^îêìé~=_áêäáğá pΩêÉÅáåÇÉ= qΩêâ=cìíÄçäìK

Transkript

^îêìé~=_áêäáğá pΩêÉÅáåÇÉ= qΩêâ=cìíÄçäìK
Spor Serisi
^îêìé~=_áêäáğá
pΩêÉÅáåÇÉ=
qΩêâ=cìíÄçäìK
K
K
K
K
aÉåÉíáã sÉêÖá a~å¼şã~åä¼â hìêìãë~ä=cáå~åëã~å
´áåÇÉâáäÉê
Yönetici Özeti
1
I. Avrupa’da Futbolun Ekonomik ve Yasal Çerçevesi
2
II. Avrupa Futbolunda Yeni Eğilimler
7
III. AB Sürecinde Türk Futbolu: Ne Değişecek ?
10
IV. Sonuç
14
Ek
15
v∏åÉíáÅá=£òÉíá
Spor bütün dünyada boyutları gittikçe büyüyen bir ekonomik faaliyet haline gelmektedir. Birleşmiş Milletler sporun küresel
ekonomi içindeki payının % 3’e ulaştığını ifade etmektedir. Avrupa Komisyonu’na göre ise spor, AB ülkelerinin milli
gelirlerinin %1'ini oluşturmaktadır.
Futbolu kaydadeğer bir ekonomik sektör haline getiren bu para girişinin, bu alandaki paydaşlar üzerinde ciddi etkileri
olmuştur. Futbola akan bu para, öncelikle yayın haklarını topluca satan federasyonların gelirini çok artırmıştır. Bu gelirin bir
kısmı, futbolun altyapısına harcanmış, böylelikle statlar iyileştirilmiş, genç futbolcuların yetiştirilmesi için ilave imkanlar
oluşturulmuştur.
Futbol kulüplerinin maçlarının naklen yayınlanması sayesinde kazandıkları paralar, bu takımların toplam gelirlerinde çok
önemli bir yere sahiptir.
Futbol maçlarının naklen yayın haklarıyla ilgili olarak gerek Avrupa’da gerek Türkiye’de düzenleyici otoriteler, hak sahibi
federasyon veya kulüpler ile yayın kuruluşları arasında oluşmuş olan uzlaşma, günümüzde teknolojinin de etkisiyle
değişmektedir.
Lakin Avrupa Futbolu’ndaki yeni eğilimler bununla sınırlı kalmamaktadır, yabancı oyuncu kısıtlaması, transfer bonservisleri,
futbolcu, kulüp, menejer ilişkilerini yönlendiren yönetişim alanlarında da önemli değişimler başlamıştır. AB sürecinde Türk
Futbolu da pek çok değişikliğe gebedir. Avrupa liglerine göre rekabet indeksi nispeten düşük olan Türkiye’nin futbol
ekonomisinin, önümüzdeki günlerde AB süreci ile önemli şekilde yeniden yapılanacağı kanısındayız.
Umarım bu çalışmayı da diğer çalışmalarımız gibi aydınlatıcı ve yararlı bulursunuz.
Saygılarımla,
Ömer Tanrıöver
Denetim Ortağı
1
fK=^îêìé~ÛÇ~=cìíÄçäìå=bâçåçãáâ=
îÉ=v~ë~ä=†Éê´ÉîÉëá
Sporun ekonomik boyutu ile ilgili bazı rakamlar, bu saptamayı kanıtlamaktadır. Örneğin aşağıdaki şekilde FIFA’nın Dünya Kupası TV
yayınlarından elde ettiği gelirlerin gelişimi görülmektedir.
Şekil 1: Dünya Kupası TV yayın gelirleri (Milyon Euro)
Kaynak: Tuğrul Akşar, 2006
1990 senesinde 8.2 milyon Euro olan gelir 2006 yılına
gelindiğinde 1 milyar 300 milyon Euro’ya yükselmiştir. 2010
yılında düzenlenecek Dünya Kupasından ise FIFA’nın naklen
yayın gelirlerinin 2.5 milyar Euro olacağı tahmin edilmektedir.
Şampiyonlar Ligi’nin 2006-2007 sezonunun pazarlama bütçesi
750 milyon Euro’ya ulaşmıştır. Bu paranın yaklaşık % 95’i
Ligde oynayan 32 kulübe dağıtılmaktadır. Dünyanın en yüksek
bütçeli futbol kulübü olan Real Madrid'in 2005 / 2006 cirosu
292.2 milyon Euro’dur. Avrupa’nın en büyük beş liginin elde
ettiği toplam gelir daha 2003–2004 sezonunda 10 milyar
doları geçmişti.
Sonuçta spor ve de özellikle futbol, geçmişe oranla çok daha
yüksek rakamların konuşulduğu bir ekonomik faaliyet haline
gelmiştir. Uluslararası düzeydeki turnuvalara en büyük firmalar
sponsor olmaktadır. Örneğin 2006-2007 Şampiyonlar Ligi’nin
sponsorları arasında Sony, Vodafone, Ford, Heineken,
Playstation ve Mastercard yer almıştır. Bu gelişimi tetikleyen en
büyük etken ise medyadır. Kamu tekelinde bulunan televizyon
2
sektörünün rekabete açılması, bu sektörün spor ile ilintili
içeriğe olan talebini körüklemiştir. Bu bağlamda futbol en ön
planda gelmektedir. Futbol, televizyon seyircileri bakımından
en cazip içeriklerden biridir. Nitekim yayınlarda en fazla rating
alan programların başında spor karşılaşmaları gelmektedir.
Örneğin ABD televizyonlarının en pahalı reklam kuşağı
Amerikan futbol liginin finali olan Super Bowl yayını için
satılmaktadır.
Futbolun televizyonlar bakımından tüketici sadakatine, yüksek
ratinge ve de dolayısıyla daha fazla reklam gelirine dönüşen
cazibesi, futbol maçlarının yayın hakkı için her ülkede
televizyon kanalları arasında kıyasıya bir rekabet oluşturmuştur.
Bu rekabet sayesinde futbol maçlarının yayın hakları için
gözden çıkarılan paralar önemli boyutlara ulaşmıştır. Bu para
da futbol ekonomisindeki hızlı büyümeyi sağlamaktadır.
Bu gelirin diğer bir kısmı ise spor kulüpleri arasında
paylaştırılmıştır. Böylelikle futbol kulüpleri daha yüksek
bütçelere kavuşmuşlardır. Ancak diğer taraftan, futbolun bu
şekilde bir eğlence sanayi haline gelmesi, futbolcuların değerini
de yükseltmiştir. En iyi futbolcular gelirlerini artıran kulüplerden
daha fazla para talep etmeye başlamışlardır. Transfer ücretleri
de aynı şekilde artmıştır. Avrupa Toplulukları Adalet Divanı'nın
Bosman kararıyla beraber, futbolcu transferlerinin de
kolaylaşması sonucunda, büyük bütçeli kulüpler ile daha düşük
bütçeli kulüpler arasındaki denge iyiden iyiye büyük bütçeli
kulüpler lehine dönmüştür. Böylelikle hem ulusal liglerde hem
de Avrupa çapındaki şampiyonalarda büyük kulüplerin
egemenliği artmıştır.
Futbola para girişinin önümüzdeki dönemde de artarak devam
edeceği değerlendirilmektedir. Futbol maçlarının televizyondan
naklen yayın hakları için ödenen miktarlar arttığı gibi,
teknolojik gelişme ile yaygınlık kazanan Internet ve mobil
telefon gibi yeni medyalar da bu sürece yeni yeni dahil olmaya
başlamaktadır. Bu gelişme de futbol sektörünün oyuncuları için
ilave bir gelir kaynağı anlamına gelmektedir.
v~ó¼å=Ü~âä~ê¼
Deloitte’nin 2006 senesinde yaptığı bir çalışmada Dünyanın en
zengin 20 takımının gelirleri ve gelir kaynakları verilmektedir.
Maç hasılatları bu takımların toplam gelirlerinin %28’ini
oluştururken yayınlardan elde edilen gelir toplam gelirlerin
%42’sine ulaşmaktadır. Futbol maçlarının yayın hakları konusu
futbol alanında yaşanan ekonomik değişimlerin temelinde
yeralmaktadır. Teknolojik gelişme ve görsel işitsel sektördeki
serbestleşmeyle beraber bu alandaki kamu tekeli sona ermiştir.
Piyasanın rekabete açılması, görsel işitsel içeriğin elde edilmesi
bakımından da rekabet doğurmuştur. Bu nitelikteki içerik
arasında da futbol maçları özel bir önem taşımaktadır. Zira
futbolun popülaritesi futbol maçlarının yayın haklarını elinde
tutan televizyon kanalının hem izlenirliğini hem de reklam
gelirlerini artırmaktadır.
Şekil 2: Kulüp gelirlerinin bileşimi
Ancak bütün bu gelişmeler, futbolun iyi yönetişimi konusunu
ön plana çıkarmaktadır. Gerçekten de gerek futbol kulüplerinin
gerek ulusal federasyonların iyi yönetilmeleri ve iyi yönetişim
kurallarını benimsemeleri futbolun bir ekonomik sektör olarak
geleceğini belirleyecek temel koşullardan biri haline gelmiştir.
Bu nedenle son zamanlarda futbol içi adil rekabetin
sağlanması, futbol içi dayanışmanın korunması, futbolcu
menajerlerinin denetiminin sağlanması, futbol ile ilgili bahis
oyunlarına dair yeni düzenlemelere gidilmesi ve futbol ligleri ile
futbol kulüplerinin daha sağlam bir mali yapıya kavuşmalarını
hedefleyen tedbirlerin alınması gündeme gelmektedir. Bütün
bu unsurlar, futbolu değiştirmektedir. Bu incelemede futbol
ekonomisini yakından ilgilendiren bu gelişmeler kısaca ele
alınmakta ve önümüzdeki yıllarda futbol sektörünün ve futbol
takımlarının tabi olacağı yeni düzen hakkında bilgi
verilmektedir.
Kaynak: Football Money League 2006.
3
Futbol maçlarının yayın hakkı için oluşan rekabet, bu hakkın
elde edilmesi için ödenen paraları da kaydadeğer biçimde
arttırmıştır. 1996-1997 sezonunda İngiltere Premier Liginde
maçları yayınlayabilmek için senede yaklaşık 57 milyon Euro
ödeyen BSkyB, 2007 yılı ile başlayıp 3 sezon sürecek yayın
dönemini satın almak için Setanta ile beraber yaklaşık 2,5
milyar Euro’yu, yani sezon başına yaklaşık 850 milyon Euro’yu,
gözden çıkarmıştır. Futbol ekonomisine bu şekilde bir para
girişinin yaşanması, futbolu derinden etkilemiştir.
Futbol maçlarının yayın hakkı konusu Avrupa’da yürürlükte
olan rekabet kuralları ışığında değerlendirilmektedir. Münhasır
olarak tek bir yayın kuruluşuna satılan bu haklar ile, sözkonusu
yayın kuruluşu sözleşme dönemi süresince futbol maçlarının
naklen yayını alanında bir tekel oluşturmaktadır. Bu uygulama
prensip olarak rekabet kurallarına aykırıdır. Ancak futbolun
gelişmesi, ligdeki takımlar arasında rekabet dengesinin
sağlanması gibi gerekçelerle Avrupa ve Türkiye’deki rekabet
otoriteleri bu uygulamaya izin vermişlerdir. O aşamada rekabet
otoritelerinin dikkat ettiği temel husus münhasırlık içeren bu
nitelikteki sözleşmelerin süresi olmuş ve üç yıldan uzun
sözleşmelere genel olarak izin verilmemiştir.
Zira bu sorun ortaya çıktığı zaman temel mesele televizyondan
yayın haklarıydı. Oysa ki günümüzde Internet ve mobil telefon
gibi benzer nitelikteki yayınları futbol seyircisine ulaştıracak
başkaca ortamlar da mevcuttur. Bu nedenle yayın hakları
meselesi AB’de yeniden bir değerlendirmeye tabi tutulmuş ve
bundan böyle her bir medya için yayın haklarının ayrı ayrı
satılması ve de televizyonla ilgili yayın haklarının da tek bir
yayıncı kuruluşa verilmemesi yönünde bir tutum oluşmuştur.
Bu yeni anlayışın pratikteki ilk örneği Almanya’da yaşanmıştır.
Bundesliga ile Avrupa Komisyonu arasında 2003 yılında varılan
mutabakat uyarınca bu alanda birçok yeniliğe imza atılmıştır.
Eskiden tek bir paket halinde tek bir yayın kuruluşuna satılan
futbol maçlarının naklen yayın hakları bundan böyle farklı
paketlere bölünerek satılacaktır. Paketlerden ilki Cumartesi
günkü 1. lig maçları ile Pazar günkü 2. lig maçlarını içermekte;
ikincisi Cumartesi günkü 2. lig maçları ile Pazar günkü 1. lig
maçlarını kapsamaktadır. Üçüncü paket maçlar bittikten sonra
maçlardaki önemli anların ilk yayın hakkını vermektedir.
Televizyonun yanısıra Internet ve mobil telefon üzerinden
yayınların haklarının satışı ayrı paketler halinde düzenlenmiştir.
Öte yandan ilk defa olarak spor kulüplerine de önemli haklar
tanınmıştır. Buna göre kulüpler kendi sahalarındaki maçların
4
Tablo 1: Fransa, Almanya ve İngiltere’de futbol
Fransa
Sezon / Yıl
Yayıncı kuruluş
Sezonluk (Milyon)
1999 / 2000
Canal Plus / TPS
FF1,030
2000 / 2001
Canal Plus / TPS
FF1,090
2001 / 2004
Canal Plus / TPS
Euro 125
2004 / 2007
Canal Plus
Euro 600
Almanya
Sezon / Yıl
Yayıncı kuruluş
Sezonluk DM (Milyon)
1990 / 1991
UFA / RTL
50
1991 / 1992
UFA / RTL
55
1992 / 1997
ISPR / SAT1 / Premiere
145
1997 / 2000
ISPR / SAT1 / Premiere
255
2000 / 2001
Kirch Group
355 (Milyon Euro)
2001 / 2004
Kirch Group
290 (Milyon Euro)
2006 / 2009
Kabel D. / Unity Media
420 (Milyon Euro)
Sezon / Yıl
Yayıncı kuruluş
Sezonluk £ (Milyon)
1992 / 1997
Sky
38,2
1997 / 2001
Sky
167,5
2001 / 2004
Sky
341
2004 / 2007
Sky
370
2007 / 2010
Sky / Setanta
568
İngiltere
yayın hakkını, maç bitiminden 24 saat sonra satma yetkisine
sahip olmuşlardır. Ayrıca maçların belirli bölümlerini mobil
telefon ve Internet üzerinden yayınlama hakkını da elde
etmişlerdir.
Rekabet politikası alanında futbol maçlarının yayın haklarıyla
ilgili olarak geliştirilen içtihada son örnek olarak İngiltere’de
Premier League’in yayın haklarının satışı verilebilir. Premier
League, lig maçlarının yayın haklarını 2007-2008 sezonundan
başlamak üzere üç yıllığına satışa çıkardı. Ancak eskiden tek bir
paket halinde ve bütün dönemi kapsayan yayın haklarının
satışı, Avrupa Komisyonu ile önceden varılan mutabakat
uyarınca altı ayrı pakete ayrıldı. Paketlerden her biri belirli
sayıda maç içeriyordu ve tek bir yayın kuruluşuna en fazla beş
paketi satın alma hakkı tanınmıştı. Sonuçta BSkyB beş farklı
paketi 1.9 milyar Euro karşılığında satın aldı. BSkyB böylelikle
her sezon 92 maçı canlı olarak yayınlama hakkını elde etti.
BSkyB bir önceki üç yılın bütün maçlarının yayın hakkı için ise
1.5 milyar Euro ödemişti. Üç sezonda 46 maçın yayın hakkını
içeren altıncı paketi ise İrlanda menşeli yayıncı Setanta elde
etti. Setanta böylelikle İngiltere’de 1992 yılından bu yana
süregelen BSkyB’nin maç yayınları alanında tekeline de son
vermiş oldu. Avrupa Komisyonu’nun önceden müdahalesi
sonucunda, İngiltere’de futbol maçlarının yayın haklarının bir
seneden daha uzun bir süre için ve de münhasır olacak şekilde
tek bir yayın kuruluşuna devredilmesi dönemi de kapanmış
oldu. İngiltere için oluşturulan bu içtihadın diğer AB ülkeleri
bakımından da bir emsal teşkil edeceği söylenebilir.
_çëã~å=â~ê~ê¼
Avrupa futbolunun çehresini değiştiren bir karara imza atan
Jean Marc Bosman Belçikalı bir futbolcudur. Belçika’nın Royal
Football Club Liege takımında oynarken, Fransız ikinci lig
takımlarından US Dunkerque-Littoral takımından bir transfer
teklifi alır. Kendi kulübüyle de sözleşmesi zaten sona ermiştir.
Sözleşmesinin uzatılması için Liege kulübünün önerdiği ve bir
önceki dönemdeki ücretinin dörtte birine tekabül eden teklifi
de Bosman kabul etmemiştir. Ancak transfer olabilmesi için
kulübünden bonservisini alması gerekmektedir. Liege kulübü
Fransız takımının üzerinde anlaşılan bonservis ücretini ödeyip
ödeyemeyeceği hususunda kuşkusu bulunduğundan, Belçika
futbol federasyonuna Bosman’ın bonservisinin verilmesi için
gerekli başvuruyu yapmaz. Bonservisini zamanında elde
edemeyen Bosman’ın da Fransız kulübüne transferi bu nedenle
gerçekleşmez. Bosman bunun üzerine kulübünü Belçika’da
mahkemeye verir. Yerel mahkeme de konuyu Avrupa
Toplulukları Adalet Divanı (ATAD)’a intikal ettirir. ATAD’ın 15
Aralık 1995’de açıklanan kararı, Avrupa futbolunda bir dönüm
noktasıdır. ATAD bu kararı ile o zamana kadar futbol alanında
benimsenmiş olan iki farklı uygulamaya son vermiştir.
Bunlardan birincisi, AB ülkelerindeki yabancı futbolcu
kısıtlamasıdır. Bosman kararına kadar, ulusal federasyonlar
ulusal liglerde mücadele eden takımlarda yabancı futbolcuların
sayısına bir sınırlama getirebilmekteydi. ATAD, diğer AB
vatandaşı futbolcuları da içeren bu kısıtlamanın AB hukukuna
aykırı olduğuna karar vermiştir. Bundan böyle, yabancı
futbolcu kısıtlaması yalnızca AB dışı ülkelerden gelen
futbolculara uygulanabilecektir. Dolayısıyla AB ülkelerindeki
futbol takımları artık istedikleri sayıda AB vatandaşı futbolcu
oynatabileceklerdir. Aradan geçen süre zarfında, bu
kategorinin sınırları da genişlemiştir. Türkiye ile AB arasında
işgücü piyasasında ayrımcılığı yasaklayan Ortaklık Konseyi
kararları uyarınca, Türk futbolcuların da AB ülkelerinde AB
statüsünde oynamaları ve böylelikle yabancı futbolcu kotasına
takılmamaları sağlanmıştır. Benzer bir kolaylık, AB’nin Rusya ile
mevcut anlaşmaları temelinde Rus futbolculara da tanınmıştır.
Kısacası, AB’nin ortaklık ve işbirliği anlaşmaları bulunan
ülkelerin futbolcuları da bundan böyle AB ülkelerinde AB
statüsünde oynayabileceklerdir.
Bosman kararı ile son verilen ikinci uygulama ise bonservis
sistemi ile ilgilidir. Kulübüyle sözleşmesi sona ermiş olmasına
rağmen bonservisini kulübünden alamayan futbolcuların başka
kulüplere ve başka ülkelere gidip çalışmalarının engellendiği
gerekçesiyle, bonservis sistemi de AB hukukuna aykırı
bulunmuştur. Kulübüyle sözleşmesi biten futbolcular artık
bonservisleri için kulüplerine ilave bir para ödenmesine gerek
kalmadan istedikleri kulübe transfer olabileceklerdir. Bu
değişiklik kulüplerin transfer ücretlerine dayalı gelir modellerini
de tehlikeye atmıştır. Zira bir oyuncu ne kadar yetenekli olursa
olsun, kulübe maliyeti ne olursa olsun, sözleşmesi sona
erdiğinde kulübüne hiç bir para kazandırmadan istediği takıma
transfer olabilecektir. ATAD kararı ile AB çapında geçerlilik
kazanan bu değişiklikler, FIFA’nın 2001 yılında genel kurulunda
alınan karar uyarınca bütün dünyada geçerlilik kazanmıştır.
Ancak Bosman kararı esasen kulübüyle sözleşmesi sona ermiş
olan futbolcularla ilgilidir. Kulübüyle sözleşmesi devam eden
futbolcuların bonservis sorunu ve bunlarla ilgili transfer
ücretleri, Bosman kararı kapsamında değildir. Nitekim 2000
yılında Avrupa Komisyonu, bonservis sisteminin futbolcuların
serbest dolaşımına engel olmaya devam ettiği gerekçesiyle AB
hukukuna aykırı olduğunu ilan etmiş ve anılan sistemin AB
hukuku ile bağdaşır hale gelmesi amacıyla kulüplerle bir dizi
görüşme başlatmıştır. Komisyona göre sözleşmeleri devam
eden oyuncular için kulüpler tarafından istenen astronomik
sayılabilecek transfer ücretleri, serbest dolaşım ilkesini ihlal
etmektedir. Komisyon, sözleşmesi devam ederken kulübünden
ayrılmak isteyen oyuncuların kulüplerine doğuracağı gerçek
maddi zararı esas alan bir tazminat ödemek suretiyle serbest
kalmalarını önermektedir. Bu çerçevede Fenerbahçe’nin eski
futbolcusu Nicolas Anelka örneği de verilmektedir. Anelka,
Arsenal’den Real Madrid’e transfer olurken, Arsenal 23 milyon
İngiliz sterlini tutarında bir bonservis ücreti talep etmişti. Oysa
ki, Anelka’nın avukatları Anelka’nın Real Madrid’e transfer
olmasının Arsenal’e vereceği maddi zararın 900 bin İngiliz
sterlini olduğunu hesaplayıp, bonservis ücretinin de bu rakama
yakın olması gerektiğini iddia etmişlerdir.
FIFA tarafından 2001 yılında yürürlüğe konulan uluslararası
transfer yönetmeliği ile Avrupa Komisyonu’nun talepleri ile
kulüp temsilcilerinin beklentileri arasında bir ara yol
bulunmuştur. Buna göre sözleşmesi sona ermeden kulübünden
ayrılmak isteyen oyuncular için bonservis ücretlerinin
oyuncunun sözleşmesinde kalan dönemde alacağı ücreti
yansıtan bir şekilde hesaplanması, futbolcu transferleriyle ilgili
sorunların ele alınacağı bir Uluslararası Futbol Tahkim
Kurulunun oluşturulması, transferlerin yalnızca önceden ilan
edilen transfer dönemlerinde gerçekleştirilmesi ve 23 yaş altı
futbolcuların transferlerinde kulüplerine bir yetiştirme ücreti
ödenmesi kararlaştırılmıştır. Ancak hernekadar bu sistem
şimdilik Avrupa Komisyonu’nu tatmin etmiş gözükse de, bu
sistemin de bonservis ücreti prensibini koruduğu gerekçesiyle
AB hukuku ile çeliştiği ileri sürülmektedir. Dolayısıyla
önümüzdeki dönemde, bu sistemin de AB hukukuna aykırılık
taşıdığı gerekçesiyle ATAD’a şikayet edilmesi sözkonusu
olabilecektir. O durumda da bonservis sisteminin tamamen
ortadan kaldırılacağı bir döneme adım atılacaktır. Aslında 2001
yılında Tibor Balog adındaki bir Macar futbolcunun bağlı
olduğu Charleroi futbol kulübünü bonservisi için aşırı yüksek
bir ücret talep ettiği gerekçesiyle ATAD’a şikayet etmiştir.
Futbol çevrelerinde, bonservis sisteminin AB hukuku ile uyumlu
olmadığına dair bir kararın çıkacağı endişe edilirken, Balog’un
Charleroi ile mahkeme dışında anlaşması neticesinde dava
düşmüştür. Ancak bu gelişmenin Avrupa kulüplerinden
futbolcu transfer eden Türk takımları bakımından da hatırda
tutulmasında fayda görülmektedir. Yürütülen müzakereler
neticesinde bonservis ücretinin hala aşırı olduğu durumlarda,
meseleyi mahkemeye götürebilme veya en azından bu
seçeneğin kullanılabileceğini ihsas etme imkanı bulunmaktadır.
Bu suretle futbolcuyu satan kulübün daha gerçekçi bir
bonservis ücreti talep etmesi sağlanabilecektir.
5
Bosman kararının Avrupa futbolu üzerinde başka etkileri de
olmuştur. Bunların başında AB içi transferlerin hız kazanması
gelmektedir. Takımlarda yerli oyuncu sayısı azalmıştır. Bazı
ülkeler diğer AB ülkelerinden futbolcu “ithal” etmiş, bazıları
ise futbolcu “ihraç” etmişlerdir. Örneğin İngiliz Premier
Liginde, Bosman kararı öncesinde takımlardaki İngiliz olmayan
futbolcu oranı % 27 iken, Bosman kararından 5 yıl sonra bu
oran iki misli artarak % 54’e ulaşmıştır. Takımların 2006-2007
sezonu için verdikleri listelere göre ise İngiliz olmayan
futbolcuların oranı %62’ye yükselmiştir. İngiltere bu haliyle AB
vatandaşı futbolcuların top koşturduğu bir ülke haline
gelmiştir. Fransa ise tam tersine AB ülkelerine futbolcu ihraç
eden bir konumdadır. Bosman kararı öncesinde Avrupa’nın en
büyük dört liginde (İngiltere, İspanya, İtalya, Almanya) oynayan
Fransız oyuncuların sayısı yirmiyi bulmazken, Bosman kararı
sonrasında bu sayı hızla artarak yüzü bulmuştur.
Bosman kararı kulüpler ile futbolcular arasındaki dengeyi de
futbolcular lehine değiştirmiştir. Anılan karar öncesinde,
kulüplerin futbolcular üzerinde çok geniş yetkileri
bulunmaktaydı. Kulüp, sözleşmesi biten futbolcusunun dahi
bonservisini verip vermemekte serbestti. Oysa ki Bosman
sonrasında, bonservis ücreti alınması dahi en azından
sözleşmesi biten oyuncu bakımından sözkonusu olmamaktadır.
Bu durum aynı zamanda transfer ücretlerinde oyuncuların
payını kulüplerin aleyhine olarak artırmıştır.
Bosman kararının bir diğer etkisi ise gerek ulusal düzeyde
gerek uluslararası düzeyde kulüpler arasındaki rekabetçi
dengeyi bozmuştur. Mali imkanı daha iyi olan kulüpler
serbestleşen transfer şartlarından istifade ederek daha
yetenekli ve iddialı kadrolar kurmuşlar ve bu sayede gerek
ulusal düzeyde gerek uluslararası alanda sportif başarıyı
tekelleri altına almışlardır. Bu saptamaya örnek olarak UEFA
Şampiyon kulüpler Kupasındaki neticeler ele alınabilir. Bosman
kararı öncesindeki altı sezonda (1990-1996) , bu Kupada 17
farklı ülkenin takımı çeyrek finale çıkma başarısını göstermişti.
Bu dönemde Kupayı 5 farklı ülkenin 6 farklı takımı kazanmıştı.
Bosman kararı sonrasındaki altı yılda ise yalnızca 11 ülkenin
takımları çeyrek finale kadar yükselebilme başarısını
yakaladılar. Bu dönemde çeyrek final kalan takımların üçte ikisi
ise yalnızca üç ülkeden geldi (İspanya, İngiltere, Almanya).
1997-2002 döneminde Şampiyonlar Liginin final turlarına
kalan takımlar % 80 oranında aynı ekiplerdir.
6
ffK=^îêìé~=cìíÄçäìåÇ~=vÉåá=bğáäáãäÉê
"Top yuvarlaktır" deyimi, futbol oyununda bilinmezliğin
cazibesine işaret etmektedir. Sahaya çıkan iki takım arasında
güç farkı ne olursa olsun, nihayetinde futbol sahada
oynanmaktadır. Futbol tarihi bu nedenle birçok sürprizle
doludur. Bu belirsizlik futbolun seyir zevkini artıran en önemli
unsurlardan biridir.
Büyük bütçeli kulüpler ile diğer kulüpler arasındaki farkın
açılması liglerde yaşanan rekabetin azalmasının en önemli
nedenlerinden biridir. Bu gelişme hem ulusal düzeyde hem de
uluslararası düzeyde yaşanmaktadır. Bosman kararı sonrasında
birçok Avrupa ülkesinde ligi üst sırada bitiren kulüpler hep aynı
takımlar olmaktadır. Aşağıdaki tablo belirtilen dönemlerde kaç
farklı takımın şampiyon olduğunu vermektedir .
Bu saptama günümüz futbolu için de geçerliliğini korumakla
birlikte, futbola yaşanan para girişi, buna paralel olarak oyuncu
ücretlerinin artması ve bunun yanısıra transfer sisteminin
serbestleşmesi, futbol kulüpleri arasındaki rekabetin
belirsizliğini ortadan kaldırmaya aday gözükmektedir. Büyük
bütçeli ve büyük kadrolu kulüpler ile diğerleri arasındaki fark
açılmaktadır. Kulüpler arasında ortaya çıkan bu farkın liglerde
yaşanan rekabeti olumsuz etkilemesi ise kaçınılmazdır. Avrupa
Rekabet açısından diğer liglerden üstün bir konuma sahip olan
Fransa ligi hariç diğer liglerde gelir seviyeleri nedeniyle büyük
olarak atfedilen kulüplerin dışındaki kulüplerin şampiyon
olmaları zaman içinde zorlaşmıştır. Keza Şampiyonlar Ligi veya
UEFA kupasında en son turlarda mücadele eden takımlar da
hep aynı ülkelerin takımları arasından çıkmaktadır. Avrupa
futbolunda mali güç ve sportif başarı arasındaki bağlantı
Tablo 2: Avrupa liglerinde yaşanan rekabet
Türkiye
Hollanda
Almanya
İngiltere
İtalya
İspanya
Fransa
1999-2000
58,55
71,2
42,41
44,64
55,98
18,46
15,87
2000-2001
66,83
69,77
24,78
34,36
50,19
27,40
30,36
2001-2002
40,40
52,86
53,41
49,01
54,95
19,89
26,94
2002-2003
64,81
80,95
29,73
40,46
50,21
28,84
25,80
2003-2004
49,30
61,30
47,43
41,10
74,07
27,43
32,73
2004-2005
73,72
74,42
45,22
52,27
35,70
36,22
19,83
2005-2006
50,53
73,08
50,79
58,24
66,17
38,18
33,72
Ortalama
57,74
69,09
41,97
45,72
55,32
28,06
26,46
ligleri ve Turkcell Super Ligi’ni yaşanan rekabet açısından
karşılaştırdığımız bir çalışmaya göre bahsedilen liglerde rekabet
seviyesi genellikle azalma eğilimindedir. Özellikle İspanya,
İngiltere ve Almanya gibi futbol kulüplerinin transfere
harcadıkları miktarların arasında büyük farkların bulunduğu
liglerde azalan rekabet daha da belirgindir.
Aşağıdaki tabloda Herfindahl-Hirschman endeksinden1 (HHI)
faydalanarak yaptığımız çalışmanın sonuçları verilmektedir.
Tabloda yer alan rakamlar, teorik olarak tüm takımların
güçlerinin eşit olduğu durumda ortaya çıkması gereken HHI
puanı ile gerçek durum arasındaki farkı vermektedir. İncelenen
ligde bu fark ne kadar azsa, ligde yaşanan rekabet o kadar
yoğundur.
Analizde kullanılan yedi senelik dönemde ortaya çıkan
sonuçların ortalamasına bakıldığında Fransa liginde yaşanan
rekabetin diğer liglerden daha fazla olduğu görülmektedir.
Türkiye liginde yaşanan rekabet Hollanda liginden yoğun
olmakla beraber diğer liglerden daha düşüktür. Dikkat çeken
diğer bir nokta ise özellikle son senelerde HHI puanları giderek
artmaktadır, yani liglerde yaşanan rekabet giderek
azalmaktadır.
gittikçe daha da güçlenmektedir. Oysaki bu durum futbolun o
topun yuvarlaklığından kaynaklanan belirsizliğini ortadan
kaldırma riski taşımaktadır. Artık daha sınırlı imkanlarla
mücadele eden takımların sportif başarı ş ansı yok denecek
kadar azalmıştır. Bu dengesizlik futbolun hem spor boyutunu
hem de iş boyutunu olumsuz etkileyecek niteliktedir.
Takımların sportif başarıları arasında gittikçe büyüyen fark,
futbol maçlarını sonucu önceden belirli bir oyuna
Tablo 3: Avrupa ligleri ve şampiyon sayıları
Ligler
Yıllar
1965-1985
1986-2006
1996-2006
Almanya
9
6
4
İngiltere
9
7
3
Fransa
6
8
6
İtalya
10
7
4
İspanya
6
5
5
Türkiye
4
3
3
7
1
Herfindahl-Hirschman endeksi (HHI) mal ve hizmet piyasalarında yoğunlaşma oranının ölçülmesinde kullanılan bir endekstir. Sıfıra yakın bir HHI değeri, rekabetin yoğun yaşandığı bir sektörü işaret etmektedir. HHI kullanılarak liglerde
rekabeti ölçmeye yönelik yapılan analizin detaylarını ve yorumlarını EK’te bulabilirsiniz.
çevirmektedir. Böylesi bir durum ise, futbola duyulan ilgiyi
azaltacağı için futboldan elde edilen geliri de azaltma
potansiyeli taşımakta ve futbolun iş modeli bakımından bir risk
oluşturmaktadır. Nitekim 2006 yılında İngiltere’de yapılan bir
kamuoyu yoklamasına göre, liglerinin Arsenal, Manchester
United ve Chelsea arasındaki rekabet ile sınırlandığını düşünen
İngiliz futbol seyircilerinin % 82’sinin, rekabetin daha dengeli
olabilmesi için futbol maçlarının naklen yayınından elde edilen
gelirlerin daha dengeli dağıtılmasını istedikleri ortaya çıkmıştır.
Futbolun son dönemdeki dinamikleri nedeniyle ortaya çıkan bu
tehlikenin giderilebilmesi için çeşitli öneriler tartışmaya
açılmıştır. Kulüpler arasındaki rekabetçi dengenin yeniden tesis
edilebilmesi için öncelikle kulüplerin kadrolarında kendi
yetiştirdikleri belirli sayıda oyuncuya yer vermeleri zorunluluğu
getirilmiştir. UEFA tarafından kararlaştırılan ve aşamalı olarak
uygulanacak bu sistemde UEFA tarafından düzenlenen
şampiyonalara katılacak takımların kadrolarında en az kendi
yetiştirdikleri 4 oyuncuya yer vermeleri şarttır. Bu sayı 2007–
2008 sezonunda 6'ya; 2008–2009 sezonunda ise 8'e
çıkacaktır. Ayrıca UEFA bu kuralın etkinliğini artırabilmek
amacıyla kulüplere bir kadro sınırlaması da getirmiştir. Buna
göre kulüpler her bir turnuva öncesinde UEFA'ya 25 kişilik
futbolcu kadrolarını bildirecekler ve bütün sezon boyunca da
bu kadroda yar alan isimler haricinde hiçbir futbolcuyu
uluslararası maçlarda oynatamayacaklardır. Böylelikle büyük
bütçeli kulüplerin transfer potansiyeli bir ölçüde
kısıtlanmaktadır.
Bu çerçevede gündeme gelen bir diğer öneri ise, futbol
maçlarının naklen yayın haklarının satışıyla ilgilidir. Futbol
takımları arasındaki sportif başarı farkının temelinde parasal
farklılıklar yatmaktadır. Parasal farklılıkların temelinde ise
maçların naklen yayın haklarının satışından elde edilen gelirler
yeralmaktadır.
Türkiye’nin de dahil olduğu Avrupa’nın birçok ülkesinde,
futbol maçlarının yayın hakları bir havuz sistemi uyarınca
satılmaktadır. Buna göre tek elden satılan yayın haklarından
elde edilen gelir, şampiyonaya katılan bütün takımlar arasında
bölüştürülmektedir. Bunun sonucunda, daha fazla seyircisi olan
daha popüler takımlar diğerlerine oranla daha fazla gelir
etmekle beraber, maçlarının yayın haklarını kendileri satmaları
durumunda elde edecekleri gelirden daha azını elde
etmektedirler.
Oysaki İtalya ve İspanya gibi ülkelerde kulüpler kendi
maçlarının yayın hakkını kendileri satabilmektedir. Bu
ülkelerdeki Real Madrid, Barcelona ve Inter Milan gibi kulüpler
havuz sisteminin sınırlamalarına, kulüpler arası dayanışma ve
gelir paylaşımı kısıtlamalarına tabi olmadıkları için, gelirlerini
maksimize edebilmektedirler. Örneğin Juventus’un televizyon
yayın haklarından elde ettiği gelir, aynı ligde rekabet ettiği
daha küçük takımların gelirinin 15 katını bulabilmektedir
(Gouguet 2004). Bu takımların diğer kulüplere oranla yükselen
gelirleri de onlara hem ulusal düzeyde hem uluslararası
düzeyde daha başarılı olma imkanı vermektedir. Kısacası futbol
maçlarının yayın hakları konusunda UEFA içinde tek bir
sistemin olmaması, bazı ülke kulüpleri lehine avantaj
yaratmaktadır.
8
Nihayet kulüpler arasındaki dengesizliği giderebilmek için
önerilen bir diğer sistem ise ücret tavanı sistemi olmuştur. Bu
sistemde takımda yeralacak futbolcuların herhangi birine
ödenecek olan ücrete bir tavan getirilmektedir. Böylelikle en
zengin kulüplerin maddi güçlerine dayanarak en fazla parayı
vermek suretiyle en iyi oyuncuları kadrolarına katmaları bir
ölçüde önlenebilmektedir. Zira bu sistemde oyuncular ne kadar
iyi olursa olsunlar hiçbir kulüpten belirlenen tavan ücretin
üstünde bir para alamamaktadırlar. Bu sistemi uygulayan
liglere örnek olarak Amerikan Profesyonel Basketbol ligi NBA
gösterilebilir. NBA’deki basketbolcuların tecrübelerine göre
değişen bir ücret tavanları bulunmaktadır.
óá=ó∏åÉíáşáã
Futbol kulüplerinde iyi yönetişimin sağlanması amacıyla
uluslararası düzeyde getirilen yeni önlemlerin başında 20062007 sezonunda yürürlüğe giren UEFA’nın yeni lisans sistemi
gelmektedir. Buna göre, UEFA’nın düzenlediği şampiyonalara
katılacak kulüplerin bazı finansal kriterleri tutturmaları
beklenmektedir. Gelecekte kulüplerin diğer kulüplere veya
oyunculara veya üçüncü taraflara aşırı borçlanmasının
önlenmesi hedeflenmektedir. Borçlu kulüplerin UEFA
turnuvalarından dışlanması söz konusu olacaktır. Kulüpler
bundan böyle bilançolarını bağımsız bir denetim kuruluşunca
onaylatmak durumundadırlar. Ayrıca UEFA’nın altyapı, idari
konular ve genel yönetim ile ilgili kalite standartlarına da
uymaları gerekecektir. UEFA’nın kulüplerin mali sıhhatini
dikkate alan bu sistemi bazı ülkelerdeki futbol federasyonları
tarafından da tatbik edilmektedir. Örneğin Fransız Futbol
Federasyonu 2001 yılında Toulouse takımının birinci lige
çıkışını, kulübün mali durumunu gerekçe göstererek
engellemiştir.
Kulüplerin finansal yapılarının iyileştirilmesi amacıyla gündeme
getirilen bir diğer öneri ise futbolculara ödenecek olan paranın
kulüplerin gelir veya giderlerinin belirli bir yüzdesini aşmaması
şartıdır. Bu kural günümüzde ABD’deki profesyonel spor
liglerinde uygulanmaktadır. Örneğin Amerikan Profesyonel
Futbol Ligi NFL’de her takımın oyuncu kadrosunun tamamına
ödeyebileceği para 2006 yılında 102 milyon dolar ile
sınırlanmıştır. Bu miktar NFL tarafından elde edilen gelirlerin
toplamının Ligde yeralan takımlara eşit olarak bölünmesi
sonucunda bulunmaktadır. Bu eşitlik ilkesi sportif rekabetin de
daha dengeli olmasına yardımcı olmaktadır. Bu sayede NFL
takımları ne kadar zengin olursa olsunlar sporcularına
birbirlerinden çok farklı ücretler verememekte ve dolayısıyla
birbirlerinden çok farklı yetenekte kadrolar
oluşturamamaktadırlar. Buna karşılık kulüplerin belirli bir
sportif seviyeyi tutturmaları için de sporcular için bir asgari
ücret tayin edilmektedir. Bütün bu sistem NFL tarafından
denetlenmektedir. Sporcular ile yapılan sözleşmeler NFL’e
bildirilmekte ve sözleşme NFL’in onayından sonra geçerlilik
kazanmaktadır. NFL bu sayede kulüplerin asgari ücret ve toplu
ücret tavanı gibi kurallara uyup uymadıklarını kontrol
edebilmektedir. Bu sistem sonucunda NFL, ABD’deki
profesyonel spor ligleri arasında rekabetin en yüksek düzeyde
olduğu, takımlar arasındaki yetenek farkının en düşük olduğu
lig konumuna gelmiştir.
Kulüplerde iyi yönetişim bakımından kulüp yöneticilerinin
nitelikleri de önem taşımaktadır. Bugün AB ülkelerinden
yalnızca İngiltere’de kulüp yöneticilerinin özelliklerine dair
kurallar bulunmaktadır. Buna göre kulüp yöneticilerinin, temiz
bir geçmişe sahip olmaları istenmektedir. Buna karşılık futbolda
rekabetin korunması amacıyla kulüp sahipliğine dair kurallar
daha geniş bir platformda tatbik edilmektedir. Futbolun
ekonomik olarak gelişmesi neticesinde, futbol kulüpleri de bir
yatırım alternatifi haline gelmişlerdir. Futbol kulüpleri bu
nedenle daha sık el değiştirmeye başlamıştır. Aynı ligde aynı
kişiye ait iki farklı takımın bulunma riski ortaya çıkmıştır. Bu
tehlikeyi bertaraf etmek üzere UEFA tarafından bir karar
alınarak, kontrolü aynı gerçek veya tüzel kişide olan kulüplerin
UEFA tarafından düzenlenen şampiyona ve turnuvalara aynı
zamanda katılamaması ilkesi getirilmiştir.
cìíÄçäÅì=ãÉå~àÉêäÉêáåÉ
ó∏åÉäáâ=óÉåá=ÇΩòÉåäÉãÉäÉê
Futbol ekonomisinin gelişmesiyle birlikte, futbolcu
menajerlerinin aldıkları paralar ve yerine getirdikleri işlevleri
daha fazla göze çarpmaya başlamıştır. Menajerler prensip
olarak futbolcular ile kulüpler arasında bilgi köprüsü
oluşturarak transfer piyasasının daha etkin çalışmasını sağlarlar.
İlke olarak menajerlerin futbolcunun veya kulübün temsilcisi
olarak pazarlık masasına oturmaları gerekmektedir. Oysa ki
bazı durumlarda, menajerlerin kulüplerden transfer yetkisi alıp
onlar adına hareket ederken aynı zamanda daha önce temsili
için anlaşmış olduğu futbolcuları bu kulüplere pazarlama
gayreti içinde oldukları görülmüştür. Transfer piyasasının
sağlıklı çalışmasını etkileyebilecek nitelikteki bu menfaat
çatışmasının önlenmesi için futbolcu menajerlerinin
faaliyetlerinin ulusal ve uluslararası platformlarda düzenlenmesi
önerilmektedir. Bu düzenlemeler ile menajerlerin sahip olması
gereken özellikler belirlenecek, menajerler ile oyuncular
arasında akdedilecek sözleşmelere dair temel kurallar
(süre,komisyon,fesih şartları vs.) ortaya konacaktır. Ancak bu
kuralların uygulama aşamasındaki denetimi de önem
taşımaktadır. Bugün birçok AB ülkesinde menajer lisansına
sahip olmadan menajerlik işi yapan kişiler bulunmaktadır.
Örneğin Belçika’da futbolcu menajeri olarak faaliyet gösteren
200 kişiden yalnızca 25’inin lisanslı olduğu ifade edilmektedir.
Bu nedenle ulusal federasyonların menajerlik müessesesini
daha yakından takip etmeleri gerekmektedir.
9
fffK=^_=pΩêÉÅáåÇÉ=qΩêâ=cìíÄçäìW=
kÉ=aÉğáşÉÅÉâ=\
v~Ä~åż=ÑìíÄçäÅì=â¼ë¼íä~ã~ë¼å¼å=ÖÉäÉÅÉğá=
Ülkemizde halihazırda yabancı futbolculara uygulanan bir
kısıtlama bulunmaktadır. Buna göre Türkiye futbol liglerindeki
takımlar sahada en fazla 6 yabancı futbolcuya yer
verebilmektedirler. Oysa ki aslında bu düzenleme, Türkiye’nin
AB’ye karşı üstlenmiş olduğu yükümlülüklerle çelişmektedir.
Daha 1980 yılında Türkiye ile AB arasında imzalanan 3/80 sayılı
Ortaklık Konseyi kararı uyarınca, tarafların emek piyasasında
kendi vatandaşları ile diğer ülke vatandaşları arasında
ayrımcılık yapmaları yasaklanmıştı. Bu düzenleme, emek
piyasalarına girişi serbestleştirmemektedir. Dolayısıyla Türk
vatandaşlarının AB ülkelerinde serbestçe çalışabilmelerine veya
AB vatandaşlarının Türkiye’de istedikleri işe girebilmelerini
temin etmemektedir. Buna karşılık eğer bir kez emek
piyasasına yasal yollardan giriş yapıldıysa yani örneğin bir Türk
vatandaşı yasal yollardan bir AB ülkesinde çalışmaya
başladıysa, artık o noktadan sonra Türk vatandaşı ile AB
vatandaşı arasında çalışma hayatına dair kurallarla ilgili olarak
ayrımcılık yapılamamaktadır. Bu yükümlülük karşılıklı ve
dolayısıyla Türkiye açısından da geçerlidir.
Oysa ki Türkiye Futbol Federasyonu tarafından uygulanan
yabancı futbolcu kotası ülkemizin bu yükümlülüğüne aykırılık
taşımaktadır. Zira bu durumda Türkiye’de yasal olarak çalışan
bir AB vatandaşı futbolcu ile Türk futbolcu arasında bir farklılık
gözetilmiş oluyor. AB vatandaşı futbolcu, Türk futbolcunun
aksine istediği kulübe transfer olamıyor; kendisini transfer
edecek olan kulübün yabancı futbolcu kotasını doldurmamış
olması gerekiyor.
Aslında Türkiye’deki yabancı futbolcu kontenjanına benzer
düzenlemeler AB ülkelerinde de vardır. Ancak orada AB
vatandaşları ile diğer ülke vatandaşları arasında ayırım yapılıyor
ve Türk futbolcular AB vatandaşı statüsünde oynayabiliyorlar.
Bunu sağlayan da 3/80 sayılı Ortaklık Konseyi kararı. Örneğin
Fenerbahçe kalecisi Rüştü Rençber Barcelona’ya transfer
olduğunda, yerel mahkemeye başvurarak İspanya liginde AB
statüsünde oynama hakkını elde etti. Böylelikle yabancı
futbolcu kontenjanına takılmadan futbol oynayabildi. Yerel
mahkeme de 1/80 sayılı Ortaklık Konseyi kararını gözönüne
alarak, Rüştü lehine karar verdi.
AB’nin hukuk düzeninde, kişiler AB’nin imzalamış olduğu
anlaşmalardan kaynaklanan haklarını koruyabilmek için
doğrudan mahkemeye gidebiliyorlar. Mahkemeler de bu
hükümleri yorumlayabiliyorlar veya ihtiyaç halinde meseleyi
Avrupa Toplulukları Adalet Divanına havale edebiliyorlar. Ancak
Türkiye’de benzer bir mekanizma sözkonusu değil. Türkiye’nin
AB ile yapmış olduğu anlaşmalardan kaynaklanan hakların
korunabilmesi için doğrudan mahkemeye gidilemiyor. Bu
nedenle de Türkiye’deki yabancı futbolculara yönelik kota
10
uygulamasının mahkeme yoluyla değiştirilmesi mümkün değil.
Olması gereken, AB vatandaşı futbolcuların da Türk statüsünde
oynamaları ve yabancı futbolcu kotasına takılmamaları. Ancak
bunu elde edebilmek için görünür tek yol, Türkiye’nin 3/80
sayılı Ortaklık Konseyi kararına uymayı siyaseten kabul etmesi
ve bu uyumun gerektirdiği iş piyasasında AB vatandaşları ile
Türk vatandaşları arasındaki ayrımcı uygulamaları yürürlükten
kaldırması.
AB ile başlanan tam üyelik müzakereleri bu konunun yeniden
masaya yatırılması için bir zemin oluşturacak. Müzakere
başlıklarından kişilerin serbest dolaşımı başlığında, AB tarafı
Türkiye’den bu yükümlülüğüne biran önce uymasını isteyebilir.
O durumda da Türkiye liglerinde uygulanan yabancı futbolcu
kotasının değiştirilmesi gündeme gelecek.
Böylesine bir değişikliğin Türkiye futbolu, spor kulüpleri ve
oyuncular bakımından önemli sonuçları olacağı açık.
Öncelikle AB vatandaşı futbolcular da bundan böyle Türk
takımlarında Türk statüsü ile oynayabilecekler. Takımlar AB
vatandaşlarına ilave olarak 6 yabancı oyuncuya da sahada yer
verebilecekler. Böylelikle kulüpler seviyesindeki Avrupa
şampiyonalarında (Şampiyonlar Ligi, UEFA kupası ve Inter-Toto)
Türk takımlarının sınırlı sayıda yabancı oyuncu
oynatabilmelerinden kaynaklanan rekabet dezavantajı ortadan
kaldırılabilecek.
Türkiye içindeki futbolcu transferi piyasası da bu kural
değişikliğinden etkilenecek. Türk futbolcuların transfer
paralarının bu değişiklikten olumsuz etkilenmesini beklemek
gerekir. Zira yabancı oyuncu kotasını doldurmuş bir takımda,
transfer yapılmasına ihtiyaç duyulan belirli bir pozisyon için
zorunlu olarak Türk futbolcu transfer edilmesi gerekmeyecek.
Kulüpler Türkiye içi gibi nispeten küçük bir futbolcu
havuzundan seçmek yerine Türkiye + 25 AB üyesinden oluşan
çok daha büyük bir futbolcu havuzundan transfer
yapabilecekler. Bu durum en basit ekonomik kurallardan
arz/talep dengesi çerçevesinde değerlendirilecek olursa,
piyasada arz artacağı için futbolcuların fiyatı da düşecek.
Futbolcuların fiyatının düşmesi, bir açıdan kulüplerin giderlerini
azaltmalarına yardımcı olacak. Ancak bu durum, Türkiye’deki
dört büyüklere futbolcu satarak gelir elde eden bazı Anadolu
kulüpleri için bir dezavantaj teşkil edebilir. Zira bu durumda bu
kulüplerin de transfer gelirleri azalacak. Dolayısıyla genç
oyuncuları yetiştirip büyük kulüplere büyük paralar karşılığı
satarak gelir elde eden kulüplerin bu modellerini yeniden
kurgulamaları gerekebilecek.
Türkiye’de futbolun naklen yayının ilk defa ihaleye çıktığı
1994-1995 sezonundan 2004-2005 sezonuna kadar yapılan
ihalelerin sonuçları ve elde edilen naklen yayın gelirlerinin
dağılımı verilmektedir.
Transfer piyasasındaki bu değişiklikler, kulüpler arasındaki
hassas dengeyi de bozabilecek nitelikte olabilir. Bugün mali
durumu iyi olan kulüpler bile, yabancı oyuncu sınırlaması
nedeniyle, Avrupa’dan istedikleri sayıda futbolcuyu getirip
oynatamıyorlar. AB ile Türk futbolcular arasındaki ayrıma son
verilmesi durumunda ise AB futbolcuları bakımından bu
sınırlama kalkacağı için kulüpler istedikleri sayıda Avrupalı
oyuncuyu transfer edip, sahaya isterlerse 11 tane AB vatandaşı
futbolcu ile çıkabilecekler. Dolayısıyla kulüplere maddi
imkanlarını kullanmaları için yeni bir alan daha açılmış olacak.
Finansman sorunu bulunmayan kulüpler bu imkanı kullanarak
daha fazla sayıda yabancı oyuncuyu kadrolarına dahil
edebilecekler. Maddi zorluk içinde olanlar ise, ancak kendi
imkanlarının elverdiği ölçüde bu imkandan yararlanabilecekler.
Sonuçta sahaya çıkan takımlar arasında güç farkının daha da
artması beklenebilir.
Tablo 4’te görüleceği üzere, medya sektöründe artan rekabet
ve de özellikle 1996-1997 senesinde yapılan ihaleyi 3
seneliğine kazanan Cine5 ve daha sonrasında Teleon ve
Digitürk gibi şifreli kanalların devreye girmesi ile birlikte, yayın
haklarına ödenen para, diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi,
önemli ölçüde artmıştır. Futbol maçlarının yayını şifreli
kanalların hayatta kalabilmelerini sağlayan en önemli
unsurlardan biridir.
Maç yayın haklarının Türkiye’de gelecekte nasıl şekil alacağıyla
ilgili yorumlara geçmeden önce, yayın gelirlerinin dağılımı ile
ilgili bilgi vermekte fayda vardır. 2005-2006 sezonuna kadar
olan dönemde ,yayın gelirlerinden kulüplere ödenen miktarın
yarısı daha önce şampiyon olmuş 4 büyüklere (Beşiktaş,
Fenerbahçe ve Galatasaray %13.25, Trabzonspor %10.25)
verilmekteydi. Kalan %50 ise 14 diğer kulübe dağıtılmaktaydı
(%35 puan esasına göre, %15 lige katılım oranına göre, %50
ise eşit). Başarıyı ödüllendirmeyen bu paylaşım sistemi
nedeniyle Türkiye liginde naklen yayın gelirlerinden az pay alan
Anadolu takımlarının çok pay alan takımlarla mücadele
edebilmesi ve ligde belirli bir rekabet seviyesinin korunabilmesi
pek de gerçekçi gözükmemektedir. 2005-2006 sezonu ile
yürürlüğe giren yeni dağıtım sistemi ise daha önceki havuz
sistemine göre başarıyı ödüllendiren ve toplam yayın
gelirlerinin %51’inin performansa göre dağıtıldığı bir yapıya
sahiptir. Yeni sistemde naklen yayın gelirlerinin %35’i 18
takıma eşit olarak dağıtılmakta, %44’ü takımların aldığı puana
göre dağıtılmakta, %14’ü takımların şampiyonluk sayılarına
göre dağıtılmakta ve kalan %7 ise ilk 6 takıma katsayı
hesabına göre dağıtılmaktadır. Takımların başarılı oldukça daha
fazla gelir ettiği yeni dağıtım sistemi, futbol kulüpleri arasında
gelir bakımından uçurumlar yaratan eski sisteme göre daha
Öte yandan hernekadar bu yeni kuralların ışığında sahaya 11
yabancı futbolcu ile çıkmak mümkün hale gelecekse de,
ülkemizdeki futbol kulüplerinin milli unsura sahip çıkacaklarını
ve mevzuat neye izin verirse versin, takımdaki yerli yabancı
dengesini koruyacaklarını tahmin ediyoruz. Bu nedenle de
bazen sahada oynayan onbir içinde İngiliz oyuncusu
bulunmayan İngiliz takımı Chelsea gibi örneklere Türkiye’de
çok sık rastlanılmayacağını düşünüyoruz.
qΩêâáóÉÛÇÉ=ó~ó¼å=Ü~âä~ê¼
Ülkemizde de futbol maçlarının naklen yayın hakları meselesi
zaman zaman gündeme gelmektedir. Türkiye’de halihazırda
uygulanan sistemde, Futbol Federasyonu maçların
televizyondan yayın haklarını üç senelik dönemler itibariyle
ihaleye çıkarmakta ve ihaleyi kazanan yayıncı kuruluş
münhasıran bu haklara sahip olmaktadır. Aşağıdaki tabloda
Tablo 4: Yıllar itibariyle net naklen yayın gelirlerinin dağılımı (Bin $)
İhale
Bedeli
Toplam Net
Dağ.Gelir
Dört
Büyükler
Diğer Ondört
Kulüp
Dört Büyük Büyük Başına
Düşen Ort. Pay
Ondört Kulüp Başına
Düşen Ort. Pay
1994 - 1995
7.200
6.336
3.168
3.168
792
226
1995 - 1996
23.000
20.240
10.120
10.120
2.530
723
1996 - 1997
40.000
35.200
17.600
17.600
4.400
1.257
1997 - 1998
45.000
39.600
19.800
19.800
4.950
1.414
1998 - 1999
55.000
48.400
24.200
24.200
6.050
1.729
1999 - 2000
60.000
52.800
26.400
26.400
6.600
1.886
2000 - 2001
60.000
52.800
26.400
26.400
6.600
1.886
2001 - 2002
155.000
136.333
68.333
68.000
17.083
4.857
2002 - 2003
155.000
136.333
68.333
68.000
17.083
4.857
2003 - 2004
155.000
136.333
68.333
68.000
17.083
4.857
94.400
83.072
41.536
41.536
10.384
2.967
1
2
3
2004 - 2005
1. 1999-01 Sezonu için 120 milyon Dolar olan İhale Bedeli 2 seneye eşit bölünmüştür
2. 2001-2004 Sezonu için 465 milyon Dolar olan ihale bedeli 3 seneye eşit bölünmüştür
3. İhaleyi kazanan Digitürk, 2008 senesine kadar her sene ortalama 94.4 milyon Dolar ödeyecektir
Kaynak: Tuğrul Akşar, 2005
11
Şekil 3: Kulüplere dağıtılan naklen yayın gelirlerinin
bileşimi
Kulüplerin bu imkandan tam anlamıyla yararlanabilmeleri için
televizyon dışındaki medyalarla ilgili belirsizliklerin de aşılması
gerekmektedir. Futbol seyirciye televizyon dışında da
ulaşabilmelidir. Açıkçası Türkiye bu alanda AB ülkelerine oranla
oldukça geride kalmıştır. Genişbant Internet kullanıcısı
bakımından Türkiye geri plandadır, zira uzun süre boyunca
telekomünikasyon mevzuatı bu hizmetin özelleştirme
öncesinde kamu operatörü dışındaki operatörler tarafından da
rahatça sağlanmasını teminat altına alacak şekilde
gelişmemiştir. Keza DSL dışında örneğin telsiz genişbant erişimi
konusunda da düzenleyici mevzuat gecikmektedir. Benzer bir
durum bugün için mobil telefonlara yapılacak yayınlar
bakımından da sözkonusudur. Bütün bu alanlardaki
düzenleyici çerçevenin biran önce açıklığa kavuşması, futbol
maçlarının daha fazla seyirciye daha farklı ortamlarda
ulaşmasını mümkün kılacaktır. Toplumdaki futbol sevgisi
gözönüne alındığında bu teknolojik gelişmelerden tam
manasıyla faydalanabilmenin önemi ortaya çıkmaktadır. Kaldı
ki bu sayede kulüplerin de daha sağlıklı bir mali yapıya
kavuşmalarına katkıda bulunacak yeni gelir kaynakları
yaratılmış olmaktadır. Türkiye’de futbol böylelikle daha kaliteli,
daha sağlam ve daha rekabetçi bir yapıya kavuşabilecektir.
_~Üáë=çóìåä~ê¼
adil gözükmektedir. Futbolu çekici kılan unsurların başında
rekabet gelmektedir. Unutulmamalıdır ki liglerde rekabet
seviyesini yükseltmenin ve kaliteli futbol izlemenin şartı, bu
zenginliğin takımlar arasında mümkün olduğu kadar eşit
dağıtılmasıdır.
Maç yayınlarının hakkı ile ilgili bundan sonraki ihale 2007
yılında olacaktır. Ancak bu ihalede Avrupa’da yaşanan
değişikliklerin gözönünde bulundurulacağını tahmin ediyoruz.
En azından Futbol Federasyonu ile yayıncı kuruluş arasında
yapılacak olan sözleşmeye onay vermesi gerekecek olan
Rekabet Kurumu’nun bu gelişmeleri hesaba katacağını
beklemek gerekir. Buna göre Türkiye’de AB ülkelerinde olduğu
gibi yayın haklarının tek bir paket yerine bölünerek farklı sayıda
maçların naklen yayınını içeren ayrı ayrı paketlerde satışa
çıkarılması sözkonusu olabilecektir. Böylelikle bugüne kadar
yayıncı kuruluşlara sağlanan münhasırlık avantajı da ortadan
kalkacaktır. Ayrıca televizyondan yayın haklarının yanısıra,
Internet ve mobil telefondan yayın haklarının da ihale edilmesi
mümkündür. Son olarak kulüpler de bu alanda bugüne kadar
olduğundan daha geniş bir yetkiye sahip olmaya çalışabilirler.
Böylelikle bazı maçların televizyondan naklen yayın hakları
olmasa bile, maç bittikten sonraki yayın hakları veya televizyon
dışındaki medyalardaki yayın haklarını elde ederek, Avrupa
ülkelerinde olduğu gibi yeni gelir getirici imkanlara kavuşmaları
önerilebilir. Kaldı ki benzer faaliyetlere AB ülkelerinde müsaade
edilmesi, oradaki kulüplerin mali durumlarını iyileştirmelerine
katkıda bulunacaktır. Eğer Türk spor kulüplerine aynı olanaklar
tanınmaz ise, Avrupa arenasında rekabet içinde oldukları diğer
takımlara karşı dezavantajlı duruma düşecekleri
vurgulanmalıdır.
12
Futbol ile bahis oyunları arasında her zaman sorunlu bir ilişki
varolmuştur. Bahis oyunları bir taraftan futbolun finansmanı
bakımından önemli bir kaynaktır. Türkiye’de Spor Toto
örneğinde olduğu gibi birçok ülkede futbol maçlarına ilişkin
bahis oyunlarından elde edilen gelir futbolun gelişmesi için bir
kaynak olarak kullanılmıştır. Buna karşılık futbol maçlarının
sonuçlarıyla ilgili bahis oynanabilmesi, futbolda şike iddialarını
da gündeme getirmektedir. Öte yandan teknolojik gelişme ve
de özellikle Internet’in yaygınlaşmasıyla, bahis oyunları
Internet’e kaymış ve ulusal otoritelerin denetiminden çıkmıştır.
TBMM Sporda Şiddet, Şike ve Haksız Rekabet İddialarını
Araştırma Komisyonu’nun 2005 yılında yayınladığı rapora göre
internet üzerinden düzenlenen yasadışı organizasyonlar
aracılığıyla yıllık 600-750 milyon Dolar tutarında kaynak,
vergilendirilmeden ülkemizden yurtdışına akmaktadır. İddia
oyununun 2005 yılı genel hasılatının 340 milyon Dolar
civarında olduğu göz önüne alınacak olursa, İnternetten
oynanan bahis oyunlarının ne kadar büyük bir boyuta ulaştığı
daha rahat anlaşılabilir.
Bugüne kadar Türkiye de dahil birçok Avrupa ülkesinde, bahis
oyunları kamunun tekelinde kalmıştır. Ancak AB içinde gelişen
içtihat artık bu tekelin kırılmakta olduğuna işaret etmektedir.
Gerçekten de yalnızca kamunun bahis oyunlarını
oynatabilmesi, AB içinde sermayenin serbest dolaşımı
prensibine aykırı bulunmaktadır. Kamunun özelleştirme
suretiyle bahis oyunları sektöründen çekilmesi istenmemekle
beraber, en azından bu sektörü rekabete açması talep
edilmektedir. Nitekim bu doğrultudaki AB kurallarına uymakta
geciken Danimarka, Finlandiya, Almanya, Macaristan, İtalya,
Hollanda ve İsveç’e karşı Avrupa Komisyonu bir soruşturma
başlatmıştır. Bu ülkeler ise şans oyunlarının kamu bütçesine
sağlamış olduğu desteği kaybetmemek için, sözkonusu sektörü
serbestleştirmekte acele etmemektedirler. Hatta İtalya, Internet
üzerinden bahis oynanmasını dahi engellemeye çalışmaktadır.
İtalya içinde Internet üzerinden İtalyan hükümetine ait
olmayan bir sitede futbol maçlarıyla ilgili bir bahis oyunu
oynanması durumunda, bu bağlantıyı sağlayan Internet Servis
Sağlayıcı şirketi cezalandırılmaktadır. İtalya’daki bu uygulama
de mahkemelik olmuştur.
Sermayenin serbest dolaşımı ilkesi, Türkiye ile AB arasında
yürütülmekte olan tam üyelik müzakerelerinde ele alınan
başlıklardan biridir. Dolayısıyla bu başlık ile ilgili AB içindeki
gelişmelerden Türkiye de etkilenecektir. Sözkonusu müzakere
başlığının kapatılabilmesi için Türkiye’nin bahis oyunlarını
kamunun tekelinden çıkarması talep edilecektir. Bunun
sonucunda Türkiye’de futbol maçları başta olmak üzere, spor
müsabakalarıyla ilgili bahis oyunlarının düzenleyecek yeni
oyuncular faaliyete geçebilecek ve bu alanda yeni iş modelleri
yaratılması mümkün olacaktır. Bu sayede ülke çapında bahis
oyunları oynatacak bayiliklerin kurulması mümkün olacağı gibi,
Internet, mobil telefon ve dijital televizyon gibi ortamları
kullanarak da bu sektöre giriş yapılabilecektir. Sektörde faal
olabilmek kamu otoritesinden alınacak olan lisansa bağlı
kalacaktır. Ancak lisans prosedürünün açık, şeffaf ve herhangi
bir ayrımcılığa sebebiyet vermeden uygulanması gerekecektir.
Bu durumda kamu aslında bu alandaki lisans koşullarını
objektif kriterlere dayalı olarak belirleyecek ve bu koşullara
uyan bütün işletmelere lisans verecektir. Başka bir deyişle bu
alanda faal olacak firma sayısına sınırlama getirilemeyecektir.
Bahis oyunları sektörünün bu şekilde rekabete açılması
durumunda futbol federasyonlarının bu alana girmeleri dahi
önerilmektedir. Böylelikle bahis oyunlarından elde edilecek
gelirin en azından bir kısmının dün olduğu gibi gelecekte de
futbolun gelişmesi için kullanılması mümkün olabilecektir. Bu
doğrultuda gündeme getirilen bir diğer öneri ise futbol
maçlarına dair fikstürlerin fikri mülkiyet hakları kapsamına
alınmasıdır. Halihazırda bahis şirketleri bu fikstürleri herhangi
bir ücret ödemeden kullanabilmektedir. Bu durum bahis
oyunlarıyla ilgili fikstürlere sayfalarında yer veren basın yayın
kuruluşları bakımından da geçerlidir. Oysa ki sözkonusu öneri,
bu fikstürlerin asıl sahibi konumundaki futbol
federasyonlarının bundan böyle fikstürlerin kullanımı için para
talep etmelerini içermektedir. Böylelikle serbestleşen pazarda
bahis oyunlarından elde edeceği geliri azalan kamunun farklı
bir kaynak yaratması sözkonusu olacaktır.
13
fsK=pçåì´
Türk futbolu önümüzdeki dönemde önemli değişikliklere
sahne olacaktır. Bunların başında yabancı oyuncu
kısıtlamasındaki değişiklikler gelmektedir. AB ile yürütülen
müzakerelerdeki ilerlemeye paralel olarak, AB’nin Türkiye’nin
bu alanda AB vatandaşı futbolcular için de geçerli olan
kısıtlamalarını kaldırması yönündeki baskısı artacaktır. Neticede
birkaç yıl içinde bu kısıtlamanın kalkması gerekecektir. Bunun
sonucunda Türk takımlarındaki AB vatandaşı futbolcular da
Türk statüsünde oynayabileceklerdir. Zaten mütekabiliyet ilkesi
de bunu gerektirmektedir. Nasıl ki bugün için Türk
futbolcularına Avrupa takımlarında oynamaları için bir engel
bulunmamaktaysa, yarın da Avrupalı futbolcuların Türk
takımlarında oynamaları için engel bulunmayacaktır.
Bu değişiklik Türk futbolundaki dengeleri değiştirebilecek
niteliktedir. Bütçesi yeterli olan takımlar transfer haklarını AB
vatandaşı futbolcular lehine kullanarak takımdaki yabancı
sayısını yasal olarak artırabileceklerdir. Bu onlara hem Türkiye
liginde hem de Avrupa şampiyonalarında bir avantaj
sağlayacaktır. Buna karşılık gelir modellerini yetiştirdikleri Türk
futbolcuları büyük kulüplere satmak üzerine kuran Anadolu
kulüpleri üzerinde bu değişikliğin olumsuz bir etkisi olacağı
söylenebilir. Zira bir anlamda bu kulüplerin pazara sundukları
futbolcular, AB vatandaşı futbolcular ile birlikte aynı havuzda
değerlendirilecektir. Arzın arttığı durumda fiyatın da düşmesi
beklenir. Neticede büyük kulüplerin Türk futbolcular için
gözden çıkaracağı transfer ücretleri ve dolayısıyla Anadolu
kulüplerinin yetiştirdikleri futbolcuların başka takımlara
transferinden elde edecekleri gelir azalacaktır.
Kaldı ki bonservis sistemindeki olası değişiklikler de futbolcu
transferini ana gelir modeli olarak benimsemiş kulüpler
bakımından güçlük yaratacaktır. Halihazırda FIFA kuralları
çerçevesinde ülkemizde de yürürlükte olan bonservis
sisteminin, önümüzdeki dönemde aynen Bosman örneğinde
olduğu gibi, Avrupa Toplulukları Adalet Divanına yapılacak ve
anılan sistemin AB’nin serbest dolaşım ilkesini ihlal ettiğini ileri
süren bir şikayet neticesinde yürürlükten kaldırılması ihtimal
dahilindedir.
Bu nedenle Türk kulüplerinin önümüzdeki dönemde gelirlerini
artıracak başka formüller bulmaları gerekmektedir. 2006
yılından itibaren yürürlüğe konan UEFA lisans kuralları
kulüplerin daha disiplin altına alınmış bir bütçeye sahip
olmalarını öngörmektedir.
Meseleye bu açıdan bakıldığında, yayın haklarıyla ilgili olarak
bazı değişikliklerin yapılması gündeme gelebilir. Ülkemizde
bugüne kadar tek paket halinde satılan futbol maçlarının
televizyondan naklen yayın haklarının Almanya’da olduğu gibi
birden çok pakete bölünmesi değerlendirilmelidir. Kaldı ki,
naklen yayın ihalesi sonuçlarını onaylayacak olan Rekabet
Kurumu’nun da bu sistemin değiştirilmesi yönünde bir iradesi
oluşabilir. Benzer şekilde, televizyonun yanısıra gelişmekte olan
Internet ve mobil telefon gibi medyalar için de yayın haklarının
satılmasını sağlayacak bir düzenleme yapılmalıdır. Ülkemizde
genişbant Internet erişimi 1 milyon kullanıcıyı aşmıştır.
Dolayısıyla Internet üzerinden yayın konusu artık gerçek bir
pazar niteliğine kavuşabilir. Mobil telefon üzerinden yayınlar
konusunda ise Telekomünikasyon Kurumu’nun gerekli
düzenlemeleri yapmasına ihtiyaç vardır. Kulüplerin, örneğin
kendi sahalarında yaptıkları maçların yayın haklarını maç
bittikten belirli bir süre sonra kendilerinin satabilmesinin
sağlanması da bu meyanda dikkate alınması gereken bir
değişiklik olarak görülmelidir. Kulüplerin, yayın hakları
konusunda gelirlerini artıracak bu değişikliklerin biran önce
yapılmasını sağlamak üzere harekete geçmeleri faydalı
olacaktır.
Futbol kulüpleri, gelirlerinin çeşitlendirilmesi amacıyla futbolcu
bonservis ücretleri ve yayın hakkı gelirlerinin yanısıra, başka
kaynaklara da yönelmeleri gerekmektedir. Borç finansmanına
getirilen kısıtlamalar, uzun vadeli düzenli gelir ihtiyacını her
kulüp için daha kritik hale getirmiştir. Bu çerçevede futbol
takımlarının stat sahipliği, statların yenilenerek bir eğlence
merkezi haline dönüştürülmesi, kulüp markasının farklı
ürünlerle birleştirilerek daha değişik ortamlarda kullanılması,
forma satışlarının artırılması ve de özellikle Türkiye’de
kulüplerin fikri mülkiyet haklarının bir ihlali olarak görülmesi
gereken ve kulüpler bakımından ciddi bir gelir kaybına
sebebiyet veren sahte ve taklit formalarla daha etkin mücadele
edilmesi akla gelen seçenekler arasında yeralmaktadır.
Sonuçta birçok sektörde olduğu gibi Türkiye’de futbol da AB
sürecinden çok doğrudan etkilenecektir. Bu değişimin önceden
bilincine varıp, gerekli ön hazırlığı yapan ve doğru rekabet
stratejilerini oluşturan kulüpler bu süreçten kazançlı çıkacaktır.
Bu süreçten kazançlı çıkacak bir diğer paydaş da futbol
seyircisidir. Türkiye’de futbol bu sayede daha zengin, daha
zevkli ve daha renkli bir nitelik kazanacaktır.
14
bâ
Farklı ligleri rekabet yoğunluğu açısından karşılaştırırken
kullandığımız Herfindahl-Hirschman endeksi (HHI), mal ve
hizmet piyasalarında yoğunlaşma oranının ölçülmesinde yaygın
olarak kullanılan bir göstergedir. HHI, bir pazarda bulunan tüm
firmaların pazar paylarının karelerinin toplanmasıyla elde edilir.
Mesela, bir pazarda bulunan 3 firmanın herbiri sırasıyla bu
pazarın yüzde 50, 30 ve 20’sine sahipse bu pazarda
HHI=50²+30²+20²=3800 bulunur.
incelenen birçok pazarda, liglerde bulunan 18 yada 20 takım
kadar firma bulunmaz.
HHI sıfıra yakın (hiçbir zaman sıfıra ulaşmaz) bir puan ile
10.000 puan arasında bir değer alabilen bir endekstir. Sıfıra
yakın bir HHI değeri, birbirine yakın pazar paylarına sahip
yüzlerce firmanın rekabet ettiği bir sektörü gösterirken 10.000
puanlık bir HHI endeksi tek bir firmanın faaliyette bulunduğu
tekel durumunu göstermektedir. Genellikle satınalmalarda
yada birleşmelerde pazarda hakim durum ortaya çıkabilir mi
sorusuna cevap ararken kullanılan HHI’nin 1000’in altındaki
değerleri yoğunlaşmamış, 1000–1800 arası değerleri orta
yoğunlukta, 1800’ün üstündeki değerleri ise oldukça
yoğunlaşmış bir pazarı göstermektedir.
Teorik olarak tüm takımların güçlerinin eşit olduğu bir ligde bir
takımın oynadığı maçı kazanma olasılığı 0,5’tir. Dolayısıyla 18
takımın yer aldığı bir ligde toplam 34 maç yapan bir takım
oynadığı maçların yarısını kazanacak, yarısını ise kaybedecektir.
Sonuç olarak bu ligde ortaya çıkan tüm puanlar tüm takımlar
tarafından eşit olarak paylaşılacaktır ve dolayısıyla her bir takım
bu pazarın 1/18’ine (20 takımlı bir ligde ise 1/20’sine) sahip
olacaktır. Teorik olarak rekabetin en üst seviyede olduğu böyle
bir ligde HHI puanı,
Çalışmamızda Herfindahl-Hirschman endeksini kullanabilmek
için ise şöyle bir yol takip ettik. Belirli bir ligde belirli bir senede
tüm takımların topladıkları puanları o pazarın büyüklüğü kabul
edecek olursak, bu takımlardan birinin topladığı puanın ligde
toplanan toplam puana bölünmesi ile elde edilen rakam, o
takımın pazar payı olmaktadır.
Ligde yer alan tüm takımların pazar paylarının karelerini
toplayarak o sezon için ligin HHI endeks puanını bulmuş
oluruz.
Farklı ligleri karşılaştırmak için yaptığımız ise, teorik olarak tüm
takımların güçlerinin birbirine eşit olduğu, yani herhangi bir
takımın rekabet gücünün diğerlerinden fazla olmadığı farazi
bir durumda HHI’ın kaç puan çıkacağını hesaplayarak, gerçek
durumda ortaya çıkan puanla bu farazi puanı karşılaştırmaktır.
olacaktır (yirmi takımlı bir ligde ise değeri 500 olacaktır).
Farklı ligleri rekabet açısından karşılaştırırken yapılan, o lige ait
HHI puanının ’dan ne kadar farklı olduğuna bakmaktır. sHHI
olarak adlandırılan bu sapma büyüdükçe, incelenen ligde
rekabetin azaldığı yorumu yapılabilir. Aynı şekilde iki lig
karşılaştırılırken sHHI değeri küçük olan ligde daha yoğun bir
rekabetin yaşandığı söylenebilir.
Burada N, ligde mücadele eden takım sayısı, i ise takımının
sezon sonunda sahip olduğu pazar payıdır. Bulunan bu endeks
puanı, rekabet ekonomisinde genellikle ortaya çıkan 10001800 arası puandan daha küçük olacaktır zira HHI tarafından
15
Tablo 6’da Avrupa ligleri ve Turkcell Süper Ligi’nin karşılaştırması yer almaktadır. Analiz edilen 7 yılın ortalamalarına bakıldığında
Fransa ve İspanya liglerinde rekabetin daha yüksek olduğu görülmektedir. Türkiye ise rekabet açısından sadece Hollanda liginden
daha iyi bir durumda. Şekil 4’teki grafikler, çeşitli liglerde zaman içinde rekabetin ne şekilde geliştiğini göstermektedir. Özellikle son
yıllarda liglerde yaşanan rekabette azalma dikkat çekicidir.
Tablo 6: Avrupa liglerinde rekabet (HHI Sapmaları)
Türkiye
Hollanda
Almanya
İngiltere
İtalya
İspanya
Fransa
1999-2000
58,55
71,2
42,41
44,64
55,98
18,46
15,87
2000-2001
66,83
69,77
24,78
34,36
50,19
27,40
30,36
2001-2002
40,40
52,86
53,41
49,01
54,95
19,89
26,94
2002-2003
64,81
80,95
29,73
40,46
50,21
28,84
25,80
2003-2004
49,30
61,30
47,43
41,10
74,07
27,43
32,73
2004-2005
73,72
74,42
45,22
52,27
35,70
36,22
19,83
2005-2006
50,53
73,08
50,79
58,24
66,17
38,18
33,72
Ortalama
57,74
69,09
41,97
45,72
55,32
28,06
26,46
Şekil 4: Avrupa Liglerinde Rekabet (HHI Sapmaları)
16
h~óå~âä~ê
Akşar, Tuğrul. “2006 Dünya Kupasının Sosyo-Ekonomik Analizi”, Temmuz 2006.
(http://www.verkac.org/?p=1583)
Akşar, Tuğrul. “I. Ülkemizde Naklen Yayın Gelirlerinin Dağıtım Modeli”, Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Kampüsü Spor Pazarlaması
ve Sponsorluk Paneli için hazırlanan sunumdan alınmıştır, Nisan 2005.
(http://www.fesam.org/uzman/ta013.php)
Gouget, Jean Jacques.”Le Sport Professionnel apres l’arret Bosman : une analyse économique internationale”. Presse Universitaire de
Limoges, Kasım 2004.
Parkers, Rich; Austin Houlihan. “Football Money League: Changing of the Guard”, Deloitte, Şubat 2006.
TBMM Sporda Şiddet, Şike ve Haksız Rekabet İddialarını Araştırma Komisyonu Raporu. “Üçüncü Bölüm: Türk Sporunun Genel
Problemleri”, 2005.
Söz konusu materyaller ile içeriğindeki bilgiler, Deloitte Türkiye tarafından sağlanmaktadır ve belirli bir konunun veya konuların çok geniş kapsamlı bir şekilde ele alınmasından ziyade
genel çerçevede bilgi vermek amacını taşımaktadır.
Buna uygun şekilde, bu materyallerdeki bilgilerin amacı, muhasebe, vergi, yatırım, danışmanlık alanlarında veya diğer türlü profesyonel bağlamda tavsiye veya hizmet sunmak değildir.
Bilgileri kişisel finansal veya ticari kararlarınızda yegane temel olarak kullanmaktan ziyade, konusuna hakim profesyonel bir danışmana başvurmanız tavsiye edilir.
Bu materyaller ile içeriğindeki bilgiler, oldukları şekliyle sunulmaktadır ve Deloitte Türkiye, bunlarla ilgili sarih veya zımni bir beyan ve garantide bulunmamaktadır. Yukarıdakileri
sınırlamaksızın, Deloitte Türkiye, söz konusu materyal ve içeriğindeki bilgilerin hata içermediğine veya belirli performans ve kalite kriterlerini karşıladığına dair bir güvence vermemektedir.
Deloitte Türkiye, satılabilirlik, mülkiyet, belirli bir amaca uygunluk, ihlale sebebiyet vermeme, uyumluluk, güvenlik ve doğruluk konularındaki garantiler de dahil olmak üzere her türlü
zımni garantiden burada feragat etmektedir.
Materyalleri ve içeriğindeki bilgileri kullanımınız sonucunda ortaya çıkabilecek her türlü risk tarafınıza aittir ve bu kullanımdan kaynaklanan her türlü zarara dair risk ve sorumluluğu
tamamen tarafınızca üstlenilmektedir. Deloitte Türkiye, söz konusu kullanımdan dolayı, (ihmalkarlık kaynaklı olanlar da dahil olmak üzere) sözleşmeyle ilgili bir dava, kanunlar veya
haksız fiilden doğan her türlü özel, dolaylı veya arızi zararlardan ve cezai tazminattan dolayı sorumlu tutulamaz.
DRT Bağımsız Denetim
ve Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik A.Ş.
Sun Plaza
Dereboyu Sok. No:24
34398 Maslak, İstanbul
Tel : 90 (212) 366 60 00
Fax : 90 (212) 366 60 10
Armada İş Merkezi
A Blok Kat:7 No:8
06510, Söğütözü
Tel : 90 (312) 295 47 00
Fax : 90 (312) 295 47 47
www.deloitte.com.tr
www.verginet.net
www.denetimnet.net
Deloitte, İsviçre mevzuatına göre kurulmuş olan Deloitte Touche Tohmatsu, üye firmaları ve bunların bağlı
ortaklık ve iştiraklerini tek tek veya topluca tanımlar. Deloitte Touche Tohmatsu mükemmelliğe adanmış
profesyonel hizmetler sunmayı hedefleyen üye firmalardan oluşan bir organizasyondur. Müşteri memnuniyetine
odaklı profesyonel hizmetler yaklaşık 140 ülkede global bir strateji ile yerel olarak sunulmaktadır. Üye
firmalarımız ve iştirakleri, denetim, vergi, danışmanlık ve kurumsal finansman alanlarında, 135,000 çalışanın
oluşturduğu büyük bilgi birikimi ve tecrübeye sürekli erişim olanağı içerisinde, ilgili profesyonel hizmetleri
sunmaktadırlar. Müşterilerimiz arasında dünyanın en büyük şirketlerinin yüzde 80'inden fazlası, bir çok büyük
ulusal kuruluş, devlet kuruluşları, yerel şirketler ve hızlı büyüyen global firmalar yer almaktadır. Sunduğumuz
hizmetler, İsviçre'de kurulu Deloitte Touche Tohmatsu tarafından değil, üye firmalar, bağlı ortaklıklar ve iştirakleri
tarafından sunulmaktadır. Yasal veya diğer nedenlerle, bazı üye firmalar, söz konusu profesyonel hizmetlerin
tamamını aynı anda sunamayabilirler.
Deloitte Touche Tohmatsu, İsviçre mevzuatına göre kurulmuş bir firma olup, Deloitte Touche Tohmatsu ya da üye
firmalar diğer üye firmaların eylem ve yükümlülüklerinden sorumlu tutulamaz. Her bir üye firma, “Deloitte”,
"Deloitte & Touche", "Deloitte Touche Tohmatsu" ve benzeri isimler altında faaliyet gösteren ayrı ve bağımsız
birer tüzel kişiliktir.
©2007 Deloitte Türkiye. Her hakkı saklıdır.

Benzer belgeler