Yazıları PDF formatında okumak için tıklayınız

Transkript

Yazıları PDF formatında okumak için tıklayınız
İlhan
KARAÇAY’dan
Nisan bülteni
1-Başkonsolosluktan muhbirlik
mesajı ve gazeteci Ebru Umar’ın
tutuklanma olayı
2-İstanbul’da Sivil Global Zirvesi
Göç Konferansı’nda Veyis Güngör,
Emine Bozkurt ve
Zeki Baran konuştular..
3-İlhan Karaçay soruyor: Hollanda
Türk diasporası içinde neler
oluyor?
4-Türk Sivil Toplum Kuruluşları,
İşadamları ve medya arasındaki
çatışmanın nedeni nedir?
5-İlhan Karaçay soruyor: Neden kavgacı bir toplum olduk?
6-AB yolundan geri dönüş yok
7-Bülent Türker’den büyük fedakarlık;
8-Amsterdam’da Erol Güngör’le Biyografi Okumaları
Başkonsolosluktan muhbirlik mesajı ve
gazeteci Ebru Umar’ın tutuklanma olayı
Konuların en objektif ve sağlıklı analizini eski
Başkonsolos Orhan Ertuğruloğlu yaptı
Hollanda son iki haftadır iki ilginç olay ile kaynıyor.
Bunlardan birincisi, Rotterdam Başkonsolosluğumuzun yurttaşlara göndermiş olduğu
muhbirlik çağırısı, diğeri de Türk asıllı gazeteci Ebru Umar’ın, Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklanması.
Rotterdam Başkonsolosluğumuz, Hollanda'da yaşayan Türkiye kökenli
göçmenlerden, e-posta
ya da sosyal medya aracılığıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Türkiye
hakkında hakaret içerikli paylaşımlar yapanları ihbar etmelerini istedi.
Hollanda'daki Türkiye kökenli sivil toplum kuruluşları bir elektronik posta adresinden
([email protected]) birer e-mail aldılar.
Başkonsolosluk; kuruluşların çalışanları, üyeleri ve onların yakınları ile ilişkide
bulundukları vatandaşlara; kendilerine Cumhurbaşkanı, Türkiye ve Türk toplumuna
yönelik aşağılayıcı, küçük düşürücü, nefret ve hakaret içeren mesajlar ulaşıp
ulaşmadığını sordu.
Eğer bu yönde e-posta ya da sosyal medya mesajı ulaşmış ise, bunları yazanların
isimleri ve kullandıkları ifadelerin başkonsolosluğa iletilmesi istendi.
Türk vatandaşlarına gönderilen elektronik postadaki bildiri şöyleydi:
“Sayın Yetkili,
E-posta, posta veya sosyal medya hesapları yoluyla; Sayın
Cumhurbaşkanımıza, Türkiye’ye veya genel olarak Türk toplumuna yönelik
aşağılayıcı, küçük düşürücü, nefret ve hakaret içeren ifadeler kullanan
kişilerden, Sivil Toplum Kuruluşunuzun çalışanlarının, üyelerinin ve
yakınlarının ya da çevrenizde bulunan vatandaşlarımızın sosyal medya
adreslerine (facebook, twitter gibi ) veya Sivil Toplum Kuruluşunuzun kurumsal
posta ya da e-mail adresinlerine bu yönde mesajlar ulaşmış ise,
Sözkonusu mesajların kimlerden geldiği, gönderenlerin isimleri ve yazdıkları
ifadeler tespit edilip e-posta yoluyla Rotterdam Başkonsolosluğumuza, yarın
(21.04.2016 Perşembe mesai bitimine kadar) gönderilmesini önemle rica ederiz.
Saygılarımızla,
T.C. Rotterdam Başkonsolosluğu
Başkonsolosluğun bu istek çağrısından sonra Hollanda’daki sol görüşlü kuruluşlar
isyan bayrağı açtı. Bunu Hollanda medyasındaki tepkiler takip etti. Daha sonra da
Hollandali siyasetçiler kınama mesajları yayınlamaya başladı. Tabii ki hükümet
yetkilileri de harekete geçti ve Hollanda’nın Ankara Büyükelçisi de Dışişleri
bakanlığımızdan bir açıklama istedi.
Rotterdam başkonsolosluğumuz, Türkiye’yi çok rahatsız eden bu tepkiler üzerine bir
açıklama yaptı ve eposta çağrısının bir personel tarafından şehven yapıldığını
bildirdi.
Başkonsolosluğumuzun bu açıklaması tepki koyanları tatmin etmedi ve tartışma
günlerce sürdü.
Türkiye'nin Rotterdam Başkonsolosluğu tarafından Türk toplumuna yapılan muhbirlik
çağrısı, Hollanda Parlamentosu tarafından tepkiyle karşılandı. Bu girişimi hayal
kırıklığı olarak değerlendiren parlamento, T.C. Rotterdam Başkonsolosluğu'nun
çağrısını kınadı. İktidar ortağı Liberal Sağ Parti (VVD), Dışişleri Bakanı Bert
Koenders'dan Türkiye'nin Lahey Büyükelçisi'ni çağırarak bilgi almasını istedi.
Parlamentodaki hemen hemen bütün partiler bu öneriye destek verdi. Koalisyonun
diğer ortağı İşçi Partisi (PVdA) da gelişmeyi "kaygı verici" olarak değerlendirdi. Ana
muhalefetteki Sosyalist Parti ise, "Ankara'nın uzun kolunun yeni bir girişimi"
değerlendirmesini yaptı.
Dinmek bilmeyen bu tepkiler üzerine, ‘Sen neden yazmıyorsun’ soruları karşısında
karşısınd bir
şeyler yazmayı kaçınılmaz buldum. Ne var ki, bir yanda benim devletimin tutumu,
diğer yanda da hem sol görüşlü yurttaşlarımızın ve hem de Hollanda tarafının
tepkileri vardı. Tabii ki, Ak Parti’ye gönül vermiş olanların olayı sahiplenmeleri ve
savunmaları da cabasıydı.
Yazacağım yorum, taraflar arasında hem memnun edici hem de üzücü ifadeler
içerecekti.
Renksizlikle ve korkaklıkla suçlanmak istemiyorum ama, yine de bir şeyler yazmam
gerektiğine inanıyordum..
Çareyi, devletimize 40 yıl diplomat olarak hizmet
hizmet etmiş bir Türkiye sevdalısı ile
konuşmakta buldum. Devletimize Başkonsolos olarak hizmet etmiş olan Mustafa
Orhan Ertuğruloğlu ile konuştum.
Çok iyi bir dostum olan Ertuğruloğlu’na, ‘Sen, ülkemizin ve devletimizin bir ferdi
olarak ve de Başkonsolosluk
Başkonsolosluk görevi yapmış bir kişi olarak son gelişmeleri
nasıl değerlendiriyorsun’ diye sordum. O da açık yüreklilik ile şu görüşleri aktardı:
-‘39
‘39 yıl 9 ay devlete hizmetim var. Bunun 36 yıl 4 ay Dışişleri Bakanlığında geçti.
Deventer’de 2 kez, İran Urumiye’de 2 kez, Naçıvan’da 2 yıl Birinci Sınıf Başkonsolos
olarak görev yaptım. Konsolosluk tarafından Türk kuruluşlarına yazı gönderildiğini
duyduğum zaman inanamadım. Yazının çok talihsiz bir biçimde kaleme alındığını ve
yanlış anlamaya neden olabileceğini düşünüyorum.
düşünü
Nitekim Konsolsolukta çalışan küçük bir memurun hatası sonucu böyle bir yazının
gitmiş olabileceğini sanıyorum. Aksini düşünmek istemiyorum.
Deventer Eski Başkonsolosumuz Orhan Ertuğruloğlu
Başbakan Rutte,Türk Hükümetinin neyi amaçladığının anlaşılamadığını, bu konuda
Ankara’dan açıklama isteyeceğini söylemiş.
Öte yandan Gazeteci Ebru Umar, Metro’daki köşe yazısında Konsolosluk çağrısını,
İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve savaş sırasında Hollanda Nazi Partisi “NSB”nin
uygulamalarına benzetmiş. ‘İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve savaş sırasında
internet ve twitter varmıydı?’ sorusu aklıma takılıyor.
Ebru Umar, Metro gazetesindeki köşesinde Başkonsolosluğun muhbirlik çağrısını
sert dille eleştirmiş ve : “Türk konsolosluğunun çağrısını destekleyenler, Naziler
gibi muhbirlik yapsın. Hollanda’da Sultan Erdoğan, 1923 yılında, cumhuriyetin
kurulmasından bu yana tanıdığım en megaloman diktatör hakkında ihbarda
bulunsunlar” demiş.
Söz ve basın Hürriyetine inanan bir insan olarak, istediğini yazmakta serbesttir diye
düşünüyorum. Kendi fikridir. Paylaşırız paylaşmayız, o başka.
-Peki, Ebru Umar konusunda neler söylemek istersin?
‘Bizler, birinci kuşak olarak,Hollanda'da yetişen 3'ncü ve 4'ncü kuşak Türk
göçmenlerini kendi kızımız, kendi oğlumuz gibi görürüz. Kimilerinin buraya genç,
dişlerinde çürük bile olmadan, sapsağlam gelen annelerinin, kimilerinin babalarının
pasaportunda, kimilerinin doğum tutanağında, kimilerinin annelerinin evlendirme
belgesinde, kimilerinin dedelerinin ölüm tutanağında imzam var. Sen de onların anababalarını, dedelerini tanıdın. Doğumlarına, ölümlerine, düğünlerine tanık oldun.
Bizler, oğullarımızın, kızlarımızın iyi olmasını isteriz. Onlarla güler,onlarla
ağlar,onların başarılarıyla seviniriz. Cumhurbaşkanı'na hakaret gerekçesiyle
gözaltına alınan Türk kökenli Hollanda tebası Ebru kızımız serbest kaldıktan sonra
"Türkiye'de olduğumu unutmuşum. Vatanımda kendimi Suriyeli gibi his
ediyorum" demiş. İçimden haberi okurken "Aman Hollanda'ya dönene kadar
Türkiye'de olduğunu bir daha sakın unutmasın" diye geçirdim.
Ayrıca ana vatanına karşı Hollanda Krallığı'nın koruması altında olduğundan
şanslıdır. Acıdır. Ama şanslıdır. O yüzden Atatürk'ün dediği gibi Türklüğüyle
övünmeye devam etsin. Güven konusuna gelince, Hollanda tabiyetinde
tabiyetinde olduğuna
oturup kalkıp şükretsin.
İngilizler ve Hollandalılar, Fransızları -arogant- kibirli, Almanlar'ı ise espriden yoksun
bulur. Doğrudur. Bunu Böhmermann'ın pespaye klibinde bir kez daha gördük. Ben ne
Böhmermann'ın karamela dörtlüklerini andıran,
andıran, hiciv yönü olmayan aygın baygın
manisini beyendim, ne de Umar'ın bazı düşüncelerine katılıyorum. Ama her iki olayın
da ifade ve basın hürriyeti çerçevesine çekilmesini savunuyorum. Keser döner, sap
döner, gün gelir hesap döner. Basın özgürlüğü, ifade
ifade özgürlüğü hepimize lazım.
Nitekim Kemal Gönültaş davasında, Cumhurbaşkanı'nın bile basın özgürlüğüne
sığınmak zorunda kaldığını okuyorum.’
-Peki,
Peki, Başkonsoloslar ve konsolosların dokunulmazlığı var mıdır? Bunlar
Büyükelçiler gibi ayrıcalıklı mıdır?
-‘Hollanda’da 1976-80
80 yılları arasında Muavin Konsolos, 1996-2000
1996 2000 ve 2002-2006
2002
yıllaır arasında Birinci sınıf Başkonsolos olarak görev yaptım. Hollanda’da
Başkonsoloslukarın, Büyükelçilik çalışanları gibi diplomatik muafiyetleri yoktur.
Bizlere, yani Başkonsoloslara
loslara ve Konsolosluk çalışanlarına B tipi veya 2’nci sınıf
kimlik verilir. Diplomatik değil, Konsüler muafiyetimiz vardır. Park cezalarını bile
ödemekle mükelleftik. Bir anımı anlatayım. Sanıyorum 1986 yılıydı. Rotterdam’da
Alev Selamoğlu isimli bir meslekdaşımız
meslekdaşımız Maiyette Başkonsolos olarak görev
yapıyordu. Kendisine Park yeri tahsis edilmemişti. O da arabayı, boş bulduğu yere
bırakır ve ceza yerdi. Sonuçta biriken ödenmemiş park cezası faturaları 1000 Gulden
gibi bir yekuna ulaşınca polis birkaç uyarıdan sonra durumu Lahey Buyükelçişiği’ne
bidlrdi. Büyükelçi Benler rahmetli, Selamoğlu’na, Konsolsolukların, Büyükelçilikler gibi
siyasi muafiyetleri olmadığını, park cezasını ödemesi gerektiğini söyledi. Selamoğlu
“Ödemem” dedi. Nihayet bir Pazar günü polis, Selamoğlu’nun evine giderek
Selamoğlu’na para cezasını hemen ödemesi gerektiğini söylemiş. Selamoğlu itiraz
edince “tutuklanarak nezarethaneye” görütüldü. Sene 1987. Ben o vakit Ankara’ya
dönmüştüm. Selamoğlu, nezaretten, Kamuran Sümercan’a telefon ediyor. Kamuran
derhal karakola gidiyor, para cezasını ödüyor ve Alev’i kurtarıyor. Alev karakoldan
çıkarken de fotoğrafını çekiyor. Ertesi gün Alev’in nezaretten çıkarken çekilmiş
fotoğrafı Milliyet gazetesinde yer alınca Selamoğlu derhal merkeze alındı.
Bu hikayeyi anlatmamın nedeni şu ki, Hollanda’daki Başkonsolosluklar, pasaport
uzatma, Noter İşlemleri,Cenaze Nakli, doğum bildirimi, ölüm tutanağı gibi Konsuler
görevleri dışındaki konulara el atarken son derecede dikkatli olmak zorundadırlar.
Ülkenin kanunlarına uymak, saygı göstermek durumundadırlar. Hollanda, bu ülkede
yaşayan insanlarımızı, kendi vatandaşı olarak görüyor ve yabancı büyükelçiliklerin ve
konsoloslukların onlara karışmasına sıcak bakmıyor. Bunu defaatle hissetirdiler.
Nitekim, eskiden konsolosluklarda nikah kıyardık. Artık, insanımızın çoğu Hollanda
vatandaşı olduğundan, konsolosluklar nikah da kıyamıyor.
Bizlerin diplomat olarak görevimiz, Türk-Hollanda ilişkilerini bozmak değil, iyileştirmek
ve geliştirmektir. Zira yaratılan her diplomatik kriz, yapılan her siyasi gaf, sonuçta
Hollanda'daki insanımızın birbir Hollandalılar ile, Hollanda makamları ile olan günlük
ilişkilerine yansıyor. Bundan da sonuçta kendi insanımız zarar görüyor. Kısacası,
vatandaşımızın menfaatleirni korumak yerine, onları mağdur etmiş olmuyor muyuz?
Ama şimdi olan olmuş. Cin şişeden, diş macunu tüpten çıkmış.
İlhancığım, sen eski bir gazetecisin. Sana tepki olarak söyleyebileceklerim bunlar.
Ben, 36 yıllık dışişleri görevimi, alnımın akıyla tamamlamış bir insan olarak, takdir
edersin ki çalıştığım kurum hakkında bir şey yazmadım ve yazmak da istemem. Bu
benim mizacıma ters bir durum. Görev sürem sırasında, bana gelen saçma
talimatları uygulamadan önce, olabilecek sakıncalarını bildirmekten korkmadım ve
kendi vatandaşımın, iş icabı vakıf olduğum sırları dolayısıyla ne kendi makamlarıma,
ne de yabancı makamlara ispiyon etmedim. Biz öyle yetiştik veya yetiştirildik’.
*****
Hollanda’dan 3 konuşmacı vardı: Veyis
Güngör, Emine Bozkurt ve Zeki Baran
İstanbul’da Sivil Global Zirvesi Göç Konferansı
n resmî, sivil, özel, her düzeyde katılımcı ile Kamu, STK,
Türkiye’den ve Dünya’dan
özel sektör ve medya temsilcileri ile araştırmacı, uzman ve akademisyenlerden
oluşan seçkin ve öncü bir topluluğu bir araya getiren, Sivil Global Göç Konferansı
Pullman İstanbul Otel’de düzenlendi.
Bu konferansa Hollanda’dan Veyis Güngör, Emine Bozkurt, Zeki Baran ve Ahmet
Akgündüz konuşmacı olarak katıldılar.
Zirve kapsamında, TASAM Stratejik Vizyon Ödülleri Takdim Töreni, 4 Kıtasal Etkinlik,
6 Bölgesel Etkinlik ve 3 Tematik Toplantı gerçekleştirildi.
gerçekleştirildi. Ayrıca sektörel başlıklar
altında yeni diplomasi kanalları ve ağları oluşturulması hedefi ile 19 Sektörel
Diploması Çalıştayı da düzenlendi.
TASAM Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Süleyman Pensoy,
Zirvenin açılış konuşmasında; dünyanın son 10 yıl içerisinde ciddi bir türbülansın
içine girdiğini ve bunun her geçen gün şiddetlendiğini belirterek, ‘’Artık ülkeler hem
iç hem dış politikada çoğu zaman hedeflediklerinin aksiyle karşı karşıya
kalabiliyorlar. Çünkü sahada çok fazla değişken var. Bu değişkenlerin kontrol
edilmesi büyük güçler için bile artık imkansız hale gelmiş durumda.’’ dedi.
Başkan Pensoy bu yaklaşımın Türkiye’de bir ilk olarak gerçekleştiğini ve bundan
sonra farklı konu başlıklarıyla devamının gelebileceğini söyledi. Yerli ve yabancı
birçok konuşmacının iki gün boyunca atölye çalışmalarıyla Türkiye ve dünyadaki pek
çok konuyu tartışacaklarını ifade eden TASAM Başkanı, ‘’Son 10 yılda güçlü bir
biçimde şekillenen Doğu-Batı parametrelerini paylaşmak istiyorum. Çünkü
özellikle son 10 yılda Batı Avrupa ve Amerika lehine inşa edilmiş olan
uluslararası sistemden yeni ve güçlü pay alan Çin gibi aktörlerin ortaya
çıkması, dünyadaki temel bazı standartların değişmeye başlamasına neden
oldu. Artık yeni güç dengeleri oluşuyor. Dünyamız son 10 yıl içinde ciddi bir
türbülansın içinde yer alıyor. Her geçen yıl, ay hatta gün bu türbülans daha da
şiddetleniyor. Dolayısıyla Doğu-Batı arasındaki küresel rekabet şartlarını mikro
milliyetçilik, entegrasyon ve öngörülemezlik olarak üç başlıkta topluyorum.’’
diye konuştu.
TASAM'ın Türkiye'de yükselen problem alanlarından biri olarak gördüğü uluslararası
göç konusunu, "Göç Veren Ülkeden Güç Alan Ülkeye Fırsat ve Risklerin
Dönüşümü" ana teması ile gerçekleşen uluslararası nitelikli ‘Türkiye'de Göç
Konferansı'nda, UNHCR, IOM gibi kurumların da dahil olduğu, alanlarında uzman
geniş bir kitleyi buluşturarak kapsamlı görüş alışverişi imkânı sundu. Konferansın alt
temaları 'Avrupa'daki Türkler ve Türkiye, Köprü Ülke Türkiye, Hedef Ülke
Türkiye ve Türk Devleti Göç Politikaları' oldu.
Düzenlenen konferans,Türkiye ile AB ve komşu ülkeler arasındaki ilişkilerini
etkileyebilecek politikaların geliştirilmesinde, bu konuda yapılacak akademik
çalışmalara bir rota çizilmesinde etkili olabilecek çıktıların oluşturulması
amaçlanmakta ve Türkiye'nin iç ve dış politikasında yer alan önemli konulardan biri
olan göç olgusunun tartışmalara katılması ile; ikili ve çok taraflı ilişkilerin realist
tabanına katkı sağlamayı hedefliyor.
Çalışmalarına 13 yıl önce STK tüzel kişiliğinde bir düşünce kuruluşu olarak başlayan
TASAM, 10 dış politika alanında, global ölçekte kurumsal bir yapı olarak faaliyetlerini
sürdürmektedir. TASAM, Dünya'daki gelişmeleri takip ederek, Türkiye'nin ikili,
bölgesel ve çok taraflı uluslararası ilişkilerine dinamik, yaratıcı ve etkin çözümler
üretmeye devam ediyor.
Hollanda’dan 3 konuşmacı
İstanbul’da gerçekleştirilen bu dev konferansa Hollanda’dan 4 konuşmacı katıldı.
Veyis Güngör, Emine Bozkurt ve Zeki Baran’ın katıldıkları konferans iki gün sürdü.
Hollanda Türkevi Araştırmalar Merkezi Başkanı sıfatıyla konuşan Veyis Güngör’ün
konuşması şöyleydi:
‘Avrupa Türk Diasporası Aktörleri ve Sivil Diplomasi’
Türkiye’de ve Türkler arasında ‘diaspora’ kavramına uzun yıllar pek sıcak bakılmasa
da, (Veyis Güngör burada başta benim gibi düşünenleri kastediyor. Zira şahsen ben
diaspora vurgulamasını Türkler için kullanmaktan yana değilim. Diaspora, ülkesinden
siyasi nedenlerle göçe zorlanmışlar için kullanılan bir vurgudur. Türklerin çoğunluğu
siyasi değil, ekonomik yönden göçe zorlanmıştır. Ama Veyis Güngör’ün dediği gibi)
artık hem Türkiye’deki karar vericiler, akademisyenler, yazarlar hem de konunun
muhataplarından biri olan Avrupalı Türkler ‘diaspora’ kavramını kullanmaya ve ifade
etmeye başlamışlardır. Türkiye dışında yaşayan, Türkiye’den duygusal ve maddi
anlamda kopamayan, Türkiye’ye aidiyet hissi duymaya devam eden ve sayıları
milyonlara ulaşan bir Türk diasporası dünyanın değişik kıtalarında varlıklarını
sürdürmektedir. Söz konusu Türk diaspora grubunu, en somut bir şekilde ifade eden
ve sayıları 5 milyonu geçen bir nüfusla hiç şüphesiz Avrupa Türk diasporası
oluşturmaktadır. Avrupalı Türk girişimciler, Türk kökenli siyasetçiler, sivil toplum
kuruluşları, üniversite ve yüksek okullarda okuyan üçüncü nesil Avrupalı Türkler, Türk
kökenli sanatçılar, kültür insanları gibi diaspora aktörleri (bir çok alanda olduğu gibi)
sivil diplomasi alanında da stratejik öneme sahiptirler.
Konuşmamı, Türk diasporası (teori), Avrupa Türk diasporası tanımı, aktörleri,
Avrupa Türk diasporası vizyonu ve sivil diplomasi gibi başlıklarla sınırlı tutmak
istiyorum.
Türk diasporası (teori)
Biraz önce ifade edildiği üzere, diasporanın olmazsa olmazı ‘aidiyet’tir. Diasporaların
aidiyeti için genel anlamda, her ne kadar iki farklı ülke veya toplum gerekiyor olsa da,
bizdeki, yani Türk diasporasındaki aidiyet biraz daha farklıdır. Türk diasporası ile ilgili
çeşitli tanımlar bulunmaktadır. Söz konusu tanımlamalar tarih içinde ortak kültüre ve
tecrübeye sahip olmamızdan kaynaklanmaktadır.
Buradan hareketle; Tür diasporasına var olan diaspora tanımlamalarından daha
geniş bir ifade kullanmak kaçınılmaz oluyor. Bir başka ifadeyle, ‘Türk diasporası
denildiği zaman illa da etnik anlamda Türklerden oluşmak zorunda değil. Anavatana,
bu topraklara aidiyet duygusuyla bağlı olan herkes bu kapsamda değerlendirilir. Hatta
Türkiye’de şu veya bu şekilde bulunan ve bu topraklara ve topluma sadakati oluşan
yabancılar, başka ülke vatandaşları da Türk diasporası içinde değerlendirilirler.”
(Prof. O. Kutlu; NEÜ Rektör Yardımcısı).
Türk diasporasına bu perspektiften bakıldığında, diğer diasporalara göre çok daha
geniş, kapsayıcı, kuşatıcı, sorumluluk getiren bir diaspora tanımıyla karşı karşıya
olduğumuzu bilmemiz gerekmektedir.
Avrupa Türk Diasporası
Avrupa Türk Diasporası, öncelikle Avrupa’yı Türkiye’ye, Türkiye’yi de Avrupa’ya
bağlayan ve köprü olan, devamla tarihi ve kültürel bağlarımızın olduğu ve gönül
coğrafyamızın ulaştığı ülke ve topluluklar, hatta yeryüzündeki mazlumlar için de
sorumluluk hisseden bir topluluktur. Bu tanımlama Avrupalı Türklerin içinde
yaşadıkları ülkelerin sağlamış olduğu siyasi, sosyal ve ekonomik şartlar ve imkanlar
doğrultusunda ifade edilmeye çalışılmıştır. Söz konusu tarif veya tanımlama,
birazdan Avrupa Türk diasporası aktörleri ve yaptıkları faaliyetlerle daha somutlaşmış
olacaktır.
Avrupa Türkleri diasporası aktörleri
Hepimizin bildiği gibi, yarım asır önce, ekonomik sebeplerden dolayı Türkiye’den
Avrupa’ya göç etmiş Anadolu Türkleri, zaman içerisinde yerleşik hayata geçmişlerdir.
Yerleşik hayata geçiş süreci hala devam eden bir süreçtir. Yerli olma süreci, Avrupalı
Türklerin farklı alanlarda organize olmalarını da beraberinde getirmiştir. Söz konusu
organizasyon veya yapılanma daha doğrusu kurumlaşma aslında Avrupa Türk
diasporasının da kaçınılmaz aktörleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca bu
yapıların etkiledikleri kurum ve kişiler ya da tarihsel ve kültürel olarak bir şekilde
Türkiye ve Türklerle temas edenler de diaspora aktörleri olarak sayılabilir. Avrupa
Türk diaspora aktörlerini genel anlamda şu şekilde sayabiliriz:
Avrupalı Türk girişimciler, Türk kökenli siyasetçiler, Sivil toplum kuruluşları,
Üniversite ve yüksek kullarda okuyan üçüncü nesil Avrupalı Türkler, Türk kökenli
sanatçılar, kültür insanları, Toplumda başarı elde etmiş bireyler, Türkiye dostu
Avrupalılar,
Tarihsel, kültürel olarak Türkiye’ye bir şekilde aidiyet duyan kişi ve gruplar.
Diasporanın yaşadığı ülkeye yönelik faaliyetleri:
Avrupa Türk diasporası yaşadıkları Avrupa ülkelerine aşağıdaki alanlarda katkılar
sağlamaktadırlar: Ekonomik canlılık, Sosyal değişim, Çok kültürlü toplumun
oluşmasına katkı, Algı değişimi, Kültür diplomasisi, Kamu diplomasisi, Batı ile Doğu
arasında köprü görevini üstleniyorlar.
Diasporanın aidiyet duyduğu ülkeye yönelik faaliyetleri:
Türk diasporasının özelde Türkiye olmak üzere kısmen de olsa Türk ve Akraba
topluluklar ve tarihte bir şekilde temas kurduğumuz mazlum milletlere de aşağıdaki
alanlarda farklı ölçütlerde katkı yaptıkları bilinmektedir:
Para aktarımı, Ekonomik yatırım, Zihniyet değişimi, Bilgi, tecrübe, uzmanlık aktarımı,
Avrupa’da yaşadığı ülkenin diasporanın ulaştığı toplum ve ülkelerde tanıtımı,
Uluslararası platformlarda aidiyet duyduğu ülkeyi de temsil etmesi,
Tersine beyin göçü.
Avrupa Türk Diasporası Vizyonu ve Bilinci:
Diaspora aktörleri bu faaliyetlerini kendiliğinden ya da farkında olmadan, çoğu zaman
adına diaspora demeden yapmaktadırlar. Ancak bu aktörlerin öncelikle yaptıkları
işlerin diaspora faaliyeti olduğunu hatırlamaları, devamla söz konusu faaliyetlerin
daha etkin, planlı ve bilinçli halde sürdürülebilmesi için ‘Avrupa Türk Diasporası
Vizyonu’ diye adlandırabileceğimiz bir ‘vizyon’a, bir ‘şuur’a, bir ‘ortak akla’ ihtiyaç
bulunmaktadır.
Böyle bir vizyonun oluşturulması, hayata geçirilmesi, proje ve programlarla somut
olarak icra edilmesi için hem bireysel hem kurumsal olarak yapılacak bir takım
değişiklikler ya da atılması gereken bir dizi adımlar vardır.
Bunlar, özetle şu şekilde ifade edilebilir:
‘Avrupalı Türk diaspora vizyonunun ilk şartı, bireylerin ya da toplum ve kanaat
önderlerinin göçmenlik ve azınlık psikolojisinden sıyrılmaları ve küresel bir Pazar olan
diaspora topluluğu bilincinin yerleşmesi yönünde orijinal fikirler ve faaliyetler
düşünmeleridir.
Avrupa Türk diasporası vizyonu, Doğu’nun hikmeti ile Batı’nın realistliğini
kapsamalıdır. Bir başka ifadeyle, bin yıl önceden geliştirdiğimiz ‘TÖRE’, yani ‘birlikçi
inanç ve hikmet algıları’, sonraki yüzyıllarda “kanun-u kadim” adıyla ortaya çıkan ve
‘hak, hukuk, adalet, merhamet, iyilik, vahdaniyet’ olarak ifade edilen kavramlar ve
değerler, bu vizyonun olmazsa olmazları olmalıdır. (Erol Cihangir)
Avrupalı Türkler içinde bulundukları ülkelerde başarılı ve etkin olmak için yerli halkla
tam bir uyum içinde olarak, eğitim seviyelerini geliştirerek, bulundukları toplumun
sosyal ve siyasi hayatı içine girip, aktif bir şekilde rol oynamayı amaç edinmelidirler.
Avrupa’da yetişen ve çifte aidiyeti olan genç nesillerden oluşacak yönetim
kadrolarıyla, diasporatik vizyonu olan yeni ekonomik birlikler, sivil oluşumlar, stratejik
partnerler, platformlar oluşturulmalıdır.
Diğer taraftan da; Anavatanın, Avrupa ülkelerindeki mevcut akımlar (siyasi ve dini)
üzerindeki etkisi yeniden değerlendirilmeli ve bu etkinin yeni oluşturulacak Avrupa
Türk diasporası yani kütür birliği ve ortak akıl vizyonuna etkisi minimuma
indirilmelidir.
Sonuç
Netice olarak diyebiliriz ki; Avrupa Türk diasporası, yukarıda ifade edilmeye çalışılan
diasporatik bir vizyon bilincine sahip olduğu takdirde, Türkiye Avrupa Birliği ilişkileri
başta olmak üzere, öncelikle içinde yaşadıkları Avrupa ülkelerinin mülteci ve göç
krizi, terör krizi ve bu doğrultuda artan ırkçılık, güvenlik ve içe kapanma sorununa bir
soluk aldıracak potansiyele sahiptirler.
Avrupa Türk diasporası özellikle ‘Açık Avrupa’ düşüncesini savunan Avrupa
sağduyusu ile ortak hareket ederek, kültür ve medeniyetimizin referans değerleri,
korku içinde olan ve her geçen gün ümitsizliğe sevk edilen bireylere birer can simidi
gibi sunulmalıdır. Bu bizim, sivil diplomasi alanında Avrupa’ya ve insanlığa
sunabileceğimiz en güzel bir katkı ve hediye olacaktır.
Zeki Baran’ın konuşması:
Öncelikle tüm katılımcıları Sevgi ile selamlıyorum,
Bana bu fırsatı verdiği İçin Tasam Vakfı’na çok teşekkür ediyorum.
Saygı değer katılımcılar,
Konuşmama önce kısaca Avrupa’ya işçi göçünün tarhiçesini ve o zamanki göçün
amacını, misafir işçi diye adlandırdığımız birinci kuşağın hayallerini anlatmaya
çalışacağım.
Sonra 60’lı yıllardan 80 yılına kadar olan zaman dilimindeki gelişmeleri babamın
hayatından kesitler sunarak anlatmaya çalışaçağım.
80 ihtilali ve aile birleşimi, onun ortaya koyduğu yeni ve kalıcı sorunlarla yapılan
mücadeleyi ve Avrupa’daki Türk toplumunun örgütlenmesi konusunda sizleri
bilgilemdirmeyi arzu ediyorum.
90’lı yıllar ve Avrupa’daki Türk toplumun uyum sorunları, eğitimde, siyasette ve
girişimcılkte geldiği noktayı anlattıktan sonra, konuşmamı 2000’li yıllarda gelinen son
durumu ve bundan sonra neler olması gerektiğini belirterek toparlamak istiyorum.
Saygı değer katılımcılar, birinci kuşağın Hollanda serüveni 1964 yılında başlar.
Hollanda Konsolosluğu Türkiye İş ve İşçi Bulma Kurumu ile birlikte ortak bir çalışma
yaparak Hollanda'nın istediği işçileri seçerler. Hollandalı işverenler özellikleri genç,
sağlıklı ve okuma yazma bilmeyenleri tercih ederler. Çünkü burda ağır ve pis işleri
yapabilecek insanlardır bunlar. Manidardır, Hollanda Türkiye’den misafir işçi istediği
zaman, Hollanda'da yaklaşık 100.000 işsiz vardı. Yerliler pis ve ağır işlerde çalışmak
istemediklerinden dışardan misafir işçi getirmek durumda kalmışlar. Gelen işçiler de 2
yıl çalışıp bir traktör almak veya bir işyeri açıp biran önce dönmeyi hayal etmişler
ama olmamış.
Benim babam davetsiz gidenlerden. 1968’de yola çıkar. Yozgat'lı Saso, babam
gibileri toplar ve onlara turist pasaportu aldırır, yol paralarını ellerinden alır ve
İstanbul'da kayıplara karışır. Tıpkı Pener Peni’in ‘Banker Bilo’ filimindeki gibi.
Babam tekrar köye döner, bir kaç koyun satar, biraz da borçlanır ve tekrar yola düşer.
Sirkeci’den trene biner. Yolculuk iyi geçmektedir. Yugoslavya’nın bir yerinde tren
durur. Babam su şişesini doldurmak ister. Fakat tren hareket etmiştir. Koşar
kapısından yapışır tren istasyona yaklaşırken biri görür ve treni durdurur. Donmak
üzere imiş. Avusturya Viyana’ya gelir. Orada çayır biçer ve iyi para kazanır. Daha
fazla kazanıp bir traktör ve 50 köyün parası biriktirmek için akrabaların aracılığı ile
Hollanda'daya gelir. Traktör parasını da kazanır, 50 köyün parasınıda ama önüne
yeni hedefler koyar. ‘Hele oğulum da Üniversitesi bitirsin’ der ama dönemez.
Saygı değer katılımcılar,
Bu ve buna benzer çok hikaye var. Birinci generasyon dönemedi. 1980 ihtilali
Avrupa’daki Türkler’in dönüm noktasıdır. İhtilalle birlikte en hızlı aile birleşmesi
yaşanmıştır. Artık Avrupa’da yaşayan Türk toplumu örgütlenmeye başlamıştır. Daha
doğrusu, Türkiye’den üniversite ve liselerden gelen bilgili ve örgütlenmeyi bilen
insanlar, Avrupa’daki Türk toplumunu örgütlemişlerdir. Bunun yanısıra Avrupalılar da
Türkler’in kalıcı olduğunu görüp uyum için yüksek bütçeler ayırmışlardır. Hollanda'da
hükümetin isteği üzerine, dünya görüşleri farklı olan 9 Federasyon bir araya gelerek,
Hollanda hükümetinin resmi danışma kurulunu oluşturmuşlardır. Bu oluşum aynı
zamanda Türkler’in siyaset arenasında ve eğitimde önünü açmıştır. İlk Türk kökenli
Belediye Meclis Üyesi, benim bulunduğum bölgeden Rotterdam'ın Charlois
ilçesinden 1986 yılında seçilmiştir.
Bu durum 90’lı yılların sonunda ve ve 2000’li yılların başında, Avrupa Türk toplumu
Avrupa’nın, üniversitelerinde, parlementolarında ticaret odalarında yani hayatın her
katmanında yerini almıştır. 2000’li yılların başlarında, Hollanda parlementosunda
çeşitli partilerden 5 Milletvekili, İl genel Meclisleri’nde 12 üye, 230 Belediye Meclis
Üyesi, Belediye Başkan Yardımcıları ve bir de Devlet Bakanı çıkmıştır aramızdan.
Değerli katılımcılar,
Bilindiği üzere, Avrupa’daki Türkler, vatanları ile bağlarını hep sıkı tutmuşlardır.
Türkiye’de birinin ayağına diken batsa, başta bizim canımız acır. Türkiye’de alınan
kararlar da bizi birebir etkiler. Bir zaman dünyanın en pahalı pasaportunu taşımak
zorunda kaldık. Askerlik çok büyük bir sorundu çok sayıda gencimiz vatandaslıkan
çıkmak zorunda kaldı. Pükür bunlar çözüldü.
Pu anda Hollanda parlementosunda 6 Turk kokenli milletvekili var, 5 İl Genel Meclisi
üyesi var. 150’yi aşan Belediye Meclis Üyemiz var. Belediye Baskan Yardımcılarımız
var. Bunun yanında geçlerimizin yuzde 10’u diploma almadan okullarını terk ediyor.
Gençlerimizin yüzde kırkı üniversitelerde eğitim görüyor ama çesitli nedenlerden
dolayı, geçlerimizdeki işsizlik oranı yüzde 18. Bu oran Hollandalılarda yüzde sekiz.
Tabii ki bu sorunları da aşacağız. Yeter ki biz yönümüzü yaşadığımız ülkeye dönelim.
Burada ortak sorunlar cercevesinde birbirimizin dünya görüşünne saygi göstererek
çözüm üretelim.
İznizle tekrar birinci kuşağa dönüp konuşmamı toparlıyorum. Bu insanlar tüm
yatırımlarını vatanlarına yaptılar. Bu insanların paraları vatanımızdaki yakınları veya
yöneticiler ve holdingler tarafından mağdur edildiler.
Hollanda hükümeti, Rotterdam'ın göbeğine bir göçmen işçi anıtı diktirerek tüm ilk
kuşağa teşekkür etti.
Babam ölmeden Sirkeci’de tren garının etrafında bir yere, mahellenin kültürel
yapısına uygun bir anıt yapılıp bu insanlara bir teşekkür edilmesini arzu ediyoruz.
Avrupa’daki Türk toplumu, Avrupa’nın bir parçası olmuştur. Bulunduğu ülkenin dilini
en az bir Avrupalı gibi konuşması gerekir. Haklarını ve sorumluklarnı iyi bilmelidir.
Hayatın her katmanında yerini almalıdır. Türk hükümetlerinin Avrupalı Türkler’in
hayatını kolaylaştırmak için istişare içinde elinden geleni yapmalıdır. Avrupalı Türkler,
Avrupa’da siyaset yapmalıdır. Türkiye hükümetleri hangi görüşte olursa olsun,
Avrupalı Türkler’e eşit mesafade durmalıdır. Bizler bulunduğumuz ülkelerde güçlü
olduğumuz taktirde ülkemize daha faydalı olabiliriz.
Hepinizi Saygı ile selamlıyorum.
Avrupa Parlamentosu eski milletvekili Emine Bozkurt da ingilizce bir konuşma yaptı.
Bozkurt, göçmen işçilerin sosyal güvenlik hakları konusunda yıllardır yoğun çaba sarf
ettiğini belirterek, AB ülkelerinde canını dişine takarak çalışmış Türk vatandaşlarının
büyük mücadele vererek kazanmış oldukları haklarında bir geriye gidişin
olmamasının kendisinin çok önem verdiği bir konu olduğunu ifade etti. Avrupa’da
çalışan Türk işçilerinin ve ailelerinin hakları, temelini AB-Türkiye Ortaklık
Anlaşması’ndan aldığı için, bu anlaşmadan kaynaklanan hakların korunmasını
isteyen Bozkurt, “Nimdi 500 milyon AB vatandaşını temsil eden Avrupa
Parlamentosu’nun da bu konuda desteğinin alınmış olması, göçmen işçilerin
sahip oldukları hakların geri alınmaması konusunda üye devletlere güçlü bir
mesaj vermektedir. Avrupa’daki Türk vatandaşı işçilerin sosyal güvenlik hakları
mücadelesi, pek çok kulvarda verilmesi gereken çetrefilli bir mücadeledir.
Bugünkü gibi olumlu adımlar sonuca ulaşmada son derece önemlidir” ifadesini
kullandı.
*****
İlhan KARAÇAY’ın analizi:
Hollanda Türk diasporası içinde neler
oluyor?
Türk Sivil Toplum Kuruluşları,
İşadamları ve medya arasındaki
çatışmanın nedeni nedir?
Bir süredir pek çok okurum ve dostum,
dostum, ‘Hollanda’da yaşanan son gelişmeleri
neden yazmıyorsun?’ diye soruyorlar.
‘Hollanda’daki Türk Sivil Toplum Kuruluşları, İsadamları ve medya arasındaki
çatışmanın nedenini araştır ve yaz’ diyorlar.
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum: Aslında ‘Türk diasporası’ deyimine başından
beri karşıyımdır. Zira, diasporanın asıl anlamı şudur: Ülkesinden siyasi nedenlerle
göçe zorlanmış olanlar.
Eee, bizim ülkemizden hiç kimse siyasi bakımdan göçe zorlanmadığına göre, bizim
yurtdışındaki toplumlarımıza neden diaspora diyelim ki?
Ne var ki, bu deyimi artık Başbakanlarımız ve Bakanlarımız da benimsediğine göre,
bize düşen de bu deyimi kabullenmek olur.
Pimdi gelelim asıl konularımıza:
Hollanda’daki Türkler arasında, daha doğrusu bazı Türk kuruluşları arasında bir
sürtüşme
e sürüp gitmektedir. Geçen ayki bültenimde belirtmiş olduğum gibi, önce bir
‘Üst Kurul’ kurma rekabeti başlamıştı. Devletimizin bilgisi dahilinde kurulmuş olan bir
‘Üst Kurul’ var ama, şimdilerde o Üst Kurul dahil, birkaç kuruluş, yeni kurulması
özlenen yeni
ni ve değişik bir Üst Kurul için birbirleriyle yarışa girmişlerdir.
Bu konuda bilen ve bilmeyen çok kişi ahkam kesmektedir. Kaldı ki konunun ana
hatlarını çok açık ve samimi bir şekilde dile getirmiştim.
Bu konudaki tartışma ve planlar uzunca süreceğe benziyor.
benz
Bu konuyu müteakip, İstanbul’da yapılan DEİK toplantısına giden Hollandalı Türk
üyeler, DEİK’in eski Avrupa Başkanı Turgut Torunoğulları’nı yüzüstü bıraktılar. Bu
konuda Yavuz Nüfel esprili bir yorum yazmıştı. Turgut Torunoğuulları’nın bu kez
başkanlığa seçilemeyişinin ardında, Türk STK’ları ile bazı işadamlarının rolü olduğu
söyleniyor.
Son günlerin en önemli ve ciddi tartışması ise, yine STK’lar içinde yaşanıyor.
Konu, terörü lanetleme konusuydu. Türkiye’de patlayan ve yüzlerce cana malolan
patlamalardan sonra, Brüksel’de patlayan bombalar dünya gündemine oturmuştu.
Türkiye ve Türkler ile Avrupalılar arasında ‘Seninki can da, benimki patlıcan mı?’
tartışması başlamıştı.
Hollanda’da aktif olan bazı kuruluşlar Brüksel’deki terör saldırıları sonrası bir araya
gelerek her türlü terörü lanetleyen bir ortak bildiri yayınladılar. Bildirinin hazırlanma
sürecinde ülke çapında aktif olan tüm federasyon ve kurumlar davet edildikleri halde,
ne bildirinin hazırlanmasına katkıda bulundular ne de toplantıya katıldılar. Bazıları
çağrılara cevap verme zahmetinde bile bulunmadılar.
Hal böyleyken bildiriden 1 hafta sonra bazı yayın organlarında bildiriye imza atan
kuruluşlardan CPD’ye ve onun başkanı Emin Ateş’e ağır suçlamalar yöneltildi.
Suçlamanın gerekçesi, bildirinin altında FED-KOM ve KOMKAR gibi terör örgütü
PKK ile ilişkilendirilen örgütlerin de imza atmış olmasıdır. Ancak bildiriyi okuyan aklı
selim herkes eleştirilerin maksadının üzüm yemek değil, bağcı dövmek olduğunu
görecektir.
“Terör bir insanlık suçudur” başlıklı bildiride terör, hangi gerekçeyle olursa olsun
lanetlenmektedir. Sanki sadece Brüksel saldırıları lanetlenmiş algısı yaratmak art
niyetten başka bir şey değildir. Brüksel saldırısı en aktüel saldırı olduğu için bildirinin
giriş kısmını oluşturmuştur. Bildiriyi okuyanlar (Altta Türkçe ve orijinal Hollandacasını
yayınlıyorum), genel anlamda terörün kınandığını göreceklerdir. Böylesi bir içeriği
olan bir bildiriye imza atanları eleştirmek her bakımdan anlaşılır bir durum değildir.
Aslında eleştiri değil, takdir edilmesi gereken bir tavırdır yapılan. Zira her türlü terörü
reddedip kınayan bir bildiriye terörle ilişkilendirilen kuruluşların da imza koyması bir
kazançtır. Bunu anlayamayanlar yayın organları ve haber portallarındaki yayınları ile
kutuplaşmaya çanak tuttuklarının farkında olamadılar.
Hele bazıları vardı ki, İsimlerini burada zikretmek istemediğim, Hollanda’daki Türk
toplumuna yıllarca çeşitli sosyal ve kültürel faaliyetlerde bulunmuş insanlarımıza kara
leke çalmaya çalıştılar. Kara leke çalmakla kalmayıp aşırı iftiralarda bulundular.
Dostum Yavuz Nufel’in kaleme aldığı bir yorumu çarpıtarak, alladılar, pulladılar ve
acımasızca saldırgan bir rol aldılar.
Bu konuları muhatapların hemen hemen tamamı ile konştum. Bir muhatap, ‘Bana
yazarlık teklif ettiler. Yoğun işlerim nedeniyle kabul etmeyince bozuldular. Daha
sonra bir başka yayın organına ayda bir defa yazdığım için kızdılar ve aleyhime
yayın yapma fırsatı kolladılar’ dedi.
Bir başka muhatap telefonda, ‘Benim Federasyon’umu 2 dernekli Federasyon
olarak aşağılıyorlar. Bir zamanlar 64 derneği çatımız altında toplamıştık. O
günler çabuk unutuldu ve bizi şu anda gereksiz bir Federasyon gibi
göstermeye çalışıyorlar’ dedi.
Önemli muhataplardan biri de, ‘Yayınladığımız bildirinin altına imza atan bazı
kuruluşların PKK yandaşı oldukları belirtilerek bildirinin içeriği de aşağılanıyor.
Kaldı ki o bildiriyi biz istediğimiz gibi yazdık, bazılarınca tasvip edilmeyen
kuruluşlar da altına imzalarını attılar.’ diye konuştu.
Bir başka muhatap, ‘Ne diyeyim vallahi, eline kalem alan değil, önünde tuş gören
herkes şimdi yazmaya başladı. Birden bire yazarlar takımı türedi. Geçmişine
bakmayan bu yazar takımı şimdi bize çamur atma yarışında.’ diye kızgın konuştu.
Muhatapların ortak görüşleri ise şöyleydi:
‘Amaçları bir Kürt devleti kurmak olsa da, uzun yıllar Almanya'da kaçak
yaşayan ve AK Parti tarafından Turkiye'ye törenle getirilen Kemal Burkay gibi
silahlı mücadeleye karşı kişiler ile temasta olmak suç mu? Bu gibi adamlar ile
terörü lanetlemek suç mu?
Durumu ve ortamı tam olarak kavrayamayanlar önüne gelene ve haliyle bize
saldırıyorlar. Ayıptır ve günahtır. Hollanda’daki Türk toplumuna her konuda
hizmet eden ve hizmet etmeye devam edecek olan kuruluşları batırmak hiç
kimseye bir kazanç sağlamaz. Aksine, Türk toplumunun önü tıkanmış olur.’
Çok uzun olacak ve de bazı meslektaşlarımı üzecek olan aşağıdaki görüşü de
yazıma eklemek istiyorum.
Bir STK temsilcisi olan ve bildirinin hazırlanmasında büyük payı olan bu arkadaşın
kimliğini de açıklamıyorum.
STK temsicisinin görüşü şöyle:
Milleti aptal sanmasınlar, işkembeden atmasınlar...
‘Hollanda’da yaşanan ve STK’ların merkezinde olduğu üzücü gelişmelerin her haliyle,
kişisel bir kavganın uzantısı olduğu açıkca sırıtmaktadır. Hal böyleyken, bazı internet
gazetelerinin yayın yönetmenleri ve köşe yazarlarının bu kirli oyuna alet olmaları da
Hollanda Türk medyası açısından utanç vericidir. Özellikle yıllardır dürüst gazetecilik
yaptığına inanılan isimlerin birilerine duydukları ‘kin’ yüzünden Hollanda Türk
toplumunu yönlendirmeye çalışmaları son derece etik dışıdır.
Kimse kusura bakmasın. Hollanda Türk halkının sağduyusu sağlamdır. Üç, dört
gündür Hollanda Türkçe medyasına yansıyan gelişmeler, geçen hafta sonu
İstanbul’daki DEIK seçimlerinde yaşanan nahoş hareteklerin Hollanda’da devamıdır.
Kimse Hollanda Türk halkını aptal yerine koymasın. Hollanda’da aklıselim olayların
öncesini, yaşanışını ve devamında neler olduğunun farkındadır.
Meydan boş değildir beyler. Kimse öyle işkembeden atmasın. Ismarlama haber
yapmasın. Masa başında senaryolar üretip köşesinde bunları olmuş gibi yazmaya
kalkmasın. Birileri çıkar, bunların hepsini altüst eder ve yıllarca kazandığınız
gazetecilik itibarınızı yer ile yeksan eder.
Bildiri bahane, ya okumadılar ya da art niyetliler;
Durup, dururken ‘Terör bir insanlık suçudur’ başlığı ile geçtiğimiz günlerde çeşitli
kuruluşlar tarafından imzalanıp medyaya dağıtılan bildirinin bahene edilerek, bir
kurum üzerine gidilmesi de DEIK seçimleri kavgasının bir uzantısıdır. Ya bildirinin
içeriğini anlamadılar veya okumadılar ya da art niyetle hedef aldıkları kişiyi vurmak ve
yıpratmak için bir kurum ‘CPD’ üzerinden savaş yürütüyorlar. CPD üzerinden
HOTIAD vurulmak isteniyor. Bu çok açık ve net bir şekilde sırıtıyor.
Sorumluluk almayan STK’lar;
Hollanda’nın ırkçı ve yabancı düşmanı partisi PVV başkanı Wilders’in Brüksel terör
olayları ve hemen sonra ‘müslümanlar sınır dışı edilsin’, ‘sınırlar kapatılsın’gibi
açıklamalarından da hareketle Hollandaca bir basın bildirisi hazırlanıyor. HTIB
başkanı Mustafa Ayrancı Hollanda genelinde bir çok sağ ve sol STK’ları arayarak bir
toplantıya davete diyor. Hepsi ‘tamam geleceğiz, ya da Amsterdam’daki temsilcimizi
göndereceğiz’ sözü vermelerine rağmen, muhafazakar kesimideki STK’ların çoğu
toplantıya katılmıyor. Toplantı esanasında da telefonlara çıkmıyorlar. Bildiri
yayınlanıyor ve sonra biz o toplantıda filan kuruluş vardı da onun için gelmedik diye
açıklama yapıyor. Bu nasıl bir mantık. Bu nasıl bir sorumluluk. Bu resmen kaypaklık.
Bildiri tam bir diplomasi ürünüdür;
Bir bildirinin, hem de çok imzalı, farklı kesimlerin olurunu alarak hazırlanan bir
bildirinin ne kadar zor olduğunu bu işi bilenler bilir. Bazen bir cümle, bir kelime
üzerinde saatlerce tartışılır. Silinir, tekrar yazılır. Son bildiri de öyle oldu. Tam bir
dilplomasi yaşandı. Belki beş, altı kez bildiri metni değiştirildi. Uzmanlardan, akil
kişilerden görüş alındı. Bir çok kişinin katkısıyla o bildiri yani ‘Terör bir insanlık
suçudur’ bildirisi yayınlandı. Pimdi mangalda kül bırakmayanlar, o zorlu dilpomaside
verilen mücadeleyi nerden bilsinler. Masa başında, alınları terlemeden, kolayca
eleştiriyorlar. El insaf.
İlginç bir olay;
Bildirinin hazırlandığı toplantı esnasında, müslüman kuruluş temsilcilerinin orada
olmayışları üzerine, toplantıya katılan sol STK temsilcisi şunları söyledi: ‘Wilders’in
açıklamasına baksınlar, ilk hedef müslümanlar, camiler, ilk saldırı bu mekanlara
yapılacak, biz bir derneğiz, bize sıra en son gelir. Ama tehdidin direk hedefi olan
mülslüman kuruluşlar burada yoklar. Bu anlaşılır bir şey değil’.
Haksız mı? Irkçılar Hollanda’da camilere yakıcı aletlerle, cami bahçesine bilmem ne
kafası bırakarak, duvarlarına ırkçı yazılar yazarak müslümanlara saldırmıyorlar mı?
Bu gaflet niye?’
Pimdi gelelim bildirinin içeriğine.
Aşağıda orijinal Hollandacası ve Türkçesini bulacağınız bildiriye imza atmayacak olan
bir tek kişinin çıkacağını sanmıyorum. Buna rağmen, ‘Bu bildirinin altında şu yaramaz
adamın da imzası var’ diye karşı çıkanlara da hayret etmemek elde değil.
İşte orijinal bildirinin Hollandacası:
Terreur is misdaad tegen mensheid
Door aanslagen op het vliegveld Zaventem en op metrostation Maalbeek in Brussel
zijn meer dan 30 mensen om het leven gekomen en honderden mensen gewond
geraakt. Bovendien werd het openbare leven door deze aanslagen volledig ontwricht.
De aanslag in Brussel volgde op eerder aanslagen in onder meer Madrid, Londen,
Parijs, Ankara en Istanbul.
Mensen die onderweg naar huis of naar hun werk waren, mensen die aan het
winkelen waren, een concert bijwoonden of gewoon aan het slenteren waren, werden
slachtoffers van gruwelijke daden van doorgaans zelfmoordterroristen. Terroristen
trachten hun moordzuchtige fantasieën verwezenlijken door het zaaien van angst en
vijandschap. Zij willen bevolkingsgroepen tegen elkaar opzetten en hopen dat hun
boodschap van haat en onverdraagzaamheid in steeds bredere kringen de harten
van medeburgers vergiftigt. Het antwoord daarop is dat wij eensgezind de waarden
van onze open, democratische samenleving hooghouden. Wij hopen dat een ieder
zich zal onthouden van het aanwijzen van zondebokken of het maken van inbreuk op
de mensenrechten.
De organisaties van migranten uit Turkije in Nederland veroordelen deze laffe daden
met afschuw. Wij leven mee met het Belgische volk. Onze gedachten gaan uit naar
de slachtoffers en de nabestaanden.
Wij beschouwen het terrorisme, op welke grond dan ook, als een misdaad tegen de
mensheid, waar ook ter wereld. Door het terrorisme worden de samenlevingen
ontwricht, bevolkingsgroepen tegen elkaar opgezet, mensen angst en schrik
aangejaagd en een fatsoenlijk leven ontnomen. Wij vinden dan ook dat elk
beschaafd individu zich tegen elke vorm van terreur stelling hoort te nemen.
We roepen al onze landgenoten op onze godsdienst niet te laten kapen, de harten
van onze kinderen niet te laten ontvreemden en niet toe laten dat vijandschap wordt
gezaaid tussen ons en andere Europeanen. Wij zijn niet verantwoordelijk voor de
wandaden van extremisten die zich onze godsdienst proberen toe te eigenen, maar
wij nemen wel verantwoordelijkheid voor de weerbaarheid van de Nederlandse
samenleving tegen extremisme en terrorisme.
Wij roepen middels deze weg een ieder op om met grotere eensgezindheid dan
voorheen stelling te nemen tegen alle vormen van terrorisme, waar en tegen wie dan
ook! Terroristen die in het ene land aanslagen plegen mogen niet in andere landen
de gelegenheid krijgen zich te hergroeperen. Wij roepen hen ook op om alle vormen
van steun zowel direct als indirect stop te zetten. Alleen dan is het mogelijk
terrorisme met succes te bestrijden.
Wij zijn tenslotte van mening: Krachten te bundelen ter voorkoming van haat, terreur,
oorlogsgeweld, agressie en pesterijen;
Om zo met elkaar samen een samenleving op te bouwen waar meer vrede is, waar
angst verdwijnt en waar geen haat kan wortelen.
Namens de ondergetekende organisaties,
Mustafa Ayranci
CPD Centrum voor het Publieke Debat, DSDF Federatie van Sociaal Democratische
Verenigingen, FED-KOM Federatie Koerden in Nederland, HAK.DER Federatie van
Alevitische Verenigingen in Nederland, HOTIAD Nederlands-Turkse
Ondernemingsvereniging, HTIB Turkse Arbeidersvereniging in Nederland , HTIKB
Nederlandse Unie van Turks-Islamitische Organisaties , HTKB Turkse Vrouwen
Vereniging in Nederland , H.T.S.K.F. Federatie van Turkse Sport en Cultuur in
Nederland, KOMKAR Koerdische Arbeiders Unie, TOF Stichting Turkse Ouderen
Federatie, Turkevi Gemeenschap
Bu da bildirinin Türkçesi:
Terör insanlığa karşı işlenen bir suçtur
Brüksel Zaventem Havaalanına ve Maalbeek metro istasyonuna yapılan bombalı
saldırılarda 30’dan fazla insan öldü ve yüzlerce insan yaralandı. Bunun yanısıra bu
saldırılarla insanların yaşamı altüst oldu.
Brükseldeki saldırı, daha önceki Madrid, Londra, Paris, Ankara ve İstanbul
saldırılarının devamıdır.
Evine giden veya işine giden, alış verişe giden veya bir konser için yolda olan veya
sadece dolaşmaya çıkmış insanlar, intihar teröristlerinin hunharca cinayetlerinin
kurbanı oldular. İnsanları katletmeye susamış teröristler, canice hayallerini korku ve
düşmanlık saçarak gerçekleştirmeye çalıştılar. Teröristler saldırıları yaptıkları
ülkelerdeki insanları birbirlerine düşürerek, nefret ve tahammülsüzlük mesajlarını
yayarak tüm vatandaşlarımızın vicdanlarını gittikçe zehirlemek istiyorlar. Buna
verilecek en iyi cevap açık ve demokratik yaşamımızın yüksek değerlerine hep
birlikte sarılmak ve onları yaşatmaktır. Ümid ediyoruz ki, herkes birilerini günah keçisi
gösterme veya insan haklarını çiğnemeye yol açacak davranışlardan uzak durur.
Türkiye’den gelen göçmen kuruluşları olarak, bu alçakca eylemleri şiddetle telin
ediyoruz.
Belçika halkına ve kurbanların aile ve yakınlarına başsağlığı diliyoruz.
Hangi nedenle olursa olsun terörizmi dünyanın her yerinde bir insanlık suçu olarak
görüyoruz.
Terör yüzünden hayatlar kararıyor, insanlar birbirlerine karşı düşmanlaşıyor, içlerine
korku doluyor ve düzgün yaşam hakları ellerinden alınıyor. Biz, medeni insanların
terörün her türlüsüne karşı çıkmasını bekliyoruz.
Vatandaşlarımıza çağrımız; dinimizi başkalarının rehin almasına izin vermeyelim,
çocuklarımızın kalplerinin yabancılaşmasına ve bizler ve diğer Avrupalılarla aramıza
düşmanlık tohumları ekilmesine engel olalım. Dinimizi kendi emellerine alet eden
aşırı gurupların zulmünden bizler sorumlu tutulamayız. Ancak, radikallik ve terörizmle
mücadelede bizler de üzerimize düşeni yapmaktan kaçınmamalıyız.
Bu bildiriyle herkesi şimdiye kadar olandan çok daha büyük bir birliktelikle ve tek ses
olarak, nerede ve kime karşı olursa olsun terörün her türlüsüne karşı çıkmaya davet
ediyoruz!
Bir ülkede saldırılar yapan teröristlerin, başka bir ülkede toplanıp tekrar organize
olmalarına izin verilmemelidir!
Bu nedenle teröre, doğrudan veya dolaylı her türlü desteğin derhal durdurulması
çağrısını yapıyoruz. Ancak bu şekilde terörle mücadele başarılı olacaktır.
İnancımız şudur ki: Nefret, terör, savaş şiddeti, saldırı ve kötülüklere karşı
kuvvetlerimizi birleştirmeliyiz;
Ancak bu birliktelikle korkunun yok olduğu, nefretin kök salamayacağı barış dolu bir
yaşam kurabiliriz
Aşağıdaki kururluşlar adına,
Mustafa Ayranci.
CPD Centrum voor het Publieke Debat, DSDF Federatie van Sociaal Democratische
Verenigingen,FED-KOM Federatie Koerden in Nederland, HAK.DER Federatie van
Alevitische Verenigingen in Nederland, HOTIAD Nederlands-Turkse
Ondernemingsvereniging, HTIB Turkse Arbeidersvereniging in Nederland , HTIKB
Nederlandse Unie van Turks-Islamitische Organisaties, HTKB Turkse Vrouwen
Vereniging in Nederland , H.T.S.K.F. Federatie van Turkse Sport en Cultuur in
Nederland, KOMKAR Koerdische Arbeiders Unie, TOF Stichting Turkse Ouderen
Federatie, Turkevi Gemeenschap
*****
İlhan KARAÇAY yazdı;
Neden kavgacı bir toplum olduk?
Sevgili, değerli ve de anlayışlı okurlarım / dostlarım,
Belki, sayısı çok az da olsa, içinizden bazıları, benim bu sesleniş tarzıma itiraz
edecektir.
Hollanda’ya ilk geldiğim 1967 yılında Türkler’in sayısı 20 bin kadardı.
Gazeteci etiketim ile dolaştığım Hollanda’da hemen hemen tüm yurttaşlarımı tanıma
fırsatım oldu. Yurttaşlarımın sosyal, kültürel ve sportif dernekleşmelerinin tamamına
şahit oldum, yardım ettim, yazdım ve yayınladım.
Birbirimizi ne kadar çok seviyorduk bilsenizZ
Sonra ne mi oldu?
Hiiiç !
Sayımız 100 bini geçti, derneklerimiz çoğaldı ve hatta federasyonlarımız kurulmaya
başlandı.
Çok kötü siyasi çekişmelerin yaşandığı 1970-1980 dönemini yaşamamıza rağmen,
sağcısı, solcusu, futbolcusu ile birbirimizi seven ve saygı duyan bireyler olmaktan
vazgeçmedik.
Sayımız 400 bine geldiği zaman da önemli bir değişiklik olmadı.
Ama ne var ki, sayımız, ikamet izni olmayanlar ve ilticacılar ile birlikte 500 bini
geçince, Hollanda’daki yurttaşlarımız arasında bir sürtüşme başladı.
Naçizane şahsım, sağcısı, solcusu, futbolcusu, dincisi ve dinsizi ile hep diyalog içinde
oldum.
Hiç kimseye düşmanlık beslemedim ve bana düşmanca tavır alanlar ile konuşurken
ve yazışırken hep ‘Kardeşim, dostum’ sıfatını başta söylemeye çalıştım.
Pimdilerde ise birbirimize saygı duymaz bir hale geldik. Özellikle Türkiye’deki siyaset
uğruna buralarda kavgalar başladı. Tabii ki ‘post kapma’ sevdası bu gelişmenin baş
faktörü oldu. Bir baktınız, sosyal demokrat görüşlü bir adam sağ görüşlü partiye bel
bağladı, bir de baktınız ki bunun tam tersi oldu.
Görüş ayrılığı ve hatta çekişme aynı parti içinde faaliyet gösterenler arasında da
yaşanmaya başlandı. İnsanlar birbirlerini suçlamaya başladı.
Sivil Toplum Kuruluşları STK’lar arasında menfaat rekabeti başladı.
Aynı durum medya içinde de boy gösterdi.
Kaldı ki, 1967 ve sonrasında şahsım (Hürriyet), Padi Tatlı (Tercüman) ve Kamuran
Sümercan (Milliyet) rakip olmamıza rağmen hep birlikte hareket ettik. Türk toplumu
için yararlı yayınları paylaştık. Hürriyet (Liberal), Tercüman (sağcı) ve Milliyet (Sosyal
Demokrat) politikasıyla yayın yapıyordu ama, biz 3 meslektaş asgari müştereklerde
hep haber paylaşıyorduk.
Ne yazık ki şimdilerde o meslek dayanışmasını göremiyoruz.
Bunun nedenlerinden biri, sosyal medyanın doğuşudur.
Önünde tuş bulan yazar ve çizer oldu. Yazar ve çizer olmayı bırakın, yıllarca
gazetecilik yapan bizleri de beğenmez yazılar yayınlamaya başladılar.
Ben şahsen, yazar çizer takımının çoğalmasından mutluluk duyarım. Ama sonradan
olma yazar ve çizerlerden de, mesleğimize saygı beklerim.
Daha önce de yazmıştım: Her yazılı ve sözlü tartışmaya ‘Kardeş veya dost’ sıfatı ile
başlarım. Bana yazanları ‘okur’ olarak kabul ettiğim için, onların görüşlerine saygı
duyarım. Asma ne zamanki bu okur denen kişi saygı kurallarının dışına çıkar ve
kudurursa, ona da ‘Kardeş’ ile başlayan cevap yazarım ve yanlışını belirtirim.
Çoğu, savunmalarımdan memnun kalır. ‘Sizi yanlış anladım, pardon’ der. Ama art
niyetli olanlar saygısızlıklarını sürdürür.
Hollanda’daki son tartışma savaşı ‘Üst Kurul’ diyebileceğimiz bir ‘Akil Adamlar
Komisyonu’nun kurulmak istenmesi aşamasında yaşandı. Bu konuda dostlarıma
gereken bilgi ve nasihatları verdiğim halde, savaş durulmadı. Bu gidişle de duracağa
benzemiyor. Tartışmalar düşmanlığa kadar uzandı.
Ben şimdi Mersin’deyim. 50 yıllık gazetecilik yorgunluğumu gideriyorum.
Ama yine de yazmadan olmuyor.
Bundan sonra ne yapacağım biliyor musunuz?
Hollanda’ya döndüğüm zaman, sözü edilen ‘Üst Kurul’ veya ‘Akil Adamlar
Komisyonu’nu ben kuracağım. Tabii ki yanıma, siyasi, sosyal, kültürel ve sportif
yönde çok ılımlı dostları alacağım. Ben kesinlikle görev almayacağım. Her zaman
yaptığım gibi, sadece bir deneyimli gazeteci sifatıyla inisiyatifi ele alacağım ve
arzulanan oluşumu gerçekleştireceğim.
Bunu yaparken, tabii ki Ankara’daki tüm siyasi partilerin desteğini de arkama
alacağım.
Bekle beni Hollanda !!!
*****
AB yolundan geri dönüş yok
Amsterdam Tartışmaları’nın 46’ncısında, AB Türkiye ilişkileri tartışıldı.
Avrupa Parlamentosu’nda Hollanda’yı 10 yıl temsilil eden ilk Türk kökenli milletvekili
Emine Bozkurt’un misafir konuşmacı olarak katıldığı tartışmada, ilişkilerin tarihi seyri
mercek altına alındı.
1963 yılında başlayan AB macerası, 2005 yılında üyelik sürecinin somut olarak
başlamasıyla yeni bir boyut kazanmıştı. AB ile Türkiye arasında 35 fasıldan oluşan
bir pazarlık süreci başlamış, ancak aradan geçen 11 yılın sonunda dişe dokunur bir
ilerleme kaydedilememiştir. Süreç bazen üye ülkelerin ayak diretmesi bazen de
Türkiye’deki iç politik gelişmeler yüzünden
yüzünden tıkanmaktadır. İşte, tam da pazarlıkların
tıkandığı bir anda Avrupa’nın mülteci krizi sayesinde yeni bir gelişme oldu. Zira
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun krizi çözmek için Avrupa’ya sunduğu tekliflerden
birisi pazarlıkların hızlandırılması idi. Bu da AB liderleri tarafından uzun müzakereler
sonucu kabul edildi. Haliyle tıkanan sürecin yeniden ivme kazanması, teorik de olsa,
mümkün oldu.
Emine Bozkurt milletvekili olarak 2005 yılındaki müzakereleri yakından takip ettiğini
ve Avrupalı Türkler’in o günkü heyecanını
heyecanını büyük bir memnuniyetle takip ettiğini, hatta
kendisinin de onlarla aynı heyecan içinde gelişmeleri takip ettiğini belirtti. Hem bazı
ülkelerin tutumu hem Türkiye’deki bir takım politik gelişmeler hem de Avrupa’da
Türkiye’nin üyeliğine yönelik bir tabanın olmayışı süreci olumsuz etkiledi diyen
Bozkurt, Türkiye’nin Avrupa’da çok politize edildiğini ve bu yüzden de sağduyulu
hareket edilmediği söyledi.
Bozkurt, Türkiye’nin AB’ye ihtiyacı olmadığı, AB’nin de zaten pek istekli olmadığından
hareketle artık bu sevdadan vazgeçilmesi gerektiği şeklindeki değerlendirmeye
katılmadığını, artık bu yolun bir dönüşü olmadığını söyledi. Özel statülü üyelik
fikirlerini de anlamsız bulduğunu söyleyen Bozkurt, Türkiye’nin zaten şu an Ankara
Antlaşması, Gümrük Birliği üyeliği gibi bir çok ikili ilişki dolayısıyla özel bir statüsünün
olduğunu, haliyle böyle bir teklifin bir anlamının olmadığını söyledi. Bozkurt’a göre
bundan sonra yapılması gereken karşılıklı suçlamaları bırakıp fasılların hızla sonuca
bağlanmasıdır.
Emine Bozkurt, diasporanın müzakerelere konu olmamasının bir kayıp olduğunu ve
bunun diğer 35 fasıla ilave olarak 36. Fasıl olarak görülmesi gerektiğini söyledi.
Bozkurt, hiçbir (aday) ülkenin böyle bir özelliği olmadığını, 5 milyona yakın nüfusa
sahip Türk diasporasının bir çok bakımdan dikkate alınmak durumunda olduğunu
söyledi. Onları hesaba katmadan göç ve güvenlik başta olmak üzere bir çok sorunun
çözümünün mümkün olmadığını söyleyen Bozkurt, mülteci krizi konusunda
Türkiye’nin daha etkin rol oynadığını belirtti. Bozkurt ayrıca, AB ile Türkiye arasında
yapılan anlaşmayı mülteciler açısından olumlu bulmamasına rağmen, mevcut
durumda daha iyi bir çözümün mümkün görülmediği söyledi.
Bozkurt son olarak hem AB’nin Türkiye’ye hem de Türkiye’nin AB’ye ihtiyacı
olduğunu, bunun salt ekonomik değil, Türkiye’nin jeo stratejik konumu sebebiyle de
gerekli olduğunu söyleyen Bozkurt, Türkiye’siz göç, güvenlik ve aşırılıklar gibi bir çok
sorunun çözümünün mümkün olmayacağını söyledi.
Er is geen weg terug!
Tijdens het 46ste Amsterdam Debat is de relatie tussen de EU en Turkije in
historisch perfectief aan de orde gekomen. Het eerste parlementslid met een
Turkse komaf vanuit Nederland in het Europees Parlement Emine Bozkurt heeft
dit debat ingeleid met een historische blik op de ontwikkelingen.
Turkije wacht sinds 1963 in de wachtkamer van de EU. Pas in 2005 heeft Turkije
echter de deur op een kier gekregen. Helaas staat de deur na 11 jaar nog steeds op
een kier. Soms gaat de deur iets open, maar heel vaak wordt hij dichtgeklapt door
toedoen van sommige lidstaten. Ook de (politieke) ontwikkelingen in Turkije spelen
hierbij een belangrijke rol. Nu, precies op het moment waarop men geen hoop meer
had, lijkt daar een verandering in te komen, in elk geval theoretisch gezien, door de
vluchtelingencrisis. Om het vluchtelingenprobleem van Europa op te lossen heeft
Turkije een aantal voorstellen gedaan naar de EU. Een van de voorwaarden is het
snel hervatten van de onderhandelingen. Omwille van eigen problemen hebben de
EU-leiders inmiddels met het Turks voorstel ingestemd.
Emine Bozkurt begon haar inleiding met haar ervaringen tijdens het begin van de
onderhandelingen in Brussel. Zij gaf aan dat zij als lid van het Europees Parlement
namens Nederland met haar Turkse achtergrond het begin van de onderhandelingen
in Brussel van dichtbij met veel plezier en vreugde meegemaakt heeft. Zij heeft ook
gezien hoe enthousiast de Turken waren die uit alle delen van Europa naar Brussel
waren gekomen om de ontwikkelingen van dichtbij mee te mogen maken. Volgens
Bozkurt werden de onderhandelingen aanvankelijk vooral door Frankrijk en Cyprus
verstoord puur voor electoraal en politiek gewin. Bozkurt vindt dat het ontbreken van
de draagvlak in Europe ook een rol speelt bij de onderhandelingen. Politici zijn bang
dat zij stemmen verliezen als zij openlijk voor de toetreding van Turkije zouden zijn,
aldus Bozkurt.
Wat als Turkije niet meer bij de EU wil?
Op de stelling “Gezien het feit dat de EU enorm moeilijk doet tegen Turkije en telkens
‘smoesjes’ zoekt om het land buiten de EU te houden is er misschien verstandig dat
Turkije afstand moet nemen van haar wens en een andere alternatief moet zoeken”
reageert Bozkurt met de opmerking dat er geen 0-optie bestaat. Turkije is nauw
verbonden met de EU door allerlei verdragen op uiteenlopende terreinen en er is
geen weg meer terug, aldus Bozkurt. Het voorstel dat door sommige Europese
leiders wordt genoemd om Turkije een aparte status binnen de EU te geven, vind
Bozkurt dan ook niet relevant omdat Turkije deze status al lang heeft. Volgens
Bozkurt moeten zowel Turkije als Europa serieus werk maken om door te gaan met
de onderhandelingen zonder elkaar te beschuldigen.
Turkse diaspora als Hoofdstuk 36
Emine Bozkurt gaf ook aan dat zij het buitengewoon jammer vindt dat er geen
aandacht voor de Turkse diaspora in de onderhandelingen is. Volgens haar hoort de
Turkse diaspora als hoofdstuk 36 opgenomen te worden. Geen enkel (kandidaat)
lidstaat heeft zo’n grote groep in de EU als Turkije. Met dit hoofdstuk kan Europa
allerlei vraagstukken met betrekking tot migratie aanpakken, aldus Bozkurt.
Over het recente akkoord Tussen de EU en Turkije over de vluchtelingencrisis
merkte Bozkurt op dat Turkije meer leiderschap heeft getoond dan Europa. Ondank
het feit dat zij niet blij is met deze oplossing voor vluchtelingen vindt Bozkurt dat dat
op dat moment de meest haalbare optie was, omdat Europa met deze crisis ook te
maken heeft met het extremistisch geweld tegen zowel vluchtelingen als migranten
en hun organisaties zoals moskeeën en verenigingen.
Tot slot gaf Bozkurt aan dat Turkije en Europa bij elkaar horen. Zij hebben elkaar
nodig, niet alleen in economisch opzicht, maar ook geostrategisch. Zonder Turkije
kan Europa huidige problemen op het gebied van migratie, veiligheid en extremisme
niet bestrijden, aldus Bozkurt.
*****
Bülent Türker’den büyük fedakarlık;
Hollanda’nın Rotterdam şehrinde, hiç bir kişi ve kuruluştan yardım almadan kurulan
ve gecen yıldan beri binlerce Türk ve Hollandalı’ya, Çanakkale’yi anlatan ‘Bülent
Buğra Türker Çanakkale Barış Müzesi’ bu yıl özel olarak 23 ve 24 Nisan da
çocuklar için özel gün düzenledi.
Müzeyi topluma kazandıran Bülent Türker yaptığı açıklamada şunları söyledi:
‘Çocuklara
Çocuklara bu yıl özel ay yıldızlı bayrak
bayrak ve balonlar, Atatürk bayrakları ve bir
çok hediyeler yaptırdık. Ayrıca gelen çocuklara Çanakkale kitaplarını
imzalayarak hediye olarak verdik. Bu kadar büyük ilgi olacağını
beklemiyorduk.
Ayrıca 23 Nisan günü Radyo Deniz program yapımcısı Sibel Gökkuşağı
Gökkuşağı ile
sokak ve caddelerde ayrıca okullarda yüzlerce bayrak ve balon ile Atatürk
bayrakları dağıttık Çocuklarımıza 23 Nisanı unutturmamalıyız. Ulu önder
Mustafa Kemal Atatürk’ün dünya çocuklarına armağan ettiği bu güzel bayram,
her çocuğun Türkiye
ye ve ülke sevdasını arttırmaktadır. Hele hele yurt dışında bir
çok şeyden mahrum olan bu çocuklarımıza sahip çıkmalıyız.
Müzemize 2 gün boyunca gelen çocuklar çok mutlu oldular. Hollanda’nın bir
çok uzak şehirlerinden duyarlı annelerin gelmesi ve çocuklarını
getirmesi, Hollandalıların da gelmesi bizi mutlu etti.
Müzemizde park sorunu olmadığı gibi, giriş ücretsiz , çay kahve ve ikramlar da
ücretsiz
retsiz dağıtılmakta. Ayrıca, her gelen çocuğa Türk ve Atatürk bayrakları, ay
yıldızlı balonlar kitaplar ve müze ziyaret belgesi hediye olarak veriyoruz.
Çocuklar bizim her şeyimiz.
Onlar Türkiyen’in geleceğidir. Bu iş gönül ve yürek işi. Bugüne kadar
kimseden
seden en ufak bir destek almadım. Dünyanın değişik yerlerinden topladığım
obje ve malzemeleri vatandaşlarımıza anlatmak büyük bir zevk. Bu iş ten
büyük haz duyuyorum . Çanakkale ve Türkiye sevdası olmadan bu iş olmaz’
*****
Amsterdam’da Erol Güngör’le Biyografi
Okumaları
Yeni bir medeniyet tasavvuru için kültür tarimize
yolculuk düşüncesiyle, Amsterdam merkezli Türkevi
Topluluğu tarafından organize edilen "Biyografi
Okumaları"nın ilki 29 Nisan Cuma günü gerçekleşti.
Amsterdam Türkevi’nde yapılan toplantıda; 20. yüzyıl Türk bilim alanında, -sosyal
psikoloji’de- olduğu gibi, kültür, tarih ve medeniyet alanında da ortaya koymuş olduğu
fikirlerle
rle kendini kabul ettirmiş ve Türk düşüncesinde adeta bir ekol oluşturmuş Erol
Güngör’ün hayatı, kişiliği, eserleri ele alındı.
Konuyla ilgili bir açıklama yapan Türkevi Topluluğu Başkanı Veyis Güngör: ‘Hem
Erol Güngör’ün vefatının 33. yıldönümü vesilesiyle hem de uzun zamandır
üzerinde çalıştığımız Amsterdam Biyografi Okumaları projesinin de startını
vermiş olduk. 33 yıl önce çok genç yaşta aramızdan ayrılan fikir ve bilim adamı
Erol Güngör'ü ilk defa 30 yıl önce 17 haziran 1986 yılında genç bir üniversite
öğrencisi iken yine Amsterdam’da Hollanda Türk Dostluk Derneği’nde
anlatmıştım. Yıllar sonra Erol hocayı tekrar anlatmaktan büyük bir heyecan
duyacağımı ifade etmek isterim. Tabii ki olay sadece Erol Güngör’ün hayatını
anlatmaktan ibaret değildir. Aynı zamanda günümüz meselelerine de farklı
yaklaşabilmeyi denemektir. Örneğin, tarih içinde farklı kültürlerle bir defa daha
karşılaşan Avrupa müslümanları, yeni bir zihniyet geliştirebilecekler mi?
Sorusuna da cevap aramaktır, Erol Güngör’ü okumak.
Zira 'düşünce veya zihniyet yenilikle gelişir; çünkü bugün müslümanlar zihne
meydan okuyan yeni sorunlarla' uğraşmaktadırlar diyor Erol Güngör’.
Aylık devam eden “Amsterdam Tartışmaları” ve “Mesnevi Okumaları”
etkinliklerine "Biyografi Okumaları"nı da ekleyen Türkevi Topluluğu, 20. Yüzyılda
kültür ve medeniyet hayatımıza etki eden isimleri ele almaktadır.
Kültür ve medeniyetimizdeki şahsiyetlere ilgi duyanlar, [email protected] adresine
müracaat edebilirler.
*****
HABERİ İLETEN: İLHAN KARAÇAY

Benzer belgeler