İndirmek İçin lütfen tıklayınız.
Transkript
İndirmek İçin lütfen tıklayınız.
Şehir ve Toplum ISSN: 7897678343213 şehir & toplum ŞEHİR&TOPLUM Sayı:3, Aralık 2015, ISSN: 7897678343213 İMTİYAZ SAHİBİ Recep Altepe (Marmara Belediyeler Birliği Başkanı) YAYIN YÖNETMENİ M. Cemil Arslan (Dr.) EDİTÖR Ezgi Küçük YAYIN KURULU Alim Arlı (Yrd. Doç. Dr.) Ergün Yıldırım ( Prof. Dr.) Hasan Taşçı (Dr.) Nail Yılmaz (Doç. Dr.) Ülkü Arıkboğa (Yrd. Doç. Dr.) DANIŞMA KURULU Ahmet Güner Sayar (Prof. Dr.) Ahmet İçduygu (Prof. Dr.) Ali Yaşar Sarıbay (Prof. Dr.) Beşir Ayvazoğlu (Yazar) Bilal Eryılmaz (Prof. Dr.) Fatih Andı (Prof. Dr.) Feridun Emecan (Prof. Dr.) Hüsrev Subaşı (Prof. Dr.) Kemal Sayar (Prof. Dr.) Korkut Tuna (Prof. Dr.) Recep Bozlağan (Prof. Dr.) Ruşen Keleş (Prof. Dr.) Selçuk Mülayim (Prof. Dr.) Semavi Eyice (Prof. Dr) Suphi Saatçi (Prof. Dr.) YAYIN ARALIĞI Şehir & Toplum dergisi, Marmara Belediyeler Birliği Şehir Politikaları Merkezi tarafından Haziran ve Aralık aylarında yılda iki defa yayımlanmaktadır. İLETİŞİM Tel: +90 212 514 10 00 Faks: +90 212 520 85 58 Adres: Marmara Belediyeler Birliği Ragıp Gümüşpala Cad. No:10 Eminönü 34134 Fatih / İstanbul YAPIM Gafa Ajans Adres: Katip Mustafa Çelebi Mah. Anadolu Sok. No:23 D:13 Beyoğlu / İstanbul Tel: +90 212 243 20 86 Faks: +90 212 243 28 59 GRAFİK TASARIM Merve Zenginel KAPAK TASARIM Selçuk Mülayim (Prof. Dr.) BASKI İÇİNDEKİLER KENT BELLEĞİ ÜZERİNE: SEMAVİ EYİCE İLE SÖYLEŞİ Ezgi Küçük, Serap Merve Doğan...........................................................................................7 TÜRKİYE’NİN İLK DÜNYA MİRAS LİSTESİ ÇALIŞMASI: SELİMİYE CAMİİ VE KÜLLİYESİ UNESCO DÜNYA MİRAS LİSTESİ ADAYLIK SÜRECİ Yaşagül Ekinci . ...............................................................................................................................17 TÜRKİYE’DE NEHİR BÜKLÜMLERİ İÇİNDE KURULAN ŞEHİRLER: EDİRNE ÖRNEĞİ Metin Tuncel.....................................................................................................................................35 KENTSEL DOKUSU BAĞLAMINDA OSMANLI DÖNEMİ EDİRNE EVLERİ H. Oya Saf, M. Emre Ergül ........................................................................................................43 MAHALLE BİYOGRAFİLERİNE BİR KATKI: OSMANLI DÖNEMİ EDİRNE’SİNDEN DÖRT ÖRNEK Yunus Uğur .......................................................................................................................................63 EDİRNE MENZİLLERİ Adnan Mehel . ..................................................................................................................................75 EDİRNE MURADİYE MEVLEVİHANESİ N. Çiçek Akçıl Harmankaya ..................................................................................................85 HALÎL-NÂME YAZARI ABDÜLVÂSİ‘ ÇELEBİ’NİN EDİRNE’DEKİ VAKFINA İLİŞKİN BİR BELGE Hakan Yılmaz ..................................................................................................................................99 YASAL DÜZENLEMELER BAZINDA BİR DEĞERLENDİRME: BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ STATÜSÜ KAZANMANIN İLLER ÜZERİNDEKİ ETKİSİ Özge Müberra Soydal, Ş. Şence Türk .................................................................................107 TOPLUMSAL PAYLAŞIMLAR ÜZERİNE: KAMUSAL ALAN KAVRAMI Şeyma Alpaslan................................................................................................................................133 EDİRNE TEKKELERİ KİTABI HAKKINDA Nuri Seçgin ........................................................................................................................................147 şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 takdim Değerli Okuyucular, İstanbul dosyası ile başlamıştık Şehir ve Toplum dergimizin serüvenine, Bursa dosyası ile devam ettik. Bu sayımız ile Edirne dosyamızı açtık. Üç şehir, üç payitaht… Deneme sayımızdan sonra çıkardığımız ikinci sayımız ile ilgili olarak bizi yüreklendiren geri dönüşler aldık. Her güzel beklenti, iyi işler yapmanın umudu ile beklentiyi karşılayamamanın ürpertisini birlikte üretir. Bizim ruh halimiz de böyle şu anda. İyi işler yapabileceğimize ilişkin coşkunluk ile doluyuz, fakat aynı zamanda beklentileri karşılayıp karşılayamayacağımıza ilişkin kaygıyı da taşıyoruz yüreğimizin derinliklerinde. Görüşlerine katılalım ya da katılmayalım, insan – toplum – şehir konusunda düşünen, üreten ve söyleyecek sözü olanlar için saygılı bir platform olabileceğimize ilişkin umudumuz her geçen gün artıyor. Dergimizi takip edenler fark etmiş olmalıdır; bilgi, düşünce ve fikir hayatının tümüne açık bir alan burası. “Dilce susulup bedence konuşulan bir çağda” insanları dil ile konuşmaya davet eden bir platform. Eğer başarabilirsek, kimilerince çoraklaştığına ilişkin kaygıların paylaşıldığı düşünce hayatımıza bir damla su dökebilmektir amacımız. İbrahim Peygamber’in atıldığı ateşe su taşıyan karıncanın çabası gibi bir durum yani; hangi safta olduğumuz bilinsin yeter. Biz saygılı bir üslup, bilgiye dayalı bir içerik ve etik kurallara uyulduğu sürece, düşünenlerin düşüncelerini aktarabilecekleri bir plat- formun tarafıyız; bütün düşünenlerin… Ekonomiden siyasete, mimariden teknolojiye kadar yoğun bir değişim/dönüşüm/ başkalaşım vetiresinde şehir - toplum ilişkisinin de yoğun tartışmalara konu olması doğaldır. Önemli olan, bu tartışmaların toplumsal zeminin absorbe edebileceği bir düzeyde seyretmesi ve uzun vadede hem taraftarları hem de muarızları için – mümkünse - asgari mutabakata evrilebilmesidir. Kuşkusuz tek tip bir bakışın mümkün ve istenebilir bir durum olmadığını biliyoruz. Fakat yine biliyoruz ki, “hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır” olmayı kasıtlı ve kısıtlayıcı bir tercih olarak benimsemeyenler “ortak fayda”da mutabakata varabilirler. Mutabakatı önemseyerek yola çıkanlar başkalarından ziyade kendilerini sınırlarlar. Çünkü insan olmanın aynı zamanda sınırlı olmak, eksik olmak anlamına geldiğini bilirler. Yani neyi bildiklerini (ve neyi bilmediklerini) bilmeseler de bilmediklerini bilirler. Yılda iki sayı olarak yayınladığımız Şehir ve Toplum dergisi, bu sayıdan itibaren dört aylık periyotlarla, yılda üç sayı olarak yoluna devam edecek. İçeriği ve görsel tercihleriyle eleştirileriniz doğrultusunda daha da zenginleşerek bu yolculuğu sürdürmek en büyük dileğimiz. Çölde kum tanesi, denizde damla misali… Keyifli okumalar… Recep Altepe Marmara Belediyeler Birliği Başkanı ISSN: 7897678343213 şehir & toplum EDİTÖRDEN Şehrin hareketi diğerlerine benzemiyor. Durursak şehrin dışında kalacağız. Toprağın altından ve üstünden tutunan evler, sular, köprüler, insanlar, ağaçlar… Yaşadığımız her an, her hareket birer anı oldu bile. Şehrin anıları, hareketin gideceği yönü ve şiddeti belirleyebilir mi peki? Bu soruyu kim yanıtlar? Muhatabı belki de hareket eden herkes; fakat anı analizciliğinin ve arşivciliğinin mesullerinden biri olmaya Şehir & Toplum dergisi ile Marmara Belediyeler Birliği baş koydu bile. İstanbul ve Bursa’nın ardından Osmanlı döneminin bir diğer başkenti olan Edirne’yi Şehir & Toplum’un 3. sayısında dosya konumuz olarak ele alıyoruz. Üstelik İstanbul, Bursa, Edirne derken şehirlerin mimarı – mühendisi Mimar Koca Sinan’ı Selçuk Mülayim’in çizgileriyle kapağımıza aldık. Dosya konusuna girmeden okumaya Semavi Eyice söyleşimiz ile başlamanızı öneririm. Yaşadığı şehirlere dair anılarını konuşmak üzere Serap Merve Doğan ile berber Semavi Eyice’yi evinde ziyaret ettik. Hocamıza kent belleği üzerine yönelttiğimiz sorularımızın yanıtları, kritik noktalara değinen, samimi bir söyleşi olarak dergimizin bu sayısında açılışı yapıyor. En küçük detayları hatırlayan güçlü bir hafızayı, memleket sevgisini ömrünü adadığı çalışmalarıyla göstermiş bir meslek insanını, bir sanat tarihi üstadını dinliyoruz. Mimar Sinan’ın ustalık eseri olarak tanımladığı Edirne Selimiye Camii’nin, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmasını bir yerel yönetim başarısı kapsamında değerlendiren ilk makalemiz, bu süreçte fiilen emekleri bulunan Yaşagül Ekinci’nin kaleminden UNESCO Dünya Mirası Listesi Adaylık Süreci’ne dair nitelikli bilgiler de içeriyor. Tarihi şehirlerin yer seçme safhalarında coğrafi özelliklerin önemli etkileri olduğunu biliriz. Özellikle de su kaynakları civarlarına kurulan yerleşkeler, tarihi dönemler içinde evrimleşerek günümüze kadar gelmiştir. Metin Tuncel, Edirne’yi de bu bağlamda ele alan bir makale ile nehir büklümleri içinde kurulan şehirler tipolojisine örnek olarak bize anlatıyor. Ardından, Edirne şehrini Osmanlı dönemi boyunca gelişen kentsel dokusu ve ev tipolojileri yönünden inceleyen Oya Saf ve Emre Ergül’ün çalışmaları ile irdelemeye devam ediyoruz. Makale, bir şehrin kentsel şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 gelişim sürecini ve kimliğini tanımlayan mimari öğeleri teknik olarak anlatırken, tarihi bir döneme ait envanter araştırması da sunuyor. Mimari kimliğinden sonra Edirne’yi mahalle ölçeğinde başka bir gözle okumaya başlıyoruz. Yunus Uğur, mahalle biyografilerine bir katkı olarak sunduğu makalesinde Edirne’nin Osmanlı dönemindeki dört mahallesinin sosyal kimliğini bizlere aktarıyor. Tarihte kalmış fakat yaşatılmaya çalışılan bir spor olan okçuluk üzerine çalışması ile Adnan Mehel, bir müsabaka alanı olarak – özellikle Edirne’deki - ok meydanlarını ve okçuluk sporuna dair bazı bilgileri risalelerden alıntılarla bizimle paylaşıyor. Edirne’de bir tasavvufi yapı; Konya, Bursa ve İstanbul mevlevîhanelerinin aksine günümüze kadar kalıcılığını sağlayamamış ancak izlerine ulaşılabilen Muradiye Mevlevîhanesi’ni, Çiçek Akçıl Harmankaya makalesinde inceliyor. Hakan Yılmaz, dosyamızın son makalesi olan çalışmasıyla Osmanlı döneminde resmi belge kayıtlarının titizlikle hazırlandığını ve Edirne’nin de bu konuda önemli bir uygulama alanı olduğunu anlatıyor. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden Abdülvâsi Çelebi’nin Edirne’de bulunan bir vakfına ilişkin tahrîr kaydını bularak bize sunuyor. Üçüncü sayımızda, şehircilik alanında iki ayrı konuyu da işledik: 16 büyükşehir; sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi sıralamasındaki farklılıklar, kamu yatırımlarına ait değerler, net göç hızlarındaki değişimler, kır-kent arasındaki nüfus hareketleri ile gayri safi yurtiçi hâsıla değerleri açılarından dönemsel olarak, Özge Müberra Soydal ve Şence Türk tarafından inceleniyor. Şeyma Alpaslan, şehirciliğin ve şehirliliğin önemli meselelerinden kamusal alan kavramına teorik bir giriş yapıyor. Toplumun ortak paylaşım mekânı olan kamusal alanları tasarlama noktasında herkes için erişebilirlik, güvenlik, aidiyet duygusu barındırmak gibi özellikleri gündeme getiriyor. Kitap incelemesi bölümünde ise, yazarlarımızdan Çiçek Akçıl Harmankaya’nın, Edirne’deki tekkelerin kent içerisindeki yerleri, fiziksel farklılıkları ve benzerlikleriyle irdelendiği, Edirne Valiliği Kültür Yayınları’ndan çıkan Edirne Tekkeleri isimli kitabını Nuri Seçgin’in kaleminden okuyoruz. Okumaktan vazgeçmiyoruz! Ezgi Küçük 5 EDİTÖRDEN şehir & toplum SÖYLEŞİ ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 KENT BELLEĞİ ÜZERİNE: SEMAVİ EYİCE İLE SÖYLEŞİ Röportaj: Ezgi Küçük*, Serap Merve Doğan** 1* 2** Ezgi Küçük , Serap Merve Doğan Toplum şehri için ne yapar? Şimdiye kadar neler yapmış? Bunları yapan topluma şehir ne verir? Bu sayımız için Serap Merve Doğan ile birlikte, değerli hocamız Prof. Dr. Semavi Eyice’yi evinde ziyaret ettik. Hocamızın kent belleği ve tarihi yapıların korunması üzerine tecrübelerini dinledik. Ömrünü, işine inanarak geçirmiş bir sanat tarihçisinin, bir hocanın, bir üstadın birbirini takip eden detaylarla paylaştığı anıları, üzücü gerçekleri irdelememizle devam etti. Bilginin, emeğin kıymetinin bilinemediği, değer biçme yetisinin neye hizmet ettiğinin tartışmalı olduğu memleketimizden * Marmara Belediyeler Birliği Şehir Planlama Koordinatörü, Şehir&Toplum dergisi editörü **Marmara Belediyeler Birliği Uluslararası İşbirliği Koordinatörlüğü Görevlisi umut kaybetmemek adına şehir kültürü ve doğru uygulamaların yapılmasındaki sıkıntılar üzerine sorgulamalarla sohbetimizi bitirdik. Ezgi Küçük Semavi Hocam, öncelikle Şehir & Toplum dergisi ekibi adına bize vakit ayırmayı kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. İzninizle biraz şehirlerin hafızası ve dolayısıyla şekillenen kültürlerini; yapılan müdahaleleri ve hataları sizin tecrübeleriniz bağlamında dinlemek isteriz. Bu nedenle şunu sorarak başlayacağım; sizce kent belleği nedir? Semavi Eyice Şimdi bakın hanımefendi, benim kafamı kurcalayan husus bizim insanımızın yaşadığı yere sahip çıkmaması. Sahiplenilmeyen yerin hafızası mı kalır? 7 SÖYLEŞİ ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Örneğin, 12 sene araştırma yaptığım Toros Dağları’nın tepeleri; vadilerden iniyorsunuz ayrı bir ören, çıkıyorsunuz ayrı bir ören. İnsanlar buralarda yaşamışlar. Yiyeceklerini de sağlamışlar öyle bir yerde. Bugün bakıyorsunuz ne eken var ne biçen var oralarda. Yalnız bu bölgede çalışma yaptığım vakit bazı bitkilere bol bol rastladım. Bunların başında zeytin geliyor; tabii yabanileşmiş zeytin ağaçları. Hatta oralarda çok önceleri valilik yapmış bir adamın hatıra kitabına tesadüf ettim. Bu bölgede yabanileşmiş çok fazla zeytin ağacı var, bunların hepsi aşılansa Türkiye muazzam şey kazanır tavsiyesinde bulunuyor; fakat hiçbir şey yapılmamış. E.K. O halde bölgenin kimliğinde zeytinciliğin yeri olabilirdi… 8 SÖYLEŞİ S.E. Bu bölgenin Antik devirde bile zeytincilikle geçindiğini anlamak mümkün. Kayadan oyma, 2 metreye 1,5 metre ölçülerinde, aşağı yukarı 15 - 20 cm derinliğinde dikdörtgen planlı bir havuz yapmışlar. O havuzun başında bir tane seren yeri vardı. Serenli kuyuları bilir misiniz? Anadolu’da ve Avrupa’da da vardır bazı köylerde. Çatallı bir ağacı alırlar, yere çakarlar. Bunun içine de bir tane seren koyarlar. Upuzun bir ağaç; onun da alt ucunda çakılmış, bağlanmış bir ağırlık vardır. Serenin ucunda da bir tane zincir ile tutturulmuş, ahşaptan, tahtadan oyma bir kova vardır. Onunla akarsuyu olan köylerde suyu çekerler. Ondan sonra onu bakraçlarına, kovalarına doldururlar, sonra başkasını çekerler ya da arkadaşlarına bırakırlar, evlerine taşırlar o suyu. Bu serenli kuyular bu Avrupa’da tarımla uğraşan bazı yerlerde varmış. Hala var mı bilmiyorum ama resimlerini görmüştüm zamanında. Eh, bunun kalıntılarını bu Silifke dağlarında ben gördüm. Havuz var; bir tane çörten şeklinde bir oluk yeri de var kenarında. Üzerinde serenin yeri de belli. Seren yok olmuş tabi. Çürümüş gitmiş yüzyıllarca yıldan sonra, fakat ağırlık taşı hala duruyor yanında. Ortası delik, huni şeklinde yekpare bir taş. Bunların hep resimlerini çekmiştim. Ondan sonra bunu indiriyorlar aşağıya. Sonra bu defa zeytinyağını o taşın ağırlığıyla eziyorlar; oluğundan o havuza akıyor, doluyor. Ondan sonra oradan 30 cm kadar alıyorlar, neyle taşıyorlarsa taşıyorlar. İşte o dağlarda bunlardan yüzlerce bulabiliyorsunuz; bu zeytinyağı ezme havuzlarını. Hatta bir tanesi çok enteresan; bir adam ölmüş. Ona bir mezar odası yapılmış özel olarak. Herhalde varlıklı çiftçilerden biriydi. Sütunlu, mabet şeklinde; içinde de mezarı var adamın. Tam önünde bir tane bu zeytinyağı ezme havuzundan var. Adamın herhalde mülkiyeti ordaydı ki mezarını da oraya yapmışlar. Bir defasında da toprağa gömülü bir lahdin kapağını buldum. Yanında da gene ezme presi var. Ölü kültüyle, ölü inancıyla birlikte bu zeytin ezme yerlerinin yapılmış olduğunu gösteriyor bu iki örnek. Bir tanesini doğrudan mozole yapmışlar, bir şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 tanesindeyse sadece lahdin kapağı var. Belki kazı yapılırsa falan lahdin kendisi çıkacaktı. E.K. Aslında kent belleğinden bahsettiğimiz zaman tarihçinin, mimarın ve yerel yönetimlerin ayrı rolleri olduğunu söyleyebiliriz. Kent koruma yaklaşımları bu rollerde nasıl yer almalı? S.E. Bizim memlekette ne korunur? Biz kutsal saydığımız camiyi bile korumaktan aciziz. Gidiyorsunuz bakıyorsunuz çini var; çinilerin üzerine çivi çakılmış… Karaman taraflarında bir köye gittim. Harikulade çinilerle kaplı bir mescit var. Adam çivileri çinilerin üzerine çakmış. Bu satılan Kâbe resimleri falan var hani, onları koymuş. Yahu ne yaptın sen, dedim. Bana bak sen o nedir biliyor musun, dedi bana. Ben de çok şükür bilmiyorum, müsaadenizle anlatın, aydınlatın dedim. Sonra orada olan birkaç kişi adama işaret yaptılar. Bana da üsteleme, adam zaten delidir dediler. Beni adamın elinden kurtardılar. Adana’ya gittik. Çok şirin, Ramazanoğulları zamanında yapılmış pırıl pırıl bir cami var; Adana Ulu Camii. Girdik içeriye, baktım; zevkle yapılmış. Her tarafı ayrı dikkatle; içinde çiniler var, tahta oymalar var. Küçük beylikler yaptıkları camileri diğer büyük beyliklerle yarışmak için süslü yapmışlar. Bir baktım caminin tavanlarında bu yatak odalarına, salonlara falan asılan avizeler var. Abajurlar var üstünde. Yahu dedim bu kadar itidalli bir caminin kandilliklerin üzerinde ışıklandırmaları vardır. Bir imam geldi. Ona bu caminin başka birtakım şeyleri yok muydu daha önce dedim. Aaa vardı şu dolapta, dedi. Ondan sonra çatı dolabın kapağını açtı. İçeriye baktım; yığın halinde kristal avize parçaları darmadağın. O boncuklar falan hep birbirinden ayrılmış. Tıka basa doldurmuşlar, kapamışlar dolabı. Hâlbuki onlar monte de edilebilir. Fakat o anda öyle bir şey fark ettim ki avizeyi falan unuttum. Kapağı açmıştım ya, iç tarafını yemyeşil kalın yağlı boyayla boyamışlar! Nakışlarla süslenmiş dolabı boyamışlar… Ne yaptınız ya, dedim. Fena mı mübarek renge boyadık dedi. İnanamadım ama maalesef böyle. Müze müdürü vardı oranın. Şunlarla biraz ilgilensenize, dedim, madem burada vazifelisiniz. Yok efendim laf mı dinliyorlar, dedi. Hatta vakıflara bir yazı gönderdim. Bu kimyevi bir unsurdan kabartıp kaldırmak mümkün oluyor zarar vermeden; tabii çok zahmetli. Yapıp yapmadıklarını bilmiyorum. Yine aynı şekilde Karaman’ın güneyinde ufak bir kasabada, tarlalara doğru nefis bir mozaik bulundu. Açıkta duruyordu. O dönem müzeler genel müdürüne dedim ki; bunun üzerine bir şey koyun, koruyun. Köylü de yardım edecek, dedim. Haa bakalım, dediler. Hiç de bir şey yapmadılar. Serap Merve Doğan O halde yalnızca kaybolmaya yüz tutmuş kültürlerin eserleri değil, yaşanılan kültürün de itibarsızlaştırılması söz konusu hocam. S.E. Anadolu’nun, Türkiye’nin birçok yerinde terk edilmiş sinagog ve kiliseler var. Ve maalesef camiler de var. Biz bir kere öğrencilerle birlikte Konya’ya gittik. Program gereği Adana’ya gidip, sahil boyu devam edecektik. Adana’nın biraz yukarısında, Toroslar’a doğru bir nehir gördük; klasik tipte, sivri kemerli 9 SÖYLEŞİ ISSN: 7897678343213 şehir & toplum bir Osmanlı köprüsüydü. 4. Murat döneminde yapılmış. Köprünün tam başında kubbeli bir cami gördük. Zannediyorum ki, cami köprü ile aynı zamanda yapıldı. Caminin yanına gidip baktığımda, harabe halde olduğunu gördüm. Caminin etrafından otlar çıkmış, minaresinin yarısı yıkılmış, kapısı yok. İçeriye girdim ve ne gördüm biliyor musunuz? Tasavvur edemezsiniz. Camiyi havyan ağılı yapmışlar. İçeriye betondan gözler yapıp, her hayvana mahsus bir daire yaratmışlar. Bir de hayvanlara yem yeme yerleri yapılmış ve düşünün; bu Müslüman olarak geçinen Türkiye’de Adana Şehri’nin burnunun dibinde… Ne böyle iman olur ne de böyle medeniyet olur. E.K. Sahiplenip koruyabilmenin yanında doğru teknik bilgilerle doğru uygulamaları icra etmek de bir başka sorun sanırım. Sizin çalışmalarınızda bu sorunlar nasıl görünüyordu? 10 SÖYLEŞİ S.E. Bu bir sorun tabii… Efendim bir ufak cami, minicik mescit; Haliç’in karşı yakasında, Hasköy’ün üstlerinde. Harap olmuş, fakat bu mescit Sinan’ın listesinde var. Bina çok harap ve bir dönemde mimarisi değişmiş. Sinan’ın yaptığı cami değil. Haliç’e doğru da bir kayma var yapıda. Bu sebeple binanın dışından firkete demir ile bağlamışlar camiyi. Ondan sonra proje yapmışlar; mescidi ihya edecekler tekrar. Teknik Üniversiteli üyemiz, olmaz bu yapılamaz, dedi. Sinan’ın camiine yapamazsınız, dedi. Sonraki devirde bu bina tadilat görmüş, dedik. Onu da yapamazsınız, binaenaleyh olmaz, yapacaksanız en son şekliyle yapın, dedi. Eh peki o da olsun, dedik. Böyle bir proje getirdiler. Ondan sonra bu şekilde bu duvarları sağlamlaştıracağız, üzerini de çatı ile kapatacağız ve kullanacağız, dediler. Hayır efendim bu böyle olmadı, benzemedi gibi laflar ederek sürekli itiraz ettiler. Bari oldu olacak filketeleri de bırakalım, dedim. Cevap yok. Ee kafaları böyle, böyle çalışırlar. Tabii çok daha acı şeyler oldu. Tescil etmişler bir binayı, ikinci grup eski eserdir diye… Bina restore edilecek, bir mimarlık bürosuna verilmiş. Restorasyon projesi hazırlanmış. Önce reddetmişler çeşitli sebeplerle. Mimar bir daha çizmiş; renkli olarak da son halini tablo etmiş. Mimarlardan biri aldı tetkik etti iyice, sonunda bu proje olmamış, dedi. İkinci bir mimar aldı eline projeyi, tetkik etti etti etti… Altındaki yazıya baktı hangi mimarlık bürosu hazırlamış diye. İstanbul’da daha iyi bürolar var, onlara niçin havale edilmemiş bu iş, dedi. Ben de vurdum masaya, beyefendiler bari oldu olacak adres de verin, dedim. Çıktım gittim ardından. Anıtlar Kurulu’nda görev yaparken ayrılmam için uğraşanlar, bu dönemde yerime yeni üye seçtiler beni silip. Aradan bir sene geçti, yeni bir bakan beni tekrar kurula yazmış. Tekrar başkan olduğumda bu restorasyonu yapılacak eski konağı sordum orada çalışan hanımlara. O iş oldu bitti, dediler. Nasıl, dedim; binayı tescilden çıkardılar, dediler. İkinci grup tarihi eserden çıkarmışlar. Arkasından başka bir mimara havale edildi inşaat, dediler. Kime, dedim; dediler ki, o kurulda epey yetkili bir zatın oğluna… Ben Anıtlar Kurulu’nda tam 40 yıl görev yaptım, para filan da verilmezdi. İşlerin şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 çokluğuna göre gece yarısına kadar çalıştığımız olurdu. Tepeleme dosyalar gelirdi… Zaman zaman seçim suretiyle başkan da oldum. Ondan sonra başkanlıktan ayrıldığım da oldu. Kafam attı bir defasında toplantıyı terk ettim, istifa ettim sayıp hemen yerime bir üye buldular işte anlattığım gibi. Ben bin bir türlü macera atlatarak, bin bir türlü çomak sokmalarla mücadele etmek zorunda kaldım. S.M.D. Hocam, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Almanya’da okumakta olduğunuzu biliyoruz, bizzat şahit olmuşsunuzdur. Savaş esnasında Avrupa’da çok büyük yıkıntılar meydana geldi. Bu esnada birçok yapı, tarihi eser zarar gördü. Peki, Avrupa bu yapıları nasıl canlandırabildi? S.E. Efendim Paris falan hiç bombalanmadı. Ama İngilizler ve bilhassa Amerikalı pilotlar bombaladı. Amerikalıların bir antlaşması vardı. Pilotlar kendi uçağı düşmeden 10 sefer Almanya üzerinde uçabilirse, emekli olup, büyük bir para alıyordu. Bu sebeple pilotlar bunun için çalışıyorlardı. Bu sebeple hiç hedef aramadan Almanya’yı ciddi şekilde vurmuşlardır. Benim oturduğum kasabada memleket hastanesi vardı. 8 tane tam isabet aldı. 1 hafta sonra gittiğimde insanlar halen enkaz toplamaya çalışıyorlardı. S.M.D. Peki Almanlar nasıl toparladı bunu? Nasıl çalıştılar? S.E. Organizasyonel çalışıyorlar çünkü. Benim oturduğum kasabada 18. ya da 19. asırdan kalma evler vardı. Bizim özel bir ad verdiğimiz bir teknik vardı. Meşe kütüklerinden karkas yapılır. Araları çamurla karışık olarak tuğla kırıklarıyla, taşlarla doldurulur. Ve sonra o kütükle- Semavi Eyice ri falan özel bir boyayla ayrı bir renkle boyarlar. Sonra aradaki şeyleri de eğer kireçleri varsa badana ederler. Bunlara hımış inşaat denir Türkiye’de. Aynı şey Almanya’da da vardır. O evlerden bomba isabet edenler için o evlere savaş döneminde yıkılmasın diye direkler konuldu. Üstüne de ‘’Bu ev bölge mimarisini işaret ettiğinden korunacaktır. Harpten sonra restore edilmek üzere yeniden yapılacaktır’’ yazardı. Almanya’da bir turda Speyer’de küçük butik katedrallerden gördük çok bomba yemiş. Orta kısımda çatılar vs ne varsa hepsi çökmüş. Adamlar binayı restorasyona başlamışlar. Baktım etrafı arsa halinde. Yerde muazzam bir fronton kopyası yapılmış mukavvadan; birebir ama… Bunun bir tarihte frontonları varmış orta kısmın iki yanlarında. Bu frontonlar tabii yıkılmış. Bunların biçimlerini bulmak için arşivleri karıştırmışlar. Viyana’daki bir arşivde eski bir takım desenler bulmuşlar. O desenlerde piramidal bir şekilde frontonlar varmış bunun üstünde. Bir takım nakışlar falan da varmış. Onu ya- 11 SÖYLEŞİ ISSN: 7897678343213 şehir & toplum pacaklar fakat eğer bu yapılırsa arkasındaki çatı nasıl devam etmeli onu kestiremiyorlar. Onun üzerine aşağıya maketini yapmışlar; onu vinçlerle kaldırıp, yerine koyup, olup olmadığına bakmak üzere. Adam bu detayda çalışıyordu. Ayrıca kubbesi falan da yıkılmış. Adamlar, eski teknikte tuğlaları tek tek dizerek yapmamışlar kubbeyi. O kubbenin göbeğe kadar bir segmanını ölçmüşler. Ondan bir tane kalıp yapmışlar. O kalıba da çimentodan bölmeler yapmışlar. Sonra bir araya getirdiklerinde kubbe direk tamamlanmış. Ama bizde hala eski yöntemler devam ediyor ne yazık ki. E.K. Eser yenileme süreci kent belleğini ve şehre aidiyeti sağlamlaştıran hem teknik hem idari yanlardan biri. Şehir & Toplum’un bu sayısında Edirne özelinde konuyu biraz daha açmak isteriz hocam. 12 SÖYLEŞİ S.E. Edirne’de saraya giderken, ayrı bir adacık halinde nehrin üstünde ayrı bir toprak parçası vardır. Hatta fazla yağış ya da akıntı varsa, saray içi denilen yer suyun altında kalıyor. O yolun sağında Beylerbeyi Camii vardır. Sol tarafında da onun evkafından olan bir hamam vardır. Oraya para getirsin ve caminin ihtiyaçları karşılansın diye yapılmış. Hamam baya süslü, güzel bir hamammış, fakat depremde yıkılmış. Beylerbeyi Camii’ni Vakıflar restore ettirdi. Namaza açtı. Ancak, hamam öylece bırakıldı. İçi nakışlı fevkalade bir hamamdır bu. Beylerbeyi Camii’ne öğrencileri götürdüğümde Camii’ye gittik. Oktay Aslanapa’nın yayınladığı plana baktım. Yerinde çizmemiş, yerinde de karşılaştırmamış. Vaktiyle Edirne camilerinin 3 - 5 tanesinin planlarını yayınlamış olan Cornelius Gur- litt öğrencilerini göndererek, planlarını çizdirmiş. Ne var ki 3 gün gibi kısa bir süre kalmışlar Edirne’de. Makalesinde de yazıyor zaten. Orada alelacele bazı camilerin rölövelerini çıkardık, diyor. İbadet edilen kısmı dikdörtgen bir yapı olarak görmüş. Hâlbuki onun yanında Avrupalıların ters T tipi dedikleri, benim zaviye camiler dediğim ve de yandaki odaların fonksiyonlarının ne olduğunu hesaplayarak verdiğim isimle tabhâneli camilerdir bunlar. Hatta bu grup camilerin 2 tane de kocamanı vardır İstanbul’da. Birisi Yavuz Sultan Selim Camii, biri de Beyazıt Camii. Onun da yanında o ek kanatlar vardır. Hatta onları da namaz mekânlarına katmışlardır ve onların tepelerinde de muhakkak ortasında bir avlu olması gerekir o tabhânelerin. Oraya da birer aydınlık feneri konulmuştu. Allah rahmet eylesin bilgili Zeynep mimar, onları restore ederken, o aydınlık fenerlerine farklı bir şekil vererek, kubbemsi bir kılıf içine soktu onları. Yanlış bu; onlar aslında aydınlık verecek; bu sebeple camlı, pencereli olması lazımdı. Ancak, bizim restoratör mimarlarımızın yeteri kadar bir sanat tarihi bilgisi olmadığından ve okumadıklarından oranın neden öyle yapıldığını anlamamışlardı. Mesela İznik yolu üstünde bir ufak kasaba vardır. Orada tepenin üzerinde böyle tabhâneli bir cami varmış. Oranın belediyesi çok fikri evvel olduğundan, şehre tazyikli su vermek için bir tepe lazım olduğunda, o tabhâneli caminin duvarlarını iyice sıvatmış, tabhâneleri ayırmış ve duvarla örmüş, biraz da sıvamış onunla basmış suyu caminin içine. Cami olmuş su deposu. Osmanlı’nın ilk eserlerinden Orhan Gazi zamanından kalma şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 cami… İçeri girdim; ne plan çıkarmaya imkân var ne başka bir şey. Odalar da kapanmış… Tabii Osmanlı mimarisinin ilk zamanlarından eser; odaları yapmış ama küçük ölçüde. Bu odaların önünde bir avlu fikrini yaşatacak bir mekân yok. Yalnız koridorumsu, helâ aralığı gibi bir mekân var. Bu defa üstlerine minicik bir aydınlık feneri koymuş. Ocaklı falan bir oda var tabii. Ama onlar tamir edilmediği için garip kalmış öyle. E.K. Edirne’de yıkılmış olan bir saat kulesinin restorasyonu söz konusu bugünlerde. Son olarak bu saat kulesinin hikâyesi nedir? İşte aynı durum Beylerbeyi Camii için de geçerli. Tabhâneler dışarıda fakat bunlar aynı zamanda bir tekke mahiyetinde de olduğundan, biraz iç tenzilatları falan biraz başka türlü oluyor. Namaz mekânı caminin bütünü değil, öndeki mihraplı kısmı. Bir de kapalı avlu olarak gördükleri ön kısım var ya, onun tepesinde de bir aydınlık oluyor muhakkak. Aydınlık feneri var. İkisi arasında bir yüksekli farkı olduğundan, ayakkabılıklar var. Hatta ben bunu Ankara’da yapılan I. Türk Sanat Tarihi Kongresi’nde bildiri olarak verdim. Orada dinleyicilerden yaşlı bir adam, o esnada arşiv çalışmaları yapıyormuş. Bazı camilerin o yan kanatlarında namaz kılınır mı kılınmaz mı tartışması çıkmış ve fetva verilmiş kılınabilir diye, dedi. Biz de hayret ettik ne gerek var diye, dedi. Osmanlı toprağı olan her yerde bir saat kulesi yapılması öngörülmüştür. Bazı yerlerde mevcut kulemsi yerler varsa onların üzerine oturtmuşlar saat kulesini. Bazısında temelden itibaren yeni bir şey yapmışlar. Bu yerine göre değişmiş. Erzurum’da kale burçlarından birini ele almışlar. Hatta üzerinde de Saltuklular’dan kalma boydan boya şerit halinde bir kule yapmışlar. Onu da biraz bozmuşlar, tahrip etmişler. Edirne’deki de öyledir. Eski Bizans devrinde kullanılan Edirne Kalesi’nin burçlarından birisinin üstündedir. Onda da boydan boya bir Bizans kitabesi var idi. Sonra bunun üzerine önce ahşap bir saat kulesi yapmışlardı. Fakat sonra bu saat kulesi çürümüş mü yıkılmış mı ne… Onu kaldırmışlar, yine padişahlık devrinde bu sefer bir mimariye sahip olmak üzere, barok üstü yaklaşan, sütunlu bir kule yapmışlar. Tabii aynı genişlikte değil; altı geniş. Geniş kale burcu. Üzerinde Bizans devrinden yapma bir tuğla var çepeçevre ve ortasında da dağ var. Geç Osmanlı devri – Tanzimat mimarisinden bir kule yapılmış. O kule bundan 60 sene öncesine kadar sapasağlam duruyordu. Edirne’de bir deprem oldu. Arkasından belediye bir emir verdi. Bu Bir de biraz daha geç devir olmak üzere Afyon-Karahisar ilçelerinden birinde, eskiden adı Sincanlıydı şimdi adını onun Sinanpaşa yapmışlar, Sinanpaşa Camii vardır. Oldukça büyük bir camidir. Bir de onun yanında odalar vardı; kapalıydı. Ambar mı yapmışlar dolap mı yapmışlar, odaların ağzı tıka basa doluydu. S.E. Edirne’deki saat kulesi hakkında benim bir makalem vardır. Genellikle cülus yıldönümünde, 25. seneyi doldurduğunda hükümdarlara bir şeyler yapılır. Avrupa’da da yaparlar. II. Abdülhamit için de bir harekât yapılmış ve onun üzerine de 13 SÖYLEŞİ ISSN: 7897678343213 şehir & toplum kuleyi yıkın dedi. Menderes Dönemi’nde Tanzimat mimarisinde olan üst kısmı yıkıldı. Ben ona dair bir makale yazmıştım. Daha doğrusu bir ara Güney Doğu Avrupa devletlerinin kültür ve sanatlarını inceleyen bir kongre kurulmuştu. Hepsi; Bulgaristan, Macaristan, Romanya komünist idaresindeydi. Bir Yunanistan’ın ne olduğu belli değildi. İyi kötü bu kongreler toplanırdı. Bir defa Bulgaristan’da, bir defa Romanya’da, bir defa Yunanistan’da… Tabi bizde Balkan devleti sayıldığımızdan katılırdık. Bunlardan bir tanesinin Ankara’da olması kararlaştırıldı. Dünyadaki kongrelere bizim âlimlerimizin hepsi akın akın katılırdı. Ancak Ankara’da yapılan kongreye iki Türk katıldık. Ben o kongrede Edirne Saat Kulesi’ni sundum; makalenin o kongre kitabına basılması lazımdı fakat basılamadı. Sonunda ben de o yazıyı, başkanın Prof. Afif Erzen olduğu, ikinci başkanın da ben olduğum, Edebiyat Fakültesi’nin Güney-Doğu Avrupa Araştırmaları dergisinde yayınladım. 14 SÖYLEŞİ S.M.D. Hocam, değerli paylaşımlarınız için çok teşekkür ederiz. Uluslararası ölçekte çalışan bir sosyal bilimci olarak korunmuş tarihi eserlerin ve tarihi kentlerin oluşturduğu imajı iyi biliyorum; fakat sizin yerelde birebir yaşadığınız örneklerle bunları görmek küreselleşen dünyada yer edinmeye çalışan yerel yönetimlere, tarihi değerlerini doğru bilgi ve yöntemlerle korumayı ve yaşatmaya vesile olur diye umuyorum. E.K. Serap’ın düşüncelerine ben de katılıyorum; yaşamın sürdürüldüğü toprakta ne varsa değerini bilip sahiplenince dünyanın tamamıyla bir olunabilir… Kent belleği sorusuyla yola çıkıp o belleği nasıl deforme ettiğimize hatta yok ettiğimize kadar değindik. Edirne Saat Kulesi üzerine yapılacak çalışma için de iyi sonuçlar duymayı umuyoruz. Kıymetli anılarınızı ve düşüncelerinizi bizlerle paylaştığınız için tekrar teşekkür ederiz hocam. S.E. Ben teşekkür ederim. Size de elimden geldiğince anlatmaya çalıştım. Başarılar diliyorum. Sayı:3, ARALIK 2015 şehir & toplum 15 SÖYLEŞİ şehir & toplum DOSYA: EDİRNE 16 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 TÜRKİYE’NİN İLK DÜNYA MİRAS LİSTESİ ÇALIŞMASI: SELİMİYE CAMİİ VE KÜLLİYESİ UNESCO DÜNYA MİRAS LİSTESİ ADAYLIK SÜRECİ Yaşagül Ekinci* Yaşagül Ekinci3* Özet 2000’li yıllara kadar 10-20 sayfalık rapor şeklindeki adaylık dosyaları ile UNESCO Dünya Miras Listesine giriş süreci yönetilmekte idi. 21. yüzyıla giriş ile dünyadaki hızlı kalkınma hamleleri, küresel ısınma ve silahlı çatışmalar gibi toplumları ve mirasları olumsuz etkileyen unsurların etkisi ile Dünya Miras Listesi adaylık süreçleri değişmeye başladı. UNESCO’nun miraslar için koruma ve yönetme çalışmalarını merkeze alan adaylık dosyaları talep etmesi ile adaylık süreçleri; uzun yıllara yayılan, toplum ve STK’ların aktif * Danışman, Miras Yönetimi Uzmanı, Trakya Üniversitesi; Bergama Belediyesi UNESCO Dünya Miras Alan Başkanı, [email protected] görevler üstlendiği, ulusal ve uluslararası işbirliklerinin yerel yönetimler düzeyin de sağlandığı bir çalışmaya dönüştü. Edirne, UNESCO ve ICOMOS’un belirleyici olduğu uluslararası koruma normlarının ana hatlarını belirlediği bu adaylık sürecini, birçok bilinmezi de aşarak, başarılı şekilde tamamladı. Selimiye Camii ve Külliyesi, 2011 yılında 35. UNESCO Dünya Miras Komitesi toplantısında, ülkemizin UNESCO Dünya Miras Listesi’ndeki 10. varlığı olarak listeye adını yazdırdı. Bu gelişme; adaylık çalışmalarını yerel yönetimin üstlenmesi; adaylık süreci içinde “Alan Yönetimi Planı” hazırlanması ve ülkemizin uzun yıllardır farklı nedenlerle ilişkilerini nerede ise kopardığı UNESCO ile yakınlaşmasını 17 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Şekil 1: Selimiye Camii yukarıdan görünüş (Enver Şengül, 2005). sağlayan bir dizi gelişme içinde dikkat çekici bir etki yaratmıştır. Bu başarı Edirne’nin, ülkemizdeki yerel yönetimlere örnek teşkil etmesi yanında, 2011 yılı sonrası Türkiye’deki birçok kültürel varlığın UNESCO Dünya Miras Listesi’ne girmesi için akademik dünyanın, STK’ların ve merkezi kurumların artan çalışmalarında da tetikleyici rol üstlenmiştir. UNESCO41, Birleşmiş Milletler’in eğitim, bilim ve kültür kurumu olarak, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, 1946 yılında kurulmuştur. Bu kurumun yasası 1945 yılı Kasım ayında Londra’da 44 ülkenin temsilcilerinin katıldıkları bir toplantıda kabul edilmiştir. Türkiye, bu yasayı im- Ülkemizde son yıllarda Dünya Miras Listesi ile ilgili yaşanan gelişmelerin de etkisi ile UNESCO’nun “kültürel miras” ve “miras alanlarının korunması ve yönetimi” gibi iki kavram etrafında yürüttüğü çalışmalar ön plana çıkmaktadır. Oysa UNESCO’nun çalışma alanları ve uluslararası işbirliklerine baktığımızda şunu görmekteyiz: UNESCO, insan hakları, özgür basın, herkes için eğitim imkânlarının eşit ve etik şekilde sağlanması, küresel ısınma, depremle mücadele, su ve orman havzalarının korunması, korunması, kültürel endüstriler ve kalkınma, dijital medya ve telif hakları vb. farklı alanlara dağılan çalışmalar yürütmekte- 1 United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization. Türkçe: Birleşmiş Milletler, Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu. 2 UNESCO Sözleşmesi, ülkemizde 20 Mayıs 1946 tarihli ve 4895 sayılı kanunla onanmıştır http://www.unesco.org. tr/ index.php?gitid=1 3 http://en.unesco.org/countries/member-states UNESCO 18 DOSYA: EDİRNE zalayan devletler arasında onuncudur52. Aralık 2015 itibari ile UNESCO’ya üye 195 devlet, muhabir üye 10 devlet bulunmaktadır63. şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 dir. UNESCO tüm çalışmalarını, kırsal - kentsel, kadın – erkek, çağdaş – geleneksel gibi kavramsal ayırımlardan ziyade insanların ve toplumların ihtiyaçları doğrultusunda ve engelli veya kısıtlılara da öncelik veren kültürel – bilimsel ve eğitsel faaliyetler olarak yürütmeye çalışmaktadır74. Dünya Miras Listesi: Mirasların Korunmasında Uluslararası İşbirliği Türkiye-UNESCO ilişkileri içinde önemli yere sahip olan Dünya Miras Listesi (DM Listesi), 1972 yılında Paris’te toplanan UNESCO Genel Kurul’unda kabul edilen Dünya Kültür ve Doğal Mirasının Korunması Sözleşmesi’ne (Miras Sözleşmesi) dayanılarak oluşturulmuştur85. UNESCO’nun 1972 tarihli sözleşme dışında, Liste’nin genel işleyişi ve varlıklarda aranan istisnai evrensel değer ile ilgili tanımlamaları yaptığı bir “Dünya Miras Sözleşmesi Uygulama Rehberi” de bulunmaktadır96. DM Listesi’ne aday tüm kültürel ve doğal miraslar için süreç sözkonusu bu iki belge temel alınarak işletilir ve varlıkların Listeye alınıp-alınmayacağına yine bu iki temel belgedeki kriterler çerçevesinde karar verilir. 4 UNESCO’nun hedef ve amaçları ve bu amaçlara ulaşmak için öngördüğü eylem planları için bakınız: http://unesdoc.unesco.org/images/0022/002278/227860e.pdf 5 Konvansiyon Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 2658 No ve 14.04.1982’li ‘’Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşmeye Türkiye Cumhuriyetinin Katılmasına Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun ve Sözleşme’’ ile kabul edilmiştir. Tam metin için bakınız: http://teftis.kulturturizm.gov.tr/TR,14269/dunya-kulturel-ve-dogal-mirasin-korunmasi-sozlesmesi.html 6 Operational Guidelines for the Implementation of the World Heritage Convention, Bknz. (İngilizce) http:// whc.unesco.org/archive/opguide13-en.pdf Ülkelerin sahip oldukları kültürel ve doğal mirasların tespit, tescil ve koruma çalışmalarını uluslararası işbirliği ile yürütmelerini sağlamak üzere ve koruma konusundaki standartların takip edilmesi için Sözleşme, ayrıca UNESCO’ya üye ülkelerin arasından seçilen 21 devletin katılımı ile “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunması İçin Hükümetlerarası Komite” (Dünya Miras Komitesi-DMK) kurulmasını öngörmüştür. Komite, Sözleşme’de tanımlanan kültürel ve doğal varlık kategorilerini dikkate alarak istisnaî evrensel değerde170mütalâa ettiği ve Dünya Mirası Kriterlerine18 uygun bulunan, kültürel veya doğal mirasların oluşturduğu Dünya Mirası Listesi’ni yayınlamakla yükümlüdür129. Sözleşme ayrıca kültürel ve doğal mirasların ulusal ve uluslararası korunması ile ilgili taraf ülkelere sorumluluklar da yüklemektedir1310. Ülkeler bu sorumlulukları tüm insanlığa karşı bir görev olarak yürütmek zorundadırlar1411. Liste, kültürel koruma alanında tanıtım ve eğitim yolu ile dünyanın her yerinden geniş halk kitlelerinin bilinçlenmesini ve kültür varlıklarına sahip ülke yönetimlerinin korumada sorumluluk altına girmelerini sağlayan etkin bir araç olarak da kullanılmaktadır. 7 Ayrıntılı bilgi için bknz. Uygulama Rehberi Paragraf 49. 8 Kriterler için bakınız: Dünya Miras Sözleşmesi Uygulama Rehberi Paragraf 77: http://whc.unesco.org/en/guidelines/ 9 Dünya Mirasının Korunması Sözleşmesi Madde 11. 10 Dünya Mirasının Korunması Sözleşmesi Madde 4 ve Madde 5. Sözleşme İngilizce metni için Bknz. http://whc. unesco.org/archive/convention-en.pdf Sözleşme Türkçe metni için Bknz. http://teftis.kulturturizm.gov.tr/TR,14269/dunya-kulturel-ve-dogal-mirasin-korunmasi-sozlesmesi.html 11 Dünya Mirasının Korunması Sözleşmesi Madde 6 ve Madde 7. 19 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Varlıkların, kültürel, doğal ve karma miras (hem kültürel özellikleri ve hem de doğal özellikleri bir arada barındıran) statülerinden herhangi biri kapsamında kaydedildiği Liste’ye Selimiye Cami ve Külliyesi Kültürel Miras olarak girmiştir. Dünya Miras Komitesi istisnai evrensel değere sahip 12 varlığı, ilk kez 1978 yılında Dünya Miras Listesi’ne alarak Liste’yi yayınlamıştır. Aralık 2015 itibari ile 163 ülkeden, 802 kültürel, 197 doğal ve 37 karma özelliğe sahip varlık (toplam 1031) Dünya Miras Listesi’nde bulunmaktadır1512. Asıl Liste’ye girmeden önce ülkelerin “Tentative”, yani ön listeye girmek için başvuruda bulunmuş olmaları gerekmektedir. Ön listedeki varlıklar DM Listesi Adayı statüsünü kazanmakta ve bu alanların gerçek listeye girmesi için daha sonra üye ülkelerin hazırlayacakları Dünya Mirası’na Başvuru Dosyası’nı, Dünya Mirası Komitesi’ne göndermeleri ile yapılabilmektedir. 20 DOSYA: EDİRNE UNESCO, 2000 yılı sonrası listeye alınma kıstaslarını değiştirerek, özellikle taşınmaz doğal ve kültürel varlıkların korunması ile ilgili uygulamalarda koruma planlarının hazırlanmasını talep etmeye başlamıştır. Ülkemizde Alan Yönetimi Planı olarak adlandırılan bu stratejik çalışmanın hazırlık sürecinde ise, varlığın bulunduğu coğrafyadaki yerel yönetimlerin ve yerel halkın temel görevleri üstlenmeleri şartını getirmiştir. 12 Ayrıntılı bilgi için bakınız: http://whc.unesco.org/en/list/ UNESCO ve Türkiye: Kültürel Zenginliklerin Baş Rolde Olduğu Bir İşbirliği Ülkemiz, UNESCO sözleşmesini imzalayan ilk ülkelerden olmasına karşın yakın coğrafyalardaki çatışma ortamları, ekonomik krizler ve iç gerginlikler nedeni ile Birleşmiş Milletler (UN) ile ilişkileri içinde UNESCO’nun geri plana itildiğini görmekteyiz. Buna karşın son on yıl içinde UNESCO ile ilişkilerin hızla gelişme gösterdiğine de tanık olmaktayız. Son yıllarda yürütülen çalışmaları vurgulamadan önce, UNESCO ile ilişkilerimizin geçmişine bakmak daha faydalı olacaktır. UNESCO sözleşmesini imzaladığımız 1946 yılından 2000’li yıllara kadar geçen süreçte, maalesef UNESCO ile işbirliklerimizin zayıf olduğunu görmekteyiz. Bu dönemde UNESCO’nun işbirliği ile ülkemizde yürütülen çalışmalara örnek olarak İstanbul ve Göreme’yi koruyarak gelecek nesillere aktarmak amacıyla 1983 yılında başlatılan kampanya verilebilir1613. Söz konusu kampanyanın bir sonucu olarak her iki kültürel alan da UNESCO Dünya Miras Listesine 1985 yılında girmiştir1714. Bu alanlar aynı zamanda ülkemizin UNESCO Dünya 13 http://portal.unesco.org/en/ev.php-URL_ ID=26440&URL_DO=DO_TOPIC&URL_SECTION=201.html kampanya hakkında ayrıntılı bilgi için: http://unesdoc.unesco.org/images/0014/001470/147021eo.pdf Söz konusu uluslararası kampanya ile aynı zamanda yürütülen Topkapı ve yıldız Saraylarının korunması ve restorasyonu ile ilgili bir diğer kampanya hakkında bilgi için : http://unesdoc.unesco.org/images/0014/001470/147005eo.pdf (Topkapı ve Yıldız sarayları ile ilgili bu kaynakta İstanbul ve Göreme ile ilgili yürütülen uluslararası kampanya hakkında detaylar da bulunmaktadır.) 14 http://www.kulturvarliklari.gov.tr/TR,44423/dunya-miras-listesi.html şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 Miras Listesi’nde temsil edilen ilk kültürel varlıkları da olmuşlardır. Türkiye’de kültür ve doğal varlıkların korunması ile ilgili temel yasal metni olan 2863 sayılı Kanun’un1815 1983 yılında kabul edildiği dikkate alınırsa, bu dönemin ülkemiz koruma tarihinde bir dönüm noktası da olduğu ortaya çıkmaktadır. Türkiye bu dönemde 1983-1989 yılları arasında aynı zamanda DMK üyesi olmuştur. Ülkemizin Selimiye Camii’nden önceki nerede ise tüm Dünya Miras Alanları bu dönemde listeye alınmıştır. Bu durum ülkemiz ile UNESCO ilişkilerinin, uzun vadeli ve stratejik işbirliğine dayanmaktan ziyade belirli dönemlerde artan, belirli dönemlerde kopma noktasına gelen, çoğunlukla ulusal kurumların yetki ve sorumluluklarında inisiyatif almaları ile yürütüldüğünü göstermektedir. Öyle ki ülkemizin Dünya Miras Aday Varlıkları (Tentative-Geçici Liste Varlıkları) 2000 yılına kadar sadece Karain Mağarası’ndan ibaret idi. Ancak, 2000 yılında bir anlık canlanma ile 13 kültürel varlığımız birden UNESCO Dünya Miras Listesi adayı statüsünü kazandı. Ardından 2009 yılına kadar aday varlıklarda hiçbir gelişmenin yaşanmadığı durağan bir dönem yaşandı. Selimiye Camii ile ilgili adaylık hazırlıklarının sürdürüldüğü 2009 yılında yine bir canlanma ile 4 varlığımız Dünya Miras Listesi Adayı statüsünü kazandı. Selimiye Camii’nin Dünya Miras Listesi’ne girdiği 2011 yılı sonrasında ise, bu rakam bu kez çok hızlı bir şekilde artarak, 2015 yılında 60’a ulaştı1916. 15 Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu: http:// www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.2863.pdf 16 Listenin en güncel hali ve yıllara göre artan seyri için bakınız: http://whc.unesco.org/en/statesparties/tr Öte yandan, gerek 2000 yılı öncesinde, gerekse 2000 yılı sonrası işbirliklerinde Anadolu’nun zengin mirası üzerinde yaşıyor olmamızın sunduğu avantaj ile ülkemizin tamamen ‘’kültür’’ başlığı ile ilgili çalışmalara katıldığına tanık olmaktayız. Örneğin, Türkiye 2000 yılında tarihi kentler ve depremler ile ilgili bir toplantıya ev sahipliği yapmıştır2017. UNESCO’nun teknik bilgisine, 2004 yılında Zeugma Antik Kenti’nden çıkarılan eserlerin sergilenmesi için kurulacak müze ile ilgili çalışmalar başlığı için başvurmuştur2118. Ülkemiz 1999-2004 yıllarında ise yine UNESCO teknik ve maddi destek programları kapsamında İstanbul Tarihi Yarımada’da; Fatih, Zeyrek, Yenikapı ve Süleymaniye’de yürütülen restorasyon projelerine maddi ve teknik destek sağlamıştır2219. 2013 yılında ise, UNESCO, Türkiye ve Japonya ortak bir proje kapsamında Göreme’nin korunması ve sit alanı içindeki kimi restorasyon çalışmalarına destek sağlanması için işbirliği gerçekleştirmişlerdir2320. Ülkemiz ayrıca Kasım 2013 yılından beri Dünya Miras Komitesi Üyesi olarak faaliyet göstermektedir. Bu görev 4 yıl sürecektir. Öte yandan, 2016 yılında UNESCO Dünya Miras Komitesi 40. Toplantısı, 10-20 Temmuz tarihlerinde İstanbul’da düzenlenecektir2421. Ülkemizin “kültür” başlığı altında UNESCO ile işbirliğine verilecek bir diğer gü17 Ayrıntılı bilgi için bakınız: http://whc.unesco.org/en/ activities/783/ 18 Çalışmanın ana hatları için bakınız: http://whc.unesco. org/en/activities/784/ 19 Daha fazla bilgi için bakınız: http://whc.unesco.org/en/ activities/782/ 20 Daha fazla bilgi için bakınız: http://whc.unesco.org/en/ news/1057/ 21 http://whc.unesco.org/en/sessions/40COM 21 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum zel örnek ise, 2013 de imzalanan Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi’dir. Sözleşme’nin hazırlık sürecinde, ülkemizin ev sahipliği yaptığı önemli toplantılar, Sözleşme’nin uygulanmasından sorumlu Hükümetlerarası Komite’de aldığı görevlerdir2522. UNESCO-Türkiye ilişkilerindeki bu son dönem, aslında yerel yönetimlerin de miraslarını hatırladığı bir sürece denk gelmektedir. Selimiye Camii’nin Dünya Miras Listesi’ne adaylık sürecinin yoğun şekilde yürütüldüğü 2009 - 2010 yıllarına ve sonrasına baktığımızda, ulusal çerçevede yerel yönetimlerin kültürel kalkınma çabaları içine daha yoğun şekilde girmeye başladığına tanık olmaktayız. Tarihi Kentler Birliği’nin toplantılarında, bizzat belediye başkanları, valilikler ve kalkınma ajansları gibi yerel aktörler tarafından “Kültürel Koruma ve Kalkınma” ve “Kültürel Koruma ve Turizm” gibi başlıklarla sürdürülen çalışmaların; bu çalışmalardan elde edilen kazanımların anlatılması, UNESCO ve Dünya Miras Listesi ile ilgili olarak yürütülen çalışmaları daha da ön plana çıkarılmaktadır2623. Ülkemizde UNESCO konusunda yerel ve ulusal kurumlardaki farkındalığın yükselmesi ile Dünya Miras Listesi’ne 22 DOSYA: EDİRNE 22 Türkiye’nin 2013 tarihli sözleşmenin hazırlık sürecinde ve sonrasında yüklendiği aktif görevler için bakınız: http://www.unesco.org.tr/?page=11:129:5:turkce 23 Tarihi Kentler Birliği ve ÇEKÜL Vakfı gibi kuruluşların yerel yönetimler ile yürüttükleri kültürel koruma çalışmaları başlıbaşına bir araştırma konusu olarak incelenme gerektirmektedir. Bu makalede her iki kurumun da başarı ile yürüttüğü yüzlerce çalışma henüz bilimsel bir analize tabi tutulmadığı için net bilgi verilememiştir. Ancak, bilimsel bir incelemeden çıkacak sonuçların değerlendirmesi ise her iki kurumun ve yerel yönetimlerin ‘’kültür’’ başlığı dışında, kalkınma, çevre sorunları, eğitim vb farklı konularda UNESCO gibi uluslararası kurumlar ile işbirliği içinde başarılı şekilde nasıl çalışabilecekleri ortaya konulabilecektir. adını yazdıran varlık sayısı hızla artmıştır. 2011 yılında Selimiye Camii Dünya Miras Listesine ülkemizin 10. varlığı olarak girdikten sonra, 2013 yılı dışında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne her yıl yeni bir kültürel varlığımız adını yazdırmıştır. 2014 ve 2015 yıllarında ise ikişer varlık listeye dâhil olmuştur. 2015 yılında, Dünya Mirası sayımız 15’e yükselmiştir2724. Bu artışta yereldeki yönetsel kurumların taleplerinin itici güç olduğu da bilinmektedir. Ayrıca ülkemizde UNESCO Milli Komitesi2825 COMOS Milli Komitesi2926 ve IUCN3027 gibi UNESCO’ya danışmanlık yapan komitelerin etkinlikleri de her geçen gün artmaktadır. Bu etkinliklerin nerede ise tümü yine “kültür” başlığı altındaki çalışmalardan oluşmaktadır3128. Yerel Yönetimlerin Koruma Çabalarında Değişen Rolleri Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sında; tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması ile ilgili olarak Madde 63, birinci 24 Listenin en güncel hali ve yıllara göre artan seyri için bakınız: http://whc.unesco.org/en/statesparties/tr 25 http://www.unesco.org.tr/ 26 Türkçe: Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi. ICOMOS’un çalışmaları ve UNESCO çalışmaları içinde ki danışmanlık faaliyetleri ile ilgili ayrıntılı bilgi için bakınız: http://www.icomos.org/en/ -ICOMOS Milli Komitesi ve çalışma alanları için bakınız: http://www.icomos.org.tr/ 27 Türkçe: Uluslararası Doğayı Koruma Birliği. IUCN’in çalışmaları ve UNESCO çalışmaları içinde ki danışmanlık faaliyetleri ile ilgili ayrıntılı bilgi için bakınız: http://www. iucn.org/about/ IUCN içinde ülkemizin etkinlikleri ile ilgili bilgi için bakınız: http://cenevreofisi.dt.mfa.gov.tr/ShowInfoNotes. aspx?ID=203426 28 Ülkemizin Somut Olmayan Kültürel Miras, Dünya Hafızası, Yaratıcı Kentler Ağı, Üniversitelerdeki UNESCO Kürsüleri vb UNESCO’nun farklı programlarındaki çalışmaları hakkında bilgi için bakınız: Türkiye UNESCO Milli Komisyonu resmi web sitesi: http://www.unesco. org.tr/?page=15:0:1:turkce UNESCO resmi web sitesi içinde ki Türkiye bölümü: http://en.unesco.org/countries/turkey şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 fıkra “Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu maddedeki “devlet” tanımı, kanunlarımıza baktığımızda ilk olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı olarak algılanır. Bu algı yanlış değildir, ancak eksiktir. Kültür ve Turizm Bakanlığı, kültürel koruma konularında “üst kurum” olarak düzenleme ve denetleme faaliyetlerinden, yasal prosedürlerin şekillenmesinden sorumludur. Bu durum ülkemizin koruma konusundaki temel yasal metni olan 1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda da belirtilmektedir. Kanun’un 10. Maddesi 6. Fıkrası’nda, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın pasif koruma faaliyetleri gerçekleştirdiğini vurgulanmaktadır. Aktif uygulamalarda ise, kültürel ve doğal koruma faaliyetlerinden; farklı bakanlıkların, yerel yönetimlerin, valiliklerin, vakıfların, özel mülk sahiplerinin, STK’ların ve aslında toplumun tüm kesimlerinin sorumlu olduğunu görmekteyiz. Bu nedenle yerel yönetimler özellikle de son on yılda, gerek çağdaş koruma anlayışı içinde, gerekse çağdaş yönetim anlayışı çerçevesinde, kültürel mirasın korunmasında merkezi bir rol üstlenmektedirler3229. Son on yıl içinde gelişen bu durumun yasal zeminde de karşılığını bulduğunu görmekteyiz. 2004 yılında 2863 sayılı Kanun’da yapılan değişiklik ile koruma çalışmalarında planlama, işbirliği, ko29 Yerel yönetimlerin çağdaş koruma çalışmalarında ki rolü ile ilgili olarak ülkemizde zengin akademik çalışma bulunmaktadır. Konu hakkında kapsamlı bilgi için Ahunbay,; Bektaş; Erder; İncioğlu; Kuban veya TMMOB Mimarlar Odası yayınları incelenebilir. ordinasyon gibi kavramları ön plana çıkaran ve yerel yönetimlere tüm bu kavramların hayata geçirilmesinde görevler yükleyen “Alan Yönetimi” sistemi yasallaşmıştır. 2005 yılında ise, 2863 sayılı Kanun’daki yeni maddelere dayanılarak 26006 sayılı “Alan Yönetimi İle Anıt Eser Kurulunun Kuruluş ve Görevleri İle Yönetim Alanlarının Belirlenmesine İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” yayımlanmıştır. Bir Yerel Yönetim Başarısı: Türkiye’nin ilk Dünya Miras Listesi Çalışması Ülkemiz kanunlarında yaşanan yasal ve yönetsel değişiklikler sonrası, UNESCO ve ICOMOS gibi uluslararası kurumların çalışma yöntemini, takvimini ve içeriğini belirlediği koruma çalışmalarının başında gelen DM Listesi adaylık süreci ülkemizde ilk kez Edirne Belediye’si tarafından gerçek anlamda yürütülmüştür. Üstelik 2000 yılı sonrasında UNESCO tarafından talep edilmeye başlanan kapsamlı adaylık dosyası ülkemizde ilk kez Edirne Belediye’si tarafından hazırlanmıştır. Selimiye Camii ile ilgili yürütülen çalışmaların kendinden önceki çalışmalardan farklı bir formatta ilerlediği sürecin farklı yönleri açısından tartışılabilir. Örneğin, basit bir gösterge olmakla birlikte adaylık dosyalarının büyüklüğü karşılaştırıldığında dahi Selimiye Camii’nin adaylık sürecinin kendinden önceki çalışmalardan çok farklı olduğu anlaşılmaktadır. Selimiye Camii’nden önce, ülkemizden son olarak Truva Antik Kenti 1998 yılında Dünya Miras Listesine girmiştir. Truva’nın adaylık dosyasına baktığımızda sadece 10 sayfalık bir dosya 23 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Şekil 2: Selimiye Camii (Enver Şengül, 2013). ve 50 sayfalık kaynakçadan oluştuğunu görmekteyiz. Buna karşın Selimiye Camii’nin dosyası bin sayfayı aşan bir detay çalışma sunmuştur. 24 DOSYA: EDİRNE Bu çalışma, Türkiye’de DM Listesi’ne kültürel bir zenginliğinin girmesi için, bir belediyenin hazırlık yaptığı ilk çalışma olmanın yanında, Edirne Belediyesi DM adayı varlığın ve çevresinin bütüncül korunması için 26006 sayılı yönetmeliğe dayanarak, Alan Yönetimi Planı3330 hazırlık çalışmalarını da UNESCO adaylık süreci kapsamında yürüten ilk belediye olmuştur. Alan Yönetimi Planı ana hatları 2863 sayılı kanun ve 26006 sayılı yönetmelikle ile belirlenen bir tür ‘’Kültürel ve Doğal Varlıkların- Sitlerin bütünleşik koruma yöntemleri ile katılım ve şeffaflık ilkeleri dikkate alınarak korunması için öngörülen stratejik plandır. 30 Alan Yönetimi Planı ana hatları 2863 sayılı kanun ve 26006 sayılı yönetmelikle ile belirlenen bir tür ‘’Kültürel ve Doğal Varlıkların- Sitlerin bütünleşik koruma yöntemleri ile katılım ve şeffaflık ilkeleri dikkate alınarak korunması için öngörülen stratejik plan’’dır. Uluslararası yazında “Heritage Management Plan” - Miras Yönetim Planı - veya “Site Management Plan” - Sit Alanı Yönetim Planı - gibi farklı adlarla da bilinen Alan Yönetimi Planı, iç mevzuatımız dışında UNESCO’nun DM Listesi başvurularında talep ettiği bir çalışmadır. UNESCO bir Dünya Miras Alanı’nın, alanda sorumlu tüm tarafların işbirliği ve eşgüdümü ile katılımcı yöntemlerle korunduğunu, koruma uygulamalarının bilimsel yöntemlerle sürdürüldüğünü, finansal kaynakların yerinde ve zamanında tanımlandığını, çalışmalardaki ilerlemelerin düzenli olarak takip edildiğini gösteren bir tür stratejik plan çerçevesinde korunmasını ülkelerden talep etmektedir. Ülkemizde halen farklı iki çalışma gibi algılanmasına karşın aslında UNESCO Dünya Miras Listesi Adaylık Dosyası ile Alan Yönetimi Planı nerede ise birbirinin aynı iki belgedir. Bu nedenle, pratik bir karar ile Edirne Belediyesi için her iki şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 çalışmanın da aynı birim tarafından yürütülmesi sağlanmıştır. Adaylık Çalışmasında Süreçler Her iki çalışma da ana hatları ile 2009 yılında yürütülmüş olsa da, Selimiye Camii’nin adaylık çalışmalarının başlaması 2003 yılına kadar gitmektedir. Ancak 2009 yılına gelinene değin, aktif bir çalışmaya başlanmadığı, daha çok kurumlar arasında ve kentte aktif olan STK’lar arasında yapılan görüşmelerden ibaret kaldığı gözlemlenmektedir. Birinci dönem: Bu dönemde UNESCO çalışmalarına temel teşkil edecek fiziki alan 2003 senesinde Edirne Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından belirlenmiştir. Alan, 2003 yılında, hangi kurumların alan belirleme çalışmalarında yetki ve sorumlukları olduğunun henüz netleşmediği bir ortamda, Selimiye Camii ve Külliyesi’nin dış avlı duvarlarını kapsayacak büyüklükte belirlenmiştir. 2005 tarih ve 26006 sayılı Yönetmelik’in yayımlanmasından sonra, 2007 tarihinde Alan Yönetimi Planı’na temel teşkil edecek Selimiye Camii ve Külliyesi Koruma Alanı, Bakanlık oluru ile ve yine Edirne Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararı ile belirlenmiştir. Bu alan, Selimiye Camii’nin odağında olduğu Tarihi Edirne Kent Merkezi’nin nerede ise tümünü kapsamaktadır. Bu iki temel çalışma sonrasında, 2006 ile 2009 yılları arasında UNESCO Adaylık Süreci ve Alan Yönetimi Planı hazırlan- ması konusunda kentte toplam 12 toplantı yapılmıştır. Bu toplantıların, 26006 sayılı Yönetmelik’in yeni olması nedeni ile Alan Yönetimi Planı hazırlama süreçleri ve bu süreçlerdeki katılım mekanizmalarının yanlış anlaşılması dolayısıyla verimli geçmediği gözlemlenmiştir. Öyle ki ilk toplantılarda birçok kurumun yetkilerinin elinden alındığı ve kendilerinin üzerinde ayrı bir idari yönetsel birim oluşturulduğu endişesini söze döktükleri görülmüştür. Öte yandan farklı kurumların, UNESCO DM Listesi adaylık süreci gibi özel bir çalışmada yerel yönetimin ana güç durumunda olmasını kabul etmemesi de bu toplantıların ortaya net sonuçlar çıkmamasındaki temel etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dönemde, aslında Edirne Belediyesi’nin de UNESCO adaylığını daha çok perestiş olarak algıladığı ve Adaylık Dosyası’nın hazırlanması için aktif çalışmalara başlamadığı görülmüştür. Belediye bu ilk dönemde çalışmaları yürütecek ekip oluşturulması ve sürecin düzenli işlemesi için ofis tahsisinin yapılması gibi temel gereklilikleri sağlamamıştır. İkinci dönem: Çalışmaların ikinci bölümü 2009 ile 2011 yılları arasını kapsamaktadır. Bu dönemsel ayrımda belirleyici olan olay 14 Şubat 2009 yılında yapılan Kent Sempozyumu’dur. Sempozyum’da Selimiye, UNESCO ve Alan Yönetimi gibi hususlarda yapılan ortak tartışmalar, farklı kurumların ve bizzat Edirne Belediyesi’nin çalışmalara somut olarak başlanması konusundaki isteğini artırmıştır. 25 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Bu sayede 2009 yılının Nisan ayında, 26006 sayılı Yönetmelik gereği Edirne Belediyesi çalışmalarda koordinasyondan sorumlu olacak Alan Başkanı’nı atamıştır. Kenti ana hatlarının, kültürel değerlerinin ve koruma sorunlarının ortaya konulması için alt bölge analizleri yapılması, Bu atama sonrası Temmuz 2009’da, Edirne Belediyesi AB ve Dış İlişkiler Bürosu, Selimiye Camii’nin DM Listesi adaylık sürecindeki çalışmaları yapmak üzere Belediye Meclisi kararı ile görevlendirilmiştir. Aynı büro, Alan Yönetimi Planı hazırlanmasından da sorumlu sayılmıştır. »» Camii ve tarihi Edirne kent Merkezindeki bitki envanterinin çıkarılması, Büronun adaylık sürecini yürütmeye başlaması sonrası; »» Selimiye Camii’nin inşasından bu yana geçirdiği tüm değişiklikler, tanık olduğu restorasyonlar vb. hakkında Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile ortak çalışılmaya başlanması, bu çalışmaların içine daha sonra İl Müftülüğü’nün dâhil edilmesi, »» Alandaki Kültürel varlıkların dokümantasyonu ve tespiti, »» Alanın öneminin ortaya konması için kaynakça ve arşiv araştırmaları yapılması, 26 DOSYA: EDİRNE »» Alanda ilgisi bulunan paydaşların tespiti, (kurum ve kuruluşlar yanında STK’ların ve kentteki kanaat önderlerinin, yazarların, koleksiyoncuların, sanatçıların tespiti de paydaş analizleri içinde yapılmıştır) »» Camii’nin adaylık süreci ile ilgili halkın, öğrencilerin, yerli ve yabancı turizm temsilcilerinin öğrenmesi için farklı onlarca çalışma yürütülmesi, »» Camii ve çevresindeki Tarihi Edirne »» İl Emniyet Müdürlüğü, DSİ, doğal gaz şirketi, elektrik dağıtım şirketi, Edirne Belediyesi’nin su ve kanalizasyon, park ve bahçeler, kültür ve sosyal ilişkiler ile ilgili birimleri ile kısa ve uzun vadeli projeleri hakkında planlama etapları oluşturulması, »» Trakya Üniversitesi ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile kültürel koruma ve farkındalık yaratma konularında, kent belleği kurulması hususunda kısa ve uzun vadeli projeler oluşturulması, gibi temel çalışmalar ardından Selimiye Camii’nin Adaylık Dosyası, UNESCO’nun ana hatlarını çizdiği form çerçevesinde oluşturulmuştur. UNESCO Başvuru Dosyası içinde aşağıda verilen bölümler yukarıda yapılan çalışmalardan derlenen bilgiler ile doldurulmuştur3431: 1. Varlığın Genel Tanıtımı: bu bölümde aday varlığın adı, konumu, adaylık kriterleri ana hatları ile verilmiştir. 2. Varlığın Tanımı: Selimiye Camii’nin yapısal, sanatsal ayrıntıları ve inşa edilişinden günümüze değin geçirdiği süreç bu bölümde ayrıntılı şekilde anlatılmıştır. 3. Varlığın Listeye Dâhil Olmasına Te31 Selimiye Camii’nin Adaylık Dosyası’nın tam hali için bakınız: http://whc.unesco.org/en/list/1366/documents/ şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 mel Teşkil Eden Hususlar: Anıtın evrensel değeri, özgünlüğü, sanatsal, mimari, kültürel önemi ile benzeri diğer eserler ile yapılan karşılaştırmalı analizleri, varlığın korunmasında ve yönetilmesinde ki ana hatlar gibi hususlar bu bölümde derlenmiştir. 8. İletişim Bilgileri: Bu bölümde eser ve adaylık dosyası ile ilgili olarak irtibata geçilecek birimlerin iletişim bilgileri yer almaktadır. 4. Eseri Etkileyen Faktörler ve Korunma Durumu: Bu bölümde eser üzerinde olumlu ve olumsuz etkisi bulunan tüm girdiler ve bu girdiler kapsamında korumanın güncel konumu detaylandırılmıştır. Bu çalışmalarda Alan Yönetimi Planı için derlenen bilgiler dosya içinde kullanılmıştır. Adaylık dosyası bu şekilde tamamlanırken diğer taraftan dosya doldurulurken ortaya çıkan eksikliklerin giderilmesi için yereldeki çalışmalar da sürdürülmüştür. Devam eden süreçte; 5. Eserin Yönetimi: Bu bölüm eserin sahipleri, kullanıcıları, korunması ve korunma sürecinin yönetimindeki yasal araçlar, kurumların organizasyonu, finansal kaynaklar ve koruma uygulamalarındaki prosedürler, mevcut planlar ve Alan Yönetimi Planı içeriği anlatılmıştır. 6. İzleme-Takip: Bu bölümde geçmişteki ve şu anda yürütülen koruma, restorasyon, bakım çalışmaları hakkındaki bilgi, belge ve raporların derlenmesi ve eserin kısa ve uzun vadeli nasıl izlendiği, bu izlenimler sonrası gerekli bakım ve onarım çalışmalarının nasıl yapıldığı anlatılmıştır. 7. Dokümantasyon: Bu bölümde ise eser ile ilgili, yazılı, elektronik ve görsel bilgi kaynaklarının derlenmesi ve bu kaynaklara ait arşivlerin nerelerde olduğu bilgileri verilmiştir. Ayrıca dosyanın içinde bahsedilen, planlar, haritalar, fotoğraflar yine bu bölümde ekler halinde sıralanmaktadır. 9. Ülke İmzası: Ülke imzası Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından atılmıştır. Yereldeki kurumlar ile yürütülen koordinasyon çalışmalarında ön plana çıkan kişilerin temsilci olarak seçilmesi ile 26006 sayılı Yönetmelik’e dayanılarak, Alan Yönetimi Planı’nın hazırlık çalışmalarının sistemli şekilde sürdürülmesi için Danışma Kurulu ile Eşgüdüm ve Denetleme Kurulu oluşturulması, 16-17 Kasım 2009 günlerinde, Edirne’de Selimiye Camii’nin UNESCO Adaylık çalışmalarının tanıtılması için Prof. Dr Cevat Erder onuruna .Akdeniz Dünya Mirasındaki Şehirlerin Yönetim Planı Yaklaşımları Uluslararası Sempozyumu. ve ICOMOS CIVVIH (Tarihi Kent ve Kasabalar Uluslararası Komitesi).yıllık genel kurul toplantısı gerçekleştirilmesi, 2009 yılı Kasım ve Aralık aylarında, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü uzmanları ile Adaylık Dosyası üzerinde çalışılması(Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde UNESCO veya Alan Yönetimi çalışmaları ile ilgili bir birim henüz oluşturulmadığı bu dönemde, Selimiye Camii’nin Adaylık Dosyası çalışmaları Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel 27 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Şekil 3: Selimiye Camii (Enver Şengül, 2014). Müdürlüğü uzmanlarından Sayın Evrim Ulusan tarafından takip edilmiştir.), gibi çalışmalar büro tarafında yürütülmüştür. Bu süreçte yukarıdaki her bir başlık ile ilgili olarak büronun ve diğer kurumların onlarca kez bir araya gelerek, tartışma ve görüşmeler sürdürmesi gerekmiştir3532. Bu çalışmalar sonrası ise, 2010 Ocak ayı sonunda Selimiye Camii’nin UNESCO DM Listesi Adaylık Dosyası Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ilgili Genel Müdürlüğü’nün imzası ile ve Dış İşleri Bakanlığı aracılığı ile UNESCO DM Komitesi’nin Paris’te bulunan merkezine iletilmiştir. Çalışmaların son aşamasını oluşturan adaylık dosyasının teslimi sonrasında ise aşağıda vurgulanan; 28 DOSYA: EDİRNE 2010 yılı içinde UNESCO DM Komi32 Büronun çalışmalarının düzenli olarak halk ile paylaşılmasında büyük rolü olan http://edirneint.bel.tr sayfası artık yayımda değildir. Bu sayfadaki bilgiler ülkemizin ilk UNESCO DM Listesi Adaylık çalışmaları hakkında sistemli bilgilerin olduğu tek kaynaktır. Sayfanın 2011 yılı görüntüleri web arşiv kaynakları içinde sınırlı olarak takip edilebilmektedir. Bakınız: http://archive.is/SdJu9 tesi’nden gelen Selimiye Camii ve Camii’nin korunma şartları ile ilgili ek bilgi taleplerinin karşılanması, UNESCO’nun danışma kurumlarından olan ICOMOS’un yerinde incelemeler için Edirne’ye gönderdiği Hindistanlı Uzman Sayın Ratish Nanda’nın incelemelerine eşlik edilmesi, Yönetim Planı çalışmaları kapsamında Edirne’de yaşatılan veya kaybolmaya yüz tutmuş somut olmayan kültürel değerler; Kırkpınar Şenlikleri, dolmenler, Uzunköprü, Karaağaç vb. farklı kültürel değerler hakkında eylem paketleri oluşturulması, 2011 Mayıs ayında ICOMOS’un Selimiye Camii ile ilgili olumlu kararını UNESCO DM Komitesi’ne iletmesi sonrası, 35. Komite Toplantısı’na hazırlanılması, gibi ana başlıklar altında sıralanabilecek faaliyetler ile Selimiye Camii’nin UNESCO Dünya Miras Listesi’ne giriş süreci başarı ile tamamlanmıştır. şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 Şekil 4: Dünya Miras Listesi Adaylık Dosyası’nda sunulan Selimiye Camii planı (Lejantı Türkçeleştirilmiştir). Dünya Mirası Listesi’nde Selimiye Camii ve Külliyesi miraslar için, son 4 tanesi de doğal miraslar için geçerli kriterlerdir3633. Selimiye Camii’nin UNESCO Dünya Miras Listesi’ne girişte kullanılan resmi adı “Selimiye Mosque and Its Social Complex” - Selimiye Camii ve Külliyesi - şeklindedir. Dünya Miras Alanı, Camii ve Külliye’yi oluşturan birimlerin tümünü çevreleyen dış avlu duvarının içinde kalan tüm alandır. Camii, iç avlu, Dar’ül Kurra Medrese’si, Dar’ül Hadis Medrese’si, Arasta, Sıbyan Mektebi, Muvakkithane, dış avlu ve Camii’nin içinde yer alan kütüphane birimlerinden oluşmaktadır. Selimiye Camii’nin adaylığında dayanak olarak kullanılan kriterler aşağıda verilmiştir: Camii, UNESCO DM Listesine 4 kriter temel alınarak aday gösterilmiştir. UNESCO’nun Dünya Miras Sözleşmesi Uygulama Rehberi’nde mirasların Liste’ye alınabilmesi için öngörülen 10 kriterden en az birine uyması talep edilmektedir. Bu kriterlerin ilk 6’sı kültürel 3. Yaşayan veya yok olmuş bir medeniyete ya da kültürel bir geleneğe ait eşsiz veya üstün bir tanıklık teşkil etmesi, 1. İnsanoğlunun yaratıcı dehasını gösteren bir başyapıt olması, 2. Şehir planlama veya peyzaj düzenlemesi, anıtsal sanatlar, mimari veya teknoloji alanlarındaki gelişmeler üzerinde, dünyanın belli bir kültür alanı veya zaman dilimi içerisinde, kayda değer bir insani değer etkileşimi sergilemesi, 4. İnsanlık tarihinin belli dönemi veya dönemlerini gösteren, üstün bir bina çe33 Uygulama Rehberi Paragraf.77. Bakınız: http://whc. unesco.org/en/guidelines/ 29 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Şekil 5: Selimiye Camii (Enver Şengül, 2012). Şekil 6: Selimiye Camii (Enver Şengül, 2006). şidi, mimari veya teknolojik bütün veya kültürel peyzaj örneği olması. 2010 yılı başında Camii’nin adaylık dosyasının UNESCO DM Komitesi’ne teslim edilmesinden, Camii’nin 2011 Haziran sonunda Liste’ye girişine kadar geçen 1,5 yıllık süre zarfında UNESCO DM Merkezi ve ICOMOS ile sürdürülen yazışmalar ve ek bilgi talepleri sonrası, ICOMOS adaylık dosyasında öne sürülen 4 kriterden 2 tanesini kabul ederek, Camii’nin DM Listesi’ne girişini DM Komitesi’ne tavsiye etmiştir. 30 DOSYA: EDİRNE 35. toplantısında, 27 Haziran 2011 tarihinde, DM Komitesi söz konusu tavsiyeyi kabul ederek, Camii’yi birinci ve dördüncü kriterleri karşıladığı için DM Listesi’ne almıştır. Sultan II. Selim’in Badisi olduğu ve Osmanlı İmparatorluğu’nun en ünlü kimliklerinden biri olan ve hayatı boyunca üç farklı padişaha hizmet etmiş olan Mimar Koca Sinan’ın eseri Selimiye Camii ve Külliyesi; “İnsa- Şekil 7: Selimiye Camii (Enver Şengül, 2006). Şekil 8: Selimiye Camii’nden çini örnekleri (Enver Şengül, 2008). şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 nın yaratıcı dehasının üst düzeyde bir temsilcisi olması” ve “İnsanlık tarihinin önemli bir aşamasını veya aşamalarını gösteren bir yapı tipinin, mimari veya teknolojik bütünün veya peyzajın istisnai bir örneği olması” özellikleri ile Liste’ye adını yazdırmıştır. • İstisnai Evrensel Değerlerini ortaya koymak için gerekli olan tüm parçaları kapsadığı, Dünya Mimarlık Tarihi’nde önemli dönemlerden biri olan Osmanlı Klasik Dönem mimarlığının da bu özel eseri; • Gelişmenin veya ihmalin sebep olduğu elverişsiz durumlardan zarar görmediği için bütünlük kıstasını da sorunsuz şekilde karşılamıştır. • Kullanılan materyal ve maddeler, • Kullanım ve işlevi, • İstisnai Evrensel Değeri taşıyan içerik ve süreçlerin tümünü yansıtılmasını sağlayacak alana sahip olduğu, • Varlığa ilişkin gelenekler, teknik ve yönetim sistemleri, • Konumu ve yerleşimi, • Dil ve somut olmayan kültürel mirasın diğer formları, • Mekânın ruhu ve mekânın duygusal değeri, • Diğer yapı ve çevresi ile ilgili faktörler, gibi özelliklerini yansıtan tüm elamanları ile UNESCO’nun aradığı “özgünlük” kıstasını da karşıladığı da yine UNESCO DM Komitesi tarafından kabul edilmiştir. Dünya Miras Sözleşmesi Uygulama Rehberi, kriterler ve özgünlük dışında aday varlıkların sahip olduğu özgünlüğü ve kriterleri günümüzde de yansıtmasını beklemektedir. Rehberde öngörülen 374 şekli ile Selimiye Camii ve Külliyesi; 34 Uygulama Rehberi Paragraf. 87-91. Bakınız: http://whc. unesco.org/en/guidelines/ 31 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Kaynakça Ahunbay, Zeynep, (1999), Tarihi Çevre Koruma ve Restorasyon, 2. Basım, Yapı Endüstri Merkezi Yayınları, İstanbul. Aslanapa, Oktay, (1992), Mimar Sinan, Kültür Bakanlığı Yayınları. Başbakanlık (2003) Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma 1: Değişimin yönetimi İçin Değişimde Yönetim, Başbakanlık, Ankara. http://www.cevreorman.gov .tr/ ekitap/k1.pdf (Erişim: 08.01.2009). Bektaş, Cengiz, (2001), Koruma Onarım, Literatür, İstanbul. DPT, (1997), Ulusal Çerçeve Eylem Planı-Doğal, Tarihi Ve Kültürel Değerlerin Korunması, T.C. DPT, Yayına Hazırlayan Raşit Raci Bademli, Ankara. Ekinci, Oktay, (2000),‘’Kent Yönetiminde Korumacı Şehircilik’’ Kültürel Değerlerin Korunmasında Yerel Yönetimlerin Rolü ve Sorumluluğu Sempozyumu ve Yerel Gündem 21 Bilgilendirme Sempozyumu –İl Ölçeğinde Yerel Gündem-, Kastamonu, Kastamonu Valiliği İl Özel İdare Müdürlüğü Yayınları. Erder, Sema, İncioğlu, Nihal, (2008), Türkiye’de Yerel Politikanın Yükselişi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Örneği, 1984-2004, Bilgi Üniversitesi Yayınları 191, İstanbul. Feilden, Bernard, M., ve Jokilehto, Jukka, (1993), Management Guidelines for World Cultural Heritage Sites, ICCROM, Rome. Giddens, 1998, ‘’The Third Way: the Renewal of Social Democracy’’ Cambridge: Polity. Kaftancı, Güngör, (2008), ‘’Koruma Alanına Yeniden Bakış Dosyası Üzerine’’ Mimarlık, İstanbul, Sayı:339, s:14-15. Keleş, Ruşen (2006), Yerinden Yönetim ve Siyaset, 5. Baskı, Cem Yayınevi, İstanbul. Kuban, Doğan, (2000), Tarihi Çevre Korumanın Mimarlık Boyutu – Kuram ve Uygulama, Yapı-Endüstri Merkezi Yayınları, İstanbul. Madran, Emre (2007), ‘’Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Yönelik Yasal Düzenlemeler ve Yerel Yönetimler’’, Mimarlık, İstanbul, Sayı:338:41-43. 22. 32 DOSYA: EDİRNE Özer Akif, (2005) ‘’Günümüzün Yükselen Değeri: Yeni Kamu Yönetimi’’, Sayıştay Dergisi Sayı: 59, ss:3-46, Ekim-Aralık 2005. Şengül, H. Tarık, (2001), Kentsel Çelişki ve Siyaset: Kapitalist Kentleşme Süreçleri Üzerine Yazıla’, Demokrasi Kitaplığı, (WALD), İstanbul. T.C. Edirne Belediyesi, (2009), Selimiye Camii ve Külliyesi Alan Yönetimi Çalışmaları Ara Rapor, 13.07.2009, Edirne Belediyesi, AB ve Dış İlişkiler Bürosu. T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, (2006), Yasal Düzenlemelerde Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunması ve Yerel Yönetimler, 2. Baskı (2006), T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları/3035, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Ankara. T.C. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, (2009), Kentsel Miras, Mekan Kalitesi ve Kentsel Tasarım Komisyonu Raporu-5, Kentleşme Şurası, Nisan 2009, Ankara. TMMOB Mimarlar Odası, (2008), Alan Yönetimi, Korumada yeni Tanımlar Yeni Kavramlar, Çatalhöyük Atölye Çalışması, Yayına Hazırlayanlar: Emre Madran, Ela Bozkurt, TMMOB Mimarlar Odası, Ankara. Görsel Kaynakça Şekil 1 - Şekil 8, Enver Şengül Fotoğraf Arşivi. Sayı:3, ARALIK 2015 şehir & toplum 33 DOSYA: EDİRNE şehir & toplum DOSYA: EDİRNE 34 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 TÜRKİYE’DE NEHİR BÜKLÜMÜ İÇİNDE KURULAN ŞEHİRLER: EDİRNE ÖRNEĞİ Metin Tuncel* Metin Tuncel38* Şehirler kendilerine kuruluş yeri seçerken akarsular önemli bir rol oynar. Zira akarsu yataklarını izleyen yollar önemli ticaret yollarının geçtiği doğal koridorlardır. Geçmişte kurulan şehirlerin gelişmesi daha çok ticarete dayalı olduğundan391 bu ticaret için adeta vazgeçilmez olan ulaşım eksenleri, yani yollar ve bu yollara, o günkü koşullarda, doğal imkân sağlayan akarsu vadileri daima çekici olmuşlardır. Akarsu vadileri kara yollarının geçişine kolaylık sağlayarak * Prof. Dr., Coğrafyacı 1 Şehirlerin kuruluşunda ticaret ve tacirlerin önemini hafızalardan silinmeyecek bir şekilde vurgulayan Belçikalı tarihî coğrafya uzmanı H. Pirenne, “Les villes sont l’ouevres des marchands” (Şehirler tacirlerin eseridir) ifadesini kullanmaktadır. Biz, Pirenne’nin bu ifadesine, Paris Şehircilik Enstitüsü eski direktörlerinden Lavedan’ın “Geographie des Villes” adlı eserinde rastladık. Lavedan bu cümleyi aynen kullanmış, fakat bunu Pirenne’nin hangi eserinden aldığını kaydetmemiştir (Bakınız: Lavedan, 1959 Geographie des villes, s. 218, Paris). ulaşımı hızlandırdıkları gibi, doğrudan doğruya akarsuyun kendisi de, bir başka ulaşım çeşidi olan akarsu ulaşımı ile ticareti kamçılayıcı rol oynamış, bu nedenle de özellikle Avrupa şehirleri bir akarsuya bağlı olarak gelişmişlerdir. Örneğin Paris şehri Seine Nehri ile Londra Thamis Nehri ile, Viyana ve Budapeşte şehirleri Tuna ile, Almanya’nın Köln ve Bonn şehirleri Ren Nehri ile adeta özdeşleşmiş gibidir. Yukarıda adı geçen ve örneklerini daha da çoğaltmamız mümkün olan şehirleri, yine yukarıda adı geçen ve o şehirlerin içinden geçen nehirlerden ayrı düşünmek mümkün değildir. Avrupa’da çok sık rastlanan bu örnekleri Türkiye şehirlerinde bulmak zordur. Bu durum da Türkiye’nin coğrafya özelliğinden kaynaklanır. Zira Türkiye nehirleri rejimleri düzensiz nehirlerdir. Bu nedenle 35 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Batı’da çok yaygın olan akarsu ulaşımına elverişli değillerdir. Bu coğrafî özelliğin sonucu olarak da ülkemizde bir nehirle özdeşleşmiş şehirlere az örnek verebiliriz: Amasya-Yeşilırmak özdeşleşmesi verebileceğimiz ender örneklerden biridir. Bununla birlikte, yıllardan beri üzerinde çalıştığımız “Türkiye’de şehir tipleri” çalışmamızda, Akarsu vadilerinde kurulan şehirlerimizi; »» Dar bir vadinin iki yamacında kurulan şehirler, »» Tek yamaçta kurulan şehirler, »» İki akarsuyun birleşme noktasında kurulan şehirler, »» Geniş bir vadi tabanında bahçeler içinde kurulan şehirler, »» Nehirlerin büklümü (menderes) içinde kurulan şehirler, 36 DOSYA: EDİRNE olmak üzere bir tipoloji denemesine giriştik. Buradaki tiplerin her birisine ait örnekleri elimizdeki Şehir ve Toplum dergisinin ilerideki sayılarında ele almak niyetindeyiz. Burada ise konumuz gereği “Nehir büklümü (menderes) içinde kurulan şehirler” örneğine geçmek istiyoruz: Burada Edirne şehri uzun bir şekilde anlatılmayacak. Çünkü dergimizin bu sayısında, başka yazarlar tarafından Edirne’ye ait yeterli bilgi verilecektir. Biz ise sadece Edirne’nin kurulduğu yere ait bilgiyi sunarak, yıllardan beri yaptığımız şehir tipolojisi içinde Edirne’yi oturttuğumuz yere ait mesajımızı vermek niyetindeyiz. Eski Çağ ve Orta Çağ şehirlerinde korunma endişesi önemli yer tuttuğundan nehir büklümü içinde bir şehrin yer alması (Edirne’de Tunca’nın büklümü) her şehre kısmet olmayan bir ayrıcalıktır. Hatta bu satırların yazarına ait bir ifadey- le “coğrafyanın bir ikramıdır” diyebiliriz. Bu şeklin tipik örnekleri ülkemiz açısından daha fazladır: Örneğin İsviçre’nin başkenti Bern, Fransa’nın doğrusundaki Besançon, Kuzey İtalya’daki Verona, A.B.D.’deki New Orleans bu tipin güzel örnekleridir. Bunlardan Bern (Aar Nehri büklümü) ve Verona’nın (Adige Nehri büklümü) Şematik şekillerini makalemize ilave ettiğimiz çizimlerde kullandık (Bakınız: Şekil 1, Şekil 2). Memleketimizde ise bu tipin güzel örneklerini Güneydoğu Anadolu’daki Cizre (Dicle’nin terkedilmiş büklümü içinde) ile402 konumuz olan Edirne’de (Tunca büklümü) görmek mümkündür (Bakınız: Şekil 3, Şekil 4). Şekil 1: Aar Nehri büklümü, Bern Şekil 2: Adige Nehri büklümü, Verona 2 Tuncel, Metin 1999 “Adını Kuruluş Yerinden Alan Şehirlere Örnek: Cizre”, Hz. Nuh’tan Günümüze Cizre Sempozyumu, İstanbul, sayfa: 47-51. şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 Şekil 3: Dicle Nehri büklümü, Cizre3 Cizre içeride ve dışarıda verdiğimiz örneklerden daha farklı olarak aktüel bir büklüm içinde değil, Dicle’nin coğrafya terminolojisi ile “kopmuş menderes”i içinde yerleşmiştir.41* Edirne’ye gelince, tarihin eski devirlerinden beri Akdeniz memleketlerini ve Avrupa kıtasını Asya memleketlerine bağlayan kara yolları bakımından Trakya toprakları önemli rol oynamıştır. İstanbul’dan gelen yol Balkan Yarımadası’nın dağlık yapısı içinde kendisine kolay geçilir tabiî bir koridor olarak yukarıda söylediğimiz Meriç Vâdisi’ni bulmuştur: bu vâdi, geniş bir oluk halinde Balkan Dağları ile Rodop kütlesi arasında uzanmakta, bunun batı ucundan Sofya Havzası’na, bu havzadan Niş Suyu Vâdisi’ne kolay geçilmekte, bu vadi ise, Niş Şehri 3 Bu blok diyagramı hazırlayan Prof. Dr. Turgut Bilgin’e teşekkür ederim. yakınında, Morava Vadisi’nin tabiî oluğu ile Tuna Irmak’ı vâdisine, Macaristan ovaları güney kenarında açılmaktadır. Bilindiği gibi, Morava tabiî oluğu ayrıca güneye doğru Vardar Irmak’ının geçtiği başka bir oluk ile de Ege denizine açılmaktadır. Bütün bu tabiî yolların, denize ulaştığı yer yakınında (Selânik) veya bir ovaya açıldığı yer civarında (Belgrad-ve daha ötede, Alp-karpat dağları arasındaki Tuna koridoru ağzında Viyana) önemli durak yerleri rolünü oynayan müstahkem şehirler bulunur. İşte, Meriç oluğunun Trakya düzlüklerine açılan kapısında Edirne’nin de böyle bir rolü olmuştur. Balkan Yarımadası’nın dağlık yapısı içinde ulaşım akımlarının “kanalize” edildiği bu tabiî yollar barış zamanlarında ticari ve kültürel münasebetleri kendilerine çektiği gibi karışıklık zamanlarında göçler ve istilâ ordularına da geçit rolünü oynuyorlardı. Bu yolların 37 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Şekil 4: Tunca Büklümü, Edirne ovaya açıldığı bir noktada kurulmuş diğer şehirler gibi Edirne de, kervanlar için İstanbul’a varmadan geçilen son önemli durak yeri, aynı zamanda istilâ hareketlerinin göğüslenmesine elverişli bir mevzi hizmetini görmek üzere doğmuştur. 38 DOSYA: EDİRNE Şehrin kuruluşu üzerine tesir etmiş bulunan şartlar incelenirken Edirne şehrinin kurulduğu yörede basık tepelerin yayıldığı, yeryüzü şekilleri az-çok silik bir alan ile, bunu kuzeydoğudan kuşatan az yüksek fakat geçilmesi oldukça güç İstranca dağ kütlesi ve Havza’yı batıdan sınırlayan ve kuzeybatıya doğru gidildikçe tedricî yükselen Rodop dağ kütlesinin varlığı dikkatimizi çeker: Havza’nın kuzeybatı köşesinde, yukarıda adı geçen iki dağ kütlesi birbirine yaklaşır, fakat Balkan Yarımadası ortalarından gelen Meriç Irmak’ının takip ettiği geniş bir vâdi, tabiî bir oluk gibi uzanarak iki dağ kütlesi arasından geçer ve birdenbire Trakya düzlüklerine açılır. Bu köşede batıdan gelen ve Rodop dağ kütlesinin doğu kısmının sularını boşaltan Arda Çayı ile kuzeyden gelen ve Balkan Dağları’nın güney eteklerinden inen Tunca Çayı Meriç Irmak’ına karışır. Söz konusu olan yer yakınında, Meriç’e kavuşan vâdiler bu- şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 rayı önemli bir dörtyol ağzı haline de koymakta idi: Tunca Vâdisi’ni boylayan yol, İstanbul’u “Şarkî Rumeli” ve “Şarkî Bulgaristan” üzerinden Tuna ağzı etrafındaki memleketlere, Kırım’a ve genel olarak Doğu Avrupa’ya bağladığı gibi, Arda Vâdisi’ni takip eden bir yol da Rodop kütlesi içine doğudan sokulmayı sağlayan hemen hemen tek ulaşım damarı rolünü oynuyordu. İşte bütün bu yollar da, ana çizgileri ile takip ettikleri vadiler ile beraber, Trakya havzasının kuzeybatı köşesinde düğümlenerek, burada bir şehrin kurulmasına müsait şartlara yenilerini katmakta idi. Nihayet şunu da hatırlamak gerekir ki, sözü geçen düğüm noktası, aşağı Meriç üzerinde, geçen yüzyıla kadar az-çok önemli bir rol oynamış bulunan nehir ulaşımının başlangıç yerini teşkil etmekte idi; yol ve nehir ile yukarı taraflardan gelen ağır yüklerden bir kısmı buradan nehir yolu ile denize indirilebiliyordu. Zaman boyunca yolların karşılıklı durumları değişti. XIX. yüzyıl sonlarında nehir yolu tamamıyla terk edilirken, orta Meriç Vâdisi’ni takip eden demiryolu, İstanbul ile Avrupa memleketleri arasında en süratli ulaşım vasıtası görevini üzerine alarak kara yollarını da geri plâna attı. Fakat son senelerde, bilhassa İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kara yolunun, motorlu taşıtlar sayesinde, yeniden eski önemini aldığı ve hatta demiryolunu gölgede bıraktığı görüldü. Bütün bu söylediğimiz hususlar yalnız Edirne’nin kurulmuş bulunduğu zemini değil, şehrin yakın çevresini de ilgilendiren vaziyet şartlarını meydana getirir. Bu şartların kastedildiği oldukça geniş alan içinde şehrin bugün bulunduğu yerde kurulmuş olması, o yere mahsus özel şartla- rın varlığı ile izah edilebilir. Mevki şartları dediğimiz bu âmiller, şehrin yerleşmiş bulunduğu zeminin topografyasına aittir. Edirne, Tunca çayının Meriç’e kavuşmadan evvel çizdiği yarım daire şekilli bir yayın içinde kurulmuştur. Bu yay şeklindeki çığır, geniş bir hendek gibi, şehri kuzeyden, batıdan ve güneyden kuşatır ve böylelikle bir İlk ve Orta Çağ şehri olarak Edirne’nin müdafaasını kolaylaştırmış önemli bir eleman olur. Edirne’nin yerinde veya yakınında, toprakların verimliliği nedeniyle erkenden bir kır yerleşmesi kurulmuş olabilir. Bununla beraber burada bir şehrin gelişmesi, her halde İstanbul üzerinden Anadolu’yu Avrupa içlerine bağlayan yolun ortaya çıkmasıyla orantılı olsa gerektir. Gerçekten de Edirne, Meriç Vâdisi’ni boylayarak Balkan Yarımadası’nı kesen yolun Trakya Ovası’na açılan kapısı durumundaydı. Ayrıca Edirne’nin hemen yanı başında Meriç ile birleşen vâdiler (Tunca ile Arda), kendilerini izleyen yolların burada düğümlenmesine yer hazırlar. Ayrıca bu akarsular, bir zamanlar oldukça önemli bir ulaşım veya taşıma yolu da meydana getiriyordu (Meriç’in aşağı çağırında ulaşım Edirne’den başlıyordu). Yukarıda da söylediğimiz gibi; Edirne Tunca’nın Meriç Irmak’ına kavuşmadan önce meydana getirdiği yarım daire şekilli bir yay (nehrin büklümü) içine yerleşmiştir. Burası doğrudan, Trakya yaylasının dik kenarı ile sınırlandığı gibi, Meriç ve kollarının taşıma alanı üzerine hafif bir eğim ile inmekte, böylece su taşkınlarından korunmuş bulunmaktaydı. Bugün surlarından hemen hemen iz kalmamış olan Edirne Kalesi sözü geçen yayın batı kesiminde yer alıyordu. Şehir, Osmanlı Türkleri’nin 39 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum 40 DOSYA: EDİRNE eline kesin olarak 1361’de geçtikten sonra devletin sınırları kısa zamanda Balkan Yarımadası’nın ötelerine doğru uzaklaştığı için Edirne Surları’nı sağlamlaştırmak, ya da büyüyen şehri yeni bir sur sistemi ile kuşatmak gereği duyulmadı, ancak XVIII. yüzyıldan sonra şehrin çevresine tek tek tabye ve istihkâmlar yapıldı. İstanbul’un fethine kadar, yüzyıla yakın bir süre içinde, Avrupa topraklarına yayılmaya önem veren geçen devletin başkenti seçilen Edirne kısa zamanda gelişti, eski surları dışına taştı; Osmanlı devrinin en önemli anıtlarıyla süslendi. Yukarıda sözü geçen ve ortasında Selimiye Camii’nin yükseldiği tepe bulunan Tunca yayı içindeki alanı tamamıyla kaplamakla kalmadı, Tunca’nın karşı tarafına (Yeniimaret ve Yıldırım semtleri) ve Meriç’in sağ yakasına (Karaağaç) yayıldı. Aradaki oldukça alçak sahalar (Sarayiçi, Edirne-Karaağaç arası) güzel koru ve bahçelerle süslenmiş bulunuyordu. Başkentin İstanbul’a geçmesi ile Edirne önceleri önemini kaybetmiş olmadı ise de, devlet sınırlarının gerilemesiyle çok zarar gördü. Şehir 1829 ve 1878’de Ruslar tarafından işgal edildi, Balkan Savaşı’nda, şerefli bir savunma savaşından sonra 1913’te Bulgarların, o yıl kurtarıldı ise de, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra da 1920’de Yunanlıların eline düştü ve İstiklal Savaşı sonundaki büyük zaferle geri alındı (1922). İkinci Dünya Savaşı’nda da, Almanlar’ın, daha sonra Sovyetler’in Bulgaristan’a girmeleri sonucunda, sıkıntılı günler geçirdi. Edirne’nin nüfusu XIX. yüzyıl başlarında 100 bini geçmişken, daha sonraları düşmüş, Balkan Savaşı’ndan sonra 50 binin de altına inmişti. 1927’de yapılan nüfus sayımı, şehrin nüfusunu 34 bin 500 olarak saptıyordu. 1940 yılında, kuvvet yığılması yü- zünden, Edirne nüfusu 45 bini geçmiş, fakat beş yıl sonra 30 binin altına düşmüştü (29.000). Bundan sonra, yavaş bir artma ile 1960’da 39 bini geçmiş, 1970’te 54 bine yaklaşmış, 1980’de ise, normal yaşayışın etkisi ile 72 bine varmıştır. İlk defa 1990 yılında 100 bini geçen nüfusu (102 bin), 2010 yılında da 139 bini bulmuştur. Son yıllarda şehirde endüstri etkinlikleri de gelişmeye başlamış, eski tarımsal ürünlerin üretimine (peynircilik vb.) dokuma fabrikaları kurulması katılmıştır. Edirne’nin turistik değerinden gitgide daha fazla faydalanıldığı da görülmektedir. Şehir uzun bir durgunluktan sonra gelişme evresine girmiştir. Kaynakça Darkot, B.-Tuncel, M.; (1981) Marmara Bölgesi Coğrafyası, İstanbul, s. 108-109. Darkot, B., (1964), “Edirne Coğrafî Giriş”, Edirne Armağan Kitabı, Ankara, s. 1-12. Gökbilgin, Tayyib, “Edirne”, İA, cilt: IV; s. 107-127. Gökbilgin, Tayyib, “Edirne”, DİA, cilt: 10, s. 425-431. Tolun, B., (1974-1977), Edirne Şehrinin Kullanılış Alanları, İ. Ü. Coğ. Ens. Derg. No: 20-21, s. 79-117, İstanbul. Görsel Kaynakça Şekil 1 – Şekil 4, Metin Tuncel Arşivi. Sayı:3, ARALIK 2015 şehir & toplum 41 DOSYA: EDİRNE şehir & toplum DOSYA: EDİRNE 42 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 KENTSEL DOKUSU BAĞLAMINDA OSMANLI DÖNEMİ EDİRNE EVLERİ1 H. Oya Saf *, M. Emre Ergül** Edirne’nin Tarihi Gelişimi Edirne Osmanlı İmparatorluğu’nun İstanbul ve Bursa ile birlikte üç tarihi Metin Tuncel1* başkentinden biridir. İstanbul’u ve dolayısıyla Anadolu’yu Avrupa’ya bağlayan Şehirler kendilerine kuruluş yeri seçeranayol üzerinde bulunması nedeniyle ken akarsular önemli bir rol oynar. önem kazanan bir kenttir. Camiler, Zira külakarsu izleyen yollar önemli liyeler, yataklarını köprüler, eski çarşılar, kervansaticaret yollarının doğal mahallekoridorraylar, saraylar vegeçtiği tarihi konut lardır. Geçmişte kurulan şehirlerin leri ile öne çıkan kent önemli anıtsalgeve lişmesi daha çoksahiptir. ticarete dayalı olduğunmimari eserlere dan2 bu ticaret için ade 1 Bu çalışma “Osmanlı Konut Dokusunda Parsel - Konut İlişkilerinin Analizine Yönelik Bir Yöntem” başlıklı doktora tezinden (Saf, 2011) üretilmiştir. Doktora Tez Danışmanı Prof. Dr. Başak İpekoğlu’na katkılarından dolayı çok teşekkür ederiz * Yrd. Doç. Dr., Mersin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü, E-mail: [email protected], [email protected] ** Yrd. Doç. Dr., İzmir Ekonomi Üniversitesi, Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi, İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü, E-mail: [email protected] Edirne’nin tarihi M. Ö. 35. yüzyıla kadar dayanmaktadır. Kent tarih öncesi dönemde sırasıyla Luviler, Traklar, Makedonyalılar, Keltler ve Romalılar’ın egemenliği altında bulunmuştur (Darkot, 1965) (Gökbilgin, 1988). Edirne Roma İmparatorluğu egemenliği altında olduğu dönemde önemli isyanlar yaşamıştır. Buna rağmen M. S. 2 ve 3. yüzyılın ilk yarısında Roma İmparatorluğu’nun egemenliğinde bulunan diğer birçok şehir gibi Edirne’nin de oldukça geliştiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Kent bu dönemde Roma İmparatoru Hadrianus’un adını alarak, Hadrianapolus adıyla anılmaya başlanmıştır (Darkot, 1965). Edirne kentinde günümüzde, Roma zamanına ait yapı izlerine çok fazla rastlanmamakla birlikte, görülen eserler şehrin genel planı hakkında fikir edinilmesini sağlamaktadır. 43 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum M. S. 4. yüzyıl ortalarından itibaren bölge Hunlar ve Gotlar tarafından tehdit edilmeye başlamıştır. Daha sonra kent Bizanslıların eline geçmiştir. Edirne’de Bizans dönemi 1000 yıl kadar sürmüştür. Edirne belirli dönemlerde, Gotlar, Avarlar, Peçenekler, Haçlılar ve Latin ordularının saldırılarına hedef olmuştur (Akansel, 1990). Bu istilalar ile birlikte 582’de Avarların, 914 ve 928’de Bulgarların akınları kente büyük zarar vermiştir (Gökbilgin, 1988). Bizanslılar 16. yüzyılda da birçok istilaya sahne olmuştur. Bu dönemde bölgedeki hâkimiyetlerini Aydınoğlu Ömer Bey ve Osmanlı Beyi Orhan Bey’den yardım alarak sürdürmüşlerdir (Akansel, 1990). Osmanlıların Edirne ile ilişkileri 1346’dan itibaren başlamıştır (Erdoğan, 2006). Kent, Lala Şahin Paşa tarafından, 1362 yılında savaşsız olarak Türk topraklarına katılmıştır. 1365’te ise başkent olarak Osmanlı tarihinde yerini almıştır. Edirne Osmanlıların egemenliğine geçtikten sonra, kısa bir süre içinde büyük bir gelişme göstererek, dünya tarihinde adları ön sırada yer alan kentlerden biri durumuna gelmiştir. Kent gerek askeri üs olarak, gerekse yönetim merkezi olarak 18. yüzyıla kadar her zaman ön planda kalmıştır (Akansel, 1990). 44 DOSYA: EDİRNE 18. yüzyılda Edirne kentinin, yönetim bozuklukları ana neden olmak üzere, 1745 yangını ve 1751 depremi nedeniyle gerileme dönemine girdiği görülmektedir. 19. yüzyılda Rus savaşlarının kente verdiği zarar da çok büyük olmuş, bu dönemde kentin birçok bölgesi yıkıma uğramıştır. 1912 senesine kadar bir süre savaş görmeyen kent, bu tarihte balkan devletlerinin saldırısına uğramış- tır. 1913’de kent Bulgarların sınırlarına katılmış, Romanya ve Sırbistan’ın saldırılarına hedef olan Bulgaristan kentten çekilmek zorunda kalmış, kent tekrar Osmanlı sınırlarına dâhil olmuştur. Birinci Dünya Savaşı bittikten sonra iki yıl Yunan işgali altında kalan kent, 1922’de tekrar Türk sınırları içine alınmıştır (Akansel, 1990). Kentsel Dokunun Gelişimi Tarihi devirde Edirne şehrinin ilk kurulduğu yerin nerede olduğuna dair elde kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Kentin Odrisler tarafından Bizans ve Roma öncesindeki tarihi devirlerde Meriç ile Tunca’nın birleştiği alanda kurulmuş olduğu bilinmektedir. Daha sonraki dönemlerde, zaman zaman Bulgarların, Peçeneklerin, Greklerin ve Katalanların egemenliği altına girmiştir. Başlangıçta 360.000 metrekarelik bir alana yayılan bu ilk yerleşim yeri, günümüzde doğuda Saraçlar Caddesi, kuzeyde Mumcular Sokak, batıda Darulhadis Caddesi, güneyde ise Tunca Nehri ile çevrelenmiş bulunmaktadır. Bölgede Roma İmparatoru Hadrianus (117-138) tarafından savunma amaçlı bir kale yaptırılmıştır (Yücel, 2000). Kent M.S. 6. yüzyılda Avar Türkleri tarafından kuşatılmış fakat alınamamıştır. Bulgar Türkleri 914’de kenti almışlar, ancak kent tekrar Bizans’a geçmiştir (Arû, 1998). Hadrianos’un kurduğu Hadrianopolis, Sultan I. Murat (1359-1389) bölgeyi ele geçirdiğinde, Meriç Nehri çevresi ile Bizans Kalesi içerisinde bir köşesi Tunca’ya dayalı, surlarla çevrili, dikdörtgen planlı küçük bir yerleşim yeri görünümünde bulunmaktadır. Edirne daha önce de Türk- şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 Şekil 1: Edirne’deki Tarihi Bölge ve Yapılar (Lejand: 1Kaleiçi 2- Tabakhane, 3Kafeskapı, 4- At Pazarı, 5Saraçhane, 6- Muradiye, 7- Kıyık, 8- Aysekadın, 9Süleymaniye, 10- Selimiye Camii, 11- Üç Şerefeli Cami, 12- Eski Cami, 13- Bedesten, 14- Rüstem Paşa Hanı, 15- Muradiye Camii, 16- Sinagog, 17Eski Köprü, 18- Yalnızgöz Köprüsü) ler’in eline geçmekle birlikte, fetih tarihi 1361 olarak bilinmektedir. Balkan fetihleri ile birlikte I. Murad zamanında önemi gittikçe artan Edirne, sürekli olmamakla birlikte Bursa ile beraber başkent konumunda yer almış, Rumeli’nin başkenti olarak adlandırılmıştır (Kuban, 2007). Edirne yapılaşma anlamında ise, Osmanlı mimarlık tarihinin büyük aşamalarını simgeleyen anıtların bulunduğu bir kent olarak öne çıkmıştır. Bu çalışmada öncelikle anıtsal yapılar üzerinden Edirne’nin kentsel gelişimine değinilecek, daha sonra ise konut alanlarının gelişimi anlatılacaktır. Edirne’de fetihten sonra başlayan imar faaliyetleri sonucunda, kentin bütün önemli anıtsal yapıları sur dışında inşa edilmiştir. Ayrıca bu dönemde Kalei- çi’ndeki kiliselerin camiye çevrildiği belirtilmektedir. I. Murad’ın 1365-66’da bugünkü Selimiye’nin yerinde bir saray yaptırdığı rivayeti bulunmakla birlikte, Edirne’de Yıldırım Bayezid’in inşa tarihi 14. yüzyıl sonu olarak kabul edilen yapısından daha eski hiçbir Türk yapısı bulunmamaktadır (Kuban, 2007). I. Murad zamanında bir başkent niteliğinde olmayan Edirne için, Yıldırım zamanında da durum değişmemiştir. Ancak Fetret Devri’nde, Emir Süleyman’ın Edirne’ye gelmesiyle politik anlamda bir başkent olmaya başlamış, bir fetih üssü olmaktan çıkmıştır (Kuban, 2007). Musa Çelebi ve Mehmet Çelebi devirlerinde kentin devlet merkezi olduğunu ve geliştiğini söylemek mümkündür (Arû, 1998). Yıldırım Bayezid’in kentin dışın- 45 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum da kurduğu, 1397-1400 yıllarına tarihlenen imareti Edirne’de Osmanlı döneminin en eski yapısı olarak bilinmektedir (Özendes, 1999). Yapı, ne hacim ne de yönlenme açısından bir camiye benzememektedir (Kuban, 2007). Yapı haç planlı eski bir Bizans kilisesinin temelleri üzerine inşa edilmiştir (Özendes, 1999). “Bir minareli, üst örtüsü kubbeli ve kurşun kaplıdır. Plan şeması, İtalya’da Ravenade Gala Placidia mozolesine benzeyip bir daire içine çizilmiş haç şeklindedir (Kazancıgil, 1994, s.42).” Emir Süleyman zamanında, 1402 tarihinde yapımına başlandığı söylenen Eski Cami ile birlikte Edirne kentinin anıtsal tarihi başlamıştır denilebilir. Bu caminin yapımının Yıldırım zamanında başladığı da söylenmektedir. Eski Cami, Edirne’nin Yıldırım Bayezid İmareti’nden sonraki en eski yapısıdır (Kuban, 2007). Yapı, 1414 yılında Çelebi Sultan Mehmed zamanında tamamlanmıştır. Mimarı Konyalı Hacı Alaeddin’dir (Özendes, 1999). İçten 2116 metrekare (Kazancıgil, 1994) ve kare şeklinde bir plana sahip olan yapının dokuz kubbesi bulunmaktadır. Eski 46 DOSYA: EDİRNE Şekil 2-3: Eski Cami (H. Oya Saf, 2007) Cami, Osmanlı mimarisinde çok kubbeli ulu camilerin önemli örneklerinden biri olarak bilinmektedir (Özendes, 1999). Bir şerefeli küçük minaresi orijinaldir. İki şerefeli büyük minare ise sonradan Çelebi Sultan Mehmet Han tarafından yaptırılmıştır (Kazancıgil, 1994). Cami taç kapısındaki mukarnas bezeme ile de dikkat çekmektedir (Kuban, 2007). Edirne erken dönem Osmanlı mimarisinde yaşanan gelişmeleri ve değişimleri yaşamıştır. Bununla birlikte Osmanlı sanatının yükseldiği dönemin mimari ve sanat eserlerini de barındırmaktadır (Özendes, 1999). II. Murat döneminin getirdiği büyük gelişmeler ve yapı faaliyetleri Edirne’nin Osmanlı mimarlık tarihi bakımından önemini arttırmıştır (Kuban, 2007). II. Murad zamanında gelişen kent, bugünkü nüfusunun ve kapladığı alanın bile sınırlarını aşmıştır (Arû, 1998). İstanbul’un fethinden önceki dönemde; anıtsal kubbeli yapı gelişmesinde Üç Şerefeli’nin ortaya çıkışı, 14. yüzyıl ve 15. yüzyıl başının alçı dekorasyon alanındaki büyük gelişmeleri ve kulesel minareler önemli bir yere sahiptir. Ken- şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 Şekil 4-5-6: Üç Şerefeli Cami (H. Oya Saf, 2008-2009) tin merkezinde konumlanan cami sadece Edirne’nin yeni statüsünü belirleyen bir yapı olmanın ötesindedir. Yapı, Osmanlı mimarisinde büyük bir imparatorluk üslubunun başlangıcına da işaret etmektedir (Kuban, 2007). Sultan II. Murad tarafından, 1438-1447 yılları arasında yaptırılan Üç Şerefeli Cami, erken dönem Osmanlı Mimarlığı ile klasik dönem Osmanlı Mimarlığı arasında yer almaktadır (Özendes, 1999). Plan şeması, geleneksel İslâm cami planının gelişerek, tek kubbeli orta mekân geleneği ile birleşmesi sonucunda oluşmuştur (Kuban, 2007). Yapı alanı içten 2000 metrekare olup, dikdörtgen biçimindedir. Ortasında altı köşeli sütuna taşıtılmakta olan büyük bir kubbe yer almakta, yanlarda ise dört orta ve dört de küçük kubbe bulunmaktadır (Kazancıgil, 1994). Dört minaresinin biri üç, biri iki, ikisi ise birer şerefelidir (Özendes, 1999). Yapının zengin bezeme eğilimi dikkat çekmektedir. Minare kaideleri Osmanlı mimarisinde taş yapının ve kesme taş kaplama uygulamasının ulaştığı en üst düzeyi sergilemektedir. Ayrıca, taç kapı- ları ve pencere tasarımları, boyalı bezemesi, ahşap işçiliği, kıble kapısının anıtsal mukarnaslı tasarımı ve özgün yazıtları da caminin bu eğilimini kanıtlar niteliktedir (Kuban, 2007). 2600 metrekarelik, tabanı mermer döşeli iç avlusu, Osmanlı döneminde yapılan ilk cami iç avlusudur (Kazancıgil, 1994). II. Murad’ın inşa ettirdiği Muradiye İmareti ve Edirne Sarayı da bu dönemdeki diğer yapı etkinlikleridir. Osmanlı tarihçileri Muradiye İmareti’nin Mevlevihane olarak yapıldığını açıkça belirtmektedir. Evliya Çelebi, yapının II. Murad döneminde camiye çevrildiğini ve bir minare eklendiğini yazmaktadır (Kuban, 2007). Muradiye Camii 1436 yılında yaptırılmıştır. Yapı, yan mekânlı cami planının uygulandığı en güzel örneklerden biridir (Özendes, 1999). Yapıda Yıldırım’ın Bursa’daki büyük külliyesinin plan tipolojisi uygulanmıştır, II. Murad döneminde kullanımı yaygınlaşan kesme taş kaplama duvarlar kullanılarak inşa edilmiştir (Kuban, 2007). Yalın bir dış görünüşü vardır. Görkemli mihrabı ve minberiyle dikkat çekmektedir. Doğu ve batı duvarı 47 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum ile mihrap duvarını kaplayan çinileri, iki orta kubbeyi birbirine bağlayan büyük kemerin iç yüzünde yer alan ince kalem işleri 15. yüzyıl başındaki Osmanlı bezeme sanatının en başarılı eserleri arasında yer almaktadır (Özendes, 1999). Osmanlı imaret sisteminin en büyük örneklerinden biridir. İstanbul anıtsal yapılarıyla boy ölçüşen bu büyüklükte bir külliyenin Edirne’de yapılması (148488) şehrin öneminin henüz azalmadığını göstermektedir (Kuban, 2007). Edirne Sarayı’nın inşaatına 1450 yılında Tunca Nehri’nin batısında başlanmıştır. Yapı 1451 yılında II. Murad’ın ölümünden sonra oğlu Fatih Sultan Mehmed tarafından tamamlatılmıştır. Cihannüma Kasrı ve Kum Kasrı, Edirne Sarayı’nın önemli bölümleridir. 1875’de Ruslar’ın Edirne’yi işgal edeceği haberi üzerine, dönemin valisi tarafından sarayın yakınında bulunan cephanelik ateşlenmiştir. Patlamalar sırasında 425 yıllık saray da tamamen ortadan kalkmıştır (Özendes, 1999). Edirne çarşısı ve eski iç kalenin çok uzağında Tunca kıyısındaki bir düzlükte 1484 yılında yapımına başlanmış olan yapı cami, şifahane, medrese, imaret, tabhane, hamam, değirmen ve köprüden oluşmaktadır. Cami, 21 metre çapındaki kubbesi ile tek kubbeli cami tipolojisinin örneklerindendir (Özendes, 1999). Tabhâneler bağımsız bölümler olarak camiye birleştirilmiş durumdadır. Caminin darüşşifa ve medreseden duvarlarla ayrılmış olan geniş dış avlusu dikkat çekmektedir. İmareti oluşturan kiler ve mutfak gibi bölümler ise bağımsız avluları ile camiden uzaklaştırılmıştır (Kuban, 2007). Edirne’de 15. yüzyılda da, inşa faaliyetlerinin İstanbul ile eş yoğunlukta sürdüğünü söylemek mümkündür. Edirne fetih sonrasında ikinci başkent olarak görülmektedir. Bayezid Külliyesi yüzyılın ikinci yarısında, dönemin önemli bir yapısı olarak dikkat çekmektedir. Yapı, 48 DOSYA: EDİRNE Şekil 7-8-9: Muradiye Camii (H. Oya Saf, 2007-2008) Edirne’de camilerin birçoğunda görülen yandan girişler, cami hacmini üç yandan çeviren revaklar ve müstakil minareler gibi özellikler 16. yüzyılda da uygulanmaya devam etmiştir. şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 Şekil 10-11: Yıldırım Bayezid Külliyesi (H. Oya Saf, 2007) Edirne Sarayı, Fatih Sultan Mehmet döneminden başlayıp giderek daha fazla büyümüştür. Sarayın Avcı Sultan Mehmed dönemine (1648-93) kadar yeni yapılarla zenginleştirildiği bilinmektedir. Edirne kenti, Türk sanatının mimari alandaki en büyük simgesi olarak kabul edilen Selimiye Camii’nin yapılmasından sonra, sadece ulusal kültür açısından değil, dünya sanat tarihi açısından da, önemli bir noktaya gelmiştir (Kuban, 2007). Sultan II. Selim tarafından Mimar Sinan’a 1569-1575 yılları arasında yaptırılan Selimiye Camii birbirine eşit üçer şerefeli dört minaresi ile dikkat çekmektedir (Özendes, 1999). Edirne peyzajına egemen, fazla geniş olmayan bir düzlükte, Eski Cami’nin tanımladığı kent merkezi ve çarşının batısında yer alan yapı, sadece güneydoğu yanını saran iki küçük medrese ve harem duvarıyla çevrili olup, büyük bir külliyenin merkezi olarak düşünülmemiştir (Kuban, 2007). Yapı alanı içten 1575 metrekaredir (Kazancıgil, 1994). “Çapı 31 metreyi geçen kubbenin yükleri sekizgen merkezi çardağı çeviren bir payanda sistemi ile taşınmaktadır (Kuban, 2007, s.295).” Kubbe caminin dış görünüşünün ana hatlarını da belirlemektedir. Yapıdaki mermer, çini ve hat işçilikleri dikkat çekmektedir. Mihrap tarafındaki duvarda ayrıca Hünkâr mahfili ve bütün alt kat pencerelerinin alınlıklarında zarif bir çini dekoru ile kaplama uygulanmıştır. Hünkâr mahfilinin alt kısmındaki tavanın kalem işçiliği de dikkat çeken diğer bir bezeme öğesidir. Caminin revaklı avlusunun ortasında mermerden yapılan bezemeli bir şadırvan bulunmaktadır (Özendes, 1999). Edirne’nin anıtsal yapılar açısından gelişimi ve önemi 17. yüzyılın ikinci yarısına kadar sürmüştür. Osmanlı döneminde Edirne kısa sürede gelişmiştir. Kent yaptırılan saraylar, köprüler, kervansaraylar, hanlar, hastaneler, imaretler ve çeşmelerle zengin bir görünüme ulaşmıştır. 49 “Evliya Celebi bu yapılara uzun uzun değinmiş, özellikle Sultan IV. Murat zamanında (1623-1640) yapılan bir sayımda kentte 14 selatin, 300 vezir ve ayanın yaptırdığı 314 cami olduğunu belirtmiştir… Rıfkı Melul Meriç de Ahmed Badi DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Şekil12-13-14: Yıldırım Bayezid Külliyesi (H. Oya Saf, 2008) Efendi’nin eski eser tespitlerine dayanarak bu yapıların bazılarının yıkıldığını veya haksız tasarruflara uğradığını belirtmiştir. Ardından da Edirne’de yaklaşık 61 cami, 164 mescit, 56 tekke ve zaviye, 49 medrese, 103 mezar anıtı, türbe, 9 imaret, 53 mektep, 4 çarşı, bezestan ve arasta, 24 han, kervansaray, 19 harap hamam, 13 Sebil, 124 çeşme, 8 köprü, 8 buzhane, 16 kilise, 2 Ermeni, 2 Bulgar, 1 Katolik ve 1 Frenk kilisesi ve sinagog olduğunu eklemiştir (Yücel, 2000, s.463).” Edirne’nin Osmanlılar Tarafından Fethedilmesinden Sonra Konut Alanlarının Gelişimi Osmanlı sultanları yeni kentler fethettikleri zaman, genellikle yeni nüfus getirip buralarda iskân etmişlerdir. Ancak 50 DOSYA: EDİRNE Şekil 15-16: Muradiye Camii (H. Oya Saf, 2008) Edirne’nin bu süreç açısından özel bir durumu bulunmaktadır. Kent savaşmadan karşılıklı anlaşma yoluyla “vire” olarak alınmıştır. Halk sur içinde, Kaleiçi bölgesinde yaşamaya devam etmiştir. Ancak, bu dönemde Edirne’de de bazı kiliselerin camiye çevrildiği bilindiğinden, Türkler’in kısmen de olsa sur içinde de yerleştiğini söylemek mümkündür. Başka kentlerden gelenler sur içine yerleştirilirken, gelenlerin yerleşmelerini teşvik için, yeni imaretler kurulması yoluna gidilmiştir (Kuban, 2007). Edirne’de bu dönemde sultan ve vezirler tarafından kurulan büyük imaretler genellikle sur içinin batısında konumlanmışlardır. Bunların en eskisi Yıldırım’ın yaptırdığı imarettir. Daha sonra Gazi Mihal Bey’in kurduğu imaret gelmektedir. Orta İmaret adını taşıyan yapı Tunca şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 Şekil 17-18-19-20-21: Selimiye Camii İç Mekân ve Avlu (H. Oya Saf, 2007-2008) Adalarından biri üzerinde yer almaktadır. Bunları, II. Murad’ın Mevlevihanesi ve II. Bayezid Külliyesi izlemektedir (Kuban, 2007). Edirne Osmanlılar tarafından ele geçirildikten sonra yerleşim kalenin dışına taşmaya başlamış ve kentin ilk mahalleleri de zaviyeler etrafında kurulmuştur. İlk Türk Mahallesi olarak Karanfiloğlu Semti bilinmektedir. (Yücel, 2000). “Genellikle çoğunun adları daha çok kurdukları cami ve diğer yapılarla şehrin gelişmesine yol açan devlet büyükleridir ve bu da asıl gelişmenin II. Murad döneminde olduğunu belgeler. Fatih ve Beyazid dönemlerinde de kent büyümüştür. Fakat, ikinci yoğun yapı aşaması Kanuni ve II. Selim dönemine rastlar. Selimiye’nin inşasından sonra Edirne’de, Sarayiçi yapıları ve 17. yy başında vezir Ekmekçioğlu Ahmed Paşa’nın yapıları dışında, 19. yy’a kadar, fazla bir yapı etkinliği yoktur (Kuban, 2007, s.73).” 16. yüzyıl başlarında (H. 935 / M. 1529) odalarla birlikte 144 mahallenin varlığı saptanmaktadır. Bundan bir asır sonra (H. 1018 / M. 1609) ise bu sayının 290’a çıkmış olduğu görülmektedir (Kazancıgil, 1992, s.18). Edirne’nin fethinden sonra Kaleiçi’nde oturan Osmanlılar 1591 tarihlerine kadar kale duvarları içinde mahalleler kurmakla beraber, ka- lenin dışına da mahalleler kurmaya ve hayır eserleri yapmaya başlamışlardır (Kazancıgil, 1994). Evliya Çelebi bu dönemde Edirne’nin mahalleleri hakkında şunları yazmıştır: “İlk başta kale içinde 14 mahalledir. 5 mahallesi Yahudi ve 10 mahallesi Rum keferesi, Pehlivanlar Tekkesi yakınında bir Müslüman mahallesi, Topkapısı dahilinde yine bir Müslüman mahallesi var ve 5 mahalle kavgacı Kıpti (Çingene) Mahallesi var. Edirne şehrinin mahallelerinin isimleri; Evvela Hünkar Mahallesi, Saray Mahallesi, Muradiye Mahallesi, Taşlık Mahallesi, Kıyık Mahallesi, Selimiye Mahallesi, Eski Cami Mahallesi, Üçşerefeli Mahallesi, Mahkeme Mahallesi, Arasta Mahallesi, Fildamı Mahallesi, Kasım Paşa Mahallesi, Timurtaş Paşa Mahallesi, Kızılminare Mahallesi, Eşe Kadın Mahallesi, Darülhadis Mahallesi, Katırhanı Mahallesi, Beylerbeyi Mahallesi, Saraçhane Mahallesi ve ...(Kahraman S.A., Dağlı Y., 2010, s. 590).” Edirne kenti gayrimüslim nüfusu ile de dikkat çekmektedir. Edirne kentine Sultan I. Murad zamanında Ermeniler, Sultan II. Beyazıt zamanında ise Yahudiler yerleştirilmiştir. Sinagogları Osmanlı yapıları arasında yer almıştır (Yücel, 2000). 51 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Şekil 22-23: Kaleiçi- Sinagog (H. Oya Saf, 2009) 52 DOSYA: EDİRNE 17. yüzyılda Edirne kenti tam anlamıyla bir ticaret merkezi olmuştur. İpekli dokumacılık, şarapçılık, mandıracılık, saraciye, basmacılık, boya sanayii, gül yağcılık, sabunculuk, arabacılık, silah imalatçılığı gibi konularda kent ön planda gelmektedir. Ayrıca, mimaride Edirnekâri denilen bezemelerle Edirne kenti ismini tüm Osmanlı topraklarında duyurmuştur. Edirne 18. yüzyılda tarıma dayalı olan ekonomisindeki canlılığını kaybetmeye başlamıştır. 1609’da 147 mahallesi olan kentin, 1703 sayımında mahalle sayısı 65’e düşmüştür. Edirne doğal afetlerden ve savaşlardan etkilenmiştir. Kentin geçirdiği doğal afetler arasında en önemlileri, 1746 yangını ile 1752 depremidir. Ayrıca Tunca Nehri’nde 1808’de meydana gelen taşkın kenti su altında bırakmıştır. 1844’de meydana gelen başka bir su baskınının da kente oldukça zarar verdiği ve 1200’den fazla evin bu baskın sırasında yıkılmış olduğu bilinmektedir. Yine 1844 yılında Menzilhane bölgesinde başlayan yangın Eski Cami Caddesi ile bedesten çevresindeki 400 dükkânın yanmasına neden olmuştur. Üç Şerefeli Cami’nin yakınındaki doğramacılarda çıkan diğer bir yangın ise cami ile çevresini, ayrıca Tophane semtindeki yaklaşık 400 ev ile dükkânı yakmıştır. Bu yangınları 1855 yılında Eski Cami Caddesi, Gümrük Hanı, Unkapanı, Kıyık, Murat Paşa Mahalleleri yangınları izlemiştir. Bu yangınlarda 300 dükkân ile sayıları tespit edilemeyen hanlar ve evler yok olmuştur. 1903’de Topkapı hamamından çıkan yangın 1514 evi yok etmiş, 1914 yangını ise Ayasofya kilisesi ile Kaleiçi Mahallesinde önemli hasara yol açmıştır (Yücel, 2000). Edirne’yi etkileyen diğer bir problem ise siyasi olaylar, iç çekişmeler ve savaşlar olmuştur. Sultan III. Selim’in yenilik hareketlerine karşı yapılan ve “Edirne Vakası” denilen ayaklanma, Osmanlı-Rus savaşları olarak da bilinen 1828-1829 ve 93 harbi, kentin doğal afetlerden zarar görmeyen mahallelerinin de yıkılmasına neden olmuştur. 19. yüzyılda Balkan Savaşı öncesinde ve sonrasında kent gerilemiş ve küçülmüştür (Arû, 1998). Tüm bu felâketler kentten önemli bir nüfusun şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 göçüne neden olmuş, göç eden Müslümanlardan boşalan yerlere de azınlıklar yerleşmiştir. 20. yüzyılın başında nüfus 87.000’e inmiş, Birinci Dünya Savaşında daha da azalmıştır (Yücel, 2000). Edirne’nin nüfusu, Balkan savaşları sonrasında Bulgarların, Lozan Antlaşması sonrasında Yahudiler haricindeki Müslüman olmayan halkın ayrılması sonucunda da oldukça azalmıştır. Yahudilerin kenti terk etmesi ise İkinci Dünya Savaşı ve İsrail Devleti’nin kurulmasının neticesinde olmuştur (Akansel, 1990). 1913 yılında meydana gelen Bulgar işgali sırasında bazı yapıların yok olduğu bilinmektedir. Aynı dönemde çıkan yangın ise 1514 evin yanmasına neden olmuştur (Yücel, 2000). Edirne Valisi Hurşit Paşa tarafından 1867 yılında Edirne Belediyesi kurulmuştur. Yaşanan bu felâket ve savaşların ardından Edirne Askeri Rüştiyesi’nde görevli resim öğretmeni Mehmet Selami Bey kentin yangından kurtulan bölümlerinin planlarını çizmiştir. Bu belgeler incelendiğinde Edirne Kaleiçi sokaklarının düzgün bir plana sahip olmadıkları görülmektedir. Dönemin Belediye Başkanı Dilaver Bey’in Edirne’nin imarıyla ilgili bir çalışmayı başlattığı bilinmektedir. Fransız mimarların hazırladığı yeni kent planına göre sokak ve caddeler birbirlerini dik olarak kesecek biçimde düzenlenmiştir (Yücel, 2000). Günümüzde Edirne kent planına baktığımızda, Tunca kavsinin batı ucundaki Kaleiçi Semti ile bunu doğudan çevreleyen Kale-dışı mahalleleri görülmektedir. Osmanlı devrinde başkent olan kent, bugünkü mevcut kent alanının üstünde gelişmiştir. Osmanlı döneminden kalan anıtların çoğu, eski kalenin doğu kenarı ile Selimiye Camii’nin yerleştiği tepe arasında toplanmıştır. Kapalı çarşılar, bedesten, Ali Paşa Çarşısı, kervansaraylar ve günümüzün resmi dairelerinin bulunduğu yer kentin merkezini oluşturur. Osmanlı devrinde Edirne kalenin doğusunda ışınsal olarak ovaya doğru yayılmıştır. Daha sonraları, kent İstanbul ve Kapıkule yönlerinde lineer olarak gelişmiştir (Arû, 1998). Edirne kent merkezi 24 mahalle muhtarlığını içine alan 11 bölgeye ayrılmaktadır. Bu 11 bölgeyi 3 ana grupta toplamak mümkündür. Bunlardan ilki Karaağaç (Karaağaç Mahallesi), Yıldırım (Beyazıt Mahallesi, Hacı Sarraf Mahallesi) ve Yeni imaret (Yeni imaret Mahallesi) bölgelerini kapsayan “Edirne Kentiçi Eski Dış Bölgeleri”dir. İkinci grup Çavuşbey (Çavuşbey Mahallesi, Baba Timurtaş Mahallesi), Kaleiçi (Mitatpaşa Mahallesi, Dilaver Bey Mahallesi), Sabuni (Sabuni Mahallesi), Taşlık (Sarıcapaşa Mahallesi, Medrese Alibey Mahallesi) Ayşekadın (Talatpaşa Mahallesi, Abdurrahman Mahallesi, Yancıkçı Şahin Mahallesi) ve Kıyık (Nişancı Paşa Mahallesi, Barutluk Mahallesi, Menzilahır Mahallesi, Meydan Mahallesi, Umur Bey Mahallesi) bölgelerini kapsamakta ve “Edirne Kentiçi Merkez Bölgeleri” olarak adlandırılmaktadır (Erdoğan, 2006, s.33-34). Hacılarezani (Koperatif Evleri, Beşyüz Evler, Efas, Binevler) ve İstasyon (İstasyon) bölgelerini kapsayan “Edirne Kentiçi Yeni Bölgeleri” ise üçüncü grup olarak adlandırılmıştır (Erdoğan, 2006, p.26-27). Edirne Kentsel Siti, Edirne Merkez 10.04.1976 / 9015 tarih ve sayıyla kabul edilmiştir. Kaleiçi Semti, Selimiye Camii 53 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum ve çevresini kapsamaktadır. Ayrıca Ayşekadın Semti ve Kervansaray Bölgesi kentsel sit olarak ilan edilmiştir (Çamur, 2010). Edirne’de 121 adet “Arkeolojik Sit Alanı”, 1 adet “Kentsel Sit Alanı”, 23 adet “Doğal Sit Alanı”, 2 adet “Tarihi Sit Alanı”, 2 adet “Tarihi ve Kentsel Sit”, 1 adet “Tarihi ve Doğal Sit” ve 1 adet “Arkeolojik ve Kentsel Sit” olmak üzere toplam 151 adet sit alanı bulunmaktadır (Url-1, 2011). Edirne Kaleiçi bölgesi, “Arkeolojik ve Kentsel Sit” alanıdır. 54 DOSYA: EDİRNE “Kaleiçi bölgesi, günümüzde neredeyse tamamıyla ortadan kalkmış olan bir sıra tuğla ve bir sıra kesme taştan yapılma eski surların kuşatmış olduğu, hafif meyilli bir zemin üzerinde, birbirini dik kesen muntazam sokakları ile dikkat çekmektedir. Bu duvarlar H. 1283 ve 1298 / M. 1866 ve 1880 tarihlerinde yıkılmıştır. Geride kalanlar Rum Metropolithanesi Kilisesi yakınında, Mumcular Sokağı’nda M. 1843 tarihinde yapılan Aya İstiratyo Kilisesi yakınında bulunmaktadır. En büyük burcu yangın ve saat kulesinin kaidesidir. Bu kaidenin üzerine H. 1302 / M. 1884 tarihinde vali Hacı İzzet Paşa tarafından ahşap bir kule yapılmıştır. Sonradan, yıkılmaya yüz tutması üzerine H. 1310 / M. 1894-95 tarihinde yıkılarak yerine bugünkü kule yapılmıştır. Bu burç, Osmanlı tarihinde Tekfur Kulesi adıyla tanınıp Osmanlılar Edirne cephaneliğini bunun yakınında yaptırmışlardır (Kazancıgil, 1994, s.26).” “Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Kaleiçi’nin 6 kapısı bulunduğunu 260.000 metrekare alanı çevrelediğinden ve Kaleiçinde bağ, bahçe olmadığından, satranç tahtası gibi açılmış 360 adet kaldırım döşeli yol bulunduğunu yazmak- tadır (Akansel, 1990, p.33).” “Halen bazı semtler kalenin eski kapılarının adıyla söylenir; Topkapı, Kafeskapı, Germekapı, Manyas kapı, Balıkpazarı kapısı, Ortakapı, Kule kapısı gibi. Bazı semtler de burçların isimlerini alır; Yelli burgaz, Zindanaltı gibi (Kazancıgil, 1994, s.26).” Edirne Evlerinin Genel Özellikleri Ord. Prof. Dr. A.Süheyl Ünver, Dr. Rıfat Osman’dan derlediği bilgilerle Edirne evlerini yazlık, kışlık, açık ve kapalı daireleriyle tamamen bahçeli konak tipinde yapılar olarak tanımlamaktadır. Tarih boyunca Trakya’da meydana gelen savaşlar, yangınlar ve istilâlar nedeni ile Edirne evlerinin neredeyse tamamı yok olmuştur. Edirne evlerinin Türk konut mimarisinde kendisine özgü bir yeri vardır. Ancak bunların mimari tiplerini tam anlamıyla saptayabilmemiz de oldukça güç görülmektedir. Türk evlerinin çoğunda karşılaştığımız genel özellikler bu evlerde de gözlemlenmektedir (Yücel, 2000). Edirne’de Lady Montagu’nün anlattığı 18. yüzyıl başı konutlarıyla Rıfat Osman Bey’in sözünü ettiği 19. yüzyıl konutları arasında açık hayat’tan kapalıya doğru bir fark olduğunu söyleyebiliriz. Lady Montagu’nün betimlediği zengin evi bir Hayatlı Ev’dir. “Evlerin dışlarının pek süslü olmadığı doğru. Ve genelde hepsi ahşap. Bunun getirdiği bazı rahatsızlıklar var ama, bunun halkın kötü zevkinden değil, hükümetin baskısından kaynaklandığını düşünüyorum. Çünkü sahibi öldüğü zaman ev sultanın malı oluyor. Halk kendi ömürleri boyunca ayakta du- şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 racak kullanışlı bir ev istiyor, öldükten sonra yok olup gitmesinden endişe etmiyor. Her ev, aralarında küçük bir geçit olan iki bölümden oluşuyor. (Montagu, harem ve selamlığı kesinlikle ayrılmış bir evi tanımlamaktadır.) birinci evin geniş bir avlusu ve geniş galerileri (hayat) var. benim çok hoşuma gidiyor. Hayattan bütün odalara giriliyor. Odalar büyük ve iki kat pencereli. Üst sıra pencereleri vitray. Evler genelde iki katlı, hepsi hayatlı. Merdivenler geniş ve otuz basamaktan fazla değil. Birinci ev evin beyi için (selamlık), ikinci ev harem. Ötekisi kadar büyük, odaları aynı sayıda ve hayatlı. Haremdeki odalar daha iyi döşenmiş. Birinci sıra pencereler daha küçük ve kafesli. Odaların iki ayak yüksekliğinde bir sekileri var. Yerler çok güzel halılarla döşeli. Çepeçevre sedirler örtülerle süslü. Birincisi büyük, ikincisi küçük iki sıra yastık var. Ve burada ev sahibinin zenginliği ve ihtişamı bunların sırma işlemeli ipek kumaşlarıyla sergileniyor. Tavanlar yüksek değil; ahşap tavanlar boyalı ve yaldızlı. Perde yok. Duvarlar ahşap kaplamalı ve dolaplar var. Üzerlerine çiçekli bezemeler yapılmış. Bizimkilerden daha kullanışlı. Pencereler arasında kemerli hücreler var. Koku şişeleri ya da çiçek koymak için. Fakat en çok hoşuma giden, odanın seki altında, bazıları çok görkemli fıskiyeli mermer havuzlar. Her evin iki ya da üç hacminden oluşan, kurşun kaplı, döşemeleri mermer bir hamamında kurnalar, sıcak ve soğuk su muslukları var (Kuban, 2007, s.494) (Lady Montagu’ye referansla)” Edirne’de 17. yüzyıla tarihlendirilen, harem ve selâmlığın bölme ile ayrılmış olduğu Vezir Konağı’nın Montagu’nün tanımına yakın bir planı bulunmaktadır. Hayat üzerinde harem ve selamlıkta zemin kattaki direkliklerle taşınan iki köşk oda vardır. “Rıfat Osman’ın şemalarını verdiği evler içinde 1694/95 (H.1106) tarihli ev bir Hayatlı Ev’dir. 1715 (H.1127) tarihli evin harem bölümünün hayatı arka bahçeye, selamlık bölümünün hayatı ve çardağı giriş avlusuna bakan ilginç bir planı vardır. Kent içinde resimlediği evler zemin katları sağır, birinci katta büyük eğrisel eliböğründeler üzerinde çıkmaları, kafes ve saçaklarıyla tipik 19. yüzyıl kent evleridir. Cumhuriyetin ilk yıllarında Hayatlı Ev’in yaşadığını gösteren desenleri de vardır (Kuban, 2007, s.494).” Sedad Hakkı Eldem ise, Edirne ev ve konaklarının belirleyici özelliklerini tanımlarken plan tiplerinin dış sofalı olduğundan bahsetmektedir. Oldukça uzun bir şekilde yapılan sofalar 4-6 ve hatta daha fazla odanın yer alabileceği bir boyuta ulaşabilmektedir. Sofanın dış cephesi erken tarihlerden itibaren camekânla kapatılmıştır. Köşk sekiliklerin de başka bölgelerde yer alan örneklerinden farklı olarak, sofaya bir ilâve şeklinde yapılmadığı görülmektedir. Klasik Edirne evlerinin bir diğer özelliği olarak da geniş bahçeler içerisinde konumlanmalarından bahsedilmektedir. Bu evlerin karakterleri şehir evlerinden ziyade kır evlerine yakındır. Eldem’e göre, Edirne’de yer alan karakteristik ev tiplerinden birisi de bir bahçenin ortasında yer alan, villa şeklinde, sokak kapısıyla doğrudan bağlantı kurmayan tek katlı evlerdir. Zeminde kat yüksekliği az olan hizmet katları bulunmakta, üstte yer alan esas kata dışarıdan merdivenle ulaşılmaktadır. Eldem’e göre, 55 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Edirne ve çevresinde uygulanmış olan diğer ev tipi ise planın gayet kompakt olarak çözüldüğü, sofanın ortada ve merdivenleri arkasında yer aldığı, her tarafı yükselmiş bir zemin katından meydana gelmesine karşılık, orta sofanın üstünde daha küçük planlı bir ikinci katın bulunduğu evlerdir. Bu tip daha fazla 19. yüzyılda yayılmış olup, genellikle küçük parsellerde uygulanmıştır (Eldem, 1984). 56 DOSYA: EDİRNE Tarih boyunca Edirne’de Müslümanların yaşadıkları evlerin cepheleri bağdadi sıvalı veya ahşap kaplamalı olmuştur. Genellikle iki katlı olan evlerin, çıkmaları, cumbaları, cihannümaları, balkon korkuluklarıyla, ahşap oymalı saçaklarıyla zengin bir görünüm içerisinde olduklarını söylemek mümkündür (Yücel, 2000). Evler taş duvar ve sıvayla örülmüş ahşap iskelet sistemler ile yapılırdı. Bu evler genellikle yanındaki daha yüksek saçaklara çift eğri öğe ile bağlanan bir çatıyla örtülü, az derinde kalan locanın içine yerleştirilmiş merkezi girişi ile simetrik bir düzen içerisindedir (Özendes, 1999). Çoğunlukla girişler niş şeklinde içeriye çekilmiş, yanlarda ve üstlerdeki pencerelerle çevrelenmişlerdir. Odalar oldukça büyüktür. Barok ve Rokoko üslubundaki yüksek, görkemli tavanları ve geniş pencereleri ile ferah bir görünüm sergilemektedirler. Harem ve Selamlık olarak yapılan konaklardan günümüze kalan yok gibidir. Selamlık yola daha yakın, Harem ise dışarıdan görünmeyecek konumda arka bahçede yer almıştır. Evlerde sofaların yanları açık bırakılarak önlerindeki bahçeyle ilişki içerisinde olmaları sağlanmıştır (Yücel, 2000). “Evin harem ve selamlıklarında büyük kapıların açıldığı bahçe kısımları olan avluların uygun bir yerinde mermer bir çeşme bulunurdu. Bazı evlerde avluların ortasında küçük havuzlar, üzerine asma sardırılmış çardaklar vardı. Harem ve selamlık avlularından birbirine geçilecek küçük kapı bulunurdu (Özendes, 1999, s.23).” Sofaların önleri camlarla kapatılarak bu bağlantı ortadan kısmen de olsa kaldırılmış olduğu görülmektedir (Yücel, 2000). Edirne evlerini, sokak üzerinde veya bahçe içerisinde konumlanmış olanlar diye iki ayrı grupta incelemek mümkündür. Bunlardan sokak üzerindekilerin alt katlarında pencere dizilerine pek rastlanmamakta, üst katlar ise pencerelerle aydınlatılmaktadır. Tek katlı evlerde dışarıya kesinlikle pencere açılmadığı, aydınlanmanın yalnızca bahçeden sağlandığı görülmektedir. Komşu evlere yönelik duvarlarda ise pencere yoktur (Yücel, 2000). Edirne Kaleiçi Evlerinin Genel Özellikleri Kaleiçi kentin güneybatısında Talatpaşa Bulvarı, Saraçlar Caddesi ve Tunca nehrinin arasında kalan üçgen bir alanda yer alır. Edirne’nin ilk yerleşim çekirdeği olan Kaleiçi’nin dokusu Hippodamus kent planı adıyla da bilinen bir dokuya sahiptir. Kaleiçi kenar uzunluğu yaklaşık 600 metre olan kare bir alan içinde 150’ye yakın yapı adasından oluşmaktadır. Parselasyon düzeninde diğer Osmanlı yerleşmelerine göre farklılıklar gözlenmektedir. Eski konutların yoğun bir şekilde bir yer aldığı ve korunmasına çalışılan Kaleiçi bölgesinin günümüz Edirne’sinde özel şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 bir konumu vardır. Siyasi ve ekonomik nedenlerle Kaleiçi’ni terk eden gayrimüslimlerin konutları bölgede ilginç mimarileri ile korunması gereken örneklerdir. Bu bağlamda, Edirne evlerinin yoğunluk kazandığı Kaleiçi Sit alanında daha önce yapılmış olan tespit ve tescil kararları 1985’de yeniden gözden geçirilmiştir. Bu arada taşıma özelliğini yitirenler, onarılma olanağı kalmayanlar tescilden düşürülmüş ve “Edirne Kentsel Sit Alanı Koruma İmar Planı” yürürlüğe girmiştir (Yücel, 2000). Kaleiçi 19. yüzyıl başlarında tümüyle ahşap konutlardan oluşan bir yerleşmedir. Genelde sade görünüşleriyle ve planlarındaki çözümlemeleriyle günümüze kadar varlığını koruyabilen bu konutlar azınlıklara ait konutlardır. Edirne tarihsel kent merkezi Kaleiçi’nde yer alan bu konutlar geleneksel iç sofalı plan tipi ile benzerlikler göstermektedir. Plan şemalarının gelişiminde en önemli etken sofa; bazen oda dizilerinin yanında bazen ortasında yer almaktadır. Bu durum konutların bir ya da iki katlı olması ile değişmemektedir. İki plan seçeneği arasında tercih edileni belirleyen parselin büyüklüğü ya da küçüklüğüdür. Burada dikkat çekici olan nokta olarak iki katlı alt katı taşlık, üst katı ana kat “piano nobile” tabir edilen plan şeması şeklinde olan ev tiplerinin yerini, 20. yüzyılda inşa edilmelerinin de etkisiyle bu yerleşimde, iki katı da ana kat gibi çözülmüş plan tiplerinden oluşan evler almıştır. Üst kat planı yine biraz öne çıkmakla birlikte plan tipini belirleyici ana kat olma özelliğini kaybetmiştir. Kaleiçi kentsel dokusundaki gridal düzen içerinde iç sofalı plan tipi için bazı saptamalar yapmak mümkündür. İç sofalı plan tipinin getirdiği doğal bir yaklaşım olarak; İç sofa ekseni genellikle parselin uzun kenarına paralel olarak yerleştirilmiştir. Bahçe yapının arkasında yer almaktadır. Ancak İç sofalı plan tipinin gerektirdiği konut genişliğinin parsel kısa kenarından büyük olduğu durumlarda ise sofanın kısa kenara paralel yerleştirildiği, bahçenin yanda konumlandığı ve sofanın ucunda bahçeye bağlantı sağlayacak, ikinci bir merdiven bulunduğu ve sahanlık genişliğinde yapının yan parselden ayrıldığı gözlemlenmiştir. Bu durumda da parselin eni sofa boyutunu ve oda sayı ve büyüklüklerini belirlemektedir. Ayrıca bölgenin azınlıkların oturduğu bir yerleşme olması nedeniyle malzeme kullanımının da farklılaştığı görülmektedir. Ahşap-kâgir yapıların yerini benzer plan şemalı taş evler almıştır. Geleneksel yapılarda çıkma bütün evi çevreleyici bir kırma çatı altında yer alırken, burada üçgen bitirilmiş örnekler görülmektedir. Ayrıca üst katta yalnızca sofanın yer aldığı atipik örneklerde bulunmaktadır. 57 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum (Envanter No: 100) (Envanter No: 101) (Envanter No: 108) (Envanter No: 128) (Envanter No: 134) (Envanter No: 137) Şekil 24-25-26-27-28-29: Edirne Kaleiçi Evleri (H. Oya Saf, 2009) 58 DOSYA: EDİRNE (Envanter No: 103) (Envanter No: 129) (Envanter No: 152) şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 (Envanter No: 156) (Envanter No: 176) (Envanter No: 207) Şekil 30-31-32-33-34-35: Edirne Kaleiçi Evleri (H. Oya Saf, 2009) (Envanter No: 125) (Envanter No: 151) (Envanter No: 166) 59 DOSYA: EDİRNE (Envanter No: 172) (Envanter No: 208) (Envanter No: 214) ISSN: 7897678343213 şehir & toplum (Envanter No: 217) (Envanter No: 224) Şekil 36-37-38-39-40-41-42-43: Edirne Kaleiçi Evleri (H. Oya Saf, 2009) (Envanter No: 238) (Envanter No: 246) (Envanter No: 255) (Envanter No: 260) (Envanter No: 269) (Envanter No: 279) (Envanter No: 283) (Envanter No: 289) 60 DOSYA: EDİRNE Şekil 44-45-46-47-48-49-50-51: Edirne Kaleiçi Evleri (H. Oya Saf, 2009) şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 Kaynakça Akansel, Sennur. “Edirne Kaleiçi Geleneksel Konutlarında Plan ve Cephe Analizi.” Yüksek lisans tezi, Trakya Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 1990. Aru, Kemal Ahmet. Türk Kenti, Türk Kent Dokularının İncelenmesine ve Bugünkü Koşullar İçinde Değerlendirilmesine İlişkin Yöntem Araştırması. İstanbul: Yapı Endüstri Merkezi Yayınları, 1998. Çamur, Kübra Cihangir, Çiğdem Varol, N. Aydan Sat, Güray Açıl, Bülent Üncü, S. Bahar Yenigül and M. Özge Aras. Edirne Kent Bütünü Araştırma Raporu, T.C. Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü ŞBP 361/A Şehircilik Projesi. Ankara: 2010. Relations in Ottoman Housing Pattern”, Unpublished PhD Thesis, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, İzmir, 2011. Yücel, Erdem. “Edirne Evleri.” Tarihi, Kültürü ve Sanatıyla III. Eyüpsultan Sempozyumu, Tebliğler, 462-471. İstanbul: Eyüpsultan Belediyesi Yayınları, 2000. Görsel Kaynakça Şekil 1 – Şekil 51, H. Oya Saf Fotoğraf Arşivi Darkot, B. “Edirne.” In Edirne’nin 600. Fetih Yıldönümü Armağan Kitabı. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1965. Eldem, Sedad Hakkı. Türk Evi I. İstanbul: Güzel Sanatlar Matbaası A.Ş., 1984. Erdoğan, Nevnihal. Edirne Kentinde Konut Yerleşimlerinin Fiziksel ve Sosyal Yapısının Kültür Bağlamında Değerlendirilmesi. Edirne: Trakya Üniversitesi Rektörlüğü Yayın No: 67, 2006. Gökbilgin, M. Tayip. “Edirne.” In Cilt 4, 107-127. İstanbul: 1988. Kahraman, Seyit Ali, Yücel Dağlı. Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi: Konya- Kayseri- AntakyaŞam- Urfa- Maraş- Sivas- Gazze- Sofya- Edirne, edited by M. Sabri Köz, Cilt:3, Kitap:2. İstanbul: Acar Basım ve Cilt San. Tic. A.Ş., 2000. Kazancıgil, Ratip. Edirne Mahalleleri. Türk Kütüphaneciler Derneği Edirne Şubesi Yayınları. İstanbul: Acar Matbaacılık A.Ş., 1992. Kazancıgil, Ratip. Tosyavizade Dr. Rifat Osman, Edirne Rehnüması (Edirne Şehir Klavuzu), Türk Kütüphaneciler Derneği Edirne Şubesi Yayınları No: 15. İstanbul: Acar Matbaacılık A.Ş., 1994. Kuban, Doğan. Osmanlı Mimarisi. İstanbul: Yapı Endüstri Merkezi Yayınları, 2007. Kulturvarliklari, “Türkiye Genelinde Sit Alanları ve İllere Göre Dağılımı (2010 Yılı Sonu Verileri),” T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Url-1, http://www.kulturvarliklari.gov.tr/belge/1-43069/turkiye-genelinde-illere-gore-sit dagilimlari. html, (Erişim tarihi: 1 Ağustos 2011). Özendes, Engin. Osmanlı’nın İkinci Başkenti, Edirne, Geçmişten Fotoğraflar. İstanbul: Yem Yayın, 1999. Saf, H. Oya. “A Method for the Analysis of Lot-House 61 DOSYA: EDİRNE şehir & toplum DOSYA: EDİRNE 62 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 Mahalle Biyografilerine Bir Katkı: Osmanlı Dönemi Edirne’sinden Dört Örnek Yunus Uğur* Yunus Uğur1* Vaktiyle Vefa Semti (İstanbul) ile ilgili çeşitli atölye ve saha çalışmaları yaparken en çok dikkati çeken husus, bir semtin ya da mekânın yüzyıllar içerisinde siyasi, toplumsal ve tabii afetler ile halden hale geçmesi, çok büyük değişimler yaşaması ve fakat buna rağmen halen fazlaca de ğişmeyen bir kimlikle, ismine de atıfla Vefa ile tanımlanmaya, algılanmaya çalışılması oldu. Bu da bize, bir mekânın mahza etken ya da edilgen olmadan, içinde bulunduğu şartlar ve toplumsal aktörlerle etkileşim içerisinde yüzyıllarca * Yrd. Doç. Dr., İstanbul Şehir Üniversitesi, Tarih Bölümü/ Şehir Araştırmaları Merkezi, [email protected]. Bu makalenin bazı bölümlerinde daha önce doktora tezi olarak sunulan çalışmamdan istifade edilmiştir. Yunus Uğur, “The Historical Interaction of the City with Its Mahalles: Ottoman Edirne in the Late Seventeenth and Early Eighteenth Centuries (Doktora Tezi, Boğaziçi Universitesi, 2014) varlığını sürdürebileceğini gösterdi. O zaman canlı bir organizma gibi mekânları (şehir, semt, mahalle…) incelemek ve her birinin ‘biyografi’sini yazma teşebbüsüne girmek neden anlamlı bir yaklaşım olmasındı! Nitekim aynı semte dair yapılan sempozyumun bildiri kitabında örneğin Aynur Can ve Baki Çakır, biri daha genel ve biri daha mikro düzeyde benzeri bir yaklaşımla makaleler kaleme almışlar, semtin ve bazı mahallelerinin biyografilerini yazmışlardı21. Elinizdeki makalede, benzeri bir yaklaşım devam ettirilecek, mekânın diğer 1 Aynur Can, “Mekansal Perspektiften Bir Semt Biyografisi: Vefa (1453-1775)”, N. B. Özel-İmanov, Y. Uğur ed., Bir Semte Vefa, İstanbul, 2009, s. 421-454; Baki Çakır, “Vefa’da Kayıp Üç Mahalle: Revani Çelebi, Sekbanbaşı İbrahim Ağa ve Hoca Teberrük (Dünü, Bugünü, Yarını)”, a.g.e., s. 479-518. 63 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum mekân, tarihsel şartlar ve toplumsal aktörlerle ilişkileri ve etkileşimleri çerçevesinde Edirne’deki bazı mahallelerinin biyografisi kısmen yazılmaya çalışılacaktır. Bu çalışma, Cem Behar’ın Kasap İlyas mahallesi (İstanbul) üzerine, “doğum” ve “ölüm” kelimelerini kullanarak yazdığı ‘biyografi’32 gibi kapsamlı bir biyografi olamayacak olsa da bu çerçevedeki çalışmaları destekleyen ve teşvik eden bir katkı olarak değerlendirilebilir. Makalede, mekânın ölçeği olarak mahalle birimi seçilmiştir zira Osmanlı şehirleri incelendiğinde sancak, kaza, nahiye, semt gibi daha genel birimleri oluşturan temel ünitenin esasen mahalleler olduğu görülecektir. Bir grup mahalle semti oluşturmakta, mahalle grupları ise toplamda sancak, kaza, nahiye denilen idari birimleri yani ‘şehri’ meydana getirmektedir. Ayrıca tarihsel kaynaklar, arşivler incelendiğinde Osmanlı şehirleriyle ilgili tüm kayıtların mahalleler esas alınarak tutulduğu görülecektir ki bu da bir şehir tarihçisini ister istemez mahalle merkezli olarak şehirleri çalışmaya itmelidir. Ne var ki, Osmanlı şehirleri üzerine yapılan çalışmaların pek çoğunda bu durum görmezden gelinmiş ve mahallenin merkezi rolü ihmal edilerek şehir monografları yazılmıştır. Edirne ve Dört Mahallesi 64 DOSYA: EDİRNE Edirne 1361 yılında Osmanlılar tarafından fethedilmiş, Kaleiçi ve Aina (Yıldırım) bölgesi ile sınırlı olan ilk yerleşim yerleri fetih sonrasında hızla genişlemeye 2 Cem Behar, Bir Mahalle’nin Doğumu ve Ölümü (14942008): Osmanlı İstanbul’unda Kasap İlyas Mahallesi”, İstanbul, 2014. Tarihsel kapsamı, tematik soruları ve coğrafyası farklı olmakla birlikte Jane Jacobs’un kitabı da şehirlerin “biyografisi”nin yazımı açısından zikre değerdir: Jane Jacobs, Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Yaşamı, çev. Bülent O. Doğan, İstanbul, 2011. başlamıştır. Fethinin ilk 50 yılında şehir, bugün Selimiye Külliyesi’nin de olduğu bölgede olan Edirne eski sarayı, Yıldırım Bayezid Külliyesi, Ulu Camisi (Eski Camii), Bedesteni ve hanları ile hem kuzeye hem batıya hem de İstanbul tarafına yani doğuya doğru genişlemiştir. Bu genişleme II. Murad (1421-1451) zamanında neredeyse en geniş sınırlarına ulaşarak Darülhadis külliyesinden Muradiye külliyesine, Yıldırım Külliyesi’nden ve Yeni Saray’dan Kasım Paşa Külliyesi’ne kadar Güney-Kuzey ve Batı-Doğu aksında şehrin tüm yönlerinde olmuştur. Hıdırlık ve Karaağaç gibi yerleşimler de şehrin hemen bitişiğinde vücut bulmuşlardır. Osmanlılarca fethinin ilk yüz yılında yaşadığı bu büyük ‘şenlendirme’ süreci Edirne’yi nüfus, iktisadi faaliyetler, siyasi-stratejik mevki ve dini-kültürel değer açısından da haliyle zenginleştirmiştir. Fetih sırasında yüzlerle ya da bir-kaç bin ile ifade edilebilecek nüfus bu süre zarfında 15-20 binlere çıkmıştır. Böyle bir nüfusu barındıran ana birim ise şehrin bütününe yayılan mahalleler olmuştur. Şehir büyüdükçe yeni mahalleler ortaya çıkmış ya da mevcut mahalleler belirli bir büyüklüğe erişince ikiye bölünmüştür. Zamanla bazı mahalleler kaybolurken bazı mahalleler ise isim değiştirerek varlıklarını sürdürmüştür. Bu süreci, tapu tahrir defterleri, şer’iyye sicilleri, vakfiyeler ve avarız kayıtları başta olmak üzere arşiv ve yazma kaynaklardan ana hatları ile 1700’lü yıllara kadar takip edebilmekteyiz. Tayyib Gökbilgin, Ahmet Yiğit ve Yunus şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 Şekil 1: Edirne Mahalleleri. 1686-1703 Karşılaştırma (Uğur, The Historical Interaction, s. 98) Uğur’un çalışmaları arşiv ve diğer kaynakları analiz ederek bu konu hakkında bizlere detaylı malumatlar vermektedir43. Tespit edebildiğimiz kadarıyla, fetihten II. Murad dönemine kadar yani 13611421 tarihleri arasında Edirne’de 24 mahalle vardır. Bu rakama II. Murad zamanında 49 mahalle, II. Mehmed zamanında 29 mahalle, II. Bayezid’ten II. Süleyman’ın ilk yıllarına 39 ve sonrasında 1700’lü yıllara kadar 33 mahalle daha eklenmiştir. Bu dönemde ismi kayıtlarda bir şekilde mevcut olan mahalle sayısı böylece 174’ü bulmuştur54. 1686 tarihli avarız defterinde örneğin, 152 mahalle 3 M. Tayyib Gökbilgin, XV-XVI. Asırlarda Edirne ve Paşa Livâsı: Vakıflar-Mülkler-Mukataalar (İstanbul: İÜEF, 1952); Ahmet Yiğit “XVI. Yüzyılın İkinci Yarısında Edirne Kazası,” (Doktora Tezi, İnönü Üniversitesi, 1998); Uğur, The Historical Interaction. Ayrıca bkz. Ratip Kazancıgil, Edirne Mahalleleri Tarihçesi 1529-1990 (İstanbul, Türk Kütüphaneciler Derneği Edirne Şubesi, 1992). 4 Uğur, The Historical Interaction, s. 103. ve 12 Yahudi cemaatinin kaydedildiği görülmektedir. 1703 tarihli kefalet defterlerinde ise 116 mahalle ve 13 Yahudi cemaati bulunmaktadır. Her iki tarihte mevcut olan mahalle sayısı 101 iken 46 mahallenin sadece 1686 yılında 15 mahallenin ise sadece 1703 yılında ismi geçmektedir. 1703 tarihli sayımın elimize ulaşan kayıtları muhtemelen eksik olduğu için aralarında yapılacak karşılaştırma ve diğer bazı kaynakları da katarak yapılan daha detaylı analiz bu dönemde Edirne’de 167 mahallenin bulunduğunu bize göstermiştir (bkz. Şekil 1)65. Böylece, 1361 yılından 1703 yılına gelindiğinde mahalle sayısı yirmili sayılardan yüz atmışlı sayılara ulaşmıştır ki şüphesiz şehrin yukarıda bahsedilen genişleme süreci ile bu artış paralellik arz etmektedir. Edirne mahallerinin genel seyri yerine biz burada 1700’lü yıllarda var olduğunu 5 Detaylar için bkz. The Historical Interaction, s. 96-99. 65 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum bildiğimiz dört mahalle üzerinde durmak istiyoruz. Böylece mikro ölçekte mahalle biyografileri yazmanın imkânı ve bunun şehir tarihleri yazımına katkısı üzerine bir fikir edinilebilecektir. 1703 yılını esas alarak bu dönemde en çok nüfusa sahip olan farklı semtlerden dört mahalleyi daha yakından inceleyeceğiz. Mevkii, tarihsel gelişimi, nüfus özellikleri, mahalle sakinlerinin meslek ve unvanlarına dayalı sosyal statüleri bu incelemenin başlıkları olacaktır. Temel kaynak olarak 1686 Edirne avarızhane defterleri ile 1703 kefalet sayımlarını kullanacağız. İncelenecek mahalleler arasında Hoca Ömer Mahallesi Kaleiçi semtinde, Hacı Sarraf mahallesi Yıldırım semtinde, Sabuncu ve Çokalca mahalleleri sırasıyla Ayşekadın ve Muradiye semtlerindedir. İlk iki mahalle erken dönem semtlerinde son ikisi Osmanlı sonrası oluşan yeni semtlerde yer almaktadır. Bu dönemde Edirne’de şu semtlerin olduğu söylenebilir: Bayezid, Yıldırım, Gazimihal, Saraçhane, Kaleiçi, Karanfiloğlu, Muradiye-Kıyık ve Ayşekadın-Kirişhane. İlk mahalle olan Hoca Ömer (Siyah) Mahallesi Kaleiçi’nde bulunmaktadır. Nüfusu çoğunlukla gayrimüslimlerden oluşmaktadır. 1686 tarihindeki avarızhane kayıtlarına göre yirmi ikisi gayrimüslim olmak üzere 40 hane/aile burada yaşamaktadır. Ödediği avarızhane sayısı ise sadece yedidir. 1703 yılında ise toplam aile sayısı altmışı gayrimüslim ve yirmi yedisi Müslüman olmak üzere 87’ye yükselmiştir. Bu ailelerden 22 ev sahibi, yirmisi gayrimüslim olan kiracılarıyla birlikte oturmaktadır. Kayıtlara göre bu tarihte kadın aile reisi ise yoktur. Hoca Ömer isimli bir kişinin 1450’li yıllarda yaptırdığı mescitten adını alan mahallenin mescidine ait dükkan, tarla ve odaları içeren 1454 tarihli bir vakfiyesi vardır76. Aynı mescidin İmam ve müezzini de mevcuttur. Mahallede diğer dinlere mensup din görevlileri de ikamet etmektedir. Papaz olarak iki aile reisinin kayıtlarda geçmesi burada bir kilise olma ihtimalini kuvvetlendirmektedir ki gayrimüslim nüfusun yoğunluğu da bunu gerektirmekte- Şekil 2: Edirne Semtleri, 1700’lü yıllar. (Uğur, The Historical Interaction, s. 104) 66 DOSYA: EDİRNE 6 Gökbilgin, Paşa Livası, s. 349. şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 Şekil 3: Edirne ve Dört Mahallesi, 1700’ler. dir. Kayıtlarda İki tellak ailenin kayıtlarda olması da mahallede bir hamam olma ihtimalini akla getirmektedir. Mahallede esnaf ve tüccar olarak sayılan 36 aile reisi vardır. Bunların bir kısmı yaygın meslekleri yapmaktadır. Üçü terzi, dördü bakkal ve dördü de kasaptır. Ayrıca iki kuyumcu, üç kürekçi, iki sabuncu, birer de mumcu, balıkçı, arpacı, helvacı, arabacı, abacı ve ayakkabıcı vardır. Kürekçi ve balıkçılar mahallenin Tunca Nehri’ne yakınlığını, sabuncu ve mumcuların olması da yakın çevrede, özellikle de nehrin öte tarafında bir tabakhanenin (debbağhane) olması ihtimalini kuvvetlendirmektedir. İlaveten bahçıvan ve rençberin de mahallede oturduğu söylenmektedir ki bir ihtimal mahallede bahçeler de mevcuttur. İlginç bir şekilde, kiracı olarak sayılan 22 ailenin ne iş yaptıkları belirtilmemiştir. Belki de bu kişiler mahalle dışında nitelik gerektirmeyen işler yapıyordu. Mahallenin şehrin ticari merkezine yakınlığı düşünülecek olursa bu akla yakın bir ihtimal olarak belirmektedir. Mahallede oturan ailelerin dini-etnik kompozisyonuna bakılacak olursa; tüm bakkal, kürekçi, ayakkabıcı, terzi, rençber, bahçıvan, arpacı, abacı ve sabuncuların gayrimüslim olduğu görülmektedir. Kuyumcu ve kasapların ise hem Müslüman hem de gayrimüslimler arasından çıktıkları, tellak, mumcu, marangoz, arabacı ve balıkçıların ise Müslüman olduğu anlaşılmaktadır. Pek çok mahallede bulunan yaygın mesleklerden nalbant, berber, aktar (attar), değirmenci, fırıncı gibi mesleklerin bu mahallede olmaması bir not olarak eklenmelidir. 67 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Sayılan meslek sahibi ailelerin sosyal statülerinin tespiti açısından kayıtlarda isimlerle birlikte geçen unvanlar incelenebilir. Örneğin tellak, bey; mumcu, beşe ve imam, efendi unvanını taşımaktadır. Ayrıca, mahallede dört Hacı, üç beşe, iki çavuş, iki çelebi ve bir dede oturmaktadır ki bunlar çok çeşitli meslek ve sosyal statüden insanın tek bir mahallede ikamet edebildiklerini göstermektedir. Efendi unvanının ulemaya, beşe unvanının bir şekilde askeriye ile ilişkisi olanlara, çavuşun doğrudan sultana hizmet eden askeri görevlilere, dede unvanının tasavvuf ehline, çelebi, bey ve hacı kullanımlarının muğlak bir şekilde kullanıldıkları düşünülürse, Hacı Ömer ve oradan yola çıkarak kozmopolit bir ortam olan Kaleiçi semtinin genel bir profili ortaya çıkmış olur. 68 DOSYA: EDİRNE Diğer mahalle Hacı Sarraf ya da Karaca Hacı Sarraf ise Yıldırım semtinde yani Tunca nehrinin diğer tarafında bulunmaktadır. Yıldırım imaretinin Kuzeydoğusunda, Bülbül Hatun ve Hatice Hatun mahalleleri ile komşu olan bir mahalledir. Tunca nehrine ve Bayezid imaretine de yakındır. Bu mahalle de Hoca Ömer gibi 1450’li yıllarda yerleşime açılmıştır. Takip edilebildiği kadarıyla Gül Mahallesi 1600’lerden önce bu mahalleye katılmıştır. Hatice Hatun Mahallesi ise 1700’lü yıllarda bu mahalleden koparak yeni bir mahalleye dönüşmüştür. Yine de 1686 ile 1703 yılları arasında mahallenin nüfusu 132 aileden 167 (artı 8 işçi) aileye çıkmıştır. 1686 yılında ödediği avarızhane sayısı ise 24’tür ki Hoca Ömer mahallesine göre nüfusundaki fazlalık kadar yani 3-4 kat daha fazla vergi hanesine sahiptir. Defterlerde bir kayıtta yer alan tüm aileleri bir binada yaşıyor kabul edersek ki kabul edilebilecek bir varsayımdır bu mahallede 59 kayıt/bina vardır. 181 isimden 172’sinin 50 kayıt/binada oturduğu hesap edilirse pek çok ailenin bu mahallede aynı binada oturduğu anlaşılmaktadır87. Hatta bazı evlerde, Müslim ve gayrimüslim karışık olarak beş, altı, hatta sekiz ailenin bir arada yaşadığı görülmektedir. Bu dönemde, Osmanlı sultanlarının ve sarayın Edirne’de ikamet ettiği ve bunun da şehirde, özellikle de Yıldırım ve Bayezid semtlerinde, hızlı büyüme ve nüfus artışı meydana getirdiği bilinirse, benzeri bir büyümeyle çok kısa sürede karşı karşıya kalan Hacı Sarraf Mahallesi’nin bu nüfusa yetecek kadar yeni binalar yapamadığı ve çok fazla nüfus yoğunluğuna maruz kaldığı söylenebilir. Nüfusun 1703 yılındaki rakamlarına bakılırsa, mahallede 94 zimmi (Rum), 1 Ermeni ve 86 Müslüman aile yaşamaktadır ki, Edirne şartlarında oldukça büyük bir mahalle demektir. Az binadaki çok kalabalık nüfusa bakılırsa sadece üç Müslüman ve 3 Zimmi kiracının kayıtlara geçmesi oldukça ilginçtir. Aynı evlerde oturan pek çok ailenin ya yakın akraba ya da mülk ortaklığı yaptığı anlaşılmaktadır. Diğer yandan Hoca Ömer Mahallesi’nden farklı olarak bu mahallede iki zimmî hatun da aile reisi olarak kayıtlara geçmiştir. İkamet edelerin meslek bilgilerine bakıldığında 100 hane reisinin yaklaşık elli değişik mesleğe sahip olduğu gözükmekte7 Stefanos Yerasimos, İstanbul örneğinden yola çıkarak çok aileli evlerden bahseder ve zemin katta odalar şeklinde bir yerleşimi olduğunu söyler. Bkz Stephane Yerasimos, “Dwellings in the Sixteenth-Century İstanbul,” In The Illuminated Table, The Prosperous House: Food and Shelter in the Ottoman Material Culture, Suraiya Faroqhi ve Christoph K. Neumann ed. (Würzburg, 2003), s. 296-298. şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 dir. İmam, müezzin, dedeler ve tellakların bulunması mahallede mescit, dergâh ve hamam olduğuna dair ipuçları vermektedir. Gayrimüslim nüfusun çokluğuna rağmen kayıtlarda papaz olmaması burada kilisenin de olmayabileceği anlamına gelmektedir. Beş şerbetçi, iki meyhaneci, beş ayakkabıcı ve dört arabacı buradaki iş yoğunluğunu ve gayrimüslim varlığını göstermektedir. Meyhane ve şerbetçilerin, bahçıvan, balıkçı, marangoz, nalbant, mumcu (2 kişi), ayakkabıcı, abacı ve terzilerin gayrimüslimlerin yoğunlaştığı meslekler olduğu görülmektedir. Bakkal (7 tane), kasap (5 tane), fırıncı (3 çörekçi), bekçi (Müslümanlar için pasban kullanılır) gibi yaygın mesleklerin her iki inanç grubundan; debbağ (3 kişi), tellak, hallaç, hasırcı, sepetçi, çadırcı, mehter, odabaşı, muhzir gibi mesleklerin ise sadece Müslümanlara ait meslekler olduğu anlaşılmaktadır. Mahallenin hem nehre hem de vadiye ve ormana yakın olması dolayısıyla mahallede debbağhane ve yan ürünleriyle uğraşanlarla bahçıvan (gayrimüslimler için), bostancı (Müslümanlar için), rençber, çoban, gülcü gibi tarımla uğraşanların varlığı dikkat çekmektedir. Hacı Sarraf’ta ikamet edenlerin unvanları incelendiğinde ise paşa, beşe (5 kişi), çavuş (2 kişi), bey (7 kişi), çelebi (5 kişi), efendi, hacı (3 kişi) ve es-seyyid gibi unvanlar görülmektedir. Efendi unvanı müezzin için, çavuş unvanı maytap ve çörekçi için, beşe unvanı ise tellak, mehter ve bakkal için; çelebi unvanı, çadırcı için ve hacı unvanı ise, somuncu için kullanılmıştır. Aynı zamanda Edirne sarayına da yakın olan bu mahallede askeri sınıftan kişilerin bulunması olağan görülmelidir. Hiçbir kayıtta gayrimüslimler için unvan kullanılmadığından onların sosyal statüleri ile ilgili bilgi edinilememektedir. Konu edilecek üçüncü mahalle Ayşekadın semtinde bulunan Sabuncu Hacı Mahallesi’dir ki Eski Camiye, şehrin bedestenine ve genel olarak ‘ticaret merkezi’ne çok yakındır. 1450’li yıllarda oluştuğunu tahmin ettiğimiz bu mahalle Kıncı Firuz Mahallesi’ni de içine alarak 1703’te daha da büyümüştür. II. Mehmed ve II. Bayezid zamanlarında yaşamış olan Pirinççi Hasan’ın dergâhı ve Vavlı Camii burada bulunmaktadır98. Bir imam, iki müezzin, iki şeyh ve bir dedenin mahallede kaydedilmesi bu eserlerin 1703 yılında da faaliyette olduklarına işaret sayılmalıdır. Sabuncu Mahallesi’nin nüfusu 1686 ile 1703 arasında 60 aileden 68 aileye ve 3 çalışana yükselmiştir. Bu dönemin gözde ya da hızlı gelişen Yıldırım ve Bayezid semtlerine göre bu nüfus artışı oldukça mütevazı bir artış olarak değerlendirilmelidir. Avarızhane sayısı ise 17 olarak kayıtlara geçmiştir ki Hoca Ömer Mahallesi’nden nüfus itibariyle %50 fazla olmasına rağmen avarızhane sayısı olarak %150 fazladır. Bu da nispeten mahalledekilerin mal varlığının ve dükkân sayısının fazlalığı ile ilgilidir. İlginç bir şekilde mahalle, 1686 yılında kiralık 56 oda ve beşi zimmîlere ait olmak üzere 14 dükkâna sahiptir. 1703 kayıtlarında ise dört gayrimüslim (kefere) hane birlikte tek binada yaşamakta ve mahallede kiralık hiç bir oda bulunmamaktadır. Sadece iki kiracı vardır ve onlar da odalarda değil evlerde oturuyor gözükmektedir. Kadın hane reisi olarak mahallede 3 kişinin ismi kayıtlarda görülmektedir ki bunlardan da 8 Gökbilgin, Paşa Livası, s. 55, 62. 69 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum sadece 1 tanesi ev sahibidir. Aradan geçen 17 yıllık dönemde, geçici nüfusun buradan gittiği ve mülkiyet sahipliğinin açıkça arttığı söylenebilir. Edirne’de şehir merkezinin 1700’lerde Tunca Nehri’ne doğru biraz kayması bu mahalleri geçici nüfuslar, odalarda kalan bekârlar içi için cazip olmaktan çıkarmış olabilir. Diğer yandan çok büyük nüfus artışı görülmemesinin sebebi olarak belki de mahalle, bu bölgeyi de kapsayan 1701 yılındaki büyük yangından fazlaca etkilenmiştir. Meslek dağılımı incelendiğinde 43 kişinin meslek dağılımı elimizde mevcuttur. Hoca Ömer ve Hacı Sarraf mahallelerinden farklı olarak bu mahallede oturanlar sadece yaygın mesleklere değil daha nadir mesleklere de sahiptirler. Berber (4 kişi), fırıncı (3 kişi) bakırcı (2 kişi), boyacı (2 kişi), kahvehaneci (2 kişi), kavukçu (2 kişi) gibi mesleklere ilaveten terzi, yorgancı, mataracı, yağlıkçı, kılıççı ve terlikçi gibi meslekler de hem çeşitlilik hem de nicelik olarak mahallenin mesleki üst profilini ortaya koymaktadır. Kahvehanecilerin mevcudiyeti ve berber, fırıncı gibi mesleklerin fazlalığı mahallenin merkezi bölge ile teması ve oralara hizmet sağlaması ile ilgili olmalıdır. 70 DOSYA: EDİRNE Ayrıca, bedestene yakınlığını ifade ettiğimiz bu mahallede bazergan, bezzaz, oturakçı ve tüccar gibi ticaret erbabı ile gümrükçü, hamal ve münadi gibi ticari sektörlerle ilgili mesleklerden kişiler de mevcuttur. Çavuş, saraçlar kethüdası ve tuğcubaşı gibi göreceli olarak üst düzey görevliler de bu mahallenin mukimleridir. Kayıtlarda bir de kadı geçmektedir ki emekli olarak da belirtilmediği için o anda Edirne’de görev yapan kadılardan birisi olma ihtimali yüksektir ve belki de bu civarlarda olduğu tahmin edilen mahkemelerden biri de bu mahallededir. Zira 1686 tarihli bir sicil kaydında mahkeme-i suğra diye bir mahkemeden bahsedilmektedir ki bu da şehirde en azından iki mahkemenin olduğuna işarettir109. Sabuncu Hacı Mahallesi’nin diğer iki mahalleden bariz bir farkı da unvanlar incelendiğinde ortaya çıkmaktadır. 70 kadar hane reisinin 55’i bir unvana sahiptir ki mahalle ortalamalarına göre oldukça yüksek bir orandır. Örneğin 22 çelebi ve 13 ağanın yansıra çavuşlar, beşeler, beyler, efendiler, halifeler ve hacılar da mahalle sakinlerinin taşıdığı unvanlar arasındadır. Birçok zanaatkâr, çelebi unvanı taşımakta ve birçok memur da ağa, çavuş ve efendi unvanıyla kaydedilmektedir. Hem meslek hem de statü profillerinin bu kadar yüksek niteliği böyle bir mahallede yukarıda bahsedilen kiralık odaların kayboluşuna da başka bir açıklama olabilir. Ele alınacak dördüncü ve son mahalle ise Muradiye semtinden Çokalca Mahallesi’dir. Her ne kadar mescidi ile birlikte bu mahallenin adının geçtiği 1455 tarihli bir vakfiye elimizde varsa da mahallenin ismi ilk defa 1529 kayıtlarında karşımıza çıkmaktadır1110. Diğer yandan Oktay Aslanapa mahallenin camisiyle ilgili olarak yapılış tarihi vermekte ve 1575 yılını zikretmektedir ki muhtemelen Karayazıcı Hacı Ahmed Efendi’nin vefatı burada dikkate alınmıştır1211. 1700’lü yıllarda mahallede bulunan bir mescit ve camiinden, camiinin yapılışı için bu tarih doğru olmalıdır. Anlaşılan o ki her ne kadar ma9 Edirne Sicilleri, no. 67, s. 2a, 114b. 10 Gökbilgin, Paşa Livası, s. 421, 55. 11 Oktay Aslanapa, Edirne’de Osmanlı Devri Âbideleri, (İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1949), s. 183 şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 halle 1450’li yıllardan beri mevcutsa da Kıyık, Çokalca, Karayazıcı Hacı Ahmed Efendi gibi çeşitli isimlerle anıldığı için karışıklık yaşanmaktadır. Oysa mahalle 1450’li yıllarda mescidi yapılarak oluşmuş, 1550’lerde büyüyerek Cuma camisine kavuşmuş ve 1700’lerde nüfusu da artarak çok daha büyük bir mahalleye dönüşmüş hatta Muradiye semtinin yanı başında yeni bir semtin Kıyık’ın oluşmasını bile sağlamıştır. Mahalle mevki olarak her ne kadar şehrin merkezinden yani Eski Cami ve bedestenden nispeten uzak olsa da camisi, mescidi, kilisesi, dergâhı, dükkânları, kiralık odaları ve Kıyık Pazar’ı1312 ile bölgesinin ve genel olarak şehrin merkezi mahallelerinden olduğu işaretini vermektedir. 1686 tarihinde 143 haneye sahip olan mahalle 1703 yılında 259 hane ve odalardaki 8 bekâr nüfus ile şehrin en büyük mahallelerinden biri haline gelmiştir. Nüfusunu on yedi yılda neredeyse ikiye katlayan Çokalca Mahallesi’nde Müslümanlar çoğunluktadır ve %10 nispetinde de zimmi ve Ermeni bulunmaktadır. 1686 yılından önceki avarızhane sayısı 26 olan mahalle aynı yıl yapılan güncellemede 20 avarızhanesiyle mükellef tutulmuştur. Hacı Sarraf Mahallesi 132 hane ile 24 avarızhanesine sahip iken bu mahallenin 143 hane ile 20 avarızhanesine düşürülmesi bu yıllarda mahallenin servet ve ticari kapasite olarak zayıfladığı göstermektedir. 1703’e gelindiğinde görülen nüfus artışına bakılırsa, mahallenin bu iki tarih arasındaki gelişme hızı çok daha anlamlı olmaktadır. Kadın hane reisi olarak da zengin olan mahallede 18 kadın aile reisi olarak kayıtlara geçmiş12 Gökbilgin, Paşa Livası, s. 421, 55. tir ki bunlardan da dördü ev sahibidir. Dikkat edilirse, mahallede normalin çok üzerinde bir kiracı nüfusun olduğu görülecektir. 42 ev sahibinin 52 hane kiracısı vardır ki bunlardan yarısı ev sahibi ile birlikte oturmaktadır. Odalardan ziyade evlerde kiracıların çok olması, buralarda bekârlardan çok ailelerin kiracı olduğunu ve Edirne’ye yeni gelen nüfusun buralara yerleştiği ya da yerleştirildiğine işarettir. Mesleki dağılım ve unvanlar için kayıtlara baktığımızda, mahallede 116 hane reisinin unvanları verilmekte ama meslekleri verilmemekte, 101’inin ise ne mesleği ne de unvanının kaydedildiği gözükmektedir. Bununla birlikte mahallelinin mesleklerine bakıldığında yetmişin üzerinde meslek karşımıza çıkmaktadır. Sabuncu mahallesinde olduğu gibi nadirattan olan bazı mesleklere burada da rastlanmaktadır. 16 berber, 9 terzi (biri zimmî ve ikisi Ermeni), 8 dikici (biri Ermeni ve biri zimmî), 8 nalbant ve 8 tellak sadece bu mahalleye değil muhtemelen tüm şehre hizmet veriyorlardı. Mahallede bulunan 9 bağcı, 8 rençber (hepsi Arnavut ve kiralık odalarda kalmaktadır) ve 2 bahçıvan, tarım ve bahçe konusunda mahallenin zengin durumunu göstermektedir. Diğer taraftan mahallenin ayırt edici bir yönü de şehirdeki on altı su yolcudan (su altyapısı ile uğraşan görevliler) on dördünün burada yaşamasıdır. Zira kaynaklarda ifade edildiği üzere şehrin su kanalları Kıyık üzerinden gelmekte ve Sarıca Paşa mahallesindeki depolarda tutulmaktadır1413. Böyle olunca su yolcuların, su yollarının yakınında oturması anlamlı olmaktadır. 13 Neriman Meriç Köylüoğlu, Edirne’de Osmanlıdan Günümüze Su Yapıları, (Edirne: Türk Kütüphaneciler Derneği, 2001), s. 7. 71 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Semtin ve şehrin merkezi mahallelerinden biri olduğu anlaşılan Çokalca’da iki kahvehaneci ve birer bozacı, gümrükçü, Ermeni kuyumcu bulunmakta ayrıca iki tellal, bir hamal, üç aşçı, iki fırıncı ve bir çamaşırcı ikamet etmektedir. Yoğun nüfusu, semt çarşısı ve kiralık odaları bulunan bir yer için bu meslekler oldukça anlamlı durmaktadır. İlmi ve entelektüel açıdan da mahalle oldukça zengindir. 2 kadı, 4 imam, 5 müezzin, 3 halife, 2 hoca ve 1 talebe mahalledeki cami ve mescit ile dergâh ve medreselerin yakınlığına dair işaretler vermektedir. Bu dönemde kadı olan Hüseyin Efendi’den önceki kadı Mirzazade eş-Şeyh Mehmed Efendi’nin1514 hemen komşu Karabulut Mahallesi’nde oturması da bu mevkiin –genel olarak Muradiye semtinin- ulema tarafından ikamet için tercih edilen bir bölge olduğunu göstermektedir. Semtte bulunan medrese ve tekkelerin yanı sıra, topografik olarak yükseltisi şehrin ticari merkezinden ve Kaleiçi’nden daha fazla olan bu mevki hem havası hem de nehir taşkınlarından kaynaklı su baskınlara karşı daha korunaklı olması dolayısıyla da tercih edilmiş olmalıdır. 72 DOSYA: EDİRNE Mahallede 93 hane reisi en az bir unvan ile kayıtlara geçmiştir. Hacı unvanı 16 kişide, efendi ve beşe unvanı ise 13’er kişide kullanılmıştır. Ayrıca 12 ağa, 10 çelebi, 9 bey, 4 çavuş, 3 seyyid, 3 molla, 2 paşa ve 2 de halife mahallelinin sahip olduğu unvanlar arasındadır. Diğer mahallelerde olduğu gibi unvanlar ile meslekler arasında doğrudan bağ kurmak pek mümkün gözükmemektedir. Sadece ulemanın mesleği ve unvanı kesinkes ilişkili kullanılmaktadır. Örneğin Hacı unvanı, 14 1129, 1130 ve 1133 yıllarında tekrar kadı olmuştur. Edirne Sicilleri, no: 104, 106, 110. berber, tellak ve kadı için kullanılırken ağa unvanı da hem kahvehaneci hem de gümrükçü için kayıtlarda geçmiştir. Yine beşe unvanı berber, aşçı, asker ve tellal için aynı anda kullanılabilmiştir. Edirne’nin farklı mevkilerinden seçilen bu dört mahallenin biyografileri hiç şüphesiz avarızhane ve kefalet sayımlarının ötesinde şer’iyye sicilleri, vakfiyeler, önceki dönemlere ait tahrirler ve diğer seyahatname, yerel tarihler gibi kaynaklar incelenerek de zenginleştirilebilirdi. Ne var ki mevcut çalışmayla bile görülmektedir ki tek tek mahalleler de şehirle ilgili bizlere pek çok şey öğretmektedir. Aynı şehirde, mevkisine ve diğer mekân ve toplumsal durumlarla ilişkilerine göre her mahallenin kendisine göre farklı nüfus, meslek ve statü profilleri barındırdığı ve böylece bir bütün oluşturarak şehir denen daha büyük birimin ortaya çıktığını bu örnekler bizlere göstermektedir. Şüphesiz bu tekil ya da mikro örneklerin tamamı incelendiğinde şehirde bazı makro eğilimler görülmekte ve bu da bizi tekrar dönüp mikro mahalle ve mahalle gruplarını tekrar yorumlamamızı gerektirmektedir. Bazı mahalleler özellikle de Edirne’nin Karanfiloğlu, Kaleiçi ve Ayşekadın semtindeki mahallelerin bir kısmı şehrin ticari merkezini oluştururken aynı semtin diğer bazı mahalleleri iskân alanlarını oluşturmaktadır. Bunların arasında kalan bir kısım mahalleler ise etnik ve dini nüfus kompozisyonu ya da sosyal-iktisadi profilleri ile farklı geçiş bölgeleri (transition zones) özellikleri gösterebilmektedir. Muradiye-Kıyık semtinin Çokalca ya da Yıldırım’ın Hacı Sarraf mahalleleri örneklerinde olduğu gibi, şehrin ikinci bir ticari merkezi ya da Sayı:3, ARALIK 2015 şehir & toplum yeni daha yoğun iskân mahalleri ortaya çıkabilmektedir. Özetle, Osmanlı şehirlerinin merkezi birimi olarak mahallenin, pek çok arşiv türü birlikte kullanılarak, biyografilerini yazmak mümkündür. Bu mikro biyografiler bizlere daha kapsamlı şehir biyografileri yazabilme hususunda kapı aralayacak, böylece ortaya çıkacak şehir biyografileri de tekrar dönüp daha derinlemesine mahalle biyografileri inşa etmeye imkân tanıyacaktır. Kaynakça Ahmet Yiğit “XVI. Yüzyılın İkinci Yarısında Edirne Kazası,” (Doktora Tezi, İnönü Üniversitesi, 1998). Behar C., (2014). Bir Mahalle’nin Doğumu ve Ölümü (1494-2008): Osmanlı İstanbul’unda Kasap İlyas Mahallesi, İstanbul. Can A., (2009). Mekansal Perspektiften Bir Semt Biyografisi: Vefa, Bir Semte Vefa (1453-1775). Çakır B., (2009). Vefa’da Kayıp Üç Mahalle: Revani Çelebi, Sekbanbaşı İbrahim Ağa ve Hoca Teberrük (Dünü, Bugünü, Yarını), Bir Semte Vefa, s. 479-518. Gökbilgin M. T., XV-XVI. Asırlarda Edirne ve Paşa Livâsı: Vakıflar-Mülkler-Mukataalar (İstanbul: İÜEF, 1952). Köylüoğlu N. M., (2001). Edirne’de Osmanlıdan Günümüze Su Yapıları, Edirne: Türk Kütüphaneciler Derneği, s. 7. Özel-İmanov N. B., Uğur Y. ed., (2009). Bir Semte Vefa, İstanbul, s. 421-454. Uğur Y., “The Historical Interaction of the City with Its Mahalles: Ottoman Edirne in the Late Seventeenth and Early Eighteenth Centuries (Doktora Tezi, Boğaziçi Universitesi, 2014) Kazancıgil R., (1992). Edirne Mahalleleri Tarihçesi 15291990, İstanbul, Türk Kütüphaneciler Derneği Edirne Şubesi. Görsel Kaynakça Şekil 1, Uğur Y., The Historical Interaction, s. 98. Şekil 2, Uğur Y., The Historical Interaction, s. 104. Şekil 3, Yunus Uğur tarafından hazırlanmıştır. 73 DOSYA: EDİRNE şehir & toplum DOSYA: EDİRNE 74 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 YAAAA HAAAAAAKKKK! EDİRNE MENZİLLERİ Adnan Mehel* Adnan Mehel16* “Ya Hakk” diye, yani Allah’ın isimlerinden bir tanesi ile gırtlakları yırtılırcasına nara atarak küşad verip okunu bilek siperinin üzerinden kaydırarak menzile gönderen kemankeşlerden de, o efsane pehlivanları merakla izleyen binlerce insandan da haber yok artık. Onlarca yıldır er meydanlarında bu naralar maalesef duyulmuyor. Böyle bir atış sahnesi bir risalede şöyle anlatılır; ünlü kemankeş Tozkoparan İskender, Bursalı Şüca’nın yıldız menzilini bozmak için tam on sene çalışır. Okmeydanı’na diğer kemankeşler, üstadlar, hakemler, duacılar ve kalabalık bir halk topluluğu ile giderler. * Okçuluk Tarihçisi İlk önce Tozkoparan İskender taş dibine gelip eski üstatların ve Hazret-i Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) ruhları için salât-u selâm getirdikten sonra şahitlik yapmak için orada bulunan yaşlı üstatlardan atış yapmasına izin vermelerini rica etti (icazet diledi). Onlar da: “Gaza niyetine ok atmana izin verdik. Allah yardımcın olup koluna kuvvet versin.” diyerek izin verince İskender: “Bismillah” deyip “Ya Hakk” sedasıyla okunu attı. Ok, Benli Karagöz ile Deve Kemal’in taşları arasına düşüp havacılar “beş dülbent ile çuha atdılar”. 75 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Şekil 1: Geleneksel giysilerle ok atışı, (Hamit Yalçın) İskender’den sonra diğer atıcı pehlivanlar da atış yaptılar ise de hiçbirisi İskender’in okunu geçemedi (basılmadı). İkinci oku atma sırası (növbet) yine İskender’e gelince, yaycısı Üstad İçkoz Ahmet Ağa, yayı yoklayıp eline verirken: “Allah’ını seviyorsan sağ tarafa (şast) doğru at.” diye uyarıda bulundu. 76 DOSYA: EDİRNE İskender, İçkoz Ahmet Ağa’nın dediği gibi sağ tarafa doğru okunu attı. “Ya Hakk” diye bağırıp öyle sıçradı ki; o gün giyinmiş olduğu ak kaftanın etekleri, rüzgârın da etkisiyle kendi boyunca havaya kalkıp, ok altında duranlara alay bayrağı gibi göründü. Ok altında oturanlardan Üstad Bekâr Sinan, yanında oturan Ahmet Bey’e; “Ahmet.” diye seslendi. O da; “Buyur ne diyorsun? Lebbeyk” diye karşılık verince, Bekâr Sinan; “Ok gayetle eyü atıldı, gafil olman, oku iyi gözetleyin.” dedi, Bu uyarı üzerine eski üstadlar kulak verip oku izlemeye koyuldular. Ok onların başı üzerinden geçerek Şüca’nın taşından aşırı gelip kondu. Havacılar ve üstad atıcılar okun üzerine koşup hava eyleyip dülbend bozdular. Dülbend bozulduğunu gören ayak yerindeki bütün atıcılar ve İskender, okun yanına gelerek oku yerinde gördüler. Konduran havacıların tanıklığı ile ok tekbir ve senâ ile yerinden çıkarılıp pehlivan İskender’in eline verildi. Ve: “Kutlu olsun (mübarek olsun) Allah koluna kuvvet versin pehlivan.” dediler. Daha sonra da hazır bulunan bütün atıcılar, eski üstadlar ve havacılar birbirleriyle kucaklaşıp merhabalaştılar… Bu tören de bittikten sonra, okun şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 düştüğü yere taşlar koyarak nişan koydular (Risale . yk.25.b.)171. Bir menzil rekoru kırıldığında neler yaşandığını ve okçuluk sporunun nasıl ciddiyetle yapıldığını daha iyi anlaşılsın diye Atıf Kahraman’a atfen Bahtiyarzade Risalesi’nde anlatılanları olduğu gibi alıntıladık. Binlerce insanın günler öncesinden uygun rüzgârı ve namlı kemankeşlerin geleceği meydan günlerini heyecanla bekledikleri zamanlar çok gerilerde kaldı. Kemankeşlik kültürüne ait terminoloji unutuldu. Bu güzide sporumuza tahsis edilen ok meydanları da ya Kütahya’da olduğu gibi önce “mal pazarı” olarak kullanıldı veya İstanbul Okmeydanı’nda olduğu gibi gecekonduların işgaline maruz kaldı. Sessizce iskâna açılıp imar alanına ve yerleşime katılan Bursa, Trabzon, Amasya gibi şehirlerde de meydanlar kaybolup gitti. Özenle korunan menzil taşları, dünyada eşi benzeri olmayan bu güzel abideler ise ya kırılıp bir yerlere atıldı, gecekondulara temel oldu veya çimentodan tasarruf etmek için parke taşı gibi kaldırım betonu kalıplarına uzatıldı. En son okçu ustası geçinemediği için hayatını sigara çubuğu yaparak idame ettirmek zorunda kaldı. En sonunda 1906 yılında, yoksulluk içinde sessizce çekildi yaşam sahnesinden. Bütün ok meydanları devasa şehirlerin yüklenmelerine daha fazla dayanamayarak beton istilacılarına teslim olmak zorunda kaldı. 1 Atıf Kahraman, Osmanlı devletinde spor, Kültür bakanlığı 1995 Ankara s.272 Dünyanın en eski organizasyonlarından yağlı güreşimiz, okçuluğa nazaran biraz daha şanslı. Kırkpınar, başka ülke sınırlarında kalsa da Edirne Sarayiçi’nde faaliyetlerine devam etmekte, hala seyirci bulabilmekte, hala meraklılar, kültürümüzün bu önemli parçasına sahip çıkmak için uğraşmakta… Ok meydanları ve okçuluk sporumuz ise maalesef tarihin derinliklerinde kalmıştır. Osmanlı’da tüm büyük merkezlerde ok meydanları bulunurdu. Yukarıda bahsettiğimiz gibi bu meydanlar devasa şehirler tarafından yutuldu ve bu kültür unutuldu. Edirne’de de ok meydanı vardı. Aslında hala da var diyebiliriz... Okmeydanı olarak kullanılmıyor belki ama en azından henüz imara açılmamış, tarım alanı olarak kullanıldığından ok meydanı olarak istifade etme imkânı bulunmakta. Bir zamanlar Genç Osman, III. Selim, II. Mahmut gibi padişahların ok attığı, Bursalı Şüca, Tozkoparan İskender gibi namlı pehlivanların yarıştığı meydanlardan Osmanlı coğrafyasındaki bilinen en eski ok meydanları Edirne’de bulunmakta. Namı dünyaya yayılmış meşhur Edirne (Edrene) yaylarının yapıldığı, namlı kemankeşlerin ve yay ustalarının doğduğu şehir olan Edirne, Kırkpınar’ımız gibi, en az onun kadar değerli bir spor alanını daha sinesinde saklamaktadır. Ne pehlivanlar gelip geçti oralardan; ne dualar okundu, ne gözyaşları döküldü, ne sevinçler yaşandı... Ne ünlü komutanlar, sultanlar ve kemankeşler küşad verdi okuna. Kim bilir, ne müthiş naralarla inledi o meydan ve kalabalıklar aşka geldi. 77 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Edirne ok meydanı; İstanbul’dan sonra gerek menzil sayısı, gerekse menzil uzunluğu açısından ikinci sırada yer almaktadır. Ünsal Yücel üstadımız okçuluğun yeniden canlanmasında başucu kitabımız olan “Türk Okçuluğu” isimli eserinde Edirne ok meydanının önemini vurgulayarak, “Musalla Meydanı” ve “Sarayönü” diye iki meydandan bahsediyor. Bahtiyarzade Risalesi’nden alıntıyla yeri de kabaca şöyle tarif ediyor: “Ol zamanda Musalla Meydanı’ndan Sarayönü’ne Tunca suyu üzerinden yol varır gelirdi“ bu iki meydandan başka Tunca’nın iki yola ayrılıp sonra yine birleşerek oluşturduğu adacığa giderek yol kenarında ve adaya geçen köprünün yanında da birer okmeydanı vardı. (Ünsal Yücel, 59)” Üstad yazısının devamında “17. Yüzyılda Edirne’nin Demirtaş köyünde de bir menzil açılmıştır” diyor182. Kaynak ise Tezkire-i Rümat193. Yani Atıcılar Tezkiresi. Kâtip Abdullah Efendi bu eserini yazmadan önce çoktan tahrip olmaya başlamış bu meydanda hiç olmazsa Tozkoparan İskender’in ünlü taşını bulmak üzere çok araştırma yapmış; güç bela taşı bularak yerine yeniden dikmiştir. Abdullah Efendi’den yüzlerce yıl sonra biz de, menzil taşlarından birisini buluruz ümidiyle Edirne’de araştırma yaptıysak da maalesef hiçbirine ulaşamadık. 78 DOSYA: EDİRNE Ünsal Yücel, kitabında Edirne menzillerini hem mekân olarak, hem de hangi rüzgârla atıldıkları ile ilgili olarak tek tek şöyle sıralıyor: 2 Türk Okçuluğu, Ünsal Yücel, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara 1999 s 59. 3 Abdullah Efendi, Tezkiretü’r-Rumât. Adaya giden yolda Lodos Menzili: Eserde bu menzilin, yani ok atış sahasının sık sık sel felaketine maruz kalması dolayısı ile aynı ölçüler ve rüzgâr açısıyla Musalla meydanına nakledildiği yazılmaktadır. O menzilde bulunan taşlar da yine bu meydana nakledilmiştir. Ada Köprüsü yanında Ada Menzili: Bu menzilin de yıldız havası ile atıldığı zikredilmekte ve Fatih devri kemankeşlerinden Mütevellikulu Sinan Bey tarafından açıldığı, yani ilk menzil taşı dikildiği kaydedilmektedir. Bu menzil ile ilgili ilginç bir olay da nakledilmektedir. Şöyle ki, ünlü Kemankeşlerden Deve Kemal bu menzilde çok uğraşmışsa da rekor kırmaya muvaffak olamamış, sonunda yıldızın tersi rüzgâr olan kıble rüzgârı ile menzili bozmaya muvaffak olarak taş dikmiştir. Oldukça ilginç olan bu olay okçuluk tarihimizde ilk ve tektir. Kemankeş bedenen ve ruhen hazır olsa da uygun rüzgâr esmezse yani oku daha uzağa taşıyacak hava akımı oluşmazsa rekor kırmak oldukça zor bir hale gelir. Yılın hangi gününde hangi rüzgârların ok atışına uygun estiği ile ilgili rȗznameler bile oluşturulmuştur. Demek ki Deve Kemal’in Yıldız rüzgârı bulamadığı için, tersten esen kıble rüzgârının atışa uygun esmesi dolayısı ile şansını ters taraftan denediğini anlıyoruz. Yani Deve Kemal üstadımız menzil taşını204 ayak taşı215 olarak kullanıp asıl menzildeki ayak taşını da menzil taşı imişçesine bu atışı gerçekleştirmiştir. 4 Menzil taşı: Bir menzilde kırılan rekoru belirtmek için diktirilen işaret taşı. Çoğunun üzerinde rekor sahibinin adı, mesleği, rekor ölçüsü ve tarihi yazılı bir kitabe bulunurdu. Ünsal Yücel s. 410 5 Ayaktaşı: Bir menzilde kemankeşlerin atış yapacakları noktayı gösteren taş, Ünsal Yücel s.393 şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 Musalla meydanında Yıldız Menzili: Edirne şehrinde bulunan menzillerin en ünlüsü bu menzil olmalıdır. Deve Kemal’in II. Beyazıt devrinde taş diktiği bu menzilde hem Edirneli, hem de İstanbullu kemankeşler çok uğraştıkları halde menzili kırarak, kendileri için taş dikmeye muvaffak olamıyorlardı. Okçuluk sporumuzun efsane menzillerinden birisi olan bu alanda Sultan II. Beyazıt dahi kendisine bir okçu methedildiğinde “Bir marifeti varsa Deve Kemal’in Yıldız menzilini bozsun” diye söylendiği rivayet edilir. Kemankeşlerin bütün çabalarına rağmen bu menzilde muvaffakiyetsizliğini Edirne ile İstanbul’un havasının farklı olmasına bağlayanlar vardır. Bu nedenle idman sürecini de Edirne’de geçirmek üzere kemankeşler Edirne’ye taşındılar ve 3 sene kadar burada yaşayıp idman yaptıktan sonra en son Tozkoparan İskender tarafından 1510 yılında bu menzil bozulmuştur. Yani en son rekortmen olan Deve Kemal’in menzil taşından, yani o ana kadar atılmış olan en uzun mesafeden daha uzak bir mesafeye oku ulaştırmayı başarmıştır Tozkoparan. Yazının başında yaptığımız alıntı işte bu efsane menzil gibi bir başka efsane menzilin, İstanbul Okmeydanı’ndaki uzun yıllar kırılamayan Bursalı Şüca’nın Yıldız menzilinin nasıl bozulduğunu anlatmaktadır. Bu rekorun kaç gez olduğunu maalesef müellif yazmamış. Ancak Ünsal Yücel bu mesafenin 1270 gez olduğunu tahmin etmektedir. Yani 838 metre… Menzil atışlarının bir hedef gözetmeyen ve sadece oku mümkün olduğu kadar uzak mesafeye atmayı amaçlayan bir yarışma şekli olduğunu belirtmekte fayda görüyoruz. Bu arada, hazineden bu ke- mankeşlere yıllık akça ve yolluk bağlandığını söylersek okçuluk sporunun ne denli popüler olduğunu, gerek halk ve de gerekse devlet tarafından desteklendiğini de anlaşılabilir. Bu olay dolayısı ile en ünlü kemankeşimiz Tozkoparan İskender’e 1500 akça ve bir kaftan verildiğini, yay ve ok ustasına da 500’er akça ihsan olunduğunu Ünsal Yücel hocamızın kitabından takip edebiliyoruz226. Sadece bu değil; Tozkoparan İskender’e, buradaki rekoru kırmak amacıyla Edirne’de bulunduğu 3 senelik süre içerisinde ödenekler tahsis edildiğini belgelerden takip etmek mümkün. Edirne’de bulunan diğer menzilleri de kısaca zikretmekte fayda görüyoruz: Musalla Meydanı’nda Poyraz ile Kuyu yeri Menzili Sarayönü Meydanı’nda Lodos Menzili Namazgâh Meydanı’nda Memi Çelebi Menzili Namazgâh Meydanı’nda Poyraz Menzili Yeksüvar-ı Zergerdan Menzili Musalla Meydanı’nda Yaycı Hüseyin Menzili Musalla Meydanı’nda Kıble Menzili Musalla Meydanı’nda Poyraz Menzili Kahveci Yeri Menzili Demirtaş Ovası Yeksuvar Menzili Ünsal Yücel’in kitabında Demirtaş Ovası ile ilgili fazla bir açıklama bulunmamaktadır. Aslında bu ovanın Demirtaş diye isimlendirilmesi Sultan I. Murad ve II. Beyazıt devirlerinin ünlü beylerbeyinden Timurlaş Paşa’nın Arnavutluk ve Sırbistan’a yaptığı akınlardan Edirne’ye döndüğü zaman, askerlerini bu ovada 6 Ünsal Yücel s.61 79 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Ancak Kâtip Abdullah Efendi, bu şahsın rekor kırdığı oku yolda bulmuş olması dolayısı ile şu kaydı düşmektedir: Şekil 2: Okçuluk öğrencileri (Hamit Yalçın) “Merhumun sahih oku yoktur. Akibet haydutlar tarafından öldürüldü. Atıcılar kanununa aykırı taş dikenin uzun ömürlü olduğunu görmedik. Şiddetle itiraz oluna. Bu fende yalan söyleyenin ve doğru yürümeyen ve hakkına razı olmayan elbette bir kazadan kurtulmaz.”23 7 Görüldüğü gibi yolda bulunan okla kırılan rekoru dahi kabul etmeyen ve pehlivanı sahih oku olmamakla itham eden bir ahlak anlayışı ile yoğrulan bu güzide sporumuz zamana yenik düşmüştür. konaklatması ve eğitim yaptırması ile ilintilidir. 80 DOSYA: EDİRNE 17. yüzyılda Edirnelilerin en sevdiği mesire alanlarından biri olan bu ovada, Avcı Sultan Mehmed’in Edirne’de yaptırdığı sünnet düğünü ve Hatice Sultan’ın, yine Edirne’de yapılan, evlenme merasimlerinin bir kısmı bu ovada gerçekleşmiş; at ve yaya yarışmaları yapıldığı gibi, elbette okçuluk yarışmaları da burada düzenlenmiştir. Ancak, Musalla Meydanı veya diğer ismiyle Namazgâh Meydanı asıl okçuluk alanı olup Demirtaş Ovası’nda sadece bir menzil, yani atış alanı bulunmaktadır; Yeksuvar Menzili. Bu menzil ile ilgili olarak da ilginç bir olay anlatılmaktadır. Bu menzilde en son rekor kıran Kemankeş Hacı Baki isimli bir kişidir. Hacı Baki bu menzili yolda bulduğu bir menzil oku ile bozmuştur. Son yıllarda bu spora gönül veren insan sayısı hayli artsa da Kemhacı Hayrettin kadar bu işe sevdalı sporcular yetişmedikçe çok fazla gelişme olmayacağını tahmin etmek de zor değildir. Bursalı kemankeş olan Kemhacı Hayrettin, yıllarca hem idman yapıp hem uygun rüzgârı beklemiş, atış için müsait olan rüzgâr da biricik evladının vefat ettiği güne denk gelmiştir. Risale-i Bahtiyarzade de olay şöyle anlatılmaktadır: “…Bir tek oğlu, ciğerparesi öldüğü gün, kabre giderlerken birden beklediği yıldız havasının estiğini fark etti. Ne yapacağını şaşırmıştı. Utanç ve yas içinde cemaate dönüp: ”Sizler lutfunuzdan, kereminizden bizim meyyitimizi varup hakkına koyup defnediniz. Benim bugün eylediğim günahı af eyleyiniz, mazur 7 Atıf Kahraman. Cumhuriyete kadar Türk Güreşi s. 42-44 (Atıf Kahraman’a atfen -Abdullah Efendi Tezkire-i Rımat Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi’ndeki nüsha varak 88b,89a) şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 görünüz. Benim nice çok zamanlardan berü çalışıb, emekler çeküb ele getiremediğim muradımın havası esiyor. Benim canım paresi bugüne yetişmedi, caizdir ki ben dahi yarına yetişmiyem, namurad olup gidem. İzninizle bugün havaya uyup meydana gideyim” deyip ağladı. Bunlar dahi ağlaştılar, “Var Allah muradına erişdire” dediler. Kimileri ise bu işe gülüştüler. Kemhacı, meydana gitti, cemaat oğlancığını kabrine koyup ardınca gittiler. Atış vakti Hayrettin eline ok ve yayını alıp, ayak taşına varıp, dua ve sena birle durup ağladı. İçinden bugün benim meydana niyet-i gaza ok atmağa geldiğime niceleri gülüştüler, ciğer gişesini nasıl bırakır dediler, imdi Yarab hazretinden dilerim ben kulunu cümle kulların önünde mahçup etme“ diye yakarıp gözyaşları içinde attı. Hak Sübhane ve Teâlâ inayetinden ana yardım yetişip menzili bozdu, muradına erişti.”248 menzil taşını diken kemankeştir. Oğlu Bahtiyarzade Hacı Hasan ise okçuluk kültürümüzün en önemli yazılı belgelerinden olan “Risale-i Bahtiyarzade”nin yazarıdır. Usta Ali sadece Edirne’nin değil; Osmanlı’nın en mahir yay ustalarındandır. Kanuni devrinin yay ustalarından olan bu üstadın yayı hakkında “Kimde Usta Ali yay varsa altı yerden muhkem bezle sarılıp saklasın, dünyaya bir daha onun misali yaycı gelmez” denildiği kaynaklarda yer almaktadır259. Yine Usta Sinan, Usta Ali’nin çırağı olup onun devrinde Edirne yaylarının namı çok yayılmıştır. Edirne yayları birçok ünlü menzilin bozulmasında rol oynamış, en ünlü kemankeşlerin ellerinde nice rekorların kırılmasına sebep olmuştur. Hatta bu yayların ününün sadece Osmanlı coğrafyasında değil Orta Asya’ya kadar yayıldığını Abdülkadir İnan hocamızın bir makalesinden öğrenme imkânına kavuşuyoruz. Bu menzil daha sonraları ünlü kemankeşlerimizden Bursalı Şüca ve Tozkoparan İskender tarafından bozulmuştur. En son menzil, Tozkoparan İskender’de kalmış ve onu geçebilen olmamıştır. “Kemhacı yeri” diye Bursa atıcılar meydanında kayıtlara geçmiş olan bu menzil, artık sadece tarih kitaplarında yaşamaktadır. Kim bilir, böyle bir acıklı hikâyesi olan meydanın üzerinde şu an hangi apartman yahut alışveriş merkezi yer almaktadır… “Kırım Hanlığı’nda Adil Sultan (adlı) genç bir sultan (prens) ardı. On yaşına geldi. Ona İstanbul’daki Sultandan ferman geldi: ‘Acem şahın fethini senden isterim’ dedi. Balyemez’den top alTobruca’dan at al Edirne’den cay (yay) al Baha’dan uzun ok al Bir acem Adil Sultan’a şöyle diyor: Adil Sultan efendim Balyemez’den topun yok Tobruca’dan atın yok Edirne’den cayın yok Baha’dan alağan okun yok…”2610 Edirne sadece ok meydanı ile değil, ok ve yay ustaları ile de meşhurdur. Mesela Usta Bahtiyar çok iyi bir ok ustasıdır. Hem ok ustası, yani tirger, hem de okçu olan bahtiyar usta İstanbul Okmeydanı’nda ilk 8 Ünsal Yücel s.66 9 Ünsal Yücel s.327 10 Abdülkadir İnan , “Doğu Türk ve Moğol Folklorundaki <Edrene> Kelimesine Dair “ 81 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Edirne’de bulunan ok meydanları Türkiye’deki en şanslı olan meydanlardır. Bu alanlar halen daha tarım arazisi olarak kullanılmakta olup atış yapılabilecek durumdadır. Keşke Edirneliler bu alana sahip çıksa, keşke devletliler bu alanı bir park olarak tanzim etse; hem Edirneliler bu alanı mesire yeri olarak kullansalar, hem de tarihi bir spor alanı olarak tekrar hizmet vermeye devam edebilse… Şekil 3: Yay örnekleri (Adnan Mehel) Edirne’de Kırpınar’ın yanında kemankeşlik kültürümüzün de yaşatıldığı “Namazgâh Menzili” yeniden açılsa da bu tarihi sporumuza sahip çıkabilsek. Tıpkı Japonlar’ın samuraylarına, ninjalarına, sumo güreşçilerine sahip çıktıkları gibi. Keşke biz de bu türden kadim geleneklerimizi yeniden canlandırabilsek ve dünya kültürüne nadide bir spor çeşidini hediye edebilsek… Yılın belli günlerinde Edirne’ye gidip Deve Kemaller’in, Miralem Ahmet Ağalar’ın, Tozkoparan İskenderler’in, Yanmazağaçlar’ın rekorlarını kıramasak da en azından adları unutulmuş, nesilleri kesilmiş o kemankeşleri yâd edebilsek ve dünyaya ne kadar köklü bir spor kültürüne ve dolayısıyla tarihine sahip olduğumuzu gösterebilsek. 82 DOSYA: EDİRNE Osmanlılar zamanında dahi “devletlülerin” teşviki ile ayakta kalan bu sporumuzu şimdilik biz kendi imkânlarımızla yapmaya ve yaymaya çalışıyoruz. Günün birinde kültür denilen olgunun sadece müzik, söyleşi, sinema ve sergiden ibaret olmadığını, unutulmuş değerlere de sahip çıkmayı kapsadığını düşünen “devletlüların” çıkması ümidini içimizde muhafaza ediyoruz. Şekil 4: Atışı gerçekleşmiş ok (Adnan Mehel) Her ne kadar sesimiz Tozkoparan İskender’in, Deve Kemal’in, Miralem Ahmet Ağa’nın sesi kadar gür çıkmasa da; her ne kadar, nârâ attığımızda kaftanımızın etekleri boyumuzu aşmasa da, gücümüzün yettiği kadar efelenmeye, nârâ atmaya, Allah’ın adını anmaya ve bu kültürü yaşatmaya devam edeceğiz. Yaaaaaa Haaaaaakkkk! şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 Okçuluk terimleri ve deyimleri Küşad vermek: Ok atmak Siper, bilek siperi: Daha kısa ve hafif spor (menzil) oklarının atılmasına imkân sağlayan ve kabza tutan bileğe takılarak kullanılan ok yatağı. Menzil taşı: Bir menzilde kırılan rekoru belirtmek için diktirilen işaret taşı. Çoğunun üzerinde rekor sahibinin adı, mesleği, rekor ölçüsü ve tarihi yazılı bir kitabe bulunurdu (Ünsal Yücel s. 410). Ayak taşı: Bir menzilde kemankeşlerin atış yapacakları noktayı gösteren taş (Ünsal Yücel s.393). Kaynakça İnan A., (1943). Doğu Türk ve Moğol Folklorundaki “Edrene” Kelimesine Dair, AÜDTCF.dergisi, cilt.1, sayı.5, s.133-135. Kahraman A., (1989). Cumhuriyete Kadar Türk Güreşi s. 42-4, (Atıf Kahraman’a atfen -Abdullah efendi Tezkire-i Rımat Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi’ndeki nüsha varak 88b, 89a). Kahraman A., (1995). Osmanlı Devletinde Spor, Kültür Bakanlığı, Ankara, s.270. Yücel Ü., (1999). Türk Okçuluğu, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara. Görsel Kaynakça Şekil 1 - Şekil 2, Hamit Yalçın Fotoğraf Arşivi. Şekil 3 - Şekil 4, Adnan Mehel Fotoğraf Arşivi. Yıldız menzili: Menzil, yani uzun mesafe atışları rüzgâr arkaya alınarak yapılan atışlardır. Yıldız menzili veya poyraz menzili gibi ifadeler, atışın hangi rüzgâr yardımı ile yapıldığını gösteren menzilin isimleridir. Genelde menzil alanları istifade edilen rüzgâr adı ile birlikte anılır. Havacı: Atışlarda hava yerinde (yani okun tahminen düşeceği yere yakın yer) okun düştüğü yeri, ayak yerinde duranlara bildiren meydan görevlisi (Hakem). Dülbend atmak (eylemek): Menzil atışlarında okun ana taşını geçtiğini bildirmek için, havacıların havaya dülbent fırlatması. Menzildeki kaç taş aşırı atılmışsa o sayıda tülbent atılırdı. Dülbent bozmak veya destar bozmak: Menzilde rekor kırıldığını bildirmek için havacıların sarık çözüp havaya fırlatmaları (Ünsal Yücel, s. 397). 83 DOSYA: EDİRNE şehir & toplum DOSYA: EDİRNE 84 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 EDİRNE MURADİYE MEVLEVİHANESİ N. Çiçek Akçıl Harmankaya* N. Çiçek Akçıl Harmankaya27* Şehirde tasavvufi hayatı yaymanın yanında; ortak kültür, konaklama, güvenlik, sağlık, ilim, sanat, spor ihtiyaçlarını karşılayarak, toplumsal birlik ve beraberliği sağlayan ve sürdüren kurumların başında tekkeler gelmektedir. Edirne tekkeleri281 içinde önemli bir yere sahip olan Muradiye Mevlevihanesi Konya ve İstanbul Mevlevihanelerinden sonra inşa edilmiştir. ve ilk yapım şekli üzerine farklı görüşler ileri sürülen Edirne Muradiye Mevlevîhanesi; Muradiye semtinde yüksek bir tepe üzerinde, Muradiye Camii alanında bulunmaktaydı. II. Murad tarafından Edirne Mevlevihanesi olarak yaptırılan caminin, bugün kayıp olan vakfiyesine göre (830) 1426303, kitabesine314 göre (837) Tapu tahrir defterlerinde “Zaviye-i Mev lana-hane-i köhne” ve “Mevlana-hane-i köhne” olarak adlandırılan292 inşa tarihi 3 Ahmet Badî, Riyâz-ı Belde-i Edirne, Edirne Şehir Tarihi, (Haz. Ratip Kazancıgil), Edirne Valiliği Yayını, İstanbul, 2000. 4 Muradiye Camiinin giriş kapısı üzerinde bulunan ve sadece camiye ilişkin olan Arapça kitabe şöyledir: “Alet imâretü Sultânu’l-ber Sultân-ı bahru’l-eyadi Murâd-ı Âl-i Osman fahnat bi-ni‘mâ-i ve’l-eflâke yegatha’l-mennân buniye tecellî kehimmeti’-l-bâni ese-allahu en yebkâ müverrihaten ale’d-duhûri ecri Hân-ı Sultân Sene:837” (Karalar ve denizlerin sultanı, Osmanlı sülalesinin Murad’ı her nimete boyun eğerek ihsanı bol olan Allah felekleri kaplayarak binayı yapanın himmeti gibi tecelli eden bu yapıyı yaptı”. Kitabe Sayın Fuat GÜNEL tarafından okunmuştur. * Sanat Tarihçisi, İstanbul Esenyurt Üniversitesi, Öğr. Gör. 1 Edirne Tekkeleri için Bkz., N.Çiçek Akçıl, Edirne Tekkeleri, Edirne Valiliği Kültür Yayınları, Edirne, 2013. 2 Selami Şimşek, Osmanlının İkinci Başkenti Edirne’de Tasavvuf Kültürü, Buhara Yayınları, İstanbul, 2008, s. 207. 85 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Şekil 1: Muradiye Mevlevîhanesi, genel görünüş (E. N. İşli, M. Koz, s.622) 86 DOSYA: EDİRNE 1433, A.Hibri’ye325 göre ise (839) 1435 yılında yaptırılmış olarak belirtilmesi ilginçtir. İnşasına ve Mevlevihane olarak kullanılmasına yönelik farklı olarak E. Çelebi336, “… Evvelce Câmi diye bina olunmamıştı. Celâleddin-i Rûmî muhabbeti ile bu âsitâneyi iki kubbeli bir Mevlevîhâne olarak bina etmişti. Bu tekke büyük bir Mevlevîhâne iken içerisinde hata yollu kan dökülmekle bir minare, mihrab ve minber eklenmekle câmi olmuştur. Daha sonra da bu câminin kuzey yönündeki geniş meydana Mevlevihane, imâret, medrese ve derviş hücreleri yaptırılmakla Hünkar sarayına bakan pek güzel bir Mevlevîhâne vücûda getirilmiştir…” derken S. Ünver347, “…II. Muradın rüyasında Mevlânâ Celâleddin Rûmî’yi görmesi üzerine, Muradiye Camii Mevlevihane olur, Bir rivayete göre ise burası inşa olunduktan altı sene sonra 843(1439) yılında Mevlevîhane’ye çevrildiği, daha sonra Cami kısmının ayrılarak Mevlevihaneye ayrıca bir semahane ve dedeler için odalar inşa edildiği…” şeklinde belirtilmektedir. Yapının mimarının tam olarak bilinmediği fakat dönemin mimarlarından Şehabeddin tarafından yapılmış olduğu düşünülmektedir358. Günümüzde mevcut olmayan mevlevihanenin mimarisi hakkında yazılı kaynaklar ile yapıya ilişkin fotoğraf ve kroki niteliğindeki çizimlerden bilgi edinilmektedir. O. Onur369, “…Kadir Dede’nin3710 tarifi üzerine Şadırvana karşı ka- 5 Abdurrahman Hibri, Enisü’l-Müsamirin Edirne Tarihi 1360-1650, (Çev. Ratip Kazancıgil), 1999, İstanbul, s.24. 6 Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı, Evliya Çelebi Seyahatnamesi Topkapı Sarayı Bağdat 305 yazmasının Transkripsiyonu- Dizini, 3. Kitap, YKY, İstanbul, 1999, s. 253. 7 A.Süheyl Ünver, “Edirne Mevlevihanesi Tarihine Giriş”, Anıt Dergisi, Sayı:30’dan ayrı basım, 1962, s.2. 8 Oral Onur, Edirne Mevlevîhanesi, Ofset Film 76, İstanbul, 1999, s. 42. 9 Oral Onur, a.g.e., 1999, s. 123. 10 Kadri Dede olarak da bilinir. Mevlevîler Kütüğü üzerinde çalışıp sağ olduğu yıllar boyunca Muradiye mezarlığındaki Mevlevî mezarlarını bakıp temizlemiş olan Mevlevî’dir. Bkz. Süheyl Ünver, a.g.e.,1962, s.5 şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 pıdan selamlığa girildiği zaman sağında Şeyh’in misafir kabul odası, solda kahve odası (kahvefuruş), onların arkasında dedelerin oturma ve soyunma odaları, Şeyh Kamil Efendi’nin musiki odası, ortada bir salon, haremlik kapısı ve haremlikte de, misafir için ayrı, Şeyh ailesi için ayrı birçok odalar bulunuyordu. Hücre tabir edilen 8 tane dede odaları, sıra ile evler, salon, türbe ve sağ tarafında semahanesi vardı. Zikredilen bina tahminen 15 odadan ibaretti. Tabii bunların arasında banyo ve tuvalet de vardı. Tekke’nin izbe kısmı depo idi. İmarethanesinde, aşevi, kiler, ocaklar, fodla fırını, hamur tutma ve malzeme yerleri bulunuyordu…” diye anlatırken. E. H. Ayverdi3811 ise, “…1929 yılında gördüğümüz Mevlevîhane kısmı ahşap idi, set duvarı da yeniden yapılmıştı. Daha evvel Mevlevîhanenin set duvarıyla beraber kagir olması, bu sefer ahşap olarak yapılmış bulunması pek muhtemeldir. Caminin mihrap tarafında, hazireden sonra kalan sahada da şeyh ikametgahı olan binalar varmış. Bizim gördüğümüzde bunlar yoktu…” şeklinde anlatmaktadır. Muradiye Mevlevîhanesi; cami, şeyh konağı, semahane, harem dairesi, derviş hücreleri, dede odaları, imaret, türbe, kütüphane, şadırvan, çeşme, mektep ve hazire birimlerinden meydana gelmekteydi3912. Bu yapılardan sadece cami, şadırvan, çeşme ve hazire günümüze ulaşmıştır. 11 Ekrem Hakkı Ayverdi, Osmanlı Mimarisinde Çelebi ve II. Sultan Murad Devri 806-855 (1403-1451), c.II, Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul, 1972, s.407. 12 Ekrem Hakkı Ayverdi, a.g.e., s. 405-415; Oral Onur, a.g.e.,1999, s.5,10,12; Osman Nuri Peremeci, Edirne Tarihi, Edirne ve Yöresi Eski Eserleri Sevenler Kurumu Yayınları, Edirne, 1939. s.58-59; Süheyl Ünver, Edirne Muradiye Camii, Tege Labaratuar Yayını, İstanbul, 1952, s.9-12; Süheyl Ünver, a.g.e., 1962, s.1-7. Şekil 2: Muradiye Mevlevîhanesi kroki çizimi, (O. Onur, 1999, s.123) Şekil 3: Muradiye Mevlevîhanesi kroki çizimi, (O. Onur, 1999, s.121) Oral Onur’un, “Edirne Mevlevîhanesi4013” adlı kitabında Muradiye Camii eski imamı Kenan Camcılar’a ait kroki niteliğinde çizimleri bulunmaktadır. Tarihi belli olmayan bu çizimler; mevlevîhanenin genel görünümü, semahane, derviş hücreleri, şeyh odaları, imaret, türbe, şadırvan ve okulun mimarileri hakkında fikir vermektedir. Adı geçen kaynakta yer alan kroki niteliğindeki çizimin bir benzeri de Edirne İslam Eserleri Müzesi’nde bulunmaktadır. Müzenin Tekke Eşyaları Odası Muradiye Mevlevîhanesi vitrininde, Edirne Muradiye Camii ve Mevlevî Tekkesi adıyla sergilenen çizim, Afif S. Duruçay imzalı olup yine tarihsizdir. Burada binaların numaralandırılarak isimlendirildiği görülmektedir. Ayrıca, Süleymaniye Kütüphanesi Süheyl Ün13 Oral Onur, a.g.e., 1999, s.120-123. 87 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum ver Arşivi’nde4114 de tarihi belli olmayan Muradiye Camii ve Mevlevîhanesi’ne ait bir fotoğraf bulunmaktadır. Bu fotoğrafta Muradiye Camii’nin kuzeyinde, saray ovasına bakan set üzerinde, semahane, harem dairesi, dede odaları ve imareti görülmektedir. Yukarıda söz konusu edilen yazılı kaynaklar, fotoğraf ve kroki niteliğindeki çizimlerden faydalanılarak mevlevihanenin mimarisi hakkında aşağıdaki tanımlamaları yapabilmekteyiz. Etrafı set duvarlarıyla çevrili olan Muradiye Camii’nin kuzey-güney, kuzey batı ve kuzey doğuda demir şebekeli birer kapısı bulunmaktadır. Cami alanına esas giriş güney yöndeki abidevi kapıdan sağlanmaktadır. Ampir üslupta olan bu kapıda Hattat Rakım imzalı Sultan II. Mahmud’un tuğrası bulunmaktadır. Camii, düzgün kesme taşlarla inşa edilmiş olup güney-kuzey ekseninde arka arkaya iki kubbe, yanlarda birer kubbe ile kuzeyde beş gözlü son cemaat yeri ve kuzey batıda tek şerefeli bir minareden meydana gelmektedir. Önceleri “cami-semahane” özelliği taşıyan yapı B. Tanman’ın tipolojisine göre (II-A Alt Grup)4215 88 DOSYA: EDİRNE 14 Süheyl Ünver, a.g.e., 1962, s.1. 15 M.Baha Tanman, “Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları/Tekkeler”, Osmanlı Uygarlığı I, (Haz. Halil İnalcık-Günsel Renda), Bölüm:2, Kültür Bakanlığı Yayını, İstanbul, 2003, s. 299. Yerleşim düzeni bakımından çoğunlukla “cami-tekke” niteliğinde çift fonksiyonlu kuruluşlar olup minare ve son cemaat yeri ile donatılmışlardır. Kagir cami-semahane (Alt gruplar: II-A, II-B, II-C) veya ahşap mescid-semahane (Alt grup: II-D) karakterindeki ibadet/ayin bölümü mevlevihanenin diğer bölümlerinden soyutlanarak bir avlunun genellikle Kıble yönüne yerleştirilmiştir. Bu cami/mescid semahanelerde, ibadet mekanı cami niteliği taşıdığından, mevlevihanenin diğer bölümlerinden bağımsız olarak tasarlanmıştır. Ayrıca Bkz. M.Baha Tanman, İstanbul Tekkelerinin Mimari ve Süsleme Özellikleri Tipoloji Denemesi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul, 1990, Ş.Barihüda Tanrıkorur, Türkiye Mevlevihanelerinin Mimari Özellikleri, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Arkeoloji ve Sanat Tarihi Anabilimdalı Sanat Tarihi Bilim Dalı, Konya, 2000. plan özelliği göstermektedir. Mevlevihanede semahane mekânı aydınlık fenerli kubbeli olup birer kemer ile yanındaki hücrelere açılır. İki yana açılan ocaklı odalar sohbet ve dinlenmek üzere kullanılmakta, mihrap ve minberli bölüm mescid işlevi görmekteydi. Bu bölümün güneydoğu duvarında çini kaplamaları arasında iki adet lüle bulunmuştur. Restorasyon sonrası yerine takılmayan lülelerin sema sırasında şerbet akıtılması için yaptırılan musluklardan bazıları olduğu düşünülmektedir4316. Tabhaneli/zaviyeli cami plan özelliğine sahip bu yapı fütüvvet geleneğine bağlanan cami tipiyle tarikat yapıları arasındaki benzerliği göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Cami dıştaki sadeliğine karşın içerde çok kaliteli çini bezemesiyle dikkat çekmektedir. Mihrap bölümünün doğu ve batı duvarları alt pencerelerin üst hizasına kadar ve mihrap da dâhil olmak üzere tamamen çini kaplıdır. Yapıda çini süslemenin yanı sıra farklı dönemlere ait üst üste kalem işi bezeme dikkati çekmektedir4417. Avlusunun kuzeyinde yer alan şadırvanı, mermerden altıgen planlı olarak 16 “....hatta semâ safâ demlerinde şerbet akıtmak için lüleler vaz olunmuş imiş. Halen bazısı mevcuttur…”, Abdurrahman Hibri, a.g.e., s.24. 17 Muradiye Camisi plan özelliği ve süslemeleriyle ayrıca incelenmesi gereken bir özelliğe sahiptir. Bu sebeple yapıyla ilgili önemli birkaç kaynakça belirtmekle yetiniyoruz. Bkz. Celal Esad Arseven, Türk Sanatı Tarihi (Menşeinden Bugüne Kadar), Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1955, s.447; Oktay Aslanapa, “Edirne’de Türk Mimarisinin Gelişmesi”, Edirne’nin 600. Fethi Yıldönümü Armağan Kitabı, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1993, s.224-225; Ekrem Hakkı Ayverdi, a.g.e., s.405-415; Semavi Eyice, “İlk Osmanlı Devrinin Dini-İçtimai Bir Müessesi Zaviyeler ve Zaviyeli Camiler”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, (Ekim 1962-Şubat 1963), c. 23, No:1-2, İstanbul, s.39; M.Baha Tanman, “Edirne’de Erken Dönem Osmanlı Camileri ve Özellikle Üç Şerefeli Cami Hakkında”, Edirne: Serhattaki Payitaht (Haz. E.N.İşli-M.S. Koz), YKY, İstanbul, 1998, s.335-339; Belgin Demirsar Arlı, “Edirne Yapılarında Çini Bezeme,” Edirne: Serhattaki Payitaht (Haz. E.N.İşli-M.S. Koz), YKY, İstanbul, 1998, s.414-416; E.Gasparini, Le pitture murali della Muradiye di Edirne, Padova, 1985. şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 inşa edilmiştir. Etrafı beş ahşap sütun ile çevrelenmiş olan şadırvan ahşap korkuluklara sahiptir. Üzeri ahşap saçaklı kurşun külahla örtülüdür. 2005 yılında Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen Restorasyon çalışması sırasında aslına uygun olarak yenilenmiştir. Şekil 4: Restorasyon sırasında yerinden çıkarılan şerbet lülesi (2005) Şekil 5: Restorasyon sonrası ortaya çıkarılan duvar çeşmesi (2005) Mevlevîhane’nin en büyük yapısı olan Şeyh Konağı, haremlik ve selamlık bölümleri ile birlikte bodrum üzeri iki kat olarak inşa edilmiştir. Yapının üzeri beşik çatıyla örtülüdür. Saray içine bakan set üzerinde yer alan binanın güney, kuzey ve kuzey batı cephelerinin bir kısmı görülebilmektedir. Yapının güney cephesinde üst katta altı pencere ve balkon, alt katta ise dört pencere ve bir kapı vardır. Toplam on tane olan pencereler, düşey dikdörtgen formlu olup kafeslidir. Kuzeybatı cephesinde bodrum katta dört, giriş katta dört, üst katta ise beş olmak üzere toplam on üç penceresi bulunmaktadır. Kuzey cephede ise sadece üç adet düşey dikdörtgen formlu üst kat pencereleri görülmektedir. O. Onur’daki4518 çizimlere göre, ön cephesi görülen şeyh konağı, iki yanda öne doğru çıkma yapan iki katlı ve alaturka kiremitli beşik çatıyla örtülüdür. Caminin cümle kapısı karşısında yer aldığı anlaşılan yapıya, solda türbe sağda ise şadırvan arasında uzanan taşlık bir yolla ulaşılmaktadır. Yolun solunda yer alan korkulukta mevlevi sikkeleri şeklinde sonlanan babalar dikkat çekicidir. Yapının cephesi ortasında iki yandan basamaklı sade bir girişi vardır. İki kanatlı ahşap kapısı üzerinde “Medet Ya Hazret-i Mevlana” ibaresinin yazılı olduğu kitabe bulunmaktadır. Kitabenin üzerinde yapının selamlık olduğu çizen tarafından belirtilmiştir. Üst katta on üç alt katta ise sekiz adet pencereleri bulunmaktadır. Harem bölümünün ise sağdaki çıkmaya bitişik iki katlı bir yapı olduğu anlaşılmaktadır. Aynı çatı altında bulunan haremin selamlık bölümünden farklı olarak, kare çerçeveli dokuz bölümlü bir pencereye sahiptir. Çizimde şadırvanın arkasında gösterilen kapının üzerindeki bu mekânın haremlik olduğu belirtilmiştir. Bu kapı günümüzde mevcut olup külliyenin kuzey kapısıdır. Şeyh konağına dair, C.Esad Arseven4619’nin kitabında S. Ülgen’e ait “Edirne Mevlevihanesi” adıyla tarihsiz bir fotoğraf yer almaktadır. Söz konusu 18 Oral Onur, a.g.e., 1999, s.123. 19 Celal Esad Arseven, a.g.e., s.447 89 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum çizimle benzerlik gösteren bu fotoğrafta kapının iki yanındaki pencereler basık kemerlidir. Kerpiç üzeri sıvalı olan yapının duvarlardaki sıvanın yer yer döküldüğü anlaşılmaktadır. Derviş odalarının batısında ise kare planlı beşik çatılı küçük çilehane binası görülmektedir. Sadece iki cephesi görülebilen yapı, dört adet dikdörtgen formlu pencereye sahiptir. Kare planlı olduğu anlaşılan türbe semahanenin kuzeyinde şadırvanın karşısında yer almakta olup kiremit beşik çatıyla örtülüdür. Yan cephesinde sivri kemer alınlıklı demir şebekeli üç kemerli pencere, ön cephesinde ise dikdörtgen açıklıklı demir şebekeli iki pencere vardır. Şekil 6: Muradiye Mevlevîhanesi kroki çizimi (A. S. Duruçay, Edirne Müzesi) Aynı çizimde, harem’in doğusunda semahane gösterilmiştir. Çatısı Şeyh konağından bir kademe aşağıda ele alınan yapıda semahane ile harem arasında dikdörtgen açıklıklı bir pencerenin sağında önü basamaklı bir ara kapı bulunmaktadır. Semahanenin asıl kapısı ise önünde iki destek olan sakıflı, yuvarlak kemerli bir kapı olduğu görülmektedir. Yapının semahane olduğu belirtilmiştir. Şeyh konağının batısında ise tek katlı, kiremit çatıyla örtülü bir yapı bulunmaktadır. Yapının kare bölmelere ayrılmış dikdörtgen çerçeveli penceresi vardır. Yapının dede odaları olduğu çizen tarafından belirtilmiş olmakla birlikte diğer kaynaklarda bu mekânların derviş odaları olduğunu tanımlanmıştır. 90 DOSYA: EDİRNE Fotoğraflarda, Muradiye Camii’nin kuzey batısında görülen derviş hücreleri alaturka kiremitli beşik çatıyla örtülü ve çokgen planlı olup dıştan set duvarına oturmaktadır. Yapının cephelerinde görülen dokuz dikdörtgen formlu pencereden yola çıkarak derviş hücrelerinin de dokuz adet oldukları tahmin edilebilir. Şekil 7: Muradiye Mevlevîhanesi, genel görünüş (S. Ünver, Defter No:59, s.1) Dikdörtgen açıklıklı kapısı üzerinde yapının türbe olduğu belirtilmiştir. Türbenin, Trakya Umumi Müfettişi Kazım Dirik tarafından Cumhuriyet devrinde yıktırıldığı ve burada gömülü olan Şeyh şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 Enis Recep Dede4720, Şeyh Neşati Dede4821 ve Şeyh Hacı Eşref Dede4922’ye ait mezarların, cami haziresine taşındığı bilinmektedir5023. Caminin kuzeydoğusunda bulunan imarethane; aşevi, kiler, fodla fırını, hamur tutma bölümlerinden oluşmaktaydı5124. Çizimlerde imarethanenin sadece iki adet yüksek bacası görülmektedir. İmarette, Mevlevî dervişlerinin, gelip giden misafirlerin ve camide hizmet edenlerin yeme içmeleri karşılanıp cami minaresinin gölgesinin düştüğü yere kadar olan evlere her gün fodla5225, perşembe günleri de pilav ve zerde dağıtıldığı kaydedilir5326. 20 Gülşenî Derviş Halil’in oğludur. Edirneli Mevlevî şairlerindendir. Tahsiline Edirne’de başlamış İstanbul’da devam etmiş ve tamamladıktan sonra Edirne’ye dönmüştür. İstanbul Yenikapı ve Kasımpaşa Mevlevîhanesinde mesnevihan, Edirne Mevlevîhanesi’nde de şeyh olmuştur. H.1147/M.1778 yılında vefat etmiştir. Muradiye Mevlevîhanesine gömülmüştür. Divân’ı ve Hz Mevlânâ’nın bazı gazellerinin şerhi olmak üzere iki eseri vardır. Bkz. Selami Şimşek, “Edirneli Kabûlî Mustafa Hayatı, Eserleri ve XVIII. Ve XIX. Asırlarda Edirne’de Tasavvuf ve Tarikatların Genel Durumu”, Trakya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü 1. Edirne Kültür Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri (23-25 Ekim 2003), Edirne, 2005, s .489-490; Selami Şimşek, “Dünden Bugüne Edirne Mevlevîhanesi”, Uluslararası Düşünce ve Sanatta Mevlana Sempozyum Bildirileri, Rumî Yayınları, Konya, Aralık 2006, s. 1146-1150; Selami Şimşek, a.g.e., 2008, s. 223-227. 21 “Üstâd-ı üstâdâne-i Rûm” olarak tanına Neşâtî, Edirne’de yetişmiş Mevlevî şairlerdendir. H.1085/M.1674 yılında ölünce Edirne Mevlevîhanesine gömülmüştür. Divân başta olmak üzere Edirne Şehrengizi, Kavâid-i Dersiye ve Şerh-i Kasâid-i Örfî gibi eserleri vardır. Bkz. Selami Şimşek, a.g.e., 2005, s.489; Selami Şimşek, a.g.e., 2006, s. 1142-1146; Selami Şimşek, a.g.e., 2008, s. 220-223 22 Yenikapı Mevlevîhanesi Şeyhi Osman Selahaddin Dede’nin yetiştirdiği Mevlevî şeyhlerden olup, Aydın İline bağlı Güzelhisar’da 1236/1820 yılında doğmuştur. 1276/1859 da Edirne Mevlevîhanesi şeyhliğine tayin edilerek kırk altı sene bu makamda kaldıktan sonra seksen üç yaşında 24 Aralık 1901’de tekkenin semahanesinde vefat etmiştir. Bkz. Selami Şimşek, a.g.e., 2006, s. 1150-1151; Selami Şimşek, a.g.e., 2008, s. 228-229. 23 Süheyl Ünver, a.g.e., 1962, s.3 24 Oral Onur, a.g.e., 1999, s. 10. 25 Bir çeşit ekmek (kalın pide) 26 Süheyl Ünver, a.g.e., 1962, s.2. Şekil 8: Muradiye Mevlevîhane’si temel buluntuları, kuzey (2000, EVBM. Arşivi) Şekil 9: Muradiye Mevlevîhanesi temel buluntuları, kuzeydoğu (2000, EVBM. Arşivi) Şekil 10: Muradiye Mevlevîhanesi temel buluntuları kuzey (2000, EVBM. Arşivi) 91 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Selahaddin Dede (ö.1356/Miladi 1938) ve Şeyhülislam ve Türk bilginlerinden İngiliz sürgünü Musa Kazım’ın mezarları bulunmaktadır5528. Şekil 11: Muradiye Mevlevîhanesi temel buluntuları (2000, EVBM. Arşivi) Mevlevîhane’nin zengin bir kütüphanesi olduğu bilinmektedir. Buradaki kitapların bazılarının Konya Mevlana Dergâhı’nda bazılarınınsa Edirne Selimiye Camii kitaplığında olduğu, birkaçının da Feridun Nafiz Uzluk tarafından satın alındığı bilinmektedir5427. 92 DOSYA: EDİRNE Caminin güney ve güneybatısında içerisinde tekke şeyhlerinin, şair ve din adamlarının gömülü olduğu haziresi yer almaktadır. Doğudaki düzgün kesme taş örgülü, basık kemerli kapı girişi bulunan hazirede Hz. Mevlana’nın beşinci evladı ve mevlevihanenin birinci şeyhi Celaleddin Çelebi (ö.843/Miladi 1440), Hz. Mevlana’nın altıncı evladı ve mevlevihanenin ikinci şeyhi Cemaleddin Çelebi (ö.850/ Miladi 1447),’nin yanı sıra tekke şeyhlerinden Mehmed Arif Dede (ö.1087/Miladi 1677), Osman Dede (ö.1175/Miladi 1762), Şair Neşati Ahmet Dede (ö.1085/ Miladi 1675), Seyyid Mahmud Dede (ö.1095/Miladi 1684), Şair Enis Recep Dede (ö.1146/Miladi 1734), Mehmed Emin Dede (ö.1109/Miladi 1698), Süleymen Dede (ö.1250/Miladi 1835), Ahmed Dede (ö.1254/Miladi 1839), Ali Eşref Dede (ö.1315/Miladi 1898) ve son şeyh 27 Süheyl Ünver, a.g.e., 1962, s.3-4. Şekil 12: Muradiye Mevlevîhanesi şeyhleri (S. Ünver, 59 Nolu Defter, s.3) Muradiye Mevlevîhanesi’nde; camide, avluda ve külliyeyi çevreleyen avlu duvarı dışında olmak üzere üç çeşme bulunmaktadır. Bunlardan cami içinde, girişin hemen solunda yer alan ilk çeşme kesme taştan inşa edilmiş olup tek yüzlü bir duvar çeşmesidir. Uzun yıllar üzeri ahşap kaplı olan çeşme dolap olarak kullanılmış olup, 2005 yılı restorasyonunda ortaya çıkarılmıştır. Sivri kemerli niş içinde ele alınan çeşmenin musluk yeri mevcut olup ayna taşı yoktur teknesi ise günümüze ulaşmamıştır5629. Kuzeydoğu avlu duvarında yer alan ikinci çeşme kesme taş ile inşa edilmiş kare planlı ve tek cepheli olup piramidal taş çatı ile örtülüdür. Sivri kemerli ayna taşı ve teknesi kırılarak kapı takılmış olan çeşme günümüzde depo olarak kullanılmaktadır. Bir başka çeşme de külliyenin güneydeki büyük 28 Oral Onur, a.g.e., 1999, s.18. 29 Konumu ve işleviyle farklılık gösteren bu çeşmenin Tabhaneli/zaviyeli camilerde olduğu gibi aydınlık fenerli kubbeli mekanın ortasında bulunan şadırvanlarla bir benzerliği olabilir mi?. İşlevi tam olarak bilinemeyen bu çeşmenin caminin semahane olduğu dönemde şerbet akıtılmak için inşa edilen musluklarla bir ilişkisi olup olmadığı da ayrıca düşündürücüdür. şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 giriş kapısının önünde yer almaktadır5730. Sultan Süleyman Çeşmesi olarak bilinen çeşmenin kitabesi söküldüğünden yapım tarihi belli değildir. İsminden ve mimarisinden dolayı on altıncı yüzyılda inşa edildiği düşünülen çeşme, kesme taştan iki cepheli, kemerli ve hazneli olup piramidal taş çatı ile örtülüdür. Muslukları olmayan çeşme günümüzde akmaz durumdadır. Şekil 13: Edirne Mevlevîhanesi, (S. Ülgen, C. E. Arseven, s.447) Şekil 15: Muradiye Mevlevîhanesi (A. Kuş, İ. Dıvarcı, F.Şimşek, s.31) Derviş Mehmed Kanber Dede’nin menkıbesinden öğrendiğimize göre; XVII. yüzyıl başlarında kısa bir duraksama yaşayan Edirne Mevlevîhanesi 1021(1612) yılında Sultan I. Ahmed tarafından yeniden açılmıştır5831. Birçok kez yangın ve hasar gören Mevlevîhane’nin, 1127(1715) tarihinde Sultan V. Mehmed Reşat tarafından semahanesi tamir edilmiş5932, 1166(1752) yılı depreminde zarar gördüğü için, cami minaresi ve imareti ile birlikte 1166(1752) yılında II. Mahmud tarafından 2.342.146 akçeye tamir ettirildiği bilinmektedir6033. Bu tamire ilişkin 1166(1752) tarihli iki adet onarım kitabesi bulunmaktadır. Şekil 14: Muradiye Mevlevîhanesi (O. Onur, s.112) 93 DOSYA: EDİRNE 30 Çeşme için Bkz. Ethem Türkdoğan, Edirne Çeşme ve Sebilleri (Basılmamış Lisans Tezi), İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü, İstanbul, 1970, Murat Karademir, Edirne Çeşmeleri, Edirne Valiliği Yayınları, 2008. 31 Süheyl Ünver, a.g.e., 1962, s.2. 32 Süheyl Ünver, a.g.e.,1952, s.10. 33 Oral Onur, a.g.e., 1999, s. 41. ISSN: 7897678343213 şehir & toplum İlki Edirneli şair Örfî’ye ait olup6134 ikincisi Mevlevî şairlerden Tâib Efendi6235 tarafından kaleme alınmıştır6336. Aşçı Dede’nin de hatıralarında6437, katıldığı sema ve şeyh sohbetlerinden bolca söz ettiği Mevlevîhaneye ilişkin, Süleymaniye Kütüphanesi Süheyl Ünver Arşivi’nde, Edirne Mevlevîhane’sinde görev yapmış 18 şeyh tespit edilebilmektedir6538. Şeyhlerin bazılarına ait bir de fotoğraf bulunmaktadır6639. XX. yüzyıl başlarına tarihlenen bu fotoğrafta derviş hücreleri önünde oturur halde şeyhler görülmektedir. Önde oturanlar; sağdan birinci, Edirne Mevlevî Şeyhi Hacı Eşref Dede Efendi’nin büyük oğlu Selâhattin Efendi, ikinci, Şeyhin damadı ve Ayin başı Kamil Efendi, üçüncü destarlı sikkeli, Edirne Mevlevî Şeyhi 94 DOSYA: EDİRNE 34 “Hüsrev din ve imam’ü-l İslam / nice camiler edüp abadan / işitüp zelzeleden tahribin / kıldı tecdidine emr-ü ferman / bir mülk oldu muarrif dedi kim / bani-i sani menakib-ı ihsan` / dedi menkudla Örfî tarih / bi- bedel pak-i eser Mahmud-u Han / sene: 1166/.1752”, Oral Onur, Edirne’nin Türk Tarihi Vesikalarından Kitabeler, Yenilik Basımevi, İstanbul,1972, s.108. 35 Tâib Efendi, Edirne’de doğmuş Mevlevî şairlerdendir. Asıl adı hacı Ahmed Efendi olup halk arasında kendisine Hattat-zâde denilirdi. H.1192/M.1778 yılında ölünce, Edirne’de Zindanaltı’ndaki Orta Mezarlığa defnedilmiştir. Selami Şimşek, a.g.e., 2005, s. 491. 36“Bareka’llah zehi Padişeh-i heft-kişver / yed-i tulasına ahkam-ı şeri’at-tevdi / şah-ı vala-haşmet Hazret-i Sultan Mahmud / ced-be-ced Padişeh-i taht-nişin-i tevki / ra’şe dar olduğu dem zelzeleden her cami / nüh menar itdi ikamet ü nüh tak-ı tesbi’ / eylemiş bu eseri Hazret-i Sultan Mahmud / mevlevi-hane ile hem bu imaret-i terbi / hedmine vakıf olunca şeh-i zü’l-Kadri himem / kıldı her Cami’i evvelkiden a’la terfi / şevket ü Şamm hacet ne beyan eylemeye / hamenün haddi değil kendini eyler tasdi’ / şad-hezar olmaz ise çok da değildir nakıs / cam’alarda huteba nas iderler terci / didi bir cevher-i tarih ferahından Tâib / şah-ı Cem-cah Muradiyye’yi itdi tevsi / sene: 1166/1752” Oral Onur, a.g.e.,1999, s.16. 37 Aşçı İbrahim Dede, (Haz. Mustafa Koç-Eyyüp Tanrıverdi) Aşçı Dede’nin Hatıraları, Çok Yönlü Bir Sufinin Gözüyle Son Dönem Osmanlı Hayatı, c.2, Kitabevi Yayınevi, İstanbul, 2006, s. 831,945-947,1023. 38Tekke şeyhleri için Bkz. Osman Nuri Peremeci, a.g.e., s.175-310; Süheyl Ünver, a.g.e., 1962, s.4-6; Oral Onur, a.g.e., 1999, s. 67-109; Selami Şimşek, a.g.e., 2006, s. 11321162; Selami Şimşek, a.g.e., 2008, s. 205-231. 39 Süheyl Ünver, a.g.e., 1962, s.4. Hacı Ali Eşref Dede Efendi, dördüncü, muhiplerden Topçu Miralayı Cemal Bey, beşinci, Mevlevîhane’de misafir bulunan meşhur ihtifalci Ziya Bey. Arkada ayakta duranlar ise; Sağdan birinci, semazen Nedim Efendi, ikinci, Muradiye Camii imamı Hafız Hakkı Dede, üçüncüsü bilinmiyor, dördüncü, semazen hademe Ahmet olarak belirtilmektedir6740. Muradiye Camii’nin güneydoğusunda kapının solunda yer alan ve 1920 yılına ait bir fotoğrafta6841 görülen yapının mektep olduğu bilinmektedir. O. Onur’un6942 kitabındaki çizime göre yapı, kare planlı iki katlı ve beşik çatıyla örtülü olup bir adet bacası bulunmaktadır. Güney cephesinde üstte katta üç, altta katta üç olmak üzere toplam altı pencereli dershane bölümü yer almaktadır. Pencereler düşey dikdörtgen formlu ve sivri kemerlidir. Kuzey cephede iki düşey dikdörtgen formlu pencereli öğretmenler odası bölümü bulunmaktadır. Güneydoğu cephesinde de yapıya ana girişi sağlayan dikdörtgen kesitli kapı açıklığı yer almaktadır. Kapı açıklığının her iki yanında birer kare formlu pencere görülmektedir. Pencereler yatay ve düşey olarak dörde bölünmüştür. E. H.Ayverdi’nin eserinde bulunan 1920 yılına ait fotoğrafta görülen yapının “Muradiye Okulu” olarak belirtildiği, dişli saçak silmesi, almaşık duvar dokusu ve cephe özellikleri bakımından 1740 öncesi inşa edilmiş olduğu düşünülmektedir. Bu fotoğrafta okulun yanında bodrum üzeri iki katlı ahşap bir bina görülmektedir. Bu yapının Mevlevîhane’nin fonksiyonunu 40 Süheyl Ünver, a.g.e., 1962, s.7. 41 Ekrem Hakkı Ayverdi, a.g.e., s. 415. 42 Oral Onur, a.g.e.,1999, s.122. şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 icra ettiği dönemde meşruta/şeyh evi v.s. sonradan ise mektebin hocasına ait meşruta olarak kullanılmış olmalı. Oral Mevlevîhanesi’nin bakımsız ve yıkılmak üzere olduğu belirtilmiş, bu rapor üzerine de yapı 1935 yılında yıktırılmıştır7144. Onur’un kitabında yer alan çizimde bu bina gösterilmemiştir. Muradiye Camii’nin son cemaat yerinin kuzeydoğu köşesindeki payede alçak kabartma rozetler ile taçkapıda kavsara kemerinin tepesinde Mevlevî sikkesi biçiminde kırmızı kakma taş dikkati çekmektedir. B. Tanman tarafından “tasavvuf inancına özellikle de Mevlevîliğe özgü bir takım simgeleri ifade ettiği düşünülen bu süslemelerin yanı sıra taç kapıda kavsarayı kuşatan sivri kemerin tepe noktasında mevlevi sikkesi biçiminde, kırmızı renkli taşla yapılmış kakmanın ilk yapıdan olmadığı, tarikat başlıklarının küçük sanatlarda ve mimari bezemede amblem olarak kullanıldığı bu simgenin XVIII. veya XIX. yüzyıla ait onarım sırasında gerçekleştirildiği aksi takdirde söz konusu simgenin kendi türünün en erken örneği olarak kabul edilebileceği” belirtilmektedir7245. Yine tasavvuf ve tarikat sembolizmiyle ilgili olarak son cemaat yerinde “Allah ve Hû” yazıları dikkati çekmektedir. Şekil 16: Muradiye Okulu, kroki çizimi (O. Onur, 1999, s.122) Şekil 17: 1920 yılındaki Muradiye Okulu (E. H. Ayverdi, s.415) Günümüzde, Muradiye Camii ve Mevlevîhanesi’ni çevreleyen ihata duvarının dışında batı yönde bir yapıya ait temel izleri ile bir ocak (tandır) olduğu anlaşılan kalıntı tespit edilmiştir. Bunların şeyh konağının yiyecek birimlerine ait mekân izleri olduğu düşünülmektedir. Diğer tekkeler ile birlikte 1925 yılında kapatılan Muradiye Mevlevîhanesi’nin, ilginç olarak Edirne’nin Yunan işgalinden geri alınışı sırasında kent içinde yağma ve yangına engel olmak için Edirneliler tarafından kurulan gizli bir örgüt olarak çalıştığı bilinmektedir7043. 29.11.1934 tarihinde ise, Sedat Çetintaş tarafından Vakıflar İdaresine verilen bir raporda Muradiye Ayrıca Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından 2000 yılında Muradiye Cami restorasyon çalışmaları sırasında caminin kuzeyinde Muradiye Mevlevîhane’si binalarına ait temel kalıntılarına rastlanılmıştır. 43 Oral Onur, a.g.e., 1999, s. 41. 44 Oral Onur, a.g.e., 1999, s. 21. 45 M.Baha Tanman, a.g.e., 1998, s.337. 95 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Şekil 18: Edirne Muradiye Mevlevîhanesi vaziyet planı, 2010 (Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü Arşivi’ndeki Muradiye Camii planından işlenerek) Fütüvvet kurumuyla bağlantılı olarak tabhâneli / zaviyeli cami tipinde ele alınmış olan Edirne Muradiye Camii, bünyesindeki mevlevihanenin Osmanlı’ya başkentlik yapmış bir şehirde yer almasına karşılık Konya, Bursa, İstanbul mevlevihanelerinden farklı olarak günümüze ulaşamamş olması kültür tarihimiz açısından büyük bir kayıptır. Kaynakça 96 DOSYA: EDİRNE Akçıl, N. Çiçek “Günümüze Ulaşmayan Bir Tekke: Edirne’de Muradiye Mevlevihanesi”, Sanat Tarihi Yıllığı, Sayı: XXI, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Araştırma Merkezi, İstanbul, 2012, s. 1-21. Akçıl, N. Çiçek, “Edirne’nin Mimarlık Tarihinde Tekkeler”, Uluslar arası Edirne’nin Fethinin 650. Yılı Sempozyumu, Bildiriler, Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Edirne, 2012, s.265-284. di) Aşçı Dede’nin Hatıraları, Çok Yönlü Bir Sufinin Gözüyle Son Dönem Osmanlı Hayatı, c.2, Kitabevi Yayınevi, İstanbul, 2006. Ayverdi, Ekrem Hakkı, Osmanlı Mimarisinde Çelebi ve II. Sultan Murad Devri 806-855 (1403-1451), c.II, Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul, 1972. Badî, Ahmet, Riyâz-ı Belde-i Edirne, Edirne Şehir Tarihi, (Haz. Ratip Kazancıgil), Edirne Valiliği Yayını, İstanbul, 2000. Gasparini, Elisabetta, Le pitture murali della Muradiye di Edirne, Padova, 1985. Hibri, Abdurrahman, Enisü’l-Müsamirin Edirne Tarihi 1360-1650, (Çev. Ratip Kazancıgil), İstanbul, 1999. Kahraman, Seyit Ali-Yücel Dağlı, Evliya Çelebi Seyahatnamesi Topkapı Sarayı Bağdat 305 yazmasının Transkripsiyonu- Dizini, 3. Kitap, YKY, İstanbul, 1999. Kuş, Ahmet-İbrahim Dıvarcı-Feyzi Şimşek, Türkiye Mevlevihaneleri Fotoğraf Albümü, Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Konya, 2008. Karademir, Murat, Edirne Çeşmeleri, Edirne Valiliği Yayınları, 2008. Akçıl, N.Çiçek, Edirne Tekkeleri, Edirne Valiliği Kültür Yayınları, Edirne, 2013. Onur, Oral, Edirne Mevlevîhanesi, Ofset Film 76, İstanbul, 1999. Aşçı İbrahim Dede, (Haz. Mustafa Koç-Eyyüp Tanrıver- Onur, Oral, Edirne’nin Türk Tarihi Vesikalarından Kita- şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 beler, Yenilik Basımevi, İstanbul,1972. Peremeci, Osman Nuri, Edirne Tarihi, Edirne ve Yöresi Eski Eserleri Sevenler Kurumu Yayınları, Edirne, 1939. Şimşek, Selami, “Edirneli Kabûlî Mustafa Hayatı, Eserleri ve XVIII. Ve XIX. Asırlarda Edirne’de Tasavvuf ve Tarikatların Genel Durumu”, Trakya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü 1. Edirne Kültür Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri (23-25 Ekim 2003), Edirne, 2005, s .489-490. Şimşek, Selami, Osmanlının İkinci Başkenti Edirne’de Tasavvuf Kültürü, Buhara Yayınları, İstanbul, 2008. Şimşek, Selami, “Dünden Bugüne Edirne Mevlevîhanesi”, Uluslararası Düşünce ve Sanatta Mevlana Sempozyum Bildirileri, Rumî Yayınları, Konya, Aralık 2006, s. 1146-1150 Tanman, M.Baha, “Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları/Tekkeler”, Osmanlı Uygarlığı I, (Haz. Halil İnalcık-Günsel Renda), Bölüm:2, Kültür Bakanlığı Yayını, İstanbul, 2003, s. 299. Tanman, M.Baha, İstanbul Tekkelerinin Mimari ve Süsleme Özellikleri Tipoloji Denemesi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul, 1990. Tanrıkorur, Ş. Barihüda, Türkiye Mevlevihanelerinin Mimari Özellikleri, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Arkeoloji ve Sanat Tarihi Anabilim Dalı Sanat Tarihi Bilim Dalı, Konya, 2000. Türkdoğan, Ethem, Edirne Çeşme ve Sebilleri (Basılmamış Lisans Tezi), İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü, İstanbul, 1970. Görsel Kaynakça Şekil 1, Emin Nedret İşli, M.Sabri Koz, Edirne: Serhattaki Payıtaht, Yapı Kredi Yayınları, 1998, s.622. Şekil 2, 3,14,16, Oral Onur, Edirne Mevlevîhanesi, Ofset Film 76, İstanbul, 1999, s.123. Şekil 4, 5, N. Çiçek Akçıl Harmankaya Fotoğraf Arşivi. Şekil 6, Afif S. Duruçay, Edirne Müzesi, Tekke Odası Seksiyonu. Şekil 7, 12, Süheyl Ünver, Edirne Mevlevihanesi, Defter No: 59, Edirne Dosyası, No: 229, Süleymaniye Kütüphanesi, Süheyl Ünver Arşivi, İstanbul, s.1. Şekil 8 – Şekil 11, 2000, EVBM. Arşivi Şekil 13, S. Ülgen, Celal Esad Arseven, Türk Sanatı Tarihi (Menşeinden Bugüne Kadar), Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1955, s.447. Şekil 15, Ahmet Kuş-İbrahim Dıvarcı-Feyzi Şimşek, Türkiye Mevlevihaneleri Fotoğraf Albümü, Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Konya, 2008, s.31. Şekil 17, Ekrem Hakkı Ayverdi, Osmanlı Mimarisinde Çelebi ve II. Sultan Murad Devri 806-855 (1403-1451), c.II, Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul, 1972, S.415. Şekil 18, Eren Bali Gürsoy, Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü Arşivi’ndeki Muradiye Camii planından (Çizim için Y.Mimar Restoratör, Eren Bali Gürsoy’ a teşekkür ederim). Ünver, Süheyl, Edirne Mevlevihanesi, Defter No: 59, Edirne Dosyası, No: 229, Süleymaniye Kütüphanesi, İstanbul. Ünver, Süheyl, Edirne Muradiye Camii, Tege Labaratuar Yayını, İstanbul, 1952. Ünver, Süheyl, “Edirne Mevlevihanesi Tarihine Giriş”, Anıt Dergisi, Sayı:30’dan ayrı basım, 1962, s.2. 97 DOSYA: EDİRNE şehir & toplum DOSYA: EDİRNE 98 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 HALÎL-NÂME YAZARI ABDÜLVÂSİ ÇELEBİ’NİN EDİRNE’DEKİ VAKFINA İLİŞKİN BİR BELGE Hakan Yılmaz* Hakan Yılmaz73* Giriş Osmanlılar’da kuruluş devrinden intikâl etmiş resmi belge ya da defterlerin sayısı çok az olmakla birlikte, özellikle tahrir kayıtları ve vakfiye/mülk-nâme düzenleme işinin, Devlet-i aliyye’nin en parlak çağlarında olduğu gibi, bu devirde de oldukça erken tarihlerden beri titizlikle yürütüldüğü söylenilebilir. Her ne kadar ele geçen maddî kanıtlar oldukça sınırlı ise de, Osmanlılar’da vakıf ve tahrir işlemlerinin kurucu hükümdar Osman Gâzî döneminde başladığı ve Orhan Gâzî döneminde sistemleşerek daha da ivme kazandığı, özellikle Kirmasti’nin fethin * Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yeniçağ Tarihi bölümü. e-posta: [email protected] den sonra daha önceki vakıf ve arazi bağışlarının ilk kez defterdar nezdinde bir defterde toplandığı, Hüdâvendigâr Livâsı Tahrir Defterleri’nde ve bu devrin ricâline ait bazı vakfiyelerde yer alan atıflardan açıkça anlaşılmaktadır741. Defterdarlık kurumunun Murad Hüdâvendigâr ve Yıldırım Bâyezîd dönemlerinde de gelişim ve değişime uğradığı, bu devirden kalma bazı mülk-nâmelerdeki ifâdelerden açıkça tespit edilebildiği gibi; özellikle Çelebi Sultan Mehmed döneminde bu birimin tam teşekküllü bir kurum hâline dönüştüğü yönünde de, çağdaş bâzı kaynakların satır aralarında önemli işâretlere rastlanmaktadır. 1 Bu konu, Osmanlılar’da Kâtiplik ve Defterdarlık Sisteminin Ortaya Çıkışı ve Osmanlı Arşivcilik Târihinin Kökeni ve Orhan Gâzî’nin Kirmasti’de Kurduğu İlk Osmanlı Arşivi başlıklı makalelerimizde geniş bir şekilde ele alınacaktır. 99 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Bu araştırmamızda Ahmedî’nin Dâsitân ve Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i ‘Osmân’ından sonra kaleme alınmış en eski manzum târih metninin yazarı olan, Halîl-nâme müellifi Abdülvâsi‘ Çelebi’nin Edirne’de, Şeyh Bedreddîn zâviyesi yakınlarında bir vakfı bulunduğuna ilişkin o asra ait bir vakıf tahrîr kaydı neşredilerek, müellifin yaşadığı asrın önde gelen ricâli arasındaki yeri ve belgenin tarihî açıdan önemi üzerinde durulacaktır. Abdülvâsi‘ Çelebi’nin Kısa Biyografisi ve Halîl-nâme’nin Tarihî Açıdan Önemi Osmanlı şâirleri arasında, isimleri tezkirelere yansıyan çok sayıda ünlü şâire rastlandığı gibi, nazım konusundaki ustalığına ve yaşadığı devrin en önde gelen ricâlinden olmasına rağmen tezkirelerde adı bile geçmeyen şâirler de karşımıza çıkmaktadır. Bu şâirlere kuşkusuz en iyi ve en çarpıcı örnek, Çelebi Mehmed döneminde yaşamış ve bu devrin önemli vak‘alarına şâhid olmuş bir kimse olmasına rağmen tezkirelerde adı bile geçmeyen Abdülvâsi‘ Çelebi’dir. Nerede ve hangi tarihte doğduğu bilinmeyen Abdülvâsi‘ Çelebi’nin yaşamına ilişkin yüzeysel de olsa yegâne bilgiler, bilinen tek eseri olan manzum Halîl-nâme’sinde752 verdiği bazı ipuçlarından ibârettir. Eserini Çelebi Sultan Mehmed 100 DOSYA: EDİRNE 2 Abdülvâsi‘ Çelebi’nin Hâlil-nâme’si, Ayhan Güldaş tarafından latin harflerine aktarılarak neşredilmiştir: a.mlf., Halîl-nâme, TC Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1996. İçerisinde 816/1414’te gerçekleşen Çamurluova Savaşı’na ait bir “Ceng-nâme” metni de yer alan bu çağdaş kaynağın tarihî açıdan önemine de biz, daha önce ana hatlarıyla şu makâlemizde değinmiştik: “Fetret Devri ile İlgili İhmâl Edilmiş Bir Târih Metni: Abdülvâsi‘ Çelebi’nin ‘Ceng-i Sultân Muhammed bâ-Mûsâ ve Hezîmet-i Mûsâ’ Adlı Mesnevîsi”, HAİD, XVII/195 (Aralık 2009), s. 42-44. döneminde te’lif etmiş olmasına rağmen, Medhiye kısmında yer alan bir beyitte kendisinin, Sultân’ın “Kadîmî atadan kulu” olduğunu açıkça belirtmesi763, onun Osmanlı hânedânına yakınlığının Murad Hüdâvendigâr döneminde başladığının, hattâ belki de daha da eskilere uzandığının bir göstergesidir. Yaşadığı dönemin en ünlü şâir ve müelliflerinden biri olduğu anlaşılan Abdülvâsi‘ Çelebi, Sultan I. Mehmed’in vezirlerinden Amasya’lı Bâyezîd Paşa’nın küçük yaşından beri yanında yer aldığını ve onun yetişmesinde önemli bir rol oynadığını söyler ki774, bu da onun gençliğinde bir süre Amasya’da ikâmet ettiğini gösterir. Öte yandan kesin olmamakla birlikte, Halîl-nâme’sinin içinde Hazar bölgesinin mâmur ve ferahlık içinde oluşunu anlatırken, özellikle Çorum’un İskilip ilçesine atıfta bulunması, onun buralı olduğuna belki bir delil sayılabilir785. Bunlara ilâveten müellif, eserinde babasının bir “Kâdî-oğlı” olduğuna ve “Muhammed” adında bir kardeşi bulunduğuna işâret etmiş ve kendisinden “Kâdî-oğlu”, “Kâdî” ve “İmam” gibi vasıflarla söz etmiştir796. Nazım konusunda hayli yetenekli olan Abdülvâsi‘ Çelebi’nin, günümüze ulaşan ve vaktiyle devrinin şâirleri arasında şöhret kazanmasını sağlayan yegâne eseri, Hazret-i İbrâhîm (a.s.) kıssasının manzum bir derlemesi olan Halîl-nâme adlı mesnevîsidir. Edebiyâta ve şiire büyük ilgi duyan ve İran’lı şâir Fahreddîn 3 Krş. Halîl-nâme, A. Güldaş nşr., s. 67, beyit: 244. 4 “Küçücekden du‘âcuñdur bilürsin / Ki muhlis kuldur ol yokdur riyâsı”. a.g.e., Güldaş nşr., s. 67, beyit: 242. 5 Abdülvâsi‘ Çelebi, a.g.e., Güldaş nşr., s. 67, beyit: 242: “Çorumlu ile İskilib ü Kuzâr / Anuñ hükmi ile ma‘mûr u ferah-dâr…” 6 Krş. a.g.e., Güldaş nşr., s. 66, 277-278, 395 ve 410’daki çeşitli beyitler. şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 Cürcânî’nin Farsça Veys ü Râmîn adlı mesnevîsinden haberdar olan vezîr Bâyezîd Paşa, bu eserin mutlakâ Türkçe’ye tercüme edilmesi gerektiğini düşünerek, o sıralarda Çelebi Mehmed’e henüz yeni intisab etmiş olan ünlü şâir Ahmedî’den bunu yapmasını ricâ etmiş ve yazacağı her beyte karşılık kendisine bir altın vermeyi vaad etmiştir. O dönemde nazmı ile hayli meşhur olan Ahmedî, eserin manzum tercümesine hemen başlamışsa da, aradan altı ay geçtikten sonra henüz dîbâcesinin müsveddesini dahi hazırlayamadan 815/1413’te ânî bir şekilde vefât etmiştir. Paşa ise bu işi başkasına vermektense, öteden beri tanıdığı ve hürmetle yaklaştığı hocası Abdülvâsi‘ Çelebi’ye havâle ederek, ondan Ahmedî’nin tamamlamaya muvaffak olamadığı bu işi tamamlamasını istemiştir. Ancak Abdülvâsi’ Çelebi, içerisinde fısk u fücûr, haram ve günahların zikredildiği böyle bir eseri tercüme etmektense, yerine Paşa’nın şânına daha çok yakışacağını düşündüğü mükemmel bir peygamber kıssasını, “Halîlu’llâh” lâkaplı İbrâhim Aleyhisselâm’ın yaşamını hikâye eden bir mesnevî yazmayı tercih etmiş; bu teklifini memnuniyetle kabul etmesi üzerine de 3693 beyitlik Halîl-nâme’yi nazmetmiştir. Manzum bir siyer niteliğindeki bu eserin edebî bir hikâye formatında yazılmayıp, Keşşâf ve benzeri diğer tefsirlerle Hadis rivâyetlerinden çıkarılan bilgilere dayanılarak yazılmış ciddî bir eser olması olduğu dikkat çekmektedir. Genel içeriği dışında Halîl-nâme’yi bir kaynak olarak eşsiz kılan ve varlığına tarihî açıdan değer kazandıran en önemli kısmı, hiç kuşkusuz Çelebi Sultan Mehmed’le Mûsâ Çelebi arasında 816/1414’te cereyân eden Çamurluova Savaşını nazmettiği “Ceng-i Sultân Muhammed bâ-Mûsâ ve Hezîmet-i Mûsâ” başlıklı kısımdır807. Daha önce kaleme aldığı İskender-nâme’sine, “Dâsitân ve Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i ‘Osmân” adıyla Emîr Süleymân’a kadar uzanan bir Osmanlı tarihi metni ekleyen Ahmedî’ye mülhak olarak “Ceng-nâme”yi yazdığını manzûmenin içinde açıkça dile getiren müellif818; savaş sırasında olup bitenleri bir görgü şâhidi olarak bir yıl sonra (817/1415), savaşın izleri henüz hâtıralarda canlılığını korurken ustaca nazmetmiştir. Şekil 1: Fetret devri ve Çelebi Sultan Mehmed dönemi şâirlerinden Abdülvâsi‘ Çelebi’nin, Halîl-nâme’sinde 816/1414 Çamurluova Savaşı’nı tasvir eden “Ceng-i Sultân Muhammed bâ-Mûsâ ve Hezîmet-i Mûsâ” adlı manzûmesine giriş yaptığı kısım (Kahire Dârü’l-Kütübi’l-Kavmiyye, Edeb. Türkî: M/82, vr. 59a). 7 Krş. Abdülvâsi‘ Çelebi, a.g.e., Güldaş nşr., s. 254-278, beyit: 1732-1924. Abdülvâsi‘ Çelebi’nin Ceng-nâme’si, Halîl-nâme’nin Çelebi Mehmed ve Bâyezîd Paşa’ya ilişkin medhiyelerin de yer aldığı ilk kısımları ile birlikte tarafımızdan neşredilmek üzeredir. 8 Abdülvâsi‘ Çelebi, a.g.e., Güldaş nşr., s. 277, beyit: 1920: “Bu söze idicek bu bende bünyâd / Revânı Ahmedî’nüñ oldı key şâd…” 101 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Şekil 3: Mûsâ Çelebi’nin bir portresi (Bayerische Staatgemäl Desammlungen Alte Pinakothek, nr.: 2238, München) Şekil 2: Seyyid Lokman’ın fırçasından Çelebi Sultan Mehmed (Kıyâfetü’l-İnsâniyye fî Şemâ’ili’l-‘Osmâniyye, Ali Emîrî, Tarih, nr.: 1216, vr. 32b). 102 DOSYA: EDİRNE Onun burada, fetretten savaşa kadar uzanan süreci özetleyen beyitleri; Mûsâ Çelebi’nin Rumeli’ye geçtikten sonra niyetinin değişmesi, savaş öncesi yapılan hazırlıklar ve iki tarafın karşılıklı sözleri, sınır devletlerin sefer öncesi ve sefer sonrasındaki faaliyetleri; savaş ânında yaşananlara, pâdişâhın ve vezirlerinin savaş sırasındaki atılganlıklarına, savaştan sonra Mûsâ Çelebi’nin esir alınıp “nizâm-ı ‘âlem için” ortadan kaldırılmasına ve hazînelerin ve eşyâların kâtipler tarafından defterlere zaptına ilişkin tasvirleri ve dönemin savaş âletlerinin isimlerini ayrıntılı olarak zikretmesi, târih araştırmacılarına dönemin siyâsî ve askerî tarihini aydınlatmaya yarayacak oldukça orijinal ve nitelikli bilgiler vermektedir. Abdülvâsi‘ Çelebi’nin konusu itibâriyle müstakil bir eser olarak da değerlendirilebilecek diğer bir eseri ise, Halîl-nâme’sinin sonuna ilâve etmiş olduğu 564 beyitlik Mi‘râc-nâme’sidir829. Abdülvâsi‘ Çelebi’nin Edirne’deki Vakfına İlişkin Önemli Bir Belge Yukarıda işâret ettiğimiz üzere, mevcut şuarâ tezkirelerinde adı bile geçmeyen Abdülvâsi‘ Çelebi’nin varlığı, 815/141213’te başlayıp 817/1415’te tamamladığı manzum mesnevîsinin keşfi sâyesinde ortaya çıkmış8310 ve o zamandan beri tarihî kimliğini aydınlatacak yegâne bulgu bununla sınırlı kalmıştır. 9 Abdülvâsi‘ Çelebi, a.g.e., Güldaş nşr., s. 418-489, beyit: 3044-3608. 10 Halîl-nâme’yi “Ceng-nâme”nin de içinde yer aldığı Kahire’deki nüshasına (Dârü’l-Kütübi’l-Kavmiyye, Edeb. Türkî, M/82) dayanarak ilk tanıtan Abdülkadir Karahan’dır: a.mlf., “XV. Yüzyıl Osmanlı Dinî Edebiyatında “Mesnevîler” ve Abdülvâsi Çelebi’nin Halilnâmesi”, Estratto dagli Atti del III Congresso di Studi Arabi e İslamici (Ravello 1966), Napoli 1967, s. 417-424. şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde kayıtlı Edirne’ye âit 926/1520 tarihli bir Tapu Tahrîr Defteri’nde8411; Simavna kadısı-oğlu Şeyh Bedreddîn’in 815-816 (m. 141213) yılları arasında Edirne’deki zâviyesi ve ona bağlı olarak Tunca nehri kenarında tasarruf ettiği vakıf alanının hemen yanında, müellifimiz Abdülvâsi‘ Çelebi’nin de bir vakfı bulunduğuna ilişkin yegâne nitelikte bir kayıt yer alır8512. Onun bizzat yaşadığı döneme uzanan bu tahrir kaydına bakılırsa8613; henüz Fetret devri sona ermeden önce, Çelebi Sultan Mehmed tarafından kendisine bağışlanan bu vakıf alanı, Tunca nehri üzerindeki köprünün hemen yan tarafında, Şeyh Bedreddîn’in Zâviye Vakfı, Hacı Şîr-Merd Vakfı ve Hüsâm Mülkü ile Kâdî Bağçası denilen bahçe alanına komşu bulunuyordu. 11 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Tapu Tahrîr Defteri, nr.: 1070. 12 Şeyh Bedreddîn’in Edirne Tunca nehri kenarındaki vakıfları bizden önce M. Tayyip Gökbilgin’in de dikkatini çekmiş; onun buradaki zâviyesinden söz ederken, kaynağını belirtmeden tahrir defterindeki bu kayda işâret etmiştir. Krş. a.mlf., “Edirne Şehrinin Kurucuları”, Edirne: Edirne’nin 600. Fethi Yıldönümü Armağan Kitabı, Ankara 1965, s. 166. 13 XV. yüzyılın başlarında, Fetret Devri ve Çelebi Sultan Mehmed dönemlerinde tahrir ve defter tutma işlemlerinin sistemli bir şekilde yürütüldüğüne ilişkin yegâne önemli atıf, belgenin orijinali yazıldığı sıralarda müellifimiz tarafından “Ceng-nâme” metninin içine düşürülmüş olan şu mühim kayıttan ibârettir: “Develer dürlü dürlü at u kâtır Şu hadde geldi kim toldı defâtir Ki her bir yirde üş bir kişi kâtib Siyâkat işleri cümle muhâsib Komışlardı yazarlar gice gündüz Alurlar geleni biñ biñ ü yüz yüz…” Abdülvâsi‘ Çelebi, a.g.e., Güldaş nşr., s. 274, beyit: 1891-1893. Bu beyitlerde bir görgü şâhidi olan müellifimiz tarafından, özellikle Siyâkat yazısının muhâsebe kayıtlarında iktisâdî bir şifreleme formülü olarak XV. yüzyıl başlarından beri kullanıldığına ve -muhtemelen Anadolu ve Rumeli’de ayrı ayrı olmak üzere- muhâsebe kalemleri ve onların emrindeki kâtiplerden oluşan bir defterdarlar zümresinin mevcut bulunduğuna yapılan atıflar çok önemlidir. Bu konuya, ilk dipnotta işâret ettiğimiz Osmanlılar’da Kâtiplik ve Defterdarlık Sisteminin Ortaya Çıkışı başlıklı makâlede ayrıntılı olarak değineceğiz. Şekil 4: Abdülvâsi‘ Çelebi’nin Şeyh Bedreddîn ve Hacı ‘Ivâz Paşa vakıflarına komşu olan Edirne Tunca nehri kenarındaki vakfı hakkında, devrin Edirne kadısı Abdülkerîm İbn Abdülcabbâr’ın 815/1416 târihli vakıf tahrîrine ilişkin kayıt (BOA, Tapu Tahrîr Defteri, nr.: 1070, s. 140). Dönemin Edirne kadısı Abdülkerîm İbn Abdü’l-Cebbâr tarafından 815 yılı “evâhir-i Zî’l-ka‘de”sinde, yâni 1414 yılı Şubat ayı ortalarında kayda geçirilen vakfiyedeki bahçe alanına yapılan bir atıfta, Abdülvâsi‘ Çelebi’nin ona sınır olan vakfından açıkça şöyle söz edilmiştir: “Bağça der-nezd-i köprî-yi mahdûd-ı nehr-i Tunca ve Hâcî Şîr-Merd Vakfı ve ‘Kâdî Bağçası’ dimekle ma‘rûf bağça ile ve ‘Abdü’l-vâsi‘ Çelebî vakfı ve Hüsâm mülki ile. Harâb olub, ‘arsası yılda üç akça mukâta‘aya virilüb bağça imiş. Hâliyâ mukâta‘a’ı Pervîz Efendi virür imiş.”8714 14 BOA, a.g.d., s. 140. 103 DOSYA: EDİRNE ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Bu tahrîrde Abdülvâsi‘ Çelebi’nin vakfına komşu bir vakfı bulunduğu dikkati çeken “Hâcî Şîr-Merd”, -ikinci kısmın bir kahramanlık vasfı olarak eklendiği ihtimâline nazaran- Çamurluova Savaşı’nda da ön plâna çıkan Hacı ‘Ivâz Paşa olmalıdır. Müellifimizin ona olan yakınlığını “Ceng-nâme” metnindeki samîmî ifâdelerinden ve benzer yöndeki övgü dolu sözlerinden tespit etmek mümkündür8815. Kuruluş döneminde târih alanında kalem oynatmış nâdir isimlerden biri olan Abdülvâsi‘ Çelebi’ye ait yegâne resmî belge niteliğindeki bu vakıf tahrîrinin ünlü şâir Ahmedî’nin vefât ettiği ve Abdülvâsi‘ Çelebi’nin onu tâkiben, içerisinde Çamurluova Savaşı’nı da nazmedeceği Halîl-nâme mesnevîsini yazmaya başladığı 815/1412-13 yılına ait olması dikkate şâyândır. Ayrıca tahrîrin Edirne’nin fethinden (762/1361)8916 elli üç yıl sonra, Çelebi Sultan Mehmed’le Mûsâ Çelebi arasında cereyân eden ve Fetret devrini sona erdiren Çamurluova’daki kanlı savaştan 1 yıl önce, Abdülvâsi‘ Çelebi henüz hayatta iken yapılmış olması, Tahrîr Defteri’ndeki bu kaydın tarihî açıdan önem ve değerini daha da arttırmaktadır. 104 DOSYA: EDİRNE 15 Abdülvâsi‘ Çelebi, a.g.e., Güldaş nşr., s. 271-272, beyit: 1872-1875: “Anuñ ardınca girdi o Hudâ-vend Ki üş düşmen-şikâr oldur ‘adû-bend ‘Ömer sûretlü server Hacı Paşa Ki kıldı anda cengi hadden aşa Öñine ejdehâ gelse üterdi Mukâbil nerre dîv olsa tutardı ‘Adûnuñ yakasın tutup getürdi Cihân onmağınuñ işin bitürdi...” 16 Edirne’nin fetih tarihin 1361 yılı Mart’ı olduğu hakkında, bk. Halil İnalcık, “Edirne’nin Fethi (1361)”, Edirne: Edirne’nin 600. Fethi Yıldönümü Armağan Kitabı, Ankara 1965, s. 137-159. Şekil 5: Çamurluova Savaşı’nda kardeşi Mûsâ Çelebi’yi hezîmete uğratan Çelebi Mehmed’i devlet erkânı ile bir arada tasvir eden bir minyatür (İÜ Ktp. TY, nr.: 5970, vr. 264a). Abdülvâsi Çelebi’nin Bursa’dan sonra Osmanlı Devleti’nin ikinci başkenti konumuna yükselen Edirne’de, dönemin önemli din ve devlet adamlarının vakıf ve mülk arâzîleri arasında yer alan vakfının, Osmanlı hânedânı ile kadîm yakınlığı nazar-ı itibâra alındığında ona Yıldırım Bâyezîd ya da şehrin fâtihi Murad Hüdâvendigâr tarafından, Fetret devrinden daha önceki bir tarihte verilmiş olma ihtimâli oldukça fazladır. Sonuç Fetret devrinin hakkında çok az bilgi bulunan şâirlerinden biri olan, Halîl-nâme yazarı Abdülvâsi‘ Çelebi’nin Edirne’de, Tunca nehri kenarında bir vakfı bulunduğunu gösteren bu belge, müellifin yaşadığı dönemde Şehzâde Mehmed ve devlet erkânı arasındaki müstesna konumunu resmî bir belge olarak gözler önüne serdiği gibi; Osmanlı Devleti’nin ikinci başkenti Edirne’nin de onun faaliyet alanlarından biri olduğunu resmî bir materyal olarak belgelemektedir. Sayı:3, ARALIK 2015 şehir & toplum Yukarıdaki kronolojik perspektife nazaran Abdülvâsi‘ Çelebi’nin Edirne’de, Tunca nehri kenarındaki vakfına ait bu belgenin, eserin te’lif zamânının ve Halîl-nâme ve Cenk-nâme’de anlatılan olayların çağdaşı olduğu ve Çamurluova Savaşı’ndan bir yıl önce Çelebi Mehmed’in hareket noktası olan Bursa’da bulunan müellifin, devletin yeni başşehri Edirne ile de esâsen mevcut vakıfları nedeniyle alâkalı bulunduğu sonucu çıkarılabilir. Kaynakça Arşiv Belgeleri: Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Tapu Tahrîr Defteri, nr.: 1070. Kaynak Eserler ve Araştırmalar: Abdülvâsi‘ Çelebi, Halîl-nâme, Dârü’l-Kütübi’l-Kavmiyye, Edeb. Türkî: M/82. Gökbilgin, M. Tayyip, “Edirne Şehrinin Kurucuları”, Edirne: Edirne’nin 600. Fethi Yıldönümü Armağan Kitabı, Ankara 1965, s. 161-178. Güldaş, Ayhan, Halîl-nâme, TC Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1996. İnalcık, Halil, “Edirne’nin Fethi (1361)”, Edirne: Edirne’nin 600. Fethi Yıldönümü Armağan Kitabı, Ankara 1965, s. 137-159. Karahan, Abdülkadir, “XV. Yüzyıl Osmanlı Dinî Edebiyatında “Mesnevîler” ve Abdülvâsi Çelebi’nin Halilnâmesi”, Estratto dagli Atti del III Congresso di Studi Arabi e İslamici (Ravello 1966), Napoli 1967, s. 417-424. Yılmaz, Hakan, “Fetret Devri ile İlgili İhmâl Edilmiş Bir Târih Metni: Abdülvâsi‘ Çelebi’nin ‘Ceng-i Sultân Muhammed bâ-Mûsâ ve Hezîmet-i Mûsâ’ Adlı Mesnevîsi”, HAİD, XVII/195 (Aralık 2009), s. 42-44. 105 DOSYA: EDİRNE şehir & toplum ŞEHİRCİLİK 106 ŞEHİRCİLİK ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 YASAL DÜZENLEMELER BAZINDA BİR DEĞERLENDİRME: BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ STATÜSÜ KAZANMANININ İLLER ÜZERİNDEKİ ETKİSİ1 Özge Müberra Soydal*, Ş. Şence Türk** Özge Müberra Soydal90*, Ş. Şence Türk Giriş 91** Geriye dönülmez şekilde büyüyen kentler, giderek ihtisaslaşma gerektiren bir alan yönetimine dönüşmektedir. Bu mekânlar aynı zamanda siyasal iktidarın başarısının da göstergesidir. Bu nedenle katılımcılığın ve hizmet etkinliğinin sağlanması kadar, siyasal iktidarın sürdürülebilirliği adına kentlerin yönetimini elde tutma isteği 1 Bu makale; İstanbul Teknik Üniversitesi Bölge Planlama Yüksek Lisans Programı’nda, 2012 yılında, Doç Dr. Ş. Şence Türk danışmanlığında hazırlanan “5216 Sayılı Büyükşehir Belediye Yasası Kapsamında Metropoliten Alanlarda Sınır Tespitinin Değerlendirilmesi” konu başlıklı yüksek lisans tezi kapsamında oluşturulmuştur. 2013 yılında İzmir’de gerçekleşen 8.Kasım Dünya Şehircilik Günü 37.Kolokyumu için hazırlanan bu çalışmaya yeni büyükşehirlerin analizi ve yeni yönetmelik değerlendirmeleri başlığı eklenerek, çalışma güncellenmiştir. * İlke Planlama Ltd. Şti.,Şehir ve Bölge Plancısı, İstanbul **Doç. Dr., İstanbul Teknik Üniversitesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, İstanbul İletişim yazarı: Özge Soydal, e-posta: [email protected] de kent yönetim modellerine yönelik değişimleri ortaya çıkarmaktadır. 2000’li yıllardan sonra yasa ve yönetmeliklerde gerçekleşen yeni düzenlemeler ile büyükşehir yönetiminde de önemli değişimler yaşanmıştır. 2004 yılında çıkarılan 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu’nda büyükşehirlerin sınırlarının belirlenmesi konusunda yeni bir düzen getirilmiştir. Büyükşehir sayısında herhangi bir artış olmamakla birlikte, büyükşehir belediye yönetiminin kurumsal yapısı değişme göstermiştir. Bu değişimde, büyükşehirlerin yapısı, işlevi ve etki alanları dikkate alınmamış ve büyükşehir alanlarının çevresinde henüz yapılaşmamış alanlardaki gelişmeler sonradan izlenmek zorunda kalınmıştır. Belediye kurulma konusunda yalnızca nüfus ve ölçek büyüklüğünün dikkate alındığı, özellikle büyükşehir belediyesi kurulmasında metropoliten 107 ŞEHİRCİLİK ISSN: 7897678343213 şehir & toplum alanın özelliklerinin dikkate alınmadığı görülmektedir. Büyükşehirlerin bölgesel ve ulusal düzeydeki etkileri göz önünde bulundurulmadığından planlamaya ilişkin konularda önemli sorunlar ortaya çıkmıştır. Yasal düzenlemelere rağmen, bazı sorunların halen devam ettiği, hatta yeni sorunların eklendiği görülmektedir. Bu makalenin amacı, büyükşehir statüsü kazanmanın iller üzerindeki etkilerinin, sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi sıralamasındaki farklılıklar, kamu yatırımlarına ait değerler, net göç hızlarındaki değişimler, kır-kent arasındaki nüfus hareketleri ile gayri safi yurtiçi hâsıla değerleri açılarından dönemsel olarak incelenmesidir. Büyükşehir olmanın avantaj ve dezavantajların kıyaslandığı bu çalışma kapsamında, 3030 sayılı Büyükşehir Belediyelerinin Yönetimi Hakkında Kanun’un kabul edildiği 1984 yılı, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun kabul edildiği 2004 yılı ve 6360 sayılı ‘On Üç Ilde Büyükşehir Belediyesi Ve Yirmi Altı Ilçe Kurulması Ile Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’unun kabul edildiği 2012 yılı esas alınarak süreç, iki döneme ayrılmıştır. 108 ŞEHİRCİLİK Karşılaştırma yöntemi ile 1984-2004 yılları ve 2004-2013 yılları arasındaki bu iki dönemde büyükşehir olmanın kente olan ekonomik ve sosyal etkilerindeki olumlu/olumsuz değişimler analiz edilmiştir. İki dönem için de; kamu yatırımlarına ait değerler, net göç hızlarındaki değişimler, sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi sıralamasındaki farklılıklar, kır-kent arasındaki nüfus hareketleri ile gayri safi yurtiçi hâsıla değerleri değerlendirilerek, illerin büyükşehir olmalarının olumlu/olumsuz değişimleri saptanmıştır. Ayrıca, 6360 sayılı Kanun’la yeni büyükşehir olan 14 il için geçmiş sosyo ekonomik gelişmişlik endekslerine bakılarak, büyükşehir belediyesi olma durumları değerlendirilmiştir. Metropoliten Alan ve Yasal Düzenlemeler Literatür Literatürde ‘metropol’, ‘metropolis’, ‘metropolitan alan’, ‘anakent’, ‘anakentsel’, ‘büyükşehir’ gibi değişik kelimelerle birbirinin yerine kullanılan metropoliten alan kavramının çok çeşitli tanımları yapılmaktadır. Metropolis kavramı Yunanca asıllı metro (ana, asıl) ve polis (kent) sözcüklerinden oluşmuş ve ilk olarak Antik çağların kent devletlerini tanımlamak için kullanılmıştır. Daha sonraları ise Londra, Paris, Tokyo, New York gibi kentler için kullanılmakla birlikte, metropoliten alan ile ilgili ulusal ve uluslararası ortak kabul gören bir tanımı vermek oldukça zordur (Janssen-Jansen ve Hutton, 2011a). Çoğunlukla metropoliten kent bir merkez kent ve bu kentin gerisindeki yarı kentsel/kırsal bölgenin tümünü ifade etmek için kullanılmaktadır. Her ülkenin metropoliten tanımı değişme göstermektedir (Janssen-Jansen ve Hutton, 2011a; Tekel, 2002). Örneğin, Hindistan’da 1 milyon nüfusa sahip merkez kent ve çevresindeki alanı kapsayan alan metropoliten alan olarak tariflenmektedir (Shaw, 1999). Kanada da, en az 100.000 nüfusa sahip merkez kent ve çevresindeki yerleşimlerin olduğu alan metropoliten alan olarak ifade edilmek- şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 tedir (Statistic Canada, 2002). Amerika Birleşik Devletleri’nde ise, en az 50.000 nüfusa sahip merkez kent ve etrafındaki yerleşmeler metropoliten alan sayılmaktadır (US Census Bureau, 2005). Bir yerleşim yerinin metropoliten alan olması için bazı özelliklere sahip olması gerekmektedir. Metropoliten kentleri diğer kentlerden ayıran özellikler hızlı kentleşme, nüfus yığılması, kümelenme, işgücünde ihtisaslaşma, hizmet ve sanayi sektörünün etkinliği, dağınık gelişme, çok merkezli yapı vb. gibi olarak sıralanabilmektedir. Yine diğer kentlerden farklı olarak metropoliten alanlar, birden fazla yerleşim ve yerel yönetim birimlerini içeren alanlardır. Metropoliten alanlar, karmaşık yapılara sahiptir. Bu nedenlerden dolayı, gerek yönetsel açıdan, gerekse planlama yönlerinden diğer kentsel alanlardan farklı yönetim modelleri, metropoliten kentler için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır (Metropolis, 2007). Metropoliten alanlar, büyük nüfus yoğunluklarını içerdikleri ve mevcut yerel yönetimlerden farklı olarak önemli ekonomik ve kültürel etkilere sahip oldukları için, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde politik, ekonomik ve kültürel bağlantıların merkezinde baskın bir konuma sahiplerdir. Bu ekonomik ve kültürel bağlantılar ve bunlar arasındaki akışlar dinamik olduğundan metropoliten alanlarını hizmet alanları çoğu kez belirsizdir. Bu nedenle, Metropoliten alanların sınırlarını tanımlamak zordur (Janssen-Jansen ve Hutton, 2011a). Metropoliten yönetimler 1930’Iu yıllarda tüm metropoliten alanı kapsayan tek bir birim, tek bir otorite olarak örgütlendiri- lirken, 1960’lı yıllara doğru parçalı olarak birden fazla yönetsel birim veya kademeli yönetsel birimler şeklinde örgütlendirilmeye başlanmıştır (Keleş, 2000). Metropollerin yönetim modeli ile burada yürütülen kamu hizmetleri birbirini önemli ölçüde etkilemektedir. 1990’lardan itibaren metropoliten alanlarda hizmetlerin sağlanmasında ‘metropoliten yönetişim’ kavramı da yoğun olarak tartışılmaya başlanmıştır (Segberg, 2007; Hoffman-Martinot ve Sellers, 2005). Metropoliten yönetişim, metropoliten alanların sorunlarının çözülmesinde ve metropoliten alanının sürdürülebilir gelişiminde kendilerine özgü çözüm yollarını ortaya çıkarmaktadır (Janssen-Jansen ve Hutton, 2011b). Türk yönetim sisteminde metropoliten alan ve yasal düzenlemeler Kentleri yönetme sorunu, Osmanlı Devleti’nin modern belediye yönetimiyle tanıştığı zamandan itibaren önemli bir konu olmuştur. Türkiye’de bu alanda çıkarılan 1984 tarihli 3030 sayılı Kanun’a kadar olan süreçte büyük kentlerin yönetimine ilişkin çeşitli biçimlerde yönetim arayışları söz konusudur. 1961 Anayasası’nda büyükşehir yönetimine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kapsamda 1961 Anayasası birden çok yerel yönetim birimini içeren büyükşehir yönetiminin kurulmasına imkân vermemiştir. Anayasa’da yalnızca, yerel yönetimlerin kendi aralarında birlikler kurmalarını sağlayan hukuki zemin bulunmaktadır. 1980 yıllarındaki askeri müdahaleden sonra büyük kentlerin 109 ŞEHİRCİLİK ISSN: 7897678343213 şehir & toplum sorunları öne çıkarılarak yeni yönetim modelleri arayışı devam etmiştir. Sıkıyönetim zamanında, büyük kentlerde ayrı, özel bir yönetim sisteminin kurulmasına yönelik girişimlerde bulunmuştur. Büyük kentlerde özel bir yönetim sisteminin kurulması için ilk girişim, büyükşehirlerdeki küçük yerel yönetimlerin tüzel kişiliklerin kaldırılmasıdır. Milli Güvenlik Konseyi’nin 1980 tarih ve 17187 sayılı Resmi Gazete’de (RG) yayımlanan 34 numaralı kararıyla büyük kentlerde ana belediyenin çevresinde oluşmuş olan küçük belediyeler, sıkıyönetim komutanlıkları tarafından ana belediyeye bağlanmıştır. 34 numaralı karar, askeri otoritelerce farklı biçimlerde uygulanmıştır. Uygulamada görülen farklılıklar yüzünden 1981 yılının sonunda 2561 sayılı Büyük Şehirlerin Yakın Çevresindeki Yerleşim Yerlerinin Ana Belediyelere Bağlanmaları Hakkında Kanun başlıklı birleştirme yasası çıkartılmıştır. 2561 sayılı yasa, hangi belediyelerin ana belediyeye bağlanacağına, ilgili belediye meclisi ve Sıkıyönetim Komutanlıkları’nın görüşü alınarak valilikler tarafından karar verileceğini ve İçişleri Bakanlığı’na bu kararın önerileceğini öngörmüştür (Keleş, 2000; Toprak, 2006). 110 ŞEHİRCİLİK 1982 yılı öncesi büyük kentlere ilişkin arayışlar, 1982 Anayasası’nda bu kentlere ilişkin özel bir hüküm konması yolunu açmıştır. Bu hüküm, son 25 yıl içinde anakentlerde özel yönetimler oluşturulması çerçevesinde yapılan tartışmalara kendi yaklaşımı doğrultusunda bir yanıt üretmiştir. 1982 Anayasası’nın kabulünden sonra büyük kentlere yönelik bir yapılanmanın oluşturulmasına yönelik adımlar atılmaya başlanmıştır. 23 Mart 1984 tarihinde çıkarılan 195 sayılı KHK’yla üç büyük kentte iki kademeli büyükşehir yönetim modeli kurulmuştur. Kararname daha sonra, 27 Haziran 1984 tarihinde kabul edilen 3030 sayılı Büyük Şehir Belediyelerinin Yönetimi Hakkında Kanun Hükmünde Kararname değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun ile değiştirilmiştir. Büyük kent merkezlerinde büyükşehir yönetimlerinin kurulmasının yolu sıkıyönetim zamanında hazırlanan 1982 Anayasası’nın 127. maddesiyle açılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez anayasaya, “büyük yerleşim yerleri için özel yönetim biçimleri getirilebilir” şeklinde bir hüküm konulmuştur. Bu anayasal düzenleme, yasal bir düzenlemeye zemin hazırlamıştır. 1984 yılında bir kentin büyükşehir olarak tanımlanabilmesi ve bu kentlerde büyükşehir yönetimlerinin kurulabilmesi için tek bir kriter olan, belediye sınırları içerisinde birden fazla ilçe bulunması, aranmıştır. Bu kriterle beraber 1984 yılında 3030 sayılı yasa doğrultusunda Ankara, İstanbul ve İzmir, 1986 yılında 3306 sayılı yasayla Adana, 1987 yılında 3391 sayılı yasa ile Bursa, 3398 sayılı yasa ile Gaziantep ve 3399 sayılı yasa ile de Konya büyükşehir olarak tanımlanmıştır. 1988 yılında ise 3508 sayılı yasayla Kayseri BŞB kurulmuştur (Yaşamış, 1995). Kanun’da, büyükşehir kurulabilmesi ilçe kriterlerinin dışında bir ölçüt öngörülmemiştir. Ancak 1987 ve 1988 yılında yapılan büyükşehirlerde ilçe olmayan belediyelerin (ilk kademe belediyeler) varlığı da büyükşehir kurulabilmesi için kriter olarak kullanılmıştır. İlk kademe şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 belediyelerin varlığı, 3030 sayılı Büşükşehir Kanununda tanımlanmadığından, büyükşehir belediyelerinin kuruluşunda işleyişinde önemli sorunlara neden olmuştur (Toprak, 2006; Ünal, 2008). yelerinde, il merkezinin sınırları içinde birden fazla ilçe kurulmuş olması durumunda, büyükşehir belediyesi olabilecektir. 3030 sayılı yasada bu ölçütün dışında başka bir ölçüt yer almamaktadır. 1993 yılında 504 sayılı KHK’yla Antalya, Diyarbakır, Erzurum, Eskişehir, İzmit, Mersin ve Samsun da büyükşehir olarak ilan edilmiştir. 2000 yılında 593 sayılı KHK ile bu kentlere Adapazarı da eklenmiştir. Adapazarı Büyükşehir Belediyesi’nin29213kurulmasıyla birlikte Türkiye’deki büyükşehir belediyesi sayısı 16’ya ulaşmıştır (Yaşamış, 1995). 3030 sayılı Kanun, bir yerde büyükşehir belediyesi kurulabilmesi için, herhangi bir nüfus şartı öngörmemiştir. Bu nedenle, önceki yıllarda nüfusu çok az olan bazı illerde büyükşehir belediyesi yönetimi kurulmuştur. Türkiye’de 3030 sayılı yasayla yürürlüğe giren büyükşehir belediye yönetimi modeli, günümüzde büyükşehirlerin yönetiminin yasal dayanağı olan 10.07.2004 tarihli 5216 sayılı Büyükşehir Belediyeleri Kanunu ile yeniden ölçeklendirme temelinde reforma tabi tutulmuştur. 5216 sayılı Kanun büyükşehir belediye yönetimlerini; büyükşehir belediyesi, büyükşehir ilçe belediyesi ve ilk kademe belediyeleri olmak üzere yapılandırmıştır. 5216 sayılı yasada hangi belediyenin büyükşehir belediyesi olacağına ilişkin asgari şartları 750.000 nüfusa sahip olma şeklinde tanımlamaktadır. Ülkemize, büyükşehir belediyelerinin yönetimi hakkında 3030 sayılı yasa, iki kademeli bir yönetim modeli getirmiştir. Büyükşehir belediyeleri ile ilçe belediyeleri arasındaki görev ayrımının sınırlarını açıkça belirtilmemiş olması nedeniyle, büyükşehir belediyesinin siyasi yönden yararlı gördüğü durumlarda, bağlı belediyelerinin görev alanlarına karışabilme esnekliğine sahip bulunduğu vurgulanmaktadır. Metropoliten kriterler açısından bakıldığında; 3030 sayılı yasanın “Kuruluş” başlığını taşıyan 4. maddesi, büyükşehir olmanın ölçütünü kurumsal bazı birimlerin varlığı olarak belirlemiştir. Buna göre, büyükşehir belediyesi kurulabilmesi için ilçe belediyelerinin ilk aşama belediyeleri olarak kurulması gerekmektedir. İlçe belediyesi kurabilmenin koşulu ise yerleşim yerlerinde mülki idare sistemi içinde yer alan ilçe/kaymakamlık örgütünün kurulmuş olmasıdır. Yasaya göre, ancak 1580 sayılı yasa ile yönetilen il merkez beledi2 2008 yılında adı Sakarya Büyükşehir Belediyesi olarak değiştirilmiştir. 2004 yılında çıkarılan 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu’nda büyükşehirlerin sınırlarının belirlenmesi konusunda yeni bir düzen getirilmiştir. ‘’Pergel kuralı’’ olarak tanımlanan (metropoliten alan merkezinden - valilik binası - nüfus ile değişen mesafelerde büyükşehir sınırları belirlenmesi), yöntemle çizilen sınırlar, toplam 16 büyükşehirin yönetim sınırlarını oluşturmaktadır. Yasayla getirilen yeni düzen, metropollerin yönetiminde birçok soruna yol açmış ve mekânsal planlama çalışmalarını doğrudan etkilemiştir (Soydal, 2012). 111 ŞEHİRCİLİK ISSN: 7897678343213 şehir & toplum ekonomik gücü, il nüfus yapısı gibi temel özellikler farklı iken, yeni yasal düzenlemelerle tüm büyükşehirlere tek bir yönetim modeli getirmesi başlıca dezavantaj olarak görülmektedir. Buna karşılık olarak, yeni yasa ile beraber metropoliten kentlerin nüfusunun tanımlanması ve ilçe belediye-büyükşehir belediye görev paylaşımının daha net belirlenmiş olması ise avantaj olarak değerlendirilebilir. Tablo 1: 5216 sayılı Yasa’ya göre büyükşehir belediye sınırları (Soydal, 2012). 112 ŞEHİRCİLİK 5216 sayılı yasa büyükşehir belediye sınırlarının tespitine ilişkin olarak: “Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihte; büyükşehir belediye sınırları, İstanbul ve Kocaeli ilinde, il mülki sınırıdır. Diğer büyükşehir belediyelerinde, mevcut valilik binası merkez kabul edilmek ve il mülki sınırları içinde kalmak şartıyla, nüfusu 1.000.000’a kadar olan büyükşehirlerde yarıçapı 20 km, nüfusu 1.000.000’dan 2.000.000’a kadar olan büyükşehirlerde yarıçapı 30 km, nüfusu 2.000.000’dan fazla olan büyükşehirlerde yarıçapı 50 km olan dairenin sınırı büyükşehir belediye sınırını oluşturur.” şeklinde bazı kriterler geliştirmek suretiyle büyükşehir belediyelerinin yetki ve sorumluluk alanlarının nasıl ve ne şekilde tespit edileceğini kısmen de olsa nesnel ölçütler getirilmek suretiyle ortaya koymuştur. Ayrıca, Yasa zorunlu durumlarda büyükşehir belediye sınırlarının değiştirilebileceğini de hükme bağlayarak, sınırların statik olmaktan çok yeni gelişmelere ayak uydurmasına da imkân tanımıştır. Her ilin başta yüzölçümü olmak üzere; tarım, sanayi, hizmet sektörlerine ilişkin 2012 yılında yürürlüğe giren 6360 sayılı “On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Altı İlçe Kurulması İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un ise yeni büyükşehirlerin oluşturulması konusunda ciddi artışlar önerirken, büyükşehir yönetimini derinden etkileyecek olan büyükşehir belediye sınırları için de yeni bir düzenleme getirmiştir. Pergel kuralının ortadan kaldırılmasını öngören bu yeni yasa ile artık büyükşehir belediye sınırı, il sınırının tamamını kapsamaktadır. Bu düzenleme ile Türkiye’de toplam 30 ilde il özel idaresi, 1592 adet belde belediyesi ve 16.082 adet köy kaldırılmıştır. Böylelikle, Türkiye’deki İl Özel İdareleri’nin %36’sı, belediyelerin %53’ü ve köylerin %47’sinin varlıklarına son verilmiştir. Bu düzenleme sonucunda ülke nüfusunun %75’inde, geriye kalan %25’ten farklı bir yerel yönetim sistemi oluşturulmuş ve kentsel alanlar ve kırsal alanlar arasında yeni yapılanma getirilmiştir (Yıldırım, 2014, s.80). Yeni düzenleme ile ilgili bazı önemli eleştiriler bulunmaktadır. Bunlardan ilki, hizmetin vatandaşa en yakından sunulması anlayışından uzaklaşılması, bu yönüyle bürokrasinin daha da artırılmış olması ve vatandaşlara yeni yükler getirmesi olarak şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 ifade edilmektedir (Aksu, 2012). Yine, büyük kent/bölge niteliği olan alanlarla henüz bu niteliğe sahip olmayan alanları aynı sistemin içerisinde değerlendirilmesi de önemli bir sorundur. Ayrıca, merkez belediye ve çevre belediyelerin yapılandırılması bu belediyelerin konumları, nüfusları, büyük kent alanı içerisindeki ağırlıkları ve işlevsellikleri dikkate alınmamıştır (Yıldırım, 2014). Tüm bu yasal düzenlemeler değerlendirildiğinde; büyükşehirlerin kuruluşunu etkileyen ilk yasa 1984 yılında, yönetim sınırlarını tarif eden ikinci yasa 2004 yılında ve büyükşehir sayılarını tarif eden son yasal düzenleme de 2012 yılında yapılmıştır. Çalışma kapsamında bu üç önemli yıl baz alınmış ve bu dönemler arasında büyükşehirlerdeki olumlu yada olumsuz değişimler incelenmiştir. Büyükşehir Statüsü Kazanma ve Türkiye’deki Büyükşehirler Büyükşehir statüsü kazanma Bir yandan yeni büyükşehirlerin kurulması diğer yandan büyükşehir olmaya aday birçok kentin olması, bu statüyü kazanma konusundaki istekliliği göstermektedir. Bugüne kadar özellikle politikacılar tarafından büyükşehir statüsü kazanan illerin sayılarındaki artışın iller için hep olumlu bir gelişme olduğu düşünülmüştür. Kentlerin, büyükşehir statüsü kazanma konusuna bu kadar istekli olmasının pek çok sebepleri bulunmaktadır. Bunlar; Şekil 1: Çalışma kapsamında oluşturulan dönemler (yazar tarafından hazırlanmıştır) İlin büyük bir kısmının (2012’den sonra tamamının) belediye hizmet şemsiyesi altına girmesi, »» İlin gayrisafi milli hâsılasının artacağının düşünülmesi, »» Sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyinde artış olacağı beklentisi, »» Genel bütçeden ayrılan payların artacağının düşünülmesi »» İlin kalkınma ve yapılanmasının hızla gerçekleşeceği beklentisi, »» Belediyecilik faaliyetlerinin tek elden ve daha koordineli bir şekilde yürütüleceği, »» Artan bütçe ile daha fazla projenin hayata geçirilebileceği, »» İllerin daha çok yatırımcı çekeceği, böylece yatırım ve kalkınma hareketleri hızlanacağı ve istihdam artışının sağlanacağı, »» İlin dışarıdan göç almaya başlayacağı, »» Konut üretimin artacağı, yeni merkezlerin oluşturulacağı, »» Büyük kamu donatı alanlarının inşa edileceği, »» Seçmen sayısının artacağı, »» Hareketlilikle beraber gayrimenkul piyasasının canlanacağı, »» Farklı projeler gündeme gelmesi nedeniyle fiyat artışları yaşanacağı, 113 ŞEHİRCİLİK ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Kısacası, hem ekonomik hem sosyal hem de kültürel anlamda olumlu değişimlerin yaşanacağı düşüncesi hâkimdir. Bu avantajların yanı sıra bir takım dezavantajlar da bulunmaktadır; Bunlar; »» Hizmetlerin tek merkezden karşılanması ile etkinliğin azalacağı, »» Yerel hizmetlerin belirlenmesinde sorunların artacağı, »» Büyükşehir olduktan sonra genişleyen sınırlara hizmet edecek yeterli işgücünün, ekipmanın, maddi kaynakların yaratılamayacağı, »» Kentsel hizmetlerin fiyatlarında artışların olacağı, »» Büyükşehir belediyesine bağlanan diğer ilçe belediyeler arasında yetki problemlerinin yaşanacağı, »» Genişleyen sınırlara yatırımların dengeli bir şekilde aktarılamayacağı, »» Belediyeler arasında yaşanan eşgüdüm sorunlarının olacağı, »» Hizmet ölçeğinin büyümesiyle plan yapma, onama ve uygulama süreçlerinin uzayacağı, »» Vizyon ve proje geliştirme eksikliklerinin yaşanacağı, »» Kalabalık meclislerde demokratik kararların alınamayacağı yönündedir. 1993 yılında 504 sayılı KHK’yla Antalya, Diyarbakır, Erzurum, Eskişehir, İzmit, Mersin ve Samsun da büyükşehir olarak ilan edilmiştir. 2000 yılında 593 sayılı KHK ile bu kentlere Adapazarı da eklenmiştir. Adapazarı BŞB’nin kurulmasıyla birlikte Türkiye’deki büyükşehir belediyesi sayısı 16’ya ulaşmıştır. 2000 yılına kadar toplam 16 olan büyükşehir sayısı, 2012 yılında çıkan 6360 sayılı yasa ile 30’a yükselmiştir. Böylece Türkiye’deki illerin %37’si büyükşehir statüsüne sahip olmuştur. 2013 yılı itibariyle büyükşehir belediye sayısı 30’a ulaşmış olsa da büyükşehir olmaya aday daha birçok şehir bulunmaktadır. Büyükşehirlerdeki Değişimler Büyükşehir olmakla beraber kentlerde pek çok değişimin olacağı kaçınılmazdır. Bu değişimi en iyi gösteren Kalkınma Bakanlığı tarafından yapılan Sosyo Ekonomik Gelişmişlik Endeksi (SEGE) çalışmasıdır. SEGE çalışmasının sonuçları özellikle; bölge, il ve ilçe düzeyinde karşılaştırmalı politika tespitinde ve uygulamasında kullanılmaktadır. Belediyelere ve il özel idarelerine kaynak tahsis edilmesi, kamu kurum ve kuruluşlarının personel atamaları ve özlük hakları- Türkiye’deki Büyükşehirler 114 ŞEHİRCİLİK 1984 yılında 3030 sayılı Yasa doğrultusunda Ankara, İstanbul ve İzmir; 1986 yılında 3306 sayılı Yasa’yla Adana; 1987 yılında 3391 sayılı Yasa ile Bursa; 3398 sayılı Yasa ile Gaziantep ve 3399 sayılı Yasa ile de Konya büyükşehir olarak tanımlanmıştır. 1988 yılında ise 3508 sayılı Yasa’yla Kayseri Büyükşehir Belediyesi kurulmuştur. Grafik 1: Yıllara göre büyükşehir sayıları (yazar tarafından hazırlanmıştır) şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 Tablo 2: Büyükşehirlerin SEGE sıralamalarında değişimleri (yazar tarafından hazırlanmıştır) nın düzenlenmesi ile kalkınma ajansları merkezi bütçe paylarının belirlenmesi gibi bölgesel niteliği olan kamu politikalarının uygulanmasında önemli bir kıstas olarak kullanılmaktadır. Mevcut idari yapı temelinde 81 ilin kapsandığı araştırmada; sosyal (demografik, istihdam, eğitim, sağlık, altyapı, diğer refah) ve ekonomik (imalat, inşaat, tarım, mali) alanlardan seçilen 58 değişken içerilmektedir. Araştırmada birbiriyle bağımlı olan değişkenlerin kullanılmasına imkân veren gelişmiş bir istatistik tekniği olan temel bileşenler analizi uygulanmıştır. SEGE çalışması ilk olarak 1996 yılında yapılmıştır. 7 yıl sonra, aynı kriterler kullanılarak 2003 yılında bu çalışma güncellenmiştir. En son 1996 yılında yapılan İllerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması’nda, o tarihlerde yeni il olan Karabük, Kilis ve Yalova veri temini güçlüğü nedeniyle araştırma kapsamı dışında bırakılmıştır. 1996’da yapılan araştırmadan sonra ise, Osmaniye ve Düzce ilçeleri il yapılmıştır. Bir önceki çalışma kapsamında 76 olan il sayısı, 5 yeni ilin de katılmasıyla birlikte bu çalışmada toplam 81 ile çıkmıştır. Ancak, 2010 yılına gelindiğinde beklenen bu çalışma gerçekleştirilememiştir. Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) tarafından 2010 yılı için, aynı kriterlerin kullanıldığı bir çalışma yapılmış ve makale kapsamında bu çalışmanın verileri de kullanılmıştır (Yıldız, Sivri ve Berber, 2010). 115 ŞEHİRCİLİK ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Şekil 2: 1996-2003 yılları arasında Türkiye’de büyükşehirlerde sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyindeki değişim (DPT Sege Araştırması, 1996 ve 2003). Şekil 3: 2003-2010 yılları arasında Türkiye’de büyükşehirlerde sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyindeki değişim (DPT Sege Araştırması, 2004 ve KTÜ çalışma 2010). 116 ŞEHİRCİLİK Şekil 4: 2010-2011 yılları arasında Türkiye’de büyükşehirlerde sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyindeki değişim (KTÜ çalışma 2010 ve DPT Sege Araştırması, 2011). şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 Tablo 3: Çalışma kapsamında 2 dönem için ayrı ayrı incelenen konu başlıkları 2011 yılına gelindiğinde ise bakanlık, SEGE çalışması güncellemiştir. Güncellenen bu çalışmada, 1996 ve 2003 yılında kullanılan kriterlerden bazıları çıkartılmış, çıkartılan kriterler yerine yeni kriterler eklenmiştir. Bildiri kapsamında, tüm bu çalışmaların sonuç ürünleri olan illerin gelişmişliklerine göre sıralanışı dikkate alınmıştır. Yıllara göre büyükşehirlerin gelişmişliklerine göre sıralamadaki değişimlerin olumlu, olumsuz ya da aynı olmasına ilişkin yapılan analiz Tablo 2’de görülmektedir. Türkiye’de 1996 yılından 2003 yılına gelindiğinde 16 büyükşehirden 6 tanesinin sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyinde olumsuz değişim yaşanmış ve sıralamada basamak gerilemişlerdir. Sadece 4 tanesinde gelişmişlik düzeyi olumlu değişim göstermiş, geriye kalan 6 büyükşehrin gelişmişlik düzeyi ise aynı kalmıştır (Şekil 2). 2003 yılından 2010 yılına gelindiğinde ise 16 büyükşehirden 6 tanesinin sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyinde olumsuz değişim yaşanmış ve sıralamada basamak gerilemişlerdir. Sadece 2 tanesinde gelişmişlik düzeyi olumlu değişim göstermiş, geriye kalan 8 büyükşehrin gelişmişlik düzeyi ise aynı kalmıştır (Şekil 3). Mersin, Diyarbakır ve Erzurum’un iki değişim sürecinde de sıralamadaki konumunun olumsuz yönde değiştiği görülmektedir. Büyükşehir statüsü kazanmak bu üç il için avantajlı görünmemektedir. 2010 yılı ile 2011 yılları arasına gelindiğinde ise 16 büyükşehirden 5 tanesinin sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyinde olumsuz değişim yaşanmış ve sıralamada basamak gerilemişlerdir. 7 tanesinde gelişmişlik düzeyi olumlu değişim göstermiş, geriye kalan 4 büyükşehrin gelişmişlik düzeyi ise aynı kalmıştır (Şekil 4). Mersin ve Diyarbakır illeri bu dönemde de olumsuz değişim gösterirken, Erzurum ilinde bu dönem diğer dönemlerin aksine olumlu bir sosyo ekonomik değişim yaşanmıştır. İstanbul, Kocaeli, İzmir ve Ankara illeri tüm sıralamalardaki değerini aynı şekilde korumuş, herhangi bir 117 ŞEHİRCİLİK ISSN: 7897678343213 şehir & toplum değişim göstermemişlerdir. 1996-2003 ve 2003-2010 yıllarında sabit kalan Bursa ise 2010-2011 yılında 1 basamak gerilemiştir. Adana Analiz 1986 yılında büyükşehir olduktan sonraki 10 yıl içerisinde, ile yapılan kamu yatırımlarında düşüş yaşanmıştır. Bu 10 yıl içerisinde ise 11 il büyükşehir belediyesi olmuştur. Net göç hızı bu dönemde artış göstermiştir. 1992 yılına kadar GSYH değerinde minimal bir değişim yaşanırken, özellikle 1997 yılından sonra hızlı bir artış sürecine girmiştir.Kamu yatırımlarının artması ile net göç hızı düşeşe geçmiştir. 1995 yılından sonra yatırımlar artmış, SEGE sıralamasında 9. basamaktan 8. basamağa yükselmiştir. 2012 yılına gelindiğinde net göç hızı negatif yönde artış eğilimine devam etmiştir. Analiz kapsamı Yasal düzenlemeler baz alınarak, karşılaştırma yöntemi ile 1984-2004 yılları ve 2004-2013 yılları arasındaki bu iki dönemde büyükşehir olmanın illere olan ekonomik ve sosyal etkilerindeki olumlu/olumsuz değişimler analiz edilmiştir. İki dönem için de; kamu yatırımlarına ait değerler, net göç hızlarındaki değişimler, sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi sıralamasındaki farklılıklar, kır-kent arasındaki nüfus hareketleri ile gayri safi yurtiçi hâsıla değerleri değerlendirilerek, illerin büyükşehir olmalarının olumlu/olumsuz değişimleri saptanmıştır (Tablo 3). Tüm büyükşehirlerde, belirlenen değerlerin yıllara ve dönemlere göre nasıl değişim gösterdiğini daha iyi anlamak için analizler grafiklere yansıtılmıştır. Grafiklerdeki değişimler ile illerin büyükşehir olma yılı, SEGE sıralamalarındaki yerleri ilişkilendirilerek yorumlanmıştır. Analiz bulgularında, her şehir için hazırlanan grafikler açıklanmıştır. Analiz bulguları 118 ŞEHİRCİLİK İllerin büyükşehir statüsü kazandıktan sonraki dönemlerde, belirlenen kriterlerin yıllara göre nasıl değiştiğinin irdelendiği analiz çalışması sonuçları, il bazında değerlendirilmiştir. İlin iki dönem halinde incelenen değişim grafikleri Şekil 5’te belirtilmektedir. Sonuç olarak; 2003 yılından 2010 yılına gelindiğinde SEGE sıralamasındaki konumu 10 basamak gerilemiştir. Türkiye’nin sanayileşmiş illerinden biri olmasına karşılık sosyo-ekonomik endeks değeri beklenen seviyede değildir. Büyükşehir statüsü adana ili için pek avantajlı görünmemektedir. Ankara İlin iki dönem halinde incelenen değişim grafikleri Şekil 6’da belirtilmektedir. 1984 yılında büyükşehir olan Ankara, 1996, 2003, 2010 ve 2011 yıllarında SEGE sıralaması hep aynı konumda kalmış, 2. sırada yerini korumuştur. 1984 yılından 1995 yılına kadar kamu yatırımlarında düşüş yaşanmış, daha sonraki yıllarda ise yatırımlar devamlı suretle artmıştır. şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 Şekil 5: Adana ili değişim grafikleri Şekil 6: Ankara ili değişim grafikleri 2000 yılına kadar hızlı göç alan Ankara, 2010 yılı itibariyle bu hızını düşürmüştür. GSYH değeri 1992 yılına kadar durağanken, 1997 yılından sonra ivmeli bir şekilde artışa geçmiştir. Sonuç olarak; yıllara göre sıralaması değişmeyen Ankara, bu konumunu koruyarak, büyükşehir statüsünün avantajını yansıtmaktadır. Antalya İlin iki dönem halinde incelenen değişim grafikleri Şekil 7’de belirtilmektedir. Antalya, 1993 yılında büyükşehir statüsü kazanmıştır. 1990 yılına kadar hızla göç alan ildeki bu ivme azalmış, 2012 yılına kadar da bu hız giderek düşmüştür. 1995 yılından sonra kamu yatırımları çok hızlı bir artış sürecine girmiştir. Kentleşme oranı 1980 yılından 2012 yılına hep yükselmiş, son yıllarda ise belli bir seviyede sabitlenmiştir. Sonuç olarak; 1. dönemde (1984-2004), 7. basamaktan 10. basamağa düşerek olumsuz bir değişim göstermiş, Fakat 2. dönemde (2004-2013) 7. basamaktan 5. basamağa yükselmiştir. Başta olumsuz bir değişim yaşasa da son yıllarda büyükşehir statüsü kazanmanın avantajını yakalamıştır. 119 ŞEHİRCİLİK ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Şekil 7: Antalya ili değişim grafikleri Şekil 8: Bursa ili değişim grafikleri Bursa İlin iki dönem halinde incelenen değişim grafikleri Şekil 8’de belirtilmektedir. 120 ŞEHİRCİLİK olan il, 2011 yılında bir basamak düşerek, 6. sıraya gerilemiştir. Büyükşehir statüsü SEGE sıralamasındaki konumunu ilk dönemde olumlu etkilerken, ikinci dönemde bu avantaj dezavantaja dönüşmüştür. 1987 yılında büyükşehir olan Bursa ilinde, 1995 yılına kadar azalan kamu yatırımları, daha sonraki yıllarda artış sürecine geçmiştir. GSYH değeri diğer iller gibi 1997 yılına kadar durağanken, bu yıldan sonra ivmeli bir şekilde artışa geçmiştir. Diyarbakır Net göç hızı 1975 yılından 1985 yılına kadar düşerken, 1985 yılından 1990 yılına kadar artmıştır. Bu iniş-çıkışlı grafik, 2008 yılına kadar devam etmiş, bu yıldan sonra git gide azalan bir grafik sergilemiştir. Sonuç olarak, 1996, 2003 ve 2010 yıllarında SEGE sıralamasında 5. sırada Diyarbakır ili, 1993 yılında büyükşehir olmuştur. Kamu yatırımları 1995 yılına kadar azalmış, fakat 1995 yılından 2012 yılına gelinceye kadar çok hızlı bir artış sürecine girmiştir. Kamu yatırımlarının artmasıyla beraber kentleşme oranı da artmıştır. Net göç hızı hep negatif İlin iki dönem halinde incelenen değişim grafikleri Şekil 9’da belirtilmektedir. şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 Şekil 9: Diyarbakır ili değişim grafikleri Şekil 10: Erzurum ili değişim grafikleri yönde ilerleyen Diyarbakır, 1995 yılından sonra ciddi göç vermiştir. Net göç hızı ilerleyen bazı yıllarda azalsa da, devamlı göç veren bir büyükşehirdir. Göç vermesiyle birlikte SEGE sıralamasında da hep gerilemiştir. Büyükşehir statüsü kazandıktan sonra sıralamalarda devamlı olarak birkaç basamak gerilemiştir. 57. sırada başlamış, git gide her yıl düşerek, 2011 yılı sıralamada 67. sıraya kadar gerilemiştir. Sonuç olarak, ildeki kamu yatırımları yıllara göre artış gösterse de, kentleşme oranı ve GSYH değeri artsa da, büyükşehir statüsü kazanmak, Diyarbakır ili için avantaj sağlamamıştır. Erzurum İlin iki dönem halinde incelenen değişim grafikleri Şekil 10’da belirtilmektedir. İl, 1993 yılında büyükşehir olmuştur. 2005 yılına kadar kamu yatırımları artmış ama SEGE sıralamasındaki yeri gerilemiştir. Daha sonraki yıllarda kamu yatırımları düşeşe geçmiş, bu yıllarda ise SEGE değeri artarak 59. sıraya yükselmiştir. Net göç hızı, hep negatif yönde kalmış, bazı yıllar azalmış bazı yıllar ise artmıştır. 1. Dönemde kentleşme oranı en fazla artan illerden olan Erzurum’da, 1980 yılında %35 olan bu oran, 2000 yılına gelindiğinde %59’ ulaşmıştır. 121 ŞEHİRCİLİK ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Şekil 11: Eskişehir ili değişim grafikleri Şekil 12: Gaziantep ili değişim grafikleri Sonuç olarak, 1. dönemdeki SEGE sıralamasındaki olumsuz değişim, 2. dönemde devam etmemiş, 61. sıradan 59. sıraya yükselmiştir. Büyükşehir olduktan sonraki ilk SEGE değerine göre 56. Sırada olan il, daha sonra bu değeri hiç yakalayamamıştır. Dönemsel olarak olumlu değişimler yaşansa da, genel olarak büyükşehir statüsü kazanmak il için dezavantaj yaratmıştır. Eskişehir 122 ŞEHİRCİLİK İlin iki dönem halinde incelenen değişim grafikleri Şekil 11’de belirtilmektedir. 1993 yılında büyükşehir olan Eskişehir’de, 1996 yılından 2003 yılına kadar sabit olan SEGE değeri, 2011 yılına geldiğinde bir basamak gerilemiştir. Net göç hızına bakıldığında, değişken bir yapıda olmadığı görülmektedir. 2007 yılından sonra net göç hızı azalmıştır. 2010-2012 yılları arasında bu hız durağan bir eğim sergilemiştir. Kentleşme oranındaki değişim, 1. dönemde daha hızlı artarken 2.dönemde ufak artışlarla devam etmiştir. GSYM değeri 1995 yılından itibaren artmaya başlamış, özellikle 1997-2001 yılları arasında ivmeli bir şekilde artış yaşanmıştır. Sonuç olarak, 2010 yılından sonra kamu yatırımlarında düşüş yaşanmış ve bu SEGE sıralamasına yansımıştır. Sıralamada 1 basamak düşen Eskişehir için büyükşehir belediye statüsü kazanmak yıllarca avantaj yaşatsa da 2. dönemde bir basamak gerilemiştir. şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 Gaziantep İlin iki dönem halinde incelenen değişim grafikleri Şekil 12’de belirtilmektedir. 1990 yılına kadar azalan kamu yatırımları, daha sonraki yıllarda artmaya başlamış, fakat 2000 yılına gelindiğinde sert bir düşüş yaşamıştır. Bu düşüş 2005 yılından sonra artışa geçmiştir. Bu değişimler sürecinde GSYH değeri yıllara göre hep artan ilde, net göç hızı dalgalı bir şekilde değişmiştir. 1985 yılına kadar göç vermiş, sonraki yıllarda göç alarak net göç hızını pozitif yöne çıkartmıştır. 2011 yılından sonra ise bu hız düşmeye başlamıştır. Sonuç olarak, 1. ve 2. dönemler içinde SEGE sıralamasında olumlu gelişmeler yaşanmış olsa da 1. dönemden diğerine geçildiğinde 13 basamak gerileme yaşanmıştır. Sıralamalarda olumlu değişimler yaşansa da 1996 yılındaki sıralamadaki konumuna ulaşamamıştır. Mersin İlin iki dönem halinde incelenen değişim grafikleri Şekil 13’de belirtilmektedir. 1993 yılında büyükşehir olan ilde, 1995 yılından itibaren kamu yatırımlarına artış gözlenmiştir. GSYH değerinde de yıllara göre hep olumlu değişimler yaşanmıştır. Net göç hızı ise başlarda artarken, özellikle 1990 yılından itibaren ciddi bir düşüşe geçmiş ve il bu dönemlerde devamlı bir şekilde göç vermiştir. 2009 yılından günümüze kadar net göç hızı negatif yönde artmaktadır. 2010 yılına kadar artan kamu yatırımları, 2012 yılına gelindiğinde azalmış, kentleşme oranı da 2011 ve 2012 yıllarında aynı değerde kalmıştır. Sonuç olarak, Mersin ilindeki bu dengesiz net göç hızı grafiği SEGE sıralamalarını da etkilenmiştir. 1996 yılında 10. sırada olan il, 2011 yılında 24. Sıradadır. Büyükşehir statüsü Mersin ili için avantajlı olmamıştır. İstanbul İlin iki dönem halinde incelenen değişim grafikleri Şekil 14’de belirtilmektedir. 1984 yılında İzmir ve Ankara ile birlikte büyükşehir olan ilde, kamu yatırımları 1995 yılından itibaren hızlı bir şekilde artmaya başlamıştır. GSYH değeri de 1987 yılından itibaren devamlı bir artış eğilimindedir. Kentleşme oranı 1985 yılına kadar artarken, 1985 yılından 2007 yılına kadar azalmıştır. 2007 yılından sonra artmış ve belli bir noktada sabit bir değere ulaşmıştır. Net göç hızına bakıldığında ise; 1985 yılına kadar hızın düştüğü, 1990 yılına doğru arttığı, 2000 yılına doğru tekrar düştüğü görülmektedir. Bu değişken tablo 2007 yılından sonra da devam etmiştir. 2011 yılına kadar hızın az da olsa arttığı fakat 2012 yılına gelindiğinde hızın iyice düştüğü ve artık fazla göç almadığı görülmektedir. Sonuç olarak; SEGE sıralamasına göre her dönemde ilk sırada olan İstanbul, ister göç alsın ister versin, büyükşehir statüsüne sahip olmanın avantajını açık ara görmektedir. 123 ŞEHİRCİLİK ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Şekil 13: Mersin ili değişim grafikleri Şekil 14: İstanbul ili değişim grafikleri İzmir İlin iki dönem halinde incelenen değişim grafikleri Şekil 15’de belirtilmektedir. 124 ŞEHİRCİLİK 1984 yılında büyükşehir olan ilde, kamu yatırımları 1995 yılından itibaren ivmeli bir şekilde artmıştır. 2005-2010 yılları arasında yatırımlarda düşüş olsa da 2010 yılından itibaren artış yaşanmıştır. 2009 yılına kadar kentleşme oranı artmış, 2009 yılında günümüze kadar da tek bir değerde sabit kalmıştır. GSYH değeri özelikle 1997-2001 yılları arasında hızlı bir artış eğilimine geçmiştir. Net göç hızına bakıldığında, 19801985 yılları arasında azaldığı, 1985-1990 yılları arasında arttığı, 1990-2000 yılları arasında tekrar azaldığı, 2007 yılından itibaren ise iyice bu hızın düştüğü ve ilerleyen yıllarda sabit kaldığı görülmektedir. Sonuç olarak; İzmir, SEGE sıralamasındaki konumu tüm dönemlerde korumuştur. Net göç hızının giderek düşmesi ve kamu yatırımlarının artmasıyla da ilde, büyükşehir olmanın avantajı görülmektedir. Kayseri İlin iki dönem halinde incelenen değişim grafikleri Şekil 16’da belirtilmektedir. Kayseri ili 1988 yılında büyükşehir olmuştur. Büyükşehir olduktan sonra kamu yatırımlarında azalma olsa da, 1995 yılından itibaren yatırımlarda ciddi artışlar ya- şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 Şekil 15: İzmir ili değişim grafikleri Şekil 16: Kayseri ili değişim grafikleri şanmıştır. GSYH değerinin 1997 yılından sonra ivmeli bir şekilde arttığı, kentleşme oranının da sürekli arttığı görülmektedir. Net göç hızı 1980 yılından itibaren düşmüş, 1985 yılından itibaren il devamlı göç vermeye başlamıştır. Büyükşehir olduktan sonra göç almaya başlayan ve göç verme hızı düşmeye başlayan ilde SEGE sıralaması ilk dönemde 4 basamak gerilemiştir. Bu olumsuz tablo 2. dönemde değişmiş ve 2011 yılındaki sıralamada 2 basamak yükselmiştir. 2000 yılından sonra göç almaya başlayan ilde net göç hızı 2010 yılına kadar artmış daha sonra düşüşe geçmiştir. Sonuç olarak; Kayseri ili 1996 SEGE sıralamasında 15. sıradayken, olumlu de- ğişimler olsa da, 2011 yılına gelindiğinde 17. sıraya düştüğü görülmektedir. Büyükşehir statüsü 1. dönemde dezavantaj yaratmış, 2. dönemde ise avantaja çevirmiştir. Kocaeli İlin iki dönem halinde incelenen değişim grafikleri Şekil 17’de belirtilmektedir. 1993 yılında büyükşehir olan ilde; kamu yatırımları büyükşehir olduktan sonra ciddi bir artışa geçmiştir. GSYH değerinin de arttığı bu dönemde, SEGE sıralamasını korumuştur. Net göç hızı 1980 yılına kadar azalmış, 1990 yılına kadar artmış ve 1990 yılından 2000 yılına kadar oldukça azalmıştır. Göç veren ilde, 125 ŞEHİRCİLİK ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Şekil 17: Kocaeli ili değişim grafikleri Şekil 18: Konya ili değişim grafikleri kentleşme oranı 2009 yılına kadar artmış, daha sonraki yıllarda sabit kalmıştır. Sonuç olarak; 2005 yılından sonra kamu yatırımlarında ve net göç hızında düşüş yaşansa da, il SEGE sıralamasındaki konumunu hep sabit tutmayı başarmıştır. Büyükşehir statüsü Kocaeli için avantaj sağlamıştır. ŞEHİRCİLİK Kentleşme oranı ve GSYH değerinin artmasıyla, 2. döneme giren ilde, kamı yatırımlarındaki ivmeli artış SEGE sıralamasındaki konumunu olumlu yönde İlin iki dönem halinde incelenen değişim grafikleri Şekil 18’de belirtilmektedir. değiştirmiş ve basamak atlatmıştır. Net göç hızının azalarak pozitif değere ulaşması ve ardından hızın pozitif yönde artmasıyla il göç almaya başlamıştır. İl 1987 yılında büyükşehir olmuştur. Büyükşehir olduktan sonraki iki yıl kamu yatırımları düşse de 1995 yılından sonra artış yaşanmıştır. Net göç hızı hep negatif olan ilde bu hız 1985-1990 yıllarında Sonuç olarak; büyükşehir statüsüne kazanmak Konya ilini başta olumsuz etkilemiş fakat 2. dönemde bu etki olumlu yönde olmuş, il 1996 yılındaki sıralamasını da aşarak 20. sıraya yükselmiştir. Konya 126 oldukça artmış ve il göç vermiştir. Bu dönemde SEGE sıralamasındaki konumu 24. sıradan 26. sıraya gerilemiştir. şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 Şekil 19: Sakarya ili değişim grafikleri Şekil 20: Samsun ili değişim grafikleri Sakarya Samsun İlin iki dönem halinde incelenen değişim grafikleri Şekil 19’da belirtilmektedir. İlin iki dönem halinde incelenen değişim grafikleri Şekil 20’de belirtilmektedir. Sakarya ili 2000 yılında büyükşehir olmuştur. 2000 yılından sonra kamu yatırımları, GSYH değeri ve kentleşme oranı artışa geçmiştir. 1996 yılında 24.sıradayken 26.sıraya yükselmiştir. Net göç hızının giderek azaldığı dönemler, büyükşehir olmasıyla sona ermiş ve hızla göç alan bir il olarak 2. döneme devam etmiştir. 1993 yılında büyükşehir olan ilde, kamu yatırımları ve GSYH değeri artsa da; net göç hızı negatif yönde hızla artmakta ve il ciddi göç vermektedir. Kentleşme oranının artması ile SEGE sıralamasında 1. dönemde olumlu değişim gösterse de, 2. dönemde kamu yatırımlarında 2010 yılı sonrası düşüş yaşanmış, net göç hızı 2009 yılına kadar azalsa da sonraki yıllarda göç vermesiyle bu hız artmıştır. Bu dönemde de SEGE sıralamasında basamak atlamış, kentleşme değeri ve yatırımlar artmıştır. Sonuç olarak, Sakarya ili büyükşehir olmanın avantajını görmektedir. Sonuç olarak; Samsun ili büyükşehir statüsüne sahip olduktan sonra önce olumlu gelişim göstermiş ardından ise olumsuz değişimler yaşayarak basamak gerilemiştir. 127 ŞEHİRCİLİK ISSN: 7897678343213 şehir & toplum 14 Yeni Büyükşehir Belediyesindeki Değişimler 2012 yılında yürürlüğe giren 6360 sayılı “On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi Ve Yirmi Altı İlçe Kurulması İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” kapsamında, büyükşehir olan Aydın, Balıkesir, Denizli, Hatay, Malatya, Manisa, Kahramanmaraş, Mardin, Muğla, Tekirdağ, Trabzon, Şanlıurfa ve Van illeri ile Ordu ilinin araştırma kapsamında ayrılan 2 dönem içerisindeki sosyo-ekonomik gelişmişlik sıralamasındaki değişimi analiz edilmiştir (Tablo 4). 14 yeni büyükşehir statüsü kazanmış illerin, 1996-2003 yılları arasındaki sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyindeki değişimlerine bakıldığında, sadece 3 ilde olumlu değişimlerin olduğu, geriye kalan 11 ilde olumsuz değişim yaşanmış ve sıralamada basamak gerilemişlerdir. 2003 yılından 2010 yılına gelindiğinde ise 14 yeni büyükşehirden 8 tanesinin sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyinde olumsuz değişim yaşanmış ve sıralamada basamak gerilemişlerdir. Sadece 5 tanesinde gelişmişlik düzeyi olumlu değişim göstermiş, geriye kalan 1 büyükşehrin gelişmişlik düzeyi ise aynı kalmıştır. 128 ŞEHİRCİLİK 2010 yılından ile 2011 yılına gelindiğinde ise 14 büyükşehirden 4 tanesinin sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyinde olumsuz değişim yaşanmış ve sıralamada basamak gerilemişlerdir. 8 tanesinde gelişmişlik düzeyi olumlu değişim göstermiş, geriye kalan 2 büyükşehrin gelişmişlik düzeyi ise aynı kalmıştır. Sosyo-ekonomik gelişmişlik açısından olumlu değişim göstererek büyüyen ve gelişen illerin büyükşehir olması beklenmektedir. Bir ilin büyükşehir belediyesi olması için, gelişmişlik sıralamalarında yükselmesi ve büyükşehir yönetimine ihtiyaç duyacak olumlu bir ekonomik ve sosyal gelişim göstermesi gerekmektedir. Ancak, yıllara göre değişimler incelendiğinde; dönemler arasında olumsuz değişim göstererek, herhangi bir gelişmişlik basamağı atlayamayan iller de 6360 sayılı yasa ile büyükşehir statüsü kazanmıştır. Genel Değerlendirme ve Sonuç Türkiye’de özellikle politikacılar tarafından illerin büyükşehir statüsü kazanması bir avantaj olarak düşünülmektedir. Bu nedenle, 3030 sayılı “Büyükşehir Belediyelerinin Yönetimi Hakkında Kanun”un yürürlüğe girdiği 1984 yılından itibaren günümüze kadar büyükşehir sayılarında önemli bir artış olmuştur. Bu artış, 6360 sayılı “On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi Ve Yirmi Altı İlçe Kurulması İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un kabul edilmesi ile de, en üst düzeye ulaşmıştır. Bununla birlikte, gerçekten büyükşehir statüsü kazanmanın illere etkisi şimdiye kadar yeterince incelenmemiştir. Bu makalenin amacı, büyükşehir statüsü kazanmanın iller üzerindeki etkilerinin, sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi sıralamasındaki farklılıklar, kamu yatırımlarına ait değerler, net göç hızlarındaki değişimler, kır-kent arasındaki nüfus hareketleri ile gayri safi yurtiçi hâsıla de- şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 Tablo 4: Yeni 14 Büyükşehrin SEGE sıralamalarında değişimleri ğerleri açılarından dönemsel olarak incelenmesidir. 16 büyükşehirde iki döneme ayrılarak yapılan detaylı incelemenin sonucunda bazı bulgular elde edilmiştir. Elde edilen bulgulardan ilki, illerin büyükşehir olma statüsü kazanması ile sosyo-ekonomik gelişmiş düzeylerinin artma eğilimi göstermediğidir. Bunun en önemli nedenlerinden biri, illerin yeterli sosyo- ekonomik gelişmişlik düzeyine ulaşmadan büyükşehir statüsü kazanması olarak düşünülebilir. Yeterli sosyo- ekonomik gelişmişlik düzeyine ulaşmadan büyükşehir statüsü kazanan iller, büyükşehir olmanın ortaya çıkardığı nüfus dinamikleri ile karşılaştıklarında, var olan sorunlarında daha da artma eğilimi gösterebilmektedir. Örneğin; Mersin, Diyarbakır ve Erzurum illeri büyükşehir statüsü kazandıktan sonra günümüze kadarki süreçte SEGE sıralamasında 1996 yılındaki sırasının da altına düşmüştür. Diğer bir değişle, büyükşehir statüsü kazanma bu illere dezavantaj sağlamıştır. Eskişehir, İstanbul, İzmir, Bursa, Ankara, Kayseri, Kocaeli ve Samsun illerinde sosyo-ekonomik gelişmişlik endeksi sıralamasında dönemler arasında ciddi bir değişim yaşanmamıştır. Diğer önemli bulgu ise, büyükşehir statüsü kazanan illerde kamu yatırımları artmasına rağmen, bu durumun sosyo-ekonomik gelişmişlik seviyesinin artmasına her zaman katkı sağlamayacağıdır. Örneğin Diyarbakır ilinde yatırımlar artsa da, ilin göç vermesi sebebiyle sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyinde önemli düşüşler yaşanmıştır. Yine, ekonomik düzey açısından önemli bir yere sahip olan Adana ili, beklenen SEGE sıralamasına sahip değildir. Kamu yatırımları artmasına rağmen, ilin hızlı bir şekilde göç veriyor olması bunun başlıca sebeplerindendir. 129 ŞEHİRCİLİK ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Diğer taraftan, Antalya’da kamu yatırımlarının artması, ilin sosyo-ekonomik gelişmişlik seviyesinin artmasına katkısı olmuştur. Antalya ilinde, büyükşehir statüsü kazanıldıktan sonra yatırımlar artmıştır. Başta olumsuz sosyo-ekonomik endeks değerine sahip iken, sonraki yıllarda net göç hızının düşmesiyle birlikte sıralamadaki yeri yükselmiştir. Erzurum ilinde kamu yatırımları arttığı dönemde sıralamada düşüş yaşanmış, yatırımların ve net göç hızının azaldığı dönemde sıralamada basamak atlamıştır. Büyükşehir belediyesi statüsü kazanan on dört ilin geçmiş gelişmişlik sıralamalarına bakıldığında, büyükşehir olması gereken ve gösterdiği olumlu değişimlerle bu statüyle yönetilmesi gereken illerin olması beklenmektedir. Sosyo-ekonomik düzeyleri açısından, büyükşehir yönetim modeline gerek kalmadan da yönetilebilen, fakat yeni yasa ile büyükşehir olan iller de bulunmaktadır. Oysa büyükşehir olma kriterlerinde, illerin zamanla gösterdikleri sosyo-ekonomik değişimlerinin dikkate alınması gerekmektedir. 130 ŞEHİRCİLİK Sonuç olarak, büyükşehir statüsü kazanmanın beklendiği gibi kentlerde her zaman olumlu bir değiştirmeyi yaratmadığı, her ilde aynı değişimlerin yaşanmadığı, hatta bazı illerde sosyo-ekonomik gelişmişlik değerlerinin azaldığı da görülmektedir. Diğer bir deyişle, büyükşehir belediyesi statüsü kazanılmasının iller üzerinde her zaman pozitif etkisi olmayabilmektedir. Yeni bir büyükşehir belediyesi olmak için de sosyo-ekonomik gelişmişlik değerlerin kriter olarak kullanılması ve bu statüyü kazanmanın gelişmişlik göstergesine bağlı olması beklenmektedir. Kısaltmalar: SEGE - Sosyo Ekonomik Gelişmişlik Endeksi şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 Kaynaklar tinin Değerlendirilmesi’’, Yüksek Lisans Tezi, İTÜ Aksu, İ.F. (2012) 6360 Büyükşehir Belediyeleri Kanunu, Bilgi Notu 1, Siyaset, Hukuk ve Yönetim Araştırmaları Merkezi, Aralık 2012. Statistics Canada (2002) Geographic Units: Census Metropolitan Area (CMA), Census Agglomeration (CA), Canada. Ayhan, U., (2008). ‘’Amerika Birleşik Devletlerinde Yerel Yönetimler’’ Sayıştay Dergisi, Sayı 70 Tekel, A., (2002). ‘’Metropoliten Planlamanın Önemi ve Gerekliliği Üzerine’’, Çağdaş Yerel Yönetimler, Cilt 11 Sayı 1 Breux S., Jean-Pierre C. ve Emmanuel N., (2007). “Political Rescaling and Municipal Cultural Public Policies: A Comparision of France and Québec”, International Journal of Urban and Regional Research Çınar, T., Çiner U. C. ve Zengin, O., (2009). ‘’Büyükşehir Yönetimi Bütünleştirme Süreci”, TODAİE, Ankara Doğanay, H., (1997). Türkiye Beşeri Coğrafyası. Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, s.249 Toprak, Z. (2006) Yerel Yönetimler, Nobel Kitabevi, Ankara. Tuzcuoğlu, F., (2003). Metropoliten Yönetim, Sakarya Kitabevi, Sakarya Ünal, Y. (2008) Türk Şehir Planlama ve İmar Mevzuatının Kentsel Dönüşüm ve Deprem Ağırlıklı İncelenmesi, Yetkin Kitabevi, Ankara. Feldman, L., George F., Drew H., Ünlü H. ve Yıldırım S.), 1988: Metropoliten Yönetim Dünyada ve Türkiye’de, (Editör:Selahattin Yıldırım ve Bedrettin Dalan’ın Önsözüyle), İBB ve TCMBBB Yayınları, İstanbul US Census Bureau (2005) Population Division, Population Distribution Branch, USA. Hall, P., 1966: The World Cities, BAS Printers Ltd. Wallop, Hampshire Yıldırım, S. (2014) Dünya’da ve Türkiye’de Büyük Kent Yönetimi Üstüne, Çankaya Belediyesi Yayını, Ankara. İşbankası, 2012. Türkiye’de illerin gelişmişlik düzeyi araştırması, İktisadi araştırmalar bölümü Yıldız, E.B., Sivri, U. ve Berber, M. (2010) Türkiye’de İllerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Janssen-Jansen, L.B., Hutton, T.A. (2011a) Rethinking the Metropolis: Reconfiguring the Governance Structures of the Twenty-First Century Region, International Planning Studies, 16,3, s. 201-215. Yaşamış, F. D., (1995). ‘’Büyük Şehir Sorunsalı’’ Amme İdaresi Dergisi, Cilt 28, Sayı 1 Janssen-Jansen, L.B., Hutton, T.A. (2011b) Reconfiguring the Governance Structures of the Twenty-First Century City Region: Obdervations and Conlusion, Internatinal Planning Studies, 16,3, s.305-312. Keleş, R., (2000). Kentleşme Politikası, 5. Baskı, İmge Yayınları, Ankara Meligrana, J., 2004: “Introduction”, içinde Redrawing Local Government Boundaries: An International Study of Politics, Procedures and Decisions, (Ed.) John Meligrana, UCB Press, Vancouver Metropolis (2007) Information on Metropolises http:www.metropolis.org/index.php?action=mostrar=contenidoandid_seccion=88anttemplate=interior. Segberg, K. (2005) The Making of Global City Regions, Baltimore, John Hopkins University Press. Sellers, J., Hoffman Martinot, V. (2005) Metropolitanization and Political Change, Wiesbaden: VS Verlag. Shaw, A. (1999) The plannning and development of New Bombay, Modern Asian Studies, 33,4, s. 951-988. Soydal, Ö. M,, (2012). ‘’5216 Sayılı Büyükşehir Belediye Yasası Kapsamında Metropoliten Alanlarda Sınır Tespi- 131 ŞEHİRCİLİK şehir & toplum ŞEHİRCİLİK 132 ŞEHİRCİLİK ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 TOPLUMSAL PAYLAŞIMLAR ÜZERİNE: KAMUSAL ALAN KAVRAMI Şeyma Alpaslan* Şeyma Alpaslan93* “Hiç kimseye ait olmayan bir kentte insanlar sürekli olarak kendilerinden, hayat hikayelerinden bir iz bırakmaya çalışır.” Richard Sennett Giriş Bir kenti paylaşan herkesin yararlandığı ortak alanlardır kamusal alanlar. Herkese ait olması ve bütünlüğünü sağlaması açısından kentin en önemli ve en canlı bölgeleridir. Kentlilerin sosyal, fiziksel ihtiyaçlarını karşılayarak yaşam kalitelerini arttırabilmeleri için gerekli olan faaliyetlere de mekân oluşturmaktadırlar. Dolayısıyla, kent yaşantısının önemli bir * Yüksek Şehir Plancısı, İTÜ parçası olan kentsel alanlar planlanırken hem sosyolojik hem de tasarımsal açıdan değerlendirme yapılması gerekmektedir. Bu çalışmanın amacı ise; şehircilik tarihindeki önemli insanların kamusal alan kavramını nasıl ele aldığını ortaya koymak ve yapılan tanımlamalar ışığında kamusal mekânların daha etkin hale nasıl getirilebileceği sorularını sormaktır. Kamusal Alan Nedir? Kamusal alanlar daha öncede belirttiğimiz gibi kentlilerin tümünün yararlanabileceği kamuya açılmış ortak alanlardır. Kamusal alan kavramı ilk kez 1962 yılında yazılan “Kamusallığın Yapısal Dönüşümü” adlı eserinde Jürgen Habermas tarafından ele alınmıştır. Günümüzde hala tartışılan bir konu olan kamusal alan 133 ŞEHİRCİLİK ISSN: 7897678343213 şehir & toplum 134 ŞEHİRCİLİK kavramı hakkında daha sonra pek çok tanımlama literatüre geçmiştir. Yapılan tanımlamalarının çoğunun konuya ortak bakış açısı sayılabilecek nitelikteki açıklamalardan biri Pelin Gökgür’ün “Kentsel Mekânda Kamusal Alanın Yeri” kitabında yer almaktadır; “Kamusal alanlar hangi kültürden, hangi dinden ve hatta hangi sosyal statüden olursa olsun, her bireye sunulmuş veya açılmış alanlardır” (Gökgür, 2008). Bilim insanları tarafından kamusal alan için yapılan tanımlamaların bazılarını şu şekilde özetleyebiliriz; ise; kamusal görüşün rahatlıkla dolaşabildiği ve basın özgürlüğünün bulunduğu alanlar olarak belirtilmiştir (Habermas, 2004). Habermas’ın kamusal alan hakkında yaptığı çok sayıda araştırma olmasına rağmen bu kavram hakkında çok net bir tanımlamasının olmadığını ve kamusal alan kavramına halkın bu alanlarda sahip olduğu hakları baz alarak yaklaştığını söyleyebiliriz. Şekil 1: Kamusal alan hareketleri illüstrasyonu Dominique Wolton, kamusal alanları, caddeleri, sokakları, meydanları, ticareti ve alışveriş mekânlarını barındıran fiziksel mekânlar olarak tanımlamıştır. Bu fiziksel yapının 16. ve 17. yüzyıllarda sembolik bir yapıya dönüştüğünü ve bu dönüşümün monarşi ve rahip sınıfına karşı çıkan bireysel teşebbüsler sebebiyle ortaya çıktığını söylemektedir (Dacheux, 2012). İlk olarak konuyu ele alan Jürgen Habermas, kamusal alanların başlıca kriterini “herkese açık olma” olarak açıklamıştır. Habermas kamusal alan kavramının antik çağlardan kalma bir anlayış olduğunu ve kamusal alanlardaki yaşantının hem topluluk içerisinde yer alıp hem de özgür olma hali olduğunu düşünmektedir (Habermas, 2012). Habermas buna ek olarak kamusal alanları hem fiziksel açıdan hem de sembolik açıdan kullanılan alanlar olarak yorumlamaktadır. Fiziksel açıdan kamusal alan kullanımını; cadde, açık alan ve meydanlardan oluşan, kullanıcıların devlete karşı fikir ve görüşlerini iletebildiği alanlar olarak belirtilmiştir. Sembolik açıdan kamusal alan kullanımı Max Weber, kamusal alanları, farklı sosyal sınıfların, farklı ırkların ve değişik etnik grupların bir araya geldiği ortak alanlar olarak tanımlamaktadır. Kamusal alanlar, karşılıklı etkileşimlerin, diyologların yer aldığı, çeşitli zıtlıkların bulunduğu ve anlaşmaların yapıldığı alanlardır (Weber, 2000). Weber’e göre ev dışındaki alanlar, halkın karşılaştığı ortak alanlar, ortak bir sosyal alan ve demokrasinin var olduğu alanlar bütünü kamusal alan kavramını oluşturmaktadır. Jean-Marc Ferry, kamusal alanı, sanayi sonrası toplumlarda yani kurumsal düzenleme ihtiyacı üzerine kentlerin sahip olduğu teknolojilerin doğurduğu medyatik bir alan olarak tanımlanmaktadır. Bu alanlar sayesinde kentler, kamuya çeşitli sosyal yaşamlardan bir takım görüntüler sunulabilmektedir (Gökgür, 2008). Yani Ferry, şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 kamusal alanları, yalnızca televizyon sayesinde benliklere yerleşmiş görsel ve işitsel alanlar olarak nitelendirmektedir. Hannah Arendt, “kamu” nun iki farklı tanımı olduğundan bahseder. Birincisi, kamuda olan herşey herkes tarafından algılanabilir ve açıktır. İkincisi ise “kamu” herkesçe ortak olan ve özel mülkiyet haricindeki alanları kapsadığını açıklamaktadır. Ayrıca kamusal alanın herkes tarafından erişilebilir, kullanılabilir ve bir nesilden daha uzun bir süre var olması gerektiğini savunmaktadır (Perinçek, 2003). Kamusal alanlar, insanların birlikte uyum içerinde hareket ettikleri alanlar olarak ifade etmektedir. Richard Sennett, kamusal alanları, kent veya diğer yerleşimlerde yer alan halka ait, cadde ve sokak gibi fiziksel somut birer toplumsal yaşam alanları olarak tanımlamaktadır (Sennet, 1999). Halk bu alanları hem fiziksel hem sosyal hem de sembolik olarak kentleri dönüştürmek veya yeniden yapılandırmak için bir araç olarak görmektedir. Sennet’e göre kamusal alanlar kentlerin ruhu ve ambiyansıdır. Ancak zamanla kentlerde vatandaşlık bilincinin oluştuğu, toplumun kendi tarihinin ve anılarının biriktiği, kentin yaşam merkezleri olan kamusal alanların işlev değiştirmesiyle anlamını yitirdiğini savunmaktadır (Gökgür, 2008). Bu sebeple Sennet’e göre kamusal mekânların nasıl düzenleneceği ve eski anlamını kazanacağı sorusu modern zamanın problemlerinden biridir (Sennet, 1999). Mark Francis, kamusal alanların en önemli özelliğinin herkes tarafından erişilebilir olması olduğunu söylemektedir. Kamusal alanın parçaları olan meydan- ların, sokakların, avluların ve parkların hiç bir kapı, duvar ve kilitli geçitler tarafından engellenmiyor ve fiziksel olarak doğrudan erişilebilir olması gerektiğini savunmaktadır. Kamusal alanların fiziksel erişilebilirliğinin yanısıra sosyal açıdan da erişilebilir olması gerekmektedir. Francis’e göre kamu alanlarının toplumun herhangi bir sınıfı (yoksul, engelli, çocuk vs.) veya grubu tarafından erişilemiyor olması kabul edilemezdir. Son olarak ta kamusal alanların görsel açıdan erişilebilir olmasına dikkat çekmektedir. Kentlilerin kamusal alanı görsel olarak ta uzaktan algılayabilmeleri görsel açıdan erişilebilir olması önemlidir. Erişilebilirlikten sonra bir kamusal alanın sahip olması gereken en önemli unsur ise güvenliktir. Özellikle kadınların, yaşlı vatandaşların ve çocukların kamusal alanlarda kendilerini güvende hissetmeleri bu alanları kullanılabilir kılmaktadır. Francis ayrıca, Control as a Dimension of Public-Space Quality adlı yazısında; “Kamusal mekânlar, kültürümüzü, inançlarımızı, kamusal değerlerimizi ve bizi yansıtırlar. Kamusal mekân bizim “kamusallık” dediğimiz niteliğin oluştuğu ve ifade edildiği ortak bir zemindir. Kamusal çevre kişisel davranışları, sosyal etkinlikleri ve bizim çoğu zaman çakışan kamusal değerlerimizi yansıtan bir ayna görevi görür” demiştir (Francis, 1989). Kamusal alanlar, herkese hitap edebilmesi açısından demokratik olmalı, herkes tarafından erişilebilir olmalı, kullanıcılarının gereksinimlerini karşılamalı ve yaşamlarına anlam katmalıdır (Ocakçı, 2010). 135 ŞEHİRCİLİK ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Tüm bu söylemlerin ortak çıkarımı olarak, özetle yeniden söyleyebiliriz ki kamusal alan herkese hitap etmeli ve belirli kriterlere sahip olmalıdır. Kentsel mekânlardaki kamusal alanın yerini tanımlayan Pelin Gökgür, yaptığı çalışmada kamusal alanın temel niteliklerini şöyle sıralamaktadır; Kamusal alanlar hareketli ve erişilebilir alanlardır. Kullanıcıların hizmetlere, donatılara erişebildiği, alışveriş, yönlenme, bekleme, toplama, dağılma gibi ihtiyaçlarını karşıladığı hareket alanlarıdır. Kamusal alanlar çeşitli sosyal ve kültürel faaliyetlerin yer aldığı kamusal kullanımlara açık olan yerlerdir. Kamusal alanlar; açılış törenleri, seçim kampanyaları, festivaller gibi sosyal faaliyetlere, sokak tiyatroları, konser ve dini törenler gibi kültürel faaliyetlere ve kafeler, restoranlar, mağazalar gibi ticari faaliyetlere mekân oluşturmaktadırlar. Kamusal alanlar toplumsallaşmalara ve sosyalleşmelere açık olan alanlardır. Kentlilerin birlikte olmak, selamlaşmak, konuşmak, yer sormak, bakışmak, özür dilemek gibi eylemlerini gerçekleştirebildikleri alanlardır. Kamusal alanlar yoğun bir yaya transit geçişine sahip olması açısından önemli bir mekândır. Bunun yanısıra bu alanlar, insanların formel yada enformel karşılıklı ilişkide oldukları alanlardır. 136 ŞEHİRCİLİK Kamusal alanlar kentlerin kimliğini yansıtan alanlardır. Kentsel kimlik kamusal alanların kalitesine bağlıdır. Kamusal alanların sahip oldukları mimari ve kentsel formlar; kente, hareketlilik, kamusal kullanım, sosyalleşme ve kimlik gibi anlamlar kazandırmaktadırlar. Kamusal alanlar çevrenin, ortamların ve peyzajın yer aldığı mekânlardır. Kamusal alanlardaki çevresel ögeler; ışık, ses, görüntü, koku, dokunma gibi çeşitli şekillerde kullanıcı tarafından algılanabilmektedir. Ortam dediğimiz öge ise sosyal formları kapsamaktadır. Peyzaj yani kamusal alanların sahip olduğu estetik biçimler ise, su, yeşillik, bitki, kentsel mobilya, mimari ve kentsel formlar gibi mekânsal formlardır. Kamusal alanlar bilginin, ürünlerin, fırsatların ve olanakların dolaşım içerisinde bulunduğu alanlardır. Kamusal alanlarda kullanıcıların ihtiyaçlarını giderebilmeleri adına çeşitli ticari faaliyetler yer almaktadır. Kamusal alanlar “serendipity” kavramını içermektedirler. Bu kavram kentsel mekânlarda araştırma, rastgele ve tesadüfen incelemeler yapmak anlamına gelmektedir ve kamusal alanlarda aranılan bir özellik haline gelmiştir bu sebeple kamusal alanlar kentlerin programlanmamış bir biçimde karşılıklı hareket halinde bulunan parçalarını oluşturmaktadır. Sahip oldukları bu nitelikler kamusal alanların kentlerdeki; dolaşım, estetik, sosyal, tarihsel, biçimsel ve yurttaşlık gibi farklı boyutlarını yansıtmaktadırlar (Gökgür, 2008). Kamusal Alan Çeşitleri Kamusal alanlar genel olarak açık ve kapalı kamusal alanlar olarak ikiye ayrılmaktadır. Kapalı kamusal alanları eğitim, sağlık, idare, kültür gibi kapalı yapılar oluşturmaktadır. Ayrıca kapalı alışveriş merkezleri, eğlence merkezleri şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 gibi alanlar da kapalı kamusal alanlar içerisinde yer almaktadır. Açık alanlara baktığımızda ise bu alanları dört kategoride incelemek mümkündür; »» Kamusal Açık Alanlar (meydanlar, caddeler, sokaklar, yeşil alanlar), »» Yarı Kamusal Açık Alanlar (okul bahçeleri, spor alanları), »» Yarı Özel Açık Alanlar (toplu konut bahçeleri, oyun alanları), »» Özel Açık Alanlar (konut bahçeleri) (Ocakçı, 2010). Mülkiyet özellikleri açısından kentlilerin tümünün ortak olarak yararlanabildiği alanlar kamusal açık alanlardır. Bu alanlar; kentlerdeki yeşil alanların, meydanların, cadde ve sokakların oluşturduğu kentsel mekânların bütünüdür. Cadde ve Sokaklar Cadde ve sokaklar kentsel mekânların genel striktürünü oluşturan en temel alanlardandır. İnsan anatomisinde varolan iskelet sistemine benzer olarak, kentsel mekânlarda da bir ulaşım sistemi bulunmaktadır. Cadde ve sokaklar, bu ulaşım ağını oluşturan kentsel mekânlardır. Cadde ve sokaklar, kent morfolojisine şekil veren ve kentsel dokunun sürekliliğini sağlayan en temel öğelerdendir (Gökgür, 2008). Şekil 2: Fifth Avenue, New York Aynı zamanda kentlerdeki kamusal yaşamı yönlendiren bir işleve de sahip olan sokak ve caddeler kentsel alanlar arasında zaman zaman sınır ya da bağlaç görevi de taşımaktadırlar. Öyle ki sınırlandırdıkları fiziksel ya da sosyal çevre özelliklerine bağlı olarak tanımlanabilirler. Örneğin, köprü sokak, su kıyısı sokak, ticaret aksı, konut yolları, üstü kapalı sokak, hastane yolu, okul yolu şeklinde çeşitli anlamlar ifade eden tanımlamalar yapılması söz konusudur (Ocakçı, 2010). Şekil 3: Avenue des Champs-Élysées, Paris Cadde ve sokaklar, mekânsal olduğu kadar sosyal hayatında oldukça önemli birer parçalarıdırlar. 137 ŞEHİRCİLİK ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Şekil 4: De Julio Avenue, Buenos Aires İnsanların bir takım öğrenimlerini paylaştıkları sosyal mekânlardır. Açık veya kapalı, kısa veya uzun, geniş veya dar, düz veya kıvrımlı, yokuş veya düz, sürekli ya da çıkmaz olarak sınıflandırılabilirler (Ocakçı, 2010). Jane Jacobs’a göre sokaklar, mekânsal olarak kentlerin kimliğini biçimlendirdikleri için kentlerdeki en önemli kamusal alanlardır. Bu sebeple, cadde ve sokakların sahip olduğu algısal ve fiziksel çeşitlilik şehri hareketli kılarken sıradan oldukları durumlarda şehir de sıradanlaşır donuklaşır (Jacobs, 2011). 138 ŞEHİRCİLİK Şekil 5: Lombard Street, San Francisco Tüm bu bahsettiğimiz özelliklerin yanı sıra, Kevin Lynch, cadde ve sokakları “içinde yaşayan bireylerin rastgele alışkanlıklarla ve imkanlara bağlı olarak hareket ettikleri alanlar” olarak tanımlamaktadır. Kentlerdeki cadde ve sokakların oluşturdukları yol mekânın taşıdığı değer o kadar çeşitli ve farklı anlamlara sahiptir ki bu alanlar için tek bir tanımlama yapmak mümkün değildir (Giritlioğlu, 1998). Meydanlar Meydanlar, kentlerdeki en önemli açık kamusal mekânsal alanlardandır. Genel olarak bir tanımlama yapmak gerekirse, meydanlar, sınırları çeşitli elemanlarla belirlenmiş geniş kentsel boşluklar olarak adlandırılabilir. Ait oldukları kentsel bölgenin ekonomik, sosyal ve kültürel merkezi olmalarının yanısıra algıya bağ- şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 lı unsurlarıyla da sosyal yaşamın cadde ve sokaklara göre daha net okunduğu mekânlardır (Özbilen, 2012). Şekil 6: Piazza Del Campo, Siena (1) Meydanlar ayrıca, kentliler için özel günlerde sosyal, kültürel, siyası ve de ticari amaçlar için kullanılabilen kent yaşamı için önemli bir kamusal mekândır. Kent meydanlarının oluştuğu dönemden bu yana taşıdığı özellikler bir takım değişikliklere uğramıştır. Eskiden kentlerin kimliğini ve kişiliğini yansıtan kentsel yaşam odakları iken günümüzde otopark ta dahil olmak üzere farklı bir çok kentsel mekân özellikleri gösterebilen alanlardır (Özer, Ayten, 2005). Şekil 7: Piazza Del Campo, Siena (2) Mimarlar ve şehir plancılarının insanlara korunma olanağı sağlayan kapalı mekân planları yapmalarının yanısıra, insanların açık alanlarda büyük kitleler halinde toplanabilmeleri için de meydan tasarımları yapmaktadırlar. Rob Krier’e göre meydanlar, insanlara içinde sürekli ve yönlendirilmiş bir hareket düzeninden çok, gelişigüzel bir harekketlilik sağlayan, duraklama imkanları tanıyan ve hareketliliğe zorlamayan mekânlar olarak tanımlamaktadır (Giritlioğlu, 1998). Şekil 8: Piazza San Pietro, Roma Şekil 9: Palace Square St Petersburg, Rusya Agora, forum, plaza, campo, piaza, grand place olarak çeşitli isimler taşımış olan kent meydanları hakkında en kapsamlı çalışmalar Camillo Sitte ve Paul Zucker tarafından yapılmıştır. Camillo Sitte, meydanları etrafı yapılarla çevrili olan kentsel mekânlar olarak tanımlamış ve meydanların sınıflandırılmasını da bu etrafındaki yapıların özellikleri ve meydan ile aralarındaki orana göre gerçekleştirmiştir. Paul Zucker de meydanları çevresindeki yapıların biraya geliş biçimlerine ve konumlarına göre sınıflandırmıştır (Özbilen, 2012). Özetle meydanların tanımlanmasında, meydanın biçimi, boyutları, sınırlandırıcıların nitelikleri, doğal faktörler, görsel genişlik gibi sahipliliğin etkili olduğunu söyleyebiliriz (Ocakçı, 2010). 139 ŞEHİRCİLİK ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Şekil 10: Times Square, New York Şekil 11: Central Park, New York Sonuç olarak, meydanlar tüm fiziksel özelliklerinin yanı sıra kentlerdeki buluşma noktaları olmaları açısından sahip olduğu sosyal ve kültürel rolle de kent hayatının çok önemli bir parçasını oluşturmaktadırlar. 23804 sayılı İmar Yönetmelik’inde, açık yeşil alanlar: “Toplumun yararlanması için ayrılan oyun bahçesi, çocuk bahçeleri, dinlenme, gezinti, piknik, eğlence, ve kıyı alanları toplamıdır. İnterpol ölçekteki fuar, botanik ve hayvanat bahçeleri ve bölgesel parklar da yeşil alan kapsamındadır” olarak tanımlanmıştır. Açık yeşil alanlar, kentlerin fiziksel yapısını gösteren ona şekil veren ve diğer kullanımlarla bütünleştiren temel bir mekândır (Gül, Küçük, 2001). Kentlerdeki park ve bahçeler, konforlu yeşil alanlar, çocuk oyun Yeşil Alanlar Kentsel açık alan çeşitlerinden bir diğeri yeşil alanlar, kentlerin nefes aldıkları mekânlardır. 140 ŞEHİRCİLİK Şekil 12: Hyde Park, Londra şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 olanları, spor tesisleri, yeşillendirilmiş geçitler, doğal ve yarı doğal yeşil alanların tümü, yeşil alanların alt başlıklarını oluşturmaktadır (Erdönmez, 2005). hayatının sürdürülebilirliği açısından da gerekli olan en temel unsurlardan biridir. Zira nefes alamayan bir kentte doğal yaşamın devam etmesi söz konusu olamaz ve kent canlılığını yitirir. Dolayısıyla kentlerdeki yapılaşmış çevrenin ve kentlerdeki yaşantının olumsuzluklarına karşın nefes alan bu alanlar bir çok ihtiyacı karşılamakta ve bizler için hayati önem taşımaktadırlar. Sonuç Şekil 13: Ueno Park, Tokyo Kentlerdeki açık yeşil alanlar, hem yeşil alan niteliğiyle kente oksijen sağlamasıyla, hem sahip olduğu fonksiyon açısından kentlilerin ihtiyaçlarını karşılamasıyla hem de kent yaşantısına psikolojik açıdan katkıda bulunarak kentlilerin hayatını doğrudan ve dolaylı yoldan olumlu etkilemektedir. Yeşil alanların varlığı kent Tüm bu yapılan kavramsal açıklamalar bize göstermektedir ki, kamusal alanlar kentsel mekânların kalbi değerindedir. Kentlerin en önemli mekânları olan kamusal alanlar; herkese eşdeğerde hitap etmeli, kolay erişilebilir ve güvenilir olmalı, aitlik hissi uyandırmalı, ve zaman sınırı olmadan kullanılmalıdır. Şekil 14’deki kentsel mekân diyagramında gördüğümüz gibi kentsel mekânların ta- 141 ŞEHİRCİLİK Şekil 14: Kentsel Mekân Diyagramı (www.pps.org, çeviri ve düzenleme Şeyma Alpaslan) ISSN: 7897678343213 şehir & toplum sarımında önemli olan dört ana özellik ve buna bağlı olarak çeşitli soyut değerler vardır. Ana özellikler; kentsel mekânın sosyallik olanağı sağlaması, çeşitli aktivite ve kullanımların yer alması, konforlu ve erişilebilir olmasıdır (www.pps.org). Hugh Ferris, “Yarının Şehirleri” (The Metropolis of Tomorrow) adlı eserinde kamusal alanların kentlerdeki önemine dikkat çekmiştir. Ferris, geleceğin şehirlerinde yer alacak üç ana fonksiyon olan (Şekil 15); iş merkezleri (1), bilim (2) ve sanat (3) alanlarının merkezinde sosyalleşmenin sağlandığı bir kamusal alan olarak meydan tasarlamıştır. Bu eser, yayınlandığı 30lu yıllara göre oldukça ileri görüşlü ve akılcı bir çözüm sergilediği için kentlerdeki kamusal alan planlaması açısından bir örnek oluşturmaktadır. Ne var ki, kamusal açık alanlar yalnızca beton düzlüklerden ibaret olmamalıdır. Dünyadaki kamusal alan örneklerine bakıldığında görüleceği gibi kamusal alanların tasarımında fonksiyon ve kalite oldukça önemlidir. Yeşil alanlar, donatılar ve ulaşım özellikle dikkat edilmesi gereken konulardandır. Yerel yönetimler; bu süreçte gerekli düzenleme ve bakım uygulamalarıyla güvenliği sağlayıcı denetimler yapmalı, katılımcı bir planlama ile herkese hitap eden kullanışlı alanlar tasarlamalıdır. Maalesef günümüzde, bazı kentlerimizin kontrolsüz gelişmesi veya dokuların kentsel dönüşümle tahrip olması kamusal alanların bu özelliklerin tümüne birden sahip olmaması sonucunu doğurmaktadır. 142 ŞEHİRCİLİK Şekil 15: Hugh Ferris “The Metropolis of Tomorrow” 1929, Geleceğin Kent Planı şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 Kamusal alanlar hakkındaki bir diğer tartışma konusu; Hakan Taşçı’nın “Şehir Mekân ve Meydan” kitabında ele aldığı, günümüzde kamusal mekanlardan daha çok ilgi çeken toplanma-buluşma mekânları olan alışveriş merkezleri (AVM’ler) ve internetteki sanal ortamlardır. Çağımızın en yaygın iletişim uygulamalarından biri olan internet, erişim kolaylığına sahip olduğu için kamusal açık alanlara göre daha çok tercih edilmektedir. Ancak kamusal alanın niteliklerinden biri olan yüz yüze etkileşimin gerçekleşmemesi, mekân ve zaman kavramlarından uzak oluşu yüzünden bu ortamlar insan ihtiyaçlarına tam olarak cevap verememektedir. AVM’ler e baktığımızda; mekânsal olarak kapalı kamusal alanlar katagorisine dahil olsalar bile giriş çıkışının kontrollü veya ekonomik güce bağlı olması sebebiyle bu alanlardaki kamusallık kavramının tartışmaya açık olduğunu görürüz. Kaynaklar Özetle; kamusal alanlar amacına uygun hale getirildiği taktirde, bireyler kendini kentin bir parçası olarak görebilecek, duyduğu aitlik hissi ile kente sahip çıkarak korunması ve sürdülebilir olmasına katkı sağlayacaktır. İhtiyaçlarını sağlıklı bir şekilde karşılayan ve kente entegre olmuş toplum üyelerinin yaşam kalitesi artacak ve kentin verimi yükselecektir. Ocakçı, Mehmet (2010). Yaya Mekânları Ders Notları, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, İstanbul. Dacheux, Eric (2012). Kamusal Alan, Çev. Hüseyin Köse, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2012. Erdönmez, Ebru (2005). Açık Kamusal Kent Mekânlarının Toplum İlişkilerindeki Etkileri, Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dergisi, Cilt. 1, Sayı. 1, 2005. Francis, Mark (1989). Control as a Dimension of Public Space Quality, Public Places and Spaces, Edited by Irwin Altman & Ervin H. Zube, New York, Plenum Press, 1989. Giritlioğlu, Cengiz (1998). Şehirsel Mekân Ögeleri ve Tasarımı, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Baskı Atölyesi, İstanbul. Gökgür, Pelin (2008). Kentsel Mekânda Kamusal Alanın Yeri, İstanbul, Bağlam Yayıncılık, 2008. Gül, Atilla & Küçük, Volkan (2001). Kentsel Açık Yeşil Alanlar ve Isparta Kenti Örneğinde İrdelenmesi, Süleyman Demirel Üniversitesi Orman Fakültesi Dergisi, Seri. A, Sayı. 2, 2001. Habermas, Jürgen (2004). Kamusal Alan, Ed. Meral Özbek, İstanbul, Hil Yayınları, 2004. Habermas, Jürgen (2012). Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, Çev. Tanıl Bora & Mithat Sancar, İstanbul, İletişim Yayınları, 2012. Jacobs, Jane (2011). Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Yaşamı, Çev. Bülent Doğan, İstanbul, Metin Yayınları, 2011. Özbilen, Ahmet (2012). Kamusal Alanların Oluşturduğu Arayüzlerin, Fiziksel ve Kavramsal Niteliklerine Göre Berlin, Alexanderplatz Örneğinde İrdelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü. Özer, Mehmet Nazım & Ayten, Mustafa Asım (2005). Kamusal Odak Olarak Kent Meydanları, Planlama Dergisi, Sayı. 33, TMMOB Şehir Plancıları Odası Yayını, 2005. Perinçek, Sinem (2003). Kamusal Alan, Kamuya Açık Özel Mekân İlişkisinde Geçiş Bölgeleri, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü. Sennett, Richard (1999). Gözün Vicdanı, Kentin Tasarımı ve Toplumsal Yaşam, Çev. Süha Serthabiboğlu & Can Kurultay, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1999. Taşçı, Hasan (2014). Bir Hayat Tarzı Olarak Şehir, Mekân, Meydan, İstanbul, Kaknüs Yayınları, 2014. Weber, Max (2000). Şehir, Modern Kentin Oluşumu, Çev. M. Ceylan, İstanbul, Bakış Yayınları, 2000. 143 ŞEHİRCİLİK ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Görsel Kaynakça Şekil 1: http://www.ancamasmor.com/Pages/Vision. html (Erişim tarihi: 14.11.15) Şekil 2: http://www.pps.org/reference/grplacefeat/ (Erişim tarihi: 12.11.15) Şekil 3: https://archive.org/details/mettomo00ferr (Erişim tarihi: 12.11.15) Şekil 4: https://upload.wikimedia.org/wikipedia/ commons/0/0e/Photograph_of_Fifth_Avenue_from_ the_Metropolitan—New_York_City.jpg (Erişim tarihi: 12.11.15) Şekil 5: https://upload.wikimedia.org/wikipedia/ commons/6/6d/Avenue_des_Champs-Élysées_ July_24,_2009_N1.jpg (Erişim tarihi: 12.11.15) Şekil 6: https://cdn-images-1.medium.com/ max/2000/1*K5DV14cNyl-8qsd4CCjF3g.jpeg (Erişim tarihi: 12.11.15) Şekil 7: http://www.questing-california.com/images/ san-francisco-lombard-street.jpg (Erişim tarihi: 12.11.15) Şekil 8: http://farm6.staticflickr.com/5103/5741911515_ d817e22f29_b.jpg (Erişim tarihi: 12.11.15) Şekil 9: http://mikestravelguide.com/wp-content/uploads/2013/06/People-in-Piazza-del-Campo.jpg (Erişim tarihi: 12.11.15) Şekil 10: https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/f/f5/Piazza_San_Pietro_Panorama_from_basilica_edit.jpg (Erişim tarihi: 12.11.15) Şekil 11: https://thetravelphile.files.wordpress. com/2013/09/dsc04159.jpg (Erişim tarihi: 12.11.15) Şekil 12: http://www.shelovesglam.com/wp-content/ uploads/2013/08/New-York-Times-Square-USA-Streets.jpg (Erişim tarihi: 12.11.15) Şekil 13: https://i.ytimg.com/vi/EtMjSBjF6Hk/maxresdefault.jpg (Erişim tarihi: 12.11.15) Şekil 14: https://versanteripido.files.wordpress. com/2013/02/hyde-park-london-wallpapers_23240_1920x1200.jpg (Erişim tarihi: 12.11.15) 144 ŞEHİRCİLİK Şekil 15: http://static.thousandwonders.net/Ueno.Park. original.1358.jpg (Erişim tarihi: 14.11.15) Sayı:3, ARALIK 2015 şehir & toplum 145 ŞEHİRCİLİK şehir & toplum KİTAP İNCELEMESİ 146 KİTAP İNCELEMESİ ISSN: 7897678343213 şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 EDİRNE TEKKELERİ KİTABI HAKKINDA Nuri Seçgin* Nuri Seçgin94* Türk İslam Mimarisi ve özellikle Edirne üzerine çok sayıda ansiklopedi maddesi ile sanat tarihi alanında ulusal ve uluslararası bildiri ve makaleleri bulunan N. Çiçek Akçıl Harmankaya951 tarafından * Yrd. Doç. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi 1 1977 yılında Edirne’de doğan N. Çiçek Akçıl Harmankaya, İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nden mezun olmuştur. Marmara Üniversitesi’nde “Edirne Tekkeleri” başlıklı tezi ile yüksek lisans eğitimini tamamladıktan sonra Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde başladığı “Osmanlı Cami Mimarisinde Sembolizm” başlıklı doktora çalışması ile lisanüstü öğrenimine devam etmektedir. 1999 yılında Mimar Sinan Üniversitesi tarafından düzenlenen Cumhuriyet ve Sanat konulu yarışmada dünyaca ünlü Edirneli Heykeltıraş İlhan Koman’ın hayatını ve eserlerini anlatan “Heykelde Kendini İnşa Etmek” başlıklı araştırma tezi ile Başarı Ödülü’ne layık görülmüştür. Ayrıca, SKY Türk 360 TV kanalının Tarihe Yolculuk programında “Tarih Boyunca İstanbul Surları”, aynı kanalın Şehrin Sırları adlı televizyon programında “İstanbul’da Kahveler ve Kıraathaneler” ve TRT Televizyonu Devr-i Alem Programı’nın “Uzunköprü” konulu bölümlerinde konuşmacı olarak yer almıştır. Halen İstanbul Esenyurt Üniversitesi Mimarlık ve İç Mimarlık Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak mesleki kariyerini sürdürmektedir. hazırlanan Edirne Tekkeleri başlıklı kitap, Edirne Valiliği Kültür Yayınları’nın bir faaliyeti olarak 2013 yılında basılmıştır. Toplamda 191 sayfadan oluşan “Edirne Tekkeleri” başlıklı kitap 16.50x24.00 cm. boyutlarında olup, karton kapaklıdır. Kitabın ön kapağında Halvetî-Gülşenî tarikatı şeyhlerinden ve Gülşenî tarikatı Sezaiyye kolunun kurucusu Şeyh Hasan Sezai Efendi’nin tuğrası ile Osmanlı tekke yapılarının en önemli örneklerinden biri olan Muradiye Mevlevihanesi’nin bir gravürüne yer verilmiştir (Şekil 1). Arka kapakta ise Muradiye Mevlevihanesi Şeyhi ve diğer mensuplarını gösteren Süheyl Ünver Arşivi’ne ait siyah-beyaz bir fotoğraf görülür (Şekil 2). Dönemin Edirne Valisi Hasan Duruer’in önsözü, Prof. Dr. Selçuk Mülayim’in takdimi ve yazarın teşekkür yazısı ile başlayan kitap; Giriş, Katalog, Değerlendirme, Tablo Grafik ve Haritalar, Sonuç, Bibliyografya ve Tekke Adları Dizini gibi 147 KİTAP İNCELEMESİ ISSN: 7897678343213 şehir & toplum 148 KİTAP İNCELEMESİ Şekil 1: Edirne Tekkeleri ön kapak Şekil 2: Edirne Tekkeleri arka kapak ana bölümler ile bunların alt başlıklarını barındıran bir metin planına sahiptir. Edirne Tekkeleri başlıklı kitapta konu edilen yapılar İslam toplumlarındaki tarikat faaliyetleri çerçevesinde şekillenen bir yapı türünün örnekleridir. Sözlüklerde gidilecek yol, izlenecek usul, hal ve gidiş anlamlarıyla yer alan tarikat sözcüğünün karşılığı olarak tâife veya râh kelimelerinin de kullanıldığı görülmektedir. Sûfîlerin sohbetlerine ve zikir ayinlerine mekân oluşturan ve zaman zaman inzivaya çekilmeleri için 8. yüzyıldan itibaren hankahlar kurulduğu belirtilir ise de tasavvuf çevrelerinde tarikatların Asr-ı Saadet’de oluşmaya başladığı düşüncesi hâkimdir962. İslam dünyasında tasavvufî akımlar tarikatlar vasıtasıyla kurumsallaşırken, tasavvuf ehlinin faaliyetlerine sahne olan tarikat yapıları da 9. ve 10. yüzyıllardan itibaren mimarlık tarihi içinde yer almaya başlamıştır973. Tarikat faaliyetlerinin yaygınlaşmasına paralel olarak tarikat yapıları da yanlarına eklenen mescid, kütüphane, dershane, revak, hastaların tedavi edildiği bir bölüm, misafirhane, ambar, sarnıç, hamam, tarikat şeyhinin ikâmeti için düzenlenmiş müstakil barınma mekânları (harem) ve bağ bahçe gibi birimlerle işlevsel zenginliği artan bir külliye kuruluşuna dönüşmüşlerdir. Ayrıca, tarikatların kurumsallaşması ve geniş bir coğrafyaya yayılan örgüt yapılanmaları tarikatların faaliyet gösterdikleri mimari yapıları ifade eden bir terminoloji çeşitliliğini de beraberinde getirmiştir. Bu türden yapılar Selçuk- 2 Reşat Öngören, “Tarikat”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.40, Ankara 2011, s.95-105. 3 M. Baha Tanman, İstanbul Tekkelerinin Mimari ve Süsleme Özellikleri Tipoloji Denemeleri, c.1, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 1990, s.1. şehir & toplum Sayı:3, ARALIK 2015 lu ve Beylikler döneminin inşa kitabeleri ve belgelerinde hânikah, zaviye, imaret, buk’a, dârü’s-sülehâ, dârü’ş-şâkirîn,me’vâ’z-zâkirîn ve ribat gibi terimlerle anılırken, Osmanlı döneminde tekke, hânkah, dergah, asitâne ve zaviye gibi adlar yaygınlık kazanmıştır. Yazar adlandırmadaki bu çeşitliliğin sistemli bir tipoloji çalışmasına dayanmadığını ancak tekke teriminin diğer tarikat yapılarına göre çok daha yaygın ve kapsayıcı biçimde kullanıldığını belirtmektedir. Bilimsel araştırma ve yazım yöntemlerine uygun olarak hazırlanan kitabın giriş bölümünde Tarikat ve Tasavvufla ilgili genel tanım ve yaklaşımların ardından Türk İslam tarihindeki tasavvuf hareketlerinin kaynakları ve Anadolu coğrafyasındaki tarikat oluşumlarının tarihsel, sosyal, politik ve kültürel bağlamda nedenleri ve sonuçlarına değinilmiştir. Konunun genel çerçevesini oluşturmaya yönelik bu bilgiler, Osmanlı dönemindeki tarikat yapılarının Selçuklu ve 14. yüzyıl Beylikler dönemi örneklerinden ayrışan mimari özellikleri ve Osmanlı tekkelerinin mimari programlarına ilişkin saptamalar ile daha da derinleştirilmiştir. Giriş bölümü kitapta konu edilen tekke yapılarının yer aldığı Edirne şehrinin tarihçesi ile devam ederken; Çalışma Yöntemi, Kaynak ve Araştırmalar ve Edirne’de İnanç Kültürü ve Tarikatlar giriş bölümünün alt başlıklarını oluşturmuştur. Edirne’deki tekke yapılarının mimarisine ilişkin kaynakların yetersizliğine dikkat çekilen kitapta konu ile ilgili araştırma ve yayınların titizlikle incelendiği anlaşılmaktadır. Bu çerçevede Edirne’nin inanç kültürüne katkıda bulunan Bayramiyye, Bedreddiniyye, Bektaşiyye, Celvetiy- ye, Halvetiyye, Kadirîyye, Mevelevîyye, Nakşîbendîyye, Rifâîyye, Sadiyye, Semerkandiyye, ve Zeyniyye gibi bir çok tarikattan söz edilmektedir. Tarikatların Edirne kentindeki yapılanma ve faaliyetleri 12. yüzyıldan itibaren Anadolu’nun bir çok bölgesini kapsayan Türkleşme ve İslamlaşma politikasının bir sonucudur. Ancak bu örgütlerin faaliyet gösterdikleri yapılar aynı zamanda hadis, fıkıh, tefsir gibi dini ilimlerin öğretildiği ve ayrıca çiçekçilik, nakkaşlık, astronomi, tıp, mûsiki ve hat sanatı ile meşgul olunan çok yönlü ilim, kültür ve sanat merkezleridir. Edirne’deki tekke örneklerinin detaylı bir şekilde ele alındığı katalog bölümünde yapılar, kısmen mevcut olanlar, kısmen bilgi edinilenler ve sadece ismi belirlenenler olmak üzere üç grupta toplanmıştır. Bu gruplamaya göre; kısmen mevcut olan on altı, kısmen bilgi edinilen yirmi sekiz, sadece ismi belirlenen kırk yedi tekke yapısının olduğu anlaşılmaktadır. Şüphesiz bu yapılar arasındaki en önemli örneklerden biri Muradiye Mevlevihanesi olmalıdır. İnşa tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte bugün kayıp olan vakfiyesine göre; H.830/M.1426, kitabesine göre; H.837/M.1433, A. Hibri’ye göre ise H.839/M.1435 yılında Sultan II. Murad’ın inşa ettirdiği yapı ile ilgili bazı rivayetlerde bugünkü cami inşa edildikten bir süre sonra Mevlevihane’ye dönüştürüldüğü bildirilir. Ancak, kitapta sözü edilen rivayetlere değinildikten sonra bir takım araştırma ve yayınlar da referans gösterilerek Muradiye Mevlevihanesi’nin cami, semahane, harem dairesi, derviş hücreleri, dede odaları, imaret, türbe, kütüphane, şadırvan, çeşme, okul ve hazireden oluşan büyük bir külliye 149 KİTAP İNCELEMESİ ISSN: 7897678343213 şehir & toplum düzeninde planlandığı; fakat bu yapılardan sadece cami, şadırvan ve çeşmenin günümüze ulaşabildiği ifade edilmiştir (Şekil 3-4). Şekil 3: Muradiye Camii Şekil 4: Muradiye Camii ve Çeşmesi 150 KİTAP İNCELEMESİ Kitabın değerlendirme kısmı, yapıların şehir dokusundaki konumları, kronolojik gelişim, plan ve mekân organizasyonu, cephe düzeni, malzeme-teknik ve süsleme özellikleri itibariyle çok boyutlu olarak irdelendiği analitik bir yaklaşım sergiler. Bu yaklaşımın ortaya çıkardığı sonuçlara göre; yirmi dört mahallesi bulunan Edirne’deki tekke yapıları toplamda on yedi mahalleye dağılmıştır. Yoğunluğun en fazla olduğu mahallelerden biri Baba Demirtaş Mahellesi, diğeri ise on beş tekke yapısını barındıran Dilaver Bey ve Mithat Paşa mahallelerinin oluşturduğu kale içi yerleşim bölgesidir. Ancak bir çok tekke yapısının konumuna ilişkin mahalle, sokak ve kapı numaraları gibi yer işaretlerinde kaynaklarla mevcut durumun örtüşmediği belirtilmektedir. İnşa tarihlerine göre kronolojik olarak sıralanan Edirne tekkelerinin 14. yüzyıldan itibaren kent dokusunda yer almaya başladıkları, ancak 17. yüzyılda tekke inşaasının yoğunlaştığı görülmüştür. Kitapta, plan şemaları hakkında fikir edinebilme imkânı bulunan tekke yapılarının, kuruluşlarını izleyen yüzyıllar içinde, yangın ve deprem gibi nedenlerden dolayı yeniden inşa edilmeleri, eklemeler veya tarikatlar arasında el değiştirmeleri gibi nedenlere bağlı olarak özgün mimari niteliklerini koruyamadıkları anlaşılmaktadır. Edirne’deki tekke yapılarının erken örnekleri siyasi ve sosyo-ekonomik koşulların güçlendirdiği fütüvvet kurumu ile bağlantılı olarak dönemin zaviyeli-tabhaneli camileri ile güçlü bir yakınlık sergilerken, sonraki dönemlerde inşa edilen tekkelerde ise, Prof. Dr. M. Baha Tanman tarafından önerilen tipolojik sınıflamaya göre; dağınık yerleşimli küçük külliyeler, mescid-semahane (tevhidhane), (Şekil 5) ev-tekke gibi farklı plan şemalarının uygulandığı görülür984. Benzer çeşitlilik, yapıların cephe düzenleri ve malzeme özelliklerine de yansımıştır. Şekil 5: Hasan Sezai Tekkesi, mescid-tevhidhanesi 4 M. Baha Tanman, “Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları/Tekkeler”, Türkler, C.12, Ankara 2002, s.149-161. Sayı:3, ARALIK 2015 şehir & toplum N. Çiçek Akçıl Harmankaya, Anadolu, İstanbul ve Balkanlar’daki tekke örneklerine göre oldukça zayıf süsleme özellikleri sunan Edirne tekkeleri arasında Hasan Sezai Tekkesi ile Muradiye Mevlevihanesi’nin farklılığına dikkat çekmiş ve bu yapıların süsleme özelliklerine geniş yer ayırmıştır. Buna göre, Hasan Sezai Tekkesi tuğla ve mermer süslemeleri ile öne çıkarken (Şekil 6), Muradiye Camii’nin çini ve kalemişi süslemeleri yapının mimarisi ile yarışan bir kalite ve sanatsal zenginlik sunmaktadır (Resim 7). Şekil 6: Hasan Sezai Tekkesi’nin girişinde tuğla ve mermer malzemeli duvar dokusu Şekil 7: Edirne Muradiye Camii süslemeleri Edirne Tekkeleri kitabının Tablo, Grafik ve Haritalar bölümünde, ele aldığı tüm yapıların konum, tarih, bani ve diğer adlar gibi önemli ve temel özelliklerinin yer aldığı dökümanter nitelikli bir tablo hazırlamış ve ayrıca, yapıların söz konusu özelliklerini grafiklere dönüştürerek istatistikî bir sonuç elde etmiştir. 151 KİTAP İNCELEMESİ