Bayazıt Yangın Kulesinde Gözlem ve Yaşam

Transkript

Bayazıt Yangın Kulesinde Gözlem ve Yaşam
Bayazıt Yangın Kulesinde
Gözlem ve Yaşam
Prof. Dr. Abdurrahman KILIÇ
İTÜ Makina Fakültesi
Yangın gözetleme amacıyla şehir içinde
yapılan, yanan, yakılan ve her defasında
yeniden yapılan, hikâyelere konu olan,
birçok gerçek olaya tanıklık eden Beyazıt
Yangın Kulesi, diğer ismiyle Serasker Kulesi,
İstanbul’un önemli simgelerinden birisidir.
Yapıldığı 1828 yılından 1996 yılına kadar
yangın gözetleme amacıyla kullanılmış,
didebanlar (gözcüler) tarafından yüzlerce
yangın buradan görülmüş, köşklüler ve
bekçiler tarafından mahallelere duyurulmuştur.
Yeniçeri Ocağı kaldırılırken, Yeniçeri Ocağı
içerisinde bulunan Dergah-ı Ali Tulumbacı
Ocağı da kaldırılmış ve Ağakapısı içinde
bulunan ve defalarca yanan ahşap yangın
kulesinin benzeri Seraskerlik bahçesinde
yapılmış, fakat eski tulumbacılar ve yeniçeri
yandaşları tarafından henüz yeni tamamlanmış olan ahşap kule gece tutuşturulmuş
ve yakılarak kül edilmiştir[1]. Bunun üzerine
Sultan II.Mahmut, 1828 yılında yanmayan
kagir bir kule yapılmasını emretmiştir.
Günümüzdeki kulenin gökyüzüne doğru
çevrilen bir Osmanlı topundan ilham
alınarak inşa edildiği ve eskiden topun
ağzının gökyüzüne çevrilmesinin barışı
simgelediği söylenir[2]. Moltke[3] kuleyi
bir mızrağa benzetiyor ve Türkiye Mektuplarında “Yüksek, garip şekilli, fakat cüretli
bir kule, Osmanlı ordusu kumandanının
oturduğu yeri işaret eder ve uzaktan,
yere saplanmış muazzam bir mızrağa
benzer” diyor.
8
YANGIN ve GÜVENLİK SAYI 178
Beyazıt Yangın Kulesi, Nöbetçi katı (gözetleme katı), İşaret katı, Sepet katı ve Sancak
katı olmak üzere dört kattan oluşmaktadır.
Nöbetçi katına minare merdiveni gibi
döne döne yükselen, 180 basamaklı
ahşap bir merdivenle çıkılır. Nöbetçi
katından yukarıya doğru 76 basamak
olmak üzere toplam 256 ahşap basamak
bulunmaktadır[4].
Yatakhaneler nöbetçi katında yer almaktadır. Bütün ana duvarları taştan yapılmış olan kulenin merdiveni ahşaptır.
Yüksekliği 85 m olan kuleye çıktığınızda
İstanbul’un ve çevresinin en büyüleyici
görüntülerine hakim olabilirsiniz. Burada
sanki ayaklarınızın altında bir harita vardır. Ahşap basamaklardan tırmanışınız
zorlu olabilir ancak çıkınca göreceğiniz
manzara bu yorgunluğa fazlasıyla değecektir.
Ben itfaiyedeyken, kuleye her ay en az bir
kez çıkardım. İtfaiyeye gelen misafirlerle
çıktığım da çok olmuştur. Anzak törenleri
için gelen Avustralya İtfaiye Genel Müdürü ile kuleye çıktığımızda, Ağakapısı
kulesinin yerini gösterip kulenin yapılış
tarihini söylediğimde “Bizim ülkemiz kurulmadan daha önce yapılmış, neden
bakımsız ve turizme açık değil” deyişini
hiç unutmuyorum. Kuleden İstanbul’un
seyrine, özellikle güneş batımı sırasında
ve dolunay olduğu gecelerde seyrine
doyum olmuyor. Kulede itfaiyecilerin
elektrik ocağının üzerinde sürekli çay
hazır olurdu. Kuleye tırmanırken çürümüş
ahşap merdivenleri dikkatlice çıkarken
yorulurdunuz, ama çayı yudumlarken,
çayın kokusuyla, bardaktan yükselen buğusuyla, sıcaklığıyla, rengiyle yorgunluğu
unuturdunuz.
Kulede, bir saat akrebinin kendi etrafında
tur attığı gibi, kulede görev yapanlar da
gözetleme katında tur atarlardı. Uzakta
bir duman görür görmez pürdikkat kesilir,
dumana odaklanırlardı. Yaşlı itfaiyecilerin
anlattığına göre kuleden gözetleme eskiden nöbetçi katından değil en üst sancak
katından yapılırmış. Böylece kule etrafında
dönmeden her yön gözetlenebiliyormuş.
Nöbetçi katı dinlenme ve yatak katı olarak
kullanılırmış.
Kulede görev yapanlar, şehrin bütün
sokaklarının iyi bilen “mıntıkacı” olarak
tanımlanan kişilerden seçilirdi. Mıntıkacıların itfaiyede ayrı bir önemi vardı. İzinli
günlerinde sokakları dolaşarak çevreyi
öğrenirlerdi. Bölgesindeki bir sokak sorulduğunda, nerede olduğunu, sokağa nasıl
gidilebileceğini, hangi sokakların kapalı
olduğunu, hangi sokaktan nerelerden su
alınabileceğini söylerlerdi. Hatta birçok
sokakta ahşap binaların yerlerini, hangi
binaların riskli olduğunu, hangi sokakta
hangi tür işyerlerinin olduğunu bilirlerdi.
Sokakları iyi bildiklerinden kulede görev
yapanlar değiştirilmezdi.
karan yerler ezbere bilinirdi. Geceleri ise
yangını görmek çok daha kolay olurdu,
ufak bir alev görülmesi yeterliydi. Yangın
görüldükten sonra, yangının sokağı baş
memur tarafından belirlenirdi. Derhal
telefonla ve telsizle yangın yeri merkeze
haber verilirdi.
Havanın açık olduğu zamanlarda,
özellikle Aksaray ve Beyazıt civarındaki
yangınların, Kule görevlileri tarafından
haber verilmesi çok olmuştur. Hatta 1962
yılında Büyükada’da meydana gelen
bir yangın, gözetleme yapan itfaiyeci
tarafından sokağına kadar belirlenmiştir. Fakat havanın sisli ve yağışlı olduğu
zamanlarda görünürlük fazla olmamaktadır.
Zaman zaman baca dumanını yangın
sanıp itfaiyecileri boş yere gönderdikleri
olmuyor değildi. Arada yanlış yönlendirmeler olsa da, birçok yangın, kulede
görev yapanların yangını erken haber
vermesi sayesinde genişlemeden söndürülmüştür.
Kulede İftar Yemekleri
Mıntıkacı Kule Gözcüleri
Beyazıt Yangın Kulesi, 24 Eylül 1923 tarihinde Belediye itfaiye teşkilatının kurulmasından sonra da yangın gözetleme için
kullanılmıştır. İtfaiyeciler, 1996 yılına kadar
kulede görev yapmıştır. Kulede görev
yapan yangın gözetleyenlere önceleri
köşklü ve dideban, Cumhuriyet döneminde ise kule görevlisi denirdi.
Gözcüler, Pendik’ten Yeşilköy ’e kadar
olan sahada gündüzleri, çıkan dumanı
,geceleri de alevi değerlendirerek yangın
olup olmadığına karar verilirlerdi. Kulede
6 kişi görevliydi ve vardiya sistemine göre
sürekli iki kişi bulunuyordu. Kıdemli olan
itfaiyeciye baş memur denirdi. İtfaiyecilerden biri sürekli gözetleme yapardı.
Fabrikalar, fırınlar ve benzeri duman çı-
Beyazıt Yangın Kulesi köşklüleri ramazanda
kulede iftar yemeği verirlerdi. Balıkhane
Nazırı Ali Rıza Bey bu iftar yemeklerini anlatmaktadır[5]. Yangın kulesi iftarı, ramazanın yirmisinden sonra verilirdi. Sebebi
de yıldızların ve minarelerde kandillerin
seyrinin, ayın karanlık olduğu bir zamana rastlatılması içindi. Çünkü Adalar ve
Marmara Denizi ile Üsküdar, Boğaziçi,
YANGIN ve GÜVENLİK SAYI 178
9
Kadıköy, Fenerbahçe, Bakırköy ve Yeşilköy
taraflarının grup sırasında seyri çok hoştu.
İstanbul ve Üsküdar taraflarının tepelere
doğru ilerlemiş olan cami minarelerinin
kandillerin ve mahyaların ışıkları, denizde
vapur ve gemilerin fenerlerinin ışıkları ile
gökte yıldızların ışıkları birbirine karıştığı
görülürdü.
O zamanlar, birçokları bu kule iftarına katılmayı arzu ettiklerinden, pek çok kişilerle
alemler yapılırdı. Kararlaştırılan akşam için,
lâzım gelenlere haber verilirdi. Sadrazam
Ali Paşa, Keçecizade Fuat Paşa, Mısırlı
Kâmil Paşa ve Fazıl Mustafa Paşalar gibi
büyükler çağırılır ve şayet gelmezlerse,
hisselerine düşen yemekleri göndermeleri bildirilirdi. Gerçi bu zatlardan hiçbiri
davete gelmezler, fakat yemekleri de
gönderirlerdi.
Kararlaştırılan günün akşamı, Beyazıt
Camiinde toplanmış olanlar, yavaş
yavaş kuleye çıkmakta ve bir taraftan
da ayvazlar yemek kaplarını çıkarmakta
bulunurlardı. Oruç haliyle çıkmak gerçi
zahmetlice olurdu. Fakat çıktıktan sonra
da, etrafın güzelliği, çekilen zahmeti
unuttururdu.
O tarihlerde yaşı doksanı bulan fakat
vücudu dinç, sağlığı yerinde bir Memiş
Efendi varmış. Enderun’dan hoşsohbet
birisi olan bu kişi yıldız burçlarına ve mavi
gözlülerin nazarına çok inanırmış. Her
sene kule iftarına çıkıldıkça, Memiş Efendinin de birlikte bulunmasını, herkes arzu
ettiğinden, rica ve ısrar ederler, mutlaka
çıkarmaya kandırırlarmış. Bir sene mavi
gözlü olduğu için, Memiş Efendinin hiç
sevmediği Tersane Tulumbacıbaşısı Kaymakam Raşit Beyi de çağırmışlar. Raşit
Bey gelip de “Vay Memiş, bu sene de mi
çıktın” demesi üzerine, zavallı adam nazar
değer diye çok telâşlanmış, “Hayır, kendim çıkmadım. Kule ağaları beni ekmek
zembili ile yukarıya çektiler” demiş ve bir
taraftan da bir şeyler okuyup üflemeye
başlamış. Soranlara böyle söylemelerini
sıkı sıkı tembih etmiş ve o seneden sonra
da korkusundan bir daha kule iftarı davetine gelmemiş.
10
YANGIN ve GÜVENLİK SAYI 178
Bu sorulardan ve yanıtlardan sonra yaşlı
adam şu öneride bulunmuş, “Aman evlât, Beyazıt Kulesi’ne eşeği çıkarmaya ne
gerek, sen çık yeter..”
Eskiden İstanbul’da yüksek binalar yokken,
halk arasında birçok şehrin Beyazıt Kulesi’nden görülebileceğine inanılırdı. Yaşlı
bir itfaiyeci anlatmıştı. Kumkapı’da oturan
Miralay Ali Bey’in emir erine arkadaşları kuleye çıkarsan Kulenin tepesinden memleketi Aydın’ı görebileceğini söylemişler. Saf
asker inanmış, kuleye çıkıp dört dönmüş,
uzakları görmek isterken kuleden düşmüş.
Bir Eşek Kuleye Nasıl Çıkarılır
Adamın biri, “Eğer şu işim olursa, bir eşeği
sırtımda Beyazıt Kulesi’ne çıkaracağım”
diye dilek dilemiş. Günler sonra dileği
olmuş ve yanına eşeğini alarak Beyazıt
Kulesi’ne gitmiş, kuleye bir bakmış ve
“Ya Rab, hiç bu eşeği sırtımda bu kuleye
çıkarmam mümkün mü, başka dilek
bulamadım da bunu mu buldum” diye
düşünürken, yanına yaşlı biri sokulmuş,
“Hayır ola...” diye söze girmiş. Bunun üzerine adamcağız hemen derdini açmış:
“Efendi hazretleri, benim şöyle bir dileğim
vardı. Eğer olursa bir eşeği sırtıma alıp
Beyazıt Kulesi’ne çıkaracaktım. İşim oldu,
eşekle Beyazıt Kulesi’ne geldim, fakat
eşeği gördüğünüz gibi kuleye çıkarmam
mümkün değil. Vebalinden korkuyorum,
beni yükümlülükten kurtarır mısınız, ne
yapmalıyım?” demiş.
Aklı başında yaşlı adam, bir süre düşündükten sonra sormaya başlamış:
• Evlât, sen hayatta hiç sigara içtin mi?
• Hiç içmedim.
• Kumar oynadın mı?
• Asla efendim.
• Hiç içki içtin mi?
• Hayır, içki ağzıma koymam.
• Peki, kadına falan...
• Tövbe, hayatta helâlimden başkasını
gözüm görmez...
• Gezdin, eğlendin mi?
• Hiç vaktim olmadı
Kulede görev yapmak kolay değildi. İki
kişi yirmi dört saat boyunca kulede dönüp dururken depremlerin olduğu, büyük
fırtınaların olduğu zamanlar olmuştur.
Deprem sırasında kule yıkılacak gibi hissedilirmiş. Kulede bulunduğum yağmurlu
bir günde kuvvetli bir rüzgâr vardı. Gök
gürlemesi ve yağmurun sesi ürkütücüydü.
Yağmurun ve fırtınanın sesine gök gürlemesi karışınca korku filmlerini andırıyordu.
İnsanın içini ürperten ve tüylerini diken
diken eden bu durumu görünce kulede
görev yapmanın zorluğunu fark ettim.
Çok korttum ama korktuğumu fark ettirmeye çalıştım.
Kaynaklar
[1] Şehsuvaroğlu, Haluk; “Asırlar Boyunca
İstanbul, Sarayları, Camileri, Abideleri, Çeşmeleri”; s.124, Cumhuriyet
Gazetesi Yayını, İstanbul, 1954.
[2] Batur, Afife; “Beyazıt Yangın Kulesi”,
Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Cilt 2, s.190; Tarih Vakfı, 1994.
[3] Moltke, Helmuth;“Türkiye Mektupları”,
Çev. Hayrullah Örs, s.29, Remzi Kitabevi. İstanbul, 1969.
[4] Ertuğrul, Özkan; “Beyazıt Yangın
Kulesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, Cilt 6, s.55,İstanbul,
2010.
[5] Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey; “Bir Zamanlar İstanbul”, Hazırlayan: Niyazi
Ahmet Banoğlu, 1001 Temel Eser,
s.176, Tercüman, İstanbul, 1970.
[6] Milliyet Gazetesi, 29.04.1993, Sayfa
4, 1993.

Benzer belgeler