deneyler - LabMedya

Transkript

deneyler - LabMedya
www.orlab.com.tr
di
rün çeşi
ü
a
l
z
a
f
en
30.000’d
be
la tecrü
z
a
f
n
a
60 yıld
ında
tek
arkaları
Dünya m
bir çatı
alt
ISO 9001
Laboratuvar ve Sağlık Gazetesidir
[email protected]
Tel: (0312) 285 64 73
Yıl : 3 • Sayı : 16 • Mart - Nisan 2013
12
SALON
1213 B
STANDIMIZI
ZİYARET EDİN
KAZANIN
LABTEK Fuarındaki
standımızı ziyaret edin!
Çekilişimize katılın.
laboratuvarların
vazgeçilmez cihazlarından
biri sizin olsun.
KAÇIRMAYIN DETAYLAR İÇİN SAYFA 34
4
l
ü
c
m
ü
l
Ö
i
Tarihtek
R
E
L
Y
E
N
DE
Prof. Dr.
Kadir Halkman
Ankara Üniversitesi
Gıda Mühendisliği Bölümü
Şefika Nur AYAR
İnsanlar tarafından üretilip kontrolden çıkan biyolojik silahlar, tek bir ırkı yok etmeye programlanmış virüsler, insanlığı kırıp
geçiren salgınlar ve hayatta kalabilmiş olanların insan soyunu kurtarma mücadeleleri... Filmlerde görmeye alıştığımız bu sahneler
biyolojik silahlar konusunda oldukça geniş bir hayal gücümüz olduğunu gösteriyor. Peki, bu sahnelerin ne kadarı gerçekleşti,
yaşanan biyolojik savaşlar nasıl sonuçlar doğurdu? Bunları merak ettik ve biyolojik savaşların tarihinde bir gezintiye çıktık.
Okullarda Yarıyıl Tatili
26
Bu ödülü al,
Nobel’i de
kap!
Doç. Dr. Kadir Demircan
Prof. Dr. Sevil Atasoy
Gri mendilli adamlar
Seçilebilecek öylesine çok meslek vardı
ki, bir türlü karar veremezdik. Kimimiz
doktor, kimimiz pilot olma hayalindeydik.
Doğrusu kusursuz cinayet işleyecek bir
seri katil olmak isteyenimiz hiç yoktu.
3
Öyle bir ödül
düşünün ki o ödülü
alınca Nobel’e
bir adım daha
yaklaşıyorsunuz.
1945’ten beri
Lasker Vakfı
tarafından verilen
Lasker Ödüllerini
alan 81 kişi (29’u
son yirmi yılda
olmak üzere)
Nobel’i de almış.
29
Watson
James Dewey
Watson 6
Nisan 1928’de
Chicago’da doğdu.
1947’de Chicago
Üniversitesi’nde
diplomasını, 1950’de
Indiana Üniversitesi’nde
doktora derecesini
alarak Kopenhag
Üniversitesi’nde nükleik
asit biyokimyasına
ilişkin doktora sonrası
çalışmalar yapmak
üzere, bir araştırma
bursu ile Danimarka’ya
gitti.
35
Orijinal adı ‘The Academy of Motion
Picture Arts and Sciences’ olan Akademi
6000 oyuncu ve sinema emekçisinden
oluşan bir organizasyon. Her yıl dağıttığı
ödüllerle tanınsa da Akademi’nin genel
hedefi sinema sanatının gelişimine katkı
sağlamak. Akademi ayrıca sinema sektörü
içindeki profesyonellerle halkın birlikte
gerçekleştirebileceği eğitsel aktiviteler
düzenliyor.
30
MERKEZİ GAZ
QuattrO Gas SİSTEMLERİ
Ar
Ar
Ar
Ar
He
He
Ar
O2
O2
Air
Air
He
O2
Air
QuattrO GrouP
marka 6
TANITIM & PRODÜKSİYON
marka6.com
LABORATUVAR EKİPMANLARI
Yorum
www.facebook.com/labmedya
Prof. Dr.
Sevil Atasoy
3
Gri mendilli adamlar
S
eçilebilecek öylesine çok meslek
vardı ki, bir türlü karar veremezdik.
Kimimiz doktor, kimimiz pilot olma
hayalindeydik. Doğrusu kusursuz
cinayet işleyecek bir seri katil olmak isteyenimiz hiç yoktu. Ya da vardı da, akıllılık edip
dillendirmemişti. Gerçi, yıllar sonra yazdığım
kitaplar arasında adı “Kusursuz Cinayet Yoktur” olanı diğerlerinden daha çok sattı. Bu
başlıkla yaptığım sunumlar, her zaman diğerlerinden daha fazla dinleyici topladı. İşte bu
yüzden Colin Ireland’i hiç yadırgamıyorum.
O, kusursuz cinayet işlemeyi aklına koymuştu. Bir yandan da çok ünlü olmayı hedefliyordu. Pek bir arada becerilemeyecek istekler.
Kusursuz cinayet, gizli kalabilmek demektir.
Ünlü olmaksa, herkesçe tanınmak.
Bir seri katil olma yolunda kendini yetiştirme gayretleri, onu FBI profilcilerinin kaleme
aldığı makaleler ve hizmet içi eğitimlerde
kullanılacak yönergelerle buluşturdu. Derdi
gücü, cinayetin kusursuz olabilmesi için neleri yapmaması gerektiğini öğrenmekti. Önce
bir çanta hazırladı kendine. İçinde kelepçeler,
eldivenler, plastik poşetler ve temiz giysiler
olan ve 1993 yılının mart ayında, elinde çantasıyla, ilk kez Londra’nın Batı’sındaki Old
Brompton yolu 261 adresindeki Coleherne
barının kapısından içeriye girdi.
Yüz yılı aşkın bir süredir hep aynı adreste faaliyet gösteren Coleherne, başlangıçta bohem
çevrelerin rağbet ettiği bir bardı. Yıllar içinde
müşteriler nitelik değiştirdi, cinsel tercihlerini ceketlerinin üst cebine iliştiriverdikleri
mendillerin rengi ile anlatan eşcinsellere
dönüştü. Freddie Mercury’den, Anthony Perkins’e, oradan Rudolf Nureyev’e varıncaya
dek kimler kimler geçmedi ki Coleherne’nin
kapısından. Elbette Colin Ireland, onlar kadar
ünlülerin peşinde değildi.
Neden özellikle bu barı seçtiğini sorarsanız
cevabı basit. 10-15 yıl öncesinin seri katili
Michael Lupo da kurbanlarını burada bulmuştu da ondan. Colin için saçın başın, poyun posun önemi yoktu. O, sadece tek bir şey
arıyordu. Sadomazoşist oyunlarda edilgen
rolü üstlenecek birini. Kısacası, eli, ayağı
bağlanınca ses çıkarmayacak, hatta bundan
hoşlanacak birini. Böylelikle Colin, fantezilerini süsleyen cinsel eylemleri gerçekleştirdikten sonra, canını kolayca alabilecekti.
Bağa izin verip vermeyeceğini anlamak için
yakasındaki mendilin rengine dikkat etmek
gerekirdi. Gri olması gerekiyordu. Mendil
rengi ile işaretleşerek cinsel tercih belirtmek
o gün ne ise, bu gün de o’dur.
Tiyatro yönetmeni Peter Walker, Coleherne
barında soğuk birasını yudumlarken dostlarla
muhabbeti severdi. 3 Mart 1993 akşamı yolu
yine o bara düştü. Cekedinin sol üst cebinde
her zaman bir mendil bulunmazdı. O gece
vardı, rengi griydi ve bu önemli ayrıntı, dersine iyi çalışmış Colin’in gözünden kaçmadı.
O gece, yönetmenin Londra’nın güneyindeki
evine birlikte gittiler. Colin, orta yaşlı adamı
Tiyatro yönetmeni
soğuk birasını
yudumlarken
dostlarla muhabbeti
severdi. 3 Mart 1993
akşamı yolu yine o
bara düştü. Cekedinin
sol üst cebinde her
zaman bir mendil
olmazdı. O gece
vardı, rengi griydi ve
bu önemli ayrıntı,
dersine iyi çalışmış
bir adamın gözünden
kaçmadı.
yatağa bağladı. İşkence etti, başına bir plastik çöp poşeti geçirip boğdu. Cesetle bir hayli vakit geçirdi. Ona açık saçık bir poz verdirdi, ağzına, burnuna prezervatifler tıkadı, edep
yerlerinin üzerine iki oyuncak ayı yerleştirdi,
evine döndü ve televizyonun karşısına geçip
beklemeye başladı.
Sabah haberlerinde hiçbir şey yoktu. Öğle
haberleri geçti. Akşam haberleri bitti. Hala
kayıp yönetmene dair tek bir satır eden olmamıştı. Ona 48 yıl kadar uzun gelen 48 saat
sonra sokağa çıktı. Ne kadar günlük gazete
varsa aldı. Adamın ölümüne dair tek bir haber yoktu. Dayanamadı, The Sun adlı tabloid
gazeteyi aradı. Adını vermeyerek olanları aktardı. “Bu yılbaşı gecesi bir dilek tuttum, bir
seri katil olmaya söz verdim.” dedi. “İki gün
önce öldürdüğüm adamın bir köpeği vardı.
Suyu, yemi kalmamıştır. Sağlığından endişeliyim.” Ne yazık ki telefonu açan, Colin’in
anlattıklarına gülüp geçti.
Haziran ortalarında Colin, beşinci eşcinsel
kurbanının da canını almış ve daha öncekilerde olduğu gibi yine polisi arayarak haber vermişti. “Verdiğim sözü tuttum” dedi. “FBI’ın
tanımlamasına göre seri katil dört kişiyi öldürene denirmiş. Benimkilerin sayısı beş oldu,
üstelik hepsi kusursuz birer cinayet.“
Colin Ireland, her cinayetinden sonra polisi arayıp haber verdiği, ölülerin bulunduğu
adresleri bildirdiği halde onu durdurmaları
mümkün olmadı. Çünkü İngiliz polisi, bu telefonlara rağmen, üstelik cinayetlerin hedefi
ve işleniş biçimi neredeyse birbirinin aynı
olduğu halde, hepsinin aynı elden çıktığını
ve etrafta olay yeri inceleme ve soruşturma
tekniklerini iyi bilen bir seri katilin dolaştığını
bir türlü anlayamamıştı.
Sonunda Colin kendisini ele vermek üzere,
bilerek iki hata yaptı. İlki, gri mendilli son
eşcinsel kurbanı ile birlikte Coleherne barı
yakınlarındaki tren istasyonuna yürüdü ve bir
kameranın önünden geçti, ikincisi son cinayetini işlediği evde karşılaştırmaya elverişli
bir parmak izi bıraktı. Polis, kamera görüntülerinden oluşturduğu robot resmi istasyon
çevresinde, bu arada Coleherne barında dağıttığında “Fotoğraftaki benim” diyerek öne
çıktı.
Kısa süreli iki evlilik yapmış olan Colin Ireland, beş kez ömür boyu hapse mahkum
oldu. Hücre arkadaşı çocuk katilini de boğduğu söylendi. 22 Şubat 2012’de Wakefield
Cezaevi hastanesinde doğal nedenlerden
öldü ve cezaevinde can veren her mahkum
gibi otopsi yapıldı.
Colin Ireland bir yılbaşı gecesi “seri katil olacağım, kusursuz cinayet işleyeceğim” diye
dilek tutan tek seri katil olarak kriminoloji
tarihine geçmenin yanı sıra, bilinen gerçeklere aykırı olarak, hayvanları insanlardan çok
sevmekle de diğerlerinden farklılaştı.
4
Yorum
www.facebook.com/labmedya
Okullarda Yarıyıl Tatili
Merhaba,
Prof. Dr. Kadir
Halkman
Ankara Üniversitesi Gıda
Mühendisliği Bölümü
L
abMedya dergisinde gıda mikrobiyolojisi ve
gıda güvenliği konusunda kendi deneyimlerimi
aktarmaya, ara sıra da sosyal içerikli konularda gevezelik etmeye çalışıyorum. Bu yazı da sadece
öylesine bir gevezelikten ibarettir.
Önceki yıllarda olduğu gibi 2012/13 eğitim döneminde de okullarda şubat ayında yarıyıl tatili oldu.
Ben, ilkokul ve sonrasında öğrenci iken buna şubat
tatili derdik.
Çok uzun zamandan beri canımı acıtan bir konuyu
paylaşmak istiyorum. Adı her ne ise, ilk ve orta öğretimde yarıyıl tatili oldu. Devamında üniversite öğrencilerine de dönem sonu tatil verildi.
Yaş/ ekonomik durum vb. faktörlere bağlı olarak;
-Kimi öğrenciler şubat tatilinde Uludağ’da kayak
yapmaya gitti,
-Kimi öğrenciler ayakkabı boyayarak harçlıklarını
çıkarmaya çalıştı,
söylediler. Ya da boş bir bilgisayarda oyun oynamalarını istediler.
Yıllar önce bir arkadaşımın ilkokulda okuyan çocuğunun sabah 06’da servise bindiğini ve 2 saat sonra
okulda olduğunu öğrenince çok şaşırıp [2 saat ne
yapıyorsun?] diye sorduğumda bu kez çocuk şaşırdı. [Uyuyorum] diye cevapladı. Bunu öyle bir ifade
ile söyledi ki, sanki yapılacak başka bir şey var mı,
koskoca adam bunu bilmiyor mu? Bu kez annesine
sordum, [Neden daha yakın bir okula vermediniz,
yazık değil mi her gün sabah 6’da servise biniyor, 2
saat de bunun dönüşü var.] Akşam dönüş 2,5 saat
oluyormuş ve o okul çok iyi bir eğitim veriyormuş.
Sanıyorum ben çok şanslı olarak yetiştim. İlkokula yürüyerek 15 dakikada gidiyordum. Ortaokul ise
10 dakika mesafede idi. Eve geldiğimde ya annem
ya da ablalığım olurdu. İkisi de yoksa komşularımız
vardı.
Dünyanın her yerinde gelir durumu farkına bağlı
-Kimileri de çoğunlukla annelerinin yanında işe gidip geldi.
olarak kimi çocuklar tatilde tam olarak tatil yapar,
kimileri çalışıp para kazanmak zorundadır. Geçmişte
de böyle olmuştur, ileride de böyle olması beklenir.
Ancak tatilde anneleri ile birlikte işe gidip gelen çocukları görünce içim acıyor. Evde, sokakta, parkta
arkadaşları ile oyun oynaması gereken çocuklar tatilde anneleri ile birlikte işe gidip geliyor ve tek başlarına sadece vakit geçiriyorlar.
Sosyolog ya da psikolog değilim. Ancak yalnızlık
içinde büyüyen bu çocukların biraz daha büyüyünce
sadece tek başlarına kalacakları, sosyal aktivitelerinin zayıf olacağı son derece açık. Büyük şirketler
işe alım görüşmelerinde kişilerin sosyal aktivitelerini
sorguluyor. Hiçbir sosyal aktivitesi olmayanlar en
başta eleniyor.
Geçenlerde yabancı kaynaklı olması çok muhtemel
ama Türkçe olarak ifade edilmiş hoş bir karikatür
görmüştüm. Türk ya da yabancı kaynaklı olması
önemli değil, makaleye ekliyorum. Başka söze gerek var mı?
Sadece Türkiye değil, dünyanın pek çok gelişmiş
ve gelişmekte olan ülkesinde durum aynı. Tek arkadaşları bilgisayar ve cep telefonu olan genç sayısı
artıyor.
Annelerinin yanında işe gidip gelenler kuşkusuz, en
küçük olanlar. Yani evde tek başına bırakılamayacak
kadar küçük olanlar. Her sabah kamu toplu taşım
araçları ile bazen de yürüyerek annelerinin yanında
işe gittiler ve akşam eve döndüler. İş yerlerinde annelerin yanında sadece oturdular. Anneleri, bu çocukların vakitlerini geçirmesi için ellerine bir kitap
verdiler, ellerine kâğıt kalem verip resim yapmalarını
Yarıyıl tatilinde anneleri ile işe gidip gelen çocukları
gördükçe onların geleceği için üzülüyorum. İçim bu
yüzden acıyor.
FİYAT
AV
Sevgiyle,
TAJI
N
A
%10
Araştırma ve üretim sektöründe
Yüksek Kaliteli Laboratuvar Kimyasalları,
Geniş Stok ve kısa sürede tedariği ile hizmetinizdeyiz.
Ücretsiz ürün kataloğunu talep ediniz.
Ertick Instruments
SİNAN-SON LABORATUVAR ve
SAĞLIK MALZ. SAN. TİC. LTD. ŞTİ.
Kocatepe Mh. Megacenter C Blok No:406
Bayrampaşa - İSTANBUL
Tel : 0212 640 20 08 Fax : 0212 640 56 55 - 57
Süt ve Gıda
Analiz Cih
pmanları
azları ve Eki
hazları
Bilim
ratuvar Ci
sel ve Labo
3B SCIENTIFIC
etleri
elleri ve Mak
Eğitim Mod
ı Gıda Analiz
İtalyan Mal
Cihazları
İspanyol malı analitik
kimyevi maddeler ve
mikrobiyoloji vasatları
%10 daha avantajlı
fiyatlarda
www.sinanson.com
6
Haber
www.facebook.com/labmedya
Kopimizm Kilisesi
Kopimizm Kilisesi (İsveççe: Kopimistsamfundet), 2010 yılında Isak
Gerson tarafından kurulan ve kutsal bir erdem olduğunu savunan dini
cemaat. İsveç merkezli olan topluluk İsveç devletine iki kez resmî olarak
tanınmak için başvurmuş ve reddedilmiştir. 5 Ocak 2012’de ise üçüncü
başvuruları sonunda ise İsveç Hukuki, İdari ve Mali Hizmetler Kurumu
(Kammarkollegiet) tarafından kabul görmüş ve devlet tarafından
tanınmışlardır.
3
.000’den fazla üyesi olan kilisenin
savunduğu dine Kopimizm, takipçilerine ise Kopimist denmektedir.
Tanrı ya da hiçbir doğaüstü gücü kabul
etmeyen ve kutsal sembolleri olarak
CTRL+C ve CTRL+V sembollerini kullanan cemaate göre “bilgi kutsal, kopyalamak ilahi”dir.
Kopimizm ismi İsveç kökenli Kopimi hareketinden gelmektedir. Bilgiyi özgürce
kopyalama yanlısı ve lisans karşıtı olan
Kopimi hareketi ismini İngilizce olan ve
Türkçe’de “beni kopyala” anlamına gelmekte olan “copy me” tabirinden alır.
Kopimi hareketi ile aynı felsefeyi paylaşan Kopimizm dini ise ismini Kopimi
kelimesinin sonuna -izm ekinin getirilmesiyle almıştır.
Kopimizm Dini
Daha önce iki kez başvuruda bulunan ve geri çevrilen istek bu kez ka-
bul edildi. İsveç, temel inancı dosya
paylaşımı olan bir kiliseyi resmen kabul etti. Kopimizm Misyoner Kilisesi,
“kopyacting”(kopyalama) eyleminin ilahi olduğuna inanıyor, tanrıyı değil bilgiyi
kutsal sayıyor.
Doğaüstü olayları reddeden Kopimistler,
yani Kopimizm “dini” inananları, felsefe
öğrencisi 19 yaşındaki Isak Gerson’un
kurduğu dinin peşinden gidiyorlar. Ruhani liderleri resmen tanınmanın büyük
bir adım olduğunu düşünüyor. Üçüncü
başvuru sonunda resmen kabul edilen
Kopimizm’in dini simgeleri Ctrl+C (Kopyala) ve Ctrl+V (Yapıştır). Simgelerinin
yasadışı dosya paylaşımını teşvik etmeye yönelik olmadığını savunan grup, bilginin serbest dağıtımına odaklandıklarını
söylüyor.
“Copy, Paste, Amen”
L
A
B
O
R
A
T
U
V
A
R
D
A
U
Z
M
A
Seçkin Bochem® Ürünleri
Bunzen Beki
1300 °C ye kadar çıkan Teclu-Brülör.
İğne vana, hava regülatörü, ateşleme ve tasarruf alevi.
Nikel kaplamalı pirinç.
Doğalgaz veya propangazı.
İmbikli Beher
18 / 10 çelik.
Kenarlı ve dökme oyuklu.
Ocak ve manyetik karıştırıcılara uygun hazırlanmış taban yüzeyli.
Pota Pensi
18 / 10 paslanmaz çelik ve cilalı.
Çift bükümlü.
Oluklu.
Aradığınız bu değil mi?
Bütün Bochem® ihtiyaçlarınızı, bizden sipariş edebilirsiniz.
Bizi arayın!
OMNILAB Laboratuvar Malzemeleri San. ve Tic. Ltd. Şti.
1201 / 1 Sk. No:2 Su Plaza K:5/502 • 35170 Gıda Çarşısı - Yenişehir / İzmir / Türkiye • Tel: +90 232 469 42 44
www.omnilab.com.tr • e-posta: [email protected]
Esnek. Güvenilir. Kişisel.
N
8
SOSYAL PAYLAŞIM AĞLARINA EN
ÇOK İŞ YERLERİNDEN GİRİLİYOR
MUTLULUĞUN FORMÜLÜ
BULUNDU
D
A
BD’de yapılan bir araştırma,
sosyal paylaşım ağlarına en çok iş
yerlerinden girildiğini ortaya koydu.
Washington- Nielsen Enstitüsü
tarafından yapılan araştırma, 25-34 yaş
grubundakilerin yüzde 51’inin sosyal
ağlara iş yerlerinden bağlandığını ortaya
çıkardı.
Katılımcıların yüzde 46’sının sosyal
ağlara cep telefonundan bağlandığını
gösteren araştırma, bu rakamın geçen yıla
oranla yüzde 10 arttığını işaret ediyor.
Geçen yıl yüzde 3 olan sosyal ağlara
tabletten bağlanma oranının bu yıl büyük
bir artışla yüzde 16’ya çıktığı belirtildi.
Amerikalı 18-24 yaş arası gençlerin
yüzde 32’si ise sosyal ağlara tuvaletten
bağlanıyor.
Araştırma, geçen yaz, 18 yaş üstü bin
998 kişi üzerinde yapıldı.
HARİKA, BENİM YERİME BAŞKASI
ÇEKİYOR!
Kısa Kısa
www.facebook.com/labmedya
r. Ömer Coşkun, ‘melisa’ bitkisinin
beyinde mutluluğu arttıran endorfin
gibi hormonlara destek verdiğini söyledi.
Dr. Ömer Coşkun, melisanın tüm
dünyanın tanıdığı bir bitki olduğunu
ve halk arasında ‘oğul otu’ olarak da
bilindiğini belirterek, “Melisa bitkisi;
beyinde mutluluğu arttıran endorfin gibi
hormonlara destek veriyor. Endorfin
mutluluk hormonudur. Muzda ve çilekte
de endorfin arttırıcı maddeler bulunur.
Melisa sıcak suyla temas ettiğinde, içinde
bir takım mutluluk verici maddeleri suya
geçiriyor” diye konuştu.
Bitkisel çayların şekersiz tüketilmesi
gerektiğini söyleyen Coşkun, “Çünkü
şeker bir takım endüstriyel basamaklardan
geçiyor ve yapısı değişebiliyor. En güzeli
bitki çayına şeker koymamaktır. Bir diğer
dikkat edilmesi gereken metaldir. Diyelim
çayınıza şeker koydunuz. Ne yapacaksın?
Bir kaşığı sokacaksın içine karıştıracaksın.
Bu sırada bizim haberimiz olmadan
bu metal kaşık bir takım reaksiyonlara
uğruyor. Yani biz farkında olalım ya da
olmayalım sıcak bitki çayının içine metal
değdiğinde istemediğimiz bir takım
reaksiyonlar oluşuyor. Bu yüzden bu
önerilere lütfen dikkat ediniz” ifadelerini
kullandı.
SOLUCANLARA FLÜT VE PİYANO
ÇALAN BİLİMCİ
EN BÜYÜK KARA DELİKLERDEN
BİRİ BULUNDU
ÖLÜMÜNÜZÜ ÖĞRENECEK
KADAR CESUR MUSUNUZ?
B
İ
ilim insanları, şimdiye kadar bilinen en
büyük kara deliklerden birini keşfetti.
Max Planck Astronomi Enstitüsü’nden
(MPIA) Remco van den Bosch
önderliğindeki bir grup bilim adamı,
“Nature” dergisinde yayımlanan
araştırmalarında, Güneş’ten 17 milyar kez
daha büyük olan kara deliğin, galaksilerin
oluşumuyla ilgili insanoğlunun bildiği her
şeyi değiştirebileceğini açıkladı.
ABD’nin Teksas eyaletindeki Hobby-Eberly
Teleskobunu kullanarak 900 galaksiyi tarayan
bilim adamları, devasa kara deliği Dünya’dan
220 milyon ışık yılı uzaklıktaki Perseus
Takımyıldızı’nda buldu. Şimdiye kadar
galakside bulunan yıldızlar ile galaksinin
merkezindeki kara deliğin büyüklüğü
arasında doğrudan bir ilişki olduğu
varsayılıyordu. Ancak galaksi oluşumuyla
ilgili tüm kuramlarda önemli bir rol oynayan
bu varsayım, nispeten küçük bir galakside
devasa bir kara deliğin keşfedilmesi ile
çürütüldü. Samanyolu Galaksisi’nin dörtte
biri büyüklüğündeki NGC 1277 Galaksisi’nde
keşfedilen kara delik, galaksinin toplam
kütlesinin yüzde 14’ünü oluşturuyor. Diğer
kara delikler için bu oran, ortalama yüzde
0,1. Yeni keşfedilen kara deliğin, yaklaşık
8 milyar yıl önce ortaya çıktığı ve gelişim
süreci içinde çok fazla değişime uğramadığı
sanılıyor. Şimdiye kadar keşfedilen en büyük
kara deliklerden biri, Güneş’ten 4 milyon kez
büyük ve Güneş Sistemi’nin de içinde yer
aldığı Samanyolu Galaksisi’nin merkezinde
bulunuyor.
ngiliz bilim insanları, hücrede bulunan
telomerleri ölçen test geliştirdi. Ülke
basını, gelişmeyi “Kimse ölüm tarihini
bilmek isteyecek kadar cesur değildir”
şeklinde duyurdu.
İngiliz bilim insanları, insanın ne zaman
öleceğini ortaya çıkaran bir test geliştirdi.
Test, insan ömrünü doğrudan etkilediği
saptanan hücredeki telomerleri hesaplıyor.
Böylece, kişinin biyolojik yaşı ve ölüm
tarihi ortaya çıkıyor. Testin, Seyşeller’de
yaşayan bir grup kuşta denendiği ve
sonucun olumlu olduğunu açıklaması,
East Anglia Üniversitesi’nde görevli
profesör Davir Richardson’dan geldi.
Seyşeller’de ortalama 20 yıl yaşayan
kuşların ölüm tarihlerinin doğru olarak
belirlendiğini belirten profesör Richardson,
“Telomer uzunluğunun canlı ömrü ile bir
bağlantısı olduğu kesinlik kazandı. Kuşlar
üzerinde yaptığımız deneylerde de bunu
doğruladık” dedi.
Kan testinin, yakın gelecekte yaklaşık
1200 TL’ye yapılması planlanırken, İngiliz
basını gelişmeyle ilgili, “Kimse ölüm
tarihini bilmek isteyecek kadar cesur
değildir” ifadesini kullandı.
2013’TE EN GÜZEL
YAŞANACAK ÜLKE
HANİ ONLAR DA TÜRKTÜ?
1
883’te gerçekleştirilen ip çekme
deneyi ilginç bir sonuç verecekti:
İpi çekenler ne kadar çoğalırsa, her bir
çekenin sarf ettiği kuvvet de azalıyor ve 8
kişide yüzde 50’ye düşüyordu!
Çok uzun bir süre öncesinden
biliniyorduysa da, tez, bilimsel olarak ilk
kez Fransız Agronom Max Ringelmann
tarafından kanıtlanmıştı: İnsan tembel.
Özellikle de fark edilmediğini sandığı
zaman. Ringelmann’ın şık deneyi, yirmi
öğrenciye tek başlarına ve gruplar halinde
beş metre uzunlukta bir ipi çekmelerini
isterken ipin diğer ucuna bir dinamometre
(kuvvetölçer) yerleştirmesine dayanır.
Bu alet deneklerin harcadıkları kuvveti
gösteriyordu. İpin ucundan iki kişi
çektiğinde iki deneğin harcadıkları
ortalama kuvvet, tek başlarına
harcadıklarının % 93’üne eşitti.
Üç kişide bu oran % 85’e, dört kişide %
77’ye düşüyordu. Ve tembellik halkası
bu şekilde, sekiz kişilik grupta herkes
kendi kapasitesinin sadece yarısı kadar
kuvvet harcayana dek devam ediyordu.
Psikologlar bu etkiyi bugün Ringelmann
etkisi olarak adlandırırlar.
E
vrim kuramının sahibi ünlü bilimci
Darwin, solucanlara flüt ve piyano
çalarak işitme duyularını test etmek
istemişti. Solucanlar müzik aletlerine tepki
göstermeyince defterine not düşmüştü:
‘Solucanlar işitme duyusundan yoksun!’
Bazı deneylere, incelenen hayvanların
görüşüyle bakmak gerekir. Bir saksı toprak
içinde kıvrılan solucan, saksının kenarından
yukarı baktığında ne görür? Mesela, bilim
tarihinin en önemli doğa bilimcilerinden
biri olan Charles Darwin’nin, şişirilmiş
yanaklarla fagot çalışını. Şimdi solucanın
şaşırdığını sananlar fena halde yanılıyorlar.
Çünkü Darwin, solucana daha önceleri de
flüt ve piyano çalmıştı.
Darwin evrim bilimini kurmakla kalmayıp
kırk yılı aşkın bir süre de solucanların
yaşamını araştırdı. Bilim adamanın en büyük
amacı, solucanların işitme yetisine sahip
olup olmadıklarını öğrenmek idi.
Solucanlar hiçbir müzik aletine tepki
göstermeyip, Darwin’in bağırışlarına da
aldırış etmeyince, bilim adamı 1881 yılında
‘Solucanların yetisi sayesinde ekim toprağı
oluşumu’ adlı kitabına şu notu düşer:
‘Solucanlar işitme duyusundan yoksun.’
E
Y
ıllardır söylenen ‘Kızılderililer Türktü’
sözü tarihe karışmak üzere.
Amerikan yerlilerinin ataları 40 bin yıl
önce Çin’de yaşadığı ortaya çıktı.
Çin’in başkenti Pekin’deki Tianyuan
Mağara’sında bulunan bir kemiğin DNA
yapısını inceleyen Max Planck Evrimsel
Antropoloji Enstitüsü, genetik analizler
sonucunda Amerikan yerlilerinin kökeninin
Pekin’de 40 bin yıl önce yaşayan insan
topluluklarına dayandığını tespit etti.
Enstitü raporunda, Pekin’de yaşayan
ilk modern insanların genetik yapı
bakımından Avrupalılardan farklılaşmış
olduğu kaydedildi. Enstitü, Pekin
yakınlarındaki Tianyuan Mağarası’nda
2003’te ulaştığı 40 bin yıllık insan
fosilinden alınan DNA örnekleri üzerinde
anatomik ve moleküler incelemeler
yürütüyordu.
conomist Intelligence Unit (EIU),
2013’te en iyi yaşanacak ülkenin
İsviçre olduğunu duyurdu.
Araştırma sonuçlarını yayınlayan
EIU, araştırmada ülkelerin ekonomik
durumunun yanı sıra, ülkedeki suç oranı,
kamu kuruluşlarına güven ve sağlık
hizmetleri gibi kriterlerin de göz önünde
bulundurulduğunu bildirdi.
EIU, İsviçre’nin 10 üzerinden 8.22;
Avustralya’nın 8.12; Norveç’in 8.09
aldığını duyurdu. EIU bu 3 ülkeyi İsveç,
Danimarka, Singapur, Yeni Zelanda,
Hollanda, Kanada ve Hong Kong’un takip
ettiğini açıkladı.
ABD ‘nin 16’ncı sırada yer aldığı listede
Japonya 25, komşu Yunanistan 34’üncü
sırada yerini aldı. Büyüyen ekonomisiyle
dikkat çeken Türkiye ise 51’inci sırada
kaldı. Listenin son üç sırasındaysa
Ukrayna, Kenya ve Nijerya var.
10
Magazin
www.facebook.com/labmedya
Dilek YAKA
S
Aşk ve Ruh
izinle bugün paylaşmak istediğim AŞK VE
RUH’un bütünlüğünü anlatan efsane.
Efendim ismi kulağımıza
aşina olan güzellik tanrıçası AFRODİT’in oğlu EROS’la ruh bilimi “psikiyatriye” adını veren PSYKHE’nin
sonsuzluğa uzanan aşkını anlatmak
istiyorum.
M.Ö. 2. yüzyılda yaşandığına rivayet edilir efsanenin. Malumunuz
EROS annesi AFRODİT gibi dünyaya güzellik ve neşe katarak insanların kalplerinde aşk ateşini yakar
mutluluklarını hazırlarmış. Sırtındaki beyaz kanatlarla gökyüzünde
uçarak, elindeki oklarla insanları
birbirine aşık edermiş.
Bu arada bölgedeki krallardan birinin PSYKHE isimli bir kızı varmış.
Öyle güzel bir kızmış ki, halk yaşlanan AFRODİT’e değil bu güzel prensese ilgi gösterir, hediyeler ve adaklar artık PSYKHE sunulur olmuş.
Halkın bu tutumu PSYKHE’nin kral
olan babasını da huzursuz ediyormuş. Çünkü tanrıları ve tanrıçaları
kızdırmak istemiyormuş.
AFRODİT’te bu durumu hazmedemez olmuş. Oğlu EROS’dan PSYKHE’yi çirkin bir erkeğe aşık ederek
cezalandırmasını ve de ortadan
bu şekilde yok edilmesini istemiş.
EROS, güzelliğinin kibri ile kimseye aşık olmamakla övünen bu kızı
annesinin sözünü dinleyip dünyanın en çirkin ve kötü adamına aşık
etmek için okunu kalbine nişan aldığı an PSYKHE’nin büyüleyici güzelliği aklını başından almış ve aşık
olmuş. Ne var ki AFRODTİ’in oğlu
olduğunu da PSYKHE’nin bilmesini
de istemiyormuş.
Tüm bunlar yaşanırken de PSYKHE’nin babası kızının başına bela
olan güzelliğinden kurtulmak için
bir kahine danışmış. Kahin onu ülkenin en yüksek dağına çıkarmasını
ve kızını buradan bir ejderhanın alacağını ve onu eşine ulaştıracağını
söylemiş.
Kral çaresizce söyleneni yapmış.
Eros olanların hepsine tanık olmuş.
Gece karanlığında kendini göstermeden bu dağdan PSYKHE’yi almış
ve ormandaki sihirli sarayına götürmüş.
PSYKHE hiç görmediği kocasıyla
yalnızca geceleri bir araya gelmeye ve gün doğmadan kaybolmasına alışmış. Yalnızca dokunarak
ve hissederek aşık olmuş EROS’a.
Sarayda mum ya da ateş yakılmasını da yasak etmiş EROS. PSYKHE ne kadar yalvardıysa da EROS
“Aşkımızın sırrını kalbinde taşıdığın
sürece mutlu olacaksın. Kim ya da
kimin oğlu olduğumu öğrenmeden
sev beni. Gizlenen şeyleri öğrenmeye çalışarak mutlu olma şansını
yitirme. Acele etme” dermiş.
Onu tamamen kaybetmektense
aşkını bu şekilde yaşamayı kabullenmiş PSYKHE. Aylar ayları kovalamış. Ailesine özlemi artmış.
Gizemli kocasından ailesini görmek
için izin istemiş.
Heyecanla gitmiş babasının sarayına ve başına gelenleri ablarına ve
babasına bir bir anlatmış.
Ablaları kocasının çok çirkin, kötü
yürekli bir canavar olduğu için kendini gizlediğini, ormanda bir gün
onu öldüreceğini ve kendisini korumasını gerektiğini söylemişler. Bunun içinde PSYKHE evine dönerken
bir mum ve kendisini koruması içi
hançer vermişler. Ablalarının söylediklerinin etkisinden kurtulamayan
PSYKHE bir gece mum ışığında
kocasına bakmak istemiş. Diğer
elinde ise canavardan korunmak
için hançer varmış. Fakat yatakta
dünyanın en yakışıklı erkeğini görüp
bir kez daha ona aşık olmuş. Bu esnada mumdan bir damla EROSUN
kanatlarına düşüvermiş. Damlanın
sıcaklığı ile uyanan EROS kendisine güvenmesini istediği PSYKHE
karşısında görünce hayal kırıklığına
uğramış. “Güvenin olmadığı yerde
aşk yaşanmaz” diyerek pencereden
uçup gitmiş.
PSYKHE kendi sarayına
acılar içine dönmüş. Tüm
tanrılara ve tanrıçalara
EROS ‘u bulmasına
yardım etmeleri için
yalvarmış. AFRODİT
eline düşen PSYKHE
den intikam almak için
türlü testlerden geçirmiş
(sonuçta kaynana ) Tüm
olanları izleyen EROS,
ZEUS‘ u da dinleyerek
PSYKHE ‘yi affetmiş.
PSYKHE kendi sarayına acılar içine dönmüş. Tüm tanrılara ve tanrıçalara EROS’u bulmasına yardım
etmeleri için yalvarmış. AFRODİT
eline düşen PSYKHE’den intikam
almak için türlü testlerden geçirmiş.
(sonuçta kaynana ) Tüm olanları izleyen EROS, ZEUS’u da dinleyerek
PSYKHE’yi affetmiş.
İşte aşk ve ruhun birbirlerini bulması mitolojide böyle anlatılır. Siz siz
olun aşkın efsununu şüphe, güvensizlik ve kıskançlık yüzünden bozmayın. Aşk bazen kör bazen sağır
olmaktır sanırım. Karanlıkta sevdiğinin yüzünü hissederek görmektir.
Bağımlı olmadan ama bağlı ve sadık olmaktır.
Titrasyon için ilk adres
YENİ TİTRATÖR AİLESİ
PİSTON BÜRET
TITRONIC® 500 VE
TitroLine® 6000/7000 TİTRATÖRLER
Her açıdan kolayca görülebilen
tam renkli ekran
Titrant bilgilerini kaydedebilen akıllı ve değiştirilebilir
dozajlama üniteleri
SCHOTT® Instruments ID elektrodlarını otomatik
kablosuz tanıma özelliği sayesinde doğru kalibrasyon ve
ölçümler (TitroLine® 7000)
Hatasız işlem için dokunmatik klavye
3 adet USB ve 2 adet RS232 arabirimi ile taşınabilir
belleğe metod ve ölçüm sonuçlarının transferi, karıştırıcı,
terazi, bilgisayar ve piston büret bağlantısı
Çok farklı uygulamalar için esnek kullanım
www.si-analytics.com
Sümer Analitik ve Medikal Teknolojiler San. ve Tic. Ltd. Şti.
Eğitim Mahallesi Poyraz Sokak Sadıkoğlu 5 Plaza No:13 Kadıköy – İstanbul
Tel : 0-216-5507885(pbx) Fax : 0-216-5507887 E-mail: [email protected]
www.sumertek.com
12
www.facebook.com/labmedya
Haber
Yeni bir böcek türü bulundu
Güney Afrika ülkelerinden Namibya’da, çekirge ve cırcırböceği
karışımı yeni bir böcek türü bulundu. Keşfi gerçekleştiren
Namibya Ulusal Müzesi’nden bilimadamları, yeni böcek
türünün Namibya’nın en yüksek Brandberg sıra dağlarında
keşfedildiğini belirttiler. Binlerce ya da milyonlarca yıldır bu
bölgede bulundukları belirtilen böceklerin, araştırma için
Almanya’ya gönderileceği kaydedildi.
G
üney Afrika’nın Cape Town
kentindeki bir gölette bulunan,
bilimadamlarının cüce kök
kurdu adını verdikleri böcek, tropik
yaşam alanlarında bulunan su bölgeleri kıyısındaki çamurlu suların
içine kazdıkları oyuklarda yaşıyor.
ağırlığındaki cüce kök kurdunun,
arka ayaklarındaki özel paletleri yardımıyla su üzerinde 100 milimetre
yükseğe sıçrayabildiğini ve bir sıçrayışta kendi boylarının 5,4 katı olan
33 milimetrelik bir mesafeyi katedebildiğini gösterdi.
Böceğin, su üzerinde hareket edebilen diğer böcek ve hayvanların
kullandığından farklı bir yöntemle
bunu başardığına dikkati çeken bilimadamları, cüce kök kurdunun kullandığı tekniğin, suda giden robotik
araçların geliştirilmesine yardımcı
olabileceğini belirtti.
Böcekler karada ise 70 santimetre
yükseğe sıçrayabiliyor ve bir sıçrayışta 1 metre gidebiliyor. Böceği
keşfeden İngiltere’nin Cambridge
Üniversitesi Zooloji Bölümü Profesörü Malcolm Burrows, cüce kök
kurdu hakkında yaptıkları araştırmayı Current Biology dergisinde
yayımladı.
Böcek üzerinde yapılan araştırmalar,
5 milimetre boyunda ve 10 miligram
Sayı : 16
Mart - Nisan
2013
Laboratuvar ve Sağlık Gazetesidir
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Süleyman GÜLER
Editör
Taşkın EROĞLU
Danışma Kurulu
Prof. Dr. Kadir HALKMAN
Uzm. Yelda ZENCİR
Özlem Etiz SAĞDAŞ
Nevin KOÇAKER
Hukuk Danışmanları
Av. Ersan BARKIN
Av. Murat TEZCAN
İdare Merkezi
Eti Mah. Birecik Sok. No: 1/64
Gazi İş Merkezi Maltepe / ANKARA
Tel: 0 312 342 22 45
Fax: 0312 342 22 46
e-posta : [email protected]
Yayın Türü
Yerel Süreli
Görsel Tasarım
PROSIGMA
T
A
S
A
R
I
M
www.prosigma.net - [email protected]
Basım Yeri
Başak Matbaacılık ve Tan. Hiz. Ltd. Şti.
Anadolu Bulvarı Meka Plaza No:5/15
Gimat / ANKARA
Tel: 0.312 397 16 17
Basım Tarihi
Mart 2013 - Ankara
Toplu abonelikte fiyatı 3 TL. dir.
Labmedya gazetesinde yayınlanan yazıların
sorumluluğu yazarlara aittir.
WHAT IS LABMEDYA ?
www.labmedya.com/en
Su üzerinde hareket edebilen su bö-
cekleriyle, Güney Amerika kertenkelesinin, bunu, ayaklarıyla su arasında kalan küçük hava katmanını
muhafaza etmek suretiyle, su yüzey
geriliminden faydalanarak yaptığını
belirten Barrow, ancak bu canlıların
ayaklarının ıslanması durumunda
suyun içine çekilerek boğulduklarını
anlattı.
Cüce kök kurdu ise balıklara kolayca yem olabilecekleri sulardan
kaçabilmek için yaklaşık 1 milisaniye içinde, saniyede 130 derecelik
açısal hızla açabildikleri güçlü arka
bacaklarıyla suyu itiyor. Aşağıya
yapılan itme hareketiyle bacakların
üzerinde bulunan özel yaylı paletler
ve çıkıntılar açılarak yüzey alanlarını
2,4 kat genişletiyor.
Böylece aşağıda, böceğin havaya
zıplamasına imkan veren bir çeşit su
topu oluşuyor. İtiş hareketi tamamlandıktan sonraysa ayaklardaki paletler böceğin havada sürüklenmesini önlemek amacıyla hızla kapanıyor. Böceğin kullandığı su üzerinde
hareket ve zıplama tekniğinden suda
yolabilen küçük robotların geliştirilmesinde yararlanılabileceğini belirten Burrows, “Su altında hareket
eden küçük robotik araçlar yapmak
istiyorsak biz de böyle pervaneler
veya kürekler tasarlamalıyız’’ dedi.
Yaşlanma
durdurula bilinir mi?
B
ilge fütürist, efsanevi kaşif ve usta
kafa çelici Ray, biyolojinin temel bilgi işlem yöntemlerini yeniden programlayarak gelecekte insan ve makineyi
birleştirecek hızlı teknolojik dönüşler konusundaki radikal teorisiyle manşetlerde sıkça
yer alıyor. Hatta öyle ki, vücudumuzu ve
beyinlerimizi “aniden ölüm” ihtimaline karşı
yedeklememiz bile mümkün. “Bu ilerlemeler giderek hızlanıyor” diyor soğukkanlılıkla
ve ekliyor: “Sonuçta, biyolojik gövde ve
beyin ile biyolojik olmayan eklerin bir araya
geldiği bir hibrit haline geleceğiz.”
Bundan pek emin olmayanlar da var. San
Francisco’daki California Üniversitesi Tıp
Fakültesi Anatomi Profesörü, Ulusal Yaşlanma Enstitüsü’nün kurucu üyesi ve insan
hücrelerinin in vitro (yapay) olarak sınırlı
sayıda bölüneceğini keşfederek (Hayflick
sınırı) yaşlanmayı engelleyici bilim dalının babalarından biri haline gelen Leonard
Hayflick, “Yaşlanma süreci, termodinamiğin ikinci yasasına göre kaçınılmaz olan
moleküler yapı kaybının, onarım sürecinden
daha hızlı gerçekleşmesi nedeniyle oluşu-
yor” diyor. “İnsanlarda yaşlanmayı yavaşlatacak ya da durduracak bilinen bir yöntem
yok. Hiçbir zaman gerçekleştirilemedi. Ve
gerçekleşebileceğine dair bir ipucu da yok.”
Yeni bir genin keşfi
Nevada Reno’da ise Bill Andrews bu durumu değiştirmeyi umuyor: Biyoteknoloji
şirketi Sierre Sciences’in sloganı “Yaşlılığa
Çare Bul ya da Bulma Yolunda Can Ver”
diye haykırıyor. Garip bir savaş narası gibi
dursa da hedefinde çok ciddi.
Andrews saplantılara meyilli bir kişi. Amerika’nın en başarılı ultra maraton koşucularından biri olan Andrews’i (En uzun koşusu:
California’daki Death Vadisi’nde 215 kilometre) 1.90’lık boyuna aldırmadan ofisteki çekmeceli dolabın üzerinde sabahlamış
bulmak çok olası. “Bir ara işten sadece
koşmak için çıkıyordum” diyor. “Koşu giysilerimle çalışıyor ve test sonuçlarını beklerken koşmaya çıkıyordum. Bazen örneklere yanlışlıkla terimi damlatıyor ve her şeye
yeniden başlamak zorunda kalıyordum.”
Buraya kadar her şey çılgınca görünüyor.
Ancak Andrews, kısırdöngüye dönüşme
eğilimindeki yaşlanmayı önleyici faaliyet
alanında bir başka kaçık olmaktan çok
uzak. Ünlü bir araştırmacı ve moleküler biyolog, anlaşmazlıklara yol açtığı derecede
de itibarlı. 1990’larda, biyoteknoloji şirketi Geron’da, başkanlığını yaptığı bir grup
araştırmacıyla insan telomerase genini
tanımlamayı başarmıştı. Biyoloji açısından
tartışmasız büyük bir başarıydı.
Telomerase, telomere olarak bilinen hücre
kromozomlarının uçlarını koruyan bir enzim.
Hücrenin her bölünüşüyle telomerase giderek
kısalıyor, en sonunda hücre bölünemez hale
geliyor. Eğer yeterince uzun süre yaşarsak,
hücre bölünmesine bağlı olan organlarımızdan bağışıklık sistemine kadar bütün anatomik parçalarımız teklemeye başlıyor. Sierra
Sciences, içinde bulunduğumuz ölüm girdabının hızını telomerase üretimini tetikleyerek
durdurmayı amaçlıyor. Bu, sadece ölümden
korkanlar üzerinde etkili olmakla kalmayacak.
Andrew telomere’lerin insanlık tarafından bilinen bütün hastalıklar üzerinde etkisi olacağına inanıyor.
Ürün Tanıtımı
YENİ NESİL MEMBRAN DİSPENSER,
EZ-Pak® DispenserCurve
PROGRAMLANABİLİR OTOKLAV 135 °C
Yüksek kalitede çok programlı yeni nesil otoklav ile artık yapmak istediğinizi
JSAX’a bırakacaksınız.
•
12 hazır sterilizasyon programı
•
Gelişmiş özellikli tam otomatik
sterilizasyon
•
Adım adım sterilizasyon takibi
•
Elektromekanik güvenlik kilidi
Hızlı, sağlam, temassız
•
Dayanıklı bileşenleri sayesinde
yüksek iş hacmi sağlar.
•
Kapaklı yeni tasarımı 30 saniyeden daha kısa bir sürede membran kartuşunun yerleştirilmesine
olanak sağlar. Membranın tek el
kullanılarak penset yardımıyla cihazdan alınması kolaydır.
•
Temel Özellikler
Sıcaklık
max. 135 °C
Kontrol
Programlanabilir
Mikroişlemci
Sensör
Pt 1000 / Basınç Sensörü
Basınç
0.24 Mpa
Kapasite
56 / 78 Litre
•
•
Pürüzsüz şekli sayesinde temizliği kolaydır. Yapımında kullanılan
plastik malzemesinin dejenfeksiyon maddelerine karşı kimyasal
uyumluluğu yüksektir.
Dayanıklı motoru sayesinde bir
saniyeden daha kısa bir sürede
işlem gerçekleşir. Yazılımı, kazara
birden fazla membranın gönderilmesini önleyecek şekilde geliştirilmiştir.
•
İnfrared sensör sayesinde herhangi bir düğmeye basmaya gerek
yoktur, elinizi sensöre yaklaştırmanız membran filtrenin dağıtımı
için yeterlidir.
Dispenserin kablolu ya da kablosuz kullanımı mümkündür. Tam
şarjlı lityum iyon pil ile 10.000’den
fazla membranfiltrenin dağıtımı
mümkündür.
•
10 dakika boyunca işlem yapılmazsa, enerji tasarrufu için cihaz
kendini bekleme moduna alır.
Ürünle ilgili daha detaylı bilgi için Orlab
ile görüşebilirsiniz.
Ürünle ilgili daha detaylı bilgi için
ÇalışkanLab ile görüşebilirsiniz.
Tel
:0 (312) 278 40 47
Faks
:0 (312) 278 37 23
13
www.facebook.com/labmedya
www.orlab.com.tr
3 mm kalınlığında
paslanmaz çelik
kazan
Buhar tutucu
rezervuar ve hızlı
soğutma fanları
[email protected]
Elektromekanik
güvenlik kilidi
Tel: (0312) 285 64 73
e-mail : [email protected]
Faks: (0312) 284 47 80
Farmasötik Endüstrisinde
Kullanılan Besiyerleri
GBL Gül Biyoloji Laboratuvarı sterilite kontrolünde ve mikroorganizmaların identifikasyonunda kullanılan, aşağıda listesi verilen kullanıma hazır
besiyerlerini ISO 9001: 2008 ve ISO 13485: 2003 Kalite Yönetim Sistemlerine bağlı olarak üretmektedir.
Ürünlerimiz Amerikan ve Avrupa Farmakopelerine uygundur.
Ürün Adı
Koyun Kanlı Agar
MacConkey Agar
Mueller Hinton Agar
Patates Dekstroz Agar
Sabouraud Dekstroz Agar
Setrimid Agar
Triptik Soy Agar
VRBD Agar
XLD Agar
R2A Agar
Sabouraud Dekstroz Agar
Triptik Soy Agar
Mossel Buyyon
Mueller Hinton Buyyon
Rappaport-Vassiliadis Buyyon
Sabouraud Dekstroz Buyyon
Selenit F Buyyon
Triptik Soya Buyyon
Tiyoglikolat Buyyon
Ambalaj Cinsi
90 mm Petri Kutusu
90 mm Petri Kutusu
90 mm Petri Kutusu
90 mm Petri Kutusu
90 mm Petri Kutusu
90 mm Petri Kutusu
90 mm Petri Kutusu
90 mm Petri Kutusu
90 mm Petri Kutusu
90 mm Petri Kutusu
Rodac Petri 60 mm
Rodac Petri 60 mm
Tüp
Tüp
Tüp
Tüp
Tüp
Cam Flakon
Cam Flakon
Salon:12 Stand: 1201-D
GBL Gül Biyoloji Laboratuvarı Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi
İMES Sanayi Sitesi C Blok 305 Sokak No: 16 Esenşehir - Ümraniye İSTANBUL
Tel: 0216 364 15 00 - Faks: 0216 314 15 69
Web: www.gbl.com.tr - E-posta: [email protected]
14
Yorum
www.facebook.com/labmedya
Kimya ve kadınlar
Bizi dünyaya getiren, büyüten, konuşmayı, sevgiyi, saygıyı,
hayatı öğreten, ilk sevgilimiz, bazen mutluluğumuzu bazen
üzüntümüzü paylaştığımız, hayatımızın her anında mutlaka bir
KADIN vardır.
Y
azımızın başında da söylediğimiz gibi
hayatımızdaki kadın rolünü bu güne
kadar hep baskılamaya çalışmışsak
da kadınlar hayatımızın merkezindedir. Bu
yazımızda kimya penceresinden kadınlara
bakacağız.
“Kimyada bildiğiniz bir kadın kimdir?” diye
sorduğumuzda ilk aklınıza gelen isim şüphesiz Marie Curie diğer bir ifade ile Madam Curie’dir. Madam Curie kimya bilimine adını altın harflerle yazdırmıştır ki, Madam Curie’nin
1911 yılında ikinci Nobel ödülünü kimya
alanında alışının 100. yılı onuruna, 2011 yılı
‘Uluslararası Kimya Yılı’ ilan edilmiştir.
Marie Curie
boyutlu yapılarını belirlemek için kullanılan
X-Işını kristallografisi tekniğinin öncülüğünü
yapmıştır. En önemli başarıları kolesterol,
penisilin, B-12 vitamini ve insülin’in moleküler yapılarının keşfidir. B-12 vitamini üzerine
çalışması ile 1964 Nobel Kimya Ödülü’ne
layık görülmüştür.[4] Bu gün hayati derecede önemli olan bu moleküllerin yapılarının
aydınlatılması sayesinde yeni ilaçlar geliştirilebilmektedir. Son olarak 2009 yılında
Nobel ödünü kazanan kadın İsrailli Ada E.
Yonath’dır. Yonath ribozomların yapısı ve
işleyişi konusundaki çalışmaları dolayısıyla
ödüle layık görülmüştür. Hücrenin protein
ürettiği yer olan ribozomun ayrıntılı haritası-
Irène Joliot-Curie
Kimya biliminde kadınlar da aktif olarak çalışmalarına karşın erkek baskınlığını ve kadınlara uygulanan ayrımcılığın izlerini Nobel
kimya ödüllerinde de görmemiz mümkündür. Bu güne kadar 105 defa verilen Nobel
Kimya ödüllerinin 4’ü kadınlara verilmiştir.
Bunların ilki Marie Curie (1911), diğerleri
Irène Joliot-Curie (1935), Dorothy Mary
Crowfoot Hodgkin (1964) ve Ada E. Yonath (2009)[1]. Bu sonuç kimyada kadınların
rolünün bir göstergesi değildir. Marie Curie
radyoaktivitenin kurucusudur. Toryumun
radyoaktif özelliğini bulmuş ve radyum elementini ayrıştırmıştır. Burada bir kaç cümle
ile bahsettiğimiz bu çalışmalar bugün sağlık,
enerji, bilişim gibi pek çok alandaki çalışmaların temelini oluşturmaktadır ve bir kadın bilim insanı tarafından gerçekleştirilmiştir. Bilime kendisini adayan bu fedakar kadın yine
çalışmaları nedeniyle hayatını kaybetmiştir.
Curie, 1934 yılında Fransa’nın Savoy kentinde kan kanserinden ölmüştür. Hastalığı, aşırı
dozda radyasyona maruz kalmasına bağlanmıştır. Bu yüzden ona ‘bilim için ölen kadın’
denilmektedir.[2] Bir diğer Nobelli bilim kadını
Irène Joliot-Curie’dir. Marie SkłodowskaCurie ve Pierre Curie’nin kızı ve Frédéric
Joliot-Curie’nin karısıydı. Kocası ile ortak
çalışmaları olan yapay radyoaktivite keşfi ile
1935’te Nobel Kimya Ödülü kazanmıştır. Bu
ödül Curieleri en fazla Nobel kazanmış aile
yapmıştır. Yine kadın kimyacı Dorothy Mary
Crowfoot Hodgkin, protein kristallografisi bilim dalının kurucusudur. Biyomoleküllerin üç
Marie Daly
Yük. Kimyager
Hasan Öz
çalışmalarda, hemoglobinin oksijeni vücutta
nasıl serbest bıraktığını incelemiştir. Joan
Berkowitz, hem bir kimyacı hem de çevresel danışmanıydı. Endüstriyel atık ve kirlilik
problemlerini çözmek için çalışmalarda bulunmuştur. Burada ismini zikrettiğimiz kadın
kimyacıların kimya bilimine büyük katkıları
olmuştur.
Ülkemizde de adından söz ettirmiş kadın
kimya bilim insanları mevcuttur. İlk kadın
kimyagerimiz Remziye Hisar’dır. Hisar; kimyayı seçme nedenini bir röportajında ‘Fen
derslerinde; kanunlarda olsun, buluşlarda
olsun hep yabancı isimler görmek beni
Dorothy Mary Crowfoot
Cecile Hoover Edwards
nın çıkarılması ve yeni antibiyotiklerin yolunu açan çalışmaları olmuştur.[5]
Nobel kazanmış kimyacı kadınlar dışında,
kimya bilimine büyük hizmetleri bulunmuş
başka kadınlar da mevcuttur: Jacqueline
Barton, Ruth Benerito, Ruth Erica, Joan
Berkowitz, Carolyn Bertozzi, Hazel Bishop,
Stephanie Burns, Mary Letitia Caldwell,
Emma Perry Carr, Uma Chowdhry, Pamela
Clark, Mildred Cohn, Gerty Theresa Cori,
Shirley O. Corriher, Erika Cremer, Marie
Daly, Kathryn Hach Darrow, Cecile Hoover
Edwards, Gertrude Belle Elion, Gladys L.
A. Emerson, Mary Fieser, Edith Flanigen ve
daha yüzlercesi... [6] Ruth Benerito pamuklu kumaşlar üzerine çalışmalar yaparak, ütü
gerektirmeyen pamuklu kumaşın üretilmesine katkıda bulunmuştur. Rachel Lloyd, kimyada Ph.D unvanını kazanan ilk Amerikalı
kadındır. Marie Daly de, 1947’de Ph.D unvanını alan ilk Afrikalı Amerikan kadın oldu.
Böylece hem bilimde kadın hem de ırkçılıkla
ilgili ön yargıların üstesinden gelmiştir. Ruth
Erica Benesch, kocası Reinhold ile yaptığı
Jacqueline Barton
Ada E. Yonath
Ruth Benerito
kahrediyordu. Fen alanında bir tek Türk ismi
görememenin ezikliğini, bu dalda başarılı
olursam giderebilirim sanıyordum’ cümleleriyle açıklamıştır. Hisar Sorbonda kimya eğitimi almıştır. Türkiye’ye dönüp, 1933 - 1936
yılları arasında İstanbul Üniversitesi’nde
kimya ve fiziko kimya doçenti olarak görev
yapmıştır. 1947 yılında İTÜ Makine ve Kimya doçentliği görevine başlayan Hisar, 1959
yılında profesör olduktan sonra 1973 yılında
emekliye ayrılmıştır. Tipik bir Cumhuriyet kadını olan Remziye Hisar, dünyaca ünlü fizikçi
Feza Gürsey ve Milletlerarası Psikoloji Cemiyeti’nin tek Türk üyesi psikiyatrist Deha Gürsey Hanım’ın annesidir. 1991 yılında Tübitak
Hizmet Ödülü’nü almıştır.[7]
Nilgün OKAY’ın ‘Türkiye’de ve Dünya’da
Mühendislik ve Fen Bilimleri Bölümlerindeki
Kadın Akademisyenlerin Mevcut Durumuna Bakış’ başlıklı çalışmasında ‘Türkiye’de
üniversitelerin lisans ve lisansüstü programlardaki kız öğrencilerin sayısı %45’lere ulaşmış durumdadır (ÖSYM, 2006); aynı artış
Avrupa ve Amerika üniversitelerinde de gö-
İlk kadın kimyagerimiz
Remziye Hisar’dır.
Hisar; kimyayı
seçme nedenini bir
röportajında ‘Fen
derslerinde; kanunlarda
olsun, buluşlarda olsun
hep yabancı isimler görmek
beni kahrediyordu. Fen alanında
bir tek Türk ismi görememenin
ezikliğini, bu dalda başarılı
olursam giderebilirim sanıyordum’
cümleleriyle açıklamıştır.
rülmektedir (ETAN, 2000; NSF, 2004; WIS,
2005). Benzer tablo kadın öğretim üyesi
sayısında da ortaya çıkmaktadır. Bir süredir
Türkiye’nin Avrupa ülkeleri (özellikle EU-25
olarak tanımlanan 25 Avrupa üyesi ülke)
arasında ve hatta dünyada oransal olarak
en fazla öğretim üyesinin bulunduğu ülkelerden biri olduğu bilinmektedir. (Loder, 1999)
Aynı çalışmada ayrıca üniversitelerimizde
bulunan yaklaşık 82 bin öğretim elemanın
%40’ının kadın olduğu vurgulanmıştır. Çalışmada Zengin-Arslan (2002)’nin Türkiye’deki
üniversitelerin mühendislik bölümlerindeki
kız öğrenciler için ortaya koyduğu cinsiyete dayalı dağılımda; en fazla kadın öğretim
üyesinin kimya ile biyoloji, kimya, gıda ve
çevre mühendisliği bölümlerinde olduğu
görülmektedir. Ülkemizde kimya bölümlerinde doçentlerin %40’ı, yardımcı doçentlerin
%46’sı, araştırma görevlilerinin %55’inin
kadın olduğu saptanmıştır.[8] Anlaşılacağı
üzere kimyada kadın etkisi her geçen gün
daha da artmaktadır.
Erika Cremer
Emma Perry Carr
Kimya yalnızca erkekler sayesinde bu günlere gelmemiş, her alanda olduğu gibi kadınların da destekleriyle bu günlere gelmiştir.
Bilimin verdiği özgürlükle kimya bilimine hizmet etmiş tüm kadın kimyacılarımızın saygı
ile anarken, günümüz kadın kimyacılarımızın
ve tüm kadınlarımızın 8 Mart Dünya Kadınlar
Gününü kutlarız.
KAYNAKLAR
[1] Women Nobel Laureates, Nobel Foundation Nobelprize.org/ödül
kazanan kadınlar listesi, Erişim tarihi:06.03.2012 (İngilizce)
[2] Marie Curie, http://tr.wikipedia.org/wiki/Marie_Curie, Erişim tarihi:06.03.2012 (Türkçe)
[3] Irène Joliot-Curie, http://tr.wikipedia.org/wiki/Ir%C3%A8ne_JoliotCurie, Erişim tarihi: 06.03.2012 (Türkçe)
[4] Dorothy Mary Crowfoot Hodgkin, http://tr.wikipedia.org/wiki/Dorothy_Crowfoot_Hodgkin, Erişim tarihi: 06.03.2012 (Türkçe).
[5] Ada E. Yonath, http://www.nobelprize.org/nobel_prizes/chemistry/
laureates/2009/yonath.html, Erişim tarihi: 06.03.2012 (İngilizce)
[6] Woman in Chemistry, http://chemistry.about.com/od/
womeninchemistry/a/womenchemistry.htm, Erişim tarihi:
06.03.2012 (İngilizce)
[7] Remziye Hisar, http://tr.wikipedia.org/wiki/Remziye_Hisar, Erişim
tarihi: 06.03.2012 (Türkçe)
[8] Nilgün Okay, Türkiye’de ve Dünya’da Mühendislik ve Fen Bilimleri
Bölümlerindeki Kadın Akademisyenlerin Mevcut Durumuna Bakış,
İTÜ Maden Fakültesi, Jeoloji Müh. Bölümü, Cumhuriyet BilimTeknik,
289: 3 (2007),
http://www.kaum.itu.edu.tr/dosyalar/2883KadinCBT_NOkay.pdf, Erişim
tarihi: 06.03.2012 (İngilizce)
16
Haber
www.facebook.com/labmedya
Çocuklarımızı
ev kazalarında
kaybetmeyelim
Ç
ocuk kazalarının en başında düşmelerin
geldiğini ifade eden uzmanlar, ikinci
sırayı çarpmalar ve yabancı cisim
yutulmasının aldığını söyledi. Annenin yorgun
olması, aile fertlerinin ev kazaları konusunda
bilgisiz olması, sakıncalı eşyaların ulu orta
bırakılmasının felakete davetiye çıkardığına
dikkat çeken uzmanlar, “Balkonlarda korkuluk
olmaması veya seviyelerinin düşük olması,
pencere önlerinde bırakılan sandalyeler ev
kazalarının meydana gelmesinin başlıca
sebepleri arasında yer alıyor” dedi.
Son 5 yılda 2 bin çocuk öldü
1-4 yaş grubu çocuk ölüm sebepleri arasında
kazaların 4. sırada yer aldığını anlatan
uzmanlar, “Ülkemizde Sağlık Bakanlığı’nca
yapılan araştırmaya göre son 5 yılda 120
bin çocuk ev kazası sonucu hastaneye
müracaat etti, 2 bin çocuk ise hayatını kaybetti.
Temizlik malzeme ve gereçlerini çocukların
ulaşamayacakları yerlere koyun. Yemekler,
ocakta arka gözlerde pişirin. Çakmak, kibrit
gibi yanma tehlikesi olan araç ve gereçleri
ortalıkta bırakmayın. Prizlere koruyucu
takın. Balkon kapılarının ve pencerelerin açık
bırakılmamasına dikkat edin” uyarısında
bulundu.
Çöp kutusu kapaklarını açık unutmayın
Kesici aletlerin çocukların ulaşamayacağı
yerlere konulması gerektiğini ifade eden
uzmanlar, “Banyo küvetinin tabanına plastik
koyun. Isı yayan cihazların çevresinden
teması engelleyen tedbirler alın. Köşeleri sivri
mobilyaların bu bölgelerini yumuşak süngerle
kaplayın. Çocuğunuzun oyuncakları tehlikesiz
olmalı. Boyaları çıkmamalı ve küçük parçalar
barındırmamalı. Çöp kutusunun kapağı daima
kapalı olmalıdır. Kırılacak cam malzemeler,
süsler çocuğunuzun erişemeyeceği yükseklikte
olmalı. İğne, düğme gibi dikiş malzemeleri her
zaman kilitli bir yerde saklayın” dedi.
Yemek yerken çocuğunuzu güldürmeyin
Sıcak içeceklerin çocuğun eline verilmemesi
gerektiğini anlatan uzmanlar, “Başını yastığa
gömme ya da başına naylon torba geçirme
gibi davranışlar yasaklanmalı. Yemek yerken
çocuğunuzun gülmesi ya da ağlaması
boğulmaya sebep olabilir. Yiyecek alınırken
son kullanma tarihine bakılmalı ve özellikle
çiğ yenilecek gıdalar bol suyla yıkanmalıdır.
Bu önlemlere uyulduğu takdirde birçok ev
kazasının önüne geçilmiş olunacaktır. Hem
bebeğiniz daha sağlıklı hem de siz daha huzurlu
olacaksınız” şeklinde konuştu.
Türkiye’de son 5 yılda
2 bine yakın çocuk ev
kazalarında hayatını
kaybetti. Uzmanlar,
çocukların ev kazalarından
korunması için alınan
ufak tedbirlerin hayat
kurtaracağını söyledi.
Alınması gereken birkaç önlem
•Kesici aletleri çocukların ulaşamayacağı yerlere
koyun.
•Temizlik malzeme ve gereçlerini çocukların
ulaşamayacakları yerlere koyun.
•Yemekleri, ocakta arka gözlerde pişirin.
•Prizlere koruyucu takın.
•Balkon kapılarını, ve pencereleri açık bırakmayın.
Ayrıca merdiven kenarlarında sağlam korkuluklar
takın.
•Banyo küvetinin tabanına plastik koyun.
•Isı yayan cihazların çevresinden teması engelleyen
tedbirler alın.
•Köşeleri sivri mobilyaların bu bölgelerini yumuşak
süngerle kaplayın.
•Çocuğunuzun oyuncakları tehlikesiz olmalı. Boyaları
çıkmamalı ve küçük parçalar barındırmamalı.
•Çöp kutusunun kapağı daima kapalı olmalı.
•Kırılacak cam malzemeler, süsler çocuğunuzun
erişemeyeceği yükseklikte olmalı.
•İğne, düğme gibi dikiş malzemeleri her zaman kilitli
bir yerde saklayın.
•Başını yastığa gömme ya da başına naylon torba
geçirme gibi davranışlar yasaklanmalı.
•Yemek yerken çocuğunuzun gülmesi ya da ağlaması
boğulmaya sebep olabilir.
•Yiyecek alınırken son kullanma tarihine bakılmalı ve
özellikle çiğ yenilecek gıdalar bol suyla yıkanmalıdır.
FUNGILAB’ın Lider Viskozite Ölçüm Teknolojisi
Şimdi ANT TEKNİK Farkıyla...
Çok Yakında...
• Reoloji biliminde 30 yıllık deneyim
• Yenilikçi viskozite ve reoloji teknolojisi
• Ar-Ge ve Kalite Kontrol için güvenilir ve hassas cihazlar
• Seminer, demonstrasyon ve eğitim olanakları
• Kolay, hızlı ve yüksek performanslı viskozite ölçümleri
• Ayrıcalıklı teknik destek hizmetleri
• Uygun fiyat garantisi
ALPHA
SMART
EXPERT
Türkiye Tek Yetkili Temsilcisi - Ant Teknik
antteknik.com
PREMIUM
18
www.facebook.com/labmedya
Haber
-55 ~ -120 °C arasında değişen modeller
3 L - 6 L - 12 L - 24 L hacim seçenekleri
Mikroişlemcili PID kontrol
1.5 x 10-3 torr dahili vakum pompası
Cam manifoldlu ve metal tepsili kurutma odası alternatifleri
Tüm kontrol ve göstergelerin bulunduğu üniversal kumanda paneli
Dahili otomatik defrost sistemi
Özel tasarlanmış yüksek kapasiteli soğuk hava kondenseri ve aerodinamik fan
En yüksek kalitede sessiz ve verimli çalışan LBP hermetik kompresör
Elektrik kesintisi, ani sıcaklı artışı ve kapı açık (sesli ve görsel) uyarıları
Çift kompresör teknolojisi
128 L - 740 L arası hacim seçenekleri
Mikroişlemcili PID kontrol
0.1 °C hassasiyetinde soğutma
Kullanıcı şifresi ile güvenlikli setpoint sistemi
CFC içermeyen soğutma sistemi
130 mm kalınlığında yüksek yoğunluklu poliüretan köpük yalıtımı
Conta üzerinde buzlanma önleyici RIM ısıtma sistemi
Çift katlı conta ile mükemmel kapı izolasyonu
Özel tasarlanmış yüksek kapasiteli soğuk hava kondenseri ve aerodinamik fan
En yüksek kalitede sessiz ve verimli çalışan LBP hermetik kompresör
Elektrik kesintisi, ani sıcaklı artışı ve kapı açık (sesli ve görsel) uyarıları
Tek ve çift kapı seçeneği
Yorum
19
www.facebook.com/labmedya
LHC Serisi Isıtmalı ve Çift Frekanslı
Ultrasonik Banyolar
Dijital ayarlanabilir 60 °C'ye kadar ısıtma
Çift frekans ayarı 35 ve 53kHz.
Kullanıcı dostu kontrol paneli
Kolay okunabilir geniş LCD ekran.
%1 artışlı hassas ultrasonik güç ayarı.
1-199 dakika elektronik zamanlayıcı.
Kalıcı hafıza.
Mat SUS304 paslanmaz çelik.
SK Serisi 53kHz Degassing Özellikli
Glory Ultrasonik Banyolar
Geleneksel ultrasonik banyolarla kıyaslandığında daha fazla esneklik sunar
Degassing özellikli
Maksimum temizleme için 53 kHz yüksek frekans
Kullanıcı dostu kontrol paneli
Kolay okunabilir geniş LED ekran
Dijital parametre ayarı
Yüksek ultrasonik güç çıkışı
1-99 dakika elektronik zamanlayıcı
Paslanmaz çelik
Dijital ayarlanabilir 60 °C'ye kadar ısıtma
Kullanıcı dostu kontrol paneli
Kolay okunabilir geniş LCD ekran
Maksimum temizleme için 53 kHz yüksek frekans
%1 artışlı hassas ultrasonik güç ayarı
1-199 dakika elektronik zamanlayıcı
Kalıcı hafıza
Mat SUS304 paslanmaz çelik
HP Serisi 53kHz Isıtmalı
Ultrasonik Banyolar
Bahçekapı Mah. Dökmeci Sanayi Sitesi
10. Cad No: 3/5 Şaşmaz / ANKARA
Tel :0 (312) 278 40 47 - 0 (312) 278 14 45
0 (539) 505 40 40
Faks :0 (312) 278 37 23
e-mail : [email protected]
RENKLİ
www.caliskancam.com
www.laboratuvarcihazlari.com
SİYAH BEYAZ
Merkez:
Oruç Reis Mah. Giyimkent Sitesi
C-3 B-203 NO:31/32 Esenler / iSTANBUL
Telefon: (0212) 659 05 07 - 659 05 28
(0212) 659 05 49 - 659 05 52
Faks: (0212) 659 04 96
LABORATUVAR ve TIBBİ ÜRÜNLER
SANAYİ TİCARET LTD. ŞTİ.
Şube:
Millet Cd. No:84 Karagül İş Merkezi
No:24 Fındıkzade / İSTANBUL
Telefon: (0212) 523 68 04 - 531 08 18
Faks: (0212) 533 47 88
www.raftelkimya.com
[email protected]
Haber
21
www.facebook.com/labmedya
Kötü
anıları
uyku esnasında siliyorlar
ABD’nin Stanford Üniversitesi’ndeki araştırmacılar,
farelerin uyku esnasında
anılarını silmeyi başaran
bir ilaç geliştirdiklerini
iddia etti. Kesin başarıya
ulaşılması halinde, insanlar için aynı tedavinin gelecekte mümkün olabileceği
ifade edildi.
B
ilim insanları, farelerin uyudukları esnada hafızalarını silmeyi
başardıklarını öne sürdü. Araştırmacılar, elde edilen başarıyla uyku esnasında kötü anıları beyinde yok edebileceklerini, böylece travma sonrası
stres bozukluğu (PTSD) tedavisinde
önemli bir adım atılabileceğini belirtti.
ABD’nin Stanford Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, farelerin uyku esnasında PTSD
anılarını silmeyi başaran bir ilaç geliştirdiklerini iddia etti. Kesin başarıya ulaşılması
halinde, insanlar için aynı tedavinin gelecekte mümkün olabileceği ifade edildi.
Son derece külfetli olabilen stres ve
gerginlik tedavisini fazlasıyla kolaylaştırabilecek ilaç sayesinde, insanların
geçmişte yaşadığı travmalara ait anıları sürekli hatırlamaları engellenebilir.
Geleneksel tedaviler, insanları acı ve
korku dolu anılarından uzaklaştırmayı
başarabilse de, bu anıların geri gelmeyeceğini kimse garanti edemiyor.
cak noktaya getirildi. Daha sonra deney hayanlarına elektrik verildi. Farelerin travma yaşadıkları kesinleşince,
ikinci aşamaya geçildi.
Nature dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, Stanford Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, uyuyan fareler
üzerinde yaptıkları deneyde PTSD’yi
ortadan kaldıracak bir terapi geliştirdi.
İlk olarak, fareler yasemin kokusuna
maruz bırakılarak bu kokudan korka-
UYKUDA TEDAVİ
Terapinin ikinci aşaması, travma yaşayan farelerin uyku esnasında eski
hallerine geri dönmelerini sağlamaktı.
Travma kurbanı fareler iki gruba ayrıldı. İlk gruba geleneksel tedavi uygulandı. Fareler uyurken tekrar yasemin
kokusuna maruz bırakıdı, ama elektrik
verilmedi. Fareler geçici olarak iyileşse de, daha sonra insanlarda olduğu
gibi korkularının geri geldiği tespit
edildi.
İkinci gruba yapılan terapi beyindeki kimyasal faaliyetlere odaklanarak
gerçekleştirildi: Farelere, beynin korku dolu anıları depolayan bazolateral
amigdala bölgesindeki protein üretimini durduracak bir ilaç verildi. Uyku-
ya dalmadan hemen önce ilaç verilen
fareler, uyku esnasında belli aralıklarla
yasemin kokusuna maruz bırakıldı.
Fareler, uyandıktan sonra yasemin kokusunun bulunduğu farklı ortamlarda
çok daha az korku tepkisi gösterdi.
Bilim insanları, deneyde kullanılan ilacın henüz insanlar için güvenli olmadığını, ancak günümüzde kullanılan
ilaçların aynı şekilde kullanılabileceğini ifade etti.
İki saatte kömür üretildi
Ankara Üniversitesi laboratuvar ortamında biyokömür üretti. Doğada
milyonlarca yıllık bir süreçte ortaya çıkan kömürün, orman ve gıda
atıklarından üretimi iki saat sürdü.
T
ürkiye’de bir ilk gerçekleşti. Doğada yüzlerce yılda oluşan kömür, laboratuvar ortamında iki saatte üretildi.
Ankara Üniversitesi Kimya Bölümü, hidrokarbonizasyon
yöntemi ile ormansal atıklar ve gıda atıklarından biyokömür elde etti.
Proje sorumlusu Prof. Dr. Ali Sınağ, “Her tür atıktan özellikle
de bizim çalışmamıza spesifik olarak fındık kabuğu ve pirina
gibi ülkemizin önemli atıklarından çok kısa sürede toz kömür
sınıfına girebilecek, ısıl değeri yüksek kükürt içeriği de çok
düşük bir ürün elde ettik” dedi.
Sınağ’a göre, labaratuvarda kömür üretimi hem enerji ihtiyacı
hem de maliyet açısından avantajlı.
Sınağ, “Özellikle çimento sektörü için oldukça önemli çünkü
çimento sektöründe toz kömüre ihtiyaç var ve çimento sektöründe toz kömür farklı ülkelerden, yüksek maliyetlerle elde
ediliyor” diye konuştu.
Biyokömür, suda eritme yöntemi ile tıp alanında da kullanılabilecek.
Üretim ağını genişletmek ve geliştirmek için kamu ve özel
sektörden destek bekleniyor.
22
www.facebook.com/labmedya
Güzel Hava
Aldatmacası
Sadece gerçek hava raporu insanların morali üzerinde etkili olmuyor, uydurma bilgi de
etkili olabiliyor, hatta “hava çok güzel” dediğinizde insanlar daha çok bahşiş veriyor.
S
adece gerçek hava raporu
insanların morali üzerinde
etkili olmuyor, uydurma bilgi
de etkili olabiliyor, hatta “hava çok
güzel” dediğinizde insanlar daha
çok bahşiş veriyor.
Mart 1994 tarihinde Atlantic
City’deki Casino Otelinde ilginç bir
hava raporu tahmini yapan oda
hizmetlisi, her sabah kahvaltıları
odalara götürmeden önce, her
odanın önünde bir deste karttan
birini çekiyordu. Bu kartların üzerinde ‘soğuk ve yağmurlu’, ‘soğuk
ve güneşli’, ‘sıcak ve yağmurlu’,
‘sıcak ve güneşli’ olmak üzere dört
tahmin bulunuyordu.
Ses yalıtımlı olan otel odalarının
camları da siyah olduğu için konukların hava durumunu görmeleri
mümkün değildi.
Konuklar hava durumunu sorduklarında oda hizmetlisi çektiğe karta
göre yanıt veriyordu.
Amerikalı psikolog Bruce Rind bu
araştırmayla, insanların morali üzerinde etkili olanın sadece gerçek
hava raporu olmadığını, uydurma
bilginin de etkili olabileceğini kanıtlamak istiyordu.
Oda hizmetlisinin aldığı bahşişler
gerçekten de ‘insanları etkilemek
için doğrudan bir sensorik etkinin”
gerekli olmadığını göstermekte.
Diğer sözlerle söyleyecek olursak,
kötü havalarda oda hizmetlisi için
yalan söylemek daha karlı. Çünkü
araştırmadaki oda hizmetlisi havanın güneşli olduğunu söylediğinde
yaklaşık olarak üçte bir oranında
daha fazla bahşiş almış. Bu konuda hava sıcaklığını hiçbir rol oynamamış.
Bu yöntemden yalan söylemek istemeyen otel hizmetlileri bile yararlanabilirler. Çünkü aynı araştırmacı
dört yıl sonra bir İtalyan restoranında, ertesi gün için yapılan çok
iyi bir hava durumu tahmininin bile
dörtte bir daha fazla bahşiş getirdiğini saptadı.
Haber
24
Yorum
www.facebook.com/labmedya
Referans Mikroorganizma Kültürleri
Yrd. Doç. Dr.
Emrah TORLAK
NEÜ, Fen Fakültesi
Referans suşlar
genellikle liyofilize
halde temin edilebilir.
Yüksek vakum altında
sublinleşme ile suyun
uzaklaştırılarak
dondurulmuş
materyalin
kurutulması
prensibine dayalı
liyofilizasyon
tekniği kullanılarak
oluşturulan
mikroorganizma
kültürleri uygun
koşullarda uzun süre
canlılığını muhafaza
edebilir.
M
ikrobiyoloji laboratuvarlarında kalite
kontrol çalışmaları için referans mikroorganizma kültürlerine ihtiyaç vardır.
Referans kültür terimi referans suşlar, referans
stok kültürler ve çalışma kültürleri için ortak
olarak kullanılmaktadır. Laboratuvarda doğrudan örneklerden izole edilen suşların biyokimyasal profilleri ve serolojik özellikleri bakımından atipik olabileceği veya alt kültürleme
(pasajlama) ile kültür koleksiyonundan temin
edilen kültürlere nazaran kolaylıkla atipik duruma gelebilecekleri unutulmamalıdır.
Referans suşlar doğrudan kültür koleksiyonlarından temin edilen ve en azından cins ve tür
düzeyinde tanımlanmış, karakteristik özellikleri
ortaya konmuş ve bir katalog numarasına sahip
mikroorganizmalardır. Referans suşların temin
edilebileceği kültür koleksiyonlarına American
Type Culture Collection (ATCC, ABD), National
Collection of Type Cultures (NCTC, İngiltere),
Deutsche Sammlung von Mikroorganismen
und Zellkulturen (DSMZ, Almanya) ve Japan
Collection of Microoganisms (JCM, Japonya)
örnek verilebilir.
Referans suşlar genellikle liyofilize halde temin
edilebilir. Yüksek vakum altında sublinleşme ile
suyun uzaklaştırılarak dondurulmuş materyalin kurutulması prensibine dayalı liyofilizasyon
tekniği kullanılarak oluşturulan mikroorganizma kültürleri uygun koşullarda uzun süre canlılığını muhafaza edebilir.
Maya referans suşları için aşağıda verilen referans stok ve çalışma kültürleri hazırlama yöntemleri kullanılabilir. Küf kültürleri bakteri kültürlerinden farklı olarak katı besiyeri üzerinde
canlılıklarını çok uzun süre muhafaza edebilmektedir. Birçok küf türü 4°C’ de canlılığını 1-2
yıl koruyabilmektedir. Bu nedenle küf kültürleri
doğrudan yatık katı besiyerleri üzerinde buzdolabında muhafaza edilebilir.
Referans stok kültürler
Liyofilize referans suşlar laboratuvara kabul
edildikten sonra tedarikçiden sağlanan talimatlar doğrultusunda yeniden sulandırılmalıdır ve
referans stok kültürleri oluşturmak amacı ile pasajlanmalıdır. Bu amaçla
kanlı agar veya triyptic soy
agar kullanılabilir. Mikroorganizma için uygun
sıcaklık ve sürede
inkübasyon sonunda katı besiyerinde
oluşan koloniler
saflık ve biyokimyasal karakteristikleri yönünden
kontrol edilmelidir.
Kontrol
sonuçları
uygun olduğu takdirde
mikroorganizma süspansiyonu hazırlamak için
bir öze ile yeterli sayıda koloni
selektif olmayan bir sıvı besiyeri (Ör.,
tryptic soy broth) içine alınmalı ve homojenize
edilmelidir.
Hazırlanan süspansiyon düşük sıcaklıklarda
muhafaza edileceğinden kullanılan sıvı besiye-
ri koruyucu içermelidir. Mikroorganizmalar sıvı
besiyeri içinde dondurulduğunda, hücre dışındaki su donmaya başladığı zaman serbest su
miktarının azalmasına bağlı olarak hücre dışı
çözünmüş madde konsantrasyonu artacaktır.
Hücre dışındaki bu konsantrasyon ozmotik
dengesizliğe ve hücreden su kaybına neden
olacaktır. Ayrıca oluşan buz kristalleri hücre
membranlarına fiziksel olarak zarar verebilir.
Suyun donmasına bağlı bu istenmeyen etkiler
suyun donma noktasını düşüren koruyucular
ile azaltılabilir. Bu amaçla en yaygın kullanılan
koruyucu mikroorganizmalar üzerine toksik olmaması nedeni ile gliseroldür. Gliserol su molekülleri ile hidrojen bağları oluşturur. Böylece
su molekülleri arasında hidrojen bağlarının oluşumunu engelleyerek suyun donma noktasını
düşürmektedir. Gliserolün sıvı besiyerine %15
oranında ilavesi yeterli olacaktır.
Hazırlanan süspansiyon Eppendorf tüpleri
veya mikro santrifüj tüplerine taksim edilir ve
dondurulur. İdeal dondurma sıcaklığı ≤70°C’
dır. Daha yüksek dondurma sıcaklıkları (Ör.,
≤20°C) kullanıldığında stok kültürlerin muhafaza süresinin daha kısa olacağı unutulmamalıdır.
Çalışma kültürleri
Çalışma kültürleri referans stok kültürlerden
selektif olmayan katı besiyerine inokülasyon ile
hazırlanır. Mikroorganizma için uygun sıcaklıkta ve sürede inkübasyon sonunda katı besiyerinde oluşan koloniler saflık yönünden kontrol
edilmelidir. Kontamine olduğu tespit edilen kültürler elden çıkartılmalıdır. Çalışma kültürlerinin
hazırlanmasında petrideki katı besiyerlerine alternatif olarak su kaybının daha az olması nedeni ile tüp içinde hazırlanan yatık katı besiyerleri kullanılabilir. Ancak yatık besiyerlerinde koloni morfolojilerinin gözlenmesinin zor olacağı
unutulmamalıdır. Çalışma kültürleri 2°C - 8°C
arasında 4 haftaya kadar muhafaza edilebilir.
Standardize edilmiş hücre
süspansiyonları
Besiyerlerinin kalite kontrolü veya farklı amaçlarla içindeki hücre sayısı ayarlanmış mikroorganizma süspansiyonlarının hazırlanmasına
ihtiyaç vardır. Bir süspansiyondaki bakteri ve
maya hücre sayısı kültürel tekniklerin dışında
McFarland standartları veya doğrudan mikroskobik sayım ile belirlenebilir. Bu yöntemlerin
kültürel yöntemlere kıyasla ortak avantajı inkübasyon süresi gerektirmemesidir. Ortak dezavantajları ise canlı ve ölü hücreleri ayırt edememesidir. Bu nedenle kültürel sayım yöntemleri
aynı zamanda canlı sayımları (viable count)
olarak da isimlendirilmektedir.
McFarland standartları
Bakteri ve maya süspansiyonlarının standardizasyonu için McFarland bulanıklık standartları
kullanılabilir. McFarland standartları Baryum
Klorür ve Sülfirikasidin %1 lik solüsyonlarının
farklı oranlarda karıştırılması ile hazırlanmaktadır. Oluşan Baryum Sülfat’ın miktarı bulanıklığın yoğunluğunu belirlemektedir. McFarland standartları içerdikleri BaCl2 oranına göre
isimlendirilmektedir. Tüp içinde hazırlanan
standartlar kapakları sıkıca kapatılarak karanlıkta ve oda sıcaklığında muhafaza edildiği takdirde 6 ay boyunca kullanılabilir. Günümüzde
lateks partiküller ile hazırlanmış ve daha uzun
raf ömrüne sahip ticari McFarland standartları
mevcuttur.
En düşük McFarland standardı olan 0,5 numaralı McFarland standardı %0,5 oranında BaCl2
içermektir ve yaklaşık olarak 1,5 x 108 KOB/
mL bakteri yoğunluğuna karşılık gelmektedir.
Ancak bu değerin Escherichia coli için geçerli
olduğunu ve bakterilerin hücre büyüklüklerine
göre değişkenlik göstereceği unutulmamalıdır.
Maya türleri için 0,5 numaralı McFarland standardı 1-5 x 106 KOB/mL yoğunluğu karşılık
gelmektedir.
Doğrudan mikroskobik sayım
Bir süspansiyondaki bakteri veya maya sayısı Breed yöntemi kullanılarak doğrudan mikroskobik yöntemle belirlenebilir. Breed yönteminde öncelikle preparatın boyalı alanının
(genellikle 100 mm2), ışık mikroskobunda
immersiyon objektifi ile elde edilen bir görüş
sahası alanına oranı olan Mikroskop Faktörü
(MF) hesaplanmalıdır. Bu amaçla öncelikle
immersiyon objektifi (100 X) ile elde edilen bir
görüş sahasının alanı hesaplanmalıdır. Görüş
sahasının bir daire olması nedeni ile alanı daire alan formülü (πr2) ile hesaplanabilir. Görüş
sahasının yarıçapı (r) ise Kontrol Mikrometresi (Stage micrometer, 1 mm/100) ile yaklaşık
olarak belirlenebilir. Örneğin bir görüş sahasının yarıçapı yaklaşık 0,08 mm ise, bu durumda
bir görüş sahasının alanı 0, 02 mm2 (3,14 x
0,08 mm2) ve MF ise 5000 (0,02 mm2/100
mm2) olacaktır.
Küf spor süspansiyonu
Küf spor süspansiyonu hazırlamak için yatık katı besiyerinde gelişen taze kültürler (3-5
gün inkübasyon sonrası) kullanılmalıdır. Küf
kolonilerinin üzerini örtecek kadar %1 oranında Tween 20 içeren steril distile su ilave edilir. Steril bir swab ile konidyaların su içinde
serbest kalmaları sağlanabilir. Daha sonra ilave edilen su steril bir tüpe aktarılır ve vorteks
yardımı ile homojenize edilir. Bu süspansiyon
hiflerden arındırmak için steril cam yününden
süzülür. Süspansiyondaki spor sayısı Neubauer lamı kullanılarak doğrudan mikroskobik
sayımla (10 X 40 büyütme gücü) belirlenebilir
ve spor sayısı steril distile su ile seyreltilerek
istenilen düzeye ayarlanabilir.
Kaynaklar
ISO/TS 11133-1, 2009, Microbiology of food and animal feeding stuffs
- Guidelines on preparation and production of culture media - Part 1: General guidelines on quality assurance for the preparation of culture media
in the laboratory
ISO/TS 11133-2, 2003, Microbiology of food and animal feeding stuffs
- Guidelines on preparation and production of culture media - Part 2:
Practical guidelines on performance testing of culture media
Nakasone, K. K., Peterson, S. W., Jong S., 2004, Preservation and distribution of fungal cultures. Biodiversity of fungi : inventory and monitoring
methods.
Harrigan W. F., 1998, Laboratory Methods in Food Microbiology.
FAHRETTİN KERİM GÖKAY CAD. NO: 68 / 7 KADIKÖY - İSTANBUL T: +90 (216) 449 58 73 (pbx) • F: +90 (216) 449 58 72
[email protected] • www.kemitekskimya.com.tr
26
www.facebook.com/labmedya
Haber
l
ü
c
m
ü
l
Ö
i
k
e
t
Tarih
LER
Y
E
N
DE
programlanmış
hlar, tek bir ırkı yok etmeye
sila
jik
olo
biy
an
çık
n
lde
u kurtarma
p kontro
iş olanların insan soyun
İnsanlar tarafından üretili
ilm
ab
kal
ta
yat
ha
ve
lar
çiren salgın
konusunda oldukça geniş bir
virüsler, insanlığı kırıp ge
sahneler biyolojik silahlar
bu
ız
ım
tığ
alış
eye
rm
gö
e
an biyolojik savaşlar
mücadeleleri... Filmlerd
ne kadarı gerçekleşti, yaşan
in
ler
ne
sah
bu
ki,
Pe
or.
riy
ste
gezintiye çıktık.
hayal gücümüz olduğunu gö
jik savaşların tarihinde bir
olo
biy
ve
ik
ett
rak
me
rı
Bunla
nasıl sonuçlar doğurdu?
Şefika Nur AYAR
H
er ne kadar bize biyolojik silahlar
teknolojiyle birlikte gelişmiş gibi gelse
de, canlıların silah olarak kullanılması
o kadar yeni bir fikir değil. Milattan
önce bile Persler, Asurlular ve
Atinalılar düşmanlarını sularına hayvan leşleri
atarak zehirlemişler. Bazı kaynaklarda, 11-12.
yüzyıllarda Haçlı ordularına büyük zayiat verdiren
veba salgınlarına Müslümanlar tarafından
bulaştırılan mikropların neden olduğu yazıyor.
13.yüzyılda ise Amerika’ya gelen İspanyollar,
yerlilere çiçek hastalığına yakalanıp ölmüş
insanların kıyafetlerini vermişler ve birçok yerlinin
ölümüne sebep olmuşlar. 14.yüzyılda Kırım’daki
Kefe şehrini kuşatan Tatarlar, vebadan ölmüş
insanların cesetlerini surların içine mancınıklarla
atmışlar ki bu olay o yüzyılda Avrupa’da 25 milyon
insanın ölümüne sebep olan veba salgınlarının
sebepleri arasında gösterilmekte. 18.yüzyılda
ise Amerika yerlileri arasında bu kez İngilizlerin
getirdiği, suçiçeği virüsü taşıyan battaniyeler
sebebiyle salgın çıkmış, yüz binlerce Kızılderili bu
sebeple hayatını kaybetmiş.
 BİYOLOJİK SİLAHLAR!
...bir biyolojik silah ürettikten sonra
bunu yeterince çoğaltıp depolayacak ve
yayacak imkânlara sahip olmak gerekir.
Biyolojik silahın üretilmesi ise tecrübe
gerektirir. Zira her mikroorganizma biyolojik
silaha dönüştürülememektedir. Tahmin
edebileceğiniz gibi kullanılacak ajanın
öldürücülüğünün yanında bulaşıcılığının da
yüksek olması gerekir. Bulaşıcı olması için
de havada damlacıklar içinde uzun süre asılı
kalabilecek kadar küçük olmalı ve insandan
insana kolay geçebilmelidir. Oluşan hastalığın
tedavisinin kolay olmaması ve hedef toplumun
bu mikroba bağışık olmaması da aranan
özellikler arasında. Japon araştırmacılar
yeterli teknolojik ve ekonomik desteğe sahip
olsalar da bu özelliklere sahip biyolojik ajanları
üretecek tecrübeyi kolayca kazanamamışlardır.
Peki, asıl merak ettiğimiz laboratuvar üretimi
biyolojik silahlar nasıl ortaya çıktı? Mikroskobun
kullanılması ve mikropların bilim dünyasında
tanınması 17.yüzyılda olsa da mikropların hastalık
yaptığı ancak 19.yüzyılda ortaya koyulabilmiştir.
Bu keşiflerden sonra mikroorganizmaların nasıl
hastalık yaptığını çözmek ve tedaviler geliştirmek
amacıyla yapılan birçok yararlı araştırma yanında,
maalesef bu küçük canlıların biyolojik silah
olma potansiyelleri de fark edilmiştir. Artık bazı
bilimsel araştırmalar insan sağlığına ciddi zararlar
verebilecek mikropları bulmaya ve üretmeye
odaklanmıştır. Bu çalışmaların sonuçlarını 1.
Dünya Savaşı’nda görüyoruz. Savaş sırasında
İtalya’daki kolera, St. Petersburg’daki veba
salgını, Almanya’nın biyolojik savaş hamleleri
olarak görülmektedir. En azından Almanların,
Amerika’nın müttefiklerine göndereceği çiftlik
hayvanları ve atların arasında ruam hastalığını
(nedeni Burgholderia Mallei adlı bir bakteridir)
yaydıkları biliniyor.
Artık biyolojik silahlar uluslararası alanda
gündeme gelmiş ve olası tehlikeler fark edilmiştir.
1925 yılında 40 ülke Cenevre Protokolünü
imzalayarak kimyasal ve biyolojik silahların
kullanımını yasaklamışlardır. İlgi çekici olan
bu silahların kullanımının yasaklanması; fakat
araştırılması, geliştirilmesi ve depolanmasının
serbest bırakılmış olmasıdır.
Haliyle bu konudaki çalışmalar devam etmiştir.
1. Dünya Savaşı’ndan 2. Dünya Savaşı sonuna
kadar olan sürede özellikle Japonya’nın biyolojik
silah deneyimi çok ilgi çekicidir: Japonya’nın
biyolojik silah üretmek için Mançurya yerleşim
bölgesinde kurdukları tesis 150 bina, 5 uydu kent
ve 3000 bilim adamı ve teknisyenden oluşuyordu.
Şarbon, veba, kolera, menenjit, dizanteri
ve brucella üzerinde çalışmışlar, yaptıkları
çalışmaları bölge hapishanesindeki mahkûmlar
üzerinde denemişlerdir. Bu deneyler üç yılda on
bin mahkûmun ölümüyle sonuçlanmıştır. Daha
sonra sahada deneme yapma amacıyla Çin’deki
11 şehirde içme suyu kaynaklarına salmonella
ve vibrio bulaştırmışlar, uçaklarla yersinia pestis
mikrobu yaymışlar ve evlere spreylerle şarbon
püskürtmüşlerdir. Fakat bütün bu çalışmalar
sonucunda, ancak küçük çaplı bir veba salgını
çıkarmayı başarabilmişlerdir.
Burada bir parantez açıp Japonların neden
başarısız olduklarına bakalım. Öncelikle bu
araştırmaları yapmak iyi bir teknolojik alt yapı ve
mali destek gerektiren bir iştir. Çünkü bir biyolojik
silah ürettikten sonra bunu yeterince çoğaltıp
depolayacak ve yayacak imkânlara sahip olmak
gerekir. Biyolojik silahın üretilmesi ise tecrübe
gerektirir. Zira her mikroorganizma biyolojik silaha
dönüştürülememektedir. Tahmin edebileceğiniz
gibi kullanılacak ajanın öldürücülüğünün yanında
bulaşıcılığının da yüksek olması gerekir. Bulaşıcı
olması için de havada damlacıklar içinde uzun
süre asılı kalabilecek kadar küçük olmalı ve
insandan insana kolay geçebilmelidir. Oluşan
hastalığın tedavisinin kolay olmaması ve hedef
toplumun bu mikroba bağışık olmaması da aranan
özellikler arasında. Japon araştırmacılar yeterli
teknolojik ve ekonomik desteğe sahip olsalar
da bu özelliklere sahip biyolojik ajanları üretecek
tecrübeyi kolayca kazanamamışlardır. Hatta
Çin’de çıkan salgından daha büyüğü biyolojik
silahlardan nasıl korunacaklarını bilmeyen Japon
askerleri arasında çıkmış, 1941’de yaptıkları
tek bir saldırıda yüz bin Japon askerine kolera
bakterisi bulaşmış, bunlardan 1700’ü hayatını
kaybetmiştir.
Parantezi burada kapatıp Japon araştırmacıların
macerasına devam ediyoruz. Savaş sonunda
bu bilim adamları Sovyetler Birliği tarafından
esir alınmışlar ve yargılandıkları savaş
suçları mahkemesinde büyük çaplı 12 deney
yürüttüklerini kabul etmişlerdir. Daha sonra
ABD, deneylerle ilgili bilgilerin bilim adamlarının
kendilerinde saklı kalması şartını kabul ederek
onları himayesine ve ülkesine almıştır. Atom
bombasının atılmasından ve Rusya’nın işgalinden
sonra da Japonya tüm biyolojik silah tesislerini
imha etmiş, sonraki yıllarda da bu çalışmaların
olağanüstü savaş zamanına denk geldiğini ve
insanlık açısından üzgün olduklarını ifade ederek
özür dilemiştir.
İngilizlerin biyolojik silah çalışmaları ise şarbon
üzerine yoğunlaşmıştır ve deneme yaptıkları
Greenon adaları 36 yıl boyunca şarbon sporlarıyla
kirli kalmıştır. Daha sonra adanın temizlenmesi 6
yıl sürmüş ve bunun için 280 ton formaldehit
kullanılmıştır. ABD de biyolojik bir silahı taklit
ederek tatbikat yapmak ve hava koşullarının
biyolojik silahları nasıl etkilediğini görmek
amacıyla aslında patojen olmayan serratia
marcescens adlı bir bakteriyi San Francisco’da
yaymıştır.
Görüldüğü gibi 1925 yılında imzalanan Cenevre
protokolü hiçbir işe yaramamıştır. Yıl 1960-70’lere
geldiğinde ABD biyolojik silahların kullanımını tek
yönlü yasaklamış, araştırılmasını sınırlandırmış
ve bir süre sonra da biyolojik savaş maddelerini
yok ettiğini açıklamıştır. 1975 yılında tam 151
ülke bir araya gelerek, biyolojik ve toksik savaş
maddelerinin araştırılmasını, depolanmasını
ve kullanılmasını yasaklayan biyolojik silahlar
anlaşmasını imzalamışlardır. Peki, bu anlaşma
araştırmaların önüne geçebilmiş midir? Maalesef
cevap hayır. Mesela anlaşmayı imzalayan
devletlerden biri olan Rusya’ da, bu anlaşmadan
birkaç yıl sonra, birçok kişinin akciğer ödeminden
ölmesine sebep olan şarbon basilleri biyolojik
silah üreten bir merkezden yayılmıştır. Dolayısıyla
1925 yılında 40 ülke Cenevre
Protokolünü imzalayarak
kimyasal ve biyolojik silahların
kullanımını yasaklamışlardır.
İlgi çekici olan bu silahların
kullanımının yasaklanması;
fakat araştırılması, geliştirilmesi
ve depolanmasının serbest
bırakılmış olmasıdır.
gizli de olsa hâli hazırda birçok ülkenin biyolojik
silah deneyleri yürüttüğünü tahmin etmek zor
değildir.
Son zamanlarda ise biyolojik silahlar başka bir
şekilde gündeme gelmiştir: Biyoterör. Başka
yerlerde de biyolojik silahlarla yapılan saldırılar
olsa da bunların en meşhuru ABD’de 2001
yılındaki saldırıdan sonra bazı kurumlara zarflar
içinde gönderilen şarbon sporlarıdır. Yedisi
akciğer geri kalanı deri şarbonu olmak üzere bu
saldırılar toplamda sadece 15 kişiyi etkilemiş
olmasına rağmen toplumda meydana getirdiği
korku ve panik ilgi çekici bir gerçeği ortaya
koymaktadır: Biyolojik silahın öldürücülüğü ve
bulaştırıcılığından ziyade, meydana getirdiği
psikolojik ve ekonomik zararlar daha önem
kazanmaya başlamıştır. Biyolojik silahın bırakın
kendisini, söylentisi bile toplumda ciddi paniğe
yol açabilir, hastaneleri ve tüm sağlık sistemini
kilitleyebilir, insanlar salgından uzak durmak
amacıyla okul ve işyerlerine gitmekten çekinirler,
dahası bölgenin turizminden ithalat ve ihracatına
kadar ekonomik kaynakları zarar görebilir. Tüm
bu etkiler biyolojik silahları olduğundan daha
güçlü kılmaktadır.
Bu kadar tarihi bilgiyi okuduktan sonra gelelim
almamız gereken derslere: İlk olarak hiçbir
anlaşma ve yasağın biyolojik silah üretimi ve
kullanımının önüne geçemediğini görüyoruz.
İkinci olarak biyolojik silah olarak sadece
belirli özelliklere sahip mikroorganizmaların
kullanılabildiğini ve çalışmaların da hep bunların
üzerinde yoğunlaştığını görüyoruz. Son olarak da
biyolojik silahın oluşturacağı hastalık ve ölümlerin
yanında neden olacağı psikolojik ve ekonomik
hasarın da oldukça önemli olduğunu anlıyoruz.
Bu durumda devletler, biyolojik bir saldırıya karşı
uyanık olmak, en azından kullanılma ihtimali en
çok olan ajanlara ve oluşabilecek krize karşı
stratejiler geliştirmek durumundalar. Böyle bir
felaketin hiçbir zaman yaşanmamasını diliyoruz.
Kaynaklar
Serdar Özkaya, Biyolojik Silahlar ve Savaşlarda Kullanımı,2010
Mark G. Kortepeter and Gerald V. Parker, Potential Biological Weapons
Threats, 1999
Belirtilen ürünler labstok.com adresinden temin edilebilir.
Stoklar ile sınırlıdır.
[email protected]
Yorum
29
www.facebook.com/labmedya
Bu ödülü al,
Nobel’i de kap!
Doç. Dr. Kadir Demircan
Roy Calne
Donald D. Brown
Öyle bir ödül düşünün ki o ödülü alınca Nobel’e bir adım daha
yaklaşıyorsunuz. 1945’ten beri Lasker Vakfı tarafından verilen Lasker
Ödüllerini alan 81 kişi (29’u son yirmi yılda olmak üzere) Nobel’i de almış.
Örneğin DNA çift sarmalını bulan Watson ve Crick, hücre yaşlanması ile
ilişkili telomerleri keşfeden Elizabeth Blackburn, ölümünden sonra Nobel
alan tek kişi olan Ralph Steinman, tüp bebeğin mucidi sayılan Robert
Edwards, hücrede parçalanma ve geri dönüşüm sistemini (ubikitin sistemi)
bulan Aaron Ciechanover bunlardan sadece bir kaçı. Lasker Ödülü’nü
alıp Nobel’i bekleyenler de var. Örneğin 2005’te DNA parmak izini adli
bilimlere uygulayan Alec Jeffreys, 2008’de mikroRNA’ları keşfeden Victor
Ambros, kalp hastalıklarının tedavisinde kullanılan statinleri keşfeden
Akira Endo, 2009’da tetiklenen kök hücreleri (iPS) bulan Shinya Yamanaka
ve 2011’de sıtma hastalığında “artemisin bazlı kombinasyon” tedavisinde
kullanılan Artemisia annua bitkisinden elde edilen artemisin maddesini
bularak milyonlarca kişinin hayatının kurtulmasını sağlayan Tu Youyou
Lasker’den sonra Nobel alması da beklenen araştırmacılardandı. Nitekim
beklenen oldu, Shinya Yamanaka Lasker Ödülü’nü aldıktan 3 yıl sonra
Nobel’e uzandı.
A
lbert ve Mary Lasker Vakfı’nın verdiği
ödüller temel tıp araştırma ödülü, klinik tıp
araştırma ödülü ve tıp biliminde özel başarı
ödülü olmak üzere üç kategoriden oluşuyor.
ABD’nin Nobel’i de denilen bu ödüllerin her birine
250 bin dolar eşlik ediyor. Bu sene 21 Eylül’de New
York’ta yapılan bir törenle verilen ödüllere klinik
tıp dalında karaciğer naklinin geliştirilmesiyle ilgili
çalışmaları nedeniyle Pittsburg Üniversitesi’nden Dr.
Thomas Starzl ve Cambridge Üniversitesi’nden Dr.
Roy Calne, temel tıp araştırmaları dalında “biyolojik
motorlar’’ üzerine gerçekleştirdiği keşifler nedeniyle
Columbia Üniversitesi’nden Michael Sheetz, Stanford
Üniversitesi’nden James Spudich ve California
Üniversitesi’nden Ronald Vale layık görülürken,
tıp biliminde özel başarı ödülü biyotıp alanındaki
gelişmelerin desteklenmesini sağlayan genetik
buluşları nedeniyle Carnegie Bilim Enstitüsü’nden
Donald Brown ile Columbia Üniversitesi’nden Tom
Maniatis’e verildi.
Nobel Ödül’lü fizikçi Feynman 1959 yılında Caltech
Laboratuvarları’nda nanoteknoloji tarihindeki ünlü
konuşmasını yapar. Konuşmanın sonunda şöyle
söyler: “Bir kredi kartının yarısı büyüklüğünde bir
motor yapan kişiye 1000 dolar ödül vereceğim.”
Feynman’ın hayallerinin de ötesinde olan bir şey
var: Hücrelerimizde nano büyüklükte on binlerce
moleküler motor var. Bu yıl temel tıp ödülünü alan üç
kişi, hücrelerimizdeki bu moleküler motorları keşfetti
ve mekanizmalarını çözmeye başladı. Hücrelerimizde
üç tip motor protein var. Miyozin, kinezin ve dinein.
Miyozinler aktin adlı protein lifleri üzerinde tek yönde
hareket ederken, kinezinler ve dineinler mikrotübül
adı verilen hücre otoyollarında, karşıt yönlerde yol
alır. Bu motorlar kargo taşımacılığı yapar. Klinik tıp
ödülünü alan araştırmacıların işi ise daha zor gibi.
Çünkü bundan 50 yıl önce karaciğer naklinin teknik,
fizyolojik ve immunulojik engeller yüzünden imkânsız
olduğu sanılırdı. Karaciğer çok damarlı, damarlar
arası bağlantıların sıkı olduğu, kompleks bir organ.
Ronald Vale
Thomas E. Starzl
Bu yıl ödül alan araştırmacıların bazı sözleri:
Molecular Cloning: A Laboratory Manual adında bir
kitap yazdı. 250 bin adet satılan bu kitap 1980’li ve
1990’lı yıllarda tüm moleküler biyologların baş ucu
kitabıydı. Lasker Ödülü gibi prestijli başka ödüller
de var. Robert Koch Ödülü, Kyoto Ödülü, Shaw
Ödülü, Milenyum Teknoloji Ödülü ve Gairdner Ödülü
gibi. Bu ödülleri alanlardan bazıları Nobel’e daha da
yaklaşıyor. Örneğin Susumu Tonagawa 1986’da
Koch Ödülü’nü, 1987’de de Nobel Ödülü’nü kazandı.
Özellikle Lasker ve Koch ödüllerinin Nobel Komitesi’ni
etkilediği düşünülüyor. Peki bu ödülleri almak için
ne yapmak gerekiyor? 1962’de yayımlanan Bilimsel
Devrimlerin Yapısı adlı kitabın yazarı Thomas Kuhn’a
göre, bir “paradigma değişikliği” gerekli. Rutin, günlük
bilimsel etkinlikler, yorucu bilgi elde etme mücadelesi,
verilerin yayımlanması, yeni buluşlarla gelen ve
Kuhn tarafından “normal bilim” olarak adlandırılan
çalışmalarla, büyük bilimsel buluşlar ve devrimler
yapılamaz. Örneğin Kuhn’a göre Higgs parçacığının
varlığının kabul edilmesi “normal bilim”, ama Higgs
parçacığının bulunması için paradigma değişikliği
gerekli. Wilhelm Conrad Röntgen tarafından
X-ışınlarının kazara keşfedilmesi de bir paradigma
değişikliği. Ayrıca risk almaktan korkmamak, önemli
bir problemin bir ucundan tutabilmek, kararlılık, azim
ve hata yapmaktan korkmamak gerekiyor.
“Devamlı ve düzenli çalışmak zeki ve parlak olmaktan
daha önemlidir.”
“İyi bir hoca bul, ondan öğren, sonra kendi tarzını oluştur.”
“Egonu bir kenara bırak, takım oyuncusu ol, işine odaklan.”
“Ailene, öğretmenlerine ve hocalarına saygılı ol, teşekkür
et.”
“Sıkıcı ve moral bozucu insanlardan uzak dur.”
Kanama problemine ek olarak nakildeki en büyük
sorun alıcının nakledilen organı reddetmesidir. İlk
karaciğer nakilleri 1950-1960 yıllarında köpeklerde ve
domuzlarda denendi. İnsanda ilk nakil 1963’te yapıldı
ve sonuç başarısızdı. 1967’de ve 1968’de bu yılki
ödül sahiplerinin yaptığı nakillerle ilk kez hastalarda
1 yıllık yaşam süresi elde edildi. Günümüzde ABD’de
her yıl 6000 kişinin karaciğer nakli olduğu biliniyor. 5
yıllık yaşam oranı %89, 2 yıllık yaşam oranı %80 ve
10 yıllık yaşam oranı %60. İki araştırmacı rekombinant
DNA alanına yaptıkları katkılar nedeniyle özel ödülün
sahibi oldu. Yaptıkları paradigma değişiklikleri,
yetiştirdikleri doktora ve doktora sonrası öğrencileri
ile yazdıkları kitaplar, bu ödülün verilmesinde etkili
oldu. Örneğin Donald Brown, genlerdeki kontrol
elementlerinin bilinenin aksine genin üst tarafındaki
promotor dışında da olabileceğini gösterdi. Bu bir
paradigma değişikliğiydi. Tom Maniatis ise 1982’de
WHAT IS LABMEDYA ? > > >
www.labmedya.com/en
30
Derleme
www.facebook.com/labmedya
AKADEMİ’NİN TARİHÇESİ
ADAYLIK REKORLARI
Orijinal adı ‘The Academy of Motion Picture Arts and
Sciences’ olan Akademi 6000 oyuncu ve sinema
emekçisinden oluşan bir organizasyon. Her yıl dağıttığı
ödüllerle tanınsa da Akademi’nin genel hedefi sinema
sanatının gelişimine katkı sağlamak. Akademi ayrıca
sinema sektörü içindeki profesyonellerle halkın birlikte
gerçekleştirebileceği eğitsel aktiviteler düzenliyor.
Akademi 1927 yılının Mayıs ayında prodüksiyon yöneticileri
ile sinema dünyasının tanınmış isimlerinden oluşan 36 kişilik
bir grupla çalışmalarına başladı. Ünlü organizasyonun ilk
başkanı Douglas Fairbanks idi. Fairbanks’den sonra Frank
Capra, Bette Davis, Jean Hersholt, George Stevens, Robert
E. Wise, Karl Malden, Arthur Hiller and Robert Rehme gibi
isimler başkanlık koltuğuna oturdu. Akademinin şimdiki
başkanı Frank Pierson ise koltuğu 2001 yılında devraldı.
• Jack Nicholson - Sekiz en iyi erkek oyuncu,
dört en iyi yardımcı erkek oyuncu.
• Meryl Streep - 17 en iyi kadın oyuncu, üç
yardımcı kadın oyuncu.
• Her aday olduğunda kazanma rekoru Mark
Berger’e ait. (En iyi ses dalında dört Oscar.)
• En fazla ödül rekoru, 26 Oscar’la Walt
Disney’de. Buna hem yarışma hem de
yarışma dışı dallar dahil.
ÖDÜL REKORLARI
‘OSCAR’ İSMİ NEREDEN GELİYOR?
Ona ‘Akademi Heykelciği’ diyen de var, ‘Altın Ödül’ ya
da ‘Üstün Başarı Heykeli’ de. ‘Weekly Variety’ dergisinin
‘Demir Adam’ olarak nitelendirdiği ödüle biz daha çok
‘Oscar’ diyoruz. 1928 yılında doğan Oscar heykelciğinin
üzerinde film makarasının üzerinde elinde haçlı askerlerinin
kullandığı bir kılıç taşıyan bir şövalye bulunuyor. Şovalyenin
üzerinde durduğu makaranın beş tekerlek parmağı aktörler,
yazarlar, yönetmenler, yapımcılar ve teknik ekip olmak üzere
Akademinin orjinal kollarını temsil ediyor.
3,8 kg ağırlığındaki heykelcik MGM’nin baş sanat direktörü
Cedric Gibbons tarafından tasarlandı. Gibbons’ın asistanı
Frederic Hope orijinal siyah mermer zemini yaratırken
heykeltraş George Stanley tasarımı bir heykel çizgilerine
dönüştürdü. California Bronz döküm enstitüsü ise ilk Oscar
heykelciğini 24 karat altınla kapladı.
Hepburn
İlk Oscar Ödülü töreni, 16 Mayıs 1929’da Hollywood
Roosevelt Otel Blassom Room’da yapıldı. Gecenin biletleri
10 dolardan satıldı ve törene 250 kişi katıldı.
Ödül töreninin yapıldığı gece saat 23.00’te basına açıklanan
sonuçlar için 1940 yılından bu yana zarf sistemi uygulanıyor.
İLK NAKLEN YAYIN
İkinci Dünya Savaşı’ndaki ABD askerlerinin töreni
dinlemesi için ilk defa 1943 yılında Los Angeles Radyosu
tarafından dünyaya duyurulan törenlerin, televizyondan
naklen yayınlanması ise ilk olarak 19 mart 1953’te oldu ve
programı, Bob Hope sundu.
İLK RENKLİ YAYIN
Ödüller, 1966 yılında da ilkkez televizyondan renkli
yayınlandı.
Oscar ödüllerinin yayın hakkını 1971 ile 1975 yılları arasında
NBC satın aldı ve 1972 yılındaki 42’nci Oscar töreni tüm
dünyaya canlı olarak ulaştı.
İlk 15 yıl boyunca otellerin toplantı ve balo salonlarında
yapılan törenler, katılımcı sayısındaki artışla büyük salonlara
taşındı.
TÖRENE ÜÇ KEZ ERTELEME
Tarihi boyunca sadece üç kez ertelenen Oscar Töreni, 1938
yılında Los Angeles’taki sel dolayısıyla bir hafta geç yapıldı.
1968 yılında da Martin Luther King’e saygı dolayısıyla
ertelenen tören, 1981’de Ronald Reagan’a suikast girişimi
nedeniyle 24 saat ertelendi.
Ödül töreni en son 1968 yılında üç saatlik zaman süresi
içinde tamamlandı.
13 inç yüksekliğinde ve sekiz buçuk pound ağırlığında olan
Oscar heykelciği, 1929’dan bu yana 2 bin 300 adet dağıtıldı.
AKADEMİ NASIL TANINIYOR?
Akademi, mesleğinin son yıllarını yaşayan çok yaşlı
oyunculara ya da çocuk oyunculara, sakat rollerine çıkanlara
ve ABD toplumunu eleştiren filmlere ödül vermesiyle
Brennan
Katharine Hepburn - Dört en iyi kadın oyuncu
Oscar’ı (1934, 1968, 1969 ve 1982)
• Jack Nicholson - İki en iyi erkek oyuncu
(1976 ve 1998), bir en iyi yardımcı erkek
oyuncu Oscar’ı (1984)
• Walter Brennan - Üç en iyi yardımcı erkek
oyuncu Oscar’ı (1937, 1939 ve 1941)
TAM
İLK TÖRENE 250 KİŞİ KATILDI
Nicholson
SAYFA
OSCAR
FİLMLER
HABERİ
ADAYLIK REKORLARI
tanınıyor.
Ödül kazananların konuşma süresi ise törende sadece 30
saniye.
Her yıl işi bittikten sonra katlanıp Valencia’da bir depoda
tutulan kırmızı halıyı altı kişi yan yana dizilerek açıp seriyor.
Akademi’nin malı olan halı 75.5 metre uzunluğunda.
Uzun yıllar Çin Tiyatrosu’nda yapılan Oscar Törenleri, Kodak
Tiyatrosu’nda yapılıyor. Konuklar da törenden iki saat önce
salona alınıyor.
24 AYRI DALDA OSCAR VERİLİYOR
Oscar ödülleri 24 dalda dağıtılıyor. ‘En İyi Erkek Oyuncu’, ‘En
İyi Kadın Oyuncu’, ‘En İyi Film’, ‘En İyi Yönetmen’ ve ‘En İyi
Senaryo’ ödülleri de en büyük ödüller sayılıyor.
• Titanik - 1998 yılında 14 dalda adaylık.
• All about Eve - 1951’de 14 dalda adaylık
(altısında kazandı.)
ÖDÜL REKORLARI
• Yüzüklerin Efendisi: Kralın Dönüşü - 2004’te
11 Oscar.
• Titanik - 1998’de 11 Oscar.
• Ben Hur - 1960’da 11 Oscar.
EN YAŞLI OSCAR SAHİBİ
Christopher Plummer 82 yıl, 75 gün
2012’de Yeni Başlangıçlar’daki rolüyle en iyi
yardımcı erkek oyuncu.
EN GENÇ OSCAR SAHİBİ
Tatum O’Neal 10 yıl, 148 gün
1974’te Ay’a Yolculuk filmiyle en iyi yardımcı
kadın oyuncu.
AKADEMİ ÜYELİĞİ
EN UZUN KONUŞMA
Bütün üyeler akademiye katılmak üzere öncelikle bir davet
alırlar. Üyelik Board of Governors tarafından verilir. Üyelik
için sinema alanında seçkin bir kariyere sahip olmak
ön koşuldur. Genellikle bir akademi ödülünü kazanmak,
akademiye katılmak için bir davetle sonuçlanmasına
rağmen, üyelik otomatik değildir.
Yeni üyelik teklifleri yıldan yıla düşünülür. Akademi, 2007
itibariyle oy verecek 5830 üyeye sahiptir. Akademi üyeliği,
sinema filmlerinde farklı disiplinleri temsil etmek için
15 dala bölünmüştür. Bunlar; oyuncular, yönetmenler,
sinematograflar, sanat yonetmenleri, film editorleri, müzik,
yapımcılar, halkla ilişkiler, kısa filmler ve animasyon, ses,
görsel efektler, yazarlar, belgeseller.
Greer Garson - 5,5 dakika
1942’de Bayan Miniver filmiyle en iyi kadın
oyuncu ödülünü kazandığında.
ADAYLAR
Bir filmin Oscar’a aday gösterilebilmesi için 40 dakikadan
uzun olması, ABD-Los Angeles ili sınırları içinde en az
bir sinemada paralı gösteriminin gerçekleşmiş olması ve
gösterimin en az bir hafta sürmüş olması şartı aranıyor.
Akademinin tüm üyeleri kendi dallarında ödül için adaylarını
önerir. Tüm üyeler En İyi Film Akademi Ödülü için oylamaya
katılabilir. Böylelikle tüm dallarda adaylar belli olur. Adaylar
belli olduktan sonra ödülün kimlere gittiğini belirlemek için
ikinci bir oylama yapılır.
EN KISA KONUŞMA
Joe Pesci - 3 saniye
1991’de Sıkı Dostlar’daki rolüyle en iyi
yardımcı erkek oyuncu seçildiğinde.
Kaynak: Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi’nden
yararlanılmıştır.
KDV hariç fiyatlardır.
İkitelli O.S.B Çevre Sanayi Sit. 10. Blk. No:
29-31 / 33-35 Başakşehir / İSTANBUL
Tel: 0 212 864 25 61
Tel: 0 212 863 86 33
Fax: 0 212 864 25 62
E-mail: [email protected]
32
Haber
www.facebook.com/labmedya
İki büyük kongre düzenleyebilen bir dernek
Kimyagerler Derneği
‘Kozmetik Kimyası, Üretimi ve Standardizasyonu Kongresi’ ve ‘İlaç Kimyası, Üretimi, Teknolojisi ve Standardizasyonu Kongresi’ gibi iki
büyük kongreyi düzenleyen bir
dernek: Kimyagerler Derneği.
Çevremizde kimyager olan tanıdıklarımız bulunabilir. Peki,
Kimyager kimdir? KİMYAGER,
maddeyi atom ve molekül düzeyinde inceleyen, tanımlayan, üretebilen ve değiştirebilen, mesleğiyle ilgili
kamu, özel ve hizmet sektörü ile endüstri
dallarının işletme ve laboratuvarlarında çalışan,
araştıran, işletmeye girecek her türlü hammadde ve işletmede oluşan ürün ve ara ürünlerin
kalite kontrolünü yapan, üretimde karşılaşılan
sorunların çözümüne yönelik yöntemler geliştirebilen, işletmenin akışına katkı sağlayan ve
üretimin daha ekonomik gerçekleşmesine yönelik çözümler üretmek üzere laboratuvar ya da
pilot tesis düzeyinde AR-GE çalışması ve yenilikçilik (inovasyon) yapabilecek nitelikte kimya
üzerine 4 yıllık üniversite öğrenimi sonucunda
diploma almaya hak kazanan teknik elemandır.
Kimyagerler Derneği de kimyagerlerin meslek
kuruluşudur.
Kimyagerler Derneği 2001 yılında Prof.Dr.Gürel
Nişli ve Prof.Dr.Çetin Güler’in önerisi ile kurulmuş bir meslek kuruluşudur. Kurulduğu günden
beri kimyagerlerin yasal haklarını korumaya
çalışan dernek, ülkemizdeki en aktif derneklerden biridir. Meslek kuruluşları arasında ismi
ön planda olan Kimyagerler Derneği, üyelerinin
özlük haklarını korumak için kamu ve özel kurumlar nezdinde girişimlerine devam etmektedir. Şimdilik bir şubesi (Marmara Şubesi) olan
Kimyagerler Derneği, herkese açık bütünleştirici yapısı ve kimyagerlik mesleğinin geliştirilmesi ve meslekî sorunlara sahip çıkma hususunda
yaptığı ses getiren çalışmalarıyla kimyagerlerin
tartışmasız; en üst çatısı olduğunu kabul ettirmiştir. Dernek kuruluşundan bu yana kimya-
gerlik öğrencilerinin kimyagerlik mesleği konusunda bilgi sahibi olmaları için üniversitelerin
kimya bölümlerinde konferanslar, paneller düzenlemiş ve düzenlenmeye devam etmektedir.
Kimya Sektör Platformu ve Kimya Teknik Ko-
4’üncü Ulusal
Kimya Öğrenci
Kongresi
Kimyagerler Derneği’nin organizasyon ortağı olduğu, birincisi Uludağ Üniversitesi tarafından gerçekleştirilmiş olan Ulusal Kimya Öğrenci Kongrelerinin 4’üncüsü 18-20 Mayıs 2013 tarihlerinde Manisa Celal Bayar Üniversitesi Kimya Bölümü tarafından organize edilecek.
B
undan önceki öğrenci kongrelerinin 2’ncisi
Bolu Abant izzet Baysal Üniversitesi ve 3’üncüsü Aydın Adnan Menderes Üniversitesi tarafından başarılı bir şekilde organize edilmiştir. Organizasyonu başlatan ve devamının getirilmesini
sağlayan değerli meslektaşlarımıza ve hocalarımıza teşekkürlerimizi sunarız. Son yapılan organizasyonda Kimyagerler Derneğimizin yeni yapılacak
kongre organizasyonlarını belirleme görevi verilmiştir. Biz Celal Bayar Üniversitesi öğrencileri olarak üniversitemiz bünyesinde gerekli çalışmaları
gerçekleştirerek, değerli yöneticilerimizin desteği
ile bu organizasyonu sahiplenmiş bulunmaktayız.
Özellikle gençlik haftasında organize ederek siz
değerli öğrenci arkadaşlarımızın katılımını artırmayı hedefledik. Yerel organizasyon sorumlusu ar-
kadaşlarımız konaklama, organizasyon yeri, yemek ve sosyal
program üzerine ciddi çalışmalar yapmaktayız. Bu organizasyonun başarılı geçebilmesi için
tüm üniversitelerden katılımın
sağlanması ve organizasyonun
genişletilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu kapsamda tüm
kimya bölümü öğrenci arkadaşlarımızı Manisa’da ağırlamak istiyoruz. Ayrıca çalışmaları
olan arkadaşlarımızın da poster veya sözlü
sunumlarıyla katılımlarını bekliyoruz.
Tüm kimya bölümleri öğretim üyelerini ve
öğrencilerini aramızda görmekten mutluluk
duyarız.
mitesi üyesi de olan Kimyagerler Derneği, yılda
3-4 kez yapılan toplantılarda Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı’na kimya sanayinin yönlendirilmesi
konusunda görüşleri ile yardımcı olmaktadır.
Tüketicileri yakından ilgilendiren konularda;
kimya bilimi çerçevesinde bilgilendirmeler yapan Kimyagerler Derneği yaptığı açıklamalarla
toplumu da bilinçlendirmektedir.
Kimyagerler Derneği; 2011 Uluslararası Kimya
Yılı etkinlikleri kapsamında ilk defa 18-19-20
Şubat 2011 tarihlerinde ‘Kozmetik Kimyası,
Üretimi ve Standardizasyonu Kongresi’ düzenlemişti. Bu kongre bu alanda düzenlenen
ilk kongre olma niteliğini taşımaktaydı. Kongre değerlendirilmesi sonucu sektörün böyle
etkinliklere ihtiyaç duyduğu kararına varılmış,
kongrenin geleneksel hale gelmesi istenmişti.
Bu olumlu değerlendirmelerin üzerine ikincisi
düzenlenen kongrenin; üçüncüsü bu yıl 1516-17 Şubat 2013 tarihinde gerçekleştirildi.
Kimyagerler Derneği ‘İlaç Kimyası’ alanında da
böyle bir kongrenin eksikliğini hissetmiş ve yine
bu alanda ilk olma özelliği taşıyan ‘İlaç Kimyası,
Üretimi, Teknolojisi ve Standardizasyonu Kongresi’ düzenlemeye karar vermiştir. İlki 29-30-31
Mart 2013 tarihlerinde düzenlenecek bu kongre
de bu alandaki büyük bir boşluğu doldurmayı
hedeflemektedir. Bu kongreler aynı zamanda
ilgili sektörlerde kimyagerlerin yerini sağlamlaştırmaktadır.
34
www.facebook.com/labmedya
Haber
Expomed Fuarı 20’nci kez kapılarını açıyor
1 Kişiye
3 Kişiye
TAM
OTOKLAVLANABİLİR
OTOMATİK PİPET
PORTATİF
pH METRE
1 Kişiye
ISITICILI MANYETİK
KARIŞTIRICI
Salon 12
Stand No 1213 B
Fuarındaki standımızı ziyaret edin!
Çekilişimize katılın. Laboratuvarların
vazgeçilmez cihazlarından biri sizin olsun
ÇALIŞKANLAB’IN KATKILARI YLA
4-7
Nisan 2013 tarihleri arasında TÜYAP’ta, Labtek
Fuarı ile eş zamanlı olarak
düzenlenecek fuar, medikal sektörünün
buluşma noktası olacaktır. Özellikle sağlık konusunda reformların hızlandığı yeni
dönemde, tüm alıcı ve tedarikçilerin aynı
çatı altında bulunacağı, son teknolojik
gelişmelerin izlenebileceği Ekspomed
Fuarı, sektörün ve sağlık yatırımcılarının
beklediği bir fuar haline gelmiştir.
Sağlık sektörünü bir araya getiren en
önemli ticari fuar olan Ekspomed Fuarı,
aynı tarihte düzenlenecek LABTEK Fuarı
ile birlikte yaklaşık 1200 firma ve firma
temsilciliğinin katılımıyla 4-7 Nisan 2013
tarihlerinde Tüyap Büyükçekmece’de
açılacaktır.
T.C. Ekonomi Bakanlığı desteği Ekspomed – Labtek Fuarlarında
T.C. Ekonomi Bakanlığı koordinatörlüğünde, İstanbul Maden ve Metaller İhracatçı Birlikleri (İMMİB) Genel Sekreterliği
organizatörlüğünde fuarlara 33 ülkeden
alım heyeti oluşturmak için çalışmalar
yapılıyor.
33 ülkeden alım heyeti ağırlanacak
ABD, Almanya, Azerbaycan, BAE, Belçika, Bosna Hersek, Brezilya, Bulgaristan,
Cezayir, Çin Halk Cumhuriyeti, Danimarka, Fas, Hollanda, Irak, İngiltere, İran, İsviçre, Karadağ, Kazakistan, KKTC, Kosova, Libya, Makedonya, Mısır, Özbekistan,
Polonya, Romanya, Rusya Federasyonu,
Sırbistan, Tunus, Türkmenistan, Ürdün
ve Yunanistan’dan yabancı firma yetkililerinin katılımı planlanan alım heyetleri
fuarlarda ağırlanacaktır.
T.C. Sağlık Bakanlığı desteği sadece
Ekspomed – Labtek Fuarlarında
Bu yıl Sağlık Bakanlığı’nın da desteğiyle,
bakanlık çatısı altında
yer alan kurumları fuarımızda ağırlayarak,
sektörle buluşturacağız. Ekspomed Fuarı,
TC. Sağlık Bakanlığı’nın desteklediği,
logosunun fuarla birlikte anılmasına izin
verdiği tek medikal fuardır. Sağlık sektörü
yatırımcıları bu fuarla ürünleri kıyaslayacak, uygun fiyatı mukayese edecek, alım
yapacağı alanla ilgili en doğru yatırım kararını verecektir.
T.C. Sağlık Bakanlığı, İl Sağlık Müdürlüğü, İl Halk Sağlığı Müdürlüğü standlarıyla
da fuarda yer alacaklar.
Avrasya Bölgesi’nden alım heyetleri
ağırlanacak
Sağlık sektörünün en önemli bağlantıları
olan ülkelerden alım heyetleri Fuarlarda ağırlanacak. Avrasya bölgesindeki
ülkelerle birebir sürdürülen pazarlama
çalışmaları sonucunda Azerbaycan,
Irak, Filistin, Mısır, İran, Gürcistan, Bulgaristan, Kosova, Makedonya, Sırbistan,
Libya’dan sağlık profesyonelleri, hastane
yönetici ve sahiplerinden oluşan alım heyetleri fuarda yer alacaklar.
Medikal ürün ihracatında önemli bir pazar
olan Azerbaycan’da, Sağlık Bakanlığı ile
yapılan görüşmeler sonucunda Bakanlık
yetkilileri ve profesyonellerden oluşan bir
grup da fuarda ağırlanacak.
TÜYAP Yurtdışı Fuarlar Genel Müdür Yardımcısı Levent Metinoğlu ve Kafkasya
Bölge Başkanı Olcay Bildik Azerbaycan
Sağlık Bakanlığı yetkilileriyle, Bakü’de
görüştü.
Makedonya ve Kosova bölgelerinde de
hekim odaları, meslek örgütleri, hekimler
birlikleri, ticaret odaları, bakanlık yetkilileriyle yapılan görüşmeler sonucu alım
heyetleri oluşturuldu. Re-Medica, Flip
Vitori, Drzavna Devlet Hastanesi, Özel
Diamed, A&E Medika poliklinik, Marija
Medika, PZU Vivamed, PZU Sanomak
hastaneleri yöneticileri de fuarda olacak.
Expomed - Labtek fuarlarında milli katılımlarda artış
ABD, Almanya, Çin, Güney Kore, Fransa,
İspanya, Avusturya ve Tayvan’dan toplu
katılımlarla zenginleşen fuarlarda ziyaretçiler uluslararası medikal sektör katılımcılarıyla da buluşacaklar.
Sağlık sektörünün büyük buluşması 4-7
Nisan tarihlerinde 10:00-19:00 saatleri
arasında Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi
Büyükçekmece-İstanbul’da.
Detaylı bilgi ve online davetiye için
www.ekspomedistanbul.com
Yaşam Öyküsü
35
www.facebook.com/labmedya
Watson
James Dewey
Ve Bilim, Watson’un kaydettiği gibi “Dışarıdan insanların
sandığı şekilde, doğrudan mantıklı bir biçimde ilerlemiyor.
Tam tersine bilimin ileriye, bazen de geriye doğru olan
adımları çoğunlukla kişiliklerin ve kültürel geleneklerin
rol oynadığı son derece insani olaylardır.”
ABD
’li biyoloji bilgini James
Dewey Watson 6 Nisan
1928’de Chicago’da doğdu.
1947’de Chicago Üniversitesi’nde diplomasını, 1950’de Indiana Üniversitesi’nde doktora
derecesini alarak Kopenhag Üniversitesi’nde
nükleik asit biyokimyasına ilişkin doktora sonrası çalışmalar yapmak üzere, bir araştırma
bursu ile Danimarka’ya gitti. 1951’de, Wilkins’in X ışınları kırınımı yöntemi ile elde ettiği
DNA desenini görünce, bu tekniği öğrenerek
DNA’nın yapısını çözümlemek amacıyla, çalışmalarını İngiltere’deki Cambridge Üniversitesi’ne aktardı ve Cavendish Labaratuvarı’nda
iki yıl Crick ile birlikte çalıştı. 1953-1955 arası
ABD’de, California Instute of Technology’de
biyoloji araştırma görevlisi olarak bulunduktan
ve 1955-1956’da yeniden Cambridge Üniversitesi’nde Crick ile birlikte çalışmalar yaptıktan
sonra ülkesine döndü ve 1956’da çalışmalarını Harvard Üniversitesi’nde devam ettirdi.
1958’de doçentliğe, 1961’de profesörlüğe
yükseltildi; ayrıca 1968’de Long Island’daki
Cold Spring Harbor Biyoloji Labaratuvarı’nın
yöneticiliğini üslendi. 1976’da Harvard Üniversitesi’ndeki öğretim görevinden ayrılmasından
dolayı Cold Spring’teki yöneticilik görevini ve
kanser araştırmalarını 1985’e kadar sürdürdü.
Birçok bilim ve tıp kuruluşunun üyeliğine seçilmiş olan Watson’un çeşitli ödül ve madalyaları
bulunmaktadır.
DNAnın Öyküsü Nedir?
James D. Watson’un kendi anılarını yazdığı,
TÜBİTAK’ın Popüler Bilim Kitapları dizisinden,
“İkili Sarmal, DNA Yapı Çözümünün Öyküsü”
adlı kitapta, önsözü yazan Sir Lawrence Bragg’ın deyişiyle, “Watson ve Crick’in DNA’yı
çözümlemesi, tüm biyolojik sonuçları ile birlikte yüzyılımızın en büyük bilimsel olaylarından
biridir.
Bu başarı 1962 yılında Nobel ödülü ile değerlendirilmiş, proteinlerle birlikte kromozomları
oluşturan, nesilden nesile kalıtlanan bu dinamik
molekülün açıklanması, canlılığı anlamaya yönelik pek çok çalışmanın temelini oluşturmuştur.
Ya tek bir insan korkunç bir sabır ve beyin gücüyle, ömrü boyunca fizik, kimya, biyolojinin
temellerini öğrenecek, ölmeden önce belki, bir
dünya sorununu çözebilecek ya da çok sayıda
bilim adamı birbirlerine bildiklerini aktara aktara
bir sonuca gidecekler. Bence dünyanın gizemlerini çözme yolunda bu mutlaka gerekli. Bu
insani alışveriş, tüm kıskançlık, kızgınlık, sevinç ve heyecanıyla birlikte mutlaka gerekli. Ve
Bilim, Watson’un kaydettiği gibi “Dışarıdan insanların sandığı şekilde, doğrudan mantıklı bir
biçimde ilerlemiyor. Tam tersine bilimin ileriye,
bazen de geriye doğru olan adımları çoğunlukla
kişiliklerin ve kültürel geleneklerin rol oynadığı
son derece insani olaylardır.”
Fakat biz, hep büyük buluşların sahibi olan
bilim adamlarını ulaşılmaz, çok farklı insanlar
olarak düşünür, belki de kendimizle hiçbir ortak
yön bulamayız. Oysa bir tatil, bir sevgili, güzel
bir yemek, bir dost sohbeti, daha iyi bir ev gibi
sıradan bir yaşamdaki güzellik ve kaygılar taşıdıklarına tanık olmak insana büyük bir keyif
veriyor. Onlarla herhangi bir yaşam kesitinde
ufacık bir özdeşleşme bile insana güç sağlıyor.
Hele insanlığın genetik havuzunun önemini
kavramak, hiç bir düşüncenin beyinlerde kalmaması gerektiğine inanmak (belki de biyolog
olmak) insana tatlı bir ayrıcalık veriyor.
James Watson, Francis Crick’le ilk kez Cambridge’de karşılaşmış ve DNA’nın proteinlerden
daha önemli olduğu düşünen biriyle tanışmanın
kendisi için bir şans olduğunu düşünmüştü.
Francis ve eşinin politika ve din ile ilgileri yok
gibi görünüyordu. Hatta din, Francis’e göre,
geçmiş kuşaklara ait bir hata idi, günümüzde de
sürdürülmesi gereksizdi. Bu ilgisizliğin nedeni
belki de karanlığını unutmak istedikleri savaştı.
Times dergisinden çok, moda dergisi Vogue ilgisini çekiyordu. Kalıtsal özelliklerin bir bakteri
hücresinden diğerine, arıtılmış DNA molekülleri
ile geçtiği zaten önceden kanıtlanmıştı. Ama bu
DNA’ların ne biçim bir yapılarının olduğu nükleotidlerden oluşmaları dışında bilinmiyordu.
Bu işe giriştiklerinde ellerinde sadece x-ışını
kullanımı ile alınmış DNA resimleri vardı. Olayın özünde, DNA molekülündeki polinükleotid
bağlarının sayısı hakkında karar vermek gizliydi. Tüm sorun, DNA ipliklerinin merkezi eksen
etrafında döndükleri açı ve yarı-çaptı. Belki de
bir polinükleotid zinciri en güzel nasıl kıvrılır
diye düşünseler, çözüm daha kolay olabilecekti. Günleri modelleriyle oynamakla geçiyordu.
Daha önce Linus Pauling, peptid bağının düz
olduğu bilgisini bularak alfa sarmalını takır takır çözmüştü. DNA’nın birbirini izleyen nükleotidleri bir arada tutan fosfodiester bağlarının
çeşitli şekillerde bulunabileceğini gösteren bir
sürü işaret vardı. Aslında Francis’in tez konusu, farklı yoğunluklarda tuz çözeltilerine atılan
hemoglobin kristallerinin küçülme biçimleri
idi. DNA kimyasındaki bazı garip düzensizlikler
daha önce düşünülmüş, Chargaff tarafından
pürin ve pirimidin bazlarının birbirine oranları
çıkartılmıştı. Adenin moleküllerinin sayısı timin
molekülüne, guanininde sitozine sayıları çok
yakındı. Bundan sonra Francis, adenin ve timin
yüzeylerinin birbirine yapışması gerektiğini anladı. Önceleri 4 baz arasındaki kimyasal farklılıkları bilmiyordu. Watson’un ise bilimsel yaşamı “bakterilerin cinsel hayatları” ile başlamıştı.
Fakat, artık her ikisi için de DNA molekülü daha
cazip bir sorun olarak duruyordu. Watson ve
Crick, Linus Pauling’in oğlu Peter’den zaman
zaman babasının çalışmaları hakkında bilgi
alıyorlar ve bu olgun bilim adamıyla DNA’yı
çözme yarışında var olabileceklerini düşünüyorlardı. Pauling’in, saç proteini keratinde, alfa
sarmalının kıvrılması şemaları ile meşgul olması iyi bir haberdi. Daha sonra Peter, babasının
çalıştığı DNA modelinin, şeker fosfat iskeleti ortada olan üç zincirli bir sarmal olduğunu
söyleyecekti. Watson, Linus’un bu modelinde
fosfat gruplarının iyonlaşmamış olduğunu fark
etti. Her grubun bağlı bir hidrojen atomu vardı ve bu yüzden de elektrik yükü yoktu. Yani,
Pauling’in nükleik asidi hiçte asit değildi. Üstelik yüksüz fosfat grupları modelin önemsiz
bir ayrıntısı da değildi. Oysa Watson’un nükleik
asit kimyası hakkında bilgisi, fosfat gruplarında
bağlı H atomları bulunmadığını söylüyordu. 0
güne dek hiç kimse DNA’nın orta kuvvette bir
asit olduğundan kuşkuya düşmemişti. Bu durumda Linus’un bazı temel kimya verilerini bile
atlamış olmasından, büyük keyif duydu ve yarışta halen var olduğunu düşünmeye başladı.
Watson, düzgün bir polimer molekülü için en
basit biçimin sarmal olduğuna inanıyordu. Ve,
DNA’nın eksen boyunca her 34 A’da bir kendini tekrarlayan bir sarmal olduğunu kanıtlayacak şekilde taslaklar çizmeye başladı. Bu arada
Crick’de her ne kadar fizikçiyse de biyolojide
önemli şeylerin çiftler halinde ortaya çıktığına
inanmıştı. Bir yıldan fazladır bazların düzenli H
bağları oluşturma olasılığını göz ardı etmişlerdi.
Başlangıçta, her bazda bir veya daha fazla H
atomunun yer değiştirebildiğini görmeleri (tatomerik yer değiştirme) onları, belirli bir bazdaki
tüm tatomerik biçimlerin aynı sıklıkla oluştuğu
sonucuna götürmüştü. Oysa, bazların hepsi değilse bile büyük bölümü diğer bazlarla H bağları
oluşturuyordu ve bu H bağları çok düşük DNA
konsantrasyonlarında da bulunmaktaydı. Bu da
bağların, aynı molekül içindeki bazları birbirleriyle birleştirdiğine kuvvetle işaret ediyordu. Bir
James Dewey Watson
Doğum: 6 Nisan 1928 (85 yaşında)
Chicago, ABD
Milliyeti: ABD
Dalı: Genetik
Çalıştığı yerler: Cold Spring Harbor
Laboratory, Harvard University, University of Cambridge,National Institutes of
Health
Öğrenim: University of Chicago, Indiana
University
Önemli başarıları: DNA yapısı, Moleküler biyoloji
Aldığı ödüller: Nobel Fizyoloji veya Tıp
Ödülü (1962)
Kaynak: Vikipedia’dan faydalanılmıştır.
de X-ışını kristalografisi sonucu vardı.
Belki de sorunun özü bazlar arasındaki H bağlarını düzenleyen bir kuralda gizliydi. Benzer
baz sıralarıyla birbiri etrafında dolaşan iki zincir
rastlantısal olamazdı. Böyle bir yapı, her moleküldeki zincirlerden birinin, daha önceki bir
aşamada diğer zincirin yapımı için kalıp olarak
görev yapmış olduğuna kuvvetle işaret ediyordu. Öyleyse, gen replikasyonu, genin iki benzer
zincirin ayrışması ile başlamaktaydı. Daha sonra, bu şekilde ortaya çıkan iki ana kalıp üzerinde, bunlarla aynı olan iki yeni zincir yapılmakta
ve böylelikle orijinal moleküle benzer iki DNA
molekülü oluşmaktaydı.
Birkaç gün tek bir nükleotid içinde yer alan
bütün atomların birbirine göre pozisyonlarını
ölçebilmek için çekül ve cetvel kullanmakla
geçti. Sarmal simetriye bağlı olarak bir nükleotiddeki atomların yeri, otomatik olarak başka
pozisyonları da düzenleyecekti. Ertesi sabah
Francis, atomik koordinatları okuyabilmek
için, modeli temeli üzerinde sağlamlaştırmaya çalışıyordu. Sir Lawrence Bragg, modelin
gen replikasyonuna işaret eden potansiyelini
kavradıkça heyecanlanıyordu. 0 sırada kesin
X-ışını verilerine sahip olmadıkları için, seçtikleri şeklin tamamen doğru olduğuna emin değillerdi. Hiç değilse, bir tane 2 zincirli, birbirini
tamamlayan sarmalın stereo-kimyasal olarak
mümkün olduğunu göstermek istiyorlardı. Bu
kadar mükemmel bir yapının var olmak zorunda olduğunu söylüyorlardı.
Jerry Cambridge’de onlarla olmasaydı,
Rossy’nin X-ışınları sonuçlarını değerlendirmeseler uzun bir süre benzer bazlan bağlamakla
uğraşıyor olabilirlerdi. Watson o sıralar sadece
25 yaşındaydı. Linus Pauling iki sarmalın haberini uzaklardayken aldı. Gerçek ve samimi
bir heyecan duymuştu. Kendi kendini tamamlayan bir DNA molekülünün çok açık biyolojik
avantajları karşısında yarışı kaybettiğini kabul
etmişti.
Membran Filtrasyonda
Yeni Ürünler
• Sensörlü Membran Dispenseri
• Ultra Sessiz Vakum Pompası
• Çok Fonksiyonlu Manifoldlar
• Sessiz pompa
• Çok Fonksiyonlu Manifoldlar
www.millipore.com/ez
• Sensörlü dispenser
Microfil® V or Microfil® S
ile kullanılabilir.
Monitor 55-Plus™
ile kullanılabilir.
Tekrar
kullanılabilir
paslanmaz çelik
ve cam sistemlere
uyumludur.
Membran Filtrasyon
Besiyerlerinde Dünyanın Tercihi;
Membran filtrasyon için dizayn edilmiş petri
kabı ve amaca uygun sıvı besiyeri kombinasyonu
m-Endo Toplam koliform Broth
m-ColiBlue24® Broth
Tripton Glikoz Ekstrakt Broth, TTC’ li
www.orlab.com.tr
[email protected]
Tel: (0312) 285 64 73
Faks: (0312) 284 47 80
TGE (Tripton Glikoz Ektrakt) Brothl

Benzer belgeler