haziran 2015 sayısının tamamı - Sosyal Bilimler Dergisi

Transkript

haziran 2015 sayısının tamamı - Sosyal Bilimler Dergisi
HAZİRAN 2015
Cilt 17 / Sayı: 1 Haziran – 2015
Volume 17 / Issue: 1 June - 2015
SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ
CİLT: 17 / SAYI: 1
Safiye YAĞCI
ISSN: 1302-1265
Türk Sanat Müziğinde Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi
Dersi İçin Bir Repertuar Önerisi
Uğur ÜÇÜNCÜ
Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un
Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri
Hasan USTA
Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize
Emniyet Müdürlüğü Alan Araştırması
Muharrem DÖRDÜNCÜ
Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın
Avrupa Seyahati
Çiğdem Belgin DİKMEN
Ferruh TORUK
Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve
Koruma Önerileri
Alper DEMİRBUGAN
Maden Projelerinin Değerlendirmesinde Optimum
Üretim Miktarının Belirlenmesi
Osman NACAK
Ömer Akgün TEKİN
Ömer Kürşad TÜFEKÇİ
Hayatı ve
Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal
Temsilin Doğuşu ve Gelişimi
Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite
Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma
Afyon Kocatepe Üniversitesi
SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ
Cilt 17 Sayı 1 Haziran 2015
Afyon Kocatepe University
Journal of Social Sciences
Volume 17 Issue 1 June 2015
Sahibi / Owner
Afyon Kocatepe Üniversitesi adına Rektör
Prof. Dr. Mustafa SOLAK
Editörler / Editors
Prof. Dr. Selçuk AKÇAY
Doç. Dr. Fatih ECER
Yayın Kurulu / Editorial Board
Prof. Dr. Selçuk AKÇAY
Doç. Dr. Ahmet Kemal BAYRAM
Prof. Dr. Kemalettin ÇONKAR
Doç. Dr. Celal DEMİR
Prof. Dr. Mustafa ERGÜN
Prof. Dr. Ernest-Wolf GAZO
Doç. Dr. Mustafa GÜLER
Prof. Dr. Mehmet KARAKAŞ
Prof. Dr. Şuayip ÖZDEMİR
Prof. Dr. Belkıs ÖZKARA
Prof. Dr. İsa SAĞBAŞ
Pof. Dr. Kasım TURHAN
Doç. Dr. Uğur TÜRKMEN
Doç. Dr. Hilmi UÇAN
Prof. Dr. Hakkı YAZICI
Yardımcı Editörler/ Co-Editors
Arş. Gör. Alper KARASOY
Arş. Gör. Arif ARİFOĞLU
Haberleşme ve Koordinasyon / Contact
Afyon Kocatepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü
ANS Yerleşkesi, 03200/AFYONKARAHİSAR
Tel.: 0272 2281255/1226- Belgegeçer: 0272 2281288
e-posta: [email protected], web: http:// http://www.sbd.aku.edu.tr
Haziran ve Aralık olmak üzere yılda iki kez yayınlanan AKÜ Sosyal Bilimler
Dergisi, alanında uluslararası indeksler tarafından taranan hakemli,
disiplinler-arası akademik bir dergidir.
AKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, ASOS (Akademia Sosyal Bilimler İndeksi),
EBSCO SocINDEX, MLA ve Akademik Dizin tarafından indekslenmektedir.
İÇİNDEKİLER / CONTENTS
Türk Sanat Müziğinde Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi
Dersi İçin Bir Repertuar Önerisi
Safiye YAĞCI
1
A Repertoire Suggestion for Preparatory Class of
Vocal Training in Turkish Art Music
Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un
Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri
Uğur ÜÇÜNCÜ
21
The Activities of the Fener Greek Orthodox
Patriarch IV. Meletios in the Great Offensive
Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize
Emniyet Müdürlüğü Alan Araştırması
Hasan USTA
51
Salary Management in Turkish Police
Organization: The Field Study of Rize Police
Department
Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Hayatı ve
Avrupa Seyahati
Muharrem DÖRDÜNCÜ
Grand Vizier Ibrahim Hakki Pasha’s Life and His
Travel to Europe
Çiğdem Belgin DİKMEN
Ferruh TORUK
79
Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve
Koruma Önerileri
99
Spatial Structure and Proposals of Protection of
Traditional Houses Göynük
Maden Projelerinin Değerlendirmesinde Optimum
Üretim Miktarının Belirlenmesi
Alper DEMİRBUGAN
129
Determination of Optimum Production Rate in
Evaluation of Mine Projects
Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal
Temsilin Doğuşu ve Gelişimi
Osman NACAK
A Change in Turkish Management Approach:
Emergence and Development of Political
Representtation
147
Ömer Akgün TEKİN
Ömer Kürşad TÜFEKÇİ
Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite
Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma
171
Tourism Student's Trade Union Perception: A
Study on Undergraduate Students
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 1-19
Türk Sanat Müziğinde Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi
Dersi İçin Bir Repertuar Önerisi
Safiye Yağcı1
DOI NO: 10.5578/JSS.8096
Geliş Tarihi: 06.06.2014
Kabul Tarihi: 06.11.2014
Özet
Eğitim bilimleri alanında yapılan araştırma ve program geliştirme
çalışmaları sanat eğitimini de etkilemiş ve müzik eğitimi alanında birçok dalın
eğitim bilimleri kapsamında incelenmesine ve eğitiminin verilmesi konusunda daha
özenli çalışmaların yapılmasına yol açmıştır. Uygulanmakta olan programların
geliştirilmesi, düzenlenmesi ve günün koşullarına uygun veya güncel bir yapı
kazandırılması ile yeniliklerin bu programlara yansıtılması da yine önemli bir
aşamayı oluşturmaktadır. Bu araştırma, Afyon Kocatepe Üniversitesi Devlet
Konservatuvarı Türk Sanat Müziği Ses Eğitimi Ana Sanat Dalında öğrenim gören
hazırlık sınıfındaki öğrencilerine verilen ses eğitimi dersine yönelik, ses eğitimi
programı hedefleri doğrultusunda, seçilen repertuar üzerinde geliştirilen yeni ses
alıştırmaları önermektedir. Yüzyıllardan beri sürmekte olan meşk geleneği günümüz
koşullarında gelişen teknolojinin de katkılarıyla nota ve benzeri eğitim araçlarından
yararlanılması sonucunda biçim değiştirmiştir. Bunun sonucunda ise eğitim
bilimlerinin sanat müziği eğitimine sağlayacağı katkılar da dikkate değer bir hal
almıştır.Araştırma, Türk Sanat Müziğinin gelecek kuşaklara aktarılması için
kullanılan yöntemleri irdelemesi, bir program dâhilinde repertuarın eğitim
materyali olarak kullanılabilirliğinin sağlanmasına hizmet etme amacı taşımaktadır.
Alanda yapılacak çalışmalara katkı sağlaması açısından da önemli olduğu
düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Türk Sanat Müziği, Ses Eğitimi, Meşk Geleneği.
A Repertoire Suggestion for Preparatory Class of Vocal Training in
Turkish Art Music
Abstract
Research and program development works had also impact on arts
education in the field of educational sciences and led to conduct more attentive
studies concerning examining and training within the scope of many educational
sciences branches in the field of music education. The development of programs that
are being implemented regulated and gaining a current structure or suitable for
today’s conditions, reflection to these programs within innovations also constitute
1
Arş.Gör.,
Afyon
[email protected]
Kocatepe
Üniversitesi,
Devlet
Konservatuarı
Bölümü,
1
S. Yağcı / Türk Sanat Müziğinde Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi Dersi İçin Bir Repertuar
Önerisi
an important phase. This research aims to demonstrate new approaches, targeting
voice training program, towards students studying in preparatory classes in Afyon
Kocatepe University State Conservatory Turkish Art Music Voice Training Main Art
Department. “Meşk” tradition that goes throughout the centuries has changed its
format as a result of utilization of today’s developing technology’s tools that
contribute into not as etc. Consequently, education science’s contributions to art
music educations have become remarkable. Research, within a program of
repertoires is intended to serve as a training material to upgrade used methods for
transferring Turkish Art Music to future generation. Considered that, it is also
important in terms of contribution to works that will be done in this field.
Keywords: Turkish Classical Music, Meşk Tradition.
Giriş
Türk Sanat Müziği oldukça derin bir kültürel birikimin yüzyıllar
boyunca kuşaktan kuşağa meşk sistemi yoluyla aktarılması sonucunda
günümüze ulaşmıştır. Bu kültürel birikimin sağlıklı bir şekilde korunması ve
aktarılması bu alanda çalışanlara büyük sorumluluklar yüklemektedir. Bu
sorumluluk eğitim gibi Türk Sanat Müziği eğitimini doğrudan ilgilendiren
disiplinleri yakından takip etmeye ve mesleki yeterlilikleri farklı disiplinler
çerçevesinde ele almaya neden olmaktadır.
Türk Sanat Müziği ses eğitimi ritim uygulama, makam bilgisi, tavır
ve üslûp, repertuar gibi ana konuları kapsayan bir içeriğe sahiptir. Bu
içeriğin sağlıklı bir şekilde doldurulması ve kazandırılması Türk Sanat
Müziği ses eğitimi alanında görev yapanların her iki disiplinin önemli
yönlerini bilmelerini ve kendilerini çok yönlü bir şekilde yetiştirmelerini
gerekli kılmaktadır. Bir başka deyişle, Türk Sanat Müziği alanında görev
yapmakta olan bir eğitimcinin hem Türk Sanat Müziğinin temel
kavramlarına ve repertuarına hâkim olması hem de bu kavramaları ses
eğitiminin inceliklerini uygulamaya yönelik bir biçimde bilmesi
gerekmektedir.
1.Ses Eğitimi
Ses eğitimi, bireylere sesini şarkı söylerken veya konuşurken,
anatomik ve fizyolojik yapı özelliklerine göre kullanabilmesi için gereken
davranışların kazandırıldığı, önceden saptanmış yöntemlerle, planlanan
hedeflere yönelik uygulanan bir etkileşim süreci olarak tanımlanabilir
(Töreyin, 2008: 82). Ses eğitimi ayrıca bireyin sesinin oluşumunda görev
alan organların kullanımına yönelik bilgi ve becerileri kazandırmayı da
amaçlamaktadır. Ses eğitiminde amaç bireyin sesini kullanacağı alana uygun
bir şekilde şarkı söyleme veya konuşma esnasında dinleyicide olumlu etki
bırakma, doğru ve güzel bir söyleyiş biçimi geliştirmesini sağlamaktır
(Türkmen, 2007: 1). Ses eğitimi ayrıca bireyin sesini doğru ve etkili bir
2
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 1-19
şekilde kullanarak müzikal çevresiyle sağlıklı ilişkiler kurmasını, gerek
dinleyici gerekse yorumlayıcı olarak müziğe sağlıklı bir şekilde katılmasını
sağlamakta ve bireye müzik alanında kültürel bir kimlik kazandırmaya
amaçlamaktadır (Çevik, 1997: 68). Bireylerde sesin disipline edilmesi ve
zaman içerisinde olgunlaşması için ses eğitiminin önemi büyüktür. Türk
Sanat Müziğinde de eserlerin doğru seslendirilmesi kadar sesin doğru ve
sağlıklı bir şekilde çıkarılması önem taşımaktadır. Buna göre, ses eğitimi her
alanın ihtiyaçları ve özellikleri, dikkate alınarak verilmelidir.
Ses eğitimcisi solunum, fonasyon, rezonans ve artikülasyon
bağlamında kendi içinde birbirini takip eden bir sırada eğitim sürecini
uygulamalıdır. İlk aşamada ses eğitimi alacak bireyin kendisini ve ses
yapısını tanıma, ikinci aşamada oluşturulması istenen sesi belirleyip arama,
üçüncü aşamada amaçlanan sesi bulma ve geliştirme, dördüncü aşamada ise
amaçlanan sesi alışkanlık halinde kullanmaya yönelik çalışmalar ses
eğitimcisinin yapması beklenen çalışmalardır (Töreyin, 2008:113). Aynı
zamanda yeniliğe açık olması beklenen eğitimciler farklı disiplinlerdeki
yaklaşımları kendi alanlarına uygulamaya istekli olmalıdırlar. Eğitimcilerin
yeniliklere açık olması özellikle Türk Sanat Müziğinin gelişimi açısından
önem arz etmektedir. Temel ses eğitimini belirli ilkeler oluşmaktadır. Bu
ilkeleri Töreyin (1998:16) şu şekilde sıralamıştır;
“Düzenli bir solunumla, gırtlak altı (Subglottik) basınç çok
iyi ayarlanmalıdır, doğal ses oluşumuna aykırı olmamalıdır, ses bölgeleri
(registerler) iyi tanınmalı, yerine göre ve uygun olarak kullanılmalıdır, ses
anatomik yapı özelliklerinin dışındaki tonlarda zorlanmamalıdır, konuşur
gibi şarkı söylenmelidir, müziğin gerekleri yerine getirilmelidir, şan
eğitiminin (temelden en ileri düzeye kadar) her aşamasında eğitimcilik ve
öğretmenlik mesleğinin gereklerine uygun davranılmalıdır”.
Sağlıklı ses eğitimi sonuçları elde edilebilmesi için doğru ve düzgün
diyafram nefesi alınmalı, nefesin yeterince hava içermesine ve gırtlağın açık
tutulmasına özen gösterilmeli, nefes kontrolü gırtlakla değil diyaframla
yapılmalı, çene doğal bir şekilde aşağı çekilmeli ve bu esnada damağın arka
kısmının yükseltilmesine dikkat edilmeli, dudaklar ve dil doğru
kullanılmalıdır. Dilin ucu alt dişlere düzgün bir şekilde kaldırılmalı, nefesi
diyaframa, sesi de göğüs ortasında bir yer olarak düşünülen bir temele
oturtmalıdır. Ses kesinlikle bu temelden koparılmayarak egzersizlerde ses
yukarı çıkarken başlangıç noktasına, aşağı inerken de en üst notaya
dayandırılmalıdır. Egzersiz sırasında sesin inebileceği en alt tondan
çıkabileceği en üst tona kadar rengini, tınısını ve gücünü koruyabilmelidir.
Egzersizler rahat bir pozisyonda yapılmalı ve öğrencinin gerçek ses tonu
belli oluncaya kadar zor egzersizlerden kaçınmak gereklidir (Koçak,
1998:44). Bütün bu hususlara dikkat edilerek yapılacak olan ses eğitimi de
3
S. Yağcı / Türk Sanat Müziğinde Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi Dersi İçin Bir Repertuar
Önerisi
öğrencinin ses eğitimi konusunda bilinçli ve sağlıklı bir şekilde ilerlemesini
sağlayacak ve şarkı seslendirişini olumlu yönde etkileyecektir.
Temel ses eğitimi, sesin oluşumuyla ilgili organların kullanımında
bilgi ve becerileri kazandırdığından Türk Sanat Müziği temel ses eğitiminde
ihmal edilemeyecek becerilerin de kazandırılmasına hizmet etmektedir.
Çevik (1997:20-21), insanın ses sisteminde üç aygıta yer
vermektedir:Solunum aygıtı–aktivatör (soluk borusu, akciğerler, diyafram,
kaburgalar ve karın kasları), titreşim aygıtı - ses jeneratörü (larenks ve
gırtlak), yankı aygıtı – rezonatör (soluk borusu, göğüs, gırtlak bölgesi, yutak,
ağız, alt çene,damak, burun ve sinüsler). Şenocak (1993:417) da ses
sistemini farklı adlandırmalarla üç sistemde toplamıştır: aktivatör veya
jeneratör denilebilen solunum sistemi, vibratuvar sistem (larenks) ve
rezonatör sistem (subraglottik havalı boşluklar).
Belli bir basınçla akciğerlerden gelen hava, larenks içerisinde yer
alan ses dudakçıklarını (ses telleri) titreştirdiğinde ses oluşur. Oluşan bu ham
ses, rezonans boşluklarında büyüyerek belli bir tınıya ulaşır. Dil, diş, dudak,
yanak ve damağın değişik hareketleri ile şekil alır. Her insanın ses
dudakçıkları, farenks özellikleri, dili, burun boşluğu, damağı ve ağzı farklı
özellikler taşımaktadır. Dolayısıyla sesi meydana getiren ve ona çeşitli
özellikler kazandıran sistemlerin bilinmesi gerekmektedir (Göğüş, 2000:1).
Ses organları, nefesli bir çalgıya benzetilecek olursa; havayı
pompalayan körük insan vücudunda akciğerleri, titreşimi sağlayan vibratör
ses tellerini, rezonansı sağlayan rezonatör boşluk ise ses tellerinin üzerinde
bulunduğu gırtlağı temsil eder (Ömür, 2001:40). Solunumun temel işlevi
organizmanın oksijen ihtiyacını karşılamaktır. Bunun yanı sıra sosyal açıdan
da önemli olan bir diğer işlevi de fonasyonun tüm enerjisini sağlamaktır
(Vennard, 1992,akt. Evren, 2006:4). Solunum sırasında göğüs boşluğu
özellikle diyafragmanın aşağı doğru hareketi ile genişlemektedir. Böylece
dışarıdaki hava burun, ağız, larenks, farenks, trakea, bronşlar ve
bronşiollerden geçerek akciğerdeki alveollere kadar ulaşır. Kaburgaların
aşağı doğru inmesi ile pasif olarak yükselen diyafragmanın hareketiyle
göğüs boşluğunda daralma meydana gelir. Akciğer boşluklarında meydana
gelen yüksek basınçla hava aynı yollardan dışarı atılır (Cevanşir ve Gürel,
1982:1-2). Çevik (1997: 20)’in titreşim aygıtı olarak adlandırdığı vibratör
sistem içerisinde yer alan larenksin başlıca işlevleri solunum yolu olması, alt
sonlum yollarının korunmasının sağlanması, konuşmaya katkı sağlaması ve
yutma sırasında sfinkterik koruyucu olması şeklinde sıralanabilir (Padhya ve
Wilson, 2003, akt. Evren, 2006:6). Ses tellerinden başlayarak burun ve
dudaklara kadar uzanan, farenks, ağız boşluğu, burun boşlukları, sinüsler
larenks ve bir bakıma göğüs boşluğunu da içine alan, ses tellerinin titreşimi
ile larenkste oluşan ham sesi geliştirip belli bir karaktere ulaşmasını sağlayan
rezonans boşluklarının yer aldığı sistem rezonatör sistem olarak
4
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 1-19
adlandırılmaktadır. Ses, bu sistem aracılığıyla belli bir tınıya, renge ve
zenginliğe kavuşur (Göğüş, 2000:38). Sesteki rezonansın yani tınının
güçlenmesi ve önde tınlaması ve dolayısıyla sesin parlak, yuvarlak, yumuşak
ama yapısı oranında güçlü olması kafa rezonansının kullanılmasıyla doğru
orantılıdır. Kafa sesi aşağıya pes tonlara indiği zaman vibrasyonlar göğüste
çok belirginleşir. Bu titreşimler düzenli çalışan ses aygıtının vücuda aynı
düzen içinde dağılan titreşimlerdir. Bu sağlıklı dağılım neticesinde oluşan
göğüs rezonansı pes tonlarda koyu ve sıcak bir tını kazandırmaktadır (Sabar,
2008:77-78).
Sesini mesleki amaçlar için kullanan bireylerin hem bu sesini
oluşturan sistemleri tanımaları hem de bir rehber eşliğinde nasıl
kullanacaklarına yönelik eğitimi almaları gerekir. Ses eğitimi değişik
medeniyetlerde farklı şekillerde ortaya çıkmıştır. İnsan sesinin insanlık
tarihinde ilk müzik aleti olduğu bilinmektedir. Şarkı söyleme de Ortaçağ’a
kadar konuşmanın bir uzantısı olarak kelimelere daha çok değer
kazandırmak amacıyla ortaya çıkmıştır (Özsan, 2010:45). İlkel toplumlarda
şarkı dinsel unsurlar taşımaktaydı ve burada insanlar şan yapmak için değil
olayları sorgulamak için şarkı söylemekte oldukları sanılmaktadır (Özsan,
2010:46). İnsan vücudundaki şarkı söyleme işiyle ilgili tüm kasların denetim
altına alınıp, bu kasların gerektiği şekilde kullanılarak insan vücudunun ve
ruhunun gizlerine ulaşmayı başarma olayı şarkı söyleme sanatı olarak
adlandırılabilir (Davran, 1997:44). Şarkı söyleme sanatının nasıl doğduğu
konusuna değinilecek olursa bazı toplumlar açısından ele almak
gerekmektedir. Araştırmalar Yahudi müziğinin; çoğunlukla dörtlü ve beşli
aralık içermesi sebebiyle Gregorians müziğiyle benzerlik taşıdığını
göstermektedir. İsraillilerde basit şarkıların yanı sıra “ScholaContorum”
tarafından okunmakta olan zengin melodili lituryalar olduğu, yüksek
seviyede müzik kültürü bulunan Mısırlılar için müziğin tanrısal bir değer
taşıdığı belirtilmiştir. Mısır’da Ay tanrısı “Thot” la ilgili 42 kitap arasında 2
tane şan kitabı bulunduğu, Çinlilerde şarkı söylemenin Avrupalılardan
farklılık gösterdiği aktarılmıştır. Dini müzikteki koro parçalarında pes ve
genellikle minör tonlar kullanıldığı, popüler şarkılarda ise keskin ve yüksek
seslerin tercih edildiği kaydedilmiştir (Özsan, 2010: 46-47).
Japonlarda şan sesinde büyük değişiklikler görülmekte olduğu,
tonları bastırarak, içe çekerek, tıslayarak vb. çıkardıkları, sese sihirli bir güç
vermek için maske kullanılarak kapalı ağızla çığlık atmak veya hayvan sesi
çıkarmak vb. yollara başvurdukları anlatılmaktadır.
Hintlilerde bir rivayete göre 16 bin gam bulunduğu, yazdıkları
şarkıların, tanrılara hitap eden ve mucizeler yarattığına inanılan türde
şarkılar olduğu söylenmektedir.
Yunanlıların şarkı sanatını çoğunlukla Araplar, Suriyeliler ve
diğerlerinden aldıkları kaydedilmektedir. M.Ö. 1000’li yıllarda yaşanan
5
S. Yağcı / Türk Sanat Müziğinde Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi Dersi İçin Bir Repertuar
Önerisi
büyük göç sonucu doğunun etkisini taşıyan özellikler kaybolup müzik
sanatında yeni bir dönem başladığı, milli oyunlarında şiir ve müzik
yarışmalarına da geniş yer veren Yunanlıların, nefes tekniğine ve ses
geliştirmeye de büyük önem verdikleri belirtilmiştir (Özsan, 2010:48-49).
2.Türk Sanat Müziğinde Meşk Sistemi
Meşk sistemi bir müzik yazı sistemine dayanmadığından, ustadan
çırağa, hocadan öğrenciye mesleki bilgilerin verildiği, müzikte sadece şarkı
söylemenin değil, nasıl oturulacağından nasıl davranacağına kadar çok yönlü
bir eğitimin verildiği bir sistem olarak bilinmektedir. Meşk, hat sanatından
alınmış bir terim olmakla beraber bir öğretici rehberliğinde önce harflerin
daha sonra belirli kalıp yazıların defalarca tekrar edilerek öğrenilmesi
anlamını taşır. Hafızaya alınmış eser sayısı bir sanatkârın değerini ve
seviyesini belirleyen ölçüt olarak düşünülmüştür. Osmanlı Türk müziğinin
eğitimi açısından bakıldığında da geniş bir repertuarın öğreticiden
öğrenilerek hafızaya alınması öğrencilerin de o repertuarı gelecek kuşaklara
aktarması açısından önemlidir (Beşiroğlu, 2009: 935). Uzdilek, (1977: 63)
İlim ve Mûsikî adlı eserinde meşk sistemine değinerek; ses ilminin müziği
öğrenmek ve öğretmek konusunda büyük yardımı olduğunu ancak müzik
öğrencisine müziğin ilmi konularının nadiren öğretildiğini, öğrencilerin
çoğunun deneysel usûlle yani usta (hoca) sından görerek senelerce taklit
yoluyla öğrendiğini dolayısıyla kendi yetilerini kullanma fırsatını
kaybettiklerini vurgulamıştır. Beşiroğlu (2009:934) ise meşk sistemini temel
olarak Osmanlı Türk müziği geleneğine dayanan ve günümüze kadar
ulaşması zor yazılı belgelerden daha çok hafızayla gerçekleşmiş olan bir
eğitim sistemi olarak tanımlamaktadır. Tümer (1964:13), Türk müziğinin
işitmekle öğrenildiğini belirtirken her şeyden önce kulaktan beyne aktarılan
seslere alışmanın ve bu sesleri sağlama özelliğini geliştirmenin gerekliliği
üzerinde durmuştur ve meşk sisteminin Türk müziği yapısı içerisindeki
önemini belirtmiştir.
Türk müziğinin tarihsel süreci içerisinde önemli bir yere sahip olan
ve günümüze kadar süregelmiş olan meşk sisteminin tanımına pek çok
kaynakta rastlanmaktadır. Uygulanması son derece basit olan bu müzik
öğretim yönteminde seslendirilecek olan eserin güftesi öğrenciye yazdırılır
veya basılmış bir güfte mecmuasından yararlanılır. Seslendirilecek olan
eserin usûlü, öğrenciye hatırlatmak amacıyla birkaç kez vurulur. Hoca eseri
önce bölüm bölüm (zemin, nakarat, meyan, varsa terennüm) daha sonra bir
bütün olarak öğrencinin hafızasına eksiksiz bir şekilde yerleşinceye kadar
defalarca okutturur. Öğrenci eseri tereddütleri ve yanlışları ortadan
kalkıncaya kadar tekrar eder (Behar, 2003:16). Tanrıkorur (2003:87), Türk
müziğinin genel karakterini ortaya koyan başlıca özelliklerini arasında;
mecburiyet olmadıkça notadan değil “meşk” sistemi ile üstattan öğrenilen ve
6
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 1-19
notaya bakılarak değil ezberden icra edilen bir müzik olduğunu söyleyerek
Türk müziğinde meşk sisteminin önemine değinmiştir. Meşk sistemi sadece
bir müzik öğretimi olmamakla beraber eğitici ile öğrenci arasında bir
iletişimin, yaşam felsefesinin de geliştirildiği pek çok farklı alanda eğitimin
verildiği ortam niteliğindedir. Bireylerin müzikal becerilerinin gelişiminin
yanı sıra kültürel ve mesleki gelişimine de katkı sağlamaktadır (Özcan,
2010:14). Bireye bu tür olumlu katkılar sağlayan meşk sisteminde müzik
yazısı eğitiminin geri planda kalması ve pek çok eserin notaya
aktarılmaması, Türk müziğindeki çoğu eserin unutulmasına veya günümüze
kadar bazı yanlış ve eksikliklerle gelmesine sebebiyet vermiştir. Fakat şu
konu da önemle üzerinde durulması gereken bir konudur ki; gerek icrâ ve
üslûp hususunda gerekse nazarî (teorik) anlamda olsun Türk müziğinin, Türk
müziğine hâkim bir eğitici (usta) ile çalışılması gerekmektedir. Cem Behar
(2003:79) Aşk Olmayınca Meşk Olmaz- Geleneksel Osmanlı/Türk
Müziğinde Öğretim ve İntikal kitabında; Klâsik Türk Müziğinin önde gelen
önemli ses icracılarından birisi olan Münir Nurettin Selçuk’un sözlerine şu
şekilde yer vermiştir:
“Pek küçük bir yaşta mûsikî öğrenmeye başladığım sıralarda
hocalarımdan işitip her zaman hatırladığım mühim sözlerden bir tanesi de:
Türk mûsikîsi hânende mûsikîsidir. Bunu da ehlinden ve bir ‘fem-i muhsin’
den öğrenmek gerekir, sözü olmuştur… Mûsikîmizi hakkıyla öğrenmek ve
lâyıkıyla terennüm edebilmek için fikrimce bunu muhakkak olarak eskilerin
dediği tarzda yapmak, iyi ve sahib-i salâhiyet (yetkili) bir ağızdan tavır ve
edası ve bütün incelikleriyle meşk ve talim etmek lazımdır”.
Teorik açıdan incelendiğinde Türk müziği nazariyatında Karcığar,
Sûznâk, Hicazkâr, Hüzzam ve Şedaraban gibi makamlarda kullanılan ve 4
komalık bemolle gösterilen perdelerin hiçbirinin söz konusu makamlarda
icra esnasında aynı olmadığı görülmektedir. Bu durum meşk sisteminin
gerekliliğini ortaya koymaktadır. Uşşak makamının kendi melodik yapısı
içinde kullanılan ve 1 koma ile gösterilen si sesi (segâh perdesi) de aynı eser
içerisinde iniş ve çıkış yönlerinde farklı icrâ edilmektedir. Bu örneklerin
diğer makamlarla da ilişkilendirilerek çoğaltılması mümkündür. Teorik
açıdan bu denli gerekli olan meşk sisteminin, eserlerin notaya
alınmamasından dolayı günümüze kadar birçok eserin unutulması açısından
dezavantajları da gözükmektedir.
Meşk sisteminde bireyin eseri hafızasına almasında en önemli unsur
usûldür. Usûlündarpları eserin melodisiyle ilişkili olduğu için usûl vurarak
eseri icrâ etmek eseri ezberlemeyi kolaylaştırır niteliktedir. Birey eseri
ezberlerken aynı zamanda hocasından teorik bilgiler de edinmektedir. Bu
süreç içerisinde kendi üslûp (bir eserin güftenin anlamına göre ifade edilip
makam, ritim ve formuna uygun olarak bestekârın estetik anlayışını da göz
ardı etmeden kendi icra şeklini de katarak yorumlaması) ve tavrını
7
S. Yağcı / Türk Sanat Müziğinde Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi Dersi İçin Bir Repertuar
Önerisi
geliştirmeye çalışan birey için teknik anlamda sesini doğru kullanabilmesi
açısından “ses eğitimi” büyük önem taşımaktadır.
Meşk sisteminde verilen eğitimle birey hem saz müziği hem sözlü
müzik repertuarını geliştirme imkânı bulmaktadır. Fakat en önemli çalgı
olarak bilinen insan sesinin, sadece üslûp ve tavrı taklit etmekle
geliştirilemeyeceği de göz önünde bulundurulması gereken bir husustur.
Meşk sisteminde rastlanmayan ama bireye yararları olacağı düşünülen ses
eğitimine yönelik yapılacak teknik çalışmaların bireyin üslûp ve icrâsını da
olumlu yönde geliştireceği bilinmektedir.
3.Türk Sanat Müziği Eğitiminin Verildiği Kurumlar ve Bu
Kurumlarda Ses Eğitimi
Müzik kültürünün gelecek kuşaklara aktarılması, bireylerin
kendilerini gerek ses gerekse çalgı alanında yetiştirebilmesi konularında
hizmet veren ve toplumun kültürel yapısını etkileyen kurumlardan ve bu
kurumlardaki müzik eğitiminden bahsetmekte yarar vardır. Osmanlılar
zamanında müzik eğitim kurumlarını, Enderunlar, Mevlevihaneler, cami ve
tekkeler, mehterhaneler ve özel meşk haneler gibi kurumlar oluşturmaktaydı.
Öğrencileri ve eğitimcileri subaylardan oluşan ve müzik dalı doğrudan
padişahın şahsına bağlı bulunan Enderûn-ı Hümayûn’da özel yetenekli
öğrenciler seçilip eğitim verilmekteydi. Dini müzik eğitimi de yapılan ve
sarayın hâfız, müezzin ve imamlarının da yetiştiği bu kurumdaki müzik
öğretiminde İtalya’dan eğitimcilerin getirtilip batı müziği eğitim sisteminin
ön plana çıkmasıyla ve Türk müziğine verilen önemin azalmasıyla 1908
yılında kapatılmıştır (Ak,2002:27).Kültürel aktarımın sağlanmasında ve
geliştirilmesi açısından Mevlevihanelerin Geleneksel Türk müziğine
katkıları büyüktür. Mevlevihanelerde sema yapıldığı ve bu sema ayinlerinin
müziksiz yapılamayacak olmasından dolayı her mevlevihanede müzik
teşkilatının olduğu pek çok kaynakta yer almaktadır. Mevlevihaneler büyük
müzik okulları olarak yüzyıllarca müzik alanında dâhiler yetiştirmiştir. Bu
eğitim kurumlarında sadece Mevlevi müziği değil dindışı ve dini müziğin
her çeşidinin edebiyat, dil gibi diğer sanat dallarıyla beraber öğretildiği de
pek çok kaynakta mevcuttur. Tarikat ve tekkelerin çoğunda az veya çok
müzik faaliyeti bulunduğu fakat bunların birer müzik eğitim kurumu olarak
teşkilatlanmadıkları da kaynaklardan aktarılmaktadır. Cami ve camilere
bağlı bölümlerde de dini müzik icra edilmiş fakat saz eğitimi bunun içine
girmemiştir. Pek çok hafız ve din adamının aynı zamanda müzikle
ilgilendikleri halde cami çerçevesinde dindışı müzik icra ettikleri
görülmemiştir. Askeri müzik için eğitim yerinin Mehterhane-i Hümayûn
olduğu bilinmektedir. İstanbul merkez teşkilatında, eyalet ve vilayet
merkezlerinde ve büyük imparatorluk kalelerinde mehter takımı
bulunmaktaydı. Buralarda müzik yeteneği olan ve asker sınıfından olan
8
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 1-19
istekli kişiler müzik alanında yetiştirilirdi. 1826’da Mehterhane kaldırılıp
yerine ilk batı müziği eğitiminin verilmeye başlandığı ve padişahın şahsına
ve saraya bağlı bir kurum olan Muzika-i Hümayûn açılmıştır. Hem Türk
müziği hem de batı müziği eğitimi alan ilk Türklerin bu kurumda yetiştiği
bilinmektedir (Ak, 2002:28). Özel dershane ve ev toplantılarında da bazı
müzik eğitimcileri ve müzisyenlerin evlerine öğrenci kabul edip bireysel ve
toplu olarak meşk ettiği de bilinmektedir (Ak, 2002:29). Aktarıldığı üzere
Türk müziği eğitimi, dini, dindışı, askeri müzik olarak çeşitli kurumlarda
farklı uygulamalarla verilmiştir fakat tarihsel sürece bakıldığında bu
kurumlarında ses eğitimine yönelik teknik çalışmalara rastlanmamaktadır.
Söz konusu bu kurumlarda eserlerin meşk sistemi içerisinde taklit
yöntemiyle yapıldığı anlaşılmaktadır.
4.Günümüz Türk Müziği Konservatuvarlarında Ses Eğitiminin
Durumu
Bireyin icrâ ve üslûbunu geliştirmede önemli bir yere sahip olan ses
eğitiminin ders bağlamında günümüz Türk Müziği konservatuarlarında
işleniş tarzı önem arz etmektedir. Günümüzde Türk Müziği
konservatuarlarında ses eğitimi dersleri toplu ses eğitimi ve bireysel ses
eğitimi olarak işlenmektedir. Toplu ses eğitiminde dersin başında nefes
egzersizleri yapılmakta ve daha sonra piyano eşliğinde ses egzersizleri
uygulanmaktadır. Bireysel ses eğitiminde de perdeli bir Türk Sanat Müziği
çalgısı eşliğinde farklı formlarda eserler icra edilmekte ve üslûp ve tavrı
geliştirmeye yönelik ses egzersizlerine yer verilmektedir. Özcan (2010: 3435), araştırmasında bu konuyu öğretmen ve öğrenciler açısından ele alarak
bir takım tespitlerde bulunmuştur. Türk müziği konservatuarlarında
verilmekte olan ses eğitimi sürecinde öğrencinin ses sağlığının dikkate alınıp
alınmadığı, sesi kullanırken, sesin gürlüğü, rejister geçiş tonları, diksiyon,
artikülasyon, anlaşılırlık, ritmik uyumun sağlanması, entonasyon, eserin
makamsal özellikleri ve bireyin ses yapısına özen gösterilip gösterilmediği,
seslendirilen eserlerin türü ve teknik düzeylerinin uygunluğu, seslendirilen
eserlerin üslûp ve dönem özellikleri açısından Türk müziği üslûbuna
uygunluğu, yapılan bireysel ve toplu ses eğitiminin uygunluğu, yapılan
teknik çalışmaların şarkı söylemeyle ilgili yeni bir yaklaşım içerip
içermediği, ses eğitimi derslerinin öğretim planında belirlenen amaca ulaşıp
ulaşmadığı ve ses eğitimi dersini destekleyici yardımcı bir derse ihtiyaç olup
olmadığı konularında öğretmen ve öğrencilerden alınan görüşlere yer
verilmiştir. Bu görüşler doğrultusunda günümüz Türk Müziği
konservatuarlarında yapılan ses eğitimi derslerinin yöntem açısından
farklılık gösterdiği ve eğitim-öğretim yöntem birliğinin olmadığı
belirlenmiştir. Aynı zamanda ses eğitimi ders saatlerinin belli standartlarda
olmadığı ve Türk müziği üslûp ve tavrını geliştirmede yetersiz olduğu
9
S. Yağcı / Türk Sanat Müziğinde Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi Dersi İçin Bir Repertuar
Önerisi
görüşüne varılmıştır (Özcan, 2010:94-95). Müziğin uygulamalı ve bir anlık
zaman diliminde seslendirilip, kaydedilmediğinde tekrar aynı şekilde
yinelenemeyen bir sanat dalı olması, anlık duygu ve diğer etkenlerin yapılan
icrayı derinden etkilemesi gibi pek çok sebep notaya alınsa bile eserin
yorumlanmasında her seferinde farklılıkların oluşmasına ve icracıdan
icracıya farklılaşan yorumların ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Bu durum
ister Avrupa, Amerika, Uzak Doğu vb. olsun isterse Türk müziği olsun, her
tür ve formda, müziğin bir ustadan öğrenilmesini gerekli kılmaktadır. Bu
durumda Türk sanat müziğinin böylesi bir usta çırak ilişkisinden mahrum
bırakılması, sadece nota yoluyla seslendirilmesi veya meşk sisteminin
kullanılmaması önerilmemelidir. Aksine eğitim yöntemleri işe koşularak
daha etkin bir biçimde kullanılmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
Aslında müziğin her dalında verilen eğitimin bir çeşit meşk olduğu da öne
sürülebilir. Aradaki fark kullanılan yöntemlerin geliştirilmiş olmasıdır.
Ayrıca Meşk sisteminde, kaynaklardan edinilen bilgiye göre belli bir ses
eğitimi yöntemi bulunmasa da sadece öğrencinin eğitimciden teorik ve
uygulamalı olarak Türk müziğini öğrendiği bir sistem olarak da
gösterilmemelidir. Çünkü meşk sistemi aynı zamanda yaşam içinde belirli
bir adabın, düzenin, görgünün ve kültürün aktarıldığı bütün bir eğitim
sistemidir. Dolayısıyla yüzyıllardır günümüze kadar süregelmiş böyle köklü
bir sistemde; taklit yoluyla da olsa öğrencinin hocasından edindiği belirli
kültür birikiminin yanı sıra güzel şarkı söyleme tekniğini de alması üzerinde
durulması gereken bir konudur.
5. Yöntem
Çalışmada, tarama modeli esas alınarak ses eğitiminin geçmişteki ve
halen var olan durumu betimlenmeye ve tanımlanmaya çalışılmıştır
(Karasar, 2009:77). Türk Sanat Müziği Ses Eğitimi hazırlık sınıfına yönelik
bir ses repertuar oluşturulmaya ve oluşturulan bu repertuara uygun ses
eğitimi alıştırmaları hazırlanmaya çalışılmıştır. Türk Sanat Müziği ses
eğitimi, temel unsurları açısından ele alınmış ve eserler bu unsurlara göre
seçilerek ses eğitimi derslerinde kullanılmak üzere bir sıralamaya tâbi
tutulmuştur. Repertuarın hazırlanması, ve oluşturulması analitik çalışma
yöntemlerini gerektirdiğinden, bu alanda kullanılabileceği düşünülen eserler,
melodik yapıları, ses alanları, eserin ihtiva ettiği süslemeler, inici-çıkıcı olma
özellikleri açılarından incelenmiş, ses eğitiminin temel hedefleri olan sesi
rezonans bölgesine taşıma, vokalleri açık ve anlaşılır çıkarma, rejister
bütünlüğünü sağlama, sesleri pestten tize veya tizden peste doğru temiz bir
şekilde kullanma gibi konulara yardımcı olacağı düşünülen eserler
belirlenmiştir. Ardından eserler üzerinde yapılan analitik çalışmalarla, zorluk
tespit edilen yönleri belirlenerek çeşitli alıştırmalar yoluyla bu zorlukların
aşılması için ses alıştırmaları ortaya konmuştur. Araştırma Afyon Kocatepe
10
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 1-19
Üniversitesi Devlet Konservatuarı Türk Sanat Müziği Bölümü Ses Eğitimi
Anasanat Dalı Ses Eğitimi dersi programı ile sınırlandırılmıştır. Bu ders
programının işlenmesine yardımcı olacak nitelikte seçilen eserlere yönelik
ses eğitimi alıştırmaları ile öğrencinin eserler üzerinde doğru bir ses tekniği
ile üslup ve tavrını geliştirmeleri amaçlanmaktadır. Araştırmanın, alana katkı
sağlaması,bu konudaki diğer araştırmalara destek olması, verilmekte olan ses
eğitiminin niteliğinin yükseltilmesi, ses eğitimi ile repertuar çalışmalarını bir
bütün halinde ele alma düşüncesini ortaya koyması açısından önemli olduğu
düşünülmektedir.
6.Bulgular ve Yorum
Türk Sanat Müziği ses eğitimi hazırlık aşamasında nasıl bir repertuar
kullanılmakta olduğu, daha sistematik bir repertuar önerisinin nasıl
olabileceği, bu repertuara uygun ses eğitimi alıştırmalarının ne şekilde
hazırlanabileceği ve ne tür alıştırmaların kullanılabileceği tespit edilmeye
çalışılmıştır. Buna yönelik olarak ses alanına, ritmik ve makamsal yapısına,
aralık yapısına dikkat edilerek Türk Sanat Müziği repertuarından 12 eser
seçilerek hazırlık sınıfı ses eğitimi dersi için repertuar oluşturulmuştur.
Seçilen bir eser üzerinde de eserin öğrenilmesini kolaylaştıran ses eğitimi
alıştırmaları geliştirilmiştir. Eserlerin hangi hususların dikkate alınarak
seçildiği ve ses eğitimi egzersizlerinin neye yönelik geliştirildikleri alt
başlıklar halinde açıklanmıştır.
6.1.Türk Sanat Müziği Ses Eğitimi Hazırlık Aşamasında
Kullanılacak Eserlerin Niteliği
Uzun yıllar meşke dayalı olarak yürütülen ses eğitiminin
konservatuvar çatısı altında, eğitim bilimlerinin çalışma yöntemleri de göz
önünde bulundurularak verilecek bir ses eğitiminin geliştirilmesi önemlidir.
Hazırlık sınıfından başlayarak ses eğitiminde kullanılacak materyal ve
öğretim araçlarının bir bütünlük çerçevesinde ele alınması verilecek eğitimin
niteliğinin artmasını sağlayacağı, birinden ötekine değişen bir çalışma biçimi
yerine sistematik veöğrencilerin bireysel gelişimini dikkate alan bir
yaklaşımın daha verimli olacağı açıktır. Bu görüşlere dayalı olarak, Türk
Müziği konservatuarı hazırlık sınıfı için iki dönem olmak üzere aşağıdaki
gibi bir repertuar programı hazırlanmıştır.
Repertuarın hazırlanmasında kullanılacak eserlerin seçiminde,
eserlerin ses alanı ritmik yapısı, makamsal yapısı, aralık yapısı, form yapısı
dikkate alınmış, basitten zora bir sıralama yapılmaya çalışılmıştır.
11
S. Yağcı / Türk Sanat Müziğinde Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi Dersi İçin Bir Repertuar
Önerisi
Tablo1:Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi Dersi İçin Önerilen
Repertuarda Yer Alan EserlerinSes Alanı, Aralık Yapısı ve Kullanılan
Sesli ve Sessiz Harflerin Sıklığına Göre Değerlendirilmesi
Eser Adı
Ses Alanı
Aralık Yapısı
Eserde en çok
kullanılan ünlü
ve ünsüzler
Yine bir gülnihal
Yegâh-Tiz Segâh
B3-T4-K2
e-a-ü-l-b-n
Yüzündür cihânı
münevver eden
Irak-Muhayyer
B3-T4-B2-K2-
e-i-ü-d-n-r
Karlı dağı aştın
geldim
Irak-Acem
B2-K2-B3-T5
a-ü-u-m-d-n
Erişdi nevbahar
eyyâmı
Rast-Tiz Nevâ
B3-K2
T4-T5-B2
e-a-i-r-g-y
Gül yüzlülerin
şevkine gel
Dügâh-Tiz
çargâh
B2-B3-T5-
e-i-a-y-m-ş
Hicran oku sinem
deler
Dügâh-Tiz
buselik
B2-B3-T4
e-a-i-r-m-k
Gülşende yine
ah-ü enin eyledi
bülbül
Rast-Tiz çargâh
K2-B2-T5-B7
e-ü-i-l-n-y
Nerelerde kaldın
ey serv-i nâzım
Irak-Tiz çargâh
B2-B3-T5
e-a-i-r-n-b
Geçti bahar
hazan erdi bu
yerde
Nim zirgüle-Tiz
buselik
B2-B3
e-a-ü-r-d-n
Yine bağlandı dil
bir nev nihale
Rast-Tiz çargâh
B2-T4-T5-B3B6
a-e-i-l-n-z
Ben gibi sana
aşıkıüftade
bulunmaz
Rast-Muhayyer
T5-T4-B2-B3
a-i-e-b-n-l
Nideyim sahn-ı
çemen seyrini
Rast-Acem
B3-T4-B2
a-i-o-n-l-m
Hazırlık sınıfı ses eğitimi dersi için seçilen eserlerde ses alanı, aralık
yapısı dikkate alınmaya çalışılmıştır. Eserlerde yakın aralıklar içeren yapıdan
12
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 1-19
atlamalı aralık içeren eserlere doğru bir sıralamaya gidilmiş, eserlerde en sık
kullanılan ünlü ve ünsüz fonemler yapılacak ses alıştırmalarında yol
göstermesi için belirlenmiştir.
Piyano ile yapılacak ses alıştırmalarını desteklemesi ve eserdeki ses
aralıklarının öğrenci tarafından daha iyi anlaşılabilmesi için örnek olarak
“yüzündür cihanı münevver eden” isimli eser seçilmiş ve buna yönelik ses
alıştırmaları aşağıda belirlenmiştir. Ses alıştırmalarında, eserde kullanım
sıklığına göre e-i-ü-d-n-r ünlü ve ünsüz fonemlerinin kullanılmasının uygun
olacağı kanısına varılmıştır.
Tablo2: Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi Dersi İçin Önerilen
Repertuarda Yer Alan Eserlerin Makam, Bestekar, Usûl ve Form
Açısından Değerlendirilmesi
Eser Adı
Makam
Bestekâr
Usûl
Form
Yine bir gülnihal
Rast
Dede
Efendi
Semâî
Şarkı
Yüzündür cihânı
münevver eden
Rast
Dede
Efendi
Yürük
Semâî
Şarkı
Karlı dağı aştın
geldim
Rast
Rıfat Bey
Sofyan
Şarkı
Erişdinevbahareyyâmı
Nihavend
Arif Sami
Toker
Semâî
Şarkı
Gül yüzlülerin
şevkine gel
Bayâti
Tab’i
Mustafa
Efendi
Yürük
Semâî
Yürük
Semâî
Hicran oku sinem
deler
Hüseyni
Şevki Bey
Türk
Aksağı
Şarkı
Gülşende yine ah-ü
enin eyledi bülbül
Rast
Muallim
İsmail
Hakkı Bey
Yürük
Semâî
Nakış
Yürük
Semâî
Nerelerde kaldın ey
serv-i nâzım
Nihavend
Muallim
İsmail
Hakkı Bey
Türk
Aksağı
Şarkı
Geçti bahar hazan
erdi bu yerde
Buselik
Fehmi
Tokay
Düyek
Şarkı
13
S. Yağcı / Türk Sanat Müziğinde Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi Dersi İçin Bir Repertuar
Önerisi
Yine bağlandı dil bir
nev nihale
Nevâ
Zekâi Dede
Efendi
Yürük
Semâî
Şarkı
Ben gibi sana
aşıkıüftade bulunmaz
Hüseyni
Tab’i
Mustafa
Efendi
Yürük
SemâîAksak
Semâî
Yürük
Semâî
Nideyim sahn-ı
çemen seyrini
Hicaz
Hacı
Sadullah
Ağa
Yürük
Semâî
Yürük
Semâî
Makam, usul ve form açısından ele alınan eserler, hazırlık
sınıfındaki öğrencilerin hazır bulunuşluk düzeyleri (Güzel Sanatlar Liseleri
hariç liselerden mezun olma durumları) dikkate alınarak sıralanmaya
çalışılmıştır. Programa alınan makamlar arasında bir öncelik sonralık ilişkisi
ve çeşitlilik arz etmesi ve öğrencilerin farklı makamları tanımaları
önemsenmiştir. Buna göre yapılan sıralamanın hem öğrencilerin müzik
kültürlerinin gelişmesine yardımcı olması, hem de süreç içerisinde daha
sistemli bir çalışma ortaya koymalarına hizmet etmesi düşünülmüştür. İlk iki
sırada yer alan “Yine bir gülnihal” ve “Yüzündür cihânı münevver eden”
adlı eserler aynı zamanda piyano ile çalışmaya da olanak vermesi açısından,
piyano eşliğinde yapılacak ses alıştırmalarını da desteklemektedir. Sesin
kullanımına yönelik temel alışkanlıkların edinildiği başlangıç aşamasında bu
tür eserlerin kullanılmasının öğrencilerin, ses eğitimiyle ilgili bazı soyut ve
temel kavramları daha iyi anlamalarını ve uygulamalarını sağlayacağı
düşünülmektedir. Örnek olarak gösterilen “Yüzündür cihanı münevver eden”
adlı eserde sıralı sesler dar bir alanda yer almaktadır. Eserin meyan
bölümünün ise rejister bütünlüğünü sağlamak ve sesin oluştuğu bölgeyi
tanımayı kolaylaştırmak açısından faydalı olacağı düşünülmektedir. “Yine
bir gülnihal” adlı eserin ritmik yapısı basittir. Eserin ses alanı geniş olmakla
beraber melodik yapısı kolay anlaşılır niteliktedir. Eserin meyan bölümü
yine rejister bütünlüğünü sağlaması açısından önemlidir.
6.2. “Yüzündür Cihanı Münevver Eden” Adlı Şarkıya Yönelik
Geliştirilen Ses Alıştırmaları
Dede Efendi’nin “Yüzündür cihanı münevver eden” adlı şarkısı
piyano eşliğinde seslendirilmeye de uygun bir şarkı olması sebebiyle piyano
eşliğinde yapılacak ses eğitimi uygulamalarından Türk Sanat Müziği
uygulamalarına ve repertuar çalışmalarına geçişte bir köprü gibi
düşünülebilir. Bu görüşe dayalı olarak oluşturulacak ses alıştırmalarının daha
kısa bir sürede başarıya ulaştıracağı umulmaktadır.
14
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 1-19
Aşağıda yer alan alıştırmalardan ilki, eserin birinci, ikinci ve üçüncü
ölçülerinde yer alan ses aralıklarını çalıştırmak, ses bütünlüğünü
kazandırmak, ses alanını geliştirmek amacına hizmet etmek üzere
hazırlanmıştır.
1.
Ses eğitiminin genel çizgisi içerisinde yapılmakta olan çalışmalara
eklenecek bu çalışmada ‘ni’ ve ‘ne’ heceleri kullanılabilir.
2.
Bu alıştırma, dörtlü aralık seslendirme becerisini geliştirmek,
makamsal geçişlerin entonasyon sorunlarını çözmek amacını taşımaktadır.
Alıştırmanın uygulanmasında ‘e-i-ü-d-n-r’ harflerinden oluşturulacak heceler
kullanılabilir.
3.
Üç numaralı alıştırma, hem dörtlü aralık çalışmasıdır, hem de çıkıcı
aralıkları ses bütünlüğünü bozmadan çalıştırmak amacını taşımaktadır.
4.
Bu alıştırma, beşli aralık çalıştırmaya yönelik bir çalışmadır. Ayrıca
küçük ikili aralığa yer vermesiyle eserin 11. , 12. ve 13. ölçülerinde sıkça
duyulan bu aralığın pekiştirilmesi hedeflenmektedir.
5.
Yukarıdaki alıştırma diyafram egzersizi niteliğinde olup ayrıca
küçük ikili aralığını geliştirmeyi amaçlamaktadır.
15
S. Yağcı / Türk Sanat Müziğinde Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi Dersi İçin Bir Repertuar
Önerisi
6.
Bu alıştırma, eserde yer alan bağlı sesleri heceleri bölmeden
seslendirmeye yönelik geliştirilmiş bir alıştırmadır.
Alıştırmalar, hazırlık aşamasına yönelik hazırlandıkları için oldukça
basit ve anlaşılır olmalarına, eserdeki aralık yapısını seslendirme becerisi
kazandırmalarına, ses bütünlüğü oluşturmalarına, ses alanını geliştirmelerine
dikkat edilmiş ve öğrencilerin seslendirme üslubu ve tavrı kazanmalarına
yardımcı olacak biçimde hazırlanmalarına özen gösterilmiştir.
SONUÇ ve ÖNERİLER
Eğitim planlı ve sistematik bir biçimde ele alınması gereken bir
alandır. Hangi tür veya alan olursa olsun bir işin eğitimi veriliyorsa plan ve
programlama devreye girmeli, öğrencilerin gelişimi kendi haline
bırakılmamalıdır.
Bu çalışmada Türk Sanat Müziğinde ses eğitiminde kullanılabilecek
materyallerin bir sıralaması yapılmış olmakla birlikte eğitimciden eğitimciye
uygulanacak repertuarı oluşturan eserlerin değişebileceği de bir gerçektir.Bu
sıralamanın, öğrencilere verilecek ses eğitiminde bir repertuarı temel
almanın (diğer branşlarda olduğu gibi) Türk Sanat Müziği alanında ses
eğitiminde de başarıyı artıracağı düşünülmektedir. Ses eğitimi
uygulamalarında öğrenciye kazandırılması düşünülen alışkanlıklar ve hedef
davranışlar pek çok uzman tarafından ele alınmış olmakla birlikte, Türk
Sanat Müziği eğitiminde daha az çalışma mevcut olduğundan yeterli
olduğunu söylemek zordur. Bu nedenle Türk Sanat Müziği alanında yapılan
ses eğitiminde makam yapısı, ritim yapısı, ses alanı ve aralık yapısı gibi
etkenleri de dikkate alan çalışmalara ihtiyaç vardır. Türk Sanat Müziği
hazırlık sınıfı ses eğitimi dersi için seçilen 12 eser, basit makamsal ve ritmik
yapı içerdikleri, ses alanı ve aralık yapısı zorluk derecesinde olmadığı
düşünüldüğü için önerilmektedir. Gerek makamsal ve ritmik yapı, gerekse
ses alanı ve aralık yapısı düşünülerek oluşturulan eser sıralamasının çok
yönlü bir yaklaşımı ortaya koymasından dolayı başarıyı da etkileyeceği
umulmaktadır. Esere hazırlayıcı nitelikte geliştirilen ses eğitimi alıştırmaları
da eserin ses alanı, aralık yapısı, makamsal ve ritmik yapısıyla ilgili unsurları
içerdiğinden dolayı, öğrencinin eseri daha kolay bir şekilde öğrenmesini
sağlayacağı düşünülmektedir.
Türk Sanat Müziğinde ses eğitimi, bu alanın ihtiyaçları dikkate
alınarak verilmelidir. Alana uygun seçilecek eserlerden oluşturulacak ses
16
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 1-19
eğitimi çalışmalarını kapsayan bir kitabın alanda büyük bir boşluğu
dolduracağı tahmin edilmektedir. Ayrıca, ses eğitimi vermekte olan
eğitimcilerin sadece Türk Sanat Müziğini değil, ses eğitimi alanının da
gereklerini yerine getirebilecek donanıma sahip olmak üzere çalışmalar
yapmaları, öğrencilerinin doğru alışkanlıkları kazanmalarında oldukça etkili
olacağı ön görülmektedir. Farklı çalgıların kullanılmasının ise hem ses
tekniğine yönelik becerilerin edindirilmesinde etkili olacağı hem de Türk
Sanat Müziği üslup ve tavrının geliştirilmesinde kolaylık sağlayacağı
sanılmaktadır.
Her türde ve her alanda verilen eğitimde kolaydan zora, basitten
karmaşığa, somuttan soyuta bir süreç izlenmelidir. Bu ilkeler göz önünde
bulundurularak ses eğitiminde, bireysel unsurlar da dikkate alınarak, belli bir
hiyerarşinin izlenmesinin, basit eserlerden, basit makamlardan, basit
usullerden daha zorlarına doğru bir sürecin takip edilmesinin yararlı olacağı
düşünülmekte, bu çalışmanın öğrenciler üzerinde yapılacak uygulamalara
göre yeniden şekillendirilecek daha kapsamlı çalışmalara bir kaynak
oluşturması umulmaktadır.
17
S. Yağcı / Türk Sanat Müziğinde Hazırlık Sınıfı Ses Eğitimi Dersi İçin Bir Repertuar
Önerisi
Kaynakça
Ak, A. Ş. (2002), Türk Mûsikîsi Tarihi, Ankara: Akçağ Yayınları.
Behar, C. (2003), Aşk Olmayınca Meşk Olmaz- Geleneksel
Osmanlı/Türk Müziğinde Öğretim ve İntikal, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Beşiroğlu, Ş. Ş. (2009), Türk Müziğinin Dünü Bugünü ve Yarını, 38.
ICANAS Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi (10-15
Eylül 2007). Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu. 933949.
Birol, K. B. (1997), Bireysel Söyleme (Şan) Derslerinde Halk
Türküleri ve Dağarcık Sorunu, İstanbul: Orkestra Aylık Müzik Dergisi
(283).
Cevanşir, B. ve Gürel, G. (1982). Foniatri (Sesin Oluşumu,
Bozuklukları ve Korunmasında Temel İlkeler), İstanbul: İstanbul Üniversitesi
Tıp Fakültesi.
Çevik, S. (1997), Koro Eğitimi ve Yönetim Teknikleri, Ankara:
Doruk Yayıncılık.
Davran, Y. (1997), Şarkı Söyleme Sanatının Öyküsü, Ankara:
Evrensel Müzikevi.
Evren, G. F. (2006), Ses Eğitimi Yöntemlerinin Ses Hastalıkları
Tedavisinde Kullanımı, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya.
Göğüş, İ. M. (2000), İnsan Sesinin Bakımı Korunması ve Eğitimi,
Bursa.
Karasar, N. (2009), Bilimsel Araştırma Yöntemi, 20. Baskı, Ankara:
Nobel Yayın Dağıtım.
Koçak, O. (1998), Ses Eğitimi ve Şarkı Sanatı, İstanbul: Esin
Yayınları.
Ömür, M. (2001), Sesin Peşinde, İstanbul: Pan Yayıncılık.
Özcan, Ö. (2010), Geleneksel Türk Sanat Müziğinde Uygulanan Ses
Eğitimi Yöntemlerinin İncelenmesi, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Afyonkarahisar.
Özsan, E. (2010), Metodik Şan Eğitimi, İstanbul: Moss Kitapsal
Basım Yayın Evi.
Sabar, G. (2008), Sesimiz-Eğitimi ve Korunması, İstanbul: Pan
Yayıncılık.
Say, A. (2005), Müzik Ansiklopedisi 3. Cilt, Ankara: Müzik
Ansiklopedisi Yayınları.
Şenocak, F. (1993), Kulak Burun Boğazda Semptom ve Sendromlar,
2. Basım, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Basımevi.
18
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 1-19
Tanrıkorur, C. (2003), Müzik, Kültür ve Dil, İstanbul: Dergah
Yayınları.
Türkmen, E. F. (2007),Ulusaldan Evrensele Ses Eğitiminde Kütahya
Türküleri, Kütahya: Ekpres Matbaası.
Töreyin, A. M. (1998), Türkiye Türkçesi Dil Bilgisi Yapısının Şan
Eğitimi Amaç, İlke ve Teknikleri Açısından İncelenmesi, Gazi Üniversitesi
Fen Bilimleri Enstitüsü,Doktora Tezi, Ankara.
Töreyin, A. M. (2008), Ses Eğitimi, Temel Kavramlar-İlkelerYöntemler, Ankara: Sözkesen Matbaacılık.
Tümer, H. (1964), Hz. Mevlana ve Ney, Türk Yurdu Mevlana Özel
Sayısı 3. Cilt.
Uzdilek, S. M. (1977), İlim ve Mûsikî- Türk Mûsikîsi Üzerinde
İncelemeler, İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları:267.
19
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50
Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un
Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri
DOI NO: 10.5578/JSS.8223
Uğur Üçüncü1
Geliş Tarihi: 29.06.2014
Kabul Tarihi: 10.11.2014
Özet
Büyük Taarruz sırasında Fener Rum Ortodoks Patrikhanesinin dini lideri
IV. Meletios’du. Meletios, Osmanlı kanunlarına aykırı bir usulle, İtilaf Devletlerinin
aracılığıyla Patrik seçilmişti. Bu nedenle Osmanlı Devleti Hükümeti O’nun Patrik
olmasını kabul etmemiştir. Patrik olmasından itibaren Yunanistan lehine hareket
etmiştir. O, Büyük Taarruz sürecinde dini, siyasi, içtimaı ve iktisadi açıdan
Yunanistan’ın Anadolu davasına sınırsız destek vermiştir. Sadece ülkede değil
uluslararası alanda da Türkiye aleyhine; Yunanistan lehine büyük çaba
göstermiştir. Onun bu faaliyetlerini Türkler nefretle karşılamıştı.
Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Türk Ordusu 26
Ağustos 1922’de Afyonkarahisar, Kocatepe’den Büyük Taarruzu başlatmıştır. Kısa
süre içinde Büyük Taarruz Türk zaferiyle sonuçlanmıştır. Bu zafer sadece
Yunanistan için değil İstanbul’da bulunan Fener Rum Patriği Meletios için de büyük
bir yenilgi olmuştu. Büyük Taarruz sonrası Meletios İstanbul’dan çıkarılmıştı.
Ardından istifa ettirilmiştir. Böylece Büyük Taarruz sürecindeki faaliyetleri
Meletios’a pahalıya mal olmuştur.
Bu çalışmada devrin arşiv vesikaları, gazeteleri, resmi kayıtları merkezinde
Fener Rum Ortodoks Patriği Meletios’un Büyük Taarruz’daki Faaliyetleri ortaya
konmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Büyük Taarruz, Milli Mücadele, İstanbul, Patrikhane,
Meletios.
1
Doç. Dr., Karadeniz Teknik Üniversitesi, Tarih Bölümü, [email protected]
21
U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri
The Activities of the Fener Greek Orthodox Patriarch IV. Meletios in
the Great Offensive
Abstract
IV. Meletios was Fener Greek Orthodox Patriarchate’s religious leader
during the Great Offensive. Meletios was elected as Patriarch in a manner contrary
to the Ottoman laws, through Entente States. Therefore, the Ottoman Government
did not accept him as Patriarch. Meletios acted on behalf of Greece after being
Patriarch. He gave limitless support to the Greece's Anatolian case religious,
political, social, and economic aspects in process of the Great Offensive. He spent a
huge effort in favour of Greece against Turkey not only in the country and also in
the international arena. The Turks met his activities with disgust.
The Turkish Army launched the Great Offensive from Kocatepe in
Afyonkarahisar under the leadership of Mustafa Kemal Pasha, Supreme
Commander, on 26 August 1922. This victory was a great defeat not only for Fener
Greek Orthodox Patriarchate and also Patriarch Meletios in Istanbul. Meletios was
removed from Istanbul after the Great Offensive. Then He was forced to resign.
Thus, Meletios’ activities in the process of the Great Offensive were cost expensive
to for him.
In this study, Patriarch Meletios’ activities in process of the Great
Offensive will be enlightened according to the archival documents, newspapers and
official records.
Keywords: The Great Offensive, the National Struggle, Istanbul, the
Patriarchate, Meletios.
Giriş
Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi, Osmanlı İmparatorluğu yıllarında
en iyi dönemlerinden birini yaşamıştır. 1453’te İstanbul’u fetheden Sultan II.
Mehmet, fetihten sonra ilk olarak Patrik seçilen Georges Scolarius’a
Gennadios unvanını vermiş (Ercan, 1967, 411) ve Rum Ortodoks
Patrikhanesi’ne müsamahalı bir ortam oluşturmuştur2. Patrikhane sonraki
yıllarda iktidara gelen Padişahların aynı tavrı göstermesiyle haklarını
korumuştur. Öyleki Bizans’ın en güçlü olduğu devirlerde olduğundan daha
fazla nüfuza sahip olmuştur (Sofuoğlu, 1996: 118-19). Fakat zamanla
Osmanlı İmparatorluğu içerisinde meydana gelen ayrılıkçı Rum
hareketleriyle işbirliği içine girmeye başlamıştır. Venizelos’un 6 Ekim
1910’da Yunanistan Başbakanlığına getirilmesi (Baş, 2005: 35-38). Fener
Rum Patrikhanesini de doğrudan etkilemişti. Venizelos, Megali İdea 3
2
Patrikhanenin hukukî durumu ile ayrıntılı bilgi için bkz. (Atalay, 2005:1414-1440).
Megali İdea fikri, 1787’de Kerson’da, Rus Çariçesi II. Katerina ile Avusturya İmparatoru II.
Josef’in hazırladıkları ve İstanbul merkezli yeni bir Bizans Devletinin kurulmasıydı. Megali
İdeayı geniş Yunanistan anlamında ilk defa 14 Ocak 1844’te Yunanistan Başbakanı I.
3
22
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50
ülküsünün önemli taraftarlarındandı. Venizelos’un ülküsünde Anadolu ve
İstanbul’un Yunanistan’a dâhil edilmesi vardı. Venizelos, bu doğrultuda
Fener Rum Patrikhanesinin Yunanistan’ın emrine girmesi gerektiğini
düşünmekteydi. Mondros Mütarekesinin imzalanmasıyla birlikte Fener Rum
Patrikhanesini kendisine bağlı hale getirmeyi başarmıştı (Polat, 2011: 265).
Patrikhane, Mondros Mütarekesinden önce ve Mütareke Döneminde
Türkiye’deki Rumların siyasi faaliyetlerini, çeteler kurmalarını, gösteriler
düzenlemelerini, kültürel faaliyetler yürütmelerini doğrudan kontrol etmişti.
Rumların taleplerini Avrupa Devletleri hükümetlerine, kamuoylarına ve
temsilcilerine taşımak görevini üstlenmişti. Öte yandan Yunanistan’dan,
Rusya’dan ve Amerika’dan çok sayıda Rum muhacirin Türkiye’ye
yerleştirilmesini sağlamıştı r(Okur, 2002: 103). İtilaf Devletleri ve
Yunanistan Başbakanı Venizelos tarafından desteklenen Fener Rum
Patrikhanesi, Osmanlı Devleti’nin otoritesini sorgulamış, Hükümet ile
ilişkilerini kesmişti. Avrupa kamuoyunu Türkler aleyhine harekete geçmeye
çağırmıştır (Polat, 2011: 266-267). Hatta Fener Rum Patriği Doroteos
Mamalis, 17 Ekim 1919’da Ermeni Patriği Zaven Efendi ile birlikte “bütün
Türkiye’nin işgal edilmesini” istemişti (Yalçın, 2010:174).
Megali İdea ülküsüne ulaşmak için Fener Rum Patrikhanesi
öncülüğünde bazı kuruluşlar teşkil edilmiştir. Bunlardan Mavri Mira
doğrudan Fener Rum Patrikhanesinde kurulmuştu (Atatürk,1997:1).
Mütareke Döneminde merkezini İstanbul’a taşıyan Etnik-i Eterya Cemiyeti,
Kordus Komitesi, Patrikhane’nin kontrolü altındaydı (Polat, 2011: 266-268).
Fener Rum Patrikhanesi Bolşevik İhtilali nedeniyle İstanbul’a kaçan
Ruslardan silah satın almış ve bunları Rum çetelerine dağıtmıştır (Okur,
2002: 107). Mustafa Kemal Paşa Nutuk’unda bununla ilgili şunları
söylemiştir: “İstanbul Patrikhanesi ve Yunan Konsoloshanesi esliha ve
cephane deposu halini almıştır ve hatta kiliseler ibadet yerinden ziyade
askerî ambarlar gibi kullanılmaktadır” Silahlandırılan ve eğitimden
geçirilen Rumlar Yunan ordularında görev almışlardır (Güner,1998: 107).
Doretheos’un ölümünden sonra Patrik Vekilliğine Nikola
getirilmişti. Nikola’nın azlinden sonra ABD’de bulunan Venizelos, çocukluk
arkadaşı ve Atina Metropolit’i Meletios Meteksas’ın (ΜελέτιοςΜεταξάκης
1871-1935) Patrik seçilmesi yönünde çalışmalar yapmıştı (Toker,2006: 222).
Fener Rum Patrikhanesinin adayı da Meletios’du (Atalay, 2001:133-134).
Aslen Giritli olan Meletios, 1920’de Kıbrıs, 1918’de Atina
metropolitliklerine getirilmişti. 1920’de Venizelos’un Yunanistan
Kollettes kullanmıştır. Daha sonralarıMegaliİdeanın program ve hedeflerini EtnikiEteryave
Venizelosbelirlemiştir. Bkz. (Güler, 2007: 10); Bununla beraber İstanbul merkez olmak üzere
Bizans İmparatorluğunun en geniş sınırlarıyla yeniden diriltilmesi anlamında Megali İdea
fikri İstanbul’un fethine, hatta Büyük İskender’e kadar götürülmektedir. Bkz. (Sofuoğlu,
1996: 23-24).
23
U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri
Başbakanlığından düşmesinden sonra Kral Konstantin tarafından Atina
metropolitliğinden uzaklaştırılmıştı. Bunun üzerine Meletios İngiltere ve
Amerika’ya gitmişti (Toker,2006: 223). Sonuçta 8 Aralık 1921’de tartışmalı
geçen seçim sonucunda Amasya Metropoliti Yermenos’un iki oyuna karşın
Atina eski Başpiskoposu Meletios 16 rey alarak Patrik seçilmiştir(Macar,
2003: 80). Osmanlı vatandaşı olmamasına rağmen Batının baskısıyla,
Osmanlı hukukuna aykırı göreve başlayan ilk Patriktir (Arslan,1995: 416;
Topbaş, 2007: 44; Yıldırım, 2004: 71). Bu nedenle Osmanlı Devleti O’nun
Patrikliğini tanımayacağını bildirmiştir (Toker, 2006: 224). Meletios ise
İstanbul’da Rumlar tarafından sevinç gösterileriyle karşılanmış, 6 Şubat
1922’de makamına oturmuştu (Atalay, 2001:136-137). Daha ilk
konuşmasında, Anadolu’da Yunan zaferi için kiliselerde dua edileceğini
ifade etmiştir (Yıldırım, 2004: 72).
1.Büyük Taarruz Öncesinde Patrik Meletios
Patrik Meletios, Büyük Taarruz öncesinde Yunanistan’ın Anadolu
politikasına açık destek vermiştir. Şubat, Mart 1921’de başta İngiltere olmak
üzere İtilaf Devletleri nezdinde girişimlerde bulunmuştur. 1 Şubat 1921’de
İtilaf Devletleri Başbakanlarına Türkiye’de “Rumluğun kurtarılmasına” dair
telgraflar çekmiştir. 15 Şubat 1921’de İstanbul Rumlarıyla, Türkiye
idaresinde kalacak Rumlar hakkında yazdığı uzun bir yazıyı işgal güçlerinin
siyasi temsilcilerine göndermiştir. 22 Şubat 1921’de “Rumların
kurtarılması” için Londra Konferansına telgrafla başvurmuştur. 23 Şubat
1921’de Londra’ya gitmiş, burada İngiliz Kralına Patrikhanenin arması
bulunan bir diploma vererek kendisinden Sevr Antlaşmasının
değiştirilmemesi için çalışmasını rica etmiştir. 5 Mart 1921’de Edremit
halkının Yunanistan idaresini istediğine dair Londra’ya telgraf göndermiş, 9
Mart 1921’de Londra’da, Saint MaryKilisesinde, Fener Patrikhanesi’nin
Hıristiyanlık adına yaptığı mücadeleyi ve Türklere karşı açılan savaşları
anlatmıştır (Topbaş, 2007: 44-45).
Patrik Meletios, Büyük Taarruz öncesinde İstanbul Rumlarını Yunan
Ordusuna katılmaya davet etmiştir. Polis Müdürlüğü, Meletios’un bu
faaliyetlerini Dâhiliye ve Harbiye Nezaretine bildirmişti. Adı geçen
Nezaretler konuyu Meclis-i Vükelaya taşımıştır. 13 Mayıs 1922 tarihinde
Meclis-i Vükela’da gündeme alınan yazılara göre Meletios, Yunan
çıkarlarına hizmet eden konuşmalar yapmaktadır. Patrikhane, Yunan
Komiserliği ile birlikte Yunan ordusuna katılması için gönüllü ordu teşkil
etmektedir. Bunun için Yunan Konsolosluğunun üçüncü katında gönüllü
asker kaydedilmektedir. Oluşturulan birliklerin başına General Yuvamon
getirilecektir. Şimdiye kadar toplanan 12.000 kişi ilk olarak Çorlu’ya
gönderilip burada askeri açıdan hazır hale getirileceklerdir (BOA, MV.,
223/158-1). Meclis-i Vükela, bu tezkerelerin hemen İstanbul’daki yabancı
24
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50
devletler temsilciliklerine ve yurtdışındaki Osmanlı elçiliklerine
gönderilerek konu üzerinde dış ülkelerin dikkatlerini çekmek istemiştir
(BOA, MV., 223/158-1). Öte yandan Patrikhane Osmanlı Devleti hukukunu
çiğnemekte, kanunsuz eylemlere girişmekteydi. Bu durum, Osmanlı
Devleti’ni rahatsız etmekteydi. 15 Mayıs 1921’de Harbiye Nezaretinin
Meclis-i Vükela’ya gönderdiği tezkerede bu rahatsızlığı görmek
mümkündür. Meclis-i Vükela’nın 19 Mayıs 1921 tarihli oturumunda okunan
tezkereye göre, Fener civarında Osmanlı tüfeği taşıyan bir Yunan askeri
tutuklanmıştır. Zanlı, İtilaf Devletleri Polis Merkezine sevk edilirken
Patrikhane duruma müdahale etmiştir. Öte yandan tezkerede Patrikhanenin
alenen silah kaçakçılığını himaye ettiği ifade edilmiş ve bu kanunsuz
durumlar hakkında gerekli tedbirlerin alınması istenmiştir. Meclis-i Vükela
ise İtilaf Devletleri temsilcilikleri nezdinde girişimlerde bulunması için
Hariciye Nezaretine vaziyetin bildirilmesi kararı almıştı (BOA, MV.,
221/157-1).
Patrik Meletios, Büyük Taarruz öncesinde Yunan emellerine hizmet
etmeye devam etmiştir. Hıristiyanlığın manevi gücünü fazlasıyla
kullanmıştır. Dünya kamuoyunda, Türk Yunan Savaşını Müslümanlarla
Hristiyanların savaşı gibi göstermeye çalışmıştır. Bu çabayı Yunanistan
Kralı ve Hükümeti de desteklemiştir (Hâkimiyet-i Milliye, 11 Ağustos 1922,
2; Yeni Adana, 13 Ağustos 1922, 2).
Meletios, amacına ulaşmak için siyaseti de kullanmıştır.
Yunanistan’ın Anadolu ve Trakya’daki işgallerini kolaylaştırmak için yoğun
gayret göstermiştir (Babalık, 21 Ağustos 1922, 1; Varlık, 21 Ağustos 1922,
2). Örneğin, 15 Ağustos 1922’de Hasköy Rum Kilisesi’nde Rum, Ermeni ve
Musevi topluluklarının ruhani temsilcileriyle bir araya gelmiştir. Toplantıda,
özellikle Musevilerin temsilcisi Hahamhane Dini Mahkeme Başkanı İshak
Arabiye ile yakın ilişki kurmuştur. Musevilerin Filistin’deki politikalarını
onayladıklarını ifade ederek Yunanlıların Anadolu siyasetine desteklerini
sağlamaya çalışmıştır (Hâkimiyet-i Milliye, 17 Ağustos 1922, 1; Babalık, 21
Ağustos 1922, 1). Din adamlarının asli görevlerini bırakıp siyasete
karışmaları ve Musevi temsilcilerinden İshak’ın Meletios’la teması Türkleri
rahatsız etmiştir. Bu rahatsızlık Hahambaşına bildirilmiştir (İkdâm, 16
Ağustos 1922, 1). Meletios’un siyasi faaliyetlerine dair verilebilecek bir
örnek de İngiltere Başbakanı Lloyd George’un Avam Kamarasında
Yunanlılar lehinde yaptığı konuşma sonrasındaki takındığı tavırdır. Lloyd
George’un konuşması Yunanistan’ın Anadolu siyaseti için oldukça
değerliydi. Yunanistan, 30 Temmuz 1922’de merkezi İzmir olmak üzere bir
Muhtar devleti ilan etmişti. Fakat bu girişim, uluslar arası alanda kabul
görmemiş protestoyla karşılanmıştı. Böyle bir zamanda İngiltere Başbakanı
Lloyd George, 4 Ağustos 1922’de Avam Kamarası’nda Yunanistan lehine
bir konuşma yapmıştı (İstikbâl, 24 Ağustos 1922, 1; Vakit, 18 Ağustos 1922,
25
U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri
1; Babalık, 4 Eylül 1922, 2). Lloyd George, Türklerin Anadolu’da çok
sayıda Rum vatandaşına zulüm yaptığını bu nedenle Yunan idaresinin ve
ordusunun Anadolu’da bulunması gerektiğini belirtmiş, İzmir Muhtariyeti’ni
tanımıştı (Hâkimiyet-i Milliye, 10 Ağustos 1922, 1; Babalık, 21 Ağustos
1922, 1; Şark, 9 Ağustos 1922, 1; Yeni Adana, 13 Ağustos 1922, 1).
George’un konuşması bütün Rumları olduğu gibi Patrik Meletios’u da
memnun etmişti. Patrik’in çağrısı üzerine İki Meclis 7 Ağustos’ta toplandı.
İlk olarak Meletios söz alarak İngiltere Başbakanı Lloyd George’un Avam
Kamarasındaki konuşmasından övgüyle bahsederek bir teşekkür telgrafı
çekilmesini teklif etti. Teklifin kabul edilmesiyle birlikte Lloyd George’a
gönderilecek uzun bir telgraf kaleme alınarak Patrikhane tercümanı
Kostanidi’ye teslim edildi. İki Meclis, aynı toplantıda Rumların milli
amaçlarının gerçekleşmesi adına kiliselerde dualar edilmesi, Kayseri ve
Çatalca Metropolitlerinin Patrikhane adına Yunan ordusunu selamlamaları
kararları alındı (Akşam, 8 Ağustos 1922, 1; Hâkimiyet-i Milliye, 9 Ağustos
1922, 2). Hazırlanan telgraf ise Lloyd George’a gönderilmişti (Islahat, 13
Ağustos 1922, 1). Lloyd George, Patrikhanenin telgrafına 9 Ağustos 1922’de
şu yanıtı vermiştir:
“Telgrafnamenizi memnuniyetle aldım. Ben hiçbir şey yapmadım.
Ancak insaniyet ve adalet namına hareket ettim. Emin olabilirsiniz ki adalet
ve insaniyet için çalışıyorum, çalıştım ve yine çalışacağım.” (TİTE, 56/-502).
Meletios, İstanbul’daki Rum basınının Yunan davasına dair
yazılarını yönlendirmeye çalışmıştır. Örneğin, Rumca gazetelerin
müdürlerini 10 Ağustos 1922 sabahı makamına çağırmıştır. Onlardan birlik
beraberlik içinde olmalarını, zamanın ruhuna aykırı davranmamalarını “milli
meseleyi particilik uğruna yıpratmamalarını” istemiş, eleştiri hakkını
yabancı basına bırakmalarını tavsiye etmişti (Akşam, 8 Ağustos 1922, 1).
Meletios, Hıristiyanlığın manevi gücünü askerlerin mücadelelerine pozitif
yönde yansıtmaya çalışmıştır. 11 Ağustos 1922 tarihli Islahat gazetesinin
bildirdiğine göre Meletios, cephedeki Yunan askerlerine Patrikhanenin
selamının gönderilmesine karar vermişti (Islahat, 11 Ağustos 1922, 1). Zira
Meletios, Anadolu’da yeniden Türk-Yunan savaşının çıkacağı beklentisi
içerisindeydi. Bunun için gönüllü toplamak ve para yardımı sağlamak için
çabalarını sürdürmüştür. O, Yunanlıların Anadolu’da başarısızlığı
durumunda İstanbul’un da aynı akıbete uğrayacağı endişesini taşıyordu. Bu
nedenle İstanbul halkını işin içine çekmeye çalışmıştır. Patrikhanede yapılan
gizli toplantılardan birinde yeniden başlayacak Türk Yunan Savaşının,
İstanbul halkının da katılmasının dini bir sorumluluk olduğu belirtmiştir.
Meletios, İstanbul’daki Yunan subay ve askerlerin mali durumlarının
düzeltilmesi adına yardım çabalarında bulunmuştur (Toker, 2006: 231, 234235, 238). Patrikhane vasıtasıyla Anadolu’da savaşan Yunan askerleri için
26
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50
yerli Rumlara vergiler de koydurmuştur. Sen Sinod Meclisi, bütün
Rumlardan “Milli Vergi” adı altında vergi toplanması kararı almıştı. Bunun
için komisyonlar oluşturarak vergi toplamaya başlanmıştı. Vergi
vermeyenlerin Patrikhane ve Yunan dairelerince işlerinin yapılmayacakları
ve bunların isimlerinin deşifre edileceği belirtilmişti (Atalay, 2001:133-138;
Toker, 2006: 231, 237).
Meletios’un bu faaliyetleri Anadolu Rumlarını ve Ortodoks Türkleri
rahatsız etmiştir. Papa Eftim’in (PavlosKarahisarithis) liderliğindeki Türk
Ortodoksları Kilisesi tepki olarak 1 Nisan’da Kayseri’de bağımsızlığını ilan
etmiştir(Baş, 2005: 52). Anadolu Rumlarından bir heyet Meletios’a müracaat
ederek Anadolu Rumlarının gelecekteki huzurlarının Türklerle barış halinde
yaşamaktan geçtiğini, Patrikhane’nin bu görüş çerçevesinde çalışmasını
istemişlerdir. Meletios, bu çağrı ve eleştirileri dikkate almamıştı.
Patrikhane’yi silah deposu haline getirmeye devam etmiştir (Toker, 2006:
238-239). Ayrıca Fener Rum Patrikhanesi Kayseri’deki Türk Ortodoks
Patrikhanesini tanımadığını ilan etmişti (Ercan, 1967: 422).
Öte yandan Büyük Taarruzun hemen öncesinde Yunanistan’ın
İstanbul Fevkalade Komiser Vekili Simopulos’un girişimleriyle bir süredir
Yunanistan Hükümeti ile Patrikhane arasında yaşanan gerginlik de
giderilmeye çalışılmıştır. Simopulos, Atina’ya giderek Hariciye, Dâhiliye ve
Harbiye Nazırlarıyla görüşmelerde bulunmuştur. Görüşmelerinde Yunan
Hükümeti ile Patrikhane arasında ilişkilerin yeniden kurulmasının
gerekliliğini belirtmiştir. Yunan basının bildirdiğine göre Yunanistan
Hükümeti, Simopulos’un teklifine olumlu bakmaktadır (Akşam, 23 Ağustos
1922, 1). Bununla beraber Simopulos’un Yunanistan Hükümeti ile
Patrikhane ilişkilerini yeniden canlandırma çabaları ancak Büyük Taarruz
sonrasında meyvesini verecekti (Akşam, 22 Ekim 1922, 2). Yunan
Hükümeti’nin aksine Venizelos, Meletios,’un en önemli destekçisiydi.
Venizelos Londra’dan Meletios’a gönderdiği mektupta İstanbul’da bulunan
Rum Müdafaa-i Milliye Komitesine yardım edilmesini, büyük bir teşkilat
kurulmasını, Ermeni komitesiyle işbirliği içinde hareket edilmesini, gerektiği
takdirde bir ihtilal çıkarılarak suikastlar yapılmasını istemiştir (Toker, 2006:
241).
2.Büyük Taarruzda Meletios
Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, uzun zamandır büyük bir
gizlilikle sürdürdüğü taarruz planını 26 Ağustos 1922 sabahı Afyon
Kocatepe’den tatbike başladı. Taarruzun hemen öncesinde Anadolu’dan
harice ve hariçten Anadolu’ya tüm iletişim yasaklanmıştı (Üçüncü, 2012:
55). Cumartesi günü başlatılan Büyük Taarruz’dan gerek Avrupa gerekse
Yunanistan ve İstanbul’daki Patrikhane hemen haberdar olamadı. İzmir’de
27
U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri
bulunan Yunan Başkumandanı Hatzianestis dahi 28 Ağustos günü öğle üzeri
Türklerin umumi harekâtını öğrenebilmişti(Trikopis Nerede, Kime Nasıl
Teslim Oldu?, 1964: 517). Başlangıçta Yunanistan, Büyük Taarruzdaki Türk
başarılarını önemsiz göstermeye çalışmıştır. Fakat Dumlupınar Meydan
Savaşından sonra Yunanistan’ın ve Avrupa devletlerinin bakışı değişmiştir.
Özellikle Yunanistan Hükümeti ve Patrik Meletios, Türklerin Anadolu
Rumlarına mezalime başladıkları propagandalarını yoğunlaştırmışlardır. Bu
anlamda Yunan ordusuna yardım çağrılarını artırmışlardı.
Meletios liderliğindeki Patrikhane ve bağlı kiliseler Yunan
ordusunun Büyük Taarruzda zafer kazanması için ayinler düzenlemişlerdir.
Ayinlerde Yunan askerlerinin kesin zaferi için dualar etmişlerdir. Meletios
halkı Yunan ordusuna her anlamda yardım etmeye çağırmıştı. Meletios’un
Büyük Taarruz sürecindeki faaliyetleri ise Osmanlı istihbarat görevlilerince
yakından takip edilmeye ve kayıt altına alınmaya devam edilmiştir. 4 Eylül
1922 tarihli istihbarat raporuna göre, Meletios, Beşiktaş Rumlarının daveti
üzerine 3 Eylül 1922 Pazar günü sabah saat 9.00’da beraberindeki heyetle
Beşiktaş’taki Panagia Kilisesine gitmiştir. Bu sırada Patrik’in binmiş olduğu
otomobile Bizans bayrağı çekilmişti. Kilise kapısına da Bizans bayrağı ve
Meletios’un büyük bir resmi asılmıştı. Resmin altında büyük yazılarla
Bizans İmparatorluğu ifadesi bulunmaktaydı. Bu sırada kiliseye giren
Rumların göğüslerinde Bizans bayraklı rozetler takılmıştı. Kilisede önce
Yunan ordusunun galibiyeti için bir ayin düzenlendi. Ardından Patrik
Meletios, ayine katılanlara hitaben bir konuşma yaptı. Konuşmasında
“Anadolu’da Rumlar katledilirken İstanbul’da kendilerinin rahat
oturmamalarını” söyledi. Herkesin elinden geleni yapmasını, isteyenlerin
hemen cepheye gitmelerini ya da Salib-i Ahmer’e kaydolmalarını istedi.
Meletios, bir süreden beri İstanbul’da bulunmakta olan Yunan Müdafaa-ı
Hukuk Cemiyeti’ne mensup 350 askerin Salı günü cepheye gideceği bilgisini
verdi. İstanbullu Rumları onları takip etmeye çağırdı. Beşiktaş Rum Cemaati
Reisi, Meletios’a cevaben bütün Beşiktaş Rumlarının Yunan ordusunun
mücadelesine yardım etmeye hazır olduklarını belirtti. Ayin ve
konuşmalardan sonra Meletios, Rum okuluna gitmiş, yarım saat kaldıktan
sonra Patrikhane’ye geri dönmüştü (TİTE, 40/184/184-1-2).
Yunan Ordusunun Büyük Taarruzun ilerleyen safhalarında art arda
yenilgiler alması Fener Rum Patrikhanesini ziyadesiyle üzmüştür. Meletios,
Yunanlıların içinde bulunduğu zor durum nedeniyle Patrikhane’ye bağlı
ruhani temsilcilere birer tamim göndererek matem tutulmasını istemişti
(Hâkimiyet-i Milliye,15 Eylül 1922, 2). Öte yandan Anadolu’ya takviye
kuvvet olarak gönderilmesi düşünülen Trakya’daki Yunan askerlerini motive
etmiştir. 2 Eylül 1922 tarihli istihbarat raporuna göre, Patrikhane’den
Trakya’daki Yunan askerlerini takdis etmek ve Patrikhanenin selamını
iletmek için Trakya’ya iki mektup gönderilmiştir (TİTE, 56/50-2. 4 Eylül
28
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50
1922’de Meletios başkanlığında yapılan toplantıda, İstanbul Rumlarının
acilen Yunan ordusuna maddi ve manevi yardımlarda bulunmalarının
sağlanması, “Müdafaa-i Zabitan ve Efradının” hemen Patrikhaneye
çağrılmaları ve cepheye gönderilmeleri kararları alınmıştı (Vakit, 3 Eylül
1922, 1; Vakit, 4 Eylül 1922, 2).
Patrikhane’nin çağrıları doğrultusunda Metropolitler de aynı şekilde
hareket etmişlerdir. İzmir ve Kuşadası Metropolitleri Yunan askerlerine
moral vermek ve onların maneviyatlarını artırarak Türk ordusu karşısında
direnmelerini sağlamak için cepheye gitmek istemişlerdi. Bunun için
Metropolitler 5 Eylül 1922’de öğleden sonra İzmir’den hareket etme
teşebbüsünde bulunmuşlardır. Fakat güvenlik gerekçesiyle onların
hareketlerine izin verilmemiştir (Şark, 7 Eylül 1922, 2).
Yunan ordusunun Türk kuvvetleri karşısında tutunamayıp geri
çekilmesiyle beraber sivil Rumlar çareyi kaçmakta bulmuşlardı. Zira işgal
döneminde Yunan ordusuna her türlü kolaylığı sağlamış olan yerli Rumlar
Yunan ordusunun çekilmesiyle Türkler tarafından cezalandırılacaklarından
korkmaktaydılar. Bu nedenle Yunan askerleriyle birlikte gitmeyi tercih
etmişlerdir. İşgal sürecinde Yunanistan lehine ziyadesiyle faaliyet
gösterenlerden biri de İzmir Metropoliti Hrisostomos Kalafastis’ti. O, Türk
ordusunun şehre yaklaşmasıyla oluşan paniği ortadan kaldırmak için
şehirdeki dini temsilcileri devreye sokmuştu. Hrisostomos’un önderliğinde
şehirdeki diğer dinlerin ruhani temsilcileri toplantılar yaparak halkı sükûnete
çağıran beyannameler yayınladılar. Bunlardan biri 6 Eylül 1922 tarihlidir.
Beyannamede halk telaş ve korkuya kapılmadan işleriyle uğraşmaya
çağrılmaktaydı (Şark, 8 Eylül 1922, 1; Islahat, 8 Eylül 1922, 1; Peyâm-ı
Sabâh, 13 Eylül 1922, 2). Hrisostomos önderliğinde, dini temsilciler İtilaf
Devletleri nezdinde de girişimlerde bulunmuşlardır. Oluşturulan dini
temsilciler, konsolosları ziyaret ederek İzmir’de halkın can ve mal
güvenliğinin sağlanması için yardımda bulunmuşlardı (Sada-yı Hak, 6 Eylül
1922, 1; Şark, 7 Eylül 1922, 2; Sada-yı Hak, 6 Eylül 1922, 1-2; İkdâm, 8
Eylül 1922, 1; Islahat, 7 Eylül 1922, 2; Sada-yı Hak, 7 Eylül 1922, 2;
Peyâm-ı Sabâh, 13 Eylül 1922, 2).
Anadolu’da Rum nüfusun hızla azalması Meletios’u harekete
geçirmiş, göçleri engellemeye çalışmıştır (Vakit, 7 Eylül 1922, 2; Babalık,
10 Eylül 1922, 1; İstikbâl, 10 Eylül 1922, 1; Varlık, 11 Eylül 1922, 4). 6
Eylül 1922’de Rum Patrikhanesinde, Meletios başkanlığında toplanan Sen
Sinod Meclisi, Anadolu’daki ruhani heyetlerle Rum halkına “baba yurtlarını
terk etmemeleri” çağrısında bulunan telgraflar yazmıştır. Telgraflarda ayrıca
Patrikhanenin Rum halkının huzur ve güvenliği için her türlü çabayı sarf
edeceği bildirilmişti (Vakit, 7 Eylül 1922, 2; İkdâm, 7 Eylül 1922, 1).
Meletios, Büyük Taarruz sürecinde Yunanistan’daki siyasi işlere
müdahil olmaktan da geri kalmamıştı. Yunanistan’daki siyasi kamplaşmada,
29
U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri
Kral Konstantin ve Yunan Hükümetinden ziyade Venizelos’a yakın
durmuştu. Venizelos da Meletios ile yakın temas kurmuştu (Vakit, 7 Eylül
1922, 2; İkdâm, 7 Eylül 1922, 1). Meletios, Venizelos’tan Büyük Taarruz
sürecinde uluslararası destek sağlamada önemli katkılar beklemişti. 6
Eylül’de Patrikhanede düzenlenen toplantı sonrasında Venizelos’a bir telgraf
çekerek Anadolu’daki Rumlar için daha fazla çalışmasını istemişti (İkdâm,
14 Eylül 1922, 2). Türkler karşısında Yunan Ordusunun aldığı mağlubiyetler
neticesinde Yunanistan Başbakanı Dimitrios Gunaris Hükümeti düşmüştü.
Bu gelişme Patrikhane-Yunanistan Hükümeti arasında ilişkilerin yeniden
kurulması fırsatını doğurmuştu. İstanbul Patrikhanesi 6 Eylül’deki toplantıda
“bu buhranlı zamanlarda bütün Yunanistan’ın müttehiden çalışması”
gerektiğini belirtmişti. Venizelos’a ve Yunan Hükümeti’ne çekilen
telgraflarda birlik beraberlik çağrısında bulunulmuş, ayrıca Yunanistan’ın
İstanbul Komiseri ve askeri heyeti ziyaret edilmişti (Şark, 7 Eylül 1922, 2).
Yunanistan’daki yeni Hükümet ise Patrikhane’nin yakınlaşmasına olumlu
yanıt vermişti. Böylece Büyük Taarruzdaki mağlubiyetler, Patrikhane ve
Yunanistan Hükümetinin birlikte hareket etme kararını sağlamıştı (İkdâm, 14
Eylül 1922, 2; Vakit, 14 Eylül 1922, 3).
Meletios, İstanbul’da Yunan Müdafaa-i Milliye Teşkilatı ile işbirliği
yaparak son bir hamleyle Türk ordusunun mağlup edilebileceğine
inanıyordu. Bu inançla İstanbul’da silahlı gönüllü birliklerin teşkiline, silah
dağıtımına, Ermenilerin Yunan davasına ortak edilmesine, kiliselerin askeri
depo olarak kullanılmasına katkı sağlamıştır. 8 Eylül 1922 tarihli istihbarat
raporuna göre, Patrikhane tarafından alınan karar gereği önceden bazı
kiliselerde sandıklar içinde saklanan silah ve patlayıcı maddeler çıkarılarak
halka dağıtıldığı haberi alınmıştır. Yine bazı Ermeniler Yunan Müdafaa-i
Milliye Teşkilatına kayıt olmuşlardır (TİTE, 55/163-1).
Patrikhane, Büyük Taarruzun sonlarında, Türkler aleyhinde, Rumları
teskin edecek propagandalara da başlamıştı. 8 Eylül 1922 tarihli istihbarat
raporuna göre iki gündür Rum kamuoyu Türkler aleyhinde hazırlanmaktadır.
İstanbullu Rumların Trakya’daki Yunan ordusuna gönüllü olarak katılmak
istedikleri, Rum milliyetçiliğinin zirve yaptığı, Lord Curzon-Venizelos
görüşmesinin anlaşmayla sonuçlandığı, Ankara Hükümeti üzerine yapılacak
baskıyla Anadolu meselesinin Yunanistan lehine çözüleceği ve Yunan
ordusunun takviye edilen büyük kuvvetlerle “Kemalîleri fena bir halde
bırakacakları” gibi propagandalar yapılmaktadır (TİTE, 55/165-1).
Meletios liderliğindeki Patrikhane, uluslararası alanda Türkler
aleyhinde propagandalarını artırmıştı. Türkler aleyhinde birçok iddiaları
içeren mektupları Batı’da siyasi ve dini temsilciliklere göndermiştir. Bu
amaçla 14 Eylül 1922’de Avrupa ve Amerika’nın çeşitli dini ve siyasi
temsilciliklerine 12 telgraf çekmişti (İkdâm, 15 Eylül 1922, 1). Meletios,
Avrupa başkentlerine gönderdiği metropolitler aracılığıyla Anadolu’da
30
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50
Rumların soykırıma tabi tutuldukları iddiasında bulunmuştur. Meletios’un
çabalarıyla Patrikhane’nin Sen Sinod Meclisi bütün Hıristiyan dünyasını
yardıma çağırmış ve seferberlik ilan etmiştir. TBMM Hükümeti ise
Anadolu’daki Ortodoks papazları şahit göstererek Patrikhane’nin iddialarını
boşa çıkartmaya çalışmıştır. Buna karşın Meletios şahit gösterilen Anadolu
papazlarının Ankara Hükümeti’nin kontrolünde hareket ettiklerini
dolayısıyla kendi iddialarının doğru olduğunu belirtmiştir (Atalay, 2001:138139).
Anadolu’dan pek çok Rum, Türkler tarafından cezalandırılacakları
endişesiyle İstanbul’a gelmişlerdir. Bunların pek çoğu perişan bir haldeydi.
Patrikhane, Büyük Taarruz sürecinde İstanbul’a gelen muhacirlere yardım
etmiştir. İstanbul’da Rumca gazetelerin belirttiğine göre 19 Eylül’de
Meletios, İki Meclis’i olağanüstü toplantıya çağırmıştır. Yapılan toplantıda
Patrik, üzüntü ve heyecanını saklayamayarak uzun bir konuşma yapmıştı.
Toplantıya katılanların dikkatlerini İstanbul’a gelmiş ve gelmeye devam
eden binlerce muhacire çekmişti. Meclis’te muhacirler için alınan iktisadi
tedbirlerin yanı sıra başta Fener Rum Patrikhanesi olmak üzere İstanbul’da
bağlı kiliselerde ayinlerde kullanılması zorunlu olanlar dışında bütün
kıymetli eşyaların hemen satılmasına oybirliğiyle karar verilmiştir.
Meletios“böyle kıymetli ve mukaddes eşyanın” Rum milletinin bir süreden
beri geçirmekte olduğu kara günlerde kullanılması gerektiğini belirtmişti
(Akşam, 21 Eylül 1922, 3).
Büyük Taarruzun sonlarında kurtarılan bölgelerde ikamet eden Türk
halkının bazıları intikam duygusuyla hareket etmişlerdi. Gayrimüslim
unsurlara saldırmanın idamla cezalandırılacağına dair Mustafa Kemal
Paşa’nın kesin emrine rağmen, istenmeyen olaylar meydana gelmiştir.
Bunlar arasında halkın Gayrimüslim din adamlarına saldırıları önemlidir.
Saldırılar Yunanlılar tarafından uluslararası alana abartılı bir şekilde
taşınarak propaganda malzemesi yapılmıştır. Özellikle İzmir Metropoliti
Hrisostomos’un Valilik Binası’ndan çıkarken halk tarafından öldürülmesi
fazlasıyla kullanılmıştır. Türk basını Hrisostomos’u öldürenler arasında
Anadolulu Rumların olduğunu iddia etmişse de olay Yunanlıların Türkler
aleyhinde mezalim iddialarında önemli bir koz olmuştu(İstikbâl, 28 Eylül
1922, 1). 16 Eylül tarihli Atina telsizi İzmir Metropoliti Hrisostomos’un
öldürüldükten sonra cesedinin caddelerde sürüklendiğini belirtmişti. Kıyafet
değiştirerek yabancı bir vapurla Yunanistan’a kaçmayı başaran Ayafotini
Metropolitinin ağzından Hiristomos’un nasıl öldürüldüğünü kamuoyuna
taşımıştı (BCA, 30..10.0.0/54.355..13.).
31
U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri
3.Büyük Taarruz Sonrası Patrik Meletios
Büyük Taarruz’un Türkler açısından başarıyla sonuçlanması,
Yunanistan’da iktidar değişikliğiyle sonuçlanmıştır. Albay Nikolaos
Plastiras, Albay Stilianos Gonatas ve Yüzbaşı Dimitrios Fokas’ın
liderliğinde, Yunan hükümetine ve Kral Konstantin’e karşı ihtilal
gerçekleştirilmiştir. Neticede Kral Konstantin yetkilerini ihtilal komitesine
bırakmak zorunda kalmıştır. Böylece Yunanistan’da Venizelos’a tekrar
iktidar yolu açılırken, aynı zamanda Meletios’a karşı çıkan tek güç Atina
Kilisesi kalmıştı (Atalay, 2001:140). Bu gelişmeler doğaldır ki Meletios için
memnuniyet vericiydi. Zira 31 Eylül Pazar günü Beyoğlu’nda Panagia
Kilisesi’nde Kilise idare heyetiyle yaptığı görüşmede Yunanistan İhtilaline
dair düşüncelerini ifade etmiştir. Ona göre ihtilal, kansız bir şekilde
gerçekleşmiştir. Bu memnuniyet vericidir. Yunanistan’ın hakkını gasp
ettiklerine inandıkları Kral ve Hükümet temsilcilerinin cezalarının ülkeden
sürgün edilmelerinden ibaret olacağını söylemiştir (Akşam, 2 Ekim 1922, 3).
Diğer taraftan Anadolu’da Papa Eftim başkanlığında Türk
Ortodoksları, Fener Rum Patrikhanesinin Büyük Taarruzda gösterdiği
hareket tarzını şiddetle tenkit etmiştir. Tenkitler üzerine Meletios,
Anadolu’daki Ortodokslara bir tamim göndermiştir. Tamiminde,
Anadolu’nun aslen Hristiyan memleketi olduğunu, bugünkü savaşın sonunda
Türklerin hezimete uğratılacağını, Yunan askerlerinin Megaliİdea’yı
gerçekleştirmek amacıyla Anadolu’ya çıktığını, Fener Patrikhanesine bağlı
Anadolu’daki milli hareketlere karşı çıkarak Yunan Ordusuna destek
vermelerini istemiştir (Baş, 2005: 57). Buna karşın 21 Eylül 1922’de
Anadolu Metropolitlerinin de katılımlarıyla Kayseri’de bir kongre
yapılmıştır. 72 ruhani başkanın imzaladığı bir tutanak kabul edilmiştir.
Tutanakta, Türk Ortodoksları Umum Kilisesinin kurulduğu, Patrik
Meletios’un başkanlığındaki Fener Rum Ortodoks Kilisesiyle tüm ilişkilerin
kesildiği ifade edilmiştir4. Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi yeni kurulan
patrikhaneyi tanımamış, (Baş, 2005: 57) Roma Kilisesi ise bu kuruluşu
aforoz etmişti (Şahin, 1980: 191-192).
İzmir’e Türk ordusunun girmesinden sonra Patrik Meletios
Anadolu’da Yunan zaferi umudunu yitirmeye başlamıştı. Sıranın İstanbul’a
geleceğini fark etmişti. Patrikhane buna engel olmak için Anadolu’dan
İstanbul’a gelmiş ve buradan yurt dışına kaçmaya çalışan Rumları
kararlarından vazgeçirmeye çalışmıştı (Atalay, 2001:140). 24 Eylül 1922’de
Meletios, Patrikhane Kilisesi’nde yönettiği ayinde, İstanbul’dan kaçmakta
olan Rum zenginlerini sert bir dille suçlamıştır. Ayinde öncelikle İzmir’de
öldürülen Metropolit Hrisostomos’un ruhu için dua okumuştur.
Hrisostomos’un hayatı ve çalışmaları hakkında bilgi verdikten sonra
4
Kabul edilen mazbata metni için bkz.: (Şahin, 1980: 190-191).
32
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50
İstanbul’dan yabancı ülkelere kaçan zengin Rumları eleştirmiştir. Onların
fakirlerin sırtından servetler kazandıklarını, güvenliğin sağlanması halinde
tekrar İstanbul’a gelerek fakirleri sömürmeye devam edeceklerini belirtmişti.
Zengin Rumların kaçışlarının fakir halk nezdinde paniğe sebebiyet verdiğini
söylemiştir. Meletios, kendilerinin Hrisostomos gibi, her şeye
katlanacaklarını sözlerine eklemişti. Ayinde ayrıca beş yüz bin muhacir için
yardım talebinde bulunmuştur. Ayine katılanlar derin üzüntü yaşamışlar,
bazıları: “Cümlemiz ölmek için kalacağız!” diye bağırmışlardı (Akşam, 25
Eylül 1922, 1).
29 Eylül 1922’de öğleden sonra saat üç buçukta Meletios
başkanlığında toplanan İki Meclis’te Rumların İstanbul’dan gitmeleri
meselesi görüşülmüştü. Herkesin işiyle, gücüyle uğraşmaları, şehri terk
etmemelerine dair bir tebliğin hazırlanarak Pazar günü okunmak üzere
kiliselere ve basına dağıtılması kararı alınmıştı (Akşam, 30 Eylül 1922, 2;
Hâkimiyet-i Milliye, 2 Ekim 1922, 3; Akşam, 4 Ekim 1922, 2). Alınan karar
gereği Patrikhane, hazırladığı tebliği İstanbul, Terkos, Kadıköy ve Çatalca
Kiliselerine göndermişti (Hâkimiyet-i Milliye, 6 Ekim 1922, 2).
Meletios, 31 Eylül Pazar günü ise Beyoğlu’nda Panagia
Kilisesi’ndeki ayine başkanlık etmiştir. Ayinden sonra yaptığı konuşmada
öncelikle gelişmelerin Rumlar için üzüntü verici olduğunu belirtmişti
Ardından hiçbir sebep olmamasına rağmen İstanbul’dan kaçarak paniğe
neden olan zengin Rumları bir kez daha suçlamıştır. “Onlar, anlaşıldı ki,
bizden değillermiş!” ifadesini kullanmıştır. Hiçbir sebep yokken Avrupa’ya
kaçma yolunda boş yere harcadıkları paralarını “çıplak, aç ve ölüm
tehlikesine maruz bulunan muhacirlere” vermelerinin daha iyi olacağını
belirtmiştir (Akşam, 2 Ekim 1922, 3).
Bu sırada yeni gelişmeler Patrikhane’yi de endişelendirmişti. Zira
Mudanya Ateşkes antlaşmasından sonra Türk ordusunun İstanbul’a gireceği
anlaşılmıştı. Bunun üzerine basında Patrikhane’nin de şehri terk etmeyi
düşündüğüne dair haberler çıkmıştı. Örneğin Tan gazetesi, Patrikhane
merkezinin Aynaroz’a (Mont Athos) nakledileceğini yazmıştı (İstikbâl, 17
Ekim 1922, 2). Oysaki bu söylentiler gerçeği yansıtmamaktaydı. Meletios,
yaptığı ayinlerde halen İstanbul’dan kaçılmaması çağrıları yapmaya devam
etmekteydi (Akşam, 23 Ekim 1922, 3).
Meletios, 11 Kasım 1922’de Beyoğlu’nda Aya Triada Kilisesi’ne
gitmişti. Burada yaptığı konuşmada imtihan günleri geçirdiklerini, halkın
sebepsiz yere konsoloshane sokaklarında toplanmalarına anlam veremediğini
belirterek İstanbul Rumlarının bu hareketlerinden hayal kırıklığına
uğradığını ifade etmiştir. Bu eleştirilerinden sonra şu sözleri söylemişti:
“Benim canım yok mu? Yahut sizin canınız benimkinden daha
kıymetli midir? Patriğinizi görmüyor musunuz, O Beyoğlu’nda değil, sizden
33
U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri
daha büyük tehlikeye maruz yerde, aşağıda bir köşede oturmaktadır (Akşam,
13 Kasım 1922, 1).
Meletios, soğukkanlılıkla hareket edilmesi gerektiğini, Tanrı’nın
kendilerine yardım edeceğini ifade etmişti. Barışın imzalanmasına kadar
Rum halkına beklemeleri tavsiyesinde bulunmuştu. İşgal güçlerinin
kendilerinin güvenliğinden sorumlu olduklarını, İstanbul’un herkesten çok
kendilerinin olduğunu ifade ederek kaçışların bir an önce durmasını
istemiştir. İstanbullu Rumların muhacirlere yeterince yardım etmediklerini,
böyle bir halde başka ülkelerden iltica istemenin anlamsızlığını ifade
etmiştir. Yunanistan’a kaçışların devam etmesi durumunda paniği ortadan
kaldırmak amacıyla “İstanbullulara ekmek vermeyiniz. Çünkü bilâsebep
kaçıyorlar” diyeceğini söylemiştir (Akşam, 13 Kasım 1922, 1).
Meletios, muhacir Rumlara uluslararası kuruluşlardan yardım
sağlamaya çalışmıştır. Örneğin, Amerikan Muavenet Heyeti’ne ve İngiltere
Başbakanı Lloyd George’a başvurarak Rum muhacirlerine yardım talebinde
bulunmuştur (Hâkimiyet-i Milliye, 17 Eylül 1922, 2). İstanbul’a gelen Rum
Muhacirlerin iaşelerinin ve ihtiyaçlarının karşılanması adına sadece Meletios
değil Patrikhane’ye bağlı Metropolitler de çaba harcamışlardır. Kadıköy
Metropoliti Grigorios’un girişimleriyle Kadıköy Muhacirin Komisyonu,
Selimiye’de yedi bin Rum Muhacire çamaşır, kömür, sabun ve sair
dağıtmıştır. 11 Şubat 1923 Pazar günü GrigoriosMetropolithaneye bağlı
kiliselerde okunmak üzere bir yardım çağrısında bulunmuştur (Akşam, 11
Şubat 1923, 2).
Öte yandan Patrikhane, Büyük Taarruz sonrasında Türklerin
Anadolu’daki Rumlara mezalim yaptığı iddiasını artırmıştır. Meletios, İzmir
Metropoliti Hrisostomos’un öldürülmesinin kırkıncı günü münasebetiyle 22
Ekim 1922’de Fener Rum Patrikhanesinde, Meletios dua etmiş; ardından
“milli kurban” olarak addettiği İzmir Metropoliti Hrisostomos ve onunla
beraber ölenler için ayin düzenlemişti. Ayinden sonra yaptığı konuşmada
Anadolu’da binlerce Rum’un zulümlere maruz kaldıklarını, tehcir
edildiklerini, Metropolitlerin yok edildiklerini iddia etmiştir. Neron ve
Neoklitos devirlerinde yapılan tehcir ve zulmün Anadolu’da Rumlara
yapılanların yanında çok küçük kaldığını, yaşananların bir savaş hali değil
“Anadolu Hristiyanlarının felaketi ve Anadolu’nun payansız bir
mezaristâna” dönüştüğünü belirtmiştir. Meletios, “Yunan beldelerinin bir
kül ve enkaz yığınına” dönüştüğünü söyleyerek konuşmasının sonunda
İstanbul’dan kaçan Rumlara hitaben şunları ifade etmiştir: “Bu ahaliye
ehemmiyet vermeyerek buradan firar edenler için teessüf ediyorum
ağlıyorum, kaçmak, için şimdilik bir sebeb yoktur. Firar için filvaki bazı
dakikalar gelmiş, lakin o devr geçmiştir. Rahat uyumanızı söylüyorum.
Korkmayınız, kaçmayınız, ahval ne kadar müşkil olsa bile meyus
34
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50
olmayalım...” ( Akşam, 23 Ekim 1922, 3; Hâkimiyet-i Milliye, 25 Ekim
1922, 3).
Anadolu’da Fener Rum Patrikhanesinin mezalim iddiaları
uluslararası alanda kabul görmüştü. O kadar ki Hıristiyanların en büyük dini
lideri Papa iddia edilen mezalimi önleme adına Mustafa Kemal Paşa ile
temas kurmuştu. Papa adına Kardinal Gaspari, 22 Eylül 1922’de Mustafa
Kemal Paşa’ya acilen barış yapılmasını ve huzurun sağlanmasını isteyen bir
telgraf göndermiştir. Mustafa Kemal Paşa, telgrafa 27 Eylül 1922’de cevap
vermişti. Mustafa Kemal Paşa, telgrafında huzur ortamının sağlanmasında,
Papa ile aynı fikirde olduğunu, bununla beraber bugünkü karmaşaya
Yunanlıların sebebiyet verdiğini belirtmişti. Yunanlıların özellikle Batı
Anadolu’dan çekilirken birçok Müslüman vatandaşa zulüm ettiklerini, halen
bu zulmü Trakya’daki Türkler üzerinde devam ettirdiklerini bildirmiştir.
Mustafa Kemal Paşa, Papa’dan Yunanlıların Trakya’daki mezalimine son
vermeleri için yardım istemiştir. Mustafa Kemal Paşa, telgrafıyla asıl
mezalimi Yunanlıların yaptığını vurgulayarak aleyhteki propagandaları boşa
çıkartmak istemiştir. Kardinal Gaspari ise bir gün sonra Mustafa Kemal
Paşa’ya yeni bir telgraf göndermiştir. Telgrafında Papa’nın, Rum
vatandaşların İzmir’de ikametlerine izin verilmesini istediğini ifade etmiştir
(İstikbâl, 13 Ekim 1922, 1).
4.Meletios’un
Çıkarılması
Patrikliğinin
Sorgulanması
ve
İstanbul’dan
4.1. Meletios’a Tepkiler
Büyük Taarruz sürecinde Patrikhane’ye Türk kamuoyundan büyük
tepki yükselmiştir. Özellikle Türk basını Patrikhaneyi “Türk düşmanı” ve
“şer odağı” olarak göstermiştir. Yunan Ordusunun Dumlupınar Meydan
Muharebesi’nde direniş gücünün kırılmasından sonra Rumlar arasında da
Patrikhane’ye tepkiler artmıştı. Yunan ordusu Türk askerleri karşısında
eridikçe Rumların Patrikhane’ye olan tepkisi yükselmişti.
Patrikhane’ye tepki gösterenler arasında İstanbullu Rum tüccarlar
dikkat çekmektedir. Zengin Rumların tepkisi Fener Rum Patrikhanesi’ni
olumsuz etkilemiştir. Zira İstanbullu Rum tüccarlar Patrikhaneye ciddi
miktarda bağış yapan unsurların başında gelmekteydiler. Onlar sadece
Patrikhane’ye bağışı kesmekle kalmamışlar aynı zamanda Patrik Meletios’a
ağır hakaretler etmişler, fiili saldırı teşebbüslerinde bulunmuşlardı. Örneğin
4 Eylül 1922 tarihli Şevki imzalı Osmanlı istihbarat raporuna göre Büyük
Taarruz’un başlamasıyla beraber İstanbul’daki Rum tüccarlar zaten
ekonomik açıdan zarar görmüştü. Yunan ordusunun art arda aldığı
mağlubiyetler onların zararlarını artırmıştır. Bu da Rum tüccarların
35
U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri
tavırlarında değişikliğe yol açmıştır. Artık Rum tüccarları işgal döneminde
Türklere karşı izledikleri olumsuz tutumdan pişman gözükerek yeniden
beraber yaşamanın yollarını aramışlardı. İşgal devresinde kendilerini yanlış
yönlendirdiklerine, “milleti uçuruma sürüklediklerine” inandıkları İstanbul
Patrikliğine ağır küfürler ve kötü sözler sarf ederek bir daha bu kuruma bağış
yapmayacaklarını belirtmişlerdir (TİTE, 40/183/183-1). Tüccarların bazıları:
“Türklere kalın kafalı diyerek hâlbuki kalın kafalı bizimkilerdir. İşte Türkler
kendilerini gösterdiler bizler mahvolduk. Yine Türkler merhametlidir. Bizim
onlara karşı yapmış olduğumuz fenalıklara hiçbir ehemmiyet vermezler. Ve
eskisi gibi kardeş olarak yaşarız” ifadelerini kullanmışlardır. Aynı istihbarat
raporuna göre İstanbul’daki diğer Rumlar da Patrikhane’ye tepkilerini had
safhaya çıkarmışlardır (TİTE, 40/183/183-1).
Büyük Taarruz’da Yunan ordusunun aldığı mağlubiyetler
Yunanlıları hayal kırıklığına uğratırken Türkleri sevinç içinde bırakmıştı.
Türk ordusunun hemen her gün yeni bir yeri işgalden kurtarması bütün
Türkiye’de olduğu gibi İstanbul’da da kutlanmıştır. İstanbul’daki
kutlamalarda halk, işgal sürecinde Türk Milli Mücadelesinin karşısında
hareket edenlere karşı tepkide bulunmuşlardır. Örneğin 10 Eylül 1922’de
İzmir’in kurtuluşu İstanbul’da Türklerin yoğun katılımıyla kutlandı. Gece,
Darülfünunluların önderliğinde Beşiktaş ve Fener’de yaklaşık yüz bin
kişinin katılımıyla büyük bir fener alayı yapıldı. Yürüyüş boyunca alay
“Yaşasın Mustafa Kemal Paşa, Yaşasın Büyük Millet Meclisi, Kahrolsun
Yunan vesaire” sloganları attı. Fener’deki alay Patrikhane önünde durdu.
İtfaiye ve polis tarafından korunan Patrikhane önünde kısa bir protesto
yapıldı. Gösterilerde sadece Patrikhane’ye tepki gösterilmedi, Hürriyet ve
İtilaf Binası, Yunan askeri temsilciliği ve Peyâm-ı Sabâh matbaası
göstericiler tarafından taşlandı (Hâkimiyet-i Milliye, 11 Eylül 1922, 2;
Babalık 13 Eylül 1922, 1; Açıksöz 12 Eylül 1922, 1; İstikbâl,17 Eylül 1922,
1; Yeni Adana 14 Eylül 1922, 2). Büyük Taarruz sürecinde Yunan ordusunun
kesin mağlubiyeti ve kendilerine karşı oluşan tepkiler Patrikhanenin,
Hürriyet ve İtilaf Fırkasının endişesini her geçen gün artırdı. 12 Eylül 1922
tarihli istihbarat raporlarına göre Hürriyet ve İtilaf Fırkası son gelişmeleri
tartışmak ve yürütülecek tavrı belirlemek için Fener Rum Patrikhanesine bir
heyet gönderdi (TİTE, 55/170-1; TİTE, 67/112-1). Bu heyet içinde Hürriyet
ve İtilaf Fırkası üyelerinden Hafız Yusuf, Şişeci Adil, Dava Vekili Ahmet
Hamdi, Eyüp Posta ve Telgraf memuru Sıdkı ve ismi anlaşılamayan diğer iki
şahıs bulunmaktaydı (TİTE, 55/170-1; TİTE, 56/50-1).
14 Eylül 1922 tarihli istihbarat raporuna göre 10 Eylül 1922 Pazar
günü Meletios, bir ayin düzenlemişti. Ayinden sonra halka hitaben yaptığı
konuşmada Yunan ordusunun Anadolu’yu tahliye etmekle beraber İstanbul’u
işgal edeceğini bildirmiştir. Bunun için Yunan Hükümeti’nin paraya çok
ihtiyacı olduğunu belirtmiş, halktan yeni fedakârlıklar yapmasını istemiştir.
36
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50
Ayine katılanlardan çok sayıda vatandaş Patrik’e sert tepkide bulunmuş ve
şu sözleri haykırmışlardı: “P… herif bizi soydunuz kiliselerde gümüş kandil
kalmadı. Mahvettiniz şimdi nereye gideceğiz bizlere yer gösteriniz, Türklerin
yüzlerine nasıl bakacağız.” Ardından başlarındaki şapkaları çıkararak
Patrik’in yüzüne fırlatmışlardı. Birkaç kişi ise silahlarını çekip Patrik’i
öldürmek istemişlerse de araya girenler tarafından engellenmişlerdir. Bu
sırada bazı Rumlar Patrik’i sürükleyerek kiliseden çıkarmışlardı. Rapora
göre Patrik 14 Eylül 1922’de kiliseye gelememişti. Meletios’a karşı halkın
olası saldırılarını önlemek için bir polis Patrikhane’yi korumakla
görevlendirilmiştir (TİTE, 55/87-1).
1 Ekim 1922 tarihli Şark gazetesinde bildirildiğine göre Fener Rum
Patrikhanesinde, Baş Papazlık Meclisinde yapılan toplantı “oldukça
tantanalı geçmiş, ruhani ve cismani üyeler birbirine girmişlerdi.” Sivil
temsilciler, dini temsilcileri “millet katilleri” diye itham etmişlerdi(Şark, 1
Ekim 1922, 2).
Meletios’un liderliğindeki Patrikhane’nin dini etkinliklerden ziyade
siyasi meselelere karışıp Yunanistan’ın çıkarları doğrultusunda hareket
etmesi Kayseri merkezinde faaliyet gösteren Türk Ortodokslarını fazlasıyla
rahatsız etmişti. Papa Eftim liderliğindeki Türk Ortodoksları, Fener Rum
Patrikhanesini, “Hıristiyanlığa aykırı olarak şahsi çıkarları uğruna
Anadolu’da birçok masumun kanının dökülmesine neden olmakla” suçlamış
ve almış oldukları kararla Fener Rum Patrikhanesiyle tüm bağlarını
kesmişlerdir. O’nun bu tavrı İstanbul’da bazı Rumlar tarafından
desteklenmiştir. Örneğin 18 Eylül tarihli Akşam gazetesinin bildirdiğine göre
İstanbul’da oturmakta bulunan çok sayıda Rum toplantı yaparak Papa
Eftim’e bir mektup göndermişlerdir. Kendisini Patrik tanıdıklarını ve
Meletios’u reddettiklerini bildirmişlerdir. Mektubun bir suretini de Türkiye
Büyük Millet Meclisine göndermişlerdir (Akşam, 18 Eylül 1922, 1). Öte
yandan Fener Patrikhanesinin Anadolu’da Rumların zulümlere uğradıkları
ve zorla tehcir edildiklerine dair propagandalarına TBMM Hükümeti
kontrolündeki Anadolu Rumlarından da yalanlamalar gelmişti. 23 Kasım
1922’de Ankara’dan belirtildiğine göre Erzincan’da bulunan Rumlardan
Filip oğlu Mihaliki, Trabzon, Giresun vesair yerler adına Nikola imzalarıyla
Fener Rum Patrikhanesi’nin iddialarına bir tekzibnameyle cevap verilmiştir.
Tekzibnamede Fener Rum Patrikhanesinin kendileri için bir tertip
yapacağının anlaşılması üzerine TBMM Hükümetinin gerekli tedbiri aldığı
belirtilmiştir. Hükümetin, Patrikhanenin “şerrinden” dolayı kendilerini
Anadolu’nun içerisine gönderdiklerini, her türlü ihtiyaçlarının karşılandığı
ifade edilerek Patrikhanenin zulme uğradıkları yönündeki iddialarının
tamamen yalan olduğu belirtilmiştir (Akşam, 25 Kasım 1922, 2).
Büyük Taarruzun Türk zaferiyle sonuçlanmasından sonra sadece
yerli Rumlar değil, Rum basını da üslubunu değiştirmeye başlamıştır.
37
U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri
Rumları içinde bulundukları duruma getirenlerin Meletios ve Venizelos
olduğu yönünde yayınlar yapmışlardır (Toker,2006: 247). TBMM’de
Patrikhane’nin Osmanlı Devletinden gelen imtiyazları sorgulanmıştır. Büyük
Taarruz sonrasında milletvekilleri art arda verdikleri takrirlerle bu
imtiyazların kaldırılması tekliflerinde bulunmuşlardır (TBMM ZC, D.1, C.24,
1960: 478; TBMM ZC, D.1, C.25, 1960: 408).
4.2. Meletios’un İstanbul’dan Ayrılışı
Patrikhane ve Patrik Meletios, Büyük Taarruz yenilgisi sonrasında
çok yönlü eleştiri ve saldırılara maruz kalmıştır. TBMM Hükümeti, Türk
kamuoyu, Meletios’tan ziyade Patrikhanenin İstanbul’dan çıkarılmasını
istemiştir. Anadolu Türk, Rum Ortodoksları ve bazı İstanbul Rumları ise
Patrikhane yerine Meletios’un Patriklikten düşürülmesini ve ülkeden
çıkarılması yönünde baskılarını artırmıştı. Mudanya Ateşkes Antlaşması
sonrasında Rumlar arasında Patrikhanenin geleceği noktasında endişeler
artmıştı. Patrikhane bünyesinde Sen Sinod ve İki Meclis sıklıkla toplanarak
müzakereler yapmaya başlamışlardı (Akşam, 11 Ekim 1922, 3). 12 Ekim
1922 tarihli Akşam gazetesine göre İki Meclis, İstanbul Patrikhanesinin
Selanik yakınlarındaki Aynaroz (Mont Athos)’a nakledilmesi kararını almış
ve durumu Venizelos’a bildirmişti(Akşam, 12 Ekim 1922, 1).
İstanbul Rum basını da bu yönde tafsilatlı bilgiler vermiştir. Rum
basınına göre, Meletios Patrikhane’nin Aynaroz’a taşınması yönünde
tekliflerde bulunmaktadır (Akşam, 14 Ekim 1922, 2). Fakat ilerleyen
günlerde Patrikhane’nin tavrı netleşmiştir. Proya gazetesinde belirtildiğine
göre Rum Patrikhanesi iki Meclisi, 17 Kasım 1922’de Meletios’un
başkanlığında toplanmıştır. Meclis, Patrikhane’nin İstanbul’dan hiçbir yere
gitmeyeceği kararı almıştır (Akşam, 18 Kasım 1922, 2). Patrikhanenin
Türkiye’den çıkarılmayacağı kararından sonra Meletios’un istifası ve
ülkeden gönderilmesi yönünde baskılar artmıştır.
Akşam gazetesi, 1 Aralık 1922’de önemli bir gazetecilik başarısına
imza atarak Meletios’la görüşme yapmıştır. Meletios, bu görüşmeyle
mesajlarını Türk kamuoyuna ve TBMM Hükümeti’ne aktarmak istemiştir. 2
Aralık 1922 tarihli Akşam gazetesinde yayınlanan görüşmede Meletios,
öncelikle geçmişi hakkında kısa bilgi vermiştir. Kendisinin Yunanistan’dan
ziyade Türkiye’ye ait olduğunu söylemiştir. Girit’te doğduğunu, 17 yaşında
Kudüs’e gittiğini, 1918’e kadar Türkiye’de görev yaptığını belirterek Türk
vatandaşı olduğunu vurgulamıştır. “Venizelos taraftarı idim” ifadesini
kullanmıştır. Kendisinin her zaman, Türkiye ile Yunanistan’ın işbirliğine
taraftar olduğunu, Venizelos’un da aynı fikri paylaştığını iddia etmişti. Türk
ve Yunan milletlerinin birbirlerine çok yakın olduklarını, iki milletin
dostluğunu sağlamanın gerektiğini ifade etmiştir. Özellikle, iki tarafın da
38
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50
hissi duygulardan sıyrılarak mantık ve akıl ilkeleri doğrultusunda hareket
ederek anlaşma zemininde buluşulmasını istemiştir. Meletios, muhacirlik
meselesine de değinmiştir. Rum ve Türklerin yurtlarını terk etmelerine karşı
olduğunu belirtmiş, özellikle Türkiye’de Rumların, Yunanistan’da Türklerin
yaşamasının her iki devlet için faydalı olduğunu savunmuştur. İşgal
günlerinde İstanbul Rumlarının yaptıklarına önem vermenin ağır başlı
insanlara yakışmayacağını söyledikten sonra onların bu tavrını haklı bir
gerekçeye bağlamıştı. Ona göre, İstanbullu Rumlar bir cinnet durumuna
gelmişlerdir. Galeyana gelmekte de biraz haklı idiler. Zira İttihatçılardan çok
çekmişler, tehcir ve askerlik hizmeti onları çok hırpalamıştı. Meletios,
Rusların 1878’de Ayastefanos’a (Yeşilköy) geldikleri zamanda Rumların
Türklerle beraber hareket ettiklerini belirtmiştir. Bu tavırlarının gerekçesini
ise o dönemin Hükümetinin kendilerini tazyik etmemesine bağlamıştır.
Meletios, artık savaş sırasında meydana gelen olayları unutmak gerektiğini,
barış için başka çare olmadığını söylemişti. Patrikhanenin görev ve
sorumluluklarının yalnızca dini olduğunu, siyasetle hiçbir ilişkisi
bulunmadığını belirtmiştir. Patrikhanenin TBMM Hükümetinin emirlerini
yerine getireceğini ifade etmiştir (Akşam, 2 Aralık 1922, 2; Tanin, 2 Aralık
1922, 4).
İlerleyen günlerde Meletios karşıtlığı artmıştır. Bu gelişmeler
TBMM Hükümeti tarafından yakından takip edilmiştir. Örneğin
Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa’nın 2 Aralık 1922’de Başvekil
Rauf (Orbay) Bey’e ve 3 Aralık’ta Başkumandanlığa gönderdiği tezkerelere
göre, İstanbul Patrikhanesinde şiddetli bir ihtilal çıkmıştır. Rumların çoğu
Patrik Meletios’u reddederek Anadolu Türk Ortodoks Patrikliğini tanımak
fikrindedir. Ermeni Patrikhanesinin Türklerle ilişkiye geçerek milletini
kurtardığını, fakat Meletios’un bunu yapmayarak kendilerini uçuruma
sürüklemiş olduklarını ileri sürmektedirler (BCA, 30.10.00.00/109.724.42,3). Fevzi Paşa’nın 3 Aralık’ta Başbakanlığa gönderdiği tezkereye göre ise
İstanbul’da bir Rum Kilisesinden kendisine 30 Kasım 1922 tarihinde bir
tezkere gönderilmiştir. Tezkerede TBMM Hükümetinin arzu ettiği takdirde
Meletios’u makamından atarak yerine birinin tayinini isteyeceklerini
söylemişlerdir (BCA, 30.10.00.00/109.724.4-4). Bakanlar Kurulu, İstanbul
Rumlarının Patrik Meletios’u indirip indirmemekte serbest bulundukları
kararını almıştır (BCA, 30.10.00.00/109.724.4-5). Bu kararla TBMM
Hükümeti, Meletios’u düşürmeye indirmeye çalışanların önünü açmıştır.
Öte yandan 1922 Aralığında Hazreti İsa’nın doğum yortusu için
Meletios, beraberinde Sinod azaları bulunduğu halde BeyoğlundaPanagia
Kilisesine giderek dini ayine başkanlık etti. Ayinden sonra Sinot Meclisi
azaları ile kilisenin özel dairesine gitmişlerdir. Meletios yaptığı konuşmada
İstanbul’dan kaçanları suçlamış, kurtulmalarının veya ölmelerinin kaderle
ilişkili olduğunu söylemiştir. “Kurtulmaklığımız mukarrer ise cümlemiz
39
U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri
kurtulmalıyız. Eğer ölmek mukarrer ise, keza, hepimiz ölmeliyiz, kanın
akmasına ihtiyaç hâsıl olur ise, ecdadımız gibi bizim kanımızda aksın.
Burada kalanları tebrik ederim. Elbet bir çıkar yol bulunacaktır... Burada
kalalım ve telaş etmeyelim. Hazreti İsa’nın tevellüdünü hal-i sulhtetesîd
etmeyi temenni ederim.” (Akşam, 6 Aralık 1922, 2).
TBMM Hükümeti, barış müzakerelerinin yapıldığı Lozan Barış
Konferansında Patrikhanenin İstanbul’dan çıkarılmasını sağlamaya
çalışmıştı. Görüşmeler sürerken 25 Aralık 1922’de Mustafa Kemal Paşa, Le
Journal muhabiri Paul Herriot’a Çankaya’da verdiği demeçte Patrikhane
hakkındaki düşüncelerini ortaya koymuştur. Demecinde Patrikhanenin artık
Türkiye sınırları içerisinde kalamayacağını ifade etmiştir. “Arabozuculuk
ocağı” olarak ifade ettiği Patrikhane’nin gerçek yerinin Yunanistan
olduğunu belirtmiştir (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 2006: 414).
Patrikhanenin ve Meletios’un ülkeden çıkarılmasında dair talepler
TBMM’de fazlasıyla dile getirilmişti. 3 Ocak 1923’te Isparta Mebusu
Hüseyin Hüsnü Bey, Lozan Konferansı görüşmeleri çerçevesinde Başbakan
“Rauf Bey’e Patrikhaneler İstanbul’da kalacak mı? sorusunu yöneltmiştir.
Rauf Bey’in Fatih zamanından beri Türklerin iyi niyetli yaklaşımlarına
karşın Patrikhanenin hıyanet içerisinde bulunduğunu hatırlatarak “Biz artık
aynı hatayı tekrar etmek istemiyoruz ve edemeyiz ve biz etmek istersek bu
millet müsaade etmez.”yönündeki cevabımilletvekillerinin alkışlarıyla
karşılanmıştır. Bazı milletvekilleri “Aynaroz'a, Atina'ya gitsinler” diye
bağırmışlardır (TBMM ZC, D.1, C.26, 1960:154). Trabzon Milletvekili
Hüsrev Bey ise “Bir fesat ocağı” olarak değerlendirdiği Patrikhanenin
Türkiye’den çıkarılması, özellikle Meletios'un kanunlar gereğince
cezalandırılması gerektiğini belirtmiştir (TBMM ZC, D.1, C.26, 1960:164).
TBMM’de bir gün sonraki müzakereler sırasında Konya Mebusu Refik
Bey’in, “Namus ve mukaddesatını her şeyin fevkinde olarak müdafaa
etmesini öteden beri bilen ve tatbik eden milletimiz artık o haydutları, o
yılanları sinesinde beslemeyecektir” ifadesi bravo sesleriyle karşılanmıştı
(TBMM ZC, D.1, C.26, 1960:179). Rize Mebusu Abidin Bey ise
“Patrikhane artık Atina'da mı, yoksa Lloyd George'un evinde mi, nerede
teşkilât yaparsa yapsın... Ruhani, cismani bilmem ne filân falan artık yoktur,
mülgadır. Bunlar kireç, kuyusuna atılmıştır...” Abidin Bey’in bu sözleri
karşısında milletvekilleri Aynaroz’a diye bağırmışlardı. İlginç olan Abidin
Bey’in buna verdiği yanıttır. Abidin Bey: “Aynaroz'u da alacağız. Merak
etme benim orada da gözüm vardır.” ifadelerini kullanmıştır (TBMM ZC,
D.1, C.26, 1960:181). TBMM Hükümeti Lozan Konferansındaki temsilci
heyetine Meclisteki bu görüş paralelinde hareket etmesi talimatı vermişti.
Lozan Konferansı görüşmelerinde Türk temsilci heyeti
Patrikhane’nin yurt dışına çıkarılmasını teklif etmişti (TBMM GCZ, C.4,
1985:6). Patrikhane’nin İstanbul’da faaliyetlerine devam edemeyeceğini,
40
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50
Patrik Meletios’un ise Türkler aleyhindeki çalışmalarından dolayı
İstanbul’da ikamet etmesine izin veremeyeceklerinde ısrarcı olmuştu.
Venizelos ise Patrikhanenin İstanbul’dan çıkarılması fikrine şiddetle karşı
çıkmış, bu şartlarda bir antlaşmayı Yunanlıların hiçbir zaman
imzalamayacaklarını söylemiştir (20 Aralık 1922) Akşam, s.1. Onun bu
yaklaşımı İtilaf Devletleri temsilcilikleri tarafından da desteklenmiştir.
Özellikle İngilizler Patrikhane’nin İstanbul’da kalması için yoğun baskıda
bulunmuşlardı (TBMM GCZ, C.4, 1985:7). İngiltere temsilcisi Lord Curzon,
Patrikhanenin sadece dini mahiyette kalmasını, siyasi işlerle kesinlikle
ilgilenmemek şartıyla İstanbul’da bulunmasını teklif etmişti. İngiltere’nin
önerisi, tarafların beyanlarının senet olarak kabul edilmesiyle çözülmüştür
(Akşam, 15 Ocak 1923, 1). Yeni duruma göre, Patrikhane artık siyasetle
uğraşmayacak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatandaşları Rum halkının
dinî işlerini yerine getirecek bir kurum olarak kalacaktır (Çelik, 1998:7).
Fener Rum Patrikhanesinin İstanbul’da bırakılmasının kararlaştırılması
İstanbul Patrikhanesinde memnuniyetle karşılanmıştır. Meletios da
gazetecilere verdiği demeçte karardan memnun olduğunu beyan etmiştir
(İstikbal, 17 Ocak 1923, 1). TBMM’de ise Patrikhanenin İstanbul’da kalması
eleştirilere maruz kalacaktır. Buna karşın, Lozan Türk heyetinde bulunan
Dr.Rıza Nur’un deyimiyle Patrikhane, artık “pençemizin altında bir Papaz
gibi İstanbul’da her şeyden tecrit edilmişti” (TBMM GCZ, C.4, 1985:7).
Venizelos, Lozan’daki Yunanistan basın temsilcilerine verdiği
demeçte, Patrikhane’nin İstanbul’da kalacağı sonucunu iletmiştir. Buna ek
olarak barışın imzalanmasından sonra Patrik Meletios’un Patriklikten istifa
etmesi gerektiğini ifade etmiştir (Akşam, 14 Ocak 1923, 1). Venizelos’un bu
beyanı Meletios’un durumunu belirlemiştir. Venizelos’un demecinden
anlaşılıyor ki Patrikhane merkezi İstanbul’da kalacak fakat Meletios Patrik
olamayacaktı. Venizelos, bundan sonra Meletios’un istifasını sağlamak için
yoğun faaliyetlere başlamıştır (Akşam, 25 Şubat 1923, 1). Buna karşın
Meletios, başlangıçta istifa çağrılarına direnmişti. Fakat gerek Venizelos’un
gerekse TBMM Hükümeti ve muhalif Rumların baskısı her geçen gün
Meletios için dayanılmaz hale gelmişti. Örneğin, 1 Haziran 1923’te
İstanbul’daki Rumlar Patrik Meletios’un istifasını isteyerek Patrikhane’yi
basmışlardır (Akşam, 2 Haziran 1923, 1). Bütün baskılara rağmen Meletios
istifaya yanaşmamıştı. Buna karşın bir ara çözüm bulunmuş, Patrikhane
Meclisi Meletios’un Aynaroz’a gönderilmesini kararlaştırmıştı. Böylece
Meletios istifa etmemekle birlikte İstanbul’dan çıkarılmış olacaktı. Bütün
baskılar sonucunda Meletios, geri adım atmış ve 27 Haziran 1923’te Fener’i
terk edeceğini açıklamıştı (Sofuoğlu, 1996: 143). 10 Temmuz 1923’te saat
iki buçukta ise Fener’den Galata rıhtımındaki vapura sevk edilmişti (Akşam,
11 Temmuz 1923, 1). Meletios’un İstanbul’dan ayrılmasıyla birlikte
Patrikhaneye Sen Sinod tarafından başkan vekili olarak Kayseri Metropoliti
41
U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri
Nikolay seçilmişti (Akşam, 11 Temmuz 1923, 1). Atina’dan 14 Temmuz
tarihiyle bildirildiğine göre Patrik Meletios ise Aynaroz’a ulaşmıştır
(Akşam,16 Temmuz 1923, 1).
Meletios, Aynaroz’a gittikten sonra Patrikhaneyi Yunanistan’a
taşımaya çalışmıştır. Bu sırada Fener Rum Patrikhanesinde Meletios’un
İstanbul’dan ayrılırken resmen istifa etmemesinden kaynaklanan yeni patrik
seçimi sorunları yaşanmıştı. Patrikhane, Meletios’un istifa etmesi yönünde
baskıyı artırdı. Meletios’un istifa etmemesi karşısında, Patrik makamının boş
kalacağını bağlı kiliselere bildirdi. Meletios ise görevini bırakmama
konusunda direnmiştir. Bu anlamda Atina’ya giderek çabalarını sürdürmüşse
de başarılı olamamıştır. Zira Yunan Hükümeti Türkiye ile yeni bir
anlaşmazlığın ortaya çıkmamasını istiyordu. Bunun için Khrisostomos’u,
Meletios’u görevden çekilmesini ikna etmek üzere 12 Ekim’de Selanik’e
gönderdi. Meletios, bu girişim neticesinde 10 Kasım 1923’te Patriklikten
istifa etmeyi kabul etti (Toker,2006: 263-265). Meletios’un istifası üzerine
Sinod Meclisi İstanbul Valiliğine başvurarak yeni patrik seçimi için izin
istedi (Şahin, 1980; 208). Gerekli iznin çıkmasıyla 6 Aralık 1923’te yapılan
seçimler neticesinde Kadıköy Metropoliti Grigorios yeni Patrik seçildi (Baş,
2005: 65).
Sonuç
Çalışmada Büyük Taarruz öncesi, süreci ve sonrasında Patrik
Meletios’un rolüne dair önemli tespitlere ulaşılmıştır. Her şeyden önce bu
süreçte Meletios dini misyonunun dışına fazlasıyla çıkmıştır. Batı
Anadolu’yu işgal etmiş bulunan Yunanistan’ın emellerine ulaşması için dini,
siyasi ve askeri vasıtaları sonuna kadar kullanmıştır. Bu da Türkler arasında
Meletios’a ve Patrikhane’ye olan kızgınlığı artırmıştır. Rumlar’ın ise Büyük
Taarruzun gelişimine göre Meletios’a bakışları değişmiştir. Rumlar Büyük
Taarruzun başlangıcında Meletios’a olan desteklerini esirgememişlerdir.
Fakat ne zaman ki Yunan ordusu art arda yenilgiler almaya başlamış, o vakit
Rumların eleştiri okları Meletios’a doğrulmuştu. Zira yenilginin en önemli
sorumlularından biri olarak Meletios görülmüştü.
Patrikhane’ye karşı gösterilen tepkiler ise Yunan hezimetinin
sonuçlanmasıyla birlikte had safhaya çıkmıştır. Artık Meletios İstanbul’da
bazı Rumlar arasında istenmeyen kişi ilan edilmiş, Patriklik görevinden
ayrılarak ülkeyi terk etmesi istenmişti. Bu istek TBMM Hükümeti tarafından
da desteklenmiştir. Zira Büyük Taarruz sürecinde kendi ülkesinin çıkarları
yerine işgalci bir devletin menfaatleri için gayret göstermişti. Onun bu
süreçteki tavrı TBMM Hükümeti’nin Meletios’un yanı sıra Patrikhane’nin
de bir daha geri dönmeyecek şekilde ülkeden çıkarılması kararında
belirleyici olmuştu. Fakat Lozan Antlaşması’nda Patrikhane’nin Türkiye’de
42
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50
kalması kabul edilmişti. Bu karar Meletios’un kurtuluşu olamamıştır. Büyük
Taarruz sürecinde kötü sınav vermiş olan Meletios’un artık Türkiye’de
kalamayacağı TBMM Hükümetinin yanı sıra Venizelos gibi Yunanlılar
tarafından dahi kabul edilmiştir. Neticede Meletios İstanbul’da fiili
saldırılara kadar ulaşan protestolar neticesinde İstanbul’dan ayrılmak, bir
süre sonra ise istifa etmek zorunda kalmıştır.
Böylece Türklerin Büyük Taarruz zaferi Meletios’un Patrikliğini ve
Türkiye’den çıkarılması sonucunu da doğurmuştu. Hiç şüphesiz bu sonu
Meletios’un Büyük Taarruz sürecinde yapmış olduğu faaliyetler belirlemişti.
43
U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri
Kaynakça
Arşiv ve Resmi Yayınlar
BCA, 30..10.0.0/139.724.12.
BCA, 30..10.0.0/54.355.13.
BCA, 30.10.00.00/109.724.4, Lef.1-5.
BOA, MV., 223/158, Lef.1.
TİTE, Kutu: 40, Gömlek 183, Belge: 183, 183-1.
TİTE, Kutu: 40, Gömlek 184, Belge: 184, 184-1-2.
TİTE, Kutu: 47, Gömlek:65, Belge: 1-2.
TİTE, Kutu: 55, Gömlek:87, Belge: 1.
TİTE, Kutu: 55, Gömlek:163, Belge: 1.
TİTE, Kutu: 55, Gömlek:170, Belge: 1
TİTE, Kutu: 56, Gömlek 50, Belge: 1-2.
TİTE, Kutu: 67, Gömlek:112, Belge: 1.
1985. TBMM Gizli Celse Zabıtları, C.4, Ankara: İş Bankası Yay.
1960. TBMM Zabıt Ceridesi, Devre:1, C.24, Ankara: TBMM
Matbaası.
1960. TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 1, C.25, Ankara: TBMM
Matbaası.
1960. TBMM Zabıt Ceridesi, Devre:1, C.26, Ankara: TBMM
Matbaası.
Gazeteler ve Dergiler
Açıksöz
Akşam
Babalık
Hâkimiyet-i Milliye
Islahat
İkdâm
İstikbâl
Peyâm-ı Sabâh
Sada-yı Hak
Şark
Tanin
Vakit
Varlık
44
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50
Yeni Adana
Telif Eserler
Arslan, E. 1995. “Kurtuluş Savaşında Yunan-Fener Patrikhanesi
Birlikteliğine Karşı Örgütlü Bir Yaklaşım “Türk Ortodoks Kilisesi”, A.Y.D.,
4(15), 407-442.
Atalay, B. 2001. Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin Siyasi
Faaliyetleri (1908-1923), İstanbul: Tarih ve Tabiat Vakfı Yay.
Atalay, B. 2005. “Rum Ortodoks(Fener) Patrikhanesi’ne Verildiği
Varsayılan İmtiyazlar ve Bugünkü Statüsü”, Ankara: XIV. Türk Tarih
Kongresi,2(2), 1414-1440.
Atatürk, M.K. 1997. Nutuk 1919-1927, Ankara: Atatürk Araştırma
Merkezi Yay.
Baş, M.2005. Türk Ortodoks Patrikhanesi, Ankara: Alperen Yay.
Çelik, M.1998. Fener Patrikhanesine Verilecek Ökümeniklik
Statüsünün Türkiye İçin Doğuracağı Tehlikeler, , İzmir: Akademi Kitapevi.
Ercan, H.Y. 1967 “Fener ve Türk Ortodoks Patrikhanesi”, Türk
Araştırmaları Dergisi,5(8-9), 411-438.
Güler, A. 2007. Sorun Olan Yunanlılar ve Rumlar, Ankara: Türk
Metal Sendikası Yay.
Güner, Z. 1998. Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin
Kuruluşu ve Faaliyetleri (1 Aralık 1918-13 Mayıs 1920), Ankara: Atatürk
Araştırma Merkezi Yay.
Macar, E. 2003. Cumhuriyet Döneminde İstanbul Rum Patrikhanesi,
İstanbul: İletişim Yay.
Polat, H.A. 2011.“Milli Mücadele Yıllarında Marmara Bölgesi’nde
Faaliyet Gösteren Rum ve Ermeni Çeteleri”, Selçuk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, 26, 263-290.
Sofuoğlu, A.1996. Fener Rum Patrikhanesi ve Siyasi Faaliyetleri,
İstanbul, Turan Yayınevi
Şahin, M.S. 1980; Fener Patrikhanesi ve Türkiye, İstanbul: Ötüken
Yayınevi.
Toker, H. 2006. Mütareke Döneminde İstanbul Rumları, Ankara:
Genelkurmay ATASE ve Denetleme Başkanlığı Yay.
Topbaş, T. 2007. Ekümeniklik Fener Rum Patrikhanesi, İzmir:
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri
ve İnkılap Tarihi Enstitüsü.
Üçüncü, U. 2012. Türk Kamuoyunda Büyük Taarruz, , Ankara:
Altınpost Yay.
45
U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri
Yalçın, E. 2010. II. Meşrutiyet Döneminde Fener Rum Ortodoks
Patrikhanesi’nin Siyasi Faaliyetleri, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi
Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, 45, 157-176.
Yıldırım, U. 2004. Dünden Bugüne Patrikhane, İstanbul: Kaynak
Yay.
1964. “Yunan Başkumandanı Trikopis Nerede, Kime Nasıl Teslim
Oldu?”, Tarih Konuşuyor, 2(7), 509-535.
2006. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara: Atatürk Araştırma
Merkezi Yay.
46
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50
EKLER
EK-1: Patrik Meletios, (Akşam, 12 Temmuz 1923, 1).
47
U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri
Ek-2: Patrikhane’nin Kanunsuz eylemlerine dair Osmanlı Meclis-i
Vükelâ Kararı, BOA, MV., 223/158, Lef.1.
48
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 21-50
EK-3: Büyük Taarruz Sürecinde Patrik Meletios için tutulan
istihbarat raporlarından biri,TİTE, Kutu: 40, Gömlek 184, Belge: 184, 184-1.
49
U. Üçüncü / Fener Rum Ortodoks Patriği IV. Meletios’un Büyük Taarruzdaki Faaliyetleri
EK-4: Rum Kilisesinden TBMM Hükümetinin arzu ettiği takdirde
Meletios’u makamından atarak yerine başka birisinin tayin edileceğine dair,
BCA, 30.10.00.00/109.724.4, Lef.4.
50
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77
Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize
Emniyet Müdürlüğü Alan Araştırması
DOI NO: 10.5578/JSS.8367
Hasan Usta1
Geliş Tarihi: 17.08.2014
Kabul Tarihi: 06.11.2014
Özet
Bu araştırma Rize İlinde görevli polislerin ücret yönetimiyle ilgili görüş ve
önerilerini almak, bazı demografik değişkenler (yaş, cinsiyet, medeni durum, eğitim
durumu, rütbe, görev yapılan birim, çalışma süresi, çalışma sistemi) açısından
katılımcıların değerlendirmelerinin değişip değişmediğini bulmak amacıyla yapılmış
betimleyici bir çalışmadır.
Araştırmaya 2012 yılında Rize Emniyet Müdürlüğü’nde farklı birimlerde
çalışan olasılıklı olmayan örnekleme yöntemlerinden amaçlı ve yargıya dayanan
örnekleme yöntemiyle seçilmiş 205 polis katılmıştır. Verilerin toplanmasında ilgili
literatür taranarak hazırlanmış anket formu kullanılmıştır. Verilerin analizinde tek
yönlü varyans analizi, bağımsız örneklem t-testi ve tanımlayıcı istatistiki tablolar
kullanılmıştır.
Yapılan analizler sonucunda ücret sistemiyle ilgili polislere yöneltilen
ifadelere verilen yanıtlardan eğitim durumu, rütbe, yaş, çalışma süresi, görev
yapılan birim ve çalışma sistemi değişkenlerinde anlamlı farklılıklar olduğu
görülmüş; cinsiyet ve medeni durum değişkenlerinde anlamlı bir farklılık
görülmemiştir. Araştırmada yer alan polislerin çalışma düzeniyle ilgili görüşleri
demografik değişkenlere göre farklılıklar göstermektedir. Ortaya çıkan bulgular
ışığında, çalışmanın sonuç kısmında bazı çözüm önerileri sunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Ücret Yönetimi, Çalışma Saatleri, Çalışma Düzeni, Ücret
Sistemi, Emniyet Teşkilatı.

Bu makale, 2013 yılında Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü’nde Doç. Dr. Serdar
Kenan GÜL’ün danışmanlığında Hasan USTA tarafından yazılan “Emniyet Teşkilatı’nda
Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan Araştırması” başlıklı yüksek lisans
tezinden yararlanılarak hazırlanmıştır.
1
Rize İl Emniyet Müdürlüğü, [email protected]
51
H. Usta / Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan
Araştırması
Salary Management in Turkish Police Organization: The Field Study of
Rize Police Department
Abstract
The purpose of this descriptive study is to obtain the views and suggestions
of the police officers employed in the Province of Rize on salary management and to
find out whether the views of the participants vary based on various demographic
variables (e.g. age, gender, marital status, education, rank, unit of assignment,
seniority, and working system).
205 police officers, who worked in the different units of the Rize Police
Department in 2012, were selected by oriented and judgment based sampling
method which is one of the non-probability sampling methods.
A questionnaire form which was drafted by reviewing the relevant
literature was used for the purpose of gathering required data. One way analysis of
variance, independent sample t-test and statistical tables were used in analyzing the
data.
As a result of the analyses conducted, it was concluded from the answers
provided to the questions posed to the police officers on salary system that there
were significant variations in the variables of education status, rank, age, seniority,
unit of assignment and working conditions; however, no significant variation was
found in the variables of gender and marital status. The views of the police officers
participated in this study on the working conditions exhibit variations based on the
demographic variables. In the conclusion, some suggestions are provided.
Keywords: Salary Management, Working Hours, Working Conditions, Wage System,
Turkish National Police.
Giriş
İnsanlar yaşamlarını sürdürebilmek için çalışmak zorundadır. Bu
çalışmanın karşılığında alınan bedel, ücret olarak tanımlanmaktadır. Ücret,
çalışanlar açısından geçimlerini sürdürebilmek için bir zorunluluk iken,
örgütler için başlıca bir gider kalemidir. Ücret, personeli işe çekmede,
isteklendirmede ve elde tutmada önemli bir etkendir.
Sosyal ve ekonomik hayatın karmaşıklığı, iş ilişkilerinde ulusal
sınırları aşan rekabet olgusu, çalışma yaşamını belirleyen ulusal ve ulusüstü
düzenlemeler örgütlerin yeni yönetim enstrümanları geliştirmesini zorunlu
kılmaktadır. Bundan dolayı İnsan Kaynakları Yönetimi (İKY) içinde bir alt
disiplin olarak ‘ücret yönetimi’ kavramı ortaya çıkmış ve teorik ve pratik
alanda ilgi görmeye başlamıştır.
Kavramı tanımlayacak olursak: Ücret yönetimi, hem örgüt
yönetiminin hem de personelin beklentilerini karşılayan bir ücret sisteminin
52
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77
kurulmasını ve yürütülmesini içeren, sistematik ve bütüncül bir yönetim
işlevidir.
Ücret yönetimi, rekabet ve hızla değişen piyasa koşullarında iş
yapan özel sektör tarafından kullanılmaya başlanarak geliştirilmiştir. Ancak
özel sektörde yaşanan gelişmelerin yanı sıra kamu alanında da kaynakların
daha etkin ve verimli olarak kullanılması amacıyla daha etkin bir ücret
yönetimi oluşturma arayışlarının varlığı göze çarpmaktadır. Nitekim
Türkiye’de sağlık, eğitim gibi sektörlerde kamu çalışanlarının performansını
arttırmayı amaçlayan, çalışanlarda örgütsel adalet duygusunu besleyecek
çeşitli ücret yönetimi araçları kullanılmaktadır.
Ücretin çalışma hayatının tüm aktörlerince önemli olması, bu alanda
yapılan düzenlemelerin karmaşık bir hal alması, özel – kamu sektörü
arasındaki rekabette ücretin nitelikli personeli çekmede önemli olması gibi
nedenlerle etkin ücret yönetimi önem kazanmaktadır.
Kamuda ücret yönetimine ilişkin örgüt yönetiminin karar alanları
yasal düzenlemelere bağlı olarak oldukça kısıtlıdır. Emniyet Teşkilatı’nda
ise bu alan biraz daha geniştir. Örgüt yöneticileri, personelin çalışma
düzenini belirleme ve ek ücret araçlarını (taltif, görev tazminatı vb.)
kullanma olanağına sahiptir.
Bu çalışmayla Emniyet Teşkilatındaki ücret yönetimi politikalarına
ilişkin Rize Emniyet Müdürlüğü personelinin algı ve görüşleri, alan
araştırması ile analiz edilmeye çalışılmıştır. Çalışmada ücret yönetimi
kavramı, araştırmanın sistematiği gereği ücret sistemi ve çalışma düzeni alt
başlıkları şeklinde ele alınmıştır.
Araştırma kapsamında, Rize ilinde görevli polislerin Emniyet
Teşkilatı’nın ücret politikalarına bakışının cinsiyet, yaş, rütbe, eğitim
durumu, medeni durum, görev yapılan birim, çalışma sistemi, mesleki kıdem
değişkenleri açısından farklılaşıp farklılaşmadığı ortaya konulmaktadır.
1. Emniyet Teşkilatında Ücret Yönetimi
Türkiye’de kamu personeli ücret yönetiminin genel sorun alanları
vardır. Ancak Emniyet Teşkilatında buna ilaveten örgütün insan kaynağı,
yasal düzenlemeler, yapılan hizmetin niteliği farklı sorunların oluşmasına
neden olabilmektedir.
Emniyet Teşkilatında ücret yönetimini, ücret sistemi ve çalışma
düzeni olmak üzere iki başlık altında ele alınabilir.
Emniyet Teşkilatı’nda ücret sisteminin 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu (DMK) ile genel hatları çizilmekle birlikte, diğer kamu
53
H. Usta / Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan
Araştırması
kurumlarından farklı olarak değişik yasal düzenlemelerle ortaya çıkmış bir
ücret rejimi uygulanmaktadır.
Kamu çalışanlarının ücretleri, ana ücretin yanında farklı ek
ödemelerden oluşmaktadır. (Öztürk, 2001:18-19). Nitekim günümüzde ana
ücret çok düşük seviyede kalmıştır. Ana ücrete ilave olarak taban aylık,
kıdem aylığı, özel hizmet tazminatı, makam tazminatı, ek tazminat ile diğer
zam ve tazminatlar eklenmesiyle ek ödemeler, ana ücretin birkaç kat üzerine
çıkmıştır.
Emniyet Teşkilatında uygulanmakta olan kıdeme dayalı ücret
sisteminde temelde ücret; öğrenim düzeyi, öğrenim süresi ve niteliğine göre
saptanmaktadır. Ücret sisteminde rütbe ve kıdem (hizmet süresi), ön
plandadır. Ücret, personelin yaptığı işten çok statüsüne bağlıdır (Gültekin ve
Terzioğlu, 2008:979).
Kamu çalışanlarının fazla çalışma ücretleri DMK’da fazla çalışılan
süre memura maddi olarak veya daha sonra izin olarak geri ödeme yapılması
şeklinde kurala bağlanmıştır. Ancak Emniyet Teşkilatında ise 3201 sayılı
Emniyet Teşkilatı Kanunu (ETK)’nun geçici 21. maddesinde hemen bütün
personele sabit miktarda fazla mesai ücreti ödenmesi öngörülmektedir.
Personelin performansını arttırmak amacıyla örgütler maddi
ödüllendirme aracını kullanır. Emniyet Teşkilatındaki duruma bakıldığında
tüm birimler eşit ve adaletli bir şekilde ödüllendirilmemektedir. Operasyonel
birimlerin (Kaçakçılık ve organize suçlar, narkotik, istihbarat, terör gibi)
diğer birimlere (polis merkezi, çevik kuvvet, önleyici hizmetler) göre yeterli
düzeyde taltif aldıkları söylenebilir. Hâlbuki bu birimlerin iş yoğunluğu ve
zorluğu yönüyle çokça taltif alan birimlerden aşağı kalır yanı yoktur
(Erşahıs, 2010:262).
Emniyet Teşkilatında çalışma düzeni temelde 657 sayılı yasaya göre
belirlenmektedir. Yasanın çalışma saatlerini düzenleyen ilgili maddesi 24
saat kesintisiz hizmet verme durumunda olan kurumların farklı çalışma
saatleri düzenleyebileceğini öngörmektedir. Buna göre, 1995 yılında
çıkarılan “Emniyet Hizmetleri Sınıfı Personelinin Çalışma Saatlerine İlişkin
Esaslar” isimli İçişleri Bakanlığı genelgesi ile çalışma saatleri
düzenlenmiştir. Bu genelge ile büro personeli için, diğer memurlar gibi,
08.00-17.00 çalışma sistemi öngörülürken; 24 saat kesintisiz hizmetin
verildiği birimlerde ise personelin çalışma saatleri, hizmetin gerekleri göz
önünde bulundurularak olağanüstü durumlarda 12/12, normal halde ise 12/24
ve 12/36 sistemlerinden birine göre belirlenmektedir. Bu sistemlerde
personel 12 saat çalışıp, sisteme göre 12, 24 ya da 36 saat istirahat
etmektedir. Üç sistemde de haftalık izin, resmi ve dini tatillerde izin yoktur.
12/36 sistemi genellikle gece sabit çalışan personele uygulanmaktadır. Bu
54
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77
çalışma saatlerine ilave olarak personel maç, miting gibi ek görevlere de
gitmektedir.
Bu vardiya sistemleri esneklikten uzak, sabit vardiya şeklindedir.
Bunlardan 12/24 sistemi ise sabit personel, sabit vardiyaya başlama ve bitiş
saatleri, sabit vardiya uzunlukları, hızlı vardiya dönüşümü (gündüz
vardiyasından gece vardiyasına) gibi nedenlerle esnekliğe sahip değildir
(Baycan, 2011:225).
Tablo 1: 12/24 Sisteminin Uluslararası Standartlarla Karşılaştırması
ILO
AB
12/24
8 Saat
8 Saat
12 Saat
40-48 Saat
48 Saat
56 Saat
Günlük Minimum
Dinlenme Süresi
11 Saat
11 Saat
24 Saat
Haftalık Minimum
Dinlenme Süresi
24 Saat
24 Saat
-
8 Saat
8 Saat
12 Saat
-
48 Saat
16 Saat+3 Saat
Günlük Çalışma Limiti
Haftalık Çalışma Limiti
Gece Çalışma Limiti
Fazla Mesai Limiti
Fazla Mesai Ödemesi
+25% ödeme
Sabit Ödeme
Kaynak: Baycan, (2010:104).
Tablo 1’de görüldüğü üzere, 12/24 sistemi ILO ve Avrupa Birliği (AB)
tarafından geliştirilen standartlardan günlük dinlenme süreleri haricindeki
standartları karşılamamaktadır.
Yasal etkenlerin yanı sıra kurum içinde uzun yıllar süre gelmiş
uygulamalar, alışkanlıklar ve davranış kalıplarından oluşan polis alt kültürü
de uzun çalışma saatlerini ortaya çıkaran nedenlerden biridir. Örgüt
yöneticileri, polis alt kültürü bilinçaltıyla çalışma saatleri üzerindeki
55
H. Usta / Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan
Araştırması
tasarruflarını personel lehine değerlendirmemekte, ikinci emir gibi
uygulamalarla normal çalışmaya ek süreler katılabilmektedir.
Polisin çalışma saatlerine yük getiren diğer bir konu ise ek
görevlerdir. Polis, genel güvenlik hizmeti ile ilgili asli görevleri dışında,
tebligat işleri, özel kişi, kurum ve organizasyonlarda koruma, adres tespiti,
hasta nakli ve büro işleri gibi çok sayıda işle meşgul olmaktadır. Bunun
nedeni, çok sayıda yasa, tüzük ve yönetmelikle polise oldukça fazla ve çok
sayıda görev ve yetki verilmiş olmasıdır (Aydın, 2003:3).
Emniyet Teşkilatında çalışma saatlerini düzenleyen genelgenin
varlığı, kanuna aykırı bir sonuç ortaya koymaktadır. 657 sayılı DMK,
memurun haklarını gözetmek amacıyla iş hayatında çalışan aleyhine
kullanılan çalışma saatlerinin, yaptırım gücü genelgeye göre daha kuvvetli
olan tüzük veya yönetmelikle, düzenlenmesini gerekli kılmıştır. Emniyet
Teşkilatında çalışma saatleri işlevselliği tartışmalı olan bir genelgeyle
düzenlenerek kanuna aykırı bir duruma neden olmaktadır (Baycan,
2011:218).
2.Rize Emniyet Müdürlüğü Alan Araştırması
Emniyet Teşkilatındaki mevcut ücret yönetimi politikası, Rize
Emniyet Müdürlüğü’nde 2012 yılında yapılan bir alan araştırması ile analiz
edilmeye çalışılmıştır.
Araştırma konusu, Emniyet Teşkilatında geçmişte yapılan çalışmalar
göz önüne alındığında “ücret yönetimi” konusunu bağımsız bir şekilde
incelemesi açısından önem kazanmaktadır.
Araştırma kapsamında, Rize ilinde görevli polislerin Emniyet
Teşkilatı’nın mevcut ücret politikalarına bakışının cinsiyet, yaş, rütbe, eğitim
durumu, medeni durum, görev yapılan birim, çalışma sistemi, mesleki kıdem
değişkenleri açısından farklılaşıp farklılaşmadığı ortaya konulmaktadır.
Araştırmanın amaçları doğrultusunda oluşturulan hipotezler şu
şekildedir:
H1=Polislerin ücret sistemine ilişkin görüşleri cinsiyete göre farklılık
göstermektedir.
H2= Polislerin ücret sistemine ilişkin görüşleri medeni durumlarına
göre farklılık göstermektedir.
H3= Polislerin ücret sistemine ilişkin görüşleri eğitim durumuna göre
farklılık göstermektedir.
H4= Polislerin ücret sistemine ilişkin görüşlerinde rütbe durumlarına
göre farklılıklar vardır.
56
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77
H5= Polislerin ücret sistemine ilişkin görüşleri yaş gruplarına göre
farklılık göstermektedir.
H6= Polislerin ücret sistemine ilişkin görüşleri meslekte çalışma
sürelerine göre farklılık göstermektedir.
H7= Polislerin ücret sistemine ilişkin görüşlerinde çalıştıkları
birimlere göre farklılıklar vardır.
H8=Polislerin ücret sistemine ilişkin görüşleri çalışma saatlerine göre
farklılık göstermektedir.
Bu çalışma, araştırma evreni içinden olasılıklı olmayan örnekleme
yöntemlerinden amaçlı ve yargıya dayanan örnekleme yöntemi kullanılarak
yapılmıştır. Zira araştırma farklı çalışma koşulları ve ücret farklılığına (taltif,
görev tazminatı vb. yoluyla) sahip birimlerde çalışan personelin görüşlerini
almayı amaçlamaktadır.
Araştırmanı evreni Rize Emniyet Müdürlüğü il merkezinde çalışan
750 polisten meydana gelmektedir. Örneklem, Operasyonel Birimler
(Güvenlik, Terörle Mücadele, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele),
Çevik Kuvvet, Büro Hizmetleri (Personel, Lojistik, Pasaport, Evrak Arşiv,
Sosyal Hizmetler, Eğitim, Yabancılar), Polis Merkezleri (Cumhuriyet ve
Tophane), Asayiş, Trafik Hizmetleri (Bölge Trafik ve Trafik Tescil ve
Denetleme) birimlerinde çalışan 205 personelden oluşturmaktadır.
Araştırmada kapsamında kullanılan anket formunda yer alan sorular
literatür taramasına dayanılarak hazırlanmıştır. Anket üç bölümden
oluşmaktadır. Birinci bölümde, kişisel bilgiler yer almaktadır. İkinci bölüm,
likert tipi ölçekli olup ifadeler karşısında ve (1) “tamamen katılmıyorum”,
(2) “katılmıyorum, (3) “kararsızım”, (4) “katılıyorum”, (5) “tamamen
katılıyorum” seçeneklerinden birinin tercih edilmesini içeren yirmi üç (23)
ifadeden oluşmaktadır. Üçüncü bölüm, şıklı dokuz sorudan meydana
gelmektedir. Bir ve beş nolu sorular “evet” ve “hayır” şeklinde
cevaplanmasına göre bir sonraki soruyla bağlantılı olarak düzenlenmiştir.
Araştırmanın veri kaynağını oluşturacak anket formlarının
uygulanmasında öncelikle pilot bir çalışma yapılmıştır. Bu çalışma
sonucunda elde edilen verilerin değerlendirilmesi ve katılımcıların önerileri
dikkate alınarak anket formu üzerinde bazı değişiklikler yapılmıştır.
Elde edilen veriler SPSS 15.0 sürümü kullanılarak analiz edilmiştir.
Nicel verilerin analizinde tek yönlü varyans analizi, bağımsız örneklem ttesti ve tanımlayıcı istatistiki tablolar, nitel verilerin analizinde içerik analizi
kullanılmıştır.
57
H. Usta / Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan
Araştırması
3.Bulgular
Araştırma kapsamında hazırlanan anket formlarından toplam iki yüz
otuz (230) adet form örneklem grubunda yer alan polislere dağıtılmıştır.
Dağıtılan formlardan iki yüz beş (205) adeti analize tabi tutulmuştur.
Araştırmaya toplam 205 kişi katılmıştır. Tablo 2’de görüldüğü üzere
katılımcıların %89,8’i erkeklerden oluşmaktadır. Katılımcıların yaşı 23 ile
55 arasında değişmektedir. Ortalama yaş 32,98’dir.
Tablo 2: Katılımcıların Demografik Özellikleri
Değişken
f
%
Erkek
184
89,8
Kadın
21
10,2
20-25
9
4,4
26-30
79
38,5
31-35
55
26,8
36-40
37
18
41-45
18
8,8
46-50
1
0,5
51-55
6
2,9
Evli
179
87,3
Bekâr
25
12,2
Eşinden Ayrı Yaşıyor
1
0,5
Boşanmış
-
-
İlköğretim
-
-
Lise
10
4,9
Ön lisans
34
16,6
Lisans
151
73,7
Cinsiyet
Yaş (Ortalama=32.98, SS=6.168)
Medeni Hal
Eğitim Durumu
58
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77
Lisansüstü
10
4,9
Polis Memuru
170
82,9
Başpolis Memuru
4
2
Komiser Yardımcısı
10
4,9
Komiser
4
2
Başkomiser
4
2
Emniyet Amiri
1
0,5
Emniyet Müdürü
12
5,9
Operasyonel
32
15,6
Büro
35
17,1
Trafik
35
17,1
Asayiş
37
18,0
Çevik Kuvvet
32
15,6
Polis Merkezi
34
16,6
1-5
63
30,7
6-10
77
37,6
11-15
31
15,1
16-20
25
12,2
21-25
3
1,5
26-30
6
2,9
Çalışma Sistemi
f
%
08.00-17.00
86
42,0
8/24
29
14,1
12/36
30
14,6
12/24 Blok Sistem
19
9,3
Rütbe
Birim
Çalışma Süresi (Ortalama=9.20,
SS=5.937)
59
H. Usta / Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan
Araştırması
12/24
5
2,4
Diğer
36
17,6
Tablo 2 incelendiğinde 26-30 yaş grubunda %38,5 ve 31-35 yaş
grubunda %26,8 oranı olduğu ve bu iki yaş grubunun toplamda %65,3
olduğu görülmektedir. Araştırmaya katılanların büyük çoğunluğu (%87,3)
evlilerden oluşmaktadır. Katılımcıların eğitim düzeyleri lise ve lisansüstü
arasında değişmektedir. Çoğunluk (%73,7) lisans mezunudur. Katılımcıların
%84,9’u memurlardan geri kalan %15,1’i ise amir sınıfı personelden
oluşmaktadır. Katılımcıların görev yaptıkları birimlerin fazla sayıda olması
nedeniyle işlevsel bir sınıflandırma yapılarak 6 grup belirlenmiştir. Gruplar
arasında denk bir dağılım sağlanmaya çalışılmıştır. Katılımcıların çalışma
süreleri 1-5 yıl arası olanların oranı %30,7 ve 6-10 yıl olanların oranı %37,6
olduğu, toplamda ise %68,3’lük çoğunluğun 1-10 yıl arası hizmeti olan
polislerden oluştuğu görülmektedir. Ortalama çalışma süresi 9,2 yıldır.
Araştırmaya katılan polislerin çalışma sistemini incelediğimizde %42 ile 0817.00 gündüz çalışma sisteminin başta geldiği, onu sırasıyla %17,6 ile diğer
seçeneği, %14,6 ile 12/36 çalışma sistemi ve %14,1 ile 8/24 çalışma sistemi
izlemektedir. Bu bulgulardan araştırmaya katılanların farklı cinsiyetlerden,
farklı yaşlardan, farklı rütbe ve birimlerden, farklı eğitim duruma sahip,
farklı hizmet süreleri olan polislerden meydana geldiği için Rize Emniyet
Müdürlüğü’nü temsil ettiği söylenebilir.
Katılımcıların ücret sistemiyle ilgili görüşlerini almak amacıyla
hazırlanan yirmi üç değerlendirme ifadesinden on sekizi (18) olumlu, beşi
(5) ise olumsuz olarak düzenlenmiştir. Anket formlarında 1 değeri tamamen
katılmıyorum, 2 değeri katılmıyorum, 3 değeri kararsızım, 4 değeri
katılıyorum, 5 değeri tamamen katılıyorum şeklindedir. Verilerin analizi bu
değerlerle yapılmıştır. Buna göre katılımcıların ifadelere verdiği cevaplar
olumlu ifadelerde değer 3,5’in üzerinde ise pozitif yönde, değer 2,5 ve altı
olduğu durumda ise negatif yönde olmaktadır.
Araştırmaya katılan polislerin ücret sistemine ilişkin kendilerine
yöneltilen ifadelere verdikleri yanıtların değerleri Tablo 3’de görülmektedir.
60
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77
Tablo 3: Polislerin Ücret Sistemi Algısı
İfade
No
Olumlu Değerlendirme İfadeleri
Ortalama
Standart
Sapma
2
Birimim tarafından bana verilen
sosyal yardımlar (yemek, servis vb.)
yeterlidir.
2,03
1,266
3
Teşkilat tarafından bana yapılan tüm
ödemelerin düzeyi (ücret, tazminat,
taltif vb.) yeterli düzeydedir.
1,79
0,992
4
Teşkilatta diğer birimlerde alınan
ücretle karşılaştırdığımda kendi
ücretim tatmin edicidir.
2,29
1,201
5
Ücretimi başka kurumlardaki benzer
işlerle karşılaştırdığımda yeterli
buluyorum.
1,94
1,099
7
Ücretim belirlenirken performansın
ölçüt olmasını isterim.
3,87
1,247
8
Aldığım ücreti çalışmamın
karşılığında yeterli buluyorum.
2,09
1,121
9
İş yoğunluğum ve performansıma
göre almış olduğum taltifi yeterli
görüyorum.
1,69
0,985
10
Teşkilattaki birimler arasındaki ücret
farklılığını (tazminat, taltif vb.
yoluyla) adil buluyorum.
1,62
0,955
12
Fazla çalışma ücretinin her birimdeki
personele eşit olarak verilmesini
doğru buluyorum.
2,73
1,479
13
Taltiflerin belirlenmesinde kıdeme
bağlı olarak aylık tutarın farklı
olmasını doğru buluyorum.
2,43
1,432
14
İşimin stres ve zorluğuna göre
aldığım ücreti yeterli buluyorum.
1,71
0,939
15
Yetki ve sorumluluklarıma karşılık
aldığım ücreti yeterli buluyorum.
1,81
0,959
61
H. Usta / Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan
Araştırması
16
Kamuoyunda ‘Eşit İşe Eşit Ücret’
olarak bilinen düzenlemeyle
Teşkilatta bazı unvan (emniyet genel
müdür yardımcısı, daire başkanı, il
emniyet müdürü vd.) ve birimlerin
(cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve
TBMM koruma daireleri, özel
harekât dairesi) ücretlerinde yapılan
artışı olumlu buluyorum.
2,12
1,215
17
Ücretimi eğitim, bilgi ve
yeteneklerime uygun buluyorum.
2,05
1,004
18
Amir - memur ücretleri arasındaki
fark daha belirgin olmalıdır.
2,42
1,257
20
Kıdeme bağlı olarak ücretimin
artmasını uygun buluyorum
3,75
1,245
22
Yapılan işin zorluk derecesi ve
çalışma koşulları ücretin
belirlenmesinde dikkate alınmalıdır.
4,46
0,894
23
Ücretim tatminkâr, ürettiğim
hizmetin karşılığını alıyorum.
2,04
1,014
İfade
No
Olumsuz Değerlendirme İfadeleri
Ortalama
Standart
Sapma
1
Kesintilerden sonra elime geçen net
ücret yeterli değildir.
3,81
1,215
6
Teşkilatın ücret politikalarında
tutarlılık yoktur.
3,72
1,319
11
Ücret sistemi adil değildir.
3,85
1,324
19
Başarılı çalışmalarım
ödüllendirilmiyor.
3,61
1,322
21
Amir ücretlerini yetersiz buluyorum.
2,89
1,240
Katılımcıların yirmi üç (23) değerlendirme ifadesine verdikleri
cevapları cinsiyet değişkenine göre bağımsız örneklem t-testi analizinde
incelendiğinde istatistiki olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır.
Sonuç olarak, H1 hipotezi doğrulanmamıştır.
62
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77
Katılımcıların
değerlendirmeleri
rütbe
değişkenine
göre
incelendiğinde toplam 12 alanda istatistiki olarak anlamlı farklılık olduğu
görülmektedir. Bağımsız örneklem t-testi sonuçlarına göre, amirler
memurlara göre, hem genel olarak aldıkları ücreti hem de çalışılan birime
göre, aldıkları ücreti yeterli bulmaktadır. Rütbeli personelin kendilerine
sunulan sosyal imkânları diğer personele göre yeterli buldukları
görülmektedir. Yapılan işin stres ve zorluğu, bilgi, yetenek ve sorumluluğa
göre amirlerin memurlara kıyasla ücretlerini yeterli buldukları
görülmektedir. Amir personel, amir-memur ücretleri arasındaki farkın daha
belirgin olmasını istemektedir. Amir ücretlerini yetersiz bulan rütbeli
personele karşılık, memurlar da daha düşük bir ortalamayla da olsa amir
ücretlerini yetersiz bulmaktadır. Sonuç olarak, H4 hipotezi doğrulanmıştır.
Medeni durum değişkeniyle ilgili olarak yapılan bağımsız örneklem
tek yönlü varyans analizi sonuçlarına göre istatistiki olarak hiçbir alanda
anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır. Sonuç olarak, H2 hipotezi
doğrulanmamıştır.
Eğitim durumu değişkeniyle ilgili yapılan bağımsız örneklem tek
yönlü varyans analizinde aralarında anlamlı farklılık bulunan alanlarda
gruplar arasındaki ilişkileri bulmak amacıyla yapılan Tukey testi sonuçlarına
göre eğitim seviyesi arttıkça ücretler yetersiz bulunmakta ve ücret sistemi
adil bulunmamaktadır. Taltifler belirlenirken kıdeme göre farklı aylık
tutarlar üzerinden yapılan ödemeler de eğitim seviyesi arttıkça olumsuz bir
sistem olarak değerlendirilmektedir. Anket sonuçlarına göre, H3 hipotezi
doğrulanmıştır.
Katılımcıların değerlendirmelerine göre belirlenen yaş grupları
arasında anlamlı farklılık bulunmuştur. Personelin yaş gruplarına göre
kendisine birimi tarafından sağlanan sosyal yardımlar, kıdeme bağlı taltif
sistemi, amir – memur ücretleri arasındaki farkın belirgin olması, kıdeme
bağlı ücretin artması, işin zorluğu ve çalışma koşullarının ücreti belirlemesi,
ücretin tatminkârlığı konularında farklı görüşte olduğu ortaya çıkmaktadır.
Sonuç olarak, H5 hipotezi doğrulanmıştır.
Meslekte çalışma sürelerine göre gruplar arasında anlamlı farklılık
bulunmaktadır. Hangi gruplar arasında farklılık olduğunu bulmak amacıyla
yapılan Tukey testi sonuçlarına göre çalışma süresi arttıkça verilen sosyal
yardımlar yeterli görülmektedir. Çalışma süresi fazla olan ve taltiflerden
daha fazla yararlanan personel sistemin devamından yanayken, bu sistemde
aynı işi yaptıkları halde daha az taltif ücreti alan katılımcılar kıdemin ölçüt
olmasına olumsuz bakmaktadır. Çalışma süresi arttıkça personel amirmemur arasındaki ücretin daha belirgin olmasını istemekte ve amir
ücretlerini yetersiz bulmaktadır. Son olarak daha az çalışma süresine sahip
polisler yapılan işin zorluk derecesinin ücretin belirlenmesinde dikkate
alınmasını kuvvetle istemektedir. Sonuç olarak, H6 hipotezi doğrulanmıştır.
63
H. Usta / Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan
Araştırması
Çalışılan birime göre istatistiki olarak anlamlı farklılık bulunan
alanlarda, hangi gruplar arasında farklılık olduğunu bulmak amacıyla yapılan
Tukey testi sonuçlarına göre Çevik Kuvvet’te çalışan katılımcılar Asayiş
biriminde çalışan katılımcılara göre kendilerine sunulan sosyal yardımları
yeterli bulmaktadır. Alınan ücretin yeterli bulunması alanında, taltif
konusunda diğer birimlere göre şanslı olan operasyonel birimler personeli
fazla çalışmalarının karşılığını bu şekilde aldıklarından trafik birimlerinde
çalışan personele göre daha olumlu cevap vermiştir. Teşkilattaki birimler
arasında ücret farklılığı alanında az miktarda da olsa tazminat alan Çevik
Kuvvet polisleri trafik polislerine göre bu farklılığı olumlu bulmaktadır. Son
olarak Polis Merkezi personeli ücretini trafik personeline göre daha
tatminkâr bulmaktadır. Sonuç olarak, H7 hipotezi doğrulanmıştır.
Çalışma saatlerine göre aralarında istatistiki olarak anlamlı farklılık
bulunan alanlarda da, hangi gruplar arasında farklılık olduğunu bulmak
amacıyla yapılan Tukey testi sonuçlarını değerlendirmeden önce, “Diğer”
olarak ifade edilen çalışma saatlerini kısaca açıklamakta fayda var. Polis
Teşkilatında çalışma saatlerini düzenleyen genelgenin öngördüğü sistemlerin
dışında kurum içinde uygulama alanı bulan 24/48, 2+1, 3+1 vb. çalışma
saatleri bu kapsamdadır. Buna göre tabloda görüldüğü üzere çalışma saatleri
konusunda “Diğer” şıkkını işaretleyen katılımcılar (X=2,47) 12/24 Blok
Sistemde çalışanlara (X=1,32) göre birimleri tarafından kendilerine verilen
sosyal yardımlar konusunda olumlu görüşe sahiptir. Benzer şekilde diğer
çalışma saatlerinde çalışan personel (X=2,47) 12/36 çalışma sisteminde
çalışan personele (X=1,57) göre aldıkları ücreti çalışmalarının karşılığında
yeterli bulmaktadır. 8/24 çalışma sisteminde çalışan katılımcılar (X=2,59)
12/24 Blok Sistem (X=1,68) ve 12/36 sisteminde (X=1,67) çalışan
katılımcılara göre ürettikleri hizmetin karşılığını aldıklarını ve ücretlerinin
tatminkâr olduğunu düşünmektedir. Sonuç olarak, H8 hipotezi
doğrulanmıştır.
Araştırma kapsamında veri toplama aracı olarak kullanılan anketin
sonunda katılımcılara, konuyla ilgili başka görüş ve önerileri varsa
bildirmeleri istenmiştir. Ankete katılan 205 polisten 42 kişi (%20,4) görüş
bildirmiştir.
Katılımcılar tarafından belirtilen görüş ve öneriler genel olarak
değerlendirildiğinde;
Ücret sistemiyle ilgili olarak, katılımcılar vardiyalı sistemde daha
fazla mesai yapan ve gece çalışmak zorunda olan personelin 08.00-17.00
çalışan polislere göre ücretlerinde artış olmasını istemektedir. Taltiflerin adil
dağıtılmadığı, aynı görevi yapan personelin kimisinin taltif alırken, kimisinin
hiç almadığını ya da rütbeli personelin fazla taltif alabildiği, taltiflerin
verilmesinde kıdem esasının kaldırılması gerektiği ve aynı işi yapan
polislerin eşit miktarda taltif alması gerektiği, polisin asli görevinin dışında
64
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77
yaptığı ek görevlerin tümünde ücret ödenmesi gerektiği katılımcı polisler
tarafından belirtilmektedir.
Çalışma düzeniyle ilgili olarak, çalışma saatlerini ve ilişkilerini
düzenleyen mevzuatın, günümüz koşullarına göre yenilenmesi ve bununla
keyfi uygulamaların önüne geçilmesi gerektiği belirtilmektedir. Katılımcılar,
polisin çalışma saatlerinin fazla olması nedeniyle sosyal yaşamlarının
olumsuz etkilendiğini, ailelerine yeterli zaman ayıramadıklarını ifade
etmektedir. Ayrıca aynı nedenle personelin asabi davranışlar gösterebildiği,
psikolojik sağlığının olumsuz etkilenebildiği gibi bunun iş üretkenliği ve
verimliliğini düşürdüğü de katılımcılarca dile getirilmektedir. Bazı
katılımcılar 8/24 sisteminin yaygınlaştırılmasını istemektedir. Son olarak
personel, 12/24 sisteminin olumsuzluklarını uzun yıllar yaşayarak
gördüklerini ve bu sistemin kaldırılması gerektiğini belirtmektedir.
4.Tartışma ve Yorum
Ücret sistemiyle ilgili katılımcıların ifadelere verdikleri cevapların
değerlendirmesinden uygulanmakta olan ücret sisteminden memnun
olmadıkları sonucunu çıkarılabilir. Emniyet Teşkilatı’nda çok sayıda birim
olduğundan yapılan işlerin zorluk derecesi ve çalışma şartları birimden
birime farklılaşabilmektedir. Katılımcılar bu farklılığın ücret sistemine
yansıması gerektiği görüşündedir. Nitekim Kaptı vd.’nin (2010) çalışması da
bu yöndedir. Katılımcılar tarafından olumlu olarak değerlendirilen diğer
ifadeler, “ücretim belirlenirken performansın ölçüt olmasını isterim ve
“kıdeme bağlı olarak ücretimin artmasını uygun buluyorum” ifadeleridir. Bu
noktada polisler performansa dayalı bir ücret sistemini isterken, diğer
yandan kıdeme dayalı mevcut sistemin de devamından yanadır.
Katılımcıların verdikleri cevaplara göre en düşük ortalama değere
sahip ifadeler 1,62 ile “teşkilattaki birimler arasındaki ücret farklılığını
(tazminat, taltif vb. yoluyla) adil buluyorum” ve 1,69 ortalama ile “iş
yoğunluğum ve performansıma göre almış olduğum taltifi yeterli
görüyorum” ifadeleridir. Literatüre bakıldığında polislerin de en çok rahatsız
oldukları alanların başında taltif konusu gelmektedir. Taltiflerin belli
birimlerde toplanması, bazı birimlerin ise neredeyse hiç taltif alamaması
(Erşahıs, 2010:262) personelin ücret adaletini sorgulamasına neden
olmaktadır. Kaptı vd.’nin (2010:232) çalışmasında operasyonel olmayan
birimlerde çalışanların kendi birimlerinde göstermiş oldukları başarıların
algılanmadığı ve ödüllendirmenin olmaması bir problem alanı olarak
belirtilmiştir.
Katılımcılar fazla çalışma ücretinin her birimdeki personele eşit
olarak verilmesini doğru bulmamaktadır. Zira fazla mesai ücretinin sabit
miktarda düzenlenmesi, ihtiyacı tam karşılamadığı gibi birçok haksızlıklara
65
H. Usta / Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan
Araştırması
neden olmaktadır. Yapılan fazla çalışmaya bakılmaksızın verilen ödeme
öncelikle fazla çalışan ile çalışmayan arasında ve birim içi farklı görevler
yapanlar arasında eşitsizliğe sebep olmaktadır (Baycan, 2011:219).
Ücret sistemiyle ilgili polislere yöneltilen diğer olumlu ifadelere
verilen yanıtlar olumsuz olmuştur. Buna göre katılımcılar birimleri
tarafından kendilerine sunulan sosyal yardımları yetersiz bulmakta, gerek
kurum içinde birimler arası gerekse başka kurumlarda güvenlik alanında
çalışan personel karşısında kendi ücretini yetersiz görmektedir. Katılımcılar
fazla çalışma ücretinin her birimdeki personele eşit miktarda verilmesi
konusunda kararsız gözükmektedir. Polisler iş yoğunluklarına, stres ve
zorluğa, yetki ve sorumluluklarına, eğitim, bilgi ve yeteneklerine karşılık
aldıkları ücreti yetersiz olarak değerlendirmektedir. Katılımcıların ücret
sistemiyle ilgili kendilerine yöneltilen olumsuz anlam taşıyan ifadelere
verdikleri yanıtlar olumlu ifadelerle paralellik göstermektedir.
Katılımcıların ücret sistemiyle ilgili görüşlerini almak üzere
kendilerine yöneltilen ifadeler farklı değişkenler açısından incelenmiştir.
Buna göre;
 Katılımcılar arasında cinsiyet ve medeni durum değişkenlerine göre
anlamlı bir farklılık olmadığı görülmüştür.
 Eğitim durumu değişkeni açısından elde edilen bulgular
değerlendirildiğinde; eğitim seviyesi arttıkça ücretler yetersiz
bulunmakta ve ücret sistemi adil görülmemektedir. Özellikle
Emniyet Teşkilatında son yıllarda artan eğitim seviyesi personelin
beklentilerini de artırmaktadır. Bundan dolayı personel EGM’nin
yaptığı araştırma sonuçlarına göre kurumdan ayrılarak daha iyi
imkânlar sunulan alanlara geçmektedir (Ergel, 2005). Taltifler
belirlenirken kıdeme göre farklı aylık tutarlar üzerinden yapılan
ödemeler de, eğitim seviyesi arttıkça olumsuz bir sistem olarak
değerlendirilmektedir. Bu durumu teşkilata yeni katılan eğitim
seviyesi yüksek olan personelin taltife esas aylık tutarlarının düşük
olması açıklayabilir.
 Yaş değişkenine göre, farklı yaş gruplarına sahip polisler arasında
birim tarafından sağlanan sosyal yardımlar, kıdeme bağlı taltif
sistemi, amir – memur ücretleri arasındaki farkın belirgin olması,
kıdeme bağlı ücretin artması, işin zorluğu ve çalışma koşullarının
ücreti belirlemesi, ücretin tatminkârlığı konularında farklı görüşler
olduğu görülmektedir.
 Rütbe değişkeniyle ilgili veriler değerlendirildiğinde; amirler
aldıkları ücretle ilgili kendilerine yöneltilen ifadeler karşısında
kararsız bir tutum gösterirken, memurlar aldıkları ücreti yetersiz
bulmaktadır. Rütbeli personelin kendilerine sunulan sosyal
66
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77
imkânları diğer personele kıyasla yeterli buldukları görülmektedir.
Bunda rütbeli personelin makam aracı gibi çeşitli imkânlara sahip
olmaları, bulundukları makamın getirdiği iş doyumu ücret tatmini
ortalamalarını yükseltmiş olabilir. Yiğit vd.’nin (2011) çalışmasında
rütbeli personelin iş ve yaşam doyumları memurlara göre daha
yüksek çıkmıştır. Nitekim silahlı kuvvetler personeline yönelik
olarak yapılan bir araştırmada da statü arttıkça ücret tatmininin
arttığı görülmektedir (Gürbüz, 2007:257). İki grupta iş yoğunluğu ve
performanslarına göre aldıkları taltifleri yetersiz bulmaktadır.
Memurların memnuniyetsizliği daha fazladır. Amir personel, amirmemur ücretleri arasındaki farkın daha belirgin olmasını
istemektedir. Amir ücretlerini yetersiz bulan rütbeli personele
karşılık, memurlar ise kararsız durumdadır.
 Meslekte çalışma sürelerine göre; polislerin çalışma süresi arttıkça
aldıkları sosyal yardımları yeterli buldukları görülmektedir. Analiz
sonuçlarına göre çalışma süresi fazla olan ve taltife esas taban
maaşı yüksek olan personel, sistemin devamını istemektedir. Ancak
çalışma süresi az olan personel sistemin değişmesinden yanadır.
Son olarak çalışma süresi az olan katılımcılar, yapılan işin zorluk
derecesinin ücretin belirlenmesinde dikkate alınmasını istemektedir.
Bu durumda mesleğe yeni girmiş personelin iş yoğunluğu olan
birimlerde istihdam edilmesi, mesleğe alışma sürecindeki zorluklar
aritmetik ortalamayı yükseltmiş olabilir.
 Çalışılan birime göre; Çevik Kuvvet’te çalışan katılımcılar Asayiş
biriminde çalışan katılımcılara göre kendilerine sunulan sosyal
yardımları yeterli bulmaktadır. Çevik Kuvvet biriminde personelin
toplu halde görev yapması, servis ve yemek gibi imkânların teminini
kolaylaştırmaktadır. Asayiş biriminde görevli personel ise, sürekli
sokakta dağınık vaziyette olduğundan sosyal yardımlardan pek
istifade edememektedir. Bundan dolayı Çevik Kuvvet personelinin
ortalaması yükselmiş olabilir. Alınan ücretin yeterli bulunması
alanında, operasyonel birimlerde görev yapan personelin trafik
birimlerinde görevli personele oranla ortalamaları daha yüksektir.
Teşkilatta yerleşik anlayış ve tüm birimlerin kendi koşulları içinde
performanslarını değerlendirmeye esas ölçütlerin olmamasından
dolayı operasyonel birimler çalışmalarının karşılığında taltif
alabilmektedir. Ancak trafik birimlerinde çalışan personel yoğun ve
stresli iş tempolarına rağmen, birçok birim gibi taltif, ya hiç
alamamakta ya da çok az alabilmektedir. Bir başka alan da birimler
arasındaki ücret farklılığı (tazminat, taltif vb.) alanında ortaya
çıkmıştır. Buna göre az miktarda da olsa tazminat alan Çevik Kuvvet
polisleri trafik polislerine göre bu farklılığı olumlu bulmaktadır.
67
H. Usta / Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan
Araştırması
 Çalışma saatleri değişkeniyle ilgili verilere değerlendirildiğinde;
çalışma saatleri şıklarından “Diğeri” cevabını veren katılımcılar,
12/24 blok sistemde çalışanlara göre birimleri tarafından kendilerine
verilen sosyal yardımlar konusunda olumlu görüşe sahiptir. “Diğer”
şıkkında yer alan çalışma saatlerinde Çevik Kuvvet ve operasyonel
birimler personeli çalışmaktadır. 12/24 blok sistem ise Asayiş
hizmetlerinde görevli personelin çalıştığı sistemdir. Dolayısıyla
diğer şıkkını işaretleyen Çevik Kuvvet ve operasyonel birimler
personelinin sosyal yardımlarla ilgili yanıtları, yukarıda birim
değişkeniyle ilgili verileri doğrulamaktadır. Son olarak, 8/24 çalışma
sisteminde çalışan katılımcılar, 12/24 Blok Sistem ve 12/36
sisteminde çalışan katılımcılara göre ürettikleri hizmetin karşılığını
aldıklarını ve ücretlerinin tatminkâr olduğunu düşünmektedir. 8/24
sistemine göre sadece Polis Merkezleri personeli çalışmaktadır. Bu
sistemde haftalık toplam 40 saatlik çalışma prensibine karşılık diğer
çalışma sistemleri bunu fazlasıyla aşmaktadır. Daha az süre çalışan
personelin ücretini tatminkâr bulması olağan bir durumdur.
Literatürde Adana’da yapılan bir çalışmaya göre, 08.00-17.00
çalışma sisteminde çalışanların, 12/24 olarak çalışanlara göre daha
fazla iş doyumu yaşadıkları görülmektedir (Şanlı ve Akbaş,
2009:83).
Araştırmaya katılan polislerin çalışma düzeniyle genel olarak
verdikleri yanıtlar Tablo 4’te görülmektedir.
Tablo 4: Çalışma Düzeniyle İlgili Genel Değerlendirmeler
Değişken
Evet
Hayır
Çalışma
Sisteminizden
Memnun
Musunuz?
%49,8
%50,2
“Hayır”
Cevabını
Verenlerin
Gerekçesi
Nedir?
Emniyet
68
Düzensi
z
Olduğu
İçin
Çalışma
Saatlerinin
Fazla
Olması
Gece
Çalışmanın
Yorucu
Olması
Diğer
Nedenler
%52,4
%34
%7,8
%5,8
12/24
12/24 Blok Sistem
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77
Teşkilatı’nda
uygulanmakta
olan çalışma
saatlerinin
içinde en
olumsuzu
hangisidir?
Çalıştığınız
birimden farklı
bir birimde
çalışmak ister
misiniz?
“Evet” Cevabını
Verenlerin
Gerekçesi
Nedir?
%62
%20,5
Evet
Hayır
%59,5
40,5
Bran
ş
Çalışma
Şartlarını
n
Rahatlığı
Diğer
Ücret
Farklılığı
Saygınlık
%45,
1
%18
%13,9
%12,3
%10,7
İzi Haklarınızı
İstediğiniz
Şekilde
Kullanabiliyor
musunuz?
Katılıyor
um
Katılmıyorum
Tamamen
Katılmıyorum
%29,8
%22,4
%23,4
Geçen Ay Fazla
Mesai Yapan
Personelin Gün
Aralıkları
1-2 gün
3-4 gün
5-6 gün
7-8 gün
16,9
31,8
23,9
12,4
Tablo 4 incelendiğinde; personelin yarısı çalışma sisteminden
memnunken, diğer yarısı ise memnun değildir. Çalışma sisteminden memnun
olmayan katılımcılarından %52,4’ü çalışma sistemini düzensiz bulduğu için,
%34’ü çalışma saatlerinin fazla olmasından, %7,8’i gece çalışmanın yorucu
olmasından, kalan %5,8’lik kısımda “diğer” şeklinde neden belirtmiştir.
Katılımcılar Emniyet Teşkilatı’nda uygulanmakta olan çalışma sistemleri
içinde en olumsuzu sistemler olarak %62 ile 12/24, %20,5 ile 12/24 blok
sistemi görmektedir. Bu iki sistemde aylık toplam 240 saat çalışmayı
öngörmektedir. Literatüre bakıldığında EGM’nin yaptığı bir anket
çalışmasında, personel en büyük sorun olarak çalışma şartlarını görmektedir
(ahaber.com, 2011). Nitekim Demir (2010:90), bu sistemin olumsuzluklarını
69
H. Usta / Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan
Araştırması
maddeler halinde sıralarken, bu sistemde çalışan polislerin normal devlet
memuruna göre aylık 10 iş günü fazla çalıştığını belirtmektedir. Şeker ve
Zırhlıoğlu’nun (2009:13) Van Emniyet Müdürlüğü personeline yönelik
yaptığı araştırmada “Değiştirme imkanınız olsa mesleğinizle ilgili hangi
hususu değiştirmek isterdiniz?” sorusuna katılımcıların dörtte biri çalışma
saatleri yanıtını vermiştir.
Katılımcıların %59,5’i farklı bir birimde çalışmak istemektedir.
Farklı bir birimde çalışma sebebi olarak; katılımcıların %45,1’i branş imkanı
olması, %18’i çalışma şartlarının rahat olması, %13,9’u diğer, %12,3’ü ücret
farklılığı olması ve kalan %10,7’lik kısım da daha saygın olduğu için
yanıtını vermiştir. Bu noktada branşlaşma konusuna personelin verdiği
önem ortaya çıkmaktadır. Zira branşı olmayan personelin kısa sürelerde
görev yeri değişebilmekte, yöneticiler tarafından keyfi uygulamalar
olabildiğinden personel branşlı birimlerde çalışmayı istemektedir.
Katılımcılar izin hakları konusunda 2,86 ortalama ile kararsız
kalmaktadır. Bu durum personelin bir kısmının izin haklarını isteklerine
uygun kullanabilirken, bir kısmının ise kullanamadığını göstermektedir. Bu
durumda personel yetersizliği, polise verilen görevlerin fazlalığı gibi
faktörlerin etkisi yanında gerekli planlamanın yapılmayışının da rolü
olabilir.
Katılımcılara “Geçen ay fazla mesai yaptınız mı?” sorusu
sorulduğunda %96,6’lık büyük çoğunluk evet cevabını vermiştir. Buna göre
katılımcıların, %31,8’i 3-4 gün, 23,9’u 5-6 gün, %16,9’u 1-2 gün, %12,4’ü
7-8 gün aralığı yanıtını vermiştir. Mesai gün aralıklarında görülen bu
dağınık dağılım, polislerin sabit fazla çalışma ücreti göz önüne alındığında
bu uygulamanın haksızlığını ortaya koymaktadır. Kadro polisinin çeşitli ek
görevlerle fazla mesai yapmasına karşılık Genel Müdürlük personelinin bu
tip ek görevlerde yer almaması sabit fazla çalışma ücretinin haksızlığının
farklı bir yönünü göstermektedir.
Çalışma düzenine ilişkin veriler farklı değişkenler açısından
incelenmiştir. Buna göre;
 Cinsiyete ilişkin veriler incelendiğinde; kadınlar erkeklere göre
çalışma sisteminden daha memnundur. Bunda kadınların
teşkilatta az sayıda olmaları, genellikle büro hizmetlerinde
çalışıyor olmaları sonucu açıklayabilir. Erkek polisler kadınlara
göre daha çok farklı bir birimde çalışmayı istemektedir. Buna
erkek polislerin %43,8’i branş, %19,6’sı çalışma şartlarının
rahat olmasını, kadın polislerin %60’ı branş, %20’si ücret
farklılığını neden göstermektedir. Branş iki grup içinde öncelik
olarak kendine yer bulurken, kadın polisler daha rahat çalışma
ortamına sahip olmalarından dolayı çalışma şartlarının
70
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77
rahatlığını neden olarak görmemektedir. Fazla mesai gün
aralıklarında iki grup arasındaki paralel dağılım olduğu
görülürken, kadınlarda hiçbir katılımcının işaretlemediği 11 gün
ve üzeri şıkkını erkeklerin %10,6’sının işaretlemesi dikkat
çekmektedir. Bu veriler ışığında teşkilatta kadınlara yönelik
pozitif bir ayrımcılığa ilişkin uygulamaların varlığından söz
edilebilir.
 Katılımcıların yaş gruplarıyla ilgili veriler incelendiğinde; 46-55
yaş arasındaki iki grup çalışma sisteminden memnunken, 26-35
yaş dilimindeki iki grup memnun değildir. Literatürde Şeker ve
Zırhlıoğlu’nun (2009:17) araştırmasına göre yaş arttıkça iş
doyumu artmakta, duygusal tükenmişlik ve duyarsızlaşma
düzeyi azalmaktadır. Teşkilatta geçmişte 12/12 sistemine amirin
talimatıyla geçilebilmesi, yapılan keyfi uygulamaları yaşayan
yaşça büyük personel günümüzde nispi iyileşmeler olduğundan
çalışma sisteminden memnun olabilir. Mevcut çalışma
sistemlerinden en olumsuz hangisidir sorusuna 51-55 yaş grubu
hariç tüm yaş grupları çoğunlukla 12/24 cevabını vermektedir.
Personelin yaşı küçüldükçe farklı bir birimde çalışma isteği
artmaktadır. Yaşça küçük polisler genellikle Çevik Kuvvet,
Asayiş Önleyici Hizmetler gibi birimlerde istihdam
edilmelerinden beklenti içine girerek daha gözde birimlerde
çalışmak istemeleri doğaldır.
 Medeni durumda evli olanlar bekâr olanlara göre çalışma
sisteminden daha memnun gözükmektedir. Bu sonuca göre evli
olanların daha rahat çalışma şartlarına sahip oldukları
söylenebilir. Çalıştığınız birimden farklı bir birimde çalışmak
ister misiniz sorusuna evlilerin %59,2’si, bekârların %64’ü evet
yanıtını vermiştir. Her iki medeni halde de branş farklı bir
birimde çalışma istemenin başlıca sebebi olmaktadır.
 Eğitim durumuna göre; eğitim seviyesi arttıkça çalışma sistemi
memnuniyeti düşmektedir. Lise mezunlarında %70 olan
memnuniyet oranı, lisans mezunlarında %45’e düşmektedir.
Eğitim seviyesi yüksek olan personelin beklentileri yüksek
olması bunu açıklayıcı olabilir. Yine eğitim seviyesi arttıkça
personel farklı bir birimde çalışmak istemektedir. Farklı birimde
çalışmak isteyen personelden lisans ve lisans üstü mezunları için
branş imkanı (%62,7) başta yer almaktadır. Bu veriler ışığında
eğitim seviyesi yüksek olan personelin beklentilerini
karşılayacak şekilde istihdam edilemediği ve personelin branşlı
birimlerde çalışma isteğine sahip olduğu sonucu çıkarılabilir.
71
H. Usta / Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan
Araştırması
 Rütbe değişkeniyle ilgili verilere bakıldığında; rütbeli
personelin memurlara kıyasla çalışma sisteminden memnun
oldukları görülmektedir. Farklı birimde çalışmak isteyen
personel için branş imkanı iki grupta da ilk sırada yer
almaktadır. Amir sınıfı personel için sonraki neden %23,5 ile
ücret farklılığı olmaktadır. Memur katılımcıların %19’u ise
çalışma şartlarının rahat olmasını gerekçe göstermiştir. İzin
haklarının kullanımıyla ilgili memurlar kararsızken, rütbeli
personel olumlu görüş bildirmektedir. Bu verilerden amirlerin
memurlara göre çalışma sistemiyle ilgili görüşlerinin daha
olumlu olduğu görülmektedir. Bunda ücretin dışında farklı
etkenler belirleyici olabilir. Literatüre bakıldığında Murat
(2003:102), memurların amirlere kıyasla daha fazla duygusal
tükenmişlik yaşadığı görülmektedir.
 Ortalama çalışma sürelerine göre; 10 yıldan az çalışan
katılımcılar, 10 yıl ve üstü olanlara göre çalışma sisteminden
memnun değildir. “Çalıştığınız birimden farklı bir birimde
çalışmak ister misiniz?” sorusuna verilen evet yanıtı hizmet yılı
arttıkça düşmektedir. Buna göre 1-5 yıl çalışma süresi olanlarda
%73 olan evet oranı, 16-20 yıl arası hizmeti olanlarda %32’ye
düşmektedir. Personel hizmet yılı arttıkça beklentilerinin
azalması, meslekte yeni olan personelin ise yüksek beklenti
içinde olması bu durumu açıklayabilir. Farklı birimde çalışmak
isteyen personelden 10 yıl ve altında hizmeti olanların yarısı için
branş başlıca neden olmaktadır. Tüm bu veriler doğrultusunda
polislik mesleğine yeni girmiş ya da görece az çalışmış
personelin çalışma sürelerinden memnun olmadıkları,
birimlerinde çalışmak istemedikleri, branşlı birimlerin tercih
edilmekte olduğu sonucu çıkarılabilir.
 Çalışılan birime göre; büro, polis merkezi ve trafik
hizmetlerinde çalışan personelin çoğu çalışma sistemlerinden
memnundur. Asayiş ve Çevik Kuvvet birimlerinde çalışan
personelin çoğu ise çalışma sisteminden memnun değildir. Bu
sonuç araştırmanın diğer verilerini desteklemektedir. Zira
katılımcıların çoğunluğu 12/24 sistemini en olumsuz çalışma
sistemi olarak görmekte ve çalışma saatlerinin düzensizliği ile
çalışma saatlerinin fazla olması memnuniyetsizlik nedenleri
olarak göze çarpmaktadır. Asayiş ve Çevik Kuvvet birimlerinde
çalışma saatlerinin fazla olması ve düzensizlik, personelin
memnuniyetsizliğini açıklamaktadır. Literatüre bakıldığında
Gündüz vd. (2007:291) elde ettiği bulgulara göre fazla çalışan
personelin duygusal tükenmişlik düzeyinin de fazla olduğu
72
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77
görülmektedir. “Çalışma sisteminden neden memnun
değilsiniz?” sorusuna Asayiş hariç diğer birimlerdeki personel
çalışma sisteminin düzensiz olmasını başlıca sebep olarak
göstermektedir. Asayiş personelinin yarıdan fazlası ise çalışma
saatlerinin çok fazla olmasından şikâyetçidir. “Farklı bir
birimde çalışmak ister misiniz?” sorusuna Asayiş, Çevik Kuvvet
ve Polis Merkezi birimlerinde çalışan personelin büyük
çoğunluğu (%81) evet yanıtını vermiştir. En düşük evet oranı
%18,8 ile operasyonel birimlerde çalışan polislerden
gelmektedir. Bu birimlerin branşlı olması personel için bir tercih
nedeni olmaktadır. Fazla mesai gün aralıklarının birimlere göre
dağılımında operasyonel birimlerde 11 gün ve üzeri şıkkı %25
ile en çok işaretlenen iki şıktan biri olması dikkat çekici bir
veridir.
Sonuç ve Öneriler
Araştırma kapsamında elde edilen verilerden yapılan analizler
sonucunda; ücret sistemiyle ilgili polislere yöneltilen ifadelere verilen
yanıtlardan eğitim durumu, rütbe, yaş, çalışma süresi, görev yapılan birim ve
çalışma sistemi değişkenlerinde anlamlı farklılıklar olduğu görülmüş;
cinsiyet ve medeni durum değişkenlerinde anlamlı bir farklılık
görülmemiştir. Araştırmada yer alan polislerin çalışma düzeniyle ilgili
görüşleri demografik değişkenlere göre farklılıklar göstermektedir.
Bu çalışmayla Emniyet Teşkilatı'nda ücret yönetimi alanındaki
değişim ihtiyacı gözler önüne serilmiştir. Yaşanacak değişim sürecine katkı
sağlamak amacıyla aşağıda bazı öneriler yer almaktadır. Bunlar, çalışmanın
genelindeki sistematiğe uygun olarak ücret sistemi ve çalışma düzenine göre
iki grupta ele alınmıştır. Buna göre ücret sistemine ilişkin önerileri şu
şekilde sıralayabiliriz:
Emniyet Teşkilatı farklı birçok işlevi yerine getiren birimleri
bünyesinde barındıran büyük bir örgüttür. Her birimde farklı çalışma
koşulları ve zorluk derecesinde işler yapılmaktadır. Bundan dolayı kapsamlı
olarak yapılacak iş değerlemesi ve iş analizleri neticesinde birimden birime
değişen ücretlendirme yapılabilir. Her ne kadar halen bazı birimlere farklı
adlar altında tazminat ödenmekteyse de bunlar bilimsel temellere dayanan,
üzerinde mutabakata varılmış bir yaklaşımın ürünü değildir.
Araştırma sonucu elde edilen verilere göre personel, ücretin
belirlenmesinde performansın ölçüt olmasını istemektedir. Bu talep, kamuda
oluşan genel eğilime uygunluk göstermektedir. Ancak her birim için
belirlenen performans kriterleri ücretlendirmeye esas teşkil etmelidir.
73
H. Usta / Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan
Araştırması
Belirlenecek bu kriterler taltiflerin verilmesinde kullanılabilir. Taltiflerin
belli birimlere verilmesi personel arasında ciddi rahatsızlık oluşturmaktadır.
Taltiflerin belirlenmesinde kıdeme dayalı anlayış yerine, yapılan işi
ölçüt alan yaklaşımla aynı görevi paylaşan personele eşitlik anlayışına dayalı
bir sistem geliştirilmelidir.
Sabit fazla çalışma ücreti kaldırılarak, bunun yerine gerçekten fazla
çalıştığı belirlenen personele fazla çalışma saat ücretinin kamu çalışanlarına
verilen miktar üzerinden verilmesi gereklidir. Bu uygulama, görevlerde fazla
personel görevlendirilmesinin de önüne geçen bir işlev görebilir.
Rütbeli personel ücretleri, hem kendileri hem de memurlar
tarafından yetersiz bulunmaktadır. Diğer kamu kurumlarındaki yönetici
pozisyondaki personel (doktor, mühendis, avukat) ücretleriyle de
kıyaslandığında polis yöneticilerinin ücretleri yetersizdir. Gelişmiş ülke
sistemlerinde olduğu gibi rütbe yükseldikçe personelin ücreti kademeli
olarak artmalıdır.
Vardiyalı sisteme göre çalışan ve geceleri de çalışmak zorunda olan
personele gece çalışma tazminatı ödenebilir.
Araştırma kapsamında elde edilen bulgular ve analizler sonucunda
çalışma düzeniyle ilgili önerileri ise şu şekilde sıralamak mümkündür:
Araştırma bulguları personelin yarısının çalışma sisteminden
memnun olmadığını ortaya koymaktadır. Bunda iki etkenin belirleyici
olduğu görülmektedir: çalışma sisteminin düzensiz olması ve çalışma
saatlerinin fazla olmasıdır. Çalışma saatlerinin diğer kamu çalışanlarıyla aynı
seviyeye çekilmesi yanında, düzensiz yapısının da giderilmesi gereklidir.
Polislik mesleğinin 24 saat kesintisiz hizmeti gerektirmesinin ortaya
koyduğu zorluk, insanı öne alan yaklaşımla yeni yöntemlerin
geliştirilmesiyle aşılabilir.
Çalışma saatleri uluslararası standartlara uygun hale getirilerek,
anayasanın eşitlik prensibi ve yasalara uygun bir şekilde 657 sayılı DMK’da
memurlar için öngörülen haftalık 40 saatlik çalışma saati esas alınmalı,
yönetmelik ya da kanunla güvence altına alınarak keyfi uygulamaların önüne
geçilmelidir.
EGM’nin 2012/81 sayılı genelgesinde “çalışma sistemi
oluşturulurken ergonomi biliminden yararlanmanın önerilmesi, personel
planlamalarında bilimsel yöntemler ve analizlerden yararlanılması, iş
yoğunluğu, suç oranları, coğrafi koşullar vb. etkenlerin göz önüne alınması”
gibi talimatlar yer almaktadır. Sayılan hususlarla ilgili olarak yapılan
faaliyetlerin altı aylık dönemde rapor edilmesinin istenmesi de önem
taşımaktadır. Bu genelgeyle ücret yönetiminde yeni bir yaklaşımın oluşmaya
başladığı görülmektedir. Ancak konunun önemi göz önüne alındığında
kanun ya da yönetmelikle ilgili düzenlemelerin yapılması gereklidir.
74
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77
Mevzuatın çağdaş koşullara uyarlanması yanında polis yöneticilerinin polis
alt kültüründen kaynaklanan yaklaşım tarzları, davranış şekillerinin
değişebilmesi için sürecin hizmet içi eğitim kurslarıyla desteklenmesi faydalı
olacaktır.
Araştırma örnekleminde yer alan Polis Merkezleri personelinin
çalışma sistemi 8/24’tür. Bu sistemin personel tarafından olumlu bulunduğu
görülmektedir. Sistemin yaygınlaştırılması fayda getirecektir.
Yapılan birçok bilimsel araştırma 12/24 ve benzeri sistemlerin insan
sağlığına aykırı olduğunu, personel üzerinde olumsuz birçok etkileri
olduğunu ortaya koymaktadır. Bu sistem uygulamadan süratle
kaldırılmalıdır.
Özet olarak, Emniyet Teşkilatında ücret yönetimiyle ilgili sorun
alanlarının olduğu, hem literatür incelendiğinde hem de yapılan alan
araştırmasının sonuçlarına bakıldığında görülmektedir. Yapılan bu
araştırmayla bunların bazılarının ücret sistemiyle, bazılarının ise çalışma
düzenine ilişkin olduğu görülmektedir. Bu sorunların çözümü için araştırma
bulgularına dayalı olarak getirilen önerilerin bir kısmı EGM’nin yetki alanı
içinde iken; bir kısmı ise, İçişleri Bakanlığı ve siyasi iktidarın ortaya
koyacağı iradeyle gerçekleştirilebilir.
Türkiye’de en fazla personele sahip kurumların başında gelen Polis
Teşkilatı’nın yerine getirdiği kamu hizmetinde en büyük gücünü insan
kaynağı oluşturmaktadır. Bu alanda olan sorunların çözülmesi, topluma
sunulan güvenlik hizmetinin etkinlik ve verimliliğini arttırarak, kalite
düzeyini olumlu etkileyecektir.
75
H. Usta / Emniyet Teşkilatı’nda Ücret Yönetimi: Rize Emniyet Müdürlüğü Alan
Araştırması
Kaynakça
Ahaber.com. (2011), Bir Polisin Ortalama Ömrü Kaç Yıl,
http://www.ahaber.com.tr/Gundem/2011/12/21/bir-polisin-ortalamaomru-kac-yil, (Erişim tarihi: 11.01.2012).
Aydın, A. H. (2003), Polisin Güncel Sorunları: Bir Neden – Sonuç
Analizi, Polis Bilimleri Dergisi, 5(3-4), 1-12.
Baycan, C. (2010), Emniyet Teşkilatında Çalışma Sistemleri ve Alternatif
Öneriler, (Ed.), H. Hüseyin Çevik vd., Polis Teşkilatında İnsan
Kaynakları Yönetimi, Ankara: Polis Akademisi Yayınları.
Baycan, C. (2011), Vardiyalı Çalışma Sistemlerinin Teşkilat İhtiyaçları
Bağlamında İncelenmesi, (Ed.), S. Kenan Gül ve M. Karakaya,
Güvenlik Hizmetlerinde Çağdaş Yaklaşımlar, Ankara: Polis
Akademisi Yayınları.
Çevik, H. H. (2004), Türkiye’de Kamu Yönetimi Sorunları, Ankara: Seçkin
Yayıncılık.
Çevik, H. H., Göksu, T., Bilgiç, V. Karani, Karakaya, M., Seyhan, K. ve
Gül, S. Kenan. (2008), Kamu Kurumlarında Performans Yönetimi,
Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Demir, İ. (2010), Poliste Çalışma Şartlarının Analizi Bağlamında 12/24 ve
İdeal
Mesai Sistemi, (Ed.) H. Hüseyin Çevik, M. Buçak ve O.
Filiz, Polis Teşkilatında İnsan Kaynakları Yönetimi, Ankara: Polis
Akademisi Yayınları.
Ergel, Ü. (2005), “Emniyet’ten Özel Sektöre Beyin Göçü”,
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=316746,
Erişim tarihi: 17.01.2012).
Erşahıs, Ü. (2010), Emniyet Teşkilatında Motivasyon Araçları: İstanbul İli
Kadıköy İlçe Emniyet Müdürlüğü Örneği, (Ed.), H. Hüseyin Çevik
vd. Polis Teşkilatında İnsan Kaynakları Yönetimi, Ankara: Polis
Akademisi Yayınları.
Göksu, N. ve Öz, B. (2008), Etkin Ücret Yönetiminin İşletmeye Sağlayacağı
Yararlar Konusunda İş gören Algılamaları: Bir Alan Çalışması, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 20, 419-437.
Göksu, T., Çevik, H. Hüseyin, Filiz, O. ve Gül, S. Kenan. (2009), Güvenlik
Yönetimi, Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Göksu, T., Bilgiç, V. Karani, Karakaya, M. ve Seyhan, K. (2010), Asayiş
Hizmetlerinde Örgütsel Performans Yönetimi Rehberi, Ankara: Başak
Matbaacılık.
Gül, S. Kenan ve Karakaya, M. (2011), Güvenlik Hizmetlerinde Çağdaş
Yaklaşımlar, Ankara: Polis Akademisi Yayınları.
76
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 51-77
Gültekin, N. ve Terzioğlu, A. (2008), Kamu Kesimi Ücret Politikası,
Marmara Üniversitesi İİBF Dergisi, 25(2), 969-982.
Gündüz, B., Erkan, Z. ve Gökçakan, N. (2007), Polislerde Tükenmişlik ve
Görülen Belirtiler, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, 16(2), 283-298.
Gürbüz, S. (2007), Kamu Personelinin Ücret Tatmin Seviyelerini
Belirlemeye Yönelik Bir Araştırma, Elektronik Sosyal Bilimler
Dergisi, 6(21), 240-260.
Kaptı, Alican; Gültekin, Sebahattin ve Karakaya, Muhittin, (2010),
Motivasyon Teorileri Perspektifinde Polis Memurlarının Motivasyon
Analizi: Sorunlar ve Çözüm Önerileri, (Ed.), H. Hüseyin Çevik vd.
Polis Teşkilatında İnsan Kaynakları Yönetimi, Ankara: Polis
Akademisi Yayınları, ss.213-238.
Murat, M. (2003), Emniyet Görevlilerinin Tükenmişlik Durumları, Polis
Bilimleri Dergisi, 5(2), 95-108.
Öztürk, A. (2001), Kamu Kesiminde Personel ve Ücret Rejimi Arayışları,
Sayıştay Dergisi, 42, 3-19.
Polis.web.tr. (2011), Polislerin Mesaisi Kısaldı, Verimlilik Arttı,
http://www.polis.web.tr/gundem/polislerin-mesaisi-kisaldi-verimlilikartti-h28248.html, (Erişim tarihi: 02.12.2011).
Şanlı, S. ve Akbaş, T. (2009), Adana İlinde Çalışan Polislerin İş Doyumu
Düzeylerinin Bazı Değişkenler Açısından İncelenmesi, Polis Bilimleri
Dergisi, 11(2), 73-86.
Şeker, Betül D. ve Zırhlıoğlu, G. (2009), Van Emniyet Müdürlüğü
Kadrosunda Çalışan Polislerin Tükenmişlik, İş Doyumu ve Yaşam
Doyumları Arasındaki İlişkilerin Değerlendirilmesi, Polis Bilimleri
Dergisi, 11(4), 1-26.
Yiğit, R., Dilmaç, B. ve Deniz, M. Engin. (2011), İş ve Yaşam Doyumu:
Konya Emniyet Müdürlüğü Alan Araştırması, Polis Bilimleri Dergisi,
13(3), 1-18.
Zengin, S.; Sever, M. ve Demir, İ. (2010), Yaşlanamadan Ölen Emekli
Polisler,
http://www.polis-haber.com/10726-Yaslanamadan-OlenEmekli- Polisler.html, (Erişim tarihi: 06.12.2011).
77
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 79-97
Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Hayatı ve
Avrupa Seyahati2
DOI NO: 10.5578/JSS.8428
Muharrem Dördüncü1
Geliş Tarihi: 06.05.2014
Kabul Tarihi: 17.10.2014
Özet
İbrahim Hakkı Paşa 1863-1918 yılları arasında yaşamış, Mekteb-i Mülkiye, Mekteb-i
Hukuk gibi okullarda hocalık yapmış bir ilim adamıdır. Bab-ı Âli Hukuk Müşavirliği görevinde
bulunmuş, bu görevi sırasında yurtiçi ve yurtdışında siyasî, hukûkî ve malî konularda çok sayıda
komisyonda görev almıştır. Ayrıca Dâhiliye ve Maarif nazırlıklarından sonra Roma ve Berlin
büyükelçilikleri görevlerinde bulunmuştur. 1910’da sadrazamlığa getirilmiş ve sadrazamlığı
sırasında dinlenme ve tedavi maksadıyla Avrupa seyahatine çıkmakla, farklı bir sadrazam portesi
çizerek dikkatleri üzerine çekmiştir. 1918’de Berlin Büyükelçiliği görevindeyken vefat etmiştir.
Cenazesi İstanbul’a getirilerek Yahya Efendi Mezarlığına defnedilmiştir.
Anahtar Kelimeler: İbrahim Hakkı Paşa, Mekteb-i Mülkiye, Mekteb-i Hukuk, Avrupa
Seyahati, Sadrazam.
Grand Vizier Ibrahim Hakki Pasha’s Life and His Travel to Europe
Abstract
Ibrahim Hakki Pasha lived between the years 1863 and 1918. He was a scientist who
lectured in the schools such as The Faculty of Political Sciences and The Faculty of Laws. He
served as a legal advisor to the Ottoman Government and during this mission, he took charge in a
lot of commissions dealing with political, judicial and financial issues. Besides, he served as an
ambassador at Rome and Berlin after he ran The Ministry of Internal Affairs and Education. In
1910, he was appointed as Grand Vizier and during his office, he travelled to Europe with the
intention of recovery and treatment which attracted attention as a different portrait of a Grand
Vizier. He died while he was ambassador at Berlin in 1918. He was burried in the Cemetery of
Yahya Efendi.
Keywords: Ibrahim Hakki Pasha, The Faculty of Political Sciences, The Faculty of Law,
European travel, Grand Vizier.
1
Dr., Osmangazi Anadolu Lisesi, Afyonkarahisar, [email protected]
Bu makale “İbrahim Hakkı Paşa İlmî, Siyasî ve Devlet Adamlığı (1863-1918)” adlı doktora çalışmamızdan
üretilmiştir.
2
79
M. Dördüncü / Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Hayatı ve Avrupa Seyahati
Giriş
Osmanlı Devleti’nin son döneminde gelişen olaylar üzerinde birçok askerî, siyasî
ve ilmî şahsiyetin etkisi olmuştur. Bu kişiler üzerinde çeşitli çalışmalar yapılmış ve
olaylar üzerindeki etkilerinden yola çıkarak tarihe ışık tutmak istenilmiştir.
XIX. yüzyılın ikinci yarısında doğan İbrahim Hakkı Paşa, Osmanlı Devleti’nin
gerileme döneminde birçok tarihi olay içerisinde yer almıştır. İbrahim Hakkı Paşa
Mekteb-i Mülkiye’den mezun olduktan sonra devletin çeşitli kademelerinde görevlerde
bulunmuş bu görevleri yanı sıra dönemin üniversiteleri olarak kabul edilen Mekteb-i
Mülkiye, Mekteb-i Hukuk ve Hamidiye Ticaret Mektebinde hocalık yapmış ve kitaplar
kaleme almış bir ilim adamıdır. Hakkı Paşa birden fazla yabancı dil bilmesinden dolayı
Saray Mütercimliği ve Hariciye Nezareti görevlerinde bulunmuştur. Ayrıca meşrutiyetin
ilânından sonra kurulan Sait ve Kâmil Paşa hükümetlerinde maarif nazırlığı yapmıştır
(Şıvgın, 2006:7). Tarih, hukuk ve devletlerarası hukuk çalışmalarından dolayı da Bab-ı
Âli Hukuk Müşavirliği görevinde bulunmuş ve bu görevi sırasında Osmanlı Devleti’ni
ilgilendiren iç ve dış birçok siyasî, hukukî ve iktisadî konuların çözümü için oluşturulan
komisyonlarda yer almıştır.
İbrahim Hakkı Paşa, gerek ilmi kişiliği gerekse devlet adamlığı ile dönemin kabul
gören ilim ve devlet adamı yapısından farklı bir şahsiyete sahip idi. Sadrazamlığı
sırasında akşamları Beyoğlu’nda eğlence mekânlarına gitmesi, rahat hareketleri ve yine
sadrazamlığı sırasında dinlenme ve tatil maksadıyla Avrupa seyahatine çıkması o devir
Türkiye’si için alışılmamış davranışlardı (Şıvgın, 2006:8).
1. Doğumu ve ailesi
İbrahim Hakkı Paşa, 18 Nisan 1863’te İstanbul’da doğmuştur. Kafkasya’dan göç
etmiş, Gürcü kökenli bir aileye mensuptur.3 Babası Şehremaneti Meclisi Reisi Sakızlı
Ahmet Remzi Efendi, annesi Mirat Hanımdır. İbrahim Hakkı Paşa hayattayken eşi Suat
Hanım4 ve kızlarından biri verem yüzünden vefat etmiştir( Findley, 1996:209). Geriye
kalan tek kızı Ayşe Remziye Hanımla birlikte yaşamıştır (Uşaklıgil, 1965:170; Öztuna,
1969:701; Süreyya, 1996:460). Kızı Ayşe Remziye Hanım, Hasan Cemil Bey’le5
3
İbrahim Hakkı Paşa’nın torunu Prof. Dr. Halet Çambel ile 16.08.2011 tarihinde Arnavutköy’deki evinde
yaptığımız görüşmeden nakledilmiştir; İbrahim Hakkı Paşa’nın babası, savaşta esir düştükten sonra Osmanlı
Devleti’nin hizmetine giren bir Gürcü’nün oğlu idi. Ailesi Ahmet Remzi Efendi’yi satın aldıkları bir Çerkez
cariye olan Mir’at ile evlendirdiler. Ahmet Remzi Efendi, memuriyetinin ilk yıllarında Avrupa’da bazı
görevlerde bulunmuş, liberal düşüncelibiriydive masondu (bk. Findley, 1996: 209).
4
İbrahim Hakkı Paşa’nın torunu Prof. Dr. Halet Çambel ile yapılan konuşmadan nakledilmiştir. 16.08.2011,
Arnavutköy, İstanbul.
5
Hasan Cemil (Çambel) Bey,1879'da İstanbul'da doğdu. 1896'da Harp Okulunu, 1900'de Harp Akademisini
bitirdi. Kurmay Yüzbaşı olarak Almanya'ya gönderilerek Prusya Harp Akademisinde öğrenimini tamamladı
(1902). Bir süre Karlsruhe'de General Hindenburg'un Karargâhında çalıştı. Yurda dönüşünde Selanik’te
Rumeli Genel Müfettişliği ve Jandarma Islahât Müfettişliğinde görevlendirildi. Balkan Savaşı’nda genel
karargâh harekât şubesi müdürlüğü yaptı. 1913'de Berlin Büyükelçiliği Askerî Ataşesi oldu. 1915'de Irak
cephesinde 51. tümen komutanlığına atanmasıyla tümeni ile Felâhiye Savaşı'na katıldı. 1917'de yeniden
Berlin Askerî Ataşeliği’ne gönderildi. Mütarekeden sonra Kurmay Albay rütbesinden emekliye ayrıldı. Bir
80
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 79-97
evlenmiş ve bu evlilikten, Fatma Perihan, Halet, Leyla ve Bülent Çambel adlarında dört
çocuğu olmuştur.
2.Eğitim Hayatı ve Şahsiyeti
İbrahim Hakkı Paşa, Sıbyan Mektebi’nden sonra kayıt olduğu Beşiktaş Rüştiye
Mektebini 28 Ekim 1876 bitirdi (B0A.DH.SAİD,0183/0100). Bir süre Mahrec-i
Aklâm’da okuduktan sonra yeni açılan Mekteb-i Mülkiyeye 20 okul numarası(Çankaya,
1954:54) ile ilk öğrencilerinden biri olarak kayıt oldu (Pakalın, 2008:136; İnal,
1953:1763). Abdurrahman Şeref, İbrahim Hakkı Paşa’yı Mülkiye’ye kendisinin kayıt
ettiğini belirterek olayı şöyle anlatmaktadır: “1293 senesinde küşâd edilen Mekteb-i
Mülkiyye-i Şâhâne’ye ilk kaydolunan talebelerdendir. İsmini, mektebin künye defterine
kendi kalemimle kaydettim. Pederine müşâbehet-i tâmmesi vardı. Kaydının icrâsı için
müdîriyyet odasına geldiğinde, bu müşâbehet nazar-i dikkatimi celbeyledi. On beş on altı
yaşlarında ablak ve tombul, kısa boylu bir çocuk idi.”(Şeref, 1334:2-3).
İbrahim Hakkı Paşa, Mekteb-i Mülkiye’deki öğrenciliği sırasında parlak zekâsı,
çalışkanlığı, güzel hâl ve hareketlerinden dolayı okul arkadaşları tarafından örnek alınan
bir öğrenci idi. Mekteb-i Mülkiye’de beş sene başarılı bir öğrenim sonucunda Sunûf-i
İdâdiye ve Â`liyesinden 27 Ağustos 1882 tarihinde birincilikle mezun oldu
(DH.SAİD,0183/0100; Maârif Salnamesi, 1312:517; Şeref, 1334:2-3; Pakalın, 2008:136).
İbrahim Hakkı Paşa, öğrenciliğinden itibaren okumaya, araştırmaya ve yabancı
dil öğrenmeye büyük önem vermiştir. Süleyman El Bestânî: “kendilerinde tahsil-i ilm ve
maârifete olan heves ve inhimâk diploma almakla son bulmadı.” diyerek, ilmî
çalışmalarına devam ettiğini belirtir (Chicago Sergisi, 1893:14). İlme karşı merakı
Mülkiye’den mezun olmakla son bulmamış, mezuniyetinden sonra büyük bir heves ve
gayretle çalışmalarına devam ederek Fransızca’yı ilerletmiş, İngilizce öğrenmiş ve hukuk
bilgisini artırmıştır (Gövsa, 1933:648). İbrahim Hakkı Paşa, sadrazamlığa atandığı zaman
Sabah gazetesinde yayınlanan hal tercümesinde: “Arapça, Farsça, Fransızca lisanlarını
mükemmelen bildiği gibi İngilizceyi okuyup yazıyor, İtalyanca söyleyebiliyor ve
Almanca’ya da vâkıf” olduğu belirtiliyordu (Sabah, 1325:3). Halit Ziya, İbrahim Hakkı
Paşa için: “Onun bütün ömrü okumakla, çalışmakla, durmadan, dinlenmeden kafasının
servetini artırmakla geçirdi.”(Pakalın, 2008: 140). Diyerek, çalışma azmini, ilme karşı
açlığını ifade etmiştir. İbrahim Hakkı Paşa’nın bu çalışma azmi özellikle yabancı dilde
kendisini yetiştirmesi, ileride alacağı görevlerde gösterdiği başarılarıyla dikkat çekecektir.
Mehmet Zeki Pakalın’ın, Abdurrahman Şeref Bey’den naklettiği gibi: “Siyâset-i
dâhiliyye ve hariciyye sahasında at oynatacak bir ricâl-i devlet olmak üzere yetişiyor ve
rütbe ve nişânlarla da taltîf olunuyordu.”(Pakalın, 2008:142).Yabancı dil bilgisi
aralık Haliç Vapurları İşletmesi Müdürlüğü yaptı. 1928’de Bolu'dan milletvekili seçilerek TBMM üyesi oldu.
VIII. dönem sonuna (1950) kadar milletvekilliğini sürdürdü. Türk Tarih Kurumu'nun kurucu üyelerinden olup
1935'de Yusuf Akçura'nın ölümü üzerine Atatürk tarafından kurum başkanlığına getirildi. Bu arada
Berlin'deki Alman Arkeoloji Enstitüsünün onur üyeliğine seçildi (1939). 88 yaşında İstanbul'da
öldü(http://www.ttk.org.tr).
81
M. Dördüncü / Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Hayatı ve Avrupa Seyahati
dikkatleri üzerine çekmiş ve Mabeyn Mütercimliğine getirilmiştir. Ayrıca kitap okumaya
büyük bir merakı olduğu bilinen Padişah II. Abdülhamit’e bizzat kendi el yazısı ile
Fransızca’dan romanlar çevirmiştir (Adıvar, 1968:892).
Alman İmparatoru II. Wilhelm’in 1889’da İstanbul’a ilk gelişinde İmparator’un
maiyetinde bulunması için yabancı dil bilen bir kişi aranmış ve bu görev İbrahim Hakkı
Paşa’ya verilmiştir. İbrahim Hakkı Paşa, engin bilgisi ve kültürü ile İmparator’un
dikkatini çekmiştir. İmparator: “Bu genç her şeyi bilir!” diyerek kendisinden II.
Abdülhamit’e övgüyle bahsetmiştir (Servet-i Fünûn, 1334:408-411).
İbrahim Hakkı Paşa Mekteb-i Mülkiye’de okumuş, mezun olduktan sonra da
şahsi gayretleri ile bilgisini bir hayli artırmış, ilmî yönü yüksek olmasına rağmen
seciyesindeki bayağılık, yasak olan şeylere karşı aşırı ilgisi, devlet ve memlekete karşı
bigâneliği, milletin işleri hakkındaki kayıtsızlığı ile dikkat çekmiştir (Rey, 1945:123).
II.Abdülhamit döneminde kendisi hakkında da jurnaller verildiyse de bulunduğu
memuriyetin küçüklüğü ve Abdülhamit tarafından zararsız bulunması nedeniyle herhangi
bir cezaya maruz kalmadı. Kendisi o dönemde takip ettiği yöntemi ve durumunu şöyle
anlatır:
“Kısmen pek dehşetli olan devr-i hamidî kısmen dahi pek gevşek idi. O devrin
mahsûsâtına çok hizmet etmek ister görünenlerin bile kalben kanâatleri yoktu. Pek çoğu
pek çok işleri sevmez, iyi olmasını iltizam ider fakat bunu söyleyecek kadar cesaret-i
medeniyeti kendisinde görmezdi ve küçük bir hukuk müşâviri o sözü söylerse hoşuna
giderdi. Hükümdarla hukûk müşâviri arasında nâzır bir paravan oluyordu. İhtimal ki
hukuk müşâvirinin sözünü nâzır söylese hakkında muzırre olurdu. Fakat diğer bir
ağızdan mes’uliyet ve cüret az görünür ve o diğer ağızda küçük bir adamın ağzı
olduğundan fâilinin mahiyetini takdir doğrudan doğruya hükümdara taalluk etmezdi...
Devr-i hamidiyede jurnalcilik edemezdim. Nitekim ihtilalcilik de istemezdim. Fakat
Hukuk Müşâvirliğiyle Hey’et-i Vükelâyı mümkün olduğu kadar salim reylere sevk etmek
ve Mekteb-i Hukûk’ta muallimlikle gençlere iyi fikirler neşr etmek hoşuma giderdi. Bu da
bir nevi isyan idi, fakat: “ Ne zorba ol asıl, ne yavaş ol basıl.” darb-ı meselimizin tecviz
ettiği dereceyi geçmezdi. İşte niyet bu idi. Fiilen ne yapılabildi? Orasını bilmem.” (Reşid,
1918:103-106).
İbrahim Hakkı Paşa’nın mütevâzı, nâzik, muhatabını incitmeden, gönül okşayan
dille karşılık vermesi ve engin bilgisi o’na karşı hayranlık uyandıracak hasletlerdendi. Bu
olumlu özelliklerine rağmen İbrahim Hakkı Paşa’nın olumsuz yönü, iyi bir siyaset adamı
olamadığıdır. İbnülemin Mahmut Kemal: “Herkes bilir ki, her bilen, bildiğini mevki-i
fiile koyamaz. Nazariyyat başka, ameliyyat başkadır. Nitekim her âlim, tâlim hassasına
mâlik olamaz.” diyerek, İbrahim Hakkı Paşa’nın devlet idaresindeki durumunu
özetlemiştir. Hakkı Paşa’nın teorik bilgilerin geçerli olduğu görevlerde daha fazla
çalışmasından dolayı uygulamada başarılı olamadığını belirtir: “Ba husus hayat-ı
resmîyesinin büyük kısmını, saray mütercimliği ve Bâb-ı Âli Hukuk Müşâvirliği gibi
nazarî hizmetlerle geçirmeyip de dâhilî ve haricî me’muriyetlerde bulunarak nazariyyatı
ameliyyat ile ikmâl ve bu yolda rüsuh ve tecrübe istihsâl etseydi –zekâsı ve malûmatı-
82
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 79-97
kendini, eslâfının en güzîdeleri mertebesine is’ad ederdi.” (İnal, 1953:1801). İbrahim
Hakkı Paşa’nın sahip olduğu bütün olumlu özelliklerine rağmen Lütfi Simâvî Bey’in
dediği gibi: “Hiç iyi bir hükûmet reisi olamazdı. Ancak, çok çalışkan ve tecrübe sahibi bir
sadrazamın kabinesinde herhangi bir nâzırlığı üzerine alabilir ve yükleneceği böyle bir
vazifede hakikaten faydalı olabilirdi.” (Simavi, 2004:114). İbrahim Hakkı Paşa, devlet
yönetimine en sıkıntılı zamanda gelmişti. Fakat kendisini yakından tanıyanların da
söyledikleri gibi, engin bilgisine rağmen böyle ağır bir görevde yoğun bir çalışma
temposu göstermesi gerekirdi. Ancak böyle bir çalışma temposu Hakkı Paşa’nın
karakterine uygun değildi. Nitekim başarılı olamadı. Evvelki memuriyetlerinde gösterdiği
başarılarını, sadâretinde gösteremedi (Pakalın, 2008:139).6
Hakkı Paşa, zevkine düşkün, neşeli, geniş yürekli bir kimse olup, sadrazam
olduğu zamanlarda dahi akşamları Beyoğlu’nun “münâsebetsiz” eğlence yerlerine giden,
oralarda yaya dolaşan, briç oynayan, yaşadığı dönemde benzeri görülmemiş bir Osmanlı
devlet adamıydı (Akşin, 1987:175). Kendisine yöneltilen en büyük eleştiri, kendisinin
sadaretten çıktıktan sonra akşam Beyoğlu’nda yaya dolaşması, tiyatrolara eğlence
yerlerine gitmesi (Şıvgın, 2006:8), “piyasa etmesi” ve örneğin meşhur Lebon
Pastanesi’nde ya da başka bir yerde sokaktaki vatandaş gibi oturup içmesidir. Paris’te
müzikhollerde gezdiği de söylenmiştir. Buna, olaylar karşısındaki soğukkanlılığı,
vurdumduymazlık ve umursamazlık olarak yorumlanıp eklenirse, Hakkı Paşa’nın içinde
bulunduğu zor durum daha iyi anlaşılır. Bütün bu rahat hareketlerine ve özel hayatındaki
sıra dışı yaşantısına karşı yapılan uyarılara kulak vermemesi ve “alışsınlar” demesi de
Osmanlı kamuoyunu büsbütün kızdırmıştır (İnal, 1953: 1788; Nasuhoğlu, 2007:227).
Hakkı Paşa’nın, o dönem Türkiye’sinin toplum havasına uzak bir hayat süren
devlet adamı görüntüsü çizen, artık medenî memleketlerde hoş görülmeyen, bazı garip
tavırları göze çarpardı:
“Devletin, yerine göre, en önemli bir meselesini evinde halletmeye çalışır; bunu
makamında ilgililerle, sorumlularla görüşerek ele almayı düşünmezdi. Bu davranışı
devlet işleri karşısında laubalilikle adlandırılır; mesai çıkışında Beyoğlu’nda yaya
gezmekten, bunu bir çeşit gösteriş olarak kullanmaktan çekinmezdi. Zaman zaman adi
tiyatrolara giderdi. Bütün bunlar ve benzeri haller o dönem Osmanlı kamuoyu tarafından
kabul edilmeyen hareketlerdi.” (Simavi, 2004:114-115).
İbrahim Hakkı Paşa ilmi, siyaseti ve şahsiyeti ile “nev-i şahsına münhasır” bir
zât idi (Tanîn, 1334:2). O, sadrazamlığı sırasında bir idareci olarak yetersizliğine rağmen,
Osmanlı’nın son döneminde yetişmiş önemli ilim adamlarından biri idi. Dönemin
6
İbrahim Hakkı Paşa’nın öğrencilerinden olan Suphi İleri, Paşa hakkında şu değerlendirmede bulunur: “Hakkı
Bey, derslerini bize birçok “mesela”larla anlatmak metodunu şöyle takip ederdi:
- Mesela efendiler, iyi bir kaymakam iyi bir mutasarrıf olamaz, iyi bir mutasarrıf iyi bir vali olamaz,
iyi bir vali iyi bir dâhiliye nâzırı olamaz ve iyi bir dâhiliye nâzırı da iyi bir sadrazam olamaz.
Zavallı hocamız da bu kuralla, kendisi iyi bir müderris olduğu hâlde iyi bir nâzır, iyi bir elçi ve iyi
bir sadrazam olamamıştı. Fakat merhum, pekiyi hoca idi ve benim neslimi Kemalizm inkılâbına pekiyi
hazırlamıştı. Onun ihtirazane derslerini, “yani” lerini, “mesela” larını hiçbir vakit unutamadık.” (bk: Pakalın,
2008: 145).
83
M. Dördüncü / Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Hayatı ve Avrupa Seyahati
üniversite hocalığından sadrazamlığa kadar yükselmiş, kısacası devletin bütün
kademelerinde görev almış bir kişi idi. İsmail Hâmi Danişmend’in dediği gibi “Mekteb-i
Mülkiye’den mezun olmuş yegân sadrazam, İbrahim Hakkı Paşa’dır.” (Danişmend,
1972:99).
3.Bürokratik Görevleri
İbrahim Hakkı Paşa, ilk memuriyetine 27 Ağustos 1882’de Hariciye Nezâreti
Tahrirât Kaleminde maaşsız stajyer memur olarak başlamıştır. On bir ay kadar bu
görevinde kalmış ve kendisine salise rütbesi verilmiştir (DH. SAİD,0183/0100; Pakalın,
2008:136; İnal, 1953:1763). İbrahim Hakkı Paşa’nın genç yaşta Hariciye Nezâreti’nde
göreve getirilmesi, büyük bir şaşkınlık yarattığı gibi aynı zamanda büyük bir öneme de
sahiptir. Çünkü Osmanlı Devleti’nde o zamana kadar bu gibi görevlere yabancılar
getiriliyordu. İbrahim Hakkı Paşa’nın bu göreve getirilmesi Osmanlı Devleti’nin kendi
uzmanlarını yetiştirebileceğinin heyecan verici bir delil olarak görülmeye başlandı
(Findley, 1996:210).
2 Eylül 1883 tarihinde Hariciye Nezâreti Tahrirât Kalemi Memurluğundan 800
kuruş maaşla Mabeyin-i Hümâyûn Tercümanlığına nakil olmuştur (DH.
SAİD,0183/0100; Pakalın, 2008:136; İnal, 1953:1763; Çankaya, 1954:54; Zekeriya
Kurşun, 2000:311). Burada asıl görevi, Sultan II. Abdülhamit’in okuması için seçilen
cinayet romanlarını çevirmekti (Findley, 1996:209).
İbrahim Hakkı Paşa 1894 tarihinde Meclis-i Sıhhiyye Üyeliğine atanmış ve
görevine 12 Ağustos 1894’te istifasına kadar devam etmiştir (BEO, 454/33977). Bu
görevine ilaveten Bâb-ı Âli Hukuk Müşâvirliğine de tayin edilmiştir(DH.
SAİD,0183/0100; İ.HR. 345)
İbrahim Hakkı Paşa, Bâb-ı Âli Hukuk Müşâvirliği sırasında yurtiçi ve yurtdışında
siyasî, hukûkî ve malî konularda birçok komisyonlarda görev almıştır. Kısaca, Osmanlı
Devleti’nin son döneminde hukukî ve siyasî tartışmalı konularla ilgili ne kadar komisyon
kurulmuşsa hemen hemen hepsinde Osmanlı Devleti’ni temsilen yer almıştır (Güneş,
1997:691).
Meşhur kâşif Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfinin 400’üncü senesinde kâşifin
ismini tebcil için 1893 yılında Chicago şehrinde uluslar arası bir sergi düzenledi (Alkan,
1997:206). Bu sergiye Osmanlı Devleti adına Serkomiser olarak İbrahim Hakkı Paşa
görevlendirildi (DH.SAİD,0183/0100; BEO,172; Chicago Sergisi, 1893:15; Yıldız,
2001:142). Sultan Abdülhamit Devlet-i Âlîye’nin bu sergide iyi bir şekilde temsil
edilmesini istiyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’nın “Hasta Adamı” olarak
nitelendirildiği bu yüzyılda, Sultan II. Abdülhamit, bu anlayışı silmek amacıyla fuara
katılmak istiyordu. Bu amaçla bir komisyon kuruldu ve tam yetkili olarak İbrahim Hakkı
Paşa ve yardımcılığına ise Fahri Bey görevlendirildi (Sevinç, 2000:21-30). Batı’nın
gözünde sadece folklorik özelliği olan bir ülke olarak görülmesini istemeyen Sultan
Abdülhamit, sergiye katılarak Osmanlı Devleti’ni; ilerleyen, kalkınan, bilim ve
84
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 79-97
teknolojiye açık bir ülke olarak hâlâ var olduğunu göstermek istemiştir (Armağan,
2006:207).
İbrahim Hakkı Paşa, 29 Nisan 1895 tarihinde Rumeli Şimendifer tahvilatı
hakkında inceleme yapmak maksadıyla oluşturulan komisyonda ve Beyrut Rıhtımı ile
ilgili olarak imzalanan sözleşmede Bâb-ı Âli Hukuk Müşâviri olarak görevlendirildi (HR.
HMŞ. İŞO, 181/70; BEO, 610/45682). 06 Mart 1896 tarihinde Cebel-i Düruz’un ıslâh-ı
ahvâli için oluşturulan heyette görev aldı (BEO, 810/60679).
İbrahim Hakkı Paşa, 3 Mart 1897 senesinde hususi görevle Bulgaristan’a
gönderildi. 2 Nisan’da Bulgaristan Prensi ile bir görüşmede bulunmuştur (A.MTZ, 41/48;
A.MTZ, 42/48). Rusya tebaasına verilecek tazminat faizinin ve tebaa iddialarının tetkiki
için, ayrıca Kosova valisi hakkında şikâyetleri incelemek üzere oluşturulan heyette de
görev aldı.
İbrahim Hakkı Paşa 16 Mart’ta bu sefer Hâriciye Nezâreti bünyesinde “Ecnebi
İşlerini Tedkik ve Takibi” için oluşturulan komisyon başkanlığına getirilmiştir (Y.A.HUS,
369/21).
İbrahim Hakkı Paşa, 1898 Ocak ayında suçluların iâdesi, tâbiiyet ve konsolosluk
müzakereleri için Yunanistan’a gönderilen heyette yer almıştır (DH. SAİD,0183/0100).
08 Eylül’de ise Osmanlı Devleti ile yabancı devletler ile yapılan ticaret ve
vergilerin incelenmesi için dâimi bir komisyon teşkil edilmiş ve bu komisyonun
başkanlığına İbrahim Hakkı Paşa atanmıştır (BEO, 1191/89307).
16 Aralık’ta İtalyan Hükûmeti tarafından gönderilen davet yazısında,
“Anarşistlere Karşı Cemi’yyet-i Beşeriyeyi Müdafaa İçün Beyne’d-düvel Konferansı” adı
altında Roma’da bir konferans düzenleneceği bildirilmiştir (YA.HUS,393/5).Bu
uluslararası konferansa Osmanlı Devleti’nin yanı sıra, Almanya, İngiltere, Fransa, Rusya,
Avusturya ve Macaristan, Belçika, İsviçre, İsveç, Danimarka, Norveç, Portekiz,
Felemenk, Romanya, Sırbistan ve Yunanistan hükûmetleri katılmıştır. Osmanlı Devleti’ni
Bâb-ı Âli Hukuk Müşâvirlerinden Nuri Bey ile birlikte İbrahim Hakkı Paşa temsil
etmişlerdir (BEO,1229/92126).
İbrahim Hakkı Paşa, 23 Şubat 1900 tarihinde bazı tahkikat için Üsküp’e Bâb-ı Âli
Hukuk Müşâviri olarak gönderilmiştir (BEO, 1445/108371).
16 Temmuz’da İzmir-Alaşehir hattının hâsılatı hakkındaki ihtilafı incelemek
üzere görevlendirilmiştir. Aynı yıl 25 Ağustos’ta Sırbistan ve 6 Eylül’de Romanya ticaret
antlaşmalarının müzakerelerine katılmıştır.
1902’de Şark Demiryolları Kumpanyasıyla ihtilaflı maddelerin tetkikine memur
edilmiştir. Yunanistan Konsolosluğuna ait bir meselenin görüşülmesi için İzmir’e
gitmiştir. Temmuz 1904’te Tecdid-i Mu’ahedat-ı Tüccariye Komisyonu azalığında
bulunmuştur (DH. SAİD,0183/0100; İnal, 1953:1764).
1904 senesinde Bulgaristan’la yapılan antlaşma maddelerinin tatbikini takip ve
Bulgaristan’daki müftülerle hukûkî vakfiyenin temini ve suçluların iadesi komisyonunda
bulunmuştur (AMTZ,153/6). İbrahim Hakkı Paşa 04 Şubat 1908 tarihinde Bulgaristan’a
85
M. Dördüncü / Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Hayatı ve Avrupa Seyahati
tekrar gönderilmiştir. Burada devletlerarası anlaşmazlıkların çözümü, patent resminin
müzakerelerine katılmıştır.
05 Aralık 1905 tarihinde Pul Nizâmnamesi’nin değiştirilmesi için oluşturulan
komisyonun başkanı Hicaz’a gittiği için komisyonun en kıdemli üyesi olarak İbrahim
Hakkı Paşa komisyon başkanlığına getirilmiştir (BEO, 2714/203482).
1907’de Şark Demiryolları Kumpanyası ile ilgili ihtilaflı maddeleri görüşmek
üzere Paris’e gönderilmiştir. 11 Nisan 1908’de Beyrut Rıhtım Şirketi ile ihtilafı tetkik
için görevlendirilmiştir (DH. SAİD,0183/0100).
4.Hocalığı ve Verdiği Dersler
21 Aralık 1886 tarihinde 800 kuruş maaşla Mekteb-i Hukûk’ta Tarih
muallimliğine tayin oldu. Temmuz 1887 tarihinde Tarih derslerine ilâveten Hukûk-ı
Siyasî derslerine girmeye başladı. 1893 tarihinden itibaren Mekteb-i Hukûk’ta Hukûk-ı
İdâre ve Hukûk-ı Düvel derslerini verdi (Maârif Salnamesi, 1312:579).
3 Nisan 1888’de Hamidiye Ticaret Mektebi’nde Hukûk-ı Ticaret ve İlm-i Servet
derslerine de girmeye başladı. Maaşı 400 kuruş zam yapılarak 1200 kuruşa çıkarıldı.
Eylül 1889’da maaşından 200 kuruş tenzil edildi. Ekim 1891 tarihinde yalnız Hukûk-ı
İdâre derslerine girmeye başlamış ve maaşı 600 kuruşa indirilmiştir. 9 Ocak 1894
tarihinde İrade-i seniye ile Hukûk-ı Düvel dersi de ilave edilmiştir ve 500 kuruş zam
yapılarak maaşı 1400 kuruşa çıkarılmıştır (DH. SAİD,0183/0100; MF. MKT, 1036/69).7
Mekteb-i Hukûk ve Hamidiye Ticaret Mektebinde ders vermeye başlamasıyla
birlikte hukuk ve tarih konuları başta olmak üzere çeşitli kitaplar yayımlamaya başladı.
Bu eserler daha çok ders kitapları mahiyetindeydi. Eser ders kitabı olarak yayınlanmasına
rağmen hukuk alanında neredeyse hiçbir Osmanlıca eserin olmadığı bir zamanda büyük
bir önem taşımaktaydı. Bu sebeple bu eser yalnız öğrencilerinin değil genel Osmanlı
okurlarının da takdirini topladı (Findley, 1996:210). Tarih ve hukuk dersleri hocalığında
bulunurken diğer taraftan da çeşitli konularda layihalar hazırlamıştır. 1890’da “1877
Tarihli Dersaadet Belediye Kanunu” ile ilgili olarak bir layiha hazırlamış ve Belediye
Kanununda gördüğü eksiklikleri ve bunlarla ilgili çeşitli çözüm önerileri sunmuştur(YEE,
O7/15/7). İbrahim Hakkı Paşa’nın yayınladığı eserlerinin en iyileri hukuk kitaplarıdır.
Hukuk kitaplarını kendi eğitimi ve yararlandığı Fransız hukuk araştırmalarını
düzenlemesi doğrultusunda kaleme almıştır. Bu eserler bireyleri ilgilendiren özel
hukukun tersine, daha çok devleti ilgilendiren kamu hukuku alanına aittir (Findley,
1996:215). Sultan II. Abdülhamit döneminde tartışılmasına izin verilen kamu hukuku ile
özel hukuk arasında yer alan ceza hukuku ile ilgilenmiş, Abdülhamit döneminin tehlikeli
bir alanı olan anayasa hukuku üzerinde pek durmamıştır (Findley, 1996:215).
7
İbrahim Hakkı Paşa’nın Hukûk-ı İdâre ders notları kitap haline getirilmiştir (Hukûk-ı İdâre, Karabet
Matbaası, İstanbul, 1308). Bu ders kitabı ülkemizde bilinen ilk İdare Hukuku kitabı olarak kabul edilmektedir
(Bk. Akıllıoğlu, 1983: 56–69).
86
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 79-97
İbrahim Hakkı Paşa’nın özellikle Hukûk-ı İdâre (2 Cilt), İstanbul 1308 (1892)
adlı eseri kamu maliyesine ilişkin çalışmasıyla birlikte kapsamlı bir bilimsel inceleme
niteliğindedir. Eser, Fransız tarzındadır. Kitap, Devlet kurumlarıyla özel kişiler arasındaki
davaları ve idare hukukunun uyuşmazlıklarını oluşturur. Kanun ve nizamnamelerin daha
sistematik bir şekilde yayınlanmadığı bir zamanda Türkçe bir kitabın olmadığı bir
dönemde bu eser, İbrahim Hakkı Paşa’nın bulunduğu görevde ortaya koyabileceği
olağanüstü önemde bir katkı olarak kabul edilmelidir (Findley, 1996:217). İbrahim Hakkı
Paşa’nın bu eseri ülkemizde İdare hukuku alanında yazılmış ilk kitap olma özelliğini
taşımaktadır. Avrupa’da İdare hukuku dersleri İbrahim Hakkı Paşa’nın yazdığı tarihten
yüz yıl kadar önce başlamış ve bu hesaba göre ülkemizde İdare hukuku dersinin
verilmeye başlaması yüz yıl, Avrupa’da ise iki yüz yıl kadar önce olmuştur (Akıllıoğlu,
1983:56-69).
İbrahim Hakkı Paşa’nın kaleme aldığı diğer kitapları şunlardır:
Medhal-i Hukûk-ı Beyneddüvel, İstanbul 1303 (1887),
Tarih-i Hukûk-ı Beyneddüvel, İstanbul 1303 (1887),
Tarih-i Umûmi, (3 Cilt), İstanbul 1305 (1889),
Küçük Osmanlı Tarihi, 1305 (1890),
Muhtasar İslâm Tarihi, İstanbul 1308 (1892)(Azmi Bey ile beraber),
Mukaddime-i İlm-i Hukûk, İstanbul 1319 (1903).
İbrahim Hakkı Paşa idarî ve ilmî alanda etkin olduğu Osmanlı Devleti’nin son
döneminde liberal ve hürriyetçi kişiliği ile Batı kültürünü kavramış bir şahsiyetti. İbrahim
Hakkı Paşa’nın nâzırlık ve sadrazamlık yaptığı II. Meşrûtiyet, fikir olarak Osmancılık,
İslamcılık ve Türkçülük düşüncelerini temel almıştı. İslamcılık düşüncesi Mısırlı Prens
Said Halim Paşa ile itibar görürken, İbrahim Hakkı Paşa’nın liberal ve batıcı yönleri onun
Müslümanlık düşüncesinin dikkate alınmamasına sebep olmuştu. Hatta İbrahim Hakkı
Paşa Avrupa’da şapka giyiyor diye tenkit edenlere; “Şapka ile Müslümanlığın ne alâkası
var?” diyerek, o dönem düşüncelerine cesaretle karşılık veriyordu (Kutay, (t.y):9681).
İbrahim Hakkı Paşa dindar bir insan değildi. Kitapları son derece laik bir bakış
açısını ortaya koymaktadır. Fakat İslam hukukuna ve bu hukukun Kur’an ve hadislerdeki
esaslarına ilişkin açıklamalar getirdiğinde hiçbir dindarın karşı çıkamayacağı kadar
konuya hâkimdi (Findley, 1996:221).
5.İbrahim Hakkı Paşa’nın Nâzırlık, Sadrazamlık ve Büyükelçilik
Görevlerinde Bulunması
İbrahim Hakkı Paşa, 1908 Temmuz İnkılâbından bir gün önce kurulan Said Paşa
hükûmetinde Maârif Nâzırı olan Haşim Paşa’nın istifa etmesi üzerine Maarif Nâzırlığına
getirildi (İ.DUİT, 7/51; Pakalın, 2008:137; Kurşun, 2000:311; İnal, 1953:1765). İbrahim
Hakkı Paşa’nın bu ilk nazırlığı 22 Temmuz 1908’den 22 Eylül 1908’e kadar devam
87
M. Dördüncü / Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Hayatı ve Avrupa Seyahati
etmiş, Maârif Nâzırlığı ile birlikte Dâhiliye Nâzırlığını asil-vekil, vekil-asil olarak
sürdürmüştür (İ.DUİT, 7/103; Ergün, 1996:173).
Sait Paşa’nın 4 Ağustos’ta istifası üzerine 6 Ağustos’ta II. Abdülhamit, hükûmeti
kurmak üzere sadrazam olarak Kâmil Paşa’yı görevlendirdi. Kamil Paşa’nın oluşturduğu
kabinede İbrahim Hakkı Paşa, önceki kabinede olduğu gibi Maârif Nâzırı olarak yer aldı
(Tokgöz, 2012:216; Tanîn, 1324:2). İbrahim Hakkı Paşa, Dâhiliye Nâzırı olarak atanan
Sivas Valisi Reşit Âkif Paşa İstanbul’a gelinceye kadar onun yerine Dâhiliye Nazırlığını
da vekâleten üstlendi (Türkgeldi, 1987:5). Reşit Akif Paşa’nın sağlık sorunlarını ileri
sürerek, istifasını sunması üzerine 24 Ağustos 1908’de İbrahim Hakkı Paşa Maârif
Nâzırlığı ile birlikte Dâhiliye Nâzırlığına getirildi (İ.DUİT, 7/103; Şeref, 1334:2-3).
İbrahim Hakkı Paşa, Maârif Nezâretinde uyguladığı memur tensikatından dolayı
gösterilen tepkiler yüzünden Kâmil Paşa Hükûmetinden istifa etti. Çıkarmak istediği
Tensikat Kanunu yüzünden istifa etmek zorunda kalan İbrahim Hakkı Paşa, 12 Ocak
1910 tarihinde sadrazamlığa getirildiğinde de bu kanunu “Adl-i İhsan” Tensikatı olarak
tekrar hükümet programına alacaktır (Tural, 2009:103). 15 Aralık 1908’de Roma
Büyükelçiliğine atandı (İnal, 1953: 1765).
İbrahim Hakkı Paşa, Hüseyin Hilmi Paşa’nın 28 Aralık 1909 tarihinde
sadrazamlıktan istifası üzerine İstanbul’a çağrılmış ve Sultan Mehmet Reşad’ın
yayınladığı Hatt-ı Hümâyûn ile 12 Ocak 1910 tarihinde vezâret rütbesi8 ve 25.000 kuruş
maaş ve 5.000 kuruş tahsisat ile sadrazamlığa getirilmiştir (DH. DAİD.0183/0100;
Takvim-i Vekayi, 1325:1; Tasvir-i Efkâr, 1325:2; Pakalın, 2008:137; Karal, 1996:120).
İbrahim Hakkı Paşa’nın sadrazamlığı sırasında İtalya’nın Trablusgarp’ı işgal
etmesi ve bu işgal karşısında yeterli askeri ve siyasi tedbirler almaması hatta daha önceki
dönemlerde alınan tedbirleri bir şekilde devam ettirmemesi tepkilere sebep olmuş,
İtalya’nın işgalinden dolayı gösterilen bu tepkiler karşısında 1 yıl 8 ay 17 gün süren
sadrazamlık görevinden 29 Eylül 1911’de istifa etmiştir.
İtalya’nın verdiği ültimatom İbrahim Hakkı Paşa ile ilgili bir şâyia da çıkmasına
sebep olmuştu. İtalyan Maslahatgüzarının, İbrahim Hakkı Paşa’ya ültimatomu İtalyalı
Kont Rubilano Paşa’nın evinde briç oynarken verildiğine dair söylentiler çıkmıştı. Ahmet
Reşid Bey kitabında bu olayla ilgili işittiklerini ihtiyatla yazdığını belirtmektedir: “Hakkı
Paşanın sadareti zamanı “Ala ala hey” le geçmiş ve son perdede İtalyanların
Trablusgarb’a uzattıkları dest-i teaddî bu vodvile facia ile nihayet vermiştir. İtalyan
ültimatomuna dair Roma sefaretinden gelen telgraf kendisine, jandarma tensikı için
Türkiye hizmetine alınmış olan, İtalyan generalinin evinde briç oynamakla meşgul iken
getirilmiş; oyuna devam etmek için zarfı açıp okumamış. Nihayet, galiba işten haberdar
olan, generalin refikasının israrile zarfı açarak hakikat-ı hâli öğrenmiş. İşittiğim bu
vakıa, teseyyüp ve ihmalin pek ileri bir derecesini gösterdiği için, fakat kayd-ı ihtiyat ile
8
Duyun-ı Umumiye müdürlüğünden emekli Rauf Bey, İbrahim Hakkı Paşa’nın sadrazam olması üzerine şu
beyti kaleme almıştır:
“Sanırım sadr-ı cedid, sadra şifa-bahşadır,
Aldı hakkıyla vezaret beğimiz, paşadır.”(Bk. İnal, 1953: 1766).
88
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 79-97
zikrediyorum.”(Rey, 1945:123). Ahmet Reşid Bey’in bu yazdıklarını İbnülemin Mahmut
Kemal değerlendirirken, İbrahim Hakkı Paşa gibi zeki ve muktedir bir zata bunları
söylemeye razı olmadığını eğer doğru ise Paşa’nın gaflet ve ihanet içinde olduğunu
belirtir: “Hakkı Paşa gibi zeki ve muktedir bir zate isnad etmeğe gönlümüzün razı
olmadığı bu vak’a “hakikate müvafık ise fecaatini “teseyyüb ve ihmal” kelimeleri tarif
edemez. Bu, her şeyden evvel birkaç suretle vazifeye ihanet ve devlet ve millete karşı fart-ı gafletle karışık- hiyanet ad olunmak zaruridir.” ( İnal, 1953:1773).
Mabeyn Müşâviri olan ve aynı zamanda İbrahim Hakkı Paşa’yı yakından tanıyan
Lütfi Simavi, “Son Osmanlı Sarayında Gördüklerim” adlı eserinde bu konunun aslı esası
olmayan bir yalan olduğunu belirterek, bu açıklamasını vicdani bir görev olarak ifade
ederek şöyle yazmaktadır: “Mevzu ile alâkalı bir hususu da şurada belirtmeyi bir vicdan
vazifesi saymaktayım, İtalya’nın ültimatomunun halk arasında yayılmasından sonra
ortalığa şöyle bir şaiya atılmıştı: Güya o gece Hakkı Paşa ki İtalyan dostu sayılırdı,
sadrazamlığa Roma sefirliğinden gelmişti, İtalyalı Kont Rubilano Paşa’nın evinde bu
adamla kumar oynamakta imiş. Ültimatom kendisine, işte bu kumar masasında iken ve
bir İtalyanla kumar oynarken verilmiş imiş. Bu söylentinin hiçbir aslı esası yoktur,
kattiyetle yalandır.” (Simavi, 2004:161).
İbrahim Hakkı Paşa’nın İtalyan Kont Rubilano Paşa’nın evinde briç oynarken
İtalya’nın ültimatomunu aldığına dair söyletiyi 29 Eylül tarihli Tanîn gazetesinde çıkan
haber de yalanlıyordu. Tanîn gazetesi: “Dün Sadrazam Hakkı Paşa öğle üzeri Bâb-ı
Âli’ye gelmesine müteâkib Bâb-ı Âli’ye gelen İtalya maslahatgüzarı Martino ile mülakat
etmişdir. Esna-yı mülakatda maslahatgüzar İtalya Hükûmetinin Hükûmet-i Osmaniyye’ye
irsal ettiği ültimatomu tebliğ etmişdir. Martino’nun avdetini müteakib Avusturya
Maslahatgüzarı da Sadrazamı ziyaret etmişdir. Sadrazam Paşa bunu müteakib derhâl
Mabeyn-i Hümâyûna azimetle vükelâyı telefonla davet ederek tebliğ edilen nota hakkında
müzâkerede bulunmuşlardır. Müzâkere gayet uzun ve hararetli devam ettiği cihetle
Sadrazam ve Dâhiliye Nâzırı Bâb-ı Âli’ye gelememişlerdir.” (Şıvgın, 2006:45; Tanîn, 17
Eylül 1327:1).
İbrahim Hakkı Paşa sadrazamlıktan istifa ettikten bir süre sonra Mekteb-i
Mülkiye’de ders vermeye başlamış daha sonra 1913 başında çeşitli antlaşmalar yapmak
üzere İngiltere’ye müzakereci olarak gönderilmiştir. Osmanlı Devleti’nin Balkan
Savaşlarıyla düştüğü kötü durumdan İngiltere’nin desteğini alarak kurtulabileceği
düşüncesi hükûmet çevrelerinde yer almıştı. 23 Ocak 1913 tarihinde hükûmeti tekrar ele
geçiren İttihat ve Terakki bu politikayı uygun bulmuştu. İttihat ve Terakki’ye bu siyaseti
uygun olduğunu ileri süren İbrahim Hakkı Paşa’dır. İbrahim Hakkı Paşa’ya göre
İngiltere’nin yardımı alınmalıydı ve ayrıca İngiltere ile Almanya’nın ortaklaşa hareketleri
sayesinde Osmanlı Devleti’ni koruyup kalkındıracağını söylüyordu (Kurşun, 2000:312).
Osmanlı Devleti eğer İngiltere ile anlaşmayı başarabilirse ayrıca şu ekonomik yönleri de
kazanmayı amaçlıyordu: Gümrüklerin artırılması, Gümrüklerde tarife usulünün kabul
edilmesi, petrol, ispirto ve şeker satışının tekelleştirilmesi, yabancı postalarının
kaldırılması, oktruvanın konabilmesi, kapitülasyonların hafifletilmesi ve İngiltere’nin
ekonomik yardımının sağlanması (Bayur, 1991:333). Yapılan antlaşmalar I. Dünya
89
M. Dördüncü / Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Hayatı ve Avrupa Seyahati
Savaşının başlaması üzerine uygulanamamış ve İbrahim Hakkı Paşa İstanbul’a geri
çağrılmıştır.
İstanbul’a geri dönen İbrahim Hakkı Paşa 21 Temmuz 1915 tarihinde bu sefer
Berlin’e büyükelçi olarak görevlendirildi (İ.HR,1333:435)9 ve vefatına kadar burada
kaldı.
İbrahim Hakkı Paşa, Berlin Büyükelçisi olarak görev yaparken bu görevine
ilâveten 10 Şubat 1917 tarihinde Meclis-i Âyân üyeliğine atandı (İnal, 1953:1782).
İbrahim Hakkı Paşa yine Berlin’de bulunurken Almanya İmparatoru II.
Wilhelm’in 14 Ekim 1917 tarihinde üçüncü defa İstanbul’a ziyaretinde İmparatora refakat
etmek üzere yurda gelmiştir (Kurşun, 2000:313).
İbrahim Hakkı Paşa Berlin Büyükelçiliği sırasında 1918 senesinde İttifak
devletleriyle Sovyet Rusya arasında imzalanan Brest-Litovsk Antlaşmasında Osmanlı
Devleti heyeti içinde yer almıştır.
6. Vefatı
İbrahim Hakkı Paşa Berlin’de yakalandığı dizanteriden 8 gün hastanede yatmıştır.
Burada Doktor Kravs ve diğer doktorların tedavilerine rağmen 29 Temmuz 1918
Pazartesi günü saat 19.00’da vefat etti (İnal, 1953: 1782). İbrahim Hakkı Paşa cenazesi
tahnit edilerek 5 Ağustos 1918 Pazartesi günü Balkan Treni ile İstanbul’a getirildi.
Cenazesi Sirkeci İstasyonu’ndan alınarak bir istimbotla Beşiktaş İskelesi’ne getirilmiş ve
buradan Sinan Paşa Camii’nde bulunan Neccarzâde Dergâhı’ndaki türbeye
konuldu(Sabah, 6 Ağustos 1334:2; Tanîn, 6 Ağustos 1334:1). 6 Ağustos 1918 Salı günü
kılınan cenaze namazını müteakip devlet töreni ile Beşiktaş’ta bulunan Yahya Efendi
türbesine götürülerek burada defnedildi (Sabah, 7 Ağustos 1334:2).
7. Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Avrupa Seyahati
Sadrazam İbrahim hakkı Paşa 9 Ağustos 1910 tarihinde dinlenmek ve romatizma
tedavisi için Avrupa seyahatine çıktı. Bir Osmanlı sadrazamının böyle bir seyahate
çıkması tepkilere sebep oldu. İbrahim Hakkı Paşa’nın yakın arkadaşı ve aynı zamanda
padişahın Başmabeyincisi olan Lütfi Simavi Bey, Sadrazam’ın bu seyahatini Avrupalı
devlet adamlarının dinlenmek ve aynı zamanda siyasi görüşmeler yapmak üzere her sene
bir-iki ay resmi izinle gerçekleştirdikleri seyahatlere özenerek yaptığı düşüncesindedir.
Lütfi Simavi Bey, İbrahim Hakkı Paşa’yı çok sevip saymasına rağmen onun
gerçekleştirdiği bu seyahatin zamanının uygun olmadığını belirterek eleştirmektedir:
“Memleketimizde daha hiçbir meselenin lâyıkıyla rayına oturmadığı ve elbirliğiyle geceyi
gündüze katarak çalışmamızın lâzım geldiği bir zamanda, devletin en büyük mesuliyetini
omuzlarında taşıyan bir sadrazamın, hele bir mecburiyet de mevzubahs değilken, işleri
9
30 Ekim 2012 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan açılışını yaptığı, Türkiye’nin Berlin Büyükelçilik
yeni binasının oldu yer, İbrahim Hakkı Paşa tarafından 24 Mayıs 1918 tarihinde Osmanlı mülkiyetine
geçirilen Berlin’deki ilk Osmanlı sefaretinin bulunduğu yerdir.
90
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 79-97
bir tarafa bırakıp böyle bir seyahate çıkmasına o günlerde hiç de lüzum yoktu.”10
İbnülemin Mahmut Kemal İnal da İbrahim Hakkı Paşa’nın Avrupalı devlet adamlarına
özenerek böyle bir seyahate çıktığı görüşündedir. İnal, Avrupalı devlet adamların ülkeleri
için yorucu siyasi çalışmalardan sonra yurtiçi veya yurtdışı seyahate çıktıklarını,
seyahatleri sırasında ülkelerinin menfaatlerine hizmet edecek görüşmelerde de
bulunduklarını ifade ettikten sonra İbrahim Hakkı Paşa’nın seyahatini alaya alarak
eleştirmektedir: “Bizim sadr-ı âzamımız da fartı iştigalden ve hal ettiğinice mühim
meselelerden(!) Mütevellit teabi dimağının ve zaafı bedeninin(!) tedavisi içün istirahata
lüzum görmüş olacak ki Avrupa’dan geleli henüz altı ay olduğu halde –tebdili hava
vesile-i bi manasile- yine Avrupa’ya yürümüştür.” (İnal, 1953:1770).
Fakat İbrahim Hakkı Paşa’nın Avrupa seyahatinin yersiz olduğuna dair bu
görüşlere rağmen basında Sadrazamın seyahat esnasında önemli görüşmelerde
bulunacağına dair haberler de yer alıyordu. Sabah gazetesi, Sadrazam İbrahim Hakkı
Paşa’nın Avrupa’ya yapacağı seyahatte Girit meselesi ile ilgili görüşmeler yapacağını
bildiriyordu. Gazetenin haberine göre İbrahim Hakkı Paşa, Girit meselesiyle ilgili olarak
dört devletle bir görüşme yapacak, sonra Almanya ile birlikte Avusturya-Macaristan ile
de görüşecekti (Sabah, 1 Temmuz 1326:1). 11 Temmuz 1910 tarihli Tanîn Gazetesinde
ise Fransa ile Rusya dışişleri bakanlarının Ağustos ayı içinde bir görüşme yapacakları, bu
görüşmenin olacağı zaman Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Avrupa’ya seyahat edeceği
ve bu seyahati esnasında Avusturya-Macaristan Dışişleri Bakanı Kont Aehrenthal ile
Marienbad’da bir görüşmede bulunacağı bildiriliyordu (Tanîn 3 Temmuz 1326:2). 11
Tercüman-ı Hakikat ise La Turkiya gazetesini kaynak göstererek Sadrazam İbrahim
Hakkı Paşa’nın İngiltere’ye de giderek İngiliz Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey ile Girit
meselesi hakkında bir görüşme yapacağını yazıyordu (Tercüman-ı Hakikat, 31 Temmuz
1326:3).
Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa 9 Ağustos 1910 tarihinde İstanbul’dan Romanya
Vapuru ile ayrıldı. Yol güzergâhı olarak önce Köstence limanına oradan Romanya
Sinaia’ya uğrayacaktır. Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa Romanya’dan sonra Avusturya’ya
geçecektir (İkdâm, 28 Temmuz 1326:2; Tanîn, 28 Temmuz 1326: 1). Avrupa seyahati
hakkında Viyana sefaretine resmi yazının gönderildiği bildiriliyordu (Tanîn, 19 Temmuz
1326:2; Terüman-ı Hakikat, 27 Temmuz 1326). Sadrazam’ın seyahatte bulunduğu sırada
yerine Şeyhülislam’ın vekâlet edeceği hükûmet işlerinin takibini ise, Adliye Nazırı
Necmeddin Bey’in yürüteceği bildiriliyordu (Tanîn, 27 Temmuz 1326).
Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa 10 Ağustos’ta Köstence’den Bükreş’e geçmiş ve
11 Ağustos’ta Romanya Kralı Carolile görüştükten sonra Viyana’ya hareket etmiştir
(Tanîn, 30-31 Temmuz 1326).
10
İbrahim Hakkı Paşa, Avrupa seyahati sırasında Romanya kralı, Avusturya-Macaristan hariciye nazırıyla ve
Fransa’da bazı devlet adamlarıyla görüşmeler yapmasına rağmen Lütfi Simavi Bey bu seyahati siyasi bir
lüzum üzerine yapılmadığını belirtir(Bk: Simavi, 2004: 113).
11
Bir gün sonraki Tanîn’de İbrahim Hakkı Paşa’nın yakında seyahate çıkacağını ve Avrupa kabinelerini
ziyaret edeceğini bu seyahatinde tedavi için Marinbad’a da uğrayacağını burada Avusturya-Macaristan
hariciye nazırı ile de bir görüşme yapacağı tekrarlanıyordu(Bk. Tanîn, 1326:2).
91
M. Dördüncü / Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Hayatı ve Avrupa Seyahati
Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Marienbad’da Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu Hariciye Nazırı ile görüşecek olması Avrupa basınında yankı bulmuş ve
yapılacak görüşme hakkında çeşitli yazılar yayınlanmıştır. Fransa basını bu ziyarete fazla
bir önem verilmediğini belirtiliyordu. Tanîn gazetesi, Fransa basınındaki bu genel görüşü
şöyle yansıtmaktadır: Sadrazam Hakkı Paşa’nın yaptığı bu seyahatle Türkiye’nin mevcut
siyasetinde hiç bir değişiklik yapamayacağını, Türk Hükûmeti’nin şimdiye kadar
edindikleri tecrübeye göre kendilerine, “maddeten ibrâz-ı samimiyet ve menâfi′ etmiş
olan devletleri” gücendirmeyeceğinin bilincinde olduğu ifade ediliyordu. Bu sebeple
seyahatte İbrahim Hakkı Paşa’nın yapacağı görüşmelerin diğer devletlerle olan ilişkilere
zarar vermemesine dikkat etmesi gerektiği vurgulanıyordu (Tanîn, 1 Ağustos 1326).
Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa, 13 Ağustos akşamı Viyana’ya gelmiş ve ertesi
gün Viyana’da Sefir Mustafa Reşit Paşa ile birlikte şehri gezerek tiyatroya gitmiştir
(Tanîn, 3 Ağustos 1326). Viyana’dan Marienbad’a geçerek burada Avusturya-Macaristan
Hariciye Nâzırı Kont Aehrenthal ile bir görüşme yapacaktır. İbrahim Hakkı Paşa’nın
Marienbad’da yapacağı görüşme ile ilgili Tanîn Gazetesi, Avusturya gazetelerinden Neu
Free Presse’de yayınlanan bir makaleyi iktibas ederek Avusturya kamuoyunun görüşme
ile ilgili bakışını aktarmaktadır. Bu makaleye göre, İki ülke arasında başlayan dostluğun
daha da kuvvetleneceği ve bu görüşmede her iki devlet adamının siyasî konuları gündeme
alarak Türkiye ve Avusturya-Macaristan devletlerinin ortak çıkarlarını görüşeceği
bildiriliyordu (Tanîn, 4 Ağustos 1326). Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa ile AvusturyaMacaristan Hariciye Nazırı görüşme esnasında çeşitli konuları ele alacaklarını bu konular
arasında özellikle Girit meselesi, Makedonya meselesi, Osmanlı gümrüklerinde alınan %
8 verginin % 11’e yükseltilmesinden sonra tekrar artırılmaya çalışılması ve
kapitülasyonların kaldırılması ifade edilmektedir. İbrahim Hakkı Paşa’nın Marienbad’da
sadece Kont Aehrenthal ile görüşme yapmayacağı ayrıca Sırbistan Başvekili ve Hariciye
Nâzırı ile de görüşeceği belirtiliyordu (Tanîn, 4 Ağustos 1326).
Tanîn, İbrahim Hakkı Paşa’nın Kont Aehrenthal ile yapacağı görüşmeden önce
Avrupa basınındaki değerlendirmeleri aktarmaktadır: “Şu son on beş gün içinde
Hükûmet-i Osmaniye’nin Avusturya-Macaristan ve Almanya ile bir ittifâk-ı siyasî ve
askerî akdine mütemâyil bulunduğuna delâlet edecek hiç bir hâdise tevellüd etmemiştir.
Bu münâsebetle yine tekrar ederiz ki Hükûmet-i Osmaniye’nin düvel-i muazzamadan biri
yahut bir kaçıyla bir ittifâk-ı siyasî akd etmemesinde pek büyük menâfi′ mevcuttur.
Avusturya-Macaristan ve Almanya ile nasıl münâsebât-ı samimiyyede bulunacak ise
Rusya, İtalya, Fransa ve İngiltere ile de öyle münâsebâtta bulunmasında pek büyük
faideler mecvuttur.” (Tanîn, 5 Ağustos 1326). İbrahim Hakkı Paşa’nın Marienbad’da
Avusturya Harice Nazırı Kont Aehranthal ile yaptığı görüşme Osmanlı Devleti’nin İttifak
devletlerine yakınlaşması olarak görülmesine, Alman basınında bu değerlendirmenin
yanlış olduğu, İbrahim Hakkı Paşa ile Kont Aehranthal arasında yapılan görüşmede
Türkiye’nin Üçlü İttifak’a girmesinin konuşulmadığı belirtiliyordu. Osmanlı Devleti’nin
herhangi bir ittifaka girmeyeceği ifade edilerek: “Hükûmet-i Osmaniyye’nin en büyük
istifadesi elyevm mevcûd olan hey’et-i müttefika-i düveliyyeden hiç birisine intisab
etmeyerek şimdiye kadar ta’kib eylemekte bulunduğu umûm devletlerle hoş geçinmek,
92
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 79-97
hüsn-i münasete bulunmak politikasında devam etmektir.” (Tanîn, 6 Ağustos 1326).
Osmanlı Devleti’nin herhangi bir üçlü gruba dâhil olmasının siyasî ve iktisadî sıkıntılara
neden olacağı, bu yüzden böyle bir tercih yapmaktan kaçınmasının daha faydalı olacağı
ifade ediliyordu.
Bir başka değerlendirmeye göre ise İbrahim Hakkı Paşa ile Kont Aehranthal
arasında yapılan görüşmenin tesadüf olmadığı vurgulanıyordu. İki ülke devlet
adamlarının bu görüşmesi Bosna-Hersek’in ilhakından sonra ilk defa yapıldığına dikkat
çekiliyordu. Bu değerlendirmeye göre Avusturya, Türkiye aleyhine bir genişleme siyaseti
takip etmiş olsaydı, özellikle Avusturya’nın Arnavutluk isyanına karışma gibi bir
politikası olsaydı, İbrahim Hakkı Paşa’nın böyle bir görüşmeye yanaşmayacağı ifade
ediliyordu (Tanîn, 15 Ağustos 1326).
Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Avusturya Hariciye Nazırı ile yaptığı görüşme
İtalya’da da dikkatleri çekmiş ve İbrahim Hakkı Paşa’nın daha İtalya’da elçi olarak
bulunduğu sırada Avusturya’ya yakınlığına dikkat çekilmiştir. Hakkı Paşa’nın sadârete
tayininden önce Roma’da verdiği bir mülakatta Avusturya hükûmeti hakkında olumlu
konuşması İtalya’da dedikodulara sebep olmuştu. Çünkü Avusturya’nın Bosna-Hersek’i
ilhak etmesinin etkisi hala geçmemiş olduğu halde İbrahim Hakkı Paşa’nın Avusturya
hakkındaki bu görüşleri Osmanlı Devleti’nin değil İbrahim Hakkı Paşa’nın şahsi fikirleri
olarak algılanmıştı. Fakat şimdi Marienbad görüşmeleriyle bu düşüncenin Osmanlı
hükûmetinin de görüşü olarak algılanmasına sebep olmuştu (Tanîn, 19 Ağustos 1326).
İbrahim Hakkı Paşa Marienbad’dan sonra Viyana’ya gideceği, buradan Berlin ve
Paris’e geçeceği belirtiliyordu. İstanbul’dan yapılan açıklamaya göre Sadrazam İbrahim
Hakkı Paşa, Paris’te Girit meselesi ve Fransa’dan talep edilen istikrâz için görüşmelerde
bulunacaktı (Tanîn, 20 Ağustos 1326). İbrahim Hakkı Paşa, Paris’te Fransa Hariciye
Nâzırı Mösyö Pichon ile bir görüşme yaptı. Görüşmede istikrâz konusu ele alınmış ve
Fransa Hariciye Nâzırı istikrâzla ilgili olarak Fransa’nın kendi menfaatini düşüneceğini
belirterek şöyle denmiştir: “Fransa Hükûmeti yeni istikrâz tahvîlâtının Paris borsasınca
kabulüne ancak Hükûmet-i Osmaniyye’nin irâe edecek te’minâtın kavî esaslara müstenid
olduğu ve Fransa âlem-i iktisadiyesinin emniyetini ihrâz edebildiği takdirde muvafâkat
eyleyecektir.” (Tanîn, 24 Ağustos 1326). Eğer Fransa’yı tatmin etmeyecek bir teminat
olursa istikraz görüşmelerinden vazgeçileceği belirtmiştir:
La Journal Gazetesi 7 Eylül tarihinde İbrahim Hakkı Paşa ile yapılan bir mülakatı
yayınladı. İbrahim Hakkı Paşa bu mülakatta Girit meselesi, istikraz ve ittifak konularıyla
ilgili görüşlerini belirtiyordu;
“Hükûmet-i Osmaniyye Girit meselesinde Girit mebuslarının Yunan Meclis-i
Millîsi müzakerâtına iştirak etmelerine hiç bir suretle müsaade etmeyecektir. Şahsım
itibarıyla düvel-i hâmiyenin hukûk-ı meşruiye-i Osmaniyeye karşı bir tecavüz veya
şiddette bulunacağını zannetmem. Esasen Girit meselesinin suret-i katiyyede hal
olunması da pek uzak değildir. İstikraz meselesine gelince, Hükûmet-i Osmaniyye bu
husûsta Osmanlı Bankası’nın muavenetine arz-ı iftikar etmek istemiyor. Maliye Nâzırı bu
babdaki müzâkerâtı o derece haysiyet ile icra eylemiştir ki Fransa’nın bundan hiç bir
93
M. Dördüncü / Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Hayatı ve Avrupa Seyahati
suretle âdem-i hoşnudu beyan etmeğe hakkı olamaz. Osmanlı Bankası’nın tevsiti
meselesiyle istikraz te’minatı hakkında bu kadar söz söylenmesinin sebebini bir türlü
anlayamıyorum. Bu istikraz meselesinde son sözü söyleyebilmek hakkı Osmanlı Meclis-i
Meb’ûsanına ait olacaktır. Hükûmet-i Osmaniyye’nin ittifâk-ı müsellese dâhil olup
olmayacağı meselesine gelince bu babda sizi te’min ederim. Hükûmet-i Osmaniye
münasebât-ı beyneddüveliyede hâiz olduğu istiklâl-i tammı bâdemâ dahi muhafaza
eylemek niyetindedir.” (Tanîn, 27 Ağustos 1326).
İbrahim Hakkı Paşa, 1 aydan fazla süren Avrupa seyahatinden 29 Eylül 1910
tarihinde İstanbul’a dönmüştür. Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa, dinlemek ve romatizma
tedavisi görmek üzere Marienbad kaplıcalarına gitmiş ve bu seyahati esnasında
Avrupa’da çeşitli devlet adamlarıyla görüşmelerde bulunmuştu. Özellikle Avusturya
Hariciye Nazırı ile görüşmesi Osmanlı Devleti’nin İttifak Devletlerine yakınlaşması
olarak algılanmıştır (MMZC, 18 Kanûn-ı Evvel 1326:726).
Sonuç
İbrahim Hakkı Paşa, Osmanlı Devleti’nin son döneminde yetişmiş önemli bir ilim
adamıdır. Hakkı Paşa gerek yazdığı eserlerle gerekse yaşantısıyla Osmanlı kamuoyunun
dikkatini çekmiştir. Sadrazamlığa getirilişiyle ülke içinde büyük beklentilerin doğmasına
sebep olmuştur. Onun sadrazamlık öncesinde hocalığı, engin bilgisi ve sempatik kişiliği
Osmanlı kamuoyunda sevilmesine yol açmış ve başarılı bir sadrazam olacağı inancını
doğurmuştur. Fakat teorik olarak sahip olduğu bilgileri sadrazamlığı sırasında karşılaştığı
reel politika karşısında kullanmayı başaramamıştır. Bu başarısızlığında onun siyasetin
içinde yer almaması ve sahip olduğu kişiliğin etkisi de yer almaktadır. Sadrazamlığı
sırasında gerek sivil gerekse askeri kökenli politikacıların güdümünde kalması,
başarısızlığın bir başka sebebi olmuştur. Lütfi Simavi Bey’in dediği gibi: “Hiç iyi bir
hükûmet reisi olamazdı. Ancak, çok çalışkan ve tecrübe sahibi bir sadrazamın
kabinesinde herhangi bir nâzırlığı üzerine alabilir ve yükleneceği böyle bir vazifede
hakikaten faydalı olabilirdi.” Vefatı üzerine Tanîn gazetesinde ifade edildiği gibi İbrahim
Hakkı Paşa ilmi, siyaseti ve şahsiyeti ile “nev-i şahsına münhasır” bir zat idi(Tanîn, 7
Ağustos 1334).
Kaynakça
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA)
94
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 79-97
Bâb-ı Ali Evrâk Odası Mümtâze Kalemi, (A.MTZ), Dosya no: 41, Gömlek no: 48
Bâb-ı Ali Evrâk Odası Mümtâze Kalemi, (A.MTZ), Dosya no: 42, Gömlek no: 48
Bâb-ı Ali Evrâk Odası Mümtâze Kalemi, (A.MTZ), Dosya no: 153, Gömlek no: 6
Bâb-ı Ali Evrâk Odası (BEO), Dosya no: 454, Gömlek no: 33977
Bâb-ı Ali Evrâk Odası (BEO). Dosya no: 172
Bâb-ı Ali Evrâk Odası (BEO), Dosya no: 1229, Gömlek no: 92126
Bâb-ı Ali Evrâk Odası (BEO), Dosya no: 1445, Gömlek no: 108371
Bâb-ı Ali Evrâk Odası (BEO), Dosya no: 810, Gömlek no: 60679
Bâb-ı Ali Evrâk Odası (BEO), Dosya no: 610, Gömlek no 45682
Bâb-ı Ali Evrâk Odası (BEO), Dosya: 1191, Gömlek no: 89307
Bâb-ı Ali Evrâk Odası (BEO), Dosya: 2714, Gömlek no: 203482
Dâhiliye Nezâreti Sicill-i Ahvâl İdâre-i Umûmîyyesi, (DH. SAİD).0183/0100
Dosya Usûlü İrâdeleri, (İ.DUİT), Dosya no: 7, Gömlek no: 51
Dosya Usûlü İrâdeleri, (İ.DUİT), Dosya no: 7, Gömlek no: 103
Hariciye Nezâreti İrâdeleri, (İ.HR), Dosya no: 345
Hariciye Nezâreti Hukûk Müşâvirliği İstişare Odası Evrâkı, (HR. HMŞ. İŞO), Dosya no:
181, Gömlek no: 70
MF. MKT. 1036.69
Yıldız Tasnifi Sadâret Husûsî Ma’rûzât Evrâkı, (Y.A.HUS), Dosya no: 369, Gömlek no:
21
Yıldız Tasnifi Sadâret Husûsî Ma’rûzât Evrâkı, (Y.A.HUS), Dosya no: 393, Gömlek no:
5
Yıldız Esas Evrâkı Analitik Envanteri, (YEE)
Meclis-i Meb’ûsân Zabıt Ceridesi, MMZC, 18 Kanûn-ı Evvel 1326, Dev.: I, İçt.Sen.: İ.:
20, C.: 2
Gazeteler
Chicago Sergisi, 1 Haziran 1893
İkdâm, 28 Temmuz 1326
Sabah, 21 Kanûn-ı Evvel 1325
Sabah, 1 Temmuz 1326
Sabah, 6 Ağustos 1334
Sabah, 7 Ağustos 1334
Servet-i Fünûn, Sayı: 1404, 1334
Takvim-i Vekayi, 31 Kanûn-ı evvel 1325
95
M. Dördüncü / Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Hayatı ve Avrupa Seyahati
Tanîn, 25 Temmuz 1324
Tanîn, 3 Temmuz 1326
Tanîn, 4 Temmuz 1326
Tanîn, 19 Temmuz 1326
Tanîn, 27 Temmuz 1326
Tanîn, 28 Temmuz 1326
Tanîn, 30 Temmuz 1326
Tanîn, 31 Temmuz 1326
Tanîn, 1 Ağustos 1326
Tanîn, 3 Ağustos 1326
Tanîn, 4 Ağustos 1326
Tanîn, 5 Ağustos 1326
Tanîn, 6 Ağustos 1326
Tanîn, 7 Ağustos 1334
Tanîn, 15 Ağustos 1326
Tanîn, 19 Ağustos 1326
Tanîn, 20 Ağustos 1326
Tanîn, 24 Ağustos 1326
Tanîn, 6 Ağustos 1334
Tasvir-i Efkâr, 30 Kanûn-ı evvel 1325
Terüman-ı Hakikat, 27 Temmuz 1326
Terüman-ı Hakikat, 31 Temmuz 1326
Yakın Tarihimiz, II. cilt, Sayı: 17, 21 Haziran 1962
Yeni Mecmua, Sayı: 58, 22 Ağustos 1918
Kitap ve Makaleler
Adıvar, A.A.1968. “İbrahim Hakkı Paşa”, İA, 5/II, İstanbul.
Akıllıoğlu, T. 1983. “Hukuku İdare Üzerine”, TOAİD, Cilt 16, Sayı 2, Haziran.
Akşin, S. 1987. Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, İstanbul: Evrim Matbaacılık.
Alkan, A.T. 1997. Ubeydullah Efendi’nin Amerika Hâtıraları, İstanbul: İletişim
Yayınları.
Armağan, M. 2006. Abdülhamit’in Kurtlarla Dansı, İstanbul: Ufuk Kitap.
Bayur, Y. H. 1991. Türk İnkılâbı Tarihi, II. cilt III. Kısım, Ankara: Türk Tarih Kurumu.
Çankaya, A. 1954. Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler, II. cilt, Ankara.
96
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 79-97
Danişmend, İ. H. 1972. İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, V. cilt, İstanbul: Türkiye
Yayınevi.
Ergün, M. 1996. İkinci Meşrûtiyet Devrinde Eğitim Hareketleri (1908–1914), Ankara:
Ocak Yayınları.
Findley, C. V. 1996. Kalemiyeden Mülkiyeye Osmanlı Memurlarının Toplumsal Tarihi,
İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay.
Gövsa, İ. A. 1933. Meşhur Adamlar, Hayatları-Eserleri, İstanbul: Yedigün Neşriyat.
İnal, İ. M. K. 1953. Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar, İstanbul: Maarif Matbaası.
Karal, E. Z. 1996. Osmanlı Tarihi, IX. cilt, Ankara: Türk Tarih Kurumu.
Kurşun, Z. 2000. “İbrahim Hakkı Paşa (1863-1918)”, XXI. Cilt. İstanbul: Türkiye
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi.
Kutay, C. (t.y) Türkiye İstiklâl ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi, 2. baskı, c. XVI,
İstanbul: Alioğlu Yayınevi.
Nasuhoğlu, A. M. 2007. Yâd-ı Mâzi ve Hayatımın Tarihi, İstanbul: Dergâh Yayınları.
Öztuna, Y. 1969. Devlet ve Hânedanlar Türkiye (1074-1990) 2. cilt, Ankara: Kültür
Bakanlığı.
Pakalın, M. Z. 2008. Sicil-i Osmanî Zeyli Son Devir Osmanlı Meşhurları Ansiklopedisi,
haz: Emine Güldüoğlu, c. VII, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayını.
Rey, A. R. 1945. Gördüklerim Yaptıklarım (1890–1922), İstanbul: Türkiye Yayınevi.
Reşid, A. 1918. “Hakkı Paşa, Bazı Hatıralar ve Mülahazalar”, Sayı: 58, Yeni Mecmua.
Sevinç, G. 2000. “Turkısh Partıcıpatıon To 1893 Chıcago Exposıtıon”,The Turkısh
Yearbook of International Relations, Ankara University, Vol: XXXI.
Simavi, L. 2004. Son Osmanlı Sarayında Gördüklerim, İstanbul: Örgün Yayınevi.
Süreyya, M. 1996. Sicil-i Osmanî Yahud Tezkire-i Meşâhir-i Osmaniyye, haz. Mustafa
Keskin v.d, c. II, İstanbul: Sebil Yayınevi
Şeref, A. 1334. “Hakkı Paşa”, Servet-i Fünûn, Sayı: 1405.
Şıvgın, H. 2006. Trablusgarp Savaşı ve 1911-1912 Türk-İtalyan İlişkileri, Ankara:
Atatürk Araştırma Merkezi.
Tokgöz, A. İ. 2012. Matbuat Hatıralarım (1888-1914), Haz. Alpay Kabacalı, İstanbul:
Türkiye İş Bankası Yayınları.
Tural, E. 2009. Son Dönem Osmanlı Bürokrasisi, Ankara: TODAİE Yayınları.
Türkgeldi, A. F. 1987. Görüp İşittiklerim, 4. baskı, Ankara: Türk Tarih Kurumu.
Uşaklıgil, H. Z. 1965. Saray ve Ötesi Son Hatıralar, İstanbul: İnkılâp ve Aka Kitapevleri.
Yıldız, G. 2001. “Ottoman Participation in World’s Columbian Exposition (Chicago1893)”, İstanbul: Türklük Araştırmaları Dergisi
97
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128
Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve
Koruma Önerileri
DOI NO: 10.5578/JSS.8550
Çiğdem Belgin Dikmen1
Ferruh Toruk2
Geliş Tarihi: 25.06.2014
Kabul Tarihi: 21.11.2014
Özet
Göynük fiziksel ve demografik yapıya bağlı olarak değişim yaşamasına
karşın günümüze ulaşabilmiş geleneksel konutları ve anıtsal yapıları ile ön plana
çıkan özgün bir yerleşimdir. Mevcut durumuyla çok az bozulmuş bir Osmanlı
kasabası görünümündeki Göynük Anadolu’da Türk yaşam ve yerleşim kültürünün
önemli örneklerinden biridir. Türk evi plan tipolojisine ve mekân kurgusuna uygun
olarak biçimlenen ve geleneksel yaşam biçimini yansıtan Göynük evlerinin
yaşatılması ve korunması kültür sürekliliğinin sağlanması açısından önemlidir. Bu
çalışma Göynük kentsel dokusunda yer alan tescilli geleneksel konutların mekânsal
yapısını irdelemeyi ve gelecek nesillerle aktarılarak yaşatılması gereken geleneksel
ve tescilli konutların mekânsal özelliklerinin korunmasına yönelik öneriler üretmeyi
amaçlanmaktadır. Çalışmanın kapsamında malzeme, yapım tekniği, süsleme ve plan
özellikleri açısından 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başına tarihlenen evler yerinde
yapılan çalışmalarla değerlendirilmiştir. Çalışmanın yöntemi Göynük evlerinin
mekânsal yapısının yerleşim, kat adedi, plan şeması, parsel, iç mekân ve cephe
düzeni ile taşıyıcı sistemi açısından irdelenmesidir.
Anahtar Kelimeler: Göynük, geleneksel konutlar, mekânsal yapı, koruma
önerileri.
Spatial Structure and Proposals of Protection of Traditional Houses
Göynük
Abstract
Göynük is a original settlement which has traditional houses with the
monumental buildings structures in the foreground from reaching to the present
although it lived change depending on the physical and demographic structure.
Göynük is one of the most important examples of the culture of life and settlement in
Anatolia and within the current situation in a distorted view of Ottoman town.
1
2
Yrd. Doç. Dr., Bozok Üniversitesi, Mimarlık Bölümü, [email protected]
Öğr. Gör., Bozok Üniversitesi, Mimarlık Bölümü, [email protected]
99
Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri
Turkish house plan is shaped in accordance to the typology of fiction and space, and
maintaining and protecting the traditional way of life that reflects the culture of
their home Göynük is important to ensure continuity. This study is aiming the spatial
structure of the traditional Göynük houses registered in the urban texture,
transferred to future generations to preserve the traditional houses is to produce
proposals for the protection of the spatial characteristics. Within the context of the
study houses which are built in the end of 19. and beginning the 20. Century in
terms of material, construction, and ornament and plan specification is evaluated in
study field. Method of study is examination of the Göynük houses spatial structure,
settlement, flat numbers, schema plan, and lot, interior space and facade
organization and structure system.
Keywords: Göynük, traditional houses, spatial structure, protection
proposals.
Giriş
Tarihi kentler, sahip oldukları sosyo-ekonomik, kültürel ve fiziksel
değerleri ile kültürel mirasımızın önemli unsurlarıdır. İçlerinde
barındırdıkları anıtsal ve sivil mimari örnekleri, yaşam alanları ile bu
yerleşimler, geçmiş uygarlıkların bilgi ve teknolojisi ile yaşam biçimi
hakkında ipuçları içermektedir. Göynük geleneksel konutlar başta olmak
üzere, Osmanlı mimarisinin karakteristik unsurlarını ve geleneksel yaşam
biçimini günümüze taşıyan önemli Osmanlı yerleşimlerinden biridir.
Göynük’te tarihi dokunun büyük ölçüde korunmuş olmasının önemli
nedenlerinden biri, yerleşimin Osmanlı döneminde ve Cumhuriyetin ilk
yıllarında ekonomik ve politik anlamda dinamik bir yapıya sahip olmasıdır.
Osmanlı döneminde ulaşım ağı bakımından önemli bir yeri olan, Kurtuluş
savaşı sırasında ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında da önemini koruyan ilçenin
konut dokusu bu döneme kadar önemli bir değişim yaşamazken, 1950’lerden
itibaren hatalı kentsel politikalar, imar hareketleri, geleneksel konutların yeni
sahiplerinin ekonomik gücünün olmayışı, kentsel rantın çekiciliği ve koruma
kararlarının uygulama sürecinde karşılaşılan sorunlar geleneksel konut
dokusunun bozulmasını ve yok olmasını hızlandırmıştır.
Göynük’te bilinçli bir koruma yaklaşımının henüz istenilen düzeye
ulaşamadığı söylenebilir. Göynük’ten büyük kentlere yaşanan göçlerin,
yapıları olumsuz etkilediği, kent dışına giden ailelerin konutlarını kimi
zaman kiraya vermelerinin yapıların kullanımlarında önemli değişikliklere
neden olduğu ve büyüklükleri nedeniyle kullanım zorluğu çekilen bazı
konutların da birden fazla aileye kiralandığı görülmektedir. Kullanıcı
kaynaklı yıpranmanın dışında konutların terk edilerek kendi kaderlerine
bırakılmaları da bu kültür varlıklarının yok olmasına neden olmaktadır.
Çalışma alanında farklı zamanlarda yapılan imar planları geleneksel Göynük
evlerinin ve bu evlerle oluşan kentsel dokunun korunmasına katkı
sağlamadığı gibi yıpranma sürecini hızlandırmıştır. Cumhuriyet'in ilanından
100
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128
günümüze geçen süreçte kent için 3 ayrı imar planı hazırlanmış ve içerik
olarak birbirlerinden çok da farklı olmayan 3 koruma kararı alınmıştır. 1951
yılında yapılan ilk imar plan kararları doğrultusunda İstanbul-Ankara
karayolunun (Gazi Süleyman Paşa Bulvarı) kentin içinden geçirilmiş olması
geleneksel dokunun büyük ölçüde tahrip edilmesine neden olmuştur. 1976
yılında hazırlanan ikinci imar planı uygulanmamıştır (Erdem 1999:58).
3386, 5177 ve 5226 sayılı kanunlar ile değişik “2863 sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu ile Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür ve
Tabiat Varlıklarının Tespit ve Tescili Hakkındaki Yönetmelik” gereğince
Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 14.05.1983
tarih ve A4373 sayılı kararı, aynı kurulun 17.07. 1987 tarih ve 3511 sayılı,
11.05.1990 tarih ve 1222 sayılı, 11.07.2008 tarih ve 3334 sayılı kararları ile
Göynük'te tespit ve tescil çalışmaları yaptırılmış, sit alanı sınırları tespit
edilmiş ve koruma amaçlı imar planının hazırlanmasına karar verilmiştir.
Kurul tarafından yapılan tespit çalışmaları sonucunda korunması için 7 cami,
3 türbe, 2 hazire, 1 mezarlık, 1 hamam, 1 bahçe, 1 kule, 1 han, 4 çeşme, 12
çınar ağacı, 4 işyeri, 2 konut+işyeri, 3 kamu ve 132 konut olmak üzere 172
kültür ve tabiat varlığı tescil edilmiştir. Kent için hazırlanmış olan üçüncü
imar planı, “Göynük Koruma İmar Planı'nı içeren Göynük İmar Planı” 1991
yılından beri yürürlüktedir.
Bu çalışmanın amacı yapılan tescil ve envanter çalışması sonucunda
Göynük kentsel dokusunda yer alan ve gelecek nesillerle aktarılarak
yaşatılması gereken bir değer olarak görülen tescilli geleneksel evlerin
mekânsal yapısını irdelemek ve bu evlerin mekânsal özelliklerinin
korunmasına yönelik öneriler üretmektir. Çalışma kapsamında Göynük
yerleşiminin fiziksel ve demografik yapısı ile tarihsel süreç içerisinde
değişim ve gelişim süreci irdelenmiş, yerleşimde kentsel sit sınırı içerisinde
tescillenen ve malzeme, yapım tekniği, süsleme ve plan özellikleri açısından
19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başına tarihlenen geleneksel evler yerinde
yapılan çalışmalarla değerlendirilmiş ve Eylül 2012 tarihinde tarafımızdan
fotoğraflanmıştır. Çalışma ile bu kapsamda irdelenen tescilli Göynük
evlerinin mekânsal yapısı yerleşim, kat adedi, plan şeması, parsel, iç mekân
ve cephe düzeni ile taşıyıcı sistemi açısından irdelenmiş, Ankara Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun almış olduğu kararlar doğrultusunda
hazırlanan koruma amaçlı imar planları kapsamında tescilli konutların
korunması için öneriler getirilmiştir.
101
Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri
1.Göynük Yerleşimi
1.1.Fiziksel ve Demografik Yapı
Bolu ilinin güneybatısında yer alan Göynük ilçesi doğuda Mudurnu,
batıda Sakarya’nın Taraklı, kuzeyde Sakarya’nın Akyazı, güneyde
Ankara’nın Nallıhan, Eskişehir’in Sarıcakaya ve Bilecik’in Yenipazar
ilçeleri çevrelenmektedir. 143.700 hektar yüzölçümü ile Bolu ilinde merkez
ilçeden sonra ikinci büyük ilçe olma özelliğini taşıyan Göynük, Bolu il
merkezi (63 km.) ve komşu il merkezleri ile (İstanbul’a 220 km. ve
Ankara’ya 230 km.) yakın mesafeli ulaşım kolaylığına sahiptir (Şekil 1,
Bolu İli 2011 Yılı Çevre Durum Raporu 2012:2). Göynük’te dağ sıralarının
kuzeyden güneye doğru yükselmesi, yerleşimde ormanlık alanların
yayılmalarına neden olmuştur. Morfolojik olarak dağlık ve engebeli bir
yapıya sahip yerleşimde doğu-batı doğrultusunda Göynük Çayı ve ilçenin
güneyinde Sakarya Nehri’nin kollarından olan Çatak Çayı vadileri bu
yapının içerisinde yeni vadiler oluşturmaktadır (Tatar 2002:3). Yerleşim, bu
vadilerin yamaçlarında, eteklerinde ve dere kenarlarında kurulmuştur. Dağlık
bir alanda, kuzeye ve kuzeydoğuya doğru açılan iki vadinin yamaçlarında
kurulan Göynük’ün fiziksel yapısının oluşmasında kenti çevreleyen tepeler,
vadi yamaçları ve vadilerin ortasından akan dereler nitelik ve nicelik
açısından belirleyici olmuştur. Karadeniz iklimi ile İç Anadolu’nun karasal
iklimi arasında geçiş karakterinde bir iklime sahip yerleşimde çayır ve mera
alanlarının, ormanlık alanlar ile iç içe olduğu görülmektedir. Göynük’te
arazinin eğimli ve ormanlık olması tarımsal faaliyetleri kısıtlamaktadır.
Engebeli bir yapı sergileyen ilçede ulaşılabilir alanlarda tarım alanları
yaratmak amacıyla insan eliyle doğal bitki örtüsü tahrip edilerek açılan
kısımlarda kuru tarım yapılırken, diğer alanlarda bozulmuş orman yapısı
görülmektedir. Ancak arazinin dik ve dağlık olması tarımın gelişmesini
engellemektedir. İlçe nüfusu belirli zamanlarda artma ve azalma eğilimi
göstermekle birlikte (TUİK 2012:10, İslam Ansiklopedisi 1944:709),
1870’lerden günümüze çok belirgin farklılık göstermemiştir (Cuinet
1894:392). Yerleşimin fiziksel ve ekonomik gelişim olanaklarının az olması
ve yerleşimde genellikle genç nüfusun göç etmesi nedeniyle, Göynük hem
ilçe merkezi hem de köyleriyle sürekli nüfus kaybetmektedir (Bolu İli
Gelişme Planı Raporu:40). Genç nüfusun göçüne koşut olarak yerleşimde
yaşlılık oranı Türkiye ortalamasının çok üzerindedir (TUİK, 2012:15).
102
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128
Şekil 1. Göynük ilçesi konum
(https://www.google.com.tr, Erişim tarihi: 24.06.2014)
1.2. Tarihsel Süreç İçinde Göynük
Göynük’te ilk yerleşimin M.Ö. 1200 yıllarında Frigler tarafından
gerçekleştirildiği (Akurgal 1998:265) ve Anadolu’nun kuzeybatısında
Eskişehir-Kütahya-Afyon civarlarında devlet kuran (M.Ö. 1200-620)
Friglerin doğuya doğru ilerlerken Sakarya nehri, Bartın çayı arasında kalan
ve o dönemde Bithynia olarak anılan Bolu ve civarını aldıkları bilinmektedir.
Bölgede en eski yazılı belge Frigler’e ait olup, 1966 yılında Göynük’ün
Soğukçam (Germenos) köyünde, Asar Tepe’de bulunan ve Frigya’nın kuzey
sınırı bölgesinde kuzeyden gelecek tehlikeleri önlemek için kurulmuş bir
kale Frig yerleşiminde bulunmuştur (Akurgal 1998:265). Bithynia ile Frig
yerleşimi arasında bir geçiş alanı oluşturan Göynük’te her iki uygarlığın
izlerini gösterecek eserlere rastlanmaktadır. Bölgede Friglerden sonra siyasi
üstünlüğün Lidyalılara geçtiği (M.Ö 620) Bithynia bölgesindeki şehirlerin
Lidyalılara bağlanmış olmasından anlaşılmaktadır (Ramsey 1960:264).
Lidya Devleti’nin M.Ö. 546 yılında İranlılarla yapılan savaşın sonunda
yıkılmasıyla bölgede hakimiyet bir süre Perslerin eline geçmiş, daha sonra
Makedonya’lı İskender’in Asya Seferi ile Anadolu’daki Pers hakimiyetine
son vermesiyle Göynük de dahil olmak üzere bölge M.Ö. 279 ve M.Ö. 74
yılları arasında kısa sürede olsa tekrar Bithynia Krallığı’nın hükümdarlığına
girmiştir. M.Ö. 74 yılında Romalıların hâkimiyetine geçen Göynük’te
Himmetoğlu Köyü sınırları içinde Çatak Hamamı olarak bilinen ve halen
kalıntıları bulunan hamamın Roma döneminde inşa edildiği bilinmektedir
103
Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri
(İslam Ansiklopedisi, 1944:708). M.S. 395’te Roma İmparatorluğu’nun ikiye
ayrılması ile Göynük’ ün de yer aldığı Bithynia bölgesi Bizans (Doğu Roma)
uygarlığının hâkimiyeti altına girmiştir. Bu dönemde Göynük ve Bithynia
bölgesi askeri önemini korumuştur (İslam Ansiklopedisi, 1944:708).
1071 Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’nun pek çok yerinde
olduğu gibi Bolu ve çevresinde de Bizans egemenliği son bulmuştur. Bölge
Kutalmışoğlu Süleyman Bey’in ardından İznik Beyliği ile 1085’'de Anadolu
Selçuklu Devleti yıkıldıktan sonra Anadolu’da kurulan ve Çobanoğulları
Beyliği’nin devamı niteliğinde olan Umur Beyliği’nin hakimiyetinde
kalmıştır (Yücel 1991:184-203). 1333’lerde Anadolu’yu gezen gezginler
(İbn Batuta 1993:215, Evliya Çelebi 1999:154) ile Osmanlı tarihçilerin
aktarımlarına göre Göynük Taraklı, Yenice ve Mudurnu ile birlikte, Orhan
Bey’in oğlu Süleyman Paşa tarafından, 1331 veya 1332 yılında Osmanlı
topraklarına katılmıştır (Hoca Sadettin 1974:43, Hammer 1983:112, Neşri
1995:163, Solakzade 1989:20, 31, 88). Osmanlı döneminde ordunun doğu ve
güneydoğuya yaptığı seferlerde Göynük ikmal ve konaklama merkezi
durumuna gelmiş, bu sebeple ilk Bağdat yolu açılmış ve Göynük kervan ve
nakliye yolu üzerinde konumunu muhafaza etmiştir. Osmanlıların son
yıllarında Bursa ve Eskişehir'e bağlı bir voyvodalık olarak yönetilen
Göynük, 1865 yılından itibaren Bolu mutasarrıflığına bağlı bir ilçe
durumuna gelmiştir. 10 Ekim 1923’te Göynük’ün yanı sıra Düzce, Gerede
ve Mudurnu Bolu ilinin ilk ilçelerini olmuştur. Cumhuriyet’in ilk yıllarında
önemini koruyan ve konut dokusunda önemli bir değişim geçirmeyen
Göynük, 1950’li yıllarda günümüzdeki meydanın oluşturulması amacıyla
geleneksel dokuyu oluşturan bazı yapıların yıkılmasıyla başlayan süreçtebatılı anlamda şehircilik anlayışının hatalı uygulamaları sonucu karakteristik
kentsel dokusunu kaybetmiştir. Özellikle 1950 sonrasında uygulanan yanlış
kentleşme politikaları kültürel mirasımızı tahrip etmiş ve yok olma tehlikesi
ile karşı karşıya bırakmıştır. Göynük’ün mekânsal yapısının ekonomik ve
sosyal gelişmelere paralel bir şekilde değiştiği gözlenmektedir. İlçe
merkezinin topografik yapı, ulaşım imkânlarının kısıtlılığı ve zorluğu, büyük
kentlere göç gibi sosyal, ekonomik ve fiziki olumsuzlukların yaşandığı
gözlenmektedir.
1.3.Göynük Yerleşiminin Özellikleri
Göynük, mevcut durumuyla çok az bozulmuş bir Osmanlı kasabası
görünümündedir. Cami, türbe gibi önemli anıtsal yapı örneklerinin yanı sıra,
en eskisi yaklaşık 175 yıllık geleneksel konutlar işlevlerini sürdürmektedir.
Tek yapıların yanı sıra tüm yerleşim, doku bütünlüğü göstermekte ve bir
kentsel sit niteliği taşımaktadır. Anadolu’da Türk yaşam ve yerleşim
kültürünün önemli örneklerinden biri olan Göynük’te mekânsal yapı
topografya ve ulaşıma uygun biçimde şekillenmiştir. Göynük’te geleneksel
104
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128
Türk kentlerinde olduğu gibi dini, idari, ticari, konaklama ve eğitim yapıları
vadilerin birleştiği alanda kent merkezinde, konutlar ise dere kenarlarında ve
yamaçlarda konumlanmıştır (Resim 1).
Resim 1. Göynük yerleşimi genel görünüm
(Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi)
Homojen bir yapıya sahip olan Göynük en eski yerleşim olan Cuma
Mahallesi dışında Yenice, Çeşme ve aynı mahallede yer alan cami
isimleriyle anılan Hacıabdi, Sofuali ve Kepkebir mahalleleri olmak üzere altı
mahalleden oluşmaktadır (Şekil 2). Günümüze ulaşabilmiş geleneksel evler
ile camii, çeşme, hamam, türbe gibi yapılar engebeli alanlardan düz ovaya
doğru dengeli, birbirlerinden bağımsız ve aynı zamanda bir bütünün
parçaları şeklinde yerleştirilmiştir. Göynük Vadisi'nin ortasından geçen Gazi
Süleyman Paşa Bulvarı, Beybahçesi Vadisi'nin ortasından geçen Beybahçesi
Caddesi ve bu iki yolu birbirlerine bağlayan, geçmişte kervanların geçtiği
yol olan Ankara Caddesi, kentin en önemli akslarıdır. Bu ana akslara çoğu
kez dereler üzerindeki köprülerle bağlanan, diğer caddeler ve sokaklar dik
olup, taş ya da ahşap basamaklarla kademelendirilmiştir.
105
Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri
Şekil 2. Göynük mahalleler ve tescilli yapılar
(ATN İmar Planlama A.Ş. Envanter çalışması 2012)
2.Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri
Göynük’te ölçek ve malzeme bakımından birbirlerine benzeyen ve
genellikle bahçeli olan geleneksel konutlar mimari karakterlerine ve yapılış
dönemlerine göre:19.yüzyıl ve 20.yüzyıl başlarında yapılmış geleneksel
konutlar ile 1930-1970 yılları arasında yapılmış kentsel ölçeğe ve geleneksel
mimariye aykırı betonarme konutlar olmak üzere sınıflandırılabilir. Bu
çalışmada 19.yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında yapılmış olan ve Türk evi
plan tipolojisine uygun olarak karakteristikler içeren Göynük evleri
106
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128
değerlendirilmiş, bu dokuya aykırı betonarme konutlar kapsam dışında
bırakılmıştır.
2.1.Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı
2.1.1.Yerleşim/Parsel Düzeni/Kat Adedi
Göynük’te konut alanlarının topografyaya uyumunda, Osmanlı
kentleri için karakteristik olan yamaca yerleşme olgusu ve bu olgunun
yaratmış olduğu değişik çözümler görülmektedir. Topografya ile şekillenen
organik sokak dokusu ile konutların parsel düzenleri oluşturulmuş,
sokakların eğime dik ya da paralel olarak yerleşmesi de konutların parsel
içindeki yerleşiminde belirleyici olmuştur. Göynük geleneksel konut dokusu
topografyaya paralel oluşturulmuş sokaklar ve vadi yamacına kurulmuş
konutlar ile topografyaya dik oluşan sokaklarda yer alan ve genellikle küçük
ölçekli, bitişik düzende konumlandırılmış konutlardan oluşmaktadır. Ancak
ayrık düzende konumlandırılmış konutlar da bulunmaktadır.
Göynük’ün kentsel dokusunu oluşturan geleneksel konutlara
topografyayı doğru kullanmaları nedeniyle farklı sokak ve kotlardan
ulaşılabilmektedir. Geleneksel konutların kamusal bir mekân olarak sokak
ile kurduğu ilişki, kullanıcının toplum ile kurduğu bağı göstermesi açısından
önemlidir. Göynük geleneksel konutların sokağa bakan cephesinin
günümüzde yapılan konutlara göre daha özenli bir kurguya sahip olması ve
kolaylıkla ulaşılabilir olması da yine bu duruma bağlanabilir (Resim 2, Şekil
3).
Resim 2. Göynük evleri sokak cepheleri
(Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi)
A. Hacıabdi Mah. Deve yolu Sokak
B. Cuma Mah. Selim Çapar Cad. Belediye Binası, Eski Han
107
Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri
Şekil 3. Göynük’te konutlarla şekillenen sokak silueti (ODTÜ:1970)
Topografyaya paralel olan sokaklarda yer alan konutlar çevreyle
ilişki kurarken farklı çözümler ortaya konmuştur. Bu durum konutların giriş
mekânlarında hissedilmektedir. Yolun alt kotunda yer alan konutlarda üst
kottan ve arka cepheden, yolun üst kotunda yer alan konutlarda ise alt kottan
ve ön cepheden giriş sağlanmaktadır. Bu durum eğimli konut arazisinin
setleştirilmesine, arka cephe dışındaki tüm cephelerin toprak yüzeyinden
uzak tutulmasına ve konut tabanının yatay bir düzleme oturtulmasına da
katkı sağlamaktadır. Başka bir deyişle konutların girişlerinde topografya ve
manzaranın neden olduğu seçenekli bir yerleşimin söz konusu olduğu
söylenebilir. İki katlı konutlarda alt kat zemin/bahçe katı üst kat esas yaşam
katı; üç katlı konutlarda ise alt kat zemin/bahçe katı, ara kat orta kat ve üst
kat esas yaşam katı olarak adlandırılmaktadır (Erdem 1999:59). Bitişik
nizam konutlarda bahçeler yapının arkasında yer alırken, bazı konutlarda
bahçe evin ön tarafında konumlanmıştır. Bu tip konutların bir veya iki
cephesinin sokağa bitişik olmak üzere dört tarafının bahçe ile çevrili olduğu
görülmektedir. Bahçeli evlerde giriş, çift kanatlı ahşap bahçe kapılarından
sağlanmakta, bahçelerde kuyu, kümes gibi kullanımlar yer almaktadır
(Resim 3).
Topografya nedeniyle evlerin giriş cephelerinin birbirlerine çok fazla
yönelmediği görülmektedir. Türk evinde olduğu gibi Göynük evlerinin de
çevre ve komşuya saygı gereği birbirinin görüş açısını, güneşini ve hatta
havasını kesmemesi sosyal yaşam disiplini ile ilişkilendirilebilir.
Göynük’teki geleneksel konutlar genellikle eğimli arazide, bahçeler
içerisinde 2 kattan oluşmakla birlikte, 3 katlı konutlar da sayısal bakımdan
önemli bir yer tutmaktadır. Göynük genelinde, yamaçlarından derelere doğru
108
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128
olan arazi eğiminin manzara ile aynı doğrultuda olması, geniş parseller
içindeki konutların eğime paralel ve manzaraya yönelik konumlanmasını
sağlamıştır. Özellikle yamaçlardaki konutlarda, konutun ön bahçe seviyesi
ile parselin en üst noktasındaki yamaç veya sokak seviyesi arasındaki fark,
bazen 1-1,5 veya 2 kat oluşmasını sağlayacak boyuttadır. Bu durum evlerin
plan şemasını da etkilemektedir. Bu tip konutlarda ön bahçe ve manzaraya
bakan cepheler 2-3 katlı iken, arka cepheler tek katlı olmakta, cadde ve
sokağın konumuna göre konutların ana girişleri ile katların adları da
değişmektedir (ODTÜ 1970).
Resim 3. Göynük evlerinde bahçe (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi)
A. Çeşme Mah. Şıhhızır Sokak, Hamit Yılmaz Evi Bahçesi
B. Sofuali Mah. Beybahçe Caddesi, İsmail Özcan Evi
Göynük’te geleneksel konutlar ile 19. yüzyıl değişim sürecinde inşa
edilen konutların parsel içindeki konumlanışı farklıdır. Bu fark geniş
arazilerde, bahçe duvarları arkasında, sokaktan uzak ve kendi mahremiyeti
içinde yaşayan geleneksel konutların,19.yüzyıl arazi parselasyonu ile
değişen ve küçülen arazilerin bir kenarına/köşesine yerleşmesi ve bu
yapıların en az bir cephe ile sokağa açılarak kendisini göstermesi ile
açıklanabilir. Konuta erişim bazı örneklerde bağımsız bahçe kapısı
üzerinden, bazılarında ise yapının bir parçası haline gelen giriş kapısından
sağlanmaktadır. Parsel kullanımının yol açtığı bu durum, yapının sokakla
ilişkisini değiştirebilmektedir. Bundan başka köşe parsellerde konumlanan
konutlarda topografyanın da etkisiyle iki ayrı cephede katların
farklılaşabildiği, bir cephedeki giriş katın, diğer cephede birinci kat haline
geldiği örnekler görülebilmektedir. Bu durum geleneksel Göynük evlerinin
cephe tipolojisinin kat sayısı ve parsel üzerinden kurgulanmasının zorluğunu
göstermektedir.
2.1.2.Plan Şeması ve İç Mekân Düzeni
Geleneksel Göynük konutlarının plan şemaları topografyanın yanı sıra,
geleneksel Türk evinde önemli bir öğe olan sofa mekânı ile de şekillenmiştir.
109
Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri
Geleneksel Türk evinde belli bir plan düzenine sahip olan ve esas yaşam katı
olarak adlandırılan üst kata karşılık, zemin katın parsel durumuna uygun ve
organik bir yapıda olduğu; ahır, odunluk, samanlık, depo gibi servis işlevleri
barındıran mekânların daha rastlantısal bir araya geldiği görülür (Eldem
1972:180, Eldem 1986:57). Bu nedenle geleneksel Türk evi plan tipolojisi
üzerine yapılan çalışmalar, esas yaşama katı olarak kabul edilen üst katın
plan şemasını odak almaktadır. 19. yüzyıla tarihlenen Göynük evlerinde de
Türk Evi'nin genelinde olduğu gibi alt katın odunluk, samanlık, depo, fırın
gibi amaçlarla servis alanı, ikinci katın ise yaşama mekânı olarak kullanıldığı
bilinmektedir (Erdem 1996: 105). Geleneksel Türk evinde yaşam katı sofa
mekânının varlığına, konumuna ve iklime göre tanımlanmaktadır. İklime
uygun olarak Türk Evi’nin plan tipolojisi sofasız plan, dış sofalı plan, iç
sofalı plan ve orta sofalı plan tipleri olmak üzere dört ana grupta
değerlendirilmektedir (Eldem 1972:182, Eldem 1986:57Kuban 1982:195209, Tablo 1).
Tablo 1. Geleneksel Türk Evi Plan Tipolojisi (Eldem 1972:182, Eldem
1986:57)
Genellikle karasal iklim özelliğine sahip olan bölgede iklimin fazla değişken
olmaması konut planlarına yansımaktadır. Göynük evlerinin mekân
organizasyonunda sofanın dışa açık veya kapalı oluşuna göre biçimlenen iç
ve dış sofalı konut tipleri daha fazla göze çarpmaktadır. Göynük’te
günümüze ulaşan konutların yaşama katlarında iç sofalı, dış sofalı ve
karnıyarık plan şeması kullanılmıştır. Bu tür konutların geniş cepheli
olanlarında sofa, oda çıkmaları arasında arka düzlemde kalmaktadır. Yaşama
mekânlarına geçiş veren sofa genelde zeminden dikmelerle taşınmaktadır. İç
sofalı örneklerde sofanın sokağa dik olarak yerleştiği ve hem sokak hem de
110
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128
arka bahçe cephesinde çıkma ile vurgulandığı, cumba (şahniş) oluşturulmuş
örneklere de rastlanmaktadır.
Göynük’te iç sofalı evler eyvanlı, yan koridorlu ve iki eksenli (L
biçimli) olarak sınıflandırılabilir. Genelde sofası dış hava koşullarına kapalı
iç sofalı konutlar, dış hava koşullarına açık dış sofalı konutlar dışında, her
iki yaklaşımın farklı birleşimlerinin bir arada kullanıldığı karmaşık yapıda
veya orta sofalı konut örnekleri de bulunmaktadır (Bkz. Tablo 1). Bu evlerin
temel özellikleri ayrı giriş kapıları, bu kapılardan ulaşılan birbirinden uzakta
konumlandırılmış merdivenler aracılığıyla bağımsız kullanılabilen ve
haremlik ve selamlık olarak adlandırılan iki bölümden oluşmalarıdır.
Haremlik ve selamlık bölümleri ile başoda, gelin odası gibi odaların
duvarlarında ihtiyaca göre yüklük, testilik, lambalık gibi adlar alan dolap ve
raflar ile yüklüğün iki yanında gözenek denilen niş ve ahşap veya alçı
kalıplama tekniği ile (stüko) üretilmiş süslemeli yüzeyler bulunmaktadır.
Başoda yanında yer alan ve yatak odası olarak bilinen odalarda ise ahşap
kapılı duvar içi gusülhane, ahşap ya da alçı kalıplama tekniğinde geometrik
ve nebati motiflerle bezemeli ocaklar görülmektedir. Geçmişte yemek
yapmak ve ısınmak için kullanılan bu ocaklar bugün büyük oranda bu
kullanımın dışında kalmıştır. Göynük evlerinde genellikle konutların alt
katında yer alan mutfakların tezgâhı taştır. Konut mutfaklarının bazı
örneklerinde fırınlı bir ocak, yekpare taş tezgâh, bazı örneklerde ise kuyu ve
su haznesi bulunmaktadır. Konut içinde mutfaklar kullanıcının her
gereksinimini karşılayacak düzene sahiptir (Resim 4). Göynük evlerinde
hakim rüzgar yönünde konumlanan sofanın tavanı, hava sirkülâsyonu
sağlamaya yönelik olarak kaplanmaktadır. Sofanın sokağa ve vadiye bakan
cephelerinde de hava dolaşımının iç bölümlere girmesini sağlamak amacıyla
döşemede ahşap parmaklıklar yapılmıştır. Evlerin tavanları sahibinin
ekonomik gücüne göre detaylanmakta, ağa ve bey evlerinde ahşap işçiliği ve
süsleme artmaktadır. Konutların tavanlarında kot farkı yaratan, çıtalardan
geometrik desenler oluşturulmuş ve göbekli tavanlar yaygındır. Kimi evlerin
başoda tavan göbeklerinde ise nemin, buharın vb toplanması için bez
kaplandığına da rastlanmaktadır (Kuban 1966:15,19).
111
Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri
Resim 4. Göynük evlerinde mutfak, dolap, tavan detayları
(Ç.B. Dikmen-F. Toruk Arşivi)
A.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi, ocak detayı
B.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi, yüklük detayı
C.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi, tavan detayı
D.Yenice Mah. Konak yeri Sok. Fatma Yağar Evi tavan detayı
Göynük evlerinde zemin katlar genellikle doğal taş ya da toprak
örtülüdür. Sokak seviyesinden biraz yüksek olan bu kattan ahşap bir
merdivenle üst katta çıkılmaktadır. Giriş katlar ahır, samanlık, fırın gibi
işlevlerle kullanılırken, yaşama katı evli çocuklara ve konuklara ayrılmakta,
eğer orta kat yok ise gündelik yaşam da bu katta geçirilmektedir. Genelde iki
katlı ve sade süsleme özelliklerini yansıtan Göynük’te ekonomik gücü olan
ağa ve bey evlerinde plan özellikleri değişmekte, kat sayısı, konut içi
süslemeler ve kullanılan malzemelerde zenginlik görülmektedir. Göynük
evlerinde genellikle ahşap ve süslemeli korkuluklu merdivenler ile doğrudan
sofaya ulaşmaktadır. Bazı evlerde merdivenlerin ilk basamağı ahşabı sudan
korumak amacıyla taştır. Plan tipi ne olursa olsun evlerin hemen hepsinde
sofaya çıkan merdiven boşluğu ahşap bir kanatla kapatılmıştır. Merdiven
altlarının genelde odunluk veya depo gibi kullanıldığı ve çoğu zaman kapalı
olduğu, bazı örneklerde ise bu bölümün çıtalı basit motifler ile süslendiği
görülmektedir. Merdiven korkulukları ve küpeşteler ise genellikle tornada
112
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128
işlenmiş ve yalındır. Konut içinde çözümlenen tuvaletler genellikle sofa
içerisinden geçilecek şekilde konumlandırılmıştır. Bazı evlerde iki oda
arasında çözümlenmiş tuvalet örneklerine de rastlanmaktadır. Tuvaletler
abdestlik ve tuvalet kullanımına ait iki bölümden oluşur. Sofa ile bağlı
olmayan merdiven kovasından bir geçit yardımıyla ulaşılan tuvalet örnekleri
oldukça yaygındır (Resim 5).
Resim 5. Göynük evlerinde merdiven detayları
(Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi)
A.Çeşme Mah. Akşemsettin Sok. Samiha Akyurt Evi, merdiven
B.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi, merdiven
C.Yenice Mah. Çaykenarı Sok. Ahmet Altan Evi, merdiven
D.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi, merdiven altı
E.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi, sofa bağlantılı wc
2.1.3.Cepheler
Geleneksel Göynük evlerinde cepheyi şekillendiren temel parametreler giriş,
çıkmalar, kapı ve pencereler, kat sayısı, klasik mimari nizamlardan esinlenen
hafif plasterler, vurgulanmış kornişler, söveler ve çatıdır. Doğal bir şekilde
sokağın sınırını oluşturan cephe, aile yaşamını içeren konut ile kamusal
alana açılımı sağlayan sokak arasında bir bütünleşme sağlayan bir ifade dili
oluşturur. Bu dilin oluşumunda rol alan her bir öğe yapının tanımlanmasına
katkı sağlamaktadır. Erken dönem Göynük evlerinde sokak cephelerinin
yalın olduğu göze çarpmaktadır (Resim 6). Üst katlarda değişik plan
tiplerinin bir uzantısı olarak ifade edilebilen çıkmalar, genel olarak zemin
üzerinde yer alan yaşama katının sokakla ilişkisini sağlayacak şekilde
düzenlenmiş ve tamamen kullanıcının isteklerini doğrultusunda
planlanmıştır. Giriş cephelerinin dar veya geniş olmasına, parsel konumuna
113
Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri
bağlı olarak çıkmalar farklılıklar gösterir. Göynük evlerinde çıkmasız,
merkezi tek çıkmalı, cephe boyu çıkmalı, açık çıkmalı, kapalı çıkmalı ve
gönyeli çıkmalı cephe örneklerine rastlanmaktadır. Arsanın çarpıklığını üst
katta düzeltme ve mekânı genişletme gibi isteklerle oluşturulmuş olan
çıkmaların payandasız, kendini taşıyan örnekleri olduğu gibi payanda ile
desteklenen, ahşap veya taş ayaklar üzerine oturtulan örneklerini de görmek
mümkündür (Sezgin 1983:33-37). Geleneksel Türk evinde olduğu gibi
Göynük evlerinde de saçak seviyesine kadar uzanan çıkmalar genelde alt kat
giriş kapı üstünden itibaren, bağdadi duvar veya hımış duvar örgüsü ile inşa
edilmiş, üzeri beyaz sıva şeklinde kaplanmış ve ayıbacağı veya eli böğründe
denilen dikmelerle desteklenmiştir. Sokağa bakan cephelerin bazılarında
ahşap kepenkli veya kemerli çift pencere görülmektedir (Resim 7).
Resim 6. Göynük evleri yalın cepheli örnekler
(Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi)
A. Hacıabdi Mah. Deve yolu Sok. Veysel Karlı Evi
B. Sofuali Mah. Kayhanlar Sok. Mustafa Yılman Evi
C. Çeşme Mah. Türbe Sok. Hayriye Akıtürk Evi, Cumbasız Cephe
114
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128
Resim 7. Göynük evlerinde çıkmalar (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi)
A. Hacıabdi Mah. Yazganlar Sok. Lütfi Demirtaş Evi Merkezi Cumba
B. Yenice Mah. Konak yeri Sok. Mustafa Anar Evi Cephe Boyu Cumba
C. Çeşme Mah. Akgün Sok. Ahmet Demirer Evi Açık Cumba, Balkon
D. Yenice Mah. Çaykenarı Sok. Bitişik Nizam, Mehmet Su Evi, Balkon
E. Sofuali Mah. Kahyalar Sok. Mehmet Özdemir Evi Kapalı Cumba
F. Yenice Mah. Çaykenarı Sok. Mustafa Gülşen Evi Cumba
Göynük evlerinde etrafı duvarlarla çevrilmiş ve taşlık olarak da
adlandırılan avlular yoğun kullanılan açık alanlardır. Konut sahibinin
ekonomik durumuna koşut olarak bayram günlerinde şölen yemeklerinin de
pişirildiği fırın, bazı örneklerde yaşama katındaki gusülhanelerin de
avlularda yer aldığı görülmektedir. Bazı avlu örneklerinde serinlik
sağlamaya yönelik havuz, az sayıda örnekte ise avlunun bir köşesine
yerleştirilmiş tuvalet bulunmaktadır. Evlerin hemen hepsinde avlu kapıları
ve dış kapılar çift kanatlı, iç kapılar ise tek kanatlı ve ahşaptır, ancak demir
115
Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri
kapılı örneklere de rastlanmaktadır. Avlu kapılarının ve dış kapıların kapı
tokmakları ve kilitleri özgün örnekler içermektedir. Evlerin dış kapıları
merkezi tek girişli ve iki girişli olarak sınıflandırılabilir. İç kapıların sofaya
bakan yüzeylerinde aynalı ve geçme tabir edilen ahşap süsleme tekniği
uygulanmışken, kapıların diğer yüzeyleri sadedir (Resim 8). Üzerlerinde
genelde eliptik ya da dairesel pencereleri olan kapılar ve yanlarındaki
pencerelerle düzenlenen girişler karakteristik ve yaygın bir cephe motifi
olarak kullanılmıştır.
Resim 8. Göynük evlerinde avlu ve dış kapılar, kapı detayları
(Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi)
A.Hacıabdi Mah. Deve yolu Sok. Osman Top Evi, çift kanatlı kapı
B.Cuma Mah. GSP Bulvarı, Mehmet Bilen Evi iki kapılı giriş
C.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi Avludaki Fırın
116
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128
D.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi avlu giriş kapısı
E.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi avlu giriş kapısı kilit
F.Yenice Mah. Konak yeri Sok. Fatma Yağar Evi sofaya açılan kapı
Göynük’te evlerin planında görülen çeşitlilik dış cephelere de
yansımıştır. Manzaraya geniş bir açıyla yönelmeyi sağlayan sokak
cephelerinde pencerelerin düzeni, bulundukları mekânın boyutu ve mekânsal
işlevi ile şekillenmiştir. Zemin kat pencereleri üst kat pencerelerinden sayı,
ölçü, tasarım ve malzeme açısından farklılık gösterir. Zemin katta
pencerelerin yerleşim düzeni ve tasarım anlayışında özen gösterilmediği,
kimi yerde cephenin farklı noktalarına gelişi güzel biçimde yapım tekniği,
ölçü birlikteliği gözetilmeden açıldığı görülmektedir. Çok sayıda pencere ile
dışarı açılan mekânlar sofalar ve odalar, daha az veya küçük boyutlu
pencereler ise servis mekânlarına aittir. Sayıca az olan zemin kat
pencerelerinin aksine, üst kat pencerelerinde genellikle ikili düzen tercih
edilmekle birlikte, ışık ve hava gereksinimine bağlı olarak üçlü gruplanmış
pencerelere de rastlanmaktadır.
Cephelerde genellikle dikdörtgen veya kemerli pencereler ahşap
giyotin veya çift kanatlıdır. Pencereler konutun cephe düzenine göre değişik
form ve doğrama şekillerindedir. Dikdörtgen formun göze çarptığı
pencerelerde kemerli, üçgen alınlıklı, ikiz pencere ve özel formlar da
kullanılmış, pencere parapet yüksekliği dış mekânın kolay görülebilmesi için
düşük tutulmuştur. Evlerin pencerelerinde kullanılan lokma parmaklık ve
ahşap kapaklar, prizmatik ve eğrisel formlardaki pencere kafesleri
günümüzde yaşam biçiminin değişimine bağlı olarak kullanım dışı kalmış,
ancak az sayıda örnek günümüze ulaşabilmiştir. Pencerelerde kullanılan
ahşap parmaklıklar yarım ve tam lokma, yarım ve tam kafes, metal
parmaklıklar ise cumba kafes, yarım ve tam çubuk, tam ve yarım ferforje
olarak oluşturulmuştur. Ayrıca ahşap ve metal elemanların birlikte
kullanıldığı örneklere de rastlanmaktadır (Resim 9).
19. yüzyıla tarihlenen konutlarda kat âdetinin arttığı, pencere
oranlarının ve sayılarının büyüdüğü, giriş kapısının özenli ve vurgulu hale
geldiği, çatının hareketlendiği ve yapının geometrisini vurgulayan düşey
plaster ve yatay silmelere yer verildiği görülmektedir. Evlerin cephelerinde
kat döşemelerini birbirinden ayıran ahşap silmeler ve yapının köşelerini
vurgulayan ahşap plasterler, plasterleri zenginleştiren bezemeler ile bazı
örneklerin çatılarında yer alan üçgen alınlıklar neoklasik etki yaratmaktadır.
Cephelerde zemin kat yüzeyini veya su basmanı vurgulayan, kesme taş
görünümünde oluşturulmuş sıvalar, yerel halkın nazara karşı olan korunma
isteğini yansıtan geyik boynuzu, nazar otu gibi malzemelerle oluşmuş öğeler
ile Arapça yazılmış levhalar dikkat çekmektedir. (Resim 10). Özellikle
117
Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri
Anadolu’nun çoğu geleneksel evlerinde çok fazla görülmeyen bu tepe
pencereleri çok az da olsa vitray ile süslüdür.
Resim 9. Göynük evlerinde pencere düzeni
(Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi)
A Yenice Mah. Çaykenarı Sok. Muzaffer Man Evi, kemerli çift pencereli
cumba
B. Cuma Mah. İnce Dayı Sok. Burhan Su Evi, alt kat pencereleri
C. Sofuali Mah. Dik Sok. Ömer Faruk Turhan Evi, cephede pencere düzeni
D. Cuma Mah. Ankara Cad. Mehmet Man Evi, kemerli çift kanatlı
pencereler
E. Cuma Mah. Ankara Cad. Hayrettin Ünal Evi, kafesli pencereler
F. Cuma Mah. Ankara Cad. Mehmet Man Evi, alt kat dükkân kapı ve
pencereleri
118
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128
Resim 10. Göynük evlerinde kat düzeni (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi)
A. Kepkebir Mah. Ankara Cad. Akşemsetin Konağı
B. Hacıabdi Mah. Turanlar Sok. Gürcüler Konağı
C. Hacıabdi Mah. Deveyolu Sok. Caferler Konağı
D. Yenice Mah. Çaykenarı Sok. Ahmet Altan Evi
E. Cuma Mah. Selim Çapar Cad. Belediye binası, (Eski Han)
F. Yenice Mah. Hükümet Cad. Hükümet Konağı
Göynük evlerinde çatılar genellikle beşik veya kırma düzende olup,
üzerleri alaturka (oluklu) veya Marsilya tipi kiremitle kapatılmıştır. Çatı
saçaklarının genişliği 0.30-1.50 m. arasında değişkenlik gösterir. Taş
119
Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri
duvarlar üzerine kurgulanmış çatıların saçaklarında ölçülerin bazı örneklerde
azaldığı, bazı örneklerde ise beden duvarlarında yer alan hımış örgünün
korunması amacıyla saçak genişliklerinin 1.00 m.yi geçtiği söylenebilir.
Saçak uçlarında kiremitlerin kaymaması için yelkovan adı verilen destekler
bulunmaktadır. Son dönem Göynük evlerinde çatı arası kullanımının
yaygınlaştığı ve çatı yapılanmasında değişimler olduğu görülmektedir.
Genellikle erken dönem (19.yüzyıl başı) örneklerinde saçak altı kaplaması
bulunmazken, geç dönem bazı örneklerde saçak yüzeyi dekoratif nitelikli
kaplanmıştır. Geleneksel Türk evinde de sık karşılaşılan saçakların üst üste
örtüşmesi ise sokak yaşamı ile ilişkilidir. Saçakların uçlarında Göynük’ün
yağışlı iklimine koşut olarak çörten görevini gören oluklar yer almaktadır.
Bacaların özgün örnekleri çok az olmakla birlikte, mevcut bacalarda kare
veya dairesel kesitli örnekler dikkat çekicidir. Üzerleri alaturka kiremit ile
kapatılan bacaların üst örtüsünde dört havalandırma açıklığı bırakılmıştır.
Genelde ateş tuğlasıyla inşa edilen bacaların çoğu, günümüzde beton
kaplanıp beyaz sıva ile sıvanmıştır. Giriş cephesinde çıkmaların üzerine
denk gelen saçakların çıkmanın genişliğine, fiziki yapısına ve malzemesine
göre kırılmalar şeklinde farklı tasarlanmaya çalışıldığı görülmektedir (Resim
11).
Resim 11. Göynük evlerinde çatı saçağı ve baca detayları
(Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi)
A. Sofuali Mah. Kayhanlar Sok. Adil Kayhan Evi Saçağı
B. Sofuali Mah. Kayhanlar Sok. Mustafa Yılman Evi Saçağı
120
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128
C. Sofuali Mah. Kayhanlar Sok. Adil Kayhan Evi Bacalar
2.1.4.Taşıyıcı Sistem
Göynük evlerinde taş temel duvarları üzerinde zemin kat taş yığma,
üst kat ahşap karkas, tuğla veya kerpiç dolgu malzemeden yapılmıştır.
Evlerin üst katlarında ahşap karkas tercih edilmesi ahşabın bölgede rahatlıkla
bulunması, bol ve maliyetinin düşük olması ile açıklanabilir. Yapı
cephesinde genellikle toprak seviyesinde, kapı pencere alt-üst seviyesinde,
kat seviyesinde ve saçak altında 1.50-2.00 m. aralıklarla ahşap hatıllar yer
almaktadır. Evlerde döşeme kirişi olarak genellikle ahşap kullanılmaktadır.
Zemin katta taş duvar yüzeyinin sıvanmadığı örneklerin yanı sıra, üst
katlarda mikro klima sağlamak amacıyla kara çamurla sıvalı örnekler de
görülmektedir.
2.2.Geleneksel Göynük Evlerinin Korunmasına Yönelik Öneriler
19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarına tarihlenen geleneksel
konutlar Kültür Bakanlığı Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu’nun 1983 yılından bu yana yapmış olduğu tespitlere göre 132
konut korunması gereken kültür varlığı ve eski eser olarak tescillenmiştir.
Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun kararı
gereği ATN İmar A.Ş tarafından Göynük merkez için 1/1000 ölçekli koruma
amaçlı imar planı 2863 ve 3386 sayılı yasalar kapsamında Ankara Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na sunulan koruma imar planı
sınırları içerisinde yer alan ve Ankara Bölge Koruma Kurulu'nun tescillemiş
olduğu 172 kültür varlığından 132 si konuttur (ATN İmar Planlama A.Ş.
(2012), Envanter Çalışması, Ankara). Ancak yapılan envanter çalışmasında
Ankara Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından tescillenen kimi
evlerin günümüzde mevcut olmadığı veya yıkılmak üzere olduğu
görülmüştür. Yapılan çalışmalar tescillenmiş evlerin korunmuşluk
durumlarına göre yaklaşık % 60’ının iyi, % 10’unun orta düzeyde korunmuş
ve %30’unun ise kötü durumda olduğunu göstermektedir. Çeşitli sebeplerle
korunamayan, yanan veya yıkılan konutların yerlerine üç dört katlı
apartmanların yapıldığı, bazı örneklerde yıkılan alanın otopark olarak
kullanıldığı görülmektedir. Bu durum tarihi dokunun içerisinde olumsuz bir
görünüm sergilemektedir. Göynük’ün sahip olduğu tarihi ve kültürel
potansiyel, sosyo-ekonomik kalkınmanın değerlendirilmesi açısından önemli
bir kaynak olarak görülmekte, son yıllarda yerel girişimlerin yanı sıra konut
sahiplerinin olanaklarıyla bölgenin turizm potansiyelinin değerlendirilmesi
ve konutların korunması amacıyla bazı konutlar yeniden işlevlendirilerek
farklı amaçlarla kullanılmaktadır. Akşemsettin Konağı (Göynük Otel, Resim
10 A) ve Caferler Konağı (Otel, Resim 10 C), Gürcüler Konağı
121
Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri
(Kaymakamlık, Resim 10 B) yeniden işlevlendirilerek kullanılan konut
örneklerdir. Bundan başka Altaylar Evi de (Hacı Ali Paşa Konağı, Resim 10
D) konut sahibinin olanakları doğrultusunda konut olarak kullanılmak için
restore edilmiştir.
Tescilli evlerin bugünkü durumu incelendiğinde % 12 oranında
restore edilen, % 16 oranında yıkılmış olup restore edilmesi gereken ve % 72
oranında sağlıklı, oturulabilir ve korunmuş konut bulunduğu görülmektedir.
Geleneksel Göynük evlerinin korunması ve yaşatılması amacıyla öneriler
şöyle sınıflandırılmıştır:

Öncelikle sit alanı içinde ve kentsel dokuya aykırı yapıların inşasına
izin verilmemelidir.

Kentin gelişimi ile yeni yapıların yapılmasının gerektiği durumlarda
yeni yapılaşmanın Mardin, Kastamonu, Sinop, Ankara Kaleiçi vb.
yerleşimlerde olduğu gibi tarihi doku alanı dışında inşasına izin verilebilir.

Koruma amaçlı imar planına bağlı kalınarak yapılması gerekli acil
onarımlarda, konut-sokak ilişkisi tarihi doku içerisinde aslına uygun olarak
korunmalıdır.

Tescil edilmesine karşın yıkılan konutlar tescilden düşürülmeli ve
envanter çalışması güncellenmelidir. Bu konutların yerine yapılacak
yapılaşma da geleneksel dokuya sahip ölçütlerine uygunluğunun
sağlanmasının yanı sıra, Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu’nun Göynük için vermiş olduğu geçiş dönemi yapılanma koşulları ile
ilgili raporda belirtilen açıklamalarında dikkate alınmalıdır.

Yıkılan konutlar ile restorasyon kararı alınan konutlarda mevcut
geleneksel konutların gabari, cephe, malzeme ve malzeme teknikleri de
dikkate alınarak; butik otel, kafeterya, geleneksel el sanatları satış
mağazaları gibi işlevler içeren yapılar uygulanabilir.

Yıkılma tehlikesi altında olan konutlar rölöve projeleri alınarak
belgelenmelidir.

Konutların tavan, ocak, ocak nişleri, raflar, merdiven ve
korkulukları, saçak, baca vb bölümlerinde yer alan süsleme unsurları
onarılmalı, onarımlarda kullanılacak malzemelerin aslına uygun şekilde
seçilmesi ve uygun teknikle kullanılması gerekmektedir.

Geleneksel konutların restorasyonunda avlu ve bahçe bütünlüğünün
bozulmaması ve mevcut halinin korunmasının yanı sıra avlu sokak ilişkisine
de özen gösterilmelidir. Konutların restorasyonunda mevcut kat sayısı, plan
ve cephe özellikleri, yapım tekniği ve malzeme, süslemelerin de özgün
biçimde olmasına dikkat edilmelidir.

Koruma bilincinin oluşturulmasına yönelik politikalar yerel
yönetimler tarafından yürütülmeli ve halka duyurulmalıdır.
122
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128
3.Sonuç
Günümüzde tarihi çevreyi koruma kaygısı ile bu çevrelerin
toplumun gereksinmeleri doğrultusunda yaşayan kent dokuları olarak
değerlendirilmesi ülkelerin kültürel ve tarihi miraslarına, geçmişlerine
verdikleri değerin ve ülkelerin gelişmişlik düzeyinin en önemli göstergesidir.
Tarihi çevrenin yok olması veya zarar görmesi mimari ve estetik kaygının
yanı sıra, kültürel ve tarihi değerlerin sürdürülebilirliği açısından da önem
taşımaktadır. Bu nedenle tarihi dokunun korunması gerekliliği, taşıdığı
kültürel ve görsel özellikleri, fiziki mekân ve yapılı çevre açısından
belirginleşen bir olgu olarak karsımıza çıkmaktadır. Göynük’te büyük ölçüde
korunmuş olmakla birlikte günümüz koşullarına ayak uyduramayan, yapı
sahiplerinin yıkılması beklentisiyle boş bıraktığı, kullanılmayan evlerin
bulunduğu alanlar köhneleşmiş, çöküntü bölgelerine dönüşmeye başlamıştır.
Bundan başka imar rantı ve modern mekân talebi yerleşimin gelişme
baskısına bağlı olarak sürmekte, bu baskılar geleneksel Göynük evlerinin
yok olma sürecini hızlandırmaktadır. Göynük ve benzer sorunlarla karşı
karşıya olan yerleşimlerde kentsel dokunun bozulmaması, geleneksel evlerin
korunması ve yok olma sürecinin önlenmesi amacıyla koruma imar planı
olmayan bölgelerde acilen koruma planı yapılmalı, var olan koruma amaçlı
imar planları ise güncellenmelidir. Tarihi doku alanlarında yapılması zorunlu
olan koruma amaçlı imar planı, rölöve, restorasyon ve belgeleme
çalışmalarında halkın yerel yönetimler tarafından bilinçlendirilmesi,
yapılacak işin neden ve sonuçları hakkında bilgi verilmesi tarihi mirasımızın
yaşatılması için gerekli görülmektedir.
123
Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri
Kaynakça
Akurgal, E. 1998. Anadolu Kültür Tarihi, Tübitak Yayınları,
Ankara.
ATN İmar Planlama A.Ş. 2012. Envanter Çalışması, Ankara.
Bolu İli 2011 Yılı Çevre Durum Raporu, 2012. T.C. Bolu Valiliği
Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü, 2, Bolu.
Bolu İli Gelişme Planı (BİGEP) Raporu, 2003. DPT ve Bolu
Valiliği, 40, Bolu.
Cuinet V. 1894. La Turquie D’ Asia, Cilt: IV, 392, Paris.
Eldem, S. H. 1972. Türk Evi Plan Tipleri, İTÜ Mimarlık Fakültesi
Yayınları, 180-182, İstanbul.
Eldem, S. H, 1986. Türk Evi Osmanlı Dönemi, 57, İstanbul.
Erdem, A. 1999. Göynük Kenti Geleneksel Konut Mimarisi,
Mimarlık Dergisi, (289), 58-62, İstanbul.
Evliya Çelebi, 1999. Seyahatname, 3. Kitap, 154, (Haz: Seyit A.
Kahraman-Yücel Dağlı), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
Hammer, 1983. Osmanlı Devleti Tarihi 1, 112, (Haz: M. Çevik-E
Kılıç), İstanbul.
Hoca Sadeddin, 1974. Tacu’üt Tevarih (Sad: İ. Parmaksızoğlu), Cilt:
1, 43, İstanbul.
İbn Batuta, 1993. Seyahatname, (Haz: Mümin Çevik), 215, Üçdal
Yayınları, İstanbul.
İslam Ansiklopedisi, 1944. Bolu, 265, 708, Milli Eğitim Bakanlığı
Yayınları, İstanbul.
Kuban, D. 1966. Türkiye’de Malzeme Koşullarına Bağlı Geleneksel
Konut Mimarisi Üzerine Görüşler, Mimarlık Dergisi, Sayı: 36, 15-19,
Ankara.
Kuban, D. 1982. Türk Evi Geleneği Üzerine Gözlemler, Türk İslam
Sanatı Üzerine Denemeler, 195-209, İstanbul.
Neşri, M. 1995. Kitab-ı Cihan-nüma, (Haz: Faik Reşit Unat-Mehmet
Köymen), 163, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.
ODTÜ, 1970. Göynük A Town in A Timber Region, ODTÜ
Mimarlık Fakültesi Yayınları, Ankara.
Ramsey, W. 1960. Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, (Çev: M.
Pektaş), 264 İstanbul.
Sezgin, H. 1983. Geleneksel Türk Evinde Cephe, Yapı Dergisi, Sayı:
47, 33-37, İstanbul.
124
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128
Solakzade, 1989. Solakzade Tarihi (Haz. Vahid Çubuk), 20, 31, 88,
Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.
Tatar Y. 2002. Bolu İl Gelişme Planı, Çevre ve Mekânsal Gelişme
Raporu, 3-11, Bolu.
TUİK, 2012. Seçilmiş Göstergelerle Bolu, 10-15, Ankara.
Yücel, A. 1991. Anadolu Beylikleri Hakkında Araştırmalar
(Çobanoğulları ve Candaroğulları Beyliği Mesalikü’l Ebsar’a Göre Anadolu
Beylikleri), 184-203, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.
www.google.com.tr (Erişim Tarihi: 24.06.2014).
125
Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri
ŞEKİLLER LİSTESİ
Şekil 1. Göynük ilçesi konum (https://www.google.com.tr, Erişim tarihi:
24.06.2014)
Şekil 2. Göynük mahalleler ve tescilli yapılar (ATN İmar Planlama A.Ş.
Envanter çalışması 2012)
Şekil 3. Göynük’te konutlarla şekillenen sokak silueti (ODTÜ: 1970)
RESİMLERİN LİSTESİ
Resim 1. Göynük yerleşimi genel görünüm (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi)
Resim 2. Göynük evleri sokak cepheleri (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi)
A. Hacıabdi Mah. Deve yolu Sokak
B. Cuma Mah. Selim Çapar Cad. Belediye Binası, Eski Han
Resim 3. Göynük evlerinde bahçe (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi)
A. Çeşme Mah. Şıhhızır Sokak, Hamit Yılmaz Evi Bahçesi
B. Sofuali Mah. Beybahçe Caddesi, İsmail Özcan Evi
Resim 4. Göynük evlerinde mutfak, dolap, tavan detayları (Ç.B.
Dikmen-F. Toruk Arşivi)
A.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi, ocak detayı
B.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi, yüklük detayı
C.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi, tavan detayı
D.Yenice Mah. Konak yeri Sok. Fatma Yağar Evi tavan detayı
Resim 5. Göynük evlerinde merdiven detayları (Ç. B. Dikmen-F. Toruk
Arşivi)
A.Çeşme Mah. Akşemsettin Sok. Samiha Akyurt Evi, merdiven
B.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi, merdiven
C.Yenice Mah. Çaykenarı Sok. Ahmet Altan Evi, merdiven
D.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi, merdiven altı
E.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi, sofa bağlantılı wc
Resim 6. Göynük evleri yalın cepheli örnekler (Ç. B. Dikmen-F. Toruk
Arşivi)
A. Hacıabdi Mah. Deve yolu Sok. Veysel Karlı Evi
B. Sofuali Mah. Kayhanlar Sok. Mustafa Yılman Evi
C. Çeşme Mah. Türbe Sok. Hayriye Akıtürk Evi, Cumbasız Cephe
Resim 7. Göynük evlerinde çıkmalar (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi)
A. Hacıabdi Mah. Yazganlar Sok. Lütfi Demirtaş Evi Merkezi Cumba
126
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 99-128
B. Yenice Mah. Konak yeri Sok. Mustafa Anar Evi Cephe Boyu Cumba
C. Çeşme Mah. Akgün Sok. Ahmet Demirer Evi Açık Cumba, Balkon
D. Yenice Mah. Çaykenarı Sok. Bitişik Nizam, Mehmet Su Evi, Balkon
E. Sofuali Mah. Kahyalar Sok. Mehmet Özdemir Evi Kapalı Cumba
F. Yenice Mah. Çaykenarı Sok. Mustafa Gülşen Evi Cumba
Resim 8. Göynük evlerinde avlu ve dış kapılar, kapı detayları (Ç. B.
Dikmen-F. Toruk Arşivi)
A.Hacıabdi Mah. Deve yolu Sok. Osman Top Evi, çift kanatlı kapı
B.Cuma Mah. GSP Bulvarı, Mehmet Bilen Evi iki kapılı giriş
C.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi Avludaki Fırın
D.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi avlu giriş kapısı
E.Cuma Mah. Salmanlar Sok. Nigar Aybar Evi avlu giriş kapısı kilit
F.Yenice Mah. Konak yeri Sok. Fatma Yağar Evi sofaya açılan kapı
Resim 9. Göynük evlerinde pencere düzeni (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi)
A Yenice Mah. Çaykenarı Sok. Muzaffer Man Evi, kemerli çift pencereli
cumba
B. Cuma Mah. İnce Dayı Sok. Burhan Su Evi, alt kat pencereleri
C. Sofuali Mah. Dik Sok. Ömer Faruk Turhan Evi, cephede pencere düzeni
D. Cuma Mah. Ankara Cad. Mehmet Man Evi, kemerli çift kanatlı
pencereler
E. Cuma Mah. Ankara Cad. Hayrettin Ünal Evi, kafesli pencereler
F. Cuma Mah. Ankara Cad. Mehmet Man Evi, alt kat dükkân kapı ve
pencereleri
Resim 10. Göynük evlerinde kat düzeni (Ç. B. Dikmen-F. Toruk Arşivi)
A. Kepkebir Mah. Ankara Cad. Akşemsetin Konağı
B. Hacıabdi Mah. Turanlar Sok. Gürcüler Konağı
C. Hacıabdi Mah. Deveyolu Sok. Caferler Konağı
D. Yenice Mah. Çaykenarı Sok. Ahmet Altan Evi
E. Cuma Mah. Selim Çapar Cad. Belediye binası, (Eski Han)
F. Yenice Mah. Hükümet Cad. Hükümet Konağı
Resim 11. Göynük evlerinde çatı saçağı ve baca detayı (Ç. B. Dikmen-F.
Toruk Arşivi)
A. Sofuali Mah. Kayhanlar Sok. Adil Kayhan Evi Saçağı
B. Sofuali Mah. Kayhanlar Sok. Mustafa Yılman Evi Bacalar
C. Sofuali Mah. Kayhanlar Sok. Adil Kayhan Evi Saçağı
127
Ç. B. Dikmen vd. / Geleneksel Göynük Evlerinin Mekânsal Yapısı ve Koruma Önerileri
TABLOLARIN LİSTESİ
Tablo 1. Geleneksel Türk Evi Plan Tipolojisi (Eldem 1972:182, Eldem
1986:57)
128
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 129-146
Maden Projelerinin Değerlendirmesinde
Optimum Üretim Miktarının Belirlenmesi
Alper Demirbugan1
DOI NO: 10.5578/JSS.8623
Geliş Tarihi: 04.06.2014
Kabul Tarihi: 20.11.2014
Özet
Maden projelerinde maden yatağının etkin biçimde işletilmesi büyük önem
taşımaktadır. Üretim miktarı(ÜM), madencilik projelerinin karlılık düzeyini
etkileyen en önemli faktörlerden birisidir. Maden projelerinin karlılığını etkileyen
proje maliyetleri, sınır tenör ve rezerv miktarıyla ilişkili olarak yıllık üretim miktarı
tarafından belirlenir. Optimum üretim miktarı paranın zaman değerini göz önünde
bulundurarak proje karını maksimize eden üretim miktarıdır. Bu çalışmada
indirgenmiş nakit akımlarını kullanan optimum üretim miktarı yöntemleri ve kar
fonksiyonu davranışı kuramsal olarak ele alınmakta ve konu bir maden yatağına
uygulanmaktadır.
Anahtar kelimeler: Optimum Üretim Miktarı, Sınır tenör, Net Bugünkü
Değer, Karlılık.
Determination of Optimum Production Rate in Evaluation of Mine
Projects
Abstract
Exploitation of mine deposits with efficiency way has great importance.
Production rate is one of the most important factors effecting the profitability level
of mine projects. Projec costs affecting the profitability are determined as related
with cutoff grade and reserve by yearly production rate. Optimum production
amount is a rate at which project profit is maximized taking account time value of
money. In this study, methods of optimum production rate using discounted cash
flows and behavior of profit function are investigated with an application of a mine
deposit.
Keywords: Optimum Production Rate, Cutoff Grade, Net Present Value,
Profitability.
1
Dr., MTA Genel
[email protected]
Müdürlüğü,
Deniz
ve
Çevre
Araştırmaları
Dairesi,
129
A. Demirbugan / Maden Projelerinin Değerlendirmesinde Optimum Üretim Miktarının
Belirlenmesi
Giriş
Madencilik projelerinde maden yatağının karlılığını etkileyen nakit
akımlarının değeri ve zaman içindeki dağılımının belirlenmesinde yıllık
üretim miktarı kullanılır. Üretim miktarını etkileyen faktörler sınır
tenör(cutoff grade) ve rezerv miktarıdır. Sınır tenör, bir maden yatağındaki
cevherin birim satış değerini birim üretim maliyetine eşitleyen tenör
değeri(gr/ton) olarak tanımlanmaktadır. Madencilik projelerinde üretim
miktarı sınır tenör ve rezerv miktarı ile ilişkili olarak belirlenebilen bir
parametredir(Lane 1964, Lane 1988, Bradley, 1980; Hustrulid ve Kuchta
2006, Rendu 2008, Dağdelen 2008, Taylor 1972,Sabour 2002, Cavender
1992). Sınır tenör kararıyla birlikte üretim kapasitesindeki değişmeler maden
yatağı tükenme ömrünün artması veya azalması ve dolayısıyla yıllık nakit
akımlarının bugünkü değerinin değişmesinde önemli etkiye sahiptir
(Konuk ve Yersel, 1995). Madencilik projelerinde üretim planlamasında
sınır tenör ve işletilebilir ortalama tenör kavramları kullanılır. Sınır tenör
ekonomik bir maden yatağının en alt işletme tenörüdür. İşletilebilir ortlama
tenör, bir maden yatağı veya maden işletilmesinde, sınır tenöründen daha
yüksek olan cevher bölümünün ortalama tenörüdür.
Madencilik projelerinin değerlendirmesinde cevher rezervinin en
etkin biçimde, yani karlılık düzeyini maksimize edebilecek şekilde
üretilmesi amaçlanır. Üretim miktarı da bu amacı optimize edecek şekilde
belirlenir. Başka bir ifadeyle, optimum üretim miktarı(OÜM) proje karını
maksimize eden yıllık üretim düzeyidir.
Bu çalışmada önce sınır tenör ve rezerv kavramları ile indirgenmiş
nakit akımlarını kullanan optimum üretim miktarı yöntemi kuramsal
çerçevede ele alınmaktadır. İkinci bölümde Wells(1978:1676)’ce geliştirilen
indirgenmiş nakit akımlarına dayalı optimizasyon modelinin kar fonksiyonu
davranışı göz önünde bulundurularak açıklanmasına yer verilmektedir. Daha
sonra konu Kırklareli İli Dereköy bakır yatağı projesine uygulanmaktadır.
1 . Sınır Tenör Ve Rezerv
Madencilik projelerinde sınır tenör ve rezerv miktarı, optimum
üretim miktarını ve dolayısıyla net faydayı etkileyen başlıca faktörlerdir.
Tenör, cevher olarak da adlandırılan mineral maddeden oluşan bir
maden yatağının birim tonaj veya hacminde bulunan metal miktarı(gr/ton,
gr/m3), rezerv ise işletilebilir cevher kütlesidir(ton veya m3). Sınır tenör
ekonomik cevher ile ekonomik olmayan cevherin(atık) ayrıldığı tenör
şeklinde ifade edilebilir. Sınır tenör' ün üstündeki değerlerdeki bölüm rezerv
olarak kabul edilip cevher hazırlama tesislerinde değerlendirilirken altındaki
bölüm ise atık yığınlarına gönderilir. Maden yatağında sınır tenörün üzerinde
bulunan cevher miktarı madencilik faaliyetinden kaynaklanacak nakit
130
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 129-146
akımlarını doğrudan etkiler. Cevherin rezerv olarak sınıflandırılabilmesi bir
biriminin satış değerinin bu birim için katlanılacak maliyeti aşması ile
sağlanabilir. Bu durumun sağlandığı metal içeriği sınır tenör’e karşı gelir.
Başka bir ifade ile, sınır tenör düzeyinde bir ton cevherden sağlanan fayda
katlanılan maliyetlere eşit olmalıdır. Bu durum aşağıdaki bağıntı ile ifade
edilebilir(Lane 1988).
gm ( P-k ) y = h
Burada;
gm = sınır tenör (gr/ton).
P = birim metal satış fiyatı(TL/gr)
k = satış maliyeti (TL/gr)
y = kazanım (%)
h = üretim maliyeti (TL/ton)
Bu bağıntı yeniden düzenlenerek MET(gm) aşağıdaki gibi de ifade edilebilir.
gm 
h
(P  k)y
(1)
Bir maden yatağı için rezerv, fiziki kısıtlamayı oluşturmaktadır.
Ekonomik değere sahip olan rezerv miktarı veri iken üretim miktarı
seçildiğinde madencilik projesinin ömrü de belirlenmiş olmaktadır.
Sınır tenör ile rezerv, ortalama tenör ve atık miktarı arasındaki
ilişkiler şekil 1a ve 1b yardımıyla incelenebilir. Bir maden yatağının cevher
miktarıyla ilişkili olarak tenör sıklık dağılım eğrisi şekil 1a’ da
görülmektedir. Eğrinin altında kalan alan maden yatağının toplam mineral
madde miktarına karşı gelmektedir. Eğrinin şekli farklı tenör değerleri için
miktar değişimini yansıtmaktadır. Sınır tenörün altındaki A alanı atığı B
alanı ise ekonomik değer içeren rezervi göstermektedir. A alanının
işletilmediği durumda B alanının ortalama tenör değeri maden yatağının
tümünün ortalama değerinden daha yüksek değerler almakta rezerv miktarı
ise düşmektedir. Rezerv ile sınır tenör arasında ters orantılı ilişki vardır. Bu
durum şekil 1b’ de izlenebilir. Yatay eksendeki sınır tenör(gc)’ e karşı gelen
rezerv miktarı ve ortalama tenör, düşey eksenlerde sırasıyla Tc ve goc
simgeleriyle gösterilmiştir.
131
Miktar Sıklık dağılımı,f(x)
A. Demirbugan / Maden Projelerinin Değerlendirmesinde Optimum Üretim Miktarının
Belirlenmesi
A
B
gc(MET)
Tenör(%)
Rezerv(Ton)
Ortalama rezerv tenörü
Tc
goc
Rezerv miktarı
gc
Sınır tenör(%)
Şekil 1b: Rezerv – Tenör İlişkisi
132
Sınır tenörün üzerindeki ortalama işletilebilir tenör (%)
Şekil 1a:Tenör Dağılımı
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 129-146
2. Optimum Üretim Miktarı
Rezerv veri iken farklı üretim miktarları için farklı işletme ömürleri
ve dolayısıyla farklı kârlılık düzeyleri söz konusudur. Bu durum
matematiksel olarak her proje için faydayı maksimize eden tek bir üretim
miktarının bulunduğu anlamına gelmektedir.
Optimum üretim miktarı,Wells(1978)’ce geliştirilen indirgenmiş
nakit akımlarına dayalı model yardımıyla belirlenebilir. Bu model aşağıda
özetlenmektedir.
İndirgenmiş nakit akımları modelinde projenin karlılık düzeyi,
negatif nakit akımlarının indirgenmiş değeri(PVIN) ile pozitif nakit
akımlarının indirgenmiş değerinin(PVOUT) ilişkilendirilmesiyle belirlenir.
Bu analizde optimizasyon ya da karlılık ölçütü net bugünkü değer
oranıdır(PVR).
PVR 
PVOUT
PVIN
(2)
PVR >1 olduğunda minimum gereksinim karşılanmaktadır. Modelde
PVR’ yi maksimum yapan üretim düzeyi araştırılmaktadır. Optimizasyon
süreci şekil 2 yardımıyla incelenebilir.
Şekil 2’de, BSD eğrisi PVOUT fonksiyonunu, BD doğrusu ise
PVIN’ in doğrusal fonksiyonunu temsil etmektedir. Herhangi bir üretim
miktarında PVR, bu üretime karşı gelen düşey eksendeki PVOUT/PVIN
oranı olup, yatay eksende bu oranı maksimize edecek üretim miktarı
araştırılmaktadır.
133
A. Demirbugan / Maden Projelerinin Değerlendirmesinde Optimum Üretim Miktarının
Belirlenmesi
Bugünkü Değer
Z
PVIN
D
S
PVOUT
C
A
α
B
β
o
b
Q0(OÜM)
d
Üretim Miktarı
Bugünkü Değer
X
o
b
Q0(OÜM)
d
π
Üretim Miktarı
Şekil 2 : Optimum üretim miktarı
Wells(1978)’ in modelinde
bağıntıyla ifade edilmektedir.
Y = DY*ÜM + SY
Burada;
Y : Yatırım tutarı
DY : Değişken yatırım maliyeti
134
yatırım fonksiyonu (Y)
aşağıdaki
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 129-146
ÜM : Üretim miktarı
SY : Sabit yatırm tutarı
Yatırım giderlerinin yatırım dönemi boyunca her yılın başında
olmak üzere eşit miktarlarda gerçekleştirildiği varsayıldığında, yatırım
döneminin ilk yılının sonunda negatif nakit akımlarının bugünkü değeri;
PVI 
(1  s)m  1
Y
(1  s)
m
s(1  s)
m
(3)
dir.
Burada;
s: indirgeme oranı
m: Yatırım süresi
[
(1  s)m  1
1
(1  s) ] terimi sabit bir değer olup, (3) bağıntısı aşağıdaki
m
s(1  s)
m
gibi ifade edilebilir.
PVI=Sbt(DY*ÜM+SY)
(4)
Üretim miktarının bir fonksiyonu olan PVIN’ ı temsil eden BD
doğrusu, PVI=0 olduğunda yatay ekseni X noktasında keser(Şekil 2). (4)
bağıntısı yeniden düzenlendiğinde;
OX 
 SY * Sabit
DY * Sabit
(5)
dir.
Net nakit akımlarının proje ömrü boyunca her yılın sonunda
oluştuğu varsayıldığında pozitif nakit akımlarının yatırım döneminin ilk
yılının sonuna indirgenmiş bugünkü değerine ilişkin PVOUT fonksiyonu ise
aşağıdaki bağıntıyla ifade edilir.
135
A. Demirbugan / Maden Projelerinin Değerlendirmesinde Optimum Üretim Miktarının
Belirlenmesi
PVOUT  G
(1  s) n  1
1
*
n
s(1  s)
(1  s) m
(6)
Burada;G: Yıllık net nakit akımı
s: İndirgeme oranı
n: proje ömürü
m: Yatırım süresi ’ dir.
n= proje ömrü=
Rezerv
‘dir.
Üretim Miktarı
Şekil 2’de α eğimli yatırım fonksiyonu(BD doğrusu) yatay ekseni X
noktasında kesmektedir. X noktasından daha yüksek β eğimiyle (β >α)
çizilen diğer bir yatırım doğrusu (XZ) ise, üretim miktarına ilişkin olarak
verilen düşey ekseni BD’ den daha yüksek bir noktada(örneğin S noktası)
kesmektedir. XZ ve XC doğruları arasındaki düşey uzaklık(SC) net bugünkü
değer oranına (PVR) karşı gelmektedir. β eğiminin var olan kısıtlar altında
en yüksek değeri aldığı durumda XZ doğrusu pozitif nakit akımlarının
bugünkü değerini temsil eden BSD eğrisine S noktasında teğet olmaktadır.
Bu nokta, PVR’ nin maksimum olduğu üretim düzeyine yani optimum
üretim miktarına karşı gelmektedir. Şekil 2‘de S noktasının altındaki üretim
miktarlarında PVOUT eğrisinin eğiminin PVIN doğrusunun eğiminden daha
yüksek olması net faydanın maliyetlerden daha hızlı artması bu noktanın
üzerindeki üretim düzeylerinde ise tersine, PVOUT eğrisinin eğiminin PVI
eğrisinin eğiminden daha düşük olması maliyetin net faydadan daha yüksek
hızla artması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, ancak S noktasına karşı
gelen
üretim
miktarında(Q0)
kar
maksimizasyonu
sağlanmaktadır(Wells,1978).
Kar fonksiyonu davranışı kuramında bir projenin karı(π) toplam satış
gelirleri ile toplam maliyeti arasındaki farktır(Bulmuş, 2003; Pyndoc, 2014,
). Wellss(1978)’ in modelinde ise kar, net bugünkü değer oranı(PVR) olarak
bir oran biçiminde ifade edilmektedir. Bu modelde maden yatağında üretim
başlayıp arttıkça yönleri birbirinden farklı olan iki tip nakit akımı ile karşı
karşıya kalınmaktadır. Üretim miktarının bir fonksiyonu olarak satış
hasılatının indirgenmiş değeri yani proje faydası doğrusal olmayan biçimde
artarken, yatırım harcamalarının indirgenmiş değeri yani proje maliyeti
doğrusal biçimde artmaktadır(Şekil 2). Üretim arttıkça işletmenin toplam
faydası ile birlikte maliyeti de artmaktadır. Üretim miktarı 0b aralığında iken
136
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 129-146
toplam maliyet doğrusu PVIN), toplam fayda eğrisine (PVOUT) oranla daha
düşük eğime sahiptir. Yani, marjinal maliyet(mPVI) marjinal
faydanın(mPVOUT) altında değer almaktadır. 0b aralığında işletme zarar
etmekle birlikte(PVR < 1) üretim attıkça zarar azalır. Üretim b düzeyine
ulaştığında işletmenin herhangi bir zararı olmadığı gibi karı’da yoktur. Yani
PVR=1’ dir. Bu üretim düzeyi başabaş noktasına (breakeven point) karşı
gelmektedir. Bu üretim düzeyinden itibaren kar’ a geçilir(PVR=1). Herhangi
bir üretim düzeyinde kar toplam fayda eğrisi ile toplam maliyet doğrusu
arasındaki dikey uzaklıktır. Üretim bQo aralığında iken işletmenin elde ettiği
toplam kar sürekli artar (PVR>1). Toplam kardaki sürekli artışın temposu
marjinal faydanın ne yönde değiştiğine bağlıdır. Marjinal fayda artışını
sürdürüyorsa toplam kar artan tempoda artar. Marjinal fayda azalıyorsa
toplam kar azalan bir tempoda artar. Şekil 2’de karı maksimum kılan üretim
düzeyi Qo’ dır. Toplam gelir eğrisi ile toplam maliyet doğrusu arasındaki
dikey uzaklığın en büyük olması ancak bu üretim düzeyinde mümkündür.
Üretim Qo düzeyini aştığında toplam fayda fonksiyonunun eğimi
azalmaktadır. Toplam maliyet fonksiyonu ise bir doğru şeklinde olduğundan
eğimi sabittir. Eğimi sabit olan toplam maliyet fonksiyonu ile eğimi giderek
azalan toplam fayda fonksiyonu arasındaki fark bu üretim düzeyinden
itibaren kapanmaktadır. Bu ise, işletmenin karının giderek azalacağı
anlamına gelmektedir. Bu üretim düzeyinden sonra üretimi bir birim
arttırmak için işletmenin katlanması gereken maliyet bu birim ile elde
edebileceği gelirden yüksektir. Bu durum toplam kar’ın sürekli olarak
azalması sonucunu doğurur. Azalan kar üretim d noktasında olduğunda yok
olur. Üretim 0d düzeyini aştığında işletme yeniden zarar etmeye
başlar(PVR<1)(Bulmuş 2003, Pyndoc 2014; Smith, 1997).
3. Dereköy Bakır Yatağı Projesi Uygulaması
Rezerv ve tenör miktarı veri iken optimum üretim miktarının
belirlenmesine ilişkin olarak yukarıda açıklanan kuramsal yaklaşım
Dereköy bakır yatağına uygulanarak örneklenebilir.
Dereköy bakır yatağı Kırklareli’ne 12 km uzaklıktaki Dereköy
sınırları içerisinde Alibeytepe mevkiinde yer almaktadır. Dereköy
sahasındaki mineral madde içeren kaynak 220 000 000 ton olup ortalama
tenörü %2.71’ dir(Masayuki vd.1989). Bakır yatağında farklı tenör değerleri
için kümülatif rezerv miktarları Tablo 1’ de ki gibidir. Sınır tenör, ortalama
işletilebilir tenör ve rezev miktarları arasındaki fonksiyonel ilişkiyi yansıtan
Tenör – Rezerv eğrisi ise Şekil 3’ de verilmiştir.
137
A. Demirbugan / Maden Projelerinin Değerlendirmesinde Optimum Üretim Miktarının
Belirlenmesi
Tablo 1 : Farklı tenörler için rezerv miktarları
138
sınır tenör(%)
Rezerv
(*103 Ton)
Ortalama
İşletilebilir
Tenör(%)
0,00
220000
2,71
0,50
187000
3,11
1,00
160000
3,47
1,50
138000
3,81
2,00
121000
4,10
2,50
110737
4,26
3,00
85887
4,72
3,50
58750
5,33
4,00
43224
5,87
4,50
35915
6,17
5,00
30445
6,50
5,50
26984
6,55
6,00
24594
6,64
6,50
12885
6,94
7,00
3682
8,38
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 129-146
Şekil 3: Tenör – rezerv eğrisi
Dereköy yatağının Ekskavatör-Kamyon bileşimi kullanılarak açık
ocak yöntemiyle işletilmesi planlanmaktadır. 2013 yılı verileriyle bakır satış
fiyatı 3.7 $/lb' dir. Birim satış maliyeti ise izabe masraflarıyla birlikte
ortalama 0.7 $/lb' dir(MetalPrices.com, 2014).
2013 verileri ile bakır üretimi için birim maliyetler 1$/lb - 3$/lb
aralığında değişmektedir. Proje verilerinin uyarlanması ve benzer işletme
verileri göz önünde bulundurularak Dereköy projesi için birim maliyet 2. 19
$/lb'
olarak
tahmin
edilmiştirdir(2013;Masayuki
vd.
1989;
Mining.com.,2014; Infomine, 2014). Ortalama tenör %6.5, kazanım %80
kabul edildiğinde 1 ton yerinde cevherin içerdiği satılabilir sınır tenöral
miktarı;
0.065*0.80*2207 lb/ton =114.76 lb/ ton' dur.
Birim üretim maliyeti;
2.19 $/lb *114.76 lb/ ton =250 $/ton' dur.
139
A. Demirbugan / Maden Projelerinin Değerlendirmesinde Optimum Üretim Miktarının
Belirlenmesi
Dereköy bakır yatağı için sınır tenör(sınır tenör, gm ), 2013 yılı
verileriyle P -k = 3 $/lb, h = 250 $/Ton ve y = 0.80 alınarak (1) no’ lu
bağıntı yardımıyla aşağıdaki gibi belirlenir.
Sınır tenör, gm 
250 $ /ton
 104 lb/ton' dur.
3 $/lb * 0.80
1 lb=453 gr olduğundan,
Sınır tenör, gm =104 lb/ton * 453gr/lb = 47120 gr/ton = 4.71 kg/
1000 kg
Sınır tenör, gm ~= % 5’ dir.
Dereköy sahasında sınır tenör(%5)’ ün üzerindeki tenör değerlerinde
yer alan rezerv miktarı 30 445 000 ton olup, bu rezervin ortalama işletilebilir
tenörü ise % 6.5’ dur (Tablo 1 ve Şekil 3).
Sınır tenör ve rezerv miktarı veri iken optimum üretim miktarı
modelinin Dereköy sahasına uygulanmasında kullanılan diğer
karakteristiklerin hesaplanması aşağıda özetlenmektedir.
Yerinde Birim(Ton başına) net nakit akımı birim gelir ve birim
maliyet arasındaki farktan oluşur.
1 ton sınır tenöral bakır değeri;
3,7 $/lb * 2207 lb/ton = 8166 $/ton’ dur.
1 $=2 TL kabul edildiğinde birim sınır tenöral bakır değeri;
8166 $/ton * 2 TL/$ = 16332 TL/ton’ dur.
1 ton yerinde cevherden sağlanabilecek gelir;
0.065 * 16332 TL/ton *0.80 = ~850 TL/ton’ dur.
Birim üretim maliyeti;
140
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 129-146
250 $/ton * 2 TL/$ = 500 TL/ton 'dur.
Birim net nakit akımı(kar) ise;
850 TL/ton - 500 TL/ton = 350 TL/ton' dur.
Yatırım fonksiyonunadaki karakteristiklere ilişkin değerler ise 2013
yılı verileriyle aşağıdaki gibidir (Infomine, 2014; MIT, 2013).
Sabit yatırım(SY)
Değişken yatırım maliyeti
Yatırım süresi
İndirgeme oranı
= 172 000 000 TL
= 130 TL/ton
= 4 yıl
= 0.10
Dereköy projesi için yatırım fonksiyonu;
Y= (130 TL/ton *ÜM) +172 000 000 TL. 'dir.
Dört yıllık sabit yatırım dönemi boyunca her yılın başında düzenli
olarak yapılacak yatırım harcamalarının birinci yılın sonuna indirgenmesiyle
oluşan maliyet fonksiyonu aşağıdaki gibidir.
PVI 
[(1  0.10) 4  1](1  0.10)
0.10(1  0.10) 4 4
(130 TL/ton * ÜM  172000000TL )
İşletme dönemi boyunca her yılın sonunda düzenli biçimde oluşacak
net nakit akımlarının yatırım harcamalarının birinci yılın sonuna
indirgenmesiyle oluşan gelir fonksiyonu aşağıdaki gibidir.
PVOUT  (ÜM * 350 TL/ton)
(1  0.10) n  1
1
*
n
0.10(1  0.10) (1  0.10)4
Dereköy projesi için 0 – 4 250 000 ton/yıl aralığında değişen üretim
miktarları PVIN ve PVOUT fonksiyonlarına uygulanarak bugünkü değer
141
A. Demirbugan / Maden Projelerinin Değerlendirmesinde Optimum Üretim Miktarının
Belirlenmesi
oranını(PVR) maksimum yapan üretim düzeyi araştırılmıştır. Dereköy
projesinde Maksimum karlılık 2 000 000 ton/yıl üretim düzeyinde
sağlanmaktadır. Bu noktada PVR = 1.232' dir(Tablo2). Tablo 2' de toplam
maliyet ve fayda fonksiyonlarına ilişkin değerlerin yanı sıra bu değerlerdeki
değişim eğilimini yansıtan marjinal değerlere de yer verilmiştir.
Dereköy projesine ilişkin üretim miktarındaki değişimle birlikte
karlılık düzeyi ve dolayısıyla toplam ve marjinal büyüklüklerde
değişmektedir. Değişimlerin büyüklük ve yönü üretim miktarı – karlılık
profiline dayalı olarak incelenebilir(Tablo 2 ).
0 – 1 000 000 ton/yıl aralığında zarar edilmekle birlikte, majinal
faydanın bugünkü değeri(mPVOUT) marjinal maliyetin bugünkü
değerinden(mPVI) büyük olduğundan zarar azalmaktadır. Örneğin 500 000
ton/yıl ve 750 000 ton/yıl’lık üretim miktarlarında karlılık(PVR) sırasıyla
0.735 ve 0.952 ‘dir. Bu üretim aralığında marjinal faydadaki artış 82.27
milyon TL. iken marjinal maliyetteki artış 32.5 milyon TL’ dir(82.27
milyon TL > 32.5 milyon TL.). 1 000 000 ton üretim düzeyinde başa baş
noktasına ulaşılır(PVR=1.092 =~ 1.000). Bu noktada kar ve zarar yoktur.
1000000 - 2000000 ton/yıl aralığında kar (PVR ) sürekli artmaktadır. Bu
aralıkta
marjinal fayda
değerleri(mPVOUT),
marjinal maliyet
değerlerinden(mPVI) yüksektir. Karlılık 2 000 000 ton/yıl düzeyinde
maksimum değeri almaktadır(PVR=1.232). 2 000 000 – 4 250 000 ton/yıl
aralığında ise kar(PVR) sürekli azalmaktadır. Bu aralıkta marjinal fayda
marjinal maliyetten düşüktür. Örneğin 3 000 000 ton/yıl – 3 5000 000 ton/yıl
aralığında mPVOUT, 34,94 milyon TL iken mPVINV 65 milyon TL.'dir
(34.94 milyon TL < 65 milyon TL). 4250000 ton/ yıl üretim düzeyinde ise
tekrar zarar edilmektedir. Bu değişime paralel olarak marjinal
karlılık(mPVR) 2000000 ton/yıl üretim düzeyine kadar artmakta daha sonra
azalmaktadır.
Tablo 2 :Üretim Miktarı ve Karlılığı Etkileyen Parametreler
Üretim
Miktarı
(*103ton)
PVOUT
(*106TL)
mPVOUT
(*106 TL)
0
PVI
(*106TL)
mPVI
(*106 TL)
PVR
mPVR
172.00
250
87,50
87.50
204.50
32.50
0.427
0.428
500
174.43
86.93
237.00
32.50
0.735
0.309
750
256.70
82.27
269.50
32.50
0.952
0.217
1000
329.94
73.24
302.00
32.50
1.092
0.141
142
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 129-146
1250
393.08
63.14
334.50
32.50
1.175
0,083
1500
446.96
55.88
367.00
32.50
1.217
0.043
1750
491.32
44.36
399.50
32.50
1.229
0,012
2000
532.43
41.11
432.00
32.50
1.232
0.003
2250
559.39
29.96
464.50
32.50
1.204
-0.029
3000
645.18
85.79
562.00
97.50
1.148
-0.056
3500
680.12
34.94
627.00
65,00
1.084
-0.064
4000
715.01
34.89
692.00
65.00
1.033
-0,051
4250
724.18
9.17
724.00
32.50
0.999
-0.034
Sonuç
Maden yataklarının değerlendirmesinde üretim miktarının
belirlenmesi büyük önem taşımaktadır. Faydalı ömür, dolayısıyla yatırım ve
işletme giderleri gibi proje karlılığını doğrudan etkileyen nakit akımlarının
miktarsal ve zamansal dağılımı üretim miktarı tarafından belirlenir. Sınır
tenör ve rezerv miktarı ise optimum üretim miktarını etkileyen başlıca
parametrelerdir. Bu çalışmada esas olarak maden yataklarının
değerlendirilmesinde rezerv ve sınır tenör veri iken karı maksimize eden
üretim düzeyinin araştırılması amaçlanmaktadır. Bu amaçla önce
Wells(1978)' ce geliştirilen ve indirgenmiş nakit akımlarını kullanan
optimizasyon modeli ve kar fonksiyonu davranışı kuramsal çerçevede
incelenmiş daha sonra konu Dereköy bakır yatağına uygulanmıştır.
Dereköy bakır yatağı için sınır tenör 2013 yılı verileriyle %5 olup,
rezerv miktarı 30 445 000 ton, ortalama tenör ise %6.5' dur. Dereköy projesi
için optimum üretim miktarı, 0 - 4 250 000 ton/yıl aralığında yer alan üretim
değerlerinin toplam fayda ve maliyet fonksiyonlarına uygulanmasıyla
araştırılmıştır. Maksimum kar 2 000 000 ton/yıl üretim miktarında
sağlanmaktadır. Bu noktada karlılık ölçütünü oluşturan net bugünkü değer
oranı(PVR), 1.232' dir. Optimum miktarın dışındaki düzeylerde PVR daha
düşük değerler almaktadır. Üretim miktarına bağlı olarak karlılık düzeyi,
toplam maliyet ve toplam fayda’da ortaya çıkan değişimin yönü ve
büyüklüğü, yani marjinal değişim biçimi kar maksimizasyonu davranışı
kuramıyla uyumludur.
143
A. Demirbugan / Maden Projelerinin Değerlendirmesinde Optimum Üretim Miktarının
Belirlenmesi
Kaynakça
Bradley, Paul.G. (1980), "Modelling Mining: Open Pit Copper
Production in British Colombia", Resources Policy, March, 44-59.
Bulmuş, İsmail . (2003), Mikroiktisat, Cantekin Matbaası, Ankara.
Cavender, Bares. (1992), "Determination of the Optimum Lifetime
of a Mining Project Using Discounted Cash Flow and Option Pricing
techniques," Mining Engineering, October, 1262-1268.
Dağdelen,Kadri ve KAWAHATA.K. (2008), ‘Value Creation
Through Strategic Mine Planning and Cutoff - Grade Optimisation’, Mining
Engineering, January, 39-45.
Hustrulid ,William ve KUCHTA, Mark. (2006), Open Pit Mine
Planning and Design, Broakfield, Rotterdam.
Infomıne. (2014), Mining Companiy Investment Opportunities,
http://www.ınfomine.com(31.10.2014).
Konuk, Adnan ve Gürkan, YERSEL.(1995), 'Sınır Tenör
Kararlarında Üretim Kapasite Kısıtlarının Etkileri', Jeoloji Mühendisliği, 46.
Lane, Kenneth. F. (1988), TheEconomic Definition of Ore:CutoffGrades in Theoryand Practice, Mining Journal Books Limited, London.
Lane, F.Kenneth. (1964), ’Choosing the Optimum Cutoff Grade’,
Colorado School Of Mines Quarterely, Vol:59,811-824.
Masayuki,A., Doğan, R. ve Batık,Hasan .(1989), Kırklareli –
Dereköy porfiri Bakır Yatağının 10 000 ton/gün Üretim Alternatifine Göre
Değerlendirilmesi, MTA. Genel Müdürlüğü, Rapor no:8805, Ankara.
Massachuses Instıtute of Technology (MIT).(2014), 'Mission 2016,
The Future of Strategic Naturel Resources, Opening New Mines.
http://web.mit.edu/12.000/www/m2016/finalwebsite/index.html
(31.10.2014).
MetalPrices.Com. (2014), LME, 'Copper Cash Official',
http://www.metalprices.com/historical/database/copper/lme-copper-dec-1official(29.10.2014).
Mınıng.com. (2014), 'Copper Costs Up, Grades Down,'
http://www.mining.com/copper-costs-up-grades-down-metals-economicsgroup-99686/ (31.10.2014).
Pındyck, Robert ve Rubınfeld, Daniel. (2014), Mikroiktisat, (Çev.)
Ertuğrul Deliktaş ve Metin Karadağ, Palme Yayıncılık, Ankara.
Sabour, Abdel. S.A. (2004), "Mine Size Optimization Using
Marginal Analysis", Resources Policy, 28, 145-151.
144
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 129-146
Smith, Lawrence. (1997), A Critical Examination of The Methods
and Factors Affecting the Selection of an Optimum Production Rate, CIM
Bulletin.
Rendu, Jean.Michael. (2008), An Introduction To Cut-Off Grade
Estimation, SME, Colarado.
Taylor, Hudson.K. (1972),"General BackgraundTheory of Cut off
Grades", Institute of Mining and Sınır tenörallurgy Transactions, 160-179.
Wells, H.M. (1978), 'Optimization of Mining Engineering Design in
Mineral Valuation’, Mining Engineering, December, 1676-1684.
145
A. Demirbugan / Maden Projelerinin Değerlendirmesinde Optimum Üretim Miktarının
Belirlenmesi
Şekil Yazıları
Şekil 1a:Tenör Dağılımı
Şekil 1b: Rezerv – Tenör İlişkisi
Şekil 2: Optimum üretim miktarı
Şekil 3: Tenör – rezerv eğrisi
146
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 147-169
Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal
Temsilin Doğuşu ve Gelişimi
DOI NO: 10.5578/JSS.8765
Osman Nacak1
Geliş Tarihi: 19.04.2014
Kabul Tarihi: 16.12.2014
Özet
Siyasal iktidar ile halk egemenliği arasındaki ilişkinin temsil sistemi
aracılığıyla gerçekleştirildiği düşünüldüğünde, temsil kavramının kökenlerinin
araştırılmasının önemi açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda çalışmanın
sorunsalı Avrupa’da, gelişen hak kavramının sonucu olarak ortaya çıkan siyasal
temsilin Osmanlı’da, düşünsel ve yapısal zemini oluşturulmadan, modernleşme
çalışmalarıyla birlikte Avrupa’dan ithal edildiği ve bu durumun günümüzdeki
temsile ilişkin sorunların da temelini teşkil ettiği yönündeki yaklaşımdır. Bu
sorunsaldan hareketle çalışmanın temel amacı; Türk yönetim anlayışını derinden
etkileyen temsil kavramının, ülkemizde hangi şartlar altında ve ne şekilde ortaya
çıktığının incelenmesi olduğu söylenebilir. Çalışmada öncelikle literatür taraması
yöntemiyle siyasal temsil kavramı ve egemenlikle ilişkisi ele alınmaktadır.
Sonrasında siyasal temsilin ülkemizde ortaya çıkışı ve ilk temsil uygulamalarına
yönelik sorunlara yer verilmektedir. Çalışmanın sonucunda ulaşılan bulgular;
temsilin Osmanlıda, batılılaşma hareketleri içerisinde ortaya çıkmaya başladığını,
yasal ve yapısal dayanaktan yoksun olmasının ötesinde, halk tarafından bilinmeyen
ve desteklenmeyen bir olgu olduğunu ve bu nedenle başlangıcından günümüze kadar
birçok sorun alanlarıyla karşılaştığını ortaya çıkarmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Siyasal Temsil, Kamu Yönetimi, Egemenlik, Siyasal İktidar
A Change in Turkish Management Approach: Emergence and
Development of Political Representtation
Abstract
Considering the relationship between political power and popular
sovereignty carried out through a representational system, importance of studying
the origins of the representation concept becomes more salient. In this sense, the
1
Arş. Gör., Sakarya Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü,
[email protected]
147
O. Nacak / Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal Temsilin Doğuşu ve Gelişimi
problematic of this study has been an argument that political representation derived
from the concept of political right was internalized in the Ottoman Empire from
Europe under the process of modernization without having an intellectual and
structural basis and brought about a frame for problems related with the current
account of political representation. With reference to this problematic, main
purpose of this study is to examine under which conditions the representation
concept arose and what forms it took. In this article, firstly, the concept of political
representation and its relations with sovereignty are discussed via critical literature
survey method. Thereafter, the emergence of political representation in Turkey and
problems related with the first implementations has been investigated. Findings
obtained as a result of this study reveal that representation in the Ottoman Empire
started to emerge within the Westernization movement, beyond the lack of legal and
structural basis, this concept is unknown and unsupported case by people and for
this reason representation has faced many problem areas from the beginning until
today.
Keywords: Political Representation, Public administration, Sovereignty, Political
Power
Giriş
Batı’da, ticaretle zenginleşen burjuva sınıfının, siyasal alana katılma
istekleri
doğrultusunda,
kralın
otoritesinin
süreç
içerisinde
sınırlandırılmasıyla ortaya çıkmaya başlayan ve 19. yüzyıl ulus devlet
anlayışının temel unsurlarından birisi haline gelen temsil sistemi, ülkemizde
modernleşme çalışmalarının yoğunluk kazandığı 19. yüzyılın ilk yarısında
kendini göstermeye başlamıştır. Hem geniş çevrelerin katılımına dayalı
yönetim sisteminin oluşturulması açısından hem de demokrasi kültürünün
gelişimi açısından oldukça büyük önem taşıyan temsilin, imparatorluk mirası
üzerinde yeniden inşa edilen ve geçmişin izlerini büyük ölçüde bünyesinde
bulunduran ülkemizde yeterince incelenmediğini, sürekli olarak geri planda
tutulduğunu söylemek mümkündür. Oysa ki padişahın/kralın siyasi
iktidarının sınırlandırılması ve egemenliğin kaynağının yeniden
biçimlendirilmesi bakımından oldukça önemli bir kavram olan siyasal
temsilin incelenmesi ve 19. yüzyıla kadar Osmanlı toplumunda var olmayan
bu kavramın, batılılaşma süreci içerisinde hangi koşullarda ve ne şekilde
ortaya çıktığının araştırılması, gerek Türk yönetim anlayışındaki değişimi
gerekse demokrasi kültürümüzün içinde bulunduğu dönüşümü anlamak ve
anlamlandırmak açısından son derece önem taşımaktadır.
Bu nedenle çalışmanın amacı, katılımcı yönetim anlayışının büyük
bir ivme kazandığı günümüzde, siyasal alanda katılımın temel koşulu olarak
kabul edilen temsil kavramının ülkemizde ne şekilde ve hangi koşullarda
ortaya çıktığının irdelenmesidir. Çalışmada, öncelikle temsil kavramı ve
kavramın siyasal alandaki kullanımı incelendikten sonra, kavramın temelini
oluşturan egemenliğin, Avrupa’da ve Osmanlı’da merkezden çevreye doğru
148
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 147-169
el değiştirmesi üzerinde durulacaktır. Buradan hareketle temsil sistemini,
Osmanlıda ortaya çıkaran süreç ile kavramın uygulanma biçimleri ve
uygulamaya ilişkin sorunlara işaret edilecektir.
1. Siyasal Temsil: Kavramsal Bir Analiz
Tarihi kökenlerinin onuncu ve on birinci yüzyıllara kadar uzandığı
düşünülen temsil sisteminin, ilk olarak Romalılar tarafından kullanıldığı
ancak onun da bugünkü anlamıyla -başkaları adına hareket eden birey ya da
siyasal kurumlar anlamında- kullanılmadığı ifade edilmektedir. Kavramın
özellikle Ortaçağın feodal kurumları içerisinde, demokrasi kavramıyla
birlikte yavaş yavaş ortaya çıktığı ve asıl olarak on sekizinci ve on
dokuzuncu yüzyıllarda siyasal alanda etkin bir biçimde rol oynamaya
başladığı görülmektedir (Bulut ve Tanıyıcı, 2007:355). Böylesine önem arz
eden ve günümüzün demokratik yönetim anlayışının temel unsurlarından
birisini oluşturan temsil kavramının, süreç içerisinde fazlaca dikkate
alınmadığı ve derinlemesine araştırılmadığı da bilinen bir gerçektir (Çitçi,
1989: 18).
Temsil kavramına yönelik yapılan çalışmalarda, üzerinde tam olarak
uzlaşılmış bir temsil tanımının olmadığını belirtmek gerekmektedir. Hobbes
temsili; “gerçek ve gerçek olmayan kişiler arasında bir yetki devri” olarak
ifade ederken, bunun aslında bir nevi bir zorunluluk olduğuna da işaret
etmektedir. Çünkü geniş bir toplumda herkesin yönetime doğrudan katılması
mümkün olamayacağına göre, o zaman herkesçe seçilen ve her kesimi temsil
eden kişilerden oluşan bir sistemin var oluşu daha doğru bir yaklaşım
olacaktır. Hobbes’e göre, halk, yani yetkilerini belirli bir süreliğine devreden
kişiler, gerçek kişiler iken, yetkiyi belirli bir süreliğine devralan ve başkaları
adına hareket eden kişilerde gerçek olmayan kişilerdir. Herkesin kendi
hakkını en iyi kendisinin koruyabileceğine inanan Joan Stuart Mill’de en iyi
yönetim biçiminin, halkın tümünün katılımıyla gerçekleştirilebileceğini ve
bunun da ancak temsil sistemiyle sağlanabileceğini ifade etmektedir. Çünkü
Mill’e göre, küçük ölçekli bir yerde halkın tümünün doğrudan yönetime
katılması mümkün olmasına rağmen, orta ve büyük ölçekli yerlerde bu
mümkün değildir. Mill, halkın dolaylı da olsa yönetime katılmasının tek
yolunun temsil olduğunu belirtmektedir. John Adams ise, “seçimle
oluşturulan bir meclisin halkın küçük bir minyatürünü oluşturması, halkın
düşünce, duygu ve mantığını yansıtması ve halk gibi davranması
gerektiğini” ifade etmektedir (Çitçi, 1989: 18-20). Immanuel Kant ise “Ebedi
Barış” adlı eserinde, sadece temsili bir sistemin vatandaşların haklarını en iyi
biçimde koruyabileceğini ve iktidarın keyfi güç kullanımının önüne
geçebileceğini savunmaktadır (Köchler, 2000: 55).
149
O. Nacak / Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal Temsilin Doğuşu ve Gelişimi
Tarihsel süreç içerisinde temsil olgusuna olumlu yaklaşan düşünürler
olduğu kadar olumsuz yaklaşan düşünürler de bulunmaktadır. Özellikle
Fransız düşünür Jean-Jacques Rousseau, temsil olgusuna egemenlik kavramı
açısından yaklaşmakta ve egemenlik hangi sebeplerden ötürü bir başkasına
devredilemezse, aynı sebeplerden ötürü hakların da temsil yoluyla bir
başkasına devredilemeyeceğini savunmaktadır. Yine bu doğrultuda
Rousseau, milletvekillerinin milletin temsilcileri olamayacaklarını, bu
nedenle halkın doğrudan onaylamadığı hiçbir yasanın geçerli olmayacağını
iddia etmektedir (Çitçi, 1989: 19-20). Bu noktada Rousseau, özellikle önemli
bir iddiada bulunmakta ve halkın, bu sistemde kendisini özgür hissetmekle
yanıldığını, çünkü insanların sadece belirli aralıklarla yapılan seçim
dönemlerinde özgür olduklarını, sonrasında ise bir köle durumuna gelerek
yöneticilerine boyun eğmek zorunda kaldıklarını, dolayısıyla da bir
toplumun, temsilcilerini seçer seçmez özgürlüğünü ve haklarını yitireceğini
savunmaktadır (Beetham ve Boyle, 1998: 7).
Temsil sistemi içerisindeki temel güç, vatandaşların bilinçli istek ve
arzularıdır. Temsil sistemiyle vatandaşların beklentilerinin tam anlamıyla
karşılanacağı varsayılmaktadır. Çünkü en yalın haliyle siyasal açıdan temsil,
toplumun sahip olduğu egemenlik hakkının, toplum adına ve toplumun
seçeceği kimseler tarafından kullanılması şeklinde ifade edilmektedir. Bu
noktada temsil edilenin, temsilciye verdiği, adına hareket etme yetkisi,
temsilin temel unsurunu oluşturmaktadır. Yani temsil, yönetilenlerin kendi
kendilerini yönetmekte olduğu, fakat uygulamada bazı zorluklar nedeniyle
bunu fiilen yerine getiremediği ve bu yüzden de kendileri adına, alınması
gereken kararları almaya yetkili kıldığı bir temsilciyi belirleme işlemidir. Bu
nedenle temsil olgusu zamanla seçimle ilişkilendirilmiş ve genel bir
uygulama niteliği kazanmıştır. Çünkü temsil sistemini siyasal düzlemde
demokrasiyle birleştiren en önemli süreç, yasalar çerçevesinde
gerçekleştirilen seçimlerdir. Seçimler, vatandaşların politik düşünceleri ile
temsilcileri tarafından siyasal alana aktarılan politikalar arasındaki sürekli
bağın sağlanmasında da ayrılmaz bir unsurdur (Durgun, 2005: 26-28;
Kalaycıoğlu ve Sarıbay, 1995: 32). Dolayısıyla temsile dayanan bir
sistemde, kimlerin temsil edileceği, temsilcilerin kimlerden oluşacağı, ne
şekilde seçileceği, kim tarafından seçileceği ve buna ilişkin konular seçime
ilişkin yasalarda daha önceden düzenlenmektedir. Tarihsel süreç içerisinde
ve özellikle bir ülkeden diğerine, kimlerin temsil edileceği bir diğer ifadeyle
siyasi hakları kimlerin kullanmaya ehil olduğu ve egemenliğin kaynağının
kime ya da kimlere dayandığı sürekli olarak yeniden tanımlanmış ve Atina
şehir devletlerinden günümüze kadar, sadece soyluların veya varlıklıların
temsilinden, yetişkin nüfusun tamamının temsil edilmesine doğru bir
değişim süreci yaşanmıştır (Çitçi, 1989: 20-21).
150
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 147-169
Temsil sisteminin koşullarına ilişkin genel bir uzlaşıdan tam olarak
söz edilemese de yinede bir toplumda temsile dayanan bir sistemden söz
edebilmek için asgari bazı temel şartların gerçekleşmesi gerektiği noktasında
bir fikir birliği bulunmaktadır. İlk olarak halkın belirli aralıklarla yapılan
seçimlerde, özgür iradelerini kullanarak temsilcilerini seçebilmesi
sağlanmalı, ikinci olarak seçilen temsilcilerin halkın beklentilerine karşı
duyarlı ve sorumlu olmaları temin edilmeli ve son olarak da temsilcilerin
halkı temsil edebilir nitelikte olmaları gerekmektedir( Çitçi, 1996: 6; Şahin,
2000: 66). Eğer bu şartlardan bir veya birkaçı gerçekleştirilemezse ya da
eksik olarak gerçekleştirilirse bu durumda gerçek bir temsilden söz etmek
mümkün değildir. Dahası bu şekilde seçilecek olan temsilciler, tüm halkı
temsil etmekten ziyade sadece belirli bir kesimi veya zümreyi temsil eder
nitelikte olacaklardır.
2. Egemenlik Kavramının Yeniden Tanımlanması ve İktidarın
Sınırlandırılması
Siyaset biliminin temel kavramları arasında yer alan egemenlik,
üzerinde henüz tam anlamıyla uzlaşılabilmiş bir kavram değildir. Ancak
genel manada bir toplumdaki “en üstün iktidar” anlamında kullanılmakta ve
kanunlarla sınırlandırılamayan bir iktidarı anlatmak amacını taşımakta
olduğunu söylemek mümkündür. Dolayısıyla siyasal iktidarın temelinde
egemenlik kavramı yer almaktadır. Egemenlik kavramını “güçler arasında en
üstünü” şeklinde ilk kez kullanan Machiavelli iken, siyaset bilimi
literatürüne sokan kişi Bodin’dir. Bodin’e göre egemenlik; tek, mutlak ve
sınırsız olan bu bağlamda bölünemeyen ve başkasına devredilemeyen bir
iktidarı ifade etmektedir. Başka bir ifadeyle bir ülke üzerinde tek bir egemen
kudret bulunabilir ve bu egemen kudret; ne bölünebilir ne de bir başkasına
devredilebilir. Bu sebeple bir ülkede var olan siyasal iktidarı; nihai kararı
vermesi, başka hiçbir iktidara tabi olmaması ve başka hiçbir iktidar
tarafından sınırlandırılamaması nedeniyle aynı zamanda egemen bir iktidar
biçiminde tanımlamak da mümkündür (Kapani, 1999: 56; Çam, 1999: 329;
Dursun, 2008: 108; Çetin, 2007: 39).
Egemenlik kavramı her ne kadar en üstün iktidar olarak tanımlansa
da, bu durum siyasal iktidarın mutlak üstün ve sınırsız olduğu, dolayısıyla
istediği gibi kararlar aldığı ve uyguladığı anlamına gelmemektedir. Çünkü
siyasal iktidar, pratikte önceden belirlenmiş sınırlar ve kurallar içerisinde
hareket eden ve belirli gruplar tarafından paylaşılmış bir iktidar olarak ortaya
çıkmaktadır. Bu durum, egemenliğin tekliği ve bölünmezliği ilkelerinin de
zayıflamasına neden olmaktadır. Bu noktada egemenlik kavramının yeniden
tanımlanması ile birlikte siyasal iktidarı sınırlandıran en önemli unsurlardan
birisinin de hukukun üstünlüğü ilkesine dayanan hukuk devletinin olduğu
görülmektedir. Yine süreç içerisinde ortaya çıkan kuvvetler ayrılığı ilkesinin
151
O. Nacak / Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal Temsilin Doğuşu ve Gelişimi
de egemenliğin yeniden tanımlanmasına ve iktidarın sınırlandırılmasına
neden olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü tek ve bölünmez bir biçimde
tanımlanan ve bu sayede siyasal iktidara mutlak ve sınırsız güç sağlayan
egemenliğin, kuvvetler ayrılığı ile bölünebilir ve paylaşılabilir olması,
siyasal iktidarın mutlak ve sınırsız olan gücünü büyük ölçüde
sınırlandırmaktadır. (Kapani, 1999: 59-6; Öztekin, 2003: 16-18).
Tarihsel süreç içerisinde egemenliğin kaynağının değişmesiyle
birlikte egemenliğin yeniden tanımlandığı ve buna bağlı olarak da siyasal
iktidarların güçlerinin arttığı veya sınırlandırıldığı görülmektedir. Mutlak
monarşilerde egemenliğin kaynağı; bir tanrıya, bir kişiye, bir zümre ya da bir
sınıfa dayandırılabilmektedir. Dolayısıyla da bu tür yönetimlerde, siyasal
iktidarın gücünün çok daha fazla, mutlak ve sınırsız olduğunu veya bir diğer
ifadeyle siyasal iktidarın çok daha az sınırlandırıldığını belirtmek
gerekmektedir. Bu yönetimlerde halkın, iktidar karşısındaki, koşulsuz
itaatinden söz etmek mümkündür. Ancak modernleşme süreciyle birlikte
egemenliğin kaynağında önemli bir değişim yaşanmış ve egemenliğin yeni
sahibi halk olarak karşımıza çıkmıştır. Bu durum demokratik yönetim
anlayışını ortaya çıkarmıştır. Demokrasilerde siyasal gücün kaynağı halktır.
Dolayısıyla demokratik yönetimlerde siyasal gücü kullanma iktidarı halkın
elinde olup, bu gücün gerçek sahibi de halktır. Bir diğer ifadeyle demokratik
bir yönetim biçiminde egemenlik, mutlaka halka ait olmalı ve temsilcilerin
meşruiyeti halka dayanmalıdır. Dolayısıyla demokratik yönetimlerde siyasal
iktidarın mutlak, tek ve sınırsız bir biçimde olmadığını söylemek
mümkündür (Yeşil, 2002: 8; Karatepe, 2013: 71-72).
2.1. Batı’da Egemenliğin Yeniden Tanımlanması ve İktidarın
Sınırlandırılması
Ortaçağ devlet anlayışı, büyük ölçüde Yunan ve Roma
düşünürlerinin “üstün devlet” anlayışıyla, bu anlayışın Hıristiyanlığın dinsel
niteliklerinin birleştirilmesinden doğmuştur. Bu dönemde Kilise, devletin
yanında hatta çoğu zaman onun üstünde bir iktidar olarak varlığını
sürdürmüştür. Dolayısıyla Kilise, tanrısal iktidarı simgeleyen ve egemenlik
hakkını elinde bulunduran çok önemli bir güç olarak görülmektedir. Öyle ki,
İngiltere’de Kilise, üstün bir iktidar olarak kabul edilmesinin ötesinde
kralları da bağlayan kararlar alabilen ve kendi yargı sistemini oluşturabilen
üstün bir egemen güç olarak karşımıza çıkmaktadır. 12. yüzyılın başlarında
İngiltere’de, kilisenin egemenliğinin sınırlandırılmasına yönelik bir kanun
çıkarılmış ancak bu kanun, kralın tacını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya
kalması nedeniyle uygulanamadığı gibi kilisenin, bu süreçten daha güçlü bir
şekilde çıkmasını ve yeni ayrıcalıklar elde etmesini sağlamıştır. Kilisenin
tüm Avrupa’ya egemen olduğu ortaçağ boyunca dini doğmalar, her zaman
152
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 147-169
insan aklının önünde kabul edilmiş ve bireylere, kurallara uymaktan başka
hiçbir hak tanınmamıştır (Narlı, 1998: 129-132).
Ortaçağın sona ermesiyle başlayan Yeniçağın en önemli
özelliklerinden birisi olarak bireyin, yaşamın her alanında ön plana geçmeye
başlaması gösterilebilir. Bir diğer özelliği ise, gelişen ticarete paralel olarak
kapitalizmin ortaya çıkmasıdır. Bu süreçte insana ve insan aklına olan inanç
ve “tabii haklar” teorisi, temel hakların elde edilmesinde ve
genişletilmesinde önemli bir rol üstlenmiştir. Bireyi ve bireyin haklarını öne
çıkarma mücadelesinde önemli bir etkisi olan Machiavelli, “başarılı
yönetici” teorisinden hareketle bireyciliği ön plana çıkarmış ve başarılı
yöneticilerin, devletin güvenliğini ve başarılı olmasını sağlayan çok önemli
bir etken olduğunu ifade etmiştir. Benzer bir biçimde Thomas Hobbes,
“sosyal sözleşme” teorisinden hareketle bireylerin yaşamlarını
kolaylaştırmak için özgür iradeleri ile devleti oluşturduklarını ve sosyal
sözleşme ile siyasi gücü, oluşturdukları bu devlete verdikleri düşüncesini
savunmaktadır. İngiliz filozof ve siyaset kuramcısı John Locke ise,
Hobbes’un düşüncesine benzer bir biçimde, toplumun bir sözleşme temeline
dayanması gerektiğini ifade etmektedir. Ancak Locke, Hobbes’dan farklı
olarak sözleşme kuramına “tabii haklar” teorisini de ekleyerek, bireylerin
hayatlarını kolaylaştırmanın ötesinde yaşam, özgürlük ve mülkiyet gibi tabii
haklarını korumak için devleti kurduklarını ve hükümdarların haklarını
aştıkları zaman halk tarafından sınırlandırılmasının yasal olduğunu
savunmaktadır. Rousseau ise, “Toplum Sözleşmesi” adlı eserinde, bireylerin
doğal özgürlüklerinden vazgeçerek, herkes için iyi olanı temsil eden genel
iradeye tabi oldukları düşüncesini savunmaktadır (Narlı, 1998: 132-136).
Bu görüşler çerçevesinde yeniden şekillenmeye başlayan
egemenliğin kaynağı düşüncesi, Yeniçağ boyunca birçok mücadeleyi
beraberinde getirmiş ve ticaretin gelişmesiyle ortaya çıkan burjuva sınıfı,
zamanla siyasi sistem ile ilgili bilgi ve becerilerini arttırarak, büyük
mücadeleler neticesinde kralların gücünü sınırlamayı ve bireyi toplumun
temeline yerleştirmeyi başarmıştır. Bu bağlamda temsil anlayışının ortaya
çıkması ve yerleşmesi bir bakıma burjuvazinin bir eseri olarak
görülmektedir. Bu sayede burjuvazi, siyasal iktidar üzerinde etkin bir güce
sahip olmuştur (Yavaşgel, 2004: 31-33).
2.2. Türk Devlet Geleneğinde Egemenliğin Yeniden Tanımlanması ve
İktidarın Sınırlandırılması
Batı’da tüm bunlar yaşanırken Türklerde ise egemenliğin kaynağı
bakımından farklı bir yapı ve inanış mevcuttur. Eski Türklerde egemenliğin
kaynağı Gök Tanrıdır ve Gök Tanrı, bu hakkın kullanımını topluluk içinden
bir aileye vermektedir. Han unvanını, Tanrı’nın “kut” gönderdiğine inanılan
153
O. Nacak / Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal Temsilin Doğuşu ve Gelişimi
ancak bu aile taşıyabilmekte ve ailenin bütün erkek üyeleri, Han olmak
bakımından eşit hakka sahip olmaktadırlar. “Ülüş” adı verilen bu sistemde
saltanatın intikali noktasında zaman zaman bazı temayüller oluşturulmaya
çalışılsa da, kesin bir kuralın benimsenmemiş olduğu görülmektedir (İnalcık,
1959, s: 39-52). Hakan’ın öldüğü zaman yerine kimin geçeceği konusunda
ise, kurultay adı verilen meclislerin önemli ölçüde rol oynadıkları
bilinmektedir. Hakan’ın başkanlığında ya da “aygıcı” veya “üge” adı verilen
ve vezir olarak nitelenebilecek kişilerin nezaretinde toplanan bu kurultaylar,
askeri ve idari yüksek görevliler ile boy beyleri ve halkın ileri gelenlerinden
oluşmakta olup, hem yönetimde Hakan’ın yanında yer alarak onun iktidarını
ve egemenliğini belirli ölçüde sınırlandırmakta hem de Hakan’ların seçimini
yapmaktadırlar. Diğer taraftan Eski Türklerde Hakan’lar, güçlerini Gök
Tanrıdan almış olmalarına rağmen kutsal bir kişi olarak değil, insan olarak
kabul edilmiş ve haklarından ziyade, halkına karşı yapması gereken
görevleri üzerinde durulmuştur (Cin ve Akyılmaz, 2009: 23-27). Töre'ye
göre Hakan, halkın refahı, saadeti ve selameti için çalışan, halkına her
konuda bakmakla görevli bir hizmetkârdır. Görevini tam olarak yerine
getiremeyen veya töreye uymayan Hakan’ın, "kut"unun Tanrı tarafından geri
alındığı düşünülür ve görevinden azledilir (Saray, 1999: 8-10).
İslam devletlerinde ise, egemenliğin kaynağı ve tek sahibi Allah’tır.
Ancak İslam Devletleri’ni Batı’daki din devletlerinden ya da teokrasilerden
ayrı düşünmek gerekmektedir. Çünkü Batı teokrasilerinde hükümdarların ya
da din adamlarının günahları affetme, aforoz etme ve takdis etme gibi bazı
yetkilerinin var olduğu kabul edilirken, İslam Devletleri’ndeki yöneticilerin
asla bu tarz bir yetkileri yoktur ve bu yöneticiler asla kutsallaştırılmamıştır.
Öyle ki, şeri hukuktan ayrılan, dini emirleri ihlal eden, adaletten sapan ve
halkına zulmeden bir yönetici görevinden azledilebilmektedir. Dolayısıyla
İslam Devletleri’nde, devlet başkanlarının yetkileri sınırsız olmayıp, şeri
hükümler ve şura tarafından sınırlandırılmaktadır (Cin ve Akyılmaz, 2009:
70).
Hem İslami kuralların hem de Türk geleneklerinin hakim olduğu ve
Türk-İslam devlet geleneğinin zirve noktası olarak görülen Osmanlı
İmparatorluğunda, başlangıçta egemenliğin kullanılmasına ilişkin her iki
geleneğin de yaygın bir biçimde kullanıldığı görülmektedir. Devletin
kurucusu olan Osman Gazi'nin Türk töresine göre Türk beylikleri tarafından
seçilmiş olduğu ve İslam geleneklerine göre de hilafeti temsil eden Selçuklu
Sultanı tarafından kılıç, sancak, tuğ ve davul gibi siyasi hakimiyeti
simgeleyen semboller gönderildiği kabul edilmektedir (İnalcık, 1958: 6869). Yükselme döneminde ise Fatih’in, İstanbul’u fethinden sonra yaptığı
düzenlemelerle padişahın yetkilerini paylaşan beylerin egemenliklerine son
verdiği ve egemenlik hakkının tamamını kendi şahsında topladığı
görülmektedir. Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinden sonra halifeliğin
154
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 147-169
Osmanlı sultanlarına geçmesiyle birlikte, padişahların yetki ve otoritelerinin
tartışılamaz bir noktaya ulaştıklarından da bahsedilebilir. Ancak burada
hemen şunu belirtelim ki, egemenliğin padişahın şahsında toplandığı ve
imparatorluk usullerinin tam olarak yerleştiği dönemlerde dahi, Osmanlı
padişahlarının yetkileri Batı’daki örnekleri gibi mutlak olmayıp, bir taraftan
örfi hukuk ve şeriat kurallarıyla diğer taraftan yönetimin üst seviyelerinde
görevli kul ve din bürokrasisi tarafından sınırlandırılmış olduğu
görülmektedir. Kısacası Türk-İslam geleneklerinin birleşimi, Osmanlı da
kendine özgü bir iktidar anlayışı ortaya çıkarmış ve bu yapı içerisinde
mutlak iktidar sahibi olan padişahlar, hiçbir zaman Batı monarşilerindeki
gibi monark anlayışta olmamışlardır (Karatepe, 1989: 26-102; Şahin, 2000:
67-68).
Osmanlı Devleti’nde padişahların en geniş yetkilere sahip oldukları
alan yürütme erkidir. Bu çerçevede her türlü karar padişahın onayından
geçmiş ve yöneticilerin tamamı padişah tarafından kulları arasından
atanmıştır (Cin ve Akyılmaz, 2009: 111). Atanmış yöneticiler tarafından
yerine getirilen hizmetler, padişah adına ve padişahtan alınan bir vekâletle
gerçekleştirilmektedir. Osmanlı döneminde uygulanan vekâlet sisteminde,
vekâletin gerçek sahibi devlet, yani padişahtır. Yöneticilerin, halk tarafından
seçilip denetlenmesi de dolayısıyla mümkün değildir. Bu nedenle hükümdara
vekâlet eden veya diğer bir ifadeyle onu temsil eden yöneticilerin, halkın
beklentilerinden ziyade, buyruklara uygun hareket etmesi de beklenen doğal
bir neticedir (Çitçi, 1989: 48). Görüldüğü gibi temsil sistemi ile vekalet
sistemi arasındaki fark, vekaletin kime ait olduğundan kaynaklanmaktadır.
Tanzimat öncesi dönemde vekaletin sahibi hükümdar iken ve vekaleti alan
hükümdara karşı sorumluyken, Tanzimat sonrası dönemde bu anlayışın
temsil sistemi ile değiştirilmeye çalışıldığı görülmektedir. Ancak hemen
şunu belirtmekte yarar vardır. Osmanlı İmparatorluğunun yapısal ve
geleneksel özelliklerinden dolayı vekalet yöntemiyle hükümdarı temsil eden
yöneticilerin tamamının keyfi hareket ettiğini söylemek mümkün değildir.
Muhakkak ki, aksi durumların görüldüğü olmuştur. Ancak bunu genellemek
veya vekalet sistemini hepten kötülemek oldukça yanlış bir yaklaşım
olacaktır. Nitekim İnalcık da, Osmanlı devlet idaresinin, “keyfi bir
patrimonyal sistem” şeklinde yorumlanmasının mümkün olmadığını açıkça
ifade etmektedir (2010: 128).
Daha öncede ifade edildiği üzere Türk yönetim anlayışında meclisler
önemli bir yer tutmaktadır. İslami bir kurum olarak nitelendirilen ve
danışma, istişare etme anlamına gelen meşveret meclisleri de bunlardan
birisidir. Kentlerde kadılar; narhın belirlenmesi, vergilerin tahsili, zaruri
işlerin yerine getirilmesi, güvenliğin temini gibi konular için, lonca
temsilcilerinin, yerel eşrafın, dini önderlerin ve reayanın temsilcilerinin
katılımıyla meşveret meclisi kurarlardı. Özellikle Osmanlı eyalet
155
O. Nacak / Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal Temsilin Doğuşu ve Gelişimi
yönetiminde kullanılan ve yerel grupların bir nebze temsilini sağlayan bu
uygulamanın, günümüz temsil anlayışına uygun olduğunu iddia etmek
mümkün değildir (Ortaylı, 2008: 253, 281). Çünkü ne kadının, ne yardımcı
personelinin ne de meşverete katılan temsilcilerin halk tarafından seçilmesi
ya da yönetime halk temsilcilerinin belirli bir statü ve kural çerçevesinde
katılması söz konusu değildi. Dahası meşveret meclisi, bir devamlılık dahi
arz etmemekte olup, kadının istediği üzerine toplanmaktadır. Bu döneme
ilişkin bir diğer önemli örnek de Divan-ı Hümayun’dur. Devletin
kuruluşundan 17. yüzyılın ortalarına kadar devlet işlerinin padişah adına
görüşülüp karara bağlandığı, sistemin en etkin kurumlarından birisi olan
Divan-ı Hümayun da, sivil halkın değil, padişahın temsilcilerinden meydana
gelmektedir. Bu nedenle Tanzimat dönemine kadar idareye yardımcı
devamlı kurullardan ve halk egemenliğiyle alakalı bir temsilden söz
edilememektedir (Ortaylı, 2000: 12; Dursun, 2008: 364).
17. yüzyılın sonlarından itibaren siyasal sistemlerde yaşanan
bozulma ve Batı ile kurulan yakın ilişkiler, Avrupa’da yükselen yeni
düşünce akımlarının ülkemize aktarılmaya başlanmasına neden olmuştur. Bu
çerçevede iktidarın sınırlandırılmasına yönelik bazı girişimlerin ortaya
çıktığı görülmektedir. Örneğin, Avrupa’da ilk meclisler hayata geçirilirken,
padişah III. Selim’in kendi arzusuyla danışma amacıyla oluşturduğu
“Meclis-i Meşveret” i meşruti yönetimin ilk izleri olarak söylenebilir. Ancak
meşveret meclisinde padişahın yetkilerinin sınırlandırılmasının söz konusu
olmadığını da belirtmek gerekmektedir. Bu sebeple padişah iktidarının
sınırlandırılmasına yönelik ilk gelişme, 1808 yılında padişah ile ayanlar
arasında gerçekleştirilen Sened-i İttifak’dır.2 Her ne kadar uygulanma imkanı
olmadığı için ölü doğmuş bir hukuki belge olarak nitelendirilse de, padişahın
yetkilerini sınırlamaya yönelik ilk girişim olması, daha da önemlisi
padişahın yetkilerinin sınırlandırılabileceği düşüncesinin doğması açısından
oldukça önemlidir (Eryılmaz, 2006: 53-54; İnalcık, 1964: 603-611; Şahin,
2000: 68).
İktidarı sınırlamaya yönelik ikinci gelişme olarak 1839 yılında
hayata geçen Tanzimat Fermanı gösterilebilir. Türkiye’nin ilk temel haklar
beyannamesi olarak ifade edilen bu fermanla iktidarın, gerçekte tam
anlamıyla sınırlandırıldığı söylenemese de, birey kavramının yavaş yavaş
ortaya çıkmaya başlaması ve imparatorluk sınırları içerisindeki bütün
bireylerin yasalar önünde eşit olduğunun dile getirilmiş olması, sınırlı devlet
2
Kimi yazarlar Sened-i İttifak’ı, İngiliz tarihinde 13. yüzyılın başında ortaya çıkan Magna
Carta’ya benzetmektedirler. Ancak Eryılmaz ve Ortaylı’nın da ifade ettiği üzere, her iki belge
şekil bakımından bir benzerlik gösterse de, niteliği, uygulanması ve sonuçları bakımından
birbirinden tamamıyla farklılaşmaktadır. Dahası Sened-i İttifak’ın, Osmanlı Devleti’ndeki
meşrutiyetçilik düşüncesinin gelişmesinde de bir etkisinin olmadığı görülmektedir (2006: 5354; 2014: 42).
156
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 147-169
bağlamında oldukça önemli bir adımdır. Dahası padişahın, iktidarını
sınırlandırmayı öngören bu fermana uyacağına yönelik söz vermiş olması,
padişahın tanrısal kökenli ve mutlak kuvvetinin üstünde bir yasa veya kanun
kuvvetin olduğunun ilk defa gündeme gelmesi açısından son derece önem
taşımaktadır. Ortaylı bu durumu, Tanzimat’la birlikte Osmanlı’ya “kanun
devleti”nin gelmesi şeklinde tarif etmektedir. Gerçekten de Tanzimat’la
birlikte bireylerin, kul statüsünden çıkarak, yasaların sınırladığı alan içinde
yetki ve haklara sahip oldukları görülmektedir. Bu bağlamda Tanzimat’ın
Türk siyasi, idari, iktisadi ve toplumsal hayatında topyekün bir değişmeyi ve
yapılanmayı ifade ettiği söylenebilir. Tanzimat’la başlayan bu eğilim, Islahat
fermanıyla devam etmiş ve 1876 yılında Kanunu Esasi adında bir anayasanın
yapılıp, bu anayasa çerçevesinde ilk Osmanlı Parlamentosu olan Meclis-i
Umumi’nin açılmasıyla zirve noktasına ulaşmıştır (Eryılmaz, 2006: 95;
Ortaylı, 2014: 52; Gözler, 2000: 3-12; Kalaycıoğlu ve Sarıbay, 1995: 27;
Akşin, 1985: 93-154; Şahin, 2000: 69).
3. Osmanlı Devletinde Siyasal Temsilin Ortaya Çıkışı ve
Uygulanması
Siyaset bilimciler ve tarihçiler, temsil kavramının Osmanlı’da 19.
Yüzyıl modernleşme süreci içerisinde boy gösterdiği ve esas itibarıyla Batı’lı
örneklerden alınmış olduğu noktasında hemfikirdirler. Bu genel kanı doğru
olmakla birlikte sadece yapılan bir kanunla ya da bir günde temsil
kavramının Avrupa’dan ithal edildiğini söylemek de mümkün değildir. Bu
nedenle kavramın, Türk yönetim düşüncesinin değişim süreci içerisinde ne
şekilde ortaya çıktığının incelenmesi konuyu somutlaştırmak adına faydalı
bir adım olacaktır.
3.1. Osmanlı’da Siyasal Temsili Ortaya Çıkaran Süreç
Osmanlı İmparatorluğu 19. yüzyılda sosyal, siyasal, ekonomik ve
kültürel yönden Batılı devletlerin yaşadığı siyasi bir dönüşüm sürecinin
içerisine girmiştir. Bu dönüşüm sürecinde yüzyılın başlarında kurulan
Tercüme Odalarının önemli etkileri olmuş olup, hem Batı dillerinin ve
politikalarının yayılmasında hem de Tanzimat aydınlarının yetişmesinde
önemli bir rol üstlenmiştir (Ortaylı, 2009: 273). Ancak Osmanlı
imparatorluğu, Batı’yla aynı doğrultuda sosyal, siyasal ve kültürel olayları
yaşamadığı için, 19. yüzyıl yeniden yapılanma çalışmalarının birçoğu, Batı
kurumlarıyla bir özdeşleşme veya benzeşme çabasından ibaret bir hale
dönüşmüştür. Bir diğer ifadeyle Osmanlı modernleşmesi, Batı’da olduğu
gibi, endüstri devrimiyle birlikte ortaya çıkan bir süreç değildir. Siyasal
sistemdeki bozulmalara bir çare arayışı içerisinde, Batı’ya özgü düşünce ve
fikirlerin Osmanlı toplumunda yavaş yavaş yayılması ve Batı’daki
157
O. Nacak / Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal Temsilin Doğuşu ve Gelişimi
kurumların ithal edilmesi modernleşme olgusunu başlatmıştır (Kalaycıoğlu
ve Sarıbay, 1995: 26; Durgun, 2005: 193; Türköne, 2003: 278-280).
Osmanlı modernleşme çalışmaları içerisinde Batı’dan ithal edilen
kurumların başında parlamento gelmektedir. Fakat bu noktada parlamenter
sisteme doğru atılan adımların yapısal ve zihinsel alt yapısının tam anlamıyla
oluşturulabildiğini söylemek pek mümkün değildir. Çünkü İslamiyet’in
etkilerinin büyük ölçüde hissedildiği hatta bazı kaynaklarda bir İslam devleti
olarak nitelendirilen Osmanlı Devleti’nde, egemenliğin kaynağının halk
olmaması nedeniyle bu yetkinin, temsil denilen bir yöntemle parlamentoya
ve yöneticilere geçmesi mümkün değildi. Dolayısıyla Osmanlıda temsil
kavramının, Batı’dan farklı olarak halkın talepleri ve siyasal alana katılma
isteğinin bir ürünü olarak değil, modernleşme hareketleri içerisinde devlet
eliyle belirli bir olgunlaşma hareketinin neticesinde ortaya çıktığı
görülmektedir (Karatepe, 1989: 26). Bir diğer ifadeyle toplumsal ve yapısal
değişimin, halk adına ve halkın iyiliği için devlet tarafından
gerçekleştirilebileceği görüşü hakimdir (Çoşar, 1999: 22).
19. yüzyılda Tanzimat aydınları, şeklen beğenip, temelde neye
dayandıklarını tam anlamıyla kestiremedikleri Batılı parlamentoları Osmanlı
İmparatorluğu’na getirmekle, devletin eski gücüne kavuşacağına ve
Avrupa’nın türlü bahanelerle İmparatorluğun iç işlerine karışmasına engel
olacaklarına inanmaktaydılar. Diğer taraftan yine Tanzimat aydınları, bu
yeni yapıyla eşit temsil hakkına kavuşacak olan İmparatorluğun gayr-i
Müslim tebaasının da, kendi yönetiminden mutsuz olmayacağına göre, bir
daha İmparatorluktan kopmak için isyan etmeyeceğini düşünmektedirler
(Ortaylı, 2012: 47; Durgun, 2005: 194). Bu bağlamda Osmanlı aydınlarının
önemli bir bölümü, parlamentoyu birleştirici bir unsur olarak görmektedir.
Nitekim ilk Osmanlı Parlamentosunun neredeyse yarıya yakınının gayr-i
Müslimlerden meydana gelmesi bunun en açık göstergesidir.3 Hiç şüphesiz
Tanzimat’ın devlet adamları, siyasal katılma, demokrasi, halk egemenliğinin
temsili gibi bir siyasal programı benimsemiş kimseler değillerdi. Onların
amacı, kanuni ve adil bir idarenin kurulmasıyla devletin içine düştüğü
bunalımdan kurtulmasıydı (Ortaylı, 2008: 269; Hanioğlu, 1995: 321). Ancak
süreç içerisinde ortaya çıkan bu düşüncelerin ve yaşanan gelişmelerin,
Osmanlıda temsil sisteminin doğmasını ve gelişmesini önemli ölçüde
etkilediği görülmektedir.
Tanzimat ve sonrası dönemde, yönetim sistemleri önemli ölçüde
değişikliğe uğramıştır. Gerçekte demokratik değerlerin, küçük ölçekli
3
1877 yılında açılan ilk Osmanlı Parlamentosu; halkın seçtiği Mebusan Meclisi ile Padişah
tarafından atanan Ayan Meclisinden oluşmaktadır. Yapılan araştırmalar; İlk Meclis-i
Meb’usan’ın 119 üyesinden 47’sinin, İlk Meclis-i Ayan’ın da 36 üyesinden 11’inin gayr-i
Müslimlerden meydana geldiğini ortaya koymaktadır (Hanioğlu, 1995: 321).
158
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 147-169
yerlerde daha kolay ve rahat uygulama alanı bulduğu için, demokrasinin
temel unsurlarından birisi olarak kabul edilen temsil unsurunun da ilk olarak
yerel ölçekte hayat bulduğunu söylemek mümkündür (Bulut ve Tanıyıcı,
2007: 360). Nitekim Osmanlı Devletinde, Kırım Savaşı nedeniyle, Osmanlı
Devleti ile aynı saflarda yer alan müttefik kuvvetlerin (İngiltere, Fransa,
İtalya) etkisiyle, 1854 yılında yayınlanan resmi bir tebliğ ile İstanbul
Şehremaneti kurulmuştur. Şehremaneti’nin, “şehir meclisi” adında bir organı
bulunmakta idi ve sınırlı da olsa seçimle gelen üyelerin bu mecliste yer
almaları öngörülüyordu (Kazıcı, 2006: 38-40; Eryılmaz, 2006: 202-205). Her
ne kadar I. Meşrutiyete kadar atılan adımların, temsil sisteminin
yaygınlaşmasında önemli bir etkisinin olmadığı düşünülse de, totaliter
Osmanlı devletinde ilk defa böyle bir kavramdan bahsedilmiş olması ve
buna yönelik uygulamalara girişilmesi, Türk yönetim anlayışındaki değişim
ve demokrasi açısından son derece önemlidir. Dahası temsil olayının ortaya
çıkmaya başlaması yöneten-yönetilen ilişkileri için olduğu kadar, siyasal
iktidarın sınırlandırılabileceği düşüncesinin gelişimi açısından da son derece
büyük önem taşımaktadır (Kalaycıoğlu ve Sarıbay, 1995: 32).
3.2. Osmanlı’da Temsil Uygulamaları
19. yüzyılda Osmanlı’da temsil sistemine ilişkin ortaya çıkan ilk
örnekleri, toplumun en alt birimini oluşturan mahalle ve köylerde aramak
gerekmektedir. Zira daha öncede ifade edildiği üzere demokratik değerlerin,
küçük ölçekli yerlerde daha kolay ve rahat uygulama alanı bulması
nedeniyle temsile ilişkin ilk uygulamaların da yerel ölçekte ortaya çıktığı
görülmektedir. Gerçekten de Osmanlı yönetim geleneğindeki ilk muhtarlık
teşkilatı 1829 yılında İstanbul’da kurulmuştur. 1826 yılında Yeniçeri
Ocağının kaldırılmasıyla birlikte şehrin güvenlik ve asayiş sorununu ortaya
çıkmıştır. Hem bu sorunun ortadan kaldırılması hem de mali ve mülki
görevlerin daha iyi yerine getirilebilmesi amacıyla İstanbul’daki Müslüman
mahallelerde “evvel” ve “sani” olmak üzere iki mahalle muhtarının seçildiği
görülmektedir. İlk olarak İstanbul’da başlayan muhtarlık teşkilatı
uygulaması, 1833 yılından itibaren Anadolu’ya yayılmıştır. 1864 tarihli
Vilayet Nizamnamesi ile birlikte muhtarların seçiminin genel kurallara
bağlandığı ve muhtarların yanında yine seçimle oluşturulan ihtiyar
meclislerinin de yer almaya başladığı görülmektedir (Eryılmaz, 2006: 218223; Dursun, 2008: 365).
Temsil sistemi, muhtarlık teşkilatının ardından muhassıl
meclislerinde kendini göstermiş ve daha sonrasında ise, yerel halkın
temsilcilerinden oluşan vilayet idare ve belediye meclisleri oluşturulmaya
başlanmıştır. Bu meclisler, yönetilenlerin siyasal temsilini sağlamaya
yönelik öncü girişimler olarak değerlendirilmektedir. Her ne kadar bir düzen
ve süreklilik göstermeseler de, toplumun tek bir yapı içerisinde temsili,
159
O. Nacak / Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal Temsilin Doğuşu ve Gelişimi
Osmanlı siyasal sistemi açısından oldukça önemli bir yeniliktir. Çünkü içerik
itibarıyla olmasa da, şekil itibarıyla temsil ilişkisinin doğmaya başladığının
çok açık bir göstergesidir (Kalaycıoğlu ve Sarıbay, 1995: 31).
Tanzimat’ın ilanıyla birlikte il yönetimindeki aksaklıkların
giderilmesi ve düzensizliklerin ortadan kaldırılması amacıyla bir takım
yeniliklerin yapıldığı görülmektedir. Yapılan bu düzenlemeler çerçevesinde
maliyenin iyileştirilmesi için, sancaklara gönderilen yüksek rütbeli ve geniş
yetkili muhassılların yanında muhassıl meclislerinin kurulması
kararlaştırılmış ve bu meclislerde, atanmış üyelerin yanında memleket ileri
gelenlerinden dört kişinin katılması da öngörülmüştür. Sözü edilen bu dört
kişinin, seçimlerle belirlenmesi karara bağlanmıştır. Böylece halk tarafından
seçilen ve halkı temsil eden ilk temsilciler, muhassıl meclislerinde yer
almışlardır (Eryılmaz, 2010: 123-129). Dolayısıyla bu meclisler, yönetim
anlayışındaki değişimin ve yerel demokrasi anlayışının başlangıç noktası
olarak kabul edilebilirler (Ortaylı, 2005: 62). Padişah Abdülmecid de,
Meclis-i Vala'da yaptığı sene başı konuşmasında bu duruma işaret etmiş ve
muhassıl meclislerini, Fransız "departement" meclislerine benzeterek,
Tanzimat Fermanının Türkiye'ye getirdiği en liberal kurumlardan birisi
olduğunu ve din farkı gözetmeden bütün imparatorluk tebaası arasında
hukuken eşitliği tesis ettiğini ifade etmiştir (İnalcık, 1964: 365).
Temsil sistemini siyasal düzlemde demokrasiyle birleştiren en
önemli süreç, yasalar çerçevesinde gerçekleştirilen seçimlerdir. Türk
yönetim anlayışında seçimler, Tanzimat yöneticilerinin vilayet yönetiminde
yaptıkları reformlar dolayısıyla gündeme gelmiştir. Meclis-i Ahkamı-ı
Adliye, muhassıl meclislerinin kuruluş biçimiyle ilgili olarak bir nizamname
hazırlamış ve nizamnamenin ilk bendinde halkın temsiline dayalı olarak
yapılacak olan ilk seçimlerin usulünü tarif etmiştir. Nizamname, seçilecek
kimselerin akıllı, afif ve muteber adamlardan olması gerektiğini ifade etmiş
ve adayların ilk önce mahkemelere isimlerini kaydettirmelerini daha
sonrasında ise halkın oyuna başvurmaları gerektiğini belirtmiştir. Seçmenler
ise, kazaya bağlı köylerden kura ile saptanan beşer kişi ile kaza
merkezlerinden, akıllı, söz anlar emlak sahiplerinden 20 ila 50 kişiden
oluşacaktı. Hiç şüphesiz çıkarılan bu nizamname ile kurumsallaşan bu seçim
usulünün, geniş tabanlı bir halk temsilini sağlayamadığı ortadadır. Ancak
Osmanlı İmparatorluğunda tarihinde ilk defa meclisteki üyelerden bir
kısmının, o yerin halkını temsilen ilkelde olsa seçimlerle oluşturulması,
Osmanlı yönetim geleneğindeki önemli bir değişime işaret etmektedir
(Ortaylı, 2008: 270-273).
Yerel temsilin yasal çerçevesini ise, 1864 tarihli Vilayet
Nizamnamesi oluşturmuştur. Böylece temsil yöntemi yasal bir dayanağa
kavuşarak uygulama alanı bulmuştur. 1864 tarihli Vilayet Nizamnamesiyle
mahalle ve köy yönetimleri, yerel yönetim niteliğine kavuşmuş, muhtar ve
160
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 147-169
ihtiyar meclislerinin seçimle belirlenmesi öngörülmüştür. İl meclislerinin
kurulup çalışmaya başladıkları ilk yer ise, Tuna Vilayeti olmuştur. 1864 ve
1871 Vilayet Nizamnamelerinde muhtar ve ihtiyar meclisi seçimlerinin yılda
bir yapılması kararlaştırılmış ve temsil hakkı, sadece Osmanlı uyruğundan,
18 yaşını tamamlamış, yılda en az 50 kuruş vergi veren erkeklere tanınmıştır.
Nizamnamede, kent ya da kasabanın önem ve nüfusuna göre en az 6, en çok
12 kişiden oluşacak ve dört yıllığına seçilecek meclislerin kurulması
öngörülmüştür. Meclis üyeliğine ise, 25 yaşını doldurmuş, Osmanlı
uyruğunda olan, yılda en az 50 kuruş emlak vergisi veren ve Türkçe bilen
kişilerin seçilebilmesi karara bağlanmıştır (Çitçi: 1989: 47-60).
Vilayet idare meclisi, yukarıda ifade edilen muhassıl meclislerinin
bir devamı niteliğinde olup, oluşumunda tabii ve seçimle gelen üyeler yer
almaktadır. Bu mecliste de öncekilere benzer bir yöntem uygulanmakta olup,
ikisi Müslüman ikisi de gayrimüslim temsilci olmak üzere toplam dört
üyeden oluşmaktadır. Vilayet idare meclisi, yalnızca illerde değil, sancak ve
kazalarda da bulunmaktadır. Bu sayede halk temsilinin daha geniş bir alana
yayılması temin edilmiştir. Günümüz İl Özel İdarelerinin temelini oluşturan
Vilayet Umumi Meclisleri ise, diğerlerine göre biraz daha farklı bir
yapıdadır. Bu meclis, il’e bağlı her sancaktan halk tarafından seçilip
gönderilen ikisi Müslüman ve ikisi de gayrimüslim dörder üyenin
katılımlarıyla meydana gelmektedir. Dolayısıyla da il düzeyince yalnızca
yerel temsilcilerden oluşan ve yöre halkının sorunlarını ve taleplerini il
yöneticilerine bildiren, fakat sadece danışma göreviyle sınırlandırılmış bir
meclistir. Vilayet Umumi Meclisinin, il merkezinde yılda bir kez ve en fazla
kırk gün toplanıyor olması da, bu meclisin etkinliğini azaltan faktörlerden
birisidir. Böyle olmakla birlikte geleneksel Osmanlı yönetim anlayışından,
19. yüzyıl katılımcı ve eşitlikçi yönetim anlayışına geçişi yansıtması
açısından da oldukça önemlidir (Eryılmaz, 2010: 125-127).
Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezi düzeydeki ilk meclisi olarak
kabul gören “Meclis-i Umumi”, I. Meşrutiyetle birlikte kabul edilen anayasa
(Kanun-u Esasi) doğrultusunda 1877 yılında açılmıştır. Ancak bu gelişmenin
Avrupa’dakine benzer bir biçimde, uzun bir demokratikleşme sürecinin
beklenen sonucu olduğunu söylemek mümkün değildir. Anayasaya göre
meclis-i umumi, mebusan ve ayan meclislerinden oluşmakta olup, ayanlar
padişah tarafından ömür boyu atanmakta iken, mebuslar ise, temsil ilkesi
doğrultusunda halk tarafından seçimle belirlenmektedir (Öztekin, 2003:
398). Bunun yanında 1876 Anayasasının 66. maddesi, parlamentonun
oluşturulmasında kullanılacak temsil ve seçim sistemlerini düzenleyen bir
kanunun yapılmasını öngörüyordu. Ancak parlamentonun biran önce
açılması ve faaliyetlerine başlayabilmesi için sadece ilk toplantı yılına özgü
geçici bir seçim talimatı hazırlanmıştır. Parlamentonun kurulmuş olması ilk
bakışta bir zihniyet değişiminin başlangıcını işaret etmektedir. Bu bağlamda
161
O. Nacak / Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal Temsilin Doğuşu ve Gelişimi
anayasanın bir meclisin oluşturulmasını öngörmüş olması ve mebusan
meclisinin halk tarafından belirlenecek olması, devlet yönetimine halk
egemenliği düşüncesinin çok kısıtlı da olsa ilk defa girmiş olduğunun açık
bir göstergesidir (Hanioğlu, 1995: 319; Karatepe, 1999: 95-96; Şahin, 2000:
70).
Talimat gereğince, 29 bölgeye ayrılan Osmanlı İmparatorluğundan
80’i Müslüman, 50’si gayri Müslim 130 mebus seçilmesi kararlaştırılmıştır.
Geçici seçim talimatında İstanbul’a ayrı bir yer verilmiştir. Seçimlerin çift
dereceli olarak uygulanması kararlaştırılmış, seçimlerin sağlıklı ve düzenli
bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlamada valiler görevli kılınmıştır.
Seçimlerin, hem Müslüman hem de gayrı Müslim bölgelerde eşit bir biçimde
yapılması öngörülmektedir. Dolayısıyla ilk meclisde, İmparatorluk içinde
yer alan çeşitli milli ve dini toplulukların geniş ölçüde temsil edildiği genel
kabul görmektedir. Meclis, yapısı nedeniyle etnik grupların temsiline
dayanmaktadır. Nitekim bu durum, parlamento içerisinde zaman zaman
etnik çatışmalara dahi yol açmıştır (Durgun, 2005: 195-201).
Osmanlı İmparatorluğunda merkezi yönetimin taşra örgütlenmesinin
bir uzantısı olarak düşünülen yerel temsil, hem yasal çerçeve hem de
uygulama açısından sınırlılıklar taşımakla birlikte, yönetim anlayışındaki
dönüşümün ilk aşamalarını oluşturması açısından son derece önemlidir.
Elbette ki, bugün anladığımız manada bir temsil ilişkisini barındıran, kendi
iç kurallarını oluşturmuş ve kurumsallaşmış bir meclis yapısı yoktur. Ancak
bu durumun meclislerin yeni kurulmaya başladığı hiçbir ülkede bir anda
ortaya çıktığını söylemekte mümkün değildir (Kalaycıoğlu ve Sarıbay: 1995:
32)
3.2. Temsil Anlayışında ve Uygulamalarında Ortaya Çıkan Sorunlar
Osmanlı İmparatorluğu’nda modernleşme çabaları içerisinde,
yönetim anlayışındaki değişimin bir ürünü olarak ortaya çıkmaya başlayan
temsil sistemi ve bu sisteme ilişkin uygulamalar, 1877 Osmanlı-Rus savaşına
kadar sınırlı ölçüde de olsa devam etmiş, ancak Osmanlı-Rus savaşı bahane
edilerek Meclis-i Umumi’nin kapatılmasıyla II. Meşrutiyete kadar büyük
ölçüde kesintiye uğramıştır. Böyle bir durumun ortaya çıkmasında ve temsil
sisteminin tam anlamıyla işlerlik kazanamamasında oldukça önemli faktörler
vardır.
Her şeyden önce Osmanlı İmparatorluğu’nda, bugünkü anladığımız
manada bir demokrasi kültürü, modernleşme döneminin başlangıcına kadar
ortaya çıkmamıştır. Bunda Osmanlı toplumunun, özellikle 1800’lü yıllara
kadar tamamen bir tebaa, yani tabi olma kültürüyle toplumsallaşmasının
etkisi büyüktür. Bu bağlamda; Osmanlı siyasi yapısında, çevrenin merkez
tarafından sürekli olarak denetim altında tutulduğu, toprakların tamamının
162
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 147-169
Osmanoğullarının şahsi malı sayıldığı, yerel halkın, Avrupa'daki
benzerlerinin aksine, topraklar üzerinde mülkiyet hakkının neredeyse hiç
olmadığı dolayısıyla Batılı manada özgür kentlerin bulunmadığı ve
Osmanlının hiçbir döneminde feodal yapılanmanın ortaya çıkmadığı gibi
hususlardan bahsedilebilir (Heper, 2006: 51; Göymen, 1999: 67-68).
Dolayısıyla Osmanlı toplumu, parlamento ve temsil sistemini koruyacak ve
yaşatacak sosyal bir yapıya sahip olmadığı gibi, 1876’da ortaya çıkan
anayasayı hükümdara ve o dönemin bürokrasisine karşı savunacak herhangi
bir sosyolojik yeterliliğe de sahip değildi. Bu nedenle Osmanlıda
parlamentoyu, bir aydınlar eliti ortaya çıkarmış, bürokrasi eliti ise kendi
yetkilerinin az da olsa sınırlandırıldığı düşüncesiyle kaldırmıştır. Ancak asıl
işin özünde olması gereken halk ise, bu duruma hiçbir reaksiyon
gösterememiştir. Aslında halktan, zihninde olmayan bir düşünceyi veya
hakkı savunmasını beklemek de pek doğru bir yaklaşım değildir. Diğer
taraftan 1876 Anayasasının öngördüğü yeni sistemin temelinde halkın
olduğunu söylemek ve halka dayalı bir temsil sisteminin kurulduğunu
söylemek de oldukça iyimser bir yaklaşım olacaktır. Çünkü 1876
Anayasasında teorik olarak bile, ne “milli irade”den ne de “halk
egemenliği”nden söz edilmemektedir. İşin özünde küçük bir aydın
kesiminin, padişahın yetkilerini sınırlandırarak bu alanda siyaset yapma
isteklerinin olduğu birçok kesimce kabul görmektedir (Kili, 1995: 104-106;
Durgun, 2005: 205-208).
Daha önce de ifade edildiği üzere Osmanlı İmparatorluğu, yarı
teokratik bir devlettir ve imparatorluk sınırları içerisinde yaşayan halk,
Fransa ve Amerika’daki gibi bir vatandaşlık bağıyla devlete bağlı değildir.
Bu nedenle Batılı devletlerde, vatandaşların haklarından bahsedilirken,
ülkemizdeki bütün hukukçular ve siyaset bilimciler, tebaa’nın Müslüman
olması nedeniyle hükümdara karşı görevleri olduğu noktasında
birleşmektedirler. Ancak bu yükümlülük, tek taraflı bir yükümlülük olarak
algılanmamalıdır. Çünkü tebaanın yükümlülüğü itaat etmek olduğu gibi,
hükümdarın da, tebaa’sının menfaatlerini korumak, güvenliğini sağlamak,
adaletle hükmetmek gibi birçok yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu noktada
itaatin sınırları ve yaptırımları sorunuyla karşılaşılmaktadır. Yaygın görüş;
sınırları koyan Allah olduğuna göre, topluma yönelik tecavüzün ne olduğunu
ve nasıl cezalandırılacağına karar verecek olan da Allah’tır. Bu anlayış
Osmanlı devleti içerisinde uzunca bir süre vatandaş kavramının doğmasına
engel olmuştur. Ülkemizde vatandaşlık kavramı, ancak Batılı milliyet ve
vatandaşlık fikirlerinin genel olarak benimsenmesiyle ortaya çıkabilmiştir
(Lewis, 1992: 98-109).
Avrupa’da komünlerde yaşayan ve ticaretle zenginleşen bireylerin,
krallardan talepleri neticesinde ortaya çıkan temsil sisteminin, ülkemizde
yukarıdan aşağıya doğru bir lütuf şeklinde ortaya çıktığı bilinmektedir.
163
O. Nacak / Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal Temsilin Doğuşu ve Gelişimi
Zihinsel alt yapısı olmayan bu düzenlemenin, o dönemin şartlarında birden
bire başarıya ulaşmasını beklemek de bu nedenle doğru değildir. Zira temsile
ilişkin uygulamaların ve halkın temsil yoluyla siyasal alana katılımının
oldukça sınırlı ölçüde gerçekleşmesi bu durumun en önemli göstergesidir.
Vilayet İdare Meclislerine dört üyenin seçimle girmesi, halkın yönetime
katıldığının bir kanıtı olmasına rağmen, gerek karmaşık seçim sistemi
gerekse seçmek ve seçilmek için belirli bir servete sahip olma ve benzeri
koşullar nedeniyle katılma hakkının belirli bir kesimle sınırlı tutulduğu
görülmektedir. Diğer taraftan uygulamada seçimlerin yasal çerçeveye uygun
olarak gerçekleştirilmediği, yöre ileri gelenlerinin seçimlerde etkin bir rol
üstlendiği ve istediği kişileri seçtirdiği, bu nedenle seçilenlerin, gerçekte
seçildiği bölgenin halkını temsil etmekten ziyade yörenin ileri gelenlerini
temsil ettiği de görülmektedir. Dahası seçilen meclislerin, görev ve
yetkilerini kesin ve açık bir biçimde düzenleyen herhangi bir nizamname ya
da talimatname olmadığı gibi, meclis üyelerinin aldıkları kararların
bağlayıcılığı konusunda da herhangi bir düzenleme yapılamamıştır (Çitçi,
1989: 51-60).
Temsil sisteminin işlevsellik kazanamamasının bir diğer nedeni
olarak da, temsil sisteminin yasal dayanağını oluşturan 1876 Anayasasının,
hükümdarın görevlendirdiği bir kurucu meclis tarafından, hükümdarın
isteklerine uygun olarak hazırlanmış olması gösterilebilir. Bir diğer ifadeyle
hazırlanan Anayasa, toplumun içinden gelen milli bir hareketin, siyasi ve
hukuki bir doktrinin, bir ideolojinin ya da siyasi bir tecrübenin ürünü olarak
ortaya çıkmamıştır. Dolayısıyla da Anayasada, egemenliğin halka ait olduğu
veya iktidarın kaynağının halkın iradesi ya da Anayasa olduğuna dair bir
ifadenin yer almamış olması nedeniyle hükümdarın, yasama ve yürütme
yetkilerine herhangi bir sınırlama getirilemediği gibi, parlamentonun
hükümeti denetleme yetkisi de ortaya çıkarılamamıştır. Yapılan kanunlar ise,
hükümdarın iradesi doğrultusunda meclis tarafından hazırlanmakta, ancak
hükümdarın onaylamasıyla yürürlük kazanabilmektedir. Bu nedenle temsil
sistemiyle oluşan parlamentonun, kanunlar üzerinde esasen hiçbir yetkisi
yoktur. Bütün bunlar göstermektedir ki, esasında anayasanın yapılmasını ve
yeni yönetim düşüncesinin hayata geçirilmesini isteyen aydınların da
modern siyasi düşünceler bakımından yetersiz oldukları ve Batı’da gelişen
siyasi hakları tam anlamıyla özümseyemedikleri görülmektedir (Karatepe,
1999: 89-99).
Bu noktada şu ayrıntıya dikkat edilmesi ve o dönem Osmanlı
yöneticilerine fazlaca haksızlık edilmemesi gerekmektedir. Osmanlının
Tanzimat döneminde uygulamaya çalıştığı temsil sisteminin, siyasi kültürleri
bize göre daha ileri ve demokratikleşmeye daha uygun olan Almanya,
İspanya, İtalya ve Avusturya’da bile uygulanamadığından da bahsetmek
gerekmektedir. Dahası İngiltere’de uygulanan temsil sistemi, oldukça sınırlı
164
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 147-169
bir uygulama olup, sadece anavatanda İngiliz halkına uygulanan,
İmparatorluğa bağlı diğer topluluklarda ise uygulanamayan bir sistemdir.
Osmanlıda ise bu sistem, ülkenin her yerinde ve toplumun her kesiminde
uygulanmaya çalışılmış ancak bu durum, hem Müslümanlar arasında hem de
gayrimüslimler arasında huzursuzluğa yol açmıştır (Karatepe, 1999: 100).
Yine de her şeye rağmen 1876 Anayasasıyla, sınırlı da olsa seçilmiş bir
parlamento kurulmaya çalışılmış, yönetim anlayışındaki değişim süreciyle
birlikte bireysel hak düşüncesi ortaya çıkmaya başlamış, halk adına
hükümdarın yetkilerinin sınırlandırılması düşüncesi, yani egemenliğin
kaynağının el değiştirerek padişahtan halka geçmesi gerektiği düşüncesi
gündeme gelmiştir.
Sonuç
Geçmişten günümüze kadar demokrasinin gelişimine paralel olarak,
farklı biçimlerde tartışma ve incelemelere konu olan temsil sisteminin,
egemenlik ve siyasal iktidar kavramlarıyla yakın bir ilişki içerisinde olduğu
görülmektedir. Temsil sisteminin temelinde egemenlik kavramı yer
almaktadır. Tarihsel süreç içerisinde egemenliğin yeniden tanımlanması; bir
taraftan temsil sistemindeki ilişkininin biçimini, diğer taraftan da siyasal
iktidarın gücünü doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle egemenliğin kökeni
ya da temelinin neye dayandığı sorusunun cevabının, devletlerin yönetim
modellerinin belirlenmesinde oldukça önemli bir etken konumunda olduğu
söylenebilir.
Siyasal temsilin hemen her ülkede aynı şekilde ve aynı koşullar
altında ortaya çıktığını ve geliştiğini söylemek mümkün değildir. Bu
bağlamda siyasal temsilin Batı’da, bireyin ön plana alındığı aydınlanma
döneminde, halkın siyasal alana katılma isteğinin sonucunda ortaya çıkmaya
başladığı ve 19. yüzyılda etkinliğini arttırarak birçok alanı etkilediği
görülmektedir. Temsil sisteminin belirleyici unsuru olan egemenliğin Batıda,
merkezden çevreye doğru el değiştirmesi, temsil sisteminin gelişimini
olumlu yönde etkilemiş ve siyasal iktidarın mutlak ve egemen gücünün
sınırlandırılmasını veya bir diğer ifadeyle siyasal iktidarın krallardan ya da
hükümdarlardan alınarak halkın temsilcilerine bırakılmasını temin etmiştir.
Türk yönetim geleneğinde ise bugünkü anlamdaki siyasal temsilin
ilk örneklerinin Osmanlının son dönemlerinde ortaya çıkmaya başladığını
söylemek mümkündür. Gerçekten de siyasal temsilin Osmanlıda, 19. yüzyıl
batılılaşma hareketleri içerisinde, Tanzimat aydınlarının bir projesi olarak,
ortaya çıkmaya başladığı görülmektedir. Tepeden inmeci bir anlayışla,
padişah tarafından halkına sunulan bir lütuf biçiminde hayata geçen siyasal
temsilin, başlangıçta yasal ve yapısal dayanaktan yoksun olmasının ötesinde,
halk tarafından bilinmeyen ve desteklenmeyen bir olgu olduğu hususu da
165
O. Nacak / Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal Temsilin Doğuşu ve Gelişimi
açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle Osmanlıdaki temsile ilişkin
ilk uygulamaların, Batı’daki siyasal temsile ilişkin uygulamalardan oldukça
farklılaştığını ve bu durumun aslında fazlaca yadırganmaması gereken bir
durum olduğunu belirtmek gerekmektedir. Çünkü halkın zihninde yer
almayan bir düşünceyi ve hakkı desteklemesini veya savunmasını beklemek;
dönemin koşulları, toplumda hâkim olan tabi olma kültürü ve devlet otoritesi
karşısında başka bir gücün olmaması gibi nedenler göz önüne alındığında,
pek de mümkün değildir. Kaldı ki Batı’da toplumsal talepler neticesinde
ortaya çıktığı ifade edilen siyasal temsilin, bütün toplumu içine aldığını ve
tam anlamıyla işler olduğunu söylemek de oldukça zordur.
Osmanlıda halkın temsiline ilişkin ilk uygulamaların yerel ölçekte
hayat bulduğu görülmektedir. Zira demokratik değerlere ilişkin bu tür yeni
uygulamaların küçük ölçekli birimlerde hayata geçirilmesi çok daha
kolaydır. Dahası yerel ölçekli birimlerde bu tür yeni uygulamalara karşı olası
tepkiler çok daha küçük ölçekli olacaktır. Bu bağlamda Osmanlıdaki temsile
ilişkin ilk uygulamaların muhtarlık seçimlerinde ortaya çıktığı, yerel
düzlemde görülen temsil uygulamalarının 1864 Vilayet Nizamnamesi ve
1876 Kanun-i Esasi ile yasal dayanağa kavuştuğu ve merkezi yapıda da
uygulanmaya başlandığı görülmektedir. Ancak mevcut uygulamaların tam
olarak başarıya ulaştığını söylemek oldukça zordur. Çünkü temsile ilişkin
yapılan seçimlerin de sağlıklı bir biçimde gerçekleştirildiği söylenemez. Bu
nedenle yapılan reformların başarılı olmasında ve istenilen sonuçlara
ulaşmasında, yasal ve yapısal alt yapının oluşturulmasının yanında, zihinsel
alt yapının da oluşturulması gerektiği bir kez daha açıkça ortaya çıkmaktadır.
Tüm bu gelişmeler, aslında demokrasinin de bir süreç olduğunu, tepeden
inmeci bir yaklaşımla hemen hayata geçirilmesinin mümkün olmadığını ve
bunun için öncelikte toplumda bir kültürün oluşturulması gerektiğini açıkça
gözler önüne sermektedir.
Her ne kadar bugünden bakıldığında, ülkemizdeki ilk dönem temsil
uygulamalarının, iktidarın sınırlandırılması ve egemenliğin halka verilmesi
açısından önemli bir etkisinin olmadığı izlenimi edinilse de, dönemin
koşulları açısından bir değerlendirme yapıldığında siyasal iktidarın
sınırlandırılabileceği düşüncesinin ortaya çıkmaya başlaması ve vatandaş
kavramının ilk nüvelerinin yeşermesi bakımından oldukça önemli adımlar
oldukları söylenebilir. Bu bakımdan Tanzimat döneminde ortaya çıkmaya
başlayan temsil uygulamalarını, ülkemizdeki yönetim anlayışındaki değişimi
ve demokratik kültürün doğuşunu anlamlandırmak açısından başlıca
dinamikler olarak ele almak ve bu açıdan değerlendirmek gerekmektedir.
166
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 147-169
Kaynakça
Akşin, S. 1985. Türkiye Tarihi Osmanlı Devleti 1600-1908, İstanbul: Cem
Yayınları.
Beetham, D. ve Boyle, K. 1998. Demokrasinin Temelleri, (Çev.) Vahit
Bıçak, Ankara: Liberte Yayınları.
Bulut, Y ve Tanıyıcı, Ş. 2007. Türkiye’de Belediye Meclis Üyelerinin
Temsil Ediciliği ve Kent Yönetimindeki Etkisi, Yerel Yönetimler
Üzerine Güncel Yazılar II, (Ed.) Hüseyin Özgür ve Muhammet
Kösecik, Ankara: Nobel Yayınları.
Cin, H. ve Akyılmaz, G. 2009. Türk Hukuk Tarihi, 3. Baskı, Konya: Sayram
Yayınları.
Coşar, S. 1999. Türk Modernleşmesi: Aklileşme, Patoloji, Tıkanma, DoğuBatı, II (8), 59-71.
Çam, E. 1999. Siyaset Bilimine Giriş, 6. Baskı, İstanbul: Der Yayınları.
Çetin, H. 2007. İktidar ve Meşruiyet, Siyaset, (Ed.) Mümtaz’er Türköne,
Ankara: Lotus Yayınları.
Çitçi, O. 1989. Yerel Yönetimlerde Temsil- Belediye Örneği, Ankara:
TODAİE Yayınları.
Çitçi, O. 1996. Temsil, Katılma Ve Yerel Demokrasi, Çağdaş Yerel
Yönetimler Dergisi, 5(6), 5-14.
Durgun, Ş. 2005. Batı Demokrasilerinde ve Türkiye’de Parlamenter Yapılar
ve Parlamenterlerin Temsil Gücü, Ankara: Nobel Yayınları.
Dursun, D. 2008. Siyaset Bilimi, 4. Baskı, İstanbul: Beta Yayınları.
Eryılmaz, B. 2006. Tanzimat ve Yönetimde Modernleşme, 2. Baskı,
İstanbul: İşaret Yayınları.
Eryılmaz, B. 2010. Kamu Yönetimi, 3. Baskı, Ankara: Okutman Yayınları.
Göymen, K. 1999. Türk Yerel Yönetiminde Katılımcılığın Evrimi:
Merkeziyetçi Bir devlette Yönetişim Dinamikleri, Amme İdaresi
Dergisi, 32(4), 67-83.
Gözler, K. 2000. Türk Anayasa Hukuku, Bursa: Ekin Kitabevi Yayınları.
Hanioğlu, Ş. 1995. Siyasal Temsil Olayının Osmanlı İmparatorluğundaki
Yeri, Türkiye’de Siyaset: Süreklilik ve Değişim, (Ed.) Ersin
Kalaycıoğlu ve Ali Yaşar Sarıbay, İstanbul: Der Yayınları.
Heper, M. 2006. Türkiye’de Devlet Geleneği, 2. Baskı, Ankara: Doğu Batı
Yayınları.
İnalcık, H. 1958. Osmanlı Padişahı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi Dergisi, 13(4), 68-79.
167
O. Nacak / Türk Yönetim Anlayışında Bir Değişim: Siyasal Temsilin Doğuşu ve Gelişimi
İnalcık, H. 1959. Osmanlılarda Saltanat Veraseti Usulü veya Türk Hakimiyet
Telakkisiyle İlgisi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Dergisi, 14(1), 69-95.
İnalcık, H. 1964. Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-i Hümayunu, Belleten, 28,
603-625.
İnalcık, H. 1964. Tanzimat'ın Uygulanması ve Sosyal Tepkileri, Belleten, 27,
361-383.
İnalcık, H. 2010. Osmanlılar, 3. Baskı, İstanbul: Timaş Yayınları.
Kalaycıoğlu, E. ve Sarıbay, A. 1995, Tanzimat: Modernleşme Arayışı ve
Siyasal Değişme, Türkiye’de Siyaset: Süreklilik ve Değişim, (Ed.)
Ersin Kalaycıoğlu ve Ali Yaşar Sarıbay, İstanbul: Der Yayınları.
Kapani, M. 1999. Politika Bilimine Giriş, 11. Baskı, Ankara: Bilgi Yayınları.
Karatepe, Ş. 1989. Osmanlı Siyasi Kurumları, İstanbul: İşaret Yayınları.
Karatepe, Ş. 1999. Darbeler, Anayasalar ve Modernleşme, İstanbul: İz
Yayınları.
Karatepe, Ş. 2013. Anayasa Hukuku, Ankara: Savaş Yayınları.
Kazıcı, Z. 2006. Osmanlı’da Yerel Yönetim, İstanbul: Bilge Yayınları.
Kili, S. 1995. 1876 Anayasası’nın Çağdaşlaşma Sorunları Açısından
Değerlendirilmesi, Türkiye’de Siyaset: Süreklilik ve Değişim,
(Ed.) Ersin Kalaycıoğlu ve Ali Yaşar Sarıbay, İstanbul: Der
Yayınları.
Köchler, H. 2000. Batı Demokrasilerinin Tekâmülü ve Felsefi Arka Planı,
İslam ve Demokrasi, (Ed.) Ali Bardakoğlu, İsmail Kurt ve S. Ali
Tüz), İstanbul: İslami İlimler Araştırma Vakfı Yayınları.
Lewis, B. 1992. İslam’ın Siyasal Dili, (Çev.) Fatih Taşar, İstanbul: Rey
Yayınları.
Narlı, N. 1998. Demokrasinin Batı Avrupa ve Amerika Birleşik
Devletleri’nde Doğuş ve Gelişme Süreci, İslam ve Demokrasi,
(Ed.) Ömer Turan, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
Ortaylı, İ. 2000. Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri, Ankara:
Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Ortaylı, İ. 2005. Gelenekten Geleceğe, 12. Baskı, İstanbul: Da Yayınları.
Ortaylı, İ. 2008. Osmanlı’da Değişim ve Anayasal Rejim Sorunu, İstanbul:
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Ortaylı, İ. 2009. İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul: Timaş
Yayınları.
Ortaylı, İ. 2014. İmparatorluğun Son Nefesi, İstanbul: Timaş Yayınları.
Öztekin, A. 2003. Siyaset Bilimine Giriş, Ankara: Siyasal Yayınevi.
168
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 147-169
Saray, M. 1999. Türk Devletlerinde Meclis (Parlamento), Demokratik
Düşünce ve Atatürk, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi
Yayınları.
Şahin, K. 2000. Çok Partili Dönem Öncesi Türkiye’de Demokratik Gelişim
ve Basının Bu Süreçteki Yeri, Bilgi Dergisi, 2, ISSN: 1302-1761,
63-80.
Yavaşgel, E. 2004. Temsilde Adalet ve Siyasal İstikrar Açısından Seçim
Sistemleri ve Türkiye’deki Durum, Ankara: Nobel Yayınları.
Yeşil, R. 2002. Okul ve Ailede İnsan Hakları ve Demokrasi Eğitimi, Ankara:
Nobel Yayınları.
169
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200
Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite
Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma
DOI NO: 10.5578/JSS.9070
Ömer Akgün Tekin1
Ömer Kürşad Tüfekçi2
Geliş Tarihi: 26.05.2014
Kabul Tarihi: 10.02.2015
Özet
Türkiye, son 30 yıl içerisinde dünya turizminde dikkat çekici bir başarı elde
etmiştir. Şüphesiz, bu başarıda en önemli rollerden biri de sektör çalışanlarınındır.
Ancak elde edilen bu başarının sektör çalışanlarının yaşam koşullarına yansıdığını
söylemek güçtür. Bu konuda, turizm iş kolunda faaliyet gösteren sendikaların önemli
sorumlulukları bulunmaktadır. Fakat turizm sektöründe sendikal örgütlenme son
derece zayıftır. Sendikal örgütlenmenin zayıf olmasında sendikaların imajlarının da
etkisi vardır.
Bu çalışmada, turizm öğrencilerinin sendika algısı incelenmiştir. Araştırma
bir devlet üniversitesinin farklı turizm programlarında öğrenim görmekte olan 253
üniversite öğrencisi üzerinde yapılmıştır. Araştırma sonucunda öğrencilerin sendika
algılarının, yeterince olumlu olmadığı ve öğrencilerin sendika algılarının çeşitli
demografik özelliklerine göre farklılaştığı tespit edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Turizm, Sendika, Turizm öğrencileri, Sendika algısı
Tourism Student's Trade Union Perception: A Study on Undergraduate
Students
Abstract
Within the last thirty years, Turkey has acquired a remarkable success in
world tourism. Undoubtfully, tourism sector employees have an essential role in this
success. But it is more likely to say that this success is failed to be reflected into life
conditions of tourism employees.,In this respect, trade unions which are active in
tourism sector have important responsibilities. However, unionization is very
ineffective in tourism industry and trade unions’ image has impact on weak
unionization.
1
2
Yrd. Doç. Dr., Süleyman Demirel Üniversitesi, İ.İ.B.F, [email protected]
Yrd. Doç. Dr., Eğirdir Turizm ve Otelcilik Yüksek Okulu, [email protected]
171
Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir
Araştırma
In this study, undergraduate tourism students' trade union perceptions have
been examined. The research was implemented on 253 undergradute students, from
different tourism programs in any state university. At the end of the research, it has
been acquired that undergraduate students' trade union perception is not positive
enough and their perceptions differ depending on their diverse demographic
characteristics.
Keywords: Tourism, Trade union, Undergraduate tourism students, Trade union
perception
Giriş
Modern turizmin başlangıcı olarak kabul edilebilecek 1950'lerden bu
yana, tüm dünyada turizm hareketlerinde her geçen yıl önemli artışlar
olagelmektedir. Türkiye'de ise turizmin gelişimi özellikle 1980'lerden sonra
gözle görünür hale gelmiştir. Bilhassa 2000'li yıllardan itibaren uluslararası
turizmde önemli bir destinasyon haline gelen Türkiye'nin artık kendisine
dünya turizminin ilk onu içerisinde istikrarlı bir yer edindiğini söylemek
yanlış olmayacaktır. Yukarıda sayılan sonuçların elde edilmesinde üretim
faktörleri çok önemli bir role sahiptir, üretim faktörleri içerisinde ise en
önemli rol, şüphesiz insan kaynaklarına, yani turizm işgörenlerine aittir.
Acaba Türkiye turizminin başarısında başat bir role sahip olan
turizm işgörenleri, emeklerinin bir sonucu olarak ele alınabilecek bu
başarıdan payına düşenleri alabilmiş midir? Başarının bu önemli ortaklarının
refah seviyeleri sektörün başarısı ile orantılı olarak yükselmiş midir? Bu
şekilde sorulabilecek birçok soru, birçok başka araştırma için temel hareket
noktaları haline gelebilir. Ancak bu sorulara "evet" cevabının verilmesinde
önemli bir aktör bulunmaktadır. Bu aktörün adı "sendika"dır. Turizm sektörü
sendikal durumu açısından incelendiğinde, gerek sendikal örgütlenmenin
zayıflığı, gerekse sendikaların fonksiyonlarını yerine getirebilmesi
konusunda önemli sorunlar gözlemlenmektedir. Mevcut tablonun genel
hatlarına bakıldığında; turizm işgörenleri arasında sendikal örgütlenmenin
çok düşük oranda olduğu, var olan örgütlenmenin ise işgörenler lehine
olumlu sonuçlar sağlayabilecek yeterli güce sahip olmadığı kolaylıkla
gözlemlenebilir.
Burada da karşımıza bazı önemli sorular çıkmaktadır. Bunlardan bir
tanesi şudur: Turizm sektöründe sendikal örgütlenme neden bu kadar zayıf
durumdadır? Bu sorunun cevaplarından biri "sendika algısı" ile ilişkili
olabilir. Turizm sektöründe çalışanların sendika algısının tespiti için bir
araştırmalar dizisinin gerçekleştirilmesi gerektiği düşünülmüş ve sektör
genelinde sendika algısının tespiti için üç aşamalı bir araştırma serisi
tasarlanmıştır. Araştırmanın serisinin birinci aşamasında turizm
öğrencilerinin, ikinci aşamasında sektör çalışanlarının, üçüncü aşamasında
172
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200
ise turizm iş kolunda faaliyet gösteren sendika yöneticilerinin sendika
algıları tespit edilmeye çalışılacaktır.
Yukarıda anılan araştırma serisinin birinci aşamasını oluşturan bu
çalışmada; geleceğin potansiyel turizm profesyonelleri olan, sektörde kariyer
basamaklarının her aşamasında çalışma potansiyeli olan ve gelecekte turizm
sektörünün potansiyel insan kaynağı olduğu düşünülen, üniversite düzeyinde
eğitim alan turizm öğrencilerine odaklanılmıştır.
Bu çalışmada konu önce turizmin gelişimi çerçevesinde ele alınmış,
istihdam verileri ve bunlar içerisinde sendikalaşma oranları incelenmiş,
turizm sektöründe sendikacılığa değinilmiş ve mevcut duruma, turizm
öğrencilerinin sendika algılarına yönelik bulgular ilave edilerek bir
değerlendirme yapılmaya çalışılmıştır.
1. Turizm Sektörü ve Sendika
1.1. Turizm Sektörü ve Çalışma Koşulları
Turizm sektörünün olumlu ekonomik çıktıları, birçok ülkenin hem
ekonomi politikalarını turizm sektörüne göre oluşturmasına hem de
yatırımlarını turizm sektörüne yöneltmesine etki edebilmektedir. Sektörün
gerek ödemeler dengesine katkısı, gerekse istihdama sağladığı imkanlar,
ülke ekonomileri açısından göz ardı edilemeyecek önemdedir. Son yarım
yüzyıl içerisinde, küresel ve yerel anlamda turist sayılarında ve turizm
gelirlerinde meydana gelen artışlar, ülkelerin turizm sektörüne vermiş
oldukları önemin bir göstergesi olarak da değerlendirilebilir.
Dünya Turizm Örgütü (UNWTO) tarafından her yıl düzenli olarak
yayımlanan "UNWTO Tourism Highlights" raporunun 2014 baskısında,
2013 yılının küresel bir değerlendirmesi sunulmuştur. UNWTO bu raporda;
2013 yılı itibariyle 1 milyar 87 milyon kişinin uluslar arası turizm
hareketlerine katıldığını, bu rakamın 1950 yılında 25 milyon, 1980 yılında
278 milyon olduğunu, dünya genelinde iç turizm hareketlerine katılan kişi
sayısının ise 5 ila 6 milyar kişi civarında olduğunun tahmin edildiğini
belirtmiştir. UNWTO, yalnız uluslar arası turizm hareketine katılan 1 milyar
87 milyon kişinin, 1.4 trilyon USD'lik bir ekonomik etki ortaya çıkardığının
altını çizmektedir. 2030 yılında ise uluslar arası turizm hareketlerine katılan
kişi sayısının 1.8 milyar kişiye ulaşacağı tahmin edilmektedir. Aynı raporda,
dünya genelindeki her 11 işten 1 tanesinin turizm sektörü ile ilişkili olduğu
belirtilmektedir (UNWTO, 2014: 2).
Turizm sektöründe küresel düzeyde meydana gelen bu gelişimin bir
benzeri Türkiye'de de gözlemlenebilmektedir. Türk turizminin 1980’li
yıllardan günümüze kadarki gelişimi incelendiğinde, önemli bir yol
alındığını söylemek zor olmayacaktır. 1985 yılında 2.6 milyon kişi olan
yabancı ziyaretçi sayısı, 2000 yılında 10.4 milyon kişiye ulaşmıştır (KTB,
173
Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir
Araştırma
2014a). Aynı yıl elde edilen turizm geliri ise 20 milyar USD civarındadır
(KTB, 2014b). 2013 yılında yabancı turist sayısı 37,8 milyon kişi olarak
gerçekleşerek, Türkiye dünyada en fazla turist karşılayan ilk on ülke
arasında altıncı sıraya yerleşmiştir, aynı yıl uluslararası turizmden elde
edilen gelir 27.9 milyar USD'dir (UNWTO, 2014: 6,8).
Turizm arzı ve istihdam verileri de sektörün diğer önemli gelişim
göstergeleri arasında kabul edilebilir. Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan
(KTB) edinilen istatistiklere göre; yatırım ve işletme belgeli konaklama
işletmelerinin 1980 yılındaki sayısı, tüm ülkede 778'dir. Bu sayı 2013 yılında
4,038'e, yatak kapasitesi ise 1,051,161'e ulaşarak ülkemizdeki Kültür ve
Turizm Bakanlığı'ndan yatırım ve işletme belgeli konaklama işletmelerinin
yatak sayısı 1 milyonu aşmıştır (KTB, 2014c).
Yukarıda anılan istatistikler, Türkiye'nin turizm sektöründe meydana
gelen gelişmelerin bazı "çıktı"larını özetlemektedir. Turizm sektörünü bir
"sistem" olarak ele alacak olursak; artan konaklama işletmesi kapasitesi,
turist sayısı ve turizm geliri gibi olguları "çıktı" kümesine koyabilmek
mümkündür. Bu sistemde, anılan çıktıların mevcut aşamaya gelmesinde
farklı "girdi"lerin payı bulunmaktadır. Bu "girdi"lerden bir tanesi de
şüphesiz turizm sektörünün istihdam ayağını oluşturan "insan kaynakları"dır.
Turizm sektöründe çalışan bireylerin toplam sayısına dair spesifik ve
köklü istatistiklere ulaşmak güçtür. Spesifik istatistiklere ulaşmanın en
büyük zorluğu tam olarak turizm sektörünün sınırlarına uygun bir
istatistiksel çalışmanın var olmayışıdır. Bu yönde yapılan istatistik
çalışmalarına ilişkin kapsam sınırlarının birbirlerinden farklı olduğu ya da
sunulan istatistiklerin kapsamlarının net bir şekilde belirtilmediği kolayca
görülebilir. İşgücü istatistiği çalışmalarına; konaklama işletmeleri, yiyecekiçecek işletmeleri, seyahat işletmeleri, ulaşım işletmeleri ve eğlence
işletmelerinin dahil edilip edilmediğinin belirtilmemiş olması bu verilerin
yorumu açısından önemli bir kısıt oluşturmaktadır.
Tüm bu koşullara rağmen sektörün istihdam kapasitesi hakkında en
azından fikir verebilecek bazı veriler şu şekildedir: 2011 yılında Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) tarafından hazırlanmış olan, "Turizm
Sektöründe Çalışma Sürelerinin İyileştirilmesi Programlı Teftişi Sonuç
Raporu" isimli çalışmada; turizm sektörünün seyahat sektörü ile birlikte ülke
genelinde 1.7 milyon kişiye istihdam olanağı sağladığı (ülkedeki toplam
istihdamın %7.2'si) belirtilmiştir (ÇSGB, 2011).
ÇSGB, daha güncel bir çalışmada; turizm sektörünü de kapsayan
18'nolu iş kolunda çalışan bireylerin sayısını 2013 yılı Ocak ayı itibariyle
630,768 kişi (ÇSGB, 2013e) olarak açıklamış, bu sayının aynı yılın temmuz
ayı itibariyle, sezon etkisiyle 722,689 kişiye ulaştığını belirtmiştir (ÇSGB,
2013f). ÇSGB'nin ilgili istatistiği "iş kolu" sistemi üzerinden hesaplandığı
174
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200
için, belirtilen çalışan sayısının içerisinde çok küçük bir kesimin (Tablo 2,
SPOR-SEN, FUTBOL-SEN, SPOR-EMEK SEN üyeleri) doğrudan turizm
sektörü ile ilgili işlerde çalışmadıkları düşünülmektedir. Yukarıda da
açıklandığı gibi bu istatistiklerde baz alınan işletme türlerinin tam olarak
belirtilmemiş olması, sunulan sayılara çekinmeden referans verebilmenin
önündeki önemli engellerden biridir. Öte yandan, Türkiye'de "enformel
ekonomi" ve "enformel istihdam"ın henüz ortadan kalkmadığı kabul
edilecek olursa, sunulan bu "resmi rakamlar" en azından "asgari değer"ler
olarak ele alınabilir.
2013 yılı itibariyle bir milyon eşiğini aşan yatak kapasitesi (KTB,
2014c), 37.8 milyon yabancı misafir, 27.9 milyar USD gelir (UNWTO,
2014: 6,8), 4 bini aşkın KTB belgeli konaklama işletmesi (KTB, 2014c) ve
yüz binlerce çalışanı ile ülkemiz, dünya turizminde önemli bir destinasyon
haline gelmiş, turizm sektörü başladığı yere nazaran bir hayli yol kat
etmiştir. Böylesine bir noktaya gelen ülkemiz turizm sektörünü çalışanlar
açısından ele almamız durumunda; aynı başarının çalışma koşullarına,
çalışanların yaşam koşullarına yansıyıp yansımadığını sorgulamak şüphesiz
çok önemli bir araştırmanın konusu olacaktır.
Yapılan literatür taramasında, turizm çalışanlarının çalışma
koşullarına dair fikirler verebilecek çok az sayıda çalışmanın bulunduğu
(ÇSGB, 2011; ÇSGB, 2012; ÇSGB, 2013a; ÇSGB, 2013b;ÇSGB, 2013c;
ÇSGB, 2013d; ÇSGB, 2013e; ÇSGB, 2013f; DEV-TURİZM-İŞ, 2013;ILO,
2014; Yılmaz, Keser ve Yorgun, 2010) görülmüştür. Turizm sektöründeki
güncel gelişmeler, turizm ile ilgili olarak akademik düzeyde yapılan
çalışmalar ve hükümetlerin iş piyasalarına yönelik uygulamaları genel olarak
incelendiğinde, ülke turizminde yaşanan olumlu gelişmelerin, çalışanların
yaşam ve çalışma koşullarına aynı orantıda yansıdığını söylemek güçtür.
Diğer bir ifadeyle; turizm sektöründe yaklaşık otuz yıllık bir sürede elde
edilen başarının, turizm çalışanlarının çalışma ve yaşam koşullarına doğru
orantıda yansıdığını söylemek güçtür.
Sektörde çalışma koşullarının zorluklarına dair çok genel olarak
aşağıdaki durumlardan bahsedilebilir (Choy, 1995: 136-137; Kusluvan ve
Kusluvan, 2000: 261; Tarlan ve Tütüncü, 2001: 147; Jolliffe ve Farnsworth,
2003: 312; Wilton, 2003: 12; Boz, 2006: 57-65; Nickson, 2007: 17;
Poulston, 2009: 25-27; ILO, 2013: 37; Tesone ve Pisam, 2013: 199; ILO,
2014: 1-3):
 Sektörün mevsimselliği, 12 ay hizmet vermeyi
başaramayan birçok işletmeyi olumsuz etkilemekte ve bu durum
bazı tesislerin sezon sonunda kapanıp çalışanlarının işsiz kalmasına
neden olmaktadır.
175
Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir
Araştırma
 Sezon sonunda kapatmak zorunda kalmayacak başarıya
erişen işletmeler ise personel sayılarını asgari düzeye indirmekte, bu
durum, başarılı işletmelerde bile belirli bir sayıda çalışanın işsiz
kalmasına, çalışanlar arasında dayanışma yerine acımasız bir
rekabetin oluşmasına neden olmaktadır.
 Sezon sonunda kapatmayan işletmelerdeki çalışanlar,
işten çıkarılan (askıya alınan) personeller arasında yer almamak için
birçok haklarından feragat etmekte, olumsuzluklar karşısında sessiz
kalmaktadırlar.
 Özellikle güneydeki tesislerin (Antalya, Muğla) çok
önemli bir kısmında uygulanan "her şey dahil" sistemi, her anlamda
nitelikten ziyade niceliğe odaklanan bir içeriğe sahiptir. Çok sayıda
misafire adeta fabrikasyon hizmetler sunmak, servis sanatlarının
ortadan kalkması, doldur-boşalt uygulamalarının yerleşmesi, sunulan
ürünlerde nitelikten çok niceliğe önem verilmesi gibi faktörler,
nitelikli personele olan ihtiyacı ortadan kaldırmış, nitelikli personel
ile ucuz işgücü yer değiştirmiştir. Bu durum; sektörü asgari
koşullara (sağlık, prezentabl görüntü, temel düzeyde yabancı dil
bilgisi vb.) sahip herkesin çalışabileceği bir iş alanı haline getirmiş,
çalışanlar arasındaki rekabeti arttırmış ve bu koşulların sunduğu bir
imkan olan düşük ücret politikaları işveren açısından adeta bir can
suyu olmuştur.
 İşletmelerin uyguladıkları tasarruf politikaları, daha az
sayıda çalışan ile operasyonu yönetmeyi mecburi kılmakta, bu
durum da uzun mesai sürelerine neden olmaktadır.
 Sektörde ihtiyaç duyulan yabancı dil sorununun
çözümünde yabancı uyruklu bireylere odaklanılması, sektörde iyi
standartlarda bir iş bulabilmek için elde kalan son önemli niteliğin
de hızla yok olmasına neden olmaktadır.
Yukarıda sayılan olumsuz durumlara benzer bazı bilgilere,
ÇSGB'nin "Turizm Sektöründe Çalışma Sürelerinin İyileştirilmesi Programı
Teftişi Sonuç Raporu"ndan da ulaşmak mümkündür. Bu raporda, ÇSGB'ye
intikal eden ihbar ve şikayet konuları arasında aşağıdaki başlıkların
"öncelikli riskler" kümesine alındığı belirtilmektedir;
 Çalışma sürelerinin uzunluğu,
 Ara dinlenmelerinin ihlali,
 Hafta tatili izni ihlali,
 Ücret ödenmeden Ulusal Bayram ve genel tatil çalışması
yaptırılması,
 İzinsiz yabancı uyruklu işgören çalıştırılması,
 Kayıt dışılık (ÇSGB, 2011: 14).
176
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200
Bu raporda sunulan bazı bilgiler son derece dikkat çekicidir.
Raporda 108 işletmeye kesilen cezalar tablo halinde sunulmuştur. 108
işletmenin %27,7'sine; "fazla çalışma ücretini ödememe", %23,1'ine "ücret
ödememe", %14,8'ine "çalışma sürelerine aykırılık" nedeniyle cezalar
kesilmiştir. İşletmelere en çok kesilen ilk üç cezanın sebebi bunlardır.
Raporun aynı sayfasında işletmelerin önemli bir kısmının müfettişlerce
birebir yapılan eğitim ve bilgilendirmelerle mevzuata uymaya ikna edilmeye
çalışıldığı, işletmelere eksikliklerini gidermeleri için süreler tanındığı, ancak
bazı işletmelerin tüm bu müsamahalara rağmen gerekli düzenlemeleri
yapmadığı, bazılarının süreyi yetersiz bulduğu, bazı işletmelerin ise
işgörenlere hakları olarak ödenmesi gerekli olan tutarı fazla buldukları için
cezayı ödemeyi tercih ettikleri belirtilmiştir (ÇSGB, 2011: 109). İşçiye
ödenecek tutar yerine ceza miktarının ödenmesini tercih etmek, cezanın
caydırıcılığı ve cezanın amacını icrası konusunda soru işaretleri
uyandırmaktadır.
Sektördeki uzun çalışma süreleri 2014 yılı itibariyle Uluslararası
Çalışma Örgütü'nün (ILO) raporunda da çarpıcı bir biçimde sunulmuştur.
ILO tarafından en son 2012 verilerini içerecek şekilde yayımlanan
"Employment in Tourism Sector" (Turizm Sektöründe İstihdam) isimli
raporda, ortalama haftalık çalışma süresi ve ortalama aylık gelir bazında
ülkelerarası bir karşılaştırma yapılmıştır. Yapılan bu karşılaştırmada
Türkiye, otel ve restoranlarda 59,4 saatlik haftalık çalışma süresi ile haftalık
çalışma süresinin en yüksek olduğu; Sri Lanka (54), Mısır (52,3),
Ermenistan (52), Paraguay (51,3), Filipinler (48,5) gibi ülkeleri geride
bırakarak açık ara farkla birincilik sırasına oturmuştur. Aynı raporda
ortalama aylık gelirlerin bir kıyaslaması sunulmuş, bu kıyaslamada da
Türkiye'deki otel ve restoranlarda aylık gelirin, diğer ülkelerle
karşılaştırıldığında ortalamanın %18,5 altında olduğu belirtilmiştir (ILO,
2014: 2). Raporda sunulan bu sonuçtan da anlaşılacağı üzere: "diğerlerinden
çok çalışıyor olmak, turizm çalışanlarına, diğerlerinden çok kazanmak"
şeklinde geri dönmemiştir.
Turizm sektöründeki çalışma koşullarının olumsuz yönleri Türkiye
turizminin dünya çapındaki başarısının gölgesinde kalmaktadır. Hizmet
sektörünün diğer alt sektörlerinde de olduğu gibi, sektörün başarısında en
büyük payın çalışanlara ait olduğu gerçeği yeterince hatırda kalmamakta,
çalışanların daha iyi çalışma ve yaşam koşullarına erişmesi konusunda
gerekli hassasiyet gösterilmemektedir. Aslında insan unsurunun diğer
sektörlere nazaran çok daha önemli olduğu hizmet sektöründe sendikalaşma,
işletmelerin de lehine bir durum oluşturabilir. Aymankuy (2005a: 20)
tarafından konaklama işletmeleri üzerinde yapılan araştırmada, sendikaların
hizmet kalitesi ve verimliliğe olumlu katkıları olduğu belirlenmiştir. Yılmaz
vd. (2010: 91) özellikle konaklama işletmelerinde iç müşteri
177
Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir
Araştırma
memnuniyetinin dış müşteri memnuniyetine de doğrudan yansıdığını
belirterek, sendikaların işgörenlere sağlayacağı kazanımların, işletmelere de
bir takım kazanımlar olarak geri döneceğini belirtmektedirler.
Çalışanların çalışma hayatlarını sürdürmek veya bu koşulları
iyileştirmek için bir araya gelerek teşekkül ettirdikleri bir organizasyon
olarak tanımlanabilecek (Webb ve Webb, 1920: 1) sendikaların, turizm
sektöründe varlık gösterebilmek bir tarafa yokluk sınırında olması, mevcut
çalışma koşullarının ortaya çıkmasında şüphesiz önemli bir paya sahiptir.
Sendika, aynı işkolunda çalışan işgörenlerin, işverenlere karşı
haklarını almak ve elde ettikleri hakları korumalarını sağlamak için "6356
Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu"na göre kurulmuş
örgütlenmelerdir (Aymankuy, 2005a: 4-7) ve sendikaların ortaya çıkmasının
birincil nedeni, işgörenleri aynı saflarda toplayıp aralarındaki rekabeti sona
erdirip, devlete ve sermayeye karşı emeğin örgütlü gücünü oluşturmaktır
(Mütevellioğlu, 2013: 180).
Yücetürk'e (2012: 43) göre, çalışanların sağlıklı koşullarda çalışma
haklarının korunması, iş güvencesinin sağlanması, çalışma koşullarının
iyileştirilmesi, çalışanlar arasında dayanışmanın geliştirilmesi gibi amaçlar,
sendikaların varlık nedenlerini oluşturmaktadır. Böylesine bir varoluş nedeni
ile ortaya çıkan bu örgütlerin çeşitli fonksiyonları bulunmaktadır. ILO'nun
1999 yılında yayımladığı bir çalışmada sendikaların üç temel
fonksiyonundan bahsedilmiş, Selamoğlu (2003) tarafından yapılan çalışmada
bu fonksiyonların içerikleri şu şekilde açıklanmıştır;
 Ekonomik fonksiyon: İşyeri, işkolu ve ulusal düzeyde
yaratılan ekonomik değerin toplu pazarlık sürecinde adalet ve eşitlik
anlayışı içerisinde paylaşılmasını sağlamak.
 Demokratik temsil fonksiyonu: İşgücünün, işyeri
düzeyinde çalışma şartları ve toplumsal düzeyde ekonomik ve sosyal
politikalar üzerine söz hakkını ve kimlik sahipliğini ortaya koymak.
 Sosyal fonksiyon: Emeğin dayanışma bilincinin
güçlenmesini, ortak değerlerin ve amaçların tanımlanmasını,
işgücünün sosyal risklerinin kontrol altına alınmasını, sosyal
risklerin olası sonuçlarının yönetilmesini ve sosyal dışlanma ve
fakirlik ile mücadele olanakları geliştirmek (Selamoğlu, 2003: 6465).
Günümüzde, özellikle ülkemiz turizm sektörünü içine alan iş
kolunda faaliyet gösteren sendikaların, yukarıda sayılan amaç, varoluş
sebebi ve fonksiyonları yeterince yerine getirip getiremedikleri ve bunun
nedenleri elbette başlı başına ayrı bir tartışma konusudur. Ancak sebepleri
neye dayanırsa dayansın, sendikaların turizm sektöründe ciddi bir varlık
178
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200
gösterememelerinin de mevcut çalışma koşullarının bu şekilde gelişmesinde
etkili olduğu düşünülmektedir.
1.2. Turizm Sektöründe Sendikalar
Turizm sektörü yapısı itibariyle; hizmet üreten, yoğun işgücü
gerektiren (emek-yoğun) bu özelliği nedeniyle gençlere, kadınlara ve
göçmenlere geniş bir istihdam imkanı yaratan, süratle gelişen ve krizlerden
pek fazla etkilenmeyen, fakat; düşük ücret, uzun mesai süreleri, sezonluk
çalışma, gelişmemiş sendikal örgütlenme gibi olumsuz çalışma koşullarını
bünyesinde barındıran bir sektördür (ILO, 2014).
Turizm sektörü çalışanları meslekleri itibariyle "18'nolu Konaklama
ve Eğlence İşleri" iş kolunda yer almaktadırlar. Ancak aşağıdaki Tablo 1'de
görüldüğü üzere, diğer bir çok iş kolunda olduğu gibi bu iş kolunda da;
turizm, konaklama ve eğlence sektörü dışındaki bazı sektörlerde faaliyet
gösteren çeşitli sendikalar da bulunmaktadır. Bu durum tamamen iş kolu
sınıflandırması ile ilgili teknik bir konudur. Bu iş kolunda faaliyette bulunan
sendikalar ve bu iş kolunda çalışan işgörenler hakkındaki bazı istatistikler
aşağıdaki Tablo 1 ve Tablo 2'de sunulmuştur.
ÇSGB tarafından yayımlanan; "6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş
Sözleşmesi Kanunu Gereğince; İşkollarındaki İşçi Sayıları ve Sendikaların
Üye Sayılarına İlişkin 2013 Ocak ve 2013 Temmuz Ayı İstatistikleri
Hakkındaki Tebliğ"lerde, TÜM EMEK-SEN ve PAK TURİZM-İŞ isimli
sendikalar hakkında hiçbir verinin yer almadığı görülmüştür.
Tablo 1.1. Konaklama ve Eğlence İşleri İş Kolunda Faaliyette Bulunan
Sendikalar
SENDİKA ADI
DURUMU
TURKON-İŞ, Turizm Konaklama ve Eğlence Sanayii İşçileri Sendikası
Bağımsız
TÜM EMEK-SEN, Turizm Otel Spor Emekçileri Sendikası
Bağımsız
PAK TURİZM-İŞ, Pak Turizm İşçileri Sendikası
Bağımsız
DEV TURİZM-İŞ, Devrimci Turizm İşçileri Sendikası
DİSK
OLEYİS, Türkiye Otel, Lokanta ve Eğlenceli Yerleri İşçileri Sendikası
HAK-İŞ
TOLEYİS, Türkiye Otel Lokanta Dinlenme Yerleri İşçileri Sendikası
TÜRK-İŞ
SPOR EMEK-SEN, Devrimci Spor Emekçileri Sendikası
Bağımsız
FUTBOL-SEN, Futbol Çalışanları Sendikası
HAK-İŞ
Kaynak: ÇSGB, 2013a,b,c,d, erişim:12.2.2014.
179
Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir
Araştırma
Tablo 1.2. Konaklama ve Eğlence İşleri İş Kolunda Çalışan Toplam İşçi
Sayısı, Bu İş Kolundaki Sendikaların Üye Sayıları ve Oranlarının OcakTemmuz 2013 Değerleri
İŞ KOLUNDAKİ
TOPLAM İŞÇİ
SAYISI
Oc. '13
Tem. '13
630,768
772,689
SENDİKANIN
ADI
ÜYE SAYISI
YÜZDE
Oc. '13
Tem. '13
Oc. '13
Tem. '13
TOLEYİS
14,012
14,591
2,22
1,89
OLEYİS
6,357
7,890
1,01
1,02
TURKON-İŞ
7,194
6,938
1,14
0,90
DEVTURİZM-İŞ
7
18
0,00
0,00
FUTBOL-SEN
279
348
0,04
0,04
SPOR EMEK-SEN
0
11
0,00
0,00
SPOR-SEN
0
0
0
0
4,41
3,85
TOPLAM
27,849
29,796
Kaynak: ÇSGB, 2013e,f erişim:12.2.2014.
Tablo 2 incelendiğinde ilgili iş kolunda temmuz 2013 itibariyle en
fazla üyenin açık ara fark ile TOLEYİS'de olduğu, tüm işgörenler içerisinde
sendikalı olanlarının oranının ise %4'ü bile bulmadığı, diğer bir ifadeyle bu
işkolundaki her 100 çalışandan 96'sının sendikalı olmadığı görülmektedir.
İlgili istatistiklere göre; 18'nolu iş kolundaki işletmelerde çalışmakta
olan toplam 772,689 çalışanın yalnız 29,796'sı sendikalıdır. Daha önce de
ifade edildiği gibi, ilgili iş kolundaki sendikaların amaçlarını yerine
getirebilmeleri, fonksiyonlarını icra edip edememeleri ayrı bir tartışma ve
araştırma konusudur. Ancak sendikalaşma oranının bu kadar düşük
olmasının sebepleri merak uyandırmaktadır.
Sektörde
sendikal
örgütlenmenin
yeterince
gelişme
gösterememesinin veya gerilemesinin şüphesiz çok sayıda nedeni olabilir.
Literatürde, farklı sektörlerde gerçekleştirilen benzer nitelikli çalışmalarda,
sendikal örgütlenmenin gelişememesinde veya gerileme göstermesinde
genellikle şu sebeplerin etkili olduğu dile getirilmektedir (Selamoğlu, 2003:
66-69; Urhan, 2005: 57-70; Çelik, 102-114; Sarı Gerşil ve Aracı, 2007: 156;
Kapar, 2007: 90-96; Kalaycıoğlu vd., 2008: 79; Mütevellioğlu, 2013: 180):
yasal güvencenin yetersizliği, işsizlik korkusu, esnek üretim tarzı, neo-liberal
180
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200
politikalar, istihdam ilişkilerindeki belirsizliğin artması, toplumsal
güvensizlik, alternatif dayanışma biçimleri, işveren uygulamaları,
sendikalardan kaynaklanan yetersizlikler, küreselleşme, işçi sınıfının
yapısında meydana gelen değişim, çalışanların nazarında bozulan sendika
algısı. Bu çalışmada da yukarıda anılan faktörlerden biri olan "sendika
algısı" konusuna odaklanılmış, yükseköğretim düzeyinde turizm eğitimi
almakta olan öğrencilerin işçi sendikalarına yönelik algıları incelenmeye
çalışılmıştır.
2. ARAŞTIRMA
2.1. Araştırmanın Amacı ve Önemi
Bu araştırmanın ana amacı: üniversite seviyesinde turizm eğitimi
alan öğrencilerin sendikalara yönelik algılarını tespit etmektir. Öğrencilerin
algı ortalamalarını belirlemek, öğrencilerin algıları ile demografik özellikleri
arasındaki olası ilişkileri sorgulamak ise bu çalışmanın alt amaçlarını
oluşturmaktadır. Yapılan literatür taramasında; turizm sektöründe sendikalar
ile ilgili konuları işleyen çok az sayıda çalışmanın (Yıldırgan, 1996;
Boynueğri, 2000; Camcı, 2001; Aymankuy, 2005a; Aymankuy, 2005b; Boz,
2006; Yılmaz, Keser ve Yorgun, 2010) bulunduğu görülmüştür. Bu
çalışmalardan hiç biri sendika algısını ölçmeye yönelik değildir ve turizm
öğrencileri üzerinde gerçekleştirilmemiştir.
Turizm eğitiminin mesleki yönü ve sektörle adaptasyonu göz önüne
alındığında, geleceğin sektör profesyonelleri olacak olan turizm
öğrencilerinin sendika algılarının önemi daha net bir şekilde anlaşılabilir. Bu
çalışma hem öğrencilerin yani genç, yüksek tahsilli ve geleceğin
profesyonelleri olma potansiyelini barındıran bireyler üzerinde yapılması
açısından hem de çok az araştırma yapılan bir alana odaklanması açısından
bir takım önemli bilgileri ortaya koyma niyetindedir.
Ayrıca bu çalışma ile hizmet sektöründe kritik rol oynayan insan
faktörünün özlük haklarının iade edilmesiyle, mutlu çalışanların ortaya
çıkacağı, mutlu çalışanların da mutlu müşterileri oluşturacağı düşüncesiyle
alana ilişkin bir farkındalık oluşturulması amaçlanmıştır.
2.2. Araştırmanın Yöntemi
Araştırmanın verilerinin toplanmasında anket yönteminden
faydalanılmıştır. Kullanılan ankete ilişkin detaylı bilgiler "veri toplama
aracı" başlığı altında aktarılmıştır. Araştırmadan elde edilen veriler, nicel
analiz tekniklerine uygun bir şekilde istatistiksel analize tabi tutulmuştur.
Verilerin analizinde SPSS 16.0 paket programı kullanılmıştır. Araştırmacılar
tarafından oluşturulan anketten toplam 350 kopya basılmış, basılan anketler
181
Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir
Araştırma
bir devlet üniversitesine bağlı bir fakülte, bir yüksekokul ve üç meslek
yüksekokulunda "otelcilik" alanı ile ilgili programlarda lisans ve önlisans
eğitimi alan öğrencilere ulaştırılmıştır.
2.3. Araştırmanın Evren ve Örneklemi
Araştırmanın evrenini, 2014-2015 akademik yılında Süleyman
Demirel Üniversitesi'nde "otelcilik" alanı ile ilgili (turizm işletmeciliği,
konaklama işletmeciliği, turizm ve otel işletmeciliği, aşçılık) önlisans ve
lisans programlarında öğrenim gören turizm öğrencileri oluşturmaktadır.
Araştırmaya; seyahat acentacılığı, turist rehberliği gibi otelcilik alanı
dışındaki alanlardan öğrenciler dahil edilmemiş, yalnız otelcilik alanından
öğrenciler üzerinde çalışılmıştır. Bunun nedeni; turizm sektöründe
istihdamın otelcilik alanında daha yoğun olması, sendikaların diğer turizm
işletmelerine nazaran otellerde daha fazla bilinir olması, Süleyman Demirel
Üniversitesi öğrencilerinin çok büyük bir kısmının "otelcilik" ile ilgili
alanlarda eğitim alıyor olması ve araştırmada belirli bir oranda homojen bir
kitleye odaklanılmak istenmiş olmasıdır.
İlgili tarihte evrende toplam 681 öğrenci bulunmaktadır.
Araştırmanın yürütüldüğü tarihte, Süleyman Demirel Üniversitesi'ne bağlı
olarak; 3 meslek yüksekokulu, 1 yüksekokul ve 1 fakülte bünyesinde turizm
eğitimi verilmektedir. 681 öğrencinin yaklaşık %60'ı meslek yüksekokulu,
yaklaşık %20'si yüksekokul, yine yaklaşık %20'si de fakülte düzeyinde
turizm eğitimi almaktadır.
Araştırmada, evrenin tamamını temsil edebilecek bir sonuca
ulaşılmak istenmiştir. Bunun için olasılıklı örnekleme yöntemlerinden
"tabakalı örnekleme yöntemi" tercih edilmiştir. Bir'e (1999:37-38) göre;
"tabakalı örnekleme yönteminin amacı, evreni iyi temsil edecek örneklemi
oluşturmaktır. Diğer bir ifadeyle amaç; evren parametre tahminine ilişkin
varyansın olabildiğince küçük olmasını sağlamaktır. Üzerinde çalışılacak
evren ilgilenilen özellikler bakımından heterojen olduğunda, bu imkanı
veren örnekleme yöntemi tabakalı örnekleme yöntemidir."
Araştırmanın evrenini oluşturan öğrenciler farklı akademik
birimlerde (fakülte, yüksekokul, meslek yüksekokulu) öğrenim
görmektedirler. Bu durumdan dolayı evreni oluşturan bireylerin tümümün
homojen bir yapıda olmadığı, bilakis heterojen nitelikte oldukları
düşünülmüş, bu nedenle tabakalı örnekleme yöntemi tercih edilmiştir.
Araştırmada kullanılmak üzere çoğaltılan anketler bu tabaklara, sahip
oldukları öğrenciler oranında (fakülteye anketlerin %20'si, yüksekokula
anketlerin %20'si, meslek yüksekokullarına ise anketlerin %60'ı)
ulaştırılmıştır. Anket uygulaması esnasında uygulama yapılacak sınıflar
182
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200
rastgele seçilmiş, özellikle belirli bir programa veya sınıfa
odaklanılmamıştır.
Krejcie ve Morgan'a (1970: 608) göre; 700 bireyden oluşan bir
evreni temsil edebilecek örneklem en az 248 bireyden oluşmalıdır. Bu
bilgiden hareketle araştırma için toplamda 350 anket dağıtılmış, bu
anketlerin 328 tanesi uygulatılabilmiş, 7 anket kusurlu şekilde doldurulduğu
için analizlere dahil edilmemiştir. Elde kalan 321 anket veri analizi için
sisteme girilmiştir. Ankette öğrencilere "sendika kelimesinin anlamını bilip
bilmedikleri" sorulmuştur. Bu soruya "hayır" veya "emin değilim" yanıtını
veren 68 öğrencinin verileri analizlere dahil edilmemiş, bu şekilde geri kalan
analizler, 253 anketten elde edilen veriler üzerinden gerçekleştirilmiştir.
Nihai aşamada elde kalan 253 anket, SPSS 16.0 paket programı kullanılarak
nicel analiz yöntemleri ile analiz edilmiştir.
2.4. Veri Toplama Aracı
Bu araştırmanın verilerinin toplanmasında anket yönteminden
faydalanılmıştır. Literatürde yapılan incelemelerde, bu araştırmanın sahasına
ve amacına uyan bir ölçeğe erişilemediği için, çalışmada kullanılan ankette
yer alan önermeler araştırmacılar tarafından hazırlanmıştır. Anket sorularının
hazırlanmasında ulusal ve uluslararası literatürde konu ile ilgili olan çeşitli
çalışmalardan (Sheth, 1969; Venugopal vd., 1991; Zammit ve Rizzo, 2001;
Bryson, 2003; Hüner, 2004; Cantrick-Brooks, 2005; Urhan ve Selamoğlu,
2008; Seçer, 2009; Uçkan ve Kağnıcıoğlu, 2009; Bulama, 2010; Yılmaz,
Keser ve Yorgun, 2010; Turner ve D’Art, 2012; Shil ve Kar, 2013)
faydalanılmıştır. İncelenen bazı çalışmaların içerikleri, bazı çalışmaların ise
kullanmış oldukları sorular bu çalışmada kullanılacak soruların
oluşturulmasında temel kaynak olmuştur.
Araştırmada kullanılan anket iki bölümden oluşmaktadır. Birinci
bölümde öğrencilerin demografik özelliklerini sorgulayan 7 adet soru yer
almaktadır. Demografik özellikleri inceleyen soru formuna sendika konusu
ile ilgili 7 soru daha ilave edilmiştir. Bu bölümdeki 7 sorudan birinde
öğrencilerin "sendika kelimesinin anlamını bilip bilmedikleri" sorulmuştur.
Diğer soruda ise öğrencilerin turizm sektöründe faaliyet gösteren iki adet
sendikanın isimlerini yazmaları talep edilmiştir. İkinci bölümde ise
öğrencilerin sendikalara yönelik algılarını ölçmek amacıyla hazırlanan 28
adet önerme yer almaktadır. Önermelerin yanıtları beşli Likert sistemi (1: hiç
katılmıyorum, 3:orta düzeyde katılıyorum 5: tamamen katılıyorum) ile kapalı
uçlu halde talep edilmiştir.
183
Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir
Araştırma
2.5. Bulgular
Araştırmadan elde edilen bulgular bu bölümde "demografik verilere
ilişkin bulgular" ve "katılımcıların görüşlerine yönelik bulgular" başlıkları
altında sunulmuştur.
2.5.1. Demografik Bulgular
Araştırmaya katılan öğrencilere, demografik özelliklerine ilişkin
sorulardan sonra, ankete geçmeden önce, bilmedikleri bir kavram üzerine
fikir belirtme ihtimallerini ortadan kaldırmak amacıyla, "sendika kelimesinin
anlamını bilip bilmedikleri" sorulmuştur. Bu soruya verilen yanıtlarda
katılımcıların %21,2'si (68 öğrenci) sendika kelimesinin anlamını
bilmediklerini (hayır) veya kelimenin anlamını bildiklerinden emin
olmadıklarını (emin değilim) belirtmişlerdir. Eleme sorusu olarak ele alınan
bu soruya yukarıdaki yanıtları veren 68 öğrencinin anketleri çalışmadan
çıkarılmıştır. Böylece analizler geri kalan 253 anket üzerinden
gerçekleştirilmiştir. Katılımcıların demografik özelliklerine ilişkin elde
edilen veriler Tablo 3.1'de sunulmuştur.
Tablo 2.1. Katılımcıların Demografik Özelliklerine İlişkin İstatistikler
Cinsiyetiniz
Frekans
%
Kümülatif %
Kadın
108
42,7
42,7
Erkek
145
57,3
100,0
TOPLAM
253
100,0
17-18
25
9,9
9,9
19
92
36,4
46,2
20
74
29,2
75,5
21
36
14,2
89,7
22
17
6,7
96,4
23
8
3,2
99,6
25 ve üstü
1
,4
100,0
TOPLAM
253
100,0
Yaşınız
Bölümünüz/Programınız
184
Aşçılık
125
49,4
49,4
Turizm ve otel işletmeciliği
27
10,7
60,1
Turizm işletmeciliği
58
22,9
83,0
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200
Konaklama işletmeciliği
43
17,0
TOPLAM
253
100,0
100,0
Bölümünüzün bağlı olduğu birim
Meslek yüksekokulu
152
60,1
60,1
Yüksekokul
43
17,0
77,1
Fakülte
58
22,9
100,0
TOPLAM
253
100,0
Mezun olduğunuz lise turizm ile ilgili bir lise miydi
Evet
143
56,5
56,5
Hayır
110
43,5
100,0
TOPLAM
253
100,0
Öğrenci olarak aylık ortalama geliriniz
300 TL'den az
70
27,7
27,7
301-400 TL
65
25,7
53,4
401-500 TL
36
14,2
67,6
501-600 TL
19
7,5
75,1
601-700 TL
27
10,7
85,8
701 TL ve üstü
36
14,2
100,0
TOPLAM
253
100,0
Bugüne kadar hayatınızın çoğunluğu ülkemizin hangi bölgesinde geçti
Marmara
48
19,0
19,0
Ege
55
21,7
40,7
İç Anadolu
26
10,3
51,0
Karadeniz
16
6,3
57,3
Doğu Anadolu
15
5,9
63,2
Güneydoğu Anadolu
4
1,6
64,8
Akdeniz
89
35,2
100,0
TOPLAM
253
100,0
Araştırmaya dahil edilen öğrencilerin %57'si erkek, %43'ü kız
öğrencilerinden oluşmakta olup, %90'ı 17-21 yaş aralığındadır. Öğrencilerin
%49,'u aşçılık, %11'i turizm ve otel işletmeciliği önlisans programlarında,
%23'ü turizm işletmeciliği, %17'si ise konaklama işletmeciliği lisans
programlarında öğrenim görmektedirler. Katılımcıların %60'ı önlisans
programı, %40'ı ise lisans programı öğrencisidir. Katılımcılar içerisinde
185
Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir
Araştırma
turizm lisesi mezunu olanların oranı %56,5'dir. Öğrencilerin %68'inin aylık
geliri en fazla 500 TL'dir. Katılımcıların %76'sının hayatının önemli bir
kısmı bugüne dek Akdeniz, Ege veya Marmara bölgelerinden birinde
geçmiştir.
Çalışmada, anketin demografik özellikler bölümünde öğrencilere
demografik özelliklerinin dışında bazı başka sorular daha sorulmuştur.
Öğrencilere sorulan sorular ve bu sorulara verilen yanıtlara ilişkin
istatistikler aşağıdaki Tablo 3.2'de sunulmuştur.
Tablo 2.2. Demografik Özelliklere İlave Edilen Diğer Sorulara İlişkin
İstatistikler
Turizm sektöründe daha önce hiç çalıştınız mı?
Evet
174
68,8
68,8
Hayır
79
31,2
100
TOPLAM
253
100
Ailenizde sendikalı kimse var mı
Evet
42
16,6
16,6
Hayır
211
83,4
100
TOPLAM
253
100
Ailenizde sendikacılık faaliyeti gösteren (sendikalarda görev alan) kimse var mı
Evet
23
9,1
9,1
Hayır
230
90,9
100
TOPLAM
253
100
Turizm sektöründe çalışacak olursanız sendikaya üye olmak ister misiniz?
Evet
91
36
36
Hayır
39
15,4
51,4
Kararsızım
123
48,6
100
TOPLAM
253
100
Turizm sektöründe faaliyet gösteren iki sendikanın ismini biliyorsanız yazınız
OLEYİS
1
0,4
0,4
BOŞ
252
99,6
100
TOPLAM
253
100
Araştırmaya dahil edilen öğrencilerin %69'u daha önce turizm
sektöründe çalışma deneyimine sahiptir. Öğrencilerin önemli bir kısmının
186
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200
sektör deneyimine sahip olması çalışma açısından önemlidir. Çünkü pratik
koşullardan haberdar olan bireylerin yorumlarının daha gerçekçi temellere
dayandığı düşünülmektedir. Bununla birlikte öğrencilerin %17'sinin
ailesinde sendikalı bir çalışan bulunmakta, %9'unun ailesinde ise sendikal
faaliyet gösteren bireyler bulunmaktadır. Turizm sektöründe çalışmaya
devam etmeleri halinde sendikaya üye olmayı düşünebilecek olan
öğrencilerin oranı yalnız %36 iken, bu konuda olumsuz tutumda olan ya da
kararsız olan öğrencilerin oranı %64'dür. Bu bulgu oldukça çarpıcıdır,
ÇSGB'nin (2013) Tablo 2'de sunulan son istatistiklerine göre sektördeki
sendikalı işgörenlerin tüm işgörenlere oranı %5'i bile bulmazken,
öğrencilerin %36'sı sendikaya üye olabileceğini ifade etmektedir. Bu oranın
pratik saha koşullarında sürdürülebilirliği önemlidir. Bu oranın sahanın
gerçek koşullarında düştüğü düşünülmektedir. Bu düşüşün nedeni ise ayrı bir
araştırma konusu olarak ele alınmalıdır. Son olarak katılımcıların turizm
sektöründe faaliyet gösteren iki sendikanın adını yazmaları istenmiştir. Bu
soruya tüm katılımcılar içerisinde yalnız bir öğrenci yanıt verebilmiş
(OLEYİS), geri kalan öğrenciler bu soruyu boş bırakmışlardır.
Bu sonuç bir taraftan üniversite düzeyinde eğitim alan ve önemli bir
çoğunluğu sektör tecrübesine sahip olan öğrencilerin sendikalara yönelik
ilgisinin bir sonucu, öte taraftan da sendikaların yetersiz bilinirliklerinin bir
sonucu olarak ele alınabilir.
2.5.2. Katılımcıların Görüşlerine Yönelik Bulgular
Araştırmada kullanılan ölçek daha ileri analizler için ele alınmadan
önce güvenilirlik analizine tabi tutulmuştur. Yapılan analiz sonucunda
ölçeğin güvenilirlik katsayısı (Cronbach's alpha) ,908 olarak belirlenmiş,
ölçekteki hiçbir maddenin ölçeğin güvenilirliğini önemli ölçüde düşürmediği
görüldüğü için soru çıkarılmamıştır. Güvenilirlik analizi sonrasında ölçek
faktör analizine tabi tutulmak istenmiştir. Bunun için de ölçeğin faktör
analizine uygunluğu ve örneklem yeterliliği, Kaiser-Meyer-Olkin ve
Bartlett's küresellik testleri ile kontrol edilmiştir. Test sonucunda veri setinin
faktör analizine uygun olduğu (KMO: ,906 p: ,000; P<0,05) belirlenmiştir.
Bu testten sonra ölçeği oluşturan maddeler Varimax rotasyonlu açıklayıcı
faktör analizine tabi tutulmuştur. Yapılan ilk analiz sonucunda bazı
maddelerin (7 madde) anlamsız boyutlar içerisinde yer aldığı veya faktör
yüklerinin düşük olduğu gözlemlemiş, bu maddeler ölçekten çıkarıldıktan
sonra faktör analizi yenilenmiş ve maddeler 3 boyut altında toplanmıştır. Her
bir boyut içerdiği maddelerden hareket edilerek isimlendirilmeye
çalışılmıştır. Faktör analizi sonucu aşağıdaki Tablo 3.3'de sunulmuştur.
Faktör analizi sonucunda elde edilen maddeler üç boyut altında
toplanmıştır. Boyutlar sırasıyla "Sendika", "Üyelik", "Devlet ve İşveren"
187
Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir
Araştırma
boyutu olarak adlandırılmıştır. Faktör analizi sonucunda açıklanan varyans
yüzdesi 56,287 olarak belirlenmiştir. Ölçekte kalan 21 madde yeniden
güvenilirlik analizine tabi tutulmuş ve ölçeğin güvenilirlik katsayısı
(Cronbach's alpha) son seferde ,901 olarak bulgulanmıştır. Boyutlar
içerikleri açısından taşıdıkları genel anlam yoğunluğuna göre ele alınarak
aşağıda kısaca açıklanmaya çalışılmıştır.
Tablo 2.3. Faktör Analizi Sonucu
Maddeler
Boyutlar
Sendika
Sendikalar işgörenlerin haklarını savunmak için kurulmuş
örgütlerdir.
,810
İşçi sendikaları işgörenlerin haklarını korumak için gereklidir.
,801
Sendikalar güvenilir örgütlerdir.
,796
Sendikalar işgörenlerin sosyal haklarını koruyan örgütlerdir.
,795
Sendikalar işverenler (patronlar) karşısında güçlü örgütlerdir.
,735
Sendikalı işgörenler haklarını sendikasız işgörenlerden daha iyi
savunurlar.
,715
Sendikalar, işgörenlerin iş güvencesini arttıran örgütlerdir.
,706
Sendikaların çalışma hayatında çok önemli bir rolleri vardır.
,698
Sendikalar, işgörenleri işletmelerin haksız uygulamalarına karşı
korur.
,675
Sendikaların işletmelere de faydaları vardır.
,634
Sendikalı işgöreni işten çıkarmak sendikasız işgöreni işten
çıkarmaktan daha zordur.
,629
Sendikalı işgörenler daha özverili çalışır.
,622
Sendikalı işgörenler sendikasız işgörenlere göre daha iyi
haklara sahiptir.
,533
Üyelik
Sendikaya üye olmam sosyal çevrem tarafından hoş
karşılanmaz.
,777
Sendikaya üye olmak devlet tarafından hoş karşılanmaz.
,764
Sendikaya üye olmam ailem tarafından hoş karşılanmaz.
,724
Sendikaya üye olmak riskli bir karardır.
,678
Sendikaya üyelik işgörenin masrafını arttırır.
,556
Devlet
ve
İşveren
Devlet, sendikaların örgütlenmelerine yardımcı olmaktadır.
,780
Devlet, işgörenlerin sendikalara üye olmalarını destekler/teşvik
,778
188
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200
eder.
,701
İşverenler, işgörenlerin sendikalara üye olmalarını
destekler/teşvik eder.
Açıklanan varyans yüzdesi
56,287
Güvenilirlik katsayısı
0,901
Sendika boyutu: Boyutu oluşturan 13 madde genel olarak;
sendikaların fonksiyonları, işgörene, işletmeye ve iş güvenliğine katkıları,
nüfuzları ve güvenilirliklerine dair olumlu ifadelerin bir araya gelmesinden
oluşmaktadır. Bu nedenle boyutun ortalamasının yüksek olması sendikalara
yönelik olumlu bir algı, düşük olması ise olumsuz bir algı olarak ele
alınabilir.
Üyelik boyutu: Bu boyutu oluşturan 5 madde genel olarak; sendika
üyeliğinin çeşitli referans grupları tarafından olumsuz karşılanması, risk
faktörü olarak değerlendirilmesi gibi olumsuz ifadelerin bir araya
gelmesinden oluşmaktadır. Bu nedenle boyutun ortalamasının yüksek olması
sendika üyeliğine dair olumsuz bir algı, düşük olması ise olumlu bir algı
olarak ele alınabilir.
Devlet ve işveren boyutu: Bu boyutu oluşturan 3 madde genel
olarak; devlet ve işverenin sendikal örgütlenmeye desteğine yönelik algıları
oluşturan olumlu ifadelerin bir araya gelmesinden oluşmaktadır. Bu nedenle
boyutun ortalamasının yüksek olması devlet/işveren desteğine dair olumlu
bir algı, düşük olması ise olumsuz bir algı olarak ele alınabilir.
Tablo 2.4. Boyutların Aritmetik Ortalama ve Standart Sapma Değerleri
Boyutlar
N
Aritmetik
Ortalama
Standart
Sapma
Sendika
253
3,43
,80
Üyelik
253
2,77
,80
Devlet ve İşveren
253
2,95
,90
Boyutlar aritmetik ortalamaları açısından değerlendirildiğinde, en
yüksek aritmetik ortalamanın ( :3,43) sendika boyutunda, ikinci en yüksek
aritmetik ortalama değerinin ( :2,95) ise devlet ve işveren boyutunda
olduğu görülmüştür. Hem sendika boyutu hem devlet ve işveren boyutu
olumlu ifadelerden oluştuğu için bu boyutlarda aritmetik ortalamanın yüksek
çıkması (
güçlü bir olumlu algıyı işaret edebilirdi. Ancak ortalamanın 3
değerinin (3: orta derecede katılıyorum) yeterince üzerinde olmaması, genel
189
Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir
Araştırma
olarak öğrencilerin bu boyutlara yönelik algılarının orta düzeyde olumlu
olduğunu göstermektedir. Üyelik boyutunun olumsuz ifadelerden oluşuyor
olması düşük çıkacak ortalamayı olumlu olarak değerlendirmemize olanak
verebilirdi. Ancak burada da ortalamanın 3 değerine (3: orta derecede
katılıyorum) yakın olması ( :2,77), sadece orta düzeyde olumlu bir yorum
yapılmasına imkan vermektedir.
Faktör analizi sonucunda elde edilen boyutlara yönelik algıların
katılımcıların demografik özelliklerine göre anlamlı farklılıklar gösterip
göstermediğine yönelik analizlerin yapılmasında hangi analiz türlerinin
kullanılacağına karar verilebilmesi için ölçeği oluşturan maddeler Normal
Dağılım analizine tabi tutulmuştur. Verilerin normal dağılım gösterip
göstermediği Kolmogorov-Smirnov testi ile incelenmiştir. Test sonucunda
verilerin Normal Dağılım göstermediği (Kolmogorov-Smirnov Z: 1,794, p:
0,003; p<0,05) anlaşılmıştır. Bu nedenle geri kalan analizlerde parametrik
olamayan test yöntemlerinin kullanılmasına karar verilmiştir. Katılımcıların
sendikalara yönelik algılarının demografik özelliklerine göre anlamlı ölçüde
farklılaşma gösterip göstermediğini tespit etmek için iki boyutlu değişkenler
için Mann Whitney-U testi, ikiden fazla boyut içeren değişkenler için ise
Kruskal-Wallis testi uygulanmıştır.
Yapılan Mann Whitney-U testleri sonucunda katılımcıların
sendikalara yönelik algılarının; cinsiyetlerine, turizm lisesi mezunu olup
olmamalarına, turizm sektöründe deneyim sahibi olup olmamalarına,
ailelerinde sendikalı bireylerin olup olmamasına, ailelerinde sendikalarda
görev alan (yönetici, temsilci vb.) bireylerin olup olmamasına göre
istatistiksel açıdan anlamlı ölçüde farklılaşma göstermediği bulgulanmıştır.
Bu araştırmada her ne kadar öğrencilerin sendika algılarının cinsiyetlerine
göre anlamlı ölçüde farklılaşmadığı bulgulanmış olsa da, literatürde farklı
sonuçlara erişebilmek mümkündür. Seçer (2009: 51) tarafından yapılan
çalışmada, kadın öğrencilerin sendika yönelik tutumlarının erkek
öğrencilerden daha olumlu olduğu bulgulanmıştır. Uçkan ve Kağnıcıoğlu
(2009: 43) ve Urhan ve Selamoğlu (2008: 179) tarafından yapılan
çalışmalarda, işçilerin sendika üyelikleri ve cinsiyetleri arasında bir takım
farklılıklara işaret edilmiş, sendikalı işçilerin daha çok erkek çalışanlardan
oluştuğuna dair bulgular ortaya koymuştur.
Katılımcıların turizm sektöründe çalışmaya devam etmeleri halinde
sendikaya üye olma tutumlarının "sendika algısı" ve "üyelik algısı"
boyutlarında anlamlı ölçüde farklılaştığı tespit edilmiştir. Farkın kaynağı
incelendiğinde sendika algı ortalaması (73,57) daha yüksek olan
katılımcıların bu soruya "evet" yanıtını verdiği, üyelik algı ortalaması
(77,85) daha yüksek olan katılımcıların ise "hayır" yanıtını verdikleri
belirlenmiştir. Sendika boyutuna dair olumlu algıları olan öğrencilerin
190
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200
üyeliğe evet demiş olması, üyeliği sakıncalı bulanların ise hayır demiş
olması öğrencilerin algılarının üyeliğe etkisini açıkça ortaya koymaktadır.
Tablo 2.5. Turizm Sektöründe Çalışma Durumunda Sendikaya Üyelik
Tutumu
Turizm sektöründe çalışacak olursanız
sendikaya üye olmak ister misiniz?
Sendika
Üyelik
N
Ortalama
Sıra
Anlamlılık
Evet
91
73,57
0,000
Hayır
39
46,67
Evet
91
60,21
Hayır
39
77,85
0,014
Yapılan Kruskal-Wallis testleri sonucunda katılımcıların sendikalara
yönelik algılarının; yaşlarına, öğrenim gördükleri bölümlere/programlara,
aylık gelir düzeylerine göre anlamlı ölçüde farklılaşmadığı bulgulanmıştır.
Tablo 2.6. Akademik Birimlere Göre Sendika Algıları
Boyut
Bölümünüzün bağlı olduğu okul türü
N
Ortalama
Sıra
Ki-Kare
Anlamlılık
Üyelik
Meslek yüksekokulu
152
130,46
7,277
0,026
Yüksekokul
43
143,12
Fakülte
58
105,97
Meslek yüksekokulu
152
137,21
7,551
0,023
Yüksekokul
43
111,90
Fakülte
58
111,43
Devlet
ve
İşveren
Katılımcıların sendikalara yönelik algılarının öğrenim gördükleri
akademik birimlere göre istatistiksel açıdan anlamlı oranda farklılaştığı
belirlenmiştir. Elde edilen sonuca göre; üyelik boyutuna yönelik en yüksek
algı ortalaması (143,12) yüksekokul öğrencilerindeyken, en düşük algı
ortalaması (105,97) fakülte öğrencilerindedir. Bu sonuç yüksekokul
öğrencilerinin sendika üyeliğini meslek yüksekokulu ve fakülte öğrencilerine
nazaran daha sakıncalı bulduğunu göstermiştir.
191
Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir
Araştırma
Devlet ve işveren boyutuna yönelik en yüksek algı ortalaması
(137,21) meslek yüksekokulunda öğrenim gören öğrencilerdeyken en düşük
algı ortalaması (111,43) fakülte öğrencilerindedir. Fakülte öğrencilerinin
ortalamaları ile yüksekokul öğrencilerinin ortalamaları arasındaki farkın da
çok fazla olmadığı görülmektedir. Bu sonuca göre meslek yüksekokulu
öğrencileri devlet ve işverenin sendikal örgütlenmeye sıcak baktığını
düşünmektedir. Ancak gerçek durumun bu şekilde olduğunu söylemek
güçtür. Sendikaların önemli fonksiyonlarından bir tanesi de işgören adına
pazarlık aktörü (toplu iş sözleşmesi) olmalarıdır. Bir pazarlık aktörünün ve
işgörenin çıkarları için mücadele ederek maliyetlere neden olan bir örgütün
işveren veya devlet tarafından desteklenmesi mevcut koşullarda
düşündürücü olacaktır.
Tablo 2.7. Not Ortalamasına Göre Sendika Algıları
Boyut
Not Ortalaması
N
Ortalama
Sıra
Ki-Kare
Anlamlılık
Devlet
ve
İşveren
1,00-1,50 arası
33
115,09
13,893
0,016
1,51-2,00 arası
75
117,35
2,01-2,50 arası
66
116,27
2,51-3,00 arası
45
147,52
3,01-3,50 arası
22
166,77
3,51-4,00 arası
12
129,25
Yapılan Kruskal-Wallis testi sonucunda öğrencilerin sendikalara
yönelik algılarının devlet ve işveren boyutunda not ortalamalarına göre
anlamlı bir biçimde farklılaştığı bulgulanmıştır. Elde edilen sonuca göre,
devlet ve işveren boyutuna yönelik en yüksek ortalamalar (166,77; 147,52;
129,25) bir küme olarak 2,51-4,00 arasında not ortalamasına sahip
öğrencilerde, en düşük ortalamalar (115,09; 116,27; 117,35) ise 1,00-2,50
not ortalamasına sahip öğrenciler arasındadır. Bu sonuca göre; daha başarılı
öğrenciler devlet ve işverenin sendikaya yardımcı olduğunu, daha başarısız
öğrenciler ise bunun tam tersi bir durum olduğunu düşünmektedirler.
Başarılı öğrencilerin algıları ile meslek yüksekokulu öğrencilerinin
algılarının bu noktada paralellik arz ettiği görülmekte her iki grubun belirli
oranda benzer kümeden geldiği tahmin edilmektedir.
Öğrencilerin sendika algılarının devlet ve işveren boyutunda bugüne
kadar hayatlarının çoğunu geçirmiş oldukları bölgelere göre anlamlı ölçüde
farklılaştığı bulgulanmıştır. Elde edilen sonuca göre en yüksek algı
ortalaması (147,26) hayatının çoğunu Ege Bölgesi'nde geçiren öğrencilerde
192
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200
en düşük algı ortalaması (25,63) ise hayatının çoğunu Güneydoğu Anadolu
Bölgesi'nde geçiren öğrencilerdedir.
Tablo 2.8. Yaşanılan Bölgeye Göre Sendika Algıları
Boyut
Devlet
ve
İşveren
Not Ortalaması
N
Ortalama
Sıra
Ki-Kare
Anlamlılık
Marmara
48
127,43
13,893
0,016
Ege
55
147,26
İç Anadolu
26
127,31
Karadeniz
16
116,69
Doğu Anadolu
15
124,50
Güneydoğu Anadolu
4
25,63
Akdeniz
89
120,99
Elde edilen bu sonuca göre hayatının önemli bir kısmını Güneydoğu
Anadolu Bölgesinde geçirmiş olan öğrenciler devlet ve işverenin sendikalara
yardımcı olduğu düşünmemekte, Ege Bölgesinde yaşamış öğrenciler ise tam
tersi bir algı ortaya koymaktadırlar.
3. Sonuç
Sendikalar üretim ilişkileri içerisinde önemli aktörlerdir. Emek
kesiminin haklarının savunulmasında, üretim ilişkileri içerisindeki önemli
muhalefet rolleri ile çalışma ilişkilerindeki gelişmelere katkıları göz ardı
edilmemelidir. Ülkemizde özel sektörde, kamuya nazaran zayıf durumda
olan sendikal örgütlenme, turizm sektöründe de benzer bir zayıflıktadır. Bu
zayıflığın birçok nedenleri olmakla birlikte sendika algısının da sendikal
örgütlenme üzerinde önemli bir payı olduğu düşünülmektedir. Bu çalışmada
geleceğin potansiyel turizm profesyonelleri olacak turizm öğrencilerinin
sendika algıları belirlenmeye çalışılmıştır.
Araştırmada elde edilen bulgulara göre öğrencilerin %36'sı turizm
sektöründe çalışmaya devam etmeleri halinde sendika üyesi olabileceklerini
belirtmiştir. Bu oran şu anda turizm sektöründeki sendikalı işgören oranının
oldukça üzerindedir. Ancak saha koşullarında bu oranının ne düzeyde
gerçekleşeceği önemli bir soru işaretidir. Öğrencilerden turizm sektöründe
193
Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir
Araştırma
faaliyet gösteren iki adet sendikanın ismini yazmaları istendiğinde yalnız bir
öğrencinin soruya yanıt verebilmiş olması yukarıdaki tutum beyanına gölge
düşürmektedir. %36'sı sendikalı olabileceğini ifade eden bir kitle içerisinde
turizm sektöründe faaliyet gösteren sendikaların adını bilen öğrenci sayısı
yalnızca 1'dir. Bu öğrenci de yalnız bir tek sendikanın adını verebilmiştir. Bu
sonuç hem öğrencilerinin konuya yönelik bilgi ve ilgisini hem de
sendikalarının bilinirliklerinin düşük olduğunu gözler önüne sermektedir.
Elde edilen sonuçlara göre öğrenciler; sendika üyeliğini kısmen de
olsa riskli bir olgu olarak görmekte, devlet, sosyal çevre ve ailenin bu
konuda yeterince olumlu bir bakış açısında sahip olmadıklarını
düşünmektedirler. Sendika kelimesi ülkemizde politik bazı çağrışımlar
yapabilmekte, sendika üyeleri hakkında politik bir algının oluşmasına neden
olabilmektedir. Bu nedenle sendika üyeliği yer yer sakıncalı bir durum
olarak değerlendirilebilmektedir. Ancak sendikalar çalışanların özlük
haklarını iyileştiren amaçlarından sapmadıkları sürece, işletmelerdeki
süreçleri iyileştirmeye de katkı sağlayacaklardır. Bu nedenle işletmeler
açısından da sendikaların varlığı bir fırsat olarak ele alınabilir.
Faktör analizi sonucunda elde edilen sendika boyutu ile devlet ve
işveren boyutlarının aritmetik ortalamasının 3'den yüksek olmaması
sendikaların yeterince olumlu bir algıya sahip olduğunu söylemeyi
güçleştirmektedir. Turizm sektöründe çalışmaya devam etmeleri halinde 100
öğrenciden yalnız 36 öğrencinin sendikalara üye olabileceğini beyan ediyor
olması, sendika algısına ilişkin sonuç ile paralellik arz etmektedir.
Turizm sektöründe çalışmaya devam etmeleri halinde sendikaya üye
olabileceğini belirten öğrenciler sendika boyutuna yönelik olumlu algıları
olan öğrencilerdir. Öte yandan üyelik boyutuna dair olumsuz algıları olan,
yani sendika üyeliğini sakıncalı gördüğünü belirten öğrenciler ise sendikaya
üye olmayacaklarını ifade etmektedirler. Bu sonuç, sendika üyeliğinde
algının etkisini ortaya koymaktadır.
Araştırmada öğrencilerin sendikalara yönelik algılarının; yaşlarına,
öğrenim gördükleri bölümlere/programlara, aylık gelir düzeylerine göre
anlamlı ölçüde farklılaşmadığı bulgulanmıştır.
Analizler sonucunda yüksekokul öğrencilerinin sendika üyeliğini,
meslek yüksekokulu ve fakülte öğrencilerine nazaran daha sakıncalı bulduğu
belirlenmiştir. Buna ilaveten, meslek yüksekokulu öğrencileri de devlet ve
işverenin sendikal örgütlenmeye destek olduğunu düşünmektedirler. Bu
durumun gerçekte böyle olduğunu söylemek güçtür. Gerçek durumun bu
şekilde olması halinde ise sendikaların fonksiyonlarını nasıl
gerçekleştirdiklerinin incelenmesi gerekmektedir. Çünkü en azından bir
pazarlık aktörü olan ve önemli bir muhalefet rolünü üstlenmesi gereken
194
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200
sendikanın; işveren veya devlet tarafından desteklenmesi, mevcut koşullarda
düşündürücü olabilmektedir.
Öğrencilerin sendika algıları başarı düzeylerine göre incelendiğinde
de daha başarılı öğrencilerin meslek yüksekokulu öğrencilerine benzer
görüşte olduğu görülmektedir. Bu konuda bir başka bulgu da öğrencilerin
hayatlarının önemli bir kısmını geçirdiği bölgeler bazında elde edilmiştir.
Ulaşılan sonuca göre; Ege Bölgesinden gelen öğrenciler yukarıda açıklanan
şekilde meslek yüksekokulu öğrencileri ve başarı ortalaması yüksek olan
öğrenciler gibi devlet ve işverenin sendikal örgütlenmeye yardımcı
olduklarını düşünürlerken, hayatlarının önemli bir kısmını Güneydoğu
Anadolu Bölgesi'nde geçirmiş olan öğrenciler tam tersi görüştedirler.
Araştırmadan elde edilen tüm sonuçlar toplu olarak yeniden ele
alındığında, öğrencilerin sendika algısının "yeterince olumlu bir düzeyde
olmadığını" söylemek mümkündür. Uçkan ve Kağnıcıoğlu (2009: 51)
tarafından yapılan araştırmada, işçilerin sendikalara üye olmama ya da
sendikalardan ayrılma nedenlerinin ilk sırasında "sendikalara duyulan
güvensizliğin" yer aldığı bulgulanmıştır. Urhan ve Selamoğlu (2008: 182)
araştırmalarında sendikalara olan güvenin yıllar geçtikçe azaldığını ve
sendikalara üye olmamalarının en önemli nedeninin "sendikalara
güvenmemeleri" olduğunu bulgulamışlardır. Urhan (2005:74) tarafından
yapılan bir başka araştırmada da "sendikalara güvensizlik" işçilerin
sendikalara üye olmamalarının ilk üç nedeni arasında yer almıştır.
Araştırmacıların bu bulgularının "sendika algısı" ile ilgili bir olumsuzluğu
işaret ettiği düşünülmektedir. Bu olumsuz algının gerekçelerini belirlemek,
ayrı bir araştırma için önemli bir amaç olarak kabul edilebilir, bu nedenle
gelecek araştırmacıların bu konuya yönelik çalışmalar yapmalarının faydalı
olacağı değerlendirilmektedir.
Turizm sektöründeki sendikal örgütlenmenin çok düşük bir düzeyde
(%4) olduğu, turizm eğitimi alan öğrencilerin de yalnız %36'sının
sendikalara üye olmaya eğilimli olduğu bulguları aslında bir bakıma turizm
işletmeleri için de kusurlu bir neticeyi gözler önüne sermektedir. İşletmeler
tarafından özellikle faydasız ve tehlikeli bir maliyet unsuru olarak görülen
sendikaların, aslında Yılmaz vd. (2010: 91) ve Aymankuy (2005a: 20)'nin
de belirttiği gibi hizmet kalitesini ve verimliliği arttırabildiği, iç müşteri
memnuniyeti sağlayarak dolaylı yoldan dış müşterilere de memnuniyet
sağlayabileceği ve özel olarak işletmelerin, genel olarak da ülkemiz turizm
sektörünün bu durumdan uzun vadede kârlı çıkacağı unutulmamalıdır.
195
Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir
Araştırma
Kaynakça
Aymankuy, Ş. 2005a. Konaklama İşletmelerinde Sendikaların
Hizmet Kalitesine Etkileri, Sosyal Bilimler Dergisi, 14(8), 1-22.
Aymankuy, Ş. 2005b. Turizm Sektöründe Sendikalaşma ve Hizmet
Kalitesi İlişkisi, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora
Tezi, Balıkesir.
Boynueğri, M. 2000. 4 ve 5 Yıldızlı Otel İşletmelerinde Sosyal
Güvenlik ve Sendikal Faaliyetler Üzerine Bir Uygulama (Ankara Örneği),
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, Ankara.
Bir, Ali A. 1999. Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri,
Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları No:1081.
Boz, C. 2006. Dünya'da Turizm Endüstrisinde Çalışma Şartları,
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi,
İstanbul.
Bryson, A. 2003. Working with Dinosaurs? Union Effectiveness in
Delivering for Employees. PSI Research Discussion Paper 11, London:
Policy Studies Institute,
Bulama, R. 2010. İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamaları ile
Çalışanların Sendikalaşma Eğilimi Üzerine Bir Araştırma, Marmara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.
Camcı, O. 2001. Turizm Sektöründe İşgörenlerin Sendikalaşması ve
Otel İşletmelerinde İşgörenlerin Sendikalara Bakışının Değerlendirilmesine
Yönelik Ankara Oteli'nde Bir Araştırma, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara.
Cantrick-Brooks, B. Y. 2005. Trade Union Joining: Perceptions
from Call Center Employees, University of Wollongong, Master
Dissertation, Australia.
Choy, Dexter J. L. 1995. The Quality of Tourism Employment,
Tourism Management, 16(2), 129-137.
Çelik, A. ?. Dünden Bugüne Sendikal Hareket Sorunlar, Arayışlar,
Çözümler.
http://www.egitimsen.org.tr/ekler/2958907d0d829d1_ek.pdf
(Erişim tarihi: 03.02.2015).
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. 2011. Turizm Sektöründe
Çalışma Sürelerinin İyileştirilmesi Programlı Teftişi Sonuç Raporu,
http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowProperty/WLP%20Repository/itkb/
dosyalar/yayinlar/yayinlar2013/2011_48 (Erişim tarihi: 22.3.2014).
196
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. 2012. Çalışma Hayatı
İstatistikleri,
http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowProperty/WLP%20Repository/csgb/
dosyalar/istatistikler/calisma_hayati_2012 (Erişim tarihi: 24.3.2014).
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. 2013a. Bağımsız İşçi
Sendikaları,
http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowProperty/WLP%20Repository/cgm/
sendikalar/dosyalar/bagimsiz_isci (Erişim tarihi: 12.2.2014).
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. 2013b. DİSK'e Bağlı İşçi
Sendikaları,
http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowProperty/WLP%20Repository/cgm/
sendikalar/dosyalar/disk (Erişim tarihi: 12.2.2014).
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. 2013c. HAK-İŞ'e Bağlı İşçi
Sendikaları,
http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowProperty/WLP%20Repository/cgm/
sendikalar/dosyalar/hakis (Erişim tarihi: 12.2.2014).
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. 2013d. TÜRK-İŞ'e Bağlı İşçi
Sendikaları,
http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowProperty/WLP%20Repository/cgm/
sendikalar/dosyalar/turkis (Erişim tarihi: 12.2.2014).
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. 2013e. 6356 Sayılı
Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Gereğince; İşkollarındaki İşçi
Sayıları ve Sendikaların Üye Sayılarına İlişkin 2013 Ocak Ayı İstatistikleri
Hakkında
Tebliğ,
http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowProperty/WLP%20Repository/csgb/
dosyalar/istatistikler/2013_ocak_6856 (Erişim tarihi: 12.2.2014).
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. 2013f. 6356 Sayılı
Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Gereğince; İşkollarındaki İşçi
Sayıları ve Sendikaların Üye Sayılarına İlişkin 2013 Temmuz Ayı
İstatistikleri
Hakkında
Tebliğ,
http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowProperty/WLP%20Repository/csgb/
dosyalar/istatistikler/2013_temmuz_6856, (Erişim tarihi: 12.2.2014).
Devrimci Turizm İşçileri Sendikası. 2013. Devrimci Turizm İşçileri
Sendikası Bülteni, Ocak,http://issuu.com/devturizmis/docs/b_lten-7__3_
(Erişim tarihi: 23.3.2014).
Hüner, M. 2004. Sendikalaşmayı Etkileyen Faktörler ve İşgörenlerin
Sendikalaşmaya İlişkin Tutumlarına Yönelik Bir Araştırma, İstanbul
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.
197
Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir
Araştırma
Internaional Labour Office. 2013. Toolkit on Poverty Reduction
Through
Tourism,
Second
Edition,
http://www.ilo.org/employment/units/ruraldevelopment/WCMS_176290/lan
g--en/index.html (Erişim tarihi: 3.2.2015).
International Labour Organization. 2014. Employment in Tourism
Sector,
http://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/---ed_dialogue/--sector/documents/publication/wcms_235636.pdf (Erişim tarihi: 23.3.2014).
Jolliffe, L. ve Farnsworth, R. 2003. Seasonality in Tourism
Employment: Human Resource Challenges, International Journal of
Contemporary Hospitality Management, 15(6), 312 - 316.
Kalaycıoğlu, S., Rittersberger-Tılıç, ve H., ÇELİK, K. 2008.
Değişen İşçilik ve Sendika, Edebiyat Fakültesi Dergisi, 25(1), 75-102.
Kapar, R. 2007. Enformel Ekonomide Çalışanların Örgütlenmesi ve
Sendikalar, Çalışma ve Toplum, 12(1), 83-117.
Krejcie, Robert V. ve Morgan, Daryle W. 1970. Determining Sample
Size for Research Activities, Educational and Psychological Measurement,
(30), 607-610.
Kültür ve Turizm Bakanlığı. 2014a. Turizm İstatistikleri,
http://sgb.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/5881,yabanci-ziyaretci-sayisi.pdf?0
(Erişim tarihi: 22.3.2014).
Kültür ve Turizm Bakanlığı. 2014b. Turizm İstatistikleri,
http://sgb.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/5883,yillara-gore-turizm-geliri.pdf?0
(Erişim tarihi: 22.3.2014).
Kültür ve Turizm Bakanlığı. 2014c. Turizm İstatistikleri,
http://www.ktbyatirimisletmeler.gov.tr/TR,9860/turizm-belgelitesisler.html (Erişim tarihi: 3.2.2015).
Kusluvan, S. ve Kusluvan, Z. 2000. Perceptions and Attitudes of
Undergraduate Tourism Students Towards Working in the Tourism Industry
in Turkey, Tourism Management, (21), 251-269.
Mütevellioğlu, N. 2013. İşsizlik Korkusu, Sendikaların İşlevselliği ve
Sendikal Örgütlenme Hakkı, V. Sosyal Haklar Sempozyumu, 179-193.
Nickson, D. 2007. Human Resource Management for the Hospitality
and Tourism Industries, Massaschussets: Butterworth-Heninemann by
Elsevier.
Poulston, J. M. 2009. Working Conditions in Hospitality: Employees’
Views of the Dissatisfactory Hygiene Factors, Journal of Quality Assurance
In Hospitality & Tourism, (10), 23–43.
198
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 17, Sayı 1, 2015, 171-200
Sarı Gerşil, G. ve Aracı, M. 2007. Küreselleşme Sürecinde Türk İşçi
Sendikacılığı ve Yaşanan Örgütlenme Sorunu, Yönetim ve Ekonomi, 14(2),
155-169.
Seçer, B. 2009. Kadınların Sendikalara Yönelik Tutumları İle Cinsiyet
Ayrımcılığı Algılarının Sendika Üyesi Olma İsteğine Etkisi, Çalışma ve
Toplum, 23(4), 27-60.
Selamoğlu, A. 2003. İşçi Sendikacılığında Yeniden Yapılanma ve
Örgütlenme Modeli, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
(6), 63-98.
Selamoğlu, A. 2004. Örgütlenme Sorunu ve Sendikal Yapıda Değişim
Arayışı, Çalışma ve Toplum, (2), 39-54.
Sheth, Norman R. 1969. Workers' Participation in Trade Union
Activity, Indian Journal of Industrial Relations, 4(3), 279-297.
Shil, P. ve Kar, S. 2013. Railway Employees’ Perception Towards
Working Condition And Role Performed By Trade Unions: A Study On
Badarpur Sub-Division Of N.F. Railway, International Journal of Social
Science & Interdisciplinary Research, 2(2), 155-174.
Tarlan, D. Ve Tütüncü, Ö. 2001. Konaklama İşletmelerinde Başarım
Değerlemesi ve İşdoyumu Analizi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, 3(2), 141-163.
Tesone, Dana V. ve Pisam, A. 2013. Handbook of Hospitality Human
Resources Management, New York: Routledge.
Turner, T. ve D’art, D. 2012. Public Perceptions of Trade Unions in
Countries of the European Union: A Causal Analysis, Labor Studies
Journal, 37(33), 33-55.
Uçkan, B. ve Kağnıcıoğlu, D. 2009. İşçilerin Sendikalara İlişkin Algı
ve Tutumları: Eskişehir Örneği, Çalışma ve Toplum, 22(3), 35-56.
United Nations World Tourism Organisation. 2014. UNWTO Tourism
Highlights 2014 Edition, http://mkt.unwto.org/publication/unwto-tourismhighlights-2014-edition (Erişim tarihi: 3.2.2015).
Urhan, B. 2005. Türkiye'de Sendikal Örgütlenmede Yaşanan Güven
ve Dayanışma Sorunları, Çalışma ve Toplum, 1(4), 57-88.
Urhan, B. ve Selamoğlu, A. 2008. İşçilerin Sendikalara Yönelik
Tutum ve Davranışları: Kocaeli Örneği, Çalışma ve Toplum, 18(3), 171-197.
Webb, S. ve Webb, B. 1920. The History of Trade Unionism, New
York: Longman Green & Co.
Wilton, N. 2003. Diversity in the Management of Employee Relations
in the Hotel Sector in South West England, Bristol: University of the West
of England.
199
Ö. A. Tekin vd. / Turizm Öğrencilerinin Sendika Algısı: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir
Araştırma
Venugopal, G., Subba Rao, P. ve Ram Prasada Rao, H. 1991. Trade
Union's Goals and Achievements, Indian Journal of Industrial Relations,
27(2), 77-85.
Yıldırgan, R. 1996. Konaklama İşletmelerinde Verimlilik Kapsamında
İş Doyumu Personel Devri İlintisi ve Sendikalar, Dokuz Eylül Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir.
Yılmaz, G., Keser, A., ve Yorgun, S. 2010. Konaklama İşletmelerinde
Çalışan Sendika Üyelerinin İş ve Yaşam Doyumunu Belirlemeye Yönelik
Bir Alan Araştırması, Paradoks Ekonomi, Sosyoloji ve Politika Dergisi, 6(1),
87-107.
Yücetürk, E. Elif. 2012. İşyerlerindeki Yıldırma Eylemlerini
Önlenmede Sendikaların Rolü: Nitel Bir Araştırma, Çalışma ve Toplum,
35(4), 41-72.
Zammit, E. L ve Rizzo, S. 2001. The Perceptions of the Trade Unions
by Their Members A Survey Report on Trade Unions in Malta, Employee
Relations, 24(1), 53-68.
200
BU SAYININ HAKEMLERİ / REFEREES OF THIS ISSUE
Prof. Dr.
Prof. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Doç. Dr.
Doç. Dr.
Doç. Dr.
Doç. Dr.
Prof. Dr.
Prof. Dr.
Doç. Dr.
Doç. Dr.
Doç. Dr.
Doç. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Prof. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Doç. Dr.
Doç. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Doç. Dr.
Doç. Dr.
Prof. Dr.
Doç. Dr.
Doç. Dr.
Prof. Dr.
Prof. Dr.
Prof. Dr.
Doç. Dr.
Doç. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Doç. Dr.
Doç. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Selçuk
Mustafa
Mehmet
Bülent
Murat
Münevver
Kemal
Süleyman
Mustafa
Aylin
Kamil
Mustafa
Mehmet
Duygu
Alper
Halil
Ebru
Şaban
Abdulhadi Erdal
Erkan
Özay
Hatice
Elbeyi
Faruk
Nilgün
Sema
Süleyman
Adnan
Hale
Ebru
Sadiye
Metin
Agah Sinan
Şenol
Hatice
AKÇAY
AKÇAY
ALPER
ATALAY
ATAN
CAN YAŞAR
DEMİRCİ
DÜNDAR
ERGÜN
GÖRGÜN BARAN
GÜNGÖR
HOTAMIŞLI
KARAYAMAN
KIZILDAĞ
KÖSE
KÖSE
OKUYUCU
ORTAK
ÖZDENİZ
ÖZKAN
ÖZPENÇE
ÖZUTKU
PELİT
SAPANCALI
SAZAK
SEVİNÇ
SEYDİ
SOFUOĞLU
ŞIVGIN
TEMİZ
TUTSAK
ÜNVER
ÜNSAR
YAPRAK
YAPRAK CİVELEK
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Sakarya Üniversitesi
Kadir Has Üniversitesi
Trakya Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Nevşehir ÜNİVERSİTESİ
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Hacettepe Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Uşak Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Selçuk Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Pamukkale Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Sakarya Üniversitesi
Necmettin Erbakan Üniversitesi
Süleyman Demirel Üniversitesi
Hacettepe Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Niğde Üniversitesi
Uşak Üniversitesi
İstanbul Üniversitesi
Trakya Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
İstanbul Arel Üniversitesi
Prof. Dr.
Doç. Dr.
Doç. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Ahmet
Rüştü
Mehmet Zahit
Tahsin
YARAMIŞ
YAYAR
YILDIRIM
YILMAZ
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Gaziosmanpaşa Üniversitesi
K. Sütçü İmam Üniversitesi
Akdeniz Üniversitesi

Benzer belgeler