Çağdaş Sanatın Finansmanı, Kentsel Mekanın
Transkript
Çağdaş Sanatın Finansmanı, Kentsel Mekanın
T.C. YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İKTİSAT BÖLÜMÜ ÇAĞDAŞ SANATIN FİNANSMANI KENT MEKANININ DEĞİŞİMİ VE TOPHANE OLAYI (Lisans Bitirme Tezi) HAZIRLAYAN Emin KURTOĞLU 05032010 TEZ DANIŞMANI Dr. Ahu KARASULU İstanbul, 2011 İÇİNDEKİLER Sayfa İÇİNDEKİLER.....................................................................................................ii ÖNSÖZ..................................................................................................................iii 1.GİRİŞ..................................................................................................................1 2.TOPHANE OLAYLARI VE YORUMLAR....................................................3 3.ÇAĞDAŞ SANATIN FİNANSMANI, KENTSEL MEKANIN DEĞİŞİMİ VE TOPHANE......................................................................36 3.1. Çağdaş Sanatın Finansmanı, Devlet ve Piyasa ile İlişkisi...................36 3.2. İstanbul’da Kültür-Sanat Politikasının ve Kentsel Mekanın Değişimi.............................................................45 3.3. Tophane’de Sanatın Kitlesi, Çatışma ve Mekan.................................58 4. SONUÇ..............................................................................................................66 KAYNAKÇA.........................................................................................................71 ÖNSÖZ Bu çalışmada; 21 Eylül 2010 akşamı İstanbul, Beyoğlu ilçesi, Tophane semtindeki sanat galerilerinin gerçekleştirdiği toplu sergi açılışında, mahalle içerisinden galeri izleyicilerine yapılan fiziki saldırıya odaklanılarak, çağdaş sanatın finansmanı ve kentsel mekanın değişimi konularıyla bağlantı kurularak incelenecektir. Çağdaş sanat mecrasının söylemi ile finansmanı açısından iş dünyasıyla kurduğu maddi ilişkiye bakıldığında ortaya çıkan çelişkiler üzerine düşünülürken, Tophane’de bahsi geçen olayın yaşanması, üzerine düşünülen kavram ve çelişkilerin bu örnek olayda kesiştiği fark edilmiştir. Konu seçimi danışmanım Dr. Ahu Karasulu ile birlikte yapılmıştır. Lisans tezi olması nedeniyle, çalışma sınırlandırılmış, konuyla ilgili genel bir tablo çizmeyi hedeflenerek, taraflar içerisindeki çelişkilere odaklanılmıştır. Amaçlanan; yaşananları, oluştuğu tarihsel ve toplumsal bağlardan koparmadan incelemek ve eleştirel bir bakış geliştirmektir. Lisans eğitimimin tüm evrelerinde ve bu çalışma sürecinde fikir ve yardımlarıyla destek olan hocam Ahu Karasulu’ya teşekkür ederim. Ayrıca hayatım boyunca maddi ve manevi desteğini üzerimden eksik etmeyen annem Songül Kurtoğlu’na çok şey borçluyum. Bu sebeple bu çalışmayı onlara ithaf ediyorum. Emin KURTOĞLU BİRİNCİ BÖLÜM GİRİŞ Küreselleşen dünya ekonomisine, küresel kentler üzerinden eklemlenmeye çalışan ülkeler gibi, Türkiye de cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren görülen uluslaşma çabasını geri plana bırakarak, İstanbul’u bir arzu nesnesi halinde turizm piyasasına sunmaktadır. Şehrin imajının parlatılmasında ve egzotikleştirilmesinde, kültür, sanat ve tarihin yeri oldukça önemlidir. Şehrin tarihi merkezi ve ona katılan çevresi, bu bakış açısıyla kentsel dönüşüme tabi tutulmaktadır. Bu çalışma kentsel dönüşümün, çağdaş sanatla ve toplumsal dinamiklerle ilgisine odaklanmaktadır. Toplumsal gerilimi, çağdaş sanatın ‘mutenalaşma’ sürecindeki yerini gözlemlemek açısından, çalışmada örnek olay olarak Tophane’de yaşanan saldırı seçilmiştir. Son dönemde rastlanan kentsel dönüşüm örneklerinden farklı olarak, yıkım ekipleri ve yeni mimarı projeler dışında kültür kodları ve restorasyon ile dönüşüm gerçekleşmektedir. Tophane semti, İstiklal Caddesi’ne yakın çeşitli sponsorlar tarafından desteklenen sanat kurumlarına ve ‘Galataport’ projesinin söylentilerinin olduğu ‘sanat limanı’ olarak görülen İstanbul Modern’e yakın olan konumu itibariyle önem taşımaktadır. Çağdaş sanatın konu edindikleri ve yer yer projeye göre farklılık gösterse de muhalefet iddiası, sermaye ile kurdukları ilişki bağlamında çelişkiler barındırmaktadır. Çalışmanın ikinci bölümünde, 21 Eylül 2010 akşamı İstanbul, Beyoğlu İlçesi, Tophane semtindeki çağdaş sanat galerinin ortak yaptıkları açılışta yaşanan saldırının basındaki yansımaları aktarılmaya çalışılmıştır. Aynı zamanda bu süreçte tartışmanın hangi tarafı olursa olsun, iktidarın dilini yeniden üretildiğine de dikkat çekilmek istenmiştir. Alıntılar seçilirken, her kesimden bakış açılarını taşımak amacıyla geniş bir çerçeve belirlenmiştir. 1 Üçüncü bölüm de ise, İstanbul üzerinden kültür sanat politikasının nasıl şekillendiği, İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın ve İstanbul Modern Müzesi’nin çağdaş sanat alanında belirleyici bir konuma sahip olduğu üzerinde durulmuştur. Kültür ve sanat politikaları belirlenirken ‘avantgard’ bir tutum içerisinde olan çağdaş/güncel/modern sanatın kent dokusunda değişimlere nasıl vesile olduğu tartışılmıştır. Bunu daha açık anlatabilmek için de, öncelikle, çağdaş sanatın finansmanının iş dünyasına ne tür avantajlar sağladığı, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki çağdaş sanat, piyasa ve devlet ilişkisi örnekleriyle de paralel şekilde değerlendirilerek sunulmuştur. İş dünyasının kurumsal kimliğini, çağdaş sanat aracılığıyla nasıl temize çektiğini bir halkla ilişkiler aracı olarak kullandığına vurgu yapılmıştır. Daha sonra da, çağdaş sanatın konu edindiklerinin nasıl bir kitleye hitap ettiğinin ne tür ilişkiler geliştirdiği üzerinde durulurken, Tophane’deki çağdaş sanat galerilerinin ziyaretçileriyle mahalle sakinleri arasındaki gerilimin sebepleri detaylandırılmıştır. Tophane semtindeki çağdaş sanat ile ilgilenen sanat kurumları kendilerini tanımlama biçimleri üzerinden değerlendirilerek, galerilerin tutumlarıyla ilgili fikir verilmeye çalışılmıştır. Galerileri sahiplerinin, sanatçıların, mahalle sakinlerinin görüşleri, ikinci bölümdeki alıntılarda ayrıntılarıyla yer almaktadır. 2 İKİNCİ BÖLÜM TOPHANE OLAYLARI VE YORUMLAR 21 Eylül 2010 akşamı Tophane semtindeki sanat galerilerinin ortak olarak düzenledikleri sergi açılışlarında, mahalleden gelen tepkilerle yaşanan olayların sebeplerine yönelik çeşitli iddialar ortaya atılmış ve çok sayıda değerlendirme yapılmıştır. İlk olarak sıcak haberler ve gündemdeki şok etkisi ile dikkat çeken olaylar, daha sonra gelen görüntülerle bir aşinalık yaratmış, devamında da ismi geçenlerle durum magazinleştirilmiştir. Her kesim kendince bir tanım, bir yorum ortaya koymuş ve haber, gündeme düşen diğer haberlerin geçtiği süreçten geçerek arşivde yerini almıştır. Gelişen tartışmalara bu olay özelinde bakıldığında, farklı kesimlerin genele nasıl baktığına dair izleri de görmek mümkün olacaktır. Bu bölümde, öncelikle olayların haberleştirilme şekli kronolojik bir sıra izlenerek ve birbiriyle etkileşimi gözetilerek aktarılacak, ardından da olaylarla ilgili yapılan yorumlara yer verilecektir. Olaylar, Radikal gazetesinde, aşağıdaki gibi yer almıştır: “Tophane Boğazkesen Caddesi Hasanefendi İşmerkezi'nin 3. katında bulunan Non ve buraya 30 metre mesafede bulunan Kadirler Caddesi Numara 69'daki 4 katlı binanın giriş katındaki Outlet adlı galeride, saat 19.00 sıralarında resim ve fotoğraf sergisi açılışı yapıldı. İddialara göre, açılış sırasında davetlilerin çoğu caddede ellerinde içki şişeleri ile sohbet ederken, yaklaşık 30 kişi oldukları belirtilen bir grubun taşlı ve sopalı saldırısına uğradı. Saldırganlar, açılışa katılanlardan bazılarını sopalarla darp etti, bazılarının ise gözlerine biber gazı sıktı. Her iki galerinin de camları taşlanarak kırıldı. Saldırıda yaralanan 5 kişi arkadaşları tarafından Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile Alman Hastanesi'ne kaldırıldı. “Olaydan sonra mahalle sakinlerinden bazıları, her iki galeride de açılış sırasında caddede içki içen kişilerin taşkınlık yaparak çevredekilere rahatsızlık verdiğini iddia etti. “Öte yandan, saldırıya uğrayanlardan yaklaşık 40 kişi şikayetçi olmak için Beyoğlu Polis Merkezi'ne geldi. Bu kişilere destek vermek için polis merkezine gelen ressam Bedri 3 Baykam, “Bu, 17 yıl sonra ikinci Madımak olayıdır. Arkadaşlarımıza destek vermek için 1 buradayız. Polis yetkilileri saldırganları yakalamak için söz verdi” diye konuştu.” Aynı gazetenin bir başka haberinde de şunlar yazılmıştır: “Etkinliğe katılanlar içeride sigara yasağı olduğu için içkilerle galerilerin önüne çıktı. Burada içki ve sigara içtiler. Galerilerin kapı önlerinde yüksek sesle konuşup alkol aldılar. Çevre sakinleri rahatsız oldu. Önce bir grup mahalleli uyardık. Bunlar önce 'tamam' dedi. Ancak misafirler çoğaldıkça uyarıları dinlemediler. Alkolün de etkisiyle gürültü arttı. Mahalleli tekrar toplandı. 10-15 kişi yanlarına gittik. Üzerimize kadeh ve şişe fırlattılar. Bu yüzden kavga çıktı.” 2 İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, olay sonrası gözaltına alınanların ifadelerine dair bir açıklama yapmış ve olayların başka bir nedeni olabileceğine dikkat çekerek, durumu normalleştirmeye çalışmıştır: “Dün akşam sanat galerilerinin ortak faaliyeti var. Ortak bir davetli grubu var. Yoğun katılımlı olması nedeniyle bu sanat galerileri büyük yerler değil. Normal olarak dışarıya taşma olmuş. Dar sokakların olduğu bir yer burası, yoldaki taşma nedeniyle geliş ve geçişleri engelleme mahiyetinde tartışma olmuş ve olaylar çıkmış olayın özü bu” 3 İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ise, şunları söylemiştir: “Bize daha henüz net bilgi gelmedi. Bir sanat galerisinden karşılıklı çekişme midir, detayı bilemiyoruz. Birdenbire olmuştur…” 4 Saldırının nedeni sorulan galeri yöneticisi Azra Tüzünoğlu’ndan gelen yanıt ise şu şekildedir: “Gazetecilerin “Saldırının nedeni nedir “ şekildeki ısrarlı sorularına yanıt veren galerileri işletmecisi Azra Tüzünoğlu, saldırının gerekçesi olarak, Galataport projesinin bir parçası olmalarını ve bölgedeki emlak fiyatlarının artmasını gösterdi. Olayın içkiyle ilişkilendirilmesinin yanlış olduğunu belirten Tüzünoğlu, “ Bu kadar örgütlü bir şiddet beklemiyorduk. Olabildiğince saygılı olmaya çalıştık. Bunlar o kadar içkiyle ilişkilendirildi ki, hiç kimsenin sarhoş olması mümkün değil. Bizim ziyaretçilerimiz Türkiye’nin en elit 1 Süleyman Kaya, “Beyoğlu'nda zorbalar içki içiliyor diye saldırdı”, Radikal, 22 Eylül 2010, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1020182&Date=10.11.201 0&CategoryID=77 , 10 Kasım 2010 2 “Galeri Baskını için mahalleli konuştu”, Radikal, 22 Eylül 2010 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1020223&Date=07.10.201 0&CategoryID=77 , 10 Kasım 2010 3 “Saldırıya uğrayan sanatçılar: Organize işler”, Radikal, 22 Eylül 2010 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1020231&Date=07.10.201 0&CategoryID=77 ,7 Ekim 2010 4 “Saldırıya uğrayan sanatçılar: Organize işler”, Radikal, 22 Eylül 2010 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1020231&Date=07.10.201 0&CategoryID=77 ,7 Ekim 2010 4 kesimidir. Bu insanların taşkınlıkla, ilişkilendirilmesi mümkün değil. Bu aslında en başından beri gelen tehditlerin bir sonucudur" 5 Olayın ardından mahalleye gelen Kültür ve Turizm bakanı Ertuğrul Günay bir yandan mahalleliyi uyarırken, galericileri yardım çağrılarına karşılık olarak etrafa çikolata dağıtarak, ortama yatıştırmaya çalışmış ve şunları söylemiştir: “İstanbul'a yakışmayan bir saldırı yaşandı, saldırıyı şiddetle ve nefretle kınıyorum. Hiçbir gerekçe şiddet kullanmanın mazereti olamaz, burada gördüğüm manzaranın hiçbir şekilde izahı olamaz. Türkiye'nin her yanından terörü silmeye çalışırken İstanbul sokaklarında böyle bir görüntünün sergilenmesine müsamaha göstermeyiz. Olayın faillerini dikkatle takip edeceğiz, yargıda en ağır cezaları almalarını talep ediyoruz. “Bu tür yakışıksız olaylarla İstanbul'un imajının gölgelenmesine izin veremeyiz. Sosyal dönüşümlerin halkı tedirgin etmeden başarılmasını sağlamak bizim görevimizdir. Hiç kimsenin Anadolu'nun bir kasabasında yaşadığı hayat tarzını İstanbul'a dayatmaya hakkı yoktur, aynı şekilde hiç kimsenin de insanların yaşam tarzını, örfünü mahkum etmeye hakkı yoktur. Birbirimize tahammül etmeyi öğrenmeliyiz. “Serbest bırakılan 7 kişi eğer olayla ilgili ise bu üzüntü verici, yargıya sitemlerimi iletirim. Ancak teşhis edilemedikleri için gözaltından serbest bırakıldıkları söyleniyor, Emniyet'in olayla ilgili çalışması sürüyor.” 6 Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in açıklamalarına göre ise mesele şudur: “Mesele faili meçhul bir mesele değildir. Hem şu anda o olayın faili konumunda olan yedi kişi gözaltındadır. İfadeleri alınmıştır, mahkemeye sevk edileceklerdir. Kim hangi yanlışı yaparsa yapsın o yaptığı yanlışın kendi yanına kar kalmaması gerekiyor. Ama mesele gerçekten anlatıldığı gibi midir, değil midir? ‘30 kişi’ deniyor gazetelerde fakat fail konumunda emniyette sorgusu devam eden yedi kişidir. Bir kez daha altını çizmek istiyorum hukuk devletinde kim neden hoşlanmazsa hoşlanmasın, kendini mahkeme, polis, adliye yerine koyarak kendine hukuk icat edemez. İnfaz yapamaz, kendini polis yerine, asker yerine, jandarma yerine, hâkim ve savcı yerine koyamaz. Hukuk devletinde de böyle şeylere müsamaha edilemez. Gereği neyse polise intikal etmiş bir meseledir, bunun gereği yapılacaktır.” 7 İstanbul Eminyet Müdürlüğü ise, polisin müdahalede geç kaldığının eleştirilmesi üzerine şu açıklamayı yapmıştır: “İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Tophane’deki toplu sergi açılışı sırasında yaşanan saldırıda ‘polisin 45 dakika geç kaldığı’ iddialarına karşı yazılı açıklama yaptı ve şöyle dedi: “Üzücü 5 “Saldırıya uğrayan sanatçılar: Organize işler”, Radikal, 22 Eylül 2010 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1020231&Date=07.10.201 0&CategoryID=77 ,7 Ekim 2010 6 “Günay: Kimse kasaba yaşamını dayatamaz” Radikal, 23 Eylül 2010 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1020397&Date=10.11.201 0&CategoryID=77 , 26 Ekim 2010 7 Enis Tayman, Serkan Ocak, Neslihan Tanış, Özlem Karahan “'Kültür başkenti'nde sopalı düzen!”, Radikal, 23 Eylül 2010, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1020346&Date=10.11.201 0&CategoryID=77 , 26 Ekim 2010 5 olaylar polisin olay yerine geç intikal etmesi kaynaklı değildir. Haber merkezimize saat 20.24’te yapılan kavga anonsu üzerine olay yerine sevk edilen ilk ekip anonstan sadece iki dakika sonra saat 20.26’da, ikinci ekip ise saat 20.28’de olay yerine intikal etmiştir. Bu ekiplere gönderilen takviyelerle toplam yedi ekip tarafından olay tam olarak kontrol altına alınmıştır.” Olaydan sonra basına konuşan bazı görgü tanıkları ise polisin olay yerine 25-45 dakika sonra geldiğini söylemiş; bazı görgü tanıkları ise ilk ulaşan üç kişilik ekibin saldırıyı önlemekte yetersiz kaldığını vurgulamıştı.” 8 CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin ise şunları söylemiştir: “Basketbol maçında kendisini yuhalayanları faşizan yöntemlerle bulup ortaya çıkaran, sorgulayan, göz korkutan AKP iktidarı, İstanbul’un göbeğindeki bu çirkin saldırıya tepki vermiyor. Tek bir AKP’li bile bu alçak saldırıyı kınamıyor. ‘İleri Demokrasi geliyor’ yalanının çokça söylendiği şu günlerde, yukarıdan aşağıya örgütlenen faşizm, toplumun nefes alabileceği damarların tümünü tıkıyor” dedi.” 9 Ressam, küratör, galerici gibi sıfatları bulunan Türkiye’nin sanat dünyasında tanınan isimlerin yaptıkları açıklamalar, aşağıdaki gibi alıntılanmıştır: “Hüsamettin Koçan: Kutuplaştırmanın getirdiği taşkınlık… Anayasa oylamasında toplum aşırı derecede kutuplaştırıldı. “Gülsün Karamustafa: Niye böyle alevlendiği konusunda da meraklanıyorum, çünkü bu galeriler uzun zamandır faaliyet gösteriyor. “Fikret Otyam: Allah, Anıtkabir’i ve TBMM’yi korusun. Yani bu 58 yolundan sonra her şey olabilir. Fethullah Gülen’in Türkiye’ye yaptığı en büyük kötülüklerden biri de bu oldu. “Yahşi Baraz: Türkiye’de büyük bir siyasi bölünme oldu. Tabi bu tırmanabilir yıllar içerisinde. “Levent Çalıkoğlu: Bu insanlar iç içe yaşıyor ve buna devam da edecekler analiz etmek lazım.” 10 Saldırıdan üç gün sonra, Kemal Kılıçdaroğlu, yaptığı açıklama ile, sanata kendi üslubuyla sahip çıkarak, saldırıları kınamıştır: "Niçin sanata karşı saldırıya geçeriz? Sanatı yüceltmemiz, büyütmemiz, yaygınlaştırmamız, içselleştirmemiz gerekir. Beğenmediğimiz türkü, şarkı, resim olabilir. Ama onu yapan, besteleyen, yazan sanatçıya hep saygı duymamız gerekir. Sonuçta onlar kendi dünyalarındaki bir şeyi veriyorlar" dedi. 11 Radikal Gazetesi ayrıca, İslami çevrelere yakınlığı ile bilinen gazetelerden de alıntı yapmıştır: 8 Neslihan Tanış, “Tophane’de yara sarma zamanı”, Radikal, 25 Eylül 2010 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1020654&Date=10.11.201 0&CategoryID=77 , 26 Ekim 2010 9 Tayman, Ocak, Taniş, Karahan “'Kültür başkenti'nde sopalı düzen!”. 10 A.g.e. 11 “Kılıçdaroğlu'ndan Tophane olaylarına ilginç yorum!”, Radikal, 24 Eylül 2010, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1020510&Date=07.10.201 0&CategoryID=78 , 7 Ekim 2010 6 “Tophane’de sanat galerilerine yönelik saldırılar ve ardından beş kişinin hastanelik olması ‘İslami gazeteler’de ‘tezgah’ olarak yorumlandı: “Yenişafak: ‘Arbedeyi baskın yaptılar’ ve ‘Tezgah bu kez tutmadı’ başlığını kullandı. Haberde “Beyoğlu’nda ‘mahalle baskını’ olarak gösterilmeye çalışılan olayın arbede olduğu ortaya çıktı. Mahalle sakinleri, arbedenin iki gencin sokaktan geçen bir kadına ‘AB’ye gireceğiz, hala bu çarşaf ne’ diye laf atması üzerine çıktığını söyledi” dedi. “Star: Olay manşetindeydi: ‘Yeni kampanya Tophane baskısı’. ‘İçkili açılışa mahalle baskısı’ kampanyası başlatıldı” dedi. “Anadolu’da Vakit: ‘Yüzde 42’nin ilk denemesi’, ‘Galeri sokağında alkollü terör’ ve ‘Laikçi provakasyon’ başlıklarını kullandı: “Mahalle ortasında içki içip tesettürlü bayanlara hakaret eden yüzde 58 hazımsızları mahalleliden tepki gördü. Kartel medyası olayı ‘sanat galerisine saldırı’ şeklinde çarpıtmaya çalıştı” dedi… “Saldırıların hemen ardından tophanehaber.com’da önceden yer alan yorumlar şu şekildeydi: “16 Ağustos’ta sitede yayınlanan bir yazıda ‘semtin yapısına uyum sağlayamayanlardan’ şikâyet ediliyor. Bu kişilerin gerekirse kötekle uslandırılıp kovulması için semt sakinleri göreve çağrılıyordu. bu internet sitesi saldırıyı da şu şekilde aktarıyor.” 12 Saldırıların Tophanehaber’de yer alma şekli, bianet haber sitesinde aşağıdaki gibi haberleştirilmiştir: “"Olaylı gece" haberi şöyle başlıyor: "Önce kaldırımı işgal ettiler. Araç trafiğini neredeyse kestiler. Cadde boyunca sarhoş sarhoş gezdiler. Ve sonra da iddiaya göre..."Ve "haber" şöyle devam ediyor: "Önceki akşam 21.00 sıralarında Boğazkesen Caddesi üzerinde açılış kutlamasının yapıldığı 2 farklı sanat galerisinde olaylar çıktı. Edinilen bilgiye göre; kaldırımı işgal eden sanat galerisi davetlilerinden kimileri aldıkları alkolün de etkisiyle kaldırımdan yürümek isteyen bir kadını taciz ettiler. Biri uzun saçlı, biri de tamamen saçsız deri ceketli olduğu tarif edilen sanat galerisi davetlileri alkolünde etkisiyle kaldırımda yürümek için yol vermelerini isteyen kadına hakaret ettiği ve tekme attığı bildirildi. "Olayın patlak verdiği an olarak bildirilen bu olaydan sonra kimliği belirsiz çok sayıda kişinin olay yerine gelmeleriyle ilk başta sözlü tartışmalar yaşandı. Sözlü tartışmaların yerini çok kısa süreli olarak karşılıklı itiş-kakış almasının ardından Boğazkesen Caddesi bir anda cehennem alanına döndü." “Eyüp Güzel kendi kendisinin muhabiri olarak yazdığına pek az kuşku bırakan bu haberden sonra kendi imzasıyla -ve kendi imlasıyla- yorum faslına geçiyor: "Allah aşkınıza ailenizle, ailelerle birlikte yıllardır iç-içe yaşadığınız mahallenizin tam göbeğinde GAY (eşcinsel) oteli açılması sizce bir özgürlük müdür? Her yıl 11.ayın sultanı Ramazan ayında, Ramazan davulcusuyla sahura kalkma geleneğiniz ve kültürünüz birileri tarafından sabote edilmesi midir medeniyet? Ramazan davulcusunun üzerine "beni rahatsız ediyor" diye içki şişeleri atanlar tam bir provokatör değil midir? Camilerin diplerinde, sokak aralarında hosteller açacaksınız sonra da müşterilerim rahatsız oluyor diye ezanı şikâyet edeceksiniz. Hadi oradan hadi. "Tophanelinin anlatacağı şeyler çok. Kimse kimsenin sanatıyla, kültürüyle ilgilenmiyor. Sanat galerilerinde neler yapılıyor kimsenin umurunda bile değil, alakadar olmuyor hiç kimse. Açılan tiyatro salonlarında neler oluyor, neler bitiyor hiç önemli değil Tophaneli için. Ancak sen sanat adı altında, bu maskeyi takarak tiyatro sahnesinde "fahişe rolünde bir melek" oyununu sergileyecek ve bunu da mahalle camisinin 50 metre yukarısında yapacaksın. Sonra da mahalle baskısından bahsedeceksin. Yemezler. Geçeceksin bunları. Bunun adı mahalle baskısı değil düpedüz mahalleye baskıdır."” 13 12 Serkan Ocak, Enis Tayman, “Üç Yıldır Niye Saldırmadık?”, Radikal, 24 Eylül 2010 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1020502&Date=10.11.201 0&CategoryID=77 , 26 Ekim 2010 7 Mahallenin “ileri gelenlerinden” birisi olarak anılmayı tercih eden Yavuz Sarsan, ise, yaşanan olaylarla ilgili şunları söylemiştir: “Bu olayı başka boyutlara çekmeyin ayıptır. Olaydan sonra emniyet bize ‘Vukuat istemiyoruz’ dedi. ‘Biz de istemiyoruz’ dedik. ‘Olay çıkarsa birbirimizi haberdar edelim’ dedik. Velhasıl semtin büyükleri olarak kefalet verdik. Olay çıkmayacağına dair garanti verdik. Bizim gençlerden de söz aldım. Ortada kesilmiş bir racon yok. Racona gerek yok karşımızdakiler raconun ne olduğunu bilmezler. Devletin üst düzey insanlarına söz verdik. Gençlerimize döndük, ‘Çok dikkatli olmak mecburiyetindesiniz. Bir şey olursa bize gelin’ dedik. İnsanların nasıl yaşadıkları bizi ilgilendirmez. Bizimki de onları ilgilendirmez.” 14 Sanat galerilerinden bir tanesinin mahalleli mal sahibinin açıklamaları da şu şekildedir: “Bitlisliler Derneği’nin Onursal Başkanı Outlet Galeri’nin bulunduğu binanın sahibi Hüseyin Dorman ise bakana hitaben, “Sekiz dernek adına konuşuyoruz. Çocukluğumuzdan itibaren gayri Müslimlerle, birlikte yaşıyoruz. Evliliklerimiz oldu. Romanlar burada yaşıyor. Bugüne kadar hiç böyle olay olmamıştır. Olay içkiyle ilgili değil. Kaldırımlara taşmalar oluyor. Yerimi bilerek sanat galerisine verdim” dedi.” 15 *** Genel hatlarıyla yukarıdaki gibi aktarılan olayların ardından, konuyla ilgili akademisyenler ve çeşitli kesimlerden köşe yazarları, konu hakkında çeşitli yorumlar yapmışlardır. Örneğin, Asuman Türkün konuya kentin metalaşması ve mali kaynak yaratma amacı haline gelmesi açısından bakarak şunları söylemiştir: “Kent, döneminin en fazla rant getiren işlevlerine doğru evrilir, homojenleşir ve belleğini kaybeder… Kent, sadece piyasa mekanizmalarıyla ve bunu destekleyen kamu otoritelerinin, politik ve ideolojik tercihleri doğrultusunda empoze ettiği plan ve proje kararlarıyla biçimlenmeye başladığında ve buna karşı çıkma mekanizmalarınız, değişen yasalarla ve TOKİ gibi bazı kurumların artırılan yetkileriyle elinizden alınıyorsa, artık “uzlaşma” aramak 13 “Tophanehaber.com, Nefret Kışkırtmaya Devam Ediyor Hala”, Bianet, 24 Eylül 2010 http://bianet.org/bianet/toplum/125022-tophanehaber-com-nefret-kiskirtmaya-devam-ediyor-hala , 26 Ekim 2010 14 Serkan Ocak, Enis Tayman, “Üç Yıldır Niye Saldırmadık?”, Radikal, 24 Eylül 2010 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1020502&Date=10.11.201 0&CategoryID=77 , 26 Ekim 2010 15 “Bakan: Gelin tatlıya bağlayalım”, Radikal, 24 Eylül 2010 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=1020448&Date=10.1 1.2010&CategoryID=97 , 26 Ekim 2010 8 da anlamını yitirecektir. Artık “uzlaşma” dediğimiz süreç, tepeden verilmiş kararların belirlediği dar alanda yürütülmektedir. Yani kırk katır mı, kırk satır mı?” 16 Türkün, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde gerçekleşen bir oturumda, çözüm olarak devlet veya belediyelerce kontrol edilebilecek kira kotalarının belirlenmesini, dönüşümün piyasanın tekelinde gerçekleşmemesini savunmuştur. Bununla birlikte, yazdıkları, çözüm olasılığının ne kadar uzak olduğunu göstermektedir: “Ağustos 2010’da ise Belediye Yasası’nın 73. Maddesi’nde yapılan bir değişiklikle artık kentsel dönüşüme ilişkin kararların verilme ve uygulanma yetkisi ilçe belediyelerinden alınarak Büyükşehir Belediyesi’ne devredildi. “Yerelleşme”, “katılım”, “bir arada yaşama” gibi kavramları parlatarak kullanan otoriteler, gücü merkezileştirerek, ulaşılmaz kılarak ve yasaları topyekun değiştirip uygulamaların meşruiyetini bu yasalar üzerinden kurarak yollarına devam ediyorlar.” 17 Tophane olayı ile ilgili tepkilerden birisi de Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın kasaba yaşamının dayatılamayacağı yönündeki sözüdür. Bu söz tek taraflı edilmemiş, muhafazakar insanların hayat biçimlerine de saygı gösterilmeli ayağıyla da dengelenmiştir. Ayşe Buğra ise, bu açıklama üzerinden daha genel bir konuya eleştiri getirmektedir: “Biz bir süredir kasabayı ve “İslami kalvinist” burjuvalarıyla gündeme gelen Anadolu şehirlerini huzurlu bir muhafazakârlık içinde yaşayan homojen insan topluluklarının mekanı olarak düşünme alışkanlığı edindik. Kapitalizmle güzelce bağdaşan bir Anadolu muhafazakârlığı tahayyülü içinde, muhafazakâr olmayan değerlere ve tercihlere sahip Anadolu sakinlerini unutmak kolaylaştı… “Acaba muhafazakârlığı otoriter devletçiliğe karşı güzel bir kale olarak resmeden çoğunlukçu demokratları, eşcinselliğin hastalık mı günah mı olduğuyla ilgili tartışmaların normal karşılandığı bir ülkede, kültür başkenti İstanbul dışında eşcinsel olmanın ne anlama geldiği üzerine düşünmeye zorlamak mümkün mü?” 18 Radikal’in Kültür Sanat bölümünden Ayşegül Sönmez’in yazdıklarının da satır araları dikkat çekicidir: “Penelope Cruz’un dudağının kenarındaki çizgileri görmek için bu sergiyi kaçırmamak gerekiyor. “Geçen on yıl boyunca bienal gibi ya da bağımsız, kar gütmeyen mekânlarda yapılan sergilerdeki dil, ticari alana girdiği andan itibaren kendini tekrar edecek mi? 16 Asuman Türkün, “Mali kaynak yaratma Amacı olarak kent”, Radikal, 26 Eylül 2010, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=1021024&Date=07.1 0.2010&CategoryID=42 , 25 Ekim 2010 17 A.g.e. 18 Ayşe Buğra, “Küresel hassasiyet coğrafyamız”, Radikal, 3 Ekim 2010, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&ArticleID=1022101&Date=0 7.10.2010&CategoryID=42 , 25 Ekim 2010 9 “Tophane saldırılarıyla vakit kaybetmeden faillerin bir an önce yakalanmasını beklerken entelektüel sorularımızı sormayı sürdürmeliyiz.” 19 Kültür Bakanı Günay’ın semte uğrayıp tarafları barıştırmasını konu eden haberde şu satırlar dikkat çekmektedir: “Çocukluğumuzdan itibaren gayri Müslimlerle, birlikte yaşıyoruz. Evliliklerimiz oldu. Romanlar burada yaşıyor. Bugüne kadar hiç böyle olay olmamıştır.” 20 Bu söylemin, çelişkileri görünmez kılarak, ötekinin sürekliliği üzerinden iktidarın meşruiyetinin sağlanmasına zemin hazırladığını söylemek mümkündür. Burada iktidarın izlerini taşıyan ise, kendini muhafazakar olarak tanımlayan, Tophane’de mahallelilikle özdeşleşen “Örfümüze, adetimize saygı duydukları sürece sorun yaşanmaz. Sokağa taşmasınlar...” 21 diyebilen dildir. Baskın Oran, konuyla ilişkili olarak şunları yazmıştır: “Galeridekilerin bu 1930’larda kalmış gerici bürokrat zihniyeti hiç desteklemiyor olması maalesef Tophaneli için fazla bir şey ifade etmez. O kadarını Tophaneli düşün(e)mez… Evinde ve okulda sopayla büyümüştür; başka “terbiye” bilmemektedir, üstelik yukarıda da söyledim, Kemalist devlet de “örtülü” sopa atmaktadır devamlı. Monkey see, monkey do.” 22 Cengiz Çandar’ın konuyla ilgili yorumları da aşağıdaki gibidir: “Yukarıdan, Cihangir üzerinden, aşağıdan Galataport projesi üzerinden sıkıştırılıyorlar. Cumhuriyet’le birlikte Kemalist rejimin ona yeni bir değer katacak anlamlı tek bir çivi çakmayıp cezalandırmak ve burnunu sürtmek istediği görkemli imparatorluklar başkenti, tarihi İstanbul, Sultanahmet-Süleymaniye hattı ve Haliç’in karşısında Galata-Beyoğlu alanında tarihi dokusunu koruyarak yeniden canlanıyor. “Bitlis ve Siirt kökenli muhafazakâr mahalle sakinlerini saldırganlaştıran gelişmeler, Ak Partili Beyoğlu Belediyesi’nin tasarımının sonucu.” 23 19 Ayşegül Sönmez, “Tophane’de hayat da sanat da devam ediyor.”, Radikal, 25 Eylül 2010 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=1020577&Yazar=A Y%DEEG%DCL%20S%D6NMEZ&Date=07.10.2010&CategoryID=113 , 25 Ekim 2010 20 “Bakan: Gelin tatlıya bağlayalım”. 21 A.g.e. 22 Baskın Oran, “Tophane Olayı”, Radikal, 3 Ekim 2010 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=1022103&Date=07.1 0.2010&CategoryID=42 , 25 Ekim 2010 23 Cengiz Çandar, “Toskana’dan Tophane’ye”, Radikal, 24 Eylül 2010 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=1020445&Yazar=C ENG%DDZ%20%C7ANDAR&Date=07.10.2010&CategoryID=97 , 25 Ekim 2010 10 Birikim Dergisi’nde Tuncay Birkan’ın “Tophane Saldırısı Sonrası: Mutenalaştırma "Tahlilleri"” başlıklı yazısı, kendi deyimiyle “bu alelacele tahlil şehvetini” tartışmaktadır: “Bu mevzuyu “gentrification-mutenalaştırma sürecinin kurbanı lumpenlerin/yoksulların/ ayaktakımının tepkilerini bildikleri tek dille göstermeleri” bağlamında ele alan mebzul miktarda tahlille karşılaştım… Üstelik de bu tahlili dallandırıp budaklandıran herkes “konuya açıklık getirdikleri”, kimsenin göremediği bir şeyi ilk kendilerinin dile getirdikleri edasıyla, kapitalizmin son icatlarından mutenalaştırma operasyonlarının taşeronu veya öncü kolu derekesine inmiş sanat “piyasasına” yöneltilen bu şiddeti ve ardındaki “sınıf kini”ni doğuran asıl şeyin tam da kapitalizmin şiddeti olduğunu, şiddetin de, malum, karşı-şiddeti doğurduğunu unutmamamız gerektiğini altını çize çize vurguluyordu özetle. “Bizde yoksulların duygu evreninde üst sınıfların temsil ettiği hayat tarzı karşısında epeydir kinden çok arzu, hasetten çok imrenme ve özenme (elbette ilk duygularla karışık vaziyette) devrede olmasın sakın? “Zira bu “tahlil”lerin ardındaki bariz öfkenin kapitalizmden çok kendimize, kapitalizm karşısında seyirci kalmaktan başka elinden bir şey gelmeyen, hiç değilse kapitalizmin şenaatlerini yeterince anlatmayı ihmal eden “biz solcu aydınlara” yönelik olduğu gözleminde bulunmak istiyorum. Türkiyeli sol aydının kendi varoluşunu, kimliğini anlamlandırma krizinin bir semptomu olarak görüyorum ben bu öfkeyi. “Bu faşist saldırganlığı, doğru dürüst olayın ne olduğunu anlamaya bile kalkmadan daha ilk andan itibaren kapitalizmin uyguladığı şiddete gösterilebilecek olası tepkilerden biri diye (neredeyse mazur) gösterme telaşı, bir tür “kendinden-nefret”in dışavurumu gibi geliyor bana. Çünkü bu saldırı aslında “biz”i hedef alıyordu, bir kısmımızın arkadaşları oradaydı, biz de bizim arkadaşlarımız da orada olabilirdik vs. (Çoğu tahlilcide bu vurgu da arkasındaki şu tını da var: “Maalesef bizler de birer küçük burjuvayız, sanat gibi tali, seçkin işi şeylerle ilgilenmeye vakit bulabiliyoruz”). “Türkiye’de solun yoksullarla, ezilen “sınıflar”la ve halkın diğer kesimleriyle gerçekten temas etmeye, kapitalizmin saldırılarına karşı içinde “başka türlü” insani ilişkilerin de serpildiği direniş odakları oluşturmaya başlayabilmesini sağlayacak siyasi pratikler geliştirme konusunda pek de bir gayreti olmayınca, teorik olarak kabullenmemek için tahlil şehvetine kendimizi daha da kaptırıyoruz sanki; halkla ve yoksullarla aramızdaki mesafe öyle açılmış ki aramızdan birileri düpedüz örgütlü faşist bir saldırıya uğradığında bile içten içe bunu hak ettiğimiz inancının ittirmesiyle bu saldırıyı kapitalizmin doğurduğu şiddetle “açıklamaya” çalışırken, adeta kendi hayat tarzımız için özür diler pozisyona düştüğümüzü fark etmeyerek ne kadar hazin bir görüntü çizdiğimizi bile görmüyoruz” 24 Yine Birikim Dergisinden Süreyyya Evren ise, “Tophane Saldırısı Ardından Belirlenen Resmi Açıklamanın Bir Reddi” başlıklı yazısında medyadaki hakim algının çarpıklıklarına dikkat çekmektedir: “Sanatın özel bir ötekilik statüsü de var Türkiye’de. Saldırıya uğrayan sanat mı, kesin haketmiştir. Kesin kuyruk sallamıştır. Bir tür fahişeye tecavüz vakası gibidir sanata tecavüz. Hatırlanacak olursa sanatın Tophaneyi “terörize ettiği” bile söylendi. , 6-7 Eylül’ün savaş sahasından, sokaklara dağılmış ganimetleri üzerinden eyleyen bu bölgeyi terörize etmek sanatçılara düşmüş de haberimiz yokmuş. Pippa Bacca ölünce hemen konuşulması gereken Türk toplumundaki cinsel açlık, yollarda sanat yapan sanatçıların yollardaki tecavüz potansiyeliyle dolaşan Türk insanını dikkate almamaları, “tecavüzü kaşımaları”ydı demek.” 25 24 Tuncay Birkan,“Tophane saldrısı sonrası: ‘Mutenalaştırma tahlilleri’ ”, Birikim, 8 Ekim 2010 http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=667&makale=Tophane+Sald%C4%B1r%C 4%B1s%C4%B1+Sonras%C4%B1%3A+Mutenala%C5%9Ft%C4%B1rma+%22Tahlilleri%22 , 28 Ekim 2010 11 Aynı yazıda, Baskın Oran’ın Tophaneli tanımına yöneltilen eleştiri, Gün Zileli’nin Birgün gazetesinde çıkan yazısıyla 26 da bağlantılıdır: “Bir de Tophanelilerin bilinçsiz, ne yaptığını, kimi neden dövdüğünü bilmeyen, tek insani davranış olarak saldırmayı bilen canlılar olarak resmedilmesi var, ‘elit mutenalaştırmakarşıtları’nca öne sürülen. Bu Tophaneli güruh, deniyor ki, sanatçıya içki içti diye saldırdığını zannediyor, ama aslında bilinçaltında, hatta cemaatsel bilinçaltında, başka birşeye saldırıyor. Neye saldırdığını kendisi bilemiyor, neden saldırdığını da bilemiyor. Onun yerine biz söylüyoruz. Biz ayrıca hangi işaretleri kırmızıya saldıran boğa gibi algıladığını da tespit edebiliyoruz. Tophanelilerin özel bir düşünüşü yok, onlar önlerine konan verilere bilinçsizce, neredeyse dürtülerle cevap veren bir topluluk. “Belediye Başkanı’na defalarca şikayetlerde bulunurken pek Galataport’u şikayet etmiş görünmemeleri, oy verme davranışlarının soylulaştırma ile gayet uyumlu olması da dikkate değer bir veri addedilmiyor. “Bir süredir ortodoks sol ile güncel sanatın zıtlaşmalarının bu olayda da kendini göstermiş olması. Ortodoks sol güncel sanatı ötekileştirdikçe kendini daha radikal hissediyor. Bu konudaki tartışmalar Bienal sırasında ve sonrasında yaşanan tartışmalarda tavan yapmıştı. “Sanata saldırılmasının bir diğer sebebi de sanatın sahipsizliği olmasın? Gentrifikasyon, limuzinlerle ve korumalarla olay yerine gelen Ramiz Dayı vari tiplerin öncülüğünde gerçekleştirilseydi acaba mahalleli saldırmayı mı düşünecekti?” 27 Tophane ile ilgili yorumlarıyla dikkat çeken bir başka kişiyse, kendisini sanatçı olarak tanımlayan İsmail Acar’dır. Galata’da ikamet eden ve çalışmalarını burada gerçekleştiren Acar, Tophane’yi yakından tanıdığını söylemektedir. Tophane’yi tanıyan ve sessiz kalmayanlar arasına o da katılmıştır. Radikal Gazetesi’nde bir de yazısı yayınlanmıştır, yazıda kendisiyle çelişen Acar’ın o yazısı siteden kaldırılmıştır. NTV’nin hazırladığı programında yaptığı açıklamalardan bir kesite ise, tophanehaber.com’da bulunabilir: “Oraya gelen insanlar, oradaki insanları çok görmezden geliyor. Bütün telaş budur ve onları yok sayıyorlar, küçümsüyorlar. Şunu öncelikle söylemek lazım. Bu olayı baştan sona kınıyorum. Hiçbir galeriye, hiçbir sanatçıya müdahale edilmesini hoş görüyle karşılamıyorum. Ben bir sanatçı olarak hiçbir sorun yaşamadım orada. Yılda 2 kez 500 kişilik partiler verdim ve içkinin inanılmaz içildiği partilerdi. Bir tane bile olay olmadı. Bence asıl amaç burada bireyleri de kazanmamız gerekiyor. Sanat dediğimiz kavram ‘eserler yaparız toplumu hiç önemsemeyiz’ gibi bir kavram değildir. Görmezlikten gelmeyeceğiz birbirimizi ve saygı göstereceğiz. Benim üst katımda Ermeni bir kadın, onun üstünde Musevi biri, onun 25 Süreyyya Evren, “Tophane Saldırısı Ardından Belirlenen Resmi Açıklamanın Bir Reddi”, Birikim, 14 Ekim 2010 http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=669&makale=Tophane%20Sald%FDr%FD s%FD%20Ard%FDndan%20Belirlenen%20Resmi%20A%E7%FDklaman%FDn%20Bir%20Reddi , 28 Ekim 2010 26 Gün Zileli “Baskın Oran’dan mantıksız mantık kullanımı”, Birgün, 6 Ekim 2010 http://www.birgun.net/actuels_index.php?news_code=1286355866&year=2010&month=10&day=06 , 28 Ekim 2010 27 Evren, “Tophane Saldırısı Ardından Belirlenen Resmi Açıklamanın Bir Reddi”. 12 üstünde de hiç inanmayan bir Hollandalı yaşıyor. Ve biz bir binadayız. İnanılmaz saygı gösteriyor ve birbirimizi çok seviyoruz.” 28 Ferhat Kentel de kendisiyle Tophane üzerine yapılan bir söyleşide, aşağıdakileri söylemiştir: “burjuva kültürü eşliğinde hem geçmişi koruyup hem de oraya nostaljik değil ama, geçmişi hatırlatan bir takım mekanlar oluşturmak. Bütün bunlar kafamızdaki modern kent imajına tekabül ediyor. Dolayısıyla bizzat bu kültürel faaliyet içinde olup kentte var olmaya çalışan insanlar da bu modernizmin, soylulaştırmanın bir parçası oluyorlar. “'Burası sanat mekanı olacak' diyorsun. Böyle bir öngörün var. Öngörmek de gayet moderndir. “Sulukule geçti gitti ve üç beş tane aktivistin dışında memleketin ruhu bile duymadı. Kimsenin canı yanmadı bile. Çünkü onlar çingeneydi, ahlaksızdı, hırsızdı, esrarkeşti vs. “İstediğin kadar 'Ben burjuvaziye karşıyım' de. Bu var olan, kuşatan bir söyleme karşı alternatif bir söylem olabilir ama, söylemdir sonuç olarak sadece. "Hayatta fiilen ne yapıyorsun?" dediğin zaman, sen bizzat zaten sahip olduğun dille, kültürle hegemonik olan bir modernist kapitalist bir kültürün ürünüsün zaten. “İçki içilebiliyor mu içilemiyor mu? İçilemiyorsa AKP'ci oldun, içilebiliyorsa olmadın. Bu kadar basite indirmek çok iktidar dilidir. Çünkü bir söylemin var ve onun içi ve dışı diye tanımlıyorsun. Ama eğer ben bir direniş dili yaratacaksam, söylemin sınırlarını aşabilmem lazım, sınırlarını tahrip etmem lazım. “sanat galerileri AKP'nin misyonerleridir. Kapitalist faaliyetin, toprağın, mekanın rantının üretilmesi anlamında bizzat oraya gelenler, galeriler aslında misyonerdir. AKP'nin yaptığı, Tophane cephesinden gelen saldırı değil, bizzat galerinin orada açılmasıdır. “Çağdaş sanat tekrar içeri girmeye çalışıyor ama hala sanatçı diye ayrı bir yerde duran birileriyle bunu yapmaya çalıştığı için olmuyor. O yüzden sokağın içinde sanat yapmaya çalışıyorlar. Sen el değmemiş, otantik bir yere gidiyorsun ama sen kendin bizzat oraya el değdiriyorsun. Dolayısıyla Tophane'nin o otantikliğinde bir sanat gördüğün için galeriyi oraya açıyorsun. Tophane'nin kendisi aslında bir sanat. Oradaki eski evler, kahveler, orada yaşayan insanlar, başörtülü kadınlar... Tophane'nin bu otantik hâlini sen gidip deotantize ediyorsun. “Eğer sen Tophane'de sanat yapmak istiyorsan, o zaman Tophane'yi içine alacak şekilde yapman lazım. Tophanelinin kendisini orada görebilmesi lazım.” 29 Begüm Özden Fırat’ın yazdığı yazı ise, sanat galerilerinin söylemi ve davranışı arasındaki çelişkiye dikkat çekmektedir: “Başı sıkışınca “Devlet Baba”yı göreve çağıran, çözümü devletin şefkatli kolları arasında arayan (büyük sermayeden) “bağımsız” ve “muhalif” sanat mekânları bize ne anlatıyor? “Siyasal ortamın belleğini tutan militarizm, iktidar, hiyerarşi, milliyetçilik, sınır ve toplumsal cinsiyet politikalarının eleştirisine yoğunlaşan ve aynı zamanda çağdaş sanatın kurumsal eleştirisine yönelen işlerden oluşan serginin altı sürekli çizilen muhalif çizgisi ile “beyaz küpün” dışarısında var olan “gerçek hayat” karşısında alınan iktidar yanlısı tutumu hangi saiklerle açıklayabiliriz? Extramücadele’nin ikon-kırıcı işlerine, “Darbe” gibi 80 dönemiyle hesaplaşmaya yeltenen işlerden oluşan sergilere ev sahipliği yapan Tophane galerilerinin varoluş riskine karşılık olarak iktidarı yanı başında istemesi ne anlama gelmektedir? “Sanatın siyasal ve toplumsal dinamiklerini dönüştürme yetisini savunanlar iktidar ve sermaye ile kol kola sorunsuzca yürüdüğünde ve sanatın olumsal politik gücü ile iktidarın ehlileştirici ve araçsallaştırıcı mantığının bir koltukta taşımasında bir sakınca görülmediğinde 28 “Sanat için gelenler insanları görmezden geliyor”, Tophanehaber.com, 23 Eylül 2010, http://www.tophanehaber.com/goster.asp?nereye=yazioku&ID=135 , 11 Kasım 2010 29 “Ferhat Kentel ile Tophane olayı üzerine”, Marksist.org, 6 Ekim 2010, http://www.marksist.org/dosyalar/2076-ferhat-kentel-ile-tophane-olayi-uzerine , 24 Ekim 2010 13 iddia edilen muhalif duruş oldukça sorunlu hale geliyor. Sadece samimiyetini yitirmekle kalmıyor, politik ve toplumsal bağlamını kaybediyor. “Malûmumuz, soylulaştırma projelerinin resmî bahanesi olan ve ikilinin severek uygulamaya koyduğu 5366 sayılı “Yıpranan Tarihî ve Kültürel Taşınmaz Varlıklarının Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun” insanlar uykularındayken bir mahalleyi yenileme alanı olarak ilan ediyor ve bundan sonra süreç durdurulamaz hale geliyor. “Tophane saldırısının ardından yapılan tartışmaların –olayın nedeni bu olsun ya da olmasın– ana eksenlerinden biri haline gelen soylulaştırma meselesine karşı ortak bir mücadele yürütülecekse eğer, bu mücadele Devlet Baba’nın şımarık çocuğu gibi davranarak, iktidarın himayesinde mahallelilerle barışarak gerçekleştirilemez. “Muhalif duruş” galerinin içerisinde olduğu kadar dışarısında da iktidar ve sermayenin dilini ve kodlarını yıkmaya yeltenmekse eğer, kimlerle ve hangi saiklerle yol yüründüğünün sorgulanması gerekiyor kuşkusuz. “Fakat galerinin dışındaki mücadele alanları pek de güllük gülistanlık değil. Polis şiddetinden tutun da iktidarın bin bir türlü alicengizliğiyle örülmüş tekinsiz bir yer. Ve orada ne bizleri koruyup kollayacak, çikolata ikram edip uzlaştıracak tatlı sert baba figürlerine ne de kolektif mücadeleyi örgütlemesi beklenen küratörlere yer var.” 30 Mimar Sinan Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi’nden Besime Şen’in, Bianet’te yayınlanan yazısında, aşağıdaki satırlar yer alır: “...mutena bir mahalle anlatısı ile "mahalle baskısı" arasındaki çizgiyi, günümüzde orta sınıfın kent tahayyülü belirlemektedir. “Kentin ekonomisi diye bütünüyle kentsel rantların artışına odaklanmak ve bu artışları sınıfların mevcut avantajlı konumlarına terk etmek sadece bir bölüşüm politikası değil, bunun arkasındaki sınıfsal statükoların hassas dengesinin mahallerdeki yeniden inşasıdır. “İçeriği asla toplumsal olarak doldurulamayacak amorf bir "diyalog" kavramının yerine başka ne konulabilir diye düşünebilirler! Ya da bütün bunları dert edenleri bir kere olsun dinleyebilirler.” 31 Enis Tayman, Bianet’teki yazısında, Tophane’ye giderek, şunları yazmıştır: “Üstüne üstlük ortada ciddi mi ciddi bir rant var; ama mahalleli o ranttan payını da alamıyor. Belki alsa sesi çıkmayacak fazlaca.. “"İyi vuruyor mu galeridekiler?" diye soruyorum istemeden. "Vuruyorlar abi, onlar da üç senede Tophaneli olmuş. Güzel çaktılar bir iki tane" diyor. “Hazır sanat düşmanını yakalamışken sormak istiyorum bunu da... Ama daha çok galeri ziyaretçilerine takmış vaziyette. "Bunların çoğu manitacılığa gelmişler... Kırık aynanın önüne kurt köpeği koymuşlar, yalandan bakıyorlar. Hepsi dışarı çıkıp bira içiyor. Yanda Tekel Bayii var, bira şarap alıp devam ediyorlar. Sanat olsa bile içerde bakacak halleri yok ki." “"Sanat değil mi sana göre orada sergilenenler?" sorumu "yok abi bana göre değil" diyor. Ama ya ben faça veriyorum; ya o kibar davranıyor ve hemen ekliyor "Veyahut abi" diyor, "biz sanattan anlamıyoruz. " 32 30 Begüm Özden Fırat, “Bir fotoğraf bin söze bedel”, 8 Ekim 2010, http://birdirbir.org/blog/2010/10/08/bir-fotograf-bin-soze-bedel/ , 30 Ekim 2010 31 Besime Şen “Tophane’de Kimi Dövsek”, Bianet, 24 Eylül 2010, http://www.bianet.org/bianet/siyaset/125001-tophanede-kimi-dovsek, 28 Ekim 2010 32 Enis Tayman, “Tophane’de Ne Öğrendim”, 27 Eylül 2010, http://bianet.org/bianet/toplum/125064tophanede-ne-ogrendim , 30 Ekim 2010 14 Zaman Gazetesi’nden Ali Bulaç ise, Tophane ve Mardin’de yaşanan olayları, AKP karşıtlığı ve savunuculuğu çerçevesinden açıklanamaz bulup şöyle bir yorum getirmiştir: “…derinde sosyo-kültürel ciddi bir rahatsızlık söz konusudur. Bu, modernliğin açtığı parantezin kapanmakta olduğu yeni tarihî bir zamana girerken, farklı dünya görüşleri, inançlar ve yaşama tarzlarının nasıl bir arada bulunabileceği konusuyla doğrudan ilgilidir.” 33 Bir sonraki yazısında ise, şu satırlar dikkat çekmektedir: “Dünyanın modernizasyonu, bugünkü zengin ülkelerin refah ve gücünün devamının teminatıdır. Küresel kapitalizm bunu bir proje olarak sürdürüyor. Bunun yanında modernizasyonun emredici ve taşıyıcı yöntemleriyle düşünen ve yaşayan belli bir toplumsal zümrenin varlığı bir gerçektir. “Müslümanları korkutan şey münkerin alenileşmesi, yayılması ve kanıksanmasıdır. “Modern sorun şu ki, dinler -özellikle İslam dini- ile laiklik ve laiklerin genelleştirmeye çalıştıkları yaşama tarzı arasında bir uzlaşma noktası bulunmuş değildir. Tek taraflı olarak laikler, devlet otoritesini arkalarına alarak kamusal hayatı, kamusal alanları zapt etmekte, kendi yaşama biçimlerini genelleştirmekte; başörtüsü yasağında gözlendiği üzere İslami görünürlüğü ve ifade biçimini toplumsal hayattan tümüyle arındırmak istemektedirler.” 34 Yine aynı gazeteden Rahime Sezgin’in Radikal'in Sanat eleştirmeni Ayşegül Sönmez ile yaptığı röportajda, Ayşegül Sönmez’in şu söyledikleri dikkat çekicidir: “Bence bu olay, herkese kendi korkularını ve kendi projeksiyonunu söze dökme olanağı sağladı. “Ama bir kültür emekçisi olarak…kendime, 'Kime, ne üretiyoruz?' diye sormaya başladım. “Tophane’ye insanlar çok 'cool' olduğu için gelmediler. Ucuz olduğu için, ekonomik şartlardan dolayı geldiler. Ben de o Tophaneliler gibi konuşacağım; biz de çağdaş sanat sahnesi olarak çok yalnızız.” 35 Yeni Şafak Gazetesi yazarı Yasin Aktay’ın Express dergisinde “Tophane Vakası: İktidarın Gözüyle Mahalle Raconu, Cemaat Duyarlılığı” başlığıyla yayınlanan söyleşisinde, yaşananları normalleştirme çabasında gibidir: “Beyoğlu karakolun veya İlkyardım Hastanesi’ne her gün başı kaşı yarılmış bir sürü vaka yansır. Sebepleri böylesi olaylardır, insanların basit iktidar ve tahammül kavgaları” 36 33 Ali Bulaç, “Tophane’den Mardin’e Mahalleye Baskı(1)”, Zaman, 27 Eylül 2010 http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1032419&keyfield=746F7068616E65, 30 Ekim 2010 34 Ali Bulaç, “Tophane’den Mardin’e Mahalleye Baskı(2)”, Zaman, 29 Eylül 2010 http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1033450&keyfield=746F7068616E65 , 30 Ekim 2010 35 Rahime Sezgin, “Havada II. Meşrutiyet kokusu var”, Zaman, 3 Ekim 2010 http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1035081&keyfield=746F7068616E65 , 28 Ekim 2010 36 Yasin Aktay, “Tophane Vakası: İktidarın Gözüyle Mahalle Raconu, Cemaat Duyarlılığı”, Express, sayı 113 (Ekim 2010), s.19 15 Yine aynı gazeteden Ali Bayramoğlu’nun yazdıkları da dikkat çekicidir: “İki gündür pek çok yorumcu ve kişi bu olayları siyasi iktidara, muhafazakârlaşma eğilimine bağlıyor. Türkiye karanlığa gidiyor tezlerine malzeme haline getirilmeye çalışılıyor. Velhasıl yaşananlar araçsallaştırılıyor.” 37 Yeni Akit Gazetesi’nden Nusret Çiçek’in yorumları, yine algıları ortalamak adına farklı bir vektör denebilir: “İstenmeyen kim? “Tophane’de salyangoz satanlar mı, yoksa mahalle halkına dayatılan argo yaşam biçimi mi?.. Halkı hor görme, aşağılama, inançlarına saygısızlık mı?Hoş bu Tophane yeni kurulmadı, asırların Tophane’si. “Şayet Merih’ten gelmiyorlarsa nikâhsız yaşamak mı istiyorlar, veya parasını almak istedikleri kesimin cinsel dürtülerini tahrik etmek mi istiyorlar, her neyse... Kendi küçük dünyalarını içine alan farklı bir başka dünyada olduklarını unutmayacaklar... “Gizlilik insanın kendi inisiyatifinde olabilir, ama aleniliğin karışanı kurallardır. “Toplum her istediğinizi yapmanıza müsaade etmez… İçki ise evinde veya o işe tahsis edilen kapalı mekanda... “Eşek hürriyeti” şeklinde eğlenmek ise o işe mahsus harmanda... “Hayvanlar gibi içgüdünü tatmin etmek istiyorsan ona da domuz çiftlikleri var... “O zaman olaylara sebebiyet vermen nedeniyle kabahatli sen olursun, uğradığın saldırılar veya aldığın kınamalar yanına kâr kalır. Akıllı olalım...” 38 Habervaktim.com sitesinde Yeni Akit gazetesi başlığı altında yayınlanan Hüseyin Öztürk’ün yazısında benzer bir dil göze çarpmaktadır: “Tophane’de darp edilmiş kişilerin göz kapaklarının altındaki ne olduğu belli olmayan şişliği darp izi olarak çekip, fitnelerini serptiler. “Kısacası malum çevreler; kimlik ve kişilikleriyle bu topluma ait olamadıklarının acısını; tahrikleri ve tacizleriyle gidermeye çalışıyorlar.” 39 Yeni Akit Gazetesi’nden Sibel Eraslan’ın Tophane’de yaşananlar üzerinden bir mutenalaştırma tanımı yapmayı tercih etmiştir: ““Mutenalaştırma”; fiziksel olarak çöküntüye uğramış mahallelerin yenilenmesi, çekidüzen verilmesi, akıllı ve göze hitap eden mimari anlamında kullanılıyor bir yanıyla. Ama yeni mekan dönüşümünden sonra, yaşanan değer artışına paralel olarak mahalle sakinlerinin artan 37 Ali Bayramoğlu, “Tophane’deki saldırının anlamı ne?”, Yeni Şafak, 23 Eylül 2010 http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=23.09.2010&y=AliBayramoglu , 30 Ekim 2010 38 Nusret Çiçek, “Tophane dediler, halkı topa tuttular.”, Yeni Akit, 27 Eylül 2010 http://www.habervaktim.com/yazar/28167/tophane_dediler_halki_topa_tuttular.html , 8 Aralık 2010 39 Hüseyin Öztürk, “Habervaktim Baskını ve Tophane Olayı”, Yeni Akit, 24 Eylül 2010 http://www.habervaktim.com/yazar/28074/habervaktim_baskini_ve_tophane_olayi.html , 30 Ekim 2010 16 yaşam ve konut maliyetini karşılayamaması sonucu daha az değerli alanlara doğru göç etmeleri sonucunu da doğuruyor mutenalaşma projeleri...” 40 Burak Arıkan ve Özgür Uçkan’ın Taraf’a yazdıkları, “Fikirler Suça Dönüşünce” sergisinin eleştiri yazısı da Tophane’de yaşananlar hakkında bazı ipuçları vermektedir: “Bu yazı Tophane’de Tütün Deposu’nda yapılan “Fikirler Suça Dönüşünce” sergisine dair bir eleştiridir. Ancak bu yazı yazıldıktan iki gün sonra Tophane’de faşist bir çete sanat galerisi açılışlarına saldırdı. Bir an fikirler gerçekten suça mı dönüştü diye kendimize sormadan edemedik. Ancak bu sistematik saldırıyı ne galerilerde bulunan sanat eserleri tetiklemişti ne de gözü dönmüş saldırganların eserlerden anlayacak bir hali vardı. ““Fikir suçu” kavramı, aslında hukuk felsefesi açısından ciddi bir paradoks içeriyor. Eğer fikir suç işlemeye yönlendiriyorsa, bu suç henüz gerçekleşmemiş olduğu için ortada suç yoktur; eğer fikrin kendisi suç ise, bu kez de “suç” kavramının kendisini sorgulamak gerekir, çünkü suç sonuçları olan bir “eylem” olarak tanımlanır. Dolayısıyla “fikir suçu” aslında yoktur; hukukun işleyiş mantığına uymayan, ama otorite tarafından yararlı bulunduğu için üretilen bir baskı mekanizmasından başka bir şey değildir. “Gilles Deleuze disiplin toplumu ile kontrol toplumu arasındaki farkı anlatırken hammade almayan, bitmiş ürün satmayan, içerde tasarlayan dışarda üreten, servis satıp hisse almak isteyen, tasarruf yapmayan faiz oranlarını oynayan bir üst-üretim kapitalizminden bahseder. “Türkiye’de bugün disiplin toplumundan kontrol toplumuna bir geçiş yaşıyorsak, artık hakimiyet ikonlar ya da hikayeler tarafından muhafaza ve müdafa edilmiyor olabilir. Artık bir dogmayı ayakta tutan şey onu temsil eden ikonu değil, onu oluşturan programıdır. Böyle bir ortamda ikon, sadece dogma’yı koruyan bir ön savunma olur, ters öncü, ters avant-garde olur kendisini sorgulayanlar için. İkon kırıcılık ters avant-garde üretir.” 41 Taraf Gazetesi’nde Elif Aydoğdu’nun yazdıklarında ise, ekonomik paylaşımla günlük hayatın daha sorunsuz geçebileceği savunulmaktadır: “Tophane’de uzun zamandır faaliyette bulunan eski galeriler bu ilişkilenmeyi başarmış. Bakkalıyla, manavıyla, kasabıyla, berberi ile tanış olursanız, selamlaşırsanız, ‘yüzyüze’ bakarsanız bana bu tür olaylar daha zor olurmuş gibi geliyor. Onlardan alışveriş yapar, artı değerinizi bulunduğunuz yerle paylaşırsanız provokasyonlar belki bitmez ama, hayat akar.” 42 Taraf Gazetesi’nde, Fırat Alkaç’ın, mahallenin ağabeylerinin saldırının ardından yaptığı konuşmayı uzaktan takip etse de, ardından yakaladığı ve bilgi aldığı Tophane Tayfun Spor Kulübü İkinci Başkanı Metin Mataracı’nın sözleri ise aşağıdaki gibidir: “Bu son yaşanan olaylardaki aktörlerin Tophane’yle hiçbir ilgisi yoktur. Biz her zaman sanatı destekleriz. Tophane muhafazakâr bir yapıya sahip. Bu insanlar sanatlarını yapar, içkilerini 40 Sibel Eraslan, “Tophaneli “Kürt Sülo”yu soylulaştırma girişimi...”, Yeni Akit, 27 Eylül 2010 http://www.habervaktim.com/yazar/28170/tophaneli_kurt_suloyu_soylulastirma_girisimi.html , 30 Ekim 2010 41 Burak Arıkan, Özgür Uçkan, “Suça bir sanat olarak bakmak”, Taraf, 28 Eylül 2010, http://www.taraf.com.tr/haber/suca-bir-sanat-olarak-bakmak-2.htm , 30 Ekim 2010 42 Elif Aydoğdu, “Tophane’de tanışıklık olsa barışıklık olur muydu acaba”, Taraf, 29 Eylül 2010 http://www.taraf.com.tr/haber/tophane-de-tanisiklik-olsa-barisiklik-olur-muydu.htm , 28 Ekim 2010 17 de içerler. Ancak bunu sarmaş dolaş şekilde sokağa taşıdıklarında Tophane bunu kaldırmaz.” 43 Cumhuriyet Gazetesi’nde yazar Ahmet Ümit ile yapılan söyleşide, iktidarı göreve çağıran satırlara rastlanmaktadır: “Ancak yanlış hareket deyip geçilmeyecek bir şey. Burada hükümet birinci derecede sorumludur, çünkü oradaki sanatseverlerin, sanat etkinliğinin, çağdaşlaşmanın garanti altına alması gereken hükümettir” 44 Cumhuriyet Gazetesi’nde Ceren Çıplak’ın Hafriyat’ın kurucularından Antonio Cosentino ve Yıldız Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden Tolga İslam ile yaptığı söyleşiden, “Bu saldırının altında yatan dinamiklerin nelerdir?” sorusuna verdikleri cevaplar aşağıdaki gibidir? “Cosentino: Bunun sanata yönelik bir saldırı olmasından öte, orada bu işi alışkanlık edinmiş bir kitlenin korunuyor olması önemli. Linç kültürünü bir tür adalet sayan anlayış bu toplumda yerleşik olmuş durumda. Orada kısa süre önce IMF gösterileri sırasında protestocu grubun polisten kaçarken Tophane’de feci bir dayak yediğini ve polisin kovaladığı grubu Tophanelilerin elinden kurtarmak zorunda kaldığını hatırlayalım. O olayda IMF göstericilerini döven grup cezalandırılmayarak ödüllendirildi. Neden IMF göstericilerini dövmek suç sayılmıyor? Bunu atladığımız zaman galerilere saldırılması kaçınılmaz olarak hazırlanmış oluyor. “İslam:Tophane gibi küçücük bir semtin bir anda ülke gündemine girmesi, bu kadar görünür olması, popüler olması, olsa olsa soylulaştırıcı güçlere hizmet eder... Dolayısıyla Tophane’nin akıbeti Sulukule ya da Tarlabaşı’ndan farklı olmayacaktır.” 45 Evrensel Gazetesi’nden Nuray Sancar’ın “Tophane’deki sanat galerilerine yapılan baskının nedenini herkes kendi meşrebince yorumluyor.” Alt başlığı ile geçtiği haberin ayrıntılarında, iktidarın ve aktörlerin tutumu hakkında bazı satırlar dikkat çekicidir. Yazıya konan “Tophane’de bir fil dolaşıyor” başlığı ise manidardır. “Bölge halkı şimdilik kendisini tehdit eden şeyin ne olduğunun farkında değil; sonuçlara takmış durumda. “Yerel halka göre daha bilinçli, olup biten hakkında az çok bir fikre sahip galeri sahipleri ise kentsel dönüşüm ile suç ortaklığı içinde olduklarını inkar ediyorlar. Başbakan da olayın üstünü örtüyor. Siirt’teki çocuk tecavüzleri yerel ve merkezi iktidar arasındaki pespaye suç ortaklığını su yüzüne çıkardığı zaman yaptığı gibi, kendisine oy veren Tophane halkıyla o halkı mağdur ettiği kentsel dönüşüm projesi arasında kaldığında patlayan sosyal çatışmayı önemsizleştirme eğiliminde.” 46 43 Fırat Alkaç, “Tophane’nin ağır abileri duruma el attı”, Taraf, 24 Eylül 2010 http://www.taraf.com.tr/haber/tophane-nin-agir-abileri-duruma-el-atti.htm , 28 Ekim 2010 44 “İstanbul’a yapılmış bir saldırı”, Cumhuriyet, 4 Ekim 2010, http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=178602 , 30 Ekim 2010 45 Ceren Çıplak, “Linç kültürünü adalet sayan anlayış”, Cumhuriyet, 25 Eylül 2010 http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=176472 , 30 Ekim 2010 18 Yine Evrensel Gazetesi’nde “Tophane’den Sesler” başlığıyla yer verdiği haberde Metin Boran, linç kültürüne dikkat çekerek Tophane’deki saldırılarla yakın günlerde gerçekleşen TAYAD’lılara saldırıyla da bağlantı kurarak yorumlarını aktarmıştır. Dikkat çekici olan ise, sübjektiflik vurgusudur: “Yorumların çoğu, iktidarın yıllardır uygulamalarını emsal almaktan çekinen, iktidarı ürkütmemek için kıyısından köşesinden olayı anlamaya ve yorumlamaya çalışan subjektif değerlendirmelerdi.” 47 Habertürk Gazetesi’nden Doğu Ergil ise şunları yazmıştır: “Modern olanın tüketim alışkanlıkları içinde sanat da var. Onu arayıp bulduğu oranda sınıfsal davranış kodlarına uygun hareket etmiş olur. Ama daha alt tabakalar için sanat, ne üretim ne de tüketim kalıpları içinde önemli bir yer tutar. O nedenle üst sosyal kesitlerin veya ‘modern’ olanın ürettiği veya tükettiği sanat onlar için oldukça ‘yabancı’dır. Alt toplumsal tabakalar sanata karşı olmasalar da ‘üst’ tabakalara (daha doğrusu onların tüketim alışkanlıklarına) olan karşıtlıklarını sergilerken ‘onların olan’ sanata karşıymış gibi görünebilirler. Bu bir tür (sembolik)sınıf çatışmasıdır.” 48 Yine Habertürk’te, Mehmet Ali Kılıçbay, “Mahallenin Namusu” adlı yazısında mahalle baskısı kavramına ve Tophane üzerinden yürütülen bu tartışmalara farklı bir bakış açısı getirmektedir: “Osmanlı İstanbul'unda ve taşra kentlerinde mahalle, anonim bir topografik kimlik bağlamında bireyin ve farklılığın oluşmasını engellemekte en etkin araç olmuştur. “Osmanlı mahallesinde esas, benzerleri bir araya toplamak, benzemezleri birbirine karıştırmamak ve benzemeyen mahalleler arasındaki teması asgari düzeyde tutmaktı. “Komşuluk, zorunlu bir dayanışma ve denetim getirmektedir. Herkesin herkesi gözlediği ve ölçüyü verdiği bu ortamda, ceza görmeden "hata yapmak" mümkün değildir. “El âlem ne der"in baskısı altında, normlara ve kurallara uyarak, "çıkıntılık" yapmanın bedelinin olduğunu bilerek yaşamıştır. “... gecekondularda ise, büyük balıkla baş etmek için hemşeri dayanışması gerektiğinden, "kökene göre" mahalleler oluşmuştur. Bu arada İstanbul'un eski mahallelerinin birçoğu terk yüzünden gecekondulaşmış ve hemşeri dayanışması raconuna bağlanmıştır. Tophane, gecekondulaşan bir mahalle. Eski İstanbul mahallesi ile hiçbir ilgisi yok. Burada meydana gelen son olayları "mahalle baskısı" söylemi içinde açıklamak mümkün değil. Tophaneliler, "buldukları malı" kaptırmak istemiyor ve eski defterlerden akıllarında kalan türküleri söylüyorlar, o kadar!” 49 46 Nuray Sancar, “Tophane’de bir fil dolaşıyor”, Evrensel, 26 Eylül 2010 http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=75767 , 30 Ekim 2010 47 Metin Boran, “Ramp Işıkları”, Evrensel, 28 Eylül 2010, http://www.evrensel.net/haber.php?haber_id=75837 , 30 Ekim 2010 48 Doğu Ergil, “Tophane”, Habertürk, 28 Eylül 2010, http://www.haberturk.com.tr/yazarlar/doguergil/556329-tophane , 1 Kasım 2010 49 Mehmet Ali Kılıçbay, “Mahallenin namusu”, Habertürk, 15 Ekim 2010 http://www.haberturk.com.tr/yazarlar/mehmet-ali-kilicbay/561567-mahallenin-namusu , 1 Kasım 2010 19 Yine aynı gazetede, Nihal Bengisu Karaca ise, “Tophaneli” başlıklı yazısında şunları söylemiştir: “Bakmayın Tophanelilerin tam olarak ne olduğunu kestiremedikleri sıkıntılarını "içki" üzerinden, bölgeye akın eden sanatçı kişiliklerin "tarzları" üzerinden dile getirmelerine. Kaba saba konuşmalarına ve muhataplarına duydukları öfkeyi taşkın şekillerde ortaya koymalarına. Kötü kaderin ayak seslerinden duydukları mutsuzluğun tezahürü bu. Korkarım direnemeyecekler. Emlak spekülatörlerine değil de sanat galerilerine sardırmış olmaları bile, mücadele için gereken doğru iz üzerinde olma meselesini ıskalamış olduklarının göstergesi.” 50 Tolga İslam, Habertürk Gazetesi’nde, yaptığı başka bir söyleşide ise, şunları aktarmıştır: “Türkiye’de nedense bir konu biraz popüler olunca hemen herkes üzerine araştırma yapmaya, tez yazmaya kalkıyor… Sulukule’de böyle oldu, Tarlabaşı’nda da böyle oldu… Yüzlerce kişi buralarla ilgili yüksek lisans ya da doktora tezi hazırladı… Tophane de herhalde bu furyaya katılır artık.. “…Ama orada bir “mahalle” yapısı olduğu biliniyor. İstanbul’da bu tür karakteristik özelliklere sahip mahalleler giderek ortadan kalkıyor. Nedense kentsel dönüşüm ya da soylulaşma da genelde bu tür yerlerde ortaya çıkıyor. …Sulukule gibi, Tarlabaşı gibi, Galata gibi… Tophane de bir mahalle, yani insanların birbirini tanıdığı, birbirinin hareketlerinden haberdar olduğu bir yer. Bu tür yerlerin kendine özgü kuralları, kodları olur, bunların dışına çıktığınızda “mahalle” buna tepki verir. Bazen bunu bakışlardan anlarsınız, bazen sözlerden, bazen de (muhtemelen bu son olayda olduğu gibi) fiili hareketlerden. Mahalle baskısı denen şey aslında tam da bu… “…bu galeriler mahalle ile düzgün bir diyalog geliştirmeyi başarabilmiş olsalardı, mahallenin kodlarına, kurallarına saygılı davranabilselerdi, belki böyle bir saldırı olmazdı, olsa bile mahalleden zımni bir destek almazdı.” 51 Habertürk Gazetesi’nden Vedat Bilgin, Tophane olaylarının ardından “Mahalleye baskı mı mahalle baskısı mı” başlığıyla konuya yorum getirirken, kentsel dönüşüm sürecini tanımlamakta ve bir çözüm önerisi sunmaktadır: “Kapitalistleşme süreci kentin rant alanlarının farklılaşmasını sürekli olarak üreten bir ilişki yaratmaktadır. Bir anlamda diferansiyel rant denilen süreç toplumsal farklılıkların, toplumsal statülerin hareketliliği ile ilgilidir. Toplumsal gruplar sınıf ilişkileri içerisinde mekânı dönüştürdükçe, o mekânların eski yapıları içerisinde yer alan hayat tarzlarıyla karşı karşıya gelirler. Bu süreç bugün Türkiye'de kentleşme dinamiğini yaratan unsurlardan birisidir. Bütün bunlar bize toplumsal dinamiklerin ürettiği hayat tarzları arasında yeni uzlaşma kültürleri yaratacak ortak değer ve ilkelere duyulan ihtiyacı göstermektedir. Bu ihtiyacı karşılayacak kaynak ise gelenekselle modernin sentezinde yatmaktadır.” 52 50 Nihal Bengisu Karaca, “Tophaneli”, Habertürk, 24 Eylül 2010, http://www.haberturk.com.tr/yazarlar/554930-tophaneli 51 Kürşad Oğuz, “Bu saldırı mahalleli için mağlubiyetle sonuçlandı!”, Habertürk, 24 Eylül 2010, http://www.haberturk.com/gundem/haber/555060-bu-saldiri-mahalleli-icin-maglubiyetle-sonuclandi- , 5 Nisan 2011 20 Hürriyet Gazetesi’nden Yılmaz Özdil’in “Bienal” başlıklı yazısında şunlar vardır: “Yılbaşı, hıdrellez filan gibi özel günlerin haricinde, sokakta içki içen, içki içene bile rahatsızlık verir. Adabına aykırıdır. Sanatla, sanatçıyla alakası yoktur. Tornacı bile olsa, hır çıkar. Şuurunu yitirmediysen, Zürih’te değil, İstanbul’da yaşadığının bilincindeysen eğer tabii. “Ahali küfretmiş. Ayıptır. Ama, realitedir. Mesela, Danimarka’da “Türk gibi küfürbaz” deyimi var. Üstelik, kıdemli sanatçıların birbirine yavşak dediği bi ülkede, sanatçıya yavşak denilmesinin neresi küfürdür? “Raconu bozuldu İstanbul’un... “Kendini polis zanneden cemaatçilerle, meydanı boş bulan magandalara kaldı ortalık. “O yüzden, beş dakkada tatlıya bağlanabilecek mesele, köpürdü, memleket meselesi haline geldi. Netice itibariyle… Enteller şarap içti. Zontalar girişti.” 53 Hürriyet Gazetesi’nden Tolga Tanış’ın “Tophane’yi savunacakken Tophaneli’yle çatışan Gagosianlar” başlıklı haberi ise, Lawrence Gilbert Gagosian’ın dünya genelinde sanat galerilerine atıfta bulunarak, Tophane galerilerine neden kentsel dönüşüme karşı mahalleliyle olmak yerine çatıştıklarını sormaktadır: “Daha önce bir kopukluk var demiştim. İstanbul’da yapılan sanatın içeriğiyle, sanatı yapanla, hatta sanatın yapıldığı yerle, New York’taki anlayış arasında bir uçurum var. Bunun New York’ta da karşılığını bulursunuz tabii. Gagosian türü galeriler... Üst sınıf sergi açılışları... Hollywood tipi gösterişli işler New York’ta da var. Ancak akımları, sanat tarihini etkileyen hangisi derseniz... O küçük Gagosian’larda vakit kaybetmezseniz!.. İşin çıktığı yerler, yine emlakçıların takip ettiği, çulsuz gençlerin stüdyolarıdır. “Eğer İstanbul’daki sanatçılar, bu kadar çok kötü adamın olduğu acımasız bir sistemde mahallelinin algısında kötü adam olmayı başardıysa... Densiz zengin çocuğu durumuna düştüyse... O grup Nişantaşı’ndan hiç çıkmasın.” 54 Yine aynı gazeteden magazin yazarı Cengiz Semercioğlu, yaşadıklarından yola çıkarak, Tophane ile ilgili yorumlarını aktarmaktadır: “15 yıldır Cihangir’de, bunun bir kısmını saldırının olduğu Kadirler Yokuşu’nda yaşamış biri olarak bölgenin insanını iyi bilirim. “Tophaneli bir avuç bıçkın ne kadar buralarda içki içmeyin deseler de, ne kadar direnseler de değişime onlar da yenilecek... “Yani Tophane’deki saldırıyı “Yobazların Beyaz Türkler’in hayat tarzını tehdit ettiği” şeklinde yorumlamak doğru değil... “Tam tersine Beyaz Türkler ‘yobazların’ hayatını değiştiriyor orada. Arada böyle değişime sopalarla direnmeye çalışan vandallar da çıkıyor işte... Tophane’de yaşananların bundan öte abartılacak bir yanı yoktur.” 55 52 Vedat Bilgin, “Mahalleye baskı mı, mahalle baskısı mı”, Habertürk, 29 Eylül 2010, http://www.haberturk.com.tr/yazarlar/vedat-bilgin/556578-mahalleye-baski-mi-mahalle-baskisi-mi , 1 Kasım 2010 53 Yılmaz Özdil, “Bienal”, Hürriyet, 24 Eylül 2010, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15853819 , 1 Kasım 2010 54 Tolga Tanış, “Tophane’yi savunacakken Tophaneli’yle çatışan Gagosianlar”, Hürriyet, 26 Eylül 2010, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15868273 , 1 Kasım 2010 21 Ertuğrul Özkök de, Tophane’deki saldırıyla ilgili görüşlerini “Sopanın dumanı hala tüterken” başlıklı yazıyla aktarmıştır: “Ben burada kolektif bir riyakârlığa dikkati çekmek istiyorum. İşine geldiği zaman, işine geldiği yerde, derin devlet; işine geldiği zaman “mahallenin tahrik edilmiş harbi delikanlısı...” Ben de diyorum ki, sorun ülkenin bütün mahallelerinin delikanlılarının sorunu. Meydanlarda gerilmiş hançereler, kendisi gibi düşünmeyen herkesi ruh hastası, ahlaksız ilan eden zihniyetler mutena semtlerde oturmaya devam ettikçe, bu duygu dalga dalga mahallelere yayılacaktır.” 56 Aynı gazeteden Doğan Hızlan, “Tophane sanata karşı mı?” başlığı altında şunları yazmıştır: “İstanbul değişiyor, gelişiyor. Hiçbirimiz kafamızdaki İstanbul’u yaşatamayız, hiçbirimiz küçük mahalle uygarlığını devam ettiremeyiz, hiçbirimiz buraların dünyaya açılmasını önleyemeyiz. “Bu muhitte oturan hemşerilerimizin bu değişime ayak uydurmaktan başka çaresi yoktur. Dönüşüm projelerini yerel yönetimler her şeye rağmen uygulamak zorundadırlar.” 57 Hadi Uluengin’in “Benim Tophane’mde ne oldu?” başlıklı yazısında ise, şu satırlar göze çarpmaktadır: “Tophane’yi severim, çünkü limanımın gerçek argosuna orada vakıf oldum.Yumurta topuk iskarpin ve top ense tıraş, semt bitirimleri kerhaneye gidecek alıkları “bul karayı, al parayı” diye düdüklerken, onlara baka baka enfes bir küfür hazinesi edindim. “İftihar vesilemdir ve yedi nesil Kasımpaşalı hariç bana lâf yetiştirenin alnını karışlarım Öte yandan, komşu mahallede oturduğumdan şimdiki Tophane’yle de bağım sürüyor. “New York’ta Soho, Paris’te Haller, Brüksel’de Molenbeek sakinlerinin başka tür gerekçelerde yaptığı gibi, “savunma taarruzu”na (!) geçti.Yani, sanat niteliği itibariyle “öncü”yle ve “aykırı”yla özdeşleşen bir hal ve oluş tarzına; artı, onun geri planda yansıttığı refah sembolizmine şiddet içerikli bir tepki verdi. “Derhal cezalandırılmalıdır ama ortada pireyi deve yapacak bir toplumsal kavga yoktur. Fakat çok hayati ve çok ciddi bir olgu vardır: Onu da, “dini muhafazakarlık”ın haydi haydi laik bir “lumpen kültür” tarafından bile saldırıya bahane gösterilmesi oluşturmaktadır. “Ve, buna zemin yaratan ruhi ortamı yok ve imha etmek şimdi otoritenin acil görevidir!” 58 Şu anda Radikal Gazetesi’nin yeni versiyonunda genel yayın yönetmenliği yapan Eyüp Can Sağlık, Tophane’deki saldırının ardından Hürriyet Gazetesi’nde “Aşağılık kompleksi ile üstünlük kompleksi arasında” başlıklı yazısında aynı dönemde 55 Cengiz Semercioğlu, “Tophane’den bildiriyorum”, Hürriyet, 23 Eylül 2010 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15845327 , 1 Kasım 2010 56 Ertuğrul Özkök, “Sopanın dumanı hala tüterken”, Hürriyet, 25 Eylül 2010 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15862727 , 1 Kasım 2010 57 Doğan Hızlan, “Tophane sanata karşı (mı?)”, Hürriyet, 23 Eylül 2010 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15845442 , 1 Kasım 2010 58 Hadi Uluengin, “Benim Tophane’mde ne oldu”, Hürriyet, 25 Eylül 2010 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15862512 , 1 Kasım 2010 22 gerçekleşen “Saldırı” ve özel izinle Ahtamar Kilisesinde yapılan ayinden de bahsederek, görüşlerini aktarmıştır: “Tophane’de yaşananlar korkunç, ama bakın yine salındık bir uçtan diğerine. Oysa hem çok basit yaşananlar hem de alabildiğine kompleks. Basit çünkü galerilere yapılan saldırı en hafif tabirle bir şehir Vandalizm’i. “Ama bir o kadar kompleks; çünkü yaşam tarzı çatışmasından rantın el değiştirmesine, kentsel dönüşümden bireysel dönüşememeye, psikolojik, ekonomik, sosyal, sınıfsal, kültürel ve kriminal onlarca sebebi var. “Tek bir sebebe indirgemek rahatlatacaksa sizi buyurun seçin istediğinizi. 59 Hürriyet Gazetesi’nden Melis Alphan’ın “İkonaları resmeden hatırlanır, kıran değil” başlığıyla yazdığı yazıda, sanatın sponsorluklarla olan ilişkisine değinmiştir: “Londra gibi medeni şehirlerde galerilere saldırı az olur. Sanat dünyasına kızanlar çokça yaratıcı protesto yöntemlerini benimser. Misal size, temmuzda galeriler ve müzeler bir grup eylemcinin hedefindeydi. Çünkü sanatın en baba sponsoru, bu yıl dünyaya en büyük çevre felaketlerinden biri olan petrol sızıntısını yaşatan BP. Tate Modern’da BP’nin 20 yıllık sponsorluğunun kutlandığı etkinlik öncesinde, VIP konuklar gelmek üzere iken protestocular girişe petrol döküp, kuştüyleri serptiler. Galeride helyumla dolu, ucuna ölü balık tutturulmuş siyah balonlar uçurdular, British Museum’daki Easter Island sergisinde ise petrol dolu yumurtalar fırlattılar.” 60 Aynı gazeteden Mehmet Y. Yılmaz’ın “Saldırının bir tanığı ve benim sorularım” başlığıyla yayınlanan yazısında, tanığın aktardığı olaylar üzerine yazarın soruları izlenebilmektedir: “1- Polis neden gecikti? O bölgedeki gerginlik ile ilgili hiç mi istihbaratı, hazırlığı yoktu? Böyle bir istihbarat yoksa bu şehrin güvenliği nasıl sağlanıyor? “4- Saldırganların ellerindeki biber gazı vs. gibi saldırı araçları, saldırı hazırlığının önceden yapıldığına işaret etmiyor mu? Demek ki grubu yönlendiren, hazırlayan birileri var. Polis onları neden hâlâ yakalayamadı?” 61 Soner Yalçın’ın “Kızgın Tophaneliler Padişahı da korkuttu” başlıklı yazısında ise, sanat galerilerine yapılan saldırı, yüzyıllar önce Tophane’de kurulan rasathanenin yıldız kaymaları ve veba salgını gibi olaylarla ilişkilendirilerek yok edilmesiyle bağlantılandırılmıştır: “Yıl: 1580. Yer: İstanbul/Tophane. Halk, veba-deprem gibi felaketlerin nedeni olarak, Tophane’deki “bilim merkezi”ni gösterdi. Çünkü orada “meleklerin bacaklarına bakılıyor”du. 59 Eyüp Can Sağlık, “Aşağılık kompleksi ile üstünlük kompleksi arasında”, Hürriyet, 24 Eylül 2010 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15853566 , 1 Kasım 2010 60 Melisa Alphan, “İkonaları resmeden hatırlanır, kıran değil”, Hürriyet, 25 Eylül 2010 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15862816 , 2 Kasım 2010 61 Mehmet Y. Yılmaz, “Saldırının bir tanığı ve benim sorularım”, Hürriyet, 24 Eylül 2010, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15854184 , 2 Kasım 2010 23 Padişah halkın tepkisinden korktu. “Dar el-Rasad el-Cedid el-Sultani” yıkılıp dümdüz edildi. Bu olay kimi tarihçiye göre Osmanlı’nın duraklama dönemine girmesinin miladıydı. “Tophane’deki galerilere saldırılar beni nelere götürdü. Umarım, dünyanın sanat merkezlerinden biri olma yolunda emin ve hızlı adımlarla yol alan İstanbul’un karşısına “Meleklerin bacakları çiziliyor, gösteriliyor” gibi tuhaf engeller çıkarılmaz. “A. Einstein diyor ki: Dinsiz bilim topaldır, bilimsiz din ise kör.” 62 Posta Gazetesi’nden Mehmet Ali Birand ise şu yorumu yapmıştır: “Biri, Tophane’de içki içildiği gerekçesiyle basılan sanat galerileri, diğeri de Cemil İpekçi’ nin Mardin’deki defilesini iptal ettirebilmek için bir gurubun yaptıkları. Neresinden bakılırsa bakılsın, mahalle baskısının en tipik örnekleri. “Her iki olay da, AKP ile ilgisi yok ve bir kaç kişinin işgüzarlığından kaynaklanıyor, ancak burada önemli olan, iktidarın takınacağı tutumdur. “Valilerin açıklamaları önemli değil. Önemli olan, Devlet yetkililerinin gerekirse abartılı, hatta gösteriş dolu dahi olsa , tepki göstermeleridir.” 63 Milli Gazete’den M. Şevket Eygi, “Tophane Hadiseleri” başlığıyla yayınlanan yazısında şunları yazmaktadır: “Sokak ortasında gürültülü bir şekilde içki içenlerin iki çarşaflı kadınlara laf attığı iddia ediliyor. Böyle bir şey edepsizlik, vahşilik, saldırganlık, azgınlık, sosyal barışı dinamitlemek değil midir? “Madımak diye haykırıyorlar. Sivas olayları provakasyon neticesinde patlak vermemiş midir? Aziz Nesin ve hempaları, mel'un Salman Rüşdi'nin iğrenç kitabını gazetelerinde tefrika halinde yayınlamaya başlamışlar, dindar halkı kışkırtmak için her şeytanlığı yapmışlardı. “Hiçbir aklı başında vatandaş mahallesinin, sokağının, çevresinin meyhaneye dönüşmesini istemez.” 64 Sabah Gazetesi’nden Emre Aköz’ün “Güncel Sanatçının Tophane Yorumu” başlığıyla yazdığının tamamı aşağıdaki gibidir: “Sanatın çeşitli dalları var. Bunlardan biri, güncel sorunları konu ediniyor: Militarizmi (darbeler), kimlik kavgalarını (Kürt ve din sorunu), ideolojik çekişmeleri (Kemalizm), çevre sorunlarını, kapitalizmin hayatımıza etkisini (şirket köleleri) işliyorlar eserlerinde. “Ben "Güncel Sanat" yapan bu arkadaşların, geçenlerde Tophane'de meydana gelen saldırıya, hangi açıdan yaklaşacaklarını çok merak ediyorum. “Çünkü o olay hakkında iki temel yorum yapıldı: “1) Bazıları Tophane olayını "içkiye tahammülsüz dincilerin laiklere saldırısı" olarak yorumladı. (Bence saçma bir yorum, çünkü saldırganlar, akşamları bira-şarap ne bulursa içen, fırsat bulduğunda 'kuru'dan giden semt delikanlıları.) “2) Bazıları ise olayı, "farklı sermayeler üzerinde yükselen kültürlerin, kentsel değişim bağlamında çatışması" olarak yorumladı. (Doğru yorum bu ama anlatması kolay değil. Ayrıca bu yorum birçok kişinin işine gelmiyor.) 62 Soner Yalçın, “Kızgın Tophaneliler padişahı da korkuttu”, Hürriyet, 26 Eylül 2010, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15869323 , 2 Kasım 2010 63 Mehmet Ali Birand, “Bu tepkiler komplo değil, samimi kaygılardır.” Hürriyet, 25 Eylül 2010 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15862932 , 2 Kasım 2010 64 M. Şevket Eygi, “Tophane Hadiseleri”, Milli Gazete, 28 Eylül 2010, http://www.habervaktim.com/yazar/28093/tophane_hadiseleri.html , 30 Ekim 2010 24 “Gelelim kritik noktaya:25-28 Kasım tarihleri arasında, "Contemporary İstanbul" adlı çağdaş ve güncel sanat fuarının beşincisi gerçekleşecek. Buraya katılacak bir güncel sanatçının şöyle bir açmazı var: Tophane olayını "kaybedenlerin isyanı" olarak yorumlarsa, eserini satamaz. “Çünkü müşteri kitlesi ağırlıklı olarak Nişantaşı Kemalistlerinden oluşuyor. Ayrıca galeri sahipleri de o kitleyi hoşnut etmek zorunda, çünkü para orada... Yani eserini satmak istiyorsa, Tophane olayını, "içki içenlere saldırı" olarak göstermek durumunda... Öte yandan, gerçekçi açıdan bakarsa, büyük olasılıkla eseri elinde kalacak... “Bu durumda ne yapılabilir? Belki de üçüncü bir yol seçer sanatçımız: Tophane saldırısını değil, o olay karşısında çekişen iki farklı yorumcu tipini eserine yansıtır. “Not: Eski solcuların bazıları giderek Kemalistleşti. Bu durumu biraz anlıyorum da, "Marksist sınıf analizini" bir kenara bırakmalarını aklım hiç almıyor. “Mesela uzun yıllar olayları sınıfsal analiz yaparak incelemeye çalışmış bir entelektüelin, Tophane olayı hakkında yazarken, sanatın "şifalı elinden" söz etmesi... Saldırıyı sadece ve sadece "sanatın önemi" ve "suçluların bulunması" bağlamında değerlendirmesi...Olacak iş değil! “Nasıl bazı hukuk profesörlerinin, uzmanlıklarını siyasetin emrine vererek, hukuka ihanet etmesi, beni dehşete düşürüyorsa... “"Sınıf ve zümre" çıkarlarını göz ardı ederek, "Ama çağdaşlık çok önemli" diyen "entelleşmiş entelektüeller" de bende aynı etkiyi yaratıyor.” 65 Star Gazetesi yazarı Hidayet Şefkatli Tuksal ise, “Abartmadan! Önemsizleştirmeden” başlıklı yazısında şunu söylemiştir: “O halde bu tatsız olayı bir uyarı/fırsat kabul ederek, faturasını “artan” muhafazakarlığa çıkartacak kadar abartmadan ama asla sıradan bir sebebe indirgeyerek önemsizleştirmeden, üzerine eğilmemiz lazım.” 66 Star Gazetesi’nden Elif Çakır ise, “Tophane Vakası” başlığı altında, kentsel dönüşüm ile ilgili olan çelişkili noktalara dikkat çekmiştir: “Emlakçılarla yapılan röportajlardan da belli oluyor ki, son birkaç senede Tophane’de inanılmaz bir rant artışı var. Mülk fiyatları, kiraları beş on misli artmış. “Ancak şöyle garip bir tezat da var: Tamam, burada muhafazakar ailelerden kurulmuş bir mahalle var ve kendi hallerinde yaşıyorlar. Bunların bir kısmı da zamanında ucuza aldıkları bu yerlerde mülk sahibi olmuşlar. Nitekim ekranlara her gün çıkan, mezkur sanat galerisine dükkanını kiraya veren kirli sakallı beyefendi de bunlardan biri. “Tophane’nin rantının artması bir yandan hoşlarına gidiyor, sanat galerilerine, kültür merkezlerine falan kiralamakta hiçbir sakınca görmüyorlar. “Fakat öte yandan, semtlerine gelen bu iyi giyimli, varlıklı yeni sınıfın yaşam tarzını kabul etmekte de zorlanıyorlar. “Sonra da, kardeşim burada böyle davranamazsınız diye adamların tepesine çöküyorsun. “Bizim böyle bir mahallemiz var, şöyle bir hayat tarzımız var, bu gelenler nasıl birileridir, buraya kendileriyle birlikte ne getirecekler diye düşünmek yok. Sonuçta bu semtte sosyologlar oturmuyor ki, “ey ahali, semtimizdeki evleri dükkanları bu adamlara 65 Emre Aköz, “Güncel sanatçının Tophane yorumu”, Sabah, 3 Ekim 2010, http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/akoz/2010/10/03/guncel_sanatcinin_tophane_yorumu , 6 Nisan 2011 66 Hidayet Şefkatli Tuksal, “Abartmadan Önemsizleştirmeden”, Star, http://www.stargazete.com/gazete/yazar/hidayet-sefkatli-tuksal/abartmadan-onemsizlestirmedenhaber-296708.htm, 6 Nisan 2011 25 kiralıyorsunuz ama, onlar buraya farklı bir hayat tarzı getirecekler” diyerek onları uyarsın, eğitsin. “Hülasa, belli bir hayat tarzınız ve bunun getirdiği belli bir “duruşunuz” varsa, mülklerinizi satarken ve kiraya verirken, mahallenize neler getireceklerini de hesaba katmak zorundasınız.” 67 Akşam Gazetesi’nden Oray Eğin’in yorumu ise şöyledir: “Şikâyet ettikleri bir nokta da insanların “atletle” cama çıkmasıymış. Kapılarının önünce çizgili pijama ve terlikle oturan Tophane’nin yerellerinin artık nelerden rahatsız olduğuna bakar mısınız? ““Biz sizin içki içmenize karışmıyoruz” maskesi altında kırmızı sokaklarla Türkiye’yi çevreleyen zihniyet şimdi insanları dört duvarın içine hapsediyor. “İçki içecekseniz evinizde için” diyor, “Sevgilinizle sokaklarda el ele dolaşmayın” diye uyarıyorlar. Tarihi binaların, mimarinin hakim olduğu semtler dönüşmesin, modernleşmesin, gecekondu olarak kalsın, getto hayatı devam etsin istiyorlar. “Yakında evlerin içine de karışacaklar. “… Peki Tophane’nin yağız delikanlıları, kendilerini ahlak bekçisi ilan edenler, hukuk-düzen tanımadan bu semtte kendi yaşam kurallarını uygulanması için baskı yapanlar bu gücü nereden alıyor? “Mikrofaşizmin bu yansımaları aniden kendi kendilerine mi gaza geldiler? Bunca sene olaysız, multi-kültürel bir yaşamın sürdüğü Tophane’de neden şimdi olaylar çıkmaya başladı? “Çünkü şimdi harekete geçecekleri ortam doğdu. Şimdi güç buldular. Şimdi arkalarını sağlamlaştırdılar. “Hasan Cemal’den güç alıyorlar. “Lale Mansur’dan, Zeynep Tanbay’dan, Halil Ergün’den, Cengiz Çandar’dan, Sezen Aksu’dan...” 68 Star Gazetesi’nden Esra Elönü “Tophane’yi muhafazkarların cephanesi mi sandın Oray?” başlıklı yazısında Oray Eğin’i Tophane üzerine yazdıklarına cevap niteliğindedir: “...köşede kemirilecek konu, kenarda sömürülecek sırt genişliği bulunmadığı sürece üzerine çöreklenip ümüğü sıkılan, bayat terminolojiyle gündemde ufalanan en kuluçka manşet: Mahalle baskısı! “Pembe takımın üzerine leopar bir kafa içeriğiyle gelen ve ne zaman daha üst, daha elit bir yaşam şekli konu edilse muhafazakarların bundan rahatsız olacağı yanılgısına yapışan ve ordan da ‘siz zaten böylesinizci’ gruba dahil olan aydınların şakşakıyla ter atan, bıyık altındaki yapay boşluğa sanatla dolgu yapan, yani anlayacağınız ‘baskın basanındır’ curcunasına sosyolojik dağılımı aristokrat kasılmaları, dengeleri de bahane eden sürekli bu alt yapıyı İslami sound’a bağlayan işporta yazarlarından bahsediyorum.” 69 67 Elif Çakır, “Tophane vakası”, Star, http://www.stargazete.com/gazete/yazar/elif-cakir/tophanevakasi-haber-296946.htm , 22 Ekim 2010 68 Oray Eğin, “Tophane Baskının Hasan Cemal’le ne ilgisi var? ”, Akşam, 23 Eylül 2010 http://aksam.medyator.com/2010/10/06/yazar/18862/oray_egin/tophane_baskininin_hasan_cemal_le_ ne_ilgisi_var.html , 6 Nisan 2011 69 Esra Elönü, “Tophane’yi muhafazakarların cephaneliği mi sandın Oray?”, Star, 3 Ekim 2010 http://www.stargazete.com/pazar/yazar/esra-elonu/tophane-yi-muhafazakarlarin-cephaneligi-misandin-oray-haber-298896.htm , 22 Ekim 2010 26 Star Gazetesi’nde Alin Taşçıyan ise, “Tophane’de 6-7 Eylül Kalıntısı” başlıklı yazısında, Beyoğlu ilçesinin tarihini, çok da ucu Osmanlı İmparatorluğu’na kadar uzanmadan yorumlamaktadır: “Beyoğlu’nda 1991 yılında ortaya çıkan dayak mangalarını hatırlayalım. Hoşlarına gitmeyenleri, Kürtleri, Çingeneleri, travestileri döve döve kovan kendilerince mutena ve nezih hale getiren bir sermaye devreye girmişti. O dönem Beyoğlu Güzelleştirme Derneği’nin Emniyet ile el ele verip Beyoğlu’nu “temizlemesine” alkış tutanlar olmuştu! Cihangir şimdiki gibi dizi yıldızlarının gözdesi olduysa, Nevizade Sokağı ortaya çıktıysa, Galata Tünel ve Kuledibi’nde emlak piyasası tavan yaptıysa, Meşrutiyet Caddesi, Asmalımescit, Sofyalı Sokak ve civarı turizm ve eğlence merkezi olduysa bunda dayak mangalarının büyük payı vardır ne yazık ki... “Peki neden Beyoğlu’nun soylulaştırılması / mutenalaştırılması gündemde? Yüzyıllardır İstanbul’un kültür ve sanat merkezi değil miydi? Tiyatrolar, operalar, sinemalar, restoranlar, pastaneler, kulüpler, şık dükkanlar ve İtalyan mimarların imzasını taşıyan geniş apartmanlarla son derece mutena bir semt olan Pera değil miydi orası? Cadde-i Kebir geçmez miydi ortasından? Şapka takmadan çıkılmayan, el örgüsü bir şey giyilmeyen Beyoğlu değil miydi? “Kim kimi ne zaman nereden nereye kovdu da bir zamanların kozmopolit kültür vahası sanat galerilerinden “rahatsız” olan bir toplumun “memleketi” oldu? “Cevabını hepimiz biliyoruz: Mübadele, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül yağması, 1964 sürgünü, Tarlabaşı yıkımı, Doğu’daki işsizlik, terör ve köy boşaltmalar... Şimdi bunca trajedinin üstüne karşılıklı rol kesmeye gerek yok. Amaç belli, yöntem belli... 6-7 Eylül kalıntısı bir eylem bu...” 70 Aksiyon Dergisi’ndeki Esin Kaya, “Tophane’nin burjuvaziyle imtihanı” başlıklı yazısında, Tophane’de yaşananlar üzerinden yapılacak tartışmada bir adım ilerleme ihtimalini sunan kaynaklara atıfta bulunmaktadır: “Sorbonne Üniversitesi’nden Başak Gürsoy, Paris’te şehrin içindeki yoksul ve göçmen mahallelerin orta sınıfın akınına uğradığını söylüyor. Bu yeni mahalle sakini klasik burjuvazinin konformizmine alayla bakıyor fakat kendi dünyasını kurmaktan geri durmuyor. Eski fabrikalar, tamirhaneler sanat atölyelerine dönüşüyor, depolar birer birer bu yeni sınıfın oturacağı mekânlar haline geliyor. “Bu yeni nesil bohemlere David Brooks “Cenette Bobo (Bobo in Paradise: The New Upper Class and How They Got There) isimli kitabında “bourgeois-bohème” kelimelerinin birleşiminden doğan ‘bobo’ adını koyuyor. Başak Gürsoy, şehrin fakir ve farklı etnik kökenli mahallelerine yerleşen, sola oy veren bu yeni burjuvazinin, kendilerini mahallenin eski sakinlerine yakın hissettiklerini belirtseler de onlarla ortak yaşam alanlarını paylaşmadıkları kanaatinde. Herkesin kendi köşesinde yaşadığı bu dünya, en sonunda fakir ve eğitimsiz olanın şehrin dışına gitmek zorunda kaldığı bir yere dönüyor.” 71 Bir+Bir Dergisi’nde söyleşisi yayınlanan Şaban Dayanan, Tophane ile ilgili merak edilenleri aktarmaktadır: 70 Alin Taşçıyan, “Tophane’de 6-7 Eylül Kalıntısı”, Star, 28 Eylül 2010 http://www.stargazete.com/gazete/yazar/alin-tasciyan/tophane-de-6-7-eylul-kalintisi-haber297634.htm , 22 Ekim 2010 71 Esin Kaya,”Tophane’nin burjuvaziyle imtihanı”, Aksiyon, 27 Eylül 2010 http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/newsDetail_getNewsById.action?newsId=27707 , 11 Kasım 2010 27 “Tophane’nin sosyal yapısı nasıl? “Şaban Dayanan: Çoğunluk Arap, Kürt ve Roman. Mal sahipleri büyük çoğunlukla Siirtli Arap. Romanların hemen hepsi kiracı. Evlerini buralar değerlenmeden önce elden çıkarmışlar. Büyük bölümü işsiz ya da sigortasız işlerde çalışıyor. Buradaki pek çok lokanta, dükkân, mülk ve işletme Arapların elinde. “Galerilere saldıranlar kimdi? “Burada yaşamını sürdüren, işi gücü olanlar. Öyle itilmiş kakılmış insanlar değiller. O tarz bir profil çizmek gerçekçi olmaz. Kendi içlerinde bir örgütlenmeye sahipler. Yerel derneklerin ciddi bir gücü var. Mahallede oluşturulmuş bir erk var, bunun sarsılmasından rahatsız oluyorlar. Bazı kişilere “reis” ya da “başkan” diye hitap ettiklerine bizzat tanık oldum. Saldırıya katılanların mahallede yaşayan Romanlar ya da işsizler olduğunu düşünmüyorum. Yoksulların tepkisi gibi görmek de biraz romantizme kaçıyor. Burada bir iktidar alanının daralması ve bundan duyulan rahatsızlık var. Galerilerin, sanat çevrelerinin demografik yapıyı değiştirmesinden rahatsızlar. Rahatsızlıkları zaman zaman sözel şiddet olarak yansıyordu, ama fizikî şiddete evrileceğine ihtimal vermemiştik. “Zamanla birbirimize alışırız” diye düşünüyorduk. Durumu hafife almışız; ne kadar kolay şiddete başvurabileceklerini gördük. Bu da, mahallelinin derdi neyse bir an önce konuşmamız gerektiğini gösteriyor. “Saldırganlar için “mahalleli” diyebilir miyiz? Sıradan bir bakkal, terzi de işin içinde mi? “Mahalleli masumane bir kavram kalıyor, ama buralılar. IMF gösterilerinde eylemci çocuklara saldıranları sayayım: Lokantacı, eczacı kalfası, berber, çaycı, pastaneci... Ayrıca, kullandıkları aletler özel hazırlanmış sopalar, demir çubuklar, sandalyeler, masalar... Bu da şunu gösteriyor: Burada kendinde bazı şeylere müdahale etme hakkını bulan, kendi kurallarını koyan bir güç var. Bu gücü polisin kendilerine karşı aşırı yumuşaklığından alıyorlar. Birisiyle tartıştığınızda, “buraya polis gelmez!”, “burada Allah biziz!”, “Tophane merkez, akıllı olsun herkes!” diyerek başlıyor konuşmaya. Polise gitmeyi düşünmüyorsun bile, biliyorsun ki gelse bir şey yapmayacak. Polis de memnun, onlara pek iş düşmüyor. Burada polisin tur attığını haftada bir ya da iki anca görürsün. Oysa suç oranı yüksek burada. Son derece karmaşık, derneklerin egemenliğinde yürüyen bir semt. “Örgütlenmenin bir dergâh ya da tarikat etrafında olduğu söyleniyor... “Evet, ama saldırılarla ilişkileri olduğunu söylemek için elimizde kanıt yok. Bu saldırı bir arkadaş grubunun yapacağı bir iş değil, “Tophane delikanlılığı” ile açıklanamaz. Ta mahallenin iç kısmında oturan adam gelmiş, burada içki içilmesinden rahatsız olduğunu söylüyor. “Mahalle halkının geri kalanının bu toplulukla ilişkisi nasıl? “Memnun değiller, ama özellikle Romanların güçlüye karşı ses çıkarmamak gibi bir kültürleri var. Birebir sohbet ettiğinizde birçok şey anlatıyorlar. Bunları birisi kâğıda dökmeye başladığında reddedeceklerini çok iyi biliyorum. Ses çıkartamamalarına hak verebiliyorum. Belki biz yarın gideceğiz, ama onlar kalacak. Zamanında, içki satan yerlerin molotoflandığı anlatılıyor. Ama esrarı, alkolü içen yine içiyor tabii.” 72 Bir+Bir Dergisi’nin 7. sayısında, Ayşe Çavdar mahalle sakinin gözüyle “Tophane’de ne oldu?” sorusuna cevap arayarak olan biteni aktarmaya çalışmıştır: “Tophane’ye 2008 sonunda, Kuzguncuk’taki evin kirasını ödeyemeyeceğimi anlayınca taşındım. “…Beyoğlu’na yakın, ulaşım sorunu yok, evler çok iyi durumda olmayabilir ama bu, az kazanan entelektüel işgücü için kiraların karşılanabilir olmasını sağlayan bir avantaj. Dolayısıyla, Tophane her an sosyalleşmeye ihtiyaç duyan, ama çok da parası olmayan bir kesim için çekim merkezi. “…Mevzu düğünse alkolün yeri ayrı. Erkek tarafının lideri eline en büyüğünden bir şişe Yeni Rakı alıyor. Şişe herkes görebilsin diye yukarı kaldırılıyor. Kız mahalleden, bu grubun eşliğinde çıkartılıyor. Düğünler geçen yıl sabaha kadar sürerdi. Kimse şikâyet etmezdi. Ama bu yaz düğünler polis sirenleriyle bitti. Birileri gece yarısından sonra bu türden “gürültü” 72 “Şaban Dayanan: Romantizme Kaçmayalım”, Bir+Bir, Sayı 7 (Ekim 2010), s.15. 28 kaynaklarını şikâyet edebileceğini, polisin gereken önlemi alacağını öğrenmişti. Ya da mahalleye bunları zaten bilen birileri gelmişti. “…Geçen yıldan bu yana, benim gibi kendisini hayat tarzı seçimleriyle tanımlayanlar daha görünür oldular. Öncesinde de aslen Tophaneli olmayan Tophaneliler vardı, ama nüfustaki ağırlık geçen yıldan bu yana ciddi biçimde değişti. DiaSA’nın işleri artarken, birkaç bakkal dükkânının kapanması, bakkallardan birinin yerine şık bir emlak ofisinin açılması, diğerleriyle birlikte bu ofisin de kiralıktan çok satılık ilanlarıyla vitrinini süslemesi bariz işaretlerdi. Yeni gelenler arasında yerli entelektüellerin yanı sıra yabancılar da vardı, öğrenciler, mimarlar, hatta uluslararası aktivistler ve gazeteciler... “…Karabaş Camii’nin işlevi çok önemli bu örüntüde. Cami, Kadirîler Yokuşu’ndaki Kadirî Tekkesi’nin bir uzantısı gibi. Kadirîler Yokuşu’nda da mülk sahiplerinin büyük bir bölümü Siirtli. “Ancak onlar Cihangir’in “nezihleşmesi” sürecinden kısmen paylarını aldıkları için kendilerini Tophane’den ayırmış durumdalar. Tekke’de düzenlenen zikirli sohbetlere katılanlar arasında mühendislerden, şirket sahiplerine orta sınıfın üstüne tırmanmış eski Cihangirliler kadar Cihangirli olmayan ihvanları da görmek mümkün. “…Çünkü Siirtli ihvanların cenazeleri, nerede vefat etmiş olurlarsa olsunlar, buradan kaldırılıyordu. Siirtliler Derneği’nin de mahallede “düzeni sağlayan” bir işlevi vardı. Dolayısıyla, Siirtlilik, Karabaş Camii ve Kadirîlik birbirini tamamlayarak “Tophane Cemaati”ni oluşturuyordu. Tophane’nin Cihangirleşmesi ya da Galatalaşması bu cemaatin artık var olmaması anlamına gelecek. “…Bu yıl Ramazan davulu çok tartışıldı. Yukarıdan bira şişesi fırlatıldı davulcuya. Belediyeye ve polise şikâyetler gitti. Ramazan davulu sadece sahura kalkmakla alâkalı değildi oysa. Gençlerin gürültü yapma özgürlüğüydü. “…Tophane’deki değişime tepki geçen yılki Bienal’de şekillenmeye başladı. Bienal’in teması “İnsan neyle yaşar?” dı. Tophanelilerin, özellikle esnafın bu soruya “İnsan sanatla yaşar” cevabını vermediği açıktı. Sabah çayımı parkta içerken sürekli “mahalleye kim giriyor, kim çıkıyor belli değil” sitemini duyuyordum. “…bir sabah iki amcanın konuşmasına kulak misafiri oldum. “Başlayacam sanat mıymış, manat mıymış, dünyanın ibnesi Tophane’ye doldu.” Güldüm, ama gülünecek hal değildi. Bu kabalığı Tophane tek başına üretmemişti. “…Özellikle son yıllarda bazı medya kuruluşlarının bilinçli olarak gündeme getirdikleri ‘mahalle baskısı’ kavramının arkasına sığınarak, bundan cesaret alan birileri semtte yaşayan ailelerin sosyal yapısını, kültürünü, saygınlığını, gelenek ve göreneklerini resmen taciz ediyorlar. “…Ama ne Non ve Extramücadele kendisini ifade edebildi ne de Tophaneli tam olarak neye bozulduğunu anlatabildi. Belki de sorun her iki tarafın da kendisini sunma biçimiydi.Tophane Artwalk rotasının aktörleri, kendilerini Nişantaşı galerilerinden sadece konum, yani Tophane aracılığıyla ayırdedebilmişti çünkü. Karşılıklı dilsizliğin Tophane’yi alternatif bir mekân olmaktan çıkartmakta olduğu pek fark edilemedi. “…Mesele tam da AKP tarafından üretilen kentsel çelişkilerin ana eksenlerinin iyi çözümlenememesi. AKP için ise Tophane, onu nasıl bir belânın beklediğinin habercisi. Çünkü, bir taraftan “dindarlığıyla” galerilere saldıranların –saldırı dinî motivasyonlarla meşrulaştırılıyor– yanında, diğer taraftan, soylulaştırma ve kentsel dönüşüm politikalarıyla, mahallelinin “bizi buradan çıkarıyorlar” diye işaret ettiklerinin arkasında. Ve her iki anlamda da vakanın sorumluluğunu almak durumunda.” 73 Taraf gazetesinde 29.09.2010 tarihinde Sezayi Erken’in hazırladığı haberde alternatif sanat mekanlarından Tütün Depo’sunda çalışan Asena Günal’ın belirttikleri dikkat çekicidir: “Biz de binanın girişine açılışların dışarıdan görünmesini engelleyen paravan koyduk, onları bir şekilde muhatap aldığımızı göstermiş olduk. 73 Ayşe Çavdar, “Tophane’de ne oldu?”, Bir+Bir, Sayı 7 (Ekim 2010), s.16-17. 29 “…Saldırının sergilerin içeriğiyle bir ilgisi olduğunu düşünmüyorum, onlar için önemli olan mahallede içki içiliyor olması, ya da daha doğrusu bizim temsil ettiğimiz şeye sinir oluyor olmaları, sınıfsal ve kültürel farklılıklar...” 74 Asena Günal, Bir+Bir Dergisi’ne, Tophane ile ilgili olarak verdiği söyleşide, Tütün Deposu’nun mutenalaşmanın bir parçası olarak açılmadığını ve “kendini dışlanmış, ötekileştirilmiş hisseden insanlar için bir alan” 75 olduğunu ifade ederek, sorulara, aşağıdaki yanıtları vermiştir: “Mahalleliyle, mahallenin yoksul halkıyla nasıl bir ilişki kurdunuz? Onlara yönelik işler sergilediniz mi? “İşin o kısmına yeterince vakit ayırmadık, ama o kanalların ne kadar açık olduğu ve bizlerin o kanalları ne kadar zorlayabileceği üzerine düşünmek gerek. Mahalleyle birlikte iş yapmak bizim de istediğimiz bir şey, ama bunun için gerçekten bu işten anlayan insanlara ihtiyaç var. “Saldırı oldu, hadi hemen çocuklarla atölyeler yapalım” dememek lâzım. Bu işleri gerçekten bilen insanlarla uzun soluklu düşünmek lâzım. Mahalleliyle ilişki kurmak, o mekânda beraber bir şeyler yapmak sabırlı olmayı gerektiren bir süreç. “Sergi yaparken civardaki ustalarla çalışırız. Demirciyle, marangozla, folyocuyla... Bir şey taşınacaksa, iş bekleyen Romanlar gelir. Mahalledeki insanlarla birlikte iş yapmak gibi bir kaygımız var. Galeriler de dışlayıcı pratikler içerisinde değil. Onlar da civar esnafa birlikte çalışıyor, ama hiçbirimiz, planlı programlı, mahalleliyi de katan işler yapmadık. Galerilerin illâ böyle bir şey yapması gerekir mi, emin değilim. “Saldırıdan sonra semtteki mutenalaştırmaya sıklıkla değinildi. Mutenalaştırmanın bir parçası olmadan burada bulunmak mümkün mü, bunun yollarını arıyor musunuz? “Galerilerin buraya gelmesi başlı başına mutenalaştırmanın bir parçasıdır. “Biz de bunun mağduruyuz” dendi ama, bizatihi varlıkları –bizim de varlığımız tabii– mutenalaştırmanın hem sonucu hem de nedenidir. Tamam, buralar kameralı, güvenlikli, yüksek duvarlı mekânlar değil, gelenler seçilerek içeri alınmazlar, ama içerde yapılan iş, orta üst sınıfa hitap ettiği için varlığınız mutenalaştırmanın bir parçasıdır. Oraya ucuz olduğu için gidiyorsun, ama sen orada olduğun için fiyatlar artıyor. İstediğin kadar eşitsizliğe sağlam eleştiriler yönelten işler sergile. “Gerçi bu eleştiriyi yaparken şöyle bir hataya düşülüyor, ondan da rahatsızım: Sanki kapitalizmin sorumlusu, asal taşıyıcısı galeriler. Tamam, saldıranlar aynı zamanda bir sınıf kiniyle saldırıyor, ama o kinin sorumlusu neden galeriler olsun? Mesela kentsel dönüşümü, insanların hayatı üzerinde yaratacağı sonuçları gözetmeden vahşice uygulayan AKP hükümetine, Beyoğlu ve büyükşehir belediyelerine, inşaat/restorasyon firmalarına baksınlar. Burada sadece bu dönüşüm üzerinden açıklayamayacağımız bir tahammülsüzlük var. Tehdit ettikleri sadece bizler değiliz, bir korku hâkim ortalıkta. Uyuşturucu kullanan bir Romanın kemiklerinin kırıldığı hikâyesi dolanıyor. Şimdi de hostellere taktılar, “geyler gözümüzün önünde yiyişecek, biz de duracağız, öyle mi?” diye efeleniyorlar. “Bu iki şeyi birbirine karıştırmamak lâzım: Tamam, kapitalizme, sınıf farklarına itiraz edelim, ama mevcut tahammülsüzlüğün ayrımcılık, cinsiyetçilik ve homofobiden beslendiğini de atlamayalım. “Doğrudan bize saldıran erkek kalabalığına hitap edip onlarla iş yapmamız mümkün değil. Konuşamıyorum ki onlarla, kadın olduğum için yüzüme bile bakmıyorlar. Onların çocuklarını, onlara abi diyen gençleri birşekilde buraya getirebilirsek, dönüşüm oradan başlar. “Bir gün Beyoğlu belediye başkanı geldi, Tophane ve Tarlabaşı hakkında konuşurken, kiraların artışından, yeni binalardan, toprağın değerlenişinden, kısacası rantın yükselişinden ne kadar memnun olduğunu anlattı. Tarlabaşı’ndaki insanların zorunlu göçle geldiklerinden, yoksulluklarından, ortada kalacaklarından söz ettiğimizde “onlar işgalci” deyip işin içinden çıktı. Bu zihniyetle hep beraber mücadele etmek lâzım. 74 Sezayi Erken, “Ben değil, siz yaptınız”,Taraf, 23 Eylül 2010 http://www.taraf.com.tr/haber/bendegil-siz-yaptiniz.htm , 1 Kasım 2010 75 “Asena Günal: Fark Yaraları”, Bir+Bir, Sayı 7 (Ekim 2010), s.14. 30 “Başıbüyük de dindar bir mahalle, ama yıkımlar söz konusu olduğu andan itibaren ciddi bir muhalefet oluştu… “Burada TOKi ya da yıkım aracı olmadığı için süreç daha derinden ilerliyor. Harap haldeki binalar, birileri tarafından, onları şaşırtan fiyatlara alınıyor, elden geçirilip çok daha yüksek fiyatlara satılıyor ya da kiraya veriliyor. Belki Tarlabaşı ya da Sulukule gibi devlet eliyle giden, sistematik bir şey olmadığı için de muhalefet oluşmuyor. “O mahallelerde dönüşümün sembolü TOKi iken, buradaki sembol galeriler… “Evet ama, galeriler bunun tek başına taşıyıcısı ya da uygulayıcısı değil. O bakışta atlanmaması gereken şey, sınıfsal ve kültürel fark. Sınıf ve kültür ayrışmasının insanları kinlendirdiği açık, ne de olsa “bizi bu fark yaraları öldürür”. Buradaki tepkide, “sen mahalleme gelip kibirli kibirli sanat yapıyorsun, beni iplemiyorsun, al o zaman!” mesajı var. “Böyle bir kibir gerçekten var mı? “Kibir meselesi sübjektif bir şey. Bilinç düzeyinde mahalleliye karşı kibirli davranmadığımı düşünürüm ama o, uğraştığın iş, eğitimli oluşun, üstün başın, yani sınıfsal habitüsünle ona karşı kibirli olduğunu düşünür. Sen ne kadar o farkı mutlaklaştırmak istemesen de, o fark orada asılı durur. Benim de açıkçası sınıf kiniyle, servet düşmanlığıyla bir derdim yok; derdim, bunun faşizan bir vadiye akmasında. Bütün bu analizler, eşitsizliklere dair tespitler, galerilere yöneltilen eleştiriler, yapılanların barbarlık ve Vandalizm olduğunu atlamamıza sebep oluyor. “Herkes biliyor kimin saldırdığını. “Bilmem ne abi, bilmem kimden emir alan abi” diye konuşuluyor burada. Polis-mahalleli işbirliği içerisinde, olayın soğumasını bekliyorlar. “Bu memlekette linç vakaları da hep “halkımızın hassasiyeti” adı altında mazur gösterildi, kimse cezalandırılmadı. Yine aynısı olacak. “Saldırı sırasında polisin geç geldiği, geldikten sonra müdahale etmediği, saldırganların kaçmasına göz yumduğu söyleniyor... “Polis geldiğinde orada değildim, kaçmıştım. “Daha acısı, arkadaşlarımız polise kendilerini dövenleri göstermişler ve bunun üzerine polisin gözü önünde dayak yemişler.” 76 Radikal Gazetesi’nin 7 Mart 2011 tarihli Kemal Yılmaz imzalı haberinde, Tophane’deki bazı galerilerin mahalleden ayrılacağı belirtilmiştir: “Tophane’de devran dönüyor. Bu civara taşınıp öncülük eden iki galeri taşınıyor. Outlet ve Pi Artworks’ten söz ediyorum. Outlet, belli bir sanatçı grubunun galerisi olarak ilk yerini Tophane’de açmıştı ve neredeyse bu semtle özdeşleşmişti. Ama altı ay önceki galeri baskınından sonra da süren mahallelinin örtülü baskılarından iyice yılmışlar. İyi ki yılmışlar, çünkü duyduğuma göre o yılgınlıkla kendilerine Sıraselviler üzerinde şahane bir yer almışlar. Cumartesi sona eren İrem Tok, Outlet’in Tophane’deki son sergisi oldu. Şimdi sürpriz mekanın açılışını bekliyoruz... “Pi Artworks ise yıllarca Ortaköy’de bir ‘sanat apartmanı’ olarak çalıştıktan sonra Tophane’ye gelmişti. Biri caddede, biri arka sokakta iki mekanı vardı. Şimdi şık ve yüksek sanat mekanı Mısır Apartmanı’na taşınıyor. Caddedeki vitrinli mekan duracakmış ama arka sokaktaki tuhaf mekan kapanıyormuş. Sanıyorum, bundan sonra Pi Artworks’ün esas merkezi de Mısır Apartmanı olacaktır. Yani Mısır Apartmanı ve Sıraselviler için iyi, Tophane için kötü haberler...” 77 Yine Radikal Gazetesi’nden Cem Erciyes’in Outlet’in kapanması ile ilgili olarak yazdığı yazı, sürece dair bir fikir vermektedir: 76 A.g.e., s.14-15. 77 Kemal Yılmaz, “Tophane’de devran dönüyor”, Radikal, 7 Mart 2011, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1042101&Yazar=KEMAL %20YILMAZ&Date=06.04.2011&CategoryID=41 , 6 Nisan 2011 31 “Tophane’deki Outlet galerinin vitrininde şimdi ‘Kiralık’ yazıyor. Civardaki genç galerilerilerin öncüsü olan Outlet kapandı mı? Evet, kapandı. “2008 yılında burada açılan Outlet’in adı, zaten her şeyi anlatıyordu. Tıpkı temsil ettiği ve edeceği sanatçılar gibi biraz ironik, biraz kendinden emin. Yurtdışında kendini kanıtlamış sanatçıları, biraz da içeride göstermek, mümkünse piyasayla tanıştırmak, galerisi olmayan sanatçıları vitrinine taşımak gibi bir işi üstlendi. “Outlet, Tophane’ye taşınan ilk galeriydi, ardından başkaları da geldi ve burada ‘genç kadınların yönettiği’, alternatif sanatçıların yer aldığı bir galeriler bölgesi oluştu. Bir gün, Tophaneli bıçkınlar bu galerileri basınca, herkes onların varlığından haberdar oldu ki, bu ayrı ve acıklı bir hikayedir, geçelim. “Outlet için yazının başında ‘kapandı’ dedim; aslında bu bir kapanma değil, ‘yenilenme’. Galeri, dükkan sahibinin çıkarttığı sorunlardan uzaklaşmak isterken, her şeyi yenilediği bir başka sürece girmiş. Şimdi Tophane’den uçuyorlar. Sıraselviler Caddesi’nde kendilerine ait yeni mekanlarında yeni bir isimle çalışmaya koyulacaklar. Daha büyük boyutlu işler, daha kalabalık sergiler, daha iddialı organizasyonlara hazırlanıyorlar.” 78 *** Tophane’de yaşananlara dair aktarılanlar, gündeme düşen bir olayın nasıl tanımlanıp, yorumlandığına dair fikir vermektedir. Kamuoyundaki tartışmalar, kısır döngü içindeki iktidar dilinin dışına çıkamamaktadır. Konu ve olay farketmeksizin yorumlara bakıldığında, kapitalist ekonomik sistemin bir ayağı olarak medyanın, iktidar ile olan bağları görülebilir. Bu bağların toplumu nasıl şekillendirdiğini ve ne tür gerilimlere sebep olduğu incelenebilir. Ajansların geçtiği haberler, devlet memurlarından ve hükümet yetkililerinden aktardıkları, yaşananların resmi dilden çerçevesini çizmiştir. 12 Eylül 2010 Referandumu’nun ardından bu olayların yaşanması, Türkiye’deki yaşam alışkanlıkları ile ilgili kaygıları olan kendilerini “Laik” olarak tanımlayan kesimin, Tophane’de sanata karşı bir suç işlendiğini, yaşananların dolaylı sebebinin muhafazakarlaşma olduğunu vurgulamaktadır. Muhafazakarlaşma söyleminin gerilimi açıklamaya çalışırken çelişkiler barındırdığı söylenebilir. Yaşanan gerilimi laik-muhafazakar kutuplaşması olarak yorumlamak, referandum sürecinin ardından yeni söylemler üretilememesinden kaynaklandığını söylemek mümkündür. Bu 78 Cem Erciyes, “Outlet nereye uçuyor?”, Radikal, 14 Mayıs 2011 http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1049204&Yazar=CEM%2 0ERC%DDYES&Date=15.05.2011&CategoryID=41, 25 Mayıs 2011 32 tartışmanın hemen ardından kentsel dönüşüm ve soylulaştırma kavramlarıyla açıklanmaya çalışılan tezler ortaya atılmıştır. Kemalist modernleşmeye atıfla yapılan eleştiriler de, mahalle baskısı tartışmalarına karşı ortaya atılan “mahalleye baskı” söylemi de, “post-modern” söylemi sağlamlaştırmaktan öteye gitmeyip iktidarın dilini yeniden üretmesini sağlamaktadır. Akademik çevreler konuya mesafeli yaklaşırken, kullandıkları dille kendilerini farklılaştırmaktadırlar. Kavramlar üzerinde durulup tanımlar yapılırken, çeşitli evrensel örneklere dikkat çekilmektedir. Her toplumsal kesimin akademik uzantıları mevcuttur. Aileden devralınan bir kültürel sermaye de buna eşlik edebilir. Sanat çevresinde de bu tür akademik çevreyle hem iç içe hem karşılıklı bir toplumsal yapı söz konusudur. Son yıllarda gündemde öne çıkan “disiplinler arası” çalışmalar da bunun zemini oluşturmaktadır. Tartışmaların konusu sanat olduğundan, medyanın kültür sanat ekibi gündeme yorum getirirken, onları magazin muhabirleri de takip etmektedir. Sanata finans piyasasına benzer bir terminolojinin adapte edilmeye çalışıldığı gözden kaçmamaktadır: sergilenenlerden “iş” olarak bahsedilmesi, “proje” ile yapılan profesyonellik vurgusu bunun basit örneklerinden olabilir. Bazı sanat çevrelerinin kar amacı gütmediği iddia edilse de, statü talepleri ve iş dünyasıyla reddediş biçimiyle bir ilişki kurduğu açıktır. Bu şekilde hem sanat kendine has bir alana sahipmiş gibi görünmekte, hem de bir arka bahçe yaratarak iş dünyasına nefes aldırmaktadır. Bu açıdan olumlu olarak ele alan yorumlar da mevcuttur ancak mesele bu işlevin, bir direniş bir muhalefet iddiasıyla yapılıyor olmasıdır. Muhalefetini de kendisi yaratan iktidar, aldığınız nefese kadar sizi kontrol etmektedir. Kendisini liberal olarak tanımlayan ve hükümete görece yakın gazetecilerin konuya yaklaşımları yer yer birbirinden farklı olsa da, iktidar söyleminin ardından, bu yazar okunduğunda, ne tür bir meşrulaştırma çabası içerisinde oldukları anlaşılabilir. Bu kesimin yazılarının incelikle okunması Tophane olayı üzerinden, sanat dünyası, ekonomi ve siyaset dünyasıyla ne tür ilişkileri olduğunu deşifre edebilir. Örnek olarak rant alanlarının oluşumu ve kentsel dönüşümün dinamiği anlatılırken objektif bir tutumla tanımlama yapılıyor gibi görünse de, cümlenin kuruluş biçimi bile 33 kapitalistleşmenin kaçınılmaz olduğunu vurgularken ve toplumsal farklılıkların hükmedeninin eylemini normalleştirmektedir. Marksizm ile dirsek temasında olanların, en azından entelektüel birikimini bu alandan sağlayanların yorumları kendi içerisinde diğer pek çok perspektiften gelen yorumda olduğu gibi çelişkiler barındırsa da, tahlil yoğunluğunu eleştirebilecek yazılara da rastlamak mümkün. Bu alternatif medya alanında Tophane’de sanat piyasasının aktörlerin yorumlarına da rastlamamız mümkündür. İslami yönelimi olan medyanın bir kısmı hükümete toz kondurmayacak biçimde bir savunmaya girişirken, bir kısmı da kendi ahlak anlayışına göre Tophane’de icra edilenin hiçbir şekilde sanat olarak tanımlanamayacağını ahlaksızlıktan öteye gitmediğini savunmaktadır. Köşe yazarları arasından hangi kesime dahil olursa olsun, konunun derinliğine inmeye çalışan kişi sayısı oldukça azdır. Üzerinde söz söylemiş olmak adına, bireysel tanışıklıkların anlatıldığı, Tophane ile ilgili anekdotlara yer verilen köşe yazılarından, televizyonlarda tartışma programlarına, yaşanan olayın ardından sıkça rastlanmış ve fakat bu olay, yerini, başka bir saliselik şok etkisi yaratan gündem maddesine hızlıca bırakmıştır. Alıntıların tasnif edilmesi, ve kesimler halinde incelenmesi, tez düzeni dışında biricik olarak ele alındığında getirilebilecek eleştirilerin kısıtlanmasına sebep olmaktadır. Alıntılanan yazıların konuya farklı bir bakış açısı sunması açısından, yelpazesi geniş tutulmaya özen gösterilmiştir. İnsanların her birinin kendi zaafları ve dikkat çekici özellikleri olduğu gibi bu yazılar üzerinden de genel bir söylem üretilmesi bizi kısıtlamaktan öteye gidememektedir. Tophane’de yaşanan olayların özelinde, yukarıdaki alıntıları dilin farklı kullanım şekillerine ve kendi içerisindeki hiyerarşisine odaklanılarak okumak, dikkati alıntılarla aktarılmak istenen fikre çekmekte yardımcı olacaktır. Konu Tophane’den sanattan ve onun finansmanından çok gündeme gelen bir olayın nasıl yığın mesajlara dönüştüğünü (spam) görmek açısından bir deney ortamına 34 doğru yol almaktadır. Kentsel dönüşümün ise iş makineleriyle değil ama “iş”lerle olması durumun fazla ses getirmemesine sebep oluyor olabilir. 35 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ÇAĞDAŞ SANATIN FİNANSMANI, KENTSEL MEKANIN DEĞİŞİMİ VE TOPHANE Tophane’deki olaylar ile ilgili olarak, bir önceki bölümde sunulan döküm, bu bölümde, 1980 sonrası liberalizasyon süreci içinde, çağdaş sanatın söylemi, finansmanı, devlet ve sermaye ile ilişkisi, bu sürecin mekanla ilişkisi ile ilgili temel tartışmalar sunularak, bu ilişkilerin İstanbul ve Tophane’de nasıl şekillendiği üzerinden değerlendirilecektir. 3.1. Çağdaş Sanatın Finansmanı, Devlet ve Piyasa ile İlişkisi Chin-tao Wu, Kültürün Özelleştirilmesi adlı kitabında Texas Üniversitesi’nden Don Fullerton’ın, 1989’da Sanat Müzeleri Yöneticileri Derneği tarafından yaptırılan ve ülkedeki yüz elli beş sanat müzesinin bir önceki yıl içindeki etkinliklerini kapsayan araştırma sonuçlarına dayanarak yaptığı çalışmayla sanat müzelerinin yol açtığı vergi kaybını yaklaşık olarak hesaplamaktadır. Müze gelirleri içerisinde, gelir vergisinden muaf olan bağışların %35,9 ve vakıf gelirlerinin %19,8’lik yer tuttuğunu, gelir vergisi oranının 1988 yılında %33 olduğunu göz önünde bulundurarak düşünecek olursak %18,6 lık bir vergi kaybının olduğu söylenebilir. Bu, vergi mükelleflerinin cebinden, kendi tercihlerinin ötesinde çıkan bir miktardır. Ayrıca bu tür sanat kurumlarının net işletme gelirleri de vergilendirilemediği için, asıl vergi kaybı net olarak hesaplanamamakla beraber, Amerika Birleşik Devletleri için, federal düzeydeki, eyalete ait ve yerel dolaysız destekleri de göz önünde bulundurduğumuzda, devlet sübvansiyonlarının müze gelirlerindeki oranı %50’lere yaklaşmaktadır. 79 79 Chin-tao Wu, Kültürün Özelleştirilmesi: 1980’ler Sonrasında Şirketlerin Sanata Müdahalesi (çev. Esin Soğancılar) (İstanbul: İletişim, 2005) s.50 36 Wu, bu tür istatistiksel bilgilerle ilerlemenin, hem bu alanı tam olarak kapsayamadığından hem de hatalı yansıtılabildiğinden eksiksiz bir tablo sunulmasının imkansız olduğunu belirtmekle beraber, Amerikan sanat müzelerinin elimize ulaşan gerçek gelir rakamları çerçevesinde “özel kuruluşlar” olma iddiasını sarstığını ifade etmektedir. Ve şu sonuca dikkat çekmektedir: “Amerikan sanat müzelerinin muğlak, belirsiz bir konuma yerleştirilmesi, yani aynı anda hem kamu hem özel, ya da bazen özel bazen de kamu kuruluşu olmaları, buradaki hegemonya sürecine işaret ediyor. Bu muğlak ve esnek konum, çok sayıda manipülasyon olasılığını da gündeme getiriyor.” 80 Herhangi bir manipülasyon olmadığı taktirde dahi bu durum meşruiyet zeminini kamu yararı olarak belirleyen sanat kurumları için yanıltıcı bir pozisyondur. Türkiye’de devlet eliyle sanata aktarılan maddi destek yüklü miktarda olmadığı için ve yerleşmiş çağdaş sanat ile ilgili bir kurum bulunmadığından, özelleştirme yoluyla özel sektöre devredilecek bir yapı da bulunmamaktadır. Ancak çeşitli kurumların ve müzelerin vakıf statüsünde, vergi imtiyazlarından faydalanıldığı görülmektedir. 1980’lerde ABD’de ve İngiltere’de sanat kurumlarının mütevelli heyetlerinin değiştiği, ve devlet fonuyla çalışmalarını yürüten bu kurumların sponsor bulmaya yönlendirildiği söylenebilir. Sanatın dışarıdan seçkin bir uğraş olarak görülmesi ve iş dünyasının bu alana duyduğu ilgi şahısların bireysel zevklerinden öte, iktidar ile temasa geçilebilen bir organizasyon konusu olmasıyla da ilgilidir. Wu’nun aktarımıyla “Devletin düzenlediği ve çok dar bir çevrenin katılabildiği sanat resepsiyonlarında görünürde siyasi bir hava yoktu; ama bu toplantılar, iş adamlarına önde gelen politikacılarla (Britanya’da politikacıların yanı sıra kraliyet ailesi üyeleriyle) tanışmak için eşsiz fırsatlar sağladı.” 81 1981 yılında Washington DC’de Philip Morris şirketinin düzenlediği sanat gösterisi açılışına ek olarak Ronald Reagan’a moral vermek amacıyla da bir resepsiyon düzenlenmesi, sahnedeki aktörlerin değiştiğine işaret etmektedir. Bu tür organizasyonlarda, Reagan liberalizasyon politikası çerçevesinde devletin sanata kaynak aktarmasına karşı bir 80 A.g.e., s.56 81 A.g.e., s.87 37 tavır alırken, kültür ve sanat alanına şirketlerin müdahalesini meşrulaştırmıştır. Kaynak aktarılan yerine, kaynak toplanan bir sanat politikasının ideolojik temelleri bu dönemde atılmıştır. Bunun çarpıcı örneğine Chin-tao Wu’nun satılarında rastlanabilir: “Sanat projeleri için “bir şirket ancak sanatla büyür” sloganını kullanan Philip Morris’in Başkan tarafından ödüllendirilen ilk şirket olması hiç de şaşırtıcı değildi.” 82 Ayrıca 1968’de faaliyete başlayan Özel Sektör Sanat Komisyonu’nun fikir öncüsü David Rockefeller, bu organizasyon ile sanat ve iş dünyası arasında diyalog kurmayı hedeflediğini aktarmaktadır. Ancak bu komisyon içerisinde sanat dünyasından hiçbir temsilci olmaması, diyalog kurmak gibi bir amacının olmadığına işaret ediyor. 83 Başka bir deyişle: “Bu komisyon, iş dünyasının sanata verdiği desteğin daha görünür olması için büyük şirketler tarafından harcanan bilinçli ve örgütlü çabanın simgesidir; amacı, hem bu desteğin iş dünyası için ne kadar değerli olduğu konusunda ikna olmayanları buna inandırmak, hem de kamuoyunda iş dünyasının iyiliksever olduğu izlenimini yaymaktadır. Komisyon için önemli olan tek şey, iş dünyasının çıkarlarıdır.” 84 İngiltere’de de durum bundan pek farklı değildir. Hükümet, toplanan vergileri dolaylı sübvansiyonlar yoluyla şirketlere aktarıyor, şirketler de bu maddi destekle kendi kurumsal kimliklerini sanat üzerinden inşa ediyor diyebiliriz. 1980’lerin liberalizasyon politikası bu anlamda bir çelişki barındırıyor, gerek Thatcher gerekse Reagan’ın devletin müdahale alanlarının kısılmasını öngören ideolojisine karşın, şirketlere yarar sağlayan yöntemlerle piyasaya muğlak bir ortamda dolaylı olarak müdahalede bulunmaktadır. 85 İş dünyası, sanat alanında etkin olabilmek için, Özel Sektör Sanat Komisyonu’nun dışında, müzelerin mütevelli heyetlerine girerek, sanat organizasyonları ile ilgili bilgileri edinerek, kendi koleksiyonlarından sergiler düzenleyerek, yine kendi çıkarlarını yüceltecek organizasyonlara öncülük ederek, gerek toplumda, gerekse iş çevresinde sivrilmektedirler. Mütevelli heyetine katılmanın ne tür bir mekanizma ile 82 A.g.e., s.93 83 A.g.e., s.131 84 A.g.e., s.132 85 A.g.e., s.108 38 güce dönüştüğünü Wu şu şekilde açıklamaktadır: “Mütevelli üyeliği çok az sayıda insana açık olmasıyla, sosyal statü ve gücün nihai işareti sayılan özel bir sosyal kulüp üyeliğinden farklı değildir; mütevellilik, üst sınıf mensuplarının ilişkilerinden, arkadaşlıklarından ve ahbaplıklarından oluşan karışık şebekenin parçasıdır. Ama sanat müzeleri özel kulüpler değildir; kamusal alanda çalışırlar ve işlev görürler; bu yolla ciddi boyutta kamusal otorite ve saygınlık kazanırlar. Böylece mütevelli statüsü, kişiye toplumda iktidar kullanması için kurumsal bir araç sunar; kapitalist bir demokraside bu statü nüfuza götüren yoldur.” 86 Mütevelli heyetine girilerek elde edilen bilgiler, sanat piyasasını yönlendirmede etkili olmaktadır, ileride sergisi düzenlenecek şöhretinin artırılması muhtemelen sanatçıya yatırım yapılabilmektedir. Bu zengin iş adamlarının arasında medya patronları da bulunduğundan spekülasyonları kendi haber ağları vasıtasıyla rahatlıkla yönlendirebilmektedirler. Toplumsal nüfuzlarını kullanmakta çekinmeyen çeşitli müzelerin mütevelli heyeti mensupları, bu nüfuzlarını gerek ekonomik gerekse politik alanda kararlılıkla kullanmaktadırlar. Bunlara çarpıcı bir örnek olarak, 1980’lerde Whitney müzesinin mütevelli heyetine giren Philip- Morris yönetim Kurulu Başkanı George Weissman’ın sanata yaptıkları bağışlarla ilgili söyledikleri şu şekildedir: “Bir şirket olarak böyle bir karar alırken asıl amacımız sanatın gelişmesine katkıda bulunmak değildi; bir şirket olarak asıl amacımız benzersiz olmaktı; [tütün sanayiindeki] geleneksel şirketlerden farklı bir kişiliğimiz ve kimliğimiz olmalıydı.” 87 Şirketlerin sanata olan sponsorluk hevesinin başka bir ifadeyle açıklaması da şu şekildedir: “Şirketler sanat kurumlarına sponsorluk yaparak, müze ve galerilerle hümanist bir değer sistemini paylaştıkları izlenimini verirler, böylece özel çıkarlarının üzerini evrensel bir ahlak cilasıyla örterler.” 88 Çarpıcı örneklere Whitney müzesi üzerinden devam edilebilir: sıfırdan başlayarak milyoner olan Leonard Lauder, vergi yasasındaki açıkları kullanarak edindiği 95 milyon dolarlık kazanç ile Whitney müzesi mütevelli heyeti başkanlığını 86 A.g.e., s.149 87 A.g.e., s.158 88 A.g.e., s.209 39 devralması 89 aynı yıllara rastlamakta ve ayrıca kardeşi olan kardeşi Ronald Lauder’in Modern Sanat Müzesi mütevelli heyetinin başkanı olduğu dikkatlerden kaçmamaktadır. 90 Wu’nun çağdaş sanatın şirketlerce nasıl kullanıldığına dikkat çektiği bölümde sorduğu şu sorular oldukça dikkate değerdir: “Bu kişiler kamunun çıkarları için mi çalışıyorlar, yoksa kendilerine ait egemenlik alanları mı yaratıyorlar? Yoksa iktidar partisi, büyük para babalarına ideolojik ya da mali borçlarını mı ödüyor?” 91 Bu yapıların birebir karşılığını Türkiye’de göremesek de benzer ilişki ağlarının oluştuğu söylenebilir. İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleşen bu tür olayların ise pek çok örneği vardır. Tate Modern müzesi Francis Bacon’ın retrospektif sergisini organize etmeye hazırlanırken sponsor bulmakta zorlanırken, Bacon’ın hazmedilmesi zor tabloları iş dünyasına cazip gelmese de, sergiden önce koleksiyonun Bacon tabloları bulunduğundan kimseleri haberdar etmeyen Gilbert de Botton, Tate’in imdadına yetişmiş 92 , sponsorluğu üstlenerek, hem Tate mütevelli heyetine dahil olmuş, hem de koleksiyonunda bulunan Bacon tablolarının değerinin artmasını sağlamıştır. Bu süreci takiben Botton, Picasso sergisine sponsorluk yaparak, koleksiyonundan eserleri sergiletmiş ve değerlerini arttırmayı başarmıştır. 93 80’lerin İngiltere’sinde sanatı ve siyaseti etkileyen başka bir isim de Saatchi & Saatchi reklam şirketinin sahibi, Margaret Thatcher hükümetinin reklam işlerini alan Charles Saatchi’dir. Bu isim, kendi galerisini oluşturmuş, müzayede ve sergiler düzenleyerek, çağdaş sanata alım ve satımlarıyla da yön veren bir isimdir. Genç yetenekleri keşfederek, daha doğrusu uygun fiyatlardan genç sanatçıların ürettiklerini alıp onların bir kısmını parlatarak, üretimleri üzerinden maddi kazanç sağlamaktadır. Saatchi Gallery markası gibi, New York ve Londra şehirlerinde şubeleri bulunan 89 A.g.e., s.163 90 A.g.e., s.164 91 A.g.e., s.182 92 A.g.e., s.190 93 A.g.e., s.192-193. 40 Christie’s ve Sotheby’s’den de bahsetmemiz gerekir. Bu müzayede evleri değeri yüksek olan sanat eserleri piyasasında bir düopol oluşturmuşlar, ve dünya müzayede piyasasının yüzde 80’ini aralarında paylaşmaktadırlar. 94 Don Thompson’ın bu müzayede evleri ile ilgili düşünceleri de konuyu şu şekilde detaylandırabilir: “Çağdaş sanatta, en büyük katma değeri yaratanlar, Christie’s ve Sotheby’s müzayede evleridir. Bu iki müzayede evi, statüyü, kaliteyi ve muazzam servetlere sahip ünlü açık artırmacıları akla getirir. (…) Tüketiciyi markalaşmış bir müzayede evinde açık artırmaya katılmaya, markalaşmış bir tacirden eser satın almaya ya da markalaşmış bir müzede sergilendiği belgelenmiş sanatı tercih etmeye yönelten gücü, diğer lüks tüketim mallarını satın almaya yönelten güdünün aynısıdır.” 95 Sanatın ticareti, sanat tarihini yeniden şekillendirmektedir. Bu unsur da yine gelecek nesiller üzerinde kurulan kültürel tahakkümdür. Gustav Klimt eserleri satış rekorları kırmadan önce liste başına yazılan bir sanatçı değildi ancak şu örnek bize durumu açıklayabilir: “135 milyon dolar olarak açıklanan satış fiyatı, Klimt’in bir önceki rekorunun dört buçuk katıydı. Bu satışa kadar, sanat eleştirmenlerinin ve sanat tarihçilerinin çoğu Klimt’i ikinci sınıf bir modern ressam olarak görürdü; önceki müzayede rekorları da bunu düşündürür. Fiyat, sanat tarihinin artık bir çek defteriyle ne kadar kolay yeniden yazıldığını göstermektedir.” 96 Sanat eserinin fiyatı belirlenirken, eserin fiziksel büyüklüğü, ne tür bir teknikle yapıldığı, bu teknikle yapılan eserlerin müzelere hangi fiyattan satılabileceği göz önünde bulundurulur. Eserin fiyatı ile sanatçının daha önceden satılan eserlerinin sayısı arasında pozitif korelasyon vardır. Durum Marksist çerçeveden mal fetişizmi olarak tanımlanırken, Thorstein Veblen ekonomik hayatın tamamını fayda fonksiyonu ve geçmişin oluşturmadığını vurgulayarak, aylak sınıfının lüks tüketimini zevkin maddi kriterlerine bağlamaktadır. 97 Sanat Piyasası, sanatın fiyatına hayrandır, içerik ve görselliği incelenmeden eserin fiyatına aşık olunabilmektedir. 94 Don Thompson, Sanat Mezat: 12 Milyon Dolarlık Köpekbalığı, Çağdaş Sanatın ve Müzayede Evlerinin Tuhaf Ekonomisi (çev. Renan Akman) (İstanbul: İletişim 2011), s.149 95 A.g.e., s.25-26 96 A.g.e., s.90 97 Olav Velthuis, Talking Prices: Symbolic Meanings of Price on the Market for Contemporary Art, (Princeton: Princeton University Pres 2005), s.112 41 Arz ve talep kanunları tacirlerin fiyatları belirlemesinde önemli bir unsur değildir, arzı biricik sanatsal üretim görüntüsüyle kısıtlar görünebilirler, talep de spekülasyon yardımıyla yaratılmaktadır. Eserlerin yüksek fiyatlarının meşruiyet zemini, diğer sanat eserlerinden daha seçkin olduğu iddiası ile oluşturulur. Düşük fiyatlar ise satışları arttırmasına rağmen, uzun dönem fiyatların düşük kalması nedeniyle sanatçı ile taciri birbirine bağımlı kılar. Tacirler fiyatı belirleyen sembolik anlamları tanımlayanlardır, bu tanımlar ve fiyatlar, kafa karışıklığı, itilaf ve yanlış anlaşılmalara sebep olduğundan, tacirlerin yönlendirebileceği spekülasyona uygun bir ortam yaratmaktadır. 98 Sanat piyasasında, emlak bazlı türev piyasaların oluşumuna benzer, büyük yatırımcıların sağladıkları fonlar tarafından satın alınıp piyasaya sunulan, küçük yatırımcıların, sanat eserlerine getiri amacıyla yaklaşmaya başlamışlardır. Fiyatlarının belirlenmesinde bu kadar muğlaklık içeren bir aracın üzerinden para yaratılarak, dolaşıma sokulması, bu sistemin yayılması halinde mortgage krizine benzer bir krizin tetikleyicisi olabilecektir. 2011 Ocak ayı itibariyle bu Pazar 300 milyon dolar civarındadır. New York Times’ın haberine göre “Bazı uzmanlar özellikle Hindistan, Çin ve Rusya gibi bu pazarın büyüdüğü bölgelerin sorunlu para kaynaklarını çekeceğinden korkuyor. Sanat fonlarının kara para aklamak veya servetlerin gizlenmesi için kullanılabileceği belirtiliyor.” 99 Fon aracılığıyla edinilen sanat eserlerinin, tam mülkiyetin getirdiği aracılık hizmet ücretleri ve yüksek vergiler ödenmediğinden, bu alanda yapılan yatırımın getirisini yüzde 20’lere kadar çıkarabiliyor. 100 Sanat tacirleri bu sebeple fon aracılığıyla çalışmak istememektedir. Bütün bunların yanı sıra, sponsorluk ilişkisi kurulan ‘yüksek sanat’ kurumları ya da kendi oluşturdukları sanat organizasyonlarının şirket binalarında kalıcı bir yer edinmesi, şirketlere özel bir sosyal statü ve şöhret getirmektedir. Bu ilişkinin temelinde ev sahibi şirket ile sanat kurumu arasında bir gayri menkul stratejisi bulunmaktadır. Bu stratejiye göre “Müteahhit, inşa edeceği binanın sahasında 98 A.g.e., s.177 99 Heidi N. Moore, “Yatırımcıların Gözü Sanat Piyasasında”, New York Times-Sabah, 23 Ocak 2011 100 A.g.e. 42 “kamuya hizmet edecek” unsurlar bulundurmayı kabul ederse, binanın yüksekliğini artırması için kendisine %20’ye kadar ilave kat sahası veriliyordu.” 101 Bünyesinde bir sanat kurumu barındırmak, şirketlere önemli miktarda ek iskan alanı sağlarken, yarattıkları atmosfer ile şirketin arzuladığı kimliğe bürünmesini de mümkün kılmaktadır. Kamusal fayda için ilave iskan alanı alan bu oluşumlar, kamusal mekanı dönüştürme iddiasını da içlerinde barındırır. Şirket binasının önüne ve avlusuna yerleştirilen sanat eserleri “salt boyutlarıyla ve zengin havaları nedeniyle, metaforik olarak görünüşte “kamusal alan” olan bir mekanda istenmeyen kişilerin dolaşmasını önleyecek “korumalar” gibidirler.” 102 Şirketlerin mekanı dönüştürme iddiası, kendi kimliklerini temize çekmenin yanı sıra, çevrelerini de değiştirme hakkını kendilerinde görmelerine sebep olmaktadır. Sanatın finansmanında kamu yararı gözetilirken, kamu yararı imar planlarında da bir belirleyici değişken olmaktadır, oysa kamunun bu sürece katılımı tamamen edilgendir. Şirket çıkarları, yöneticilerin kurumsal kimliğe bürünerek egolarının meşrulaştırılması iken, şirket çıkarları da kamu yararı adı altında kamuoyunda başka bir meşruiyet zemini bulmaktadır. New York şehrinde şirketlerin merkezlerinin giriş katları kamu yararına sanat adına açılması, karlarını maksimize etmek ve daha fazla fayda sağlamak adına uydukları bir prosedürken, bu mekanları şirketin halkla ilişkiler bürosu gibi kullanarak, müşterilerine yansıtmak istedikleri imajı belirleyebilirler. Bunun örneklerinden birisi bir sanat galerisinin yeri geldiğinde bir otomobil galerisini de rahatlıkla dönüşebilmesidir; “BMW yalnızca aşırı pahallı araçlar satmakla kalmıyor; daha önemlisi, seçkinlik ve stil satıyor – yani, sanatın her zaman ima ettiği ve özdeşleştirildiği şeyler. Dolayısıyla BMW, sanat ile dayanıklı tüketim malları arasındaki ayrımı, yani metalaşmanın üzerinde olduğu düşünülen bir şeyle, esasen meta olan bir şey arasındaki ayrımı muğlaklaştırıyor.” 103 Bu muğlak zeminden faydalanarak, şirketler karlarını nasıl arttırdığına yönelik bir örnek de şu şekildedir: “Chase Manhattan, karlarının gerilediği bir dönemin ardından kendi bölgesindeki 101 Wu, Kültürün Özelleştirilmesi, s.304. 102 A.g.e., s.307 103 A.g.e., s.326 43 sanat camiasına yanaşmak için New York’taki SoHo şubesini bir sanat galerisine dönüştürdü ve 1985 Mart’ında yepyeni bir görünümle açılışını yaptı. Şubenin bundan sonra karlılık sıralamasında 185. sıradan 4. sıraya sıçradığı kaydediliyor. Bu şubelerin ‘galeri olarak banka’ mı yoksa ‘banka olarak galeri’ mi olduğu noktasındaki karışıklık, sadece bir ideolojik saflık meselesi değil. Burada mesele, tam da ikisi arasındaki muğlaklığın derecesi.” 104 Şirketlerin çağdaş sanat üretimine bu denli müdahil olması, çağdaş sanatın egemen kültüre ve statükoya meydan okuduğu varsayılan dönüştürme gücünü, avangartlığını da elinden alarak, pahallı bir duvarkağıdına dönüşmesine sebep olur. 105 Şirketlerin sanat girişimleri, çağdaş sanat ile finansmanı aracılığıyla kurduğu ilişki üzerinden kurumsallaşarak, toplumda manevi bir otorite kazanmakta ve bu otorite çağdaş sanat trendinin belirlenmesinde etkili olabilmektedir. Bu biçimde gelişen yeni kültürel hegemonyanın suç ortağı haline dönüşen sanat, şirket sermayedarlarının satın alma güçlerine bağımlı hale gelmektedir. 106 Çokuluslu şirketler bu kültürel hegemonyayı, yatırımda bulundukları yeni pazarlarına da sermayeleriyle birlikte taşımaktadırlar. ABN-Ambro isimli Hollanda kökenli şirketin, yatırımlarda bulunduğu Tayvan’da “kamusal sanat” sponsorluğunu üstlenmesi, 17. yüzyılda o toprakların Hollanda sömürgesi olması Chin-tao Wu’nun aklına şu soruyu getirmiştir: “Bankanın, belki de o unutulmuş sömürgeci rolünün bir kalıntısı olarak cahil “yerliler”e Avrupa aydınlanmasını getirmeye çalıştığını öne sürmek insafsızlık mı olur? Kuşkusuz banka böyle bir suçlamayı şiddetler reddedecektir.” 107 Bu örneğin dışında, sanatın kültürel ve siyasal gündemi değiştirme konusunda ne denli önemli bir yer tuttuğunu, ekonomi ile nasıl bir ilişki kurduğunu Guggenheim müzesinin, Bask bölgesinin merkezi Bilbao’da açmış olduğu yeni bir müze üzerinden de gösterilebilir. Wu’ya göre bu işbirliğinin nedeni şu şekildedir: “Bask’ın çalkantılı politik tarihi, sanayi sonrası bir toplumda gerileyen ekonomisi ve bir Bask ulusal kimliğinin pekiştirilmesine yardımcı olmak için kendini yeniden icat 104 A.g.e., s.327 105 A.g.e., s.408 106 A.g.e., s.415 107 A.g.e., s.297 44 etme gereksinimi.” 108 Bu işbirliği de yine Bask halkının vergileriyle oluşturulan, ulusal kimliği pekiştirmenin yanı sıra turizme de katkı sağlayacak olduğu varsayılmaktadır, ancak sanattaki moda, bir başka büyük sanat olayına gözünü çevirdiğinde uzun vadede Bilbao’ya bir getirisi olmayacaktır. 109 Ortak çıkarlar üzerinden, gönüllü olarak bu girişimi hevesle karşılayan Bask halkı ile Guggenheim ilişkisine, Edward Said’e atıfla, şu çerçeveden de bakılabilir: “Sömürgeleştirmek, öncelikle çıkarların özdeşleştirilmesi –hatta yaratılması- demekti.” 110 Sanatın bu denli çokuluslu ve markalaşmış kurumlar aracılığıyla yayılması, kapitalizmin mevcut hegemonyalarını güçlendirmek adına onunla bir güç birliği oluşturduklarının pragmatik bir göstergesi olabilir.111 3.2. İstanbul’da Kültür-Sanat Politikasının ve Kentsel Mekanın Değişimi İstanbul’un sahip olduğu geçmiş, çeşitli amaçlar uğruna yeniden inşa edilip parlatılarak tüketim nesnesi haline dönüştürülmektedir. Bu durumu ekonomik açıdan bir başarı olarak gören ve küreselleşmenin kaçınılmaz sonucu olarak yansıtan ülke yönetimi, kültür-sanat politikasını da İstanbul üzerinden belirlemektedir. Bir başka deyişle: “Ulusal kalkınma projelerinin iflas etmesinin ardından, gelişmeye devam etmek isteyen ülkelerin elinde kalan tek seçenek, küresel sermayeye eklemlenmektir.” 112 Bunun sonucunda ülkelerin söylemde olmasa da “üniter devlet” yapılarından ödün verdiği görülmüştür. Söylem olarak ülke birliğinin vurgulanması, küresel ekonomik değerlerin yerel ile olan ilişkisinin de göz önünde bulundurulmasını gerektirmektedir. Ekonomik liberalleşme ve buna paralel olarak ortaya çıkan yeni hayat tarzları, değişen iletişim olanakları ile yeni tüketim kalıplarını da üretir. Sibel Yardımcı’ya göre “Bu değişimin sahnesi İstanbul’dur; gittikçe artan kentli nüfusun sınıfsal, 108 A.g.e., s.447 109 A.g.e., s.451 110 A.g.e., s.453 111 A.g.e. 112 Sibel Yardımcı, Kentsel Değişim ve Festivalizm. Küreselleşen İstanbul’da Bienal, (İstanbul: İletişim, 2005) s.70 45 kültürel ve yaşantısal çeşitliliği ulusal kültürün sökümüne ve yerel kültürel öğelerin küresel pazara eklemlenebilmesine olanak tanır.” 113 Kültür sanat alanında küresel pazara eklenmede yerel odaklara öncelik edip, normları belirleyecek olan kurum olarak özel sermaye tarafından oluşturulan İKSV’yi görebiliriz. 1973 yılında ortaya çıkan İstanbul Kültür Sanat Vakfı, Türkiye’nin bir anlamda kültür ithalatçısı olurken, kuruluş amaçlarına bakıldığında Atatürk’ün mirasına bağlı kalacağı notu düşülmüştür. Vakıf tarafından İstanbul’un kültürel hayatında önemli adımlar atılsa da, bu adımlar “Küresel kültür ortamının fırsatlarını değerlendirebilen ve/veya kendi yaratılarını bu ortama sunabilen kesimler, genellikle eğitimleri, yaşam tarzları, kültürel ve ekonomik birikimleri sayesinde zaten küresel toplum’la kaynaşmış olan kentli seçkin sınıflar ve sanatçılarla sınırlı kalır. Bu anlamda, uluslar arası kültürel etkinlikler büyük oranda bir azınlığın küresel gereksinimlerine cevap veren prestij projeleri olmaktan öteye geçemez.” 114 Bunun sonucunda, Kemalist modernleşmenin eleştirilen “halk için halka rağmen” söylemini, küresel ekonomiye entegre olmak için, zihinsel altyapının hazırlanmasında tekrar bir kurum tarafından kitlelere yayıldığını söyleyebiliriz. İKSV’nin kontrolünde çalışan organizasyonların veya kurumların, salt kültür ve sanata destek vermenin ötesinde “hiçbir nitelikli kültür sanat geçmişi olmayan Türkiye sanatı için bir okul” olduğunu vurgulamaları kentli halk kitlesi üzerindeki yönlendirme işlevini doğrulamaktadır. Sanatı takip eden kitlenin beğenisini yönlendirmenin dışında, üretilen sanatın da böylelikle kontrol edildiğini söylemek mümkündür. Stallabrass’ın sözleriyle: “Yerel malzemenin sanat sisteminin filtresinden geçirilmesi sonuçta homojenlik yaratır. Bu sistem –yalnızca küratörlük değil, bienallerin ekseninde şekillendiği ittifakları oluşturan özel ve kamusal tüm birimlerde- uluslar arası meselelere seslenen bir sanat üretmeye yönelir. Daha özgül olarak sözünü ettiğimiz sistem, emeğin hareketliliğine ve bununla bağlantılı pekiştirir.” olarak çokkültürlülüğün erdemlerine ilişkin neoliberal değerleri 115 113 A.g.e., s.27 114 A.g.e., s.28 115 Julian Stallabrass, Sanat A.Ş.: Çağdaş Sanat ve Bienaller (çev. Elçin Gen) (İstanbul: İletişim, 2009) s.47 46 İKSV’nin belirlediği normların ve sahip olduğu nüfuzu açıklayabilmek için toplumun kentle kurduğu ilişkiye odaklanmak gerekir. Bir başka deyişle, “Farklı kültürel pratiklere aşina olmanın, kent kültürüne katılımın neredeyse ön koşulu haline dönüştüğü günümüzde, kültürel sermaye ekseninde yeniden kurulan toplumsal tabakalaşma, ekonomik sermaye ekseninde gerçekleşen ayrışmayı tamamlar.” 116 Sibel Yardımcı’ya göre, uluslararası kültürel etkinliklerin yaygınlaşmasının, gündelik hayatın estetikleşmesi ve tüketimin çeşitlenip yaygınlaşması ile yakından ilgilidir. 117 John Urry ve Scott Lash bu düzeni “örgütsüz kapitalizm” 118 olarak nitelendirmişlerdir. Günümüzde İstanbul’un dünyanın gözü üzerinde olan temalı eğlence parkına benzetebiliriz. Kentsel dönüşüm projeleri, yaşam alanlarının iyileştirilmesinden öte, rant yaratma amacıyla yapılırken, sanatla kamusal işlev kazandırılarak mutenalaşan alanlar, kentsel dönüşümün de göze hoş görünmesini sağlamaktadırlar. Bunun dışında kentsel dönüşüme tabi tutulan diğer bölgelerde yeni yapılan konutlar, şehrin sorunlarını, yeni yaşam alanlarında ortadan kaldırmayı vaat eden Walter Benjamin’in kullandığı fantazmagori 119 kavramını hatırlatmaktadır. Kentsel dönüşümün, Tophane’de alternatif çağdaş sanat mekanlarıyla yarattığı yeni ortamda da benzer fantazmagoriye rastlanabilmektedir. Mahallenin bağlamından kopuk beyaz küpler içerisinde, güncel sanatın mönüsünden seçilen konularla bir sessiz eğlence yaratılmaktadır. Bu sessiz eğlenceler, zaman zaman beyaz yakalıların arka bahçesine hitap ederken, festival normlarından geçerek de şirketlerin kurumsal kimliklerinin gösteri sahnesi haline de gelmektedir. Çağdaş sanat edindiği konular itibariyle, toplumdan ve iş dünyasından bağımsız gibi görünmeye çalışarak toplumda bir saygınlık kazanmaktadır. Bu saygınlık Julian Stallabrass’a başvurarak şu şekilde ifade edilebilir: “çağdaş sanat hiç durmadan, bağımsızlığını ve kitleden farklılığının 116 Yardımcı, Küreselleşen İstanbul’da Bienal, s.28 117 A.g.e., s.29 118 A.g.e. 119 Dünya fuarları, malın değiştirme değerini çarpıtır. Kullanım değerinin arka plana itildiği bir çerçeve yaratır. İnsanın zaman geçirmek için içerisine daldığı bir fantazmagori oluşturur. Eğlence endüstrisi de insanı malın eriştiği düzeye yükselterek, bu fantazmagoriye girmesini kolaylaştırır. İnsanoğlu da kendine başkasına yabancılaşmasının tadını çıkararak, kendini böyle bir dünyanın yönlendirmesine bırakmış olur. (Walter Benjamin, Pasajlar (çev. Ahmet Cemal) (İstanbul: YKY, 2004), s. 94) 47 işaretlerini sergilemek zorundadır, çünkü sözünü ettiğimiz bayağı ekonomik dertleri izleyicilerinin kafalarından uzaklaştırması gerekir. (...) Anlaşılmazlığı, hatta düpedüz sıkıcılığı erdeme dönüştürür, öyle ki bunlar başlı başına bir kural haline gelir.” 120 Kitleden farklı bir hayat tarzını yaşayanlar her ne kadar toplumdan bağımsız görünseler de onların toplumsallıklarının belirleyicisi de bu kurallar olabilmektedir. Kentin kültürel anlamda ön plana çıkmasıyla, bireyin tüketim kalıpları da kimliğini belirler hale gelmiş, artık gösteri toplumunda insanlar kentsel kodlar üzerinden farklı bir dil yaratmışlardır: “Kentin ekolojik, tarihsel ve mimari malzemesi dönüştürülerek teşhir edilir ve satışa sunulur.” 121 Kentin bu malzemesi Julian Stallabrass’a göre “viran haldeki kentsel dokusu, sanat teşhiri için kullanılabilecek bol miktarda boş mekan içerir ve terk edilmiş alanları, romantik hayaller kurduran ağaç iskeletleriyle, mutenalaştırma için biçilmiş kaftandır.” Yardımcı’nın sözleriyle, “Kent merkezleri ve eski kentlerin tarihi bölgeleri temizlenir, boyanır, restore edilir ve kültürel etkinliklerle renklendirilir. Teşhir estetiğine göre yapılan yeniden düzenleme, bu düzenlemeler sayesinde değerlenen merkez ile, merkezin temizlenmesi sırasında dışarıda kalan çevre arasında görünmez bir duvar örer. Bu görünmez duvar, tam da, görünüşteki farklılığın kodlanma ve bu kodların okunma biçiminden kaynaklanır.” 122 Tophane semti merkezin bir parçası gibi görünse de, çevre özelliklerini taşımaktadır. Adım adım yenilenen Beyoğlu’nda değişim, belediye tarafından iş makineleriyle gerçekleşmediğinden, burada faaliyete başlayan alternatif sanat mekanları ve onun ziyaretçi kitlesinin görüntüsündeki farklı kodlar, semtte gerilimin kaynağı olarak görülebilmektedir. Tophane’de çağdaş sanat ile ilgilenen kitle, Tophane’yi “pırıl pırıl” plazalara ve Nişantaşı’na alternatif olarak görmektedirler. Tophane’de ötekiyle kurul(a)mayan ilişki de bir ilişki türüdür. Güncel sanatın konu edindikleri göz önünde 120 Stallabrass, Sanat A.Ş., s.15 121 Yardımcı, Küreselleşen İstanbul’da Bienal, s. 38 122 A.g.e., s.39 48 bulundurulduğunda, sadece maddi avantajlar sebebiyle Tophane semtine gelinmediği de düşünülebilir. Alt kültürlerinin yanı başında, steril sergi alanı içerisinde olsa da, konu edindikleri güncel sorunların bu ortamda işlenişi konu edinenlere ve takipçilere daha samimi gelecektir. Kentteki dönüşüm sürecinde “Alt–kültürler kültür endüstrilerince soğurulur. Bu biçimde güvenli hale getirilemeyen ‘öteki’lik, güvenlik sistemlerince korunan özel alanların dışına, duvarların ardına itilir. Bu alanlara nüfuz edebildiği zamanlarda ise, McDonald’s kasasının ardında görünmez kılınır – üniformanın, kimliğini gizlediği herhangi biri olarak. Artık çevrelenmiş, kontrol altına alınmış güvenli alanlar kentlitüketicinindir. Kentliler, kendi kentlerinde birer turiste dönüşürler.” 123 Beyoğlu Belediyesi ve Ak Parti hükümeti, Tophane semtini kendine yakın bir halk tabanı olarak gördüğünden alt kültürler olarak tanımlamaktan kaçınmakta ve herkesi sahiplendiği yanılsamasını her defasında tekrarlamaktadır. “Tophane konusunda arabuluculuk işlevi üstlendiği medyada tartışılan iktidar mekanizmaları, Sulukule konusunda aynı hassasiyeti göstermiş midir?” diye sormak gereklidir. Alt kültürden sayabileceğimiz Romanlar da Sulukule’deki kentsel dönüşüm sürecinde çeşitli medya organları, alternatif haber ağları tarafından sıkça fotoğraflanıp, belgesel haline sunulsa da şehrin dışına alınarak uzaklaştırılmalarının önüne geçilememiştir. Burada sorulması gereken soru ise bu alt kültürlerin soğurulması sırasında ilgililerin konuya ne amaçla yaklaştığıdır. Romanlar, Tophane’de de bir tema olarak ismen anılmakta, eğlence alanında ve pek çok ön yargıyla kontrol altına alınmışlardır. Galataport projesi ve İstanbul genelinin kentsel dönüşüm planları, insanların ihtiyaçlarını gözetmekten öte, rant yaratmak amacındadır, bu da ülkenin büyümesi yolunda atılan adımlar olarak adlandırılarak meşrulaştırılır. Yöneticiler için sancılı olan bu sürecin, kendi içerisinde, iktidarı rahatsız etmeyen kontrol edilebilir düzensizlik yaratarak hallolması, kesimlerin birbirleri arasındaki gerilimin sermayeden yana çözümlenmesi işlerine gelecektir. 123 A.g.e., s.58 49 İstanbul Modern’in açılması, Galataport projesi, İKSV’nin düzenlediği Bienal çerçevesinde Tophane’deki Tütün Deposu’nun kullanımıyla, Tophane semti, hem yabancı turistlerin hem de kentli turistlerin yolunun düştüğü bir yer haline gelmiştir. Bunların sonucunda İstiklal Caddesi üzerinde faaliyet gösteren bazı sanat mekanlarının bu alana doğru kayması daha anlaşılır görülmektedir. Uluslararası sanat etkinliklerinin işlevi şu şekilde açıklanabilir: “Tarihsel ilerlemenin rüya-alemi dünya sergileri ise, ulus-devletlere ne kadar heybetli olduklarının hayalini kurma olanağı tanırken, yurtseverliği de pavyonlarda sergilenen başka bir metaya dönüştürür. İlkelden gelişmişe sıralanan ülke pavyonları, hem sömürgeci pratiklere meşru bir temel oluşturur, hem de kitlelere devrim olmadan da toplumsal gelişmenin mümkün olduğu inancını aşılar.” 124 Neo-liberalizmin, kültür ve gündelik hayata kadar her şeyi metalaştırarak, alınıp satılabilir hale getirmesi, sanatın devlet tarafından sunulan kısmının da piyasaya devredilmesiyle çeşitli kültür aracılarını ortaya çıkarmıştır. Bunların bir kısmı yurtdışı bağlantılarıyla çalışmaktadır, bir kısmını ise ülkenin zengin iş adamlarının ve elit kesimin projeleri olarak ortaya çıkmıştır. Türkiye’de sanata olan devlet desteği, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Fransa’daki gibi olmadığından, liberalleşme döneminde de sanat kurumlarında bu bağlamda bir değişiklik olmasa da IKSV’nin ortaya çıkışı ve sanatı özgür bağımsız uluslararası göstererek politik olmadığı iddiası ile iktidara katkı sağlayan kültür projeleri geliştirdiği söylenebilir. Sanat kurumları üzerinde devlet etkisinin azalmasını, özgürleşme hareketi olarak görenler de olmasına rağmen, devletin kamu yararı kapsamında bu kurumlara yaptığı sübvansiyonlar ile elitlerin ve sermaye sahiplerinin sanat zevkleri finanse edilmektedir. Ayrıca bu kurumlar kendi içerisinde başka bir hiyerarşi yaratarak, politik olarak önemli güç odaklarına da dönüşebilirler. Başka bir deyişle:“Bu kurumlar yalnızca ortak anlam kalıplarının ortaya çıkmasında temel rol oynamakla kalmaz, kamusallığı erimekte olan metropolde insanların bir araya gelebilecekleri sınırlı sayıdaki yerler üzerinde önemli bir otorite kurarlar.”125 124 A.g.e., s.56 125 A.g.e., s.59 50 Bu kurumların düzenlenmesinde öncülük ettiği sanat etkinliklerinin sadece turistleri veya eğlence peşindeki kentlileri çektikleri söylenemez. Bunun yanında sanata ilgi duyarak toplumsal statü amacında olan yönetici sınıfları, Pazar hedefleri uyuşan küresel sermayeyi ve vasıflı iş gücünü de çeker. 126 Bu sermayeyi yönlendirebilecek ziyaretçi kitlesi için, sanatçılarla birebir tanışma imkanı olan sergi açılışı ve kokteyller düzenlenmektedir. Bu tür buluşmalar aynı zamanda, özellikle yurtdışında bürokrasi, ve iktidarı da sermayenin işbirliğinde sanatla buluşturur. Avangard sanatın, sermayedar kesim için ne tür çağrışımlar oluşturduğu şu şekilde ifade edilebilir: “Son zamanlarda Amerikanlaştırılan avangard sanat, ilk kez büyük paralarla temas kuruyor. Bunun nedeni, esrarengiz amaçlarının ve belirsiz geleceğinin, başarılı biçimde, herkesin aşina olduğu terimlere tercüme edilmiş olmasıdır. Bugün sıra dışı modernizm deyince, ‘sermaye kazancı getiren spekülatif hisse senedi’ni; görünür kalite deyince ‘piyasa cazibesini’, beğeninin ters yönde değişmesi deyince ‘teknolojik eskime’yi anlayabiliriz. Bu bir tavır değişikliğini mazur göstermek amacıyla dilin beceriyle kullanılmasıdır. Sanat artık bizim bildiğimiz sanat değil; en geniş anlamında sanat, nakit para demek. Giderek büyüyen dorukları da dahil sanatın tamamı, bildik değerler tarafından yutulmuş durumda. Bir on yıl daha geçsin, banka kasalarında resim biçimindeki teminatlara dayanan yatırım fonlarının saklandığını göreceğiz.” 127 Türkiye’deki sanat piyasasının normlarını belirleyen bir kurum olması nedeniyle, Tophane’deki alternatif çağdaş sanat mekanları da IKSV ile bağlantılıdır. Sanatçıların üretimlerini bu kanal üzerinden pazarlayıp prestij elde etmesi, sanat kitlesinin bir marka altında onaylanmış olduklarını hissetmeleri, bu tür sanat aracılarıyla mümkündür. İKSV’nin sponsorlarını inceleyecek olursak, ne kadar küresel ekonomi ile iç içe olduğunu görebiliriz. 128 Bu sponsor olan şirketlerin 126 A.g.e., s.68 127 Stallabrass, Sanat A.Ş., s. 49 128 Bugün İKSV’nin sponsorları arasında, telekomünikasyon (Aria,Turkcell), elektronik (Beko, Canon, IBM, Siemens, Sony), banka ve finans (Akbank, İş Bankası, Garanti Bankası, Crédit Lyonnais), sigorta (Axa Oyak, Başak), otelcilik (Marmara Hotels), hava taşımacılığı (Air France, Alitalia, Delta, Emirates, KLM, Korean Air), otomotiv (Mercedes-Benz Turkey, Renault), tütün (JTI, Philip Morris), gıda (Pringles, Ülker), alkollü içecek (Efes Pilsen, Beck’s) ve kozmetik (L’Oréal, Shiseido) gibi çok farklı sektörlerden yerli ve yabancı şirketler bulunuyor. Bu şirketlere ek olarak, bir çok ülkenin kültür ve dışişleri bakanlıkları doğrudan (Hırvatistan, İspanya, Kanada, Sırbistan) veya 51 beklentisi maddi kazançtan çok, kent ekonomisi içinde yerlerini sağlamlaştırmaktır. 129 Bu amaçlar tüketici tercihlerini yönlendirebilir ve yine dolaylı amaç olarak maddi kazanç ve prestij hedeflendiği söylenebilir. Sponsorluk, reklamın ötesine geçerek bir haber değeriyle, şirketlerin gündemde yer tutmasını da sağlarlar. 130 Ayrıca, Yardımcı’nın aktardığı şekli ile: “Modern paradigma içinde avangard sanatın yenilikle özdeşleştirilmesi, iş dünyasına, kendini sanata destek veren, liberal ve ilerici bir güç olarak temsil etme olanağı tanır. İş dünyası, ‘yenilik’ kavramını kendine mal edip sermaye dili içinde yeniden tanımlayarak, sanata müdahalesini önemli ve meşru bir dava olarak sunar.” 131 Bununla birlikte, bu ilişki sadece sponsorluğun sağladığı prestijden ibaret de değildir: “Sanatın, doğası gereği, siyasetin ve ekonominin gündelik önceliklerinden ayrı bir yerde durduğu inancı, sanat mekanlarının, şirket yöneticileri ve siyasetçilerin bir araya gelebilecekleri siyasetdışı bir alan gibi değerlendirilmesini sağlar. Bu anlamda sanat mekanları, kültürel sermayenin, siyasi ve ekonomik çıkarların hizmetine sunulan sembolik sermayeye tahvil edildiği alanlardır.” 132 Ayrıca Türkiye’deki kültür ve sanat alanlarındaki sermayedarları incelediğimizde karşımıza Eczacıbaşı, Koç, Sabancı ve Doğuş grubu çıkmaktadır. Bu grupların içerisinden Eczacıbaşı, İstanbul festivallerinin düzenlenmesinde, İKSV’nin ve İstanbul Modern müzesinin kurulmasında öncülük etmesiyle sıyrılmaktadır. İKSV’nin belirleyeciliği sponsorluk olgusunun yaygın hale gelmesi ve bu sermaye grupları arasında pay edilmesinde de net bir şekilde görülür. Eczacıbaşı tarafından kendilerine bağlı kurumlar aracılığıyla (Association Française d’Action Artistique) katkıda bulunmuşlardır. İstanbul’daki yabancı kültür merkezleri de (İngiliz Kültür Merkezi, Cervantes Enstitüsü, Fransız Kültür Merkezi, Alman Kültür Merkezi) hemen hemen tüm etkinliklerde İKSV’ye destek veriyorlar. Yabancı galeriler (Guelman Gallery, Galeria Enrique Guerrero), müzeler (Moderna Museet, Museo Alejanro Otero, Musée d’Art Contemporain de Montréal) ve kültürün çeşitli alanlarında faaliyet gösteren kurumlar da (The Fund for US Artists at International Festivals and Exhibitions, The Korean Culture and Arts Foundation, Soros Center for Contemporary Arts, Soros Foundation) özellikle Bienal’in destekçileri arasında yer alıyor. Özel bir kategori olan medya sponsorları arasında Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet, Radikal, Sabah gibi yaygın olarak dağıtılan gazeteler; ATV, CNBC-e, CNN Türk, KANAL D, NTV, SHOW TV ve TRT gibi ana televizyon kanalları ve birçok radyo istasyonu (Açık Radyo, NTV Radyo,Radio Mydonose, Radio Oxi-gen, Radyo Eksen, Radyo Foreks ve TRT) bulunuyor. 129 A.g.e., s.102 130 A.g.e. 131 A.g.e. 132 A.g.e. 52 düzenlenmeye başlanan İstanbul Müzik Festivali, Borusan Holding’in sponsorluğuna devredilmiştir. Uluslararası 10. İstanbul Bienali’nden itibaren bienal on yıllık süre kapsamında Koç Holding tarafından finanse edilecektir. İKSV, bünyesi altındaki festivalleri bu şekilde pay ederken, Akbank’ın payına Uluslararası İstanbul Film Festivali, Garanti Bankası’nın payına da Uluslararası İstanbul Caz Festivali sponsorluğu düşmektedir. Çağdaş sanat alanında da Borusan Holding, Akbank, Siemens, Garanti Bankası’nın çeşitli girişimleri bulunmaktadır. Şirketler, müze ve galerileri birer tanıtım aracı olarak görebilmekte ve halkla ilişkiler bölümü gibi kullanabilmektedirler. İş dünyası sanat organizasyonlarına öncülük ederek, kendi içlerinde sanat kurumları oluşturarak, sponsor oldukları organizasyonların seçici kurulları belirleyerek ya da jüri üyeliğine kendi içlerinden yöneticileri de katarak, kendisini çağdaş kültürün beğeni uzmanı konumuna yükseltmeye çalışmaktadır. 133 Wu’ya göre, “Şirket elitleri, popüler basının dolayımıyla, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, sanatın hamileri, modern zamanların Medici ailesi oldukları imgesi yaratıyorlar. Bu kişiler galerileri gezerler, sanatçı atölyelerini ziyaret ederler, belli başlı müzayede salonlarında eser satın alırlar ve bütün bunların zaten son derece yoğun olan programlarına rağmen yaparlar. Kamuoyuna, sanki iş dünyasındaki bencil ve kıran kırana savaşı aşmış, özgül bir hayat tarzı sürdürdükleri izlenimini verirler.” 134 Bourdieu, sanata bir hegemonik ideoloji biçimi olarak bakar. Sanatın kuşaktan kuşağa iletilip muhafaza edilmesi, geçmiş nesillerin beğenileri aracılığıyla, gelecek nesiller üzerinde kurduğu tahakkümdür. 135 Kültürel sermaye, hakim sınıfların korunması veya yeniden üretilmesi işlevini görür. Sanat kümülatif olarak ilerlerken, “çağdaş sanat” her ne kadar bir kesinti, yeni eleştirel bir yol gibi görünse de sanat tarihine bolca göndermede bulunarak kurduğu bu ilişkiyle kimliğini oluşturur. İstanbul Modern, çağdaş sanat adına İstanbul’da atılan ilk ciddi müze adımıdır diyebiliriz. Bu adımın Avrupa 133 Wu, Kültürün Özelleştirilmesi, s. 17 134 A.g.e., s. 28-29 135 A.g.e., s.23 Birliği müzakerelerinde Türkiye’nin elini 53 güçlendirmesi adına, hükümet tarafından desteklenmiştir. Günümüzde Türkiye Avrupa Birliği ilişkileri çerçevesinde baş müzakerecilik görevini üstlenen Egemen Bağış’ın da, müzeye maddi katkıda bulunmuştur. Bu ayrıntıya müze duvarlarında rastlanabildiğini hatırlatmakta fayda vardır. Bu ve benzeri sanat kurumlarına, şahıslarca yapılan bağışların, vergiye tabi gelirden düşülmesi nedeniyle, bir vergi indirimi sağladığını, devlet tarafından yapılmış bir dolaylı sübvansiyon olduğunu söylemek mümkündür. Bu bağlamda Chin-tao Wu’nun kullandığı “sistemin taraflılığı” 136 kavramı açıklayıcıdır: “Zengin ve güçlü bir azınlığın ayrıcalıkları, kamunun haklarına karşı (modası geçmiş bir deyişle) yasalarca güvence altına alınmıştır. …Elitlerin ve şirketlerin ekonomik çıkarlarının kültür dünyasında kurumsallaştırılması, kuşkusuz, ‘sistemin taraflılığının’ vazgeçilmez bir öğesidir.” 137 Yine Wu’ya göre, “Sonuç itibariyle, bütün vergi mükellefleri, bireyler ya da şirketler olarak zengin sanat hamilerinin özel tercihlerinin maliyetine “ortak olmak” zorunda kalıyorlar.” 138 Bu çerçevede Tophane semtini değerlendirirken, 2004 yılının sonunda İstanbul Modern’in açılması ve 2005 senesinden itibaren dönem dönem Galataport projesinin gündeme gelmesiyle, bu söz konusu alanların İstiklal Caddesi ile arasında kalan semtlerden biri olduğunu ve geliştirilecek projelerin ne şekilde etkisi bulunduğunu da göz önünde bulundurmamız gerekmektedir. Tophane’de yer alan Tütün Deposu’nun 2009 yılında gerçekleşen 11. Uluslararası İstanbul Bienali’nde sergi mekanı olarak kullanılması, semtin yerli, yabancı ve kentli turiste daha da aşina olmasına yol açmıştır. Bu dönemlere gelmeden Cihangir’in mutenalaşmasını tamamlayarak yeni sakinlerini ağırlamaya başlaması ve Galata semtinin de bu süreçten daha yakın bir tarihte geçmesinin Tophane semtine de etkileri göz önünde bulundurulmalıdır. Son dönemde Tophane’de faaliyet gösteren, göstermiş olan galeri ve atölyelerin, internet siteleri aracılığıyla yansıttıkları kimlikleri üzerinden bir değerlendirme 136 A.g.e., s.45 137 A.g.e., s. 45-47 138 A.g.e., s.20 54 yapılmaya çalışılacaktır. “Tophane Art Walk” 139 adı altında gerçekleştirilen organizasyon sırasında, saldırılar gerçekleşmiş, bu organizasyona, Elipsis Gallery, Galeri Apel, Pi Artworks, Outlet, Non ve Rodeo isimli mekanlar katılmıştır. İlk olarak 2009 Ocak ayında açılan DEPO’yu 140 ele alırsak, kar amacı gütmeyen bir kültür kuruluşu Anadolu Kültür’ün girişimiyle kurulduğu bilgisi göze çarpmaktadır. Bunun devamında Anadolu Kültür’ün internet sitesine girdiğinizde destekleyenler kısmında 141 Açık Toplum Vakfı’na rastlanılması Açık Toplum Enstitüsü’nü 142 ve dünya genelindeki bağlamını akıllara getirmektedir. 2009 yılında George Soros’a bağlı olması gerekçesi ile oldukça eleştirilen ve bir Türk vakfına dönüştürülen Enstitü, vakfa dönüşmeden önceki faaliyet süresince de TESEV, Bianet, Umut Vakfı, AÇEV, Tarih Vakfı, Açık Radyo, Avrupa Hareketi, Açık Site, Helsinki Yurttaşlar Derneği gibi sivil kuruluşlara maddi destekte bulunmuştur. George Soros’un eleştirilme nedeni kendisinin spekülasyonlara dayanarak elde ettiği borsa kazancının dünyada Açık Toplum idealini gerçekleştirmek adına çeşitli ülkelerdeki muhalif hareketlere destek veren yapılar oluşturmasıdır. Enstitü’nün yönetim kurulunda Osman Kavala’nın yer alması ve daha sonra faaliyetlere Açık Toplum Vakfı’nda devam edilmesi dikkat çekicidir. Tütün Deposu, Kavala ailesine ait olup DEPO adı altında kültür ve sanat alanında faaliyette bulunmaktadır ve “Sanatçılar arasında işbirliğini ve kültürel etkileşimi kolaylaştırmayı, bölgeye özgü sosyal ve siyasî sorunlar üzerine eleştirel düşünceyi teşvik etmeyi hedeflemektedir.” 143 Bu amaçlarının yanında bütün etkinliklerinin 139 http://tophaneartwalk.com/ 140 http://www.depoistanbul.net/tr/about.asp 141 http://www.anadolukultur.org/tr/destekleyenler.asp ücretsiz olduğu vurgusu göze 142 George Soros, tarafından 1993 yılında kurulan Açık Toplum Enstitüsü’nün merkezi New York'da bulunmaktadır. Küresel düzeyde açık toplumu hedefleyen vakıf, eğitim, medya, toplum sağlığı, insan hakları, kadın hakları, hukuk, ekonomi ve sosyal alanlardaki reformları desteklemektedir. Bu bağlamda sivil toplum örgütlerinin, uluslararası kurumların ve hükümet temsilcilerinin bir araya geldiği geniş katılımlı bir açık toplum ağı oluşturmayı amaçlamaktadır. Aralarında SSCB, Doğu ve Orta Avrupa, Afrika, Orta Asya, Kafkaslar, Latin Amerika, Güneydoğu Asya, Haiti, Moğolistan ve Türkiye’nin de bulunduğu 60 kadar ülkede etkinlik göstermektedir. Bu ve bunun gibi enstitülerin desteklediği kültürel ve sivil toplum kuruluşları gibi oluşumlar aracılığıyla Amerika’nın örtülü bir şekilde hegamonyasını sürdürdüğünü ifade etmek mümkündür. http://www.osiaf.org.tr/router.php?sayfa_id=osi 143 http://www.depoistanbul.net/tr/about.asp 55 çarpmaktadır. Ayrıca Rodeo 144 adında bir sanat galerisine de ev sahipliği yapmaktadır. Boğazkesen caddesi üzerinde bulunan PG Art Gallery, kendisini şu şekilde tanımlamıştır: “Son yıllarda Türkiye'den ve yurt dışından çağdaş sanatın önemli sergilerine yer vermekle birlikte, genç sanatçıları desteklemeyi de ilke edinmiş olan galeride resim, heykel, fotoğraf ve video sanatının seçkin örnekleri sanatseverlerle buluşturmaktadır.” 145 Genç sanatçıların desteklenmesi, alternatif bir ortam olarak görülen Tophane sanat galerilerinin genel tutumu olarak görülebilir. Ayrıca kurucularından Pırıl Güleşçi Arıkonmaz Habertürk Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapmaktadır. Galeri Non, yine Boğazkesen caddesi üzerinde yer alan galerilerdendir, internet siteleri aracılığıyla kendilerini şu şekilde tanımlamaktadırlar.“NON disiplinsiz sanat pratiklerini benimseyerek yeni diller ve sanatsal ifadeler ortaya koyan sanatçılara adanmıştır.” 146 Destekçileri arasında Anadolu Kültür’ün olması dikkat çekmektedir. Daire Sanat da yine Boğazkesen caddesi üzerinde yer alan mekanlardan bir tanesidir. Kendilerini şu şekilde tanımlamaktadırlar: “DAİRE, inisiyatif altyapısıyla kurulmuş bağımsız ve çağdaş çalışmaları destekleyen açık bir sanat mekânıdır. Kişisel sergilerin yanı sıra kavram odaklı sergiler oluşturarak toplumsal ve kültürel meseleleri sanatın ayırt eden çerçevesiyle sorgulamayı amaçlar. DAİRE, sergileme seçimlerinde ticari kaygılardan uzak kalarak bağımsız bir sanat alanı yaratır. Amaç, güncel sanat potansiyeline imkân vermektir” Galeri Apel 147 , Tophane Art Walk organizasyonuna katılmış olsa da semtin biraz dışında Galatasaray’a yakın bir konumda bulunmaktadır, diğer sanat mekanlarına nazaran daha eski bir tarihte (1998’de) kurulmuş olması dikkat çekicidir, çağdaş sanat sanatın dışında daha genel bir çalışma alanı bulunmaktadır. 144 http://www.rodeo-gallery.com/rodeo/ 145 http://pgartgallery.com/#1277126/HAKKINDA 146 http://galerinon.com/tr/us 147 http://www.galleryapel.com/ 56 Pi Artworks, Tophane’de iki ayrı mekan olarak faaliyette bulunmaktadır. İnternet sitelerinden kendilerini şu şekilde tanımladıklarına rastlamaktayız: “1998 yılında Yeşim Turanlı tarafından kurulan Pi Artworks Türk çağdaş sanatının önde gelen isimlerini hem yerel hem de uluslararası piyasalarda temsil etmektedir.” 148 Piyasa bağlantısına olan vurgu diğer galerilere nazaran burada daha dikkat çekicidir. Radikal Gazetesi’nin 7 Mart 2011 tarihli haberine göre Pi Artworks Tophane’deki cadde üzerindeki mekanını muhafaza edip arka sokaktaki mekanını kapatarak Sıraselviler’e taşınacağı belirtilmiştir. Galeri Elipsis, Boğazkesen Caddesi üzerinde ancak cadde üzerinde değil Hasan Efendi İşhanı’nın içerisinde yer alıyor. Daha önce Galatasaray’da çalışmalarını sürdüren Elipsis Gallery, baskı atölyesiyle birlikte burada hizmet vermeye devam ediyor. Atelier Elipsis “Türkiye’nin ilk dijital fine art atölyesi” 149 vurgusunu yaparken, çağdaş sanatın özellikle fotoğraf alanında üretim merkezi olma yolunda iddialı olduğu görülmektedir. Galeri Elipsis ise kendini şu şekilde tanımlamıştır: “Galeri Elipsis Tükiye’nin ilk özel fotoğraf galerisidir. Misyonumuz, fotoğraf sanatının önde gelen uluslar arası isimlerinin eserlerini, koleksiyonerlere daha ulaşılabilir kılmak, yeni koleksiyonerler oluşturmak ve daha geniş kitlelere taşıyabilmektir. Genç ve ümit vaad eden sanatçıları destekleyerek Türk Çağdaş Fotoğrafçılığını uluslar arası arenada da temsil etmektir. Galerimiz, Sanat yatırımcılığı ve koleksiyonerlik konusunda danışmanlık hizmeti vermektedir.” 150 Koleksiyonerlik ve sanat yatırımı hakkında verilen danışmanlık hizmeti, koleksiyoner oluşturma hedefi bu galerinin sanat piyasası içerisinde nasıl bir yeri olduğunu özetliyor. Ayrıca bağlantı kurulan çağdaş fotoğraf sanatının önemli isimlerini Türkiye’ye getirerek, kendi itibarını da kuvvetlendirmektedir. Genç sanatçılar için Tophane’de çağdaş sanat piyasasına atılacak ilk adım olarak görülebilir. Outlet/İhraç Fazlası Sanat adı altında Tophane’de saldırılardan da en fazla nasibini alan mekanlardan birisi olarak şu günlerde Tophane’den ayrılmaktadır. Radikal 148 http://www.piartworks.com/turkish/info.php 149 http://www.atelierelipsis.com/hakkimizda.html 150 http://www.elipsisgallery.com/step10_links.html 57 Gazetesi’nden Cem Erciyes’in haberine göre 151 Pi Artworks gibi Sıraselviler Caddesi’ne taşınıyor. Tophane etabını başarıyla ve sansasyonla geçen galerilerin sanırım sıradaki adresi Sıraselviler caddesi, buradan piyasaya daha kendinden emin bir girişin hesapları yapılıyor denebilir. 3.3. Tophane’de Sanatın Kitlesi, Çatışma ve Mekan Tophane’deki gerilime bakarken, İstanbul’un kent hayatı, Georg Simmel’in “modern kültürde çatışma” adı altında kavramsallaştırdığı çerçeveden incelenecektir. Çeşitli kavramlara başvurulurken, bu çerçeve, Tophane’deki gerilimin taraflarında bu kavramların izleri bulunduğundan yaşananların anlaşılmasına yardımcı olabilir. Metropolde, para ekonomisi toplumsal ilişkileri nesneleştirirken, kentsel varoluş, birey ve çevresi arasında mesafeyi gerekli kılar. 152 Metropoldeki kalabalığın ve renkli düzensizliğin insanı her gün ticari, mesleki, toplumsal sebeplerle kaçınılmaz fiziksel ilişkilere sürüklemesini, ruhsal mesafelerle katlanılabilir hale getirmektedir. 153 Tophane’deki sanat ortamına dahil olan veya olmaya çalışan kesim için kent önemli bir tema olmakla birlikte, bu kesim toplumsallaşmasını kent olgusu üzerinden kurabilir. Güncel sanat gündeminde de kent, sıkça işlenen bir konudur. Nesnel dünyanın, ruhsal yönden anlamlandırılmasıyla yaşanılır ve katlanılır hale gelmesi tüm kesimler için geçerli olabilir. Dini inanışların da nesnel hayatı şekillendirdiğini söyleyebiliriz, ancak sanatın da yer yer bir dine dönüştüğü gözden kaçırılmamalıdır. Güncel sanatla ilgilenen kesimin, ruhunun merkezinde bir kesinliğin bulunmaması, onları hep yenilenen uyarıcılarda, duyumlarda, dışsal etkinlikte doyum aramaya itebilir, bu durumun istikrarsızlık ve çaresizlik, metropol kargaşası, seyahat 151 Cem Erciyes, “Outlet nereye uçuyor?”, Radikal, 14 Mayıs 2011 http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1049204&Yazar=CEM%2 0ERC%DDYES&Date=15.05.2011&CategoryID=41, 25 Mayıs 2011 152 David Frisby, ‘Sunuş: Georg Simmel – Modernitenin İlk Sosyoloğu’, Georg Simmel, Modern Kültürde Çatışma (çev. Tanıl Bora, Nazile Kalaycı, Elçin Gen) (İstanbul: İletişim, 2003) içinde, s.24 153 Georg Simmel, “Metropol ve Tinsel Hayat”, Modern Kültürde Çatışma (çev. Tanıl Bora, Nazile Kalaycı, Elçin Gen) (İstanbul: İletişim, 2003) içinde, s. 90-91 58 düşkünlüğü, bir stile veya kişisel bir ilişkiye bağlı kalamama gibi tezahürleri bulunmaktadır. 154 Tophane’de yaşanan gerilimin taraflarını homojen kabul etmesek de, karşılıklı yabancılık hissini şu şekilde açıklamak mümkündür: “Uyarılma, toptan kayıtsızlığın ilacı haline gelir. Metropol hayatı içerisinde, kent hayatı ve cemaatler arası ilişki bağlamında insanlar kendilerini ancak, nesnel dünyayı ve diğer insanları değersizleştirerek koruyabilirler. Kendini koruma yönündeki bu ihtiyaç, kent hayatındaki etkileşim tarzı üzerinde de etkili olur. Bu durum, başkalarına karşı koyulan “dışsal mesafe”de kendini gösterir – bu mesafenin altında yalnızca bıkkınlıkta olduğu gibi- kayıtsızlık değil, “nedeni ne olursa olsun, yakın temas durumunda her an nefrete ya da kavgaya dönüşebilecek hafif bir hoşnutsuzluk, karşılıklı bir yabancılık ve tiksinme hissi” de yatmaktadır.” 155 Tophane’nin görece yerlisi olarak anılan kesim, mahalle sakinleri, göç ettikleri yerlerden köklerine bağlı kalarak nesilden nesle kentle ilişki geliştirerek kendilerine özgü bir yaşam biçimi geliştirmişlerdir: “Metropol, farklılıkları kaydeden bir varlık olan insandan, kasaba hayatına göre daha başka bir bilinçlilik miktarı talep eder.” 156 Kasaba hayatının duygusal ilişkiler üzerine kurulan yapısı kendini şehirde farklı cemaat örgütlenmeleri olarak gösterebilmektedir. Bu örgütlenmeler maddi çıkarlar etrafında birleşmektedir ve bulunduğu ortamın normlarının belirleyicisi de olabilir. Tophane’de karşılaşılan gerilimde sanat kitlesi içerisinde “–binlerce farklı bireyde farklı şekillerde vücut bulan- metropol tipi kişilik, tehdit edici seyri ve aykırılıklarıyla kendisini köksüz bırakacak dışsal çevresine karşı koruyucu bir organ geliştirir. Yüreğiyle değil, zihniyle tepki gösterir. Burada, ruhun ayrıcalıklı konumuna, bilinç uyanıklığı sahip olur. Metropol hayatı, metropol insanındaki yüksek bilincin ve zihin hakimiyetinin temelini oluşturur. Para ekonomisi ile zihnin egemenliği birbirine derinden bağlıdır.” 157 Burada mahallelilerin gerilim nedeni olarak anılan durumlara duygusal tepki verdiği düşünülebilir ancak bu tepkilerin 154 Frisby, ‘Sunuş’, s.26. 155 A.g.e., s.28. 156 Simmel, “Metropol ve Tinsel Hayat”, s.86 157 A.g.e., s.87 59 arkasında da zihnin hakimiyeti kendisini gösterir, ekonomik çıkarlar söz konusudur. Tartışmanın ekonomik zemin üzerinden yürümesi, iktidarın tercih edeceği yöntem olabilir, her ihtimalde kentsel dönüşüm sürecinin yerlilere ekonomik avantajlar yaratacağı vurgusu yapılmaktadır. Tophane’deki güncel sanat çevresi için de ekonomik çıkarların ikinci plandaymış gibi görünmesine karşın; gerilimin ardından galerilerin semte gelişi “düşük kiralara” olan vurguyla maddi çıkarlar üzerinden meşrulaştırılmaktadır. Tophane’de yaşayanları, kasaba sakinleri olarak görmemiz ya da bu özellikleri birebir taşıdığını düşünmemiz yanlış olacaktır. Ancak kökleri, gelenekleri, yaşayış biçimleri ve geçmişleriyle kent yaşamına farklı bir boyutundan eklemlenerek, kendi toplumsallaşma biçimlerini oluşturmuşlardır. Tophane’de sanat çevresinin oraya adımını atmadan önce insanların içsel ilişkilerin belirleyicisi üzerinde uzlaştıkları veya veri kabul ettikleri din, milliyet, etnik köken gibi değerler olabilmektedir. Sanatla ilgilenen kesim, kentle eklemlenmiş toplumsal ilişkilerinde samimiyet arayışında bile olsalar, bu arayışın temelinde bir mesafe bulunmaktadır. Kent hayatında sayısız insanla kurulan dışsal temaslara, içsel yanıtların verilmeye çalışılması, insanı ruhsal bunalımlara itebilir, bu nedenle dışsal mesafenin iç yüzü kayıtsızlık olarak ortaya çıkabilmekte, bu kayıtsızlık farkına varılmadan yakın temas durumlarında nefrete, karşılıklı bir yabancılık ve tiksinme hissine dönüşebilmektedir. 158 Bir başka deyişle: “Metropolün bu iki tipik tehlikesinden –bir yanda kayıtsızlık, diğer yanda ayrımı yok eden telkinden- bizi koruyan, antipatidir. Gizli bir antipati, pratik bir uzlaşmazlığın hazırlık evresi, bu hayat tarzının sürdürülebilmesi açısından zorunlu olan mesafeleri ve hoşnutsuzlukları yaratır.” 159 Aynı zamanda, “Kişi ile ‘öteki’ arasındaki mesafe, artık ahlaki bir değerlendirme meselesi değil, estetik bir konudur. Biriyle kurulan ilişkiyi belirleyen, bir arada yaşamaktan ve aynı kaynakları paylaşmaktan doğan sorumluluk değil, zevk ve beğeniye dayanan tercihlerdir. 160 Bu ‘estetik mesafe’ diğer toplumsal ayrışma 158 159 A.g.e., s.93 A.g.e., s.93 60 biçimlerinden farklıdır; çünkü mesafe koyma sürecinin nesne’sinin niteliklerinden çok özne’sinin tercihlerine dayanır. Bir başka deyişle, mesafeyi belirleyen, uzaklaştırılan ‘öteki’nin özelliklerinden ziyade, mesafe koyanın, kendisine seçmiş olduğu yaşam tarzı, tüketim tercihleri ve beğenileridir.” 161 Yaşananlara bu açıdan bakıldığında, mahallelinin gözünde sanat ile ilgilenen kesimin, kendi tüketim alışkanlıkları ve yaşam tarzıyla farklılaştığını bunların üzerinde de bir mesafe oluştuğunu söyleyebiliriz. Tophane’deki sanat kurumlarının kentsel dokunun dönüşümüne ne tür bir etkide bulunduğunu, bu kurumların dolaylı ve bilinçsiz işlevini kültür üzerinden şu şekilde de açıklamak mümkündür: “‘Öteki’nin tehdidi ve tehlikesiyle başa çıkmanın bir yolu olarak sunulan teknikler arasında, kamusal alanların özelleştirilmesi, güvenlik güçlerinin artırılması, sivil güvenlik birimlerinin silahlanması, güvenlik kameraları ve turnikeler gibi mekanizmaların yerleştirilmesi vardır. Kültür ise, toplumsal ayrışmayı yeniden kurmak için kullanıldığı zaman, bu tekniklerin estetik bir kopyası olarak işlemektedir.” 162 Kentsel dönüşüme etki eden tek belirleyici sanat değil elbette, gerilimin taraflarının aidiyet üzerinden sürdürdükleri tartışmayla da mekanın tarihi yeniden yazılıyor. Petra Weyland’ın deyişiyle: “Metropol dokusu, aynı anda farklı cephelerde süren bir dizi sınır mücadelesi yoluyla şekilleniyor. Bu anlamda hiçbir zaman durağan değil. Mevcut sosyal kimlik ve kültürel aidiyetler, sadece geçmişte bitmiş, kapanmış ‘tarihi’ mücadelelerin sonuçlarını yansıtmıyor, aynı zamanda hangi tarihin, kimin mirası olduğunu belirleyen güncel iktidar mücadeleleri içinde şekilleniyor.” 163 Bu iktidar mücadelelerini, gerilimin öncesinde ve sonrasında da gözlemlemek mümkündür, Tophanelilerin kendilerini o semtin sahibi, yerlisi olarak görmeleri, yakın dönem geçmişe dayanarak kendilerinin mekana aidiyeti üzerine kimliklerini tanımlarken, sanat kurumları ekonomik avantajları ön plana 160 Yardımcı, Küreselleşen İstanbul’da Bienal, s. Zygmunt Bauman, “From Pilgrim to Tourist – or a Short History of İdentity”, Stuart Hall ve Paul du Gay (der.) Questions of Cultural Identity (Londra: Sage,1996) s.33 Aktaran: Sibel Yardımcı 161 A.g.e., s.137 162 A.g.e., s.138 163 Ayşe Öncü ve Petra Weyland, ‘Giriş: Küreselleşen Kentlerde Yaşam Alanı ve Toplumsal Kimlik Mücadeleleri’, Ayşe Öncü ve Petra Weyland (der.), Mekan, Kültür, İktidar: Küreselleşen Kentlerde Yeni Kimlikler (çev. Leyla Şimşek, Nilgün Uygun) (İstanbul: İletişim, 2005) içinde: s.12 61 çıkarmaktadır. Gerilimin ardından yazılı basına yansıyanlar ise her kesimin kendi bakış açısından tarihi yeniden yazmaya çalıştığının göstergesidir. Çağdaş sanatla ilgilenen kesimin taşıdığı özellikler incelendikçe, Tophane semti içerisinde sanatın nasıl bir içerikle ve ne tür çevreyle bir arada olduğu anlaşılabilir. Bu kitlenin içerisindeki sanatçılar, izleyicileriyle nasıl bir ilişki kurmayı tercih eder? bu kitle dışarıdan nasıl görünür? sorularının cevapları aranacaktır. Sanat dünyasının izleyicisinin üzerinde ne tür bir etki bıraktığını, ne tür bir işlevi olduğunu anlamak adına şunlar söylenebilir: “…postmodern sanatçı, izleyiciyi rahatsız etmek istemez; bunun yerine ona ayna tutarak onu onaylamak ister; böylece sanki olası tek bakış açısı buymuş gibi söz konusu izleyicinin kendine olan inancını, gerçekliğe ve yaşama olan bakış açısını doğrulamış olur.” 164 Güncel sanat, insan hakları gibi bir konuyu ele aldığında dahi, sanatsal çalışmanın tarihe not düşmenin dışında izleyici üzerinde bu tür bir onaylayıcı etkisi olabilir. İzleyicilerin günlük yaşamın sıkıntı ve sorunlarına karşı nasıl başa çıkıldığını, sanatsal üretimle gördükçe rahatlayarak, sistem içerisinde pasif bir tutum edinebilir. Bu açıdan bakıldığında: “sanatın nihai amacı, eğitimli izleyicilerini, demokrasinin yozlaşmasına, medyanın manipülasyonlarına, hiç ara vermeyen rahatsız edici ticari propagandanın yarattığı zihinsel kirliliğe rağmen hala kendileri olduklarına, kendilerini ve özgürlüklerini tahribattan koruduklarına inandırmaktır.” 165 Yine Julian Stallabrass’a göre sanatın siyasi işlevi de şu şekildedir: “…çağdaş sanat, neoliberal ekonominin çıkarlarına hizmet eden sanattır – ticaretin önündeki engelleri, yerel dayanışmaları ve kültürel bağlılıkları kesintisiz bir melezleme süreci içinde yıkarak neoliberal ekonomiyi güçlendiren sanat.” 166 Güncel sanatın ele aldığı konuyu ne şekilde sunduğu da oldukça önemlidir. “Post sanat ele aldığı her şeyin boşluğunu gösterir, foyasını meydana çıkarır, ama postmodern dünyadaki her şey gibi onları da eğlenceli hale getirir. Postsanatın kendine ait olduğunu iddia ettiği kinizm, aslında her şeyi bilir geçinen 164 Donald Kuspit, Sanatın Sonu (çev. Yasemin Tezgiden) (İstanbul: Metis, 2004), s.72 165 Stallabrass, Sanat A.Ş., s.164 166 A.g.e., s.165 62 postmodernizmin içsel özelliğidir.” 167 Tophane’deki NON galerisinin, saldırının olduğu akşam açılışı yapılan Extramücadele 168 sergisi örnek olarak incelenebilir, Kemalizm eleştirisini ele alacak olursak, ikon kırıcı olma hedefinin olduğu göze çarpabilir. Ancak bu eleştirel duruş, çeşitli imgelerle eğlenceli ve seyredilebilir hale getirilmiştir. “Yıkıcı olduğu iddia edilen şey, gösteri dünyasına girerek sanatsal bir eğlenceye (müthiş bir modaya) dönüştürür, çünkü kurallara meydan okumak için statükonun geleneksel kurallara boyun eğen yöntemlerini kullanır.” 169 Bu tür bir eleştirel çalışmanın, müze yerine Tophane’yi seçmesi, eleştirel tutumunu bağlamıyla zenginleştirmek istemesinden kaynaklanabilir. Ancak bu alternatif mekanlar, günümüzün sokak müzeleri, yüksek sanatın, güncel sanata dönüşerek kitlelere yayılma aşamasıdır. Postmodernlikte dünyevi olanla kutsal olanın ne kadar kolay birbirine karıştırılabileceğini göstermektedir. 170 Bu yolla da dünyevi olan ve kutsal sayılanın karışımı bir eğlenceye dönüşmektedir. Extramücadele sergisi için yine şunlar söylenebilir: “sanat ikonkırıcı hale gelmiştir.Modern ikonkırıcılık artık imgeleri yok etmekten değil, imge imal etmekten, görülecek hiçbirşeyin olmadığı bir imge bolluğu imal etmekten oluşuyor.” 171 Yeni imgeler oluşturmasıyla da statükonun geleneksel yollarını takip etmiş oluyor. Bir ideoloji eleştirisinin, başlı başına başka bir ideolojiye dönüşmesi de buna benzer bir durumdur. Sanatın hitap ettiği kesime odaklanılırsa, kamusal fayda yanılgısı göze çarpacaktır. Düzenlenen sergiler, etkinliklere girişte herhangi bir engel görünmese de, belli bir sosyal çevre ve kültürel sermayeye sahip kitleye hitap eder. Kültürel sermayeye sahip olan kitle kendisinde, geleneksel yapılara bağlı insanları eğitme hakkını görür. Bu durum oryantalist bakış açısıyla da ilgilidir, her ne kadar alternatif sanat mekanlarındaki sanatçıların bu tutumdan uzak durduklarını beyan etmelerine karşın, Tophane’de faaliyet göstermenin bile başlı başına temelinde bu düşüncenin yattığı söylenebilir: “Toplumsal olarak elverişsiz konumlardan gelen kişilerin, 167 Kuspit, Sanatın Sonu, s. 107 168 http://www.art-core.tv/index/icerik/722/Extramucadele-ile-Bunu-ben-yapmadim-siz-yaptiniz-s... 169 Kuspit, Sanatın Sonu, s. 107 170 A.g.e., s. 155 171 Jean Baudrillard, Sanat Komplosu: Yeni Sanat Düzeni ve Çağdaş Estetik 1, (çev. Elçin Gen, Işık Ergüden) (İstanbul: İletişim, 2010), s. 35 63 ‘habitus’larından kaynaklanan kısıtlamaların farkında olmaları, yani kültür ürünlerini anlamlandırmanın, yorumlamanın ve tüketmenin doğru biçimlerini bilmediklerini fark etmeleri, onları bu tür yargılarda bulunmaktan, bu tür yargılarda bulunacakları ortamlara girmekten alıkoyar. Çünkü sanat eserinin kendisini yetkin olmayan izleyiciye açmayacağı düşüncesi, yalnızca kültür birikimine sahip olan aktörlerce değil, böyle bir birikimi olmayanlarca da paylaşılır.” 172 Sergilerdeki eserlerin bir kısmı sanat tarihine göndermeler yaparak, kendi sanatsal kimliğini oluşturur. Kent içerisinde bu tür göndermeleri barındıran pek çok nesne de mevcuttur. Bu semiyotik yapıları okuma ve değerlendirme becerisine dayanan yeni bir farklılaşma biçimi, toplumsal tabakalaşmayı yeniden üretir, 1980 sonrası servetin el değiştirmesi hızlandığından, kültürel birikim toplumsal farklılaşmanın belirleyicisi olma yolunda daha öncelikli bir rol oynar. 173 Tophane’ye galeriler gelmeden önceki manzaraya bakacak olursak, yine kendi içinde ötekileri barındıran, çeşitli etnik kimliklerin sermaye sahibi olarak ön plana çıktığını söyleyebiliriz. Din olgusunun mahallede önemli bir yer tuttuğunu belirtmemiz gerekir, bu olgunun etrafında örgütlenen cemaat ve küçük gençlik grupları, bu muhafazakar çevre, bireylerin özgürleşmesinin önünde engel teşkil etmektedir. Bireylerin özgürlüğünün, tüketici özgürlüğüne indirgendiği günümüzde, özgürlüğüne kavuşsa da bu insanlar sisteme eklemlenerek tüketim ilişkileri üzerinden kimliklerini belirleyebilirler. Toplumsal farklılaşmanın farkına varan mahalleli, kültürel birikimleri arasındaki uçurum nedeniyle sanatçıya karşı sinir sahibidir. Sanatçıların maddi kaygılarının olmaması, görece maddi koşullar açısından daha basit bir hayat yaşayan, mahallelinin gözünde bir ‘öteki’ haline dönüşmektedir. 21 Eylül 2010 akşamı Tophane’de yaşananlar, Sanatla ilgilenenlerin kimlikleri dolayısıyla mahalle tarafından ötekileştirilmesinden ibaret değildir. Karşılıklı kimlikler havada asılı duran nefret ve kibir bu gerilimin bir tarafıdır, ancak saldırının gerçekleştirildiği koşullar dikkate alındığında, bunun örgütlü olabileceği fikri karşımıza çıkmaktadır. Saldırı sonrası yapılan çeşitli açıklamalar, yaşanan olayı içki tartışmasının dışında olduğuna ikna etmeye çalışmakta, münferit bir olay olarak 172 Yardımcı, Küreselleşen İstanbul’da Bienal, s.123 173 A.g.e., s.124 64 kayıtlara geçilmesini sağlayarak konunun kapanmasını amaçlamaktadır. Her ne kadar sakatlıkların altında iktidarı aramak komplo teorilerini çağrıştırsa dahi, saldırıda kullanılan dondurulmuş portakallar, biber gazları ve demir çubuklar neyi çağrıştırır bunu sorulması gerekir. Çeşitli araştırmalarla ya da akademik kaynaklara atıfla bu baskı mekanizmasının deşifre edilmesi zordur. İçine girildiğinde arkadaşlık ilişkisi olarak görülebilecek, bir tepkiye dönüştüğünde, münferit bir olay ya da kanları kaynayan gençlerin tepkisi olarak yansıtılabilecektir. İktidarın günümüzde en ufak bir muhalefet tomurcuğuna dahi tahammül edemediği ve önünü kestiği aşikar iken, acaba Tophane’de yaşananların bununla bir ilgisi var mıdır? Tophane’nin içerisinde alternatif mekan olma iddiası ile eleştirilere kucak açan galerilerin muhalefet vurgusu, söylemlerindeki avangart çağrışımların dışında nasıl bir etkisi vardır? Olaya hangi kesimin penceresinden bakmaya çalışırsanız çalışın bir parçası eksik kalmaktadır. 65 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM SONUÇ Tophane semtinde galerilere karşı gerçekleşen saldırı, mahalleli ile çağdaş sanat izleyicileri arasındaki dile getirilmeyen gerilimlerin gündeme taşınmasına, kentsel dönüşüm ve soylulaştırma tartışmalarının popülerlik kazanmasına sebep olmakla beraber, bazı gazetelerin köşe yazılarında, gündemdeki 12 Eylül 2010 Referandumu’nun da etkisiyle muhafazakarlaşma ve mahalle baskısı/ mahalleye baskı tartışmalarına da neden olmuştur. Bu tartışmaların tümünü göz önünde bulundurmak için, yazılı basın tüm kesimlere yer verebilmek adına ayrıntıyla taranmıştır. Çağdaş sanatın izleyici kitlesine ve kent dokusuna olan etkisi üzerine kaynak taraması yapılmış, özellikle çağdaş sanat eserlerinin yoğunlukta olduğu bienallerin kentle ilişkisi ve sanatın genel olarak devlet ve piyasa ile ilişkisini, çağdaş sanat üretiminin finansmanını, sanat kurumlarının sponsorluklarını değerlendiren çalışmalara bakılmıştır. İlk bölümde ele alınan yazılı basından alıntılar, kullanılan dil itibariyle farklı kesimlerin pek çok kavramda uzlaşamadığını, tartışmaların saldırının özel halinden çok daha temel kavramlar üzerinden gündemin etkisiyle yürütüldüğünü göstermiştir. Bu durum, gündemde yer alan herhangi başka bir olayda da benzer bir süreci takip etmekte olduğunu ve medyanın toplumdaki işlevini göstermektedir. Muhalefet iddiasında olan kesimin de farklı bir dil üretememesinden dolayı tartışmalar, iktidarın arzu ettiği biçimde gelişmiştir. Muhalefet iddiası içerisinde olan bazı sanat kurumlarının da, saldırının ardından iktidarı yanında görme isteği, iddiaları ve eylemleri arasındaki çelişkiyi gözler önüne sermektedir. Alıntılar bize hangi konuyla ilgili olursa olsun, yapılacak genel bir tarama, birbiriyle karşıt görüşlerin detaylarında fikir açıcı soruların sorulmasına da yardımcı olduğunu göstermiştir. Bu 66 yöntem tarafsızlık iddiası ile değil, olabildiğince farklı açıdan bakabilmek adına seçilmiştir. Ardından, genel sanat algısı ve her kesimin ona yüklediği işlevin ötesinde, konuyu çağdaş sanatla da sınırlayarak, devletle ve piyasa ekonomisi ile ne tür ilişkiler geliştirdiği incelenmiştir. İngiltere ve ABD örneklerinde sanat kurumları 1980’lerdeki liberalizasyon politikaları çerçevesinde özel sermayeden kaynak bularak, özerk görüntüsünün altında vergi indirimleri, ve imar izinleriyle hükümet ve yerel yönetimlerle ilişkisini kuvvetli bir şekilde sürdürmektedir. Sanat kurumlarının özerklik statüsü, kamu yararı gözetilerek verilen imtiyazlar rağmen kamuoyu karşısında hesap verme zorunluluğunu ortadan kaldırmıştır. Kendi yararları düşünülerek belirlenen sanat politikası üzerinde, vergi mükelleflerinin herhangi bir söz söyleme hakkı olmadan, iş dünyasının ve zenginlerin sanat adına yaptıkları tercihleri onaylamak zorundadırlar. Türkiye’de de liberalizasyon politikalarının etkisi derin bir şekilde görülmesine rağmen, devlet bünyesi altında köklü bir sanat kurumu mevcut olmadığından, 1973’te kurulan İstanbul Kültür Sanat Vakfı, sanat akımlarını ülkeye tanıtan ve ülkedeki sanatsal yaklaşımlara yön veren bir kurum olarak özel sermaye desteğiyle faaliyet göstermektedir. Günümüzde bile diğer ülkelerle karşılaştırıldığında bu sanat kurumuna yapılan devlet desteği oldukça sınırlı kalmasına rağmen, vakıflara sunulan imtiyazlar, vergi indirimleri, işletme gelirleri üzerinden vergilendirmenin yapılmaması, imar yönünden kolaylıklar sağlanması devlet ve sanat kurumları arasındaki ilişkini diğer bir boyutudur. Tophane’deki çağdaş sanat kurumları bu tür imtiyazları, vakıflar gibi elde edemese de, İKSV ile aynı sponsorluğa sahip olan İstanbul Modern Müzesi’ni çağdaş sanat konusunda belirleyici bir ölçüt olarak almaktadırlar. İstanbul’daki çağdaş sanat mecrası, İstanbul Modern çevresinde gelişmektedir. Çeşitli bankalar Beyoğlu ilçesi, İstiklal Caddesi üzerinde kamu yararı kapsamında elde ettikleri imtiyazlara karşılık olarak, giriş katlarında kültür ve sanat kurumu barındırmaktadırlar. Bu aynı zamanda iş dünyası için de bir vitrin görevindedir, halka ilişkiler bürosu işlevinde kullanılmakta, kurumsal kimlik özellikle de çağdaş sanatın aracılığıyla parlatılmaktadır. 67 Çağdaş sanat, yüksek sanat olarak görülen diğer sanat dalları gibi, ciddi bir birikim ve özel bir zevkin olmasını gerektirmediğinden, güncel konuları ve ‘steril’ güncel sorunları ele aldığı için daha geniş bir kitleye hitap etmektedir. Fakat çağdaş sanat mecrası da kendi içerisindeki mertebeleri sanat tarihine atıfla oluşturduğu sembolik dil ile oluşturur. Çağdaş sanatın kitleselleşmesi ile, neo-liberal sistemde her şeyin hizmete dönüşüp parayla alınır satılır olması, birbirine paralel olarak gelişen süreçlerdir. Tophane semtinde galerilerin varlığı ‘oryantalist’ bir bakışla değerlendirilebilir: Çağdaş sanat piyasası için egzotik bir ortam sunmaktadırlar. Mekan seçiminin konu edindikleri, vurguladıkları toplumsal problemler göz önünde bulundurulduğunda samimiyet ilişkisinin pekiştirilmesi açısından önemi büyüktür. ‘Batı’ ile reddetme veya esinleme biçimleriyle ilişki geliştiren çağdaş sanat mecrası bunu mahalleye taşıdığında, mahalleli tarafından anlaşılır bir dile dönüştürememiştir. Bu dil farklılıklarını, gerek akademi dünyası gerekse çağdaş sanat mecrası kendi kendine farklılaştırmaktadır, bu iki mecra da birbirleriyle ilişki halindedir. Kullandıkları dil, yaşadıkları hayat üzerinden kimliklerini oluşturan, çağdaş sanat izleyici kitlesinin, daha genel olguların ortak paydasında buluşan kapalı bir topluluk olarak Tophane semt sakinleriyle aralarında hayat tarzı farklılığı ve sembolik bir dil farklılığı ortadadır. Tophane’de de çok kültürlülükten bahsedilmektedir fakat ismi geçen farklı etnik kimliklerin semtteki ekonomik güçlerine dayanan bir hiyerarşi mevcuttur. Bu hiyerarşi din olgusu ve Kadıri tarikatının faaliyetleriyle de kuvvetlendirilmektedir. Kentsel mekanın dönüşümü bağlamında Tophane, diğer semtlerden farklı olarak Cihangir ve Galata’nın dönüşüm sürecine yakınsar. Bu semtler zamanla yayılan spekülasyonlarla değerlenmesi beklendiğinden restore edilerek kent dokusunun değişime uğradığı bu değişimin de taşıyıcısının zaman zaman sanatçılar zaman zaman da sanat etkinliklerinin olduğunu söylenebilir. Ancak Tophane’de her ne kadar kentsel dönüşümün aktörü ve sembolik çok kültürlülüğün taşıyıcıları olarak sanat galerileri, hosteller gösterilse de, mesele bundan ibaret değildir. İstanbul üzerinden geliştirilen yerel ve merkezi yönetimlerce planlanan kentsel dönüşüm projelerinin büyük bir etkisi vardır. Kentsel dönüşümün taşıyıcısı olarak galeriler ve hosteller görülmekle beraber, bu sürecin ardındaki dinamiklerin iyi incelenmesi gerekmektedir. 68 Bu tartışmaların ışığında, çağdaş sanat kitlesinin içinde barındırdığı çelişkiler, veya kentsel dönüşümün taşıyıcısı olarak görünmesi, Tophane’de yaşanan saldırıyı asla meşrulaştıramaz. Tophane semt sakinleri de kendi içerisinde çelişkiler barındırmakta, kentsel dönüşümün rant paylaşımı konusunda paylarına düşeni aldıkları sürece fazla seslerini yükseltmemektedirler. Mal sahiplerinin galerilerle kurduğu ilişki ve elde ettikleri kazancın artması bakımından bir taraftan memnun iken, diğer taraftan mahallede düzenin bozulduğuna yönelik açıklamalarda bulunmaktadırlar. Saldırının münferit bir olay olarak anılması ve üzerinin bu şekilde kapatılmasına rağmen, süreç baştan sona incelendiğinde örgütlü olarak gerçekleştiği fikri çıkarılabilir. Fakat örgütlü olduğu vurgusu, sorunu tanımlayıp üzerinde baskı kurmak amacını da taşıyabilir, o sebeple bireylerin içlerindeki hiçbir muhalefete tahammül edemeyen iktidarın sorgulanması gerekmektedir. Yerel yönetim ve hükümet yetkilileri bu süreçte ikili oynamış ve süreci çözümsüz olarak sürüncemede bırakma eğiliminde olmuşlardır. Çalışmada eksiklik olarak, konu üzerine yazılmış özel kaynakların bulunmaması, bulunan kaynakların da genel olarak bir yayınevinin tekelinde olduğu söylenebilir. Bu anlamda eleştirilebilir. Yabancı kaynakların da Tophane özelinde ne denli belirleyiciliği olduğu tartışılabilir. Çalışma başında belirlenen hedef, süreci analiz etmek, ne olduğuna dair bir not düşmek olduğundan, bu hedefe ulaşıldığı söylenebilir. Çalışma, Tophane örneğinden daha da genişletilerek kentsel dönüşümün bu tip örnekleriyle zenginleştirilebilir, ancak yaşanan olay pek çok kavramın tartışmaya açılmasını sağlayan çarpıcı bir örnek olduğu için seçilmiştir. Ayrıca basında yer alan yorumların dışında, bireysel ilişkiler geliştirilip, Tophane sakinleri, galeri sahipleri, sanatçı ve izleyicileri ile mülakatlar gerçekleştirilerek, bakış açıları detaylandırılabilir. Ancak lisans düzeyinde bir bitirme çalışmasının bu denli geniş bir çalışmaya dönüşmesi, kontrol edilemez bir hal almasına yol açabileceğinden tercih edilmemiştir. Sonuç olarak, Tophane özelinde çağdaş sanat mecrasının, kentsel mekanın dönüşümünün bir taşıyıcısı olduğu kabul edilmekle birlikte, bu dönüşüm de esas odaklanılması gereken nokta hükümet, yerel yönetim ve özel sermaye ilişkisidir. Çağdaş sanatın finansmanında kurduğu ilişkiler iddiası göz önünde bulundurarak 69 çelişkiler barındırdığı unutulmamalıdır. Sanat kitlesinin bulunduğu bu durum, hiçbir şekilde bir saldırıyı meşrulaştırmaz. Saldırının okumasını yaparken de, olaya sadece kültürel farklılıklar olarak bakmamak, iktidardaki görüşün bu tür bir gerilimde bireyleri nasıl yüreklendirdiğini göz önünde bulundurmak gerekmektedir. 70 KAYNAKÇA Kitaplar ve Makaleler “Asena Günal: Fark Yaraları”, Bir+Bir, No:7, Ekim 2010, s.14-15 “Şaban Dayanan: Romantizme kaçmayalım.”, Bir+Bir, No:7, Ekim 2010, s.15 AKTAY, Yasin. “Tophane Vakası: İktidarın Gözüyle Mahalle Raconu, Cemaat Duyarlılığı”, Express, No:113, Ekim 2010, s.19. BAUDRILLARD, Jean. Sanat Komplosu: Yeni Sanat Düzeni ve Çağdaş Estetik 1, Der. Sylvère Lotringer, Çev. Elçin Gen, Işık Ergüden, İstanbul: İletişim, 2010. BENJAMIN, Walter. Pasajlar, Çev. Ahmet Cemal, 5. bs., İstanbul:YKY, 2004. ÇAVDAR, Ayşe. “Tophane’de ne oldu?”, Bir+Bir, No:7, Ekim 2010, s.16-18 KUSPIT, Donald. Sanatın Sonu, Çev. Yasemin Tezgiden, İstanbul: Metis, 2010. ÖNCÜ, Ayşe ve Petra Weyland. ‘Giriş: Küreselleşen Kentlerde Yaşam Alanı ve Toplumsal Kimlik Mücadeleleri’, Mekan, Kültür, İktidar: Küreselleşen Kentlerde Yeni Kimlikler, Der. Ayşe Öncü, Petra Weyland, Çev. Leyal Şimşek, Nilgün Uygun, 3.bs., İstanbul: İletişim Yayınları, 2010 içinde: s. 9-40. SIMMEL, Georg. Modern Kültürde Çatışma, Der. Ali Artun, Çev. Tanıl Bora, Nazile Kalaycı, Elçin Gen, 6. bs., İstanbul: İletişim Yayınları, 2009. STALLABRASS, Julian. Sanat A.Ş. Çağdaş Sanat ve Bienaller, Çev. Esin Soğancılar, İstanbul: İletişim, 2009. THOMPSON, Don. Sanat Mezat: 12 Milyon Dolarlık Köpekbalığı, Çağdaş Sanatın ve Müzayede Evlerinin Tuhaf Ekonomisi, Çev. Renan Akman, İstanbul: İletişim, 2011. VELTHUIS, Olav. Talking Prices: Symbolic Meanings of Prices on the Market for Contemporary Art, Princeton: Princeton University Pres, 2005 WU, Chin-tao. Kültürün Özelleştirilmesi: 1980’ler Sonrasında Şirketlerin Sanata Müdahalesi Çev. Esin Soğancılar, İstanbul: İletişim, 2005. YARDIMCI, Sibel. Kentsel Değişim ve Festivalizm: Küreselleşen İstanbul’da Bienal, İstanbul: İletişim, 2005. 71 İnternet Kaynakları: “Bakan: Gelin tatlıya bağlayalım”, Radikal, 24 Eylül 2010 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=102 0448&Date=10.11.2010&CategoryID=97 , Son Erişim, 26 Ekim 2010. “Ferhat Kentel ile Tophane olayı üzerine”, 6 Ekim 2010, http://www.marksist.org/dosyalar/2076-ferhat-kentel-ile-tophane-olayi-uzerine , Son Erişim, 24 Ekim 2010. “Galeri Baskını için mahalleli konuştu”, Radikal, 22 Eylül 2010 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1020223 &Date=07.10.2010&CategoryID=77 , Son Erişim, 10 Kasım 2010. “Günay: Kimse kasaba yaşamını dayatamaz”, Radikal, 23 Eylül 2010 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1020397 &Date=10.11.2010&CategoryID=77 , Son Erişim, 26 Ekim 2010. “İstanbul’a yapılmış bir saldırı”, Cumhuriyet, 4 Ekim 2010, http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=178602 , Son Erişim, 30 Ekim 2010. “Kılıçdaroğlu'ndan Tophane olaylarına ilginç yorum!”, Radikal, 24 Eylül 2010, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1020510 &Date=07.10.2010&CategoryID=78 , Son Erişim, 7 Ekim 2010. “Saldırıya uğrayan sanatçılar: Organize işler”, Radikal, 22 Eylül 2010 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1020231 &Date=07.10.2010&CategoryID=77 , Son Erişim, 7 Ekim 2010. “Sanat için gelenler insanları görmezden geliyor”, 23 Eylül 2010, http://www.tophanehaber.com/goster.asp?nereye=yazioku&ID=135 , Son Erişim, 11 Kasım 2010. “Tophanehaber.com, Nefret Kışkırtmaya Devam Ediyor Hala”, 24 Eylül 2010 http://bianet.org/bianet/toplum/125022-tophanehaber-com-nefret-kiskirtmayadevam-ediyor-hala , Son Erişim, 26 Ekim 2010. AKÖZ, Emre. “Güncel sanatçının Tophane yorumu”, Sabah, 3 Ekim 2010, http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/akoz/2010/10/03/guncel_sanatcinin_tophane_yoru mu , Son Erişim, 6 Nisan 2011. ALKAÇ, Fırat. “Tophane’nin ağır abileri duruma el attı”, Taraf, 24 Eylül 2010 http://www.taraf.com.tr/haber/tophane-nin-agir-abileri-duruma-el-atti.htm , Son Erişim, 28 Ekim 2010. ALPHAN, Melis. “İkonaları resmeden hatırlanır, kıran değil”, Hürriyet, 25 Eylül 2010 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15862816 , Son Erişim, 2 Kasım 2010. 72 ARIKAN, Burak ve Özgür Uçkan. “Suça bir sanat olarak bakmak”, Taraf, 28 Eylül 2010, http://www.taraf.com.tr/haber/suca-bir-sanat-olarak-bakmak-2.htm , Son Erişim, 30 Ekim 2010. AYDOĞDU, Elif. “Tophane’de tanışıklık olsa barışıklık olur muydu acaba”, Taraf, 29 Eylül 2010 http://www.taraf.com.tr/haber/tophane-de-tanisiklik-olsa-barisiklikolur-muydu.htm , Son Erişim, 28 Ekim 2010. BAYRAMOĞLU, Ali. “Tophane’deki saldırının anlamı ne?”, Yeni Şafak, 23 Eylül 2010 http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=23.09.2010&y=AliBayramoglu , Son Erişim, 30 Ekim 2010. BİLGİN, Vedat. “Mahalleye baskı mı, mahalle baskısı mı”, Habertürk, 29 Eylül 2010, http://www.haberturk.com.tr/yazarlar/vedat-bilgin/556578-mahalleye-baskimi-mahalle-baskisi-mi , Son Erişim, 1 Kasım 2010. BİRAND, Mehmet Ali. “Bu tepkiler komplo değil, samimi kaygılardır.”, Hürriyet, 25 Eylül 2010 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15862932 , Son Erişim, 2 Kasım 2010. BİRKAN, Tuncay. “Tophane saldrısı sonrası: ‘Mutenalaştırma tahlilleri’ ”, Birikim, 8 Ekim 2010 http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=667&makale=Tophane+S ald%C4%B1r%C4%B1s%C4%B1+Sonras%C4%B1%3A+Mutenala%C5%9Ft%C4 %B1rma+%22Tahlilleri%22 , Son Erişim, 28 Ekim 2010. BORAN, Metin. “Tophane’den Sesler”, Evrensel, 28 Eylül 2010, http://www.evrensel.net/haber.php?haber_id=75837 , Son Erişim, 30 Ekim 2010. BUĞRA, Ayşe. “Küresel hassasiyet coğrafyamız”, Radikal, 3 Ekim 2010, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&ArticleID=1 022101&Date=07.10.2010&CategoryID=42 , Son Erişim, 25 Ekim 2010. BULAÇ, Ali. “Tophane’den Mardin’e Mahalleye Baskı(1)”, Zaman, 27 Eylül 2010 http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1032419&keyfield=746F7068616E65, Son Erişim, 30 Ekim 2010. BULAÇ, Ali. “Tophane’den Mardin’e Mahalleye Baskı(2)”, Zaman, 29 Eylül 2010 http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1033450&keyfield=746F7068616E65 , Son Erişim, 30 Ekim 2010. ÇAKIR, Elif. “Tophane vakası”, Star, http://www.stargazete.com/gazete/yazar/elifcakir/tophane-vakasi-haber-296946.htm , Son Erişim, 22 Ekim 2010. ÇANDAR, Cengiz. “Toskana’dan Tophane’ye”, Radikal, 24 Eylül 2010 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=102 0445&Yazar=CENG%DDZ%20%C7ANDAR&Date=07.10.2010&CategoryID=97 , Son Erişim, 25 Ekim 2010. 73 ÇIPLAK, Ceren. “Linç kültürünü adalet sayan anlayış”, Cumhuriyet, 25 Eylül 2010 http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=176472 , Son Erişim, 30 Ekim 2010. ÇİÇEK, Nusret. “Tophane dediler, halkı topa tuttular.”, Yeni Akit, 27 Eylül 2010 http://www.habervaktim.com/yazar/28167/tophane_dediler_halki_topa_tuttular.html, Son Erişim, 8 Aralık 2010. EĞİN, Oray. “Tophane Baskının Hasan Cemal’le ne ilgisi var? ”, Akşam, 23 Eylül 2010 http://aksam.medyator.com/2010/10/06/yazar/18862/oray_egin/tophane_baskininin_ hasan_cemal_le_ne_ilgisi_var.html , Son Erişim, 6 Nisan 2011. ELÖNÜ, Esra. “Tophane’yi muhafazakarların cephaneliği mi sandın Oray?”, Star, 3 Ekim 2010 http://www.stargazete.com/pazar/yazar/esra-elonu/tophane-yimuhafazakarlarin-cephaneligi-mi-sandin-oray-haber-298896.htm , Son Erişim, 22 Ekim 2010. ERASLAN, Sibel. “Tophaneli “Kürt Sülo”yu soylulaştırma girişimi...”, Yeni Akit, 27 Eylül 2010 http://www.habervaktim.com/yazar/28170/tophaneli_kurt_suloyu_soylulastirma_giri simi.html , Son Erişim, 30 Ekim 2010. ERCİYES, Cem. “Outlet nereye uçuyor?”, Radikal, 14 Mayıs 2011 http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1049204& Yazar=CEM%20ERC%DDYES&Date=15.05.2011&CategoryID=41, Son Erişim, 25 Mayıs 2011. ERGİL, Doğu. “Tophane”, Habertürk, 28 Eylül 2010, http://www.haberturk.com.tr/yazarlar/dogu-ergil/556329-tophane , Son Erişim, 1 Kasım 2010. ERKEN, Sezayi. “Ben değil, siz yaptınız”, Taraf, 23 Eylül 2010 http://www.taraf.com.tr/haber/ben-degil-siz-yaptiniz.htm , Son Erişim, 1 Kasım 2010. EVREN, Süreyyya. “Tophane Saldırısı Ardından Belirlenen Resmi Açıklamanın Bir Reddi”, Birikim, 14 Ekim 2010 http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=669&makale=Tophane%2 0Sald%FDr%FDs%FD%20Ard%FDndan%20Belirlenen%20Resmi%20A%E7%FD klaman%FDn%20Bir%20Reddi , Son Erişim, 28 Ekim 2010. EYGİ, Şevket M. “Tophane Hadiseleri”, Milli Gazete, 28 Eylül 2010, http://www.habervaktim.com/yazar/28093/tophane_hadiseleri.html , Son Erişim, 30 Ekim 2010. FIRAT, Begüm Özden. “Bir fotoğraf bin söze bedel”, 8 Ekim 2010, http://birdirbir.org/blog/2010/10/08/bir-fotograf-bin-soze-bedel/ , Son Erişim, 30 Ekim 2010. 74 HIZLAN, Doğan. “Tophane sanata karşı (mı?)”, Hürriyet, 23 Eylül 2010 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15845442 , Son Erişim, 1 Kasım 2010. KARACA, Nihal Bengisu. “Tophaneli”, Habertürk, 24 Eylül 2010, http://www.haberturk.com.tr/yazarlar/554930-tophaneli , Son Erişim, 1 Kasım 2010. KAYA, Esin. Tophane’nin burjuvaziyle imtihanı”, Aksiyon, 27 Eylül 2010 http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/newsDetail_getNewsById.action?newsId=27707 , Son Erişim, 11 Kasım 2010. KAYA, Süleyman. “Beyoğlu'nda zorbalar içki içiliyor diye saldırdı”, Radikal, 22 Eylül 2010, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1020182 &Date=10.11.2010&CategoryID=77, Son Erişim,10 Kasım 2010. KILIÇBAY, Mehmet Ali. “Mahallenin namusu”, Habertürk, 15 Ekim 2010 http://www.haberturk.com.tr/yazarlar/mehmet-ali-kilicbay/561567-mahalleninnamusu , Son Erişim, 1 Kasım 2010. OCAK, Serkan ve Enis Tayman. “Üç Yıldır Niye Saldırmadık?”, Radikal, 24 Eylül 2010 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1020502 &Date=10.11.2010&CategoryID=77 , 26 Ekim 2010. OĞUZ, Kürşad. “Bu saldırı mahalleli için mağlubiyetle sonuçlandı!”, Habertürk, 24 Eylül 2010, http://www.haberturk.com/gundem/haber/555060-bu-saldiri-mahalleliicin-maglubiyetle-sonuclandi- , Son Erişim, 5 Nisan 2011. ORAN, Baskın. “Tophane Olayı”, Radikal, 3 Ekim 2010 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=1022 103&Date=07.10.2010&CategoryID=42 , Son Erişim, 25 Ekim 2010. ÖZDİL, Yılmaz. “Bienal”, Hürriyet, 24 Eylül 2010, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15853819 , Son Erişim,1 Kasım 2010. ÖZKÖK, Ertuğrul. “Sopanın dumanı hala tüterken”, Hürriyet, 25 Eylül 2010 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15862727 , Son Erişim, 1 Kasım 2010. ÖZTÜRK, Hüseyin. “Habervaktim Baskını ve Tophane Olayı”, Yeni Akit, 24 Eylül 2010 http://www.habervaktim.com/yazar/28074/habervaktim_baskini_ve_tophane_olayi.h tml , Son Erişim, 30 Ekim 2010. SAĞLIK, Eyüp Can. “Aşağılık kompleksi ile üstünlük kompleksi arasında”, Hürriyet, 24 Eylül 2010 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15853566 , Son Erişim, 1 Kasım 2010. 75 SANCAR, Nuray. “Tophane’de bir fil dolaşıyor”, Evrensel, 26 Eylül 2010 http://www.evrensel.net/ekhaber.php?haber_id=75767 , Son Erişim, 30 Ekim 2010. SEMERCİOĞLU, Cengiz. “Tophane’den bildiriyorum”, Hüriyet, 23 Eylül 2010 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15845327 , Son Erişim, 1 Kasım 2010. SEZGİN, Rahime. “Havada II. Meşrutiyet kokusu var”, Zaman, 3 Ekim 2010 http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1035081&keyfield=746F7068616E65 , Son Erişim, 28 Ekim 2010. SÖNMEZ, Ayşegül. “Tophane’de hayat da sanat da devam ediyor.”, Radikal, 25 Eylül 2010 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=102 0577&Yazar=AY%DEEG%DCL%20S%D6NMEZ&Date=07.10.2010&CategoryID =113 , Son Erişim, 25 Ekim 2010. ŞEN, Besime. “Tophane’de Kimi Dövsek”, 24 Eylül 2010, http://www.bianet.org/bianet/siyaset/125001-tophanede-kimi-dovsek, Son Erişim, 28 Ekim 2010. TANIŞ, Neslihan. “Tophane’de yara sarma zamanı”, Radikal, 25 Eylül 2010 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1020654 &Date=10.11.2010&CategoryID=77 , 26 Ekim 2010. TANIŞ, Tolga. “Tophane’yi savunacakken Tophaneli’yle çatışan Gagosianlar”, Hürriyet, 26 Eylül 2010, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15868273 , Son Erişim, 1 Kasım 2010. TAŞÇIYAN, Alin, “Tophane’de 6-7 Eylül Kalıntısı”, Star, 28 Eylül 2010 http://www.stargazete.com/gazete/yazar/alin-tasciyan/tophane-de-6-7-eylul-kalintisihaber-297634.htm , Son Erişim, 22 Ekim 2010. TAYMAN, Enis. “Tophane’de Ne Öğrendim”, 27 Eylül 2010, http://bianet.org/bianet/toplum/125064-tophanede-ne-ogrendim , Son Erişim, 30 Ekim 2010. TAYMAN, Enis, Serkan Ocak, Neslihan Tanış ve Özlem Karahan. “'Kültür başkenti'nde sopalı düzen!”, Radikal, 23 Eylül 2010, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1020346 &Date=10.11.2010&CategoryID=77 , Son Erişim, 26 Ekim 2010. TUKSAL, Hidayet Şefkatli. “Abartmadan Önemsizleştirmeden”, Star, http://www.stargazete.com/gazete/yazar/hidayet-sefkatli-tuksal/abartmadanonemsizlestirmeden-haber-296708.htm, Son Erişim, 6 Nisan 2011. TÜRKÜN, Asuman. “Mali kaynak yaratma Amacı olarak kent”, Radikal, 26 Eylül 2010, 76 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=1021 024&Date=07.10.2010&CategoryID=42 , Son Erişim, 25 Ekim 2010. ULUENGİN, Hadi, “Benim Tophane’mde ne oldu”, Hürriyet, 25 Eylül 2010 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15862512 , Son Erişim, 1 Kasım 2010. YALÇIN, Soner. “Kızgın Tophaneliler padişahı da korkuttu”, Hürriyet, 26 Eylül 2010, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15869323 , Son Erişim, 2 Kasım 2010. YILMAZ, Kemal. “Tophane’de devran dönüyor”, Radikal, 7 Mart 2011, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1042101 &Yazar=KEMAL%20YILMAZ&Date=06.04.2011&CategoryID=41 , Son Erişim, 6 Nisan 2011. YILMAZ, Mehmet Y. “Saldırının bir tanığı ve benim sorularım”, Hürriyet, 24 Eylül 2010, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15854184 , Son Erişim, 2 Kasım 2010. ZİLELİ, Gün. “Baskın Oran’dan mantıksız mantık kullanımı”, Birgün, 6 Ekim 2010 http://www.birgun.net/actuels_index.php?news_code=1286355866&year=2010&mo nth=10&day=06 , Son Erişim, 28 Ekim 2010. 77