Dergimiz 3. Sayı - FATİH - Uluslararası Fatih Sultan Mehmet

Transkript

Dergimiz 3. Sayı - FATİH - Uluslararası Fatih Sultan Mehmet
Haziran 2014 Sayı: 3
“O’nun rengiyle boyandık.”
Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam-Hatip Lisesi Okul Dergisi
Uluslararası Arapça Münazara Yarışması’nda
Haziran 2014 Sayı: 3
Dünya Birincisiyiz
İmam-Hatip Liseleri Arası Hafızlık Yarışması’nda
Öğrencimiz Mustafa N’diaye
İmam-Hatip Liseleri Arası Arapça Bilgi
Yarışması’nda Okulumuz
Türkiye İkincisi
Türkiye Birincisi
Uluslararası Fatih Sultan
Mehmet Anadolu İmam Hatip
Lisesi Adına İmtiyaz Sahibi
Mustafa Üçüncü
Genel Yayın Yönetmeni
Mustafa Gülali
Editör
Turan Koçtürk
Yayın Kurulu
Mehmet Cesur, Fatih Mehmet
Özdemir, Adem Yılmaztürk, Ayşe
Gülsüm Ünsal, Yılmaz Albayrak,
Umut Yanlık, Ali Kemal Gulfanov,
Mustafa Salihoviç, İsmail Kasango
Lubaba, Seid Şukra,
Ahmet Beşir Okumuşlar,
Afdorn Chekoh, Erkam Ertürk
Tashih
Mehmet Cesur, Fatih Mehmet
Özdemir, Ayşe Gülsüm Ünsal
Grafik Tasarım
Origami Reklam
(0212) 266 43 93
(0544) 792 91 93
www.origamireklam.com
Baskı
Matsis Matbaa
Adres
Daruşşafaka Cd.
Daruşşafaka Ön Sk.
No: 2 Fatih / İstanbul
Tel: (212) 491 21 99
Faks: (212) 491 17 43
UFSM Büyük Oynuyor, Büyük Düşünüyor!
“Yedirenk”in üçüncü sayısıyla karşınızda olmanın
gurur ve mutluluğuyla hepinizi Allah’ın selâmıyla
selâmlıyoruz.
Kısa adıyla UFSM olan okulumuz, faaliyetlerine başladığı 2010-2011 eğitim-öğretim yılından 2013-2014 eğitim-öğretim yılına kadar çok
önemli başarılara, çok büyük organizasyonlara
imza attı. Kuruluşunun henüz dördüncü yılında
spordan kompozisyona, hitabetten münazaraya,
hafızlıktan ezana, şiire… kadar çeşitli ve sayısız
başarılara imza atan okulumuz, bu başarıların bir
şans, bir tesadüf olmadığını, geçtiğimiz aylarda
Katar’da düzenlenen Uluslararası Arapça Münazara Yarışması’nda yirmi iki ülke arasında dünya
şampiyonu olarak bir kez daha kanıtlamış oldu.
ve uzun soluklu çalışmalarıdır.
Bundan dolayıdır ki biz de kapak konumuzu dünya şampiyonluğuna ayırdık. Doğrusu kapak konumuzu belirlerken zorlanmadık değil. Bunca
başarının arasından hangisini öne çıkartacağımıza karar verebilmek pek de kolay olmadı bizler
için. Çünkü hangisini öne çıkartırsak diğerleri
ikinci planda kalacaktı. Ki öyle de oldu. Daha biz
bunları böyle düşünürken Van’da yapılan Türkiye
Hafızlık Yarışması’nda da birinci olduğumuz haberi düştü telefonlarımıza. Sevinç üstüne sevinç,
gurur üstüne gurur… Öğrencilerimizle ve öğretmen kadromuzla ne kadar iftihar etsek azdır.
Sevgili Okuyucular,
Hiç şüphesiz, bu başarıyı yakalamak kolay olmadı.
Başarımızı öncelikle sistemli, titiz, inançlı, istikrarlı ve özverili bir çalışmaya borçlu olduğumuzu
özellikle belirtmek isteriz. Zira zahmet olmadan
rahmetin olmayacağının, hiçbir zafere çiçekli yollardan gidilemeyeceğinin gayet iyi farkındaydık.
Bu sayıda birbirinden güzel yazılar siz sevgili
okuyucularımızı bekliyor. Lokman Yılmaz Hocamızın kaleme aldığı “Katar Hatıraları” ile Hassan
Jamal ve Youssef Sennou öğrencilerimizin yazıları başarıya giden yolda bizlere önemli ipuçları
vermektedir.
Dünya şampiyonluğunu kazandığımız yarışmada
üstün bir performans sergileyen başta öğrencilerimiz Hassan Jamal, Youssef Sennou, Oussama
Bakha ve Mustafa N’diaye olmak üzere, yarışmanın hazırlık aşamasından bitiş anına kadar
kendilerine rehberlik eden Mesleki Arapça Öğretmenimiz Lokman Yılmaz’a, Meslek Dersleri
Öğretmenimiz Kenan Altuntaş’a ve emeği geçen
bütün idareci, öğretmen ve öğrenci arkadaşlara
teşekkürü bir borç biliriz.
Okul Müdürümüz Sayın Mustafa Üçüncü’nün
“Korkaklar Tarih Yazamaz”, Felsefe Öğretmenimiz Yılmaz Albayrak’ın “Başarabileceğine İnan”
yazılarını ve misafir öğrencilerimizin bir iki yıllık
o tatlı Türkçeleriyle kaleme aldıkları şiir, hikâye
ve diğer türlerdeki çalışmalarını büyük bir zevkle
okuyacağınıza inanıyoruz. Yazılarımız da ismimiz
gibi rengârenk. Her bir yazı “eleğimsağma”nın bir
rengini temsil ediyor.
Tabii ki yarışmanın Türk ve Arap basınında genişçe yer tutması da bizleri ayrıca sevindirdi. Hele
havaalanındaki görkemli karşılama ve halkın
göstermiş olduğu teveccüh bizleri ziyadesiyle
memnun etti. Böylesine büyük bir başarının elbette ki yankı bulması gerekiyordu. Gerekiyordu
zira imam hatipler yükselen yeni değer olarak
ülke ve dünya sathında yeniden adından söz ettirir oldu. Bugün artık imam hatipler sadece kendi
ülkemizde değil, birçok farklı ülkede de model
olma yolundadır. Bu model ve örnek oluşun temelinde yatan sebeplerden birisi de kalıcı başarıları
Bu sayıda değerli fikir, yazı ve yardımlarıyla bizlere katkıda bulunan Turan Koçtürk, Mehmet
Cesur, Fatih Mehmet Özdemir, Ayşe Gülsüm
Ünsal, Erol Duzcan, İsmail Balkanlıoğlu, Umut
Yanlık, Âdem Yılmaztürk hocalarımıza, yerli
yahut çok uzak ülkelerden gelerek olağanüstü
gayretler gösteren uluslararası öğrencilerimize
ve daha isimlerini burada zikretmeye imkân bulamadığımız bütün “Yedirenk” dostlarına en kalbî
şükranlarımızı sunarız.
Daha güzel ve daha aydınlık yarınlarda görüşebilmek ümidiyle hepinizi Allah’a emanet ediyoruz.
Allah’tan Geldik, Allah’a Döneceğiz!
13.05.2014 Salı günü Manisa’nın
SOMA ilçesinde meydana gelen
maden faciasında 301 kardeşimizi Hakk’ın rahmetine uğurladık.
Hüznümüz derin, acımız emsalsizdir. Kardeşlerimizin acı haberleri,
hepimizin yüreğini dağladı.
Alın terleriyle medar-ı maişet
için yerin binlerce metre altında oldukça zor şartlarda çalışan
kardeşlerimizin makamları âlî,
mekânları cennet, mesaileri ibadet olsun. Cenab-ı Allah onların
her birini şehitler mertebesine erdirsin.
Bu elim kazada hayatını kaybeden
kardeşlerimize Allah’tan rahmet,
geride kalan gözü yaşlı, yüreği yanık ailelerine, yetimlerine, yakınlarına, sevenlerine sabır ve metanet, yaralı kardeşlerimize de acil
şifalar diliyoruz.
içindekiler
12
DÜNYA BİRİNCİSİYİZ
Bize Yakışanı Yaptık
04
DÜNYA BİRİNCİSİYİZ
Uluslararası
Arapça Münazara
Yarışması’nda Dünya
Birincisiyiz
36
KÜLTÜR-SANAT
37
38
40
42
44
KÜLTÜR-SANAT
02
DÜNYA BİRİNCİSİYİZ
Dünya Şampiyonluğunun
Sırrı
14
DÜNYA BİRİNCİSİYİZ
Korkaklar Tarih Yazamaz
20
Fert ve Toplum
Hayatında Samimiyet
Şiir
13
DÜNYA BİRİNCİSİYİZ
Başarabileceğine İnan
18
DÜNYA BİRİNCİSİYİZ
Teşekkür
22
KÜLTÜR-SANAT
Fetih ve Nesil...
Geleceğin Fatihlerine
KÜLTÜR-SANAT
Başbakan’a Mektup
KÜLTÜR-SANAT
Gülümse
KÜLTÜR-SANAT
26
Üvey Anne
KÜLTÜR-SANAT
Şiir
KÜLTÜR-SANAT
Fetih Ruhu
HAZİRAN 2014
30
KÜLTÜR-SANAT
Ancak Fetih Ruhuna Sahip
Gençler Fatih Olabilir
32
KÜLTÜR-SANAT
Komşumuz
Kardeşimiz Suriye
56
FAALİYETLERİMİZ
Biz Kimiz?
62
FAALİYETLERİMİZ
Hayale Yolculuk
72
FAALİYETLERİMİZ
Gez Dünyayı Gör
Konya’yı
34
KÜLTÜR-SANAT
İnsanlığın Efendisi (sav)’ne
Binlerce Selâm...
61
FAALİYETLERİMİZ
Okulumuz Başarıya Doymuyor
66
FAALİYETLERİMİZ
Bir Mehter Geçti
Karadeniz’den...
74
FAALİYETLERİMİZ
Tabiat ve Tarih:
Samsun ve Amasya
46
ÜLKELER
48
ÜLKELER
50
ÜLKELER
51
ÜLKELER
52
ÜLKELER
53
ÜLKELER
54
ÜLKELER
55
ÜLKELER
58
FAALİYETLERİMİZ
60
FAALİYETLERİMİZ
76
ZİYARETLER
78
BİRAZ DA TEFEKKÜR
80
ÇİZİM
Ahıska Türkleri
Tebessüm Ülkesi Tayland
Endonezya
Afganistan
Libya
Pakistan
Tanzanya
Etiyopya
UFSM Dört Yaşında!
Münazara Yarışmaları
Uluslararası Ziyaretler
Biraz da Tefekkür
Biz Bir Milletiz
03
Uluslararası Arapça Münazara Yarışmasında
DÜNYA BİRİNCİSİYİZ Lokman Yılmaz - Mesleki Arapça Öğretmeni
Dünya Birincisiyiz
04
İstanbul’da havalimanındayız. İlk defa
göreceğimiz bir ülkeye, Katar’a, yolculuk
var. Havalimanında heyecanlı bir bekleyiş, derken uçaktaki yerlerimizi alıyoruz.
Saat on bir suları dört saatlik bir uçuş sonrası sabahın ilk ışıklarıyla Doha (Katar’ın
Başkenti) havalimanındayız.
Pasaport işlemleri vs. derken bizden birkaç saat önce Doha havalimanına inmiş
olan Okul Müdürümüz Mustafa Üçüncü,
Meslek Dersleri Öğretmeni Kenan Altuntaş ve Yurt Müdürümüz Seyyit Ömer
Gürleyen ile buluşuyoruz. Ayaküstü biraz
sohbet ediyor, bizi kalacağımız otele götürmek üzere bekleyen minibüse biniyoruz.
Otele Varış...
Son derece geniş, ferah, temiz ve büyükçe iki cepheye bakan balkonu ve eşsiz
manzarasıyla kalacağımız odalar kuvve-i
maneviyemizi güçlendiriyor ve bize güzel günlerin müjdesini veriyordu adeta.
Eşyalarımızı yerleştirdikten sonra otel
çevresinde kısa bir gezintiye çıktık. Son
derece bakımlı bahçeler, palmiye ağaçları
rengârenk çiçekler arasında pırıl pırıl bir
deniz kıyısındaki yürüyüşümüz dört saatlik yorucu uçak yolculuğunu unutturdu.
HAZİRAN 2014
Otelin hemen karşısındaki bir alışveriş
merkezini gezdik. Kapitalizmin bir ahtapot gibi bilindik markalarla bizdeki gibi
oralarda da boy gösterdiğini gördük. Sokakta Arapça konuşan birine rastlamak
zor. Ülkede 1.5 milyon yabancı işçi bulunuyor. Şehir merkezinde gökdelenler yükseliyor. Şehir bir şantiye görünümünde her
tarafta birbirinden farklı, ucube yapılar,
kapitalizmin mezar taşları olarak bizi şehir merkezinde ilk karşılayanlar arasında.
Katar ya da resmî adıyla Katar Emirliği
(Devletü’l-Katar), Arap Yarımadası’nın doğusunda bulunan Katar Yarımadası, Basra Körfezi’ne doğru Suudi Arabistan’dan
çıkmış 160 km’lik bir uzantıya sahip. Genellikle alçak düzlüklerden oluşan ülke
kumla örtülüdür. Ülkenin güneyi ise çöllerle kaplıdır.
Kuzeybatıda Bahreyn, batı ve güneyde
Suudi Arabistan ve doğuda Birleşik Arap
Emirlikleri’yle çevrilidir. Tek sınır komşusu Suudi Arabistan olup diğer tarafları
Basra Körfezi ile çevrilidir.
1,7 milyon nüfuslu Katar, artan petrol fiyatları ve sahip olduğu doğalgaz rezervleri sayesinde kişi başına düşen gelir oranlarına göre dünyanın en zengin ülkesidir.
Katar ya da resmî adıyla Katar Emirliği (Devletü’l-Katar), Arap Yarımadası’nın doğusunda bulunan Katar Yarımadası, Basra Körfezi’ne doğru Suudi Arabistan’dan
çıkmış 160 km’lik bir uzantıya sahip. Genellikle alçak düzlüklerden oluşan ülke
kumla örtülüdür. Ülkenin güneyi ise çöllerle kaplıdır.
Katar’da Bir Kale…
Katar, 3 Eylül 1971’de bağımsız bir devlet olmuştur. Katar, uzun yıllar bölge aşiret beylerinin emri
altında yönetilmiştir.
askeri Katar’dan Ağustos 1915’te çekildi. I. Dünya
Savaşı’nın çıkmasının akabinde 3 Kasım 1916’da
Katar İngiliz işgaline girdi. Katar I. Dünya savaşında İngilizlerin petrol siyaseti yüzünden Osmanlı Devleti’nden koparılmıştır.
Ülkede fiilî Türk egemenliği ilk olarak 1852’de,
daha sonra ve kesin olarak 1871’de Muhammed
Al-Sani’nin daveti üzerine başlamıştır. Katar’ın
bugünkü başkenti Doha (Kal’atü’t-Türk adı verilen kale) ve yine bugün ABD üssünün bulunduğu
al-Obeid’e yerleşen Türk birlikleri 1913’e kadar
kaldılar. Katar da Basra Vilayeti’nin sancağına
bağlı bir kaza (ilçe) oldu. Al-Sani ailesi de Osmanlı
kaymakamları olarak görev yapmaya başlamışlardır. Osmanlı Devleti Katar üzerindeki haklarından 29 Temmuz 1913’te vazgeçti. Son Türk
Petrol rezervlerinin keşfedilmesinden önce Katar ekonomisi balıkçılık ve inci avcılığına bağlıyken petrol rezervlerinin keşfiyle ülkenin tüm
ekonomisi değişime uğradı. Bu değişim yüksek
yaşam standartlarını beraberinde getirerek vatandaşların refah seviyesini en üst basamaklara
taşımıştır. Ülkede anadil Arapçadır. Ancak genellikle Filipinler, Nepal, Hindistan gibi onlarca
değişik milletten çalışmak için gelen insanların
bulunması İngilizceyi ikinci bir milli dil haline getirmiştir.
Katar’da nüfusun yaklaşık %25’i kadın, %75’i erkektir. Bu erkeklerin aleyhine olan dünyanın en
yüksek cinsiyet oranıdır.
Ayrıca Katar sahip olduğu bu imkânları eğitim
alanında seferber eden ender örnek ülkelerdendir.
Katıldığımız Arapça münazara organizasyonu da
bunlardan biridir.
2022 FIFA Dünya Kupası Şampiyonası da bu ülkede düzenlenecektir.
05
Yarışmanın Hazırlık Süreci
Katarın eğitim etkinliklerinden olan ve
iki yılda bir Katar Foundation bünyesinde
düzenlenen “Liseler Arası Arapça Münazara Yarışmaları”na bu yıl ilk defa katılan
Türkiye Milli Takımı’nı temsilen bendeniz
Arapça öğretmeni Lokman Yılmaz ve okulumuzun güzide öğrencilerinden Hassan
Cemal, Üsame Bakha, Yusuf Sennou ve
Mustafa N’diaye adlı öğrencilerle birlikte
okul takımı olarak 22 ülkenin katılacağı
liseler arası Arapça münazara yarışması
için buradayız. 23-26 Mart 2014 tarihleri
arasında Katar’ın başkenti Doha’da düzenlenen ve 22 ülkeden liseli gençlerin katıldığı yarışmada ülkemizi temsilen katılan
öğrenciler, finalde Yemen’i eleyerek dünya birinciliğini elde ettiler.
için ülkemizi temsile hak kazanmışlardı. Türkiye çapında aldığımız dereceler
vardı, fakat uluslararası düzeyde ilk defa
bir yarışmaya katılacağımız için doğrusu
biraz heyecanlıydık. Müdürümüz Mustafa Üçüncü Bey bize cesaret vermeseydi
bu macera daha başlamadan bitebilirdi.
Müdür bey bize tam bir yetki vererek
imkânları seferber edeceğini ifade ettiler.
Öğrencilerin ders yükleri hafifletildi, özel
bir oda tahsis edilerek bu oda bilgisayarlarla donatıldı. Çocuklar özgür bir ortamda bilgi ve becerilerini ortaya koyma adına
inanılmaz bir performans sergilediler. Konuların bir ay önceden belirlenmiş olması
işimizi oldukça kolaylaştırmıştı.
Sekiz konu belirlenmişti. Tamamı güncel olan her bir konuya bir tez çalışması
titizliğiyle hazırlandık. Hangi konunun
karşımıza çıkacağını bilmiyorduk, ayrıca her konunun tez ve antitez tarafını da
çalışmamız gerekiyordu. Böylece çalışmamız 16 konuya çıkıyordu. Bir ay içerisinde
konularla alakalı malzeme topladık. Değişik kurumları ziyaret ettik. Her konunun
uzmanıyla görüştük. Konuları öğrenciler
arasında paylaştırarak planlı okumalar
yaptırdık. Bazı meclislerde bir araya gelerek provalar yaptık. Görüştüğümüz her
kişi ve kurumdan birçok tecrübe edindik.
Konu başlıkları sırasıyla:
1- “Çocukla ilgili tıbbi son kararı doktor
verir.”
2- “İşçi kesimi için yapılan insafsız iş sözleşmeleri onaylanamaz.”
Yarışma öncesi süreç… İstanbul’daki
Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi 11. sınıfta okuyan
dört kişilik milli takımımız Milli Eğitim
Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü ile Akademi Lisan ve İlmi Araştırmalar Derneği arasında imzalanan protokol
gereği gerçekleştirilen özel seçmelerle
belirlenmişti. Milli takım seçmelerine
akıcı Arapça konuşan 68 öğrenci katılmış,
yapılan mülakat ve yazılı sınavlar sonucunda ilk dörde giren öğrenciler ülkemizi
temsil etmeye hak kazanmışlardı. Aslen
yabancı uyruklu olan öğrenciler, yarışma
şartnamesine göre o ülkede lisede örgün
eğitim öğrencisi olma şartını taşıdıkları
06
HAZİRAN 2014
3- “Arap bayanların bazı işlerde çalışmak
istememesi ulusal verimliliği azaltır.”
4- “Bütün iletişim araçları ve sosyal paylaşım siteleri denetlenmeli.”
5- “Eğitim sürecinin ortaöğretimden itibaren seçimi bilimsel olarak daha isabetlidir.”
6- “Haberleri çarpıtarak verenler cezalandırılmalıdır.”
7- “Arapçanın değer kaybetmesinin sebebi
değişik Arap lehçeleridir.”
8- “Eğitim karma olmalıdır.”
Tartışma konuları oldukça güncel mevzulardan
seçilmişti. İslam dünyasının çözüm aradığı konular. Bazı konuların antitez tarafını savunmak
oldukça zor gibi görünürken bazılarının tez tarafını savunmak daha kolay görünüyordu. Örnek
olarak: “İşçi kesimi için yapılan insafsız iş sözleşmelerini onaylamak” konusunun savunan tarafıydık. Bizim çocuklar iyi bir performans göstererek güçlü delillerle bu zor tartışmadan başarıyla
çıktılar.
Münazaralara iyi hazırlık, isabetli, yerinde sorulan sorular, pratik cevaplar, takımın uyum ve disiplinli hareket etmesi başarıda büyük rol oynadı.
İlk Kuralar Çekildi
Görkemli bir açılış sonrası ilk kuralar çekildi. İlk
maçımızda rakibimizin ev sahibi Katar takımı olması biraz canımızı sıktı. “Sosyal paylaşım sitelerinin denetlenmesi” konusunda hükümet tarafını
savunduk. Sıcak bir tartışma oldu. İlk maç olması
hasebiyle biraz heyecanlıydık. Bu ilk müsabakada yarışmalarda izlememiz gereken stratejiyi ve
tüm detayları yaşayarak öğrendik. Sonuçlar daha
açıklanmamıştı. Öğrencilere morallerini bozmamalarını söyleyerek deplasmanda olduğunuzu
farz edin şeklinde teselli verdim. Harici gözlemcilerin kanaati maçı bizim aldığımız yönünde olmasına rağmen bu ilk yarışta jürinin kanaati Katar takımının daha güçlü olduğu yönünde tecelli
etmişti. Bu yenilgi bizim için bir doping etkisi yaptı. Yeni stratejiler planladık konuşmacı sırasında
değişiklikler yaptık. Açıkça söylemek gerekirse
yenilgiye rağmen bizim takımın bu maçtaki performansı bende şampiyonluk heyecanını uyandırdı. Çocuklara bir şey söylemedim ama o gün
şampiyonluk sürecinin başladığına inandım. Bu
yarışmada zeki olan grubun bu şampiyonluğu
alacağına inandım. Bu zekâ parıltısını da bizim
çocukların simasında çok açık görüyordum.
Karşımıza sekiz konudan hangisinin çıkacağını
bilmediğimiz için notlarımızı gözden geçiriyorduk. O gün öğleden sonra ikinci maçta karşımıza
Cibuti takımı çıktığında inşallah bu maçta çok
yüksek puanla bir galibiyet elde eder, Katar takımında kaybettiğimiz puanları dengeleriz diye düşündüm. Çünkü müsabakalar puan sıralamasına
göre yapılıyordu. Hatta her konuşmacıya da müstakilen performans puanı veriliyordu. Böylece
yenilen takımın içerisinden en iyi konuşmacının
çıkma şansı bulunuyordu.
Cibuti’yle yaptığımız maçı almamız zor olmadı. O
gün bir galibiyet ve bir mağlubiyetle sona ermişti.
Organizasyon son derece mükemmel tertip edilmişti. En ufak bir aksama olmadı. Yarışma merkezi ile kaldığımız otel arasında en az 30 km mesafe vardı. Otel ortamı son derece tertip düzen ve
deniz manzarasıyla hoş bir çalışma ortamı sunmuştu bizlere. İlk günün artılarını ve eksilerini
masaya yatırdık bir sonraki gün için çalışmaya
başlamıştık bile.
İkinci Gün Üç Münazara
Bugün sırasıyla Moritanya, Kuveyt ve Katar’la
yaptığımız münazaraların tamamını alarak çeyrek finalden yarı finale çıktık. İlk maçta Katar’la
puanlarımız çok yakın olduğu için beşinci münazarada bizi tekrar Katarla eşleştirmişlerdi. Bu
maçta Katar’dan maçı çok rahat alarak rahat bir
nefes aldık.
Her gün bitimiyle yeni bir heyecan başlıyor, yarın
hangi takımla karşılaşacağımızın heyecanı bizi
sarıyordu. Gittikçe tansiyon artarken, kalbimiz
küt küt atıyor ve her karşılaşma bizi mutlu sona
biraz daha yaklaştırıyordu.
07
Ve Yarı Final
Yarı finalde Ürdün takımıyla yarışacaktık.
Bizim takımda Hassan Jamal Ürdünlüydü.
Ona latife yaptım: Hassan, sakın şike yapmayasın, dedim ve gülüştük.
Ürdün takımı iki bayan bir erkek öğrenciden oluşuyordu. Ürdünlülerin Arapçayı
iyi kullandıklarını düşünüyordum. Ayrıca
takımda iki bayan yarışmacının olması
da beni düşündürüyordu. Bayanların dili
kullanma konusunda erkeklere göre daha
mâhir oldukları hepimizin malumuydu.
Bunun için çok iyi konsantre olmamız gerekiyordu. Çok iyi hazırlandığımız konu
olan “çocukla ilgili tıbbi son kararı ailenin
değil doktorun vermesini savunacaktık.
Güçlü delillerimiz ve istatistiki bilgiler,
örneklendirmeler ve hepsinden önemlisi
rakip takımın delillerini çürütmedeki üstün başarımız bize final yolunu açtı.
Final Heyecanı
Tarih 25 Mart Perşembe, okulumuz Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu
İmam Hatip Lisesi ve Türkiye’deki İmam
Hatipler adına ve Arapçanın Türkiye’deki
serüveni adına bir milad. Yemen takımıyla
final maçına çıkacağız. Genç şampiyonlara iyi bir uyku çekmelerini söyledim.
Final konusu belliydi. Tartışmadığımız sadece bir konu kalmıştı. Yedi tartışma yapmıştık şimdiye kadar. Ben uyuyamadım.
08
HAZİRAN 2014
Oturdum odamda konuyu çalıştım, notlar
aldım. Dua ettim. Sabah erkenden kaldığımız yerden devam ederiz, dedim kendi
kendime. Sabah namazıyla uyandım. Kahvaltı öncesi resepsiyondan aradılar, İslam
Sanatları Müzesi’ne gelip gelemeyeceğimizi soruyorlardı. Müzenin Katar’da ziyaret edilmesi gereken önemli mekanlardan
olduğunu bildiğim halde gelemeyeceğimizi söyledim.
Bizim gençleri kahvaltıya uyandıramadım. Odama kahvaltı sonrası bir şeyler
taşımıştım yemeleri için. Saat dokuz gibi
odama geldiler. Hazırlık başladı. Zaman
zaman aramızda sert tartışmalar oluyordu. Birinci konuşmacı şu açıdan konuyu
ele alsın, yok ikinci konuşmacı bunu savunsun gibi. Türkiye de ilk günlerde bulduğumuz deliller elimizde yazılı olarak
bulunduğu için çocuklar hep o delilleri
kullanmak istiyorlardı. Bilgisayar çıktısıyla kürsüye çıkmak kabul edilmediği
için konuşma metninin öğrencinin kendi
el yazısıyla olması gerekiyordu. Bu yüzden tüm konuların yeniden el yazısıyla
yazılması gerekiyordu. Bazı delilleri artık
çöpe atmamız gerekiyor, dedim. Zaman
zaman kahkaha tufanı kopuyor, herkes
yerlere yatıyordu. Otel odasında çalışırken Okul Müdürümüz Mustafa Üçüncü,
Yurt Müdürümüz Seyyit Ömer Gürleyen
ve Meslek Dersleri Öğretmenimiz Kenan
Altuntaş Beyler odamızı teşrif ettiler. Her
tarafta çalışma evrakları uçuşuyordu. Misafirlerin bu konudaki bakış açılarını da dinledik notlar
aldık hoş sohbetlerimiz oldu.
kanalın son yıllarda Arapçanın yükselişine olan
katkısını kimse inkâr edemez. Özellikle haber ve
çocuk kanalı için bunu söyleyebiliriz.
Öğlene doğru resepsiyondan aradılar. Bizim için
otelin girişinde özel bir limuzinin beklediğini söylediler. Finale kalan takımlara bir jest yapıyorlardı. Trafik olmayan arka yollardan otuz km’lik
yolu bir Katar turu yaparak yarışma merkezinde
noktaladı. Kaptanımız Filipinli genç bir Hristiyan.
Ona İslâm’ı tebliğ etmeye gayret ettik.
Tekrar konumuza dönecek olursak…
Final Konusu:
“Arapçanın değer kaybetmesinin sebebi değişik Arap lehçeleridir.”
Bu konu özellikle sona bırakılmıştı. Bu münazaranın şartlarından biri de konuların fasih Arapça
ile tartışılmasıydı. Arap dünyasında kanayan bir
yaraydı adeta lehçeler konusu. Yeni Arapça öğrenen birinin hep şikâyet edeceği bir konu. Yıllarını
verdiğin bir dili Arap dünyasında gönül rahatlığıyla kullanamamak Arapça âşıkları için tam bir
hayal kırıklığından başka bir şey değildi. Arap aydını fasih Arapçayla başladığı konuşmasını aynı
minvalde sonuna kadar sürdüremiyordu. Günlük
hayatında kullanmadığı fasih Arapçayla heyecanlarını ifade ederken fasih Arapçayı yetersiz buluyor ve konuşma tarzını değiştiriyordu.
El Cezire televizyon kanalının yayınlarını bu şehirde yapması yayın politikası olarak fasih Arapçayı merkeze alması Katar’ın bu konudaki sevap
hanelerinde salih amel olarak kabul edilebilir. Bu
Gönlümüzde konunun muhalefet tarafını savunmak vardı. Arap lehçelerine tüm sorumluluğu
yüklemek oldukça zor görünüyordu. Bunun için
çok uğraştık elimizi güçlendiren sağlam kaynaklara ulaşamadık. Yine de bunu savunmak zorunda
kalsaydık sonuna kadar savunacaktık. Neyse ki
kurada bizim şansımıza konunun muhalefet tarafını savunmak düştü. Taradığımız kaynaklarda da
Arapçanın değer kaybetmesinin sebepleri arasında lehçeleri göremiyorduk. Daha sonra öğreniyoruz ki Yemen takımı da değişik Arap lehçelerinin
Arapçanın değer kaybetmesinin ana sebebi olduğunu savunmak istiyorlarmış. İki takım da çekilişten memnun gözüküyordu. Yarışmadan yirmi
dakika önce takımlar hazırlıklarını yaptılar. Salonda herkes yerini almıştı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Heyecanlı bir bekleyiş vardı. Kim
kazanacaktı? Dokuz kişiden oluşan jüri heyeti
yerini almış, yarışmacılar kürsünün iki tarafında
sıralanmışlardı.
Yemen takımı Üsame Haydar, Müeyyid El-Razihi
üçüncü konuşmacı ise Ziya Es-Saidî’den oluşuyordu.
Bizim takım ise sırasıyla Hassan Jamal Salih, Yousuf Sennou, Üsame Bakha ve Mustafa N’diaye’den
oluşuyordu.
09
Kural gereği kürsüye ilk gelen taraf müvalat yani her zaman hükümet tarafı olması gerekiyordu. Yemen takımından
birinci konuşmacı hararetli bir beyit okuyarak söze başladı daha sonra selamlamaya geçti. Arapçanın değer kaybetmesinin
sebebini muhtelif Arap lehçelerine dayandıran görüşünü birkaç kez tekrarlayarak
söze başladı. Daha sonra lehçelerin sarf ve
nahiv açısından kural tanımadığına dair
örnekler verdi. Fasih Arapça ile lehçeleri
mukayese sadedinde tezini ispatlamaya
çalıştı.
bazı sebepleri sıralayarak tezini savunmaya çalıştı.
Bizim takımdan Hassan Jamal muhalefeti
temsilen kürsüye geldi. Kısa bir selamlamadan sonra rakip takımın tanımına bazı
ilaveler yaparak lehçelerin bir dil olmadığını aksine az sonra ortaya koyacağımız
değişik sebeplerin bir sonucu olarak doğduğunu ve halkın kolay olması dolayısıyla lehçeleri benimsediğini ifade etti. Her
dilin değişik lehçeleri olduğuna değindikten sonra lehçelerin varlığına rağmen
popülaritesini kaybetmeyen dillerin var
olduğunu, değişik lehçelerin dilin değer
kaybetmesinde bir etkisinin olmadığını
dillendirdi.
Dördüncü konuşmacı olarak Hassan Jamal tekrar üç dakikalık cevabi son konuşmasını iyi bir performansla tamamladığında salonda bir alkış tufanı kopmuştu.
Salonda bizim kazanmamız yönündeki
ilgi alaka bizi son derece mutlu etti.
Sırasıyla konuşmacılar hararetle tezlerini
savunmak üzere kürsüye geldiler, seyirciler zaman zaman bir alkış tufanıyla gençleri motive ettiler.
Yusuf Sennou bizim ikinci konuşmacımız
olarak Arap gençliğinin okumadığından
bahisle Arap ülkelerinde kitap okuma
alışkanlığının olmaması, yabancı işçilerin
çok olması, üniversitelerde yabancı dille
eğitim verilmesi, Arapçanın daha geniş
kesimlere ulaştırılması adına yeni öğretim tekniklerinin geliştirilememesi gibi
10
HAZİRAN 2014
Üçüncü konuşmacımız Üsame Bakha kürsüye geldi, kısa bir selamlama sonrası bir
yol haritası çizdi ve çizdiği yoldan hiç şaşmadan yürüdü. Rakip takımı çok iyi takip
etmiş olduğu belliydi. Rakip takımın delillerini bir bir çürüttü, zaaf noktalarını dile
getirdi. Sonra takımının delillerinin güçlü
olduğunu, rakip takımın zayıf kaldığını,
cevap veremediklerini söyleyerek teşekkür ederek konuşmasını bitirdi.
Jürinin değerlendirmesini yapması için
yarım saat ara verildi. Bu arada bazı jüri
üyelerinin bizi tebrik etmesi bize müjdeyi
verir gibiydi. Rakip takımın çalıştırıcısıyla
konuştuğumda bana, üçüncü konuşmacının tartışmayı bitirdiğini, stratejisini iyi
kurduğunu ve bütün jüriyi etkilediğini ve
bu maçı bizim aldığımızı daha sonuçlar
açıklanmadan bana söylemişlerdi.
Şampiyon Kim Olacak…
Salonun dışında katılımcıların ayaküstü
atıştıracağı bir şeyler her zaman vardı.
Hem bir şeyler atıştırıyor hem de sohbet
ediyorduk. Derken geçmek bilmeyen yarım saat doldu, salonda tekrar yerlerimizi
aldık. Önce en iyi konuşmacı adayları açıklandı. Bizim birinci konuşmacımız Hassan
Jamal en iyi on beş konuşmacı arasındaydı. Derken sıra gerçek şampiyonun ilanına
gelmişti. Arapça Münazara Şampiyonu Türkiye
Cumhuriyeti ilanıyla birlikte salonda bir alkış tufanı koptu. Birbirine sarılanlar, tebrikleşenler…
Görülmeye değer manzaraydı. Sahnede ödüllerimizi alırken son derece duygulandık. Adeta bir
rüyadan uyanır gibiydik. Uzun çalışmanın meyvelerini topluyorduk. Arapça adına bir katkı sunabildiysek ne mutlu bizlere diyorum ve siz gençleri
ülkemize bu şampiyonluğu kazandırdıkları için
bir kere daha bağrıma basıyorum.
derdiler. Sırasıyla İstanbul Valisi Hüseyin Avni
Mutlu, İl ve İlçe Milli Eğitim Müdürleri ve Fatih
Kaymakamıyla birlikte okulumuzu ziyaret ederek münazara ekibini tebrik ettiler. Daha sonra
İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Muammer Yıldız,
Fatih ilçe Kaymakamı Ahmet Ümit ve Fatih İlçe
Milli Eğitim Müdürü Mucip Kına’yı makamlarında ziyaret ettik.
Yolunuz açık olsun, diyorum.
Şampiyonluk Sonrası Yankılar
Telefon trafiği oldukça hızlı. Tebrik edenlerin ardı
arkası kesilmiyor. Cuma günü saat beş gibi uçağa
biniyoruz, hava limanında bizi büyük bir öğrenci
kitlesinin karşılayacağını biliyoruz.
Havaalanından çıkmadan basın mensupları çevremizi kuşattılar. Kısa bir röportaj sonrası kapıya
doğru yöneldiğimizde coşkulu kalabalığı gördük.
Okulumuzun mehter takımı yeri göğü inletircesine var gücüyle çalıyordu. Bu görüntüler birçok televizyon kanalında verildi. Türkiye basınında da
şampiyonluğumuza geniş yer verildi. ÖNDER’in
Ataköy Sinan Erdem Spor salonunda düzenlediği
Kutlu doğum haftasında Şampiyon öğrencilerin
Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN’la birlikte resimleri birçok gazetede yayınlandı.
Bazı bakanlar okulumuza tebrik yazıları gön-
Yarışma videolarını izleyebileceğiniz adresler:
www. youtube.com/watch?v=Gvh0UnvfTM8final maçı
www. youtube.com/watch?v=dMuFp6w7eZU yarı final maçı
www. youtube.com/watch?v=i5Z9sQwvEhg yarım saatlik tanıtım filmi
11
Bize Yakışanı Yaptık
DÜNYA BİRİNCİSİYİZ Hassan Jamal - Ürdün
Katar’da düzenlenen “Uluslararası Arapça Münazara Yarışması”nda Arap ülkelerinin yanında Türkiye’nin de katılacağını ve karşısında Arap bir ülkeyle yarışma yapacağını
öğrendiğimizde işin zor olacağını biliyorduk; ama yine de
bu işin üstesinden geleceğimize inanıyorduk.
12
Yarışmadan bir ay önce bize ulaşan münazara konularını teker teker inceleyip bir
ay boyunca o konuların üzerinde çalıştık
gereken araştırmaları yaptık. Birçok üniversiteye gittik ki bolca bilgi toplayabilelim, konularımız zenginleşsin. Bunların
hepsi daha Katar’a gitmeden yaptığımız
çalışmalar.
ten sonra ve netice daha ilan edilmeden
salondaki oturan seyircilerin yarısından
fazlası gelip bizi tebrik ettiler. Ona da biz
çok sevindik ve orada yarışmaya katılıp da
yenilen tüm ülkelerin Türkiye’nin yanına
gelmeleri, Türkiye’nin çok yüksek bir itibarının olduğunu ve yüksek seviyede sevilen bir ülke olduğunu bize gösterdi.
Ve Katar’a gideceğimiz gün geldi, heyecan
bir kat daha arttı. İşin içinde olduğumuzu
ve ne kadar ciddi olduğunu tam okuldan
ayrıldığımızda farkına varabildik.
Herkes neticenin ilan edileceği salonda
oturdu, kalpler titriyor. Netice ilan edilecek ve sonucu şöyle bir cümle:” Bu yarışmada birinciliği alan ülke!” dediğinde
kalpler durdu ve devamında: “TÜRKİYE!!!”
söylendiğinde gerçekten sözlerle anlatılmaz duygular yaşadık. Satırlarıma şöyle
bir cümleyle son veriyorum: Gerçekten
“Bize yakışanı yaptık!” sözünü rahatça
söyleyebildik.
Katar’a ulaştığımız anda son dakikaya
kadar şahane anlar, güzel hatıralar yaşadık. Bende o hatıraların en güzelini anlatacağım sizlere. O da birinciliğimizin ilan
edildiği an! İlk önce çok güzel, hareketli
ve sıcak bir final münazarası geçirdik-
HAZİRAN 2014
Dünya Şampiyonluğunun Sırrı
Hatıralarımı kurcaladığımda ilk bulduğum Katar şampiyonluğu. Nasıl seçildim?
Ne gördüm? Nasıl hazırlandım? Nasıl
şampiyon oldum? Ne hissettim? Bütün
bu sorular bir araya toplanıp bana başarı
duygusunu anlatıyor. Bu yazıda da sizinle o duyguyu şu iki sorunun cevaplarıyla
paylaşmaya çalışacağım.
Nasıl Hazırlandık?
Takımımızın ifadesiyle: ‘’Bu çalışmanın
öncüsü bizim Arapça öğretmenimiz Lokman Yılmaz Hoca’ydı.’’ O olmasaydı, bence
bu yazı başarı hakkında yazılmış olmayacaktı. Her zaman her yerde bizim yanımızdaydı. Onun gayretiyle bilgi için gezmediğimiz üniversite, kurum kalmamıştı. Ne
kadar yazmaya çalışırsam çalışayım, onun
takımımız için yaptıklarını anlatamam.
Nasıl Şampiyon Olduk?
Bu soruyu cevaplamadan önce oradaki
sıcaklığın nasıl olduğunu anlatmak istiyorum. Sıcaklık dediğimde hava sıcaklığını da kastediyorum çünkü Katar’a varır
varmaz sıcak yağmurlar bizi karşıladı.
Ama bunları fark etmeden sadece rakiplerimizi görmek istiyorduk. Başta diğerlerini rakip gözü ile görüyorduk ama sonra
samimiyeti hissedince, rakip değil kardeş
saymaya başladık birbirimizi. İlk günden
herkes birbiriyle samimi olmuştu. Benim
için Katar’daki en büyük kazancımız o
kardeşlikti. Zira yarışma dört gün sürmüşken kardeşliğimiz hala sürüyor ve ileri zamanda da sürecek inşallah.
Yarışmanın ilk günüydü, o günde iki münazara olmuştu; birincisini ev sahibiyle
yapmıştık. Seyircilerin çoğu bizim yeneceğimizi sanıyordu, ama maalesef düşündükleri gibi olmadı. Normalde kim kimle
oynadı, kim yendi kim yenildi gibi şeyleri
anlatmayacaktım, ama bu münazarayı anlatmak istedim. Zira tek o kaldı aklımda.
Bilmiyorum niye? İlk münazaramız olduğu için mi yoksa kaybettiğimiz tek mü-
sabaka olduğu için mi? O münazaradan
sonra Hassan arkadaşıma böyle demiştim:
“Hatırlıyor musun? 2010 Dünya Futbol
Kupası’nda, İspanya ilk maçını kaybetmişti. Ona rağmen dünya şampiyonu olmuştu.
İnşallah öyle olacak.” Ve Allaha şükür öyle
oldu.
Bizi şampiyon yapan nedir, biliyor musunuz? İlk başta, Lokman Hoca’nın bize
kızgınlığıydı. Mustafa arkadaşımın dediği gibi: “Hocamız hep bize kızıyordu ama
haklıydı bizim için kızıyordu.’’ Artı boş
zamanlarda (az da olsa) çalışmak. Diğer
takımlar dolaşırken çalışıyorduk. Birçok
geziye katılamadık, çünkü inanıyorduk ki
başarı, rakiplerin çalışmadığı zaman çalışmak. Başka bir şey ve bence en önemlisi
hataları tekrarlamamak. Her münazaradan sonra jüriler bize notlar veriyordu, o
notlardan istifade edip hataları tekrarlamıyorduk ve nasihatlere uyuyorduk. İşte
Başarımız!
Final günü geldi. Bir yandan rahattık diğer
yandan da stresliydik. İstanbul’daki dua
eden arkadaşlarımızı hayal kırıklığına uğratmak istemiyorduk. Bence bu başarının
büyük bir kısmı dualarla gerçekleşmiş.
Annem başta olmak üzere, kardeşlerim,
arkadaşlarım herkes bize dua ediyordu.
Allah da kabul etti. Son münazaraya girmeden önce hiçbir şey beklemiyordum;
çünkü karşımızdaki takım en iyi takımdı
Yemen. Ama herkes bizim yenmemizi istiyordu. Yendiğimiz her takım bize destek
verdi finalde. Onlarla kalmayıp jüriler de
bize moral veriyordu. İlk defa görebildiğim o destek yenmemize vesile olmuştu
ve Allah’a şükür yendik.
Aslında satırlar sınırlı olmasaydı bu hikâye
bitmezdi, ama burada son vermek istiyorum. Son sözüm, herkese teşekkürler.
DÜNYA BİRİNCİSİYİZ Youssef Sennou - Fas
Bildiğiniz gibi başarı çalışmadan gelmez.
Bunu en çok müdürümüz Mustafa Hoca
biliyordu. Bize bütün imkânları sağladı.
Neyi istediysek hemen getiriliyordu. Hatta bizim en büyük korkumuz bu imkânları
boşa çıkarmak olmuştu. O yüzden elimizden geleni yaptık.
13
DÜNYA BİRİNCİSİYİZ Mustafa Üçüncü - Okul Müdürü
Korkaklar Tarih Yazamaz
14
İslam’da önderlik ve liderlik sorumluluk isteyen bir iştir. Bunda tek amaç, yüce Allah’ın
dinine hizmet etmektir. Bunda herhangi bir
dünyevi çıkar yoktur. Önderlik; emri altında
bulunanları amir ve memur, yöneten ve yönetilen olarak iyi bir düzen içinde ve sağlam bir
biçimde idare etme sanatıdır.
Öncü ve önder kişiler, önder oldukları kitle ve toplumların ihtiyaçlarına göre teçhiz
edilmeli. Şirketleri yönetecek kişilerin
teçhizatları genelde menfaat üzerine kurgulanır. Bu basit şirket için, öne çıkan için
bir özellik gerekirken, toplumları ezeli bir
hedefe kilitleyen lider için neler gerekir?
Toplumları ezeli istikamete kimler yönlendirmiştir? Hiç şüphesiz en başta peygamberler ve onların yollarından gidenler…
İslam’da önderlik ve liderlik sorumluluk
isteyen bir iştir. Bunda tek amaç, yüce
Allah’ın dinine hizmet etmektir. Bunda
herhangi bir dünyevi çıkar yoktur. Önderlik; emri altında bulunanları amir ve
memur, yöneten ve yönetilen olarak iyi bir
düzen içinde ve sağlam bir biçimde idare
HAZİRAN 2014
etme sanatıdır. Burada da amaç yapılması
gereken işlerin en güzel bir biçimde yerine getirilmesi, dünya standartları seviyesinde olmasıdır. Gerek siyasette gerek
kültürde gerek ekonomide gerek adalette
gerekse içtimaî meselelerde, İslam toplumunda bütün insanlar kendilerini huzur
içinde hissetmelidir. Eğer hiçbir konuda
güven duygusu yoksa lidere, o zaman yönetimde ve liderde bir problem var demektir.
Cemaatle kılınan bir namazda önce imam
ve cemaate ihtiyaç vardır. İmamın safları düzgün tutulması hususunda cemaati
uyarması ve bunu tam olarak sağlaması,
namazın yüksek bir derecede eda edilmesini sağlar.
Yüce Allah ilahi emaneti bize yüklemiş ve bizden onun en güzel şekilde yerine getirilmesini
istemiştir. Bu ilahi emanetin tam olarak yerine
getirilmesi, şüphesiz sağlam bir düzenlemeye
bağlıdır. Bu düzenlemeyi ancak önderlik makamı
üstlenebilir. Kabiliyetlere göre görevlerin dağıtılması gerekir. Verilen görevin Allah rızası için yerine getirilmesi ve bu uğurda gereken bütün beşeri gücün denenmesi şarttır. Emanet ve güvenin
denk olması hususunda Kur’an-ı Kerim’de şöyle
buyrulmaktadır:“Şüphesiz ücretle tutulanların
en iyisi ve en hayırlısı, güçlü ve güvenilir olan bu
adam olacaktır, dedi.” (Kasas, 28/26)
Ordu komutanlığı gibi bazı işler vardır ki, onlar
maddi güç olmadan yürütülemez. Hüküm verme
ve mal koruma gibi bazı işler de güvene bağlıdır.
Her ikisi de bir noktada birbirlerinin tamamlayıcısıdır.
Özel bir işin, en güzel şekilde yerine getirilmesinde bilgi ve konum çok önemlidir. Yüce Allah bu
hususla ilgili Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Yusuf: Beni memleketin hazinelerine memur et, çünkü ben yönetimi ve korumayı iyi bilirim, dedi.”(Yusuf, 12/55) Bize düşen görev nakib
(kurmay) kardeşin eğitiminde bu esaslara dikkat
etmek ve onu her yönden ve genel bir biçimde İslam davasını yüklenmeye ve bu hususta başarılı
bir önderlik yapacak vasıfta yetiştirmeye çalışmaktır. Görevin ancak ehli olana verilebileceği
hususunda şuurlu kılmaktır.
Yüce Allah ilahi emaneti bize yüklemiş ve bizden
onun en güzel şekilde yerine getirilmesini istemiştir. Bu ilahi emanetin tam olarak yerine getirilmesi, şüphesiz sağlam bir düzenlemeye bağlıdır. Bu
düzenlemeyi ancak önderlik makamı üstlenebilir.
Kabiliyetlere göre görevlerin dağıtılması gerekir.
Verilen görevin Allah rızası için yerine getirilmesi
ve bu uğurda gereken bütün beşeri gücün denenmesi şarttır.
15
Aslında karmaşık sorunları çözmek,
toplum içinde güçlü bir bağlılık ve isteklendirme duygusu yaratmak için
liderlik becerilerine ihtiyaç vardır.
Tam bir önderlik şu huylarda ortaya çıkar:
1- Düşüncede kararlı olmak
2- Devamlı çalışmak, sebat etmek, sabretmek ve ümitsizliğe kapılmamak.
3- Acizlik olmayan bir yumuşaklık, zor
kullanmayan bir güç, temkinli olmak, yerinde konuşmak ve yerinde susmak.
4- Kardeşlere karşı şefkat göstermek ve
onları darıltıp küstürmemek. Ayrılanları
kazanmaya çalışmak.
5- Çalışmaya yönelik bir diyalog içinde bulunmak.
6- Düzeni sağlamakla birlikte, çok fazla
emir vermemek ve yasaklar koymamak.
DÜNYA BİRİNCİSİYİZ Mustafa Üçüncü - Okul Müdürü
7- Duyarlılık içinde olmak, zamanın değerini bilmek
16
HAZİRAN 2014
Lider, bireyleri ortak hedeflere yönelten,
hedefleri benimseten bireyler arasında
köprüyü oluşturan, dağınık güç ve bilgiyi
bir araya toplayıp sinerji ortaya çıkaran
kişidir. Liderin tanımına açıklık getirebilmek için “Lider Kimdir?” sorusu sorulmalıdır. Bu sorunun cevabı hiç şüphesiz; sabırlı ve sorgulayıcı, daima önde değil, yeri
geldiğinde arka planda duran, değişimin
yaratıcısı olan, prensiplerle hareket eden,
zorluklara karşı yılmadan mücadele eden,
ahlak kurallarını bireysel menfaatlerinin
önünde tutan, kararları takımıyla beraber
alan, daima değişime açık kişidir.
Aslında karmaşık sorunları çözmek, toplum içinde güçlü bir bağlılık ve isteklendirme duygusu yaratmak için liderlik becerilerine ihtiyaç vardır.
Tarihe baktığımızda liderlerin, büyük vizyonların, planların yaratıcısı ve uygulayıcısı olduğunu göreceksiniz.
En islam le leadership est un travail qui se doit d’etre une responsabilité.
De ce, le seul objectif est de servir la religion d ALLAH. Et ceci n est pas pour
une quelconque récompence vis-à-vis de ce bas monde. Le leadership est
une système dans laquelle, le supérieur et l’employé, le dirigeant et le dirige sont tous dans une dirigeance stable. Le but ici est que les travaux qui
doivent se faire soit faits dans une meilleure façon afin que celles-ci soit
parviennent a la hauteur des normes du monde. Que ce soit les problèmes
sur le plan, politique, culturelle, économique, juridique, social, la population islamique doit se sentir dans la liberté. S il n ya pas un sentiment
d’assurance dans aucun de ces sujets, alors il ya de problème dans le gouvernement et chez le leader.
Moğolistan lideri Cengiz Han, Osmanlı padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman, Fatih Sultan
Mehmet, Bosna lideri Aliya İZZETBEGOVİÇ ve
daha birçok lider ülkelerine büyük zaferler kazandırmıştır. Becky BRODİN liderlikle ilgili şöyle der: “Lider otorite kullanımı değildir. İnsanları
güçlendirmektir. Lider ait olduğu toplumu hedefler koyarak ondan bu doğrultuda yönlendiren ve
arkasından sürükleyen kişidir.” Cesur adamların
cesur adımları tarih yazar. Büyük yürüyüşler başlatır, toplumları dönüştürür tarihin akışını değiştirir.
Korkaklar, silikler, sindirilmişler tarih yazamaz.
Sistem içerisinde eriyip giderler. Kısa bir süre
sonra toplumun hafızasından silinip gider.
Günübirlik pozisyon alanlar, önlerine bakanlar,
dar alanlara hapsolanlar, öfkeye, çıkara, saplantılara göre rol alanlar hep kaybeder.
Milletlere ve ülkelere öncülük ve önderlik edemezler. Lider olamazlar. Toplumları ayağa kaldırıp onlara hedef gösteremezler.
Bir davanın mensubu olamazlar. Bir ülke tasavvuruna, tarih hafızasına, gelecek ufkuna sahip
olamazlar.
Bu ilkenin tarafı, ülkesi, ırkı, sağı solu yoktur. Bu
ilkeler Müslüman kimliğidir. Geçmişi olduğu kadarda geleceğidir. Ancak böyle bir bilinç ve böyle bir algı ile ülkeyi, milleti ve ümmeti tamamen
ayağa kaldırabilir.
İn islam, guidance and leadership requires responsibility. The majör aim
in this is to serve the almighty God’s religion, worldly noprofit gained from
doing this.
Leadership; is the skill of managing people under commandments, the
chief and the employee, the administrator and the administrated in asafe
and systematic way. The main point here is to fufill what is required to
be done in abetter way, basing on World standart level. People in islamic
community must be happy whit, political, cultural, economical, economical and judicial matters. İf a leader is not trustworthy, then it means there
is a problem whit the administration and the administrator.
17
18
HAZİRAN 2014
Teşekkür
“Uluslararası Arapça Lise Münazara Yarışması”nda 22 ülke arasında dünya
birinciliği kazanan okul öğrencilerimiz Mustafa N’diaye, Hassan Jamal, Usame
Bakha ve Youssef Sennou’ya yarışmanın hazırlık aşamasından bitiş anına kadar
bilgi, yöntem, tecrübe, doküman, moral ve motivasyon yönünden büyük destek
veren ve hiçbir maddî-manevî fedakârlıktan kaçınmayan;
• Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğüne ve öğrencilerimize
refakat eden Sayın Osman Demirgül’e,
• İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğüne,
• Fatih İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne,
• İstanbul Şehir Üniversitesi Rektör Yardımcısı Sayın Prof. Dr. Coşkun Çakır’a,
• İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekan Yardımcısı Sayın Yrd. Doç. Dr.
Abdullah Tırabzon’a,
• İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkan Yardımcısı Sayın Av. Muhammed Emin
Akbaşoğlu’na,
• Akit Yazarı ve öğrenci velimiz Sayın Faruk Köse’ye,
• Akademi İstanbul Yöneticisi Sayın Dr. Muhammed Ağırakça’ya,
• Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi Okul Aile
Birliğine,
• Meridyen Derneği yöneticilerine,
•
Öğrencilerimize her konuda rehberlik eden başta Arapça öğretmenimiz
Sayın Lokman Yılmaz ve Kenan Altuntaş olmak üzere okulumuzun Türkiye
ve dünyada bir marka değeri kazanmasında büyük emekleri olan bütün
idareci, öğretmen, öğrenci ve çalışanlarına,
• İlim Yayma Cemiyetine ve Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi İlim Yayma Cemiyeti Yurt Yöneticilerine,
• Ve burada isimlerini zikretmeye fırsat bulamadığımız daha nice gönül
dostlarımıza teşekkürü bir borç biliriz.
Mustafa Üçüncü
Uluslararası Fatih Sultan Mehmet
Anadolu İmam-Hatip Lisesi Müdürü
19
Başarabileceğine İnan
DÜNYA BİRİNCİSİYİZ Yılmaz Albayrak - Felsefe Öğretmeni
1. Doğru bir hedefin olması
20
Kitabı kitap yapan yazı ve kâğıt değil, içindeki mana ve bilgilerdir. İnsanı da değerli
kılan onun hedefleridir. Birçok insan hedefi olmadan ve ne aradığını bilmeden yaşamaktadır. Haliyle hedefi olmayan insan
rastgele ve rüzgârın önünde yaprak misali
sürüklenip gidecektir. İnsanın ne aradığını bilmemesi durumunda ne bulduğunun
da bir önemi olmayacaktır. Bu anlamda
kişinin hedefinin olmaması nereden başlayacağını bilmediğini gösterir. Nereden
başlayacağını bilmeyen nereye gideceğini
de açık biçimde kestiremez. Unutmayın ki
hedefi olmayan bir gemiye hiçbir rüzgârın
faydası olmaz. Hedef, düşünce ve kararlarımızın aşikâr hale gelmesini sağlar. Bu
nedenle hedefimizi başka bir ifadeyle ne
istediğimizi açık bilmeliyiz. Açık hedefler tutarlı ve inançlı davranmamızı sağlar.
Maddi ve manevi gücümüzü bir noktaya
toplar. Hayatta yaptıkları iş ve uğraşılarında başarılı insanlar, ilk kapının, hedef
kapısı olduğunu bilerek yola başlamışlardır. Hedefi belirlemek kadar hedefimizin
nitelikleri de önemlidir. Dağları hedefleyen tepeleri kolay aşar, sözü zorluklara
talip olmanın gereğinden bahseder. İlerlemek için büyük idealleriniz olmalıdır.
Başarılı olmanın gerekli tek unsuru hedefini bilmek değildir; fakat hedefini çok iyi
kavrayan ve doğru hedefi belirleyen insan
diğer unsurları daha kolay gerçekleştirecektir.
2. Başarabileceğine inanma
Hedefini açık ve doğru belirleyen bir insan her şeyden önce kendine inanmak ve
güvenmek zorundadır. Her başarı, önce
beyinde kazanıldığı gibi, her mağlubiyet
de önce beyinde gerçekleşir. Yapabileceğine inanma büyük bir motivasyon sağlar insana. Yapamayacağını düşünen kişi
ise ümitsiz, karamsar ve güçsüz hisseder
kendini. Öncelikle insan her akıbetin hayır olacağına inanarak çalışmakta sebat
etmelidir. Çünkü hayatta yalnız başarı ya
da başarısızlık değil, sonuçlar vardır. Hayatta karşılaştığımız her sonuç başarımız
için değerlendirilecek durumlar olarak
HAZİRAN 2014
görülmelidir. İnsanların en çok yaptığı
hatalardan biri olumsuz durumlarla karşılaştığında o sonuç hakkında kendisine olumsuz eleştirilerde bulunmasıdır.
Hâlbuki her sonuç bize yeni bir şey öğretir.
3. Motivasyon (İsteklilik ve gayeye
dört elle sarılma)
İnsan, gayeleri doğrultusunda öğrenmeye
ve gelişmeye ihtiyaç duyan bir varlıktır.
Akıl, düşünce, zihin, duygu, ruh ve inancın uyumu
noktasında gayesini bilme ve ona uygun yaşama
isteği önemlidir. Bundan dolayı insanın hayatını
gayelerine bağlı sürdürmesi onun motivasyonuna yani istekli olmasına bağlıdır. “Kişilerin belirli
bir amacı gerçekleştirmek için kendi arzu ve istekleri ile davranmaları” motivasyondur. Motivasyon sizi öğrenmek, çalışmak ve başarmak için
harekete geçirecek manevi güçtür. Bu doğrultuda insanı bir hedefe doğru tetikleme, insanı yönlendirme ve çabayı sürdürme anlamında önem
arz etmektedir. Hiçbir insan istemediği bir şeyi
yaparak iyi bir sonuç elde edemez. İnsan çalışmayı bir ihtiyaç olarak hissetmiyorsa çalışmasının
da bir anlamı olamayacaktır.
Öğrenme motivasyonu ise öğrenen bireyin, öğrenmeyi anlamlı ve değerli bulması ve öğrenme
için çalışmasını ifade eder. Öğrenme bütünüyle
istekli, planlı ve yöntemli çalışmaktır. İnsanın bilgi ve anlama düzeyi arttıkça öğrenme ihtiyacı da
artacaktır. İnsan hem içten hem de dıştan motive
edilebilen bir varlıktır. Fakat en önemli faktörlerden biri kişinin belirlediği hedeflerin niteliğidir.
İnsanların değeri hedeflerinin ve önem verdiği
şeylerin değerine göre değişir. Buna bağlı olarak
kişinin hedefleri onun motivasyon derecesini de
etkilemektedir. Başta da belirtmiş olduğumuz
gibi dağları hedefleyen kişi ile tepeleri hedefleyen kişinin motivasyon derecesi aynı olmayacaktır. Kolay ve zahmetsiz olsun, diyen bir kişinin motivasyonu yüksek olmayacaktır. Gayesi yüksek
olan ve zahmete talip olan her zaman çalışmasına
büyük bir istekle devam edecektir. Unutmayalım
ki, “Hayat akıntıya karşı kulaç atmaktır ve yüzmeyi öğrenmenin tek yolu çırpınmaktır.”
4. Hayal gücü
Hayal, insanı ataletten kurtarıp onu hedefine doğru yürüten önemli bir kuvvettir. İnsanların yaşadıkça gerçekleştirmeyi hedeflediği hayalleri vardır. Hayatta hangi yöne bakarsanız o yöne doğru
ilerlersiniz. Hayaller bizim baktığımız yönü gösterir. Baktığımız yön bizim gerçekleştirmek istediğimiz hedeflerin bize gösterdiği doğrultudadır.
İnsanların yaptıkları işlerde başarılı olabilmeleri
için sadece yetenekli, kararlı ve zeki olmaları
yeterli değildir. Başarıyı yakalayabilmek için hayal gücü güçlü bireyler olmaları gerekmektedir.
Hayalde yüce bir gayenin olması gerekmektedir.
İnsanın, şahsî ve toplumsal hayatı adına, kendine büyük hedefleri gaye-i hayal yapması oldukça
önemlidir. Dünyevi emelleri olan kişi dünyevi çıkarları doğrultusunda bir hayat geçirir ve bütün
hayatı bu hayaller ile şekillenir. Hayal etmek öğ-
renme sürecini de olumlu etkilemektedir. Bunun
için de insanın yetenekleri doğrultusunda gayret
ve alın teri gerekmektedir. İdealiniz, tutkunuz
ve hayalleriniz olsun ve bunları asla ertelemeyin,
gerçekleştirmek için yola koyulun.
5. Kendini tanıma
Kendini tanıma seküler anlamıyla insanın ilgilerini, yeteneklerini, mizacını, güçlü ve zayıf noktalarını bilmesi anlamında özetlenebilir. Kendini
tanımak, esasında kendi ruh dünyamızla doğrudan irtibat kurmak demektir. Ne olduğumuzun
ve niçin yaşadığımızın farkına varmak demektir.
Kendimizi tanıyabilmek için, “Ben kimim? Varlığımın amacı nedir? Niçin yaşıyorum? Yapmam
gereken görev ve sorumluluklarım nelerdir?”
gibi soruları samimiyetle ve derinden düşünerek
yanıtlamak gerekmektedir. Bu anlamda kişinin
kendini tanıması çok güç bir iştir. Baştan samimi ve cesaretli olmayı gerektiren bir çabadır. Kişi
kendini tanıyarak, kendine özgü bir kişiliğe sahip
olduğunun farkına varır. Kişinin hedeflerini ve
yönünü belirlemesi kendini tanımasına bağlıdır.
İnsanın hayatında dengeli, tutarlı ve başarılı olması bir noktada insanın kendini doğru tanımasında yatar. Bu nedenle kişinin, öncelikle duygu
ve düşüncelerinin, istek ve ideallerinin, güçlü ve
zayıf yanlarının farkına varması gerekir. Kendini
çok yönlü tanıyan bir insan hayatını başarılı biçimde yönlendirebilecek, duygu ve düşüncelerini
de kontrol edebilecektir.
“Yanlış araçla doğru hedefe ulaşılamaz!” ölçüsüyle değerlendirirsek kişinin doğru aracı seçmesi
için kendini tanıması ve bilmesi gerekmektedir.
Birey kendini tanıdığı ölçüde başarılı olma yolunda önemli adımlar atacaktır. Bireyin kendini
tanıması için birçok metot ve teknik vardır. Maddi ve manevi tecrübelerle birlikte tefekkür etme,
kendini kontrol ve sorgulama önemlidir. İnsan
bunların neticesinde kendi varlığının sırlarını ve
sınırlarını görecektir.
Duygularınıza dikkat ediniz, düşüncelerinizi
etkiler;
Düşüncelerinize dikkat ediniz, davranışlarınızı
etkiler;
Davranışlarınıza dikkat ediniz, karakterinizi
etkiler;
Karakterinize dikkat ediniz, karakteriniz
kaderinizi belirler!
21
Fetih ve Nesil…
Geleceğin
Fâtihlerine
“Yaşını düşündüm, yaşımdan utandım.
Başını düşündüm, başımdan utandım.”
Ne fethin “Fatih”ini ne de Fatih’in fethini anlatmak kaç kelimenin yapabileceği
iş bilemem. Bunun için kalemi aldım, bir
yola düştüm ve ilk aklıma gelen şairin bu
sözü oldu.
Ya neden bir kelime düştü aklıma. Anlamını “kelâmın” değil “kulûb”un doldurmaya yetebildiği bir kelime: şihâb…
KÜLTÜR-SANAT Umut Yanlık - Tarih Öğretmeni
Şihâb sözlükte şu anlamlara geliyor:
1) Güçlü bir çarpışmadan sıçrayan ateş durumundaki parçacıklar,
2) Güneş yüzeyinde görülen kesikli ışıma,
3) Kıvılcım, akan yıldız,
4) Cesur, yürekli…
22
Biraz daha uzatmak mümkün ama ana
hatlarıyla kelimenin anlamı böyle. Her ne
kadar lûgat karşılığını versem de kelime
halen anlam karşılığını bulabilmiş değil.
Bazen geçmişin aydınlıklarına bakmak
(geçmişin karanlığına değil!) anlamı eksik
kalanları tamamlamaya yardımcı olur. Bir
kelimeyi anlarken o kelimeyle de anlam
kazanabilir baktığımız şey…
Zalimin zülmüne bir tokat indirmek her
yiğidin arzu ettiği bir şey. Kim istemez ki
zifirî karanlıkta bir ”Tarık” olmayı. Ok da
yay da olmak ister cengâver ama okun ucu
olmak başka bir şey. Felekler içinde bir
yıldız olmak başka ”Tarık” olmak bambaşka bir lütuf. Zalimin zulmüne karşı şihab
olacak, yıldızlar içinde ”Tarık”, karanlığı
yaracak sen ey genç! Sen bir ok ucu kadar
öncü, sen bir ok ucu kadar kararlı olacak
genç! Sana birisinden, “sana senden bahsedeceğim!”
Kimden mi bahsedeceğim?
HAZİRAN 2014
Sana bu şehri hediye edenden…
Hani yedi yaşında sancak beyi olandan bahsedeceğim.
Hadis-i şeriften murat umandan;
Tüyleri bitmeden planlar yapandan bahsedeceğim.
İsmini yazarken bile zafer kokusunu dimağlara tattırandan bahsedeceğim.
Bir okun ucundan, sana öncü olandan…
Feth-i Mübîn’in komutanı Fatih’ten…
Fatih, şehirlerin surlarını yıkan, oraları ele geçiren olduğu gibi; aynı zamanda devirleri açıp kapayan bir öncüydü de. Bir önder sadece kılıç kuşanmayla olur mu? Sadece bir kanatla ne uçabilir ki? Yedi dil bilen Fatih şöyle
diyor: “Allahü Teâlânın dinini, Allahü Teâlânın kullarının
ayaklarına kadar götürmek, ne büyük zevktir.” Arzın
üzerindeki Allah’ın bütün kullarına anlatacakları vardı
belli ki. Avnî mahlaslı şiirler yazıyordu. Ruhta olan güzelliği dille haykırmak için. Büyük topların dökümünde
projeler üretti. Mühendisti. İlmin her türlüsüne talipti.
Askeri bir deha idi. Kulun kula kulluğunu yıkmak için,
zulme eyvallah dememek için, zalime korku salmak
için…
Ama II. Mehmet’i Fatih yapmaya bu özellikler yetmez.
O’nu Fatih yapan asıl sebep; İslâm ahlâkıyla ahlâklanmış
karakteri ve merhameti olmalı. İlkeleri ve karakteri
dikkate alınmadan, yalnız İstanbul’un fethi ile bir değerlendirme yaparsak fethe ve Fatih’e yazık etmiş oluruz. Bu durumda asıl kaybı, öncü olmaya aday, İslâm iklimini getirecek biz gençler yaşamış oluruz.
Elbette İstanbul’un fethi başlı başına büyük bir olaydır.
Fakat biz Müslümanların gözünde temel kıstas bu olsaydı ilk önce İskender’den, Sezar’dan ya da yakıp yıkan
doğu imparatorlarından bahsederdik. Bizce asıl fetih,
şehirlerin alınması değil kalplerin kazanılmasıdır. Asıl
fatihler Allah’ın adaletini yine Allah’ın arzında hâkim
kılma gayretiyle yaşayanlardır.
En parlant de la conquête d’Istanbul, en effet, elle fut vraiment un grand fait, un grand incident.Mais s’il y avait
une fondation principale aux yeux des musulmans, nous
aurions surement parle du roi César de l’Alexandrie qui
conquit tout les empires de l’orient.
Mais nous à notre avis la vraie conquête n’est pas celle de
conquérir des villes, mais plutôt conquérir le cœur des habitants de cette ville afin qu’ils puissent vivre dans la paix
et la tranquillité.
Les vrais conquéreurs sont ceux la qui se battent de toutes leurs forces, jusqu’a leur dernier souffle pour que le
pays conquit étant une terre de Dieu puisse vivre dans la
justice, de la manière dont Dieu veut, et sur la voie de Dieu.
23
Bu sebepten 29 Mayıs 1453’te surlar yıkıldı; fakat fetih asıl bundan sonraki süreçte
gerçekleşti. Çünkü zapt altına almak farklı şeydir, fetih farklı; zorba olmak farklı,
fatih olmak farklı.
Fatihlerin bir özelliği de yaşadıkları devirdeki emsallerinden daha faziletli ilkeler
benimsemiş olmalarıdır. Onlar sınırlarla
sınırlanmayan bir ufka sahip, “mânâ”nın
maddeye hâkim olduğu bir iklimin muhayyilleridirler. Her popüler olanın doğru
olmadığını ilahî öğreti öğretmiştir onlara.
Gidecekleri yere peygamberlerin çizdiği
yol haritalarını yanlarından ayırmadan
gitmişlerdi. Onları örnek almışlardı.
Fatih’in yaşadığı çağlarda Batı’da engizisyon işkenceleriyle insanlık şaşkına
dönmüşken; kolonizatörler gittikleri her
yerde kılıçla ve mikropla kavimleri yok
ederken; İspanya’da Müslüman ve Musevilere “Ya git ya da öl!” tercihleri sunulurken; Macaristan’da Hünyad, Müslüman
esirlerin öldürülmesini yemek masalarına
tesadüf ettirerek meze yaparken; Drakula Voyvoda kazıklarla sadizm dersleri verirken; Temeşvar beyleri, Müslüman-Türk
kanını şaraba katıp içerken; köle ticareti
en olağan kazanç kapısı sayılırken… Bunların yaşanıp anormal de görülmediği aynı
çağlarda, İslâm ahlâkıyla ahlâklanmış
muzaffer bir İslâm komutanın aklında sadece Allah’ın adaletini yeryüzüne hâkim
kılmak vardı. Allah’ın lütfettiği zafere layık olmak vardı. Bizanslı kardinal boşuna
dememişti “Katolik kavuğu görmektense
Müslüman sarığı görmeyi tercih ederiz.”
diye.
24
mısralarıyla cevap verdi genç padişah.
Bu amaç için Mehter-i Hümayûn gökkubbeyi inletti ve kuşatma başladı. Elli altı
günlük kuşatmada nice ümit dolu ve yine
nice endişe dolu anlar yaşandı. Ama yüreklerden Resûl-ü Kibriyâ’nın müjdeleri
geçtikçe niyetler tazelendi, umutlar perçinlendi. Fatih askerine:
“Son savletinle vur ki açılsın surlar
Fecr-i hücum içinde tekbir aşkına”
nidalarıyla seslenirken Bizans’ın köhne
surlarında gedikler boy göstermişti bile.
Ve Ordu-yu Hümayûn sanki şöyle seslendi:
“Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes
Ey kahpe rüzgâr artık ne yandan esersen
es”
Rüzgâr esti… gedikler büyüdü … ve asırlar önceki müjde gerçekleşti.
Şehre girince muzaffer kumandanın dudaklarından biraz hüzünle beraber şu mısralar döküldü:
“Kisrânın kasrında baykuş vuruyor nöbet
Kayserin sarayında örümcek perdedârlık
yapıyor”
Bundan önce nice komutanlar niyet
edip çabalar harcamıştı da alamamıştı
İstanbul’u. Yirmiden fazla kuşatılmıştı bu
kadim şehir. Öncekilerin başaramadığını başarmak için hazırlıklar yapılırken,
murâdın nedir, diye sordu hocası.
Talan durduruldu, din ve vicdan hürriyeti sağlandı. Mâbetlere dokunulmadı.
Gayr-i müslimler aile hukuklarında kendi
mahkemelerini kurdular. Ticarî hayata
müdahale edilmediği gibi şartlar daha da
iyileştirildi. Topraklar ve taşınmaz mallar
sahiplerine bırakıldı. Din değiştirmeleri
için hiçbir sistematik yola başvurulmadı. Bütün bunları gören Hristiyan halk
da şehri terk etmeyip burada yaşamaya
devam etti. İlim adamlarına davetler gönderildi. Çabalar sonuç verdi ve pâyitaht
kültür merkezi haline geldi. Ve asıl fethin
gerçekleşmesi gönüllerin fethi ile oldu.
“İmtisâl-i câhidu fillâh olupdur niyyetüm
Din-i İslâm’ın mücerred gayretidür gayretüm.”
Bugün Irak alındı, ama fethedilemedi.
Afganistan’da dünyanın askeri var ama
fetih yok.
HAZİRAN 2014
İsrail’in adı işgalci…! Batılı emperyalistler insanın
aklını dumûra uğratan silahlara ve maddi güce
sahip olmalarına rağmen gittikleri hiçbir yerde
gönüllere giremediler. Çünkü ilkeleri beşerî çıkarlar üzerine kurulu. Amaca giden yolda her şeyin mubah görüldüğü makyevalist ahlak(sızlığ)a
sahipler.
tüm öğrencilerini ekleyebilirim. Hangisine sorsanız o topraklarda İslâm’ın sancaktarlığını yapmış
önderlerden bahseder sizlere.
II. Mehmet’i Fatih yapan bunların yaptıklarını
yapmaması veya bunların Fatih olamamasının sebebi Fatihlerimizin ilkelerine çok uzak kalmaları.
Böylesi bir maziye sahip olan “âtînin gençleri!” İnsanın gururlanası geliyor değil mi?
Diyeceksiniz: “Kim bu âtînin gençleri?” Bir millet
ya da bir kavim mi? Türkiye pasaportu taşıyanlar
mı? Asyalılar mı? ...istler mi? Elbette aidiyetini
İslâm ilkesi üzerine kurmuş kimseler için kıstaslar bunlar olamaz. Seslendiğim âtînin gençleri
maziye baktığında farklı renk, millet ve bölgelerden, ümmet şuuruyla ortak kahramanlar görenlerdir. Libya’ya baktığında Ömer Muhtar’ı, Mali’ye
baktığında Mansa Musa’yı, Çeçenistan’a baktığında Şeyh Şamil’i, Kudüs’e baktığında Selahaddin’i,
Bosna’ya baktığında Aliya’yı, Bangladeş’e baktığında Abdülkadir Molla’yı görenlerdir. Kısaca
“kahramanları ortak görenlerdir.”
Asya’da, Afrika’da, Avrupa kıtasında. Çok uzak tarihte, yakın tarihte ve günümüzde. Onlara bakıp
gururlanıyor, yaptıklarıyla iftihar ediyoruz. Onlar için marşlar söyleyip sloganlar atıyoruz. Peki,
sadece bakıp gururlanacak, şiirler yazıp anma
programları mı düzenleyeceğiz? Onların açtığı
çığırdan yürümeyecek miyiz? Onlara layık olmak
gerekmez mi? Bıraktıkları davaya sahip çıkmak,
hangi uğurda canlarını ortaya koydularsa bu idealleri bilmek, bilip benimsemek, benimseyip ilke
edinmek gerekmez mi?
Evet, ama önce niyetlerini bilmek gerek.
“İmtisâl-i câhidu fî-illâh olupdur niyyetüm
Din-i İslâm’ın mücerred gayretidür gayretüm.”
diyen Fatih’i ve onun nezdinde fatihlerimizin
kendi lisanıyla kuru toprak uğruna, daha fazla insana hükmetmek için ter ve kan dökmediklerini
bilmek gerek. Niçin kılıç karşısında göz kırpmadıklarının, güce râm olmadıklarının ve niçin can
verdiklerinin idrâki gerek.
Âtînin gençleri acıları ortak yaşayanlar, geleceği birlikte kurgulayanlardır. Zamanın popüler
yaklaşımlarına esir olmayıp, Kur’an ve sünnet
ölçüsüyle hareket edenlerdir. Çoğunluğun kabul ettiği ilkeleri “Kur’an’da bahsedilen az kalmışları” model alarak sorgulayanlardır. Gelecek
“Eğer iman ediyorsanız üstün olan sizsiniz.” ilahî
düsturuyla kalplerine sekineler indirirken; israiloğullarının Hz. Musa’ya “Sen ve Rabbin gidin,
onlarla savaşın. Biz burada oturacağız.” dedikleri
gibi demeyip zalimin zulmüne bir tokat gibi şihâb
olanlarındır. Zulme de zalime de boyun eğmeyip,
mütevekkil bir şuûrla kıyam duranlarındır…
İslâm’la terörü kastî bir şekilde yan yana getirenlerin oyunlarını bozmak, gerçekleri önce kendimize sonra neslimize anlatmamız gerek. Gerçek
fetihlerin (gönüllerin fethinin) nasıl olduğunu,
gücün Hakk’a nasıl da kul olabildiğini anmak, anlamak, anlatmak gerek.
Kısaca;
“ Kökü mâzide olan bir âtîyiz” demek gerek.
Yürekten demek gerek, yürekten…
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Her nereye baksanız böyle örnekleri rahatlıkla bulabilirisiniz.
Senegalli Süleyman, Kırgızistanlı Abdülhamid,
Arnavutluk’tan Ömer, Ürdünlü Umran, Kafkaslardan Mustafa, Somalili Abdulkadir, Türkiye’den
Fuat, Endonezyalı Neşrüddin... Listeye okulun
25
Fetih Ruhu
KÜLTÜR-SANAT Muhammet Köse
Fakat 1453’ün 29 Mayısında fikirleri bir anda değişti. Zira tecrübesiz deyip “kuzu”ya benzeterek küçümsedikleri II. Mehmed
bir anda arslan kesilip, tek pençede Bizans’ı yere sermişti.
26
İstanbul 1453 yılına kadar dünya için aşılmaz bir kaleydi. İnsanlar onun asla fethedilemeyeceğini düşünüyorlardı. Böyle düşünmeleri için haklı gerekçeleri de vardı.
Ne de olsa, güçlü ordularla defalarca kuşatılmasına rağmen, önüne gelen her orduyu
püskürtmüş ve hükümdarını utanç içinde
ülkesine geri yollamıştı. Yıkılmaz surları
ve surların üstünde bekleyen askerleriyle
hiçbir orduya geçit vermiyordu.
Pek çok hükümdarın hayallerini süsleyen
bu şehir, uzun süredir Doğu Roma (Bizans)
İmparatorunun elindeydi. 15. asrın ortalarına doğru Bizans, Osmanlı’nın yoğun
fetihleri sonucunda bir tek İstanbul’dan
ibaret kalmıştı. Fakat Bizans, İstanbul’u
çok iyi koruyordu; üstelik, üzerinde diğer
Hıristiyan devletlerin koruması da vardı.
Ayrıca kendisini tehdit eden büyük güçler
de ortadan kaybolmuştu. Bizans için en
büyük tehdit olarak görülen Osmanlı Sul-
HAZİRAN 2014
tanı II. Murad vefat etmişti. Yerine genç
şehzade Mehmed geçmişti. Bunun üzerine Bizans ve Hıristiyan devletler bayram
yapmış, “yaşlı kurt öldü, yerine genç kuzu
geçti” diye sevinmişlerdi.
Fakat 1453’ün 29 Mayısında fikirleri
bir anda değişti. Zira tecrübesiz deyip
“kuzu”ya benzeterek küçümsedikleri II.
Mehmed bir anda arslan kesilip, tek pençede Bizans’ı yere sermişti.
Bu haber dünyada bomba etkisi yaptı. İslam dünyası bayram yaparken Hıristiyanlar yas tutmaya başladı. Pek çok insan, henüz sadece yirmi bir yaşında olan Sultan
Mehmed’in İstanbul’u fethedebileceğine
inanamıyordu. Ondan çok daha güçlü,
tecrübeli hükümdarlar İstanbul’un kapısından dönmüşken, tahta yeni çıkmış bu
genç sultanın o muazzam surları aşması
açıkçası Osmanlı’da bile beklenmedik bir
durumdu.
Şehzade Mehmed hocasından, hayatını değiştirecek o hadisi duyunca
sarsılmıştı. O günden sonra içi İstanbul’u fethetme
istğiyle dolup taşmıştı.
Daha sonra bu onun hayatının amacı haline gelmiş, ideali olup çıkmıştı.
Ne demişti o hadiste Peygamberimiz: “Kostantiniyye (İstanbul) bir gün
fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel
komutan, onu fetheden
asker ne güzel askerdir.”
Peki, nasıl yapmıştı bunu Fatih? Onda olup da diğerlerinde olmayan ne vardı?
Bu soruya pek çok cevaplar veriliyor. Bu cevapların en çok benimseneni ise Fatih’in bir dahi olması. Fakat bana göre, bu büyük başarıda ve bunun
gibi büyüklü küçüklü başarılarda bunlardan çok
daha önde olan bir şey var. O nedir diye soruyorsanız, söyleyeyim: İdeal!
İdeal, insanı motive eden en büyük güçtür. İnsan,
idealleri uğruna her şeyi göze alabilir, ideallerine ulaşmak için gerekirse hayatını bile verebilir.
Yani ideal, basit ve sıradan bir şey değildir. İdeal
edinen insan, ancak ideali gerçekleşirse tam anlamıyla mutlu olmuş olabilir.
Evet, Fatih’in bir ideali vardı. Daha çocukken
edinmişti idealini. Şehzade Mehmed hocasından,
hayatını değiştirecek o hadisi duyunca sarsılmıştı. O günden sonra içi İstanbul’u fethetme istğiyle dolup taşmıştı. Daha sonra bu onun hayatının
amacı haline gelmiş, ideali olup çıkmıştı. Ne demişti o hadiste Peygamberimiz: “Kostantiniyye
(İstanbul) bir gün fethedilecektir. Onu fetheden
komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker
ne güzel askerdir.”
Şehzade Mehmed’in bu hadisten böylesine etkilenmesine şaşırmamak lazım. Ne de olsa o sıralar
veliahttı. İleride yöneteceği devlet gitgide güçleniyordu. Araştırdıkça İstanbul’u fethetme arzusu
arttı.
Kostantiniyye’nin (İstanbul) etrafı Osmanlı topraklarıyla çevriliydi. Osmanlı topraklarının tam
ortasında, boğaza hakim bir bölgedeydi. Bu bakımdan Osmanlı için büyük bir sorundu. Mutlaka
alınması lazımdı.
Ayrıca Bizans, köklü ve dünyada önemli bir devletti. Hıristiyanların en önemli kalelerindendi.
Fatih eğer burayı alırsa Osmanlı’nın fetihlerde
önü açılacak, ilerlemesine engel olan tek şey ortadan kalktığı için devlet hızla yükselişe geçecekti.
Zaten bu yüzden pek çok komutan burayı almak
için gelmemiş miydi? İstanbul’u almak için gelip
de şehid olan birçok sahabe -Ebu Eyyüb el-Ensari
gibi- vardı. Demek ki İstanbul bu kadar önemliydi.
Bunları düşünen Şehzade Mehmed’in önünde yukarıda saydığımız engeller de vardı. Fakat o bunları çoktan göze almıştı. Artık İstanbul’u fethetmek oyunları, hayalleri olmuştu.
Her padişahın ve şehzadenin bir mesleği olurdu.
Mehmed, sırf surları yıkabilecek büyük topları
yapabilmek için top dökümcülüğü mesleğini seçmişti.
Plânlarını daha küçük yaşta kurgulamaya başlayan şehzade Mehmed, bir gün kendisine gelen
haberle şaşkınlığa uğradı. Babası II. Murad artık
yorulduğunu söyleyip tahtı ona bırakmıştı. Fakat
buna ne Şehzade Mehmed, ne halk, ne de devlet
adamları hazırdı. Henüz on dört yaşındaki Şehzade Mehmed’in tahta geçtiğini gören Hıristiyan
27
Bir gün, cihad aşkıyla dolu Ulubatlı Hasan adındaki bir yiğit, elindeki bayrakla surlara tırmanmaya
başladı. Yanındaki arkadaşları
teker teker şehid olurken o tekbir getirerek ilerliyordu. Sonunda surlara çıktı ve bayrağı ilk kez
surlara dikmeyi başardı.
“Babacığım, eğer sen padişah isen gel ordunun başına geç. Yok, eğer ben padişah isem,
emrediyorum gel ve ordunun başına geç!”
devletler de bu fırsatı değerlendirmek
için büyük bir ordu toplamaya başlamıştı. Devlet adamları böyle bir durumda bu
kadar küçük yaşta olan Mehmed’in tahta
geçmesine taraftar değildi. Mehmed de
böyle düşünüyordu. Ne de olsa o daha çok
küçüktü ve karşısında büyük bir tehlike
vardı. Böyle bir durumda tahtta kalırsa
tahtı elinden giderdi. O zaman asla idealini
gerçekleştiremezdi. Fakat buna rağmen 2.
Murad tekrar tahta çıkmayı reddediyordu. Bunun üzerine Mehmed, muhteşem
zekâsını kullanarak babasına şu meşhur
mektubu yazdı:
“Babacığım, eğer sen padişah isen gel ordunun başına geç. Yok, eğer ben padişah
isem, emrediyorum gel ve ordunun başına
geç!”
Artık II. Murad’a yapacak başka birşey
kalmamıştı. Tekrar tahta oturdu ve ordusunun başına geçip haçlı ordusunu durdurarak Varna Zaferi’ni kazandı.
Tekrar şehzade olan Mehmed, ideali için
hazırlanmaya devam etti. Tâ ki babası Sultan Murad vefat edene kadar. Babasının
yerine geçen Sultan Mehmed, derhal hazırlıklara başladı. Fakat hemen fark etti
ki, babasının ölümünden dolayı mutluluk
içinde olan Hıristiyan dünyası onu küçümsüyor, onun da diğerleri gibi eli boş döne-
28
HAZİRAN 2014
ceğini düşünüyorlardı. İşin kötü yanı, Osmanlı devlet adamlarının bazıları da aynı
şekilde düşünüyorlardı. Fakat o bunları
hiç umursamıyordu. Çünkü idealini belirlemişti. Ondan önceki müslüman hükümdarları saran fetih ruhu onu da sarmıştı.
Fakat Sultan Mehmed’de bu çok daha
kuvvetliydi. O bu yolda ölmeye hazırdı.
Nitekim ne demişti: “Ya ben İstanbul’u alacağım, ya da İstanbul beni.” Bu sözünden
anlıyoruz ki artık bu onun için bir ölümkalım savaşı haline gelmişti ve İstanbul’u
almak için elinden geleni yapacaktı.
Bizans, Sultan Mehmed’in geldiği haberini
alınca hemen hazırlanmaya başladı. Asker
sayısını artırıp surları sağlamlaştırdı. Fakat Sultan Mehmed bu surları nasıl aşacağını çoktan hesaplamıştı ve muhteşem
projesini hayata geçirdi. Kendi tasarladığı
devasa Şâhi toplarını ve surları üstten aşıp
arkasını darmadağın edecek havan toplarını döktürdü ve ordusuyla İstanbul’u kuşattı.
Fakat İstanbul’u fethetmek elbette diğer
kaleleri fethetmek kadar kolay değildi.
Bizans’ın direnişi bitmek bilmiyordu. Topların açtığı gedikleri hemen kapatıyorlardı. Surlardan aşağıya ok yağdırıp kızgın yağ döküyorlardı. Hele Rum ateşi en
kötüsüydü. Suda yanabilen ateş olarak
ünlenen bu ateş, pek çok babayiğidin canına mal
olmuştu. Fakat Sultan Mehmed ve askerleri bunu
önemsemiyordu. O’nu ve ordusunu fetih ruhu, cihad aşkı sarmıştı.
Sadece surlarda değil, denizde de şiddetli savaşlar
oluyordu. Bizans şehrin kilit noktası olan Haliç’e
büyük bir zincir germişti. Burası bir türlü aşılamıyordu. Bunun üstüne bir de Bizans’a yardıma
gelen gemiler Osmanlı donanmasını aşıp Haliç’e
girmeyi başarınca, Sultan Mehmed öfkelenmiş
ve birçok resme konu olan atını denize sürmesi
ile herkese cesaretini göstermişti.
Artık savaşın kazanılması için o zincirin aşılması
gerekiyordu. Fakat bunun hiçbir yolu bulunamıyor, savaş uzadıkça uzuyordu. Askerler arasında
fethin gecikmesinden dolayı umutsuzluk başgöstermeye başlamıştı. Fakat Sultan Mehmed asla
pes edemezdi. Çünkü onun bir ideali vardı. İdealinden vazgeçemezdi. Bunun için gece gündüz düşünmeye başladı. Mutlaka bir çözümü olmalıydı.
İşte bu noktada devreye o muhteşem zekası girdi
ve o muhteşem plânı yaptı. Bir gece vakti donanmayı bir düzenekle karadan yürüterek zincirin
arkasına geçirdi. Ertesi sabah gemileri Haliç’te
gören Bizans askerleri neredeyse şaşkınlıktan
küçük dillerini yutacaklardı. Bunu hangi gücün
yapabileceğini soruyorlardı birbirlerine. Aslında
cevap çok basitti: İman gücü ve fetih ruhu!...
Artık iş bir nebze azalmıştı. Bizans iyice sıkışmaya başlamıştı. Fakat Osmanlı ordusu da en az
Bizans kadar hasar almıştı. Savaş uzuyor, fetih
gecikiyordu.
Savaşın sonlanması artık anlık bir olaydı. Sadece bir kıvılcım gerekliydi. Sonunda o da oldu. Bir
gün, cihad aşkıyla dolu Ulubatlı Hasan adındaki
bir yiğit, elindeki bayrakla surlara tırmanmaya
başladı. Yanındaki arkadaşları teker teker şehid
olurken o tekbir getirerek ilerliyordu. Sonunda
surlara çıktı ve bayrağı ilk kez surlara dikmeyi
başardı. Üzerine oklar yağdı, fakat onun umrunda
değildi. O görevini yapmıştı. Gerisi önemli değildi.
Oracıkta şehid oldu. Fakat artık askerler coşmuştu. Kimse onları bir daha asla durduramazdı.
Ve 29 Mayıs’ta Sultan Mehmed, Fatih Sultan
Mehmed Han olarak şehre girdi.
Fakat Fetih Ruhu sadece kaleyi aşmak, şehri fethetmek değildi. Fatih, ancak halkın gönlünü fethederse tam olarak amacına ulaşmış olabilirdi.
Nitekim öyle de oldu ve böylece Fatih halkın gönlünü kazanarak hedefine ulaştı.
Evet, az önce de dediğimiz gibi Fatih İstanbul’u
fethettiğinde daha yirmi bir yaşındaydı. O genç
yaşında şu anki gençlerin daha hayal bile edemeyeceği işler yapmıştı. Şu anki gençler, bu konuda;
“O Padişahtı, o dâhiydi.” gibi bahaneler kullanırlar. Oysa daha önce dediğim gibi bunlar küçük
şeylerdir. Başarılı olmak isteyen insan, bu konuda Fatih’i örnek almalıdır. Onun gibi kendine bir
hedef belirlemeli, bu hedefe ulaşmayı ideal edinmeli ve başarmak için her şeyini, gerekirse canını
vermelidir. Ancak böylece başarıya ulaşılabilir.
Ayrıca şunu da unutmamalıyız ki İstanbul bize
Fatih’in ve fetihte bulunan bütün şehitlerimizin
bir emanetidir. Onu korumak ve tekrar eskisi gibi
tam bir İslam şehri haline getirmek biz gençlerin
en büyük vazifesidir.
İnşaallah bu vazifemizi hakkıyla yerine getirebiliriz.
29
Ancak Fetih Ruhuna Sahip Gençler
Fatih Olabilir
Fetih ruhu denilince aklımıza ilk gelen
“feth i-mubin”, sonra da İstanbul’un fethidir. Bunları hatırlamakla kalmayıp yanında da çok önemli ve kapalı bir fetih vardı.
Onu da çoğu Müslüman bilmez. Peygamber Efendimiz, Mekke’yi fethetmeden
önce on yıl boyunca onu fethetmeye çalıştı. Efendimizin bizlere bıraktığı en büyük
cihatlardan biridir o, o da kalptir.
Ülkeler fethetme eğer sırf Allah rızasını
kazanmak ve İslâm’ı yaymak için ise buna
fetih ruhu denilebilir. Başka bir amaç için
ise fetih ruhu denilemez. Bu yüzden önce
kalpleri fethetmemiz gerekir.
KÜLTÜR-SANAT Abdüsselam Hüseyin - Nijer
Kalp, insanın vücuttaki hükümdarıdır. Bir
Türk atasözü der ki; “Balık baştan kokar.”
Buna göre ben de “İnsan kalpten kokar.”
diyorum. Kalbin ne kadar değerli olduğunu bilmemiz için Kur’ân okumalıyız. Kalbin önem ve değerini ayetleri tefekkür
etmeden anlamamız çok zordur.
30
Bakara Suresi’nin yetmiş dördüncü ayetinde İsrailoğulları kast edilerek kalplerinin kaskatı hatta taştan daha katı olduğu
zikredilir. Buna karşılık Enfal Suresi’nin
ikinci ayetinde ise müminler kast edilerek
Allah anıldığında kalplerinin korkudan
titrediği, ürperdiği beyan buyrulmakta-
HAZİRAN 2014
dır. Öyleyse fetihte en temel olan kalptir.
Bir şahsın kalbini yenerseniz onu yenmiş
olursunuz.
Fatih Sultan Mehmet, Osmanlının en
büyük kahramanlarındandır. Asıl adı
Mehmet’tir. İstanbul’u fethettikten sonra “Fatih” unvanını kazandı. Onun yaptığı
savaşları, cihatları sahabeler de yapmak
istiyordu. Ebu Eyüp el-Ensari (r.a.), sırf
Rasulullah’ın müjdesine mazhar olabilmek için İstanbul’un fethine katılmak istemiş ve o ihtiyar haline, onca uzun ve meşakkatli yola aldırmadan orduya iştirak
etmiştir. Fakat kısmet, İstanbul’un fethini
göremeden bu topraklarda vefat etmiştir.
Fatih, gencecik yaşta, dünyanın bütün güzelliklerini ve nimetlerini bir kenara itip
fetih meydanlarına çıkmıştır. Büyük bir
fetih ruhuyla hareket edip İstanbul’u fethetmiştir. Bu ruh, onun hayatı algılamasında ve “Fatih” olmasında çok önemli bir
ruhtur.
Fethin özellikleri ve sınırları bellidir. Fetih
net ve gerçektir. Fatih olmak da bu özellikleri taşımakla mümkün olabilir. Hedefe
varmak için açık, net, gerçekçi ve ısrarcı
olmak gerekir.
Hedefi neydi Fatih’in? İstanbul’u fethetmek! “Ey
İstanbul! Ya ben seni alırım ya da sen beni alırsın!”
pardılar. Bunu da bazen bizzat kendileri, bazen de
bizim insanlarımızı alıp eğiterek yapıyorlar.
Fatih, bu kadar inanmış ve adanmıştı. Onu alacağından asla şüphe duymamıştır.
Fetih ruhunu en iyi yaşatanlar mümin gençlerdir. Her konuda fikri olan, zikri olan, tam inanmış gençler olmalıyız. Çağın gerektirdiği bütün
ilimleri, teknolojiyi, bilimi öğrenmek zorundayız.
Stratejiyi iyi bilmeliyiz. Çağın ve ümmetin sorunlarını iyi tespit edip ona göre bir tavır geliştirmeliyiz. Bütün fetih ruhuna sahip insanlarla
kardeşlik şuuru içinde fikir ve eylem birlikteliği kurmalıyız. Dünyanın dört bir yanında yaşayan inançlı insanlarla güç birliği sağlamalıyız.
Ümmetle hareket edip Filistin’e, Irak’a, Mısır’a,
Suriye’ye, Orta Afrika’ya, Bosna’ya, Myanmar’a
hatta bütün mazlum coğrafyalara iyilik, güzellik,
doğruluk yani fetih götürmeliyiz. Bu inanca sahip
gençler olmalıyız. Örnek ve önder bir gençlik olmalıyız. Necip Fazıl’ın dediği gibi “Kim var, diye
seslenilince sağına ve soluna bakmadan fert fert
ben varım, cevabını verici, her ferdi, benim olmadığım yerde kimse yoktur, fikrini besleyici bir
dava ahlâkına sahip bir gençlik” olmalıyız. Öyle
bir gençlik ki, “Uykusuz, susuz, ekmeksiz, başını secdeye mıhlayıp bir ömür boyu Allah’a hamd
etme makamında.” olmalıyız.
Hedefini nasıl gerçekleştirdi? Çalışarak! Çalışarak ve ısrar ederek! Gece gündüz fethi düşünüyor,
fethi yaşıyordu. O İstanbul’un fethini önce kalbinde ve kafasında bitirmişti.
Bütün fetih çalışmalarını herhangi bir dünyalık fayda için yapmadı, sadece Allah rızası için.
Demek ki fetih de bir de samimiyet esastır. Gösterişsiz, menfaatsiz bir kalple insanlara yaklaşacaksın, o zaman hem kalpleri hem de ülkeleri
alabilirsin.
Fatih, büyük bir plan yaptı. Bununla da kalmayıp
planlarını titizlikle uyguladı.
Biz gençlerin de planlı ve programlı olması gerekir. Bizim de bir hedefimiz, planımız ve aşkımız
olmalı. İnancımız, bizi hedeflere götürecektir. Ne
inançlarımızdan ne hedefimizden asla şüphe etmeyeceğiz ve yürüyeceğiz. Biz yürürsek insanlar
da arkamızdan yürüyecektir. Önce kalpler fetholunmalı, sonra bütün bedenler ve ülkeler fetholunur. Eğer, fetih rüyası görmezsek Fatih olamayız.
Biz gençlerin davalarını, dertlerini, rüyalarını
sevmesi lazımdır. Fatih kadar hatta ondan daha
çok sevmeli ve çalışmalıyız.
Fatih diyor ki: “Onların hayalleri bile bizim yaptıklarımıza yetişemez.”
Aslında biz fetih ümmetiyiz, nesliyiz fetih bize
emanettir. Fethin emanet olduğunu aklımızda
mıh gibi tutmalıyız.
Batılılar, bizi markalarla, makam-mevkilerle,
dünya şehvetleriyle kandırdılar. Topraklarımızı
cetvelle böldüler, bizi birbirimize düşürdüler, bizi
bize düşman ettiler. Kalplerimizdeki bağları ko-
Recep Tayyip Erdoğan ve Yusuf el-Karadaviler
gibi Müslümanları uyandıran liderler yanımızda olmalı. Nerede bir Müslüman varsa haberdar
olmalıyız. Bütün Müslüman ülkeler mezhepleri
ne olursa olsun mademki Allah’ımız bir, Peygamberimiz bir, Kur’ân’ımız bir, kıblemiz bir; o hâlde
amacımız da bir olmalı. İslâm adıyla hareket edip
fetih ruhunu gerçekleştirmeliyiz. Belki böylece
insanlardan akın akın dinimize yani fethimize
koşan fertler olur, hem onlar kurtulur hem de biz.
Fatih olmak için önce fetih ruhuna sahip olmamız
gerekir. Fetih ruhu için de dünyayı ve içindeki
zevkleri elimizin tersiyle itip ahirete odaklanmamız gerekir. Bu hayat kısa ve geçicidir. Unutmayalım ki “Asıl hayat ahiret yurdudur.”
31
Komşumuz
Kardeşimiz
Suriye
KÜLTÜR-SANAT Şahin İbrahim Güleryüz
Yüzyıllarca İslam alemine öncülük etmiş
sayısız ilim ehli yetiştirmiş bir memleketin evlatları bugün bir varoluş mücadelesi
vermektedir.
32
İslam tarihine baktığımızda “Mekke Dönemi” bir inancın ve bunun mücadelesinin eğitim alanıydı. Medeniyet boyutu ise
“Medine İslam devleti” kurulması ile gerçekleşmiş, adım adım inen vahiy ve sünnetlerle şekillenmişti.
Ancak günümüze baktığımızda İslami ve
medeni boyutta ciddi bir bilinç ve terbiyeden çok uzaklaş(tırıl)mış bir toplumu görmekteyiz. Daha kendini bulmadan birden
bire “Arap Baharı” sürecinin de etkisiyle
çok büyük bir mücadeleyle karşı karşıya kalmıştı Suriyeli kardeşlerimiz yani
hazırlıksız yakalanmışlardı. Bu durum
mücadeleyi bazen karanlık ve karmaşık
durumlara da taşımaktadır. O halde yanlış
mı yapılmıştır diye bir soru sorsak benim
cevabım kesinlikle hayır olacaktır. Çünkü bu millet, baba Esed’in elinde hem dini
değerlerini hem de insani bütün hak ve
özgürlüklerini kaybetmişti. Zaten bir kez
HAZİRAN 2014
bu haklarını elde etmek için bu Nusayri
azınlık çetesine baş kaldırmış on binlerce
insan tutuklanmış, katledilmiş hatta daha
sonra hastanelerdeki yaralılar, hapishanedeki tutuklular bile şehit edilmişlerdi.
Herkes “Muhaberat” denilen adamların
takibindeydi. 2-3 kişi yan yana gelse hemen sorguya alınıyor ya işkence ediliyor
ya hapishanelerde kaybediliyor ve en iyisinden(!) yıllarca hapislerde çürüyorlardı.
Ama başkaldırının, direnişin maliyeti ne
olursa olsun halkın hemen hemen her kesimi bu ayaklanmaya ortak oldu, ölümüne direnişe geçti ve hala da bu mücadele
Suriye’nin her yerinde devam etmektedir.
Ki ilk kıvılcımın nasıl atıldığını da herkes
gayet iyi bilir, işkenceye alınıp orada şehid
edilen çocuklar konusunu.
Ben bu duygularla baba Esed’in zulümlerini oğul Esed’in katliamlarını görmüş ve
öğrenmiş biri olarak ilk defa bir kurban
organizasyonu için Suriye’ye gittim. Bab
el-Hava ‘dan Suriye’ye giriş yaptığımda aslında bir devlet ortada yoktu oralarda . Ancak özgürlüğe adım atmış halkın, bir sınır
noktasını nasıl kontrol edeceğini öğrenmeye çalışan farklı gruplardan oluşan temsilcileri vardı.
Devrim başlayınca herkes kendi bölgesini özgürleştirmeye çalışmış bu da her bölgede farklı farklı
yapıların doğmasına sebebiyet vermişti.
Karmaşa ve belirsizliğe hatta acılara rağmen insanların yüzlerinde özgür bir geleceğin umudunun tatlı bir yansımasını görebiliyordunuz. Bu
gidiş gelişlerim bir kaç kez daha gerçekleşti. Zaman ilerledikçe mücadeleyi daha iyi öğrenseler
de maalesef düşmanları daha da artmıştı. Rusya, Çin, İran, Lübnan Hizbullah’ı hepsi bu zalim
rejime ciddi destek veriyorlardı. Buna rağmen
mücahitler ilerleme kaydediyor ama gitgide bu
ciddi bir yavaşlamaya dönüşüyordu. Bu, Müslüman Suriye halkını yorsa da direnişten geri bırakmıyor hatta onların böyle bölük pörçük bir
yapıda bu kadar düşmanla başa çıkmalarının çok
zor olacağını öğrenmelerine vesile oluyordu. Hele
son gidişimde pek çok yapı bunu gündemlerine
almış kendi aralarında yeni ittifaklar (birlikler)
kurmalarının çok önemli bir gereklilik olduğunu
kabul etmişlerdi. Yani çekilen acılar ve zorluklar
aynı zamanda müslümanları doğru adımları hızlı
atmaları noktasında da zorluyordu. Özellikle nereye uğrasanız yıkılmış evler, hastalar, yaralılar,
düşman tarafına gittiği için kapanmış yollar görüyorsunuz. Hatta bazıları bu savaşın niye uzadığını bile anlamadığını söylüyorlardı. Ama halkın
büyük bir çoğunluğu bu mücadelenin ya tam bir
özgürlüğe ya da şehadete kadar süreceğini, kesinlikle geri dönmeyeceklerini söylüyorlardı. İster kurban organizasyonunda olsun isterse diğer
yardımların dağıtılmasında olsun benim çok takdirimi celbeden hal ise hiç kimsenin bir karmaşaya meydan vermemesiydi. Bazıları sizden aileleri
kalabalık olduğu için bir değil iki kutu talep ediyor ama ister verin ister vermeyin hiç taşkınlık
yapmıyorlardı. Hele yerlerini yurtlarını terk etmek zorunda kalanlar, çadır kentlerde soğuk ve
sıcağa daha ciddi maruz kalacak bir durumda tek
bir çadıra sığınmış olarak kalıyordu. Allah’ın kendilerine acilen bir çıkış nasip etmesini diliyorlardı ama ne yağma ne de ciddi bir taşkınlık yapıyorlardı. Farklı ülkelerdeki kardeşlerinin desteğiyle
ve Allah’ın(cc) da yardımıyla zafere ulaşacaklarını söylüyorlardı.
Pek çok yerde farklı farklı dualar edenlere rastladım. Ancak iki şeyde ortak duaları vardı. Birincisi
bütün bir halk; kadını, erkeği, çocuğu, yaşlısıyla
“Allah’ım! Bu Beşşar Esed’i kahret hatta onun tüm
neslini yok et.” diyorlardı. İkincisi ise beni çok
etkiledi, o da şuydu: “Allah’ım! Bizi herkes terk
etmişken sadece Türkiye, devletiyle ve halkıyla
bize sahip çıktı. Sen rahmetin ve lutfunla onlara
muamele et, dünya ve ahiret saadetini onlara nasip et.”
İşte daha anlatılacak çok acılar ya da güzel misaller olmakla birlikte biz sözümüzü üstteki cümlelerle bitirmeyi yeğledik. Ta ki bu memleketin
bütün evlatları yeryüzündeki bir çok mazlumun
umudu oluşlardır. Buna uygun davranmayı ihmal
etmesinler ki hem mazlumların duasına ve ecrine hem de onların mücadelelerine ortak olsunlar,
hem bu alemi hem de öbür alemi kazansınlar...
33
İnsanlığın Efendisi (sav)’ne
Binlerce Selâm…
Selâm sana ey Resul,
Selâm sana ey Nebi,
Selâm sana ey Habip,
Selâm sana ey Tabip…
Mektubuma nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Mektup yazmakta pek mahir olan
ben, muhatap sen olunca ey Allah’ın Resulü, yazamıyorum. Heyecandan, hicaptan,
helecandan kalemim titriyor, dilim tutuluyor. Bunu samimiyetle söylediğimi belirtmek isterim.
Ne demeli, nasıl başlamalı mektuba bilmem ki!
Seni anlatmalı ama nasıl? Hem de sözlerin
en güzeliyle.
KÜLTÜR-SANAT Mustafa Salihoviç - Bosna Hersek
Senin sevgini, övgünü, yüce kişiliğini dile
getirmeli en yüksek perdeden. Hem de en
edebî en veciz bir şekilde.
34
bebeklere. Muhammedler, Mustafalar,
Ahmetler, Hamzalar, Enesler… Seni seven
yüzbinlerce Boşnak var benim ülkemde.
Adın anıldığında gözyaşlarını tutamayan,
“Canım sana feda olsun!” diyen aksakallı
ihtiyarlar, beyaz yaşmaklı anneler var.
Ben şimdi İstanbul’dayım ve 53 farklı ülkeden gelen kardeşlerimin bulunduğu bir
okulda okuyorum. Diller, ırklar, tenler,
deriler, coğrafyalar renk renk. Ümmet
adeta burada toplanmış gibi. Gine’den
Doğu Türkistan’a, Bosna’dan Somali’ye,
Cezayir’den Mali’ye kadar dili, kültürü,
rengi, ırkı farklı farklı tam elli üç kardeşim, tam elli üç kardeşin var burada.
Ne var ki buna ne kudretim ne takatim ne
de müktesebatım kifayet ediyor. Çünkü
ben sanatkâr değilim, sadece yüce şahsiyetine büyük bir muhabbet besleyen mütevazı bir öğrenciyim.
Hep birlikte Cenab-ı Allah’ın kelâmını
okuyoruz. Yüce kelâmı okuyup hafız olmaya çalışıyoruz. Bazılarımız hafız oldular bile. Bunun yanında senin sîretini de
okuyoruz, neler ve nasıl yaptığını öğreniyoruz.
Ey Allah’ın Resulü,
Ey Allah’ın Resulü,
Sana olan muhabbetimdir bu satırları
yazdıran, sana olan ihtiramım. Öyle yapmacık, öyle süslü laflar etmeyi pek beceremem ben. İçimden geldiği gibi, dilimden
döküldüğü gibi sade ve samimi bir dille
söyleyeceğim sevgimi, hürmetimi ve muhabbetimi.
Ben burada hiç zamanımı boşa harcamıyorum, sürekli okuyorum, çalışıyorum,
koşuşturuyorum. Ailemle bile çok nadir
konuşuyorum. Bazen güçsüz kalıyorum.
Sınıfta öylece oturup kalıyorum. Hani ahirete göç etmeden irad etmiş olduğunuz
“Veda Hutbesi” var ya, zaman zaman sınıfta onu okuyorum. Ne zaman okusam gözyaşlarıma hâkim olamıyorum. “Ey insanlar!” diye başlıyorsun mübarek kelâmına.
Hitabından sesini duyar gibi, seni görür
gibi oluyorum. Yaşadığın ibret dolu, hikmet dolu, aşk dolu, sevgi dolu, hasret dolu,
elem dolu, ızdırap dolu altmış üç yıllık hayatını bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiriyorum.
İlim tahsil etmek için geldim Bosna’dan
Konstantin’e, yani İstanbul’a, yani yüzyıllar öncesinden fethini müjdelediğin bu
güzel şehre.
Adım Mustafa. Ne mutlu bana ki adım mübarek adını taşıyor. Bosna Sancak’ta hep
senin sevdiğin isimler konuyor yeni doğan
HAZİRAN 2014
Biliyorum ki hayatın mücadeleyle geçti. Bir an olsun durmadın, bir an olsun dinlenmedin. İlk ayetler indiğinde muhterem eşin Hatice’ye “Ey Hatice,
artık bana dinlenmek bitti.” demiştin. Altmış üç
yıl boyunca tatmadığın acı kalmadı. Kovuldun,
dövüldün, sövüldün, sürüldün, hakarete uğradın
ama asla pes etmedin, asla vazgeçmedin. Çünkü
sen Allah’ın biricik resulüydün. Yetim doğdun,
öksüz oldun ama bu ümmeti yetim bırakmadın.
Dünya nimetleri ayaklarına serildiği halde sen
sadece “yüce dostu” istedin. O günün zalimleri, o
günün cahilleri sana taş attı, ok attı, kılıç salladı
ama sen güçlü olduğun halde onlara adeta gül attın, ellerinden tutup onları uçurumdan kurtardın.
Ebu Bekr’i yol arkadaşı edindin, Huzeyfe’yi sırdaş,
Ömer’i kardeş…Asırlar sonra gelen bizlere “kardeşlerim” diye iltifatta bulundun. Ne güzel bir iltifat, ne sıcak bir hitap! “Kardeşlerim”! Sahiplenme
var bu hitapta, sevgi var, dostluk var, tevazu var,
asil ve şerefli bir ahlâk var…
İnsanlık sana o kadar çok muhtaç ki ey Allah’ın
Resulü! Bugün liderler senin yolundan gitmiyor,
komutanlar senin kadar merhametli davranmıyor. Gözyaşı, ölüm, kan bütün dünyayı sarmış durumda. Çocuklar sevilmiyor, sevilmek ne kelime
öldürülüyor; yaşlılar hürmet görmüyor, hürmet
ne kelime hakarete uğruyor; anne babalar dövülüyor, sokağa atılıyor, kadınlar tıpkı cahiliye devrindeki gibi değersiz…
Ey Nebi,
İnsanlık perişan. Ebu Cehillerin ve Ebu Leheplerin kıtalar dolaştığı bir çağda Ebu Bekirler, Ömerler dolaşmıyor artık. Zalimler yargıç, mazlumlar
mahkûm. Yüzyıllar öncesinden haberini verdiğin
kıyamet alametlerini yaşıyoruz.
Emanetini, neslini ebterlere, Ebu Leheplere rağmen taşımaya ahdettik. Verilmiş bir sözümüz
vardı ve onu tutmaya çalışıyoruz. Ümmet, uyanıyor ey Allah’ın Resulü. İşte burada, yanı başımda,
kalpleri senin sevginle çarpan elli üç farklı ülkeden yiğitlerin var, Hamzaların, Alilerin, Sıddiklerin, Farukların, Talhaların, Osmanların var…
Ey Resul,
Geçen sene okulumdan umreye giden otuz kadar kardeşim vardı. Onlardan birisi de Çeçenistanlıydı. Onunla sana selâm göndermiştim.
Selâmımı sizlere ilettiğini söyledi. Ne kadar da
çok mutlu oldum, acaba cevap verdiniz mi, acaba “ve aleykumselâm” dediniz mi ey Allah’ın Resulü? Keşke ben de gelebilseydim ayak bastığın
mekânlara. Keşke ben de yürüdüğün yollarda
yürüseydim, Uhud’a çıkabilseydim, Bedir’e gidebilseydim…
Ya Muhammed,
Mektubumun başında da söylediğim gibi sana nasıl hitap edeceğimi doğrusu pek beceremiyorum.
Ne desem acaba? “Muhammed” mi desem, “Resulullah” mı “güzeller güzeli” mi “biricik sevgili”
mi bilemiyorum… Ne söylersem sanki bir şeyleri eksik bırakıyormuşum, bir şeyleri yanlış yapıyormuşum gibi. Bugüne kadar diller, sayfalar,
satırlar sana o kadar çok methiyeler dizdi ki…
Ben onlardan daha güzel ne yazabilirim ki… Sen
âlemlerin meftun olduğu yüce bir şahsiyetsin.
İsmi Allah’ın kitabında anılan ve insanlığa örnek
gösterilen yegâne örneksin, öndersin, lidersin…
Sana övgü yazmak aslında kendimize, kalemimize bir övgüdür. Diller, kalemler, övgüler senin adını anmakla ancak yücelir. Sen ki gül bahçesisin,
sen ki gül-i hamrasın, yanına yaklaşanlar gül kokarlar, seni koklayanlar rengine boyanırlar. Adın
“övülmüş”tür, adın “seçilmiş”tir; bu yüzden adını
ananlar övgüye mazhar olurlar.
Ey Allah’ın Resulü,
Senin o eşsiz ahlâkın, bugün bizim yitik malımızdır. Yıllardır hatta asırlardır yitiğimizi bulamıyoruz, çünkü aramıyoruz, arayamıyoruz.
Bütün özelliklerin pek güzel, lakin hayâ özelliğin
daha bir güzel. Şahsen ben bu özelliğinden çok
etkileniyorum. Hayatını kitaplardan okurken
gelinlik genç bir kız kadar hayâ ve iffet sahibi olduğunu öğrendim. Öğrendim ve adeta çarpıldım.
Bu ne büyük bir ahlâk, bu ne büyük bir şeref ve
insanlık. Okuduklarımdan yanlış bir şey anlamadıysam utanabilmek, üstün bir insanlık değeridir.
Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş bir peygamberin genç bir kız kadar hicap duyması gerçekten
destansı bir meziyet. Hem dedim ki kendi kendime, işte şu arsız ve ahlâksız çağ ancak böyle bir
ahlâka sahip olmakla kurtuluşa erebilir.
Bugün senin mübarek adın asırlardır gök kubbede yankılanıyor ama krallar, zenginler, azgınlar
kulaklarını tıkamışçasına duymuyorlar bu sesi.
Bilmiyorlar ki huzur ve saadetleri senin mübarek
isminde gizli. Bilmiyorlar ki kurtuluş reçeteleri
sadece senin elinde.
Rabbim bizleri sana cennette komşu eylesin.
Âmin…
35
Fert ve Toplum Hayatında Samimiyet
“Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe
inanmadığı halde insanlara gösteriş olsun
diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın.”
KÜLTÜR-SANAT Abdoulaye Bah - Gine - Hutbe Yazma Yarışması İstanbul Üçüncüsü
Aziz Kardeşlerim,
36
Samimiyetin
dinimizdeki
karşılığı
ihlâstır. İhlâs kavram olarak, şirk ve riyadan, batıl inançlardan, kötü duygu ve
düşüncelerden, çıkar hesaplarından ve
genel manada gösteriş arzusundan kalbi
temizlemek, her türlü hayırlı faaliyeti iyi
niyetle yapmak ve her durumda yalnızca
Allah’ın rızası için yapmaktır. Kulun gerek
tutum ve davranışlarında gerekse sözlerinde yalnızca Allah’ın rızasını gözetmesi
gerekir. Allah bizi görüyor ve biliyor o zaman ona göre davranmamız lazım.
Çünkü Allah’ın her şeyi görüp duyduğunu,
O’nun karşısında bir gün tüm yaptıklarıyla hesap vereceğini bilen insan öncellikle
Allah’a, ardından da insanlara karşı dürüst ve samimi olur.
Aziz Müminler,
Müminin inancının en önemli göstergelerinden birisi de samimiyettir. Samimiyet,
bütün ibadetlerin her türlü riya, ödül ve
ceza kaygılarından uzak, sadece Allah rızası için yapılmasıdır. Örneğin namazda
gösterişten uzak durmamız gerekirken,
sadakada sağ elimizin verdiğini sol elimizin görmemesidir.
Sevgili Kardeşlerim,
Müslüman’ın Müslüman’a
karşı samimi olması bir
zorunluluktur.
Mümin
imanının gereğini ancak
samimi davranışlarla gerçekleştirir. Mümin evinde,
okulunda, hastanesinde, iş
yerinde kısacası her zaman
her yerde insanlara karşı
samimi olur. Bu, toplumun
huzur ve güvene kavuşması için çok önemli bir
husustur. Peygamberimiz,
HAZİRAN 2014
Rabbimizin de bizi değerlendirirken ne
bedenlerimize ne de şekillerimize bakacağını, sadece amellerimize ve kalbimizdeki samimiyete bakacağını bildirir. Ne
kadar çok ibadet ettiğimizden daha fazla,
bu ibadetlerimize ne kadar samimiyet ve
ihlas katabildiğimiz önemlidir.
Değerli Müminler,
Samimiyet bir şeyi sevgiyle kabul etmektir. Samimiyet, gönülden istemektir. Samimiyet, içten gelerek yapmaktır.
Samimiyet, her başarının anahtarıdır.
Samimiyet, dünyayı da kazandırır ahireti de. Samimiyet sabırla anlaşılır. İçinde
samimi, işinde sabırlı olan insan hedefine
mutlaka ulaşır. Samimiyet karşılık istememektir. Bir annenin çocuğundan karşılık beklemeksizin onu sevdiği gibi samimi
olmamız lazımdır.
Bir mümin için en büyük hedef Rabbinin
sevgisi ve rızasıdır ki bunada ancak olağanüstü bir samimiyetle ulaşır.
Sevgili Kardeşlerim,
Dinimizde kalp esas alındığı için bütün
sonuçlar kişinin kalbindeki niyet ve samimiyetine göre şekillenmektedir, çünkü o
samimiyetten mahrum kalarak bozulursa
her şey bozulacak, düzelirse de her şey düzelecektir.
Muhterem Kardeşlerim,
Hutbemizi bize gönderilen, bütün kâinatın
efendisinin yolumuza ışık tutan bir hadis-i
şerifiyle bitirmek istiyorum: Bir gün Allah Rasulü (s.a.v.) ashabına
hitap ederken, üç kez tekrar
ederek şöyle seslendi: ‘Din
samimi olmaktır.’ Sahabeden
birisi: “Din kime karşı samimi
olmaktır ya Rasulallah?” diye
sordular. Sevgili peygamberimiz (s.a.v.) de: “Allah’a karşı,
kitabına karşı, peygamberine
karşı, Müslümanların meşru
idarecilerine karşı ve bütün
Müslümanlara karşı samimi
olmaktır.” diye cevap verdi.‘’
Geçmişe Özlem
Zaman dönse ve geçmiş silinse
Keşke hayat ve kötülükler bitse
Zaman insanları tanımlıyor
Ama onlar zamanı anlamıyor
Zaman büyülü ve kibirli
Dün beni çağırıyor geçmiş değil
Ey Kudüs bize merhaba de!
Hoş sefanı esirgeme beni selamla
Yalnız onu selamlayanların kelamıyla
Ey zaman buradayım yaz beni
Kalemim kurumuş damarlarım taziye eder beni
Ey kıt akıllım göster bana
Doğmuşsan ölümdür dost sana
Kalbim aşkını gösterdi ve nida etti
İşte ben görürsen beni
Maziye dokundum ve yazdım yeniden
Makam dilersen zamanın kıymetinden
Zaman ancak erbabına fayda eder
Ona da akıl ve vicdan nazar eyler
KÜLTÜR-SANAT Mohammed Saleh Radwan Alrawad-Ürdün
Ebu Leheb’in ve oduncunun zamanı sanki
37
KÜLTÜR-SANAT İsmail Kasongo Lubaba - Demokratik Kongo Cumhuriyeti
Başbakan’a Mektup
38
Sayın Başbakanım,
Allah’ın selâmı üzerinize olsun.
Ben Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndenim. Çok uzak diyarlardan geldim ülkenize. Üç senedir de sevdalısı olduğunuz bu
güzel şehirde, çeşitli medeniyetlere beşiklik etmiş, başkent olmuş bu tarihî kentte,
‘Canım İstanbul’unuzda yaşıyorum.
Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam-Hatip Lisesinin on birinci sınıfında okuyorum. Kısmet olursa seneye
mezun olacağım. Büyük bir üniversiteyi
bitirip tıpkı sizler gibi yılmadan bıkmadan, dur durak bilmeden ülkeme ve bütün
insanlığa hizmet edeceğim.
Bu mektup elinize ulaşır mı bilmiyorum.
Kim bilir bir de bakmışsınız ulaşmış ve
hatta huzurlarınızda bile okuyuvermişim
mektubumu. Ama ne olursa olsun yazacağım. Üç yıllık tecrübemi, yaşadığım yoğun
duygu ve düşünceleri bu kısacık mektupla, şu dar zamanda anlatabilmem mümkün
değil ama yine de anlatmaya çalışacağım.
Evvela, bu güzel topraklarda bulunuyor
olmaktan büyük mutluluk ve gurur duyduğumu özellikle belirtmek isterim Sayın
Başbakanım. Annesiz, babasız gurbet ellerde yaşamak kolay değildir, bunu en iyi
herhâlde ben bilirim, lâkin ben ne buraları gurbet el ne de kendimi gurbete çıkmış
HAZİRAN 2014
biri olarak görmekteyim. Sağ olsunlar arkadaşlarım, öğretmenlerim bana ülkemi,
dostlarımı ve anne babamı hiç aratmadılar.
Sevdalısı olduğunuz bu güzel şehirde, elli
üç farklı ülkeden gelen öğrenci arkadaşlarla birlikte mutlu mesut yaşıyorum.
İstanbul’un göbeğinde, fetihle özdeşleşmiş
Fatih semtinde, Fatih Camii’nin hemen yanında Asya’dan Avrupa’ya, Afrika’ya kadar
onlarca ülkenin Müslüman çocuklarıyla
bir olmak, kardeş olmak gerçekten çok
anlamlı. Buraya gelince anladık birbirimize ne kadar çok benzediğimizi. Dillerimiz,
tenlerimiz, renklerimiz, coğrafyalarımız
ayrı olsa da aslında biz birmişiz, kardeşmişiz, ümmetmişiz, sanıldığı gibi çok da farklı değilmişiz. Meğer asırlarca aramıza suni
sınırlar koymuşlar haberimiz yok, bizleri
kandırmışlar, uyutmuşlar yıllarca... Buraya gelince, sizleri dinleyince, olup bitenleri gözlemleyince bazı gerçeklerin farkına
vardık. Adeta uyanıverdik derin uykularımızdan. Uyanan sade biz değil, tam elli üç
ülke, elli üç dünya…
Sayın Başbakanım,
Sizlere bu mektubu üç yıllık Türkçemle
yazıyorum. Uluslararası boyutlarda eğitim
veren bir imam-hatip lisesinde okuyor olmanın ne kadar büyük ve önemli bir ayrıcalık olduğunu umarım şu an kullandığım
Türkçeyle göstermişimdir. Güzel Türkçe-
mizi öğrendikçe kör sandığımız düğümler hemen
de çözülüverdi kendiliğinden. Olayları daha iyi
anlamaya başladık. Anladık ki bizler aynı dünyanın insanlarıymışız. Aynı havayı soluyan, aynı dili
konuşan, kalpleri bir çarpan, Asya’dan Avrupa’ya,
Afrika’ya kadar uzanan geniş bir aileymişiz.
Sayın Başbakanım,
Ben, kendimi sizin de mensubu bulunduğunuz
imam-hatip neslinden biri olarak görmekten büyük bir mutluluk duyuyorum. Afrika kıtasından
buralara gelip de imam-hatipli olmak, iyiliğin, güzelliğin, yardımlaşmanın, çalışkanlığın, adaletin
ve evrensel mesajın temsilcisi olan bu güzide kuruma mensup olmak; mutluluğu, iftiharı, gururu
fazlasıyla hak ediyor diye düşünüyorum.
Sayın Başbakanım,
Türkiye, sayenizde ikinci vatanım oldu. Bu sebeple ben, Türkiye’ye “ülkeniz” değil “ülkem”
diyorum. Niçin sizin sayenizde? Çünkü buraya
gelmeme sizler vesile oldunuz. Üç kıtada adalet
ve iyilik dağıtan büyük bir medeniyetin hüküm
sürdüğü bu eşsiz coğrafyayı görmek, vizyon ve
misyon sahibi bir nesille tanışmak, büyük düşünen, büyük oynayan, büyük projeler peşinde
koşturan ancak sizin gibi bir dünya lideri sayesinde olabilirdi. Sizlere Mali’den Somali’ye,
Etiyopya’dan Benin’e, Kamerun’dan Fildişi’ne,
Ürdün’den Yemen’e, Senegal’den Uganda’ya,
Togo’dan Pakistan’a, Bosna’dan Makedonya’ya,
Balkanlardan Madagaskar’a, Doğu Türkistan’dan
Türkî Cumhuriyetlere kadar şükran borçluyuz.
Buradan aldığımız ruhla kendi ülkelerimizde
örnek insanlar olacağız. Şundan emin olunuz ki
Sayın Başbakanım, en büyük vazifemiz iyiliği
emretmek, kötülüğü nehyetmek olacaktır. Adaleti, hakkı-hukuku her şeyin üstünde tutacağız.
İnsanlara asla zulmetmeyecek, fakiri zengine,
güçsüzü güçlüye ezdirmeyeceğiz. Biz, bin beş yüz
yıldır tesis olunmuş “Gönül Medeniyeti”nin temsilcileri olarak sadece bir bölgede değil, bütün
yeryüzünde kalplere ve akıllara hitap edeceğiz,
medeniyetimizi yeniden inşa etmenin cehdi içinde olacağız. İmam-hatip gençliği, öldüren değil diriltendir; ayrıştıran değil birleştirendir. Bu şuurla
hareket edeceğimizden hiç şüpheniz olmasın.
Sayın Başbakanım,
Yazları ülkeme gittiğimde annem, babam, insanlar bana sizi, Türkiye’yi soruyorlar. Tayyip Erdo-
ğan nasıl biri diye soruyorlar. İsminizi, iyiliklerinizi, çalışkanlığınızı duydukça gözleri parlıyor,
yürekleri büyüyor adeta. Samimiyetle söylüyorum ki sizlerle gurur duyuyorlar. Şunu bilmenizi
isterim ki Sayın Başbakanım, dünya sizleri çok
iyi tanıyor, mazlum halklar sizleri, cesaretinizi,
adil ve dik duruşunuzu çok seviyor. Sizlere büyük
umutlar beslediklerini belirtmek isterim. Kendilerine güven ve umut verdiğinizi söylüyorlar hep.
Gelecek için, yarınlar için yeni doğan çocuklarına
sizin adınızı veriyorlar. Sizi ne kadar çok sevdiklerini anladınız mı şimdi? Ben aslında burada bunları söylemekle omuzlarınızdaki yükün ne kadar
çok ağır olduğunu da hatırlatmış oluyorum Sayın
Başbakanım. Bu duruşunuzdan taviz vermeyeceğinizi umut ediyorum. Yeşeren umutları söndürmeyeceğinizi düşünüyorum. Dün arkanızda bir
avuç insan vardı, bugün milyonlar; dün arkanızda
Türkiye vardı, bugün dünya…
Sayın Başbakanım,
Müsaade ederseniz, ülkenizde okuyan elli üç
ülkeden öğrenciler olarak sizlerden bir istirhamımız olacak. Biliyoruz ki sizler mazlumun ve
haklının yanındasınız. Biliyoruz ki sizler yardımlaşmayı sever, öğrenciyi korur kollar, eğitime büyük önem verirsiniz. Şu an eğitim görmemiz gereken asıl binamız üç yıldır tadilatta. Tarihi bina
olduğu için de tadilatı çok yavaş işliyor. Bu sebeple yurt binamızı hem yurt hem okul olarak kullanmak zorunda kalıyoruz. Bu da takdir buyurursunuz ki bizler için oldukça zor. Bir an önce tarihi
binamızda eğitim görmek ve mezuniyetimizi bu
binada tamamlamak istiyoruz. Sizlerin küçük bir
ilgisi sanırım bizleri arzumuza kavuşturacaktır.
Son bir istirhamımız da şu Sayın Başbakanım: Allah izin verirse seneye mezun olacağız. Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam-Hatip
Lisesinin yabancı uyruklu ilk mezunları olma
ayrıcalığına kavuşmuş olacağız. Mezuniyet törenimizde bizlerle olur musunuz? Bizim için bu güzelliği çok görmeyeceğinizi umut ediyoruz.
Bizlere kucak açtığınız, şefkatli ellerinizi uzattığınız için sizlere elli üç ülkeden gelen arkadaşlarım adına çok teşekkür ederiz. Hepimiz yarınların Tayyip Erdoğan’ı olacağımıza dair işte burada
söz veriyoruz.
Allah yâr ve yardımcınız olsun. Sizleri “dosdoğru
yol”dan ayırmasın. Haklı davanızda sizleri muvaffak kılsın.
39
KÜLTÜR-SANAT N. Marc İvan Kouassi - Fildişi Sahilleri
40
Gülümse
Gülümsemek, her gün yaptığımız ve gördüğümüz bir şey olabilir. Çok basit, sıradan
bir hareket. Belki de sadece öyle olduğunu
düşünüyoruz. Ama gülümsemenin çok
değişik tarafları var. Bizi günlük hayatta
ne kadar etkilediğinin farkında değiliz.
Hem de sosyal ilişkilerde ne kadar önemli
olduğunu bilmemiz lazım. Herkesin yapabildiği ama herkesin yaptığı bir şey değil.
Bazıları tarafından güçsüzlüğün bir işareti gibi algılanır. Diğerleri ise mutluluğun
bir alameti olduğunu düşünüyorlar, dalga
geçmek için kullanılır bazen ironi taşır.
Bazen birine karşı diyecek bir şey bulama-
HAZİRAN 2014
yınca kullanırız ya da yabancı bir ortama
girdiğimiz zaman kendimizi korumaya
yönelik veya hiç kimseyi tanımadığımız
bir odaya girdiğimiz zaman kullanırız.
Bazen saygıdan dolayı olabilir, utandığımız zaman da olabilir mesela. Ben ise, sadece güzel tarafı hakkında düşündüklerimi kâğıda dökmeye karar verdim. Burada
size gülümseme derken, bir politikacının
miting yaparkenki gülümsemesinden
bahsetmiyorum. Bir ekmek satan ya da bir
limon satanın veya Afrikalı bir çocuğun
gülümsemesinden mesela.
Eğer hayat size gülümsemediği için ona küs iseniz, bilin ki hayat, size gülümsemek için sizin ona gülümsemenizi bekliyor. Onun için gülümseyin, gülümseyin,
gülümseyin. Hiç tereddüt etmeyin, gülümsemenizi
paylaşırken de saymayın çünkü tükenmez bir şey.
Bence bir gülümseme sadece dudaklarla yapılan
bir hareket değil, sadece bir yüz ifadesi değil. Hayır, bir gülümseme, derin bir okyanus kadar bir
mesaj ve bin sayfalık bir kitabın bile anlatamayacağı bir mana taşır. Doğru düzgün bir gülümseme
sadece beden ile yapılan bir hareket değil. Hem
beden hem de ruh ile yapılan bir harekettir. Karşılıklı samimi olan iki gülümsemeyi anlatmak için
kelimeler yetmez. Bilmek için ancak yaşamak gerekiyor. Uzun ve yorucu bir gün geçirdikten sonra, akşam eve girdiğinizde, sizi dinlendirmek için
bir sevdiğinizin size gülümsemesini görmeniz yeter.
Bir gülümseme intihar etmek isteyen birine fikrini değiştirtebilir, bir gülümseme ile bir hayat
güzelleştirilir ve kurtarılır çünkü gülümseme bir
dakika sürer ama bazen mezara kadar hatırda
kalır.
Çok konuşmanıza gerek yok. Bir gülümseme, kim
olduğunuzu anlatır.
Bir gülümseme ile uyanmak, kendinize ve çevrenize mutlulukla dolu bir gün geçirmenizi sağlamaktır. Tabii ki bazen gülümsemeniz zor olur.
Sebebi herhangi bir şey olabilir, hasta olduğunuzdan ya da moral bozukluğundan olabilir. Her neyse bazen gülme fırsatımız olmayabilir. Ama hepimizin, onu düşünürken tebessüm ettiğimiz birisi
var. O bir arkadaş olabilir, bir akraba, bir eş ya da
onun haberi olmadan gizli olarak sevdiğimiz biri
de olabilir ama eminim mutlaka öyle biri vardır.
O karanlık günlerde yapılması gereken o kişiyi
düşünmek.
Hakiki ve samimi bir tebessüm bir yaşamak isteğidir. Bir tebessüm hayata devam etmek için bir
güçtür, bir silahtır, bir zenginliktir. Bir gülümseme herkesin bildiği ve uluslararası bir dildir.
Bir tebessüm, ondan her şey alındığı zaman fakir
insanda kalan en önemli şeydir; çünkü gülümseme asla insandan çalınamaz. Fakir olduğunuzu
düşünüyorsanız size güzel bir haberim var. Bir
gülümsemeniz kaldı. Eğer siz dünyanın en fakir,
en perişan, en üzgün, en berbat varlığı olduğunuzu düşünüyorsanız bilin ki siz birinin gülümsemesinin sebebisiniz.
Eğer hayat size gülümsemediği için ona küs iseniz, bilin ki hayat, size gülümsemek için sizin ona
gülümsemenizi bekliyor. Onun için gülümseyin,
gülümseyin, gülümseyin. Hiç tereddüt etmeyin,
gülümsemenizi paylaşırken de saymayın çünkü
tükenmez bir şey.
Bir gülümseme, verene çok ucuz gelir fakat alana sonsuz bir mutluluk verir. O kadar önemli olduğu halde verilmeyince hiçbir değeri kalmaz.
Siz gülümsemenizle insanları değiştirirsiniz ama
insanların sizin gülümsemenizi değiştirmelerine
asla izin vermeyin.
Eğer size gülümsemek istemeyen biri varsa ona
gülümsemenizi hediye edin çünkü gülümseyemeyen insanlardan daha çok gülümsemeye ihtiyaç duyan yok. Gülümseme bir ihtiyaçtır, samimi
olması şartıyla.
41
Üvey Anne
KÜLTÜR-SANAT Abdülhamit Abdülmelik Uulu - Kırgızistan
Üvey anne evde üvey çocuğunu çok çalıştırır.
Hiç merhameti olmadığı için küçücük çocuğa
böyle zulüm ediyordur.
42
Geçmiş zamanda bir genç vardır. O mutlu
bir ailede doğar ve mutlu bir yuvada yetişir. Kendisi de akıllı ve ahlaklı birisi olarak
büyür. Anne babasının bir dediğini iki etmez. Ailede tek çocuk olur başka bir tane
ağabeyi de vardır fakat o bir hastalık yüzünden bu dünyadan ayrılmıştı. Tek çocuk
olduğu için anne babası da bu çocuğu çok
severler. Böylece hayatları devam ederken gün gelir çocukları yetişir liseyi bitirir
sonrasında da üniversiteyi yüksek puanla
kazanır. Oracıkta okumaya başlar. Dersleri güzel devam eder üniversitenin son
senesinde bir kıza âşık olur kızcağız da bu
gence âşık olur. İkisinin ilişkileri devam
eder. Aradan zaman geçer üniversite de
biter ikisi de işlerini bulurlar. Bizim gencin anne babası genci evlendirelim diye
düşünürler. Bizim genç işinden eve gelince bu konuyu açarlar. Genç de düşünür
siz istiyorsanız tamam der ve sevdiği kızı
onlara anlatır anne babasına makul gelir.
Anne babası o kızın evine kızın anne babasıyla konuşmaya giderler. Sonuçta ikisi
evlenir. Mutlu bir hayat geçirmeye başlarlar. Aradan epeyce bir süre geçer ikisi
bir çocuk sahibi olurlar. Mutlu bir hayat
yaşamaktadırlar. Günlerin birinde annesi
arabayla işine giderken trafik kazası geçirir ve hastanede vefat eder. Herkes çok
üzülür hele çocuk sadece bir yaşındadır.
için bizimkinin anne babası da birlikte
kalmayı istemiyorlardır. Zengin oldukları
için hemen bir ev alırlar ve o eve taşınırlar.
Orada hayatını devam ettirirler. Bizimkinin çocuğu üvey annesinin yanındadır.
Günler geçer ve yeni eşiyle de bir çocukları olur.
Aradan aylar geçer bizimkine anne babası
der ki evlenmelisin çocuğunun annesi olmalı üvey olsa da annesi olsun diye çocuğu
tekrar evlendirmeye karar verirler. Evlendirmeye bir kız bulmuşlardır. O kızda üvey
annesinin yanında büyümüştür. Kızın geçmişini hiç araştırmadan everirler. O kız içi
kötü birisidir. Kalbinde çok da merhamet
olmayan birisidir. Günler, aylar geçer, yeni
evliler de hayatına devam etmeye başlarlar. Bu süre içinde o kız bizimkinin anne
babasıyla birlikte yaşamayı istemez ve
onlardan başka bir eve taşınmaya karar
verirler. Bu gelinde merhamet olmadığı
Akşam olur eve gelirler tabi abisinin elbisesi pis olduğu için annesi dövmeye başlar.
Kardeşi annesine bana yardım etmek için
oldu dediğine bakmadan epeyce döver. Elbisesini de kendisine yıkatır. Babası eve
gelir. İki kardeş kendi odalarında ödev
yapıyorlardır, o sırada annesi babasına
“Bu çocuk kötü olarak büyüyor, bugün de
kavga etmiş, eğer böyle giderse insan katletmekten de çekinmez.” dediği zaman
babası çok sinirlenir. Odasına gider sorar
niye kavga ettin diye küçük kardeşi olanı
olduğu gibi anlatır. Babası bunu duyunca
sevinir. Sonunda da bunlara güzel sözler
HAZİRAN 2014
Önceki eşinden olan çocuğu sonraki eşinden olan çocuğundan iki yaş büyüktür.
Bizimki ikisini de çok sever, ikisine aynı
davranır. Ama annesi ise öyle değildir,
kendi çocuğunu diğer çocuğa göre daha
çok sever ve diğerine yapmadıklarını kendi çocuğuna yapar. Babasının tabi bundan
hiç haberi olmaz. Babası her gün sabahleyin işe gider akşam döner evde olanlardan
pek haberdar değildir. Üvey anne evde
üvey çocuğunu çok çalıştırır. Hiç merhameti olmadığı için küçücük çocuğa böyle
zulüm ediyordur. Böylece aradan seneler
geçer çocuklar okula giderler. İkisi aynı
okulda, farklı sınıfta okurlar. İki kardeş
birbirini çok mu çok severler. Bir gün büyük olanını küçük olan okulun önünde
beklerken çocuklar onunla dalga geçmeye
başlarlar ve ona bir iki tokat atar. O sırada
abisi okuldan çıkar onların yaptıklarını
görünce duramaz kavga yapar. Diğer çocuklar çoğunluk oldukları için büyük olanı yere yatırırlar elbisesini çamur yapar.
söyler “Kardeşler birbirini korurlar, abisi kardeşini korur eğer korumazsa o gerçek ağabey değildir.” der ve odadan çıkar. Sonraki gün üvey çocuk
tabakları yıkarken bardak kırar onu gören üvey
anne hiddetlenerek çok döver. Üvey çocuk ağlar
ve evden kaçar. Sokakta koşup giderken yere düşer etrafta kimse yoktu. Yerde yatarak ağlarken
kendi annesi gözüne gözükür ve onu kaldırır ninesinin evinin kapısına götürür.
Üvey anne eşinden korktuğu için aramaya sokağa çıkar akşama kadar arar ama hiçbir yerde
bulamaz. Akşam olur eşi işten gelir çocuğu sorar
“Çocuk evden kaçtı.” der. Babası çok kızar ararlar polise haber verirler hiç bulamazlar. İki gün
sonra kaynanası arar çocuğun hastanede olduğunu söyler. Bu çocuk anne merhameti görmediği,
her zaman onu suçlayıp kötülediği için çocuğun
psikolojisi bozulup hastaneye gitmiştir. Kendini kaybetmiş yaşamak istemiyordur. Üç gündür
hiçbir şey yemeden yatıyordur. Çocuğun ninesi
kızımın hatırası olsun bunu ben yetiştireyim bana
verin diye önceden evlerine gelmiştir evde babası yoktur. Üvey anneye teklifte bulunur ne isterseniz veririm lütfen der. O da kabul eder ama üç
şartla. Bu şartlar da şöyledir: “Kocasına hiçbir şey
söylemeyecek, kendi evini üvey annenin üzerine
yapacak ve çocuğu kocasından kendisi isteyecektir.” Kadıncağızın başka yolu olmadığından kabul
eder. Başka ev buluncaya kadar o evde yaşamasına izin vermiştir.
Ninesiyle babası mahkemeye başvururlar. Çocuğun üvey annesi der ki “Bu çocuk kötü büyüyor.”
Mahkeme sırasında internetten küçük kardeşi
oynayarak bilmeden internete yayınladığı video
bulunur. Videoda da küçük olan bilgisayardan
kendisini çekerken arka yanda da üvey annenin
üvey çocuğu dövdüğü gözükmektedir. Bunu gören hâkim, çocuğun ninesinde kalmasının daha
iyi olduğunu söyler ve ona verirler. O sırada üvey
anne ağlamaya başlar. “Ben de hiç merhamet görmedim ben de üvey anne yanında büyüdüm, beni
çok döverdi, ben de o günlerin acısını bundan çıkartmak istemişim.’ der ve suçlu olduğunu kabul
eder. Nine der ki “Sana kötülük yapılsa da sen iyilik yap.”. ‘‘Sana taş atana, sen gül at.’’ diyerek sözünü tamamlar.
Akşam eve gelirler, çocuk ninesinin evinde annesinin resmini görür ve onu önceden gördüğünü söyler. Ninesi de şaşırır sorar. Anlatır çocuk
evden kaçıp sokakta yere düştüğümde beni sizin evinize getirdi’ der. Ninesi artık birlikte yaşayacaklarını söyler, çocuk da ara sıra kardeşini
görmek ister ve götürmeye söz verdirir. Bir gün
doğum gününü kutlamak için herkesi restorana
davet eder, herkes hediyelerle gelir. Birden kapı
açılır ve üvey annesiyle kardeşi hediyelerle içeri
girer. Üvey annesinin hediyesi ninesinden evi almıştı ya bu evi çocuğun ismine geçirmiştir. Böylece herkes mutlu bir şekilde yaşamaya başlar.
43
Seçmiş Yaratan
Yaratılanlardan
KÜLTÜR-SANAT Tangara Tahirou - Mali
Seçmiş yaratan, yaratılanlardan
Ezgiyle hasretli yanıcı değil mi?
Sevda ise kalpte, gözden akan kan
Neredesin, ey sünnet tablosu!
Geçtim, yalnızlık ülkesindeyim
Vadiler, dağlar, ormanlar, gündüz ve gece
Yanıyorum göremedim seni neden neden?
Gideceğim, belli olmaz nereye?
Bir kez görsem yeter bana keşke
Ruhum dayanamaz işte dayanamaz
Titriyor kalbim, kalemim titriyor
Gönlüm yanıyor benim
Yüreğim kanıyor, nefsim sıkıyor sımsıkıyor
Sevdam âşık olanların sevgilisi
O bir armağandır evrene
Canım sana feda olsun
Hani sevdalar ayrıldıkça acı hafifler
Hayır kat kat yüklenir beni
Geçmeyen ona kahrolsun
Geçenler sınavı geçer o bıraktığı yolu
Müslümanlar için hapistir dünya derler
Budur elbette ama
Size kaldı İslam baharleyin
Gül bahçesi sizde neyse sonbahar gelmiş
Sana yazarım kelime kelime
Nokta koymam fakat bir başlangıç
Eyy Mursal çay içelim efedimli iki laf ederiz!
Yoldaşım Medine
Yaz mevsiminde çöle düştüm Medine
Sevmezse acı tat alamazsın
Halim bilemezsin
Cevher duygularım aktarırım sana
Ruhumla âşık oldum, akıl unutur, kalp acıdır
Aramızda dağlar var yine deliler gibi severim seni
Ruhumla bağlı sönmez o sevgiyi
Güneş doğmadığı yerde kokusu sarmış her yeri
44
HAZİRAN 2014
Zamanı Geldi
Mor kafir cipë plasur
Kaq urrejtne paske pasur
Që nga Kina në Amerikë
Ne ju dhamë pakëz dritë
Që të shihni fytyrat tona
Që shndrisin në errësir si hëna
Edhe ne kafir dikur
Hanim mish, bukë dhe grurë
Mos kujtoni se do fitoni
Se nga drejtësia e zotit nuk shpëtoni
Raketa juaj s na ndalon
Qe si gjithmone do fitojme
Po ti more kafir, që ske bërë kurrë mirë.
Dita e myslimanëve po afrohet
Vendi juaj do ndërrohet
Pranoje more cipë plasur
Se sa të drejtë kemi pasur
Mos kujtoni se harruam
Se si sirinë e bombarduat
Tani është radha jonë të veprojmë
Erdhi koha tju shkatarrojmë
E jo me bomba a raketa
Por me fjalë te qeta
Mos kujtoni se nuk i kemi
Thjesht me gjakun tuaj ne nuk lyhemi
Je i humbur mor njeri
Si unë je edhe ti,
Vetëm nje gjë kemi ndryshe
Ti dyshman e unë mysliman!
Ey kâfir ey düşman!
Nefret sende çok vardı.
Çin’den Amerika’ya,
Yüzümüzü görmeniz için
Biz size ışık verdik.
Ey kâfir ey düşman!
Bir zamanlar biz de güçlüydük;
O zamanlar çok mutluyduk.
Kazanacaksınız diye bir şey yok!
Siz de bir gün düşeceksiniz,
Allah’ın adaletini göreceksiniz.
Bombalarınızdan biz korkmuyoruz!
Allah için cihada çıkıyoruz;
Peygamberle beraber cennete giriyoruz.
Kabul et ey izansız adam!
Kur’an’da doğru yazıyor,
Allah yalan söylemiyor.
Bir zaman gelecek,
Müslümanlar hâkim olacak.
Vay halinize o zaman!
Ne yapacaksın ey düşman?
Günleriniz bitiyor,
Zamanımız yaklaşıyor.
Zannetmeyin ki unutacağız;
Müslümanların hakkını alacağız.
Fethimizi kazanacağız.
Sizden hakkımızı alacağız.
Biz silahla savaşmıyoruz.
Sizin gibi çoluk çocuğa dokunmuyoruz.
KÜLTÜR-SANAT Xhevahir Pisha - Arnavutluk
Erdhi Koha
45
Ahıska Türkleri
Rusya Federasyonu Kafkasya Bölgesi
Kuzey Osetya Cumhuriyeti
ÜLKELER Ali Kemal Gulfanov
Ahıska, çok eski geçmişe sahip olan ve
birçok uygarlığa da ev sahipliği yapmış
bir bölgedir. Çok eski geçmişe sahip olan
bu Ahıska bölgesi bugün Güney Kafkasya
Gürcistan sınırları içerisindedir. Bugün
Ahıska topraklarında Gürcüler ve Ermeniler yaşamaktadır.
46
Yavuz Sultan Selim döneminde Ahıska
Osmanlı egemenliğine girmiş ve üç yüz
küsur sene boyunca Osmanlı sınırları içerisinde 1828 Osmanlı-Rus savaşına kadar
huzur içinde yaşamıştı. Savaş esnasında
Rus ordusunu atlatabilen ve onlardan
kurtulabilen sınırı geçip Osmanlı’ya sığınmıştı. Sınırı geçemeyenlerin ise orada
kalıp kaderlerine razı olmaktan başka
çaresi kalmamıştı. Rusların elinde kalanlar çok acı çekiyordu ama her ne pahasına olursa olsun kendi dinini, kendi dilini,
kendi benliğini kaybetmemek için canlarını feda ediyorlardı. Böyle zulüm altında
olsalar bile bir şekilde yaşamlarını devam
HAZİRAN 2014
ettirebiliyorlardı. Çünkü yaşamak için ve
mücadele etmek için en azından bir toprakları vardı. Yıl 1939-1940 İkinci dünya savaşı başlamak üzereydi. Bu savaşta
SSCB ile Almanya savaşacaktı ve eli silah
tutan herkes savaşa gidecekti. Savaşa
yaklaşık kırk bin Ahıskalı genç gitmişti.
Gitmek istemeyenlere ise çok ağır cezalar
uygulanıyordu ve hatta öldürüyorlardı.
Stalin, 1944 yılında Kafkas topraklarında yaşayan Müslümanları Orta Asya’ya
sürgüne gönderme politikası uygulamıştı. SSCB askerleri ansızın gelerek Ahıska
Türklerini, Kırım Türklerini yani o civarda
yaşayan bütün Müslümanları hayvan vagonlarına doldurarak Orta Asya bozkırlarına göndermişti. Yolculuk esnasında yüz
binlerce Müslüman telef olmuştu. Vagonların içi karanlıktı, insanlar doğru düzgün
nefes alamıyordu. Bir yanda yaşlı hastalar, diğer yanda küçücük bebekler açlıktan ve susuzluktan birer birer kırılıyordu.
Tren seyir halindeyken Sovyet askerleri
Stalin, 1944 yılında Kafkas topraklarında yaşayan Müslümanları Orta Asya’ya sürgüne gönderme politikası uygulamıştı. SSCB askerleri ansızın gelerek Ahıska Türklerini, Kırım
Türklerini yani o civarda yaşayan bütün Müslümanları hayvan
vagonlarına doldurarak Orta Asya bozkırlarına göndermişti.
Müslümanların cesetlerini vagonlardan dışarıya
fırlatıyorlardı. Söyleyin bana hal böyleyken bu
olup biteni kim nasıl izah edebilir? Nerede insan
hakları, nerede özgürlük, hani nerede medeniyet? Ben söyleyeyim isterseniz; bu medeniyet,
Mehmet Âkif’in “tek dişi kalmış canavar” dediği
medeniyet!
SSCB askeri Müslümanları Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan topraklarına bırakmıştı. Onlar
için ilk zamanlar çok zordu çünkü hiç tanımadıkları topraklara gelmişlerdi. Savaş sonrası Ahıskalılar hariç diğer Müslümanlara kendi topraklarına dönme hakkı tanınmıştı. O gün bugündür
Ahıska Türkleri kendi öz vatanlarına dönemiyorlar. Gönüllerde vatan hasreti, dillerde şu nağme;
Ahıska bir gül idi gitti
Bir ehl-i dil idi gitti
Yazan yazdı bize bu kara yazıyı
Düştü yüreğimize eylenmez sızı
Söyleyin Sultan Mahmut’a
İstanbul’un kilidi gitti
Vurdular, kırdılar, sürdüler bizi
Gelen yok giden yok yollar ağlasın
Vagonlar geliyor ardı görünmez
Nereye gideceğiz hele bilinmez
Bu kara yazıymış hiç vakit silinmez
Gelen yok giden yok yollar ağlasın…
Bizleri resmen tarihten silmek istediler ama başaramadılar çünkü bizim iman dolu milletimiz buna izin
vermedi. Ahıska Türkleri bugün Türkiye, ABD, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan ve Ukrayna
gibi ülkelerde yaşamaktadırlar. Bu kadar dağınık
yaşamamıza ve yaklaşık yetmiş yıldır sürgünde
olmamıza rağmen Allah’a şükür ne kendi dinimizi
ne kendi kültürümüzü ne de kendi dilimizi kaybettik. Allah’ın izniyle gelecekte yüreklerinde VATAN
HASRETİ acısıyla yanıp tutuşan bu milletin o acısını
dindireceğim. İşte böyle arkadaşlar ben size YEDİRENK adlı dergimizin renklerinden sadece birini
tanıtmaya çalıştım ve inşallah faydalı olmuşumdur.
47
Tebessüm Ülkesi
Tayland
ÜLKELER Al-Ameen Da-Oh - Afdorn Chekoh
Dünya’da bir alan vardır. Bunun yüzölçümü 513.210 km2’dir. Bu alanın Hint-Çin
yarımadasının orta kısmında yer alan
Güneydoğu Asya ülkesidir ve bu alanda
çok çeşitli insanlar vardır. Mesela: Çinli,
Burmalı, Malaylı, Laoslu, Kamboçyalı vs.
insanlar, bu alana “TAYLAND” derler.
48
TAYLAND, resmi adıyla “Tayland Krallığı”,
eski adıyla “Sıyam”dır. Sınırları şöyledir:
Batıda Burma, doğuda Kamboçya, kuzeyde
Laos ve güneyde Malezya ülkeleri bulunmaktadır. Nüfusu ise yaklaşık 70 milyondur ve bu Tayland dünyanın en kalabalık
20. Ülkesidir. Tayland’ın başkenti ve en
kalabalık şehri Bankok’tur. Tayland’da et-
HAZİRAN 2014
niklerin yanı sıra Çin, Kamboçya, Laos ve
Malay kökenli halklar da yaşamaktadır.
Tayland’da 6 bölge bulunur. Bunlar: Kuzey,
Kuzeydoğu, Orta, Batı, Doğu, Güney bölgesidir. Kuzey bölgesi, genellikle dağlık ve
orman vardır. İnsanlar çoğunlukla tarım
yaparlar. Dağda ve ormanda gezmeyi sevenler, şelaleye atlamayı sevenler varsa
bu bölge tam onlara göre. Kuzeydoğu bölgesi: Taylandlılar için “İsan Bölgesi” olarak
söylenmektedir. Ova ve dağ vardır. Bu bölgesinde en uzun ve geniş nehir vardır. Bu
nehre “Mül” denir. Bu bölgesinde uzun bir
dağ vardır, o dağda güneşi doğarken ve batarken izleyebilirsiniz.
Tayland’da 6 bölge bulunur. Bunlar: Kuzey, Kuzeydoğu, Orta,
Batı, Doğu, Güney bölgesidir. Kuzey bölgesi, genellikle dağlık
ve orman vardır. İnsanlar çoğunlukla tarım yaparlar.
Orta Bölgesi: Bu bölge ovalık bir bölgedir. Bundan
dolayı tarım kolayca yapılabilmektedir ve bu bölge Tayland’ın ekonomisini yükseltir. Tayland’ın
bu bölgesinde turist ve turizm yeri çok vardır.
Mesela: Ampava nehri, Huahin sahili, Eravan şelalesi vb. Doğu Bölgesi: Bu bölgede 3 şekil vardır.
Bunlar: dağlık, ova nehri, ova sahilidir. Turistik
yerler mesela: Pattaya sahili, Kao Yai milli parkı
vb. Batı Bölgesi, çok dağlık bir bölgedir. Dağların
arasından nehir geçer ve bu bölgede önemli mayın mineral endüstrisi vardır. Güney Bölgesi: Bu
bölge diğer bölgelerinden farklıdır. Çünkü bu bölgede hem dağlık hem deniz hem de nehir vardır.
Tayland’ın turizm cenneti bu bölgededir.
Tayland’da 4 din vardır. Bunlar: Budizm, İslamiyet, Hristiyanlık ve Hinduizm’dir. Biz farklı dinden olsak bile beraber yaşayabiliriz. Tayland’da
farklı diller vardır. Bunlar: Tayca, Malayca, Endonezca ama Taylan’dın resmi dili “Tayca”dır.
Günümüzdeki çok turist farklı sebeplerle
Tayland’a gelir. Mesela yemekler, turizm yerleri,
Taylandlıların gülüşleri vb. Turistler Taylandlıların gülüşlerini çok severler. Çünkü Taylandlıların
gülüşü samimiyeti gösterir. Taylandlılar turistlerle buluştuğu zaman hep güler. Bundan dolayı
insanlar Tayland’a “Tebessüm Ülkesi” der.
49
ÜLKELER Muhammad Riza Fairuzzabad - Nashiruddin Al Albani
Endonezya
50
Pek çok irili ufaklı adaya sahip olan Endonezya farklı dil, din ve kültüre sahip etnik gruplardan oluşur. Yaklaşık 740 etnik
grup vardır ve 583 dil vardır. Ama Resmi
Dili Endonezce’dir. Cavalılar politik güç
olarak baskın en büyük etnik gruptur. Endonezya ulusal bir dil, etnik çeşitlilik ve
çoğunluğu Müslüman olmak üzere farklı dinlerin bir araya gelmesiyle ortak bir
kimlik geliştirmiştir. Endonezya’nın “Çoklukta birlik” anlamına gelen ulusal sloganı
“Bhinneka Tunggal Ika” çeşitliliğin ülkeyi
şekillendirdiğini ifade eder. Milyonlarca
farklı kişi olmasına rağmen, Endonezyalılar, bir millet olarak “Biz Biriz” derler.
“Bir Millet, Bir Dil, Endonezya”. 1928’de
Endonezya’nın gençleri savaş zamanında
bir sahada büyük bir tören yapmışlar. O
törende onlar üç söz söylemişler. “Bir millet, bir dil, Endonezya”
HAZİRAN 2014
Endonezya’nın kültürü, renkleri, çok zengindir. Her bölgede farklı etnik grup, dil,
ve kültür vardır. Çok ilginç. Her bölgenin
evleri farklıdır. Müzikleri de öyle. Mesela
Gamelan, Javanın müzik aleti. Başka bir
örnek, Batik. Dünyada meşhurdur. Bütün
bölgelerde batik vardır ama renkler farklı. O sebeple çok ilginçtir.
Sadece köyler değil, şehirler de harikadır. Ekonomi, fabrikalar, şirketler de çok
iyidir, dünya pazarları arasında da iyidir.
Endonezya’nın fabrikaları da meşhurdur.
Endonezya dünyanın en çok müslüman bulunan ülkesidir. O yüzden Endonezyalılar
için camiler çok önemlidir. Endonezya’nın
ünlü camileri: Masjid Istiqlal Jakartada,
Masjid Agung Jawa Tengah’tır.
Afganistan, Orta Asya’da yer alan ve denize
yolu olmayan ama çok göllü bir ülkedir. İslami bir cumhuriyettir. Afganistan’ın tarihi MÖ
2500 yılına kadar uzanmaktadır. Afganistan’da
dördüncü islâm halifesi Hz. Ali’ninmezarı bulunmaktadır. Nacaf’tan sorunlar yüzünden çıkartılıp Afganistan’ın Mezare Şerif şehrine
gömüldüğü %80 olarak belirtilmektedir. Hazreti Mevlana’nın da aynı şehirde doğduğu bilinmektedir. Afganistan’ın nüfusu 29 milyon
civarındadır. Ülkemizin %99’u Müslümandır.
Afganistan’ın sınır komşuları Pakistan, Türkmenistan, Tacikistan, Özbekistan, İran ve küçük
bir sınırla da Çin’dir. Afganistan’da 20 civarında
dil konuşulmaktadır. Resmi diller ise Farsça ve
Peştüce’dir. Peştüce Afganistan’ın anadilidir. Afganistan tarıma müsait bir yer olduğu için Orta
Asya’ya meyve, kuru yemiş satmaktadır. Dünya
birincisi halısı ise Amerika’ya kadar varmaktadır.
ÜLKELER Gholam Hazrat Noorullah - Khoshal Allahdad
Afganistan
51
Libya
ÜLKELER Feras Aşur - İbraik Adam
Libya Kuzey Afrika’da bulunmaktadır.
Resmi dili Arapçadır. Libya’nın yüzölçümü 1.759.541 km2, nüfusu 6.420.000’dir.
Libya’nın doğusunda Mısır, batısında Cezayir ve Tunus, güneyinde Nijer ve Çad ve
güneydoğusunda Sudan vardır. Libya’nın
tarihi çok önemlidir ve eskidir. Fenikeliler, Kartacalılar, Büyük İskender’in orduları Ptolemaus hanedanı ve Romalılar,
Arap İslam imparatorluğu ile Osmanlılar tarihte Libya’ya hakim olmuşlardır.
Libya’nın üç büyük sehri Oea, Sabrata ve
52
HAZİRAN 2014
Leptis Magna’dır. Libya’da çok doğa turizmi vardır. Libya’da dünyanın en büyük çölü vardır o çölün adı AL SAHRA AL
KUBRA’dır. Bu çöl sadece Libya’da değil
çünkü Cezayir’de, Mısır’da ve Sudan’da ve
çok ülkelerde sınırı vardır. Libya’da çok
büyük bir dağ vardır onun adı AL JABAL
AL AKHDAR’dır. O çok güzel ve doğal bir
dağdır. Libya’da çok petrol sahaları vardır. AL SERIR sahası ve AL ŞARARA sahası
buna örnektir.
Pakistan huzurlu bir ülkedir. Güney
Asya’da bulunan bir ülkedir. Batısında
Afganistan ve İran, kuzeyinde Çin, doğusunda Hindistan vardır. Pakistan’ın başkenti İslamabad’dır. Milli dili Urduca ve
resmi dil İngilizcedir. Nüfus bakımından
dünyada 6. sıradadır. Pakistan’ın nüfusu
180 milyondur. Nüfusun %97’si Müslümanlardan oluşur. 1947’de İngiliz sömürgesindeki Hindistan’da yaşanan kanlı bir
mücadele sonrası ayrılarak 14 Ağustos
1947’de kurulmuştur. Daha sonrasında
yine bir bölünme yaşayıp batısı bugünkü
Pakistan doğusu da Bangeladeş olmuştur. Pakistan’da Pencap, Sind, Kuzeybatı
sınır eyaleti ve Boluçistan olmak üzere 4
eyalet vardır. İslam dünyasında nükleer
enerji sahibi olan tek ülkedir. Asker sayısı bakımdan dünyada 5. büyük güçtür.
Güney batısında Umman denizi vardır.
Pakistan’ın en büyük şehirleri Karaçı,
Lahor, Sialkot, Multan ve Peşaver’dir. En
yüksek noktası 8611 metre ile dünyanın
ikinci en yüksek zirvesi olan Himalayalardaki K2 zirvesidir. Sind nehri Pakistan’ın
en büyük nehridir. Pakistan’ın para birimi
‘’Rupee’’dir. Pakistan’da 16 tane yabancı banka bulunmaktadır. İklimi çeşitlilik
gösterir. Kış mevsimi oldukça soğuktur, nisandan itibaren yazları çok sıcak
geçmektedir. En sıcak aylar Haziran ve
Temmuz aylarıdır. Türkiye ile Pakistan
siyasi açıdan birbiriyle dost iki ülkedir.
Pakistan dünyanın en büyük ham pamuk
üreticilerinden biridir. Pakistan turizm
gelirine de önem göstermeye başlamıştır.
Hindistan’la iyiye giden ilişkileri sonucunda, ipek yolu üzerinden seyahatleri cazip hale getirmeye çalışmaktadır.
ÜLKELER Nadir Najeep - Hamid Amir - Syed Jaffer
Pakistan
53
Tanzanya
Tanzanya, Afrika’nın orta doğu bölgesinde yer olan bağımsız bir ülkedir. Ülkenin
kuzeyinde Kenya ve Uganda, batısında
Ruanda, Burundi ve Demokratik Kongo
Cumhuriyeti, güneyinde Zambia, Malavi
ve Mozambik yer alır. Tanzanya’nın doğusunda ayrıca Hint okyanusu kıyıları yer
almaktadır.
eşek, sırtlan, zebra, suaygırı vb. hayvanlar
vardır.
Tanzanya’da Neler Var?
Afrika’daki en yüksek dağ Tanzanya’dadır
ve adı Kilimanjaro’dur.
Tanzanya’da büyük hayvanlar bahçesi
vardır. Mesela Serengeti Park, Mikumi
park vb. parklar vardır.
ÜLKELER FMohamed Salum Mbarak Binzoo - İrfaan Mohamed Msingi
Serengeti Park’ta aslan, zürafa, fil, yılan,
çita, leopar, maymun, geyik, bizon, timsah,
54
HAZİRAN 2014
Ve aynı hayvanları Mikumi Park’ta da bulabilirsiniz.
Göller, nehir, şelaleler, dağlar vardır. Tanzanya doğa yönünden çok zengindir.
Onun yüksekliği, 5895 metredir. Tanzanya’da ünlü bir şelale vardır, onun adı
Udizugva’dır. Bütün bu doğal güzellikleri
görmek isterseniz Tanzanya’ya gelebilirsiniz.
Etiyopya
rihi boyunca bağımsızlığını koruyabilmiş
ve Afrika kıtasının sömürge olmamış tek
ülkesidir. Etiyopya’daki insanları, dini
inanış bakımında kabaca Müslüman ve
Hristiyan olarak ikiye ayırmak mümkündür. İslamiyet, Etiyopya’ya İslamiyet’in
doğuşunda girdi. Bilal-ı Habeşî’nin ilk inananlardan biri olması ve İslam’da ilk müezzin olması, ilk Müslümanlardan bazılarının Habeşistan’a göç etmesi, Habeşistan
kıralı Necaşi’nin İslamiyet’i kabul etmesi
Etiyopya’da Müslüman sayısını artırmıştır. Etiyopya’nın ekonomik sistemi serbesttir. Para birimi Birr’dir.
ÜLKELER Sudi Hussen - Seid Şukra
Etiyopya, Doğu Afrika’da bulunan bir devlettir. Devletin adı Etiyopya Demokratik
Halk Cumhuriyeti’dir. Başkenti Addis
Ababa’dır. Addis Ababa yerel dilde “yeni çiçek” anlamına gelir. Resmi dili Amarca’dır.
Kuzeyinde Sudan ve Eritre, doğusunda Cibuti ve Somali, güneyinde Kenya, batısında yine Sudan yer alır. Afrika’nın en eski
bağımsız devletidir. Nüfusu 85 milyon
civarındadır. Yüzölçümü 1.127.127 km2
dir. Daha çok Habeşistan ismiyle bilinir.
Etiyopya’nın kuruluşu MÖ 13. yüzyıla
kadar gider. Etiyopya devleti 1936 -1941
yılları arasındaki Mussolini İtalya’sının
istila ve işgal hareketini saymazsak, ta-
55
FAALİYETLERİMİZ Âdem Yılmaztürk - Müdür Yardımcısı
Biz Kimiz?
56
Okulumuz, bünyesinde uluslararası ve
Türk öğrenci barındıran ilk imam hatip
lisesi olup 2010-2011 Eğitim Öğretim
yılında eğitime başlamış, elli üç ülkeden
öğrencinin birbirine karşı ülfet geliştirdiği, kardeşlik duygularının yeşerdiği
ve ümmet şuurunu yaşadığı güzide bir
mekândır.
Yöneticisiyle, öğretmeniyle, öğrencisiyle,
velisiyle ve çalışanlarıyla daha iyi olma
yolunda gayret eden bir kurumuz. Yeni
açılmış bir okul olmamıza rağmen gerek
yurt içinde ve gerekse yurt dışında elde
ettiğimiz başarılar doğru yolda olduğumuzu teyit etmektedir. Lakin bunlarla yetinmemeli ve bu başarıların hepsini bir milat
olarak kabul edip din-i mübin İslam’a ve
insanlığa hizmet eden asil nesiller yetiştirmek için daha çok çalışmalıyız.
HAZİRAN 2014
Ayrıca;
Okulumuzun çalışankadrosu seçkin idareci ve öğretmenlerden oluşmaktadır.
Öğrencilerimizin % 95’i yurtta kalmaktadır.
Okulumuzda öğrencilerimizin akademik
başarılarını arttırmak, fikir ve düşünce
dünyalarını geliştirmek amacıyla sabah,
akşam ve cumartesiden oluşan çeşitli
etütler yapılmaktadır.
Vizyonumuz
Eğitim alanında kalitesiyle Türkiye ve
dünyada tanınmış, uygulama ve düşünceleriyle örnek olan; katılımcı ve paylaşımcı
bir anlayışa sahip, eğitim modeliyle ülke-
mizi dünyada temsil edebilen bireyler yetiştiren,
okul ve toplum işbirliğini sağlamada öncü, öğrenci merkezli eğitimi benimsemiş, sürekli gelişen
bir kurum olmak.
Misyonumuz
yanet Vakfı) desteklemeye devam edecektir.
Emekleriyle, dualarıyla özgün olan bu projeye
destek veren tüm kurumlara, kişilere teşekkürü
bir borç biliyoruz. Ümmeti kucaklayacak nice nesiller yetiştirmek ümidiyle...
İnsanlığın geleceğini inşa edecek, ufku ve düşünceleriyle çağının üzerine çıkmış, uluslararası
düzeyde ihtiyaç duyulan bilgi ve becerileri kazanmış, gücünü inancından alan, inandığı değerleri
yaşayan ve yaşatan lider insanlar yetiştirmek
için çalışıyoruz.
Öğrenci Alım Standartları
Ulusal ve uluslararası öğrencilerimiz de belli
kriterlere göre okulumuza alınmaktadır. Türk
öğrenciler Türkiye genelinde yapılan sınavlarla
belirlenmekte, uluslararası öğrencilerimiz ise
Türkiye Diyanet Vakfı tarafından seçilmektedir.
Okulumuzda okumak isteyen uluslararası öğrenciler nisan-mayıs aylarında diyanet.org.tr adresinden başvuru yaparlar. Yapılan ilk eleme sonrasında mülakat yapılıp kayıt yapılacak öğrenciler
belirlenir.
Paydaşlarımız
Okulumuz devlet okuludur. Uluslararası öğrencilerimiz devlet parasız yatılı statüsünde eğitim
öğretime devam etmektedir.
En önemli paydaşlarımızdan biri olan Türkiye Diyanet Vakfı, uluslararası öğrencilerimize her ay
burs vermekte ve sosyal kültürel etkinliklere de
maddi destek vermektedir. Ayrıca öğrencilerimizin her yıl geliş-gidiş uçak biletlerini de karşılamaktadır.
İlim Yayma Cemiyeti de yurt hizmetleri konusunda, etütlerin ve sosyo-kültürel etkinliklerin yapılmasında okulumuza ciddi bir destek vermektedir.
Mezun Öğrenciler
Bu yıl ilk Türk mezunlarımızı vereceğiz. Onlar için
yüce Allah’tan muvaffakiyetler dilerim. Seneye
uluslararası öğrencilerimizden ilk mezunlarımızı vereceğiz. Uluslararası öğrencilerimiz, ortalaması 70’in üzerinde olmak şartıyla YÖS’e girme
zorunluluğu olmaksızın YTB’ye (Yurt Dışı Türkler
ve Akraba Topluluklar Başkanlığı) başvuracaklar.
Öğrencilerimiz ilahiyat fakültelerinde veya diğer
bölümlerde okuyabilirler. İlahiyat fakültelerine
yerleşen öğrencilerimizi ayrıca TDV (Türkiye Di-
57
UFSM Dört Yaşında!
Büyük Oynuyor, Büyük Düşünüyor!
Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam-Hatip Lisesi, bu yıl eğitim-öğretim hayatının dördüncü yılına girmiş
bulunuyor. Hem uluslararası hem ulusal
öğrencilerin eğitim gördüğü okulumuz, bu
özellikleriyle Türkiye’nin ilk ve tek uluslararası imam-hatip lisesi olma ayrıcalığını elinde bulunduruyor.
Kısa adıyla UFSM olan okulumuz, faaliyetlerine başladığı 2010-2011 eğitim-öğretim yılından bu yana çok önemli başarılara, çok büyük organizasyonlara imza attı.
Her geçen gün hizmet kalitesini daha da
artırmanın büyük bir gayreti içinde oldu.
Öğrencilerine sunduğu imkân ve şartları
çağın gereklerine göre yeniden gözden
geçirerek öğrenci, öğretmen, veli ve eğitim camiasının büyük övgü ve takdirlerini
kazandı.
FAALİYETLERİMİZ Ahmet Beşir Okumuşlar
Seçkin öğretmen kadrosuyla, Türkiye’den
ve dünyadan başarı puanı yüksek öğrenci
tercihleriyle, yüksek eğitim kalitesiyle,
misyon ve vizyonuyla sadece İstanbul ve
Türkiye’nin değil, bütün dünyanın da ilgi
odağı haline geldi.
58
Okulumuzun dört yıl gibi kısa bir sürede
bu başarıyı yakalaması hiç şüphesiz bir
şans değildir. Çünkü hiçbir başarı şans
eseri değildir. Çünkü hiçbir başarı şansa
bırakılacak kadar önemsiz değildir.
Okulumuz, diğer Anadolu ve Anadolu
imam-hatip liselerine göre müfredatı
daha yoğun bir okul. Günlük dersleriyle, sabah bir, akşam iki ve hafta sonu beş
saat olan etütleriyle, üniversiteye hazırlık
kurslarıyla, ayda bir yapılan deneme sınavlarıyla, kitap okuma ve şiir ezberleme
yarışmalarıyla, sosyal-kültürel ve sportif
etkinlikleriyle öğrencilerin kapasitelerini mümkün olabildiğince zorlamaktadır.
Hem ders yoğunluğu hem sosyal-kültürel
faaliyet zenginliği bakımından da ülkemizin belki de en yoğun okullarından birisidir. Tarihî ve turistik değerlerimizi görme-tanıma kabilinden yaptığımız rutin
geziler dışında daha başka sosyal-kültürel
HAZİRAN 2014
faaliyetlerimiz de mevcuttur.
Bunların en başında öğrenci ve öğretmenlerimizin büyük bir keyif aldığı Bursa-İnegöl ve Uludağ gezilerini saymak
mümkündür. Öğrenci ve öğretmenlerimiz
bembeyaz karın ve kayağın keyfini sürdüler.
Yine bir haftalık süreyle yapılan izcilik
kampı da öğrencilerimizin çok memnun
kaldığı bir faaliyet oldu. Kamp; yemekleriyle, gece yakılan izcilik ateşiyle, çeşitli
maceralarıyla, eğitim ortamıyla eşsiz bir
tat bıraktı öğrencilerimizde.
Bir haftalık Kefken kampı da son derece
zevkli geçti. Dersleriyle, deniziyle, sportif
etkinlikleriyle tam bir eğitim ortamı oldu
Kefken. Öğretmen ve öğrenci kaynaşmasının, kardeşlik şuurunun en güzel yaşandığı bir mekân haline geldi.
Ara tatilde İkitelli İSKİ Dinlenme Tesislerinde iki ayrı grup şeklinde yapılan ve toplam on günü bulan kamp da hatırlanması
gereken bir başka etkinlik idi. Öğrencilerimiz, çeşitli derslerin yanı sıra sinema
izleme ve çeşitli yarışmalara katılma fırsatını yakaladılar. Bununla birlikte yarı
olimpik havuzda yüzmenin de keyfine
vardılar.
Mayıs ayına doğru bir vapur kiralayıp
Boğaz’a ve Adalara düzenlediğimiz şahane
tur da hiç akıllardan çıkmayacak gibidir.
Yeşilin ve iki mavinin birleştiği olağanüstü ortamda öğrencilerimiz şarkı-türkü
söyleyerek ve çeşitli oyunlar oynayarak
doyasıya eğlendiler, stres attılar.
Diyanet İşleri Başkanlığının uhdesinde Ankara’da düzenlenen “Kardeşlik
Buluşması”nda mehteran takımımızın
göstermiş olduğu yüksek performans bizleri son derece gururlandırdı. Program,
televizyonda canlı olarak yayımlandı ve
haber bültenlerinde de adından sıkça söz
ettirdi.
Yılın en çok ses getiren programı Arapça
öğrenimi ve umre için kutsal topraklara
gidiş oldu. Gerçekten de heyecan verici büyük bir
organizasyondu. 28 öğrenci ve 4 öğretmen Arapça eğitimi almak ve umre ibadetini ifa etmek için
on beş günlük bir yolculuğa çıktılar. Başta bu süre
kırk gün olarak tespit edilmiş fakat sonraları çeşitli resmî ve teknik engellerden dolayı süre on
beş güne indirilmek zorunda kalınmıştır.
Buna rağmen oldukça faydalı ve başarılı bir organizasyon oldu. Öğrencilerimiz Arapçayı uzman
üniversite hocalarından öğrenme imkânını yakaladılar. Pratik yaparak Arapçalarını geliştirme,
pekiştirme fırsatını elde ettiler.
Eğitimlerini Râbıtatü’t-Ta’limu’l-İslâmî’nin Arabic Bayan Institute’sünde Dr. MutairHuseyin Al
Maliki ve Dr.Abdurrahman Al Noaimi’den aldılar.
Kurs sonunda bütün katılımcılara sertifika verildi. Kurs boyunca ve sertifika töreninde öğrencilerimize gösterilen ilgi ve yakınlık bizleri ziyadesiyle memnun etti.
Bunun yanı sıra öğrencilerimiz umre ibadetlerini gerçekleştirdiler. Yıllardır içlerinde besleyip
büyüttükleri Beytullah sevgisini dindirme lütfuna erdiler. Mekke-Medine-Cidde topraklarında
Asr-ı Saadet’in havasını teneffüs ettiler.
Mekke ve Medine’de günler dolu dolu geçti.
Mescid-i Haram’da ve Mescid-i Nebevî’de geçen
saatler manevî hazzın doruk noktaya ulaştığı saatlerdi.
Umre programımızdan genç dimağların vahyin indiği kutsal toprakları görmeleri, Mescid-i
Haram’da Beytullah’a, Mescid- Nebevî’de Muhammed aleyhisselâma misafir olmaları eşsiz bir
tecrübe, büyük bir manevî terbiye örneği idi.
Müslüman olmanın, Müslümanca bir hayat yaşamanın, kardeş olmanın, bir ve beraber olmanın,
ilim öğrenmenin şuuruna vardılar.
Hiç şüphesiz umre ve Arapça öğrenimi programı
bütün bu anlatılanların çok daha ötesinde bir öneme ve etkiye sahip.
Vahiyle arınmış zihinler, Rasûl sevgisiyle yoğrulmuş yürekler; umulur ki bu program vesilesiyle
sadece kendilerini ve bugünlerini değil nesillerini
ve geleceklerini kurtarmış olurlar.
Bu sebeple, Arapça öğrenimini ve umre programını kimlik ve kişilik oluşturma, bir nesil inşa etme
programı olarak da düşünmek mümkündür.
Bu anlamlı programa katkı sağlayan herkese,
başta okul idaremize olmak üzere, öğretmenlerimize, öğrencilerimize ve ilgilerini bizlerden hiçbir zaman esirgemeyen çok kıymetli velilerimize
teşekkür ediyoruz.
Okulumuzun elde etmiş
olduğu başarılardan
bazıları...
1
2012 yılında İmam Hatip Liseleri arasında yapılan Arapça Bilgi
Yarışması´nda Türkiye ikincisi
2
2012 yılında İmam Hatip Liseleri arasında yapılan Hafızlık Yarışması’nda
Türkiye üçüncüsü
3
Fatih Belediye Başkanlığının
06.10.2012’de düzenlediği Dragon Bot
Yarışları’nda gençler kategorisinde
Fatih birincisi
4
2013 yılında İmam Hatip Liseleri arasında yapılan Arapça Bilgi
Yarışması´nda İstanbul birincisi
5
2013 yılında Arif Nihat Asya Kompozisyon Yazma Yarışması’nda İstanbul
birincisi
6
2013 yılında İmam Hatip Liseleri arasında yapılan Hutbe Okuma
Yarışması’nda İstanbul birincisi
7
Fatih Belediye Başkanlığının
03.06.2013’te düzenlediği Dragon Bot
Yarışları’nda Liseler kategorisinde okul
takımlarımızdan biri Fatih birincisi
diğeri Fatih üçüncüsü
8
2014 yılında İmam Hatip Liseleri arasında yapılan Arapça Bilgi
Yarışması´nda Türkiye ikincisi
9
2014 yılında “Uluslararası II. Liseler
Arası Arapça Münazara Yarışması”
dünya birincisi
10
2014 yılında Liseler Arası Güreş Yarışmalarında okul olarak İstanbul birincisi
11
2014 yılında Din Öğretimi Genel Müdürlüğünün düzenlediği İmam Hatip
Liseleri arasında yapılan Hutbe Yazma
Yarışması İstanbul üçüncüsü
12
2014 yılında İstanbul İl Müftülüğünün
düzenlediği İmam Hatip Liseleri arasında yapılan Hutbe Yazma Yarışması
İstanbul ikincisi
13
2014 yılında Fatih İlçe Müftülüğünün
düzenlediği İmam Hatip Liseleri arasında yapılan Hutbe Yazma Yarışması
Fatih birincisi, ikincisi ve üçüncüsü
olmuştur.
59
Öğrencilerimiz Mustafa Salihoviç, İsmail Kasango Lubaba ve Mustafa N’diaye Münazara Yarışması Ödül Töreninde...
Münazara Yarışmaları
FAALİYETLERİMİZ Mustafa Salihoviç - Bosna Hersek
Okulumuzda 53 ülkeden öğrenci bulunuyor. Türkiye’den Doğu Türkistan’a,
Makedonya’dan Senegal’e, Benin ve Burkina Faso’dan Bosna Sancak’a, Somali’den
Tayland’a, Endonezya ve Sri Lanka’dan
Madagaskar’a kadar ümmetin tüm renkleri okulumuzda Türkçe eğitim görüyor.
Türkçemizi geliştirmek, takım ruhuna
sahip olmak, araştırma yaparak bilgilerimizi artırmak ve kendimizi daha iyi ifade
edebilmek için okulumuzda bir münazara
yarışması yapıldı.
60
Bu yarışmaya katılım çok yüksek oldu.
Türk öğrenciler ve misafir öğrenciler kendi kategorilerinde toplam kırk takımla
yarışmaya katıldılar. Takımlar üç kişiden
oluşuyordu. Böylece okulun neredeyse
yarısı münazara yarışmasına katılmış oluyordu. Takımlar kendilerine çeşitli isimler vermişti: “Takımdan Ayrı Düz Koşu”,
“Fatih’in Fedaileri”, “Mahşerin Üç Atlısı”,
“Âdem Baba ve Pabuçları”, “Tâkat”, “Sefiller”, “Bayrak Yıldızı”, “Çeçenler”, “Sungurlar”, “Gonca Star” gibi takımlar yarışmaya katılmıştı. Bizim takımın ismi ise
“Akıncılar”dı. Bizim takımımızda, Senegalli M. Mustafa Ndiaye, Kongolu İsmail
Kasongo Lubaba ve ben vardık. Münazaralarda herkes hazır bir şekilde “meydan”a
çıkıyordu. İlk zamanlarda korkmuştum;
kendi kendime Türkler yanında hiç şansımız yok diyordum. Ancak müsabakalar
ilerledikçe kendimize olan güvenimiz
arttı, daha iyi hazırlanmaya ve konuşmaya başladık. Maçlar hiç kolay geçmiyordu.
Rakip takımlar da oldukça güçlüydü.
Bazı arkadaşlarımızın konuşmalarını
öğrenciler çok beğeniyor ve hayranlıkla
izliyorlardı. İlk maçımızı 11/G sınıfından
HAZİRAN 2014
“Tâhir” takımı ile yaptık. Hiç kolay olmadı
ama kazandık. İkinci müsabakamızı 11/C
sınıfından “İnatçılar” takımıyla yaptık ve
bu müsabakayı da iyi hazırlanarak kazandık. Maçlar ilerledikçe konular zorlaşıyor ve daha güçlü takımlar karşımıza
çıkıyordu. Artık yarı finale çıkmıştık. Bu
kez karşımızda gerçekten güçlü bir takım vardı; “Musallat”. Çünkü bu takımda
Yunanistan’dan gelen ve Türkçeyi iyi konuşan Batı Trakyalı öğrenci arkadaşlarımızdan biriyle birlikte Kosova’dan gelen
ve daha önce Türkçe öğrenmiş olan bir
arkadaşımız vardı. Bizim Türkçemiz rakibimizden daha iyi değildi, biz Türkçeyi
burada öğrenmiştik.
Yarışmaya çok iyi hazırlandık, araştırmalar yaptık, afişler hazırladık. Zor bir
maçtı ama sonunda bu maçı da kazanarak finale çıktık. Artık finaldeydik. Final
maçımız 11/D sınıfından “Anonimz” takımıyla olacaktı. Onlar da daha önce üç
maç kazanarak finale gelmişti ve belki
de bizden daha güçlüydüler. Çünkü rakip
takımda Türkçeyi çok iyi konuşan Faslı
Usame Bakha, Kıbrıslı Hacı Ahmet Türkal
ve Sudanlı Ahmet İbrahim vardı. Hacı Ahmet zaten Türk’tü, daha önce de münazara
yarışmalarına katılmış tecrübeli, çok iyi
ve hızlı bir konuşmacıydı. Usame de sanki
Türkiye’de doğmuş ve büyümüş gibi Türkçeye hâkimdi. Bu münazaraya geldiğimizde durmak yok, zafere kadar dedik. Çok
çalıştık, gece gündüz... Final günü geldi
tüm okul müsabakayı izlemek için mescitte toplandı.
Masalar hazır, herkes bizi bekliyor. Masalara oturduk, birbirimizin gözlerine
baktık; heyecan, korku, sevinç her şey
tekrar bozulmuştu. Münazara bitmişti. Korku ve
merakla sonucu beklemeye başladık. Puanlar hesaplandı, herkes heyecanla kazananın açıklanmasını bekliyordu.
Sonunda jüri üyelerinden biri kalkıp sonucu açıklamaya başladı. O an sanki kalbim duracaktı. Önce
büyük bir puan açıkladı ve karşı takımın ismini
söyledi. Kalktım, gidecektim. Onların kazandığını
sanıyordum. Tam o sırada bir ses, daha büyük rakamla geldi ve “Akıncılar” diyerek bizim takımın
kazandığını söyledi. İnanamadık, şaşırdık, çünkü
zor bir maçtı ve gerçekten iki takım da kazanmayı hak etmişti. Herkes bize sarılmaya başladı.
Hocalarımız bizi ve diğer takımı tebrik ettiler.
Cuma günü törende hem Türk öğrenciler hem de
misafir öğrenciler kategorilerinde ilk iki sırayı
alan takımlara çeşitli ödüller verdiler ve böylece
bize çok şey katan ve kardeşliğimizi artıran münazara yarışmasını kapatmış olduk. “Akıncı” şampiyonlarla... O “Akıncı” şampiyonlar daha sonra
Katar’da düzenlenen liselerarası Arapça münazara yarışmasında okulumuza dünya birinciliği getirdi. Katar’da bize birincilik getiren dört öğrenciden ikisi okulumuzdaki yarışmada final maçına
çıkmış, bir diğeri ise yarı finalde elenmişti. Bu yarışmalar onlar için biraz ön hazırlık olmuştu.
Okulumuz Başarıya Doymuyor
Okulumuz başarıya doymuyor. Okulumuz
İstanbul liselerarası serbest güreş şampiyonasında İstanbul şampiyonu olarak yeni
bir başarıya imza attı.
Okulumuz bu sene yedi ayrı branşta (futbol - basketbol - futsal - güreş - satranç
- voleybol - masa tenisi) yarışmalara katılarak yoğun ders maratonunu sportif aktivitelerle atlatma yoluna gitti.
Okulumuzun öğrenci çeşitliliğinin olması
aynı zamanda yeteneklerin de çeşitli olmasını sağlıyor. Bu sebeple okulumuzun
spor kulübünü kurarak profesyonel olarak
liglerde mücadele etmeye başlayacağız.
İlk açacağımız güreş branşıyla gelecekte olimpiyatlarda yarışacak profesyonel
sporcular yetiştirmeyi amaçlıyoruz. Ayrıca bu sene Fatih ilçesinde düzenlenen
Öğretmenler Arası Futbol Turnuvası’nda
öğretmenlerimiz üçüncü olarak öğrenciler kadar başarılı olduklarını göstermiş
oldular.
FAALİYETLERİMİZ Hüseyin Kara - Beden Eğitimi Öğretmeni
vardı o gözlerde. İzleyen arkadaşlar bir bize sesleniyorlardı bir onlara. Final konusu “Teknoloji
insana zarar mı yoksa faydayı mı getiriyor.” Konusuydu, biz teknolojinin insana zarar getireceğini
savunacaktık. Her zaman istemediğimiz konular
bize düşüyordu, bu yüzden iki kat fazla çalışıyorduk. Zaman gelmişti, artık müsabaka başlıyordu.
İlk biz konuştuk, İsmail Kasongo etkileyici bir
konuşma yaptı, salonda müthiş bir alkış koptu.
Sıra rakip takımdaydı. Rakip takımdan Hacı Ahmet kalktı ve öyle bir konuştu ki herkes sustu ve
hayranlıkla dinledi. İçimden “Vaay!” dedim “Bu iş
bitti!” diye düşündüm. Moralim bozuldu. Karşı takımdan Üsame ve Ahmed İbrahim, bizim takımdan da Mustafa Ndiaye konuşmalarını yaptılar.
Konuşma sırası bana gelmişti. Kalktım, “Bismillah” çekerek konuşmaya başladım ve o kadar iyi
ve etkileyici bir konuşma yaptım ki ben bile şaşırmıştım. Tekrar alkış koptu, keyfim yerine gelmişti. Münazara devam ediyordu, artık takımlar
adına son konuşmalar yapılacaktı. Bizim takım
adına son konuşmayı Mustafa Ndiaye yaptı. Ona
dil cambazı diyorduk. Öyle bir performans sergiledi ki sahne titredi. Sevinmeye başladım “Bu iş
bu kadar!” diyordum ama daha bitmemişti. Rakip
takım adına Hacı Ahmet son konuşmayı yapacaktı. Örneklerle ve delillerle çok sağlam bir konuşma yaptı. Bizi batırdı, ümidimiz gitti. Moralim
61
FAALİYETLERİMİZ Erol Düzcan - Meslek Dersleri Öğretmeni
Hayale Yolculuk
62
Fotoğraflar: Erol Düzcan
Bölge ülkeleri üzerine çalışmalar yaptığım 1997 yıllarıydı. Uzaklarda Müslüman
kardeşlerimin bulunduğu bir coğrafyaydı
Güneydoğu Asya (Endonezya ve Malezya).
Hızlı büyüme trendi ile biz Müslümanların
gözdesiydi. İktisadi yapıları vb. özellikleri
ile de gitmeyi, görmeyi ve tanışmayı arzuladığım insanların ülkesiydi.
Çalışmalarım esnasında sağlık nedenleriyle hayallerimi ertelediğim bir yolculuğun adıydı Malezya ve Endonezya.
Uçağımız uzun bir uçuştan sonra Kuala
Lumpur Havaalanı’na indiğinde ertelenmiş hayallerimin gerçekleşmesinin verdiği tatlı bir heyecan vardı. Havaalanında
Müslüman ve kardeş ülkede olmanın sıcaklığı ile dolmuştu yüreğim. Havaalanından metro ile uzaklaşırken şimdiye kadar
ziyaret ettiğim birçok Avrupa havaalanında görmediğim farklı güzelliğin gururunu
yaşıyordum. Şehir merkezine doğru yol
alırken çevremizden hızla kayan görün-
HAZİRAN 2014
tüler şehrin sokaklarına kendimi bir an
önce bırakmak için sabırsızlandırıyordu.
Otele yerleştikten kısa bir süre sonra
kendimi sokaklara bıraktım. Daha önce
planladığım şekilde Petronas İkiz Kuleleri - Kuala Lumpur Tower - Bukit Bintang
- National Mosque of Malaysia - Merdeka
Square vb. gibi yerleri gezecek, son olarak
da Putracaya gibi modern şekilde dizayn
edilmiş şehirleri görüp vedalaşacaktım.
Otelden çıkınca karşılaştığım ilk şey hemen yakınımızdaki “Havaray” diye isimlendirilen şehir içi
ulaşım aracıydı.
Güneydoğu Asya ülkelerinde önemli oranda Çinlilerin bulunması yılbaşı etkinliklerini de görme
imkânı vermişti.
Bugünlerde güzel İstanbul’umuz için konuşulan
alternatif araçtı. Şehrin üstünden gezip dolaşmak ve engelsiz, şehrin güzelliklerinin kucağında yolculuk kıskandırmıştı. İstanbul’da da olsa
keşke diye duaya dönüşmüştü bu an.
…
…
Geniş sayılabilecek yolları, yeşilin sizi terk etmediği bir şehir yapısı dikkat çekiciydi. Portekiz,
Hollanda, Japonya ve İngilizlerin yönetiminde kalan Malezya; 2. Dünya Savaşı’ndan sonra 1957’de
İngiliz Milletler Topluluğu’nda kalmak şartıyla
özgürlüğüne kavuştu. Yeni sayılabilecek özgürlük hikayesi ve birçok kez istilalara uğraması nedeniyle tarihi doku yok denecek kadar azdı.
Bu duygular arasında dünyanın sayılı kulelerinden olan Petronas İkiz Kulelerine ulaşmıştım. Eskilerin deyimi ile şapka düşürmek değil, gözlerin
kulenin zirvesine ulaşması bile saniyeler alıyordu.
Tek kelimeyle muhteşemdi. Kapitalist dünyanın
tanrılaştırdığı mabetlerden biriydi. Ancak ilk günün geceye karışmaya başladığı bu noktada gördüklerimizde bir farklılık da dikkatimi çekmişti.
Bu farklılık daha sonra Putracaya diye isimlendirilen Malezya’nın 21. yüzyılın modern şehri olarak tanımlanmış kentinde kendini göstermişti.
Ancak hızlı büyüme yıllarının izleri olarak gökdelenler şehirde beni yalnız bırakmıyordu. Sokak
aralarında dolaşırken “Çin Mahallesi” gibi geleneksel kimliklerin, mimari yapılarının korunduğu çok kültürlülüğün resmini izleme imkânlarım
da olmuştu. Güneydoğu Asya’daki seyahat günlerim Çin yılbaşısının arifesine denk gelmişti.
63
Muhteşem köprüleri, hükümet sarayı ve
sarayları, yeşil alanları, dünyanın sayılı
muhteşem camilerine rağmen bu modern
ve yaşanası şehir, bendeki farklılık hissini
daha da arttırmıştı.
Malezya gezimde zihnimdeki Malezya;
tezimi bitirdiğim 1997 yılından sonra
çeşitli dış destekli çeşitli ekonomik müdahalelere maruz bırakılmış. Malezya
başbakanı Mahathir Mohamad ünlü borsa spekülatörü George Soros’u Malezya
ekonomisini spekülasyonlarla krize sokmakla suçladığı yıllardı. Soros bugün de
benzer spekülasyonlarla faaliyetlerine
devam etmektedir. Anlatılanlara göre o
muhteşem büyüme günlerine imza atan
yönetim yolsuzluk iddialarıyla iktidardan
uzaklaştırılmıştı.
Ve gözüme takılan farklılık ise; o muhteşem yeniliğe imza atan insanların bıraktığı bu modern mekânların bakımını
yapmaktan aciz kalan ve fakirlik kaderine terk edilen toplumun, bakımsızlığa
mahkûm ettiği bu muhteşem modern güzellikler ve onların çaresizliğiydi.
Biraz siyaset olacak belki ama; 17 Aralık’ta
başlayan süreci yaşayan toplumun bir
üyesi olarak kendimi şöyle düşünmekten
64
HAZİRAN 2014
alamamıştım. Kontrolsüz güç istemeyenler bugün kalkınmakta olan güçlü bir Türkiye istemiyorlardı. Dün Malezya için çizdikleri bu kader oyununu Türkiye için de
senaryolaştırmışlardı. Ortak noktamız ise
Müslüman kimliğimiz! Bizi bize bırakmak
istemeyenlerin, İslam dünyasını yok sayanların, farklı kıtalardaki Müslümanlar
üzerindeki bu oyununu görmek için Malezya; tarihi ve bugünü ile güzel bir derstir
bizim için.
Paylaşmak istediğim ilginç bir görüntü; bir alışveriş merkezini dolaşırken eli silahlı bir kişinin
görüntüsüydü.
Nedenini öğrendiğimde ise hayretim bir kat daha
artmıştı. Nedeni, onun alışveriş merkezindeki
kuyumcu dükkânının özel güvenlik görevlisi olmasıydı.
Malezya’da kuyumcular kendi mağazalarını kendileri korumak zorundaydı.
Diğer olay ise bizdeki Karadeniz benzetmelerine
taş çıkartırcasına tuhaf bir durumdu.
Yaya kaldırımı, yayaların yola inmesini engellemek için demir parmaklıklarla çevrili olmasına
rağmen bilgi levhasının tam da yaya kaldırımına
konulmasıydı.
Ancak bizdekilerden bir farkla ... Biz denedik ancak böyle geçebildik.
Bir hatıramla seyahat yazıma son vereceğim. Bir
alışveriş merkezinde arkadaşlarımızla dolaşırken bir kişi bize doğru “Burada Türkler mi var?”
diye seslenerek yaklaştı ve ayaküstü muhabbetimiz ise geçmişin kısa bir hikâyesi ve güzel bir
ders niteliğindeydi. Kısa sohbet ve tanışmamızın
paylaşmaya değer özeti ise; İstanbul’dan geldiğimizi söyledik. Yabancı dil bilmediğimizi duyunca
önce hayret etti, sonra tebrik etti bu cesaretimizi
ve sonra şunları söyledi:
”Ben üç kuşaktır Kadıköylüyüm. Dört dil biliyorum. Her yıl iki-üç ay çeşitli yerlerde ev kiralıyor ve çevre ülkeleri dolaşıyorum. Son üç yıldır
ise Malezya’ya geliyorum. Burayı çok sevdim.
İnsanları harika ve biliyor musunuz İslam’ı burada tanıdım. Meğer bize Türkiye’de cumhuriyetle birlikte çok farklı İslam anlatmışlar. Kısacası
kandırmışlar ve maalesef düşman etmişler. Artık
Türkiye’de bizim için oynadıkları oyunu buradan
çok iyi görüyorum. Türklerin mutlaka dış dünyayı
tanımaları gerekiyor. Kabuklarını kırmaları gerekiyor. Gerçeklerle yüzleşmeleri için buna ihtiyaçları var.” diyordu.
Biz de onlarca ülke gezdiğimizi ve bu düşüncelere
katıldığımızı ifade edince dil bilmeden yaptığımız
bu cesur tercihimiz nedeniyle bizi tebrik ederken
vedalaşıyorduk. “Yolumuz Tayland’a” dediğimizde
memnuniyetini ifade ediyordu. Zihnim ise o esnada sorularla kapı açıyordu! “İslam diyarı ülkemde,
Türkiye’mde değil de Malezya’da bir Türk’e hidayet kapısını aralatan şey neydi?
Her başlangıç bir sona mahkûm vesselam. Seyahat notlarımı paylaşacağım diğer yazılarımda ve
dualarınızla paylaşabileceğim bir kitabımda Güneydoğu Asya’nın diğer ülkeleri; Ömer (ra) gördüğüm ülke Tayland, Onların bekçisi Singapur, Güzel
insanların diyarı, kader mahkûmu Endonezya ile
bölge izlenimlerim tamamlanacaktır. Satırlarım
sayfalara mahkûm edilirken, prangalarımı kıracağım yeni fırsatlara kadar rabbime emanetsiniz.
65
Bir Mehter Geçti
Karadeniz’den…
FAALİYETLERİMİZ İsmail Balkanlıoğlu - Meslek Dersleri Öğretmeni
Fotoğraflar: İsmail Balkanlıoğlu
66
Şahsen benim Karadeniz Bölgesine ilk gezim 1996 yılında olmuştu. O zaman kendi
coğrafi çevrem olan İç Anadolu Bölgesi
ile buraları kıyasladığımda doğal güzellik
bakımından arada uçurumlar vardı. Bir
tarafta bin bir çeşit bitki örtüsü… Neredeyse boş alan yok; diğer tarafta ise geniş
bozkırlar var. O zaman kendi kendime,
“Ya Rabbi, buradaki insanların hesabı ile
bizimki farklı olur herhalde!” demiştim.
Sonra 1998’de tekrar gitmiştim. Aynı güzellikleri o zaman da yaşamıştım. Şimdi
ise bakıyorum da Allahu Teâlâ her yere
her bölgeye göre bazı güzellik ve zorluklar
vermiş. Herkesin imtihanı içindeki ortama göre farklılık arz etse de temelde imtihan dünyası olması bakımından eşitlik
vardı.
Okulumuz mehter takımı ile 22 Nisan Salı
ile 27 Nisan Pazar günleri arasında bir Karadeniz gezisi yaptık. Bu gezinin fikir babası okulumuzun seyyah öğretmeni Erol
DUZCAN’dı. 22 Nisan Salı günü başlayan
yolculuğumuza sekiz yerli yirmi altı misafir olmak üzere otuz dört öğrenci, Erol
Bey’le beraber Müdür Yardımcımız Nazif
DEMİRAL, Beden Eğitimi öğretmenimiz
Hüseyin KARA, Yurt Müdür Yardımcımız Muhammed İNCE ve bendeniz İsmail
BALKANLIOĞLU katıldık.
HAZİRAN 2014
Saat 16.30 itibari ile yola çıktık. Hadis-i
Şerif’teki emir gereği yol emîrimizi Erol
DÜZCAN olarak belirledik. İlk olarak
koltuklardaki oturuş dengesinin doğal
olarak gerçekleştiğini gördük. Benim yanımda Hüseyin Hoca, Nazif Hoca’nın yanında Muhammed İNCE otururken Erol
Hoca’nın yalnız oturduğu gözlerden kaçmadı.
Uzunca bir yolculuktan sonra sabah erken
saatlerde Trabzon’da ilk gün kalacağımız
Mahmut Celalettin Ökten öğrenci yurduna ulaştık. Öğrenci yurdu oldukça ferah
ve konforlu idi. Her oda dörder kişilik ve
her odanın kendine ait banyo ve tuvaleti
vardı. En üst kattaki yemekhane ve çay
salonu oldukça ferah mekânlardı. Geniş
terasının manzarası ise görülmeye değerdi doğrusu. Burada güzel bir kahvaltıdan
sonra 11.30 gibi Sümela Manastırı’na tırmanmaya başladık. Laf aramızda yaklaşık
bir saati bulan bu tırmanışta Muhammet
İNCE ile ben en sona kaldık. Benden duymuş olmayın ama beden eğitimi öğretmenimiz bizden önce idi ancak öğrencileri
onu da bir hayli geride bırakmıştı. Hatta
Ramazan KARAKAŞ isimli öğrencimiz
bile onu geçmişti. Bundan sonraki beden
eğitimi öğretmenimiz Ramazan(!) olacak
diye de şakalaştık.
Sümela Manastırı’nın MS 365’lerde kurulduğu
sanılmaktadır. Burası ile ilgili internetten bilgiler
elde etmek mümkündür. Benim bahsetmek istediğim; her dinin ortak yönü ve sorunu olan hurafeler olacaktır. Daha önceki gezdiğimde orada
bazı resimlerin birileri tarafından tahrip edildiği,
duvarlara belirli belirsiz yabancı dillerde yazı yazıldığı gözden kaçmıyordu. Bu seferki ziyaretimizde orayı çok iyi bildiğini anladığımız bir gezi
rehberinden öğrendiğimize göre orada aziz iddia
ettikleri kişilerin gözlerinin oyulduğunu fark ettik. Bunun sebebinin altında Hristiyan ziyaretçilerin bunları kopararak şifa ümidiyle vücutlarının ağrıyan bölgelerinin üzerine koyduklarını
hatta bazılarının bu kopardıkları parçaları ezip
suda ıslatarak o suyu içtikleri takdirde iyileşeceklerine olan inançlarıydı. Ayrıca duvarlarda
Rumca, Yunanca hatta Japonca bile dilek ve istek cümlelerinin kazınmış olması görüntü olarak
Eyüp Sultan Türbesi’nin yenileme sebebiyle üzerine kaplanan brandaya yazılmış dilek ve istek
yazılarını anımsattı.
Burada Karadeniz ikliminin ani değişikliklerini
de hissetmek mümkündü. Çünkü tırmanmaya
başladığımızda hava gayet açık ve sıcak iken yukarıya çıktığımızda bizi aniden bir yağmur karşılıyordu.
denilen mekânda ikram edilen çayları yudumlarken Sümela tırmanışındaki yorgunluğumuzu
da atmış olduk. Bu samimi insanlarla vedalaşıp
hemen yolumuz üzerindeki Küçük Ayasofya
Camii’ni ziyaret edip burada ikişer rekât şükür
namazı kıldık. Çünkü 1925’lere kadar cami olarak kullanılan mabet cumhuriyetin ilk dönemlerinde müzeye çevrilmişti. Yakın zamanda da tekrar asıl hüviyetine döndürülmüştü. Darısı Büyük
Ayasofya’ya diye ümitlerimizi ve dualarınızı ifade
ederek buradan ayrıldık.
Saat 16.30 gibi Trabzon-Çaykara ilçesi sınırları
içindeki Uzungöl Yaylası’na çıktık. Uzungöl’de
mehter takımımız ilk konserini verdi. Mehter
takımının vermiş olduğu konser yerli ve yabancı turistler tarafından büyük ilgiyle karşılandı.
Özellikle Arap turistlerin ilgisi yoğundu. Turistler
resim çektirmek için âdeta sıraya girdiler. Çay
bahçesi olan bir hacı amca da bize çay ikram etti.
Saat 18.30 gibi Uzungöl’den ayrıldık. Akşam tekrar Mahmut Celalettin Ökten Öğrenci Yurdu’nda
misafir olduk.
Sümela Manastırından Trabzon’a tekrar döndüğümüzde öğle yemeği için 1979 senesinde Ahmet
YAŞAR Hoca Efendi tarafından kurulmuş olan
Yavuz Selim Vakfı’nda sıcak ve samimi bir ortamda misafir edildik. Burada hafızlığını tamamlamış
olan öğrencilerin hafta içi dini ilimler okuduklarını hafta sonu ise açık lisede eğitim gördüklerini
öğrendik. Yemekten sonra da vakfa ait Hasbıhâl
24 Nisan Perşembe günü sabahın ilk ışıklarıyla
otobüsümüze binerek Trabzon’un merkezinden
biraz yukarıda bulunan Gülbahar Hatun Kız Anadolu İmam Hatip Lisesinde de bir mehter konseri
verdik. Okul idaresi mehter konserini öğrencilerine bir sürpriz olarak hazırlamışlardı. Bizim için
de sürpriz oldu. Çünkü bir önceki akşama kadar
bizim programımızda yoktu. Okul idaresinin misafirperverliği, öğrencilerin gayet intizamlı bir
şekilde izlemesi hoşumuza gitmişti. Toplu fotoğraf çekimi ve çay ikramından sonra oradan ayrıldık.
Sümela Manastırı, Trabzon
Sümela Manastırı, Trabzon
67
Gülbahar Hatun Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi, Trabzon
Gülbahar Hatun Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi, Trabzon
Saat 10.30 Rize’de idik. İlk durak olarak
Rize Anadolu İmam Hatip Lisesine indik.
Saat 11.00’da Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı ile randevumuz vardı. Randevuya yetişmek için
büyük çaba sarf ettik. Ancak Dekan randevuyu unutmuştu. Öğrencilerimizi misafir eden dekan yardımcısı oldu. Dekan
yardımcısı ile İlahiyat Fakültesini gezdik.
Fiziki olarak oldukça güzel olan fakültenin zengin bir kütüphanesi, büyükçe bir
konferans salonu ve iç süslemeleri ile oldukça güzel bir camisi var. Öğrencilerinden çoğuna verdikleri asgari ücrete yakın
bursları, sosyal imkânları ile bizim öğrencilerin tercih edebilecekleri iyi bir fakülte
olduğuna dair öğrencilerimizde bir kanı
oluştu.
Sonraki durağımız tekrar Rize Anadolu
İmam Hatip Lisesi oldu. Öğrencilerin okul
çıkışına yetişerek öğle arasında bir mehter konseri de burada verdik. Şahsen benim en çok hoşuma giden kız öğrencilerin
tamamının başörtülü olması oldu. 1500
civarında öğrencisi olmasına rağmen
okuldaki disiplin ve sakinlik de dikkatimizden kaçmadı. Burada öğrenciler cep
telefonlarıyla fotoğraf çekmiyorlardı. Sebebini sorduğumuzda ise okul saatlerinde
cep telefonu yasaktı. Öğle yemeğini de bu
güzide okulumuzda yedikten sonra Ayder
Yaylası’na doğru yol aldık. Okul müdürünü
de bizle gelmeye ikna ederek müdür beyin
küçük kızı Fatma ile okul müdürünün bize
eşlik etmesini sağladık.
Bir buçuk saatlik bir yolculuktan sonra
68
HAZİRAN 2014
Ayder Yaylası’na ulaştık. Yüksek yerlerin insana çok ulvi duygular sağladığını
bir kez daha tecrübe ettik. Ayder Yaylası,
yüksek yerlerinde hâlâ varlığını sürdüren
karları, dağların tepelerinden şırıl şırıl
akan berrak suları ve bol oksijenli tertemiz havasıyla görülmeye ve yaşanmaya
değer güzide yerlerimizden bir yer. Bazı
öğrencilerle beraber çıkabildiğimiz kadarıyla dağların yüksek yerlerine çıkarak
bol bol oksijen alarak resim çektirdik. Bu
eşsiz güzelliklere baktığımızda dilimizden
“Sübhanallah, Allahu Ekber” tesbihleri dökülüyordu. Nazif Hoca’nın ve ona gönüllü
yardım eden öğrencilerimizin mangalda
pişirdiği köfteleri afiyetle yedikten sonra
otobüsümüze binip Rize merkezine doğru
yol aldık.
Akşam namazına Rize merkeze yetiştik.
Akşam yemeğinde Rize Öğretmenevi’nde
misafir olduk. Akşam Kredi Yurtlar
Kurumu’nda kalacaktık. Bize söylenen
odaların üçer kişilik olduğu idi. Ancak
oraya gittiğimizde üçer kişilik odalarda
yer kalmadığını öğrendik. Bize gösterilen
yerlerin daha önce depo olarak kullanıldığı anlaşılıyordu. Fiziki olarak 35 kişinin
ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir yer değildi; ancak başka alternatifimiz de yoktu.
Öğrenciler odalara yerleştirilirken sekiz
kişilik olan odaları beğenmeyen öğrencilerden bazıları bir sonraki odanın yirmi iki
kişilik olduğunu öğrenince tekrar sekiz
kişilik odalara koşması da bu yorgunluk
içinde biraz gülmemize sebep olan komik
bir durumdu. Bizimle birlikte aynı odada
Anadolu İmam Hatip Lisesi, Rize
kalmak isteyen Hâfız Ramazan KARAKAŞ benim,
Erol ve Hüseyin Hocaların horlaması arasında
uzun süre uykuya dalamadığını ifade etti ama biz
bir şey hatırlamıyorduk. Böylece Ramazan, öğretmenlerin öğrencilerden daha ayrıcalıklı olmadıklarını bizzat tecrübe etmişti. Kalabalık odalarda
kalmamızın tek avantajı sabah saat 05.00’da yola
çıkmak zorunda olmamıza rağmen öğrencileri
yataklarından kaldırma konusunda hiç de zorlanmamamız oldu. Çünkü öğrenciler bir an önce
otobüsteki yerlerine kavuşmak için can atıyorlardı. Bu sebeple her biri erkenden hazırlanmıştı.
25 Nisan Cuma günü sabah erkenden yola koyulduk. Üç saatte zorlu yolları aşarak Saat 08.00
itibariyle Artvin’in girişinde, Çoruh nehrinin
kenarında bulunan Artvin Anadolu İmam Hatip
Lisesinde idik. Erol Hoca’nın ifadesiyle burası
birçok sosyal imkânlardan mahrumdu. Belki de
1975’lerden bu güne böyle mehter takımının gelmesi ilk defa oluyordu. Öğrenciler ilk önce çok
şaşırdılar, sonra alıştılar. Güzel bir mehter konserinden sonra öğrencilerin ve öğretmenlerin öğrencilerimize ilgisi oldukça fazla idi. Bu arada yan
taraftaki askeri birlikten bir yetkili askerlerin
morallerinin yükseltilmesi amacıyla kendilerine
de bir mehter konseri vermemizi rica etti. Biz de
Artvin’den dönerken mümkün olabileceğini söyledik. Artvin Anadolu İmam Hatip Lisesindeki
mehter konserinden sonra Artvin Öğretmenevinde kahvaltı yaptık. Kahvaltıdan sonra belediye başkanı Mehmet KOCATEPE’yi makamında
ziyaret ettik. Bizleri samimi bir şekilde karşıladıktan sonra bizi çarşıda beraber çay içmeye davet etti. Öğrencilerle beraber çarşıda yürüdükten
sonra bir kafeteryada beraber çay içtik. Hep beraber cuma namazı için 1954 yılında yapılmış olan
Anadolu İmam Hatip Lisesi, Rize
Merkez Camii’ne indik. İndik diyorum çünkü Artvin bir dağ yamacına kurulmuş bir şehir. Merkezde geniş ve düz alan yok gibi. Ama bunun yanında
yeşillikler içinde doğal güzellikleri olan ve yakınında kurulan baraj ve kurulacak olan barajlarla
daha da güzelleşen bir şehir.
Cuma namazından sonra Artvin’in Kafkasör denilen, boğa güreşlerinin yapıldığı yere gittik. Burası
Artvin’in en güzel yerlerinden birisi idi. Burada
her yıl haziran ayının son haftasında boğa güreşleri yapılmakta olduğunu öğrendik. Buradaki ilginç bir yapıyı da görme fırsatımız oldu. Trabzon
bölgesinin Serender adını verdiği Artvin’de ise
Nalya diye bilinen yiyecekleri kurutma amaçlı
kullanılan ilginç yapıydı bu. Vahşi hayvanların,
içindeki yiyeceklere ulaşmasını engelleyecek şekilde tasarlanmış ahşap bir yapı.
Yaylanın dönüşünde şehrin girişindeki askeri
kışlada mehter konseri verdik. Buradaki mehter
konseri de coşku ile izlendi. Mehter konserimizi
bütün askerlerin ve ailelerinin coşkuyla izlediklerini gördük. Konserden sonra da bol bol fotoğraf
çektirdik. Konser sonunda askerin moralinin oldukça yüksek olduğunu fark ettik. Askeri yetkililer konserden sonra bize ikramda bulundular. Bu
nazik davetten sonra Artvin’den ayrılarak Yusufeli yoluna koyulduk.
Yusufeli Çoruh nehrinin kenarına kurulmuş,
Artvin’in şirin bir ilçesi. Öğrendiğimize göre yapılacak baraj ile Yusufeli beş yıl gibi bir sürede sular
altında kalacağından bütün ilçe başka bir yere
taşınacakmış. Yusufeli’nin kaderi hep taşınmak.
Çünkü buraya da başka bir yerden taşınmış. Yani
çok eski bir ilçe değil. Yusufeli’nde Çok Programlı Lisenin yurduna misafir olduk. Trabzon’da ilk
69
Yusufeli, Artvin
Yusufeli, Artvin
kaldığımız yer kadar olmasa da bir önceki
yere göre bizim ihtiyaçlarınızı rahat karşılayabileceğimiz bir yerdi.
26 Nisan Cumartesi sabahı kahvaltıdan
sonra ilk önce karakucak güreşlerinin yapıldığı alanda bir mehter konseri verdik.
Sonrasında Yusufeli ana caddede mehterle birlikte yürüdük. Daha sonra ilçe meydanında bir mehter konseri daha verdik.
Yemek yiyip namazlarımızı kıldıktan sonra kano yarışlarının yapıldığı alana gittik.
Yemek dedim de Erol Hoca burada bir buçuk porsiyondan iki tane cağ kebap yedi.
Biz de ayıp olmasın, o yalnız kalmasın diye
kendisine eşlik ettik. Daha sonra kano yarışlarının yapıldığı alana intikal ettik. İlçeye yaklaşık 4 kilometre mesafede bulunan
Türkiye’nin ilk ve tek yapay kano parkuru
sahasında düzenlenen kano yarışları gösterisi etkinliğine Artvin Valisi Kemal Cirit,
AK Parti Artvin Milletvekili İsrafil Kışla,
Artvin Belediye Başkanı Mehmet Kocatepe, İl Jandarma Komutanı Jandarma Albay Mustafa Çelik, Yusufeli ilçesi önceki
kaymakamı şu an Hakkâri Vali Yardımcısı olarak görev yapan Cumhur Duran,
İstanbul Bağcılar Belediye Başkanı Lokman Çağrıcı İl Kültür ve Turizm Müdürü
Hüseyin Ateş, Yusufeli Kaymakamı Ömer
Dereci, Yusufeli Belediye Başkanı Eyüp
Aytekin, Kano Yusufeli Temsilcisi Osman
Kılıçlıoğlu, sporcular ile vatandaşlar katıldı. Mehter konseri herkes tarafından
ilgiyle izlendi. Bu Artvin’deki son konserimizdi. Program sonrası boğa güreşlerinin yapıldığı alana giderek bir süre boğa
güreşlerini izledik. Bu programdan sonra
Şebinkarahisar
70
HAZİRAN 2014
Yusufeli, Artvin
tekrar geceleyeceğimiz öğrenci yurduna geldik.
27 Nisan Pazar günü gece saat 02.00’da yola çıktık. Çünkü sabah saat 07.00’da Bayburt’ta olmamız gerekiyordu. Saat 05.00 gibi 2409 rakımlı
Kop Geçidi’nde sabah namazını eda ettik.
Saat 06.30 gibi âlimler diyarı Bayburt’a ulaştık.
Yaklaşık yarım saat gibi bir şehir turu yaptıktan sonra belediyenin ikramı olan kahvaltımızı yaptık. Yol güzergâhımızda olması sebebiyle
Gümüşhane’de de kısa bir mola verdik. Kısa bir
süre şehir gezisinden sonra tekrar otobüsümüze
binerek yola koyulduk. Bir sonraki durağımız Giresun Şebinkarahisar’da saat 14.00’da olmamız
gerekiyordu.
Artvin
cekleri yerdi burası. Bizi Şebinkarahisar Anadolu İmam Hatip Lisesi Müdürü Hikmet Aksu konuk etti. Şimdiye kadar verdiğimiz konserlerde
Yusufeli’yle beraber en fazla ilgiyi burada gördük
diyebilirim. İlçe meydanında toplanan halka verilen konser akabinde yolda bizimle birlikte birçok
kişi bize bu yürüyüşe eşlik etti. İnsanlar bu güzelliğe doymadı adeta. Ama nasip bu kadarmış. Namaz, ikramlar derken buradan da saat 17.00 gibi
ayrıldık. Akşam yemeği ve namaz için Amasya’da
mola verdik. Açık alanda semaverde içtiğimiz çayın tadı da damağımızda kalarak Amasya’ya da
veda ettik. Burada şehir turu yapamadık çünkü
sabah trafiğine takılmadan okula ders saatine
yetişmek durumundaydık.
Saat 14.00’dan önce Giresun Şebinkarahisar’a
ulaştık. Öğrencilerimizin en son konser vere-
Gezimiz planlamalar doğrultusunda saat 06.30
da sağ salim bir şekilde okulumuza ulaşarak son
buldu. Elhamdülillah.
Ayder Yaylası
Bayburt
71
Gez Dünyayı
FAALİYETLERİMİZ Cherafdine Tchadjobo - Togo
Gör Konya’yı
72
Ocak ayının bir perşembe akşamıydı. İki
günlük Konya gezisine gideceğimiz için
heyecanlıydık. Hem Konya’yı gezecek hem
de Konya’da bulunan Uluslararası Mevlana Anadolu İmam Hatip Lisesi’ndeki kardeşlerimizle buluşacaktık. Otobüs altıda
hareket edecekti. Ders bittikten sonra koşarak yurda çıktık ve çantalarımızı hazırladık. Akşam namazını eda ettikten sonra
arkadaşlarımızla vedalaşıp yola çıktık.
bah saat sekiz gibi okula vardık. Oradaki
kardeşlerimiz bizi karşılamak için hazır
bekliyordu. Onları görünce şaşırdık çünkü
okul olmasına rağmen öğrenciler sivil giyiniyorlardı. Kucaklaştık, sarıldık, tanıştık. Hemşerileri olanlar vardı. Otuz dakikayı beraberce geçirdik. Ardından zil çaldı
ama kardeşlerimiz bizi bırakmak istemediler ta ki öğretmenler gelip onları derse
çağırıncaya kadar.
Otobüs iki öğretmen kırk öğrenci ve iki
kaptanıyla yola koyulurken bir arkadaşımız yolculuk duasını okudu ve hepimiz
âmin dedik. Sessizliği sevmeyen bazı arkadaşlarımızın söylediği şarkılar ve ilahilerden sonra otobüsümüz sessizliğe gömüldü; çünkü hepimiz derin bir uykuya
dalmıştık. Yaklaşık on saat süren bir yolculuktan sonra sabah namazını kılmak
için Mevlana Müzesinin yanında bulunan
Selimiye Camiine uğradık.
O sırada güzel bir kahvaltı hazırlanıyordu
bizlere. Bizler misafir odasında bekliyorduk. Kahvaltıya indik ve karnımızı iyice
doyurduk çünkü fazla acıkmıştık. Bundan
sonra mescide geçtik. Bazılarımız film izlerken diğerleri dinlenmek için hafif bir
uykuya dalmıştı. Saat on iki buçuk olmuş
ki zil çaldı. Herkes abdest almak için lavaboya yöneldi. Sonra mescide girdik. Senegalli bir kardeşimiz Kur’an okuyordu.
Cuma namazımızı eda ettikten sonra oradaki kardeşlerimizle kucaklaştık. Müdür
Bey önce misafirlerin yemeğe geçmesini
söyledi. Misafirperver bir müdür idi. Güzel
bir öğle yemeği yedik. Ama onlarla o kadar vakit geçirebilirdik. Fotoğraflar çekip
vedalaştık. Ama o misafirperverliği unutamayız. Öğle yemeğinin ardından şehir
gezisine çıktık.
Mevsim kış olduğundan hava çok soğuktu. Abdestimizi caminin avlusunda bulunan şadırvanda aldık. Su oldukça soğuktu.
Hızlı bir şekilde abdest alıp camiye koşuyorduk. Neredeyse donmak üzereydik.
Farzımızı eda ettikten sonra etrafı biraz
gezdik. Oradan Uluslararası Mevlana
Anadolu İmam Hatip Lisesi’ne gittik. Sa-
HAZİRAN 2014
Önce Mevlana Müzesine gittik. Hava biraz güneşliydi ve otobüsten inerken çoğumuz montlarını
otobüste bırakmıştı. Orada Mevlana’nın kıyafetlerini, kullandığı eşyaları, yazdığı eserleri vs..
gördük. Yakınlarda Şerafettin Camii vardı. Orada ikindi namazımızı eda ettik. Sonra kendimiz
o çevrelerde dolaşıp Konya havasını alıyorduk. O
sırada Mevlana Çarşısını gezme imkânımız oldu.
Birçok arkadaşımız Konya şekerine hayran oldu.
Saat altıya doğru meydanda toplanıp otobüsü
beklemeye başladık. Hava soğumaya başlamıştı.
Konya’nın meşhur soğuğunu hissetmeye başlamıştık. Otobüs gelmeyince aksam namazımızı
orada kıldık. Ama abdest almakta yine zorlandık. Neredeyse buz kesildik. Namazdan sonra bir
süre camide kaldık. Yaklaşık kırk dakika otobüsü
bekledik. Yol kenarındaydık ve gözlerimiz geçen
her otobüsteydi. Otobüs gelir gelmez herkes atladı. Oturmadan montlarımızı giydik. Konya İlim
Yayma Cemiyeti’ne ait Mevlana Yüksek Öğrenim
Öğrenci Yurduna gittik.
Güzel bir yurt idi. İçi misk gibi kokuyordu. Hemen
bize yatakhaneler ayarlandı. Kimimiz kendi aralarında kimimiz yurttaki abilerle beraber kaldı.
Çantalarımızı yerleştirdikten sonra yemekhaneye çıktık. Güzel bir akşam yemeği hazırlandı.
Yemekten sonra bilgisayar odasında vakit geçirdik. Abiler bizi çok merak etti ve sevindiler çünkü
Türkçe anlaşabiliyorduk. Ertesi gün Konya’da son
günümüz olacaktı. Ama süper bir gün! Kısaca özetini yapacağım size. Sabah saat sekizde kahvaltı
yaptık. Ayrılmak üzere abilerle vedalaştık. İki
müzeyi peş peşe gezdik. Birisinde Mevlana dönemindeki yazıtları gördük. Bunlar taşları kazıyarak yazılmış yazılardı. Onun ardından harika bir
parka gittik. Yeşillik, çiçekler ve havuzda yüzen
ördekler... Temiz ve oksijeni bol bir hava vardı.
Öğle namazını kılmak üzere Alaaddin Tepesinde
bulunan Selçuklu mimarisi ile yapılmış tarihî Alaaddin Camiine gittik. Geniş bir camiydi ve muhteşem bir mimarisi vardı. Namazdan sonra Abdullatif Ömer kardeşimiz bir Kur’an tilaveti yaptı.
Biz camiden çıkmıştık ama Abdullatif’in sesini
duyunca hemen o olduğunu anladık. Bülbül gibi
bir sesi vardı. Namazdan sonra Konya’nın geleneksel evlerinden dönüştürülmüş bir lokantada
Konya’nın en meşhur yemeği olan etli pide ikram
edildi bize. Büyük bir afiyetle yedik. Lokantanın
hemen yanında bulunan İlimYayma Cemiyeti
Konya Şubesini ziyaret ettik. Çaylarımızı içip sohbet ettik. İkindi namazını kılıp oradan çıktık.
Tekrar Konya’yı gezmeye başladık. Bu sefer rotamız camilerdi. Şems Cami, Kapı Cami ve İplikçi Camini ziyaret ettik. Camiler hakkında bilgi
aldık. Akşam yemeğini Konya’nın hemen dışında
bir tepede bulunan bir lokantada yedik. Yemekte bize meşhur kuyu kebabı ikram edildi. Konya
İl Milli Eğitim Müdürü Mukadder Gürsoy Bey de
yemekte bize ev sahipliği yaptı. İşte orada tüm öğrenciler adına teşekkür konuşmasını yaptım.
Yemekten sonra tepeden Konya’yı seyrettik. O
güzel manzarayı arkamıza alarak fotoğraflar
çektirdik. Ne şanslıydık! Sema gösterisi de vardı
o gece. İstanbul’a dönmeden oraya uğradık. Bize
çok enteresan geldi; çünkü daha önce böyle bir
şeyi izleme şansımız olmamıştı. Gösteriden sonra
hemen hemen herkes semazenler gibi sema yapmayı denemek istedi. O gösteriden sonra herkes
Hz. Mevlana’nın kim olduğunu sormaya başladı.
Konya gezimizi o programla tamamlamış olduk ve salondan çıkıp otobüslerimize binerek
İstanbul’a doğru hareket ettik. Bu gezi bizim için
hem Konya’yı görme hem de oradaki uluslararası
imam hatip lisesinde eğitim gören kardeşlerimizi
tanıma açısından çok faydalı oldu.
73
FAALİYETLERİMİZ
Hamidou Savadogo - Burkina Faso
Abdulhamit Abdülmelik Uulu - Kırgızistan
Tabiat ve Tarih:
Samsun ve Amasya
74
Pazartesi günüydü. Uluslararası Fatih
Sultan Mehmet Anadolu İmam Lisesi tüm
öğrencileri ve bazı öğretmenler ile yurt
belletmen ağabeylerimizle izci grup arkadaşlarla tam on dört saat sürecek Samsun
yolculuğuna çıktık. Oraya varınca önceden sadece adını duyduğum Samsun’u
görmüş oldum. Hani derler ya, görerek
öğrenmek dinlemekten daha sağlamdır. O
gün bunu daha iyi anladım.
İstanbul’dan sabah namazından sonra
çıkmıştık, Samsun’a ancak yatsı vaktinde yetişmiştik. Oraya gittiğimizde önce
Samsun İlim Yayma Cemiyeti bizi yemeğe
davet etti. Herkesi orda mutlulukla karşıladılar. Çok sağ olsunlar çok naziktiler,
çok hoş çok da misafirperverdiler. Oradan
Samsun Eğitim ve Motivasyon kampına gittik. Çok güzel bir yerdi; karşımızda
masmavi Karadeniz, sağ tarafımızda ise
yemyeşil bir orman vardı. Öyle bir yer ki
giden dönmek istemez. İşte etkinliklerimizi orada yaptık. Mesela tahta üzerinde
yürüme, futbol maçları, plaj futbolu, basketbol, çadır kurma, okçuluk, atıcılık, balon patlatma ve yurt idarecileri tarafından
yapılan bilgi yarışmaları….
Üçüncü gün yani perşembe günü öğleden
sonra yine hep birlikte Samsun Amazon
Müzesine gittik. Girişte amazon adı ve-
HAZİRAN 2014
rilen kahraman bir kadın heykeli, sağ ve
sol taraflarda kocaman aslan heykelleri
vardı. Amazon bölgesinin tarihini rehber
hocamızdan dinledik. Hemen heykelin ön
tarafında bir tepe görünüyordu. Tepeye çıkamadık ama onun hakkında bilgi aldık,
tepenin üzerinde yan yana gömülen iki
tane kral mezarı varmış. Müzeden çıktık
ve otobüsümüze binip alışveriş merkezine doğru yöneldik, alışveriş merkezinin
yanındaki camide akşam namazı kıldık.
Namazdan sonra biraz alışveriş yapıp kaldığımız kampa döndük.
Cuma günü, bildiğiniz gibi cuma Müslümanlar için haftadan haftaya bayramdır,
uzakta olanın yakın ile buluşma günüdür,
fakir ve zengine aynı duyguları hissettiren gündür, O yüzden sabahleyin Kenan
Altuntaş ve Hasan Kırtıl hocalarımız sabah bizi
yemekhanede topladılar ve biz Müslüman gençlerin sorumluluklarıyla ilgili bize öğüt ve nasihat
verdiler. Ondan sonra saat 11.00’de cuma namazı
için hazırlık yaparak 19 Mayıs Camii’nde namazımızı kıldık. Cumartesi günü kahvaltıdan sonra
Amasya’ya doğru yola çıktık, iki buçuk saat sonra Amasya’ya ulaştık. Önce Büyük Ağa Müftülüğü Kur’an Kursu’na girdik. Bu kurs ortada havuz
bulunan sekiz köşeli bir yapıydı. Kursta hafızlık
yapmış veya hafızlığa devam eden çok sayıda öğrenci bulunuyordu. Öğle yemeğini orada yedik ve
öğle namazımızı orada eda ettik.
Namazdan sonra II. Beyazıd’ın oğlu Ahmet tarafından 1485 yılında yaptırılan Beyazıt Cami ve
külliyesine gittik, Caminin alanında hem medrese hem de yurt var ve eskiden dışarıdan gelen ilim
talebeleri oraya gelip ilim öğreniyorlarmış. Caminin bahçesinde camiyle aynı yaşta olan bir çınar
ağacı var. Ondan sonra Amasya’daki en yüksek
kaleye çıktık, kaleye çıkmak yaklaşık on beş da-
kika sürmüştü ama çıktığımıza değmişti; çünkü
kaleden bakıldığında tüm Amasya ayaklarımızın
altındaydı. Amasya’yı seyredip fotoğraflar çektirdikten sonra otobüsümüze binip kampımıza döndük.
Besinci gün kampımızda İhsan Şenocak hocamızın konferansı vardı. Bize İslam ve Hz Peygamberin hayatı hakkında çok güzel bilgiler verdi.
Ondan sonraki bir buçuk gün öğrencilere serbest
zaman olarak düzenlenmişti.
Gezimizin altıncı günü artık veda zamanıydı.
Kampın müdürüyle vedalaşmak ve kamp süresince yapılan yarışmalarda dereceye giren öğrencilere hediyelerini vermek amacıyla bir program
düzenlendi. Bu kamp bizim için çok faydalı ve
güzel oldu. Hem eğlendik, hem dinlendik hem de
güzel bilgiler edindik. Bu kampı düzenleyen başta okul idarecileri, yurt yöneticileri, bize hizmet
eden öğretmenler ve belletmen ağabeylerimize
çok teşekkür ediyoruz.
75
2014 Uluslararası Ziyaretler
2013-2014 eğitim öğretim yılında da okulumuza yurt içinden ve yurt dışından birçok ziyaretçi gelmiştir.
Okulumuza gelen misafirlere okulumuzun ve İmam Hatip Liselerinin tanıtımı,
eğitim öğretim faaliyetlerimiz, öğrenciler
ZİYARETLERİMİZ Adem Nalcı
ÜLKE
76
GÖREVİ
arası ilişkiler, başarılarımız, hedeflerimiz
vb. konularda brifing verilmiştir. Yapılan
ziyaretler ve ziyaretler esnasındaki görüşmeler uluslararası imam hatipler projesinin ne kadar isabetli bir çalışma olduğunu gözler önüne sermektedir.
ADI SOYADI
TARİH
1
POLONYA
Polonya Müslümanları Müftüsü
Tomasz MISHİEWİCH
20.01.2014
2
TAYLAND
Milli Eğitim bakanlığından Heyet
Thiernu Amadou Omar Hass DİALO
29.01.2014
3
CİBUTİ
Din İşleri Kültür ve Evkaf Bakanı
M. Aden Hassan ADEN
21.02.2014
4
TACİKİSTAN
Müftü
M. Aden Hassan ADEN
03.03.2014
5
ÇAD
Çad Yüksek İslam Konseyi Başkanı
Tomasz MISHİEWİCH
13.03.2014
6
MALİ
Mali Cumhuriyeti Din İşleri Bakanı
Dr. Hissein Hassan Abakar
28.03.2014
7
SENEGAL
Senegal Yüksek İslam Konseyi Başkanı
Mourchid Ahmed Jyane THİAM
11.04.2014
8
PAKİSTAN
Yetimler Okulu Müdürü
Serdar Muhammed YUSUF
13.04.2014
9
PAKİSTAN
Pakistan Din İşleri ve İnançlar Arası Uyum
Bakanı
Serdar Muhammed YUSUF
25.04.2014
10
RUSYA
Rusya Federasyonu İslam Bilim, Kültür ve
Eğitimi Destekleme Vakfı Genel Müdürü
Alexander JDAOV
02.05.2014
Senegal Yüksek İslam Konseyi Başkanı
Mali Cumhuriyeti Din İşleri Bakanı
Çad Yüksek İslam Konseyi Başkanı
Pakistan Din İşleri ve İnançlar Arası Uyum Bakanı
HAZİRAN 2014
2014 Ulusal Ziyaretler
1. İstanbul Valisi: Hüseyin Avni MUTLU
2. Artvin Milletvekili: İsrafil KIŞLA
3. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü: Dr. Muammer YILDIZ
4. Fatih Kaymakamı: Ahmet ÜMİT
5. Fatih İlçe Milli Eğitim Müdürü: Mucip KINA
6. Fatih Müftüsü: İrfan ÜSTÜNDAĞ
7. İYC Genel Başkanı: Yusuf TÜLÜN
8. Ensar Vakfı Mütevelli Hyt.Bşk.: İsmail Cenk DİLBEROĞLU
İstanbul Valisi Hüseyin Avni MUTLU
İstanbul Valisi Hüseyin Avni MUTLU
Fatih Kaymakamı Ahmet ÜMİT
İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Dr. Muammer YILDIZ
77
BİRAZ DA TEFEKKÜR
ÖDÜLLÜ SORU
HUKUK PROFESÖRÜ
ABC üçgeninin içerisinde D noktası
alınıyor. s(ABD)=s(DBC)=s(DCB)=10
derece, s(ACD)=20 derece ise s(BAD)
kaç derecedir?
Bir hukuk profesörü, yakından tanıdığı “X” ve “Y” ile ilgili şunları söylemiştir.
DÜŞÜN VE BUL
2. Eğer biri diğerini ağır yaralayacak
olsa, hiçbir mahkeme ona hapis cezası veremeyecektir.
Aşağıda verilen dizide soru işareti
yerine gelecek sayıyı bulunuz.
2, 3, 5, 11, 23, 47, 97, 191, 379, 761, ?
Aşağıdaki sayıları kutulara öyle bir
yerleştirin ki her kenardaki sayıların toplamı eşit olsun.
3, 5, 7, 11, 13, 17, 19, 23
BİRAZ DA TEFEKKÜR Nasrhiruddin Al Albani
İKİ KARDEŞ
78
Bir köyle ilgili nüfus kayıtları incelenmektedir. “A” isimli köylünün
kayıtlarına bakıldığında bu kişinin
ölmüş bir kardeşi olduğu görülmektedir. Ölmüş kardeşinin kayıtlarına
bakıldığında ise kardeşi olmadığı
görülmektedir.
Her iki kayıtta da yazılanlar doğru
olduğuna göre, durumu nasıl açıklarsınız?
ŞAİR
Bir şair, elindeki fotoğrafa bakarak
şunları söyler:
Yalnız büyümüş bir insanım,
Hiç kardeşim yoktur.
Ama bu insanın babası,
Benim babamın oğludur.
Şairle fotoğraftaki kişi arasındaki
ilişki nedir?
HAZİRAN 2014
1. Ne X ne de Y birbirlerini öldürmeyi düşünemezler ve göze alamazlar.
Büyük ilgi uyandıran ve tümüyle
doğru olan bu durumu açıklar mısınız?
KRAL VE MAHKÛM
Eski zamanlarda bir kral idama
mahkûm ettiği akıllı bir mahkûma
son bir şans vererek biri hayat diğeri
ölüm yazılı iki kâğıdı iki kutuya koyar. Birinci kutunun kapağında, “Bu
kutuda hayat, diğer kutuda ölüm
kâğıdı var.” önermesi yazılıdır.
İkinci kutunun kapağında ise“ Bu
kutuların birinde hayat, diğerinde
ölüm kâğıdı var.” önermesi yazılıdır.
Kral kâğıtta yazılı önermelerden
birinin doğru, diğerinin yanlış olduğunu ve mahkûmun kurtulabilmesi
için hayat kâğıdını bulması gerektiğini söyler.
Mahkûm kurtulmak için hangi
kâğıdı seçmelidir?
Bu resimde bir insan var. Resimde
saklı insanı 3 saniyede bulabilirseniz siz sağ beynini çok iyi kullanabilen bir dâhisiniz. Bakalım kaç saniyede bulabileceksiniz?
NOKTALARI BİRLEŞTİR
.
.
.
.
6 doğru ile, elinizi kaldırmadan ve çizdiğiniz
doğrunun üzerinden tekrar geçmeden aşağıdaki noktaları birleştirin.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
ÖN YARGILAR
Doktor, öğrencilerine yaşlanmanın psikolojik
belirtilerini öğretirken onlara şu olayı okur:
“Hasta ne konuşuyor, ne de söylenenleri anlıyor. Bazen saatlerce anlaşılmaz şeyler geveliyor. Zaman, yer ya da kişi kavramı yok. Yalnız,
nasıl oluyorsa, kendi adı söylendiğinde tepki
veriyor. Son altı aydır onun yanındayım, ne
görünüşü için bir çaba sarf ediyor ne de bakım
yapılırken yardımcı oluyor. Onu hep başkaları
besliyor, yıkıyor ve giydiriyor. Dişleri yok, yiyeceklerin püre halinde verilmesi gerekiyor.
Gömleği salyalarından dolayı sürekli leke içinde. Yürümüyor. Uykusu sürekli düzensiz. Gece
yarısı uyanıp çığlıklarıyla herkesi uyandırıyor.
Çoğu zaman mutlu ve sevecen, fakat bazen ortada bir sebep yokken sinirleniyor.
Biri gelip onu yatıştırana kadar da feryat figan
bağırıyor.”
Bu olayı okuduktan sonra, Doktor, öğrencilerine böyle birinin bakımını üstlenmek isteyip
istemediklerini sorar. Öğrenciler bunu yapamayacaklarını söylerler. Doktor, kendisinin
bunu büyük bir zevkle yaptığını ve onların da
yapması gerektiğini söyleyince öğrenciler
şaşırırlar. Daha sonra doktor hastanın fotoğrafını dolaştırmaya başlar. Fotoğraftaki doktorun altı aylık kızıdır. Doktor, makalesinde,
(günümüzde çok yaşandığı gibi) gülünç bir
yanlış anlamanın insana nasıl tamamen farklı
bir perspektif kazandıracağını anlatmaktadır.
Belki de hayatta yaşadığımız birçok şey bize
önyargılarımız ve bakış açılarımız tarafından
dayanılmaz ve zor gözükebilir...
TEZ DANIŞMANI
– Kolay gelsin, Bay Tavşan. Ne yazıyorsunuz?
Bay Tilki bir gün ormanda dolaşırken Bay
Tavşan’a rastladı. Bay Tavşan bir şeyler yazmakla meşguldü.
– Doktora tezimin 2. bölümünü yazıyorum.
– Kolay gelsin, Bay Tavşan. Ne yazıyorsunuz?
– Tavşanlar kurtları nasıl parçalar?
– Doktora tezimin 1. bölümünü yazıyorum.
– Yapmayın! Bu doğru değil. Bu bir bilim adamına yakışmayacak ciddiyetsizlik. Teziniz kökten yanlış.
– 1. bölümde teziniz ne?
– Tavşanlar tilkileri nasıl parçalar?
– Yapmayın! Bu hiç de doğru değil. Bu bir bilim
adamına yakışmayacak ciddiyetsizlik. Teziniz
kökten yanlış.
– Yaa..! Öyle mi? dedi Bay Tavşan, “Peki, gel de
deneysel kanıtı gör öyleyse.”
Bay Tavşan önde Bay Tilki arkada çalılığın arkasına doğru ilerlediler. Bir süre sonra Bay
Tavşan yüzünde gülümsemeyle çalılıktan çıkıp
geldi ve yerine oturarak yazmaya devam etti.
Bir zaman geçti. Bay Kurt’un yolu Bay Tavşan’ın
bulunduğu yere düştü. Bay Kurt sordu:
– 2. bölümde teziniz ne?
– Yaa..!dedi Bay Tavşan, “Gel de sana deneysel
kanıt göstereyim.”
Bay Tavşan önde Bay Kurt arkada çalılığın arkasına doğru ilerlediler. Bir süre sonra Bay
Tavşan yüzünde gülümsemeyle çalılıktan çıkıp geldi ve yerine oturarak yazmaya devam
etti. Biz de neler olduğunu merak ettik, tabii.
Çalılığın arkasına dolanıp baktık ki Majesteleri Aslan, ormanın Kralı, haşmetle oturuyor ve
etrafında parçalanmış kurt ve tilki.
Kıssadan Hisse:
Tezinizin ne olduğu hiç önemli değildir; önemli
olan tez danışmanınızın kim olduğudur.
79
Çizen : Shqipdon Bahtiri - Kosova
80
HAZİRAN 2014
İmam-Hatip Liseleri Arası Hafızlık Yarışması’nda
Öğrencimiz Mustafa N’diaye
İmam-Hatip Liseleri Arası Arapça Bilgi
Yarışması’nda Okulumuz
Türkiye İkincisi
Türkiye Birincisi
Uluslararası Fatih Sultan
Mehmet Anadolu İmam Hatip
Lisesi Adına İmtiyaz Sahibi
Mustafa Üçüncü
Genel Yayın Yönetmeni
Mustafa Gülali
Editör
Turan Koçtürk
Yayın Kurulu
Mehmet Cesur, Fatih Mehmet
Özdemir, Adem Yılmaztürk, Ayşe
Gülsüm Ünsal, Yılmaz Albayrak,
Umut Yanlık, Ali Kemal Gulfanov,
Mustafa Salihoviç, İsmail Kasango
Lubaba, Seid Şukra,
Ahmet Beşir Okumuşlar,
Afdorn Chekoh, Erkam Ertürk
Tashih
Mehmet Cesur, Fatih Mehmet
Özdemir, Ayşe Gülsüm Ünsal
Grafik Tasarım
Origami Reklam
(0212) 266 43 93
(0544) 792 91 93
www.origamireklam.com
Baskı
Matsis Matbaa
Adres
Daruşşafaka Cd.
Daruşşafaka Ön Sk.
No: 2 Fatih / İstanbul
Tel: (212) 491 21 99
Faks: (212) 491 17 43
Haziran 2014 Sayı: 3
“O’nun rengiyle boyandık.”
Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam-Hatip Lisesi Okul Dergisi
Uluslararası Arapça Münazara Yarışması’nda
Haziran 2014 Sayı: 3
Dünya Birincisiyiz