6 - Yeni Türkiye

Transkript

6 - Yeni Türkiye
Bilgehan Atsız Gökdağ*
Bazı teorilere göre Oğuz Türkleri ile
MÖ. 2000 yıllarında Orta Asya’nın batısından gelerek Anadolu’nun doğusunda yurt
tutan Hurriler arasında tarihsel ve coğrafi
bağlantı olduğu fikri Alman Türkolog M.
Erdal tarafından ileri sürülmüştür. Erdal’a
göre kavmi ayniyetten bile söz edilebilir. (Erdal 2004:929-937). Arkeoloji kazıları Doğu
Anadolu’daki Erken Hurri Kültürünü MÖ.
4000’den başlatmaktadır. Doğu Anadolu’daki mağara resimleri ile Azerbaycan ve Orta
Asya’dakilerin benzerlikleri de bunu teyit
etmektedir. (Erzen,1986: 1-17). Sümerce
ile uğraşan bazı bilginler Türkçe, Macarca
gibi Ural-Altay dilleriyle bu dil arasında ilgi
kurmuşlardır. Ancak Türkçe sondan eklemeli bir dil olduğu hâlde Sümercede ön ekler
de bulunmaktadır. Buna rağmen Türkçe ile
Sümerce arasında kurulan ilgiler son derece
ciddîdir ve konu üzerinde araştırmalar devam etmelidir. (Ercilasun,2004:31) Osman
Nedim Tuna’nın araştırmaları sonucu Türkçe
5000-5500 sene önce bu bölgede, Mezopotamya’da Sümercede kendini göstermektedir. Türkçe ile Sümercede 168 kelimenin
ortak olduğunu tespit eden Tuna bunun genetik yakınlıktan ziyade komşuluk ilişkisi ile
açıklanabileceğini ileri sürer. dingir (tanrı),
tengri (tanrı); ud (zaman), öd (zaman); zag
(sağ taraf), sag (sağ taraf); udi- (uyumak),
udı- (uyumak); di- (konuşmak), ti- (demek)
örnekleri Sümerce-Türkçe paralelliğini gözler
önüne seren kelimelerden bir kaçıdır. Hititlerin başkenti Hattuşaş’ta bulunan bir kayıtta
şehir devletlerinden biri olan Turki kralı İl-Şu
Nail’den bahsedilmesi (Memiş,2007:21-28),
Akadça metinlerde geçen Turukku isminin
Türklükle bağlantısının kurulması (Ağasıoğlu,2000:34-35) Türklerin MÖ. dönemlerde
Anadolu ve çevresinde bulunduğunu ileri süren teorilere destek olacak verilerdir.
MÖ. 2500-2000 yıllarında Anadolu’da
ortak bir kültürün varlığı ortaya konmuştur.
Bu kültürler kuzeyde Sivas ve hatta Samsun
bölgesinde, doğuda Erzurum iline, güneyde
Akdeniz kıyılarına ve batıda Eskişehir-Kütahya uçlarına kadar yayılmıştı. Ancak “ProtoHatti” adı verilen kültür sık ormanlar ile kaplı sıradağlar yüzünden Kuzey Karadeniz bölgesine ulaşamamıştır. MÖ. 1800’lü yıllarda
Anadolu’da devlet kuran Hititler, Karadeniz
kıyılarını ele geçirememişti. Bu tarihlerde buralarda yaşayan “Gaşkalar”, Ekrem Memiş’e
göre menşei tam olarak belirlenmeyen bir
kavimdi. (Memiş,1990:110). Mireli Seyidov
ise Gaşkaları Türk saymakta ve onları şimdi
İran’da yaşayan Kaşkay Türklerinin ataları
olarak göstermektedir. (Seyidov,1998:53)
Gaşkalardan başka bölgede Türk varlığı içinde “Kimmerler”i görmekteyiz. Prof.
Dr. Taner Tarhan’a göre MÖ. 2. binin başları ve MÖ. 8. yüzyıllar arasında Karadeniz’in
kuzeyinde, Hazar Denizi ve Tuna Nehri arasındaki coğrafyada iskan edilen Kimmerler,
Orta Asya kökenli bir kavimdir. Tarhan, hem
arkeolojik bilgileri hem de yazılı belgeleri göz
önüne aldığında Kimmerlerin Türklüğü tezini savunmaktadır. (Tarhan,1979:355). MÖ.
7. yüzyılın ilk yarısında Anadolu’nun Karadeniz’in kuzeyinden gelen Kimmer akın­larına
maruz kaldığını görüyoruz. Orta Asya’dan
(*) Prof. Dr., Kırıkkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi.
151
YENİ TÜRKİYE 82/2016
Orta Doğu’daki Türk
Varlığı
gelen İskitler, Kimmerlerin yaşadığı bölgeyi
de ele geçirince, Kimmerler yerlerinden ayrılarak güneye doğru inmişler, Kafkaslar’a
geçerek Anadolu’ya girmişlerdir. Kimmer savaşçılarının MÖ. 7. yüzyılın ilk yıllarında Kızılırmak’a dayandıklarını ve Friglerle savaşa
tutuştuklarını görüyoruz.(Bilgin,1990: 57).
Kimmerler’den sonra bu bölgede
“İskitler”in (Sakalar) hakimiyetini gör­mek­
teyiz. İskitler MÖ. 6. yüzyılda Kimmerleri
kovalayıp Doğu Anadolu’da Medler’in egemenliğine son vererek bütün Küçük Asya’ya
yayıldılar. MÖ. 4. asrın başlarında dahi İskitler’in Doğu Anadolu’ya hakim olduklarını bize Ksenephon söylemektedir (Durmuş
1993:36).
YENİ TÜRKİYE 82/2016
152
10. yüzyıla kadar Anadolu ve o cümleden Karadeniz Bölgesi Bizans-Sasani-Arap
mücadelesine sahne olmuştur. Türkler bu
mücadele içinde aktif rol oynamışlardır. Bazı
Türk kavimlerinin Fars menşeli sayılmaları
Türklerin mücadeledeki rolünü gizlemiştir.
Ancak bilinmektedir ki, bazı Batılı tarihçilerin
Türk saymadığı Kuşan ve Ak Hun Türkleri öz
be öz Türktür. Özellikle Ak Hunların Sasani
İmparatorluğu ile zaman zaman ittifaka girip
Anadolu’da Bizanslılar ile savaştığı bilinmektedir. Ak Hunların bazen kendileri de tek
başlarına Anadolu’ya akınlar düzenlemişlerdir.(Kafesoğlu,1984:80-84). Anadolu’daki
Bizans hakimiyeti döneminde özellikle Kuman, Peçenek, Bulgar, Hazar Türklerinin
askeri görevlerde kullanılmak üzere bu bölgede iskan edildiği bilinmektedir. 530 yılında
he­nüz Hıristiyanlığı kabul etmeden Bizans
or­dusu tarafından bozguna uğratılan Bulgar
Türklerinin bir kısmı Anadolu’ya getirilmiş
ve Trabzon havalisi, Çoruh ve Yukarı Fırat
bölgelerine yerleştirilmişlerdir. Bizans devleti 6. yüzyıldan itibaren Türkleri bir yandan
Hıristiyanlaştırmaya, bir yandan da askerlik
görevlerinde kullanarak Anadolu’da iskan
etmeye çalışmıştır. Bulgar Türkleri 755 ve
947 yıllarında, Adana, Niğde, Aksaray, Bursa, Antalya, Milas taraflarına yerleştirilmiş ise
de, en yoğun ve büyük yerleştirme Trabzon
ve çevresi ile Karaman-Tarsus arasındaki bölgede ol­muştur. (Güler,1995: 47). Anadolu’da
Müs­lüman Araplarla Bizanslılar arasında devam eden savaşlar esnasında İslamiyet’i yeni
kabul etmeye başlayan Türkler de İslam Devleti’nin hizmetinde Bizans’a karşı savaşmış
ve “sugur” (uç vilayeti) denilen Bizans sınırına yerleşmişlerdir. 10.asırda Bizans Devleti
Arap akınlarına karşı Balkanlardan, Bulgar,
Peçenek, Kuman ve Uz gibi Türk boylarını
Anadolu’ya geçirip sınır vilayetlerine geçirmiş, Hıristiyanlaştırdığı bu Türk boylarını Bizans sınırlarını zorlayan Müslüman Türklere
karşı kullanmıştır. (Kopraman,1995:14-16.)
Türklerin Irak’a ilk girişleri Hicri 54
(miladi 674) tarihine kadar uzanmaktadır.
Emevi Halifesi Muaviye tarafından Horasan’a gönderilen Ubeydullah Bin Ziyad
20.000 kişilik ordusuyla Ceyhun Nehri’ni geçerek Buhara’ya yönelir. Beykent’i de geçen
komutan Ubeydullah’ın Buhara’ya yaptığı
saldırılar karşısında, Buhara prensesi Hatun
emrindeki Türk kuvvetleri ile şiddetli çarpışmalardan sonra sulh yapmak zorunda kalır.
Böylece Ubeydullah sulhtan sonra, yanına
aldığı ok atmakta pek mahir olan 2000 kadar Türk askerini Irak’a götürerek Basra’ya
yerleştirir. Bundan sonraki dönemlerde de
Çok sayıda Türk askerinin İslam orduları
içinde görev yaptığını kaynaklar zikretmektedir. Annesi Türk olan Halife Mu’tasım zamanında Türklerin Abbasi ordusu içinde ağırlığı
oldukça artar.Miladi 836 yılında Halife’nin
emriyle Türk askerleri için meşhur Samerra
şehri kurulur. (Saatçi,2003:20-23)
876 yılında Mısır’da kurulan Tolunoğulları Devleti’nde halkın çoğunluğu Araplardan oluşsa da, kurucuları Türklerdir. Tolunoğulları Devleti 878’den itibaren topraklarını
Antakya ve Mersin’e kadar genişletmiştir.
Filistin, Bingazi ve Suriye de bu devletin sınırları içindedir. Tolunoğulları Devleti’nden
sonra Mısır ve Suriye’de İhşidiler Devleti kurulur. İhşidiler Devleti’nin kurucusu Ferganalı bir Türk olan hükümdar Muhammed Bin
Tuğc’un hakimiyeti 935-968 yılları arasında-
Selçuklu Dönemi’nde Oğuz boylarının
bu topraklara göç etmesiyle bölgede Türk
nüfusu yoğunluk kazanmıştır. Bölgedeki şehir devletleri sayılan Atabeylikler döneminde
Türklerin; Haçlı Seferleri’nin önlenmesi ve
Kudüs’ün Fethi’nde önemli roller üstlendiğini görmekteyiz. Sırasıyla Memluk, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Safevi ve Osmanlı Devletlerinin İran ve Anadolu dahil olmak üzere
Orta Doğu’da kesintisiz bin yıllık egemenliği
Birinci Dünya savaşı sonuna kadar devam etmiştir.
Sözü edilen coğrafyada Kürtler, Farslar
ve Araplarla birlikte Türkler öne çıkan hakim
etnik birimlerden biridir. Türklerin egemenliğindeki bu bin yıllık süre içinde Türk kültürü
diğer toplulukları da etkilemiş, özellikle dil
alanında Türkçe Arapça, Farsça ve Kürtçeye
çok sayıda kelime vermiştir. Türk kültürüne
de aynı oranda Arap, Fars ve Kürt kültüründen çok fazla unsur girmiştir. Arap ve Kürt
unsurlarla Türkler aynı mezhep dairesinde de
birleştikleri için iç içe kardeşlik duygularıyla
birlikte yaşamışlardır. Selçuklu Devleti ile
birlikte Oğuz Türkleri de İran’da 1924’e kadar egemen olmuştur. Orta Doğu’da Türkler
yönetici etnik unsur olmalarıyla diğer halklara adalet ve kardeşlik duyguları içinde yaklaşmıştır. Bu bin yıllık hakimiyet döneminde
Orta Doğu’da çok büyük bir Türk nüfusu ve
nüfuzunun oluştuğunu söyleyebiliriz. Türkiye’den sonra en fazla Türk nüfusu (35 milyon) İran’da yaşamaktadır. İran Türklüğünü
bir başka makalenin konusu yapacağımızdan
diğer Orta Doğu ülkelerinde ve Afrika’nın
bazı bölgelerindeki Türk unsurlarının bugünkü görünümü bu yazının kapsamı içine dahil
edilmiştir.
Irak
Irak Türkleri, Irak’ın kuzeybatısından
güneydoğuya doğru uzanan, Araplarla Kürtler arasındaki bölgelerde yaşarlar. Musul şehrinin batısında “Telafer” ilçesi ve civarındaki
köylerden başlayarak doğuya doğru, Musul’un karşısı ve Dicle Nehri’nin doğusunda
Yunus Peygamber, Erbil, Altınköprü, Kerkük,
Tazehurmatu, Kifri, Karatepe ve Himrin dağlarını bırakarak, Kızılarbat yer almaktadır.
Buradan güneydoğuya doğru Hanakin, Mendeli, Bedre ve güneyde Şahraban ile sona
erer. Irak Türkleri bölgenin yerli halkıdır.
Bağdat’ın Kazimiye kısmında, daha güneyde
Kerbela, Necef, Kufa’da yaşayan Şii mezhebine bağlı ve İran Azerbaycan’ından hicret
etmiş Türkleri de katarsak Irak’ta yaşayan
Türklerin toplamı 3 milyonu aşmaktadır. Bugün Türk oldukları halde zamanla Araplaşmış
veya Kürtleşmiş Türkleri bu hesaba katmıyoruz. (Demirci,2002: 612)
Irak Türklerinin nüfusu kaynaklarda
1.5 milyonla 3 milyon arasında değişmektedir. Saddam sonrası yapılan seçimlerde siyasi
birlik oluşturamadıkları için ilk seçimlerde
Meclise Irak Milli Türkmen Partisi (IMTP)
kontenjanından sadece bir milletvekili sokabilmişlerdir. 2010 seçimlerinde az da olsa
Irak Türkmenlerinin toparlandığını görmekteyiz. 2010 seçimlerinde IMTP mecliste 6
milletvekili ile temsil edilmeye başlanmış,
diğer partilerin kontenjanından gelen 4 milletvekili ile toplamda 10 Türkmen Irak Türklerini siyaseten temsil etmektedir. Meclisteki
temsil oranı ile Irak Türkmenleri için verilen
nüfus arasında bir uyumsuzluk olduğu görülmektedir. Bu durum Irak Türkmenlerinin
siyasi parçalanmışlığından kaynaklandığı gibi
verilen rakamların bazen abartılı olabileceğini de ortaya koyar. Sağlıklı bir nüfus sayımı
yapılmadığı için biz de Irak Türkmenleri için
verilen sayının 1,5 milyonla 3 milyon arasında
olduğunu söylemekle yetineceğiz. Rabia Uçkun Aydın’ın Yerleşim yerleri ve nüfusları ile
ilgili verdiği rakamlar ufuk açıcıdır. 36. paralelin üstü ve 34. paralelin altında kalan coğra-
153
YENİ TÜRKİYE 82/2016
dır. 1174-1250 yılları arasında hüküm süren
ve Selahaddin Eyyübi önderliğinde kurulan
devlet de Kürt ve Türk unsurların birlikteliğinin bir eseridir. Selahaddin Eyyübi’nin
kardeşlerinin adlarının Turanşah, Tuğtekin ve
Böri olması bu durumun en somut delilidir.
fi alanda Irak Türkmenlerinin yaşadığı yerler
ve nüfusları aşağıdaki şekilde gösterilmiştir.
“Son yıllarda ortaya çıkan yapılanma içinde
paraleller dikkate alınarak nüfus hesap edilirse aşağıdaki tablolar doğrultusunda nüfus
oran ve sayı olarak belirlenmiştir:
A- 36. Paralel Üstü:
1- Çekiç Güç Himayesindeki Bölge
(Kürt Himaye Bölgesi):
Duhok, Zaho, Amadiye 360.000 %15
Türk 310.000
Erbil, Diyana, Kösancak 360.000 %10
Hıristiyan 100.000
Süleymaniye
1.630.000
900.000
%75
Kürt
2- Çekiç Güç Himayesi Dışında Kalan:
%40 Türk 610.000
154
%10 Kürt 153.000
%50 Arap ve diğer720.000
3- 36. Paralel Üstünde Toplam Nüfus:
Arap 720.000 Türk 923.000
Kürt 1780.000 Hıristiyan 150.000
B- 35-36. Paraleli arasında bulunan
Kerkük, Altunköprü, Tisin, Leylan, Tazehurmatu, Tavuk, Yayçı, Türkalan gi­bi Türk köyleri ve bunların yanı sıra Dibiz, Riyad, Havice gibi yarı Arap yerleşim yerleri ve Şirkat’ın
toplam nüfusu 950.000’dir.
YENİ TÜRKİYE 82/2016
Türk %65 618.000
Kürt %10 95.000
Arap %25 237.000
C. 35-34. Paralel Arasında:
Tikrit, Beled, Tuzhurmatu, Kifri, Karatepe, Hanekin, Kalar, Mansuriye, Kızlarbad, İnceana ve Bayat yerleşim yerleri: Nüfusun %60’ı Türk, %5’i Kürt, %35’i Arap
olup toplam nüfus 720.000 ve Türk nüfusu
420.000’dir.
D- 34. Paralelin Altındaki Türk Nüfusu:
Merkezi Bakuba olmak üzere Mendeli, Kazaniye ve Bedre’den oluşur. Buradaki
Türk nüfusu bölge nüfusunun %33’ünü oluşturur ve yaklaşık 350.000’dir.
E- 34. Bağdat vilayetinde Ragibe Hatun, Azamiye, Şaab, Sıleyh, Griad, Fadl, Meydan gibi yerlerde her on kişiden birinin Türk
olduğu söylenebilir. Burada en az 500.000
Türk olduğu tahmin edilmektedir. Irak’ın diğer bölgelerinde ise %5 Türk nüfusu bulunmaktadır. (Kocaman Aydın, 2002:620-621)
Saddam sonrası oluşan Irak Parlamentosu’na sadece bir milletvekiliyle katılabilen
ITC, Irak Türkmenleri yeniden toparlanmaya
başladı. 7 Mart 2010 yılında Irak’ta gerçekleşen parlamento seçiminde doğru stratejiyi
uygulayan ITC, altı milletvekilini (İyad Allavi’nin önderliğindeki Irakiye Grubu içinde)
parlamentoya, iki bakanı da Bakanlar Kurulu’na sokmayı başardı. Türkiye’nin Saddam
sonrası Erbil yönetimi ile ilişkileri geliştirmesi
Türkmenler arasında bir dışlanmışlık duygusu yaratmıştır. Iraklı Kürt liderlerin Türk
yetkililerle sürekli görüşüyor olmaları, bu görüşmelerde Türkmenlerin dışarıda tutulması
Türkiye’nin bu zamana kadar uyguladığı politikalara ters düşmektedir. Bu durumu fark
eden Maliki yönetimi de Türkmenleri kendi
yanına çekecek bazı uygulamaları devreye
sokmaktadır. Örneğin 22 Nisan 2012 tarihinde Irak Parlamentosu tarihinde ilk kez Türkmen sorununu özel bir tartışma oturumu ile
ele almıştır. Parlamento, özel Türkmen gündemli toplantısında okunan ve 39 milletvekilinin yaptığı konuşmaların da yer aldığı, Türkmenlerin sorunlarını ve taleplerini içeren bir
raporun meclise sunulabilmesi için Kanun
Komisyonu, İnsan Hakları, Savunma ve Güvenlik ve Barış komisyonlarından oluşan özel
bir komisyon kurulmasına karar vermiştir.
Parlamento Başkanlık heyeti tarafından görüşüldükten sonra kabul edilen raporun, 26
Temmuz 2012 tarihinde gündeme alınması-
ve devamı yasal düzenlemelerle güvence altına
alınacak. Bu düzenlemeye göre Türkmen halkı,
kamu ve özelde kendi dili ve ona uygun harfleri
kullanma hak ve özgürlüğüne sahip. Türkmenlerin yoğunlukta yaşadığı şehir ve bölgelerde
Türkmenlerden Federal Polis Teşkilatı’na bağlı
birlikler kurulması artık mümkün olacak. Rapor Türkmenleri Irak’ta resmen üçüncü unsur
olarak kabul eden bir manifesto niteliğindedir.”
(Nakip,2012) Irak Türkleri bir yandan Arapların bir yandan da Kürtlerin baskısı altında
varlık mücadelesi vermektedir. Özellikle Kerkük şehrinin Kürt sınırları içerisinde gösterilmesi ve şehre çok sayıda Kürdün yerleştirilmesi Türkmenleri huzursuz etmektedir. Bazı
Türkmen yerleşimlerine mezhep farklılığından dolayı baskınlar düzenlenmesi ve sürekli
can kayıplarının olması güvenlik sorunlarını
öncelemektedir. Kuzey Irak Kürt Bölgesinde
Kürtlerle iç içe dostane bir şekilde yaşamaları ilerde oluşması muhtemel bölgesel KürtTürkmen birlikteliğinin nişaneleri olarak da
görülebilir.
155
Suriye
Suriye’de devletin azınlık nüfusuna
dair herhangi bir resmi açıklaması olmamasına rağmen çeşitli çalışmalarda Suriye’de
yaşayan Türkmenler, ülke nüfusu içinde % 2
ila % 7’ye varan bir oranda gösterilmiştir. Bu
oranlar dikkate alındığında Suriye’de yaşayan
Türkmenlerin nüfusu 500 bin ila 1,5 milyon
arasında hesap edilir. Ancak yörede yaşayan
Türkmenler ülkedeki Türk nüfusunun 3,5
milyon olduğunu ifade ederler. Bu nüfusun
1,5 milyonu Türkçeyi bilmekte, 2 milyonu
ise unutmuş durumdadır. Türkmenler yoğun
olarak Halep ve çevresi başta olmak üzere
Lazkiye ve çevresi, Hama-Humus ve çevresi ve Şam-Kuneytra çevresinde yaşarlar.
(Erol,2012:15) Suriye Türkmenleri şehirlerden ziyade köylerde yaşamakta ve eğitim
düzeyleri düşüktür. Halep ve Şam’da ticaretle uğraşan Türkmenlerin dışında büyük bir
çoğunluk tarım ve hayvancılıkla geçiniyor.
2012 yılının başlarında Suriye Türkmenle-
YENİ TÜRKİYE 82/2016
na karar verildi. 28 Temmuz 2012’de kabul
edilen rapor, bağlayıcı ve kanun kuvvetinde
bir karar niteliği kazandı. Bu kararlardan en
önemlisi; “Irak parlamentosu, Türkmenlerin
üçüncü ana unsur olduğunu kabul eder; buna
dayalı olarak tüm anayasal ve yasal haklarının
verilmesini, siyasal, idari, kültürel, eğitim, federal hükümet, federal bölgeler, federal bölge
olarak düzenlenmeyen illerde, yerel yönetimlerde, haklarını kullanmalarını sağlayacak gerekli anayasal ve yasal düzenlemelerin yapılması
gerektiğini vurgular, Türkmen vatandaşların
ihtiyaçlarını karşılamak, köy ve kasabaların
imarı, Türkmen sosyal, kültürel, eğitim ve rehabilitasyon kurumlarının kurulması amacı ile
Türkmen İşleri Yüksek Kurulu kurularak, federal bütçeden ödenek tahsis edilmesini ve bu
amaçla ilgili olarak anayasanın 3. maddesi, 4.
maddesinin 4. ve 5. fıkraları, 9. maddenin 1-A
fıkrası, 125., 108., ve 116. maddeleri uyarınca
Türkmen Hakları Yasası çıkarılması” kararıdır.
(Semin,2012) Bu rapor Türkmen toplumu
arasında büyük sevinç yaratmıştır. Raporun
Kendi varlıklarının Arap ve Kürtlerle eşitlenme yolunda önemli bir kazanımın kapısını araladığı düşüncesi Türkmenler arasında
hakimdir. Irak Türkmenleri konusunda uzman olan Mahir Nakip’e göre; “Bu raporla
Türkmenlerin tüm siyasal, idari, kültürel, eğitim hakları güvence altına alınmıştır. Raporda,
federal bölge olarak düzenlenmeyen illerde, yerel yönetimlerde, haklarını kullanmalarını sağlayacak gerekli yasal düzenlemelerin yapılması
gerektiği vurgulanmıştır. Bu amaçla Türkmen
İşleri Yüksek Kurulu kurulacak, federal bütçeden ödenek tahsis edilecek. Ayrıca Türkmenlerin gasp edilen arazileri iade edilecek, silahlı
kuvvetler, güvenlik teşkilatları ve bütün bakanlıklarda temsil edilecek. Polis, kara ve hava harp
okullarından Türkmenlere kontenjan ayrılacak.
Ayrıca yurt dışında da devlet hesabına okumaları mümkün olacak. Telafer şehrinin mağduriyetleri giderilecek ve bunun için bir bütçe tahsis
edilecek. Türkmen halkının yaşadığı bölgelerde
demografik yapıyı değiştirecek kararların alınmaması ve uygulanmaması için önlemler alınacak. Türkmenlerin varlıklarının korunması
156
rinin siyasal muhalefet örgütleri kurulmaya
başlandı. 16 Şubat 2012’de kurulan Suriye
Türkmen Kitlesinin başkanlığını Yusuf Molla
yapmaktadır. 2012 Mart’ında İstanbul’da kurulan Suriye Demokratik Türkmen Hareketi amaçlarını “Suriye’nin bağımsızlığının her
alanda savunulması, çok partili sisteme geçilmesi, devlet okullarında Türkçe öğretilmesi”
olarak sıralamıştır. Suriye Türkmenlerinin
silahlı gücü olarak 7 Ağustos 2012’de kurulan Suriye Türkmen Ordusu Sultan Selim,
Fatih Sultan Mehmet, Sultan Abdulhamit ve
Nurettin Zengi adlarını taşıyan dört tugaydan oluşmaktadır. (Karabat, 2013: 275-276)
Türkmenlerin askeri gücünün en önemli eksiği silah sıkıntısıdır. Başbakan Erdoğan ve
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun da katıldığı
toplantılarda Türkmen gruplara Türkiye’nin
desteği iletilmiştir. İleride Suriye’nin siyasi
sınırlarının değişmesi durumunda Kürtler ve
Türkmenlerin birlikte yönetebilecekleri bölgelerin oluşturulması için gerekli hazırlıkların
ve planlamaların yapılması gerekir. Türkiye
ne yazık ki bölgedeki gelişmelere aktif olarak
müdahalede bulunamamaktadır. Halbuki
Kürt ve Türk nüfusu önemli bir stratejik araç
olarak orta yerde durmaktadır.
YENİ TÜRKİYE 82/2016
Lübnan
Türkiye, varlığını bilmediği Lübnan
Türkmenlerinden ilk kez 1989 yılında haberdar olmuştur. Lübnan ordusunda askerlik görevi yürüten Kavaşra köyünden Halit Esad,
1989 yılında görevi sırasında Türkçe konuşurken subayı tarafından fark edilir. Subayın
Halit Esad’ı Türkiye Büyükelçiliği’ne götürmesi ile ilk ilişki kurulmuştur. O dönemin
Beyrut Büyükelçisi İbrahim Dicleli ile görüşen Esad, Kavaşra köyünden bir Türkmen
olduğunu ifade etmiştir. Bunun üzerine büyükelçi köyün yaşlılarını Büyükelçiliğe davet
etmiştir. Uzun yıllar Lübnan Türkmenlerinin
sadece Akkar bölgesinde yaşayanlardan ibaret olduğu sanılmıştır. Kavaşra köyünün yönlendirmesi ile Baalbek bölgesindeki Türkmenlerle de 2007 yılında ilişki kurulmuştur.
Giritli Türkler konusunun Türk kamuoyuna
yansıması ve resmi ilişkilerin kurulması ise
Türkiye’de tıp eğitimi alan ve halen Trablus’ta
doktorluk görevini sürdüren Giritli Türk Ali
Bekraki beyin kişisel çabaları sayesinde olmuştur. Son dönemde Oytun Orhon (2010)
ve Özgür Kasım Aydemir’in (2013) saha çalışmalarına dayalı araştırmalarıyla Lübnan
Türkleri daha fazla tanınmış oldular. Büyük
bir çoğunluğunun anadillerini yitiren ve sayıları 50000’i bulan Lübnan’daki Türk varlığını
4 ayrı başlık altında sınıflandırabiliriz:
1. Akkar Bölgesi Türkmenleri: Kuzey
Vilayeti Akkar bölgesinde Kobayat yakınındaki Kuvaşra, Aydamun ve El Devsi köylerinde yaşayanTürkmenlerin sayısı 7500’dür.
2. Baalbek Bölgesi Türkmenleri: 5500
kişi olduğu ileri sürülen bu grup Doğu Lübnan’da Beka vilayeti içinde yer alan Baalbek
şehri çevresindeki Duris Kasabası ile Nanaiyye, Al Kaa, Şeymiye, Hadidiye ve Addus
Köylerinde ve Hermel şehri yakınında Suriye
sınırındaki bir köyde yaşayan Türkmenler.
3. Girit Türkleri: Girit Adası’nın Osmanlı’dan Yunan hâkimiyetine geçmesi ve
Giritli Türklere yönelik saldırıların artması ile
adadaki Türklerin II. Abdulhamit döneminde Osmanlı hâkimiyetindeki bölgelere yerleştirilmesi çerçevesinde Suriye ve Lübnan’a
getirilen ve Trablus’ta yaşayan Türkler. Sayılarının 9000 civarında olduğu saptanmıştır.
4. Beyrut’ta Yaşayan Türk Vatandaşları
ve Suriyeli Türkmenler: 1940’lı yıllarda ekonomik nedenlerle Türkiye’nin Güneydoğu
Anadolu Bölgesinden (Mardin) göç ederek
çoğunluğu Beyrut olmak üzere Lübnan’a yerleşmiş Türk vatandaşları ve Suriye’den göç
eden az sayıdaki Türkmen. Bu grup yaklaşık
30.000 kişiden oluşmaktadır.
Suudi Arabistan
Uzun yıllar Suudi Arabistan’da yaşayan Hicran Şenel’e göre ülkede yüz on üç
bin Türk bulunmaktadır. Türklerin çoğunluğu sırasıyla Mekke, Medine, Cidde, Riyad,
Suudi Arabistan’da kalabalık bir Uygur nüfusu vardır. Uygur Türkleri, 20. yüzyılın başlarında yoğunlaşan ve hâlen devam
eden baskı ve soykırım neticesinde, Doğu
Türkistan’dan dünyanın çeşitli yerlerine göç
etmek zorunda kalmışlardır. Söz konusu göç
yerlerinden biri de Suudî Arabistan’dır. Suudî Arabistan, özellikle 1966 - 1972 yılları arasında Doğu Türkistanlılara yapılan soykırımı
şiddetle kınayan ve Uygurlara en çok yardım
yapan ülkelerin başında gelmektedir. Az sayıda Özbek Türkleri de vardır. Çok az sayıdaki Kazak ve Kırgız Türklerinden bazıları
Doğu Türkistan’dan göçle buraya gelmişler,
bazıları da hac için geldikleri bu topraklara
kaçak olarak yerleşmişlerdir. (Aşçı 2004) Suudî Arabistan’daki Türk soylular (Uygurlar)
hakkındaki kapsamlı ilk ilmî yayın, Rıdvan
Öztürk’ün 3. Uluslararası Türk Dil Kurultayı
(1996)’nda sunduğu “Suudî Arabistan’daki
Uygur Türkçesi” başlıklı tebliğidir. Öztürk
tebliğinde bölgedeki Uygurlar hakkında bilgiler vermiş, incelediği dokuz eserden elde
ettiği bilgilerle bölgede var olmağa başlayan
yazı dilinin özelliklerini ana hatlarıyla tanıtmıştır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
verilerine göre, Suudi Arabistan’da 115 bin
Türk vatandaşı yaşamakta ve bunların 110
bini çalışmaktadır.
Mısır
Mısır’da Türklerin oranı “ülke nüfusunun yüzde sekseni Türk” gibi uçuk rakamlar-
la ifade edilse de Mısır’da nüfusun üçte birini
Türk kökenlilerin oluşturduğunu bir dönem
Kahire Büyükelçisi olarak görev yapan Yaşar
Yakış açıklamıştır. Ekmeleddin İhsanoğlu.
Mısır’da Türkler ve Kültürel Mirasları adlı
eserinde (2006) Mısır’ın ruhuna sinmiş Türklüğü ve onun 19-20 yüzyıldaki izlerini incelemiştir. Mısır’da Osmanlı döneminde yaşayan
Türkiye’ye göç etmemiş çok sayıda Türk’ü
bulup röportaj yapan Ülkü Akagündüz onları
“Mısır’ın beyaz Türkleri” diye nitelemektedir. Zira onlar şehirlerde yaşayan çoğu eskinin paşa torunlarıdır. (http://www.aksiyon.
com.tr/aksiyon/haber-20074-26-misirin-beyaz-turkleri.html). Mısır’ın Sina yarımadasında bulunan el-Ariş kentindeki Osmanlı
torunları Türkler kökenlerine bağlı kalarak
hayatlarını devam ettiriyor. Araştırmacı Hacı
Ratib Mahmud Çorbacı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, sayıları 150 bini bulan Türk
asıllı nüfusun, Balkanlar’dan ve Anadolu’dan
Ariş kentine göç ettiklerini belirterek, “Ariş
nüfusunun çoğu Türk asıllı olup yerel dili
kullanıyorlar. Kentteki diğer ailelerle akrabalık kuran aileler de bulunuyor. Ariş’e yerleşen
aileler arasında Süleymanoğulları, el-Ağvat,
Çorbacı ve el-Kaşif ailelerinin olduğu ve bunların yaklaşık 5 yüzyıl önce Osmanlı ordusuyla birlikte bölgeye geldikleri belirtiliyor.”
(http://www.tv5haber.com/6248_Misir-da150-bin-TurkBulunuyor!.html).
157
Yemen
1538’de Türk egemenliğine geçen Yemen’de çok sayıda Türk kökenli insan olduğu iddia edilmektedir. Yemen Savaşı’nda 300
bin kayıp verildiği söylenmektedir. Savaşın
büyüklüğü bu derece kaybı açıklayacak ölçüde değil. Türkiye’nin Yemen Büyükelçisi Fazlı
Çorman’a göre bu 300 bin rakamının en az
200 bini geride kalmış. Çeşitli nedenlerle geri
dönmemişler. Bu grubun göz ve ten renklerinden Türk oldukları hemen anlaşılsa da artık Yemenlileşmiş ve Türkçeyi unutmuşlardır.
(http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/newsDetail_getNewsById.action? newsId=32736).
YENİ TÜRKİYE 82/2016
Taif, Tebuk, Yanbu ve diğer şehirlerdedir.
(http://­hac.erolkara.net/839-suudi-ara­bis­tana-baska-gozle-bakmak----haber.html) Ülkenin her yerinde olduğundan daha çok olarak
Cidde’deki oto tamirhaneleri Türkler tarafından işletilmektedir. Cidde Oto sanayinde en
az 3 bin olan oto tamir ve boya atölyelerinin
%70’i Türklerin elindedir. Tamamına yakını
Türkistanlı olan Halı toptancıları, 10 yıldır
Türk Makine halılarını almakta ve dağıtmaktadırlar.(http://muzafferdeligoz.blogcu.
com/suudi-arabistan-piyasasinda-turk-insani/690613#)
Yemen’de Türk olduklarını bilen bölgeye 200
sene önce gelen Said Miskal’in torunları da
var. Yemen’deki Türkler başkent Sana’ya 150
km mesafedeki Mahvit şehrine bağlı Beytu’t-Türki (Türk evi) ve Beytu’l-Kürdi (Kürd
evi) adlı iki köyde varlığını sürdürüyor. Said
Miskal 1800’lü yılların ortalarında bölgeye
ilk olarak yerleşen bir Osmanlı telgraf subayı.
Bu iki köyde yaşayan ve kendilerini Türk olarak tanıtan insanlar dedelerinin Said miskal’e
dayandığını iddia etmektedir. (http://www.
sabah.com.tr/Dunya/2013/03/08/yemendekalan-son-turkler).
Ürdün
158
Ürdün’de üç bin civarında Türk kökenli kadın bir araya gelerek başkent Amman’da
bir kültür merkezi kurup bir araya gelmişlerdir. Türkiye’ye eğitim almak için gelen Ürdünlülerle evlenen Türk kökenli hanımların evlerinde genellikle Türkçe konuşulmakta, çoğu
zaman Türkiye televizyonları izlenmektedir.
(http://aksam.medyator.com/2009/11/29/
haber/pazar/452/amman_daki_turk_kolonisi_.html). Amman’da hiç de küçük sayılmayacak, yerleşik ve Türkiye’nin bilmediği bir
Türk kolonisi mevcut. Ürdün’de Arap, Çerkez ve Türklerden oluşan etnik topluluklar
öne çıkmakta. Türkiye ve Kuzey Kafkasya ile
de bağları olan dört yüz bin Çerkez özellikle
emniyet ve istihbarat birimleri başta olmak
üzere çok etkili konumdalar. Göçerlerin çoğu
Türkmenlerden oluşmakta ve nüfusları otuz
bin olarak gösterilmektedir. Ayrıca, Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine göre,
Ürdün’de, 1130 Türk vatandaşı yaşamakta
olup, bunlardan 200’ü çalışmaktadır
YENİ TÜRKİYE 82/2016
Kuzey Afrika
Osmanlı İmparatorluğu Kuzey Afrika
topraklarından 1, 1-5 asır önce çekilmesine
rağmen ardında sayıları binlerle ifade edilebilecek çok sayıda Türk nüfusunu bırakmıştır.
Nitekim Kuzey Afrika’da Osmanlı torunlarının izini sürmek için çıktığı araştırma gezisin-
de Aksiyon dergisi muhabiri Ülkü Özel Akagündüz Libya, Cezayir, Tunus ve Sudan’da
çok sayıda kendini Türk olarak gören ve ellerinde atalarına ait kimlik ve tapu gibi belgeler bulunduran Osmanlı bakiyesi Türklerle
röportaj yapıp, 13 Eylül 2010 tarihli dergide
yayımlamıştır. Akagündüz “Kuzey Afrika’da
uğradığımız her şehirde elinde tapular, Osmanlı pasaportları ve dedelere ait eski fotoğraflarla
etrafımızı saran insanlar bulduk. İşin doğrusu,
aradan geçen iki asra rağmen ilginin bu kadar
canlı olması, mesela altmışına merdiven dayamış bir Cezayirli amcanın Türkçe öğrenmek
için gösterdiği çaba, Trabluslu bir kadının soyadındaki ‘bey’ kelimesinden hareketle Osmanlı
olduğuna inanıp bunu teyit etmeye çalışması bizim için şaşırtıcıydı.” demektedir. Cezayir’de
Nasira Bursalı ve Latife İzmir, iki önemli
şehrimizin adını soyadı olarak yaşatanlardan.
Yine Rıza Bey İbrahim adındaki “bey” kelimesinden hareketle Türklüğünün farkına varanlardan. Tunus’ta Hadi Türki dedelerinden
duyduğu “Kim ki Türkçe bilmez, Allah’tan
korkmaz” cümlesini tekrarlayarak Türklüğünü haykırmaktadır. Libyalı olduğu hâlde
resmî belgelerde İzmirli görünen doksan
yaşındaki Leyla Tahir Topçu Libya’daki binlerce Türk’ten biridir. (http://www.aksiyon.
com.tr/aksiyon/newsDetail_getNewsById.
action?newsId=27572)
Sudan
187 yıl önce, Mehmet Ali Paşa ordusuyla Sudan’a inen Ömer Abdülkerim Bortelli, bir daha ne ata yurduna dönebilmiş ne
de Mısır’a… Önce Hartum’a sonra Medeni
şehrine gelmiş ve burada dal budak sarıp
torun torbaya karışmış. Ailenin önemli bir
kısmı bugün yine Medeni’de yaşıyor ve kendilerini hâlâ ‘Türk’ olarak tanımlıyorlar..2010
yılında Sudan’da bulunan gazeteci Abdülkadir Özkan’a göre “Sudan’da 450 küçük çaplı
Türklere ait işyeri var. Sudan’daki Türklerin
sayısı da bugün 4 bine ulaşmış durumda. Bu
arada Osmanlı döneminde Sudan’a giden,
burada yerleşen insanların sayısı da az de-
Orta Doğu’da Türk-Kürt
Birlikteliğine Doğru
Türkiye dışında kalan ve başka ülke
sınırları içinde yaşayan Türkler; Türkiye devletinin dış politikasında yumuşak güç olarak
dahi değerlendirilmemekte, yok farz edilmektedir. Son 10 yıldır Türk dış politikasına
Başdanışman ve Dışişleri Bakanı olarak yön
veren Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” adlı eserinde Arnavutların, Boşnakların ve Filistinlilerin Balkan ve Orta Doğu
politikalarının merkezine yerleştirildiğini,
Balkanlar, Kafkasya, İran ve Orta Doğu’da
yaşayan 40 milyonluk Türk nüfusundan bahsedilmediğini ibretle ve hayretle görmekte-
yiz. Dış politikayı belirleyenlerin zihninde
Türk kelimesini kullanmanın ırkçılık sayıldığı
inancı korunuyor olsa gerek. Başbakan Başdanışmanı İbrahim Kalın da tıpkı Dışişleri
Bakanı Davutoğlu gibi Türkiye’nin yumuşak gücü içinde Türklüğü herhangi bir unsur
olarak görmekte, Osmanlı mirasına referans
vermektedir. “Türkiye´nin sahip olduğu ince
güç, hem biçimi hem de kapsamı itibariyle
diğer ülkelerden farklılıklar arz eder. Balkanlarda başlayıp Orta Asya´nın içlerine kadar
uzanan Türkiye´nin ince güç potansiyeli,
askeri yahut teknolojik üstünlükten ziyade,
tevarüs ettiği tarih ve kültür derinliğinden
kaynaklanmaktadır. Türkiye´nin bu coğrafyada temsil ettiği değerler, tarihi birikim ve
kültürel derinlik, bir tarafta bölge dinamiklerini harekete geçirmekte, öbür tarafta yeni
etkileşim alanlarının doğmasına imkân sağlamaktadır. Balkanlardan Orta Doğu´ya ve
Asya´nın içlerine uzanan geniş coğrafyada
Türklerin, Kürtlerin, Boşnakların, Arnavutların, Çerkezlerin, Abazaların, Arapların, Azerilerin, Kazakların, Kırgızların, Özbeklerin,
Türkmenlerin ve diğer etnik grupların ortak
paydası, paylaştıkları ve beraber inşa ettikleri Osmanlı tecrübesidir. Bu farklı grupları
bir araya getiren, onların ortak bir zaman ve
mekân tecrübesini idrak etmelerini sağlayan,
bu Osmanlı mirasıdır. Bugün Türkiye bu mirasın merkez coğrafyasını temsil etmektedir.”
(Kalın, 2013)
Türkiye’nin jeo-stratejik konumu Batıda Balkanları, doğuda Kafkasları, güneyde
Orta Doğu’yu etkileme yeteneğine sahiptir.
Ülkeyi yönetenler bu yeteneği iyi değerlendirirlerse çok büyük avantajlı durumlar elde
edeceklerdir. Yakın zamanlara kadar coğrafyasının kendisine yüklediği bu avantajları değerlendiremeyen Türkiye ne yazık ki etkili bir
aktör olamamıştır. Soğuk Savaş’ın sona ermesini takip eden dönemde Türkiye’nin artık
kendileri için eskisi kadar önemli olmadığını
düşünen Batılı güçler, özellikle Avrupa için
Türkiye, Avrasya olarak tanımlanan yeni bir
jeo-politik ve jeo-ekonomik oluşumun mer-
159
YENİ TÜRKİYE 82/2016
ğil. Sudan’da dolaştığınızda sıkça Türk asıllı
Sudanlı ile karılaşmanız mümkün. Kısacası
bizden birilerinin yaşadığı bir ülke.” (Özkan,2010) (Sudan seçimleri üzerine, Milli gazete 01Mayıs2010http://www.habervaktim.
com/yazar/23710/sudan-secimleri-uzerine.
html). Sudan’da Türk varlığını gözlemleyen
bir diğer araştırmacı-gazeteci Mustafa Özcan’dır. “Sudan, Eritre, Mısır ve Somali gibi
ülkelerde binlerce ve hatta yüz binlerce kişi
asıllarının Türk olduğunu iddia ediyor. Sudan’da Gazi Selâhaddin gibi bakanları ve
cumhurbaşkanı yardımcıları var. Bunların bir
kısmıyla tanışıklığımız oldu. Dolayısıyla Tonybee gibilerinden nakledilen söz doğrudur:
Türk tarihi yazılmadan dünya tarihi yazılamaz. Türk tarihi ise o kadar dallı budaklı ki
onun tarihini yazmak da dünya tarihini yazmakla eşdeğerdir. Dünyayı keşfettikçe karşımıza eski-yeni Türkler çıkıyor. Kayıp kabileler sadece Musevilere has değil. Hindistan’da
demek ki bizim de kayıp kabilelerimiz varmış.
Tarihî arkeoloji bize bunu gösteriyor. (Özcan,2006) “Sudan’da 2 milyonu aşkın Türk
asıllı yaşadığını, Osmanlı döneminden gelen
tarihi ve kültürel bağların her geçen gün arttığını” Sudan Savunma Bakanı Abdurrahman
Sıralhatim 2000 yılındaki Türkiye’ye yaptığı
resmi ziyaretinde söylemiştir. http://arsiv.zaman.com.tr//2000/05/01/ekonomi/5.html
YENİ TÜRKİYE 82/2016
160
kezi olarak görülmeye başlanmıştır. Siyasi
bağımsızlıklarını elde eden Orta Asya ve Kafkaslardaki Türk Cumhuriyetleri ile olan dil,
din, etnik ve kültürel bağları ile Türkiye model ülke olarak değerlendirilmeye başlandı.
(Onay,2007:25). Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ortaya çıkan askeri bloklar sisteminin
yıkılması Türkiye’yi kendiliğinden bölgesel
güç haline getirmiştir. Soğuk savaş döneminde dış politikasına hakim olan pasiflikten sıyrılıp etkin, ön alıcı yaklaşımları benimseyen
Türkiye gittikçe bölgesinde önemli bir unsur
haline gelmiştir. Balkanlar, Kafkaslar ve Orta
Doğu ile çevrili olan Türkiye aynı zamanda
üç bölgeye de dahil edilmektedir. Bu üç bölgede yaşayan ve etnik yapıları karmaşık olan
toplumların geçmişte olduğu gibi bugün de
uluslararası politikayı etkileyen birleşik bir
politik bütünlük oluşturamadığı görülmektedir. Toprak, etnik ve din ayrımına dayalı
sorunlar bu sonucun ve bu yargının başlıca
nedenidir. Bugün Orta Doğu’da yaşananlar
da bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Türkiye, İran, Irak, Suriye, Mısır,
İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn,
Umman, Katar, Kuveyt, Suudi Arabistan ve
Yemen Orta Doğu bölgesine dahil olan ülkelerdir. İran hariç hepsi Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı Devleti’nden ayrılan
ve İngiltere ve Fransa egemenliğine geçen
60-70 yıldır bağımsız olan ülke ve halklardır.
İran’da da bin yıllık Türk idaresi 1924 yılında yerini Fars Pehlevi sülalesine bırakmıştır.
Bu bölge halkı ağırlıklı olarak Müslüman’dır.
Türkler, Araplar, Farslar, Yahudiler ve Kürtler
Orta Doğu’da önemli etnik gruplardır.
AK Parti iktidarının Orta Doğu’ya dönük politikaları çok tartışılmakta ve özellikle
de laik kesim tarafından çok eleştirilmektedir. Türkiye’nin jeopolitik ekseninin güney
istikametine, Orta Doğu’ya yönelmesi bir
eksen kayması olarak değerlendirilmektedir. Nejat Eslen’e göre “Türkiye, Batı ekseni
içinde yer alan AB sürecini derin dondurucuya
yerleştirmişken ve Doğu eksenini temsil eden
Avrasyacılar sindirilmişken hem eksen güney
istikametine kaymakta hem de Türkiye bölgesinde bir merkez ülke olduğunu iddia ederek ve
İslami değerlerini öne çıkararak kimlikte eksen
kayması yaşamakta ve Orta Doğu’da kendi
yörüngesini oluşturmaya çalışmaktadır”. AK
Parti iktidarının Orta Doğu politikasının arkasında ABD yönlendirmesi olduğunu Eslen
şu cümlelerle dile getirir. “ABD’nin Irak’tan
askeri gücünü çekmesi ve Arap baharıyla birlikte yaşanan gelişmeler sonrası Obama yönetimi ve ABD’li stratejistler Orta Doğu’da
Türkiye’nin bölgesel liderliğini özendirici
konuşmalar yapmışlardır”. (Eslen,2010: 3536) Bugün AK Parti’nin dış politikası başta
olmak üzere uygulamalarını eleştiren Haydar
Çakmak ise; 2010 yılında Orta Doğu’ya dönük Türkiye’nin siyasetini “reel politik açıdan
bakıldığında kötü bir şey olmadığını görmek
mümkündür. Zira hiçbir zaman olmadığı kadar Türkiye’ye Arap Orta Doğusu’nda popüler ve sempatiyle bakıldığını görmekteyiz.
Arap yatırımlarının ve turistlerinin daha fazla
Türkiye’ye yöneldiğine şahit olmaktayız. Bu
gelişmelerin iyi olmadığını iddia etmek mümkün değildir” cümleleriyle olumlamaktadır.
(Çakmak,2010: 25)
Türk dış politikası Orta Doğu’da farklı
bir döneme girdi. 1990’lara kadar geleneksel
olarak Orta Doğu işlerine karışmamaya, karıştığı zamanlarda ise bunu tamamen soğuk
savaş çerçevesinde ABD ve İngiltere’nin politikalarıyla paralel götürmeye çalışan Türkiye,
Kuzey Irak konusunda artık daha farklı bir
çizgiye geçmeye başladı. Ulusal güvenliğine
en önemli tehdit olarak algıladığı PKK ile Kuzey Irak sorunu arasında bağ kuruyordu. Yakın zamanlara kadar Kuzey Irak’ta kurulacak
Kürt devletinin kırmızı çizgileri içinde olacağını dile getiren Türkiye son bir yıldır Kuzey
Irak’taki özerk Kürt yönetimi ile ilişkilerini
bağımsız bir devlet ile sürdürüyor gibidir. Aslında son yirmi yıldır I. Körfez Savaşı’ndan
sonra Irak’ta 36. paralelin üstü Saddam Hüseyin’e karşı güvenli bölge ilan edilmiş, Türkiye üzerinden çekiç güç bölgenin güvenliğini
sağlarken bir yandan da burada bir Kürt dev-
Türkiye Orta Doğu’daki komşularının toprak bütünlüğünü samimi olarak her
daim savuna gelmiştir. Özellikle bölgedeki
Kürtlerin ayrılıkçı taleplerinin Türkiye’ye de
sıçrama korkusu, haklı olarak Türkiye’nin
sınırların değişmezliği ilkesine vurgusunu
artırmasına yol açmıştır. Başlangıçta Irak’ın
bölünmesi sonucu ortaya çıkacak olan Kürt
devleti Türkiye tarafından kendi güvenliği
için tehdit olarak algılanmaktaydı. Şu an ise
Türkiye’de Irak’ın parçalanmasının ve Kuzey
Irak’ta bir Kürt devletinin kurulmasının rahatsızlık yarattığına dair beyanatlar duyulmamaktadır. Türkiye- Kuzey Irak Kürt Yönetimi
ilişkileri aslında iki bağımsız ülke arasındaki
gibi ilerlemektedir. Türkiye, Irak Bölgesel
Kürt Yönetimi ile Bağdat Yönetimi’nin karşı
çıkmasına rağmen, başta enerji olmak üzere pek çok ticari ve stratejik ilişki anlaşması
imzalamıştır. Kuzey Irak bölgesinde satılan
malların % 80’i Türkiye’den gelmektedir.
Bölgede kayıtlı yabancı şirketlerin yaklaşık
% 60’ını Türk şirketleri oluşturmaktadır. Bu
durum birbirine karşıt iki hususu gündeme
getirmektedir. Buna göre ya Türkiye ekonomik olarak Kuzey Irak’ı kendine bağımlı hale
getirerek gelecekte olan bağımsızlığını engellemekte; ya da, Kuzey Irak’ı ekonomik olarak
geliştirerek bağımsızlığa giden yolun önünü
açmaya çalışmaktadır. Bu durumu Türkiye
açısından olumsuz olarak değerlendiren Sait
Yılmaz’a göre “Irak’ın kuzeyinde giderek
kemikleşen Kürt yönetimi ve bu yönetimin
enerji gelirleri ile büyüme planları olası bir
Kürt devleti için önemli bir zemin olarak görülmelidir. Bölgedeki Kürt sorununda kozlar
bugün için ABD’nin eline geçmiş olmakla
birlikte, ABD’nin Kürtleri istediği şekilde
kullanabileceğini söylemek zordur. Aralarındaki ilişki bir devlet ile bir aşiretin siyasi
pazarlığı, hatta bir noktaya kadar ortaklığıdır.
Irakta devam eden sorunlar, Türkiye’nin iç
güvenliğini, Anayasal düzenini, cumhuriyetin
ideolojik temellerini tehdit eder niteliktedir.
Irak’ın kuzeyindeki Kürt yönetiminin aldatma stratejisinin en önemli ayağını oluşturan
ekonomik kaynaklar ne yazık ki üç yüze yakın Türk firması tarafından sağlanmaktadır.
Irak’ın kuzeyinde ortaya çıktığı iyice belirginleşmiş olan Kürt oluşumu dışa açılmadığı
ve Türk firmalarınca desteklenmediği takdirde yaşayamayacaktır. (Yılmaz,2010:57).
ABD’nin bölgeden tamamen çekilmesi ile
iyice yalnızlaşan Kürtler, Türklerin desteğine
daha fazla ihtiyaç duyacaklardır. Bu durum
iyi değerlendirilmeli, Türkiye’nin çıkarları
doğrultusunda Kerkük bölgesi de dahil olmak üzere Kuzey Irak’ın enerji kaynakları
üzerinde politikalar geliştirilmelidir. Irak’ta
bir Kürt-Türkmen devletinin temellerinin
atılma zamanı gelmiştir. Aynı durum Suriye
için de geçerlidir. Kuzey Irak’ta kurulacak
bir Kürt devleti, enerji nakil hatları Türkiye
üzerinden geçeceği için Türkiye’deki Kürtçü
yapılanmaların, Türkiye ile aralarında husumete yol açıcı davranışlarına izin vermezler.
Türkiye bu devleti tam da bu noktada Irak’ta
yaşayan Türkmenlerle kontrol altında tutmalıdır. Türkmenlerin yaşadığı bölge de, mutlaka burada kurulacak Kürt devletinin sınırlarına dahil edilmelidir. Değişik radikal amaçlar
161
YENİ TÜRKİYE 82/2016
letinin oluşumunun hazırlığını yapmaktaydı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi “çekiç güç”ün
süresini devamlı uzatarak oluşan Kürt devletinin temellerine bilerek veya bilmeyerek harç
dökmüştür. Merkezi Irak yönetiminin bütün
karşı çıkmalarına rağmen Barzani yönetimiyle anlaşmalar yapan Türkiye’nin Kuzey Irak
politikasının esaslı surette değiştiğinin göstergesidir. Güneydoğu sınırında Türkiye’nin
siyasi çıkarlarına ve güvenliğine destek olacak
türden bir Kürt devletinin ortaya çıkarılması
bizim için önemlidir. Türkiye’ye dönük toprak talebi olmayan, terörist saldırılara izin
vermeyen, Türkiye’nin iç işlerine karışmayan
Irak’taki Türk bölgelerine kendi içinde ayrı
bir otonomi statüsü veren enerji başta olmak
üzere her alanda işbirliği ve Türkiye lehine
asimetrik bir bağımlılık ilişkisi içinde olan
Kürt merkezli devlet oluşumları Türkiye’nin
her zaman lehinedir. Bölgede Kürtlerin ve
Türklerin yükselişi Arapların ve Farsların
aleyhine işleyecektir.
için Türkiye’de kan dökmeye ve ölmeye hazır
Kürtler her zaman olacaktır. Bu nedenle Kürt
militanları yakalamanın ya da öldürmenin bu
mücadele açısından getirisi gerçekten sınırlıdır. (Koç,2010:13)
YENİ TÜRKİYE 82/2016
162
Irak’ta eyalet sistemi ve özerk yapılanma fikri Türk stratejistler tarafından
da ileri sürülmektedir. Irak Milli Türkmen
Partisi’nin önceki başkanı Muzaffer Arslan
eyalet ve dörtlü özerk yapıyı Irak’ın gelecekteki idari sistemi olarak savunmaktadır. (Arslan,2002:87) Ümit Özdağ 2002 şartlarında
“Irak için üniter modelin korunması ancak
Kürt, Türkmen ve Şii unsurlara otonom bölgeler verilmesi fikri ile mümkündür” tezini
öne sürmüştür. (Özdağ,2002:21-25). Türkmen bölgesinde federal yapı kurulması üç açıdan önemlidir. Birincisi Kürt federal bölgesi
kuzeyden Türkiye, güneyden ise Türkmen
bölgesi tarafından kuşatılacaktır. İkincisi petrol bölgelerine egemen olacak bir Türkmen
federal yapısı, petrolden yoksun ve ekonomik
gücü olmayan Kürtlerin bağımsızlık taleplerini sınırlayacaktır. Üçüncüsü ise güç merkezli
yönetim ilkesi gereğince Türkmenleri sistemde denge ve güç merkezi haline getirecektir.
Böyle bir yapının bağımsızlığa gitmesi halinde dengeleri bozacağını ve bu dengelerin de
Türkiye lehine bozulacağını gören bölgesel
ve bölge dışı aktörler sisteme fazlaca müdahale edemeyecektir. Sünni Arapların yine
devletin merkezi yapısını oluşturacak tarzda,
Şii Araplar, Kürtler ve Türkmenlerin siyasal
ve kültürel özerkliğe sahip olacak düzende
şekillenmesi Türkiye’nin menfaatine en uygun olanıdır. (Kuloğlu, 2002:17-21))
Türkmenlerin Türkiye’nin dış politikasında önemli bir faktör olarak ortaya çıkması Körfez Savaşı’ndan sonradır. Bir yandan
kültürel ve duygusal nedenleri olsa da Türkmenlerin ön plana çıkarılmasının asıl nedeni stratejik algılamalardır. AK Parti iktidarı
döneminde Türkmenlerin bu pozisyonu dış
politikadan kaldırılmıştır. Dolayısıyla Türkmenler Irak’ta çok güç kaybetmişlerdir. 2005
seçimlerinde sadece bir milletvekili çıkarmış
olmaları da bu durumu teyit etmektedir. Orta
Doğu Türklerinin Türkiye’nin maddi ve manevi desteği olmadan ayakta durması, devam
etmesi, varlığını koruması mümkün değildir.
Ancak Orta Doğu Türkleri ile Türkiye ilişkileri uygulanacak stratejiye ve usulüne uygun
bir zemine oturtulmazsa her iki tarafa da zarar getirecektir. Paylaşılan aynı coğrafya ve
bölgenin ekonomik ve stratejik önemi Türkiye’yi parçalamaya dönük hareketler için zemin oluşturmaktadır. Bölgede gelişen olaylar
ve oynanan oyunlar Türkiye’yi ve Orta Doğu
Türklerini müştereken ilgilendiren hayati
meselelerdir. Dolayısıyla Türkiye’nin bölge
Türkleri ile ilişkileri sadece soy birliğine bağlı bir yakınlaşma değildir. Türkiye’nin Orta
Doğu’da söz sahibi ülke olması için 5 milyon
nüfuslu bölge Türklüğünün desteği göz ardı
edilmemelidir. Özellikle Irak ve Suriye’nin
yeniden yapılanmasında iki ülkede yaşayan
Türklerin özerk, otonom yapılar biçiminde
siyasi haklar elde etmesi Türkiye’yi bölgede
çok güçlü bir aktör haline getirecektir.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu
“Stratejik Derinlik” adlı eserinde, Kürtlerin
bölgesel bir güç ile bütünleşeceğini ve bu
gücün de Türkiye olduğunu şu cümlelerle
hissettirmektedir. “Bugün parçalanmış görünen ve bu parçalanmışlık içinde bölge üzerinde
hesap kuran büyük güçlerce istismara açık bir
yumuşak karın oluşturan ‘Kürt jeopolitiği’ uzun
dönemde aidiyet hissini en yoğun bir şekilde
yaşadığı, bölgesel bir güç ile bütünleşme süreci
içine girecektir. Uzun dönemde meselenin odak
noktası bölge halkının aidiyet hissini pekiştiren
bir kader birliği meşruiyeti ile çözümlenecektir.”
(Davutoğlu, 2011).
Son yıllarda Irak Kürdistan Özerk Bölgesi sınırları içinde çok zengin petrol rezervleri bulunmuştur. Bölgedeki petrol rezervinin
45 milyar varil, doğal gazın ise altı trilyon
metreküp olduğu ifade edilmektedir. 2015’te
günde bir milyon, 2020’de ise iki milyon varil petrol üretilmesi planlanıyor. Dünyanın
sayılı enerji şirketleri bu kaynaktan pay kapabilmek için müthiş bir yarışa girdiler. Aynı
zamanda ABD ve Türkiye’de bu yeni petrol
lah bırakıp ülkeyi terk etmesi enerji güvenliği
ve Kürt bölgesel yönetiminin bağımsızlığının
önündeki en büyük bariyerlerden biriydi.
ABD, Türkiye ve Kuzey Irak yönetimleri bu
süreçte PKK varlığını istemiyordu ve buna
dönük olarak da PKK’nın özellikle Suriye’de
kendine alan açmasına göz yumulacağı vaadi
ile ikna süreci başarılı oldu. Suriye’nin parçalanacağı senaryolarından hareketle bölgede
bir Kürt bölgesinin oluşturulması ve buranın
daha sonra Kuzey Irak’taki Kürt devleti ile
birleştirilmesi fikri taraftar bulmakta sıkıntı
çekmeyecektir. Türkiye, İran ve Arap ülkeleriyle çevrili bağımsız bir Kürt devletinin
-arkasında ister ABD olsun ister Rusya olsunuzun süreli yaşama şansı yoktur. El ele veren, birleşebilen bir Türk-Kürt devlet birliği
Orta Doğu ve Dünya’da çok büyük bir güç
olarak dengeleri değiştirir. Böyle bir yapı ilerde İran’daki 30 milyonluk Türk nüfusunu ve
yaşadığı coğrafyayı da buraya birleştirecektir.
I. Dünya Savaşı sonrası Orta Doğu’nun bölünmüş 25 milyonluk Kürt ve 100 milyonluk
Türk nüfusu bu devletin sınırları içinde tekrar bir araya gelecektir. Bu oluşum bölgede
denge siyaseti ile çıkarlarını korumak isteyen
ABD’nin de hesaplarını bozacaktır. Dengeler
yeniden oluşurken bölgede esas oyun kurucu güç Türk-Kürt birlikteliği ile oluşan siyasi yapılanmalar olacaktır. Tabii bu birliktelik
diğer güçleri rahatsız edecektir. Ancak ABD
istemese de Türkiye’ye birçok bölgede muhtaç olduğu için bunun kendi kontrolünde ve
çıkarları doğrultusunda yürümesi için yönlendirici olacaktır.
ABD Orta Doğu’daki çıkarları için
Türkiye’nin desteğine mutlak ihtiyaç duymaktadır. Ancak Türkiye’nin bölgesel bir güç
olarak ilerde çıkarlarına zarar vereceği bir
ülke olma ihtimalini de göz önünde tutarak
komşularıyla sorunlu olmasını arzulamaktadır. Türkiye’nin bölge ülkeleriyle paktlar
oluşturmasını çeşitli gerekçelerle engelleyen
ABD bu tavrını Türkiye-Kuzey Irak yönetimi
yakınlaşmasından duyduğu rahatsızlığı dile
getirerek göstermiştir. ABD politikaları üze-
163
YENİ TÜRKİYE 82/2016
alanlarını kontrol altında tutmak için bölgesel
yönetimle ilişkileri geliştirdiler. Türkiye 2012
Mayısında günde bir milyon varil petrol taşıyacak bir boru hattı için Barzani yönetimi
ile anlaşma imzaladı. Anlaşma uyarınca 2013
Ağustosunda bitirilmesi gereken hattın, Kerkük- Yumurtalık Hattı’na entegre edilmesi de
öngörülmekteydi. Ancak söz konusu hattın
belirlenen tarihte yetiştirilemeyeceği, bir sene
sonra 2014’te bitirileceği açıklanmıştır. Irak
merkezi hükümetinin şiddetli muhalefeti nedeniyle ilişkileri kopma noktasına götürmesine rağmen Türkiye, Barzani yönetimiyle bu
enerji anlaşmasını imzalamıştır. Türkiye için
petrol çok önemlidir. Çünkü ithal ürünleri
içinde en fazla para petrole ödenmektedir.
Türkiye daha önceki yıllarda Irak’ta ayrı bir
Kürt devletine kendi sınırları içindeki Kürtler de dahil olur düşüncesiyle şiddetle karşı
çıkarken, şimdilerde onun bağımsızlığına giden yolların önünü açmaktadır. Kendi sınırları içinde yaşayan Kürtlerde ayrılıkçı düşünceleri artırma ihtimali olsa da Türkiye Irak’tan
kopacak bir Kürt devletinin yaşayabilmesini,
ayakta kalabilmesini Türkiyesiz yapamayacağını öngörmüş olmalıdır. Türkiye’nin 2023,
2071 hedefleri vardır ve bu büyük hedefler
için enerjiye ihtiyacı vardır. Muhtaç olunan
enerji de bağımsızlığa giden Irak Kürt devletinde bulunmaktadır. Kendi yörüngesinde
gidecek olan Kürt devleti, her zaman Türkiye’nin lehinedir. Bir taraftan Orta Doğu’da
yaşayan 5 milyonluk Türk nüfusu ve onların
yaşadığı Musul-Kerkük, Halep, Hama, Humus, Lazkiye bölgeleri başta olmak üzere
Orta Doğu’nun büyük bir kısmı Türklerin
ve Kürtlerin kontrolüne geçecektir. Ayrıca
bu oluşum Irak, Suriye ve İran yönetimlerini
çok zayıflatacak ve sınırlarının Türklerin ve
Kürtlerin lehine olmak üzere değişmesine yol
açacaktır. Türk ve Kürt birlikteliğinin tarihsel
arka planı Selçuklu ve Osmanlı gibi iki büyük
imparatorluğun ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Esas hareket noktası bu bakış olması
gerekirken politikalarının merkezine PKK ile
anlaşmayı koyan Türkiye’nin vizyonuna bu
durum yakışmamaktadır. Zaten PKK’nın si-
rinde etkisi olan strateji ve istihbarat uzmanı
G. Friedman’ın konuyla ilgili analizinin özü
şu cümlelerdedir: “Gelecek on yılda Birleşik
Devletler Türkiye’nin Amerikan çıkarlarına
karşı düşmanca hisler beslememesini sağlamalı
ve Arap dünyasına egemen olup onu bölmek için
İran ve Türkiye’nin birlik oluşturmasına engel
olmalı. Türkiye ve İran ABD’den ne kadar korkarlarsa bunun gerçekleşmesi o kadar muhtemel
hale gelir. Amerikalılarla anlaşmaları İranlıları
kısa bir süre için yatıştırmış olacak ama bunun
sadece bir çıkar birliği olduğunu ve uzun süreli
bir dostluk olmadığını bilecekler. ABD’yle daha
uzun vadeli işbirliğine açık olanlar Türkler ve
Türkiye ABD için başka yerlerde de önemli
olabilir; özellikle Rus niyetlerine karşı tampon
görevi yaptıkları Balkanlar ve Kafkaslar’da”.
(Friedman, 2011:158)
YENİ TÜRKİYE 82/2016
164
Türkler ve Kürtler bin yıldır bölgede iç
içe yaşamış ve kader birliği etmiş iki halktır.
Propaganda amaçlı ifadeler bir yana bırakılırsa Türkiye’de Kürt halkı dışlanmamış, etnik
ayrımcılığa tabii tutulmamıştır. Bunu yapılan
araştırmalar doğrulamaktadır. SETA Vakfı
tarafından Pollmark’a yaptırılan “Türkiye’de
Kürt Sorunu Algısı” araştırmasına göre her
üç Türk’ten birinin Kürt, her üç Kürt’ten ikisinin Türk akrabası var. Kız alıp vermelerin
çok yüksek olduğu ve iç içe yaşama alanlarının yoğunluğu ayrılıkçı düşüncelerin önündeki en büyük duvarlardır. Araştırmalarda ortak
inanç ve tarih algısı öne çıkmaktadır. 30 yıllık
PKK terörü neticesi on binlerce kişinin ölmesi, sosyal çatışma ortamını getirmemiştir.
Bin yıllık birliktelik önümüzdeki dönemlerde
Orta Doğu’da iki halkın tekrar yükselişini ve
hakim güç olarak belirleyici roller üstleneceğini göstermektedir.
Orta Doğu’daki Türk varlığı; örtülü
operasyonları ve 5. Kol faaliyetlerini Türkiye’nin dış politikasının bir unsuru olarak
kullanmasına zemin oluşturabilir. İran’ın
coğrafi olarak sınırlı bölgesel seçenekleri varken Türkiye Kafkaslar’a, Balkanlar’a, Orta
Asya’ya, Orta Doğu’ya hatta Kuzey Afrika’ya
kadar uzanacak imkan ve fırsatlara sahiptir.
İmparatorluk geçmişinde Türkler bu bölgelerin egemen gücüydü ve potansiyel güçleriyle
gelecekte de aynı imkanları yakalayacakları
ihtimal dışı değildir. İran ve Türkiye Orta
Doğu’da birbirine rakip iki bölgesel güçtür.
İran’ın Irak, Suriye, Lübnan başta olmak
üzere Orta Doğu’ya dönük nüfuz alanları yaratma girişimleri Türkiye’nin menfaatlerine
aykırıdır. Türkiye İran’ı bölgede sınırlamak
ve petrol bölgelerinde kendisine alan açacak
politikaları oluşturmak durumundadır. ABD
ve İsrail; İran’ı bölgede kendi çıkarlarını tehdit eden bir güç olarak görmektedir. Türkiye
ise bu iki ülke tarafından İran’a karşı denge
oluşturacak bir güç olarak değerlendirilmektedir. Bölgesel ve küresel güçler İran, Irak,
Suriye ve Türkiye’nin istikrarsızlığı için daimi olarak Kürtleri kullanmaktaydılar. Kendi
sınırları içinde Kürt varlığı Türkiye’dekilere
oranla daha az olduğu için İran Türkiye’ye
dönük Kürtçü terörist örgütleri de hep desteklemiştir. 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin
kesin olarak ortadan kalkmasının ardından
bağımsızlığını kazanan beş Türk Cumhuriyeti ile Türkiye’nin etnik köken birliği ülkenin
stratejik önemini artıran en önemli olgulardan biridir. Orta Asya, Hazar ve Orta Doğu
çıkışlı enerji kaynaklarının geçiş güzergahının
Türkiye olması da stratejik açıdan ülkeyi güçlü kılan bir diğer olgudur. Graham Fuller’in
de belirttiği gibi Müslüman dünyada lider
ülke boşluğu vardır. Türkiye son yıllarda daha
fazla itibar gören bir ülke olarak bu boşluğu doldurmak için en güçlü adaydır. (Fuller
2011). Türkiye son 30 yıldır bölücü terör
tehdidi altında önüne çıkan fırsatları değerlendiremeyen bir ülke konumundaydı. Türkiye’nin büyümesini istemeyen başta ABD, AB
ve komşu ülkeler, PKK’lı teröristlere bazen
açık bazen örtülü olmak üzere destek vererek, ülkeyi istikrarsızlığa sürüklemişlerdir.
İstikrarsızlığın derinleşmesinde ülke içindeki
kısır iç politik çekişmelerin de rolü inkar edilemez bir gerçekliktir. Özellikle Türk dünyası
ile entegrasyonu sağlayacak gerekli politikaları geliştiremeyen Türkiye tarihi fırsatları
ıskalamıştır. Türkiye’nin artık önünde geniş
Kaynakça
Ağasıoğlu, Firidun; (2000), Azer Xalqı, Çaşıoğlu, Bakı.
Arslan, Muzaffer; (2002), “ABD’nin Irak’a müdahalesinden Türkiye ve Türkmenlerin Beklentileri”,
Stratejik Analiz, Sayı 28 , Ağustos, s.83-90.
Aşçı, Ufuk Deniz; (2004), “Suudî Arabistan’ı
Yurt Edinen Doğu Türkistanlılar, Kullandıkları Yazı Dili
ve Bu Yazı Diliyle Kaleme Alınmış Bir Eser: Sîretü Hâtemü’n-Nebiyyîn”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 16 Güz, 47–67.
Aydemir; Özgür Kasım; (2013), Lübnan Türk
Ağızları, : Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul.
Bilgin, Mehmet; (1990), Sürmene, İstanbul.
Çakmak, Haydar; (2010), “Türkiye’nin Orta
Doğu Politikası”, 21. Yüzyıl, Sayı 19, Temmuz, s.19-26.
Davutoğlu, Ahmet; (2012), Stratejik Derinlik,
Küre Yayınları, 75. Baskı, İstanbul.
Demirci, Güçlü; (2002), “Irak Türklerinin Demografik Yapısı”, Türkler, Editörler: H.C. Güzel, S.
Koca, K. Çiçek, Yeni Türkiye Yayınları, Cilt 20, s. 611616, Ankara.
Durmuş, İlhami; (1993), İskitler (Sakalar),
TKAE Yay., Ankara.
Ercilasun, Ahmet Bican; (2004), Başlangıcından
Yirminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi, Akçağ Yay. Ankara
Erdal, Marcel (2004), “Türkçenin Hurrice ile
Paylaştığı Ayrıntılar”, V. Uluslararası Türk Dili Kurultayı
Bildirileri, TDK yay. Ankara, s. 929-938.
Fuller, Graham E.; (2011), Yükselen Bölgesel
Aktör Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Çev. Mustafa Acar, Timaş Yay. , 9. Baskı, İstanbul.
İhsanoğlu, Ekmeleddin; (2006), Mısır’da Türkler ve Kültürel Mirasları: Mehmed Ali Paşa’dan Günümüze Basılı Türk Kültürü Bibliyografyası ve Bir Değerlendirme. IRCICA, İstanbul.
Kafesoğlu, İbrahim; (1984), Türk Milli Kültürü, İstanbul,
Kalın, İbrahim; (2013), “Türk Dış Politikası ve Kamu Diplomasisi”, http://kdk.gov.tr/sag/turkdis-politikasi-ve-kamu-diplomasisi/20, erişim tarihi
(01.05.2013).
Karabat, Ayşe; (2013), Suriye Savaşları, Timaş
Yayınları, İstanbul.
Kocaman Aydın, Rabia; (2002), “Irak Türklerinin Sosyal Hayatı”, Türkler, Editörler: H.C. Güzel, S.
Koca, K. Çiçek, Yeni Türkiye Yayınları, Cilt 20, s. 617624, Ankara.
Koç, Şanlı Bahadır; (2010), “Kürt Devleti”
Üzerine Notlar ve Çeşitlemeler, 21. Yüzyıl, Sayı 22,
Ekim, s.17-20.
Kopraman, Kazım Yaşar; (1995), “Abbasiler
Döneminde Bizans Sugurunda Türklük Faaliyetleri”,
Tarih Boyunca Türk Nüfus ve Kültür Yapısı, Ankara, ,
s.14-16.
165
Kuloğlu, Armağan; (2002), “11 Eylül Sonrası
Değişen Dengeler Çerçevesinde Türkiye’nin Irak Politikası”, Stratejik Analiz, Sayı 23, Mart, s. 5-22.
Memiş, Ekrem; (1990), “MÖ. 2. Binyılda Hitit-Gaşka Münasebetleri” Uluslararası Tarih Boyunca
Karadeniz Kongresi. Samsun. s.103-110.
Memiş, Ekrem (2007), Eskiçağ Türkiye Tarihi,
Çizgi Kitabevi, Konya.
Onay, Yaşar; (2007), “Türkiye’nin Yeni Tehdit
Algılamalarının Teorik Çerçevesi “Quvadis Türkiye”,
21. Yüzyıl, Sayı 3, Ekim-Kasım-Aralık, s.17-34.
Orhon, Oytun; (2010), “Unutulan Türkler:
Lübnan’da Türk Varlığı”, Orsam Rapor No: 11, Orsam- Orta Doğu Türkmenleri Rapor No: 4, Şubat
2010; http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/
Dosyalar/2013123_turkmenrap4.pdf
Özcan, Mustafa; (2006), “Türko’lardan Osmani’lere”... Yeni Asya Gazetesi,
Erol, Mehmet; (2012), Halep Türkmenleri,
Halk Kültürü Araştırması; Grafiker Yay. Ankara.
http://www.yeniasya.com.tr/2006/11/27/yazarlar/mozcan.htm Erişim tarihi (12-04-2013)
Erzen, Afif (1986), Doğu Anadolu’da Urartular,
TTK yay. Ankara.
Özdağ, Ümit; (2002), “Yeniden Yapılanan Orta
Doğu”, Stratejik Analiz, Sayı 31, Kasım, s. 17-25.
Eslen, Nejat; (2010), “Jeopolitikte ve Kimlikte
Eksen Kayması”, 21. Yüzyıl, Sayı 19, Temmuz, s. 35-41.
Özkan, Abdulkadir ;(2010), “Sudan seçimleri
üzerine”, Milli Gazete, 01Mayıs2010
YENİ TÜRKİYE 82/2016
bir etki alanı bulunmaktadır. Özellikle komşu ülkelerdeki Türk ve Kürt varlığı üzerinden
geliştireceği politikalar ona yeni nüfuz alanları kazandıracaktır. Türkiye yeter ki emperyal bir mirasın varisi olduğu gerçeğini unutmayarak refleksler geliştirsin. Bağımsızlığını
yeni kazanan 3. Dünya ülkeleri davranışları
sergilemeyi bıraksın. Tarih yazmak için tarihi
doğru okumak gerekir.
http://www.habervaktim.com/yazar/23710/sudan-secimleri-uzerine.html) Erişim tarihi (12-04-2013)
Öztürk, Rıdvan; “Suudî Arabistan’daki Uygur
Türkçesi”, 3.Uluslararası Türk Dil Kurultayı 1996, Ankara 1999. s.923 – 940.
Saatçi, Suphi; (2003), Tarihten Günümüze Irak
Türkmenleri, Ötüken,İstanbul.
Semin, Ali; (2013), “Irak’taki Siyasi Çıkmaz,
Türkmenler ve Türkiye”, http://www.bilgesam.org/
tr/index.php?option=com_content&view=article
&id=2205:iraktaki-siyasi-ckmaz-tuerkmenler-vetuerkiye&catid=77:ortadogu-analizler&Itemid=150
Erişim tarihi (12-05-2013)
Seyidov, Mireli; (1989), Azerbaycan Halkının
Soy kökünü Düşünerken, Bakü.
Tarhan, Taner; (1979), “Eski Çağda Kimmerler
Problemi” VIII. Türk Tarihi Kongresi, I, Ankara, , s.355.
YENİ TÜRKİYE 82/2016
166
Tuna, Osman Nedim (1997), Sümer ve Türk
Dillerinin Tarihî İlgisi İle Türk Dilinin Yaşı Meselesi, Ankara, TDK yay.
Yılmaz, Sait; (2010), “Irak Enerji Kaynakları ve
Türkiye”, 21. Yüzyıl, Sayı 22, Ekim, s. 51-57.
http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/haberiyazdir59464 Turkmenler_Irak%E2%80%99da_Ucuncu_Buyuk_Unsur_Kabul_Edildi.html Erişim tarihi
(10-05-2013)
(http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/newsDetail_getNewsById.action?newsId=27572) Erişim tarihi
(02-05-2013)
http://aksam.medyator.com/2009/11/29/haber/
pazar/452/amman_daki__turk_kolonisi_.html Erişim
tarihi (12-04-2013)

Benzer belgeler

5 - Yeni Türkiye

5 - Yeni Türkiye tamamen Türklerden oluşturmuştur. Ünlü Samarrâ şehri, Bağdat ile Kerkük arasında, Türk askerlerinin kalması için Halife Mu’tasım (833-842) tarafından kurulmuş ve Başkent, Bağdat’tan Samarrâ’ya nakl...

Detaylı