Ermeni Sorununun Ortaya Çıkışı

Transkript

Ermeni Sorununun Ortaya Çıkışı
SORUNUN ORTAYA ÇIKIŞI
» Ayestefanos ve Berlin Anlaşmaları
» Ermeni Komiteleri
ARMENAKA
HINÇAK
Programı
Faaliyetleri
TAŞNAK
Örgüt Yapısı
Amacı ve Hedefleri
Stratejileri, Tutum ve Davranışları
Viyana ve Münih Kongreleri
Destek ve İlişkileri
Politik Gelişmeleri
Yayın Organları
» Ermeni İsyanları
1914 ÖNCESİ
Musa Bey Olayı
Erzurum Olayı
Kumkapı Gösterisi (Temmuz 1890)
Birinci Sasun İsyanı
1895 Zeytun İsyanı
I. Van İsyanı
Osmanlı Bankası Baskını
İkinci Sasun İsyanı
Yıldız Suikastı
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI
Bitlis İsyanları
Erzurum İsyanları
Elazığ İsyanları
Diyarbakır İsyanları
Sivas İsyanları
Trabzon Olayları
Yozgat Olayları
II. Van İsyanı
Şebinkarahisar Olayı
Bursa Olayı
Adana Olayları
Urfa Olayları
Fındıkçık Olayı
Musa Dağı Olayı
İzmit ve Adapazarı Olayları
İsyanların Genel Tablosu
KURTULUŞ SAVAŞI
» Kilisenin Rolü
Ermeni Kilisesi'nin Bağımsızlık Çalışmaları
Meşrutiyet'in İlanı, Kilise-Taşnak-Hınçak İşbirliği
"Ermeni Katogigosluk Ve Patrikliği Nizamnamesi"
Patrik Zaven Efendi'nin Çalışmaları
» Misyoner Faaliyetleri
» Propaganda
ERMENİ SORUNUNUN ORTAYA ÇIKIŞI
Osmanlı Devleti zayıflamaya başlayıp, hemen her konuda Avrupa'nın
müdahalesine maruz kalınca, Türk - Ermeni ilişkilerinde de bir
bozulma devri başlamıştır. Batılı ülkeler Osmanlı Devleti'ni bölerek
bölgesel çıkarlarına ulaşabilmek için Ermenileri Türk toplumundan
koparmayı hedeflemişlerdir. Özellikle Avrupa'nın bazı büyük
devletleri "ıslahat" adı altında bir yandan Osmanlı Devleti'nin iç
işlerine karışırken, bir yandan da Ermenileri, Osmanlı yönetimine
karşı teşkilatlandırmışlardır. Böylece ülke içinde ve dışında
teşkilatlanan ve silahlanan Ermeni komiteleri ile Ermeni Kiliseleri'nin
kışkırtıcı faaliyetleri sonucunda, Ermeni toplumu yavaş yavaş
Türklerden uzaklaşmaya başlamıştır.
Türklerin iyi tutumuna karşın, yabancı devletlerle ittifak etmek
suretiyle Türklerle mücadeleye başlayan Ermeniler, Batının desteğini
alabilmek için kendilerini "ezilen bir toplum" olarak göstermeye ve
"Anadolu üzerindeki egemenlik haklarını Türklerin gasp ettiği"
iddiasını dile getirmeye başlamışlardır.
Islahat Fermanı ile Müslümanlar ve Gayr-i Müslimler eşit statüye
getirilince ayrıcalıklarını kaybeden Ermeniler, 1877-1878 Osmanlı-
Rus Savaşı sonunda, Rusya'dan "işgal ettiği Doğu Anadolu
topraklarından çekilmemesini, bölgeye özerklik verilmesini veya
Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını" talep etmişlerdir. Bu isteklerle
birlikte Ermeni sorunu ilk kez ortaya çıkmaya ve uluslararası bir şekil
almaya başlamıştır.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nın ardından imzalanan Ayastefanos
Anlaşması'nın Osmanlı Devleti'nce kabullenilmek zorunda kalınan 16.
maddesi şöyledir:
"Ermenistan'dan Rusya askerinin istilası altında bulunup Osmanlı
Devleti'ne verilmesi gereken yerlerin boşaltılması oralarda iki
devletin dostane ilişkilerinde zararlı karışıklıklara yol
açabileceğinden, Osmanlı Devleti Ermenilerin barındığı eyaletlerde
mahalli menfaatlerin gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit
kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere karşı
güvenliklerini sağlamayı garanti eder".
Anlaşmanın bu hükmü, esas itibariyle bağımsızlık kazanmak isteyen
Ermenileri tam anlamıyla tatmin etmemiş olsa dahi "Ermeni
Sorunu"nun tarihte ilk kez bir uluslararası belgeye yansıması ve
"Ermenistan" diye bir bölgenin varlığından söz edilmesi yönünden
büyük önem taşımaktadır.
1878 yılında toplanan Berlin Kongresi sonucunda imzalanan Berlin
Antlaşması'nın 61. maddesi de Ayastefanos Anlaşması'nın 16.
maddesi yerine şu hükmü getirmiştir:
"Osmanlı Hükümeti, halkı Ermeni olan eyaletlerde mahalli ihtiyaçların
gerektirdiği ıslahatı yapmayı ve Ermenilerin Çerkez ve Kürtlere karşı
huzur ve güvenliklerini garanti etmeyi taahhüt eder ve bu konuda
alınacak tedbirleri devletlere bildireceğinden, bu devletler söz konusu
tedbirlerin uygulanmasını gözeteceklerdir".
Berlin Antlaşması'nın bu hükmü ile Türk-Ermeni ilişkilerine yabancı
güçlerin müdahale edebilmesi hakkı tanınmış olmaktadır.
Böylece Ermeniler, Ruslar ve İngilizler tarafından kullanılmaya
başlanmış ve İngiltere'nin elinde Rus yayılmacılığına karşı bir ileri
karakol vazifesi görmüşlerdir. İngiltere ve Rusya tarafından tarih
sahnesine sunulan Ermeni Sorunu, aslında emperyalizmin Osmanlı
Devleti'ni yıkma ve paylaşma politikasının bir uzantısıdır. Sözde
Ermeni soykırımı iddiaları ve yalanları da işte bu politikanın
propaganda ürünüdür!..
AYESTEFANOS VE BERLİN ANLAŞMALARI
Osmanlı'nın çöküntü dönemine girmesini
takiben Rusya, İngiltere, Fransa ve
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun
teşvikiyle, imparatorluğu oluşturan milletler
birbiri ardına bağımsızlık mücadelesine
girişmişler ve bunda başarı sağlamışlardır. Bu gelişmeler Ermeniler
için de örnek teşkil etmiş, onlar da Osmanlıları parçalamak
isteyenlerin maddi ve manevi desteğiyle yer yer ayaklanmalar
başlatmışlardır. Böylece, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bir
"Ermeni sorunu"ndan söz edilir olmuştur.
Bu dönemde dünya güç dengesinde giderek daha önemli bir devlet
olarak ortaya çıkan Çarlık Rusya'sı Osmanlı topraklarını bir doğal
yayılma alanı olarak kabul etmekte ve Osmanlıların sırtından
güneyde sıcak denizlere açılma hedefini gütmektedir. Bu hedefe
ulaşmak için kullandığı başlıca araçları savaşların yanı sıra, Osmanlı
yönetimi altındaki Hıristiyan toplumların hamisi rolünü oynamaktır.
Diğer taraftan dönemin diğer iki başlıca gücü olan İngiltere ve Fransa
da Osmanlı Ermenilerini Protestanlık ve Katolikliğe kazandırmak
amacındadır ve bu amaçlar bağlamında, İstanbul'da 1830'da Ermeni
Katolik, 1847'de Ermeni Protestan kiliselerini kurdurmuşlardır.
Rusya, İngiltere ve Fransa'nın Osmanlı Ermenilerine ve diğer
Hıristiyan toplumlara gösterdikleri bu ilginin gerisinde esas itibariyle
azınlıkları himaye görüntüsü altında Osmanlı Devleti'nin içişlerine
müdahale edebilmek ve imparatorluğu parçalamak amacı
yatmaktadır.
Ermenilere bu güçlerce Doğu Anadolu'da bir Ermenistan devletinin
kurulması vaat edilmiştir. Halbuki söz konusu dönemde bu bölgedeki
Ermeni nüfusu bölge genel nüfusu içinde ancak %15 oranında bir yer
işgal etmektedir. Örneğin, en kalabalık oldukları Bitlis'de bile nüfusun
1/3 ünü dahi teşkil edememektedirler. "Ermeni sorunu" için bir
başlangıç noktası bulmak gerekirse, bu 1877-78 Osmanlı-Rus
Savaşı'nı izleyen Ayastefanos Anlaşması ve Berlin Konferansı'dır.
ERMENİ KOMİTELERİ
ARMENAKAN KOMİTESİ
HINÇAK
Programı
Faaliyetleri
TAŞNAK
Örgüt Yapısı
Amacı ve Hedefleri
Stratejileri, Tutum ve Davranışları
Viyana ve Münih Kongreleri
Destek ve İlişkileri
Politik Gelişmeleri
Yayın Organları
ARMENAKAN KOMITESİ
Ermenilerin Türkler aleyhine çalışmak üzere kurdukları ilk komite
ve ilk siyasi kuruluştur. 1885’de Van’da kurulmuştur.
“Kan dökmeden hürriyet elde edilemez” sloganı ile işe
başlamıştır. Fransa’da çıkardıkları “Armenia” gazetesi ile
kamuoyu oluşturmaya çalışmışlardır. İhtilal yolu ile Ermeni
bağımsızlığını sağlamayı amaçlamışlar ve bunu gerçekleştirmek
için hazırladıkları programda:
Tüm Ermenileri biraraya getirmeyi,
İhtilalci fikirleri yaymayı,
Üyelerine silah kullanmayı ve askeri eğitim yaptırmayı,
Silah ve para temin etmeyi,
Gerilla Kuvvetleri meydana getirmeyi,
Halkı genel bir isyana hazırlamayı, öngörmüşlerdir.
Askeri eğitim konusunda, Van Rus Konsolosluğunda görevli bir binbaşıdan yardım
almışlar ve eğitimi Van Ermeni okulunda yapmışlardır.
Komitenin bilinen faaliyetleri şunlardır:
Türk jandarmalarına saldırılar,
Çeşitli cinayetler,
Aşiretlere saldırılar,
Ekim 1892’de, Van’da bir polisin katli,
Haziran 1895’de, Hıncak Komitesi ile beraber Van isyanına katılmaları,
200 kişilik bir grupla köy ve kasabalara baskınlar yapmaları.
Bu komitenin üyeleri sonradan Taşnak ve Hınçak Komitelerine geçmişlerdir.
HINÇAK
Programı
Faaliyetleri
Hınçak (Çan Sesi) Komitesi, aslen Kafkasya Ermenilerinden Rus
uyruklu Avedis Nazarbeg ile karısı Maro ve Kafkasyalı diğer
öğrenciler tarafından 1886 yılında İsviçre'de kurulmuş ve
komitenin düşüncelerini yaymak için de, yine Hınçak isminde bir
gazete çıkarılmıştır. Bu komitenin başında ve üyeleri arasında
çoğunluğu yine Rus uyruklu Ermeniler bulunmaktadır. Bu
komite, kendisine çalışma bölgesi olarak Doğu Anadolu'yu
seçmişti; bir zaman sonra komite merkezi, İsviçre'den Londra'ya götürülmüştür.
Hınçak Komitesinin programı, Sosyalist, Marksist ve Merkeziyetçidir; Karl Marks'ın ilkeleri,
temel olarak benimsenmiştir. Bu komite üyeleri, kendilerine sosyal demokrat dedikleri
halde, siyasal programları tamamen bir komünist manifesto niteliğindedir.
Komite, 1890 yılında merkezi İstanbul'da olmak üzere Osmanlı ülkesinin diğer
vilayetlerinde de şubeler açmış ve bu suretle, örgütlenerek çalışmalarına başlamıştır. Bu
komitenin ana politik amacı, Türkiye'deki Ermenileri Türklerden; İran Ermenilerini
İranlılardan ve Rusya Ermenilerini de Ruslardan kurtarmak; sonra da, bütün bu
memleketlerdeki kapitalistleri temizlemektir.
PROGRAMI
"İşçi ve üretici sınıf, insanlığın büyük bir çoğunluğunu kapsar. Bu sınıfın sermaye sahibi,
zengin ve egemen bir azınlık tarafından sömürülmesinden kurtarılması, üreticinin bütün
üretim kuvvet ve araçlarına, toprağa, fabrikalar, madenlere, ulaştırma vasıtalarına sahip
olmasıyla gerçekleşir. Üretici sınıfın bağımsızlığı, bütün insanlığın kurtarılması, genel ve
ekonomik ferahlık demektir.
Bu amaca ulaşabilmek ve onu fiilen uygulayabilmek için, bütün
uygar memleketlerdeki üretici sınıf, kendine özgü bir şekilde
örgütlenmeli ve emrindeki genel politik olanakları harekete
geçirerek, bütün ülkelerle birlikte komünist ihtilalini yapmalıdır.
Bu sayede diğer sınıflar ortadan kalkar ve üretici sınıf, sosyalist
bir düzen kurar. Bu kuruluşta halk, kendi kanunlarını kendisi
yapar ve kudretini gösterir.
(...)
Bugünkü durumda Ermeniler, mutlakiyet idaresine bağlı sınıfların yönetiminde
bulunuyorlar. Bunların yönetim, vergi ve maliye sistemleri, kendileri için yıkıcıdır. Onların
çevresinde bir taraftan üretim kapitalist şekilleri uygulanırken diğer yönden devamlı
olarak eski ekonomi ve yönetim şekilleri yok olmaktadır."
Bütün bu koşullar etkisiyle Ermeni sosyalist demokratları ve bütün Ermeniler için genel ve
bütünü kapsayacak bir sosyalizm düzeninin sağlanması, uzak bir amaç olarak kabul
edilmekte ve bu nedenle bütün eğilim ve uğraşılar, yakın bir hedef seçilmesini
gerektirmektedir. İşte bu yakın hedef, sosyal demokrat Ermeni İhlalci Hınçak Partisi'ni
oluşturmuştur. Bu yakın hedefler şunlardır:
a.
b.
c.
d.
e.
f.
g.
h.
i.
İhtilal çıkarmak
Mutlakiyet yönetiminin egemen sınıflarını yok etmek
Ermenileri kölelikten kurtarmak
Politik işlere karışmak için Ermenilere güç vermek
Ekonomik ve kültürel ilerlemelerine etki yapan engelleri kaldırmak
İşçi sınıfının istek ve eğilimlerini açıkça söyleyecekleri ortamı hazırlamak
Ağır çalışma koşullarını düzeltmek
Kendilerine özel siyasi bir varlık halinde örgütlenmeleri için sınıf hakkında
bilgi sağlamak
Halkın çalışmalarını kolaylaştırmak ve onların uzak hedeflere doğru
ilerlemesine yardım etmek.
Bütün bu düşüncelere uygun olarak Hınçak Komitesinin yakın hedefi, mutlakiyet
yönetimlerini, sınıflarını yıkmak için çalışmak ve bunları demokrat, meşruti rejimlerle
değiştirmektir. Bunun da ana koşulları şunlardır:
a. Halkın temsili için, her kesim doğrudan doğruya oylarını kullanmak
suretiyle yapılacak seçimle bir teşrii (kanun yapıcı) meclis kurulmalı. Bu
meclis, memleketin politik ekonomik ve bütün işlerini ve kanunlarını
inceleyerek bunlar hakkında karar verme yetkisine sahip olmalı.
b. Vilayetlere geniş bir muhtariyet verilmeli.
c. Halk için tam bir hürriyet sağlanmalı
d. Halk, hükümet memurlarını, kamu hizmetlerinde çalışan bütün şahısları,
güvenlik memurlarını, eğitim ve adalet işlerinde çalışan memurlarını
seçebilmeli.
e. Milliyet ve sınıf farkı gözetmeden her reşit vatandaş gerek vilayetler ve
gerek muhtar idareler için temsilci seçilmeye yetkili olmalı.
f. Bütün vatandaşlar kanun önünde, milliyet ve din farkı gözetilmeksizin eşit
olmalı.
g. Basın, söz, vicdan, toplanma, dernek kurma ve seçim mücadelesi için tam
serbestlik verilmeli.
h. Her vatandaşın şahsı ve evi, saldırılara karşı korunmuş olmalı.
i. Kiliseler, hükümetten ayrılmalı; bütün dini kuruluşlar, yalnız
kendilerinden olan ve buralara devam eden şahısların yardımlarıyla
varlıklarını korumalı.
j. Bütün halk, askerliğini barışta milis örgütleri şeklinde yapmalıdır.
k. Laik ve zorunlu bir eğitim düzeni uygulanmalı; hükümet, fakirlere yardım
etmelidir.
Halkın ekonomik durumunun ıslahıyla ilgili olduğu için, yukarıda sözü edilen siyasi hakları
elde ederek o ilkelere dayanmak suretiyle aşağıdaki koşulların yerine getirilmesi
gereklidir:
a. Mevcut vergi sistemi kaldırılmalı, yerine belirli bir güç ve ödeme
kabiliyetine göre ileri bir vergi sistemi konulmalı.
b. Vasıtalı vergiler, tamamen kaldırılmalı.
c. Köylüler, her türlü borçlardan kurtarılmalı.
d. Halkın veya hükümetin yardımlarıyla ziraat makineleri sağlanmalı
bunların kullanılması öğretilmeli ve bunlar halka verilmeli.
e. Halk içinde ziraat ortaklıkları kurulmalı, bu ortaklığın amacı, ziraat
ürünlerinin satışı, tohum, hububat ve benzeri gibi şeylerin satın alınması
ve yönetimi olmalı.
f. Her cins ulaştırma ve temas için araç sağlanmalı
g. Hükümet, çalışanların sömürülmesini önlemek için yardım etmeli ve
bunları korumak için kanunlar çıkarmalı.
Ermenilerin çoğunluğunun bulunduğu Türkiye Ermenileri ve onların yaşadıkları yerler,
vatanımızın en geniş topraklarıdır. Ermeni çoğunluğunun davası, Berlin Antlaşması'nın 61.
Maddesi ve diğer uluslar arası koşulların gücüyle, bir hak durumuna gelmiş ve Avrupalı
büyük devletler tarafından da tanınmıştır.
Osmanlı imparatorluğunun siyasi, ekonomik ve mali düzensizliği, düşüşü, iflas etmiş
durumu, iç karışıklıkları ve zelzeleye uğramış hali, Osmanlı hükümetinin yok olmasını
zaruri ve kesin kılmış, diğer Avrupalı devletlerin etkileri de buna yardım etmiştir.
Avrupa'daki Osmanlı topraklarının bir kısmının da sistemli bir şekilde parçalanarak diğer
devletlerin eline geçmesinden ötürü aşağıdaki hususların sağlanması, tarihi bir lüzum ve
zaruret halini almıştır:
a. Ermeni komitecileri, bugün uğraşlarını Ermenilerin davasını savunmak ve
sonuçlandırmak için yakın amaca göre harcayacaktır.
b. Bu duruma göre ihtilalin uğraşı sahası, Türkiye'de yaşayan Ermenilerin
bölgesi olacaktır.
c. Ermenilerin geleceklerini Osmanlı Devleti'nin kaderinden ayırmak
gerekeceğinden, Ermenilerin en yakın amacının ilk koşulu Ermeni
bağımsızlığıdır.
Ermenileri yakın amaca ulaştırmanın çaresi, bir ihtilalle yani zorla Türkiye'deki Ermeni
bölgelerindeki genel kuruluşu alt üst etmek, değiştirmek; genel isyanla, Türk hükümetine
karşı savaş açmaktır. Bu uğraşların vasıtaları:
a. Matbuat, kitap ve konuşmalarla halk arasında ve özellikle işçiler içinde
propaganda yapak; Hınçak Partisi'nin ihtilal fikirlerini yaymak, halk
arasında ihtilalci örgütler kurmak ve isyan çıkarmak.
b. Türk istibdat elemanlarını, hafiyeleri, muhbirleri, hainleri ve ihanet
edenleri cezalandırmak; terörü, ihtilal örgütlerinin savunması için bir
vasıta ve halkı ezenlerin ve alçakların uğraşılarına karşı koruyucu olarak
kullanmak.
c. Hükümet askerlerinin veya aşiretlerin saldırılarına karşı halkı korumak
için, elde silahlı hazır bir kuvvet bulundurmak; akıncı alayları kurmak. Bu
alaylar, yapılacak bir genel isyanda öncülük görevini yapacaklar.
d. Birbirine bağlı, tam bir birlik ve beraberlik içinde ortak hedefe yürüyen,
aynı taktiği uygulayan, bir merkezden sevk ve idare edilen düzenli ve
birçok gruplardan oluşan genel ihtilal örgütü kurulmalıdır. Türkiye'deki
örgütlerin bütün güç ve yetkileri, Hınçak Komitesi'nin teşkilat ve
uğraşlılarını gösteren bir tüzükle tespit edilmiştir.
e. Düzenlenen bir isyanı uygulamak için olaylar yaratmak.
f. Herhangi bir devletin Türkiye'ye karşı savaşa girmesi, genel bir isyanın
başarıya ulaşması için en uygun bir zamandır.
g. Ermeniler ile kaderleri bir olan ve aynı bölgede yaşayan diğer azınlıkları
kendi tarafımıza çekmek, onlarla birlikte müşterek düşmanımız olan Türk
Hükümeti'ne karşı savaşmak. Hınçak Komitesi'nin en büyük amacı, Doğu
Anadolu'daki bütün diğer azınlıklarla birlikte, Osmanlı devletinin
esaretinden kurtularak İsviçre'de olduğu gibi bir federasyon kurmaktır.
Bir siyasi programa göre çalışan Hınçak Komitesi, özellikle işçi sınıfına çok uygun gelen
Marksizm propagandası yapmıştır. Karışıklıklar çıkarmak ve ihtilal yapmak için, gençler,
dini liderler, avantürler ve işsizler, komiteye girmeye ve buralarda çalışmaya can
atmışlar; Komite yöneticileri de, sınıf esası üzerine çalışarak bir Ermeni Proleteryasını
yaratmak istemişlerdir.
Komitenin bu çalışmaları, Türkiye''eki yaşama koşullarına göre, bir sosyalizm
propagandasından öteye geçememiştir. Hınçak Komitesi'nin düzenlediği ayaklanmalara,
birçoğu dış memleketlerden ve özellikle Rusya'dan gelmiş ve bu gibi işlere yatkın
kimseler de girmişlerdir.
Ermenilerin eyleme geçmeleri, memlekete çok ağır ve giderilmesi olanaksız kanlı olaylara
etken olmuştur. Hınçak komitesinin örgütlerini kurmak için Cenevre''en Tiflisli Şimavon,
İran'dan S. Danielyan, Trabzon'dan Rus uyruklu Rupen Hanazat, Batum'dan H.
Megavoryan geldiler. Uzun süren tartışmalardan sonra, İstanbul Hınçak Komitesi Merkezi
kurulmuştur. Bu örgüte, İstanbul'da 1890 yılından evvel kurulmuş olan diğer ihtilalci
örgütler de katılmışlardır.
Görülüyor ki, Türkiye'deki Ermenilerin alın yazısı, birçok Rus Ermenisinin eline
bırakılmıştır. Bu arada komiteye girmeyenler ve para yardımı yapmayanlar, baskı altında
tutulmaya veya öldürülmeye başlanmışlardır. Örgütler, büyük bir hızla Anadolu'daki
vilayetlere de yayılmışlardır.
FAALİYETLERİ
Hınçak Derneği'nin ana tüzüğü ve programı, 1909 yılında İstanbul'da basılmıştır. Bu
tüzük, dernekler kanunu gereğince İçişleri Bakanlığı'na verilmiş ve gerekli işlemler
yapılarak İstanbul Valiliği'nin 8 Şubat 1909 gün ve 90 sayılı onay belgesini almıştır. Tüzük
beş kısımdan oluşmaktadır.
Ermeni Hınçak Komitesi'nin ele geçen faaliyetleriyle ilgili olarak 1910, 1911, 1912 ve
1913 yıllarına ait karar defterinde şu kararların alındığı yazılıdır:
a.
b.
c.
d.
e.
f.
Silah, cephane ve patlayıcı madde sağlanmasına çalışılması.
Silah eğitimi yapılması (Marufyan, Yavruyan, Candan tarafından).
Propagandalara hız verilmesi.
Taşnak Komitesi ile ilişki kurulması.
İttihatçılarla ilişki kurulması.
Van'da çeteler kurulması ve yönetilmesi. (Bu çeteler şunlardır: Orsfan,
Cang, Goçnak, Juraçak, Pencak, Badami, Tejohenk, Maro ve Paros)
Hınçak Komitesi 24 Temmuz 1914 tarihinde, Türkiye'de Üçüncü Kongresini yapmıştır. 51
şubeden gönderilen 28 delegeyle Cangülyan'ın başkanlığı ve Tancutyan'ın sekreterliğinde
açılan kongrede şu karar alınmıştır:
"Amaç ve çalışmalarımızın gerektirdiği büyük sorumluluk ve ondan doğacak
tehlikeler göz önünde tutularak, uygar insanlar olduğumuzu göstermek için
maceralardan ve düşüncesizce yapılacak hareketlerden kaçınılmalı, iyice
düşünülmüş dengeli tesirler ve vasıtaların amaçlarımızda ve hareketlerimizde
başarı sağlamak için tek çare olduğu göz önünde tutulmalıdır."
Bunun üzerine Hınçak komitecileri, 1896 yılında Türkiye'den uzaklaşmaya başlamışlardır.
Bu komitenin üyeleri arasında anlaşmazlık çıkmış ve ikiye bölünmüşlerdir. Bir kısmı asıl
Hınçaklar (Nazarbeg taraftarları), diğer kısmı reforme Hınçaklar (Veragazmiyal Hınçak)
adını almışlardır. Bu ikinci grup, Arpiyar Arpiaryan adında bir şahıs tarafından
yönetilmeye başlanmıştır.
Her iki komite de, bir prensip ve programa göre değil, yöneticilerin görüş ve
davranışlarına göre hareket etmişler, şahsi çıkarlarını ön planda tutmuş ve bunu
savunmuşlardır. Aralarındaki bu anlaşmazlık, sokak kavgalarına dönüşmüş, bazıları
dövülmüş, bir kısmı da öldürülmüştür.
Hınçakların Marksist olduğunu anlayan Ermeni halkı ise komitacıların görüşlerini kabul
etmemiştir. Mücadeleler 1902 yılında iyice artmış, her iki tarafa bağlı birçok komitacı,
İngiltere'de, Rusya'da, Mısır'da, Bulgaristan'da, Kafkasya'da ve İran'da sokak ortasında
öldürülmüşlerdir.
Van İsyanı'ndan sonra bazı küçük çeteler, Hınçak ismini taşımışlarsa da artık yeterli bir
güçten yoksun kalmışlardır. Hınçak Komitesinin dağılmasında, bazı Hınçak liderlerinin
Rusların gizli amaçlarını anlayarak tuttukları hatalı yoldan ayrılmaları da başlıca
etkenlerden biri olmuştur.
KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan; Belgelerle Ermeni Sorunu, Genelkurmay ATASE Yayınları, Genelkurmay Basımevi, Ankara
1984, 2. Baskı, s. 76-87
TAŞNAK
Örgüt Yapısı
Amacı ve Hedefleri
Stratejileri, Tutum ve Davranışları
Viyana ve Münih Kongreleri
Destek ve İlişkileri
Politik Gelişmeleri
Yayın Organları
"Ermeni Devrimci Federasyonu" olarak da anılan Taşnak
Komitesi, Ermeni sorununun ortaya çıkmasında önemli roller
oynamıştır. Komitanın faaliyetleri, komünistlerin "Ermeni
Cumhuriyetini" ele geçirmelerinden sonra ABD, Lübnan, İran,
Fransa ve Yunanistan da "sürgündeki parti" şeklinde devam
etmiştir. Günümüze kadar çeşitli eylemlerle faaliyetlerini devam
ettiren Taşnak komitesini, çeşitli terör tim ve grupları oluşturdu.
1. Örgüt Yapısı
a. Büro - Örgütün en üst organıdır. Örgüt yönetimi "Büro"nun kararları doğrultusunda
gerçekleşir. Büro, görünüşte kollektif liderlik şeklindedir. Kaliforniya'dan, Fransa'dan,
İran'dan birer, Lübnan'dan beş üyeden oluşur. Üyeler kendi aralarından birini başkan
seçerler. Lübnan iç savaşına kadar Büro, Lübnan'daydı. İç savaş sonunda sırasıyla ABD,
Yunanistan ve Fransa'ya taşındı. Bugün tekrar ABD'de olduğu sanılmaktadır. "Büro"
üyeleri, yönetim esasları, kararları gizlidir. 1985 yılına kadar, İran doğumlu,
Yunanistan'da yaşayan, Hrair Marukiyan'ın Büronun başkanı olduğu bildirilmektedir.
b. Merkez Komitesi - Örgütün üst yönetim organıdır. Büro ile yerel gruplar ve örgütler
arasındaki bağı teşkil eder. Ermenilerin nüfus bakımından önemli oldukları yerlerde
kurulur. Lübnan ve Fransa'da birer "Merkez Komitesi" olmasına karşılık, ABD'de "Batı
Kesimi Merkez Komitesi", "Doğu Kesimi Merkez Komitesi" adı altında iki komite vardır.
Pramide benzeyen bu yapının altında yerel örgütler, organlar yer alır. Bunlar, çeşitli
"Ermeni temalarını" taşıyan isimlerle anılırlar. Başlıcaları, "Ermeni Gençlik Federasyonu",
"Gençlik Örgütü", "Erkek ve Kız Öğrenciler İzci Örgütü" ve "Spor ve Kültür Örgütleri" gibi
adlarla kurulmuşlardır.
c. Merkez Komitesi'ne veya Merkez Komitelerine ayrıca propaganda ve yayın; Hukuk;
Mali; Askeri; Eğitim ve "Ermeni göçünü denetleme komitesi" adı altında çeşitli hizmet
bölümleri bağlıdır. Bunlar daha çok bilgi ve teknik hizmet birimleridir: "Ermeni Devrimci İhtilâlci - Federasyonu" adı, propaganda etkinlik sağlamak ve özellikle Batı kamuoyunda
tepki yaratmamak amacıyla değiştirilmek istenmiş ve Taşnakların siyasi kolu şeklinde
"Ermeni Ulusal Komitesi" adını almıştır. Çeşitli propaganda uygulamalarında sanki farklı
kuruluşlarmış gibi iki isim de kullanılmaya çalışılmaktadır.
2. Amacı ve Hedefleri
Taşnak, komünist olmayan bir Ermenistan kurulmasını ve
Türkiye'nin Ermenilere karşı işlendiği iddia edilen suçlara karşı
tazminat ödemesinin sağlanmasını amaçlamaktadır. Taşnak
yayın organlarında bu amaç, şu şekilde dile getirilmektedir:
"Sevr anlaşması üzerinde durmaya devam edeceğiz. Bu
anlaşma davamızın kilometre taşlarından biridir..."
Taşnak'ın nihai amacı ise, "Dört T" şeklinde özetlenebilir: Terör
yoluyla soykırım iddialarının tanıtımının yapılması, iddiaların
Türkiye tarafından tanınması, Türkiye'nin tazminat ödemesi ve
Türklerin işgali altında bulunduğu iddia edilen toprakların
Ermenilere iade edilmesi.
3. Stratejileri, Tutum ve Davranışları
Stratejisini görüntüde, "barışçı yollarla amaçlarının gerçekleştirmesi" şeklinde ortaya
koyan Taşnak, uzun yıllar öncesine dayanan faaliyetleriyle tam bir terör örgütü gibi
hareket ettiğini ortaya koymuştur.
Netikim, "Ermeni Soy Kırımı Adalet Komandoları" adlı terör grubu Taşnak tarafından
kurulmuş, örgütün adı daha sonraları "Ermeni Devrimci Ordusu"na şeklinde
değiştirilmiştir. Bu grubun bütün cinayetleri ve bombalama olayları Taşnak tarafından
planlanmıştır. Ancak Taşnak'ın terör örgütü ASALA'dan farklı bir yanı vardır: ASALA terör
eylemlerinde Türk veya başka ülkelerin vatandaşları arasında ayrım gözetmezken;
Taşnak ve ona bağlı terör grupları, hedef olarak yalnız Türkleri, Türk vatandaşlarını, Türk
temsilcilerini seçmişlerdir.
1982 yılında Los Angeles'teki Türk Başkonsolosunu öldürdükten sonra "Adalet
Komandoları"nın yaptıkları "Tek amacımız Türk diplomatları ve Türk kurumlarıdır"
açıklaması, bunun en açık kanıtıdır. "Ermeni Devrimci Ordusu"nun 1983 yılında
Lizbon'daki Türkiye Büyükelçiliğine yaptığı saldırıda da aynı beyan tekrarlanmıştır.
XIX yüzyıl sonları ve XX. Yüzyıl başlarında Taşnaklar, daha çok Batı yanlısı davranmış ve
Batı kamuoyunu etkilemeye çalışmışlardır. Hınçaklar ise Rusya'ya yönelmişlerdir.
1982 ve 1983 yıllarındaki elçilik saldırılarının ardından Taşnak Ermeni örgütünün stratejisi
şu şekilde açıklanmıştır:
"Bir kurtuluş hareketinin nihai amacına erişmesi için iki
aşama vardır: Birincisi destek üsleri sağlamaktır. Buna "İç
propaganda" denilir. İkinci aşama ise, dışarıda tanınma
yani dünyanın beğenisini kazanmadır. En azından dünya
kamuoyunun davaya eğilmesi sağlanmalıdır. Bu ise, bir
başka değimle gösteri eylemleri dönemidir..."
Taşnak'ın nitelikleri, Taşnak Partisi tarihçisi Varanciyan
tarafından şöyle açıklanmaktadır:
"Belki de hiçbir ihtilâlci parti, hatta Rusların Nazodovoletz ve İtalyanların
Çarbonarileri bile -ki bunlar terörist eylemlerde zengin deneyimlere sahiptirler
ve hiçbir şeyden çekinmezlerdi- Taşnak partisi kadar çılgın türde terörist
yetiştirememiştir. Yüzlerce silahşör, bomba ve hançerle intikam için yola çıkmış
kişi yaratmıştır..."
4. Viyana ve Münih Kongreleri
27 Aralık 1981 tarihinde Viyana'da yapılan 22. Taşnak Kongresi'nde özetle şu kararlar
alınmıştır:
•
•
•
•
Partinin amacı, birleşik ve özgür bir Ermenistan'ın kurulmasıdır.
Diğer Ermeni kuruluşları, siyasi komite aracılığıyla baskı yapılarak Taşnak
saflarına çekilmelidir.
Batılı ülkelerle tam bir yakınlık kurulmalıdır.
Sovyet Ermenistan'ı ile yakın ilişkilere girilmeli ve Ermeni göçü
durdurulmalıdır.
1984 yılı sonunda 15 ülkeden gelen parti temsilcileriyle Münih'te yapılan kongrede ise şu
kararlar alınmıştır:
•
•
Ermeni davasının tanıtılması için yeni kampanyalar başlatılmalıdır.
Ermeni davasına siyasi çözüm sağlayacak, çeşitli barışçı ve yasal yallar
denenmelidir. Örnek olarak (A.B.D.Ieri kongresinde ve Birleşmiş Milletler
İnsan Hakları Komisyonunda girişimlerde bulunularak) Ermeni
soykırımınının tanınması sağlanmalıdır.
Bu toplantı sonunda yayınlanan açıklamada ise şöyle denilmiştir:
"Ermeni halklarının meşru haklarını, Türkiye'nin soy kırımını tanımasıyla
sağlanmalı, insani ekonomik ve kültürel kayıpların tazmini ve binlerce yıllık
Ermeni vatanının yeniden kurulmasını savunmaya devam edeceğiz..."
Her iki kongre kararları da, Taşnak'ın propaganda araçları olarak kullandığı temaları
belirlemesi bakımından önemlidir.
5. Destek ve İlişkileri
Taşnak, desteğini daha ziyade ABD'den ve Avrupa devletlerinden almaktadır, ilişkileri ise
mümkün olduğu kadar diğer terör örgütleriyle temas etmemek şeklinde bir esasa
bağlanmıştır. Adı geçen devletlerin çeşitli teşkilâtlarıyla iliş-kileri vardır. Kilise ve Kiliseler
Birliği ile "Ermeni lobileri" ve "Araştırma merkezleri" başlıca destek kaynaklarını teşkil
etmektedir.
6. Politik Gelişmeleri
1970 'lere kadar, Taşnak Ermeni terör örgütünde belirlenen ve uygulanan politikalarda
esas "Sovyet Ermenistan'ının kurtuluşu ve bağımsızlığı" olmuştur. Bu sebeple, Sovyetler
Birliği'ne karşı olan düşmanlıklar öncelik kazanmış, Sovyet Ermenistan'ını tutan veya
Sovyet Ermenistan'ını destekleyenlere karşı acımasız bir mücadele verilmiştir. New
York'taki Holy Cross Ermeni Kilisesi'nin Başpiskoposunun Noel âyini sırasında bir Taşnak
fedaisi tarafından öldürülmesinin nedeni, onun Sovyet Ermenistan'daki durumu
onaylamasıdır.
1970 'lerden sonra, Ermeni Cumhuriyeti lider ve kadrolarının ölüm ve diğer sebeplerle
ortadan kalkması ve dağılması, Taşnak'ın politikalarında önemli değişikliklere sebep
olmuştur. Artık, düşmanlık Türkiye'ye ve Türklere yönelmiştir. Nitekim, 1972 de
Taşnakların kurduğu ve teşkilâtlandırdıkları "Ermeni Soy Kırımı Adaleti Komandoları" terör
grubu da bu politika gereği harekete geçirilmiştir. Taşnak'ın propaganda organı olan
Aztag Şapatoryag gazetesi, "Günümüzde kurtuluş mücadelelerinin de son umut ve
çıkış yolu olarak terörizmdir" diyerek yeni dönemin metodunu açıklamıştır.
Ancak, Türkiye'nin Lizbon Büyükelçiliği'ne yönelik baskın, Taşnak'a itibar kazandırmadı.
Bu olaydan sonra, "Ermeni Soykırımı Adaleti Komandoları" isimli örgütün ismi "Ermeni
Devrimci Ordusu" olarak değiştirildiyse de Taşnak için kurtarıcı olmamıştır. Özellikle 1984
tarihinde Taşnak canilerinden Sasunyan'ın tutuklanıp, mahkûm edilmesi Taşnak
politikasına önemli bir darbe vurmuştur. Bu süreçte Taşnak, Amerika'da doğan
Ermenilerin desteğini yitirmiş; nitekim, "Armenian Reporter" gazetesi, Taşnak partisinin
Lübnanlı, dışardan gelen Ermenilerin eline geçtiğini, terörizmi desteklemeyen büyük
çoğunluk karşısında âciz kaldığını yazmıştır.
Terörist kolun zayıflaması, Taşnaklar arasında ve özellikle "Büro" ve "Merkez Komiteleri"
üst yönetimleri arasındaki çatışmaları artırmıştır. Örgütün üst yönetimi ikiye ayrılmıştır.
"Büro"nun güçlü adamları, Lübnan Merkez Komitesinin temsilcileri ve önde gelen
yöneticileri, Lübnan'da, öldürülmüşler veya kaybolmuşlardır. 1985 yılının sonlarına doğru
artık bir Taşnak bütünlüğünden söz edilemez olmuştur.
Taşnak'ın bu duruma gelmesinde dışardan iki büyük etken rol oynamıştır. Bunlardan
birincisi Taşnak yöneticilerinin bazı devletlerin gizli servisleriyle ilişkilerinin açıklanması ve
bu servislerin Ermeni kiliselerin bir elde toplama çabalarının ortaya çıkmasıdır. İkincisi ise
ASALA - Taşnak mücadelesidir. ASALA, Taşnak yöneticileri için "Ermenilerin kanını emen
ve kurutan parazitler" ifadesini kullanmıştır.
7. Yayın Organları
Ermeni komiteleri ve terör örgütleri içerisinde propaganda konusunda büyük deneyimleri
ve o nispette destekleri bulunan Taşnak, çeşitli süreli, süresiz yayınlar, satın alınan radyo
programları, özel radyolar TV ve video filmleri gibi haberleşme ve yayın araçlarıyla sürekli
olarak amaçlarını, hareketlerini, politikalarını dünya kamuoyuna duyurmak imkânını elde
etmişlerdir. Birçok devlet bu bakımdan Taşnaklara özel destekler sağlamış ve ilgi
göstermiştir.
Taşnak yayın organları içerisinde en önemlileri ABD'de Ermenice yayınlanan "Hayrenik"
ve "Asbarez" ile İngilizce yayınlanan "Armenian Weeky"dir.
Bu örgütün, katılanların kısıtlı sayılarına rağmen, Paris, Bükreş, Erivan, Münih gibi
yerlerde 22 dünya konferansı düzenlemesi önemli bir propaganda, yayma ve yayılma
olayıdır.
KAYNAK:
Uras, Esat; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul 1987, s. 432-442
ERMENİ İSYANLARI
1914 ÖNCESİ
Musa Bey Olayı
Erzurum Olayı
Kumkapı Gösterisi (Temmuz 1890)
Birinci Sasun İsyanı
1895 Zeytun İsyanı
I. Van İsyanı
Osmanlı Bankası Baskını
İkinci Sasun İsyanı
Yıldız Suikastı
Adana Olayı
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI
Bitlis İsyanları
Erzurum İsyanları
Elazığ İsyanlar
Diyarbakır İsyanları
Sivas İsyanları
Trabzon Olayları
Yozgat Olayları
II. Van İsyanı
Şebinkarahisar Olayı
Bursa Olayı
Adana Olayları
Urfa Olayları
Fındıkçık Olayı
Musa Dağı Olayı
İzmit ve Adapazarı Olayları
İsyanların Genel Tablosu
KURTULUŞ SAVAŞI
1914 ÖNCESİ
MUSA BEY OLAYI
Hınçak Komitesi tarafından İstanbul'da yapılan Kumkapı gösterisinden önce, komiteciler
tarafından bütün Avrupa'ya karşı türlü şekillerde propaganda aracı olarak kullanılmış
olaylardan biri de Musa Bey Olayı'dır. Bu olay dolayısıyla Türkiye'deki Ermenilerin can ve
mal emniyeti, Hıristiyanlığın güvenliği ileri sürülmek suretiyle feryatlar koparılmıştır.
Mutki'li olan Musa Bey hakkında ileri sürülen şikayetler şöyle özetlenebilir:
Musa Bey birçok yağmalar, zulümler yapmış; ancak hakkındaki şikayetlerin üzerinde
durulmamış. Özellikle Muş'lu bir papazın kardeşinin kızı olan Gülizar adında bir Ermeni
kızını kaçırarak evini getirmiş, ırzına geçmiş, sonra kardeşine vermiş; fakat İslam
olmasını da şart koşmuş. Kız, Hıristiyanlıktan dönmeyi kabul etmemiş. Musa'nın attığı
sopalardan bir gözü sakatlanmış ve Musa Beyin evinden kaçarak şikayette bulunmak
üzere İstanbul'a giden Muşlularla birlikte İstanbul'a gelmiş. Bu kız ve papaz da dahil 58
Muş'lu Ermeni, Başbakanlığa, Adliyeye dilekçe vermişler. Karşılık alamamışlar. Komite ve
patrikhane tarafından hanlara yerleştirilmişler. Komitenin teşviki ile Selamlık resminde
"merhamet" diye bağırtılmışlar ve bunun üzerine Mabeyn Dairesi'ne getirtilerek sorguya
çekilmişlerdir.
Bunun üzerine Musa Bey, muhakeme edilmek üzere İstanbul'a getirilmiştir. Yabancı siyasi
temsilcilerin ve gazetecilerin de hazır bulunduğu büyük bir dinleyici kütlesi önünde
muhakeme edilmiştir. Mahkeme sırasında altmış kadar şikayetçi ve tanık dinlenmiştir.
Neticede, sorumluluğu gerektiren bir şey görülmediği için, Musa Bey suçsuz bulunmuştur.
Böylece komitacıların büyük önem verdikleri bu gösteri de istenilen sonucu vermemiştir.
Bununla beraber Musa Bey Olayı kuvvetli bir propaganda malzemesi olmuştur. Ermeni
kızı Gülizar'ın anası ve amcası olan papazla birlikte fotoğrafları çekilerek her tarafa,
özellikle yabancı ülkelere gönderilmiştir. Bu suretle, Hıristiyan yobazlığı tahrik edilmek
istenmiştir.
KAYNAK:
Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s. 460-461
ERZURUM OLAYI
Erzurum isyanı, 20 Haziran 1890'da çıkarılmıştır. O zaman Vali bulunan Samih Paşa'ya ve
diğer bazı ilgililere, Ermenilerin Rusya'dan silah ve cephane getirdikleri ve bunları
Sanasaryan okulunda, kiliselerde sakladıkları haber verilmiştir. O yıl Temmuz ayı içinde,
zaptiye ve polislerle kilise, araştırılmak istenmiş, ancak Ermeniler daha önce bu
teşebbüsten haberli oldukları için gereken tertibatı almış ve karşı koymaya
hazırlanmışlardır. İlk emir üzerine komiteci Ermeniler, olay yerine gelen askerler üzerine
ateş ederek bir subay ve iki eri yere sermişlerdir. Ayrıca bir de polisin öldüğü operasyon
sonucunda Kilise aranabilmiştir.
Olayı bizzat gören bir Ermeni, Amerika'da çıkan ve Ermenice yayınlanan Hayrenik
gazetesinde 1927 yılında Erzurum olayının yıldönümü dolayısıyla yazılan bir yazıda şunları
anlatmaktadır:
"Sanasaryan okulu kurucusu, 1890'da öldü. Kendisinin ruhunun istirahatı için
ayin yapıldı, yas tutuldu. Hükümete, okulda bir silah atölyesi olduğu haber
verilmiştir. Haber verenlerin Ermeni Katolik papazları olduğu sanılıyordu.
Aramadan önce, "müdafi vatandaşlar" teşkilatın mensup Köpek Bogos adında
biri, iki saate kadar okulun aranacağını haber verdi. Derhal; milli tarih kitapları,
defterler, ilk bakışta ilgi çekecek şeyler ortadan kaldırıldı. Arama sonun ele bir
şey geçmedi. Ermeniler, "Türklerin kiliseye girmesi, pislik, murdarlıktır" diye
bağrıştılar. Daha sonra, Taşnaksutyun komitesi Erzurum merkezi kararıyla
öldürülen ve müdafi vatandaşlar cemiyetinin kurucularından olan Gergesyan'ın
adamları, halk arasında kışkırtmalara başladılar. Dükkanlar kapandı. Kiliselerde
ayinler yasaklandı, çanlar çaldırılmadı. Duruma Ermeniler hakim bulunuyorlardı.
Bu fırsattan istifade ederek isyancılar, "Ermeniler üç gündür hürdürler, bu
hürriyetlerini silahla koruyacağız" diye bağırıyorlar ve hükümetin vergileri
hafifletmesini, askeri bedelin kalkmasını, kutsallığı bozulmuş olan kilisenin
yakılıp tekrar yapılmasını, 61. Maddenin uygulanmasını istiyorlardı.
Üç-dört gün, mezarlıkta, kilisede, okul avlusunda kaldılar. Ermenilerin
dağılmaları için çalışan Ermeni iler gelenlerine dayak atıldı. Hükümetin, herkesin
işi gücü ile meşgul olması hakkındaki emri dinlenmedi. Komite mensupları yer
yer dolaşarak halka cesaret veriyorlardı. Bu sırada Gergesyan'ın kardeşi ateş
ederek iki eri öldürdü. İki taraf arasında, iki saatlik bir çarpışma oldu. Ertesi
günü konsoloslar şehri gezdiler. İki taraftan 100'den fazla ölü, 200 -300 kadar
da yaralı vardı. Konsoloslara Ermeniler adına rapor vermiş olan doktor
Aslanyan, hükümetçe takip olunduğu için şehirden kaçtı.
Bu olaylar içinde bir yabancı rüzgarı, kuzeyin soğuk yelleri esiyordu. Ermenilerin
gösterileri dolayısıyla Rus konsolsu Tevet'in, Valiyi ziyaret ederek, "Böyle asi bir
halkı, Rusya'da olsa mutlaka kırarlar, deyişi ve aynı zamanda Ermeni
marhasasına da, Türkiye gibi vahşi bir hükümetin idaresi altında yaşamak
değmez" demiştir."
KAYNAK:
Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s. 458-459
KUMKAPI GÖSTERİSİ (Temmuz 1890)
Ermeni komitelerinin propaganda aracı olarak kullandıkları en önemli olaylardan biri
şüphesiz ki, Kumkapı Gösterisi'dir. Hınçaklılar'ın İstanbul'da, sırf adalet istemek amacıyla
silahsız olarak yaptıklarını öne sürdükleri bu gösteriyi, o hareketi idare etmiş olan H.
Cangülyan şöyle anlatıyor:
"İstanbul'da Musa Bey Sorunu ve Erzurum olayı dolayısıyla bir karşı hareket
yapılmazsa Ermeniler kendilerini unutulmuş sanacaklardı. Bundan ötürü, bir
misilleme hareketi gerekliydi. Anadolu'da işlenecek cinayetler, Avrupa'yı bile
ilgilendirmezdi. Bundan dolayı elçilerin gözlerinin önünde, Avrupa'nın ilgisini
çekmek için bir şikayet hareketi yapmak şart oluyordu.
Ermeni heyecanı yalnız ve tamamen Ermenistan'a bağlı kalmış olsaydı,
Rusya'nın dikkatini çekerdi. Rusya, bundan şüphelenir ve günün birinde,
Ermenistan'ı zapt ederdi. Eğer hareket, diğer illerde ve özellikle merkezde
olursa, o zaman, öteki devletlerin de ilgisini çekerdi. Bu suretle, Ermeni
sorununu, özellikle İngiltere'yi Rusya'dan daha fazla davamıza yatkın
bulduğumuz için, milli çıkarlar açısından daha faydalı bir şekle sokmak mümkün
olacaktı.
Milletin, anavatanda dağınık ve başka ırklarla karışık bulunması, sadece
anavatanda yapılacak hareketleri başarısızlığa uğratırdı. Bundan dolayı,
Ermeniliğin bu durumu dolayısıyla Ermeni hareketlerinin Ermenistan hudutları
dışında yapılması gerekirdi. Bu sebeplerle de elverişli bir hareket merkezi olarak
İstanbul'u görmemek mümkün olmazdı. İstanbul'da (bekar ve öteki illerden
gelmiş kişilerle beraber) 200.000 Ermeni vardı.
Kötülüğün başı İstanbul'daydı. Bundan ötürü, hareketi orada, sarayın burnunun
dibinde yapmak daha uygun olacaktı.
Beş-altı yüzyıldan beri esaret altında kalmış bir halk içinde, ihtilal ve isyan ruhu
uyanınca, ihtilalcilerin bundan istifade etmeleri, bu ruhu, daha sağlam, daha
esaslı, daha yaygın bir şekle getirmeleri gerekliydi. İhtilal düşüncesini halk
arasında yaymak, bunu verimli ve etkili bir vasıta haline sokmak, ihtilal
faaliyetlerinin hedefleri arasındaydı.
Türk hükümeti ve Türk halkı, Ermeniler içinde hüküm süren birlik ruhunu,
Ermenistan'a bunlar tarafından indirilecek bir darbenin mutlaka diğer bir tarafta
ve özellikle İstanbul'da, uluslar arası menfaatlerin toplandığı bu merkezde, ters
etkisini göreceklerine inanırlar ve bunu görürlerse, daha ihtiyatlı bir siyaset
izleyecekler, memleket içinde yeni bir katliam düzenlemeye artık cesaret
edemeyeceklerdi."
Kumkapı olayı öncesinde komitenin başlıca ileri gelenleri, Beyoğlu'nun arka sokaklarından
birinde bir yabancının evinde oturan Rus tebaasından Megavoryan'ın yanında
toplanmışlardır.
15 Temmuzda Kumkapı'da yapılacak olan gösteriyi idare etmek üzere gizli oylama ile iki
kişi seçilmiştir. Cangülyan, Partiği saraya götürmeyi; Murad ise bildiriyi okuma
sorumluluğunu üzerlerine almışlardır.
Olay günü Anadolu yakasındaki telgraf hatları kesilmiş ve Hınçaklılar kilisede
toplanmışlardır. Bildiri, el yazısıyla çoğaltılarak halka dağıtılmıştır. Ayin sırasında
Cangülyan kürsüye atılarak bildiriyi okumuştur. Ayini yapan patrik Aşıkyan, kaçarak
Patrikhaneye sığınmış, komitecilerle birlikte Saray'a gitmeye, razı olmamıştır. Hınçak
komitecileri Patrikhane'yi işgal etmişler, silahlar patlamış, bütün yapının camları,
tavanları parça parça olmuştur.
Sonunda Patrik Aşıkyan zorla kandırılarak kendileriyle birlikte Saray'a gitmek üzere bir
arabaya sokulmuştur. Toplanan halk ve komiteciler, "Yaşasın Hınçak komitesi,
yaşasın Ermeni milleti, yaşasın Ermenistan, yaşasın Hürriyet!" diye
haykırmışlardır. Fakat Dacad ve Mampra Vartabetler, hükümete durumu haber vermiş
oldukları için Patrik Aşıkyan'ın da içinde bulunduğu araç askeri kuvvet tarafından
çevrilmiştir. Bunun üzerine komiteciler askerlere ateş açmışlardır. Cangülyan bu sahneyi
şöyle anlatmaktadır:
"Bizimkiler vahşice bir şekilde askerlere üst üste ateş ediyorlar, askerler de,
silah atanları tutuklamaya uğraşıyorlardı. 6-7 asker ağır yaralı olarak yere
serildi. 10 kadarının da yarası hafifti. Biz iki ölü verdik."
Hınçaklar'ın "silahsız gösteri" dedikleri Kumkapı Olayı, bu şekilde sona ermiştir.
KAYNAK:
Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, sh. 461-463
BİRİNCİ SASUN İSYANI
İsyanlarıyla ün salan Sasun, o zamanki sivil teşkilata göre, yüzden fazla köyü olan, idari
ve adli işler yönünden Siirt'e bağlı, Muş'a 14 saat uzaklıkta bir ilçedir. Yakınında Mutki ve
Garzan ilçeleri vardır. Arazisi dağlık ve yerin sarplığı yüzünden hükümet nüfuzundan uzak
bir durumdadır. Halkı, Ermeniler de dahil olduğu halde Zazaca ve Kürtçe karışık bir dille
konuşmaktadırlar. Nüfus sayımı yapılmamış olmakla beraber, o zamanda bu ilçe halkının
beşte birinin Ermeni, kalanı ise Kürt olarak tahmin edilmektedir.
Buralarda 1890 tarihlerinde Mihran Damadyan adlı bir Ermeni, üç
yıl kadar dolaşmış Hınçak adına propaganda ve tahriklerde
bulunarak Ermenileri ayaklandırmak için uğraşmıştır. Sasun
Ermenilerinin haber vermesi üzerine Damadyan, 1893'de
yakalanarak muhakeme edilmek üzere İstanbul'a getirilmiş ve
sonra serbest bırakılmıştır.
Sasun isyanı, sırf yabancı devletlerin müdahalesini davet etmek
amacıyla Hınçak komitesince düzenlenmiş ve Murad (Kamparsun
Boyacıyan) vasıtasıyla uygulanan bir planla yapılmıştır.
Murad Sasun'a gitmek üzere Kafkasya'dan geçerek orada
Taşnaksutyun komitesinden destek ve yardım görmüştür. Sasun'a varınca etrafına bazı
Ermenileri toplayarak isyan planlarını hazırlamaya başlamışlardır.
Aslında sırf yabancı müdahalesinin çekilmesi amacıyla yapılmış olan bu isyan hareketi,
Ermeni komiteleri ve patrikhanesi vasıtasıyla her tarafa pek kanlı ve heyecanlı bir şekilde
duyurulmuştur. Avrupa'nın çeşitli başkentlerinde Ermeniler lehine mitingler,
parlamentolarda açıklamalar yapılmıştır. Her yanda İngiltere'nin Kıbrıs antlaşmasıyla
kabullenmiş olduğu sorumluluktan söz edilmiştir.
İngiltere'nin Van Konsolosu Holward, inceleme için Sasun'a gitmek istemiş; ancak
hükümet, Holward'ı isyanın tahrikçisi olarak gördüğü için gitmesine izin vermemiştir.
Uzun haberleşmelerden sonra, Erzurum'da konsolosları bulunan devletlerin, yani Fransa,
İngiltere ve Rusya'nın, Osmanlı inceleme komisyonuna, oradaki konsolosların katılmaları
esas kabul olunmuştur. Komisyon 4 Ocak 1895'den 21 Temmuz'a kadar altı ay
incelemelerde bulunmuş, 108 toplantı yapmış ve 190'dan fazla tanık dinlemiştir. Heyetten
Ömer Bey, Bitlis Vali Yardımcılığına tayini dolayısıyla 29 Ocak'ta komisyondan ayrılmak
zorunda kalmıştır. 23 Ağustos'ta isyanın elebaşısı Murad tutuklanmıştır.
Sasun isyanına Ermeniler pek büyük umutlar bağlamışlardır. Ermenilere göre; Sasun'da
kopacak bir isyan üzerine Avrupa derhal müdahale edecek, Ermeni istekleri temin
olunacak ve bu isyanla çok büyük menfaatler elde edilecektir.
İsyanı devam ettirmek için Hınçaklılar İstanbul'da ve illerde komite mührü ile onaylanmış
yardım biletleri ile hayli para toplamışlardır.
Olayın nasıl gerçekleştiği konusunda, taraftarlıkla suçlanamayacak olan New York Herald
Amerikan gazetesinde yayınlanan yazıyı aktarmak yeterli olacaktır:
"Avrupa incelemesi, Ermenilerin, yabancı ülkelerden gelen tahrikçilerle birlikte
isyan etmiş olduklarını göstermiştir. Asiler İngiltere'den gelmiş modern
silahlarla her şeyi yapmışlar, yangın, adam öldürme,yağmadan sonra düzenli
askere de karşı durmuşlar, kafa tutmuşlar, dağlara çekilmişlerdir. Soruşturma
heyeti, Osmanlı hükümetinin asilere karşı asker göndermekle en kanuni hakkını
kullandığını saptamıştır. Bu askerler, kanlı çarpışmalardan sonra asileri
yenebilmişlerdir. Hemen geçilmez dağlara sığınmış olan yaklaşık 3 bin kadar
tamamen silahlı asinin, inandırıcı sözlerle, gazete yazılarıyla hakkında
gelinemez.
Ermeniler 3 bin kişi olarak Anduk Dağında toplandılar. Aralarında beş-altı yüzü,
Muş kasabasını sarmak istediler. Bu amaçla Muş güneyinder Delican aşiretine
hücum ettiler. Bunlardan bir kısımını öldürdüler, mallarını aldılar. Ellerine düşen
bütün müslümanların dini inançları aşağılandı ve kendileri korkunç şekillerde
öldürüldü. Bu asiler Muş yakınındaki düzenli askere karşıda saldırıda
bulundular, fakat oradaki askeri kuvvetin çokluğu yüzünden Muş kasabasını
işgal edemediler.
Asiler, Anduk dağındakilerle birlikte çeteler teşkil ettiler. Bu çeteler de
yakınındaki aşiretlerde korkunç cinayetler işlediler ve yağmalar yaptılar. Ömer
Ağa'nın yeğenini diri diri yaktılar. Gülli Güzat köyünden üç dört saat ötede İslam
kadınlarının ırzına geçtiler, bunları boğazladılar.
Birçok müslümanlar, gözleri oyularak, kulakları kesilerek, en müthiş ve
alçakçasına hakarete uğratılarak, Hıristiyanlığı kabule ve Haçı öpmeye
zorlandılar.
Ağustos sonuna doğru Ermeniler, Muş yakınında Kürtlere hücum ederek GülliGüzat ile beraber iki-üç köyü yaktılar. Talori'deki 3000 Ermeni asisine gelince,
bunlar, müslümanlarla diğer Hıristiyanlar arasında yas ve dehşet saçtıktan
sonra silahlarını bırakmayı reddederek yağma ve adam öldürmeye devam
ettiler. O zaman, yola getirmek için buralara ordu askeri gönderildi.
Asi Hamparsum, on bir suç ortağıyla yüksek bir dağa kaçtı. Diri olarak
yakalandı. Fakat iki eri öldürdü, altısını da yaraladı. Ağustos sonunda bütün asi
çeteler dağılmıştı.
Türkler tarafından kadınlara, çocuklara, ihtiyarlara, sakatlara, İslami ve insani
hükümlere uygun davranışta bulunulmuştur. Ölen asiler, teslim olmayı kabul
etmeyen ve ülkenin kanuni hakimiyetine karşı savaşmayı tercih edenlerdi."
KAYNAK:
Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s. 471-477
1895 ZEYTUN İSYANI
Zeytun'da Hınçaklıların çıkardığı en önemli isyan, 1895 temmuzunda gerçekleşmiştir.
Zeytun yakınındaki Arekin köyünde birkaç yabancı Ermeni'nin faaliyette bulundukları
haber alınmış, bu sahışlar hükümet tarafından takip ettirilmişlerdir. Bunların, merkezi
Londra'da bulunan Nazarbeg'in reisi bulunduğu Hınçak komitesinden isyan çıkarmak için
gönderilen Agasi, Hraçya, Abah, Nışan, Melek, Garbet adlarındaki Hınçak propagandacıları
olduğu anlaşılmıştır. Kendileri Zeytunlulara, silahlanmalarını, etraftaki Türklere, asker
kuvvetlerine, önemli kasabalara saldırmalarını söyleyerek gereken silah ve paranın
komite tarafından gönderilmekte olduğunu, hareket başlar başlamaz İngiliz filosunun da
Mersin ve İskenderun'a geleceğini bildirmişlerdir.
16 Eylül 1895'de Zeytun isyancılarının, Partogomios Vartabet'in, köy temsilcilerinin de
içinde bulundukları 100 kişilik bir Ermeni heyeti Karanlık Dere'de toplanarak isyanın
çıkarılma şeklini kararlaştırmışlardır.
Bu karar üzerine her tarafta birden isyanlar başlamış, telgraf telleri kesilmiş, iki bini
silahsız, dört bini silahlı Zeytunlu saldırılara başlamıştır. Kışla ve hükümet konağını saran
isyancılar, Kaymakam, 50 subay, 600 er ve kumandanları esir etmişlerdir. Esirler
sonradan Zeytun kadınları tarafından öldürülmüşlerdir. Kumandan Remzi Paşa hücum için
kuvvet istemiş, yerine Ethem Paşa gelmiş, ancak o da yeni kuvvet istemek zorunda
kalmıştır.
Asiler, modern silahlar kuşanmışlardır. Göksün'de bulunan askerler sonradan hücuma
geçmişler ve asileri Zeytun'a sığınmaya zorlamışlardır. Zeytun askerler tarafından
kuşatılmış, ancak tam sonuç alınacağı sırada İstanbul'daki elçiler, Zeytun Ermenileri
hakkında hükümete arabuluculuk teklifinde bulunmuşlardır. Saray, bu teklifi kabul etmiş
ve harekat durdurulmuştur. Elçiler, Halep'teki konsoloslarını müzakereye memur
etmişlerdir. Altı devlet konsolosu 1 Ocak 1896'da Zeytun'a girmiş ve 28 Ocak'ta Zeytun
asileriyle barış yapılmıştır(1).
Barış şartları, savaştıkları silahların teslimi, genel af, beş komitecinin yurt dışına
çıkarılması, geçmiş vergilerin affı, miri verginin azaltılması şartları ile asiler teslim
olmuşlar ve isyan sona ermiştir.
İhtilali çıkaran Hınçak komitacıları, İngiliz Konsolosluğu himayesinde 13 Şubat'ta
Zeytun'dan ayrılıp, Mersin'den 12 Mart'ta Marsilya'ya hareket etmişlerdir.
Zeytun isyanı ile Hınçak Partisinin Türkiye'deki aktif çalışması fiilen sona ermiştir. Parti,
yapacağı hareketlerle Avrupa'nın ilgisin çekip Ermenilere bağımsızlık temin edeceğini
düşünmüş ve bu sebeple de büyük yekunlara varan Ermenilerin kanına girmiş, fakat bir
şey elde edememiştir(2).
KAYNAK
(1) Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s. 491-496
(2) Gürün, Kamuran-; Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 160-161)
I. VAN İSYANI
Van isyanı 1895'te 14 Haziran'ı 15 Haziran'a bağlayan gece
patlak vermişse de bunun hazırlıkları hayli öncesine inmektedir.
Nitekim, 6 yıl Van'da, sonra Erzurum'da Rusya'nın
Konsolosluğunu yapmış olan General Mayewski şunları
yazmaktadır:
"1895'te, Van ihtilalcileri Avrupa'nın ilgisin Ermeni sorunu
üzerine çekmek için yoğun bir çalışma başlatmışlar, zengin Ermenilere ölüm
tehdidiyle para yardımı istenen mektuplar göndermişlerdir. Bu süre zarfında
Van ihtilal komitesi kararı ile bazı politik cinayetler de işlenmiştir. Bu
cinayetlerin en önemlisi 6 Ocak 1895 günü, yani Ermenilerin en büyük bayram
günü, mukaddes ayini icra için Kiliseye gitmekte olan Papaz Bogos'un
öldürülmesidir. (...) Baharla birlikte ihtilal hazırlıkları hızlanmış, şehrin
yakınlarında öldürülüp vücutları parçalanan insanlardan bahsedilmeye
başlanmıştır. İhtilalciler, bu gibi cinayetlere karşı takibat yapılmadığını
gördükçe, günden güne daha da cesaret kazanmışlardır. Bununla beraber
Ermenilerin cüretleri arıttığı ölçüde Müslümanların da sabrı azalıyordu."
İngiliz Konsolosu Williams da ileriyi görebilenlerdendir ve o da şunları yazmaktadır:
"Taşnakların Van'da 400 kadar mensubu var, 50'yi geçtiklerini sanmadığım
Hınçaklarla birlikte bunlar kendi dindaşlarını terörize ve yaptıkları taşkınlık ve
çılgınlıklarla müslüman halkı tahrik ediyor, reformların gerçekleştirilmesine
imkan vermiyorlar. Eğer bunlar susturulabilse bölgenin emniyetini engelleyen
en büyük maninin ortadan kalacağına eminim."
Van Askeri Komutanı Saadettin Paşa da aynı durumu
görmektedir. Zaten 1895 Ekim'inden itibaren Van'da münferit
olaylar meydana çıkmaya başlamış ve bu sebeple de her hangi
bir olaya karşı daima tetikte bulunmak ihtiyacı ortaya çıkmıştır.
Vilayet raporlarında, isyanın başladığı tarihe kadar 23 vukuat
kaydedilmektedir. Saadettin Paşa isyanı müteakip yolladığı
büyük raporunda bu hususları da belirterek o güne nasıl
gelindiğini özetlemiştir.
Van isyanı 15-24 Haziran 1895 arasında devam etmiş; isyan
sırasında 418 Müslüman ile 1715 Ermeni hayatlarını yitirmiş, 363
Müslüman ve 71 Ermeni de yaralanmıştır.
Van'da bu tarihten sonra, İran'dan geçerek gelen çetelerle münferit olaylar devam etmiş,
fakat bunlar bir isyan şekline dönüşmemiştir.
II. VAN İSYANI
Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı sırasında çeşitli bölgelerde çıkardıkları isyanlar içinde
sonuçları bakımından en önemlisi İkinci Van isyanı olmuştur. O dönemde Van'da Türk,
Ermeni, Nasturi veya Keldani cemaat arasında İttihat ve Terakki, Taşnaksutyun,
Ramgavar, Hınçak, Parti Serakan, Parti Karsakan adlarında 4 parti ve 2 hayır derneği
bulunmaktadır. Ermeni parti ve dernekleri, Ermeni halkını eğitmiş ve
silahlandırmışlardır(1). Ermeni din adamları ve komitacılar ise Rusya'nın bilgisi ve
gözetiminde hareket etmişlerdir (2). 1908'de başlayan bu tür organizasyonların
arkasında Rusların bulunduğu, Rusya'nın Van konsolosu ile Rus Büyükelçisi arasındaki
yazışmalardan açıkça anlaşılmaktadır(3). Söz konusu destek, Avusturya-Macaristan
İmparatorluğunun Trabzon konsolosu Moricz tarafından 30 Ocak 1914 tarihli bir raporda
şöyle belirtilmektedir(4): "Ruslar, Ermenileri harekete geçireceklerdir. Bu maksatla çok
para harcıyorlar, gizlice asilerin hizmetlerine silah sevk ediyorlar ve bir Ermeni
ayaklanmasının patlak vermesine aracılık ediyorlar."
Bütün kışkırtmalara rağmen Van vali vekili Cevdet Bey, 1 Aralık 1914'te Ermeni ileri
gelenlerini toplayıp kendileriyle bir görüşme yaparak müslümanlarla Ermenilerin arasında
çıkacak olayların devlete vereceği zararları anlatmışsa da hiçbir sonuç elde edememiştir
(5). Aksine Ermeni komitacıları, Van ve çevresinde savaşın çıkışından itibaren
başlattıkları mezalimi daha da arttırmışlardır. Özellikle Mahmudiye'de müslümanlarını
toplu halde katlederek camileri ahıra çevirmişlerdir. Mahmudiye kaymakamı 15 Mart 1915
tarihli yazısında Ermenilerin bu hareketlerini hükümete rapor etmiştir(6). Van valiliğine
getirilen Cevdet Bey ise 25 Mart'ta, Rusların Van'ı işgalini kolaylaştırmak için Ermenilerin
büyük bir hazırlık içinde bulunduklarını ve her tarafta birden isyan edeceklerini
bildirmiştir(7).
Osmanlı devleti o günlerde Çanakkale'de ve Irak'ta ölüm-kalım savaşı vermekte, Van
bölgesinde bulunan asker ise, Rusların Kafkaslardan yaptıkları saldırılara karşı
savaşmaktadır. Bu durumu değerlendiren Ermeni çeteleri 15 Nisan 1915'te önce Van
çevresinde, 17 Nisan'da Şatak'ta (Çatak), 18 Nisan'da Bitlis'te ve 20 Nisan'da Van'ın
merkezinde büyük bir ayaklanma başlatmışlardır (8). Van ve çevresinde memur ve
jandarmalar öldürülmüş; karakollar ve Türk evleri saldırıya uğramış; resmi binalar
yakılarak isyan bütün Van bölgesine yayılmıştır. Van jandarma tümeninin bir kısmı ile bir
takım aşiretler Ermenilere karşı savaştılarsa da ayaklanmayı bastıramamışlardır. Bu
arada, Çölemerik'de de Nasturiler ayaklanmışlardır.
Van valisi Cevdet Bey Rus-Ermeni baskısı karşısında tutunamayarak 16/17 Mayıs gecesi
çekilmiş; böylece Van, Rus ve Ermenilerin eline geçmiştir. Ermeniler şehir ve çevre
halkından yüzlerce kişiyi katletmişlerdir. Bu durum, Alman Büyükelçisi Wangenheim
tarafından Alman Dışişleri Bakanlığı'na gönderilen 10 Mayıs 1915 tarihli telgrafta şöyle
bildirilmiştir(9):
"Van vilayetindeki Ermeniler ayaklanmışlar, müslüman köylere ve kaleye saldırıya
geçmişlerdir. Kaledeki Türk garnizonu 300 kayıp vermiş, günlerce devam eden sokak
muharebeleri sonunda şehir asilerin eline geçmiştir. 17 Mayıs 1915'te de Van Ruslar
tarafından işgal edilmiş, Ermeniler düşman tarafına geçmiş ve müslümanları katle
başlamıştır. Bitlis istikametinde 80.000 müslüman kaçmaya başlamıştır"(10).
Rus Çarı, 18 Mayıs'ta Van'ın Rus ve Ermenilerin eline geçmesinden dolayı "Van halkına
fedakarlıkları dolayısıyla teşekkür ettiğini" bildiren bir teblig yayınlamış, bunu, Rus
Hariciye Nazırı Sazanof'un Ermenilerin yardımlarına teşekkür eden beyannamesi
izlemiştir. Dünyanın çeşitli yerlerine çıkan Ermeni gazeteleri ve bazı batılı gazeteler,
Ermenilerin Ruslara yaptıkları yardımları ve Osmanlı devletine verdikleri zararları büyük
bir sevinçle manşetlerine çıkarmışlardır.
Paris'te çıkan Le Temps gazetesi 13 Ağustos 1915 tarihli nüshasında Ruslar tarafından
Van valiliğine atanan Aram Manukyan hakkında ilginç bilgiler vermektedir. Gazete,
Manukyan'ın II. Abdülhamid devrinde Van'da çetecilik yaptığını, II. Meşrutiyet sırasında
Osmanlı ülkesinde öğretmenlik ve okul müdürlüğü görevinde bulunduğunu bildirdikten
sonra şunları yazmaktadır:
"Aram bu savaşın başında bir kere daha silaha sarıldı ve Van'da ayaklanmış olanların
başına geçti. Şimdi bu ili elinde tutan Rusya, Türkiye'ye karşı savaşa bu derece parlak bir
biçimde katılmış olan Ermeni unsurunu memnun etmek için Aram'ı oraya vali yaptı"(11).
Ermenilerin bu ihanetleri yüzünden Osmanlı ordusunun ikmal yolları kesilmiş; askere
yiyecek ve cephane taşıyan kollar ise Ermeniler tarafından vurulmuştur. Böylece Türk
ordusu geri çekilmek zorunda kalmış ve saldırıya geçen Ruslar Erzurum, Bitlis ve
Trabzon'u da işgal etmişlerdir(12). Ermeniler ise Ruslardan aldıkları cesaretle,
müslümanlara karşı tecavüzlerini iyice artırmışlardır. Pek çok müslüman aile canını
kurtarmak için iç bölgelere çekilmiştir. Bu sırada diğer bölgelerde de yer yer Ermeni
ayaklanmaları başlamıştır.
Katledilenler müslümanlar olmasına rağmen, Ermeni Patriği, Ermenilerin tecavüze
uğradığı iddiasında bulunmuştur. Türk hükümeti batılı devletlerin baskısına uğramamak
için bir araştırma komisyonu kurmak zorunda kalmıştır. Sivas, Van, Erzincan ve Erzurum
yörelerinde yapılan incelemeler sonucunda, Patriğin, öldürüldüğünü iddia ettiği
Ermenilerin sağ olduğu belirlenmiştir. Komisyon raporunda, Ermeni isyanının Sivas ve
Van'da hâlâ devam ettiği ve bunlara karşı koyacak ne jandarma ne de silahlı Türk
halkının bulunduğu belirtilmiştir(13).
KAYNAK 1: Halaçoğlu, Yusuf-; Ermeni Tehciri ve Gerçekler (1914-1918), Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 2001.
KAYNAK 2: Gürün, Kamuran-; Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 161-163)
Dipnotlar
(1) DH. EUM. 2. Şube, Dosya 1, belge 28/1.
(2) Askeri Tarih Belgeleri Dergisi (ATBD.), Nisan 1987, sayı 86, belge 2050.
(3) Rusya Dış Politika Arşivi, Siyasi Kısım, nr. 113, 7/20 Mayıs 1908, s. 51.
(4) Österreichischer Haus-Hof-und Staatsarchiv, Politisches Archiv, XII, 463'den naklen N. Göyünç, "Türk Ermeni
İlişkileri ve Ermeni Soykırımı İddiaları", Ermeni Sorunu ve Bursa Ermenileri, Bursa 2000, s. 10.
(5) ATBD., Ekim 1985, sayı 85, belge 1966.
(6) ATBD., Nisan 1987, sayı 86, belge 2051.
(7) Aynı yer, belge 2052.
(8) ATBD, Ekim 1985, sayı 85, belge 2003, 2005.
(9) Wangehheim, Deutschisches und Armenien, 1914-1918, yay. Johannes Lepsius, Potsdam 1919, s. 65, 46 nr.
Belgeden naklen N. Göyünç, Aynı makale, s. 11.
(10) N. Göyünç, Aynı makale, s. 11.
(11) Bayur, Aynı eser, III/3, 20-21.
(12) ŞFR, nr. 64/44.
(13) ATBD, Aynı yer, belge 2004.
OSMANLI BANKASI BASKINI
1896 yılının son olayı 26 Ağustos günü vuku bulan Osmanlı Bankası baskınıdır. Bu olay
bütünü ile Taşnak Komitesinin eseridir. Hareketi idare edenler, Kafkasya'dan gelmiş
Varto, Mar ve Boris isimli üç Ermeni'dir. Armen Garo takma adını kullanan ve 1908
Meşrutiyeti'nde Erzurum'dan milletvekili seçilip, 1. Dünya Harbi sırasında çetesi ile
Türkiye'ye karşı Kafkas cephesinde çarpışacak olan Akrekin Pastırmacıyan da Atina'dan
gelerek onlara iltihak etmiştir.
26 Ağustos günü yapılan baskının nasıl cereyan ettiği Esat Uras, Varantyan'ın Ermenice
"Taşnaksutyun Tarihi"nden şöyle nakletmektedir:
"Ağustos 26, sabah saat 6.30. Baskına başlamak için 6 kişi yetiyordu. Bomba
torbaları omuzlarda, tabancalar ellerde erken çıktık. Bankaya yaklaştığımızda
öncü arkadaşların attıkları bombaların ve silahların seslerini duyduk. Bankanın
içine saldırdık. Bizi hırsız sanmışlardı. Korkmamalarını söyledim. Bombalar
şaşılacak sonuç veriyordu, dokunduğunu derhal öldürmüyor, fakat etlerini
parçalıyor, azap, ızdırap içinde kıvrandırıyordu. Garo ile beraber Müdürün
odasına gidip, şartlarımızı yazdırdık. Devletler tarafından isteklerimizin yerine
getirilmesini, bu çarpışmaya katılmış olanların serbest bırakılmasını, aksi
takdirde Bankayı kendimizle birlikte havaya uçuracağımızı bildirdik. Çarpışan 17
kişi kalmıştık. 3 kişi ölmüş, 6 arkadaş yaralanmıştı. Düşmanlarımızın da
kayıpları çok büyüktü."
Komitacıların istekleri şunlardır:
- 6 devlet tarafından seçilecek Avrupalı bir Yüksek Komiser tayini
- Vali, Mutasarrıf ve Kaymakamların yüksek komiser tarafından tayin ve
padişahça tasdik olunması.
- Milis, Jandarma ve Polisin yerli halktan ve Avrupalı bir suya komutasında
olması.
- Avrupa sistemine göre adli reform
- Mutlak bir din, eğitim ve basın hürriyeti
- Ülkenin gelirlerinin 3/4ünün mahalli ihtiyaçlara sarf
- Birikmiş vergi borçlarının silinmesi
- 5 yıl vergiden muafiyet, ondan sonraki 5 yıl ödenecek verginin son
karışıklıklardan görülen zararlara tahsisi
- Gasp olunmuş malların derhal iadesi
- Göçmenlerin serbestçe geri dönmeleri
- Politik suçlardan mahkum Ermenilerin affı
- Avrupa devletleri temsilcilerinden geçici bir komisyon kurularak yukarıdaki
hususların gerçekleştirilmesini kontrol etmeleri.
Neticede, Banka Genel Müdürü Sir Edgar Vincent, Rus Sefareti Baştercümanı Maximoff ile
birlikte Saraya giderek konunun çözümlenmesi selahiyetini almışlardır. Kendilerinin
Türkiye'den serbest çıkışları garantiye bağlanmıştır. 17 kişi, Maximoff ile birlikte
Bankadan çıkıp, Sir Edgar'ın yatına gitmişler, oradan da Fransızların Gironde gemisi ile
Marsilya'ya hareket etmişlerdir.
Banka baskını böylece bitmiş, ancak Ermenilerin o gün asker, polis ve halk üzerine
boşalttıkları bomba ve kurşunlar, İstanbul Müslüman ahalisini ayağa kaldırmıştır.
İstanbul'daki karışıklık birkaç gün sürmüştür. Su sadece Müslümanların Ermenilere karşı
yürüttükleri bir saldırı değildir. Ermeniler de saldırılarını devam ettirmişlerdir.
Bu olayda ölen Ermenilerin sayısı, Batılı kaynaklarda 4.000-6.000 olarak zikredilmektedir.
Taranan Osmanlı belgelerinde ise bu konuda bir vesikaya henüz rastlanmamıştır. Ancak
6.000 rakamının fazla mübalağalı olduğu ortadadır. Babıali gösterisi sonucunda da
karışıklık bir kaç gün sürmüş, ama ölü sayısı 172'de kalmıştır. Bu kere 4.000-6.000 ölü
rakamına varmak için olayın haftalarca sürmesi gerekmektedir. Kaldı ki, Müslümanların
sopa ve bıçaklarla mücadeleye girişmiş olduğu bütün kaynaklarda yer aldığına göre, bu
yolla bu kadar kişinin öldürülmesi çok daha zordur. Müslüman ahaliden ölenlerin miktarı
hakkında hiçbir yerde bir kayıt bulunamamıştır. Buna karışıklık Sadrazamın 120 askerin
öldüğünü ve 25 kadar yaralı bulunduğunu ifade ettiği İngiliz dokümanlarından
anlaşılmaktadır. Gene bu aynı dokümanda olaylar sebebiyle 300 kadar Müslümanın
tutuklandığı ve hükümetin aldığı tedbirlerin iyi olduğu da kayıtlıdır.
Bu olayla ilgili özel bir mahkeme kurulmuş ve tutuklanan Müslüman ve Ermeniler bu
mahkemede yargılanmışlardır.
KAYNAK:
Gürün, Kamuran-; Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 163-166)
II. SASUN İSYANI
Sasun'da 8 Ağustos 1895'teki ilk darbe netice vermeyince Taşnaklar, ikinci darbeyi 1897
Temmuzunda vurmak istemişlerdir. Taşnak çeteleri Türkiye'ye genellikle İran üzerinden
Van yoluyla girmektedirler. Ancak yolların üstünde bulunan Mazrik aşireti onları rahatsız
etmektedir. Bu aşireti kökünden kazımak üzere komiteciler, 1897 Temmuzunda gün
ağarırken 250 kişilik bir çete ile aşiretin Honasor'daki çadırlarına saldırmışlardır. Ancak
istedikleri neticeyi elde edemeyip, sarılmak tehlikesiyle karşılaşınca geri çekilmişlerdir.
Taşnaklar bu tarihten sonra hareketlerini Sasun ve Muş bölgesine kaydırmaya
başlamışlardır. Bu dönemde Antranik, çete hareketlerini ele almıştır. 1866'da Şarki
Karahisar'da doğan ve genç yaşta Komiteye giren Antranik, bir Türk'ü öldürdüğü için
hapse atılmış, Komite tarafından hapisten kaçırılarak Batum'a gönderilmiştir. Cihan
Harbinde kendisine çete savaşları ile ün yaparak Alay Kumandanlığına yükselmiş olan
Antranik'in ismi, 1890'arın sonunda yeni yeni ortaya çıkmaya başlamıştır.
Osmanlı hükümeti 1901 yılında Sasun'un idaresini düzene koymak için Taluri ve Şenik
tepelerinde kışla yapmaya karar vermiş, Ermeniler bu projeye karşı çıkmışlardır.
Antranik'in yönetimindeki çetelerle mücadele fiilen bu tarihte başlamıştır. Ancak asıl isyan
1903 yılının sonlarından itibaren bölgede her tarafa yayılmaya başlamıştır. 13 Nisan
1904'te asiler üzerine asker sevk edilmiş, bunun üzerine asiler fazla tutunamamışlardır.
Fakat çete savaşı Ağustos'a kadar sürmüş ve Antranik Kafkasya'ya kaçmak zorunda
kalmıştır.
K. Küdülyan'ın "Antranik Savaşları" adı ile Ermenice olarak 1929 yılında Beyrut'ta
yayınladığı kitapta yazıldığına göre 14, 16, 22 Nisan'da, 2 Mayıs'da, 17 Temmuz'da
yapılan çarpışmalarda toplam 932-1132 Türk öldürülmüş, sadece 19 Ermeni ölmüştür.
Bu, Ermenilerin söylediği ve yazdığı rakamlardır. II. Sason isyanı, katliam edebiyatının
uluslar arası kamuoyunda bir kez daha gündeme gelmesi sonucunu doğurmuştur. Fakat
eski ilgi pek görülmemiştir. Zira devletlerin ilgilerinin başka konulara çekildiği bir dönem
başlamak üzeredir.
KAYNAK:
Gürün, Kamuran-; Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 166-167
YILDIZ SUİKASTİ
Taşnaklar'ın Türkiye'deki son teşebbüsleri Abdülhamid'e yapılan
suikasttir. Nitekim Papazian, "Sultan Abdülhamid'in hayatına
yöneltilen saldırı, Taşnakların Türkiye Ermenileri hesabına
yaptıkları ihtilal denemelerinin son perdesi oldu. Bu da
Taşnaksutyun'un görkemli, fakat faydasız
teşebbüslerinden biriydi. Başarısı Ermeni davasına bir
fayda getirmezdi, başarısızlığı her halde halkımızı büyük
bir felaketten kurtarmıştır" diyerek bunu teyid eder(1).
Krisdapor Mikaelyan ile birlikte Arnavutköylü Vram Şabuh
Kendiryan, Belçikalı Joris ve karısı, Yarı Rum Silvio Rişçi, Alman
doğumlu Lipa-Rips, Torkom (Ardaş Haçik Kaptanyan), Safo
(Konstantin Kabulyan), Mari Zayn, Garo (Hamparsum Ağacanyan), Kris Fenerciyan, Aşod
(Karlo Yovanoiç) ve bir kısmı Kafkasya'nın, Avrupa'nın çeşitli köşelerinden gelmiş
maceracı şahıslar İstanbul merkezinde toplanarak suikast planları için çalışmaya
başlamışlardır. İlkin 12 bombayla Polonez köyüne gitmişler ve İbrahim Paşa korusunda
bomba denemesi yapmışlardır.
Krisdapor, Rus Yahudisi tüccar pasaportu sayesinde Rusya elçiliğinden aldığı tavsiyeyle
birkaç defa Selamlık törenine giderek orada serbestçe incelemeler yapmış ve Padişah
geçerken üstüne bomba atmayı kolay görmüştür. Yalnız Selamlık'ta yollara kum
dökülmesi dolayısıyla bombanın patlayamayacağı sakıncası ortaya çıkmıştır.
Daha sonra Ramazan ayının on beşindeki törende, yolda iki adamın tabanca ile padişaha
saldırması planı incelenmiş ve Joris, Yıldız'dan Dolmabahçe'ye kadar olan yol üstünde bir
ev tutulmasını teklif etmiştir. Tayin olunan adamlar tabancalarla hazır olarak beklemişler,
ancak padişahın o defa Çırağan Sarayı'na kadar Yıldız bahçesinden geçerek gitmesi,
Komitecilerin bu teşebbüsünü de sonuçsuz bırakmıştır.
Nihayet, yabancı konukların bulundukları yerlerde bomba atmak ve aynı zamanda araba
ile büyük bir bomba patlatmak planı ileri sürülmüştür. Bu konuda uzun tetkikler ve
hesaplar yapılmış, bombaların yabancı memleketlerde hazırlanmasına, denemelerinin
orada yapılmasına ve özel bir araba içinde saatli bomba ile suikast yapılmasına karar
verilmiştir.
İncelemelerine devam eden Krisdapor, her hafta Yıldız'a giderek, padişahın camie girip
çıkmasını, arabanın durduğu yerden camie kadar olan uzaklığı adım ölçüsüyle, saatle
tespit etmiştir. Sonuçta, cami avlusunda yabancı konukların arabaları arasında bulunacak
ve mümkün olduğu kadar padişaha yakın olacak bir araba içinde saatli büyük bir bomba
patlatılmasına ve padişahın yanındakilerle birlikte öldürülmesine karar verilmiştir.
Arabacının sürücüsünün oturacağı yere 120 kilo patlayıcı madde alacak demir bir sandık
yaptırılmış ve patlayıcı maddeyi ateşlemek için bir dakika 42 saniyelik devreli bir saat
kadranı hazırlanmıştır. Arabayı Zare Haçikyan adında 45 yaşında eski bir katil olan
Ermeni komite mensubunun idare etmesi kararlaştırılmıştır.
Patlayıcı madde, 18 Temmuz sabahı, arabacı yeri altındaki demir sandığa doldurulmuş,
içerisine teneke kutu içinde 500 tane kapsül konmuştur. Her şey hazırlandıktan sonra 21
Temmuz 1905 Cuma günü Selamlık resminden sonra Sultan Hamid saraya dönerken
camiin önünde bomba patlatılmıştır. Bütün tertibat tam anlamıyla alınmış olduğu halde, o
gün camiden çıktıktan sonra Padişahın Seyhülislam'la görüşmesi ve bu sebeple birkaç
dakika gecikmesi, suikastın başarısız sonuçlanmasına sebep olmuştur.
Olayla ilgili olarak başlatılan soruşturma sonunda Avusturya tebaasına mensup Edouard
Joris isimli şahıs idama mahkum edilmiştir. Bir süre sonra hapishaneden Saray'a getirilen
Joris, Ermeniler aleyhinde çalışmak üzere 500 lira ihsanla ajan tayin edilip Avrupa'ya
gönderilmiştir(2).
KAYNAK
(1) Gürün, Kamuran-; Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 167
(2) Uras, Esat-; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s. 524-531
ADANA OLAYI
Günlerce süren Ermeni tahrikinin ardından Ermeniler iki Müslüman gencini öldürüp, katili
de teslim etmemekte ısrar edince hadiseler çığ gibi büyümüş ve yayılmış, Müslümanlarla
Ermeniler 3 gün boyunca fiilen sokak sokak çarpışmışlardır.
Hükümet derhal Dedeağaç'tan Adana'ya asker sevk etmiş, bunların gelmesi üzerine
olaylar yeniden alevlenmiş, ama bu defa çabuk bastırılmıştır. Cemal Paşa anılarında,
Adana olayında 17.000 Ermeni ve 1.850 Müslüman öldüğünü, eğer şehrin nüfus oranı
Ermenilerin elinde olsa idi, bu adetlerin tersine tecelli etmiş olacağını, mukatele
esnasında tarafların gösterdiği temayüllerin diğerinden farklı olmadığını yazmaktadır.
Patrikhane kendi yaptırdığı araştırma ile 21.300 ölü rakamına varmıştır. Edirne mebusu
Babikyan Efendi, Meclis'e takdim etmek üzere konuyla ilgili bir rapor hazırlamıştır. Pek
kısa bir süre sonra öldüğü için Meclis'te görüşülmeyen bu raporun ölü rakamını 21.001
olarak gösterilmektedir. Cemal Paşa'nın verdiği rakam, mahkemelerin bitmesinden
sonraya ait olduğu için, hadise sırasında kaçıp da sonra geri gelenler olabileceği göz
önünde bulundurularak ölen Ermenilerin 21.000'den ziyade 17.000'e yakın olduğu kabul
edilmektedir.
Adana'da olaydan sonra sıkıyönetim ilan edilmiş, Müslüman ve Ermeni suçlular Divan-ı
Harp'e sevk edilmişlerdir.
KAYNAK:
Gürün, Kamuran-; Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 175-76
• BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI
BİTLİS İSYANLARI
Ermeni isyanları, Birinci Dünya Savaşı döneminde de sürmüş ve 1915 yer değiştirme
(tehcir) uygulamasını mecbur kılacak kadar devlet güvenliğini tehdit eder hale gelmiştir.
Yurt dışındaki Ermeniler, Osmanlı'nın seferberlik ilanıyla birlikte "intikam alayları"
kurarken, Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeniler de özellikle yoğun bulundukları
bölgelerde isyan hareketlerine hız vermişlerdir.
Ermeni komiteleri en çok önemi, Van'dan sonra Muş ve Bitlis yörelerine veriyorlardı.
Bölgenin yolları, genellikle açık ve ulaştırma için uygundu. Bitlis kenti, Van-DiyarbakırHalep-İskenderun yolu üzerinde önemli bir yerleşim merkeziydi. Ermenilerin Muş ve
Talori İsyanları da bu yörede yapılmıştır.
Bu bakımdan Patrikhane tarafından en seçkin kimseler ve din adamları bu bölgede
görevlendirilmiştir. Patrikhanenin ve komitelerin Osmanlı yönetimine karşı Avrupa'ya
yaptığı şikayet ve başvurmalarda daima bu iki ildeki olaylardan söz edilmiş; ıslahat
sorununda da yine bu iller ileri sürülmüştür. Bu bölge, bir gün bile Ermenilerin saldırı ve
isyanlarından kurtulamamıştır.
Bitlis yöresindeki Ermeniler, sudan sebeplerle olay çıkarmaya çalışıyorlardı. Taşnak
komitesi tarafından Van'da yayınlanan Eşhadank ve Vandosb, Erzurum'da yayınlanan
Haraç gazeteleri bu olayları, yabancı ülkelerdeki Ermenilere duyuruyorlardı. Komiteler, bu
olaylarla Ermenilerin bir özerkliğe kavuşturulmasını amaç ediniyorlardı. Seferberliğin
ilanından sonra Taşnak komitesi Rusya'dan gereken talimatı alarak bu bölgede tanınmış
komitacılardan Van Mebusu Vahan Papasyan'ı getirmişti.
Seferberlik ilanına uyan Türk gençleri vatan savunmasına giderken, Osmanlı vatandaşı
olan Ermenilerin pek çoğu bu çağrıya uymamış, uyanlar da silahlarıyla birlikte
kıtalarından kaçmaya başlamışlardı. Ocak 1915'te Bitlis'in Hizar kazasının Sekür Köyü
Ermenileri, asker kaçağı aramaya giden jandarma müfrezesine, Osmanlı Hükümeti'ne
asker vermeyeceklerini ve hükümeti tanımadıklarını söyleyerek silah kullandılar ve
jandarmaları öldürdüler.
Aynı durum, Korsu, Akhis, Beygeri, Arşin, Tasu gibi büyükçe köylerde de tekrarlandı.
Komitalar Van-Bitlis arasında Gevaş yolunu ve buradan geçen önemli haberleşme hattını
kestiler. Bu köylerde isyan devam ederken merkeze bağlı Viyris Köyü'nde de 20 Şubat
1915'te çarpışmalar çıktı. Bunu Hizan ve Bitlis bölgesindeki isyanlar izledi.
Muş Ovası'nda da olaylar görülmeye başlandı. Akan bucağı Kümes Köyü'ne giden Bucak
Müdürü'yle yanındaki jandarmaların oturdukları eve sekiz saat süreyle ateş edildi.
Jandarma ve milislerden 9 kişi öldü. Buradaki harekatın Muş Taşnak delegesi Rupen ve
komite başkanlarından tanınmış Esro ve Papazyan tarafından yönetildiği açıklığa kavuştu.
Asker toplamak için Hizan'a giden Bitlis Jandarma Alay Komutanı'yla emrindeki
müfrezenin Karkar Der8esi'Nde yolları kesildi. Yedi saat çarpışmadan sonra bir jandarma
eri şehit düştü.
Tanınmış Üzümlü Lato da emrindeki Van Ermenilerinden oluşan çetesiyle Mükes ve Hizan
civarında eşkıyalık yapıyordu.
Ermenilerin bu isyanlarındaki amaçları, harekat, ulaşım ve askeri haberleşmeyi aksatmak,
askeri kuvvetleri meşgul etmekti.
Bitlis'teki Rus konsolosu, İstanbul'daki Rus elçisine gönderdiği 24 Aralık 1912 gün ve 63
sayılı raporunda şöyle diyordu:
"Ermeni kamuoyunun yukarıda belirtilen duruma gelmesinde Taşnak Komitesi'nin büyük
bir payı vardır. Komite, Ermenilerle Müslümanlar arasında çatışmalar çıkarmaya ve
meydana gelecek kötü durum üzerine Rusların işe karışmasını sağlamaya ve buraların
Rus askerleri tarafından ele geçirilmesine bütün güçleriyle çalışmaktadırlar."
KAYNAK:
SAKARYA, İhsan-, Belgelerle Ermeni Sorunu, 2. Baskı, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara 1984, s. 190-192
ERZURUM İSYANLARI
sokulabilir.
Ermeniler tarafından Erzurum'un Garin bölgesi, komitacılar
tarafından çok önemli görülüyordu. Rus Ermenileri, Kafkasya'dan
Osmanlı ülkesine buradan geçmişler ve önemli merkezlerini de
burada kurmuşlardır. Birinci Dünya Savaşı'ndan önce yapılan
Taşnak Komitesi son kongresi de burada toplanmıştı. Erzurum,
Trabzon-Van yolunun üzerinde bulunduğu için hem karayoluyla
Kafkasya'dan ve hem Trabzon yoluyla Batum, Köstence ve diğer
yerlerden düzenli bilgi alınır ve buradan içeriye silah ve cephane
Seferberliğin ilanından sonra yıllarca Ermeni isyanlarına, kıyım ve kırımlara sahne olan
Erzurum bölgesinde savaş başladığı zaman, il merkezi ve sancaklarda Ermenilerden silah
altında bulunanlar, kendi silahlarıyla birlikte Ruslara sığınmışlardır. Rus Hükümeti bunları
silahlandırarak çeteler kurmuş ve Anadolu içerisine salmıştır. Ermeni gençlerini
askerlikten kurtarmak için kilise adamları büyük çaba göstermişlerdir.
Ermeniler, bir yandan Türk ordusunun lojistik yollarını tıkamaya
çalışırken, bir yandan da halkın moralini bozmak için Osmanlı'nın
ve müttefiklerinin başarısız olduğunu propaganda ettiler ve
düşmanların zaferi için kiliselerde dua ettiler. Ermeniler
Erzincan'da kendilerine uzun süre yetecek yiyecek ve eşyaları
daha seferberlik başında hazırlamışlar ve saklamışlardır. Bunlar
daha sonraki aramalarda meydana çıkmıştır.
Kasım 1914'de Kemah'ın Karni Köyü civarındaki Çanlıvank
Manastırı'nda toplanan komitacılar isyan planlarını hazırladılarsa
da uygulama alanına konmadan meydana çıkarıldı. Erzurum ve
sancaklarında Ermeniler silahlı olarak evlere saldırmaya,
Müslüman kadın ve çocukları öldürmeye başladılar. Bu sayede
bölgeden cepheye gönderilen askerlerin morallerini bozacak ve
onların ailelerinin yanına dönmelerini sağlayarak Türk kuvvetlerinin gücünü
azaltacaklardı. Erzincan bölgesinde pek çok silahlı asker kaçağı, silah, cephane, bomba ile
ele geçirildi. Azgın bir komiteci olan ve yalnız bu nedenle Patrikhane tarafından Kemah'a
atanmış bulunan Kemah Murahhasası çevresinde topladığı gönüllüleriyle Türklere pek çok
zulümler yapmıştır.
Osmanlı güvenlik kuvvetleri tarafından tutuklanan Erzincanlı Dikran Papazyan adındaki bir
şahıs "üç beş gün daha gecikme olsaydı, komitelerin aldıkları tertibat ile Erzincan'ı tüm
ateşler içinde bırakacaklarını, yakıp yıkacaklarını; bütün Türkleri, askerleri öldüreceklerini,
ancak hükümet uyanık bulunduğu için bu girişimin başarılı olamadığını" açıkça
söylemiştir.
KAYNAK:
SAKARYA, İhsan-, Belgelerle Ermeni Sorunu, 2. Baskı, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara 1984, s. 192-193
ELAZIĞ İSYANLARI
Seferberlikten sonra Elazığ'da da Ermeni askerlerin kaçmaları ve müslüman halka
saldırıları yaygın bir halde aldı. Bunların en önemlileri şunlardır:
Elazığ İngiliz Konsolosluğu tercümanlığını yapan Osmanlı uyruklu bir Ermeni, 11. Kolordu
hakkında bilgi topladı. Bu haberler İstanbul'daki İngiliz Elçiliği'ne gönderilirken yakalandı.
Yine il içindeki Ermenilerin Paskalya yortularını Rus bayrağı altında geçirmeyi istediklerine
dair birçok mektup yakalandı.
Doğu aşiretlerini kışkırtmak ve Ermenilerle birleşmelerini sağlamak için yapılan çalışmalar
meydana çıkarıldı. Eğin'den (Kemaliye) orduya gönderilmek üzere hazırlanmış olan ikmal
maddeleri Eğinli Filipos ismindeki bir Ermeni tarafından yakılmak istenmiştir. Filipos
yangında ölmüş; fakat, evinde yapılan aramada bu işi Eğin Ermeni Murahhasası'nın
teşvikiyle yaptığı, bu olaydan birçok tanınmış Ermeni'nin de haberi olduğu meydana
çıkmıştır. Başta en büyük dini liderleri olduğu halde, hükümete sadık olduklarını ve asla
silahları olmadığını söyleyen Ermenilerden, arama sonunda yalnız il merkezinde
5.000'den fazla silah, 300 kadar bomba, 40 kg. kadar bomba fitili, 200 paket dinamit,
5.000 adet dinamit misketi bulundu. Arapkir Ermeni Kilisesi'nde de silah, cephane ve iki
derviş elbisesi ele geçirildi.
Ocak ve Şubat 1915 aylarında Türk askerlerinden yaralı ve sakat olarak evlerine
dönenlerin birçoğunun yollarda ve Ermeni köylerinde pek barbarca öldürüldükleri
anlaşılmıştır.
Ruslarla savaşa başlamadan ve başladıktan sonra, Rus ordusuna yardım ve Osmanlı
Hükümeti aleyhinde hareket etmeyi bir görev sayan Ermeniler, gönüllü taburları kurarak
Van bölgesine, İran sınırına gitmişlerdir; bunların büyük bir çoğunluğu ilden kaçan veya
yabancı ülkelerden gönüllü olarak gelen Elazığ Ermenileriydi.
KAYNAK:
SAKARYA, İhsan-, Belgelerle Ermeni Sorunu, 2. Baskı, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara 1984, s. 193-194
DİYARBAKIR İSYANLARI
Ermeniler, bu bölgede müslüman halka oranla azınlıkta
kalmalarına karşın komite örgütünün ihtilal düzenini
hazırlamışlardır. Rus işgalini kolaylaştırmak, Türk ordusunun
hareketini geciktirmek ve oyalama yolunda ellerinden geleni
yapmışlar, askerden kaçmayı teşvik etmişlerdir. Savaştan önce
büyük bir umuda kapılan Ermeniler, her türlü taşkınlığı yapmada
bir sakınca görmemişlerdir.
Askere gitmeyen veya askerden kaçan Ermenilerin oluşturduğu "Dam Taburu" için
halktan zorla ihtiyaç maddeleri toplanmıştır. Rusların ileri harekatı halinde yapacakları
işleri kararlaştırmışlardır. Alınan haber üzerine yapılan aramada, komitacıların adamları
yakalanmış ve planları öğrenilmiştir.
27 Nisan 1915'te yapılan baskında da pek çok silah, cephane, bomba ve asker kaçağı ve
komitenin şu bildirisi ele geçirilmiştir:
"Van tarafında Ruslar başarılı olarak ilerlerse bütün Ermeniler, yapılmış olan plan ve özel
emirler gereğince başkaldıracaklar, müslümanları öldürecekler, şehri yakacaklar, resmi
binaları yıkacaklar, hükümeti zorlayarak Ermeni önerilerini kabule zorlayacaklar ve
Rusların işgalini kolaylaştıracaklar."
Asker kaçakları, kovuşturmadan korkan gönüllüler Muş, Kiğı, Bitlis, Van, Talori gibi
yerlerden gelenlerle birleşerek her tarafa saldırmaya başlamışlar, rastladıkları perakende
askerleri, müslümanları öldürmüşler, askeri ikmal maddeleri ulaştırmasını hedef olarak
seçmişlerdir.
Diyarbakır Valiliği'nin İçişleri Bakanlığı'Na 27 nisan 1915 tarihli mesajı şöyledir:
"Diyarbakır'da asker kaçağı, silah ve mermi araması yapılmıştır; sonucunda pek çok silah,
cephane, askeri elbise, patlayıcı madde bulunmuştur. Ermeni komitacılarından yalnız
merkezde 1.000'den fazla asker kaçağı ele geçirilmiştir."
KAYNAK:
SAKARYA, İhsan-, Belgelerle Ermeni Sorunu, 2. Baskı, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara 1984, s. 194-195
SİVAS İSYANLARI
Sivas, öteden beri Ermeni isyanlarına sahne olmuş bir ildir. 1894
yılındaki isyanlar, Merzifon, Amasya, Tokat bölgesinde
yapılmıştır.
Sivas, Ermeniler için, Erzurum kadar önemliydi. Tanınmış Daniel
Çavuş ve Murat gibi birçok çete reisleri buralarda yetişmiş ve
büyük olaylar çıkarmışlardır. Sivas'ın Şebinkarahisar ve Suşehri
bölge komitacılar için önemlidir.
Komitacılar buralarda köy köy dolaşarak "Türklerin meşrutiyetten, hürriyetten amaçları
Ermenileri yok etmektir. Eşitlik, kardeşlik sözlerine sakın aldanmayın. Ermeniler,
hürriyetlerini silah ve bombayla alacaklardır. Öküzünüzü satın bomba alın" diyorlardı. Bu
propagandacıların başında Penganlı Piza Mıgırdiç, Gökdenli Murat, Suşehirli Dagisyan
Aram, Şebinkarahisarlı Karagözyan Hemayak vardı.
1913 yılı Ağustos ayı tatilinde Şebinkarahisar ve Suşehri'ne giden Amerikalı öğretmen Mr.
Huborg Şebinkarahisar'dan dönüşünde Suşehri'nde bir gece bahçede yatarken tüfekli
öldürülmüştü. Katillerin önceleri müslüman olduğu sanılmış, birçok suçsuz Türk
tutuklanmış ve haklarında inceleme başlatılmıştı. Sonunda cinayetin siyasi nedenlerle
Ermeniler tarafından yapıldığı anlaşılmış ve sanıklar serbest bırakılmıştı. Bu cinayetleri
yapanlar meydana çıkarılamamışsa da, Türkiye'de güvenlik olmadığını ve Türkleri barbar
göstermek, yabancı devletlerin işe karışmalarını sağlamak için Ermenilerin yaptıkları
anlaşılmıştır.
Yine 1913 yılı Ekim ayında Suşehri'nin Ezbidir bucağı Ermeni Papazı Kerih'in bazı
hareketleri hükümeti kuşkulandırmış ve bir hırsızlık olayından dolayı evi arandığında
çalınan eşyadan başka birçok yasak silahlar da bulunmuştur. Kerih'in tutuklanması,
Şebinkarahisar Murahhaslığını telaşlandırmış ve yaptığı girişimler gözden kaçmamıştır.
Bundan da anlaşılıyor ki, Kerih'in yaptığı her iş, Şebinkarahisar Murahhasalığının isteği ve
bilgisiyle olmuştur.
Şebinkarahisar İsyanı'nda Kerih'in oynadığı rol, sonradan daha iyi anlaşılmıştır.
Şebinkarahisar'ın Yaycı Köyü Papazı Siponil bir papazdan çok komitacı olarak tanınmış.
Siponil, papaz olmadan önce Ermeni hareketlerini bizzat yönetmiş, kasım ayında kilise
aidatını toplamak üzere köylerde dolaşırken, "Osmanlılar yenilecekleri bir harbe
başladılar. Kısa bir zaman sonra Ruslar cepheden, biz geriden saldıracağız. Size önceden
verilen silahların kullanılma zamanı geldi. Önce silah almakta kuşkuluydunuz. Bugün
elinizdeki silahların yararını göreceksiniz. Silah bulan ve dağıtanları siz yücelteceksiniz"
diyerek propaganda yapıyordu.
Papaz Siponil'in arkasından Panganlı Piza Mıgırdıç, deri ticareti bahanesiyle köyleri
dolaşmaya ve yapılan propagandaları pekiştirmeye başladı. Ermeniler, bütün önlemleri
aldıklarını, pek yakında başarıya ulaşacaklarını sanıyor; fakat, beklenilen bu yakın gün bir
türlü gelmiyordu. Bu beklemeye daha fazla tahammül edemeyen Suşehri Pürek Köyü
Muhtarı Agop, "Bu silahları hangi gün için saklıyoruz" diye bağırarak Zara Özel Örgütü
Kafile Memuru Nuri'yi tabancasıyla yaraladı. Böylece önceden hazırlanan ihtilal olayı
meydana çıktı. Yapılan aramada, 150 tüfek ve 10.000 kadar cephane ele geçti. Bu olay,
diğer Ermeni köylerindeki silahları da meydana çıkardı.
Yalnız Suşehri ilçesi Ermeni köylerinden 160 silah bulundu. Şebinkarahisar Murahhasası,
silahların hükümet eline geçmesinden düşükleri maddi zararı, moral çöküntüsünü görüyor
ve "Ne yapmak gerekirse yapılsın, silahlar verilmesin" diye ilgililere haberler
gönderiyordu. Bu haberlerin etkisiyle köylerde saklanan silahlar Karahisar Kilisesi'nde
toplandı. İleride çıkan Şebinkarahisar İsyanı'nda kullanıldı.
Seferberlikten önce, Zara ilçesinde Ermeni komite reislerinden Gemisli Tanil ve
arkadaşları, Zara ve Hafik ilçeleri arasındaki Sakar Dağı'nda harman süren 12 Türkü,
Karahisar Savcısı Cemal ile 2 jandarmayı ve bölgede daha birçok kimseyi öldürüp
soydular. Yalnız Zara kazasında 30 adet bomba, 45 parça dinamit ve çeşitli silahlar
bulundu.
10. Kolordu Komutanlığı'nca 3. Ordu Komutanlığı'na gönderilen 27 Mart 1915 tarihli
mesajda şöyle denilmektedir:
"a. Tokat'ta bir Ermeni evinde silah ve cephane bulunmuştur.
b. Sivas'ın Kangal kazasının Ulaş bucağındaki Ermenilerden silah ele geçirilmiştir.
c. Suşehri'nin Purek köyü Ermenileri, 25 Şubat 1915 tarihinde oradan geçen gönüllü ve
silahsız Osmanlı askerlerine saldırmış ve ateş açmışlardır. Bu köyde yapılan aramada
silah ve mermi ele geçirilmiş, 95 asker kaçağıyla 25 suçlu er yakalanmıştır."
Sivas Valiliği'nin İçişleri Bakanlığı'na gönderdiği 22/23 Nisan 1915 tarihli mesajda ise
şöyle denilmektedir:
"Vilayet içinde Ermenilerin toplu olarak bulunduğu yerler, Şebinkarahisar, Suşehri, Hafik,
Divriği, Gürün, Gemerek, Amasya, Tokat ve Merzifon'dur. Şimdiye kadar Suşehri'nin Türk
köyleriyle, civarında ve Hafik'in Tuzhisar, Horasan köylerinde ve merkeze bağlı Olataş
bucağında yapılan aramalarda pek çok yasak silah ve dinamit bulundu. Ermenilerin bu
vilayetten 30.000 kişiyi silahlandırdıkları, bunlardan 15.000 kişinin Rus ordusuna katıldığı
ve diğer 15.000 kişinin de, Türk ordusunun başarısızlığı halinde ordumuzu gerisinden
tehdit edeceği, yakalanan sanıkların ifadeleriyle kesinleşmiştir. Taşnak Komitesi, Ermeni
çete reisi Murat''n sığındığı Tuzhisar köyüne gönderilen güvenlik birliğiyle Ermeniler
arasında çarpışmalar olmuştur, kaçanlar kovalanmaktadır."
Kaçak Ermeni Murat'ın aranması için Horasan'a gönderilen müfrezenin aramasında Murat
bulunamamış ise de bir sandık gra tüfeği, bir sandık bomba ve dinamit ele geçirilmiştir.
Hafiğin Tuzla köyündeki aramada da 16 sandık silah, 20 adet bomba bulunmuş; Murat'ın
arkadaşları ile jandarmalar arasında çarpışmalar olmuştur.
KAYNAK:
SAKARYA, İhsan-, Belgelerle Ermeni Sorunu, 2. Baskı, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara 1984, s. 195-198
TRABZON OLAYLARI
Samsun ve Trabzon, önemli ithalat ve ihracat limanları olduğundan Ermeniler, Anadolu'ya
sokmak istedikleri silah ve cephane için buralardan yararlanıyorlardı. Bu nedenle,
buralarda düzenli bir komite örgütü kurulmuştu. Dışarıdan haber alma ve yabancı
memleketlere de bilgi verme işleri, buralardan kolaylıkla yapılabiliyordu.
Giresun İskelesi de önemliydi. Burada komisyonculuk yapan
Vahan Badilyan ve Kel Artin adındaki iki Ermeni, silah
ulaştırmasını yönetiyorlardı. Bir gün, vinçten düşen bir saman
balyasının içinden çıkan pek çok tüfek ve mermi, kaçakçılık
olayını meydana çıkardı.
Buralarda ekonomik yönden üstün olan Ermeniler, seferberlik
davetine uymadıkları gibi müslümanları da uymamaya zorladılar.
Giresun'un bir Rus torpidosu tarafından bombardımanında büyük sevinç gösterileri
yaptılar. Hükümet memurlarını ve Müslüman halkı küçük düşürücü hareketlere
yeltendiler.
KAYNAK:
SAKARYA, İhsan-, Belgelerle Ermeni Sorunu, 2. Baskı, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara 1984, s. 198-199
YOZGAT OLAYLARI
Birinci Dünya Savaşı döneminde Yozgat'ta da birçok Ermeni
olayları çıkmıştır. İlk olarak Boğazlıyan'ın Orih Ermeni köyü halkı
tarafından, Çayırşehri köyünün çeşitli yerlerine dinamitler
yerleştirilmiş ve bunlardan birisinin patlamasıyla bir Türk çocuğu
ağırca yaralanmıştır. Bunun üzerine Orih, Menteşe ve İğdeli
Ermeni bölgesinde arama yapılmış, birçok silah, cephane ve
patlayıcı madde ve komitelerin propaganda evrakı bulunmuştur.
Asker toplamak üzere köylere giden jandarma komutanına ve jandarmalara silahla
saldırılmıştır. Çatkebir köyü yanındaki ormanlığa sığınan yüzden fazla silahlı Ermeni,
jandarmalara, askerlere ve yoldan geçen suçsuz halka saldırmışlardır. Akdağmadeni kaza
merkezinde Ermeniler birkaç defa bomba atmışlar ve gösteriler yapmışlardır.
Buradaki komitacılar, diğer bölgelerden haber alıyorlar ve onlarla şifreli olarak
konuşuyorlardı. Askere gitmemek, tek tek saldırılarla Türk halkını kışkırtmak ve
aşağılamak, askere giden Türk ailelerini korkutmak, genel bir şekilde sürüp gidiyordu.
KAYNAK:
SAKARYA, İhsan-, Belgelerle Ermeni Sorunu, 2. Baskı, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara 1984, s. 199
II. VAN İSYANI
Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı sırasında çeşitli bölgelerde çıkardıkları isyanlar içinde
sonuçları bakımından en önemlisi İkinci Van isyanı olmuştur. O dönemde Van'da Türk,
Ermeni, Nasturi veya Keldani cemaat arasında İttihat ve Terakki, Taşnaksutyun,
Ramgavar, Hınçak, Parti Serakan, Parti Karsakan adlarında 4 parti ve 2 hayır derneği
bulunmaktadır. Ermeni parti ve dernekleri, Ermeni halkını eğitmiş ve
silahlandırmışlardır(1). Ermeni din adamları ve komitacılar ise Rusya'nın bilgisi ve
gözetiminde hareket etmişlerdir (2). 1908'de başlayan bu tür organizasyonların arkasında
Rusların bulunduğu, Rusya'nın Van konsolosu ile Rus Büyükelçisi arasındaki
yazışmalardan açıkça anlaşılmaktadır(3). Söz konusu destek, Avusturya-Macaristan
İmparatorluğunun Trabzon konsolosu Moricz tarafından 30 Ocak 1914 tarihli bir raporda
şöyle belirtilmektedir(4): "Ruslar, Ermenileri harekete geçireceklerdir. Bu maksatla çok
para harcıyorlar, gizlice asilerin hizmetlerine silah sevk ediyorlar ve bir Ermeni
ayaklanmasının patlak vermesine aracılık ediyorlar."
Bütün kışkırtmalara rağmen Van vali vekili Cevdet Bey, 1 Aralık 1914'te Ermeni ileri
gelenlerini toplayıp kendileriyle bir görüşme yaparak müslümanlarla Ermenilerin arasında
çıkacak olayların devlete vereceği zararları anlatmışsa da hiçbir sonuç elde edememiştir
(5). Aksine Ermeni komitacıları, Van ve çevresinde savaşın çıkışından itibaren başlattıkları
mezalimi daha da arttırmışlardır. Özellikle Mahmudiye'de müslümanlarını toplu halde
katlederek camileri ahıra çevirmişlerdir. Mahmudiye kaymakamı 15 Mart 1915 tarihli
yazısında Ermenilerin bu hareketlerini hükümete rapor etmiştir(6). Van valiliğine getirilen
Cevdet Bey ise 25 Mart'ta, Rusların Van'ı işgalini kolaylaştırmak için Ermenilerin büyük bir
hazırlık içinde bulunduklarını ve her tarafta birden isyan edeceklerini bildirmiştir(7).
Osmanlı devleti o günlerde Çanakkale'de ve Irak'ta ölüm-kalım savaşı vermekte, Van
bölgesinde bulunan asker ise, Rusların Kafkaslardan yaptıkları saldırılara karşı
savaşmaktadır. Bu durumu değerlendiren Ermeni çeteleri 15 Nisan 1915'te önce Van
çevresinde, 17 Nisan'da Şatak'ta (Çatak), 18 Nisan'da Bitlis'te ve 20 Nisan'da Van'ın
merkezinde büyük bir ayaklanma başlatmışlardır (8). Van ve çevresinde memur ve
jandarmalar öldürülmüş; karakollar ve Türk evleri saldırıya uğramış; resmi binalar
yakılarak isyan bütün Van bölgesine yayılmıştır. Van jandarma tümeninin bir kısmı ile bir
takım aşiretler Ermenilere karşı savaştılarsa da ayaklanmayı bastıramamışlardır. Bu
arada, Çölemerik'de de Nasturiler ayaklanmışlardır.
Van valisi Cevdet Bey Rus-Ermeni baskısı karşısında tutunamayarak 16/17 Mayıs gecesi
çekilmiş; böylece Van, Rus ve Ermenilerin eline geçmiştir. Ermeniler şehir ve çevre
halkından yüzlerce kişiyi katletmişlerdir. Bu durum, Alman Büyükelçisi Wangenheim
tarafından Alman Dışişleri Bakanlığı'na gönderilen 10 Mayıs 1915 tarihli telgrafta şöyle
bildirilmiştir(9):
"Van vilayetindeki Ermeniler ayaklanmışlar, müslüman köylere ve kaleye saldırıya
geçmişlerdir. Kaledeki Türk garnizonu 300 kayıp vermiş, günlerce devam eden sokak
muharebeleri sonunda şehir asilerin eline geçmiştir. 17 Mayıs 1915'te de Van Ruslar
tarafından işgal edilmiş, Ermeniler düşman tarafına geçmiş ve müslümanları katle
başlamıştır. Bitlis istikametinde 80.000 müslüman kaçmaya başlamıştır"(10).
Rus Çarı, 18 Mayıs'ta Van'ın Rus ve Ermenilerin eline geçmesinden dolayı "Van halkına
fedakarlıkları dolayısıyla teşekkür ettiğini" bildiren bir teblig yayınlamış, bunu, Rus
Hariciye Nazırı Sazanof'un Ermenilerin yardımlarına teşekkür eden beyannamesi
izlemiştir. Dünyanın çeşitli yerlerine çıkan Ermeni gazeteleri ve bazı batılı gazeteler,
Ermenilerin Ruslara yaptıkları yardımları ve Osmanlı devletine verdikleri zararları büyük
bir sevinçle manşetlerine çıkarmışlardır.
Paris'te çıkan Le Temps gazetesi 13 Ağustos 1915 tarihli nüshasında Ruslar tarafından
Van valiliğine atanan Aram Manukyan hakkında ilginç bilgiler vermektedir. Gazete,
Manukyan'ın II. Abdülhamid devrinde Van'da çetecilik yaptığını, II. Meşrutiyet sırasında
Osmanlı ülkesinde öğretmenlik ve okul müdürlüğü görevinde bulunduğunu bildirdikten
sonra şunları yazmaktadır:
"Aram bu savaşın başında bir kere daha silaha sarıldı ve Van'da ayaklanmış olanların
başına geçti. Şimdi bu ili elinde tutan Rusya, Türkiye'ye karşı savaşa bu derece parlak bir
biçimde katılmış olan Ermeni unsurunu memnun etmek için Aram'ı oraya vali yaptı"(11).
Ermenilerin bu ihanetleri yüzünden Osmanlı ordusunun ikmal yolları kesilmiş; askere
yiyecek ve cephane taşıyan kollar ise Ermeniler tarafından vurulmuştur. Böylece Türk
ordusu geri çekilmek zorunda kalmış ve saldırıya geçen Ruslar Erzurum, Bitlis ve
Trabzon'u da işgal etmişlerdir(12). Ermeniler ise Ruslardan aldıkları cesaretle,
müslümanlara karşı tecavüzlerini iyice artırmışlardır. Pek çok müslüman aile canını
kurtarmak için iç bölgelere çekilmiştir. Bu sırada diğer bölgelerde de yer yer Ermeni
ayaklanmaları başlamıştır.
Katledilenler müslümanlar olmasına rağmen, Ermeni Patriği, Ermenilerin tecavüze
uğradığı iddiasında bulunmuştur. Türk hükümeti batılı devletlerin baskısına uğramamak
için bir araştırma komisyonu kurmak zorunda kalmıştır. Sivas, Van, Erzincan ve Erzurum
yörelerinde yapılan incelemeler sonucunda, Patriğin, öldürüldüğünü iddia ettiği
Ermenilerin sağ olduğu belirlenmiştir. Komisyon raporunda, Ermeni isyanının Sivas ve
Van'da hâlâ devam ettiği ve bunlara karşı koyacak ne jandarma ne de silahlı Türk
halkının bulunduğu belirtilmiştir(13).
KAYNAK:
Halaçoğlu, Yusuf-; Ermeni Tehciri ve Gerçekler (1914-1918), Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 2001.
Dipnotlar
1) DH. EUM. 2. Şube, Dosya 1, belge 28/1.
2) Askeri Tarih Belgeleri Dergisi (ATBD.), Nisan 1987, sayı 86, belge 2050.
3) Rusya Dış Politika Arşivi, Siyasi Kısım, nr. 113, 7/20 Mayıs 1908, s. 51.
4) Österreichischer Haus-Hof-und Staatsarchiv, Politisches Archiv, XII, 463'den naklen N. Göyünç, "Türk Ermeni
İlişkileri ve Ermeni Soykırımı İddiaları", Ermeni Sorunu ve Bursa Ermenileri, Bursa 2000, s. 10.
5) ATBD., Ekim 1985, sayı 85, belge 1966.
6) ATBD., Nisan 1987, sayı 86, belge 2051.
7) Aynı yer, belge 2052.
8) ATBD, Ekim 1985, sayı 85, belge 2003, 2005.
9) Wangehheim, Deutschisches und Armenien, 1914-1918, yay. Johannes Lepsius, Potsdam 1919, s. 65, 46 nr.
Belgeden naklen N. Göyünç, Aynı makale, s. 11.
10) N. Göyünç, Aynı makale, s. 11.
11) Bayur, Aynı eser, III/3, 20-21.
12) ŞFR, nr. 64/44.
13) ATBD, Aynı yer, belge 2004.
ŞEBİNKARAHİSAR OLAYI
Anadolu'da Ermeni isyanlarının yanı sıra pek çok ayaklanma meydana geldi. Bunlardan
biri 5 Haziran 1915 tarihli Şebinkarahisar olayıdır.
Sivaslı Murat (Hamparsum Boyacıyan) adında bir Ermeni çete reisi, 500 kadar adamıyla
Şebinkarahisar'ı basmıştır. Türk ordusu Doğu Cephesi'nin ana ikmal yolu buradan geçtiği
için bölgenin stratejik önemi vardır. Ermeniler bu bölgeyi ele geçirdikleri takdirde TSK'nin
ikmal ve geri hizmetleri aksayacak, Rus ordusunun ileri harekatı kolaylayacaktır. Çeteciler
Şebinkarahisar'ın Müslüman mahallesini yaktılar. Rastladıkları Türkleri, işkenceler
yaparak öldürmeye başladılar. Çevreden toplanmış olan asker ve jandarma müfrezelerine
de saldırdılar.
Bu durum karşısında başka bölgelerden kuvvet tasarruf edilerek Şebinkarahisar'a
getirilmiş ve Ermeni isyancılar kuşatılmıştır.
Sivas'taki 10. Kolordu Komutanlığından Başkomutanlığa gönderilen 15 Haziran 1915
tarihli mesajda, olayla ilgili olarak şu ifadeler kullanılmıştır:
"Şuradan buradan toplanan 500 kadar Ermeni eşkıyasının Şebinkarahisar'da
eski kaleye sığınarak isyan ettikleri öğrenilmiştir. Güvenlik kuvvetleriyle
çeteciler arasında çarpışmalar olduğu Sivas Valiliğinden bildirilmiştir."
Sivas Valiliğinin 3. Kolordu Komutanlığına gönderdiği 18-19 Haziran 1915 tarihli mesajda
ise şöyle denilmektedir.
"Şebinkarahisar isyanının bastırıldığı, Ermeniler 800 kadar kadın, erkek ve
çoğunun kaleye sığındığı, isyancılardan 200 kadarının silahlı olduğu
bildirilmiştir."
KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan-; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, s. 227-228.
BURSA OLAYI
Ermeni isyan ve olaylarının artması üzerine Adapazarı ve
İzmit'teki aramalar sonunda pek çok silah elde edildiğini duyan
ve Çengiler, Soloz, Orhangazi, Gemlik, Bilecik bölgelerinde
öteden beri hazırlanmış bulunan Ermeni çeteleri, Türk halkına
saldırmaya başlamışlardır. Hükümeti, jandarmayı ve askeri
birlikleri kendilerini izlemeye zorlayarak cephedeki kuvvetleri
zayıflatmayı amaçlayan Ermeniler, cephede düşmanla savaşan
askerlerin morallerini bozmak yolunu tutmuşlardır.
Ellerinde en modern silah ve hatta sıhhi malzemeler bulunan Ermeni çeteleri, İzmit ve
Adapazarı'ndan kaçan çetecilerle de birleşerek, 60-70 kişilik gruplar halinde, öteye beriye
saldırmaya başlamışlardır. Ermeni çetelerinin başında Başpapaz Vekil Barkef, onun
sekreteri Sokpas, Bursa Ermeni Okulu Müdürü, kilise hademesi ve diğer din görevlilerinin
oldukları belirlenmiştir.
KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan-; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, s. 239
ADANA OLAYLARI
Adana'da hiç eksik olmayan Ermeni saldırıları, Birinci Dünya
Savaşı için yapılan seferberlik çağrısından sonra, daha büyük
çapta ve ayrıntılı bir şekilde hazırlanmıştı. Bu bölge, hem de
Akdeniz kıyılarına, hem Suriye ve Irak Cephelerine çok yakın
olduğundan Ermenilerin buralarda yapabilecekleri işler çok etkili
olacaktı. Önce casusluktan başladılar. Bu bakımdan Ermeni
komitacıları bölgeyi ilk planda ele aldılar.
1 Şubat 1915 tarihinde iki Ermeni, İskenderun Körfezi'nde bulunan bir düşman gemisine
sığınarak kendilerine verilen ajanlık görevini yerine getirdiler.
2 Şubat tarihinde Dörtyol Ermenilerinden Abraham Salcıyan, Artin ve Bedros adlarındaki
üç Ermeni de limandaki düşman gemilerine sığınarak Türk ordusunun kuvveti, askeri
düzeni hakkındaki bilgileri düşmana ulaştırdılar.
24 Şubat 1915 tarihinde Köşger Torosoğlu ve Öğretmen Agop adındaki şahıslar, düşman
tarafından Kıbrıs'tan getirilerek İskenderun'a çıkarıldılar. Bunlar, düşman filo
komutanından aldıkları yönergeyle birlikte kıyıda yakalandılar. Yine, 24 Şubat 1915
tarihinde düşman gemilerine sığınan Ermeniler arasında bulunan Dağlıoğlu Artin,
üzerindeki evrakla yakalandı ve askeri mahkemeye verildi.
Böylece Ermeni komitacılarının memleketin en can alacak noktalarına nasıl sızdıkları
görüldü. Ayrıca Saimbeyli, Dörtyol, Kozan ile diğer kazalarda ve Hasanbeyli Bucağı'nda
sayısız silah, bomba, dinamit, harita ve bayraklar bulundu.
Saimbeyli (Haçin) kasabasında yalçın kayalıkları üzerinde bulunan Ermeni Manastırı'nda
din adamları ve Ermeni komitacıları tarafından, bölgedeki mağaralarda depolanmış 200
kilo kadar barut bulundu.
KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan-; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, s. 239-240.
URFA OLAYLARI
Meşrutiyetin ilanından sonra Ermeni komiteleri, Urfa'da da
gönüllülerden oluşan bir örgüt kurmuşlar, Doğu Anadolu harekat
alanından göç ettirilip bu bölgeye yerleştirilen Ermenileri de
kandırmışlardır. Bu sırada 1895 yılındaki Urfa isyanında suçlu
görülerek Tablusgarba sürülen Meşrutiyetin ilanından sonra
affedilerek Türkiye'ye dönen ve kendisini papaz olarak tanıtan bir
şahıs, İstanbul Emeni Patrikhanesi tarafından Urfa'ya
gönderilmiştir. Bu şahıs Ermenilerin isyanını hazırlamış, onlara Türk düşmanlığı aşılamış,
silah ve cephane sağlamanın önemini anlatmıştır.
Urfa'daki Ermenilerin hazırlığına Ruslar da büyük önem
vermişlerdir. Çünkü Urfa bölgesi, Doğu Anadolu'dan İskenderun
doğrultusunda uzanan anayolun üzerinde bulunmaktadır. Urfa
bölgesinde isyancılara sekiz on yıl yetecek ölçüde yiyecek depo
edilmiştir. Van'ın Ruslar tarafından işgali; Ermeni komitacıların
kışkırtma ve propagandalarına hız vermiştir. Rusların birkaç ay
içerisinde Diyarbakır, Siverek üzerinden Urfa'ya geleceklerini ileri
sürerek Ermenileri isyana çağırmışlardır.
İsyan hazırlıklarında en çok göze batan hususlardan birisi de, Zeytun, Sason, Bitlis, Antep
bölgeleri için bir komutan emrinde kullanılmak üzere Maraş'tan Diyarbakır'dan gelen,
komitacılara yerli fedailer ve asker firarilerden oluşan bir silahlı kuvvet ile su taşımak, un
öğütmek, ekmek pişirmek hasta ve yaralıları bakmak, tüfek temizlemek, emir götürmek,
mermi yapmak, konuşmalar yapmak için ekipler kurma başarıları olmuştur.
İsyana başlamak için uygun bir zaman beklenirken silah toplanması ve 1894
doğumluların askere alınması sırasında Zeytun, Sason, Haçin, Diyarbakır bölgelerinden
kaçan Ermeni askerler de komitacılara katılınca, Urfa'ya 7.5 km. uzaklıktaki Germiş
Köyünde ve 19 Ağustos 1915 Perşembe günü de Urfa merkezinde ilk isyanlar
başlatılmıştır.
Urfa olayının ertesi günü Tellülebyaz-Urfa-Siverek yolunda çalışan hizmet taburunun
Ermeni erleri evvelce kararlaştırdıkları gibi subayları ve Türk işçileri öldürmeye teşebbüs
etmişlerse de başarılı olamamışlardır. Daha sonra Tellülebyaz-Urfa kısmında çalışan
bölüğün Ermeni erler, kazma, kürek ve muhafız jandarmalardan ele geçirdikleri silahlarla
Yedek Subay İbrahim Hilmi'yi şehit etmişler; dört jandarma eriyle köy muhtarını
yaralamışlardır.
28 Ağustos 1915'teki bu olaydan sonra 29 Eylül 1915 tarihine kadar sükunet hakimdir.
Ancak 29 Eylül 1915'te 40 el kadar tüfek atılmış, ertesi günü bu olayın sorumlularını
araştırma için Ermeni mahallesine giden polis ve jandarmaya ateş edilmiş ve bir
jandarma şehit olmuş, iki jandarma yaralanmıştır. Asiler Türk evlerine hücum ederek
savunmaya ve saldırıya uygun olanlarını ele geçirmişler, Müslüman ailelerinden büyükküçük 10 kadını şehit etmişlerdir.
Urfa'daki isyan, Ermeni komiteleri tarafından çok iyi planlanmış ve yönetilmiştir. Yabancı
devletlerin de bu olayda ilgi ve yardımları olduğu saptanmıştır.
İsyandan sonra Ermeni çetelerinin ele başları, yine bir kolayını bularak başka bölgelere
kaçmışlardır. Çatışmanın 16 Ekim 1915'te bittiği aynı tarih ve 7664 sayılı şifreyle 4. Ordu
Komutanlığı'nca Başkomutanlığa arz edilmiştir.
KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan-; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, s. 240-243
FINDIKÇIK OLAYI
Osmanlı hükümetine karşı zaman zaman başkaldıran Zeytun bölgesindeki Ermenilerin
başka bölgelere göç ettirilmeleri sırasında Nur Dağları kuzeyindeki araziye dağılan Ermeni
çeteleri, Türk köylerine, askeri birliklere ve jandarma müfrezelerine saldırarak yakmış,
yıkmış ve öldürmüşlerdir.
Bir süre sonra Zeytun, Saimbeyli ve Maraş Ermenilerinden oluşan 600 çeteci, 1915 yılı
baharında Maraş ile Bahçe kasabası arasında ve Ayvalık Bucağına 30 km. kadar uzaklıkta
bulunan Fındıkçık Köyünde toplanarak ayaklanmışlar; bu köyün yanındaki dört Türk
köyünü de yakmışlardır. Maraş bölgesindeki Ermeniler de isyan merkezi olan Fındıkçık'ta
toplanmaya başlamış; köy, iyi bir şekilde savunmaya hazırlanmıştır.
Bu arada isyan bölgesine bir jandarma müfrezesi göndermişse de olumlu bir sonuç
alınamamıştır. Bunun üzerine Islahiye'den 132. Piyade Alayıyla Belen'deki bir piyade
taburu ve bir dağ top takımı Fındıkçık bölgesine gönderilerek isyan bastırılmıştır. Bu
olayda 10'dan fazla Türk köyü yakılmış, yıkılmış ve 2.000 kadar Türk, vahşice
öldürülmüştür.
KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan_; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, s. 243-244.
MUSA DAĞI OLAYI
Musa Dağı, Nur Dağlarının eteklerindedir. 1.000 metre kadar yükseklikte, büyük kayalar
ve sık çalılıklarla kaplı sivri ve tek bir blok görümündedir. Verfel adında bir Yahudi
tarafından yazılan "Musa Dağı'nda 40 Gün" adındaki kitap Amerika'daki Ermeniler
tarafından kendilerine yapılan sözde zulümleri belirtmek için sinema filmi haline
getirilmiştir. I. Dünya Harbi'nde çıkan bu olayı, o zaman Halep Valisi olan General
Fahrettin Türkkan şöyle anlatır:
"Birinci Dünya Harbi sırasında İtilaf devletlerinin İskenderun Bölgesi kıyılarına
bir çıkarma yapacağı sözleri etrafa yaylınca Samandağ Bucağına bağlı yedi
Ermeni köyü halkı, hükümete olan vergi borçlarını ödememişler, TSK'nin ihtiyacı
için gereken yardımı yapmamışlar ve isyan etmişler ve Musa Dağı'na
çıkmışlardır.
Bunun üzerine hükümet emirlerine uymaları için asilere memurlar
gönderilmişse de Ermeniler, bunları dinlememiş ve silahla karşı koymuşlardır.
Başka bir çıkar yol bulamayan bölge komutanı Albay Galip, jandarma alayıyla
Musa Dağından inen yolları kontrol altına aldırmış ve bizzat kendisi Musa
Dağı'na çıkarak son bir defa daha isyancılarla konuşmak istemişse de dağ
üzerinde hiçbir kimsenin kalmadığını görmüştür. Yapılan incelemede
Ermenilerin denize doğru uzanan bir yamaçtan Akdeniz'' indikleri anlaşılmıştır.
İzleri takip ederek deniz kıyısına kadar inen Albay Galip burada 20-30 kadar
hayvan ölüsüyle karşılaşmıştır.
Yapılan araştırmada İskenderun kıyılarını gözetleyen bir Fransız harp gemisinin,
Musa Dağı'ndan verilen işaret üzerine kıyıya bir sandal göndererek buradaki
Ermeni çete başlarını ve diğer isyancıları gemiye taşıdıkları anlaşılmıştır. Bu
konu, Fransız hükümetinden resmen sorularak doğruluğu öğrenilebilir. Daha
sonra Musa dağında yapılan araştırmalarda hiçbir insan cesedine rastlanmadığı
gibi; yaralı veya hasta bir kimse de bulunamamıştır. Bu bakımdan Yahudi asıllı
Verfel tarafından yazılan ve bütün dillere çevrilerek dağıtılan ve filme de alınan
bu kitabın konusunun tamamen hayali ve uydurma olduğu, Türkler aleyhinde
kamuoyunu yanıltmak için bir propaganda niteliği taşıdığı sonucuna varılmıştır."
İşte Musa Dağı olayı budur, böyle olmuştur. Amacı, Türkleri kötülemek ve suçlamaktır.
Fransızlar Birinci Dünya Harbi'nde İskenderun bölgesiyle Halep ve Hatay vilayetlerinin
Akdeniz'e en önemli giriş ve çıkış kapısı olarak gördükleri Samandağ bölgesine önem
vermişler; hatta bu bölgeye karşı çıkarma harekatı yapma olanaklarını araştırmışlardır.
Bu amaçladır ki, Fransızlar, İskenderun Şehrinin 6 defa bombalamışlar; bölgenin
Hıristiyan halkını ayaklandırarak Osmanlı hükümetini güç bir durumda bırakmak
istemişlerse de harbin sonuna kadar böyle bir girişimi uygulamaya cesaret ve fırsat
bulamamışlardır.
KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan-; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, s. 245-246.
İZMİT VE ADAPAZARI OLAYLARI
Rus donanması Karadeniz Ereğlisi'ni top ateşine tuttuğu zaman,
bölgedeki Ermenilerin Ruslar yararına casusluk yaptıkları
saptanmıştır. Özellikle Adapazarı'ndaki Ermeniler, "Ruslar
Karadeniz kıyılarına birkaç güne kadar asker çıkaracaklar,
buralara gelecekler, o zaman bölgemizde hiçbir Türk
kalmayacak" diye açıkça haberler yaymaya ve propaganda
yapmaya başlamışlardır. Bunun üzerine hükümetin bölgede
yaptırdığı arama sonucunda yalnız birkaç tanesi Adapazarı'nı tahrip edebilecek nitelikte
çok sayıda patlayıcı madde, tüfek, tabanca, asker ve jandarma elbisesi, pek çok cephane
ve dinamit fitilleri bulunmuştur. Aynı aramalar İzmit'te de yapılmış, burada da aynı şeyler
ele geçirilmiştir.
Gerek Adapazarı ve gerek İzmit'te yakalanan ihtilalcilerin
ifadelerine göre; Ruslar, Sakarya Nehri ağzı bölgesini bir çıkarma
yaptıkları zaman bu silahlar patlayıcı maddeler Türk askeri ve
halkına karşı kullanılacaktır. Böylece genel bir öldürme, yok etme
planı uygulayacaklardır. Bir kısım Ermeniler de Türk askeri
elbiselerini giyerek Türk ordusunu içinden vuracaklardır.
Ermenilerin planları ortaya çıkınca komite ele başları Yalova,
Bursa bölgelerine kaçmışlar, buralarda karşılaştıkları Türkleri soymuş ve öldürmüşlerdir.
Buna karşın Ermeniler her yerde Ermenilerin öldürüldüğü,
Ermenilere işkence yapıldığı haber ve dedikodularını geniş ölçüde
yaymaya başlamışlardır. En sonunda hükümet köklü önlemler
almak zorunda kalmış, Ermeni çetelerinden bir kısmı
tutuklanmış, diğer bir kısmı da memleketin çeşitli bölgelerine
kaçarak kurtulmuşlardır.
KAYNAK:
Sakarya, Em. Tümg. İhsan-; Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984, s. 238
İSYANLARIN GENEL TABLOSU
1890'da Erzurum olayı ile başlayıp 1896 Van isyanı ile biten dönem, Batı dünyasında
büyük bir soykırım dönemi olarak gösterilir.
Nalbadian, "bu devrede 50.000-300.000 Ermeni öldürülmüştür" der.
Davih Marshall Lang, 1894-96 arasında 200.000 Ermeni öldürüldüğünü yazar.
Pastırmacıyan'a göre 100.000-110.000 ölü vardır.
Misasskian ise, "En az 300.000 Ermeni ölmüştür" diye yazar.
Hepsius'un rakamı 88.243'dür. Ancak bu rakamı nereden bulduğu anlaşılmamaktadır.
Mesela 1896'da Van'da 20.000 kişi ölmüş gösterir. Halbuki Van şehrinin içindeki çetelerin
çoğu İran'dan gelmedir ve Saadettin Paşa'nın verdiği rakamlardan şüphe etmek için de
sebep yoktur. Keza Zeytun'da 6.000 kişinin öldüğünü yazar. Aghasi ise 125 kişi zayiat
verdiklerini yazmaktadır. İsyan bittikten sonra hastalıkların ölenlerin dahi 3.000 civarında
olduğu İngiliz dokümanlarında yer alır ki, bu ölümlerin isyan olayı ile ilgisi yoktur.
Bliss'in, 1895 rakamı 35.032'dir.
Komitacı Ermenilerin kurşunları ile ölen Ermenileri de Türkler öldürdü sayılsa bile, 1890'lı
senelerde isyanlar ve ayaklanmalar sırasında hayatlarını kaybeden Ermenilerin sayısı
20.000'e bile çıkarmak güçtür.
Bu arada aynı dönemde ölen Müslümanların hesabını yapmak da gereklidir. Eğer
Aghasi'nin "Zeytun'da 20.000 Türk öldürdük" sözünü ciddiye alsak, Müslüman kaybı
25.000'e yaklaşmış ve Ermeni kaybının iki mislini bulmuş olur. Ancak şu muhakkaktır ki,
Müslümanların bu iki sene zarfında kaybı 5.000'den az değildir. Bu Müslümanların çok
büyük kısmı durup dururken, üstüne ateş açılarak veya bomba atılarak, sırf geride
kalanlar hırsa kapılıp da Ermenilere saldırsın diye öldürülmüşlerdir. İşte asıl katliam, asıl
cinayet budur.
KAYNAK:
Gürün, Kamuran-; Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 167-68
KURTULUŞ SAVAŞI
KURTULUŞ SAVAŞINDA ERMENİ İSYANLARI
Birinci Dünya Savaşı’nın Galip Devletleri, savaş sırasında, aralarında yaptıkları
anlaşmalarla, Türk topraklarını bölüşmeyi kararlaştırmışlardı. Mondros Ateşkesi ile de bu
fırsatı ellerine geçirince; Suriye-Adana cephesindeki Türk Kuvvetleri’nin, Toros geçitlerine
alınarak bölgenin boşaltılmasını istediler.
Yapılan baskılar sonucu, bu cephedeki Türk Birlikleri, Toroslar kuzeyine çekildi. Ateşkesin
imzasından hemen sonra Adana’yı işgale başlayan Fransızlar, meydanı boş bulunca
silahlandırdıkları Ermeniler ile birlikte bu işgallerini genişleterek, Adana’dan başka Kozan,
Osmaniye, Tarsus, Mersin ve Pozantı’yı da işgal ettiler.
Bu arada İngilizler de, Antep, Maraş ve Urfa’yı işgal ettiler; fakat bir süre sonra aralarında
vardıkları bir anlaşmayla bu üç ili Fransızlara bıraktılar. Böylece Fransızlar Adana
kuzeybatısındaki Toros geçitlerinden Fırat nehri doğusuna kadar uzanan geniş bir alanı
işgal etmiş bulunuyorlardı (*).
Fransızlar bu geniş alanda varlıklarını koruyabilmek için, İngilizlerin bu dönemde
Doğu’daki Ermeniler’i kullandıkları gibi, Fransızlar da Suriye ve Güney Anadolu’daki
Ermenileri kullanmak istediler. İngilizler Ermenistan devletine Türklerden aldıkları
toprakları verirken, Fransızlarda kendisine bedava asker edinebilmek için bölgesindeki
Ermenilere Çukurova bölgesinde, “Klikya Ermeni Devleti” kuracağı sözünü verdi.
Tehcirle Suriye’ye gelmiş olan Ermeniler ile Çukurova’da yerleşik Ermeniler, bu tatlı
vaade kapıldılar. Böylece İskenderun Körfezi’nden Kafkaslara kadar Büyük Ermenistan’ı
kurmuş olacaklardı.
Yaklaşık 5000 Ermeni, bu aöacı gerçekleştirmek için Lejyon askeri olarak Fransız
ordusuna katıldı ve Fransız üniforması ile efendilerinin emrinde Türklere karşı çarpıştı.
Tehcirle Suriye’ye gelenlerden geri kalanı, Fransız yardımıyla Çukurova’ya yerleştirildi.
Yerleşik Ermenilerle bunlar birleşerek, Fransız silahları ile Milis kuvvetleri ve çeteler
kurdular ve işgalci Fransız ordusundan ayrı olarak, Türk yönetimine başkaldırdılar.
Türk sivil halkının oluşturduğu milli kuvvetler, cephede Fransız ordusuyla, içte ve geride
Ermeni çeteleriyle savaşmak durumunda, yerleşim yerlerini ve canını korumak zorunda
kaldı.
Fransızlarla işbirliği halinde devlete başkaldıran silahlı Ermeni sayısı, yerleri ile birlikte
şöyle idi(**):
Antep’te 2500
Maraş’ta 2000
Saimbeyli’de 1500
Urfa’da 1000
Zeytun’da 500
Şar’da 350
Kozan’da 300
Adana-Mersin’de 1.000
Osmaniye-İslahiye’de 1.000
Toplam: 10.150
Fransız ordusunun harekatı dışında, devlete başkaldırı şeklinde ki Ermeni isyanı, 7 Mart
1919’dan 6 Eylül 1921’e kadar; Adana, Kozan, Haçin (Saimbeyli), Şar, Göksun, Zeytun
(Süleymanlı), Maraş bölgelerinde devam etti. Binlerce masum insanın ölümüne, onlarca
köy ve kasabanın tahribine sebep oldu. Doğu Anadolu’da yaptıkları katliamları aynen
burada da yaptılar.
Ermeni isyanının en kanlı bölgesi, daha önce on Ermeni isyanı yaşanmış Saimbeyli ile 6
Ermeni isyanı yaşanmış Süleyman’lı oldu. En son olarak, 6 Eylül 1921’de Zeytun
(Süleymanlı)’daki isyan bastırıldı ve Ermeni çetelerinin savaşma azimleri kırıldı.
Fransızlar, yenilgiyi kabul edip, 20 Ekim 1921’de Ankara Hükümeti ile barış anlaşması
(Ankara Anlaşması) yaptıktan sonra, işgal ettiği Türk topraklarını boşaltmaya başlayınca,
isyancı Ermeniler ortada kaldılar. Yaptıkları onca kötülük, katliam ve vahşetten sonra
bölgede kalamadılar ve Fransız ordusu ile birlikte çekildiler.
Sonuç, Ermenilerin bir kez daha kullanılması olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sonunda ve
sonrasında Doğudakiler İngilizler, Güneydekiler Fransızlar tarafından kullanılan Ermeniler,
acaba bunu anlamışlar mıdır? Bugün ise beklenilen kimlerin duplörlüğünü yaptıklarını,
kimler tarafından kullanılmak istendiklerini anlamalarıdır. Tekrar zararlı çıkmamalarıdır.
(*) Görgülü, İsmet; Ana Hatları ile Türk İstiklal Harbi, Kastaş Yayınevi, 1999, s.60
(**) Türk İstiklal Harbi 4. Cilt Güney Cephesi, Gnkur. Yayını, 1966, s.4
ERMENİ SORUNUNUN ÇIKMASINDA KİLİSENİN ROLÜ
Ermeni Kilisesi'nin Bağımsızlık Çalışmaları
Meşrutiyet'in İlanı, Kilise-Taşnak-Hınçak İşbirliği
"Ermeni Katogigosluk Ve Patrikliği Nizamnamesi"
Patrik Zaven Efendi'nin Çalışmaları
29 Mart 1863 tarihinde Ermeni cemaatının Osmanlı İmparatorluğu'ndaki durumunu daha
da güçlendiren, onlara bazı ilâve imtiyazlâr tanıyan ve kendilerini yönetmeleri konusunda
muhtariyet getiren "Nizâmnâme-i Millet-i Ermeniyân" adı ile hazırlanan bir nizâmnâmenin
yürürlüğe girmiştir. Ermeniler için daha önce mevcut bulunan haklara ilâveten birçok yeni
hükümler ihtiva eden bu nizâmnâme, Islâhat Fermânı hükümleri uyarınca, yüzyıllardan
beri devletin en sadık tebaası olarak kabul edilen Ermenilere verilen bir mükafat
durumundadır. Osmanlı Hükümeti'nin muvafakatı alınarak doğrudan doğruya Ermeni
Patrik Meclisleri tarafından hazırlanmış olan bu nizâmnâmede, Ermeniler'e "devlet içinde
devlet", "yönetim içinde yönetim" denilebilecek kadar ölçüsüz imtiyazlar tanınmıştır.
Ermeniler bu "Millet Nizâmnâmesi" ile bir bakıma Ermeni asillerin tahakkümünü ortadan
kaldırmak istemişlerdir. Bu dönemde, Gregoryen Ermeniler İstanbul'daki patriklerinin
idaresinde 26 Episkoposluk dairesinde yaşıyorlar, çoğunluğu şehirlerde bulunan Katolik
Ermeniler ise, bir Patrik yönetiminde 13 Episkoposluk dairesi teşkil etmişlerdir(1). Kagik
Ozanyan adlı Ermeni yazarı, bu nizâmnâmenin, Ermeniler'de ihtilâl ruhunu uyandırdığını
ve "Ermeni Meselesi"nin masa üzerine konulduğunu ifade etmiştir(2).
KAYNAK
(1)İlber Ortaylı, Tanzimattan Cumhuriyete Yerel Yönetim Geleneği, İstanbul 1985, s. 73.
(2)Esat Uras, a.g.e., s.412 .
Ermeni Kilisesi'nin Bağımsızlık Çalışmaları
"Ermeni Milleti Nizâmnâmesi"nin 1863 yılında ilânında sonra Patrikler, daha çok millî ve
siyasî cephelerde çalışmaya başlamışlardır. Bu nizâmnâme, Ermenilerce muhtariyet için
bir adım telâkki olunmuş Lübnan olayları dolayısıyla vuku bulan Avrupa müdahalesi
genişlerse, bu müdahalenin kendileri için de faydalı olacağı ümidi uyanmıştır. Osmanlı
İmparatorluğu'nda bağımsız Ermenistan için başlatılan isyanlar (1780-1862 yılları
arasında) netice vermemiştir(3).
Osmanlı İmparatorluğu içinde muhtar bir Ermenistan kurulması düşüncesinin lideri Patrik
Mıgırdiç Hırimyan (1869-1873)'dır. 1820'de Van'da doğan Mıgırdiç Hırimyan, 1854 yılında
34 yaşında iken, Akdamar Kilisesi'ne Vartabed(4) olmuş böylece kiliseye üye olmuştur.
1858'de Van'da Varak Manastırı'nda kurduğu matbaada Ermeni bağımsızlığını güden "Van
Kartalı", 1863'de Muş'ta St. Garabed Manastırı'nda da "Muş Kartalı" adlı gazeteleri
neşretmeye başlamıştır. Vaazları ile dikkati çekmiş olan Hırimyan, 1869 yılında
İstanbul'da Ermeni Patriği seçilmiştir(5). Onun Patrik seçilmesi, uyanmakta olan Ermeni
millî menfaatlerinin zirveye tırmanması sonucunu doğurmuştur. Patrik Hırimyan, göreve
başlar başlamaz şu iki esas üzerine çalışmaya başlamıştır:
a. "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi"ni tekrar tetkik ve vilâyetlerin arzusuna ve
ihtiyaçlarına göre tâdil ettirmek,
b. İstanbul Ermeniliği'nin, meclisin ve hükümetin gözlerini Ermenistan'a
çevirmek(6).
Hırimyan'ın, Ermeniler'i macera peşinde sürüklemek yolundaki politikasını beğenmeyen
ve geleceklerini Türkiye'ye bağlı kalmakta gören banker, sarraf ve hükümet memurları
ona cephe almışlardır. Nihayet Patrik olarak takip ettiği amacı elde edemeyen Hırimyan,
1873 Ağustos'unda istifa etmek zorunda kalmıştır.
Yerine geçen Patrik Nerses Varjabedyan (1874-1884)'ın da Hırimyan'ın
izinden yürümüştür. 1876'da II. Abdülhamid tahta geçmiş ve I.
Meşrûtiyet ilân edilmiştir. Nerses Varjabedyan, Bulgar meselesini
halletmek için toplanan İstanbul Konferansı (12 Aralık 1876-20 Ocak
1877) sırasında İngiliz Büyükelçisi Henry Elliot'a, eski Patrik Hırimyan
tarafından tertip edilmiş olan Osmanlı Ermenilerine yapılan sözde
baskıları gösteren bir rapor vermiş, fakat konferansın konusu sebebi ile
bu teşebbüsten bir netice alınamamıştır(7).
Hırimyan zamanında başlayan Patrikhâne'nin şikâyet raporları ve
müracaatları, Rumeli Hristiyanları meselesinden sonra çok şiddetli bir safhaya girecektir.
Patrikhâne'nin Bâb-ı Âlî'ye ve Avrupa devletlerine verdiği mezâlim raporları,
şikâyetnâmeler tetkik olunduğunda, bunların çoğunun vilâyetlerde meydana gelen basit
zâbıta olaylarından başka bir şey olmadıkları görülür. Patrikhâne, bir taraftan sistemli
olarak en basit olayı abartarak hükümete duyururken, diğer taraftan da bunları siyasî
önemli olaylar şekline sokarak Avrupa devletleri temsilcilerine vermeye başlamıştır.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan önce Ermeniler için iki yol görünmektedir:
a. Osmanlı Devleti'ne ve Türkler'e sadık kalmak,
b. İmparatorluk içindeki diğer Hristiyan toplumların hareketlerini takip ederek
çalışmak ve Avrupa devletlerinin müdahalesini sağlamak.
Patrik Nerses, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Salisbury'e yolladığı 13 Nisan 1878 tarihli
mektubunda şunları yazmaktadır:
"Ermeniler ile Türklerin bir arada yaşamaları artık imkânsızdır. Eşitliği, adaleti
ve vicdan özgürlüğünü ancak bir Hıristiyan yönetimi sağlayabilir. Müslüman
yönetiminin yerini Hıristiyan yönetim almalıdır. Ermenistan (Doğu Anadolu) ve
Kilikya (8), Hristiyan yönetimin kurulması gereken yerler arasındadır... Türkiye
Ermenileri işte bunu istiyorlar... Yani, Türkiye Ermenistan'ında, Lübnan'da
olduğu gibi, güvence altına alınmış bir Hıristiyan yönetim istiyorlar(9)."
Patrik Nerses, 17 Mart 1878 günü de, İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi Layard'ı ziyaret
ederek, "Bir yıl önce Osmanlı idaresinden şikâyetimiz yoktu, ancak Rus zaferi
şimdi durumu değiştirdi, Doğu'da bağımsız bir Ermenistan istiyoruz. Eğer siz
yardım edemezseniz bunu gerçekleştirmek için Rusya'ya müracaat ederiz."
demiş, elçi Ermenistan'dan nereyi kasdettiğini sorunca da, "Van, Sivas, Diyarbakır ve
Kilikya" diye cevap vermiştir. Elçinin, "Evet ama bu yerlerin hiçbirinde çoğunlukta
değilsiniz." demesi üzerine de, "Bunu biliyoruz, ama şimdi Rusya Doğu'da
topraklar kazanıyor, Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki güç dengesi
değişti. Biz de geleceğimizi düşünmeliyiz(10)." diye Ermeniler'in amacını
açıklamıştır.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Osmanlılar'ın barış istemeleri üzerine 31 Ocak 1878
tarihinde Edirne'de yapılan mütareke ile sona ermiş(11), barış şartları ise Ayastefanos
(Yeşilköy)'ta tespit edilmiştir. Ayastefanos (Yeşilköy)'ta devam eden barış görüşmeleri
sırasında bizzat Nerses Varjabedyan ve bazı Ermeni ileri gelenleri, Rus murahhas heyeti
başkanı, Çar'ın kardeşi Grandük Nikola ile görüşerek, antlaşmaya Ermeniler ile ilgili bir
madde koydurmayı başarmışlardır. 3 Mart 1878 tarihinde Osmanlı Devleti ile Rusya
arasında imzalanan ve gayet ağır hükümler taşıyan Ayastefanos Antlaşması'nın 16.
maddesinde geçen "Ermenistan" tâbiri ile böyle bir memleketin varlığı da Osmanlı
Devleti'ne kabul ettirilmiştir. Ancak bu anlaşma yürürlüğe girmemiştir.
Ayastefanos Antlaşması'nın Berlin'de tâdil edileceği haberini alan Patrik Varjabedyan,
harekete geçerek, toplanacak olan kongreye katılacak bütün devletler nezdinde yoğun bir
faaliyette bulunmaya başlamıştır. Bu amaç doğrultusunda Beşiktaş Başpiskoposu Horen
Nar Bey, Rusya (St. Petersburg)'ya giderek, Çar II. Aleksandr tarafından kabul edildi.
Horen Nar Bey, Çar'dan, Osmanlı Ermenileri'ni himaye etmeye devam etmesini ve Berlin
Kongresi'nde davalarını savunmasını rica etmiştir. Eski Patrik Hırimyan'ın başkanlığında
bir heyet de Avrupa başkentlerini (Roma, Viyana, Paris, Londra) dolaşarak siyaset
adamlarını Ermeni Davası (Hai Tahd)'na kazandırmak için propagandaya çıkmıştır. Bu
heyetin elinde, Ermeni isteklerini belirten ve Türkiye'de Ermenistan kurulması için
hazırlanan 7 maddeden müteşekkil bir proje bulunmaktadır(12).
Patrik Nerses Varjabedyan da, bir taraftan Manchester Ermeni Komitesi Başkanı Karekin
Papazyan'a gönderdiği bir mektupta(13), siyasetlerinin Rusya'ya minnettar kalarak,
İngiltere'den ümit ve onun sayesinde hedefleri olan maddî ve manevî refaha ulaşmak
olduğunu belirtmiş, diğer taraftan da 30 Haziran'da İstanbul'da İngiliz Büyükelçisi
Layard'ı ziyaret ederek projelerini Kongre'ye vermiş olduklarını ifade ederek, İngiltere'nin
bu projeyi de desteklemesini istemiştir(14).
Patrik Nerses ayrıca, Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan Ermeniler'in nüfusları hakkında
da büyük devletlere tahrif edilmiş rakamlara ulaşan kilise istatistikleri göndermiştir.
Neticede sun'î mesele, Ayastefanos Antlaşması'nın 16. maddesi fazla değişikliğe
uğramadan 13 Temmuz 1878 tarihinde imzalanan Berlin Muahedesi'nin 61. maddesi
olarak kabul edildi. Böylece, "Ermeni Meselesi", büyük devletlerin nezâretinde olmak
üzere Osmanlı Devleti'nde yapılacak bir "Islâhât Meselesi" halinde tespit edilmiştir.
Berlin Kongresi'ne eski Patrik Hırimyan ile birlikte çevirmen-sekreter olarak katılmış olan
Nuryaz Çeraz, 1879 yılında yayınladığı bir broşürde, Berlin Kongresi'nde elde edilenler ile
Ermenilerin umutsuzluğa düşmelerine gerek olmadığını vurgulamış ve onlara şöyle hitap
etmiştir(15):
"Berlin Kongresi... ilerde kuracağımız millî binanın (Ermeni Devleti'nin)
temellerini de attı... Avrupa elimize silâhları verdi; paslanmadan önce bu
silâhları kullanmalıyız... Berlin Kongresi ile bir altın madeni elde ettik, bu maden
ocağını çalıştırmak ve altını çıkarmak bize düşer."
Görüldüğü gibi broşürde, Ermeniler'e silâhlı eylem tavsiye edilerek, arkalarında Avrupa
devletlerinin bulunduğu belirtilmiştir.
Patrik Nerses Varjabedyan, meselenin ihtilâl ve isyan ile halledilmesi gerektiğine inanmış
ve bunu hazırlamak için de Patrikhâne'de "Islâhât Komisyonu" adı ile bir komisyon
kurmuştur. Bu komisyon tarafından, 1879 yılı ortalarında Piskoposluklara gönderilen
genelge, bir cümle ile Ermeniler'i isyana davet ediyordu. Bu genelgede, vilâyetlerdeki
Ermeni din adamlarından yapılması istenenler yer almıştır(16).
Bu sıralarda, İstanbul'da Ermeni Patrik vekili olan Başpiskopos Mateos İzmirliyan da boş
durmamış, piskoposluklara mektuplar yağdırmakla meşgul olmuştur. Bu mektuplar tetkik
edildiğinde, Patrikhâne'nin ihanet içinde bulunduğu, takip edilen hareket tarzının,
hükümeti yıkmak, yabancı müdahalesini sağlamak ve neticede muhtariyet elde etmek
olduğu görülmektedir(17).
Patrikhâne'nin devlet aleyhindeki çalışmalarının Dahiliye Nazırlığı'na rapor edildiği 1881
ve 1882 yıllarına ait şifreli yazılarında, Sivas valisi Hakkı Paşa aşağıdaki hususlara dikkati
çekmektedir(18):
1. Patrikhâne piskoposlara, ihtilâl ve isyan hazırlıklarını gösteren genelgeler
göndermeye başlamıştır.
2. Patrikhâne, aklı başında, yaşlı, ihtilâl ve isyanın Ermeniler için çıkar yol
olmadığını, Ermeni milletinin bundan zarar göreceğini kavrayan ve
Patrikhâne'nin emirlerine uymayan piskoposlar ile papazları işlerinden
atarak (bunların bazılarını öldürtmüştür) yerlerine genç ve ihtilâlci
piskopos ve papazları tayin etmiştir.
3. Patrikhâne, gönderdiği gizli genelgeler ile devletin işi olan nüfus sayımına
girişerek, Avrupa devletlerine "Altı Vilâyet"te çoğunlukta olduklarını
gösterme yolunda çalışmalara başlamıştır.
4. Patrikhane, çeşitli adlar altında (Kıtlıktaki Ermenilere Yardım, Kudüs-ü
Şerif Borçlarının Ödenmesi, vb.), Ermenilerden vergiler alarak, Avrupa
basınında Ermeniler lehine ve Türkler aleyhine geniş ölçüde
propagandaya girişmiştir. Bunun için âdi cinayet olaylarını Ermeniler'in
katli gibi göstermeye çalışmış, gerçekle ilgisi olmayan cinayet haberleri
çıkarmıştır. Kısaca, olayları tersyüz ederek yalan ve iftiraya dayalı bir
kampanya başlatmıştır.
5. Patrikhâne'nin Ermenilerden "yardım" adı altında topladığı yüzbinlerce
lirası (altını) bulunmaktadır. Bu paranın bir bölümü ile, Rusya'dan Doğu
Anadolu'nun her tarafına sızdırılan silâhlı çeteler, yerli fedâiler ile birlikte
terör hareketlerini başlatmışlardır.
6. Papazlar, iki üç yıldan beri, Ermeni okullarındaki küçük çocuklara
varıncaya kadar, bütün Ermenilerin zihinlerini zehirleyerek, hükümet
emirlerine saygıyı ve itaatı kökünden yıkmışlardır.
7. Patrikhâne, komitelerin kurulmasına öncülük ettiği gibi paraca da büyük
yardımlar yapmaktadır. Komitelerin, Patrikhâne'nin idaresinde olduğunu
belirtmekte yarar vardır.
Nerses Varjabedyan'ın 1884'te ölümünden sonra 1885'te, yerine Erzurum Piskoposu
Harutyun Vehabedyan (1885-1888) Patrik seçilmiştir. Vehabedyan, Mıgırdiç Hırimyan ve
Nerses Varjabedyan'ın takip ettikleri politikayı tasvip etmemiş ve Türkiye Ermenileri'nin
durumunun ıslâhı için Avrupa'dan umut ve medet beklemenin faydasızlığına inanmıştır.
Üç yıl Patriklikte kalan Harutyun Vehabedyan'ın döneminde, Ermeni isyan komiteleri
teşkilâtlarını genişletmişler, Avrupa ve Amerika'da şubeler açmışlardır. Artık Ermeni
milliyetçiliği, başka bir ifade ile, muhtariyet isteyen ihtilâlci hareket, kilisenin yanında,
Ermeni İhtilâlci Partileri'ne geçmiştir. Belli bir etkinlik kazanmış, Avrupa'daki öncülerin
modeline göre örgütlenmiş, kendi yayın organına sahip ilk Ermeni siyasî partisi
"Armenagan", 1885 yılında Van'da kurulmuştur(19). 1887'de ise Ermeniler, Cenevre'de
ilk Marksist partilerini kurmuşlardır. Bunlar, daha sonra 1890'da "Hınçak Ihtilâlci Partisi"
adını almışlardır(20).
Harutyun Vehabedyan'dan sonra yerine geçen İzmit Manastırı Başrahibi Horen
Aşıkyan(1888-1894) döneminde de, vilâyetlerde çıkan âdi olaylar, oradaki piskoposlar
tarafından büyütülmüş, bunlara istenilen şekil verilerek Avrupa'ya "Türk zulüm ve
işkencesi"(!) şeklinde aksettirilerek, müdahale edilmesi istenmiştir.
Ancak Ermeni komiteciler, istedikleri faaliyeti göstermiyor kanaati ile Patrik Horen
Aşıkyan'a sûikast düzenlemişlerdir. Patrik sadece yaralandı ve bu hadise üzerine istifa
etmiştir(21).
Horen Aşıkyan'ın yerine, Mısır'ın eski Ermeni Patriği Mateos İzmirliyan (1894-1896)
İstanbul Ermeni Patrikliği'ne seçilmiş, bu durum Hınçaklar'ı sevindirmiştir. O, komitelere
bağlı ve üye olan memurları da hizmetine almıştır. İzmirliyan, sadece ihtilâl ve isyan
fikrini yaymakla kalmamış, hükümetin yaptığı bütün işleri ağır bir dille eleştirmiş, İngiliz
Büyükelçiliği'ne ve Londra gazetelerine raporlar göndermiştir(22).
Mateos İzmirliyan'ın döneminde Ermeni bağımsızlığı için yapılan isyanlar, hemen her
vilâyette süratle yayılmaya başlamıştır(23). Bu isyanlar II. Abdülhamid'in dirayeti
sayesinde kısa zamanda bastırılmıştır. Gelişmeler üzerine istifa edip Kudüs'e giden
İzmirliyan, İstanbul'a dönünce ikinci kez Patrik (1908-1909) ilân edilmiştir(24).
KAYNAKLAR
(3) Bkz. Erdal İlter, Ermeni Mes'elesi'nin Perspektifi ve Zeytûn İsyânları (1780-1880), Ankara 1988, s. 97-II5.
(4) Ermeni Kilisesi'ndeki ruhanî dereceler şunlardır: Katogigos, Patrik, Yepiskopos (Piskopos), Vartabed, Papaz.
(5) Uras, Esat-; a.g.e., s. 417; Nalbandian, Louse-; a.g.e., s. 53; Gürün, Kâmuran-; a.g.e., s. 62, 74.
(6) Buradaki Ermenistan tâbirinden kasıt, Doğu Anadolu'dur. Ancak, Ermenistan tâbirinin, etnik değil, coğrafî bir tâbir
olduğu ilim âlemince kabul edilmiştir. "Yüksek/Yukarı/Dağlık Bölge" anlamına gelen Ermenistan adına, XIII. yüzyıldan
itibaren tesadüf edilmeyecek ve bölge (Doğu Anadolu) XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar "Türkmen Ülkesi" olarak
adlandırılacaktır. Geniş bilgi için bkz., H. Kemal Türközü, Türkmen Ülkesi (Doğu Anadolu) Adı ve Emperyalizmin Etkileri,
Ankara 1985, s. 1-12; Kâmuran Gürün, a.g.e., s.l-9; Mehlika Aktok Kaşgarlı, a.g.e., s. 329; Tuncer Baykara,
Anadolu'nun Tarihî Coğrafyasına Giriş, Anadolu'nun İdarî Taksimatı, 1, Ankara 1988, s. 24-25,
(7) Uras, Esat-; a.g.e., s. 417; Sonyel, Salahi Ramsdan-; The Ottoman Armenians, s. 41 .
(8) Kilikya, Toros Dağları, Amanos Dağları ve Akdeniz arasında kalan bölgedir. İdarî anlamda ise Kilikya, Osmanlı
İmparatorluğu'ndaki Adana Vilâyeti'ne verilen addır. Kilikya'nın sınırları zaman zaman değişmiştir.
(9) F.O. 424/70, Nu. 134/I zikr., Bilâl N. Şimşir, British Documents On Ottoman Armenians (1856-1880), Vol. I ,
Ankara 19R2, s. 173, Belge Nu. 69.
(10) Gürün, Kamuran-; a.g.e., s. 99.
(11) Nihat Erim, Devletlerarası Hukuk ve Siyâsî Tarih Metinleri: Osmanlı İmparatorluğu Andlaşmaları, C.1, Ankara
1953, s. 381-385.
(12) Projenin tamamı için bkz, Esat Uras, a.g.e., s. 459-485; Enver Ziya Karal, a.g.e., C. VIII, s. 132; L'Angleterre et
les Armeniens (18391904), s. 19-22.
(13) Mektubun metni için bkz., Esat Uras, a.g.e., s. 485-486.
(14) Gürün, Kamuran-; a.g.e., s. 104.
(15) Turkey Nu. 4(1880), Nu. 118/I, zikr., Bilâl N. Şimşir, a.g.e., s. 602-606, Belge Nu. 309..
(16) Hocacıoğlu, Mehmed -; Tarihte Ermeni Mezâlimi ve Ermeniler, İstanbul 1976, s. 181-182.
(17) Mektubun mahiyeti için bkz., Aspirations et Agissement Revolutionnaires des Comites Armeniens..., s. 308-310.
(18) Hocaoğlu, Mehmet -; a.g.e., s. 182-185.
(19) Nalbandian, Louise -; a.g.e., s. 90.
(20) Nalbandian, Louise -; a.g.e., s. 104, 1 17.
(21) Uras, Esat-; a.g.e., s. 724-725. Horen Aşıkyan'a, Hınçak Komitesi tarafından gönderilen tehdit mektubu için bkz.,
Aspirations et Agissement Revolutionnaires des Comites Armeniens..., s. 310-311.
(22) Hüseyin Nazım Paşa, Ermeni Olayları Tarihi, I, Ankara 1994, s. 66.
(23) İsyanların kronolojik sıralaması için bkz., Kâmuran Gürün, a.g.e., s. 139-159.
(24) Uras, Esat -; a.g.e., s. 833; Salahi Ramsdan Sonyel, a.g.e., s. 281.
Meşrutiyet'in İlanı, Kilise-Taşnak-Hınçak İşbirliği
23-24 Temmuz 1908 tarihinde II. Meşrûtiyet'in ilânından sonra Patrikhâne, bütün varlığı
ile tam bir komiteci yatağı olmuştur. Ermeni Kilisesi, Meşrûtiyet sonrasında da terörün
içindeki yerini almıştır.
Bitlis Rus Konsolosu tarafından İstanbul'daki Rus Büyükelçisi'ne gönderilen 3 Aralık 1910
tarihli ve 602 Numaralı rapor(25), kilise ile Taşnak mensupları arasındaki ilişkiyi bütün
açıklığı ile gösterir mahiyettedir.
1909 yılında İstanbul'daki "31 Mart Olayı"nın akabinde, devletin geçici olarak hükümetsiz
kalması Ermenilere aradıkları fırsatı vermiştir. Adana'da Ermeni Piskoposu Muşeg'in
teşvikleri ile 14 Nisan 1909 tarihinde meydana gelen Ermeni isyanı, Avrupa devletlerinin
dikkatlerini çekerek müdahalelerini sağlamak ve Adana, Maraş, Mersin ve İskenderun'da
Hınçaklar'ın da yardımları ile bir Ermeni Devleti kurmak amacı ile yapılmıştır(26). 13 gün
süren Adana olaylarında 20.000'e yakın Türk ve Ermeni ölmüş, Piskopos Muşeg ise
ihtilâlin daha ikinci günü İskenderiye'ye kaçmıştır.
Aynı tarihlerde, 29 Mayıs 1909'da, İstanbul Ermeni Patriği
Mateos İzmirliyan, 1907 Ekim'inde ölen Eçmiyazin Katogigosu
Mıgırdiç Hırimyan'ın yerine Katogigosluk Makamı'na geçmek için
İstanbul'dan hareket etmiş, yerine Patrik olarak Yegiçe Turyan
(1909-1911) getirilmiştir(27). Ondan sonra da, Patriklik
Makamı'na Hovannes Arşaruni (1912-1913) seçilmiştir(28).
KAYNAKLAR
(25) Aspirations et Agissement Revolutionnaires des Comites Armeniens..., s. 95-103.
(26) 1909 Adana Ermeni olayları hkn. geniş bilgi için bkz.. Cemal Paşa, Hâtırât (1913-1922), İstanbul 1922, s. 249256; Esat Uras a.g.e., s. 810-829; Mehmet Asaf, 1909 Adana Ermeni Olayları ve Anılarım, yayına hazırlayan İsmet
Parmaksızoğlu, Ankara 1982; Salâhi R. Sonyel, "The Turco-Armenian Adana lncidents in the Light of Secret British
Documents (July, 1908-December-, 1909)," Belleten, Sayı: 20 i (Aralık 1987), s. 1291-1338.
(27) Jacques de Morgan, a.g.e., s. 369: Raymond H. Kevorkian-Paul B. Paboudjian, Les Armeniens dans L'Empire
Ottoman, Paris 1992, s. 29.
(28) Morgan, Jacques de-; a.g.e., s. 369.
"Ermeni Katogigosluk Ve Patrikliği Nizamnamesi"
Ermeni Patrikhânesi'nin ülkeyi parçalama yolundaki faaliyetleri, Patrikhâne'ye 1863
yılında devletçe, "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi" ile verilen hakların tadil edilmesini
gerektirmiştir. 10 Ağustos 1916 tarihinde yürürlüğe giren yeni "Ermeni Katogigosluk ve
Patrikliği Nizâmnâmesi"(29) ile, biri sırf ruhanî ve üstün durumda Katogigosluk, diğeri
yarı ruhanî, yarı siyasî ve idarî Patriklik gibi iki makam yerine, bu ikisinin de yetkilerini
toplayan tek bir makam, Katogigosluk-Patriklik Makamı ortaya çıkmıştır. Osmanlı
ülkesinde bulunan iki Katogigosluk -Sis (Kozan) ve Akdamar- ve iki Patriklik (İstanbul ve
Kudüs) kalkmış, yerlerine tek makam olan Katogigosluk-Patriklik Makamı geçmiş ve onun
yeri de devletin siyasî merkezi İstanbul değil, Hıristiyanlığın dinî merkezi Kudüs olmuştur.
Patrikhâne meclislerinde de değişiklik yapılmış, 140 kişilik Genel Meclis (Millî Meclis-i
Umumî) kaldırılmış, yerine 12 kişilik Dinî Meclis (Meclis-i Ruhanî) ile Karma Meclis
kurulmuştur. Osmanlı Devleti, bu yeni nizâmnâme ile Eçmiyazin Katogigosluğu'nun ve
Rusya'nın Osmanlı Ermenileri ile ilişkilerini kesmeyi amaçlamıştır. Böylece, Osmanlı
Ermenileri Rusya'nın manevî koruyuculuğundan kurtarılmaya çalışılmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmış ve İtilâf Devletleri ile 30
Ekim 1918 tarihinde yaptığı Mondros Mütârekesi hükümlerine göre toprakları işgal
edilmiştir. Artık vatanın kurtuluşu ve yeni bir devletin, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması
safhası başlayacaktır.
KAYNAKLAR
(29) BOA, DUİT, Nu. 67/1-I; Nizâmnâme metninin Fransızcası için bkz., Hrant Vartabed, L'Empire Ottoman et
L'lndependance de L'Eglise Armenienne, Publications du Dadjar, Nu. 2, Constantinople 1917, s. 80-94.
Patrik Zaven Efendi'nin Çalışmaları
Mondros Mütarekesi, Ermenistan'ın kurulması ortamı için önemli bir
adım olmuştur. 1918 Nizâmnâmesi hükümlerine uygun olarak 6 Aralık
1918 tarihinde İstanbul'a gelen Ermeni Patriği Zaven Efendi(30),
bağımsız bir Ermenistan kurulması için bir teşkilât kurmuş(31), silâh,
mermi ve para yardımlarını toplayarak maddî yönden noksanlarını
tamamlamaya çalışmış ve Rum Patrikhânesi'nden de geniş ölçüde
destek almıştır(32).
Türkiye Ermenileri'nin temsilcisi olduğu sıfatı ile Bogos Nubar Paşa, 30
Kasım 1918 tarihinde İtilâf Devletleri'ne başvurarak, bağımsız bir Ermenistan'ın
kurulmasını ve bu bağımsızlığın İtilâf Devletleri ile Cemiyet-i Akvam'ın himayesi altına
konulmasını istemiştir(33). Diğer taraftan, aynı meselenin gerçekleşmesi hususunda
çalışmalarda bulunmak üzere Patrik Zaven Efendi de, 12 Şubat 1919 tarihinde
İstanbul'dan Paris'e ve oradan da Londra'ya hareket etmiştir. Bogos Nubar Paşa ile de
görüşerek onu bazı hususlarda aydınlatan Zaven Efendi, bir taraftan da Lord Cecil, Lord
Curzon ve yardımcısı Lord Harding ile görüşmüş, Fransız Chambon ve Yunan Başbakanı
Venizelos ile müzakerelerde bulunmuştur(34). Ermenilerin minnettarlığını arz etmek
üzere İngiltere Kralı V.George'u da ziyaret etmiştir(35). Londra'dan Paris'e dönüşünde
ise Fransa Cumhurbaşkanı ve Başbakanı ile görüşen Zaven Efendi, sonuçtan çok umutlu
dönmüştür(36).
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan ve Lozan'dan sonra Ermeni Sorunu diye bir konu
kalmamasından sonra Türkiye'deki Ermeni Kilisesi problem çıkarmak şöyle dursun,
Ermeni diasporasının Türkiye'yi sıkıntıya sokan girişimlerine karşı çıkmıştır. Halen Ermeni
Patrikhanesi, sözde Ermeni Soykırımı iddialarına karşı tepkisini ortaya koymaktadır.
Nitekim, son 6 ay zarfında yeniden başlatılan propagandalar hakkında 7 Ekim 2000
tarihinde yayınlanan Ceviz Kabuğu adlı TV programa katılan Kandilli Ermeni Kilisesi
Başkanı Dikran Kevorkan, soykırım ve tehcir konusunda şunları söylemektedir:
"Soykırım ve Tehcir (bir yerden alıp başka bir yere götürmek) farklı anlamlara
gelir. Emperyalistlerin oyunları, Ermeni idarecilerin apolitik düş öncüleri
(medya, kiliseler, din adamları) bütün bu olaylara sebep olmuştur. Patrik ruhani
bir liderdir, siyasi konularda patrikten görüş alma gibi bir yanlış yapılıyor.
Emperyalist güçler ASALA ve PKK'nın arkasında olmasaydı onlar ne
yapabilirlerdi?"
Kevorkan'ın "asimilasyon" iddiaları hakkındaki görüşleri ise şöyledir:
"Bugün dünya üzerindeki Ermenilerin en rahatlıkla, en güçlü şekilde kendi
kimliklerini muhafaza eden ülke Türkiye'dir. Yurtdışındaki Diasporadaki Ermeni,
ismini değiştirerek mücadeleye giriyor. Çünkü oralarda, bir kültür ağırlığıyla, o
insanların kültürünü eritmek var. Bugün Türkiye'nin aleyhine konuşulan
Diasporadaki Ermeniler çok iyi biliyorlar ki, Amerika'nın belli kiliselerinde
kurban ayinleri Pazar günleri İngilizce yapılıyor, Ermeniler ana lisanlarını
kaybediyorlar. Bunu söylediğin zaman kötü kişi oluyorsun. Biz onun için
Türkiye'deki Ermeni vatandaşlar olarak üzüntümüzü dile getiriyoruz. Ne için?
Atatürk'ün emanet ettiği Kuvay-i Milliye ruhuna bir haksızlık yapılmaktadır.
Bütün bunlar dışarıdakilerin oyunudur. PKK, ASALA, bu kararname, bütün bunlar
dışarıdakilerin oyunu. Biz Türkiye'deki vatandaşlar olarak bir haksızlık
yapıldığını düşünüyoruz. Ermeniler eğer akıllıysa maşa olarak kullanılmasınlar."
KAYNAKLAR
(30) 1898-1906 yılları arasında Erzurum'da, 1910'da Van'da, 1919-1913 yılları arasında Diyarbakır'da piskopos olarak
çalışan Zaven Efendi, Eylül 1913'de İstanbul Ermeni Patriği seçilmiş, ancak zararlı faaliyetleri sebebi ile 1916'da
Bağdad'a gönderilmiş, 1918'de Mondros Mütârekesi'ni müteakip İstanbul'a dönmüştür. Daha fazla bilgi için bkz.
Christopher J. Walker, a.g.e., s. 426-427; Ayrıca bkz., Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, I, Ankara 1993, s. 136137.
(31) Atatürk, M. Kemal-; Nutuk, I, 1919-1920, İstanbul 1967, s. 2; Selâhattin Tansel , Mondros'tan Mudanya'ya Kadar,
I, Ankara 1973, s. 106.
(32) Ergünöz Akçora, "Millî Mücadele Yıllarında Kurulmuş Faydalı ve Zararlı Cemiyetler," TDTD, Sayı: 4 (Nisan 1987), s.
20.
(33) Bogos Nubar Paşa'nın müracaat metni için bkz., Esat Uras, a.g.e., s. 923-924.
(34) Uras, Esat-; a.g.e., s. 943-944.
(35) Uras, Esat-; a.g.e., s. 943-944.
(36) Uras, Esat-; a.g.e., s. 943-947.
MİSYONER FAALİYETLERİ
Türkiye'ye gelen ilk misyonerlerin Proteston olduğu ve "British and
Foreign Bible Society"ye mensup oldukları ve bu teşkilatın 1804'te
kurulmasından sonra İzmir'den Anadolu içlerine misyonerler
yollamaya başladığı anlaşılmaktadır. Amerikan misyonerleri 1819'dan
itibaren gelmeye başlamışlardır.
1896 yılında Amerika'dan 7, İngiltere'den 4 ayrı Kiliseye bağlı
misyonerler Osmanlı topraklarına dağılmışlardır. Sadece Amerikalı
olarak 176 misyoner ve bunların yanında 869 mahalli yardımcı
çalışmaktadır. Bir misyon bulunan belli başlı Anadolu şehirleri de
şunlardır: Bursa, İzmir, Merzifon, Kayseri, Sivas, Trabzon, Erzurum,
Harput, Bitlis, Van, Mardin, Antep, Maraş, Adana, Hacin, Ankara,
Yozgat, Amasya, Tokat,Arapkir, Malatya, Palu, Diyarbekir, Urfa,
Birecik, Elbistan, Tarsus.
Misyoner faaliyetleri, Ermeni isyanlarını desteklemese bile, isyanın
zemininin hazırlanmasında önemli rol oynamıştır. İsyanlara
takaddüm eden dönemlerde ve isyanlardan sonra vilayetlerden gelen
raporlarda misyoner faaliyeti geniş şekilde yer almıştır.
KAYNAK:
Gürün, Kamuran; Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 40-44
PROPAGANDA
Türklerin en zayıf oldukları sahalardan
birisinin propaganda olduğunu rahatlıkla
söyleyebiliriz. Bu, Osmanlı Devleti'nde de
böyleydi. Türkiye Cumhuriyeti'nde de böyle
olmuştur. Türklerin propaganda ile ilişkileri,
yazılara, yalan iddialara cevap vermeye
çalışmaktan ibaret kalmış, yani bir nevi
pasif, kendini korumaya matuf bir gayretten
öteye geçmemiştir. Bu davranış ise Türklerin
daima suçlu durumda gösterilebilmesi için,
karşı taraflara çok büyük bir rahatlık ve
hareket serbestisi bırakmıştır.
Türkiye ve Türkler aleyhindeki propagandanın
özellikle Amerika'da en kesif olduğu tarih
şüphesiz 1923 yıllarıydı. Bunun sebepleri
hakkında Powell şöyle yazmaktadır:
"Türkler aleyhine derin kök salmış olan
düşmanlığı şu sebeplere bağlayabiliriz.
Geçmişte Hıristiyan azınlığa ve özellikle
Ermenilere reva gördüğü zulüm politikası
başta gelir; ikinci olarak dini önyargılar ve
siyasi propaganda gelir ki, bunların
birisinin nerede bitip diğerinin nerede başladığını söylemek
zordur; üçüncüsü mağlup ve parçalanmış olduğunu kabul
ettiğimiz bir ülkenin yeniden ortaya çıkışından duyduğumuz
üzüntü ve hayal sukutudur ve nihayet Türklerin ısrarla
kendilerini savunmayı reddedişleridir."
Powell kitabının 32. Sayfasında bu son sebebe değinmekte ve 1922
yazında Yıldız Köşkü'nde Vahdettin ile yaptığı bir konuşmada
Padişahın kendisine söylemiş olduğu şu sözleri nakletmektedir:
"Sizin gazeteleriniz ve dergileriniz, eğer yollasak bir Türkün
yazdığı yazıyı basmazlar, eğer basılsa halkınız bunu okumaz,
eğer okurlarsa inanmazlar. Hatta Amerika'ya Türk görüşünü
sizin dilinizle anlatacak kalifiye birisini yollasak, tarafsız bir
dinleyici kitlesi bulabilir mi?"
Padişahın söyledikleri belki doğrudur, nitekim
gene aynı kitabın 10. Sayfasında, ismi
zikredilmeden, New England'ın muteber din
adamlarından birisinin "Türkler hakkında
hakikati duymak istemiyorum, ben onlar
hakkında çoktandır kanaatimi değiştirdim"
dediği nakledilmektedir. Ancak böyle bir
noktaya gelinmiş olması Türklerin devamlı
susması ve muarızlarının yaydıkları yanlış
propagandaların, dini faktörlerin ve politik
mülahazaların da ilavesi ile zihinlerde yer etmesi sebebiyledir.
Bununla birlikte; "nasıl olsa basılmaz, basılsa okunmaz, okunsa
inanılmaz" zihniyeti tamamen aleyhte bir davanın gelişmesine, karşı
propagandanın daha rahat ve daha çabuk netice vermesine yardımcı
bir unsur olmuştur. Genellikle hemen her ülkede, gazetede çıkan bir
makalenin veya bir haberin doğruluğuna inanmak eğilimi vardır.
Din faktörünün ve siyasi değerlendirmelerin Türkiye aleyhindeki
havanın gelişip yerleşmesine nasıl yardımcı olduğu ortadadır. İşin
içine bir de şuurlu propaganda unsuru girince, durum tabiatıyla daha
da değişip, sadece tek taraflı haberlerin verilmesinden öteye, verilen
haberlerin içindeki gerçek payının azalması veya tamamen kalkması
durumu ortaya çıkabilmiştir. Bunu kanıtlayan bazı ifadeler aynı
kitapta şöyle geçmektedir:
"Vahşet olayları çok büyük ölçüde
mübalağa edilmiştir. Son dönemlere ait
vahşet olaylarının bir kısmı ise hiç vuku
bulmamıştır. Amerikan yardım
teşkilatının mahalli (İstanbul) basın
temsilcilerinden biri, dostlarına açıkça,
Amerika'ya sadece Türk aleyhtarı
haberler gönderebildiğini, çünkü para getirenin bu olduğunu
söylemiştir."
Bu ifade fazla soyut görülebilir. Bu sebeple bazı örnekler
verilmesinde fayda vardır:
"Osmanlı Bankası baskını ve takiben Ermenilere vaki saldırılar
haberi Avrupa'da yazıldıktan kısa bir süre sonra, resimli
gazetelerden bazı sanatkarlar vahşet olaylarının resimlerini
yapmak üzere İstanbul'a gönderilmişti. Bunların arasında
tanınmış harp muhabiri müteveffa Mr. Melton Prior da vardı.
Enerjik ve kararlı tabiatlı, hadiselere tabi olmayıp onların
üstüne çıkabilen bir insandı. Bu özel görevi dolayısıyla nazik
bir durumda olduğunu bana söyledi. Memleketteki insanlar
akıl ermez vahşet olayları duymuş ve bunların temsili
resimlerini bekliyordu.
Ölmüş Ermeniler gömülmüş, kadın ve çocuklara ise hiç
dokunulmamış, hiç bir Ermeni Kilisesine de saldırılmamış
olduğuna göre, bunları nasıl temin edeceği meselesi ortaya
çıkıyordu. Namuslu ve Türkleri takdir eden bir insan olarak,
şahit olmadığı hususları icat etmeyi reddediyordu. Ancak
diğerleri bu derece dürüst değildi. Neticede, bir İtalyan
resimli gazetesinde, Kilise içinde kadın ve çocukların
katledilişini gösteren korkunç resimler gördüm."
"Yüksek mevkilerdeki Türk görevlileri
tarafından Ermenilere karşı yürütüldüğü
söylenen vahşi tedip tedbirleri
münasebetiyle ismi baş sıralarda
geçenlerden biri, Anadolu'da ıslahatla
görevlendirilen Müşir Şakir Paşa'dır. 1895
Ekiminde Erzurum'da bulunan Mareşalin,
Ermeni ayaklanması sırasında kana
susamış bir insan gibi, elinde saati,
kendisinden emir bekleyenlere,
Ermenilerin tepelenmesine bir buçuk saat daha -bazı
versiyonlarda iki saat daha- devam edilmesi talimatını verdiği
rivayeti hemen bütün dünyayı dolaşmıştı...
Seyahatimizin gayesini göz önünde tutarak
sırasıyla İngiltere Konsolosu Mr. Graves'i,
Vali Mehmet Şerif Rauf Paşa'yı, Fransız
Konsolosu M. Roqueferrier'yi ve Rus
Başkonlososu M. V.A. Maximov'u ziyaret
ettik. Bu zevatın hepsine, Şakir Paşa
hakkında söylenenlerin doğruluğuna inanıp
inanmadıklarını sorduk. M. Rowueferier
bunun gülünç ve zevk için uydurulmuş
hikayeler olduğunu söyledi ve Şakir Paşa
hakkında birkaç takdirkar söz ilave etti."
"Rus Konsolosu M. Maximov: Böyle hikayelerin doğruluğunu
tekzip etmek benim görevim değildir, size söyleyebileceğim
Şakir Paşa'nın mert ve çok iyi kalpli bir insan olduğudur,
kendisini senelerdir tanırım, dostumdur, dedi. İngiliz
Konsolosu Mr. Graves, o sırada burada değildim, bu konuda
Şakir Paşa'yla da konuşmadım, fakat Vali bunun doğru
olmadığını söyledi, bu benim için kafidir, zira Rauf Paşa'nın
bizzat söylediklerine tereddütsüz inanırım, dedi."
"Mr. Graves'e ülkeye Ermeni ihtilalcileri gelerek Ermeni
halkını isyana teşvik etmeseydi, her hangi bir katliam vuku
bulacağını düşünür müydünüz, diye sordum. Şüphesiz hayır,
diye cevap verdi. Tek bir Ermeni dahi öldürülmüş olmazdı."
Ne var ki, bu bilgiler hiçbir zaman batı basınında
akis bulmamıştır. Tıpkı şu satırlarda ifade edildiği
gibi:
"Ekim sonunda (1922) Amerika'da (Near East
Relief's) teşkilatı temsilcileri müteveffa Miss
Annie T. Allen ve Miss Florence Billings,
Yunanlıların geri çekilirken yakmış oldukları
Türk köylerinin durumu hakkında
hazırladıkları bir raporu Teşkilatın
İstanbul'daki merkezine yolladılar. Teşkilat bu raporu aynen
M. Llyod George'un İzmir'de Yunanlıların yaptıkları fecaate
müteallik Bristol Raporu'nu neşretmeyişi gibi, hiçbir zaman
neşretmedi."
Bristol Raporu'nu, Llyod George gerçekten yayınlamamıştır.
"Raporu neşrettirmek istemeyişleri anlaşılmaz bir şey
değildir. Ayrıca M. Venizelos da bütün şahsi ağırlığını ortaya
koymuştu. Yunan temsilcisi hazır bulunmadan ve şahitlerin
ismi gizli tutularak tespit edilen olayların neşrine itiraz
etmişti. Böyle yapılmasının, batılı komisyonu değil de, mahalli
Yunan otoritelerini ilgilendiren haklı bir yönü vardı.
Yunanistan aleyhine netice verecek bilgileri ortaya koyanlar
Yunan işgalindeki bölgelerde yaşıyordu ve Yunan
misillememesine maruz bırakılamazlardı. Aynı hukuki
endişeler Belçika'daki Alman vahşeti ve Osmanlı
İmparatorluğunda Ermenilere uygulanan muamele isimli
Bryce Raporu için de geçerliydi. Müttefik hükümetler o aynı
sebeplere rağmen ismi geçen raporları neşretmekte mahzur
görmemişti."
Toynbee'nin bahsettiği Byrce Raporu, kendisinin editörlüğünü yaptığı
İngilizlerin Mavi Kitap'ıdır.
Ancak, nadiren de olsa, tam aksi durumlar da
olabilmiştir. İngilizler 18 Eylül 1918 Eylülünde
Bakü'yü tahliye zorunda kalmıştı. Gazeteler bu
haberi neşrederlerken Ermenilerin hıyanetinden
da bahsetmişlerdi. İngiliz propaganda hizmetleri
bunun üzerine ciddi telaşa düşmüş ve bu
haberin yapabileceği tesiri silmek yolunu
tutmuşlardı. Bu maksatla hazırlanmış olan bir
memorandumdan alınan aşağıdaki satırlar
önemlidir:
"Ermenilerin kredisini düşürmek, Türk ale
yhtarlığı davasını zayıflatmak demektir. Türkün, başı
felaketten kurtulmayan, asil bir insan olduğu itikadını
öldürmek çok güç olmuştur. Bu durum bu itikadı
canlandıracak ve Ermenilerin olduğu kadar Zionistlerle
Arapların prestijine de zarar verecektir. (...) Türklerin
Ermenilere yaptığı muamele, Türk meselesinin radikal şekilde
hallini ülkede ve hariçte kamuoylarına kabul ettirmek için
Majesteleri Hükümeti'nin elinde en büyük sermayedir."
Propagandanın önemini anlamak için İngilizlerin bu maksatla nasıl bir
teşkilat kurmuş olduklarına bakmakta yarar vardır:
"Bir propaganda dairesi konusunda ilk
duyduğum husus, 1914 Ağustosunda
Walton Heath Golf Kulübü'nde bir Pazar
günü öğle yemeğinden sonra Mr. T.P.
O'Connor'un Lloyd George'a, Almanların
Amerika'da sokaklarda broşürün
dağıtmak, gemilerle gelen yolcuların
eline birer broşür sıkıştırmak şeklinde
başlatmış oldukları propagandaya bir
karşılık verilmesi zaruretini söyleyişi
idi. Mr. Llyod George, şu ise bir bakıver, Charlie ne yapılabilir,
bir düşün, dedi. Mesterman kabul etti."
Mr. Mesterman, eski bir kabine üyesi olup, Avam Kamarası'nda
milletvekilidir. Bu tarihten sonra Mr. Masterman'ın bir propaganda
bürosunu kurup başına geçtiği bilinmektedir. Büronun mevcudiyeti
tamamen gizli tutuluyor, Mr. Masterman, Milli Sağlık Sigortası
Komisyonu'ndaki görevinden istifade ederek bu Komisyonun çalıştığı
"Wellington House", bürosunun da merkezi haline getirilmiş ve
büronun isme "Wellington House" olarak belgelere geçmiştir.
Wellington House'ın çalışma sahası ise şöyle anlatılmaktadır:
"Müttefiklerin davasını, İngilizlerin gayretlerini, Bahriyenin,
Ordunun, ticaret filosunun yaptıklarını, İmparatorluğun
ekonomik ve askeri imkanlarını, harbin sebep ve gayelerini,
Almanya''ın ve müttefiklerinin suçlarını ve vahşetlerini,
Belçika'nın davasını, denizaltı savaşının gayri insaniliğini
belirleyen olayları yaymak. Kullanılan vasıtalar da kitaplar,
broşürler, mecmualar, diagramlar, haritalar, posterler, posta
kartları, resimler, fotoğraflar ve sergilerdir."
Büronun sadece İngiltere'de 17 milyon nüsha neşriyat yaptığı ve
buna 15 günlük resmi mecmuanın dahil olmadığı belirtilmektedir.
Masterman Bürosu'nun faaliyetleri hakkındaki 118 sayfalık 3.
Rapor'un sonunda, basılan kitap ve broşürlerin listesi mevcuttur.
1916 yılının ilk yarısı sonunda basılan kitap ve broşütr adedi 182'dir.
Yazarlar arasında Max Aitken, William Archer, Balfour, James Bryce,
E. T. Cook, Conan Doyle, Alexander Gray, Archibald Hurd, Rudyard
Kipling, A. Lowenstein, C. F. G. Masterman, A. J. Toynbee, H. G.
Wells isimlerine de rastlıyoruz. Toynbee'nin yazdığı 3 kitaptan birinin
adı da "Ermenilere Yapılan Mezalim"dir.
Masterman Bürosu'nca basılan ve 1975
yılında Amerika'daki bir Ermeni yayınevi
tarafından tekrar basılan Mavi Kitap'taki
bütün referanslar, Tiflis'te çıkan "Hoziron",
Marsilya'da çıkan "Armenia", Londra'da
çıkan "Ararat", New York'ta çıkan
"Gotchnag" isimli Ermeni gazeteleri ile,
misyonerlerden aldıkları bilgileri nakleden
Amerika'daki, Ermeni Mezalimi Komitesi'dir.
Bu kaynaklara istinaden yazılacak bir kitabın
ne olacağı aşikardır. Bu arada şunu da
kaybetmekte fayda vardır; İstanbul ve İzmir
Ermenileri tehcire tabi tutulmamış olmakla
beraber, bu kitaptaki haritada tehcir edilmiş
görülmektedirler.
Mavi Kitap'ın nasıl yazıldığına dair bu açıklamadan sonra,
propaganda malzemesinin genellikle nasıl toplandığı hakkında, bu
konuları etüd etmiş iki yazardan alıntı yapmak faydalı olacaktır.
Yazarlardan ilki Arthur Ponsoby ve kitabının adı "Harp Döneminde
Yalanlar"dır. 1910'dan 1918'e kadar Avam Kamarası'nda Liberal Parti
üyesi olan Ponsoby, daha sonra İşçi Partisi'ne geçmiş, harp aleyhtarı
bir kişidir. Kitabını 1928 senesinde yayınlamıştır. Propagandada
hangi yollara müracaat edildiği hakkında bazı enteresan kısımlar
şöyledir:
"Harbiye Nezareti bir sirküler yaparak, Subayları, düşmanla
ilgili savaş olayları hakkında rapor vermeye davet etmiş,
olayların mutlak doğruluğunun zaruri olmadığı, normal bir
ihtimalin mevcudiyetinin kafi olduğu ilave edilmişti." (Sayfa
20)
"Vahşet yalanları en makbul olanlarıdır: Özellikle bu ülkede
(İngiltere) ve Amerika'da onlarsız harp yapılmaz. Düşmanın
kötülenmesi bir vatan görevi sayılır." (Sayfa 22)
"Bir netice tevlit etmeyecek alelade olaylarda bile insanların
şahitliği mutlak itimat yaratmaz. Ön yargıların, heyecanların,
hırsların ve vatanseverliğin hislere karıştığı zamanda ise bir
insanın ifadesi tamamen kıymetsiz hale gelir. Vahşet
hikayelerinin bütün çevresini kaplayabilmek imkansızdır.
Bunlar broşürlerle, posterlerle, mektuplarla ve nutuklarla
günlerce ve günlerce tekrarlandı. En can düşmanlarını bile,
delil yokluğu sebebiyle mahkum etmekten çekinecek şöhret
sahibi kişiler bütün bir milleti akla gelebilecek her türlü
vahşilik ve gayri tabii cinayetlerle suçlamak için öncülük
yapmakta tereddüt etmediler. " (Sayfa 129)
"Alışılmamış kimseler için bir fotoğraf
makinesi ile çekilmiş bir resimde büyük
ölçüde itimat edilecek bir ağırlık vardır. Bir
enstantane resimden daha otantik bir şey
düşünülemez. Hiç kimse bir fotoğraftan
şüphe etmeyi aklından geçirmez, bunun için
de sahte oldukları, eğer tespit edilebilirse,
çok geç ortaya çıkar. Harp süresince fotoğraf
montajı bir sanayi haline gelmiştir. Bütün
devletler bunu yaptı, ama en eksperleri
Fransızlardı." (Sayfa 135)
"1905'teki katliamlar sırasında Rusya'da pek çok resim
çekilmişti, etrafında kalabalık bir insan topluluğu bulunan bir
sıra cesede ait bu resimlerden biri 14 Haziran 1915 tarihli "Le
Miroir"da, (Alman sürülerinin Polonya'daki cinayetleri) başlığı
ile basılmıştı. Buna benzeyen diğer pek çoğu da gazetelerde
yer aldı. " (Sayfa 136)
İkinci yazar Allen Lane ve kitabının adı "Evdeki Ateşi Yanık
Tutun"dur. Kitabın birinci sayfasında ABD Başkanı Coolidge'in,
gazetede yazarları birliğinde yaptığı bir konuşma zikredilir. Başkan
şöyle konuşmuştur: "Propaganda, olayların bazı kısımlarını
aksettirmeye, birbirleriyle irtibatlarını kesmeye ve bütün olay
serisi salim bir şekilde tetkik edilse varılması mümkün
olmayacak neticeler çıkartmaya çalışır."
Kitaptan bazı pasajlar şöyledir:
"Propagandanın gayesi, işi basitleştirmektir. Propagandayla
görevli teşekküllerin ve haber organlarının kabul edecekleri
yöntemlerle uzun bir süre, devamlı tekrarlarla, çarpışmaları
haklı kılacak bir düşünüş yaratmaktadır. Propagandacı, halkın
esasen inanmaya davet edildiği hususlara uyacağı için
inanılabilecek, basit tasvirler ve hayaller yaratır. Göbels'in
İkinci Dünya Savaşı'nda belirttiği gibi, saf kimselere,
düşündükleri ve temenni ettikleri konularda, kendilerinin
bulup teyit edemeyecekleri delilleri vermektir." (Sayfa 3)
"Harp zamanında bu, her şeyden evvel,
davranışları hakkındaki ön yargılara göre,
düşmanın, beklenebilecek bir görünüş ve
davranışını yaratmaktadır. Bu da, onu
sempatik kılacak bir haberi gizleyip, düşmanı
daima nefret uyandıracak bir biçimde takdimi
gerektirir." (Sayfa 3)
"Vahşet hikayeleri bütün harplerde ortaya
çıkar. Maksat, harbin ilham ettiği nefret ve
korkunun üzerinde toplanacağı bir görüntü yaratmaktır."
(Sayfa 3)
"Harp, hiç kimsenin uyuşmazlık edemeyeceği ve herkesçe
bilinen evrensel ve basit ideallerle haklı gösterilir; hürriyet,
adalet, demokrasi, Hıristiyanlık gibi milli hasletlerin timsali
olan idealler." (Sayfa 4)
"Karakteristik vahşet hikayeleri, hareket sahasından bir hayli
uzaktaki muhabirlerden gelmiştir. Bunlar değişmez şekilde,
hüviyeti belirtilmeyen bazı mültecilerin anlattıklarıdır. Çok
kere bunlar dahi, ikinci ağızdan duyulan hususlardır." (Sayfa
84)
Propaganda bahsi C. F. Dixon Johnson'un bir cümlesiyle bağlayabilir:
"Bu topyekün katliam hikayelerinin çıkarılmasının, nihai
hesaplaşmada, Türkiye'nin zararına olarak, İngiliz Hükümeti
tarafından yönlendirildiğini tekrar etmekte tereddüt
etmiyoruz."
KAYNAK:
Gürün, Kamuran, Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 40-44

Benzer belgeler