeri doğru olmaya başlar. Tersine, zorlu ekspirasyon sırasında göğüs duvarının dışarı doğru olan elastik recoil gücü artar. Pratikte göğüs duvarı kompliansı solunum sisteminin total kompliansından akciğer kompliansı çıkarılarak hesaplanır (29,30). İnspirasyon Ekspirasyon TLC 100 VOLÜM (%TLC) Pulmoner sistemde basınç ve volüm ilişkisi lineer değildir (Şekil 4). Total sistemin basınçvolüm ilişkisi akciğerler ve göğüs duvarına ait basınçların cebirsel toplamını yansıtır. Rezidüel volüm düzeyinde akciğerlerin gerilimi minimumdur. Bu durumda göğüs duvarına ait basınç belirleyici olmaktadır. Ekspiratuar kas aktivasyonuyla volümler küçültüldükçe göğüs duvarının dışarı doğru Total respiratuar komplians (Crs) 80 Göğüs 60 duvarı (Ccw) FRC 40 20 Akciğer (CL) RV 0 -10 0 +10 +20 BASINÇ (cmH2O) Şekil 4. Akciğerler ve göğüs duvarının basınç-volüm eğrisi 80 VÜCUT PLETİSMOGRAFİSİ elastik recoil gücü artar. Fonksiyonel rezidüel kapasite düzeyinde, yani pasif ekshalasyonun bitiminde glottis açıktır ve total sistemin transmural basıncı 0’dır. Bu seviyede akciğerin transmural basıncı +7.5 cmH2O, göğüs duvarının transmural basıncı ise -7.5 cmH2O’dur. Yani göğüs duvarının dışarı genişlemeye yönelik basıncı ile akciğerlerin kollapsa yönelik basıncı arasında bir denge vardır. Bu denge düzeyinde inspiratuar veya ekspiratuar kas aktivitesi bulunmamaktadır. Volümler vital kapasitenin %60’ı düzeyine çıktığında göğüs duvarının transmural basıncı 0’a yakındır ve total sistem üzerine etkisi hemen hemen yoktur. Bu durumda volümler akciğer tarafından belirlenmektedir. Vital kapasitenin %60’ından daha yüksek volümlerde ise hem akciğer, hem de göğüs duvarı transmural basınçları pozitiftir, yani yüksek volümlerde göğüs duvarı ve akciğer basınçları additif etki gösterir. Akciğer transmural basıncı ortalama 20 cmH2O’yu geçtiğinde akciğer basınç-volüm eğrisinin üst bölümü yassılaşır. Bu düzeyde basıncın daha fazla artması volümü etkilemez çünkü elastik yapılar gerilme gücünün sınırına yaklaşmıştır. Akciğer kompliansı yüksek volümlerde en düşük, rezidüel volüm seviyesinde ise en yüksek noktasındadır (27,29,30). Ölçüm Yöntemi: Total respiratuar komplians ölçümü için (Crs) solunum kaslarının tam relaksasyonu gerektiğinden bu ölçüm ancak ventilatöre bağlı entübe hastalarda veya anestezi altındaki bireylere uygulanabilir. Bu hastalarda özofagus kateteri yerleştirilerek basınç-volüm eğrileri elde edilir. Ancak bilinci yerindeki erişkinde uygulanamaz. Göğüs duvarı kompliansı ise total komplians değerinden akciğer kompliansının çıkarılmasıyla hesaplanan bir parametre olup klinik önem taşımaz. Bu nedenle laboratuvarda genellikle ölçülen parametre akciğer kompliansıdır (16). Statik komplians farklı akciğer volümleri düzeyinde alveoler ve plevral basınç farklarının (transpulmoner basınç) ölçümü ile elde edilir (Şekil 5). Plevra basıncının ölçülmesi için özofagusun 1/3 alt bölümüne balon uçlu bir kateter nazal yoldan yerleştirilir. KateTLC ter önce mideye kadar 6 5 ilerletilir, daha sonra V O 4 basınç trasesindeki deL U 3 ğişmeler izlenerek geri M 2 E çekilir ve özofagusa yer1 RV leşmesi sağlanır, balonu 0 10 20 30 40 50 TİME P 0.2-0.5 mL hava ile şişiR C E 0 rilir. Balon içindeki hava M S H S miktarının özofagusta 2 U -10 O R gerginliğe yol açacak E kadar fazla veya balo-20 Şekil 5. Pletismografta komplians ölçümü sırasında gözlenen nun kendisinin negatif recoil yaratacağı kadar basınç ve volüm traseleri birbirinin ayna hayali şeklinde olmalıdır VÜCUT PLETİSMOGRAFİSİ 81 az olmamasına dikkat edilmelidir. Alveoler basınç ise soluk tutma sırasında ölçülen ağız basıncı olarak kabul edilir. Volüm değişikliği spirometre veya vücut pletismografı ile kaydedilir (16,18). Statik komplians (Cst) ölçümü için deneğe fonksiyonel rezidüel kapasite (FRC) düzeyinden itibaren total akciğer kapasitesine kadar derin inspirasyon ve maksimum inspirasyonun bitiminden itibaren de FRC düzeyine kadar ekspirasyon yaptırılır. Rezidüel volümden başlamak üzere yavaş inspirasyon ve ardından yavaş ekspirasyon sırasında aralıklı olarak (yaklaşık 500 mL’de bir) havayolu shutter aracılığıyla bir saniye süreyle kapatılarak statik koşullar altında her bir volüm değişikliğine (ΔV) denk düşen basınç değişikliği (ΔP) kaydedilir (Şekil 6A). Havayolu kapatıldığı sırada deneğin gevşek durumda olmasına dikkat edilmelidir. Bu şekilde elde edilen CL eğrisi lineer değil, kapalı bir halka şeklindedir, yani belirli bir basınç düzeyi için ekspirasyon sırasında gözlenen volüm inspirasyona oranla daha yüksektir, histerezis etkisi vardır (10,16). Dinamik komplians (Cdyn) ise transpulmoner basınç ve volüm değişmelerinin tidal solunum yapıldığı sırada ölçülmesiyle elde edilir. Bu amaçla inspirasyon ve ekspirasyonun sonunda elde edilen basınç ve volüm değerlerini birleştiren çizginin eğimi ölçülür (Şekil 6B). Normal kişilerde dinamik komplians statik komplianstan hafifçe düşük olabilir. Havayolu obstrüksiyonu bulunan hastalarda ise ağız düzeyinde hava akımı durduğunda bile daralmış intrapulmoner havayollarında hava kütlesinin dağılımı devam eder. Hava akımına karşı direnç artışı elastik güçlere karşı koyan transpulmoner basınçta azalmaya neden olur ve bunun sonucunda dinamik komplians statik kompliansa oranla azalır. Solunum frekansı arttıkça bu etki daha da belirginleşir, buna kompliansın frekans bağımlılığı adı verilir. Kompliansın frekans bağımlılığı Cdyn/Cst oranı şeklinde ifade edilir. Bu bulgu küçük havayolları obstrüksiyonunun önemli bir göstergesidir. 80-100/dk frekansla soluma sırasında Cdyn/Cst oranının %80’den düşük olması küçük havayolları obstrüksiyonunu gösterir (16,28). 6 5 V O L U M E T I D A L A 4 3 2 1 0 0 -10 PRESSURE (CMH20) C Stat = 0.126 L/CMH20 -20 V O L U M E 2.0 B 1.5 1.0 0.5 0.0 4 2 0 -2 -4 -6 -8 PRESSURE (CMH20) C Dyn = 0.62 L/CMH20 f = 17 1/Min Şekil 6. A) Pletismografta statik komplians grafiğinin görünümü B) Dinamik komplians grafiğinin görünümü 82 VÜCUT PLETİSMOGRAFİSİ Amfizem 8 Kompliansın Yorumlanması: Astım VOLÜM (lt) Normal 6 Solunum Kas Güçsüzlüğü 4 İnterstisyel Fibrozis 2 0 0 10 20 30 40 STATİK PLEVRA BASINCI (CMH2O) Normal erişkinde akciğer kompliansı 0.2 lt/cmH2O, göğüs duvarı kompliansı 0.2 lt/cmH2O ve total komplians da 0.1 lt/ cmH2O’dur. Yaş ilerledikçe statik komplians artar ve akciğerin recoil basıncı azalır (16). KOAH’ta inflamasyon Şekil 7. Normal bireylerde ve çeşitli solunum sistemi hastalıklarında sonucu ortaya çıkan statik komplians elastik doku kaybı akciğerlerin elastik recoil gücünde azalmaya ve statik kompliansta artmaya neden olur (Şekil 7). Bu hastalarda sıklıkla gözlenen pulmoner hiperinflasyon da göğüs duvarı kompliansında değişmeye yol açabilir. KOAH’lılarda dinamik kompliansta ise belirgin bir azalma gözlenir. Statik akciğer kompliansı pulmoner vasküler sistemde veya havayollarında konjesyona neden olan durumlarda (ödem, atelektazi, pnömoni, sürfaktan kaybı) ya da akciğer parankimini ilgilendiren durumlarda (pulmoner fibrozis, silikozis, asbestozis, sarkoidozis vs) azalır. Göğüs duvarı kompliansı ise kifoskolyoz gibi toraks deformitelerinde veya obezite gibi restriktif durumlarda azalır (16,28,29). Solunum sistemi hastalıklarının rutin değerlendirmesinde komplians ölçümleri genellikle kullanılmamaktadır. Ancak son yıllarda invaziv mekanik ventilasyon gerektiren akut respiratuar distres sendromu (ARDS) gibi hastalıklarda değerlendirilmesi gündeme gelmiştir. ARDS’de alveollerde belirgin konjesyon olduğunudan ekspratuar ve inspiratuar basınç-volüm eğrilerindeki farklılık yani histerezis çok belirgin olmakta ve gaz alışverişinin sağlanabilmesi için daha yüksek ventilatör basınçlarına gereksinim ortaya çıkmaktadır. Bu tür olgularda ventilatör tedavisinin yönlendirilmesinde komplians ölçümünün yararı olabilir (31). OLGU CY. 61 yaşında erkek hasta 6 yıldır KOAH tanısıyla izleniyor. En belirgin yakınmaları öksürük ve efor dispnesi olup balgam çıkarmakta güçlük çekiyormuş. 40 paket-yıl sigara öyküsü varmış. Beş yıldır sigara içmiyor. Fizik muayenesinde vital bulguları normal, solunum sistemi muayenesinde göğüs ön-arka çapı artmış, perküsyonla bilateral hipersonorite alınıyor, oskültasyonda solunum sesleri VÜCUT PLETİSMOGRAFİSİ 83 derinden geliyor ve ekspiryum uzun. Diğer sistemlerde patolojik bulgu saptanmadı.Hastada vücut pletismografı ile ekspiratuar akım hızları, akciğer volümleri, havayolu rezistansı ölçüldü. Solunum Fonksiyon Testleri: Cinsiyet: Erkek Yaş: 61 Boy: 163 cm Kilo: 62 kg Predikt değer Ölçülen Değer Yüzde Değer FVC (lt) 3.46 2.31 67 FEV1 (lt) 2.75 0.95 35 FEV1/FVC (%) 76 41 FEF25-75% (lt/sn) 3.24 0.32 10 TLC (lt) 5.94 8.79 148 RV (lt) 2.25 6.30 281 RV/TLC (%) 38 72 190 FRC PL (lt) 3.27 6.17 189 VC (lt) 3.58 2.48 69 Raw (cmH2O/lt/sn) 0.6-2.4 4.66 Gaw (lt/sn/cmH2O) 0.42-1.76 0.215 sGaw (lt/sn/cmH2O/lt) 0.15-0.20 0.030 YORUM: Hastada periferik havayollarında daha belirgin olmak üzere ileri derecede havayolları obstrüksiyonu vardır. Vücut pletismografı ile yapılan akciğer volümleri ölçümü TLC, FRC ve RV’de pulmoner hiperinflasyon ile uyumlu volüm artışını göstermektedir. KOAH’ta erken dönemde öncelikle FRC ve RV artışı ortaya çıkmakta, hastalığın ileri evrelerinde TLC artışı da buna katılmaktadır. Yavaş VC de hava hapsi nedeniyle azalmıştır. Havayolu rezistansında belirgin artma ve bununla bağlantılı olarak havayolu iletiminde azalma gözlenmektedir. KAYNAKLAR 1. Goldman MD, Smith HJ, Ulmer WT. Whole-body plethysmography Eur Respir Mon 2005; 31: 15-43. 2. DuBois AB, Botelho SY, Bedell GN, et al. A rapid plethysmographic method for measuring thoracic gas volume: a comparison with a nitrogen washout method for measuring functional residual capacity in normal subjects. J Clin Invest 1956; 35: 322-6. 3. DuBois AB, Botelho SY, Comroe JH. A new method for measuring airway resistance in man using a body plethysmograph: values in normal subjects and in patients with respiratory disease. J Clin Invest 1956; 35: 327-35. 84 VÜCUT PLETİSMOGRAFİSİ 4. Blonshine S, Foss C, Mottram C, Ruppel G. AARC Clinical Practice Guideline. Body Plethysmography: 2001 Revision and update. Respir Care 2001; 46: 506-13. 5. Wanger J. Pulmonary Function Testing.A practical approach. 3rd ed. Jones and Barlett Learning, Burlinton, MA , USA. 2012. 6. Madama VC. Pulmonary Function Testing and Cardiopulmonary Stress Testing. 2nd Ed. Delmar Publishers Albany, NY, USA. 1998. 7. Shore S, Huk O, Mannix S, Martin J. Effect pf panting frequency on the plethysmographic determination of thoracic gas volume in chronic obstructive pulmonary disease. Am Rev Respir Dis 1983; 128: 54-9. 8. Bohadana AB, Peslin R, Hannart B, Teculescu D. Influence of panting frequency on plethysmographic measurements of thoracic gas volume. J Appl Physiol 1982; 52: 739-47. 9. Agrawal A, Agrawal KP. Body plethysmographic measurement of thoracic gas volume without panting against a shutter. J Appl Physiol 1996; 81: 1007-11. 10. Cotes JE, Chinn DJ, Miller MR. Lung Function. 6th Ed. Blackwell Publishing Massachusetts USA, 2006. 11. Cotes JE. Lung Function. Assessment and applications in medicine. 5th ed. Oxford: Blackwell, 1993. 12. Saunders KB. Clinical physiology of the lung. Oxford: Blackwell Scientific Publications, 1977. 13. Brusasco V, Pellegrino R, Rodarte JR. Airway mechanics. Eur Respir Mon 1999; 12: 68-91. 14. D’Angelo E. Dynamics. Eur Respir Mon 1999; 12: 54-67. 15. Levitzky MG. Pulmonary Physiology. 5th ed. NewYork: McGraw-Hill,1999. 16. Ruppel G. Manual of pulmonary function testing. 9th ed. St Louis: Mosby, 2009. 17. Drazen JM. Physiological basis and interpretation of indices of pulmonary mechanics. Environmental Health Perspectives 1984; 56; 3-9. 18. Pride NB. Airflow Resistance. In: Hughes JMB, Pride NB (eds). Lung Function Tests. Physiological Principles and Clinical Applications. London: WB Saunders. 1999; 2: 2743. 19. Wilson AF. Pulmonary Function Testing: Indications and Interpretations. Orlando, Grune and Stratton, 1985. 20. Blonshine S, Goldman MD. Optimizing performance of respiratory airflow resistance measurements. Chest 2008; 134: 1304-9. 21. Kaminsky DA. What does airway resistance tell us about lung function? Respir Care 2012; 57: 85-96. 22. Hyatt RE, Scanlon PD, Nakamura M. Interpretation of Pulmonary Function Tests. 2nd Ed. Lippincott Williams and Wilkins. Philadelphia, 2003. 23. Bartu Saryal S, Karabıyıkoğlu G, Akkoca Ö, Çelik G. Kronik havayolları obstrüksiyonunda ventilatuar parametrelerle havayolları rezistansı ve iletimi arasındaki ilişki. Solunum Hastalıkları 1995; 6: 371-82. 24. Paré PD, Wiggs BR, James A, et al. The comparative mechanics and morphology of airways in asthma and in chronic obstructive pulmonary disease. Am Rev Respir Dis 1991; 143: 1189-93. 25. Kouluris N, Valta P, Lavoie A, et al. A simple method to detect expiratory flow limitation during spontaneous breathing. Eur Respir Dis 1995; 8: 306-13. VÜCUT PLETİSMOGRAFİSİ 85 26. Criée CP, Sorichter S, Smith HJ, et al. Body plethysmography- Its principles and clinical use. Respir Med 2011; 105: 959-71. 27. Leff AR, Schumacker PT. Respiratory Physiology. Basics and Applications. Philadelphia WB Saunders, 1993. 28. Gibson GJ. Lung volumes and elasticity. Clin Chest Med 2001; 22: 623-35. 29. Bartu Saryal S. Solunum mekaniği. Solunum 2000; 2: 112-25. 30. Altose MD, Cherniack NS. Lung and chest wall mechanics. In: Cherniack NS, Altose MD, Homma I, (eds). Rehabilitation of the patient with respiratory disease. NewYork: McGraw-Hill, 1999; (1): 1-7. 31. Terragni PP, Rosboch GL, Lisi A, et al. How respiratory system mechanics may help in minimising ventilator-induced lung injury in ARDS patients. Eur Respir J 2003; 42(suppl):15-21s TEK SOLUK YÖNTEMLERİ Prof. Dr. Öznur YILDIZ TEK SOLUK NİTROJEN ARINDIRMA TESTİ Tek soluk nitrojen arındırma testi, ventilasyonun dağılımını gösteren basit ve hızlı uygulanabilen bir testtir. Bu teste, kişiye rezidüel volüm (RV) seviyesinden itibaren %100 oksijen inspire ettirilerek, total akciğer kapasitesi (TLC)‘nden itibaren yavaş ekspirasyon yaptırılır ve ekspire edilen nitrojen (N2) konsantrasyonu kaydedilir; belli volümlerdeki N2 değişim oranı ve kaydedilen eğrideki fazlar değerlendirilir. Ayrıca bu testten elde edilen eğriler aracılığıyla kapanma volümü (CV) ve kapanma hacmi’de (CC) hesaplanır. Ventilasyonun dağılımındaki eşitsizlik ve havayollarındaki kapanma durumu daha eski yıllarda bilinmesine rağmen ilk kez 1949’da W. Fowler tarafından tek soluk nitrojen arındırma testi ile gösterilebilmiştir. Bundan yaklaşık 20 yıl sonra 1967’de, Dollfuss RE ve ark. Xenon 133 ile akciğerin bölgesel ventilasyon değişikliklerini göstermişlerdir. Daha sonraları Milic-Emili ve Anthonisen tarafından yöntem detaylandırılmıştır. 1986’da Olofsson, 1998’de Stanescu, tek soluk nitrojen arındırma testinin prognostik değerlendirmedeki önemini göstermişlerdir (1,2). Tek Soluk Nitrojen Arındırma Testinin Yapılışı Test yapılacak kişinin tidal volüm seviyesinde birkaç kez soluk alıp vermesi ile stabilleşmenin sağlanmasının ardından, RV seyiyesine kadar derin bir ekspirasyon yapması istenir. Kişi RV seviyesinde iken %100 oksijen sağlayan kaynak sisteme açılır ve kişinin yavaş bir şekilde derin bir soluk alması istenir (TLC seviyesine kadar). Daha sonra nefesini hiç tutmaksızın hemen yavaş ve sabit hızda ekspirasyon yapması istenir, inspirasyonun sonunda 0.4-0.6 sn içinde ekspirasyon başlamalıdır. RV seviyesinde test sonlandırılır. Ekspirasyon hızı için istenen limit 0.3-0.5 lt/sn’dir. Bu esnada ekspire edilen hava volümü toplanır ve N2 analizatörleri aracılığıyla N2 ölçümleri yapılır, grafiksel değişim kaydedilir. N2’nin değişim grafiği 4 faza bölünerek incelenir (Şekil 1) (2-7). 86 TEK SOLUK YÖNTEMLERİ Faz I: Yukarı solunum yollarından gelen %100 O2 içeren bölüm (anatomik ölü boşluktan gelen hava volümüdür ve N2 konsantrasyonun 0 veya yakındır). N2 konsantrasyonu(%) 40 TLC 30 VC IV 20 III Faz III eğimi Δ%N2 750-1250 10 CC II RV CV I 1 2 3 87 4 Volüm (L) Şekil 1. Tek soluk nitrojen arındırma testinde N2 konsantrasyon eğrisi Faz II: Anatomik ölü boşluk ve alveollerden gelen gaz karışımı (N2 konsantrasyonun ani bir artış gözlenir). Faz III: Alveollerden gelen gaz karımıdır. Bu faza “alveolar-plato fazı” da denir. N2 konsantrasyonunda çok hafif bir artış gösterir. Faz IV: N2 konsantrasyonun ani artış gösterdiği RV seviyesine kadar devam eden fazdır. Ölçümler en az 3 adet teknik olarak uygun ölçüm elde edilene kadar yapılmalıdır. En fazla 6 kez tekrarlanmalıdır, daha fazla yapılan denemelerde doğru sonuçlar elde edilememektedir. Testler arasında da en az 3-5 dk (hastalarda bazen 10 dk’ya çıkılabilir) ara uygun olmaktadır (5). Kişinin teste mutlak uyumu gerekir. Çünkü, derin inspirasyon öncesi akciğer volümü, inhale edilen oksijen volümü, akciğer ekspansiyonundaki eşitsizlik (hızlı inspirasyon veya yardımcı solunum kaslarının kasılması gibi), ekspirasyon hızı gibi faktörler tek soluk nitrojen arındırma tekniği ile elde edilen N2 eğrisini etkilemektedirler (5). Testin kabul edilebilirlik kriterleri şunlardır; 1- İnspire ve ekspire edilen VC değerleri %5 veya 200 mL sınırları içinde olmalıdır, 2- Tek soluk nitrojen arındırma tekniğiyle elde edilen VC değeri, daha önceden ölçülen VC değeri ile 200 mL’lik değişkenlik içinde olmalıdır, 3- Ekspirasyon sırasında soluk hızı 0.3-0.5 lt/sn arasında olmalıdır, 4- N2 eğrisi minimal kardiyak ossilasyonlar göstermelidir (3). Tek soluk nitrojen arındırma testinde N2 grafiği Tek soluk nitrojen arındırma testinde elde edilen N2 değişim grafiğini anlayabilmek için öncelikle RV ve TLC seviyelerinde iken akciğerin üst orta ve alt bölümlerindeki alveollerin havalanma durumunun bilinmesi gerekir. RV seviyesinde iken bazallerdeki alveoller üst loblardaki alveollere göre daha az havalanan yani açıklığı daha az olan alveollerdir. Apikal intraplevral yüzey basın- 88 TEK SOLUK YÖNTEMLERİ cı bazal bölümlere göre daha düşüktür, bu bölgelerde negatif intraplevral basınç belirgindir. Bazal ile apikal bölümler arasındaki basınç farkının oluşmasında; yer çekimi ve akciğer ile göğüs duvarı arasındaki mekanik etkileşimin önemi vardır. RV seviyesine kadar yapılan zorlu ekspiryumda bazallerde gözlenen pozitif intraplevral basıncın oluşmasında ekspiratuvar kasların da önemi büyüktür. Bu pozitif intraplevral basınç akciğerin bazallerindeki küçük havayollarında oluşan dinamik kompresyonunda temel nedenidir. Yani ekspirasyon sonundaki havayolu kapanması öncelikle akciğer bazal bölümlerinde meydana gelir (4,8). RV seviyesinden itibaren yapılan inspirasyon esnasında bazallerdeki alveoller henüz kapalı olduğundan ilk başlarda apikal bölümler havalanırlar. RV seviyesinde, FRC seviyesinde gözlenenden farklı olarak, transpulmoner basınç - volüm değişimi ilişkisinden kaynaklı olarak üst bölümlerdeki alveoller daha genişleyebilir özelliktedir ve inspirasyonun başında daha fazla hava alırlar. İnspirasyonun devamında ise kapalı havayolarının açılması ile bazal deki alveollerde fazlasıyla havalanırlar (8). Kişiye %100 oksijen RV seviyesinden itibaren inspire ettirildiğinde ve TLC seviyesine gelindiğinde, başta hacmi daha fazla olan apikal alveollere %100 oksijen daha az girmiş, bazallerdeki alveolere ise başlangıçta hacimleri daha az olduğundan dolayı oksijen daha fazla girmiş olacaktır. Böylece TLC seviyesinde iken apekslerdeki alveolerdeki N2 konsantrasyonu daha fazla olacaktır. Bu konsantrasyon bazallere doğru azalarak devam edecektir (Şekil 2) (2,4,7,8). TLC seviyesinden itibaren yapılan ekspirasyonda öncelikle anatomik ölü boşluktaki hava atılır, bunun N2 konsantrasyonu 0’dır (Faz I). Daha sonra ölü boşluk ve alveollerden gelen hava atılır N2 konsantrasyonu hızla artar (Faz II), ve daha sonra alveollerden gelen hava nedeni ile plato yapar (Faz III). Bu bölümde öncelikle bazallerdeki alveollerden gelen hava atılır, N2 konsantrasyonu daha düşüktür. Ekspirasyon devam ettikçe orta ve üst loblardaki alveollerden gelen hava atılır ve N2 konsantrasyonu yavaş olarak artar. Daha sonra N2 konsantrasyonu hızla artar, bu bölüm bazallerden boşalan havanın azalıp (hava yollarındaki kapanmaya bağlı olarak) daha çok üst loblardaki alveollerden atılan havanın N2 konsantrasyonunun kaydedildiği bölümdür (Faz IV) N konsantrasyonu (2,4,6). %80 %0 2 %80 %60 %80 %50 %80 %20 Rezidüel volüm Maksimal inspirasyon Şekil 2. Sağlıklı bir kişide rezidüel volüm seviyesinde ve %100 O2’in maksimal inspirasyonunda (TLC seviyesinde) bölgesel olarak N2 konsantrasyon değişimi Tek soluk nitrojen arındırma testinin değerlendirilmesi Tek soluk nitrojen arındırma testinde elde edilen N2 değişim grafiğinin fazlarının ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu fazlardan klinikte pratikte özellikle 3’ünün (Faz II, III, IV) TEK SOLUK YÖNTEMLERİ 89 değerlendirilmesi önemlidir (Şekil 1). Faz II anatomik ölü boşluğu değerlendirmede, Faz III alveolar plato eğimi ile ventilasyonun eşitsizliğini göstermede, Faz IV ise kapanma volümünü değerlendirme bakımından değerlidir. Faz II’deki N2 eğrisi ile bu eğriden geçen vertikal hat arasındaki alandan anatomik ölü boşluğun hacmi hesaplanabilmektedir (5,6). Test esnasında inspirasyon sırasında nefes tutma süresi uzar ise hesaplanan ölü boşluk azalır veya inspirasyon hızı artar ise hesaplanan ölü boşluk miktarı artabilir (6). Faz III eğrisi ise ventilasyon dağılımındaki eşitsizliği göstermesi yönünden önemli bir indekstir (4). Eğrinin bu bölümünde N2 konsantrasyonu yavaş fakat progresif olarak artar, çünkü iyi ventile olan alveoller daha az ventile olan alveollerden önce boşalırlar (6). Obstrüktif havayolu hastalıklarında bu Faz III’ün eğimi belirgin olarak artar. Bu Faz III’ün eğimi şu parametrelerle ifade edilmektedir; Δ%N2 750-1250: Ekspire edilen volümün 750 ile 1250 mL’lerindeki N2 konsantrasyon farkı olarak tanımlanır (Şekil 1). Δ%N2 750-1250’in normal değeri sağlıklı kişilerde %1.5 veya daha azdır. Yaşla beraber bu değer artar yaklaşık %3’e kadar çıkar. İnspirasyon sırasında ventile edilen havanın dağılımda eşitsizlik olan veya ekspirasyon sırasında atılan hava yönünden eşitsizliği olan hastalarda bu değer belirgin olarak artar. Yani ileri amfizemli olgularda %10’u geçebilir (3). Bu indeksin başlangıç noktası genellikle Faz II evresinde olmaktadır, bu nedenle ventilasyon dağılım eşitsizliğini göstermede dezavantajının olabileceği de bazı araştırmacılar tarafından ileri sürülmektedir (3,5). Faz III’ün eğimi: Alveolar platonun eğim indeksi olarakta tanımlanır. VC’nin kalan %30’u seviyesi ile Faz IV’ün başlangıcı arasında N2 konsantrasyon değişimidir. Δ%N2/lt olarak belirtilir. Tanımlanan bu hattın eğimide, Δ%N2 750-1250’de olduğu gibi, gaz dağılımı için önemli bir indekstir. Sağlıklı kişilerde normal değeri % 0.51.0 N2/lt kadardır. Oldukça yavaş ekspirasyon manevrası faz III trasesinde çeşitli ossilasyonlara neden olabilir, N konsantrasyonu (%) N konsantrasyonu (%) bundan kaçınmak gerekir (3). 40 2 2 40 30 30 20 20 10 10 1 2 3 1 4 Volüm(L) 2 3 4 Volüm(L) Erken havayolu obstrüksiyonu (Periferik havayolu obstrüksiyonu) Normal N2 konsantrasyonu (%) 40 30 20 Faz III eğimi 10 1 2 3 4 Volüm(L) İleri havayolu obstrüksiyonu Şekil 3. Normal, periferik havayolu ve ileri dereceli havayolu obstrüksiyonlarında, tek soluk nitrojen arındırma testi N2 eğrileri Küçük havayolarında obstrüksiyon varlığında ilgili bölüm havayollarında rezistansın artışı ve erken kapanma nedeniyle tam olarak alveoller boşalamayacak ve böylece inspire edilen %100 oksijenden daha az havalanacaktır. Böylece N2 konsantrasyonları normalden daha fazla olacaktır. Ekspirasyon esnasında da bu bölümler normal akciğer bölümlerinden daha yavaş boşalacaklardır. Bu N2 eğrisinde 90 TEK SOLUK YÖNTEMLERİ Faz III’ün eğiminin artması ve kısalması şeklinde görülür. Faz IV’ün başlama noktası daha erken oluşur, kapanma volümü de artar. İlerlemiş hava yolu hastalıklarında ise Faz III’ün eğimi daha belirgin olarak artar ve Faz IV’ün ayrımını yapmak pek mümkün olamaz (Şekil 3) (4,9). Bununla beraber ventilasyon dağılımının tek soluk nitrojen arındırma testi ile değerlendirilmesi bize nonspesifik bilgiler verir. Faz III’ün eğiminin artması havayolu obstrüksiyonuna özgü değildir. Aynı değişiklik pulmoner fibroziste, konjestif kalp yetmezliğinde, sarkoidozda ve diğer bazı ventilasyon dağılımında eşitsizliğe yol açan durumlarda da olabilir (4). Sonuç olarak, kronik bronşit, amfizem ve astım gibi kronik havayolu hastalıkları, hastlıkların fizyopatolojisi gereği ventilasyonun dağılımında eşitsizliklere neden olmaktadırlar. Bu değişiklikleri tek soluk nitrojen arındırma testi ile göstermek mümkündür fakat bu test tanısal anlamda spirometri, akciğer volümleri ve difüzyon kapasitesi ölçümlerine ek bir katkı sağlamamaktadır. Ayrıca bu testin tekrarlanabilirliği ve kabul edilebilirliğinin düşük olması kullanılabilirliğini de azaltmaktadır. KAPANMA VOLÜMÜ VE KAPANMA KAPASİTESİ Kapanma volümü (CV) ekspirasyon sırasında havayollarının kapanmaya başladığı noktadan itibaren başlayan ekspirasyonun sonuna kadar olan peryottaki hava volümüdür. Kapanma volümü tek soluk nitrojen arındırma testi manevrası esnasında ölçülür ve genellikle VC’yle oranlanarak kullanılır (CV/VC). Kapanma kapasitesi (CC) ise CV ve RV toplamından oluşur ve TLC’ye oranlanarak kullanılır (CC/TLC) (Şekil 1) (3-6). Sağlıklı kişilerde; CV/VCx100 yaklaşık olarak %1020 arasında iken, CC/TLCx100 ise yaklaşık olarak %30 civarındadır, geniş bir varyasyon da gösterirler [3]. TLC tek soluk nitrojen arındırma testinden hesaplanabilir. Atılan N2 volümü bilindiğinde, bir dilüsyon eşitliği RV ‘ü hesaplamak için kullanılabir. RV, VC ‘ye eklenerek TLC hesaplanabilir (3,5). RV=VCxFE N2 /[FA N2 -FE N2] FE N2: Eğri altında kalan alanın integrasyonu ile elde edilen ortalama ekspire edilen N2 konsantrasyonu FA N2: İnspirasyonun başlangıcında akciğerlerde olan N2 konsantrasyonu, yaklaşık olarak 0.75-0.79'dur. Bu yöntemle eğer kişide ileri obstrüksiyon veya ölü boşluk artışına neden olan bir durum yoksa doğru olarak hesaplama yapabilir. Kabul edilebilir VC manevrası ve tek soluk N2 arındırma testi manevrası yapıldı ise CV ve CC yüksek doğruluk oranlarında hesaplanabilir. Tek soluk nitrojen arındırma testinde elde edilen N2 grafiği fizyolojisi yukarıda anlatılmıştı. RV seviyesinde, yer çekimine ve bazallerdeki intraplevral pozitif basınca bağlı olarak ve ayrıca bu bölgedeki küçük havayollarının daha düşük elastik TEK SOLUK YÖNTEMLERİ 91 geri dönüşünün olması nedeniyle öncelikle bu bölgelerdeki havayolları dinamik kompresyon nedeniyle kapanma eğilimindedir. Bu noktadan sonra N2 konsantrasyonu daha yüksek olan apikal alveoller boşalmaya başlar ve N2 konsantrasyonu hızla artar, bu noktada Faz IV’de başlamış olur. Bu seviyeden itibaren RV seviyesine kadar olan hava volümü kapanma volümü olarak tanımlanır (3,5,6,8). Kapanma volümü ve kapanma kapasitesi için sağlıklı kişilerden elde edilen 2 ayrı önemli çalışmadan tespit edilen beklenen değer formülleri vardır (1). Buist ve Ross (1973)’un çalışmasında; Erkekler için; CC/TLC (%)=14.9+0.50 x yaş (yıl) ± 4.1 (SE) Kadınlar için; CC/TLC (%)=14.4+0.54 x yaş (yıl) ± 4.4 (SE) Teculescu ve ark. (1996)’nın çalışmasında; Erkekler için; CC/TLC (%)=13.8+0.46 x yaş (yıl) ± 3.5 (SE) Kadınlar için; CC/TLC (%)=12.5+0.51 x yaş (yıl) ± 3.5 (SE) Kapanma volümü ve kapanma kapasitesinin pratikteki önemi Sağlıklı kişilerde tek soluk nitrojen arındırma testinde N2 eğrisinde Faz IV’ün gözlenmesi, yani CV varlığı, akciğerlerde bölgesel olarak doluş ve boşalış farklılıklarının olduğu gösteren bir bulgudur. CV çok erken yaşlarda yüksekken, erişkin dönemde biraz azalır (CV/VC ~%10-20), yaşlandıkça tekrar artar (~%30) (5). Kapanma volümü ve kapanma kapasitesinde artma varsa erken havayolu kapanmasının önemli bir göstergesidir. CV ve CC genellikle şu durumlarda artar; 1) Yaşlılarda, 2) Restriktif akciğer hastalıkları (FRC, CV’den daha azdır), 3) Sigara içicileri, 4) Erken obstrüktif akciğer hastalıkları, küçük havayolu hastalıkları, 5) Konjestif kalp yetmezliği (küçük havayolları ödem nedeniyle kapanmaya eğilimlidir) (3). Sigara içen kişilerde, N2 eğrisinde Faz III eğimi ve CV’nün periferik havayolu hastalığını morfolojik olarak gösteren en doğru testlerden olduğu ileri sürülmüştür. Bu kişilerde periferik havayolu hastalığından KOAH'a geçiş 3 evrede gerçekleşmektedir. Evre I’de progresif olarak periferik havayolarının ekspirasyonda erken kapanması gözlenmektedir. Bu bulgu öncelikle akciğerin bazallerinden başlayarak ilerlemektedir. Bu esnada kişilerde fizyolojik olarak tespit edilebilen en önemli bulgu CV’deki artış ve maksimal ekspirasyon akım-volüm eğrisindeki düşük akciğer volümlerindeki akım hızlarının azalmasıdır. Evre II’de periferik havayollarındaki ekspirasyondaki dinamik kompresyon daha belirginleşmekte ve tidal ekspiratuvar akım kısıtlanması gözlenmektedir. Bu evrede fizyolojik olarak CV ve RV’de artış, N2 eğrisi Faz III eğiminde artış, VC de azalma gözlenir. Evre III’de ise artık dinamik hiperiflasyonun ilerlemesi ile klinik bulgular tam olarak 92 TEK SOLUK YÖNTEMLERİ oturur. Bu anlamda sigara içen kişilerde erken periferik havayolu değişikliklerinin gösterilmesi bakımından tek soluk nitrojen arındırma testi ile Faz III eğimi ve CV’ün hesaplanması oldukça önemlidir (10). Bu olgularda Faz III’ün eğimi artar ve kısalır, Faz IV erken başlar, CV ve CC artar (Şekil 3) (4,9). Orta ve ileri derecede havayolu obstrüksiyonu olduğunda genellikle eğrinin Faz III ile Faz IV ayrımını yapmak mümkün olmaz, alveolar plato fazı normale göre oldukça artmış bir eğimle devam eder. Bu bulgu ventilasyon dağılımındaki ileri derecedeki eşitsizliği gösterir. Δ%N2 750-1250 ve Faz III eğimi (Δ%N2) artar (Şekil 3) (3). Kapanma volümünün ölçülmesi tidal havayolu kapanmasının varlığı veya yokluğu hakkında da bilgi verir; ventilasyonun dağılımındaki eşitsizlik veya periferik havayolu hastalıklarından etkilenir. Tidal havayolu kapanması; CV, ekspirasyon sonu akciğer volümünü (EELV) geçtiği durumlarda gözlenir; 1) Ya CV artar (KOAH, astım gibi), 2) Ya da EELV azalır (kronik kalp yetmezliği ve obesite gibi) (1). Tidal havayolu kapanması (CC>FRC (EELV) veya CV>ERV), periferik havayolu hastalığının önemli bir belirleyicisi olmasının yanısıra ventilasyon dağılımındaki eşitsizlik ve gaz değişim bozukluklarının da göstergesidir (1). Yaşlanmaya bağlı olarak akciğerlerdeki elastik doku kaybı ve rezistansdaki artış periferik havayollarında erken kapanmaya neden olur. RV ve CC’de de yaşla doğru orantılı bir şekilde grafiksel olarak artış gözlenir ve CC ile FRC arasındaki fark giderek azalır ve CC, FRC’yi geçebilir. Bu esnada da yaşlılarda tidal havayolu kapanması gelişir (1,8). OLGU 1 Elli bir yaşında erkek hasta; 2-3 senedir ara ara nefes darlığı, öksürük balgam çıkarma öyküsü olan hastanın 40 paket-yıl sigara içimi öyküsü var ve halen sigara içiyor. Hastanın solunum fonksiyon testleri sonuçları şöyledir; SFT parametreleri Beklenen değer Ölçülen değer % Beklenen değer FVC (lt) 4.13 5.18 125 FEV1 (lt) 3.34 3.41 102 78 66 FEV1/FVC % FEF25-75 (lt/sn) 3.81 1.87 49 FEF25(lt/sn) 7.33 6.60 90 FEF50(lt/sn) 4.51 3.01 67 FEF75(lt/sn) 1.77 0.62 35 FRCPL (lt) 3.35 4.87 146 RV (lt) 2.12 2.96 140 RV/TLC % 34 36 N2 Delta/lt 1.2 4.7 CV/VC 19 38 TEK SOLUK YÖNTEMLERİ 93 Spirometrik değerleri incelendiğinde; FEV1’inde azalma olmayan hastanın sadece akım-volüm eğrisi parametrelerinde azalma görülmektedir. Fakat volümlerinde belirgin hava hapsi kriterleri vardır. Tek soluk nitrojen arındırma testinde; N2 Delta /lt değeri belirgin olarak artmıştır (%4.7) CV/VC oranı ise %38 dir ve belirgin artmıştır (olması gereken %10-20). Hastada periferik hava yolları obstrüksiyonu vardır Hastanın tek soluk nitrojen arındırma testi eğrisi ve toraks YRBT kesiti Şekil 4’de gösterilmiştir. Trial 5 CV N2 40 20 0 0.0 2.0 4.0 Volume Flow/Volume 1.0 0.0 0.0 2.0 4.0 Şekil 4. Olgu 1’in tek soluk nitrojen arındırma testi eğrisi ve YRBT kesiti OLGU 2 Altmış yaşında erkek hasta; nefes darlığı, ara ara öksürük balgam çıkarma nedeni ile takipte olan hasta KOAH ve solunum yetmezliği tanıları ile izlenmektedir. Sigara içim öyküsü; 40 paket/yıldır. Hastanın solunum fonksiyon testleri aşağıdaki gibidir; SFT parametreleri Beklenen değer Ölçülen değer FVC (lt) 4.33 2.72 63 FEV1 (lt) 3.40 1.49 44 76 55 FEV1/FVC % % Beklenen değer FEF25-75 (lt/sn) 3.53 0.68 19 PEF (lt/sn) 8.46 4.69 55 FRCPL (lt) 3.62 4.57 126 TLC (lt) 7.14 8.85 124 N2 Delta/lt 1.3 12.9 CV/VC 22 Hastanın spirometrik değerlerindeki; FEV1, FVC ve FEV1/FVC’deki azalmalar ve TLC ve FRC’deki artmalar nedeni ile orta dereceli havayolu obstrüksiyonu, hiperinflasyonu ve hava hapsi gözlenmektedir. Tek soluk nitrojen arındırma testinde N2 Delta/lt değerinin belirgin arttığı, nitrojen atılım eğrisinde Faz III eğimi- 94 TEK SOLUK YÖNTEMLERİ nin belirgin arttığı gözlenmektedir, CV hesaplanamamıştır. Şekil 5’de bu olgunun tek soluk nitrojen arındırma testi eğrisi ve toraks YRBT kesiti gösterilmiştir. Trial 5 N2 40 CV 20 0 0.0 2.0 Flow/Volume 1.0 0.0 0.0 4.0 Volume 2.0 4.0 Şekil 5. Olgu 2’in tek soluk nitrojen arındırma testi eğrisi ve YRBT kesiti KAYNAKLAR 1. Milic-Emili J, Torchio R, D’Angelo E. Closing volume: a reappraisal (1967-2007). Eur J Appl Physiol 2007; 99: 567-83. 2. Grippi MA, Metzger LF, Sacks AV, Fishman AP. Pulmonary function testting. In: Fishman AP (ed). Fishman’s Pulmonary Diseases ans Disorders. 3rd ed. New York: Mc Graw-Hill, 1998: 533-74. 3. Ruppel GL. Manual of pulmonary function testing. 7th ed. St. Louis, Missouri: Mosby Comp., 1998: 69-94. 4. Hyatt RE, Scanlon PD, Nakamura M. Interpretation of pulmonary function tests: A practical guide. 3rd ed. Philadelphia : Lippincott Williams & Wilkins, 2009: 87-91. 5. Cotes JE, Chinn DJ, Miller MR. Lung function. 6th ed. Massachusetts: Blackwell Publishing, 2006: 181-95. 6. Gibson GJ. Clinical tests of respiratory function. 3rd ed. London:Hodder Arnold, 2009: 53-75. 7. Rodarte JR, Hyatt RE, Rehder K, Marsh HM. New tests fort he detection of obstructive pulmonary disease. Chest 1977; 72: 762-8. 8. Levitzky MG. Pulmonary ohysiology. 7th ed. New-York:Mc Graw Hill, 2003: 54-85. 9. Hughes JMB. Pulmonary gas Exchange. Hughes JMB, Pride NB (eds). Lung function tests: Physiological principles and clinical applications. London: WB Saunders 1999: 75-92. 10. Milic-Emili J. Does mechanical injury of the peripheral airway play a role in the genesis of COPD in smokers? COPD 2004; 1: 85-92. SOLUNUM KAS GÜCÜ DEĞERLENDİRMESİ Doç. Dr. Zühal KARAKURT, Uzm. Dr. Gökay GÜNGÖR Solunum sıkıntısı olan hastalarda solunum kas gücü azalması (polikliniğe gelen kısmen stabil hastada) ve/veya yorgunluğu (acile gelen kliniği stabil olmayan hastada) olabileceği akla gelmelidir. Klinik pratiğimizde hastanın akut bir tablosu yoksa solunum kaslarının değerlendirilmesi genellikle önemsenmez. Solunum kasları inspirasyon ve ekspirasyonda solunuma yardımcı olur. İnspiryumun %60’ını diyafram sayesinde yaparız. Diyafram en önemli inspirasyon kasıdır. Ekspiryumun pasif olarak yapıldığı belirtilse de karın kasları ekspiryuma özellikle zorlu nefes verilen durumlarda destek olur. Solunum kas gücünün değerlendirilmesi ve ölçümünde maksimal inspirasyon basıncı (MİP veya Pİmax veya zorlu negatif inspirasyonu [NİF]) ve maksimal ekspirasyon basıncı (MEP veya PEmax), zorlu vital kapasite (FVC), diyafram basıncının özofagus ve mide basınç ölçülmesi, diyafram kas aktivitesinin diyafram EMG ile değerlendirilmesi gibi birçok yöntem kullanılır (1). Bu bölümde FVC, MİP, MEP, Psniff testi, özofagus-mide basınçları ile ölçülen diyafram kas basıncı, diyafram EMG’si özetlenecektir. t 4PMVOVNLBT[BZnþBÎLMBOBNBZBOEJTQOFIBMTJ[MJLÎBCVLZPSVMNBCJMJnen nöromüsküler kas hastalığı varlığında mutlaka akla getirilmelidir. t ,MJOJLUFZBUBOIBTUBMBSEBOPOJOWB[JWNFLBOJLWFOUJMBTZPOJMFBSUFSLBOHB[Oda (AKG) oksijen (PaO2) ve karbondioksit parsiyal basınçlarında (PaCO2) hızla ve belirgin düzelme olduktan sonra nazal oksijene geçildiğinde kısa sürede (1-2 saat içinde) belirgin hiperkapni ve asidozun tekrar gelişmesi (örneğin; PaCO2’nin 38'den 75 mmHg’ya çıkması) hastanın bilinen hastalığına ilave olarak (ya da tek başına) solunum kas zayıflığının varlığını düşündürmelidir. t :PþVO CBLN àOJUFMFSJOEF FOUàCF IBTUBMBSO BMUUB ZBUBO BLVU IBTUBMþOO düzelmesi sonrasında ventilatörden ayrılma denemelerinde (=weaning) yaşanabilecek başarısızlığın, solunum kaslarının yorgunluğu ile birlikte zayıflığından da kaynaklanabileceği unutulmamalıdır. 95 96 SOLUNUM KAS GÜCÜ DEĞERLENDİRMESİ SOLUNUM KAS GÜCÜ DEĞERLENDİRİLMESİNDE FVC Nöromüsküler hastalığı olanlarda solunum kaslarının tutulumu FVC’nin beklenenin<%50 ve AKG'da PaCO2>45 mmHg olması ile tanımlanır ve SGK kurumlarınca bu şartlarda solunum desteği için yardımcı noninvaziv mekanik ventilasyon cihazları rapor edilebilir (2). Zorlu vital kapasitenin düşük olmasını açıklayacak bilinen hastalık yok ise mutlaka solunum kas zayıflığı akla gelmeli ve bu yönde ileri tetkik istenmelidir. Vital kapasite (VC) ve FVC arasındaki farka dikkat çekerek VC ve FVC maksimum inspirasyon sonrası ekshale edilen volüm olup FVC’de maksimal hızla ve eforla ekshalasyon yapılırken VC zorlu eforla ekshalasyon yoktur. Genellikle VC, FVC’den daha yüksektir ve bu fark hava yolu darlığının şiddeti arttıkça artar. FVC’de hem inspiryum hem ekspiryum eforu gerektiğinden inspirasyon ve ekspirasyon kas gücü değerlendirilirken MİP-MEP ölçümü yerine kullanılabileceği ancak FVC’nin dik veya oturur pozisyonda kas fonksiyonlarının durumunu yansıtmadığı da bildirilmiştir (3,4). Bununla birlikte postür değişikliği ile FVC değişmesinin kas güçsüzlüğünü göstermekte düşük MİP’den daha güvenilir olduğu gösterilmiştir (5). Amyotrofik lateral skleroz (ALS) tanılı hastalarda yapılan bir çalışmada VC’nin hiperkapnik solunum yetmezliğine neden olan hipoventilasyonu yansıtmada MİP kadar duyarlılık ve özgüllüğe sahip olduğu belirtilmiştir (6). Postürle FVC değişkenliğinin yüzde olarak sağlıklı bireyler ile obstrüktif ve restriktif akciğer hastalarındaki değişkenliğin araştırıldığı çalışma verilerinde FVC’de oturur pozisyondan yatar pozisyona geçtiğindeki azalma miktarları sağlıklı bireylerde %7.5 ± 5.7, obstrüktif havayolu hastalıklarında %11.2 ± 13.4, restriktif akciğer hastalıklarında ise %8.2 ± 7.7 olarak bulunmuştur (7). Aynı çalışmada postural FVC’de azalma yüzdesi sağlıklı ve restriktif akciğer hastalarında %25 ve obstrüktif akciğer hastalarında %35’den fazla ise solunum kaslarında güçsüzlük düşünülerek ileri tetkik gerekeceği bildirilmiştir (7). SOLUNUM KAS GÜCÜ DEĞERLENDİRMESİNDE MİP VE MEP MİP diyafram ve diğer inspiratuvar solunum kaslarının gücü/kuvvetini yansıtırken MEP abdominal kaslar ile diğer ekspiratuar solunum kaslarının gücü/kuvvetini yansıtır (8). MİP ve MEP ölçümüne genel endikasyonlar (9-12): 1. Solunum kas güçsüzlüğü şüphesi (örneğin açıklanamayan dispne, kuvvetli öksürememe), bilinen nöromüsküler hastalıkların varlığında solunum kas güçsüzlüğünün takibinde, 2. Spirometri testinde restriksiyon bulgusu ile solunum kas güçsüzlüğü şüphesi olduğunda, 3. Spirometride düşük VC olması ve bunun açıklanamaması durumunda solunum kaslarının değerlendirmesi için, 4. Spirometride düşük maksimal volünter ventilasyon (MVV) varlığını açıklayan kliniğin olmaması durumunda solunum kaslarının değerlendirmesi için, SOLUNUM KAS GÜCÜ DEĞERLENDİRMESİ 97 5. Bilinen solunum kas hastalığının takibinde, 6. Yürüme-hareket sorunlu, ileri yaş kişilerde, kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) olup hastaneye yatma-ölme riski, kalp yetmezliğinde mortalite analizlerinde. MİP, MEP, sniff MİP (Psniff) ölçüm tekniği: Basınç ölçme aletine gerek vardır. Bu alet spontan solunumu olan stabil hastalarda ağızlık yoluyla kullanılabileceği gibi (Resim 1a), nazal katater tıkaç ile burun çekme yöntemi “sniff” ile kullanılan (Resim 1b) cihazlar ve ventilatördeki hastada MİP ve MEP değerlendirmek için ventilatör devresine takılan özellikte çeşitleri de vardır (Resim 1c) (13,14). Bu cihaz üzerinde yanak kasları ile oluşan ekstra basıncı ekarte etmek için hava kaçağı sağlamak amacıyla1 mm çapında uzunluğu 20-30 mm delik bulunur (15). Maksimal İnspiratuar Basınç (MİP) ölçümü: SFT yapar gibi sımsıkı ağızlığa dudaklar temas ettirilir, yavaşça ve tamamen nefes verilmesi söylenir ve koyu kıvamlı bir içeceği pipetle çeker gibi hızla çekmesi söylenir. Önce hastaya manevra gösterilir sonra uygulatılır. Hasta en az 1.5 saniyede yapacağı maksimum basınçta nefes çekmeye devam etmeli ve 1 saniye boyunca kaldığı en yüksek negatif basınç değeri test değeri olarak kabul edilir. Hastaya test 1 dakika aralarla 5 kez tekrar ettirilir, 1 saniye süren ve en negatif değer kabul edilirken, çift, sivri basınç trasesi olan (1 saniyeden kısa süren) değerler kabul edilmez (16). Her test sonrası hastayı cesaretlendirmek için sonuçları ve trasesi gösterilir, hastanın test için gösterdiği çaba ve kooperasyon kayıt edilir. Testler arasında 10 cmH2O’dan az değişkenlik olmalıdır, genellikle 5 cmH2O civarındaki değişkenlikler kabul edilebilir, değişkenlik %20’den fazla olmamalıdır (16,17). Oro-fasyal kas zayıflığı bulunan kişilerde dudak çevresine yapışan ağızlıklar kullanılabilir. Maksimal Ekspiratuar Basınç (MEP) ölçümü: Kişi inhale edebileceği kadar havayı inspire edip ağızlık aparatı sıkıca dudak-diş ve dile temas edecek şekilde ağız içine yerleştirir; şişirilmesi zor bir balonu şişirirkenki gibi kuvvetlice içindeki havayı üflemesi istenir. Bu manevra önce gösterilir sonra hastanın yapması istenir (16). MİP manevrasında olduğu gibi hasta en az 1.5 saniyede yapacağı maka b c Resim 1. MİP ölçüm aleti (a); Sniff manevra ile MİP ölçüm aleti (b); Ventilatör devresine takılabilen MİP ölçüm aleti (c) 98 SOLUNUM KAS GÜCÜ DEĞERLENDİRMESİ simum basınçta üflemeye devam etmelidir ve 1 saniye boyunca kaldığı en yüksek pozitif basınç değeri test için kabul edilir (16). Testler arasında 10 cmHO2’den az değişkenlik olmalıdır, 5 cmH2O arasındaki değişkenlikler kabul edilebilir, değişkenlik %20’den fazla olmamalıdır (16,17). MİP ve MEP için spirometri testindeki gibi kesin referans değerleri henüz belirlenememiştir. Farklı yaş gruplarındaki bireylerin referans değerleri, yapılan çalışmalardan elde edilen verilerle oluşturulmaya çalışılmıştır (Tablo 1) (18-22). Yaşla birlikte erişkinlerde her 10 yıl için 10 cmH2O düşüş olduğu ve kadınların MİP ve MEP değerlerinin erkeklere göre 1/3 daha düşük olduğu söylenebilir. Beklenenin alt sınırı (LLN) normal aralığın %50 değeri (beklenenin %50’si) olarak tanımlanmıştır (20,21). Üst sınır olmadığı özellikle bilinmelidir. KOAH hastalarında dinamik hiperinflasyona bağlı diyafram kasılmasında sınırlanma nedeni ile solunum kasları normal olsa da MİP değerleri olduğundan daha düşük değerde olur (23-25). Bu grup hastalarda (örn: KOAH) beklenen MİP değeri kullanılması önerilir (23). Hastanın solunum kaslarında olumlu yönde gelişme için 25 cmH2O değişiklik olması gerektiği üzerinde birleşilmiştir (26). Yapılan çalışmalarda MİP’de -13cmH2O ile negatif artış ve MEP’de 24 cmH2O ile pozitif artış gösterilmesinin klinik düzelme ile korelasyonu olmadığıgösterilmiştir (2729). Bununla birlikte uygulama tekniği, hasta uyumu, sonucunun güvenirliliğini en çok etkileyen faktörlerdir. Hata oranını en aza indirmek için hastanın testi anlaması ve teste cesaretlendirilmesi ve testi tekrarlaması önerilir (30). MİP ve MEP’in klinikte kullanıldığı durumlar: 1) Solunum kas hastalığının tanısında 2) Solunum kas güçsüzlüğünün şiddetini belirlemede ve sekelin ciddiyetini öngörmede 3) Solunum kaslarının güçsüzlüğünün takibinde Tablo 1. Çalışmalardan elde edilen referans MİP ve MEP değerleri (18-22) Veri (literatür no) Çocuklar (7-13 yaş) (18) Erişkin (13-35 yaş) (19) Erişkin (18-65 yaş) (20) Yaşlılar (65-85 yaş (21) MİP* (negatif, cmH2O) MEP* (pozitif, cmH2O) erkek: 77-114 99-161 kız: 71-108 74-126 erkek: 114-121 131-161 kadın: 65-85 92-95 FSLFL t LBEO t erkek: 65-90 140-190 kadın: 45-60 90-130 * ortalama değer. t0SUBMBNB.&1EFþFSJ #VWFSJMFSCFLMFOFOEFOEàāàLUàSÎàOLàEJāEVEBLBQBSBUZFSJOFTBEFDFBþ[ML aparatı kullanılarak ölçüm yapılmıştır (22) SOLUNUM KAS GÜCÜ DEĞERLENDİRMESİ 99 Solunum kas hastalığının tanısında: MİP ve MEP değerlerinde belirgin düşük olduğunda pek çok nedenden kaynaklanan solunum kas güçsüzlüğü düşünülür. Başlıca patolojik nedenler arasında nöromüsküler hastalıklar (örn: amyotrofik lateral skleroz (ALS), myasthenia gravis, polimyozit,Guillain-Barré), iskelet kas gücünü etkileyen sistemik hastalıklar (örn: tirotoksikoz, kalp yetmezliği, malnütrisyon, idyopatik myopati) sayılabilir (31-33). MİP ve MEP ölçümü kas güçsüzlüğü lokalize edebilir. Düşük MİP ve normal MEP değerleri izole inspirasyon kas güçsüzlüğünü (genellikle diyafram), düşük MİP ve MEP değerleri yaygın iskelet kası güçsüzlüğünü gösterir (34). Normal MİP, düşük MEP ise izole ekspirasyon kas güçsüzlüğü gösterir ki bu çok nadir bir bulgudur. Düşük-normal ya da hafif düşük MİP, MEP solunum kas güçsüzlüğü dışında pek çok nedenden olabilir. Bunlar özetle; ileri yaş, kadın cinsiyeti, zayıf el sıkma kuvveti, malnütrisyon, obezite (beden kitle indeksi >33, kalın bel çevresi, yüksek vücut yağ oranı), kötü sağlık durumu, düşük fiziksel aktivite, düşük eğitim düzeyi, kısa boy, sigara içicisi olmak, kötü ölçüm teknik desteği olarak sayılabilir (20,21,35). Kalın bel çevresi MİP ve MEP değerlerini etkilese de hamilelik, MİP ve MEP değerlerinde değişikliğe neden olmaz (36). Solunum kas güçsüzlüğünün şiddetini belirlemede ve sekelin ciddiyetini öngörmede MİP ve MEP: Ölçümlerde ne kadar düşük değerler elde ediliyorsa o kadar ağır kas güçsüzlüğü ve klinik sekel düşünülmelidir. Örneğin düşük MİP değeri artmış kardiyovasküler mortalite ile ilgilidir (37). MİP ve MEP de önemli değerler: t /PSNBMJOBMUOEB.Ā1EFþFSJIJQFSLBQOJLTPMVOVNZFUNF[MJþJOJÚOHÚren bir orandır (PaCO2 >45 mmHg) (38). t .&1DN)2O zayıf öksürük gücü ve havayolu temizlenmesinin yetersizliğini gösterir (39). t &OUàCFIBTUBEB.Ā1DN)2O basıncından daha negatif olabiliyorsa ve diğer bulguları normal ise hastanın solunum kaslarının spontan solunum için yeterli düzeyde olduğu ve ekstübe edilebileceğini gösterir. t .Ā1DN)2O ve MEP>100 cmH2O iken klinik olarak anlamlı solunum kas gücü zayıflığı olmadığı raporlanabilir (40). Solunum kaslarının güçsüzlüğünün takibinde MİP ve MEP: Seri olarak solunum kas güçsüzlüğü olan hastalarda MİP ve MEP ölçümü ile takipte bulguların düzeldiği, değişmediği ya da ilerlediği değerlendirilebilir (örneğin; Guillain-Barre sendromunda steroid tedavisinin yanıtını değerlendirmede MİP ve MEP takibi gibi). PSNİFF TESTİ Burun çekme “sniff ”manevrası olarak bilinir. Noninvaziv inspirasyon gücünü ölçen test olarak sniff basıncı (Psniff) tanımlanabilir. Nazal inspirasyon basıncı (SNIP) aynı zamanda zorlu nazal inspirasyon (SNIF) olarak da yazılarda kullanılır, her biri aynı anlama gelir. MİP’de farklı olarak 1 saniyelik devam eden basınç 100 SOLUNUM KAS GÜCÜ DEĞERLENDİRMESİ sürekliliği gerekmez, sivri traseler olur. Psniff’de ağızlık parçası gerekmediği için fasyal (örneğin; bulbar) sorunlu hastalara uygulamada kolaylık sağlar (16). Burun deliğinin birine, içinde basınç ölçen sensor olan tıkaç yerleştirilir ve diğer açık burun deliğinden hızla burun çekme manevrası (sniff) yaptırılır (Resim 1b). Tıkalı burun deliğindeki sensörün ölçtüğü basınç respiratuar kas gücünü gösterir. Psniff ciddi havayolu darlığı olmayan hastalarda transdiyafragmatik basınç ve MİP değerleri ile kuvvetle koreledir (16, 41). ALS hastalarında Psniff -40 cmH2O’dan daha eksi bir değer olamıyorsa nokturnal hipoksi ve artmış ölüm riskini gösterir (ortalama yaşam 6 ay) (42). Japonya’da sağlıklı gönüllülerle yapılan çalışmada erkeklerde Psniff -77 (LLN: -33) cmH2O, kadınlarda -60 (LLN:-29) cmH2O olarak bildirilmiştir (43). ÖZOFAGUS VE MİDE BASINÇLARI İLE ÖLÇÜM: TRANSDİYAFRAGMATİK Diyafram kas gücü değerlendirmesini direkt olarak en iyi transdiyafragmatik (TTdi) gösterir. TTdi ölçmek için yemek borusu ve mideye yerleştirilen balonlu tek ya da çift kateterler kullanılır (Resim 2a-d). a b c d Resim 2. Özofagus ve mide balonlu tek kateter (a). Özofagus-mide balonu takılması (b). Tek balonlu özofagus/mide balonu sterilize edilip tekrar kullanılabilir (c). Tek balonlu çift kateter (d) SOLUNUM KAS GÜCÜ DEĞERLENDİRMESİ 101 Kişinin MİP ve MEP manevralarına uyum sorununu ortadan kaldıran kısmen ağrılı bir yöntem olan Amerika’da boyundan frenik sinire elektriksel ya da elektriklenmiş mıknatıs ile uyarı vererek diyafram kası aktivitesi ölçümü yapılır (Resim 3) (44). Amerika’da bu yöntem FDA onaylı iken diğer dünya ülkelerinde onay almadığından kullanılmamaktadır. Merkezimizde 3 arkadaşımız diyafram aktivitelerini bu yöntemlerle değerlendirmiştir (Resim 2b). Test ölçümü için gereken cihazlar: t 1OÚNPUBLPNFUSFWFQOÚNPUPHSBGTJTUFNMFSJ3FTJNBE t #BMPOLBUFUFSMFS3FTJNBE t "LNWFJOTQJSZVNTFOTÚSMFSJ3FTJNBD t "þ[ML3FTJNCE t 1OÚNPUBLPNFUSFZFCBþMBOBOLBOBMMBSÚ[PGBHVTHBTUSJLBLNJOTQJSZVN (Resim 6a,b) t 4QJSPNFUSJUFTUJOEFLVMMBOMBOCVSVONBOEBM DİYAFRAM BASINCI ÖLÇME TEKNİĞİ Basınç ölçmek için tek ya da ikili balon kateter kullanılır. Amerika-Chicago’daki merkezde bir kateter üzerinde mide ve özofagus lokalizasyonunda iki balon ve kateterin ucunda elektromiyogram (EMG) kaydı için özel kanal bulunur (Resim 7) ve böylece frenik sinir uyarı sonrası kas aktivitesi olup olmadığını gözlenir. Frenik sinirin elekriksel ya da mıknatıs yolu ile elektriklenmiş kaşıklarla (Resim 3) stimulasyonu yalnız Amerika’da FDA onayı aldığından İtalya’da kullanılmamaktadır. Diyafram EMG değerlendirmesi hastanın bilateral göğüs duvarında interkostal alanlara üzerine yerleştiren özel elektrotlarla ayrıca analiz edilir (detaylı bilgi aşağıda anlatılacak). Çift kateter ile basınç ölçümü Avrupa’da kullanılan kateter 100 cm uzunluğunda 3 mm genişliğinde içi boş boru olup ucundaki balon 10 cm uzunluğunda ve balon kısmı slikon-latexten yapılmıştır. Latex allerjisi olanlara uygulanmaz (Resim 2c,d). Balon içindeki hava enjektörle tamamen boşaltılır 5 mL hava ile şişirilerek patlak olup olmadığı kontrol edilir ve 4 mL hava Resim 3. Frenik sinir uyarı elektromıknatıs kaşıkları 102 SOLUNUM KAS GÜCÜ DEĞERLENDİRMESİ a b c d Resim 4. Solunum kaslarını değerlendiren pnömotakometre ve sistemleri, Pavia-Italya. Tekerlekli araba ile hasta odalarına ve yoğun bakıma götürülerek hasta başı çalışılır (a); Solunum kaslarını değerlendiren pnömotakometre ve sistemleri, Chicago, USA (b); Pnömotakometre (c); Pnömotakometre (d) boşaltılır. Balon kateterlerin içinde basınç sensörleri bulunur. Önce ilk balon mideye takılmak üzere nazogastrik takar gibi hastaya yutturulur. Gastrik-balon kateterinin dışarıda kalan ucu pnömotakometrede gastrik basınç kanalına takılır (Resim 7a,b). Monitörde mide basıncı (=gastrik basınç) eğrisi pozitif ancak değeri küçüktür, kolay görünebilmesi için hastanın midesine elle bastırılarak monitörde gastrik kanal trasesinde pozitif defleksiyon görüldüğünde balonun midede olduğu anlaşılır. Bu manevrayı Türk bilim adamı Dr. Ahmet Baydur bulmuş olup“Baydur Manevrası” ile anılmaktadır (45). Mideye elle basmak yerine ayrıca hastaya ıkınması da söylenebilir, her ıkınmasında gastrik basınç trasesinde pozitif artan eğri yüksekliği gözlenir. Diğer balon da nazogastrik takar gibi aynı burun deliğinden ilerletilerek SOLUNUM KAS GÜCÜ DEĞERLENDİRMESİ a 103 b c d Resim 5. Akım ve inspiryum sensörü (a); Ağızlıklı akım-inspiryum sensörü (b); Akım ve inspiryum sensorü (USA) (5c); Ağızlıklı akım-inspiryum sensörü (USA) (5d) a b Resim 6. Pnömotograf ve kanallar (Italya-Pavia) (a); Pnömotograf kanalları (USA-Chicago) (b) yutturulur ve mideye itilen balonun burun dışında kalan bölümüne dikkat edilerek özofagusa itilir. Balonun kateter ucu pnömotakometrede “özofagus kanalına” bağlanır. Bu kanal basınç ölçümünü pnömotakograf ile grafik haline getirir ve Pözofagus trasesinde her inspiryumda negatif basınç eğrileri çizer; balonu mideye doğru iterseniz inspiryumda traseler pozitifleşmeye başlar. Bu durumda balonu geri çekmek gerekir. Balonun yeri kalbe yakın ise traselerde kalp atım izleri dantel kenarı gibi görünür buna kalp ritmi artefaktı denir (Şekil 1). 104 a SOLUNUM KAS GÜCÜ DEĞERLENDİRMESİ b Resim 7. Balon takılma işlemi (a); Solunum mekaniklerinin ölçülmesi sırasında hastanın tek burun deliğinden iki ayrı balon yutturulduktan sonra biri midede diğeri yemek borusunda olacak şekilde yerleştirilir; mandal ile burun kapatılır ağızlık, dudak-dişin arasına alınarak spontan solutulur (7b) Hastanın inspiryum ve akımını algılayacak sensörlerin olduAkım ğu parçalar ve ağızlık kısmına (diş ve dudak içine yerleştirilen ağızlık) takılır (Resim 5b,d). Eğer hasta noninvaziv mekanik ventilasyonda ise maskenin ventilatör devresi ile arasına, entübe ve mekanik ventilatörde ise ağızlık kısmına takılmaz. P pl Kalp atım artefaktı Sensörler hastanın trakeosto(Pözafagus) misinin önündeki aparata Y parçasının önüne takılır (Resim 8a,b). Sensörün inspiryum kordonu (ince lastik boru) Şekil 1. Özofagus balonu kalbe yakın olduğu için kalp pnömotakometrede inspiryum atımları da kayıt edilir. Grafi dantel kenarı gibi bir görükanalına, akım sensor kordonu nüm alır ise akım kanalına takılır. Akım sensorü çok kullanımlıktır, inspiryum sensörü ise temizlenip defalarca kullanılır. Balon kateterler ise tek kullanımlık olup temizlenip dezenfekte edilirse 2 kez de kullanılabilir. Monitörde ağız içi basıncı Paw (negatif), özofagus basıncı (akciğer basıncını yansıtması nedeni ile plevra basıncı olarak da kısaltılı [Ppl], negatif değer), gastrik basınç (Pga, pozitif) eğrileri görülür. Özel hazırlanan bir program sayesinde hesaplanarak oluşturulan grafik eğri kanalları (Şekil 2): SOLUNUM KAS GÜCÜ DEĞERLENDİRMESİ a 105 b Resim 9. Solunum mekanikleri eforla veya noninvaziv mekanik ventilasyonda akım ve inspiryum sensör aparatı maskenin önüne (a) veya trakeostomiden ventilatörde ve ventilatörden ayrılma zorluğu çeken hastalarda Y parçasının önüne takılır (b) t 5JEBMWPMàN75 FþSJTJ t 5SBOTQVMNPOFS CBTOÎ [Bman (TPTpl)=Ağız içi basınç-Özofagus basıncı TPTpl=negatif değer -negatif değer=pozitifdeğer küçük büyük t 5SBOTEJBGSBHNBUJL 1EJ Mide basıncı-Özofagus basıncı (Pga-Ppl) Pdi: pozitif küçük değer -negatif büyük değer=pozitif değer Akım V Velüt, Vt Ağız içi basıncı, Paw Pözofagus=pes Mide basıncı, Pga Transpulmoner basınç, TPT pl (Paw-Pes) Transdiaphragmatik basınç, Pdi (pga-Pes) Şekil 2. Solunum kaslarının değerlendirmesinde pnömotograf kanallarında akım, volüm, ağız içi basıncı, özofagus, mide basınçları, Ağız içi basınçtan özofagus basıncını çıkararak transpulmoner (akciğerlerin basıncı), gastrik basınçtan özofagus basıncını çıkararak transdiyafragmatik basınç traseleri otomatik olarak elde edilir. Ağız içi basınç, özofagus basıncı negatif olmasına karşın transpulmoner ve transdiyafragmatik basınçlar matematik işlem kuralı gereği negatif değerden daha negatif bir değerin çıkması sonucu pozitif değer olarak yazılır Hastanın ağzına ağızlık verilerek burun spirometri testindeki gibi mandal ile kapatılır ve 5 dakika boyunca spontan soluması istenir. Normal soluma işi kolay gözükse de ağızlık kenarlarından hava kaçmaması için dudakları ağızlığa sıkıca tutmaya çalışmak kısmen yorucu bir iştir. Daha sonra hastaya MİP ve MEP manevraları yukarıda anlatılan yöntemle yapılır yalnızca hastanın ağızlık çıkış kısmı elle ka- 106 SOLUNUM KAS GÜCÜ DEĞERLENDİRMESİ patılır. Maximum Pdi ölçümü kişinin istemine bağlı olarak kapalı bir hava yoluna karşı kuvvetli bir şekilde inspirasyon yapmasıyla elde edilebilir. Buna Mueller manevrası denir (46). Benzer şekilde kuvvetlice burun çekme (sniff) ile de maximum Pdi (Pdimax) sağlanabilir. Sniff Pdi daha yüksek ve tekrarlanabilir sonuçlar verdiği için bazı kurumlar tarafından tercih edilmektedir. Laboratuvar ortamında “Mueller-expulsive” diye bilinen manevrada maksimum Pdi’i ölçmekte ve daha yüksek değerler sağlamaktadır (47). Pdimax kişinin istemine bağlı olmadan, frenik siniri elektriksel ya da manyetik stimülasyonla ölçmek de mümkündür (48,49). Pdimax için Müller manevrası başlangıcında akciğer volümü çok önemlidir çünkü volüm arttıkça diyafram progressif olarak kısalır ve kısaldıkça daha az güç yaratır. Pdimax’ı fonksiyonel rezidüal kapasitede ölçmek pratikte daha sık uygulansada maximum basınç üretimi rezidü volümde oluşur. Pdimax’ın normal aralığı boya, cinsiyete, vücut pozisyonuna ve manevra esnasında respiratuvar sistemin başlangıç volumüne göre değişir. Tekniğin son derece önemli olması nedeniyle hastanın uyumunu maksimuma çıkarmak için hastaya oluşturduğu traseler gösterilip daha iyisini yapması için cesaretlendirilir ve 4-5 kez tekrarlanır. Daha sonra ağızlık çıkarılarak tek burun deliğinden Psniff manevrası 4-5 kez yaptırılırve ölçüm sonlandırılır (Şekil 3a). Program bize hastanın transpulmoner basıncı ile transdiyafragmatik basıncını hesaplayarak grafik şeklinde verir (Şekil 3b). Erişkin için normal Pdimax 100 cmH2O’dur; ancak sniff manevrası ile kadınlarda >60 cmH2O, erkeklerde >70 cmH2O Pdimax; Müller manevrası ile Pdimax erkeklerde >80 cmH2O, kadınlarda >70 cmH2O ise klinik olarak solunum kaslarında güçsüzlük olmadığı şeklinde yorumlanır (1). Pdimax <30 cmH2O ise hastanın otururken bile ciddi dispnesi olduğunu gösterir (1). Polisomnografide olduğu gibi milimetrik işaretli arka planda ölçüm yapma çubukları ile doğru alınmış soluklar işaretlenir. Program onlar ile hastanın, MİP, MEP, rezistans, kompliyans, a b BASINÇ Yorgunluk Eşiği (fatigue threshold): Snif manevrası Psniff ile Pdimax TTdi:(Ti/Ttot) x (Pdi/Pdimax) Ppl Plevral basınç (negatif) Pplmax TTdi ≥ 0.15 ZAMAN Ortopne < 30 cmH2O Pdi max Pdi yorgunluk eşiği Pdi Transdiyafragmatik basınç: PTPdi Ti Te Diyafram basıncı T total Şekil 3. Mide ve özofagus balonu olan hasta spontan solurken hızla burun çekme manevrası (sniff) yaptırılır ve 4-5 kez tekrarlanır. Diyafram kanalında pozitif defleksiyon olurken özofagus (pulmoner) kanalda negatif defleksiyon olur (a); Diyafram yorgunluk eşiği formülü gereği: Ti/Ttot x Pdi/ Pdimax(sniff) (b) SOLUNUM KAS GÜCÜ DEĞERLENDİRMESİ 107 oto-pozitif eksipiryum sonu basınç (oto-PEEP), inspiryum zamanı (Ti), ekspiryum zamanı (Te), dakika soluk sayısını (f), tidal volümünü (mL ya da lt) ve yüzeyel solunum indeksi (Tobin indeksi, f/Vt lt) hesaplamalarını yaparak değerleri raporlar. Diyafram yorgunluk eşiği (50): (Diaphgram Time Tension Index: TTdi) TTdi: (Ti/Ttot) x (Pdi/Pdimax) (Şekil 3b) Ti: inspiryum süresi (saniye) Ttot: Toplam 1 solunum süresi (saniye) Pdi: transdiafragmatik (cmH2O) Diyafram EMG si Pdimax: MİP ya da Sniff manevrası ile elde edilen maksimum diyafram basıncı (cmH2O). TTdi: (saniye/saniye) (cmH2O/cmH2O)= birimsiz x TTdi: normal değeri < 0.15 Sağ Sol elekrod elekrod 7. Interkostal aralık 8. Interkostal aralık Resim 9. Toraks dışı elektrodlar ile EMG ölçüm gereçleri. Sağ ve sol 7-8 interkostal kaslara yapıştırılan elektrodlar Tek kateter ile diyafram basınç ölçüm tekniği (Amerika Ölçüm tekniği): EMG sağ akım EMG sol EMG sağ 0 Paw 0 EMG sol MİP EMG sağ EMG sol Bilinen en güçlü solunum kasımız olan diyaframın yorgunluğu ve zayıflığının ayrımını yapmak klinik açıdan önemlidir. Yorgunluk dinlenince geçer, kas güçsüzlüğü ise geçmez. Diyafram kasının yorgunluk eşiği KOAH’ta çalışılmıştır (50). EMG sağ Sağ diyafram paralizi EMG sağ EMG sol EMG sol Şekil 4. Diyafram EMG örnekleri: Sağ tarafta inspiryumda diyafram aktivitesini daha iyi değerlendirmek için MİP manevrası yaptırılarak, sol diyaframda kasılma aktivitesi gözlenirken sağ diyafram elektroduna bağlı kanalda aktivite gözlenmiyor Tek ancak iki balonlu kateterin boyu 115 cm ve çapı 0.75 mm olup silikon bir tüp şeklindedir (Resim 2a). Tüpün alt ucundan 10 cm yukarısından başlayan 10 mm aralıklar ile 9 adet bipolar elektrod yerleştirilmiştir. Silikon tüpün içine 2 adet teflon tüp yerleştirilmiş olup 5 cm uzunluğunda ve 1.5 cm çapında 2 adet balondan biri gastrik basıncı ölçmek üzere distal uca 108 SOLUNUM KAS GÜCÜ DEĞERLENDİRMESİ 1. elektroddan 10 cm uzağa, diğeri ise özofagus basıncını ölçmek üzere 9. elektrodun 2.5 cm üzerine yerleştirilmiştir (Resim 2a). Her iki balon tek bir kateter üzerinde olmasına rağmen içlerinden ayrı ayrı geçen teflon tüpler sayesinde birbirlerinden bağımsız dış uçları ile kendi basınç transdüserlerine bağlanarak özofagus ve gastrik basınçlarını ölçerler. Avrupa’da iki kere hastaya balon yutturmak iki kere nazogastrik takmaya benzer, hasta ikinci balonda vaz geçebilir, ölçüm eksik kalabilir. Tekli kateter (iki balonlu) pahalı olup aynı hastaya defalarca temizlendikten sonra kullanılabilir. Elektrod çiftlerinden elde edilen diyafram EMG signalleri amplifiye ve filtre edilir ve analog-to digital konvertör vasıtasıyla hard diskte depolanır. Veriler özel bilgisayar programları ile analiz edilir. Diyafram EMG kayıtları parazit, hareket artefaktları,özogagus peristaltizmi, EKG ve diğer bioelektrik kaynaklardan etkilenir. Bu bozukluklar bilgisayar algoritimleri ile kontrol edilir. ELEKTROMYOGRAM (EMG) Solunum kasları arasında en önemlisi diyafram olup inspiryumun 2/3’ü diyafram sayesinde olmaktadır.Diyafram patolojilerini anlamak bazen zaman almakta ve çoğu zaman dispnenin nedeni bulunamamaktadır. Diyafram EMG’si göğüs hastalıkları hekimlerinin solunum fonksiyon laboratuvarlarında kullanabilecekleri bir yöntemdir. Diyafram EMG’si ister balon yutturularak diyafram basınçları ile birlikte ister balon yutturmadan sadece akım ve inspiryum sensörün olduğu ağızlık ile pnömotakometreye soluyarak yapılabilir (16). İdeal olanı diyafram basınçları ile birlikte yapmaktır ancak balon yutturmadan solunum laboratuvarında kolaylıkla ve kısa sürede diyafram EMG’si çekilebilir. En objektif diyafram EMG değerlendirmesi olan frenik sinir paralizi tanısına, frenik sinir (sağlı-sollu) uyarısına bağlı hem diyafram basınç trasesinin olmaması hem EMG'de diyafram akvitesinin olmadığını gözlenmekle karar verilir. Pnömotakometreye diyafram EMG aparatı bağlanır. Sağ ve sol 7-8 interkostal kaslara elektrodlar yerleştirilir ve EMG'nin sağ ve sol kasılma çizgilerini oluşturacak kanala bağlanır (Resim 9). Hastanın herhangi omzuna da boş bir elektrod bağlanır. Hastanın inspiryum ile sağ ve sol diyaframdaki kas aktivitesi izlenir. İnspiryumla sekron olması çok önemlidir, çünkü ekspiryumda karın kası kasılması diyafram kas aktivitesi olarak karıştırılabilir. Bunu minimalize etmek için hastaya MİP manevrası yaptırılır. MİP sırasında diyafram kasılması spontan solunuma göre belirgin artış göstermelidir (Şekil 4). Ülke Tecrübemiz: Henüz ülkemizde diyafram kasını, yorgunluk eşiğini ve frenik sinir aktivitesini değerlendiren bir merkez bulunmamaktadır. En kısa zamanda kurulması için çalışılmalıdır. Bu konuda deneyimli yurt dışı merkezlerde meslektaşlarımız yakın zamanda eğitim alarak klinik önemi olan çalışmalarda görev almışlardır (51-64). SOLUNUM KAS GÜCÜ DEĞERLENDİRMESİ KOAH, 80 yaşında erkek KOAH atak Stabil dönem Solunum sayısı/d 19 15 Tidal volüm, mL 500 650 Ppl, cmH2O 12 4 Pdi, cmH2O 13 6 Pdimax cmH2O 55 65 TTdi (yorgunluk eşiği) 0.09 0.04 MİP cmH2O -65 -90 109 OLGU 1 Hasta 80 yaşında erkek, 180 cm boyunda, KOAH tanısı ile takipte ve evinde oksijen konsantratörü var. Hasta KOAH alevleme ile servise yatırıldı. Hastalığının akut dönemi ve tedavi sonrası stabil dönemde özofagus ve mide balonları yutturularak diyafram kasının atak sırasındaki gücü (Pdimax) ve yorgunluk durumu (TTdi) araştırıldı. OLGU 2 Hasta 36 yaşında, erkek hasta, obez: beden kitle indeksi 32, dört haftadır nefes darlığı devam etmekte. Daha önce gittiği doktor akciğer grafisinde sol tarafta belirgin diyafram yükselmesi ve göğüs ağrısı takipne ile pulmoner emboli tanısı koymuş, hasta kumadinize edilmiş. Hasta, 4 haftadır nefes darlığının özellikle yatığında arttığı ve oturur pozisyonda geçtiğini belirtmiş. Hasta göğüs hastalıkları kliniğine ileri tetkik için yatırıldı. Kardiyolojik yönden bir patoloji bulunmayan hastaya diyafram EMG’si yapıldı. Sol diyafram izole paralize bulundu. Hastaya gece uyurken noninvaziv mekanik ventilasyon cihazı raporlandı ve başı yüksek olacak şekilde (45 derece açı ile yarı oturur pozisyonda) yatması önerildi. KAYNAKLAR 1. Tobin M, Laghi F. Monitoring respiratory muscle Chapter 28, Part II Respiratory Monitoring. 497-544. Inprinciples and practice of intensive care monitoring. McGraw Hill Company,1998, USA. 2. TC Resmi Gazete 25 Mart 2010 Sağlık Uygulama Tebliği (SUT). 3. Mier A. Respiratory muscle weakness. Respir Med 1990; 84: 351-9. 4. Jackson CE, Rosenfeld J, Moore DH, et al. A preliminary evaluation of a prospective study of pulmonary function studies and symptoms of hypoventilation in ALS/MND patients. J Neurol Sci 2001; 191: 75-8. 5. Lechtzin N, Wiener CM, Shade DM, et al. Spirometry in the supine position improves the detection of diaphragmatic weakness in patients with amyotrophic lateral sclerosis. Chest 2002; 121: 436-42. 6. Lyall RA, Donaldson N, Polkey MI, et al. Respiratory muscle strength and ventilatory failure in amyotrophic lateral sclerosis. Brain 2001; 124: 2000-13. 110 SOLUNUM KAS GÜCÜ DEĞERLENDİRMESİ 7. Allen SM, Hunt B, Green M. Fall in vital capacity with posture. Br J Dis Chest 1985;79: 267-71. 8. Enright P.L, Moxham J. Test of respiratory muscle strenght. Section Ed: Barnes P, Deputy Ed: Wilson K.C. Uptodate April 2012. 9. Buchman AS, Boyle PA, Leurgans SE, et al. Pulmonary function, muscle strength, and incident mobility disability in elders. Proc Am Thorac Soc 2009; 6: 581-7. 10. Frankenstein L, Nelles M, Meyer FJ, et al. Validity, prognostic value and optimal cutoff of respiratory muscle strength in patients with chronic heart failure changes with betablocker treatment. Eur J Cardiovasc Prev Rehabil 2009; 16: 424-9. 11. Vilaró J, Ramirez-Sarmiento A, Martínez-Llorens JM, et al. Global muscle dysfunction as a risk factor of readmission to hospital due to COPD exacerbations. Respir Med 2010; 104: 1896-902. 12. Moore AJ, Soler RS, Cetti EJ, et al. Sniff nasal inspiratory pressure versus IC/TLC ratio as predictors of mortality in COPD. Respir Med 2010; 104: 1319-25. 13. Hamnegård CH, Wragg S, Kyroussis D, et al. Portable measurement of maximum mouth pressures. Eur Respir J 1994; 7: 398-401. 14. Watson, L. A method for measuring sniff nasal inspiratory pressure using the PK Morgan Pm meter. Inspire, the Official J Assoc Respir Technicians Physiologists 1997; 1:14. 15. Evans JA, Whitelaw WA. The assessment of maximal respiratory mouth pressures in adults. Respir Care 2009; 54: 1348-59. 16. American Thoracic Society/European Respiratory Society. ATS/ERS Statement on respiratory muscle testing. Am J Respir Crit Care Med 2002; 166: 518-624. 17. Wen AS, Woo MS, Keens TG. How many maneuvers are required to measure maximal inspiratory pressure accurately. Chest 1997; 111: 802-7. 18. GaultierC, Zinman R. Maximal static pressures in healthy children. Respir Physiol 1983; 51: 45-61. 19. Leech JA, Ghezzo H, Stevens D, Becklake MR. Respiratory pressures and function in young adults. Am Rev Respir Dis 1983; 128: 17-23. 20. Harik-Khan RI, Wise RA, Fozard JL. Determinants of maximal inspiratory pressure: the Baltimore Longitudinal Study of Aging. Am J Respir Crit Care Med 1998; 158:1459-64. 21. Enright PL, Kronmal RA, Manolino TA, et al. Respiratory muscle strength in the elderly. Correlates and reference values. Am J Respir Crit Care Med 1994; 149: 430-8. 22. Bruschi C, Cerveri I, Zoia MC, et al. Reference values of maximal respiratory mouth pressures: a population-based study. Am Rev Respir Dis 1992 Sep; 146: 790-3. 23. Rochester DF. Tests of respiratory muscle function. Clin Chest Med 1988; 9: 249-61. 24. Orozco-Levi M. Structure and function of the respiratory muscles in patients with COPD: impairment or adaptation? Eur Respir J Suppl 2003; 46: 41-51. 25. Morrison NJ, Richardson J, Dunn L, Pardy RL. Respiratory muscle performance in normal elderly subjects and patients with COPD. Chest 1989; 95: 90-4. 26. Bland JM, Altman DG. Statistical methods for assessing agreement between two methods of clinical measurement. Lancet 1986; 1: 307-10. 27. Keenan SP, Alexander D, Road JD, et al. Ventilatory muscle strength and endurance in myasthenia gravis. Eur Respir J 1995; 8: 1130-5. 28. Goswami R, Guleria R, Gupta AK, et al. Prevalence of diaphragmatic muscle weakness and dyspnoea in Graves' disease and their reversibility with carbimazole therapy. Eur J Endocrinol 2002; 147: 299-303. SOLUNUM KAS GÜCÜ DEĞERLENDİRMESİ 111 29. Nava S, Crotti P, Gurrieri G, et al. Effect of a beta 2-agonist (broxaterol) on respiratory muscle strength and endurance in patients with COPD with irreversible airway obstruction. Chest 1992; 101: 133-40. 30. Larson JL, Covey MK, Vitalo CA, et al. Maximal inspiratory pressure. Learning effect and test-retest reliability in patients with chronic obstructive pulmonary disease. Chest 1993; 104: 448-53. 31. Lyall RA, Donaldson N, Polkey MI, et al. Respiratory muscle strength and ventilatory failure in amyotrophic lateral sclerosis. Brain 2001; 124: 2000. 32. Teixeira A, Cherin P, Demoule A, et al. Diaphragmatic dysfunction in patients with idiopathic inflammatory myopathies. Neuromuscul Disord 2005; 15: 32-9. 33. Hughes PD, Polkey MI, Harrus ML, et al. Diaphragm strength in chronic heart failure. Am J Respir Crit Care Med 1999; 160: 529-34. 34. Laghi F, Tobin MJ. Disorders of the respiratory muscles. Am J Respir Crit Care Med 2003; 168: 10-48. 35. Carpenter MA, Tockman MS, Hutchinson RG, et al. Demographic and anthropometric correlates of maximum inspiratory pressure: The Atherosclerosis Risk in Communities Study. Am J Respir Crit Care Med 1999; 159: 415-22. 36. Lemos A, de Souza AI, Figueiroa JN, et al. Respiratory muscle strength in pregnancy. Respir Med 2010; 104: 1638-44. 37. Van der Palen J, Rea TD, Manolio TA, et al. Respiratory muscle strength and the risk of incident cardiovascular events. Thorax 2004; 59: 1063-7. 38. Chetta A, Harris ML, Lyall RA, et al. Whistle mouth pressure as test of expiratory muscle strength. Eur Respir J 2001; 17:688-95. 39. Man WD, Kyroussis D, Fleming TA, et al. Cough gastric pressure and maximum expiratory mouth pressure in humans. Am J Respir Crit Care Med 2003; 168: 714-7. 40. Gibson GJ. Measurement of respiratory muscle strenght. Respir Med 1995; 89: 529-35. 41. Uldry C, Janssens JP, de Muralt B, Fitting JW. Sniff nasal inspiratory pressure in patients with chronic obstructive pulmonary disease. Eur Respir J 1997; 10: 1292-6. 42. Morgan RK, McNally S, Alexander M, et al. Use of Sniff nasal-inspiratory force to predict survival in amyotrophic lateral sclerosis. Am J Respir Crit Care Med 2005; 171: 269-74. 43. Kamide N, Ogino M, Yamashina N, Fukuda M. Sniff nasal inspiratory pressure in healthy Japanese subjects: mean values and lower limits of normal. Respiration 2009; 77: 58-62. 44. Aubier M, Murciano D, Lecocguic Y, et al. Bilateral phrenic stimulation: a simple technique to assess diaphragmatic fatigue in humans. J Appl Physiol 1985;58: 58-64. 45. Baydur A, Behrakis PK, Zin WA, et al. A simple method for assessing the validity of the oesophageal balloon technique. Am Rev Respir Dis1982; 126: 788-91. 46. Miller JM, Moxham J, Green M. The maximal sniff in the assessment of diaphragm function in man. Clin Sci (Lond) 1985; 69: 91-6. 47. Laporta D, Grassino A. Assessment of transdiaphragmatic pressure in humans. J Appl Physiol 1985; 58: 1469-76. 48. Davis JN. Phrenic nerve conduction in man. J Neurol Neurosurg Psychiatry 1967; 30: 420-6. 49. Bellemare F, Bigland-Ritchie B. Assessment of human diaphragm strength and activation using phrenic nerve stimulation. Respir Physiol 1984; 58: 263-7. 50. Bégin P, Grassino A. Inspiratory muscle dysfunction and chronic hypercapnia in chronic obstructive pulmonary disease. Am Rev Respir Dis. 1991; 143: 905-12. 112 SOLUNUM KAS GÜCÜ DEĞERLENDİRMESİ 51. Karakurt Z, Nava S, Fanfulla F, et al. Development of chronic hypercapnia in very severe copd:the role of body mass index. TTD 13. Yillik kongresi 2010- Istanbul. TP612. [Abstract] 52. Karakurt Z, Fanfulla F, Ceriana P, et al. Physiologic determinants of prolonged mechanical ventilation in patients after major surgery. J Crit Care. 2012; 27(2): 221.e9-16. 53. Karakurt Z, Nava S, Karakurt S, et al. Respiratory muscle function and diaphragm mechanics: Serum creatinine. Eur Respir J. 2010;Suppl 54 (36); P635, 93s.[Abstract] 54. Karakurt Z, Nava S, Carlucci A, et al. Physiologic study of patients with COPD: Respiratory mechanics according to staging of GOLD and BODE index. Eur Respir J. 2010;Suppl 54 (36); P1302, 233s.[Abstract] 55. Karakurt Z, Ceriana P, Carlucci A, Diaphragm mechanics in severe COPD patients: Differences between spontaneously breathing patients and those undergoingprolonged weaning or chronic noninvasive ventilation. Eur Respir J. 2010;Suppl54 (36): P638, 94s.[Abstract] 56. Gungor G, Canavan B, Laghi F, Duffner LA, et al. Comparison of respiratory mechanics in patients requiring prolonged versus short-term ventilation ATS International Conference, 2010, New Orleans .American Journal of Respiratory and Critical Care Medicine, 2010(181): A3013 57. Gungor G, Shaikh H, Khan U, et al. What are the Mechanisms of task failure with inspiratory threshold loading? ATS International Conference, 2010, New Orleans. American Journal of Respiratory and Critical Care Medicine, 2010(181): A6507. 58. Shaikh H, Gungor G, Khan U, et al. What mechanisms increase the mechanical advantage of the diaphgram during inspiratuary threshold loading? ATS International Conference, 2010, New Orleans .American Journal of Respiratory and Critical Care Medicine 2010(181): A6508. 59. Khan U, Gungor G, Shaikh H, et al. Why inspiratuary threshold loading to task failure does not cause long-lasting fatigue in all subjects? ATS International Conference, 2010, New Orleans. American Journal of Respiratory and Critical Care Medicine 2010(181): A6509. 60. Canavan B, Gungor G, Duffner L, et al. Follow-up of muscle function after weaning:comparision of weaning facility versus ICUATS International Conference, 2010, New Orleans .American Journal of Respiratory and Critical Care Medicine 2010(181): A6709. 61. Adıgüzel N, Shaikh H, Khan U, et al. Does Hyperinflation Affect the Ratio of Diaphragmatic Electrical Activity to Transdiaphragmatic Pressure?ATS International Conference, 2009, San Diego. American journal of Respiratory and Critical Care Medicine 179; 2009: A4198. 62. Littleton W, Adıgüzel N, Mihalek A, et al. Does Tidal Volume affect diaphragmatic motor output in healthy subjects? ATS International Conference, 2008, Toronto. American Journal of Respiratory and Critical Care Medicine, 2008(177): A745. 63. Shaikh H, Adıgüzel N, Doud M, et al. Diaphragmatic Electrical Activity, Pattern of Respiratory Muscle Recruitment and Short-Lasting Fatigue with Inspiratory Threshold Loading ATS International Conference,2009,San Diego. American journal of Respiratory and Critical Care Medicine, 179; 2009: A4197. 64. Yazıcıoglu Mocin O, Shaikh H, Schnell T, et al. Diaphragmatic elektrical activity, pattern of respiratory muscle recruitment and short-lasting fatigue with inspiratory threshold loading in COPD. Am J Respir Care Med 183; 2011: A4262 ATS Denver. BRONŞ PROVOKASYON TESTLERİ Prof. Dr. Yavuz DEMİREL, Uzm. Dr. Emine ARGÜDER Hava yolu duyarlılığı, konstriktör bir ajana maruziyet sonrası bronşun daralma kapasitesini yansıtırken, hava yolu aşırı duyarlılığı ise bu kapasitenin abartılı olarak gerçekleşmesidir. Eğer bronşu uyaran, kimyasal ya da fiziksel bir uyaran ise non-spesifik aşırı duyarlılık, alerjen bir uyaran ise spesifik aşırı duyarlılık olarak adlandırılır (1). Astım, geriye dönüşlü hava yolu kısıtlanması ve hava yolu aşırı duyarlılığı ile karakterize hava yollarının kronik inflamatuar bir hastalığıdır (2,3). Klinik olarak hırıltılı solunum, nefes darlığı ve öksürükle seyreder ve bu semptomlar tedavi ile ya da kendiliğinden düzelebilir. Solunum fonksiyon testinde (SFT) obstrüksiyon saptanan ve bronkodilatör ilaç uygulanması (reversibilite testi) ile obstrüksiyonu düzelen hastalara (FEV1’de %12 ve 0.2 lt’den daha fazla artış) astım tanısı konulabilir (4). Hava yolu aşırı duyarlılığı, astımın tanısına katkıda bulunabilen özelliklerden biridir. Bu nedenle astım için tipik olan öksürük, hırıltılı solunum ve nefes darlığı yakınmaları nedeniyle astım tanısı düşünülen, buna karşın SFT’de hava yolu obstrüksiyonu saptanmayan hastalarda hava yolu aşırı duyarlılığını belirlemek için bronş provokasyon testleri (BPT) uygulanır. Hava yolu aşırı duyarlılığının ölçümü genellikle standardize edilmiş metakolin ya da histaminin inhalasyonu ile gerçekleştirilir (5,6). Resim 1’de testin uygulanması gösterilmiştir. Bronş provokasyon testleri ayrıca hava yolu obstrüksiyonunun nedenini ortaya koyma, Resim 1. Testin uygulanması 113 114 BRONŞ PROVOKASYON TESTLERİ astımın şiddetini belirleme, tedaviye yanıtın gösterilmesi, mesleksel astım tanısını belirleme, astımı diğer hastalıklardan ayırt etme, astım gelişim patofizyolojisini ve astım ilaçlarının mekanizmalarını anlama amacıyla kullanılır. Kronik öksürük ayırıcı tanısında astıma bağlı kronik öksürük olgularını ayırt etmede yine önemli bir testtir. Hava yolu uyaranları etki mekanizmasına göre direkt ve indirekt olarak sınıflandırılır. Direkt uyarılmada hava yolu düz kas hücreleri, bronş endotel hücreleri ve mukus yapan hücreler uyarılır. Metakolin ve histamin direkt etkiyle hava yolunda daralma yapar. İndirekt uyarılmada ise mast hücreleri ve nöronal hücrelerden salınan mediatörlerle hava yolunda daralma gerçekleşir (7,8) (Tablo 1). Direkt etki mekanizmasına dayalı BPT yaygın olarak kullanılmaktadır ve iyi standardize edilmiş bir uygulamadır. Bu testler oldukça duyarlı yöntemler olmasına karşın astıma spesifik değildir. İndirekt bronşiyal uyaranlardan özellikle egzersiz, hiperventilasyon, adenozin ve hipertonik solüsyonlar hava yolu inflamasyonunu doğrudan yansıtabilirler ve bu nedenle astıma daha spesifik yöntemler olarak kabul edilir. İndirekt yöntemler, anti-inflamatuar ilaçlara daha duyarlıdır. Özellikle inhale kortikosteroidlerin (IKS) etkinliğini ve uygun dozunu belirlemede direkt uyaranlara göre çok daha hızlı yanıt verir (8). Ayrıca indirekt uyaranlar, egzersizle tetiklenen bronkokonstriksiyon tanısı için direkt BPT’ye göre daha duyarlı ve spesifiktir (9). Bronkokonstriktör uyarana karşı oluşan doz-yanıt eğrisi sigmoidal yapıdadır. Pozisyonu, eğimi ve plato özelliği astımı astım olmayan durumlardan ayırt etmeye yarar. Astımda eğri sola doğru yer değiştirme gösterir (10). Astımı olmayan Tablo 1. Havayolu duyarlılığını etkileyen uyaranlar Direkt uyaranlar Kolinerjik agonistler (asetilkolin, metakolin, karbakol) Histamin Prostoglandin D2 Lökotrien C4, D4, E4 İndirekt uyaranlar Fiziksel uyaranlar: t &H[FSTJ[ t /POJ[PUPOJLBFSPTPMMFSIJQFSIJQPUPOJLTPMàTZPOMBSEJTUJMFTVNBOOJUPM t ,VSVIBWBJMFÚLBQOJLWPMBOUFSIJQFSQOF Farmakolojik uyaranlar: t "EFOP[JOUBLJLJOJOMFS41/," CSBEJLJOJONFUBCJTàMmU402, propranolol Endotoksin (LPS) Trombosit aktive edici faktör Ozon Selektif ajanlar (aspirin, NSAİ ilaçlar, alerjenler) BRONŞ PROVOKASYON TESTLERİ 115 bireylerde bronkokonstriktör uyarana karşı aşırı hava yolu daralmasını önleyen mekanizma henüz bilinmemektedir (11). METAKOLİN PROVOKASYON TESTİ Metakolin provokasyon testi (MPT) hava yolu aşırı duyarlılığını değerlendiren bir metoddur. Testin negatif prediktif değerinin yüksek olması nedeniyle astım tanısını koymaktan çok astım tanısını dışlamada oldukça önemlidir. Negatif MPT testi astımı tama yakın dışlayabilmesine karşın, pozitif test sonucunda özellikle hastanın öncesinde yakınması yoksa hastanın astım yönünden ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmesi gerekir (5,6). MPT, mesleksel astımın değerlendirilmesinde de önemli bir yöntemdir (6). Özellikle iş ortamı ile ilişkili astım düşünülen, azalan ve artan semptomları olan olgularda detaylı öykü, fizik muayene ve MPT tanıyı belirleyebilir (5). MPT bazen astım gelişim riskini, hastalığın şiddetini ve verilen tedavinin yanıtını değerlendirmede kullanılabilir. Ancak bu alanlar için MPT’nin klinik kullanımı henüz iyi belirlenmemiştir. Astımı olan hastaların çoğunda hava yolu aşırı duyarlılığının olması beklenir. Bununla birlikte, bronşiyal aşırı duyarlılığın (BAD) kronik obstrüktif akciğer hastalığı, konjestif kalp yetmezliği, kistik fibrozis, bronşektazi ve alerjik rinitte de arttığı gösterilmiştir (6). Metakolin provokasyon testinin kesin ve göreceli kontrendikasyonları bulunmaktadır (Tablo 2). Özellikle kontrolsüz hipertansiyon, yakın zamanda miyokard enfarktüsü ya da serebrovasküler olay geçirilmesi kontrendikasyon oluşturur. Test sırasında gelişen bronkospazm ve ventilasyon-perfüzyon uyumsuzluğu arteTablo 2. BPT’nin kontrendikasyonları Kesin kontrendikasyonlar 1) Ağır hava yolu obstrüksiyonu (FEV1 beklenenin <%50 ya da <1.0 lt) 2) Son 3 ay içinde geçirilmiş miyokard enfarktüsü 3) Son 3 ay içinde geçirilmiş serebrovasküler olay 4) Arteriyel anevrizma varlığı 5) Kontrol altında olmayan hipertansiyon (>200/100 mmHg) 6) Teste ve manevralara uyum sorunu oluşturabilecek her türlü ortopedik sorun Rölatif kontrendikasyonlar 1) Hava yolunda orta derecede obstrüksiyon (FEV1 beklenenin <%60 ya da <1.5 lt) 2) Test sırasında hasta uyumunun yeterli olmaması 3) Test yapılırken bronkospazm ortaya çıkması 4) Son 6 hafta içinde geçirilmiş üst solunum yolu infeksiyonu 5) Astım atağı 6) Gebelik ve emzirme 7) İlaç tedavisi gerektiren epilepsi varlığı 8) Kolinesteraz inhibitörü kullanımı (miyastenia gravis) 116 BRONŞ PROVOKASYON TESTLERİ riyel hipoksemi oluşturarak kardiyovasküler stresi artırabilir. Mevcut kardiyavasküler problem de bronkospazmı tetikleyebilir. Ayrıca aritmi varlığında hastanın teste yeterince koopere olamadığı gösterilmiştir. Bu nedenle hasta test öncesinde kontrendike durumlar yönünden mutlaka gözden geçirilmelidir (6). Bunlara ek olarak düşük FEV1 varlığında, metakoline bağlı anlamlı düşüşler görülebileceği için hastada semptomların ve hava yolu obstrüksiyonunun olmadığı bir dönemde test yapılması gerekir (10). Gebeler için metakolin, kategori C grubunda yer almaktadır. Süte geçip geçmediği ise bilinmemektedir (6). Hastanın teste hazırlanması: Hastada test öncesinde bronş duyarlılığını artıran faktörler (Tablo 3) araştırılmalı, hastanın kullandığı bronş duyarlılığını azaltan ilaçlar ise test öncesinde kesilmelidir (Tablo 4). İKS’lerin hava yolundaki eozinofilik inflamasyonu baskılaması nedeniyle MPT’nin İKS kesildiktan birkaç hafta sonraya ertelenmesi gerekir (12). Grip aşısı, menstrüel siklus, antihistaminikler ve oral kontraseptiflerin bronş duyarlılığını etkilemediği gösterilmiştir. Hastaya testin nasıl yapılacağı, test sırasında ve sonrasında karşılaşabileceği durumlar hakkında bilgi verilmeli ve hastadan aydınlatılmış onam formu alınmalıdır (2,6). Güvenlik: İnhale metakolin, bronkokonstrüksiyona neden olan bir ajandır. Bu nedenle test uygulanması sırasında ve test odasında hem hastanın hem teknisyenin güvenliği göz önünde bulundurulmalıdır. Test sırasında bronkospazm gelişme olasılığı nedeniyle laboratuvar acil müdahale yapılabilecek bir mesafede olmalıdır. Hasta işlem sırasında asla yalnız bırakılmamalı ve sürekli gözlem altında olmalıdır. Testin yapıldığı ortamda şiddetli bronkospazm geliştiğinde kullanılabilecek ilaçlar (adrenalin, atropin ile salbutamol ve ipratropium ölçülü doz inhalerleri) nebülizatör ve oksijen sistemi olmalıdır. Stetoskop, tansiyon aleti ve pulse oksimetre test odasında bulundurulmalıdır. Geriye dönük yapılan çalışmalarda metakolin sonrası nadiren hırıltılı solunum, öksürük, nefes darlığı ve göğüste sıkışma hissi olduğu ancak bu yakınmaların kısa sürede geçtiği görülmüştür. Metakolin sonrası Tablo 3. Bronşiyal duyarlılığı artıran faktörler Faktör Etki süresi Çevresel antijenlere maruziyet 1-3 hafta Mesleksel duyarlaştırıcılar Aylar Solunum infeksiyonları 3-6 hafta Hava kirliliği 1 hafta Sigara içimi Bilinmiyor Kimyasal iritanlar Günler-aylar BRONŞ PROVOKASYON TESTLERİ 117 Tablo 4. Bronş duyarlılığını azaltan faktörler Faktörler Testten önce alınmaması gereken süre Kısa etkili inhale bronkodilatörler (isoproterenol, izoetarin, metaproterenol, albuterol, terbutalin) 8 saat Orta etkili bronkodilatörler (İpratropium) 24 saat Uzun etkili inhale bronkodilatörler (salmaterol, formoterol, tiotropium) 48 saat Oral bronkodilatörler Orta etkili teofilinler 24 saat Uzun etkili teofilinler 48 saat Standart `-2 agonist tabletler 12 saat Uzun etkili `-2 agonist tabletler 24 saat Parenteral teofilin 12 saat Kromolin sodyum 8 saat Nedokromil 48 saat Hidroksizin, Setirizin 3 gün Lökotrien antagonistleri 24 saat Kahve, çay, çikolata, kolalı içecekler Test günü uzamış ya da gecikmiş yanıt görülmesi ise çok nadirdir. Test sırasında FEV1’de nadiren önemli düşüşler olabilir ancak bu risk şiddetli astımı olan hastalarda bile oldukça düşüktür (6). Spesifik antijenle yapılan provokasyonlarda mortalite bildirilmişken, MPT sırasında ya da sonrasında mortalite görülmemiştir (10). Teknisyenin güvenliği için metakolin aerosollerine minimum seviyede maruz kalması gerekir. Bu nedenle kapalı sistemlerin kullanılması ve ortamın sık havalandırılması gerekir. Astımı olan teknisyenler test sırasında bronkospazm için risk taşırlar ve bu nedenle ekstra önlemler alınmalıdır. Astımı stabil olmayan teknisyenler bu testi yapmamalıdır. Yapılan çalışmalarda MPT uygulayan teknisyenlerin %20’si semptom bildirmiştir. Ekshalasyon filtrelerinin kullanımı ve test odasının iyi havalandırılması maruziyetin azaldığını göstermiştir (6). Teknisyen eğitimi: MPT uygulayanlar için belirlenmiş bir sertifikasyon programı bulunmamaktadır. Solunum laboratuvar yöneticisi teknisyenin eğitiminden ve yeterliliğinden sorumludur. MPT’yi yapacak kişide mutlaka olması gereken özellikler (6): 1. Yapacağı test hakkında yeterli bilgiye sahip olmalıdır. 2. Kullanacağı spirometre cihazı hakkında yeterli donanıma sahip olmalıdır. 3. MPT kontrendikasyonlarını bilmelidir. 118 BRONŞ PROVOKASYON TESTLERİ 4. Güvenlik ve acil durumlar için prosedürleri bilmelidir. 5. Testi ne zaman sonlandıracağını bilmelidir. 6. İnhale bronkodilatör uygulamasını ve yanıtı değerlendirmesini bilmelidir. Metakolin hazırlanması: Metakolin, vücutta normalde bulunan parasempatomimetik nörotransmitter olan asetilkolinin sentetik türevidir. Kolinesteraz enzimi ile yavaş olarak metabolize edilir. Etkileri atropin ya da benzeri antikolinerjik ajanlarla bloke edilebilir (6). Postganglionik parasempatik reseptörleri uyararak bronş düz kas kasılmasına neden olur (13). Metakolinin avantajlarının olması ve histamin provokasyon testinin flushing ve baş ağrısı gibi yan etkilerinin olması nedeniyle artık günümüzde histamin çok az kullanılmaktadır (10). Metakolinin (acetyl-b-methylcholine chloride) kuru toz şeklinde bulunan formu non-spesifik BPT için kullanılır. Test solüsyonları %0.9’luk NaCl ile sulandırılarak hazırlanır. Metakolinin normal salin solüsyonu içinde pH’sı metakolin konsantrasyonuna bağlı olarak zayıf-orta asidik özellik gösterir. Tamponlu solüsyonlar daha az stabildir ve sulandırıcı olarak kullanılmamalıdır (6). Konsantrasyonu 0.3 mg/mL ve daha yüksek olan asidik (pH<6) metakolin solüsyonları üzerlerine son kullanım tarihi belirtilerek buzdolabında +4°C’de 3 ay depolanabilir. pH 6’nın üzerine çıktığında ise metakolin hidrolize olarak ayrışmaktadır (14). Düşük ısıda olan solüsyonlar kullanılmadan önce oda sıcaklığına getirilmezse nebülizasyon sırasında metakolin konsantrasyonu değişebilir. Nebülizatörde kalan solüsyon ise kullanılmamalı ve dökülmelidir (6). Solunum fonksiyon testleri (seri spirometreler ya da spesifik hava yolu kondüktansı), test başlangıcında ve her inhalasyondan sonra uygulanır. Pozitif test sonucu, bazal değerlere göre FEV1’de %20’lik, spesifik hava yolu kondüktansında ise %35-45’lik bir düşüş olmasını gerektirir (12). Amerikan Toraks Derneği rehberinde metakolin provokasyon testi için 2 dakika tidal soluma yöntemi veya 5 nefes dozimetre yöntemi önerilmektedir (6). Yakın zamanda yapılan çalışmalar tidal soluma yönteminin daha duyarlı olduğunu, 5 nefes dozimetre yönteminin bazen hafif BAD’ını göstermede yanlış negatif sonuç verebildiğini göstermiştir (15,16). Şekil 1’de Metakolin provokasyon uygulama yöntemleri gösterilmiştir. 2 dakika tidal soluma yöntemi: 2 dakika tidal soluma yöntemi Kanada Toraks Derneği’nin önerilerine dayanmakta ve bazı değişiklikler içermektedir (6). 1) 0.03 mg/mL konsantrasyondan başlayıp katlanan dozlarla 16 mg/mL’ye kadar 10 adet doz hazırlanır. 2) Testten 30 dakika kadar önce solüsyonlar buzdolabından çıkartılarak oda ısısına ulaşması sağlanır. BRONŞ PROVOKASYON TESTLERİ 119 3) Başlangıç FEV1 için metakolin içermeyen serum fizyolojik inhale ettirilir ve arkasından 30-90 sn sonra FEV1 ölçümü yapılır. Bu değer bazal değer olarak kabul edilir ve ilaç sonrası başlangıç FEV1 değerine göre % 20’lik düşüş hedeflenir. 4) Nebülizatör kuru hava ile çalışmalı ve akım hızı 0.13 mL/dk olmalıdır. 5) Burnu kapatılan hastadan nebülizatörden çıkan solüsyonu sakin bir şekilde 2 dakika soluması istenir. 6) Hastanın uygun şekilde yapıp yapmadığı takip edilir. 7) Nebülizasyon tamamlandıktan 30-90 sn sonra FEV1 ölçülür. 8) 5 dakika ara verildikten sonra diğer doza geçilir. 9) FEV1’de %20’lik düşme sonrasında hastaya kısa etkili `-agonist verilip işlem sonlandırılır. Testin raporlanması: 1) Protokoldeki her basamak sonrası ve postbronkodilatör test de dahil belirtilmelidir. 2) Volüm-zaman, akım-volüm eğrileri gösterilmelidir. 3) Bazal FEV1’deki düşüş yüzdesi raporlanmalıdır. 4) FEV1’de %20’lik düşüşe neden olan doz PC20 olarak belirtilmeli ve klinik tablodan bahsedilmelidir. 5) En yüksek konsantrasyonda dahi FEV1’de %20’lik düşüş olmamış ise PC20 >16 mg/mL şeklinde raporlanmalıdır. BPT Modeller t5JEBMWPMàNZÚOUFNJ - PC20 (mg/mL) - Doz: 0.03, 0.06, 0.125, 0.25, 0.5, 1, 2, 4, 8, 16 mg/mL Bazal SFT Nebulizatör ile 2 dk boyunca rahat ve sakin solunum yaptırılır Dilüent/en düşük kon t%P[JNFUSFZÚOUFNJ - PD20 (mikromol) - Doz: 0.0625, 0.25, 1 4, 16 mg/mL 30-90 sn. içinde FEV1 ölçülür Tidal bir soluk verdikten sonra nebulizatörün içinden yavaş ve derin bir soluk alır ve 5 sn. nefesini tutar. Bu işlem 5 kere tekrarlanır Şekil 1. Metakolin provokasyon uygulama yöntemleri 120 BRONŞ PROVOKASYON TESTLERİ 6) Dilüentten sonra FEV1’de düşüş olmuş ise dilüent ile anlamlı düşüş olmuştur, metakolin verilmemiştir diye ifade edilir. Testin yorumlanması: PC20; FEV1’de %20 düşmeye neden olan provakatif metakolin konsantrasyonudur (6). PC20’nin hesaplanmasında aşağıdaki formül kullanılır. PC20 = antilog [log C1(logC2-logC1) (20-R1) / R2-R1] C1: metakolinin son dozundan önceki konsantrasyonu C2: metakolinin son konsantrasyonu R1:C1 sonrası FEV1’deki yüzde düşüş miktarı R2: C2 sonrası FEV1’deki yüzde düşüş miktarı Metakolinin 2 mg/mL ve daha düşük dozlarında FEV1’de %20’lik düşüş ortaya çıktığında astım varlığını doğrular. Ancak 16 mg/mL gibi yüksek konsantrasyonlarda %20’lik düşüş görülmüyorsa astım dışlanabilir. Ancak bu iki değer arasında kalanlar için çeşitli olasılıklar söz konusudur. Bunların arasında kişi hafif intermitan semptomları tanımlayamıyor, egzersizde semptomatik ancak anormal kabul etmiyor, çevresel tetikleyiciler ile karşılaşmamış, infeksiyon varlığı, sigara kullanımı, KOAH ya da ilaç kullanımı olabilir (Şekil 2). Asemptomatik olan ancak testi pozitif olan bireyler ya semptomlarını algılayamıyor ya da semptomlarını normal olarak kabul ediyordur. Bir kısmı ise gerçekten asemptomatiktir ve ileride astım olma riski taşımaktadır Buna ek olarak, testin pozitiflik derecesi ile astım şiddeti arasında bir korelasyon bulunmamaktadır (10). Ayrıca bu test yanlış negatif veya yanlış pozitif olarak değerlendirilebilir. Astımlı olmadığı halde kişide Bronşial hiperreaktivite saptanabileceği gibi, astımlılarda bazı durumlarda hiperreaktivite negatif olabilir (Tablo 5). AMP PROVOKASYON TESTİ Adenozin bir pürin nükleoziddir. KOAH ve astımda akciğer dokusundaki özel reseptörlerle etkileşerek çeşitli hücresel yanıtlarda rol alır. Adenozin, akciğer dokusunda hasar oluştuğunda adenozin nükleotidin hidrolizi ile ortaya çıkar. Doku hasarı fazla olduğunda astımlılarda yoğun adenozin birikimi görülür. Adenozinin nörojenik yol aracılığıyla indirekt olarak bronş düz kasını etkilediği düşünülmektedir (10). Derecelendirme 16 mg/ml Sınırda BHR *Hafif intermitan-semptomlarını tanımlayamıyor *Egzersizde semptomatik ama anormal kabul etmiyor 8 mg/ml *Çevresel tetikleyiciler ile karşılaşmamış *Diğer nedenler (enf, sigara, KOAH) Hafif BHR *İlaç kullanımı 2 mg/ml Orta BHR 0.25 mg/ml Ağır BHR Şekil 2. Metakolin provokasyon testinin değerlendirilmesi BRONŞ PROVOKASYON TESTLERİ 121 Adenozin 5’-monofosfat (AMP) indirekt yolla (A1, A2a, A2b, A3 reseptörleri) bronş provokasyonu yapan bir ajandır. AMP ile yapılan çalışmalarda; alerjik inflamasyonu daha iyi yansıttığı ve balgam eozinofilisi ile daha yakından korele olduğu için kortikosteroid duyarlılığını belirlemede metakoline göre daha iyi olduğu gösterilmiştir. 0.03 mg/mL ile 400 mg/mL arasında katlanan konsantrasyonlarda, tidal soluma ve dozimetri yöntemleri ile kullanılmaktadır (7). KOAH ve alerjik rinitte de inhale adenozine karşı aşırı duyarlılık gösterilmiştir (10). Tablo 5. Metakolin testi yanlış pozitif ve yanlış negatif nedenleri Metakolin Testi Metakolin Testi Yanlış Negatif Yanlış Pozitif Elit Atletler Normal kişiler (%5-15) İlaç Kullanımı Alerjik Rinit (%20-30) Beta2 agonist Obstruktif Akciğer Hastalığı Antikolinerjik Provokasyon sırasında TLC Manevrası Eozinofilik Bronşit ALLERJEN PROVOKASYON TESTLERİ Allerjenlerle provokasyon testleri, astım ve alerjik rinitin altta yatan nedeni anlamak için 19. yüzyılın ortasından itibaren uygulanmaktadır. Bu süre içerisinde bu testler gelişmiş ve yaklaşık 40 yıldır kontrollü prosedürler geliştirilmiştir (17). Alt solunum yollarına ulaşan tüm allerjenler hava yolu provokasyonunda kullanılabilir. Spesifik BPT’de kullanılacak allerjenler cilt testi yapılmaya uygun olmalıdır. Test için kullanılacak allerjen miktarı olgunun cilt testindeki duyarlılığına göre belirlenir. İdeal olanı aköz allerjen ekstrelerinin kullanımıdır. Aerolize tozlar ve polen fragmanları bu amaçla kullanılabilir. Allerjenler bakteriyel lipopolisakkaridler içermemelidir. Mesleki allerjenler, yüksek molekül ağırlıklı (proteinler, polisakkaridler, hayvansalbitkisel-bakteriyel orjinli peptidler) ve düşük molekül ağırlıklı (izosiyanat, ağaç tozları, boyalar, anhidritler, kimyasallar ve metaller) allerjenler olarak iki grupta yer alırlar. Mesleksel astımın tanısında gelişmiş yöntemler ile spesifik BPT uygulanır. MANNİTOL PROVOKASYON TESTİ Mannitol provokasyon testi kuru toz inhaler cihaz ve basit spirometre gerektiren kolay uygulanan bir yöntemdir. Rutin olarak hava yolu inflamasyonunu ölçmede kullanılabilir ve tekrarlanabilir bir testtir. Diğer indirekt yöntemler (egzersiz, hipertonik salin ve hiperventilasyon) ile iyi korelasyon gösterir. Buna ek olarak, hafif derecede hava yolu duyarlılığını göstermede diğer indirekt yöntemlere göre daha duyarlı olduğu ve İKS ile antihistaminiklerin mannitole hava yolu duyarlılığını azalttığı gösterilmiştir (8). Mannitol provokasyon testi sırasında mannitolün artan dozlarda 5 mg’dan 40 mg’a kadar olan kapsülleri verilir. Mannitole olan duyarlılık egzersizle indüklenen astım tanısını koymada ve İKS’e yanıtın varlığını değerlendirmede önemlidir (9). 122 BRONŞ PROVOKASYON TESTLERİ Sonuç olarak; günümüzde bazı kişiler yanlış olarak Astım tanısı alırken, gerçekten astımı olanlara yeterince tanı konamamaktadır. Tanı konulamayanlar tedaviden yararlanamazken, gereksiz tanı alanlar ilaç yan etkilerine maruz kalmakta, kurumlara yük getirmektedirler. Tanıda da bronş provokasyon testleri önemli hale gelmektedir. MPT halen önemli bir tanı aracıdır. MPT standardize edilmiş, tekrar edilebilir ve güvenilir bir yöntem olma özelliğini korumaktadır. Astım düşünülen bir kişide metakolin testinin negatif bulunması tanıyı dışlamak açısından kıymetli olurken, Metakolin testinin pozitif bulunması daha dikkatli değerlendirilmelidir. Metakolin testinin pozitif çıkması yanında aynı kişide mannitol veya egzersiz testinin negatif bulunması aktif astımdan çok hava yollarında hasar veya remodellingi düşündürmelidir. Astım düşünülen bazı kişilerde hem direkt hem de indirekt yöntemlerin peşi sıra kullanılması tanıyı koyma ve dışlamak açısından fayda sağlamaktadır (15). KAYNAKLAR 1. O'Byrne PM, Inman MD. Airway hyperresponsiveness. Chest. 2003; 123(3 Suppl): 411S-6S. 2. Bateman ED, Hurd SS, Barnes PJ, et al. Global strategy for asthma management and prevention: GINA executive summary. Eur Respir J. 2008; 31: 143-78. 3. Tagaya E, Tamaoki J. Mechanisms of airway remodeling in asthma. Allergol Int. 2007; 56: 331-40. 4. Fixman ED, Stewart A, Martin JG. Basic mechanisms of development of airway structural changes in asthma. Eur Respir J. 2007; 29: 379-89. 5. Swartz E, Lang D. When should a methacholine challenge be ordered for a patient with suspected asthma? Cleve Clin J Med. 2008; 75: 37-40. 6. Crapo RO, Casaburi R, Coates AL, et al. Guidelines for methacholine and exercise challenge testing-1999. This official statement of the American Thoracic Society was adopted by the ATS Board of Directors, July 1999. Am J Respir Crit Care Med. 2000; 161: 309-29. 7. Van Schoor J, Joos GF, Pauwels RA. Indirect bronchial hyperresponsiveness in asthma: mechanisms, pharmacology and implications for clinical research. Eur Respir J. 2000; 16: 514-33. 8. Joos GF, O'Connor B, Anderson SD, et al. Indirect airway challenges.ERS Task Force. Eur Respir J. 2003; 21: 1050-68. 9. Leuppi JD, Brannan JD, Anderson SD. Bronchial provocation tests: the rationale for using inhaled mannitol as a test for airway hyperresponsiveness. Swiss Med Wkly. 2002; 132: 151-8. 10. Olivenstein R, Taha R: Airway hyperreponsiveness. In: Martin HS. Physiological Basis of Respiratory Disease. Hamilton, Ontario: BS Decker; 2005: 709-20 11. James A. Limited airway narrowing: why doesn't everyone have asthma? Eur Respir J. 1994; 7: 1210-2. 12. Birnbaum S, Barreiro TJ. Methacholine challenge testing: identifying its diagnostic role, testing, coding, and reimbursement. Chest. 2007; 131: 1932-5. BRONŞ PROVOKASYON TESTLERİ 123 13. Beckett WS, Marenberg ME, Pace PE. Repeated methacholine challenge produces tolerance in normal but not in asthmatic subjects. Chest. 1992; 102: 775-9. 14. Watson BL, Cormier RA, Harbeck RJ. Effect of pH on the stability of methacholine chloride in solution. Respir Med. 1998; 92: 588-92. 15. Cockcroft DW, Davis BE. The bronchoprotective effect of inhaling methacholine by using total lung capacity inspirations has a marked influence on the interpretation of the test result. J Allergy Clin Immunol. 2006; 117: 1244-8. 16. Cockcroft DW, Davis BE, Todd DC, Smycniuk AJ. Methacholine challenge: comparison of two methods. Chest. 2005; 127: 839-44. 17. Cockcroft DW, Hargreave FE, O'Byrne PM, Boulet LP. Understanding allergic asthma from allergen inhalation tests. Can Respir J. 2007; 14: 414-8. 18. Sandra D A, Brannan JD. Bronchial provocation testing: the future. Curr Opin Allergy Clin Immunol 11; 46-52. EGZERSİZ PROVOKASYONU Doç. Dr. Asiye KANBAY, Uzm. Dr. Nuri TUTAR Egzersiz provokasyonu testi ilk standardize edilmiş indirekt bronş provokasyon testidir (1). En sık kullanım endikasyonu egzersiz sırasında veya sonrasında nefes darlığı tarifleyen astım hastalarında egzersizin indüklediği bronkokonstrüksiyon (EİB) tanısını araştırmaktır. Test endikasyonları Tablo 1’de belirtilmiştir (2). EİB, egzersiz sırasında veya egzersizden sonra ortaya çıkan akut, geçici hava yolu daralması ile karakterizedir (3). En sık semptomlar öksürük, hırıltılı solunum (wheezing), göğüs ağrısı ve dispnedir (4). Sıklıkla egzersizden 5-10 dakika sonra başlar ve tedavi edilmezse 30 dakika kadar sürebilir. EİB’yi belirleyen temel faktör inspire edilen havanın su içeriği ve sıcaklığıdır. Egzersiz sırasında ağızdan nefes alınması havanın bronş mukozası tarafından nemlendirilmesine ve dolayısıyla mukozanın su ve ısı kaybı sonucu termal ve osmotik etkilerle inflamatuar mediatörlerin salınımı (histamin ve sisteinil lökotrienler), ödem ve düz kas kasılmasına neden olur (2). Soğuk ve kuru havalarda yapılan egzersiz sonrası daha sık olarak ortaya çıkar (5). Astım hastalarda %50-90 oranında EİB bulunur. Metakolin testi ile EİB tanısı konulamayabilir veya metakolin cevabının negatif olması EİB’yi dışlamaz. Bu nedenle EİB tanısında en uygun test egzersiz provokasyon testidir (6). Egzersiz provokasyon testi için rahat bir kıyafet ve spor ayakkabı giyilmelidir. Hastanın kullandığı solunum sistemi ile ilgili ilaçlar testten en az 12-24 saat önce kesilmelidir. Ayrıca eğer hasta antihistaminik kullanıyor ise testten en az 48 saat önce kesmelidir. Test günü kahve, çay, kolalı içecekler ve çikolata tüketilmemelidir. Testin 4 saat öncesinden itibaren hasta ağır egzersizden Tablo 1. Egzersiz provokasyon testi endikasyonları 1. Egzersizde nefes darlığı olan astım hastalarında EİB’yi araştırmak 2. Bazı mesleklerde (asker, polis, itfaiyeci) yeterliliği belirlemek 3. EIB’yi önleyecek ilaçların etkileri ve dozlarını belirlemek 4. Antiinflamatuvar ilaçların akut (kromonlar) veya kronik (steroid, lökotrien reseptör antagonistleri) etkilerini değerlendirmek 124 EGZERSİZ PROVOKASYONU 125 kaçınmalıdır. Eğer testin tekrarı gerekirse iki test arası süre en az 4 saat olmalıdır. Testin yapılacağı odada klima olmalı ve oda ısısı 20-25ºC, nem oranı %50 veya altında olmalıdır. Test esnasında burun solunumu hava yollarından su kaybını azaltacağından, hastanın burnu mandal ile kapatılmalıdır. FEV1 (birinci saniyedeki zorlu ekspirasyon volümü) beklenen değerin %50 veya 1.0 lt’nin altında olması, son 3 ayda kalp krizi veya inme geçirme, kontrol edilemeyen hipertansiyon olması (sistolik >200, diastolik>100 mmHg) ve bilinen aort anevrizması testin kesin kontrendikasyonları olup metakolin provokasyon testi ile aynıdır. Ayrıca anstabil kardiyak iskemisi veya malign aritmisi olanlara egzersiz provokasyonu yapılmamalıdır (2). Tercih edilen egzersiz modları hız ve derece ayarlı motorlu koşu bandı veya elektromanyetik frenli bisiklet ergometresidir. Basamak çıkma veya özellikle çocuklarda serbest koşu da kullanılabilir. Test esnasında kalp atımı elektrokardiografik monitörizasyon ile ölçülmelidir. Alternatif olarak kalp atımını saptayan pulse oksimetre de kullanılabilir. En sık kullanılan iki yöntem olan koşu bandı ve bisiklet ergometresi ile testin uygulanışı ayrıntılı olarak aşağıda anlatılacaktır. KOŞU BANDI PROTOKOLÜ Koşu bandı hız ve derecesi hastanın maksimum egzersiz hedeflerine yakın olarak 4-6 dk şeklinde ayarlanıp, toplam egzersiz süresi 6-8 dk olmalıdır. On iki yaş altı çocuklar için toplam egzersiz süresi 6 dk iken, daha büyük çocuklarda veya yetişkinlerde bu süre 8 dk olmalıdır. Egzersize düşük hızda başlanıp kademeli olarak arttırarak, ilk 2-3 dakikada önceden tahmin edilen maksimum kalp atımının (220-yaş yılı olarak hesaplanabilir) %80-90’ına ulaşılması hedeflenmelidir. Egzersiz seviyesini saptamak için kalp atım hızından daha ziyade ventilasyon da kullanılabilir. Eğer ventilasyon kullanılıyor ise, hedeflenen maximum istemli ventilasyonun (FEV1x35) %40-60’ı olması gerekmektedir. Uygun yöntem, çabuk ve konforlu bir şekilde hızlanmak ve sonra hedeflenen kalp atımı veya ventilasyona ulaşıncaya kadar koşu bandı eğimini arttırmaktır. Koşu bandı eğim ve hızı, hedeflenen ventilasyon (veya kalp atım hızı) en az 4 dk sürecek şekilde seçilmelidir. Çocuklar erişkinlere göre hedefe daha çabuk ulaştıklarından, egzersiz süresi sadece 6-7 dk sürebilir. Büyük çocuklarda ve erişkinlerde EİB’yi ortaya çıkarmak için sıklıkla 8 dk egzersiz yapılması gerekmektedir. Genç sağlıklı kişilerde hedeflenen ventilasyon veya kalp atım hızına ulaşmak için koşu bandı hızının yaklaşık 4,5 km/h ve eğimin %15 veya oksijen tüketiminin 35 mL/dk/kg seviyesinin daha üstünde olması gerekmektedir. İstenilen kalp atımına ulaşmak için gerekli hız ve eğimi saptayan nomogramlar geliştirilmiş fakat yaygın kullanım görmemiştir. Nomogramların, koşu bandının hız ve eğimi ile ilişkili kilogram başına düşen oksijen tüketimi için kullanımı tercih edilebilir. Hedeflenen kalp hızı veya ventilasyona ulaştıktan sonra test en az 4 dk daha sürdürülmelidir. Bu şekilde test sıklıkla 6-8 dk sürmektedir (2). 126 EGZERSİZ PROVOKASYONU BİSİKLET ERGOMETRESİ Bisiklet ergometresi egzersizinde hedeflenen ventilasyona ulaşmak için amaçlanan iş oranı, iş oranına göre oksijen tüketimi veya oksijen tüketimine göre ventilasyon ile ilişkili denklemler ile belirlenebilir. Hedeflenen iş oranını belirlemek için kullanılabilecek bir denklem olan watt=(53,76x ölçülen FEV1)-11,07 şeklinde hesaplanabilir. Hedefin %60’ı ilk bir dakikada, %75’i ikinci dakikada, %90’ı üçüncü dakikada ve %100 dördüncü dakikada olacak şekilde iş oranı ayarlanmalıdır. Bu protokolü kullanarak FEV1 deki tekrarlanabilir yüzde düşüşü iyi olmaktadır. Egzersiz hedeflerine ulaşıldığını saptamak için ventilasyon ve/ veya kalp atımı kontrol edilebilir. Geçerli test için egzersiz seviyesinin 4-6 dk sürdürülmesi gereklidir. Hedef dakika ventilasyonun sürmesini sağlamak için, egzersizin son dakikalarında çalışma oranının düşürülmesi gerekebilir. Hasta için 4 dk içerisinde hedeflenen ventilasyon veya kalp atımına ulaşmak önemlidir. Çünkü EİB’yi ortaya çıkarmak için su kaybı oranı belirleyici faktördür ve eğer egzersiz maksimum seviyenin altında uzayacak olursa ısıya dayanıklılık gelişebilir. Hasta hedeflenen iş seviyesinde 6 dk egzersiz yaptıktan sonra test sonlandırılabilir (2). Test esnasında pulmoner gaz değişim ölçümü faydalı olabilir. Dakika ventilasyonun ölçümü, hava yolu daralmasının uyaran şiddetini değerlendirmeye olanak sağlar ve oksijen tüketimi ölçümü tahmin edilen tepe oksijen alımının bir bölümü olarak egzersiz yoğunluğunu belirlemeyi mümkün kılar. Bu veri özellikle test negatif olduğunda uygun egzersiz seviyesini teyit etmek için kullanılabilir (2). Hastaları egzersiz esnasında bir doktor veya deneyimli bir gözetmen tarafından stres (ciddi wheezing, göğüs ağrısı, koordinasyon kaybı gibi) ve olumsuz belirtiler (EKG anormallikleri, kan basıncı veya oksijen saturasyonu düşmesi gibi) açısından gözlenmelidir. Egzersiz provokasyon testinde FEV1 primer sonuç parametresidir. Egzersiz öncesinde hastaya oturur pozisyonda solunum fonksiyon testi (SFT) yapılmalıdır. Egzersiz testi bittikten sonra seri halde 1, 3, 5, 10, 15, 20 ve 30. dakikalarda tekrar SFT yapılması önerilmektedir. Her testte en az iki fakat tercihen üç kabul edilebilir sonuç saptanmalıdır. En yüksek ve ikinci en yüksek FEV1 değerleri arasında 0,2 L den daha fazla fark olmamalıdır. Kabul edilebilir en yüksek FEV1 değerleri seçilmelidir. FEV1 % değişimi aşağıdaki formul ile hesaplanır. % Değişim: Egzersiz öncesi FEV1-Egzersiz sonrası FEV1 x 100 Egzersiz öncesi FEV1 FEV1 değerinin başlangıca göre %10 veya daha fazla düşmesi durumunda egzersiz testi pozitif olarak kabul edilir. Fakat bazı yazarlar %15 veya daha fazla düşmenin EİB için daha tanısal olduğunu belirtmektedir (2,5,7). EGZERSİZ PROVOKASYONU 127 OLGULAR 1. Olgu: Yirmi sekiz yaşında erkek basketbol oyuncusu egzersizden sonra oluşan nefes darlığı şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Hastanın fizik muayene bulguları ve SFT’si normal olarak saptandı. Çekilen akciğer grafisi normaldi. Hastaya koşu bandında egzersiz provokasyon testi yapıldı. Test öncesi FEV1: 4,19 lt. Test sonrası 1.dakika: 3.85 lt, 3. dakika: 3.72 It, 5. dakika: 3.55 lt, 10. dakika: 3.61 lt, 15. dakika: 3.69 lt, 20. dakika: 3.70 lt 30. dakika: 3.81 lt idi. 5. dakikadaki FEV1 değişim %15.2 idi. EİB tanısı konularak tedavi başlandı. İki hafta sonra kontrolde hastanın şikayetlerinde belirgin gerileme saptandı. 2. Olgu: Otuz altı yaşında erkek asker hasta kliniğimize ağır efor yapıp-yapamayacağı nedeni ile sevk edilmişti. Hastanın bilinen astım hikayesi olmamasına karşı 4-5 aydır olan özellikle ağır egzersiz sonrası hırıltılı solunum ve öksürük tarifliyordu. Hastaya koşu bandında egzersiz provokasyon testi yapıldı. Test sonrası FEV1 değerinde %17 düşme saptanması nedeniyle hastaya EİB tanısı konularak tedavi sonrası kontrollere kadar ağır egzersiz yapması yasaklandı. KAYNAKLAR 1. Silverman M, Anderson SD . Standardization of exercise tests in asthmatic children. Arch Dis Child 1972; 47: 882-9. 2. Capro RO, Casaburi R, Coates AL, et al. Guidelines for methacholine and exercise challenge testing-1999. This official statement of the American Thoracic Society was adopted by the ATS Board of directors, July 1999. Am J Respir Crit Care Med 2000; 161: 309-29. 3. Parsons JP, Mastronarde JG. Exercise-induced bronchoconstriction in athletes. Chest 2005; 128: 3966-74. 4. Brudno DS, Wagner JM, Rupp NT. Length of postexercise assessment in the determination of exercise-induced bronchospasm. Ann Allergy 1994 ;73: 227-31. 5. Borges Mde C, Ferraz E, Vianna EO. Bronchial provocation tests in clinical practice. Sao Paulo Med J 2011; 129: 243-9. 6. Gotshall RW. Exercise-induced bronchoconstriction. Drugs 2002;62:1725-39. 7. Haby MM, Anderson SD, Peat JK, et al. An exercise challenge protocol for epidemiological studies of asthma in children: comparison with histamine challenge. Eur Respir J 1994; 7: 43-9. SPESİFİK BRONŞ PROVOKASYON TESTLERİ Prof. Dr. Sevim BAVBEK Dışarıdan maruz kalınan bir uyarana karşı bronşların aşırı duyarlık göstermesi yani bronş aşırı duyarlığı (BAD), astımın temel özelliklerinden biridir. Bronş duyarlığı, bronkokonstriksiyon yapan bir ajana maruz kaldıktan sonra hava yolu çapında ortaya çıkan değişikliğin ölçümü ile değerlendirilir. Astımlı hastalarda bronş aşırı duyarlığı paterni tipik olarak; bronkokonstriksiyon yapan ajanla ortaya çıkan doz-cevap eğrisinde sola doğru kayma (aşırı duyarlık), eğiminde artış (aşırı reaktivite) ve astımı olmaya birine göre artmış maksimum yanıt ile karakterlidir (1). Bronş aşırı duyarlığı ölçümü hem epidemiyolojik çalışmalarda hem de klinik araştırmalarda astım tanısında ve hastalığın takibinde kullanılır. Özellikle astım tedavisini değerlendirmede önemli bir araçtır. Bronş yolu duyarlığı, inhalasyon provokasyon testleri ile değerlendirilir ve bu amaçla çeşitli ajanla uyaranlar kullanılır (Tablo 1). Bu uyaranlar: a. nonselektif/nonspesifik/nonallerjik ve b. selektif/allerjik uyarıcılar olarak 2 ana gruba ayrılırlar. Nonselektif uyaranlar da kendi içinde direkt ve indirekt uyaranlar olarak 2 alt gruba ayrılır. Bu grup içindeki direkt uyaranlar ki, en sık kullanılan bu gruptur, direkt olarak düz kas üzerindeki ilgili reseptörleri uyararak bronkokonstriksiyona yol açarken, indirekt uyaranlar düz kas dışındaki hücreleri özellikle mast hücreleri, bronş epiteli, damar düz kasları ve sinir hücreleri yoluyla bronkokonstriksiyona neden olurlar. Bronkonstriksiyon yapan ajanın uygulanması ile bu hücrelerden; histamin, sisteinil lökotrienler, prostaglandin, adenozin, asetil kolin, substance P, neurokinin A, and nitrik oksit gibi mediatörler ve nörotransmitterlar salınır ve tüm bu mediatörler aracılığı ile düz kas kontraksiyonu ortaya çıkar (1). Direkt provokasyon testleri özellikle yakınmaların güncel olduğu durumlarda oldukça duyarlıdırlar, negatif prediktif değeri çok yüksektir. İndirekt provokasyon testleri 128 SPESİFİK BRONŞ PROVOKASYON TESTLERİ 129 Tablo 1. Bronş provokasyonunda kullanılan uyaranlar Nonselektif uyaranlar Selektif uyaranlar Direkt İmmunolojik Histamin Allerjen (Yüksek molekül ağırlıklı proteinler-IgE aracılıklı olanlar dahil) Metakolin Mesleki uyaranlar (Düşük molekül ağırlıklı duyarlandırıcılar, mekanizma) Prostaglandin Lökotrienler İndirekt Fiziksel uyarı Egzersiz Non-immünolojik ASA, NSAID Besin katkı maddeleri Okapnik volunter hiperpne Soğuk hava Non isotonic aerosols Farmakolojik uyarı AMP Propranolol Bradikinin Mannitol ise çok duyarlı olmamakla birlikte özgüllüğü yüksek testlerdir ve astım tanısının doğrulanmasında önemli olup tanının dışlanmasında rolleri sınırlıdır. İnhalan allerjenler, mesleki allerjenler ve aspirin (ASA) ve diğer nonsteroidal antiinflamatuvar ilaçlar (NSAID) gibi spesifik uyaranlar ise nonspesifik uyaranlardan farklıdırlar çünkü tüm astımlılarda değil duyarlı olan bir grup astımlıda bronkonstriksiyon yaratırlar (2). Bu bölümde sırası ile inhalan allerjen, mesleki allerjen ve ASA gibi spesifik uyaranlarla yapılan spesifik bronş provokasyon testleri anlatılacaktır. İNHALAN ALLERJENLER Alt hava yoluna ulaşma potansiyeli olan her allerjen, bronş provokasyonu için kullanılabilir ancak alt solunum yoluna ulaşan partiküller genelde 10 μm’den küçüktürler. Bronş provokasyonunda kullanılacak allerjen aynı zamanda deri testi yapmaya da uygun olmalıdır çünkü bronş provokasyonunda uygulanacak allerjen dozunun belirlenmesinde deri testi sonucu önemlidir. Bu nedenle hem deri testi yapılabildiği hem de küçük solunabilir partiküller haline geldiği için aköz ekstraktlar bronş provokasyonu yapmak için ideal solüsyonlardır. Ayrıca provokasyon için standardize ve bakteriyel lipopolisakkarit içermeyen allerjen ekstraktları kullanılmalıdır (3). 130 SPESİFİK BRONŞ PROVOKASYON TESTLERİ 1-Allerjenle bronş provokasyon testi Inhale protein yapısındaki allerjenler ortaya çıkan IgE aracılı inflamasyon astım patogenezinin en önemli bölümüdür ve bu allerjenlerin kullanımı ile yapılan bronş provokasyon testleri de en sık kullanılan spesifik provokasyon yöntemleridir. Allerjen provokasyonu, son 150 yıl içinde allerjik hastalıkların etyolojisini gösteren kaba bir yaklaşımdan astım patofizyolojisi ve farmakoterapisini gösteren bilimsel ve ayrıntılı bir yönteme dönmüştür. Bundan yaklaşık 50 yıl kadar öncesinde allerjen provokasyonu ile çok az sayıda çalışma vardı. Bu çalışmalarda provokasyon işlemleri allerjenlerin nebülize solüsyonlar halinde gönderilmesi ile uygulanıyordu ve daha çok erken astmatik yanıtlar üzerine yoğunlaşmıştı ki bu yanıtlar bu gün için oldukça duyarsız kabul edilen vital kapasite ve maksimum solunum kapasitesi gibi solunum fonksiyon ölçümleriydi. 1950’lı yıllarda ise bugün hava yolu obstrüksiyonun ölçmede kullanımı standart hale gelmiş olan FEV1 ölçümü tanımlandı ve bronş provokasyonu değerlendirimi bundan sonra bu parametre üzerinden yapılmaya başlandı. Yine ilk çalışmalarda sadece erken astmatik yanıtlara bakılırken daha sonra allerjene hava yolu cevabının erken astmatik yanıtla sınırlı olmadığı, nonselektif uyaranlardan daha uzun süreli ve daha karmaşık özellikleri olduğu görüldü. İnhalan allerjenlerle bronş provokasyonu çeşitli yöntemler kullanılarak uygulanmaktadır. Bunlar; erken astmatik yanıt modeli, tekrarlayan düşük doz yöntemi, segmental bronkoskopik allerjen provokasyonu ve standardize yöntemle allerjen provokasyonudur (2-4). Allerjen induced-erken astmatik yanıtlar yönteminde allerjen aynı histamin veya metakolin nonspesifik bronş provokasyon testleri gibi uygulanır. FEV1 üzerinde %15-20 düşme olana kadar allerjen dozları 2 kat dozlar olarak artırılır ve erken astmatik yanıt oluşturan allerjen dozu PD20 veya PC20 olarak belirlenir. Erken yanıt ortaya çıkınca geç astmatik yanıt olmasını engellemek için inhale kortikosteroid uygulanır. Allerjene maruziyet ile olguların %50 sinden çoğunda erken astmatik yanıt olacağından bu yöntemin pek çok hasta için oldukça uygun olması, tekrarlanmasının kolay olması, oldukça kısa zamanda yapılması ve erken astmatik yanıt üzerine etkili ilaçları değerlendiren çalışmalar için uygun olması gibi avantajları vardır (5, 6). Aköz ekstaktlarla yapılan bronş provokasyon testleri doğal allerjen maruziyetini tümü ile taklit edemeyeceği için tekrarlayan düşük doz allerjen provokasyonu yöntemi geliştirilmiştir. Bu yöntemde erken astmatik yanıt oluşturmayacak allerjen düzeyleri aralıklı olarak 5 gün süreyle uygulanır ve bu uygulamanın doğal maruziyete oldukça benzediği düşünülür. Astım patogenez ve tedavisini araştırmada yararlı bir yöntem olmakla birlikte uzun ve çok zaman alıcı olması gibi olumsuz tarafları vardır (5). SPESİFİK BRONŞ PROVOKASYON TESTLERİ 131 Bronkoskopi yoluyla segmental allerjen provokasyonu özellikle astım patogenezinin araştırıldığı çalışmalarda kullanılmaktadır. İnvaziv olması nedeniyle bu konuda deneyimi olan özel merkezlerde yapılmalıdır. Bu yöntemle yüksek miktarda allerjenin lokal uygulanması ve sonrasında bronşial alandan örnekler alınıp burada inflamatuvar hücreler ve mediatörlerin değerlendirimi mümkün olmaktadır (4,7,8). Standardize yöntemle allerjen provokasyonu allerjen bronş provokasyon için en sık kullanılan yöntemdir. Uygulanan inhalan allerjenin dozu kademeli olarak solunum fonksiyon testinde istenen düzeyde düşüklük elde edilene kadar artırılır. Yöntemin güvenilirliği açısından başlangıç konsantrasyonu önemlidir ve yüksek başlangıç dozları ciddi reaksiyonlara yol açabilirken çok düşük başlangıç değerleri de işlemin gereğinden çok uzamasına neden olur. Hem hastanın duyarlığı hem de kullanılan allerjenin potensi nedeniyle tek bir başlangıç değeri belirlemek güçtür. Bazı rehberlerde intradermal cilt testinde +2 yanıt oluşturan konsantrasyon başlangıç değeri olarak verilmekle birlikte bu değerin çok düşük olduğunu ve provokasyon sürecini çok uzatacağını söyleyen çalışmalar da olmuştur (2,3,9,10). İlk gün allerjenin dilüe edildiği dilüent 3 kez 10-15 dakika aralıklarla uygulanarak ve düzenli olarak solunum fonksiyonları ölçülerek kontrol testi yapılır. Ertesi günü stok solüsyondan seri sulandırmalarla allerjen dilüentleri hazırlanır ve allerjen aynen metakolin provokasyonunda olduğu gibi ya tidal volümde solutarak ya da dozimetre ile uygulanır. Solunum fonksiyonları başlangıçta ve belli aralıklarla ölçülerek FEV1’de %15-20 düşme gözlenene kadar provokasyon sürdürülür. Bundan sonra FEV1, ilk saate her 10 dakikada, sonra 7 saat boyunca saat başı ölçülür. Bu ölçümler sonucu duyarlı kişilerde duyarlı olunan allerjene inhale yolla maruz kalma sonrasında yani allerjenle bronş provokasyonu sırasından hem erken hem de geç yanıtlar ortaya çıktığı görülmüştür. Bu tür provokasyon uygulamasına genelde balgam eozinofili, nonspesifik BAD ölçümü gibi direkt veya indirekt hava yolu inflamasyonunu değerlendiren ölçümler eşlik eder (11). Allerjen provokasyonu sistemik reaksiyona yol açma potansiyeli taşıdığı için bu işlemler deneyimli personel, doktor, ilaç ve cihazların olduğu merkezlerde uygulanmalıdır. a. Allerjen induced erken ve geç astmatik yanıtlar İnhalan allerjen aracılı tipik erken tip astmatik yanıtlar ilk 2 saatte, geç astmatik yanıtlar 3-7. saatlerde FEV1 deki maksimum % düşme olarak tanımlanır. Erken astmatik yanıtlar, 15-30 dakikada maksimuma ulaşan, 2-3 saat içinde spontan düzelen, akut bir bronkokonstrüksiyon olarak ortaya çıkar ve klinikte vizing, göğüste tıkanma hissi gibi solunumsal yakınmalarla kendini belli eder. Kedi, köpek, laboratuvar hayvanları gibi allerjenlere maruziyetin hemen arkasından görülen astmatik yakınmalar bu tür yanıtla ilişkilidir (2,3). Erken astmatik yanıtın spontan düzelmesinden sonra sinsi olarak başlayan, 3-12 saat içinde gittikçe ilerleyen ve erken astmatik yanıtlardan daha ciddi bir bronkokonstrüksiyon ile seyreden durum geç astmatik yanıt olarak adlandırılır. Bu 132 SPESİFİK BRONŞ PROVOKASYON TESTLERİ grup yanıtın da IgE aracılı olduğu, olguların bir bölümünde beta agonistlerle geri döndürülebilir ya da önlenebilir olması da patofizyolojide hava yolu obstrüksiyonu olduğunu düşündürmüştür. Ancak ciddi olgular bronkodilatörlere tam olarak yanıt vermezler ve bu durum hava yolu obstrüksiyonu altında inflamasyonun rolü olduğunu düşündürür. Aynı kişide hem erken hem de geç astmatik yanıt ortaya çıkması ise dual yanıt olarak adlandırılır (Şekil 1) (2,3,11). b. Bronşial allerjen provokasyonu sonrası nonspesifik bronş aşırı duyarlığı Nonspesifik uyarılara duyarlığın mevsimsel allerjen maruziyeti sonrasında artışı bundan 50 yıl önce gözlemlenmişti. Daha sonra bu konuda yapılan ayrıntılı incelemelerde bu artışın allerjen provokasyonu sonrası ortaya çıkan geç astmatik yanıtlarla ilgili olduğu ve allerjen uyarısını takiben 2-3. saatlerde başlayıp birkaç gün sürdüğü ortaya konmuştur (2). c. Bronşial allerjen provokasyonu sonrası bronşial inflamasyon İlk kez 1985’de allerjen provokasyonu sonrasında bronkoalveolar lavajda eozinofillerin arttığı gösterildi. Bu artış izole erken astmatik yanıtı olan bireylerde değil, dual yanıtı olan bireylerde gösterilmiştir (2,3). Dual astma5 0 tik yanıtı olan hastalarda daha -5 Erken yanıt belirgin ve uzamış bronş aşırı -10 FEV1 % değişimi -15 duyarlılıkları ve allerjen indu-20 ced özellikle eozinofil ve bazofil Erken ve geç yanıt: dual yanıt -25 ağırlıklı havayolu inflamasyonu -30 -35 vardır (Şekil 2). Bronkoalveolar 0 1 2 3 4 5 6 7 lavaj ve indükte balgamla ortaya Allerjen inhalasyonu sonrası süre (saat) konan bu inflamatuvar değişikŞekil 1. Allerjenle bronş provokasyonu sonrası izole er- likler astım kliniğine erken astken ve dual astmatik yanıtlar (11) matik yanıtlardan daha yakındır 5 ve inhale kortikosteroidlerle de Mast hücreleri Bazofiller * inhibe edilirler. Ayrıca yeni asMetakromatik hücreler 4 tım ilaçları ile ilgili çalışmalar * özellikle bronşial allerjen proo3 Balgamda infalamatuvar vokasyonunun bu bölümü üze* hücreler 2 x10 /ml rinde yoğunlaşmıştır (11,12). * 4 1 * d. Allerjenle bronş provokasyonu üzerine ilaç etkileri * 0 7 saat Bazal Allerjen inhalasyonu sonrası 24 saat Şekil 2. Allerjenle bronş provokasyonu sonrası geç astmatik yanıtlara eşlik eden indükte balgamda inflamatuvar hücre artışı (11) Bronşial allerjen provokasyonunun kullanıma girmesi ile; geç astmatik yanıtların IgE ile SPESİFİK BRONŞ PROVOKASYON TESTLERİ 133 ilişkisini, nonallerjik hava yolu aşırı duyarlığının allerjene hava yolu yanıtı ile ilgisini, allerjen induced hava yolu cevaplarının patofizyolojisi ve kinetiklerini anlamak ve yeni astım ilaçlarının geliştirilmesi üzerinde çalışan çok merkezli klinik çalışmaların yapılması mümkün olmuştur (12-14). Allerjenle provokasyon sonucu ortaya çıkan hem erken hem de geç astmatik yanıt üzerine etkili ilaçlar Tablo 2’de özetlenmiştir. Inhalasyon provokasyonundan hemen önce verilen kısa etkili beta-2 agonistler (SABA) erken astmatik yanıtları geri çevirir. Eğer geç astmatik yanıt süresince uygulanırsa o zaman da geç astmatik yanıtları kısmen geri döndürür. Düzenli verilen SABA’nın ise hem erken hem geç astmatik yanıtı ve allerjen uyarısının neden olduğu inflamasyonu artırdığı görülmüştür. Bu nedenle SABA’nın düzenli kullanımı önerilmez. Uzun etkili beta-2 agonistlerin (LABA), uzamış bronkodilatör ve fonksiyonel antagonist özellikleri nedeniyle allerjenin yol açtığı yanıtlar üzerinde etkilerini değerlendirmek güç olmuştur. Yapılan çalışmalar allerjenin yol açtığı inflamasyon üzerinde minimal etkili olduklarını ve temel etkilerinin aynı SABA’lar gibi astmatik yanıtlar üzerinde fonksiyonel antagonizma yolu ile olduğunu ortaya koymuştur. Teofilin erken ve geç astmatik yanıtlar üzerinde zayıf etkilidir ancak nonspesifik BAD üzerine pek etkisi yoktur. Allerjenin yol açtığı hava yolu inflamasyonu etkisi çok az çalışmada değerlendirilmiş ve sadece bir çalışmada T aktif lenfositleri inhibe ettiği gösterilmiştir. Astım kontrolünün en etkili ilaçları inhale kortikosterodlerdir. Düzenli inhale kortikosterod kullanımı allerjenin bronşlarda yol açtığı erken ve geç astmatik yanıtları, eozinofilik inflamasyonu ve hatta remodelingin bazı komponentlerini inhibe ederek astım kontrolünde etkili olurlar. Lökotrien reseptör antagonsitleri ile tedavi allerjenle bronş provokasyonunun tüm noktalarında etkilidir. Hem erkem hem geç astmatik yanıtları hem de bunların yol açtığı eoziofilik hava yolu inflamasyonu üzerinde etkilidir. Tablo 2. Allerjenle bronş provokasyonu yanıtı üzerine etkili ilaçlar İlaç Erken astmatik yanıt Geç astmatik yanıt Nonspesifik BAD Eozinofilik inflamasyon SABA +++ 0 0 0 LABA +++ Maskeler 0 0 Teofilin + + 0 ? Düzenli IKS ++ +++ +++ +++ LTRA ++ ++ ++ ++ Kromolin ++ ++ ++ ? Anti-IgE +++ +++ +++ +++ 134 SPESİFİK BRONŞ PROVOKASYON TESTLERİ Kromonlar allerjen provokasyonundan önce uygulandığında hem erken hem de geç astmatik yanıtlar üzerinde etkili bulunmuş ancak allerjen provokasyonu sonrası ortaya çıkan inflamasyon üzerine etkisi herhangi bir çalışmada değerlendirilmemiştir. Anti-IgE: Anti-IgE tedavi, allerjenle provokasyon sonucu ortaya çıkan hem erken hem de geç astmatik yanıt üzerine etkilidirler. Bunun dışında antihistaminlerin, erken ve belki de geç yanıtlar üzerinde kismi etkili olduğu, yeni ilaçlardan rekombinant anti IL-5 ve IL-12’nin eozinofilik inflamasyon üzerinde inhibe edici etkisi olduğu gözlenmiştir. 2-Mesleki allerjenlerle bronş provokasyon testleri Mesleki astım iş ortamındaki etkenlerle ortaya çıkan astımdır. Mesleki astımda iş ortamında bulunan bir etkene karşı önce duyarlanma gelişir ve arkasından astım kliniği ortaya çıkar. Önemli bir sağlık ve sosyoekonomik sonuçları olduğu için objektif testlerle doğru tanı konması çok önemlidir (15). Mesleki astıma sadece öykü, solunum fonksiyon testleri ve metakolin bronş provokasyonu ile doğru olarak konulamayacağını gösterilmiştir. Bu durumda objektif bir test olarak spesifik mesleki etkenle bronş provokasyon testi yapılmalıdır. Maliyet sorunu olması ve de multi-disipliner bir yaklaşım gerektirmesine rağmen bu testler tanıda “gold standart” olarak kabul edilirler (16). Mesleki allerjenle bronş provokasyon testi: 1- Düzenli PEF ölçümü veya hava yolu duyarlığı ölçümüne karşın mesleki astım tanısının şüpheli kaldığı durumlarda 2- Hastada mesleki astım tanısında şüphe olmadığı ancak hastalığın tedavisi için etkenin kesin olarak bilinmesi gereken durumlarda 3- Mesleki astım nedeni olarak yeni bir etkenden şüphelenildiği durumlarda yapılması önerilir. Mesleki allerjenlerle provokasyon testlerinin temel prensipleri allerjen provokasyon testleri ile benzerdir. Solunum fonksiyonları her maruziyetten sonra 7 saat boyunca izlenir, her maruziyet arkasından metakolin ile nonspesifik bronş provokasyonu değerlendirilir. Ancak mesleki provokasyon testlerinin allerjen provokasyonundan bazı farkları da vardır. Düşük molekül ağırlıklı mesleki allerjenlerle provokasyonda izole geç allerjik reaksiyonlar daha sıktır. Bu nedenle provokasyon testleri daha uzun sürede yapılmak zorunda kalınabilir. Ayrıca testin özel provokasyon cihazı, hastane ortamı ve deneyimli personel gerektirmesi gibi rutin uygulanmasını kısıtlayan sorunları da vardır (2,3). Spesifik bronş provokasyon testi yapıldığında mesleki astım olduğu düşünülen hastaların yaklaşık yarısında tanının doğrulanmadığı görülmüştür. Ancak “gold standart” olarak kabul edilen bu testlerin yalancı pozitif ve yalancı negatif sonuçlar verebileceği de unutulmamalıdır (17). SPESİFİK BRONŞ PROVOKASYON TESTLERİ 135 3-Aspirin ile bronş provokasyonu Aspirinle bronş provokasyonları klinik pratiğe ilk olarak 1970’li yılların sonuna doğru girmiştir. Testlerin temeli lizin ASA’nın artan konsantrasyonlarının inhalasyon yoluyla uygulanmasına dayanır. Dozimetre ile 30 dakika aralarla, 0.18 mg’dan 115 mg’a kadar değişen dozlarda toplam 181 mg’lık lizin ASA’nın inhale ettirilmesi şeklinde kullanımı önerilmiştir (Şekil 3). İşlem sırasında; 10. 20. ve 30. dakikada FEV1 ve FVC değerleri ölçülerek FEV1’de %20 düşme olduğunda veya total doza ulaşıldığında test sonlandırılır. Provokasyon sırasında pozitif reaksiyon olduğunda hastalar kısa etkili beta-2 agonist semptomlar ve FEV1 düzelene kadar tedavi edilirler. Daha ciddi reaksiyonlarda sistemik steroidler uygulanır. Bu yöntem ile FEV1’de %20 düşme yapan ASA dozu yani PD20 ASA değeri verilebilmektedir. Lizin ASA’ nın bu yolla uygulanmasının oral yolla uygulamaya göre daha güvenli ve daha hızlı sonuçlar vermek gibi üstünlüğüne karşın semptomların sadece hava yoluna sınırlı kalması gibi kısıtlayıcı tarafları vardır (Tablo 3) (17-19). Sonuç olarak spesifik provokasyon testleri özellikle de allerjenle spesifik provokasyon testlerinin rutin uygulamada fazla yeri yoktur. Bu açıdan belki şüpheli allerjenin allerjik hastalığın gerçekten nedeni olduğunu ortaya koymanın çok gerekli olduğu durumlarda kullanılması gerekli olabilir. Bunun ötesinde daha çok hem astım patogenezinin hem de yeni tedavi seçeneklerinin Aspirin dozu/mg etkisinin değerlendirildiği araş200 tırmalarda kullanılan yöntem115.20 mg 150 lerdir. Bronşial allerjen provoKümülatif Aspirin dozu-218mg 16.20 kasyonu ile allerjenin yol açtığı 39.60 100 2.34 geç astmatik yanıtları, BAD ve 0.36 7.20 eozinofiliyi önleyen ilaçların 0.90 0.18 50 astım tedavisinde de etkili ol0 duğu ortaya konmuştur. Mes8.30 9.30 10.30 11.30 12.30 akşam sabah Zaman leki provokasyonlar ise mesleki astım tanısında “gold standart” Şekil 3. Lizin-ASA ile bronş provokasyon testi (18) Tablo 3. Bronşial L-ASA ile oral ASA provokasyonunun karşılaştırılması Parametre Bronşial L-ASA Oral ASA Kümülatif doz (max) 181 mg 460-1165 mg Obstrüksiyonun başlama zamanı 20-45 dk. 30 dk-4 saat Ortalama FEV1 düşmesi Yaklaşık %30 Yaklaşık %40 Obstrüksiyonu düzeltici tedavi Beta-2 agonist Beta-2 agonist, epinefrin, steroid Test süresi <4 saat >8 saat-3 gün Organ bulguları Sadece solunumsal Solunum ve sistemik reaksiyon Test pozitifliği Sadece astımlı Astım-ürtiker/angioödem 136 SPESİFİK BRONŞ PROVOKASYON TESTLERİ olmakla birlikte hem uygulaması oldukça karmaşık hem de oldukça zaman alıcı yöntemlerdir. Tüm spesifik bronş provokasyon testleri bu açıdan deneyimli kişiler tarafından ve tam donanımlı merkezlerde yapılmalıdır. OLGULAR Otuz sekiz yaşında erkek hasta 1.5 yıldır diş implant teknisyeni olarak titanyum yüzeyleri hidroksipatit kaplama işi yapıyor. Bu işe başladıktan 1 yıl sonra burun akıntısı, öksürük ve göğüste tıkanma hissi başlıyor. Yakınmaları işte çalışırken ve hemen sonrasında oluyor ve işten ayrıldıktan sonraki birkaç saat boyunca da devam ediyor. İşi 2 ay süre ile bırakan hastanın bu süre içinde düzelen yakınmaları işe başlamakla tekrar ortaya çıkıyor. Hastanın inhalan alerjenlerle cilt testi negatif, metakolin ile bronş provokasyonu negatif bulunuyor. Nedeni belirlemek için hidroksipatit ile spesifik bronş provokasyonu yapılıyor. Hidroksipatit inhalasyonu sonrasında 45. dakika sonra FEV1 üzerinde %20 azalma görülüyor (Şekil 4). 0 FEV1 % düşüşü 5 10 15 20 0 100 200 300 400 500 Zaman(dakika) Şekil 4. Hidroksipatit ile spesifik bronş provokasyon testinde doz-cevap eğrisi kareler: hidroksipatit, daire: plasebo KAYNAKLAR 1. Guy F Joos. Bronchial hyperresponsiveness: too complex to be useful? Current Opin in Pharmacol 2003; 3: 233-8. 2. Cockroft DW. Bronchial Challenge Testing In: Adkinson NF, Bochner S B, Busse WW, Holgate ST, Lemanske RF, Simon FRS eds. Middeleton’s Allergy, seventh ed. Mosby Elsevier, USA, 2009, Chapter 73, p: 1295-308. 3. Fish JE, Peters SP. Bronchial Challenge Testing In: Adkinson NF, Bochner S B, Busse WW, Holgate ST, Lemanske RF, Simon FRS eds..Middleton’s Allergy, sixth ed. Mosby Elsevier, USA, 2003, Chapter 40, p: 657-70. 4. Hamelmann E, Tadeda K, Oshida A, Gelfand EW. Role of IgE in the development of allergic airway inflammation and airway hyperresponsivenes-a murine model. Allergy 1999; 54: 297-305. 5. Boulet LP, Chapman KR, Côté J, et al. Inhibitory effects of an anti-IgE antibody E25 on allergen-induced early asthmatic response. Am J Respir Crit Care Med. 1997; 155: 1835-40. SPESİFİK BRONŞ PROVOKASYON TESTLERİ 137 6. Gauvreau GM, Sulakvelidze I, Watson RM, et al. Effects of once daily dosing with inhaled budesonide on airway hyperresponsiveness and airway inflammation following repeated low-dose allergen challenge in atopic asthmatics. Clin Exp Allergy 2000; 30:1235-43. 7. Metzger WJ, Zavala D, Richerson HB, et al. Local allergen challenge and bronchoalveolar lavage of allergic asthmatic lungs. Description of the model and local airway inflammation. Am Rev Respir Dis. 1987; 135: 433-40. 8. Fick RB Jr, Metzger WJ, Richerson HB, et al. Increased bronchovascular permeability after allergen exposure in sensitive asthmatics. J Appl Physiol. 1987; 63: 1147-55. 9. O’Byrne, PM, Dolovich J, Hargreave FE. Late asthmatic response. Am Rev Respir Dis 1987; 136: 740-56. 10. Cockcroft DW, Murdock KY, Kirby J, Hargreave FE. Prediction of airway responsiveness to allergen from skin sensitivity to allergen and airway responsiveness to histamine. Am Rev Respir Dis 1987; 135: 264-7. 11. Gauvreau GM, Lee JM, Watson RM, et al. Increased numbers of both airway basophils and mast cells in sputum after allergen inhalation challenge of atopic asthmatics. Am J Respir Crit Care Med. 2000; 161:1473-8. 12. Cockcroft DW, Hargreave FE, O’Byrne PM, Boulet L.P. Understanding allergic asthma from allergen inhalation tests. Can Respir J 2007; 14297-305: 414-8. 13. O’Byrne PM. Allergen-induced airway inflammation and its therapeutic intervention. Allergy Asthma Immunol Res. 2009; 1:3-9. 14. Van der Velden J, Barker D, Barcham G, et al. Assessment of Peripheral Airway Function following Chronic Allergen Challenge in a Sheep Model of Asthma. PLoS ONE 6(12): e28740. 15. Caron S, Boileau JC, Malo JC, Leblond S. New methodology for specific inhalation challenges with occupational agents. Respir Research 2010; 11: 72. 16. Banks DE. Use of the specific challenge in the diagnosis of occupational asthma: a ‘gold standard’ test or a test not used in current practice of occupational asthma? Current Opin in Allergy and Clin Immunol 2003, 3: 101-7. 17. Melillo G, Balzano G, Bianco S, et al. Report of the INTERASMA Working Group on Standardization of Inhalation Provocation Tests in Aspirin-induced Asthma. Oral and inhalation provocation tests for the diagnosis of aspirin-induced asthma. Allergy 2001; 56: 899-911. 18. Nizankowska-Mogilnicka E, Bochenek G, et al. EAACI/GA2LEN guideline: aspirin provocation tests for diagnosis of aspirin hypersensitivity. Allergy 2007; 62: 1111-8. 19. Kowalski ML, Makowska JS, Blanca M, et al. Hypersensitivity to nonsteroidal antiinflammatory drugs (NSAIDs) -classification, diagnosis and management: review of the EAACI/ENDA and GA2LEN/HANNA Allergy 2011; 66: 818-29. KOAH’TA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Prof. Dr. Mehmet POLATLI Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) son yıllarda yayımlanan rehberlerde şu şekilde tanımlanmaktadır: Hava yolu kısıtlanması ile karakterize ve tam olarak geri dönüşümlü olmayan, önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalık durumudur. Hava yolu kısıtlanması genellikle ilerleyicidir ve akciğerlerin, başta sigara olmak üzere zararlı partiküllere veya gazlara karşı anormal bir inflamatuar yanıtı ile ilişkilidir. KOAH, akciğerleri etkilemesine rağmen, önemli sistemik sonuçlar da doğurur (1). Son yayımlanan GOLD raporunda, KOAH’ın zararlı gaz ve partiküllere karşı “hava yolu ve akciğerlerin” anormal inflamatuar yanıtı ile ilişkili olduğu, hastalığın ağırlığını alevlenmeler ve komorbiditelerin bireysel olarak etkilediği vurgulanmıştır. Tanımda havayolu ile ilgili olarak, “genellikle ilerleyici, kalıcı hava akımı kısıtlılığı” ile karakterize olduğu belirtilmiş, önceki tanımda yer alan “tam olarak geri dönüşümlü olmayan” bölümü çıkartılarak bir anlamda reverzibilite kavramının artık KOAH tanısında önemli olmadığı kabul edilmiştir. Ancak, hastalığın tanısında bronkodilatatör sonrası FEV1/FVC oranının yer alması tanımdaki bu değişiklikle çelişkili gibi durmaktadır (2). KOAH’a özgü patolojik değişiklikler akciğerlerin dört farklı bölümünde (büyük hava yolları, küçük hava yolları, akciğer parankimi, akciğer damarları) gerçekleşmekte ve her hastada bu değişiklikler farklı boyutlarda olmaktadır. Dolaşımda TNF-_ ve IL-8 gibi proinflamatuar sitokin düzeylerinin artması kilo kaybı, periferik kas metabolizmasında değişiklikler, kardiyovasküler bozukluklar gibi bir çok organda sistemik hastalık belirtilerinin ortaya çıkmasına ve sonuçta hastanın yatağa bağımlı hale gelerek sağlıkla ilgili yaşam kalitesinin bozulmasına neden olmaktadır (3). KOAH, hava akımı sınırlılığını ve inflamasyonu, mukosiliyer fonksiyon bozukluğunu, hava yollarında yapısal değişiklikleri ve akciğer dışı sistemik etkileri içeren çeşitli patolojik değişikliklerle karakterize olduğuna göre her olguda klinik tablo, birlikte bulunan hastalıklar, altta yatan akciğer patolojileri, hastalığın şiddeti ve 138 KOAH’TA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 139 hastalığın ilerleme hızı farklıdır. İlgili patolojik mekanizmaların farklı düzeylerde olması nedeniyle, tek bir ölçüm ile doğru bir şekilde KOAH’ın şiddetini belirleyebilmek, prognozunu öngörebilmek ve tedavinin etkinliğini değerlendirebilmek; böylece hastalığın tüm boyutlarını ölçebilmek mümkün görünmemektedir (4). Yine de, KOAH’ın temelinde solunum mekaniğinin bozulması ve ekspiratuar hava akım hızlarının azalması olduğundan, solunum fonksiyon testleri hastanın değerlendirilmesinin vazgeçilmez bir parçasıdır. Tanıda önemli olan spirometrik inceleme, hastalığın akciğer dışında kalan sistemik etkileri konusunda yeterli bilgi vermez. Bu nedenle tek bir belirteç ile hastalığın yönetimi basit ve uygun bir yaklaşım gibi görünmekle birlikte, KOAH gibi karmaşık ve çok bileşenli bir bozukluk için yalnızca fonksiyonel bir ölçütle hastalığın ağırlığını değerlendirmek doğru değildir. İnflamatuvar süreçler, yapısal değişiklikler ve sistemik etkiler ile ilgili belirteçler, FEV1’i tamamlayıcı bilgi verebilir. KOAH ilerleyici bir bozukluk olduğuna göre, hastalığın ilerleyen evreleri daha iyi tanımlanabilir (5). Nitekim son GOLD raporunda, yalnızca FEV1 temeline dayanan hastalık yönetimi yerine, FEV1 yanısıra semptom ve alevlenmelerin de katıldığı bir evreleme sistemine geçilmiştir (2). Hava akımı kısıtlanmasının derecesi semptom ve bulgulara bakılarak belirlenemediğinden hasta dispne tanımlamasa bile öksürük, balgam yakınmaları ile başvuran risk faktörlerine (tütün bağımlılığı, mesleki toz ve duman karşılaşması,vb) sahip her hastada objektif değerlendirme amacıyla solunum fonksiyon testleri yapılmalıdır. Spirometri havayolu obstrüksiyonunu belirlemede basit, standart, tekrar edilebilir bir yöntemdir. Bronkodilatatör sonrası FEV1/FVC ve FEV1, KOAH’ın tanısında ve şiddetinin değerlendirilmesinde kullanılan esas belirteçler olarak kabul edilmektedir (4). Bronkodilatatör sonrası normal aralığın altında kaldığı kabul edilen FEV1/ FVC<% 70 oranı rehberlerde obstrüksiyonu tanımlama kriteri olarak kullanılmaktadır. Klinik açıdan semptomatik KOAH’lı hastalarda (FEV1<%60) normalin dışını tanımlayan her tanı yeterli olmakla birlikte, obstrüksiyonu tanımlamada önerilen farklı kriterlerle ilgili tartışmalar devam etmektedir. Bunun nedeni sağlıklı kişilerde FEV1 yaşla birlikte FVC’ye göre daha hızlı düştüğü için FEV1/FVC oranı da azaldığından yaşlılarda yanlış pozitif tanı oranlarının artması, buna bağlı olarak gereksiz tedavilerin artması; gençlerde ise yanlış negatiflik sonucu etkin tedavi uygulamasının gecikmesi ve hastalığın ilerlemesidir. Bu nedenle 2005’de ATS/ERS tarafından hava akımı obstrüksiyonu için eşik değer olarak sabit oran yerine istatistiksel olarak daha uygun bir yöntem olan LLN (beklenen değerin %5 persantil altında bulunan değer) kullanımı önerilmiş ve bu öneri birçok çalışma tarafından da desteklenmiştir (6). Ancak LLN ile ilgili en önemli sıkıntı referans değerlerine bağımlı olmasıdır. Günümüzde referans değerlerine bakıldığında, çoğu 1980-1990’lı yıllarda yapılmış, 140 KOAH’TA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ kesitsel, olgu sayısı az ve günümüz şartlarına uygun değildir. Çünkü çevresel faktörler ve beslenme gibi bazı özelliklerin yıllar içinde değişmesi, o toplumun solunum fonksiyonlarında da değişikliklere neden olduğundan 5-10 yılda bir güncellenmeleri gerekir. Ayrıca referans değerlerin yaşlı bireylerde az sayıda olması nedeniyle, tüm yaş gruplarına uyarlanması uygun değildir. Eski cihazlarla yapılmış olması da, kalite kontrol standartları açısından sorun yaratmaktadır. Çoğu beyaz ırkla sınırlı olduğundan, ırk için düzeltme denklemleri de az sayıda olguya dayandığından güvenilir değildir. Çocukluk döneminde kesilme noktaları olması, popülasyon kısıtlılığı ve postbronkodilatatör değerlerin olmaması diğer LLN kullanımını kısıtlayıcı nedenlerdir (7). Üstelik LLN yerine “sabit oran” kullanıldığında, yaşlılarda gereksiz olarak sık KOAH tanısının konulduğu düşünülse de, LLN’a göre yanlış tanı aldığı kabul edilen hastaların daha kötü prognozlu olduğunu gösteren çalışmalar vardır. Buna göre, yaşlı hastalarda LLN kullanılması durumunda hastaneye yatma ve ölüm riski daha fazla olan hastaların gözden kaçabileceği ileri sürülmüştür (8). Diğer yandan, günümüzde KOAH’la ilgili asıl sorun, hastalığın toplum içinde fazla tanı alması değil, tam tersine yeterince tanı almaması ve tedavi edilmemesidir. Gelişmiş ülkelerde KOAH’lı hastaların sadece %25-40’ına tanı konulabilmiş durumdadır. 1988-1994 yılları arasında ABD’lerinde NHANES III verilerinden elde edilen rakamlar da KOAH’ın yetersiz tanı aldığını desteklemektedir. 45 yaş üstü yetişkin popülasyonun %10’undan fazlasında düşük solunum fonksiyon düzeyleri olmasına rağmen, bu olguların %63’ünde obstrüktif akciğer hastalığı tanısı yoktur. Yazarlar bu kadar yüksek tanı konulmamış ve potansiyel olarak tedavi edilebilir grupta yer alan olguların saptanabilmesi için spirometrinin yaygın olarak kullanılmasının gerekliliğini vurgulamışlardır (9). Adana ilinde yapılan BOLD çalışmasında hastaların sadece %8.4’üne bir doktor tarafından KOAH tanısı konulduğu saptanmıştır. Bir diğer ifade ile, ülkemizde bulunan 3-5 milyona yakın KOAH’lı hastanın sadece 300-500 bini kendisinde hastalık bulunduğunu bilmektedir. Oysa hastalık erken dönemde saptanabilse, risk faktörlerinden kaçınmak ve böylece hastalığın ilerlemesini durdurmak mümkün olabilecektir (6). Pratik ve basitleştirilmiş olması nedeniyle tanıda sabit oranın kullanılması, hastalığın tanı alma oranını da artırabilir. Buna benzer bir örnek, hipertansiyonda sabit üst sınır kullanılması ile doktor tanılı hipertansiyon hastalarının oranlarındaki artmadır (10). Sonuç olarak, KOAH tanısında sabit alt sınırın kullanılması (FEV1/FVC <%70) fikri daha fazla kabul görmektedir. GOLD rehberinde post-bronkodilatatör FEV1’i kullanan referans denklemlerine ve LLN kullanımının geçerliliğini araştıracak longitudinal çalışmalara acil gereksinim olduğu ve bu yapılana kadar sabit oran ölçütünün kullanımı önerilmiştir (6). Tıp eğitiminde de spirometri yalnızca 4 basamakta anlatılarak birinci basamak sağlık kurumlarında KOAH tanı oranlarının artışı sağlanabilir. KOAH’TA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 141 1. Solunum fonksiyon testi standardizasyonu nasıl? (İyi/Kötü) 2. Obstrüktif mi? (Evet/hayır) 3. Spirometrik olarak ağırlığı nedir? (1/2/3/4) 4. Reverzibilitesi var mı? (Evet/hayır) Tanıda bronkodilatör ilaç öncesi değerler mi, yoksa bronkodilatatör ilaç sonrası değerlerin mi kabul edilmesiyle ilgili olarak, rehberler tarafından bronkodilatatör sonrası FEV1/FVC kabul edilmektedir. Hastanın takibinde en yüksek değerleri elde edecek şekilde olan böyle bir yaklaşım, değişik zamanlarda yapılan ölçümler arasındaki farklılıkları en aza indirgediğinden uygun bir yaklaşım gibi gözükse de, hastaya önce tedavi edici bir ilaç verip sonra patoloji var mı diye araştırmak aslında kendi içinde bir çelişki gibi gözükmektedir (11). Ek olarak, hastada ölçülen FEV1/FVC’nin pay ve payda kısımlarındaki mutlak değerlerin bronkodilatör verildikten sonraki değişim oranı da, hekimin koyacağı tanıyı etkileyecektir. Örneğin bronkodilatatör öncesi ölçümlerinde, FEV1/FVC >%70 olan bir hastada, bronkodilatatör sonrası küçük havayollarında genişleme ve hava hapsinde azalma sonucu FVC’de FEV1’e kıyasla daha fazla bir artış olursa FEV1/FVC <%70 kriteri sağlanabilir. Bu durumda hasta KOAH tanısı alırken, FEV1’de FVC’ye kıyasla daha fazla artış olan bir başka hasta KOAH tanısı almayacaktır. Birçok rehberde FEV1 ≥%80 ise, hafif KOAH olarak kabul edilirken, NICE rehberinde, FEV1 ≥%80 olan hastalarda semptomatikse KOAH olarak değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. SEPAR/ALAT rehberinde, tanıda FEV1/FVC sabit oran dışında, eğer hasta 60 yaş üstünde ise LLN altında değerler dikkate alınmıştır (1,4,12,13). KOAH’ta hava akımı kısıtlılığı nedeniyle, ekspiryum süresi uzar ve bu durumda düşük akım hızlarında bile olsa iyi motive edilen durumlarda hasta 20 saniye veya daha uzun sürelerle üflemeye devam eder. Zorlu ekspirasyon manevrası sırasında, ekspirasyon süresinin uzaması ve havayolu kompresyonu nedeniyle hasta rahatsızlık hissedebilir ve solunum fonksiyon testi standardizasyonu kriterlerine uymadan testi erken sonlandırabilir. Bu durum FVC düzeyini etkileyeceğinden, son yıllarda ekspiryum süresini standardize etmek amacıyla, FEV6, FVC yerine kullanılabilir bir parametre olarak ileri sürülmektedir (14). Ancak ekspirasyon süresinin 6 saniyede kesilmesi vital kapasitenin gerçek değerinden daha düşük çıkmasına, FEV1/FEV6’nın da FEV1/FVC’den daha yüksek ve obstrüksiyonun olduğundan daha az bulunmasına yol açabilir (11). Bu durum özellikle yaşlı ve hafif KOAH olanlarda tanı duyarlılığının düşmesi ile sonuçlanır. Bunun için, FEV1/FVC <0.70 oranı eşdeğeri olarak FEV1/FEV6 <0.73 oranının kullanılmasının daha uygun olacağı ileri sürülmektedir (14). KOAH hastalarında zorlu ekspirasyon manevrası sırasında havayolunun kollabe olmasından kaynaklanan etkiyi önleyebilmek için, sabit oranın payda kısmında 142 KOAH’TA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ FEV1/VC olacak şekilde, yavaş vital kapasite (VC) kullanılabilir. Bu şekilde bir değerlendirme obstrüksiyonu tanımlamada duyarlılığı arttıracaktır. Bizim yaptığımız bir çalışmada, bu bulguyu destekler nitelikte KOAH olgularında VC değeri FVC değerinden 500 mL kadar yüksek bulunmuştur (15). ATS/ERS çalışma grubunun da obstrüksiyonu tanımlamada önerisi FVC yerine daha yüksek değere sahip olması nedeniyle inspirasyonda elde edilen VC veya ekspirasyonda yavaş vital kapasite değerinin payda kısmında tercih edilmesidir (16). Hastalık şiddeti belirteci olarak solunum fonksiyon testlerine göre, önceden tanımlanmış aralıklarda sınıflandırarak hastalığın şiddet düzeyi belirlenebilir. İdeal olarak KOAH şiddetini gösteren fonksiyonel bir ölçütün, hastanın yaşam kalitesi, aktivite kısıtlılığı, morbidite ve mortalitesi ile iyi bir korelasyon göstermesi beklenir. Bu konuda birçok çalışmada kullanılarak valide edilmiş bir kriter FEV1’dir. FEV1 yaşam kalitesi, dispne, egzersiz kapasitesi gibi ölçütlerle anlamlı olmakla birlikte zayıf bir korelasyon gösterir. Bununla birlikte ekspirasyonda havayolu obstrüksiyonunu tanımlamada efordan bağımsız ve tekrarlanabilir olması nedeniyle birçok çalışmada KOAH’ın seyrini değerlendirmek için “hastalık ilerleme belirteci” ve “tedavi etkisi belirteci” olarak tedaviye bağlı değişiklikleri değerlendirmek amacıyla kullanılmaktadır (17). Fletcher ve arkadaşları (18) 35 yaşından sonra sigara içmeyenlerin FEV1 değerlerinde her yıl ortalama 30 mL’lik azalma olduğunu göstermişlerdir. Duyarlı sigara içicilerde FEV1’deki yıllık kayıp 150 mL’ye kadar çıkmaktadır. Akciğer Sağlığı Çalışmasında, yaklaşık 6000 orta yaş grubunda sigara içicisi sigara bırakma programına randomize edildikten sonra 5 yıl süreyle izlenmiş, sigarayı bırakanlarda yıllık FEV1 kaybı 31 mL, sigara içmeye devam edenlerde içmeyenlerin 2 katı düzeyde olup 62 mL olarak bulunmuştur (19). FEV1’deki düşüş hızını değerlendirmek için, en az 3 yıl süresince yıllık ölçümlerin yapılması gerekir. Bronkodilatatör sonrası FEV1, bronkodilatatör öncesi ölçümlere göre tekrarlanabilirliği daha fazla olduğundan izlem çalışmalarında, ilerlemeyi değerlendirmek için tercih edilmektedir (20). Obstrüktif havayolu hastalıklarında FEV1/FVC’nin de uzun dönem takiplerde kullanılabileceği ileri sürülmüştür. Buradaki esas, FEV1’den farklı olarak, FEV1/ FVC’nin yaş, boy, cins, akciğer volümü gibi değişkenlerden etkilenmeyeceği varsayımı olmakla birlikte bu oranın da, yaştan bağımsız olmadığı ortaya konmuştur (21). Tedavi öncesi ve sonrasında seri spirometrik ölçümlerden yararlanılarak, FEV1’deki değişim ve/veya FEV1 eğrisi altında kalan alan ölçümü günümüzde bronkodilatatör ilaçların etkisinin belirlenebilmesi için başvurulan yöntemlerdir. FEV1 için farklı zamanlarda yapılan ölçümlerde ortalama 160 mL değişim gözlenebilmektedir. Diğer yandan, klinik etki için minimal değişimin ne olması gerektiği konusunda ise ortak bir uzlaşı oluşmamıştır. Ayrıca KOAH’ın ağırlığına göre KOAH’TA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 143 elde edilen yanıtın etkisi de farklı olacaktır. Örneğin FEV1 değeri 3.0 lt olan bir kişi için FEV1’deki 200 mL değişikliğin klinik etkisi, FEV1 değeri 700 mL olan bir hastadakinden çok farklıdır (5). Bronkodilatatör reversibilite testleri bronkomotor tonusun derecesine bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. Önceden GOLD rehberinde ve birçok kılavuzda FEV1’deki 200 mL mutlak değişimin yanı sıra başlangıca göre %12’lik değişim yüzdesi anlamlı olarak kabul edilmekteydi. Ancak tanıya fazla katkı sağlamadığı, uzun dönemde tedavinin belirlenmesinde de yardımcı olmadığı düşünülerek artık önerilmemektedir (2). ECLIPSE çalışmasında, reverzibilitenin stabil bir özellik olmadığı, farklı zamanlarda yapılan reverzibilite testlerinde önceden reverzibl olan hastanın sonradan irreverzibl özellik taşıdığı ya da bronkodilatör yanıt alınmadığı gösterilen bazı hastaların farklı bir günde aynı inceleme tekrarlandığında yanıt alındığı gösterilmiştir. Bu nedenle reverzibilitenin KOAH’ta güvenilir bir fenotipik özellik olmadığı sonucuna varılmıştır (22). FEV1 ve/veya FVC’de belirgin artış olmamasına rağmen, tidal solunum sırasında parsiyel akımlar ve akciğer hiperinflasyonunda azalma, hastalardaki bronkodilatatör sonrası dispnedeki azalmayı açıklayabilir. Bu nedenle laboratuvar olarak bronkodilatör yanıtın olmaması klinik yanıtın olmadığı anlamına gelmemelidir (16). KOAH’ta fizyopatolojik olarak temel ayırt edici özelliklerden biri, ekspiratuar akım kısıtlılığı (EFL) gelişmesidir ve dispne düzeyi ile güçlü bir korelasyona sahiptir. Oysa FEV1, ekspiratuar akım kısıtlılığının yaygınlığı veya dinamik hiperinflasyon düzeyi konusunda bilgi vermemektedir (23). KOAH’ta elastik liflerin harabiyeti ve inflamasyon, efordan bağımsız akciğer segmentlerinde ekspiratuar akım kısıtlanmasına, eşit basınç noktasının (EPP) perifere doğru (distal hava yollarına) kaymasıyla havayollarının erken kapanması ve ekspirasyon sonunda alveollerde kalan gaz volümünün (EELV) artmasıyla karakterize hava hapsine neden olur. EFL varlığında, tidal solunum ve maksimal solunum sırasında elde edilen akım-volüm halkalarının özellikleri karakteristiktir. Eğer tidal solunum sırasındaki elde edilen halka, maksimum ekspirasyondaki halkaya uzanmış, hatta geçmişse EFL’den şüphelenilebilir (Şekil 1). Ancak bu yöntem her zaman güvenilir değildir. KOAH’lı hastalarda akım-volüm halkasının ekspiratuar kolunun distal bölümü uzar ve konkavlaşır. Özellikle amfizemli hastalarda, elastik geri çekilme basıncının azalması nedeniyle ekspirasyonun başlangıcında akım hızla düşer ve zirve akımında azalmayla birlikte akım-volüm halkası kule şeklini almıştır (Şekil 2). İnspirasyonda ise transmural basıncın etkisiyle havayolları açık olduğundan inspiratuar kol normaldir. Ancak ağır obstrüktif hastalarda, hiperinflasyon ve solunum kaslarının da etkilenmesiyle inspiratuar akımlar da etkilenir. RV artışı ile volüm halkası normal halkaya göre sola doğru yer değiştirir (6,24). 144 KOAH’TA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Akım (L/sn) Şekil 1. KOAH'lı hasta ve sağlıklı kişilerde gözlenen tidal solunum ve maksimal akım-volüm halkalarının egzersizle olan değişimi. Dıştaki düz çizgili halka maksimal akımvolüm sınırlarını, içteki düz çizgili halka ise tidal solunum sırasındaki akım-volüm sınırlarını vermektedir. Daha büyük kesik çizgiler egzersiz sırasında gözlenen tidal volüm ve akımlardaki artışı göstermektedir. Soldaki noktalı çizgi, tidal akım-volüm halkasının maksimal halka ile birleşecek şekilde olan IC manevrasının TLC düzeyine olan durumunu göstermektedir. Sağlıklı kişiler tidal volümlerini, inspiratuar ve ekspiratuar akımlarını arttırabilme kapasitesine sahiptir. KOAH’ta ise, ekspiratuar akım istirahatte iken bile neredeyse maksimal düzeydedir (tidal ve maksimal akım eğrileri üst üste gelmiştir); beklenen akım volüm halkası noktalı çizgi ile gösterilmiştir (23,27) Büyük hava yollarında türbülan akım görülür ve gazların dansitesinden etkilenir. Normal bir akım-volüm halkasından sonra hastalara düşük dansiteli bir gaz olan He-02 karışımı solutulmasının ardından tekrar akım-volüm halkası çizdirilirse, türbülan akımın bulunduğu alanlarda artış meydana gelecektir. Sağlıklı erişkinlerde bu çakışma (volume-iso flow) akım volüm eğrisinin son %10-20’sinde olur. Periferik obstrüksiyonun arttığı olgularda bu çakışan bölümün arttığı görülecektir (11,25). Ekspiratuar akım kısıtlanmasının belirlenmesinde kullanılabilecek diğer testler son yıllarda geliştirilen, negatif ekspiratuar basınç ölçümü (NEP), abdomenin manuel kompresyonu, özofageal balon kateter kullanılarak veya zorlu osilasyon teknik (forced oscillation technique, FOT) yöntemleridir (26). KOAH’lılarda dispnenin temel mekanizmalarından biri hiperinflasyon olduğuna göre bronkodilatatör yanıtı değerlendirmede hiperinflasyondaki değişikliğin araştırılması anlamlıdır. Volüm (L) Solunum sırasında relaksasyon Şekil 2. KOAH’ta zorlu ekspiratuar akım eğrisi konkavla- volümü (Vr), akciğerlerin içe şır ve obstrüksiyon şiddetinin artmasıyla zirve akımda azaldoğru olan elastik geri çekilme ma, akımda hızlı düşme ile kule şekli gözlenir basıncı ile göğüs duvarının dışa doğru olan gücü arasındaki dengenin olduğu durumdur. İstirahatte normal solunum sırasında FRC ve Vr birbirine yakındır. KOAH’ta, amfizeme bağlı akciğer kompliansı arttığından, relaksasyon volümü sağlıklı kişiden daha yüksek bir düzeydedir. Bu durum statik akciğer hiperinflasyonu olarak tanımlanır. Sağlıklı bir kişide efor sırasında ekspiryum sonu akciğer volümü azalır ve inspiratuar kapasi- 145 KOAH’TA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ te (IC) ile birlikte tidal volümde artış meydana gelir. KOAH’ta ise, efor sırasında zaten artmış olan ekspiryum sonu akciğer volümü (EELV) (egzersiz sırasında sık nefes alıp verme aktivasyonuyla, ekspirasyon süresi kısalacağından) daha da artar ve sonuç olarak inspiratuar kapasite azalır (Şekil 3). Statik durumdaki EELV düzeyinden daha fazla artışın gözlendiği bu durum dinamik hiperinflasyon olarak tanımlanır. KOAH’ta EELV dinamik değişken bir durumdur ve EFL düzeyi, solunum ihtiyacı ve solunum şekline göre değişir. Egzersiz sırasında dinamik hiperinflasyonun gelişmesiyle gözlenen olumsuz etkiler şunlardır (Şekil 4) (23,27): t 4PMVOVN LBTMBS à[FSJOF elastik ve eşik yüklerin artmasıyla solunum işi ve oksijen tüketiminin artması t %JBGSBHNBWFEJþFSJOTQJratuar kaslarda, kas kısalmasının maksimum oranı, maksimum güç çıkışı ve inspiratuar kas endüransı sağlanamamaktadır. t ĀOTQJSBUVBS FāJL ZàLàO artması (inspiratory threshold loading): Hiperinflasyon nedeniyle intrensek PEEP artmaktadır. Kişinin negatif bir basıncı yenebilmek için yeterli bir inspiratuar basınç oluşturması gereklidir. Ek olarak, hiperinflasyonu Akciğer volümleri (L) TLC IC Vt EILV EELV FRC RV İstirahat Egzersiz Süre (dakika) Şekil 3. KOAH’ta artmış EELV, statik ve dinamik hiperinflasyonun egzersiz sırasında daha da artması IC'de azalmaya neden olur Volüm Egzersiz (EELV) NORMAL IRV İstirahat (EELV) ΔV ΔEELV ΔP RV Basınç Egzersiz (EELV) Volüm KOAH TLC IRV ΔV İstirahat (EELV) ΔEELV ΔP RV Basınç Şekil 4. Solunum mekaniğinin sağlıklı kişilerde ve KOAH’ta gözlenen basınç volüm ilişkisi. İstirahat sırasındaki (içi dolu eğri) ve egzersiz sırasındaki (içi boş açık eğri) tidal basınç-volüm (P-V) eğrisi görülmektedir. KOAH’ta istirahatte ve egzersiz sırasında EELV düzeyinin artmasıyla belirginleşen dinamik hiperinflasyon nedeniyle, egzersizdeki tidal volüm (ΔV), P-V eğrisinin elastik yükünün fazla olduğu yüksek volümlerde gerçekleşir. KOAH'ta, inspiratuar reserv volüm (IRV) azaldığından VT'ün daha fazla artma kapasitesi azalmıştır. Sağlıklı kişilerin tersine, hiperinflasyonu olan KOAH'lı hastalarda göğüs duvarı ve akciğerlerin geri çekilme basıncı istirahat ve egzersizde içe doğru yönelmiştir. Bu durum inspiratuar kaslar üzerinde inspiratuar eşik yükünde (inspiratory threshold loading) artışa neden olur (23,27) 146 KOAH’TA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ olan KOAH’lı hastalarda göğüs duvarı ve akciğerlerin geri çekilme basıncı istirahat ve egzersizde içe doğru yönelmiştir. Bu durum inspiratuar kaslar üzerinde inspiratuar eşik yükün artışına neden olur. t 5JEBMWPMàNHFOJāMJþJOEFB[BMNBTPOVDV o Takipne o Ölü boşluk/tidal volüm oranında artma o Bazı hastalarda fizyolojik ölü boşluğun artmasıyla ciddi V/Q dengesizliği, kısmen alveoler hipoventilasyon ve arteryel oksijen desatürasyonu/CO2 retansiyonu o Egzersiz dispnesinde daha da belirginleşme o Solunum problemi nedeniyle egzersizi erken sonlandırma o Kardiyovasküler fonksiyon azalması (23,27) Hiperinflasyonun göstergesi olarak residüel volüm (RV) veya fonksiyonel residüel kapasite (FRC)’nin ölçülebilmesi için vücut pletismografisi veya gaz dilüsyon yöntemlerine ihtiyaç varken, inspiratuar kapasite spirometrik olarak da ölçülebilir (28). Gaz dilüsyon yöntemleriyle hava hapsinden kaynaklanan volüm ve büller ölçülemediğinden, FRC gerçek değerin altında ölçülür. Pletismografik yöntemle ise, Boyle yasası esasına dayanarak, kapalı bir shutter’a karşı hızlı yüzeyel solunum manevraları (panting) sırasında ağız ve kabin basınçlarındaki değişiklikler ölçülmekte ve böylece akciğer volümleri hesaplanmaktadır. Bu teknik ile toraks içindeki yetersiz havalanan alanlar ve hava hapsi alanları da ölçülmüş olduğundan intratorasik gaz hacmi (ITGV) gaz dilüsyon yöntemlerine kıyasla daha yüksek bulunur. FRC pletismograf-FRC (He veya N2) farkı akciğerlerde hapsolmuş hava hacmini verir (25). Total akciğer kapasitesi (TLC), FRC ve IC toplamına eşit olduğundan, FRC düzeyinin artışı IC’deki azalma ile sonuçlanır. İnspiratuar kapasitenin, total akciğer kapasitesine oranı (IC/TLC) inspirasyon fraksiyonu olarak tanımlanmaktadır ve KOAH’lı olgularda <%25 bulunması mortalite için önemli bir belirteçtir (29). Fonksiyonel olarak inspiratuar kapasitede 0.3 lt artışın dispne skorları ve egzersiz toleransı ile ilişkili olduğu bildirilmiştir (30). Akciğerlerde elastik geri çekilme basıncı ve parankimal desteğin kaybı sonucu havayollarının kapanabilirliği artmakta, bir taraftan EFL ve statik hiperinflasyon gelişirken, alveoler yüzey alanın azalması, pulmoner kapiller yatağın azalması ve ventilasyon-perfüzyon dengesinin bozulmasıyla da gaz değişimi etkilenmektedir. Bunun fonksiyonel etkisi karbomonoksit difüzyon kapasitesindeki (DLCO) azalmadır. Hava akımı obstrüksiyonu varlığında azalmış DLCO, restriktif bozukluk KOAH’TA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 147 yoksa amfizemi düşündürür. Hava akımı obstrüksiyonu varlığında normal veya artmış DLCO olması, KOAH’ın astım, kronik bronşit veya küçük havayolu hastalığı fenotiplerini akla getirir (23). KOAH’lı hastalarda DLCO düşük bulunması, hastanın pulmoner hipertansiyon açısından ekokardiyografi gibi yöntemlerle araştırılmasının gerekliliğini düşündürür (31). Sigara içicilerin kanında karboksihemoglobin (COHb) miktarı yüksek bulunur. Bu durum, karbonmonoksitin difüzyon gradientini azaltacağından DLCO olduğundan daha düşük bulunabilir (32). Egzersiz sırasında pulmoner kapiller geçiş süresi kısaldığından, düşük DLCO egzersizle oksihemoglobin desatürasyonunu tahmin edici bir belirteçtir. Aynı FEV1 düzeyine sahip olsalar bile düşük DLCO düzeyine sahip hastalarda, egzersiz dispnesi ve dinamik hiperinflasyon varlığı anlamlı bulunmuştur (33). Maksimal hava hızlarını etkileyen en önemli faktörlerden biri havayolu direncidir. Havayolu direnci (Raw) havayollarında her bir akıma karşı oluşan basınç farkıdır. Havayolu direncinin resiproku olan havayolu iletimi (Gaw) ise her bir birim basınç azalmasına karşılık gelen akımdır. Direnç volümle ters orantılı olduğundan, akciğer volümünün etkisini azaltmak için Raw volüm ile çarpılarak spesifik havayolu direnci (sRaw) hesaplanır. Bronkodilatör yanıtı değerlendirmede kullanılan spesifik havayolu iletimi ve spesifik havayolu direnci testlerinin ise spirometriye kıyasla daha üstün olduğuna ilişkin net bilgiler yoktur. Spirometri yapılırken akım volüm eğrisinden elde edilen tepe akım hızı (PEFR), maksimal ekspirasyon ortası akım hızı (FEF25-75) ölçümleri ise daha az tekrarlanabilir özelliktedir (34). Maksimum ekspiratuar ağız içi basıncı (MEP) KOAH ileri evreye ulaşıncaya kadar genellikle normaldir ancak maksimum inspiratuar basınçlar (MİP) hiperinflasyon nedeniyle azalır (35). Statik akciğer volümleri, DLCO ve arteriyel kan gazları gibi ek akciğer fonksiyon ölçümleri daha çok hastalığın şiddetini değerlendirmede (şiddetli KOAH, alevlenmeler) ve akciğer volüm azaltıcı cerrahi gibi özgül tedavilere yanıtı öngörüde yararlı olabilirler (36). Arter kan gazları akciğerde gaz değişimi ve atak şiddetini değerlendirmede yardımcıdır. Özellikle arteryel hipoksemi ve daha önemlisi hiperkapni durumu KOAH’ta kötü prognoz açısından uyarıcı olmalıdır (37,38) Sonuç olarak, KOAH’ta gözlenen fizyopatolojik bozukluklar heterojen özellikte olduğundan oldukça değişkendir ve her bir birey için farklı fenotipik özellikler taşıyabilir. Yine de, KOAH’ın temel özelliği solunum mekaniğinin bozulması ve ekspiratuar hava akım hızlarının azalması olduğundan, solunum fonksiyon testleri KOAH’ın tanısı ve riskli hastaların ayırt edilmesinde vazgeçilmez bir tanı aracıdır. Tanıda post-bronkodilatör sabit alt sınırın kullanılması (FEV1/FVC <%70) fikri daha fazla kabul görürken, solunum fonksiyon testlerine göre önceden tanımlan- 148 KOAH’TA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Olgu 1 IC FVC FEV1 FEV1%FVC PEF FEF25 FEF50 FEF75 MMEF 75/25 [L] [L] [L] % [L/s] [L/s] [L/s] [L/s] [L/s] Pred Best Pre %Best Pre Best Post %Best Post %Change 2.36 3.15 3.54 112.4 3.82 121.5 8.06 2.42 1.71 70.6 1.93 80.1 13.36 48.29 50.65 4.90 7.04 4.21 59.7 4.54 64.4 7.84 6.32 1.96 31.1 2.41 38.2 22.86 3.59 0.68 18.9 0.81 22.6 19.12 1.04 0.22 20.7 0.28 27.3 31.94 2.79 0.54 19.2 0.67 24.1 25.39 Date of Brith: 01.07.1941 Age: Sex: mele Weight: Height: Flow [L/s] 71 Years 67.0 kg 162.0 cm 1 2 10 5 0 Vol Vol [L] [L] 1 2 3 4 5 6 7 5 Olgu 2 IC FVC FEV1 FEV1%FVC PEF FEF25 FEF50 FEF75 MMEF 75/25 [L] [L] [L] % [L/s] [L/s] [L/s] [L/s] [L/s] Pred Best Pre %Best Pre Best Post %Best Post %Change 2.81 3.75 3.59 95.8 3.44 91.7 -4.34 2.96 1.59 53.6 1.61 54.4 1.51 44.24 46.95 6.12 7.84 5.79 73.9 5.96 76.0 2.85 6.93 2.00 28.8 1.48 21.3 -26.04 4.13 0.55 13.4 0.49 11.8 -11.91 1.46 0.27 18.4 0.20 13.7 -25.37 3.34 0.49 14.7 0.46 13.7 -7.08 Flow [L/s] Date of Brith: 21.03.1951 Age: Sex: mele Weight: Height: 61 Years 80.0 kg 168.0 cm 1 2 10 5 0 5 Vol [L] 1 2 3 4 5 6 7 KOAH’TA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 149 Olgu 3 IC FVC FEV1 FEV1%FVC PEF FEF25 FEF50 FEF75 MMEF 75/25 Flow [L/s] [L] [L] [L] % [L/s] [L/s] [L/s] [L/s] [L/s] Pred Best Pre %Best Pre Best Post %Best Post %Change 2.82 3.80 2.71 71.3 2.54 66.8 -6.28 3.04 0.78 25.7 0.86 28.4 10.50 28.84 34.00 17.90 7.95 2.94 37.0 3.01 37.8 2.21 7.00 0.43 6.2 0.51 7.3 18.71 4.21 0.23 5.5 0.28 6.7 22.51 1.54 0.16 10.4 0.17 11.4 9.38 3.49 0.25 7.2 0.28 8.0 11.10 Date of Brith: 29.06.1955 Age: Sex: mele Weight: Height: 57 Years 65.0 kg 167.0 cm 1 2 10 5 0 Vol [L] 1 2 3 4 5 6 7 5 mış aralıklarda hastalığın spirometrik olarak şiddet düzeyi belirlenebilir. Bununla birlikte hastanın ağırlığı ve tedavi yaklaşımı belirlenirken, yalnızca spirometrik ölçütlerle değil, semptomlar, alevlenme sayısı, yaşam kalitesi, egzersiz kapasitesi, vücut kitle indeksi gibi birçok parametrenin birlikte değerlendirilmesi önerilmektedir. OLGULAR Birinci basamak sağlık kurumlarında kolaylıkla yapılabilen standart spirometrik testler birçok olguda, KOAH tanısı ve hava akım hızlarındaki azalmanın şiddetini belirlemede yeterlidir. Aşağıda spirometrik test sonuçları ve akım-volüm halkası örnekleri verilen 3 olgu yer almaktadır. Her 3 olgunun bronkodilatatör sonrası ölçülen FEV1/FVC oranları <%70 olup, postbronkodilatatör FEV1 düzeylerine göre sırasıyla olgu 1 hafif (FEV1 %80.1), olgu 2 orta (FEV1 %54.4) ve olgu 3 çok ağır (FEV1 %28.4) KOAH olarak sınıflandırılmıştır. Olgu 1'de FEV1'in bazal değere göre bronkodilatatör yanıtının %13.36 ve 220 mL bulunması dikkat çekmektedir. Ancak bronkodilatatör sonrasında da, FEV1/ FVC'nin %50.65 olması kalıcı hava akımı kısıtlılığı gösterdiğinden, spirometri sonucu KOAH tanısı ile uyumludur. Yapılan testte, FEV1/FVC bronkodilatatör sonrasında >%70 olacak şekilde normal sınırlara gelseydi, astım düşünülebilirdi. Spirometrik incelemede, PEF, FEF25, FEF50, FEF75, MMEF düzeylerini de değerlendirmek mümkündür. Birinci basamakta, akım-volüm halkasına rutinde 150 KOAH’TA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ çoğu kez dikkat edilmemektedir. Oysa, solunum fonksiyon testi ile ilgili önemli bilgiler vermesi nedeniyle akım-volüm halkasını da mutlaka değerlendirilmek gerekir. Akım-volüm halkası yalnızca spirometrik testin standartlara uygun yapılıp yapılmadığı konusunda değil, aynı zamanda obstrüksiyon yeri ve şiddeti konusunda da fikir verebilir. Burada örnek olarak verilen olguların normalde beklenen (düz siyah çizgili) ve hastada ölçülen (mavi ve kırmızı çizgili) akımvolüm halkalarına dikkat edilecek olursa, hafiften ağıra doğru ekspirasyon kolunun distal bölümünün uzadığı, konkavlığının giderek belirginleştiği, olgu 3'te ekspirasyonun zirve akımında diğerlerine kıyasla daha belirgin bir azalmanın olduğu, akımın hızla düşerek akım-volüm halkasının kule şeklini aldığı görülmektedir. İnspirasyonda ise, transmural basıncın etkisiyle havayolları açık olduğundan inspiratuar kol normal gözükmektedir. KAYNAKLAR 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. Celli BR, MacNee W, ATS/ERS Force Task. Standards for the diagnosis and treatment of patients with COPD: a summary of the ATS/ERS position paper. Eur Respir J. 2004; 23: 932-46. Global Initiative for Chronic Obstructive Lung Disease (GOLD). Global Strategy for the Diagnosis, Management and Prevention of Chronic Obstructive Pulmonary Disease. [Çevrimiçi] 2012. http://www.goldcopd.com. Wouters EF. Chronic Obstructive Pulmonary Disease. 5: Systemic Effects of COPD. Thorax. 2002; 57: 1067-70. Global Initiative for Chronic Obstructive Lung Disease (GOLD). Global Strategy for the Diagnosis, Management and Prevention of Chronic Obstructive Pulmonary Disease. NHLBI/WHO Workshop Report. [Çevrimiçi] 2010. http://www.goldcopd.com. Jones PW, Agusti AGN. Outcomes and markers in the assessment of chronic obstructive pulmonary disease. Eur Respir J. 2006; 27: 822-32. Türk Toraks Derneği Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı Tanı ve Tedavi Uzlaşı Raporu. Türk Toraks Dergisi. 2010; 11: 5-63. Stanojevic S, Wade A, Stocks J. Reference values for lung function: past, present and future. Eur Respir J. 2010; 36: 12-9. Mannino DM, Buist AS,Vollmer WM. Chronic obstructive pulmonary disease in the older adult: what defines abnormal lung function? Thorax. 2007; 62: 237-41. Mannino DM, Gagnon RC, Petty TL, Lydick E. Obstructive pulmonary disease and low pulmonary function in adults in the United States: data from the National Health and Nutrition Examination Survey, 1988-1994. Arch Intern Med. 2000; 160: 1683-9. Celli BR, Halbert RJ. Point: Should we abondon FEV1/FVC<0.70 to detect airway obstruction? No. Chest. 2010; 138: 1037-40. Demir T. Obstrüktif Hastalıklarda Solunum Fonksiyon Testleri. [dü.] N Yıldırım ve T Demir. In: Klinik Solunum Fonksiyon Testleri. İstanbul : Macenta Eğitim Yayıncılığı Ltd. Şti. 2011: 65-74. Joint Guidelines of the Spanish Society of Pulmonology and Thoracic Surgery (SEPAR) and the Latin American Thoracic Society (ALAT) on the Diagnosis and Management of Chronic Obstructive Pulmonary Disease. Arch Bronconeumol. 2008; 44: 271-81. National Clinical Guideline Centre. Chronic Obstructive Pulmonary Disease: Management of Chronic Obstructive Pulmonary Disease in Adults in Primary and Secondary Care. [Çevrimiçi] 2010. http://www.nice.org.uk/nicemedia/live/13029/49425/49425.pdf. KOAH’TA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 151 14. Vandevoorde J, Swanney M. Is forced expiratory volume in six seconds a valid alternative to forced vital capacity? Eur Respir J. 2006; 28: 1288-90. 15. Polatlı M, Karadağ F, Çildağ O. Hava hapsinin solunum fonksiyon testlerine etkisi. Solunum Hastalıkları. 1998; 9: 479-84. 16. Pellegrino R, Viegi G, Brusasco V, et al. Interpretative strategies for lung function tests. Eur Respir J. 2005; 26: 948-68. 17. Polatlı M. Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığında İzlem Kriterleri. [dü.] E. Erdinç ve S. Umut. In: Tanımdan Tedaviye Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı. Türk Toraks Derneği Toraks Kitapları Serisi, 2008; 6: 383-98. 18. Fletcher C, Peto RT. he natural history of chronic airflow obstruction. BMJ. 1977; 6077: 1645-8. 19. Scanlon PD, Connett JE, Waller LA, et al. Smoking cessation and lung function in mildto-moderate chronic obstructive pulmonary disease. The Lung Health Study. Am J Respir Crit Care Med. 2000; 161: 381-90. 20. Gross NJ. Chronic obstructive pulmonary disease outcome measurements: what's important? What's useful? Proc Am Thorac Soc. 2005; 2: 267-71. 21. Hankinson JL, Odencrantz JR, Fedan, KB. Spirometric reference values from a sample of the general US population. Am J Respir Crit Care Med. 1999; 159: 179-87. 22. Albert P, Agusti AGN, Edwards L, et al. Bronchodilator responsiveness as a phenotypic characteristic of established chronic obstructive pulmonary disease. Thorax. 2012 [Epub ahead of print], s. doi:10.1136/thoraxjnl-2011-201458. 23. Travers J, Laveneziana P, O'Donnell DE. Physiologic assessment of COPD. [dü.] NA Hanania ve A Sharafkhaneh. In: COPD: A Guide to Diagnosis and Clinical Management. Respiratory Medicine. 2011: 33-57. 24. Saryal SB. Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığında Solunum Fonksiyon Testleri. [dü.] S. Umut ve E.Erdinç. In: Tanımdan Tedaviye Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı. Türk Toraks Derneği Toraks Kitapları Serisi. 2008: 93-106. 25. Yıldırım N. Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı. [dü.] N. Yıldırım ve T. Demir. In: Klinik Solunum Fonksiyon Testleri. İstanbul: Macenta Eğitim Yayıncılığı. 2011: 81-103. 26. Koulouris NG, Hardavella G. Physiological techniques for detecting expiratory flow limitation during tidal breathing. Eur Respir Rev. 2011; 20: 147-55. 27. O'Donnell DE, Banzett RB, Carrieri-Kohlman V, et al. Pathophysiology of Dyspnea in Chronic Obstructive Pulmonary Disease. Proc Am Thorac Soc. 2007; 4: 145-68. 28. Demir T, İkitimur HD. Dinamik hiperinflasyon. [dü.] N Yıldırım. In: Akciğer Fonksiyon Testleri Fizyolojiden Klinik Uygulamaya. İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Kitap Dizisi, Turgut Yayıncılık. 2004: 66-70. 29. Casanova C, Cote C, de Torres JP, et al. Inspiratory-to-total lung capacity ratio predicts mortality in patients with Chronic Obstructive Pulmonary Disease. Am J Respir Crit Care Med. 2005; 171: 591-7. 30. Marin JM, Carrizo SJ, Gascon M, et al. Inspiratory capacity, dynamic hyperinflation, breathlessness, and exercise performance during the 6-minute-walk test in chronic obstructive pulmonary disease. Am J Respir Crit Care Med. 2001; 163: 1395-9. 31. Kiakouama L, Cottin V, Glerant JC, et al. Conditions associated with severe carbon monoxide diffusion coefficient reduction. Respir Med. 2011, Cilt 105, s. 1248-56. 32. Polatlı M, Erdinç M, Erdinç E. The early effect of smoking on spirometry and transfer factor. Turkish Respiratory J. 2000; 1: 31-4. 33. O'Donnell DE, Revill SM, Webb KA. Dynamic hyperinflation and exercise intolerance in chronic obstructive pulmonary disease. Am J Respir Crit Care Med. 2001; 164: 770-7. 34. Global Initiative for Chronic Obstructive Lung Disease. Outcomes and markers in COPD. Global strategy for the diagnosis, management and prevention of COPD. NHLBI/WHO Workshop Report. Revised 2005. http://www.goldcopd.com. 152 KOAH’TA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 35. Hansel TT, Barnes PJ. Clinical aspects of COPD. In: An atlas of Chronic Obstructive Pulmonary Disease. The Encyclopedia Of Visual Medicine Series. London : The Parthenon Publishing Group, 2004: 69-115. 36. National Emphysema Treatment Trial Research Group. Patients at high risk of death after lung-volume-reduction surgery. N Engl J Med. 2001; 345: 1075-83. 37. Wouters, EF. Management of severe COPD. Lancet. 2004; 364(9437): 883-95. 38. Santos C, Ferrer M, Roca J, et al. Pulmonary Gas Exchange Response to Oxygen Breathing in Acute Lung Injury. Am J Respir Crit Care Med. 2000; 161: 26-31. BRONŞEKTAZİDE SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Uzm. Dr. Dilber YILMAZ, Prof. Dr. Nurdan KÖKTÜRK Bronşektazi bronşların kalıcı olarak genişlemesi ile karakterize kronik bir hastalıktır. Genişleyen bronşların duvarlarında ve komşu akciğer parankiminde inflamatuar değisiklikler gelişir. Zayıflamış bronş duvarında oluşan traksiyon, kalıcı dilatasyona neden olur (1). Bronşektaziye yol açabilecek birçok durum olmakla beraber etiyoloji, olguların ancak %50’sinde belirlenebilmektedir (Tablo1) (2,3). Altta yatan nedeni saptamak tedaviyi yönlendirebileceği için önemlidir. Etiyolojik olarak bronşektazi tıkayıcı (obstrüktif) ve tıkayıcı olmayan (nonobstrüktif) olmak üzere ikiye ayrılır (4). Tıkayıcı tip bronşektazide, havayolu dilatasyonu herhangi bir nedenden kaynaklanan obstrüksiyon sonucu oluşur ve etkilenen havayolu obstrüksiyonun distalindedir. Tıkayıcı olmayan bronşektazi daha yaygındır. Genellikle birden fazla lob ve alt lobların bazal segmentleri daha çok etkilenir (4). Bronşektazi prevelansı bilinenden daha fazla gibi görünmektedir. Bunun nedeni çoğu sağlık çalışanının hastalığı bilmemesi ve klinik bulguların benzerliği nedeni ile hastalığın astım veya kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) ile karışmasıdır. Amerika Birleşik Devletleri’nde bronşektazi prevelansı 18-34 yaşları arasındaki popülasyonda tahmini 100.000’de 4.2 iken, artan yaş ile birlikte 75 yaş üzeri popülasyonda 100.000’de 272’e yükselmektedir (5). Bronşektazi hastasına uygulanacak tanısal yaklaşımda öncelikle radyolojik olarak havayolu dilatasyonu gösterilmeli, daha sonra altta yatan olası bir nedenin varlığı araştırılmalıdır. Bronşektazide en sık görülen semptom balgam ile birlikte olan öksürüktür (6-8). Bronşektazide akciğer fonksiyonlarının bildirildiği çalışmalarda akciğer rezeksiyonu ve sigara öyküsü nedeniyle çalışma sonuçlarında kısıtlamalar mevcuttur. Solunum fonksiyon testlerinde en sık rastlanan ve hastaların da %80’inde görülen bulgu havayolu obstrüksiyonudur. Bu olgularda FEV1 ve FEV1/FVC oranı 153 154 BRONŞEKTAZİDE SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Tablo 1. Erişkinlerde bronşektazinin nedenleri Nedenler Konjenital Edinsel Kistik fibrozis İnfeksiyon sonrası Primer silier diskinezi Bakteriyel _1- Antitripsin eksikliği Boğmaca Konjenital anatomik defektler Tüberküloz Trakeoözofageal fistüller Tüberküloz dışı mikobakteriler Bronkotrakeomalazi Viral Trakeomegali Kızamık Pulmoner sekestrasyon HIV Sarı tırnak sendromu Fungal Marfan sendromu Allerjik bronkopulmoner aspergillozis (ABPA) İmmün Yetmezlik Primer nedenler Yaygın değişken immün yetmezlik (CVID) X'e bağlı agamaglobulinemi IgA eksikliği MHC sınıf II eksikliği B hücre bozuklukları Hiper IgE sendromu Sekonder nedenler Kemoterapi sonrası Hematolojik malignite Graft versus host hastalığı (GVHD) İnterstisyel Akciğer Hastalıkları (traksiyon bronşektazisi) Otoimmün hastalıklar Romatoid artrit Ülseratif kolit Sjögren sendromu Sarkoidoz Cerrahi sonrası Yabancı cisim inhalasyonu Kronik gastroözofageal reflü (GÖR) azalmıştır. Şiddeti hafiften ağıra kadar değişebilir. Fakat miks obstrüktif/restriktif, restriktif veya normal solunum fonksiyonları da görülebilir (3). FVC normal olabilir veya hafif azalabilir. FVC’deki azalma tek başına olduğunda mukus tıkaçlarının varlığını gösterebilmektedir (3). Genellikle FEF25-75 azalmıştır ve RV/ TLC oranı artmıştır (3). Bronşektazide hava yolu obstrüksiyonunun büyük ha- BRONŞEKTAZİDE SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 155 vayolu tutulumundan daha çok küçük ve orta büyüklükteki havayolu tutulumu ile ilgili olduğu tespit edilmiştir (9). Bronşektazide havayolu obstrüksiyonunun mekanizması tam olarak bilinmemekle birlikte mukozal ödem, glandüler hiperplazi, ekspirasyon sırasında hava yollarında kollaps ve bronkospazm ileri sürülen mekanizmalardır (10,11). Kistik tip bronşektazide kistik olmayan bronşektazi ile karşılaştırıldığında FEV1 ve FVC değerleri daha düşük saptanmakta ve miks tip pattern daha fazla görülmektedir (12-14). Havayolu obstrüksiyonunun derecesi radyolojik olarak bronşektazinin yaygınlığı ile doğru orantılıdır (9). Bronşektazisi olan tüm erişkin hastalarda tanısal değerlendirme aşamasında FEV1, FVC ve PEF ölçümleri yapılmalıdır. Takip ölçümleri (FEV1, FVC, PEF) en az yıllık olarak yapılmalı; primer silier diskinezi ve immün yetmezlik zemininde ise yılda en az 4 kez ölçüm yapılmalıdır (3). Literatürde bronşektazide solunum fonksiyon testlerindeki hızlı yıllık düşüşü vurgulayan çalışmalar mevcuttur (5,15-17). En az 5 yıl boyunca takip edilen 71 bronşektazi hastasının solunum fonksiyon testleri incelendiğinde FEV1’de, hastaların %60’ında yıllık 50 mL ve %20’sinde yıllık 50 mL’den fazla düşüş saptanmıştır. Sigara içen ve kronik bronşitin eşlik ettiği olgularda bu düşüşün daha hızlı olduğu vurgulanmıştır. FEV1 ile hastalık şiddeti ve mortalite arasında güçlü korelasyon saptanmıştır (15). Diğer çalışmalarda yıllık FEV1 düşüşü sırası ile 55 mL, 49 mL ve 52.7 mL olarak bildirilmiştir (6,16,17). Bu değerler 65 yaş üzeri popülasyonda yıllık FEV1’deki 39 mL’lik düşüş ve KOAH hastalarında yıllık 3640 mL’lik düşüş ile kıyaslandığında hayli yüksektir (18-20). FEV1’de yıllık düşüşü hızlandıran nedenler olarak P. aeruginosa ile kolonizasyon, sık ve şiddetli alevlenme hikayesi ile sistemik inflamasyon varlığıdır (16,17). P. aeruginosa kolonizasyonunun hızlı FEV1 düşüşüne neden olduğunu savunan çalışmalara ek olarak solunum fonkiyonları kötü ve yıllık FEV1 düşüşü hızlı olan hastaların sonradan P. aeruginosa ile kolonize olduğunu bildiren çalışmalar da mevcuttur (21). Akciğerlerin genel fonksiyonel durumunu belirlemek ve altta yatan hastalığın tanısına yardımcı olmak icin akciğer volümleri ve difüzyon kapasitesi ölçümleri de tanı aşamasında yapılmalıdır (2). Akciğer volümleri ve karbonmonoksit difüzyon kapasitesinde (DLCO) azalma altta yatan interstisyel akciğer hastalığını akla getirmelidir. Akciğer volümlerindeki artış ise hava hapsine veya küçük havayollarının mukus tıkaçları ile tıkanmasına bağlı olabilir (3). Bronşektazide difüzyon kapasitesinin düşüşünü değerlendiren bir çalışmada 61 bronşektazi hastası 7 yıl boyunca takip edilmiştir. Bu hastaların başlangıçtaki DLCO düzeyleri normal iken yıllık DLCO düşüşü %2.9 ve yıllık DLCO/VA düşüşü de %2.4 olarak saptanmıştır. Bu düşüşler ile yaş ve yıllık FEV1 düşüşü arasında anlamlı ilişki saptanmıştır (22). Reversibilite testi yapılması bronkodilatör ile akciğer fonksiyonlarında iyileşme olup olmadığını gösterir, özellikle genç hastalarda havayolu obstrüksiyonu sap- 156 BRONŞEKTAZİDE SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ tandığında mutlaka yapılması düşünülmelidir (3). Bronşektazide reversibilite varlığını destekleyen çalışmalar mevcuttur. Bununla ilgili bir çalışmada kısa etkili beta agonist sonrası reversibilite için %12’lik sınır ele alındığında 78 hastanın %36.4’ünde reversibilite saptanmıştır. Aynı hasta grubunda FEV1’de reversibilite %20.8 ve FEF25-75’de %37.4 olarak belirlenmiş, havayolu obstrüksiyonunun derecesi ve hava hapsi oranı arttıkça reversibilite yüzdesinin de arttığı görülmüştür (23). Benzer olarak plasebo kontrollü başka bir çalışmada 16 bronşektazi hastasında salbutamol inhalasyonu sonrası PEFR’de %25.8, FEV1’de de %16.4’lük reversibilite saptanmıştır. Reversibilite düzeyi başlangıçtaki hava yolu obstrüksiyonunun şiddeti ile ilişkili saptanmıştır (10). Subkutan terbutalinin kullanıldığı başka bir calışmada FVC’de %8.6, FEV1’de %6.4, PEFR’de %15’lik bir artış ve 38 hastanın 6’sında FEV1’de %15’den fazla yükselme saptanmıştır (24). Fenoterol ile yapılan ve 24 bronşektazi hastasının dahil edildiği bir çalışmada FEV1’de %15’lik artış sınır olarak ele alındığında 12 hastada, ipratropium sonrasında 8 hastada reversibilite saptanmış. Bazı hastalarda yanıt beta agonist ile bazı hastalarda ise antikolinerjik ile alınmıştır (11). Benzer olarak 23 bronşektazi hastasının 9’unda fenoterol inhalasyonu sonrası FEV1 veya PEFR değerinde %15’in üzerinde reversibilite saptanmıştır (25). Bazı hastalarda reversibilitenin varlığı hastaların astım tanısı almasına neden olmaktadır. Bu tür durumlarda astım ile ayırıcı tanının yapılması gerekir (23). Bronşektazi hastalarına bronkodilatör tedaviden fayda görüp görmeyeceklerini araştırmak için reversibilite testi yapılması önerilmektedir (10,11,23). Reversibilite testi hem beta agonist hem de antikolinerjik ile yapılmalıdır çünkü bazı hastalarda beta agonist ile bazı hastalarda da antikolinerjik ile reversibilite oluşabilmektedir. Düşük doz bronkodilatöre yanıt alınamadığında yüksek doz ile test tekrarlanmalıdır. Bazı hastalar yüksek doz bronkodilatöre yanıt verebilmektedirler (11). Bronşektazide bronşiyal hiperreaktiviteyi (BHR) destekleyen çalışmalar da mevcuttur. Kontrol grubunun da bulunduğu bir calışmada 30 bronşektazi hastasından 7’si histamine, 6’sı metakoline, 3’ü her ikisine; toplamda 10 hasta histamin veya metakoline karşı duyarlı bulunmuştur. Aynı çalışmada histamin için PD20 sınırı 7.8 μmol olarak kabul edildiğinde bronkşektazi ve kontrol grubunda BHR saptanan hastaların sayısı anlamlı olarak farklı saptanmıştır. Obstrüksiyon derecesi veya FEV1 ile log provokatif doz (PD)20 değeri arasında korelasyon saptanmamıştır. Bu durum klinik olarak anlamlı aşırı duyarlılığı göstermektedir (26). Başka bir çalışmada bronşektazi hastalarında BHR varlığını araştırmak için metakolin provakatif konsantrasyonu sınır değeri (PC20) ≥8 mg/mL olarak kabul edildiğinde 47 hastanın %45’inde pozitif sonuç saptanmıştır (27). BHR, bronşektazide infekte mukozada artmış toksin maruziyeti sonrası lokal histamin salınımı, lokal otonomik refleks stimülasyonu ve direk düz kas stimülasyonu nedeni ile gelişebilir (28,29). Havayolu obstrüksiyonu hiperreaktiviteye yol açan bir faktör olsa da tek başına tüm mekanizmayı açıklamamaktadır (26). BHR bir sonuç olmaktan BRONŞEKTAZİDE SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 157 ziyade hastalığın etiyolojisinde yer alan bir faktör da olabilir. İnfeksiyon atağı sonrası vücutta abartılı savunma mekanizmasının başlaması bronşektazi gelişimini başlatan bir kısır döngüye neden olup kalıcı bronşiyal inflamasyonun başlamasından sorumlu olabilir (27). Egzersiz testleri, artan hızda mekik testi ve 6-dakika yürüme testi, bronşektazi hastalarına da uygulanabilir (30). Fakat bu tür testlerin tanıda yeri yoktur ve klinik calışmalar dışında kullanımını destekleyen veri yoktur (31). KAYNAKLAR 1. Katzenstein AL. Nonspecific inflammatory and destructive diseases. In: Katzenstein AL, ed. Katzenstein and Askins’s Surgical Pathology of Non-Neoplastic lung disease. Philadelphia, W.B. Saunders, 1997; 422-5. 2. Pasteur MC, Bilton D, Hill AT. British Thoracic Society guideline for non-CF bronchiectasis. Thorax 2010; 65:Suppl. 1, i1-i58. 3. Drain M, Elborn JS. Bronchiectasis. European Respiratory Society Monograph Vol. 52, 2011: 32-4. 4. Goddard M.Bronchiectasis. European Respiratory Society Monograph Vol. 52, 2011: 22-3. 5. Weycker D, Edelsberg J, Oster G. Prevalence and economic burden of bronchiectasis. Clin Pulm Med 2005; 12: 205-9. 6. Nicotra MB, Rivera M, Dale AM, et al. Clinical, pathophysiologic, and microbiologic characterization of bronchiectasis in an aging cohort. Chest 1995; 108: 955-61. 7. Patel IS, Viahos I, Wilkinson TM, et al. Bronchiectasis, exacerbation indices and inflammation in chronic obstructive pulmonary disease. Am J Respir Crit Care Med 2004; 70: 400-7. 8. Ellis DA, Thornley PE, Wightman AJ, et al. Present outlook in bronchiectasis: clinical and social study and review of factors influencing prognosis. Thorax 1981; 36: 659-64. 9. Roberts HR, Wells AU, Milne DG, et al. Airflow obstruction in bronchiectasis: correlation between computed tomography features and pulmonary function tests.Thorax 2000; 55: 198-204. 10. Nogrady SG, Evans WV, Davies BH. Reversibility of airways obstruction in bronchiectasis. Thorax 1978; 33: 635-7. 11. Hassan JA, Saadiah S, Roslan H, Zainudin BM. Bronchodilator response to inhaled beta2 agonist and anticholinergic drugs in patients with bronchiectasis. Respirology. 1999; 4: 423-6. 12. Habesoglu MA, Ugurlu AO, Eyuboglu FO. Clinical, radiologic, and functional evaluation of 304 patients with bronchiectasis. Ann Thorac Med. 2011; 6: 131-6. 13. Lynch DA, Newell J, Hale V, et al. Correlation of CT findings with clinical evaluations in 261 patients with symptomatic bronchiectasis. AJR Am J Roentgenol. 1999; 173: 53-8. 14. Lee JH, Kim YK, Kwang HJ, Chang JH. Relationship between high-resolution computed tomography, lung functionand bacteriology in stable bronchiectasis. J Korean Med Sci. 2004; 19: 62-8. 15. Ellis DA, Thornley PE, Wightman AJ, et al. Present outlook in bronchiectasis: clinical and social study and review of factors influencing prognosis. Thorax. 1981;36:659-64. 158 BRONŞEKTAZİDE SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 16. King PT, Holdsworth SR, Freezer NJ, et al. Outcome in adult bronchiectasis. COPD. 2005; 2: 27-34. 17. Martínez-García MA, Soler-Cataluña JJ, Perpiñá-Tordera M, et al. Factors associated with lung function decline in adult patients with stable non-cystic fibrosis bronchiectasis. Chest. 2007; 132: 1565-72. 18. Mannino DM, Davis KJ. Lung function decline and outcomes in an elderly population. Thorax 2006; 61: 472-7. 19. Donaldson GC, Seemungal TAR, Bhowmik A, et al. Relationship between exacerbation frequency and lung function decline in chronic obstructive pulmonary disease. Thorax 2002; 57: 847-52. 20. Donaldson GC, Seemungal TAR, Patel IS, et al. Airway and systemic inflammation and decline in lung function in patients with COPD. Chest 2005; 128: 1995-2004. 21. Evans SA, Turner SM, Bosch BJ, et al. Lung function in bronchiectasis: the influence of Pseudomonas aeruginosa. Eur Respir J 1996; 9: 1601-4. 22. King PT, Holdsworth SR, Freezer NJ, et al. Lung diffusing capacity in adult bronchiectasis: a longitudinal study. Respir Care. 2010; 55: 1686-92. 23. Sevgili S, Hasanoğlu HC, Karalezli A, Er M. Bronchial reversibility in the patients with bronchiectasis. Tuberk Toraks. 2009; 57: 38-47. 24. Jain NK, Gupta KN, Sharma TN, et al. Airway obstruction in bronchiectasis and its reversibility--a study of 38 patients. Indian J Chest Dis Allied Sci. 1992; 34: 7-10. 25. Murphy MB, Reen DJ, Fitzgerald MX. Atopy, immunological changes, and respiratory function in bronchiectasis. Thorax. 1984; 39: 179-84. 26. Pang J, Chan HS, Sung JY. Prevalence of asthma, atopy, and bronchial hyperreactivity in bronchiectasis: a controlled study. Thorax 1989; 44: 948-51. 27. Ip M, Lam WK, So SY, et al. Analysis of factors associated with bronchial hyperreactivity to methacholine in bronchiectasis. Lung. 1991; 169: 43-51. 28. Boushey HA, Holtzman MJ, Sheller JR, Nadel JA. Bronchial hyperreactivity. Am Rev Respir Dis 1980; 121: 389-413. 29. Empey DW, Laitinen LA, Jacobs L, et al. Mechanisms of bronchial hyperactivity in normal subjects after upper respiratory tract infection. Am Rev Respir Dis 1976; 113: 131-9. 30. Lee AL, Button BM, Ellis S, et al. Clinical determinants of the 6-minute walk test in bronchiectasis. Respir Med 2009; 103: 780-5. 31. Newall C, Stockley RA, Hill SL. Exercise training and inspiratory muscle training in patients with bronchiectasis. Thorax 2005; 60: 943-8. ASTIMDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Prof. Dr. Bilun GEMİCİOĞLU Astımda oluşan kronik hava yolu inflamasyonu fonksiyonel açıdan bronş aşırı duyarlılığı ve reversibl, değişken diffüz hava yolu obstrüksiyonuna neden olur (1). Astım’da solunum fonksiyon testleri, tanıya yardımcı olmak, hastalık şiddetini belirlemek, patogenetik mekanizmaları ortaya çıkarmak, bazı fenotipleri göstermek, tedavinin etkileri gözlemek ve takip etmek üzere yapılabilir. Astımın tanısında anamnezin yeri çok önemli olmakla beraber solunum fonksiyon testleri tanıya yardımcı en önemli laboratuvar yöntemidir. Astımlı hastaların ve özellikle de kronik ve ağır olguların klinik yakınmaları ile hastalığın ağırlığı arasında genelde zayıf bir ilişki vardır. Bu nedenle objektif bir kriter olan solunum fonksiyon testleri astımın tanı ve izleminde önem kazanmaktadır (2). Obstrüksiyonun değerlendirilmesinde en sık spirometre ve/veya akım-volüm halkası, 1. saniyedeki vital kapasite: FEV1 ve FEV1/FVC (zorlu vital kapasite) parametreleri kullanılır. Saptanmışsa bu obstrüksiyonun reversibl olduğunun gösterilmesi astım tanısına daha çok yakınlaştırır. Astımda hava yolu obstrüksiyonu günlük değişkenliğe bağlı olarak sabah en düşük düzeyde iken, akşama doğru en yüksek düzeye ulaşır. Bu neden ile gün içi değişkenliğin değerlendirilmesi de tanı ve izlemde yapılabilir. Daha pratik olduğundan ve hastanın kendisi tarafından yapılabildiğinden PEF değeri genellikle kullanılır. Yine obstrüksiyonun saptanmadığı olgularda bronş hiperreaktivitesi testlerinden faydalanılır. Ancak bronş hiperreaktivitesinin saptanması astıma spesifik değildir. İleri olgularda ve atakta volümlerde de değişiklikler meydana gelirken, kronik ağır astımlılarda difüzyon kapasitesi azalır. Bazı zor olgularda sabit obstrüksiyonun görüldüğü belirtilirken bir diğer grupta küçük havayollarındaki inflamasyonun yarattığı değişiklikler nedeni ile küçük hava yolları değerlendirme testleri kullanılır. Solunum fonksiyon testlerinin uygulanmasında evrensel standardize aletlerin kullanılması, bu işle uğraşan deneyimli bir ekip tarafından standardize yöntemler kullanılarak doğru bir test yapılması ve iyi yorumlanması ile sonuca ulaşılabileceği unutulmamalıdır (3). 159 160 ASTIMDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ SPİROMETRİ Astım tanı, ayırıcı tanı ve takibinde en önemli laboratuvar yöntemidir. Gerçekte bir akım hızı olan 1. saniyedeki vital kapasite (FEV1) tüm obstrüktif hastalıklarda olduğu gibi astımda da obstrüksiyonun en iyi göstergesidir. Ancak FEV1 büyük oranda efora bağımlı olduğundan, zorlu ve maksimal bir eforla gerçek obstrüksiyonu yansıtır. Zorlu vital kapasitenin (FVC) efora bağımlı kısmı büyük hava yolları, solunumun ekspiratuar kasları ve akciğer elastik geri çekilme kuvvetinin durumunu yansıtır. Erken dönemde astımlıların çoğunda FVC korunmuş olduğundan FEV1/FVC özellikle erken dönem obstrüksiyonun saptanmasında önemli bir parametredir. Vital kapasitenin yüksek olduğu atletik yapıdaki kişilerde, FEV1 normal sınırlarda olmasına karşın FEV1/FVC oranı düşük bulunabilir (4). Ağır astımlılarda ise rezidüel volümdeki artışa bağlı olarak FVC, FEV1’e koşut olarak azalır ve FEV1/FVC oranı korunmuş olarak bulunabilir. Bu gibi olgularda tedavi sonrası FEV1 de belirgin bir düzelme olmadan dinamik hiperinflasyonun azalmasına bağlı olarak FVC değerlerinde artış görülebilir. Maksimal ekspiryum ortası akım hızı, FEF25-75 ise espirasyonun %25 ile 75’i arasında ortalama akım hızını yansıtır. Büyük oranda efordan bağımsızdır ve küçük hava yollarının durumunu gösterir. Ancak tekrarlanabilirliği ve duyarlılığı FEV1 kadar yüksek değildir (3,4). Klinik olarak astımı düşündüren kişilerde diğer solunum parametreleri normal olsalar bile FEF25-75’te düşme varsa, anlamlı kabul edilebilir. Özellikle erken dönemde obstrüksiyonu en iyi gösteren parametre FEV1/FVC oranıdır. Bir çok yayında obstrüksiyon kriteri olarak FEV1/FVC oranı alınmakta, hastalığın şiddeti ise FEV1’e göre değerlendirilmektedir. Ancak obstrüksiyon parametresi olarak kullanılan FEV1/FVC oranının hastalıklara göre ne olması gerektiği konusunda ise değişik görüşler mevcuttur. Bu durum, hastalıkların daha sık görülme yaşları göz önüne alınarak, farklı değerlendirme oranlarının ön görülmesinden kaynaklanmaktadır. Astım tanı ve tedavi rehberlerinde FEV1/FVC oranının %80-75’in altında olması obstrüksiyon olarak belirlenmişken, kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) rehberlerinde ise post bronkodilatör %70’in altı obstrüksiyon kabul edilmektedir (1,2,5). FEV1/FVC oranı yaşla azalan bir parametre olduğundan belki de normalin alt sınırı (LLN) alınarak değerlendirmelerin yapılması daha uygun olabilir (6). European Community Respiratory Health Survey (ECRHS) çalışmasında FEV1/FVC oranının her 2 değerdeki duyarlılık ve özgüllüğü araştırılmış; %70 alınmasının yanlış negatifliği artırdığı, %80 alınmasının da yanlış pozitifliği artırdığı saptanmıştır (7). Amfizemde olduğu kadar sık olmamakla birlikte, rezidüel volümün FVC’yi azaltacak kadar arttığı ağır astımlılarda FEV1/FVC oranının korunabileceği akılda tutulmalıdır. Bu tür olgularda tedavi sonrasında küçük hava yollarındaki obstrüksiyonun geri dönmesi ile birlikte hiperinflasyonun azalması sonucu FVC’nin FEV1’den daha fazla düzeldiği ve FEV1/FVC oranının ise azaldığı görülebilir. ASTIMDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 161 FEV1 değeri için ise genellikle %80 ve üstü normal olarak kabul edilmektedir. Reversibilite ve bronş provokasyon testlerinde de spirometre kullanılmakta ve referans değer olarak en sık FEV1 kullanılmaktadır. FEV1 sıklıkla her kontrolde değerlendirilmesi gereken bir izlem parametresi olarak da astımda önemlidir. Kontrol altındaki bir hastada normal değerlere gelmesi, kısmi kontrolde ise %80 üzerinde olması beklenir (1,2). Solunum fonksiyon testlerine göre astım ağırlığı da derecelendirilebilir. Bu da Tablo 1’de verilmiştir. Spirometrik ölçümle birlikte veya doğrudan akım volüm eğrisi çizdirilerek değerlendirme yapılması da mümkündür. Sadece akım volüm eğrisine bakmak bile tanı ve ayırıcı tanı açısından bilgi verir. Rehberlerde yeri olmasa da restriksiyonlar ile ayırıcı tanı yapılabilmesi, obstrüksiyonun intra veya ekstra torasik olduğunun belirlenmesi açısından önerilebilecek bir testtir. PEF (PEAK EXPİRATORY FLOW: TEPE AKIM ÖLÇÜMÜ) Astım ve meslek astımı tanısı ve izleminde PEF ölçümü yardımcı bir testtir. Hafif, taşınabilir ve ucuz pefmetre (tepe akım ölçer) modelleri mevcuttur. Özellikle hastaların evde kendi durumlarını takip etmeleri için ideal aletlerdir. Efora bağımlı olmakla birlikte, koopere bir hastada tekrarlanabilirliği yüksek bir testtir. Ancak PEF büyük oranda büyük hava yollarını yansıttığından, %30-50 hastada %1020 arasında FEV1’e oranla düşük sonuç çıkmasına yol açar (4). Bir çok hastada diğer solunumsal parametrelerle de PEF arasında korelasyon yoktur. Özellikle çocuklarda astım kötüleşmesine ve ‘air-trapping’ artmasına karşın PEF normal olabilir (4). Spirometrenin olmadığı yerlerde bronkodilatör yanıtı PEF ölçümü ile yapılabilir. PEF takibinde spirometreden farklı olarak, prediksiyon değerlerine göre değil de hastanın kendi en iyi değerlerine göre takip daha önemlidir. Bu nedenle başlangıçta hastanın en iyi PEF değeri saptanmalıdır (4). Tüm kronik hastalıklarda olduğu gibi astımda da hastalığın monitorizasyonu önem taşır. Evde PEF takibini iyi yapan ve buna göre tedavisini ayarlayan hastaların daha az atak geçirdiği ve daha iyi kontrolün sağlandığı görülmüştür (1). Tablo 1. Solunum fonksiyon testleri ile astım ağırlığı derecelendirmesi (2) FEV1 (predikte) veya PEF (en iyi değer) PEF ya da FEV1 değişkenliği Hafif intermittan ≥%80 ≤%20 Hafif persistan ≥%80 %20-30 Orta persistan %60-80 ≥%30 Ağır persistan <%60 ≥%30 162 ASTIMDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Meslek astımının tanısında da yine iş günleri ve iş dışı günlerde genellikle günde 3-4 kez yapılan PEF ölçümleri ile takip yararlı bilgiler verir (1). PEF ile günlük değişkenlik saptanması: Astım tanısı ve takibinde önemli bir parametredir. Günlük değişkenliğin %20’nin üzerinde olması astım için tanı koydurucu iken, değişkenliğin derecesi genellikle astımın ağırlığı ile korelasyon göstermektedir. Stabil olgularda ise değişkenliğin düşük çıkması beklenmelidir. Değişkenliğin yüksek çıkması astımın iyi kontrol edilmediğini gösterir. Değişkenlik değişik yöntemlerle hesaplanabilir: 1) En sık kullanılan yöntemlerden birisidir. On beş gün boyunca sabah bonkodilatör öncesi değer ile akşam postbronkodilatör değerler kayıt edilir. Günlük en yüksek ve en düşük değerler arasındaki farkın bu iki değerin ortalamasına bölünmesi şeklinde bulunur. %20’nin üstünde fark olması pozitif test olarak kabul edilir (8). Yüzde amplitüd ortalaması olarak isimlendirilir. En yüksek PEF – En düşük PEF x100 ½ (En yüksek PEF + En düşük PEF) 2) Bir hafta boyunca sabah bronkodilatör ilaç alımı öncesi ölçülen en düşük değer, en yüksek değere bölünür (Min/Max) %85’in üstünde ise değişkenlik yoktur (9). Bu yöntem günde bir kez ölçüm gerektirdiği ve bronş aşırı duyarlılığı ile en iyi korelasyon gösteren indeks olduğundan dolayı tercih edilmelidir (1,2). Yüzde en iyi değişim olarak adlandırılabilir. 3) BTS (İngiliz Toraks Derneği) ise en yüksek ve en düşük PEF değerleri arasındaki farkın en yüksek değere bölünmesini önermektedir. BTS %20’lik değişimin yanında ayrıca en az 60 lt/dk mutlak değişim de koşul olarak bildirmektedir (10). Yüzde amplitüd maksimum değeri olarak da adlandırılır (11). En yüksek PEF – En düşük PEF x100 En yüksek PEF REVERSİBİLİTE Tanımı: Solunum yollarında hava akımı kısıtlılığının çeşitli ilaçlar ile düzelebilirliğinin göstererilmesidir. Kullanım amacı; 1- Tanı: Astımın genellikle geriye dönüşümlü (reversibl) bir hava yolu darlığı yaratması, KOAH (kronik obstrüktif akciğer hastalığı) da ise genellikle geriye dönüşümsüz (irreversibl) bir havayolu darlığının bulunması her iki hastalığın tanısı ve ayırıcı tanısı açısından testin kullanımını gerektirebilir. Ancak her iki grup hasta için de tanı koydurucu değildir. ASTIMDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 163 2- Tedaviye yanıt: Özellikle verilecek veya verilmiş tedavilere yanıtın değerlendirilmesinde de kullanılabilmektedir. 3- En iyi fonksiyonel durumu saptama: Hava yolu obstrüksiyonu bulunan olguların yanıtlarını alarak en iyi durumlarını belirlemek amacı ile de istenebilir. 4- Yıllar içindeki en iyi baz alınarak fonksiyonel değişimi izleme: Hava yolu obstrüksiyonu ile giden hastalıkların veya normal olgulardaki değişimlerin izlenmesinde erken reversibilite testi sonrasındaki fonksiyonel durum baz alınarak yıllar içindeki takibin yapılması öngörülebilmektedir. Erken Reversibilite Testi (Bronkodilatör Test): 1- Önlemler: Testten 4 saat önce kısa etkili beta agonistler ve antikolinerjikler, 12 saat öncesinde uzun etkili inhaler beta agonistler ve oral yavaş salınımlı teofilin ve beta agonistler kesilmelidir. En az bir saat öncesinden sigara içimi olmamalıdır (3). 2- Bazal spirometrik (FEV1 , FVC) veya PEF metre ile değer elde olunur. Ölçüm 3 kez yapılır ve en iyi değer kaydedilir. 3- Amaca veya çalışma yöntemine bağlı olarak hangi ilaç, ne dozda ve hangi cihaz ile belirlenip verilir. Genelde 400 μg salbutamol veya 1000 μg terbutalin her bir doz arası 30sn beklenerek usulüne uygun şekilde inhale ettirilir. Beta agonist yerine antikolinerjik kullanılacaksa toplam 160 μg (4x40) ipratropium verilir (3). Bazı olgularda veya çalışmalarda beta agonit ve antikolinerjik bir biri ardına veya kombine preparat olarak da kullanılabilir. Kombine ile özellikle KOAH’ta daha iyi cevaplar alındığı çok merkezli bir çalışmada belirtilmektedir (12). Ölçülü doz inhalerin spacer (ara parça, hava haznesi) kullanılarak verilmesi uygundur (3). Jet nebülizatörle verilmesinin daha verimli olduğunu bildiren çalışmalar da vardır (3). 4- Beta agonistten 15 dakika sonra (antikolinerjikten 30 dk sonra) yeniden spirometre veya PEFmetre ölçümü 3 kez yapılır, en iyi değer kaydedilir. 5- Dördüncü. basamaktaki değer bronkodilatatör sonrası FEV1 değeri olarak, 2. basamaktaki değer ise bazal FEV1 olarak, beklenen değer ise spirometreden elde olunarak aşağıdaki formüle yerleştirilir. 6Bronkodilatatör sonrası FEV1 (lt) - Bazal FEV1 (lt) x 100= FEV1 % değişimi Beklenen FEV1 (lt) 164 ASTIMDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ FEV1 değişimi; *Bazal değere göre %15, *Beklenen değere göre %12 veya *Mutlak değer olarak 200 mL bir artış var ise Veya *FEV1 yerine PEF kullanıldıysa PEF değişimi: %15 ise reversibilite testi pozitif kabul edilir (1,11). Geç Reversibilite Testi Yöntemi: Erken reversibilitenin görülmediği özellikle astım düşünülen olgularda inflamasyonun ortadan kaldırılması ile obstrüksiyonun düzeldiğinin bir kanıtı olarak inhaler veya oral steroide cevabın değerlendirilmesidir; 1- Bazal spirometrik değerler aynı şekilde elde edilir. 2- İki-altı hafta süreyle uygun dozda inhaler veya 2 hafta süre ile sistemik steroid ortalama 40 mg/gün verilir. 3- Süre sonunda ölçülen FEV1, FVC değerlerinde %15, Veya PEF değerinde %20 düzelme varsa Geç reversibilite pozitif kabul edilir (1,3,11). Değerlendirme: Pozitif cevap kriterleri çeşitli rehberlere göre ve çalışmacılara göre farklı olabilir. Kişiden kişiye, bir günden diğer bir güne göre ve kullanılan farmasötik ajana göre de değişebilir. FEV1 değişimi ne kadar yüksek seçilirse testin spesifitesi artmakta, sensitivitesi azalmaktadır (4,13). Başka bir deyişle pozitif test sonucunda astım olma olasılığı artarken, tüm astımlıların ancak düşük bir kısmında test pozitif çıkmaktadır. Mutlak değer olarak 200 mL’nin ön koşul olarak alınması da benzer etki yapmaktadır. Bu nedenle kriter seçilirken hedeflenen amaca göre seçilmelidir. Yukarıda belirtilen parametrelerin yanında bazı çalışmalarda FEF25-75’in kullanılması önerilmiş, ancak FVC manevrasına göre belirgin değişen sonuçları olması, klinik tanıya artı bulgu vermediğinin gösterilmesi nedenleri ile bu şekilde değerlendirme terk edilmiştir. Ağır obstrüksiyonu bulunan olgularda IC (inspiratuar kapasite) ve hafif obtrüksiyonda da rezistans ölçümlerinden yararlanılabilmektedir. ASTIMDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 165 Özellikle bronkodilatör sonrası derin inspirasyonda bazen hava yollarının çapında oluşan daralma erken reversibilite cevabının saptanamamasına da neden olabilir. Sonuç olarak verilen parametreler ile erken veya geç reversibilite testine pozitif cevabın bulunması veya bulunmaması klinik tanıyı reddettirmez. Aslında FEV1 değişimi ne kadar yüksek seçilirse testin spesifitesi artmakta, sensitivitesi azalmaktadır (11). Başka bir deyişle pozitif test sonucunda astım olma olasılığı artarken, tüm astımlıların ancak düşük bir kısmında test pozitif çıkmaktadır. Mutlak değer olarak 200 mL’nin ön koşul olarak alınması da benzer etki yapmaktadır. Bu nedenle kriter seçilirken hedeflenen amaca göre seçilmelidir. Sonuçta birçok testte olduğu gibi reversibilite testi tek başına tanı ya da ayırıcı tanı yapılacak bir test değildir. Hastanın kliniği ve diğer tüm parametrelerle birlikte değerlendirilmelidir. BRONŞ PROVOKASYON TESTLERİ Bronkospazm yapan uyaranlara hava yollarındaki artmış yanıt bronş hiperreaktivitesi olarak tanımlanır. Astımın temel patolojik bulgusudur ancak astıma spesifik değildir. KOAH, tüberküloz, bronşektazi, çiftçi akciğeri, rinit gibi hastalıklarda da bronş hiperreaktivitesi olabilir. Viral infeksiyon ile geçici olarak saptanabilir. Bronş hiperreaktivitesi olan kişilerin %70'inde solunum semptomu olmayadabilir (14). Asemptomatik BHR astım için bir risk kabul edilir. Astımı düşündüren semptomları olan ancak solunum fonksiyon testleri normal sınırlarda olan olgularda tanıya yardımcıdır (14). Sensitivitesi yüksek olmakla birlikte spesifitesi oldukça düşük bir testtir. Bu nedenle astım tanısı koydurmaktan çok tanıyı ekarte etmekte kullanılmalıdır. Zamanla değişim gösterebilmektedir, akut ataklarda bronş hiperreaktivitesi genellikle artmış olarak bulunurken, antiinflamatuar tedavi ile azalma görülür (14). Bronş provokasyon testleri genelde selektif uyaranlar ile yapılırsa spesifik ve selektif olmayan uyaranlar ile yapılırsa nonspesifik bronş provokasyon testi olarak ayrılır. Bu gruplamalar Tablo 2’de verilmiştir. Tablo 2. Astımda bronş hiperreaktivitesinde kullanılan uyaranlar Selektif Uyaranlar: Spesifik Testler Nonselektif Uyaranlar: Nonspesifik Testler İmmünolojik Uyaranlar: Direkt Testler: Aeroallerjenler Metakolin İsosiyanatlar Histamin Non immünolojik Uyaranlar: İndirekt Testler: Nonsteroid antiinflamatuarlar Fiziksel Uyaranlar: Egzersiz, hipertonik salin, Salisilatlar mannitol, ökapnik volonter hiperpne Besin katkı maddeleri Farmakolojik Uyaranlar: Adenozin, taşikininler, bradikinin 166 ASTIMDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Allerjenler, ilaçlar ve mesleki uyaranların kullanıldığı spesifik bronş provokasyon teslerinin ancak yeterli deneyimi olan özel laboratuvarlarda yapılması önerilmektedir. Egzersiz ile provokasyon testleri ise özellikle egzersize bağlı astımı olan olgularda kullanılır. Rutinde provokasyon testi denince sıklıkla anlaşılan ise nonspesifik bronş provokasyon testleridir. Nonspesifik uyaran olarak en sık kullanılanlar ise direkt uyaranlar olup histamin ve metakolindir. Bu iki ajan genellikle birbirlerine yakın dozlarda bronkokonstrüksiyon oluştururlar. Ancak histamin ile baş ağrısı, ‘flushing’ ve ses kısıklığı gibi yan etkilerin daha çok olması ve histaminin tekrarlanabilirliğinin daha düşük olması nedeniyle günümüzde metakolin daha çok önerilmekte ve kullanılmaktadır. İndirekt testlerden ise mannitol ve adenozin güzümüzde en sık kullanılanlardır. Adenozin inflamasyonu daha iyi yansıtırken, metakolin ve histamin kalıcı değişikliklerle birlikte inflamasyonu göstermektedir. Bu nedenle amaca yönelik istekler doğru sonuçlar çıkartılması için önemlidir. AKCİĞER VOLÜMLERİ Astımda hava yollarının normale göre daha yüksek volümlerde kapanmasından dolayı rezidüel volümde artış görülür. Astım ataklarında da fonksiyonel rezidüel kapasite ve total akciğer kapasitesindeki artış daha belirgindir. Rezidüel volümdeki bu artışa bağlı olarak ta vital kapasite de azalma görülebilir. Bu nedenle astım atağında tedavi sonrası FEV1’de belirgin bir düzelme olmadan vital kapasite artışı olabilir (15). DİFÜZYON TESTİ Astım tanısında yeri olmamakla birlikte, KOAH’la ayırıcı tanıda yardımcı olabilir. Özellikle amfizemin ön planda olduğu KOAH olgularında DLCO’da düşme saptanırken, astımda genelde normal ya da başlangıçta DLCO artmış olarak bulunabilir (16). Bunun nedeni olarak astımda üst akciğer alanlarında artmış kan akımı ve genel olarak artmış kardiyak output gösterilmiştir (17). Ancak ileri astımda V/Q dengesinin bozulması ile DLCO’da azalma görülür. KÜÇÜK HAVA YOLLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ Astımda önceleri inflamasyonun büyük ve orta hava yollarındaki inflamasyon ile karakterize olduğu belirtilirken son dönemlerde küçük hava yollarında da inflamasyon olduğu gösterilmiştir (18). Bu durumun özellikle tedavi açısından önemli olabileceği düşünülmektedir. Bu kapsamda spirometrik obstüksiyon parametreleri: FEF25-75, FEV3/FVC, 1-FEV3/FVC, akım volüm eğirisi hava ve helyum ile çizdirilerek ‘volum iso-flow’ hesaplanması en basit olarak astımlı hastalarda küçük hava yollarını değerlendirmede kullanılabilir (19,20). Periferik hava akımı rezistansının, küçük hava yollarında obstrüksiyonla diğer spirometrik değerlerden önce artabileceği provokasyon testleri ile gösterilmiştir (18,21). Erken dönemde oluşan obstüksiyonlarda “closing volume, closing capacity", tek soluk nitrojen ASTIMDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 167 arındırma veya çoğul nitrojen arındırma testleri ile hesaplanabilir (20,22). Alveolar NO tayini de küçük hava yollarını yansıtan testlerden olup nitrojen arındırma ve eozinifili ile de korele olarak değiştiği gösterilmiştir (20). İmpuls ossilometri son yıllarda kullanılmaya başlanmıştır, astım ve KOAH’ta düşük frekansta dalgaların pozitif sonuçları periferik hava yolları darlığını yansıtmaktadır (20). Zor ağır astım olgularında akciğer volümlerinde (FVC, RV, FRC, TLC) oluşan değişiklikler de aslında küçük havayollarındaki harabiyeti yansıtır ve sık atak geçiren olgularda görülür (20). Sonuç olarak astım olgularında fenotipik özelliklerin irdelenmesinde ve tedavi yanıtı açısından küçük hava yolları değerlendirmesi de kullanılabilen fonksiyonel ölçümler vardır. OLGULAR Olgu 1 (Öksürükle seyreden astım) 15:15 14:53 14:49 14:45 14:41 14:36 20 14:29 On sekiz aydır kronik öksürük yakınması olan sigara ve başka ilaç kullanmayan 31 yaşında kadın hasta, aile hekimince verilen antihistaminik, dekonjestan ve proton pompa inhibitörüne yanıt vermemiştir. Yapılan PA akciğer grafisi, kan, balgam tetkikleri ve spirometrik değerlendirme normaldir. Provokasyon testi istenen hastada 3.5 mg/mL metakolin ile FEV1 %20 den fazla düşmüş, obstrüksiyon saptanmış ve salbutamol inhalsyonundan sonra düzelmiştir (Şekil 1). Öksürük ile seyreden astım tanısı konarak tedavi başlanmıştır. 10 0 -10 -20 -30 -40 FEV1 Threshold : -20 % ergibt Threshold dose: 3.512 mg/ml Time Medication Reference: 14:29 FEV1 2.16 2.34=108%ref FEV1/FVC 78 FEF50 3.58 Roce 0.30 RAWtot 0.30 sRAWtot 0.59 71=90%ref 2.00=56%ref =%ref =%ref =%ref 70=98%ref 69=97%ref 69=95%ref 68=92%ref 67=78%ref 1.83=91%ref 1.86=93%ref 1.78=89%ref 1.62=81%ref 1.40=70%ref =%ref =%ref =%ref =%ref =%ref =%ref =%ref =%ref =%ref =%ref =%ref =%ref =%ref =%ref =%ref 2.08=104%ref =%ref =%ref =%ref Basis 14:36 14:41 14:45 14:49 14:53 Kontrol doz Metacholin 0.0625 mg/ml Metacholin 0.25 mg/ml Metacholin 1mg/ml Metacholin 4 mg/ml 2.29=98%ref 2.27=97%ref 2.21=95%ref 2.14=92%ref 1.82=78%ref 15:15 Salbutamol 2.37=102%ref 72=102%ref Comment: ©1999 ZAN ® Messgeraete GmbH Germany Tel:+49 9736 8181-0 Test : BTPS : 24.10.2002/14:29 //[°C/mbar/%] Şekil 1. Öksürük ile seyreden astımlı hastada pozitif metakolin provokasyon testi 168 ASTIMDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Olgu 2 (Astım ayırıcı tanı) Bir yıldır dispne öksürük hışıltı yakınması olan 61 yaşında kadın hasta, yüksek doz inhale steroid ve uzun etkili beta agonist tedaviye rağmen yakınmaları sürüyor. Merkezimize başvurusunda yapılan akım volüm de intra ve ekstra torasik sabit obstrüksiyon saptandı (Şekil 1). Diğer tetkikleri sonucunda plonjon guatr tanısı konup opere edildi. Yakınmalar düzeldi ve akım volüm eğrisi normal değerlere geldi. 0 9 I/s ı 6 Fev1 Ref 2 3 ı 0 4 2 4 6 -3 6 s 0 1 2 3 4 5 6 parameter FVCex FEV1 FEV1/FVC PEF MEF75 MEF50 MEF25 MEF25-75 PIF -6 unit I I % I/s I/s I/s I/s I/s I/s pred 2.04 1.68 78 5.14 4.81 3.24 1.13 2.68 act. 2.20 1.22 55 1.33 1.29 1.04 0.36 0.85 1.50 %pred 108 72 71 26 27 32 32 32 Şekil 1. İntra ve ekstratorasik sabit obstrüksiyon KAYNAKLAR 1. Türk Toraks Derneği, Astım Tanı ve Tedavi Rehberi. Türk Toraks Dergisi 2010: 11(Ek 1); 6-75. 2. Global Strategy for Asthma Management and Prevention. Global Initiative for Asthma (GINA), Revised 2009. Available from www.ginasthma.org ASTIMDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 169 3. Miller MR, Hankinson J, Brusasco V, et al. Standardisation of spirometry. Series ‘‘ATS/ ERS task force: standardısatıon of lung function testing’’ (Eds) V. Brusasco, R. Crapo and G. Viegi. Eur Respir J 2005; 26: 319-38. 4. Pellegrino R, Viegi G, Brusasco V, et al. Interpretative strategies for lung function tests. Series ‘‘ATS/ERS task force: standardisation of lung function testing’’ (Eds) V. Brusasco, R. Crapo and G. Viegi. Eur Respir J 2005; 26: 948-68. 5. Global Initiative For Chronic Obstructive Lung Disease. Global Strategy For The Diagnosis, Management, And Prevention Of Chronic Obstructive Pulmonary Disease Revised 2011. Available from www.goldcopd.org 6. Roberts SD, Farber MO, Knox KS, et al. FEV1/FVC ratio of 70% misclassifies patients with obstruction at the extremes of age. Chest 2006; 130: 200-6. 7. Cerveri I, Corsico AG, Accordini S, et al. What defines airflow obstruction in asthma? Eur Respir J 2009; 34: 568-73. 8. Quackenboss JJ, Lebowitz MD, Krzyzanowski M. The normal range of diurnal changes in peak expiratory flow rates. Relationship to symptoms and respiratory disease. Am Rev Respir Dis 1991; 143: 323-30. 9. Reddel HK, Salome CM, Peat JK, Woolcoock AJ. Which index of peak expiratory flow is most useful in the management of stable asthma? Am J Respir Crit Care Med 1995; 151: 1320-5. 10. British Guideline on the Management of Asthma. Thorax 2003; 58(Suppl 1). 11. Toraks Derneği Astım Çalışma Grubu. Astım tanı testleri rehberi. Toraks Dergisi. 2003: 4: 2ek. 12. Calverley PM, Burge PS, Spencer S, et al. Bronchodilator reversibility testing in chronic obstructive pulmonary disease. Thorax 2003; 58: 659-64. 13. Kesten S, Rebuck AS. Is the short-term response to inhaled `-adrenergic agonist sensitive or spesific for distinguishing between asthma and COPD? Chest 1994; 105: 1042-5. 14. Covar RA. Bronchoprovocation testing in asthma. Immunol Allergy Clin North Am 2007; 27: 633-49. 15. Demir T. Solunum Fonksiyon testleri. İç: Gemicioğlu B. Ed. Tanımından tedaviye astım. Turgut Yayıncılıkve Ticaret AŞ. İstanbul 2004; 271-8. 16. Cotes JE, Chinn DJ, Quanjer H, et al. Standardization of the measurement of transfer factor (diffusing capacity). Official Statement of the European respiratory Society. Eur Respir J 1993; 6: 41-52. 17. Sterk PJ, Rodrigyez-Roisin R. Pathophysiology of asthma. In: Gibson GJ, Geddes DM, Costabel U, Sterk PJ, Corrin B (Eds) Respiratory Medicine. Saunders 3.edt. 2003: 1278-94. 18. Tulic MK, Hamid Q. Contribution of the distal lung to the pathologic and physiologic changes in asthma: potential therapeutic target. Chest 2003; 123: 348S-55S. 19. Hansen JE, Sun XG, Wasserman K. Discriminating measures and normal values for expiratory obstruction. Chest 2006; 129: 369-77. 20. Usmani OS, Barnes PJ. Assessing and treating small airways disease in asthma and chronic obstructive pulmonary disease. Ann Med. 2011 Jun 17. [Epub ahead of print] 21. Wagner EM, Bleecker ER, Permutt S, Liu MC. Direct assessment of small airways reactivity in human subjects. Am J Respir Crit Care Med 1998; 157: 447-52 22. Drummond GB, Milic-Emili J. Forty years of closing volume. Br J Anaesth 2007; 99: 772-4. PERİFERİK (KÜÇÜK) HAVAYOLU HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Doç. Dr. Banu ERİŞ GÜLBAY Yazıda öncelikle anatomik olarak küçük havayolu ile ilgili bilgiler verilecek, ardından küçük havayolu hastalığının tanımı ile küçük havayolu hastalığının tanısında kullanılan testler tartışılacaktır. KÜÇÜK HAVAYOLLARI ANATOMİSİ Küçük havayolları; internal çapı 2 mm ve daha küçük, kıkırdak yapısı ve submukozal glandları olmayan terminal (geçiş zonu, taşıyıcı havayolu) ve respiratuar bronşiyollerden (gerçek solunum zonu) oluşmaktadır (1-3). İnsan iletici havayolları, ana bronştan terminal bronşiyole kadar en fazla 25, en az 5 dallanma içermektedir. Bu sayı, farklı pulmoner lob ve segmentler arasında hilusa olan uzaklığa göre değişkenlik göstermektedir. Havayolu duvarındaki kartilaj kaybolduğu için küçük bronşlar membranöz bronşiyol olarak da isimlendirilmektedir. En son iletici membranöz bronşiyol, pulmoner asinusa uzanan terminal bronşiyoldür. Akciğerin yapısal bir ünitesi ve gaz alış verişinde temel olan pulmoner asinus, terminal bronşiyol distalinde yer alan sırasıyla respiratuar bronşiyol, alveoler ductus, alveoler sac ve alveolden oluşmaktadır. Terminal bronşiyolü; silyalı kolumnar epitel hücreleri ile silyasız Clara hücreleri döşemektedir. Komşu alveollerden bronşiyollerin adventisyasına bağlı elastik lifler (alveoler tutmaçlar), mekanik destek sağlamakta ve ekspirasyon sonunda küçük havayollarının kapanmasını önlemektedir. Terminal bronşiyolün distalinden kaynaklanan 0.5 mm çapındaki respiratuar bronşiyol, duvarında alveoler kesecikler bulunan multipl alveoler duktuslara dallanmaktadır (1). Akciğerin periferine doğru gidildikçe kesitsel alan artmasına rağmen, gaz akım hızı azalmakta ve hava akımı, türbülandan laminer şekle dönmektedir (4). 170 PERİFERİK (KÜÇÜK) HAVAYOLU HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 171 Akciğer anatomisinde sekonder pulmoner lobül anahtar yapıdır. Sekonder pulmoner lobül, bağ dokusu septaları ile çevrelenen, akciğerin fonksiyon gören en küçük yapısıdır. Santralinde lobüler bronşiyol ve arteriyol bulunurken, periferindeki interlobüler septada venler ve lenfatikler yer almaktadır. Her bir sekonder pulmoner lobül 1-2.5 cm çapında olup, yaklaşık olarak 3-12 asinus içermektedir. Radyolojik olarak subplevral alanda çok daha kolay tanınırken, santral bölgede daha az düzenlidir. Sekonder pulmoner lobül içinde terminal bronşiyol, respiratuar bronşiyol ve alveoler duktuslara dallanmaktadır (1). KÜÇÜK HAVAYOLU HASTALIĞI Genç sigara içicilerinde respiratuar ve membranöz (terminal) broşiyollerdeki epitel değişiklikleri ile intramural inflamasyona ilk dikkat çeken Niewoehner ve arkadaşları (5) olmuştur ve ilk kez “periferik solunum yolu hastalığı” terimini kullanmışlardır (2). İnternal çapları 2 mm’den küçük havayollarının obstrüksiyonu “küçük havayollarının obstrüksiyonu” olarak tanımlanmaktadır. Küçük havayollarında, obliteratif ve inflamatuar değişiklikler ile birlikte olan pulmoner fonksiyon bozukluğu da “küçük havayolu hastalığı” olarak isimlendirilmektedir. İnflamatuar süreç sıklıkla inhale edilen irritanlar ile başlamakta ve küçük havayollarındaki hipersekresyon, fibrozis, ülserasyon, metaplazi ve artmış müskülarizasyon ile birlikte olan küçük havayolu hastalığına dönüşmektedir (6). Kronik obstrüktif akciğer hastalığının (KOAH) öncü bulgusu olarak düşünülen bu durum geliştiği sırada, FEV1 ve FVC normal sınırlarda bulunduğu için, 1970’lerde periferik havayolu hastalığının erken saptanması için yeni testler tasarlanmıştır. Ancak ilk geliştirilen testlerin prognostik bir anlamlılıktan çok içilen sigara duman yoğunluğunun bir göstergesi olması ve bu testler ile ilgili normal değerlerin bulunmaması nedeniyle kullanılmamışlardır (7). Küçük havayolu fonksiyonlarındaki bozuklukları erken evrede saptamada etkin yöntemlerin oluşturulması, konvansiyonel yöntemlerle saptanamayan havayolu kısıtlılığının, irreversibl hastalık oluşmadan tespiti anlamına geldiği için önemlidir. Böylece, erken evrede saptanan hastalığın ilerlemeyeceği, risk faktörleri ortadan kalktığında hastalığın durdurulabileceği ve hastanın prognozunun da iyi olacağı düşünülmektedir (6,8). Ancak, küçük havayolu fonksiyonlarına ait testlerin pratik değeri şüphelidir. Çünkü küçük havayolu hastalığının, büyük havayollarını etkileyen klinik anlamlı obstrüktif havayolu hastalığının gelişiminde reversibl bir aşama olup olmadığı net değildir (9). Küçük havayolu hastalığından aşikar KOAH’a geçişi açıklamak için önerilen senaryonun ilk evresinde sigara dumanından kaynaklanan periferik havayollarındaki inflamatuar süreç, kapanma volümünde (CV) progresif artmaya ve düşük akciğer volümlerindeki akım hızlarında (Vmax) azalmaya neden olmaktadır (7). FEV1 ve FVC’leri normal olan 35 sigara içicisinde hem otururken hem de supin pozisyonda CV’ün beklenenden yüksek olduğu gösterilmiştir. 172 PERİFERİK (KÜÇÜK) HAVAYOLU HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Aynı çalışmada sigara içmeyen 65 yaş altı kontrol olguların tümünde ise oturur pozisyonda FRC, CV’den yüksek saptanmıştır (10). Sonuçta periferik havayolu kapanmasının yaygınlığının, sadece supin değil oturur pozisyonda da Evre I boyunca progresif olarak arttığı gösterilmiştir. Periferal havayolunun ekspirasyon sırasında kapanması ve inspirasyon sırasında tekrar açılması da mekanik olarak periferik havayolunda hasar riskini arttırmaktadır. Üstelik CV’de sigara içimi ile ilişkili artış, düşük akciğer volümlerindeki yaş ilişkili Vmax’taki azalmayı da hızlandırmaktadır (10). Hemen tüm KOAH’lı hastalarda izlenen böylesi bir patern, temelde yaş ve sigara içiminin hava hapsi üzerine kombine etkisine bağlıdır. Hastalarda bu aşamada öksürük, balgam gibi kronik semptomlar bulunabilmektedir. Periferik havayolu kapanması sıklıkla transpulmoner basıncın en düşük olduğu alanlarda bulunmakta olup, havayolu kapanması bölgesel olarak gelişmektedir. Yaygınlığı ile lokalizasyonu vücut postürüne bağlıdır (7,10). Evre II: Düşük akciğer volümlerinde Vmax’taki progresif azalma ve/veya ventilatuar gereksiniminde artış ekspiratuar akım kısıtlanması (expiratuar flow limitation-EFL) oluşmasına yol açmaktadır. Normal insanlarda maksimal egzersiz sırasında EFL yokken, KOAH’lı hastalarda istirahatte bile mevcuttur. EFL ekspirasyon ve inspirasyondaki re-ekpansiyon sırasında periferik havayolunun dinamik kompresyonuna neden olmaktadır. Periferik havayolu kapanmasına benzer olarak havayolunun dinamik kompresyonu da havayolu hasarına yol açmaktadır (7). Evre II’de vital kapasite (VC) giderek azalırken, CV ve rezidüel volüm (RV) artar. Bu evrede hastaların FEV1’leri normal sınırlardadır, FEV1/FVC oranı artabilir ve öksürük, balgam gibi kronik semptomlar bulunabilir. Evre II’de lokal olarak başlayan EFL yaygın hale geçerek progrese olur (7). Evre III: Sigara içicilerinde dinamik hiperinflasyonun progresif kötüleşmesi ile nefes darlığı ve egzersiz sınırlanması gelişir. Bu durum hastalığa geçişin bir göstergesi olarak ele alınmaktadır (7). Normal insanlarda istirahatte ekspirasyon sonu akciğer volümü (FRC) solunum sisteminin relaksasyon volümüne (Vr) karşılık gelmektedir. FRC’nin beklenilen değerinden daha yukarıda olması olarak tanımlanan pulmoner hiperinflasyon, akciğer elastik recoilinin kaybına (amfizemde olduğu gibi) bağlı olarak artmış Vr ya da FRC’nin Vr’yi geçtiğinde gelişen dinamik hiperinflasyona bağlı olabilir. Dinamik hiperinflasyondan ekspirasyon süresinin kısa olması sorumludur. Öyle ki bir sonraki inspirasyon öncesinde, akciğerler Vr düzeyine kadar ekspirasyonunu tamamlayamaz yani yeterli boşalamaz. Ekspirasyon süresinin kısa olmasında; artmış havayolu direncinin, ekspiratuar akımı engellemesi ve/veya solunum frekansının yüksek olması rol oynamaktadır. KOAH’lı hastalarda dinamik hiperinflasyon sıklıkla bulunur ve temel olarak EFL’nuna bağlıdır (7). Sigara içicilerinde, periferik havayolu düzeyinde EFL’na bağlı olarak havayolunun kapanması ve havayolunun dinamik kompresyonundan kaynaklanan mekanik hasara bağlı akciğer fonksiyonlarında hızlı kayıp vardır. Bu durum, kişinin her sigara içişinde havayolu inflamasyonuna bağlı olarak artar, akciğerde ciddi PERİFERİK (KÜÇÜK) HAVAYOLU HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 173 fonksiyonel ve yapısal bozukluklara yol açar. Tüm bu değişiklikler, ilk evre dışında artık geri döndürülemez düzeydedir (7). Küçük havayolu inflamasyonundaki patolojik değişiklikler tek bir hastalığa özgü olmayıp, KOAH, astım, bronşektazi, kistik fibrozis gibi pek çok hastalıkta görülebilmektedir. Astımlı hastalarda epitelde, submukozada ve kas dokusunda görülen kronik inflamasyona bağlı olarak küçük havayollarının duvarları kalınlaşmıştır. Özellikle fatal astımlılarda hem küçük havayolu duvar kalınlığı artmış hem de eozinofil sayısı belirgin olarak yükselmiştir. Peribronşiyal alandaki havayolu duvar kalınlığının artması, kollapsa neden olmakta ve bilgisayarlı toraks tomografisinde küçük havayolu hastalığını düşündüren hava hapsi alanları bulunmaktadır (4,8). Normal akciğerde total havayolu direncinin %80’i trakea ve büyük havayollarından kaynaklanmaktadır. Havayolu direncinin % 20’sinden azını ise periferik havayolları oluşturmaktadır. Sonuçta normal akciğer dokusunda küçük havayolları, çok az bir rezistansa neden olsa da KOAH’ta en önemli obstrüksiyon bölgesidir. Gerçekten de küçük havayolu inflamasyonu hem KOAH’ın temel özelliği hem de erken dönem bulgusudur. Üstelik KOAH’lı hastalarda küçük havayollarında sadece inflamasyon değil aynı zamanda remodelling (fibrozis ve düz kas hipertrofisi) de olduğu saptanmıştır. Öte yandan küçük havayolu duvarının inflamatuar hücrelerle infiltrasyonu ve lümenine doğru gelişen eksüdasyon sonucunda ortaya çıkan küçük havayolunun artan hasarı ile KOAH progresyonunun birlikteliği biyopsilerle gösterilmiştir. Ayrıca KOAH’lı hastalarda alveol duvarında havayollarının açıklığını koruyan alveoler tutamaklardaki destrüksiyonu içeren akciğer parankiminde de doku yıkımı bulunmaktadır (2, 4,11). Sonuçta; küçük havayollarının obstrüksiyonu ventilasyonun dağılımını etkilemekte ve hava hapsi ile birlikte küçük havayolu kapanmasına neden olmaktadır (4). KÜÇÜK HAVAYOLLARININ FONKSİYONEL DEĞERLENDİRİLMESİ Pratikte FEV1/FVC, havayolu kısıtlılığının varlığını değerlendirmek ve restriktif patern ile obstrüktif paterni birbirinden ayırmak için kullanılan bir kriterdir. Küçük havayolunun obstrüktif hastalığında ekspiratuar akım, düşük akciğer volümleri dışında genellikle normaldir (FEV3 ve FEF%25-75 anormal olarak düşüktür). Akciğer volümleri ve DLCO küçük havayolu hastalığı olanlarda sıklıkla normaldir ve bronkodilatör yanıtı bulunmamaktadır. Ekspirasyonda hava akımı kısıtlanmasına ilave olarak küçük havayolu obstrüksiyonu varlığı, ventilasyonun periferik akciğer alanlarına anormal dağılımına neden olmaktadır (9). Küçük havayolu patolojilerini göstermede kullanılan solunum fonksiyon testleri şunlardır (4); 1) Maksimum Ekspirasyon Akım-Volüm Eğrisi Akım-volüm eğrileri ile akciğer dokusunun elastisitesi ölçülmektedir. Küçük havayolu obstrüksiyonu ile karakterize akciğer hastalıklarında, akım hızı 174 PERİFERİK (KÜÇÜK) HAVAYOLU HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ sınırlamasının çapları 2 mm’den daha küçük havayollarında olduğu bilinmektedir. Ancak daha öncede belirtildiği gibi bu havayolları, total havayolu direncinin yaklaşık %20’sini oluşturmaktadır. Bu nedenle de küçük havayolu direncindeki belirgin artış bile rutin testler ile saptanamamaktadır (2,9,12). Akım volüm eğrisinin ilk bölümünde ekspirasyon kaslarının kasılması, intratorasik havayollarının çapı ve solunum merkezi belirleyici güç iken, ikinci bölümünde havayollarındaki direnç ve akciğer elastik liflerinin geri dönüş gücü belirleyicidir. Eğrinin bu ikinci bölümü daha çok küçük havayolları hakkında bilgi vermektedir (12). Özellikle FVC’nin son %25’indeki akımlar ile ekspire edilen volümün orta porsiyonundaki (%25 ile %75 arası) ortalama akım hızını yansıtan maksimum ekspiryum ortası akım hızı (FEF%25-%75) küçük havayollarını temsil etmektedir (2,12). Obstrüktif akciğer hastalıklarında ilk olarak eğrinin bu bölümünde akım hızlarındaki azalma ile ilişkili olarak içe doğru bombeleşme görülmektedir. FEF%25akım volüm halkasının efordan görece olarak daha az etkilenen segmenti %75 olup, eğrinin ikinci kısmının sayısal değer olarak ifadesini sağlamaktadır ve küçük havayolunun fonksiyonel değerlendirmesinde kullanılan testler içinde en basit ve en sık kullanılanıdır (2,4,8,12,13). FEV1’e göre tekrarlanabilirliğinin düşük olması, volüm ve ekspirasyon süresine bağımlı olması önemli dezavantajlarıdır (12). FEF ’de yanlışlıklar (12): %25-%75 1. Total akciğer kapasitesi (TLC) ve RV’ün düştüğü restriktif olgularda, FEV1/FVC oranı normal olmasına ve ekspiratuar akımlarda konkavite olmamasına karşın, ekspiratuar akım hızları düşük bulunabilir, 2. Ağır obstrüksiyonu olanlarda, ekspirasyon süresi kısaldığı için FEF yanlışlıkla yüksek bulunabilir. %25-%75 KOAH gibi küçük havayollarını tutan hastalıklarda sadece havayolu duvarında değişikliğe bağlı obstrüksiyon yoktur, aynı zamanda alveol duvarındaki harabiyet nedeniyle alveollerin elastik geri çekim gücü de azalmıştır ve bu hasar sonucunda; havayolu açıklığı korunamamakta, böylece havayolları özellikle ekspirasyonda kolayca kollabe olmaktadır. Hastalık ilerledikçe daha büyük havayolları da hastalıktan etkilenmekte ve FEF50 azalmaktadır (2). Ayrıca yavaş inspiratuar vital kapasite (SVC) ve zorlu vital kapasite (FVC) arasındaki fark ile FVC/SVC oranınında küçük havayolu kollapsibilitesini gösteren belirteçler olduğu düşünülmektedir. Fonksiyonel rezidüel kapasite (FRC), RV, TLC ve RV/TLC oranı hava hapsi ve hiperinflasyon ile ilişkili statik akciğer volümleridir (4). Küçük havayollarının intrensek ve ekstrensek obstrüksiyonu ile birlikte olan patolojik durumlar, RV’de artışa yol açmaktadır (14). FEV1 ve FVC birlikte azaldığı ve FEV1/FVC oranının normal olduğu durumlara özellikle dikkat edilmelidir. Bu patern sıklıkla hastanın tam inhale ya da ekshale edemediğini ve hastada aynı zamanda, son derece yavaş bir ekspiratuar akımın olduğunu PERİFERİK (KÜÇÜK) HAVAYOLU HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 175 göstermektedir. Öyle ki hasta, akciğerlerini RV düzeyine kadar boşaltmasını sağlayacak kuvvette ekshalasyon yapamamaktadır. Böylesi bir durumda akım volüm eğrisi, manevranın sonuna doğru konkav bir görünüm alır. TLC normal iken FEF75 düşük olur. Bu paternin oluşmasında küçük havayollarının ekshalasyonda erken kapanması sorumlu olabilir. Sonuçta RV belirgin artmıştır (13,14). 2) Helyum-Oksijen Karışımı Solutularak Akım-Volüm Halkasının Değerlendirilmesi Havayollarında temelde türbülan ve laminer olmak üzere 2 farklı akım vardır. Büyük havayollarında gaz dansitesinden etkilenen türbülan akım bulunurken, küçük havayollarında ise laminer akım bulunur ve küçük havayollarındaki akım, düşük dansiteli gazlardan etkilenmemektedir (2,9,12). Bu manevranın temel amacı, solunum fonksiyon testleri normal limitlerde saptanan hastalarda küçük havayolu obstrüksiyonunu varlığını araştırmaktır (9). Test için iki maksimal ekspiratuar akım-volüm eğrisinin karşılaştırılması gerekmektedir. Normal bir akım-volüm halkası manevrasından sonra intratorasik obstrüksiyonun yerini saptamak için, helyum-oksijen (He-O2) karışımı solutularak akım-volüm halkası tekrar çizdirilir. Türbülan akımın hakim olduğu büyük havayolu ile uyumlu alanlarda akım hızlarında artış meydana gelecektir. Hava akımının laminer olduğu, düşük dansiteli gazlardan etkilenmediği periferik küçük çaplı havayollarında ise He-O2 karışımının akım üzerinde etkisi olmayacak ve iki eğri üst üste çakışacaktır. Bu çakışma normalde (volüm- isoflow) akım volüm eğrisinin son %10’luk bölümünde olur. Bu yöntemle obstrüksiyonun intratorasik büyük solunum yollarında mı yoksa küçük havayollarında mı olduğu araştırılır. He-O2 karışımı düşük dansiteli bir gazdır ve türbülan akımın olduğu büyük havayollarında türbülansı azaltarak direnci düşürür ve solunum yolu çapını genişletir. Akımvolüm halkasında He-O2 karışımı sonrası akım hızları FVC’nin ilk %75 içinde artmış ise obstrüksiyon büyük solunum yollarındadır. He-O2 karışımı ile yapılan ikinci akım-volüm halkasında sağlıklı erişkinlerde akım hızlarının artmadığı ancak, küçük havayolu hastalıklarında “volüm-isoflow” segmentinin boyunun (segmentin boyutu FVC’nin son %10-15’idir) uzadığı görülecektir (2,9,12). 3) Nitrojenden Arınma Yöntemi ile Kapanma) Volümünün (CV) Saptanması (Tek Soluk Nitrojen Arınma Testi) Bozulmuş gaz dağılımına yol açan küçük havayolu hastalığını göstermede kullanılan testlerden biridir. Küçük havayolu hastalığını göstermede FEV1 ve FVC yetersiz kalmaktadır. FEV1 yüksek akciğer hacimlerindeki akciğer fonksiyonunun ölçümüdür ve düşük akciğer hacimlerindeki EFL gibi olayları yansıtmamaktadır. Sonuçta da FEV1 dinamik hiperinflasyon, dispne, egzersiz kapasitesini göstermede duyarlı değildir (2,7). Öte yandan tek soluk nitrojen arınma testinin tek başına tanı koydurucu olmaması, tekrarlanabilirliğinin ve 176 PERİFERİK (KÜÇÜK) HAVAYOLU HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ kabul edilebilirliğinin düşük olması, oldukça gelişmiş cihazlar ile deneyimli ekibe gereksinim duyulması pratik kullanımdaki önemli dezavantajlarıdır. Tek soluk nitrojen arınma testinde kapanma volümü (CV) ölçülmektedir. Kitapta CV ayrı bir bölüm olarak tartışıldığı için manevra ile ilgili bilgiler detaylı olarak anlatılmayacaktır. Ancak, test sonucunda elde edilen bilgiler ile küçük havayolu hastalığında saptanan sonuçlardan bahsedilecektir. Tek soluk nitrojen arınma testi sonunda CV doğrudan ölçülür, CV/VC hesaplanır. TLC ve RV ölçümü yapıldıktan sonra kapanma kapasitesi (CC, CV+RV=CC) ve CC/TLC hesaplanır (2,7). CV sağlıklı erişkinlerde vital kapasitenin yaklaşık %10-15’ini oluşturur. Küçük havayolu hastalıklarında ise; 1. Zorlu bir ekspirasyon sonunda akciğer bazallerindeki küçük havayolları erken kapanır. 2. Faz III kısalır, alveoler fazda eğim artar (%3’ün üzerinde ise patolojiktir), 3. Faz IV başlama noktası erken oluşur. 4. Erken dönemde CV/VC oranı %15’in ve CC/TLC oranı %35’in üzerine çıkar (2, 12). 4) Dinamik komplians Dinamik komplians: hava akımı sırasında transpulmoner basıncın bir birim değişikliği tarafından oluşturulan volüm değişikliğidir (8,9,12). Akciğerde ventilasyonun üniform olmadığı durumlarda, solunum sayısında artış ile birlikte dinamik kompliansta bir düşme izlenmektedir. Özofagusun alt 1/3’üne yerleştirilen balon kateter (plevra basıncı) ile soluk tutma sırasında ölçülen ağız içi basınç (alveoler basınç) arasındaki fark olan transpulmoner basınç değişiklikleri kaydedilirken, eş zamanlı olarak akciğer volümleri ölçülür. Bu ölçümler, soluk alıp verme sırasında yapıldığında ise dinamik komplians elde edilir. Dinamik komplians solunum sırasındaki gerçek elastik direnci göstermektedir. Normal kişilerde dinamik komplians statik komplianstan hafifçe düşüktür. Ancak küçük havayollarının obstrüktif hastalığı varlığında dinamik kompliansın statik kompliansa oranı solunum frekansı arttıkça progresif olarak 0.8’in altına inmektedir (8,9,15). Obstrüksiyon, hava akımına karşı direnci arttırarak akciğerin belli bölümlerine daha az hava gitmesine yani volüm artışının obstrüksiyonlu bölgelerde daha az olmasına neden olur ve komplians düşük çıkar. Solunum frekansı arttığında da hava, direncin daha az olduğu alanlara kolaylıkla giderken obstrükte alanların dolması zorlaşır. Hafif dereceli obstrüksiyonda dahi solunum frekansı arttıkça PERİFERİK (KÜÇÜK) HAVAYOLU HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 177 dinamik komplians giderek azalmaktadır. Bu bulgu özellikle küçük havayolları obstrüksiyonunun önemli bir göstergesidir (8,15). Sonuçta frekans bağımlı dinamik komplians, küçük havayolu obstrüksiyonunun ventilasyon dağılımı üzerine etkisinin değerlendirilmesinde önemlidir (16). Dinamik komplians ölçümü, küçük havayolu disfonksiyonunun sensitif ve spesifik testlerinden biri olsa da oldukça karmaşık bir testtir ve daha çok araştırma amaçlı kullanılmaktadır (8,12,15). 5) Havayolu direnç ölçümü Normalde küçük havayolları toplam direncin %20’sini oluşturmaktadır ve küçük havayolu obstrüksiyonunun olduğu hastalarda direncin artmış olduğu tespit edilir. Havayolu direnci 4 farklı yöntemle ölçülebilmektedir, ancak bu yöntemlerden hiç biri küçük havayollarına spesifik değildir (12,15). a) Vücut Pletismografisi: Direkt olarak havayolu direncini ölçen tek yöntemdir. Akciğer volümlerinin ölçülmesi de mümkün olduğu için spesifik rezistans ve iletimin ölçülmesine olanak verir. b) Özofagus Balon Kateter Yöntemi: Tidal solunum sırasında akciğerin elastik recoil gücü ve akciğerin direnç özelliklerine karşı koyacak bir plevra basıncı oluşmaktadır. Total akciğer direnci bu sonuçlar üzerinden hesaplanarak ölçülür, invaziv bir yöntemdir. c) Zorlu Ossilasyon Tekniği: Dışarıdan ossilatör ve amplifikatör aracılığı ile uygulanan değişik frekanslardaki ses titreşimlerinin yarattığı mekanik değişiklikler yoluyla total respiratuar direncin ölçülmesini sağlar. Havayolu obstrüksiyonu olanlarda direnç yüksektir. d) Hava Akımı Kesilme (Interruption) Tekniği: Havayolu direncini ölçen en basit yöntemdir. Spontan solunum sırasında hava akımının kesilmesi, oklüzyondan hemen önce ölçülen akımın oklüzyondan sonra ölçülen ağız basıncı aracılığı ile yansıtılan alveoler basınca oranlanması ile hesaplanır. KAYNAKLAR 1. Abbott GF, Rosado-de-Christenson ML, Rossi SE, Suster S. Imaging of Small Airways Disease J Thorac Imaging 2009; 24: 285-98. 2. Yıldırım N. Spirometre; zaman-volüm eğrisi ve akım-volüm halkası. In: Yıldırım N, Demir T(eds). Klinik Solunum Fonksiyon Testleri. 2nd ed. İstanbul: Macenta Eğitim Yayıncılığı San. Tic. Ltd. Şti, 2011: 25-49. 3. Pelosi P, Rocco PRM. Airway closure: the silent killer of peripheral airways. Crit Care 2007; 11: 114-5. 4. van den Berge M, Hacken NHT, Cohen J, et al. Small Airway Disease in Asthma and COPD Clinical Implications. Chest 2011; 139: 412-23. 178 PERİFERİK (KÜÇÜK) HAVAYOLU HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 5. Niewoehner DE, Kleinerman J, Rice DB. Pathological changes in the peripheral airways of young cigarette smokers. N Engl J Med 1974; 291: 755-8. 6. Grippi MA, Metzger LF, Sacks AV, Fishman AP. Pulmonary fuction testing. In: Fishman AP, Elias JA, Fishman JA, Grippi MA, Kaiser LR, Senior RM eds. Fishman’s Pulmonary Diseases and Disorders. 3rd ed. New York: McGraw-Hill Company, 1998; 532-74. 7. Milic-Emili J. Does mechanical injury of the peripheral airways play a role in the genesis of COPD in smokers? COPD 2004; 1: 85-92. 8. Erdinç M. Küçük havayolu hastalığının tanısında akciğer fonksiyon testlerinin yeri. Solunum Özel Sayı Akciğer Fonksiyon testleri 2000; 4: 148-56. 9. Grippi MA, Tino G. Pulmonary function testing . In: Fishman AP, Elias JA, Fishman JA, Grippi MA, Senior RM, Pack AI eds. Fishman’s Pulmonary diseases and disorders. 4th ed. New York: McGraw-Hill Company, 2008: 567-610. 10. McCarthy DS, Spencer R, Greene R, Milic-Emili J. Measurement of closing volüme as a simple and sensitive test for early detection of small airway disease. Am J Med 1972; 52: 747-53. 11. F. Hogg JC, Chu F, Utokaparch S, et al.The nature of small-airway obstruction in chronic obstructive pulmonary disease. N Engl J Med 2004; 350: 2645-53. 12. Demir T. Obstrüktif Hastalıklarda Solunum Fonksiyonları. In: Yıldırım N, Demir T eds. Klinik Solunum Fonksiyon Testleri. 2nd ed. İstanbul: Macenta Eğitim Yayıncılığı San. Tic. Ltd. Şti, 2011: 65-74. 13. Pellegrino R, Viegi G, Brusasco V, et al. Interpretative strategies for lung function tests. EurRespir J 2005; 26: 948-68. 14. Stanescu D. Small Airways Obstruction Syndrome Chest 1999; 116: 231-3. 15. Saryal SB. Solunum mekaniği. Solunum Özel Sayı Akciğer Fonksiyon Testleri 2000; 4:112-25. 16. P. Macklem PT. The Physiology Of Small Airways. Am J Respir Crit Care Med 1998; 157: 181-3. BÜYÜK HAVA YOLU OBSTRÜKSİYONUNDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Doç. Dr. Elif ŞEN Büyük hava yollarında lokalize darlıklar, diffüz hava yolu obstrüksiyonundan çok daha az görülür. Obstrüktif hastalıklar çoğunlukla orta büyüklükteki ve küçük hava yollarını etkiler. Farinks, larinks, trakeanın ektrastorasik bölümü ve intratorasik bölümü, karina, sağ ve sol ana bronşlar düzeyinde hava yolu obstrüksiyonu gelişebilir. Hava yolu obstrüksiyonunun ekstratorasik veya intratorasik olarak yerleşimi, ekspiratuar ve inspiratuar akımlar üzerindeki etkilerini belirler (1). İntratorasik hava yollarında obstrüksiyon olduğunda torasik basınç değişiklikleriyle hava yolu obstrüksiyonunun derecesi değişim gösterir. Toraks içindeki basıncın artması veya azalmasıyla hava yolu çapında değişiklik olur. İntratorasik hava yollarının etrafındaki basınç plevral basınçtır. Ekstrastorasik hava yollarına etki eden ise atmosferik basınçtır. Ekstratorasik hava yolu obstrüksiyonunda ise toraks içindeki basınç değişiklikleri hava yolu çapını etkilemez, ancak hava akımındaki değişiklikler lezyonun özelliğine göre değişim gösterebilir. Darlığın anatomik olarak yerleşiminden bağımsız olarak büyük hava yollarındaki obstrüksiyonlar solunum işini arttırır (2). Hava yolunda daralmaya yol açan yapısal ve fonksiyonel değişiklikler olabilir. Üst hava yolu obstrüksiyonu 3 alt grupta ele alınabilir. 1. Fiks obstrüksiyon 2. Değişken ekstratorasik obstrüksiyon 3. Değişken intratorasik obstrüksiyon BÜYÜK HAVA YOLU OBSTRÜKSİYONLARINDA AKIM-VOLÜM HALKASI Fiks obstrüksiyonda hava yolu çapı solunum siklusu boyunca değişiklik göstermez. Örneğin trakeotomi sonrası gelişen skar dokusuna bağlı trakea obstrüksiyonunda lezyonun inspirasyon ve ekspirasyon sırasında geometrik özelliği, çapı değişim göstermez ve hem inspirasyon hem de ekspirasyondaki akım hızları benzer şekilde etkilenir (Şekil 1) (3). 179 180 BÜYÜK HAVA YOLU OBSTRÜKSİYONUNDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Değişken obstrüksiyonda ise hava yolunda darlığa neden olan lezyon solunum sırasında inspirasyon ve ekspirasyonda farklı düzeyde etkilenir. Bunu belirleyen obstrüksiyona yol açan lezyonun intratorasik veya ekstratorasik olarak yerleşmesidir. Değişken ekstratorasik obstrüksiyonda asıl olarak akım-volüm halkasının inspiratuar bölümü etkilenir. Zorlu ekspirasyonda trakeal basıncın atmosferik basıncın üzerinde olması sonucunda obstrüksiyonun derecesi azalır. Tam aksine zorlu inspirasyon boyunca trakeal basınç atmosferik basıncın altına düştüğü için trakea kollabe olmaya eğilimlidir ve inspirasyon sırasında akım hızları belirgin olarak azalır (Şekil 2, 3). AKIM, L/S Değişken intratorasik obstrüksiyonda ise ekspiratuar akımlar azalır. Plevral basınç ekspirasyon sırasında trakeal basıncın üstünde bir değere a) 6 çıkar ve böylece obstrüksiyon daha da artar ve ekspirasyon sırasında hava akım hızları aza3 lır. İnspirasyonda intratrakeal basınç plevral basıncı geçer ve bu süreçte intratorasik obstrük0 siyon azalır (Şekil 4, 5) (1-3). -3 -6 0 2 4 Volume L Şekil 1. Fiks Hava yolu obstrüksiyonu Ekspirasyon Pt r > Pa t m İnspirasyon Pt r < Pa t m A Şekil 2. Ekstratorasik hava yolu obstrüksiyonu Ekstratorasik, intratorasik hava yolu obstrüksiyonlarının tanısında yukarıda açıklanan değişiklikleri göstermesi nedeniyle akım-volüm halkası kullanılır. Vokal kord disfonksiyonu veya hasarında belirgin üst hava yolu obstrüksiyonu gelişebilir. Vokal kordlar inspirasyonda açılır. Hasarlandığında ise orta hatta kalır, açıklık azalır. Bu durumda inspirasyonda hava akım hızları azalır. Bazen ekspiratuar akım hızlarında da azalma olmakla birlikte esas olarak inspiratuar akım etkilenir. Vokal kord disfonksiyonu laringeal kas güçsüzlüğü, entübasyona bağlı mekanik travma sonucunda gelişir. Larinks infeksiyonlarında gelişen skar dokusu vokal kordlar ve destek yapıları tahrip ederek bu BÜYÜK HAVA YOLU OBSTRÜKSİYONUNDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ b) tip obstrüksiyonlara yol açabilir. Vokal kord disfonksiyonu sıklıkla astımla karıştırılabilir. Özellikle egzersiz sırasında daha kötüleşebilir. Nöromüsküler hastalıklarda vokal kord paralizisi gelişirse değişken ekstratorasik obstrüksiyon görülür (1, 2). 6 3 AKIM, L/S 181 0 Tümörler büyük hava yollarında obstrüksiyona yol açar. Trakea, ana bronşlarda yerleşen tümörler hava akımını azaltır. -6 0 2 4 Buradaki hava akım azalması HACİM, L hava yolu çapının azalmasına bağlıdır. Hava yolu çapı inspiŞekil 3. Değişken ekstratorasik hava yolu obstrüksiyonu rasyon ve ekspirasyon sırasında değişiyorsa bu durumda değişken hava yolu obstrüksiyonu İnspirasyon Ekspirasyon vardır. İnspirasyonda toraks içinde basınç azalır ve büyük hava yollarının etrafındaki basınç azaldığı için hava yolu çapı artar. Ekspirasyonda ise tam tersi olur ve intratorasik basınç P <P P >P artar, büyük hava yollarının çapı azalır. Eğer hava yolunda tümör parsiyel bir obstrüksiyoB na yol açıyorsa, hem inspirasyon hem de ekspirasyon sıraŞekil 4. İntratorasik hava yolu obstrüksiyonu sında hava akım hızları azalır, ancak bu etki ekspirasyonda daha belirgindir. Eğer tümör hava yolu çapını daraltıyor ama solunum fazlarında bir değişiklik olmuyorsa o zaman fiks obstrüksiyona neden olur ve hem inspirasyon hem de ekspirasyonda eşit düzeyde hava akım hızlarının azalmasına yol açar. Büyük hava yollarında yerleşen tümörler hem değişken hem de fiks hava yolu obstrüksiyonlarına neden olabilirler. Ekstratorasik yerleşimli tümör eğer solunum sırasında hava yolu çapında değişikliğe neden oluyorsa o zaman inspiratuar akımlar azalır (1, 2, 4). -3 tr pl tr pl Nöromüsküler hastalıklarda üst solunum yolundaki kaslar hastalık sonucunda tutulursa hava yolu açıklığı etkilenir. Farinks, larinksteki kasların tonusunun azalmasıyla inspirasyonda hava yolu kollabe olur. Faringeal kasların innervasyonunu 182 BÜYÜK HAVA YOLU OBSTRÜKSİYONUNDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ c) etkileyen hastalıklarda da benzer durum görülür. Obstrüktif uyku apnesi olan hastalarda uykuda faringeal dilatör kasların yetersiz aktivasyonu sonucunda farinks çapının azalması fonksiyonel daralmaya örnek olarak verilebilir. Miyastenia graviste üst solunum yolu kaslarında güçsüzlük değişken ekstratorasik obstrüksiyona neden olabilir. 6 AKIM, L/S 3 0 -3 -6 0 2 HACİM, L 4 Hava yollarına çeşitli travmalar sonucunda ekstrastorasik ve Şekil 5. Değişken intratorasik hava yolu obstrüksiyonu intratorasik hava yolu obstrüksiyonu görülür. Düşme, motorlu taşıt yaralanmaları, uzamış entübasyon veya trakeostomiye bağlı skarlaşma, trakea stenozları fiks hava yolu obstrüksiyonlarına yol açabilir. Sarkoidoz, tüberkülozda üst hava yolu obstrüksiyonu hastalık tutulumuna, lenf bezi basısına bağlı olarak görülebilir. Guatr, mediastinal kitlelerin hava yollarına basısı sonucunda bu tür darlıklar oluşur (5). Akım-volüm halkasının değerlendirilmesi büyük hava yolu obstrüksiyonu tanısında kullanılır. Zorlu vital kapasitenin (FVC) %50’sindeki ekspiratuar ve inspiratuar akım hızlarının karşılaştırılması obstrüksiyonun yerininin belirlenmesine yardım eder. Normalde FEF%50/FIF%50 oranı 1’e yakın veya hafif altındadır. Fiks obstrüksiyonda hem inspirasyon hem de ekspirasyonda (FVC) %50’sindeki akım hızları eşit derecede azalır. Değişken ekstratorasik hava yolu obstrüksiyonunda ekspiratuar akım hızları normaldir, inspiratuar akım hızları azalır. FEF%50/FIF%50 >1’dir. Obstrüksiyon toraks dışında olduğu için akım- volüm halkasının ekspiratuar bölümü normal görünümdedir, ancak inspiratuar bölümünde akım hızlarındaki azalmaya bağlı olarak yassılaşma olur. Değişken ekstratorasik obstrüksiyonun sık bir nedeni olan vokal kord disfonksiyonunda inspirasyonda akımın kesilmesi inspirasyonda paradoks olarak vokal kordların kapanmasına bağlıdır. Değişken intratorasik obstrüksiyonda PEF azalır. Ekspiratuar akım hızı akım kısıtlanması küçük hava yollarına ulaşana kadar sabit kalır, bu nedenle ekspiratuar bölümde kareye benzer bir görünüm oluşur. Akım- volüm halkasının inspiratuar bölümü ise normaldir. FEF%50/FIF%50<1’dir. Tablo 1’de ektrastorasik ve intrastorasik yerleşimli hava yolu obstrüksiyonu ayrımında kullanılan solunum fonksiyon testi parametreleri görülmektedir (4). Uyku apnesi olanlarda posterior farinks ve larinkste kasların tonusuna bağlı ortaya çıkan hava yolu obstrüksiyonunda inspiratuar ve ekspiratuar halkalarda testere dişi görüntüsü oluşabilir (2). BÜYÜK HAVA YOLU OBSTRÜKSİYONUNDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 183 Tablo 1. Ektrastorasik ve intrastorasik yerleşimli hava yolu obstrüksiyonu ayrımında kullanılan solunum fonksiyon testi parametreleri Fiks Ektratorasik obstrüksiyon Değişken Ekstratorasik obstrüksiyon İntratorasik obstrüksiyon PEF ? Normal veya ? ? FIF%50 ? ? Normal veya ? FIF%50/FEF%50 ~1 <1 >1 Akım- volüm halkasındaki değişiklikler hastaların kooperasyon bozukluğuna bağlı yetersiz efor sonucunda da görülebilir, ancak buradaki anahtar özellik büyük hava yolu obstrüksiyonu olan kişilerde test tekrarlandığında aynı görünümün oluşmasıdır (3). BÜYÜK HAVA YOLU OBSTRÜKSİYONLARINDA HAVA YOLU REZİSTANSI (RAW) Hava yolu rezistansı ölçümleri trakea ve larinksteki darlıklara duyarlıdır. Büyük hava yolu obstrüksiyonuna yol açan durumlarda Raw belirgin olarak artar. Büyük hava yolu obstrüksiyonu solunum işinde artış ve egzersizde dispneye neden olur. Trakea ve ana bronşlarda hava akımı türbülandır. Dolayısıyla büyük hava yolu obstrüksiyonunda türbülan akım daha belirgin hale gelir. Raw ve spesifik hava yolu kondüktansı (sGaw) santral hava yolu obstrüksiyonunda FEV1’e göre daha fazla duyarlıdır. Açık panting halkalarının şekli altta yatan durum hakkında bilgi verebilir (2). t ;PSMVJOTQJSBTZPOEB[PSMVJOTQJSBUVBSLBQBTJUFTO'*71) normalde veya diffüz hava yolu obstrüksiyonunda FEV1’i geçer. Ekstratorasik obstrüksiyonda FEV1 >FIV1’dir. t '&71 normalken beklenmedik şekilde Raw yüksek olarak ölçülüyorsa büyük hava yolu obstrüksiyonu akla getirilmelidir. t '&71 ile karşılaştırıldığında PEF’in düşük olması t 7PMàN[BNBO FþSJTJOEF àTU IBWB ZPMV PCTUSàLTJZPOV PMBO IBTUBMBSEB FþSJ normalin aksine maksimum değere ulaşıp plato çizer. Vital kapasite (VC) büyük hava yolu obstrüksiyonunda korunur. Ağır derecede hava yolu obstrüksiyonu varsa etkilenir.Total akciğer kapasitesi (TLC) genellikle normaldir, ancak helyum dilüsyon ve pletsimografik ölçümler arasında geniş bir fark olabilir. Pletismografta volümlerin yüksek ölümü Raw artışının bir sonucudur (2). Büyük hava yollarında ciddi bir darlık olduğunda hiperkapni yavaş gelişir. Hipoventilasyon sonucunda karbondioksit retansiyonu olur. Alveolo-arteriyoler oksijen gradyenti normaldir (2, 3). Egzersiz kapasitesi azalır. İstirahatte gaz değişiminde bozulma, hiperkapni gelişmeyebilir ancak egzersizde arter kan gazlarında parsiyel oksijen basıncında azal- 184 BÜYÜK HAVA YOLU OBSTRÜKSİYONUNDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ ma, parsiyel karbondioksit artışı görülürken alveolo-arteriyoler oksijen gradyenti normaldir. Değişken intratorasik obstrüksiyon yol açan lezyonlar çoğunlukla obstrüktif akciğer hastalıklarıyla birlikte karşımıza çıkabilir (örn: KOAH’lı bir hastada trakeal tümör). Hem üst hava yolu obstrüksiyonu hem de diffüz hava yolu obstrüksiyonu görülen hastalıklarda ekspiratuar akım hızlarında azalma olur. Bu durumda tanıda akım-volüm halkasının şekline bakmak gereklidir. Diffüz hava yolu obstrüksiyonu olan hastalıklarda akım hızı azalmış olsa da ekspiratuar kol normal şeklini korur. Büyük hava yolu obstrüksiyonunda (fiks ve değişken) ekspiratuar kol yassılaşır ve hava akım hızı ekspirasyon süresince azalmış olarak devam eder. Akım-volüm halkasının şeklindeki değişikliklerin yanı sıra spirometrik ölçümlerde başka bir ipucu da FEV1/PEFR >8 olmasıdır (2, 4, 6). KAYNAKLAR 1. Grippi MA, Tino G. .Pulmonary function testing. In: Fishman AP, Elias JA, Fishman JA, Grippi MA, Senior RM, Pack AI.(eds): Fishman’s Pulmonary Diseases and Disorders. 4th ed. McGraw- Hill, 2008; 567-610. 2. Ruppel GL.Ch 1-Indications for pulmonary function testing. Manual of Pulmonary Function Testing. 9th ed. Mosby Elsevier 2009: 1-29. 3. Kaminsky DA. Ch 2-Spirometry and Related Tests. Manual of Pulmonary Function Testing. 9th ed. Mosby Elsevier 2009: 36-89. 4. Pellegrino R, Viegi G, Brusasco V, et al. Interpretative strategies for lung function tests. ATS ERS Task Force “Standardisation of Lung Function Testing”. ERJ 2005; 26: 948-68. 5. Miller MR, Pincock AC, Oates GD, et al. Upper airway obstruction due to goitre: detection, prevalence and results of surgical management. Q J Med 1990; 74: 177-88. 6. Sterner JB, Morris MJ, Sill JM. Inspiratory flow-volume curve evaluation for detecting upper airway disease. Respir Care 2009; 54: 461-6. PARENKİM HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Prof. Dr. Levent TABAK Genel olarak diffüz parenkimal akciğer hastalıklarında, solunum fonksiyon testlerinde restriksiyon ve fonksiyonel olarak egzersiz kapasitesinde azalma karakteristiktir. Bunun nedeni akciğer volüm kaybı, alveol genleşmesinin azalması, alveol boyutunun küçülmesi, sürfaktanda meydana gelen değişikliklere bağlı olarak yüzey geriliminin artmasıdır (1-3). Akciğer parenkim hastalıklarında solunum fonksiyon testleri aşağıda özetlenen amaçlar doğrultusunda kullanılabilir: 1) Tanı, ayırıcı tanı 2) Hastalığın ağırlığının belirlenmesi 3) Hastalığın seyrinin izlenmesi 4) Tedaviye yanıtın değerlendirilmesi 5) Prognoz tayini Akciğer parenkim hastalıklarında solunum fonksiyon testlerinde meydana gelen değişiklikler Tablo 1’de toplu olarak görülmektedir (4). Tablo 1. Restriktif akciğer hastalıklarında solunum fonksiyonlarında meydana gelen değişiklikler PARAMETRE DEĞİŞİKLİK FVC Azalır FEV1/FVC Normal veya artar TLC Azalır FRC Azalır RV Azalır DLCO Azalır 6 dk yürüme testi Desatürayon var Akciğer parenkim hastalıklarında öncelikle etkilenen solunum fonksiyon testi parametreleri zorlu vital kapasitede (FVC) azalma, total akciğer kapasitesinde (TLC) azalma, rezidüel volümde (RV) azalma, FEV1/FVC oranında artış ve difüzyon kapasitesinde (DLCO) azalmadır. Parenkim hastalıklarında FVC ve FEV1 birlikte azaldığından akım volüm halkasının şekli sağlıklı erişkinlerde görülenin daha küçük 185 186 PARENKİM HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ olanıdır. En basit şekliyle klinik ve radyolojik olarak interstisyel akciğer hastalığı düşünülen bir hastada solunum fonksiyon testlerinin değerlendirilmesi sırasında aşağıdaki algoritma kullanılabilir. Algoritma 1: Solunum fonksiyon testlerinin parenkimal akciğer hastalığı düşünülen bir hastada yorumlanması. FVC < %80 FEV1/FVC > %70 FEV1/FVC < %70 TLC > %80 TLC < %80 RESTRİKSİYON DLCO < %70 PARENKİM HASTALIĞI KOMBİNE DLCO > %70 GÖĞÜS DUVARI HASTALIĞI NÖROMÜSKÜLER HASTALIK Akciğer parenkim hastalıklarından bazılarında örneğin sarkoidoz, hipersensitivite pnömonitisi, konstrüktif bronşiyolit, lenfanjioleiyomiyomatozis, langerhans hücreli histiositosiz gibi havayolu tutulumu ile birlikte seyreden ya da akciğer parenkim hastalığına astım ve kronik obstruktif akciğer hastalığının eşlik ettiği hastalarda solunum fonksiyon testlerinde restriktif tipte ventilasyon güçlüğü bulguları yanısıra obstruktif tipte ventilasyon güçlüğü bulgularına da rastlanılabilir (5). Akciğer parenkim hastalıklarında akciğer volümlerinin tamamı aynı oranlarda azalmaz. VC deki azalma FRC ve RV den daha fazladır. TLC genellikle VC’den daha az düşer. Parenkim hastalıklarının çoğunda büyük hava yolları etkilenmediğinden FVC’deki azalma, FEV1’deki azalmaya göre daha fazladır, bu nedenle FEV1/FVC oranı normal kalır veya artabilir. TANI VE AYIRICI TANIDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Akciğer parenkim hastalıklarının tanı kriteri de olan restriktif tipte ventilasyon güçlüğünün derecesi farklı interstisyel akciğer hastalıklarında değişiklikler gösterebilir. Parenkim tutulumunun olmadığı sarkoidoz hastalarında solunum fonksi- PARENKİM HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 187 yon testleri tamamen normal olabilir ya da parenkim tutulumu olanlarda diğer interstisyel akciğer hastalıkları ile karşılaştırıldığında göreceli olarak restriksiyon daha hafiftir. İdyopatik interstisyel pnömoniler arasında yer alan usual interstisyel pnömoni (UİP), nonspesifik interstistel pnömoni (NSİP) ve deskuamatif interstisyel pnömoni (DİP) de solunum fonksiyon testi bulguları tam olarak ayırd ettirici olmasa da farklılıklar gösterir. NSİP ve DİP’te UİP ile kıyaslandığında FVC ve DLCO’da azalma ve egzersiz toleransı yani egzersiz sırasında desatürasyon şiddeti daha azdır. Tablo 2’de görüldüğü gibi UİP ile fibrotik NSİP arasında solunum fonksiyon testi farklılığı gözlenmez iken, hücresel NSİP UİP ye göre daha az solunum fonksiyon testi anormalliklerine yol açar (6-8). Akciğer parenkim hastalıklarının çoğunda havayolu fonksiyonları korunur yani FEV1 değişiklikleri nadirdir. Ancak hava yollarının etkilendiği sarkoidoz, hipersensitivite pnömonitisi, romatoid artrite bağlı akciğer tutulumu olgularında FEV1’de azalma ve RV artışı görülebilir. Egzersiz testleri sırasında desatürasyon idyopatik pulmoner fibrozis (İPF) de en fazla, sarkoidozda en az ve DİP, asbestoz ve berilyoz da orta derecededir (9). HASTALIĞIN AĞIRLIĞININ BELİRLENMESİ VE SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Akciğer parenkim hastalıkları fibrozis, inflamasyon, destrüksiyon ve parenkim distorsiyonunun farklı oranlarda bulunduğu çok heterojen bir grup hastalıklar topluluğudur. Dolayısıyla farklı hastalıklardaki histolojik değişikliklerin solunum fonksiyon testleri ile olan korelasyonu pek çok çalışmaya konu olmuştur. Yapılan çalışmaların bir bölümü histolojik paternler ile solunum fonksiyon testlerinde ortaya çıkan değişiklikler arasında iyi korelasyon bildirirken diğerleri korelasyonun zayıf olduğunu bildirmişlerdir (10,11) Bu konuda genel bir yorum yapılması gerekirse, FVC ve TLC, RV ve FEV1 gibi spirometrik parametrelere göre gaz değişimini gösteren egzersiz testleri ve DLCO testleri ile histolojik değişikler arasındaki korelasyon daha iyidir. Ayrıca tek tek parametreler yerine birden fazla parametreyi klinik ve radyolojik bulgular Tablo 2. İdiopatik interstisyel pnömonilerde solunum fonksiyon testleri HASTALIK FVC (%) TLC (%) DLCO (%) NSİP fibrotik 73 78 51 NSİP hücresel 72 78 69 UİP 68 72 50 RBİLD 83 102 62 DİP 68 94 45 BOOP 74 - 58 188 PARENKİM HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ ile kombine ederek hastalığın ağırlığının belirlenmesi için klinik-radyolojik-fizyolojik skorlama sistemleride geliştirilmiş ancak henüz validite edilememiştir (12). TEDAVİ İZLEMİ VE SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Parenkimal akciğer hastalığı olan olgularda tedaviye yanıtın izlenmesinde en kullanışlı parametreler FVC ve DLCO’dur. İPF ve sarkoidoz olgularında FVC’de %10-15, DLCO’da >%20 artış tedaviye yanıtın göstergesi olarak kabul edilir (13). IPF li hastalarda semptomlarda değişiklik olmasa bile FVC ve DLCO’daki düşüş tedaviye yanıtsızlığın göstergesidir ve transplantasyon için hazırlık yapılmasını gerektirir (14). FVC ve DLCO’dan bağımsız olarak istirahat veya egzersiz ile ortaya çıkan hipoksemi de transplantasyon endikasyonudur (15). PROGNOZ TAYİNİNDE SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ İAH hastalarında prognoz tayininde solunum fonksiyonlarının rolü değişkendir. Solunum fonksiyon testlerinin prognoz tayininde en yararlı olduğu hastalık IPF’dir. FVC ve DLCO’nun %60’ın altında olduğu hastalarda survi belirgin şekilde kısadır (16). FVC’deki %10’dan fazla azalma bir başka kötü prognoz belirtecidir. Benzer şekilde DLCO’nun beklenenin %45’inden düşük olması ya da 1 yıl içerisinde %20’den fazla azalma da kötü prognoz göstergesidir (13,17). IPF’li hastalarda 6 dakika yürüme testi sırasında desatürasyon veya oksijen satürasyonunun %88’in altına düşmesi durumunda da mortalite belirgin şekilde daha yüksektir (18). Sarkoidoz hastalarında solunum fonksiyon testlerine göre prognoz tayini tartışmalıdır. Evre 1 sarkoidoz olgularında solunum fonksiyon testleri bulgularından bağımsız olarak yani ister normal, isterse düşük olsun prognoz benzerdir (19). FVC ve DLCO değerleri düşük veya yüksek olanlarda spontan remisyon oranlarıda benzerdir. Buna karşın FVC ve DLCO değerlerinin %80’inin üzerinde normal olduğu olgularda hastalığın stabil, düşük olduğu olgularda ise genellikle aktif olduğu söylenebilir (20). Bağ dokusu hastalıklarına bağlı akciğer hastalıklarında solunum fonksiyon testleri prognoz belirlenmesinde önemlidir. Romatoid artrit ve skleroderma’ya bağlı parenkimal akciğer hastalığında düşük FVC ve DLCO mortalite artışı ile birliktedir (21). Sklerodermalı hastalarda DLCO <%40 ise 5 yıllık survi %9 iken, DLCO>%40’ın üzerinde olduğu olgularda bu oran %75’e yükselir (22). SONUÇ Parenkimal akciğer hastalıklarında hastaların değerlendirilmesi sırasında sık başvurulan laboratuvar yöntemlerinden olan solunum fonksiyon testleri için aşağıdaki saptamalar yapılabilir: 1) Parenkimal akciğer hastalıklarında meydana gelen solunum fonksiyon testi değişiklikleri hastalıklara spesifik olmayıp tek başına tanı koydurmaz. Ancak parenkimal akciğer hastalıklarının diğer restriktif hastalıklardan ayırd edilmesinde PARENKİM HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 189 ve interstisyel akciğer hastalıklarını birbirlerinden ayırt etmede yardımcı olabilir. Genel olarak parenkimal akciğer hastalıklarının erken tanınmasını sağlıyabilir. 2) Parenkimal akciğer hastalıklarının ağırlığını belirlemede yol göstericidir ama histolojik fibrozis ve inflamasyon miktarı ile her zaman korele değildir. 3) Hastalığın seyrini ve tedaviye yanıtın izlenmesinde değerlidir. 4) Başta idyopatik pulmoner fibrozis olmak üzere skleroderma ve diğer bağ dokusu hastalıklarına bağlı parenkim tutulumu olan hastalarda prognoz belirlenmesinde değerlidir. 5) DLCO ve 6 dakika yürüme testi sırasında desatürasyon miktarı ve FVC nin seri ölçümü en değerli testlerdir. Ancak sonuçların yorumlanması sırasında adı geçen bu testlerin tekrarlanabilirliklerinin düşük olduğu daima göz önünde bulundurulmalıdır. KAYNAKLAR 1. Gibson G, Pride N. Pulmonary mechanics in fibrosing alveolitis. The effects of lung shrinkage. Am Rev Respir Dis 1977; 116: 637-47. 2. Thompson MJ, Colebatch HJ. Decreased pulmonary distensibility in fibrosing alveolitis and its relation to decreased lung volume. Thorax 1989; 44: 725-31. 3. McCormack FX, King TE Jr, Voelker DR, et al. Idiopathic pulmonary fibrosis. Abnormalities in the bronchoalveolar lavage content of surfactant protein A. Am Rev Respir Dis 1991; 144: 160-6. 4. Gibson GJ. Interstitial lung diseases: Pathophysiology and respiratory function. Eur Respir Mon 2000; 14: 15-28. 5. Aaron SD, Dales RE, Cardinal P. How accurate is spirometry at predicting restrictive pulmonary impairment?.Chest. 1999; 115: 869-73. 6. Yousem S, Colby T, Gaensler E. Respiratory bronchiolitis-associated interstitial lung disease and its relationship to desquamative interstitial pneumonia. Mayo Clin Proc 1989; 64: 1373-138. 7. Nagai S, Kitaichi M, Itoh H, et al. Idiopathic non-specific interstitial pneumonia/fibrosis: Comparison with idiopathic pulmonary fibrosis and BOOP. Eur Respir J 1998; 12: 1010-9. 8. Flaherty K, Toews G, Travis W, et al. Clinical significance of histological classification of idiopathic interstitial pneumonia. Eur Respir J 2002; 19: 275-83. 9. Risk C, Epler GR, Gaensler EA. Exercise alveolar-arterial oxygen pressure difference in interstitial lung disease. Chest 1984; 85: 69-74. 10. Cherniack R, Colby T, Flint A, et al. Correlation of structure and function in idiopathic pulmonary fibrosis. Am J Respir Crit Care Med 1995; 151: 1180-8. 11. Watters L, KingT, Schwartz M, et al. A clinical, radiographic, and physiologic scoring system for the longitudinal assessment of patients with idiopathic pulmonary fibrosis. Am Rev Respir Dis 1986; 133: 97-103. 12. Wells A, Desai S, Rubens M, et al. İdiopathic pulmonary fibrosis. A composite physiologic index derived from disease extent observed by computed tomography. Am J Respir Crit Care Med 2003; 167: 962-9. 190 PARENKİM HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 13. Hanson D, Wintrebauer R, Kirtland S, Wu R. Changes in pulmonary function test results after 1 year of therapy as predictors of suvival in patients with idiopathic pulmonary fibrosis.Chest 1995; 108: 305-10. 14. Mogulkoc N, Brutsche M, Bishop P, et al. Pulmonary function in idiopathic pulmonary fibrosis and referral for lung transplantation. Am J Respir Crit Care Med 2001; 164: 103-8. 15. Arcasoy SM, Kotloff RM: Lung transplantation. N Engl J Med 1999; 340: 1081-91. 16. Jazek V, Fucik J, Michaljanic A, Jezkova L. The prognostic significance of functional tests in cryptogenic fibrosing alveolitis. Bull Eur Physiopathol Respir 1980; 16: 711-20. 17. Miki K, Maekura R, Hiraga T, et al. Impairments and prognostic factors for survival in patients with idiopathic pulmonary fibrosis. Respir Med 2003; 97: 482-90. 18. Lama VN, Flaherty KR, Toews GB, et al. Prognostic value of desaturation during a 6-minute walk test in idiopathic interstitial pneumonia. Am J Respir Crit Care Med 2003; 168: 1084-90. 19. Winterbauer RH, Hutchinson JF. Use of pulmonary function tests in the management of sarcoidosis. Chest 1980; 78: 640-7. 20. Maña J, Salazar A, Pujol R, Manresa F. Are the pulmonary function tests and the markers of activity helpful to establish the prognosis of sarcoidosis ? Respiration 1996; 63: 298-303. 21. Hakala M. Poor prognosis in patients with rheumatoid arthritis hospitalized for interstitial lung fibrosis. Chest 1988; 93: 114-8. 22. Peters-Golden M, Wise RA, Hochberg MC, et al: Carbon monoxide diffusing capacity as predictor of outcome in systemic sclerosis. Am J Med 1984; 77: 1027-34. RESTRİKTİF AKCİĞER HASTALIKLARI VE GÖĞÜS DUVARI HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Doç. Dr. Hüseyin YILDIRIM Göğüs duvarı solunum pompasının en önemli bileşenlerinden biridir. Göğüs duvarının yapısını bozan hastalıklar pompanın fonksiyonlarını etkiler ve solunum yetmezliğine kadar uzanan bir dizi sonuca neden olur. Genel olarak göğüs duvarının bileşenleri kemik yapılar (kotlar ve vertebralar), solunum kasları ve bu kasları santral sinir sistemine bağlayan periferik sinirlerden oluşur (1). Kotlardan oluşan göğüs kafesi ve vertebral kolon göğüs duvarının lateral ve superior sınırlarını oluştururken, diafragma inferior bileşenini meydana getirir. Karın içeriğinde veya karın duvarındaki değişiklikler diyafragma hareketleri üzerine etki ile göğüs duvarının mekanik özelliklerini değiştirir. Göğüs duvarının alt kısmının dış sınırı göğüs kafesinin alt sınırıdır, bununla birlikte içeriden bu sınır diyafragma ile belirlenir. Diafragma ve kostalar arasındaki bu birleşim bölgesi sayesinde göğüs kafesi hem abdominal hem de plevral basınca maruz kalır. Bu nedenle göğüs duvarının normal fonksiyonları bu iki boşluk arasındaki karmaşık ilişkiler çerçevesinde şekillenir (1,2). Göğüs duvarı mekanikleri ayakta ve yatar pozisyonlarda birbirlerinden farklı olan basınç-volüm eğrileri ile belirlenir. Yatay pozisyonda abdominal içerikler göğüs kafesi içine yer değiştirir. Ayakta dururken göğüs duvarının istirahat volümü vital kapasitenin yaklaşık %75’dir. Göğüs kafesinin geri çekim gücü (recoil) düşük volümlerde dışarıya doğru iken yüksek volümlerde içeriye doğrudur. Zıt olarak, genelde solunum sisteminin istirahat volümü (Fonksiyonel rezidüel kapasite=FRC) vital kapasitenin yaklaşık %35’dir (1). Göğüs duvarının hareketleri intra-abdominal ve plevral basınçlar arasındaki karmaşık etkileşimlere bağlıdır. Kostaların hareketleri bağlı bulundukları sternum ve 191 192 RESTRİKTİF AKCİĞER HASTALIKLARI VE GÖĞÜS DUVARI HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ vertebral kolon ile komşu kas gruplarından etkilenir. Parasternal ve skalen kaslar 1-6. kostalar üzerine etkili iken diyafragmanın kostal bölümü 7-12. kostalar üzerine etkilidir. Vertebral kolonda meydana gelen pozisyonel değişiklikler abdominal duvar ve göğüs kafesinin yer değiştirmesine neden olabilir. Diyafragma frenik sinir tarafından innerve edilir ve vital kapasite oluşum sürecinde 9-10 cm kadar hareket edebilir. Abdominal duvarın kasları ekspiryumun önemli kaslarıdır ve bu kasların kasılması akciğer volümleri üzerine önemli etkiye sahiptir (1,2). Göğüs duvarının mekanik dokusu üzerine etki eden güçler akciğer volümlerinin belirlenmesinde önemli etkiye sahiptir. Bu bölümde öncelikle göğüs duvarının kemik yapısını etkileyen anormallikler ile obezite başta solunumu etkileyen abdominal durumlar tartışılacaktır. KİFOSKOLYOZ Tanım olarak bakıldığında kifoskolyoz vertebral kolonun lateral (skolyoz) ve sagittal-anteroposterior- planda (kifoz) aşırı eğriliği ile karakterize bir hastalık grubudur. İlave olarak vertebral kolonun rotasyonu ve kostaların distorsiyonu tabloya eşlik eder. Skolyoz sıklıkla kifoz ile birlikte iken kifoz bazen tek antite olarak görülebilir (1,2). Kifoskolyozun çeşitli nedenleri vardır ve göğüs duvarını destekleyen yapılardaki defektler ile ilişkilidir. En sık neden idiopatik (%80) olup çocukluk döneminde başlar. Diğer nedenler poliomyelit, müsküler distrofi gibi nöromüsküler hastalıklar, Marfan sendromu gibi konnektif doku hastalıkları ve osteoporoz, osteomalazi gibi vertebral hastalıklardır. Tanı fizik muayene ile konur ve radyolojik olarak derecesi değerlendirilir. Spinal deformitenin derecesi radyografik olarak belirlenen Cobb açısının ölçümü ile belirlenir. Açının derecesi arttıkça solunum fonksiyonlarındaki bozulmada artar. Örneğin 100 derecenin üzerindeki açılarda egzersizde nefes darlığı belirgin iken 120 derecenin üzerinde solunum yetmezliği gelişim riski yüksektir (Şekil 1) (1). Kifoskolyoz göğüs duvarı hastalıkları içinde en ciddi restriktif kayıp oluşturan hastalık grubudur. Total akciğer kapasitesi (TLC) ve vital kapasite (VC) beklenilen değerin %30’u kadar azalabilir, residüel volüm (RV) normal veya hafif artmış olabilir. Sonuç olarak RV/TLC artmıştır. Restriktif fizyopatoloji özellikle Cobb açısının 90 derecenin üzerinde olduğu olgularda değişen oranlarda olaya eşlik eder. Restriktif tabloya katkıda buluna diğer faktörler tutulan vertebraların sayısı, hastanın yaşı, kifoz varlığı, spinal rotasyonun derecesine ve solunum kas gücüdür (1,2). Kifoskolyozlu hastalarda solunum kas gücü normal ya da hafif derecede azalmış olabilir. İdiopatik kifoskolyozlu ve Cobb açısı 50 dereceden az olan hastalarda solunum kas gücü genellikle normaldir. Cobb açısı 50 dereceden fazla olan kifoskolyozlu hastalar da ise gerek solunum kas güçsüzlüğü gerekse göğüs duvarı mekaniklerindeki bozulmalara bağlı olarak maksimal inspiratuar ve ekspiratuar basınçlarda hafif-orta azalmalar meydana gelir. RESTRİKTİF AKCİĞER HASTALIKLARI VE GÖĞÜS DUVARI HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Postero-Anterior Görünüm 193 Lateral Görünüm 60° 70° Cobb Açısının Ölçümü Şekil 1. Cobb açısının ölçümü (1) Kifoskolyozlu hastalarda primer olarak göğüs duvarı kompliansındaki azalmaya paralel olarak solunum sistem kompliansı azalır, bu duruma mikroatelektazilere bağlı akciğer kompliansındaki azalmalar da katkıda bulunur. Cobb açısının 100 dereceden fazla olduğu hastalarda komplians akut solunumsal distress sendromunda görülen seviyelere kadar azalabilir. Göğüs duvarındaki bu gerginlik rölatif olarak düşük tidal volümlerde solunum çabasını ve dolayısıyla iş yükünde ve oksijen gereksiniminde artışlara neden olur. Oksijen gereksiniminde artış sağlıklı insanlarınkinden 3-5 kat fazla olabilir ve zamanla hastalarda solunum kas yorgunluğuna yol açar (1,3). İdiopatik kifoskolyozlu adolesanlar genellikle normal egzersiz kapasitesine sahiptirler. Bununla birlikte Cobb açısı 25-70 derece arasında olan kifoskolyozlu hastalarda egzersiz kapasitesi azalmıştır. Daha şiddetli deformiteye sahip hastalarda hem ventilatuar hem de kardiovasküler faktörler egzersiz sınırlamasına katkıda bulunur. İlave oksijen verilmesi egzersiz sırasında oksijenizasyonu iyileştirebilir ancak yürüme mesafesi üzerine etkisi yoktur (1,3). Kifoskolyozlu hastalar solunum kasları üzerine binen artmış yüke adaptasyon sağlayabilmek amacıyla hızlı yüzeysel solunum yaparlar ve inspirasyon zamanı kısalmıştır. Sertleşen göğüs duvarı tablosunda bu solunum şekli her bir nefes için solunum iş yükünü ve solunum kas yorgunluğunu azaltır. Bununla birlikte bu solunum şekli ölü boşluk ventilasyonu ve mikroatelektazi oluşumunu arttırır. 194 RESTRİKTİF AKCİĞER HASTALIKLARI VE GÖĞÜS DUVARI HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Uykuda ortaya çıkan solunumsal hastalıklar kifoskolyozlu hastaların klinik seyirlerini ve yaşam kalitelerini anlamlı derecede etkiler. Bu hastalarda gece boyu hipoksemi solunum yetmezliğinin başlangıcıdır. Hipoventilasyon bu hasta grubunda uykuda en sık rastlanan bozukluktur ve REM fazı süresince inspiratuar kas aktivitesindeki azalmaya bağlıdır. Göğüs duvarı kompliansındaki azalmaya ilave olarak nöral dürtüdeki azalma uyku esnasında ortaya çıkan hipoventilasyona katkıda bulunabilir. Bununla birlikte gece boyu ortaya çıkan desaturasyonun derecesi göğüs duvarındaki deformitenin derecesi ile korelasyon göstermez. Kifoskolyozlu hastalarda uyku apne sendromu sıklığı genel popülasyondan farklı değildir, ancak tabloya eşlik ettiğinde nokturnal hipoventilasyonu kötüleştirir. Nokturnal hipoksemi ve hiperkapninin istenmeyen etkileri solunum kas disfonksiyonu, vasküler yeniden yapılanma (remodelling) pulmoner hipertansiyon ve sonunda solunum-dolaşım yetmezliği ve ölümdür. Uyku ilişkili tablolar ve bunların solunum-dolaşım sistemi üzerine etkileri potansiyel olarak tedavi edilebilir olduğundan kifoskolyozlu tüm hastalar gün boyu hiperkapni gelişimi açısından yakın takip edilmeli ve erken dönemde noninvaziv ventilasyon gibi tedavi seçenekleri başlanmalıdır (1,3). TORAKOPLASTİ Torakoplasti pre-antibiyotik dönemde tüberküloz tedavisi için kullanılan bir tedavi yöntemi idi. Buradaki amaç kostaların çıkarılması ile akciğer volümlerinde azalma oluşturmaktı. İşlem sonrası yıllar içinde sıklıkla şiddetli restriktif kayıplar gelişir. Hastalarda uzun süren asemptomatik bir dönemden sonra egzersizde ortaya çıkan nefes darlığı ve takiben akut veya kronik solunum yetmezliği meydana gelir (1). Torakoplasti TLC ve VC’deki azalma ve korunmuş RV ile karakterize restriktif tip solunum kaybına neden olur. Restriktif kaybın derecesi genellikle kifoskolyozda görülenlere benzerdir. Ortaya çıkan restriktif kaybın nedenleri solunum sistem kompliansında azalma, fibrotoraks, altta yatan hastalığa bağlı fibrozis, akciğer rezeksiyonu, frenik sinir hasarı ve skolyozdur. Difüzyon kapasitesi alveoler volüm ile düzeltildiğinde genellikle normaldir. Egzersiz kapasitesi zamanla belirgin azalır. Esnekliğini kaybetmiş göğüs duvarı tarafından ortaya çıkan güçlü elastik yük solunum iş yükünde artışa, gaz değişiminde kötüleşmeye ve sonunda sağ kalp yetmezliği gelişimine neden olur. Şiddetli kifoskolyozlu hastalarda olduğu gibi, bu hastalarda da ilerleyici solunum fonksiyon kayıpları gelişmeden klinisyenler erken dönemde uygun tedavi seçeneklerini uygulamalıdırlar (1). YELKEN GÖĞÜS Tanım olarak bakıldığında yelken göğüs üç veya daha fazla ardışık kostanın birden fazla bölgeden kırılması veya sternum ve kot kırıklarının birlikte olmasıdır. RESTRİKTİF AKCİĞER HASTALIKLARI VE GÖĞÜS DUVARI HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 195 Bu durum normal solunum esnasında göğüs duvarında paradoksik olarak ortaya çıkan inspirasyonda içeri, ekspirasyonda dışa yönelen segmentlerin ortaya çıkmasına neden olur. Künt göğüs travmaları erişkinlerde yelken göğüsün en sık nedenidir. Çocuklarda yelken göğüs oluşumu nadirdir, çünkü göğüs duvarı daha esnektir. Hastalığın tanısında evvelce tanımlanan solunum şeklinin gözlemlenmesi yeterlidir, tanı radyolojik olarak desteklenir (1). Yelken göğüs, göğüs duvarının anatomik bütünlüğünü bozar ve fonksiyonlarını ciddi olarak değiştirir. Yelken göğüs oluşumu ile etkilenen segment göğüs kafesinin ekspansiyonunu sağlayan güçlerden kurtulur. Böylece inspirasyon ve intraplevral basınçlardaki azalma ile birlikte etkilenen segment içeri doğru hareket ederken pozitif intraplevral basınçların ortaya çıktığı ekspirasyonda hareket dışa doğru gerçekleşir. Hasarlanan segmentin lokalizasyonu göğüs duvarı hareketlerindeki bozulmanın büyüklüğünü etkileyebilir. En sık gözlemlenen lateral etkilenim daha fazla klinik bozulmaya neden olur iken sırt kaslarının oluşturduğu destek nedeni ile posterior hasarın klinik etkisi daha düşük olur (1,4). Yelken göğüslü hastalarda FRC ve FVC’de %50’den fazla düşüşler saptanabilir. Bu azalmaya göğüs duvarı hareketlerindeki bozulmalar kadar eşlik eden akciğer kontüzyonuda katkıda bulunur. Konservatif olarak tedavi edilen ve akciğer kontüzyonu olmayan yelken göğüslü hastalarda FRC ve FVC değerleri hasardan sonra 6 ay içinde normale yakın değerlerine döner. Bazı hastalarda solunum fonksiyonlarında hafif dereceli kayıplar kalabilir. Akciğer kontüzyonunun varlığında ise kontüzyon alanında ortaya çıkan fibrozis nedeni ile fonksiyonel düzelme 4 yıla kadar uzayabilir. Konservatif tedavi ile karşılaştırıldığında yelken göğüsün ameliyatla düzeltilmesi durumunda solunum fonksiyonlarındaki kayıplar daha azdır (1,4). GÖĞÜS DUVARI KONJENİTAL DEFORMİTELERİ Çeşitli konjenital anomaliler göğüs duvarı fonksiyonlarını bozarlar. Bunların içinde en iyi bilinenler pektus ekskavatum, pektus karinatum ve Poland sendromudur. Pektus ekskavatum Sternum ve çevresindeki kostal kartilajın aşırı miktarda içe çökmesi ile karakterize en sık görülen göğüs duvarı deformitesidir. Sternumun içeri doğru yer değiştirmesi ile anormal kıkırdak büyümesinden kaynaklanır. Genetik yatkınlık, konnektif doku hastalıkları ve konjenital kalp hastalıkları başlıca nedenleri oluşturur. Hastaların büyük kısmında aktivite ile ortaya çıkan nefes darlığı ve egzersiz sınırlaması vardır. Hastalık derecelendirmesi en iyi toraks bilgisayarlı tomografisi ile yapılır. Bilgisayarlı tomografide sternal çöküklüğün en fazla olduğu kesit alanından yapılan ölçümlerde transvers çapın antero-posterior çapa oranının 3.25 üzerinde olan (normali 2.5) hastaların cerrahi olarak düzeltilmeleri gereklidir (1,2). 196 RESTRİKTİF AKCİĞER HASTALIKLARI VE GÖĞÜS DUVARI HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Pektus ekskavatumlu bir çok hasta normal solunum fonksiyonlarına sahip olmakla birlikte az bir hasta grubunda hafif restriktif kayıp vardır. Diğer hastalıklardan farklı olarak normal solunum sırasında veya hafif egzersizde göğüs kafesinin hareketleri sınırlı değildir. Hastalar egzersiz sınırlamasından yakınmalarına rağmen kardiopulmoner egzersiz testleri sıklıkla normaldir. Şiddetli hastalığa sahip olanlarda maksimal iş yüklerinde ve oksijen tüketimlerinde hafif dereceli azalmalar görülebilir. Genel bir görüş olarak kabul edilmemekle birlikte çökük sternumun sağ ventrikül üzerine yapmış olduğu baskının egzersiz sınırlamasının bir nedeni olduğu ileri sürülmüştür (1,3). Pektus ekskavatum direkt olarak herhangi bir solunum kas grubunu etkilememekle birlikte göğüs kafesinin distorsiyonu maksimal inspiratuar ve ekspiratuar basınçlarda anlamlı düşüşler ile kendini gösteren mekanik dezavantaja neden olur. Solunum kas gücündeki fonksiyonel bozulma bu hasta grubunda kendini RV/TLC oranında artma ile gösterir. Akciğer volümlerindeki azalmanın başlıca nedeni göğüs duvarı mekaniklerindeki bozulmadır. ANKİLOZAN SPONDİLİT Başlıca aksiyel iskeletin eklemlerini tutan kronik multisistem inflamatuvar bir hastalıktır. Ön planda vertebralar, sakro-iliak eklemler ve göğüs kafesini etkiler. Tutulum alanlarındaki ligamentöz yapılarda fibrozis ve ossifikasyon meydana gelir. Hastalar ön planda kronik sırt ağrısı ile başvurur, tanıda radyolojik ve serolojik değerlendirme kullanılır. Akciğer etkilenimi hastaların yaklaşık %2’sinde görülür ve göğüs duvarı sınırlaması ile apikal fibrokistik parankimal hastalık en yaygın tutulum şekilleridir (1,5). Ankilozan spondilit (AS) inflamasyona bağlı olarak kosto-vertebral eklemlerin füzyonu neticesinde göğüs duvarında hareket kısıtlılığına neden olur. Göğüs kafesi hareketlerinin yönelimi normal insanlarla aynı olmakla birlikte hareketin büyüklüğü sınırlanmıştır. Göğüs duvarındaki bu sınırlı hareket AS’de solunum disfonksiyonunun en temel özelliğidir. İleri dönem hastalıkta interkostal kaslarda atrofi tabloya katkıda bulunur. Göğüs kafesi elastisitesindeki azalmaya rağmen AS’de fibrobüllöz hastalık ve interstsiyel akciğer hastalığı hariç akciğer kompliansı normal sınırlarda kalır. Abdomenin normal yapıda olması, buna zıt olarak göğüs kafesinin sertleşmesi, diafragmanın kaudal planda aşağı çökmesine neden olur. Bu strateji akciğerin inflasyonu için gerekli iş yükünü ve enerjiyi azaltabilir (1,5). Ankilozan spondilitte göğüs kafesi hareketlerindeki ciddi sınırlanmaya rağmen genellikle FVC ve TLC’de hafif düzeyli azalmalar vardır. Hafif dereceli restriktif kayıp hastalık aktivitesi, hastalığın süresi ve vertebra ile göğüs kafesi hareket kısıtlılığının derecesi ile orantılıdır. Hastaların yaklaşık %50’sinde tabloya kifoz eşlik eder ve bu durum restriktif kaybı arttırır. Tutulmuş vertebralar küçük bir travmada dahi kırılmaya eğilimlidir. Bu tür kırıklar kifozu kötüleştirir ve solunum fonksiyonlarının daha da bozulmasına yol açar (5,6). RESTRİKTİF AKCİĞER HASTALIKLARI VE GÖĞÜS DUVARI HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 197 Solunum kasları üzerine AS’in etkileri tam olarak değerlendirilmemiştir. Bazı çalışmalarda maksimum inspiratuar ve ekspiratuar basınçlarda hafif dereceli kayıplar gösterilmiştir. Kapanma volümü/vital kapasite oranında ve maksimal elastik geri çekilme basınçlarında azalma vardır. Solunum kaslarının direnci ve gücündeki hafif kayıplar, göğüs duvarı hareketliliğindeki kısıtlanmaya paralel gelişen interkostal kas atrofisine bağlı olabilir (1). Hastaların büyük kısmında arteriyel PO2 ve difüzyon kapasitesi normal ya da hafif derecede azalmıştır. Gaz değişimindeki bozulmalar akciğer volümlerindeki hafif kayıplar ile ilişkilidir. Eşlik eden fibrobüllöz hastalık varlığında gaz değişimi daha fazla bozulur. Göğüs kafesindeki sınırlanmaya rağmen bölgesel ventilasyon genellikle normaldir (5,6). Egzersiz kapasitesi altta yatan mekanizmalar tam olarak anlaşılamamış olmakla birlikte AS’li hastalarda azalabilir. Egzersiz toleransı VC’deki değişiklikler ile direkt korelasyon gösterir. Göğüs kafesi ekspansiyonu ile maksimal oksijen tüketimi veya iş yükü arasında ilişki olmaması, egzersiz sınırlamasının nedeninin ventilasyondan çok öncelikle kondisyon kaybına bağlı olduğunu düşündürmektedir. Bir diğer olası neden göğüs duvarı hareketlerindeki sınırlamaya bağlı kardiak atım volümlerinde azalma olabilir (5,6). OBEZİTE Günümüzde dünya genelinde hem erişkinleri hem de çocukları etkileyen en önemli sağlık problemlerinden biridir. Nefes darlığı ve egzersiz sınırlaması obez kişilerde en sık rastlanan şikayetlerdir. Bununla birlikte solunum fonksiyonlarındaki kaybın şiddeti ile obezitenin derecesi korelasyon göstermez. Obezitede solunumsal semptomlar genellikle göğüs duvarı mekaniklerindeki ve solunum fonksiyonlarındaki bozulmalar ile solunum kontrolündeki değişikliklere bağlıdır (Tablo 1). Obezitede en sık rastlanılan solunum fonksiyon bozuklukları ekspiratuar rezerv volüm (ERV) ve FRC’deki azalmadır. Vücut kitle indeksi (VKİ) kilogram cinsinden ağırlığın metre cinsinden boyun karesine bölünmesi ile belirlenir (kg/m2). Vücut kitle indeksinin 20 kg/m2’den 30 kg/m2’ye artması durumunda her bir birim için FRC’de %3, ERV’de %5 azalma meydana gelir. Sonuç olarak VKİ 30 kg/m2 olan bir kişide FRC beklenilenin %75’i, ERV ise beklenilenin %47’si düzeyindedir. FRC’deki azalmanın altta yatan mekanizması göğüs kafesi ve abdomeni baskı altına alan yağ dokusuna bağlı göğüs duvarı kompliansında azalmadır. Buna göre akciğerin içe yönelik çekim gücü ile göğüs duvarının dışa yönelik çekim gücü arasındaki denge düşük akciğer volümlerinde sıfırlanır. FRC ve ERV obezite-hipoventilasyonlu hastalarda daha da azalır. FRC’deki azalmalar kapanma volümüne eşit ya da daha düşük olduğunda obez kişilerde bölgesel hava hapis alanları meydana gelir. Özellikle morbid obez hastalarda FRC’deki azalmaları kompanze edebilmek amacıyla inspiratuar kapasite (IC) artabilir (1,7). 198 RESTRİKTİF AKCİĞER HASTALIKLARI VE GÖĞÜS DUVARI HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Tablo 1. Obezitede solunum fonksiyonlarındaki değişiklikler (7) Fizyolojik parametreler Obezitenin etkisi Solunum kompliansı Azalır Solunum kas gücü Azalır İstirahatte solunum iş yükü Artar VC Normal veya azalır FEV1 Normal veya azalır FEV1/VC Normal, azalır veya artar Düşük akciğer volümlerinde maksimal ekspiratuar akımlar Azalır Ekspiratuar rezerv volüm Azalır FRC Genellikle azalır RV Normal İnspiratuar kapasite Normal ya da artmış TLC Normal veya hafifçe azalmış Havayolu rezistansı Artmış Spesifik havayolu konduktansı Normal Difüzyon kapasitesi Değişken Alveolo-arteriyel oksijen gradiyenti Artar Metakoline havayolu duyarlılığı Sıklıkla artar *Kaynak 7’den alınmıştır Basit obeziteli hastalarda TLC, VC ve RV normal veya hafif derecede azalmış iken morbid obez kişilerde anlamlı düşüklükler gözlemlenir (TLC ve VC <%80). Morbid obezlerde TLC ve VC’deki önemli düşüklükler solunum kas güçsüzlüğü ile ilişkili olabilir. Vücudun üst bölgesindeki yağlanma alt bölgesine oranla solunum fonksiyonlarında daha fazla kayıplara neden olur. Bu durum erkeklerde daha belirgindir. Solunum fonksiyonlarındaki FEV1/FVC oranı, maksimal istemli ventilasyon, tepe inspiratuar akım hızları ve ölü boşluğun tidal volüme oranı gibi diğer parametreleri genellikle normaldir. Obez hastalarda difüzyon kapasitesi farklı şekillerde etkilenebilir; normal olabilir, artabilir veya azalabilir. Difüzyon kapasitesindeki artışın temel nedeni akciğer kan akımlarındaki artıştır. Zıt olarak difüzyon kapasitesindeki azalmanın nedenleri ise lipid birikimine bağlı akciğer interstisiyel alanındaki yapısal değişiklikler ve alveoler yüzey alanındaki azalmadır (7). Obezite göğüs duvarı kompliansındaki azalmaya paralel olarak solunum sistemi kompliansında azalmaya neden olur. Basit obezitede solunum sistemi ve göğüs duvarı kompliansı normalin yaklaşık %80-90’ı civarındadır. Göğüs duvarı kompliansındaki azalmanın başlıca nedeni göğüs kafesi ve abdomeni baskı altına alan RESTRİKTİF AKCİĞER HASTALIKLARI VE GÖĞÜS DUVARI HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 199 yağ dokusu kitlesidir. Sonuçta solunum düşük akciğer volümlerinde meydana gelir, gerekli volümlere ulaşabilmek amacı ile daha yüksek basınçlar gerekir (8). Havayolu ve toplam solunum sistem rezistansı VKİ’deki artışa paralel olarak artar. Bu değerler obez olmayan kişilerde elde edilen değerlerin yaklaşık 2 katıdır. Solunum fonksiyonlarından FEV1/FVC oranının normal olması hava akımına direncin büyük oranda büyük havayollarından çok küçük havayolları ve akciğer dokusunun kendisinden kaynaklandığını düşündürmektedir. Şiddetli obezlerde dikey pozisyondan yatay pozisyona geçildiğinde solunumsal rezistans daha da artar. Yatay pozisyonda intra-abdominal basınçlardaki artış tidal solunum süresince ekspiratuar akım hızlarını etkiler (1,7). Obezitede yeterli akciğer inflasyonunu sağlayabilmek için gerekli güç artışına paralel olarak solunum iş yükü artmıştır. İş yükündeki bu artış basit obezlerde normalin %60’ından fazla olabilir. İş yükündeki artışa neden olan temel faktörler solunum sistemi ve göğüs duvarı kompliansındaki azalmalar ile yüksek havayolu rezistansıdır. İnspirasyon süresince elastik yükü (komplians) azaltabilmek amacı ile obez hastalar hızlı yüzeysel solunum paterni sergilerler. Basit obeziteli kişilerin solunum sayıları normal ağırlıktaki kişilere göre %40 daha fazladır. Hızlı yüzeysel solunum şeklinin istenmeyen etkisi CO2 retansiyonuna neden olan ölü boşluk ventilasyonuna yol açmasıdır (1,8). Basit obezitede arteriyel PO2 değerleri genellikle normal veya hafif derecede azalmış olabilir. Bununla birlikte şiddetli obezitede özellikle de obezite-hipoventilasyonlu hastalarda hipoksemi ve arterio-alveoler oksijen gradiyentinde artış belirgindir. Erkeklerde gaz değişimi kadınlara oranla daha bozuktur, bu bozulma yatar pozisyonda daha fazla ortaya çıkar. Hipoksemi gelişiminden sorumlu mekanizma ventilasyon/perfüzyon dengesizliğine neden olan havayolunun erken kapanmasıdır. Egzersiz sırasında oksijenizasyon akciğer bazallerindeki ventilasyon artışına bağlı olarak iyileşebilir. Kilo kaybı tidal solunum esnasında havayolu kapanmasının önlenmesi ve FRC’deki artışa paralel olarak oksijenizasyonu iyileştirir (1,9). Normal CO2 seviyelerine sahip obez kişilerde santral ventilatuar dürtü (drive) bozulmamıştır. Solunumsal dürtü normal veya artmıştır. Ventilatuar dürtü artar ise bu durum inspiratuar kaslar üzerine binen artmış elastik yüke kompensatuvar bir yanıt olarak algılanmalıdır. Ventilatuar dürtüdeki bu kompensatuavar yanıt kişinin kilo vermesi ile azalır. Obezite hipoventilasyonlu hastalarda santral ventilatuar dürtü ile karbondioksite ventilatuar yanıt azalmıştır. Bununla birlikte arteriyel PaCO2 düzeyleri istemli hiperventilasyon ile azaltılabilinir. Obezite hipoventilasyonlu hastalarda azalan ventilatuar yanıt genetik yatkınlık ile veya kronik hipoksemi, hiperkapni veya uyku apnesi ile ilişkili olabilir. Ne varki bu hastaların birinci derecede yakınlarında yapılan çalışmalarda ventilatuar dürtünün normal saptanması genetik yatkınlık fikrini desteklememektedir (1,8). Obez hastalarda solunum kasları normal veya bir miktar zayıflamış olabilir. Basit obezlerde solunum kasları üzerine binen elastik yük artışı kas gücünün korun- 200 RESTRİKTİF AKCİĞER HASTALIKLARI VE GÖĞÜS DUVARI HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ masına yardımcı olabilir. Bununla birlikte obezite hipoventilasyonlu hastalarda kronik hastalığa bağlı faktörler ve kondisyonsuzluk solunum kaslarının dayanıklılığını azaltabilir. Morbid obezlerde özellikle yatar pozisyonda diafragma fonksiyonlarında azalmalar bulunur. Diyafragma fonksiyonlarındaki bozulmanın bir diğer nedeni intra-abdominal basınç artışları olabilir (9). Özellikle egzersizde ortaya çıkan nefes darlığı obez kişilerde sık ve rahatsız edici bir semptomdur. Nefes darlığı VKİ, havayolu hastalığı ve artmış ventilatuar dürtü ile ilişkilidir. Bu hasta grubunda nefes darlığının diğer nedenleri algılamada artış ve solunum mekaniklerindeki bozukluklar (azalmış komplians, havayolu rezistansında artış, ekspiratuar akım sınırlaması) olabilir. Son olarak eşlik eden kalp hastalıkları da obez hastalarda nefes darlığının bir diğer nedenidir (1). Basit obezler normale yakın egzersiz kapasitesine sahiptirler. Semptom sınırlı pik oksijen tüketimi (VO2) ve solunum hızları zayıf kişilerle benzerdir. Yağsız vücut kitlesi normalize edildiğinde obezlerde pik VO2 düzeyleri düşüktür. İlave iş yüklendiğinde obez hastalar daha yüksek VO2 ve solunum hızlarına gereksinim duyarlar. Herhangi bir submaksimal iş yükünde algılanan nefes darlığı daha yüksektir. Bununla birlikte obez kişiler egzersiz esnasında end-ekspiratuar volümleri arttırarak solunum mekaniklerini düzeltirler (1,8,9). KAYNAKLAR 1. Tzelepis GE, McCool FD. The lungs and chest wall disease. In: Mason RJ, Murray JF, Broaddus VC, Nadel JA (eds). Mason: Murray&Nadel’s Textbook of Respiratory Medicine 5th ed. Philadelphia: Elsevier Healt Science, 2010: 2067-83. 2. Donath J, Miller A. Restrictive chest wall disorders. Semin Respir Crit Care Med. 2009 ; 30: 275-9. 3. Macagno AE, O'Brien MF. Thoracic and thoracolumbar kyphosis in adults. Spine (Phila Pa 1976). 2006; 31(19 Suppl): S161-70 4. Davignon K, Kwo J, Bigatello LM. Pathophysiology and management of the flail chest. Minerva Anestesiol 2004; 70: 193-9. 5. Kanathur N, Lee-Chiong T. Pulmonary manifestations of ankylosing spondylitis. Clin Chest Med 2010; 31: 547-54. 6. Quismorio FP Jr. Pulmonary involvement in ankylosing spondylitis. Curr Opin Pulm Med 2006; 12: 342-5. 7. Sood A. Altered resting and exercise respiratory physiology in obesity. Clin Chest Med 2009; 30: 445-54. 8. Salome CM, King GG, Berend N. Physiology of obesity and effects on lung function. J Appl Physiol 2010; 108: 206-11. 9. Scano G, Stendardi L, Bruni GI. The respiratory muscles in eucapnic obesity: Their role in dyspnea. Respiratory Medicine 2009; 103: 1276-85. PLEVRA HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Prof. Dr. Öner DİKENSOY PLEVRANIN YAPI VE İŞLEVİ Toraks kavitesi arkada vertebra, yanlarda kaburgalar, önde sternum ve altta ise diafragma ile sınırlı bir boşluk olup bu boşluk içinde hayati önem arz eden akciğerler, kalp ve bu organlar ile ilişkili birçok damarsal yapı vardır. Plevra bu boşluk içinde akciğerlerin etrafını ve toraks kavitesinin içini saran ince bir membrandır (1). Plevrayı bu toraks boşluğunun içine yerleştirilmiş bir balon ve akciğerleri de bu balonun içine gömülmüş diğer bir balon olarak düşünecek olursak plevranın visseral-parietal yapraklarını birbirleri ile olan ilişkisini ve plevral kaviteyi daha iyi hayal edebiliriz. İnsanlarda plevra sağda ve solda iki farklı boşluk iken, fare, kobay gibi bazı canlılarda ise bu boşluk tektir (1). Akciğerlerin fissürler dahil dışını saran plevra yaprağına visseral, toraks kavitesinin iç yüzünü, diafragmanın üzerini ve mediastinal yüzü kaplayan yaprağına ise parietal plevra denir. Plevral boşluk içindeki basınç negatif olup az miktarda kaygan bir sıvı vardır ve plevra yaprakları arasında hiç hava yoktur. Bu sıvı iki plevra yaprağının birbirine temasını önleyecek kalınlıktadır. Dolayısıyla aslında bir plevral boşluktan bahsetmek mümkün değildir. Çünkü visseral ve parietal plevralar arasında yukarıdaki tariften anlaşılacağı üzere aslında bir boşluk yoktur (1). PLEVRA HASTALIKLARI Plevra hastalıkları dendiğinde akla başlıca üç patoloji gelir: 1- Plevrada sıvı toplanması a. Plörezi b. Hemotoraks c. Şilotoraks d. Psödoşilotoraks 201 202 PLEVRA HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 2- Plevral kalınlaşmalar a. Plevral plaklar b. Yaygın plevral kalınlaşma 3- Plevrada hava toplanması (Pnömotoraks) PLEVRADA SIVI TOPLANMASI Plevra hastalıkları arasında rutin pratikte en sık görüleni plevral efüzyonlar yani plörezilerdir. Göğüs hastalıklarından en çok konsültasyon istenen patolojilerin başında gelmektedir (1). Unutulmamalıdır ki plevral efüzyonların önemli bir kısmı lokal bir patolojiden çok sistemik hastalıkların bir komplikasyonu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle plevral efüzyonlar aynı zamanda sistemik hastalıkların bir aynası gibidir. Diğer bir deyişle tüm sistemler veya organlara ait olan hastalıklar plevrayı etkileyebilir. Plevral efüzyonları radyolojik olarak minimal, orta düzeyde ve masif olarak üçe ayırabiliriz. Sıvı miktarı ne kadar fazla ise akciğer hacminde azalma o kadar fazla olacaktır. Plevral sıvı varlığı plevral basıncı arttıracaktır. Toraks duvarının genişleme basıncı atmosferik basınç eksi plevral basınca eşit olduğundan plevral basınçtaki artış toraks kavitesinin genişleme basıncında ve torasik kavitenin volümünde artışa neden olacaktır (2). Akciğerlerin genişleme basıncı alveoler basınç eksi plevral basınç olarak hesaplanır. Bu nedenle plevral basınçta artış olması akciğer hacminde azalmaya neden olur. Plevral basınç normalde negatiftir. Ancak minimalden biraz daha fazla olan plevral efüzyonda plevral basınç pozitife döner (2). Plevral efüzyonun pulmoner fonksiyonlar üzerine olan etkisini kestirmek kolay değildir. Plevral efüzyona yol açan çoğu hastalık aynı zamanda akciğer parenkimini de etkilediğinden oluşan fonksiyon kaybının ne kadarının sadece efüzyona bağlı olduğunu anlamak her zaman kolay değildir (2). Plevral efüzyonlu hastalarda akciğer fonksiyonlarının değerlendirildiği birkaç çalışma vardır. Shinto ve ark. (3) orta-masif efüzyonu olan 15 kişide FEV1 (zorlu vital kapasite manevrasının 1. saniyesinde atılan hava hacmi) ve FVC’yi (zorlu vital kapasite) beklenen değerlere göre sırasıyla %43 ± %17 ve %49 ± %17 olarak saptamışlardı. Bu 15 hastanın yedisinde aynı zamanda obstrüktif defekt de saptanmıştı. Diğer bir çalışmada araştırmacılar büyük plevral efüzyonu olan hastalarda FVC < %50 olarak bulmuşlardı (4). Solunum fonksiyon parametreleri torasentez sonrası tamamen düzelmez (2). Shinto ve ark. (3) 15 olguda torasentez öncesi ve 24 saat sonrası solunum fonksiyon testlerini (SFT) yapmışlar ve ortalama 1612 mL sıvı drene etmişlerdi. Bu çalışmada torasentez sonrası ortalama FEV1 %43 den %47 ye ortalama FVC ise %49 dan % 56 ya yükselmişti. İkinci bir çalışmada ise 26 olguda torasentez öncesi ve 24 saat sonra SFT yapılmıştı (5). Bu çalışmada ortalama 1740 mL sıvı PLEVRA HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 203 drene edilmişti. Hem FEV1 hem de FVC ortalama 400 mL artmıştı. Diğer bir deyişle drene edilen her 1000 mL sıvı için FVC ve FEV1’de yaklaşık 200 mL artış olmuş total akciğer kapasitesi ise bundan daha fazla artmıştı. Ancak SFT deki değişiklik her zaman drene edilen sıvı miktarı ile korele değildir. SFT torasentez yapıldıktan ne kadar sonra yapılırsa muhtemeldir ki yeniden sıvı toplanmaktadır ve bu sonucu etkilemektedir. Diğer olası neden ise sıvı alındıktan sonra uzun süre atelektatik kalmış akciğer alanlarının açılması saatler veya günler almaktadır (2). Başka bir çalışmada araştırmacılar plevral efüzyonu olan ve diafragmaları aşağı doğru yer değiştirmiş 21 olguyu çalışmaya aldılar (6). Yaklaşık 1610 mL sıvı boşaltıldıktan 24 saat sonra ortalama FVC de 317 mL, FEV1 de ise 234 mL artış saptadılar. Her ne kadar bu miktarlar daha önceki çalışmalara benzer ise de farklı olarak bu çalışmada olguların torasentez öncesi dispneik iken torasentez sonrası belirgin bir şekilde dispnelerinde azalma olduğu gözlenmişti. Araştırmacılar bunu diafragmanın tekrar normal pozisyonuna gelmesi ile ilişkili olarak açıklamışlardı. Terapotik torasentezin karbonmonoksit difüzyon kapasitesi (5) ve spesifik hava yolu kondüktansına etkili olmadığı gösterilmiştir (4,5). PLEVRAL PLAKLAR Plevral plaklar genellikle plevrada lokalize fibröz kalınlaşmalardır. Daha önce geçirilmiş hastalıklara bağlı olabileceği gibi asbest maruziyetine bağlı olup bilateral ve hatta bazen kalsifiye de olabilir. Bugüne kadar yapılan az sayıda çalışmada daha çok asbest maruziyetine bağlı olduğu düşünülen plakların SFT üzerine olan etkileri araştırılmıştır. Bu çalışmalardan en ilginç olanı İtalya’da yapılmıştır (7). Araştırmacılar daha önce çalıştıkları işler nedeniyle asbest maruziyeti olan ancak işlerini bırakmış 103 eski asbest işçisini ortalama 3.7 (± 1.8) yıl boyunca takip etmişlerdir. Bu işçilerin sadece 36’sında radyolojik olarak plevral plak saptanmıştır. SFT’nin yaşa ve boya göre ayarlandığı analizler sonucunda takip süresi boyunca plak varlığı ile SFT’ deki düşüşler arasında anlamlı bir ilişki olmadığı saptanmıştır. Daha önce Amerika Birleşik Devletlerinde yapılan kesitsel bir çalışmada ise sigara içmeyen ve plevral patolojisi olan asbest işçilerinde sadece orta ve küçük hava yollarını gösteren parametrelerde anlamlı düşüklükler olduğunu bildirmiştir (8). Daha çok yeni yapılan bir çalışmada Fransa’daki asbest sektöründe çalışan ve parankimal anomalisi olmayan 2743 işçi çalışmaya alınmıştı (9). Tüm olgulara yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografi (YRBT) çekilmişti. Bu olgularda aynı zamanda SFT yapılmıştı. SFT değerleri izole plevral plağı olan (tek bir plak) veya plevral anomalisi olmayan tüm olgularda normal sınırlarda bulunmuştu. Buna karşın izole parietal ve/veya diafragmatik plevral plağı olan tüm olgularda total akciğer kapasitesinde (plevral plağı olanlarda %98.1, olmayanlarda %101.2, p=0.0494), FVC de (%96.6 ya %100.4, p<0.001) ve FEV1 de (%97.9’a 204 PLEVRA HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ %101.9, p=0.0032) anlamlı azalmalar saptanmıştı. Buna karşın plevral plak varlığı ile FEV1/FVC oranı, %25-75’deki zorlu vital kapasite (FEF25-75) ve rezidüel volüm arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştı. FVC ve total akciğer kapasitesi ile plevral plakların yaygınlığı arasında anlamlı bir korelasyon bulunurken, plak kalınlığı ile benzeri bir ilişki bulunamamıştı. YAYGIN PLEVRAL KALINLAŞMA Asbeste maruz kalanlarda bazen difüz plevral kalınlaşmalar meydana gelir. Plevral plaklardan farklı olarak yaygın plevral kalınlaşma genellikle kostofrenik açıya kadar ilerler ve solunum fonksiyonlarında hiperkapnik solunum yetmezliğine yola açacak kadar anlamlı bozukluğa yol açabilir (10). Yaygın plevral kalınlaşmalar plevral plaklara göre çok daha nadir görülmektedir (11). Yaygın plevral kalınlaşması olan hastalarda ilerleyici dispne görülme ihtimali çok yüksektir. Bir çalışmada bu tür olguların %95’inde egzersiz dispnesi bildirilmişti (12). Bu çalışmada yaygın plevral kalınlaşması olan 64 olgunun ortalama SFT değerleri şöyle bulunmuştur: FEV1 %62, FVC %77, total akciğer kapasitesi %71, difüzyon kapasitesi %74. Ancak bu çalışmada dokuz yıllık takip sırasında solunum fonksiyon parametrelerinde hızlanmış bir düşme olmadığı bildirilmiştir. Yaygın plevral kalınlaşma olgularında egzersiz kapasitesi de azalabilir. Bir çalışmada 12 olgunun ortalama iş kapasitesi beklenenin %82.7’si olarak bulunmuş ve bu olgulardaki dispnenin hızlı yüzeysel solum paternine bağlı olduğu iddia edilmiştir (13). Yaygın plevral kalınlaşma olgularında nasıl bir tedavi uygulanacağı konusu tartışmalıdır. Hillerdal dekortikasyon uyguladığı dört olgunun sadece birisinde solunum fonksiyonlarında belirgin düzelme olduğunu bildirmiştir (14). Hillerdal bu durumu parankim hastalığına bağlamıştır. Benzeri bir şekilde Fielding ve ark. (15) da dekortikasyon uyguladıkları dört olguda sonuçların hayal kırıklığı olduğunu bildirmiştir. Munoz ve ark. (16) hiperkapnik solunum yetmezliği olan bir olguyu evde noninvazif mekanik ventilasyon tedavisi ile başarılı bir şekilde iyileştirdiklerini rapor edilmiştir. Yaygın tek taraflı plevral kalınlaşamaya yol açan durumların başında plevral infeksiyonlar gelir. Bunlardan özellikle non-tüberlüloz ampiyem sonucu oluşan plevral kalınlaşmaların tedavisi konusunda tartışmalar yaşanmaktadır. Çoğunlukla göğüs cerrahları bu tür olguların kalıcı solunum fonksiyon kaybına yol açacağını ve bu nedenle mutlaka dekortikasyona gidilmesi gerektiğini savunmaktadır. Yakın zamanda ülkemizden yapılan bir çalışmada ampiyeme bağlı dekortikasyon yapılan 50 olgu çalışmaya alınmıştır (17). Tüm olgularda operasyondan yaklaşık 6-58 ay sonra akciğer tomografileri ve solunum fonksiyonları uygulanmıştı. Bu olgularda post-operatif FEV1 değeri ortalama %61.40’dan %78.92’ye, FVC değeri ise ortalama %60.89’dan %77.48’e yükselmişti. PLEVRA HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 205 İtalya’da yeni yapılan bir çalışmada ampiyem nedeniyle dekortikasyon yapılan olguların cerrahi tedavi sonrası uzun dönem takipleri yapılmıştır (18). Ortalama takip süresi 82 ay olan çalışmada 51 olguda sadece debridman yapılırken bunların %52’si video yardımlı torakoskopi (VATS) ile, %48’i ise torakotomi ile yapılmıştır. Altmış sekiz olguda ise dekortikasyon uygulanmıştır. Post-operatif mortalite ve morbidite oranları sırasıyla %1.5 ve %24 olarak bildirilmiştir. Yaşlı (>70 yaş) olanlarda postoperatif morbidite daha fazla saptanmıştır. Dispne skorları en fazla VATS ile debridman yapılan olgularda düzelme göstermiştir. Uzun süreli spirometrik değerlendirmede olguların %56’sında SFT normale döndüğü bildirilmiştir. Yapılan çoklu analizlerde kötü uzun dönem sonuçları sadece ileri yaş ile (>70 yaş) ilişkili bulunmuştur. Bunlarda FEV1 <%60 ve tıbbi araştırma konseyi (MRC) dispne skorları ≥2 olarak bulunmuştur. Çocuklarda durum daha da tartışmalıdır. İngilterede yaşları 2-14 arasında değişen ve ampiyemi olan 14 olguya ait incelemede tedavi olarak sadece antibiyotik ve göğüs drenajı uygulanmıştır (19). Hastalar taburcu edilirken tamamında akciğer grafilerinde aşırı plevral kalınlaşma mevcuttu. Ancak yapılan takiplerde bu plevral kalınlaşmaların 2-16 ay sonrasında tamamen düzeldiği bildirilmiştir. SFT 13 olguda ölçülmüş ve hiç birisinde herhangi bir restriktif veya obstrüktif defekt saptanamamıştır. Benzeri sonuçlar ABD den de bildirilmiştir (20). 1992-2000 yılları arasında ampiyem tanısı olan 36 çocuk olguda hastaneden çıkarıldıktan sonraki 3 ay içinde yapılan SFT lerde ortalama FVC %69.2, total akciğer kapasitesi ise %74.9 olarak bildirilmiştir. Tüm olgularda zaman içinde SFT parametrelerinde anlamlı düzelmeler izlenmiştir. Taburcu olduktan 1 yıl sonra yapılan testlerde ortalama FVC %87 ± %2, ortalama total akciğer kapasitesi %95 ± %2 olarak saptanmıştır. Sadece olguların %19’unda taburcu olduktan 1 yıl sonra hafif restriksiyon izlenmiştir. PNÖMOTORAKS Normalde negatif olan plevral basınç, pnömotoraks olduğunda pozitif yöne doğru değişir ve plevral basınç sıfır olana kadar plevral aralığa hava dolmaya devam eder (2). Pnömotoraksın hacmi ile akciğerlerdeki hacim kaybı arasında bir ilişki olduğu beklenebilir, ancak pnömotorakslı hastalarda çok nadiren SFT yapılması gerektiğinden bu konuda literatürde yapılmış çalışma bulunmamaktadır. SONUÇ Özellikle masif plevral efüzyonlarda ve yaygın plevral kalınlaşmalarda solunum fonksiyon parametrelerinde özellikle restriktif yönde kötüleşmeler olmaktadır. Plevral efüzyonlarda torasentez sonrası solunum fonksiyonlarında belirgin düzelme meydana gelmekle birlikte olgudan olguya farklılıklar olabilmektedir. Bu farklılıklar muhtemelen alttaki parenkim hastalığına, sıvının yeniden toplanma hızına ve atelektatik akciğerin ne kadar sürede açıldığına bağlıdır. 206 PLEVRA HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Plevral hastalıklarda özellikle tedavi kararı veya takip anlamında SFT’nin en faydalı olduğu alan yaygın plevral kalınlaşmaya neden olan hastalıklar gibi gözükmektedir. Bu hastalıklar arasında en sık yaygın plevral kalınlaşmaya neden olanlar asbeste bağlı olanlar ve ampiyeme bağlı olanlardır. Yapılan kısıtlı sayıda çalışma bu hastalıkların tedavisi ve takibi konusunda bir konsensus oluşması açısından yetersiz gibi gözükmektedir. Özellikle asbeste bağlı oluşan plevral kalınlaşmalarda dekortikasyon yapılması bugünkü bilgiler ile gereksiz gibi gözükmektedir. Bu tür olgularda ciddi solunum yetersizliği gibi durumlarda daha palyatif yöntemler (noninvazif mekanik ventilasyon gibi) daha uygun görünmektedir. Çünkü bu olgularda restriksiyonda sadece plevral olay değil parenkimal fibrozisinde etkili olduğu düşünülmektedir. Ampiyemli olgulara gelince özellikle çocuk ve genç olgularda uzun dönem takiplerde solunum fonksiyonları normale dönmekte, çok yaşlı hastalarda da dekortikasyon mortalitesi artarken SFT'deki düzelmeler daha kısıtlı olmaktadır. KAYNAKLAR 1. Light RW. Pleural Diseases. 5th ed. Philadelphia, PA: Lippincott Williams and Wilkins, 2007: 1. 2. Light RW. Pleural Diseases. 5th ed. Philadelphia, PA: Lippincott Williams and Wilkins, 2007: 17. 3. Shinto RA, Stansbury DW, Brown SE. Does therapeutic thoracentesis improve the exercise capacity of patients with pleural effusion?. Am Rev Respir Dis. 1987; 135: A244. 4. Estenne M, Yernault JC, De Troyer A. Mechanism of relief of dyspnea after thoracocentesis in patients with large pleural effusions. Am J Med. 1983; 74: 813-9. 5. Light RW, Stansbury DW, Brown SE. The relationship between pleural pressures and changes in pulmonary function after therapeutic thoracentesis. Am Rev Respir Dis. 1986; 133: 658-61. 6. Wang JS, Tseng CH. Changes in pulmonary mechanics and gas exchange after thoracentesis on patients with inversion of a hemidiaphragm secondary to large pleural effusion. Chest. 1995; 107: 1610-4. 7. Rui F, De Zotti R, Negro C, Bovenzi M. [A follow-up study of lung function among exasbestos workers with and without pleural plaques]. Med Lav. 2004; 95: 171-9. 8. Kilburn KH, Warshaw RH. Abnormal lung function associated with asbestos disease of the pleura, the lung, and both: a comparative analysis. Thorax. 1991; 46: 33-8. 9. Clin B, Paris C, Ameille J, et al. Do asbestos-related pleural plaques on HRCT scans cause restrictive impairment in the absence of pulmonary fibrosis? Thorax. 2011; 66: 985-91. 10. Wrigt PH, Hanson A, Keel L, et. al Respiratory function changes after asbestos pleurisy. Thorax 1980; 35: 31-6. 11. Hillerdal G. Non-malignant asbestos pleural diseases. Thorax 1981; 36: 669-75. 12. Yates DH, Browne K, Stidolph PN, et al. Asbestos- related bilateral difuse pleural thickening: natural history of radiographic and lung function abnormalities. Am J respir Crit Care Med 1996; 153: 301-6. PLEVRA HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 207 13. Picado C, Laporta D, Grassino A, et al. Mechanisms affecting exersise performance in subjects with asbestos-related pleural fibrosis. Lung 1987; 165: 45-57. 14. Hillerdal G. Non-malignant asbestos pleural diseases. Thorax 1981; 36: 669-75. 15. Fielding DI, McKeon JL, Oliver WA, et al. Pleurectomy for persistent pain in bening asbestos-related pleural diseases. Thorax 1995; 50: 181-3. 16. Munoz X, Roger A, Pallisa E, et al. Ventilatory insufficiency due to asbestos-related diffuse pleural fibrosis succesfully treated with noninvasive home mechanical ventilation. Respiration 2001; 68: 533-6. 17. Gokce M, Okur E, Baysungur V, et al. Lung decortication for chronic empyaema: effects on pulmonary function and thoracic asymmetry in the late period. Eur J Cardiothorac Surg. 2009; 36: 754-8. 18. Casali C, Storelli ES, Di Prima E, Morandi U. Long-term functional results after surgical treatment of parapneumonic thoracic empyema. Interact Cardiovasc Thorac Surg. 2009; 9: 74-8. 19. Satish B, Bunker M, Seddon P. Management of thoracic empyema in childhood: does the pleural thickening matter? Arch Dis Child. 2003; 88: 918-21. 20. Kohn GL, Walston C, Feldstein J, et al. Persistent abnormal lung function after childhood empyema. Am J Respir Med. 2002; 1: 441-5. PULMONER VASKÜLER HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Doç. Dr. Zeynep Pınar ÖNEN PULMONER TROMBOEMBOLİ Pulmoner tromboemboli (PTE) sistemik venlerin trombozuna ikincil gelişen bir komplikasyondur. Çoğunlukla bacak derin venlerinde oluşan trombüslerden kopan parçaların pulmoner arter ve/veya dallarını tıkamasıyla gelişir. Morbidite ve mortalitesi yüksek, tekrarlayabilen, önlenebilir ve bazen tanı koymakta zorlanılan bir hastalıktır (1). Pulmoner tromboemboli tanısında solunum fonksiyon testlerinin kullanılması uygun değildir. Solunum fonksiyon testlerinin pulmoner tromboemboli tanısı düşünülen olgularda temel kullanım alanı, nefes darlığı ayırıcı tanısında eşlik eden kronik obstrüktif akciğer hastalığı veya astım gibi hava yolu obstrüksiyonuyla giden hastalıkların ayırıcı tanısını yapmaya yöneliktir (2). Komplike olmayan pulmoner tromboemboli olgularında basit solunum fonksiyon testi ölçümleri normal sınırlar içerisinde kalır. Ancak hastalar ağrı nedeniyle etkin bir inspirasyon manevrası yapamazlar ise FEV1 ve FVC değerleri azalmış olarak görülebilir (2). a. Akut Pulmoner Tromboemboli Akut pulmoner tromboembolide gaz değişimi ile ilgili bilgiler, çoklu inert gaz eliminasyon tekniği (MIGET) ve tek foton emisyon bilgisayarlı tomografisi (SPECT) ile yapılan çalışmalardan elde edilmiştir (3,4). Temel patoloji trombüs ile tıkanan bölümlerde perfüzyonla karşılanamayan ventilasyonun devam etmesidir. Bu durum ventilasyon/perfüzyon oranının (V/Q) ventilasyon lehine artması ile fizyolojik ölü boşluğun artışına yol açar. Ancak perfüzyon sağlanamadığı için hipoksemi ortaya çıkar. Embolinin yaygınlığı ile doğru orantılı olarak miksed venöz kandaki parsiyel oksijen basıncının düşük olması ise azalmış kardiyak atım hacmi ve alve208 PULMONER VASKÜLER HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 209 ole arteriyel oksijen gradiyentinin (P(A-a)O2) artışına neden olur. Artan P(A-a)O2 ise ölü boşluk ventilasyonuna benzer etki göstererek hipokseminin derinleşmesini sağlar. Hipoksemi periferik kemo reseptörlerin uyarılması sonucunda solunum frekansını artırır. Ağrı nedeniyle yüzeyel ve hızlı solunum daha da artırılarak hipokapni derinleşir. Ayrıca CO2 oksijene göre 20 kat daha fazla oranda alveole kapiller membrandan geçtiği için perfüzyonun devam ettiği sağlıklı alanlardan eliminasyonu hızla yapılarak hipokapni derinleşebilir. Hipokapni ise alveoler hiperventilasyonun göstergesidir (5). Arter kan gazı analizlerinin pulmoner tromboemboli tanısında rolü zannedildiği kadar yüksek değildir. Her ne kadar azalan PaO2 basıncı, pulmoner tromboemboli tanısında duyarlı bir yöntem olsa da özgül değeri oldukça düşüktür. Arter kan gazı analizlerinde tek bir parametre kullanmak yerine hipoksemi, hipokapni ve artmış P(A-a)O2 değerinin birlikte olması özgüllüğü artırmaktadır. Ancak normal sınırlardaki P(A-a)O2 bile pulmoner tromboemboliyi dışlamaya yeterli olmaz. Eski yıllarda yapılan çalışmalarda end tidal karbondioksidi gösteren (P et CO2) alveole arteriyel karbondioksit gradiyentinin (P(A-a)CO2) tanı amaçlı kullanılırken son 2 dekadda yapılan çalışmalarda artık kullanılmadığını görüyoruz (2). Önceki yıllarda yapılan çalışmalarda ölü boşluk ventilasyonu/tidal volüm (VD/VT) oranlarının artmasının, sintigrafiyle de doğrulanan bir tanı yöntemi olabileceği vurgulansa da klinik pratikte kullanımı hayal kırıklığı ile sonuçlanmış ve günümüzde terk edilmiştir (2-5). Tek soluk karbonmonoksit difüzyon kapasitesi (DLCO) ise teknik olarak akut sub-masif ve masif olgularda uygulanamayan bir yöntemdir. Kliniği stabil olgularda ise orta derecede bir azalma gösterip duyarlılığı ve özgüllüğü düşük bir tanı yöntemidir (2). b. Kronik Pulmoner Tromboemboli Tekrarlayan ve organize olan pulmoner tromboembolinin pulmoner vasküler yatağı oblitere etmesi sonucunda kronik pulmoner tromboemboli oluşur. Hastalığın patofizyolojisinde proksimal vasküler yataktaki akut trombüsün organizasyonu ve yavaş gelişen periferal vaskülopati önemli rol oynar. Klinik olarak ilerleyici egzersiz dispnesi en dikkat çekici yakınma ve bulgudur (1). Uzun sürede ve sessiz ilerleyen tablo kronik tromboembolik pulmoner hipertansiyona yol açabilir. Bu durum tüm akut embolilerin %0.1-4 arasında değişen oldukça düşük bir orana sahiptir (6,7). Kronik pulmoner tromboemboli olgularının fonksiyonel değişiklikleri akut emboli olgularına benzerdir (hipoksemi, hipokapni, artmış P(A-a)O2 ve fizyolojik ölü boşluk ventilasyonu, normal sınırlarda solunum fonksiyon testleri, azalmış DLCO gibi). Difüzyon kapasitesi hafif orta derecede azalır, kayıp ileri derecede ise interstisyel akciğer hastalıkları ayırıcı tanıda düşünülmelidir (2). 210 PULMONER VASKÜLER HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ TROMBÜS DIŞI PULMONER EMBOLİLER İntravenöz işlemler ve/veya tedaviler sırasında hava embolileri nadir ama istenmeyen komplikasyonlardır. Morbidite ve mortalitesi vasküler sisteme giren havanın miktarıyla doğru orantılıdır. <50 mL hava embolisinin geçici akut tromboemboli benzeri değişiklikler oluşturduğu gösterilmiştir. Fonksiyonel parametrelerdeki değişikliklerin birkaç saatte kendiliğinden gerilemesiyle tromboemboliden ayrılır. 50-100 mL hava embolisi akut kor pulmonale tablosu oluştururken daha yüksek miktarlar asistoli ile mortalitesi yüksek tablolardır. Fonksiyonel değerlendirme ancak kliniği stabil hastada yapılabilir diğer hastalarda teknik olarak değerlendirme yapılamaz (2). Yağ embolisi uzun kemik kırıklarından sonra mikro emboliler ve/veya makro embolilerle kendisini gösterebilir. Kalça protezlerinden sonra kemik iliği embolileri ortaya çıkabilir. Mikro embolilerde hafif hipoksemi görülürken masif yağ embolileri akut zorlu solunum sendromu tablosuyla karşımıza çıkar. Mikro embolilerin fonksiyonel parametrelerde akut tromboemboli benzeri değişiklikler oluşturduğu gösterilmiştir (2). Kuzey Afrika ve ülkemiz için tanımlanan bir diğer sorun ise hidatit kist embolileridir. Klinik semptom ve bulguları hidatit kist için tipik olan olgularda spontan ve/ veya cerrahi işlem sonrasında hidatit kist embolileri görülebilir. Difüzyon kapasitesindeki düşüş diğer embolilerden daha fazladır ve mortalitesi tromboemboliden yüksektir. PULMONER HİPERTANSİYON Pulmoner hipertansiyon tanımı hemodinamik bir tanımlama olup sağ kalp kateterizasyonu ile elde edilen ortalama pulmoner arter basıncının ≥25 mmHg olması (mPAB≥25 mmHg) ile tüm gruplarda tanıyı gösteren tek yöntemdir (7). Pulmoner hipertansiyon ilk olarak 1973 yılında primer ve sekonder olarak dünya sağlık örgütü tarafından da onaylanan birinci pulmoner hipertansiyon konferansında iki gruba ayrılmıştır. 1998 yılında ikincisi yapılan toplantıda sınıflamanın yetersiz olduğu ve pulmoner hipertansiyonun 5 alt grupta değerlendirilmesinin daha uygun olduğu vurgulandı. 2003 yılında 3. toplantıda nedeni bilinmeyen grubun primer yerine idiyopatik pulmoner hipertansiyon şeklinde tanımlanmasına karar verilmiş. 2008 yılında, sonuncu toplantıda yapılan halen kullanılan klinik sınıflama Tablo 1’de verilmiştir (6,7). Tüm bu gruplar içerisinde ikinci grupta yer alan sol kalp hastalıkları ile ilişkili pulmoner hipertansiyon (venöz pulmoner hipertansiyon) %78.7 gibi bir oranla en sık görülen etiyolojik faktör olup temelde kardiyoloji kliniklerinde izlenmektedir. Bu bölümde bu olgulardan söz edilmeyecektir. Üçüncü grupta yer alan pulmoner hipertansiyon %9.8 gibi bir oranla oldukça sık karşılaşılan pulmoner hipertansiyon nedenlerini oluşturmaktadır ve göğüs hastalıkları kliniklerinde sıkça karşılaşı- PULMONER VASKÜLER HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 211 lan hastalardır. Dördüncü grup ise beklenin aksine %0.6 gibi nadir görülen hasta grubudur ve fonksiyonel değişiklikler kronik pulmoner tromboemboli bölümünde anlatılmıştır. Hastalık fizyopatolojisinin anlaşılmasını sağlayan ve son 2 dekadda bilim dünyasının pulmoner hipertansiyonu fark etmesini sağlayan idiyopatik pulTablo 1. Pulmoner Hipertansiyonun Klinik Sınıflaması 1. Pulmoner arteriyel hipertansiyon tĀEJZPQBUJLQVMNPOFSBSUFSJZFMIJQFSUBOTJZPO t,BMUNTBMQVMNPOFSBSUFSJZFMIJQFSUBOTJZPO - Kemik morfojenik protein reseptörü 2 (BMPR2) - Aktivin benzeri kinaz 1 (ALK1), Endoglin - Bilinmeyenler tĀMBÎMBSWFUPLTJOMFSMFJMJāLJMJ t1VMNPOFSBSUFSJZFMIJQFSUBOTJZPOJMFJMJāLJMJIBTUBMLMBS - Kollajen doku hastalıkları - İnsan immün yetmezlik virüsü (HIV) infeksiyonu - Portal hipertansiyon - Konjenital kalp hastalıları - Şistosomiyazis - Kronik hemolitik anemi t:FOJEPþBOOQFSTJTUBOQVMNPOFSIJQFSUBOTJZPOV t1VMNPOFSWFOPPLMà[JGIBTUBMLWFWFZBQVMNPOFSLBQJMMFSIFNBOKJZPNBUP[JT 2. Sol kalp hastalığına bağlı pulmoner hipertansiyon t4JTUPMJLEJTGPOLTJZPO t%JZBTUPMJLEJTGPOLTJZPO t,BQBLIBTUBMLMBS 3. Akciğer hastalığı ve/veya hipoksemiyle ilişkili pulmoner hipertansiyon t,SPOJLPCTUSàLUJGBLDJþFSIBTUBMþ tĀOUFSTUJTZFMBLDJþFSIBTUBMLMBS t0CTUSàLUJGWFSFTUSLUJGQBUFSOJOCJSBSBEBPMEVþVEJþFSQVMNPOFSIBTUBMLMBS t6ZLVEBTPMVOVNCP[VLMVþVJMFHJEFOIBTUBMLMBS t:àLTFLJSUJGBEBV[VOTàSFMJZBāBN t(FMJāJNTFMBOPSNBMMJLMFS 4. Kronik tromboembolik pulmoner hipertansiyon 5. Etiyolojisi bilinmeyen veya birden fazla mekanizmaya bağlı pulmoner hipertansiyon t)FNBUPMPKJLIBTUBMLMBS.ZFMPQSPMJGFSBUJGIBTUBMLMBSTQMFOFLUPNJ t4JTUFNJLIBTUBMLMBS4BSLPJEP[MBOHFSIBOTIàDSFMJIJTUJZPTJUP[JT-".OÚSPmCSPNBUP[JT vaskülitler t.FUBCPMJLIBTUBMLMBS(MJLPKFOEFQPIBTUBMLMBSUJSPJECP[VLMVLMBS(BVDIFSIBTUBMþ t%JþFS5àNÚSNFEJBTUJOBMmCSP[JTEJZBMJ[HFSFLUJSFO,#: 212 PULMONER VASKÜLER HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ moner hipertansiyon ve pulmoner arteriyel hipertansiyon ile ilişkili hastalıklar ise bu bölümde ele alınacak temel grubu oluşturmaktadır (6,7). Pulmoner hipertansiyon olgularının tüm gruplarında arter kan gazı değerlendirildiğinde hafif düzeyde hipoksemi görülebilir. Hipoksemi ventilasyon perfüzyon bozukluğu, intrapulmoner şantlar ve mikst venöz kanda parsiyel oksijen basıncının düşmesi ile ilişkilidir. Ancak temel değişiklik, birim iş başına tüketilen oksijen miktarının artması ile tetiklenen ve efor sırasında derinleşen hipoksemi ile daha da artan ventilasyon işine bağlı ortaya çıkan hipokapnidir. Bu nedenle, hipoksemi hastalığın ilerlemesi ile istirahat sırasında hafif veya orta düzeyde olabilir, hipokapni tüm evrelerde istirahat sırasında dikkat çeken bir bulgudur. Hipokapni ayrıca mortalite ile ilişkili temel gaz dağılım bozukluğudur (8). Üçüncü grupta yer alan kronik obstrüktif akciğer hastalığında pulmoner hipertansiyon ise, hastalığın bir komplikasyonu olarak yıllar içerisinde geliştiği için, hiperkapni hastalığın evresi ve mortaliteyle doğrudan ilişkili temel değişikliktir (9). Pulmoner hipertansiyon etiyolojisinin ayırıcı tanısında, solunum fonksiyon testleri tanısal algoritmada önemli yere sahiptir (6,7). Grup 3 olguların tanımlanması ve etiyolojinin belirlenmesini sağlar. Diğer taraftan dışlama yöntemi ile tanı koyulan idiyopatik grupta ise pulmoner bir patolojinin olmadığını göstermek için kullaınılır. Son yıllarda grup 2 ve 3’de yer alan ancak hastalık seyri ile doğru orantılı olmayan ve ‘orantısız pulmoner hipertansiyon’ tanımı yapılan hastalarda hastalık şiddetini ve pulmoner hipertansiyonun korelasyonunu yapmayı sağlar (7). Solunum fonksiyon testleri birinci grupta yer alan ve nedeni bilinmeyen idiyopatik ve kalıtımsal olgularda genellikle normal sınırlarda yer alır. Akciğer ve toraksın mekanik fonksiyonları normal sınırlardadır. Ancak sağlıklı gönüllülerle yapılan kontrollü çalışmada; idiyopatik pulmoner hipertansiyon olgularının vital kapasitelerinin beklenen değerlerin %85-90 aralığında ve normal sınırlarda olsa da hafif bir düşüş gösterdiği tanımlanmıştır (10). Yine aynı çalışmada total akciğer kapasitesinin (TLC) korunarak normal sınırlarda kaldığı ancak rezidüel volümün (RV) ve RV/TLC’nin ise hafif bir artış gösterdiği tanımlanmıştır. Ekspiratuar akım hızlarının azalması ise vasküler yapılar nedeniyle küçük hava yolu obstrüksiyonunu gelişimini göstermektedir (10). Küçük hava yolu obstrüksiyonu hastalığın ilerlemesi ile doğru orantılı bir bulgu olarak karşımıza çıkar ve pulmoner vasküler yataktaki inflamasyon ile ilişkili artmış proliferasyona bağlı olduğu düşünülmektedir. (10). Ayrıca pulmoner vasküler yatakta azalan nitrik oksit (NO) ve endotelin 1 (ET-1) aynı zamanda hava yollarında da daralmaya yol açmaktadır (11). Grup 1 olguların solunum fonksiyon testlerinin değerlendirildiği yeni bir çalışmada ise FVC, FEV1, FEV1/FVC ve FEF50 değerlerinin kontrol grubuna göre düşük olduğu ancak volümlerin normal sınırlar içerisinde kaldığı tanımlanmıştır (12). Pulmoner hipertansiyon olgularının difüzyon kapasitelerinin azaldığı uzun yıllardır yapılan çalışmalarda gösterilmektedir. Bu azalma temel olarak hastalık şiddeti PULMONER VASKÜLER HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 213 ile doğru orantılı olup tüm evreler içerisinde hafif derecede bir azalma ile sınırlıdır. Ortalama DLCO değerleri %61-%71 aralığında yer almaktadır (12). Egzersiz testleri yapılan olgularda maksimum oksijen tüketimindeki azalmanın difüzyon kapasitesi ile korelasyon gösterdiği bulunmuştur (13). Membran difüzyon kapasitesi ve kan akımı azaldığı için DLCO/VA değeri de azalır (14). Pulmoner venookluziv hastalıkta ise fonksiyonel değişiklikler idyopatik pulmoner hipertansiyon hastalarına benzerdir. Solunum fonksiyon testleri ve akciğer volümleri normal sınırlar içerisinde kalır. Ancak akciğer ödemi tabloya eklenen olgularda parsiyel oksijen ve difüzyon kapasitesinde azalma dikkat çekicidir (15). Birinci grupta yer alan pulmoner arteriyel hipertansiyonla ilişkili hastalıklarda solunum fonksiyon testleri altta yatan hastalığın göstergesidir. Özellikle kollajen doku hastalıklarına bağlı pulmoner hipertansiyon olgularında restriktif değişiklikler, azalmış akciğer volümleri ve idiyopatik olgulara göre çok daha fazla azalan difüzyon kapasiteleri dikkat çekici bulgulardır (13). Grup 3’de yer alan olgularda da solunum fonksiyon testleri altta yatan hastalığın göstergesidir. Bu grupta en sık neden kronik obstrüktif akciğer hastalığı olup solunum fonksiyon testleri tipik olarak obstrüksiyonu gösterirken hipoksemi daha derindir. İnterstisyel patolojiler bağlı pulmoner hipertansiyon olgularında volümler ve difüzyon kapasitesi paralel bir azalma gösterir (9,16). PULMONER ARTERİYOVENÖZ MALFORMASYONLAR Pulmoner arter ve venler arasındaki anormal bağlantılardır. Genellikle doğumsal patolojilerin ilerleyen yaşlarda tanı alması dikkat çekicidir. Gaz değişimlerine bakıldığında parsiyel oksijen, oksijen saturasyonu ve parsiyel karbondioksit birlikte azalır. Hiperventilasyonla ilişkili alkaloz dikkat çekicidir. Ortodeoksi sendromu (ayakta parsiyel oksijen basıncının ve oksijen saturasyonunun yatar pozisyona göre düşmesi) tanısal bir bulgudur. Semptom ve bulgular malformasyonun yaygınlığı ve bazallerde yerleşmesi ile doğru orantılıdır. Her şeye rağmen egzersiz kapasitesi korunur ve egzersiz sırasında hiperventilasyon daha da artar. Difüzyon kapasitesi hafif veya orta derecede azalmıştır (17). PULMONER VASKÜLİTLER Sistemik vaskülitler, destrüktif damar inflamasyonu olan ve birbirlerinden farklı seyir gösteren bir hastalık grubudur. Oldukça düşük insidans (20-100/1000000) ve prevalansa (150-450/1000000) sahiptirler. Vaskülit terimi patolojik olarak hücresel inflamasyon, damar duvarı yıkımı ve doku nekrozu ile tanımlanabilir. En yaygın kabul gören sınıflama 1994 yılında yapılan uluslararası konferans sonrası yayınlanan uzlaşı raporu çerçevesinde tanımlanan “Chapel Hill” sınıflamasıdır (18). Akciğer tutulumu en sık primer, idyopatik, küçük damar veya antinötrofil sitoplazmik antikor (ANCA) ilişkili Wegener granülomatozu (WG), Churg-Strauss sendromu (CSS) ve mikroskopik polianjit (MPA)de görülse de, orta büyüklükte 214 PULMONER VASKÜLER HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ damar vasküliti (klasik poliarteritis nodosa), büyük damar vasküliti (Takayasu arteriti), primer immün-kompleks ilişkili vaskülit (Goodpasture sendromu) ve sekonder vaskülit (sistemik lupus eritematozis) de akciğerleri etkileyebilir. Bu bölümde temel olarak ANCA ilişkili vaskülitlere yer verilecektir. Pulmoner vaskülitlerde solunum yollarının tüm kısımları tutulabilir ve buna bağlı olarak çok farklı klinik fonksiyonel değişikliklere rastlanabilir (19). Churg-Strauss sendromu olan olgularda farklı düzeylerde hava yolu obstrüksiyonu bulgularına rastlanır. Konsolidasyonun eşlik ettiği olgularda obstrüktif ve restriktif değişiklikler bir arada bulunur (2). Wegener granülomatozunda kaviteleşen opasiteler radyolojik olarak izleniyorsa; vital kapasite, total akciğer kapasitesi ve difüzyon kapasitesi azalır. Lezyon sayısı ile doğru orantılı bir azalma görülür. Öte yandan hava yolu obstrüksyonu santral ve/veya periferik olabilir. Yapılan bir çalışmada hava yolu obstrüksiyonun, restriktif paternden daha sık karşılaşılan bir sorun olduğu dikkat çekmiştir. Tüm sistmik hastalıklarda olduğu gibi egzersiz kapasiteleri sınırlanmıştır. Difüzyon kapasitesi egzersiz kapasitesindeki sınırlamayla korelasyon gösteren en önemli parametredir (20). KAYNAKLAR 1. Guyatt GH, Norris SL, Schulman S, et al. Methodology for the development of antithrombotic therapy and prevention of thrombosis guidelines: Antithrombotic Therapy and Prevention of Thrombosis, 9th ed: American College of Chest Physicians EvidenceBased Clinical Practice Guidelines. Chest. 2012; 141(2 Suppl): 53S-70S. 2. Gibson GJ. Clinical test of respiratory function. 3th ed. Hodder Arnold, London 2009: 263-71. 3. Santolicandro A, Prediletto R, Fornai E, et al. Mechanism of hypoxemia and hypocapnia in pulmonary embolism. Am J Respir Crit Care Med 1995; 152: 336-47. 4. Harris B, Bailey D, Miles S, et al. Objective analysis of tomographic ventilation-perfussion scintigraphy in pulmonary embolism. Am J Respir Crit Care Med 2007; 175: 1173-80. 5. Cotes JE, Chinn DJ, Miller MR. Lung function. Blackwell Publishing, 6th ed. 2006: 560-92. 6. McLaughlin VV, Archer SL, Badesch DB, et al. ACCF/AHA 2009 expert consensus document on pulmonary hypertension a report of the American College of Cardiology Foundation Task Force on Expert Consensus Documents and the American Heart Association developed in collaboration with the American College of Chest Physicians; American Thoracic Society, Inc.; and the Pulmonary Hypertension Association. J Am Coll Cardiol. 2009 ;53: 1573-619. 7. Galiè N, Hoeper MM, Humbert M, et al. Guidelines for the diagnosis and treatment of pulmonary hypertension. Task Force for Diagnosis and Treatment of Pulmonary Hypertension of European Society of Cardiology (ESC); European Respiratory Society (ERS); International Society of Heart and Lung Transplantation (ISHLT). Eur Respir J. 2009; 34: 1219-63. 8. Mélot, C. and Naeije, R. Pulmonary Vascular Diseases. Comprehensive Physiology. 2011; 593-619. PULMONER VASKÜLER HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 9. 215 Weitzenblum E, Chaouat A. Pulmonary hypertension due to chronic hypoxic lung disease. In Peacock AJ, Rubin LJ, eds. Pulmonary Circulation, 2nd. London Arnold 2004: 374-86. 10. Meyer FJ, Ewert R, Hoeper MM, et al. Peripheral airway obstruction in primary pulmonary hypertension. Thorax 2002; 57: 473-6. 11. Fagan KA, McMurtry IF, Random DM. Role of endotelin-1 in lung disease. Respir Res 2001; 2: 90-101. 12. Jing ZC, Xu XQ, Badesch DB, et al. Pulmonary function testing in patients with pulmanary arterial hypertension. Respir Med 2009; 103: 1136-42. 13. Sun XG, Hasen JE, Oudiz RJ, Wasserman K. Pulmonary function in primary pulmanary hypertension. J Am Coll Cardiol 2003; 41: 1028-35. 14. Oppenheimer BW, Berger KI, Hadjiangelis NP, et al. Membrane diffusion in diseases of the pulmonary vasculature. Respir Med 2006; 100: 1247-53. 15. Biley CL, Channick RN, Auger WR, et al. High probability perfussion lung scans in pulmonary venoocclusive disease. Am J Respir Crit Care Med 2000; 162: 1974-8. 16. Naeije R. Pulmonary vascular function. In: Peacock AJ, Rubin LJ Pulmonary Circulation: Diseases and Their Treatment. London; Arnold 2004: 3-13. 17. Whyte MKB, Peters AM, Huges JMB, et al. Quantification of right to left shunt at restand during exercise in patients with pulmonary arteriovenous malformations. Thorax. 1992; 47: 790-6. 18. Jennette JC, Falk RJ, Andrassy K, et al. Nomenclature of systemic vasculitides. Proposal of an international consensus conference. Arthritis Rheum 1994; 37: 187-92. 19. Watts RA, Lane SE, Bentham G, Scott DG. Epidemiology of systemic vasculitis: a tenyear study in the United Kingdom. Arthritis Rheum 2000; 43: 414-9. 20. Newall C, Schinke S, Savage CO, et al. Impairment of lung function, health status and functional capacity in patients with ANCA associated vasculitis. Rheumothology 2005; 44: 623-8. TRANSPLANTASYON AKCİĞERİNDE SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Prof. Dr. Özlem ÖZDEMİR KUMBASAR Son yıllarda organ nakli uygulamalarının sıklığı ve başarısı giderek artmaktadır. Ancak organ nakilleri sonrası önemli komplikasyonlar görülmektedir; bu komplikasyonların önemli bir kısmı akciğere aittir. Bu nedenle gerek nakil öncesi gerekse nakil sonrası gelişen komplikasyonlarda akciğere ait incelemeler önemli yer tutmaktadır. Akciğerle ilgili incelemelerden biri de solunum fonksiyon testleridir (SFT). SFT tüm solid organ nakillerinde preoperatif değerlendirme kapsamında gereklidir, hematopoietik kök hücre naklinde (HKHN) de nakil öncesi yapılmalıdır. Akciğer nakli açısından SFT, hastaya akciğer nakli gerekip gerekmediğine karar verilmesinde kullanılan önemli bir parametredir. Nakil sonrası gelişen akciğer komplikasyonlarının bir kısmının değerlendirilmesinde SFT’nin yeri vardır. Özellikle akciğer nakli ve HKHN’de sadece SFT ile saptanan ve SFT ile izlenen komplikasyonlar görülebilmektedir. BÖBREK NAKLİ Böbrek naklinde insizyonun yeri nedeniyle, cerrahi işlemin kendisinin akciğer komplikasyonu oluşturma olasılığı düşüktür, çıkacak sorunlar daha çok anestezi ile ilgilidir. Böbrek nakli öncesi solunum fonksiyonları değerlendirmesi alt abdominal cerrahi girişim öncesi yapılacak preoperatif değerlendirmeden farksızdır (1). Ülkemizden bir çalışmada postoperatif riski belirlemek için, kalp ve böbrek nakli alıcılarına solunum fonksiyon testinin yanı sıra kardiyopulmoner egzersiz testi yapılmış ve böbrek nakli alıcılarında gerek spirometrik ölçümlerin, gerekse kardiyopulmoner egzersiz testi parametrelerinin postoperatif erken pulmoner komplikasyonlar ve mortaliteyi öngörmede etkisi olmadığı görülmüştür (2). Böbrek yetmezliğinde restriktif değişiklikler, difüzyon kapasitesinde düşme saptanabilir. Difüzyon düşüklüğü genellikle hipoksemi yapacak düzeyde değildir, hastada hipoksemi saptanırsa, hipoksemi yapacak başka nedenler araştırılma216 TRANSPLANTASYON AKCİĞERİNDE SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 217 lıdır. Böbrek yetmezliğinde restriktif değişiklikler herhangi bir nedene bağlanamayabilir; ayrıca akciğer ödemi, pulmoner kalsifikasyon, interstisyel fibrozis gibi nedenlerle de oluşabilir. Böbrek nakline götüren sistemik hastalıkların bazıları akciğerleri de tutabilir (1). Böbrek nakli sonrası özellikle bağışıklık baskılanmasının yoğun olduğu dönemde infeksiyonlar başta olmak üzere çeşitli akciğer komplikasyonları görülür. İnfeksiyon dışı akciğer komplikasyonları arasında ödem, pulmoner tromboemboli, posttransplant maligniteler sayılabilir (1,3). KARACİĞER NAKLİ Kronik karaciğer hastalığında hipoksemi ve pulmoner hipertansiyon gelişmesi olasılığı nedeniyle karaciğer naklinde perioperatif ve postoperatif seyri etkileyebilecek solunum sorunlarının araştırılması önemlidir (1). Sigara içme, amfizem, spirometrik bozukluklar, pulmoner hipertansiyon, hipoksemi ve ortodeoksi varlığının karaciğer naklinde postoperatif akciğer komplikasyonu görülme olasılığını artırdığı gösterilmiştir (4). Kronik karaciğer hastalığı KOAH gelişmesine yol açmasa da karaciğer nakli bekleyen olgular arasında sigara alışkanlığının sık olduğu belirtilmekte ve karaciğer nakli adaylarının %18’inin KOAH’lı olduğu tahmin edilmektedir. KOAH’lı olgu grubunda karaciğer nakli öncesi değerlendirmede spirometrinin yanı sıra 6 dakika yürüme testinin yapılmasının uygun olduğu belirtilmektedir (5). Hepatopulmoner sendrom ve portopulmoner hipertansiyon kronik karaciğer hastalığının önemli komplikasyonlarındandır. Karaciğer nakli hepatopulmoner sendrom için tek etkin tedavi olarak kabul edilmektedir, ancak ağır hepatopulmoner sendrom varlığı karaciğer nakli sonrası mortalite riskini artırmaktadır. Bu olgularda ciddi hipoksemi (PaO2<50 mmHg) varlığında yüksek mortalite riski ve nakil sonrası akciğer sorununun düzelme olasılığının düşüklüğü nedeniyle karaciğer nakli listesine konma noktasında çok iyi düşünülmesi gerekir. Portopulmoner hipertansiyonda ortalama pulmoner arter basıncının >35 mmHg olması rölatif, >45 mmHg olması mutlak kontrendikasyon olarak kabul edilmektedir (5). Karaciğer nakli sonrası bağışıklığı baskılanmış hastalarda görülen akciğer infeksiyonlarının yanı sıra daha çok ağır üst karın cerrahisinin, uzun genel anestezinin, yoğun kan ve kan ürünlerinin kullanılmasının yol açtığı, infeksiyon dışı akciğer komplikasyonları da görülebilmektedir (1). KALP NAKLİ Kalp nakli öncesi hastaların kalp hastalığına ikincil gelişen akciğer sorunları açısından değerlendirilmesi gerekir. Bu hastalarda solunum fonksiyon testlerinde restriktif değişiklikler, difüzyon kapasitesinde düşme saptanır. Kardiyomegali, in- 218 TRANSPLANTASYON AKCİĞERİNDE SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ terstisyel ve alveoler ödem, plevra sıvısı gibi sorunlar restriktif değişikliklere yol açar. Kalp yetmezliği olgularında bronş aşırı duyarlılığı görülebilir (6). Kalp nakli öncesi SFT parametrelerinin yorumlanması ile ilgili çok net veriler olmasa da spirometri ve kardiyopulmoner egzersiz testinin kalp nakli sonrası akciğer komplikasyonu gelişme ve mortalite riskini belirlemede rolü olduğu gözlenmiştir (2,6). Kalp nakli sonrası infeksiyonların yanı sıra postoperatif atelektazi, akciğer ödemi, plevra sıvısı, pulmoner hipertansiyon, posttransplant lenfoma gibi infeksiyon dışı komplikasyonlar görülmektedir. AKCİĞER NAKLİ Akciğer nakli son yıllarda giderek artan sıklıkta ve hava yolu, parenkim ve pulmoner damar yatağı ile ilgili pek çok hastalıkta uygulanmaktadır. Akciğer nakli endikasyonu koyarken SFT parametreleri çok önemlidir (Tablo 1) (7). Akciğer naklinin akciğer komplikasyonları arasında primer graft disfonksiyonu, infeksiyonlar, büyük hava yolu komplikasyonları, akut hücresel rejeksiyon, kronik allograft rejeksiyonu sayılabilir. Kronik rejeksiyon patolojik olarak obliteratif bronşiyolit, klinik olarak bronşiyolitis obliterans sendrom (BOS) olarak kendini gösterir (8). BOS akciğer nakli ve hematopoietik kök hücre nakli sonrası görülebilen tanısında solunum fonksiyon testlerinin çok önemli yer tuttuğu bir komplikasyondur. Bronşiyolitis obliterans küçük hava yollarını, bronşiyolleri etkileyen, hava yolu lumeninde tam veya tama yakın tıkanmaya yol açan, yamalı submukozal fibrozistir. Transbronşiyal biyopsi örnekleri ile histopatolojik olarak gösterilmesi güçtür. Bu nedenle SFT sonuçlarına göre BOS tanımlaması yapılmıştır. BOS başka bir nedene bağlı olmayan ilerleyici, irreversible hava yolu obstrüksiyonu olarak tanımlanır (8,9). BOS gelişimi için tanımlanmış risk faktörleri vardır (Tablo 2) (7,9). SFT parametrelerine göre BOS sınıflaması geliştirilmiştir (Tablo 3) (8,9). Akciğer nakli alıcılarının %50’sinde 5 yıl içinde, %75’inde 10 yıl içinde BOS gelişmektedir. Uzun dönmede sağ kalımı kısıtlayan en önemli komplikasyondur. BOS’un erken (ilk 2 yıl içinde) ortaya çıkması prognoz açısından daha kötüdür. Akciğer naklindeki gelişmelere karşın BOS gelişme sıklığında anlamlı bir azalma sağlanamamış ve çok etkin bir tedavi geliştirilememiştir (7,9). KALP-AKCİĞER NAKLİ Kombine kalp ve akciğer sorunu olan hastalarda özellikle Eisenmenger sendromu olan olgularda kalp-akciğer nakli gündeme gelebilmektedir. Bu grupta hem kalp hem de akciğer nakline ilişkin sorunlar gündeme gelmektedir. Obliteratif bronşiyolit gelişiminin saptanması açısından SFT takibi önemlidir (6). TRANSPLANTASYON AKCİĞERİNDE SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 219 Tablo 1. Akciğer Nakli Listesine Hasta Seçiminde Hastalığa Özel Ölçütler KOAH BODE indeksi 7-10 veya aşağıdakilerden en az biri Akut hiperkapni (PCO2>50 mmHg) ile seyreden alevlenme nedeniyle hastaneye yatış öyküsü Oksijen tedavisine rağmen pulmoner hipertansiyon veya kor pulmonale FEV1<%20 ve DLCO<%20 veya amfizemin homojen dağılımı İdiyopatik Pulmoner Fibrozis Histolojik veya radyolojik olarak olağan interstisyel pnömoni paterni ve aşağıdakilerden herhangi biri DLCO <%39 6 aylık izlem boyunca FVC de %10 veya daha fazla düşme 6DYT’de pulse oksimetre ile saturasyonun %88’in altına düşmesi YRBT’de bal peteği (fibrozis skoru >2) Kistik Fibrozis FEV1<%30 veya FEV1>%30 ise hızla bozulan solunum fonksiyonları (kadınlar ve 18 yaş altı hastalar daha kötü prognozludur, listeye erken alınması düşünülmelidir) ve/veya aşağıdakilerden herhangi biri Artan oksijen ihtiyacı Hiperkapni Pulmoner hipertansiyon İdiopatik Pulmoner Arteriyel Hipertansiyon Maksimum tıbbi tedavi altında NYHA sınıf III veya IV de devam etmesi Düşük (<350 m) veya azalan 6DYT İntravenöz epoprostenol veya eşdeğeri tedavinin yetersiz olması Kardiyak indeks <2lt/dk/m2 Sağ atrium basıncı >15 mmHg Sarkoidoz NYHA fonksiyonel sınıf III veya IV ve aşağıdakilerden herhangi biri İstirahatte hipoksemi Pulmoner hipertansiyon Sağ atrium basıncı >15 mmg BODE: Beden kitle indeksi, hava yolu obstrüksiyonu, dispne, egzersiz kapasitesi; 6DYT: 6 dakika yürüme testi; YRBT: yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografi Akciğer nakli sıklığı giderek artarken, kalp-akciğer nakli uygulaması giderek azalmaktadır. HEMATOPOİETİK KÖK HÜCRE NAKLİ Günümüzde pek çok hematolojik, immünolojik veya malign hastalığın tedavisinde hematopoietik kök hücre nakli uygulanmaktadır. Daha önce kemik iliği nakli ifadesi kullanılırken, artık vericiden kemik iliği dışında kök hücre kaynakları da 220 TRANSPLANTASYON AKCİĞERİNDE SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Tablo 2. BOS Gelişmesi İçin Risk Faktörleri İmmün başlangıçlı Akut hücresel rejeksiyon Lenfositik bronşiyolit Anti-HLA antikoru (özellikle vericiye ait) varlığı Anti tip V kollajen reaktivitesi Alıcı-verici HLA uyumsuzluğu İmmün aracılıklı olmayan Gastroözofageal reflü Toplum kökenli solunum virüsleri ile infeksiyon CMV pnömonisi Hava yolunda Pseudomonas kolonizasyonu Aspergillus kolonizasyonu Uzun iskemi süresi Primer graft disfonksiyonu Tablo 3. BOS Sınıflama Sistemi Evre Spirometrik Kriter 0 FEV1>bazalin %90’ı ve FEF25-75> bazalin %75’i 0-potansiyel FEV1 bazalin %81-90’ı ve/veya FEF25-75<bazalin %75’i 1 FEV1 bazalin %66-80’i 2 FEV1 bazalin %51-65’i 3 FEV1 < bazalin %50’si nakledildiği için hematopoietik kök hücre nakli (HKHN) terimi seçilmektedir. Nakledilen hematopoietik kök hücre hastaya ait olabilir (otolog), varsa aynı yumurta ikizinden alınabilir (singeneik), veya akraba ya da akraba dışı verici kökenli (allogeneik) olabilir (10). HKHN sonrası hastaların %40-60’ında herhangi bir dönemde akciğer komplikasyonu gelişmektedir; akciğer komplikasyonu sıklığı hastanın yaşına, uygulanan hazırlık rejimine, altta yatan hastalığa ve naklin otolog mu allogeneik mi olduğuna göre değişir. Allogeneik kök hücre nakli yapılan olgularda özellikle graft versus host hastalığı gelişenlerde (GVHH) akciğer komplikasyonları daha sık ve daha ağırdır (10,11). HKHN öncesi rutin SFT taraması yapılmalıdır, böylece hem altta yatan solunum sistemi hastalıkları yakalanır hem de takip için bazal değerler elde edilmiş olur. Nakil öncesi SFT değerlerini bozuk olması nakil sonrası komplikasyon ve mortalite riskinin yüksek olduğunu gösterir. Bu açıdan FEV1 ve DLCO değerleri kullanılarak akciğer fonksiyonu skoru (lung function score-LFS) hesaplanır. TRANSPLANTASYON AKCİĞERİNDE SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 221 LFS hesaplamasında FEV1 ve DLCO için bulanan puanlar toplanır. Bu puanlar FEV1 ve DLCO değerleri beklenenin yüzdesi olarak bakıldığında eğer >%80 ise 1 puan, %70-80 ise 2 puan, %60-70 ise 3 puan, <%60 ise 4 puan verilir. LFS 2 puan ise normaldir, LFS 7-8 puan ise solunum fonksiyonları ciddi olarak azalmıştır. LFS arttıkça nakil sonrası erken dönemde solunum yetmezliği riski artmaktadır (12). Nakil öncesi değerlendirmede SFT değerlerinin kötü olması hastayı komplikasyonlar açısından riskli kabul etmeyi gerektirir, ama nakil için mutlak kontrendikasyon olarak kabul edilmez. HKHN nakli sonrası çok farklı akciğer komplikasyonları görülmektedir. Ciddi akciğer infeksiyonlarının yanı sıra, akut akciğer ödemi, difüz alveoler kanama, engraftman sendromu, idyopatik pnömoni sendromu, bronşiyolitis obliterans sendrom (BOS), bronşiyolitis obliterans organize pnömoni, geç pulmoner toksisite sendromu, pulmoner venookluzif hastalık, pulmoner sitolitik trombüs, posttransplant lenfoproliferatif hastalık gibi infeksiyon dışı komplikasyonlardır (11). Bu komplikasyonların değerlendirilmesinde yapılacak tetkikler arasında solunum fonksiyon testleri de vardır. İdyopatik pulmoner toksisite sendromunda, bronşiyolitis obliterans organize pnömonide, geç pulmoner toksisite sendromunda restriktif değişiklikler olur. Öte yandan nakil sonrası belirgin bir hastalık tanısı olmaksızın SFT bozuklukları görülebilir, BOS tanısında ise sadece SFT kullanılır. HKHN sonrası SFT takiplerini değerlendiren çok sayıda çalışma vardır. Nakil sonrası SFT bozukluğu olan, LFS değeri yüksek bulunan hastalarda, hastalık nüksü ile ilgili olmayan 5 yıllık mortalite yüksek çıkmıştır (13). BOS gelişen olguların büyük çoğunluğu kronik GVHH’ı olan allogeneik HKHN alıcılarıdır (14). Klinik olarak hastalar genellikle öksürük, progresif efor dispnesi, hışıltı, üst solunum yolu infeksiyonu düşündüren yakınmalarla başvurur. Fizik incelemede raller, ronküsler ve squeak (squawk) duyulabilir (14,15). Akciğer grafisi normal olabileceği gibi hiperinflasyon bulguları da izlenebilir (Resim 1) Toraks yüksek rezolüsyonlu BT’de (YRBT) mozaik patern, hava hapsi, bronş/bronşiyolektazi izlenir. Ekspiratuar YRBT’de hava hapsi daha belirgin olur (Resim 2) (16). BOS tüm HKHN yapılan olguların %5.5’inde kronik GVHH olan olguların %14’ünde görülmektedir. BOS tanısı için SFT kriterleri net değildir. FEV1<beklenenin %75’i, FEV1/FVC<%70, YÇBT de hava hapsi veya RV(rezidüel volüm)>beklenenin %120 si ve diğer nedenlerin dışlanması gibi kriterler önerilmiştir (17). Öte yandan nakil sonrası obstrüktif hava yolu hastalığı tanısı için FEV1’de bazale göre %20 azalma (18), nakil sonrası takipte FEV1’de yıllık azalmanın >%5, FEV1/FVC<%80 olması (19) gibi kriterler de ortaya atılmıştır. BOS tanımlaması ve sınıflaması için akciğer naklinde önerilen kriterler bu gruba da uygulanabilir (Tablo 3). Otolog HKHN yapılan olgularda allogeneik nakil yapılanlara göre daha az oranda olsa da akciğer komplikasyonu gelişmektedir. Otolog transplant öncesi rutin 222 TRANSPLANTASYON AKCİĞERİNDE SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ yapılan fonksiyonel değerlendirmede difüzyon kapasitesi posttransplant akciğer komplikasyonu ile, FVC ise posttransplant mortalite ile ilişkili bulunmuştur (20). Otolog nakil sonrası ortaya çıkabilen infeksiyon dışı akciğer komplikasyonları akciğer ödemi, diffüz alveoler hemoraji, periengratman solunum sıkıntısı sendromu, IPS ve geç pulmoner toksisite sendromudur. Geç pulmoner toksisite sendromu özellikle meme Ca tedavisi sırasında otolog HKHN yapılmış olgularda tanımlanmış bir tablodur. Nakilden birkaç ay sonra nefes darlığı, öksürükle ortaya çıkar; tanı DLCO değerinin düşmesi ve infeksiyonun dışlanması ile konur; bilgisayarlı tomografi normal olabileceği gibi buzlu cam alanları, retiküler gölgeler de görülebilir (11, 20). OLGULAR 1. Olgu: Otuz dokuz yaşında kadın hasta, hiç sigara içmemiş. AML nedeniyle allogeneik HKHN uygulanmış. Nakilden 9 ay sonra nefes darlığı, öksürük yakınmaları ile danışıldı. Fizik incelemede solunum sesleri derinden geliyor ve yer yer ‘squeak’ ler duyuluyordu. Akciğer grafisinde hiperinflasyon bulguları (Resim 1) Toraks BT de mozaik havalanma izlendi (Resim 2). Resim 1. HKHN sonrası BOS gelişen olgunun akciğer grafisinde hiperinflasyon bulguları izleniyor Resim 2. HKHN sonrası BOS gelişen olgunun toraks BT kesitinde mozaik havalanma paterni görülüyor SFT: FVC:%32 FEV1:%22 FEV1/FVC:%58 FEF25-75:%11 PEF:%35 FEF25:%18 FEF50:%6 FEF75: %10 DLCO:%23 DLCO/VA:%80 Hastaya BOS tanısı kondu. GVHH için aldığı immünsüpresif tedaviye steroid ve bronkodilatörler eklendi. Hasta BOS tanısından 4 yıl sonra solunum yetmezliği ile kaybedildi. 2. Olgu: Yirmi sekiz yaşında kadın hasta. İdiopatik pulmoner artreiyel hipertansiyon tanısı ile pulmoner vazodilatör tedavi verildi. 1.5 yıllık tedaviden sonra TRANSPLANTASYON AKCİĞERİNDE SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 223 hasta giderek bozuldu. Akciğer nakli yapıldı. Akciğer nakli sonrası 1 yıllık takibi sorunsuz seyretti, SFT değerleri normaldi Resim 3). Nakilden 13 ay sonra nefes darlığı yakınması başladı. SFT de obstrüktif patern saptandı; FVC: %62 FEV1: %45 FEV1/FVC: %63 FEF25-75: %18. Grade 3 BOS tanısı kondu. İmmünsüpresif tedavi yoğunluğu artırıldı, fotoferez uygulandı. Klinik yanıt alındı. Resim 3. İdiyopatik pulmoner arteriyel hipertansiyon nedeniyle akciğer nakli yapılan hastada nakilde 13 ay sonra BOS gelişti KAYNAKLAR 1. Ettinger NA, Trulock PE. Pulmonary Considerations of Organ Transplantation Part 1. Am Rev Respir Dis 1991; 143: 1386-405. 2. Ulubay G, Ulaslı S, Kupeli E, et al. Value of exersise testing to estimate post-operative complications and mortality in solid organ recipients: a preliminary study. Ann Transplant 2010; 15: 11-20. 3. Kupeli E, Ulubay G, Colak T, et al. Pulmonary complications in renal recipients after transplantation. Transplant Proc 2011; 43: 551-3. 4. Bozbas S, Yılmaz EB, Dogrul I, et al. Preoperative pulmonary evaluation of liver transplant candidates: results from 341 adult patients. Ann Transplant 2011; 16:88-96. 5. Martinez-Plli G, Cardenas A. Pre-operative cardiopulmoner assessment of the liver transplant candidate. Ann Hepatology 2011; 10: 421-33. 6. Ettinger NA, Trulock PE. Pulmonary Considerations of Organ Transplantation Part 3. Am Rev Respir Dis 1991; 144: 433-51. 7. Kotloff RM, Thabut G. Lung Trasnplantation. Am J Respir Crit car Med 2011; 184: 159-71. 8. Ahmad S, Shlobin OA, Nathan SD. Pulmonary complications of lung transplantation. Chest 2011; 139: 402-11. 224 9. TRANSPLANTASYON AKCİĞERİNDE SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Todd JL, Palmer SM. Bronchiolitis Obliterans Syndrome Chest. 2011; 140: 502-8. 10. Watkins T, Chien JW, Crawford SW. Graft versus host-associated pulmonary disease and other idiopathic pulmonary complications after hematopoietik stem cell transplant. Semin Respir Crit Care Med. 2005; 26: 482-9. 11. Afessa B, Peters SG. Major complications following hematopoietic stem cell transplantation. Semin Respir Crit Care Med. 2006; 27: 297-309. 12. Parimon T, Madtes DK, Au DH, et al. Pretransplant lung function, respiratory failure and mortality after stem cell transplantation. Am J Respir Crit Care Med 2005; 172: 384-90. 13. Walter EC, Orozko-Levi, Ramirez-Sarmiento A, et al. Lung function and long term complication after allogeneic hematopoietic stem cell transplantation. Biol Blood Marrow Transplant 2010; 16: 53-61. 14. Crawford SW, Clark JG Bronchiolitis associated with bone marrow transplantation. Clin Chest Med 1993; 14: 741-9. 15. Özdemir Kumbasar Ö, Arat M, Koç H, Alper D. Kemik iliği transplantasyonuna bağlı bronşiyoloitis obliterans Tüberküloz ve Toraks Dergisi 2001; 49: 471-6. 16. Trisolini R, Stanzani M, Agli LL, et al. Delayed noninfectious lung disease in allogeneic bone marrow transplant recipients Sarcoidosis Vasc Diffuse Lung Dis 2001; 18: 75-84. 17. Au BKC, Au MA, Chien JW. Bronchiolitis obliterans syndrome epidemiology after allogeneic hematopoietic stem cell transplantation. Biol Blood Marrow Transplant 2011; 17: 1072-8 18. Poletti V, Casoni G, Zompatori M, et al. Bronchiolitis. Eur Respir Mon 2011; 54: 84103. 19. Chien JW, Martin PJ, Gooley TA, et al. Airflow obstruction after myeloablative allogeneic hematopoietic stem cell transplantation. Am J Respir Crit Care Med 2003; 168: 208-14. 20. Afessa B, Abdulai RM, Kremers WK, et al. Risk factors and outcome of pulmonary complications after autologous hematopoietic stem cell transplantation. Chest 2012; 141: 442-50. KALP HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Doç. Dr. Şerife SAVAŞ BOZBAŞ Kardiyovasküler hastalıklarda pulmoner venöz basınç artışı ile birlikte akciğerler ve solunum fonksiyon testi parametreleri etkilenir. Kapak hastalıkları veya sol ventrikül kasılmasında yetersizlik kalpten atılan kan volümünün azalmasına ve pulmoner venöz basıncın akut olarak yükselmesine neden olur. Sonuçta pulmoner kapiler basınç artarak akciğer ödemi gelişir. Kalp hastalıklarına bağlı gelişen hafif-orta dereceli pulmoner venöz hipertansiyon egzersizle ortaya çıkan nefes darlığına, egzersiz kapasitesinin kısıtlanmasına ve akciğerde yapısal hasara neden olur. Pulmoner venöz basınçta artışa neden olan hastalıklar içinde en sık görüleni mitral kapak hastalıkları ve kalp yetmezliğidir. Pulmoner fonksiyonları etkileyen iskemik kalp hastalıkları, kardiyomiyopati ve miyokardit gibi sol kalp fonksiyonlarında bozulma ile seyreden hastalıklar yaygın olarak görülürken, perikardiyal restriksiyon, mediastinal fibrozis ve veno-okluziv hastalıklar daha nadir görülür (1). MİTRAL KAPAK HASTALIĞI Mitral kapak hastalıkları içinde mitral darlığı pulmoner fonksiyonları etkileyen önemli bir problemdir. Mitral kapak alanında azalma sol atrium basıncı ve pulmoner venöz basınçta artmaya neden olur. Pulmoner venöz sistemde hidrostatik basıncın artması sonucu perivasküler ve intertisyel alana sıvı geçişi başlar. Tedavi verilmeyen mitral darlığında alveoler ödemin de eklenmesi ile ödem organize olarak alveoler fibrozis gelişir. Akciğerdeki bu kronik değişiklikler akciğer kompliansını azaltır. FEV1/FVC normal sınırda, FEV1, FVC ve TLC azalmıştır. Sonuçta restriktif tipte ventilasyon kusuru izlenir ve basınç-volüm eğrisi sağa yer değiştirir. Mitral darlığında intertisyel ödem peribronşioler alana dağılarak hava yollarının daralmasına ve hava yolu obstrüksiyonuna sebep olabilir. Hastanın hava yolu darlığı bulguları ile birlikte FEV1/FVC, FEV1, FVC, FEF50, FEF75 azalır, RV, RV/ TLC artar ve TLC azalır. Hava yolu total direnci artar. Sonuçta kombine ventilasyon kusuru saptanır. 225 226 KALP HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Solunum fonksiyonlarında bozulma kalp hastalığının şiddeti ile orantılıdır. Hastaların NYHA sınıfında artma ile birlikte VC, TLC ve ekspiratuar rezerv volümde azalma, rezidüel volümde artma saptanmıştır (2). Mitral darlığında sol atrium boyutlarında artma ile birlikte toraks boşluğunda kalbin işgal ettiği alan artar. Toraks kafesinde akciğer alanında kısıtlanma ve FVC’de azalma kalp volümünde artış ile ilişkilidir. Hastalarda tidal volüm azalır ve solunum sayısı artar. Mitral kapak hastalığında kalp büyüklüğü ve pulmoner vasküler direnç ile VC arasında negatif korelasyon bulunmuştur. Fonksiyonel rezidüel kapasite (FRC) normal kalma eğilimindedir ancak NYHA sınıf IV hastalarda FRC de azalır (3). Mitral darlığı hafif düzeyde olan hastalarda kapiller kan volümü artar ve DLCO artmış olarak saptanır. Mitral darlığı belirginleştiğinde ise perivasküler, intertisyel ve perialveoler ödem nedeniyle alveolokapiller membran kalınlığında artma nedeniyle DLCO azalır. Toraks kafesinde alveoler volümün azalmasından dolayı DLCO/ VA daha az etkilenir. AORT KAPAK HASTALIĞI Aort kapak hastalığı olanlarda pulmoner wedge basıncı normal ise solunum fonksiyon testleri normal olabilir. Pulmoner wedge basıncı yükselen olgularda ise restriktif ventilasyon kusuru saptanır. Komplians ve dolayısıyla FVC, TLC ve DLCO azalır. Aort kapağı ameliyatlarından sonra ilk günlerde akciğer konjesyonu azalıncaya kadar küçük hava yolu hastalığı devam eder. Kalp boyutunda küçülme ve konjesyonun azalması ile birlikte kapak hastalığının süresine de bağlı olarak solunum fonksiyon testi parametrelerinde düzelme izlenir. AKUT KALP YETMEZLİĞİ Kalp yetmezliği kalpten atılan kan volümünde azalma ve pulmoner venlerde kan volümünün artışına neden olur. Hidrostatik basınçta artış kanın perivasküler alana kaçışına, erken dönemde perivasküler ve intertisyel alanda ödeme bağlı akciğer kompliansında azalmaya neden olur. FVC, FEV1, RV ve TLC azalır, FEV1/ FVC normal ya da artmıştır. Akım volüm halkası normal akım-volüm halkasına göre sağa yer değiştirir, restriktif tipte ventilasyon kusuru saptanır. Kalp yetmezliğinin ilerlemesi ve ödemin artışıyla birlikte perivasküler ve intertisyel alandaki sıvı peribronşioler alana yayılır. Hava yollarındaki obstrüksiyona bağlı olarak restriktif ventilasyon kusuruna hafif derecede küçük hava yolu obstrüksiyonu da eklenir (4). Hastaların fizik muayene bulgularında yaygın geç ekspiratuar rallere zamanla ronküs ve wheezing ilave olur. Kalp yetmezliğinin progresyonu ile birlikte perivasküler alanda artan sıvı alveoler alana geçer ve akciğer kompliansı daha fazla azalır. Hava yolları ve alveollerin birlikte etkilenmesiyle restriktif ventilasyon bozukluğunun belirgin olduğu kombine ventilasyon kusuru izlenir (5). Solunum fonksiyon testi parametrelerinden RV, RV/TLC artar, TLC KALP HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 227 azalmış ya da normal saptanır (Şekil 1). Hava yolu hastalığı gelişimi ile birlikte “closing volüme” artar. He-O2 karışımı içeren gazla akım volüm halkası tekrar çizdirildiğinde, FVC’ nin son %25’inde akım hızlarının artmaması ve “volüme iso-flow” segmentinin artması küçük hava yollarının etkilendiğini gösterir. Kalp yetmezliğine bağlı akciğer ödeminde alveolo-kapiller membran difüzyonunda azalma ve MİP değerlerinde düşme saptanır (6). Kronik kalp yetmezliği hastaları mitral darlığı olan hastalara göre daha yaşlıdır, ancak hastalık süresi daha kısadır. Akciğer fonksiyonları kalp yetmezliği olan hastalarda mitral kapak hastalarına göre daha iyi korunmuştur. Akciğer volümlerinde kayıp daha belirgin olmak üzere aynı zamanda hava yolu obstrüksiyonu bulguları saptanır. Kalp yetmezliği hastalarında solunum işi oturur pozisyonda 2.5 kat, yatar pozisyonda ise 3 kat artar (7). Akut ve kronik kalp yetmezliğinde akciğer ödemine bağlı olarak akciğer volümleri azalır. Kalp yetmezliğinin tedavisi ile tedaviden 4-6 hafta sonra akciğer hacimlerinde %30’a varan düzelme sağlanır (8). KRONİK KALP YETMEZLİĞİ Kalp yetmezliği pulmoner dolaşımı da içeren vital organlara kan akımının azalması ile karakterize bir hastalıktır. Pulmoner ödem gelişen hastalarda kalp yetmezliği klinik ve radyolojik bulguları gelişmeden önce solunum fonksiyon testlerinde restriktif ventilasyon kusuru saptanır. Mitral stenoza kıyasla kronik kalp yetmezliği hastaları daha yaşlıdır ve hastalık süresi kısadır. Kalp yetmezliği hastaPRE Spirometri FVC FEV1 FEV1/FVC FEF25-75% FEF50% PEF FEF/FIF50 MVV Ref Liters Liters % L/sec L/sec L/sec 4.73 3.99 82 4.73 5.20 9.36 BEST %PRED 2.79 2.28 82 2.44 3.26 6.29 1.00 59 57 52 63 67 L/min Liters Liters Liters Liters % Liters Liters 8 6 4 2 0 Akciğer Hacimleri TLC VC IC RV RV/TLC ERV FRC N2 Flow 6.58 4.94 1.67 26 3.18 4.54 2.79 1.49 1.75 39 0.97 3.04 69 56 -2 -4 105 -6 -1 96 0 1 2 3 4 Volume Şekil 1. Sol kalp yetmezliği tanısı konan hastanın solunum fonksiyon testi parametreleri. FEV1/ FVC normal, FVC ve FEV1 azalmış, küçük hava yollarında peribronşial ödeme bağlı hava akımında kısıtlanma; FEF25, FEF50, FEF25-75 azalmış 228 KALP HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ larında solunum fonksiyonları mitral stenoz hastalarına göre daha iyi korunmuştur. Kalp yetmezliğinde FRC’deki azalma RV’ye göre daha belirgindir. Normal kişilerden farklı olarak kalp yetmezliğinde oturur pozisyondan yatar pozisyona geçince FRC’de önemli ölçüde düşme olmaz ancak VC’de azalma ve RV’de artma saptanır. KORONER ARTER HASTALIĞI VE MİYOKARD İNFARKTÜSÜ Koroner arter hastalığı tanısı konan hastalarda sol ventrikül diyastol sonu basıncı attığında akciğerlerde konjesyon artar. Pulmoner konjesyonla birlikte peribronşiyal ödem hava yolu çapının daralmasına neden olur. Konjesyon düzeyi ile ilişkili olarak solunum fonksiyonları etkilenir. Restriktif ve obstrüktif tipte ventilasyon kusuru izlenir. Miyokard infarktüsünü takiben gelişen solunumsal patolojiler de koroner arter hastalığında saptanan bulgularla benzerdir. Solunum fonksiyon testlerinde ağırlıklı olarak restriktif ventilasyon kusuru saptanır. FEV1/FVC normal, FVC ve TLC azalmıştır. Hastalığın ciddiyeti ile ilişkili olarak konjesyonda artma ile birlikte peribronşial ödeme bağlı hava yolu darlığı bulguları eklenir. CV, CV/VC, CC, CC/TLC, RV artar, FEF25-75 azalmıştır. DLCO da hastalığın ağırlığı ile ilişkili olarak azalır. ATRİYAL FİBRİLASYON Atriyal fibrilasyon (AF) sık gözlenen bir supraventriküler ritm bozukluğudur. Atriyal fibrilasyon prevalansı yaşla birlikte artar, pulmoner fonksiyonlar da yaşla birlikte progresif olarak azalır (9). Atriyal fibrilasyon ve pulmoner fonksiyonlardaki azalma arasında patofizyolojik mekanizmalar net değildir. Ancak üç mekanizma dikkati çeker. Birincisi AF’yi başlatan ektopik atımlar sıklıkla pulmoner venlerden kaynaklanır. Solunum fonksiyonlarında azalma ve sonuçta kan gazındaki değişiklikler ektopik atımları kolaylıkla tetikleyebilir (10). İkincisi kronik inflamasyonla seyreden hastalıklarda (obstrüktif hava yolu hastalıklarında) kardiyopulmoner sistem de etkilenir. Atriyal dokunun fibrozisi AF’yi kolaylaştırıcı bir faktördür. Kronik inflamasyonun azalmış pulmoner fonksiyonlar ile AF için sorumlu mekanizma olabileceği düşünülmüştür. Son olarak da AF’nin hemodinamik sonucu olarak atriyal kontraksiyonların ve kardiyak çıktının azalması akciğerlerde özellikle küçük hava yollarında konjesyona neden olur. Copenhagen çalışması %FEV1’in AF için önemli bir öngördürücü olduğu gösterir (11). Kang ve arkadaşları da çalışmalarında kronik AF ve %FEV1’deki azalma arasında ilişki saptamıştır (12). AF tanısı konan hastalarda FEV1 ve FVC’ de düşme ve akciğer volümlerinde azalma saptanır (Şekil 2). Ritm bozukluğu olmayan hastalarla kıyaslandığında MVV de azalır (13). KALP HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Spirometri FVC FEV1 FEV1/FVC FEF25-75% FEF50% PEF FEF/FIF50 MVV Liters Liters % L/sec L/sec L/sec Ref BEST 3.71 2.88 75 3.12 4.02 7.71 2.17 1.08 50 0.35 0.45 3.59 0.24 PRE %PRED 229 Flow 59 57 8 6 11 11 47 4 2 L/min 0 Akciğer Hacimleri TLC VC IC RV RV/TLC ERV FRC N2 Liters Liters Liters Liters % Liters Liters -2 6.50 3.84 2.47 40 3.49 5.01 2.17 0.89 2.83 57 1.10 4.12 77 57 -4 115 -6 -1 0 1 2 3 4 Volume 118 Şekil 2. Sol kalp yetmezliği tanısı konan ve kalp nakli planlanan hastanın solunum fonksiyon testi parametreleri. FEV1/FVC normal, FVC ve FEV1 azalmış, küçük hava yollarında peribronşial ödeme bağlı hava akımında kısıtlanma; FEF25, FEF50, FEF25-75 azalmış Spirometri FVC FEV1 FEV1/FVC FEF25-75% FEF50% PEF FEF/FIF50 MVV Ref Liters Liters % L/sec L/sec L/sec 3.63 2.79 75 2.99 3.92 7.58 PRE BEST %PRED 2.80 2.15 77 1.70 2.13 7.35 0.55 77 77 57 54 97 Liters Liters Liters Liters % Liters Liters 6 4 2 L/min 0 Akciğer Hacimleri TLC VC IC RV RV/TLC ERV FRC N2 Flow 8 6.50 3.76 2.54 41 3.52 5.95 2.80 1.40 2.18 44 1.39 3.58 77 74 -2 86 -4 102 -6 -1 0 1 2 3 4 Volume Şekil 3. Atriyal fibrilasyon tanısı konan bir hastada FEV1 ve FVC’de düşme ve akciğer volümlerinde azalma KAYNAKLAR 1. Hughes JMB. Pulmonary Complications of Heart Disease. In: Mason RJ, Broaddus VC, Murray JF, Nadel JA; eds. Murray and Nadel's Textbook of Respiratory Medicine. Vol 2. 4th ed. Philadelphia, PA: Elsevier Saunders; 2005; 2200-22. 2. Frank NR, Cugell DW, Gaensler EA, et all. Ventilatory studies in mitral stenosis. Am J Med 1953; 15: 60-76. 3. Richards DGB, Whitfield AGW, Arnott WM, et al. The lung volume in low output cardiac syndromes. Br Heart J 1951; 13: 381-6. 230 KALP HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 4. Yıldırım N, Demir T. Klinik Solunum Fonksiyon Testleri. 2. baskı. İstanbul: Macenta, 2011; 185-6. 5. Faggiano P, Lombardi C, Sorgato A, et al. Pulmonary function tests in patients with congestive heart failure: effects of medical therapy. Cardiology 1993;83:30-5. 6. Vaxman AB. Pulmonary function test abnormalities in pulmonary vascular disease and chronic heart failure. In: Chupp GL; ed. Pulmonary function testing. Philadelphia: WB Saunders Company; 2001; 751-8. 7. Cherniack RM, Cuddy TE, Armstrong JB. Significance of pulmonary elastic and viscous resistance in orthopnea. Circulation 1957; 15: 859-64. 8. Light RW, George RB. Serial pulmonary function in patients with acute heart failure. Arc Intern Med 1983; 143: 429-33. 9. Go AS, Hylek EM, Phillips KA, et al. Prevalence of diagnosed atrial fibrillation in adults: national implications for rhythm management and stroke prevention. JAMA 2001; 285: 2370-5. 10. Olsson SB. Atrial fibrillation: Where do we stand today? J Intern Med 2001; 250: 19-28. 11. Buch P, Friberg J, Scharling H, et al. Reduced lung function and risk of atrial fibrillation in the Copenhagen City Heart Study. Eur Respir J. 2003; 21: 1012-6. 12. Kang H, Bae BS, Kim JH, et al. The relationship between chronic atrial fibrillation and reduced pulmonary function in cases of preserved left ventricular systolic function. Korean Circ J 2009; 39: 372-7. 13. Ariansen I, Edvardsen E, Borchsenius F, et al. Lung function and dyspnea in patients with permanent atrial fibrillation. Eur J Intern Med. 2011; 22: 466-70. NÖROMÜSKÜLER HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Uzm. Dr. Şermin BÖREKÇİ, Prof. Dr. Birsen MUTLU Beyindeki solunum merkezinden çıkan uyarıların, solunum kaslarına iletilmesine kadar olan süreçte oluşan herhangi bir aksama, inspiratuar ve ekspiratuar solunum kaslarının etkilenmesi sonucu hipoventilasyon ve Tip-2 solunum yetmezliği ile sonuçlanır (1). Solunum kaslarının etkilendiği durumlarda, primer olarak akciğer volümleri, sekonder olarak da akımlar etkilenir. Özellikle inspiratuar solunum kaslarının (diyafram, interkostal ve skalen kaslar) etkilendiği durumlarda; akciğer elastisitesinin ve kompliansının azalmasına bağlı olarak, tidal volüm (VT) ve vital kapasite (VC) azalır, dakika solunum sayısı artar (2). Ekspiratuar solunum kaslarının etkilendiği durumlarda ise soluk havasının rezidüel volüm (RV) seviyesine kadar boşaltılamaması, RV’yi artırır ve inspirasyonda VC’nin artırılmasını daha da güçleştirir. Bu süreçlerin genel sonucu, VC azalması, RV artışı ve total akciğer kapasitesinin (TLC) azalmasıdır (1-3). Solunum kaslarının etkilenmesi, spirometrik solunum fonksiyon testlerinde temel olarak restriktif tipte ventilasyon bozukluğu olarak kendini gösterir. FEV1 ve FVC azalmış, FEV1/FVC oranı normaldir (1-3). Akım volüm halkası sola doğru yer değiştirmiştir, inspiratuar kasların etkilenmesi nedeniyle inspirasyon akımları plato çizerek azalır, ekspiratuar kasların etkilenmesi sonucu ekspirasyon eğrisinde tepe akımlarda azalma gözlenebilir (Şekil 1) (4). Volümler ölçüldüğünde ise; TLC azalmış, RV artmış, RV/TLC oranı artmış, inspirasyon kapasitesi (IC) ve ekspiratuar yedek volüm (ERV) azalmıştır. Solunum kas fonksiyonlarının etkilendiği durumları özellikle diyafram kasının etkilendiğini belirlemede kullanılan en önemli testlerden biri, oturur pozisyonda ölçülen VC değerleri ile yatar pozisyonda ölçülen VC değerleri arasında >%2530 azalma olmasıdır (1, 2). Günlük pratikte sıklıkla VC yerine, uygulama ve tekrarlanabilme kolaylığı nedeniyle zorlu vital kapasite (FVC) değeri ölçülmektedir (5) (Şekil 2). 231 232 NÖROMÜSKÜLER HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ V1 (L/sec) VE (L/sec) Ağız içi maksimum inspiratuar ve ekspiratuar basınçların 8 (MİP, MEP) ölçülmesi de kas hastalıklarının belirlenmesinde 6 kullanılabilir. MİP ve MEP değerleri solunum kas gücünün bir 4 göstergesidir. Kişiye göre beklenen normal MİP ve MEP değerleri, ırk, yaş, cinsiyet ve vücut 2 kitle indeksine göre belirlenir. Solunum kas fonksiyonlarının 0 100 80 60 40 0 20 etkilendiği durumlarda MİP ve TLC (%predicted) MEP değerleri azalmıştır (1-3). -2 MİP değerlerindeki %50’lik Şekil 1. FEV1 ve FVC değerleri azalmış, FEV1/FVC ora- bir düşme, VC de %15’lik bir nı normal, akım volüm halkası sola doğru yer değiştirmiş, düşmeye karşılık gelmektedir, inspirasyon akımlarında plato çizerek azalma, ekspirasyon buda VC de belirgin düşüşler eğrisinde tepe akımlarında azalma saptanmadan, MİP değerinde ki düşüşlerin saptanabileceğiVolume Best Best Flow 5 8 nin göstergesidir (2). Azalmış 6 4 MİP ve MEP değerleri, öksürük 4 Oturur refleksinin zayıflaması, sekres3 2 Yatar yonların atılamaması, atelektazi 0 2 2 ve pnömoni riskinin artması, 1 -4 hipoksemi ve hiperkarbinin 0 -6 0 5 10 15 20 Time Volume eşlik ettiği solunum yetmezliği Şekil 2. Oturur ve yatar pozisyonda VC ölçümü tablolarına yol açabilir. Braun ve arkadaşları miyopatili hastalarda MİP ve MEP değerlerini araştırdıkları çalışmalarında, hastaların yarısında, MİP ve MEP değerlerinin beklenen değerin %50’sinden daha düşük olduğunu ve bu hastalarda PaCO2 değerinin progresif arttığını, MİP değerinin %30’un altına indiği durumlarda PaCO2 artışının daha belirgin olduğunu göstermişlerdir (6). Kas hastalarında diyafram kası etkilenmesi varlığında transdiyafragmatik basınç (Pdi) değerlerinde düşme saptanır, bu hastalarda gastric, nazal veya özefageal kataterler aracılığı ile Pdi değerleri ölçülebilir (2). Burun deliklerine yerleştirilen problar yardımı ile “Maksimum Burun Çekme Manevrası” sırasında nazal basınçların ölçülmesi (Psniff Test) de kas hastalarında uygulanabilen ve hastalığın progresyonunun takibinde de yararlı olabilen bir yöntemdir (7,8). Elektromiyografik testlerle frenik sinirin iletim zamanının belirlenmesi (>9 ms) diyafram fonksiyon bozukluğunun ya da paralizisnin tespitinde yararlı olabilir (1). Solunum kas gücünü değerlendirmede kullanılabilecek diğer bir parametre, maksimum istemli ventilasyon (MVV) değeridir (1,4). MVV, hızlı ve mümkün olduğunca derin solu- NÖROMÜSKÜLER HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 233 numlarla bir dakikada solunabilen hava miktarıdır. On iki saniye boyunca hızlı ve derin soluma sonrası, volüm değeri 1 dakikaya tamamlanarak hesaplanır. MVV, inspirasyon ve ekspirasyonu birlikte değerlendiren, basit, kolay uygulanabilir bir test olmakla birlikte; efor bağımlıdır, havayolu direncinden, akciğer ve göğüs duvarının komplians ve mekanik özelliklerinden etkilenebilir (4). Özellikle üst hava yolu kaslarının tutulduğu durumlarda ya da ekstrapiramidal bozukluk nedenlerine bağlı durumlarda maksimum inspirasyon ve ekspirasyon akımlarında “sawtooth=testere dişi” görünümü izlenebilir (4) (Şekil 3). VEmax Solunum kas güçsüzlüğü olan hastalarda sıklıkla DLCO normaldir, ancak ağır olgularda, akciğerin yeterince ekspanse olamaması sonucu CO difüzyonunun gerçekleşeceği alveol yüzey alanının azalmasına bağlı DLCO azalabilir (3). Kronik kas güçsüzlüğü ya da hafif kas hastalığı formlarında arter kan gazı değerlerinde haRV TLC Volume fif hipoksemi ve alveole-arterial gradient değerlerinde hafif artış görülebilir, ancak hiperkarbi sıklıkla görülmez, bu olgularda VImax PaCO2 değerlerinde yükselme; infeksiyon, kontrolsüz oksijen Şekil 3. Maksimum İnspirayon ve ekspirasyon akımların- tedavisi ya da sedatif ilaç kulda “sawtooth=testere dişi” görünümü lanımına bağlı olabilir. Ağır kas tutulumu olan olgularda ise infeksiyon, kontrolsüz oksijen tedavisi, sedatif ilaç kullanımına ek olarak, solunum merkezinin hipoksemi ve hiperkarbiye cevabının azalması PaCO2 değerlerinde artış nedenleridir (3,4). BEYİN SAPI FONKSİYON BOZUKLUKLARINDA SOLUNUM FONKSİYONLARI Solunum merkezinden solunum kaslarına düzenli olarak uyarıların çıkması, travma, kanama, bası, tümör nedeni ile ya da beyin fonksiyonlarını deprese eden ilaçlar nedeniyle bozulabilir. Barbütüratlar ve opiyat türevi ilaçlar, solunum merkezini etkileyerek bradipne ve hipopneye sebep olabilirler. Oksijen tedavisi bu durumu daha da ağırlaştırabilir. Bu süreçlerin genel sonucu, hipoventilasyon, dakika solunum sayısının ve tidal hacmin azalması, hipoksemi ve hiperkarbi gelişimidir (1). 234 NÖROMÜSKÜLER HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ SPİNAL KORD HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYONLARI Poliomyelit Amiyotrofik Lateral Skleroz ve spinal kord yaralanmaları bu başlık atında değerlendirilebilir (2). a) Poliomyelit: Anterior boynuz hücrelerinin enfeksiyöz bir hastalığıdır. Günümüzde etkin aşı uygulamaları nedeniyle oldukça az görülmektedir (2). Paralitik kasların iyileşmesi değişik derecelerde olmakta ve atak sonrası 2 yılı bulabilmektedir. Kronik olgularda restriktif tipte ventilasyon kusuru ortaya çıkar. Diyafram kası tek ya da çift taraflı etkilenebilir. Servikal kordun üst seviyelerinin tutulduğu ağır olgularda Tip-2 solunum yetmezliği gelişebilir (1). Solunum kasları ileri yaşta olan olgularda daha çok etkilenir ve solunum kas tutulumu titepe olarak VC, ERV ve IC de azalma olarak kendini göstermektedir. FRC azalmış ya da normal olabilir. VC değeri beklenen değerin %30’undan düşük olan olgular sıklıkla mekanik ventilasyon desteğine ihtiyaç duyarlar (2). b) Amiyotrofik Lateral Skleroz (ALS): ALS, beyin sapı ve spinal korddaki motor nöronları progresif olarak etkileyen bir motor nöron hastalığıdır. Sıklıkla 50-60 yaşlarda ortaya çıkar, başlangıçta ellerde güçsüzlük, kas atrofisi ve hiperrefleksi belirginken hastalık ilerledikçe solunum kaslarının tutulumu, diyafram güçsüzlüğü ve paralizisi görülebilir. Hızlı progresyon gösteren olgularda, sekresyonların yeterince atılamaması ve araya giren pnömonilerin de etkisiyle hasta 2-5 yılda solunum yetmezliğinden kaybedilebilir (2). Solunum kas güçsüzlüğüne bağlı olarak, VC, FVC, IC ve MEP değerlerinde azalma, RV değerinde artış saptanır (2). VC nin progresif azalması kötü prognoz göstergesidir (9). Burun çekme manevrası sırasında nazal inspiratuar basınç ölçümü bu hastalarda diyafram güçsüzlüğünü değerlendirmede kullanılabilir. ALS’li hastalarda 6 aylık mortaliteyi belirlemede; 40 cmH2O dan düşük nazal inspiratuar basınçlar %97 sensitif %79 spesifik bulunurken, beklenenin %50 altında olan FVC değerleri %58 sensitif %96 spesifik bulunmuştur (10). Ayrıca, ALS hastalarının takibinde, “PEF değerine ulaşmak için geçen süre” ve “ tepe öksürük akımı” da kullanılabilmektedir (11-13). c) Spinal Kord Yaralanmalarında Solunum Fonksiyonları: Spinal kord yaralanmalarında, lezyonun seviyesine bağlı olarak solunum kas fonksiyonları etkilenir. Üst bölgeleri tutan lezyonlarda VC daha çok etkilenir (2). Spinal kord lezyonlarında solunum kaslarının etkilenmesinin temel sonucu; VC’de azalma, RV’de artış, TLC ve IC de azalmadır (1-3). IC azalması MİP değerlerinde azalma ile paralellik gösterirken, RV artışı MEP değerlerinde azalma ile paralellik göstermektedir (2). Özellikle kuadriplejik hastalarda, yatar pozisyondan oturur pozisyona geçildiğinde, RV artışı ve VC azalması saptanır. Bu olgularda RV artışı oturur pozisyonda diyaframın ve batın içi organların aşağı doğru yer değiştirmesine bağlıdır (2). C3 servikal vertebra seviyesi ve üzerinde olan lezyonlar sıklıkla spontan solunuma izin vermez ve mekanik ventilasyon desteği olmadan mortal NÖROMÜSKÜLER HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 235 seyreder (1). C4 ve C5 seviyesi ve altındaki lezyonlarda frenik sinir ve dolayısı ile diyafram işlevleri korunmuştur. Bu seviyedeki kesiler yeterli spontan solunuma istirahat halinde izin verirken, egzersiz sırasında kısıtlılık yaşanabilir (1). PERİFERİK SİNİR HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYONLARI Periferik sinirlerin tutulduğu nöropatilerde, tek ya da çift taraflı diyafram paralizisi görülebilir. En sık ve en tipik örneği Guillain Barré sendromudur. Guillain Barré sendromunun nedeni kesin olmamakla birlikte, ayaklardan başlayarak proksimale doğru ilerleyen postenfeksiyöz bir nöropatidir. Hastalığın progresyon döneminde interkostal kaslar ve sonrasında frenik sinirin tutulumuna bağlı diyafram paralizi sonucu mekanik ventilator desteği gerekebilir. Solunum fonksiyon testlerinde, restriktif tipte ventilasyon kusuru saptanır. Oturur ve yatar pozisyonda yapılan VC ölçümlerinde %25-30 dan fazla azalma saptanır (1). Sharshar ve arkadaşları (14), 196 Guillan Barre hastasını içeren retrospektif çalışmalarında, FVC değerinin beklenen değerin %60’ından az olmasının mekanik ventilasyon ihtiyacını artırdığını saptamışlardır (OR=2.9). MİP ve MEP basınç ölçümleri de hastalığın progresyonunun takibinde kullanılabilir (2). NÖROMÜSKÜLER KAVŞAK HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYONLARI Nöronal kavşakta görev yapan nörotransmiterlerin taşınmasındaki herhangi bir aksama normal kas fonksiyonunun bozulması ile sonuçlanır. Bu grup hastalıkların en tipik örneği Myasteni Gravis’dir (1). Hastalık sadece oküler kas tutulumu ile gözde sınırlı olabileceği gibi, yaygın kas tutulumu ile generalize formda olabilir (1). Sınırlı formda solunum fonksiyonları etkilenmemişken, generalize formda solunum kas tutulumuna bağlı, ventilatuar kapasite azalır, FVC, FEV1, MEP ve MİP değerleri düşer, hipoventilasyon ve Tip-2 solunum yetmezliği görülebilir (1). Myasteni Gravis hastalarında, neostigmin tedavisi sonrası MİP değerlerinde, VC, TLC ve FRC değerlerin de artış saptanabilir (3,15). MİYOPATİLER, MÜSKÜLER DİSTROFİLER VE MİYOZİTLERDE SOLUNUM FONKSİYONLARI Miyopatiler ve müsküler distrofilerde kas lifleri yeterli kasılma gücünü sağlayamazken, miyozitlerde kas liflerinin akut inflamasyonuna bağlı normal kas fonksiyonu bozulmuştur (1). Bu durumların ortak sonucu ise solunum kaslarını da etkileyebilen yaygın kas güçsüzlüğüdür. En çok bilinen ve tipik örneği Duchenne müsküler distrofisidir VC, IC, FRC, TLC, MİP ve MEP değerleri azalmıştır (1-3). Diyafram kası tutulumu olmayan olgularda, oturur ve yatar pozisyonda ölçülen VC değerlerindeki değişim belirgin olmayabilir (3). MİP ve MEP değerleri beklenen değerin %30’undan, VC değeri beklenen değerin %55’inden az olan miyopatili ya da miyozitli olgularda Tip-2 solunum yetmezliği gelişme riskinin arttığı gösterilmiştir (16). 236 NÖROMÜSKÜLER HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ MULTİPL SKLEROZ HASTALARINDA SOLUNUM FONKSİYONLARI Multipl Skleroz, sinir liflerinin demiyelinizasyonu sonucu relaps ve remisyonlarla seyreden progresif bir nörolojik fonksiyon bozukluğudur (1). Hastalığın erken dönemlerinde nöronal fonksiyon kayıpları geri dönüşümlü olabilir. Ağır vakalarda solunum kasları tutulabilir. VC, MİP ve MEP değerleri azalmıştır. VC, MEP ve MİP değerlerindeki azalma düzeyi ile solunum fonksiyonlarının etkilenme derecesi paralellik gösterir (17). PARKİNSONİZM HASTALARINDA SOLUNUM FONKSİYONLARI Parkinson hastalığı, dopaminerjik nöronların harabiyetinden kaynaklanan progresif bir nörolojik hastalıktır (1). Ortalama 60’lı yaşlarda ortaya çıkar, yavaş seyirli olmasına rağmen, her hasta için ilerleme hızı farklıdır. Yapılan bir çalışmada, Parkinsonlu hastaların çoğunda günlük yaşam aktivitelerini etkileyecek düzeyde obstrüktif ve restriktif tipte solunum fonksiyon kusurunun görülebileceği, FVC, FEV1, PaO2 değerlerinin azaldığı, RV ve total hava yolu direncinin arttığı saptanmıştır (18). İNME (STROKE) HASTALARINDA SOLUNUM FONKSİYONLARI Hemiparezi sonrası motor fonksiyonların kaybı immobilizasyon ve pnömoni riskini artırır (1). Hemiparazili hastalarda, solunum fonksiyonları restriktif tiptedir (19). Kronik hemiplejili hastalarda, VC nin azaldığı ve bunun immobilizasyona bağlı olabileceği düşünülmüştür (20). Hemiplejik hastalarda diyafram hareketlerinin ultrasonografik olarak incelendiği bir çalışmada; diyafram hareketlerinin spontan solunum sırasında normal olduğu ancak istemli inspirasyonda azaldığı saptanmış ayrıca, VC’nin azaldığı (ortalama beklenen değerin %79’u), RV’nin arttığı (ortalama beklenen değerin %124’ü), TLC veya FRC değerlerinin değişmediği gösterilmiştir (21). Optoelektronik pletismografi kullanılarak yapılan bir çalışmada, hemiparezik hastalarda, paralitik tarafta VT değerlendirildiğinde ventilasyonun normal tarafa kıyasla azalmadığı ancak istemli solunum manevraları yapıldığında VT’nin azaldığı saptanmıştır (22). Hemiparezili hastalarda, paralitik tarafta hiperkarbiye yanıtın daha büyük olması solunum kontrolünde rol oynayan farklı yolakların farklı derecelerde etkilendiğini göstermektedir (1). İZOLE TEK YA DA ÇİFT TARAFLI DİYAFRAM PARALİZİSİ YA DA KESİSİ Diyafram kasının paralizisi yukarıda sayılan kas hastalıklarının çoğunda görülebilir, bu durumlarda sıklıkla diğer solunum kaslarıda tutulmuştur. İzole diyafram paralizisi ise travma, cerrahi girişimlere bağlı, tümör infiltasyonu ya da bası sebebi ile oluşabilir. Tek taraflı diyafram paralizisi daha sık ve daha az semptomatiktir (2,3). Tek taraflı diyafram paralizisinde, eğer diğer solunum kaslarının fonksiyonları etkilenmemiş ise, dik pozisyonda yapılan solunum fonksiyonları normal sınırlardadır (VC ve TLC beklenen değerlerin %70-80’i) (3). İzole sağ diyafram NÖROMÜSKÜLER HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 237 paralisi olan olgularda, oturur ve yatar pozisyonda yapılan VC ölçümlerinde ki azalma, izole sol diyafram paralizi olan olgulara göre daha belirgindir, bu fazla azalmanın nedeni sağ diyaframın paralizine bağlı, karaciğerin yatar pozisyonda göğüs kafesine doğru yer değiştirmesidir (3). Bilateral diyafram paralizisinde ise klinik olarak sıklıkla hasta semptomatiktir, solunum fonksiyon testlerinde; IC, MİP, FVC ve VC değerleri azalmıştır. Yatar pozisyonda VC ve FVC azalması daha belirgindir. Psniff Testi, trans diyafragmatik basıncın, nazal, gastric veya özefajial katater yarleştirilerek ölçülmesi ya da elektromiyografik testlerle frenik sinirin iletim zamanının belirlenmesi de (>9 ms) diyafram paralizisinin tespitinde kullanılabilecek yöntemlerdir (1). OLGU: Altmış yedi yaşında diyafram kası tutulumu olan bir polinöropati hastasının oturur ve yatar pozisyonda ölçülen FVC değerleri görülmektedir. Yatar pozisyonda FVC azalmaktadır (FVC oturur-FVC yatar=1620-940=680 mL, %42 azalmaktadır). Oturur Ref 6 FVC FEV1 FEV1/FVC FEF20-75% PEF FIVC FIV1 PIF 4 2 0 Liters Liters % L/sec L/sec Liters Liters L/sec 3.52 2.70 75 2.95 7.46 3.52 Pre Pre Meas %Ref 1.62 1.30 81 1.32 4.50 1.52 2.96 46 48 45 60 43 Yatar Post Post Post Meas %Ref %Chg 0.64 0.70 75 0.51 2.92 0.82 27 26 -42 -46 17 39 23 -61 -35 -46 1.52 -49 -2 KAYNAKLAR 1. Cotes JE, Chinn DJ, Miller MR. Lung Function: physiology, measurement and application in medicine. Sixth edition. Oxford: Blackwell Publishing, 2006: 567-9. 2. Bates DV. The respiratory muscle and their disorders. Bates DV(ed). Respiratory function in disease. WB Saunders Company, Philadelphia, 1989; 369-81. 3. Gibson GJ. Neuromuscular disease. Gibson GJ (ed) Clinical tests of respiratory function. MacMillan Pres, London, 1984; 261-82. 4. American Thoracic Society and European Respiratory Society. ATS/ERS statement on respiratory muscle testing. Am J Respir Crit Care Med 2002; 166: 518-624. 5. Gelinas DF. Pulmonary function screening. Semin Neurol 2003; 23: 89-96. 6. Braun NM, Arora NS, Rochester DF. Respiratory muscle and pulmonary function in polymyositis and other proximal myopathies. Thorax 1983; 38: 616-23. 238 NÖROMÜSKÜLER HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 7. Evans SA, Watson L, Cowley AJ, et al. Normal range for transdiaphragmatic pressure during sniff with catheter mounted transducers. Thorax 1993; 48: 750-3. 8. Heiter F, Rahm F, Pasche P, Fitting JW. Sniff nasal inspiratory pressure. A noninvasive assessment of inspiratory muscle strength. Am J Respir Crit Care Med 1994; 150:167883. 9. Fallat RJ, Jewitt B, Bass M, et al. Spirometry in amyotrophic lateral sclerosis. Arch, Neurol 1979; 36: 74-80. 10. Morgan RK, McNally S, Alexander M, et al. Use of sniff nasal-inspiratory force to predict survival in amyotrophic lateral sclerosis. Am J Respir Crit Care Med 2005; 171: 269-74. 11. Wilson SR, Quantz MA, Strong MJ, Ahmad D. Increasing peak flow time in amyotrophic lateral sclerosis. Chest 2005; 171: 269-74. 12. Suarez AA, Pessolano FA, Monteiro SG, et al. Peak flow and peak cough flow in the evaluation of expiratory muscle weakness and bulbar impairment in patients with neuromuscular disease. Am J Phys Med Rehabil 2002; 81: 506-11. 13. Chetta A, Aiello M, Tzani P, Olivieri D. Assessment and monitoring of ventilatory function and cough efficacy in patients with amyotrophic lateral sclerosis. Monaldi Arch Chest Dis. 2007; 67: 43-52. 14. Sharshar T, Chevret S, Bourdain F, Raphael JC; French Cooperative Group on Plasma Exchange in Guillain-Barre Syndrome. Early predictors of mechanical ventilation in Guillain Barre syndrome. Crit Care Med 2003; 31: 278-83. 15. Mier-Jedrzejowicz AK, Brophy C, Green M. Respiratory muscle function in myasthenia gravis. Am Rev Respir Dis 1988; 138: 867-73. 16. Braun NM, Arora NS, Rochester DF. Respiratory muscle and pulmonary function in polymyositis and other proximal myopathies. Thorax 1983; 38: 616-23. 17. Buyse B, Demedts M, Meekers J, et al. Respiratory dysfunction in multiple sclerosis: a prospective analysis of 60 patients. Eur Respir J 1997; 10: 139-45. 18. Sabate M, Rodriguez M, Mendez E, et al. Obstructive and Restrictive pulmonary dysfunction increases disability in Parkinson Disease. Arch Phys Med Rehabil 1996; 77: 29-34. 19. Fugl-Meyer AR, Linderholm H, Wilson AF. Restrictive ventilatory dysfunction in stroke: its relation to locomotor function. Scand J Rehabil Med 1983; 9 Suppl: 118-24. 20. Annoni JM, Ackermann D, Kesselring J. Respiratory function in chronic hemiplegia. Int Disabil Stud 1990; 12: 78-80. 21. Cohen E, Mier A, Heywood P, et al. Diaphragm movement in hemiplegic patients measured by ultrasonography. Thorax 1994; 49: 890-5. 22. Lanini B, Bianchi R, Romagnoli I, et al. Chest wall kinematics in patients with hemiplegia. Am J Respir Crit Care Med 2003; 168: 1009-113. HEMATOLOJİK HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Doç. Dr. Nazan ŞEN Eritrositlerin oksijenin primer taşıyıcısı olması nedeniyle, eritropoietik sistem doku oksijenizasyonunda büyük rol oynar. Bu nedenle anormal hemoglobinler, polistemi, anemi ve kan volümündeki anlamlı değişiklikler solunum fonksiyonlarını etkiler. Hemoglobinopatiler arasında en önemli ve en sık pulmoner etkileri olan durum orak hücreli anemilerdir. Akut göğüs sendromu, pnömoni, in-situ tromboza bağlı infarktüs, pulmoner damarlara kemik iliği yağ embolisi, kemik iliği infarktüsü, pulmoner hipertansiyon gibi bozukluklara neden olabilir. Talasemilerde ise çoğunlukla hafif derecede solunumsal bozukluk görülür. Eritrosit bozuklukları pulmoner hipertansiyon, alveoler fibrozis ve solunum fonksiyon bozukluğu gibi komplikasyonlarla ilişkilidir (1). KIRMIZI KAN HÜCRE HASTALIKLARI Anemi Kanın hemoglobin içeriğinde azalmadır. Anemide kırmızı kan hücresi içindeki 2-3 difosfogliserat artar, oksijen dissosyasyon eğrisi sağa kayar ve daha düşük oksijen basınçlarında oksijenin hemoglobinden ayrılması kolaylaşır. Anemi ilerledikçe egzersiz kapasitesi azalır. Ciddi anemi alveoler düzeyde gaz alışverişini değiştirir. Nedeni gaz değişimi için az sayıda kırmızı kan hücresi olmasıdır. Böyle bir durumda DLCO belirgin azalır; bununla birlikte ölçüm genellikle hemoglobin ile düzeltme yapılarak raporlanır (2). Aneminin majör pulmoner sistem etkisi arteriyel hipoksemi, şant oluşması, ventilasyon/perfüzyon oranında (V/P) azalmaya yol açmasıdır. Bununla birlikte anemiyle birlikte oluşan yüksek kardiyak atım, pulmoner kapiller transit zamanını kısaltarak DLCO’da azalmaya neden olur. Böylece anemi hem hipoksemiye neden olur, hem de şant, düşük V/P oranı ve anormal difüzyona bağlı olarak var olan hipoksemiyi daha da arttırır (3). 239 240 HEMATOLOJİK HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Polisitemi Polistemi, kırmızı kan hücrelerinin aşırı üretimi ve sayılarında anormal artış şeklinde tanımlanır. Primer ve sekonder olabilir. Sekonder olanı kronik hipoksemik durumlardan kaynaklanırken, primer olanı kemik iliğinin kronik, progresif, miyeloproliferatif hastalığıdır ve etyolojisi bilinmemektedir (1). Primer polisitemide (polistemia rubra vera) pulmoner komplikasyonlar sık değildir. Bu hastalarda VC, Raw ve alveoler ventilasyon sıklıkla normaldir. DLCO normal veya hafif artmıştır (4,5). Greening ve ark.’nın (6) polisitrmia veralı hastalarla yaptığı çalışmasında VC, FEV1/FVC, VA ve TLC değerleri normal saptanmış, DLCO’da anlamlı artış olduğu görülmüştür. Herbert ve ark. (5) ise bu hasta grubunda solunum fonksiyon testlerini (MVV, VC, FEV1/FVC, RV, RV/TLC) normal bulmuşlar ve flebotomi sonrasında anlamlı değişiklik saptamamışlardır. Bu çalışmada ayrıca hastaların DLCO değerleri normal veya artmış iken, flebotomi sonrası anlamlı azalma (ortalama %123’ten %93.8’e) gözlenmiş, ancak hemoglobin konsantrasyonu ile doğrulandığında bile yüksek kaldığı gösterilmiştir. Kronik dağ hastalığına bağlı sekonder polisitemili hastalarda flebotomi, spirometri ve gaz değişiminde iyileşme sağlamıştır (7). Polistemia vera'nın bir komplikasyonu olarak ortaya çıkabilen pulmoner hipertansiyonun (PHT) etyolojisi tam olarak bilinmemektedir. Bununla birlikte pulmoner arterlerin dolaşımdaki megakaryositler tarafından direkt obstrüksiyonu, akciğer parankimindeki ekstrameduller hematopoez, düz kas hipertrofisi, kronik dissemine intravasküler koagülasyon ve tanı konulamayan tekrarlayan trombotik olaylar mekanizmada rol oynuyor olabilir (8). HEMOGLOBİNOPATİLER Orak Hücreli Anemi Orak hücreli anemi (OHA), hemoglobinin beta-globin zincirindeki glutamik asit yerine valinin geçmesi sonucu ‘hemoglobin S’ (Hb-S) yapımına neden olan nokta mutasyonu ile oluşur. Otozomal resesif geçiş gösteren kalıtımsal bir hastalıktır. Düşük oksijen basınçlarıyla karşılaşıldığında Hb-S’in çözünürlüğü azalır, polimerize olur. Bu durum eritrositlerin elastikiyetini yitirmesine ve şekil bozukluğuna yol açarak vazooklüzyona ve kronik hemolitik anemiye neden olur (1,9,10). OHA’nın çok sayıda sistemik komplikasyonları olup pulmoner tutulum sık görülür. Pulmoner komplikasyonlar başlıca 2 ana gruba ayrılır: akut göğüs sendromu (AGS) ve kronik orak hücre akciğer hastalığı (KOHAH) (9,10-13). OHA’lı hastalarda restriktif akciğer hastalığı, DLCO’da azalma, obstrüktif akciğer hastalığı, havayolu hiperreaktivitesi (HR), hipoksemi ve PHT şeklinde farklı solunum fonksiyon bozuklukları tanımlanmıştır (1,10,13-19). Erişkinlerde sıklıkla restriktif bozukluk saptanırken (13,18), çocuklarda obstrüktif bozukluğa daha sık rastlanır (16,20). HEMATOLOJİK HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 241 OHA’lı çocuk hastalarda astım ve HR insidansı kontrol grubuna göre daha yüksektir (21). Prospektif bir çalışmada OHA’lı çocukların %17’si klinik olarak astım tanısı almışken, HR insidansı ise daha yüksek bulunmuştur (%40-77) (22-25). Atopi ve astım, özellikle atopik astım, tekrarlayan AGS atakları olan OHA’lı çocuklarda, tek veya hiç AGS atağı olmayanlara oranla daha sık görülmektedir (21). Astım OHA’lı çocuk hastalarda mortalite açısından bağımsız bir risk faktörü olup, ölüm riskinde iki kat artışla ilişkili bulunmuştur (22). Erişkin OHA’lı hastalarda astım ile ilgili veriler sınırlıdır. Tanısal ve prognostik açıdan astımın OHA’lı erişkinlerde önemi bilinmemektedir (10). Vendramini ve ark. (26) astımı olmayan erişkin hastaların %31’inde HR saptamışlardır. Bizim astım semptomları olmayan 31 erişkin OHA’lı hastanın solunum fonksiyonlarını değerlendirdiğimiz çalışmamızda hastaların %48’inde HR saptanmış ve tekrarlayan AGS atakları ile HR arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur (27). KOHAH restriktif akciğer hastalığı ile ilişkili olarak PHT ve kor pulmonale gelişimi ile karakterize bir klinik durumdur. Zaman içinde, tekrarlayan AGS ataklarının akciğer parankiminde yarattığı hasar restriktif akciğer hastalığı ile sonuçlanabilir (13,14). OHA’lı 310 erişkin hastanın alındığı bir çalışmada hastaların sadece %10’unda solunum fonksiyon testleri normal bulunmuştur. En sık anormallik, hastaların %74’ünde görülen hafif restriktif bozukluktur. Bunun yanında hastaların %2’sinde mikst obstrüktif ve restriktif, %1’inde obstrüktif bozukluk saptanmıştır. Ortalama FEV1 ve FVC değerleri sırasıyla %83 ve %84 iken, TLC değerleri %70 olarak bulunmuştur (17). Çalışmamızda 31 OHA’lı erişkin hastanın %20’sinde solunum fonksiyon testleri normalken, %48’inde restriktif, %19’unda mikst ve %13’ünde obstrüktif bozukluk saptanmıştır. OHA’lı erişkin hastalarda FEV1 ve FVC değerleri sağlıklı kontrol grubundan anlamlı olarak daha düşük olup, sırasıyla %79 ve %75 iken; TLC %73 olarak bulunmuştur (27). Vendramini ve ark’nın (26) çalışmasında ise hem obstrüktif hem de restriktif bozukluk %24 oranında bildirilmiştir. Bu çalışmada bizim çalışmamızda olduğu gibi FEF%25-75 değerleri de OHA’lı hasta grubunda kontrol grubuna göre anlamlı düşük saptanmıştır. Çalışmamızda (27) ayrıca FEF%25-75’in HR’si olan hastalarda olmayanlara göre anlamlı düşük bulunması inflamasyonun özellikle küçük havayollarından kaynaklandığını düşündürmüştür. Restriktif bozukluk için ekstrapulmoner bir mekanizma da periferik vazooklüzyon, önceki kosta infarktüsleri veya vertebral hastalığa bağlı göğüs ağrısı nedeniyle yapılan yetersiz inspirasyon olabilir. Bu çalışmalar hasta stabil ve klinik olarak iyi durumdayken yapılmakla birlikte, OHA’lı hastalarda subakut vazooklüzyon görülebilir (28). Erişkin OHA’lı hastalarda diğer bir bulgu da DLCO’da azalmadır (17,26,27). Tek başına DLCO’da azalma erken interstisiyel akciğer hastalığı için bir belirteç olabileceği gibi daha sıklıkla PHT ile ilişkili de olabilir (17,29). Klings ve ark. (17) izole DLCO azalmasını %13 oranında saptamış, yaş arttıkça DLCO’nun azaldığı 242 HEMATOLOJİK HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ görülmüştür. Çalışmamızda (27) OHA’lı hastalarda DLCO kontrol grubuna göre anlamlı düşük bulunmuştur (%76’ya %88) ve AGS ile ilşkisi gösterilememiştir. Erişkin OHA’lı hastalarda yaş, böbrek hastalığı, akciğer hastalığı, hepatit C, AGS ve kronik transfüzyonlar PHT ile ilişkili bulunmuş; ilginç olarak çocuklardakinin tersine erişkinlerde AGS’nin PHT için koruyucu olduğu sonucu ortaya çıkmıştır. Bu durumun AGS öyküsü olan a) Ref Pre Pre Spirometri erişkin hastalarda hidroksikarMeas % Ref bamid ve/veya kronik transFVC Liters 4.87 (2.99) (61) FEV1 Liters 4.12 (2.54) (62) füzyon gibi tedavilerin yoğun FEV1/FVC % 82 85 FEF25-75% L/sec 4.88 3.25 67 olarak uygulanması ile ilişkili FEF50% L/sec 5.33 5.68 107 olabilceği belirtilmiştir (30). PEF L/sec 9.55 (7.27) (76) Aşağıda OHA tanılı bir hastamızın örnek solunum fonksiyon test sonuçları yer almaktadır (Şekil 1). b) TLC RV RV/TLC FRC N2 VC ERV IC Talasemi Talasemi majör dokulara oksijen taşınmasında yetersizlik, inefektif eritropoez ve demir birikimine neden olan hemoglobin sentez bozukluğudur. Talasemili hastalarda kronik anemi, uzun süreli kan transfüzyonları ve demir şelasyon tedavileri ile ilişkili multiorgan komplikasyonları sıktır. Komplikasyonlar arasında akciğer tutulumu son yıllarda vurgulanmıştır (31). Talasemili hastaların çoğunda solunum fonksiyon testlerinde restriktif bozukluk, küçük havayolu obstrüksiyonu, hiperinflasyon ve DLCO’da azalma görülür. Solunum fonksiyon bozukluğu genellikle hafif-orta derecede olup çoğu hasta asemptomatik kalmaktadır (1,10,31-34). Homozigot `-talasemili 35 hastanın kardiyopulmoner egzersiz testinde %85 oranında hipoksemi saptanmıştır. Bu hastaların Akciğer Volümleri c) Liters Liters % Liters Liters Liters Liters 6.66 1.62 24 3.18 5.09 Ref Difüzyon DLCO DL Adj DLCO/VA DL/VA Adj VA Ref mmol/kPa.min mmol/kPa.min DLCO/L DLCO/L Liters 11.3 11.3 1.70 1.70 6.66 Pre Meas (3.98) 0.98 25 (1.60) (3.00) 0.56 2.38 Pre % Ref (60) 61 Pre Meas (7.3) (8.9) 1.76 2.14 (4.14) Pre % Ref (65) (78) 104 126 (62) (50) (59) d) PD 20 FEV1; 5.90 120 0.0625 0.250 1.0 4.0 16.0 100 80 60 40 20 0 Şekil 1. Orak hücreli anemi tanısı ile izlenen ve akut göğüs sendromu öyküsü olan 28 yaşında bayan hastanın solunum fonksiyon testi sonuçları a) Spirometrik değerlendirmede restriktif paterni destekleyecek şekilde FVC düşük, FEV1/FVC normal izleniyor, b) Akciğer volümleri ölçümünde restriktif akciğer hastalığı ile uyumlu olarak TLC düşük izleniyor, c) Karbonmonoksit difüzyon kapasitesi değeri hafif azalmış (%65, Hb ile düzeltilmiş değer %78), d) Metakolin ile bronş provokasyon testi sonucu pozitif olup, PD20 FEV1 değeri 5.9 HEMATOLOJİK HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 243 DLCO, akciğer volümleri ve akım hızlarında sırasıyla %50, %51 ve %63 oranında azalma olduğu raporlanmış, pulmoner hipertansiyon %75 oranında bildirilmiştir (35). Hastaların çoğunda maksimal oksijen alımında ve anaerobik eşikte azalma vardır ve transfüzyon sonrası da düzelmemektedir (36). `-talasemili hastaların yüksek doz demir şelatörü deferoksamin ile tedavisi solunum fonksiyonlarında akut bozulmalara neden olabilmektedir (37). Postsplenektomi trombositozu ve diğer protrombotik değişiklikler pulmoner vasküler vazooklüzyona ve PHT’a yol açabilmektedir (1). Piatti ve ark. (31) talasemili hastaların solunum fonksiyon testlerinde TLC, DLCO, FEV1 ve FVC’de azalma saptamıştır. Aynı hastalar 7 yıl süreyle izlendiğinde bu değerlerde takip süresinde herhangi bir düşme olmadığı gözlenmiştir. Periyodik transfüzyonlarla demir dengesinin optimize edilmesinin ve 7 yıllık gözlem süresinde 20-40 mg/kg/gün dozunda şelasyon tedavisinin akciğer fonksiyonlarını iyileştirdiği veya en azından stabilize edebildiği sonucuna varılmıştır (31). Bunun yanında talasemik hastalarda restriktif bozukluğun şiddetinin yaşla birlikte arttığını gösteren çalışmalar da vardır (33,38,39). Sohn ve ark. (33) akciğer volümleri ve ekspiratuar akım hızlarının inflamasyonla bağlantılı olarak yaşla yavaşça azaldığını saptamışlardır. İnflamasyon parametresi olarak ‘yüksek duyarlılıklı c-reaktif protein’ (yd-CRP) kullanılmıştır. Bu çalışmada talasemi majörlü hastalarda daha çok küçük havayolu obstrüksiyonu ve hafif restriktif bozukluk saptanmıştır. Restriktif bozukluğun etyolojisi tam olarak bilinmemekle birlikte, yd-CRP ile güçlü bir korelasyonun varlığı, inflamasyon ile ilişkili olabileceğini düşündürmüştür. Restriktif bozukluğun sistemik inflamatuvar hastalıkta sık olduğu, fakat sıklıkla fibrozise eşlik ettiği belirtilmiştir (33). Solunumsal değişikliklerin çeşitli nedenleri vardır: demirin dokularda birikiminin restriktif bozukluğun gelişmesinde önemli bir rol oynadığı düşünülmekle birlikte, solunum fonksiyon testlerindeki değişiklikler ile demir birikimi arasındaki ilişki henüz tam olarak anlaşılamamıştır (32). Landing (40) bazı hastalarda pulmoner hemosideroz, konnektif doku, alveoler septa ve damarlarda demir birikimi ve interstisiyel fibrozis olduğunu; tüm bu olayların restriktif bozukluk gelişimine neden olabileceğini bildirmiştir. Cooper (41) ise talasemili hastaların otopsi materyallerini değerlendirmiş ve fibrozis bulgusu saptamamıştır. Multipl kan transfüzyonlarına bağlı subklinik kalp yetmezliği ve interstisiyel/parankimal kronik sıvı birikimi, bunun yanında demir birikimi nedeniyle oluşan myokard hasarı akciğer kompliansında azalmaya neden olabilir. Hepatosplenomegali göğüs duvarı kompliyansını azaltarak restriktif paterne katkıda bulunabilir (39). Erken infant dönemi boyunca akciğerin anatomik ve fonksiyonel yetersiz gelişimi de restriktif paterni kısmen açıklayabilmektedir (41). KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU Hematolojik hastalıkların tedavisinde uygulanan kemik iliği transplantasyonu hastaların yarısından fazlasında akciğer sorunlarına neden olur (42-45). Trans- 244 HEMATOLOJİK HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ plantasyon sonrası pnömoni, restriktif ve obstrüktif solunum fonksiyon değişiklikleri tanımlanmıştır (46,47). Hematopoetik kök hücre transplantasyonundan (HKHT) önce, semptomatik olan hastalarda transplantasyon sonrasında ve yüksek riskli hastalarda düzenli aralıklarla solunum fonksiyon testleri elde edilmelidir. Transplantasyon öncesi DLCO ve alveolo-arteriyel oksijen farkındaki anormallikler intersitisiyel pnömoni ve mortalite için bağımsız risk faktörleridir. Transplantasyon öncesi FEV1’in düşük olması, CMV seropozitif allojenik HKHT alıcılarında CMV pnömonisi gelişiminin güçlü bir belirleyicisidir. Transplantasyon sonrası sık görülen solunum fonksiyon bozuklukları akciğer volümleri, DLCO ve akım hızlarında azalmadır. DLCO’daki düşme hastaların yarısında görülür ve yıllar boyu kalıcı olabilir. Restriktif bozukluk HKHT alıcılarının %34’ünde raporlanmıştır. Restriktif bozukluk ve DLCO’daki azalma birçok nedene bağlı olabilir. Kemoradyoterapinin toksik etkileri, tekrarlayan akciğer infeksiyonları, akciğer ödemi, genel kas güçsüzlüğü, idiyopatik interstisiyel pnömoni ve bronşiyolitis obliterans organize pnömoni bunlar içerisinde sayılabilir (48). Allojenik HKHT, organ hasarlarından kaynaklanan, hayatı tehdit edici komplikasyonlar ile ilişkilidir. Akciğer hasarı da allojenik HKHT’den sonra sık görülen bir komplikasyondur (49,50). Hematolojik maligniteler için HKHT uygulanan yetişkinlerde, özellikle transplantasyondan sonraki ilk 6 ay içinde, transplantasyon ilişkili mortalitenin % 66’sının nonenfeksiyöz pulmoner ölümlere bağlı olarak oluştuğu gösterilmiştir (50). Gecikmiş akciğer hasarları da oluşabilir: uzun süre yaşayan HKHT hastalarında yaşam boyu kronik solunum fonksiyon bozukluğu riski %30-60 arasındadır. Kronik solunum fonksiyon bozukluğu obstrüktif veya restriktif olabilir (51-56). Ayrıca transplantasyon öncesi solunum fonksiyon bozukluğu ile transplantasyon sonrası obstrüktif solunum fonksiyon bozukluğu arasında ilişki bildirilmiştir (57). Çalışmalar transplantasyon öncesi düşük solunum fonksiyonlarının, artmış transplantasyon ilişkili mortalite ve morbidite ile ilişkili olduğunu göstermiştir (57,58). Bu nedenle azalmış solunum fonksiyon bozukluğu olan HKHT için seçilmiş hastalarda, kötüye gidişin olabileceği akılda bulundurulmalıdır. Hayvan modellerinde tüm vücut ışınlaması (TVI) sırasında akciğerlerde radyasyon hasarı tanımlanmıştır (59,60). Restriktif solunum fonksiyon bozukluğu ile TVI arasında ilişki saptanan yayınlar bildirilmiştir (51,61,62). Uzun yaşam süren allojenik HKHT hastalarında obstrüktif ve restriktif solunum fonksiyon bozukluğu insidansı %20-50 arasında bulunmuştur (52-54,62). İntersitisiyel veya peribronşiyal alanda kollajen doku birikiminin ve fibrozis gelişiminin sırasıyla restriktif veya obstrüktif bozukluğa yol açtığına inanılmaktadır. Kronik graft versus host hastalığının solunum fonksiyon bozukluğu üzerindeki etkisi çarpıcıdır ve solunum fonksiyon bozukluğu için riski 16-18 kat arttırdığı bulunmuştur (49). HEMATOLOJİK HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 245 KAYNAKLAR 1. Prakash UBS. Lungs in hemoglobinopathies, erytrocyte disorders, and hemorrhagic diatheses. Semin Respir Crit Care Med 2005; 26: 527-40. 2. Hamrick J, Claster S, Elliott V. Pulmonary complications of hematologic disease. In: Murray JF, Nadel JA (eds). Textbook of respiratory medicine. Philadelphia: Elsevier Inc; 2005: 2242-60. 3. Yurt S. Hematolojik hastalıklarda akciğer. Özlü T, Metintaş M, Karadağ M, Kaya A (eds). Solunum sistemi ve hastalıkları. İstanbul: Euromat entegre matbaacılık; 2010: 2399-410. 4. Burgess JH, Bishop JM. Pulmonary diffusing capacity and its subdivisions in polycythemia vera. J Clin Invest 1963; 42: 997-1006. 5. Herbert SJ, Weill H, Stuckey Wj, et al. Pulmonary diffusing capacity in polycythemic states before and after phlebotomy. Dis Chest 1965; 48: 408-15. 6. Greening AP, Patel K, Goolden AWG, et al. Carbon monoxide diffusing capacity in polycythaemia rubra vera. Thorax 1982; 37: 528-31. 7. Cruz JC, Diaz C, Marticorena E, et al. Phlebootomy improves pulmonary gas exchange in chronic mountain polycythemia. Respiration 1979; 38: 305-13. 8. Marvia KS, Spellberg RD. Pulmonary hypertension secondary to thrombocytosis in a patient with myeloid metaplasia. Chest 1993; 103: 642-4. 9. Siddiqui AK, Ahmed S. Pulmonary manifestations of sickle cell disease. Postgrad Med J 2003; 79 (933): 384-90. 10. Vij R, Machado RF. Pulmonary complications of hemoglobinopathies. Chest 2010; 138: 973-83. 11. Knight J, Murphy TM, Browning I. The lungs in sickle cell disease. Pediatr Pulmonol 1999; 28: 205-16. 12. Haupt HM, Moore GV, Bauer TW, et al. The lung in sickle cell disease. Chest 1982; 81: 332-7. 13. Powars D, Weidman JA, Odom-Maryon T, et al. Sickle cell chronic lung disease: prior morbidity and risk of pulmonary failure. Medicine 1988; 67: 66-76. 14. Weil JV, Castro O, Malik AB, et al. Pathogenesis of lung disease in sickle hemoglobinopathies. Am Rev Respir Dis 1993; 148: 249-56. 15. Santoli F, Zerah F, Vasile N, et al. Pulmonary function in sickle cell disease with or without acute chest syndrome. Eur Respir J 1998; 12: 1124-9. 16. Koumbourlis AC, Zar HJ, Hurlet-Jensen A, Goldberg MR. Prevelance and reversibility of lower airway obstruction in children with sickle cell disease. J Pediatr 2001; 138: 188-92. 17. Klings ES, Wyszynski DF, Nolan VG, Steinberg MH. Abnormal pulmonary function in adults with sickle cell anemia. Am J Respir Crit Care Med 2006; 173: 1264-9. 18. Femi-Perase D, Gazioglu KM, Yu PN. Pulmonary function studies in sickle cell disease. J Appl Physiol 1970; 28: 574-7. 19. Klings ES. Pulmonary hypertension of sickle cell disease: more than just another lung disease. Am J Hematol 2008; 83: 4-5. 20. Koumbourlis AC, Hurlet-Jensen A, Bye MR. Lung function in infants with sickle cell disease. Pediatr Pulmonol 1997; 24: 277-81. 21. Knight-Madden JM, Forrester TS, Lewis NA, Greenough A. Asthma in children with sickle cell disease ans its association with acute chest syndrome. Thorax 2005; 60: 206-10. 246 HEMATOLOJİK HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 22. Boyd JH, Macklin EA, Strunk RC, DeBaun MR. Asthma is associated with acute chest syndrome and pain in children with sickle cell anemia. Blood 2006; 108: 2923-7. 23. Sylvester KP, Patey RA, Broughton S, et al. Temporal relationship of asthma to acute chest syndrome in sickle cell disease. Pediatr Pulmonol 2007; 42: 103-6. 24. Ozbek OY, Malbora B, Sen N, et al. Airway hyperreactivity detected by methacholine challenge in children with sickle cell disease. Pediatr Pulmonol 2007; 42: 1187-92. 25. Leong MA, Dampier C, Varlotta L, Allen JL. Airway hyperreactivity in children with sickle cell disease. J Pediatr 1997; 131: 278-83. 26. Vendramini EC, Vianna EO, Angulo IL, et al. Lung function and airway hyperresponsiveness in adult patients with sickle cell disease. Am J Med Sci 2006; 332: 68-72. 27. Sen N, Kozanoglu I, Karatasli M, et al. Pulmonary function and airway hyperresponsiveness in adults with sickle cell disease. Lung 2009; 187: 195-200. 28. Akinola NO, Stevens SM, Franklin IM, et al. Subclinical ischaemic episodes during the steady state of sickle cell anaemia. J Clin Pathol 1992; 45: 902-6. 29. Flaherty KR, Martinez FJ. The role of pulmonary function testing in pulmonary fibrosis. Curr Opin Pulm Med 2000; 6: 404-10. 30. Hagar RW, Michlitsch JG, Gardner J, et al. Clinical differences between children and adults with pulmonary hypertension and sickle cell disease. Br J Haematol 2008; 140: 104-12. 31. Piatti G, Allegra L, Fasano V, et al. Lung function in `-thalassemia patients: a longitudinal study. Acta Haematol 2006; 116: 25-29. 32. Piatti G, Allegra L, Ambrosetti U, et al. `-thalassemia and pulmonay function. Haematologica 1999; 84: 804-8. 33. Sohn EY, Noetzli LJ, Gera A, et al. Pulmonary function in thalassemia major and its correlation with body iron stores. Br J Haematol 2011; 155: 102-5. 34. Carnelli V, D'Angelo E, Pecchiari M, et al. Pulmonary dysfunction in transfusiondependent patients with thalassemia major. Am J Respir Crit Care Med 2003; 168: 180-4. 35. Grisaru D, Rachmilewitz EA, Mosseri M, et al. Cardiopulmonary assessment in betathalassemia major. Chest 1990; 98: 1138-42. 36. Cooper DM, Hyman CB, Weiler-Ravell D, et al. Gas exchange during exercise in children with thalassemia major and Diamond-Blackfan anemia. Pediatr Res 1985; 19: 1215-9. 37. Freedman MH, Grisaru D, Olivieri Ni, et al. Pulmonary syndrome in patients with thalassemia major receiiving intravenous deferoxamine infusions. Ann J Dis Child 1990; 144: 565-9. 38. Factor JM, Pottipati SR, Rappaport I, et al. Pulmonary function abnormalities in thalassemia and the role of iron overload. Am J Respir Crit Care Med 1994; 149: 1570-4. 39. Grant GP, Mansell AL, Graziano JH, Mellins RB. The effect of transfusion on lung capacity, diffusing capacity and arterial oxygen saturation in patients with thalassemia major. Pediatr Res 1986; 20: 20-3. 40. Landing BH, Nadorra R, Hyman CB, Ortega JA. Pulmonary lesions of thalassemia major. Persp Ped Pathol 1987; 11: 82-96. 41. Cooper DM, Mansell AL, Weiner MA, et al. Low lung capacity and hypoxemia in children with thalassemia major. Am Rev Respir Dis 1980; 121: 639-48. HEMATOLOJİK HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 247 42. Link H, Ostendorf P, Wernet P, et al. Pulmonary complications after allogeneic bone marrow transplantation. The Tübingen experience. Exp Hematol 1984; 12, suppl 15: 21-2. 43. Bortin MM, Gale RP, Kay HEM, Rimm AA. Bone marrow transplantation for acute myelogenous leukemia. Factors associated with early mortality. JAMA 1983; 249: 1166-75. 44. Buckner CD, Meyers JD, Springmeyer SC, et al. Pulmonary complications of marrow transplantation. Review of the Seattle experience. Exp Hematol 1984; 12 Suppl 15: 1-5. 45. Winston DJ, Ho WG, Champlin RE, Gale RP. Infectious complications of bone marrow transplantation. Exp Hematol 1984; 12: 205-15. 46. Serota FT, August CS, Koch PA, et al. Pulmonary function in patients undergoing bone marrow transplantation. Med Pediatr Oncol 1984; 12: 137-43. 47. Link H, Reinhard U, Blaurock M, Ostendorf P. Lung function changes after allogeneic bone marrow transplantation. Thorax 1986; 41: 508-12. 48. Chia JY, Folz RJ. Pulmonary complications of hematopoietic stem cell transplantation. In: Albert RK, Spiro SG, Jett JR (eds). Clinical Respiratory Medicine. Philadelphia: Elsevier; 2008: 737-46. 49. Savani BN, Montero A, Srinivasan R, et al. Chronic GVHD and pretransplantation abnormalities in pulmonary function are the main determinants predicting worsening pulmonary function in long-term survivors after stem cell transplantation. Biol Blood Marrow Transplant 2006; 12: 1261-9. 50. Savani BN, Montero A, WU C, et al. Prediction and prevention of transplant-related mortality from pulmonary causes after total body irradiation and allogeneic stem cell transplantation. Biol Blood Marrow Transplant 2005; 11: 223-30. 51. Yanik G, Cooke KR. The lung as a target organ of graft-versus-host disease. Semin Hematol 2006; 43: 42-52. 52. Schultz KR, Green GJ, Wensley D, et al. Obstructive lung disease in children after aloogeneic bone marrow transplantation. Blood 1994; 84: 3212-20. 53. Cerveri I, Fulgoni P, Giorgiani G, et al. Lung function abnormalities after bone marrow transplantation in children: has the trend recently changed? Chest 2001; 120: 1900-6. 54. Clark JG, Schwartz DA, Flournoy N, et al. Risk factors for airflow obstruction in recepients of bone marroe transplants. Ann Intern Med 1987; 107: 648-56. 55. Dudek AZ, Mahaseth H. Hematopoietic stem cell transplant-related airflow obstruction. Curr Opin Oncol 2006; 18: 115-9. 56. Marras TK, Chan CK, Lipton JH, et al. Long-term pulmonary function abnormalities and survival after allogeneic marrow transplantation. Bone Marrow Transplant 2004; 33: 509-17. 57. Chien JW, Maris MB, Sandmaier BM, et al. Comparison of lung function after myeloablative and 2 Gy of total body irradiation-based regimens for hematopoietic stem cell transplantation. Biol Blood Marrow transplant 2005; 11: 288-96. 58. Kotloff RM, Ahya VN, Crawford SW. Pulmonary complication of solid organ and hematopoietic stem cell transplantation. Am J Respir Crit Care Med 2004; 170: 22-48. 59. Down JD, Mauch P, Warhol M, et al. The effect of donor T lymphocytes and total-body irradiation on hemopoietic engraftment and pulmonary toxicity following experimental allogeneic bone marrow transplantation. Transplantation 1992; 54: 802-8. 248 HEMATOLOJİK HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 60. Shankar G, Cohen DA. Idiopathic pneumonia syndrome after bone marrow transplantation: the role of pre-transplant radiation conditioning and local cytokine dysregulation in promoting lung inflammation and fibrosis. Int J Exp Pathol 2001; 82: 101-13. 61. Fanfulla F, Locatelli F, Zoia MC, et al. Pulmonary complications and respiratory function changes after bone marrow transplantation in children. Eur Respir J 1997; 10: 2301-6. 62. Beinert T, Dull T, Wolf K, et al. Late pulmonary impairment following allogeneic bone marrow transplantation. Eur J Med Res 1996; 1: 343-8. ENDOKRİN HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Prof. Dr. Şule AKÇAY Endokrin sistem, vücut organları arasında koordinasyonu sağlayan, iç ortam dengesinin korunmasında önemli fonksiyonları olan bir sistemdir. Sistemin adı, güncel kaynaklarda “endokrin ve metabolizma sistemi” olarak anılmaktadır. Endokrin ve metabolizma bozuklukları solunum sistemini farklı mekanizmalarla etkilemektedir. Metabolik fonksiyonlardaki bozulma ile, özellikle protein anabolizmasının azalması, protein katabolizmasının artması, nonenzimatik glikozilasyon ve renin-anjiotensin-aldosteron sisteminin aktivasyonu gibi çeşitli mekanizmalarla akciğer fonksiyonları kötüleşebilir (1). Endokrin bozuklukların etkileri ise, solunum kontrolünde anormallikler, solunum ve ekstremite kas kitlesinde ve fonksiyonunda azalma, solunum mekaniklerinin kötüleşmesi, kardiyak fonksiyonun bozulması ve sıvı dengesi bozukluklarına yol açabilir (2). Bugün KOAH’ın sistemik bir hastalık olarak kabul edilmesindeki ana çıkış noktası da, gerçekleşen bu endokrin ve metabolik değişikliklerdir (3). Bu bölümde, hipofiz, tiroid, paratiroid, pankreas, adrenaller ve gonadları içeren endokrin sorunlar ve bu sorunların solunum fonksiyonlarına yansımaları tartışılacaktır. Konunun güncelliği ve araştırılmayı bekleyen çok sayıda yönünün olduğu dikkati çekmektedir. HİPOFİZ HASTALIKLARI VE SOLUNUM FONKSİYONLARI Hipotalamustan salınan hormonların uyarıcı etkisiyle ön ve arka hipofiz bezinde farklı hormonlar üretilir. Büyümede rolü olan hormonlar hipotalamo-hipofizer sistemin denetimi altındadır ve bu akstaki bozukluklar solunum sisteminde sorunlara yol açabilir. Akromegali ve gigantizm aşırı büyüme hormonu (growth hormon; GH) salgılanması ile gelişen hastalıklardır. Hipofiz adenomu akromegalinin en sık nedenidir (4). 249 250 ENDOKRİN HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Akromegalinin en sık neden olduğu sorunlar; kemik-kıkırdak ve yumuşak dokularda aşırı büyüme, eklem ağrıları, diabetes mellitus, hipertansiyon, kalp yetmezliği ve solunum yetmezliğidir. Akromegalik bireylerde, GH hipersekresyonunun derecesi ile mortalite oranları ilişkili bulunmaktadır. Olguların %25’inin solunum yetmezliğinden kaybedildiği bildirilmektedir. Hipofizden GH salınımı aynı zamanda karaciğerden insülin benzeri GH-I (IGF-I) üretimini uyarmaktadır. GH ve IGF-I, vücutta kas kitlesinin temel belirleyicisi olarak kabul edilmektedir. Hastalardaki klinik belirtiler, GH ve IGF-I düzeylerinin yanında, yaş, tümör çapı ve tanıda gecikme ile ilişkili olarak değişebilir. Göz hekimi görme bozuklukları ile, diş hekimi maksiller dişlerin ayrılması ve anormal mandibular uzanım ile, jinekolog menstrüel anormallikler ve infertilite ile, romatolog eklem problemleri ile, göğüs hastalıkları doktoru ise uyku apnesi ve/veya diğer solunum sorunları ile hastalığı tanıyabilir (Tablo 1) (2,4). Akromegali solunum aygıtında yapısal bozukluk yaparak solunum fonksiyonlarının bozulmasına neden olur. Yol açtığı anatomik değişiklikler ile, respiratuar mukoza ve kartilajlarda, akciğer volümlerinde, kostaların geometrisinde ve solunum kaslarının aktivitesinde bir seri bozukluk gelişir. Akciğer volümleri artar, akciğer elastisitesi azalır. Hipoventilasyon ile hipoksemi ve hiperkapniye neden olabilir. Genellikle difüzyon bozukluğuna yol açmaz. Aktif hastalığa sahip olan olguların %70’inde uyku apnesi sendromu saptanmaktadır. Boy kısalığı ve cücelik ise akciğere mekanik etkilerden çok, gelişimsel olarak etki yapar. Total akciğer kapasitesinde azalma Tablo 1. Akromegalinin solunum etkileri ve restriktif patern görülebilir (1). TİROİD HASTALIKLARI VE SOLUNUM FONKSİYONLARI Tiroid hormonları proteinlerin, lipidlerin ve karbonhidratların metabolizmasını düzenlemekte ve membrana bağlı enzimlerin aktivitesini kontrol etmektedir. Bu hormonlar ayrıca kas liflerindeki miyofibriler ve kalsiyum düzenleyici proteinleri kodlayan birçok genin transkripsiyonunu düzenlemektedir (Tablo 2). Tiroid hormonu mitokondriyal oksidasyonu artırmakta ve böylece metabolik oranı yükseltmektedir. Metabolik oran üzerindeki bu etki olasılıkla tiroid hormonu ve solunumun yürütülmesi arasındaki ilişkiden sorumludur. Makroglossi Çene maloklüzyonu Üst hava yolu obstrüksiyonu Uyku bozuklukları Uyku apnesi (santral ve obstrüktif) Ventilatuar disfonksiyon Tablo 2. Tiroid hormonuna yanıt veren kas genleri Na+/K+ ATPaz Miyozin ağır zincir izoformları Sarkoplazmik retikulum Ca2+ ATPaz (SERCA 2) Fosfolamban Adenil siklaz Voltaj-kapılı K+ kanalları (Kv 1-5, 4-2, 4-3) 1-adrenerjik reseptörler Guanin nukleotid duzenleyici protein (Gs) Na+/Ca+ değiştirici (NCX) ENDOKRİN HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 251 Bozulmuş tiroid fonksiyonu hipertiroidizm, subklinik hipotiroidizm, belirgin hipotiroidizm ve tiroid dışı hastalık sendromu şeklinde ortaya çıkabilir. Bu bozuklukların tümü akciğerlerde doğrudan veya dolaylı etki yaratır. HİPERTİROİDİ VE SOLUNUM FONKSİYONLARI Hipertiroidide alveoler ventilasyonun arttığı iyi bilinmektedir. Hipoksemiye ve hiperkapniye bağlı ventilatuar yanıtta artış hipertiroidide belirginleşir. Tiroid hormonlarının santral ve periferik kemoreseptörlerin duyarlılığını artırmada etkileri olduğu düşünülmektedir. Çoğu kez hipertiroidide antitiroid tedavi ile palyasyon sağlandığından solunum fonksiyon bozukluğu önemli bir morbidite nedeni değildir (5). Tiroid krizi veya tirotoksikozis olarak adlandırılan klinik tabloda ise jeneralize miyopatiye kadar giden ağır solunum komplikasyonları ortaya çıkabilir. Tirotoksikoza ikincil solunum kas güçsüzlüğü nedeniyle rekürren ve total atelektaziler gelişen bir olgumuzda sekiz kez terapötik bronkoskopi yapmıştık. Bu olgu tiroid krizinin tedavisini takiben solunum yetmezliği tablosundan çıkmıştı (6). Siafakas ve ark. (7) tirotoksikozlu hastaların %82’sinde iskelet kaslarında zayıflık saptamış, EMG ile miyopati bulguları hastaların %93’ünde doğrulanmıştır. Tirotoksikozun diğer kas güçsüzlüğü yapan hastalıklardan önemli farkı, etkene yönelik tedaviye çok iyi yanıt vermesidir. Solunum kas güçsüzlüğünün solunum fonksiyon testlerine yansıması, akciğer volümleri, komplians, elastik geri çekim gücü, solunum kasları geri çekilim gücü (MİP ve MEP) ve egzersiz performansında azalma olarak saptanabilir. Hipertiroidide solunum fonksiyonlarında bozulmanın diğer mekanizmaları ise; solunum merkezinde serbest T3 düzeyi artışına bağlı adrenerjik uyarı, hiperkinetik kalp hastalığına yol açması, büyümüş tiroid bezinin trakeal kompresyonu, astım ve KOAH ataklarındaki şiddetlenmedir (6). KOAH hastaları arasında subklinik ve belirgin hipertiroidizmin prevalansı bilinmemektedir. Hipertiroidizmin eski içicilerde ve halen sigara içenlerde daha sık olması hipertiroidizmin KOAH’ta, genel popülasyona göre daha sık olabileceği olasılığını akla getirmektedir. Hipertiroidi, astım atağı ile de yakın ilişkili bir klinik durum olarak bilinmektedir. Bunun tersi de doğrudur. Astım atakları ve tedavide uygulanan steroidler de tiroid hormon sapmalarına neden olabilir. Solunum mekaniklerine olan etkilerle ilgili mevcut veriler, hipertiroidi-obstrüktif akciğer hastalığı seyri arasında bir ilişki olduğunu düşündürecek yeterliliktedir (3,8). Hipertiroidi aynı zamanda önemli bir pulmoner arteriyel hipertansiyon (PAH) nedeni olarak bilinmektedir (9). PAH tanısı almış hastaların önemli bir yüzdesinde (%35-%65 arası) eşlik eden tiroid sorunu saptanmaktadır. Tiroid sorunlarının belki de en yüz güldürücü özelliği, yol açtığı ve/veya eşlik ettiği kronik akciğer sorunlarının antitiroid tedavi ile hafiflemesidir. Tiroid-PAH ilişkisinde de, pulmoner 252 ENDOKRİN HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ hipertansiyon hipertiroidi tedavisi ile genellikle geri dönüşümlüdür. Hipertiroidide pulmoner hipertansiyon gelişim mekanizmaları Tablo 3’de görülmektedir (9). HİPOTİROİDİ VE SOLUNUM FONKSİYONLARI Subklinik hipotiroidizm ve belirgin hipotiroidizm şeklinde ortaya çıkan klinik sorunlar önemli solunum fonksiyon bozukluklarına yol açabilir (10,11). Hipotiroidizm solunum sistemini ve solunum kontrolünü farklı mekanizmalarla etkileyen bir sorundur. Hipotiroidi hastalarında inspiratuvar ve ekspiratuvar kas güçsüzlüğü olabilir. Güçsüzlük hipotiroidizmin şiddeti ile orantılıdır ve replasman tedavisi ile düzelir. Güçsüzlük tip IIb miyozin ağır zincirlerinin azalmış ekspresyonundan, frenik sinir nöropatisinden veya sinir terminallerinin yüzeysel alanlarının ve tip I ile IIa liflerin azalmasına sekonder olan nöromüsküler iletimdeki azalmadan kaynaklanabilir. Solunum kas güçsüzlüğünün kronik veya akut alveoler hipoventilasyona, hatta uzun sureli mekanik ventilasyon gereksinimine neden olabileceği literatürde belgelenmektedir. Solunum yetmezliği geliştiren hipotiroid hastalardan oluşan bazı serilerde alveoler hipoventilasyonun gelişmesinde risk faktörleri olarak birkaç mekanizma ileri sürülmüştür (Tablo 4) (12). Tablo 3. Hipertiroidi ve pulmoner hipertansiyon birlikteliğinin mekanizmaları Endotel hasarı ve disfonksiyonuna yol açan otoimmün süreçler Endotel hasarı ile sonuçlanan kardiyak debi artışı İntrensek pulmoner vazodilatörlerin metabolizmasının hızlanması (prostasiklin ve NO) Vazokonstriktör mediatörlerin azalmış metabolizması (serotonin, endotelin-1 and tromboksan) Sempatik sinir sitemin uyarılması ile oluşan pulmoner vazokonstriksiyon Tablo 4. Hipotiroidizmde alveoler hipoventilasyonun gelişimi için olası risk faktörleri Hipoksik ve hiperkapnik solunum dürtüsünün azalması Solunum kas güçsüzlüğü (nöropati, nöromüsküler kavşak anormalliği, miyopati, miyokardiyal bozukluğun neden olduğu düşük kas perfüzyonu) Artmış mekanik yük Üst hava yolu obstrüksiyonu/uyku apnesi Plevral efüzyonlar Asit Bronşiyal reaktivite artışı Bozulmuş gaz değişimi Pulmoner kapiller yatakta azalma Pulmoner kapiller permeabilite artışı Alveoler ve kapiller duvar kalınlığı artışı ENDOKRİN HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 253 Belirgin veya subklinik hipotiroidizmde egzersiz toleransı ve maksimal oksijen tüketimi azalmaktadır. Bu hastalarda azalmış egzersiz kapasitesine olasılıkla glikojen parçalanmasındaki veya mitokondriyal fonksiyondaki bir defektten kaynaklanan kas enerji metabolizması bozukluğu, hipotiroid miyopatisi ile karakteristik tip II lif atrofisi ve büyük tip I lifleri, gaz değişimi bozukluğu, sistolik fonksiyon ve ventriküler relaksasyon katkıda bulunmaktadır (13,14). Hipotiroidi hastalarında uyku ile ilişkili solunum bozukluğu (çoğunlukla obstrüktif) prevalansının yüksek olduğu bildirilmiştir. Bu hastalarda uyku ile ilişkili solunum bozukluğu hormon replasman tedavisi ile büyük oranda geriye dönüşlüdür. Uykuda solunum bozukluklarının olası mekanizmaları obeziteyi, üst hava yolunda mukoprotein birikimini, üst hava yolu miyopatisini ve düşük solunum dürtüsünü içermektedir (15,16). Tiroid hastalıkları solunum sistemini etkileyebildiği gibi, solunum sistemi hastalıkları da tiroid fonksiyon bozukluğu yapabilmektedir. Tiroid dışı hastalık sendromu KOAH’ta en yaygın görülen tiroid patolojisi olup, stabil hastaların %20’sinde ve alevlenmeleri olan hastaların %70’inde bildirilmektedir (3). Tiroid dışı hastalık sendromu olan hastalarda biyolojik olarak aktif hormon triiyodotironin (T3) düşük, prohormon tiroksin (T4) seviyeleri normal veya düşüktür. Serum TSH seviyeleri ileri derecede hasta olanlarda düşük olabilse de, genellikle normaldir. Geçmişte tiroid dışı hastalık sendromu olan hastaların “ötiroid hastalık sendromu” olduğu söylenirdi. Bu adlandırmanın artık uygun olmadığı düşünülmektedir. Tiroid dışı hastalık sendromunun katabolizma ve protein parçalanmasını dengeleyen olumlu bir kompansatuar mekanizma olup olmadığı veya biyokimyasal hipotiroidizme neden olan istenmeyen bir adaptasyon olup olmadığı henüz bilinmemektedir. Hava yolu obstrüksiyonunun şiddeti, hipoksemi, sistemik inflamasyon ve glukokortikoidler bireyi, subklinik hipotiroidizm, belirgin hipotiroidizm veya tiroid dışı hastalık sendromu geliştirmeye yatkın kılabilir (3). PARATİROİD SORUNLARI VE SOLUNUM FONKSİYONLARI Paratiroid hormonun (PTH) ana fonksiyonu kalsiyum mekanizmasını düzenlemektir. Paratiroid sorunları genellikle solunum fonksiyonlarını bozmaz. Kalsiyum metabolizma bozuklukları kas güçsüzlüğü yapabileceği için hiper/hipoparatiroidi tabloları restriktif tipte ventilasyon defektine yol açabilir. Kronik böbrek yetmezliğine bağlı gelişen sekonder hiperparatiroidili bir olgumuzda hiperkalsemiye ikinci metastatik pulmoner kalsifikasyonları bildirmiştik. Bu olguda solunum fonksiyonları etkilenmemişti. Ancak aşırı miktarda gelişen kalsifikasyonlar restriktif bozukluk yanında, hipoksemi ve difüzyon bozukluğuna neden olabilir. Nadiren ön mediastinal paratiroid tümörleri trakeal bası ile stridora ve büyük hava yolu obstrüksiyonu bulgularına da yol açabilir (17). 254 ENDOKRİN HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ DİYABETES MELLİTUS VE SOLUNUM FONKSİYONLARI Dünya Sağlık Örgütü dünyada yaklaşık 180 milyon kişinin diyabetes mellitus (DM) olduğunu hesaplamaktadır. 2030’da bu rakamın iki katına çıkacağı tahmin edilmektedir. Diyabet; böbrek, retina, sinirler, kalp-damar sistemi başta olmak üzere farklı organ ve sistemleri etkilemektedir. Pulmoner sistem üzerine etkileri de araştırılmaktadır. Diyabet -akciğer tutulumu konulu çalışmalarda inhaler insülin preparatlarının akciğere etkileri araştırılmaktadır (18). Akciğerlerin geniş bir vasküler ağının bulunması, kollagen ve elastinden zengin olması, mikrovasküler hasar ve nonenzimatik glikolizasyon olması diyabette akciğerin bir hedef organ olabileceği kuşkularını akla getirmektedir. Literatürde çok sayıda diyabette solunum fonksiyonlarını araştıran makale bulunmaktadır. Diyabet solunum kas fonksiyonunu, akciğer mekaniklerini, gaz değişimini ve solunum dürtüsünü olumsuz etkileyebilir. Bizim çalışmamızda Tip II DM hastalarında, sağlıklı kontrol grubuna göre difüzyon kapasitesinin azaldığını saptadık (19). Yakın tarihte konuyu bir metaanaliz ayrıntılı araştırmış ve tartışmıştır (18). Bu metaanalize göre, zeminde bir akciğer hastalığı olmaksızın, DM tek başına orta derecede restriktif solunum fonksiyon bozukluğuna yol açmaktadır. Elde edilen bu sonuçta vücut kitle indeksinin, sigara öyküsünün, DM süresinin ve HbA1c düzeylerinin birer belirleyici olmadığı da saptanmıştır. Diyabeti olan hastalarda aynı zamanda infeksiyon ve kardiyovasküler komplikasyon riski yüksektir. Bu sorunlar da dolaylı olarak akciğer fonksiyonlarını bozabilir (20). Solunum Kasları Diyabetli hastalar global inspirasyon gücünde %20’lik bir düşüş ve diyafragma gücünde %30-50’lik bir azalma göstermektedir. Güçsüzlüğün nedeni kas liflerinin nonenzimatik glikozilasyonu olabilir. Nadiren diyafragma güçsüzlüğü, periferik nöropati olmadan da ortaya çıkabilen frenik sinirlerde diyabetik nöropatiden kaynaklanmaktadır. Akciğer Mekanikleri/Gaz Değişimi Diyabetli hastaların akciğer biyopsi örnekleri glomerüllerde tarif edilenleri andıran şekilde, bazı anormallikler göstermektedir. Bu anormallikler intraseptal noduler fibrozis, mikroanjiyopati, pulmoner kapiller bazal laminasının kalınlaşması ve ekstraselüler matriks ile bağ dokusunun artışı ve buna bağlı alveoler mikrovasküler yatağın kaybını içermektedir. Pulmoner kapillerlerin bazal laminasındaki kalınlaşma ile alveoler mikrovasküler yatağın kaybı diyabetli hastalarda solunum işinin artmasına, difuzyon kapasitesinin azalmasına ve dispneye katkıda bulunabilir. Diyabette böbrek glomerül bazal membranından protein filtre edilmektedir. Alveolokapiller membrandan ise gaz alışverişi yapılmaktadır. End-organ hasarı dikkate alınırsa böbrek yetmezliğinin DM’da daha erken gelişmesi, glomerüllerde alveolokapiller membrana göre daha yüksek bir vasküler basınca maruz kalınma- ENDOKRİN HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 255 sı ile açıklanabilir. Bu durum DM’da solunum yetmezliğinin ön planda olmayışını da izah edebilmektedir. Diyabetin akciğerlere olumsuz etkileri bilindiği gibi, akciğer hastalıklarının da DM oluşturma potansiyeli bilinmektedir. KOAH DM yatkınlığına neden olan bir hastalıktır. KOAH’ın tip 2 diyabet oluşturma mekanizmaları sistemik inflamasyon, oksidatif stres, sigara içme ve glukokortikoid tedavisi verilmesini içermektedir. Özellikle sigara içimi, sistemik inflamasyonu ve oksidatif stresi tetikleyerek KOAH’ta yaygın olan insulin direnci ve diyabet riskini artırabilir. Nonhipoksemik, nondiyabetik KOAH’lı hastalarda insulin direnci sistemik inflamasyon (IL-6 ile) ve vücut kitle indeksi ile ilişkilendirilmektedir. Yine yaşlı hastalarda sistemik glukokortikoidlerin verilmesi diyabet geliştirme riskini iki kattan daha fazla artırmaktadır. Sistemik glukokortikoidlerin aksine inhale glukokortikoidlerin verilmesi KOAH ve diyabetli hastalarda güvenlidir. Tip 2 diyabetik astım veya KOAH’ı olan hastalarda 6 hafta boyunca inhale glukokortikoidlerin verilmesi ile glikozile hemoglobinde değişiklik olmadığı gösterilmiştir. Diyabet alt solunum yolu infeksiyonları riskini artırmaktadır. Hava yolu inflamasyonu olan öglisemik kişilerde veya hiperglisemik hastalarda hava yolu sekresyonlarındaki glukoz konsantrasyonları artmaktadır. Bronş aspiratlarında saptanabilir duzeyde glukoz olan mekanik ventilasyon uygulanan hastalarda patojenik bakteri, ozellikle Staphlococcus aureus bulunma olasılığı yüksektir. Hava yolundaki glukoz bakteri üremesini tetikleyebilir veya lokal immün savunmaları bozabilir (3). ADRENALLER VE SOLUNUM FONKSİYONLARI Adrenal bez, korteks ve medulla bölümlerinden oluşan bir endokrin organdır. Korteksden salgılanan en önemli hormonlar kortizol ve aldosterondur. Medulladan ise stres hormonları olan adrenalin ve noradrenalin salgılanır. Steroid Etkileri Tiroid hormonlarında olduğu gibi, kortizol de yağda eriyen bir hormondur. Farklı uyaranlarla (metabolik, kardiyovasküler, immün) strese yanıt olarak kısa sürede kan kortizol düzeyi artmaktadır. Hipotalamo-pituiter-adrenal (HPA) aks ve immün sistem yakın ilişkili olarak çalışmaktadır. Bu aks aktivasyonu ile aynı zamanda adrenal medulladan adrenalin ve noradrenalin salınımı da uyarılır. Sonuç olarak IL-6 gibi inflamatuar sitokinlerde artış olur. Stres hormonlarının fazla sentezi solunum merkezi uyarımına ve dolayısıyla takipneye neden olur (21). Stres dışında faktörlerle de HPA aksı uyarılabilir. Genellikle hipofiz adenomuna bağlı HPA uyarımı ile bilateral adrenal korteks hiperplazisi, diğer bir deyişle Cushing Sendromu oluşabilir. Cushing Sendromu adrenal korteks hastalıkları, iatrojenik ve paraneoplastik sendromlarda da gelişebilir. Cushing’de efor dispnesi sık görülen bir bulgudur. Yine infeksiyonlara yatkınlığı artırması yönünden de solunumsal problemlere neden olabilir (22). 256 ENDOKRİN HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Gerçekte steroid fazlalığından ziyade, adrenal yetmezlik gelişiminin solunum sistemi dahil metabolizmaya yansımaları daha gürültülü olmaktadır. Steroid eksikliğinde önemli enerji metabolizma defektleri ortaya çıkmaktadır. Adrenal yetmezlik ciddi solunum yetmezliğinin, özellikle ARDS’nin önemli nedenlerindendir. Yoğun bakım ünitesinde takip edilen kritik hastaların adrenal yetmezlik yönünden tetkik edilmesi ve tedavide yüksek doz steroid denenmesi son yılların üzerinde çok durulan konularındandır. Sepsis ve ARDS’de 21 gün süre ile 200-350 mg/ gün hidrokortizon verilmesi ile seçilmiş grup hastalarda ventilatörden ayırma ve sağ kalım üzerinde olumlu etkiler sağlandığı bildirilmektedir. Bu durumun hastalığa bağlı sentezlenen aşırı miktarda proinflamatuar sitokini steroidin azaltması ile açıklanabileceği rapor edilmektedir. Sistemik inflamasyon HPA aksını etkileyerek adrenal yetmezlik geliştirebilmektedir. Ancak her zaman steroid tedavisine dramatik yanıtlar alınmayabilir. Kortikosteroid doku direnci olarak bilinen bir klinik tablo da kritik durumdaki hastalarda görülebilir. Bu tür bir kompleks sendroma güncel yayınlarda “kritik hastalık ilişkili kortikosteroid yetmezliği” (critical illness-related corticosteroid insufficiency; CIRCI) adı verilmektedir (23). Renin-Anjiotensin-Aldosteron Sistemi Renin-anjiotensin-aldosteron (RAA) sistemi böbreklerden sodyum geri emiliminin kontrolünde ana merkez rolünü üstlenmektedir. Glomerüler filtrasyon oranında ve distal nefrona sodyum taşınmasında meydana gelen azalmalar renin salgılanmasına neden olmaktadır. Renin, anjiotensin I’i oluşturmak üzere anjiotensinojeni parçalamaktadır. Anjiotensin I daha sonra anjiotensin-dönüştürücü enzim tarafından anjiotensin II’ye çevrilir. Anjiotension II’de sodyum retansiyonunu artırabilir. Birincisi proksimal tubulde sodyum geri emilimini artırır. Renin-anjiotension-aldosteron sisteminin aktivasyonu sodyum retansiyonuna neden olurken bazı natriüretik faktörler tarafından sodyum atılımı kontrol edilir. Bu faktörler atriyal natriüretik peptid, B-tipi ve C-tipi natriüretik peptidleri içermektedir. Natriüretik peptidler öncelikle kalp ve beyinde sentez edilmektedir. Atriyal natriüretik peptid ve B-tipi natriüretik peptid ekstraselüler volümün aşırı yüklenmesine yanıt olarak artar. Natriürezis vazodilatasyona neden olur ve RAA sisteminin aktivitesini baskılar. RAA, KOAH ataklarında etkilenen bir sistem olarak bildirilmektedir. KOAH’lı hastaların >%35’inde renal kan akımında düşüş bildirilmektedir. KOAH alevlenmesi ile birlikte sıvı retansiyonu, pulmoner arter direnci artışı olan olgularda renal plazma akımı ve glomerüler filtrasyon oranının düştüğü kanıtlanmıştır. Diğer taraftan plazma norepinefrin, renin aktivitesi, dolaşımdaki vazopressin ve atriyal natriuretik peptid konsantrasyonlarının da arttığı saptanmıştır (3, 24). GONADLAR VE SOLUNUM FONKSİYONLARI Erkeklerde androjenlerin temel üretim yeri testisler, kadınlarda adrenaller ve overlerdir. Testosteron başta olmak üzere anabolizanların sekresyonu, hipofizer ENDOKRİN HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Tablo 5. Adrenal yetmezlik (AY) nedenleri Hipothalamo-pituiter-adrenal aksın geri dönüşümlü disfonksiyonu Sepsis/sistemik inflamatuar yanıt sendromu İlaçlar Kortikosteroidler (sekonder AY) Ketokonazol (primer AY) Etomidat (primer AY) Megesterol asetat (sekonder AY) Rifampin (artmış kortisol metabolizması) Fenitoin (artmış kortisol metabolizması) Metirapon (primer AY) Mitotan (primer AY) Diğer Hipotermi (primer AY) Primer adrenal yetmezlik Otoimmün adrenalit HIV infeksiyonu Sitomegalovirus infeksiyon Metastatik karsinoma Akciğer Meme Böbrek Sistemik fungal infeksiyonlar Histoplazmozis Kriptokokkozis Blastomikozis Tüberküloz Acute hemoraji/infarktüs DIC Meningokoksemi Antikoagulasyon Antifosfolipid sendromu Heparin-induced thrombositopeni Travma Sekonder adrenal yetmezlik Kronik steroid kullanımı Pituitery veya metastatik tümor Pituiter cerrahi veya radyasyon Boş-sella sendromu Kraniyofaringioma Sarkoidozis, histiositozis Postpartum pituiter nekroz Kafa travması 257 258 ENDOKRİN HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ gonadotropinlerden biri olan luteinizan hormon (LH) tarafından uyarılır. Orta yaşlı ve yaşlı erkeklerde serum testosteron ile, testosteron prekürsoru olan adrenal steroid dehidroepiandrostenon (DHEA) gibi diğer androjenlerin konsantrasyonu azalmaktadır. Bu düşüş fazla olduğunda enerji seviyesi, libido, kemik dansitesi ve kas kitlesinde azalma ve olasılıkla kognitif fonksiyon ve hafızada zayıflama gibi çeşitli belirti ve semptomlar oluşabilir. Bu nedenle gonadal disfonksiyon solunum kas güçsüzlüğünü beraberinde getirir. Diğer taraftan KOAH da gonadal disfonksiyon yapabilen bir hastalıktır. KOAH hastalarında testosteronu azaltabilecek bazı risk faktörleri vardır. Bunlar yaşlanma, eşlik eden diğer kronik hastalıklar, hipoksemi, hiperkapni, sigara içimi, glukokortikoid verilmesi, sistemik inflamasyon ve obeziteyi içermektedir (3). Erkekler bu mekanizmalardan daha fazla etkilendiği halde kadınlarda bu durum solunum kas güçsüzlüğünün nedenleri arasında değildir. Kadınlarda da erken menarş ile astım gelişimi arasında yakın ilişki olduğuna dair kanıtlar bulunmaktadır. Büyük çok merkezli bir çalışmada 11 yaş ve öncesi menarş olan kadınlarda daha düşük solunum fonksiyonları olduğu belirlenmiştir. Bu bulgular benzer çalışmalarla da desteklenmektedir (25). Özetle, hormonal ve metabolik durum akciğer sağlığı ile yakından ilişkilidir. Solunum fonksiyonlarının yorumlanmasında sorunu çok yönlü düşünmekle tanısı güçlükle konabilen patolojilerin ayırt edilmesi mümkün olabilir. KAYNAKLAR 1. Karadağ M. Endokrinolojik hastalıklarda akciğer sorunları. İç: Metintaş M (ed) Sistemik Hastalıklarda ve Özel Durumlarda Akciğer. 2004; s:309-42, ASD Toraks Yayınları, Eskişehir. 2. Milla CE, Zirbes J. Pulmonary complications of endocrine and metabolic disorders. Paediatr Respir Rev 2012; 13: 23-8. 3. Laghi F, Adiguzel N, Tobin MJ. Endocrinological derangements in COPD. Eur Respir J 2009; 34: 975-96. 4. Lugo G, Pena L, Cordido F. Clinical Manifestations and Diagnosis of Acromegaly. Int J Endoc 2012, Article ID 540398, 1-10. 5. Podlaska M, Chełminska M, Sworczak K. Respiratory disorders in thyroid pathology. Wiad Lek 2003; 56: 468-74. 6. Akçay Ş, Güvener N, Öner-Eyüboğlu F. Hipertiroidiye ikincil solunum kas güçsüzlüğü nedeniyle gelişen reküren atelektazi ve akciğer absesi. Solunum 2001; 3: 126-9. 7. Siafakas N, Milona I, Salesioto V, et al. Respiratory muscle strength in hyperthyroidism before and after treatment. Am Rev Respir Dis 1992; 146: 1025-9. 8. Pino-García J.M, García-Río F, Díez J.J, et al. Regulation of breathing in hyperthyroidism: relationship to hormonal and metabolic changes. Eur Respir J 1998; 12: 400-7. 9. Silva DR, Gazzana MB, John ÂB, et al. Pulmonary arterial hypertension and thyroid disease. J Bras Pneumol 2009; 35: 179-85. 10. Pedersen F, Mehlsen J, Raymond I, et al. Evaluation of dyspnoea in a sample of elderly subjects recruited from general practice. Int J Clin Prac 2007; 61: 1481-91. ENDOKRİN HASTALIKLARDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 259 11. Birring S.S, Patel R.B, Parker D, et al. Airway function and markers of airway inflammation in patients with treated hypothyroidism. Thorax 2005; 60: 249-53. 12. Schlenker EH. Effects of hypothyroidism on the respiratory system and control of breathing: Human studies and animal models. Respiratory Physiology & Neurobiology 2012; 181: 123-31. 13. Vantyghem MC, Dobbelaere D, Mention K, et al. Endocrine manifestations related to inherited metabolic diseases in adults. Orphanet Journal of Rare Diseases 2012; 7: 1750-72. 14. Misiolek M, Marek B, Namyslowski J, et al. Sleep Apnea Syndrome and Snoring In Patients with Hypothyroidism with Relation to Overweight. J Physiol Pharm 2007; 58(Suppl 1): 77-85. 15. Leblanc M, Barish G, Atkins A, et al. Thyroid Hormone Receptor Repression Linked to Type I Pneumocyte Associated Respiratory Distress Syndrome. Nat Med 2012; 17: 1466-72. 16. Galambos C, Levy H,. Cannon CL, et al. Pulmonary Pathology in Thyroid Transcription Factor-1 Deficiency Syndrome. Am J Respir Crit Care Med 2010; 182: 549-54. 17. Akçay Ş, Öner-Eyüboğlu F, Özdemir N. Pulmoner ve mediastinal kalsifikasyonların nadir bir nedeni: üremiye ikincil metastatik kalsinozis. Tüberküloz ve Toraks 2002; 50: 74-7. 18. Borst B, Gosker H, Zeegers M, Schols A. Pulmonary Fuction in Diabetes: A Metaanalysis. Chest 2010; 138; 393-406. 19. Güvener N, Tütüncü N, Akçay Ş, Eyüboğlu F, Gökçel A. Alveolar gas exchange in type II diabetes mellitus. Endocr J 2003; 50: 663-7. 20. Ahmad N, Srinivasan K, Moudgil H. Diabetes and Lung Function : Part of a Wider Spectrum. Chest 2011; 139; 235-6. 21. Silva JE, Bianco SD. Thyroid-adrenergic interactions: physiological and clinical implications. Thyroid 2008; 18: 157-65. 22. Chen YC, Chen YC, Chou LF, et al. Adrenal insufficiency in the elderly. Tohoku J Exp Med 2010; 221: 281-5. 23. Raoof S, Goulet K, Esan A, et al. Nonventilatory Strategies Severe Hypoxemic Respiratory Insufficiency. Chest 2010; 137: 1437-48. 24. Marik PE. Critical Illness-Related Corticosteroid Insufficiency. Chest 2009; 135: 181-93. 25. Macsali F, Real FG, Plana E, et al. Early Age at Menarche, Lung Function, and Adult Asthma. Am J Respir Crit Care Med 2011; 183: 8-14. KRONİK BÖBREK HASTALIĞINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Yard. Doç. Dr. Aylin ÖZSANCAK UĞURLU, Doç. Dr. Gaye ULUBAY Kronik böbrek hastalığı, temelde yatan böbrek hastalığının nedeni ne olursa olsun, en az 3 ay süren objektif böbrek hasarı ve/veya glomerüler filtrasyon hızının (GFH) 60 mL/dk/1.73 m2’nin altına inmesi durumu olarak tanımlanır (1). Böbrek hasarına ait bulgular yapısal veya fonksiyonel nitelikte olabilir; bu bulgular idrar, kan testleri, görüntüleme çalışmalarından ve böbrek biyopsisinden elde edilebilir. Bu hastalarda idrarla atılması gereken üre, ürik asit ve kreatinin gibi azot metabolizma artıkları kanda birikerek kusma, baş ve bel ağrıları, ateş ve yüksek tansiyon gibi şikâyetlerden oluşan bir tablo oluşturabilir. Böbrekler, fonksiyonlarının çoğunu yapamaz duruma geldiğinde, bu durum ‘son dönem böbrek hastalığı’ (SDBH) olarak tanımlanır ve hastanın hayatını sürdürebilmesi için renal replasman tedavisine (diyaliz veya transplantasyon) ihtiyacı vardır. SDBH, yalnızca böbrek fonksiyonlarının kaybı değil, aynı zamanda neredeyse tüm diğer organların ve organ sistemlerinin etkilendiği karmaşık bir klinik sendromdur. Bu hastalarda sık gözlenen akciğer problemleri pulmoner ödem ve plevral efüzyondur (Tablo 1) (2-6). Ayrıca pulmoner fibrosis ve kalsifikasyon, pulmoner hipertansiyon, fibrinöz plevrit, solunum kaslarının fonksiyon bozukluğu, uykuda solunum bozuklukları ve pulmoner emboli de SDBH ile birlikte olan diğer akciğer sorunları arasında sayılabilir. Hipoksemi, hemodiyaliz (HD) hastalarında kompleman kaskadının aktivasyonuna veya CO2’in diyalizat membranından kaybına bağlı alveolar hipoventilasyon sonucu ortaya çıkabilecek bir problemdir. Sürekli ayaktan periton diyalizinin (CAPD) ise hidrotoraks, kronik plevral efüzyon, atelektazi, pnömoni ve bakteriyel bronşit gibi komplikasyonlara neden olabildiği bilinmektedir (7). Renal transplantasyon (RT); üreminin metabolik komplikasyonlarını düzeltebilmekle birlikte, immünsüpresif tedavi kullanımına bağlı pulmoner infeksiyonlara yatkınlığın artışına, fibrozise veya solunum kaslarında miyopatiye sebep olabilmektedir (8). Bütün bu sayılan akciğer problemleri; akciğerlerin mekanik ve gaz değişim fizyolojisinin değerlendirildiği solunum 260 KRONİK BÖBREK HASTALIĞINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 261 Tablo 1. Son dönem böbrek hastalarında gözlenen akciğer problemleri ve bunların gelişmesinde rol oynayan etyolojik faktörler Ortaya Çıkan Akciğer Patolojisi Etyolojik Faktörler Pulmoner Ödem t<USBTFMàMFSWPMàNBSUā t6[VOTàSFMJIJQFSUBOTJZPOBCBþMHFMJāNJāLPOKFTUJGLBMQ yetmezliği t)JQPBMCVNJOFNJ t-PLBMLBQJMMFSUPLTJLGBLUÚSMFS tÃSFNJLUPLTJOMFS t:àLTFLLBSEJZBLBUN Fibrinöz Plörit t)JQFSWPMFNJ t,POKFTUJGLBMQZFUNF[MJþJ t1MFWSBMFGà[ZPO t)JQPBMCVNJOFNJ t1MÚSJUJLHÚþàTBþST t%JZBGSBNEBLJZBQTBMCP[VLMVL t'JCSPUPSBLT t.FUBCPMJLUPLTJOMFS Akciğer Parenkim Kalsifikasyonu t4FLPOEFSIJQFSQBSBUJSPJEJ t,SPOJLBTJEP[ tĀOUFSNJUBOBMLBMP[ t,BMTJZVN7JUBNJO%4UFSPJEUFEBWJTJ Solunum Sistemi Infeksiyonları t1./-GPOLTJZPOCP[VLMVþV t"LDJþFSEFLJQBUPMPKJLEFþJāJLMJLMFS Hipoksemi t%JZBMJ[BUTWTJMF$02’nin uzaklaştırılması t,PNQMFNBOTJTUFNJOJOBLUJWBTZPOV t5BOFDJLMFSJONJLSPFNCPMJTJ t0LTJIFNPHMPCJOEJTPTJZBTZPOFþSJTJOJOLBZNBT t4BOUSBMTPMVOVNEàSUàTàOàOCBTLMBONBT t0LTJKFOEJGà[ZPOVOVOCP[VMNBT Ürinotoraks t0CTUSàLUJGàSPQBUJWFEJZBGSBNEFGFLUJ fonksiyon testlerinde (SFT) ve kardiyopulmoner egzersiz testlerinde (KPET) bozukluğa neden olabilir (Tablo 2). Son dönem böbrek hastalarında; spirometrik ölçümler normal sınırlar içerisinde olabileceği gibi, bir kısmında restriktif patern ve nadiren de hafif obstrüksiyon bildirilmiştir (9-29). Buna karşın küçük hava yolu hastalığına bu hastalarda sıklıkla rastlanmaktadır (10,11,13,14,16,19,21). En sık görülen SFT anormalliklerinden biri de difüzyon kapasitesindeki azalmadır (9,10,14-16,18). Bazı yayınlarda ise difüzyon kapasitesinin normalin üst sınırında veya artmış olduğu gösterilmiştir (13,17,19). Bu farklılık, altta yatan etiyolojik sebeplerin farklılığına bağlanabilir. SDBH olan hastalarda, kendini maksimum inspiratuar ve ekspiratuar basınçlarda (MİP ve MEP) azalma ile gösteren solunum kas güçsüzlüğü (24,30-32) 262 KRONİK BÖBREK HASTALIĞINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Tablo 2. Son dönem böbrek hastalarında gözlenen solunum fonksiyon testi bozuklukları ve patogenezi SFT Bozukluğu Altta Yatan Mekanizmalar 3FTUSJLUJG t)JQervolemi t.JLSPJOnBNBTZPOBJLJODJMHFMJāFOmCSPTJTQVMNPOFSIJQFSUBOTJZPO t1MFWSBMJOnBNBTZPOmCSPTJT t4PMVOVNLBTLVWWFUJOEFB[BMNB tĀOUSBUPSBTJLOFHBUJGCBTOÎUBBSUā 0CTUSàLUJG t)JQFSWPMFNJ t4PMVOVNLBTLVWWFUJOEFB[BMNB %JGà[ZPOEBB[BMNB t1VMNPOFSmCSPTJTLPNQMFNBOBLUJWBTZPOVOBJLJODJM t1VMNPOFSIJQFSUBOTJZPO t"LDJþFSMFSEFLJNFUBTUBUJLLBMTJmLBTZPO %JGà[ZPOVOOPSNBMJOàTU t,SPOJLWBTLàMFSLPOKFTZPO TOSOEBBSUNāPMNBT t#JZPLPNQBUJCMNFNCSBOLVMMBON 4PMVOVNLBTLVWWFUJOEFB[BMNB t"OPSNBMWJUBNJO%NFUBCPMJ[NBT t1BSBUJSPJEIPSNPOVOEBLJBSUā tÃSFNJLUPLTJOMFSWFCVOVOOFEFOPMEVþVàSFNJLNZPQBUJ t.BMOàUSJTZPO t"OFNJ t,BTBUSPmTJ t,BTQSPUFJOEFOHFTJ[MJþJ t7BTLàMFSZBUBLUBB[BMNB tĀOUSBWBTLàMFSLBMTJmLBTZPO t%JZBMJ[BUOQFSJUPOEBV[VOTàSFLBMNBT t6[VOTàSFMJJNNVOTàQSFTJGUFEBWJ &H[FSTJ[LBQBTJUFTJOEFB[BMNB t"OFNJ t.BMOVUSJTZPO tĀOnBNBTZPO t&āMJLFEFOIBTUBMLMBS t4FEBOUFSZBāBNUBS[ t"LUJGJOGFLTJZPOMBS t&MFLUSPMJUEFOHFTJ[MJþJ t)JQFSQBSBUJSPJEJ veya KPET parametrelerinde azalma ile gösteren egzersiz kapasitesinde azalma (17-19,24,26-29,30-33) gözlenebilmektedir. Renal replasman tedavilerinin SFT üzerine etkileri konusundaki sonuçlar birbiriyle çelişkilidir (10,1215,17,20,22,23,25). KRONİK BÖBREK HASTALIĞINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 263 SON DÖNEM BÖBREK HASTALARINDA GÖZLENEN AKCİĞER PROBLEMLERİ Pulmoner Ödem Pulmoner ödem, SDBH’de sık gözlenen bir komplikasyondur. Patogenezinde pek çok faktör rol almaktadır (4-6,34). Önemli sebepleri olarak; 1) Ekstraselüler volüm artışıyla birlikte olan sol ve sağ atrial hipertansiyon, 2) Uzun süreli hipertansiyona bağlı gelişmiş konjestif kalp yetmezliği, 3) Azalmış plazma koloid basıncı ile birlikte olan hipoproteinemi, 4) Lokal kapiller toksik faktörlere bağlı kapiller geçirgenlikte artış, 5) Henüz tanımlanmamış üremik toksinlere bağlı myokard fonksiyon bozukluğu, 6) Diyaliz hastalarında, tuz ve su kısıtlanmasına uyum zorluğu, 7) Anemi veya arteriyovenöz fistül varlığına bağlı yüksek kardiyak atım sayılabilir. Radyolojik olarak, genellikle, ‘üremik akciğer’ veya ‘üremik pnömonit’ olarak da anılan ‘kelebek’ veya ‘yarasa kanadı’ şeklindeki santral konjesyon bulgusu gözlenir; konjestif kalp yetmezliğinden ayırt etmek gereklidir. Erken dönemde, alveollerde fibrinöz ödem sıvısı mevcuttur ve interlobüler septalar çok ödemli ve şiş görünümdedir. Genellikle ödem sıvısı tamamen geri emilir; fakat kronik persistan olgularda, yetersiz fibrinolitik kapasitenin de etkisiyle, eksüda organize olur ve interstisyumda fibrotik değişiklikler meydana gelir (5, 34). Fibrinöz Plörit Plevral hastalıklar, kronik böbrek hastalarında sıklıkla gözlenmektedir; bu hastalıkla ölen hastaların yaklaşık %20-40’ında otopside fibrinöz plevrit saptanmıştır (35,36). Klinik olarak sıklıkla plevral efüzyon şeklinde gözlenir; bunun yanı sıra plöritik göğüs ağrısı veya fibrotoraks olarak da ortaya çıkabilir (3,4). Daha sıklıkla transüda vasfında olup hipervolemi veya konjestif kalp yetmezliğine, hipoalbuminemiye veya CAPD hastalarında diyaframdaki yapısal defekte bağlı gelişebilir (5). Üremi, muhtemelen metabolik toksinlere bağlı gelişen plevral inflamasyona nedeniyle, ‘kronik üremik plörit’ olarak bilinen eksüdatif vasıfta seroangiöz veya hemorajik plevral efüzyona da sebep olabilir (4,5). Plevral efüzyon, özellikle transüda vasıfta ise, genellikle etkin diyaliz programı ile geriler; ama bir kısmında gerilemeyebilir, artabilir, fibrotoraksa ilerleyebilir veya tekrarlayabilir. Akciğer Parenkim Kalsifikasyonu Metastatik kalsifikasyon, kronik böbrek hastalığının sık görülen bir komplikasyonudur. Akciğerler, bunun en sık görüldüğü organlar arasındadır. Ancak genellikle akciğer grafilerinde bulgu gözlenmez ve hastalar asemptomatiktir (37). Patogenezinde rol oynayan faktörler; 1) Sekonder hiperparatiroidi (kemik reabsorbsiyonu ve intraselüler hiperkalsemiye sebep olarak), 2) Kronik asidoz (kemikten kalsiyum salınmasını arttırarak), 3) İntermitan alkaloz (kalsiyum tuzlarının birikimini destekleyerek), 4) Düşük GFH (hiperfosfatemi ve dolayısı ile kalsiyum-fosfor ürününün düzeyini arttırarak) olarak sayılabilir (4). Ayrıca, alınan kalsiyum veya 264 KRONİK BÖBREK HASTALIĞINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ vitamin D ile steroid tedavisi de tetikleyici faktörlerdir (5). Tanısında, konvansiyonel akciğer grafisinden ziyade, bilgisayarlı tomografi veya teknesyum-99mmetilendifosfat ile çekilen kemik sintigrafisi daha yardımcıdır (38,39). Solunum Sistemi Infeksiyonları Kronik böbrek hastalığı olanlarda, sistemik konakçı savunma mekanizmalarında kısmi bozuklukla birlikte bağışıklık sisteminde baskılanma söz konusudur. Biyoinkompatibl membran kullanımı, kemotaksis, adherens ve fagositoz gibi polymorfik nükleer fonksiyonlarda bozukluğa sebep olarak buna katkıda bulunabilir (40) Buna ek olarak solunum sisteminde, böbrek hastalığına bağlı oluşan patolojik değişiklikler de bu hasta grubunda solunum sistemi infeksiyon gelişmesi riskini arttırır. SDBH ve özellikle diyaliz programında olanlarda, genel topluma kıyasla, tüberküloz gelişme riskinin en az 10 ila 40 kat arttığı gösterilmiştir (40,41). GFH azaldıkça, pnömoni nedeniyle hastaneye yatış ve ölüm riskinin arttığı, 5 yıllık süreçte HD hastalarında kümülatif pnömoniye bağlı hastaneye yatış ihtimalinin %36 olduğu gösterilmiştir (42-44). Hemodiyalize Bağlı Gelişen Hipoksemi Son dönem böbrek hastalığı olanlarda HD’in kullanımı ile birlikte ortaya çıkmış olan diğer bir akciğer problemi de HD esnasında gelişen hipoksemidir (3-5,45). Başlangıçta, bununla ilgili esas mekanizmanın; kanın diyaliz membranı ile karşılaşmasını takiben aktive olan kompleman sisteminin alveokapiller membranda neden olduğu lökostaz ve ventilasyon/perfüzyon oranı bozukluğu olduğu düşünülmüştür. Ancak bu hastalarda ventilasyon/perfüzyon oranının düşmediği, aksine yükseldiği gösterilmiştir (46). Diğer mekanizmalar arasında taneciklerin mikroembolisi, HD esnasındaki artmış pH’ya bağlı oksihemoglobin disosiyasyon eğrisinin kayması, santral solunum dürtüsünün baskılanması, oksijen difüzyonunun bozulması öne sürülmüştür. Günümüzde kabul edilen esas açıklama ise, diyalizat sıvısı (özellikle de asetatlı mayi) ile CO2’nin uzaklaştırılmasına bağlı olarak hipoventilasyon gelişmesine neden olduğudur (4). Bu hastalarda periyodik solunum ve apnelere dahi sebep olabilir. Günümüzde biyokompatibl membranların ve bikarbonatlı diyalizat mayilerinin kullanımı ile hipokseminin gelişimi büyük ölçüde engellenmektedir. Ürinotoraks Plevral aralıkta ürin toplanması ile karakterize olan ürinotoraks, obstrüktif üropatinin nadir görülen bir komplikasyonudur (47,48). Diğer sebepleri arasında travma, cerrahi hasar, malignite, RT veya böbrek biyopsisi sayılabilinir. Eğer diğer böbrek korunduysa, üreter veya böbrekler seviyesindeki tek taraflı obstrüksiyon genellikle ürinotoraks ile sonuçlanmaz. Çift taraflı obstrüksiyon varsa beraberinde ürin kaçağı (diyaframdaki yapısal defektten geçerek veya direkt plevral aralığa kaçışla), asit oluşumu ve ürinotoraks gelişebilir (48). KRONİK BÖBREK HASTALIĞINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 265 Diğer Akciğer Problemleri Pulmoner emboli, sık olmamakla birlikte, HD hastalarında; oluşan fibrin tabakasının santral kataterlerin çekimi esnasında kopması ile veya arteriyovenöz fistül veya greft trombozlarının fibrinolitik tedavisi sonucunda meydana gelebilmektedir (34). Uzun süreli HD’ye giren hastaların yaklaşık %40’ında gösterilen pulmoner hipertansiyonun ise bu hasta grubunda olan mikroinflamatuar duruma ve buna bağlı olarak artmış endotelin-1 salınımına ikincil gelişebileceği öne sürülmektedir (49,50). Uyku ile ilişkili solunum bozukluklarına da SDBH hastalarında sıkça rastlanmaktadır; üremiye bağlı solunumun santral kontrolünde bozukluk, üst hava yollarındaki ödem, arter kan gazları ve asid-baz dengesindeki değişiklikler ve eşlik eden hastalıkların bu hastalığın patogenezinde yer aldığı bildirilmektedir (6). SON DÖNEM BÖBREK HASTALARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Kronik böbrek hastalığı olan pek çok hastada, henüz renal replasman tedavisine başlanmadan bile, spirometride minör anormallikler gözlenmektedir (9); altta yatan bir kardiyopulmoner hastalık veya komplikasyon yoksa, majör bozukluklar gözlenmesi sık değildir (6). Spirometrik değerlendirmede saptanan restriktif tipteki bozukluk, SDBH olanlarda sık gözlenen SFT bozukluklarındandır (10,11,17-21,23-25,31). Genellikle FEV1/FVC normalken, VC veya FVC değerlerinde azalma ile tanıları konmuştur. Bazı çalışmalarda, hemodiyaliz ile restriktif paternde iyileşme gösterilmiş, bunun akciğerlerde bulunan fazla sıvının çekilmesine bağlı olabileceği öne sürülmüştür (10,25). Beraberinde gözlenebilen hiponatremi veya konjesyonla uyumlu akciğer grafi bulguları, altta yatan hipervolemiyi ve buna bağlı pulmoner ödemi destekleyebilir (17). Restriktif patern, kimi zaman üremik plörit, plevral adhezyon veya plevroperikardite ikincil olabilir (9,11). Solunum kas kuvvetindeki azalmanın da VC veya TLC’deki azalma ile ilişkili olduğu gösterilmiştir (30,31). SDBH’nda sıklıkla rastlanan akciğer parenkim kalsifikasyonu da restriktif tipte ventilatuar bozukluğa sebep olabilir; fakat hastalar genellikle asemptomatiktir ve konvansiyonel akciğer grafisinde saptanamayabilir (37). Hemodiyaliz tedavisinin başlandığı yıllarda, HD ile bu patternde genel olarak düzelme gözlenirken, tedavinin beşinci yılında HD sonrasında bu bozukluğun sıklıkla devam ettiği gösterilmiştir (25). Bu hasta grubunda oksidatif stres, diyaliz membran tipi ve diyaliz tekniği, HD kalitesi veya infeksiyon gibi sebeplere bağlı ortaya çıkan mikroinflamatuar durumun, tümör nekrozis faktör ve endotelin 1 salınımına sebep olduğu; bunların da zamanla pulmoner ödemde ilerleme, bronş ağacında bronkokonstriksiyon ve inflamasyon ile birlikte fibrosis ve pulmoner hipertansiyon ile sonuçlanabileceği belirtilmiştir (25). Periton diyalizi programında olan hastalarda, periton diyalizatının varlığına genellikle te- 266 KRONİK BÖBREK HASTALIĞINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ davinin başlamasından yaklaşık 15 gün sonra alışılır, akciğer volümleri normale döner (51). Fakat bazı hastalarda, periton sıvısının karın içine verilmesiyle total akciğer kapasitesi (TLC) veya rezidüel volüm (RV) gibi akciğer volümü parametrelerinde azalma gözlenebilir (26,52,53); bunun diyalizatın varlığına ikincil intratorasik negatif basınçtaki artışa veya üremik durumda toksinlerin sebep olduğu solunum kas güçsüzlüğüne bağlı olabileceği düşünülmüştür (26). Renal transplantasyon sonrasında, hastaların vital kapasitesinde (VC) artış olmakla birlikte hastaların bir kısmında restriktif paternin devam ettiği gösterilmiş; bunun interstisyel fibrosis ve metastatik kalsifikasyonun varlığının devamına ve RT sonrası ortaya çıkan subklinik infeksiyon, immünsüpresif ilaç kullanımına bağlı akciğer toksisitesi ve steroid kullanımına ikincil myopati gibi ek risklere bağlı olabileceği öne sürülmüştür (9,21). Obstrüktif tipte ventilatuar bozukluklar, hafif düzeyde ve nadiren bildirilmiştir (17,20,25). Genellikle FEV1/FVC değeri korunurken FEV1’de azalma gözlenmiştir ki; bu da SDBH’de büyük hava yollarının korunduğunu ve FEV1’deki bu azalmanın esas olarak FVC’deki düşüklüğe bağlı olduğunu düşündürür (16, 21). Buna karşın, SDBH olan hastalarda küçük hava yolu hastalığı oldukça sıktır. Bu durum, FEF25-75’te azalma veya RV’de artış ile birlikte gözlenir (10,11,13,14,16,19,21). HD veya RT sonrasında bu değerlerde gözlenen düzelme, akciğerlerdeki küçük hava yoluna baskı yapan fazla sıvının çekilmesine ikincil olabilir (10,11,19,21). Kronik böbrek hastalarında, ayrıca PEFR değerlerinde azalma ve PEFR ile ekspiratuar kas kuvvetinin ilişkili olduğu gösterilmiştir (21,30,31). Normalde akciğerlerin hacmi, akciğer elastisitesi, santral hava yollarının boyutları ve kompliyansı ile ekspiratuar kas kuvvetinden etkilenen PEFR değerleri; SDBH’de azalmış akciğer volümlerine ve ekspiratuar kas kuvvetindeki muhtemel azalmaya bağlı düşmüş olabilir. Akciğerlerin genel olarak etkinliği, koordinasyonu, elastik ve akıma direnç özellikleri ile solunum kas kuvveti hakkında bilgi veren MVV değerleri de SDBH’de azalmış, RT ile belirgin iyileşme gözlenmiştir (21,24,31). Son dönem böbrek hastalarında SFT’de en sık gözlenen bozukluklardan biri de difüzyon kapasitesindeki azalmadır (9,10,14,15,18,54). Difüzyon kapasitesindeki (DLCO) bu azalmanın, kapiller kan hacminin (Vc) normal sınırlar içerisinde olması durumunda, membran difüzyon faktöründeki (DmCO) azalmaya bağlı olabileceği öne sürülmüştür (54). Bir çalışmada, beş yıldan uzun süredir düzenli HD programında (biyoinkompatibl diyaliz membranının kullanıldığı) olan hastalar, prediyaliz veya bir yıldan az süreli HD programında olan hastalarla karşılaştırıldığında, DLCO’nun daha düşük olduğu ve daha fazla hastayı etkilediği saptanmıştır (15). Bu çalışma göz önünde tutulduğunda; difüzyon kapasitesindeki azalmanın, HD süresi ve HD rejimine (membran ve diyalizat tipine) bağlı ortaya çıkabilecek kompleman aktivasyonuna ikincil pulmoner fibrozisine bağlı olabileceği düşünülebilir. Kronik böbrek hastalarında, DLCO’da azalmanın alternatif KRONİK BÖBREK HASTALIĞINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 267 mekanizmaları olarak; hiperkinetik dolaşıma veya artmış endotelin-1 salınımına ikincil ortaya çıkan pulmoner hipertansiyon ve akciğerlerdeki metastatik kalsifikasyon da sayılabilir. Difüzyon kapasitesinin normalin üst sınırında veya artmış olduğunu gösteren yayınlar da vardır (13,17,19). Chan ve ark. (13), HD hastalarında DLCO’da artış olduğunu ve bunun RT sonrasında belirgin olarak azalarak normale döndüğünü bildirmişlerdir. Yazarlar, bu artışın kronik vasküler konjesyona ikincil olduğunu belirtmiştir. Ancak, diyalizler arasındaki vücut sıvısındaki artışın veya diyaliz esnasındaki sıvı kaybının, difüzyon kapasitesi üzerine etkisi olmadığını gösteren yayınlar da vardır (16,17). Karacan ve ark. (17,19) ise, normalin üst sınırında olan DLCO değerlerinin, biyokompatibl membran kullanımına da bağlı olabileceğini öne sürmüşlerdir. Solunum kas kuvvetindeki azalma, SDBH’nin akciğer fonksiyonları üzerindeki başka önemli bir etkisidir (17-19,24,30-32). İnspiratuar ve ekspiratuar kas kuvvetinin ve endüransının azalmasının etiyolojisinde; anormal vitamin D metabolizması, paratiroid hormonundaki artış, üremik toksinler ve bunun neden olduğu üremik myopati, malnütrisyon, anemi, kas atrofisi, kas-protein dengesizliği, vasküler ve kapiller yatakta azalma ile intravasküler kalsifikasyona bağlı lokal kan akımındaki azalma sayılabilir (17,19,24,31). Periton diyalizi programında olan hastalarda bu etki, diyalizatın peritonda uzun süreli kalmasına bağlı gelişebilir. İnspiratuar kas kuvveti üzerine HD’nin etkisi konusunda çelişkili yayınlar vardır; birinde HD’nin muhtemel katabolik etkisine ve karnitin kaybına bağlı azalma, diğerinde ise HD’ye bağlı biyokimyasal değişikliklere ikincil artma olduğu gösterilmiştir (17,32). Kovalis ve ark. (23) tarafındansa, HD süresi ile solunum kas kuvveti arasında negatif bir ilişki gösterilmiştir. Buna göre, iki diyaliz arasında solunum kas kuvvetinde belirgin bir değişiklik olmamasına rağmen; hastalığın ilerlemesi ile bu kuvvette progresif azalma olabileceği ileri sürülmüştür. RT sonrasında elektrolit dengesizliği, anemi, hipoalbuminemi veya hiperparatiroidi gibi SDBH komplikasyonlarında düzelme olmasına rağmen, solunum kas kuvvetinde düzelme olmakla birlikte bazı hastalarda halen devam ettiği gösterilmiştir (18,19). Bu azalma; kortikosteroidlerin de dahil olduğu immünsüpresif tedavinin uzun süreli kullanımına bağlı protein metabolizmasındaki değişikliklere ikincil olabilir (19). Son dönem böbrek hastalarında egzersiz kapasitesinde azalma vardır ve bu KPET ile oksijen tüketiminde (VO2) azalma ile gösterilebilinir (26-28,33). Bu hastalarda ayrıca test süresinde kısalma ve maksimum işte azalma bildirilmiştir (26,27). VO2’deki bu azalmaya; anemi, malnutrisyon, eşlik eden hastalıklar (kardiyovasküler hastalıklar gibi), sedanter yaşam tarzı, aktif infeksiyonlar, elektrolit dengesizliği ve hiperparatiroidi gibi pek çok faktör sebep olabilir (26,27, 33). Fosfat düzeyi ile kas kuvveti arasında gösterilen ilişki, aynı şekilde, egzersiz kapasitesi ile de gösterilmiştir (27,31). Ayrıca, HD hastalarının malnutrisyon ve infla- 268 KRONİK BÖBREK HASTALIĞINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ masyon durumunun kombine olarak değerlendirildiği malnutrisyon inflamasyon skorunun da, VO2 ile ters korelasyonu olduğu gösterilmiştir (28). Periton diyalizi programında olanlar hastalarda, diyaliz sıvısının boşaltılması ile egzersiz performansında bir değişiklik kaydedilmemiştir (26). SDBH olan hastalarda, tepe VO2 düzeyinin sağ-kalımın belirleyicisi olmasına karşın (33); preoperatif ölçümlerin, RT alıcılarında erken post-operatif mortaliteyi ve pulmoner komplikasyonları belirlemediği gösterilmiştir (29). Renal replasman tedavilerinin SFT üzerine olan etkileri konusunda bir fikir birliği yoktur. Bazı yayınlarda; periton diyaliz sıvısının boşaltılması ile FEV1, FEV1/FVC ve DLCO’da bir değişiklik gözlenmemekle birlikte (26,52,53), daha fazla sıvının parasentezle çekildiği siroz hastalarında bu değerlerde artış olduğu bildirilmiştir (55). Buna göre, yaklaşık 2 lt civarında verilen diyaliz sıvısının solunumsal fonksiyonlar açıdan çok riskli olmadığı öne sürülebilir. HD ile sıvı çekilmesinin spirometrik parametreler üzerinde çoğu yayında değişikliğe sebep olmadığı (17,20,23,25), kimi yayınlarda ise iyileştirdiği (10,12) gösterilmiştir. Navari ve ark, bu iyileşmenin sadece bikarbonatlı diyaliz sıvısının kullanıldığı erkek hastalarda; Kovacevic ve ark ise, HD tedavisinin ilk yılında olduğunu saptamışlardır (22,25). Bu bilgilerin ışığında; etkin HD tedavisi gören hastalarda, HD’nin spirometrik ölçümler üzerine fazla etkisi olmamakla birlikte, akut böbrek yetmezliğinde veya uygun tedavi rejimi uygulanmayanlarda bunun tersi olabileceği tahmininde bulunabilir. RT’dan 6 ay sonra Chan ve ark. (13) akciğer hacimlerinde belirgin bir değişiklik kaydetmezken; diğer prospektif çalışmalarda spirometrik ölçümler ile difüzyon kapasitesinde ve solunum kas kuvvetinde iyileşme gözlenmiştir (18,21). Çalışmalar arasındaki bu farklılıklar çalışmanın yöntemi, hasta seçimi, diyaliz prosedürü (diyaliz filtresinin özelliği, tipi, boyutu veya diyalizat çeşidi gibi) veya hemodiyaliz süresi gibi pek çok faktördeki farklılıklardan kaynaklanabilir. Akciğer ve böbrek fonksiyonları arasındaki ilişkinin farkında olmak, hem akciğer hem de böbrek hastalığı olan hastaların takibinde önemlidir. Son dönem böbrek hastalarında akciğer ödemi, plevral efüzyon, solunumsal infeksiyonlara yatkınlık ve hipoksemi gibi pek çok solunumsal komplikasyon gözlenebilir. Bunlara bağlı olarak solunum kas kuvveti, akciğer fonksiyonları ve fonksiyonel kapasitede genel popülasyona kıyasla bazı farklılıklar gözlenebilir. Etkin tedavinin planlanması ile bu etkilerden bazılarının ortaya çıkması engellenebilir. KRONİK BÖBREK HASTALIĞINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Yaş: 56 Boy(cm): 148 Kilo(kg): 44.0 Ref Spirometri FVC FEV1 FEV1/FVC FEF25-75% FEF50% PEF FEF/FIF50 FEF200-1200 IsoFEF25-75 PIF Liters Liters % L/sec L/sec L/sec 2.21 1.85 78 2.87 3.39 5.35 L/sec L/sec L/sec Cinsiyet: Female Post Meas Pre %Ref (61) (61) Pre Meas (2.78) 1.42 (51) 1.98 (1.36) 0.55 0.81 Pre %Ref (70) 90 4 83 (63) -4 (42) 66 73 Irk: Caucasian Post %Ref Pre Meas (1.35) (1.12) 83 (1.21) 2.22 3.92 0.96 0.70 1.21 2.33 269 Post %Chg Flow 16 12 8 Akciğer Volümleri Ref TLC RV RV/TLC FRC N2 VC ERV IC Liters Liters % Liters Liters Liters Liters 3.98 1.57 38 2.37 2.16 Difüzyon DLCO DL Adj DLCO/VA DL/VA Adj VA mmol/kPa.min mmol/kPa.min DLCO/L DLCO/L Liters Ref 6.6 6.6 1.66 1.66 3.98 Pre Meas (2.8) (3.2) 1.46 1.69 (1.90) 0 -8 Pre %Ref (42) (48) 88 102 (48) -12 -2 0 2 4 6 8 Volume Olgu. Elli altı yaşında kronik böbrek yetmezlikli (KBY) ve periton diyalizi uygulanan kadın hastanın solunum fonksiyon testi sonuçları görülmektedir. Hipervolemisi, plevral ve peritoneal sıvısı olan hastanın, FEV1/FVC değeri normal, FEV1 değeri ve TLC değeri restriksiyona bağlı olarak düşük KAYNAKLAR 1. National Kidney Foundation. K/DOQI Clinical practice guidelines for chronic kidney disease: Evaluation, classification, and stratification. Am J Kidney Dis. 2002, 39: S1-S266. 2. Bush A, Gabriel R. The lungs in uremia: a review. J R Soc Med 1985; 78: 849-55. 3. Pierson DJ. Respiratory considerations in the patient with renal failure. Respir Care 2006; 51: 413-22. 4. Rodriguez_Roisin R, Barbera JA. Pulmonary complications of abdominal disease. In: Mason RJ, Broaddus VC, Martin TR ve ark.; editors. Mason: Murray and Nadel’s textbook of respiratory medicine. 5th ed. Philedelphia: Elsevier Saunders, 2010: 1982-98. 5. De Backer W. Renal failure and the lung. Eur Respir Mon 2006; 34: 102-11. 6. Markou NK, Athanasiou M, Hroni D, Myrianthefs PM. Disorders of respiration and sleepdisordered breathing in patients with chronic renal failure. Current Respiratory Medicine Reviews 2006; 2: 405-17. 7. Hughes GC, Ketchersid TL, Lenzen JM, Lowe JE Thoracic complications of peritoneal dialysis. Ann Thoracic Surg 1999; 6: 1518-22. 8. Ewert R, Opitz C, Wensel R, et al. Abnormalities of pulmonary diffisuion capacity in long term survivors after kidney transplantation. Chest 2002; 122: 639-44. 9. Bush A, Gabriel R. Pulmonary function in chronic renal failure: effects of dialysis and transplantation. Thorax 1991; 46: 424-8. 10. Zidulka A, Despas PT, Milic-Emili J, et al. Pulmonary function with acute loss of excess lung water by hemodialysis in patients with chronic uremia. Am J Med 1973; 55: 134-41. 270 KRONİK BÖBREK HASTALIĞINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 11. Myers BD, Rubin AE, Schey G, et al. Functional characteristics of the lung in chronic uremia treated by renal dialysis theraphy. Chest 1975; 68: 191-4. 12. Alves J, Hespanhol V, Fernandes J, Marques EJ. Spirometric alterations caused by hemodialysis. Their relation to changes in the parameters commonly used to measure hemodialysis efficiency. Acta Med Port 1989; 2: 195-8. 13. Chan CH, Lai CK, Li PK, et al. Effect of renal transplantation on pulmonary function in patients with end-stage renal failure. Am J Nephrol 1996; 16: 144-8. 14. Kalender B, Erk M, Pekpak M, et al. The effect of renal transplantation on pulmonary function. Nephron 2002; 90: 72-7. 15. Herrero JA, Alvarez-Sala JL, Coronel F, et al. Pulmonary diffusing capacity in chronic dialysis patients. Respir Med 2002; 96: 487-92. 16. Taskapan H, Ulu R, Gullu H, et al. Interdialytic weight gain and pulmonary membrane diffusing capacity in patients on hemodialysis. Int Urol Nephrol 2004; 36: 583-6. 17. Karacan O, Tutal E, Uyar M, et al. Pulmonary function in uremic patients on long-term hemodialysis. Ren Fail 2004; 26: 273-8. 18. Guleria S, Agarwal RK, Guleria R, et al. The effect of renal transplantation on pulmonary function and respiratory muscle strength in patients with end-stage renal disease. Transplant Proc 2005; 37: 664-5. 19. Karacan O, Tutal E, Colak T, et al. Pulmonary function in renall transplant recipients and end-stage renal disease patients undergoing maintenance dialysis. Transplant Proc 2006; 38: 396-400. 20. Lang SM, Becker A, Fischer R, et al. Acute effects of hemodialysis on lung function in patients with end-stage renal disease. Wien Klin Wochenschr 2006; 118: 108-13. 21. Sidhu J, Ahuja G, Aulakh B, et al. Changes in pulmonary function in patients with chronic renal failure after successful renal transplantation. Scand J Urol Nephrol. 2007; 41: 155-60. 22. Navari K, Farshidi H, Pour-Reza-Gholi F, et al. Spirometry parameters in patients undergoing hemodialysis with bicarbonate and acetate dialysates. IJKD 2008; 2: 149-53. 23. Kovelis D, Pitta F, Probst VS, et al. Pulmonary function and respiratory muscle strength in chronic renal failure patients on hemodialysis. J Bras Pneumol 2008; 34: 907-12. 24. Cury JL, Brunetto AF, Aydos RD. Negative effects of chronic kidney failure on lung function and functional capacity. Rev Bras Fisioter 2010; 14: 91-8. 25. Kovacevic P, Stanetic M, Rajkovaca Z, et al. Changes in spirometry over time in uraemic patients receiving longterm haemodialysis therapy. Pneumologia 2011; 60: 36-9. 26. Ulubay G, Sezer S, Ulasli S, et al. Respiratory evaluation of patients on continuous ambulatory peritoneal dialysis prior to renal transplantation. Clin Nephrol 2006; 66: 269-74. 27. Ulubay G, Akman B, Sezer S, et al. Factors affecting exercise capacity in renal transplantation candidates on continuous ambulatory peritoneal dialysis therapy. Transplant Proc 2006; 38: 401-5. 28. Sezer S, Elsurer R, Ulubay G, et al. Factors associated with peak oxygen uptake in hemodialysis patients awaiting renal transplantation. Transplant Proc 2007; 39: 879-82. 29. Ulubay G, Ulasli SS, Kupeli E, et al. Value of exercise testing to estimate post-operative complications and mortality in solid organ recipients: A preliminary study. Ann Transplant 2010; 15: 11-20. KRONİK BÖBREK HASTALIĞINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 271 30. Gomez-Fernandez P, Sanchez Agudo L, Calatrava JM, et al. Respiratory muscle weakness in uremic patients under continuous ambulatory peritoneal dialysis. Nephron 1984; 36: 219-23. 31. Bark H, Heimer D, Chaimovitz C, Mostoslovski M. Effect of chronic renal failure on respiratory muscle strength. Respiration. 1988; 54: 153-61. 32. Weiner P, Zidan F, Zonder HB. Hemodialysis treatment may improve inspiratory muscle strength and endurance. Isr J Med Sci. 1997; 33: 134-8 33. Sietsema KE, Amato A, Adler SG, Brass EP. Exercise capacity as a predictor of survival among ambulatory patients with end-stage renal disease. Kidney Int 2004; 65: 719-24. 34. Temiz G, Yalçın AU. Böbrek hastalıklarında akciğer. In: Özlü T, Metintaş M, Karadağ M, Kaya A; editors. Solunum sistemi ve hastalıkları. 1st ed. İstanbul: İstanbul Medikal Yayıncılık Ltd. Şti.; 2010: 2333-40. 35. Fairshter RD, Vaziri ND, Mirahmadi MK. Lung pathology in chronic hemodialysis patients. Int J Artif Organs 1982; 5: 97-100. 36. Nidus BD, Matalon R, Cantacuzino D, Eisinger RP. Uremic pleuritis- a clinicopathological entity. N Engl J Med 1969; 281: 255-6. 37. Conger JD, Hammond WS, Alfrey AC, et al. Pulmonary calcification in chronic dialysis patients. Ann Intern Med 1975; 83: 330-6. 38. Faubert PF, Shapiro WB, Porush JG, et al. Pulmonary calcification in hemodialysed patients detected by technetium-99m diphosphonate scanning. Kidney Int 1980; 18: 95-102. 39. Ulmer E, Borer H, Sandoz P, et al. Diffuse pulmonary nodular infiltrates in a renal transplant recipient:metastatic pulmonary calcification. Chest 2001; 120: 1394-8. 40. Munford RS. Sepsis, severe sepsis, and septic shock. In: Mandell GL, Douglas RG, Bennet JE, editors. Principles and practice of infectious diseases. New York, Churchill Livingstone. 1990; 1: 906-26. 41. Pablos-Mendez A, Sterling TR, Frieden TR. The relationship between delayed or incomplete treatment and all-cause mortality in patients with tuberculosis. JAMA 1996; 276: 1223-8. 42. James MT, Quan H, Tonelli M, et al. Alberta Kidney Disease Network: CKD and risk of hospitalization and death with pneumonia. Am J Kidney Dis 2009; 54: 24-32. 43. Slinin Y, Foley RN, Collins AJ. Clinical epidemiology of pneumonia in hemodialysis patients: the USRDS waves 1, 3, and 4 study. Kidney Int 2006; 70: 1135-41. 44. Viasus D, Garcia-Vidal C, Cruzado JM, et al. Epidemiology, clinical features and outcomes of pneumonia in patients with chronic kidney disease. Nephrol Dial Transplant 2011; 26: 2899-906. 45. Aurigemma NM, Fieldman NT, Gottlieb M, et al. Arterial oxygenation during hemodialysis. N Engl J Med 1977; 297: 871-3. 46. Romaldini H, Rodriguez-Roisin R, Lopez FA, et al. The mechanisms of arterial hypoxemia during hemodialysis. Am Rev Respir Dis 1984: 129: 780-4. 47. Ryu JH, Tomasetti S, Maldonado F. Update on uncommon pleural effusions. Respirology 2011; 16: 238-43. 48. Garcia-Pachon E, Romero S. Urinothorax: a new approach. Curr. Opin. Pulm.Med. 2006; 12: 259-63. 272 KRONİK BÖBREK HASTALIĞINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 49. Yigla M, Nakhoul F, Sabag A, et al. Pulmonary hypertension in patients with end-stage renal disease. Chest 2003; 123: 1577-82. 50. Kaysen AG. Microinflamatory state in uremia: causes and potential consequences. J Am Soc Nephrol 2001; 12: 1549-57. 51. Singh S, Dale A, Morgan B, Sahebjami H. Serial studies of pulmonary function in continuous ambulatory peritoneal dialysis. Chest 1984; 86: 874-7. 52. Beasley CR, Smith DA, Neale TJ. Exercise capacity in chronic renal failure patients managed by CAPD. Aust N Z J Med 1986; 16: 5-10. 53. O’Brien AA, Power J, O’Brien L, et al. The effect of peritoneal dialysate on pulmonary function and blood gases in C.A.P.D. patients. Ir J Med Sci 1990; 159: 215-6. 54. Moinard J, Guinard H. Membrane diffusion on the lungs in patients with chronic renal failure. Eur Respir J 1993; 6: 225-30. 55. Chang SC, Chang HI, Chen FJ, et al. Therapeutic effects of diuretics and paracentesis on lung function in patients with non-alcoholic cirrhosis and tense ascites. J Hepatol 1997; 26: 833-8. GASTROİNTESTİNAL SİSTEM HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Prof. Dr. Candan ÖĞÜŞ Gastrointestinal sistemin özellikle gastroözofagial ve gastrointestinal bozuklukları, karaciğer ve pankreas hastalıkları solunum sisteminde önemli etkileşimlere neden olabilmektedir. Bu bölümde gastrointestinal sistem hastalıklarına bağlı olarak gelişen başlıca solunumsal patolojiler kısaca gözden geçirilecek ve solunum fonksiyon testlerine olan yansımaları vurgulanacaktır. GASTROÖZOFAGİAL BOZUKLUKLAR Özofagus Hastalıkları Trakeaözofagial fistüller/Özofagial atrezi Trakea veya bronşlar ile özofagus arasında konjenital veya akkiz fistüller gelişebilir (1). Trakeaözofagial konjenital fistüller, yeni doğanlarda 1/2400-4500 sıklığında doğumsal bir anomali olarak görülebilirler. En sık görülen şekli özofagus atrezisi ile distal fistül birlikteliğidir. Tabloya diğer konjenital malformasyonlar da eşlik edebilir. Cerrahi olarak primer onarım, yeni doğan bakımındaki gelişmelerle yaşam sürelerinde dramatik düzelmeler elde edilmekte ve trakeoözofagial fistülün uzun dönem komplikasyonlarına farkındalık artmaktadır (2). Trakeaözofagial fistül gelişimine yol açan akkiz nedenlerin başında solunum yolları veya özofagustan kaynaklanan malign tümörler gelmektedir. İnfeksiyonlar, travmalar, koroziv maddelerin içilmesi sonrasında ve solunum yoluna veya özofagusa yönelik girişimler sırasında iyatrojenik nedenlerle gelişebilir. Ayrıca Crohn hastalığı seyrinde %6 oranında trakeoözofagial fistül görülebileceği bildirilmektedir (1). Özofagial atrezili ve trakeoözofagial fistüllü hastalarda en sık gelişen solunumsal problemler tekrarlayan pnömoni atakları, özofagial atreziye eşlik eden trakeomalazi, bronşial obstrüksiyon (astım tanısı zorunlu değil), defektif özofagial motilite, gastroözofagial reflü hastalığıdır (2,3). Opere özofagial atrezi ile trakeoözofagial 273 274 GASTROİNTESTİNAL SİSTEM HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ fistüllü olguların uzun dönem takiplerinde solunumsal ve özofagial problemlerin artan yaşla birlikte azaldığı bildirilmektedir (4). Trakeoözofagial fistüllü hastaların solunum fonksiyonlarında %10-70 oranında obstrüktif tipte, %18-36 oranında restriktif tipte etkilenimler bildirilmektedir. Bu etkilenimlerin başlıca nedenleri olarak özellikle yaşamın ilk yılında gastrik içeriğin uzun süreli mikroaspirasyonlarına bağlı gelişebilecek kronik pulmoner inflamasyon ile fibrozis ve plevral kalınlaşma gibi cerrahi komplikasyonların ve bazı hastalarda eşlik edebilecek skolyozun varlığı öne sürülmektedir. Gastroözofagial reflü hastalığının eşlik ettiği trakeoözofagial fistüllü hastalarda solunum fonksiyon testi anormalliklerinin daha sıklıkla görüldüğü, cerrahi onarımın yapıldığı ilk yıllardan sonraki dönemde reflü varlığının pulmoner etkilenimde başlıca rol oynayabileceği öne sürülmektedir. Antireflü cerrahi tedavi gerektiren gastroözofagial reflü hastalığının ağır formunun eşlik ettiği trakeoözofagial fistüllü hastalarla, ağır reflüsü olmayan trakeoözofagial fistüllü olguların karşılaştırıldığı ve antireflü cerrahi tedavi gerektiren izole gastroözofagial reflü hastalığı bulunan olguların kontrol grubu olarak kullanıldığı bir çalışmada ise, hasta gruplarına spirometri, akciğer volüm ölçümleri, difüzyon kapasitesi ile kardiyopulmoner egzersiz testlerinin uygulandığı ve trakeoözofagial fistüllü olgularda hafif veya orta düzeyde restriktif tipte akciğer fonksiyon bozukluğu saptandığı bildirilmektedir. Bu grupta FVC ve TLC’nin kontrol grubuna göre anlamlı düşük bulunduğu, ağır düzeyde reflüsü olan trakeoözofagial fistül grubunda FEV1 hariç pulmoner fonksiyonların, ağır reflüsü olmayan trakeoözofagial fistül olgularıyla benzer olduğu, FEV1’in ağır reflü grubunda düşük bulunduğu belirtilmektedir. Bu durum reflünün büyük hava yollarını etkilemesine bağlanmaktadır. Difüzyon testleri ve egzersiz kapasitelerinin ise neredeyse tüm olgularda normal sınırlarda saptandığı bildirilmektedir. Bu çalışmada trakeoözofagial fistüllü olgularda reflünün pulmoner fonksiyonlar üzerinde minör rol oynadığı öne sürülmektedir (2). Opere özofagial atrezili erişkin hastalar üzerinde yapılan bir anket çalışmasında, astım benzeri semptomlar, hışıltılı solunum ve öksürük prevalansının yüksek olduğu, olguların çoğunda astım tanısının bulunduğu vurgulanmaktadır (5). Opere özofagial atrezili erişkin hastalarda solunumsal morbiditenin kontrol grubuna göre anlamlı yüksek bulunduğu çalışma da bu görüşü destekler özelliktedir. Bu hasta grubunda yapılan spirometrik değerlendirmede %21 restriktif, %21 obstrüktif, %36 kombine tipte solunumsal etkilenim saptandığı, olguların %41’inde bronşial aşırı duyarlılık bulunduğu, %15’inde ise tanının bronş astımı ile uyumlu olduğu bildirilmektedir. Bu olgularda restriktif solunumsal defekt için en güçlü risk faktörleri torakotomiye bağlı kostaların füzyonu ve gastroözofagial reflüye eşlik eden özofagial epiteliyal metaplazi olarak tanımlamaktadır (6). Opere özofagial atrezili erişkinlerde yapılan bir başka araştırmada ise spirometrik ölçümlerde solunum fonksiyon testlerinin genellikle normal sınırlarda bulunduğu, sadece son 12 ayda hışıltılı solunum tanımlayanlarda FVC ve FEV1’in hafif düzeyde de olsa anlamlı düşük saptandığı bildirilmektedir (7). GASTROİNTESTİNAL SİSTEM HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 275 Sonuç olarak opere özofagial atrezi ile trakeoözefagial fistüllü olgularda solunum fonksiyon testlerinde restriktif ve obstrüktif tipte bozukluklar saptanabilir. Bronş aşırı duyarlılığı ve doktor tanılı astım oranları yüksektir. Difüzyon testleri, egzersiz kapasiteleri, ekshale NO düzeyleri genellikle beklenen sınırlardadır. Genel görüş, opere özofagial atrezi ile trakeoözofagial fistüllü erişkin olgularda solunum fonksiyon kayıplarının minör düzeylerde olduğu, bu kaybın hastaların günlük aktiviteleri ve yaşam tarzlarına minimal yansıdığı yönündedir (4,7-9). Akalazya Akalazya özofagial düz kasların motor bozukluğudur ve özofagial peristaltizm kaybı ve yutma sırasında alt özofagial sfinkterin gevşeme yetersizliği ile karakterizedir. Disfaji, göğüs ağrısı ve regürjitasyon ana semptomlardır. Hastaların çoğunluğunda baryumlu özofagus grafisi ve endoskopik muayenede özofagusun dilate olduğu görülür. Hastaların çoğunluğu primer idiyopatik akalazya tanısı alır. Gastrik karsinomaların özofagusu infiltrasyonu, lenfoma, Chagas hastalığı, belirli viral infeksiyonlar, eosinofilik gastroenteritis ve nörodejeneratif bozukluklara bağlı olarak sekonder akalazya ortaya çıkabilir (10). Akalazyada dilate özofagusta kalan sıvı ve katı içerik nedeniyle mikroaspirasyonlara yatkınlık ve mikroaspirasyonlara bağlı bronş aşırı duyarlılığı, bronşiyolitis, bronkopnömoni, obliteratif bronşiyolit ve mediastinit gelişebilir. Dilate özofagusun trakeobronşial ağaca dıştan basısı da saptanabilir. Akalazyalı 30 olguda yapılan bir çalışmada, olguların %20 ’sinde spirometrik ölçümlerde anormalliklerinin saptandığı, etkilenimin olguların %16.6’sında restriktif, %3.3’ünde obstrüktif tipte olduğu bildirilmektedir (11). MİDE HASTALIKLARI Gastroözofagial reflü Gastrik içeriğin reflüsüne bağlı ortaya çıkan semptom ve/veya komplikasyonları tanımlayan gastroözofagial reflü hastalığı (GERH), özofagial ve ekstraözofagial sendromlar olarak alt başlıklara ayrılabilir. Ekstraözofagial sendrom, kronik öksürük, kronik larenjit, refraktör astım başta olmak üzere bronşit, bronşektazi, pulmoner fibrozis, kistik fibrozis, obstrüktif uyku apne sendromu ve KOAH birlikteliklerini kapsar. Kuzey Amerika, Güney Amerika, Batı Avrupa ve Türkiye’de GERH prevalansı %10-20 arasında bildirilmektedir. Kronik öksürük ve astımlı olgularda GERH prevalansı genel popülasyondan daha yüksektir, zor astımlı olgularda bu oran %24 olarak bildirilmektedir (12-14). Gastroözofagial reflüsü olan ve olmayan bronş astımlı olgular, sadece GERH tanısı bulunanlar ve sağlıklı kontrol grubuna özefagial pH probu yerleştirdikten sonra intraözofagial asit infüzyonu ve ardından saline infüzyonunun uygulandığı bir araştırmada, bazal ve her infüzyon sonrasında tekrarlanan spirometrik ve spesifik havayolu rezistansı (SRaw) ölçümlerinde, intraözofagial asit infüzyonu sonrasında tüm gruplarda spirometrik parametrelerden sadece PEF değerlerinde 276 GASTROİNTESTİNAL SİSTEM HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ bazale göre anlamlı düşme saptandığı, astmatiklerde bu düşüşün asit temizlendikten sonra da devam ettiği, SRaw’ın ise sadece GERH olan astımlı olgularda asit infüzyonu sonrasında yükseldiği ve bu yükselişin asit temizlendikten sonra da devam ettiği belirtilmektedir (15). Orta veya ağır şiddete GERH bulunan erişkin astımlılarda gece boyu özefagus pH monitorizasyonu ve eş zamanlı alt solunum yolu rezistansı ölçümünün yapıldığı çalışmada, GER episodlarının alt hava yolu direncinde belirgin artış ile sonuçlandığı görüşü desteklenmekte ve bronkokonstriksiyonun ağırlığı ile süresinin GERH episod süresi ile kuvvetli ilişki gösterdiği bildirilmektedir (16). Astımlı olgularda eroziv gastrit varlığında reflü belirtilerinin sıklaştığı, ancak erosiv gastritin pulmoner fonksiyonlarda anlamlı bir azalmaya neden olmadığı bildirilmektedir (17). Ağır düzeyde GERH bulunan obez olgularda akciğer fonksiyonlarının değerlendirildiği bir çalışmada, bu olgularda karbonmonoksit (CO) difüzyon kapasitesinin kontrol grubuna göre yaş, cinsiyet, sigara öyküsü ve vücut kitle indeksinden bağımsız olarak anlamlı düşük saptandığı, spirometrik parametreler ve akciğer volümlerinde anlamlı bir farklılık bulunmadığı belirtilmektedir. Ağır düzeyde GERH olgularında saptanan difüzyon kapasitesindeki azalmanın gastrik asitin mikroaspirasyonları ile ilişkili olabileceği yorumu yapılmaktadır (14). Yeni tanılı GERH olgularında pulmoner fonksiyonların değerlendirildiği başka bir araştırmada özellikle ekspiratuar akım hızlarının (FEV1%, FEF50%, FEF25%) ve difüzyon kapasitesinin kontrol grubuna göre anlamlı düşük bulunduğu bildirilmekte, reflü ile başvuran olgularda özellikle difüzyon testi olmak üzere pulmoner fonksiyonların değerlendirilmesi önerilmektedir (18). Solunum sistemi semptomu olan ancak klinik olarak belirgin bir akciğer hastalığı bulunmayan ve spirometrik ölçümleri normal saptanan GERH olgularında kardiyopulmoner egzersiz testi (KPET) sonuçlarının normal bulunduğu bildirilmekte, KPET değerlerinin tedavi sonrası ve yaş, sigara alışkanlığı, Helicobacter pilory durumu, özofajit veya hiatal herni varlığı değişkenlerinden etkilenmediği bildirilmektedir (19). Peptik ülser Gastrik ve doudenal kronik peptik ülserli olgularda solunum fonksiyon testlerini değerlendiren çalışmada, sigara içen ve içmeyen gastrik ülserli grupta vital kapasite ve FEV1’in kontrol grubuna göre anlamlı düşük bulunduğu, total akciğer kapasitesinin ise sigara içen gastrik ülserlilerde kontrol grubuna göre düşük saptandığı bildirilmektedir. Bu etkilenimin duodenal ülserli olgularda gastrik ülserli olgularla benzer özellikte ancak daha hafif düzeyde olduğu belirtilmektedir (20). Hiatal herni Transvers çap boyutlarına göre hernileri küçük, orta ve büyük olarak olarak üç gruba ayrılan hiatal hernili olguların preoperatif solunum testlerinin değerlendirildiği bir çalışmada, herni boyutları ile reflü sıklığı ve spirometrik bulgular arasında korelasyon saptanmadığı bildirilmektedir. Küçük hernili olgularda arteriyel GASTROİNTESTİNAL SİSTEM HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 277 oksijen basıncında, orta hernililerde vital kapasite ve maksimal gönüllü ventilasyonda (MVV), büyük boyutlu hernililerde ise MVV’de anlamlı azalma saptandığı belirtilmektedir. Obstrüktif veya restriktif tipte etkilenim oranları ise büyük, orta ve küçük hernilerde sırasıyla %39, %8 ve %32 olarak verilmekte, bütün gruplarda sık görülen spirometrik bulgular ise rezidüel volüm ve wash-out volümünde anlamlı artış olarak bildirilmektedir (21). Büyük hiatal hernilerin laparoskopik olarak tamirinin olguların dispne yakınmaları ve dispne ağırlık indekslerini anlamlı düzelttiği, ancak FVC, FEV1, difüzyon kapasitesi, TLC ve RV ölçümlerindeki düzelmenin istatistiksel anlamlı boyutta olmadığı belirtilmektedir. Çalışma grubundaki 33 olgunun 7’sinde, preoperatif dönemde spirometrede solunumsal komorbidite varlığını düşündüren belirgin hava yolu obstrüksiyonu, 3 olguda reversibilite pozitifliği saptandığı bildirilmektedir. Postoperatif dönemde dispne düzeldiği halde, solunum fonksiyon testlerinde anlamlı düzelmenin olmaması nedeniyle dispnenin, akciğer volüm kaybı, bölgesel ventilasyon/perfüzyon dengesizliği, diyafragmatik disfonksiyon ve/veya bronkospazm gibi basit nedenlerden daha kompleks bir mekanizma ile geliştiği yorumu yapılmaktadır (22). Ancak, Low ve arkadaşlarının (23) çalışmalarında, hiatal herninin açık cerrahi ile onarıldığı olgularda FEV1 ve FVC’de anlamlı düzelmeler saptandığı, düzelme derecesinin herni boyutu ile körele olduğu bildirilmektedir. Bu görüşü Carrott ve arkadaşlarının (24) çalışmaları da desteklemekte, FEV1’in beklenen yüzdesinin ≤%75 bulunan olguların intratorasik komponenti daha büyük hernilere sahip oldukları ve bu olgularda postoperatif dönemde vital kapasite ve difüzyon kapasitesinde anlamlı düzelmeler saptandığı belirtilmektedir. KRONİK KARACİĞER HASTALIĞI Kronik karaciğer hastalığına (KKH) yoğun asit ve interkostal kaslarda zayıflama gibi durumlar ve _-1 antitripsin eksikliği, kistik fibrozis, sarkoidoz ve primer biliyer siroz gibi belirli karaciğer hastalıklarına spesifik pulmoner anormallikler eşlik etmekte, KKH olgularında %45-50 oranında pulmoner problemlerin gelişebildiği, pulmoner disfonksiyonun göreceli bir sıklıkta ortaya çıktığı bildirilmektedir (25,26). KKH’nda kardiyorespiratuvar bozukluklardan bağımsız, vasküler anormalliklerle karakterize iki farklı durum hepatopulmoner sendrom ve portopulmoner hipertansiyondur (25). Etyolojiyi düşünmeksizin kronik karaciğer hastalıklarının akciğer fonksiyonları üzerine iyi tanımlanmış etkileri vardır. Sirotik olgularda büyük olasılıkla asit ve abdominal basınç artışı sonucunda diyafragmaların yukarıya yer değiştirmesine bağlı olarak hafif düzeylerde hipoksemi sıklıkla bulunur. Pulmoner ödeme bağlı sekresyonların temizlenmesi güçleşir, plevral efüzyon ve asite bağlı atelektaziler gelişebilir (27). Primer biliyer siroz Hepatik safra kanallarının muhtemelen otoimmün kaynaklı kronik, kolestatik, granülomatöz, destrüktif inflamatuvar bozukluğudur. Primer biliyer siroza (PBS) 278 GASTROİNTESTİNAL SİSTEM HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ bağlı solunum sisteminde interstisyel akciğer hastalığı, lenfositik interstisyel pnömonitis, fibrosing alveolitis, intrapulmoner granülom, organize pnömoni, obstrüktif akciğer hastalığı, göğüs duvarı deformiteleri, pulmoner hipertansiyon, hepatopulmoner sendrom, pulmoner hemoraji gelişebilir. Akciğer etkilenimlerinin çoğu histopatolojik olarak evre III ve IV’de ortaya çıkar. Evre I ve II’de bulunan olgularda önemli düzeyde pulmoner fonksiyon bozukluğu gelişmesi son derece seyrektir. Bu olgularda en sık karşılaşılan pulmoner fonksiyon anormalliğinin difüzyon kapasitesinde azalma olduğu bildirilmektedir. Sigara kullanım öyküsü olmayan primer biliyer sirozlu 67 olgu üzerinde yapılan bir çalışmada, olguların % 47’sinde karaciğer hastalığının boyutuyla anlamlı korelasyon gösterecek şekilde difüzyon kapasitesinde azalmalar saptandığı bildirilmektedir (28). Sjögren sendromu veya onun sınırlı şekli olarak tanımlanan Sicca sendromu birlikteliği olan veya olmayan PBS’lu hastaların pulmoner fonksiyonlarını değerlendiren bir çalışmada, sağlıklı kontrol grubu ile yapılan karşılaştırmada maksimal ekspiratuvar akım hızlarında, statik akciğer volümlerinde, spesifik hava yolu kondüktansında (sGaw) gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmadığı, statik akciğer kompliyansının ve iki hasta hariç PaO2 ve PaCO2 değerlerinin beklenen normal sınırlar içinde saptandığı bildirilmektedir. Ortalama difüzyon kapasitesinin ise Sjögren sendromu veya Sicca sendromu birlikteliği olan PBS’lu olgularda anlamlı düşük saptandığı, PBS’lu olgulardaki difüzyon kapasitesi anormalliklerinin bu birlikteliklere bağlı gelişebileceği yorumu yapılmaktadır (29). Hepatopulmoner Sendrom Hepatopulmoner sendrom (HPS), hepatik hastalığa eşlik eden intrapulmoner vasküler dilatasyonu takiben arteriyel oksijenasyonda bozulma ile karakterizedir. Viral ve iskemik hepatit gibi akut hepatit durumlarında geçici özellikte görülebilir, nonsirotik portal hipertansiyonda, göreceli olarak hafif düzeydeki karaciğer hastalıklarında bile gelişebilir. Günümüzde yaş, böbrek fonksiyon testleri, Child- Pugh sınıflamasının yanında bağımsız bir yaşam beklentisi belirteci olduğu düşünülmektedir (25). HPS’lu olgularda arteriyel kan gazlarında saptanan gaz değişim anormalliği, oda havasında alınan kan gazında hipoksemi varlığından bağımsız olarak yaşa göre düzeltilmiş alveolo-arteriyel oksijen gradientinde 15 to 20 mm Hg’dan daha fazla bir genişleme olarak tanımlanır. Hastanın pozisyonu sırtüstü yatar durumdan dikey duruma değişirken hipoksemi derinleşebilir. Pulse oksimetre ölçümü, hipoksemi için basit ve noninvaziv bir tarama testi olarak kullanılabilir. Sirozda oksimetre eşiği beklenenden yüksektir, satürasyonun ≤ %97 olmasının hipoksiyi saptamadaki sensitivitesi % 96, hafif hipoksemiyi (PaO2>70 mm Hg) saptamada spesifitesi % 76 olarak bildirilmektedir. Eşik değeri %94 olarak kabul edilirse, orta ve ağır düzeyde hipoksemili tüm hastalar saptanabilir. Bu sendromun ağırlık derecesi alveoloarteriyel oksijen gradienti ve PaO2 düzeylerine göre sınıflandırılır. Tüm hastalık ağırlığı evrelerinde alveolo-arteriyel oksijen gradienti ≥15 mm Hg iken, PaO2 ≥80 mm Hg ise hafif, PaO2 ≥60 to <80 mm GASTROİNTESTİNAL SİSTEM HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 279 Hg arasında ise orta, PaO2 ≥50 - <60 mm Hg arasında ise ağır, PaO2 <50 mm Hg ise çok ağır hastalık düzeyi olarak kabul edilir (25,30). HPS’lu olgularda pulmoner komorbidite bulunmuyorsa, solunum fonksiyon testlerinde hem spirometrik ölçümler, hem de statik akciğer volümleri normal sınırlarda saptanır. Bazı olgularda asit veya plevral efüzyona bağlı olarak akciğer volümlerinde bir azalma olabilir. Akciğerin CO difüzyon kapasitesi sıklıkla azalır, çünkü alveolokapiller ara yüz çok geniştir, CO’in hemoglobin ile tam dengelenmesine izin vermez. Difüzyon kapasitesindeki etkilenme bir seride %83 olarak bildirilmektedir (25,31-34). Portopulmoner Hipertansiyon Portal hipertansiyonlu olgularda, sirotik kardiyomiyopati, pulmoner emboli, intrahepatik arteriyovenöz fistüller gibi farklı medikal durumlara bağlı olarak pulmoner hipertansiyon gelişebilir. Portopulmoner hipertansiyon (POPH), karaciğer hastalığına bağlı olan veya olmayan portal hipertansiyon ile pulmoner arteriyel hipertansiyonun birlikteliği olarak tanımlanır. POPH tanısı sağ kalp kateterizasyonu ile aşağıda tanımlanan hemodinamik kriterlere dayanılarak konur: a. Ortalama pulmoner arter basıncında yükselme (mPAP> istirahatte 25 mm Hg, egzersiz sonrasında 30 mm Hg), b. Pulmoner vasküler dirençte artış (PVR > 240 dynes/s/cm5), c. Pulmoner arter oklüzyon basıncının 15 mm Hg’dan az olması POHT noninvaziv taramasında en sık kullanılan yöntem transtorasik Doppler ekokardiyografidir. POPH ağırlık düzeyi sıklıkla ortalama pulmoner arter basıncı göre sınıflandırılır. POTH orta ve ağır düzeyde bile olsa, genellikle hafif düzeyde hipoksemi saptanır (25,32). Kronik karaciğer hastalığı ve pulmoner hipertansiyonda genellikle görülen kronik respiratuar alkaloz POHT’lu olguların arteriyel kan gazları ölçümlerinde istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha belirgin olarak ortaya çıkmakta, ek olarak alveolo-arteriyel oksijen gradientlerinde de artış saptanması gaz alışverişinin bozulduğunu düşündürmektedir (35). Özofagus varisleri Sirotik hastalarda kalp hızı ve kardiyak debide artışın yanı sıra periferik vasküler dirençte azalmaya bağlı olarak hiperdinamik sirkülasyon ortaya çıkar. Hiperdinamik sirkülasyon, asit oluşumu, varisler ve varis kanamaları ile yakın ilişkilidir. Endoteliyal nitrik oksit sentetaz enziminin upregülasyonu sonucu nitrik oksitin (NO) aşırı salınımı hiperdinamik sirkülasyon sendromu gelişiminde bir anahtar faktördür (26). Sirozun başlıca komplikasyonu olan portal hipertansiyona sekonder gelişen özofagial, gastrik, duodenal varislerden veya portal hipertansif gastropatiye bağlı olarak %10-30 arasında değişen oranlarda kanamalar görülebilir (36). 280 GASTROİNTESTİNAL SİSTEM HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Sirozda varisler ve asitin varlığı ile akciğer difüzyon kapasitesi arasında korelasyonu araştıran bir çalışmada, erken sirotik dönemde hastalığın ciddiyeti ile uyumlu düzeyde akciğer difüzyon kapasitesinin azaldığı, aralarında iyi bir korelasyon bulunduğu belirtilmektedir. Kronik karaciğer hastalığı ve karaciğer sirozu hasta gruplarında ekspiryum havasında NO düzeylerinin kontrol grubuna göre anlamlı yüksek bulunduğu ve difüzyon kapasitesi ile aralarında negatif korelasyon saptandığı bildirilmektedir. Sirotik olgularda akciğerde NO üretimindeki yükselmenin intrapulmoner vazodilatasyon ve şantın artışına, aynı zamanda difüzyon kapasitesinde bir azalmaya yol açtığı belirtilmektedir (26). Sirozlu olgularda gastrik varislerin tedavisinde bir seçenek olarak uygulanabilen balonla tıkanmış retrograd transvenöz obliterasyon (BRTO) işlemine bağlı olarak, işlem sonrasında olguların spirometrik ölçümlerinde anlamlı değişiklik saptanmadığı, kan gazı değerlendirmelerinde ortalama arteriyel parsiyel oksijen basıncının (PaO2) istatistiksel olarak anlamlı düzeyde azaldığı, bu azalmanın enjekte edilen sklerozan madde miktarı ile anlamlı korelasyon gösterdiği, alveolo-arteriyel oksijen basıncı farkının arttığı bildirilmektedir. Bu nedenle BRTO işleminin uygulanacağı olguların yakın solunumsal monitörizasyonu önerilmektedir (37). Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) olgularında kronik hepatit C virüs infeksiyonu varlığının solunum fonksiyon kaybını hızlandırabileceği, sigara kullanımının etkisine kofaktör olabileceği bildirilmektedir. İnterferon tedavisine olumlu yanıt gelişen olgularda, bu tedavinin yıllık FEV1 azalmasının önlenmesine katkıda bulunabileceği belirtilmektedir (38). Hepatik Hidrotoraks Eşlik eden pulmoner veya kardiyak hastalığı bulunmayan karaciğer sirozlu bir olguda belirgin plevral sıvı varlığı (>500 mL) hepatik hidrotoraks olarak tanımlanır ve sirozlu olguların yaklaşık %5-12’sinde görülür. En sık sağ hemitoraksta (%85) oluşur, tek veya çift taraflı (%2) olabilir. Çok küçük bir hasta grubunda asit eşlik etmeksizin sağda hidrotoraks bulunabilir (39). Plevral sıvının varlığında akciğer mekaniklerinin etkilenmesi sonucu akciğer volümleri ve kompliyansı azalır. Sıvı nedeniyle akciğer parankimi kollapsı, perfüzyon/ventilasyon dengesizliği, ventile olmayan alanlar boyunca oluşan hafif düzeyde sağ-sol intrapulmoner şant gelişimi ile uyumlu olarak pulmoner gaz alışverişi bozulur, bu durum orta düzeyde bir arteriyel hipoksemi ve alveoloarteriyel oksijen gradientinde artışa yol açar. Bu anormallikler hem sıvının uzun süren etkisi, hem de eşlik edebilen hepatopulmoner sendromun katkısıyla torasentezden sonra kolaylıkla düzelmez (12). PANKREAS HASTALIKLARI Akut Pankreatit Sıklıkla ağır seyirli, hayatı tehdit eden ve mortalite hızı %2-11,4 olarak bildirilen bir hastalıktır. Akut pankreatitin başlıca intratorasik komplikasyonları plörit, GASTROİNTESTİNAL SİSTEM HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 281 pulmoner infiltrasyonlar, atelektazi ve en önemlisi akut respiratuvar distres sendromu (ARDS) olarak bildirilmektedir. Hafif klinik seyirli olsa bile, olguların çoğunluğunda bir miktar pulmoner fonksiyon bozukluğu gelişebilir. Hipoksemiden ARDS’ye varan bir yelpazede olabilen pulmoner disfonksiyon, akut pankreatit olgularının %22-29’unda mortalitenin başlıca faktörü, %30’unda ise mortaliteye katkıda bulunan faktördür. Bu nedenle akut pankreatitli olguların ilk başvurularında pulmoner disfonksiyon gelişme riskini belirlemenin gerekli olduğu vurgulanmaktadır. Arteriyel hipokseminin kötü prognoz ve yüksek mortalite riski ile ilişkili olduğu bildirilmekte, bazı akut pankreatit ağırlık indekslerinde arteriyel oksijen basıncı parametresi kullanılmaktadır. Akut pankreatit ile ilişkili ARDS’nin belirgin hipoksemi, başlangıçta hipokapni ve alveoloarteriyel oksijen gradientinde artış ile karakterize olduğu belirtilmektedir. Sonuç olarak, başvuruda saptanan ağır hipokseminin pulmoner komplikasyonlar, özellikle ARDS için akut pankreatit ağırlık skorlarından bağımsız, uygulanımı kolay, erken bir belirteç olarak kullanılabileceği vurgulanmaktadır (40-42). Akut pankreatitli olgularda pulmoner fonksiyon testlerinin değerlendirildiği bir çalışmada ekspiryum ortası akım hızı (FEF25-75%), CO difüzyon kapasitesi ve CO difüzyon kapasitesinin alveolar ventilasyona oranının (DLCO/VA) kontrol grubuna göre anlamlı düşük bulunduğu bildirilmekte, bu sonucun akut pankreatit ağırlık skorları (kompüterize tomografi ağırlık indeksi ve Ranson kriterleri) ile negatif korelasyon gösterdiği belirtilmektedir. Akut pankreatitin belirgin pulmoner hastalık kliniği olmaksızın pulmoner gaz alışverişini bozabileceği vurgulanmaktadır (43). Akut pankreatitli olgularda erken dönemde pulmoner parankimal tutuluma bağlı olabileceği düşünülen restriktif paternde solunum fonksiyon bozukluğu gelişebileceği de bildirilmektedir (44). Kronik pankreatitli olguların pulmoner fonksiyonlarının değerlendirildiği bir çalışmada, ventilatuvar fonksiyonlara ait bütün parametrelerin kontrol grubu ile benzer olduğu, ancak difüzyon kapasitesinde bir etkilenimin saptandığı bildirilmektedir. Bu bulguların, kronik pankreatite sekonder pulmoner parankimal hasarın varlığını düşündürdüğü belirtilmektedir (45). BARSAK HASTALIKLARI İnflamatuar Barsak Hastalığı (İBH) Sıklıkla gastrointestinal sistemi tutan, etyolojisi bilinmeyen kronik inflamatuar bir hastalıktır. Kronik inflamatuar barsak hastalığının başlıca iki formu Crohn hastalığı ve ülseratif kolittir. Ekstraintestinal manifestasyonlarının sık olmasına rağmen pulmoner tutulum daha nadirdir. Bir çalışmada inflamatuar barsak hastalığı (İBH) tanısı olan 1400 olgunun sadece 3’ünde pulmoner tutulum saptandığı bildirilmekle birlikte, gerçek prevalans bilinmemektedir. Hava yolu hastalığı tanısı olan olgularda yapılan bir çalışmada, astım hariç hava yolu hastalığının tüm tiplerinde, 282 GASTROİNTESTİNAL SİSTEM HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ özellikle prodüktif öksürük varlığında inflamatuar barsak hastalığının, o bölgenin İBH prevalansı verilerine göre 4 kat daha sık saptandığı bildirilmektedir (46-48). İnflamatuar barsak hastalıklarındaki tutulum paternleri (47,48); 1. Üst havayolları: glottik, subglottik stenoz, trakeal inflamasyon ve stenozis 2. Bronşlar: kronik bronşit; bronşektazi ve kronik bronşiyal süpürasyon 3. Küçük hava yolları: bronşiyolitis obliterans, bronşiyolitis, difüz panbronşiyolitis 4. Akciğer parankimi: bronşiyolitis obliterans organize pnömoni, nonspesifik interstisyel pnömoni, granülomatöz interstisyel akciğer hastalığı, deskuamatif interstisyel pnömonitis, pulmoner infiltratlar, eozinofili, steril nekrobiyotik nodüller 5. Sarkoidozis, _1 antitripsin eksikliği 6. Pulmoner vasküler hastalık: Wegener granülomatozisi, Churg-Strauss sendromu, mikroskobik polianjitis ve pulmoner vaskülitis 7. Venöz tromboembolizm 8. Serözitis: plevral ve perikardiyal manifestasyonlar Solunumsal semptom olmaksızın subklinik hastalık varlığında bile ülseratif kolitli olguların %38’inde, Crohn hastalığı bulunanların %54’ünde solunum fonksiyon testlerinde etkilenimler olduğu, BAL’da lenfosittik alveolit, aktif barsak hastalığı dönemlerinde difüzyon kapasitesinde azalma, FRC ve RV’de artış, bronşiyal hiperreaktivite sıklığında yükselme saptandığı belirtilmektedir (48). Asemptomatik İBH olgularından ülseratif kolitlilerin %21’inde, Crohn hastalığı olgularının %20’sinde obstrüktif ve/veya restriktif ventilatuvar defekt saptayan çalışmalar yanında, bu hastalık grubunda spirometreleri normal olmasına rağmen küçük hava yolları disfonksiyonunun saptandığı, hastalığın aktif olduğu dönemlerde CO difüzyon kapasitesinde bozulmalar gözlendiğini bildiren çalışmalar da bulunmaktadır. Başka bir çalışmada, İBH olgularında rezidüel volümün total akciğer kapasitesine oranının (RV/TLC) kontrol grubundan anlamlı yüksek bulunduğu belirtilmektedir (49-52). Yılmaz ve arkadaşları (47), İBH tanısı olan 39 olguluk çalışma grubunda %25.6 oranında solunumsal semptom, 22 olguda pulmoner fonksiyon anormallikleri saptadıklarını ve en sık etkilenim saptadıkları parametrelerin FEV1, FEV1/ FVC, FEF25-75%, DLCO, DLCO/VA olarak bulunduğu, ülseratif kolitli olgularda endoskopik ve klinik aktivasyonların FEV1, FEV1/FVC, FEF25-75% değerleri ile korelasyon gösterdiği bildirilmektedir. Başka bir çalışmada ülseratif kolitli olguların %57.6’sında küçük hava yolu obstrüksiyonu, %30.7’sinde restriktif disfonksiyon, %11.5’inde obstrüktif disfonksiyon saptandığı, etkilenim saptanan olguların özellikle ülseratif koliti aktif durumda olanlardan oluştuğu vurgulanmaktadır. Aktif ülseratif kolitli olguların 6 dakika yürüme mesafelerinin inaktif olgulara GASTROİNTESTİNAL SİSTEM HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 283 ve kontrol grubuna göre anlamlı düşük bulunduğu, spirometredeki FVC, FEV1, FEF25–75% parametrelerindeki düşüklük ile balgam lenfositozisi arasında korelasyon, ayrıca vücut kitle indeksi ile pulmoner fonksiyon testleri arasında anlamlı pozitif korelasyon bulunduğu vurgulanmaktadır (53). Marvisi ve arkadaşlarının (54) çalışmalarında, aktif ülseratif koliti olanlarda subklinik alveolitis ve/veya interstisyel akciğer hastalığının eşlik edebileceği, difüzyon kapasitesindeki bir azalmanın interstisyel akciğer hastalığının erken bir belirtisi olabileceği vurgulanmaktadır. Bunun da ötesinde DLCO değerleri ile kolon biyopsisinin histopatolojik sınıflandırması arasında güçlü bir korelasyon bulunduğu belirtilmekte, difüzyon kapasitesi ölçümünün kolonik inflamasyonu yansıtan noninvaziv ek bir belirteç olabileceği bildirilmektedir. Crohn hastalığı tanısı olan ve solunumsal semptomu bulunmayan 15 olgunun 4’ünde (%26.7) bronşiyal hiperreaktiviteyi yansıtan metakolin provakasyon testinin pozitif bulunduğu bildirilmekte, bu durum Crohn hastalığına bağlı subklinik inflamatuar sürece bağlanmaktadır (55,56). Yine solunumsal semptomu olmayan Crohn olgularında yapılan başka bir çalışmada, olguların balgam eozinofili sayıları ve eosinofilik katyonik protein (ECP) düzeylerinin kontrol grubuna göre anlamlı yüksek bulunduğu, bronkoprovokasyon testinde zorlu ekspiratuar volümde düşüş miktarının anlamlı fazla olduğu, ancak bu düşüş ile balgam eozinofili sayıları ve ECP düzeyleri arasında korelasyon bulunmadığı bildirilmektedir (57). İnflamatuar barsak hastalığı tanısı olan olguların pulmoner tutulumu olanlarında eksale nitrik oksit fraksiyonel konsantrasyonunun (FENO), pulmoner tutulumu olmayanlar ile kontrol grubuna göre pulmoner semptom, eozinofil sayısı, hastalık süresi, aktivitesi ve cerrahi öyküsünden bağımsız anlamlı yüksek bulunduğu, FEV1/FVC, FEV1, FVC, PEF, FEF25–75 ve difüzyon kapasitesi değerlerinin benzer olduğu belirtilmektedir. İnflamatuar barsak hastalığı olgularında FENO ölçümünün daha ileri düzeyde pulmoner değerlendirme gereken olguların tanınmasında yardımcı olabileceği vurgulanmaktadır. Subgrup değerlendirmesinde, Crohn hastalığı olgularında DLCO düzeylerinin ülseratif kolit olgularına göre anlamlı düşük bulunduğu belirtilmektedir (58). Sonuç olarak; inflamatuar barsak hastalığı tanısı olan olgularda pulmoner semptom ve radyolojik etkilenimlerin yokluğunda bile pulmoner fonksiyon anormallikleri saptanabilir. Bu değişiklikler aktif hastalıklı olgularda daha sıktır (54). KAYNAKLAR 1. Özlü T. Sindirim sistemi hastalıkları ve akciğer. In: Metintaş M ed. Sistemik Hastalıklarda ve Özel Durumlarda Akciğer. Eskişehir: Anadolu Solunum Derneği Yayınları, 2004: 287-307. 2. Peetsold MG, Heij HA, Nagelkerke AF, et al. Pulmonary function impairment after trachea-esophageal fistula: a minor role for gastro-esophageal reflux disease. Pediatr Pulmonol. 2011; 46: 348-55. 284 GASTROİNTESTİNAL SİSTEM HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 3. Agrawal L, Beardsmore CS, MacFadyen UM. Respiratory function in childhood following repair of oesophageal atresia and tracheoesophageal fistula. Arch Dis Child. 1999; 81: 404-8. 4 Malmström K, Lohi J, Lindahl H, et al. Longitudinal follow-up of bronchial inflammation, respiratory symptoms, and pulmonary function in adolescents after repair of esophageal atresia with tracheoesophageal fistula. J Pediatr. 2008; 153: 396-401. 5. Gatzinsky V, Jönsson L, Ekerljung L, et al. Long-term respiratory symptoms following oesophageal atresia. Acta Paediatr. 2011; 100: 1222-5. 6. Sistonen S, Malmberg P, Malmström K, et al. Repaired oesophageal atresia: respiratory morbidity and pulmonary function in adults. Eur Respir J. 2010; 36:1106-12. 7. Chetcuti P, Phelan PD. Respiratory morbidity after repair of oesophageal atresia and tracheo-oesophageal fistula. Arch Dis Child. 1993; 68: 167-70. 8. Chetcuti P, Phelan PD, Greenwood R. Lung function abnormalities in repaired oesophageal atresia and tracheo-oesophageal fistula. Thorax 1992; 47: 1030-4. 9. Chetcuti P, Myers NA, Phelan PD, Beasley SW. Adults who survived repair of congenital oesophageal atresia and tracheo-oesophageal fistula. BMJ 1988; 297: 344-6. 10. Goyal RK. Dıseases of the Esophagus In: Kasper DL, Braunwald E, Hauser SL, Longo DL, Jameson JL, Fauci AS;eds. Harrison's Principles of Internal Medicine 16th ed. United States of America: McGraw-Hill Professional, 2004: 1739-46. 11. Makharia GK, Seith A, Sharma SK, et al. Structural and functional abnormalities in lungs in patients with achalasia. Neurogastroenterol Motil. 2009; 21: 603-8. 12. Rodriguez-Roisin R, Barberý JA. Pulmonary Complications of Abdominal Disease. In: Mason RJ, Broaddus VC, Martin TR, King TE, Schraufnagel DE, Murray JF, Nadel JA;eds. Murray and Nadel's Textbook of Respiratory Medicine. 5th ed. Philadelphia: Saunders, an imprint of Elsevier Inc, 2010: 4664-700. 13. Frye JW, Vaezi MF. Extraesophageal GERD. Gastroenterol Clin North Am. 2008; 37: 845-58. 14. Schachter LM, Dixon J, Pierce RJ, O'Brien P. Severe gastroesophageal reflux is associated with reduced carbon monoxide diffusing capacity. Chest. 2003; 123: 1932-8. 15. Schan CA, Harding SM, Haile JM, et al. Gastroesophageal reflux-induced bronchoconstriction. An intraesophageal acid infusion study using state-of-the-art technology. Chest. 1994; 106: 731-7. 16. Cuttitta G, Cibella F, Visconti A, et al. Spontaneous gastroesophageal reflux and airway patency during the night in adult asthmatics. Am J Respir Crit Care Med. 2000; 161: 177-81. 17. Aras G, Yelken K, Kanmaz D, et al. Erosive esophagitis worsens reflux signs and symptoms in asthma patients without affecting pulmonary function tests. J Asthma. 2010; 47: 1101-5. 18. Mise K, Capkun V, Jurcev-Savicevic A, et al. The influence of gastroesophageal reflux in the lung: a case-control study. Respirology. 2010; 15: 837-42. 19. Giannikoulis C, Karkoulias K, Thomopoulos K, et al. Patients with gastroesophageal reflux disease and respiratory manifestations do not present lung function disorders during cardiopulmonary exercise test. Dis Esophagus. 2011; 24: 189-93. 20. Kellow JE, Tao Z, Piper DW. Ventilatory function in chronic peptic ulcer. A controlled study of ventilatory function in patients with gastric and duodenal ulcer. Gastroenterology. 1986; 91: 590-5. (abstract) GASTROİNTESTİNAL SİSTEM HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 285 21. Senyk J, Arborelius M Jr, Lilja B, Ohlsson NM. Respiratory function in esophageal hiatus hernia. I. Spirometry, gas distribution, and arterial blood gases. Respiration. 1975; 32: 93-102. (abstract) 22. Zhu JC, Becerril G, Marasovic K, et al. Laparoscopic repair of large hiatal hernia: impact on dyspnoea. Surg Endosc. 2011; 25: 3620-6. 23. Low DE, Simchuk EJ. Effect of paraesophageal hernia repair on pulmonary function. Ann Thorac Surg. 2002; 74: 333-7 (abstract) 24. Carrott PW, Hong J, Kuppusamy M, et al. Repair of giant paraesophageal hernias routinely produces improvement in respiratory function. J Thorac Cardiovasc Surg. 2012; 143: 398-404. 25. Yeshua H, Blendis LM, Oren R. Pulmonary manifestations of liver diseases. Semin Cardiothorac Vasc Anesth. 2009; 13: 60-9. 26. Jung JY, Jun DW, Lee JH. Lung diffusion capacity in early cirrhosis: is lung diffusion capacity a predictor of esophageal varices and ascites? Dig Dis Sci. 2011; 56: 1229-34. 27. Huffmyer JL, Nemergut EC. Respiratory dysfunction and pulmonary disease in cirrhosis and other hepatic disorders. Respir Care. 2007; 52: 1030-6. 28. Krowka MJ. Recent pulmonary observations in alpha 1-antitrypsin deficiency, primary biliary cirrhosis, chronic hepatitis C, and other hepatic problems. Clin Chest Med. 1996; 17: 67-82. 29. Rodriguez-Roisin R, Pares A, Bruguera M, et al. Pulmonary involvement in primary biliary cirrhosis. Thorax. 1981; 36: 208-12. 30. Fallon MB, Abrams GA. Pulmonary dysfunction in chronic liver disease. Hepatology. 2000; 32: 859-65. 31. Rodríguez-Roisin R, Krowka MJ, Hervé P, Fallon MB; ERS Task Force PulmonaryHepatic Vascular Disorders (PHD) Scientific Committee. Pulmonary-Hepatic vascular Disorders (PHD). Eur Respir J. 2004; 24: 861-80. 32. Spagnolo P, Zeuzem S, Richeldi L, du Bois RM. The complex interrelationships between chronic lung and liver disease: a review. J Viral Hepat. 2010; 17: 381-90. 33. Martínez-Palli G, Gómez FP, Barberà JA, et al. Sustained low diffusing capacity in hepatopulmonary syndrome after liver transplantation. World J Gastroenterol. 2006; 12: 5878-83. 34. Castro M, Krowka MJ. Hepatopulmonary syndrome. A pulmonary vascular complication of liver disease. Clin Chest Med. 1996; 17: 35-48. 35. Kuo PC, Plotkin JS, Johnson LB, et al. Distinctive clinical features of portopulmonary hypertension. Chest. 1997; 112: 980-6. 36. Proctor DD. Critical issues in digestive diseases. Clin Chest Med. 2003; 24: 623-32. 37. Arai H, Abe T, Takayama H, et al. Respiratory effects of balloon occluded retrograde transvenous obliteration of gastric varices: a prospective controlled study. J Gastroenterol Hepatol. 2011; 26: 1389-94. 38. Kanazawa H, Hirata K, Yoshikawa J. Accelerated decline of lung function in COPD patients with chronic hepatitis C virus infection: a preliminary study based on small numbers of patients. Chest 2003;123: 596-9. 39. Garcia N Jr, Mihas AA. Hepatic hydrothorax: pathophysiology, diagnosis, and management. J Clin Gastroenterol. 2004; 38: 52-8. 286 GASTROİNTESTİNAL SİSTEM HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 40. Polyzogopoulou E, Bikas C, Danikas D, et al. Baseline hypoxemia as a prognostic marker for pulmonary complications and outcome in patients with acute pancreatitis. Dig Dis Sci. 2004; 49: 150-4. 41. Raghu MG, Wig JD, Kochhar R, et al. Lung complications in acute pancreatitis. JOP. 2007; 8: 177-85. 42. Browne GW, Pitchumoni CS. Pathophysiology of pulmonary complications of acute pancreatitis. World J Gastroenterol. 2006;12: 7087-96. 43. Ates F, Hacievliyagil SS, Karincaoglu M. Clinical significance of pulmonary function tests in patients with acute pancreatitis. Dig Dis Sci. 2006; 51: 7-10. 44. De Troyer A, Naeije R, Yernault JC, Englert M. Impairment of pulmonary function in acute pancreatitis. Chest. 1978; 73: 360-3. 45. Masoero G, Spinaci S, Arossa W, et al. Pulmonary involvement in chronic pancreatitis. Dig Dis Sci. 1984 Oct;29(10):896-901. (abstract) 46. Raj AA, Birring SS, Green R, et al. Prevalence of inflammatory bowel disease in patients with airways disease. Respir Med. 2008; 102: 780-5. 47. Yılmaz A, Yılmaz Demirci N, Hoşgün D, et al. Pulmonary involvement in inflammatory bowel disease. World J Gastroenterol 2010; 16: 4952-7. 48. Mahadeva R, Walsh G, Flower CD, Shneerson JM. Clinical and radiological characteristics of lung disease in inflammatory bowel disease. Eur Respir J. 2000; 15: 41-8. 49. Tzanakis N, Samiou M, Bouros D, et al. Small airways function in patients with inflammatory bowel disease. Am J Respir Crit Care Med Vol 157. pp 1998: 382-6. 50. Songür N, Songür Y, Tüzün M, et al. Pulmonary function tests and high-resolution CT in the detection of pulmonary involvement in inflammatory bowel disease. J Clin Gastroenterol. 2003; 37: 292-8. 51. Herrlinger KR, Noftz MK, Dalhoff K, et al. Alterations in pulmonary function in inflammatory bowel disease are frequent and persist during remission. Am J Gastroenterol. 2002; 97: 377-81. 52. Dierkes-Globisch A, Mohr H. Pulmonary function abnormalities in respiratory asymptomatic patients with inflammatory bowel disease. Eur J Intern Med. 2002; 13: 385. 53. Mohamed-Hussein AA, Mohamed NA, Ibrahim ME. Changes in pulmonary function in patients with ulcerative colitis. Respir Med. 2007; 101: 977-82. 54. Marvisi M, Borrello PD, Brianti M, et al. Changes in the carbon monoxide diffusing capacity of the lung in ulcerative colitis. Eur Respir J. 2000; 16: 965-8. 55. Bartholo RM, Zaltman C, Elia C, et al. Bronchial hyperresponsiveness and analysis of induced sputum cells in Crohn's disease. Braz J Med Biol Res. 2005; 38: 197-203. 56. Bonniere P, Wallaert B, Cortot A, et al. Latent pulmonary involvement in Crohn's disease: biological, functional, bronchoalveolar lavage and scintigraphic studies. Gut. 1986; 27: 919-25. 57. Louis E, Louis R, Shute J, ey al. Bronchial eosinophilic infiltration in Crohn's disease in the absence of pulmonary disease. Clin Exp Allergy. 1999; 29: 660-6. 58. Ozyilmaz E, Yildirim B, Erbas G, et al. Value of fractional exhaled nitric oxide (FE NO) for the diagnosis of pulmonary involvement due to inflammatory bowel disease. Inflamm Bowel Dis. 2010; 16: 670-6. PREOPERATİF PULMONER DEĞERLENDİRME Prof. Dr. Metin ÖZKAN GİRİŞ Postoperatif pulmoner komplikasyonlar (POPK), tüm perioperatif mortalite ve morbitelerin ve uzamış hastane yatışlarının önemli bir bölümünü oluştururlar. Major cerrahi uygulanan hastalardaki en önemli morbidite nedeni olmasına karşın preoperatif değerlendirmelerde yeterli önem verilmemektedir (1). Postoperatif pulmoner komplikasyonların öngörülmesi bazı nedenlerle yapılmamaktadır. Bu nedenler; (1) bu tür bir değerlendirmenin ne sağlayacağı konusunda bilgi yetersizliği, (2) bu değerlendirmede hangi testlerin yapılması gerektiği konusunda bir kılavuzun olmaması, (3) postoperatif bakımın, potansiyel risk olup olmamasına bakılmaksızın bütün hastalarda POPK azaltma stratejilerini de kapsayıp kapsamaması konusundaki kararsızlık (2). Risklere rağmen yapılması zorunlu olan nonelektif cerrahilerde preoperatif pulmoner değerlendirme genellikle mümkün olamamaktadır. Bunun bir istisnası olabilir o da ciddi obstrüktif veya restriktif akciğer hastalığı olan bir hastada embolizasyona rağmen kontrol altına alınamayan masif hemoptizi varsa zaten postoperatif mortalite olasılığı yüksek olacağı için yapılacak cerrahi gereksiz olabilir. Maalesef bu durumdaki bir hastanın pulmoner fonksiyonlarının değerlendirilmesi hastanın ileri derecede unstabil olması nedeniyle ancak eski tetkikleriyle mümkün olabilecektir (2). Elektif rezeksiyonel toraks cerrahisi söz konusu olduğunda hesaplanan postoperatif akciğer fonksiyonları kişinin günlük yaşantısını kendi başına devam ettirmesi için çok yetersizse cerrahi onayı verilmemelidir. Toraks dışı elektif cerrahilerde ise POPK açısından riskli hastalar saptanıp agresif bir tedaviyle operasyona hazır hale getirilmelidir. PERİOPERATİF PULMONER FİZYOLOJİ Anestetik ajanlar solunum işini belirgin derecede etkilerler. Bu ajanlar hiperkapni ve hipoksemiye yanıtı azaltırlar. Ayrıca nöromüsküler blokaja bağlı diyafragma 287 288 PREOPERATİF PULMONER DEĞERLENDİRME ve diğer solunum kaslarındaki releksasyon da eklendiğinde fonksiyonel rezidüel kapasite ve total akciğer kapasitesi azalacak ve buna bağlı atelektaziler ortaya çıkacaktır (3). Özellikle torasik ve üst abdominal cerrahiler akciğer volümlerinde azalmaya neden olurlar (4,5). Bu azalma vital kapasitede (VC) %50-60 civarında olup yaklaşık bir hafta devam ederken FRC’de yaklaşık %30 civarında olmaktadır (6). FRC’deki azalma atelektazi, pnömoni ve ventilasyon perfüzyon dengesizliklerine ve sonuçta bozulmuş gaz değişimine bağlı postoperatif hipoksemi ile sonuçlanmaktadır (6). Volüm değişikliklerine ek olarak öksürük refleksinin baskılanması ve mukosiliyer klirensin bozulması postoperatif infeksiyonlara zemin hazırlamaktadır. İNSİDANS POPK görülme sıklığı komplikasyon tanımlamasına göre değişiklik göstermektedir. Bu oran bazı yayınlarda %2-70, bazılarında ise %2-39 gibi belirtilmektedir (2,6). Ateş, solunumsal semptomlar ve fizik muayene bulguları (prodüktif öksürük, ronküs, ral, solunum seslerinde azalma) veya akciğer grafisi bulguları (atelektazi, konsolidasyon gibi) komplikasyon olarak değerlendirilirse oran %70’lere kadar çıkabilir. Ancak klinik önemi olan; atelektazi, bronşit ve pnömoni gibi infeksiyonlar, uzamış mekanik ventilasyon ve solunum yetmezliği, önceden var olan kronik akciğer hastalığının alevlenmesi ve bronkospazm komplikasyon tanımlamasına alınırsa oran nonkardiyotorasik cerrahilerde %2-19, kardiyotorasik cerrahilerde ise %8-39 olarak bildirilmektedir (2). Klinik önemi olan komplikasyonlar Tablo 1’de özetlenmiştir. RİSK FAKTÖRLERİ Risk faktörleri hasta ve işlem kaynaklı faktörler olarak iki grupta ele alınabilir (Tablo 2). Yaş Genel olarak 65 yaş ve üstündeki vakalarda POPK oranları daha fazla saptanmıştır. Yapılan bir prospektif kohort çalışmada multipl regresyon analizleri 3 bağımsız faktörü POPK’larla ilişkili prospektif faktör olarak göstermiştir. Bunlar; yaş >65, sigara >40 paket-yıl ve maksimal laringeal yükseklik 4 cm ve altında olması (7). On ayrı çalışmada ikinci en sık risk faktörü olarak yaş bulunmuştur (Odds ratio; 60-69 yaş için 2.09 iken 70-79 yaş için 3.04) (8). Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) KOAH varlığında POPK oranları yaklaşık 2 kat artmaktadır (1,9). Hastalık ağırlığının POPK sıklığını ne oranda etkilediğine dair yeterli çalışma bulunmamakta ancak Lawrence ve arkadaşları elektif abdominal cerrahi uygulanan hastalarda pulmoner komplakasyonları araştırdıkları bir çalışmada; solunum seslerinde azalma, uzamış ekspirasyon, ral, ronküs ve wheezing varsa POPK’ın 6 kat arttığını saptamışlar ve çalışmada spirometriyi preoperatif değerlendirmede yararlı bul- PREOPERATİF PULMONER DEĞERLENDİRME 289 Tablo 1. Postoperatif Pulmoner Komplikasyonlar* Genel komplikasyonlar t "UFMFLUB[J t *OGFLTJZPO o Bronşit o Pnömoni t #SPOLPTQB[N t 1VMNPOFSFNCPMJ t "MUUBZBUBOLSPOJLIBTUBMþOBMFWMFONFTJ t 4PMVOVNZFUNF[MJþJWFV[BNāNFLBOJLWFOUJMBTZPOWFZBOPOJOWB[JWWFOUJMBTZPO t 0CTUSàLUJGVZLVBQOFTJ t "3%4 Spesifik kardiyotorasik cerrahi komplikasyonları t 'SFOJLTJOJSIBTBS t #SPOLPQMFWSBMmTUàM t 1MFWSBMFGGà[ZPO t 4UFSOBMZBSBJOGFLTJZPOVWFBNQJZFN t (BTUSPÚ[PGBHJBMBOBTUPNPUJLLBÎBL t 1PTUPQFSBUJGBSJUNJMFS *2 numaralı kaynaktan modifiye edilerek alınmıştır mamışlardır (10). Bunun yanında Fuster ve arkadaşlarının koroner arter bypass cerrahisi uygulanan hastalarda KOAH’ın prognostik değerini araştırdıkları çalışmalarında KOAH varlığı kötü prognostik faktör olarak değerlendirilmiş ve bu durumun fonksiyonel ağırlıkla ilişkili olduğu sonucuna varmışlardır. Bu çalışmaya göre %60’ın altında FEV1 primer prognostik faktör olarak alınmalıdır (11). POPK açısından KOAH ciddi bir risk faktörü olmasına karşın cerrahi için mutlak kontrendikasyon oluşturacak bir solunum fonksiyon parametresi bulunmamaktadır. Örneğin FEV1 değeri 1 ltnin altında olan 12 hastaya uygulanan 15 cerrahi girişimde ölüm hiç olmazken sadece 3 vakada POPK saptanmıştır (12). Ağır KOAH’lı (FEV1<%50) 89 hastaya uygulanan 107 cerrahi girişimin 31’inde (%29) cerrahinin tipi ve süresi ile ilişkili komplikasyon saptanmıştır (koroner baypas ve major abdominal cerrahi uygulanan hastalarda daha yüksek). Koroner bypass uygulanan 10 hastadan 5’i ölürken 97 non-koroner cerrahide sadece 1 ölüm vakası görülmüş (13). Bu çalışmadan da anlaşılacağı gibi KOAH’lı hastalarda ileri evre de olsa non-koroner cerrahilerde POPK oranları kabul edilebilir sınırlardadır. Ancak yine de bu vakalarda cerrahinin getireceği yarar iyi değerlendirilmelidir. Astım Astım varlığı her zaman cerrahları POPK açısından tedirgin etmiştir. Oysa KOAH’ın aksine astım pulmoner komplikasyonlar için bir risk faktörü değildir. 290 PREOPERATİF PULMONER DEĞERLENDİRME Tablo 2. Postoperatif Pulmoner Komplikasyonlar için risk faktörleri* Hasta ile ilişkili risk faktörleri t :Bā t ,SPOJLBLDJþFSIBTUBMþBTUN,0")CSPOāFLUB[JWC t 5àUàOàSàOMFSJLVMMBON t (FOFMTBþMLEVSVNV t 0CF[JUF t 0CTUSàLUJGVZLVBQOFTJ t 1VMNPOFSIJQFSUBOTJZPO t ,BMQZFUNF[MJþJ t #FTMFONFEVSVNV t ÃTUTPMVOVNZPMVJOGFLTJZPOV İşlem kaynaklı risk faktörleri t $FSSBIJCÚMHFTJ t $FSSBIJTàSFTJ t "OFTUF[JOJOUJQJ t /ÚSPNàTLàMFSCMPLBKZÚOUFNJ *2 ve 6 nolu kaynaklardan modifiye edilmiştir Warner ve arkadaşlarının (14) yaptıkları bir retrospektif analizde 706 astımlı hastanın hiçbirinde ölüm olmazken %1.7’sinde bronkospazm, %0.1’inde solunum yetmezliği ve %0.3’ünde laringospazm gelişmiş. Komplikasyon oranları yaşlı hastalarda ve aktif astımı olanlarda daha sık saptanmış. Elektif cerrahilerde astım sorun olmazken acil girişimlerde eğer hastalık kontrol altında değilse hayatı tehdit eden bronkospazm gelişebilir (15). Bronşiyal hiperreaktivitesi olan hastalarda trakeal entübasyondan sonra bronkospazm gelişebilir. Bu tür vakalar preoperatif 5 gün süresince kısa etkili bronkodilatör ve sistemik kortikosteroid uygulanmasından yarar göreceklerdir (2). Sigara Eşlik eden kronik akciğer hastalığı olmasa bile kişinin sigara içiyor olması önemli bir risk faktörüdür. Komplikasyon riski sigara içenlerde 1.4-4.3 kat daha fazla saptanmıştır (16,17). Sigaranın cerrahi öncesinde bırakılması mutlaka uyulması gereken bir kuraldır ancak ne zaman bırakılması gerektiği konusunda tam bir uzlaşı bulunmamaktadır. Genel olarak 8 hafta önce bırakılması önerilmektedir. Siliyer fonksiyonlarda, makrofaj aktivitelerinde ve küçük hava yolları fonksiyonlarında iyileşme ve mukus sekresyonunda azalma için haftalar/aylar geçmesi gerekeceği için 8 haftalık süre mantıklı bir yaklaşımdır. Elektif koroner arter bypass cerrahisi uygulanan 200 hastadan son 2 ay içinde sigara içiyor olanlarda, 2 ay ve öncesinde sigarayı bırakanlara göre pulmoner komplikasyon oranları 4 kat daha fazla sap- PREOPERATİF PULMONER DEĞERLENDİRME 291 tanmıştır (sırasıyla %57.1’e %14.5). sigarayı 6 ay önce bırakanlarda komplikasyon oranları ise hiç içmeyenlerle aynı seviyede saptanmış (%11.9’a %11.1) (18). Genel Sağlık Durumu Genel sağlık durumunu değerlendirmede genellikle “American Society of Anesthesiologists” (ASA) sınıflaması kullanılmaktadır (Tablo 3). ASA sınıflaması ile POPK arasında iyi bir korelasyon vardır ve pulmoner riskin en önemli göstergelerinden biridir. ASA Class II ve üzerinde olan hastalarla II’nin altındakiler karşılaştırıldığında odds ratio 4.87 (ASA II ve üstü 7.10 iken altındakilerde 3.34) (8). KOAH’ı olan ve olmayan hastalarda torasik ve major abdominal cerrahiler sonrasında görülen POPK’ların araştırıldığı bir çalışmada lojistik regresyon analiziyle ASA sınıflaması ve daha düşük derecede de yaş bağımsız belirleyici faktör olarak saptanmıştır (sırasıyla P=0.0003 ve 0.08) (9). Bu çalışmada ASA Class 2’de yer alan 27 hastanın 4’ünde (%15), Class 3’de yer alan 57 hastanın16’sında (%28) ve Class 4’de yer alan 46 hastanın 27’sinde ciddi POPK veya kardiyak komplikasyon saptanmıştır (9). Tablo 3. ASA “Physical Status (PS)” Sınıflama Sistemi ASA PS 1 Normal sağlıklı hasta Organik, fizyolojik, psikiyatrik bozukluk yok; çok genç ve çok yaşlılar hariç. Sağlıklı, egzersiz toleransı iyi ASA PS 2 Hafif sistemik hastalık var Fonksiyonel kısıtlılık yok: bir sistemi ilgilendiren kontrol altında hastalık: sistemik etkileri olmayan kontrol altında hipertansiyon veya diyabet, KOAH olmaksızın sigara içiyor olması, hafif obezite, hamilelik ASA PS 3 Ciddi sistemik hastalık var Bazı fonksiyonel kısıtlılık: birden çok sistemi veya major sistemi ilgilendiren kontrol altında hastalık: ani ölüm riski yok: kontrol altında konjestif kalp yetmezliği, stabil anjina, eski kalp krizi, kontrol altında olmayan hipertansiyon, morbid obezite, kronik böbrek yetmezliği, intermittant semptomları olan bronkospastik hastalık ASA PS 4 Hayatı tehdit eden ciddi sistemik hastalık var Kontrol altında olmayan veya son evrede olan en az bir ciddi hastalık; ölüm riski var; unstabil anjina, semptomatik KOAH, semptomatik KKY, hepatorenal yetmezlik. ASA PS 5 Operasyon yapılmazsa yaşama şansı olmayan ölmek üzere olan hasta Cerrahi olmaksızın yaşam süresi 24 saati geçmeyecek hasta; ölmek üzere olan hasta; multiorgan yetmezliği, hemodinamik instabilite ile birlikte sepsis sendromu, hipotermi, kontrol edilemeyen koagulopati ASA PS 6 Beyin ölümü gerçekleşmiş ve organları donörler için çıkarılmış hasta 292 PREOPERATİF PULMONER DEĞERLENDİRME Pulmoner riski değerlendirmede genellikle ASA sınıflamasının yanında Goldman Kardiyak risk Indeksi ve Pulmoner Risk İndeksi ile birleştirildiğinde Kardiyo-pulmoner risk indeksi (Tablo 4) çoğunlukla yeterli olmaktadır (19). KPRİ skoru 4’den fazla olanlarda 4’ün altında olanlara göre 17 kat daha fazla komplikasyon saptanmıştır. Oysa 2 ve altı skorda komplikasyon saptanmamıştır (6). Daha sonraki bir çalışmada torasik ve üst abdominal cerrahi uygulanan 43 hastadan KPRİ’i >3 olan 8 hastanın tamamında pulmoner komplikasyon saptanmıştır (20). Buna karşın torasik cerrahi uygulanan 180 vakalık bir derlemede KPRİ skorlamasının komplikasyonları öngörmede yeterli olmadığı saptanmış ve bu indekslere SFT ve kan gazlarının da eklenmesi gereğini ortaya koymuştur (6,21). Obezite Postoperatif dönemdeki komplikasyonların önemli bir kısmı akciğer volümlerindeki azalmaya bağlı ortaya çıktığından ve obez hastalarda da restriktif bir patern olacağı için bu hastalarda komplikasyon oranı yüksek beklenir. Ancak literatürde morbid obezlerde bile komplikasyon oranlarının sağlıklı kişilerden daha yüksek olmadığı gösterilmiştir (1,8). Tablo 4. Kardiyopulmoner Risk İndeksi (6) Değişken Puan Kardiyak Risk İndeksi (KRI) 70 yaş üzeri 5 Sağ kalp yetmezliği (S3, juguler venöz dolgunluk, LVEF < 40% 11 Son 6 ay içinde myokard infarktüsü 10 Dakikada 5’den fazla Ventriküler premature kontraksiyonlar 7 Preoperatif EKG’de premature atrial kontraksiyonlar veya sinüs ritmi dışındaki ritmler 7 Önemli aortik stenoz 3 Genel durum bozukluğu 3 KRI (Toplam 4 puan) 1=3-5 2=6-12 3=12-25 4=>25 Pulmoner Risk İndeksi (PRİ) Obezite (BMI >27kg/m2) 1 Son 8 haftada sigara içiyor olmak 1 Cerrahiden 5 gün önce yaygın ronküs veya ral saptanması 1 Son 5 gündür prodüktif öksürük 1 FEV1/FVC<%70 1 PaCO2>45 1 PRİ Skoru 6 puan KPRİ skoru=KRİ+PRİ (10 puan) PREOPERATİF PULMONER DEĞERLENDİRME 293 Obstrüktif Uyku Apnesi Obstrüktif uyku apnesinin (OUA) önemi son yıllarda yapılan çalışmalarla daha iyi anlaşılmaktadır. Postoperatif pulmoner komplikasyonlar için de ciddi bir risk faktörü olduğu gösterilmiştir (6,22). OUA’lı bir hasta preoperatif, intraoperatif ve postoperatif olarak dikkatle takip edilmelidir. Preoperatif olarak özellikle OUA ağırsa mutlaka CPAP başlanmalı, eğer CPAP’a yeterli yanıt alınamazsa NIPPV düşünülmelidir. Oral aparatlar ve eğer operasyon ertelenebiliyorsa kilo kontrolü preoperatif dönemde uygulanabilecek yöntemlerdir (22). İntraoperatif olarak; hava yollarının kollapsa eğilimi ve uyku düzensizliği nedeniyle sedatifler, opioidler ve inhale anestetikler çok dikkatli kullanılmalıdır. Küçük girişimler için orta derecede bir sedasyonla veya onsuz lokal anestezi veya periferal sinir blokajı uygun olacaktır. Sedasyon esnasında CPAP veya oral bir cihaz kullanılmalıdır. Postoperatif olarak; sistemik opioidlere ihtiyacı azatmak için bölgesel analjezi teknikleri düşünülmelidir. Opioid ihtiyacını azaltmak için nonsteroid antiinflamatuarlar da denenebilir. Sedatiflerin solunum depresyonu yapacağı mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Bu hastalara ihtiyaç halinde değil devamlı oksijen desteği verilmelidir. Ancak oksijen apne periyodlarını uzatabilir ve atelektazi, geçici apne ve hipoventilasyonu maskeleyebilir. Bu nedenle oksijenle birlikte CPAP veya NIPPV devamlı uygulanmalıdır. Eğer mümkünse bu hastalara supin pozisyonu dışında bir pozisyon verilmeli (22). Pulmoner Hipertansiyon Nonkardiyak cerrahi uygulanan New York Heart Association (NYHA) fonksiyonel sınıf >2, OUA veya pulmoner emboli hikayesi olan pulmoner hipertansiyonlu (sağ ventriküler sistolik basınç >35 mmHg) hastalarda; postoperatif konjestif kalp yetmezliği, kardiyak iskemik olaylar, aritmiler, inme, solunum yetmezliği (en sık morbidite nedeni), hepatik disfonksiyon, renal disfonksiyon veya postoperatif pozitif inotropik veya vazopressör ihtiyacı gibi riskler yüksektir (2). Ekokardiyografide ortalama sağ ventrikül sistolik basıncı 68±21 mm Hg olan 145 hastalık bir seride 60 hastada (%42) bir veya daha fazla morbidite saptanmış (23). Pulmoner emboli hikayesi (p=0.01), NYHA class ≥II (p=0.02), ortayüksek riskli cerrahi (p=0.04), ve anestezi süresi >3 h (p=0.04) erken evrede morbiditenin bağımsız belirleyicileri olarak saptanmış. Çalışmada on olguda (7%) erken ölüm meydana gelmiş. Postoperatif mortalite ile ilişkili faktörler; pulmoner emboli hikayesi (p=0.04), sağ aks deviasyonu (p=0.02), sağ ventrikül hipertrofisi (p=0.04), RVSP/sistolik kan basıncı ≥0.66 (p=0.01), intraoperatif vazopressör kullanımı (p<0.01) ve nitröz oksit kullanılmadığında anestezi (p<0.01) olarak saptanmış (23). Sonuç olarak genel anestezi ile kalp dışı cerrahi uygulanan PH’lı hastalarda; spesifik klinik, tanısal ve intraoperatif faktörler kötü sonuçları öngörebilir. 294 PREOPERATİF PULMONER DEĞERLENDİRME Kalp Yetmezliği Konjestif kalp yetmezliği olan hastalarda POPK riski KOAH’lı olgulardan daha fazladır (6). Kalp yetmezliği olanlarda POPK için odds ratio 2.93 (95% CI 1.028.43) iken KOAH’lı vakalarda 2.36 (1.90-2.93) olarak saptanmıştır (24). Metabolik Durum Serum albumin ve kan üre nitrojen (BUN) seviyesi POPK riskini değerlendirmede kullanılabilir (25). Hem düşük albumin (<3 g/dL) (odds ratio=2.53) ve hem de BUN yüksekliği (>30 mg/dL) (odds ratio=2.29) pulmoner komplikasyonlar için önemli belirteçler olarak saptanmıştır. Üst Solunum Yolu İnfeksiyonu Erişkinlerde yüksek riskli cerrahilerde üst solunum yolu infeksiyonu (ÜSYE) varlığının etkilerini gösteren veriler çok yetersizdir. Miringotomi uygulanan 489 çocukta ÜSYE olup olmaması komplikasyon açısından fark etmemiştir (26). Bununla birlikte miringotomi çok düşük riskli bir girişim olup POPK sık görülmemektedir. Erişkinlerde riskli operasyonlardan olan üst abdominal ve torasik cerrahilerde bu konuda bir çalışma bulunmamaktadır (27), ancak ÜSYE olan bir hastada elektif cerrahilerin ertelenmesi uygun olacaktır. İŞLEM KAYNAKLI RİSK FAKTÖRLERİ t $FSSBIJCÚMHFTJ t $FSSBIJTàSFTJ t "OFTUF[JOJOUJQJ t /ÚSPNàTLàMFSCMPLBKZÚOUFNJ Cerrahi Bölgesi Cerrahi bölgesi POPK’ların öngörülmesinde en önemli faktördür. Komplikasyon olasılığı cerrahi bölgesinin diyafragmaya uzaklıkla ters orantılıdır. Bu nedenle üst abdominal cerrahilerde ve torasik cerrahilerde komplikasyon daha sık saptanmaktadır (6,9). Sistematik bir derlemede 83 çalışma incelenmiş ve POPK oranları şu şekilde saptanmış; üst abdominal, alt abdominal ve herhangi bir abdominal cerrahinin değerlendirildiği 43 çalışmada komplikasyon oranları sırasıyla %19.7, %7.7 ve %14.2 olarak saptanmış (6,24). Özofajektomi yapılan hastaların incelendiği 11 çalışmada %18.9, aortik anevrizma tamiri operasyonlarını değerlendiren 16 çalışmada %25.5 ve baş-boyun cerrahisi yapılan hastaların yorumlandığı 6 çalışmada %10.3 oranında POPK saptanmıştır (24). Kalça cerrahilerinde (5 çalışma) ve jinekolojik veya ürolojik cerrahilerde (2 çalışma) sırasıyla %5.1 ve %1.8 komplikasyon görülmüştür. Laparoskopik kolesistektomide kısa iyileşme süresi, daha az postoperatif ağrı ve post operatif akciğer volümlerinde daha PREOPERATİF PULMONER DEĞERLENDİRME 295 az azalma POPK oranları düşük beklenmekle birlikte bu çok net olarak ortaya konmamıştır (24). Kolon kanserlerinin laparoskopik ve açık cerrahilerinin incelendiği 12 çalışmanın analizinde komplikasyon oranlarında azalma saptanmakla birlikte istatistiki olarak anlamlı saptanmamıştır (24). Cerrahi Süresi Pulmoner komplikasyonlar cerrahi prosedürün süresiyle orantılı olarak artmaktadır. Genellikle 3-4 saati geçen işlemlerde komplikasyon oranı yüksektir. Örneğin 272 nontorasik cerrahi uygulanan vakada 2.5 saati geçen uygulamalarda 2.9 kat daha fazla komplikasyon saptanmıştır (7). Bir diğer örnekte 520 hastalık bir seride 2 saatin altındaki girişimlerde postoperatif pnömoni %8 oranında saptanırken 4 saatten uzun sürenlerde bu oran % 40 olarak saptanmıştır (6,28). Anestezinin Tipi Spinal veya epidural anestezinin genel anestezi ile karşılaştırıldığı çalışmalarda çelişkili sonuçlar vardır. Ancak eski çalışmalarda da genel anestezinin daha riskli olduğu gösterilmiştir. Örneğin kronik akciğer hastalığı olan 475 erkek hastadan genel anestezi uygulananlarda %9 ölüm görülürken spinal anestezi grubunda hiç ölüm olmamıştır (29). Bu konuda yapılan 141 çalışmanın ele alındığı bir derlemede: 4871’i epidural veya spinal anestezi alan ve 4688’i almayan toplam 9559 farklı cerrahiler uygulanan hasta incelenmiştir. Epidural veya spinal anestezinin ilk 30 gün içindeki ölüm oranında, derin venöz trombozunda, pulmoner embolide, transfüzyon gerektiren perioperatif ve postoperatif kanamada ve pnömonide anlamlı azalma sağladığı gösterilmiştir (30). Nöromüsküler Blokaj Yöntemi Rezidüel nöromüsküler blokaj pancuronium kullananlarda ciddi oranda yüksektir ve POPK 3 kat daha fazla görülmektedir (8). Bu etkiye bağlı olarak hipoventilasyon ve POPK daha sık görülmektedir. Nonrandomize 7029 hastalık bir çalışmada pancuronium kullanılan vakalarda komplikasyon %13 saptanırken atracurium kullanılanlarda %5 oranında saptanmıştır (31). PREOPERATİF RİSK DEĞERLENDİRMESİ Preoperatif risk değerlendirmesinde en önemli adım tam bir anamnez ve fizik muayene ile başlar. Yukarıdaki bölümlerde anlatılan risk faktörleri ve henüz tanı konmamış kronik akciğer hastalığı, egzersiz intoleransı, açıklanamayan nefes darlığı veya öksürük mutlaka araştırılmalıdır. Özellikle tanı konmamış obstrüktif uyku apnesi araştırılmalıdır (Tablo 5). American College of Physicians’ın 2006 yılında yayınladığı klavuzda (8) nonkardiyotorasik cerrahilerde perioperatif pulmoner komplikasyonları azaltmak için 6 maddelik öneriler şu şekildedir: 296 PREOPERATİF PULMONER DEĞERLENDİRME Tablo 5. Preoperatif Pulmoner Değerlendirme Ayrıntılı anamnez ve FM t 5BOLPONBNāLSPOJLBLDJþFSIBTUBMþ t "[BMNāFH[FSTJ[UPMFSBOT t "ÎLMBOBNBZBOEJTQOF t #BMHBNÚLTàSàLIJLBZFTJ Uyku apnesi semptomları Önceden var olan akciğer hastalıkları Mevcut solunum sistemi infeksiyonları veya alevlenmeler Sigara hikayesi KOAH bulguları t 4PMVOVNTFTMFSJOEFB[BMNB t <QJSZVNEBV[BNB t 8IFF[JOH Derin ven trombozu bulguları 1. Nonkardiyotorasik cerrahi uygulanacak bütün hastalar şu risk faktörleri yönünden değerlendirilmelidir: a. KOAH b. Yaş>60 c. ASA>2 d. Yatalak hasta e. Konjestif kalp yetmezliği Obezite ve hafif-orta astım ciddi bir risk faktörü değildir. 2. Aşağıdaki işlemlerin yapılacağı hastalar POPK için yüksek risklidir ve eşlik edn risk faktörleri açısından değerlendirilmelidir: a. Uzamış cerrahi (>3 saat) b. Abdominal cerrahi c. Toraks cerrahisi d. Beyin cerrahisi e. Baş boyun cerrahisi f. Anevrizma tamiri g. Acil cerrahi h. Genel anestezi PREOPERATİF PULMONER DEĞERLENDİRME 297 3. Düşük serum albumin seviyesi (<35g/L) artmış POPK için güçlü bir belirteçtir ve klinik olarak metabolik bozukluk düşünülen bütün hastalarda bakılmalıdır. 4. Preoperatif değerlendirme sonunda yüksek riskli kabul edilen hastalarda şu postoperatif prosedürler uygulanmalıdır: a. Derin nefes egzersizleri veya incentif spirometri b. Nazogastrik tüp uygulaması (postoperatif bulantı kusma, oral alımı tolere edememe veya semptomatik abdominal distansiyon). 5. POPK riskini değerlendirmek için preoperatif SFT ve akciğer grafisi rutin kullanılmamalı. 6. Şu prosedürler POPK riskini azaltmak için tek başına kullanılmamalı: a. Sağ kalp kateterizasyonu b. Total paranteral veya total enteral besleme (düşük albumini olan veya malnutrisyonlu hastalarda). Bypass ve toraks cerrahileri dışında solunum fonksiyon testlerinin rutin istenmesi gerekmemektedir. Ancak anamnez ve fizik muayenede kronik akciğer hastalığı bulguları varsa veya sigara hikayesi varsa mutlaka istenmelidir. Genellikle preoperatif pulmoner değerlendirmede istenen testler: t 4PMVOVNGPOLTJZPOUFTUMFSJ4'5 t "SUFSJZFMLBOHB[ t "LDJþFSHSBmTJ t &H[FSTJ[UFTUMFSJ Solunum Fonksiyon Testleri FEV1 Preoperatif değerlendirmede en sık kullandığımız parametre FEV1’dir (32). Üç geniş seride toplam 2000’den fazla hastanın değerlendirilmesinde lobektomi öncesinde ölçülen FEV1 >1.5 lt ise ve pnömonektomi öncesinde 2 lt (veya >%80) ise mortalite <%5 olarak saptanmıştır (33). DLCO Toraks cerrahisi planlanan hastalarda FEV1 normal olmasına rağmen hastada efor dispnesi veya interstisyel akciğer hastalığı bulguları varsa mutlaka karbonmonoksit difüzyon testi (DLCO) yapılmalıdır. Prospektif bir çalışmada FEV1>%80 ve DLCO>%80 olan 137 hastada pnömonektomi sonrasında ciddi bir komplikasyon saptanmamıştır (34). Bir başka çalışmada ise DLCO<%60 olan olgular- 298 PREOPERATİF PULMONER DEĞERLENDİRME da mortalite yüksek saptanırken DLCO<%80 olan olgularda da POPK 2-3 kat daha fazla saptanmıştır (35). Postoperatif Beklenen Akciğer Fonksiyonları (Predicted postoperative lung function, ppoFEV1 ve ppoDLCO) FEV1 veya DLCO<%80 olan olgularda cerrahi rezeksiyonla birlikte kaybedilecek fonksiyone akciğer oranınına göre postoperatif beklenen (PPO) değerleri ölçülür. Bu amaçla kullanılan yöntemler; ventilasyon sintigrafisi, perfüzyon sintigrafisi, kantitatif CT ve anatomik hesaplamadır. Pnömonektomi için genellikle perfüzyon sintigrafisi kullanılırken lobektomi için anatomik hesaplama tercih edilmektedir (32). Bununla birlikte kantitatif CT hem akciğer kanserinin evrelemesinde, hem amfizematöz veya diffüz parankimal hastalık olan bölgelerin görülmesinde yararlı olacağı ve bu vakalarda rutin istenen bir tetkik olduğundan tercih edilmelidir (32). Olsen ve arkadaşları cerrahi rezeksiyon için eşik ppoFEV1 değerini 0.8L olarak saptamışlardır (36). Mutlak değerlerden çok ppoFEV1 ve ppoDLCO yüzde olarak hesaplanmaktadır. %ppo FEV1 şu formülle hesaplanmaktadır: Pnömonektomi sonrası ppoFEV1=preoperatif FEV1 x (1-rezeke edilen akciğer perfüzyonu/total perfüzyon). Aynı formül DLCO için de kullanılabilir. Lobektomi sonrası ppoFEV1=preoperatif FEV1 x (1-y/z). Bu formülde y: çıkarılacak olan obstrükte olmayan veya fonksiyone segment sayısı, z ise total segment sayısıdır. ppoFEV1<%40 olduğunda mortalite oranları %50’ye çıkmaktadır (32,37,38). Aynı şekilde ppoDLCO<%40 ise postoperatif mortalite ve diğer komplikasyonlar artmaktadır (32). ppoFEV1 veya ppoDlco<%40 ise bu durumda hasta hakkında karar verebilmek için kardiyopulmoner egzersiz testleri veya yapılamıyorsa diğer egzersiz testleri yapılmalıdır. Kardiyopulmoner Egzersiz Testleri (KPET) KPET parametrelerinden özellikle maksimum oksijen tüketimi (VO2max) değeri önemlidir. Preoperatif VO2max değeri 15-20 mL/kg/dk olan vakalarda post operatif mortalite düşük seviyededir (32,39,40). VO2max <10mL/kg/dk olan olgularda mortalite oldukça yüksek iken 10-15mL/kg/dk olgularda da POPK ve mortalite açısından yüksek risk vardır (32,39,41,42). Merdiven Çıkma ve Yürüme Testleri KPET yapılamayan yerlerde diğer egzersiz testleri yapılabilir. Merdiven çıkma testi çok eskiden beri uygulanan ve kolay bir testtir. Genellikle 3 kat merdiven çıkabilen bir hastaya lobektomi uygulanabilirken pnömonektomi için gereken kat sayısı 5’dir (32). Üç kat merdiven çıkan bir hastanın FEV1’i >1.7 lt ve 5 kat çıkan hastanın FEV1’i 2 lt’ye karşılık gelmektedir (43). Kolay bir test olmasına karşın merdiven çıkma testinde bir standart bulunmamaktadır. Merdiven çıkma hızı, çıkma süresi, katlar arasındaki basamak sayısı, her bir basamağın yüksek- PREOPERATİF PULMONER DEĞERLENDİRME 299 liği ve testi sonlandırma kriterleri gibi standardize edilmesi gereken durumlar mevcuttur. Eşlik eden nöromüsküler hastalığı veya periferal vasküler yetmezliği olan hastalar testi yapamayabilirler (32). Ancak genel kabul gören durum 5 kat merdiven çıkmanın karşılığı VO2max>20 mL/kg/dk iken 1 kat çıkamayanlarda VO2max<10ml/kg/dk şeklindedir (43,44). KPET yerine kullanılabilecek diğer testler mekik testi (shuttle walk) ve 6 dakika yürüme testleridir. Mekik testinde hasta 10 m mesafeli iki nokta arasında bir sesli uyarı ile giderek artan hızda gidip gelme şeklinde yapılmaktadır. Hasta nefessiz kaldığında veya %4 desatürasyon olduğunda test sonlandırılır. Otuz beş mekik veya 350 m mekik testinin karşılığı VO2max 11mL/kg/dk olarak hesaplanmış ve 51 hastalık bir seride bu mesafeyi yürüyebilen hastalarda mortalite saptanmamıştır (45). VO2max ile korelasyonu en iyi olan test mekik testidir. Altı dakika yürüme testinde hastaya bu süre içinde ne kadar uzun mesafe yürüyebilirse yürümesi talimatı verilir ve test arasında dinlenmesine izin verilir (46). VO2max ile korelasyonu (r=0.4-0.6) çok yüksek değil ve 600 metrenin altındaki yürüme mesafesinin karşılığı VO2max<15mL/kg/dk olarak hesaplanmıştır (46). Kan Gazları Spirometrik değerler, özellikle de FEV1, KOAH ağırlığı ile iyi bir korelasyon gösterirken gaz değişim bozuklukları hakkında bilgi vermezler. Bu ancak direkt kan gazlarının ölçümü ile değerlendirilebilir. Bununla birlikte kan gazları hastanın akciğer rezeksiyonuna uygunluğunu değerlendirmede FEV1 ve DLCO kadar yararlı değildir. Hiperkapni (PaCO2 >45 mmHg) POPK’lar için bağımsız bir belirteç değildir ancak hipoksemide (SaO2 <%90) ve egzersizle desatürasyon > %4 durumunda risk ve komplikasyon yüksek saptanmıştır (47). Non-torasik ve torasik cerrahilerde preoperatif fizyolojik değerlendirmeler şematik olarak Şekil 1-3’de verilmiştir. RİSK AZALTMA STRATEJİLERİ POPK’ları azaltma girişimleri operasyon öncesinde başlayıp operasyon süresince ve postoperatif dönemde devam eder. Sigaranın Bırakılması Elektif ortopedik cerrahi uygulanan hastalarda sigaranın 6-8 hafta önce bırakılması postoperatif solunum desteği ihtiyacını azaltmıştır (2,48). Benzer azalma 2 hafta önce bırakan elektif torasik ve nontorasik cerrahi hastalarında saptanmamıştır (49). Preoperatif Kortikosteroid ve Bronkodilatör Bronşial hiperreaktivitesi ve reversible hava yolu obstrüksiyonu olan hastalarda cerrahiden 5 gün önce başlanan inhale bronkodilatör ve metilprednizolonun entübasyona bağlı bronkospazmı önlediği gösterilmiştir (50). 300 PREOPERATİF PULMONER DEĞERLENDİRME Şekil 1. Pulmoner rezeksiyon dışı operasyonlarda risk değerlendirmesi Anestezi ve Analjezi POPK gelişiminde anastetik ve analjeziklerin katkısı olabilir. İntraoperatif atelektaziye neden olmayan tek anestetik ajanın ketamin olduğu gösterilmiştir (51). Genel anestezi ile birlikte veya onsuz epidural veya spinal anestezi uygulananlarda sadece genel anestezi uygulananlara göre daha sık postoperatif solunum depresyonu saptanmıştır (2). Postoperatif epidural ağrı kontrolünün diğer yollarla opioid verilmesinden POPK’lar açısından daha üstün olduğu gösterilmiştir ancak venöz tromboembolizm proflaksisi için heparin alan hastalarda epidural hemoraji riskini de göz önünde bulundurmak gerekir (8). PREOPERATİF PULMONER DEĞERLENDİRME 301 Şekil 2. Rezeksiyon Yapılacak Toraks Cerrahilerinde Fizyolojik değerlendirme (32) 302 PREOPERATİF PULMONER DEĞERLENDİRME Şekil 3. Preoperatif pulmoner değerlendirmeye kademeli yaklaşım (2) Cerrahi Teknikleri POPK’lar açısından henüz yeni tekniklerle (laparoskopik, robotik vs) eskileri karşılaştıran teterli analizler bulunmamaktadır. Robotik ve torakoskopik cerrahilerin uygulandığı iki çalışmada postoperatif solunum yetmezliği, chest tüp süresi ve ilk 30 gündeki mortalitede azalma olduğu saptanmıştır (52,53). Pulmoner komplikasyonlar açısından laparoskopik cerrahi ile açık cerrahi arasındaki farkları gösteren veriler henüz yeterli değildir (8). PREOPERATİF PULMONER DEĞERLENDİRME 303 Göğüs Ekspansiyon Manevraları Akciğerin ekspansiyonu özellikle sekresyonların birikimi ve atelektazi gibi çok sık görülen POPK’ları önlemede önemlidir. Koroner arter baypas cerrahisi uygulanan hastalarda derin nefes egzersizleri ile atelektazilerde azalma ve pulmoner fonksiyonların düzelme sürecini artırdığı gösterilmiştir (54,55). POPK’ların önlenmesinde sıkça kullanılan insentif spirometrinin diğer tekniklere bir üstünlüğü gösterilmemiştir. Genel olarak tüm akciğer ekspansiyon uygulamalarının birbirine üstünlüğü bulunmamakta olup CPAP tedavisinin derin nefes alamayan hastalara saklanması ve özellikle OUA’lı hastalarda tercih edilmesi önerilmektedir (2). OLGULAR (56) Olgu 1 Elli yedi yaşında erkek hasta, sağ üst lob atelektazisine neden olan küçük hücreli dışı akciğer kanseri. Kilo kaybı dışında ek bir hastalık ve patolojik bulgusu yok. Solunum Fonksiyon testleri: FEV1: 2.76 lt (%91), FVC:3.74 lt (%98) ve DLCO: %55.5. Sağ üst lobektomi planlanıyor ancak operasyon sırasında bilobektomi veya pnömonektomi kararı verilebilir. Bu vaka için uygun rezeksiyon oranı nedir? a. Sadece sağ üst lobektomi b. Sağ üst + orta lobektomi c. Pnömonektomi d. Operasyona uygun değil FEV1 değerine bakıldığında pnömonektomi dahil yapılabilir görünüyor ancak düşük DLCO nedeniyle ppoDLCO hesaplanmalı. Sağ lobektomi yapılacaksa 55.5x16/19=%46.7, sağ üst lobektomi+orta lobektomi için 55.5x14/19= %40.9 ve sağ pnömonektomi için bu değer %16.1 olarak ölçülüyor ve pnömonektomiye uygun olmadığı görülüyor. Ancak hastanın toraks BT’sinde sağ üst lobun preoperatif ölçüme hiç katkısının olmadığı görülüyor ve toplam segment sayısı 16 olarak kabul edilip yeniden değerlendirme yapılırsa 55.5x9/16=%31.2 olarak hesaplanıyor ve riskli olmakla birlikte pnömonektominin de olası olduğunu gösteriyor. Olgu 2 Altmışbeş yaşında kadın hasta. Küçük hücreli dışı akciğer kanseri nedeniyle pnömonektomi planlanıyor. 304 PREOPERATİF PULMONER DEĞERLENDİRME Solunum fonksiyon testleri: FEV1: 1.48 lt (%65) ve sağ pnömonektomiye göre (9/19) ppoFEV1: %30.8 FVC: 1.96 lt (%72) ve ppoFVC: %34.1 ve DLCO: %71, ppoDLCO: %33.6 Bu hali ile pnömonektomi riskli görünüyor. Hastaya yapılan ventilasyon sintigrafisinde sağ akciğerin %36 ve sol akciğerin &64 katkısı olduğu saptanıyor. Dolayısı ile preoperatif değerler 0.64 (%64) ile çarpıldığında ppoFEV1:%41.6 ve ppoDLCO. %45.4 olarak bulunuyor ki bu da pnömonektominin yapılabileceği anlamına geliyor. KAYNAKLAR 1. Smetana GW. Preoperative pulmonary evaluation: Identifying and reducing risks for pulmonary complications. Cleveland Clinic Journal of Medicine; 73: 36-41. 2. Bapoje SR,Whitaker JF, Schulz, et al. Preoperative Evaluation of the Patient With Pulmonary Disease. Chest 2007; 132: 1637-45. 3. Dales RE, Dionne G, Leech JA, et al. Preoperative prediction of pulmonary complications following thoracic surgery. Chest. 1993; 104: 155. 4. Meyers JR, Lembeck L, O'Kane H, Baue AE. Changes in functional residual capacity of the lung after operation. Arch Surg. 1975; 110: 576. 5. Craig DB. Postoperative recovery of pulmonary function. Anesth Analg. 1981; 60: 46. 6. http://www.uptodate.com/contents/evaluation-of-preoperative-pulmonary-risk 7. McAlister FA, Khan NA, Straus SE, et al. Accuracy of the Preoperative Assessment in Predicting Pulmonary Risk after Nonthoracic SurgeryAm J Respir Crit Care Med Vol 167. pp 741-744, 2003. 8. Qaseem A, Snow V, Fitterman N, et al. Risk Assessment for and Strategies To Reduce Perioperative Pulmonary Complications for Patients Undergoing Noncardiothoracic Surgery: A Guideline from the American College of Physicians. Ann Intern Med. 2006; 144: 575-80. 9. Kroenke K, Lawrence VA, Theroux JF, et al. Postoperative complications after thoracic and major abdominal surgery in patients with and without obstructive lung disease. 10. Lawrence VA, Dhanda R, Hilsenbeck SG, Page CP. Risk of Pulmonary Complications After Elective Abdominal Surgery. Chest 1996; 110; 744-50. 11. Fuster RG, JAM Argudo, Albarova OG, et al. Prognostic value of chronic obstructive pulmonary disease in coronary artery bypass grafting. Eur J Cardiothorac Surg 2006; 29: 202-9. 12. Milledge JS, Nunn JF. Criteria of fitness for anaesthesia in patients with chronic obstructive lung disease. Br Med J; 3: 670-3. 13. Kroenke K, Lawrence VA, Theroux JF, Tuley MR. Operative risk in patients with severe obstructive pulmonary disease. Arch Intern Med; 152: 967. 14. Warner, D.O, Warner MA, Barnes RD, et al. Perioperative Respiratory Complications in Patients with Asthma. Anesthesiology; 1996; 85: 460-7. 15. Woods BD, Sladen RN. Perioperative considerations for the patient with asthma and bronchospasm. Br J Anaesth 2009; 103 (Suppl. 1): i57-i65. 16. Barrera R, Shi W, Amar D, et al. Smoking and Timing of Cessation. Impact on Pulmonary Complications After Thoracotomy. Chest 2005; 127: 1977-83. PREOPERATİF PULMONER DEĞERLENDİRME 305 17. Wetterslev J, Hansen EG, Kamp-Jensen M, et al. IL. PaO2 during anaesthesia and years of smoking predict late postoperative hypoxaemia and complications after upper abdominal surgery in patients without preoperative cardiopulmonary dysfunction. Acta Anaesthesiol Scand 2000; 44: 9-16. 18. Warner MA, Offort KP, Wamer ME, et al. Role of preoperative cessation of smoking and other factors in postoperative pulmonary complications: a blinded prospective study of coronary artery bypass patients. Mayo Clin Proc. 1989; 64: 609-16. 19. Pasulka PS, Bistrian BR, Benotti PN, Blackburn GL. The risk of surgery in obese patients. Ann Intern Med 1986; 104: 540. 20. Trayner, EM, Girish, M, Gottleib, S, et al. Symptom limited stair climbing and the cardiopulmonary risk index as predictors of post operative pulmonary complications after high risk surgery - A multicenter trial. Am J Respir Crit Care Med 1995; 151: A292. 21. Arslan, V, Barrera, R, Ginsberg, R, et al. Cardiopulmonary risk index (CPRI) does not predict complications after thoracic surgery. Am J Respir Crit Care Med 1996; 153: A676. 22. Gross JB, Bachenberg KL, Benumof JL, et al. Practice guidelines for the perioperative management of patients with obstructive sleep apnea: a report by the American Society of Anesthesiologists Task Force on Perioperative Management of patients with obstructive sleep apnea. Anesthesiology 2006; 104: 1081. 23. Ramakrishna, G, Sprung, J, Ravi, BS, et al. Impact of pulmonary hypertension on the outcomes of noncardiac surgery: predictors of perioperative morbidity and mortality. J Am Coll Cardiol 2005; 45: 1691-9. 24. Smetana GW, Lawrence VA, Cornell JE. Preoperative Pulmonary Risk Stratification for Noncardiothoracic Surgery: Systematic Review for the American College of Physicians. Ann Intern Med. 2006; 144: 581-95. 25. Arozullah AM, Daley J, Henderson WG, Khuri SF. Multifactorial risk index for predicting postoperative respiratory failure in men after major noncardiac surgery. The National Veterans Administration Surgical Quality Improvement Program. Ann Surg 2000; 232: 242-53. 26. Tait AR, Knight PR. The effects of general anesthesia on upper respiratory tract infections in children. Anesthesiology 1987; 67: 930. 27. Fennelly ME, Hall GM. Anaesthesia and upper respiratory tract infections a non-existent hazard? Br J Anaesth 1990; 64: 535. 28. Møller AM, Maaløe R, Pedersen T. Postoperative intensive care admittance: the role of tobacco smoking. Acta Anaesthesiol Scand 2001; 45: 345. 29. Tarhan S, Moffitt EA, Sessler AD, et al. Risk of anesthesia and surgery in patients with chronic bronchitis and chronic obstructive pulmonary disease. Surgery 1973; 74: 720. 30. Rodgers A, Walker N, Schug S, et al. Reduction of postoperative mortality and morbidity with epidural or spinal anaesthesia: results from overview of randomised trials. BMJ 2000; 321: 1493. 31. Pedersen T, Viby-Mogensen J, Ringsted C. Anaesthetic practice and postoperative pulmonary complications. Acta Anaesthesiol Scand 1992; 36: 812. 32. Colice GL, Shafazand S, Griffin JP, et al. Westerdahl E, Lindmark B, Eriksson T, et al. Deep-breathing exercises reduce atelectasis and improve pulmonary function after coronary artery bypass surgery. Chest 2005; 128: 3482-8 33. Physiologic Evaluation of the Patient With Lung Cancer Being Considered for Resectional Surgery. ACCP Evidenced-Based Clinical Practice Guidelines (2nd Edition). Chest 2007; 132: 161S-177S 306 PREOPERATİF PULMONER DEĞERLENDİRME 34. British Thoracic Society, Society of Cardiothoracic Surgeons of Great Britain and Ireland Working Party. Guidelines on the selection of patients with lung cancer for surgery. Thorax2001; 56: 89-108. 35. Wyser C, Stulz P, Soler M, et al. Prospective evaluation of an algorithm for the functional assessment of lung resection candidates. Am J Respir Crit Care Med 1999; 159: 1450-6. 36. Ferguson MK, Little L, Rizzo L, et al. Diffusing capacity predicts morbidity and mortality after pulmonary resection. J Thorac Cardiovasc Surg 1988; 96: 894-900. 37. Olsen GN, Block AJ, Tobias JA. Prediction of postpneumo-nectomy pulmonary function using quantitative macroaggre-gate lung scanning. Chest 1974; 66: 13-6. 38. Markos J, Mullan BP, Hillman DR, et al. Preoperative assessment as a predictor of mortality and morbidity after lung resection. Am Rev Respir Dis 1989; 139: 902-10. 39. Holden DA, Rice TW, Stelmach K, et al. Exercise testing, 6-min walk, and stair climb in the evaluation of patients at high risk for pulmonary resection. Chest 1992; 102: 1774-9. 40. Walsh GL, Morice RC, Putnam JB Jr, et al. Resection of lung cancer is justified in highrisk patients selected by exercise oxygen consumption. Ann Thorac Surg 1994; 58: 704-10. 41. Brutsche MH, Spiliopoulos A, Bolliger CT, et al. Exercise capacity and extent of resection as predictors of surgical risk in lung cancer. Eur Respir J 2000; 15: 828-32. 42. Markos J, Mullan BP, Hillman DR, et al. Preoperative assessment as a predictor of mortality and morbidity after lung resection. Am Rev Respir Dis 1989; 139: 902-10. 43. Richter Larsen K, Svendsen UG, Milman N, et al. Exercise testing in the preoperative evaluation of patients with bronchogenic carcinoma. Eur Respir J 1997; 10: 1559-65. 44. Bolton JWR, Weiman DS, Haynes JL, et al. Stair climbing as an indicator of pulmonary function. Chest 1987; 92: 783-7. 45. Pollock M, Roa J, Benditt J, et al. Estimation of ventilatory reserve by stair climbing. Chest 1993; 104: 1378-83. 46. Murray P, Whiting P, Hutchinson SP, et al. Preoperative shuttle walking testing and outcome after oesophagogastrectomyBr J Anaesth 2007; 99: 809-11. 47. Cahalin L, Pappagianapoulos P, Prevost S, et al. The relationship of the 6-min walk test to maximal oxygen consumption in transplant candidates with end-stages lung disease. Chest 1995; 108: 452-7. 48. Turner SE, Eastwood PE, Cecins NM, et al. Physiologic responses to incremental and self-paced exercise in COPD. Chest 2004; 126: 766-73. 49. Moller AM, Villebro N, Pedersen T, et al. Effect of preoperative smoking intervention on postoperative complications: a randomized clinical trial. Lancet 2002; 359: 114-7. 50. Barrera R, Shi W, Amar D, et al. Smoking and timing of cessation: impact on pulmonary complications after thoracotomy. Chest 2005; 127: 1977-83. 51. Silvanus MT, Groeben H, Peters J. Corticosteroids and inhaled salbutamol in patients with reversible airway obstruction markedly decrease the incidence of bronchospasm after tracheal intubation. Anesthesiology 2004; 100: 1052-7. 52. Hedenstierna G, Edmark L. The effects of anesthesia and muscle paralysis on the respiratory system. Intensive Care Med 2005; 31: 1327-35. 53. Srivastava S, Gadasalli S, Agusala M, et al. Use of bilateral internal thoracic arteries in CABG through lateral thoracotomy with robotic assistance in 150 patients. Ann Thorac Surg 2006; 81: 800-6. PREOPERATİF PULMONER DEĞERLENDİRME 307 54. Park BJ, Flores RM, Rusch VW. Robotic assistance for video-assisted thoracic surgical lobectomy: technique and initial results. J Thorac Cardiovasc Surg 2006; 131: 54-9. 55. Westerdahl E, Lindmark B, Eriksson T, et al. Deep-breathing exercises reduce atelectasis and improve pulmonary function after coronary artery bypass surgery. Chest 2005; 128: 3482-8. 56. http://update.anaesthesiologists.org/2009/06/01/pulmonary-function-tests-and-lungresection/ SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Yrd. Doç. Dr. Sevinç SARINÇ ULAŞLI, Doç. Dr. Gaye ULUBAY Solunum fonksiyon testlerinin (SFT) değerlendirilmesi test kalitesi üzerine genel değerlendirme ile başlar. Optimal olmayan testlerden de bazı faydalı bilgiler elde edilebilse de test kalitesi değerlendirilmeden rakamlar ile klinik karar vermek yanlış sonuçlara neden olur. Test kalitesi değerlendirildikten sonra, test sonuçlarının referans değerler ile bilinen hastalıklar veya anormal fizyolojik paternlerin, hasta bazında hastanın önceki değerleri ile elde edilen değerleri karşılaştırmayı içeren bir süreç başlar. SFT raporlamada son basamak klinik tanının belirlenmeye çalışılmasıdır. SFT raporu az, öz, bilgi verici ve net olmalıdır. İdeal bir değerlendirme için testin neden istendiği, anamnez, semptomlar, kullanılan bronkodilatörler, eşlik eden hastalıklar ile hastanın akciğer grafisi ve hemoglobin düzeyi bilinmelidir. Ancak, günümüzde yoğun hasta sayıları ile çalışılan poliklinik koşullarında laboratuvarların test sayısı da yüksek olduğundan pratikte bu koşulun sağlanması güçleşmektedir. REFERANS DEĞERLERİ Beklenen değerler, aynı antropometrik değerlere ve etnik karakterlere sahip normal veya sağlıklı bireylerin alındığı çalışmalardan elde edilmelidir. İdeal olanı genel popülasyondaki sağlıklı bireylerden oluşturulan temsili örneklemlerden hesaplamaların yapıldığı prediksiyon cetvellerinin kullanılmasıdır. Antropometrik karakterlerin normal seçim ve uygun dağılımının sağlandığı gönüllülerden oluşan büyük gruplardan da referans değerleri elde edilebilir (1-3). Teknisyen hastanın ifade ettiği boy ve vücut ağırlığı değerlerini almamalıdır. Her test öncesinde hastanın boy ve vücut ağırlığı ölçülmelidir. Boy, standart teknikler kullanılarak, hastanın ayakkabıları çıkarttırılarak ölçülmelidir. Boy ölçümünün doğru yapılamadığı kifoz, skolyoz gibi durumlarda ise kollar yere paralel açtırılarak ölçülen her iki orta parmak ucu arası mesafeden tahmini boy hesaplanabilir (Boy=Kulaç boyu/1.06) (4-6). 308 SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ 309 Test yapılacak bireylere hangi ırk/etnik gruptan geldikleri sorulmalı ve bireyler için ırk/etnik özel referans değerleri kişi için benzediği popülasyon grubunun değerleri cihazın kayıt sayfasından seçilerek kullanılmalıdır (7,8). Eğer ırk/etnik özel referans değerleri cihazda yoksa yayınlanan verilere dayalı ırk/etnik düzeltme faktörü akciğer hacimleri için kullanılabilir. Literatürde asya-amerikalılar için ırk/etnik düzeltme faktörü olarak 0.94 değerinin kullanılması önerilmektedir (9,10). Düzeltme faktörleri FEV1/FVC veya FEV1/VC oranlarına uygulanmamalıdır. Eğer ırk düzeltme faktörü kullanıldıysa bu konuyla ilgili bilgi raporda yer almalıdır. Eğer mümkünse tüm parametreler için aynı referans kaynağından beklenen değerler ile karşılaştırılmalıdır. Referans değerler hakkındaki yayınların normal aralığın üst ve alt limitlerini tanımlaması veya alt aralığın nasıl hesaplanacağı konusunda bilgi sağlaması gerekir. Referans popülasyonda ölçülen değerlerin dağılım frekansının %5’inin altında kalan değerler normal aralığın altında kalan değerler olarak kabul edilmektedir (lower limit of normal= LLN) (1). Eğer referans verileri normal dağılıma sahipse Gaussian istatistikleri kullanılarak %95 güvenlik aralığı ile 5 persentilin altı tahmin edilebilir. Eğer dağılım normal değilse alt sınır, 95. persentil gibi parametrik olmayan teknikle tahmin edilebilir. Ancak günümüzde LLN değerleri referans çalışmalarındaki popülasyon kısıtlılığı, kullanılan cihazların günümüzdekilerden farklılığı, değerlerin 1980-1990’lara ait olması ve süreç içinde ırklarda meydana gelebilecek değişiklikleri yansıtmaması, ırklar arasındaki farklılıklar ve postbronkodilatörlü değerleri içermemesi gibi pek çok nedene bağlı olarak pratikte kullanılamamaktadır. Beklenen değerin %80’ini normalin alt sınırı için sabit değer olarak almak çocuk yaş grubunda kabul edilebilir gibi görünse de erişkin yaş grubunda hatalara neden olabileceği akılda tutulmalıdır. 40 yaş üstü erkeklerde ve 50 yaş üstü kadınlarda, FEV1/FVC oranının alt sınırını hastanın öyküsünü ve fizik muayene bulgularını göz önüne almadan %70 olarak kullanarak değerlendirmek yaşa bağlı FEV1 kaybının göz ardı edilmesine neden olacağından yanlış pozitif sonuçların artmasına ve yaşlı hiç sigara içmemiş semptomu olmayan bireylerde KOAH tanısının yanlışlıkla konulmasına neden olabilir (11,12). Referans değerlerinin düzenli aralıklarla güncellenmesi, yeni referans değerlerinin uygulanabilirliğinin ve uzun dönem hasta takiplerinde etkinliğinin değerlendirilmesi gerekmektedir. VENTİLATUAR BOZUKLUK TİPLERİ Spirometride temel olarak üç patolojik durum saptanabilir. Bunlar; obstrüktif, restriktif ve mikst tipte bozukluklardır. Bu durumlarda spirometrik parametrelerde görülebilecek değişiklikler Tablo 1’de özetlenmiştir. 310 SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Tablo 1. Ventilatuar bozukluklarda spirometrik parametrelerdeki değişikler Parametreler Obstrüktif patolojiler Restriktif patolojiler Mikst patolojiler FEV1/FVC ? N/B ? FVC N/? ? ? FEV1 ? ? ? FEF%25-75 <%50 N/? ? TLC N/B ? ? RV/TLC B N/B/? N/B/? DLCO N (amfizem hariç) N/? N/? DLCO/VA ? (Amfizemde) N/B N/B/? Obstrüktif Patolojiler Ekspiryum sırasında hava yollarında daralma ve FEV1/FVC oranının beklenen değerin 5. persentilinin altında olması ile tanımlanmaktadır (7). Ükemiz koşullarında beklenen değerin 5. persentilini kullanmak mümkün olmadığından obstrüksiyon kriteri olarak FEV1/FVC oranının %70’in altında olması kriteri kullanılmaktadır. Küçük hava yollarındaki hava yolu obstrüksiyonu spirogramın başlangıç kısmını genellikle etkilemezken son kısmında ekspiratuar akımda yavaşlama ile kendini gösterir ve akım volüm eğrisinde konkavlaşmaya neden olur (8, 13-15). FEF%75 veya FEF%25-75 değerlerinde FEV1’den daha fazla düşme izlenmektedir. Ancak bu değerlerdeki düşme her hastada küçük hava yolu hastalığını göstermez (16). Hava yolu hastalığı ilerledikçe santral hava yollarının da etkilenmesiyle FEV1 değeri VC’ye göre belirgin şekilde düşer. FEV1 ve FVC değerlerinin düştüğü, FEV1/FVC oranının normal olduğu solunum fonksiyon testlerine özel ilgi göstermek gerekir. Bu durum hastanın inhalasyon veya ekshalasyon kısmını tamamlayamadığını veya akımın yavaş olup ekshalasyonun uzun yapılamadığını gösterebilir. Yavaş VC ya da inspiratuvar VC ölçümü ve FEV1/VC ya da FEV1/IVC oranının dikkate alınması daha doğru sonuçlar verebilmektedir. Ancak ülkemiz koşullarında hasta yükü göz önüne alındığında yavaş VC ya da IVC ölçümlerini her hasta yapmak zaman açısından mümkün olmayabilir. Bu durumun diğer olası açıklaması ekshalasyon sırasında küçük hava yollarının yamasal kollapsı olabilir (3,17-20). Bu durumda TLC normal, RV artmış olarak izlenir. İnhale bronkodilatör verildikten sonra yapılan testte FEV1, FVC veya ikisinde birden anlamlı düzelmenin olması reversible hava yolu obstrüksiyonunu gösterir. Obstrüksiyonun tanımlanmasında akciğer volümlerinin ölçülmesi şart değildir. Ancak altta yatan hastalığın aydınlatılmasında bu tetkikler yardımcıdır. Örnek olarak, TLC, RV veya RV/TLC oranının üst sınırların üzerinde olması amfizem varlığını ve hiperinflasyonu gösterebilir. SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ 311 KOAH’lı hastalarda havayolu kısıtlanması sonucu ekspiryumun uzaması, FVC manevrası sırasında hastanın zorlanmasına ve senkopa neden olabilceği belirtilmektedir. Bu nedenle FEV1/FVC yerine bu hastalarda FEV1/FEV6 değerinin kullanılması gündeme getirilmiştir. Ancak 6. saniyede FVC manevrasının sonlandırılması ekspiryumda akciğerlerden tüm hava dışarı atılmadan manevranın sonlanmasına neden olacaktır. Bu durumda FEV1/FEV6 değeri FEV1/FVC’den daha yüksek çıkacaktır. Bu durum özellikle gençlerde ve hafif KOAH’lılarda tanı sının atlanmasına neden olabilecektir. Restriktif Patolojiler TLC’de beklenen değerin 5. persentilinin altına düşmesi ve FEV1/VC oranının normal olması durumu restriktif ventilatuar bozukluk olarak tanımlamaktadır. VC azaldığında, FEV1/VC arttığında (>%85-90) ve akım volüm eğrisi konveks görünümde olduğunda restriktif ventilatuar bozukluk akla gelmelidir (7,8). Azalmış VC, normal veya hafif artmış FEV1/VC paterni maksimumun altında kalan respiratuar çabada ve/veya yamalı periferik hava yolu obstrüksiyonunda da görülebildiğinden dolayı azalmış VC tek başına restriktif ventilatuar bozukluğa işaret etmez. Tek soluk yöntemiyle bakılan TLC sonuçları da restriksiyon demek için yetersizdir (21). Ağır hava akımı obstrüksiyonu varlığında TLC gerçek değerinden düşük ölçülür. Dolayısıyla solunum fonksiyon testi bozukluğunun tipi yanlış sınıflandırılabilir (21,22). Restriktif patolojilerde TLC, VC, IC, FRC, RV düşerler. Nöromüsküler hastalıklarda solunum kaslarının tutulması halinde ekspiryumun zamanından önce sonlanması nedeni ile giderek RV artışı ortaya çıkar. Bu nedenle diğer hacimler düşükken izole RV artışında hava hapsinin yanı sıra nöromüsküler hastalıklarıda akılda tutmak gerekir. FVC’nin obstrüktif ve restriktif hastalıklarda düşebilir. Bu nedenle FEV1/FVC değeri düşük olan hastalarda, FVC düşüklüğünün sadece obstrüksiyona mı yoksa obstrüksiyona eşlik eden restriksiyona mı (mikst patoloji) bağlı olup olmadığına karar vermek için TLC’ye bakılması gereklidir. Bu durumda hastada FEV1/FVC düşüklüğüne TLC’de düşme eşlik ediyorsa mikst patoloji, TLC’de artma eşlik ediyorsa obstrüksiyon düşünülmelidir. Obeziteye bağlı restriktif patolojilerde TLC, VC, IC, FRC, RV’in düşer, özellikle diyaframın obeziteye bağlı upward konumunun etkisi ile ERV’de düşme daha belirgindir. Bu hastalarda obezite hipoventilasyon gelişmediği sürece gaz değişimini yansıtan DLCO ölçüm sonuçları normaldir. Mikst Patolojiler Obstrüktif ve restriktif ventilatuar bozuklukların bir arada bulunması durumudur. FEV1/VC oranı ve TLC değerlerinin beklenenin 5. persentilinin altında olması olarak tanımlanır. VC’nin obstrüksiyon ve restriksiyonda azaldığı göz önünde 312 SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ bulundurulursa FEV1 ve VC ölçümleri obstrüksiyonu olan bir hastada restriksiyonun eşlik edip etmediğini göstermede yetersiz kalmaktadır. Eğer FEV1/VC oranı düşük, VC değeri normalin alt sınırından da düşük ve TLC değerlendirilemiyorsa hiperinflasyon durumundan bahsedilebilir ancak restriktif patolojinin varlığı dışlanamaz (23). FEV1/VC oranı düşükken VC değerinin normal olması durumunda restriktif ventilatuar bozukluk dışlanabilir (24,25). 2005 uzlaşısında FEV1/FVC oranı yerine FEV1/VC oranının kullanılması, bu oranın fiks 0.7 yerine 5. persentilin altı olarak alınması önerilmektedir (7). FVC değerinin akım ve volüme daha fazla bağımlı olması nedeniyle FEV1/VC oranı obstrüksiyonu daha net tanımlayabilme avantajına sahiptir (26). Daha önce sigara hikayesi veya zararlı partikül-gaz maruziyeti olmayan yaşlılarda ventilatuar bozukluğun olduğundan fazla tahmininin engellenmesi 5. persentilin kullanılması ile sağlanmaktadır (27, 28). Klinik pratikte major solunum fonksiyon testi parametrelerinin 5. persentil değerlerinin altında olması kullanılabilir. Basit bir yaklaşım olsa da normalin alt ve üst sınırlarına yakın seyreden değerler varlığında bu yaklaşım fonksiyonel durumun yorumlanmasında yetersiz kalabilir. Uzlaşı raporunda bu durumlarda bronkodilatör yanıt, difüzyon testi, gaz değişiminin değerlendirilmesi, solunum kas gücünün ölçülmesi ve egzersiz testi gibi ek çalışmaların yapılması gerekliliği belirtilmiştir (7). Klinik pratikte akciğer fonksiyonlarının değerlendirilmesi için uzlaşı raporunda basitleştirilmiş algoritma önerilmektedir (Şekil 1) (7). FEV1/VC oranı ve VC ilk önce dikkate alınması gereken parametrelerdir. TLC ve VC normalin alt sınırının altında olduğu zaman restriktif ventilatuar bozukluğun ayırt edilmesi gereklidir (7,8). Algoritma aynı zamanda difüzyon testlerinin ölçülmesini de içermektedir. Günümüzde havayolu fonksiyonlarının SFT ile değerlendirilmesinde beklenen değerlerin yüzdesi yerine normalin alt sınır değerinin kullanılması önerilmektedir (7,9). Ancak, ülkemiz popülasyonunu yansıtan referans değerleri olmadığı için ve mevcut cihazlardaki sistemlerde bu değer hesaplanmadığı için normalin alt sınırı değerlerini kullanmak mümkün olmamaktadır. Bu nedenle, günlük pratikte kullanım için FEV1/VC oranı %70, VC, TLC ve DLCO değerleri içinde %80 alt sınır olarak kabul edildiğinde algoritma Şekil 2’deki gibi düzenlenebilir. Maksimal istemli ventilasyon (MVV) pulmoner patolojilerin tanısı ve takibinde diğer solunum fonksiyon testi parametreleri kadar sık kullanılmamaktadır (29). Ancak MVV klinik pratikte yardımcı olabilir. Özellikle, nöromüskuler hastalıklarda ve üst hava yolu obstrüksiyonu durumunda FEV1’e göre MVV ‘de oransız beklenenden fazla düşme izlenmektedir (8,30-32). Bunlara ek olarak MVV maksimum egzersiz sırasında solunum rezervinin tahmininde de kullanılmaktadır (33). Uzlaşı raporunda yazarlar MVV değerlerinin de ölçülmesini önermektedirler (7). SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Evet VC≥NAS FEV1/VC ≥ NAS Hayır Evet Hayır VC≥NAS Hayır Evet Evet TLC≥NAS TLC≥NAS Hayır Evet RESTRİKSİYON NORMAL DLCO≥NAS Evet OBSTRÜKSİYON DLCO≥NAS Hayır NORMAL 313 İntertisyel akciğer hst Hayır Evet Hayır Göğüs duvarı Nöromüsküler MİKST DLCO≥NAS Evet Pulmoner vasküler hst Hayır Astım Kronik bronşit Amfizem NAS: Normalin alt sınırı Şekil 1. Tanı algoritması (7) Evet VC≥%80 Hayır FEV1/VC ≥ 70 Evet Hayır VC≥%80 Hayır Evet Evet TLC≥%80 TLC≥%80 Hayır Evet NORMAL RESTRİKSİYON DLCO≥%80 Evet NORMAL OBSTRÜKSİYON DLCO≥%80 Hayır Pulmoner vasküler hst Şekil 2. Tanı algoritması Evet Göğüs duvarı Nöromüsküler Hayır MİKST DLCO≥%80 Hayır İntertisyel akciğer hst Evet Astım Kronik bronşit Hayır Amfizem 314 SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Tablo 2. FEV1 değerine göre spirometrik obstrüktif anormalliğin derecelendirilmesi (7) Ağırlık derecelendirilmesi FEV1 % beklenen Hafif >70 Orta 60-69 Orta ağır 50-59 Ağır 35-49 Çok ağır <35 Ağırlık Sınıflandırılması Beklenen FEV1 değerleri obstrüktif, restriktif ve mikst pulmoner patolojileri olan hastalarda ağırlık sınıflandırması için sık kullanılan bir parametredir (Tablo 2). SFT değerlendirmelerinde havayolu işlev yetersizliğini derecelendirirken bu sınıflama kullanılarak rapor yazılması önerilmektedir (7). Ancak trakeal stenoz gibi üst hava yolu obstrüksiyonu varlığında FEV1 Restriksiyon TLC (%) değerleri hafif derecede düşmüş olaNormal >Normalin alt sınırı rak izlenirken aslında obstrüksiyon Hafif >65 ve <Normalin alt sınırı hayatı tehdit edici boyuttadır. FEV1 ve Orta 51-65 FVC değerleri özellikle çok ağır düzeyİleri ≤50 de olan ventilatuar bozuklukları aydınlatmada yetersiz kalabilir. Bu parametreler özellikle tidal solunumun akım kısıtlılığını gösteremez (34-44). FEV1/VC oranı obstrüktif hastalıkların ağırlığını tespit etmek için kullanılmamalıdır. Hava akımı obstrüksiyonu arttıkça akciğer elastik rekoilin azalması ve/veya dinamik mekanizmalar nedeniyle FRC, RV, TLC ve RV/TLC değerleri artma eğilimi gösterir (8,15,45,46). Hiperinflasyonun derecesi hava yolu obstrüksiyonunun ağırlığı ile paralellik göstermektedir (24). Spirometrik bozukluk ile hastanın şikayetleri arasında uyumsuzluk olduğu düşünüldüğünde hiperinflasyon ve ekspiratuar akım kısıtlılığın varlığı akciğer fonksiyon bozukluğunun derecelendirilmesinde kullanılabilir. RV özellikle akciğer hacim azaltıcı cerrahi sonrasında akciğer fonksiyonlarındaki düzelme eğilimini göstermek için faydalı olabilir (46). TLC % değerlerine göre restriksiyonun derecelendirilmesi Tablo 3’de gösterilmiştir. Tablo 3. Restriksiyonun Derecelendirilmesi BRONKODİLATÖR YANITIN DEĞERLENDİRİLMESİ Bronkodilatör test sonucunun değerlendirilmesindeki ilk basamak anlamlı değişiklik olup olmadığına bakılmasıdır. FEV1 ve/veya FVC değerlerindeki değişikliğin, beklenen değerlerin yüzdesi olarak ifade etmenin bazal değerden değişikliğin yüzdesi olarak belirtmeye göre avantajları vardır (47). Bazal değerden değişikliğin yüzdesi kullanılırken FEV1 ve/veya FVC değerlerinde %12-15 artış anlamlı kabul edilmelidir. %8’den az (veya <150 mL) artış ölçüm değişkenliği olarak değerlendirilmelidir (47,48). Uzlaşı raporunda pozitif bronkodilatör yanıt demek için FEV1 ve/veya FVC’de bazal değerden değişikliğin yüzdesi ve mutlak değerlerin kullanılması önerilmektedir. Bazal değere göre 200 mL ve %12 artış anlamlı bronkodilatasyonu göstermektedir. FEV1 değerindeki değişikliğin anlamlı SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ 315 olmaması durumunda, akciğer hiperinflasyonunda azalma anlamlı yanıtı gösterebilir (43). Bronkodilatör test yanıtının anlamlı olmaması bronkodilatör tedaviden hastanın fayda görmeyeceği anlamını taşımaz. SANTRAL VE ÜST HAVA YOLU OBSTRÜKSİYONU Santral hava yolu obstrüksiyonu ve üst hava yolu obstrüksiyonu ekstratorasik (farinks, larinks ve trakeanın ekstratorasik kısmı) ve intratorasik (intratorasik trakea ve ana bronş) yerleşimli olabilir. Bu durum FEV1 ve/veya VC değerlerinde azalmaya neden olmaz ancak PEF değerleri etkilenmektedir. Dolayısıyla, FEV1/ PEF oranının artmış olması klinisyenleri inspiratuar ve ekspiratuar akım volüm halkalarının değerlendirilmesi konusunda uyarmalıdır (49, 50). FEV1/PEF oranının 8’in üzerinde olması santral veya üst hava yolu obstrüksiyonunun olabileceğini önermektedir (51). Başlangıç eforunun az olması da bu oranı etkilemektedir. Santral ve üst hava yolu obstrüksiyonunun varlığını değerlendirmek için en az üç kere zorlu inspiratuar ve ekspiratuar akım volüm eğrilerinin elde edilmesi gereklidir. Hastanın inspiratuar ve ekspiratuar eforunun maksimal olması gerekmektedir. Eğer üst hava yolu obstrüksiyonundan klinik ve spirometrik olarak şüpheleniliyorsa solunum fonksiyon testini yaptıran teknisyen maksimal PEF ve zorlu inspiratuar manevralarını elde etmek için özen göstermelidir. İntratorasik ve ekstratorasik santral veya üst hava yolu obstrüksiyonu nasıl ayırt edilir? Zorlu inpiratuar akım halkası normalken, zorlu ekspirauar akım halkasında plato görünümü değişken intratorasik santral veya üst hava yolu obstrüksiyonunda izlenir. Zorlu ekspiratuar akım halkası normalken, zorlu inspiratuar akım halkasında plato görünümü değişken ekstratorasik santral veya üst hava yolu obstrüksiyonu varlığında ortaya çıkar. Zorlu inspiratuar ve ekspiratuar akım halkasında plato görünümü fiks santral veya üst hava yolu obstrüksiyonunun göstergesidir (trakeal stenoz veya larinks paralizisi) (Şekil 3). Nöromüsküler hastalıklarda faringeal kas tutulumu nedeniyle testere dişi görünümü olabilir (Şekil 4). İnspiratuar ve ekspiratuar akım volüm halkaları klinisyenleri santral veya üst hava yolu obstruksiyonu olabileceği konusunda uyarsa da görüntüleme yöntemleri ve/ veya endoskopik yöntemlerle santral ve üst hava yolu obstrüksiyonu varlığı doğrulanmalıdır. DİFÜZYON TESTLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Difüzyon testlerinin spirometre ile beraber değerlendirilmesi altta yatan hastalığın tanısını kolaylaştıracaktır. Difüzyon kapasitesindeki azalmanın derecelendirilmesi Tablo 4’te gösterilmiştir. 316 SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Değişken ekstratorasik yukarı havayolu obstrüksiyonu Fiks yukarı havayolu obstrüksiyonu 12 10 12 10 8 6 4 2 0 -2 -4 -6 -8 8 6 4 2 0 -2 -4 -6 -8 8 6 4 2 0 -2 -4 -6 -8 0 1 2 3 4 5 6 Volume L PEF FIF50 FIF50/FEF50 Flow L.s-1 12 10 Flow L.s-1 Flow L.s-1 Değişken intratorasik yukarı havayolu obstrüksiyonu 0 1 2 3 4 5 6 0 1 2 3 4 5 6 Volume L Azalmış Normal veya azalmış >1 Volume L Normal veya azalmış Azalmış <1 Azalmış Azalmış 1 ˜ Şekil 3. Ekstratorasik ve intratorasik santral ve üst hava yolu obstrüksiyonu örnekleri (7) VEmaks TLC Volume RV Vımaks Şekil 4. Zorlu inpiratuar ve ekspiratuar akım halkasında testere dişi görünümü Tablo 4. Difüzyon kapasitesindeki azalmanın derecelendirilmesi (7) Difüzyon düzeyi bozukluğu DLCO % beklenen Hafif >%60 ve <Normalin alt sınırı Orta %40-60 Ağır <40 Normal spirometre ve akciğer hacimleri, azalmış difüzyon kapasitesi ile birlikteliği anemi, pulmoner vasküler hastalıklar, erken interstisyel akciğer hastalıkları veya erken amfizemde izelenebilir. Restriksiyon varlığında normal difüzyon kapasitesi göğüs duvarı veya nöromüsküler hastalıklarda görülürken, azalmış difüzyon kapasitesi interstisyel akciğer hastalıklarını düşündürür. Hava akımı obstrüksiyonu varlığında azalmış difüzyon kapasitesi amfizem ve lenfanjiomatozis durumlarında görülebilir (51,52). İnterstisyel akciğer hastalıkları, sarkoidoz ve pulmoner fibroziste difüzyon kapasitesi azalır. Difüzyon kapasitesinde azalma, kronik pulmoner tromboembo- SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ 317 lizm, primer pulmoner hipertansiyon, ve diğer pulmoner vasküler hastalıklarda izlenebilir. Astım, obesite ve intrapulmoner hemoraji durumlarında DLCO artar (53-55). Hemoglobin ve karboksihemoglobin değişikliklerine göre DLCO düzeltmesi özellikle olası ilaç toksisitesi için monitorize edilen hastalarda ve hemoglobin düzeylerinin değişkenlik gösterdiği hastalarda önemlidir. Akciğer volümleri kullanılarak DLCO düzeltmeleri yapıldığında, parankim ve ekstraparankim kaynaklı anormallikleri ayırt edilebilir. Ancak DLCO ile VA arasındaki ilişkinin lineer olmadığı ve DLCO/VA oranına bakılarak her zaman güvenilir ayırıcı tanı yapılamayacağı ve DLCO, VA değerlerinin ayrı ayrı değerlendirmeye alınması gerektiği hatırlanmalıdır (56). Literatürde farklı değerlendirmeler görülebilirse de bu konuda genel yaklaşım; DLCO/VA yüksek, DLCO düşük olması durumunda pnömonektomi veya göğüs duvarı restriksiyonu gibi ekstraparankim anormallikleri düşünülürken, DLCO ve DLCO/VA düşük izlendiğinde parankim patolojileri düşünülür. AKCİĞER FONKSİYONLARINDAKİ DEĞİŞİMİN YORUMLANMASI Hastaların akciğer fonksiyonlarındaki değişikliğin takibinin değerlendirilmesi beklenen değerlerle tek bir sefer karşılaştırılmasından daha değerlidir. Ancak spirometredeki değişikliğin akciğer fonksiyonlarındaki değişikliği mi yoksa test değişkenliğini mi yansıttığını ayırt etmek çok zordur. Kısa dönem değişkenliği ifade etmek için optimal metod tekrarlanabilirlik katsayısının hesaplanmasıdır (57). Tekrarlanabilirlik katsayısının dışındaki değerler anlamlı kabul edilebilir. Tekrarlanabilirlik katsayısı mutlak değer (FEV1 için 0.33 litre veya DLCO için 5 ünite) veya ortalama değerin yüzdesi (FEV1 için %11 gibi) olarak ifade edilebilir (58,59). Değişiklik takibinde FEV1’in kullanılması en çok tekrarlanan ve tüm ventilatuar bozukluklarda değerlendirilen parametre olması nedeniyle avantajlıdır. FEV1’de 200 mL ve %12’nin üzerindeki artış genellikle istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmektedir. KOAH ve interstisyel akciğer hastalıklarında VC, IC, TLC ve DLCO değerlerinin takibi de yapılabilir. FEV1 değerlerinde artış olmamasına rağmen VC, FVC ve DLCO gibi parametrelerdeki değişikler klinik olarak anlamlı olabilir. Ancak akciğer fonksiyonlarındaki birçok parametrenin takipte kullanılması değişikliklerin yanlış pozitif olarak değerlendirilmesine yol açabilir. Klinik değerlendirme sadece testlerdeki tekrarlanabilirlik katsayısına göre yapılmamalı, hastaların klinik durumları da göz önünde bulundurulmalıdır. Özetle; solunum fonksiyon testleri değerlendirilirken dikkat edilmesi önerilebilecek bazı temel noktalar şunlardır; 1. Kırk yaş üstü erkek ve 50 yaş üstü kadınlarda FEV1/FVC< %70 olan hastalarda yaş faktörünü ve hastanın semptomlarını göz önüne almadan obstrüksiyon düşünerek tanı koymak ve tedavi vermek yanlış KOAH tanısı konulmasına ve gereksiz tedavi verilmesine yol açabilir. 318 SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ 2. SFT değerlendirmesi yaparken hastanın cinsiyet, boy ve kilosuna bakmadan, akım volüm halkasına bakmadan doğruca parametreleri değerlendirmeye başlamak, obezite ve üst havayolu obstrüksiyonu gibi bazı durumların başta fark edilmesine engel olabilir. 3. FVC ya da VC düşüklüğü saptanan bir olguda bu değişikliklerin hem restriktif hem obstrüktif patolojilerde olabileceği unutulmamalıdır. Ayrım için TLC’ye bakılması yeterli olacaktır. Restriktif patolojilerde TLC’de düşüş, obstrüktif patolojilerde ise hiperinflasyona bağlı olarak artış beklenir. 4. SFT’de obstrüksiyon tanısı konulan hastalarda, hasta ilk kez değerlendiriliyorsa bronkodilatör yanıtına mutlaka bakılmalıdır. Reverzıbl havayolu obstrüksiyonunun gösterilebilmesi ve klinik tanının desteklenebilmesi için önerilmektedir. 5. Akımlarda patoloji saptanan hastada akciğer volümleri ve difüzyon kapasiteside çalışılırsa SFT ile daha detaylı klinik tanı konulabilir. 6. Dispne semptomu olan hastalarda, akımlar ve volümler normal saptansa bile, difüzyon kapasitesi ölçümü yapılmalıdır. Difüzyon kapasitesinde izole düşüklük görüldüğü takdirde, pulmoner hipertansiyon için ön fikir verici olacak ve ileri tetkiklerin yapılması konusunda uyarıcı olacaktır. KAYNAKLAR 1. American Thoracic Society. Lung Function Testing: Selection of Reference Values and Interpretative Strategies. Am Rev Respir Dis 1991; 144: 1202-18. 2. Stocks J, Quanjer PH. Reference values for residual volume, functional residual capacity and total lung capacity. Eur Respir J 1995; 8: 492-506. 3. Quanjer PH, Tammeling GJ, Cotes JE, et al. Lung volumes and forced ventilatory flows. Report Working Party Standardization of Lung Function Tests, European Community for Steel and Coal. Official Statement of the European Respiratory Society. Eur Respir J 1993;6: Suppl. 16, 5-40. 4. Miller MR, Crapo R, Hankinson J, et al. General considerations for lung function testing. Eur Respir J 2005; 26: 153-61. 5. Aggarwal AN, Gupta D, Jindal SK. Interpreting spirometric data: impact of substitution of arm span for standing height in adults from North India. Chest 1999; 115: 557-62. 6. Parker JM, Dillard TA, Phillips YY. Arm span-height relationships in patients referred for spirometry. Am J Respir Crit Care Med 1996; 154: 533-6. 7. Pellegrino R, Viegi G, Brusasco V, et al. Interpretative strategies for lung function tests. Eur Respir J 2005; 26: 948-68. 8. Cotes JE, Chinn DJ, Miller MR. Lung Function: physiology, measurement and application in medicine. Sixth edition. Oxford: Blackwell Publishing, 2006: 539-59. 9. Hansen JE. Lower limit of normal is better than 70% or 80%. Chest. 2011; 139:6-8. 10. Korotzer B, Ong S, Hansen JE. Ethnic differences in pulmonary function in healthy nonsmoking Asian-Americans and European-Americans. Am J Respir Crit Care Med 2000; 161: 1101-8. SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ 319 11. Sharp DS, Enright PL, Chiu D, et al. Reference values for pulmonary function tests of Japanese-American men aged 71-90 years. Am J Respir Crit Care Med 1996; 153: 805-11. 12. Hankinson JL, Odencratz JR, Fedan KB. Spirometric reference values from a sample of the general US population. Am J Respir Crit Care Med 1999; 159: 179-87. 13. Hardie JA, Buist AS, Vollmer WM, et al. Risk of over-diagnosis of COPD in asymptomatic elderly never-smokers. Eur Respir J 2002; 20: 1117-22. 14. Bates DV. Respiratory Function in Disease. 3rd edn. Philadelphia, WB Saunders, 1989. 15. Wilson AF. Pulmonary Function Testing, Indications and Interpretations. Orlando, Grune & Stratton, 1985. 16. Pride NB, Macklem PT. Lung mechanics in disease. In: Macklem PT, Mead J, eds. Handbook of Physiology. The Respiratory System. Mechanics of Breathing. Section 3, Vol. III, part 2. Bethesda, American Physiological Society, 1986; pp 659-92. 17. Flenley DC. Chronic obstructive pulmonary disease. Dis Mon 1988; 34: 537-99. 18. Olive JT, Hyatt RE. Maximal expiratory flow and total respiratory resistance during induced bronchoconstriction in asthmatic subjects. Am Rev Respir Dis 1972; 106: 366-76. 19. Hyatt RE, Okeson GC, Rodarte JR. Influence of expiratory flow limitation on the pattern of lung emptying in man. J Appl Physiol 1973; 35: 411-9. 20. Rodarte JR, Hyatt RE, Cortese DA. Influence of expiratory flow on closing capacity at low expiratory flow rates. J Appl Physiol 1975; 39: 60-5. 21. Guerry-Force ML, Müller NL, Wright JL, et al. A comparison of bronchitis obliterans with organizing pneumonia, usual interstitial pneumonia, and small airways disease. Am Rev Respir Dis 1987; 135: 705-12. 22. Rodenstein DO, Stanescu DC. Reassessment of lung volume measurement by helium dilution and body plethysmography in COPD. Am Rev Respir Dis 1983; 128: 54-9. 23. Ferris BG. Epidemiology standardization project (American Thoracic Society). Am Rev Respir Dis 1978; 118: 1-120. 24. Dykstra BJ, Scanlon PD, Kester MM, et al. Lung volumes in 4774 patients with obstructive lung disease. Chest 1999; 115: 68-74. 25. Aaron SD, Dales RE, Cardinal P. How accurate is spirometry at predicting restrictive impairment. Chest 1999; 115: 869-73. 26. Glady CA, Aaron SD, Lunau M, et al. A spirometry-based algorithm to direct lung function testing in the pulmonary function laboratory. Chest 2003; 123: 1939-46. 27. Brusasco V, Pellegrino R, Rodarte JR. Vital capacities in acute and chronic airway obstruction. Dependence on flow and volume histories. Eur Respir J 1997; 10: 1316-20. 28. Celli BR, Halbert RJ, Isonaka S, Schau B. Population impact of different definition of airway obstruction. Eur Respir J 2003; 22: 268-73. 29. Anthonisen NR. Tests of mechanical function. In: Macklem PT, Mead J, eds. Handbook of Physiology. The Respiratory System. Mechanics of breathing. Section 3, Vol. III, part 2. Bethesda, American Physiological Society, 1986; pp. 753-84. 30. Braun NMT, Arora NS, Rochester DF. Respiratory muscle and pulmonary function in polymyositis and other proximal myopathies. Thorax 1983; 38: 616-23. 31. Serisier DE, Mastaglia FL, Gibson GJ. Respiratory muscle function and ventilatory control, I in patients with motor neurone disease, II in patients with myotonic dystrophy. Q J Med 1982; 51: 205-26. 320 SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ 32. Engstrom H, Grimby G, Soderholm B. Dynamic spirometry in patients with tracheal stenosis. Acta Med Scand 1964; 176: 329-34. 33. Wasserman K, Hansen JE, Sue DY, Whipp BJ. Principles of Exercise Testing and Interpretation. Philadephia, Lea & Fabiger, 1987; pp. 72-86. 34. Ferguson MK, Little L, Rizzo L, et al. Diffusing capacity predicts morbidity and mortality after pulmonary resection. J Thorac Cardiovasc Surg 1988; 96: 894-900. 35. Black LF, Hyatt RE. Maximal static respiratory pressures in generalized neuromuscular disease. Am Rev Respir Dis 1971; 103: 641-50. 36. Fairshter RD. Airway hysteresis in normal subjects and individuals with chronic airflow obstruction. J Appl Physiol 1985; 58: 1505-10. 37. Zamel N, Hughes D, Levison H, et al. Partial and complete maximum expiratory flowvolume curves in asthmatic patients with spontaneous bronchospasm. Chest 1983; 83: 35-9. 38. Burns CB, Taylor WR, Ingram RH Jr. Effects of deep inhalation in asthma: relative airway and parenchymal hysteresis. J Appl Physiol 1985; 59: 1590-6. 39. Brusasco V, Pellegrino R, Violante B, Crimi E. Relationship between quasi-static pulmonary hysteresis and maximal airway narrowing in humans. J Appl Physiol 1992; 72: 2075-80. 40. Pellegrino R, Wilson O, Jenouri G, Rodarte JR. Lung mechanics during bronchoconstriction. J Appl Physiol 1996; 81: 964-75. 41. Koulouris NG, Valta P, Lavoie A, et al. A simple method to detect expiratory flow limitation during spontaneous breathing. Eur Respir J 1995; 8: 306-13. 42. Eltayara L, Becklake MR, Volta CA, Milic-Emili J. Relationship between chronic dyspnea and expiratory flow limitation in patients with chronic obstructive pulmonary disease. Am J Respir Crit Care Med 1996; 154: 1726-34. 43. Pellegrino R, Rodarte JR, Brusasco V. Assessing the reversibility of airway obstruction. Chest 1998; 114: 1607-12. 44. Pellegrino R, Brusasco V. Lung hyperinflation and flow limitation in chronic airway obstruction. Eur Respir J 1997; 10: 543-9. 45. Pellegrino R, Brusasco V. On the causes of lung hyperinflation during bronchoconstriction. Review. Eur Respir J 1997; 10: 468-75. 46. Fessler HE, Scharf SM, Permutt S. Improvement in spirometry following lung volume reduction surgery. Application of a physiological model. Am J Respir Crit Care Med 2002; 165: 34-40. 47. Brand PL, Quanjer PhH, Postma DS, et al. Interpretation of bronchodilator response in patients with obstructive airways disease. Thorax 1992; 47: 429-36. 48. Guyatt GH, Townsend M, Nogradi S, et al. Acute response to bronchodilator, an imperfect guide for bronchodilator therapy in chronic airflow limitation. Arch Intern Med 1988; 148: 1949-52. 49. Empey DW. Assessment of upper airways obstruction. BMJ 1972; 3: 503-5. 50. Miller MR, Pincock AC, Oates GD, et al. Upper airway obstruction due to goitre: detection, prevalence and results of surgical management. Q J Med 1990; 74: 177-88. 51. McLean A, Warren PM, Gillooly M, et al. Microscopic and macroscopic measurements of emphysema: relation to carbon monoxide gas transfer. Thorax 1992; 47: 144-9. SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ 321 52. Kitaichi M, Nishimura K, Itoh H, Izumi T. Pulmonary lymphangioleiomyomatosis: a report of 46 patients including a clinicopathologic study of prognostic factors. Am J Respir Crit Care Med 1995; 151: 527-33. 53. Collard P, Njinou B, Nejadnik B, et al. DLCO in stable asthma. Chest 1994; 105: 1426-9. 54. Collard P, Wilputte JY, Aubert G, et al. The DLCO in obstructive sleep apnea and obesity. Chest 1996; 110: 1189-93. 55. Greening AP, Hughes JMB. Serial estimations of DLCO in intrapulmonary hemorrhage. Clin Sci 1981; 60: 507-12. 56. Hughes JM, Pride NB. In defence of the carbon monoxide transfer coefficient KCO (TL/ Va). Eur Respir J 2001; 17: 168-74. 57. Bland M. Repeatability and precision in measurement. An Introduction to Medical Statistics. Oxford Medical Publications, 1987; pp. 276-8. 58. Robson AG, Innes JA. Short-term variability of single-breath carbon monoxide transfer factor. Thorax 2001; 56: 358-61. 59. Spencer DA, Marshall T, Weller PH, Williams J. A superior method of assessing the reproducibility of pulmonary function measurements. Am Rev Respir Dis 1992; 145: A253. OLGU ÖRNEKLERİ Doç. Dr. Gaye ULUBAY OLGU 1 Bir haftadır nefes darlığı ve öksürük nedeni ile başvuran 82 yaşında erkek hastanın SFT sonucu aşağıda görülmektedir. Sigara öyküsü yok, fizik muayenede solunum sistemi doğal olarak değerlendirildi. Eşlik eden hastalığı; hipertansiyon. SFT’de akım volüm halkasının ekspiryum kolunda hafif çökme izleniyor, FEV1/ FVC oranı: %69, FEV1: %85, FVC: %90, TLC: %97 (hiperinflasyonu yok), reverzibilitesi negatif. Bu bulgular ile hastanın SFT değerleri yaşı göz önünde bulundurularak normal olarak değerlendirildi. Değerlendirme: Normal spirometrik değerler. Yaş: 82 Boy(cm): 168 Kilo(kg): 93.0 Standart Spirometri Ref FVC FEV1 FEV1/FVC FEF25-75% FEF50% FEF75-85% FEF200-1200 PEF PIF MVV FIF50% FEF/FIF50 Liters Liters % L/sec L/sec L/sec L/sec L/sec L/sec L/min L/sec 3.20 2.35 72 2.43 3.48 6.94 Pre Pre Meas %Ref 2.88 90 1.99 85 69 1.11 46 1.73 50 0.16 3.4 6.84 99 4.40 4.38 0.40 Cinsiyet: M Post Post Meas %Chg 2.77 -4 2.00 0 72 1.20 8 2.06 19 0.16 -3 3.89 13 6.17 -10 2.99 -32 2.79 0.74 Liters Liters Liters Liters Liters Liters % Ref Pre Meas Pre %Ref 6.34 3.30 6.18 2.88 1.87 4.31 0.71 3.31 53 97 87 3.58 2.77 46 16 12 8 4 0 -4 Akciğer Volümleri TLC VC IC FRC N2 ERV RV RV/TLC -36 87 Flow 120 119 322 -8 -12 -2 0 2 4 Volume 6 8 323 OLGU ÖRNEKLERİ OLGU 2 Optimal olmayan test sonuçları örneği; hasta ekspiryum manevrasını 6 sn’ye tamamlamamış ve ekspiryum sırasında nefesini tutmuş ya da ağız kenarlarını açmış ve sistemden kaçağa neden olmuş. Bu nedenle ekspiryum halkası çentikli ve son kısmı kesintili görünmekte. Kabul edilebilirlik kriterlerine uygun olmayan bir manevra. Yaş: 56 Boy(cm): 163 Kilo(kg): 81.0 Cinsiyet: Female Flow Flow 16 Standart Spirometri Ref FVC FEV1 FEV1/FVC FEF25-75% IsoFEF25-75% FEF75-85% FEF25% FEF50% FEF75% Liters Liters % L/sec L/sec L/sec L/sec L/sec L/min Pre Pre Meas % Ref 3.11 108 2.84 117 (91) 3.44 113 3.44 2.11 5.70 105 4.24 113 (2.70) (190) 2.87 2.44 78 3.05 5.45 7.75 1.42 12 8 4 0 -4 -8 -12 -2 0 2 4 Volume 6 8 OLGU 3 Otuz beş yaşında bayan hasta nefes darlığı ve göğsünde hırıltı şikayeti ile geldi. Fizik incelemede ekspiryumu uzun olarak değerlendirildi. SFT’de FEV1/FVC: %50, FEV1: %69, reverzibilitesi: %18 ve yaklaşık 400 mL. Bronkodilatör yanıtın pozitif olduğu orta derecede havayolu obstrüksiyonu olan astımlı hastanın SFT örneği. Yaş: 35 Boy(cm): 163 Kilo (kg): 80.0 Cinsiyet: Female Flow Standart Spirometri Ref FVC FEV1 FEV1/FVC FEF25-75% IsoFEF25-75% FEF75-85% FEF25% FEF50% FEF75% FEF200-1200 FEV3/FVC FEV1/SVC FEV1/ FEV6 FEV6 FIF50% f VC IC VE Liters Liters % L/sec L/sec L/sec L/sec L/sec L/sec L/sec % % % Liters L/sec BPM Liters Liters L/min 3.42 2.96 82 3.77 5.97 4.28 1.95 16 Pre Meas 4.07 (2.04) (50) (0.71) 0.71 0.18 (2.28) (1.03) (0.25) 2.81 74 58 3.52 4.72 3.71 Pre % Ref 119 (69) (19) (38) (24) (13) Post Post Meas % Chg (4.17) 2 2.40 18 (58) (1.06) 50 1.25 76 0.28 53 3.88 71 (1.53) 48 (0.41) 59 4.25 51 81 62 3.87 5.96 12 8 4 0 -4 -8 -12 -2 0 2 4 Volume 6 8 324 OLGU ÖRNEKLERİ OLGU 4 Otuz iki yaşında bayan hasta 1 aydır öksürük ve nefes darlığı şikayeti ile geldi. Öyküde 10p/yılı sigara kullanımı ve güvercin beslemeciliği vardı. Hastanın fizik incelesinde yaygın ronküsleri, bazallerde daha belirgin olan velcro ralleri vardı. HRCT incelemesi akut interstisyel pnömoni ile, transbronşiyal akciğer biyopsinin patolojik inceleme sonucu ise akut eozibnofilik pnömoni ile uyumluydu. Hastanın SFT incelemesinde, FEV1/FVC oranı %64, FVC: %75, TLC: %68, DLCO: %68, DLCO/VA: %117 olarak ölçüldü (orta-ağır derecede obstrüksiyon, hafif derecede restriksiyon, hafif derecede DLCO’da azalma, DLCO/VA normal). Reverzibilitesi pozitifti. Bu bulgular ile hastada akut eozinofilik pnömoni, astım düşünüldü. Yaş: 32 Boy(cm): 160 Kilo(kg): 80.0 Spirometri FVC FEV1 FEV1/FVC FEF25-75% FEF50% PEF FEF/FIF50 FEF200-1200 IsoFEF25-75 PIF Ref Liters Liters % L/sec L/se L/sec 3.37 2.92 83 3.83 4.28 6.73 L/sec L/sec L/sec Cinsiyet: Famela Pre Meas (2.52) (1.62) (64) (1.00) (1.33) (2.88) 0.65 1.99 1.00 2.22 Pre %Ref (75) (55) Pre Meas (3.23) (0.71) 22 (1.63) (2.52) 0.57 1.60 Pre %Ref (68) (50) (26) (31) (43) TLC RV RV/TLC FRC N2 VC ERV IC Liters Liters % Liters Liters Liters Liters Difüzyon DLCO DL Adj DLCO/VA DL/VA Adj VA mmol/kPa.min mmol/kPa.min DLCO/L DLCO/L Liters 4.77 1.41 30 2.62 3.34 Ref 8.8 8.8 1.84 1.84 4.77 Pre Meas (6.0) (6.1) 2.15 2.19 (2.79) Post Post Meas %Ref Post %Chg Flow 16 12 8 Akciğer Volümleri Ref Irk: Caucasian (62) (75) 4 0 -4 -8 Pre %Ref (68) (69) 117 119 (58) -12 -2 0 2 4 6 8 Volume OLGU 5 Altmış dokuz yaşında erkek hasta 8 senedir olan nefes darlığı nedeni ile geldi. 40 paket-yıl sigara kullanma öyküsü olan hastanın fizik incelemesinde siyanozu vardı, solunum sesleri bilateral azalmış ve derinden geliyordu, hasta yardımcı solunum kaslarını kullanıyordu. SFT’de akım volüm halkasının ekspiryum kolunda hava yollarının erken kapanmasını işaret eder şekilde hızlı bir düşüş görülmekteydi. FEV1/ FVC ve FEV1 değeri düşüktü, TLC hiperinflasyon ile uyumlu olarak %120’nin üzerindeydi. Difüzyon kapasitesinde hafif derecede azalma vardı, DLCO/VA oranı ise düşüktü, sonuçlar amfizem ile uyumluydu (amfizemde distal havayollarının fibrozis olmaksızın destrüksiyonu sonucu hava hapsi oluşur ve VA normal ya da yüksektir, OLGU ÖRNEKLERİ 325 alveolo kapiller membranın işlevinin bozulması sonucu DLCO düşer. Sonuçta DLCO ve DLCO/VA azalır). Yaş: 69 Boy(cm): 161 Kilo(kg): 51.0 Ref Standart Spirometri FVC FEV1 FEV1/FVC FEF25-75% FEF50% PEF FEF/FIF50 FEF200-1200 IsoFEF25-75 PIF Liters Liters % L/sec L/sec L/sec 3.14 2.43 75 2.86 3.61 7.07 L/sec L/sec L/sec Cinsiyet: Male Pre Meas 3.06 (1.19) (39) (0.38) (0.36) (3.41) 0.06 1.03 0.38 6.40 Pre %Ref 98 (49) Pre Meas (8.49) (5.43) (64) (6.60) 3.07 1.18 1.89 Pre %Ref (147) (226) (13) (10) (48) Post %Chg Flow 16 12 4 Ref Liters Liters % Liters Liters Liters Liters Difüzyon DLCO DL Adj DLCO/VA DL/VA Adj VA Post Post Meas %Ref 8 Akciğer Volümleri TLC RV RV/TLC FRC N2 VC ERV IC Irk: Caucasian mmol/kPa.min mmol/kPa.min DLCO/L DLCO/L Liters 5.78 2.40 41 3.30 3.24 (200) 95 0 -4 -8 -12 Ref 7.3 7.3 1.26 1.26 5.78 Pre Meas (4.5) (4.5) 0.71 0.71 6.38 Pre %Ref (62) (62) 56 56 110 -2 0 2 4 6 8 Volume OLGU 6 Altmış yedi yaşında bayan hasta nefes darlığı nedeni ile başvurdu. Sigara öyküsü yoktu. Fizik incelemede morbid obezite dışında patolojik bulgu saptanmadı. SFT’de, akım volüm halkası restriktif patoloji ile uyumlu görünüyordu. FEV1/ FVC değeri normal, FEV1 değeri %47, FVC: %46, TLC: %56 ERV değeri obezite ile uyumlu olarak belirgin düşüktü (restriktif bozukluk). Hastanın DLCO değeri normaldi. bu sonuçlar ile obeziteye bağlı restriktif tipte bozukluk olarak değerlendirildi. 326 OLGU ÖRNEKLERİ Yaş: 67 Boy(cm): 161 Kilo(kg): 102.0 Standart Spirometri FVC FEV1 FEV1/FVC FEF25-75% FEF50% FEF75-85% FEF200-1200 PEF PIF MVV FIF50% FEF/FIF50 Liters Liters % L/sec L/sec L/sec L/sec L/sec L/sec L/min L/sec Ref Cinsiyet: Female 2.50 2.08 76 2.65 3.43 Pre Meas (1.15) (0.97) 85 (1.16) 2.66 0.26 Pre %Ref (46) (47) 5.74 5.49 3.27 69 Flow 8 6 (44) 78 4 2 0 3.17 0.84 -2 Akciğer Volümleri -4 Ref TLC VC IC FRC N2 ERV RV RV/TLC Liters Liters Liters Liters Liters Liters % Irk: Caucasian Pre Meas (2.73) (1.15) 0.82 1.91 0.25 1.58 (58) 4.84 2.48 2.67 1.99 42 Difüzyon Pre %Ref (56) (46) Ref DLCO DL Adj DLCO/VA DL/VA Adj mmol/kPa.min mmol/kPa.min DLCO/L DLCO/L 7.2 7.2 1.50 1.50 VA IVC BHT Liters Liters Sec 4.77 -6 -1 0 1 2 3 4 Volume 71 79 Pre Meas 8.2 7.5 2.57 2.34 Pre %Ref 115 104 171 156 (3.19) 1.63 10.82 (67) OLGU 7 Yetmiş üç yaşında bayan hasta 1 yıldır nefes adrlığı nedeni ile başvurdu. Sigara öyküsü yoktu. Polistemia Vera dışında eşlik eden hastalığı olmadığı öğrenildi. Hastanın siyanoz dışında patolojik fizik muayene bulgusu yoktu. SFT’de izole DLCO düşüklüğü vardı. Pulmoner hipertansiyon düşünülerek yapılan ekokardiyografisinde pulmoner arter basıncı 50mmHg olarak ölçüldü. Yaş: 73 Boy(cm): 166 Standart Spirometri FVC FEV1 FEV1/FVC FEF25-75% FEF50% PEF FEF/FIF50 FEF200-1200 IsoFEF25-75 PIF FEF25-75% FIF50% FEF/FIF50 VC MVV IC Liters Liters % L/sec L/sec L/sec L/sec L/sec L/sec L/sec L/sec Liters L/min Liters Difüzyon Kilo(kg): 82.0 Ref 2.57 2.13 75 2.51 3.40 5.83 2.51 2.56 Ref Pre Meas 2.75 2.12 77 1.86 3.31 5.34 0.83 4.43 1.86 4.00 1.86 3.97 0.83 Pre % Ref 107 99 74 97 92 Flow 16 12 8 4 74 0 -4 DLCO DL Adj DLCO/VA DL/VA Adj mmol/kPa.min 7.3 mmol/kPa.min 7.3 DLCO/L 1.41 DLCO/L 1.41 Pre Meas (4.2) (4.6) 1.07 1.16 Pre % Ref (58) (63) 76 83 VA Liters (3.92) (76) 5.17 Irk: Caucasian Cinsiyet: Female -8 -12 -2 0 2 4 Volume 6 8 BÖLÜM II EGZERSİZ TESTLERİ KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNİN KULLANIM ALANLARI VE TEMEL PARAMETRELER Prof. Dr. Can SEVİNÇ Kardiyopulmoner egzersiz testleri (KPET), istirahat sırasında belirlenemeyen kardiyopulmoner kapasite ile ilişkili parametrelerin, egzersiz sırasında ölçümü ile birçok hastalık ve durum hakkında ayrıntılı bilgiler edinmemize olanak sağlayan testlerdir. Egzersizde rolü olan organların fonksiyonel rezervini saptamanın yanı sıra, egzersizi sınırlayan faktörleri de ortaya çıkarmaya yardım eder (1). Günümüzde önemi giderek daha iyi anlaşılmakta ve birçok klinikte yaygın olarak kullanılmaktadır. Teknik olarak özel donanım ve yazılımlar kullanılmakta olup, temel olarak bisiklet ya da koşu bandı (treadmill) ile uygulanmakta ve standardize edilmiş protokoller kullanılmaktadır (2). Treadmill’in avantajı yürüşün birçok hasta için alışık oldukları bir egzersiz olması ve daha fazla kas grubunun çalıştırmasıdır. Koşu bandı ile yapılan maksimum egzersizde VO2max, bisiklet ergometresi ile yapılandan %5-10 daha fazladır. Treadmill’in dezavantajı ise yapılan işin tam olarak doğru ölçülememesidir. Bisiklet ergometrelerinin daha ucuz olmaları ve daha az yer tutmaları gibi avantajlarına ek olarak, yapılan işin daha doğru değerlendirilebilmesi gibi avantajları da vardır. Ayrıca hastalar istedikleri zaman durabileceklerini bildikleri için kendilerini daha güvende hissederler. Testler sırasında araştırılacak olan parametrelerin ölçümleri invaziv ya da noninvaziv olarak yapılmaktadır (3). Tablo 1’de KPET ile invaziv ya da noninvaziv olarak elde edilen ve değerlendirilen parametreler özetlenmiştir. KPET sırasında, bilgisayar yazılımları aracılığı ile egzersiz toleransını ve oluşan intoleransın nedenlerini yorumlayabilmemize olanak sağlayan birçok temel ölçüm parametresine ulaşılabilir (4). Kardiyopulmoner egzersiz testleri günümüzde birçok pulmoner, vasküler, kardiyak hastalığın değerlendirilmesi, dispne ayırıcı tanısı, kondüsyon durumunun değerlendirilmesi, preoperatif değerlendirme, kalp akciğer transplantasyonuna 329 330 KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNİN KULLANIM ALANLARI VE TEMEL PARAMETRELER Tablo 1. KPET ile invaziv ya da noninvaziv olarak elde edilen ve değerlendirilen parametreler* Parametreler İnvaziv İş (W) Metabolik Noninvaziv İş yükü (WR) Laktat VO2, VCO2, R, AT, LT Kardiyovasküler HR, HRR, EKG, BP, O2Pulse Respiratuvar VE, VT, fb, VR, PETO2, PETCO2 Pulmoner gaz değişimi Satürasyon, PaO2, P(A-a)O2, VD/VT Asit baz SpO2, VE/VCO2, VE/VO2 pH, PaCO2, HCO3 *VO2: Oksijen uptake (oksijen tüketimi), VCO2: Karbondioksit output(ekspiryumla atılan karbondioksid miktarı), R: (RER) Respiratory Exchange ratio (solunum değişim oranı), AT: Anaerobic threshold (anaerobik eşik), LT: Lactate threshold (laktat eşiği), HR: Heart rate, HRR: Heart rate reserve, EKG: Elektrokardiyografi, BP: Blood pressure, O2Pulse: Oksijen pulse (her kalp atımında dokulara sunulan oksijen miktarı), VE: Dakika ventilasyonu, VT: Tidal volüm, fb: Solunum frekansı, VR: Ventilatuvar rezerv, PETO2: End-tidal oksijen parsiyel basıncı, PETCO2: End-tidal karbondioksit parsiyel basıncı, SpO2: Pulse oksimetre ile ölçülen oksijen satürasyonu, VE/VCO2: Karbondioksit için ventilatuvar ekivalanı, VE/VO2 Oksijen için ventilatuvar ekivalanı, PaO2: Arter kanı oksijen parsiyel basıncı, P(A-a)O2: Alveolo-arteriyel oksijen gradiyenti, VD/VT: Fizyolojik ölü boşluğun tidal volüme oranı, PaCO2: Arter kanı karbondioksit parsiyel basıncı, HCO3: Bikarbonat hazırlık ya da pulmoner rehabilitasyon için egzersiz değerlendirmesi ve reçetelenmesinde yaygın olarak kullanılmaktadır (1). KPET, solunumsal ve kardiyak hastalıkları olan hastalarda egzersiz intoleransının nedenlerini değerlendirmede altın standart olarak kabul edilmelidir. Bir sistemde meydana gelen bozuklukların, tipik olarak o sistem stres altındayken ortaya çıkması ilkesine dayanmaktadır. Semptomla sınırlı ve giderek artan ağırlıktaki egzersizlerin uygulanmasından oluşur. Genellikle kardiyopulmoner değişkenlerin kapsamlı bir şekilde izlenmesi, alınan yanıtlar ve gerektiğinde egzersizle ilişkili arteriyel oksijen desatürasyonu, dinamik hiperinflasyon ve ekstremitelerin kas gücünün değerlendirilmesi gibi ölçümlerle birlikte yapılır. Değişik durumlarda kardiyopulmoner egzersiz testlerinin kullanımı (1,5,6): I. Pulmoner Hastalıklar 1. Egzersiz ile indüklenen astım 2. KOAH (Kronik obstrüktif akciğer hastalıkları) 3. İnterstisyel akciğer hastalıkları (Restriktif akciğer hastalıkları) 4. Hiperventilasyon sendromu II. Vasküler hastalıklar 1. Pulmoner arteriyel hipertansiyon 2. Pulmoner emboli ve kronik tromboembolik hastalık III. Kardiyak hastalıklar 1. Koroner arter hastalığı KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNİN KULLANIM ALANLARI VE TEMEL PARAMETRELER 331 2. Kalp yetersizliği 3. Kardiyomiyopati IV. Kas hastalıkları 1. Miyopatiden ayırımı V. Preoperatif değerlendirme VI. Kondüsyon ve egzersiz intoleransının değerlendirilmesi: Egzersiz intoleransının belirlenmesinde ve bozukluğun derecesinin sınıflandırılmasında, klasik ölçüm değeri vücut kitlesine göre standardize edilmiş VO2max’dır. Düzenli fiziksel aktivite, yaş, cinsiyet ve boy gibi faktörler VO2max’ı etkileyebilir. Beklenen değerin %40’ından az olan değerler şiddetli bir bozukluğu gösterir. VII. Bazı semptom ve belirtilerin tanı ve ayırıcı tanısı: 1. Dispne 2. Çabuk yorulma Tablo 2’de egzersizi sınırlayan faktöre göre olası patolojiler verilmiştir. Tablo 2. Egzersizi sınırlayan faktörlere göre olası patolojiler (2) Egzersizi sınırlayan faktör Olası patolojiler ,BSEJZPWBTLàMFSTOSMBNB t'BSmakolojik komplikasyonlar t&H[FSTJ[MFJMJāLJMJSJUNCP[VLMVþV t,BSEJZPNJZPQBUJ t,BMQLBQBLIBTUBMþ t.JZPLBSEJZBMJTLFNJ t&H[FSTJ[MFJMJāLJMJIJQFSUBOTJZPO t'J[JLTFMPMVNTV[MVL 4PMVOVNTBMTOSMBNB t"[BMNāTPMVOVNLBQBTJUFTJ t&H[FSTJ[MFUFUJLMFOFOCSPOLPTQB[N t"MWFPMFSIJQPWFOUJMBTZPO t)JQFSWFOUJMBTZPOTFOESPNMBS t4PMVOVNZFUFSTJ[MJþJ t1VMNPOFSWBTLàMFSIBTUBML tĀOUFSTUJTZFMBLDJþFSIBTUBMþ ,BTJTLFMFUTJTUFNJTOSMBNBT t'J[JLTFMPMVNTV[MVL t1FSJGFSJLEBNBSIBTUBMþ t.FUBCPMJLNJZPQBUJ t.JUPLPOESJZBMNJZPQBUJ t5VCVMFSNJZPQBUJ t.FLBOJLZFUFSTJ[MJL t0CF[JUF 332 KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNİN KULLANIM ALANLARI VE TEMEL PARAMETRELER KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTİNDE DEĞERLENDİRİLEN PARAMETRELER (1,2,5-7) Dayanıklılık süresi (t) Yürüme ve koşma testleri gibi sabit ve yükün kadameli olarak arttığı protokolleri tanımlayan egzersiz süresinin kantitatif değeridir. Isınma periyodu hariç, total egzersiz süresini gösterir. Maksimum oksijen alımı VO2max (maksimum oksijen uptake’i): Aerobik gücün en iyi göstergesidir. Aynı zamanda aerobik kapasite olarak da isimlendirilir. Kişinin yaptığı iş artıyorken ve VO2 artmıyor sabit kalıyorsa VO2max’a ulaşılmıştır. Maksimum beklenen VO2’ye ulaşılması aerobik kapasitenin değerlendirilmesi için önemli bir kriterdir. VO2max değerinin plato çizmesi değerlendirmede ideal ve güvenli olandır. Ancak bu plato her zaman görülmez ve bu durum her zaman hastanın yeterince egzersiz yapmadığı anlamına gelmez. Bu nedenle genellikle klinik pratikte hastanın ulaştığı pik değer olan PVO2 VO2max olarak kullanılır. Egzersiz intoleransının belirlenmesinde ve bozukluğun derecesinin sınıflandırılmasında, klasik ölçüm değeri, vücut kitlesine göre standardize edilmiş VO2max’dır. Alışıldık fiziksel aktivite, yaş, cinsiyet ve boy gibi faktörler VO2max’ı etkileyebilir. Beklenen değerin %40’ından az olan değerler şiddetli bir bozukluğu gösterir. VO2max değeri sağlıklı kişilerin maksimum eforları ile ulaşabileceği optimal oksijen tüketim miktarlarını ifade eder. Hasta populasyonun çeşitli nedenlere bağlı egzersizde kısıtlanması olması nedeniyle bu değerlere ulaşması mümkün olmadığından hasta kişilerde hastanın yapabildiği en yüksek eforda elde edilen oksijen tüketimi miktarı PVO2 (Pik oksijen tüketimi) olarak adlandırılır. Bu değer, kişinin çeşitli fizyolojik kısıtlanma koşullarına rağmen ulaşabileceği en yüksek oksijen tüketimi miktarını ifade eder. Kardiyorespiratuar hastalığı olan kişilerde egzersiz toleransındaki düzelmeleri ifade edebilmek için farklı egzersiz protokolleri kulanılmaktadır. Ancak VO2max veya maksimum iş kapasitesi ölçümlerini sağlayan ve laboratuvarda yapılan semptomla sınırlı, giderek artan egzersiz testi ve yürünen en fazla mesafenin ölçülmesini de içeren yürüme testleri en popüler olanlarıdır. PVO2 Kişinin çeşitli fizyolojik kısıtlanma koşullarına rağmen ulaşabileceği en yüksek oksijen tüketimi miktarı. VO2/WR Bu ilişki egzersizin metabolik gereksimini yansıtır. Normalde VO2/WR ilişkisi lineerdir. Yapılan egzersizin metabolik gereksiniminin arttığı durumlarda eğri yukarı doğru kayar. KOAH’lı hastalarda bu ilişkide bir değişiklik olmadığı gösterilmiştir. Normal değeri 10 mL/kg/watt’dır. VO2/HR (O2 pulse) Bu parametre kalbin her atımı ile pulmoner kan akımına eklenen veya periferik dokulara verilen oksijen miktarını gösterir. Maksimum KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNİN KULLANIM ALANLARI VE TEMEL PARAMETRELER 333 egzersize rağmen beklenen değerleri %80'inden az olması anormal kabul edilir. KOAH’lı hastalarda ventilasyon sınırlanması, kardiyovasküler bozukluklar ve hipoksemi nedeniyle oksijen-nabız düşüktür. Karbondioksit üretimi (VCO2) Akciğerlerde VCO2; KPET değerlendirilmesinde önemli bir komponent oluşturur. VO2 sabit seyrediyorsa VCO2’de meydana gelen değişiklikler katabolizmaya uğrayan ürünlerin karışımı hakkında fikir verir. Anaerobik eşiğin (AE) noninvaziv olarak değerlendirilmesinde oldukça yararlıdır. AE’nin altında VO2 ve VCO2 ilişkisi lineerdir. AE’den önce ve sonraki eğrilerin kesiştiği nokta noninvaziv olarak saptanan AE’dir. Anaerobik eşik (AE) Egzersiz sırasında anaerobik metabolizmanın aerobik metabolizmayı desteklemeye başladığı ve laktik asit üretilmeye başlandığı noktaya “anaerobik eşik”, bu noktadaki oksijen tüketimi miktarına ise, AE VO2 değeri denir. Egzersiz uyaranına karşı kardiyovasküler sistemin verdiği cevabın yeterliliğini noninvaziv olarak gösteren bir değerdir. Anaerobik metabolizmanın başladığının değerlendirilmesinde direkt olarak kan laktat düzeyi ve standart bikarbonat ölçümleri altın ve gümüş standart olarak kabul edilmektedir. Noninvaziv olarak değerlendirilmesi ile ilgili çok sayıda yöntem olmakla beraber en çok kullanılanı “V-slope” yöntemidir. Klasik yöntem VCO2’ye normal dakika ventilasyonu (VE) cevabına dayanır. Solunum mekaniğinde problem varsa bu yöntemle AE değerlendirmesi hatalı olabilir. Bu durumda kullanılan V-slope yöntemi VCO2’nin VO2 ile ilişkisi temeline dayanır. Nabız Basamaklı artan egzersizde önceleri kardiyak debideki artış, atım volümü ve nabızdaki artış ile sağlanırken egzersizin şiddeti arttıkça bu artış daha çok nabızla sağlanır. Egzersiz sırasında yaşa bağlı olarak beklenen değerlere ulaşılması egzersizin maksimum olduğunu gösterir. Normalde nabız ve VO2 ilişkisi lineerdir. Nabız rezervi Yaşa uygun maksimum kalp hızı ile hastanın test sırasında ulaştığı maksimum kalp hızı arasında farktır. Solunum sistemi problemi olanlarda nabız rezervi genellikle artmıştır. Hem nabız hem de solunum rezervinin yüksek olması hastanın yeterli düzeyde egzersiz yapmadığına işaret eder. Solunum Rezervi (SR, VE/MVV) Normal kişilerde solunum sisteminin egzersizi kısıtlamasında “11 lt/dk” normalin alt sınırı olarak alınır. SR’de düşük değerler egzersizi sınırlayan faktörün akciğer olduğunu gösterir. Kardiyovasküler ve pulmoner vasküler patolojilerde SR normaldir. 334 KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNİN KULLANIM ALANLARI VE TEMEL PARAMETRELER VT/VC Normal egzersizde lineer olarak artar. Normal kişilerde üst sınır 36.1±9.2 olarak bildirilmiştir. Maksimum egzersiz de dahil 60/dk geçemez ve bunun üzeri kesinlikle patolojiktir. VD/VT Fizyolojik ölü boşluğun tidal volüme oranıdır. Egzersiz sırasında akciğerlerdeki ventilasyon-perfüzyon dengesizliğini yansıtan değerli bir parametredir. VD/ VT’de artma ölü boşluk solunumunda artış olduğunu ve ventilasyonun etkinliğinin azaldığını gösterir. Normal kişilerde istirahatte 0.3-0.4 iken, maksimum egzersizde 0.21’e kadar düşebilir. Solunum sistem patolojisi olanlarda istirahatte normal olup, egzersizde de normal düşme cevabını göstermeyebilir. Tablo 3’de KPET için normal değerler gösterilmiştir (7). Tablo 3. KPET için normal değerler (7) Ölçüm Normal kriterler VO2 max, PVO2 >%84 beklenen AE >beklenen VO2 max %40 Kalp hızı Kalp hızı max >%90 beklenen yaş değeri Kalp hızı rezervi <15 atım/dk Kan basıncı <220/90 mmHg (VO2/HR) >%80 Solunum rezervi VE max/MVVx100: <%85 Solunum frekansı <60 nefes/dk VE/VCO2 <%34 VD/VT <0.28 P (A-a) O2 <35 mmHg KAYNAKLAR 1. ATS/ACCP Statement on Cardiopulmonary Exercise Testing. Am J Respir Crit Care Med 2003; 167: 211-77. 2. Cooper CB, Storer TW. Egzersiz testleri ve yorumu: In: Çeviri editörleri; Kayserilioğlu A, Çavuşoğlu H. Yüce Yayınları 2003; İstanbul. Sayfa: 1-15. 3. Wasserman K, Hansen JE, Sue DY, Stringer WW, Whipp BJ. Principles of Exercise testing and Interpretation. Fourth Edition. Lippincott Williams and Wilkins, 2005; Philadelphia USA: 112-29. 4. Baran R, Karaköse F. Kardiyopulmoner egzersiz testleri. In: Göğüs hastalıklarında Tanı Yöntemleri. Eds: Mirici NA, Yıldız F. Turgut yayıncılık, İstanbul, 2003: Sayfa: 93-103. 5. Gürsel G. Egzersiz fizyolojisi ve egzersiz testleri. In: Akciğer Fonksiyon Testleri; Fizyolojiden Klinik Uygulamaya. Ed: Yıldırım N. Turgut Yayıncılık, İstanbul, 2004: sayfa: 105-18. KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNİN KULLANIM ALANLARI VE TEMEL PARAMETRELER 335 6. Palange P, Ward SA, Carlsen KE, et al. ERS Task Force. Recommendations on the use of exercise testing in clinical practice. ERJ 2007; 29: 185-209. 7. Parspur ŞE. KOAH’lı ve Astımlı olgularda solunum fonksiyon testleri ve kardiyopulmoner egzersiz testleri parametrelerinin incelenmesi. [Tez] Eskişehir, Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, 2008: sayfa: 26-34. TEKNİK EKİPMAN VE LABORATUVAR Doç. Dr. Fadıl ÖZYENER Kardiyopulmoner egzersiz testleri sırasında kişilere çeşitli araç ve gereçler yardımıyla değişik fizyolojik ve/veya patolojik koşullarda maruz kalabilecekleri metobolik stresler uygulanarak oluşan yanıtlar izlenir (1). Bu amaçla kullanılan ana ekipmanlar arasında egzersiz ergometreleri, akım/hacim ölçerler, gaz analizörleri veya gaz değişimi ölçüm sistemleri vardır. Yardımcı ve tamamlayıcı gereçler olarak da elektrokardiyogram, kan basıncı ölçer, nabız oksimetrisi ve efor algı cetvelleri sayılabilir (2). Bu bölümde anılan donanımlar hakkında temel bilgiler verilecektir. EGZERSİZ ERGOMETRELERİ Testler sırasında kişinin maruz kaldığı metabolik yükü değiştirmek veya oluşan farkları izleyebilmek amacıyla ergometreler kullanılır. Klinik laboratuvarlarda en sık kullanılanlar bisiklet, koşubandı ve kol ergometreleridir (3,4). Ayrıca kişilerin fiziksel aktiviteleri ile uyumlu kürek, kayak, kano vb ergometreler de bulunur. Bisiklet Ergometreleri Bu tip ergometrelerde uygulanan yük kesin olarak ölçülebilir. Bu özellik, iş yükü ve kalp hızına dayanarak yapılan oksijen tüketimi ölçümleri ve dolayısıyla metabolik yükün hesaplanmasında dikkate alınmalıdır. Ayrıca egzersiz yatar veya oturur pozisyonda da yaptırılabilir. Bisiklet ergometrelerinde egzersiz sırasında yapılan çeşitli ölçümlerde cihazdan kaynaklanan hareket ve gürültü dolayısıyla hata (artifakt) görülme olasılığı diğerlerine göre belirgin olarak azdır (2,5). Bütün bisiklet ergometrelerinde pedal frekansı hakkında bilgi veren bir gösterge bulunmalıdır. Pedal tur veya rpm (“revolution per minute”) göstergesi olmalı, eğer bu yoksa yerine bir metronom kullanılmalıdır. Testler sırasında 50-70 rpm arası tur hızı tavsiye edilir. Tekrarlanan testlerde sele yükseliği dizde 5-15o kadar hafif bir fleksiyon olacak şekilde ayarlanıp kaydedilmeli ve aynı kişi için sürekli aynı yükseklik kullanılmalıdır. Bir panik veya uyarı düğmesinin bulunması yararlıdır (2,5). 336 TEKNİK EKİPMAN VE LABORATUVAR 337 Pedallara direncin mekanik ya da elektronik olarak uygulanmasına bağlı olarak iki çeşit bisiklet ergometresi vardır (2-6): Mekanik frenli ergometreler Bu tip bisiklet ergometrelerinde direnç sürtünme sonucu oluşan ısıya dayanıklı bir malzeme kullanılarak elde edilir. Sürtünen parçayı sıkılaştırarak veya gevşeterek uygulanan direnç azaltılır veya çoğaltılır. Ayrıca sistemi oluşturan tekerleğin ve ilgili parçaların dönmesinden kaynaklanan %5-10’luk fazladan bir direnç olabileceği unutulmamalıdır. Bu tip ergometreler daha ucuz ve sağlamdırlar, ayrıca daha kolay kalibre edilirler ve elektrik donanıma ihtiyaç duymazlar. Mekanik tekerleki ergometrelerde iş yükü hesaplamasının doğru ve güvenilir olması için pedal tur sayısının test öncesi belirlenen rpm’de sabit tutulması gerekir. Elektrik frenli ergometreler Elektrik akımı kontrol edilerek direnç oluşturulması tekniği uygulanır. Pedal çevirme hızının 40 ila 80 rpm arası bir değerde otomatik olarak sabit tutulabilmesi nedeniyle iş yükünün kesin ve güvenilir olarak hesaplanabilmesi üstünlükleridir. Bu aletlerde 0.25 W/sn kadar küçük yük artışlarına izin veren bilgisayar algoritimlerinin kullanılması ile 10-15W/dk gibi hızlarla “rampalama” tarzı egzersiz testleri de yapılabilir (5). Bazı elektrik frenli çeşitlerde iş yükü kalp atım hızındaki yükselmeye göre belirlenebilir. Bunlar özellkle hedef kalp hızının çok dar sınırlar içinde kontrol edilmesi gereken egzersiz programlarında yararlıdır. Bant Ergometreler Koşu için olduğu kadar yürüme için de kullanılabilirler. Dönebilen bir platform üzerinde elektrik motoru aracılığı ile hareket ettirilen bant üzerinde eylemler gerçekleştirilir. En az 1 beygir gücünde motor tavsiye edilir. Bant hızı ve rampanın yükseltilebilmesi için zorlu egzersiz denemelerinde motor gücü ihtiyacı 2 beygire kadar çıkabilir. Büyük motorlu koşu bantları belli ağırlığın üstündeki kişiler için de gerekli olabilir. Egzersiz testi olarak koşma veya yürümenin seçilmesi daha bilinir ve doğal hareket şekilleri olduğu için kişilere ve özellikle hastalara daha kolay gelebilmektedir. Ancak band üzerinde yürümek doğal ortamda yürümekten daha karmaşıktır. Bu nedenle kliniklerde sıklıkla kullanılan 6 dakika yürüme testi aynı kişilere band ve doğal ortamda yaptırıldığında farklı sonuçlar oluşabileceği dikkate alınmalı ve sonuçlar ona göre yorumlanmalıdır (1,7,8). Genel olarak pedal çevirmeye göre daha büyük ve daha fazla kas grubu kullanıldığı için maksimal O2 tüketimi (VO2max) bisiklet ergometrisine göre %5-10 yüksek saptanır. Bu yüzden band ergometreler daha fazla metabolik yüklenme gereken durumlarda tercih edilebilir. Ancak band ergometrelerde yapılan eksternal işi kesin ve güvenilir olarak ölçmek zordur. Oksijen tüketimi iş yükü ve kalp hızına dayanarak dolaylı olarak ölçülmek isteniyorsa bisiklet ergometresi kullanılmalıdır (2,3,6). 338 TEKNİK EKİPMAN VE LABORATUVAR Yokuş aşağıya koşma eyleminin taklit edildiği negatif eğimli bandlar spor hekimliği araştırmalarında tercih edilmektedir. Band ergometrelerde, yürünülen düzeyin uzunluğu, kenar ve öndeki tutunma noktaları, platformunun yüksekliği önemle not edilmeli ve tekrarlayan testlerde aynı kalması sağlanmalıdır. Motorun gürültüsü en az olanlar tercih edilmeli, güvenlik açısından kolayca erişilebilecek bir yere sabitlenmiş kişinin ihtiyaç hissettiği anda basarak bandı durdurabileceği panik düğmesinin varlığından ve her zaman çalışır halde olduğundan emin olunmalıdır (5,8). Hızın hastalar için 0.16 km.sa-1 dan başlayıp 8-10 km.sa-1’kadar çıkabilmesi genellikle yeterli kabul edilir. Sporcular için 24 km.sa-1 kadar çıkabilen bant ergometreler tercih edilir. Eğim açısından klinik uygulamalarda %5 - %15 arası yeterli bulunmakta; daha fazlası baldır, bel veya sırt ağrılarına yol açabileceği için tavsiye edilmemektedir (5). Az sayıda elektrikli bant ergometresinde “rampalama” yeteneği mevcuttur. Elektrikli bisiklet ergometrelerinde olduğu gibi bilgisayar desteği ile hız veya eğim (dolayısyla iş yükü) saniye saniye hissedilmeden yükseltilebilmektedir (1). Bisiklet ve band ergometreleri arasındaki farkların karşılaştırlması Wasserman ve ark yorumları doğrultusunda Tablo 1’de sunulmuştur (2). Kol Ergometreleri Kol kuvvetinin performansı belirlediği bazı sporcu ve değişik hasta gruplarında kol ergometresi kullanma gereksinimi oluşmaktadır. Sporlarının özelliği veya ortopedik engelleri nedeniyle üst ekstremite ve gövde kaslarını kullanmak durumunda olan kişilerin yanı sıra tekerlekli sandalyedeki hastalar, hamileler, oturur ya da yürürken bel ağrısı çekenler bu gruplara örnektir. Kol ergometresi ile egzersiz yaparken etkin kas Tablo 1. Kliniklerde Sık Kullanılan Band ve Bisiklet Ergometrelerin Karşılaştırılması Özellik Band Daha yüksek VO2 ve maksimum O2 nabzı + Bisiklet Maksimum kalp atım sayısı ve VEmax + + Egzersize uyum ++ + Eksternal işin ölçümü -- ++ EKG, hava akımı ve basınç ölçümleri için artefakt oluşumunun engellenmesi -- ++ Kan basıncı ölçüm kolaylığı -- ++ Kas-iskelet sistemi yaralanması azlığı + Supinal pozisyonda kullanım + Vertikal ve horizontal kullanım azlığı + Daha az gürültü + Düşük maliyet + Taşınabilirlik ++ ve - - çok önemli üstünlük ve zayıflık; + ve - daha önemli üstünlük ve zayıflık - + TEKNİK EKİPMAN VE LABORATUVAR 339 kütlesinin daha az olması dolayısıyla, alt ekstremite egzersizlerinde elde edilen VO2 VO2max değerlerinin % 70 civarına ancak ulaşılacağı hatırlanmalıdır (5,6,8). Kol ergometrelerinin 3 ayrı tipi vardır: 1-Aygıtın üzerinde sayaç bulunanlar; en küçük olan bu tip tekerlekli sandalyedekiler tarafından da rahatça kullanılabilir. 2Tekerlekli sandalye ergometreleri; piyasada bulunanların yanı sıra özel koşullara göre kullanıcının isteklerine göre de tasarlanırlar. 3- Elektrik veya mekanik frenli modifiye kol ergometresi; standart bisiklet ergometresinin uygun desteklerle masa üzerine sabitlenmesi ile kol ergometresi haline getirilmesidir. AKIM/HACİM ÖLÇERLER Spirometrik testlerde kullanılan akım/hacim ölçelerden (bkz. 1. bölüm) uygun bulunan herhangi bir tanesi kardiyo-pulmoner egzersiz testleri sırasında da tek başına veya gaz değişim sisteminin parçası olarak kullanılabilir. GAZ ANALİZÖRLERİ Ekspirasyon havasındaki oksijen ve karbondioksit düzeylerinin ölçümü kardiyo pulmoner egzersiz testlerinde önde gelen amaçtır. Bu testlerde iki tür gaz analizörü kullanılır: özgün gaz analizörleri ve kütle spektrofotometresi (2-6,9). Özgün Gaz Analizörleri O2 ve CO2 gazlarını ayrı ayrı ölçebilen bu cihazlar ya tek başına birer analizör olarak kullanılırlar veya karmaşık bir metabolik kartın parçası olarak entegre bir sistemin içine yerleştirilirler. Analizörlerde 3 önemli dinamik göz önüne alınmalıdır: 1-gecikme zamanı: örnekleme noktasından analizöre gazın ulaşması için gereken süre. Bu noktada ağızdan analizöre gaz göndermede kullanılan tüp uzunluğunun mümkün olduğunca kısa olması önemlidir. Standart olarak bu sürenin 0.5 snden az olması istenir (6). Modern dijital işlemcilerin kullanılması ile günümüz analizörlerinde bu süre 0.2-0.4 sn arası tutulabilmektedir. 2- Yanıt zamanı: analizörün gaz düzeyindeki değişikliği algılama süresidir. En az 0.5 sn'den kısa sürede ölçüm yapabilmesi gerekmektedir. 3- Analizörün gaz örneğindeki su buharı basıncına duyarlığı. Su buharı gaz düzeylerini etkileyerek gerçek değerlerinden önemli derecede farklı değerlere yol açabilir. Bu nedenle ya su buharından etkilenmeyen bir cihaz kullanılmalı ya da sistemde kuruluğu sağlayacak fiziksel önlemler alınmalıdır -nemi emen tüpler kullanılması gibi (5,6). Oksijen analizörlerinin paramanyetik, elektriksel/yakıt hücre, zirkonyum oksit, ve laser diot absorbsiyon teknikleri ile çalışan tipleri vardır. Paramanyetik analizörler oksijen moleküllerinin kabin içindeki manyetik alanda sıralanmasından yararlanarak ölçüm yapan bu sistemde yanıt zamanı yavaş olduğu için daha az tercih edilmektedir. Ancak son yıllarda dijital sinyal analiz sistemlerinin kullanılmaya başlanması ile yanıt zamanı 150 ms'ye kadar indirilmiş ve hatta “her solukta” yönteminde de kullanımı mümkün olmuştur. 340 TEKNİK EKİPMAN VE LABORATUVAR Elektriksel/yakıt hücre analizörlerinde elektronların anoddan duyarlı katoda akımı sırasında oluşan akımdan faydalanarak gaz düzeyi ölçümü yapılır. Kullanım sıklığına bağlı olarak 2-3 yılda bir değiştirilmelidir. Ayrıca su buharının etkisi bu analizörlerde önemli hatalara yol açabileceğinden giderilmelidir. Zirkonyum oksit analizörlerinde, O2 düzeylerinin ölçülmesi gaz algılayıcısı olarak kullanılan seramik zirkonyum oksit yüzeylerin ısıtılıp oksijenle temas ettirildiklerinde oluşan farklı voltajları ölçen bir sisteme dayanır. Her solukta yönteminde kullanımları 50 ms sınırlarındaki hızlı yanıt zamanları dolayısıyla mümkündür. Laser diot absorbsiyon analizörü oksijenin görülebilir spektrumdaki absorbsiyon edilme özelliklerinden yararlanarak ölçüm yapmaktadır. Yanıt zamanı 80 ms sınırlarındadır. Oksijen analizörlerinin üretici/satıcı firmanın bakım ve ayar önerileri özenle uygulanmalı, normal kalibrasyon işlemleri ihmal edilmemelidir. Her test öncesinde gaz analizörlerin kalibre edilmesi testlerin güvenilirliği için önemlidir. Karbondioksit analizörü olarak günümüzde genellikle infrared karbondioksit analizörleri kullanılmaktadır. Karbondioksitin fraksiyonel düzeyi infrared ışınları absorbsiyon etme derecesi ile orantılıdır. Bir dedektör yardımıyla seçilen infrared ışın dalga boyunda zamana bağlı değişimleri, dolayısıyla CO2 düzeyindekileri de, dijital bilgisayar algoritimleri kullanarak saptamak olasıdır. Yanıt zamanları 100ms altında olduğu için her solukta sistemlerinde de kullanılabilirler. Cihaz harekete duyarlı olduğu için titreşime maruz kalma olasılığı uygun bir yöntemle engellenmelidir (2,5). Kalibrasyon esasları oksijen analizörleri ile aynıdır. Kalibrasyon sırasında su buharının değerlendirilmesine dikkat edilmeli, mutlaka ısı ve atmosferik basıncın da günlük değerlerin girişi yapılmalıdır. KÜTLE SPEKTROFOTOMETRESİ Gaz moleküllerini yüksek vakumlu ortamda iyonize eder ve kütle-iyonik yük oranlarına göre ayrıştırır. Ayrışmadan sonra gazlar parsiyel basınçları ile doğru orantılı oluşan akıma göre iyon dedektörüne ulaşırlar. Yüksek doğrusallık ile dengeli ve hızlı bir şekilde (yanıt zamanı 25-50 ms) aynı anda istenirse bir dizi gazı (O2, CO2, N2, serin, vd gibi) ölçebilirler (2,5,9). Her solukta yönteminde esas olarak kullanılması gereken bir cihazdır, ancak çok pahalı olmaları laboratuvar ve kliniklerde yaygın kullanımnı kısıtlar. Günlük veya belli sayıda her testten önce içeriği bilinen ticari gaz tüpleri ile yapılan kalibrasyon dışında yılda 1-2 kez Douglas torbası yöntemi ile de ölçümlerin doğruluk ve tekrarlanabilirliğinin onaylanması gerekir (8,9) GAZ DEĞİŞİMİ ÖLÇÜM SİSTEMLERİ Egzersiz testi sırasında bilgisayar kontrollü analog ve dijital sinyal işlemcileri kullanılarak pulmoner ventilasyon ile gaz değerlerinin ölçülmesi ve bütünleştirilmesi TEKNİK EKİPMAN VE LABORATUVAR 341 mümkün olmaktadır. Böylece egzersiz sırasında elde edilen verilerden değişik parametreler hesaplanabilir ve bu bilgiler saklanarak gerektiğinde yeniden incelenip yorumlanabilir. Bunlar arasında özel torbalarda ekspirasyon havasını toplamak, özel kabinlerde gazların karışmaların sağlamak ve her verilen solukta (“breath-by-breath”) akım/hacim ölçer ile gaz analizörleri yardımıyla metabolik gaz değişimlerini ölçmek gibi sistemler vardır (2,6,9). Torbada gaz toplama en basiti Douglas torbası yöntemidir. Basit ve temel aletlerle tecrübeli ellerde VO2, VCO2 ve VE değerleri yüksek güvenilirlikle ölçülerek kesin sonuçlar elde edilebilir. En eski ve ilk kullanılan yöntemlerden olan bu sistem diğer yöntemlerin doğruluğunu onaylamada altın yöntem olarak kabul edilir (8). Belli aralarla tek yönlü kapaklar kullanılarak ekspirasyon havasının Douglas torbalarında toplanması ve daha sonra bir spirometre ve kuru gaz analizörü kullanılarak ölçüm yapılması esasına dayanır. Kullanılan gaz analizörünün doğruluğunun hayli yüksek ve iyi kalibre edilmiş olması gereklidir (9). Ancak hava kaçağı gibi teknik sorunlar oldukça sıktır. Hesaplama işlemlerinin karmaşıklığı ve uzunluğu yanı sıra birçok denek gaz toplama için kullanılan torbalar ve diğer gereçlerin “kalabalık” yaratarak performanslarını etkilediklerini belirtmişlerdir (3). Bu yüzden günümüzde daha çok diğer yöntemlerin referans kalibrasyonunu sağlamada kullanılmaktadır (3,8,9). Karışım kabini yöntemi Tüpler aracılığı ile ekspirasyon havası 5-15 lt hava toplama kapasitesindeki karışım kabinlerine yönlendirilir. Amaç gaz analizi yapmadan önce ölü boşluk havası ile kabin havasının iyice karıştırılmasıdır (9). Kabin içindeki engeller ekspire edilen havanın türbülans akımına dönüşerek karışmasını sağlar. Her 15-20 sn'de bir O2 ve CO2 konsantrasyon ölçümleri karışım kabinini distal ucundan örnek alınarak gaz analizörleri aracılığı ile yapılıır. Ekspirasyon hacimleride bir akım ölçer kullanılarak istenilen sıklıkta saptanabilir. Karışım kabini metodunda ekspire edilen havanın hacmi ve gaz konsantrasyonları 30 -60 sn arası yapılan birkaç ölçümün ortalaması alınarak bildirilmelidir (6,9). Karışım kabinleri ile gaz ölçümleri yeterince hızlı yapılamadığından metabolik dengenin sürekli değiştiği inkremantal tip yüklenmeler yerine metabolik denge halinin sağlandığı sabit yüklü egzersiz testlerinde tercih edilmelidir. Ancak, klinikte kardiyo pulmoner egzersiz testi olarak yavaş ivme ile yükselen (3-4 dk gibi aralarla) bir metabolik yüklenme tercih ediliyorsa doğruluk ve kesinliği yüksek, iyi tasarlanmış bir karışım kabini ölçüm sistemi de her solukta yöntemi yerine tercih edilebilir (3,8,10). Her solukta yöntemi: Günümüzde solunuma ait fizyolojik ölçümlerin (VO2, VCO2 gibi) dijital bilgisayar analizlerinin çevrimiçi (“online”) ve anlık çözümlenmesinin mümkün olmasıyla her bir soluk parçalarına ayrılarak ölçüm ve hesaplamalar yapılabilmektedir (2-6,9). Bunun için inspirasyon ve ekspirasyon akım sinyallerinin yüksek frekansta (en az 50-100Hz) örneklenmesi ve bu değerlerin anlık saptanan hacim değişiklikleri ile birleştirilmesi gerekir. Örnekleme ve bir- 342 TEKNİK EKİPMAN VE LABORATUVAR leştirmelerin aynı sıklıkta ve eş zamanlı olması gerekliliği sistemde yüksek duyarlı akım ölçerlere ve hızlı yanıt veren gaz analizörlerine (kütle spektrofotometresi gibi) ihtiyaç doğurur. Sisteme ortam ısısı, nemi ve basıncının düzenli olarak girilmesi ihmal edilmemeli ve hesaplamalarda “gecikme zamanının” ve ölü boşluk havasının dikkate alındığından mutlaka emin olunmalıdır (2,5,9). Her solukta yöntemi daha fazla veri sağladığı için karışım kabin yöntemine üstün kabul edilir. Ancak sistemin güvenilirliğini yükseltmek için kalibrasyonu diğer sistemlerden farklı olarak biyolojik deneklerle de test edilmelidir (6). Ayrıca eğer bu sistem klinik laboratuvarlarda yoğun olarak kullanılıyorsa Douglas torbası yöntemi ile arada bir gaz değerleri ölçümlerinin doğrulanması tavsiye edilir (2,5). Genel olarak bakıldığında kardiyo pulmoner egzersiz testi cihazlarının sahip olması önerilen temel standartlar Tablo 2’de sunulmuştur (6). YARDIMCI- TAMAMLAYICI ARAÇ VE GEREÇLER Kardiyotakometre: Elektrokardiyogram kardiyopulmoner egzersiz testlerinin mutlak olması gereken bir parametresidir. Elektrodlar ve ilgili aksamların egzersiz sırasında parazit yapmayacak şekilde tasarlanması gereklidir. Ayrıca derinin temiz olması ve terlemeye dayanıklı elektrodların kullanılması yine en az artifaktla kardiyogramı izlemek için önerilir. Amerikan Kalp Derneği tarafından belirlenen bu cihazların sahip olması önerilen temel standartlar genel kabul görmektedir (11). Miyokardiyal iskemi ve kardiyak aritmilerin en uygun şekilde izlenmesi için 12 derivasyonlu elektrokardiyogram kullanılmalıdır. Özellikle altta zaten bir patolojisi olan hasta gruplarında egzersiz testinin güvenliğini yükseltmek açısından unutulmaması gereken bir gözlemdir. Bunun dışında her durumda yapılan egzersiz testlerinde en azından 3 derivasyonlu kardiyogram ile test boyunca olası ritim değişimleri ve iskemi işaretleri izlenmelidir (8,10). Sfigmomanometre: Test sırasında tercihen civalı monometre, uygun bir manşon ve kaliteli steteskop ile brakial arterden kan basıncının oskültasyon ile izlenmesi basit ama işe yarayan bir yoldur. Ancak egzersizin uyardığı hipertansiyon, daha az olasılıkla hipotansiyonu ortaya çıkarmak için egzersiz testi yaptırılıyorsa çevre gürültüsü ve kol hareketlerinin hataya yol açmadığından emin olmak gereklidir. Her durumda aniden hipo ya da hipertansiyon gelişirse test sonlandırılmalıdır (8,10). Özellikle egzersiz testlerinde kullnılmak üzere otomatik kan basıncı ölçüm sistemleri de geliştirilmiştir. Osilometrik yöntemle çalışan bu cihazlarda, egzersiz sırasında otomatik alglanan osilasyonlara göre ölçüm yapılırken, kolda fleksiyon yapılırsa hata olabilir. Bu yüzden dönemsel olarak manuel ölçümler yapılarak sistemin doğru çalıştığı kontrol edilmelidir (5). TEKNİK EKİPMAN VE LABORATUVAR 343 Kan basıncı damar içine yerleştirilen bir kataterin elektronik basınç çevirecine bağlanması ile arter içi olarak da ölçülebilir. Karmaşık ve zahmetli olan bu uygulamanın ancak araştırma amaçlı çalışmalarda tercih edilmesi önerilir (6). Nabız oksimetresi: Arteriyal hemoglobin saturasyonunun saptanmasında noninvaziv bir yöntem sağlar. Bir ekstremitedeki (parmak ya da kulak memesi gibi) arteriyel pulsayonlar sırasında oksi ve deoksi hemoglobinin ışık geçirgenliğinde değişiklikler olması temel alınarak egzersiz esnasında oksijen desatürasyonun takibi yapılabilir. Test sırasında sensor ve kabloların hareket ve parazitten korunması gerekmektedir. Ani saturasyon azalmaları testi bitirmeyi gerektirir (4,8,10). Algılanan Eforun Derecelendirilmesi: Egzersiz testleri sırasında metabolik yükün kişi tarafından nasıl algılandığı, hissedildiği veya kavrandığının ölçülmesi önemlidir. Özellikle hasta gruplarına uygulanan testlerde kişinin hissetiği/ algıladığı eforu ve/veya özgün semptomları (angina, dispne, topallama, vb) derecelendirmesi testin seyri ve güvenliği açısından önemle tavsiye edilir (2,8,12). Egzersiz testlerinin her 2-3 dakikasında bir veya testin özelliğine bağlı olarak gereken her aşamada kişiye/hastaya ilgili cetvel gösterilerek algıladığı eforun zorluk derecesi sorulmalı ve özenle not edilmelidir. En sık kullanılan Borg cetveli ile kişinin değişik test aşamalarında zorlanma derecesi izlenerek gerekli yönlendirmeler yapılabilir. Hasta gruplarında ise kişin yakınmalarına göre angina, kladikasyon, dispne vb. cetvellerden biri veya fazlası kullanılabilir (8,10,12). LABORATUVAR VE KALİTE KONTROL Kardiyopulmoner egzersiz testleri de solunum fonksiyon testleri gibi hasta veya denekler için yeterli alan ve ışıklandırmanın olduğu uygun bir ortamda yapılmalıdır. Testlerin gerçekleşmesi sürecindeki idari yönetim ve laboratuvar güvenliği konusunda solunum fonksiyon testleri için belirtilen ilkelerin izlenmesi uygundur (Bknz Bölüm 1D). Her zaman için tüm cihaz ve aksamların temizliğine dikkat edilmesi, aşırı sıcak veya soğuğa maruz kalmamaları, gereken parçaların düzenli olarak yağlanması ve/veya değiştirilmesi, ara bağlantıların önerilen aralarla kontrolü ölçümlerin doğruluk ve güvenilirliğini olumlu etkileyecektir (2,3,5,8). Kardiyo pulmoner egzersiz testi sistemi bir bütün olarak satın alınmış ve çalışmaya başlanmışsa sistemin doğru ve güvenilir işlediğini göstermek esas olarak üretici/satıcı firmanın sorumluluğudur. Özellkle ergometreler için üretici/satıcı firmalar ilk fabrika kalibrasyonundan sonra tekrarına gerek olmadığını ifade etseler de mümkünse yıllık, değilse 2-5 yıllık aralarla tüm cihaz ve aksamlar için gerekli referans kalibrasyonların yapılması veya yaptırılması konusunda titiz olunmalıdır (6). Özellikle oksijen alım değerinin iş yükü ve kalp atım hızı kullanılarak formüller aracılığı ile dolaylı olarak hesaplandığı laboratuvarların bu konuyu ihmal etmemesi gereklidir (3,5,9). Ergometrelerin iş yükleri hesaplamalarında küçük oynamalar bile oksijen düzeyi tahminlerinde ciddi sapmalara yol açabilir. 344 TEKNİK EKİPMAN VE LABORATUVAR Günlük kalibrasyon denetiminde ise genel olarak gaz analizörü ve kütle spektrofotometresi için genellikle ticari olarak satılan ve düzeyleri kesin olarak ölçülmüş 2 gaz tankı kullanılır. Bu referans tanklardan biri %6 CO2 ve %15 O2 diğeri %0 CO2 ve %21 O2 içerir. Laboratuvardaki cihazın bu tanklardaki gazların içeriğini %1 doğruluk sınırı içinde ölçmesi gerekir (Tablo 2). Ağızdan analizöre hava örneğini ulaştırmada kullanılan tüpler, ağızlık veya maske gibi parçaların yarattığı ölü boşluk havasının hacim ve konsantrasyon hesapları üzerine olan etkisinin giderildiğinden emin olunmalıdır (2,13). Her solukta yönteminde gecikme zamanının kesinlikle bilinmesi ve otomatik dijital algoritm hesaplamalarına doğru değerin girilmesi, respiratuvar hava akımı ve gaz konsantrasyonu sinyalleri eşzamanlı olarak birleştirilebilmesi ve dolayısıyla güvenilir ölçümler için çok önemlidir. Analizör/spektrofotometre bir solenoid kapak vasıtasıyla içeriği bilinen 2 gaz tankı arasında yönlendirilebilir. Solenoidin etkinleşmesi ile gaz düzeyindeki değişimin analizör tarafından algılanması için geçen süre gecikme zamanını verir. Bu sistemin üretici tarafından sisteme yerleştirilmiş olması ve günlük kalibrasyon denetimlerinde kullanılması önerilir (2,5,9). Ayrıca zaman zaman sağlıklı, klinik çalışanlarından veya çevredeki gönüllülerden birkaç kişiyi “fizyolojik/biyolojik denek” olarak kullanmak önemlidir. Sistemin kullanılma sıklığına göre belirlenecek aralarla gönüllülere değişik birkaç yükte sabit yüke karşı egzersiz yaptırılarak ölçülen VO2, VCO2, VE vd değerler saptanır. Bu verileri referans olarak kullanarak “biyolojik kalibrasyon” yapmak yerel bir standart/referans değerler havuzu da yaratacağından tüm sistemin işlerliği ve güvenilirliği için izlenmesi gereken bir yoldur (14). Mümkün olduğunda altın standart olarak kabul edilen Douglas torbası yöntemi de ventilasyon ve gaz değişimi değerlerinin güvenilir olarak ölçüldüğünü onaylamak üzere refarans kalibrasyon yöntemi olarak kullanılmalıdır. Kardiyopulmoner egzersiz testi ile elde edilen parametrelerin doğru yorumlanmasında belirlenen değişkenlerin tekrarlanabilir (“reproducible”) olarak ölçüldüğünü göstermek önemlidir (13). Biyolojik deneklerle referans kalibrasyon bu noktada Tablo 2. Kardiyopulmoner Egzersiz Testi Ekipmanlarında Temel Standartlar Ekipman Ölçüm aralığı O2 analizörü %0-100 Doğruluk* Tekrarlanabilirlik Yanıt Kalibrasyon (%) zamanı (ms) %1 1 <130 2 örnek gaz CO2 analizörü 0-10% %1 1 <130 2 örnek gaz Akım ölçer 0-14 L/s %3 3 <40 3L şırınga Bisiklet Erg. 0-400 W %2 veya 25W üstü ± 3W Dinamik torkmetre Band Erg. 0-10mph 0.2 mph Zamanlayacı %0-15 eğim %0.5 Su terazisi *Doğrusallık her cihazın kendi ölçüm aralığı içindeki değerdir TEKNİK EKİPMAN VE LABORATUVAR 345 da doğrulama sağlayabilir. Diğer taraftan takip hastalarında hastalığın ilerlemesi, ilaçların değiştirilmesi, kişinin psikolojisi/motivasyonu, testin sabah veya akşam yapılması, değişik egzersiz protokollerinin uygulanması da cihaz ve/veya kalibrasyon hataları kadar solunum parametrelerinin tekrarlanabilirliğini etkiler (8,9,13). Bu unsurlar dikkate alınıp, gerektiğinde ilgili düzeltmeler yapıldığı takdirde kardiyopulmoner egzersiz testi ile toplanan gaz değişimi ve ventilasyon dinamiklerine ait veriler güvenle klinik ve laboratuvarlarda kullanılabilir (1-4,8-10,13,14). KAYNAKLAR 1. Palange P, Ward SA, Carlsen KH, et al. Recommendations on the use of exercise testing in clinical practice. Eur Respir J 2007; 29: 185-209. 2. Wasserman K, Hansen JE, Darryl SY, Whipp BJ & Casaburi R. Clinical Exercise Testing. In: Principles of Exercise Testing and Interpretation, 3th ed., “Baltimore: Lippincott, Williams and Wilkins; 1999: 115-42. 3. Astrand PO, Rodahl K, Dahl HA, Stromme SB. Evaluation of Physical Performance on the Basis of Tests. In: Textbook of Work Physiology, 4th ed, Champaign, IL, Human Kinetics, 2003: 273-97. 4. Gürsel G. Egzersiz Fizyolojisi ve Egzersiz Testleri. In: Yıldırım N: ed. Akciğer Fonksiyon Testleri Fizyolojiden Klinik Uygulamaya. İstanbul: Turgut Yayıncılık, 2004: 105-19. 5. Cooper CB ve Storer TW. Araç donanımı. In: Egzersiz Testleri ve Yorumu. çev.eds: Kayserilioğlu A ve Çavuşoğlu H, İstanbul: Yüce Yayınları, 2003: 15-50. 6. American Thoracic Society and American College Chest Physicians. ATS/ACCP statement on cardiopulmonary exercise testing. Am J Respir Crit Care Med 2003; 167: 211-77. 7. Stevens D, Elpern E, Sharma K, et al. Comparison of hallway and treadmill six minute walk tests. Am J Respir Crit Care Med 1999; 160: 1540-3. 8. Thompson WR, Gordon NF, Pescatello LS. Clinical Exercise Testing. In: ACMS’s Guidelines for Exercise Testing and Prescription, 8th ed., Baltimore/Philedelphia: Lippincott, Williams and Wilkins, 2010: 105-34. 9. James DVB, Sandals LE, Wood DM, et al. Pulmonary gas exchange. In: Winter EM, Jones AM, Davison RCR, et al.; eds. Sports and Exercise Physiology Testing Guidelines. Abingdon, Oxon: Routledge, 2007: 101-11. 10. Poole DC, Kindig CA and Behnke BJ. VO2 kinetics in different disease states. In: Jones AM and Poole DC; eds. Oxygen Uptake Kinetics in Sport, Exercise and Medicine. London: Routledge, 2005: 62-94. 11. American Heart association committee on electrocardiography. Recommendations for standardization and specifications in automated ECG: bandwidth and digital signal processing. Circulation 1990; 81: 730-9. 12. Buckley J and Eston R. Ratings of perceived exertion. In: Winter EM, Jones AM, Davison RCR, et al; eds. Sports and Exercise Physiology Testing Guidelines. Abingdon, Oxon: Routledge, 2007: 120-9. 13. Özyener F, Rossiter HB, Ward SA, Whipp BJ; Influence of exercise intensity on the on- and off-transient kinetics of pulmonary oxygen uptake in humans. J Physiol.-London 2001:533: 891-902. 14. Koch B, C. Schaper C, Ittermann T, et al. Reference values for cardiopulmonary exercise testing in healthy volunteers: the SHIP study; Eur Respir J 2009; 33: 389-97. KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİ Doç. Dr. Fadıl ÖZYENER EGZERSİZ FİZYOLOJİSİ Egzersiz sırasındaki performansı, kasın yeterince gücü istenilen süre boyunca üretmesi belirler. Bu koşulu sağlamak için kasın öncelikle yeterli enerjiyi anaerobik ve/veya aerobik yoldan üretmesi gereklidir. Anaerobik yoldan gerekli enerji desteğini sağlamada kasın ATP ve kreatin fostat deposu ile glikolitik kapasitesi önemlidir. Aerobik yolun gücü ve devamlılığını ise kaslara O2 sağlama yeterliliği belirler. Akciğer ventilasyonu, kardiyak kasılma özellikleri, kanın hemoglobin miktarı, damarların basıncı; kaslara ulaşan kan akım miktarını ve dolayısıyla O2 desteğini belirleyen çok önemli unsurlardır (1). İstenilen bir fiziksel görev başarıyla tamamlanamazsa “egzersiz intoleransı” ortaya çıkar (2). Klinik açıdan ele alınırsa, herhangi bir veya daha fazla sisteminde sorun olan kişinin eşdeğer yaş grubu normal olguların başarabildiği bir görevi gerçekleştirme sorunudur (2,3). Sporcuda atletik performansı sınırlandıran bu durum, sağlıklı/hasta bir kişide yaşam kalitesini ciddi oranda gerileten bir unsur olabilir. Bu çerçevede egzersiz sırasında istenilen metabolik hızlara yükselmek için solunum, kalp, dolaşım sistemlerinin birbiri ile etkileşimlerini anlamak için temel fizyolojik bilgileri kavramak ve tartışmak bu bölümün konusudur. EGZERSİZİN SOLUNUM SİSTEMİNE ETKİSİ Egzersizin tipi, süresi ve yoğunluğuna bağlı olarak solunum frekansı dinlenimdeki 12-18 dak’dan 40-60’a veya daha fazlasına yükselebilir. Soluk hacmi (tidal volüm) 500 mL/dk iken 2000-3000 mL’ye kadar çıkar. Ancak akciğer ve göğüs kafesinin egzersiz sırasındaki mekanik kısıtlaması nedeniyle nomalde 46004800 mL olan vital kapasitenin ancak %50-70’ına kadar çıkabilir, hiçbir zaman %100 olamaz (4). Egzersiz tipi, süresi ve yoğunluğunun farklılığı yanı sıra kişinin yaşı, cinsiyeti, fiziksel kapasitesi gibi değişiklikler yüzünden solunum parametrelerindeki oynamalarına ait kesin sayılar vermek mümkün değildir. 346 KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİ 347 Egzersize başlanması ile beraber O2 alımı (VO2), CO2 atılımı (VCO2) ve dakika ventilasyonu (VE) da artmaya başlar ve bir süre sonra, eğer yük sabit ve maksimale yakın değilse, yeni dengeye ulaşırlar (Şekil 1). Yük maksimal seviyelere doğru yükseltilmeye devam edilirse bu değişkenler de kişi yorgunluktan tükenene kadar artmaya devam eder (4,5). Bu çerçevede gaz ve ventilasyon dinamiklerini etkileyen mekanizmalar şöyledir: Egzersizde VE Kinetiği Solunum dakika hacmi istirahattaki 4-6 lt/dk’dan başta egzersizin tipi ve süresi olmak üzere yaş, cins antrenman düzeyi gibi bir dizi unsura bağlı olarak 60-120 lt/ dk’ya kadar artabilir. Egzersize başlamadan veya egzersizin ilk saniyelerinde, henüz kanda O2 miktarı azalması, pH ve CO2 yükselmesi olmasa da solunum sıklığı ve derinliği artmıştır. Bu durum egzersizde solunumu kimyasallar dışında sinirsel düzeneklerin de etkilediğine işaret eder. Bu solunum yanıtı 3 fazda incelenebilir (3-6): Faz I, Ani artış dönemi: Egzersize başlarken serebral korteksden kaslara giden uyarıların medulladaki solunum merkezlerini uyarması ile ventilasyon yükselmeye başlar. Santralden -perifere etkili nörojenik yolların ön planda olduğu bu dönemde henüz arteriyel kan O2, CO2 ve H+ değerlerinde hiç bir değişim yoktur. Faz II, yavaş artış dönemi, “non steady-state”: Egzersizden 10-25 saniye sonra başlar ve birkaç dakika boyunca devam eder. Merkezi sistem etkisine, egzersiz ile kasılan kaslardan oluşan uyarıların yine solunum merkezine dönerek uyarıcı etki yapması eklenir. Kas iğcikleri, akciğer ve tendonların hareket- gerim reseptörleri, proprioseptörler bu aşamada devreye girerler. Faz III, (kararlı devre, “steady-state”: Önceki düzenleme mekanizmaları kararlı hale gelirken, periferik- santral kemoreseptörler ile vücut ısısındaki artışın düzenleyici etkileri de devreye girer. Bu evrede egzersizin şiddeti yeterince yüksekse maksimum dakika ventilasyonuna (VEmaks) ulaşılabilir. Ancak egzersiz sırasında ulaşılan VEmaks görece dinlenim halinde ölçülen maksimum istemli hacmin (MVV, “maximum volunteer volume”) en fazla %70-80’ine kadar çıkabilir. Egzersizde O2 Alımı (VO2) Mekanizmaları 0 3 6 Zaman (dak) Şekil 1. Sabit yüke karşı yapılan egzersizde O2 (-), CO2 (- - -) ve VE (…) dinamiklerinin seyri Egzersizin başlamasıyla beraber artan yükün metabolik ederini karşılamak için gereken oksijen alımı artışı, kaslardan akciğerlere uyarı gelmesi için harcanan zaman nedeniyle, hemen gerçekleşemez (7). Vücut istenilen O2 alımı oluşana kadar diğer kaynaklara başvurur (1,7): 348 KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİ Faz I, Kardiyodinamik dönem: kardiyak debi ve dolayısıyla pulmoner kan akımındaki artış hızlanan metabolizmadaki ilk 10-20 saniyelik O2 ihtiyacını karşılar. Faz II, kararsız metabolizma dönemi: vücut O2 yerine kullanabileceği bir dizi kaynağa başvurur. Bunlar; a) Vücut O2 depoları (özellikle venöz hemoglobine bağlı olan O2) daha fazla kullanılır, öyle ki venöz hb doygunluğu orta şiddette bir egzersizde %5060’lara düşerken ağır egzersizde %20-30’lara kadar inebilir. b) Kimyasal enerji depolarının devreye girmesi: hazır bulunan ATP kullanılır, ancak bu sadece 5-6 san kadar yeterli olduğundan sürekli diğer kaynaklardan destek gereklidir. Bunlar; i)Yüksek enerjili fosfat bileşikleri: PCr (“phosphocreatin”) A fosfat + kreatin (açığa çıkan fosfat ADP’den ATP yapımında kullanılır); ii) glikojen A glikolizis A laktat- + H+ (piruvatın Krebs döngüsüne girerek yıkılması sonucu anaerobik yoldan enerji -ATP oluşması gerçekleşir) Faz III: O2 varlığında karbonhidrat, lipid ve nadir hallerde proteinlerin yakılması ile aerobik yoldan ATP üretilmesi gerçekleşir. Tüketici, şiddetli egzersizlerde zorunlu olarak anaerobik kaynakların devreye girmesi ile glikolizis de önemli katkı verebilir (1,7). Egzersizde CO2 Atılımı (VCO2) Mekanizmaları Faz I: kardiyak debi ve dolayısıyla pulmoner kan akımındaki artış dolayısıyla daha fazla CO2 akciğerlere taşınarak atılır. Faz II: kararsız metabolizma dönemi sırasında vücut O2 yerine kullanabileceği bir dizi kaynağa başvurduğundan metabolik yolla üretilen CO2 oksijen alımına göre daha yavaş bir ivme ile artar (Şekil 1). Faz III: Eğer egzersizin şiddeti yeterince yüksek ise ventilasyon artmaya devam eder. Bu ventilasyon artışındaki devamlılık metabolik CO2 üretiminin yükselmesine bağlı olduğu kadar asidozun tamponlanmasına ikincil olarak oluşan CO2’in uyarıcı etkisine ve solunum merkezlerinin artan duyarlılığına bağlıdır (5). Egzersiz ve Solunum Fizyolojisinde Bazı Temel Tanımlar O2 alımı (VO2) ve CO2 atılımı (VCO2) ölçümünün esas olduğu bazı değişkenler hastaların yaşam kalitesi ile sporcuların performansının belirlenmesi ve gözlenmesinde olduğu kadar çeşitli hastalıkların tanı/ ayırıcı tanısında, değişik tedavilerin etkilerinin izlenmesinde giderek daha yararlı bulunmaktadır (2,3, 7-9). Kardiyopulmoner egzersiz testleri (KPET) ile nispeten kolay saptanabilen bu parametrelerin kullanımları da bu nedenle yaygınlaşmaktadır. Bu değişkenlerden en önemlileri şunlardır: Maksimum O2 alımı (VO2max): Aerobik kapasitenin güvenilir bir göstergesi kabul edilir. Artan iş yüküne karşın O2 alımın sabit kaldığı en yüksek düzey belli koşulları taşıdığı takdirde VO2max olarak tanımlanır (10,11). Bu koşullar; KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİ 349 a) Kısa da (<20-30 sn) olsa bir plato olmalı (bu plato yoksa ölçülen parametre pik VO2 olarak tanımlanır) b) Kardiyak atım sayısı, 220 -yaş (- 10) sınırı içersinde olmalı c) R (respiratuvar değişim oranı, VCO2/VO2) ≥ 1.1 olmalı Laktat /anaerobik eşik (eL/ean): Egzersiz sırasında laktat üretimindeki net artışın kan laktat düzeyinde artışa yol açarak devamlı hale geldiği pulmoner O2 düzeyidir. Yine aerobik kapasitenin (kardiyorespiratuvar dayanıklılık) başka bir göstergesi olarak benimsenmiştir. Laktat eşiğinin geçildiği pulmoner O2 düzeyi yüzde olarak VO2max’ın ne kadar yüksek oranına denk gelirse, kişinin kapasitesi o kadar iyi kabul edilir (10,11). Laktat eşiği doğrudan kandan -tercihan arterden, yapılan ölçümlerle belirlenebilir (invaziv teknik). Son yıllarda “V-slope” tekniği ile solunumsal parametrelerin ölçülmesine dayanan değerlendirmeler kullanılarak dolaylı olarak “noninvaziv” yöntemle saptanması da geniş kabul görmektedir (3-6, 8-10). Zaman sabiti (o, tau): Kararlı durum veya son VO2 düzeyine (Faz III’teki) varmak için gereken zamanın %63’ünü belirleyen zaman/sabite değeridir. Üstel matematik formüller sayesinde kolayca hesaplanabilir. Bu değer saniye olarak belirtilir ve ne kadar kısa ise kişinin akciğer gaz dinamikleri açısından az sorunlu ve strese hazırlıklı olduğuna işaret eder (10-12). O2 ederi (6VO2/6W): Egzersiz sonu ölçülen VO2 egzersiz öncesi değerden çıkartılarak egzersiz sonu ile başı arasındaki yük(W) farkına bölünmesidir. Dakikada birim yük başına kullanılan O2 miktarı hakkında bilgi veriri. Normal şartlar altında 8-12 mL/dk/W olmalıdır. Bu sınırların dışında olması kardiyo-sirkülatuvar ve/veya respiratuvar sistemlerin biri veya fazlasının stres altında olduğuna işaret eder (10-12). Egzersiz şiddeti veya yoğunluğu: Hasta ve/veya sporculara egzersiz testleri uygularken, şiddetin doğru olarak belirlenip uygulanması metabolik stresin tam ölçülmesi açısından çok önemlidir. Klasik olarak çok uzun yıllardan beri uygulanan kalp hızına dayanan saptamalar yanı sıra laktat eşiğinin altı (sub-) ve üstü (supraeL), VO2max’ın %’si gibi ölçümlere dayanan egzersiz şiddeti saptama yöntemleri de son on yıllarda yaygınlaşmıştır (9). Daha yeni olarak VO2max ve eL saptanarak bunların arasındaki farkın yüzdelerine dayanan delta (6) kavramı ile metabolik stresin diğer yöntemlere göre (kalp hızı, sub- veya supra- eL, VO2max’ın %’si gibi) daha doğru ve güvenilir saptanabileceği de bildirilmiştir (7, 10-13). O2 nabzı (“O2 Pulse”): Birim kalp tepe atımı başına (KTA) alınan O2 miktarı hakkında bilgi verir. Fick denklemi göz önüne alındığında VO2/KTA=atım hacmi x C(a-v) O2 şeklinde de ifade edilebilir (7,8,10,11). Bu durumda atım hacminin sabit olduğu koşullarda O2 nabzındaki değişme C(a-v) O2’deki değişime paraleldir. 350 KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİ Antrenmanın Solunum İşine Etkisi Dinlenimde toplam enerji harcamasının %2’si solunum sistemi tarafından kullanılırken ağır egzersizde tüketilen oksijenin % 15’i solunum sırasında çalışan kaslar için kullanılır. Bu oran akciğer hastalığı olanlarda %40’a kadar çıkar. Ventilasyon egzersiz performansı üzerinde sınırlayıcı değildir (1,5, 6). Fakat astım, KOAH (kronik obstrüktif akciğer hastalığı) hastalarında sınırlayıcı olabilir (2, 3, 11). Maraton gibi uzun süreli aktivitelerde solunum kaslarındaki glikojen depolarının boşalması performansı sınırlayıcı bir neden olabilir. Diğer iskelet kasları ile karşılaştırıldığında, örneğin diyafragma kasında oksidatif enzim, mitokondri ve kapiller yoğunluğun 2-3 kat daha büyük olması bu etkiyi azaltır. Dolayısı ile antrenmanın solunumsal dayanıklılığa katkı sağladığı söylenebilir (3,6). Düzenli yapılan antrenmanlar sonrası (2-8 hafta) aynı işi yapmak için gereken solunum işi ciddi miktarda azalır. Örneğin 100 W dirence karşı iş yapabilmek için gereken O2 miktarı azaldığı için üretilen CO2 düzeyi de düşer ve bunu atmak için gereken VE’da azalır. Bir solunum hastası için azalan solunum iş yükünün yaşam kalitesini yükseltici etkisi önemlidir. Antrenman ile solunum işinin azalması solunum kaslarının hipertrofisi sonucudur. Bu sayede solunum kaslarının kapiller, mitokondri, sitazol ve mitokondrideki aerobik enzimlerin hacim ve/veya sayısı ile kas hücresinin piruvat, yağ asitleri, keton cisimcikleri gibi enerji kaynaklarını metabolize etme yeteneği de çoğalır. Antrenmanla vital kapasitede minimal artış, rezidüel hacimde minimal düşüş gözlemlenirken tidal hacimde maksimal egzersiz dışında değişiklik olmaz. Solunum sayısı antrenmanla submaksimal egzersizde ve dinlenimde düşerken maksimal egzersizde artar. Sedanterle karşılaştırıldığında tidal hacim ve solunum sayısındaki artış antrenmanlı kişilerde pulmoner ventilasyonun iki kat kadar artmasını sağlar (5,6). Solunum zarının difüzyon kapasitesi: 1 mmHg basınç farkı ile 1 dakikada difüzyona uğrayan gaz hacmi egzersizin yoğunluğuna bağlı olarak O2’de 21 mL.dk-1 mmHg-1’dan 40-60’a, CO2 için 400-450 mL.dk-1mmHg-1 dan 3-4 katına kadar artabilir (6). Temel olarak akciğerlerde dinlenim sırasında kapalı olan kapillerlerin egzersizle beraber açılarak veya genişleyerek kan hacminin artması ve beraberinde ventilasyonun daha iyi dağılması ile difüzyon sahasının genişlemesine ve VE/Q oranının giderek ideale yaklaşmasına bağlıdır (10). Egzersizin Kardiyak ve Dolaşım Sistemleri Üzerine Etkisi Egzersizin tipi ve şiddetine göre kardiyovaskuler sistemin O2 ve enerji sunma yeteneğine bağlı olarak kas kasılması ve güç oluşumu ya yorgunluktan tükenene ya da amaç gerçekleşene kadar devam eder. Egzersiz yapılacağının düşünülmesi ile korteksin uyarılması sinir-kas arası mekanizmaları harekete geçirir. Dolayısıyla kalp atım sayısı da solunum sayısı gibi daha egzersiz tam olarak başlamadan özellikle antrenmansız kişilerde belirgin olmak üzere hızlanır (1,3,5,7). KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİ 351 Kalp atım sayısı (nabız) Kalp atım sayısı egzersize kalp-dolaşım sisteminin yanıtını en kolay gösteren değişikliktir. Egzersizde iş yükünün artışına orantılı kalp atım sayısı artar. En üst noktada egzersizin şiddetinin artmaya devam etmesine rağmen kalp atım sayısı artık değişmiyorsa bu maksimal kalp atım sayısıdır ve tahmini değeri 220-yaş formülü ile pratik olarak öngörülebilir (Andersen formülü, 13). Bu değer egzersiz şiddetini sahada her günkü uygulamalar sırasında kolayca kestirebilmek açısından da önemlidir. Örneğin 40 yaşında bir bireyin egzersiz sırasındaki kalp atım sayısı 125 civarı ise bu birey maksimalin (220-40=180) %70’i şiddetinde bir egzersiz yapıyor diye yorumlanabilir (1,13). Kalbin Bir Kerede Pompaladığı Kan Miktarı (Atım Hacmi) Dinlenim halindeki kişide diyastol sonunda bir ventrikülün hacmi normalde 110120 mL kadardır. Sistol sırasında ventriküller kasılarak 70 mL kadar kanı perifere atar ve kasların kullanımına sunar (atım hacmi). Sedanter kişilerde bu atım hacmi değeri maksimal egzersizde 100-120 mL’ye kadar çıkabilir (10-14). Özellike endurans (dayanıklılık) sporcularında belirgin olmak üzere tüm antrenmanlı kişilerde is artan venöz dönüş ve/veya kardiyak hipertrofi dolayısıyla dinlenim halinde bile atım hacmi 80-100 mL’ye yükselmiştir. Maksimal egzersizde iyi düzey sporcularda bu değerler 140-150 mL civarına kadar artabilir (10,12). Sporcularda atım hacminde saptanan bu kazanım, istirahat nabzının 50’li, 40’lı rakamlara düşmesinin de nedenidir. Egzersizde atım hacminin egzersizin şiddetine paralel artışı, maksimalin %4060’ı civarına kadar doğrusal olarak devam eder. Bu noktada atım hacmi bir yatay seyir “kararlı denge” izlemeye başlar. Diğer taraftan yatar veya dikey durumda egzersiz yapmak yer çekimi etkisi ile venöz dönüşü etkileyerek atım hacmini değiştirir (5,13). Kalbin Bir Dakikada Pompaladığı Kan Miktarı (Kardiyak Debi) Dinlenmedeki bir kişide kalp dakikada ortalama 4-6 lt kanı başta kaslar olmak üzere tüm dokuların kullanımına sunar. Egzersizin tip ve şiddeti ile kişinin antrenman düzeyine bağlı olarak kalp bu miktarın 2-10 kat daha fazlasını kaslar ve diğer dokulara pompalamak zorunda kalabilir. Öyle ki, kardiyak debi maksimal egzersizde 40-60 lt/dk’ya kadar ulaşabilir. Ender olarak olimpik düzeydeki sporcularda ≥60 lt/dk gibi değerler de saptanabilir. Çalışan kasların fazladan oksijen ihtiyacı karşılamak için artan kalbin dakikalık kan pompalama kapasitesi kalp atım sayısı ile atım hacminin çarpımının bir sonucudur (13,14). Kan Akımının Egzersizden Etkilenmesi Kaslara ulaşan kardiyak debi dinlenimde %15-20 kadar iken bu oran tüketici bir egzersizde %80-85’lere kadar çıkar. Kan akımı dağılımının egzersizin şiddeti ve tipine göre yeniden düzenlenmesinde şu unsurlar önemlidir (5,10-14): 352 KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİ 1) Vücudun inaktif bölgelerindeki damarlarda, özellikle mide-bağırsak sistemi, karaciğer, böbrek ve deride refleks vazokonstriksiyon (daralma) oluşur. 2) Egzersizin hemen öncesinde ve başlangıcında özellikle dikkati çeken çalışan kasların damarlarında refleks vazodilatasyon (genişleme) olmasıdır. 3) O2’nin azalması, CO2’in artışı, asidoz, ısı artışı ile adenozin, Mg+2 ve K+ derişim artışları gibi yerel unsurlar belirleyicidir. Çalışan kaslarda yoğunlaşan yerel öğeler, özellikle nitrik oksit (NO) artışına yol açarak o bölgedeki damarlarda vazodilatasyon oluşturma ve kan akımını çoğaltma işlevinde önemlidirler. Egzersizin hemen öncesinde veya başlangıcında otonom sinir sisteminin sempatik sistem hormonlarından öncelikle noradrenalin ve daha az olarak adrenalin artışı arteriyel damar sisteminde daralmaya yol açar. Ancak kalp kası, solunum kasları ve etkin hale geçen iskelet kaslarının artan O2 ihtiyacı ve metabolizma artık ürünlerinin uyarısı bu daralmaya baskın çıkarak kan akımını çoğaltmak üzere bölgedeki arteriyel damarların genişlemesini sağlarlar. Böylece, kan akımı etkin olarak çalışmayan vücut bölgelerinden egzersiz yapan vücut kaslarına ve destek organlara yönlendirilir. Bu yönelim refleks vazodilatasyon ve vazokonstriksiyon oluşum mekanizması olarak adlandırılır (12-14). Antrenmanın Kardiyak ve Dolaşım Değişkenleri Üzerine Etkisi Düzenli kronik egzersiz (antrenman) yapan sporcularda kalbin kasılma gücü gelişir. Kalpte iç hacim genişlemesi ve/veya kas kitlesinde büyüme belirgin değişikliklerdir. Dayanıklılık sporcularında hacim genişlemesi (özellikle ventrikül çapında artma) daha ağırlıklı iken, güç geliştirme sporu yapanlarda hipertrofi (sol ventrikül kas kitlesinde daha belirgin) dikkat çeker (1,3,10). Bu anatomik gelişmenin fizyolojik sonuçları ise; antrenmanla diyastol sonu hacmi artarken sistol sonu hacminin azalmasıdır. Diğer bir deyişle atım hacminin artması ve dolayısıyla kardiyak debinin yükselmesidir. Özellikle dayanıklılık antrenmanı yapanlarda belirgin olan bu değişimler maksimal oksijen kullanım yeteneğini (VO2max) yükselterek atletik performans veya yaşam kalitesinin gelişmesi açısından avantaj sağlar. Güçlenen miyokard dolayısıyla atım hacmi yükseldiğinden antrenman sonrası aynı işi yapmak için gereken atım sayısı daha azdır. Böylesi antrenmanlı kişilerde dinlenimde kalp atım sayısı belirgin şekilde düşer (sporcu bradikardisi gelişir), ancak maksimum kalp atım sayısında bir değişim olmaz (10,11,14). Kalp dolaşım sisteminin antrenmanla geliştiğinin en önemli göstergelerinden biri egzersiz sonrası toparlanma safhasıdır. Antrenmanlı kişilerde kalp atım sayısı bir kaç dakika içinde dinlenim seviyesine dönerken sedanterlerde bu süre belirgin şekilde daha uzundur (12). KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİ 353 Uzun süreli yapılan antrenmanın diğer bir sonucu iskelet kası damarlanmasının artması ile kan akımının o bölgeye daha fazla yönelmesidir. Kası besleyen damarların daha fazla genişlemesi, kardiyak debinin daha büyük bir bölümünün çalışan kasa yönelmesi antrenmanlı kişilerde kas kan akımının çoğalmasına yol açan diğer öğelerdir. Ayrıca kas myoglobulini ve 2,3 difosfogliserat (DPG) miktarında uzun dönem antrenman sonrası gelişen artışlar da kasın oksijenlenmesi açısından önemlidir (13). Kan Basıncının Egzersizden Etkilenmesi Kan basıncı kanın damar çeperinin herhangi bir birim alanına uyguladığı basınçtır. Kan basıncı (KB)=TPR (total periferik direnç) x KD (Kardiyak debi) şeklinde özetlenebilir. Kan basıncının dinlenim ve egzersizde sağlıklı şekilde devam etmesini sağlayan sistemdeki tüm damarların gerilebilir veya elastik olmalarıdır. Bu özellik sayesinde, örneğin egzersiz esansında, arterlerde basınç arttığında genişleme ve direnç azalması sonucu çalışan bölgeye kan akımı artar. Ayrıca arterler esnek yapıları sayesinde kalbin kanı nabızlı olarak pompalamasına katkıda bulunurlar. Böylece kan, dokuların çok küçük damarları içinde bile hemen tamamen düzgün ve sürekli akar. Egzersiz sırasında kasların beslenmesi ve performansın devamlılığı bu durumu daha da önemli kılar (13,14). Bütün damarlar içinde en fazla gerilebilme yeteneği olanlar venalardır. Hafif bir basınç artışı bile venalarda 1 lt’ye kadar fazladan kan depolanmasına yol açar. Bu nedenle venalar büyük miktarda kanın depolanmasını sağlayarak gerektiğinde başka bir vücut bölgesinin kullanımına sunabilirler. Örneğin egzersiz sırasında kardiyak debinin artmasında devreye giren kaynaklar arasında bu “depo” büyük yer tutar (1, 5, 13). Daha da önemlisi vücuttan kan kaybı olduğunda arter basıncı düşmeye başlarsa, venalar sempatik sinyaller sonucu kasılarak dolaşıma kan sağlarlar. Egzersizin Kan Basıncı Sistolik ve Diyastolik Değerlerine Etkisi Arteriyel basınç değişikliklerinde yapılan egzersizin tipi, hareketlerde kullanılan kas grupları gibi unsurlar belirleyicidir. Vücuttaki kasların çoğunun etkin olduğu, böylece yaygın vazodilatasyonun görüldüğü dayanıklılık (endurans) tipi yürüme, koşma, yüzme gibi en az 20 dak ve üstü sürecek egzersizlerde sistolik basınçta yükselme görülür. Sistolik basıncın artan venöz dönüş ve atım hacmi ile yakın ilişkili olduğu hatırlanmalıdır. Dinlenimde 120 mmHg civarı olan sistolik kan basıncı değeri egzersizin tipine ve yoğunluğuna göre 180-200, hatta elit sporcularda daha da yukarı çıkabilir (10,11,14). Bu kanın kaslara hızlı bir şekilde ulaşması açısından önemli bir düzenlemedir. Diyastolik kan basıncı endurans tip egzersizlerde esas olarak önemli bir değişiklik göstermez, bazen çok az düşer veya yükselir. Bir dayanıklılık egzersizi sırasında diyastolik basıncın 15 mmHg veya daha fazla yükselmesi anormal yanıt olarak değerlendirilmelidir. Bu durumda egzersiz sonlandırılmalı ve kişi tıbbi kontrolden geçirilmelidir (3,5,11,13). 354 KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİ Güç/çabukluk/ hız sporlarında veya küçük kas grupları ile yapılan değişik tip egzersizlerde ise (kısa süreli maksimal koşma, atma, atlama, ağırlık kaldırma gibi patlayıcı güce dayanan etkinlikler) vücutta refleks vazokonstriksiyon ön plandadır. Maksimum sempatik boşalmanın olduğu veya sadece belli bir bölgede kaslar etkin hale geçtiği için burada oluşan refleks damar genişlemesinin genel sempatik boşalmayı baskılayamadığı hallerde total periferik direncin yükselmesi söz konusudur (5,11,14). Bu yüzden toplam damar direncinin bir yansıması olan diyastolik basınç da yükselecektir. Bu yükselme, özellikle doğumsal arter bozukluğu, ateroskleroz veya diğer kalp-damar sorunları olan kişilerde istenmeyen bir sonuçtur. Bu yüzden böyle sorunları olan kişilerde seçilmesi gereken dayanıklılık egzersizleridir (9-11,13). Antrenmanlı kişilerde submaksimal veya maksimal egzersizde kan basıncı değerlerinde sedanterle karşılaştırıldığında önemli bir fark gözlenmemesine karşın dinlenim kan basıncında 10 mmHg civarı bir düşüş saptanır. 4-6 haftalık aerobik egzersiz sonrası dinlenim sistolik ve diyastolik kan basıncında 6-10 mmHg’lık azalma saptanırken submaksimal veya maksimal egzersizlerde ulaşılan kan basınçları değişmez. Bunun sebebi antrenmanlı kişilerde, dinlenimde sempatik aktivite ve periferik dirençte görülen iyileşmelerdir. Antrenmanla gelişen kardiyosirkulatuvar uyumlar sonucu istirahat metabolizması sırasında daha az sempatik deşarj ve periferik direncin yeterli olması durumu altta yatan mekanizmalar olarak kabul edilir (9,10,13,14). Arter ve Vena Kanındaki O2 Düzeyi Değişiklikleri Dinlenim de olan bir kişide arteriyel kan ile venöz kan arasındaki oksijen miktarı farkı 100 mL kan için 5 mL’dir (Ca-vO2=5 mL/100 mL). Çalışan kasların egzersizde daha fazla oksijene ihtiyaç duyması arteriyollerden daha fazla oksijenin kasa geçmesine neden olur, öyle ki kasın venöz kanında oksijen miktarı kuramsal olarak sıfıra kadar düşebilir. Ancak gerçekte sağ atriuma ulaşan venöz kandaki O2 değeri, kanın kapillerden geçiş süresinin kısıtlaması dolayısıyla, en fazla 100 mL kan için 2-3 mL'ye kadar inebilir. Bu özelliğe de sadece çok iyi antrenmanlı olimpik düzeydeki sporcular ulaşarak, arteriyel kandan alabilecekleri O2 miktarını 17-18 mL/dk'ya kadar çıkartabilirler (5,7,11-14). Egzersiz ile Elde Edilen Kazanımlarım Korunması Kronik egzersiz sonucu kazanılan kardiyo respiratuvar iyileşmeler, antrenmana son verildikten bir süre sonra başlangıç seviyelerine döner. Dinlenim bradikardisi, arteriyel kandan daha fazla O2 alıp kullanabilme, VO2max artışı gibi kişinin yaşam kalitesini iyileştirmeye yardımcı çeşitli kazanımlar düzenli egzersiz bırakıldıktan sonra birkaç hafta içinde gerilemeye başlar ve 8 ila 12 haftada da antrenman öncesi başlangıç seviyelerine döner. Bu geri dönüş sürecinde genetik yapı belirleyicidir; ancak kişinin antrenman düzeyi, yapılan egzersizin tipi ve şiddeti ile hangi süre egzersize devam edildiği de önemlidir (1,8-11,13,14). KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİ 355 Kazanımları önemli ölçüde korumak için yapılması gereken haftada en az 2 gün, önceki antrenman yoğunluğunun %40-60 ile yaşam boyu egzersize devam etmektir. Zorunlu hallerde verilmesi gereken aralar 2-3 haftayı geçmemelidir (8,9,11,13). KAYNAKLAR 1. Bachl N ve Faigenbaum D. The Principles of Exercise Physiology. In: FIMS Takım Doktoru El Kitabı, eds: Chan KM, Micheli L, Smith A ve ark.; çev.eds: Gür H, Ergen E ve Özyener F, İstanbul: ER-AY Basım, 2009: 31-63. 2. P. Palange P, Ward S.A, Carlsen KH, et al. Recommendations on the use of exercise testing in clinical practice. Eur Respir J 2007; 29: 185-209. 3- Gold WM. Clinical Exercise Testing. In: Jason RJ, Broaddus VC, Murray JF, Nadel JA; eds. Textbook of Respiratory Medicine. 4th ed. Philadelphia: Elsevier Saunders, 2005: 741-7 4. McArdle WD, Katch FI & Katch VL. Pulmonary structure and function. In: Exercise Physiology. 5th ed. Baltimore/Philedelphia: Lippincott, Williams and Wilkins; 2001: 253-68. 5. Wasserman K, Hansen JE, Darryl SY, Whipp BJ & Casaburi R. Physiology of Exercise. In: Principles of Exercise Testing and Interpretation, 3th ed., “Baltimore: Lippincott, Williams and Wilkins; 1999: 10-61. 6. McArdle WD, Katch FI & Katch VL. Dynamics of Pulmonary ventilation. In: Exercise Physiology. 5th ed. Baltimore/Philedelphia: Lippincott, Williams and Wilkins; 2001: 285-304. 7. Whipp BJ and Rossiter HB. The kinetics of oxygen uptake: physiological inferences from the parameters. In: Jones AM and Poole DC. Oxygen Uptake Kinetics in Sport. Exercise and Medicine. London: Routledge, 2005: 62-94. 8. Cooper CB ve Storer TW. Test Yöntemleri. In: Egzersiz Testleri ve Yorumu. çev.eds: Kayserilioğlu A ve Çavuşoğlu H, İstanbul: Yüce Yayınları, 2003: 51-92. 9. Thompson WR, Gordon NF, Pescatello LS. Clinical Exercise Testing. In: ACMS’s Guidelines for Exercise Testing and Prescription, 8th ed., Baltimore/Philedelphia: Lippincott, Williams and Wilkins, 2010: 105-34. 10. Wasserman K, Hansen JE, Darryl SY, Whipp BJ & Casaburi R. Measurements during integrative cardiopulmonary testing. In: Principles of Exercise Testing and Interpretation, 3th ed., “Baltimore: Lippincott, Williams and Wilkins; 1999: 62-94. 11. Cooper CB ve Storer TW. Cevap değişkenleri. In: Egzersiz Testleri ve Yorumu. çev.eds: Kayserilioğlu A ve Çavuşoğlu H, İstanbul: Yüce Yayınları, 2003: 93-148. 12. Özyener F. Effects of work intensity on the dynamics of pulmonary gas exchange during exercise in humans (Tez). Londra: Londra Üniversitesi; 2000. 13. McArdle WD, Katch FI & Katch VL. Cardiovascular regulation and Integration. In: Exercise Physiology. 5th ed. Baltimore/Philedelphia: Lippincott, Williams and Wilkins; 2001: 325-57. 14. Guyton AC, Hall JE. Sports Physiology. In: Textbook of Medical Physiology. 11th ed. Philadelphia,Elsevier Saunders, 2006:1055-67. KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNDE METODOLOJİ Doç. Dr. Funda COŞKUN Kardiyopulmoner egzersiz testleri (KPET), kontrollü metabolik şartlar altında yapılan egzersize solunum sistemi, kardiyovasküler sistem ve hücresel cevabının görülmesi, değerlendirilmesi esasına dayanır. Solunumsal ve kardiyovasküler hastalıklarda egzersiz intoleransının değerlendirilmesi, preoperatif hastalarda risk tayini, dispnenin ayırıcı tanısı, sporcu performansının değerlendirilmesi ve egzersiz rehabilitasyon programlarının reçetelendirilmesinde kardiyopulmoner egzersiz testleri kullanılmaktadır (1-3). Egzersiz testleri iki genel disipline ayrılır. Performans egzersiz testi sporcuların kondüsyonunu sağlamak veya fitness gelişimi için bir rehber olarak uygulanır. Klinik egzersiz testleri ise hastalık belirtisi gösterenlerde tanı amaçlı veya risk değerlendirmesi için kullanılır. Hem performans egzersiz testleri hem de klinik egzersiz testleri sahada veya laboratuvarda uygulanabilir. Beklenen sonuçlara ulaşabilmek için belirli ekipman varlığı ve testin hangi ortamda daha fayda sağlayacağı test ortamının seçilmesinde göz önünde bulundurulmalıdır. KPET için en çok tercih edilen cihazlar bisiklet ergometresi ve koşu bandıdır. Solunum sistemi hastalıklarını değerlendirmede EKG artefaktının daha az olması, koşu bandına göre hasta için daha güvenli olması ve uygulanan iş yüküne göre ölçülen değişkenleri karşılaştırmanın mümkün olması, kademeli artan yük testlerinin kolay uygulanması gibi nedenler ile bisiklet ergometresi daha çok tercih edilmektedir. KPET öncesinde hastanın hemoglobin düzeyi, elektrokardiyogramı, ekokardiyografik incelemesi, dinamik ve statik akciğer volümleri ve difüzyon kapasitesinin değerlendirilmesi gereklidir. Hastanın eşlik eden hastalıkları ve düzenli kullandığı ilaçlar KPET sonuçlarını etkileyebildiği için sorgulanmalıdır çünkü test sonuçları kullanılan ilaçlardan etkilenebilmektedir. Örneğin; beta-bloker ya da kalsiyum kanal blokeri kullanan bir hastada egzersiz sırasında kardiyak hızlanma beklenenden daha yavaş olacağı için, O2 sunumu hatalı hesaplanabilir. Sağlıklı bir KPET sonucu elde edebilmek için test öncesinde hastaya ayrıntılı olarak KPET 356 KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNDE METODOLOJİ 357 anlatılmalı, test sırasında hasta ile oluşabilecek semptomlar konusunda iletişim kurabilmek için bir işaret dili oluşturulmalıdır. Hastanın teste uyumu sonuçları etkilediği için, test başlamadan önce hastaya yapacağı egzersiz türü tanıtılmalı ve deneme-öğretme amacı ile cihaz üzerinde kısa ön test yapılmalıdır. Testi yapan hekimin oluşabilecek aksaklıkları görmek ve telafi etmek, komplikasyonları değerlendirmek ve hastanın motivasyonunu sağlamak amacı ile test boyunca hastanın başında durması gereklidir (4). Test sırasında kan basıncı, oksijen saturasyonu, kalp hızı sürekli olarak monitörize edilmeli, solunumsal değişkenler ile birlikte 12 derivasyonlu EKG takip edilmeli ve hasta aralıklı olarak ‘‘iyi gidiyorsunuz, her şey yolunda, böyle devam edin, hızınızı bu şekilde koruyun’’ gibi sözler ile motive edilmelidir (5). Bisiklet ergometresi ve koşu bandının avantaj ve dezavantajları Tablo 1’de görülmektedir. İki ana egzersiz testi protokolü mevcuttur. Bunlar maksimal ve submaksimal testlerdir. SUBMAKSİMAL TESTLER Sahada veya laboratuvarda yapılabilirler. Bu testlerde maksimal VO2 (VO2max) kalp hızı/yük ilişkisine bağlı olarak tahmin edilmeye çalışılır. Submaksimal testlerin avantajı olarak daha az efor gerektirmesi, daha kısa sürede testin tamamlanması ve komplikasyon riskinin daha az olması sayılabilir. Dezavantajları arasında ise aerobik kapasiteyi ölçmemesi ve tahmin yoluyla bulunması, sonlandırma noktasının üzerindeki yüklerdeki muhtemel anormal cevapların gözden kaçırılması bulunmaktadır. MAKSİMAL TESTLER Gerçek maksimal bilgi alındığı için VO2max’ın daha iyi saptanmasına olanak sağlar. Efora bağlı bir testtir. Kişinin belirtilerinin ortaya çıktığı zamana kadar teste devam edilmektedir. Maksimal testlerin avantajı ise aerobik kapasitenin direkt ölçümünü sağlayabilmeleridir. Daha fazla ek bilgi sağlarlar ve mevcut bir Tablo 1. Bisiklet ergometresi ve koşu bandının karşılaştırması Koşu bandı Bisiklet Maksimum egzersize daha çabuk ulaşılır Eğim ve hız artar Watt cinsinde iş yükü artar Kişiye göre egzersiz paterni değişir Kişiye göre egzersiz paterni değişmez Artefakt daha çok Artefakt daha az Üst ve alt ekstremite kasları çalışır Alt ekstremite kasları çalışır Kollardan destek sonucu etkiler Kollardan destek önemsiz derecededir İş yükü iki değişkenli olduğu için hesaplanamaz İş yükü watt cinsinden hesaplanır Hasta için düşme v.b. riskleri vardır Güvenlidir 358 KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNDE METODOLOJİ anormal cevabı saptamak mümkündür. Daha uzun bir test süresi, efor bağımlı olması, daha fazla hekim gözetimi gerektirmesi ve artmış risk maksimal testlerin dezavantajları arasında sayılmaktadır. Kardiyopulmoner egzersiz testleri, uygulanan protokole göre 2 kategoride toplanabilir: 1. Kademeli artan yük testleri: İş yükü belirli aralıklarla artırılarak uygulanır, kişinin ulaşabileceği maksimum ventilasyon ve kalp hızı ve diğer parametreleri belirlemede uygun protokollerdir. Bu grup testlerde testlerde ya 1-6 dk’lık aralıklarla iş yükü artırılır (incremental protokol) ya da iş yükü sürekli artar (rampa protokolü). İncremental testlerde genellikle 3 dk’lık bir bazal veri kaydını takiben 3 dk’lık ısınma peryodundan sonra her bir dakikada kişi için uygun olan iş yükü pedallara artarak uygulanır. Pedal çevirme sırasında hastanın dakikada en az 60 kez tam pedal çevirmesi istenir. Test sırasında hastanın dakikada çevirdiği pedal sayısını bisiklet ergometrinin ön monitöründen izlemesi telkin edilerek standart ve uygun performansta bir test yapması sağlanmaya çalışılır (1,5). Testin bu aşamasında uygun görülen zamanda test sonlandırıldıktan sonra genellikle 3 dk’lık toparlanma döneminde hastaya yüksüz olarak pedal çevirtilir (Şekil 1) (6). PERFORMANS EGZERSİZ TESTİ PROTOKOLLERİ Sağlıklı topluluklarda performans egzersiz testleri fiziksel uygunluğun tayini, egzersiz antrenman reçetesinin oluşturulması ve ilerlemenin gözlenmesi için kullanılmaktadır. 200 Rampa Protokolü 150 İş yükü W (watt) 2. Sabit yük testleri (dayanıklılık testleri): Sabit bir yük uygulanarak yapılır. Bu tip testler bilinen iş yüküne karşı gelişen cevabı veya çeşitli tedavilerde etkinliği değerlendirmek için kullanılır. Önce, kademeli artan yük testleri ile maksimum tolere edilebilen yük belirlenir ve sonra bu testlerle submaksimal düzeyde iş yükü altında çeşitli parametreler değerlendirilir (1,5). 20 W.min -1 100 İnkremental Protokol 50 20 0 bazal kayıt ısınma 10 W.min-1 0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Zaman/dk. 10 Egzersiz sonu Şekil 1. Kademeli artan yük testlerinin grafik ile gösterimi. Rampa protokolünde ya da incremental protokolde elde edilen sonuçlar benzerdir. Yük artışı kişinin testi en uygun sürede tamamlayacak şekilde seçilmelidir KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNDE METODOLOJİ 359 Bu bölümde performans egzersiz testi için kullanılan saha testlerinden bahsedilmeyecektir. Bölümün geri kalanındaki protokoller laboratuvar testleri için anlatılmıştır. Submaksimal kademeli artan yük testleri Kalp hızı, yük ve VO2 (dakikada litre cinsi tüketilen oksijen miktarı) arasındaki ilişki doğrusaldır ve VO2 max (sağlıklı kişinin ulaşabileceği ideal oksijen tüketimi değeri) tayini bu sayede yapılabilir. VO2’nin tahmin edilebilmesi için kalp hızının doğru ölçülmesi ve uygun yüklerin seçilmesi çok önemlidir. Submaksimal bisiklet testleri doğruluğunun yanı sıra tekrar edilebilirliği olması nedeniyle değişiklikleri takip etmede elverişli bir test metodudur. Bisiklet ergometresinde test 3’er dakikalık peryotlar halinde 4 aşama şeklinde planlanır. Kalp hızına göre yük artırılır. Yük dördüncü aşamada 12 dakika tamamlanana veya kalp hızı maksimal kalp hızının %85’ine ulaşıncaya kadar test sürdürülür. Koşu bandı testleri de performans egzersiz testlerinde kullanılabilir. Özellikle kişi antrenman olarak yürüme veya koşmayı tercih ediyorsa gerçek değişikliğin belgelenmesi şansı bu test ile artar. Bruce ve Balke protokolleri kullanılan metodlardır. Hız, eğim ve kalp hızı kullanılarak maksimal VO2 hesaplanması temeline dayanır. Kol ergometresi kullanılabilecek diğer bir test aracıdır. Daha küçük kas gruplarının çalışması ve erken yorgunluk nedeniyle VO2max diğer protokollere göre daha düşük saptanır. Kol ergometresinde kademeli artış protokolünde genelde 10-25 watt'lık artışlar kullanılır. Test protokolunde 3’er dakikalık artışlar ve bir sonraki etaba geçmeden kalp hızı ölçülür. Kalp hızının hedef değeri olan maksimal hesaplanan kalp hızının %85’inde ulaşıldığında test sonlandırılır. Toparlanma sürecinde 0-10 watt arası düşük bir yük seçilir (7). Submaksimal sabit yük testleri Çok aşamalı testlerde olduğu gibi hesaplamalar VO2 ile kalp hızı arasındaki ilişkiye dayanır. Bisiklet testi olarak Astrand Rhyming testi uygulanabilir. Bu test metodunda uygulanan yük 6 dakika süreyle sabit devam ettirilir. Son dakika içerisindeki kalp hızı 130’dan az ise yük 50-100 watt arasında artırılır. Bu şekilde devam edilerek her etapta 5. ve 6. dakikalar arasında kalp hızında 5’den az fark olması durumunda test sonlandırılır. Son kalp hızı ve yük hazırlanmış olan Astrand Rhyming nomogramına bakılarak VO2 max tahmin edilir. Koşu bandı testleri submaksimal sabit yük testleri içerisinde çok fazla kullanılamamaktadır. VO2 max’ı tek bir submaksimal koşu bandı aşamasından tahmin etmek için bir nomogram geliştirilmesi gerekmektedir. Sabit yük testleri egzersiz dayanıklılığının saptanması için önemli bir araçtır. Performansı değerlendirmek için referans değerler yoktur. İlk önce maksimal test yapılarak kişinin ulaştığı en yüksek yük miktarı saptanır. Bu yükün %60 ila %100’ü arasında bir sabit yük seçilir. Dayanıklılık testlerinde ısınmadan sonra saptanan bu yük verilerek dayanıklılık zamanı, kalp hızı, sistemik kan basınçları 360 KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNDE METODOLOJİ vb. değerler ölçülür. Egzersiz sonrasındaki değişikliklerin saptanmasında aynı yük verilerek testlerin tekrarlanması değerli veriler sağlamaktadır (7). Maksimal kademeli artan yük testleri Maksimal testler aerobik kapasiteyi ve egzersiz performansını değerlendirmede en fazla veriyi sağlayan testlerdir. İstirahat anından maksimal efora kadar cevap değişkenlikleri gözlenebilir. Özel yüklerde kişinin verdiği cevapları görmek mümkündür. Maksimal testler kişinin büyük ölçüde eforuna bağlıdır. Testler semptom sınırlayıcı olarak yapılmaktadır. Artan yükler sonucunda kas ağrısı, nefes darlığı, göğüs ağrısı ve kramplar testin sonlandırılmasını gerektirecek boyuta ulaştığında test sonlandırılır. Basamak testi ya da rampa testi şeklinde iki test protokolu maksimal testler için kullanılır. Basamak testinde yük 1, 2 veya 3 dakikada bir belli bir düzeyde artış gösterir. Rampa testinde ise artış egzersiz boyunca küçük miktarlarda olur. Test süresi 8-12 dakika olarak ayarlanmalıdır. Yük seçiminde bu konuya dikkat edilmeli çok hafif ya da çok ağır yük artışları bu süresinin dışında kalacak testlerin gerçekleşmesine neden olabilmektedir (7). KLİNİK EGZERSİZ TESTİ PROTOKOLLERİ Klinik egzersiz testleri, tanı aşamasında ya da risk tayininde kullanılırlar. Dispnenin ayırıcı tanısında egzersiz testlerinin yapılması değerli veriler sağlayabilir. Tanısal testlerde dış etkenlerin kontrol altında tutulabildiği bisiklet testleri daha çok tercih edilir. Risk tayininde kullanılan en sık protokol myokard iskemisinin değerlendirildiği egzersiz testleridir. Diğer bir kullanım alanı ise peroperatif risk değerlendirmesidir. Egzersize bağlı hipertansiyonun saptanması ve egzersiz sırasında ortaya çıkan hipoksinin değerlendirilmesi için egzersiz testleri diğer kullanım alanlarıdır. Farmakoterapi, rehabilitasyon ve cerrahiye yanıtın değerlendirilmesinde ise klinik egzersiz testleri kullanılır (8). Egzersizle oluşan bronkospazm testi egzersiz sırasında oluşan bronkospazmı saptamak için egzersiz testleri protokolleri uygulanır. Bronkospazm oluşmasını sağlamak için FEV1’i yaklaşık 20 katına çıkartacak yoğun egzersiz testin ilk aşamasıdır. Bisiklet ergometresinde hedef yükün %90’ına 3 dakika içinde ulaşılır. 4-5 dakika ulaşılan bu yükte teste devam edilir. Test sonlandırıldıktan sonra 1, 3, 5, 7, 10, 15 ve 20. dakikalarda solunum fonksiyon testi yapılarak FEV1 değerindeki düşüş üzerinden bronkospazm saptanmaya çalışılır. Miyopati değerlendirmesi bu test protokolünde önemli olan kan alınarak laktat ve amonyak değerlerinin ölçülmesidir. Miyopati hastalarında erken seviyede artışlar tanı için gereklidir. Kardiyak egzersiz testi en çok kullanılanı Bruce protokoludur. Gaz değişim ölçümleri çok nadir yapılır. Hedef kalp hızının %85-90’ına ulaşmayı amaçlayan koşu bandı protokolleri elektrokardiyogram değişiklikleri ile birlikte değerlendirilir. KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNDE METODOLOJİ 361 Operasyon öncesi değerlendirme bu değerlendirme için semptom sınırlı maksimal test uygulanmalıdır. Bisiklet ergometresi yükün ayarlanabilmesi nedeniyle daha çok tercih edilmektedir. VERİLERİN ELDE EDİLMESİ İstirahat döneminde 4 dakika bazal veri elde edilir. Hangi test protokolü kullanılırsa kullanılsın egzersiz başlamadan önce metabolik ölçüm sisteminin performansını sağlamak için bazal verilere ihtiyaç vardır. Test öncesi kullanılan ekipmanların doğru yerleştirilmediği durumlar da bu evrede tespit edilerek düzeltilir (9). Isınma dönemi koşu bandında düşük eğim ve hızda yürüme sırasında, bisiklet ergometresinde ise yüksüz pedal çevirme sırasında 3-4 dakika süren dönemdir. Bu dönemin kişinin egzersiz dönemini etkilememesine dikkat edilmelidir. Bisiklet ergometresinde 10 watt’dan daha düşük olan yükler yüksüz olarak isimlendirilir. Bu dönemde kişi bisiklete ve koşu bandına uyum gösterir. Egzersiz dönemi yük artışıyla başlar. Test süresince testin sonlandırılmasını gerektirecek bulgular açısından kişi ve veriler sürekli gözlenmelidir. EKG değişiklikleri, kişinin semptomları takip edilmelidir. Egzersiz sırasında oluşacak olan hipertansiyonu saptayabilmek için 2-3 dakikada bir tansiyon ölçülmelidir. Toparlanma (recovery) döneminde ise yüksüz bir dönemde gaz değişimleri ölçülmeye devam edilerek test sonlandırılır. TEST SIRASINDA ÖLÇÜLEN PARAMETRELER Semptomlar, kalp hızı, solunum hızı, O2 saturasyonu, EKG ve kan basıncı egzersiz testi sırasında yakından takip edilmesi gereken parametrelerdir. Test öncesi hasta testin yapılışı ve sonlandırmayı gerektirecek durumlar konusunda bilgilendirilmelidir. Testin mutlaka acil müdahale olanakların bulunduğu ortamlarda yapılması gerekmektedir. Test sırasında ölçülen diğer parametreler ise şöyledir: 1. Metabolik parametreler: Oksijen tüketimi (VO2), karbondioksit uretimi (VCO2), solunum değişim oranı (R), anaerobik eşik (AT) 2. Kardiyak parametreler: Kalp hızı rezervi (HRR), O2 pulse 3. Solunumsal parametreler: Solunum rezervi (BR), ventilasyon (VE), tidal volum (VT), PETO2, PETCO2 4. Gaz değişimi parametreleri: SaO2, ventilatuvar eşitlikler (VE/VO2, VE/ VCO2) Kardiyopulmoner egzersiz testlerinin seçimi kullanılacak nedene, elde edilmek istenen bilgiye ve testin uygulanacağı kişinin özelliklerine bağlıdır. Test protokolleri karışık gözükmekle birlikte bu bölümde formülasyonlara daha fazla karışıklık yaratmaması nedeniyle yer verilmemiştir. Test yapılması sonrasında yorumlama esnasında ileri okumaların yapılması gerekmektedir. 362 KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNDE METODOLOJİ KAYNAKLAR 1. Wasserman K, Hansen JE, Sue DY, Casaburi R, Whipp BJ. Principles of exercise testing and interpretation: Including pathophysiology and clinical applications. 3 rd ed. Philadelphia: Lippincott Williams Wilkins; 1999: 95-113. 2. Weisman IM, Zeballos RJ. Clinical exercise testing. Clin Chest Med 2001; 22: 679-701. 3. Folgering H, Palange P, Anderson S. Clinical exercise testing with reference to lung disease:indications and protocols. Eur Respir Monograph 1997; 6: 51-71. 4. Ulubay G, Eyüboğlu FÖ. Kardiyopulmoner Egzersiz Testleri(Ed. Lütfü Çöplü, Akın Kaya) Ankara, 2007: 44-52. 5. ATS /ACCP Statement on cardiopulmonary exercise testing. Am J Respir Crit Care Med 2003; 167: 211-77. 6. Roca J, Whipp BJ, et al. ERS Task Force Clinical exercise testing with reference to lung diseases: indications, standardization and interpretation strategies. Eur Respir J 1997; 10: 2662-89. 7. Cooper CB, Storer T. Test Yöntemleri. In Egzersiz testleri ve Yorumu (Çeviri: Kayserilioğlu A, Çavuşoğlu H.) Cambridge University Press. 2001: 51-92. 8. Gürsel G. Egzersiz Fizyolojisi ve Egzersiz Testleri. Akciğer Fonksiyon Testleri (Ed. Yıldırım N) İstanbul, 2004: 105-19. 9. Wasserman K, Hansen J, Sue D, Stringer W, Whipp B. Exercise Laboratory and Equipment. In Priciples of Exercise Testing and Interpretation. Lippincott 2005: 134-42. ÇEŞİTLİ DURUMLARDA KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNDE GÖRÜLEN DEĞİŞİKLİKLER VE AYIRICI TANI Uzm. Dr. Aslı GÖREK DİLEKTAŞLI, Doç. Dr. Gaye ULUBAY Kardiyopulmoner Egzersiz Testleri (KPET), kardiyak solunumsal ve metabolik pek çok parametrenin egzersiz sırasında monitörize edilebildiği oldukça kapsamlı bir testtir. Ancak, KPET’in hastalıkların çok erken evresinde patolojik bulgu yansıtamayabileceği unutulmamalıdır. Diğer bir önemli nokta ise, KPET ayırıcı tanı amacı ile ilk adımda kullanılmamalıdır. Fizik inceleme, detaylı anamnez, solunum fonksiyon testleri, elektrokardiyogram, ekokardiyografi gibi tetkikler ile ayırıcı tanıya ulaşılamayn hastalarda kullanılması önerilen bir yöntemdir. Çeşitli durumlarda KPET’de görülebilecek değişiklikler şöyledir; KALP YETMEZLİĞİ VE KORONER ARTER HASTALIĞI Kardiovasküler hastalıklarda egzersiz kısıtlanmasına pek çok faktör birlikte yol açmaktadır. Kalp yetmezliğinde, kardiyak outputun azalması ile ventilasyon/ perfüzyon (V/Q) bozukluğu sonucu ölü boşluk ventilasyonu artar, asidoza meyil artar, doku hipoksisi belirginleşir, hücre içi laktat artışına bağlı olarak solunumsal ihtiyaç artar, kalp erken hızlanır ve dispne ortaya çıkar. Kardiyak output azalması ile dokulara taşınan oksijen miktarı azalır, hücre içi asidozun derinleşmesine katkıda bulunur. Hasta, hücre içi asidoza bağlı olarak anaerobik eşiğe erken ulaşır, La+ ve CO2 ürünlerine bağlı olarak kaslarda güçsüzlük ve kasılma yeteneğinde azalma ortaya çıkar. Dispne ve kas gücünde azalmanın sonucu ise egzersizde kısıtlanmadır (1). Kalp yetmezliğinde fonksiyonel sınıflandırma (Tablo 1), prognoz ve kalp transplantasyonuna aday hastaların seçimi hastanın aldığı havadaki maksimum O2 düzeyine (VO2max) göre yapılmaktadır (2). Kalp yetmezliğinde PikVO2, Pik iş yükü (PikWR), O2 pulse düşük, kalp cevabı beklenene göre hızlı, solunum rezervi normal ve dakika ventilasyonu (VE) /kar363 364 ÇEŞİTLİ DURUMLARDA KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNDE GÖRÜLEN DEĞİŞİKLİKLER VE AYIRICI TANI bondioksit atılımı (VCO2) yani (VE/VCO2) yüksektir (2). Kalp hastalığı bulunan hastalarda 6VO2/6WR oranı artmaktadır. Metabolik asidozun erken gelişmesi nedeniyle anaerobik eşik (AT) düşer ve PaCO2’de erken düşüş gözlenir. O2 pulse genellikle sağlıklı bireylere göre daha düşüktür (3). Submaksimal VO2 düzeylerinde daha yüksek kalp hızı (HR) cevabı saptanır ve lineer görünümünde olması beklenen HR-VO2 ilişkisinde değişken derecelerde sapma izlenebilir (2). Kardiovasküler hastalığı bulunan bireylerde, erken metabolik asidoz gelişmesi, metabolik hızı karşılayamayacak düzeyde düşük debi gelişmesi nedeniyle ventilasyon perfüzyon dengesizliği varlığı, subklinik intersitisyel ödem, diastolik disfonksiyon, artmış havayolu direnci nedenleriyle egzersizde solunum cevabı anormalikleri ve submaksimal VO2 düzeyinde VE’de artış saptanır (2). Sıklıkla solunum frekansında artış ve tidal volümde (VT) azalma saptanır. Egzersizin erken sonlandırılması ve düşük pikVO2 nedeniyle pikVE düşük saptanır. Önemli bir bulgu da bu hastalarda egzersiz sırasında PaO2 ve P (a-A) O2’de düşüş olmamasıdır. Ancak, eşlik eden pulmoner hastalık varlığında bu parametrelerde anormallikler izlenebilir (4). Koroner arter hastalıklarında, egzersizde myokardın oksijen ihtiyacının karşılanamaması sonucu kalp hızınKY sınıfı Yetmezlik PikVO2 da erken artış, dokulara oksijen suderecesi (mL/kg/dk) numunda azalma ve artan iş yüküne A Normal-hafif >20 karşılık oksijen tüketiminde (VO2/WR) B Hafif-orta 16-20 artış olmayışı gözlenir. Egzersiz sıraC Orta- ağır 10-16 sında EKG’de ST değişikliği görülebiD Ağır <10 lir. Pik oksijen tüketiminin maksimum egzersize yakın evrelerde yeterli artamaması sonucu kalbin hızlanışı öne geçer ve bu dönemde HR/VO2 ilişkisi bozulur, daha dikleşir, O2 pulse ise yassılaşır ya da hafifçe düşerek plato çizebilir. Egzersiz sonlandırıldığında ise O2 pulse belirgin olarak düzelir. Kalp yetmezliği ve koroner arter hastalığı olan olgularda solunum rezervi genellikle normaldir (6). Tablo 1. PikVO2’ye göre kalp yetmezliğinin (KY) sınıflandırması (5) Kardiyomyopatili (sistolik veya diastolik disfonksiyon) hastalarda egzersizde kardiak debinin yeterli artırılamaması nedeniyle egzersiz kapasitesi sınırlanmış ve PikVO2 düşüktür. Düşük kardiak debi nedeniyle oksijen sunumunun azalması nedeniyle AT ve VO2-HR eğimi düşük saptanmaktadır. Pik HR normal olabileceği gibi kronotropik yetersizlik veya beta-adrenerjik kullanımı nedeniyle düşük olabilir. VO2’deki artış kalp hızındaki artışla orantısız olduğu için Pik VO2/HR oranı da beklenene göre düşüktür (6). Kalp transplantasyonuna aday olguların değerlendirilmesinde kardiyopulmoner egzersiz testi (KPET) ile saptanan PikVO2 değeri aday seçiminde önemlidir (7). ÇEŞİTLİ DURUMLARDA KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNDE GÖRÜLEN DEĞİŞİKLİKLER VE AYIRICI TANI Tablo 2. PikVO2’ye göre kalp yetmezliğinin (KY) sınıflandırması (5) Endikasyon derecesi PikVO2 mL/kg/dk Yeterli endikasyon <10 Olası endikasyon <14 365 PikVO2 <10 mL/kg/dk olan hastalara transplantasyona aday listesinde öncelik verilmelidir (Tablo 2). Kalp yetmezliği olgularında ACE inhibitörleri, vazodilatörler ve AT1 antagoYetersiz endikasyon >15 nistlerinin egzersiz süresi ve PikVO2’yi kardiyak outputu artırmak yolu ile arttırdığı gösterilmiştir. Bu nedenle KPET, akciğer hastalıklarında olduğu gibi kalp yetmezliğinde de tedavi yanıtını değerlendirmek amacı ile kullanılabilir. KOAH KOAH’ta kardiyopulmoner egzersiz testleri, egzersiz kapasitesinin objektif olarak değerlendirilmesi (PikVO2)ve myokard iskemisi gibi egzersiz kısıtlanmasına yol açabilecek diğer faktörlerin saptanmasında yarar sağlamaktadır (8). İstirahat solunum fonksiyon testleri ile egzersiz sırasında gelişen semptomlar arasında uyumsuzluk bulunan hastalarda KPET yapılmasında fayda vardır. Ayrıca, KPET uygulanmakta olan tedavi seçeneğinin (CPAP, akciğer volum azaltıcı cerrahi stratejisi, bronkodilatörler vb.) egzersiz kapasitesindeki etkisinin değerlendirilmesine olanak sağlar. KPET, solunum egzersizleri, dispne ile baş etme ve egzersiz toleransında artış sağlanmasına katkı sağlamakatadır (2). KOAH’lı hastalarda egzersize değişken yanıt örnekleri görülebilir (Tablo 3). Bu hastalarda saptanan egzersiz kısıtlanmasında pek çok bileşen birlikte rol almaktadır. Bu bileşenler; solunum sistem mekaniklerinde bozulma ve solunum kas disfonksiyonu nedeniyle ventilatuar bileşende kısıtlanma, metabolik ve gaz değişim Tablo 3. KOAH’ta egzersiz sırasında görülen tipik değişiklikler (9 no’lu kaynaktan uyarlanmıştır) Şiddetli dispne ve bacak ağrısı Pik VO2 ve WR’de ? Maksimal kalp hızında ? Submaksimal ventilasyonda B Düşük pik ventilasyon Yüksek ventilasyon / maksimal ventilatuar kapasite oranı (VE/MVC) Egzersize VT yanıtında bozulma, solunum frekansında artış Ölü boşlukta artış (VD/VT) Değişken arteriyel oksijen desatürasyonu PaCO2 A/B Egzersizde IC’de ? (dinamik hiperinflasyon) Düşük iş yükünde IRV’de ? Düşük iş yükünde VT/IC B 366 ÇEŞİTLİ DURUMLARDA KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNDE GÖRÜLEN DEĞİŞİKLİKLER VE AYIRICI TANI anormallikleri, periferik kas disfonksiyonu, kardiak problemler, fiziksel zorlanma ile ortaya çıkan semptomlara intolerans, bacak ağrısı ve bu bağımsız bileşenlerin farklı kombinasyonlarıdır. Her hastada hastalığın farklı evrelerinde farklı bileşenler birlikte rol alabilir ve farklı bileşenlerin egzersiz kısıtlanmasına olan katkısı baskın hale geçebilir (8,9). KOAH’ta V/Q bozukluğuna ikincil olarak ölü boşluk ventilasyonu artar, PaO2 ve pH düşer, hücre içi asidoz oluşur, solunum uyarılır, solunum ihtiyacı artar ve dispne ile beraber egzersiz kısıtlanması ortaya çıkar. Solunum işinin artması, havayolu obstrüksiyonun da artmasına neden olarak egzersizde kısıtlanma meydana getirir. KOAH’ta egzersizin kısıtlanmasına neden olan diğer bir mekanizma ise dinamik hiperinflasyon yani end ekspiratuvar akciğer hacminin (EELV) artması sonucunda inspiratuvar kapasitenin (IC) azalmasıdır (10,11). Orta-ağır KOAH’lı hastalarda solunum frekansı artar ve sağlıklı olgularla karşılaştırıldığında aynı dakika ventilasyonundaki (VE) tidal volüm (VT) azalır, dinamik hiperinflasyon nedeniyle EELV’de artış IC’de azalma ile sonuçlanır (11,12). Dinamik hiperinflasyon nedeniyle gelişen bozuk VT ve IC nedeniyle solunum işi artar ve dispne gelişir. Hiperoksinin (FiO2 %60) ağır KOAH’lı hastalarda ventilatuar yükü azalttığı ve EELV ve dispne hissininde azalmaya yol açtığı gösterilmiştir (13). Orta ve ağır KOAH’lı hastalarda genellikle egzersiz intoleransı ve pik WR ile PikVO2’dehastalarda PikVO2 normale yakın düzeylerde saptanabilir. Hafif KOAH’lı hastalarda egzersizde ekspiratuar akımlarda kısıtlanmayı temsil eden anormal tidal volüm-akım halka örneği gözlenebilir (14). Genellikle VO2-WR ilişkisi normal düzeydedir. Orta-ağır KOAH’lı hastalarda genellikle ventilatuar rezervde azalma izlenmektedir (VE/MVV %100’e yakın veya daha fazladır). Bu bulgu egzersiz limitasyonuna solunumsal kısıtlanmanın katkısını göstermektedir. Orta-ağır KOAH’lı hastalarda pik HR sağlıklı olgulara göre genellikle azalmış olsa da bu hastalarda submaksimal HR yanıtında artış izlenmektedir. Hastalık şiddeti arttıkça VO2max ve solunum rezervi azalmakta, kalp hızı rezervi artmaktadır (15). Genellikle O2 pulse, PikVO2 ile doğru orantılı olarak azalır (2). KOAH’ta artan ölü boşluk solunumu ve anormal VD/VT (fizyolojik ölü boşluk/tidal volüm) sonucunda submaksimal dakika ventilasyonunda artış ve karbondioksit ventilatuar ekivalanında (VE/VCO2) artış saptanır. Egzersizde gelişen metabolik asidoza azalmış ventilasyon cevabına bağlı alveoler ventilasyonda azalma sonucunda PaCO2 düzeyi yükselir veya normal kalır. Egzersiz sırasında gelişebilen hiperkapni ve VA(alveoler ventilasyon)/Q dengesizliğinin, dinamik hiperinflasyon nedeniyle solunumdaki mekanik kısıtlanmaya bağlı olduğu ileri sürülmektedir (16). KOAH’ta egzersizde noninvazif gaz değişim kriterleri ile anaerobik eşik yanıtı değişken veya düşük olabileceği gibi bazı durumlarda saptanamayabilir. Standart bikarbonat veya laktat için kan örnekleri alınması, noninvaziv metodla yalancı- ÇEŞİTLİ DURUMLARDA KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNDE GÖRÜLEN DEĞİŞİKLİKLER VE AYIRICI TANI 367 pozitif AT eşiği saptanmasını önleyebilir. AT eşiğinin düşük olması fiziksel inaktiflik ve/veya iskelet kas disfonksiyonuna bağlı kondüsyonsuzluğa (17), eşlik eden pulmoner vasküler hastalık, kor pulmonale veya sol ventrikül disfonksiyonuna ikincil olabilir. Bu nedenle KOAH’lı hastalarda akciğer ve kardiak patolojinin ayırt edilmesinde AT parametresinin katkısı sınırlıdır. KOAH’lı hastalarda istirahatte PaO2 düzeyi düşük olabilir. Egzersiz sırasında PaO2 artabilir, azalabilir veya aynı düzeyde kalabilir. Ancak, orta-ağır KOAH’lı olgularda egzersiz sırasında PaO2 genellikle düşer ve P(A-a)O2 artar (9). Bu değişiklikler, düşük V/Q dağılımı olan akciğer ünitelerinde mikst venöz O2’de düşüş, şant ve azalmış difüzyon kapasitesine bağlı gelişebilir. Ayrıca, arteriyel desaturasyonun difüzyon kapasitesi ile korele olduğu gösterilmiştir (2). PULMONER VASKÜLER HASTALIK Pulmoner vasküler hastalıklarda (pulmoner hipertansiyon, primer pulmoner hipertansiyon, pulmoner vaskülit, pulmoner emboli, kronik tromboembolik hastalık vb.) egzersiz önemli derecede kısıtlanmaktadır. Kardiovasküler kısıtlanma genellikle pulmoner vasküler tutulumun derecesi, altta yatan pulmoner vasküler patolojinin tipi, hastalığın süresi, kardiak rezerv ile ilişkili olup; artan pulmoner vasküler dirence ve sağ ventrikül ardyüküne yanıt olarak kardiyak debide yeterli artış sağlanamamaktadır (2). Genellikle, pik iş yükü ve pikVO2 düşük saptanır (18). HR-VO2 eğrisi sola yer değiştirir ve submaksimal HR beklenenden daha yüksek düzeylere ulaşır. Pik O2 pulse düşük saptanır. Bu hastalarda yetersiz ventilasyon VE/VCO2 egzersizde VT azalır ve solunum frekansı artar. Artan ölü boşluk solunumuna bağlı olarak (anormal VD/VT) ve arteriyel hipoksemi izlenebilir (19). Egzersiz sırasında dispne tarifleyen hastanın KPET sonuçlarına bakıldığında; PikVO2 düşük, O2 pulse düşük, doku hipoksisine ikincil hücre asidozuna bağlı erken anaerobik eşik, ventilatuar ihtiyaçta artış, VE/VCO2 yüksekliği ve PETCO2 düşüklüğü görülür (20,21). Kronik pulmoner vasküler hastalıklarda maksimal oksijen tüketimi (VO2max) hastalığın şiddeti ve fonksiyonel vasküler yatak ile korele bir parametre olup, yüksek pulmoner vasküler direnç ve Tablo 4. Pulmoner arteryel hipertansidüşük kardiyak indeksli hastalarda yonda KPET’de saptanan bulgular (19 no’lu kaynaktan uyarlanmıştır) daha düşüktür. Primer pulmoner hiVO2 max’da ? pertansiyonlu hastalarda PikVO2’deAT ? ki düşüş kardiyak debi ve fonksiyonel kapasitedeki düşüşü yansıtmaktadır. VE/VCO2 eğiminde B Ancak, primer pulmoner hipertansiSubmaksimal egzersizde hiperventilasyon yonlu hastalarda senkop, aritmi ve/ VD/VT düşüşünde hafifleme veya akut sağ kalp yetmezliği varlıArteryel O desatürasyonu veya P(A-a)O ’de B 2 2 368 ÇEŞİTLİ DURUMLARDA KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNDE GÖRÜLEN DEĞİŞİKLİKLER VE AYIRICI TANI ğında KPET yapılması ciddi mortalite riskine sahip olduğundan uygulanmamalıdır (2,22). Özetle, hafif olgularda VD/VT, P(A-a)O2 P(a-ET)CO2 anormalliği, daha ağır olgularda oksijen sunumunda azalmayı gösteren pik VO2’de ve AT’de düşüş, dakika ventilasyonu/karbondioksit atılımı (VE/VCO2) yüksekliği, kardiak debide azalma nedeniyle yüksek HR, düşük O2 pulse ve VO2/WR eğiminde azalma saptanır. Arter kan gazlarında anormallikler genellikle egzersize eşlik eder. Egzersiz sırasında arteryel oksijen saturasyonunda görülen ani ve ciddi değişimler patent foramen ovalede açılma ve sağdan-sola şant başlangıcını temsil eder (6). DİFFÜZ PARENKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI Diffüz parenkimal akciğer hastalıklarında (DPAH) egzersiz testleri, istirahatte solunum fonksiyon testlerine yansımayan gaz değişim kusurunun saptanmasında faydalıdır. DPAH egzersize karşı bazı ortak yanıt şekilleri gösteren geniş ve heterojen bir hastalık grubudur. Süregelen inflamasyon sonucu gelişen parankimal hasar sonucunda elastik recoil azalmış ve solunum işi artmıştır. Bu egzersiz kısıtlanmasına yol açmaktadır. Kapiller yatakta gelişen hasara bağlı damar yatağında direnç artar, sol ventrikül dolumu azalır. Böylece azalan kardiyak işlev de egzersiz kısıtlanmasına yol açar. Bir diğer yandan inflamasyon nedeniyle havayollarındaki kemo ve mekanoreseptörlerin uyarılması sonucunda VT’u arttırmak amacıyla solunum sayısı artmıştır. Ek olarak, aerobik kapasite azalır ve P (A-a) 02 artar (23,24). Egzersiz testleri, DPAH’larının tanısında ve prognozun saptanmasında kullanılmaktadır. Altı dakika yürüme testi kolay uygulanabilir ve yaygın kullanımı olan bir egzersiz testidir. Altı dakika yürüme testi, global olarak pulmoner, kardiovasküler ve nöromüsküler cevap hakkında fikir verirken, KPET bu bileşenlerden hangisinin egzersiz kısıtlanmasına neden olduğunu göstermektedir (25). DPAH bulunan hastalarda saptanan KPET bulguları Tablo 5’de izlenmektedir. Egzersiz sırasındaki gaz değişiminin değerlendirilmesi hastalığın şiddeti ile en iyi korelasyon gösteren bulgudur ve genellikle en ağır hastalar en kötü egzersiz toleransına sahip gruptur (26). Egzersiz sırasında ventilasyon artmakta ve solunum frekansında, akciğerlerdeki elastik rezistansı yenmek için artan iş yükü ile uyumsuz bir artış gelişmektedir. Bu sırada akciğerde normal kompliansa sahip alanlar kötü perfüze olmalarına rağmen daha iyi ventile olur. Bu da ölü boşluk solunumunda (VD) ve VD/VT oranında artışa neden olmaktadır. Egzersizde artan kardiyak debi kanın pulmoner kapiller yataktan geçiş zamanını kısaltmakta ve ventilasyon perfüzyon dengesizliğinin artmasına yol açmaktadır (27). Egzersiz sırasında solunum sayısı artmakta ve VT azalmaktadır. Solunum frekansında artış, azalan inspiryum ve ekspiryum zamanına bağlıdır. Ayrıca, artan akciğer elastik recoil hızlı ve yüzeyel solunum paternine katkı sağlamaktadır (28). IPF’li hastalardaki hızlı ve yüzeyel solunum paterninin hastalık şiddeti ile korele olduğu saptanmıştır. Egzersiz sırasında VT’de beklenen artışın saptanamaması da VD/ ÇEŞİTLİ DURUMLARDA KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNDE GÖRÜLEN DEĞİŞİKLİKLER VE AYIRICI TANI 369 Tablo 5. İleri diffüz parankimal akciğer hastalıklarında KPET bulguları (27) Anormal egzersiz kapasitesi ? Aerobik kapasite ? Maksimal iş yükü ? AT Anormal pulmoner gaz değişimi ? PaO2 B P(A-a)O2 ? SaO2 B / A VD/VT cevabı A PaCO2 APET CO2 Anormal kardiyovasküler yanıt ? pik HR EKG değişiklikleri ? PaO2 Anormal ventilatuar cevap ? pik VE B submaksimal VE (VE-VO2 ve VE-VCO2 yanıt dengesinde bozulma) A/B VE-VO2 yanıtı ? VT ? IC; B VT/IC A EELV B EILV/TLC AT: anaerobik eşik, PaO2: arteriyel O2 basıncı, PaCO2: arteriyel CO2 basıncı, P(A-a)O2: Alveolo-arteriyel oksijen gradiyenti, SaO2: Pulse oksimetri ile ölçülen arteriyel oksijen saturasyonu, VT D: ölü boşluk ventilasyonu, VT: tidal volüm, PETCO2: end-tidal CO2 basıncı, HR: kardiyak frekans, VE: dakika ventilasyonu, IC: inspiratuar kapasite, EELV: ekspiryum sonu akciğer volunu, EILV: inspirasyon sonu akciğer volumu, TLC: total akciğer kapasitesi VT oranının yeterli derecede azalamamasına neden olmaktadır. VD/VT oranında izlenen bu anormal yanıt, egzersiz sırasında gelişen ventilasyon perfüzyon dengesizliğinin de bir göstergesidir (29). Efor dispnesi bu hastalarda izlenen en sık semptom olmakla birlikte, KPET genellikle bacak ağrısı, göğüs ağrısı ve yorgunluk nedeniyle sonlandırılmaktadır. Egzersizde kısıtlanmanın genellikle multifaktöryel olduğu düşünülmektedir (25,30). Egzersiz sırasında bu hastalarda maksimal veya pik aerobik kapasite, maksimal iş yükü ve submaksimal egzersiz enduransı sağlıklı kontrollere göre azalmıştır (24). Maksimal VO2’deki düşüş, istirahatte ölçülen FEV1 % beklenen, TLC ve DLCO % beklenen gibi solunum fonksiyon parametreleri ile ilişkili saptanmıştır (31). Ancak istirahat solunum ve kardiyak fonksiyonları hastanın egzersiz performansını ve fonksiyonel kapasitesini öngörememektedir. Egzersiz sırasında bozuk gaz değişimi, O2 difüzyonunda azalma, ventilasyon perfüzyon dengesizliği nedeniyle arteriyel desaturasyon ve P (A-a) O2 artmaktadır (27). Hipoksemi pulmoner hipertansiyon şiddeti ile koreledir. Gelişen arteryel oksijen desaturasyonu, artan ventilatuar gereksinime ve pulmoner dolaşım, sağ 370 ÇEŞİTLİ DURUMLARDA KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNDE GÖRÜLEN DEĞİŞİKLİKLER VE AYIRICI TANI ventrikül ardyükü ve kalp hızı üzerine olan etkileri nedeniyle egzersiz kısıtlanmasına yol açabilmektedir. PCO2 genellikle değişmemektedir (25). DPAH’larında kardiyovasküler parametrelerde anormallikler de sık görülmekte olup, genellikle pulmoner vasküler problemler, sağ ve/veya sol ventrikül disfonsiyonuna işaret etmektedir. Pik VO2 değerlerinin tüm gaz değişim ve ventilatuar parametrelere göre dolaşım yetmezliği ile daha iyi korele olduğu saptanmıştır (31). İleri DPAH’da pulmoner hipertansiyon hem istirahatte hem egzersizde saptanabilir ve egzersiz sırasında O2 desteğine rağmen devam edebilir (25). Sonuç olarak, DPAH’da fonksiyonel değişiklikler tipik olup spesifik değildir. Farklı DPAH’larında farklı fonksiyonel paternler saptanabilmekle birlikte genellikle hastalıklar arasında ayırıcı tanı yapmada yeterli değildir. Tanıda solunum fonksiyon testleri klinik, radyolojik ve bazen de histolojik bileşenlerle birlikte kullanılmalıdır. VC ve DLCO hastaların tedaviye yanıtlarını değerlendirip monitorize etmede yararlı parametrelerdir. DPAH tanısında egzersizle ortaya çıkan hipoksi, henüz hastalık bulguları solunum fonksiyon testlerine yansımadan ortaya çıkan ilk bulgu olabilir. DPAH’larının tipik KPET bulguları VT’de azalma, solunum frekansında ve P(A-a)O2’de artıştır. KPET’de hipoksemi saptanması IPF’de prognozla ilişkilendirilmiştir. PERİFERİK ARTER HASTALIKLARI Pik VO2 düşüktür, VO2/WR egzersizin erken dönemlerinde bile düşüktür. Anaerobik eşikte oksijen tüketimi beklenen pik oksijen tüketiminin %40’ından düşüktür. Hastalar genellikle testi bacak ağrısı-güçsüzlük, kramplar nedeni ile sonlandırır. Bu tanının desteklenmesı için EKG, AT ve arter kan gazı analizinin normal saptanması gerekmektedir (2). KONDÜSYONSUZLUK Kondüsyon eksikliği, sedanter yaşam şekli olan olgularda egzersizde kısıtlanmaya neden olabilir. Bu olgularda KPET’te PikVO2 normal ya da normal olgularda saptananın alt limitinde saptanabilir. Metabolik asidoz erken gerçekleşmekte, bu nedenle AT düşüktür. HR- VO2 eğrisi sola yer değiştirir, eğim korunur, pik kalp hızı normaldir (submaksimal kalp hızı yanıtı artar). Pik O2 pulse azalır. Hafif egzersizde solunum cevabı genellikle normaldir. Ancak normal bireylerle karşılaştırıldığında artan metabolik asidozun bir yansıması olarak AT sonrasında herhangi bir VO2 düzeyinde saptanan submaksimal VE’nin arttığı izlenir. Solunum rezervi normal, PaO2 ve VD/VT cevabı normaldir, test sırasında desaturasyon gözlenmez (2). Kondüsyonsuzluk ile erken veya hafif kalp hastalığında KPET bulgularının ayrımını yapmak zor olabilir. Klinik öykü ve bir aerobik egzersiz programında VO2, O2 pulse, AT ve kalp hızı gibi parametrelerin monitorizasyonu bu ayrımın yapılmasında faydalı olabilir. ÇEŞİTLİ DURUMLARDA KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNDE GÖRÜLEN DEĞİŞİKLİKLER VE AYIRICI TANI 371 ANEMİ Anemi oksijen sunumunda bozukluğa yol açmaktadır. Bu nedenle Pik VO2’de düşüş, erken AT ve egzersiz toleransında azalma meydana gelmektedir (6). KÖTÜ EFOR Hastanın tamamlayabileceği ancak tamamlamadığı testi ifade etmektedir. Bu hastaların testinde PikVO2 düşük, kalp hızı yeterince artmadığından kalp rezervi (HRR) yüksek, solunum rezervi normal, PaO2, VD/VT normaldir, hasta yeterince yorulmadan testi sonlandırdığı için anaerobik eşik genellikle saptanamaz (2). İş yükünden bağımsız aralıklı end-tidal CO2 (PETCO2) ve PaCO2’de dalgalanmaların izlendiği hiperventilasyon ve hipoventilasyon periyodları ile seyreden düzensiz solunum paterni varlığında hastanın rol yapabileceği akılda bulundurulmalıdır. OBEZİTE Egzersiz sırasında obezitenin derecesine göre değişken yanıtlar izlenebilir. Obez bireyler normal bireylerle karşılaştırıldığında istirahatte saptanan VO2 genellikle farklı değildir. Bu bulgu adipoz dokuda metabolik hızın göreceli olarak düşük olduğunu göstermektedir. Bu bireylerde egzersiz sırasında metabolik ihtiyaç artar ve belirli bir iş yüküne karşı VO2 artabilir, ancak eğim sabit kalır (6VO2/6WR). Bisiklet ergometrisinde yüksüz pedal çevirme aktivitesi (0 W) ile artmış bacak ağırlığı nedeniyle VO2 beklenenden fazla derecede artış göstermektedir. Egzersiz sırasında obez bireyler genellikle normal bireylerin eriştikleri iş yüküne ulaşamamaktadır. Hafif obez olgularda iş yükü kapasitesi azalmış olsa da, bu bireylerin günlük aktivitelerini daha yüksek vücut kitle indeksiyle gerçekleştirmeye adaptasyonu, yani “öğrenme etkisi” nedeniyle pik VO2, pik O2 pulse ve AT genellikle normal düzeylerde saptanmaktadır. Submaksimal iş yükünde kalp hızı artarak, normale yakın pik kalp hızına ulaşılabilmektedir (2). Artan metabolik gereksinimin bir sonucu olarak verilen iş yüküne karşı saptanan VE obez olgularda normal bireylere göre artmıştır. Ölçülen VE/MVV genellikle korunur, şiddetli obezitede bu oran artabilir. Ancak, MVV= FEV1 x 40 formülü ile hesaplandığında VE/MVV’de düşüş saptanabilir ve solunum kısıtlanmasının yanlış değerlendirilmesine yol açabilir. Egzersiz sırasındaki tidal akım-volüm halkaları değerlendirildiğinde değişken ventilatuar kısıtlanma olduğu ve egzersiz sırasında EELV arttırmada yetersizlik saptandığı ve bu da ekspiratuar akımlarda kısıtlanmasına yol açmaktadır. Bu fenomen obez hastalarda “psödo-astım” sendromu olarak tanımlanmıştır (32). Obez bireylerde egzersiz sırasında gözlenen solunum paterni solunum frekansında artış ve normal bireylere göre daha düşük VT ile karakterizedir. Bu paternin fazla yağ dokusu nedeniyle artmış elastik yük nedeniyle solunum iş yükünün ÇEŞİTLİ DURUMLARDA KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNDE GÖRÜLEN DEĞİŞİKLİKLER VE AYIRICI TANI 372 azaltılmaya çalışılmasına bağlı geliştiği düşünülmektedir (33). Göğüs duvarı ve akciğer kompliansında düşüş nedeniyle akciğer bazalinde atelektazi, istirahatte PaO2’de düşüş ve P (A-a) O2 artışı izlenebilir. Egzersizde meydana gelen VT artışı ile bu anormal değişikliklerde düzelme izlenebilir. PSİKOJENİK BOZUKLUKLAR, ANKSİYETE, HİPERVENTİLASYON SENDROMU Bu hastalarda istirahat ve egzersizde izlenen anormal solunum paterni genellikle tanıya yardımcı olmaktadır. Normal bireylerde artan egzersizle görülen solunum frekansında artışdan farklı olarak hiperventilasyon sendromlu hastalarda metabolik stresle uyumsuz solunum derinliğinde beklenmedik ani artışlar, iç çekme tarzında solunum hareketleri izlenebilir. Hiperventilasyon sendromlu olgularda KPET’de pikVO2 ve WR normal veya normale yakın saptanır. PikVO2 ve WR’nin azaldığı durumlarda eşlik eden başka hastalık varlığı akılda bulundurulmalıdır (2). Bu hastalarda KPET’de NORMAL belirgin hiperventilasyona işaret eden parametreler olan VE, VE/VCO2, solunum frekansınVO KOAH da anormal düzeyde artış ve respiratuar alkaloz (PETCO2 ve PaCO2’de azalma) saptanır (34). Kalp H. Artan VE/VCO2 oranı hiperventilasyon veya artmış ölü boşluk solunumunu gösterebileceği için eş zamanlı arteriyel PCO2 ölçüW.R. mü önerilmektedir. Histerik hasİSTİRAHAT EGZERSİZ talarda egzersizde irregüler soŞekil 1. KOAH’ta ΔVO2/WR istirahatte ve ısınmada lunum manevraları arasında ani 2 normal, AT ve egzersiz sırasında düşük saptanmaktadır Tablo 6. Farklı durumlarda KPET bulguları (2) Pik VO2 DPAH KY KOAH PVH Obezite Kondüsyonsuzluk ? ? ? ? N ? N/? AT ?/ N ? ? N N/? HR ?/N Değişken/N ?/N N/hafif? N/hafif? N/hafif? O2 pulse ? ? ? N ? ?/(N) BR ? N/? ? N N/B N VE/VCO2 (AT’de) N B ? B N N VD/VT N/B B B B V N PaO2 ? N Değişken ? N/B N SpO2 ? N Değişken ? N N ÇEŞİTLİ DURUMLARDA KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNDE GÖRÜLEN DEĞİŞİKLİKLER VE AYIRICI TANI 373 soluk tutmalar (PETCO2’de ani değişiklik) ve iç çekme izlenebilir. Ayırıcı tanı için detaylı anamnez ve tüm sistemlerin gözden geçirilmesi gereklidir. KPET’NİN AYIRICI TANIDAKİ YERİ Farklı hastalıklarda izlenen KPET bulguları buraya kadar olan bölümde alt başlıklar halinde aktarılmış olup, Tablo 6’da özetlenmiştir (2). Ancak tüm hastalıklarda egzersize verilen yanıt hastalığın şiddetine ve farklı durumların birlikteliğine göre oldukça heterojen olabilmektedir. Egzersiz kısıtlanmasına yol açan nedenin saptanması için sistematik bir akış şeması ile değerlendirme yapılması önerilmektedir (29). Önerilen akış şemalarının tümü PikVO2 ve AT değerlerinin normal olup olmadığının değerlendirilmesi ile başlamaktadır. Daha sonra solunum rezervi (BR), kalp hızı (HR) ve VO2, ventilasyon, perfüzyon, VO2 ve iş yükü (WR) değerlendirilerek ayırıcı tanı yapılmaktadır (Şekil 1). İlk akış şeması PikVO2 ve AT değerlerine göre egzersiz kısıtlanmasına yol açan hastalığın ayırıcı tanısını sağlamaktadır (Şekil 2). İkinci akış şeması, PikVO2 değeri normal olduğu halde egzersiz kısıtlanması yaşayan hastalarda ayıcı tanıyı sağlamaktadır. Üçüncü akış şeması PikVO2’nin düşük olup AT’nin normal olduğu durumların ayrımına katkı sağlamaktadır . Dördüncü akış şeması hem PikVO2’nin hem AT’nin düşük olduğu, beşinci akış şeması ise PikVO2’nin düşük olup AT’ye ulaşılamadığı durumlarda ayırıcı tanıyı sağlamaktadır (29). Normal PikVO2 Düşük AT'ye ulaşıldı mı? Evet Normal 1. Normal 2. Erkan Kalp veya Akciğer hastalığı 3. Obezite 1. Akciğer Hastalıkları 2. Kroner arter hastalığı 3. Kötü efor AT Hayır Düşük 1. Kalp hastalığı 2. Periferik arter hastalığı 3. Pulmoner vasküler hastalıkları 4. Anemi 5. O2 akımında probleme yol açan akciğer hastalığı 6. Kronik metabolik asidoz 1. Kalp hastalığı 2. Pulmoner vasküler hastalıkları 3. Periferik arter hastalığı 4. Akciğer Hastalıkları 5. Anemi 6. Kronik metabolik asidoz 7. Kötü efor Şekil 2. Egzersiz kısıtlanmasına yol açan patolojinin ayıcı tanısına yönelik akış şeması (29) 374 ÇEŞİTLİ DURUMLARDA KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNDE GÖRÜLEN DEĞİŞİKLİKLER VE AYIRICI TANI KAYNAKLAR 1. Gaye Ulubay, Füsun Öner Eyüboğlu. Kardiyopulmoner Egzersiz Testleri. Lütfi Çöplü, Akın Kaya (editörler). Solunum Hastalıkları, Poyraz Yayıncılık, 2007; 44-52. 2. ATS/ACCP Statement on Cardiopulmonary Exercise Testing. Am J Respir Crit care Med 2003; 167: 211-77. 3. Jones S, Elliott PM, Sharma S, et. al. Cardiopulmonary responses to exercise in patients with hypertrophic cardiomyopathy. Heart 1998; 80: 60-7. 4. Weisman IM, Zeballos RJ. Integrative approach to the interpretation of cardiopulmonary exercise testing. In: Weisman IM, Zeballos R (eds). Clinical Exercise testing. Progress in Respiratory Research. Basel, Karger, 2002. vol.32. p.300-22 5. Agostoni P, Guazzi M. Evolving role of cardiopulmonary exercise testing in heart failure and cardiac transplantation. In: Weisman IM, Zeballos RJ (eds): Clinical Exercise testing. Progress in Respiratory Research. Basel, Karger, 2002, vol 32: p.99-108. 6. Sue DY, Sietsema KE. Exercise Testing. In: Albert RK, Spiro SG, Jett JR (eds): Clinical respiratory Medicine 3rd ed, Philadelphia, Elsevier, 2008. p.157-163. 7. Ulubay G, Ulasli S, Küpeli E, et. al. Value of exercise testing to estimate post-operative complications and mortality in solid organ reciepients: a preliminary study. Ann Transplant 2010; 15: 11-20. 8. Berry MJ, Adair NE, Rejeski WJ. Use of peak oxygen consumption in predicting physical function and quality of life in COPD patients. Chest 2006; 129: 1516-22. 9. O’Donnell DE. Exercise limitation and clinical exercise testing in chronic obstructive pulmonary disease. IN: Weisman IM, Zeballos RJ (eds): Clinical Exercise Testing. Progress in Respiratory Research. Basel, Karger, 2002, vol 32, p. 138-58. 10. Celli BR, Cote CG, Marin JM, et. al. The body mass index, airflow obstruction, dyspnea, and exercise capacity index in chronic obstructive pulmonary disease. N Engl J Med 2004; 350: 1005-12. 11. Ulubay G, Görek A, Savaş S, et. al. Evaluation of dynamic hyperinflation parameters and exercise capacity at maximal exercise in patients with COPD. Tuberk Toraks 2005; 53: 340-6. 12. Yan S, Kaminski D, Sliwinski P. Reliability of inspiratory capacity for estimating endexpiratory lung volume changes during exercise in patients with chronic obstructive pulmonary disease. Am J Respir Crit Care Med 1997; 156: 55-9. 13. O’Donnell DE, D’Arsigney C, Webb KA. Effects of hyperoxia on ventilatory limitation during exercise in advanced chronic obstructive pulmonary disease. Am J Respir Crit Care Med 2001; 163: 892-8. 14. Babb TG, Viggiano R, Hurley B, et. Al. Effect of mild-to-moderate airflow limitation on exercise capacity. J Appl Physiol 1991; 70: 223-30. 15. LuRusso TJ, Belman BJ, Elashoff JD, et. al. Prediction of maximal exercise capacity in obstructive and restrictive pulmonary disease. Chest 1993; 104: 1748-54. 16. O’Donnell DE, D’Arsigney C, Fitzpatrick M, et. al. Exercise hypercapnia in advanced chronic obstructive pulmonary disease. Am J Respir Crit Care Med 2002; 166: 663-8. 17. Gosselink R, Troosters T, Decramer M. Peripheral muscle weakness contributes to exercise limitation in COPD. Am J Respir Crit Care Med 1996; 153: 976-80. 18. D’Alonzo GE, Gianotti LA, Pohil RL, et. al. Comparision of progressive exercise performance on normal subjects and patients with primary pulmonary hypertension. Chest 1987; 92: 57-62. ÇEŞİTLİ DURUMLARDA KARDİYOPULMONER EGZERSİZ TESTLERİNDE GÖRÜLEN DEĞİŞİKLİKLER VE AYIRICI TANI 375 19. Systrom DM, Cockrill BA, Hales CA. Role of cardiopulmonary exercise testing in patients with pulmonary vascular disease. . In: Weisman IM, Zeballos RJ (eds): Clinical Exercise Testing. Progress in Respiratory Research. Basel, Karger, 2002, vol 32, p. 200-4. 20. Yosunobu Y, Oudiz RJ, Sun XG, et. al. End-tidal PCO2 abnormality and exercise limitation in patients with primary pulmonary hypertension. Chest 2005; 127: 1637-46. 21. Hansen JE, Ulubay G, Chow BF, et. al. Mixed-expired and end-tidal CO2 distinguish between ventilation and perfusion defects during exercise testing in patients with lung and heart diseases. Chest 2007; 132: 977-83. 22. Rubin LJ. Primary pulmonary hypertension. Chest 1993; 104: 236-50. 23. Ulubay G, Eyüboğlu FÖ. Cardiopulmonary exercise testing. Tüberküloz ve Toraks Dergisi 2006; 54: 90-8. 24. Marciniuk DD, Gallagher CG. Clinical exercise testing in interstitisal lung disease. Clin Chest Med 1994; 15: 287-303. 25. Han MK, Martinez FJ. Exercise testing in interstitial lung disease diagnosis and management. Eur Respir Mon 2009; 46: 7-23. 26. King Jr TE, Tooze JA, Schwarz MI, et. al. Predicting survival in idiopathic pulmonary fibrosis: Scoring system and survival model. Am J Respir Crit Care Med 2001; 164: 1171-81. 27. King TE, Schwarz MI. Approach to diagnosis and management of the idiopathic interstitial pneumonias. Pulmonary function testing. In: Murray&Nadel’s Textbook of Respiratory Medicine, Philadelphia. Elsevier Saunders, 4th ed, Vol 2, 2005. 28. Javaheri S, Sicilian L. Lung function, breathing pattern, and gas exchange in interstitial lung disease. Thorax 1992; 47: 93-7. 29. Wasserman K, Hansen JE, Sue DY, et. al. Principles of exercise testing and interpretation: Including pathophyysiology and clinical applications. 4th ed, Philadelphia, Lippincott Williams & Wilkins, 2005. p. 183-97. 30. Jones NL, Killan KJ. Exercise limitation in health and disease. N Engl J Med 2000; 343: 632-641. 31. Hansen JE, Wasserman K. Pathophysiology of activity limitation in patients with interstitial lung disease. Chest 1996; 109: 1566-76. 32. Chiba M, Beck K, Scanlon P, et. al. Cardiopulmonary exercise testing in pseudoasthma associated with obesity. Am J Respir Crit Care Med 1996; 153: A513. 33. Sakamoto S, Ishikawa K, Senda S, et. al. The effect of obesity on ventilatory response and anaerobic threshold during exercise. J Med Syst 1993; 17: 227-31. 34. Kinnula VL, Sovijari AR. Elevated ventilatory equivalents during exercise in patients with hyperventilation syndrome. Respiration 1993; 60: 273-8. ALAN TESTLERİ Doç. Dr. Pınar ERGÜN Azalmış fonksiyonel kapasite ve buna eşlik eden yetmezlik kronik solunum hastalığı olan birçok olgudaki en önemli semptomdur. Yetmezliğin değerlendirilmesi ve yönetimindeki en önemli ölçüt ise egzersiz kapasitesidir. Kardiyorespiratuar kapasitenin değerlendirilmesinde altın standart laboratuvar temelli kardiyopulmoner egzersiz test (KPET)’leridir. KPET de genel olarak 2 tip yöntem bisiklet ergometre, ve treadmill kullanılmakla birlikte en fazla bisiklet ergometresi tercih edilmektedir. Her ne kadar günümüzde bir çok ülkede bisiklete binmek yürüyüşle karşılaştırıldığında alışılagelmiş bir aktivite olarak görülse de, bisikletin çok daha stabil bir platform yarattığı kabul edilmektedir. Laboratuvar temelli testlere alternatif olarak alan testleri geliştirilmiştir. Bu testlerin birçoğu yürüyüşe dayalı egzersiz testleri olup kronik solunum sorunlu hastaların fonksiyonel kapasitelerinin değerlendirilmesinde yürüme en fazla tercih ve kabul edilen aktivite olarak bilinmektedir. Literatürde, yürüme testleri ya da koridor yürüme testleri gibi farklı isimlerle anılan alan testleri tipik olarak fonksiyonel durumun değerlendirilmesi, tedavi etkinliğinin monitorizasyonu (farmakolojik/egzersiz eğitimi) ve prognoz tayininde kullanılmaktadır. Alan testleri aynı zamanda egzersiz eğitim prensipleri doğrultusunda egzersiz reçetelenmesinde de kullanılabilecek testlerdir. Monitorizasyon imkanının KPET’ye göre kısıtlı olması alan testi sonuçlarının herhangi bir girişimin o kişide güvenle uygulanıp uygulanamayacağı konusunda daha az bilgi verir.Ancak egzersiz de saturasyon takibi ve/veya telemetrik (kardiyak) monitörizasyon gibi bazı yöntemler kullanılarak basit alan testlerinden daha fazla fizyolojik veri elde etmek mümkündür. Ayrıca bisiklet, treadmill ya da step ergometre gibi laboratuvar bazlı testlerle karşılaştırıldığında, yürüme testleri daha az teknik ekipman ve deneyim gerektirdiğinden ucuz ve uygulanması kolay testlerdir (1,2). Bu bölümde en popüler olan ve yukarda sayılan amaçlara yönelik kullanılan 6 dakika yürüme testi (6DYT), mekik yürüme testi (MYT) ve endurans mekik yürüme testi (EMYT)’inden söz edilecektir (3-5). Alan testleri 1960’larda ilk kez sağlıklı erişkinlerin değerlendirilmesinde kullanılan 12 dakika koşu testinin geliştirilmesiyle gündeme gelmiş, ve KOAH’lı olguların egzersiz kapasitesinin değerlendirilme376 ALAN TESTLERİ 377 sine yönelik 12 dakika yürüme testi geliştirilmiş (6), ve sonraları bu testden daha kısa (2 ve 6 dakika) süreli yürüme testleri geliştirilmiştir (7). En fazla kullanım alanı bulan 6DYT’dir. 1992’de Singh ve ark. kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) olan olgularda fonksiyonel kapasitenin değerlendirilmesine yönelik, 20-m mekik koşu testi esaslarına dayanan, artan hızda mekik yürüme testini geliştirmişlerdir (3). MYT 10 m’lik bir düzlemde hastanın artan hızda bir uçtan bir uca, mekik şeklindeki bir düzlemde yürümesi esasına dayanır. Yürüme hızı her dakika artar (0.17 m/sn) ve işitilebilen sinyallerle kontrol edilir. On iki düzeyden oluşan bu testte her düzey için mekik sayısı artar. Test hastanın gereken hızı yakalamak için çok nefessiz kalması veya sinyallerle belirlenen surede mekiği tamamlayamaması durumunda sonlandırılır. Revill ve ark. KOAH’lı olgularda endurans kapasitesinin değerlendirilmesi için EMYT’yi geliştirmişlerdir. EMYT artan hızda mekik yürüme testini tamamlayan, aynı 10 m’lik düzlemi ve sinyalleri kullanma esasına dayanan bir testtir. AHMYT maksimal egzersiz kapasitesini ölçerken EMYT bu kapasiteyi kullanma gücünü, yeteneğini ölçmektedir. EMYT’deki iş yükü yani yürüme hızı her hasta için AHMYT’de belirlenen maksimal performansın yüzdesinden hesaplanır (sıklıkla %80’i) (5). Bu testler sadece solunum sorunlu hastalarda değil ama aynı zamanda kardiyak hastalık varlığında da fonksiyonel kapasitenin değerlendirilmesinde kullanılmaktadır. Alan testlerinin kullanım alanları Tablo 1’de KPET’leri ile karşılaştırılmalı olarak, kanıt düzeyleri Tablo 2’de verilmiştir (8). 6 DAKİKA YÜRÜME TESTİ 6DYT ilk kez 1960’lerin başında sağlıklı bireylerde uygulanan 12 dakika koşu testinden adapte edildikten sonra klinik kullanıma girmiştir. Bu dönemden itibaren Tablo 1. Alan testleri ve KPET’lerinin kullanım alanları (8) Egzersiz testleri kullanım alanları Alan testleri KPET Fiziksel fonksiyonun değerlendirilmesi EVET EVET - egzersiz kısıtlılık nedeni? ? EVET - yetersizlik EVET EVET - başlangıç değerlendirmesi - egzersiz eğitim reçetelenmesi Egzersiz kısıtlılığının değerlendirilmesi Tedavi etkinliğinin değerlendirilmesi - Farmakolojik EVET EVET - Oksijen EVET EVET - Pulmoner rehabilitasyon EVET EVET - LVRS, EVET EVET - AC Transplantasyonu EVET EVET EVET EVET Morbidite ve mortalitenin öngörülmesi - KOAH, PAH 378 ALAN TESTLERİ Tablo 2. DYT ve MYT klinik kullanım endikasyonları ve kanıt düzeyleri (8) Endikasyonlar Öneri düzeyi Egzersizde arteryeldesaturasyonun saptanması B KOAH, İAH, PAH ve KKY’de fonksiyonel değerlendirme B KOAH, İAH, PAH ve KKY’deprognozun değerlendirilmesi B KF’de fonksiyonel değerlendirme C KOAH veya KKY’de cerrahi öncesi prognozun değerlendirilmesi (LVRS, transplantasyon) C Tedavi etkinliğinin değerlendirilmesi (O2 desteği, pulmonerrehabilitasyon, cerrahi) B KOAH: kronik obstrüktif akciğer hastalığı, İAH: interstisyel akciğer hastalığı, KKY: konjestif kalp yetmezliği, KF: kistikfibrosiz de özellikle KOAH’lı olgularda en yaygın kullanılan alan testi olmuştur. Kapalı ortamda 30 m’den 100 m’ye kadar değişen koridor uzunluklarında uygulanabilir. Primer ölçüm hedefi 6 dakikada yürünen mesafenin ölçümü iken ikincil ölçüm hedefleri oksijen satürasyonu, kalp hızı, dispne ve bacak yorgunluğunun monitorize edilmesidir. 6 DYT’de hastaların kendi adımlama hızlarında yürümelerine, gerektiğinde durmalarına ve oksijen kullanmalarına izin verilir. 6DYT uygulanması kolay, daha iyi tolere edilebilen ve diğer yürüme testlerine göre günlük yaşam aktivitelerini daha iyi yansıtan bir testtir. Tablo 2’de klinik uygulamalar için öne çıkan noktalar özetlenmiştir. 2002’de ATS 6DYT’nin standardizasyonuna yönelik bir rehber yayınlamıştır (3). Rehberde hasta performansını etkileyen teknik faktörlerin etkisinin en aza indirilmesine yönelik öneriler geliştirilmiştir. Hasta performansı cesaretlendirmeden etkilendiğinden test uygulayıcısı, bir dakika ara ile sadece rehberde önerilen cesaretlendirme cümlelerini kullanmalıdır (5,9). Testin tekrarlanması öğrenme etkisi olarak da yorumlanan performans uzun mesafelerin yürünmesine olanak sağlamaktadır. Test tekrarı ile ikinci testte birinci teste göre artış olmakla birlikte ikinci testten sonra 6DYT’de yürünen mesafenin bir platoya ulaştığı bilinmektedir. Öğrenme etkisine bağlı maksimum performansın elde edilmesi için mutlaka bir deneme testi yapılması önerilmektedir (3). Test için kullanılan mesafe ve parkurun da 6 DYT sonuçlarını etkileyebildiği bilinmektedir. Test için kullanılan mesafe arttıkça ve oval bir hat üzerinde yürüyüşün 6DYT’de yürünen mesafeyi arttırdığı gösterilmiştir (10). 6DYT’nin treadmill kullanılarak yapılması adım hızı hasta tarafından yönlendirilmediği için önerilmez (11). Treadmill’de koridorda yapılan 6DYT’ye göre sonuçlar daha düşük olmaktadır (12). Oksijen desteği ve bronkodilatator kullanımı da 6DYT performansını etkilemektedir. Eğer egzersizde oksijen desaturasyonu gelişiyorsa, test sırasında oksijen kullanımı cihazının ağırlığına rağmen 6DYT mesafesini artırabilmektedir (13,14). KOAH’lı olgularda 6DYT’nin kısa etkili bronkodilatator kullanımından 30 dakika ile 2 saat sonra yapılması önerilmektedir. ALAN TESTLERİ 379 Günümüzde 6DYT için yaygın olarak kabul edilen normal referans değerleri olmamakla birlikte, iki ayrı çalışmada kadın ve erkekler icin normal referans değerlerin elde edilmesine yönelik formüller geliştirilmiştir. Bu konuda yapılan en büyük çalışma Enright ve ark.’nın (15) çalışmasıdır. 40-80 yaşları arasında, BMI>35 kg/ m2, geçirilmiş inme, periferik vasküler hastalık veya FEV1<%70 olanlar dışlanarak, 117 sağlıklı erkek ve 173 kadının incelendiği çalışmada erkeklerin yürüdüğü ortalama mesafe 576 m ve kadınların yürüdüğü ortalama mesafe ise 494 m olarak bulunmuştur. Troosters ve ark. (16) 50-85 yaşları arasında 51 sağlıklı olguda 6DYTM değerlendirdikleri calışmada daha uzun yürüme mesafeleri elde etmişlerdir. 50 m’lik koridor ve her 30 saniyede bir cesaretlendirmenin kullanıldığı, testin tekrar edildiği bu çalışmada, 6DYTM’nin hem kadın hem de erkeklerde ortalama 631m olduğu, erkeklerin ortalamada kadınlardan 84 m daha fazla yürüdükleri saptanmıştır. Enright ve Troosters’ın çalışmalarında geliştirilen 6 DYT icin referans eşitlik formülleri Tablo 3’de verilmiştir. KOAH’ta mortalitenin öngörülmesinde her iki denklemde eşit sonuç vermiştir. 6DYT< 350m artmış mortalite ile ilişkilidir (17).Yürüme hızını hastanın belirlediği test olması nedeniyle egzersize maksimal yanıtları değerlendirmek güçtür. Alan testlerindeki performans laboratuvar temelli testlerdeki performansı karşılaştıran az sayıdaki çalışmada yanıtlar karşılaştırılabilir olsa da paternlerin farklı olduğu, inkremental testlerin aksine pik yanıtların 6DYT’de ilk 3 dakikada ortaya çıktığı daha sonra stabil kaldığı bu nedenle de endurans testi olarak kabul edilmesi gerektiği vurgulanmıştır (1). MEKİK YÜRÜME TESTİ Kullanımda olan diğer bir alan testi mekik yürüme testidir. MYT’nin tasarımında günlük aktivelerle ilişkili bir aktive olarak yürüşün kullanılması ve test performansını etkileyebilecek teknik, cesaretlendirme gibi faktörlerin sınırlanması amaçlanmıştır. 6DYT’den farklı olarak incremental (giderek artan) treadmill testine benzer şekilde semptom sınırlı olarak maksimal kapasitenin değerlendirildiği bir testtir. Uygulama alanı Şekil 1’de şematize edilmiştir (Şekil 1). MYT performansı KPET performansı ile iyi korelasyon gösterir. Palange ve arkadaşlarının orta ve ciddi stabil KOAH’ı olan olgularda MYT ve KPET’deki metabolik ve ventilatuar yanıtları karşılaştırdıkları çalışmada süre, kalp hızı ve solunum sayısı yanıtlarının Tablo 3. 6DYT için referans eşitlik formülleri 6DYT için referans değer eşitlik formülleri: I) Erkek=(7.57xB-cm)-(5.02xY)-(1.76xA-Kg)–309 Kadın=(2.11xB-cm)-(2.29xA-Kg)-(5.78xY)+667 *Normalin alt sınırı için erkekte 153, kadında 139 çıkartılır (15). II) 218+(5.14xboy–5.32xyaş)–(1.80xkilo+51.31 xcins) Erkek=1, Kadın=0 (16) 380 ALAN TESTLERİ Düzey 1 Düzey 2 Düzey 3 Düzey 4 Düzey 5 Düzey 6 Düzey 7 Düzey 8 Düzey 9 Düzey 10 Düzey 11 Düzey 12 0.5 m 9m 0.5 m 1 Mekik = 10 m Şekil 1. AHMYT düzeyler ve şematize uygulama alanı yanı sıra PikVO2 ve VE yanıtlarının da benzer olduğu saptanmıştır (18). Yürüme testleri bisiklet testleri ile karşılaştırıldığında daha düşük VCO2 ve laktat seviyeleri oluştururken, VE/VCO2, HR/VO2 oranları yürüme testlerinde daha yüksek bulunmuştur (19). Yürüme eyleminde ventilatuar gereksinim bisikletle karşılaştırıldığında daha fazladır dolayısı ile bisiklet ergometre testleri günlük yaşam aktivitelerini ve yürüme için gereken metabolik yanıtları tam olarak yansıtamaz. Oysa incremental MYT günlük yaşam aktivitelerinde maksimal yanıtların ortaya konmasında daha duyarlı görünmektedir. Hasta tarafından algılanan minimum değişiklik üzerinden yorum yapılması (MKAD; minimal klinik anlamlı değişim) bazen daha faydalı olabilmektedir. Bu bakış açısıyla değerlendirildiğinde MYT ve 6DYT için MKAD’nin yaklaşık değerler olduğu görülmektedir (sırasıyla; 48 metre, 54 metre) (20). ENDURANS MEKİK YÜRÜME TESTİ Endurans mekik yürüme testi; MYT’nin bir varyantı olup MYT ve 6DYT’ye alternatif olarak günlük yaşam aktiviteleri sırasında bireyin sergilediği submaksimal egzersiz kapasitesinin değerlendirilmesine yönelik geliştirilmiştir. MYT’de olduğu gibi yürüyüş hızı işitilebilir sinyallerle dışardan yönlendirilerek bireye bağlı farklılığın azaltılması amaçlanmıştır. EMYT’nin yapılabilmesi için öncelikle AHMYT yapılır. EMYT’de primer ölçüm hedefi saniye olarak ifade edilen yürüyüş süresidir. ALAN TESTLERİ 381 Kalp hızı, oksijen saturasyonu, nefes darlığı ve hissedilen efor düzeyi diğer ölçüm hedefleridir (4). 6 DYT, MYT ve EMYT’nin fizyolojik yanıtlarının karşılaştırıldıkları çalışmalarda; MYT’de bütün fizyolojik değişkenlerde lineer bir artış saptanırken 6DYT’de maksimum fizyolojik yanıtlara ilk 3 dakikada ulaşıldığı ortaya konmuştur. MYT’de kat edilen mesafe VO2 max ile iyi korelasyon gösterirken bu sonuç 6DYT için geçerli değildir.VO2, VCO2, VE ve HR MYT’de 6DYT’den belirgin fazladır. Daha hafif hastalık varlığında 6DYT’nin pik performansı düşük öngürdüğü ortaya konmuştur (21,22). Sonuç olarak MYT maksimum kapasiteyi daha iyi yansıtırken, 6 DYT endurans kapasitesini daha iyi yansıtmaktadır. EMYT pulmoner rehabilitasyon program etkinliğinin değerlendirilmesinde 6DYT’den daha duyarlı bulunmuştur (23). Yürüme mesafesi pre-operatif değerlendirmede rezeksiyon cerrahisi için önemli bir gösterge olduğundan alan testleri, bu başlıkta egzersiz kapasitesinin değerlendirilmesinde de klinik kullanım alanı bulmaktadır. Akciğer hacim küçültme cerrahisi öncesi; 6DYT< 200m veya MYT< 150m olması cerrahi için yüksek riskle ilişkili bulunmuştur (24-26). Akciğer kanser cerrahisi öncesi; 2 MYT’de ölçülen en iyi yürüme mesafesinin <250 m (25 mekik) olması ya da bu testte SpO2’nin %4< daha fazla düşmesi cerrahi için yine yüksek riskle ilişkilidir (27). Alan testlerinin bir diğer klinik kullanım alanı fonksiyonel bozukluğun prognostik önemi ile ilgilidir. Bu konuda yapılan ilk çalışmalardan biri Gerardi ve arkadaşlarının (29) çalışmasıdır. Post-rehabilitasyon 12 DYT mesafesinin rehabilitasyon sonrası 3 yıla kadar sağ kalımın bağımsız belirleyicisi olduğu gösterilmiştir (28). 6 DYT, VO2 pik’le karşılaştırıldığında sağ kalımı daha iyi öngörmektedir. BODE indeksi (Beden kitle indeksi, hava yolu obstrüksiyonu, Dispne ve egzersiz kapasitesi) KOAH’lı olgularda sağ kalım ve etkinliğin değerlendirilmesine yönelik geliştirilmiş bir indeksdir ve egzersiz kapasitesi 6 DYT ile değerlendirilmektedir. BODE indeksinde 1 puanlık artış ölüm riskinde 1.34 kat artışı işaret etmektedir (30). KOAH dışı hastalıklarda da alan testleri farklı kullanım alanları bulmaktadır. IPF’de prognoz tayininde bazal 6DYT mesafesi belirleyici olmakla birlikte test sırasında desaturasyon varlığının daha önemli bir belirleyici (SpO2 ≤ 88%) olduğu ortaya konmuştur (31). Pulmoner arteryel hipertansiyon tanılı olgularda ise 6DYT < 332 m olanlarda daha düşük sağ kalım oranı saptanmıştır (32). SONUÇ t "MBOUFTUMFSJLPMBZVZHVMBOBCJMFOWFEBIBB[FLJQNBOHFSFLUJSFOUFTUMFSEJS t 4PMVOVNIBTUBMLMBSOEBHFOJāTQFLUSVNEBLVMMBONBMBOMBSWBSES t %:5WF.:5GBSLMFH[FSTJ[ZBOUMBSPMVāUVSBCJMFOBMBOUFTUMFSJEJS t 4VCNBLTJNBMFH[FSTJ[QFSGPSNBOTJÎJO%:5UFTUJÚOFSJMNFLUFEJS 382 ALAN TESTLERİ t .BLTJNBM FH[FSTJ[ LBQBTJUFTJ WF QJL PLTJKFO UàLFUJNJ IFTBQMBONBT JÎJO daha objektif olan MYT testi kullanılabilir. t &OJEFBMZàSàNFUFTUJJÎJOZFOJWFSJMFSFHFSFLTJOJNWBSES KAYNAKLAR 1. Solway S,Brooks D, Lacasse Y, Thomas S.A Qualitative systematic overview of the Measurement properties of functional walk tests used in the cardiorespiratory domain. Chest 2001; 119: 256-70. 2. Ambrosimo N. Field tests in pulmonary diseases. Thorax 1999; 54: 191-3. 3. Singh SJ, Morgan MDL, Scott S, et al. Development of a shuttle walking test of disability in patients with chronic airway obstruction. Thorax 1992; 47: 1019-24. 4. Revill SM, Morgan MDL, Singh SJ, et al. The endurance shuttle walk: a newfield test for the assessment of endurance capacity in choronic obstructive diseases. Thorax 1999; 54: 213-22. 5. ATS statement: guidelines for the six-minute walk test. Am J Respir Crit Care Med 2002; 166: 111-7. 6. McGavin CR, Gupta SP, McHardy GJR. Twelve-minute walking test for assessing disability in chronic bronchitis. BMJ 1976; 1: 1822-3. 7. Butland RJ, Pang J, Gross ER, et al. Two, six, and 12-minute walking tests in respiratory diseases. BMJ 1982; 284: 1607-8. 8. Palange P, Ward SA, Carlsen KA, et al. Recommendations on the use of exercise testing in clinical practice. Eur Respir J 2007; 29: 185-209. 9. Guyatt GH, Pugsley SO, Sullivan MJ, et al. Effect of encouragement on walking test performance. Thorax 1984; 39: 818-22. 10. Sciurba F, Criner GJ, Lee SM, et al. Six-minute walk distance in chronic obstructive pulmonary disease: reproducibility and effect of walking course layout and lenght. Am J Respir Crit Care Med 2003; 167: 1522-7. 11. Stevens D, Elpern E, Sharma K, et al. Comparison of hallway and treadmill six-minute walk tests. Am J Respir Crit Care Med 1999; 160: 1540-3. 12. Swerts PM, Mostert R, Wouters EF. Comparison of corridor and treadmill walking in patients with severe chronic obstructive pulmonary disease. Phys Ther 1990; 70: 439-42. 13. Laude EA, Duffy NC, Baveystock C, et al. The effect of hellium and oxygen on exercise performance in chronic obstructive pulmonary disease: a randomised crossover trial. Am J Respir Crit Care Med 2006; 173: 865-70. 14. Leach RM, Davidson AC, Chinn S, et al. Portable liquid oxygen and exercise ability in severe respiratory disability. Thorax 1992; 47: 781-9. 15. Enright PL, Sherrill DL. Referance equations for six-minute walk in healty adults. Am J Respir Crit Med 1998; 158: 1384-87. 16. Trooster T, Gosselik R, Decramer M. Six minute walking distance in healty elderly subjects. Eur Respir J 1999; 14: 270. 17. Claudia G.C, Casanova C, Marín J, et al. Validation and Comparison of Reference Equations for the Six-Minute Walk Test. Eur Respir J 2008; 31: 571-8. 18. Palange P, Forte S, Onoratti P, et al. Non-invasive evaluation of gas Exchange during shuttle walking and cycling in patients with COPD. J Appl Physiol 2000; 88: 1715-20. ALAN TESTLERİ 383 19. Baarends EM, Schools AM, MosterR,et al. Analysis of metabolic and ventilatory response to self paced 12-minute treadmill walking in patients with COPD. J Cardiopulmonary Rehab 1998; 18: 23-31. 20. Singh SJ, Jones PW, Evans R, et al. Minimum clinically important improvement for the incremental shuttle walking test. Thorax 2008; 63: 775-7. 21. Trooster T, Vilaro J, Rabonovich R, et al. Physiologic responses to 6 min walking test in patients with COPD. Eur Respir J 2002; 20: 564-9. 22. Singh SJ, Morgan MD, Hardman AE, et al. Comparison of oxygen uptake during a convantional treadmill test and shuttle walking test in chronic airflow limitation. Eur Respir J 1994; 7: 2016-20. 23. Eaton T, Garrett JE, Young W, et al. The endurance shuttle walking test: a responsive measure in pulmonary rehabilitation for COPD patients. Chron Respir Dis 2006; 3: 3-9. 24. Glaspole IN, Gabbay E, Smitrh JA, et al. Predictors of perioperative morbidity and mortality in lung volume reduction surgery. Ann Thorac Surg 2000; 69: 1711-6. 25. Szekely L.A. Oelberg D.A, Wright C, et al. Preoperative predictors of operative morbidity and mortality in COPD patients undergoing bilateral lung volume reduction surgery. Chest 1997; 111: 550-8. 26. MooreAj, Cetti E,Haj-Yahia S, et al. Unilateral extrapulmonary airway bypass in advanced emphysema. Ann Thorac Surg 2010; 89: 899-906. 27. Wina T, Jacksonb A, Grovesc AM, et al. Relationship of shuttle walk test and lung cancer surgical outcome. Eur J Cardiothorac Surg 2004; 26: 1216-9. 28. Gerardi DA, Lovett L, Benoit-Connors ML, et al. Varibles related to increased mortality following out-patient pulmonary rehabilitation. Eur Respir J 1996; 9: 431-5. 29. Pintopalata VM, Cote C, Cabral H, et al. The six minute walking distance:change over time and value as a predictor of survival in severe COPD. Eur Respir J 2004; 23: 28-33. 30. Celli BR, Cote CG, Marin JM, et al. The body mass index, airflow obstruction, dyspnea, and exercise capacity index in chronic obstructive pulmonary disease. N Engl J Med 2004; 350: 1005-12. 31. Kevin R. Flaherty, Adin-Cristian Andrei, Susan Murray, et al. Idiopathic Pulmonary Fibrosis. Prognostic value of changes in physiology and six-minute-walk test. Am J Respir Crit Care Med 2006; 174: 803-9. 32. Miyamoto S, Nagaya N, Satoh T, et al. Clinical correlates and prognostic significance of six-minutewalk test in patients with primary pulmonary hypertension. Comparison with cardiopulmonary exercise testing. Am J Respir Crit Care Med 2000; 161: 487-92. ISBN 978-605630091-2 9 786056 300912