Gallus Spp.`de Saldırganlık Davranışı (Sayı Dizisi III) Tavuk

Transkript

Gallus Spp.`de Saldırganlık Davranışı (Sayı Dizisi III) Tavuk
Gallus Spp.’de Saldırganlık Davranışı
(Sayı Dizisi III)
Tavuk Koksidiyozunda
Patolojinin Önemi
Broyler Piliç
Kesimhanelerinde
Hayvan Refahı Uygulamaları
Kanatlılarda Beslenmenin
Bağırsak Sağlığı Üzerine
Etkisi (Yazı Dizisi-2)
Salmonella 2
Başyazı
Başyazı
Prof. Dr. Ahmet ERGÜN
Başkan
Sevgili Meslektaşlarımız,
Tavukçuluk sektörünün dünyada ve buna koşut ola-
mıştır. Sayın Bakan Dr. M. Mehdi Eker’i kutluyor, görevinde başarılar diliyoruz.
rak da Türkiye’de giderek büyüdüğünü, büyürken de
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Ankara’da Eski-
sorunları artan bir yapı görünümünü açık bir şekil-
şehir yolu üzerinde yeni yapılan Bakanlık binasına da
de görmekteyiz. Bu problemler daha çok yem ham
taşınmıştır. Böylece şehir içinde değişik semtlerde
maddesi temini, ithalat, sağlık ve ihracat olarak kar-
ve dağınık bir biçimde hizmet veren Bakanlık, yeni
şımıza çıkmaktadır. Dünyada tavukçuluk alanındaki
binasında bütün birimleri bir arada daha etkin görev
gelişmeler anında Türkiye de de görülmekte, uygu-
yapacak bir konuma gelmiştir.
lanmaktadır. Örneğin Ankara Üniversitesi Veteriner
Fakültesi Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları
Anabilim Dalında yapılan çalışmalarda 42 günde 1.63
yemden yararlanma düzeyi ile 2.65 kg canlı ağırlıklar sağlanabilmektedir. Diğer üniversite ve araştırma
kurumlarımız ile sahada yetiştiricinin aldığı sonuçlar
da bu sözü edilen değerlerden daha geride değildir.
Hepimizin çok iyi bildiği, gururla hatırladığı gibi İstiklal Marşımızın Şairi Mehmet Akif ERSOY veterinerdir. Yirmi yıla yakın bir süre de Anadolu nun değişik il
ve ilçelerinde görev yapmıştır. İçinde bulunduğumuz
2011 yılı ülkemizde “Mehmet Akif ERSOY” yılı olarak
ilan edilmiştir. Okurken her bir mısraında içimizin
titrediği, istiklal savaşımızın perde perde gözleri-
Bu arada 2011 yılı verilerine göre Türkiye de kişi
mizin önüne geldiği İstiklal Marşımızın Şairi değerli
başı yıllık beyaz et tüketimi 20 kg’a yumurta tüketi-
Meslektaşımız Mehmet Akif ERSOY’un anısı önünde
mi de 200 adede ulaşmıştır. Yine bu yılda Türkiye nin
bir ihtisas Derneği olan Veteriner Tavukçuluk Derneği
yumurta ihracatı sofralık ve damızlık yumurta olmak
olarak tazimle eğiliyor, Allah’tan rahmet diliyoruz.
üzere toplam 157 milyon $, tavuk eti, hindi eti ve tavuk ayağı toplam ihracatı da 230 milyon $ olmuştur.
Bu ilerlemenin önümüzdeki yıllarda da artarak devam etmesini bekliyoruz. Tavukçuluk alanında gerek
et ve gerek yumurta üretimi olarak yeni markaların
devreye girmesi, mevcutların kapasite artırımına gitmesi bu beklentilerin doğru çıkacağını göstermek-
İki yılda bir İstanbul da yapılmakta olan Uluslar arası Tavukçuluk İhtisas Fuarı’nın bu yılki geçtiğimiz
Haziran ayında VIV 2011 olarak HKF Fuarcılık tarafından son derece başarılı bir biçimde gerçekleştirilmiştir. Daha önceki yıllarla kıyaslandığında gerek
yerli ve gerekse yabancı standlardaki artış, katılımcı
tedir.
profilindeki uluslar arası görünüm kendini çok açık
Kanatlı sektörünün ham madde temininden mamul
bu Uluslar arası Fuarı en üst düzeyde değerlendirdiği
ürün olan tavuk, yumurta ve ürünlerinin nakliye,
ve değerlendireceği kesindir.
satış ve sağlık denetlemesi ile ithalat ve ihracatına
kadar tüm aşamalarında iç içe olduğu “Tarım ve Köyişleri Bakanlığı” yeniden yapılanmış adı “Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı” olarak değişmiştir. Bakanlıktaki idari yapılanmanın da bu çerçevede kısa
bir şekilde göstermiştir. Sektör olarak tavukçuluğun
Tavukçuluk Sektörümüzün ekonomik krizlerden etkilenmeden, artan yatırım hamlelerini başarıyla
sürdürmesini ve bunun sonucunda ülke insanımızın
daha bol, sağlıklı ve ucuza et, yumurta üretmesini,
sürede yenileneceği görülmektedir.
tüketmesini, ihraç ederek bolca kazanç sağlaması-
12. Haziran 2011 tarihinde yapılan Genel Seçimle-
meslektaşlarımın Ramazan Bayramını kutlar, saygı ve
ri takiben kurulan yeni Kabinede Bakanlık görevini
sevgilerimi sunarım.
nı diler, bu sektörde başarıyla görev yapmakta olan
6 yıldır sürdürmekte olan Dr. M. Mehdi EKER tekrar
“Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı” olarak görev al-
Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 MEKTUP ANKARA 1
Veteriner Tavukçuluk Derneği’nin yayın organıdır.
Yılda 4 kez 3 ayda bir yayımlanır.
Veteriner Tavukçuluk Derneği
Adına Sahibi
Prof. Dr. Ahmet ERGÜN
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Prof. Dr. U. Tansel ŞİRELİ
Yayın Kurulu
Prof. Dr. Mehmet AKAN
Doç. Dr. Erol ŞENGÖR
Dr. Serdar ERTAŞ
Uzman Vet. Hek. Mücteba BİNİCİ
Vet. Hek. Ekrem T. YÜCESAN
İdare Yazışma Adresi
İrfan Baştuğ Caddesi No: 26/3 Dışkapı / ANKARA
Tel: 0312 517 25 65 • Faks: 0312 517 25 65
Banka Hesapları
REKLAM GELİRLERİ
Türkiye İş Bankası
Dışkapı Şubesi 4206 932790
IBAN No: TR 1500064 00000 142060932790
ÜYE AİDATLARI
Türkiye İş Bankası
Dışkapı Şubesi 4206 917468
IBAN No : TR 0400064 00000 142060917468
Dergide yayımlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Alıntı Yapılamaz.
Grafik Tasarım ve Baskı
Elma Teknik Basım Matbaacılık Ltd. Şti.
Tel: 0312 229 92 65 • Faks: 0312 231 67 06
Basım Tarihi: 30.08.2011
2
MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3
G a l l us S pp. ’ de S a l dı rga nl ı k Da v ra nı şı ( S ayı Dizis i III)
GALLUS Spp.’ DE SALDIRGANLIK DAVRANIŞI
(Sayı Dizisi III)
Kaynak: Queiroz, S.A., Cromberg, V.U. (2006). Aggressive behaviour
in the genus Gallus sp. Brazilian Journal of Poultry Science. 8(1): 1-14
Çeviren : Dr. Sadettin Mehmet SOYLU
Stres ve hoşa gitmeyen uyaran
Stres hemen hemen tüm türlerde ağrıya verilen cevaplarla yakından ilişkilidir (Craig, 1981) ve partnerlerin varlığında şekillenirse saldırganlığa ve kavgalara neden olur (Ulrich, 1966).
Tavuklarda gıda kısıtlamasında olduğu gibi engellenme durumu da saldırganlığı tetikleyebilir. Aç kuşlarda engelleme, yem tablasının üzeri şeffaf bir plastik örtüyle kapatılarak oluşturulabilir, böylece yem
görülmekte ancak ulaşılamamaktadır (Duncan ve
Wood-Gush, 1971). Her test durumunda, engellenen
kuşlardan sosyal açıdan dominant olanlar uysal olanlara karşı saldırılarını artırırlar ve saldırı sıklığı, yem
kısıtlaması tüm gün sürdürüldüğünde kısa aralıklarla
yapıldığı zamana göre daha da artar.
Erkekler dişiler üzerinde genelde “pasif üstünlük”
kurarlar ve günlük koşullarda dişilere karşı nadiren
gagalama ve tehdit davranışı sergilerler. Bununla
birlikte, yukarıda bahsedilen çalışmada, aç ve engellenmiş broylerler dişilerle yan yana konulduklarında
son derece saldırgan oldular (Duncan ve wood-Gush,
1971). Dişiler aç ve engellenen kuşlar tarafından 8
saat içerisinde 806 kez gagalandıkları belirtilmiş, bu
sayı engellenmemiş erkeklerle yan yana getirildiklerinde 18 gagalama olarak belirlenmiştir.
King (1965) genç broylerlerde olduğu gibi sosyal gerilimin yüksek olduğu topluluklarda aşırı engellemenin kuşkulu sonuçlar ortaya koyabileceğini gösterdi.
Yazar 24 saat süresince kısıtlanan ve 1 saat süresince üç farklı şekilde yem gösterilen, üç genç broyler
grubunda sosyal hiyerarşiyi gagalama sırasıyla değerlendirmiş, saldırganlık sıklığını ve üstünlük ilişkilerinin kurulabilirliğini karşılaştırmıştır. Yemi homojen bir biçimde altlık üzerine saçmış, tüm bireyler
bu süre boyunca yemlenmeyle meşgul olduğundan,
en düşük saldırganlık düzeyiyle sonuçlandığını belirtmiştir. Tüm bireylerin katılımına olanak sağlayan,
ancak grup oluşumuna neden olan yuvarlak bir yem
dağıtıcıyla sunulan yem, bir önceki duruma göre
saldırganlığı 36 kat arttırdığı bildirilmiş ve saldırıya
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Veteriner Fakültesi,
Fizyoloji Anabilim Dalı-SAMSUN
E-posta: [email protected]
Tel: 0362 3121919/3902
uğrayan ve tehdit edilen kuşların oranını % 5’ olarak
belirtmiştir. Son olarak, yemlemenin bireylere bırakılması, saldırganlıkta ve gagalamada yaklaşık % 50
oranında bir patlamaya neden olmuştur. Engelleme
koşulları ortadan kaldırıldığında, kurulan üstünlük
ilişkileri normal düzeylere geri dönmüştür.
Craig (1981) hayvanlar engellendiğinde saldırganlığın oluşumuna dair birden fazlası aynı anda şekillenebilecek birçok olasılık öne sürdü. Engellemeye,
uyarılma ve hareketlilik eşlik etmektedir. Bireylerin
hareket tarzında meydana gelen değişimler normalden daha sık etkileşimlere neden olmaktadır. Tek ve
kısıtlı kaynak bulunduğunda, dominant bireylere ait
yerler alt sıralardaki bireyler tarafından işgal edilmekte ve bu da saldırı cevabının oluşumunu veya
agonistik davranışları tetiklemektedir.
Saldırı ödüllendirildiğinde, kavga bir ihtiyacı karşılamak anlamına gelmeye başlar. Saldırı bir kez başladı
Global Expertise. Local Solutions.
Dünya Çapında Uzmanlık. Yerel Çözümler.
Pfizer Kanatlı Sağlığı olarak bizler; dünya çapında uzmanlığımızı ve sektörel
tecrübemizi kullanarak, kanatlı sağlığında size özel çözümler sunuyoruz.
Kanatlı sağlığı alanında uzmanlaşmış ekiplerimizle, damızlık, ticari yumurtacı
ve etlik piliç yetiştiriciliğinde en iyi sonuçları almanız için çalışmaktayız.
Araştırma ve Geliştirme faaliyetlerine verdiğimiz önemle, sektörün en
güvenilir ilaç, aşılarını ve inovo aşı makinelerini üretmekteyiz.
Sağlıklı bir sonuç için, size özel müşteri servislerimiz ve
geniş ürün yelpazemizle hizmetinizdeyiz…
Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 MEKTUP ANKARA 3
Gallus S p p .’ d e S ald ı r g a n l ı k D a vr a n ı şı (Sa y ı D i z i si III)
mı, ödül almak için gerekenden daha uzun süre devam edebilir (Craig, 1981).
Bireysel alan ve bölgesel davranış
Saldırı veya saldırı tehdidi diğer hayvanları kendi
bölgesinden uzak tutmak için hayvanların başvurduğu yöntemlerdir. McBride ve ark. (1963) bireysel
alanın her yönde eşit yayılmadığını göstermiştir. Civcivin ön tarafına doğru daha geniş ve dominant tavukların bireysel alanlarından sakınacak şekildedir.
Saldırı ve tehditler alt sıradaki hayvanın dominant
olanın alanından uzaklaşması, boyun eğme duruşu
veya sıra dışı davranışlarla sona erer. Durumun tanımı dışında şekillenen bu davranışlar gıda talebi veya
cinsel davranışı kolaylaştırıcı davranışlardır.
Aralarında evcil tavuğun da bulunduğu birçok türde,
alt sıralardaki hayvanların boyun eğme davranışı sergiledikleri sürece gruplar halinde durmalarına izin
verilir, ancak bazen alt sıradakiler hırpalanabilir ve
kovulabilirler (Carig, 1981; Price, 2002). Kaçmanın
mümkün olmaması veya boyun eğme davranışının
gösterilmemesi, kavga eden horozlarda bazen ölümle sonuçlanabilir. Yarışmalı olmayan durumlarda bireysel alan en azda tutulmalı, ancak kaynaklar sınırlı
olduğunda artırılmalıdır.
Bireylerin gruptan olup olmamalarına göre değişen,
yabancılara karşı gösterdiği iki tip davranış vardır
(Craig, 1981). Gruplarda da kişisel alan var olmasına
rağmen, yoğun yerleştirme kimi zaman uygulanabilir. Gruptaki yetişkinler dışarıdan gelenlere saldırgan
davranış sergilerler. Evcilleştirmenin bir sonucu olarak, doğal sosyal gruplaşmalara çok az izin verilir.
Birkaç erkek bir arada kalır, gençler çok erken eşlerinden ayrılırlar ve periyodik olarak bireyler yeni
gruplar oluştururlar. Yine de, sosyal grupların nasıl
davrandıkları ve kendi alanlarında nasıl organize
olduklarına dair bilgi edinmek, suni yetiştirme koşullarında görülen davranış problemlerini anlamak
açısından değerli bilgiler sağlayabilir.
McBride ve ark. (1969) Güney Asya ormanlarında
yaşayan Kırmızı Orman Tavuğu’ nun üreme mevsimi
öncesi ve sonrası bölgesel davranışını tanımladı. Bu
davranışın iki farklı yanı gözlendi. Birinci durumda,
tavuklar kuluçkaya yatarlar ve genç civcivlerle beraber yaşam alanlarında bulunurlar. Bu alanlar, farklı kuşlar için örtüşebilir ve bu da tüy döken tavuk
çiftleri veya soylar arasında üstünlük ilişkileriyle sonuçlanır. Böylelikle, iki tavuk aynı alanda yaşayabilmesine rağmen birbirlerinden sakınacaklardır. Diğer
4
MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3
durumda, dominant erkekler üreme mevsimi dışında
sabit alanlarda oluştururlar fakat bu alanlarda diğer
hayvanları dışlayıcı bir kontrol oluşturmazlar. Alt sıradaki erkekler, grupların sınırları arasında dolaşır
ve katıldıkları grupların dış bölgelerinde kalırlar.
Dominat horozun grup hareketlerinin belirlenmesinde ve dışarıdan gelenlere şiddet gösterilmesinde
belirleyici rolü vardır. McBride ve ark. (1969) grup
başka bir bölgeye hareket ettiğinde, erkeğin dişileri
bir araya topladığını gözlemlemiştir. Dişiler hareket
halindeyken horozla etkileşim halinde ve vejetasyonun bulunmadığı yerlerden geçilirken erkeğin alan
üzerinde kontrolü vardır. Tehdit durumlarında, erkek
dişileri alarma geçirir ve avcıya veya potansiyel avcıya paralel olarak yürürler, öte yandan dişiler sakin
kaldılar. Grup tehdit altında iken, erkek kanatlarını
açarak dişilere doğru koşmak suretiyle onları korkutur. Dişiler yemlenip, kuyruğunu kaldırıp, kanatlarını
indirirken, erkek zamanın büyük kısmında savunmada kalır ve alarm pozisyonu alır. Öte yandan dişiler,
erkek dinlenip yemlenirken ona yakın durdular. Erkek genelde dişilerden daha dikkatlidir. Dişileri diğer
erkeklerden korur ve dışarıdan gelenleri tehdit olarak kabul ederler. Dişi piliçler ve tavuklar civcivlerle
beraber grubun hareketini kontrol ederler, gıdaya
dikkati çektikleri zaman, dışarıdan gelenlere karşı
tetikte ve potansiyel bir tehlike durumunda savunmaya geçerler.
Gallus S p p .’ d e S ald ı r g a n l ı k D a vr a n ı şı (Sa y ı D i z i si III)
İzolasyon ve kalabalığın saldırganlık üzerine
etkileri
Bazı durumlarda, alan büyüklüğüne bağlı olarak
hayvanlar birbirlerine saldırmakta veya yakın sosyal ilişkiler kurmaktadırlar (başka bir deyişle; eş ve
yavrular, üreme mevsimi boyunca erkek ve dişiler,
diğerlerine yakın yuva ararlar); yalnız bununla beraber, bireyler arasında belirli bir boşluk bulunması
gerektiği gözlenmektedir.
İzole bir biçimde yetiştirilen kuşlar, gruplar halinde
yetiştirilenlere göre daha erken gelişmekte ve daha
yoğun saldırganlık göstermektedirler (Guhl, 1953,
1958; Guhl ve ark, 1960). Örneğin artan yoğunluk,
önceden 25 bireyin bulunduğu bir alanda 100 bireyin
barındırılması, grup büyüklüğü dört kat artarken, birey başına düşen alanın dörtte bire düşmesine neden
olmaktadır. Hayvan başına düşen alanın yarıya indirilmesi 4 bireylik bir grupla 400 bireylik bir grubu çok
farklı şekilde etkilemektedir.
Tavuklarla yapılan birçok çalışma, hayvan başına düşen alanla saldırganlık sıklığı arasında ilginç bir ilişki
göstermektedir. (Al-Rawi ve Craig, 1975).
Ylander ve Craig (1980) tarafından elde edilen sonuçlar sosyal açıdan dominant kuşun (üçüncü bölümün üçüncü üyesi) alt sıradaki kuş çiftleri arasındaki
saldırgan etkileşimleri inhibe ettiğini göstermiştir.
Özellikle erkekler, beslenme sürecinde, çiftlerin dominat üyeleri arasındaki saldırgan davranışları inhibe
etme bakımından etkilidirler. Yapılan on dakikalık 24
testte erkek çiftlere yakın olduğunda gagalamadan
sadece 5 kaçış gerçekleşti; erkek bir metre uzaklıktayken 21, erkek geçici olarak bölgeden uzaklaştırıldığında ise 74 kaçış gözlemlenmiştir. Bu nedenle, geniş veya küçük gruplarda dişi saldırganlığı erkeklerin
varlığında azalmıştır (McBride ve ark., 1969; craig ve
Bhagwat, 1974; Bsary ve Lamprecht, 1994). Ayrıca
bu etkinin erkeklerin üstünlüğüne mi, yoksa alt grup
oluşumunun kolaylaşmasına mı bağlı olduğu açık değildir (Odén ve ark., 2000).
Her bir kuş, mevcut alanın % 30’ u düşecek şekilde
kafeslere yerleştirildiğinde (Craig ve Polley, 1977),
alt sıradaki erkeklerde cinsel olgunluğa erişmenin
geciktiği, fakat ikinci denemede çiftler arasında
herhangi bir fiziksel taciz belirtisi olmadığı belirtilmektedir. Muhtemelen, mevcut alanın azalmasına
bağlı olarak bireyler arasında saldırgan davranış sergilenememiştir.
6
MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3
Grup büyüklüğünün saldırganlık üzerine etkisi
Guhl (1953) 96 kuşluk bir grubun tam bir gagalama
sırası gösterdiğine dair kanıt sağlamıştır. Daha sonraki bir çalışmada, 100 – 440 kuşluk gruplar gözlenmiştir (Craig ve Guhl, 1969). 200 bireylik gruplarda,
tavuklar bazı bölgelerde daha fazla kalmaya eğilimli
oldukları ve bu bölgelerde dominat olarak kaldıkları
gözlenmiştir. Muhtemelen, belli bir yerde sabit kalmak çok sayıda tavuğu tanıma gerekliliğini sınırlamaktadır. Böylelikle, tavukların kendi bölgelerinde
kalma eğilimleri sayesinde büyük gruplara dışarıdan
yabancıların katılmasıyla doğan sosyal zorluklar önlenmiş olmaktadır.
Yüz veya daha fazla kuştan oluşan gruplar, sosyal
açıdan organize olabilseler de, Banks (1956) grup
boyutu 6 – 24 kuştan fazla olduğunda gagalama sırası
ihlali olduğunu gözlemiştir. Gagalama sırasının bozulması, alt sırada olan bir bireyi, daha üst sıralardaki bir bireye saldırması anlamına gelmektedir. Bu
davranışın sıklığı, grup büyüklüğüne göre değişmekte ve geniş gruplarda daha fazla ihlal gözükmektedir.
Bununla beraber, alt sıradakine hemen gereken cevap verildiğinden, ihlal etkisiz kalmakta ve üstünlük
sıralaması değişmemektedir. Araştırıcı, özellikle bazı
tavuklarda sosyal konumla gösterilen pekiştirmenin
geniş gruplarda daha az etkili olduğu fikrini ileri sürmektedir.
Anti-Fly Program
İNSEKTİSİT
Güçlü Sinek Öldürücü
Karasineklere Karşı Etkin Çözüm!
Ani etki
Kolay uygulama
Gallus S p p .’ d e S ald ı r g a n l ı k D a vr a n ı şı (Sa y ı D i z i si III)
Diğer çalışmalarda elde edilen kanıtlar, gagalama
sırasının geniş gruplarda göreceli olarak sabit olduğunu, yine de geçici karışıklık ve tanıma eksikliğinin
geniş gruplardaki yüksek seviyede saldırganlıktan sorumlu olabileceğini düşündürmektedir.
Al-Rawi ve Craig (1975) agonistik davranışı değerlendirmişler ve kafeste barındırılan tavuklar tarafından
sergilenen saldırı hareketleri sıklığının grup büyüklüğü (4 – 28 kuş) arttıkça artış gösterdiğini bildirmişlerdir. Tarif edilen saldırı hareketlerinin çoğunun tehdit
etme yerine gagalama olduğu ve beslenme süresince veya dışarıdan gelenler yem yiyen kuşlara yaklaştığında şekillendiğini belirtmişlerdir. Dört, sekiz
ve ondört kuştan oluşan gruplarda, Al-Rawi ve ark.
(1976) geniş gruplarda ilk sekiz haftada yüksek derecede saldırgan davranış gözlediklerini fakat agonistik davranışın, 26 haftalık yaşta tekrar görülmeden
önce tüm gruplarda azaldığını bildirmişlerdir. Muhtemelen, birbirlerine çok yakın bir biçimde kafeslerde
yaşamak zorunda kalan tavuklar, 8 – 14 kuşluk kafeslerde bile, birbirlerini tanıma hatası yapmayacak
kadar iyi tanıdıkları belirtilmektedir.
Estevez ve ark. (2003) 3 – 18 haftalık civcivlerde
saldırgan davranışın ontogenezini araştırmışlardır.
Kuşların küçük gruplarda saldırgan etkileşimlerle
hiyerarşik üstünlükler kurdukları, fakat büyük gruplarda daha hoşgörülü stratejiler benimsedikleri ve
saldırganlığın azaldığı fikrini öne sürmüşlerdir. Bazı
kuşlarda grup büyüklüğünün artmasıyla beraber gagalama ve tehdit davranışları artsa da, kuşların grup
içersinde odaksal gözlemleri sonucu geniş gruplarda,
gagalama sıklığında ve tehditlerde azalma olduğunu
belirtmişlerdir. Bu nedenle, tavukların grup büyüklüğü arttıkça, farklı sosyal stratejiler benimsemeleri
gerçeği belirgin bir hale gelmekte ve birçok kuşun
geniş gruplarda daha hoşgörülü bir tutum sergiledikleri tahmininde bulunmuşlardır. Öte yandan, küçük
bir azınlık saldırgan olabilir ve ayrım yapmaksızın
diğer kuşlara saldırıda bulunabilir.
Kavga ve geniş gruplarda bireysel pozisyonların akılda tutulması temeli üzerine kurulmuş olan sosyal üstünlük sistemi devam ettirilememektedir (D’Eath ve
Keeling, 2003). Bunun yanı sıra, tavuklar uyum sağlamakta ve daha az saldırgan olmakta veya tanımlı
bölgelere hareketlerini kısıtlamaktadırlar. Diğerleri gibi, Odén ve ark. (2000) tavuklar büyük gruplar halinde yaşamak zorunda bırakıldıklarında belli
bölgelere bağlı alt grupların oluşturulduğunu tahlil
etmekte ve gözlemcinin bir bireysel kuşu tanımada
8
MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3
zorluk çekmesini bu alt grupları tanımada başarısız
olmasına bağlamaktadırlar. Tüm bu sonuçlar, büyük
gruplarda halinde yaşayan tavukların daha az saldırgan olduklarını ve muhtemelen sosyal sitemlerini
küçük gruplarda kullanılan bireysel tanıma yolu yerine, hiyerarşinin üstünlük ve boyun eğme işaretlerinin kullanılması yoluyla belirlendiği bir sistemle değiştirdiklerini gözlemleyen Pagel ve Dawkins (1997)
tarafından doğrulanmaktadır.
Saldırının sürdürülmesi
Yabancı bir bölgeye, bir arada yerleştirilen bireyler
genelde yeni çevre ve partnerleri gözlerler ve genelde sessizlik hakimdir. Ardından, bir veya iki çift
agonistik davranış sergilemeye başlar. Erkekler kavgalara dahil olabilirler, öte yandan tavuk ırklarının
çoğunda dişiler daha az etkindirler. Irk ve soylar üstünlük konumu için yapılan rekabetlerin yoğunluğu
ve süresi açısından farklılık gösterebilirler (Craig,
1981). Kavga eden horozlar, ayrılmadıkları taktirde
ölene kadar kavga edebilirler, bununla beraber grupların çoğunda çiftler çabucak karara varırlar. Grup
halindeki kuşların sayısı az ise, agonistik etkileşimler
daha uzun devam edebilse de, çiftler arasındaki üstünlük sırası saatler içerisinde kurulabilir.
Genç hayvanlar kendiliğinden oyun oynamaya başladıklarından ve yaşları ilerledikçe daha aktif bir
biçimde oynadıklarından, kaza ile içlerinden birisi
ağrılı bir uyarana maruz kalana kadar saldırganlık
gözlenebilir. Ağrının savunma davranışını veya refleksif kavgayı tetikleyebildiği bilinmektedir. Koşullanma hızlı bir şekilde üstünlük ilişkileri kurma eğilimini
açıklayacaktır; dominant olan ödüllendirilecektir ve
alt sırada kalan ise boyun eğecektir, böylece artık
saldırıya uğramayacaktır.
Lorenz (1950), su kaynağından akan suyla dolan kabın belli bir yerden sonra boşaltılmasına benzettiği,
sinir sisteminde kendiliğinden başlayan ve bir sınıra
kadar biriken ve sonra serbest bırakılması gereken
saldırganlık için “özel bir enerjinin” varlığından söz
eder. Diğer taraftan Scott (1971) korku ve öfkeyi dışsal uyaranlarla tetiklenen, bir kere harekete geçtikten sonra yayılma eğiliminde olan ve dışsal uyarana
tepkiyi artıracak, sosyal kavgadan birinci dereceden
sorumlu duygular olarak ele almaktadır. İlave dışsal
uyaranların yokluğunda, öfke ve korkunun eşlik ettiği içsel uyaranlar sönecektir.
Gallus S p p .’ d e S ald ı r g a n l ı k D a vr a n ı şı (Sa y ı D i z i si III)
Bazı değerlendirmeler
Farklı tavuk cinslerinde doğal seleksiyon, tavukların lehine işlemiş, her canlının ulaşamadığı alanları
kazanma, bol gıda, barınak ve avcılardan korunma
imkanı sağlamıştır. Diğer taraftan, doğal seleksiyon
popülasyondaki bireyler arasında özellikle çiftleşme
fırsatına yönelik yoğun bir içsel rekabet oluşturmuştur. Bölgeyi elde tutmaya ve dışarıdan gelenleri aralarına katmamaya yönelik sürekli rekabetin gözlendiği bu tabloda, tehditlere ve saldırılara karşı sürekli
uyanık durumda olan horozlar daha fazla sayıda yavruya sahiptirler ve popülasyonda onların genlerinin
bulunma oranı artmaktadır. Aynı uyanıklık ve savunma örnekleri dişiler tarafından da ortaya konmakta
ve yavrulara da aşılanmaktadır. Bu nedenle, doğal
koşullarda bu türlerde saldırgan davranış ve kavga
edebilme yeteneklerinin önemini anlamak kolaydır.
Rasgele cinsel ilişkide bulunma davranışı, aşırı beslenme alışkanlıkları ve kısa yaşam süreleri tavuklarda, hiyerarşik sosyal sisteme ait özelliklerle beraber
evcilleştirmeyi kolaylaştırmış ve Gallus cinsindeki bu
türlerin tüm dünyaya kolaylıkla yayılmalarını sağlamıştır. Sonradan kuşlar, farklı yetiştirme koşullarına
konulmuş ve bu özel çevrelerdeki en iyi bireylerin
suni seleksiyonuyla, insan beslenmesi için ırklar, ve
daha sonrada ırklar içerisinde soylar meydana getirmiştir. Üretim seleksiyonu, daha uysal ve sosyal hoşgörüsü olan hayvanların sürekliliğini sağlamak üzere
yapıldı.
Kümes hayvanı yetiştiriciliğinde 1990’ların ortalarından sonra büyük değişimler meydana geldi, seleksiyon ve reprodüksiyonla ilgili kararlar birkaç ticari
şirket tarafından alınmaya başlandı. Daha sonra, her
bir kuşa küçük alanların düştüğü, çok sayıda kuşun
aynı yerde barındırıldığı, koruyucu ilaçların uygulandığı ve yeni yetiştirme koşullarından kaynaklanan
problemleri çözmek üzere yönetim çalışmalarının
yapıldığı yoğun üretim sistemleri, kümes hayvancılığı endüstrisi olarak tanımlandı. Yirminci yüzyılın
ikinci yarısından itibaren derlenen makalelerin büyük çoğunluğu yetiştirme koşullarının yoğunlaşması
sonucu açığa çıkan davranış problemlerine çözüm
bulmayla ilgilidir. Aynı dönemde, yoğun ve dikey üretim sistemlerinin aksaklıklarını düzeltme düşüncesi
olmadığından, davranışla ilgili genetik çalışmaların
yapılmaması, kısmen bazı şirketlerin karşılaştıkları
problemleri ortaya koymadıkları ve bu problemlere çözüm yolları bulmaya çalışmadıkları gerçeğini
yansıtmaktadır. Bununla birlikte, evcil tavuklarda
10 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3
saldırganlık davranışıyla ilgili yapılan birkaç genetik
çalışmada, ne evcilleştirmenin ne de yoğun yapay
seleksiyonun kuşların sosyal davranışlarını değiştiremediklerini ortaya koymuştur ve içgüdüsel şekillenen saldırganlık davranışı halen görülmektedir.
Kavgacı kuş ırklarıyla yapılan bilimsel çalışmaların
eksikliği ortadadır. Bu ırklara ait bireylerin türdeşleriyle aynı biyolojik mekanizmalar ve saldırı davranışı
modellerine sahip oldukları düşünülmektedir. Öte
yandan, bunlar etçi ve yumurtacı tavuklarda yapılan
yapay seleksiyonun zayıflatıcı etkisine maruz kalmadıklarından kavgacı kuşlarda bu özellikle daha abartılı olabilir. Bunun yanında, kavgacı kuşların yetiştirme ortamları doğal habitatlara daha yakındır, diğer
bir deyişle, hem inkubasyon hem de büyüme eş ve
gruptaki diğer kuşların varlığında gerçekleşir. Bu nedenle, orijinal yabani genotipe yakın olan kuşlarda
saldırganlığın dışavurumunun araştırılması bu davranışların içerdiği biyolojik sistemlerin daha geniş kapsamlı bir şekilde, olanak sağlayacak ve bu kuşların
mevcut hayvan popülasyonları bakımından önemleri
ve kullanılabilirlikleri değerlendirilmiş olacaktır.
Kaynaklar:
Çevirmenden veya orijinal kaynaktan sağlanabilir (Queiroz, S.A.,
Cromberg, V.U. (2006). Aggressive behaviour in the genus Gallus
sp. Brazilian Journal of Poultry Science. 8(1): 1-14)
Ta v uk Ko ksi di y o z unda Pa to l ojin in Ön em i
Tavuk Koksidiyozunda
Patolojinin Önemi
Arş. Gör. Orhan YAVUZ1
Prof. Dr. Hüdaverdi ERER2
Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı-Konya
Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı-Konya
E.mail: [email protected]
1
2
Özet
Etiyoloji
Bu derlemede, tavuklarda koksidiyoz hastalığının
etiyo-patogenezi ile patolojik bulguları ve lezyonların türlere göre farklılıkları değerlendirilmiştir.
Koksidiyoz, Eimeria türlerinin meydana getirdiği hemorajik enterit ile karakterize protozoal bir hastalık
olup, tavuklarda bakteriyel ve viral hastalıklardan
sonra gelen en önemli sürü problemlerinden biridir.
Hastalık, kilo kaybı, anemi ve yumurta veriminde
azalmalara sebep olur. Nekropside ince ve kalın bağırsaklar ile sekumda kanama, nekroz ve bağırsak
duvarında kalınlaşma gözlenir. Histopatolojik olarak
etkenin çeşitli gelişim aşamaları ve lamina propriyada kanama alanları görülebilir.
Tavuklarda koksidiyoza sebep olan 9 Eimeria türü
bulunmaktadır. Bu türler: E. tenella, E. maxima, E.
acervulina, E. mitis, E. necatrix, E. mivati, E. praecox, E. hagani ve E. brunetti dir. Bu türler genelde
bağırsaklara yerleşerek doku hasarına, yem tüketiminin azalmasına, kan kaybı, dehidrasyon ve pek çok
enfeksiyona duyarlılığa sebep olur. Marek, Gumboro
gibi immunsupresif hastalıklar da koksidiyozun gelişmesine hazırlayıcı faktör olabilirler (Arda ve ark
1994, Shimura 2000, Okursoy 2001, Mcdougald 2003,
Shane ve Emeritus 2005).
Summary
In this review, etio-pathogenesis, pathological findings and differences of lesions according to species of Coccidiosis in chickens were evaluated. Coccidiosis is the disease that is mainly characterized
by bloody diarrhoea caused by protozoa in Eimeria
species. Coccidiosis is one of the most important disorder after bacterial and virus diseases in chicken
flocks. The disease couses decrease of body weight,
anaemia and egg production drops. At the necropsy,
haemorrhage, necrosis and swelling of intestines
are observed in small and large intestines and the
caecum. Histopathologically, various development
stages of the agent and hemorrhage areas in lamina
propria can seen.
ANAHTAR KELİMELER: Koksidiyoz, tavuk, patoloji
Giriş
Eimeria ve İsospora familyasındaki türlerin hayvanların sindirim kanalda gelişerek meydana getirdiği
bulaşıcı ve enfeksiyöz hastalığa Koksidiyoz adı verilmektedir. Koksidiyoz, tavuklarda viral ve bakteriyel
hastalıklardan sonra çıkan en önemli sürü problemlerinden biridir (Reid 1978, Arda ve ark 1994, Goodwin 1996, Okursoy 2001, Mcdougald 2003).
Eimeria ookistleri yuvarlağa yakın, oval şekilli, renksizdir. Mikropil veya protoplazma kalıntısı yoktur.
Sitoplazmaları büyük granüller içerir. Ookistlerin
uzunluğu 19,5 – 26 mikron, genişliği ise 16,5 – 22,8
mikron arasında değişir. Sporokistler tavuk yumurtasına benzer şekildedir. Sporlanmış ookistler içinde
4 sporokist, her sporokist içinde de 2 tane sporozoit bulunmaktadır. Sporozoitler ovaldir (McDougald
1998, 2003).
Epidemiyoloji
Hastalık daha çok broiler yetiştiriciliğinde 3-6 haftalık civcivler ve yumurta tavukçuluğunda ise 12-14
haftalık piliçlerde ortaya çıkmaktadır. Koksidiyozda
türe özgü bağışıklık vardır. Türler arasında çapraz
reaksiyon gözlenmez (Shimura 2000). Bu hastalıkta
immunitenin gelişme süresi Eimeria türlerine göre
değişiklik gösterir. Örneğin E. maxima ve E. brunetti
en immunojenik türler iken, E. tenella ve E. necatrix
en az immunojenik türler olarak bildirilmiştir. Buna
bağlı olarak bağışıklığın geç şekillendiği enfeksiyonlarda hastalığın vücutta dağılımı daha kolay olmaktadır (Schnitzler ve Shirley 1999, Amer ve ark 2010).
Biyolojisi
Eimeria türleri biyolojilerinin tamamlanması için bir
arakonakçıya ihtiyaç duymazlar. Biyolojik siklusları
yaklaşık olarak 7 günde tamamlanır (Permin ve Hansen 1998, Fanatico 2006).
Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 MEKTUP ANKARA 11
Tavuk K o k s id iyo zu n d a Pa to l o j i n i n Ön e m i
Resim 1: Eimeria türlerinin yaşam siklusu (Naciri 2001)
Tavukların dışkıları ile atılan ookistler enfektif değildirler. Bunların enfektif olabilmeleri için dış ortamda sporlanmaları gereklidir. Uygun nem, oksijen
ve ısı şartları sağlandıktan sonra sporlanabilirler.
Sporlanmış ookistler kontamine yem ve suyla piliçler
tarafından alınarak, bağırsak epitellerine girerler.
Burada yuvarlaklaşır, gelişir ve ilk nesil şizont halini
alırlar. Çok sayıda ilk nesil merozoitleri üreterek konakçı hücresinden dışarı çıkar ve yeni epitel hücrelerine girer. Burada da yuvarlaklaşır, gelişir ve ikinci
nesil şizontlar halini alır. Bunlar da çok sayıda ikinci
nesil merozoitleri üreterek konakçı hücresinden dışarı çıkar. Bazıları yeni epitellere girerek yuvarlaklaşır ve üçüncü nesil şizontları halini alarak üçüncü nesil merozoitlerini üretmiş olurlar. Bu üçüncü
nesil merozoitler ve ikinci nesil merozoitlerin büyük
çoğunluğu yeni epitellere girerler. Bazıları ise mikrogametositler haline gelir ve mikrogametleri üretir. Diğerleri de makrogametlere dönüşürler. Makrogametler, mikrogametler tarafından döllenir ve
zigotlar meydana gelir. Zigotlar olgunlaşır ve genç
ookistleri teşkil ederler ve son olarak da bunlar dışkı ile dışarı atılırlar (Smith ve Long 1968, Lillehoj
ve Trout 1993, McDougald 1998, Permin ve Hansen
1998, Morris 2002, Morris ve Gasser 2006, Conway ve
McKenzie 2007).
duğu görülür (Atasever 1994, Kaufman 1996, Sonaiya ve Swan 2004, Morris ve Gasser 2006). Etkenin
patojenitesinin ookist sayısıyla orantılı olduğu da
bildirilmiştir (Atasever 1994). Yapılan çalışmalarda
ookist sayısı 150 den az olduğu durumlarda, piliçlerde önemli lezyonlar oluşmaz. 150 ookist, sekum
duvarında hafif bir renk değişimi ile birlikte, mukozada hafif peteşiyel kanamalar meydana getirir. 150
ila 500 ookist hafif kanlı bir ishale, sekum duvarının
kalınlaşmasına ve çok kanlı bir görünüm almasına
neden olur. 1000 ila 3000 ookist bulunduğu durumlarda ise sekumda şiddetli kanama, nekroz odakları,
pıhtılaşmış kan ve çok az ölüm olayı tespit edilmiştir.
5000 den fazla ookist varsa, sekumda şiddetli kanamalara ve ölümlere neden olur. Kanamanın nedeni
tam olarak açıklanamamakla beraber, merontların
damar duvarına yaptıkları basınç sonucu oluştuğu
üzerinde durulmuştur (Mcdougald 2003). Etkenin
ağır doğal enfeksiyonlarında veya tiflektomi yapılan
piliçlerin deneysel enfeksiyonlarında başta kolon olmak üzere ileumun son kısımları ve bursa Fabricius’a
invaze olup, gelişimini tamamladığı bildirilmiştir
(Atasever 1994).
Tavuk koksidiyozisinde morbidite ve mortalitenin
yüksek olması, kanlı ishal, ağırlık artışı ve yumurta veriminde azalma, yem ve su tüketiminde düşüş
başlıca klinik bulgulardır. Hafif enfeksiyon oluşturan
türler genelde subklinik olarak seyreder. Şiddetli enfeksiyonlar sonrasında hayatta kalanlar 10 - 14 gün
içinde iyileşirler ancak çoğu kez eski verimliliklerine
ulaşamazlar (Arda ve ark 1994, Goodwin 1996, Aiello ve Mays, 1998, Shane ve Emeritus 2005).
Patogenez ve Klinik Bulgular
Koksidiyozda meydana gelen lezyonlar, patogenezi
etkileyen faktörler yanında gelişim evrelerindeki lokalizasyonuna göre de değişir. Bütün gelişimini villus epitellerinde tamamlayan türler (E.preacox) az
patojen olarak tanımlanırken, gelişimini kript epitellerinde ve subepitelyal dokuda geçiren türlerin
(E.tenella ve E.necatrix) daha patojen olduğu ve bu
türlerin bağırsaklarda erozyon ve ülserlerle hemorajik enteritise sebep olduğu ve genellikle konakçının
ölümü ile sonuçlanan ciddi hastalık tabloları oluştur-
12 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3
Resim 2: Eimeria türlerinin bağırsaklarda yerleşimi (Naciri 2001)
Makroskobik ve Histopatolojik Bulgular
E. tenella Enfeksiyonu
Sekumda asıl değişikliklere ikinci nesil şizont ve merozoitlerin olduğu dönemde rastlandığı bildirilmiştir
Tavuk K o k s id iyo zu n d a Pa to l o j i n i n Ön e m i
(Atasever 1994). Sekum duvarı ödem, hücre infiltrasyonu ve bağ doku artışından dolayı kalınlaşır. Bu lezyonlara, özellikle sekumda rastlanılmasına rağmen
ileumun son kısmı ve proksimal kolonda da lezyon
görülebilir. Burada da sekumdakilere benzer lezyonlar görüldüğü için bu bağırsak bölümü E.tenella
koksidiyozu için ikinci dereceden öneme sahiptir. 4.
günde ikinci nesil şizontlar olgunlaşır ve kanamalar
daha belirgin haldedir. Sekum, lümende kan ve mukoza parçaları birikimi nedeniyle genişler. Serozada
da peteşiyel kanama odakları görülür. Epitel rejenerasyonu hızlıdır ve 10 gün içersinde iyileşme görülür
(Reid 1978, Randall 1991, Atasever 1994, Kamburgil
1993, Kaufmann 1996, Zulpo ve ark 1997, Atasever
ve Gümüşsay 1999, Berkin 2001, Mcdougald 2003,
Sarkar 2006, Conway ve McKenzie 2007).
İlk nesil merontlar villus epitellerinde gelişir ve bu
epitellerde dejenerasyonla birlikte propriyada kanama alanları görülebilir. Buradan çıkan merozoitler
kript epitelleri içersine girerler ve daha sonra lamina
propriya ve submukozaya geçerler. Bu bölgede oluşan 2. nesil merontlar kanama ve nekrozlara sebep
olurlar. Daha sonra gametosit ve oositler şekillenir.
Enfeksiyonu takiben 6. ve 7. Günlerde mukozanın
büyük bir kısmı dejenerasyon ve nekroza uğrar. Bu
alanlarda değişik gelişim safhasındaki parazitlere ve
sekonder bakterilerin bulunduğu kolonilerine rastlanır. Enfeksiyonun erken safhasında heterofil granulositler bulunabilir. İlerlemiş olgularda ise lenfosit
ve makrofajlar çoğunluktadır. Lümende dökülmüş
epitel hücreleri, oositler, fibrin kitleleri ve bakteri
kolonileri bulunabilir. Hafif enfeksiyonlarda epitel
rejenerasyonu 10.günde tamamlanır, fakat şiddetli
enfeksiyonlarda epitel tamamen iyileşemez (Reid
1978, Randall 1996, Zulpo ve ark 1997, Berkin 2001,
Soomro ve ark 2001, Mcdougald 2003, Amer ve ark
2010, Lee ve ark 2010).
E. necatrix Enfeksiyonu
Nekropside ilk önceleri ince bağırsakların tamamında serpilmiş tarzda beyazımsı lezyonlar görülür. Esas
bulgulara 2. nesil merozoitlerin oluşmasıyla rastlanır. Bu dönemde şiddetli enfeksiyonlarda hemorajik
enteritis şekillenir. Lümende içinde dökülmüş epitel
kalıntılarının bulunduğu kanlı müköz bir içerik bulunur. Bağırsaklar şiddetli dilate durumda ve mukoza
kalınlaşmış haldedir. Serozadan bakıldığında enfek-
14 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3
siyon odakları beyaz plaklar veya kırmızımsı renkte
peteşiyel kanamalar şeklinde görülür. Bu enfeksiyonda sekum mukozası nadir olarak etkilenir. Sekuma
bulaşma, kan ve mukuslu dışkının kalın bağırsaklardan geçerken bir kısmının sekuma ulaşmasıyla olur
(Reid 1978, Randall 1991, Kaufmann 1996, Berkin
2001, Mcdougald 2003, Conway ve McKenzie 2007).
Civcivlerde ileumda hemoraji ve nekroz meydana gelir (Soomro ve ark 2001). Buradaki bulgular E.tenella
enfeksiyonundaki bulgulardan daha hafiftir. İlk nesil
merontlardan çıkan merozoitler kript epitel hücrelerine girerler. İkinci nesil merontlar submukozada
nekrozlara sebep olur ve bu bölgeye heterofil, makrofaj ve lenfositler infiltre olur. E.necatrix enfeksiyonlarında tüm bağırsakların enfekte olduğu ciddi
olgularda diffuz bir hemorajik enteritis vardır. Lümende bol miktarda merontlara rastlanırken gametosit ve oositler görülmez. Bunun nedeni gametogoninin sekumda gerçekleşmesidir (Reid 1978, Randall
1991, Randall 1996, Berkin 2001, Mcdougald 2003,
Amer ve ark 2010).
E. maxima Enfeksiyonu
Bağırsak mukozasında hiperemi, ödem nedeniyle
kalınlaşma görülür. Böyle bağırsaklarda serozada
da diffuz dağılımlı peteşiyel kanamalar bulunabilir.
Şiddetli enfeksiyonlarda ince bağırsakların tamamı
etkilenebilir. Lezyonlara daha çok duodenumun sonu
ile jejenumda rastlanır (Reid 1978, Randall 1991, Kaufmann 1996, İdris ve ark 1997, Zulpo ve ark 1997,
Berkin 2001, Mcdougald 2003, Conway ve McKenzie
2007).
E.maxima daha çok duodenum ve jejunumda daha
hafif reaksiyonlara sebep olur. Merontlar villus epitellerinde gelişir ve burada kataral bir yangıya sebep
olur. Gametositler epitel altında şekillenir, nekroz ve
hemorajilere yol açar. Mikrogametosit ve oositler diğer türlere göre çok daha büyük oldukları için tanıda
kolaylık sağlar (Reid 1978, Zulpo ve ark 1997, Berkin
2001, Mcdougald 2003).
E. brunetti Enfeksiyonu
Erken dönemde ince bağırsakların alt bölümleri ve
rektum mukozasında peteşiyel kanamalar, mukozada hafif kalınlaşma ve renkte solgunluk gözlenebilir.
Daha şiddetli enfeksiyonlarda, mukozada koagulas-
Tavuk K o k s id iyo zu n d a Pa to l o j i n i n Ön e m i
yon nekrozları dikkat çekicidir. Bağısak içersinde
mukoza parçaları ve pıhtılaşmış kan görülebilir. Serozada da toplu iğne başı büyüklüğünde kanama
odaklarına rastlanabilir. Sekumun giriş kısmında
bulunan ince bağırsak bölümünün çoğunlukla grimsi
sarı ve kazeifiye bir kitleyle dolu olduğu görülebilir
(Reid 1978, Randall 1991, Kaufmann 1996, Berkin
2001, Mcdougald 2003, Conway ve McKenzie 2007).
E.brunetti enfeksiyonlarında 1.ve 2.nesil merogoni
devreleri genellikle ince bağırsağın ön bölümlerinde
gerçekleşir. Mukozada şiddetli hücre infiltrasyonları vardır. Villusların uç kısımlarında yer yer dejenerasyon ve deskuamasyon görülebilir. Ciddi olgularda
villuslar tamamıyla epitelden yoksun hale gelir ve
sadece bazal membran kalır. Birçok olguda da fibrinli
enteritislere ve rektum mukozasında fokal hemorajik alanlara rastlanır (Reid 1978, Erer ve Sezen 1986,
Randall 1991, Randall 1996, Berkin 2001, Mcdougald
2003).
E. acervulina Enfeksiyonu
Bağırsaklar soluk renklidir ve içeriği suludur. Lezyonlar ince bağırsakların serozal yüzeylerinde görülebilir. Başlangıçta barğırsak mukozası incedir ve
transversal olarak yer alan uzun beyaz plaklarla
kaplı durumdadır. Bunlar meront ve gelişen oosit
kolonileridir. Hafif enfeksiyonlarda bu lezyonlar duodenumda sınırlı iken şiddetli enfeksiyonlarda tüm
ince bağırsaklar etkilenebilir. İlerlemiş olgularda
bağırsak içeriği daha kıvamlı yapıdadır. Bu içerikten
hazırlanan yayma preparatlarda bol miktarda ookiste rastlanır (Reid 1978, Randall 1991, Kaufmann
1996, Zulpo ve ark 1997, Berkin 2001, Morris 2002,
Mcdougald 2003, Machado ve ark 2005, Conway ve
McKenzie 2007).
Histopatolojik olarak kript epitellerinde hiperplazi,
bağırsak villuslarında kalınlaşma ve parazitlerin yer
aldığı hücrelerde hipertrofi belirgindir (Berkin 2001,
Mcdougald 2003).
E. mivati Enfeksiyonu
İlk lezyonlar duodenumdadır. Enfeksiyonun ilerlemesiyle tüm ince bağırsaklarda benzer lezyonlara rastlanabilir. Hafif enfeksiyonlarda şekillenen bulgular
E.acervulina enfeksiyonlarındaki değişikliklere benzemektedir. Buradaki lezyonlar biraz daha dairesel
yapıdadır ve gametosit ve gelişen ookist kolonilerini
içerir. Ayrıca bu lezyonlar, serozadan da görülebilmektedir. Ölüm, deneysel olgularda şekillenir (Reid
16 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3
1978, Kaufmann 1996, Berkin 2001, Mcdougald
2003, Conway ve McKenzie 2007).
Sonuç
Koksidiyoz olgularının birçoğunda, dışkıda bol miktarda ookist görülmesine rağmen tek başına dışkı
muayenesine dayanan tanılar yanıltıcı olabilmektedir. Bundan dolayı kesin tanı için, makroskobik ve
histopatolojik bulguların değerlendirilmesi önemli
bir kriterdir. Tavuk koksidiyozunda etkenlere göre
farklı hastalık tabloları oluşmakla birlikte, patolojik
bulguların hastalığın tanısında gerekli ve yeterli olduğu söylenebilir.
Kaynaklar
Aiello SE, Mays A (1998) The Merck Veterinary Manual. 8th Ed.,
Merck and Co.Inc. Whitehouse Station. New Jersey
Amer MM, Awaad MHH, El-Khateeb RM, Abu-Elezz NMTN, ShereinSaid A, Gheats MM, Kutkat MA (2010) Isolation and Identification
of Eimeria from Field Coccidiosis in Chickens. Journal of American
Science 6 (10): 1107-1114
Arda M, Minbay A, Aydın N, Akay Ö, İzgür M (1994) Kanatlı Hayvan
Hastalıkları. Medisan Yayınevi Ankara
Atasever A (1994) Civcivlerde Deneysel Eimeria Tenella Enfeksiyonunun Patolojik Bulguları Üzerine Işık ve Elektronmikroskobik
İncelemeler. A.Ü. Vet. Fak. Derg. (3-4):559-574
Atasever A, Gümüşsoy KS (1999) Tavuklarda Sekal Koksidiyozda
Patolojik Bulgular. Tr. J. of Veterinary and Animal Sicences; 23:
269-273
Berkin Ş. (2001) Eimeriosis’de Patognez . In “Coccidiosis”. Ed.
Dinçer Ş. META Basım, Bornova, İzmir.
Conway DP, McKenzie ME (2007) Poultry Coccidiosis Diagnostic and
Testing Procedures. Blackwell Publishing Professional. Iowa.
Erer H, Sezen İY (1986) Bir piliçte koksidiyozla komplike nekrotik
enteritis olgusu. SÜ Vet. Fak. Derg.; 2(1): 149-156.
Fanatico A (2006) Parasite Management for Natural and Organic
Poultry: Coccidiosis. ATTRA 1: 1-11
Goodwin MA (1996) Alimentary System in “Avian Histopathology”.
Ed. Riddell C. American Association of Avian Pathologists Press,
Florida
Idris AB, Bounous DI, Goodwin NA, Brown J, Krushisnkie EA (1997)
Quantitative Pathology of Small Intestinal Coccidiosis Caused by
Eimeria maxima in Young Broilers. . Avian Pathology 26: 731-747
Kamburgil K (1993) Tavuklarda Sekal Koksidiyoz. Veterinarium;
4(1): 34–42.
Kaufmann J (1996) Parasitic Infections of Domestic Animals. Birkhauser verlag, Basel.
Lee J, Turblin V, Selleck P (2010) Picture Book of Infectious Poultry Diseases. Botswana Publishing Company, Botswana
Lillehoj H, Trout JM (1993) Coccidia: A review of Recent Advances
Ta v uk Ko ksi di y o z unda Pa to l ojin in Ön em i
on Immunity and Vaccine Development. Avian Pathology 22: 3-31
Machado RZ, Almeida KS, Freitas FLC, Machado CR (2005) Clinical
and Pathological Changes in Chickens (Gallus Domesticus) Experimentally Infected with Eimeria Acervulina Oocysts. The IXth International Coccidiosis. Parana, Brazil.
McDougald LR (1998) Intestinal Protozoa Important to Poultry.
Poultry Science; 77: 1156- 1158
McDougald LR (2003) Protozoal Infections in “Diseases of Poultry”.Ed. Saif YM. Iowa State Press, Iowa.
Morris BC (2002) Intestınal Mucosal Mast Cell Immune Response
and Pathogenesis of Two Eimeria Acervulina Isolates in Broiler
Chickens. Yüksek Lisans Tezi. Blacksburg, Virginia
Morris GM, Gasser RB (2006) Biotechnological Advances in The
Diagnosis of Avian Coccidiosis and the Analysis of Genetic Variation in Eimeria. Biotechnology Advances 24: 590–603
Naciri, M (2001) Coccidiosis in Chicken. Ingenieur de Recherches,
Station de Pathologie Aviaire et de Parasitologie Institut National
de la Recherche Agronomique, Nouzilly
Okursoy S (2001) Tavuklarda Coccidiosis. In “Coccidiosis”. Ed.
Dinçer Ş. META Basım, Bornova, İzmir.
Permin A, Hansen JW (1998) The Epidemiology, Diagnosis and Control of Poultry Parasites. Food and Agriculture Organization of the
United Nations
Randall CJ (1991). Diseases and Disorders of the Domestic Fowl
and Turkey. Iowa State Press, Iowa.
Randall CJ, Reece RL (1996). Color Atlas of Avian Histopathology.
Times Mirror International Publishers Limited. Turin.
Reid WM (1978) Protozoa in “Diseases of Poultry”.Ed. MS Hofstad.
Iowa State University Press, Iowa.
Sarkar AK (2006) Pathological Study of Coccidiosis in Chick Bird.
Research Journal of Animal and Veterinary Sciences 1(1): 55-56
Schnitzler BE, Shirley MW (1999) Immunological Aspects of Infections with Eimeria maxima: A Short Review. Avian Pathology 28:
537-543
Shane SM, Emeritus P (2005) Handbook on Poultry Diseases. American Soybean Association. Singapore
Shimura K (2000) Coccidiosis. In “Color Manual Diseases of Birds”.
Ed. S Sato. Japan International Agricultual Council Press,
Smith CH, Long PL (1968) Coccidia and Coccidiosis in the Domestic Fowl and Turkey. Advances in Parasitology 1: 68-104
Sonaiya EB, Swan SEJ (2004) Small-Scale Poultry Production Technical Guide. Food and Agriculture Organization of the United Nations Press. Rome.
Soomro NM, Rind R, Arijo AG, Soomro SA (2001) Clinical Gross and
Histopathological Studies of Coccidial Infection in Chicken. International Journal of Agriculture & Biology 3(4): 426-427
Zulpo DL, Peretti J, Ono LM, Longhi E, Oliveira MR, Guimaraes
IM, Headly SA, Guimaraes JS, Garcia JL (2007) Pathogenicity and
Histopatholgical Observations of Commercial Broiler Chicks Experimentally Infected with Isolates of Eimeria tenella, E.acervulina
and E.maxima Semina: Ciências Agrárias, Londrina; 28(1):97-104
Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 MEKTUP ANKARA 17
B r oyle r P iliç K e s im h a n e l e r i n d e H a y va n R e fa h ı U y gul a ma l a rı
Broyler Piliç Kesimhanelerinde Hayvan
Refahı Uygulamaları
Mota-Rojas, D., Maldonado, M.J., Becerri, M.H., Flores, S.C.P., González-Lozano,
M., Alonso-Spilsbury, M., Camacho-Morfin, D., Ramírez, R.N., Cardona, A.L.,
Morfin- Loyden, L. Welfare at Slaughter of Broiler Chickens: A Review.
International Journal of Poultry Science, 7 (1): 1-5, 2008.
Özet
Gelişen teknoloji ile beraber piliç kesimhanelerinde kesilen hayvan sayısı dakikada 140-180 arasında
değişen sayıda artarken, bazı hatalara bağlı olarak
uygun bir kesim işlemi yapılamadığı durumlarda
manuel olarak kesime müdahale edilebilir. Bu derlemede, günümüzde yaygın olarak kullanılan kesim
yöntemlerinin Meksika’da uygulanan regülasyonlara
göre değerlendirilmesi yapılarak; hayvan refahı ile
insan tüketimine uygunluğu araştırılmıştır. Kesim
yöntemlerinin, çalışanlar için güvenilir ve pratik olması ile birlikte hayvan refahı ve ekonomik açıdan
da uygunluğunun tespit edilerek kullanılması sonucuna varılmıştır.
Anahtar Kelimeler: kanatlı, elektrik ile bayıltma,
karbondioksit, boyun kesme, hayvan refahı
Giriş
Çeviren: Arş. Gör. Erhan KEYVAN
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Gıda
Hijyeni ve Teknolojisi Anabilim Dalı-ANKARA
E-posta: [email protected].
Tel: 0312 317 03 15/328
Piliçlerin bayıltılmasından sonra jugular ven ve karotid arterin kesilmesi ile haşlama işleminden önce
hızlı bir kanama gerçekleştirilir (McNeal ve ark.,
2003; González ve ark., 2007). Bazen broyler piliçlerin boyun arterlerinin yeterli oranda kesilmemesi
sonucu, hayvanlar haşlama tankına canlı olarak girebilir. Bu nedenle, uygun bir bayıltma işlemi kullanılarak hayvanların bayıltılması ve kanın akıtılması
ile haşlama tankına giren canlı hayvan sayısının azaltılması önemlidir (Stevenson, 1993). Bu derlemede
hayvanların uygun metotlarla bayıltılarak insan tüketimine sunulması için uygulanan işlemlerin, Meksika’daki mevcut regülasyonlara göre karşılaştırılarak
analiz edilmesi amaçlanmıştır.
Bayıltma Yöntemleri
Piliç kesimhanelerinde yapılan kesim sayısı, günümüzde uygulanan teknolojiler ile beraber dakikada
140-180’e ulaşmıştır. Ancak yetersiz bayıltma ve
Kimyasal ürünler, mekanik veya elektrik ile bayılt-
ekipman hataları nedeniyle kesime manuel olarak
ma yöntemleri kullanılarak kanatlı hayvanların ke-
müdahale gerekebilir (McNeal ve Fletcher, 2003;
simi yapılabilmektedir. Hayvanların kesim anında
McNeal ve ark., 2003). Bazı yazarlar, elektrik uygu-
bayıltılması ve hayvan refahına uygun olarak kulla-
laması ile hayvanların bayıltılmasını kanatlılar için
nılması, yöntemlerin uygulanmasında temel amaç
güvenilir bir yöntem olarak düşünmemektedir. Ayrı-
olmalıdır (Contreras, 2001; González ve ark., 2007).
ca kanatlı hayvanların boyunlarının yeterli kesilme-
Meksika’da uygulanan regülasyonlara (Nom-033-Zoo,
mesine bağlı olarak da haşlama tankına canlı girebil-
1995) göre bayıltma, kesime alınan hayvanın hızlı bir
dikleri belirtilmektedir (Stevenson, 1993). Bayıltma
şekilde bilinçten yoksun bir hale getirilmesi olarak
yönteminin seçilmesinde dikkat edilmesi gereken
tanımlanmaktadır. Bu metotların uygulanması ile
diğer bir nokta ise: Özellikle boynun kesilmesi aşa-
broyler piliçlerin en kısa zamanda hareketsiz hale
masında hayvanın acı çekmemesi için, kan tamamen
getirilerek, kanın akıtılması sırasında meydana ge-
akıtılana kadar bilincin yeniden oluşmaması gerekir
len kanat çırpma ve şiddetli kas kasılmaları gibi kar-
(Gregory ve Wilkins, 1990). Bayıltma yöntemlerinin
kas üzerine olumsuz etkili faktörlerin engellenmesi
belirlenmesinde bazı noktalar göz önünde bulundu-
amaçlanmaktadır (McNeal ve Fletcher, 2003; McNeal
rulmalıdır: a) yöntem en az acı ile en fazla bayılt-
ve ark., 2003). Konküsyon, başa gelen bir darbenin
ma sağlamalıdır, b) personel güvenliği göz önünde
etkisi sonucunda kafatası içerisinde beynin hareketi
bulundurulmalıdır ve c) ekonomik olmalıdır. Aşağıda
anlamına gelir. Eğer darbe şiddetli olursa yoğun doku
tanımlanan farklı yöntemler broyler kesimhanelerin-
hasarı oluşur ve beyin fonksiyonlarında kalıcı hasar
de kullanılmaktadır.
meydana gelebilir (Göksoy ve ark., 1999).
18 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3
Bro y l e r Pi l i ç Ke si mha ne l e ri nde H a y v a n Re fa hı Uygu lam alar ı
Manuel Boyun Kırma İşlemi
Bu yöntem hayvanların atlanto-oksipital bölgeden
boyunlarının kırılması esasına dayanır ve iki tip uygulaması vardır. Birinci uygulamada; hayvan sol ile
kanatlardan tutularak sabitlenir. Boyun sağ elin orta
ve işaret parmakları arasına alınır ve baş avuç içine
gelecek şekilde tutulur. Orta ve işaret parmağıyla
geriye doğru çekilerek boynun yerinden çıkarılması
sağlanır. Diğer yöntemde ise hayvanın ayakları sabitlenir. Sol el ile kanat uçlarından tutulur ve hayvanın
başı avuç içine gelecek şekilde tutularak boyun etrafında çevrildikten sonra işlem tamamlanır (Libby,
1975; Craig ve ark., 1999; Quintana, 1999).
Bu yöntem, genellikle 10 haftadan büyük piliçler için
kullanılır. Horozlar ve hindilerde uygulama zorluğundan dolayı sık olarak kullanılmamaktadır (Quintana,
1999). Meksika regülasyonlarına göre; manuel boyun
kırma işleminin tavşan ve rodentler için kullanılmasına izin verilmesine rağmen kanatlılar için önerilmemektedir.
ki elektrik 50 V’dur ve sinüzoidal bölgeden geçen
akım ise 50 Hz 46 saniye/piliç olarak hesaplanmıştır.
Baş bölgesinden geçen elektrik akımı ile epileptik
bir atak yaratılır ve hayvanlarda bayılma şekillenir.
Elektrik akımı piliç başına 40-45 mA olmalıdır. Ancak
çeşitli faktörlere (piliçlerin büyüklüğü, tüylerin ıslak olması, yağ kompozisyonu vb.) bağlı olarak akım
şiddeti değişebilir. Sıklıkla meydana gelen ekipman
hataları ve yeterli mekanik kontrolün sağlanamaması operasyonu zorlaştıran faktörlerdir. Hayvanların su
banyosuna girişlerinde fazla heyecanlanmalarından
dolayı kanat ve göğüs kısımlarında defektler meydana gelebilir.
Piliçlere uygulanan elektrik akımı yeterli ve kaliteli
ise merkezi sinir sistemi (MSS) aracılığıyla tüm vücuda yayılır. McNeal ve ark., (2003), yüksek voltaj
elektrik akımı (105-110 mA) uygulandığı zaman piliçlerde % 90 oranında kalp fibrilasyonu oluştuğunu,
daha düşük uygulamalarda ise kesim anında hayvanlarda geri dönüşlerin olabileceğini vurgulamıştır.
Ayrıca yüksek voltaj akımın (500 Hz), MSS’de cid-
Boyun Kesme İşlemi
di bozukluklar oluşturduğunu da gözlemlemişlerdir
Boyun kesme işlemi, hayvanlardan kan örneği alı-
(McNeal ve ark., 2003). Gregory ve Austin (1992),
nacaksa uygun olabilir. Histopatolojik çalışmalarda
beynin etkilenmemesi yöntemin avantajı olarak düşünülebilir. Hayvanlara en az acı vererek şekilde,
keskin bıçaklı bir makas yardımıyla boyun kesilerek
yüksek voltaj elektrik uygulamasıyla kırılmış kanat ve kemikler, göğüste derin hemorajiler ile kanat venlerinde konjesyon oluşma oranının arttığını
saptamışlardır. Hemoraji ve kanat uçlarında meyda-
işlem yapılır (Libby, 1975).
na gelen kırmızı görünümün, 111-150 mA arasında
Amerika Veteriner Tıp Derneği’ne göre bu yöntem,
meydana gelen hemorajilerin 130 mA’den sonra şe-
kanatlılar için kullanılabilir. Ancak hayvanı refahı
killendiği tespit edilmiştir.
açısından uygun olmadığı düşünülmektedir. Bu teknik, boyunda bulunan karotid arter ve juguler venin
kesilmesi esasına dayanır (Craig ve ark., 1999). Meksika regülasyonuna göre ise başın gövdeden keskin
oluşma oranının yüksek olduğu ve göğüs kaslarında
Yüksek elektrik akımı uygulamasının kemiklerin kırılması üzerine etkisi Gregory ve Wilkins (1990),
yaptıkları çalışmada gözlemlemiştir. Elektrik ile su
bir obje ile ayrılması olarak tanımlanmıştır.
banyosunda bayıltma sırasında akımın; kas kasılma-
Elektrik Akımı İle Bayıltma Yöntemi
lere neden olabileceği görülmüştür (Hillebrand ve
larına, kemik kırıklarına ve göğüs etinde hemoraji-
Elektrik akımı ile bayıltma yöntemi ticari kanatlı
ark. 1996). Yüksek voltaj elektrik akımı uygulaması-
işletmelerinde en yaygın kullanılan yöntemdir. Uy-
nın (1, 500 Hz), düşük voltaj elektrik uygulanmasına
gulamada beş farklı tipinin olmasına rağmen, en
göre (50 Hz) daha fazla kırık kemiklere ve ventri-
yaygın olarak kullanılanı ise elektrikli su banyosunda
küler fibrilasyona yol açabileceği gözlenmiştir. (Gre-
bayıltma yöntemidir (Göksoy ve ark., 1999). Elektrik
gory ve ark., 1990). Konküsyon oluşturularak bayıl-
ile bayıltma yönteminde kullanılan su banyosunda-
tılan piliçlerin, elektrik uygulaması ile bayıltılanlara
Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 MEKTUP ANKARA 19
B r oyle r P iliç K e s im h a n e l e r i n d e H a y va n R e fa h ı U y gul a ma l a rı
göre daha az kırık kemik ve hemorajiler şekillendiği
tasarlanırken hem bu noktaya hem de hayvanların
görülmüştür. Ayrıca bu yöntemin, rigor mortis oluşu-
zarar görmeden işlemin uygulanmasına dikkat edil-
munu hızlandırması, etin daha çabuk olgunlaşması
melidir. Gaz konsantrasyonu konteyner içerisinde
ve parçalama işlemini kolaylaştırması gibi avantaj-
% 40 olacak şekilde uygulanmalıdır (Buhr ve ark.,
larının olduğu belirtilmiştir (Göksoy ve ark., 1999).
1997).
Gregory ve Austin (1992), 60-110 mA arasında uy-
Karbondioksit farklı konsantrasyonlarda nitrojen ve
guladıkları akım sonucunda hayvanlarda ölümlerin
inert bir gaz olan argon ile karıştırılabilir. Gaz ka-
meydana geldiğini saptamışlardır. Craig ve ark.,
rışımlarında oksijen oranı birim başına % 2 olmadığı
(1999), yüksek amperde elektrik akımı uygulaması-
zaman ölüm meydana gelir. Gaz karışımları ani bir
nın (50 mA’e karşı 125 mA) rigor mortis oluşumunu
etki yapmadan bayıltma işlemini gerçekleştirmelidir
yavaşlatarak yaklaşık 6 saatte şekillendiğini tespit
(Poole ve Fletcher, 1995).
etmişlerdir. Post-mortem olarak elektrik akımı uygulaması ise rigor mortisi hızlandırmaktadır.
Gaz yönteminin uygulanmasına bağlı olarak karkaslarda kemik kırıklarına, kas hemorajilerine daha az
Piliçlerin hayvan refahına uygun şekilde kesilmesi,
rastlanması, yöntemin avantajları olarak sayılabilir.
et kalitesi açısından da önemli olduğu için çeşitli ya-
Ancak kanda karbondioksit oranı artışı ve oksijen
zarlar bu konu hakkında çalışmalar yapmıştır (Gre-
oranının azalmasına bağlı olarak fizyolojik etkiler
gory ve Austin, 1990; Mountney ve Parkhurst, 1995).
meydana gelir. Sonuçta kan akımının yavaşlaması se-
Stevenson (1993), broyler piliçlerin kesimden önce
bebiyle karkas üzerinde olumsuzluklar şekillenebilir
bilinçlerinin yeniden oluşması probleminin; 120 mA
(Raj ve Gregory, 1991).
akım uygulaması ve karotid arterin kesilmesi ile
çözülebileceğini vurgulamıştır. Meksika resmi uygulamalarına göre; hayvan refahına uygun bir kesim:
Yeterli akım uygulayarak hayvanların bayıltılması
sonrası karotid arterin kesilmesi, kan akımının sağlanması ve haşlama tankına canlı hayvan girişinin önlenmesi şeklinde tanımlanmıştır.
Raj ve Gregory (1991), yaptıkları çalışmada bayıltma
yönteminin kan akıtılmasına etkisini değerlendirdikleri çalışmalarında: 1) 2 dakika % 45 Karbondioksit
hava uygulaması 2) 2 dakika % 2 Oksijen (argon ile
karışım) 3) Elektrik akımı uygulaması (77-104 mA)
sonucu boyun kesme ile kan akıtılması işleminde
önemli bir kayıp olmadığını tespit etmişlerdir. Kang
Uygulanan akım şiddeti hayvan başına 80-120 mA ve
ve Sam (1999), piliçlere tünel içerisinde 25 saniye
4 saniyedir. Ancak çoğu işletme alternatif bir yöntem
% 40-60 konsantrasyonda CO2 uygulamıştır. Karbon-
olarak hayvan başına 5-6 mA ve 10 saniye olarak uy-
dioksitin 2.5 dakika uygulanması sonucu asfeksi
gulamaktadır. Bu yöntemin uygulanması sonucunda
nedeniyle ölüm şekillenmiştir. Sonuç olarak CO2 ile
bazen yeterli kan akımının sağlanamadığı ve karkas
bayıltma yönteminin, elektrik uygulamasına göre
kalitesinin düşük olduğu belirtilmektedir (Richard-
karkas üzerine olumsuz etkilerinin daha az olduğu
sond ve Mead, 2001).
ve rigor mortis oluşumunu hızlandırması sebebiyle
Karbondioksit Uygulaması
Karbondioksit inhalasyon yöntemi, solunum ile me-
daha avantajlı olduğu vurgulanmıştır.
Sonuç
tabolik asidozis oluşturur ve serebrospinal sıvıda pH
Hayvan refahına uygun bir şekilde kesim yapmak için
değeri düşer, sonuçta bayılma şekillenir. Uzun süre
gerekli bayıltma yöntemlerinin ekonomik, pratik ve
inhalasyon sonucu ise ölüm meydana gelir (Buhr ve
güvenilirlik açısından değerlendirilmesi yapılmıştır.
ark., 1997; Kang ve Sams, 1999).
Meksika’da yöntemlerini geliştirilmesi için daha faz-
Bu yöntemin etkili bir şekilde uygulanması için gaz
la araştırma yapılması sonucuna varılmıştır.
konsantrasyonun konteyner içerisine kontrollü bir
Kaynaklar
şekilde verilmesi gerekmektedir. Araç ve gereçler
Kaynaklar makaleden temin edilebilir.
20 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3
K a n a tl ı l a rda Be sl e nme ni n Ba ğı rsa k S a ğl ı ğı Ü z e ri ne Etki si ( Yazı Dizis i-2 )
Kanatlılarda Beslenmenin Bağırsak
Sağlığı Üzerine Etkisi
Araş. Gör. Ali ÇALIK
Prof. Dr. Ahmet ERGÜN
(Yazı Dizisi-2)
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Hayvan Besleme ve
Beslenme Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
[email protected] [email protected]
Rasyonun Gastrointestinal Mikroflora Üzerine
Etkisi
Bağırsak mikroflorası, sindirim sisteminin bir parçası
olup yaşayan tüm organizmalar gibi besin maddelerine gereksinim duyar ve üreyip gelişebilmeleri için
gereksinim duydukları bu enerji rasyon ile alınan
besin maddeleri tarafından karşılanır (Apajalahti ve
ark,, 2004; Santos ve Ferket, 2006). Sindirim enzimlerine dayanıklı veya emilimi yavaş olan besin maddeleri kommensal mikroflora tarafından başarılı bir
şekilde kullanılır (Apajalahti ve ark,, 2004; Santos ve
Ferket, 2006).
Gastrointestinal kanaldaki bakteri komposizyonu
(niceliği ve oranı) tür spesifik olup, hayvanın yaşına
(Grafik 2), fizyolojik durumuna, stres faktörlerine,
çevreye, bağırsak bölümüne ve özelliklede rasyona
bağlı olarak değişkenlik gösterir (Santos ve Ferket,
2006; Tellez ve ark., 2006).
Bakteri Oranı, %
100%
Clostridium
90%
80%
E. Coli
70%
60%
Campylobacter
50%
40%
Salmonella
30%
20%
Bifidobacter
10%
Lactobacillus
0%
4
14 25
Yaş, gün
Grafik 2: Farklı yaşlardaki (gün) broyler (Cobb) civcivlerin sekumlarındaki
bakteri yoğunluğu (Amit-Romach ve ark., 2004).
Yapılan çalışmalar, rasyonun bağırsağın toplam mikrobiyel populasyonu ve mukozal fizyolojisi üzerine
büyük bir etkiye sahip olduğunu bildirilmektedir (Junior, 2005).
Rasyona giren yem hammaddeler, bunların oranı ve
uygulanan teknolojik işlemler bağırsak sağlığı ile yakından alakalıdır. Çünkü alınan besin maddeleri sindirim sistemindeki bakteri çeşitliliğini ve gelişimini
yakından etkileyen potansiyel substrat özelliği taşır.
Sindirim sistemi mikroflorası, tahıl tipine göre, özellikle de suda çözünen NOP’ların (Nişasta Tabiatında
Olmayan Polisakkaritler) varlığında kolaylıkla modifiye edilebileceği bildirilmektedir. Bunun yanıda kullanılan yağ, protein ve nişasta kaynağı da mikroflora
dengesini etkiler. (Gabriel, ve ark., 2006).
Apajalahti ve ark. (2001) rasyonlarda kullanılan tahıl tanelerinin sekal mikroflora üzerine olan etkisini
araştırmak için farklı kümeslerden mısır veya buğday
ağırlıklı rasyonları tüketen 256 adet civcivin sekum
içeriğini incelemişlerdir. Mikrobiyolojik analizlede %
G+C profil metodunu kullanmışlardır. Analizler sonucunda sekumdaki bakteri pupulasyonunun kullanılan
tahıla göre farlılık gösterdiği sonucuna varmışlardır.
Mathlouti ve ark. (2002), arpa ve buğday ağırlıklı rasyonlar ile beslenen broylerlerde, sekumdaki
Lactobacillus ve koliformları da kapsayan fakültatif
anaerob bakteri populasyonunda, mısır ağırlıklı beslenen gruba göre artış gözlemişlerdir.
Wilkie ve ark. (2005) broyler rasyonlarında kullandıkları çeşitli hayvansal (balık unu, et-kemik unu ve
tüy unu) ve bitkisel protein (mısır gluteni, soya proteini, bezelye protein konsantresi ve patates protein konsantresi) kaynaklarının C. perfringens üzerine
olan etkisini inceledikleri bir çalışmada, 28. günde
ileum ve sekumda yapılan mikrobiyolojik analizlerde, hayvansal protein kapsayan rasyonları tüketen
gruplarda C. perfringens yoğunluğunun, rasyonlarında mısır gluteni bulunan gruptaki hayvanlara göre
daha fazla olduğu sonucuna varmışlardır (P < 0,05).
İleumdaki en yüksek Lactobaccilus populasyonu mısır gluteni tüketen grupta saptanırken, en düşük et
kemik unu tüketen grupta olduğunu tespit etmişlerdir. Bunun yanında diğer deneme grupları arasındaki
farkın önemsiz olduğunu sonucuna varmışlardır (P <
0,05). Sekumdaki Lactobaccilus populasyonunun ise
Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 MEKTUP ANKARA 21
K ana t lılard a B e s le n m e n i n Ba ğ ı r sa k Sa ğ l ı ğ ı Ü z e r i ne Etki si ( Y a z ı Di z i si - 2)
tüm deneme gruplarında önemli bir farklılık göstermediği sonucuna varmışlardır.
Kanatlı beslemesinde kullanın yem hammaddelerinin
neredeyse tümü bir dizi işlemlerden geçmektedir. İşleme ile yem yapısında gözlenen en önemli iki değişiklikten birincisi, yemin makro ve mikro yapısındaki
değişim ikincisi ise ısıl işlem uygulanmasını takiben
kimyasal yapıda gözlenen değişikliklerdir (Svihus,
2006). Bağırsak sağlığı, rasyona giren hammaddeler
ile yakından alakalı olduğu gibi bu hammaddelerin
formuna, partikül büyüklüğüne, uygulanan işlemler
ile de yakından alakalıdır (Engberg ve ark., 2002).
Engberg ve ark. (2002), ileumdaki koliform ve enteroccoci populasyonun pelet formundaki yemleri tüketen grupta arttığı ayrıca sindirim kanalının distal
bölümlerinde C. perfringens yoğunluğunun azaldığı
sonucuna varmışlardır.
Gabriel ve ark. (2003)’nın yürüttüğü bir broyler çalışmasında, tüm tane buğday ile beslenen grupta,
öğütülmüş buğday ile beslenen gruba göre yararlı
bakteri sayısının daha fazla olduğu, bunu yanında
koliform bakteri yoğunluğunu ise daha az olduğu sonucuna varmışlardır.
Rasyonlarda Antibiyotik Büyütme Faktörlerine Alternatif Olarak Kullanılabilecek Çeşitli
Yem Katkı Maddeleri
Görüldüğü üzere bağırsak sağlığı yönetimi için rasyonda yapılacak çeşitli düzenlemeler, stratejik
önem taşımaktadır. Büyütme faktörü olarak kullanılan antibiyotikler gastro-intestinal sistemdeki patojen ve non-patojen mikroorganizmaları ortamdan
elimine ederek alınan toplam enerjinin ortamdaki
mikroorganizmalar tarafından kullanılmasını önler.
Buna karşın, rasyonlarda alternatif olarak kullanılabilecek çeşitli doğal yem katkı maddeleri, ortamın
mikroorganizma profilini değiştirmek suretiyle arzu
edilmeyen mikroorganizmaların üremesine engel
olur. Bu doğal alternatif ürünler; bağırsak pH’sını değiştirerek; koruyucu özelliğe sahip musinin belirli bir
seviyede olmasını sağlayarak; asit fermentasyonunu
uyararak; humoral immun yanıtın artmasını sağlayarak bağırsak sağlığını destekler (Ferket, 2002; Santos
ve Ferket, 2006).
AGP’lerin etki mekanizması tam olarak bilinmemekle birlikte, çeşitli çalışmalar sonucunda elde edilen
veriler AGP’lerin: (1) subklinik enfeksiyonların şiddetini ve insidensini azalttığı; (2) alınan besin mad-
22 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3
delerinin mikroorganizmalar tarafından kullanımını
sınırlandırdığı; (3) bağırsak duvarının incelmesini
sağlayarak besin maddelerinin emilimini arttırdığı;
(4) gram-pozitif mikroorganizmalar tarafından sentezlenen ve büyümeyi baskılayan çeşitli metabolitlerin miktarını azalttığı; sonucuna varılmıştır (Huyghebaert ve ark., 2010).
Niewold (2007), sitokin salınımı sonucu şekillenen
akut faz reaksiyonunun iştah kaybına ve kas dokusunun yıkımlanmasına neden olduğunu vurgulamaktadır. Antibiyotiklerin büyüme uyarıcı etkisinin ise,
immun hücreler tarafından sentezlenen ve salınan
bu sitokinlerin baskılanması sonucu oluşabileceğini
bildirmektedir.
İdeal bir alternatif, büyütme faktörü olarak kullanılan antibiyotikler (AGP) gibi benzer etki göstermelidir. Efektif bir alternatif: (1) hayvanın sağlığını ve
performansı olumlu yönde etkilemeli; (2) hem hayvanlar hem de insanlar için güvenli olduğu kanıtlanmalı; (3) depolama süresince etkinliği kaybetmemeli
ve (4) kullanımı pratik olmalıdır (Junior, 2005).
Antibiyotik büyütme faktörlerine alternatif olarak
rasyonlarda kullanılabilecek yem katkı maddeleri
içersinde; probiyotikler, prebiyotikler, sinbiyotikler,
organik asitler, enzimler, çeşitli esansiyel yağlari
saymak mümkündür.
Probiyotikler
Probiyotikler, bağırsak sağlığının ve dengesinin korunmasına yardımcı olan, canlının sağılığını ve
performansını olumlu yönde etkileyen canlı mikroorganizmalar olarak tanımlanmaktadır. Bu mikroorganizmalar arasında Lactobacillus, Bifidobacterium,
Bacillus, Enterococcus ve Saccharomyces türlerini
saymak mümkündür (Junior, 2005).
İdeal bir probiyotik; yemin hazırlanması esnasında
uygulanan işlemlere dayanıklı olmalıdı, aynı zamanda depolamaya, gastro-intestinal asiditeye ve safra
tuzlarına karşı da direnç gösterebilmelidir. Bu şartları sağlayan ve probiyotik olarak kullanılabileceği
düşünülen bakterilerin, herhangi bir antibiyotiğe
karşı direnç geni taşımadığından da emin olunmalıdır (Huyghebaert ve ark., 2010).
La Ragione ve ark., (2004) patojen ari civcivlerde,
oral sonda ile uygulanan Lactobacillus johnsonii
FI9785 ‘in (1 × 109 CFU) Salmonella enteriditis, Escherichia coli O78:K80 ve Clostridium perfiringens
üzerine olan etkisini inceledikleri bir çalışmada, L.
K a n a tl ı l a rda Be sl e nme ni n Ba ğı rsa k S a ğl ı ğı Ü z e ri ne Etki si ( Yazı Dizis i-2 )
johnsonii FI9785 uygulamasından 24 saat sonra S.
enteriditis ve E. coli etkeni ile (1 × 105 CFU) enfekte
ettikleri günlük civcivlerde, probiyotik uygulamasını takip eden 1, 5, 14 ve 36. günlerde bakteriolojik
analiz yapmışlardır. Ayrıca 20 günlük yaşta oral yolla, L. johnsonii FI9785 (1 × 109 CFU) uygulamasını
takip eden ilk 24 saat içersinde C.perfiringens (1 ×
105 CFU) ile enfekte edilen broylerlerde 1,7 ve 36.
günlerde bakteriolojik analiz yapmışlardır. Sekumdaki, S. enteriditis ve E. coli kolonizasyonunun L.
johnsonii FI9785’den etkilenmediği ayrıca kontrol
grubu ile karşılaştırıldığında dışkı ile atılan ekten sayısında önemli bir fark olmadığı sonucuna varmışlardır. Bunun yanında C.perfiringens’in kolonizasyonunu baskıladığı ve dışkıdaki etken sayısını düşürdüğü
sonucuna varmışlardır. Araştırmacılar, L. johnsonii
FI9785’in C. perfiringens kaynaklı nekrotik enteritis
(NE) olgularını kontrol etmek ve neden olduğu ekonomik kayıpları azaltabilmek için kullanılabilecek
bir alternatif olduğunu vurgulamaktadır.
Timmerman ve ark. (2006) probiyotiğin uygulanma
yolunun ve zamanının, probiyotiğin etkinliğini belirleyen en önemli iki faktör olduğunun altını çizmektedir. Araştırmacılar rasyon ilave edilerek uygulanan
grupta, içme suyuna ilave edilene göre ortalama
günlük canlı ağırlık artışının daha fazla olduğu sonucuna varmışlardır. Ayrıca erken yaşta yapılacak
probiyotik ilavesinin, arzu edilen bağırsak mikroflorasının daha erken yaşta şekillenebilmesine yardımcı
olacağını belirtmektedir.
Higgins ve ark. (2008) neonatal broyler civcivlere
oral yolla ve kloaka yolu ile (vent lip - cloacal drop)
uyguladıkları, Lactobacillus spp. kapsayan probiyotik kültürlerinin Salmonella enteritidis (SE) insiden-
sini azalttığı sonucuna varmışlardır. Klasik uygulama
metodlarının yanı sıra vent lip yöntemi ile farklı konsantrasyonlarda bile (102-107 CFU/civciv) uygulanan
probiyotik kültürünün, SE insidensinde önemli bir
farka yol açmadan azalttığı, ayrıca bu uygulamanın
diğer metotlara göre daha etkin olduğunu vurgulamaktadırlar.
Vila ve ark. (2009) broyler rasyonlarına ilave ettikleri 100 mg/kg Bacillus cereus var. toyoi sporunun
(gramında 1010 canlı spor kapsar) S. enteritidis kolonizasyonunu ve invasyonunu azalttığı, günlük canlı
ağırlık artışını ve yemden yararlanma oranını önemli
derecede arttırdığı sonucuna varmışlardır. Ayrıca bacillus sporlarının pelet yapım işlemlerine dayanıklı
olduğu ve canlılığını kaybetmediği bildirilmektedir
(Knap, 2010).
Hashemzadeh ve ark. (2010) çıkımı takiben çeşitli
yollar ile uygulanan probiyotik kültürünün SE üzerine olan etkisini araştırdıkları çalışmada, probiyotik
uygulamasının neonatal civcivlerde SE insidensini
azalttığı sonucuna varmışlardır (Tablo 2).
Tablo 2: Probiyotik uygulamasından sonra SE etkeni ile
enfekte edilen neonatal civcivlerin, enfekte olmalarını
takip eden 1. ve 7. günlerdeki sekal SE yoğunluğunun
PCR yöntemi belirlenmesi. (P < 0,01)
SE uygulamasını takip eden gün
Uygulama Metodu
1d
7d
Kontrol
0,39±0,24 a
0,41±0,25 a
Oral Sonda
0,32±0,30
0,12±0,07 c
Sprey
0,23±0,24 b
0,14±0,15 c
Vent lip
0,15±0,24 b
0,04±0,04 c
ab
Tablo 3: FOS ve B. subtilis’in broyler bağırsak mikroflorasına etkisi. (LogCFU/g)
Kontrol
3.Hafta
Toplam Aerob
Fructooligo-saccharide
8,91±0,27 a
FOS + B. subtilis
B. subtilis
8,79±0,38ab
8,67±0,34ab
8,49±0,21 b
Antibiyotik
7,95±0,18 c
E. coli
8,64±0,39 a
8,53±0,17 a
8,16±0,36 b
8,21±0,27 b
7,52±0,26 c
Salmonella
6,95±0,47 a
6,03±0,35 b
6,19±0,26 b
5,46±0,32 c
ND
Lactobacillus sp.
7,30±0,34
8,18±0,38
8,03±0,29
8,45±0,19
a
6,75±0,48 d
Toplam Aerob
8,79±0,25 a
8,21±0,18 b
8,35±0,28 b
7,86±0,33 c
8,29±0,27 b
E. coli
8,43±0,28 a
7,65±0,19 b
7,78±0,35 b
7,59±0,37 b
7,62±0,31 b
Salmonella
6,89±0,31
5,92±0,23
6,14±0,27
5,58±0,19
c
5,87±0,21 b
Lactobacillus sp.
8,12±0,28 c
9,37±0,26 a
7,93±0,38 c
c
b
b
6.Hafta
a
b
8,89±0,25 b
b
8,76±0,33 b
Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 MEKTUP ANKARA 23
K ana t lılard a B e s le n m e n i n Ba ğ ı r sa k Sa ğ l ı ğ ı Ü z e r i ne Etki si ( Y a z ı Di z i si - 2)
Santini ve ark. (2010) 55 adet Lactobacillus ve Bifidobacterium türüne ait çeşitli bakterilerin, Campylobacter jejuni üzerine olan antimikrobiyel aktivitesini incelemişlerdir. Yapılan in vitro çalışmalar toplam
6 adet Lactobacillus ve 5 adet Bifidobacterium’un
diğerlerine oranla C. jejuni’ye karşı daha yüksek antibakteriyel aktivite gösterdiği sonucuna varmışlardır. Elde ettikleri in vitro veriler ışığında L. plantarum PCS 20’nin uygulanan işlemlere, safra asitlerine
ve düşük pH derecelerine olan direnci, B. longum
PCB 133’ün ise diğer Bifidobacterium türlerine oranla daha yüksek antimikrobiyel aktivite göstermesi ve
safra asitlerine karşı dirençli olması sebebiyle sayılan bakteri türlerini in vivo denemelerde de kullanmışlardır. Her iki bakteri türünü 108 CFU oranında
ağız sondası ile 15 gün boyunca broyler civcivlere
günde bir kez uygulamışlardır. L. plantarum PCS
20’nin dışkıdaki konsantrasyonu saptanabilecek bir
düzeyde olmadığı buna karşın B. longum PCB 133’ün
konsantrasyonun uygulama süresince ve uygulama
bitimini takip eden 6 gün boyunca sürekli olarak arttığını gözlemlemişlerdir. B. longum PCB 133 uygulanan grupta, dışkıdaki Campylobacter jejuni konsantrasyonun giderek azaldığını fakat kontrol grubunda
deneme süresi boyunca bir değişiklik olmadığını gözlemlemişlerdir. Araştırmacılar B. longum PCB 133’ün
gıda kaynaklı campylobacteriosis vakalarının insidensini azaltmaya yönelik rasyonlarda yem katkı
maddesi olarak kullanılabileceğini önermektedirler.
mektedir (Ergün, 2007; Dunkley ve ark., 2009). Kalın
bağırsaklara gelen besin maddelerinin tümü potansiyel bir prebiyotik özelliği taşısa da, yararlı etkileri
ancak mikroorganizmalar tarafından etkin bir şekilde
kullanılabildiği taktirde ortaya çıkar. Prebiyotikler
yalnızca probiyotik bakteriler tarafından kullanılabilirken, clostridia, proteolitik bacteriodes ve toksijenik E. coli gibi çeşitli patojen mikroorganizmlar
tarafından kullanılamaz. Böylelikle Lactobacillus ve
Bifidobacterium dominant özellik kazanır ve sağlıklı
bir bağırsak mikroflorası şekillendirilebilir (Ferket ve
ark., 2005). Bu sayılan etkileri nedeniyle, kanatlılarda gözlenen enterik problemlerin önüne geçebilmek
veya azaltmak, yararlı mikroorganizmaların üreyip
gelişmelerini uyarmak için rasyonlara belirli oranlarda ilave edilmesi doğru bir yaklaşımdır (Santos ve
Ferket, 2006).
İnulin ve pektin gibi prebiyotiklerin, intestinal mikrobiyel fermentasyon, laktik asit sentezi, intestinal
mukoza ve dışkı üzerine çeşitli etkileri olduğu bildirilmektedir (Stadermann, 1989; Drochner ve ark.,
1992; 1993).
Yusrizal ve Chen (2003a) broyler bazal rasyonlarına
ilave edilen hindibadan elde edilmiş inulin ve oligofruktozun, canlı ağırlığı, karkas ağırlığını, yemden ya-
Prebiyotikler
Bağırsak mikroflorasını düzenlemek için rasyonlarda
kullanılabilecek diğer bir alternatif ürün de prebiyotiklerdir. Prebiyotikler, bağırsak ortamındaki yararlı
bakterilerin üreyip gelişmelerini uyaran, sindirilemeyen karbonhidrat fraksiyonları olarak tanımlanmaktadır (Dunkley ve ark., 2009). Üzerinde en çok durulan oligosakkaritlerden ikisi fruktooligosakkaritler
(FOS) ve mannanoligosakkaritler (MOS) olup bunların
yanında trans-galaktooligosakkaritler, ksilo-oligosakkaritler, staşiyoz ve rafinoz da sayılabilir. (Ferket ve
ark., 2005; Ergün ve Saçaklı, 2008). Bu ürünlerin
bakteriyel fermentasyona uğraması sonucu bağırsak
pH’sı düşer (Santos ve Ferket, 2006). Ayrıca bakteriyel fermentasyon sonucunda kanatlı için bir enerji kaynağı olan SCFA üretilir. Yapılan çalışmalarda,
prebiyotiklerin bağırsak mukozasını iyileştirdiği, villus uzunluğunu arttırdığı, ince bağırsaktaki maltaz,
amilopeptidaz ve alkali fosfataz enzim aktivitesini
yükselttiği ayrıca besin maddelerinin bağırsaklardaki
geçiş süresini uzatarak sindirimini arttırdığı bildiril-
Oksipol %80
Oral Çözelti Tozu
Oksitetrasiklin HCI %80
Her adımda zirveye
biraz daha yaklaşın!
Dağcılıkta hedef zirveye ulaşmaktır.
Oksipol %80 ile Oksitetrasikline duyarlı bakterilerin yol açtığı enfeksiyonları
bertaraf ederek mükemmel sonuç alırsınız.
24 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3
oksipol ilan 12x8.indd 1
15.08.2011 17:11
CreAMINO® –
Etteki değeri yeminize kazandırın
• Daha az yem
• Daha hızlı büyüme
• Daha çok et
• Daha çok kazanç
www.creamino.com | [email protected]
K ana t lılard a B e s le n m e n i n Ba ğ ı r sa k Sa ğ l ı ğ ı Ü z e r i ne Etki si ( Y a z ı Di z i si - 2)
rarlanma oranını arttırdığı, serum kolesterol düzeyini düşürdüğü sonucuna varmışlardır. Yusrizal ve Chen
(2003b)’nın hindiba kullandıkları diğer bir çalışmada
ise, rasyona ilave edilen fruktanların sindirim sistemindeki Lactobacillus spp. sayısını arttırdığı, Campylobacter ve Salmonella yoğunluğunu azalttığı sonucuna varmışlardır.
Prebiyotiklerin, spesifik bakterilerin mevcut olmadığı durumlarda herhangi bir yararlı etkisi olmadığı
bildirilmektedir. Bu nedenle çeşitli araştırmacılar
prebiyotiklerin spesifik probiyotiklerle birlikte kullanılmasını önermektedir. Kullanılan bu ürünler de
sinbiyotik olarak isimlendirilmektedir (Apajalahti ve
ark., 2004)
Li ve ark. (2008) aureomycin ilave edilen gruba
göre, FOS ve B. subtilis ilave edilen grupta diyare
%58 ve mortalite olgularının ise %67 daha az olduğunu gözlemlemişlerdir. Deneme süresinin 3. ve 6.
haftalarında sekum içeriğinde yaptıkları mikrobiyolojik analizlerde, kontrol grubuna göre tüm deneme
gruplarında Lactobacillus spp. sayısı artarken Salmonella, E. coli ve toplam aerob bakteri sayısında
azalma olduğu sonucuna varmışlardır. Araştırmacılar
sinbiyotik ürünlerin etkisinin sinbiyotiği oluşturan bileşenlerin bireysel etkilerinden daha yüksek olduğunu bildirmektedir (Tablo 3).
Jung ve ark. (2008) broyler bazal rasyonlarına belirli
konsantrasyonlarda, GOS (Galaktooligosakkarit) ve/
veya Bifidobacterium lactis ilave ettikleri gruplar
ile kontrol grubu arasında canlı ağırlık, yemden yararlanma oranı, yem tüketimi açısından önemli bir
fark olmadığı sonucuna varmışlardır. Bunun yanında
deneme gruplarında 7. ve 40. günde yapılan mikrobiyolojik analizde, dışkıdaki toplam anaerob bakteri, lactobacillus ve bifidobacter oranında önemli bir
artış gözlemlemişlerdir.
Awad ve ark. (2009), broyler rasyonlarına belirli oranlarda ilave ettikleri sinbiyotik (Enterococcus
faecium, hindibadan elde edilmiş prebiyotik ve alg
kaynaklı immun modulatör içemektedir) ve probiyotiğin (heterofermentatif ve homofermentatif Lactobacillus sp.) canlı ağırlık, canlı ağırlık artışı, karkas
randımanı ve yemden yararlanma oranı üzerine olan
etkisini araştırmışlardır. Elde ettikleri veriler ışığında, sinbiyotik verilen grubun performans parametreleri, hem kontrol hem de yalnızca probiyotik ilave
edilen gruba göre daha yüksek olduğunu saptamışlardır. Gruplar arasında, ince bağırsaklar dışındaki
26 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3
diğer organ ağırlıklarında, önemli bir farka rastlamamışlardır. Yapılan histomorfolojik incelemelerde
probiyotik ve sinbiyotik ilavesinin hem duedonumda
hem de ileumda villus yüksekliğini ve villus yüksekliği : kript derinliği oranını arttırdığı sonucuna varmışlardır. Araştırmacılar her iki katkı maddesinin de
alternatif olarak kullanılabileceği ve bağırsak sağlığını destekleyeceği kanısına varmışlardır.
Organik Asitler ve Tuzları
Antibiyotik büyütme faktörlerine alternatif olarak
kullanılabilecek katkı maddeleri arasında organik
asitleri ve tuzlarını da saymak mümkündür. Yapılan
çalışmalar, organik asitlerin (OA) broyler performansı üzerine olan olumlu etkilerinin yanı sıra,
C. perfringes’in neden olduğu subklinik NE vakalarının insidensini azalttığını bildirmektedir (Timbermont, 2009). Ayrıca rasyona ilave edilen organik
asitlerin, protein ve aminoasit sindirilebilirliğini
arttırdığını belirten çeşitli çalışmalar da mevcuttur
(Junior, 2005).
Bitki ve hayvan dokularında doğal bir bileşeni olmasının yanı sıra, sekumdaki bakteriyel fermentasyon
sonucunda da meydana gelirler (Van der Wielen ve
ark., 2000; Adams, 2007). Adams (2007), katkı maddesi olarak kullanılan organik asitlerin patojenik
bakterilerin üremesini sınırlandırdığını, bunun yanında non-patojen bakterilerin büyümesini ve gelişmesini tetikleyen bir substrat veya karbon kaynağı
olarak da rol oynadığını bildirmektedir.
Farklı kimyasal ve fiziksel özelliklere sahip çok sayıda organik asit, rasyona veya içme suyana belirli
oranlarda ilave edilerek kullanılabilir. Hayvan besleme alanında kullanılan organik asitlere; sitrik, propiyonik, fumarik, laktik, formik ve benzoik asit örnek
olarak verilebilir (Junior, 2005). Organik asitlerin
kalsiyum, potasyum ve sodyum tuzları şeklinde kullanımı da yaygın bir uygulama olup organik asitlere
göre kokusuz ve daha az korozif bir özelliğe sahip
olması, hayvan beslenme açısından çeşitli avantajlar
sağlar (Huyghebaert ve ark., 2010).
Antimikrobiyel etkilerinin temelinde ise, mikroorganizmaların bulunduğu ortamdaki pH’yı değiştirmesi
yatar (Meeusen ve Hagemans, 2010). Ancak ortam
pH’sına ve çözünebilirlik derecelerine göre etki şiddetleri değişkenlik gösterir. Çözünebilik derecesi organik asitin karboksil grupları üzerine olan affinitesine bağlı olup çözünme sabiti (pKa) olarak tanımlanır
K ana t lılard a B e s le n m e n i n Ba ğ ı r sa k Sa ğ l ı ğ ı Ü z e r i ne Etki si ( Y a z ı Di z i si - 2)
(Junior, 2005). Yüksek pKa değerine sahip olanlarda
antimikrobiyel aktivitenin daha fazla olduğu ayrıca
etkinliğinin zincir uzunlu ve doymamışlık derecesine
ile birlikte arttığı da bildirilmektedir (Huyghebaert
ve ark., 2010). Bir organik asitin çözünebilirliği Henderson-Hasselbach denklemi ile tahmin edilebilir
(Santos ve Ferket., 2006).
civcivleri kullanmışlardır. Rasyonlarına asetik asit
ve formik asit ilave edilen gruplarda, 8. günde yapılan incelemelerde karaciğerde, dalakta ve sekumda kolonizasyon artışı gözlemişlerdir. Butirik asitin
ise sekumdaki Salmonella Enteritidis kolonizasyonu
önemli miktarda azalttığını, fakat karaciğerde ve
dalakta aynı etkiye yol açmadığını bildirmektedirler.
Çözünmüş formda, ortama protonları serbest bırakarak pH’sının düşmesine yardımcı olur. Laktik asit
üreten bakterilerin dışındaki (Lactobacilli, Streptococci, Bifidobacter) birçok patojen mikroorganizma
(Salmonella, E.coli) pH 4,5’un altında üremelerini
durdurur. Organik asit anyonları çözündükleri zaman
lipit permeable değildir. Çözünmemiş (non-iyonize)
formda ise lipofilik karakterde olup gram negatif
bakterilerin hücre memranlarından kolaylıkla geçebilme özelliğine sahiptir. Hücre içerine girdiklerinde çözünerek plazma pH’sını düşürürler. Hücre,
plazma pH’sını ideal seviyelere getirebilmek hücre
içersindeki H+ iyonlarını hücre membranı aracılığı ile
elimine etmek zorundadır. Bu işlem çok fazla enerji
gerektirdiği için hücrenin ölmesine neden olur (Nava
ve ark., 2009; Meeusen ve Hagemans, 2010).
Nava ve ark. (2009) içme suyuna % 0.0525 oranında
ilave ettikleri farklı organik asit karışımlarının etkinliğini inceledikleri çalışmada, OA kullanılan gruplar
ile kontrol grubu arasında 16, 22, 30 ve 36. günlerde
canlı ağırlık, CAA, yemden yararlanma oranı ve su
tüketimi açısından önemli bir farka rastlamamışlardır. İleumda yapılan mikrobiyolojik analizlerde 15.
günde konrol grubu ile OA kullanılan gruplar arasındaki Lactobacillus spp. oranında farklılık gözlenmezken (P ≤ 0,05)
22. ve 29. günlerde OA kullanılan
gruplarda Lactobacillus spp. oranı önemli miktarda
arttığını gözlemlemişlerdir.
Canlı ağılık artışı ve yemden yararlanma oranı üzerine olan sınırlı etkisi nedeniyle kanatlı yetiştiriciliğinde, domuz yetiştiriciliğinde olduğu kadar yaygın bir
kullanım alanı bulamamıştır (Langhout, 2000; Meeusen ve Hagemans, 2010). Ancak yapılan bazı çalışmalar, broyler rasyonlarına ilave edilen fumarik, propiyonik, sorbik ve tartarik asitin yemden yararlanma
oranını ve canlı ağırlığı arttırdığını bildirmektedir
(Huyghebaert ve ark., 2010).
Rasyona veya içme suyuna ilave edilen organik asitler, aynı zamanda enerji kaynağı olarak da kullanılır. Dalmossa ve ark. (2008), butirik asitin bağırsak
epitel hücreleri tarafından enerji kaynağı olarak kullanıldığı ayrıca epitel hücre proliferasyonu ve farklılaşmasını uyardığını gözlemişlerdir. Aynı zamanda
düşük konsantrasyonlardaki butirik asitin bağırsak
mukozal bariyerini güçlendiği bildirilmektedir (Peng
ve ark. 2007).
Adams (2007), rasyona % 0,2 düzeyinde ilave edilen
bütirik asitin, koksidiyoz olan broylerlerde performansı ve karkas kalitesini olumlu yönde etkilediğini
bildirmektedir.
Van Immerseel ve ark. (2004a) mikroenkapsülasyon
işlemi uygulanmış SCFA’lerinin Salmonella kolonizasyonu üzerine olan etkisini inceledikleri çalışmada,
kuluçkadan çıkımı takip eden 5. ve 6. günlerde, 5
× 10 3 CFU S. Enteritidis ile enfekte ettikleri broyler
28 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3
Kaproik, kaprilik, kaprik ve laurik asit gibi orta zincirli yağ asitlerinin (MCFA), Salmonella enfeksiyonları üzerine kısa zincirli yağ asitlerine göre daha etkin
olduğu bildirilmektedir (Vandeplas ve ark., 2010).
Yapılan çalışmalar, 25 mM konsantrasyonundaki 6
ila 10 karbonlu asitlerin S. Enteritidis üzerine bakteriyostatik etki gösterdiği ancak etkenin 100 mM
SCFA’i ise tolere edebildiği gözlenmiştir (Van Immerseel ve ark., 2003; 2004b). Ancak araştırmacılar,
MCFA’lerinin antibakteriyel aktiviteleri üzerine daha
geniş kapsamlı çalışmalar yapılması gerektiğini bildirmektedir (Vandeplas ve ark., 2010).
Enzimler
Kanatlıların sindirim sistemleri omnivor memeli
hayvanlarla karşılaştırıldığı zaman kısa oluşları ve
sindirim enzimlerinin sayısal azlığı, bu enzimlerin
aktivitelerindeki nicel ve nitel düşüklük ile dikkati
çeker. Ayrıca yemlerin tavukların sindirim sistemindeki pasajı da 4-12 saat gibi oldukça kısa bir zaman
dilimi içersinde gerçekleşir. Bunun yanında bazı besin maddelerinden ya hiç ya da sınırlı düzeyde yararlanabilirler (Ergün, 2007). Bu nedenle de, tüketilen
rasyondaki çeşitli besin maddelerinin sindirilebilirliğini ve yemden yararlanma oranını arttırmak ve en
önemlisi de yem maliyetlerini azaltabilmek için yem
katkı maddesi olarak kullanılabilecek enzimler, son
yıllarda hayvan besleme alanında geniş bir kullanım
alanı bulmuştur (Ewing, 2008). Kullanılan enzimlerin
büyük bir bölümü (Tablo 4) bazofilik mikroorganizmaların fermantasyon ürünüdür (Clarkson ve ark.,
2001).
K a n a tl ı l a rda Be sl e nme ni n Ba ğı rsa k S a ğl ı ğı Ü z e ri ne Etki si ( Yazı Dizis i-2 )
Tablo 4: Hayvan beslemede yem katkı maddesi olarak kullanılan çeşitli enzimler (Ewing, 2008)
Enzim
Etkisi
Kullanımı
Beta-glucanase
Beta-glukanları oligosakkarıitlere ve glikoza yıkımlar
Arpa ağırlıklı rasyonlarda
Pentosanase
Pentosanları düşük molekül ağırlıklı son ürünlere ve
glikoz kadar yıkımlar
Buğday ağırlıklı rasyonlarda
Amilaz
Nişastayı yıkımlar
Nişasta bakımından zengin rasyonlarda
Lipaz
Yağları yağ asitlerine yıkımlar
Yağ içeriği yüksek rasyonlarda
α - galaktosidaz
Oligosakkaritleri yıkımlar
Soya küspesi ve baklagil taneleri fazla
olan rasyonlarda
Proteinases
Proteinleri peptitlere yıkımlar
Soya ve soya yan ürünleri gibi
Fitaz
Fitik asit şeklinde bağlı olan fosforun yararlanılabilirliğini arttırır
vFosforun bitkisel kaynaklı yem maddelerinden
karşılanacağı zaman
Besin maddelerin hızlı bir biçimde sindirilebilmesi
ve emilebilmesi, sağlıklı bir besleme açısında önem
taşır. Çünkü sindirimin veya sindirilmiş besin maddelerinin emiliminin yavaş olduğu durumunda, daha
fazla nişasta ve protein sindirim sisteminin son kısımlarına doğru ilerleyerek bu bölümlerde bulunan
patojen mikroorganizmalar tarafından kolaylıkla
değerlendirilebilir (Adams, 2007; Ewing, 2008). Bu
durumda bağırsaklardaki bakteri yoğunluğundaki artışın yanı sıra, mikroorganizma dengesi ve dominant
karakterdeki bakteri populasyonu değişiklik gösterir. Aynı şekilde bağırsak viskozitesinde artışa neden
olan suda çözünen NOP’ların da benzer bir etkiye yol
açtığı bildirilmektedir (Ewing, 2008).
Enzimlerin yem katkı maddesi olarak kullanılacağı
durumlarda uyulması gereken bir takım kritik noktalar bulunmaktadır. Öncelikli olarak enzimin hedef
aldığı substrat rasyon içersinde yeterli miktarda olmalı ve hayvan, enzimatik reaksiyon sonucu oluşan
bu son ürünü kullanabilmelidir (Dale, 2000). Bunların yanında yemlerin işlenmesi sırasında etkinliği
korumalı, ayrıca hem depolama esnasında hem de
gastro-intestinal sisteme girdikten sonra stabilitesini
kaybetmemelidir (Odetallah, 2000).
Bedford (2000), enzimlerin gastro-intestinal mikroflora üzerine olan etkisini, ileum fazı ve sekum fazı
olmak üzere iki başlık altında toplamıştır. Kullanılan
enzimlerin, besin maddelerinin sindirilebilirliği arttırarak ve dolaylı olarak mikroorganizmaların kullanabileceği substrat miktarını sınırlandırarak ileumdaki bakteri yoğunluğunu azalttığı, sekum fazında
ise kullanılan enzimin gösterdiği aktivite sonucunda
meydana gelen bazı yan ürünlerin yararlı mikroorganizmalar tarafından kullanıldığını ve sekumdaki
bakteri populasyonunun dolaylı olarak arttırdığını
bildirmektedir.
Rasyona, çeşitli karbonhidratları sindirmeye yönelik
dışarıdan ilave edilen enzimler, bitkisel kaynaklı karbonhidratları depolimerize ederek oligomer, mono-,
di- ve tri-sakkaritlerin oluşmasını sağlar. Pankreas
veya ince bağırsak enzimleri oluşan bu yan ürünlerin
birçoğunu hedef almaz. Bu nedenle de sindirimden
ve emilimden kaçan bu son ürünler özellikle sekumda bakteriyel substrat olarak kullanılır (Bedford,
2001).
Steenfeldt ve ark. (1998) tavuk rasyonlarına ilave
edilen arabinoksilanazın sekum pH’sında düşüşe yol
açtığını bildirmektedirler. pH’da gözlenen bu düşüşün de arabinoksilanların parçalanması sonucu mikrobiyel fermantasyonda kullanılabilecek substrat
miktarının artması ve fermantasyon sonucu SCFA
konsantrasyonundaki artıştan kaynaklandığının altını
çizmektedirler.
Fernandez ve ark. (2000) buğday ağırlıklı broyler
rasyonlarına belirli oranda ilave edilen ksilanazın
sekumdaki Campylobacter jejuni sayısını önemli derecede azalttığını (103 CFU/g) ancak bu oranın gıda
güvenliği açısından yeterli olmadığını bildirmektedirler.
Jackson ve ark. (2003) broyler rasyonlarında kullandıkları β-mannanaz’ın canlı ağılık ve yemden yararlanma oranı üzerine önemli derecede etki gösterdiği
ayrıca Eimeria sp. ve C. perfringens’in neden olduğu
bağırsak lezyonlarını azalttığı sonucuna varmışlardır.
Aromatik Bitkiler ve Esansiyel Yağlar
Son yıllarda gündeme gelen alternatif yem katkı
maddelerinden en fazla ilgi çekenlerden birisi de
aromatik bitkiler ve bunlardan ekstrakte edilen çeşitli uçucu yağlardır (Bilgin ve Kocabağlı, 2010). Antibiyotik büyütme faktörlerine alternatif olarak kul-
Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3 MEKTUP ANKARA 29
K ana t lılard a B e s le n m e n i n Ba ğ ı r sa k Sa ğ l ı ğ ı Ü z e r i ne Etki si ( Y a z ı Di z i si - 2)
lanılabileceği düşüncesi, hayvan besleme alanında
bu bitkilere ve yağlarına yönelik çalışmalara hızlandırmıştır. Bu esansiyel yağlar bitkilerin odunsu olmayan bölümlerinden distilasyon işlemleri ile genellikle
de buhar veya hidrodistilasyon işlemleri sonucunda
elde edilirler (Dorman ve Deans, 2000). Şu anda bilinen 2600 adet bitkisel uçucu yağın büyük bir kısmı
hidrokarbon, alkol, ester, aldehit çok
az miktarda da mum ve parafin karışımından oluştuğu bildirilmektedir. Esansiyel yağların çalışma mekanizması hakkında iki değişik görüş ortaya atılmıştır.
Bunlardan birincisi endojen enzimlerin stimülasyonu
sonucu artan enzim miktarı ve aktivitesi ikincisi ise
bağırsak mikroflorasının regülasyonu ile hayvan sağlığının korunmasıdır (Zhang ve ark, 2005).
Bu yağlar tek başlarına veya bir karışım şeklinde
diğer yem katkı maddeleri ile birlikte kullanımları
mevcuttur (Bilgin ve Kocabağlı, 2010). Rasyonlarda
kullanım miktarlarının ise 0,01 ila 30 g/kg gibi çok
geniş bir aralıkta olduğu bildirilmektedir (Mountzouris ve ark., 2009).
Yapılan çalışmalar esansiyel yağların; besin maddelerinin geçiş hızını, sindirim enzimi sekresyonunu ve aktivitesini etkilediği ileri sürmektedir. Birçok baharatların (curcumin, capsaicin, ginger gibi)
pankreatik sindirim enzimi sekresyonunu uyardığı
bildirilmiştir. Bu bileşenlerin broylerlerde tripsin, lipaz ve amilaz gibi çeşitli enzimlerin aktivitesini de
arttırdığını bildiren çeşitli çalışmalar da mevcuttur
(Mountzouris ve ark., 2009). Jamroz ve ark. (2005)
rasyonlara ilave edilen çeşitli bitki ekstraktlarının 41
günlük broylerlerde lipaz enzimi aktivitesini % 38 ila
% 46 oranında arttırdığı sonucuna varmışlardır.
Jamroz ve ark. (2006) mısır ve arpa-buğday ağırlıklı
iki farklı rasyonda 100 mg/kg oranında kullandıkları
ticari bir preparatın (% 5 carvacrol, % 3 cinnamaldehyde ve % 2 oranında capsicum oleoresin içermektedir) 21. ve 42. günlerde bezli mide ve jejunumun
morfolojisine ve histolojisine olan etkisini araştırmışlardır. Erken yaşta, mukus sekresyon yoğunluğunun ve gastro-intestinal hücreler içersindeki birikiminin kotrol gruplarına göre daha yüksek olduğu
ancak 42 günlük yaşta ise azaldığını gözlenmiştir.
Araştırmacılar, bitki ekstraktı ilavesi sonucu mukus
miktarında ve kalınlığında gözlenen artışın, E. coli,
C. perfringens gibi çeşitli patojenlerin adezyonunda
azalmaya neden olabileceğini bildirmektedirler.
Esansiyel yağların gösterdiği mikrobiyel aktivite kıs-
30 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3
men de olsa kanıtlanmış en önemli özelliklerinden
birisidir. Çeşitli esansiyel yağların, Listeria monocytogenes, Salmonella typhimurium, S. enteritidis,
Escherichia coli O157:H7, Shigella dysenteria, Bacillus cereus, Pseudomonas aeruginosa gibi çeşitli
gıda kaynaklı patojenlere karşı etki gösterdiği bildirilmektedir (Mountzouris ve ark., 2009). Bunların
yanında, Giannenas ve ark., (2003) kekik esansiyel
yağının Eimeria tenella üzerine antikoksidial etki
gösterdiğini saptamışlardır.
Ancak esansiyel yağların, sindirilebilirlik, bağırsak
fonksiyonları, immun sistem üzerine gösterdikleri
mekanizmalar kesin olarak açıklanamadığı gibi büyüme uyarıcı etkisi de henüz kesinleşmemiştir (Mountzouris ve ark., 2009).
Sonuç
Kanatlı endüstrisi 50 yılı aşkın bir süredir, birim başına verimi arttırmak ve yemden yararlanma oranını
iyileştirmek için beslenme, genetik, sevk ve idare
alanında önemli adımlar atmıştır ve bu gelişmeler
önümüzdeki yıllarda da devam edecektir.
Antibiyotik büyütme faktörlerinin kullanımının yasaklanması ise kanatlılarda bağırsak sağlığı kavramını gündeme getirmiştir. Bağırsak sağlığı teriminin;
rasyona, bağırsak mikroflorasına, intestinal mukozaya bağlı birçok faktörün etkisi altında olduğu ve
bu dengenin doğan alternatif ürünlerle nasıl regüle
edebileceği sorusu bu yöndeki çalışmalara yön vermiştir. Günümüzde de sadece insan sağlığına yönelik
çalışmaların değil hayvan sağlığına yönelik çalışmaların da temelini oluşturmaktadır. Yapılan çalışmalar
da alternatif ürünlerin antibiyotik büyütme faktörlerinin yerini alabileceği varsayımını desteklemektetir.
Bu gün gelinen noktada, gıda ve çevre güvenliği tartışılan en önemli konulardan biri haline gelmiştir.
Yani diğer bir çok endüstri alanında olduğu gibi, global paradigma kanatlı endüstrinde de verim yönlü
yetiştiricilikten halk sağlığı açısından güvenlilik arz
eden bir üretime doğru kaymıştır. Bu nedenle de
gelecekte gıda güvenliği ve hayvan refahına ilişkin
konular, kanatlı beslenmesinin büyük bir bölümüne
yön vereceği öngörülmektedir. Bağırsak sağlığı kavramının ise bu konular ile yakından ilişkili olması bu
yöndeki çalışmalara da hız kazandıracaktır.
Kaynak
Kaynaklara yazarların arşivinden ulaşabilirsiniz.
S almon e lla 2
Salmonella 2*
İsimlendirme ve Sınıflandırma
Salmonellalar tümüyle E.coli, proteus ve klebsiella
gibi kanatlı bakterilerini de içeren Enterobacteriaceae familyasının üyesi olan Salmonella cinsine aittir. Salmonella cinsi sadece iki tür içerir.
Bunlardan daha büyük olanı, S.enterica, 2,500 kadar
paratifoid suş içerir. Bunlar Salmonella enteritidis
örneğini kullanarak Salmonella enterica subspecies
enterica serovar enteritidis şeklinde adlandırılır. Anlaşılacağı üzere bu ifade uzundur o yüzden günlük
kullanımda Salmonella enteritidis olarak bahsedilir.
Salmonella’nın çeşitli serotipleri varyantlar içerir.
S. enteritidis’te bunlar faj tipleri (PTs) olarak, S.
typhimurium’da bunlar tanımlayıcı tipler (DTs) olarak bilinmektedir.
Bakteriyel Morfoloji ve Üreme
Salmonella spor oluşturmayan çomaklar ya da basiller olarak tanımlanır ve tipik olarak 0,7-1,5 x 2,0-5,0
µm boyutlarındadır. Tüm bakterileri boyamayla ilgili
duvar özelliklerine göre Gram pozitif ya da Gram negatif olarak ayıran Gram boyama salmonellayı Gram
negatif olarak tanımlar.
Tipik olarak paratifoid salmonellalar hareketlidir ve
hareket flagella ile sağlanır. Laboratuvarda salmonellalar aerobik ya da anaerobik koşullar altında iyi
gelişir. Salmonellalar 37oC de ürer ancak 45 oC ye kadar olan sıcaklıklarda üreme özelliğine sahiptir. Bu
durum laboratuarda salmonellayı örneklerde, özellikle fekal olan, mevcut olan diğer bakterilerin üremediği 42 oC’de üretmemizi mümkün olur. Bu önemlidir, çünkü birçok örnekte salmonellalar azınlıktaki
organizmalardır ve salmonella kültürü uygun bir ifadeyle mikrobiyolojik olarak samanlıkta iğne aramaya
benzer.
Salmonellanın Duyarlılığı
Salmonella normalde ısıya duyarlıdır. Pişirme kanatlı
32 MEKTUP ANKARA Yıl: 2011 Cilt: 9 Sayı: 3
etindeki salmonellayı yok eder ve ısı (örneğin 57 oC
de 70 dakika) bozulmamış yumurtadaki salmonella
etkenini ortadan kaldırabilir. Pastörizasyon likit yumurtada salmonella kontrolü için uygulanır.
Yumurta sarısının likit olarak kalmasına olanak
sağlayan ‘az haşlanmış yumurtalar’ gibi pişirme
yöntemleri salmonellanın canlı kalmasına olanak
sağlayacaktır. Isı/buhar uygulaması kanatlı yemini
salmonelladan uzak tutmak için yaygın olarak uygulanmaktadır. Daha düşük sıcaklıklarda bu işlem yaygın olarak ‘peletleme’ şeklinde bilinmektedir fakat
daha yüksek sıcaklıklarda ‘iklimlendirme’ olarak bilinmektedir.
Radyasyon salmonellayı kanatlı ürünlerinden uzaklaştırır fakat çoğu ülkede bu uygulama tüketiciler
tarafından beğenilmemektedir. Dezenfektanlar salmonellayı öldürür ancak bir kanatlı barınağını tamamen salmonelladan ari hale getirmezler. Kanatlı
yemlerinden salmonellayı uzaklaştırmak için çeşitli
kimyasallar kullanılmıştır.
Salmonellanın Canlılığı
S. enteritidis’in kanatlı altlığı ve yeminde iki yıldan
fazla canlı kalabildiği bilinmektedir fakat altlıkta
canlılığı altlık pH’si ve su aktivitesine bağlıdır.
Nobilis® IB 4/91 & IB Ma5
Günlük yaşta Nobilis Ma5 ve 14. günde Nobilis IB 4/91 ile aşılama çok sayıda varyant
enfeksiyöz bronşitis saha enfeksiyonlarına karşı mükemmel bir çapraz koruma sağlar.
...sürülerinizi ve kazancınızı koruyun!
İntervet Veteriner İlaçları
Paz. ve Tic. Ltd. Şti.
Şişli Ayazağa Yolu No:3
Çelik İş Merkezi B-Blok Kat:1
34396 Ayazağa / İstanbul
Tel : (0212) 331 01 00
Fax : (0212) 332 11 17
0 800 2199010 Ücretsiz Ürün Danışma Hattı
www.msd-animal-health.com
www.enfeksiyoz-bronsitis.com