Zemin Mekaniği I.
Transkript
Zemin Mekaniği I.
İNŞAAT TEKNOLOJİSİ PROGRAMI ÖĞRENCİLERİ İÇİN ZEMİN MEKANİĞİ I (Ders Notu) Yrd. Doç. Dr. Ayhan ÜSTÜNTAŞ Ekim-2012 SİVAS 1. GİRİŞ Mühendislik jeolojisi, zemin mekaniği ve kaya mekaniği bilim dalları, Yerbilimleri ile İnşaat Mühendisliği arasında bilim dallarıdır. Mühendislik Jeolojisi ile uğraşan Jeoloji Mühendisleri Yerbilimlerine ait bilgi ve deneyimleri İnşaat Mühendisleri için kullanılabilecek bir seviyeye getirmek veya bir başka deyişle onların anlayacağı dilde anlatmalıdır. İnşaat mühendisliği ile yerbilimleri arasındaki bu bilim dalı jeoteknik olarak ifade edilmektedir. Jeoteknik; Mühendislik jeolojisi, zemin ve kaya mekaniği konularını kapsar. Zemin, Farsça taban, dayanak, temel veya temelin üzerine oturduğu alan anlamına gelmektedir. Mekanik ise Yunanca bir kelime olup cisimlerin devinimiyle ilgili olayları inceleyen bilimdir. Zemin mekaniği genel olarak zeminin yapı tabanındaki davranışlarını öğreten bir bilim dalıdır. Zemin mekaniği, zeminlerin özelliklerini, dinamik veya statik iç ve dış yükler ve benzeri etkiler altında davranışını (yapı zemin ilişkisini) inceler. Bir başka deyişle, Zemin Mekaniği, fizik, mekanik, hidrolik gibi bilgilerin zemine uygulanması olarak tanımlanabilir. Zemin, hem yük taşıyan hem de toprak yapıların (toprak barajlar, setler, yol temeli v.b.) oluşturulmasında kullanılan doğal bir malzemedir. Genel olarak, bütün yapılar zemin üzerine, zemin içerisine, zeminden veya bunların karması (Kombinasyonu) biçiminde yapılmaktadır. Örneğin binalar ve benzeri yapılar, içlerinde ve üzerlerinde bulunan yükleri temelleri aracılığı ile zeminlere aktarmaktadırlar. Diğer taraftan tünel ve galeri gibi yapılar ise zemin veya kaya ortamına açılmaktadır. Öte yandan, zeminler, çoğu alanlarda, örneğin baraj ve karayolu dolgularında, tuğla ve kerpiç üretiminde malzeme olarak kullanılmaktadır. Zeminlere ait dayanım, geçirgenlik (permeabilite) sıkışabilirlik (Compaktion) ve benzeri özelliklerin bilinmesi, bu yapıların ekonomik ömrü boyunca kullanılabilmesi açısından önemlidir. Toprak dolgu barajların inşaatında, zemine ait geçirimlilik, sıkışabilirlilik, plastisite, dayanım ve oturma gibi özelliklerinin bilinmesi zorunludur. Karayolları ve hava alanlarının (limanlarının) tasarımında bu yapıların altında bulunan zeminin dayanımı, sıkışabilirliği ve bunların kaplama dayanımına katkısı büyük önem taşımaktadır. Zeminlerin yeterli derecede iyi olmaması durumunda bunların iyileştirilmesi (stabilizasyonu) gündeme gelmektedir. Ayrıca; karayollarında, demiryollarında, hava alanlarında, boru hatlarında, elektrik direklerinde (hatlarında), kanallarda, su yapılarında, kanalizasyonlarda ya da bu tür yapıların geçirileceği güzergahların (geçkilerin) seçiminde zemine ait özelliklerin bilinmesi çok büyük önem taşımaktadır. 2 Bir inşaat uygulamasında zeminler, bir inşaat malzemesi olarak, beton ve çelik malzemelerde olduğu gibi dikkate alınmalıdır. Dolayısıyla bir teknik eleman inşaatlarda kullandığı veya üzerine yapı inşa ettiği zemini iyi bir şekilde değerlendirmek için bu malzeme hakkında temel bilgilere sahip olmalıdır. Bu önemli ilgiler laboratuvar ve saha (arazi) deneylerinden elde edilir. Beton, çelik, ahşap, zemin ve benzeri malzemelerin özellikleri, kimyasal bileşimleri ve fiziksel durumları ile belirlenir. Zemin mineralleri çok karmaşık ve bu mineralleri bir arada tutan kuvvetler atomik ve moleküler ölçekte tam olarak anlaşılabilmiş değildir. Fakat zeminlerin dayanımı, rijitliği, duraylılığı (stabilitesi, dengesi), aşınmaya (erozyona) sulamaya karşı direnci, söz konusu zemin üzerinde yapılacak olan deneyler ile belirlenebilir. Malzeme deneylerinde, bu malzemelerin tanımlanmasında ve sınıflandırılmasında onların fiziksel özellikleri kullanılır. Bir zeminin taşıyabileceği trafik yükünü veya bir temelin alt yapısı olup olamayacağını belirleyen fiziksel durumu; zemin tanelerinin büyüklüğü, şekli, tane boyu (granülometrik) dağılımı, özgül ağırlığı ve sıkışabilirlik (kompaksiyon) özellikleri ile yakından ilgilidir. Çoğu zeminlerin performansı su içeriğine ve plastisitesine bağlıdır. Serbest basınç deneyi gibi deneylerle zeminin yük taşıma kapasitesi doğrudan ölçülebilir. Bu tür deneylerle tanınan ve sınıflandırılan zeminin bir altyapıda kullanılıp kullanılamayacağına veya iyi bir temel zemini olup olamayacağına karar verilebilir. Yol kaplamalarının altında kullanılan zeminler, dolgular ve diğer toprak dolgu yapılarda zeminler inşaat süresince kompaksiyon ve karışım oranları açısından deneylerle sürekli olarak kontrol edilmelidirler. Zemin Mekaniğinin Gelişimi Yirminci yüzyıl başlarına kadar çeşitli büyük yapılar zeminle ilgili eski deneyimlere veya duygusal bazı verilere dayanılarak yapılmaktaydı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra özellikle Avrupa ve Amerika’da endüstrileşmenin hızla ilerlemesi nedeniyle büyük boyutlarda alt yapı tesislerinin yapımına önem verilmiştir. Uygarlığın gereği olan konut, yol, baraj, kanal, tünel gibi altyapıların, ekonomik ve çevre koşullarına uyan bir şekilde düzenlenmesinde, yapılmasında ve bu yapılar için önemli gereçlerin sağlanmasında zeminin jeolojik yapısının ve fiziksel özelliklerinin de bilinmesine gerek duyulmaktadır. Zemine ait özellikler bilinmeden, doğru olarak saptanmadan veya dikkate alınmadan yapılan yapıtlar zamanla oturma, kayma veya başka jeolojik nedenle tamiri güç yapı hasarları oluşturmaktadır. Bunlar para kaybının yanında zaman ve bazen de büyük can kayıplarına neden olmaktadır. Bu nedenlerle inşaat mühendisliğinde zeminle ilgili jeolojik ve fiziksel verilerden yararlanmak gereği duyulmuştur. Fakat zeminin genellikle heterojen bir yapıya sahip oluşu, bu bilim dalını kum, silt ve kil gibi gereçlere ait prensipler şeklinde gelişmiştir, daha sonra zeminlerin bir yük taşıyıcı olarak davranışlarıyla ilgili verilerin çoğalması ile ve altyapıya olan istek fazlalaştıkça zemin mekaniği önemli bir aşama yapma olanağını bulmuştur. 17. ve 18. yüzyıllarda Fransız ordusu istihkam subayları zemin mekaniğinde bilimsel denebilecek ilk çalışmaları gerçekleştirmişlerdir. Rankine’nin 1857’de bir adım daha geliştirdiği Yatay Toprak Basıncı Teorisi, C. A. Coulomb tarafından 1773’te siper yapımında zemin problemlerinin incelenmesi sırasında geliştirilmiştir. Zemin mekaniğinin babası olarak adlandırılan Karl Terzaghi, yaptığı çalışmalarla, bu bilim dalına gereken saygınlığı kazandırmıştır. Terzaghi’nin profesyonel hayatı zeminden kaynaklanan mühendislik problemlerine gerçekçi bir yaklaşımla, çözümler bulabilmek için araştırma yaparak geçmiştir. Terzaghi’nin 1925 yılında basılan zemin mekaniği kitabı, bugün Zemin mekaniğinin doğumu olarak adlandırılmaktadır. 3 1925 yılında Karl Terzaghi “Erdbaumechanik” adlı eseriyle zemin mekaniğinin kurucusu olmuştur. 1963 yılında ölen Karl Terzaghi 1914-1924 yıllarında ülkemizde de bulunmuştur. Zemin mekaniği ve mühendislik jeolojisinde verdiği birçok eserle bu bilim dalının babası sayılmaktadır, Uluslararası Mühendislik Jeolojisi Kurumu onu 4 defa şeref madalyasıyla ödüllendirmiştir. Daha sonraları zemin mekaniği, inşaat, maden ve jeoloji bölümlerinde ders olarak okutulmaya başlanmıştır. Günümüze dek birçok bilim adamı, zeminin fiziksel yönlerden özelliklerini araştırmışlardır. Bugün zemin mekaniği mühendislik hizmetlerinde zeminle ilgili birçok sorulara yanıt vermekle beraber yeni araştırmalar ve deneyimler yoluyla da mühendislere kesin bir güvence vereceği sınıra doğru yaklaşmaktadır. 4 2. JEOLOJİ Jeoloji, insanlığın dünyayı tanıma ve yorumlama ihtiyacına yanıt veren ve 5 temel bilim (biyoloji, fizik, kimya, matematik ve jeoloji ) arasında yerini almış bir bilim dalıdır. Yerbilimi olarak Türkçeye çevrilen jeoloji, “Yunanca” Geo: yer, arz” ve “logos: bilim, bilgi” sözlerini bir araya gelmesiyle oluşmuş bir bilim dalı olup Fransızcadaki “Géologie” kelimesinin okunuşu ile dilimize yerleşmiştir. Jeoloji geniş anlamı ile yerkürenin güneş sistemi içindeki durumundan, onun fiziksel özelliği ve kimyasal bileşiminden, iç ve dış kuvvetlerin etkisiyle uğradığı değişikliklerden, yaklaşık beş milyar yıllık süre içerisindeki oluşum ve gelişiminden, canlıların ilk ortaya çıkışlarından günümüze kadar geçirmiş oldukları evrimlerden söz eden tarihsel bir doğal bilimdir. Diğer doğal bilimlerden Fizik, Kimya ve Biyoloji ile sıkı bir bağlantısı vardır. Jeoloji, dar anlamda, bütün Yeryuvarının değil, özellikle ortalama kalınlığı 35 km olan katı yer kabuğunun bilimidir. Bu kabuğun bileşimi, yapısı, organik ve inorganik gelişimi iç ve dış etkenlerle uğradığı değişiklikler, kapsadığı her çeşit yeraltı zenginlikleri onun başlıca konularıdır. Jeoloji, bilim olarak yerkabuğunu incelerken, bu kabuk içerisine gizlenmiş olan maden, su, petrol, kömür ve doğalgaz gibi çeşitli yeraltı zenginliklerine de özel bir ilgi gösterir. Bunların oluşumunu ve dağılımlarını inceler. Bundan başka yeraltı sularının aranmasında, baraj, tünel, yol yapımında jeolojinin ana ilkelerinden yararlanılır. Yer yuvarının bilimsel olarak incelenmesi ve araştırılması dar anlamda jeoloji, geniş anlamda jeoloji Bilimleri veya Yerbilimleri ile sağlanmaktadır. Jeolojinin kapsadığı geniş ve çeşitli konular ayrı ayrı bilim dallarına ayrılır. Bunların adları ve konuları şöyledir; Jeoloji Genel Jeoloji Mineraloji-Petrografi Maden Ytk-Jeokimya Uygulamalı Jeoloji Yapısal Jeoloji Mineraloji Maden Yatakları Mühendislik Jeolojisi Stratigrafi Petrografi Jeokimya Petrol Jeolojisi Sedimantoloji Kristalografi Paleontoloji Kömür Jeolojisi Hidrojeoloji A-) Genel Jeoloji: İç ve dış kuvvetlerin etkisi ile yerkabuğunda meydana gelen değişikliklerden bahseder. B-) Mineraloji-Petrografi: Yerkabuğunu oluşturan kristaller, mineraller ve kayaçlardan sözeder. C-) Maden Yatakları-Jeokimya: Yerkabuğunda bulunan madenlerden ve bunların oluşum mekanizmalarından ve kökenlerinden söz eder. D-) Uygulamalı Jeoloji: Jeolojinin son yıllarda ekonomik problemlerle olan daha sıkı ve daha ayrıntılı ilişkisinin sonucu olarak, Mühendislik Jeolojisi, Kömür Jeolojisi, Tuz ve Petrol Jeolojisi, Hidrojeoloji, Maden Jeolojisi, Hammadde Jeolojisi ve Askerlik Jeolojisi gibi özel uzmanlık kolları da gelişmiştir. 5 Jeolojik olaylar, yer kabuğunun yapısını ve görünümünü sürekli olarak değiştirir. Yıllarca görmediğimiz dağlık araziler de çevremize dikkat ederek geçecek olursak, bitkilerin, hayvanların ve insanların değişmiş olduğunu fark ettiğimiz halde, doğanın cansız olan kısmında değişiklik olduğunu fark edemeyiz. Taş ve kayaların hep aynı yerinde ve değişmez sanırız. Bu aldatıcı bir görünümdür. Aslında cansız yeryüzü de devamlı olarak değişmektedir. Eğer biz bu değişimin farkında olamıyorsak, bu her şeyden önce gözlemlerimizin yeterli olmayışından ve değişimin çok yavaş gelişmesinden kaynaklanmaktadır. Diğer bir deyimle, jeolojik olayların hızının çok küçük (yılda birkaç mm veya cm’den daha az) olmasından ileri gelmektedir. Aslında yerkabuğu iki grup faktörün etkisi altında bulunmakta, şekil ve yapısını 4,6 milyar yıldan beri sürekli olarak değiştirmektedir. Bu faktörlerden bir kısmı doğrudan yer kürenin içinden doğar. Isı, çekim ve radyoaktivite gibi yerin kendi enerji kaynaklarından beslenir. Diğer grup ise, iklim rüzgarlar yağışlar, akarsular ve buzullar gibi yerküresinin dışında bulunurlar ve kökenleri güneş enerjisidir. Birinci gurup faktörler yerkabuğunun gelişmesini, şekil ve madde değişikliğini, volkanları, depremleri ve sıradağları meydana getirirler. İkinci gurup ise yerin dış görünüşünü (çehresini) ortaya çıkarır ve yükseklikleri yontarak aşındırmak, bu malzeme ile çukurları doldurmak yolu ile yeryüzünü düzleştirmeye çalışır. Her iki grup faktörler yerkabuğu içerisinde ve üzerindeki faaliyetleri ile bunların etkisi altında meydana gelen değişiklikler, genel jeolojinin başlıca konularını oluştururlar. YERYUVARININ GENEL ÖZELLİKLERİ Yeryuvarının Hareketleri Güneş sistemi içinde bir gezegen durumunda olan yeryuvarı, diğer gezegenler gibi Güneş çevresinde, elips şeklinde bir yörünge üzerinde dolanmakta ve 365 ¼ gün içinde bir dolanımını tamamlamaktadır (Şekil-1). Güneşe en yakın olduğu 3 Ocak günü Yeryuvarı ile güneş arasındaki uzaklık 146,4 milyon km, en uzak olduğu gün 4 Temmuz’da ise 151,2 milyon km’dir. Yeryuvarı Güneş’e ortalama 149,6 milyon km uzaklıktadır. Şekil-1. Yeryuvarının güneş etrafında dolanımı ve mevsimlerin oluşumu. Bu sırada Yer ekseninin uzayda yönü ve doğrultusu değişmez, aynı kalır. 6 Yerin Güneş etrafında dolanırken hızı (yörünge üzerindeki) sürekli olarak değişmektedir. Güneş en yakın olduğu zaman yerin hızı en fazla, Güneş en uzak olduğu zaman yerin hızı en az olmaktadır. Ortalama hızı 107.000 km/saat ( veya 30 km/sn)’dir. Yerin yörünge düzlemi (ekliptik), onun ekvator düzlemine paralel değildir. Her iki düzlem arasında 23,5 ’lik bir açı vardır (Şekil-1). Yeryuvarının güneşe göre bu eğik durumunun sonucu yeryüzü sürekli olarak Güneş enerjisinden farklı derecelerden etkilenmekte ve bu nedenlerden dolayı yeryüzünde değişik mevsimler meydana gelmektedir (Şekil-1). Yeryuvarının kendi ekseni etrafında dönme süresi 24 saatte bir gerçekleşmekte ve bilindiği gibi 24 saatlik bu süreçte bir kez gece, bir kez gündüz olmaktadır. Ayrıca, yine Yerin dönme ekseninin yörünge düzlemine dik olmayışı nedeniyle gece ve gündüzün süresi her iki yarı kürede mevsimlere göre ve ekvatordan kutuplara doğru gidildikçe değişmektedir. Yer Yuvarın Şekli ve Boyutları Yeryuvarın (Dünyanın) yuvarlak oluşu 16.yüzyıl başında MACELLAN tarafından yapılan ilk “Dünyayı dolaşma gezisi” ile ortaya konulmuştur. Uzay çağının başladığı dönemde uzaya gönderilen uyduların gönderdiği fotoğraflar ve Ay yolculuğu sırasında uzaydan çekilen fotoğraflar, yer yuvarının yuvarlak olduğunu kesinlikle saptamıştır. Dünyanın yuvarlak oluşu (küre şeklinde) NEWTON’ un ortaya koyduğu çekim kanununun doğal bir sonucudur. Bu kanuna göre; yerin bütün tanecikleri çekim (gravitasyon) merkezine doğru çekilmekte, taneler gittikçe birbirine yaklaşmakta ve bu yolla en yoğun şekil olan küre oluşmaktadır. Yerin şekli geometrik yönden tam bir küre olmayıp, ekvator bölgesi biraz şişkin, kutuplar bölgesi biraz basıktır. Yer küresinin kutuplarının basık, ekvatorunun şişkin olmasının nedeni, yerin kendi ekseni etrafındaki günlük dönmesinin bir sonucunda ortaya çıkan merkezkaç ve yerçekimi kuvvetidir. Yeryuvarın (Yerküresinin) Ekvator yarıçapı (a) Kutuplar yarıçapı (b) Ortalama yarıçap Ekvator çevresi Kutuplar çevresi Basıklık oranı (a-b)/a 6.378,4 km 6.356,9 km 6.371 km 40.077 km 40.009 km 1/297 Yerin Atmosferi Dünyamız, bazı kısımları su ile kaplı ve dışarıda, hava tabakası ile çevrilmiş bir taşküre durumundadır. Hava tabakasına Atmosfer, su örtüsüne Hidrosfer ve katı kabuk kısmına Litosfer denir. Bu üç cansız maddeler ortamına canlıları da eklersek bunların oluşturacakları teorik küreye de Biyosfer denir. 7 Atmosfer, birçok gazların karışımından oluşmuş, binlerce km kalınlıkta bir gaz kütlesidir. Bu gaz kütlesinin yoğunluğu deniz seviyesinde en fazla olup, yükseklere çıkıldıkça azalır. Atmosfer kütlesinin 97’si yeryüzünden 29-30 km’lik bir yükseklik içinde bulunur. Yeryüzünden başlayarak 95-100 km’lik bölümünde atmosferin kimyasal bileşimi ve çeşitli gazların birbirine göre katılma oranları, az-çok aynı şekilde devam eder. Bu bölüme de Homosfer denir. Gazların katılma oranlarının homojen olmadığı 100 km’den daha yüksek kesimlere ise Heterosfer denir (Şekil-2). Şekil-2. Atmosferde Homosfer (0-90 km) ve Heterosfer’in (90-10.000 km) çeşitli tabakaları. Atmosfer temel olarak üç çeşit maddeden oluşmuştur. Bunlar gazlar, su buharları ve toz tanecikleridir. Atmosferin yeryüzünden başlayan 80 km’lik kesiminde en çok yer alan 4 çeşit gazın % katılma oranları şu şekildedir: Azot (N2): % 78, Oksijen (O2): % 21, Argon (Ar): % 0,934, Karbondioksit (CO2): % 0,033. Geriye kalan % 0,033 miktarı ise Neon, Helyum, Kripton, Ksenon, Hidrojen ve Metan gibi gazlar, toz tanecikleri ve su buharı oluşturur. Havada % 0,033 (yüz binde 33) oranında bulunan karbondioksit (CO2) iklim ve canlılar için önemli bir maddedir. Bu gaz Güneşten gelen kızılötesi ışınları absorbe eder (emer). Bu şekilde yeryüzüne yakın hava tabakasında sıcaklığı ayarlar. Biyolojik olarak da bitkilerin büyümesini sağlar. Oranı değişmeyen gazlar arasında az miktarda Hidrojen, Metan, Azotdioksidi (N2O) ve Ozon (O3) bulunur. Ayrıca, büyük şehirlerin üzerindeki havanın bileşimine önemli miktarda SO2 ve NO2 ve amonyak karışır. 8 Yeryüzünden itibaren 90 km’nin üstündeki Atmosfer bölgesine Heterosfer denir. Bu bölge bileşimleri birbirinden oldukça farklı 4 gaz tabakasından meydana gelmiştir (Şekil-2). a-) 200 km Moleküler Azot Tabakası b-) 1100 km Atomik Oksijen Tabakası c-) 3500 km Helyum Tabakası d-) 10.000 km Hidrojen Tabakası Atmosferde diğer önemli bir bölge ozon tabakasıdır. Normal olarak yeryüzünden 25-30 km yüksekliklerde bulunur. Burada oksijen molekülleri yoğunlaşarak ozon (O3) şeklini alır. Bu bölge yeryüzüne Güneşten gelen morötesi (ultraviyole) ışınlara karşı korur. Eğer morötesi ışınlar yeryüzüne tümüyle ulaşmış olsalardı, yeryüzünde bütün bitkiler yanmış, bütün bakteriler ölmüş olurdu. Yerkabuğu ve Yer İçi Yerkabuğu değişikli bileşimli kayaçlardan oluşmuş katı bir kabuk ile çevrilmiştir. Ortalama kalınlığı karalarda 35 km ve okyanus diplerinde 8-10 km olan Yerkabuğu kimyasal ve mineralojik bileşimleri birbirinden açıkça farklı iki gurup kayaçtan meydana gelmiştir. I. Grup: Granit, kumtaşı, kireçtaşı gibi ortalama yoğunlukları 2,7 gr/cm3 olan hafif kayaçlar bulunur. Bunlar silisyum oksit (SiO2) 65-75, Alüminyum oksitçe (Al2O3) zengin kayaçlardır ve geniş kapsamlı bir terim olan SİAL kelimesi ile tanımlanır. II. Grup: Bazalt cinsinden koyu renkli ve yoğun kayaçlar yer alır. Bunlar yoğunlukları 2,83,0 gr/cm3 arasında bulunan kayaçlardır. Bu tür kayaçlarda SiO2 oranı % 50 kadardır. Bunlara ayrıca yoğunluğu 3,4 gr/cm3 olan daha yoğun kayaçlar da katılır. Bunların bileşimlerinde FeO ve MgO önemli bir yer tutar. Bu nedenle, bu grup kayaçlar için “Magnezyum oksit” çe zengin anlamına gelen SİMA deyimi kullanılır. Yerküre genel olarak Kabuk, Manto ve Çekirdek’ten oluşan fiziksel ve kimyasal özellikleri bakımından birbirinden farklı üç bölgeye ayrılmıştır. Kabuğun Manto ile arasındaki sınır bir süreksizlik yüzeyi olup, bu sınırı jeofizik yöntemlerle ilk saptayan kişinin adına Atfen Mohoroviç süreksizliği veya MOHO denilmektedir. MOHO’nun derinliği kıtalardaki yüksek dağların altında 35-40 km, okyanus tabanlarında ise 5-10 km’ye kadar inmektedir. KabukManto geçişi yoğunluk, kimyasal bileşim gibi özelliklere dayanılarak belirlenmiştir (Şekil-3). Şekil-3. Yerkabuğu ve Mantonun üst kısmının basitleştirilmiş kesiti. Burada yeryüzü şekli ile kabuk yapısı arasındaki ilişki açıkça görülmektedir (A. Holmes,1965; Ketin, 1977’den). 9 Yerkürenin genel olarak kabuk, manto ve çekirdekten oluşan birbirinden farklı özellikteki bu üç bölgesi, kendi aralarında da bir takım kısımlara ayrılmıştır. Bu ayrım, bölgelerin içyapısına kalınlıklarına ve fiziksel özelliklerine dayanılarak yapılmaktadır. Ayrımda önemli rol oynayan başlıca fiziksel özellikler yoğunluk, basınç, sıcaklık ve P-S (Primer ve Sekonder) dalgalarının yayılma hızlarıdır (Şekil-4). Şekil-4. Yerküresinin KABUK, MANTO ve ÇEKİRDEK’ten oluşan iç yapısını ve bunların kalınlıkları ile fiziksel özelliklerini (yoğunluk, basınç, sıcaklık ve P-S dalgalarının hızı) gösteren diyagram (Ketin, 1977). Katı kayaçlardan oluşmuş ve kabuk altında 70-100 m derinliklere kadar uzanan kısma litosfer denir. Bu kısım taş küreyi meydana getirir. 100-2890 km. arasında kalan kesim, Üst Manto ve Alt Manto olmak üzere ikiye ayrılan bu bölge kimyasal bileşim bakımından birbirinden ayrılmaktadır. Üst mantonun üst kesimlerinde akıcı plastik özellikteki Astenosfer katı bulunur. Üst manto bölgesinin yoğunluğu 3,4-4,3 gr/cm3 arasında değişir (Şekil-4). Yer için 700-2890 km derinlikler arasında kalan kısmına alt manto denir. Buranın kimyasal bileşimi üst mantodan oldukça farklı olup, yüksek basınç mineralleri egemen durumdadır. Genel olarak üst ile alt manto bölgesi tüm yer küresi hacminin % 83’ ünü ve yer kütlesinin ise % 68’ini oluşturur. Burası, Yerkabuğunda meydana gelen büyük jeolojik olayların, deniz tabanı yayılmaları, kıtaların kayması, kıvrımlı sıradağların oluşumu, büyük depremlerin ve volkanik faaliyetlerin meydana gelmesine neden olan kuvvetlerin ve enerjinin kaynağı durumundadır. 10 Yeryüzünden 2890 km derinlikte manto bölgesinden çekirdeğe geçilmektedir. Burası yer içinde önemli bir geçiş bölgesidir. Buradaki cisimlerin fiziksel özelliklerinde büyük değişiklikler olmaktadır. Bu nedenle bu geçiş sınırı Wiechert Gutenberg Süreksizliği olarak adlandırılmıştır. Bu sınır geçişinde yoğunluk 5,5 gr/cm3’ten 10 gr/cm3’e yükselmekte ve P dalga hızı 13,6 km/sn’den 8,1 km/sn’ye düşmektedir. Çekirdek bölgesi de kendi içerisinde iki alt kısma ayrılmıştır. Bu bölgenin 5150 km derinliğe kadar olan kısmına da dış çekirdek denir. Sıcaklık, basınç ve yoğunluğun iç kesime doğru arttığı çekirdek bölgesinde dış çekirdek kısmının ergimiş halde demir/nikel karışımı, iç çekirdeğin ise kristal halde Fe/Ni karışımı olduğu sanılmaktadır. Çekirdek mantoya oranla iki kat daha yoğundur. Çekirdek, hacim olarak yer küresi hacminin % 16’sı olduğu halde, kütle olarak tüm Yer kütlesinin % 32’sini oluşturur. YER KABUĞUNU OLUŞTURAN MADDELER Mineraller (ve Kristaller) Mineraller, doğada bulunan belirli kimyasal bileşimi ve düzenli bir içyapısı olan homojen ve çoğunlukla katı cisimlerdir. Canlı organizmalardaki hücre gibi, mineral de cansız doğada en küçük birimi oluşturur. Mineraller yan yana gelerek kayaçları, kayaçlar yan yana gelerek dağları, kıtaları meydana getirirler. Doğada özellikleri ayrıntıları ile tanımlanmış 3000'i aşkın mineralin varlığı bilinmektedir. Ancak bunlardan sadece 10-15 tanesi kayaçların bileşiminde yaygın olarak yer alır. Ayrıca, 20-25 tanesi de maden yatakları içerisinde cevher minerali olarak bulunmakta, geriye kalanı ise Yerkabuğu ve Manto içerisinde, az miktarda dağılmış durumda bulunurlar. Minerallerden cıva ve su gibi bir kaçı sıvı halde, silis camı ve opal gibi bazıları da amorftur. Mineraller çoğunlukla kristal durumdadır. Kristallerin asıl özelliği, çok düzenli bir içyapıya sahip olmalarıdır. Kristallerin düzgün yüzeylerle çevrilmiş geometrik şekilleri ve periyodik olarak sıralanmış düzenli atomik içyapıları vardır. Kuvars (SiO2), Kalsit (CaCO3), Tuz (NaCl) ve Jips (CaSO4.2H2O) en çok rastlanan kristal haldeki minerallerdir. Kayaçlar Kayaç, bir mineral veya birden çok mineral ve taş parçalarının bir araya gelerek oluşturdukları kütlelere denir. Bu tanımlamadan da anlaşılacağı gibi kayaçlar mineral toplulukları olup, ya çeşitli minerallerin veya mineral ve taş parçacıklarının bir araya gelmesinden ya da bir mineralin çok sayıda birikmesinden meydana gelir. Buna örnek olarak, granit ve bazalt kayaçları çeşitli minerallerin bir araya gelmesinden, kumtaşı kayacı, değişik kum tanelerinin bir araya gelmesinden, mermer ve kuvarsit ise tek mineralin çok sayıda birikmesinden oluşmuş kayaçlardır. 11 Kayaçlar oluşum sırasındaki doğal ortamı yansıtan bir çeşit belgelerdir. Yerkabuğunun jeolojik gelişmesinin izleri bu çeşit kayaçlar üzerinde işlenmiştir. Bu nedenle kayaçlar, “yer tarihinin doğal belgeleri” sayılır. Kayaçların jeolojideki önemi de buradan gelir. Petrografinin konusunu oluşturan kayaçlar, oluşumları ve kökenleri bir birinden farklı olan üç büyük kayaç sınıfına ayrılırlar. 1-Magmatik (Kor) kayaçlar 2- Tortul (Çökel, Sedimanter) kayaçlar 3- Metamorfik (Başkalaşım) kayaçlar 1. MAGMATİK KAYAÇLAR Magma adı verilen tamamen ergimiş silikat sıvısının soğuması, yükselmesi ve yerkabuğunun farklı kesimlerine yerleşerek katılaşmasıyla oluşurlar (Şekil-5). Magmatik kayaçlar, yerkabuğuna yerleşme derinliklerine göre 3'e ayrılırlar. a-) Volkanik (yüzey) kayaçlar: Örn; Bazalt, Andezit, Tüf b-) Hipabisal (Yarı derinlik, Damar) kayaçlar: Örn; Dolerit, Mikrogabro, Pegmatit. c-) Plütonik (Derinlik, Sokulum) Kayaçlar: Örn; Granit, Gabro, Peridotit ve Siyenit. Yerleşme derinliği, soğuma hızı, iyon dağılımı, hidrostatik basınç, sıcaklık gibi birçok etken, eşkimyasal ve eşmineral bileşimli kayaçların (Granit, Mikro Granit, Riyolit, Obsidiyen) farklı dokularda kristalleşmesine yol açar. Şekil-5. Magmatik kayaçların yerkabuğunun farklı derinliklerine yerleşerek oluşturdukları mağmatik kayaç türleri.. 12 2. TORTUL KAYAÇLAR Denizel, gölsel ve karasal ortamda tortulların birikmesi ile oluşurlar. Genellikle tabakalıdırlar ve çoğu kez fosil içerirler. Tortul kayaçlar kökenlerine ve oluşum ortamlarına göre; a-) Klastik (Kırıntılı) Tortul Kayaçlar b-) Kimyasal Tortul Kayaçlar c-) Organik Tortul Kayaçlar olmak üzere 3 sınıfa ayrılırlar. Sırasıyla Kumtaşı, Dolomit, Taşkömürü bunlara örnek verilebilir. 3. METAMORFİK KAYAÇLAR Tortul, magmatik ve daha önceden oluşmuş metamorfik kayaçların katı halde uğradıkları dönüşümler sonucu meydana gelirler. Derinliğin etkisiyle artan basınç ve sıcaklık kayaçlarda mineralojik, dokusal, yapısal ve bileşimsel değişimlere neden olur. Metamorfik Kayaçlar, genellikle kristallerden oluşmuş paralel yapılı (foliasyonlu veya şistoziteli) kayaçlardır. Örneğin; Gnays, Mikaşist, Amfibolit, Mermer. KAYAÇLARIN TEKTONİK DEFORMASYONLARI Kıvrımlar Kayaçların dalga şeklindeki deformasyonları ile çeşitli kıvrımlar oluşur. Tabakaların tekne şeklinde bükülmeleri ile senklinaller, semer şeklinde bükülmeleriyle de antiklinaller oluşur. Bir senklinal ve onu izleyen bir antiklinal kıvrımı oluşturur (Şekil-6). Şekil-6. Antiklinal ve senklinalden oluşan bir kıvrım ve bunun elemanları Kıvrımlar genellikle yan basınçların (kompresyon kuvvetlerin) etkisi ile oluşurlar ve Yerkabuğunda bir daralmayı, bir sıkışmayı temsil ederler. 13 Faylar Tabakalı kayaçların tektonik deformasyonları sonunda meydana gelen yapıların ikinci türü çatlak, yarık, fay gibi kırıklardır. Kırılma yüzeyi arasındaki açıklık bir veya birkaç mm ise, kırılmaya Çatlak adı verilir. Açıklık veya aralık bir cm veya daha büyük olursa kırılma Yarık adını alır. Çatlak ve yarık oluşumunda, kırılma yüzeyleri birbirinden bir parça uzaklaşırlar. Fakat aralarında gözle görülebilecek boyutta bir kayma fark edilmez. Kırılma yüzeyleri boyunca gözle fark edebilecek ölçüde bir kayma, bir yer değiştirme gözlenen yerkabuğundaki kırıklara Fay denir ( Şekil-7). Şekil-7. Eğim atımlı normal bir fayın yapısını gösterir blok diyagram. ab: eğim atım, ac: düşey atım, cb: yatay atım Fay düzleminin alt kısmında, değişik kalınlıkta, fay bresi veya milonit zonu oluşur. Bu zon, birbirine oranla yer değiştiren iki blok arasındaki kayaçların mekanik parçalanmaları, ufalanmaları ve ezilmeleri ile meydana gelir. Çok sayıda eğim atılımlı fayların geliştiği, bir arada bulunduğu bölgelerde Graben ve Horst adı verilen özel yapı şekilleri meydana gelir. Graben, iki normal fay arasında aşağı doğru çöken, hendek biçiminde dar ve uzun çukurdur. İki graben arasında kalan yüksek kısma da Horst denir (Şekil-8). Şekil-8. Bir sıra normal faylar ve bunların meydana getirdikleri Graben (G) ve Horst (H) yapılar (K. METZ, 1967’den). 14 Doğrulta atılımlı faylar veya yırtılma fayları düşey düzlemler boyunca meydana gelen yatay kayma hareketleridir. Sağ ve sol yönlü olmak üzere iki çeşidi vardır. Bu tür fayların yeryüzündeki izleri (görünümleri) düz bir çizgidir ve eğimleri düşey veya düşeye yakındır. Fay çizgisi boyunca meydana gelen yer değiştirme (yatay atım) çok belirgindir Fay zonu boyunca dere yataklarının ötelendiği, vadilerin karşısına tepeciklerin geldiği, yer yer küçük göllerin oluştuğu morfolojide belirgin bir değişikliğin meydana geldiği kolayca gözlenebilir. Türkiye’nin önemli kırık hatlarından biri olan Kuzey Anadolu Fay Zonu, sağ doğrultu atımlı olup, batıda Yenice yakınında başlamakta, Mudurnu suyu vadisi, Abant Gölü-Bolu – Gerede İsmet Paşa İstasyonu - Ilgaz - Kargı - Ladik - Erbaa - Niksar - Reşadiye - Suşehri - Erzincan Karlıova - Varto ve Bulanık’tan geçerek Van Gölü’ne ve İran sınırına uzanmaktadır (Şekil-9). Şekil-9. Kuzey Anadolu Fayının Sakarya Irmağı ile Van Gölü arasındaki güzergahı. 1100 km. boyunda doğrultu atımlı ve sağ yönlü fay zonu. EPİROJENİK VE OROJENİK HAREKETLER Epirojenik Hareketler Yerkabuğunun belirli bölgelerinde meydana gelen kubbe şeklinde yükselme ve tekne, kepçe biçiminde çökmelere epirojenik hareketler denir. Kıta oluşumu anlamına gelen bu tür olaylar aslında Litosferde çok yavaş oluşan düşey hareketlerdir. Bir zamanlar deniz diplerinde binlerce metre kalınlıkta ve sığ deniz ortamında tortuların birikmiş olması ve daha sonra bunların deniz seviyesi üzerine çıkmış olmaları, yerkabuğunun bu bölgesinde önce yavaş yavaş bir çökmenin ve daha sonra yavaş yavaş bir yükselmenin meydana gelmiş olduğunu kanıtlar. Benzer şekilde, derin maden ocaklarında kömürlü tabakalar arasında bulunan fosilleşmiş ağaç parçaları ve yapraklar, bunların bir zamanlar yeryüzünde, güneş ışınları altında yaşamakta olduklarının belirtileridir. Orojenik Hareketler Alpler, Toroslar ve Himalayalar gibi kıvrımlı sıradağların oluşumu orojenik hareketlerin sonucudur. Dağ oluşumu anlamına gelen bu çeşit hareketlerde yan basınçlar, yatay kuvvetler egemendir. Bu sırada tabakalı tortul kayaçlar şiddetli deformasyona uğrarlar, kıvrılır, kırılır ve yükselirler. Orojenik hareketlerle yerkabuğunda bir daralma, bazen üst üste binme meydana gelir. Bu şekilde kıvrımlı-kırıklı ve bindirmeli dağ şeritleri, Alpler ve Toroslar gibi sıradağlar oluşur. 15 DEPREMLER Günlük yaşantımızda değişmez ve sarsılmaz olarak tanıdığımız sağlam kayaçlardan oluşmuş Litosfer (dar anlamda yerkabuğu), aslında dış şeklini ve içyapısını sürekli olarak değiştiren, hızlı ve yavaş hareketleri içerisinde barındıran canlı bir varlık gibidir. Bizler, Litosferde meydana gelen bu değişikliğin ve hareketliliğin farkında olamayız. Çünkü bu olaylar bizim ölçülerimize göre çok yavaş geçmekte (yaklaşık olarak yılda en çok 1 cm. veya 1 mm.) ve çok uzun zamanlar (yüz binlerce veya milyonlarca yıl) sürmektedir. İnsanlar tarafından duyulamayan, fark edilemeyen bu sürekli ve yavaş hareketlere epirojenik (kıta oluşturan) ve orojenik (dağ oluşturan) hareketler denir. Fakat Litosferin saniye ile belirtilebilen hızlı hareketleri de vardır, biz bunları deprem olarak yaşarız ve bazen yapmış oldukları büyük hasarlar karşısında dehşete düşeriz. Yeryüzünde duyulan ve kökeni doğal olan yersarsıntılarına deprem veya zelzele denir. Bunlar, katı (rijit) litosfer bloklarının kırılmaları ve kaymaları sonucu açığa çıkan elastik deformasyon enerjisinin deprem dalgaları şeklindeki titreşim hareketleridir. Depremler, çoğunlukla yerkabuğunda (Litosferde) ve daha az sayıda Üst Mantoda oluşurlar ve büyük faylara bağlı olarak, onlarla birlikte meydana gelirler. Birçok büyük depremlerin diri (aktif) faylara bağlı oldukları saptanmış veya gözlenmiştir. Örneğin, 27 Aralık 1939'da Erzincan çevresinde ve Kelkit vadisinde başlayan ve günümüze kadar zaman zaman tekrarlayan Kuzey ve Doğu Anadolu’daki şiddetli, yakıcı depremler, Sakarya ile Van Gölü arasındaki uzunluğu 1100 km’yi bulan Kuzey Anadolu fay zonu boyunca meydana gelmişlerdir (Şekil-10). Kuzey Anadolu fayı doğrultu atımlı ve sağ yönlü olup büyük depremler sırasında üzerinde 4,3 ile 1,5 m arasında değişen atımlar ölçülmüştür (Şekil-11). Aşağıdaki çizelgede, fay oluşumu ile birlikte meydana gelmiş diğer ülkelerdeki büyük depremlerden birkaçı örnek olarak verilmiştir. Depremin Oluştuğu yer Wellington, Yeni Zelanda Sonora, Meksika Mino - Owarî, Japonya Assam, Hindistan Formoza, Filipinler San Fransisko, Kalifornia Imp. Valley, Kalifornia Depremin Tarihi Fayın Uzunluğu (km.) 1885 1887 1891 1897 1906 1906 1940 144 56 64 19 48 430 64 Fayın Atımı (m) Yatay Düşey 6.0 4,0 2,5 6,4 - 2,7 8,0 6,0 10,5 4,5 Fayların ve bunlarla ilişkili büyük depremlerin oluşumu elastik kırılma teorisi ile açıklanmaktadır. Bu teoriye göre: faylanmadan önce, fay doğrultusunun her iki yanında meydana gelmekte olan elastik deformasyon nedeni ile kayaç kütlesi içinde deformasyon enerjisi birikmektedir. Bu enerji kayaç kütlesinin elastik kırılma direncini aşınca kırılma veya eskiden var olan bir kırık boyunca kayma meydana gelmekte, bu sırada boşalan elastik deformasyon enerjisi sismik dalgalar (deprem dalgaları) şeklinde yayılarak depremi oluşturmaktadır. Fay oluşumuna ve dolayısıyla depreme neden olan enerji, fayın her iki tarafında zamanla toplanan deformasyon enerjisidir. Büyük bir depremde bu enerjinin değeri 1024 erg büyüklüğündedir. 16 Şekil-10. Kuzey Anadolu Fay zonu ve 1903 ile 1976 yılları arasında Türkiye’de meydana gelen magnitüdü 6'dan (şiddeti 9'dan) büyük depremler. Şekil-11. 24 Kasım 1976 Çaldıran depremini oluşturan doğrultu atımlı diri fay. Çaldıran’ın 2 km. kadar batısında suarkı sağ yönlü olarak 206 cm. kaymıştır. 17 Faylanmanın başladığı ilk kırılma veya kayma noktası depremin odağını (hiposantırını) meydana getirir; kırılma ve kayma yaklaşık 3,5 km./sn'lik bir hızla yüzlerce kilometrelik boyutlar alabilir (1939 Erzincan depreminde 350 km., 1906 San Fransisko depreminde 430 km.). Odak noktasından (veya alanından) başlayan deprem dalgaları her doğrultuda Yer içinde ve Yeryüzünde yayılırlar (Şekil-12). Yeryüzünde, odak noktasının veya yöresinin düşey olarak tam üzerine rastlayan yere de merkez üssü (episantır) denir. Depremin etkisi en çok burada ve yakın çevresinde görülür, buradan uzaklaşıldıkça etki azalır (Şekil-12). Şekil-12. Deprem dalgalarının ve deprem etkisinin Yer içinde ve Yeryüzündeki yayılımı (VII, VIII, IX: eşdeprem eğrileri=izoseistler). Bir deprem bölgesinde en çok hasar gören yer depremin merkez üssü (episantır) alanıdır. Episantır yöresinden uzaklaşıldıkça depremin etkisi de yavaş yavaş azalır. Depremin aynı derecede etkilediği, az çok eşit ölçüde hasar yaptığı yerleri birleştiren eğrilere izoseist'ler (eş deprem eğrileri) denir ve bunların yardımı ile deprem bölgesinin izoseist haritası hazırlanır (Şekil-13). Şekil-13.1 Şubat 1941 Bolu - Çerkeş, depremine alt izoseist haritası. 1: En çok hasar gören bölgeler (depremin şiddeti 10’dan fazla); 2: İkinci derece hasar gören bölge (şiddet derecesi 9); 3: Az hasar gören bölge (şiddet derecesi 8-6); 4: Depremin şiddetle duyulduğu bölgeler (şiddet derecesi 5); 5: depremin duyulduğu bölge (şiddet derecesi 5'ten az). (İ.Ketin. 1948). 18 Depremler, az sayıda da olsa, Litosferden daha alt seviyelerde, 700 km derinliklere kadar inen Üst Manto içerisinde de meydana gelmektedir. Bazı Japon sismologları, depremlerin derinlerdeki magma faaliyeti nedeniyle de oluşabildiğini ileri sürerler. Bu görüşe göre, yeryüzüne yakın magma haznelerinde zaman zaman gaz basıncı artan magmanın komşu kayaçlar içerisine girmeleri, tabakalar arasına zorla sokulmalarının etkisi ile depremler meydana gelebilmektedir. Aslında birçok büyük volkanların faaliyete geçmelerinden önce depremler kaydedilmiştir. Fakat bunlar şiddetli olmayan, küçük bir alanı etkileyen yerel (yöresel) sarsıntılardır. Japonya ve Hawaii'deki yanardağların püskürmelerinden önce ve sonra bu tür depremler duyulmuştur. Yeraltındaki karstik mağaraların, petrol ve doğal gaz kuyularının çökmesi ile veya büyük heyelanlarda ve meteorit düşmesinden sonra depremlerin meydana geldiği hakkında eskiden beri birçok örnekler verilmekte ise de, bunlardaki doğruluk payı çok azdır. Bu gibi olaylar çoğunlukla depremin nedeni değil, aksine sonucudur. Benzer şekilde hava basıncının birden değişmesi ile depremler arasında bir ilişkinin bulunabileceği düşünülmüş ve hava basıncının depremin meydana gelmesinde bir ateşleme veya tetikleme etkisi yaptığı ileri sürülmüştür. Depremlerin etkileri ve şiddetleri (büyüklükleri) Depremler, önce hafif bir sarsıntı ve yer içerisinden gelen top seslerini andıran gürültülerle başlar, sarsıntı birden şiddetlenir, en yüksek seviyeye çıkar ve en çok hasar yaptıktan sonra yeniden yavaşlar, bir süre hafif sarsıntılar şeklinde devam eder ve sonunda duyulmaz olur. Büyük depremlerde Yeryüzünde yüzlerce km. uzunlukta faylar ve bunlara bağlı olarak oluşan çatlak ve yarıklar görülür (Şekil-14). Şekil-14. 24 Kasım 1976 Çaldıran depremi sırasında meydana gelen fay ve ona bağlı açık tansiyon çatlakları; Çaldıran'ın 3 km. batısı (Fotoğraf, E. ARPAT, 1976). 19 Kıyılarda meydana gelen depremlerin birçoğunda deniz seviyesinde yükselip alçalmalar olur. Tokyo yakınındaki kıyılar 33, 818, 1803 ve 1923 depremleri sırasında toplam olarak 15 m. yükselmiştir. Bazı büyük depremlerde 30-40 km. yarı çapında geniş alanların üzerindeki köy ve ormanları ile birlikte kaymış ve göçmüş oldukları saptanmıştır. 16 Aralık 1920'de Çin'in Kansu eyaletinde meydana gelen depremde, Lös tortuları büyük kütleler halinde kilometrelerce kaymış ve 100.000’lerce insanın ölümüne neden olmuştur. Birçok depremde yeni kaynaklar meydana gelmekte, eskiler yerlerini değiştirmekte, suları azalıp, çoğalmakta, sıcak sular fışkırmakta, kumlar kaynamaktadır. Depremler şiddet derecelerine göre kasaba ve şehirleri, yol, köprü ve barajları, tarihsel anıtları tahrip ederler. Büyük şehirlerdeki hasarların çoğunluğu yangınlardan ileri gelir. 1906 San Fransisko ve 1923 Tokyo depremlerinde hasarın % 95’i yangınlardan ileri gelmişti. Nüfusu fazla kalabalık şehirlerin yakınında veya çevresinde meydana gelen büyük depremler on binlerce ve hatta yüz binlerce insanın ölmesine neden olmaktadırlar. Şehir zemininin jeolojik durumunun ve binaların yapı özelliğinin ölü sayısı üzerindeki etkisi büyüktür. Aşağıdaki çizelge bazı büyük depremlerde meydana gelen insan kaybını göstermektedir. Yıl Yer 856 1268 1290 1456 1556 1693 1731 1737 1755 1755 1783 1908 1920 1923 1932 1935 1939 Korint, Yunanistan Hatay, Anadolu Çihli, Çin Napoli, İtalya Shen - Shu, Çin Napoli, İtalya Peking, Çin Kalkuta, Hindistan Kuzey İran Lizbon, Portekiz Kalabria, İtalya Mesina, İtalya Kansu, Çin Tokyo, Japonya Kansu, Çin Quctta, Pakistan Erzincan, Türkiye Ölü Sayısı 45.000 60.000 100.000 60.000 830.000 93.000 100.000 300.000 40.000 30-60.000 50.000 160.000 180.000 99.000 70.000 60.000 40.000 20 Depremlerin yeryüzünde yaptıkları değişiklikler, şehirlerde meydana getirdikleri hasarlar göz önünde tutularak, 12 dereceli şiddet cetvelleri düzenlenmiştir. Zamanımızda artık kullanılmayan, ancak tarihsel bir değer taşıyan bu şiddet dereceleri aşağıda kısaca özetlenmiştir: I. Derece II. Derece III. Derece IV. Derece V. Derece VI. Derece VII. Derece VIII. Derece IX. Derece X. Derece XI. Derece XII. Derece Yalnız sismograflarca kaydedilen mikrosismik sarsıntılardır. Çok elverişli şartlar altında bulunan birkaç kişiden başka hiç bir kimse tarafından his edilmezler (en fazla ivme: 10mm/sn2’den daha küçük). Çok hafif depremler. Ancak dinlenmekte olan ve bir binanın üst katında bulunan kimseler tarafından hissedilir. Bazı asılı eşya sallanır (ivme: 10 mm/sn2 'den daha büyüktür) Hafif depremler. Ev içinde ve özellikle üst katlarda herkes duyar; fakat birçok kimseler bu sarsıntıları deprem sanmazlar. Duran otomobiller hafifçe sallanabilir. Kamyon geçmesiyle oluşmuş bir sarsıntı sanılır, (ivme: 25 mm/ sn2’den daha büyüktür) Orta şiddetli depremler. Bina içinde bulunan kimselerden birçokları ve dışarıda olanlardan bazıları tarafından duyulan sarsıntılardır. Bazı kimseleri gece uykudan uyandırır, mutfak eşyası, pencereler ve kapılar sarsılır, duvarlardan çatlama sesleri çıkar, duran otomobiller iyice sallanırlar (ivme: 50 mm/sn2 'den daha büyük). Oldukça şiddetli depremler. Hemen herkes tarafından duyulur, birçok kimseler uykudan uyanır, bazı tabaklar ve pencere camları kırılır, sıvalar çatlar, ağaçların ve direklerin sallandıkları görülür, sarkaçlı saatler durabilir (ivme: 100 mm/sn2 'den daha büyük). Şiddetli depremler. Herkes tarafından duyulur ve birçok kimseler korkarak dışarı kaçarlar. Ağır ev eşyaları yerlerinden oynar, birçok hallerde sıvalar düşer, bacalar hasara uğrar, genellikle hasar miktarı azdır (ivme: 250 mm/sn2.'den büyük). Çok şiddetli depremler. Herkes dışarı fırlar, otomobil kullananlar tarafından fark edilir, bazı bacalar kırılır. İyi yapılmış binalarda hasar önemsiz, orta derecede iyi ve normal yapılarda hasar az ve planı kötü olan binalardaki hasar ise oldukça fazladır (ivme: 500 mm/sn 2.'den daha büyük). Yıkıcı depremler. Bacalar, sütunlar, anıtlar ve duvarlar yıkılır. Ağır ev eşyası ters döner, otomobil kullananlar rahatsız olurlar; özel olarak iyi yapılmış binalarda hasar az, orta derecede binalarda hasar oldukça fazla, kötü yapılmış inşaatta ise hasar büyüktür. Ahşap veya yığma duvarlar (kerpiç duvar) bina iskeletinden dışarı fırlar. Kuyu sularında değişmeler görülür, az miktarda kum ve çamur akıntıları meydana gelir (ivme: 100 cm/sn2'den daha büyük). Tahrip edici depremler. Binalar temellerinden oynar, özel olarak yapılmış binalarda hasar oldukça fazladır, normal binalarda büyük hasar ve yıkıntılar görülür. Yeryüzünde çatlaklar oluşur, yeraltındaki borular kopar (ivme: 250 cm./'sn2.'den daha büyük). Felaket depremler. Çoğu binalar yıkılır, iyi yapılmış ahşap binaların bazıları harap olur. Birçok ahşap ve taş binalar temelleri ile birlikte yıkılır, zeminde çatlaklar olur, demiryolu rayları bükülür, ırmak kenarlarında ve dik yamaçlarda heyelanlar, çamur ve kum akıntıları görülür (ivme: 500 cm/sn2.'den daha büyük). Afet depremler. Ancak birkaç bina ayakta kalır, köprüler yıkılır, yerde geniş çatlaklar meydana gelir. Raylar pek fazla bükülür, kaymalar ve faylar, büyük heyelanlar oluşur (ivme: 750 cm/sn2.'den daha büyük) Büyük afet deprem, insan eliyle yapılmış hiçbir eser ayakta kalmaz, her şey harap olur. Eşyalar havaya fırlar, deprem dalgalarının yeryüzünde görüldüğü söylenir, zeminde büyük değişiklikler olur (ivme: 980 cm/sn2' den, yerin gravitasyon ivmesinden daha büyük). Depremin yeryüzünde yaptığı hasarın durumuna (niteliğine) göre saptanan şiddet derecelerinde zeminin jeolojik yapısının, kesin olmayan yapı faktörlerinin ve özellikle insanların subjektif görüşlerinin büyük rolü olmaktadır. Bu nedenle, C.F.RICHTER, zemine ve binaların yapısına bağlı olmayan, daha çok deprem odağında boşalan (açığa çıkan) enerjinin büyüklüğünü temel alan yeni bir «Şiddet değerlendirmesi» ortaya koymuş ve buna depremin Magnitüdii (büyüklüğü) demiştir. Ona göre mağnitüd: episantırdan 100 km. uzakta bulunan bir standart «Wood-Anderson» sismografının (kısa peryotlu torsion sismometresinin) kaydettiği yatay bileşene ait en büyük amplitüdün logaritmasıdır. 21 Deprem dalgalarının amplitüdleri odakta ve episantırda en büyük ise de, episantırdan uzaklaştıkça küçülür. Bu olaydan yararlanılarak, iyi kaydedilmiş bir depremin episantırı nerede olursa olsun enerjisi ve dolayısıyla magnitüdü hesaplanabilmektedir. Buna göre hazırlanan magnitüd cetvelinde (Richter ölçeğinde) en küçük depremin mağnitüdü 1,5, en şiddetlisinin magnitüdü 8,5’dur. (1906 kalifornia depreminin mağnitüdü 8,3, 1939 Erzincan depreminin 8, 1953 Yenice depreminin 7,8 ve 1976 Çaldıran depreminin 7,5 idi). Deprem dalgaları (Sismik dalgalar) Deprem, daha öncede belirtildiği gibi, bir dalga olayı, bir titreşim hareketidir. Değişik özellikte çeşitli deprem dalgaları bilinmektedir. Bunlar, önce cisim dalgaları ve yüzey dalgaları olmak üzere iki gruba ayrılırlar. Cisim dalgalarının ayrıca P ve S türleri; yüzey dalgalarının ise Rayleigh ve Love türleri vardır. Şimdi bunların özelliklerini kısaca açıklayalım; P dalgaları, hızları en fazla olan ve bu nedenle kayıt merkezlerine ilk gelen (Primer) dalgalardır. Bunlarda titreşim hareketi yayılma doğrultusundadır, bu bakımdan boyuna dalgalar olarak ta adlandırılırlar. Bunlar, içerisinden geçtikleri cisimlerin tanelerini birbirine yaklaştırır veya uzaklaştırırlar; bu nedenle de onlara kompresyon dalgaları veya dilatasyon dalgaları denir. P dalgalarının hızı, dalganın yayıldığı ortamın elastik özelliğine, rijidite ve yoğunluğuna bağlıdır. Bu dalgaların yerkabuğu içerisindeki hızı 6-7 km/sn’dir; derinlere inildikçe hız artar, Manto/Çekirdek sınırında en yüksek değerine, 13 km/sn’ye ulaşır (Şekil-4). Cismlerin şekil değişikliğine karşı direncinin sona erdiği durumlarda bile, P dalgasının hızı belirli bir değer taşır. Bunun anlamı, P dalgaları sıvı ve gaz gibi hiç bir rijiditesi olmayan maddeler içerisinden de geçebilirler. S dalgaları: hızları P dalgalarına oranla daha az olan ve bu nedenle kayıt merkezlerine ikincil olarak gelen (Sekonder) dalgalardır. Titreşim hareketleri yayılma doğrultusuna dik düzlem üzerinde «aşağıya-yukarıya» doğrudur; bu bakımdan bunlara enine dalgalar denir. S dalgaları cismin elastik şekil değişikliğine karşı gösterdiği dirençten (mukavemetten) ileri gelirler ve dolayısıyla cismin rijiditesine bağlıdırlar. Hacım değişikliği olmaksızın meydana gelen kayma hareketleri sırasında ortaya çıktıklarından, kayma dalgaları veya rotasyon dalgaları olarak da adlandırılırlar. S dalgalarının hızı, içerisinden geçtikleri cismin rijidite ve yoğunluğuna bağlıdır; bu bakımdan rijitesi bulunmayan sıvı maddelerde S dalgaları oluşmaz. Bu çok önemli bir olaydır; Yerin çekirdek kısmının sıvı karakterde olduğu bu şekilde anlaşılmıştır. S dalgalarının hızı yerkabuğunda 3,45-4,1 km/sn’dir. İç kısımlara inildikçe hız artar ve Manto Çekirdek sınırında en büyük değerine (7 km/sn.) ulaşır. Ancak çekirdeği geçemezler. Yüzey dalgaları veya uzun dalgalar (L dalgaları): Cisim dalgalarına oranla hızları daha az, peryodları daha büyük ve boyları daha uzundur (30-40 km.). Kayıt merkezlerine en son gelirler fakat sismogramlar üzerinde en şiddetli hareketleri yansıtırlar (Şekil-16). Büyük bir depremde Yerküresini birkaç kez dolaştıktan sonra belli bir gecikme ile kayıt istasyonuna ulaşırlar. Bunlar, yeryüzünün üst kısımlarında ya serbest yeryüzü süreksizliği nedeniyle, ya da yeryüzüne yakın derinliklerdeki tabakalanmadan ötürü meydana gelirler ve yeryüzünde yayılırlar. 22 Yüzey dalgalarının bir türü olan Rayleigh dalgaları Yerin serbest yüzeyinin oluşturduğu dalgalardır; hızları S dalga hızının 0,92'si kadardır. Düşey, kuzey-güney ve doğu-batı bileşen sismogramlarının her üçünde de bu dalgalar görülebilir. Bunlar normal olarak dispersiyon (dağılma, yayılma) göstermezler ise de, Yerin elastik özellikleri derinlikle değiştiğinden, depremlerde görülen gerçek Rayleigh dalgaları dispersiyon gösterirler. Yüzey dalgalarının diğer türü olan Love dalgaları, elastik dalga hızları birbirinden farklı tabakaların bulunduğu bir ortamda, hızı az olan tabakanın üst ve alt sınırından tekrar tekrar yansıyan ve frekansları birbirine yakın olan dalgaların yapıcı girişimi sonucu oluşurlar. Titreşim hareketi yayılma doğrultusuna dikey ve yataydır; düşey bileşeni yoktur; düşey bileşen sismogramlarında görülmezler. Bütün Love dalgaları dispersiyona uğrarlar; genlikleri derinlikle azalır, bu nedenle derin odaklı depremlerde kaydedilmezler. P ve S dalgaları elastik özelliği olan Yer içinde her doğrultuda yayılırlar ve yoğunlukları (fiziksel özellikleri) farklı iki ortam sınırında kırılır veya yansırlar (ses ve ışık dalgalarında olduğu gibi), yeni dalgalar üretirler. Deprem odağından yeryüzüne gelen P ve S dalgaları kayaç/hava sınırında yansırlar ve tekrar yer içine dalarlar (Şekil-15). Bir depremde P-dalgalarının amplitüdlerinin çok zayıf (belli belirsiz) kaydedildiği veya hiç kaydedilmediği ve episantırdan 103° ile 143° arasındaki uzaklıkta bulunan sahaya gölge zonu denir (Şekil-15). Şekil-15. Deprem dalgalarının Yer içindeki yayılma durumları. P-dalgaları süreksizlik yüzeylerinde kırılarak veya yansıyarak: yeni dalgalar oluştururlar. Episantırdan 103° ile 143° arasındaki bölgeye gölge zonu denir. Sismograf ve Sismogramlar : Depremleri kaydeden aletlere Sismograf veya Sismometre denir. Bunların hemen hepsi, Yer ile doğrudan doğruya dokunağı olmayan ağır bir sarkacın, deprem dalgaları etkisi altındaki davranışını saptar. Sarkacın ağırlığı 20 tondan fazla olabilir. Ağır bir cisim olan sarkaç en az (çok küçük) bir sürtünme yüzeyi ile serbest hareket edecek biçimde yerleştirilir. Deprem 23 dalgalarının titreşimleri sarkacı harekete getirir ve bu hareketler mekanik, optik veya elektromanyetik olarak kaydedilir. Çoğu rasathanelerde (gözlemevlerinde) iki yatay (Kuzey-Güney ve Doğu-Batı) ve bir düşey bileşen sismografları kullanılır. Üç bileşeni aynı zamanda kaydedebilen sismograflar da yapılmıştır. Bugün kısa ve uzun periyotlu, çok çeşitli sismograflar geliştirilmiştir. Bunların hepsi elektromanyetiktir. Kayıtlar genel olarak fotoğraf kağıdına günlük sismogramlar şeklinde yapılır. Özel amaçlar için sayısal olarak kayıt yöntemleri de kullanılmaktadır. Sismografın silindir biçimindeki tamburuna sarılı kağıt veya fotoğraf kağıdı üzerine çeşitli deprem dalgalarının titreşimleri kaydedildiğinde sismogram denilen şekiller (grafikler) meydana gelir (Şekil-16). Bunlar üzerinde P, S, L ve diğer her çeşit dalganın kayıt merkezine geliş zamanları, titreşim süreleri amplitüdleri tespit edilmiş olur. Sismogramların bu özelliğinden yararlanılarak, deprem merkezinin (episantırın) kayıt istasyonundan olan uzaklığı, depremin magnitüdü ve elverişli durumlarda odağın derinliği hesaplanabilir. Şekil-16. A: 27 Aralık 1939 Erzincan depreminin sismogramı. B: 24 Kasım 1976 Çaldıran depreminin sismogramı. Çeşitli dalgaların sismografa geliş zamanları arasındaki fark, Rasathane ile episantır arasındaki uzaklığa bağlı olarak değişir (Şekil-17) Bu olguya dayanılarak, episantırın uzaklığı hesaplanır. Bunun için özel olarak hazırlanmış zaman-uzaklık diyagramları (veya tabloları) kullanılır. Bu diyagramlar (eğriler), çeşitli dalgaların geliş zamanlarının episantıra olan uzaklığın fonksiyonu olarak çizilmesi ile elde edilir. 24 Şekil-17. P ve S dalgalarının zaman aralığı (S-P) Episantırdan uzaklaştıkça büyür. Belirli bir deprem istasyonunda, kaydedilen P ve S dalgaları arasındaki zaman farkı (S-P) tespit edildiğinde, episantırın bu istasyona olan uzaklığı kolayca bulunabilir. Ayrıca, A, B, C gözlem istasyonlarının episantırdan uzaklıkları (a, b, c) bilindiğinde, episantırın yeri de saptanabilmektedir. Episantırın rasathaneye yakın olduğu hallerde, uzaklık hesap edilirken ilk gelen S dalgası ile ilk gelen P dalgasının geliş zamanları arasındaki farktan (S-P'den) yararlanılır (Şekil17). Uzak ve çok uzak depremlerde ancak zaman-uzaklık eğrileri kullanılır (Şekil-18). Episantırın yeri ise, üç farklı kayıt istasyonunda hesaplanan uzaklıklar yardımıyla saptanır. Farklı uzaklıklar yarıçap olmak üzere çizilecek üç dairenin kesiştiği nokta veya saha episantırın coğrafik yerini verir (Şekil-19). Sismogramlardaki yatay çizgiler zaman eksenleridir; bunlar üzerinde dakika ve saat başları belirtilmiştir. Şekil-18. P, S ve yüzey dalgaları için zaman-uzaklık eğrileri 25 Şekil-19. 24 Kasım 1976 Çaldıran depremi Episantırının Tiflis, Tahran ve Ankara'da bulunan kayıt merkezleri aracılığı ile bulunması. Episantır, yarıçapları a, b, c olan üç dairenin kesiştiği alandır (küçük yıldız). Deprem Çeşitleri Depremler yalnız kıtalarda değil, okyanus diplerinde de meydana gelirler ve deniz depremleri'ni oluştururlar; bu sırada deniz yüzeyi kabarır, gemide bulunanlar geminin bir kayaya çarptığını, kıyıya oturduğunu sanırlar. Çoğu kez balıklar sersemler veya ölürler. Deniz depremlerinin su içerisindeki dalgalarına sismik deniz dalgaları veya Japonca deyimi ile tsunami denir. Bunlar gel-git (med-cezir) dalgalarından farklıdırlar ve derin körfezlerde büyük hasar yaparlar. 15 Haziran 1896'da Japonya'nın Sanriku bölgesi bu dalgaların etkisi ile su altında kalmış ve 27.000 kişinin ölümü ile 10.000 den fazla evin yıkılmasına neden olmuştur. Dalgalar kıyıdan 200 km. uzakta deniz altındaki bir depremden gelmişlerdi. 30 m. yüksekliği olan bu dalgalar Miyako şehrini silip süpürmüşlerdi. Sanriku tsunamisi 4790 mil uzakta bulunan San Fransisko’da kaydedilmişti. Dalgalar Pasifik Okyanusu saatte 720 km'lik ortalama bir hızla 10 saat 34 dakikada geçmişlerdi. Bazı büyük depremlerden önce bir sıra küçük sarsıntılar kaydedilir ki, bunlara haberci depremler veya öncül depremler denir. Hemen bütün büyük depremler en şiddetli safhalarından sonra daha bir süre küçük depremler olarak etkilerini sürdürürler; bunlara da artçı depremler adı verilir. Artçı depremlerin sayısı genellikle çok, şiddetleri (magnitüdleri) ise değişiktir; asıl depremden sonra aylarca ve bazen yıllarca sürebilirler. Bazı istisnaları olmakla beraber, büyük bir depremden sonra aynı şiddette diğer bir deprem meydana gelmemekte, fakat daha az şiddetli ve daha küçük frekanslı bir sıra depremler uzun süre devam etmektedir.1906 Kalifornia depreminde sabahtan öğleye kadar 90 artçı deprem kaydedilmişti. Mino-Owari depreminde ise, ilk günde 118 ve ilk ayda 1746 sarsıntı tespit edilmişti. 28 Mart 1970 Gediz depreminden sonra kaydedilen magnitüdü 3'ten büyük artçı depremlerin sayısı da; ilk on günde 175'i, bir ay sonunda 286'yı, üç ayda 380'i ve 6 ay sonra 500'ü bulmuştu. 26 Depremlerin çoğunluğunun odakları 10 ile 30 km. arasındaki derinliklerdedir. Odak derinliği 60 km'ye kadar olan depremlere Sığ depremler, 60 ile 300 km. arasında olanlara Orta derinlikte depremler, odak derinliği 300 ile 700 km. arasında olanlara da derin depremler denir. Odak derinliği az olan sığ depremler uzaklardan duyulmazlar; fakat episantır çevresinde şiddetle his edilirler; bunların yüzey dalgaları (L dalgaları) büyüktür. Odak derinliği arttıkça yüzey dalgalarının boyutları küçülür, çok derin depremlerde ise bu dalgalar hemen hiç kaydedilmezler. Bu nedenle, yüzey dalgalarının sismogramlar üzerindeki kayıt şekillerinden odağın derinliği hakkında tahminler yapmak olanağı ortaya çıkar. Deprem odağı matematik anlamda bir nokta değil, belirli büyüklüğü olan bir alandır (sahadır). Eğer depremin nedeni bir fay ise, odak fayın kırılmaya ve yırtılmaya başladığı yerdir. Genellikle fay bir noktadan kırılmaya başlar ve kendi boyunca yırtılır. Yırtılmanın hızı P dalgasının hızından azdır, fakat S dalgasının hızından daha fazla olabilir. Derin odaklı depremlerin hemen hepsi Pasifik Okyanusu çevreleyen takımadalarda (ada yaylarında) ve Güney ve Orta Amerika'nın batı kıyıları boyunca sıralanmışlardır (Şekil-20). Levha tektoniği açısından bu yerler Litosfer levhalarının Manto içerisine daldığı zonlardır (Benioff zonları). Sığ depremler ise, kıtalarda ve okyanuslardaki büyük kırık zonlarda, faylı bölgelerde (özellikle transform faylar boyunca) meydana gelmektedirler (Şekil-20). Şekil-20. Levha tektoniği açısından derin ve sığ odaklı depremlerin oluştuğu yerleri gösterir blokdiyagram. Deprem Coğrafyası ve depremsellik (sismisite) Depremler Yerküresinin belirli bölgelerinde çok sık ve şiddetli olarak meydana gelmekte, diğer bazı bölgelerde ise çok az oluşmakta ve duyulamayacak kadar hafif geçmektedir. 1961 ile 1967 yılları arasında bütün dünyada meydana gelen 30.000 depremin episantırları bir harita üzerine yerleştirildiğinde (Şekil-21), bunların genellikle levha sınırlarını izledikleri ve özellikle iki kuşak üzerinde toplandıkları dikkati çeker. Bu kuşaklardan birisi ve en belirgin olanı Pasifik Okyanusunu çevreleyen Pasifik: - kuşağı; diğeri Cebeli Tarık'tan Endonezya adalarına kadar uzanan ve Türkiye ile yakın komşularını içerisine alan Akdeniz - Himalaya kuşağıdır (Şekil-21). Dünyadaki tüm depremlerin % 68'i Pasifik kuşağında, % 21'i AkdenizHimalaya kuşağında ve geri kalan % 11'i ise diğer kıtalarda yer almaktadır. 27 Akdeniz deprem kuşağı içerisinde bulunan ülkemizde bütün tarih boyunca şiddetli ve yıkıcı depremler olmuş ve özellikle son 100 yıl bu açıdan aktif bir dönem olarak geçmiştir. Bu dönemde şiddeti 9'un üzerinde, magnitüdü 6'dan daha büyük 28 deprem olmuş, 60-70 bin kadar can kaybı ve yüz milyonlarca lira değerinde maddi zarar meydana gelmiştir (Şekil-10). Genellikle Kuzey Anadolu, Ege bölgesi, Marmara havzası, Doğu Anadolu ve Hatay, memleketimizin en çok sarsılan bölgeleridir. Şekil-21. 1961 ile 1967 yılları arasında bütün dünyada meydana gelmiş olan 30.000 depremin episantırlarının yeryüzündeki dağılımı, iri noktalar derin odaklı depremleri gösterirler. Bir bölgede meydana gelen depremlerin şiddeti ve tekrarlama sayısı, o bölgenin sismisitesini (depremselliğini) belirler. Genellikle, depremlerin sık sık meydana geldiği bölgelerde sarsıntıların şiddetleri de fazla olur. Sismologlar, dünyada bir yıl içinde duyulabilecek şiddette (Magnitüdü 2 olan) bir milyondan fazla deprem olduğunu kabul ederler. Aşağıdaki çizelgede, sığ odaklı depremlerin yıllık ortalama sayıları ile magnitüdleri gösterilmiştir. Magnitüd 8,6-7,7 7,7-7,0 7-6 6-5 5-4 4-3 3-2,5 Yıllık Ortalama Sayı (En büyük depremler) (Büyük depremler) (Yıkıcı depremler) Yaklaşık Toplam : 2 12 108 800 6200 49.000 100.000 150.000 ! Gerçek değerler Bölgesel İstatistiklere göre yaklaşık değerler 28 Depremselliği en yüksek olan ülkeler; Japonya, Batı Meksika, Malezya ve Filipinlerdir. Akdeniz kuşağı ve Kaliforniya ikinci sırada yer alırlar. Kıtalarda olduğu gibi, ayrı ayrı ülkelerde de depremsellik bölgelere göre değişik değerler taşır. Bir ülkede bazı bölgeler sık sık şiddetlice sarsıldıkları halde, diğer bölgeler daha az sayıda ve daha hafif depremlerden etkilenirler. Böylece, kıtalar ve ülkeler depremsellikleri birbirinden farklı bölgelere veya zonlara bölünebilmekte, deprem bölgeleri veya deprem zonları haritaları yapılmaktadır. Türkiye örneğinde, ülkemiz 5 zona ayrılmış ve birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü derece deprem zonları ve tehlikesiz zon olarak adlandırılmışlardır (Şekil-22). Bu zonlar aynı zamanda depremin meydana getirdiği tehlikenin (can ve mal kaybının) derecesini yansıtır. Birinci derece deprem zonu deprem tehlikesinin en büyük olduğu sahaları; dördüncü derece deprem zonu ise, deprem tehlikesinin en az olduğa sahaları içerirler. Tuz gölü ile AnamurSilifke arasındaki bölge ve Güneydoğu Anadoluda Suriye Irak sınır bölgesi depremsellik bakımından şimdilik tehlikesiz sayılmaktadır (Şekil-22). Şekil-22. Türkiye'nin depremselliğini veya deprem tehlikesi derecelerini yansıtan deprem bölgeleri haritası. 29 ARAZİ İNCELEMELERİ VE YERİNDE ÖRNEK ALMA YÖNTEMLERİ Zemin incelemelerinin yapılabilmesi ve numune alma işleminden önce zeminle ilgili bir yöntem belirlenmelidir. Bu inceleme için en uygun yöntemler: 1-) Deneme çukurları açmak, 2-) Sondaj yapmak 3-) Jeofizik yöntemler uygulamak Bu yöntemlerden hangisinin uygun olabileceği, incelenecek zeminin yapısına bağlıdır. Bilindiği gibi zeminler, Normal Zeminler ve Kaya Zeminler şeklinde ayrılırlar. Normal Zeminler: Yumuşak, gevşek, sert, katı gibi çimentolaşmamış malzemelerdir. Bunlarda kendi içinde, kohezyonsuz ve kohezyonlu zeminler olarak ikiye ayrılır. Kohezyon: Zemin tanelerinin yapışma, bitişme, kaynaşma özelliğidir. Kohezyonsuz Zeminler: Kum ve çakıllar. Kohezyonlu Zeminler Kil, silt, organik zeminler (Turba) bu tür zeminler tek başına kil, silt, kum, çakıl olabileceği gibi, bunların değişik oranlarda karışımından da oluşabilir Kaya Zeminler: Genellikle sert, rijit ve çimentolanmış malzemelerdir. Normal zeminlerde, özellikle killerde derin incelemeler için sondajlar daha iyi sonuç verir. Yüzeysel incelemeler ise deneme çukurları ile yapılmalıdır. Kumlu zeminlerde ise sondajlar yapılması uygundur. Kayalarda ise genellikle sondajlar yapılır. Kayalarda karotlu sondajlar kaya özelliklerini tanıma açısından tam ve doğru bilgi verirler. Fakat bloklu, çatlaklı ve çok kırıklı kayalar için inceleme olanağı oldukça sınırlıdır. Bu durumlarda uygulanabildiğince geniş çaplı sondajlar yapılması ve zor olmakla beraber deneme çukurları açılmalıdır. Sondajlar deneme çukurlarına oranla daha pahalı yöntemlerdir. Deneme Çukurları Açmak Yüzeysel zemin incelemelerinde elle örselenmemiş numune alınmasında ve yine yüzeyden az bir derinliğe kadar zemin profili çıkartılmasında uygulanacak en doğru güvenilir bir yöntem deneme çukurlarıdır. Deneme çukurları en az 100x200 cm boyutunda, 3-4 m derinlikte kazılmalıdır. Kazma işlemi kazma, kürek veya mekanik kazıcılarla yapılır Çukur sayısını zeminin jeolojik verileri ve yapının özelliği belirler 3 m’den daha derin çukurlar kazılırken yan kenarların yıkılmaması için basamak yapılır. Akıcı zeminlerde ise eğim uygulanır. Sondaj Yapmak Sondaj, bir delici uç aracılığıyla yeryüzünden başlayarak içeri doğru belirli bir çap ve derinlikte, dönen borularla veya darbeli tel halat ve matkap ile kuyular açılmasına sondaj denir. Genellikle incelenecek zeminin ortasında bir, kenarlarında da üç veya dört sondaj 30 yapılır. Duruma göre sayı artırılabilir. Bir sondaj işleminde en az 2 m’de bir olmak üzere zeminin karakteri değiştikçe örnekler alınır. Bu örnekler; Örselenmiş Örnekler, önceden alınan önlemlerle bozulmuş veya değişmiş zeminlerden alınan örneklerdir. Örselenmemiş Örnekler: Zemin özellikleri veya yapısının değiştirilmeden özel yöntemlerle alınan örneklerdir. Bu örnekler, kayalarda kolaylıkla alınabildiği halde normal zeminlerde belirli bir örnek alma yöntemlerinin kullanılmasıyla elde edilebilir. Karot: Sondaj yaparken özel sondaj donanımları ile kayalardan alınan silindir şeklindeki bir tip örselenmemiş örnektir. Sondaj Çeşitleri a-) Dönel (Rotary) sondajlar b-) Darbeli sondaj c-) Burgulu sondaj d-) Basınçlı su ile sondaj a-) Dönel Sondajlar: Özellikle kayalarda uygulanan bu yöntemde kesici ve öğütücü bir matkaba, dönme hareketi veren bir makinaya, kesilen zemin üzerinde matkabın basıncını koruyan bir düzeneğe ve matkap kesintilerini (karot veya sediman ) dışarı atabilecek bir sisteme ihtiyaç vardır. Kesintiler pompalanan su veya sondaj çamuru aracılığıyla delik dibinden sondaj boruları boyunca yukarıya çıkarılıp incelemesi ile yapılan sondajdır Bu yöntemle çapları 2 cm'den 100 cm'ye kadar olan çok derin delikler açılabilir. Her türlü zeminden silindirik karot örnekler alınabilir. Bu yöntem çok gelişmiş ve çok kullanılan bir yöntemdir b-) Darbeli Sondajlar: Normal zeminlerde iri taş, moloz veya kaya parçalarına oluşan zeminlerde, sert killerde bu yöntemle 100 mm’den büyük çapta sondaj deliği açılabilir. Eskiden beri kullanılan bir yöntemdir. c-) Burgulu Sondajlar: Bazı sondaj kuyuları elle kullanılan veya motorla işleyen burgularla açılır. Burgu kullanılarak yapılan sondajlar sert olmayan zeminlerde yapılabilir. El Burguları, kol kuvveti ile çevrilirler, bu burgularla yapılan sondajlarda delik çapları 50-200 mm, ortalama sondaj derinliği ise 6-7 m’dir. Burgu boruları birbirlerine eklenerek boyları uzatılabilir. Motorlu Burgular, en fazla 200 mm çapındaki deliklerin açılmasında ve ortalama 25 m derinliğe kadar inilmesine elverişlidir. 31 d-) Basınçlı Su ile Sondaj: Ortası delik bir matkaptan fışkırtılan basınçlı suyun etkisi ve matkabın sondaj deliğinde döndürülmesi ile zeminden parçalar kopartılır. Kopartılan parçalar basınçlı suyun etkisi ile suya karışarak yüzeye çıkartılır. Bu yöntem yumuşak ve birörnek (üniform) killi, kumlu zeminlerde sığ sondalar için elverişlidir. Jeofizik Yöntemler a-) Sismik Yöntem Yapay olarak oluşturulan sarsıntı dalgalarının zeminin çeşitli katmanları içindeki hızlarının ölçülmesi ve buradan zemin katmanlarının cins ve kalınlıklarını belirleme prensibine dayanır. Ses dalgalarının hızları yani sismik hızlar zeminlerin yoğunluğu ile ilgilidir. Yoğunluğu fazla olan zeminlerde sismik hız daha fazladır. Küçük alanlarda ses dalgaları, bir çelik levha üzerine balyoz ile vurularak, daha geniş alan incelemelerinde ise dinamit patlatılarak sismik dalgalar oluşturulur. Oluşan sismik dalgalar çeşitli aralıklarla yerleştirilen alıcılara (jeofon), geliş zamanlarını izleyip değerlendirmek için sismik reaksiyon aracı (osilograf) kullanılır. Bu yöntem diğerlerine göre daha az derinlikteki katmanların belirlenmesinde kullanılır. Şekil-23. Sismik Yöntem (Sismik Refraksiyon) b-) Elektrik Rezistivite Yöntemi Bu yöntemle yere elektrot denilen metal çubuklarla akım verilir. Elektrotlar arasında bulunan diğer bir çift elektrot yardımıyla verilen akımın oluşturduğu potansiyel ölçülür. Kayaçlar genellikle verilen akıma karşı birbirinden farklı dirençler gösterirler. Bu direnç farklılıklarına dayanılarak kayaç kütlelerinin yayılımı ve tabakalanma sınırları belirlenir. 32 ZEMİNLERİN OLUŞUMU Zemin; yerkürenin kabuğunun dış kısmını oluşturan, taneli, boşluklu doğal madde (malzeme)’dir. Kalınlığı, birkaç desimetreden, birkaç yüz metreye kadar değişir. Tanelerin boyutları, birkaç desimetreden, gözle seçilemeyen boyuta (mm.’nin 10.000, 100.000, 1.000.000 da biri vb. büyüklükte) kadar olabilir. Tanelerin şekli (biçimi); yuvarlak, köşeli, yassı, iğne gibi olabilir. Zemin, kaya(ç)ların fiziksel parçalanması (Mekanik ayrışma) ve kimyasal ayrışması ile oluşur. Milyonlarca yıldan beri (bazı kaynaklara göre yaklaşık 4,6 milyon yıldan beri), kayalar zeminlere, zeminler de kayalara dönüşmektedir (Şekil-32). Bu olaylar, günümüzde de devam edip gitmektedir. MAGMA MAGMATİK KAYAÇLAR Granit-Bazalt UFAK TAŞ ve TOPRAK MİGMATİT Kıvrımlı-Kırıklı TABAKALAR ve KAYAÇLAR ORGANİZMA METAMORFİK KAYAÇLAR Gnays-Şist-Mermer SEDİMANLAR (Gevşek Tortullar) Çakıl, Kum, Silt, Kil, Kireç, Tuz, Turba, Sapropel. TORTUL KAYAÇLAR Konglomera, Kumtaşı, Silttaşı, Kiltaşı, Kireçtaşı, Tuz, Kömür, Petrol, Gaz. Şekil-32:Maddenin yeryüzünde ve yerkabuğu içindeki dolaşımını gösteren şematik çizim. Başlangıç noktası olarak MAGMA alınmıştır. Sol tarafta dış olaylar, sağ tarafta iç olaylar birbirini izlemektedir (Ketin,1975). 33 Kayaların fiziksel parçalanması (ayrışması) ile kayalar, boyut olarak daha küçük kısımlara ayrılır. Fakat kayanın kimyasal bileşimi değişmez. Kayaların parçalanmasına neden olan etmenler çok değişiktir. Kayalarda, gece-gündüz veya mevsimler arasındaki sıcaklık farkları nedeniyle, çatlaklar oluşabilir. Bu çatlaklara giren suyun donması ile kayalar parçalanmaya uğrayabilir. Su donduğu zaman, hacminde 1/10 kadar bir genişleme meydana gelir. Bu genişleme sınırlanırsa, büyük basınçlar (kuvvetler) oluşur. Ayrıca, yüksekliğin (kalınlığın) azalması (Erozyon) ile kaya içinde oluşan farklı iç gerilmeler de, kayaların çatlamasına yol açabilir. Bitki ve ağaç kökleri, kayaların çatlaklarına girerek, onları daha da genişleterek, fiziksel parçalanmaya katkıda bulunurlar. Akarsularla taşınan parçalar; birbirine çarparak (aşınma), akarsu yatağındaki kaya veya parçalara çarparak (aşındırma), daha da küçük parçalara ayrılır, köşeli taneler yuvarlaklaşır. Şiddetli yağışlar sonrası oluşan geçici seller de, benzer olaylara yol açar. Deniz veya göl kıyısındaki dalgalar, kıyılara çarparak, taneleri ileri-geri hareket ettirerek fiziksel parçalanmalarına neden olur. Rüzgar, silt-kum boyutlarındaki parçalanmaya yardımcı olur. taneleri sürükleyerek, kayalara çarparak, fiziksel Buzullar, taşıdıkları parça veya taneleri birbirine veya üzerinde hareket ettikleri yerel kaya veya parçalara sürterek, fiziksel parçalanmaya katkıda bulunur. Geçmişte, kuzey ve güney yarımkürenin, kuzey ve güney kısımları ile dağlık bölgelerinde (Kanada, Orta-Kuzey Avrupa vb.) oluşan soğuk iklim-sıcak iklim dönemleri, buzulların oluşmasına ve hareketlerine yol açmıştır. Tepelerde parçalanan kayalar veya taneler; yerçekimi etkisiyle aşağıya yuvarlanarak, kayarak, fiziksel parçalanmaya uğrarlar. Kayaların kimyasal ayrışması ile kayaların kimyasal bileşimi değişir, yeni maddeler meydana gelir. Kayaların kimyasal ayrışmasında birçok etmen rol oynar. Havadaki oksijeni ve karbondioksiti eriterek içine alan yağmur suyu, yüzey toprağındaki asitleri de alarak, kayalarda kimyasal reaksiyonlara yol açar. Bu kimyasal reaksiyonlar sonucunda, özellikle killer oluşur. Bitki ve hayvanların yaşamları sonucu yüzey toprağında oluşan bakteriler, çeşitli asitler (karbonik asit, nitrik asit vb.) salgılayarak, kayaların kimyasal ayrışmasına yol açarlar. Zeminler, yerinde oluşmuş (kalıntı, rezidual) ve taşınmış (transported) zeminler olmak üzere, iki ana gruba ayrılırlar. Yerinde oluşmuş zeminler, ana kayanın parçalanması ve ayrışması ile ana kayanın üzerinde oluşur. Bunların tipik kesiti Şekil-33’de görülmektedir. Tropikal (bol yağışlı, sıcak) bölgelerde, ana kayanın üzerinde, özellikle kimyasal ayrışma sonucu, metrelerce kalınlıkta yerinde oluşmuş zemin bulunabilir. 34 Şekil-33. Yerinde oluşmuş bir zeminin tipik kesiti. Taşınmış zeminler; parçalanma ve ayrışma sonucu oluşan tanelerin, akarsu, buzul, rüzgar, dalga, kıyı akıntısı, yer çekimi vb. ile taşınarak, biriktirilmesi ile oluşan zeminlerdir. Taşıyıcı etmenler, aynı zamanda parçalanmaya da katkı da bulunabilirler. Akarsuların taşıyıp yığdığı zeminlere genel olarak alüvyon (zeminler) denilir. Bunlar; blok, çakıl, kum, silt, kil karışımı zeminlerdir. İri taneler, akarsuyun eğiminin büyük olduğu yukarı kısımlarda birikirken, ince taneler daha aşağı kısımlarda, deltalarda, deniz ve göllerde birikirler. Bu nedenle, tabakalanma gösterebilirler. Deniz ve göllerde yatay tabakalar halinde üst üste yığılan bu zeminler, basınç, ısı vb. etkilerle tortul, metamorfık (başkalaşmış) kayalara dönüşür. Daha sonra da tektonik etkilerle kıvrılarak yükselebilirler. Parçalanma ve ayrışma ile tekrar zemine dönüşebilirler. Buzullar, taşıdıkları taneleri, geçtikleri veya sona erdikleri yerlerde biriktirirler. Böyle zeminlere buzul zeminleri denilir. Bunlar, yukarı kısımlarda taşlı, aşağı kısımlarda siltli, killi olabilirler. Kuzey ve güney yarım kürenin, kuzey ve güney kısımlarında bolca bulunurlar. Rüzgarlar, silt, kum boyutundaki taneleri havalandırarak, kilometrelerce uzaklara taşıyarak, yığabilirler. Rüzgarlarla taşınarak, silt boyutundaki tanelerden oluşan zeminlere lös (loess), kum boyutundaki tanelerden oluşan zeminlere kumul (sand dune) denilir. Tepelerdeki kayaların parçalanması, ayrışması ile oluşan parça ve tanelerin yerçekimi etkisiyle aşağıya yuvarlanması, kayması ile yamaçlarda ve yamaç eteklerinde oluşan zeminlere yamaç zeminleri denilir. Bunlar bloklu, killi vb. olabilirler. Bir zemin kitlesinin yüzeyinde, kalınlığı birkaç desimetreden 1-2 m. ye kadar olabilen bitkisel toprak bulunur. Bitkisel toprak; bitki ve hayvan yaşamı sonucu, yüksek oranda organik madde (humus) içerir, rengi koyudur, kokusu vardır. Bitkileri besleyen bu toprak tabakası, dünyadaki canlı yaşamı için son derece önemli olup, binlerce yılda oluşabilmektedir. Yüzeydeki bu bitkisel toprak, daha çok ziraatçıların ilgi alanına girer. İnşaat Mühendisliğinde yapılar temeller ile zemine oturtulurken, bu bitkisel toprak tabakasının altına inilir Dilimizde sık sık kullandığımız zemin ve toprak sözcükleri eş veya yakın anlamlı olup, karışık kullanılmakla birlikte; Zemin Mekaniğinde daha çok zemin sözcüğü yeğlenmektedir ve zemin de genellikle inorganik veya az organiktir. Zemin ve toprak terimleri jeoteknik, jeoloji ve tarım dallarındaki kullanış anlamlarını karıştırmamak amacıyla şöyle tanımlanabilir. 35 Zemin: İnşaat mühendisliğinde, kayaçların ayrışarak, taşınarak ve çeşitli ortamlarda çökelmesiyle oluşmuş, taşlaşmamış blok, taş, çakıl, kum, silt, kil, gibi malzemeye verilen addır. Toprak: kayaçların en üst kısmında organik ve inorganik gereçlerin, ayrışmasıyla oluşmuş yaklaşık bir kaç metre kalınlıkta, altındaki kayaçtan renk ve yapısal görünümüyle farklı, tarımsal yönden üretken bir kısımdır. Zemin Mekaniğinin Uygulama Alanları Zemin Mekaniği bilgileri ile aşağıdaki vb. sorunlar çözülür: Bir bina (Şekil-34) için: Temel zemini ne kadar yükü (basıncı) güvenle taşır (Zeminin emin taşıma gücü veya zemin emniyet gerilmesi ne kadardır?)? Hangi temel sistemi uygundur (tekil, şerit, radye, kazıklı temel sistemi vb.)? Temeller nasıl projelendirilir (boyutlandınlır, donatılandırılır)? Temellerin oturmaları ne kadar olacaktır? vb. Şekil-34. Bina için Zemin Mekaniğinin ilgi alanları. Bir dayanma (istinat) duvarı (Şekil-35) için: Zeminin dayanma duvarına uyguladığı yanal basınçlar veya itki nasıl hesaplanır? Dayanma duvarı nasıl projelendirilir? vb. Şekil-35. Bir dayanma duvarı için Zemin Mekaniğinin ilgi alanları. Bir toprak baraj (Şekil-36) için: Toprak baraj nasıl inşa edilir? Hangi zemin(ler) kullanılır? Barajın boyutları, şevlerinin açılan ne kadar olmalıdır? Baraj içinden ne kadar su sızar? Sızan su hangi sorunlara yol açabilir? vb. Şekil-36. Bir toprak baraj için Zemin Mekaniğinin ilgi alanları. 36 Bir doğal veya yapay şev (Şekil-37) için: Mevcut şev güvenlimidir? Güvenli şev açısı ne kadar olmalıdır? vb. Şekil-37. Bir şev için Zemin Mekaniğinin ilgi alanları. Bir su yapısı (beton baraj, su alma yapısı vb.) için (Şekil-38): Yapı altından ne kadar su sızar? Sızan su hangi sorunlara yol açar? Su akımı durumunda, yapı altındaki su basıncı dağılışı nasıl hesaplanır? Şekil-38. Bir su yapısı için Zemin Mekaniğinin ilgi alanları. Bir yol, havaalanı vb. de bir yapıdır (Şekil-39). Temel tabakaları hangi tür (cins, sınıf) zeminlerden ve nasıl oluşturulur? Uygulama nasıl kontrol edilir? Şekil-39. Bir yol, havaalanı vb. için Zemin Mekaniğinin ilgi alanları. 37 Zeminler hakkında bazı bilgiler Zeminler, kabaca iki ana gruba ayrılabilirler (Şekil-40) Şekil-40. Başlıca zemin türleri. İri taneli zeminlerde, taneler çıplak gözle seçilebilir olup, birbirine yapışık değildirler. Islak iken kum taneleri arasında zayıf (geçici veya yalancı) yapışma kuvvetleri, yüzey gerilim kuvvetlerinden ileri gelip; kum kurutulursa veya suya daldırılırsa, yok olurlar. İri taneli zeminler de iki alt gruba ayrılırlar: Çakıllar ve kumlar. Çakıllar ve kumlar da kendi aralarında iri, orta ve ince diye alt gruplara ayrılırlar. Taneli zeminler (kumlar ve çakıllar), tanelerin dizilişine bağlı olarak sıkı (az boşluklu) ve gevşek (çok boşluklu) durumda bulunabilirler (Şekil-41). Şekil-41. İri taneli zeminlerde başlıca sıkılık durumları İnce taneli (kohezyonlu) zeminlerde taneler, çıplak gözle güçlükle görülebilmekten, ancak mikroskopla (optik veya elektron) görülebilmeye kadar küçük boyutludur. Bunlardan siltler, kayaçların fiziksel parçalanması sonucu oluşmuş olup, kaya unu adını da alırlar. Killer ise kayaçların kimyasal ayrışması ile oluşmuş çok ince taneli zeminlerdir. Killer, alüminyum (ve/veya demir, magnezyum vb.) silikatlardır. Kil taneleri yassı (plaka, yaprak) biçimli olup, çok küçüktürler (0,002 mm. den küçük). Kil, kil + silt karışımı zeminlerde taneler, taneler arası çekim kuvvetleri nedeniyle birbirine yapışıktırlar. Bu çekim kuvvetleri; çeşitli elektrik yüklerinden (iyonsal bağlar, Van Der Waals bağlar, hidrojen bağları vb.) kaynaklanmaktadır. Kohezyonlu zeminler ıslak iken yumuşak, kuru iken serttir. Islandıkları zaman bir miktar şişerler (Hacimleri biraz artar.). Kurudukları zaman büzülürler (Hacimleri biraz azalır.). Islak iken plastiklik (veya plastisite) özelliği (Zorlukla veya kolayca şekil verilebilme özelliği) gösterirler. Çakıllar, kumlar ve saf siltler ıslandıklarında plastiklik özelliği göstermezler (Plastik olmayan zeminler). 38 Killer, kimyasal yapılarına göre, başlıca 3 gruba ayrılırlar. Kaolin, illit ve montmorillonit. Bunlardan kaolin ıslanınca az, illit orta derecede, montmorillonit çok şişer. İnce kum, silt zeminler oluşma sırasında petek (boşluklu) bir yapı dizilişi gösterebilirler (Şekil-42). Böyle bir yapı çok boşlukludur. Böyle zeminler, ıslandıkları zaman büyük oturmalara uğrarlar (Çökebilen veya göçebilen zeminler). Şekil-42. İnce kum, silt zeminlerde petek yapı Kil taneleri oluşma sırasında başlıca iki diziliş (yapı) meydana getirirler: Kenar yüz değmesi ve yüz yüze (paralel) dizilişleri (Şekil-43). Şekil-43. Killerde tane dizilişleri. Kil ve siltler (veya killi siltler) birbirine benzemekle birlikte, arazide basit yöntemlerle birbirinden ayırt edilebilirler. Siltler suda hızlı dağılır, killer yavaş dağılır. Islak silt hızlı kurur, kil yavaş kurur. Kuru silt parmaklar arasında kolayca ufalanır (dağılır), kuru kil kolayca ufalanmaz. Islak kil parmaklara daha çok yapışır. Zeminler doğada saf gruplar veya saf alt gruplar halinde bulunabildikleri gibi, bunların karması (genel zemin) olarak da bulunabilir. Zeminler yapıların altında yük taşıyan bir ortam olabildikleri gibi; toprak yapıların (Toprak baraj, toprak set vb.), dolguların (Yol, havaalanı, kaplamalar veya yeni temel zemini) oluşturulmasında malzeme olarak kullanılır. Temiz kum ve çakıllar; beton üretiminde, filtre oluşturulmasında (Filtre suyu geçirir, tanelerin sürüklenip gitmesine izin vermez.) vb. işlerde kullanılır. Killer; geçirimsizlik oluşturmada (Toprak barajlarda kil çekirdek, katı atık (çöp) depolarında sızdırmaz taban ve yanların oluşturulmasında vb.) kullanılır. Killer; tuğla, kiremit, her çeşit seramik, mutfak eşyaları, kağıt, ilaç vb. üretimi, sondajlarda sondaj çamuru vb. pek çok işte kullanılır. 39 ZEMİNLERİN TEMEL (FİZİKSEL) ÖZELLİKLERİ Temel fiziksel özelliklerin tanımları Zemin, en genel durumda, 3 bileşenden meydana gelir (Şekil-44): Taneler (katı), taneler arasındaki boşluklarda bulunan su (sıvı) ve taneler arasındaki boşluklarda bulunan hava (gaz). Zemin 3 fazlı (durumlu) (katı, sıvı, gaz) bir sisteme sahiptir. Şekil-44. Zemini oluşturan 3 bileşen (faz veya blok diyagramı). Taneler arası boşluklar; kısmen su ve kısmen de hava ile dolu olabildiği (Yaş veya ıslak zemin, kısmen doygun zemin v.b) gibi, suya tam doygun zeminlerde tamamen su, kuru zeminlerde tamamen hava ile doludurlar. Zeminleri tanımak, sınıflandırmak, zemini hesaplanabilir yapmak vb. için bazı tanımlar yapılmıştır. Bir parça zemin alalım. Bu zemin parçasında bileşenler (tane, su, hava), parçanın her tarafına dağılmış olarak yer alırlar. Tanımları yapmada kolaylık ve basitlik sağlamak üzere, bileşenleri bir araya gelmiş gruplar olarak düşünelim. Şekil-44’deki şemada, tanelerin boşluksuz olarak tane kısmında toplandığı düşünülmelidir. a-) Birim hacim ağırlıklar veya birim ağırlıklar Bilindiği üzere, bir cismin birim hacminin (1 cm3, 1 m3 vb.) ağırlığına, o cismin birim hacim ağırlığı (veya birim ağırlık) denilir. Birim hacim ağırlığının (γ) birimi, gr/cm3, t/m3 vb. olabilir. Bu genel tanımı, zemin için özel tanımlar olarak aşağıdaki gibi yapabiliriz. Yaş (ıslak) birim hacim ağırlık, zeminin yaş ağırlığının, tüm hacmine oranı olarak tanımlanır. Bu terim, doğal zeminler için doğal birim hacim ağırlık adını alır. 40 Kuru birim hacim ağırlık (γk), yaş veya kuru zemindeki, kuru ağırlığın (tane ağırlığının), tüm hacme oranı olarak tanımlanır. Su altındaki zeminler vb. doygun birim ağırlığa sahiptir. Doygun birim hacim ağırlık (γd), suya tam doygun zeminlerde; tüm ağırlığın, tüm hacme oranı olarak tanımlanır. Su altındaki (batık) birim hacim ağırlık (γ'), serbest yeraltı suyu altındaki zeminler için söz konusu olup; doygun birim hacim ağırlık ile suyun birim hacim ağırlığı arasındaki fark olarak tanımlanır. Tane birim hacim ağırlığı (γs), tane kısmının (boşluksuz) birim hacim ağırlığı olarak tanımlanır ve tane ağırlığının, tanelerin toplam (boşluksuz) hacmine oranı olarak yazılır. Tane birim hacim ağırlığı, tanelerin meydana geldiği kayaca (minerale) bağlı olarak değişik değerler alır. Çoğu zeminler için 2,60-2,80 gr/cm3 arasında değere sahiptir. Özgül ağırlık (tane), tane birim ağırlığının suyun birim hacim ağırlığına oranı olarak tanımlanır. Özgül ağırlık (bağıl yoğunluk) birimsizdir. Birim (Hacim) ağırlık ile yoğunluk birbirine benzemekle, birbirine karıştırılmakla, hatta birbirine eşit alınmakla birlikte; birim ağırlığın birimi kuvvet/hacim, yoğunluğun birimi ise kütle/hacim olup, uluslararası sistemde (SI) birim ağırlık için kN/m3, yoğunluk için g/cm3, kg/cm3 gibi birimler kullanılıyor. Bu ders kapsamında kullanılan gr., t. vb. birimler daha çok kuvvet anlamında kullanılmaktadır. b-) Boşluk oram Boşluk oranı (e); boşluklu bir yapıya sahip olan zeminde, boşluk durumunu yansıtan bir terimdir ve boşluk hacminin, tane hacmine oranı olarak tanımlanır. 41 Birimsiz olan bu terim, ondalık veya yüzde bir sayı olarak yazılır. Aynı zeminde, tanelerin dizilişine (yerleşmesine) bağlı olarak, sıkı durumda (az boşluklu) küçük, gevşek durumda (çok boşluklu) büyük değerler alır. Bazen 1 (% 100)’den büyük değere sahip olabilir. c-) Porozite (Gözeneklilik) Porozite (n) de, zeminin boşluk durumunu yansıtır ve boşluk hacminin, tüm hacme oranı olarak tanımlanır. Birimsiz olan n, ondalık veya yüzde bir sayı olarak ifade edilir. Porozite, daima 1 (% 100) den küçüktür. Porozite ile boşluk oranı birbirinden bağımsız terimler olmayıp, birbirine ilişkilerle bağlıdır. d-) Su içeriği (muhtevası) Su içeriği (w), zeminin taneler arası boşluklarında içerdiği su durumunu yansıtan bir terim olup, su ağırlığının, kuru ağırlığa oranı olarak tanımlanır. Su içeriği birimsiz olup, ondalık veya yüzde bir sayı olarak ifade edilir. Yine, bazen 1 (% 100) den büyük değerler alabilir. e-) Doygunluk derecesi (oranı, yüzdesi) Doygunluk derecesi (Sr), zemindeki boşlukların hangi oranda su ile dolu olduğunu yansıtan bir terim olup, su hacminin, boşluk hacmine oranı olarak tanımlanır. Bu terim birimsiz olup, ondalık veya yüzde bir sayı ile ifade edilir. Doygun zeminlerde 1 (% 100), kuru zeminlerde 0 (% 0) sınır değerlerini alır. Ayrıca az kullanılmakta birlikte, hava boşluk yüzdesi (na), hava hacminin tüm hacme oranı olarak tanımlanır. Hava boşluk yüzdesi, birimsiz olup, ondalık veya yüzde bir sayı ile ifade edilir. Şekil-44’den şu ilişki yazılabilir: 42 f-) Bağıl (rölatif, izafi, göreceli) sıkılık (Dr veya ID) Kum, çakıl gibi ayrık taneli (kohezyonsuz) zeminlerde, zeminin sıkılık durumunu yansıtan bu terim, aşağıdaki gibi tanımlanır. emax (Maksimum boşluk oranı): Zeminin en gevşek (en çok boşluklu) durumundaki boşluk oranı (Her taneli zeminin kendine özgü bir emax değeri vardır.), emin (Minimum boşluk oranı): Zeminin en sıkı (en az boşluklu) durumundaki boşluk oranı, e: Zeminin, bağıl sıkılığının belirlenmek istendiği durumuna ait boşluk oranı. Birimsiz olan Dr, ondalık veya yüzde bir sayı olarak ifade edilir. En sıkı durumda 1 (% 100) ve en gevşek durumda 0 (% 0) sınır değerlerini alır. Zeminler, Dr değerlerine göre sınıflandırılabilir (Tablo-4). Tablo-4. Bağıl sıkılığa göre, zeminlerin sınıflandırılması. Sıkılık Durumunun Adı Bağıl sıkılık (Dr), % 0-15 Çok Gevşek 15-35 Gevşek 35-65 Orta Sıkı 65-85 Sıkı 85-100 Çok Sıkı Gevşek Orta Sıkı Zeminlerin Rölatif sıkılığa göre sınıflandırılması, bir doğru üzerinde de gösterilebilir (Şekil45). Şekil-45. İri taneli zeminlerin rölatif sıkılığa göre sınıflandırılması Zeminlerin Temel fiziksel özellikleri arasındaki bağıntılar (ilişkiler) Yukarıda tanımlanan γn, γk, γd, γs, w, e, n, Sr, Dr vb. özellikler, birbirinden bağımsız olmayıp, birbirlerine bazı bağıntılarla bağlıdırlar. Bunların ancak bazıları, deneysel olarak belirlenebilir. Diğerleri ise, bazı bağıntılarla hesaplanırlar. Temel özellikler arasındaki bağıntıları türetmek için iki yaklaşım vardır. 43 a-) Bir kabul olarak, tüm hacmi 1 birim (1 cm3 1 m3 vb.) olan bir zemin parçası düşünelim. Bu zemin parçasına ait bileşenler şemasını çizelim (Şekil-46). Şekil-46. Tüm hacmi 1 olan bir zemin için bileşenler şeması. Şekil 46'dan görüleceği üzere, birim hacimli bir zeminde, porozitenin tanımı gereği, boşluk hacmi poroziteye (n) eşit olur. Tane hacmi 1-n olur. Tane ağırlığı (1-n) γs olur ve su içeriğinin tanımı gereği, su ağırlığı (1-n) γs, w olur. Zemin Mekaniğinde havanın ağırlığı pratik olarak ihmal edilir. Temel tanımlar, Şekil-46’ya göre, γsu=γw=1 gr/cm3 olduğu için su hacmi=su ağırlığı veya tersi alınarak, aşağıdaki gibi yazılırlar. b-) Yine, bir kabul olarak tane hacmi 1 birim (1 cm3. 1 m3 vb.) olan bir zemin parçası düşünelim ve böyle bir zemin parçasına ait bileşenler şemasını çizelim (Şekil-47). Şekil-47. Tane hacmi 1 olan zemin için bileşenler şeması. 44 Şekil-47’den görüleceği üzere, tane hacmi 1 olan zeminde, boşluk oranının tanımı gereği, boşluk hacmi, boşluk oranına (e) eşit olur. Tane ağırlığı γs, su ağırlığı γsw olur. Şekil-47’ye göre, temel tanımlar sırayla aşağıdaki gibi yazılabilir. Rölatif sıkılık, kuru birim hacim ağırlıklar veya poroziteler cinsinden de ifade edilebilir. γk=γs+e/(1+e) Bağıntısından aşağıdaki bağıntı yazılabilir. Buradan şu ilişkiler yazılabilir Yukarıdaki bağıntılar,Rölatif sıkılık bağıntısında (Dr) yerine konulup, sadeleştirilirse, elde edilir. γk (Maksimum kuru birim hacim ağırlık): Zeminin en sıkı (en az boşluklu) durumuna ait kuru birim hacim ağırlığı, γk (Minimum kuru birim hacim ağırlık): Zeminin en gevşek (en çok boşluklu) durumuna ait kuru birim hacim ağırlığı. Benzer biçimde, Dr, poroziteler cinsinden de yazılabilir. 45 Zeminin Temel Özelliklerin Belirlenmesi Temel özelliklerin hepsi, deneysel olarak belirlenemezler. Bazıları belirlenir, diğerleri bunlar cinsinden hesaplanırlar. a-) Doğal (yaş, ıslak) birim hacim ağırlığının belirlenmesi Doğal zeminin veya sıkıştırılarak inşa edilen bir dolgunun birim hacim ağırlığı, çeşitli yöntemlerle belirlenebilir. a1-Silindirik örnek yöntemi Bu yöntemde, zeminden "örselenmemiş örnek" alınır. Örselenmemiş örnekte zemin, doğal durumunu (Tane dizilişi, boşluk yapısı, su içeriği vb.), biçimini korur. Örselenmemiş örnek almak için, ucu keskin bir çelik tüp (örnek alıcı) (Şekil-48), örnek alınacak zemin ortamın düzlenmiş yüzü üzerine oturtulur. Çelik tüp, zemine en iyisi itilerek veya çakılarak sokulur. Tüpün üst kenarlarını korumak için, bir ahşap başlık kullanılır. İçi zeminle dolan tüpün çevresi dikkatle kazılarak boşaltılır ve tüp zeminden çıkarılır. Laboratuarda, örnek çıkarma aleti (basit bir piston) ile tüp içindeki zemin örneği itilerek dışarı çıkarılır. Alt ve üst yüzleri düzgün kesilerek, belli boyda silindirik zemin örneği elde edilir. Bu örneğin ağırlığı tartılarak belirlenir. Hacmi ise, silindirin hacmi olarak hesaplanır. İlgili bağıntıdan Doğal Birim Hacim Ağırlığı (γn) bulunur. Şekil-48. Örselenmemiş örnek (numune) alıcı. Gerçekte, örselenmemiş örnekte bir miktar örselenme (bozulma) vardır. Bunlar, zeminin gerilme durumunun bozulması ile örnek alırken, laboratuvara taşırken, örneği çıkarırken vb. işlemlerdeki örselenmeler (bozulmalar) dır. Zemin örneği ile tüp arasındaki, gerek örneği alırken, gerekse örneği çıkarırken, sürtünmeleri azaltmak için, tüpün özellikle iç yüzeyinin pürüzsüz, temiz olması ve yağlanmış olması gereklidir. 46 Bu yöntem, taşsız ince taneli (kohezyonlu) zeminler (silt ve kil) için uygundur. Bu gibi zeminlerin taneleri birbirine yapışık olup, dağılmadan bir bütün olarak durabilirler. Zeminden alınan diğer bir örnek türü, örselenmiş (dağılmış, parçalanmış) örnektir. Kumlu, çakıllı zeminlerden alınan bir miktar (bir kaç yüz gr. dan, bir kaç kg. a kadar) zemin ile, kil ve siltlerden alınan parçalanmış topak veya parçalar, örselenmiş örnektir. Kumlu, çakıllı zeminlerden örselenmemiş örnek alınamaz. Çünkü böyle zeminler, belli bir geometrik (silindirik) şekli koruyamaz, dağılırlar. Örselenmiş zemin örnekleri, kutu (teneke), kavanoz, torba vb. içine konularak, ağzı kapatılır. Doğal su içeriğinin korunması isteniyorsa, kap veya torba geçirimsiz (hava) olmalıdır. Kap veya torbanın üzerine gerekli bilgiler (alındığı yer, tarih vb.) yazılır. Böyle zemin örnekleri ile laboratuvarda ilgili deneyler yapılır. a2-Lastik balon yöntemi Bu yöntemde, zemin yüzü düzlendikten sonra bir çukur açılır. Çukurdan çıkan zemin miktarı doğal su içeriği korunarak, kayıpsız olarak tartılır. Çukurun hacmi lastik balon aleti ile ölçülür (Şekil-49). Bu alet, içi su dolu, hacim bölümlü bir cam silindir olup, tabanında, bir el pompası ile şişirilebilen esnek bir lastik balon bulunur. Çukur açılmadan önce, düzlenen zemin üzerine veya düz bir yüzey üzerine yerleştirilen alet ile lastik balonun yatay (düz) konumunda, silindirdeki ilk su düzeyi okunur. Sonra, alet, açılan çukurun üzerine oturtulur ve el pompası ile basınç uygulanarak, balonun çukur yüzeyini sarması sağlanır. Bu durumda, düşen su düzeyinin iki konumu arasındaki fark, çukurun hacmini verir. İlgili bağıntıdan doğal birim hacim ağırlığı hesaplanır. Bu yöntem, hem kohezyonlu zeminler için, hem de örselenmemiş örnek alınamayan, taşlı, çakıllı, kumlu veya sert zeminler için uygundur. Şekil-49. Lastik balon aleti. 47 a3-Kum ile hacim ölçme yöntemi Bu yöntem, lastik balon yöntemine benzerdir. Burada, açılan çukurun hacmi, kum ile ölçülür. Kullanılan alet; alt kısmında konik bir boşluk bulunan, içi boş metal bir silindirdir (Şekil-50). Şekil-50. Kum ile hacim ölçme yöntemi. Haznesinde kuru kum olan alet, açılan çukurun üzerine yerleştirilir. Kapak açılarak, haznedeki kumun, çukuru ve alttaki konik kısmı doldurması sağlanır. Sonra kapak kapatılarak alet kaldırılır. Aletin kullanılmadan önceki ve sonraki ağırlıkları arasındaki fark, konik kısmı ve çukuru dolduran kumun toplam ağırlığını verir. Alet kullanılmadan önce kalibre edilir. Düz bir yüzeye oturtulan alet ile, sadece konik kısmı dolduran kumun ağırlığı belirlenir. Aletin taban iç çapında ve düzgün silindirik biçimli bir metal kalibrasyon kabı kullanılarak, serbest akma ile hacim dolduran kumun kuru birim hacim ağırlığı belirlenir. Çukuru dolduran kumun ağırlığı, kumun kuru birim hacim ağırlığına bölünerek, çukurun hacmi bulunur. İlgili bağıntıdan zeminin doğal birim hacim ağırlığı hesaplanır. Alette kullanılacak kum, tercihen üniform kum (tane çapları birbirine yakın olan kum) olmalıdır. Bu yöntem, kohezyonlu zeminler için olduğu gibi, daha ziyade taşlı, çakıllı, kumlu zeminler için uygundur. Çok iri taneler, hatta küçük kaya parçalan içeren zeminlerde, arazide daha büyük çaplı çukurlar açmak gerekir. Bunların iç yüzeyine yerleştirilen ince geçirimsiz örtü vb. nin içi yağ vb. bir sıvı ile doldurularak, hacimleri ölçülür (Şekil-51). Şekil-51. Büyük çaplı çukurların hacminin ölçülmesi. 48 a4-Su taşırma yöntemi Bu yöntem, kohezyonlu zeminler için uygundur. Zeminden bir parça (topak) alınır, gevşek kısımlar kesilerek atılır. Şekil-52. Su taşırma yöntemi. Topağın doğal ağırlığı, tartılarak belirlenir (Wn). İçine su girmemesi için, erimiş parafin mumuna batırılarak çıkarılır. Bu işlemle topak üzerinde, ince, geçirimsiz bir parafin tabakası oluşturulur. Parafinle kaplanmış topağın ağırlığı W2 olsun. Topak, içi su dolu, hacim bölümlü bir cam silindir içine bırakılır (Şekil-52). Su düzeyleri arasındaki fark parafinli topağın hacmini verir (V). Zeminin doğal birim hacim ağırlığı, aşağıdaki bağıntıdan bulunur. Zeminin birim hacim ağırlığını ve su içeriğini hızlı bir şekilde ölçmek üzere nükleer aletler kullanılabilir. Zemin yüzüne yerleştirilen bu aletlerden gönderilen ve tekrar alınan etkilerden, belirtilen özellikler belirlenir. b-) Su içeriğinin belirlenmesi Su içeriği belirlenecek yaş zeminden bir miktar (birkaç gramdan birkaç 10 grama kadar) alınarak, ısıya dayanıklı cam bir kaba konulur ve cam kap + yaş zemin ağırlığı belirlenir. İçinde zemin bulunan cam kap, etüv (sıcaklık kontrollü elektriksel fırın)'e konulur ve 105°C110°C de 24 saat bekletilerek, kurutulur. Etüvden çıkarılarak soğutulan kap+kuru zemin ağırlığı, tartılarak belirlenir. Buradan, zemin içindeki su miktarı hesaplanır ve ilgili bağıntıdan su içeriği bulunur. Su içeriğini belirlemek için kullanılan bazı hızlı yöntemler burada anlatılmamaktadır. 49 Zeminin su içeriğini hızlı bir şekilde ölçen, böyle bir alette, nemli zemin, kalsiyum karpit içeren alete konulur. Tepkime sonucu çıkan asetilen gazının basıncı ölçülerek, buradan su içeriği belirlenir. c-) Tane birim hacim ağırlığının belirlenmesi Tane birim hacim ağırlığını belirlemede, iri taneli zeminler için yaklaşık 1 litrelik kavanoz biçimli ve ince taneli zeminler için daha küçük hacimli (50-100 cm3), piknometre denilen cam şişeler kullanılır (Şekil-53). Şekil-53. Tane birim hacim ağırlık için kullanılan piknometreler. Piknometre, damıtık su ile doldurulup, dışı iyice kurulanarak tartılır (Wı). Kurutulmuş, elle ufalanarak veya sert lastik bir tokmakla bir kap içinde dövülerek tanelenmiş zeminden belli bir miktar alınır (Wk). Miktarı belli olan bu zemin, piknometrenin içine kayıpsız olarak aktarılır, üzeri damıtık su ile doldurularak tartılır (W2). Aşağıdaki bağıntıdan zeminin tane birim hacim ağırlığı hesaplanır: Bu bağıntı’nın paydası, kuru zeminin tane hacmini verir. Çünkü; Deney için hassas teraziler (0,001 gr hassaslıkta) kullanılır. Kullanılan damıtık su veya karışımın içinde hava kalmamasına özen gösterilir. Bunun için, vakum (emme), karıştırma, sallama gibi işlemler uygulanır. Ayrıca suyun birim hacim ağırlığı, sıcaklıkla değiştiğinden deney sabit sıcaklıklı bir ortamda yapılır ve suyun birim hacim ağırlığı, kullanılan sıcaklığa göre düzeltilir. 50 d-) Maksimum ve minimum boşluk oranlanılın belirlenmesi Taneli bir zeminin bağıl (rölatif, göreceli) sıkılığını belirlemek için, o zemine ait bir tür sabitler olan, minimum ve maksimum boşluk oranlarının bilinmesi gerekir. d1-Maksimum boşluk oranının (emax) belirlenmesi Bilindiği üzere emax, taneli zeminin en gevşek (en çok boşluklu) durumundaki boşluk oranıdır. En gevşek durumda, zemin minimum kuru birim hacim ağırlığa (γk min) sahiptir. emax'i belirlemek için kullanılan yöntemlerden biri şudur. Ağırlığı belli (0,5-1 kg) bir miktar kuru kum, 1 litrelik hacim bölümlü cam silindire konulur. Elin içi ile üstü iyice kapatılarak, silindir iki el arasında yavaşça birkaç kez alt-üst edilir. En sonunda, silindir, yavaşça ve sarsmadan normal konumuna getirilerek, kumun hacmi okunur. Bu işlem ile kumun en gevşek duruma geldiği deneysel çalışmalarla bulunmuştur (Kolbuszewski, 1948). Zeminin minimum kuru birini hacim ağırlığı (γkmin) hesaplanır. Zeminin tane birim hacim ağırlığı bilinirse, ilgili bağıntılardan emax hesaplanabilir. Zemini en gevşek duruma getirmek için uygulanan diğer bazı yöntemlerde; taneli zemin, içinde su bulunan silindirik bir kaba büyükçe bir huniden akıtılarak doldurulur veya silindirik boş bir kaba, yine büyükçe bir huniden zemin, serbestçe akıtılarak doldurulur. d2-Minimum boşluk oranının belirlenmesi Kuru kum, yakalı bir metal silindire, (örneğin kompaksiyon deney kabına), tabaka tabaka konulup, tokmakla sıkıştırılarak veya titreşim, sarsma (özel laboratuvar vibratörü, titreşim masası vb.) uygulanarak yerleştirilir (Şekil-54). Şekil-54. Minimum boşluk oranının belirlenmesi. Bu ve benzeri işlemlerle, kuru taneli zeminin en sıkı (en az boşluklu) duruma gelmesi sağlanılır. Yaka çıkarılarak, kabın üzeri düzlenir. Bilinen ağırlık ve hacim değerlerinden maksimum kuru birim hacim ağırlık (γkmin) hesaplanır. Zeminin tane birim hacim ağırlığı bilinirse, ilgili bağıntılardan emin hesaplanabilir. 51 Çözümlü örnek problemler Problem-1) 3,8 cm çapında, 7,6 cm yüksekliğindeki bir örselenmemiş kohezyonlu zemin örneğinin doğal (yaş) ağırlığı 155 gr’dır. Aynı zemin örneğinin etüvde kurutulduktan sonraki ağırlığı 143 gr.’dır. Zeminin tane birim hacim ağırlığı 2,64 gr/cm3 olduğuna göre, zemin örneğine ait, a) doğal birim hacim ağırlığını, b) su içeriğini, c) porozitesini. d) boşluk oranını, e) doygunluk yüzdesini, f) kuru birim hacim ağırlığını, g) doygun birim hacim ağırlığını, h) su altındaki birim hacim ağırlığını bulunuz. Not: Zemin örneğinin doygun duruma getirilmesiyle, hacminin artmadığı kabul edilecektir. Çözüm Zemin örneğinin hacmi, a) Doğal birim hacim ağırlık, b) Su içeriği c) Porozite d) Boşluk oranı, e) Doygunluk yüzdesi, 52 f) Kuru birim hacim ağırlığı, g) Doygun birim hacim ağırlığı, h) Su altındaki (batık) birim hacim ağırlığı γ = γd-γsu = 2,03 - 1 = 1,03 gr/cm3 veya t/m3 olarak bulunur. Bu probleme ait bileşenler şeması, Şekil-55’de görülmektedir. Şekil-55. Problem-l’e ait bileşenler şeması. Problem-2) Su içeriği 0,07 olan 2,5 ton ağırlığındaki bir miktar yaş zeminin su içeriğini 0,18'e çıkarmak için zemine ne kadar ek su katılmalıdır? Çözüm Yaş zeminin kuru ağırlığını bulalım. 53 Problem-3) Bir zeminin porozitesi 0,40, tane birim hacim ağırlığı 2,70 gr/cm3 olduğuna göre, bu zemine ait, a-) boşluk oranını, b-) kuru birim hacim ağırlığını, c-) doygunluk yüzdesi 50 olsa, doğal birim hacim ağırlığını, d-) suya tam doygun olsa, doygun birim hacim ağırlığını hesaplayınız. Çözüm Verilenler arasında porozite bulunduğu için, bileşenler şemasını n cinsinden çizersek (Bkz. Şekil-46), bulunur. Problem-4) Yaş bir zeminin boşluk oranı 0,79, doygunluk yüzdesi, 0,93, tane birim hacim ağırlığı 2,65 gr/cm3 olduğuna göre zeminin, a) kuru birim ağırlığını, b) su içeriğini, c) doğal birim hacim ağırlığını bulunuz. Çözüm Verilenler arasında boşluk oranı bulunduğundan, bileşenler şemasını e cinsinden çizelim (Bkz. Şekil-47). 54 Problem-5) Bir zeminin doğal birim hacim ağırlığını belirlemek için kum kutusu kullanılmıştır. Bu amaçla açılan çukurdan çıkan zeminin doğal (yaş) ağırlığı 1656 gr. dır. Kullanılan standart kuma ait özellikler şöyledir: γkmin : l,55gr/cm3, nmin :0,38, γs, : 2,70 gr/cm3. Çukuru dolduran kumun kuru ağırlığı 1448 gr. dır. Çukuru dolduran kumun rölatif sıkılığı 0,35 dir. Çukurun açıldığı zeminin doğal birim hacim ağırlığını bulunuz. Çözüm Kullanılan kuma ait maksimum boşluk oranı, olarak hesaplanır. Minimum boşluk oranı ise çukuru dolduran kumun boşluk oranı, 55 ZEMİNLERİN SINIFLANDIRILMASI Giriş Zemin, hem temel vb. altında taşıyıcı bir ortamdır (Temel zemini), hem de toprak yapıların (Toprak, baraj, dolgu, set vb.) oluşturulmasında kullanılan bir malzemedir. Ayrıca filtre olarak kullanılmakta, enjeksiyona tabi tutulmakta, beton için agrega olarak vb. işlerde kullanılmaktadır. Zeminin kullanıldığı tüm bu işler için uygunluğunun belirlenmesi söz konusudur. Sınıflandırmada zeminler bazı özellikler (tane çapı vb.) açısından gruplandırılarak adlandırılır. Zemin sınıfı (cinsi, türü) tek başına zeminin özelliklerini belirlemede yeterli değildir. Örneğin aynı cins zemin, gevşek ve sıkı durumlarda farklı özellikler (Taşıma gücü, oturma, geçirimlilik vb.) sergiler. Ayrıca, jeoteknik alanda yapılan çalışmalar, araştırmalar, zeminin sınıfı (zeminin cinsi) belirtilerek yayınlanmaktadır. Zeminin sınıfı belirtilmezse, bilgilerin birikimi veya geleceğe aktarılması olanaksız olur. Tane büyüklüğü (çapı) dağılım eğrisi (granülmetri eğrisi) Sınıflandırma sistemlerinin hepsinde, zemindeki tanelerin büyüklüğü ile bunların kuru ağırlık olarak, zemindeki yüzdelerinin bilinmesi gerekir. Bu bilgilerin elde edilmesi için, tane büyüklüğü analizi veya mekanik analiz yapılır. Mekanik analiz; elek analizi ve ıslak (çökeltme, sedimantasyon) analiz olmak üzere iki evrede (aşamada) yapılır. Genel olarak bir zemin, hem iri, hem de ince taneler içerir. Elek analizi zeminin iri taneli kısmına yönelik iken, ıslak analiz, ince taneli kısma yöneliktir. Bu bakımdan, bir zemin için, her iki analiz de gerekli olabilir ve bunlar birbirini tamamlar. a-) Elek Analizi Elek analizi için elekler kullanılır. Elekler, genellikle kare gözlüdürler ve her eleğin bir adı vardır. İri gözlü elekler inch (1 inch=2,54 cm =25,4 mm) olarak adlandırılırken, ince gözlü elekler bir sayı (rakam) ile adlandırılır. Elekte bir kare gözün kenar uzunluğuna, elek göz çapı (veya kısaca elek çapı) denilir ve bu, tane çapına karşılık gelir. Tablo-5.’de, Amerikan (ASTM) ve İngiliz (BS) standartlarına göre elekler ve ilgili bilgiler görülmektedir. Elek analizi için bir miktar yaş zemin alınır, etüvde kurutulur, tanelenir. Böylece hazırlanmış zeminden belli bir miktar (Bir kaç yüz gramdan, bir kaç kilograma kadar değişiyor.) zemin, bir dizi elekten elenir. Elek dizisinde; elekler üstten aşağıya, iri gözlüden, ince gözlüye doğru sıralanır (Şekil-56). Şekil-56. Eleme için elek dizisi. 56 Ağırlığı belli zemin, dizinin en üstündeki eleğe boşaltılır. Eleme elle veya genellikle bir sarsma makinası ile yapılır. Eleme sonunda, her elek üstünde kalan zemin miktarı tartılarak belirlenir. Her bir elek için, geçen yüzde (% P), aşağıdaki bağıntıyla belirlenir. Tablo-5. Amerikan ve İngiliz standartlarına göre elekler. Amerikan Elekleri Elek No. Çap (mm) 2" 50,80 1" 1/2 38,10 3/4" 19,00 3/8" 9,51 4 4,76 7 2,83 8 2,38 10 2,00 14 1,41 16 1,19 18 1,00 25 0,707 30 0,590 35 0,500 40 0,420 45 0,354 50 0,297 60 0,250 70 0,210 80 0,177 100 0,149 120 0,125 170 0,088 200 0,074 230 0,063 325 0,044 İngiliz Elekleri Elek No. Çap (mm) 2" 50,80 1"1/2 38,10 3/4" 19,05 3/8" 9,52 4 4,76 6 2,80 7 2,40 8 2,00 12 1,40 14 1,20 16 1,00 22 0,710 25 0,600 30 0,500 36 0,420 44 0,355 82 0,300 60 0,250 72 0,210 85 0,180 100 0,150 120 0,125 170 0,090 200 0,075 240 0,063 350 0,045 Tane büyüklüğü (çapı) dağılım eğrisi; yatay eksende tane çapı (mm) ve düşey eksende geçen yüzdeleri olmak üzere çizilen bir eğridir. Yatay eksen logaritmik olup; tane çapı, genellikle soldan sağa doğru büyür (Şekil-57). Elek göz çapı ( tane çapı, D ) ve geçen yüzde (% P) değerleri kullanılarak noktalar işaretlenir ve bu noktalar birleştirilerek tane büyüklüğü (çapı) dağılım eğrisi elde edilir. 57 Şekil-57. Tane büyüklüğü (çapı) dağılım eğrisi (Granülometri eğrisi) için eksen takımı. 58 Bazen silt ve kil tanelerinin iri tanelere yapışmış olması olasılığına karşı kuru elemeye ek olarak, ıslak elek analizi (Yıkamalı analiz) uygulanır. Bu işlemde elekler üzerinde kalan malzeme, 200 No.lu elek üzerine konularak su altında yıkanır. Yıkama suyuna bir miktar topaklanmayı önleyici sıvı (sodyum hexametaphosphate vb.) katılır. Yıkamaya bulanıklık sona erinceye kadar devam edilir. 200 No. üzerinde kalan malzeme ayrı ayrı kurutularak tartılır. 200 No.dan geçen kısım buharlaştırılarak, kurutularak tartılır. Su ile yıkama işlemi genellikle 10 No.- 200 No. arasındaki eleklere ek olarak uygulanır. b-) Islak analiz Zeminin 74 mikron (0,074 mm veya 200 No.lu elek)’dan küçük taneli kısmı için ıslak analiz uygulanır. Çünkü bu göz büyüklüğünden daha küçük eleklerin yapımında ve kullanılmasında çeşitli zorluklar vardır. Islak analizde, 200 No.lu elekten geçen zeminden belli bir miktar alınarak, cam silindir içinde damıtık su ile karıştırılarak bir süspansiyon (zemin+su karışımı) hazırlanır ve taneler, su içinde çökmeye bırakılırlar. Islak analiz hesaplarında Stokes Yasasından yararlanılır. Stokes Yasası, küresel tanelerin, bir sıvı içinde çökmelerinin hızını verir. D: Çöken tanenin çapı (cm), v: çökme hızı (cm/sn), γs: Çöken tanenin birim hacim ağırlığı, η: Sıvının viskozitesi (gr.sn/cm2 ). Suyun birim hacim ağırlığı 1 gr/cm3 olarak alınırsa çöken tanenin çapı, mm olarak aşağıdaki bağıntıyla hesaplanabilir. Eğer, D çaplı tane, süspansiyon yüzeyinden itibaren He derinliğine t dakikada çökerse, He derinliğinde çökme hızı, cm/sn cinsinden aşağıdaki gibi olur: Bu bağıntıyı, D bağıntısında yerine koyarsak şunu elde ederiz. Burada M, suyun vizkozitesine ve tanelerin birim hacim ağırlığına bağlıdır. Suyun vizkozitesi, sıcaklıkla değişir ve birçok kaynakta ilgili değerler bulunabilir. 59 20°C sıcaklıkta, suyun vizkozitesi, yaklaşık olarak 10-5 gr.sn/cm2 ve ortalama tane birim hacim ağırlığı 2,65 gr/cm3 alınırsa, bağıntılar aşağıdaki yaklaşık basit biçimleri alırlar: v: cm/sn, D: mm, t: saniye (sn), He: cm. Islak analiz iki türlü yapılabilir. b1-Pipet Yöntemi Bu yöntemde, 200 No.lu elekten (0,074 mm) geçen zeminden bir miktar (25-100 gr) alınır. Bununla cam bir tüp içinde, toplam 500 cm3 lük bir süspansiyon hazırlanır. Tanelerin kümeleşmesini (topaklaşmasını) önlemek için, süspansiyona dağıtıcı (katkı maddesi) katılır. En çok kullanılan dağıtıcılar, sodyum oxalate, sodyum silicate, sodyum hexametaphosphate vb. dir. Bir karıştırıcıda (mikserde) iyice karıştırılan süspansiyon, cam tüp içine aktarılır ve deney boyunca sabit sıcaklık sağlayan bir su banyosuna yerleştirilir (Şekil-58). Şekil-58. Pipet yöntemi. Deneye başladıktan sonra, başlangıçtan itibaren belli süreler sonunda (1, 2, 4, 8, 15, 30 dakika, 1, 2, 4, 5, 16, 24 saat gibi), pipet denilen bir aletle, süspansiyon yüzeyinden itibaren 10 cm derinlikten, 10 cm3 ’lük süspansiyon örnekleri alınır. Bu örnekler, etüve konularak kurutulur, Wk kuru ağırlıklar hassas terazilerde tartılarak belirlenir. 60 Başlangıçtan itibaren t1 zaman sonra, süspansiyonda, yüzeyden itibaren ilk 10 cm. lik derinlikte, Bağıntı 3.5 veya 3.7 ile hesaplanan D1 çaplı veya daha büyük çaplı tane bulunmaz. Çünkü, D1 çaplı veya daha büyük çaplı taneler, Stokes Yasasına göre, en az 10 cm çökmüşlerdir. Bu olaya, zemini D1 göz çaplı elekten eleme gibi bakılabilir. D1 çaplı taneye ait geçen yüzde, aşağıdaki gibi yazılabilir. 200 No.lu elekten geçen zemine göre tanımlanan % P'’nun, mekanik analize tabi tutulan tüm zemine göre ifade edilmesi gerekir. Geçen yüzdelerine ait tane çapları, ilgili bağıntılardan hesaplanabilir. b2-Hidrometre Yöntemi 200 No.lu elekten geçen zeminden bir miktar alınarak, pipet yöntemindekine benzer olarak, silindirik cam bir kap içinde 1000 cm3’lük bir süspansiyon hazırlanır. Deney başlangıcından itibaren, belli süreler sonunda, süspansiyonun birim hacim ağırlığı, hidrometre denilen bir alet yardımıyla ölçülür. Hidrometre, Şekil-59’ da görüldüğü gibi, bir gövde ve bir ince uzun boyun kısmından oluşan cam bir alet olup, sıvı veya süspansiyonların birim hacim ağırlıklarını ölçmede kullanılır. Şekil-59. Hidrometre yöntemi 61 Hidrometrenin boynu üzerindeki sayılar. Şekil-59’dan da görüldüğü gibi 0-30 vb. arasında değişen tam sayılardır. Süspansiyonun üst yüzünde, bir hidrometre okuması Rh ise, süspansiyonun birim hacim ağırlığı, aşağıdaki gibi hesaplanır. Örneğin, Rh=8 olsa, γsusp=1+8/1000=1,008 gr/cm3 olur. Hidrometre, süspansiyon yüzeyinden itibaren He efektif derinliğinde, süspansiyonun birim hacim ağırlığını ölçer. H e ise, deney süresince değişir. Hidrometre, kullanılmadan önce, He için kalibre edilir. Hidrometre, süspansiyona daldırıldıktan sonra, süspansiyon yüzeyi b-b düzeyinden b1-b1 düzeyine yükselsin (Şekil-59). Yükselme miktarı, Vh/A kadardır. Vh, hidrometrenin hacmi olup, içi damıtık su dolu, hacim bölümlü bir silindire daldırılarak, taşırdığı suyun hacmine eşit alınabilir veya tartılarak (Hidrometrenin kendisinin ortalama birim hacim ağırlığı 1 gr/cm 3 tür.) bulunabilir. A cam silindirin en kesit alanı olup, πD2/4 olarak hesaplanabilir. Hidrometrenin, efektif derinliğe (He) karşılık gelen gövde ortasının da, yaklaşık olarak Vh/2A kadar yükseldiği kabul edilir (Şekil-59). Buradan efektif derinlik, He, aşağıdaki gibi hesaplanabilir. H: Rh hidrometre okuması ile, gövde üst sınırı arasındaki uzaklık (Şekil-59) h: Gövde uzunluğu. Burada h, Vh, A, bir hidrometre için sabit değerlerdir. Çeşitli Rh okumaları için. H değerleri hidrometre üzerinde ölçülerek, H için, Şekil-60’daki gibi bir kalibrasyon doğrusu çizilebilir ve bu grafikten, deney sırasında, herhangi bir t anındaki Rh hidrometre okumasına karşılık gelen He efektif derinlik belirlenebilir. Deney sırasında kaydedilen hidrometre okumaları için bazı düzeltmeler yapmak söz konusudur. Hidrometreler, belli bir sıcaklıkta (örneğin 20°C gibi) kalibre edilirler (işaretlenirler). Eğer deney sıcaklığı, hidrometre kalibrasyon sıcaklığından fazla ise, hidrometre okumaları, olması gerekenden daha küçük olacaklardır. Çünkü suyun birim hacim ağırlığı, sıcaklıkla azalır. Cam silindir, sıcaklıkla genleşir ise de, bu ihmal edilebilir. Böylece, Ct, eğer sıcaklık düzeltmesi ise, bu düzeltmenin, gözlenen hidrometre okumasına eklenmesi gerekir. Benzer olarak, deney sıcaklığı, kalibrasyon sıcaklığından küçük ise, Ct düzeltmesi, gözlenen okumadan çıkarılır. Gözlenen hidrometre okuması için, meniskus ve dağıtıcı madde düzeltmesi yapmak gereklidir. Bilindiği üzere, suyun yüzey gerilim kuvvetinden dolayı, su ile hidrometrenin boyun dış yüzeyi arasında bir meniskus (eğri su yüzeyi) oluşur. Süspansiyon bulanık olduğu için, okumalar, meniskusun üst kenarında yapılır. Süspansiyon düzeyi, bu düzeyden bir miktar daha aşağıda olduğu için Cm meniskus düzeltmesi, gözlenen hidrometre okumasına eklenir. Dağıtıcı madde, süspansiyonun birim hacim ağırlığını artırır. Bu nedenle gözlenen okumalar, olması gerekenden bir miktar fazladır ve gözlenen okumaların Cd dağıtıcı madde düzeltmesi kadar azaltılması gerekir. Sonuç olarak, düzeltilen hidrometre okumaları, aşağıdaki biçimde yazılabilir. R = Rh±Ct+Cm-Cd 62 Şekil-60. Hidrometre için kalibrasyon doğrusu. Ct sıcaklık düzeltmesi için, aşağıdaki bağıntıdan yararlanılarak bir düzeltme eşeli hazırlanır. Ct = (γ1- γ2) . 1000 γ1: Suyun, hidrometrenin kalibrasyon sıcaklığındaki birim hacim ağırlığı, γ2: Suyun deney sıcaklığındaki birim hacim ağırlığı. Cm: Meniskus düzeltmesi, içi damıtık su dolu, temiz bir cam silindire, hidrometre daldırılarak, meniskusun alt ve üst düzeyleri arasındaki okuma farkına eşit alınabilir. Cd dağıtıcı madde düzeltmesi için, deney koşullarında iki silindir alınarak; biri 1000 cm3 damıtık su, diğeri deneyde kullanılacak kadar dağıtma maddesi katılarak toplam 1000 cm3 ’ lük karışım elde edilir. İkisi arasında hidrometre okumaları farkı, dağıtıcı madde düzeltmesini verir. Dağıtıcı madde düzeltmesi bazen, deneyde kullanılacak kadar sıvı dağıtıcı madde miktarı etüve konarak, kurutularak bulunan katı madde ağırlığı kadar alınır. Cd = Wd (kuru) Hidrometre analizinde, genellikle deney sıcaklığı sabit tutulur. Bunun için, ya sabit sıcaklıklı odada deney yapılır veya hazırlanan süspansiyon sabit sıcaklıklı su banyosuna daldırılır. Deney sırasında, sıcaklık, süspansiyona daldırılan termometre ile gözlenir. Eğer deney sırasında sıcaklık değişiyorsa, gerek sıcaklık düzeltmesi Ct ve gerek dağıtıcı madde düzeltmesi Cd, değişen sıcaklığa koşut olarak belirlenir. 63 Herhangi bir hidrometre okumasına karşılık gelen D çapı ilgili bağıntılardan hesaplanır. Geçen yüzde ise, aşağıdaki gibi hesaplanır. Deney sırasında, başlangıçtan itibaren t süre sonra, Rh hidrometre okumasına karşılık gelen He efektif derinlikte, 1 cm3’lük bir süspansiyon miktarını düşünelim. Bu 1 cm3 ’lük süspansiyondaki kuru zemin ağırlığı Wkt olsun. Kuru zeminin hacmi, olur. Örnekteki su hacmi ise, olur. Su ağırlığı ise olur. 1 cm3 'lük süspansiyonun birim hacim ağırlığı, olur. Bağıntı düzenlenirse, elde edilir. Deney başlangıcından itibaren, He derinliğinde, D çapından büyük tane kalmaz. Wko: Deney başlangıcında, 1 cm3 süspansiyondaki kuru zemin ağırlığı. Düzeltilmiş geçen yüzde, 64 Zeminin granülometri eğrisinden, zemine ait bazı terimler tanımlanır. Bunlar, zeminlerin sınıflandırılmasında kullanılır. Tane büyüklüğü dağılım eğrisinde, % 10 geçen yüzdeye karşılık gelen çapa (mm), efektif çap denilir ve D10 ile gösterilir. Üniformluluk sayısı, aşağıdaki gibi tanımlanır. D60: % 60 geçen yüzdesine karşılık gelen çap (mm). Eğrilik katsayısı (Derecelenme sayısı) Cc veya Cr ise aşağıdaki gibi tanımlanır. Ö30: % 30 geçen yüzdeye karşılık gelen çap (mm). D10, D30, D60, Şekil-61’de A zemini için gösterilmektedir. İyi derecelenmiş zemin, tüm tane boyutlarından (iri, orta, ince) dengeli olarak içerir (Şekil-61). İyi derecelenmiş zemin, eğer yüksek sıkılığa da sahip ise iyi zemin (Taşıma gücü, kayma direnci vb. yüksek) olarak değerlendirilir. Şekil-61. Granülometri eğrilerine göre çeşitli zeminler. İyi derecelenmemiş zemine, kötü derecelenmiş zemin denilir. Hemen hemen eşit çaplı tanelerden oluşan kötü derecelenmiş zemine üniform zemin, büyük ve küçük tanelerden içeren, ancak orta büyüklükteki taneleri eksik (veya benzer durumda) olan kötü derecelenmiş zemine aralıklı derecelenmiş zemin adları verilir (Şekil-61). Üniform zeminde CU, 1’e yakındır. İyi derecelenmiş bir zeminde, CC. 1 ile 3 arasında olmak kaydıyla, CU çakıllarda 4’ten, kumlarda ise 6’dan büyüktür. 65 Kıvam (Atterberg) limitleri Kıvam ile kohezyonlu zeminlerde, zeminin sertlik-yumuşaklık durumu belirtilir. Bu durumlar, böyle zeminlerin taşıma gücü vb. özelliklerini etkiler. Zeminin su içeriğine bağlı olan bu durumlar; kabaca, yumuşak, orta sert, sert gibi adlar alırlar. İnce taneli (kohezyonlu) zeminler, su katılıp yoğrulduklarında, plastiklik özelliği gösterirler. Plastiklik veya plastisite, ince taneli zeminlerin bir özelliği olup, kırılmadan şekil verilebilmeyi ifade eder. İnce taneli zeminler, su içeriklerine göre, çeşitli durumlarda olabilirler. Böyle kuru bir zemine, gittikçe artan miktarda su katıldığında, zemin, sırayla şu durumlara sahip olur ve hacmi bir miktar artar. Katı durum, yarı katı durum, plastik durum, likit (süspansiyon, sıvı) durum (Şekil-62). Likit durumda, zemin bir sıvı gibi yavaşça akabilir. Plastik durumda; kırılma, çatlama olmaksızın zemine istenilen şekil kolayca verilebilir. Yarı katı durumda, zemine istenilen şekil zorlukla verilir, zemin çatlar. Katı durumda, zemine şekil verilemez, şekil verilmek istendiğinde, kırılır. Tersine, likit durumdaki zemin, aşamalı olarak kurutulursa, zemin sırayla; plastik, yarı katı ve katı durumlara sahip olur ve gittikçe hacmi bir miktar azalır. İsveçli Atterberg (1911), bu durumları ve bunları ayıran sınır su içeriklerini tanımladı. İşte bu sınır su içeriklerine, Atterberg limitleri veya kıvam (konsistans) limitleri denilir. Kıvam limitleri şunlardır: Likit limit, plastik limit, rötre (büzülme) limiti. Su içeriği w Şekil-62. Kohezyonlu zeminlerde V-w ilişkisi ve kıvam limitleri. Likit limit (wL veya LL), plastik ve likit durumları birbirinden ayıran sınır su içeriğidir. Başka bir deyişle, zeminin kendi ağırlığı altında akabildiği en düşük su içeriğidir. Plastik limit (wp veya PL), plastik ve yarı katı durumları birbirinden ayıran sınır su içeriğidir. Diğer bir deyişle, zeminin, el altında, cam bir yüzey üzerinde, çubuk haline getirilirken, çubukların çapları yaklaşık 3 mm. olduğunda, kopmaların meydana geldiği durumdaki su içeriğidir. Rötre (büzülme) limiti (ws veya SL), daha fazla su kaybının, zeminin hacminde artık bir azalma meydana getirmediği en büyük (maksimum) su içeriğidir. Diğer bir tanımla, zeminin suya tam doygun olabildiği en düşük su içeriğidir. 66 Kıvam limitleri deneysel olarak belirlenebilirler. a-) Likit Limitin belirlenmesi Likit limit, bir kaç yöntemle belirlenebilir. Bunlardan biri, Casagrande Yöntemidir. Bu yöntemde Casagrande tarafından önerilen standart likit limit aleti kullanılır (Şekil-63). Şekil-63. Likit limit deneyi. Alet, kolu döndürüldüğünde, sert bir lastik blok üzerine, 1 cm yükseklikten düşen yarım küre biçiminde metal (pirinç, sarı) tas kaptan oluşur. Likit limiti belirlenecek zeminden bir miktar alınarak, kurutulur, tanelenir. Tanelenmiş kuru zemin, içindeki iri taneleri uzaklaştırmak için 40 No.lu elek (0,425 mm) ’ten elenir. Elekten geçen zeminden bir miktar alınarak, porselen vb. bir kaba konulur, üzerine bir miktar damıtık su serpilir. Bir spatula (ucu yuvarlak bir bıçak) ile iyice karıştırılarak, yoğrulur. Yoğrulan zeminden bir miktar alınarak, aletin tasına yerleştirilir, üzeri düzlenir. Standart bir oyuk (yarık) açma bıçağı ile tastaki zemin ikiye bölünür. Oyuk ters bir yamuk biçimli enkesite sahip olup, tabanı 2 mm.’dir. Aletin kolu, saniyede 1 dönüş olmak üzere, düzgün bir şekilde çevrilir ve bir yandan da, döndürme (vuruş) sayıları sayılır. Döndürme işlemi ile içinde bir oyukla iki kısma ayrılmış zemin bulunan kap, 1 cm yükseklikten, standart sertlikteki bir blok üzerine düşer. Bu düşme etkisi altında, zeminin iki parçası kayarak, birbirine, kavuşmak ister. Bunların birbiriyle birleşmesinin yaklaşık 1 cm kadar olduğu durum gözlenerek, bu anda döndürmeye son verilir ve başlangıçtan itibaren yapılan vuruş sayısı kaydedilir (N). Zeminden bir miktar alınarak su içeriği (w) belirlenir. Aynı işlem, zemine artan miktarlarda su katarak, değişik su içeriklerinde tekrarlanır. Deney sonuçları, yatayda vuruş (döndürme) sayıları N (logaritmik), düşeyde su içerikleri (w) olan bir eksen takımında işaretlenerek, noktalardan yaklaşık bir doğru geçirilir (Şekil-64). 67 Şekil-64. Likit limitin belirlenmesi. Bu grafikte, 25 vuruşa karşılık gelen su içeriği, o zeminin likit limitidir. Likit limit, tek nokta yönteminde, bir tek deney yapılarak da yaklaşık olarak belirlenebilir. Yapılan araştırmalarda (Mohan, 1959), şu bağıntı verilmiştir. w: Tek deneye ait su içeriği, n: Tek deneydeki vuruş sayısı, t: 0,068 ile 0,121 arasında değişen bir sayı olup, vuruş sayısı 20 ile 30 arasında ise, 0,1 olarak alınabilir. Likit limit, statik koni penetrasyon yöntemi ile de belirlenir (Şekil-65). Şekil-65. Koni penetrasyon yöntemi. 68 Bu yöntemde, belli ağırlıktaki (80 gr.) bir konik uç, 5 saniye süreyle, bir kap içine doldurulmuş zemine batmaya bırakılır. Batma miktarı, mikrometre ile ölçülür. Zeminin su içeriği belirlenir. Deney, değişik su içeriklerinde tekrarlanarak, su içeriği-batma (penetrasyon) miktarı ilişkisi çizilir. Bu ilişkide. 20 mm'lik batmaya karşılık gelen su içeriği, zeminin likit limitini verir. b-) Plastik limitin belirlenmesi Kurutulmuş, tanelenmiş, 40 No.lu elekten elenmiş zeminden bir miktar alınır. Bir miktar su katarak, karıştırarak yoğrulur. Böylece hazırlanan zeminden bir miktar alınarak, bir cam plaka üzerinde, el altında yuvarlanır (Şekil-66). Şekil-66. Plastik limit deneyi. Zeminin öyle özel bir su içeriği vardır ki, bu su içeriğinde, zemin çubuğunun çapı yaklaşık 3 mm. olduğunda, çubukta kopmalar olur. Zeminin bu durumu elde edilerek, bu durumdaki su içeriği belirlenir. Bu değer doğrudan, zeminin plastik limitini verir. c-) Rötre (büzülme) limitinin belirlenmesi Şekil-67 gözönüne alınarak, rötre limiti için bir bağıntı çıkarılabilir. Suya doygun ıslak bir zemin, gittikçe kurutulursa, Şekil-67’deki gibi sırayla, a, b, c durumlarına sahip olur. (a) durumunda, zemindeki su miktarı, aşağıdaki gibidir. W1-Wk Zemin, (a) durumundan (b) durumuna geçtiğinde su kaybı, (V1-V2) γsu olur. (b) durumunda su miktarı ise, (W1-Wk)-(V1-V2) γsu olur. 69 Şekil-67. Rötre limitinin belirlenmesi. Rötre limitinin tanımından, elde edilir. Bağıntı düzenlenirse, elde edilir. Bağıntıdan, bir zeminin ıslak hacmi (V1), kuru hacmi (Vk), kuru ağırlığı (Wk) ve ıslak su içeriği (w1) belirlenebilirse, o zemine ait rötre limitinin hesaplanabileceği anlaşılır. Islak zemin, çelik kaba doldurulur, üzeri düzlenir (Şekil-68). Kap içindeki yaş zeminin ağırlığı (W1), tartılarak belirlenir. Daha önce, kabın hacmi (V1), cıva ile ölçülür. Bunun için, kap cıva ile doldurulur, üzeri cam bir plaka ile düzlenerek, örtülür. Kabı doldurulan cıva ağırlığı, cıvanın birim hacim ağırlığına (13,6 gr/cm3) bölünerek, hassas bir şekilde belirlenir. İçi yaş zeminle dolu kap, etüve konularak, kurutulur, kuru ağırlığı tartılarak bulunur (Wk). Zeminin kuru hacmini (Vkuru veya V2) ölçmek için, boş kabın içine kuru zemin konulur. Geri kalan boşluk cıva ile doldurulur, civanın üzeri yine. cam bir plaka ile düzlenir, kapatılır. Kabın içindeki civanın hacmi, zeminin yaş ve kuru ağırlıkları arasındaki farkı verir. Zeminin yaş hacmi bilindiğinden, buradan zeminin kuru hacmi belirlenir. Bu değerler, ilgili bağıntılarda yerine konularak, zeminin rötre limiti hesaplanır. Bu deneyde dikkat edilecek hususlar, ıslak zeminin boşluk kalmayacak şekilde kaba yerleştirilmesinde ve cıva ile hacim ölçmelerinde özen gösterilmesidir. 70 Şekil-68. Rötre limitinin belirlenmesi. Rötre oranı SR, aşağıdaki gibi tanımlanır. V1: Zeminin w1 su içeriğindeki hacmi. V2: Zeminin w2: su içeriğindeki hacmi. Vk: Zeminin kuru hacmi, Rötre limitinde V2=Vk, ve w2=ws olduğundan, rötre oranı aşağıdaki özel durumu alır. Bağıntıda, w1-w2 yerine konulursa, elde edilir. Bağıntıdan anlaşılacağı üzere, rötre oranı, zeminin kuru birim hacim kütlesine eşittir. Rötre limiti, deney sonuçlarından yararlanılarak ilgili bağıntıyla hesaplanabilir. 71 Hacimsel rötre, VS, aşağıdaki gibi tanımlanır. V1: w1 su içeriğinde zeminin hacmi. SR bağıntısından olduğundan, VS = (w1-ws) SR olur. Hacimsel Rötre, bazen, aşağıdaki gibi de tanımlanır. Lineer (Doğrusal) rötre, LS, aşağıdaki gibi tanımlanır. L1: Zeminin yaş uzunluğu, Lk: Zeminin kuru uzunluğu. Lineer rötre, deney ile belirlenebilir. Islak zemin, yarım silindir biçimli bir boş metal kaba doldurulur (Şekil-69). Etüve konularak, kurutulur. Kuru uzunluğu ölçülür. Lineer rötre bazen de, aşağıdaki gibi tanımlanır. Şekil-69. Lineer rötrenin belirlenmesi 72 Lineer rötre (Ls) ile hacimsel rötre (VS) arasında; lineer rötrenin her doğrultuda aynı olduğu düşüncesi ile bir ilişki yazılabilir. İlgili bağıntılara göre. bağıntılarına göre, bağıntılarına göre, bağıntılarına göre, Şeklinde de yazılabilir Plastisite (Plastiklik) indisi (Ip veya PI), aşağıdaki gibi tanımlanır. IP=wL-wP Plastisite indisi ile lineer rötre arasında, Lineer Rötre tanıma göre, aşağıdaki yaklaşık ilişki vardır. IP = 2,13 LS Kıvam indisi; IC, aşağıdaki gibi tanımlanır. w: Kıvam indisi tanımlanacak zeminin su içeriği. Yukarıdaki bağıntıdan zeminin durumu, kıvam indisine göre belirlenebilir. IC=l zemin plastik limitte (w=wp), IC=0 zemin likit limitte (w=wL), IC>1 zemin yarı katı veya katı durumunda (w<wP), 0<IC<1 zemin plastik durumda (wp<w<wL), IC<0 zemin likit durumunda (W>WL). Kıvam indisi-zemin durumu ilişkisi Şekil-70’de görülmektedir. Şekil-70. Kıvam indisi-zemin durumu ilişkisi 73 Likitlik indisi, IL, aşağıdaki gibi tanımlanır. w: Likitlik indisi tanımlanacak zeminin su içeriği. Kıvam indisine benzer olarak, likitlik indisinin değerinden zeminin hangi durumda olduğu söylenebilir (Şekil-71). Şekil-71. Likitlik indisi (IL) ile kıvam limitleri ve kıvam durumları ilişkisi. Aktivite, A; plastisite indisinin zeminin 0,002 mm çapına karşılık gelen geçen yüzdesine oranı olarak tanımlanır. J: 0,002 mm. den küçük tanelerin ağırlıkça oranı (yüzdesi) (kil yüzdesi). Killer aktivitenin değerine göre sınıflandırılabilir (Tablo-6). Tablo-6. Killerin aktiviteye göre sınıflandırılması A <0,75 0,75-1,25 >1,25 Açıklama Aktif değil Normal Aktif Aktivite genellikle ıslanan killerin şişmesini (Hacim artışını) yansıtır. Killer hacim artışı açısından Tablo-7’deki gibi sınıflandırılabilir. Tablo-7. Hacim artışına göre killerin sınıflandırılması. Hacim artışı (%) <2 2-5 5-10 >10 Şişme Durumu Düşük Orta Yüksek Çok yüksek 74 Kaolinit az, illit orta, montmorillonit çok şişer. Şişen killer, kaplamalara (havaalanı, kaldırım vb.), hafif yapılara, dayanma duvarlarına vb.’ne olumsuz etkiler uygular. Bu açıdan tanınmaları (Konsolidasyon deney aletinde ilgili deneyler vb.) ve gerekli önlemlerin alınması gereklidir. Diğer yandan, sondaj kuyularını, kazık veya ayak boşluklarını, kazı çukurlarını dolduran ve bunların yan yüzleri için adeta kaplama görevi gören çamur için montmorillonit (Bentonit) tipi killer kullanılır. Zemin sınıflandırma sistemleri Zeminlerin sınıflandırılması için var olan sistemler aşağıdaki gibi açıklanabilirler. 1-) Tane çapına göre sınıflandırma Bu sınıflandırmada, belli çap aralıkları arasında kalan zemin gruplarına belli adlar verilir. Tane çapını temel alan sınıflandırma sistemleri içinde, en çok benimsenen MIT (Massachusetts Institute of Technology) sistemidir. Bu sistem Tablo-8’de verilmektedir. Tablo-8. MIT sınıflandırması. Zemin Cinsi Taş (Blok) Çakıl İri çakıl Orta çakıl İnce çakıl Kum İri kum Orta kum İnce kum Silt İri silt Orta silt İnce silt Kil D çapı (mm) 200-61) 60-2 60-20 20-6 6-2 2-0,06 2-0,6 0.6-0,2 0,2-0,06 0,06-0,002 0,06-0,02 0,02-0,006 0,006-0,002 <0,002 Tane çapına göre zeminleri gruplandıran başka sistemler de vardır. Tane çapına göre sınıflandırmada, zeminin tane çapı dağılım eğrisi çizilerek, her bir grubun zemin içindeki ağırlıkça yüzdesi bulunur. Bunlar içinde, hangi grup veya gruplar büyükse, zemin bunlara göre adlandırılır. Tane çapına göre sınıflandırma yapan sistemler, zeminin kıvam limitlerini kullanmıyorlar. İleride açıklanan Birleştirilmiş Zemin Sınıflandırma Sisteminde (Unifled Soil Classifıcation System, USCS), zeminin kıvam limitleri dikkate alınmaktadır. Birleştirilmiş Zemin Sınıflandırma Sisteminde, zemin içindeki grupların çap sınırları farklı tanımlanmaktadır. USCS'ye göre gruplar, aşağıdaki tabloda (Tablo-9)verilmiştir. 75 Tablo-9. USCS'ye göre gruplar Adı Taş (blok) Çakıl Kum İnce (silt ve kil) D (mm) > 76,2 76,2-4,76 4,76-0,074 <0,074 Elek No >3" 3"-4 No. 4 No-200 No. < 200 No. 2-) Üçgen sınıflandırma (U.S. Public Roads Administration) Bu sistemde; zeminin, kum, silt ve kil yüzdeleri kullanılır. Zeminin granülometri eğrisi çizilerek, bu üç bileşenin ağırlıkça yüzdeleri belirlenir. Çakıl yüzdesi çıkarılarak, anılan 3 grubun yüzdelerinin toplamı 100 olacak şekilde, her bir grubun düzeltilmiş yüzdeleri hesaplanır. Hesaplanan yüzdeler, hazır üçgen bir diyagramda, Şekil-72’deki gibi, ilgili kenarlarda işaretlenerek, belirtilen yönlerde doğrular çizilerek, üçgen içinde bir nokta elde edilir. Bu nokta hangi bölgeye düşerse, zemin, o bölgenin adını alır. Bu sistem daha çok zirai amaçlar için kullanılır. Lem: Kum, silt, kil karışımı bir tür zemin. Şekil-72. Üçgen sınıflandırma. 76 3-) AASHO (Amerikan Karayolları) sınıflandırması Bu sistem, yol temeline yönelik olup, sınıflandırmada zemine ait bazı bilgiler yanında, Grup İndisi de kullanılır. Grup indisi = 0,2a + 0,005ac + 0,01 bd Tablo-10. AASHO Sınıflandırılması. 77 a: 200 No.lu eleğe ait yüzdenin 35-75 arasında (35'ten büyük, 75'ten küçük) kalan kısmı (tam sayı), b: 200 No.lu eleğe ait yüzdenin 15-55 arasında (15’ten büyük, 55’ten küçük) kalan kısmı (tam sayı), c: Likit limit değerinin 40-60 arasındaki (40’tan büyük, 60’tan küçük) kısmı (tam sayı), d: Plastisite indisinin 10-30 arasında (10’dan büyük, 30’dan küçük) kalan kısmı (tam sayı). Zeminin granülometri eğrisinden elde edilen 10, 40 ve 200 No.lu eleklere ait yüzdeler, likit limit, plastisite indisi, grup indisi kullanılarak. Tablo-10’da. soldan sağa doğru eliminasyon ile gidilerek, sınıf belirlenir. İlk sağlayan sınıf, zeminin sınıfıdır. Bu sistem de, daha çok yol, havaalanı, kaplama vb.’nin temel işlerinde kullanılır. 4-) Birleştirilmiş Zemin Sınıflandırma Sistemi (USCS) Bu sistem, Jeoteknikte en yaygın kullanılan bir sistemdir. Bu sistemde, bazı sembol (simge, harf)’1er kullanılmaktadır. Bunlar aşağıda verilmektedir. G: çakıl, S: kum, M: silt. C: kil. P,: turba, bataklık (çok organik). O: organik, L: düşük plastisiteli. H: yüksek plastisiteli, W: iyi derecelenmiş, P: kötü derecelenmiş. Zeminin granülometri eğrisi çizildikten sonra; 200 No. ve 4 No.lu eleklere ait geçen yüzdeleri, CU, CC, WL, IP bilgileri kullanılarak, zemin Sınıflandırılır. Sınıflandırmada Tablo11 kullanılır. Tablonun kullanılmasın kolaylaştırmak üzere, bir akış diyagramı (Şekil-74) kullanılabilir. Zeminin ince taneli kısmı veya ince taneli zeminler, plastisite grafiği kullanılarak sınıflandırılır, Plastisite grafiğinde (Şekil-73), yatayda likit limit, düşeyde plastisite indisi yer alır. A doğrusu, grafik alanını ikiye böler. Üst kısım kil, alt kısım silt bölgesidir. wL=% 50 = sabit düşey doğrusu da, grafik alanını ikiye böler. Sol kısım düşük plastisiteli. sağ kısım yüksek plastisiteli bölgedir. Plastisite grafiğinde, A doğrusunun altında kalan iki bölgenin her birinde iki olasılık vardır (ML veya OL ile MH veya OH). Deneysel veya kaba gözlemle, zeminin organik olup olmadığına karar verilebilir. Zemin organik bulunursa, O ile başlayan semboller (OL, OH), değilse diğer semboller (ML, MH) zeminin sınıfını gösterir. Organik zeminin rengi koyudur, bazen kokusu vardır, lifler içerebilir. İnce taneli zeminlerin organik olup olmadığını belirlemede; etüvde kurutulmuş zemin üzerinde yapılarak bulunan likit limitin (wL), doğal (kurutulmamış) zemin üzerinde belirlenen likit limite oranı hesaplanır. Bu oran 0,75’ten küçük ise, zemin organik olarak adlandırılır. Organik zeminler inşaat mühendisliği işlerinde olumsuz olarak değerlendirilirler (Taşıma güçleri düşük, oturma eğilimleri fazla vb.). Herhangi bir inşaat işi için en azından yüzeydeki organik zeminler ve temel altındaki diğer organik zeminler, kazılarak uzaklaştırılır. 78 Tablo-11. Birleştirilmiş Zemin Sınıflandırma Sistemi (USCS). 79 Şekil-73. Plastisite grafiği. Bu sistemde, 200 No.lu elek (D=0,074 mm), iri taneli (çakıl, kum) ince (silt, kil) sınırını oluşturur. Bu eleğe ait % P değerine göre, zemin, iri veya ince taneli diye iki ana gruba ayrılır. İri taneli zeminlerde, 4 No.lu elek (D=4,76 mm), çakıl-kum sınırını oluşturur. 4 No.lu eleğe ait % P değerine göre, zemin, çakıl veya kum sınıfına ayrılır. Kum ve çakıllar, ince yüzdesine (200 No.lu eleğe ait % P) göre, az inceli (temiz veya temize yakın), orta inceli veya fazla inceli diye dallara ayrılır. Az inceli çakıl veya kumlar belirtilen ölçütlerde, iyi derecelenmiş (çakıllarda CU>4, CC=l-3, kumlarda CU>6, CC=l-3) veya kötü derecelenmiş olarak sınıflandırılır. Orta veya çok inceli olanlar ise, ince kısmın plastisite grafiğindeki yerine göre, bir çift (karma) sembolle adlandırılır. İnce taneli zeminler (silt ve killer) ise, plastisite grafiğinde; yatayda likit limit, düşeyde plastisite indisi işaretlenerek, bulunan noktanın düştüğü bölgeye göre adlandırılır. 80 Şekil-74. USCS akış diyagramı. 81 Örnek Problemler Problem-1) Bir zeminden alınan 1562,5 gr. ağırlığındaki kuru bir miktar zemin; önce eleme işlemine, daha sonra da 200 No.lu elekten geçen kısmından 40 gr. alınarak, ıslak analize (pipet yöntemi) tabi tutulmuştur. 40 gr. zeminle, toplam hacmi 500 cm3 olan bir süspansiyon hazırlanmış, belli süreler sonunda, 10 cm derinlikten, 10 cm3 lük örnekler alınmış ve kurutulmuştur. Eleme ve ıslak analizle ilgili sonuçlar, Tablo-12’de verilmektedir. Bu zeminin granülometri eğrisini çiziniz. Efektif çapını, üniformluluk ve eğrilik katsayılarını belirleyiniz. Tablo-12. Problem-1 Problem-2) Problem-1'deki zemini, MIT ve üçgen sınıflandırma sistemine göre sınıflandırınız. Problem-3) Bir kil zemin üzerinde likit limit deneyi yapılmış ve Tablo-13’deki sonuçlar elde edilmiştir. Zeminin likit limitini belirleyiniz. Tablo-13. Problem-3 82 Problem-4) Tablo-14’deki zeminleri, Birleştirilmiş Zemin Sınıflandırma Sistemine göre sınıflandırınız. Not: Hiç bir zemin organik değildir. Tablo-14 Problem-4. Problem-5) Diğer bilgilerin Tablo-15’de verildiği zemini, tane çapına (MIT) ve Birleştirilmiş Zemin Sınıflandırma Sistemine göre sınıflandırınız. Elek analizinde toplanı 1453 gr. kuru zemin kullanılmıştır. Tablo-15. Problem-5. Problem-6) Bir zeminin efektif çapı 0,03 mm, üniformluluk sayısı 6,67, eğrilik katsayısı 0,6 ise; bu zeminde toplam 1743 gr. lık kuru zeminle yapılan elemede 10 No.lu (2mm) elek ve daha iri gözlü elekler üstünde kalan toplam zemin miktarı 87,1 gr., bu zeminin ince kısmına ait likit limit % 42, plastik limit % 11 ve aktivitesi 6,2 olduğuna göre, bu zeminin granülometri eğrisini kabaca çiziniz. Zemini tane çapına (MIT) göre sınıflandırınız. Zeminde taş (blok) yoktur. 83 ZEMİN SUYU Zemindeki su türleri Zemin ortamın boşluklarında bulunan suya, zemin suyu denilir. Şekil-75’de, zemindeki suların basit bir sınıflandırılması görülüyor. Taneleri oluşturan minerallerin kimyasal yapısındaki su farklı olup, burada kastedilmemekte kapsanmamaktadır. Şekil-75. Zemindeki suların sınıflandırılması. Zemin suyu, kabacı ikiye ayrılabilir: Serbest su ve tutulan (tutuk) su. Yerçekimi etkisi altında serbestçe akabilen suya, serbest su denilir. İçinde serbest su bulunan zemin, suya doygun olarak düşünülür. Serbest su, durgun (hareketsiz, statik) veya hareketli (akış durumunda) olabilir. Taneler arası boşluklarda bazı kuvvetlerce tutulan suya, tutulan su denilir. Tutulan su da, adsorbe su ve kılcal (kapilar) su diye ikiye ayrılır. Adsorbe su (higroskopik su), zemin taneleri tarafından havadan çekilen ve tanelerin dış yüzünü, ince bir film tabakası gibi saran sudur. Bu su, zemin tanelerinin adeta bir parçası gibidir. Etüvde kurutulan zeminde, bu su buharlaşarak, zeminden ayrılır. Ancak, kuru zemin, nemli havada bırakılırsa, higroskopik kapasitesine göre, havadan bu tür suyu alır. Kılcal (kapilar) su; zemin boşluklarında, yüzey gerilim kuvvetleri tarafından tutulan su olup, zemin içinde serbestçe akamaz. Zeminde kılcallık (kapilarite) olayı İçi su dolu bir kaba daldırılan ince bir boru (tüp) içinde, suyun; yüzey gerilim kuvvetlerinin etkisinde yükselmesine benzer olarak, serbest yeraltı suyu, zemin taneleri arasındaki boşlukların oluşturduğu bir tür kılcal boru içinde yükselir (Şekil-76). 84 Şekil-76. Zeminde kılcallık olayı. Bir ince boru içinde suyun kılcal (kapilar) yükselme miktarı (hc, kılcal yükseklik) aşağıdaki bağıntıyla belirlenir. Ts: Yüzey gerilim kuvveti (yüzey gerilim katsayısı) olup, su için ortalama olarak 0,076 gr/cm alınabilir, α, değme açısı olup, temiz bir cam tüp için sıfır (0) alınabilir. Bu değerler yukarıdaki bağıntıda yerine konulursa, aşağıdaki kısa bağıntı elde edilir. Kılcal yükseklik boyunca; serbest su düzeyinin altında meydana gelen hidrostatik basıncın aksine, çekme (emme) oluşur. Tablo-16’da bazı zemin türleri için ortalama kılcal yükseklikler görülmektedir. Tablodan da anlaşılacağı üzere; kılcal yükseklik, ince taneli zeminlerde büyük, iri taneli zeminlerde küçük olmaktadır. Kılcal yükseklik, ince taneli zeminlerde teorik olarak çok büyük görünse de, pratikte bu değer bir kaç m. yi aşmıyor. Bu da, bu tür zeminlerde adsorbe suyun küçük boşlukları daha da azaltarak, kılcal suyun yukarı doğru hareketini engellemesi şeklinde açıklanabilir. Tablo-16. Zeminler için kılcal yükseklikler 85 Şekil-77’de, zeminde, en genel durumda, tipik su bölgeleri görülüyor. Zemin yüzünden zemine giren sular (yağmur suları vb.), yeraltı su düzeyine ulaşırken, bir kısım su, taneler arası temas noktalan civarında, yüzey gerilim kuvvetlerince tutulur. Böylece kısmen doygun bölge oluşur. Bu bölgede, taneler arası boşluklar, kısmen su, kısmen de hava ile kaplıdır. Serbest yeraltı su düzeyi üzerinde, kılcallıktan dolayı, kılcal doygun bölge oluşur. Ancak, kılcal bölgede, kılcal yükselmenin zemin kitlesinde değişkenlik göstermesinden dolayı; kılcal tam doygun bölge ve kılcal kısmen doygun bölge oluşur. Şekil-77. En genel durumda, zeminde tipik su bölgeleri. Soğuk mevsimlerde, suya doygun zeminlerde don olayı meydana gelir. Donma derinliği. Ülkemiz için, soğuk bölgelerde 0,1-1 m olabilir. Donan su yaklaşık % 9 kadar bir hacim artmasına uğrar. Boşluklardaki suyun donması sonucu, zemin hacminde bir kabarma meydana gelir. Bu kabarma olayı, genellikle üniform olmaz ve varsa, zemin yüzündeki kaplamalar (yol, havaalanı vb.), hafif yapı vb. hasar görebilir. İnce taneli (silt, ince kum vb.) kılcal doygun zeminlerde, donma olayı ile daha da kötü olaylar meydana gelir. Böyle zeminlerde, zemin altında önce buz mercekleri oluşur. Bu buz mercekleri, kılcal etki altında, serbest su düzeyinden su çekerek büyürler. Bunun sonucu, varsa zemin üzerindeki yol, havaalanı, hafif yapı vb. büyük hasar görebilirler. Sıcak mevsimlerde, donma olayının tersine, erime (çözülme) meydana gelir. Su içeriği yüksek ince taneli zeminlerin taşıma gücü düşük olacağından, özellikle, hareketli yükler altındaki kaplamalar yine hasar görürler. Bu sakıncalar, zemini drenaja tabi tutarak (Yeraltı su düzeyini indirerek) ve kaplama altında, iri taneli bir tabaka oluşturarak (Kılcal yükselmeyi önleyerek) önlenebilir. Boşluksuyu basıncı ve efektif gerilme Bir zemin ortamında (Şekil-78), herhangi bir derinlikte, zeminin kendi ağırlığından dolayı oluşan düşey doğrultudaki gerilmeye, toplam gerilme denilir. Toplam gerilme, düşünülen düzeyde, birim (1 m x 1 m, 1 cm x 1 cm vb.) alan üzerinde kalan tüm ağırlık ve yüklerin toplamı olarak da tanımlanabilir. Bu açıklamaların ışığı altında, Şekil-78’de A noktasındaki düşey toplam gerilme, aşağıdaki gibi yazılabilir. 86 Şekil-78. Zeminde düşey toplam gerilme. σA-A = q + h1 . γn + h2 . γd Toplam gerilme, σ, en genel durumda iki bileşenden oluşur: Boşluksuyu basıncı (boşluk basıncı, nötr gerilme, hidrostatik basınç) ve efektif gerilme. Herhangi bir derinlikteki boşluksuyu basıncı, u; o nokta üzerindeki piyezometrik yükseklik (serbest su yüksekliği) ile suyun birim hacim ağırlığının çarpımına eşittir. uA = hsu . γsu = h2 . γsu hsu: Piyezometrik yükseklik olup, o noktaya daldırılan (daldırıldığı düşünülen) bir boru veya hortumdaki serbest su yüksekliğidir. Boşluksuyu basıncı bir noktada her yüne doğru etkir ve taneler arasındaki boşluksuyu aracılığıyla uygulanan bir basınçtır. Kılcal doygun bölgede (Şekil-76) boşluksuyu, basınç değil, çekme (emme, vakum) uygular. Kılcal doygun bölgede, herhangi bir noktadaki boşluksuyu gerilme (çekme) değeri, o noktanın serbest yeraltı su düzeyine olan yüksekliği (kılcal yükseklik) ile suyun birim hacim ağırlığının çarpımına eşittir. Efektif gerilme (etkin gerilme), σ´ veya (σ), toplam gerilme ile boşluksuyu basıncının farkına eşittir. σ´= σ-u, σ´A-A = σA-A-uA-A= q + h1 γn+h2 γd-h2 γsu Efektif gerilme, taneler arasındaki temas nokta veya alanlarıyla taşınan ortalama gerilme olarak düşünülür. Bu gerilme, taneler arasındaki gerçek temas (değme) gerilmelerinden daha küçüktür. Birçok durumda; zeminin davranışında (Oturma, kayma direnci vb.) toplam değil, efektif gerilme rol oynar. Zemin yüzünde, sonsuz büyüklükteki bir alana yayılı üniform bir yük, gerilme hesaplarında, bir tabaka gibi dikkate alınır, etkisi derinlikle değişmez (Sabit kalır.). Zemin yüzünde etkiyen tekil (nokta) yük veya sınırlı alan yüklerinden, zemin ortamda oluşan ek düşey yüzey yüklerinin neden olduğu gerilmelerin etkisi, derinlikle azalır. 87 Örnek Problemler Problem-1) Diğer bilgilerin şekil-79’da verildiği zeminde; toplam, boşluksuyu ve efektif düşey gerilmelerinin, derinlikle değişimini hesaplayınız, çiziniz, değerleri üzerlerine yazınız. Şekil-79. Problem-1. Problem-2) Şekil-80’de, A ve B noktalarındaki düşey efektif gerilmeleri hesaplayınız. Şekil-80. Problem-2. Problem-3) Diğer bilgilerin Şekil-81’de verildiği zeminde, yeraltı su düzeyinin 2 m yükselmesi durumunda, kil tabakasının ortasındaki efektif gerilme artar mı, azalır mı? Değişme ne kadar olur? Şekil-81. Problem-3. 88 Problem-4) Diğer bilgilerin Şekil-82’de verildiği durumda; toplam gerilme, boşluksuyu basıncı ve efektif gerilmenin derinlikle değişimini hesaplayınız, çiziniz. Şekil-82. Problem-4. Problem-5) Diğer bilgilerin Şekil-83’de verildiği durumda, yeraltı su düzeyi 2 m. indirilirse, kil tabakasının ortasındaki efektif gerilmedeki değişim ne kadar olur? Su düzeyinin indirildiği bölgede, zeminin, üstteki bölgenin yaş birim hacim ağırlığına geldiği kabul edilecektir. Şekil-83. Problem-5. 89 Problem-6) Diğer bilgilerin Şekil-84’de verildiği durumda, düşey efektif gerilmenin derinlikle değişimini hesaplayınız, çiziniz, değerleri üzerine yazınız. Şekil-84. Problem-6. Problem-7) Diğer bilgilerin Şekil-85’de verildiği durumda, serbest su düzeyi 3 m. yükselirse, kil ortasındaki efektif gerilme ne kadar değişir? Şekil-85. Problem-7. 90 ZEMİNLERİN GEÇİRİMLİLİĞİ Darcy Yasası Zemin, boşluklu bir ortam olup, boşlukları birbirine bağlıdır. Su, zemin ortamın boşluklarında hareketsiz (durgun) durumda bulunabildiği gibi, birbirine bağlı boşluklardan geçerek, akabilir (hareketli yeraltı su durumu, akış durumu). Darcy (1856), laminar akım koşullarında suya doygun bir zemin ortamda; hızın, hidroloik eğim ile orantılı olduğunu göstermiştir. Eğer, L uzunlukla, A enkesit alanlı bir zemin örneği, h1-h2 su düzey farkı etkisinde bırakılırsa (Şekil86), Darcy Yasası, aşağıdaki gibi yazılabilir. v = k.i veya q = v.A , v = q/A olduğu için q = A.k.i Bağıntılardaki v hızı, filtre hızı (debi hızı) olup, su akışının zeminin tüm A enkesitinin her noktasından akıyormuş gibi düşünülerek adlandırıldığı ortalama hayali bir hızdır. Gerçekte su, zemin enkesitinin her noktasından akmayıp, ancak taneler arası boşlukların oluşturduğu bir bölümünden sızıntı hızı (gerçek hızı) ile akar. Sızıntı hızı ile filtre hızı arasında aşağıdaki bağıntı vardır. Şekil-86. Darcy Yasası. Vfiltre=n.Vsızıntı n, zeminin porozitesi olup, n<l olduğu için, vf<vs’dir. k, zeminin geçirimlilik (permeabilite, geçirgenlik) katsayısı (Hidrolik iletkenlik veya geçirimlilik) olup, zeminin su geçirme özelliğini yansıtır v hız boyutundadır (cm/sn vb.). Hidrolik eğim i, boyutsuz olup, aşağıdaki gibi tanımlanır. 91 q (debi), birim zamanda bir kesitten (burada A enkesiti) geçen suyun miktarını belirtir (m3/sn, cm3/sn vb.). Su akımının meydana gelmesine bağlı olarak L’nin (Şekil-86) konumu yatay, düşey, eğik vb. olabilir. Yeraltı su akışlarının genellikle laminar (Düşük hıza sahip) olduğu saptanmıştır. Tablo-17’de, çeşitli zeminler için, ortalama k değerleri verilmiştir. Tablo-17. Çeşitli zeminler için ortalama k değerleri. Zemin Cinsi Çakıl Kum Silt Kil k (cm/sn) > 10 10-10-4 10-4-10-6 < 10-6 Geçirimlilik Durumu Çok geçirimli geçirimli Az geçirimli Çok az geçirimli veya geçirimsiz Tablodan anlaşılacağı üzere, iri taneli zeminlerde k büyük; ince taneli zeminlerde, k küçük değerler almaktadır. Geçirimlilik katsayısının bağlı olduğu etmenler Geçirimlilik katsayısı, k, başlıca şu etmenlere bağlıdır: a-) Zeminin ortalama tane çapına bağlı olup, kabaca tane çapının karesi ile orantılıdır. Allen Hazen (1892), aşağıdaki bağıntıyı vermiştir. k = C.D210 D10: Zeminin efektif çapı. k (cm/sn), D10 (cm) boyutundadır. C, bir katsayı olup, yaklaşık 100’dür. b-) k, zeminin boşluk oranına bağlı olup, boşluk oranının aşağıdaki ifadeleri ile orantılıdır. c-) k, boşluk sıvısının (suyun) birim hacim ağırlığı ile doğru orantılı, sıvının vizkozitesi ile ters orantılıdır. Muskat (1937). fiziksel permeabilite (kp) diye, boşluk sıvısının özelliklerinden bağımsız olan ve sadece boşluklu ortamın fiziksel durumuna bağlı bir terim tanımlamıştır: 92 k: boşluk sıvısıyla boşluklu ortamın (zeminin) geçirimlilik katsayısı (Darcy geçirimlilik katsayısı), η: boşluk sıvısının viskozitesi. Suyun birim hacim ağırlığının sıcaklıkla değişmesi ihmal edilebilirken, viskozitesinin sıcaklıkla değişmesi önemlidir. d-) Zeminde tanelerin dizilişine bağlıdır. k, aynı boşluk oranında; zemin tanelerinin dizilişine, zeminin oluşumuna veya sıkıştırılmasına bağlı olarak farklı olabilir. Sonuçta, aynı zemin, yatay ve düşey yönlerde farklı geçirimlilik katsayılarına (anizotrop zemin) sahip olabilir. Örneğin; yatay doğal bir tabakada, genellikle yatay doğrultudaki geçirimlilik katsayısı düşey doğrultudakinden daha büyüktür. Geçirimlilik katsayısının belirlenmesi Geçirimlilik katsayısı, laboratuvar veya arazide çeşitli deneylerle belirlenebilir. Geçirimlilik katsayısının laboratuvar deneyleri ile belirlenmesi a-) Sabit düzeyli geçirimlilik deneyi Bu deney, geçirimliliği iyi olan taneli zeminler (çakıl, kum) için uygundur. Geçirimliliği belirlenecek zemin, istenilen sıkılıkta veya arazideki sıkılığına benzer olarak saydam bir silindire yerleştirilir (Şekil-87). Zemin tanelerinin yıkanıp gitmesini önlemek üzere, zemin örneğinin alt ve üst kısmında birer filtre oluşturulur. Bu filtreler genellikle, deneye tabi tutulan zeminden biraz daha iri taneli olan bir taneli zemindir. Sabit su düzeyli bir hazneden gelen su, zeminden geçerek, hacim bölümlü bir kapta toplanır. Kararlı akış elde edildikten sonra, belli bir sürede (Δt), kapta toplanan su miktarı (ΔQ) belirlenir. Zemin örneğinin alt, üst ve orta kısımlarına bağlanan saydam borularda (piyezometre boruları), su düzeyleri gözlenir, okunur, kaydedilir. Darcy Yasasından k hesaplanır. Bağıntıdaki A, zeminin enkesit alanı (akışa dik)’dır. 93 Şekil-87. Sabit düzeyli geçirimlilik deneyinin şeması. Geçirimlilik katsayısı; A-B, B-C veya A-C arasındaki ayrı ayrı hesaplanır. Deney, değişik sabit düzeyler için tekrarlanarak, ortalama alınır. b-) Düşen (değişen) düzeyli geçirimlilik deneyi Bu deney, geçirimliliği düşük olan ince taneli (kil, silt) zeminler için uygundur. Bu deney için kullanılan zemin örneği, geçirimliliği belirlenecek zeminden alınan, örselenmemiş örnek olabileceği gibi, silindirik metal kap içinde, laboratuvarda yerleştirilmiş de olabilir. Zeminin cinsine göre, uygun enkesitteki saydam bir boru, zemin örneği üzerine takılır. Yine, zemin tanelerinin akan suyla sürüklenip gitmesini önlemek üzere, zemin örneğinin alt ve üst yüzlerine filtre yerleştirilir (Şekil-88). Üstteki boruya doldurulan su, zeminden geçerek dışarı akar. Kararlı akış elde edildikten sonra; deney başında ve sonundaki su yükseklikleri ile arada geçen zaman ve enkesit alanlarından, zeminin geçirimlilik katsayısı hesaplanır. Borudaki su yüksekliği h iken; Δt süresinde, borudaki su düzeyi Δh kadar aşağı düşsün. Darcy Yasasına göre, 94 Şekil-88. Düşen düzeyli geçirimlilik deneyinin şeması. olur. Bağıntının her iki tarafı değişkenlere göre düzenlenip, belli sınırlar içinde integre edilirse; elde edilir. a: üstteki tüp (cam boru, hortum) enkesit alanı, L: örnek uzunluğu, t1: deney süresi, h1: başlangıçtaki su yüksekliği, h2: t1 süresi sonundaki su yüksekliği. Deney, değişik çaplı borularla, değişik başlangıç yükseklikleri ve değişik deney süreleri kullanılarak tekrarlanır, k için ortalama değer hesaplanır. c-) Konsolidasyon deney sonuçlarından (Bkz. Zemin Mekaniği II. Ders notları). 95 Arazi Deneyleri ile geçirimlilik katsayısının belirlenmesi Su içeren geçirimli tabakaya akifer denilir. Akiferler iki türlü olabilir (Şekil-89). Serbest (sınırlanmamış) akiferde, yeraltı su düzeyi, doygun bölgenin üst sınırıdır. Basınçlı (artezyen, sınırlanmış) akiferde, yeraltı suyu, üstten geçirimsiz bir tabaka ile sınırlanmıştır. Şekil-89. Serbest ve basınçlı (artezyen) akiferler. a-) Zeminden su çekerek Serbest akiferde, geçirimlilik katsayısının belirlenmesinde pompa ile su çekmek için, zeminde bir kuyu açılır. Sabit bir debi ile sürekli su çekilir. Başlangıçta yatay olan yeraltı su düzeyi, kuyu içinde alçalarak, Şekil-90’daki sabit alçalmış durumu alır. Kararlı durumda, sabit q debisi çekimi sırasında, kuyudaki su düzeyi ve alçalmış su yüzeyi sabit kalır. Kararlı durum elde edildikten sonra, deney kuyusu merkezinden itibaren, aynı doğrultu üzerinde açılmış en az iki gözlem kuyusu ile alçalan su düzeyi, gözlenerek ölçülür. Kuyu merkezinden itibaren, r yarıçaplı düşey bir kesit düşünelim (Şekil-90). r yarıçaplı, h yükseklikli silindir dış yüzünden birim zamanda geçen su, kuyudan çekilen q debisine, süreklilik ilkesi gereğince eşit olmalıdır. r yarıçaplı kesitte, hidrolik eğim, yaklaşık olarak aşağıdaki gibi yazılabilir. Darcy Yasası yazılırsa, 96 Şekil-90. Serbest akiferde k'nın belirlenmesi. elde edilir. Bağıntı değişkenlere göre düzenlenip, belli sınırlar içinde integre edilirse; elde edilir. Basınçlı akiferde, benzer biçimde açılan kuyudan sabit bir q debisi çekilerek, kararlı durum elde edildikten sonra, gözlem kuyularındaki su düzeyleri gözlenerek, ölçülür (Şekil-91). Kuyu merkezinden itibaren r yarıçaptı bir kesit düşünelim. Bu kesit için Darey Yasası yazılır, integre edilirse; elde edilir. 97 Şekil-91. Basınçlı akiferde k'nın belirlenmesi. b-) Zemine su vererek Açılan bir sondaj kuyusunun dibinden veya sızdırmazlık elemanları kullanılarak, sondaj deliğinin kaplanmamış belli bir uzunluğunun yan yüzünden, sabit düzeyli veya düşen düzeyli düzenlerle zemine su gönderilir. Deney sonuçlarından, ampirik bağıntılarla (Cedergren, 1969), zeminin geçirimlilik katsayısı hesaplanır. Zemine su vererek yapılan geçirimlilik deneyleri ikiye ayrılır: Açık uç deneyleri ve Packer deneyleri. Açık uç deneylerinde, zemine indirilen bir borunun ucundan, sabit düzeyli bir düzenle zemine su gönderilir (Şekil-92). Zemine gönderilen sabit debi ölçülür. Şekil-92. Açık uç deneyleri. 98 Zeminin geçirimlilik katsayısı, aşağıdaki ampirik bağıntı ile hesaplanır. h: su düzeyleri farkı, q: sabit debi, r: borunun iç yarıçapı. Basınçlı su durumunda h=h1+h2 olarak hesaplanır. Packer (tıkaç) deneylerinde, bir sondaj kuyusunun kaplanmamış veya delikli kaplama borusunun belli bir uzunluğunun yanlarından, zemine sabit düzeyli bir düzenle su gönderilir (Şekil-93). Belli bir uzunluk, tek veya çift tıkaç (sızdırmazlık elemanı) ile sağlanılır. Verilen suyun sabit debisi ölçülür. Şekil-93. Packer deneyleri şeması. Zeminin geçirimlilik katsayısı, aşağıdaki ampirik bağıntılarla belirlenir. L: uzunluk, h=h1+h2 c-) Hareketli yeraltı su durumu Yeraltı suyu hareketli ise, akış doğrultusunda iki kuyu açılır (Şekil-94). Şekil-94. Hareketli yeraltı suyu. 99 1. kuyudan tuz, boyalı madde, radyoaktif izotop vb. verilerek, bunların 2. kuyuya varış zamanları (Δt) 2.kuyuda ölçümler yaparak vb. belirlenir. Zeminin porozitesi n ise, k şöyle hesaplanır. Tabakalı zeminlerin ortalama geçirimlilik katsayıları İçinden su akımının olduğu zemin ortam, farklı geçirimlilik katsayılarına sahip, değişik tabakalardan oluşabilir. Bu tabakalar, yatay, düşey veya eğik olabilir. Su akışı yine yatay, düşey veya eğik olabilir. Burada sıkça rastlanılan yatay tabakalanma ile yatay ve düşey su akışları incelenecektir. a-) Yatay tabakalanma, yatay su akışı Şekil-95’de, her birinin yatay yönde geçirimlilik katsayıları ve kalınlıkları farklı bir çok yatay tabakadan oluşmuş zemin kesidi görülmektedir. Su akısı ise yatay yöndedir. Buradaki problem iki boyutludur. İki boyutlu problemlerde, (Bkz. Şekil-109) problemin şekil düzlemine dik doğrultudaki uzunluğu sonsuz olup; problemin özellikleri, şekil düzlemine dik doğrultuda (uzun doğrultuda) sabittir. Bu nedenle, iki boyutlu problemlerde, sonsuz uzunluğa dik bir kesiti incelemek yeterli olur. Böyle bir kesitte şekil düzlemine dik uzunluk, genellikle 1 birim (1 m., 1 cm. vb.) alınır. Zemin Mekaniğinde pek çok problem yaklaşık iki boyutlu (sonsuz uzun) olarak kabul edilip, incelenir. Şekil-95. Yatay tabakalarıma, yatay su akışı. 100 İki boyutlu problemler için çözüm geliştirmek daha kolaydır. Şekil-95’de, sonsuz uzunluğa dik olan bir kesit görülüyor. Bu kesitin şekil düzlemine dik uzunluğu 1 birim (1 m) olsun. Zeminden geçen su miktarı, aşağıdaki gibi olur. q =Σqi = q1 + q2 + q3 + ... + qn Darcy Yasasını yazarsak, Σzi1kort iort=z1k1i1+z21k2i2+.....+zn1knin elde edilir. Her bir tabaka için hidrolik eğim aynıdır. Çünkü hepsinin ortak bir piyezometrik yüzeyi vardır. Piyezometrik yüzey veya çizgi, akış halindeki yeraltı suyuna, akış doğrultusundaki çeşitli noktalara batırılan veya batırıldığı düşünülen borulardaki su düzeylerinin birleştirilmesiyle elde edilen yüzey veya çizgidir. Örneğin L uzunluğu için hidrolik eğim, aşağıdaki gibi yazılabilir. Yukarıdaki bağıntılardan yararlanılarak, ortalama geçirimlilik katsayısı aşağıdaki gibi yazılabilir. b-) Yatay tabakalanma, düşey akış Şekil-96 gözönüne alınırsa, süreklilik ilkesi gereği, her bir tabakadan düşey doğrultuda geçen su miktarı aynıdır. qort = q1 = q2 = ... = qn Şekil-96. Yatay tabakalanma, düşey akış. 101 Akış doğrultusunda, toplam piyozometrik yükseklik farkı, aşağıdaki gibi yazılabilir. Δh = Δh1 + Δh2 + ... + Δhn Hidrolik eğim ve Darcy Yasası yazılarak, bağıntı aşağıdaki gibi yazılabilir. Aort = A1 = A2 = ... = An olduğu için, elde edilir. Örnek Problemler Problem-1) Diğer bilgilerin Şekil-97’de verildiği sabit düzeyli geçirimlilik deneyinde, 10 dakikada 450 cm3 su, 10 cm çaplı zemin örneğinden geçerek kapta toplanmıştır. Zeminin geçirimlilik katsayısı, k’yı belirleyiniz. Şekil-97. Problem-1. Problem-2) Düşen düzeyli bir geçirimlilik deney düzeninde (Bkz. Şekil-88), su düzeyinin düştüğü borunun çapı 0,9 cm. zemin örneğinin çapı 11 cm, boyu ise 12 cm’dir. Deney başlangıcında 135 cm olan su yüksekliği, 10 dakikada 15 cm alçalmıştır. Zeminin geçirimlilik katsayısını hesaplayınız. Su düzeyinin deney başlangıcından itibaren 30 cm. düşmesi için ne kadar zaman geçmelidir? 102 Problem-3) Diğer bilgilerin Şekil-98’de verildiği durumda, açılan deney kuyusundan, 0,18 m3/dakikalık bir sabit debi ile su çekiliyor. Kararlı dununda, deney kuyusunun merkezinden itibaren 12 m. ve 24 m. uzaklıklarda açılan iki gözlem kuyusundaki su düzeyleri, yatay zemin yüzünden itibaren sıra ile 9,8 m ve 7,7 m aşağıdadır. Zeminin geçirimlilik katsayısını hesaplayınız. Şekil-98. Problem-3. Problem-4) Diğer bilgilerin Şekil-99’da verildiği zeminde, yeraltı su akışı doğrultusunda açılan iki kuyudan, 1. sinden bırakılan boya, 2. kuyuya 370 dakikada ulaşmıştır. İki kuyudaki su düzeyleri arasındaki düşey fark 2,4 m. olduğuna göre, zeminin geçirimlilik katsayısını hesaplayınız. Şekil-99. Problem-4 Problem-5) Düşey enkesiti Şekil-100’de verilmiş olan zeminde, şekil (kağıt) düzlemine dik uzunluğu büyük (sonsuz) olan bir hendek açılmış, hendek boyunca sabit bir debi ile su çekilmiştir. Kararlı durumda, hendeğe dik doğrultuda açılan iki gözlem kuyusunda, su düzeyleri, zemin yüzünden itibaren l. kuyuda 4 m., 2. kuyuda 3 m., aşağıda olarak ölçülmüştür. Hendeğin 1 m. uzunluğundan çekilen suyun debisi 3 m3/dk olduğuna göre, zeminin geçirimlilik katsayısını hesaplayınız. Şekil-100. Problem-5 103 Problem-6) Diğer bilgilerin Şekil-101’de verildiği basınçlı yeraltı suyu durumunda, açılan kuyudan 1,2 m3 /dakika’lık sabit bir debi ile su çekilmektedir. Kararlı denge durumunda, 2. gözlem kuyusundaki su düzeyi, A-A düzeyinden itibaren 10,8 m’dir. 1. kuyudaki su düzeyi, zemin yüzünden itibaren ne kadar aşağıda olur? Şekil-101. Problem-6. Problem-7) Diğer bilgilerin Şekil-102’de verildiği basınçlı yeraltı suyu durumunda, şekil düzlemine dik uzunluğu çok büyük olan bir hendek açılmış ve hendek boyunca sabit bir debi (üniform çizgisel debi) ile su çekilmiştir, Kararlı durumda, hendeğe dik doğrultu boyunca açılan iki gözlem kuyusundaki su düzeyleri, zemin yüzünden itibaren, 1. kuyuda 4,8 m, 2. kuyuda 3,2 m’dir. Hendeğin birim uzunluğundan, çekilen debi 2,3 m3/dakika olduğuna göre, zeminin geçirimlilik katsayısın hesaplayınız. Şekil-102. Problem-7. 104 Problem-8) Diğer bilgilerin Şekil-103’de verildiği, sabit düzeyli düzende, su, farklı iki zeminden geçerek, bir kapta toplanmaktadır. 15 dakikada, kapta 2583,4 cm3 su toplandığına göre, B ve C noktalarına batırılan borulardaki su yükseklikleri ne kadar olur? Şekil-103. Problem-8. Problem-9) Diğer bilgilerin Şekil-104’de verildiği, sabit düzeyli durumda, geçirimlilik katsayıları farklı iki zemin kullanılmıştır. 50 sn’de kapta toplanan su miktarı 648 cm3 olduğuna göre, diğer zeminin geçirimlilik katsayısını bulunuz. Deney düzeninin şekil düzlemine dik uzunluğu sabit olup, 30 cm’dir. Şekil-104. Problem-9. 105 Problem-10) Diğer bilgilerin Şekil-105’de verildiği basınçlı yeraltı suyu durumunda, açılan deney kuyusundan sabit bir debi ile su çekilerek, kararlı durumda iki gözlem kuyusundaki su düzeyleri ölçümleri verilmiştir. Kuyudan çekilen debi ne kadardır? Şekil-105. Problem-10. Problem-11) Diğer bilgilerin Şekil-106’da verildiği durumda, hacim bölümlü kapta 8 dakikada 624 cm3 su toplanmaktadır. k2’yi bulunuz. Deney düzeninin şekil düzlemine dik uzunluğu 25 cm olup, şekildeki kesit değişmemektedir. Şekil-106. Problem-11 106 ZEMİNDE SU AKIMLARI Giriş İnşaat Mühendisliğinde, zemin içindeki su akımları ile birçok durumda karşılaşılır. Toprak yapılar (toprak baraj, toprak dolgu vb.) içinden suların sızması, yapıların (baraj, regülatör vb.) altından suların sızması, açılan ve su çekilen çukurlara suların sızması vb. yeraltında oluşan su akışlarına (akımlarına) örnek olarak verilebilir (Şekil-107). Şekil-107. İnşaat Mühendisliğinde su akımlarına örnekler. Bernoulli bağıntısına göre, zemin içindeki yeraltı su akımı durumunda, herhangi bir noktadaki toplam yükseklik (yük, potansiyel, potansiyel enerji, hidrolik potansiyel vb.), aşağıdaki üç bileşenden oluşur (Şekil-108). h: toplam yükseklik, z: yer (konum) yüksekliği, u/γsu: hsu boşluksuyu basınç yüksekliği, v2/2g; hız yüksekliği 107 Kıyas (karşılaştırma, atıf, referans) düzlemi, herhangi bir yatay düzlemdir. Kıyas düzlemi, düşünülen noktanın altında ise, yer yüksekliği, z +, üstünde ise z - olarak alınır. Yeraltı su akımlarının hızı göreli olarak küçük olduğu için, hız yüksekliği ihmal edilir. Böylece, yeraltı su akımları için toplam yükseklik, h, aşağıdaki biçimi alır. Buna göre, Şekil-108’deki A ve B noktalarındaki toplam yükseklikler aşağıdaki gibi olur. Şekil-108. Toplanı yükseklik ve ilgili terimler Burada tekrar edilirse, zemin içindeki yeraltı su akımı üzerindeki iki nokta arasındaki hidrolik eğim, aşağıdaki gibi yazılır. iAB: Akım yolu üzerindeki A ve B noktaları arasındaki hidrolik eğim, ΔhAB: A ve B noktaları arasındaki hidrolik yük farkı veya toplam yükteki azalma, LAB: A ve B noktaları arasındaki akım (akış) yolu uzunluğu. Akım (akış), ancak, hidrolik yük farkı mevcut ise meydana gelir. 108 İki boyutlu akımın denklemi Zemin Mekaniğinde bazı incelenen durumlarda uzunluk, diğer iki boyuta göre çok daha büyük olur. Böyle durumlarda, uzunluğa dik bir kesiti (Genellikle de 1 birim (m, cm, mm vb.)) incelemek yeterli olur. Çünkü olay, uzunluğa dik düzlemde meydana gelir. Diğer bir deyişle olayın özellikleri uzunluk boyunca değişmez. Böylece 3 boyutlu olay, iki boyutlu (düzlemsel) duruma gelir. İki boyutlu durumları incelemek daha kolaydır. Bazen 3 boyutlu olaylara bazı katsayılarla geçilir. İki boyutlu durumlara aşağıdaki örnekler verilebilir (Şekil-109). Şekil-109. Zemin Mekaniğinde tipik iki boyutlu durumlar. İki boyutlu akımın (Şekil-110) temel denklemini elde etmek için şu kabuller yapılır: 1-) Doygun boşluklu ortam sıkışmazdır. Başka bir deyişle, boşluklar, zamanla değişmez. 2-) Su akımlarında Darcy Yasası geçerlidir. 3-) Zemin anizotroptur (kx≠ky). Şekil-110. İki boyutlu akım. 109 Böyle bir akımda, şekil düzlemine dik uzunluğu 1 birim olan ∆x, ∆y boyutlu bir eleman düşünelim. vx ve vy, x ve y doğrultusunda elemana giren suyun hızları olsun. Çıkış hızları da sırayla, vx+(∂vx/∂x)∆x ve vy+(∂vy/∂vy)∆y olsun. Süreklilik denklemi gereği, elemana giren su, elemandan çıkan suya eşit olmalıdır. Yukarıdaki bağıntı sadeleştirilirse, süreklilik denklemi elde edilir. Darcy Yasasına göre. dir. Burada kx ve ky sırayla. x ve y doğrultusundaki geçirimlilik katsayılarıdır. Yukarıdaki bağıntılarda yerine konulursa, elde edilir. İzotrop zemin için kx=ky=k olduğundan, yukarıdaki bağıntı aşağıdaki gibi yazılabilir. Φ=kh’ye potansiyel fonksiyonu denilirse. Yukarıdaki bağıntı aşağıdaki şekli alır. Bu bağıntı, iki boyutlu akımlar için Laplace Denklemi diye bilinir. Bağıntı çeşitli yöntemlerle (analitik, nümerik, elektriksel analoji, grafik, deneysel vb.) çözülebilir. Burada sadece grafik (akım ağı ile) çözüm açıklanacaktır. 110 Grafik çözüm: Akım ağı Akım ağı, akım çizgileri ve eş potansiyel çizgilerinden oluşur (Şekil-111). Şekil-111. Akım ağı Akım çizgisi, suyun ortalama akış yolunu gösteren çizgidir. İki akış çizgisi arasındaki aralığa, akım kanalı denilir. Eşpotansiyel çizgisi, akış ortamında, aynı piyezometrik yatay düzeye sahip noktaları birleştiren çizgidir. Bir eşpotansiyel çizgisi üzerine batırılan bütün borulardaki su yüksekliği, aynı yatay düzlemdedir (Şekil-111). Akım ağı, ölçekli çizilmiş bir şekil üzerinde, deneme-yanılma ile oluşturulur. Akım ağının bazı özelikleri vardır. Bunlar: 1-) Akım çizgileri ve eşpotansiyel çizgileri birbirini dik olarak keserler. 2-) Oluşturulan elemanlar, yaklaşık kare biçimlidirler. Bu elemanlar içine çizilen bir daire, elemanın 4 kenarına birden teğet olur. 3-) Her bir akım kanalından geçen su miktarı, birbirine eşittir. 4-) Eşpotansiyel çizgiler arasındaki potansiyel düşüşleri, birbirine eşittir. 5-) Geçirimsiz sınırlar birer akım çizgisidir. 6-) Su altındaki serbest zemin yüzeyleri birer eşpotansiyel çizgisidir. Akım ağının kullanılması Akım ağı; sızan su miktarlarının, akış durumunda boşluksuyu basıncının ve hidrolik eğimin hesaplanmasında kullanılır. a-) Sızan su miktarının hesaplanması Akım ağındaki herhangi bir elemanı göz önüne alalım (Şekil-112). Elemanın şekil düzlemine dik uzunluğu 1 birim olsun. Şekil-112. Akım ağındaki herhangi bir eleman. 111 Ardışık iki eşpotansiyel çizgi arasındaki düşme, (Δh veya ΔH aşağıdaki gibi yazılabilir H: Akıma (akışa) neden olan toplam hidrolik yük farkı, Ne: eşpotansiyel düşmelerin sayısı. Bir akım kanalından geçen suyun debisi, Δq, olur. Akım kanallarının toplam sayısı Na ise, sızan suyun miktarı, olur. Problemin şekil düzlemine dik uzunluğu L ise, toplam debi. olur. b-) Akış durumunda boşluksuyu basıncının belirlenmesi Akış halindeki suyun herhangi bir yüzeye uyguladığı basıncın dağılışı, durgun (statik) haldeki suyunkinden farklılık gösterir. Akışın olduğu ortamda herhangi bir noktadaki su basıncı (boşluksuyu basıncı, nötr gerilme vb ), u, aşağıdaki gibi hesaplanır (Şekil-113). u = hsu.γsu hsu = ho - ΣΔH ± z hsu: ilgili noktadaki piyezometrik su yüksekliği, ho: başlangıçtaki toplam yük (potansiyel), ΣΔH: başlangıçtan itibaren düşünülen noktaya kadar meydana gelen potansiyel düşmelerinin toplamı, z: noktanın yer yüksekliği. a-) Nokta, kıyas düzleminin üstünde ise (Şekil-113a) hsu = ho - ΣΔH - z b-) Nokta, kıyas düzleminin altında ise (Şekil-113b) hsu = ho - ΣΔH + z olur. 112 Kıyas düzlemi, herhangi bir yatay düzlem olup, alçak su düzeyi olarak alınması uygun olur. Bilindiği gibi boşluksuyu basıncı, her yöne etkiyen bir basınç olup, yüzeye dik olarak etkir. Şekil-113. Biı noktadaki boşluksuyu basıncı c-) Hidrolik eğimin bulunması İçinden su akımı olan zemin ortamın herhangi bir kısmında hidrolik eğim, akım ağından yararlanarak hesaplanabilir. Akım doğrultusunda seçilen iki nokta arasındaki hidrolik eğimi hesaplamak için, noktalar arasındaki potansiyel farkı veya düşmesi (ΔHAB) akım ağından hesaplanır. Noktalar arasındaki uzaklık (LAB). Ölçekli çizilen şekilden ölçülerek vb. belirlenir. Akım kuvveti ve kaynama Su zemin içinde akarken, akış yönünde zemini sürüklemek ister, zemine akış yönünde bir kuvvet uygular. Akışın yer aldığı ortamda, akım doğrultusunda kenar uzunluğu a olan bir küp düşünelim (Şekil-114). Şekil-114. Akım kuvveti. Elemanın 1-1 ve 2-2 yüzeylerine etkiyen su kuvvet farkı, Δh γsu a2 olup, bu fark; durgun ve akış durumları arasındaki farkı yansıtır. Bu kuvvet farkı, elemana akış doğrultusunda etkir. Birim hacme gelen kuvvet, akım kuvveti, j olarak tanımlanır. Eleman boyunca hidrolik eğim Δh/a olduğu için, akım kuvveti, j = i γsu olur. 113 Zeminin içindeki su akımlarında, çıkış bölgelerinde, akım yönü, yukarı doğru ise (Şekil-115), kaynama (boiling) denilen olay olabilir. Daha çok kumlu zeminlerde meydana gelebilen kaynama olayında; zemin, ağırlıksız ve bir sıvı gibi davranır, taşıma gücü sıfıra yakın olur ve üzerindeki her türlü ağırlık (insan, araç, gereç vb.) zemine gömülür. Bu durum tehlikeli olup, önlenmelidir. Şekil-115. Kaynama bölgeleri. Kaynama anında, zemine etkiyen düşey kuvvetlerin dengesi yazılırsa ve γd≈2 gr/cm3 alınırsa (Şekil-116). Şekil-116. Kaynama olayı. kritik hidrolik eğim (icr) elde edilir. Kaynama olan bölgedeki hidrolik eğime, kritik hidrolik eğim denilir. Kaynama olayının oluştuğu zemine, akıcı kum (kaynayan kum) denilir. Akıcı kum, bir kum türü olmayıp, kaynama olayı etkisinde kalan kuma verilen bir addır. Çıkış bölgelerinde kaynama olup olmadığı, akım ağları kullanılarak araştırılır. Bunun için, çıkış bölgesinde (belli bir uzunlukta), potansiyel farkı, akım ağı ile hesaplanır. Bu farkın, uzunluğa bölünmesiyle o bölgedeki hidrolik eğim belirlenir. Bulunan hidrolik eğim, o zemin için tanımlanan kritik hidrolik eğim ile karşılaştırılır. Kritik hidrolik eğim, aşağıdaki gibi de ifade edilebilir. 114 Kaynama olayını önlemek için; ya akım yolu uzunluğu artırılır veya kaynama riskli bölge üzerine, ağırlık filtresi oluşturulur. Akım yolu uzunluğu, palplanş perdesi veya zemin yüzüne geçirimsiz örtü (battaniye) (Beton ile kaplama, enjeksiyon uygulama vb.) oluşturarak artırılabilir (Şekil-117). Şekil-117. Akım yolu uzunluğunun artırılması. Kaynama riskli bölgenin üzerine; suyu geçiren, ancak zemin tanelerini geçirmeyen bir zemin tabakası (ağırlık filtresi) oluşturulursa, kaynama olayı önlenebilir. Suya doygun taneli zeminlerde, kaynama olayına benzer olan bir diğer olay da sıvılaşmadır (liquefaction). Özellikle gevşek veya gevşeğe yakın böyle zeminlerde, deprem vb. etkilerle oluşan titreşimlerin etkisi ile daha sıkı dizilişe geçen taneler arasındaki suyun bir kısmı, düşük geçirimlilikten dolayı hızla kaçamayarak, boşluksuyu basıncının artmasına yol açar. Toplam gerilme sabit kalırken, artan boşluksuyu basıncı efektif gerilmeyi sıfır yaparak (σ'=σ-u), zeminin adeta bir sıvı gibi davranmasına yol açar. Taşıma gücü sıfır olan böyle zeminlerde, yapılar zemine gömülür, yan yatar; zeminde gömülü yapılar yüzerek yüzeye çıkar. Bu olay, kil (taneleri yapışık) ve iri çakıllarda (geçirimliliği yüksek) görülmez. Bu olayı önlemek için, sıvılaşacak zemin ıslah edilir (sıkılığı artırılır vb.) veya kazıklı temel yapılır. Borulanma (Piping) Su zeminden çıkarken, zemin tanelerini de sürükleyerek götürebilir (Şekil-118). Su ile zeminden, tanelerin uzaklaşması sonucu, zeminde iç erozyon (oyulma, boşluklar) oluşur (Şekil-118). Bu olaya borulanma denilir. Şekil-118. Borulanma olayı. 115 İlerleyen borulanma olayları, tüm toprak yapının göçmesine, yıkılmasına neden olabilir. Borulanmayı önlemek için filtreler oluşturulur. Drene olan zemine göre, daha iri taneli malzemeden oluşan filtre; suyu kolaylıkla geçirir. Ancak, zemin tanelerini geçirmez. Filtre zemini veya malzemesi, başlıca iki koşulu sağlamalıdır, a-) Filtre zeminindeki boşluklar, drene olan zeminin tanelerinin kendisine girmesine veya girip geçmesine izin vermeyecek büyüklükte (Üst sınır) olmalıdır (borulanma koşulu), b-) Filtre zemindeki boşluklar, drene olan suyu serbestçe geçirebilmelidir (geçirimlilik koşulu) (Alt sınır). Araştırmalar sonucu, geçirimlilik koşulu için, D15 (filtre) ≥ 5D15 (zemin) borulanma koşulu için, D15 (filtre) ≤ 5D85 (zemin) önerilmiştir. Filtre zemininin (malzemesinin) granülometri eğrisi, genellikle zeminin granülometri eğrisine paralel (ötelenmiş) olup, iki sınır arasında yer alır (Şekil-119). Şekil-119. Filtre sınırları. Filtreler bazen bir kaç değişik tabakadan oluşur. Böyle filtrelere, dereceli (çok tabakalı) filtre denilir. Tabakalı filtrelerde, birbirine sınır iki tabaka arasında, yukarıdaki filtre kriterleri uygulanır. Filtrelerin, inşaat mühendisliğinde pek çok uygulaması vardır (Şekil-120). 116 Şekil-120. Değişik filtre uygulamaları. Son yıllarda, filtre için taneli zemin kullanmaya bir seçenek olarak, jeotekstiller (veya jeosentetikler) kullanılmaktadır. Bu amaçla kullanılan jeotekstiller, sentetik malzemeden yapılan gözenekli örtü, plaka vb. dir. Örnek problemler Problem-1) Diğer bilgilerin Şekil-121’de verildiği durumda, 200 m2 taban alanlı havuzdan bir günde kaç m3 su sızar? Şekil-121. Problem-1. 117 Problem-2) Diğer bilgilerin Şekil-122’de verildiği durumda, su yapısının altında su akımı vardır. a-) Uzunluğu 275 m. olan su yapısının altından, dakikada ne kadar su sızar? b-) Su yapısını kaldıran toplam su kuvvetini bulunuz. Şekil ölçekli çizilmiştir. Zemin için k=6,5x10 -4 m/sn’dir. Şekil-122. Problem-2. Problem-3) Diğer bilgilerin Şekil-123’de verildiği palplanş perdesinin altından su akımı vardır. Perdenin her iki yanına gelen yanal su basınçlarının dağılışını çiziniz. Şekil ölçekli çizilmiştir. Şekil-123. Problem-3. 118 Problem-4) Diğer bilgilerin Şekil-124’de verildiği durumda, çapı 10 cm. olan zemin örneğinde, kaynama olmaması için H en çok ne kadar olabilir? Şekil-124. Problem-4. Problem-5) Diğer bilgilerin Şekil-125’de verildiği durumda, MN arasında kaynama olması için yüksek su düzeyi tarafındaki su derinliği ne kadar olmalıdır? Şekil ölçekli çizilmiştir. Şekil-125. Problem-5. 119 KOMPAKSİYON (SIKIŞTIRMA) Giriş Kompaksiyon; zeminin, tabaka tabaka serilerek, silindirleme, vibrasyon (titreşim) uygulama, tokmaklama gibi işlemlerle sıkıştırılmasına denilir. Bu işlemlerle, zemin taneleri daha az boşluklu yerleşerek, zeminin boşluk oranı azaltılır. Zemin taneleri ve taneler arasındaki su pratik olarak sıkışmazdır. Sıkışma kısa sürede (ani) olur. Yol, havaalanı, toprak baraj, toprak dolgu inşaatlarında, zemin belli bir kalınlıkta (birkaç desimetre) serilerek, belli bir su içeriğinde, uygun bir sıkıştırma aracı ve bir kaç geçiş ile sıkıştırılır. Kompaksiyon ile genel olarak şu yararlar sağlanır. 1-) Zeminin taşıma gücü artırılır. 2-) Zeminin geçirimliliği azaltılır, zemine daha kararlı bir yapı kazandırılır. Böylece zeminin su alarak, hacim değişikliklerine uğraması azaltılır. 3-) Zeminin sabit, hareketli, dinamik yükler altında yapacağı oturmalar azaltılır. Proktor deneyi Sıkıştırılmış (kompaksiyona tabi tutulmuş) bir zeminde. kompaksiyonun (sıkıştırılmışlık durumunun) ölçüsü, o zemine ait kuru birim hacim ağırlığıdır. Kum birim hacım ağırlığı ne kadar büyükse, o zemin o kadar iyi sıkıştırılmış demektir. Sıkıştırılmış bir zemin için yaş (ıslak) ve kuru birim hacım ağırlıklar yazılıp (Bkz. Şekil-47), birbirine bölünürse, kompaksiyonun temel bağıntısı elde edilir. Proctor (1933), sıkıştırılmış, bir zeminde, su içeriği ile kuru birim hacim ağırlığı arasında, Şekil-126’da gösterilen ilişkiyi ortaya çıkarmıştır. 120 Şekil-126. Sıkıştırılmış bir zeminde γk-w ilişkisi. Bir zemin, sabit (belli) bir kompaksiyon enerjisi ile değişik su içeriklerinde sıkıştırıldığında; Şekil-126’da görüldüğü gibi, artan su içeriği ile kuru birim hacim ağırlığı önce artmakta, maksimum bir değere ulaşmakta, sonra da azalmaktadır. Bu ilişki şöyle açıklanabilir. 1. bölgede, zeminde yeterli su bulunmadığı için, tanelerin daha az boşluklu yerleşmek üzere hareket etmeleri, taneler arası sürtünme kuvvetlerinden dolayı zordur. Çünkü, su taneler arası bir tür yağlama etkisi yapmaktadır. 3. bölgede zeminde fazla su bulunduğundan ve suyun da pratik olarak sıkışmaz olmasından dolayı, yine zeminin boşluk hacmi fazla azaltılamamaktadır. 2. bölgede sıkışma en yüksek olmakta, kuru birim hacim ağırlık maksimum değere ulaşmaktadır. Kuru birim hacim ağırlığının (diğer bir deyişle sıkıştırmanın) en yüksek olduğu durumdaki su içeriğine, optimum su içeriği denilir. En iyi sıkıştırma, optimum su içeriğinde elde edildiği için, arazideki sıkıştırma; sıkıştırılacak zeminin optimum su içeriğine sahip olması sağlanarak yapılır. Bir zeminin optimum su içeriği, laboratuvarda yapılan proktor (kompaksiyon) deneyi ile belirlenir. Standart proktor deneyinde; iç çapı 10,2 cm, yüksekliği 11,7 cm olan metal bir silindir kullanılır (Şekil-127). Şekil-127. Standart proktor deneyi. 121 Bu kaba, bir yaka geçici olarak eklenir. Deney için, kurutulmuş, tanelenmiş birkaç kg’lık zemin kullanılır. Zemine bir miktar su katılarak iyice karıştırılır. Böylece hazırlanan zemin, 3 tabaka halinde ve her bir tabaka, 30,5 cm’den serbestçe düşen 2,5 kg. ağırlığındaki bir tokmakla (Şekil-127), 25 vuruş ile sıkıştırılır. Yaka çıkarılır; fazla zemin kesilerek uzaklaştırılır. Kabın üzeri düzlenir. Kabın içindeki zemmin yaş ağırlığı belirlenir. Buradan yaş (ıslak) birim hacim ağırlık (γn1) hesaplanır. Kap içindeki zemin çıkarılır. Bundan bir miktar alınarak, su içeriği belirlenir (w1). İlgili bağıntıdan kuru birim hacim ağırlık (γk1) hesaplanır. Deney, aynı zemin üzerinde, değişik (artan) su içeriklerinde 4-5 kez tekrarlanır. Deney sonuçları, γk-w eksen takımında işaretlenerek, ilgili eğri çizilir. Bu eğrinin tepe noktasından. wopt ve γkmax. elde edilir. γk-w eksen takımında sabit bir doygunluk derecesi (Sr=sabit) için teorik olarak çizilen eğri çizgiye, doygunluk çizgisi denilir (Şekil-128). Sr bağıntısından e çekilirse, elde edilir. e bağıntısı, γk bağıntısında yerine konulursa, elde edilir. Zeminin tane birim hacim ağırlığı bilinirse, yukarıdaki bağıntı, Sr=sabit (% 100, 90, 80 vb.) değerler için γk-w eksen takımında çizilerek çeşitli doygunluk çizgileri elde edilir (Şekil-128). Şekil-128. Doygunluk çizgileri. Doygunluk çizgileri ile, deneysel eğrinin herhangi bir noktasında, özellikle tepe noktasındaki doygunluk durumu öğrenilmiş olur. 122 Ağır yükler etkisindeki yol, havaalanı vb. dolgular için, ağır (değiştirilmiş) proktor deneyi yapılır. Ağır proktor deneyi, standart proktor deneyine benzer olarak yapılır. Ağırda zemin 5 tabaka olarak sıkıştırılır. Ağırda kullanılan tokmak ağırlığı 4.5 kg. olup, 45 cm yükseklikten serbestçe düşer. Her iki deneyde de, aynı kap kullanılır. Arazide kompaksiyon Sıkıştırma için belirlenen veya hazırlanan zemin, kullanılacak sıkıştırma aracına vb. bağlı olarak belli bir kalınlıkta (bir kaç desimetre vb.) serilir. Zeminin su içeriği, laboratuvarda belirlenen optimum su içeriğine getirilir. Bunun için zemine bir miktar su katılır veya zemin karıştırılarak, havada bir miktar kurutulur. Sonra, zemin cinsine uygun bir sıkıştırma aracı ile uygun sayıda geçişlerle sıkıştırma yapılır. Sıkıştırma araçları başlıca 3 tip olabilir. 1) Silindirler (düz, keçi ayaklı, lastik tekerlekli vb.), 2) Vibratörler (silindir, plaka, kiriş vb.), 3) Tokmaklar (sıçrayan kurbağa tokmaklar vb.). Genel olarak taneli zeminler için düz silindirler, vibratörler; kohezyonlu zeminler için, keçi ayaklı silindirler, lastik tekerlekli (pnömatik) sıkıştırıcılar; her iki cins zeminler için ise tokmaklar, sınırlı alanlarda uygundur. Arazide yapılan kompaksiyon, rölatif (göreli, izafi) kompaksiyonla kontrol edilir. Rölatif kompaksiyon Rc aşağıdaki gibi tanımlanır. Rc, yüzdeli birimsiz bir sayıdır. İşin özelliğine göre uygulamada seçilerek (% 90, 95 vb.), kontrol edilir. Taneli zeminlerde, rölatif sıkılık (Dr) ile rölatif kompaksiyon (Rc) arasında bazı ilişkiler verilmiştir (Şekil-129). Şekil-129. Dr ile Rc arasındaki ilişki Araziye ait kuru birim hacim ağırlığını hesaplamak için gerekli olan yaş birim hacim ağırlığı (γn) ve Su içeriği (w) önceki bölümlerde açıklanan çeşitli yöntemlerle veya özellikle bazı hızlı yöntemlerle belirlenir. Arazideki kompaksiyon, ayrıca Proktor iğnesi ile de kontrol edilebilir. Bu aletin ucuna, değişik alanlı uçlar takılabilir ve zemine batırmak için uygulanan yük, bir yay aracılığıyla ölçülür (Şekil-130). 123 Şekil-130. Proktor iğnesi ve kalibrasyon eğrisi. Laboratuvarda yapılan proktor (kompaksiyon) deneyleri sırasında, iğne, kalıpta sıkıştırılmış zemine belli miktarda sokularak, batma direnci ölçülür. Böylece, w-batma direnci ilişkisi çizilir (Şekil-130, kalibrasyon eğrisi). Bu kalibrasyon ilişkisi kullanılarak, arazide ölçülen batma direncinden, arazideki su içeriği kolayca belirlenir. Kompaksiyonun Bağlı Olduğu Etmenler Kompaksiyon birçok etmene bağlıdır. Bunlardan başlıcalar, aşağıdaki gibi açıklanabilir. a) Su İçeriği γk-w ilişkisi, Proktor deneyinde açıklanmıştır. b) Kompaksiyon Enerjisi Aynı zemin için daha büyük kompaksiyon enerjisi: daha yüksek kuru birim hacim ağırlığı, daha düşük optimum su içeriği verir (Şekil-131). 124 Şekil-131. Kompaksiyon enerjisinin kompaksiyona etkisi c-) Zemin cinsi ve granülometri eğrisi Çeşitli zeminler için ortalama kompaksiyon eğrileri, Şekil-132’de görülmektedir. İyi derecelenmiş zemin, kötü derecelenmiş zemine göre daha yüksek γkmax’a sahip olur. Şekil-132. Çeşitli zeminler için tipik γk-w ilişkileri. 125 Örnek problemler Problem-1) Kumlu kil bir zemin üzerinde, Standart Proktor deneyi yapılmıştır. Deney sonuçları Tablo-18’de verildiğine göre, bu zemin için optimum su içeriğini belirleyiniz. Sr=% 90 doygunluk çizgisini çiziniz. Zeminin tane birim hacim ağırlığı 2,70 gr/cm3’tür. Tablo-18. Problem-1 için deney sonuçları. Problem-2) İç çapı 10,2 cm, iç yüksekliği 11,7 cm olan kompaksiyon kabı ile bir zemin üzerinde kompaksiyon deneyleri yapılmış ve Şekil-133’deki kompaksiyon eğrisi elde edilmiştir. Şekildeki A noktasına ait deneyde, kompaksiyon kabında ne kadar yaş zemin bulunmaktaydı. Şekil-133. Problem-2