haziran 2015 ıssn: 2149-3227
Transkript
haziran 2015 ıssn: 2149-3227
UKHAD ULUSLARARASI KARADENİZ HAVZASI HALK BİLİMİ ARAŞTIRMALARI DERGİSİ 2 HAZİRAN 2015 ISSN: 2149-3227 ULUSLARARASI KARADENİZ HAVZASI HALK BİLİMİ ARAŞTIRMALARI DERGİSİ Üç Ayda Bir Yayınlanan Uluslararası Hakemli Dergi INTERNATIONAL JOURNAL OF BLACK SEA BASIN FOLKLORE STUDIES İnternational Refereed Academic Journal Published Quarterly МЕЖДУНАРОДНЫЙ ЖУРНАЛФОЛЬКЛОРИЧЕСКИХ ИССЛЕДОВАНИЯПРИЧЕРНОМОРЬЯ Рецензируемый Научный Журнал, Выходящий Раз в Три Месяца Yaz/Summer/ ЛeTo- 2015 Yıl/Year/Год - 1 Sayı/Volume/Чиcло - 2 ISSN: 2149-3227 SAHİBİ / OWNER / УЧРЕДИТЕЛЬ Kültür Bilimleri Akademisi Şti. adına Başak ŞAHİNBAŞ ÜÇÜNCÜ EDİTÖR / EDITOR / ГЛАВНЫЙ РЕДАКТОР Prof. Dr. Kemal ÜÇÜNCÜ KOORDİNATÖR / COORDINATOR / ДИРЕКТОР Uzm. Turgay KABAK YAYIN KURULU / EDITORIAL BOARD / РЕДКОЛЛЕГИЯ Prof. Dr. Kemal ÜÇÜNCÜ-Prof. Dr. Mehmet AÇA-Prof. Dr. Ali AKAR-Prof. Dr. B. Atsız GÖKDAĞ-Prof. Dr. İsmail GÖRKEM-Prof. Dr. İsmail DOĞAN-Dr. Ülkü KARA DÜZGÜN-Dr. Enver UZUN REDAKSİYON / REDACTION / РЕДАКЦИЯ Arş. Gör. Berk YILMAZ-Uzm. Aşlar MELİKOĞLU-Uzm. Mevlüt KAYA HALKLA İLİŞKİLER / PUBLIC RELATIONS / СВЯЗИ С ОБЩЕСТВЕННОСТЬЮ Arş. Gör. Berk YILMAZ YABANCI DİL EDİTÖRLERİ / FOREIGN LANGUAGE EDITORS / СОВЕТНИКИ ПО ИНОСТРАННЫМ ЯЗЫКАМ Dr. Badegül CAN EMİR-Dr. Tuncer YILMAZ-Öğr. Gör. Edip ÖNCÜ Yazışma Adresi / CorrespondanceAddres / АдресИздательства Prof. Dr. Kemal ÜÇÜNCÜ / Uzm. Turgay KABAK Karadeniz Teknik Üniversitesi Edebiyat Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü /Trabzon /TÜRKİYE Tel: (0 462) 377 2521 email: [email protected] Abone Bedeli / Subscription Price / Стоимостьподписки Yurt İçi / Interior /для граждан Турции: 60 TL Yurt Dışı / Abroad / для граждан других стран: 50 $ Başak ŞAHİNBAŞ-ÜÇÜNCÜ adına Vakıfbank Trabzon KTÜ Şubesi: TR050001500158007303255855 Posta Çeki: 12267296 (Abone olanların [email protected] adresine adres bilgilerini ve dekontlarını göndermeleri gerekmektedir) Basım / Press / Типография Eser Ofset Matbaacılık, Tel: 0462 321 53 38, TRABZON HAKEMLER VE YAYIN DANIŞMANLARI REFEREES AND ADVISORY EDITORS / РЕЦЕНЗЕНТЫ И КОНСУЛЬТАНТЫ ИЗДАНИЯ Prof. Dr. Mehmet AÇA (Balıkesir Üniversitesi/ TÜRKİYE) Prof. Dr. Ali AKAR (Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi /TÜRKİYE) Prof. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK (Ardahan Üniversitesi/TÜRKİYE) Prof. Dr. Işıl ALTUN (Kocaeli Üniversitesi/TÜRKİYE) Prof. Dr. Giuli ALASANİA (Tiflis Devlet Üniversitesi / GÜRCİSTAN) Prof. Dr. Bilgehan Atsız GÖKDAĞ (Kırıkkale Üniversitesi/TÜRKİYE) Prof. Dr. A. Mevhibe COŞAR (Karadeniz Teknik Üniversitesi/TÜRKİYE) Prof. Dr. Ali ÇELİK (Karadeniz Teknik Üniversitesi /TÜRKİYE) Prof. Dr. Muharrem GASIMLI (Bakü Devlet Üniversitesi/AZERBAYCAN) Prof. Dr. Saadettin Yağmur GÖMEÇ (Ankara Üniversitesi/TÜRKİYE) Prof. Dr. İsmail GÖRKEM (Erciyes Üniversitesi/TÜRKİYE) Prof. Dr. Şakir İBRAYEV (Türk Akademisi/KAZAKİSTAN) Prof. Dr. Yuriy İSAYEV (Çuvaş Devlet İnsani Bilimler Enstitüsü/RUSYA) Prof. Dr. Nanuli KAÇARAVA (Düzce Üniversitesi/TÜRKİYE) Prof. Dr. Sergei KARPOV (Moskova Molonsov Devlet Üniversitesi/RUSYA) Prof. Dr. Mihail MAXİM (Bükreş Üniversitesi/ROMANYA Prof. Dr. F. Gülay MİRZAOĞLU (Hacettepe Üniversitesi/TÜRKİYE) Prof. Dr. İrfan MORİNA (Priştine Üniversitesi/MAKEDONYA) Prof. Dr. İsa ÖZKAN (Gazi Üniversitesi/TÜRKİYE) Prof. Dr. Naci ÖNAL (Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi/TÜRKİYE) Prof. Dr. Tatyana PETROVA (Çuvaş Devlet Pedagoji Üniversitesi/RUSYA) Prof. Dr. Rüstem ŞÜKÜROV (Moskova Molonsov Devlet Üniversitesi/RUSYA) Prof. Dr. Orhan Kemal TAVUKÇU (Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi / TÜRKİYE) Doç. Dr. Metin ARIKAN (Ege Üniversitesi/TÜRKİYE) Doç. Dr. Mustafa AKSOY (Marmara Üniversitesi/TÜRKİYE) Doç. Dr. Eyüp AKMAN (Kastamonu Üniversitesi/TÜRKİYE) Doç. Dr. Mehmet EROL (Kilis 7 Aralık Üniversitesi/TÜRKİYE) Doç. Dr. Nazım ELMAS (Giresun Üniversitesi/TÜRKİYE) Doç. Dr. Nazmiye ELMAS (Başkent Üniversitesi/TÜRKİYE) Doç. Dr. Nesrin FEYZİOĞLU (Atatürk Üniversitesi/TÜRKİYE) Doç. Dr. Yalçın SARIKAYA (Giresun Üniversitesi/TÜRKİYE) Doç. Dr. Mete TAŞLIOVA (Yıldırım Beyazıt Üniversitesi /TÜRKİYE) Dr. Mustafa AÇA (Karadeniz Teknik Üniversitesi/TÜRKİYE) Dr. Berna AYAZ (Bülent Ecevit Üniversitesi/TÜRKİYE) Dr. Ülkü KARA DÜZGÜN (Giresun Üniversitesi/TÜRKİYE) Dr. Şerife Seher EROL (Bartın Üniversitesi/ TÜRKİYE) Dr. Berna FİLDİŞ (Bartın Üniversitesi/TÜRKİYE) Dr. Bahadır GÜNEŞ (Karadeniz Teknik Üniversitesi/TÜRKİYE) Dr. Musa ÖKSÜZ (Giresun Üniversitesi/TÜRKİYE) Dr. Mehmet Ali YOLCU (Nevşehir Üniversitesi/TÜRKİYE) TEMSİLCİLİKLER/REPRESENTATIVES/ПРЕДСТАВИТЕЛИ Prof. Dr. İsmail DOĞAN / Ordu Doç. Dr. Bekir ŞİŞMAN / Samsun Doç. Dr. Eyüp AKMAN / Kastamonu Dr. Şerife Seher EROL / Bartın Dr. Musa ÖKSÜZ / Giresun Dr. Berna AYAZ / Zonguldak Dr. Sedat BAHADIR / Artvin Dr. Oğuz ERDOĞAN / Rize Dr. Serdar UĞURLU / Bolu Dr. Recep TEK / Karabük Selçuk Kürşad KOCA / Sakarya Okt. Talat ÜLKER / Gümüşhane Ülkü ÖNAL / Ankara EDİTÖR’den Merhaba; Uluslararası Karadeniz Havzası Halk Bilimi Araştırmaları Dergisinin ikinci sayısı ile siz değerli okuyucularımızın huzurundayız. Bu sayımızda Doğu Karadeniz Bölgesinin kültürel mirasını maddi ve manevi kadroları ile ele aldık. Çok farklı disiplinlerden meslektaşlarımız katkı sundular. Katkıları için değerli bilim insanlarımıza teşekkürlerimizi sunuyoruz. Doğu Karadeniz Bölgesi kültürel ve doğal mirası, bilinçsiz politikalar ve ilgisizlik yüzünden ne yazık ki lâyık olduğu biçimde, korunup ülkemizin ve insanlığın istifadesine sunulamamaktadır. Sürdürülebilir bir kalkınma ve temiz bir çevre, günümüz uygarlık bilincinin en önemli ilkesidir. Yeşil yol ve madencilik uygulamaları ile Doğu Karadeniz Bölgesi tekrar gündeme geldi. İnsan nefsi ve hamakati çoğu kere yerin üstündeki zenginliklerin değerini ve önemini anlamayıp doğayı bilinçsizce tahrip ederek kendinin ve insanlığın kuyusunu kazmaktadır. İnsan odaklı çevreye ve doğaya duyarlı bir kalkınma ve üretim politikası pek ala mümkündür. Bu dengeyi sağlamak için bilimsel aklın ve yaklaşımın esas alınması gerekir. Bu amaçla yapılması gerekenleri “Doğu Karadeniz Kültür Envanteri” projesinde etraflıca ele aldık. Bölgenin kültürel mirasının bütünlüklü olarak bir proje çerçevesinde ele alınması son derece önemlidir. Bu duyarlılığı maalesef sivil ve resmi inisiyatiflerden bugüne kadar göremedik. Bu anlamda “topa nasıl ve neresinden vurulur” a odaklı yerel bölge basını ve sivil toplumu inisiyatif alması yol göstermesi, aydınlatması gerekir. Kültürel mirasın UNESCO doğal ve kültürel miras listelerine kaydedilmesi kalıcı olarak korunmaları ve yasal güvenceye kavuşmaları açısından son derece önemli. Bugüne kadar Türkiye bu konuda maalesef somut olmayan kültürel miras konusuna odaklandı. Oysa ki Türk kültür ve medeniyeti sadece sözlü kültür ve etnografyadan ibaret olmayıp kültürün bütün kadrolarında dünya mirası sayılabilecek ürün ve değerler üretmiştir. Bu mirasın da dünyaca tanınıp bilinmesi son derece önemlidir. Sorduğunuzda herkes “kültürü seviyor”, “kültür hastası!” lâkin uygulamaya baktığınızda yüz ağartacak tek bir numune uygulamayı dahi göremiyoruz. Taşla kaplanan parklar, tahrip edilen kültürel doku, soba boyası ile boyanan tarihi eserler, tarihi mimaride pvc kapılar, muhafazakâr olduğunu iddia eden cemiyette tarihi caminin duvarında peynirli fırını, hep bu “kültür hastalığının” belirtileri. Konuyla ilgili tüm tarafları, sağduyu ile hareket etmeye, bu konuda dünyada yapılmış nitelikli uygulamalara bakmaya davet ediyorum. Zira yapılacak yanlışın telafisi mümkün değildir. Dikkat ve rikkatle hareket etmek durumundayız.Doğu Karadeniz bölgesinin doğal ve kültürel mirası bu özeni fazlasıyla hak ediyor. Dergimiz bir kültür elçisi olarak bölgenin/havzanın kültürel mirasının bilimsel anlamda incelenmesi ve tanıtılması amacını gütmektedir. Bu anlamda siz değerli kültür elçilerinin, dostlarının , sivil toplumun farkındalığına ve katkılarına muhtaçtır. Çok cüzi desteklerinizin bir kar topu gibi büyüyerek anlamlı bir esere dönüşmesini sağlamak sizlerin elindedir. Gelecek sayımızda buluşmak dileğiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Prof. Dr. Kemal ÜÇÜNCÜ Editör İÇİNDEKİLER DOĞU KARADENİZ BÖLGESİ KÜLTÜR ENVANTERİ VE DOĞAL VE KÜLTÜREL MİRAS LİSTESİNİN HAZIRLANMASININ ÖNEMİ [The Cultural Inventory Of The Eastern Black Sea Region And The Importance Of Preparing The Natural And Cultural Heritage List Of The Region] Kemal ÜÇÜNCÜ 1 DOĞU KARADENİZ KÖY EVLERİNDE AŞHANE MEKÂNI ÜZERİNE NOTLAR [Notes on Space Aşhane theEastern Black SeaVillageHouses] Mustafa Reşat SÜMERKAN 10 GELENEKSEL KONUTUN ÇAĞDAŞ YORUMU: TRABZON ORTAMAHALLE EVLERİ VE ATAKENT SİTESİ [Traditional Houses’s Contemporary İnterpretation: Trabzon Ortamahalle Housesand Atakent Site] Rabia KÖSE DOĞAN / Bahaattin KÜÇÜK 27 HİDROELEKTRİK SANTRALLERİN ÇEVRESEL ETKİLERİ: DOĞANKENT (GİRESUN) İLÇESİ ASLANCIK BARAJI ÖRNEĞİ [EnvironmentalImpacts of HydroelectricPowerPlants: Aslancik Dam andHydroelectricPowerPlant in Dogankent (Giresun) District] Işık SEZEN / Emine PATAN 41 GÜNÜMÜZDE KARADENİZ BÖLGESİNDE AHŞAP TEKNE YAPIMCILIĞI [WoodenBoatBuilding in Black SeaCoast in OurDays] Mahmut DAVULCU 53 TRABZON’DA BULUNAN SİVİL MİMARLIK ÖRNEKLERİ’NİN TURİZM AMAÇLI KONAKLAMA BİNALARI OLARAK KULLANIMI [Examples of Cıvıl ArchıtectureIn Trabzon of Tourıstıc Accommodatıon Buıldıngs in Use] İlknur YÜKSEL 91 MACERA VE SIRADIŞI TURİZM ANLAYIŞINA ÖNERİ BİR ALAN: DOĞU KARADENİZ BÖLGESİ SOĞANLI DAĞLARI [A SuggestiveAreaFor Adventure And Extreme TourismUnderstanding; Soğanlı Mountain İn EasternBlacksea] Işık SEZEN / Sevgi YILMAZ 122 ARTVİN İLİNİN MEVCUT TURİZM POTANSİYELİ VE NİŞ PAZARLAMANIN UYGULANABİLİRLİĞİ [TheCurrentTourismPotential of Artvin Provinceand Implementation of Niche Marketing] Ceyhun AKYOL 144 BORÇKA DEVİSKEL YAYLALARINDA HALK OYUNLARI GELENEĞİ [İn Borçka Deviskel Folk Tradition] İdris Ersan KÜÇÜK 173 GİRESUN KIRSALINDAKİ BAZI YER ADLARININ TARİHİ VE KÜLTÜREL KÖKENLERİ [HistoricalandCulturalRoots of SomePlaceNames Giresun Rural] Mevlüt KAYA 181 TRABZON/KÖPRÜBAŞI İLÇESİNDE EKOLOJİK OYUNCAK YAPIMI [EcologicalConstructıon of Toy in Trabzon/ Koprubası] Fatma YILDIRMIŞ 238 TRABZON BAHÇECİK ÖRNEĞİNDE KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJESİ VE DEĞİŞEN KENT ÇEHRESİ [InThe Case Of Trabzon Bahçecik Urban Transformation Project and ChangingSilhouette of The City] Nihan CANBAKAL ATAOĞLU Veysel ATASOY 258 TÜRK FOLKLOR ARAŞTIRMALARINDA ÖNEMLİ BİR KAYNAK: BARTIN GAZETESİ [An ImportantResources in Research of TheTurkıshFolklore: TheNewspaper of Bartın] Kübra YILDIZ 271 ŞİİRDEN HAYVAN BENZETMECESİNE BAĞLI KÖY SEYİRLİK OYUNUNA “KARAKUŞ” [TransformationFromPoetryToVillagePlaysAccordingToAnimalImitations “Karakus”] Alp Eren DEMİRKAYA 287 TRABZON FOLKLORUNDA DEĞİŞMEYEN RİTÜELLERDEN KINA GECESİ [Henna Nıght, One Of The Unchanged Rıtuals Of Trabzon Culture] Enver UZUN 299 TÜRK HALKBİLİMİNİN OBJESİ OLARAK OYUN [Play as Objects of Turkish Folklore] Kamil Veli NERİMANOĞLU 308 Derlemeler ARTVİN’DEN DERLENMİŞ MANİLER Ülkü ÖNAL 329 Çeviriler ÖZEL BİR YARATIM BİÇİMİ OLARAK FOLKLOR Roman Jakobson ve Petr Bogatyrev Çeviren: Tuncer YILMAZ 350 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 DOĞU KARADENİZ BÖLGESİ KÜLTÜR ENVANTERİ VE DOĞAL VE KÜLTÜREL MİRAS LİSTESİNİN HAZIRLANMASININ ÖNEMİ The Cultural Inventory Of The Eastern Black Sea Region And The Importance Of Preparing The Natural And Cultural Heritage List Of The Regıon Kemal ÜÇÜNCÜ* ÖZET Bu makalede Doğu Karadeniz Bölgesi Kültür envanterinin önemi açıklandıktan sonra bölgedeki doğal ve kültürel mirasın derlenmesi, tasnifi ve bilimsel olarak incelendikten sonra müzelenmesi daha sonra kültür ekonomisi bağlamında yapılacak uygulamalar ele alınacaktır. Anahtar Kelimeler: Kültür envanteri Doğu Karadeniz Bölgesi, kültürel miras ABSTRACT In this article, after explaining the importance of the cultural inventory of the Eastern Black Sea Region and compiling, classifying and observing the natural and cultural heritage of the area, projects to exhibit these materials in museums in the context of culture economy are to be discussed. Key words: cultural inventory, Black Sea region, cultural heritage GİRİŞ Batı, Rönesans, Reform hareketleri sonucunda geleneksel bilgi anlayışını kökünden değiştirerek bilimsel araştırmaların özellikle doğa bilimlerinin temeline aklı ve fenomenal olguları koyarak metafizikten ayrıştırarak bir sıçrama yakaladı. Galileo’dan Newton’a ulaşan bu çizgi toplumsal ve siyasal düzlemde akılcılık ve aydınlanma hareketlerini de beslemiştir. Bu yeni bilim anlayışının sonucu olan Techne/ logos “ pratik ve uygulamayı” öne çıkararak doğaya ve insanlığa egemen olmak için eşsiz bir kar ve fayda sağlamıştır. Bu anlayış kısa süre sonra kültürel ve toplumsal alanın da doğa bilimleri örneğinde olduğu gibi bilimsel bilgi anlayışı çerçevesinde düzenlenmesi anlayışını doğurdu. Ortaçağ ümmet anlayışından ve cemaatinden millete dayalı yeni * Prof. Dr., Karadeniz Teknik Üniversitesi Edebiyat Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Trabzon/ TÜRKİYE 1 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 bir cemiyete dönüşüm esnasında millete dayalı geleneksel bilgi , folklor ve etnografya , mitoloji yeni milli kimliğin inşasında kök değerler olarak değerlendirilmiştir. Halk bilimi disiplini bu anlamda çok önemli işlevler üstlenmiştir. Geleneksel kültürel ürünlerin derlenerek, tasnif edilerek müzelenmesi sayesinde bu repertuar dayalı büyük bir sanatsal edebi ve kültürel üretim ortaya çıkmıştır. Teknolojik ilerlemenin bir yansıması olarak Sanayi devrimi sayesinde fabrikasyon üretimle beraber yeni iş gücü hammadde ve pazar ihtiyacı ortaya çıkmıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sömürgecilik sosyoloji, antropoloji, halkbilimi, gibi yeni disiplinler ihdas ederek hedef coğrafyalarını tanıma , ona uygun politikaları üretmek için harekete geçti. Onlarca yıl bilimler akademilerine bağlı heyetler Asya, Avusturalya ve Afrika’da araştırmalar yaptı . Bu araştırmalar neticesinde ortaya devasa bir külliyat çıkmıştır. Batı kendi dışındaki dünyayı yönetirken kuşkusuz bu bilgi birikiminin büyük ölçüde kullanmıştır. Bu sürçlerde kültürel envanterler, etnografya müzeleri, saha araştırmaları, derleme arşivlerine büyük önem atfedilmiştir ülkemizde bu süreç geç başlamakla birlikte Tanzimat Meşrutiyet Cumhuriyet çizgisi ortaya doğru bir perspektif ortaya konmuştur. Bu çalışmalardan arzu edilen bir birikim oluşturulamamıştır. Helen Türk kültürünün gerek Türkiye içinde gerekse Türk kültür havzasında nitelikli bir kültürel envanterine sahip değiliz. Nüfuz alanlarımızın envanter bilgisine ilişki ve çelişkilerine bilimsel anlamda hakim olamadığımız için sosyal ve siyasal karar alma süreçleri ve uygulamalarda sürekli bizi yarıştığımız uygar dünya parametrelerinden geride bırakmaktadır. Bu anlamda Doğu Karadeniz Bölgesinin kültürel geleneğine baktığımızda kültürün maddi ve manevi kadroların açısından çok zengin ve katmalı bir yapıyla karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Ne yazık ki kültürel politikalardan, kültür ekonomisinden , uygulamalı halk biliminden habersiz sorumlu sorumsuz zevatın elinde bu birikim layık olduğu değeri görmeden heba edilmemektedir. Ülkemizdeki pek çok kültürel ürün bu anlamda tahrip edilerek gelecek kuşaklara aktarılamamıştır. I. Doğu Karadeniz Kültür Envanteri Projesi Projeyi bölgede yirmi yılı aşkın bir süredir yürüttüğümüz saha çalışmaları, gözlemler ve deneyimler sonucunda ortaya koyduk. Konuyla ilgili olabilecek bütün resmi ve sivil kurumlarla paylaştık. Ne yazık ki proje bugüne kadar uygulanma imkanı bulamamıştır. 2 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 A. Projenin Amacı İnsanların temel ihtiyaçlarını karşılamak için kullandığı araç gereçlerden sanat eserlerine kadar ürettiği bütün ürün ve değerleri kapsayan kültür, zamana şartlara ve coğrafyaya göre hem iç hem de dış dinamiklerin etkisi ile değişen canlı bir varlıktır. Bu canlı varlığın gösterdiği değişim ve gelişimi tespit etmek, geçmişi kayıt altına almak kültürün gelecekte var olabilmesi için temel şartlardan birisidir. Orta Asya’dan Avrupa’ya; Kutuplardan Arap yarımadasına kadar çok geniş bir coğrafyada hüküm süren Türk kültürü içerisinde var olan yerel unsurları ortak potasında eriterek günümüze kadar gelmiştir. Günümüzde Türk kültürü dediğimiz zaman tek renk, tek şekil bir kültür anlaşılmamaktadır. Ana hatları ve özü itibariyle aynı olmakla birlikte her bölgenin kendine has özellikleri de mevcuttur. Bu farklılıklar kültürü besleyip ayakta tutmakta ve zenginleşmesini sağlamaktadır. Türk kültürünün en canlı ve renkli unsurlarından birisini oluşturan Doğu Karadeniz Bölge’si kültürü ne yazık ki bu güne kadar layığı ile derlenip incelenmemiştir. Doğu Karadeniz Bölgesi önü Karadeniz, arkası denize paralel uzanan dağlar ile çevrili dış dünyaya nispeten kapalı bir bölgemizdir. Ayrıca bölge kendi içerisinde derin vadilerden oluşmaktadır ve bu vadilerin her birinin kendine has kültürel bir dokusu vardır. Bu kültürel dokuyu inceleyip envanterini çıkarmak Türk kültürel varlığı için son derece önemlidir. Projemizin amaçları şunlardır: 1. Doğu Karadeniz Bölgesi kültürel varlığını doğal ortamı içerisinde tespit edip kayıt altına almak. 2. Tespit edilen kültürel varlığın Türk kültür varlığı içerisindeki yerini ve önemini ortaya koymak 3. Elektronik iletişim araçları ve teknolojinin de etkisiyle günümüzde hızla yok olmaya başlayan kültürel unsurların tespit ve tescil edilip tasnif edilerek korunmasını sağlamak 4. Tespit edilen kültürel ürünlerin UNESCO Somut Olmayan Kültür Varlıkları Koruma (SOKÜM) listesi başta olmak dünya kültür mirasına kazandırılmasını sağlamak. 5. Tespit edilen kültürel unsurların tespit, tescil ve tasnifinin yapılmasından sonra, bu ürünlerin çağdaş müzecilik ve estelasyon teknikleri ile sergilenebileceği bir çalışmaya kaynaklık edecek veri tabanını oluşturmak. Bu şekilde turizm gelirlerindeki payını arttırma hedefinde olan ülkemizin bu pastadan daha çok pay almasını sağlamak, Doğu Karadeniz Bölge’sinin de bir Kültür Turizmi merkezi haline gelmesi için ilk adımı atmış olmak. 3 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 6. Tespit edilen kültürel ürünlerin resim, video gibi dijital kayıtlarını da alarak günümüzde kullanım sahası kalmamış olan veya kısa bir süre sonra kalmayacak olan kültürel unsurların bağlamı içerisinde gösterilmesini sağlayacak dijital arşivin oluşturulmasını sağlamak. 7. Popüler kültür ile geleneksel kültürün buluşacağı mekânların oluşturulması için kaynak teşkil edecek olan kültürel objelerin derlenmesini sağlamak. 8. Doğu Karadeniz Bölgesinde özellikle HES (Hidro Elektirik Santrali) yapımı gibi çeşitli nedenler ile boşaltılan yerleşim yerlerindeki kültürel varlığın derlenmesi yolu ile bu kültürel değerlerimizin ebediyen yok olmasını engellemek. 9. Yapılan kültür envanteri ile bölge kültürüne daha geniş bir pencereden bütüncül açıdan bakarak yöre kültüründe tarihi süreç içerisinde dikey ve paralel yönde meydana gelen değişimleri ve sebeplerini ortaya koymak. 10.Araştırma sonucunda elde edilen verileri basılı yayına dönüştürerek Trabzon İli’ni Doğu Karadeniz Bölgesinin bilgi ve kültür merkezi haline getirmektir. 11.Proje kapsamında bugüne kadar hazırladığımız aşağıdaki eserlerin yayınlanması B. Projenin Kapsamı Halkbilim kadroları içerisinde yer alan kültürel unsurların ilmi yöntemlerle halkbilim uzmanları tarafından tespit, tescil ve tasnifinin yapılması hem bu kültürel öğelerin doğru derlenip, tasniflenmesi hem de kullanım ortamlarının ve işlevlerinin gelecek nesillere doğru bir şekilde aktarılması açısından son derece önemlidir. Bu hassasiyetler gözetilerek yapılacak olan bir kültür envanteri Doğu Karadeniz Bölgesinin kültürel kimliğini doğru bir şekilde tescilleyecek ve ebedileştirecektir. İnsanların ürettikleri bütün ürünleri ve değerleri kapsayan kültür aynı zamanda insan topluluklarının millet olmasını sağlayan kimlik kartlarıdır. Bu açıdan bakıldığında Türk kültür varlığının önemli bir parçası olan Doğu Karadeniz Bölgesi kültürel varlığının derlenip, tescil ve tasnif işlemlerinden geçirilmesi gelecek nesillerin kimliklerini kaybetmemesi açısından hayati öneme sahip bir husustur. Günümüze kadar çeşitli sebeplerle Doğu Karadeniz Bölgesi kültür envanterini çıkaracak olan bilimsel bir çalışmanın yapılmamış olması büyük bir eksikliktir. Ordu, Giresun, Trabzon, Rize ve Artvin illerini kapsayan “Doğu Karadeniz Etnografik Kültür Mirasının Envanteri Projesi” ile bu sahadaki eksiklik giderilecek, proje ile bölgede mevcut olan soyut ve somut kültürel 4 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 unsurlar Halkbilim sahasının uzmanları tarafından ilmi usullerle tespit edilip, tescil edilecek daha sonra da tasniflenecektir. Bu çalışma ile Doğu Karadeniz Bölgesi’nin kültürel dokusunda meydana gelen değişimler ve bunların sebepleri de ortaya konmuş olacaktır. Bu çalışma daha sonra modern müzecilik anlayışı ile yapılacak olan müzeleme ve estelasyon çalışmaları için, ekolojik turizm ve kültür turizmi sahasında yapılacak araştırma ve yatırımlar için de kültürel kaynak teşkil edecektir. Projenin hayata geçmesi halinde günümüzde ülkelerin kültürlerini tanıtmak için çok önem verdikleri UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi ve Somut Olmayan Kültürel Miras (SOKÜM) Listesi’ne ülkemiz adına başvuru yapmak için kullanılacak kültürel öğelerin birçoğu Doğu Karadeniz Bölgesi’nden seçilecektir. Çünkü bu proje ülkemizde bir ilki gerçekleştirecek ve bu listelere girmeye en hazır bölgemiz Doğu Karadeniz Bölgesi olacaktır. C. Projenin Özgün Değeri Doğu Karadeniz Bölgesi, kendine has coğrafi yapısı, kültürel çeşitliliği ve farklılığı geçmişten günümüze ülkemizin en çok dikkat çeken ve merak edilen bölgelerinden birisi olmuştur. Birçok yerli ve yabancı turist bölgenin bu kendine has doğal ve kültürel zenginliğini görmek için bölgeye gelip gezmiştir. Bölge ile ilgili günümüze kadar kültürel, sosyolojik ve ekonomik anlamda birçok çalışma da yapılmıştır. Ancak bu çalışmalar bölgenin genelini kapsayacak ve bilimsel metotlar kullanarak sağlıklı sonuçlara ulaşacak veriler elde etmekten uzaktır. Özellikle yapılan çalışmaların bölgenin sadece bir kısmını kapsaması ve bütünü görememesi buna engel olmaktadır. Doğu Karadeniz Bölgesi’nin gerçek kültürel potansiyelinin ortaya çıkarılması ve turizme kazandırılması için bölgenin tamamının tarandığı ve bu taramanın profesyonel ekipler tarafından ilmi usullerle yapıldığı bir kültür envanterine ihtiyaç vardır. Bu projenin özgün tarafı Doğu Karadeniz Bölgesi’nin ihtiyacı olan bu envanterin çıkarılacağı bir proje olmasıdır. Böyle bir envanterin çıkarılması daha sonra bölgede kurulacak olan bir açık hava müzesine, Bursa Kent Müzesi örneğinde olduğu gibi modern bir şehir müzesine kaynaklık edecektir. Ayrıca bölgenin kültürel ve coğrafi şartları buna çok müsait olmasına rağmen henüz yörede ekolojik turizm, kültür turizmi gibi kavramlar bilinmemektedir. Yapılacak envanter çalışması bu potansiyeli gözler önüne sererek farkındalık yaratacağı için bölgeye ekonomik anlamda da katma değer sağlayacaktır. Bu projenin diğer bir özgün tarafı da Türkiye’de ilk defa bölge bazında 5 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 yapılan bir kültür envanteri projesi olmasıdır. Bu proje daha sonra ülkemizin diğer bölgelerinde yapılacak olan kültür envanteri projelerine örnek teşkil edecektir. Bu projede elde edilen veriler sadece Halkbilim alanında kullanılmayacak, Sosyoloji, Antropoloji, Etnografya, Tarih gibi disiplinlerde çalışan bilim insanlarımız için de yol gösterici bir kaynak olacaktır. Doğu Karadeniz Bölgesi’nde bu alanlarda çalışan araştırmacıların işlerini kolaylaştıracak, onlara hazır bir bilgi bankası sunacaktır. Ayrıca özellikle HES barajlarının inşa edilmesi nedeniyle Doğu Karadeniz Bölgesi’nde köklü bir geçmişe ve zengin bir kültüre sahip olan birçok yerleşim yeri (Artvin-Yusufeli örneğinde olduğu gibi) bir süre sonra sular altında kalacaktır. Bu yerleşim yerleri kültürel zenginliği ile birlikte sular altında kalmadan bu kültür envanteri projesi ile derlenip kaydedilerek Türk kültürünün önemli ve özgün bir parçası olan yöredeki somut ve soyut kültür ürünleri kayıt altına alınarak yok olmaktan kurtarılacaktır. D. Projede Kullanılacak Yöntem 1. Çalışmanın ilk basamağını Doğu Karadeniz Bölgesi ile ilgili kaynakların taranması oluşturacaktır. Bölge ile ilgili daha önce yazılmış olan kitap, tez, makale gibi yayınlar ile önemli gazeteler toplanacaktır. Bu süreçte gerekli olan kütüphane ve arşivler tek tek taranacaktır. Temin edilen yazılı kaynakların tasnifi ve yabancı dilde olan yayınların Türkçeye çevrilmesi ile literatür araştırması tamamlanacaktır. 2. Çalışma safahatının ikinci basamağında, alan araştırmasının gerçekleştirileceği yörelere dönük bilgi formları oluşturulması yer almaktadır. Alan araştırmasında “katılımlı gözlem ve derinlemesine mülakat” yöntemi kullanılacak böylece kültürel öğelerin bağlamı içerisinde nasıl kullanıldığı, işlevinin ne olduğu doğru bir şekilde tespit edilebilecektir. 3. Bölge derin vadilerden oluştuğu için derleme sahası vadi tabanlı olarak değerlendirilip her vadide derleme yapılacaktır. Çünkü yöre kendi içine kapanık ve dış dünya ile etkileşimi az bir bölge olduğu için her vadinin kendine has kültürel özellikleri vardır. Vadiler tek tek gezilerek bu özgün kültür ürünlerinin derlenmesi sağlanacaktır. 4. Alan araştırmasının tamamlanmasından sonra tespit edilen malzemelerin tasnifi ve analizi yolunda çalışmalara geçilecektir. Bu amaçla ilk olarak sesli ve görüntülü kayıtların deşifre edilmesi işlemi gerçekleştirilecektir. Bu işlem tamamlandıktan sonra elde edilen kültürel ürünler bu kayıtlardan ya6 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 rarlanılarak tasnif edilecek ve isimlendirmeleri yapılacaktır. 5. Tespit edilen malzemenin değerlendirilmesi işleminin tamamlanmasından sonra araştırmanın sonuçlarına dönük raporlar hazırlanacaktır. Sonuçta Doğu Karadeniz Bölgesi’nin kültürel varlığı tarihselliği, bağlamı, işlevi, biçimi ve muhtevası olmak üzere beş aşamalı bir perspektifle ele alınarak kültürel olgu bir bütün olarak ortaya konmaya çalışılacaktır. Proje bütçesinde seyahatlerin fazla olmasının sebebi sahadaki kaynak kişilerin ve sahanın tamamıyla muhatap olma arzumuzdan kaynaklanmaktadır. E. Projenin Yaygın Etki ve Katma Değeri Projenin gerçekleşmesi halinde; 1. Doğu Karadeniz Bölgesi’nde ilk defa bütüncül olarak bir kültürel derleme çalışması yapılacak ve böylece bölgenin bütünün görülmesi sağlanacaktır. 2. Bölgenin kültür envanteri çıkarılarak günümüzde teknoloji, ekonomik şartlar gibi sebeplerle işlevini kaybeden ve yakın gelecekte yok olacak olan kültürel öğeler kayıt altına alınarak yok olmaları önlenecektir. 3. Bölgede yapılan HES barajları vb. sebeplerle boşaltılacak olan yerleşim yerlerindeki yok olması kaçınılmaz olan kültürel değerler kayıt altına alınacak ve yok olmaktan kurtarılacaktır. 4. Bölgede bulunan kültürel öğelerin hepsi tespit edilecek ve bunların içerisinde UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi ve Somut Olmayan Kültür Mirası (SOKÜM) , Doğal Kültürel Miras, Kültürel peyzaj listesine girmesi gereken kültürel değerlerimizin bu listelere dâhil edilmesi için gerekli adımlar atılacak, böylece bu kültürel öğeler ülkemiz adına tescillenecek ve Doğu Karadeniz Bölgesi, Türkiye’nin yurt dışında en çok bilinen bölgelerinden birisi haline gelecek, bu da bölgenin bir turizm merkezi haline gelmesini sağlayacaktır. 5. Doğu Karadeniz Bölgesi’nin çok büyük potansiyeli olmasına rağmen yörede kültür turizmi ve ekolojik turizm faaliyetleri yok denecek kadar azdır. Bölgenin mevcut kültürel zenginliği ortaya konarak bu konuda bir farkındalık yaratılacak ve bölgemizin bu sektörlerden hak ettiği payı alması sağlanacaktır. 6. Doğu Karadeniz Bölgesi’nden elde elden kültürel öğelerle daha sonraki aşamada bölgenin tamamını temsil eden modern müzecilik anlayışı ile kurulmuş açık hava müzelerinin ve etnografya müzelerinin kurulması için gerekli kültürel alt yapı oluşturulmuş olacak. Böylece bölgenin hem turizm geliri hem de dünya çapında bilinirliği artacak ve marka değeri yükselecektir. 7 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 II. Doğu Karadeniz Bölgesi SOKÜM, Doğal Kültürel Miras ve Kültürel Peyzaj Listrsi İçin Bazı Öneriler Yeşil Yol ve Maden aramaları yüzünden Doğu Karadeniz Bölgesi Kültürel ve doğal mirtası tekrar kamuoyu gündemine geldi. Öncelikle şunu belirtmekte fayda var ki bölgede bu türden yapılacak düzenlemeler için ciddi üniversiter düzeyde araştırmalara , danışmanlığa ve bir master plana ihtiyaç vardır. Bölge özelinde Doğu Karadeniz Turizm Master Planı, DOKAP kalkınma planı bu özelliklere haiz değildir. Bu anlamda bölge üniversitelerimiz kişisel fedak3arlıklar dışında konuya eğilen ciddi bir bilimsel aktivite ve kaygıdan uzak oldukları gözlemlenmektedir. Siyasiler ve bürokratlar yetersiz bilgilerle el yordamıyla bir şeyler yapmaya çalışmaktadırlar. Bölgede ciddi uluslararası bilimsel standartlara uygun olmak şartıyla madencilikte yol da yapılabilir, yapılmalıdır. Burada önemli olan “ehem ve mühim” ayırımını yapıp [ ehem mühimme mürecahtır”=en önemli, önemliye tercih edilir] ilkesini uygulayabilmektir. Nerede yol, nasıl yol, nerede ve hangi yöntemle maden sorularının cevabını bilimsel olarak verip sonuçlarına göre karar vermek gerekir. Bölgemizde henüz böyle bir yaklaşım söz konusu değildir. Bölgenin pek çok yerinde yer üstü zenginlikler yer altı zenginliklere göre hem ekonomik olarak hem de insani olarak daha değerlidir. Bu anlamda dünyadaki uygulamalara bakmayı kimse akıl etmemektedir. Bürokratlar ve yerel idareciler yer üstü zenginliklerin dünya kültür mirası listelerine girebilmesi adına bütün çağrılarımıza rağmen en ufak bir adımı atmamışlardır. Sadece sığ ve doldur boşat kuru bir ezberi alternatif turizm , kültür turizmi diye tekrar ediyorlar. Bunu tekrar eden vali ve belediye başkanları diğer taraftan kültürel mirasın tahribatının engellenmesi ve korunması bilimsel olarak tespiti hususunda kıllarını kıpırdatmamaktadırlar. Bu anlamda öncelikle Trabzon’da SOKÜM listesine önerilerimiz 1. Akçaabat Yöresi Horon İcra Geleneği 2. Sürmene Yöresi Bıçakcılık Geleneği ve Ustalar [yaşayan insan hazinesi listesi] 3. Altın ve Gümüş Hasır Örücülüğü 4. Trabzon Bakırcılığı 5. Ahşap İşciliği [Kaşık, Beşik, vb] ve ustalar Kültürel Peyzaj Alanı Olarak; 1. Şalpazarı Kadırga [Otcu göçü ve yaylaya çıkış ritüeli], 2. Maçka Sümele, Kuştul, Vazelon, Santa hattı [Gümüşhane Krom ile 8 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 birleştirilmeli] Rize SOKÜM listesine önerilerimiz 1. Rize Bezi, tulum Doğal Kültürel Miras: 1. Kaçkarlar alanı Artvin’le birleşik olarak 2. Fırtına vadisi Kültürel peyzaj 1. İspirden Yusufeli’ne kadar olan vadi Artvin 1. Doğal Kültürel Miras listesine Öneriler 2. Kaçkarlar bütün havzası ile birlikte 3. Hatila vadisi 4. Ardanuç Cehennemdere kanyonu, Ardanuç kalesi 5. Cerattepe Alanı 6. Yusufeli havzası (bütün olarak ) Maçahel Artvin SOKÜM Listesi için: Ata barı, Boğa güreşleri, Gümüşhane SOKÜM Listesi 1. Kelkit Zilli kilim, 2. Pestil ve köme Doğal ve Kültürel Miras: Krom yerleşkesi, Karaca mağarası SONUÇ Beşbin yıllık bir tarihsel geçmişe sahip olan Doğu Karadeniz Bölgesinin kültürel mirasının bir envanterinin yapılması , tasnif edilmesi, bilimsel surette incelenip yayınlanması ve bu yayınları esas alarak etnografya ve tematik müzelerin kurulması , tescillerin yapılması tehir edilemez bir önceliğe sahiptir. Kültürel ve sosyal planlamalar, kültür ekonomisi, kültür turizmi ve eko turizm uygulamaları bu çalışmanın tamamlanmasından sonra daha sağlıklı, kalıcı ve etkili bir biçimde yapılabilir. Bunun için bir bölgesel planlamaya ihtiyaç vardır. Kültürel mirasın UNESCO doğal ve kültürel miras listelerine kaydedilmesi eserin/ varlığın kalıcı olarak korunmasının güvencesi olarak durmaktadır. 9 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 DOĞU KARADENİZ KÖY EVLERİNDE AŞHANE MEKÂNI ÜZERİNE NOTLAR Notes on Space Aşhane the Eastern Black Sea Village Houses Mustafa Reşat SÜMERKAN* ÖZET Doğu Karadeniz köy evlerinde aşhane; yemek pişirilen, oturulan, konuk ağırlanan, yas, imece, eğlence etkinlikleri yapılan çok amaçlı bir mekânın yaygın adlarından biridir. Bölgenin birçok yöresinde de farklı adlarla bilinir. Aşhane evin merkezi ve gün içinde en uzun süre kullanılan alanıdır. Yemek pişirme ve yeme işlevini barındırdığı için bir bakıma kutsal sayılan mekândır. Bir o kadar önemsenen ateş bu mekânda yanar. Evin ve yuvanın sembolü olan baca buradan başlar. Aşhanede bulunması zorunlu depo, dolap, raf donatıları ile günlük yaşantı destek düzenekleri mekanın her yanında kendini belli eder. Evin tüm bireyleri burada toplandığı için, yaşa ve cinsiyete dayalı hiyerarşik düzen kendini gösterir. Evin giriş mekânı olma özelliğiburayı daha da önemli kılar. Zeminde kurulu olması, onu her türden saldırganların ve doğaüstü güçlerin ilk zorlayacakları alan durumuna getirmiştir. Bu durum, aşhanenin daha sağlam duvarlar ve farklı önlemlerle korunmasını gerektirir. Makalede, Doğu Karadeniz köy evlerindeki aşhane mekânı tüm bu özellikleriyle ele alınıp örnekler eşliğinde incelenecektir. Anahtar Kelimeler: Aşhane, Trabzon, Geleneksel konut ABSTRACT Aşhane is common name of a multi-purpose place in a village house in Eastern Black Sea region, where you cook, receive visitors, rest and gathering with a community for some reasons like mourning, voluntary-community works, emusement.. Also Aşhane is known by diffrent names changes locality in region. Aşhane is center of the house and the longest - used space in a day. it is accepted as a sacred place because of cooking and feeding. Also other important thing the fire lights here. The symbol of the house and shelter is the chimney starts from here. Which must have tank , closet, shelf equipment with daily life support devices manifests itself all over the Aşhane. All individuals of house gathered here, age and gender hierarchical order manifest itself. The location of the house is the entrance of the property makes Aşhane more * Yr. Doç. Dr. KTÜ Mimarlık Bölümü (emekli), Trabzon/TÜRKİYE 10 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 important. Be installed on the ground; makes Aşhane first case all sort of attackers and supernaturals powers forced their field. This requires Aşhane the wall protected by the more robust and different measures. In this article, Aşhane space of village house in the Eastern Black Sea will be examined with examples by all these features. Key Words: Aşhane, Trabzon, Traditional houses GİRİŞ Kim derdi ki gün gelecek, yüz binlerce geleneksel köy evinin tükenmek üzere olduğu fark edilince araştırmacıları büyük bir telaş saracak. Geçmişte hiç ilgilenilmeyen detaylar, işe yaramaz diyerek saklamaya gerek görülmeyen çizimler, fotoğraflar çok değerlenecek. Köy evlerinden alınmış küçük bir tahta parçası ya da kiremit kırığı, arkeolojik gömü parçaymış gibi ilgi görecek… Doğu Karadeniz köy evlerinde aşhane; yemek pişirilen, oturulan, konuk ağırlanan, yas, imece, eğlence etkinlikleri yapılan çok amaçlı bir mekânın yaygın adlarından biridir. Bölgenin birçok yöresinde farklı adlarla da bilinir. Aşhane, genellikle evlerin ilk girilen mekânı, evin merkezi ve gün içinde en uzun süre kullanılan alanı olma özelliklerini taşır. Bölgemiz evlerinde mekânlar ahşap, taş gibi kalıcı malzemelerle, günlük yaşantıdaki farklı eylemleri barındıracak şekilde ayrılmıştır. Ev içinde farklı işlevli mekânların düzenlemesi; kültürel gelişim, yapı tekniğindeki ilerlemeleri, araç - gereçlerin gelişmesi, kullanımın yaygınlaşması ve geleneklerindeki değişimler sonucu ortaya çıkmıştır. Bölgemizde saptanan ev tipleri arasında, dörtgen planlı mekân içinde bir köşede yalnızca 2,5 x 2,5 m. ölçülerinde yatak odası olan evlere rastlanmıştır. Bu gerçek, belki de geçmişte yalnızca dış örtüsü olan, içinde hiçbir mekân bölünmesi bulunmayan çadır benzeri evleri akla getirmektedir. Tek fark, dış yüzeyinin keçeden değil de taş ya da ahşaptan yapılmış olmasıdır. Çadırlı toplum üyelerinin, taş ve ahşabı bulunca hemen birkaç odalı ev yapacağını düşünmek mümkün değildir. Bu tür değişimler, yüzyıllar süren kültürlenme ve adaptasyon süreçleri içinde algılanır ve zamanla sınırlanmadan sürüp gider. Zaman ilerledikçe değişen, başkalaşan gelenekler ve farklı örnekleri görerek bilgilenme süreci; iç bölümün birden çok mekâna ayrılmasını sağlamış olmalıdır. Aşhane de bu mekânlardan yalnızca biri ve dış ortamla yakın ilişkide olanıdır. 11 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 “Aşhane” adının bölgemiz içindeki dağılımı ve diğer tanımları Uyuma dışındaki tüm günlük iş ve eylemlerin gerçekleştirildiği bir mekân olarak tanımlanabilen aşhane adı, bölgenin birçok yöresinde değişiklikler göstermekte, bazı yörelerde birden çok adla da anılmaktadır. Ad ya da tanım ne olursa olsun, mekânın işlevi tüm bölgede aynıdır. Doğu Karadeniz’de, Bulancak ile Hopa arasında (Çizim 1) bu dağılım şöyledir: Cizim 1: Araştırma alanı Giresun - Bulancak İlçesi: Aşhana, Aşhane, İçerisi. Giresun - Merkez köyler: Aşene, Aşhane, Bucaklık Giresun - Dereli İlçesi: Aşhana, Aşhane. Giresun - Espiye İlçesi: Aşene, Aşhana, İçyanı. Giresun - Tirebolu İlçesi: Aşene, Aşhane, Aşkana. Giresun - Görele İlçesi: İçeri, Yerüstü Trabzon - Beşikdüzü İlçesi: Aşana, Aşene, Aşhana, Yeryüzü Trabzon - Şalpazarı İlçesi: Aşana, Aşene. Trabzon - Vakfıkebir İlçesi: Aşana, Aşhana. Trabzon - Tonya İlçesi: Aşana. Trabzon - Akçaabat İlçesi: Aşhana. Trabzon - Merkez köyler: Aşhana, Yerevi Trabzon - Maçka İlçesi: Aşana, Aşene, Aşhana. Trabzon - Yomra İlçesi: Yerevi Trabzon - Araklı ilçesi: Aşhana, Aşhane, Eviçi. Trabzon - Sürmene İlçesi: Avliya, Eviçi. 12 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Trabzon - Of İlçesi: Aşhana, Eviçi. Trabzon - Çaykara İlçesi: Abestospi (evin içi), Eviçi Rize - İkizdere İlçesi: Aşene, Aşhana, Aşhane. Rize - Merkez köyler: Ateşlik, Eviçi. Rize - Çayeli İlçesi: Aşhane. Rize - Pazar İlçesi: Ocak salonu. Rize - Hemşin İlçesi: Ev Rize - Çamlıhemşin İlçesi: Ev. Rize - Ardeşen İlçesi: Oturma evi. Rize - Fındıklı İlçesi: Ashana, Ohormonduni. Rize - Arhavi İlçesi: Ashana, Ohormonduni. İşlev yönüyle aşhane Aşhane, Doğu Karadeniz köy evinde çok amaçlı günlük yaşam mekândır. Burada yapılan işlerin, üretilenlerin neler olduğuna ilişkin şu örnekler sıralanabilir: - Yemek hazırlıkları. Yiyecek malzemelerini seçme, yıkama, temizleme, doğrama, sarma, doldurma, hamur yoğurma, ekmek yapma, yufka açma vb. - Pişirme. Tencere, tava, kıylı, güğüm, kazan, pileki (taştan oyulmuş ya da toprak kap), sac vb. kullanarak yemek pişirme. Sac üzerinde bazlama ekmeği, çörek, yufka hazırlama. - Ocak, soba, ateş yakma - Yemek yeme. - Sığırların yiyeceğini hazırlama. Büyük kazanlarda, sebze atıklarına su ve tahıl kepeği ilavesiyle “yal” kaynatma. - Bulaşık yıkama, dolap ve raflara (tereklere) yerleştirme. - Küçük boy çamaşırları yıkama. Derede veya çeşmede yıkanacak daha büyük çamaşırları sepetlere doldurup üzerine kül suyu dökerek bekletme (tola / haşa yapma). - Sebze ve meyveleri tasnif. Kışa saklanacak meyveleri seçme, sebze ve meyvelerin çürük ve gereksizlerini ayırma. Turşu hazırlıkları, turşu kurma. - Tohumluk olacak fasulye, kabak, salatalık, patlıcan, mısır, biber vb. sebzeleri elden geçirme, tanelerini ayırma. - Her türlü süt ürününü hazırlama. Süt kaynatma, mayalama, yayık yayma, yoğurt, ayran, peynir, çökelek üretimi. - Elişi uğraşıları. Yün ve keten ipliği yapım hazırlıkları, tarama, 13 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 temizleme, boyama, eğirme, el tezgahında küçük ölçüdeki dokumaları üretme. Giysilerin bakım ve onarımları, kazak, yelek vb. örgüleri. - Fındık üretilen yörelerde, gece veya dış ortamda durulamayan yağmurlu havalarda, fındıkları kurutulmuş yeşil dış kabuklarından soyarak ayırma, çürük ve kurtlu olanlarını seçme. Bunun için imece düzenleme. İmece sonrası eğlenme. - Mısır soyma. Mısır koçanlarının yeşil dış kabuklarını soyma, ayıklama. Bunun için imece düzenleme. İş bitiminde birlikte eğlenme. - Çocuk bakımı. Bezleme, yıkama, giydirme, beşikte sallama. - El, ayak yıkama, tümüyle yıkanma. - Misafir ağırlama. Günlük oturma veya bayram sebebiyle gelen akraba, komşu ziyaretçileri ağırlama. - Düğün tören ve eğlencelerini düzenleme. Kız sözü verme, kız isteme, nişan, kına gecesi, düğün, yedilik vb. - Ölüm törenleri. Mevlit, kuran okuma, taziye kabulü. - Oturma, dinlenme, sohbet. - Çocukların ders çalışması. Aşhanenin ev planı içindeki yeri ve diğer mekânlarla ilişkileri. Aşhaneler, bölgenin topoğrafik yapısı yüzünden, tümüne yakını eğimli yamaç üzerinde kurulan evlerin arka yönüne yerleştirilmiş ve toprak üzerine oturtulmuştur. Çoğu evler, arka yamaçtaki toprak kütlesinin istinat duvarı gibidir. Bu sebepten arka yöndeki duvarlar, toprak basıncını da karşılamak üzere kalın taş duvar olarak inşa edilir. Aşhanelerin bir başka işlevi de, evin diğer mekânlarına geçiş sağlayan bir tür “Sofa” görevi üstlenmesidir. Bölgenin çok az yöresinde, dış ortama aşhane kapıları dışında geçiş sağlayan bir başka kapının varlığı gözlenmiştir. Böyle bir durum, evin güvenliği açısından sakıncalı görülür. Üçüncü bir kapının varlığı ise, o köy yerleşimindeki yaşam güvenliğinin işareti gibidir. Giresun yöresinde, aşhanenin bu işlevini “Salon” üstlenmiştir. Tüm odaların kapıları salona açılır. Ancak, salon mekânı da, zorunlu durumlarda, pişirme dışındaki eylemlerin uygulandığı ek bir alandır. Trabzon yöresinde yatak odalarının kapıları doğrudan aşhaneye açılır. İlin bazı yörelerinde, yatak odalarının içi aşhaneden görünmesin diye, gece holüne benzer “Badama” mekânı uygulanmıştır. Yatak odalarına girmek için önce badama’dan geçmek gerekir. Rize Hemşin, Çamlıhemşin yörelerinde, aşhaneden “Hayat”a geçilir. Hayat üç, dört adet yatak odası kapısının açıldığı bir sofadır. Özellikle kış döneminde, 14 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 tüm ailenin oturma alanıdır. 15 – 25 m2 ortalama ölçülerinde olabilir. İlin birçok yöresinde, aşhanenin bir ya da her iki tarafına birer küçük oda yapılmıştır. Bunlar, daha çok aile büyüklerinin tercih ettiği odalardır. Ancak, konuk odası olarak da kullanılır. Bu odalara doğrudan aşhaneden geçilir. Üst katlardaki yatak odalarına ve ot deposuna çıkan merdiven basamakları, birçok yörede aşhaneden başlar. Bu merdivenin hayat mekânından başladığı tipler de vardır. Çizim 2: Aşhanelerin plan içindeki yerleri 15 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Aşhaneden bir başka mekâna, daha doğrusu köy insanı için çok önem taşıyan ahır mekânına da geçiş düzenlenmiştir. Trabzon yöresi köy evlerinde, aşhanenin yatak odası tarafında, tahtalarla yapılmış, en az 60 – 70 cm. genişliğinde ve yerden bir merdiven basamağı kadar yüksek set vardır. Evin iki yan duvarı arasında düzenlenmiştir. Bu yükselti “Tahtaüstü”, “Badama” gibi adlarla bilinir. Döşeme anlamına gelen Badama’lar, aşhanede minderli ya da mindersiz, oturulan uzun bir sedir düzlemidir. Yatak odalarına veya hayat mekânına girerken ayakkabılar aşhane zeminine bırakılır. Badama’ya, tahtaüstüne ayakkabıyla basılmaz. Trabzon yöresinde, badama üzerinde menteşeli kapakla korunan bir geçit alt katta bulunan ahır bölümüne açılır. Trabzon yöresinde “Furzihte”, “Furçıkti”, “Kadarahti”, “Kepenk” adlarıyla bilinen bu geçişler kullanılarak ahıra inilebilir, sebze artıkları atılabilir, huysuzlanan hayvanlara bakılabilir. Akçaabat köylerinde ahıra iniş, aşhanenin toprak zemininde, “Tahtaüstü”ne bitişik bir noktadan yapılır. Rize yörelerinde ise, bir kapıyla ulaşılan koridor ve ahşap bir merdivenle aynı eylemler gerçekleştirilmektedir (Çizim 2). Dış ortamdan aşhaneye giriş Doğu Karadeniz Bölgesi’nde, kırsal evlerin çoğunluğa yakını iki giriş kapısına sahiptir. Böyle bir ihtiyacın temelinde iki gerekçe yatar: 1- Evlerin her iki yanında günlük işlerin yapıldığı avlular yer alır. Birer iş ve çalışma mekânı olarak kullanılan dış avlular, aşhanenin devamı gibidir. Farklı yönlere bakan avlular, kış ve yaz dönemlerinde farklı işlevler görürler. Avluya birkaç adımda ulaşmak için o yönlerde kapı gereklidir. 2- Evler çoğunlukla, arka yönlerinde yükselen eğimli yamaca yaslanmıştır. Evin bir yanından diğer yanına ulaşmak için arka yamacı tırmanıp inmek ya da aşağı yönde, ahır kapısı önünden yolu uzatarak geçmek gerekecektir. Yöre insanının yoğun çalışma temposu içinde buna ayıracak zamanı yoktur. Hatta birkaç ev ötede işi olan komşular da, yolları üzerindeki evlerin çevresinden dolanmak yerine, hoşgörü ortamında bir kapıdan girip diğerinden çıkarak zahmetsiz ulaşımı tercih ederler. Bu satırların yazarı, araştırma için gittiği bazı köylerde, aşhane mekânında ev sahibiyle görüşürken; komşu kadınların “hoş geldiniz, kolay gelsin!” diyerek yanından geçtiklerine tanık olmuştur (Çizim 3). Aşhaneye girişte herhangi bir holün, koridorun yer almaması de yolun uzatılmasını engellemek içindir. Çünkü aşhane dış avlunun devamı gibi düşünülmüştür. Buna karşın, birçok yörede aşhaneye doğrudan girilmez. 16 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Çizim 3: Aşhaneler den de geçebilen patika yollar Giresun evlerinde önce salona, sonra aşhaneye geçilir. Günlük yaşantıda çok yorucu ve yoğun işler yapıldığı halde, üç dört basamaklı merdivenle salona, ardından aşhaneye geçiş ve zorunlu olarak ayakkabı çıkarma eylemleri, günlük çalışma sürecini daha da zahmetli kılmaktadır. Rize yöresinde ise, yağışların sürekli olması sebebiyle, aşhane girişine bir hol mekânı yerleştirilmiştir. Burası, ıslanması sakıncalı görülen sepet, balta, kazma, nacak gibi araçların geçici olarak koyulduğu yerdir. Ayrıca çamurlu ayakkabılar, ıslak giysiler de burada bırakılarak aşhaneye geçilir. Rize’nin doğu ilçelerinde, Hemşin, Çamlıhemşin yörelerinde, Aşhane girişlerinde bir çardak yer alır. “Çardak” ya da “Dış Hayat”, bu yönde aşhane duvarının geri çekilmesiyle oluşan üstü kapalı, önü açık bir mekândır. Veranda şeklindedir. Yaz döneminde, serin ve manzaralı çardakta oturulur, günlük işlerin bazıları burada yapılır. Aşhane mekânının yapısal özellikleri Bölge plan tipolojisinde Aşhane, genellikle zemine doğrudan oturan konumdadır. Vadiye bakan yatak odalarının altında ise ahır bölümü yer alır. Böylelikle Aşhaneye hemzemin olarak (yerel deyimle “düzayak”) girilir. Zemin sıkıştırılmış toprak yüzeyden oluşmuştur. Böylelikle üzerinde üşümeden, yalınayak gezilebilir (Çizim 4). Bölgede arazi eğiminin daha az olduğu yerlerde, ahıra yükselti kazandırabilmek ya da geniş ahır bölümü sağlamak amacıyla aşhanenin bir - iki basamak yükseltildiği de görülür. Giresun ilinin Tirebolu ve batı ilçelerinde, Trabzon ilinde de Of - Çaykara vadisinde bu tür örnekler bulunmaktadır. 17 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Çizim 4: Aşhanenin arazi üzerindeki konumu Zemine oturan aşhanelerde zemin kaplaması topraktır. Bu döşeme türünü toprak olarak adlandırırken, uygulamasının özel olduğunu belirtmek gerekir. Bu döşemeler aslında elenmiş toprak ve kül karışımına su eklenerek oluşturulan bir tür harç ya da şap niteliğinde döşeme malzemesidir. Aynı kalınlıkta yapılan düzgün yüzeyli döşeme, kuruyuncaya kadar özenle bekletilir. Bu tür döşemeler, üzerine su dökülse de çamurlanmaz, kolay örselenmez. Zarar gören kısımlar, küçük ölçüde hazırlanan aynı karışımla onarılır. Toprak döşemeler, çıplak ayakla rahatça gezildiğinden vücut elektriğini alarak bünyeyi sağlıklı kılar. Ama en önemlisi, dış ortamla aynı türde olduğundan, özellikle yoğun çalışma mevsimlerinde gün içinde yüzlerce kez içeri dışarı girip çıkmak zorunda olan aile bireyleri için vazgeçilmez kolaylıktır. İnsanlara aşhane ile dış avlu arasında yalınayak veya ayakkabı çıkarmadan gidip gelme kolaylığı sağlar. Bunun ekonomik yönü tartışılmaz. Aksi halde, günde yüzlerce kez giyilip çıkarılacak ayakkabılar kısa sürede hasar görecek ve dar gelirli o insanlar için yeni ayakkabı edinme zorunluluğu oluşacaktı. Günümüze gelebilmiş ve kullanılmakta olan eski evlerin aşhane zeminleri ise, kullanıcıları tarafından mevcut toprak ya da taş döşeme üzerini tümüyle örtecek şekilde ahşap döşeme kaplanmıştır. Aşhane, pişirme ve ısınma amaçlı ateş yakılan ortamdır. Ateşin yakıldığı yer belirli kurallar çerçevesinde düzenlenmiştir. Aşhane zemininde, düzgün taşlarla çevrelenerek oluşturulan ilkel ocak türleri, geçmişte çok yaygın kullanılıyordu. Ocak, mekân içindeki hareketliliğe engel olmaması için, arka duvara yakın bir noktaya yerleştirilmiştir. 18 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Açıkta yakılan bu ateşin dumanı tüm aşhaneye yayılır. Mekân içine yayılan yoğun duman duvarların kararmasına yol açtığı gibi, insanları da rahatsız eder. Dumanın çabucak yükselerek yapı dışına çıkışını sağlamak için, aşhaneye tavan döşemesi yapılmamıştır. Duman, saçak arası ve çatıdaki boşluklardan yükselerek çıkar. Dumanın çatıdan çıkmasını sağlamak üzere, çatının en yüksek noktasında üstü kapalı, yanları açık bir boşluk bırakılmıştır. Trabzon’un batı ilçelerinde yaygın bu uygulamanın yanı sıra, çatı yüzeyinde yalnızca bir köşesinden çakılmış kayar teneke levhadan da yararlanılmaktadır. Özellikle ateş yeni yakılırken, içeriden uzatılan uzun bir sırıkla teneke yana kaydırılır ve çatıda duman çıkması için açıklık sağlanır. Aşhanede tavan döşemesi olmayışı, ortada yakılan ocağın duman çıkışı için zorunludur. Ancak bu durum, aşhanenin özellikle kış dönemlerinde oldukça soğuk olmasının sebebidir. Kışın ya da soğuk havalarda burada kalın giysilerle oturmak zorunludur. Ayrıca, çatıya ait tüm taşıyıcı direkler, merteklerle kaplama tahtaları ve diğer taşıyıcı elemanlar kararmış halde göz önündedir. Bu tür evlerde, çatının ana taşıyıcı direkleri altına yerleştirilen ve aşhane üzerinden geçirilen bir ahşap kirişin sembolik öneminden de söz edilir. Yörelere göre değişik adlarla anılan bu kirişin kesit ölçüleri, ev sahibinin maddi gücünün de göstergesi olarak bilinir. Bu yüzden de aşhane tavanında, taşımakta olduğu yükün çok ötesinde ölçüleri olan, çok kalın kirişler görülür. Trabzon, köprübaşı ilçesi köylerinde adı “Zor ağacı”, “Zor kirişi” olan bu kirişlerin ormandan kesilerek eve taşınmasındaki zorluklar bile yıllarca anlatılır. Biraz varlıklı ailelerden başlamak üzere, aşhane içinde, arka taş duvar önüne bir ocak mekânı düzenlenmiştir. Ocaklar Giresun ilçeleri, Maçka vadisi, Of, Çaykara yörelerinde şömine ölçülerindedir. Geri kalan yörelerdeyse, arka taş duvarın 2-3 m. önünde ve bazen 5 m. açıklık geçen kemerlerle korunmuş ayrı bir oda konumundadır. En yüksek noktası insan boyunu geçmeyen kemerin görevi, dumanın aşhane ortamına yayılmasını engellemektir. Bu sebepten, yörede bu kemere “Aşhane perdesi” adı da verilir. Kemer üzerinde oluşturulan düz bir raf, mum, kibrit, lamba vb. eşyalar koymak içindir. Ayrıca ocaklık içindeki duvarlara da çeşitli kap ve küçük eşyaların sığabileceği nişler açılmıştır. Kemer ustası bulunamayan köylerde ya da fakir evlerinde ocak bölümü, tahtalardan oluşturulmuş ve insan boyuna kadar alçaltılmış bir yüzey ile ayrılmıştır. Kemerli ocaklık yapılmış aşhanelerde tavan döşemesi uygulanmıştır. Böylelikle bu alan kolayca ısıtılabilir ve hoş bir görünüm kazanır (Foto 1). 19 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Foto 1: Çamlıhemşin Yukarı Çamlıca Mahallesi, Reyhan Şerif evinde ocaklık kemeri Ocaklık ve şömine düzenlemelerinde, bu bölümü çevreleyen duvarlar yukarı doğru piramit gibi daraltılarak bir davlumbaz oluşturur. Bu daralma belli bir yükseltide sonlanır ve bu noktadan sonra da taş duvarlı bir baca şeklinde çatı dışına ulaşır. Baca boşluğu, ocaklık içinden izlenebilir durumdadır. Ateşin, ocağın önemi ve kutsallığı, “ocağın tütmesi” yaklaşımları çoğu yörede baca boyutlarını da etkilemiştir. Özellikle Hemşin ve Çamlıhemşin yörelerinde baca boyutları bir güçlülük göstergesine dönüşmüştür. Bacalar büyük ölçüleri ve kütlesel görünümleriyle çatı üzerinde birer kulübe gibi görünürler (Çizim 5). Çizim 5: Rize - Çamlıhemşin Şenköy evinde ocaklık ve baca kütlesi 20 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Büyük evlerdeki kalabalık insan toplulukları için ocakların sayısı ve ocaklık mekanının büyüklüğü de fark oluşturur. Öğünler için ateş üzerinde çok sayıda kazan ve tencerenin yer alacağı durumlarda ocak ölçüleri genişler. Bölgede yan yana iki kemerli ocak oluşumuna, Of ilçesi Sıraağaç köyündeki Çakıroğlu konağında rastlanmıştır. (Foto 2). Foto 2: Sıraağaç Köyü Çakıroğlu Konağında çift ocak Ocaklık mekânındaki taş kemer, ocak taşları, ateş, kül, baca, ocak zinciri (kremul), aşhaneden ayrı ve kendi içinde efsanevi bir mekan bütünlüğü şeklinde algılanır, zihinlere o şekilde kaydedilir. Tüm bunlar anılara da yansır. Çaykaralı Ali Kemal Saran, ocak bacasından yükselen duman ile ocak zinciri (kremul) arasında geçen hayali konuşmayı bize şöyle aktarır (Saran, 2013: 102): “Kremul, yanından geçip yükselen dumana alaycı bir üslupla sorar: Öyle yayılıp, kıvrılıp, nazlı nazlı nereye gidiyorsun bakayım? Duman cevap verir: A benim birbirine dolaşığım, niçin sorarsın?” Aşhane donatıları Anadolu kırsalında yaşayan toplum bireyleri, ev yaşantısında kilim, keçe, minder, alçak yer iskemlesi gibi donatılar üzerinde, “yere yakın” bir yaşam sürmüş ve sürmektedirler. Bu geleneğin gerekçeleri arasında, insanların eski dönemlerde bir ev için gerekli donatıları satın alabilecek olanaklarının bulunmayışı ya da bunları yapabilecek hassas kesici araçlar, çivi, çekiç vb. sahip olmamasının payı büyüktür. 21 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Doğu Karadeniz köyleri de böyledir. Bir evin tüm mekânlarında oturma gereci olarak tahtadan veya ağaç kütüğünden yapılmış, yerden 25 – 30 cm. yüksekliğe sahip iskemleler görülür. Oturma ve yatma amaçlı sedirler de yaklaşık aynı yüksekliğe sahiptir. Bu türden iskemlelerin tümüne yakını aşhanede kullanılır. Aşhane kapısından girişte, burasının her türden üretimin yapıldığı bir atölye izlenimi edinilir. Tüm donatılar duvarlara yakın ya da bitişik yerleştirilmiştir. Bu çerçevede aşhane donatılarını sabit ve hareketli olarak gruplayabiliriz: Sabit donatılar: Duvara monte edilmiş şekilde tabak, çanak, sahan, tas, bardak, maşrapa vb. eşyalar için açık raflar (terek). Sahan, tencere vb. saklamaya yönelik kapaklı eşya dolapları. Sandık biçiminde, üstten kapaklı un kapları. Ocak üzerinden sarkıtılmış durumda, efsane ve söylentilerde de adı sıklıkla geçen ocak zinciri (kremul, kremuli, klemur). Hareketli donatılar: Duvar diplerine dizili turşu teneke ve küpleri, ahşaptan yapılmış yoğurt, ayran, yağ, su kapları (kufa, külek, varel), yayık, kazanlar, güğüm ve ibrikler, yufka sacı, sacayak, duvarda çivilere asılı kaşıklık sepeti, tavalar, elek, kalbur, kepçeler. Yuvarlak yer sofrası ya da bakır sini ve ayağı. Kapıya yakın konumda da sığırlara sulu yiyecek verilen ahşap kaplar (gerdel, gelder) vb. Aşhane gelenekleri Aşhane mekânı, Yemek pişirme, yeme işlevini barındırdığı için bir bakıma kutsal sayılan yerdir. Kırsal kesimde daha büyük öneme sahip ateş bu mekânda yanar, evin ve yuvanın sembolü olan baca da buradan başlar. Özetle aşhane, uyuma saatleri dışında tüm yaşamın geçtiği bir mekândır ve bir anlamda evin kendisidir. Aşhane, evin tüm bireylerini bir araya toplayan mekândır da... Bu sebepten, yaşa ve cinsiyete dayalı hiyerarşik düzen kendini gösterir. “Başköşeye oturmak” burası için geçerlidir. Burada erkek ve kadın olarak, büyüklerin yerleri bellidir. Oralara başkaları oturamaz. Aynı kural, yer sofrasında yemek yenirken de gözlenir. Evin yaşlı erkeği, kapıyı görecek şekilde oturur. Ocaklık mekânında da büyüklerin yerleri herkesçe bilinir. Hastalık, ölüm, bayram, düğün gibi önemli gün ve törenlerde de evin büyükleriyle konukların nerede duracakları, oturacakları bellidir. Fındık ve mısır soyma imeceleriyle bu imeceler ardından yapılan eğlencelerde de oturuş ve diziliş kuralları yöre geleneklerine bağlı olarak bilinir. Eve bir yabancının gelmesi ya da evden gelin, asker uğurlama törenlerinde uygulanan 22 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 geleneklerin çoğu aşhanenin dış kapı önü ve eşiği çevresinde geçer (Çizim 6). Eski takvime göre, yeni yılın ilk günü olan 14 Ocakta (kalandarın ilk günü), eve ilk girecek olan kişinin uğur getirmesine inanılır ve herkes içeri alınmaz. Kalandar gecesinde çocuklar aşhane kapısından içeri bir torba atarak meyve, kuruyemiş doldurulmasını isterler. İstekleri yerine gelince de torbayı geri çekerler. Trabzon’un batı yörelerinde çocuklar bu eylemi yünlere, hayvan postlarına sarılıp boyunlarına ziller takarak, yüzlerini de baca isiyle siyaha boyayarak gerçekleştirirler. Çatıya çıkılarak torbaların bacadan sarkıtılması da çok yaygındır. Bölge geleneklerinden biri de düğün törenlerinde, gelin baba evinden çıkarken uygulanır. Kemençeci, gelini ve özellikle anneyi ağlatmaya yönelik sözler içeren, hüzün dolu “gelin ağlatma havası”nı aşhane kapısı önünde çalmaya başlar. Bu konuda bölgede uygulanan geleneklerin çoğu da, oğlan evi girişinde yaşanır. Çok eskiden, Rize köylerinde, kapının yeterince geniş olması durumunda, gelinin aşhaneye atla girdiği ve burada attan indiği anlatılır. Rize - Pazar ilçesi köylerinde kaynana, evin giriş kapısı önüne uzun bir asma dalı uzatır. Gelin bu dala basar ve aşhaneye öyle girer. Burada güdülen amaç, gelinin uzun ömürlü olmasıdır. Rize Fındıklı Çağlayan köyü Saadet Hacaloğlu evinde geleneksel eylemler 23 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Yine Rize yörelerinde kaynana, gelini aşhane ortasındaki yer ocağı çevresinde üç kez dolaştırır. Anlamı, ailenin hep var olması ve iyi bir gelecek umududur. Rize merkez ilçe köylerinde, gelin aşhane kapısından girerken, kaynana bir tasa bal koyup önce kapı eşiğine sürer, sonra da gelinin parmağını bala batırıp başına sürdürür. Amaç evliliğin tatlı ve huzurlu geçmesidir. Rize Derepazarı ve Güneysu ilçelerinde gelin, damat evinin kapısında elini bala batırır ve kapıya sürer. Anlamı, karı-kocanın iyi geçinmeleri dileğidir. Aşhanede gelin bir yere oturtulur, görümce tarafından ayakları yıkanır. Bu geleneğin anlamı da, geline artık bu eve ait olduğunu anlatmaktır. Bölgenin çoğu yöresinde, aşhaneye alınıp oturtulan gelinin kucağına hemen bir erkek çocuk oturtulur. Buradan da, “bu eve, ailene hep erkek çocuk ver” anlamı çıkarılabilir. Rize - Ardeşen’de, aşhane’ye giren düğün kalabalığında bir gurup erkek ocak zincirine (Klemuri) tutunarak “Selim sayma / Heyamol” diye bilinen karşılıklı türkü söyleme geleneğini uygularlar. Ev güvenliği ve her türlü dış etkiler açılarından aşhane Aşhaneler, evlerin arka bölümünde, toprağa hemzemin olarak yerleştirilmiş mekânlardır. Her iki yandaki avlulardan yalnızca bir eşik yüksekliği kadar yukarıda bulunurlar. Pencereleri dışarıdan ve içeriden hemen hemen aynı yükseltilere sahiptir. Güvenlik açısından evin en riskli bölümü de bu sebepten aşhanelerdir. Düşman sahibi ya da kan davalı aileler için böylesi pencereler büyük risktir. 20. yy. ortalarına kadar, özellikle bölgenin en dağınık yerleşme biçimine sahip Giresun ve Trabzon köylerinde bu pencereler, aşhane ortamının dışarıdan rahatlıkla görülebildiği ve silahla ateş edilebildiği boşluklardı. Bu sebeple, aşhane pencereleri yerden yüksekte ve küçük yapılmış, özellikle Trabzon’un çoğu köylerinde de hiç pencere bırakılmamıştır. Bu uygulama, aşhaneyi tümüyle karanlıkta bırakan ve gündüz saatlerinde gece yaşatan bir uygulama olmuştur. Bu köylerde aşhaneye gündüz saatlerinde ışık almak için mevcut dış kapılar sürekli açık tutulmak zorundadır. Burasının bir diğer ışık kaynağı da, az olmakla birlikte, çatıda yer alan hareketli bir teneke örtü elemanıdır. Rize yöresinde evler daha toplu yerleştiği için, aşhanelerde uygun ölçülerde pencereler düzenlenmiştir. Varlıklı ailelerde bu pencerelere demir kafes yerleştirildiği gözlenir. Ayrıca dış avluya yakın tüm pencerelerde ahşap kepenkler uygulanmıştır. Bu tür bir güvenlik sorununun aşhane mekânına özgü olduğunu 24 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 vurgulamak gerekir. Yatak odaları ahır bölümü üzerinde ve arazi eğimi sebebiyle de yüksekte bulunduğundan, pencereleri dışarıdan ulaşılamayacak yükseklikte ve güvenlidir. Aşhanelerin bir başka güvenlik sorunu da, arka yönde bulunması ve yamaç kütlesine bir istinat duvarı gibi sokulmasıdır. Evlerin birçoğunda yamaçtan zahmetsizce çatıya yürünebilir. Bu durum, eve aşhane bacasından girilebilme endişesini beraberinde taşır. Nitekim baca güzergâhını kullanan doğaüstü varlıklar da yok değildir! Yaklaşık tarih vermek gerekirse, 1960-70’lere ya da köylere elektrik ulaşıncaya kadar, insanlar doğaüstü olaylara ve yaratıkların varlığına büyük ölçüde inanırlardı. Bölge genelinde cin, peri, mayısa, leyo, cazı, karakoncoloz, karakoncilo, germakoci gibi adlarla bilinen bu varlıklar, büyük küçük herkesin korkulu rüyasıydı. Genellikle dış ortamda ormanlar, kuytu yerler, değirmenler, mezarlıklar, çeşme başları gibi yerlerde geceleyin ortaya çıkıp insanlara türlü zararlar verirlerdi. Bu varlıklar arasında evlere gizlice girenler de olurdu. Geceleyin aralık bırakılan ya da gelenin kimliği sorulmadan açılan kapıdan içeri dalarlardı. Bazılarının alışkın olduğu yol, aşhanedeki baca boşluğu idi. Özellikle mayısa ya da cazı adıyla bilinen yaratıklar ocak zincirinden aşağı örümcek kılığında süzülerek küçük çocukların canını alır, aynı biçimde evi terk ederdi. Bu sebeple, aşhanedeki ocaklıkların da ayrı bir önemi vardı. Geceleyin ocak zinciri yukarı katlanır, herkes yattıktan sonra ocaklığa yaklaşılmaz, kül karıştırılmaz, küle tükürülmez şeklinde inanışlar hakimdi. SONUÇ Bölgemiz kırsalında yüzlerce yıldır kullanılagelen ev kültürümüz içinde aşhanenin yerini ve özelliklerini tanımaya çalıştık. Aşhanenin en önemli niteliği, onun çok amaçlı bir mekân oluşu ve her talebi karşılamaya hazır donatılarının varlığıdır. Daha genel bir bakışla aşhane, bir çadır gibi, tek başına günlük yaşamın tüm ihtiyaçlarını karşılayabilen çok amaçlı bir mekândır denebilir. Günümüz konut mimarisinde, yaklaşık 30 – 40 yıldan bu yana bölgemizde de geçerli olmak üzere, ev salonlarının bir kenarına tezgâh yerleştirip pişirme köşesi yapınca bunun adı “Amerikan mutfağı” olmaktadır! Bu duruma, tanımlamaya üzülmemek elde değil. Ama en çok da çocukluğunu ve gençliğini aşhaneli bir evde geçirmiş insanlardan duymak bizleri şaşırtıyor…. 25 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 KAYNAKLAR Ak, Orhan Naci ve Çelik, Fehmi Rasim -Ed- (1999), Rize Kültür Derlemeleri, Rize: Halk Eğitim Müdürlüğü Yayınları. Gedikoğlu, Haydar (2012), Akçaabat Folkloru, Trabzon: Akçaabat Belediyesi Kültür Yayınları. Karpuz, Haşim (1982), “Trabzon Köy Evlerinin Bölmeleri” Türk Folklor Araştırmaları 1981/2, Ankara: Kültür Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi Yayınları. Saran, Ali Kemal (2013), Omuzumda Hemence, İstanbul: Timaş Yayınları. Sümerkan, Mustafa Reşat (1990), Biçimlendiren Etkenler Açısından Doğu Karadeniz Kırsal Kesiminde Geleneksel Evlerin Yapı Özellikleri, Yayımlanmamış Doktora Tezi, KTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü. Topaloğlu, İhsan (2005), Rize Folklorunda Tulum - Horon ve Düğünler, Rize. Yiğit, Altay (1981), Çaykara ve Folkloru, Ankara. 26 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 GELENEKSEL KONUTUN ÇAĞDAŞ YORUMU: TRABZON ORTAMAHALLE EVLERİ VE ATAKENT SİTESİ Traditional Houses’s Contemporary İnterpretation: Trabzon Ortamahalle Houses and Atakent Site Rabia KÖSE DOĞAN* Bahattin KÜÇÜK** ‘’Mimarlığın tarihi esas olarak mekanı şekillendiren insanın tarihidir...’’ Nikolaus Pevsner ÖZET Konut kavramı, insanoğlunun barınma ihtiyacı ile başlamıştır. İnsanoğlunun ihtiyaçlarına göre zamanla değişim gösteren kavram, coğrafi özellik, ekonomik düzey, kullanıcı istekleri gibi birçok etkene bağlı olarak farklılık göstermektedir. Bu farklılıklar doğrultusunda, çalışma kapsamında Trabzon ilinin merkez ilçesi olan Akçaabat’da 19.yüzyıl Osmanlı sivil mimarisinin özelliklerini taşıyan Orta Mahalle Evleri ile günümüzde geleneksel konut sistemine analog yapan Trabzon-Atakent Sitesi Evleri karşılaştırmalı olarak incelenecektir. Orta Mahalle, Osmanlı sivil mimarisinin özelliklerini sokaklarda, bahçe duvarlarında, merdivenlerde, çeşmelerde ve evlerde koruyarak devam ettirmektedir. Sadece konut ölçeğinde değil, mahalle ölçeğinde de günümüze kadar gelmeyi başaran Orta Mahalle Evleri, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu tarafından, 1998 yılında sit alanı ilan edilmiştir. Mahalle içerisinde, yaklaşık 100 adet yaşayan konutun yanı sıra Saint Michael Kilisesi ve yakınında şapeli, cami ile bir ilköğretim okulu mevcuttur. Mahalle içerisinde bulunan 96 adet evin, 34 adeti tescillidir. Günümüzde 3 adet ev belediye tarafından kamulaştırılarak, ikisi kullanıma açılmış diğerinde ise çalışmalar sürmektedir. Safranbolu, Beypazarı, Odunpazarı Evleri gibi yaşayan evlere ve mahallelere yenisi eklenecektir. Trabzon’un 3 No’lu Erdoğdu Mahallesi’nde yer alan Atakent Sitesi’nin yapımına 1989 yılında başlanmış ve 1995 yılında tamamlanmıştır. Site adını kuzey doğusunda bulunan Atatürk Köşk’ünden almaktadır. Toplam 50.000 metrekarelik yüzölçümüne sahip olan sitede, 2+1, 3+1, 4+1’den oluşan apartman bloklar ile bahçe içinde yer alan dublex ve triplexlerden oluşan 365 adet konut bulunmaktadır. Rekreasyon alanına, çocuk oyun parkına, otoparka ve marketlere sahip olan sitenin, bahçe içindeki konutları ve sokak düzeni geleneksel konut sistemine anolog yapmaktadır. Cephe düzenleri, kırma çatıları ve plan tipolojileri ile site, geleneksel konut anlayışının * Dr.,Selçuk Üniversitesi-Güzel Sanatlar Fakültesi-İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü, Konya/TÜRKİYE ** Dr.,Selçuk Üniversitesi-Güzel Sanatlar Fakültesi-İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü, Konya/TÜRKİYE 27 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 çağdaş yorumu olarak tanımlanmaktadır. Çalışma kapsamında Orta Mahalle Sırt Sokak ve Atakent Sitesi Manolya Sokak’da yapılmış olan anket çalışmaları, araştırma ve analizler görsel materyallerle desteklenerek incelenecek, sokak düzenleri, cephe, çatı sistemleri ve plan tipolojileri karşılaştırılacaktır. Sonuç olarak; geleneksel konut ve mahalle düzeninde mevcut olan yaşam biçiminin ve sosyal hayatın, günümüz ihtiyaçlarına uygun olarak tasarlanan konutlarda da karşılanabileceğine örnek teşkil edecek bir çalışmadır. Anahtar Kelimeler: Geleneksel, Çağdaş, Konut, Orta Mahalle, Atakent. ABSTRACT Housing, as a concept, was first used for people’s need to shelter. This concept has changed a lot over time according to the needs of people and showed many differences depending on many factors such as geographical features, economic status and user demands. Following these differences, this study examines and makes comparisons between Trabzon-Atakent Block Houses, built as an analogue to traditional housing system at present, and Orta Mahalle Houses in Akçaabat district, Trabzon province, which carry the characteristics of 19th century Ottoman civil architecture. Orta Mahalle, not only on housing scale, but also on neighborhood scale Orta Mahalle houses have managed to reach to the present day and been declared as an archeological site in 1998 by Higher Board of Conservation of Cultural and Natural Heritage. Besides approximately 100 living houses within the neighborhood, there is also Saint Michael Church and a chapel, a mosque and a primary school. Among 96 houses located in this neighborhood, 34 of them are officially registered. At present, 3 of these houses are publicized by the municipality, two of them opened for use and others still under restoration. The construction of Atakent Blocks, located in Erdogdu District Numbered 3 in Trabzon, is started in 1989 and completed in 1995. This block receives its name from Ataturk Pavilion, which is located in the northeast. There are 365 houses in these blocks of 50.000 square meters in total as apartment blocks and duplex and triplex houses with gardens. This block with recreational areas, play gardens, car parks and supermarkets, is built as an analogue to traditional housing system with houses and street arrangement. This block is described as a contemporary interpretation of traditional housing with frontal layouts, hipped roofs and plan typologies. This study will be examined and supported by questionnaires, research studies and analysis and visual materials, conducted in Orta Mahalle Sirt Sokak and Atakent Block Manolya Sokak; and also street arrangements, frontal layouts, roof systems and plan typologies will be compared. As a result, this study will be an example to show that lifestyles of traditional houses and neighborhoods and their social life is also possible in houses designed in accordance with the needs of present day. Key Words: Traditional, Contemporary, Housing, Orta Mahalle, Atakent. 28 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 1. GİRİŞ Konut kavramı, insanoğlunun barınma ihtiyacı ile başlamıştır. İnsanoğlunun ihtiyaçlarına göre zamanla değişim gösteren kavram, coğrafi özellik, ekonomik düzey, kullanıcı istekleri gibi birçok etkene bağlı olarak farklılık göstermektedir. Tarihsel olarak konut; iletişim, etkileşim, mekan, zaman ve anlamın örgütlü bir örüntüdür. Bir yandan ait olduğu etnik grubun karakteristiklerini, yaşam biçimini, davranış kurallarını, çevresel tercihlerini, imgelerini, zamanmekan ilişkilerini yansıtırken, öte yandan kullanıcısının özüyle ilgili imgelerini, kendini kanıtlama ve anlatma eğilimini, böylece tasarım, donatım ve biçimi ile bireyin kişilik ve ayrıcalığını yansıtır (Gür, 2000). Yaşamımızın bir çok boyutu konutun çevresinde biçimleniyor, kavramsallaşıyor. Konut sığındığımız, düşlerimizi, hüzünlerimizi paylaştığımız, anılarımızı biriktirdiğimiz mekandır. Güvencemiz, kendimize çektiğimiz sınır, bıraktığımız iz, temsil edilme biçimimizdir. Dünya’ya bağlandığımız noktadır (Güzer, 2002). Geçmişten günümüze kadar değişen ve gelişen konut kavramı toplumların yaşam biçimi, sosyal statüleri, kültürel değerleri, iklim koşulları ve teknoloji gibi nedenlere bağlı olarak şekil almakta ve farklılık göstermektedir. Bu farklılıklar doğrultusunda, çalışma kapsamında Trabzon ilinin merkez ilçesi olan Akçaabat’da 19.yüzyıl Osmanlı sivil mimarisinin özelliklerini taşıyan Orta Mahalle Evleri ile günümüzde geleneksel konut sistemine anolog yapan Trabzon-Atakent Sitesi Evleri incelenerek, karşılaştırma yapılacaktır. Şekil 1. 2. Trabzon-Akçaabat İlçesi Genel Görünüş (URL-1, URL-2) Akçaabat, Trabzon kentinin batısında ve Trabzon’a 15 km mesafedeki ilk ilçe merkezidir. Trabzon’un nüfus olarak en büyük ilçe merkezlerinden birisi olan Akçaabat; gerek tarihi, kültürü ve gerekse yetiştirdiği önemli tarihsel 29 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 kişiliklerle bölgede önemli bir yere sahiptir. Akçaabat kent merkezi, arasındaki 15 km.’lik kıyı bandı yerleşim alanlarının zaman içinde gelişmesi ve yapılaşması nedeniyle Trabzon kenti ile organik olarak bütünleşmiş durumdadır (URL-3). Şekil 3. Orta Mahalle Genel Görünüşü (İnce, 2012) Orta Mahalle, konumu itibarı ile kıyıdan içeride ve Akçaabat’ı hakim bir sırttan görecek şekilde konumlanmıştır. Konutların büyük bir çoğunluğu doğu yamacında yer almakta ve Doğu Karadeniz’in geleneksel yerleşim özelliklerini taşımaktadır. Akçaabat kentinin tarihi ve kültürel özelliklerini taşıyan ve geleneksel konut yapıları ile öne çıkan, bu nedenle de koruma altına alınan bir mahalledir. Adından da anlaşılacağı gibi Orta Mahalle, eski Akçaabat’ın diğer tarihi mahallelerinin ortasında yer almaktadır. Ancak günümüzde diğer mahalleler Orta mahalle kadar yapısal bütünlük gösterecek bir düzeyde korunamamıştır. Son yıllarda hızlı bir kentsel büyüme ve yapılaşma süreci yaşanan Akçaabat ilçe merkezinde, imar planı sınırları içinde kalan mahalle, yapılaşma baskısı taşımaktadır (URL-3). Şekil 4. 5. Orta Mahalle İmar Planları (Arşiv-1) Sit alanı içerisinde bulunan Orta Mahalle, Osmanlı sivil mimarisinin özelliklerini sokaklarda, bahçe duvarlarında, merdivenlerde, çeşmelerde 30 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 ve evlerde koruyarak devam ettirmektedir. Sadece konut ölçeğinde değil, mahalle ölçeğinde de günümüze kadar gelmeyi başaran Orta Mahalle Evleri, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu tarafından, 1998 yılında kentsel sit alanı ilan edilmiştir (URL-4). Mahalle içerisinde, yaklaşık 100 adet yaşayan konutun yanı sıra Saint Michael Kilisesi ve yakınında şapeli, cami ile bir ilköğretim okulu mevcuttur. Mahalle içerisinde bulunan 96 adet evin, 34 adeti tescillidir. Mahalle halkı tarafından kullanılan evlerin doluluk oranı %80’dir. Şekil 6. 7. Saint Michael Kilisesi Cephe ve Kubbe Görünüşü (Köse Doğan, 2013) Evlerin karakteristik özelliklerinde cepheler, genellikle doğu ve güneye doğru konumlanmıştır. Geniş sofalar doğu yönüne kurulmuş ve manzaraya yönelmiştir. Kırsal kesimdeki yöre konutlarından farklı olarak, kentleşme ile birlikte alt katlar yaşama mekanı, mutfak, kiler, depo ve servis gibi alanlara dönüşmüştür. Üst katlarda ise sofaya bağlı olarak yatak odaları yer almaktadır. Şekil 8. 9. Orta Mahalle Genel Görünüşleri (Köse Doğan, 2011) 31 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Orta Mahalle özgün niteliğini nispeten koruyarak, bölgeye dışardan gelenler açısından önemli bir ziyaret noktası olma özelliğini taşımaktadır. Popüler bir yer olmasına ve tarih, kültür, yapı ve yerleşme özellikleri açısından bir çok araştırmada incelenen bir alandır (URL-3). Günümüzde 3 adet ev belediye tarafından kamulaştırılıp, restore edilmektedir. Restore edilen evlerden Timurcular Konağı’na halka açık sosyal tesis işlevi yüklenmiş, Kanoğlu Konağı ise butik otele dönüşmüştür. Diğer evin restorasyon çalışması sürmektedir. Kamulaştırma çalışmalarının sürdüğü mahallede sosyal tesis, müze, butik otel ve restorant olarak işlevlendirilerek turizme açılması planlanan evler vardır. Mahalle halkına sosyal ve ekonomik olanaklar sunmak, bölgeyi canlandırmak ve göçü engellemek için, el sanatları kurslarına katılım ve yöresel hediyelik eşya satışı mahalle halkı tarafından sağlanacaktır. Türkiye’de Safranbolu, Beypazarı, Odunpazarı Evleri gibi yaşayan evlere ve mahallelere yenisi eklenecektir. Şekil 10. 11. Timurcular Konağı Restorasyon Çalışması (Köse Doğan, 2013) ve Sonrası (Arşiv-1) 2. ORTA MAHALLE EVLERİ’NİN GENEL ÖZELLİKLERİ: 1. Mimari Özellikleri: Evlerin hepsi bahçe içindedir. Bu nedenle giriş kapıları sürekli açık kalarak, bahçeyle bütünleşmiştir. Bahçelerin çoğunda kuyu ya da havuz bulunur. İç yaşam yüksek duvarlarla bahçeden koparılmıştır. Yapılar sokağa sırtını dönmüş, bol pencereli geniş cepheler ise bahçe ve deniz manzaralıdır (Rapor, 1992). 32 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Şekil 12. 13. Bahçe Duvarları Görünüşü (Köse Doğan, 2011) 2. Plan ve Cephe Tipolojisi: Evler genelde iki katlıdır. Üç katlı olanları da vardır. Zemin katta yaşama mekanı, mutfak, kiler, depo, servis gibi alanlar yer alırken, üst katta sofaya bağlı yatak odaları vardır. Islak hacim dışarıdadır. Sofalar genelde karnıyarık düzendedir. Üst katta sofada çıkma yer alır. Çıkmalar iki kolon üzerine oturur ve üçgen alınlıkla sonlanır. Bu özellik Karadeniz bölgesi evlerinin en çok rastlanan özelliğidir. Pencereler dikdörtgen biçimli, ahşap çerçeveli, basık kemerli ve kilit bölümü çıkıntılıdır. Üst örtü kırma çatı şeklindedir. Genellikle alaturka kiremit bazı çatılarda ise Marsilya tipi kiremit kullanılmaktadır. Saçak altı genelde dar olup, ahşap kaplamalı veya silmelidir. Bazı evler, üst kat yatak odalarında hamamcık ve ahşap yüklüklere sahiptir (Rapor, 1992). Şekil 14. 15. Cephe Görünüşü ve Plan Şemaları (Arşiv-1) 3. Malzeme Kullanımı: Orta mahalle evlerinde yaygın olarak taş ve ahşap kullanılmıştır. Çatıda ise Alaturka ve Marsilya tipi kiremitler mevcuttur. Malzemelerin özelliğine göre evin dış duvarları yığma taş tekniğinde, iç duvarlar ve üst katlar ise yarı ahşap çatkı-bağdadi tekniğinde yapılmıştır. Ahşap ayrıca döşemelerde ana taşıyıcı olarak, döşeme-tavan kaplamalarında, 33 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 merdivenlerde, doğramalarda ve çatıda kullanılmıştır (Rapor, 1992). Şekil 16. 17. Taş Tekniği ve Ahşap Çatkı-Bağdadi Tekniği (Köse Doğan, 2011) 4. Çevre Düzenlemesi: Sokaklarda çeşmeler, merdivenler, bahçe duvarları bulunurken bahçelerde yoğun olarak ağaçlar, havuzlar veya kuyular bulunmaktadır. Yollar dar ve diktir, bazı yerler araç geçişine elverişli değildir. Asırlık çınar ağacı önemli bir buluşma noktasıdır (Rapor, 1992). Şekil 18. 19. Sokak ve Merdiven Görünüşleri (Arşiv-1) 5. Sosyal Hayat: Mahallenin göç vermeden önceki nüfusun fazla oldu-ğu dönemde komşuluk ilişkileri güçlüydü, mahallede buluşma meydanı bulunmamasına rağmen kapı eşiklerinde ve sardunyalı pencerelerden günlük sohbetler yapılırdı. Araç geçmeyen daracık sokaklarda fasülyeler ayıklanır, biberler dizilir kışa hazırlık yapılırdı. Çocuklar sokak aralarında güvenle oynarlardı. Hızla betonlaşan Trabzon ve Akçaabat’ın kent dokusuna karşı, Orta Mahalle Geç Osmanlı Dönemi konut birimleri, geniş ve yeşil bahçeler içindeki mekan dengesinin en iyi örneklerini sergilemektedir. Konutların tümünde yerel iklim verileri, manzara ve topografyaya gösterilen duyarlılık ve özen dikkat çekmektedir. 34 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 3. ATAKENT SİTESİ’NİN GENEL ÖZELLİKLERİ: Şekil 20. Atakent Sitesi Genel Görünüş (Köse Doğan, 2011) Trabzon’un 3 No’lu Erdoğdu Mahallesi’nde yer alan Atakent Sitesi’nin yapımına 1989 yılında başlanmış ve 1995 yılında tamamlanmıştır. Site adını kuzey doğusunda bulunan Atatürk Köşk’ünden almaktadır. Toplam 50.000 metrekarelik yüzölçümüne sahip olan sitede, 2+1, 3+1, 4+1’den oluşan apartman blokları ile bahçe içinde yer alan dublex ve triplexlerden oluşan 365 adet konut bulunmaktadır. Rekreasyon alanına, çocuk oyun parkına, otoparka ve marketlere sahip olan sitenin, bahçe içindeki konutları ve sokak düzeni geleneksel konut sistemine anolog yapmaktadır. Cephe düzenleri, kırma çatıları ve plan tipolojileri ile site, geleneksel konut anlayışının çağdaş yorumu olarak tanımlanmaktadır. Şekil 21. Atakent Sitesi Vaziyet Planı (Arşiv-2) 35 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 1. Mimari Özellikleri: Müstakil evler, bahçe içindedir. Topografyaya uygun yerleşen evlerin bahçe sınırlarını, bir kısım yerlerde yüksek duvarlar oluştururken, bir kısım yerlerde de parapet yüksekliğindeki korkuluklar oluşturmaktadır. Evler ikili veya üçlü olarak bitişik nizam konumunda ve üç cephesi açık konumdadır. Cepheler sokak, bahçe ve deniz manzaralıdır. Şekil 22.23. Evlerin Genel Görünüşü ve Bahçe Duvarları (Köse Doğan, 2011) 2. Plan ve Cephe Tipolojisi: Müstakil evler iki ve üç katlı olmak üzere iki gruptur. Zemin katta yaşama mekanı, mutfak ve ıslak hacim yer alırken, üst katta yatak odaları ve banyo mevcuttur. Üst katta çıkma yer alır. Çıkmalar iki kolon üzerine oturur ve üçgen alınlıkla sonlanır. Bu özellik Karadeniz bölgesi evlerinin en çok rastlanan özelliklerindendir. Pencereler dikdörtgen biçimli, tek kanatlı ve ahşap çerçevelidir. Üst örtü kırma çatı şeklindedir. Şekil 24. 25. Cephe Görünüşü ve Plan Şemaları (Arşiv-2) 3. Malzeme Kullanımı: Site betonarme taşıyıcı sistem ile inşa edilmiştir, iç ve dış duvarlarda tuğla kullanılmıştır. Çatılar saçaksız olup, Marsilya tipi kiremit kullanılmıştır. Doğramalarda, döşemede, tavan lambrilerinde, iç merdivende ahşap kullanılmıştır. 36 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Şekil 26. 27. Cephe ve Çatı Görünüşü (Köse Doğan, 2011) 4. Çevre Düzenlemesi: Site kurulurken doğal bitki örtüsü ve ağaçlar mümkün olduğunca korunmuştur. Çocuk oyun alanı, marketler ve ağaç altında oluşturulan gölgelikler site sakinlerinin buluşma noktalarıdır. Site içinden geçen ana yol ve kavşağın dışında, evlerin arasında araç yolu bulunmamaktadır. Yaya yolları mevcuttur. Şekil 28. 29. Yaya ve Araç Yolları (Köse Doğan, 2011) 5. Sosyal Hayat: İnsan ölçeğinde olan yapılar, komşular arasında da sıcak bir iletişim kurmaktadır. Evler arasındaki yaya yolları ve merdivenlerden geçen site kullanıcıları, farklı peyzaj düzenlemeleri ile bitki çeşitliliğinin olduğu küçük bahçeler, çocukların güvenle oynadığı çocuk parkı yaşanılır bir toplu konut örneği sunmaktadır. Günümüzde konutlarda süren hızlı değişimin ve artışın tek çözümü 37 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 apartmanlaşma değildir. 17 yıldır yaşam sürdürülen 365 konutluk Atakent Sitesi’nde, geleneksel toplu konut anlayışına, günümüz ihtiyaçlarına yanıt verecek bir planlama sistemi oluşturulmuştur. 4. ORTA MAHALLE EVİ VE ATAKENT SİTESİ EVİNİN KARŞILAŞTIRMA TABLOSU: ORTA MAHALLE EVLERİ (Sırt Sokak-No:28) ATAKENT SİTESİ EVLERİ (Manolya Sokak-No:52) Şekil 30. Orta Mahalle Evi Cephe Görünüşü (Köse Doğan, 2001) Şekil 31. Atakent Sitesi Evi Cephe Görünüşü (Köse Doğan, 2011) Şekil 32. Orta Mahalle Evi Zemin Kat Planı Şekil 33. Atakent Sitesi Evi Zemin Kat Planı Şekil 34. Orta Mahalle Evi Birinci Kat Planı Şekil 35. Atakent Sitesi Evi Birinci Kat Planı 38 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 SONUÇ Çalışma kapsamında incelenen Orta Mahalle Evleri ve Atakent Sitesi Evleri’nin mimari özellik açısından her iki grup evin de bahçe içinde olduğu fakat bahçe sınırları ve bahçe duvarlarının farklılık gösterdiği, cephe tipolojileri açısından her iki grup evin 2 ya da 3 katlı olduğu, çıkmaların kolonlarla taşındığı ve üçgen alınlıklı olduğu fakat bağımsız ve bitişik nizam olarak farklılık gösterdiği, plan tipolojileri açısından her iki grup evin de zemin katta mutfak ve yaşama mekanına sahip olduğu, üst katlarda odaların bulunduğu fakat ıslak hacim yeri ve sofa açısından farklılık gösterdiği, malzeme kullanımı açısından çatıda benzerlik gösterdiği fakat taşıyıcı sistem olarak geleneksel ve çağdaş yapım sistemi olarak farklılık gösterdiği, çevre düzenlemesi açısından her iki grup ev çevresinin farklı bitki çeşitlerine sahip olduğu, yaya yolları ve araç yollarının bulunduğu fakat su öğesi olarak farklılık gösterdiği, sosyal hayat açısından evlerin planlanmasından kaynaklı olarak insan ilişkilerinin güçlü olduğu benzerlik gösterirken, gelişen sosyal hayat ile birlikte alışkanlıkların değiştiği tespit edilmiştir. Türkiye’de 1960’lı yıllarda başlayan bahçeli evlerden apartmanlara geçiş sürecinde değişen sadece konut düzeni değil aynı zamanda yaşam kültürü de olmuştur. Bahçesinde havuzu, kuyusu olan, taşlığında oturulan, farklı tür ağaçların bahçede gölge yaptığı, komşuluk ilişkileri güçlü, mahremiyeti korunan evlerden, bugün yeşil alana özlem duyulan, yan komşunun bile tanınmadığı çok katlı apartmanlarda yaşam sürmektedir. Türkiye’de toplu konutların planlaması ele alınırken, geleneksel konut düzeninin günümüz yaşam şartlarına uygun hale getirilerek planlanmasına Atakent Sitesi’nin örnek bir model teşkil edecektir. Not: Orta Mahalle ile ilgili çalışmalara, yapmış oldukları katkılardan dolayı mimar Aydan BULUT ve mimar Bekir GERÇEK’e sonsuz teşekkürlerimi sunarım. 39 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 KAYNAKLAR Arşiv-1, (2012), Akçaabat Belediyesi, İmar ve Şehircilik İşleri, Akçaabat, Trabzon. Arşiv-2, (2012), Trabzon Belediyesi, İmar ve Şehircilik İşleri, Trabzon. Gür, Şengül Öymen, (2000), Doğu Karadeniz Örneğinde Konut Kültürü, İstanbul, Yem Yayınları. Güzer, Abdi, (2002), Konut Üzerine Denemeler, Mimarlar Derneği Yayınları, Ankara. İnce, Muhittin, (2012), Fotoğraf Özel Arşivi, Trabzon. Köse Doğan, Rabia, (2011), Fotoğraf Özel Arşivi, Trabzon. Köse Doğan, Rabia, (2013), Fotoğraf Özel Arşivi, Trabzon. Rapor, (1992), Ortamahalle Koruma Planı Araştırma Raporu, İller Bankası Yayınları, Ankara. (URL-1) http://www.karalahana.com/karadeniz/trabzon_akcaabat.htm (URL-2) http://www.altmisbir.com/trabzon/akcaabat-tanitim/ (URL-3) http://ozen.ktu.edu.tr/TUBA.htm (Akçaabat-Orta Mahalle Kentsel Kültür Varlıkları Envanteri) (URL-4) http://www.gulenkoyu.com/forum/index.php?topic=3785.0 40 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 HİDROELEKTRİK SANTRALLERİN ÇEVRESEL ETKİLERİ: DOĞANKENT (GİRESUN) İLÇESİ ASLANCIK BARAJI ÖRNEĞİ Environmental Impacts of Hydroelectric Power Plants: Aslancik Dam and Hydroelectric Power Plant in Dogankent (Giresun) District Işık SEZEN* Emine PATAN** ÖZET Enerji elde etmek için akarsulara kurulan Hidroelektrik Santral (HES)’ler, su içindeki doğal hayatı tehdit etmekte, santral inşası sırasında doğal bitki örtüsü tahrip edilmekte, erozyon, sel, heyelan gibi afetler tetiklenmektedir. Bu çalışmada, baraj tipi bir HES olarak kurulan Doğankent (Giresun) Aslancık Barajı ve HES örneği ele alınmış ve çevreye verdiği etkiler ve olası tehditler üzerinde durulmuştur. Baraj yapımı sırasında su içindeki ve çevresindeki ekosistem tahribe uğramış, heyelan, sel, erozyon riskini artırmıştır. Harşit Vadisi ve Kavraz Deresi’ nde yürütülen karayolu ve baraj çalışmaları heyelan riskini artırmıştır. Heyelan barajda sedimentasyona sebep olacağından ölü hacim artacaktır. Ölü hacmin artması barajın su taşıma kapasitesini düşürecek ve şiddetli yağışlarda taşkınlara sebep olacaktır. Tüm bu risklere karşı barajın yakın çevresinde yer alan 185 m kodu altında temelleri bulunan tüm binaların boşaltılarak daha yüksek kesimlere tahliye edilmesi ve bu koddan aşağıda bulunan alanların bitkilendirilerek rekreasyon alanı olarak değerlendirilmesi, baraja paralel olarak seyreden karayolu güzergahının, altyapı sistemi ve drenaj sisteminin olası sel ve heyelan tehlikesinden korunması için daha yüksek kodlara taşınarak çevresinde teknik ve biyolojik onarım önlemlerinin alınması önerilmiştir. Anahtar Kelimeler: Hidroelektrik Santral, Çevresel Etki, Aslancık Barajı, Doğankent, Giresun ABSTRACT Hydroelectric Power Plants (HEPPs) built on streams to produce energy threaten the aquatic wildlife, destroy the native vegetation during the construction of plants, trigger disasters such as erosion, floods and landslides. This study addresses to Doğankent (Giresun) Aslancık Dam and HEPP that was * Dr., Atatürk Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü, Erzurum/ TÜRKİYE ** Arş. Gör, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü, İstanbul/ TÜRKİYE 41 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 built as a dam-type HEPP, and focuses on its impacts and potential threats to the environment. During the construction of the dam, the aquatic and surrounding ecosystem was destroyed and the risk of landslides, floods and erosion increased. Road and dam works conducted in Harsit Valley and Kavraz Creek increased the risk of landslides. The dead volume will increase as the landslide will lead to sedimentation in the dam. Any increase in the dead volume will both reduce the water carrying capacity of the dam and cause flooding during any heavy rains. Against all these risks, it is recommended that any buildings found around the dam below 185 m code are cleared and evacuated to the higher sections; fields below this code are planted and used as recreation areas; highway routes parallel to the dam are carried to the higher codes to protect the infrastructure system and drainage system against the danger of potential flooding and landslides; and any measures are taken for technical and biological repairs. Keywords: Hydroelectric Power Plant, Environment, Aslancik Dam, Dogankent, Giresun GİRİŞ Mevsimlere ve yıllara göre değişen yağış miktarları, dünyadaki enerji açığı ve bu tabloda enerji üretiminin önemi dikkate alındığında, Türkiye’nin akarsuları üzerinde kullanım suyu ve enerji temini için kaplamış oldukları geniş tarımsal ve ormanlık alanlara rağmen baraj ve hidroelektrik santrallerin (HES) inşası elbette vazgeçilmez bir konuma gelmektedir (Tandoğan 2010). Ülkemizin enerji açığını kapatmak ve “boşa akmasını önlemek” gibi tartışmalı gerekçelerle bütün su kaynakları, yurt sathında çeşitli tahsislere konu edilmektedir. Özellikle hidroelektrik santraller ve barajlar ile ilgili mevcut uygulamalar; sadece ekolojik değil sosyo-ekonomik anlamda da geri dönülemez zararlar verecek düzeydedir. Öte yandan bir dizi yasal düzenlemenin, doğal ekosistemlerin korunmasını zorlaştıracak hatta olanaksız kılacak hükümler içermesi de dikkatle değerlendirilmesi gereken başka bir konudur (Kurdoğlu ve Özalp 2010) HES’lerin enerji üretimindeki az maliyet ve bazı üstünlüklerinin yanı sıra doğal ve kültürel çevre üzerindeki etkileri de sürekli tartışma konusu olmuştur. Hidroelektrik santraller, nükleer ve fosil enerji kaynaklarına göre çevreye olan etkileri bakımından daha olumlu izlenimler taşımaktadır. Fakat küresel ısınma ve iklim değişiklikleri gibi faktörlerin etkisiyle verimlilik potansiyelleri önemli derecede değişim gösterebilmektedir (Özgen ve Karadoğan 2013). Hidroelektrik, çevreye verilen zarar açısından fosil yakıtlara göre daha tercih edilebilir bir enerji kaynağı olarak tanımlanmaktadır. Ancak ne kadar 42 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 yenilenebilir doğa varlıklarına dayansa da doğaya yapılan her müdahalenin olumsuz etkileri vardır. Hidroelektrik enerji üretimi baraj tipi ve nehir tipi olmak üzere başlıca iki yöntemle gerçekleştirilmektedir. Her iki tip HES modelinin de doğa, tarihi ve kültürel varlıklar ve toplumsal-ekonomik çevre üzerinde boyutları değişen etkileri olmaktadır (Şengül 2013). Nehir tipi HES’lerin belki de en büyük çevresel etkisi sucul ekosistem üzerinde olmaktadır. Hidroelektrik santrallerin kuruluş aşamasında ve kurulduktan sonra, sucul ortama yapacakları her türlü etki sürdürülebilir bir sucul yaşamın yok olmasına yol açabilmektedir. Bu nedenle inşaat sürecinde dere yatağında yapılacak olan çalışmalarda, derenin yönü değiştirilerek kuru bir saha oluşturulması ve dere suyunun bulanmasının önlenerek çalışmaların yapılması akarsu ekolojisi için hayati önem taşımaktadır (Ak 2009; Karadeniz vd 2011). Hidroelektrik santraller ve barajlar iklimsel, hidrolojik, ekolojik, sosyoekonomik ve kültürel etkilere sahiptir. Üretime geçen bir hidroelektrik santralin su toplama kısmı (baraj gölü), çevresel etki yaratmaktadır. Baraj gölünün yüzey alanı itibariyle nehre göre daha geniş olması ve buharlaşmanın artmasından dolayı iklimsel etkiler oluşmaktadır. Bu şekilde havadaki nem oranı artmakta ve hava hareketleri değişmekte sıcaklık, yağış, rüzgar olayları farklılaşmaktadır. Bu durumda yöredeki doğa bitki örtüsü tarım bitkileri sucul karasal hayvan varlığı ani bir değişim içine girmekte uyum sağlayabilen türler yaşamlarını devam ettirmektedirler (Ludwig 1982; Sadler 1986). Hidroelektrik santrallerin (HES) türbinleri sudaki oksijen seviyesini düşürmektedir. Baraj gölündeki oksijen bakımınıdan fakir dip suların enerji üretimi için kullanılması mansap suyundaki çözünmüş oksijen seviyelerini düşürerek etkilemektedir. Bunun tersine, baraj savakları suyun havalanmasını sağlayarak baraj mansabında aşırı çözünmüş oksijen doygunluğuna sebep olmaktadır. Yüksekten düşen sular nedeniyle hava azotunun aşırı doygunluk düzeyinde çözülmesi de balıklar için öldürücü olmaktadır. Barajlar balıkların göç yollarını tıkayarak nehirlerdeki biyolojik hayatı etkilemektedir (Philip 1991). Baraj gölünde biriken tortullar zamanla metan gazı salınımına sebep olduğundan atmosferde sera etkisine sebep olmaktadır (Barboza 2013) Türkiye’nin Kuzeydoğu Bölümü bitki zenginliği bakımından sadece ulusal değil uluslararası anlamda önemli bir coğrafyadır. HES tesislerinin yapılma aşamasında ve sonraki işletme aşamasında, bitki örtüsü üzerinde yarattığı ve/ veya yaratacağı olumsuz etkiler, bitki örtüsünün doğrudan tahribi, orman ve diğer doğal ekosistemlerin bölünmesi (fragmentasyon) ve akarsu sistemlerine doğrudan bağlı olarak varlığını sürdüren dere kenarı (aluvial/riperian) veje43 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 tasyonunun tahrip edilmesidir (Kurdoğlu ve Özalp 2010). Hidroelektrik Santrallerin ve barajların çevreye etkileri üzerine Rorslett (1989), Otto (1993), De Almeida vd (2005), Santos vd (2006), Habit vd (2007), Özdemir vd (2007), Acar ve Doğan (2008), Aksungur vd (2011) gibi birçok araştırmacı tarafından yurt içinde ve yurt dışında yapılmış çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmaların ışığı altında Doğu Karadeniz Bölgesi Giresun ili Doğankent ilçesinde Harşit Çayı üzerinde inşa edilmiş olan Aslancık Barajı ve hidroelektrik santrali ele alınmış doğal çevreye verdiği zararlar ve olası tehditler üzerinde durulmuş ve öneriler sunulmuştur. MATERYAL VE METOT Çalışma alanı, Doğu Karadeniz Bölgesi› nde yer alan Giresun ili Doğankent ilçesindedir. Harşit Çayı’ nı besleyen Kavraz Deresi, Kozan Deresi, Küstük Deresi ve Göçen Deresi’nin kesişim noktasına kurulmuştur. Araştırma alanının konumu Şekil 1’de verilmiştir. Şekil 1. Alanın konumu Doğankent ilçesinde günlük toplam en yüksek yağış miktarı 156,6 kg/ m ; nem oranı % 76; en yüksek sıcaklık 36,2 C0; en düşük sıcaklık -9,8 C0 ‘dir (Anonim 2013a). Aydeniz ve Erinç İklim sınıflandırmasına göre “ çok nemli “ iklim tipine sahiptir (Anonim 2013b) Aslancık Barajı ve HES’ i, Doğankent ilçe sınırları içerisine giren Harşit 2 44 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Çayı ve Kavraz Deresi, Kozan Deresi, Küstük Deresi ve Göçen Deresi’nin kesişim noktasına kurulmuştur. Çalışmanın yöntemini alanda yapılan etüt çalışmaları, doğal ve kültürel yapının incelenmesi amacıyla analiz ve gözlemler, halkla karşılıklı görüşmeler, hidroelektrik santrallerin çevresel etkileri üzerine yurt içinde ve yurt dışında yapılmış literatürler, Aslancık Barajı ve Hes inşaatına ait ÇED raporları, sondaj raporları, jeoloji ve jeomorfoloji haritaları, Meteoroloji Genel Müdürlüğü’ nün verileri, Doğankent Belediyesi İmar haritası ve altyapı ile ilgili verilerin değerlendirilmesi oluşturmuştur. BULGULAR Harşit Çayı üzerine kurulmuş olan Aslancık Barajı ve HES’ i, Giresun’un Doğankent ilçesinde 2010-2013 yılları arasında inşa edilmiştir. Harşit Çayı’ nı besleyen Kavraz Deresi, Kozan Deresi, Küstük Deresi ve Göçen Deresi’nin kesişim noktasına kurulmuş olan Aslancık Barajı ve HES’ ine ait teknik bilgiler şöyledir: Aslancık Barajı’nın tipi, beton ağırlıklı; talveg seviyesi, 165,00 m; baraj kret seviyesi, 185,00 m; barajın temelden yüksekliği, 29,00 m; barajın talvegden yüksekliği, 20,00 m; gövde hacmi, 22400 m3; maksimum su seviyesi, 183,00 m; minimum su seviyesi, 180,00 m; baraj gölü alanı, 0,175 km2; baraj gölü hacmi, 1.636.000 m3; batardo tipi kum, çakıl dolgu, ön yüzü beton kaplamalıdır (Anonim 2013c). Doğankent ilçesinin yerleşim alanı olan Harşit Vadisi’nde karayolu ve su kıyısında yerleşim alanları kurulmadan ve Aslancık Barajı inşa edilmeden önceki (1950’li yıllar) görünümü Şekil 2’de verilmiştir. Şekil 2. Karayolu ve baraj yapılmadan önce Doğankent ilçesi 45 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Karayolu 1950 yıllarında hemen Harşit Vadisi’nin kıyısından geçirilmiştir. Karayolu geçirildiği sırada belirli bir oranda doğal bitki örtüsü tahrip edilmiştir. Ayrıca bitki örtüsündeki tahribe devam edilerek karayolu boyunca yerleşim alanları kurulmuştur. Karayolu, drenaj, altyapı geçirildikten ve yol boyunca yerleşim alanları kurulduktan sonraki Doğankent ilçesinin genel görünümü Şekil 3’de verilmiştir. Şekil 3. Doğankent ilçesinin Harşit Vadisi kıyısından karayolu, drenaj kanalları ve kanalizasyon hattı geçirildikten sonraki görünümü Doğankent İlçesi kanalizasyon hattı kodu 174 m’dir (Anonim 2010). 2010-2013 yılları arasında Harşit Çayı üzerine Aslancık Barajı ve HES’ i kurulmuştur. Baraj inşaası sırasında doğal bitki örtüsündeki tahrip miktarı daha da artması ile birlikte orman faunasının habitatı da zarar görmüştür. Ayrıca birçok yerleşim alanı, tarım alanı, fındık bahçeleri de sular altında kalmıştır. Aslancık Barajı yapıldıktan sonraki Doğankent ilçesinin genel görünümü Şekil 4’de verilmiştir. 46 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Şekil 4. Aslancık Barajı yapıldıktan sonraki Doğankent ilçesinin genel görünümü Harşit vadisi ve Kavraz deresi üzerinde gerçekleştirilen yol ve baraj yapım çalışmalarında dinamit kullanılması arazide hassasiyete sebep olmuştur. Şiddetli yağışlarda sadece baraj gölü alanına 27300 kg/m3 yağmur düşeceği hesaplanmıştır. (metrekareye düşen yağış miktarı x baraj gölü alanı = 156.6 x 175=27300 kg/m3 ) Aslancık Barajı inşaatının özelliklerine baktığımızda zemin etüdü çalışmaları sonucunda ana kayanın ortalama 30 metre derinlikte olduğu da belirlenmiştir. 30 metrelik bu kısım 1900’ lü yıllarda meydana gelen heyelan sonucu alüvyon tabakası ile kapanmıştır. Bu veriler değerlendirildiğinde barajın sadece beton kullanılarak inşa edilmesi gerektiği, ama teknik özelliklere bakıldığında barajın beton ağırlıklı olarak inşa edildiği ortaya çıkmaktadır. Bu durum barajın potansiyel bir risk taşıdığını göstermektedir. Sel vb. birikintiler ile yükselmiş olan zeminin alüvyon tabaka olması da sızma ve erozyon riskini arttırdığından baraj gölünden ilçe merkezine sızmalar olacaktır. Bu sızıntı zamanla bina zeminlerindeki alüvyon tabakasının azalması sonucunda binalarda oturmalara ve çatlamalara sebep olacaktır. Ayrıca bina temellerinin uzun süreli suya maruz kalması sonucunda temelde korozyon oluşabileceği tahmin edilmektedir. 47 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 İlçe kanalizasyon sisteminin de Kozan Deresi ve Harşit Çayı birleşim noktasında toplandığı bilinmektedir. Kodun 174 metreden geçtiği ve zeminin alüvyon olması hat boyunca çökmelere bağlı tıkanmaların ve binalara kanalizasyonların basmasına sebep olacağı düşünülmektedir. Şekil 5. Doğankent Aslancık Baraj Gölü Kesiti ve Kanalizasyon hattı Kanalizasyon sisteminde teknik problemlerin olması, temiz su ve içme suyu sıkıntısı çekileceğinin bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. İlçede 1990 yılında gerçekleşen sel felaketi ve heyelan sonucunda yatağın dolduğu da bilinmektedir. Mevcut alüvyon tabakasından su ilçe merkezine sızacak ve bunun sonucunda bina zeminlerinde ve mevcut karayolunda oturmalar ve çökmeler olacaktır. 1990 yılında Doğankent ilçesi sel felaketi ile karşı karşıya gelmiştir (Şekil 6). Şekil 6. 1990 yılında yaşanan sel felaketi 48 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 25 Eylül 2013 tarihinde meydana gelen sel sonucu birçok bina sular altında kalmıştır (Şekil 7). Şekil 7. 25 Eylül 2013 tarihinde selden zarar gören bir bina Aslancık Barajı, sucul ekosistemin tehlike altına girmesine ve doğal bitki örtüsünün tahribine de sebep olmuştur. Yapımda kullanılan kimyasallar ve HES regülatörlerinin pervaneleri doğal göç yollarının değişmesine ve balık ölümlerine sebep olduğundan kırmızı benekli alabalık türü tehlike altına girmiştir. Ayrıca Baraj göllerinde gittikçe artan tortu tabakası metan gazı salınımına sebep olduğundan sucul ekosistem zarar görecektir. Baraj inşaatı esnasında çıkan pasanın dolgu malzemesi olarak baraj etrafında imar planında rekreasyon alanı olarak ayrılmış kısımlara depolanması, bu alanların geri döndürülemez şekilde yok olmasına sebep olmuştur. Bu alandaki doğal bitki örtüsü yok olmuştur. 49 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 SONUÇ Bütün akarsularda, Harşit Çayı’ da olduğu gibi az veya çok sürüntü maddesi şeklinde katı maddeler taşınır. Taşınan maddelerin bir kısmı Aslancık baraj gölünde yığılarak baraj haznesinin giderek azalmasına ve dolayısı ile yatak ömründe azalmalara sebep olmaktadır. Ölü hacim olarak tanımlanan bu tabakanın iyi hesaplanması ve gerçekleşebilecek heyelan risklerinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Doğankent sınırları içerinde olan Harşit Çayı ve Kavraz deresi üzerinde gerçekleştirilen diğer yol ve baraj yapım çalışmalarında dinamit kullanılması arazide hassasiyete sebep olduğu düşünüldüğünden şiddetli yağışlarda heyalan oluşabileceği öngörülmektedir. Baraj gölü yamaçlarından heyelan ile göle akabilecek zemin kütleleri büyük dalgalar oluşturulabilir. Dolgu barajlar kreten dalga aşmasına karşı dayanıksız yapılardır. Üzerlerinden su aşarsa, hasar oluşma ve yıkılma tehlikeleri daha büyüktür. Aslancık Barajı inşaatının özelliklerine baktığımızda beton ağırlıklı olması potansiyel bir risk taşıdığını göstermektedir. Ayrıca zemin etüdü çalışmaları sonucunda ana kayanın ortalama 30 metre derinlikte olduğu da belirlenmiştir. Sel vb. birikintiler ile yükselmiş olan zeminin alüvyon tabaka olması da sızma ve erozyon riskini arttırdığından baraj gölünden ilçe merkezine sızmalar olacaktır. Bunların baraj gövdesinde ve temelinde sızma ve iç erozyon (aşınma) tehlikesinin diğer baraj türlerinden daha fazla olmasıdır (Ağıralioğlu, 2004). Çok nemli iklim tipine sahip olan Doğankent İlçesi’nde inşa edilen Aslancık Barajı ve HES inşaatı dolayısı ile nemlilik oranında artış olması beklenmektedir. Bu duruma bağlı olarak da öncelikli olarak hissedilen sıcaklık oranında artış olacağı ve “Tehlikeli sıcaklık” seviyesine yükseleceği öngörülmektedir. Buna ek olarak, nispi nemin bitkiler için önemli bir meteorolojik parametre olduğu düşünüldüğünde bitkilerin büyüme ve gelişmelerine, verimlerine, ürün kalitesine, sulama miktarına ve sıklığına, tozlanmaya, meyve tutumuna, terlemeye ve buharlaşmaya etki etmesi sebebi ile bitki örtüsünde değişiklik olması beklenmektedir. Doğankent’te baraj yapımından önce Kavraz Deresi’nde yaşayan Kırmızı benekli alabalık sayısında azalma olmuştur. Harşit vadisi etrafında 185 m kodunun altında temelleri bulunan tüm binaların boşaltılarak daha yüksek kesimlere tahliye edilmesi ve bu koddan aşağıda bulunan alanlarda teknik ve biyolojik onarım önlemleri alındıktan sonra doğal sulak alanların kıyısında kullanılabilecek bitkilerle plantasyon yapılarak rekreasyon alanı olarak değerlendirilmesi, Aslancık Barajı ve HES’ine 50 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 paralel olarak seyreden karayolunun sel ve heyelandan zarar görmemesi için karayolu çevresinde teknik peyzaj onarım çalışmalarının yapılması, karayolunun daha yüksek kodlara taşınması acilen gerekmektedir. KAYNAKLAR Acar Esin, Doğan Ahmet, (2008) Türkiye’nin Rüzgar ve Hidroelektrik Enerji Potansiyeli ve Çevresel Etkilerinin Değerlendirilmesi, VII. Ulusal Temiz Enerji Sempozyumu, UTES’2008 17-19 Aralık 2008, İstanbul. Ağıralioğlu Necati, (2004), Baraj Planlama ve Tasarımı, cilt 1, Su Vakfı Yayınları. Ak Orhan, (2009), Nehir Tipi Hidroelektrik Santrallerinin Sucul Ekosistem Üzerine Etkileri. Su Ürünleri Araştırma Merkezi Yunus Araştırma Bülteni, 9( 2):16-20. Aksungur, Muharrem, Ak, Orhan, Özdemir, Atilla, (2011), Nehir Tipi Hidroelektrik Santrallerinin Sucul Ekosisteme Etkisi: Trabzon Örneği. Journal of Fisheries Sciences, 5(1): 79-92. Anonim, (2010), Aslancık Barajı ve HES ÇED Raporu. Anonim, (2013a), Uzun Yıllar İçinde Gerçekleşen Ortalama Değerler (1960-2012) ve Uzun Yıllar İçinde Gerçekleşen En Yüksek ve En Düşük Değerler (1960-2012). http://www.mgm.gov.tr/veridegerlendirme/il-ve-ilceleristatistik.aspx?m=GIRESUN (Erişim Tarihi:11/11/2013). Anonim, (2013b), İklim Sınıflandırması Giresun Web Sitesi: http:// www.mgm.gov.tr/iklim/iklimsiniflandirmalari.aspx?m=GIRESUN Erişim Tarihi: 11/11/2013 Anonim, (2013c). Aslancık Barajı ve Hes İnşaatı, Ak-Eli İnşaat. http:// ak-eli.com.tr/?p=535 (Erişim Tarihi: 11/11/2013) Barboza Tony, (2013), Sediment behind dams creates greenhouse gas ‘hot spots’, study finds. http://articles.latimes.com/2013/aug/01/news/ladams-greenhouse-gas-hot-spots-20130801 (Erişim Tarihi: 11/11/2013) De Almeıda Aníbal T, Moura Pedro, Marques Alféu S, De Almeıda José L, (2005), Multi-impact evaluation of new medium and large hydropower plants in Portugal centre region. Renewable and Sustainable Energy Reviews, 9(2):149-167. Habit Evelyn, Belk Mark, Parra Oscar, (2007), Response of the riverine 51 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 fish community to the construction and operation of a diversion hydropower plant in central Chile. Aquatic Conservation: Marine and Freshwater Ecosystems, 17(1): 37-49. Karadeniz Vedat, Akpınar Erdal, Başıbüyük Adem, (2011), River Type Power Plants And Their Envıronmental Effects (The Sample Of Reşadiye Hidroelectricity Power Plants), Eastern Geographical Review,16 (26): 95-114. Kurdoğlu Oğuz, Özalp Mehmet, (2010). Evaluation of River Type Hydroelectric Power Plants In The Context of Legal Course, Environmental Impact. Nature Conservation and Ecotourism. III. National Blacksea Forest Congress, 20-22 May 2010, Artvin, 688-707. Moog Otto, (1993), Quantification of daily peak hydropower effects on aquatic fauna and management to minimize environmental impacts, Regulated Rivers: Research & Management, 8(1-2):5-14. Özdemir Nedim, Yılmaz Fevzi, Yorulmaz Bülent, (2007), Dalaman Çayı Üzerindeki Bereket Hidroelektrik Santrali Baraj Gölü Suyunun Bazı Fiziko-Kimyasal Parametrelerinin ve Balık Faunasının Araştırılması. Ekoloji, 16 (62):30-36. Özgen Nurettin, Karadoğan Sabri, (2013), Examining Hydro-Electric Power Plants in Terms of Their Spatial Effects According to SWOT Analysis: Sample of Alkumru and Kirazlı Dams (Siirt). Journal Of Geography, 26: 21-45. Philip WB, (1991), The Debate over Large Dams: The Case Against. Civil Engineering, 61:42-48. Rorslett Bjorn, (1989), An integrated approach to hydropower impact assessment. Hydrobiologia, 175 (1): 65-82. Santos Jose M, Ferreira Maria T, Pinherio Antonio N, Bocheshas Jorge H (2006) Effects of small hydropower plants on fish assemblages in mediumsized streams in central and northern Portugal. Aquatic Conservation: Marine and Freshwater Ecosystems, 16 (4): 373-388. Şengül Mihriban, (2013), Türkiye’nin Su Politikası ve Köylülerin Öfkesi. Su Kaynaklarının Yönetimi, Politikalar ve Sorunlar: Küreselden Yerele. Nevşehir Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü Panel Bildirileri, s. 29-41. Tandoğan Beril Pınar, (2010), Karadeniz Bölgesindeki Mevcut ve İnşası Planlanan HES Projelerindeki Karşılaşılan Sorunlar ve Çözüm Önerileri. 16. Uluslararası Enerji ve Çevre Fuarı Konferansı, 12-14 Mayıs 2010, s:45-49. 52 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 GÜNÜMÜZDE KARADENİZ BÖLGESİNDE AHŞAP TEKNE YAPIMCILIĞI Wooden Boat Building in Black Sea Coast in Our Days Mahmut DAVULCU* ÖZET Ağaç, insanoğlunun günlük hayatına çok farklı şekillerde girmiş olan çevreye uyumlu ve doğal bir malzemedir. Altı bini aşan farklı kullanım alanına sahip olması ağacın uygarlığımız açısından taşıdığı önemi ortaya koymaktadır. Ağaç malzemeden imal edilen ürünler arasında su üstü taşıtları da -gemiler, tekneler, kayıklar- bulunmaktadır. Organik bir malzeme olarak ahşap, Endüstri Çağı öncesine ait dönemde tekne inşası amacıyla kullanılan ana yapım malzemesidir. Tekne inşa malzemelerinin çeşitlenmesi (sac, fiberglas, kompozit vb.) Endüstri devrimi sonrasına ait bir gelişmedir. Tekne yapımcılığı denizi ve ormanı birleştiren son derece orijinal bir meslek ve kadim bir sanattır. Eski Türkçede yer alan denizcilikle ilgili bazı kelimeler Türk halklarının henüz İç Asya’da yaşarken dahi nehir ve göl gibi iç sularda denizcilik faaliyetleri yürüttüklerini göstermektedir. Ancak Türk denizciliğinin gerçek manada ortaya çıkması Anadolu’da meydana gelmiştir. Gerek Selçuklular, gerek Beylikler ve gerekse Osmanlılar döneminde askeri, ticari ve ulaşım amacıyla çeşitli tipte gemiler ve tekneler inşa edilmiş, XIX. yüzyıldan itibaren ise ahşap tekne ve gemi yapımcılığı terk edilme sürecine girmiştir. Ahşap tekne yapımcılığı günümüzde Karadeniz, Ege ve Akdeniz bölgelerinde yer alan bazı merkezlerde az sayıda usta tarafından, özveriyle geleneksel teknik, yöntem ve malzemelerle devam ettirilmektedir. Bu merkezler arasında en canlı ve nitelik açısından dikkat çekenler Karadeniz sahillerinde karşımıza çıkmaktadır. Karadeniz kıyılarının dağlık coğrafi yapısı ticaret, yolcu ve yük taşımacılığında deniz olgusunu güçlü bir şekilde ortaya çıkartmıştır. Bunun yanında balıkçılığın en erken dönemlerden itibaren önemli bir geçim kaynağı olması bölgede deniz taşıtlarının üretimini de beraber getirmiştir. Bugün için Karadeniz kıyılarında usta-çırak ilişkisi içerisinde yürütülen, küçük ve orta ölçekte üretim yapan, üretimde ahşap malzemeyi kullanan, el emeği ve el işçiliği ile ön plana çıkan bir tekne üretimi söz konusudur. Bu meslekle uğraşan ustalar kadim dönemlerden kendilerine tevarüs eden gelenek ve bilgiyi gelecek kuşaklara aktarmak konusunda büyük sıkıntılar yaşamaktadır. Makale, Karadeniz bölgesi kıyı illerinden Bartın, Kastamonu, Ordu, Sinop, Rize ve Trabzon illerinde Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü bünyesinde 2009-2011 yılları arasında yürütülmüş olan “Karadeniz Bölgesi Tekne Yapımcılığı Derleme ve Tespit Projesi” kapsamında çeşitli tarihlerde yapılan saha * Folklor Araştırmacısı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Antalya/TÜRKİYE 53 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 araştırmalarında elde edilen bilgi ve veriler yardımıyla hazırlanmış olup sınırlı sayıda usta tarafından, özveriyle devam ettirilmeye çalışılan ahşap tekne yapımcılığının Karadeniz kıyılarında günümüzdeki durumunu kronolojik bir perspektif içinde ortaya koymaktır. Anahtar Sözcükler: Karadeniz, ahşap tekne yapımcılığı, denizcilik kültürü, geleneksel meslekler, somut olmayan kültürel miras. ABSTRACT Tree is a naturel and enviromentally friendly material to the nature. Tree entered into the mankind daily life in many different ways with much then 6000 different uses areas. It has such an important role in civilization reveals. Water aboard vehicles (ships, boats…) are one of the product which maden by wood materials. Wood is an organic material which use as nain construction material used for building boats until Industrial Age. Diversicification of boat building materials (steel, fiberglass, composites…etc) development started after the Industrial Revolution. Boatbuilding is a highlly original profession and an ancient art which combines sea and the forest. Some of the maritime words in old Turkish show us that Turkish people were indicating maritime activities in inland waters like rivers and lake even they were living in Central Asia. However, the real development of Turkish Maritime occured in Anatolia.In Seljuk Seigniories and Ottoman periods military, comercial and various types of ships and transport boats was built. After XIX. century wooden boat and ship abondonment is in the process of producing. In Anatolia people believe that all traditional professions has pyrene. According to the tradition, because of the first ship built by Noah, Noah is the pyrene of Salors. Today wooden boatbuilding maintained in some main places of Blacksea, Aegean and Mediterranean Regions by a few master who still uses traditional techniques, methods and materials. This traditional profession’s masters called as “Usta” in Turkish. Masters built the boats with a great labor. Wooden boats are handmade and masters use simple tools and plumbs like ax, saw, rendering… Just like in the other traditional occupations there is a master- apprentice relationship in wooden boat building and this relationship is transfered from generation to generation. With historical process, many changes has showed in boat types. The most important reason of the changes are technology and needs. Wooden boats and ships has held an important place for many years for Antalian people who lives at the coast side in their daily lives. But today wooden boats using in two main groups, fishingboats and yachts. Key Words: Black Sea, wooden boat building, marine culture, traditional crafts, intangible cultural heritage. 54 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 1. GİRİŞ Fernand Braudel denizin bir ulaşım ve taşıma alanı olduğunu, zenginliklerin en büyüğünün denizden geldiğini, denize sahip olanın zenginliklere de sahip olacağını yazar (Braudel, 2013:109). Deniz olgusunun siyasal, sosyal, ekonomik ve askeri yanı olduğu kadar kültürel bir boyutu da bulunmaktadır. Deniz kültürü suyla insan arasında kurulan ilişkiler ve bu ilişkiler sonucu meydana getirilen -maddi ve maddi olmayan- ürünler bütünüdür. Türkiye, üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke olarak kıyı ve deniz kültürünün -zannedildiğinin aksine- oldukça zengin olduğu bir coğrafyadır. Kültürel ve sosyo-ekonomik açıdan deniz, denizcilik, deniz ulaşımı, balıkçılık ve tekne yapımcılığı Karadenizliler açısından oldukça önemli unsurlardır. Yüzyıllardır denizle yatan ve denizle kalkan bölge halkının günlük hayatında ve folklorunda1 bu unsurlara ilişkin son derece özgün ve zengin bir birikim meydana gelmiştir. Bölge halkının günlük hayatını ve maddi kültürünü derinden etkileyen bir diğer unsur ise Karadeniz Bölgesinin yoğun orman örtüsüdür. Yeşilin her tonunun karşımıza çıktığı bölgede yaşamın her aşamasında ve her anında kullanılan ahşap ürünler, Karadeniz ormanlarının kestane, ceviz, meşe vb. gibi çok çeşitli ağaçlarından meydana getirilmiştir. Bu ağaçları özeliklerine göre kullanabilme yeteneği ve bilgisi bu yörenin insanlarınca yüzlerce yıllık uygulama ve deneyim neticesinde elde edilebilmiştir. Ağaç, insanoğlunun günlük hayatına çok farklı şekillerde girmiş olan doğal bir malzemedir. Doğumunda beşik, ölümünde ise tabut olmuştur (Alptekin, 2007:33). Silah imalatında kullanılabildiği gibi yazı yazmak amacıyla kalem yapımında da faydalanılmıştır. Altı bini aşan farklı kullanım alanına sahip olması2 ağacın uygarlığımız açısından taşıdığı önemi ortaya koymaktadır. Karadeniz bölgesi ahşaba dayalı sanat ve mesleklerin son derece yaygın olduğu bir coğrafyadır. Ahşap tekne ve gemi yapımcılığı Karadeniz kültüründe denizi ve ormanı birleştiren son derece orijinal ve kadim bir sanattır. Geleneksel teknik, yöntem ve malzemelerle devam ettirilen bu sanata dair geleneksel bilgi geçmişten günümüze usta-çırak ilişkisi içerisinde aktarılmıştır. Bu sanat, Karadeniz kıyılarında yer alan birkaç merkezde bugün de yaşatılmaktadır. 55 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Fotoğraf-1: Karadeniz’e açılan balıkçı teknesi (Rize İli Ardeşen İlçesi Merkez) 2. Araştırma Evreni ve Örneklem Makale çalışması Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü bünyesinde 2009-2011 yılları arasında tarafımca yürütülmüş olan “Karadeniz Bölgesi Tekne Yapımcılığı Derleme ve Tespit Projesi” kapsamında Ordu, Kastamonu, Bartın, Trabzon ve Rize illerinde gerçekleştirilen araştırmalar neticesinde elde edilen materyal ve veriler ışığında, ilgili literatürden de faydalanılarak kaleme alınmıştır. Projenin amacı geleneksel bir meslek olarak ahşap tekne yapımcılığının kültürel ve geleneksel boyutlarıyla tespiti, belgelenmesi, derlenmesi, arşivlenmesi ve bu sanatın örnek icracılarını kapsayan bir veri tabanı oluşturulmasıdır. Çalışmalar ahşap tekne yapımcılığının yaşatıldığı ve temsil yeteneği olduğu düşünülen yerleşim merkezlerinde gerçekleştirilmiştir. Bu merkezler Bartın İli Merkez, Bartın İli Kurucaşile İlçesi Merkez, Bartın İli Kurucaşile İlçesi Ovatekkeönü Köyü, Bartın İli Kurucaşile İlçesi Kapısuyu Köyü, Kastamonu İli İnebolu İlçesi Merkez, Kastamonu İli Cide İlçesi Merkez, Kastamonu İli Cide İlçesi Kumluca Köyü, Ordu İli Perşembe İlçesi Kışlaönü Mahallesi, Ordu İli Perşembe İlçesi Çerli Köyü, Ordu İli Perşembe İlçesi Mersin Köyü, Rize İli Çayeli İlçesi Limanköy Mahallesi, Rize İli Merkez İlçe Söğütlü Köyü, Rize İli Pazar İlçesi Balıkçı Köyü, Rize İli Ardeşen İlçesi Işıklı Köyü, Trabzon İli Sürmene İlçesi Çamburnu Beldesi, Trabzon İli Sürmene İlçesi Yeniay Beldesi’dir. 56 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 3. Veri Toplama ve Analiz Tekniği Araştırma sırasında Etnografik araştırma yöntemine has gözlem ve görüşme tekniklerinden yararlanılmış; ahşap tekne yapımcılığı ile uğraşan kaynak kişiler ile gerçekleştirilen görüşmeler video kayıt veya ses kayıt cihazı ile ya da yazarak derleme metodu ile kayıt altına alınmış, zanaata dair ürünler ile bu ürünlerin meydana getirilmesi süreci fotoğraf çekimleri ile belgelenmiştir. Araştırmalar sonucunda elde edilen bilgi ve belgelerin mevcut literatür ve arşiv belgeleri ışığında düzenlenmesi sonucu bu çalışma ortaya çıkmıştır. Makalemizin amacı sınırlı sayıda usta tarafından, özveriyle devam ettirilmeye çalışılan geleneksel bir meslek olan ahşap tekne yapımcılığının Karadeniz kıyılarında günümüzdeki durumunu kronolojik bir perspektif içinde ortaya koymaktır. Makalenin hazırlanması amacıyla kullanılan tüm görsel ve sözlü kaynaklar AEGM Halk Kültürü Bilgi ve Belge Merkezi’nde muhafaza edilmektedir. Çalışmanın -hazırlanma yöntemi açısından- tümüyle araştırmaya ve yerinde tespite dayalı olması nedeniyle tamamlanmış ya da eksiksiz olduğu düşünülmemektedir. Fotoğraf-2: Tekne ustası Yaşar Tafralı ile derleme yapılırken (Rize İli Pazar İlçesi Balıkçı Köyü) 57 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 4. Karadeniz 4.1. Coğrafi ve Fiziki Özellikleri Karadeniz, Avrupa ve Asya kıtalarının birbirine yaklaştığı bir bölgede yer alan ve konumu itibarıyla Akdeniz’e bağlı olan büyük bir iç denizdir. Güneyden İstanbul Boğazı ile Marmara Denizi’ne ve kuzeyden Kerç Boğazı ile Azak Denizi’ne bağlıdır. Ortalama derinliği 1300 metre kadardır (Zaman, 2005). Rusya, Ukrayna, Türkiye, Gürcistan, Romanya ve Bulgaristan’ın kıyı olduğu Karadeniz’in yüzölçümü yaklaşık 459.054 km2dir. Doğu-batı uzunluğu yaklaşık 1.700 km. kuzey-güney genişliği ise en geniş yerinde 600, en dar yerinde ise 250 km.’dir. Sahilleri kuzey ve kuzeybatı bölümleri hariç hafif girintili olan denizin güney kıyıları boyunca Karadeniz dağları uzanır (Öztürk, 2011). Ada bakımından oldukça fakir bir denizdir. Ilıman iklim kuşağında yer alan Karadenizin suları genellikle serindir ve tuz oranı son derece düşüktür. Az tuzlu olmasının başlıca nedeni çok sayıda akarsu ile beslenmesi ve bol yağış alan bir bölge içerisinde yer almasıdır (Zaman, 2005). Türkiye’nin Karadeniz’e kıyısı yaklaşık 1.695 km. olup bu uzunluk toplam kıyı çizgisinin yüzde 20’sini teşkil etmektedir. Karadeniz kıyısında 15 il bulunmakta olup kıyı kuşağının yüzölçümü takriben 103.061 km2’dir. Bölge coğrafi olarak üç bölüme ayrılır. Doğu Karadeniz Bölgesi (Gürcistan sınırından Ordu’ya kadar), Orta Karadeniz Bölgesi (Ordu ve Samsun arasındaki alan) ve Batı Karadeniz bölgesi (Sinop’tan Marmara bölgesi sınırına kadar). 4.2. Karadeniz’in Kısa Denizcilik Tarihi Eskiçağ’da Pontus Eukseinos olarak adlandırılan Karadeniz, Türklerin Anadolu’ya yerleşmesinden sonra bu isimle anılmaya başlanmıştır (Tuncel, 2001:385). Bölgedeki insan yaşamına dair izler Paleolitik döneme kadar geri gitmektedir. Fotoğraf-3: Lahit üzerinde gemi tasviri3 (Sinop Arkeoloji Müzesi) 58 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Yapılan araştırmalar Karadeniz bir iç deniz olmakla birlikte en erken dönemlerden itibaren deniz yoluyla her türlü düşünce, inanç, bilgi, beceri ve teknoloji aktarımının gerçekleştiğini göstermektedir. Bu bölge Eskiçağlardan itibaren Ege ve Akdeniz ile yoğun bir ekonomik ilişki ve bütünlük içerisinde olmuştur. Eskiçağlarda Karadeniz çevresinde bölgenin yerli halkları yaşamaktayken tarihsel süreç içerisinde bu coğrafyaya birçok kavim gelerek yerleşmiştir. Fenikeliler tarafından deniz ticaretine açılan bölge, sahip olduğu zenginlikler ve hammadde kaynakları (deniz ürünleri, orman ürünleri, madenler vb.) nedeniyle, Antik Çağ’da Yunan anakarasından gelen yerleşimciler tarafından kolonileştirilmiştir. Argonautlar ve Altın Post Efsanesi esasında bu olayı destansı bir karaktere büründürerek anlatan edebi bir metindir4. Yunan kolonizasyonunu Roma ve Bizans hâkimiyeti takip etmiştir. Ortaçağ’da Karadeniz kıyılarında bir çok İtalyan ticaret kolonisi oluşturulmuştur. Bölgede Türklerin görünmeye başlaması 4. yüzyılda Hun Türklerinin Karadeniz’in kuzeyini ele geçirmesiyle başlamıştır. 11. yüzyıldan itibaren ise Karadeniz’in güney kıyıları Selçuklu Türklerince ele geçirilmeye başlanmıştır. Osmanlılar 14. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar devam eden sistematik fetihlerle Karadeniz’i bir iç deniz haline dönüştürmüşlerdir. Karadeniz bölgesinde su üstü taşıtlarının yapımının ne zaman başladığı kesin olarak bilinmemektedir. Bununla birlikte bu zanaatın köklerinin Eskiçağa kadar uzandığını söylemek mümkündür5. Karadeniz’in güneydoğu sahillerinde yer alan güvenli barınak yerleri, zengin balık kaynakları, deniz ticaret yollarının bu bölgeden geçmesi ile bölgenin ormanlık yapısı (tekne yapımına uygun ağaç cinslerinin varlığı) çok eski çağlardan itibaren denizcilik faaliyetlerinin ve yerel tekne yapımcılığının var olmasını ve gelişmesini sağlamış olmalıdır. Antik döneme ait pek çok kayıt Karadeniz’in gerek doğu ve gerekse batı kıyılarına has denizcilik ve yerel tekne yapımcılığına ilişkin gelenekleri ortaya koyar6. Ayrıca Akdeniz’le kurulan siyasi ve ticari ilişkiler Fenike, Yunan, Roma, Bizans, İtalyan kökenli gemi yapım teknik ve geleneklerinin de –bütün Karadeniz sahillerinde olduğu gibi- bu yöreye girişini ve bu yolla gelişimini mümkün kılmıştır. Anadolu Türklerinin Karadeniz kıyılarında gemi yapımcılığına dair ilk faaliyetleri hiç kuşkusuz Selçuklular döneminde başlamıştır. Sultan Alaaddin Keykubat Sinop’ta bir tersane kurmuş ve bir donanma inşa ettirmiştir. Sinop tersanesi Candaroğulları zamanında da kullanılmıştır. Candaroğullarından İsmail Bey’in kentin Osmanlılarca ele geçirilmesinden hemen önce Sinop tersanesinde inşa ettirdiği bir geminin II. Mehmet tarafından İstanbul’a 59 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 gönderilmesi ve bu geminin Osmanlı donanmasına örnek olması7, Candaroğullarının gemi inşası konusunda oldukça ileri bir düzeyde olduklarını göstermesi açısından önemlidir. Osmanlıların Karadeniz sahillerini ele geçirmesiyle birlikte, kıyılarda yer alan tersane ve gemi yapım merkezleri Osmanlı denizciliğine hizmet etmeye başlamıştır. Karadeniz bölgesi modern zamanlara kadar Osmanlı donanması ve denizciliği için gemi inşaatı, gemici ve gemi inşa malzemesi temini açısından önemli hizmetler veren bir bölge olmuştur. Bilindiği üzere Osmanlı döneminde başkent İstanbul’da yer alan “Tersane-i Amire” başlıca gemi yapım merkezi olarak karşımıza çıkmakla birlikte imparatorluğun birçok bölgesinde gerek askeri ve gerek sivil ihtiyaçları karşılamak amacıyla faaliyet gösteren tersane ve tezgâhlar bulunmaktaydı. Resmi kayıtlar XVIII. yüzyıl başlarında Karadeniz sahillerinde kırkı aşkın resmi tezgâh bulunduğunu göstermektedir (Bostan, 2009). Sinop ve Samsun tersaneleri Karadeniz kıyısında yer alan gemi yapım tesisleri içerisinde öneminden dolayı zikredilmesi gereken merkezlerdir. Sinop tersanesi inşa edilen gemi sayısı ve çeşidi açısından İstanbul ve Gelibolu tersanelerinden sonra imparatorluğun üçüncü büyük tersanesidir (Bostan, 1992:18). Sinop merkezindeki tersaneden başka Küplüağzı, Çayağzı, Çobanlar iskelesi gibi yerlerde de gemiler yapılıyordu (Ünal, 2006). Karadeniz kıyılarındaki ikinci önemli tersane Samsun tersanesi idi (Mutlu, 2008). XVII. yüzyılda Osmanlı donanmasında yaşanan kürekli gemilerden yelkenli gemilere geçiş faaliyetleri sırasında Karadeniz kıyılarındaki gemi inşa merkezlerinde kalyonlar inşa edilmeye başlanmıştır (Bostan-Baran, 2009:273). Osmanlı döneminde Şile’den başlayarak Batum’a kadar bütün Karadeniz kasaba ve şehirlerinde gemi inşası konusunda uzmanlaşmış marangoz, burgusu, bıçkıcı, kalafatçı, oymacı, üstüpücü türünden geniş bir esnaf sınıfı teşekkül ettiği ve Karadeniz limanlarında gemi yapımı konusunda yetişmiş bir iş gücü oluştuğu anlaşılmaktadır. Her liman şehrinde en azından sandal, balıkçı tekneleri, tüccar gemileri vb yapımı söz konusu idi. Tersanelerde ise öncelikle devlete ait büyük gemiler inşa edilmekte idi. Ancak bu tersanelerde özel ve sivil gemilerin yapımı da gerçekleştirilebilmekteydi. Ve ayrıca tersane-i âmirenin muhtaç olduğu ustalar için sık sık Karadeniz sahilindeki kazalara hüküm gönderilmekte ve usta talep edilmekteydi (Ünal, 2006). Osmanlının son döneminde Karadeniz’de deniz ticareti amacıyla şehtiye, şayka, çırmık, çekdirme, pergende, melekse, çekeleve, kırlangıç, volık, martiko, çamlıca, sakoleva, brik, pulaka ve gölet gibi gemi çeşitlerinin kullanıldığı bilinmektedir (Bostan, 2011: 337). Bu teknelerin büyük ölçüde 60 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Karadeniz sahillerinde inşa edilmiş olduğunu söylemek hiç te yanlış olmayacaktır. Osmanlılar uzun yüzyıllar boyunca Karadeniz’i bir iç deniz ticaret bölgesi olarak yönetmiştir. Bu durum 15. yüzyılın sonlarından 18. yüzyılın ikinci yarısına kadar devam etmiştir. Özellikle 17. yüzyılda Karadeniz ticareti yalnızca Türk denizciler tarafından ve Osmanlı tekneleriyle yapılmıştır (Bostan, 2011: 325). İmparatorluk son dönemlerinde denizcilik faaliyetleri açısından “Akdenizli” özelliğini kaybederek Karadeniz ağırlıklı bir yapıya bürünmüştür (Komatsu, 2009). Karadeniz, modern Türkiye Cumhuriyeti için de her açıdan önemli bir deniz özelliği taşımaktadır. 5. İşlevsel Açıdan Ahşap Tekneler Bütün Karadeniz coğrafyasında özellikle sahil kesiminde yaşayan halkın denizle özel bir ilişkisi mevcuttur. Zira denizle iç içe kurulan bir yaşam söz konusudur8. Bu ilişki halk mutfağından halk inançlarına, halk edebiyatından halk ekonomisine kadar her alanda kendisini baskın bir şekilde belli eder. Birçok ailenin denizci karakteri bugün bile ortadadır. Bu aileler için deniz ve deniz kenarı sosyal bir çevre, geçim kaynağı ve vazgeçilmez bir yaşam alanıdır. Sahil boyunda yaşayan halkın denizciliğe ilgisi ve denizcilikle ilgili çeşitli faaliyetleri ekonomik bir boyut ta taşımaktadır. Deniz ve denizcilik önemli bir üretim kaynağı olduğu gibi en önemli istihdam alanlarından birisidir de. Bölge birçok denizci, armatör ve kaptan yetiştirmiştir. Yaygın bir kara ulaşımının olmadığı (kara ulaşımı oldukça zorlu ve uzun sürmekteydi) geçmişte su üstü taşıtları en önemli ve hızlı ulaşım ve taşıma aracıdır. Uzak dağ köylerinin bile birbiriyle karayolu ile iletişim kurabildiği günümüzde dahi su üstü taşıtları ticaret, nakliyat ve ulaşım konusunda önemini (yerel ölçekte) korumaktadır. İnsan ve mal taşımacılığının bir bölümü bugün bile tekneler aracılığıyla deniz yolundan gerçekleştirilmektedir. Yer şekilleri ve doğa şartları nedeniyle ulaşım ve taşımacılık geçmişte büyük ölçüde denizden yapılmış, Bölge içi ve bölge dışı bağlantılar deniz üzerinden kurulmuştur. Bundan olayı deniz ve denizcilik önemli bir sektör olarak karşımıza çıkar. Denize ve denizciliğe ilişkin unsurlar sözlü kültürde de zengin bir biçimde kendisini göstermektedir Karadeniz denizcilik açısından şartların çok çetin olduğu, kuvvetli akıntıların bulunduğu, şiddetli fırtınaların aniden patladığı, çalkantılı ve sisli bir denizdir. Bununla birlikte su ürünleri açısından son derece zengin bir deniz olan Karadeniz’in balık kaynakları Antik dönemden beri kullanılmaktadır. Antikçağ ’da önce Fenikeli ve sonra Yunan denizcileri Karadeniz’e sokan etkenlerden birisi de balıktır. Bugün de Türkiye kıyılarında avlanan su ürünlerinin yarıdan 61 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 çoğu Karadeniz kaynaklı olup bunlardan en önemlisi hamsidir (Öztürk, 2011: 55). Balıkçılık ve denizcilik dün olduğu gibi bugün de Karadeniz bölgesinin en önemli uğraşlarından birisidir. Bununla birlikte özellikle Karadeniz’in güney kıyıları sığınılacak güvenli ve korunaklı doğal limanların sayısının son derece az olduğu coğrafyadır. Denizcilerce bu amaçla kullanılan tesis ve yerler büyük ölçüde modern zamanlarda inşa edilmiştir. Çeşitli su üstü taşıtları Karadeniz halkının günlük hayatında bugün de önemli bir yer tutmaktadır. Deniz taşıtları halk tarafından seyahat, ticaret, balıkçılık, ulaşım, eğlence vb. amaçlarla yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Bilhassa sahil boyundaki yerleşimlerde deniz ve deniz taşıtlarıyla kurulan iç içe yaşam bütün canlılığıyla devam ettirilmektedir. 6. Günümüzde Karadeniz’de Ahşap Tekne Yapımcılığı Tekne ve gemi yapımı için son derece elverişli koşullara ve olanaklara sahip olan Karadeniz bölgesinde her dönemde ve özellikle yerel ihtiyaçları karşılamak amacıyla deniz taşıtlarının inşa edildiği ortadadır. Ayrıca geçmişte Osmanlı donanması için büyük ölçekli üretim de yapılmıştır. Günümüzde ahşap tekne yapımcılığı Karadeniz kıyılarında birkaç merkezde ve aile işletmesi şeklinde devam ettirilmektedir. Bu işletmelerde ayrıca bakım-onarım gibi hizmetler de verilebilmektedir. Tekne inşa ve donanımında kullanılan malzemelerin üretimi ya da temini bölge ekonomisine katkı sağlayan bir faaliyettir. Ayrıca istihdam da sağlamaktadır. Yörede inşa edilen tekneler özellikle kıyı denizciliğine (ve kıyı balıkçılığına) uygun araçlardır. Büyük sac teknelerin ortaya çıkışı ahşap teknelerin yapımını azaltmıştır. Karadeniz sahillerinde inşa edilen tekneler bütün Türkiye sahillerinde mukavemet gücü, sağlamlığı ve güvenilirliği ile tanınmaktadır. 6.1. Tekne Yapım Atölyeleri Karadeniz bölgesinde ahşap tekne inşasıyla uğraşan ustalar faaliyet gösterdikleri yer ve mekânları atölye, maaza9 ya da tezgah olarak adlandırmaktadır. Tekneler yakın zamanlara kadar açıkta inşa edilmekteyken günümüzde yer yer kapalı alanlarda da inşa edilebilmektedir. Atölyeler liman, barınak, çekek yerlerinde ya da yakınlarında, denize yakın mevkilerde yer alır. Bazı atölyelerse (özellikle küçük ölçekli üretim yapanlar) ustaların evlerinin altındaki mekânlarda ya da bahçesinde karşımıza çıkar. 62 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Fotoğraf-4: Tekne inşa atölyesi (Ordu İli Perşembe İlçesi Çerli Köyü) Fotoğraf-5: Tekne inşa atölyesi (Bartın İli Kurucaşile İlçesi Merkez) 63 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Atölyeler küçük bir kapalı mekânla onun etrafında yer alan açık hacimlerden müteşekkildir. Atölyelerin kapalı mekânlarında ustalar tarafından kullanılan bütün alet, edevat muhafaza edilir, ayrıca dinlenme amaçlı olarak da kullanılır. Tekne inşası için kullanılacak olan kereste kapalı mekânın etrafında yer alır. Tekne inşa atölyeleri genellikle küçük ölçekte tekne üretimi yapılan işletmelerdir. Faal atölye sayısı, yaşanan bir takım sorunlar nedeniyle geçmiş yıllara nazaran gittikçe gerilemektedir. Hammadde sıkıntısı ve talepteki daralma ahşap tekne yapımcılığı konusundaki en önemli sorunlardır. Atölyeler genellikle aile işletmesi şeklindedir. Atölyelerde istihdamı gerçekleştirilen işgücü büyük ölçüde yerel kaynaklardan karşılanmaktadır ve yakın akrabaların ağırlıkta olduğu gözlemlenmiştir. Bununla birlikte alınan siparişe göre hariçten usta ve işçi de istihdam edilebilmektedir. Tekne yapım atölyelerin sahipleri de aslında bir ustadır ve işçisiyle birlikte yan yana çalışarak emek verir, ter döker. Çalışanlara ücret olarak aylık ya da haftalık ödenir. Piyasadaki fiyatlar düşünüldüğü zaman yörede imal edilen ahşap teknelerin maliyeti son derece düşüktür. 2011 yılı itibarıyla 8 metrelik bir sandalın maliyeti 5000 TL, 20 metrelik teknenin fiyatı ise yaklaşık 200.000 TL’dir. Beş metreye kadar olan teknelerin fiyatı metresi 1000 TL’den hesaplanmaktadır. Beş metreden sonra ise metre fiyatı artmaktadır. Ahşap tekne konusunda müşteri profili çok çeşitlidir. Denize elverişlilik açısından beğeni gören balıkçı tekneleri genellikle Karadeniz bölgesi için inşa edilir. Gezinti tekneleri siparişleri ise Türkiye’nin her bölgesinden ve hatta yurtdışından gelebilmektedir. 6.2. Tekne Yapım Ustaları Yüzyıllardır devam ettirilen ve nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar gelen tekne yapımcılığı geleneksel bir meslek (zanaat-sanat) olup bu mesleği profesyonel olarak yürüten kişiler yörede usta, kayık ustası, tekne ustası ya da mimar olarak adlandırılmaktadır. Bu ustalar inşa ettikleri ahşap gemi ve teknelerle asırlardır Karadeniz halkına olduğu kadar Türk denizciliğine ve ekonomisine de hizmet etmişlerdir. Geleneksel mesleklerin yapısında var olan sözlü kültür, 20. yüzyıla kadar Karadenizli usta ve mimarların büyük ölçüde anonim kalmasına neden olmuştur. Geçen yüzyıl içerisinde resmi kurumlarla kurulan ilişkiler, kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması ve kültürel araştırmaların artması ile bu geleneğin o döneme ait temsilcilerinin isimleri kayıt altına alınabilmiştir Tekne yapımı ile uğraşan ustalar, bu meslekte çırak olarak çalışmaya 64 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 başlayıp yıllar içerisinde ustalık aşamasına ulaşan, tekne inşa sürecini başından sonuna kadar yürütme becerisine sahip, denizcilik konusunda olduğu kadar marangozluk konusunda da engin bir bilgi birikimine haiz olan kişilerdir10. Diğer geleneksel meslekler gibi tekne yapımcılığı da büyük ölçüde sözlü kültüre dayalıdır ve usta-çırak ilişkisi içerisinde kuşaktan kuşağa aktarılır. Tekne yapımcılığının aynı aileler tarafından sürdürülmesi yaygın bir durumdur. Eğitim süreci yazılı materyallerden ziyade göze, kulağa ve pratiğe dayalıdır. Yüzlerce yıllık bir süreçte oluşan ve geçmişten günümüze tevarüs eden “tecrübe havuzu” eğitim süreci sonucu ustadan çırağa aktarılacaktır. Bir ustanın yanına verilerek tekne yapımcılığına adım atan her genç çırak olarak adlandırılır. Çıraklığa başlama yaşı değişkendir. Çocuğun bu mesleğe hevesli olması önemli bir etkendir. Geleneksel mesleklerin ruhunda var olan “eti senin kemiği benim” anlayışı tekne yapımcılığında da karşımıza çıkar. Bir ustanın yanına çırak olarak alınan genç uzun yıllar boyunca çalışır. Cüz’i bir ücret alan ve ustasına elinden geldiğince iyi bir şekilde hizmet etmeye çalışan çırağın en önemli kazancı elde ettiği bilgi, beceri ve deneyimdir. Usta adayı eğitimi boyunca her türlü bilgiyi önce gözlemleyerek ve sonra bizzat deneyerek ve uygulayarak öğrenir. Alet-edevatın kullanımı, ahşap malzemenin özellikleri, tekne tipleri, maliyet hesapları vb. teknik ve mesleki bilgilerin yanı sıra geleneksel bir mesleği icra eden her ustada olması gereken tevazu da ustası tarafından çırağa aktarılır. El becerisi gelişen ve gereken seviyede yetkinliğe ulaşan çırak artık usta olmaya adaydır. Bununla birlikte öğrenim süreci ve eğitim, hayat boyu devam etmektedir. Geleneksel kültürde askerlik hizmetinin yerine getirilmesi bir eşiğin aşılması ve bir olgunluk göstergesidir. Askerliğin tamamlanması tekne yapımcılığında da önemlidir, zira tekne yapımı ile uğraşan kişilerin usta olarak adlandırılması genellikle bu hizmetin yerine getirilmesinden sonra olmaktadır. 65 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Fotoğraf-6: Tekne yapımında çalışan ustalar (Kastamonu İli Cide İlçesi Merkez) Fotoğraf-7: Tekne yapımcısı Mustafa Gülgeç (Bartın İli Kurucaşile İlçesi Tekkeönü Köyü) 66 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Tekne yapım atölyelerinde haftanın yedi günü –eğer iş varsaçalışılmaktadır. Cuma günü Cuma vaktinde çalışılmaması eski bir gelenektir. Atölyelerde sabahın ilk ışıklarıyla başlayan çalışma havanın kararmasına kadar devam etmektedir. Her geleneksel mesleğin olduğu gibi gemiciliğin ve tekne yapımcılığının da bir piri bulunmaktadır. Geleneğe göre ilk gemi Nuh Peygamber tarafından inşa edilmiştir. Bundan dolayı Nuh Peygamber gemicilerin piridir. Profesyonel bir meslek olan tekne yapımcılığı ile uğraşan ustaların en önemli geçim kaynağı bu meslekten elde ettikleri gelirdir. Bunun yanında hayvancılık ve tarımdan da gelir sağlayabilmektedirler. Tekne yapımcıları genellikle balıkçı kahvehanelerinde bir araya gelmektedir. Kahvehaneler aynı zamanda tekne inşa ettirmek isteyenlerin ustalarla buluşmasını sağlayan mekânlardır. Tekne ustaları, geçim sıkıntısı yaşadıkları veya iş bulamadıkları dönemlerde ya da uygun bir teklif olduğu takdirde yaşadıkları yerin dışına çıkarak mesleklerini icra etmişlerdir. İlginç bir bilgi bazı tekne ustalarının aynı zamanda yapı ustası da olabilmesi ya da mesleğin belirli bir döneminde yapı ustalığına dönebilmesidir. Bu durumun iki ayrı meslek arasında nasıl bir etkileşim doğurduğu (inşa tekniği, terminoloji vs.) ayrı bir araştırma konusudur11. Tekne yapımcıları ve yapı ustalarının12 son derece yüksek marangozluk bilgisine sahip olmaları zaman zaman bu iki mesleği de yürütebilmelerini ya da bir meslekten diğer mesleğe geçiş yapabilmelerini sağlamış olmalıdır. Hiç unutulmamalıdır ki acemioğlanlığı döneminde neccarlık eğitimi alan Mimar Sinan, Van Gölü kıyısında üç tane kadırga inşa etmiştir. Tekne yapımı, bakımı ve donatımı konusunda boyacılık ve kalafatçılık yardımcı meslekler olarak karşımıza çıkar. Kalafatçı ağaç teknelerin kalafatlanması işlemini profesyonel anlamda gerçekleştirilen meslek erbabını ifade eder. Bu meslek bugün tarihe karışmak üzeredir. Kalafatlama ahşap teknelerin dış kaplama tahtalarının arasının zifte bulanmış ve bükülmüş pamukla doldurularak su geçirmez hale getirilmesi işlemidir. Bölgede kalafatçılık konusunda uzmanlaşmış köyler bulunmaktadır. Örneğin Rize’de Yaka ve Aspet köyleri, Bartın’da ise Balamba (Çaydüzü) köyü. Bu ve benzeri köylerde yaşayan ahali özellikle kalafatçılık mesleği üzerinde uzmanlaşmış olup ve geçim kaynağı da büyük ölçüde budur. 6.3. Ustalarca Kullanılan Alet ve Ölçüler Yakın zamanlara kadar ustalar tekne imalatını insan gücü ve basit 67 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 aletlerle gerçekleştirmişlerdir. Balta, kayıkçı keseri, ayak keseri, kara hızar, testere, rende, şakül, terazi, küştüre ustaların kullandığı başlıca el aletleridir. Bugün için atölyelerde her türlü elektrikli marangoz aleti karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte el emeği ve el aletleri önemini hala korumaktadır. Fotoğraf-8: Tekne yapımında kullanılan aletler (Bartın İli Kurucaşile İlçesi Merkez) Tekne inşaatlarında metrik ölçüler kullanılır. Ancak geçmişte karış, kulaç, ayak gibi geleneksel ölçü birimleri de kullanılmıştır. Bartın yöresinde balta ve keserin aynı zamanda ölçü amacıyla da kullanıldığı tespit edilmiştir. İlginç bir şekilde bu kullanım bugün de büyük ölçüde devam etmektedir. Balta ve keser sapı, standart bir ölçü birimi olarak karşımıza çıkar, uzunluk ve derinlik hesapları bu birimler üzerinden gerçekleştirilir. Örneğin sipariş verilirken kayığın büyüklüğü 8 balta boyu, 10 balta boyu gibi ölçülerle ifade edilir. Bu ölçü birimleri teknenin bütün inşa aşamalarında kullanılır. 6.4. Tekne İnşa Malzemeleri Organik bir malzeme olan ahşap, Endüstri Çağı öncesine ait dönemde 68 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 gemi ve tekne inşası amacıyla kullanılan ana yapım malzemesidir. Tekne inşa malzemelerinin çeşitlenmesi Endüstri devrimi sonrasına ait bir gelişmedir. Bugün ahşabın yanı sıra sac, alüminyum, kontrplak, ahşap lamine, fiberglas gibi malzemelerden de tekne inşaatı yapılabilmektedir. Ancak ahşap kullanımı her geçen gün azalmaktadır. Karadeniz bölgesi gemi ve tekne inşa etmeye müsait ağaç türlerini ihtiva eden geniş ormanların bulunduğu bir coğrafyadır. Bu bölgede ağaç malzeme niteliksel olduğu kadar niceliksel açıdan da yeterlidir. Antik dönemde yaşamış olan Arrianus, Karadeniz kıyısı boyunca gemi yapmaya uygun ahşap malzemenin bol miktarda mevcut olduğunu yazmaktadır (Arslan, 2005:12). Karadeniz sahillerinde bulunan atölyelerinde mesleklerini devam ettirmeye çalışan tekne ustaları ahşap malzeme kullanımını halen sürdürmektedir. Fiber tekneler ahşap ve sac teknelere nispeten daha ucuzdur. Sac teknelerle ahşap tekneler ise hemen hemen aynı fiyattadır. Ahşap tekne polyester, fiber ve sac teknelere göre su üzerinde daha oturaklıdır, daha az sallanır, dengeli durur. Polyester ve fiber tekneler çok hafif olduğu için su üzerinde çok sallanır. Bundan dolayı özellikle ufak teknelerde ahşap malzeme tercih edilmektedir. Ayrıca ustalarca inşa edilmekte olan yöreye has tekne tiplerine en uygun malzeme de ahşaptır. Kestane13 ağacından elde edilen kereste yörede tekne inşası amacıyla kullanılan ana malzemedir. Kestane ağacı yüksek mukavemetli ve uzun ömürlü bir ağaç olması nedeniyle ustalarca tercih edilmektedir. Kestane 25 metreye kadar uzayabilen, sert ve sıkı yapılı, esnek, boya tutan, havanın ve deniz suyunun çürütücü etkilerine dayanıklı ve az çalışan bir ağaç türüdür. Dış odunu genellikle kirli sarı iç odunu ise sarıya çalan kahverengidir. Denizde yaşayan çeşitli mikroorganizmalara karşı oldukça dayanıklıdır14. Her ağacın olduğu gibi kestanenin de bir kesim vakti bulunmaktadır. Ustalar sonbaharda kesilen kestane ağacının daha mukavemetli olduğunu yüzlerce yıllık deneyim sonucu görmüşlerdir. Buna göre ağaç Sonbahar’dan itibaren suyu çekildikten sonra kesilmelidir. 69 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Fotoğraf-9: Kurumaya bırakılmış olan kestane kerestesi (Rize İli Pazar İlçesi Balıkçı Köyü) Fotoğraf-10: Kurumaya bırakılmış olan kestane kerestesi (Bartın İli Kurucaşile İlçesi Merkez) 70 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Tekne yapımı sırasında (özellikle bodoslama ve eğrilerin yapımında) doğal eğrilerden yararlanmayı bir alışkanlık haline getiren ustalar bu amaca hizmet eden en makbul ağaçların yamaçlarda yetiştiğini ifade etmektedir15. Geçmişte Rize yöresinde tekne yapımcıları için dağlardan “eğri” temin ederek pazarlarda satan kişilerden de bahsedilmektedir. Günümüzde tekne yapımcıları kestane ağacını köylülerden ya da tüccarlardan satın almaktadır16. Dağlık alanlardaki kestane ormanlarında kesimi yapıldıktan sonra tomruk olarak ya da biçilmiş kereste halinde satın alınan ağaç bir süre bekletilir ve açık havada sertleşmesi sağlanır. Daha sonra elektrikli hızarlarla kereste haline getirilen ağaç, deniz suyu içerisinde ya da yağmur altında bekletilerek acı suyunu salması sağlanır17. Kuruması ve acı suyunu atabilmesi için kereste, kurulan eşekler üzerinde hava alacak şekilde düzgün bir şekilde diklemesine istiflenir ve birkaç ay boyunca bekletilir. Kuruyan ve acı suyunu atan ahşap malzeme kullanılmaya hazırdır. Kestane ağacına, dış kaplamanın eğimli yüzeylerinde kullanılmadan önce açık ateşte ısıtma ya da kaynar suda kaynatma yöntemiyle form kazandırılabilmektedir. Kestane ağacının dışında kullanılan ağaç türleri de vardır. Meşe, çam, kayın yaban kirazı vb. ağaçlar da yer yer tekne yapımında kullanılmaktadır. Meşe ağacı daha çok büyük boyutlu teknelerin yapımında karşımıza çıkar. Tekne yapımında ahşabın dışında kullanılan bir diğer önemli materyal madeni aksamdır. Cıvata ve galvanizli çividen oluşan bu aksam, ahşap malzemenin birbirine bağlanması amacıyla kullanılmaktadır. Galvanizli çivi modernleşmenin getirdiği bir yeniliktir. 6.5. İnşa Edilen Tekne Tipleri Tekneler deniz, göl veya akarsular üzerinde hareket etme kapasitesine sahip, çeşitli malzemelerden inşa edilmiş olabilen su üstü taşıtlarıdır. Tekneler esas olarak üç ana bölümden müteşekkildir: Baş taraf (pruva), orta kasara ve kıç taraf (pupa). Teknelerin sağ tarafı sancak sol tarafı ise iskele olarak adlandırılır. Tarihsel süreç içerisinde tekne tipleri pek çok değişiklik göstermiş, bazı tekne tiplerinin üretimi tamamen terk edilmiştir18. Değişim ve dönüşümün en önemli nedeni dönemin teknolojisi ve ihtiyaçlardır. Karadeniz kıyılarında inşa edilen teknelerin en büyük özelliği Karadeniz’in çalkantılı sularına, güçlü dalgalarına ve şiddetli fırtınalarına dirençli ve dayanıklı olmaları ile denize kolaylıkla indirilip bir o kadar kolaylıkla da karaya çekilebilmeleridir19. Bununla birlikte son derece ince bir işçilik te sergilerler. Yörede geçmişten günümüze taşımacılık, askeri, ticaret, balıkçılık 71 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 ve ulaşım amacıyla ahşap tekne inşaatı gerçekleştirilmiştir. Denizcilik sektörünün getirdiği yeniliklere ayak uydurarak üretim faaliyetlerine devam etmeye çalışan Karadenizli tekne ustalarınca Karadeniz sahillerinde inşa edilen tekneler kullanım alanına göre üç ana gruba ayrılabilir: 1-Balıkçı tekneleri (Küçük balıkçı teknesi, gırgır teknesi vb.) 2-Gezinti tekneleri 3-Kayık ve sandallar Fotoğraf-11: Kayık (Rize İli Merkez Gündoğdu Beldesi Söğütlü Köyü) Fotoğraf-12: Balıkçı tekneleri (Ordu İli Perşembe İlçesi Kışlaönü Mahallesi) 72 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Fotoğraf-13: Gezinti amaçlı kullanılan çektirme tipi ahşap tekne (Kastamonu İli İnebolu İlçesi Merkez) Üretilen tekneler içerisinde balıkçı tekneleri sayısal açıdan ağırlıklı bir yer işgal etmektedir. Zira balıkçılık dün olduğu gibi bugün de önemli bir ekonomik faaliyet ve istihdam kaynağıdır. Bu tekneler bilhassa kıyılarda avlanmaya uygun, yakın sahil teknesi tipindedir. İnşa edilen tekneler kullanım amacına ve büyüklüğüne göre farklı formlar ve işlevler taşıyabilmekte bu da tekne mimarisinde –mekânsal anlamda- farklı ayrıntıların teşekkül etmesi neticesini vermektedir. Özellikle gezinti amaçlı tekne ve yatlarda uyuma ve dinlenme ihtiyacı için kamara(lar), tuvalet ihtiyacı için hela ve yemek ihtiyacı için mutfak mekânı bulunabilmektedir. Tekneler esas olarak bir omurga, bu omurgaya sabitlenen kaburgalar ve dış sargı olmak üzere üç ana katmandan müteşekkildir. Günümüzde bu yörede inşa edilen tekneler genellikle baş ve kıç şekillerine göre sınıflandırılmaktadır: Karpuz kıç veya çırnık tabiri yuvarlak kıçlı tekneleri, ayna kıç veya yarım ayna tabiri kıç şekli düz olan tekneleri, baltabaş baş bodoslaması balta gibi düz olan tekneleri, kancabaş dar ve uzun kürekle çekilen baş tarafı kancayı andıran kayıkları, iki başlı veya iki çeneli tabiri ise iki tarafı da sivri olan tekneleri ifade 73 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 eder. İnşa edilen teknelerin boyu birkaç metrelik sandallardan yirmi metrelik motor-botlara kadar değişebilmektedir. Aynı tipte de inşa edilmiş olsa farklı atölyelerde inşa edilen her tekne birbirinden farklı özellikler gösterebilmektedir. Benzer şekilde, tekne yapılan bölgeler arasında da nüans farkları karşımıza çıkmaktadır. Yeni yapılan her tekneye bir isim verilmektedir. Bugün için yasal bir zorunluluk olmakla birlikte denizcilerin teknelerine isim vermelerinin yaklaşık 5000 yıllık bir gelenek olduğu sanılmaktadır (Aça, 2013:5). Genellikle tekne sahibi tarafından verilen bu isimler çok çeşitli kaynaklardan gelebilmektedir. Bunlar arasında atadan gelen isimler, soyisimler, sülale isimleri, yer adları, eski kaptan ya da reislerin isimleri, tekneyi satın alanın kendi ya da çocuklarının isimleri, lakaplar vb. 6.6. Tekne İnşaatı Modern tekneler, inşaatın başlamasından önce ayrıntılı planların çizilmesi ve kullanılacak malzemenin boyutlarının ve maliyetinin hesap edilmesi ile başlayan karmaşık bir süreç içerisinde inşa edilmektedir. Gelişen gemi inşa teknolojisi Karadeniz yöresinde yüzyıllardır devam eden geleneksel tekne yapımcılığını pek de etkilememişe benzemektedir. Zira tekne inşaatı dün olduğu gibi bugün de büyük ölçüde ustanın el ve göz hesabı ile içgüdü ve deneyimlerine dayanmaktadır. Bununla birlikte ustalar kendilerine gelen bir projeyi kullanarak tekne inşa edebilecek kapasiteye de sahiptir. Tekne inşa süresi çalışan usta sayısı ve teknenin büyüklüğüne göre birkaç hafta ile birkaç ay arasında değişebilmektedir. Tekne inşaatı ustanın tekneyi yaptıracak olan kişi ile konuşması ve anlaşması ile başlayan karmaşık bir süreçtir. Anlaşma gerçekleştikten sonra teknenin inşasına omurganın şekillendirilerek tezgâha yerleştirilmesi ile başlanır20. Omurganın dengeli ve sağlam bir zemin üzerine yerleştirilmesi inşaatın doğru yürümesi açısından önemlidir. Omurga, teknenin alt bölümünde yer alan ve baştan kıça kadar boylamasına uzanan masif bir elemandır. Teknenin dengesini sağlayan en önemli unsur omurgadır. Omurga teknenin büyüklüğüne göre tek ya da birkaç parçadan oluşabilir. Ustalar özellikle küçük teknelerin omurgasını tek parça ağaçtan yapmayı tercih eder. Omurga ağacının tamamlanmasından sonra baş ve kıç bodoslamalar hazırlanarak omurgaya sabitlenir. Bodoslama teknenin baş ve kıç bölümünde yer alan omurgaya dik elemanlardır. Bodoslamalar doğal olarak eğri forma sahip olan ağaçlardan yapılır. Bodoslamaların da hazırlanmasından sonra teknenin kaburgasının yapımına başlanır. 74 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Fotoğraf-14: Omurganın yapımı (Bartın İli Kurucaşile İlçesi Kapısuyu Köyü) Fotoğraf-15: İskeleti yapılmakta olan bir tekne (Rize İli Çayeli İlçesi Limanköy Mahallesi) 75 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Kaburga teknenin ana yapısını meydana getiren postaların tamamını ifade eder. Eğri olarak da adlandırılan postalar omurgaya sabitlenir ve dış sargı için bir altyapı oluşturur. Postaların yerleştirilmesinden önce endaze kalıpları denilen kalıplar usta tarafından çakılacak ve bu kalıplara göre postalar ile dış sargı yapılacaktır. Posta adı verilen elemanlar tek parçadan ibaret olmayıp üç ayrı parçadan müteşekkildir. Teknelerin iskelet kısmı inşaat süresince güneşten vs. etkilenmemesi amacıyla boyanmaktadır. Bu amaçla eskiden katran sürülmüştür. Teknenin kaburgası tamamlandıktan sonra dış sargının yapımına geçilir. Sargı ağaçları yerine işkence adı verilen bir düzenekle tutturulur. Bazı bölgelerde dış sargının yapımı sırasında kaplama tahtalarının ısıtılarak yumuşatılmaktadırr21. Isıtma işlemi iki şekilde yapılmıştır, birinci usül açık ateşte alazlamak) diğeri ise özel bir kazan içerisinde suyla kaynatmaktır22. Dış sargının bitirilmesinden sonra endaze adı verilen kalıplar sökülür, iç takviyeler yerleştirilir ve güverte kaplamasının yapımına geçilir. Teknenin ahşap aksamının bitirilmesinden sonra kalafatlanmasına sıra gelir. Kalafatlama, ahşap teknelerin sızdırmazlığını sağlamak amacıyla dış kaplamayı oluşturan tahtaların arasında kalan boşlukların ziftlenen kenevir (üstüpü) ya da ham pamuk ile doldurulmasıdır. Bu işlem sızdırmazlığın yanı sıra kaplama tahtalarının birbirilerine sıkıştırılmasını da sağlar (Kaygın-Aytekin, 2005:18). Ayrıca sargı ağaçlarının birbirine basınç uygulayarak yerlerinden oynamalarını da engeller. Kalafat işlemi, inşa edilen her yeni tekneye uygulandığı gibi bakıma alınan teknelere de tatbik edilir. Kalafatlama teknenin ömrünü uzatan bir işlemdir. Kalafat tokmağı, kalafat demiri, zift çanağı ve köfteruz kalafatçılarca kullanılan aletlerdir. Günümüzde bazı atölyelerde kalafat işleminin yerini kalafat macunu almaya başlamıştır. Kalafatlama işleminin de tamamlanması ile ilk kat boya yapılır ve macun çekilir, daha sonra ikinci kat boya vurulur. Ayrıca su kesiminin altına kurt vurmaması için zehirli boya sürülür. Teknenin iç donanımının da hazır edilmesi ile tekne sahibine teslim edilir ve suya indirilir. Sipariş üzerine inşa edilmemiş ise satışa sunulur. Ustalar inşa ettikleri her tekne için (iyi bakılması şartıyla) yirmi, yirmibeş yıl ömür biçmektedir. Denizde kaldığı sürece deniz suyunun, biyolojik zararlıların , güneşin, yağmurun, fırtınaların, dalgaların ve rüzgarların yıpratıcı etkilerine maruz kalan ahşap teknelere bakım yapılması zaruridir. Kalafatlı teknelerin kalafatının belirli periyotlarla yenilenmesi teknenin su yapmasını engelleyen ve ömrünü uzatan bir önlemdir. Gene teknenin her yıl 76 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 kış mevsiminde karaya çekilmesi ve boyasının yenilenmesi ömrünü arttırması açısından tavsiye edilen bir durumdur. Fotoğraf-16: Kalafat işlemi (Ordu İli Perşembe İlçesi Kışlaönü) 6.7. Tekne İnşaatı İle İlgili Geleneksel Uygulama ve Ritüeller Yüzlerce yıldır sürdürülen denizle iç içe yaşam şekli Doğu Karadeniz bölgesinde denizcilik, balıkçılık ve gemicilikle ilgili oldukça zengin bir folklorik yapının meydana gelmesini sağlamıştır. Bu folklorik yapı içerisinde yeni inşa edilmiş olan bir teknenin suya 77 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 indirilmesi töreni önemli bir yer işgal etmektedir. Yörede yapımı tamamlanan bir deniz taşıtının suya indirilmesi “denize atmak” ya da “suya atmak” deyimleriyle ifade edilir ve bu deyimler yapımı tamamlanan bir geminin denize indirilmesi sırasında gerçekleştirilen işlemler, şenlikler, uygulamalar ve ritüeller bütününü de anlatır. İnşa edilen gemilerin törenle denize indirilmesi Türk denizciliğinde eski bir gelenektir. XVIII. yüzyılda inşa edilen bir kalyonun denize indirilmesi merasimi Müneccimbaşı’nın belirleyeceği uğurlu gün ve saatte yapılırdı23. Geminin tamamlanmasına yakın bir zamanda Padişah ve devlet ricali tarafından gönderilen kumaşlarla gemi donatılır, denize indirilmeden bir gün önce ise Tersane Emini tarafından hazırlattırılan yemek işçi ve fakirlere dağıtılırdı. Merasim günü başta Padişah olmak üzere devlet ricali alana gelerek törene katılırdı. Padişah kalyonun denize indirilmesine izin verince Şeyhülislam’ın okuduğu duanın sonrasında kalyonun baş ve kıç taraflarında kurban kesilir ve felenkler kaldırılarak gemi kızakla denize indirilirdi. Bundan sonra törene katılan devlet ricaline derecesine göre hil’at giydirilir ve ziyafet verilirdi. Geminin süslenmesi için gönderilen ve askı adı verilen kumaşlar törenden sonra geminin mühendisi, ustası, mimarı ve işçileri arasında paylaştırılırdı. Geminin suya denize indirilmesinin ardından yapılan top ateşi de törenin bir parçasını oluşturmaktaydı24. Kaynaklar Osmanlı döneminde inşa edilen her gemi için tören yapılıp yapılmadığı konusunda suskundur. Arşiv belgelerine göre söz konusu tören yalnızca Donanmâ-yı Hümâyûn’a ait gemiler için söz konusu olmaktadır (Özdemir Gümüş, 2010: 17). Teknenin suya indirilmesi büyük ölçüde insan gücüyle gerçekleştirilen bir faaliyettir. Bu faaliyet imece şeklinde gerçekleştirilmektedir. Tekne yağlanan felekler ve kızaklar üzerinde ipler ve makaralar yardımıyla yavaş yavaş kaydırılarak denize indirilmekte ve yüzdürülmektedir. Teknenin suya atılması son derece dikkatli bir şekilde yürütülmesi gereken tehlikeli bir işlemdir. İnşa edilen bir teknenin suya indirilmesi sırasında bir adak kurban kesilmesi bugün Karadeniz sahillerinde yaşatılan canlı ritüellerden birisidir. Kurban bir dua eşliğinde kesilmektedir. Kurban, bol kazanç veya teknenin yapımı sırasında kaza-belayı önlemesi amacıyla kesilmektedir25. Kesilen kurbanın eti işçilere ve fakir fukaraya dağıtılmakta ya da pişirilerek yedirilmektedir. İnşa edilen geminin veya teknenin suya indirilmesi sırasında gerçekleştirilen uygulamalardan birisi de ustaların bahşiş almalarıdır. İş bitiminde tekneyi inşa eden usta ile tekneyi yaptıran kişinin helalleşmesi tekne yapımcılığında karşılaştığımız geleneksel bir uygulamadır. 78 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Fotoğraf-17: Yeni inşa edilmiş olan gezi teknesinin suya indirilmesi (Rize İli Gündoğdu Beldesi Söğütlü Köyü-Servet Bostan Atölyesi) Bartın yöresinde yakın zamanlara kadar devam ettirilen ve “gemi atması” olarak adlandırılan şenlikler zikredilmesi gereken bir uygulamadır. Buna göre geminin inşasının tamamlanmasından sonra teknenin suya indirilmesi amacıyla çeşitli hazırlıkların yapılmasına geçilirdi. Önce geminin altına 20x20 boyutlarında, kayın ağacından yapılan ve felenk veya felek adı verilen kalaslar dizilir ve bu kalaslar tenekelerde kaynatılan iç yağı ile yağlanırdı. Daha sonra bunların üzerine gene kayın ağacından kızak yerleştirilir, kızağın ucuna bağlı bir ağaca da üç dilli makaralar sabitlenirdi. Geminin denize indirileceği gün, halk Yalı boyunda toplanır ve törene katılırdı. Gemi suya indirilmeden önce kıç bölümüne bir bayrak asılırdı. Sabah namazından sonra imamın ve katılanların duaları eşliğinde geminin baş kısmında kurbanlar kesilirdi. Gemi yapımında çalışan çıraklar kurbanın kanını teknenin bordalarına sürerdi. Gemiyi yaptıran kişi kanı süren çıraklara bahşiş verirdi. Gemiyi yapanlara bahşiş olarak verilen çeşitli kumaşlar gemiyi süslemek amacıyla sağına-soluna bağlanırdı. Kesilen kurbanlarla ise toplanan halka ve işçilere ziyafet çekilirdi. Kurban faslının atlatılmasından sonra geminin suya indirilmesine başlanırdı. Bu amaçla geminin büyüklüğüne göre değişen sayıda mandalar makaraların ucundaki tellere koşulurdu. Mandaların teli çekmeye başlamasıyla gemi yağlı felenkler 79 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 üzerinde kaymaya başlardı. Gemiler “enet” adı verilen ve Bartın Çayının kenarında uygun yerlerde açılmış olan eğimli toprak ollardan suya indirilirdi. Gemi, “enet başı” adı verilen meyilli alana kadar kaydırılınca makaralar vasıtasıyla sağlam bir ağaca ya da toprağa gömülü gemi çapasına bağlanırdı. Enet başında bağlı durumda bekleyen geminin kıç tarafında bulunan bağlarının makaraları, verilen “galima, galima” komutuyla boş bırakılınca gemi “süer” adı verilen bağa binmiş olur ve en son olarak bu bağın da kesilmesiyle gemi boşta kalmış olurdu. Bu sırada daha önceden gemiye binerek geminin baş tarafına gelmiş olan tayfalar ve çocuklar verilen komutla zıplamaya başlar, oluşan sarsıntıyla gemi harekete geçerek 20 metrelik eneten kayarak suya inerdi. Bu iniş sırasında geminin mimarı baş tarafta bulunan kızaktan tutunarak suya kadar gemiyle birlikte inerdi. Gemiyi inşa eden ustalar ile geminin sahibinin arkadaşları ise gemi sahibini yakalayarak suya atmaya çalışırlardı. Halk arasında bu törene katılarak geminin suya indiğini gören hamile bir kadının rahatça doğum yapacağına inanılırdı (Aliş, 1975, Toksoy,2009). Türkiye’de özellikle doğum, sünnet, evlenme gibi insan hayatının önemli dönüm noktalarında, işlerin yolunda gitmesini sağlayıcı bir etkisi olduğuna inanılan ve gündelik yaşamın her alanında kullanılan nazarlıklar denizcilik ve deniz taşıtları söz konusu olduğu zaman da karşımıza çıkar. Mavi boncuk ve çeşitli dini yazılar teknelerde nazara karşı bulundurulan en yaygın nesnelerdir. Bu nesneler teknenin baş kısmına ve genellikle baş bodoslamasına görünecek bir şekilde yerleştirilir. Fotoğraf-18: Tekne üzerinde yer alan nazar boncuğu (Ordu İli Perşembe İlçesi Merkez) 80 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Aynı şekilde nazar inancı ve buna bağlı olarak kullanılan nazarlıklarla tekne yapım atölyelerinde de karşılaşırız. Fotoğraf-19: Tekne atölyesinde nazarlık (Rize İli Pazar İlçesi Balıkçı Köyü) SONUÇ Geleneksel meslek, sanat ve zanaatlar topluma çeşitli yollardan hizmeti amaçlayan, meydana getirdiği üretim büyük ölçüde el emeğine dayalı olan, uzmanlık ve tecrübe isteyen, geçmişten günümüze geleneksel aktarım yollarıyla (usta-çırak ilişkisi ve sözlü kültür) intikal etmiş olup aynı şekilde gelecek kuşaklara aktarılmakta olan, kendisine özgü kuralları bulunan, işlevsel ve anonim bir karakter taşıyan, icra biçim ve kullanılan araç-gereçlerine dair standardizasyonun büyük ölçüde geçmişe ait olduğu, çeşitli iş, uğraş ve becerilerdir. Hızlı bir kentleşme, endüstrileşme, iç göç ve toplumsal değişimin yaşandığı ülkemizde geleneksel meslek, sanat ve zanaatlar Küreselleşmenin de etkisiyle büyük bir hızla yok olmakta ya da kullanım alanı gittikçe daralmaktadır. Bu meslek ve sanatların yaşatılarak korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması kültürel açıdan son derece büyük bir önem taşımaktadır. Bundan dolayıdır ki “El Sanatları Geleneği” 2003 yılında imzalanan UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Sözleşmesinin korunmasını ve gelecek kuşaklara aktarılmasını istediği beş konudan birisi olmuştur. Somut Olmayan 81 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Kültürel Miras Sözleşmesine 2006 yılında resmen taraf olan Türkiye, özellikle geleneksel el sanatlarının yaratıcılığı, çeşitliliği ve zenginliği ile dikkat çekmektedir. Türkiye coğrafyasında yaşatılan geleneksel mesleklerden birisi de ahşap tekne yapımcılığıdır. Tekne yapımcılığı denizi ve ormanı birleştiren son derece orijinal bir meslek ve kadim bir sanattır. Ahşap tekne yapımcılığının geleneksel teknik, yöntem ve malzemelerle devam ettirildiği merkezler özellikle Karadeniz sahillerinde karşımıza çıkmaktadır. Karadeniz sahilleri binlerce yıldır gemi yüzdürülen, denizcilik ve gemi yapımına son derece müsait bir coğrafyadır. Karadeniz kıyılarının dağlık coğrafi yapısı ticaret, yolcu ve yük taşımacılığında deniz olgusunu güçlü bir şekilde ortaya çıkartmıştır. Bunun yanında balıkçılığın en erken dönemlerden itibaren önemli bir geçim kaynağı olması bölgede deniz taşıtlarının üretimini de beraber getirmiştir. Bugün için Karadeniz kıyılarında usta-çırak ilişkisi içerisinde yürütülen, küçük ve orta ölçekte üretim yapan, üretimde ahşap malzemeyi kullanan, el emeği ve el işçiliği ile ön plana çıkan bir tekne üretimi söz konusudur. Günümüzde Karadeniz coğrafyasında varlığını devam ettirmeye çalışan bir meslek olan ahşap tekne yapımcılığı diğer geleneksel sanatlarla benzer sorunları yaşamaktadır. Bu sorunlar arasında zanaatın modern teknoloji ile başa çıkamaması, sosyal yaşamdaki değişim, hammadde teminindeki sıkıntılar, finansman ve kredi bulma vs. sayılabilir. Bununla birlikte en ciddi sorun zanaatın ve bu zanaata dair geleneğin gelecek kuşaklara aktarılamamasıdır. Zira bu meslekle uğraşan ustalar kadim dönemlerden kendilerine tevarüs eden gelenek ve bilgiyi gelecek kuşaklara aktarmak konusunda büyük sıkıntılar yaşamaktadır. Bu sorunların aşılmasında kültür alanında duyarlılık gösterecek olan kuruluşlar, yeni perspektifler sağlayarak kilit roller oynayabilir. On yıllar boyunca modern üretim teknikleri karşısında gerileyen ve hayatta kalma mücadelesi veren geleneksel zanaatların çevreye ve insana duyarlı, oldukça zahmet isteyen, estetik ve benzeri olmayan üretiminin toplumca yeniden keşfi ve halk tüketiminin bir parçası olmasının sağlanması gene kurum ve kuruluşların maddi getiri gözetilmeden sağlayacakları destek ve katkılarla gerçekleştirilebilir. Koruma çalışmaları sadece üretim süreci ve teknikleri ile sınırlı kalmamalı geleneğin, geleneksel bilgilerin ve uygulamaların da gelecek kuşaklara aktarılabilmesine dönük tedbirler Somut Olmayan Kültürel Miras Sözleşmesi kapsamında alınmalıdır. 82 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 SONNOT 1 Doğu Karadeniz bölgesinde deniz folkloru ile ile ilgili olarak Mirazlı Saral, Yasemin (2006), Doğu Karadeniz Bölgesi Denizcilik Folkloru Üzerine Bir Araştırma, Yüksek Lisans Tezi, İzmir: Ege Üniversitesi. 2Bozkurt, 1982 3 Müfit Ozan Özdemir Arşivi 4 Argonautlar Seferi Alton Post’un peşinde Karadeniz’i aşarak Kolkhis’e giden Iason önderliğindeki Akhalı denizcilerin öyküsünü anlatır. Kahramanları taşıyan “Argo” (manası hızlı) gemisi Phriksos’un oğlu ünlü usta Argos tarafından Tanrıça Athena’nın gözetiminde inşa edilmiş olan ellibeş kürekli bir gemidir (Erhat, 1989:56). 5Karadeniz çevresindeki denizcilikle ilgili en eski buluntu M.Ö. 4000’li yıllara tarihlenen ve Bulgaristan sahili açıklarında bulunan balıkçı kayığı kalıntısıdır (Öztürk, 2011:59). 6 Örnek vermek gerekirse Amasyalı Strabon Coğrafya isimli eserinin Doğu Karadeniz’i anlattığı bölümünde (Strabon 11.2.12-13) Kolha’nın kuzeyindeki sahillerde yerleşik olan denizci kabilelerin yaşam biçimlerini ve kullandıkları tekneleri (Zehiroğlu, 1999). 7 Uzunçarşılı, 1988a:145-146. 8 Suyla kurulan içiçe yaşam tarzından antik dönem yazarları da bahseder. Hippokrat Karadeniz’in doğusunda Kolhis bölgesinde bulunan Phasis’te yaşayan halktan bahsederken bu halkın pazara ya da şehre giderken nadiren yürüyerek gittiklerini, genellikle tek parça ağaçtan yapılmış kanolarıyla nehirde yukarı aşağı seyahat ettiklerini söyler. Strabon bu ülkeyi gemi inşası açısından mükemmel şartlara sahip olduğunu yazmaktadır. 9 Bartın yöresinde. 10 Kemal Kafalı’nın 1955 yılında yayınladığı takalarla ilgili makalede şöyle yazmaktadır: “Bu teknelerin inşaatları hiçbir metodik yola göre yapılmadığından, endaze ve işçilik resimleri kullanılmadığından netice inşaatçının karışının ebadına, keser sapının büyüklüğüne, kollarının kuvvetine ve gözünün keskinliğine göre değişir. Bu maharet, inşaatçının babadan kalma görgü ve tecrübesine müstenittir. Binaenaleyh, her tekne birbirine hiçbir vakit uymaz.” 11 Örnek vermek gerekirse armuz/armoz kelimesi bir denizcilik ve gemi inşa terimidir. Karadeniz sahillerinde tekne yapımcılığının icra edildiği bazı yerleşim yerlerinde bu kelimenin yapı ustalarınca da kullanıldığı tarafımızca müşahede edilmiştir. 122009 yılı içerisinde Ordu yöresinde gerçekleştirilen saha araştırmasında Perşembe İlçesi Çerli Köyünde yaşayan Osman Yavuz’un eskiden yapı ustası iken daha sonra tekne yapımcılığına döndüğü tespit edilmiştir. Aynı şekilde Kurucaşileli marangoz Hüsamettin Bilgiç’in babası Hacı Osman usta da hem bina hem de tekne ustasıdır: “Babam çok değerli ustaydı. Babam gibi usta buralarda hiç yoktu…Zaten mimardı, mimar. Deniz veya kara mimarıydı. Birinci sınf mimar. Hacı Osman usta. Bu Kurucaşile mıntıkasının bir numaralı ustası. Bir mimar, her şeyde mimar…Yani mimar demek her işten anlar, mühendis gibi bir adam…..Hem deniz işleri, hem 83 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 kara işleri…Babam Kurucaşile’nin bir tek Hacı Osman ustası, mimarı.”(Kaynak Kişi: Hüsamettin Bilgiç) Sürmeneli ünlü kayık ustası Kani Ofluoğlu da aynı zamanda bir yapı ustasıdır (karalahana.com). 13Castanea sativa 14Kestane ağacı yapısı itibariyle tanen maddesini oldukça yüksek oranlarda ihtiva etmektedir. Bu maddenin varlığından dolayı oyucu midye (Teredo navalis L.) saldırısına karşı büyük bir dayanıklılık gösterebilmektedir. Bu özelliği kestaneye deniz taşıtlarının inşası için elverişi bir konum kazandırmaktadır. Bu madde ayrıca ağacı çürümeye karşı da dayanıklı hale getirmektedir (Yazıcı, 1998:10, 16). 15Ağaçlar için doğal bir süreç olan eğrilik hammadde olarak düşünüldüğünde bir handikap olabilmekte ve ağacın değerinin düşmesine neden olmaktadır. Oysa ahşap tekne yapımında eğri ağaçlar bilinçli olarak kullanılmakta ve tercih edilmektedir. Eğriliğin nedeni yetişme muhiti, arazinin eğimi, rüzgar ya da mekanik bazı etkiler olabilmektedir (Yazıcı, 1998:2,19). 16 Ahşap malzeme, satın alındığı için ağacın yetişme şartları (güneş gören, güneş görmeyen, yamaçlık düzlük arazi vs.) usta tarafından gözetilememektedir. 17Ustaların acı su olarak nitelendirdikleri sıvı kestanenin bünyesinde yer alan tanen maddesidir. Tanen suyla çözeltilebilen bir maddedir (Yazıcı, 1998:18). 18 Karadeniz kıyılarında mahalli olarak inşa edilen ve kullanılan bir çok tekne tipi modern dönemde ortadan kaybolmuştur. Örneğin sığ sularda kıyılara kolaylıkla yanaşabilecek şekilde tasarlanmış olan, iki başı yüksek, kürekle hareket eden ve sahil boyunca yük taşımacılığında kullanılan ve kabak, palaşkerme, paraskalmia adlarıyla da bilinen çaparlar bugün tümüyle ortadan kalkmıştır. Aynı şekilde melekse adı verilen tekneler de bugün Karadeniz’de yüzdürülmemektedir. Melekseler hakkında yapılmış olan bir çalışma: Öztürk, Temel (2009), “Karadeniz’de Kullanılan Melekse Türü Gemiler”, Tarih İncelemeleri Dergisi, 24 (2), 85-102. Yakın zamanlara kadar Karadeniz’in her yerinde yüzdürülen ve “taka” olarak adlandırılan tekne tipi bugün tümüyle yok olmuştur. Takalar son derece sağlam bir şekilde inşa edilmiş olan, kolaylıkla karaya çekilip denize indirilebilen, baş kısmı baltabaş, kıç kısmı aynalı, baş tarafı yüksek orta tarafı alçak ve kıça doğru yükselen, kamaralı ya da kamarasız olabilen, tek direkli ve ambarlı teknelerdir. Önceleri yelkenle hareket eden bu tekneler daha sonra motorla hareket ettirilmiştir. Kemal Kafalı takaların Karadeniz yapısı olup en iyilerinin Sürmene, Ünye, Ayancık yanı sıra Rize’de inşa edildiğini kaydeder (Kafalı, 1955:12). Aynı şekilde Bartın yöresine has çektirme tipi gemiler de çeyrek asır önce tarihe karışmıştır. 300 tona kadar taşıma kapasitesi olan çektirmeler yük taşımak amacıyla kullanılmış olan, her türlü yükü taşımaya uygun, hem motorla hem de yelkenle seyrüsefer yapabilen, süratli, iki ucu sivri, yüksek bordalı ve geniş karınlı gemilerdir (Davulcu, 2013). 19 “Karadeniz’de gemileri batmak” deyimi Karadeniz’in yıkıcı gücünü ortaya koyan yaygın bir halk ifadesidir. 20Ahşap teknelerin yapımında geçmişten günümüze iki ana teknik kullanılmıştır. “Önce kabuk” yönteminde ilk olarak kaplama tahtalarıyla geminin dış kabuğu 84 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 yapılır, bu kabuğun içerisine postalar sabitlenir. Bu teknik uzun zaman önce terk edilmiştir. “Önce iskelet” yönteminde ise omurganın kurulması ve bodoslamaların yerleştirilmesinden sonra postalar tutturulur, dış kaplama bu iskelet üzerine sabitlenir ki bugün de uygulanan inşa tekniği bu tekniktir. 21 Rize yöresinde bu işlem terkedilmiştir. Ustalar dış sargıda artık geniş tahta kullanılmadığı için ısıtmaya gerek olmadığını ifade etmektedir. Geniş tahta fazla armoz yaptığı için kullanılmadığı ifade edilmiştir. 22“Sitim yapmak, sicak suyu kaynatıyoduk kazanda böyle büyük boru, odunları yakardık onu ısıtırdık, onun içine tahtayı sokardık yumuşardı yani. İstediğimiz gibi bukebiliyoduk.” (Kaynak Kişi: Besim Bakır). 23Geminin inşasına başlanabilmesi amacıyla da eşref saati belirlenirdi (Özdemir Gümüş, 2010: 17). 24Törenlerin ayrıntılı izahı için bkz. Aydın, Yusuf Alperen (2007), Osmanlı Denizciliği (1700-1770), Doktora Tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi. Batmaz, Şakir (2007), “Tersâne-i Âmire’de Gemilerin Denize İndirilme Merasimi”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10 (2), 157-176. Özdemir Gümüş, Şenay (2010), “Osmanlı’da Gemilerin Denize İndirilmesi”, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 8 (1), 15-36. 25 Gemi yapımı sırasında kurban kesilmesi eski bir adettir. XVIII. yüzyılda Tersane-i Amire’de inşa edilecek olan bir kalyonun bodoslamasının yerine konmasından önce baş ve kıç bölümlerinde üçer kurban kesilirdi. Ayrıca geminin denize indirilmesinden hemen önce de baş ve kıç taraflarında kurban kesilmekteydi. (Aydın, 2007:92-93). KAYNAKLAR Aça, Mustafa (2013), “Trabzon Balıkçılık Kültüründe Akçaabat’ın Yeri ve Akgün Ailesi”, Dünden Bugüne Akçaabat Sempozyumu (26-28 Nisan 2013), Trabzon Ascherson, Neal (2001), Karadeniz, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Aktaş, Esen (2007), Antik Çağda Doğu Karadeniz Bölgesi Kıyı Yerleşimleri ve Yerleşim Stratejileri, Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi. Aliş, İ.C. (1975) “Gemi Atması”, Bartın Gazetesi, 2515, 2. Arrianus, Lucius Flavius (2005), Arrianus’un Karadeniz Seyahatnamesi-Arriani Periplus Ponti Euxini, (Çev: Murat Arslan), İstanbul: Odin Yayıncılık. Arslan, Murat (2006), “Pontos’tan Karadeniz’e: Bir Adlandırmanın Ardındaki Önyargılar, Varsayımlar ve Gerçekler”, Olba, 14, 75-91. Ascherson, Neal (2001), Karadeniz, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Aslanapa, Oktay (1974), “Türk Denizciliği ve Selçuklu Tersaneleri”, Türk Kültürü Dergisi, s.146 Aydın, Yusuf Alperen (2007), Osmanlı Denizciliği (1700-1770), Doktora Tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi. 85 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Aygün, Necmettin (2009), “Osmanlı Devleti’nin Son Zamanlarında Karadeniz’in Güney Kesiminde İktisadi Faaliyetler”, Karadeniz Araştırmaları, 6 (23), 41-76. Aytekin, Osman (2013), “Çoruh Irmağı Üzerinde Yapılan Tarihi Kayık Taşımacılığı Üzerine Bir Değerlendirme”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 6(25), 58-69. Balkozak, Özlem (2007), Doğu Tunç Çağ’da Doğu Akdeniz’de Ticaret ve Gemi Teknolojisi, Yüksek Lisans Tezi, Konya: Selçuk Üniversitesi. Batmaz, Şakir (2007), “Tersâne-i Âmire’de Gemilerin Denize İndirilme Merasimi”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10 (2), 157-176. Bekker-Nielsen, Tonnis (2005), Ancient Fishing and Fish Processing in the Black Sea Region, Esbjerg: Aarhus University Press. Berkel, A. (1970), Ağaç Malzeme Teknolojisi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Yayınları. Beydiz, Mustafa Gürbüz (2008), XVI. Yüzyıldan XIX. Yüzyıla Osmanlı Gemi Tasvirleri, Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi. Bıjıskyan, P.Minas (1969), Karadeniz Kıyıları Tarih ve Coğrafyası 1817 – 1819, İstanbul: Edebiyat Fakültesi Yayınları Bilgin, Mehmet (2010), Doğu Karadeniz (Tarih-Kültür-İnsan), İstanbul: Ötüken Yayınları. Bill, J. (1994), “Ship Construction: Tools and Techniques”, Cogs, Caravels and Galleons: The Sailing Ship 1000-1650, London, 151-159. Boratav, Pertev Naili (1978), 100 Soruda Türk Folkloru, İstanbul: Gerçek Yayınevi. Bostan, İdris (1992), Osmanlı Bahriye Teşkilatı: XVII. Yüzyılda Tersane-i Amire, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. Bostan, İdris (1995), “Rusya’nın Karadeniz’de Ticarete Başlaması ve Osmanlı İmparatorluğu 1700-1787”, Belleten, 225, 353-394. Bostan, İdris (1996), “Gemi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,c.14, İstanbul: TDV Yayınları. Bostan, İdris (2005), Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri, İstanbul: Bilge Yayınları Bostan, İdris (2007), Osmanlılar ve Deniz; Deniz Politikaları, Teşkilat, Gemiler, İstanbul: Küre Yayınları. Bostan, İdris (2011), Beylikten İmparatorluğa Osmanlı Denizciliği, İstanbul: Kitap Yayınevi. Bostan, İdris-Baran, Salih (2009), Başlangıçtan XVII. Yüzyıl Sonuna Kadar Türk Denizcilik Tarihi, İstanbul: Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Yayınları. Bozkurt, A.Y. (1982), Ahşap Teknolojisi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Yayınları. Braudel, Fernand (Ed.) (2013), Akdeniz. Tarih, Mekan, İnsanlar ve Miras, İstanbul: Metis Yayınları. Bryer, A. (2010), “Trabzon İmparatorluğunda Gemicilik”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, 29 (48), 167-178. 86 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Bursa, Pınar (2007), Antik Çağ’da Anadolu’da Balık ve Balıkçılık, Doktora Tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi. Casson, L. (2002), Antik Çağda Denizcilik ve Gemiler, İstanbul: Homer Kitabevi. Chapelle, Howard İ. (1957), “Türk Balıkçı Tekneleri”, Balık ve Balıkçılık Dergisi, 5 (1), 14-18. Çapar, Ömer (1991), “Karadeniz’de En Eski Grek Yerleşmeleri”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, 15 (26), 303-327. Çoban, Hüseyin (1995), “Ağacın Suyuna Gitmek”, Bilim ve Teknik Dergisi, 28 (333), 30-38. Davulcu, Mahmut (2013), “Bartın Yöresinde Ahşap Tekne Yapımcılığı”, Dokuz Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dergisi, 5 (1), 23-52. Deveciyan, Karekin (2006), Türkiye’de Balık ve Balıkçılık, (Çev:Erol Üyepazarcı), İstanbul: Aras Yayınları. Doğanay, Serkan (2004), “Yeniay ve Çamburnunda Geleneksel Tekne İmalatı”, Doğu Coğrafya Dergisi, 9 (12), 101-118. Durgun, Orhan (1987), “Doğu Karadeniz Folklorunda Doğa, Deniz, Balık ve Balıkçılık”, Trabzon Kültür Sanat Yıllığı, İstanbul: Durgun, Orhan-Peşman, Emre (2004), “Doğu Karadeniz Bölgesinde Gemi İnşaatı Sanayisinin Durumu ve Olası Gelişmeler”, Gemi Mühendisliği ve Sanayimiz Sempozyumu, 24-25 Aralık 2004, 8-15. Dümen, Erdoğan (1993), Denizde Yıllar Boyu Anadolu Türkleri:1081-1922, İstanbul: Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Basımevi. Düzgüneş, Ertuğ ( Ekinci, İlhan (2013), “Karadeniz’de Ayanlar ve Denizcilik”, Karadeniz Araştırmaları, 37, 15-49. el-Kaşgari, Mahmud (2007), Divanü Lugat’it Türk, İstanbul: Kabalcı Yayınevi. Erduran, Zeynep (2006), Evliya Çelebi Seyahatnamesine Göre İstanbul’da Esnaf, Zanaat ve Ticaret, Yüksek Lisans Tezi, Kırıkkale: Kırıkkale Üniversitesi. Ergin, Muharrem (1964), Dede Korkut Kitabı, Ankara: Ebru Yayınları. Gürçay, Lütfü (1943), Gemici Dili, İstanbul: Deniz Basımevi. Güven, Aydın (1999), Doğu Karadeniz Ayanlığına Kısa Bir Bakış (1808-1826), Yüksek Lisans Tezi, Erzurum: Atatürk Üniversitesi. Halaçoğlu, Yusuf (1991), XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. Işık, Adem (2001), Antik Kaynaklarda Karadeniz, Ankara: TTK Yayınları. İhsanoğlu, Ekmeleddin (1994), Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, İstanbul: IRCICA Yayınları İnalcık, Halil (2000), Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi-I, İstanbul: Eren Yayıncılık. İnalcık, Halil (2010), Osmanlılar: Fütühat, İmparatorluk, Avrupa İle İlişkiler, İstanbul: Timaş Yayınları. 87 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 İnandık, H. (1971), Deniz ve Kıyı Coğrafyası, İstanbul: Coğrafya Enstitüsü Yayınları. Kafalı, Kemal (1955), “Türkiye Sularında Çalışan Hafif Tekneler: Takalar”, Gemi Mecmuası, 1, 12-19. Karagöz, Hakan (1987), Balıkçı Tekneleri ve Mukavemeti, Yüksek Lisans Tezi, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi. Kaygın, Bülent-Alper Aytekin (2005), “Ahşap Tekne Konstrüksiyonu”, ZKÜ Bartın Orman Fakültesi Dergisi, 7 (7), 14-23. Kızıldemir, Orhan (1989), “Türklerde Deniz ve Nehir Taşımacılığı, Deniz Ticaretinin Başlangıcı ve Deniz Kuruluşlarının Tarihçesi”, Geleneksel IV. Denizcilik Sempozyumu Bildirileri, İstanbul: Türkiye Denizciler Sendikası Yayınları Komatsu, Kaori (2009), “Yakınçağ Osmanlı Denizciliği ve Karadenizliler”, Toplumsal Tarih Dergisi, 190: 26-33. Kumrular, Özlem (Ed.) (2007), Türkler ve Deniz, İstanbul: Kitap Yayınevi. Kurat, Akdes Nimet (1987), Çaka Bey, İzmir ve Civarındaki Adaların İlk Türk Beyi, MS.1081-1096, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları. Mahmuzlu, Ekin (2009), An Insitutional Analysis of The Ottoman Shipping Sector in The Blcak Sea Region Between 1829 and 1861: Merchants and Ships, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi. Merçil, Erdoğan (2000), Türkiye Selçukluları’nda Meslekler, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. Mısır, Selim (2008), “Karadeniz Bölgesi Balıkçı Tekneleri”, Sümae Yunus Araştırma Bülteni, 8 (1), 13-16. Mirazlı Saral, Yasemin (2006), Doğu Karadeniz Bölgesi Denizcilik Folkloru Üzerine Bir Araştırma, Yüksek Lisans Tezi, İzmir: Ege Üniversitesi. Nutki, Süleyman (2011), Kamûs-i Bahrî, Deniz Sözlüğü, (Haz: Mustafa Pultar),İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Özdaş, Harun (2000), Anadolu’da Tekne Tipolojisi, Doktora Tezi, Ankara: Hacettepe Üniversitesi. Özdemir Gümüş, Şenay (2010), “Osmanlı’da Gemilerin Denize İndirilmesi”, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 8 (1), 15-36. Özdemir Gümüş, Şenay (2012), “Osmanlı Devleti’nin Karadeniz’de Ticaret Gemisi İnşa Politikası (1783-1824)”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 9, 63-77. Özdemir, Ünal (2006), “Kurucaşile İlçesinde Geleneksel Ahşap Tekne Yapımı”, Doğu Coğrafya Dergisi, 11 (16), 193-210. Özel, Yıldırım (1992), “Hasan Mudanyalı’dan Hüseyin Çoban Usta’ya Gemi Yapımcılığı”, Bartın Gazetesi, (3021),2. Öztürk, Özhan (2005), Karadeniz: Ansiklopedik Sözlük, İstanbul: Heyamola Yayıncılık. Öztürk, Özhan (2011), Pontus: Antikçağ’dan Günümüze Karadeniz’in Etnik ve Siyasi Tarihi, Ankara: Genesis Kitap. Öztürk, Temel (2009), “Karadeniz’de Kullanılan Melekse Türü Gemiler”, Tarih İncelemeleri Dergisi, 24 (2), 85-102. Palaz Erdemir, Hatice (2011), “Eski Türklerde Su ev Su Ulaşımı”, Turkish Studies, 6 (2), 88 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 819-836. Rasim, Ahmet (1930), Türkiye Coğrafyası Sahilisi: Karadeniz Sevahili, İstanbul: Deniz Matbaası. Spathari, Elsi (1995), Sailing Through Time. The Ship in Greek Art, Athens: Kapon Editions. Steffy, J.R. (1994), Wooden Shipbuilding and the Interpretation of Shipwrecks, College Station: Texas A&M University Press. Şen, Serkan (2007), Orhun, Uygur ve Karahanlı Metinlerindeki Meslekler Bağlamında Eski Türk Kültürü, Doktora Tezi, Samsun: Ondokuzmayıs Üniversitesi. Şencan, Elif Evrim (2010), Seyahatnamelere Göre XVII. Yüzyılda Karadeniz Çevresinde Günlük Hayat, Yüksek Lisans Tezi, Ankara. Hacettepe Üniversitesi. Taneri, Aydın (1981), Osmanlı Kara ve Deniz Kuvvetleri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Tengüz, H. (1995), Osmanlı Bahriyesinin Mazisi, İstanbul: Deniz Kuvvetleri Komutanlığı. Tezel, Hayati (1973), Anadolu Türklerinin Deniz Tarihi, İstanbul: Deniz Basımevi. Tietze, Andreas (1951), “XVI. Asır Türk Şiirinde Gemici Dili; Âgehî Kasidesi ve Tahmisleri”, Türkiyat Mecmuası, IX, 113-138. Tietze, Andreas (1953), “XVI. Asır Türk Şiirinde Gemici Dili; Nigârî, Kâtibî, Yetîm” 60. Doğum Yılı Münasebetiyle Fuat Köprülü Armağanı, İstanbul: DTFC Yayınlan, 501-522. Tietze, Andreas (1955), “XVI. Asır Türk Şiirinde Gemici Dili; Âgehî Kasidesine Nazireler” 60. Doğum Yılı Münasebetiyle Zeki Velidi Togan’a Armağan, İstanbul, s. 451-467. Tietze, Andreas - Henry&Renee Kahane (1988), The Lingua Franca in the Levant; Turkish Nautical Terms in Italian and Greek Origin, İstanbul: ABC Tanıtım Basımevi. Toksoy, L. (2009) Amasra Tarihine Denizden Bakış, İstanbul: Deniz Kuvvetleri Komutanlığı. Tuncel, Metin (2001), “Karadeniz”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.24, 385-386. Tuncel, Tuncay (2008), Osmanlı Şiirinde Gemicilik Terimleri, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Tülay, Metin (2008), “Türkiye Selçuklu Devleti’nin Karadeniz’deki Siyasi ve Askeri Faaliyetleri”, Akademik İncelemeler, 3(2), 13-26. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı (1984), Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. Ünal, Mehmet Ali (2005), “XVI.-XVIII. Yüzyıllarda Sinop Tersanesi”, XIV. Türk Tarih Kongresi, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları. Ünal, Mehmet Ali (2006), “XVI. Yüzyılda Sinop Tersanesi için Canik Sancağından Malzeme Temini”, Geçmişten Geleceğe Samsun, Samsun: Büyükşehir Belediyesi Yayınları. Yazıcı, Hikmet (1998), Ahşap Tekne Yapımında Kullanılan ve Doğal Olarak Eğri 89 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Büyümüş Kestane (Castanea Sativa Mill.) Ağaçlarının Bazı Fiziksel ve Mekaniksel Özellikleri, Yüksek Lisans Tezi, Bartın: Zonguldak Karaelmas Üniversitesi. Yıldız, Arzu (2008), “Türkiye’de Tersanelerin Tarihi ve Gemi İnşa Sanayisinin Gelişimi”, Mühendis ve Makine, 49(578), 23-47. Zaloğlu, Mustafa (1988), Gemici Dili, Ankara: Türk Deniz Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı Yayınları. Zaman, Mehmet (2005), “Orta ve Doğu Karadeniz’de Balıkçılık”, Doğu Coğrafya Dergisi, 10 (13), 31-78. Zehiroğlu, Ahmet Mican (2008), Antik Çağlarda Doğu Karadeniz, İstanbul: Zengin, Mustafa (2008), “Karadeniz’de Yunus Avcılığı”, SÜMAE Yunus Araştırma Bülteni, 8 (1), 8-12. Zengin, Mustafa (2010), “Hamsi Avcılığının Uzun Geçmişi”, SÜMAE Yunus Araştırma Bülteni, 10 (2), 14-17. http://www.kayikturkiye.com KTB-HALK KÜLTÜRÜ BİLGİ VE BELGE MERKEZİ YB1989.0052 Nihal KADIOĞLU Ahşap tekne yapımcılığı Derleme Yeri Bartın BVB2010.0075 Mahmut DAVULCU Ahşap tekne yapımcılığı Bartın 2010 BVB2010.0076 Mahmut DAVULCU Ahşap tekne yapımcılığı Bartın 2010 BVB2010.0077 Mahmut DAVULCU Ahşap tekne yapımcılığı Bartın 2010 BVB2010.0078 Mahmut DAVULCU Ahşap tekne yapımcılığı Bartın 2010 CD2011.0064 Mahmut DAVULCU Ahşap tekne yapımcılığı Bartın 2011 BVB2010.0070 Mahmut DAVULCU Ahşap tekne yapımcılığı Kastamonu 2010 BVB2010.0071 Mahmut DAVULCU Ahşap tekne yapımcılığı Kastamonu 2010 BVB2009.0077 Mahmut DAVULCU Ahşap tekne yapımcılığı Ordu 2009 BVB2009.0078 Mahmut DAVULCU Ahşap tekne yapımcılığı Ordu 2009 BVB2009.0079 Mahmut DAVULCU Ahşap tekne yapımcılığı Ordu 2009 BVB2010.0012 Mahmut DAVULCU Ahşap tekne yapımcılığı Trabzon 2009 BVB2010.0013 Mahmut DAVULCU Ahşap tekne yapımcılığı Trabzon 2009 BVB2011.0235 Mahmut DAVULCU Ahşap tekne yapımcılığı Rize 2011 BVB2011.0236 Mahmut DAVULCU Ahşap tekne yapımcılığı Rize 2011 BVB2011.0237 Mahmut DAVULCU Ahşap tekne yapımcılığı Rize 2011 BVB2011.0238 Mahmut DAVULCU Ahşap tekne yapımcılığı Rize 2011 Arşiv Yer No Derleyen Derleme Konusu 90 Derleme Yılı 1989 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 TRABZON’DA BULUNAN SİVİL MİMARLIK ÖRNEKLERİ’NİN TURİZM AMAÇLI KONAKLAMA BİNALARI OLARAK KULLANIMI Examples of Cıvıl Archıtecture In Trabzon of Tourıstıc Accommodatıon Buıldıngs in Use İlknur YÜKSEL* ÖZET 2014 yılı Haziran ayı sonu verilerine göre Türkiye genelinde tescil edilmiş 96.953 adet taşınmaz kültür varlığı içinde 63.923 adet tescilli sivil mimarlık örneği bulunmaktadır. Doğu Karadeniz Bölgesindeki şehirlere göre tescilli sivil mimari örneği sayılarına bakıldığında; Trabzon’da 1050 adet tescilli sivil mimarlık örneği, Rize’de 265 adet tescilli sivil mimarlık örneği, Artvin’de 99 adet tescilli sivil mimarlık örneği, Giresun’da 251 adet tescilli sivil mimarlık örneği, Ordu’da 286 tescilli sivil mimarlık örneği, Gümüşhane’de 58 adet tescilli sivil mimarlık örneği bulunmaktadır. Bu mukayese sonrasında tescilli sivil mimarlık örneğinin en fazla 1050 adet ile Trabzon’da olduğu, daha sonra büyük fark ile 286 adet Ordu’da bulunduğu görülmektedir. Trabzon, diğer illere göre turizme tarihsel fiziki altyapı sağlanmasında yerel kaynaklar açısından tescilli sivil mimarlık örnekleri hem bina hem yerleşim ölçeğinde önemli bir kaynak oluştururken, turistler açısından bu tarihi altyapının kimliği çekicilik yaratmaktadır. Sivil mimarlık örnekleri geleneksel mimari ile inşa edilmiş konut örneklerini de kapsamaktadır. Turizme fiziksel altyapı sağlanması konusunda sivil mimarlık örnekleri daha çok konaklama ihtiyacına hizmet etmek üzere butik otel olarak değerlendirilmektedir. Bu dönüşümün gerek tarihi bina açısından gerekse kullanıcılar ve turizm açısından faydaları bulunmaktadır. Turizme dönük fiziksel altyapının karşılanmasında tescilli sivil mimarlık örneklerinin kullanımı, turistlerin yerel mimariye ait kültür, adet, gelenek, yaşam şekli, sosyal hayat gibi özgün ve yerel özellikleri yaşayarak öğrenmesine fiziksel kültür zemin oluşturmaktadır ve bulunduğu yere özel ve özgün olma nitelikleri katmaktadır. Ayrıca ilk yatırım sermayesi yüksek bir sektör olan turizm sektöründe mevcut binaların değerlendirilmesi ilk yatırım maliyetinde ve yatırımın çekiciliğinde avantaj yaratmaktadır. Ölçeği küçük olan bu binalar, konuklarla birebir iletişim kurmakta kolaylık sağlamakta, sınırlı personel sayısı ile personel maliyetlerinde tasarruf sağlamakta, ölçeği nedeniyle büyük zincir otellerden ziyade küçük girişimcilere olanak yaratmakta, yerel * Dr., İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Mimarlık Bölümü, İstanbul/TÜRKİYE 91 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 halkın girişimlerini teşvik ederek halkın yabancılara olumlu bakış açısı geliştirmesine ve yerel ekonomiye ait ürünlerin değerlendirilmesine fayda sağlamaktadır. Turizmin ihtiyacı olan hammadde ihtiyacının karşılanmasına da imkan sağlamaktadır. Tescilli sivil mimarlık örneklerinin konut olarak kullanımı kullanıcıları teknik ve konfor şartları ile maliyetler açısından zorlamakta, turizme ait altyapı olarak kullanımları cazip görülmektedir. Potansiyeli ve olanakları açısından önemli sayıda sivil mimari örneğe sahip Trabzon’daki durum ele alınacaktır. Bu açıdan Trabzon’un turizme fiziksel altyapı sağlamada tescilli sivil mimarlık örneklerinin kullanımına ait örnekler üzerinden Trabzon’un konuya yaklaşımı değerlendirilecektir. Anahtar kelimeler: Trabzon, sivil mimari, turizm, konaklama, fiziksel, altyapı ABSTRACT According to data from the end of June 2014 across Turkey have been registered in the presence of a registered immovable cultural 96.953 pieces of them 63.923 pieces are an example of civil architecture. The Eastern Black Sea Region is an example of civil architecture in the city are registered according to numbers; a registered civil architecture of 1050 pieces of sample in Trabzon, 265 pieces of sample in Rize, 99 pieces of sample in Artvin, 251 pieces of sample in Giresun, 286 pieces of sample in Ordu, 58 pieces of sample in Gümüşhane. This comparison are registered after the civil architecture of the instance is in Trabzon with a maximum of 1050, then a big difference with 286 pieces in the Ordu. Trabzon, according to other provinces in providing local historical tourism, physical infrastructure resources are registered in terms of the civil settlement, both examples of architecture, the scale of the building and creating a major source of tourists, with respect to the identity of the charm of this historic infrastructure. Examples of civil architecture was built with the traditional architecture of housing instances. Tourism in providing physical infrastructure belong to civil architecture to serve the needs of more examples of accommodation as a boutique hotel. This transformation, both in terms of building users and historical tourism in terms of benefits. Tourism belongs to the physical infrastructure to meet the registered use of civil architecture example, belongs to the local architecture of the tourist culture, customs, traditions, way of life, social life by learning local features such as original and the physical culture on the ground and being special and unique qualities of the location. The first is a high investment capital sector in the tourism sector, the evaluation of the initial investment cost of the existing buildings and the attractiveness of the investment advantage. The small scale of these buildings, it provides convenience to communicate one-on-one with guests, provides a limited number of personnel with personnel 92 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 costs savings, rather than the large chain hotels due to the scale of small entrepreneurs are creating possibilities for the local population by promoting public initiatives to develop positive perspective to foreigners and the local economy benefits in the evaluation of the products belong to. The raw materials and the need to meet the needs of tourism. Use as a registered civil architecture examples of residential users technical and comfort conditions are forcing in terms of costs, as their use attractive tourism infrastructures. Potential and possibilities in terms of the situation on the ground in a significant number of civilian architecture will be discussed with the example in Trabzon. In this respect, ensuring the physical infrastructure of Trabzon tourism registered civil architecture examples on the use of instances via Trabzon approach will be evaluated. Key words: Trabzon, civil architecture, tourism, accommodation, physical, infrastructure GİRİŞ Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda kültür varlıkları “tarih öncesi ve tarihi devirlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili bulunan yer üstünde, yeraltında veya su altındaki bütün taşınır ve taşınmaz varlıklar” olarak tanımlamaktadır. (Özen 2005: 12) Çalışmaya konu olan sivil mimari ise; dinsel ya da askeri amaçla yapılmamış olan her tür özel ya da kamuya ait yapıların genel adıdır. Konut, yönetim, eğitim (kütüphane, medrese, sıbyan mektebi), sağlık (şifahane, hastane), eğlence (sinema, tiyatro), ticaret (büro, çarşı, fabrika, han), konaklama (kervansaray, otel, motel), ulaşım (köprü, tünel), (çeşme, bent, hamam, sebil) vb. işlevlere hizmet eden yapıların tümünü içerir (Ecz. Sanat Ansk. 1997: 1677). Ancak bu çalışmada sivil mimari altyapısı içindeki konutlar ele alınmıştır. Sivil mimarlık eserleri Türkiye (Şekil 1) ve Trabzon (Şekil 2) için önemli bir potansiyeldir. Bunların yanında yukarıdaki gibi tekil değil çevre ile birlikte bütüncül korumaya konu sit alanları da Türkiye ve Trabzon için önemlidir. (Şekil 3-4) TRABZON FİZİKİ COĞRAFYASI MÖ.2000 yılında kurulan Trabzon, Karadeniz’deki en eski şehirlerinden biridir. Kafkasya, Doğu Anadolu ve İran’dan gelen yolların denize ulaştığı yerde stratejik bir noktadadır. (Toksoy 2014: XI) Kuzeyinde Karadeniz olan sahil kenti Trabzon’un doğusunda Rize, ba93 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 tısında Giresun, güneyinde Gümüşhane ve Bayburt bulunmaktadır. (Öztürk 2013: 29) Trabzon ili arazisinin %30’u dağlık, %60’ı eğimli dik yamaçlar ve %10’u düzlüktür. İl, Doğu Karadeniz engebeliği diye adlandırılan dağlar arasında kalır. Yükseklik bazı yerlerde 3000m’yi geçer. İlin güneyini kaplayan dağların kuzeye bakan ve kıyıya doğru yükseltisini kaybeden kesimleri yayladır. Bu yaylalardan kaynaklanan ırmaklar kıyı şeridi üzerinde ekime elverişli küçük ovalar oluştururlar. Bölgede ormanlar iklimin uygunluğu nedeniyle yayla sınırına kadar ulaşırlar. (Öztürk 2013: 30) Kentleşme sürecinde Trabzon’da nüfusun artması ve alanın büyümesine paralel olarak Trabzon kent merkezi, tek merkezli formdan, çok merkezli forma dönüşmüştür. Bu dönüşümde geleneksel kent merkezinde gelişmeye yeterli alan olmayışı, alt yapı, ulaşım ve otopark yetersizliği gibi faktörler etkili olmuştur. Bu nedenlerle kent merkezinde dışa doğru gelişme süreci yaşanmıştır. (Sarı 2006: 7) Kent, tarihi Trabzon kalesinin kuzeydoğu eteğinde kurulmuş zamanla kale çevresinde ve ana yollar boyunca gelişmiştir. Kent merkezi, doğu-batı yönünde Maraş ve Uzun cadde ile bunları kuzey-güney yönünde kesen Taksim ve Gazipaşa caddelerinin kesişim yerinde İskenderpaşa, Kemerkaya, Gazipaşa ve Cumhuriyet mahallelerinin birleştiği yerde bulunmaktadır. Ulaşım ağı, merkez, yerleşim ve sanayi yerleşimine baktığımızda Trabzon kentinin gelişimi dar bir şeritte sıkışarak yoğunlaşmıştır. Trabzon kenti gelişiminde kentin kuzeyindeki doğal engelin deniz olması ve güneye doğru topografyanın yükselerek doğal eşik oluşturması nedeniyle sahile paralel geçen devlet kara yolu boyunca lineer gelişme göstermiştir. Gelişmeyi sınırlayıcı diğer etken vadilerdir. Kent vadiler boyunca balık kılçığı şeklinde bir omurga oluşturarak lineer olarak gelişmektedir (Şekil 5). (Sarı 2006: 8) Trabzon’un kuruluş devri yerleşmesi Ortahisar mahallesinin tamamını, Pazarkapı ve Çarşı mahallelerinin bir kısmını kapsar. Roma devri yerleşmesi Çarşı, Kemerkaya ve İskenderpaşa mahallelerini, Bizans devri yerleşmesi Hızırbey ve Gülbaharhatun mahallesinin bir kısmını, Kommenoslar devri yerleşmesini Yenicuma ve Cumhuriyet mahallelerinin bir kısmını, Osmanlı İmparatorluğu devri yerleşmesi Gülbaharhatun, Erdoğdu, İskenderpaşa, Boztepe, Ayasofya, Yenicuma mahallelerinin bir kısmını ve Çömlekçi mahallesinin tamamını kapsamaktadır. (Özen 2005: 40) 94 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 TRABZON’DAKİ OTELLERİN GELİŞİMİ Şehrin ticari önemi nedeniyle hanlar ile başlayan konaklama yapıları tarihsel süreçte ihtiyaca bağlı olarak değişiklikler göstermiştir. Trabzon ticari konumuna paralel olarak başta hanlar olmak üzere çeşitli konaklama mekanları bakımından oldukça zengin bir şehir olmuştur. Trabzon’da bulunan hanlar Osmanlı döneminde inşa edilen şehir içi hanları gibi, Selçuklular ve Osmanlılar zamanında şehirlerarası yollarda bulunan kervansaraylardan ve menzil hanlarından farklı olarak savunma amacıyla değil ticari hayata yönelik olarak inşa edilerek dış cephelerinde alt ve üst kat seviyelerinde bol sayıda pencere açılmıştır. Bu yapılar askeri amaçlardan çok ticari amaç için inşa edildiğinden han giriş kapıları birden fazladır. Şehre ticaret amacıyla gelen tüccarlar bu yapılarda kalır, hem çeşitli mallarını burada saklar hem de bu malların ticaretini yaparlardı. Trabzon’da hanlar sadece dışarıdan gelen tüccarlar tarafından değil yerli esnaf ve tüccar tarafından da depo olarak kullanılırdı. Tüccarların kaldıkları han ve misafirhane gibi ticari yapıların alt katları dükkanlar ile hayvanların bakım ve konaklaması için ahırlar, üst katlarda ise tüccar ve diğer yolcuların kaldıkları odalar olmak üzere genelde iki katlıdır. Trabzon, geçmişten bugüne önemli bir ticaret ve turizm merkezi olduğundan turistik ve ticari amaçla bir çok ziyaretçi ağırlamaktadır. (Oda 2008: 30) 1900’lü yılların başında il genelindeki tesisler her hangi bir isim altında olmayıp, özellikle Hıristiyan dinine mensup insanların Sümela ve Ayasofya gibi kutsal sayılan mekanları gezip görmek için geldikleri ilde bulunan misafirhanelerdir. Özellikle Meryemana Manastırı yolu üzerinde, anayola yakın köylerde bulunan bu mekanlar, ahşap yapılı ve tek katlıdır. Bugün pek çoğu yıkılmış olmakla beraber, yine de bazı köylerde bu tip tesislerin korunduğu gözlenmektedir. (Mor 2006: 119) Turizm faaliyetine katılan insan sayısının gittikçe artması bu tip yapıların yerine daha fazla kişinin konaklama ihtiyacına cevap verebilecek otel tesisleri inşa edilmiştir. 1950’li yıllardan sonra palas adı altında pek çok konaklama tesisi inşa edilmiştir. Bu tesislerin neredeyse tamamı, zamanın gereklerine cevap veremediğinden yıkılmış ve yine aynı isimle aynı alanda inşa edilmişlerdir. Yörede turizm olgusunun daha fazla hissedildiği 1980’li yıllardan sonra her türlü konforu barındıran lüks oteller hızla yapılmaya başlamıştır. Ülkenin ekonomik düzeyinin artması ve Trabzon’un Doğu Karadeniz’deki en gelişmiş iş ve ticaret merkezi durumuna gelmesi beraberinde 5 yıldızlı otellerin inşasını da getirmiştir. S:120 (Mor 2006: 120) Trabzon’da hanlardan sonra 1900’lü yıllarda hizmet vermeye başla95 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 yan otellerden en çok bilinen ve en eskileri bugün Belediye İmar Müdürlüğü olarak kullanılan Selamet Oteli, Kalepark ve limana ayrılan yolun kavşağında bulunan Şafak Oteli, Meydan Parkı ve Gazipaşa Caddesi başlangıcında bulunan Şems Oteli ve Belediye Karşısında bulunan Cihan Oteli’dir. 1966 yılında Trabzon’da Turizm Bölge Müdürlüğü açıldıktan sonra merkez olarak bulunan Meydan çevresinde oteller hizmet vermeye devam etmiştir. Bilinen en eskileri Özgür Otel, Usta Oteli ve Horon Otelleridir. (Oda 2008: 30) TRABZON’DA BULUNAN TESCİLLİ ESERLERİN DURUMU Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yer alan Roma, Bizans ve Osmanlı eserleri yönünden çok zengin Trabzon ilinde merkez ilçede 134 adet olmak üzere (Yakar 2013: 4) il içinde cami, kilise, manastır, sivil mimari örneği, köprü, ağaç, hamam, kale kalıntısı, han, konak, şelale ve mağaralardan oluşan, ilgili Koruma Kurulları tarafından tescili yapılmış 328 adet eser yer almaktadır. (Kalkınma Bakanlığı 2013: 18) Kentsel sitler genel anlamda korunuyor görünmelerine karşın tek yapı ölçeğindeki koruma sonuçları tam tersi yöndedir. S: 65 Trabzon I, II, III Nolu Kentsel Sit Alanları, %84, %87, %94 oranları ile az korunan kentsel sitler oldukları belirlenmiş. Bu alanlarda sivil mimarlık eserlerinin yanı sıra anıtsal eserlerin de yer alışı ve yapıların tümünde işlev değişikliğinin çok gözlemlenmesi, korumada başarının az olmasına neden olmaktadır. Tarihi yapıların işlevlerinin değiştirilerek korunmaya çalışılmaları eğer usta eller tarafından yapılıyorsa çoğunlukla başarılı sonuçlar vermektedir. Oysa bu bölgelerde yapıların tahrip edilmesine neden olan işlev değişikliği, yapıyı kullanan mal sahibi tarafından yapılan; konutları daha fazla kiracının kullanacağı düzende parçalamaları, konutların zemin katlarının ticaret ve üst katlarının depo olarak düzenlenmeleri ya da anıtsal yapıların ticaret ve depo yapılarına dönüştürülmeleri şeklindedir. Buna ek olarak, kiracıların yaşadıkları yapıları benimsememeleri nedeniyle gerekli bakım-onarımları yapmamaları eskime sürecini hızlandırmaktadır. (Kahya 2004: 66) Trabzon’da kültürel mimari miras/tescilli yapılar çoğunlukla tarihi kent dokusu içerisinde (Ortahisar, Çarşı ve Pazarkapı mahallelerinde) yer almaktadır. Mimari mirasın büyük çoğunluğunu sivil mimari örnekleri içinde konut ve ticaret yapıları oluşturmaktadır. (Şekil 6) (Özen 2005: 80) Korunacak yapıların/tescilli yapıların dini yapılar dışında kalanları önemli derecede işlev değişikliğine uğramışlardır. (Özen 2005: 82) Trabzon kentinde tescilli kaydı bulunan 469 adet binadan 422’si halen 96 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 mevcuttur. Mahallelere göre dağılım irdelendiğinde, tescilli yapıların sayıca en çok olduğu mahallelerin Ortahisar mahallesi (100 kayıt, 80 adet mevcut bina) ve Çarşı mahallesi (71 kayıt, 65 adet mevcut bina) olduğu görülmektedir. Her ne kadar, en fazla tescilli bina kaydı Ortahisar mahallesinde yer alsa da, bu mahallede 20 adet tarihi yapı, Pazarkapı mahallesinde 8 adet tarihi yapı şu anda mevcut değildir. Her mahallede var olan ve yıkılan tescilli yapıların sayıca çok olduğu mahalleler aşağıdaki gibidir (Şekil 7-8). (Turan 2009: 93) Tescilli yapıların çoğunun Osmanlı döneminde yapıldığı görülmektedir (Şekil 9-10). Kentteki tescilli yapıların çoğunluğu günümüzde konut, ticaret ve dini tesis amacıyla kullanılmaktadır (Şekil 11). Cumhuriyet, Çarşı ve Kemerkaya mahallelerindeki tescilli yapıların genellikle ticari yapılardan oluştuğu görülmektedir (Şekil 12). Ortahisar ve Pazarkapı mahalleleri başta olmak üzere Çömlekçi, Esentepe, Gazipaşa, Gülbaharhatun ve Soğuksu mahallelerindeki tescilli yapılar ise genellikle sivil mimari örnekleridir. Kentteki endüstri yapıları daha çok Gülbaharhatun, Sanayi ve Zafer mahallelerinde, dini yapılar ise Ortahisar, Gülbaharhatun, Çarşı, Boztepe ve İskenderpaşa mahallelerinde yer almaktadırlar (Şekil 13). Mülkiyet durumlarının kent ölçeğinde dağılımı incelendiğinde, özel mülkiyete sahip binaların çoğunlukla olduğu, bunu kamu binalarının izlediği görülmektedir (Şekil 14-15). Özel mülkiyetteki yapılar daha çok Çarşı ve Ortahisar mahallelerinde, kamu mülkiyetindeki yapılar ise daha çok Ortahisar mahallesinde bulunmaktadır (Şekil 16). Trabzon kentinin tarihsel gelişimi ve mevcut profil göz önüne alındığında parçacı yaklaşımın süregeldiği görülmektedir. Kendi aralarında bir bağ kurulamadığından bir bütün oluşturamamaktadırlar. Yapılar teker teker değil, çevreleriyle birlikte değerlendirilmeli, fiziksel, işlevsel özellikleri ve geçirdikleri tarihi süreçlerle de bağ kurularak korunabilmelidir. (Turan 2009: 104) Unesco’nun 1976 tarihli genel kurul toplantısında yeralan “her tarihi alan ve çevresi, özel karakteri ve dengesi, onu oluşturan parçaların birbirleriyle kaynaşmasına bağlı olan ve yapılar, mekansal organizasyon ve çevresi kadar insan faaliyetlerini de içeren bir bütün olarak görülmelidir” ifadesi “bütünleşik koruma”yı gündeme getirmektedir. (Ozen 2005: 17) Çoğunlukla anıtsal özellikler gösteren dönemin üst yapısını ve değerini temsil eden tekil yapılar korunmaktadır. Buna karşılık kentsel dokunun korunması; o dokuyu oluşturan toplumsal ilişkiler, üretim biçimleri ve gündelik ya97 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 şamın sürekliliğini mümkün kılar. Buna Trabzon Ortahisar (Şekil 17), Akçaabat Ortamahalle örnek verilebilir. (Özen 2005: 32) Bütünleşik korumada amaç; kişiye özel koruma yaklaşımından yerel halkın katılımını da içeren kapsamlı koruma kavramına geçerek sürdürülebilir gelişme ilkelerine yeni bir yorum getirmek olarak görülebilir. (Ozen 2005: 35) TRABZON GELENEKSEL KONUT MİMARİSİ Geleneksel mimarlık; halkın kendi çevresinden sağladığı malzemeyle, geleneksel teknikleri ve biçimleri kullanarak gerçekleştirdiği bir çeşit anonim mimarlık olarak tanımlanır. Anonim Mimarlık yaratıcıları bilinmeyen halkın ortak malı olmuş mimarlık, adsız mimarlıktır. Endüstri öncesi çağa ait yapım tekniklerini içerir. (Öztürk 2013: 28) Birçok göç ve yerleşimlere sahne olmuş Trabzon, barındırdığı İslam ve Hıristiyan toplumların dinsel, törensel ve geleneksel yaşayış farklılıklarından etkilenmiştir. Bu farklılıkların ev, yapı ve plan tiplerine yansıması doğaldır. Trabzon, Osmanlı döneminde çeşitli yörelerden gelen göçlere sahne olması yanında Rize ve Giresun yörelerinde yerleşik eski kültürlerin etkileşimlerine de uğrayarak bir geçiş niteliği kazanmıştır. Bu yüzden Trabzon-Maçka akasından doğuya ve batıya gidildikçe mimari karakteristiklerde değişimler gözlenir. Geleneksel yapı malzemelerinden olan ahşap il sınırları içinde her yerde bulunabilmesine karşın doğal taş malzeme her yerde yüzeyleme vermemektedir. Taş malzemenin dolgu elemanı olarak küçük bloklar ve kırma taş halinde kullanılması daha çok yaygındır. Yapılarda taş türlerinden kolay işlenebilen ve yörede “ehil taş” denilen kalker esaslı taşlarla andezit ve bazalt gibi daha sert taşlar kullanılmıştır. Yapı malzemesi olarak kullanılan ağaç çeşitleri arasında kestane, ardıç, ladin, karaağaç türleri kullanılmaktadır. Son yıllarda azalan orman varlığı nedeniyle ladin türü dışındakilerin kullanımı oldukça azalmıştır. Kırsal mimaride yaşanmayan ve sahipsiz kalan eski evlerde hasarlar başlamakta, bu evler komşular tarafından genellikle ot deposu olarak kullanılmaktadır. Yeni donatıların sığmadığı mekanlar büyütülürken yöredeki plan tiplerine uymayan planlar oluşmaktadır. Hasarlı duvarların onarımında özgün malzemeler yerine tuğla ya da briket kullanılmaktadır. Yeni yapılarda geleneksel malzeme kullanılamamaktadır. Bunda yöre insanının orman varlığından çeşitli yasalar yüzünden yararlanamaması da etkendir. (Sümerkan 1989: 82) Doğu Karadeniz Bölgesi’nde görülen ev mimarisi ahşap iskeletlidir. Doğu Karadeniz’e göç eden topluluklar, kendi sentezini yaratarak yöresel farklılıklar oluşturmuşlardır. Tamamen çivisiz veya az çivi kullanılarak yapılan ah98 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 şap yığma ve dolma binalar sökülerek başka yerde tekrar kurulabilmektedir. Doğu Karadeniz’de yıkmak yerine sökmek deyimi de geçerli bir ifadedir. Kagir yapı için kullanılan yapmak ve yıkmak yerine ahşap evler için çatmak ve sökmek deyimleri yerindedir. Konstrüksiyon ister çatma veya karkas, yığma veya dolma olsun sökülmeye müsaittir. (Öztürk 2013: 31) Doğu Karadeniz Bölgesinin kendine özgü konut yapısı ve mimari özellikleri mevcuttur. Kıyı bölgesi ve ç bölgelerdeki mimari yapıda farklılıklar görülür. Bu mimari Trabzon ve yakın çevresinde antresiz dışarıdan doğrudan ortak mekana girilen ve bu alandan da doğrudan yatak odalarına geçilen simetrik bir tip şeklinde ortaya çıkmıştır. Trabzon ve çevresinde ahşap yapılarla birlikte taş yapı örnekleri de mevcuttur. Yokuşlar üzerinde oluşturulmuş eski yapılar geniş merdivenli, bahçeli ve katlı yapılardır. Oda sayıları fazla olan evlerde aile üyeleri kalabalık yaşamaktadır. Bu evlerde yatak odaları evde yaşayanların sayısına göre belirlenerek geniş tutulmuş. Bölgenin çok yağış alması ve çok rutubetli olması sebebiyle yapılar çabuk yıpranmaktadır. Yapıların koruma maliyetlerinin yüksekliği karşısında bölge halkının ekonomisi zayıf kalmaktadır. Bu nedenle yapılara yeni bir işlev kazandırılarak korunması önemli bir konudur. (Ertuğrul 2002: 8) Sivil mimari eserlerde, çok küçük farklar dışında hemen her bölgede aşhaneli, hayatlı ve sofalı olarak çeşitlenen benzer planlama tipleri kullanılmıştır. (Kahya 2004: 59) Doğu Karadeniz Bölgesi kırsal alanının tipik yerleşim şekli birbirinden oldukça uzak, sahip olunan tarım arazilerinin hemen üst kısmına yapılmış, arazi üzerine serpiştirilmiş hissi veren dağınık görünümlü evlerdir. İki konut arasındaki mesafenin yüzlerce metreyi bulabildiği köylerin aksine yaylalarda bu mesafe daha kısadır. (Yalçınalp 2005: 7) Doğu Karadeniz kıyı kesimi evlerinin ana mekanı mutfaktır. Ancak mutfak sadece yemek pişirme eylemini değil, yemek yeme, oturma, dinlenme, yıkanma ve bunun gibi işlevleri de karşılayabilen çok amaçlı bir mekandır. Evin plan şemasının temel elemanı sayılan mutfak, yörede aşhane olarak da adlandırılır. Bazı örneklerde iç mekanların toplamının yarısı kadar alan kaplayabilir. Evin en önemli mekanı olan aşhanenin girişi, uzaklardan bile fark edilecek çözümlerle biçimlenmiştir. Evlerin tümünde iç mekana geçişi kolaylaştırılan kapının bulunduğu bölümde bir paltform hazırlanarak 50-100cm arasında bir yükseklikten girilir. Genellikle bu platformun üstü kapalıdır. Giriş terası olarak tanımlanabilecek bu açık alanın uzunluğu aşhanenin boyu kadardır. Genişliği ise 1,5-3m kadardır. Bu platformdan eve, evin önündeki setlendirilmiş düzlük99 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 ten bir merdivenle ulaşılır. Platformdan evin alt katına ulaşan bir ikinci merdiven bağlantısı bulunmaktadır. Dışa açılan kapı, iç kapılara oranla daha büyüktür. Gündüzleri açık tutulur. Evin içine köpek, tavuk yada diğer hayvanların girmesini önlemek üzere yerden 120-150cm yüksekliğinde halk arasında perde olarak adlandırılan ve kapalı tutulan bir kapı daha vardır. Bu kapının uygun yerine, mandalı dışarıdan gelen kişi tarafından kolayca ulaşabilmesi amacıyla, dairesel bir boşluk bulunur. Bu çözüm, evin kapalı tutulan kapısının insanlar için değil, içeri girilmesi istenmeyen hayvanları engellemek amacıyla yapılmıştır. İklim açısından istenen yönler önem sırasına göre doğu, güney ve batıdır. Kuzey iklimsel etkiler açısından istenmeyen yön olmasına rağmen genellikle manzaraya açıldığı için evler de çoğunlukla kuzeye dönüktür. Karadeniz insanı için, evde mutlu yaşamanın ne denli önemli olduğunu vurgulamaktadır. Zamanımıza ulaşabilenlerin çoğunda ocakların ve sekilerin sökülmüş, ortak mekan zemininin ahşapla kaplanmış olması, bunların eski kullanımlarıyla ilgili bilgilerin unutulup kaybolmasına yol açmaktadır. (Kaba 2012: 34) Kent ve köy evlerinin plan şemalarındaki farklılıklar, tarımsal üretimle tarım dışı üretimin ortaya koyduğu değişik çözümlerden kaynaklanır. Köy evlerinde toprak zeminli mutfak varken, kent evlerinde odalardan biri mutfak işlerini üstlenmiştir ya da bahçede ek yapı olarak yer almıştır. Köy evlerinin alt katı hayvan barınağı olarak kullanılırken kent evlerinde alt kat kışlık oda, depo ya da mutfak olarak kullanılmaktadır. Kent ve kasabalarda koyların rüzgar ve dalgaları perdelediği bölümlerde yalılar yer almıştır. Yalıların alt katları kayıkhane ve ağ depoları olarak değerlendirilmiştir. Kent evlerinde gelenek içindeki evlerin alt katları dükkandır. Ev yaşamının sürdürüldüğü üst katlar, kent evlerindeki plan şemalarının karakteristik tiplerini oluştururlar. Trabzon’un doğusundaki kent ve kasaba evlerinde kırsal kesim planları olan iç sofa yada açık sofa-hayat ile yöresel çözümlerin yorumundan oluşan kendine özgü çözümler vardır. Bu evlerde toprak zeminli aşhane ile iç sofa bir aradadır. Hayatlı ya da açık sofalı planlar Ardanuç, Artvin ve Trabzon evlerinin bazılarında uygulanmıştır. Eskiden bu tür evlerin daha yoğun olduğu, zamanla açık sofaların kapatılarak uç sofaya dönüştürüldüğü anlaşılmaktadır. Trabzon’un batısında ise toprak zeminli aşhane yerine ayrı bir mutfak planda yerini almıştır. Bu mutfak, yalnızca yemek pişirilen ve ev halkının zaman zaman oturma, yemek yeme eylemlerini karşılayan bir mekandır. Asıl oturma, dinlenme, yemek yeme işlevlerini odalar karşılar. (Kaba 2012: 35) Cumhuriyet dönemi konutu; küçük ve dikdörtgen tabanlı avlu içinde, bütün evler az ya da çok yeşillikle çevrilidir. (Ozen 2005: 40) 100 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 TRABZON’UN TURİZM POTANSİYELİ Eski çağlarından beri birçok önemli kültürlere ev sahipliği yapan kentin zengin kültür mirası bulunmaktadır. Tarihsel İpek Yolu üzerinde bulunması nedeni ile eski çağlarda da önemli bir transit noktası olan Trabzon her mevsim yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağıdır. Trabzon, hatta Doğu Karadeniz Bölgesi turizmde henüz çok bakirdir. Tanıtım broşürlerinde Sümela Manastırı’nı ön plana çıkaran Kültür ve Turizm Bakanlığı ile düzenledikleri turlar sayesinde seyahat acentaları kentin yaylalarını ön plana çıkararak bir imaj oluşturmaktadır. Trabzon’un ilk akla gelen özellikleri; başta Sümela Manastırı, Atatürk Köşkü, Aya Sofya Kilisesi gibi tarihi yapılarıdır. (Yaraşlı 2007: 36, 47) Karadeniz Bölgesi, ekonomik kalkınma yönünden son yıllarda diğer bölgelere göre nisbi olarak geri kalmıştır. Bu nedenle sanayi, turizm, ticaret ve diğer sektörler yeterli ölçüde gelişmemiş ve bölge halkı için istihdam imkanları yaratılamamıştır. Doğu Karadeniz Bölgesinde gelişmişlik düzeyi yüksek olan Trabzon’da ulaşım kolaylıkları ve ticari gelişmeler doğrultusunda turizm talebinde de hızlanma görülmüştür. Trabzon ilinde en önemli ekonomik gelişme turizm sektöründe görülmektedir. Bölge konakları ve yayla evleri Trabzon ilinin konaklama tesisi kapasitesini oluşturmada önemli bir kaynaktır. Potansiyel kaynaklardan biri olarak yayla ve yayla turizmi gündeme gelmektedir. Yayla açısından zengin potansiyele sahip olan Trabzon’un yayla şenliklerinin yöresel eğlenceler arasında önemli yeri vardır. Bu şenlikler yerel yönetimler veya küçük komiteler tarafından düzenlenmektedir. Doğu Karadeniz Bölgesi dağınık bir jeolojik yapıya sahip olduğundan ulaşım ve yerleşme açısından zorluklar görülür. (Ertuğrul 2002: 4) Özellikle Bağımsız Devletler Topluluğundan alışveriş amaçlı gelen ziyaretçilerin talebi ucuz tesislere yönelik olduğundan bu tesisler bölge ekonomisinde önemlidir. Bölge halkının işletmeciliğini gerçekleştirdiği küçük ölçekli tesisler nitelikli ve niteliksiz işgücüne ve kadın işgücüne iş imkanı sağlayacaktır. Yöresel ve otantik özellikler taşıyan eski kent ve köy yerleşimleri ile eski konakların turizm amacıyla kullanılması tarihi ve kültürel mirasın korunmasında sürdürülebilir turizm için gereklidir. Trabzon’daki konaklama tesisleri içinde 3 yıldızlı tesislerin sayı olarak daha fazla olduğu görülür. Aynı zamanda belediye belgeli konaklama tesisleri ve pansiyonlar da önemli oranda yatak kapasitesi yaratmaktadır. Doğu Karadeniz Bölgesinde sadece tek tek yapıların korunması kültürel dokuyu korumada yeterli olmamaktadır. Korumaya bütünsel yaklaşım, nostaljik ortamlar yaratacak ve turizmin gelişmesine yardımcı olacaktır. Doğu Karadeniz Bölgesinde gelişmişlik düzeyi daha 101 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 yüksek olan Trabzon ilinde son yıllarda artan turizm talebine cevap vermek üzere beton olarak inşa edilen 4 ve 5 yıldızlı konaklama tesisleri bulunmaktadır. Ayrıca yaylalarda oluşturulan tesisler de bölge karakterini yansıtmalı ve turistik hizmet sunan yan hizmet birimlerinin kurulması gerekmektedir. Beton yapılaşma fiziksel bozulma yanında çevre kirliliği yaratmaktadır. Oysa bölgede fazlasıyla mevcut olan ve aynı zamanda hızla harap durumdan yok olmaya doğru giden sivil mimari örneklerinin bir bütün olarak korunması ve fonksiyon kazandırılması ekonomik kazanca da sebep olacaktır. Ancak bölge halkı tutucu ve geleneksel bir yapı sergilemektedir. Konaklama işletmeciliğine ahlaki yapılarının uygun olmadığını belirten bölge halkı restoran, kafe gibi diğer yardımcı hizmet birimleri sayesinde sürekli bir iş ve gelir yaratır. Bölgeye yönelik turizm talebindeki artış yeni üst yapı yatırımlarını da artma yönünde etkilemektedir. Yatırım yapılırken talebin profil özellikleri ve tercihleri ile bölgenin özellikleri bütün olarak değerlendirilmelidir. (Ertuğrul 2002: 23) Trabzon turizmde de hak ettiği konumda değildir. Mevcut tesislerin niteliği ve niceliği maalesef aşağıda da görüleceği üzere azdır. (Şekil 18-19-20-21) Turizm işletmesi ve Belediye belgeli toplam yatak sayısı: 11.161’dir. (Aydın 2014: 37) Doğu Karadeniz Bölümü’nde 17 yayla, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından, yayla turizm merkezi ilan edilmiştir. Bu yaylaların turizm merkezi kapsamına alınmalarında, doğal güzelliklerine ve pek fazla bozulmamış mimari örneklerine bağlı olarak, yayla turizmi ve bölgeye yönelik turistik aktivite etkili olmuştur. (Doğanay 2011: 226) Bunların 7 tanesi Trabzon’da bulunmaktadır. Yürürlükte olan TM-KTKGB listesinde; Trabzon’da 6 adet yayla turizmine, 1 adet kıyı turizmine ait toplam 7 turizm merkezi bulunmaktadır. Bu merkezler Akçaabat, Çarşıbaşı, Vakfıkebir, Düzköy, Araklı, Sürmene, Dernekpazarı, Şalpazarı, Maçka, Tonya ilçeleri olmak üzere 17 ilçesinden 10 ilçesinde olmak üzere ilçelerin büyük bölümünü ilgilendirmektedir. (http://www.ktbyatirimisletmeler.gov.tr/TR,9669/ktkgb-ve-turizm-merkezleri.html) YAYLACILIK Kıyı şeridi hariç iç kesimlerde genellikle dağlar, tepeler ve yaylalar yer almaktadır. Genel itibariyle yayla vasfında olan Trabzon ili, Çoruh Vadisi ile Melet Çayı arasında sahile paralel uzanan dağlardan teşekkül eden yaklaşık 325 km uzunluğundaki çok arazili platformun kuzey kısmını kaplar. Bu platform güneyde Çoruh-Kelkit vadisi tarafından kesilmiştir. (Yakar 2013: 5) İldeki en aktif turizm türü yayla turizmidir. (Burnaz 2007: ) 102 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Ülkemizde sürdürülen yayla geleneği, Türk Kültürünün önemli bir parçasıdır. Yaylalar uzun yıllar hayvancılık ve yazlık dinlenme mekanları olarak kullanılmıştır. Doğu Karadeniz Bölgesinin göç veren nüfus yapısı, coğrafyanın belirleyiciliğinde şekillenen dağınık yerleşmelerde nüfus azalmasına sebep olmuştur. Bu nedenle zaman içinde yaylaya çıkış gerekçelerinde de değişimler yaşanmıştır. Bu değişim sonucunda yaylalar hayvancılık yerine tatil ve eko turizm mekanları olarak ön plana çıkmıştır. Bunun sonucunda yaylalar, plansız yapılaşma ile karşı karşıya kalarak hızlı bir değişime uğramıştır. Trabzon ilinde bulunan iki yaylada (Işıklar ve Düzköy) on 30 yıl içerisinde bina sayısında %60 oranında önemli artış olmuştur. Eski evler geleneksel mimari anlayışı içerisinde doğa ile uyumlu iken, yeni yapılan evler ise betondur. Diğer taraftan yaylalarda artış gösteren evlerin bir planlama sonucu olarak yapılmadığı belirlenmiş. Bu sonuç yaylaların çarpık yapılaşma ile karşı karşıya olduğunu göstermektedir. (Şekil 22) (Atasoy 2007: ) Köyler sıklıkla denize inen derelerin oluşturduğu derin vadilerin içerisinde vadi tabanına yakın yerlerde yer alırken, yaylalar yüksek dağların düzlüklerinde, ormanlarla iç içe ya da orman üst sınırının hemen üzerinde konumlanmıştır. (Yalçınalp 2005: 57) Yayla yaşamı köy yaşamına göre daha rahat ve sakindir. Geleneksel anlamda yaylacılık, temelde çıkılan yaylaların otlaklarından faydalanmayı amaç edinmiştir. Hayvanlara ot bulmak ve yaylada kalış süresince süt ürünleri elde ederek çevredeki pazarlara götürüp satmak, bunlarla birlikte yaz mevsiminin sıcak olan hava koşullarının etkisinden kurtularak daha rahat şartlarda yaşamak yayla yaşamını cazip kılmaktadır. Geleneksel yayla yaşamında temel uğraş hayvanların otlatılması, elde edilen sütten peynir ve tereyağ gibi ürünler yapılmasıdır. Köydeki yaşamlarında bahçe işleri, çocuklar, yakacak temini gibi zahmetli işlerle, üstelik çok sarp olan arazi yapısı nedeniyle çok fazla enerji harcayarak uğraşmak zorunda olan yöre insanı için geniş düzlüklerin bulunduğu havanın son derece temiz ve halk tabiriyle hafif yani kuru olduğu, bir çoğunda otlaklara kendi başlarına gidip akşam ahırlarına kendi başlarına giren hayvanların bulunduğu, çocukların geniş düzlüklerde kendi başlarına rahatça oynadıkları yaylalarda olmak aslında adı tam olarak konulmamış bir tatildir. (Yalçınalp 2005: 5) Yaylalar yükseklikleri nedeniyle kışın son derece fazla kar yağışına ve yaz-kış sert rüzgarlara maruz kalan yerler olduklarından yerleşim için bu tür iklimsel etkilerin az olduğu korunaklı yerler seçilir. Yaylaların tamamına yakınında kışın kalan olmasa da yayla evlerinin kışın yağan kardan zarar görmesi103 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 ni engellemek için böyle bir önlem gereklidir. Bu bağlamda yerleşilen yamaç güneye ya da doğuya bakmalı, kaya ya da çığ düşmesi tehditlerinden uzak olmalıdır. Tarih boyunca medeniyetlerin ortaya çıkmasında büyük öneme sahip olan su, yayla yerleşiminde de belirleyici bir role sahiptir. Yerleşim alanlarının içinde ya da yakının su kaynakları bulunmalı, yerleşime kolay ulaşılabilir oluşu, yakında bol miktarda ot bulunması da gerekli özelliklerdir. (Yalçınalp 2005: 8) Yayla hayatı sade, gösterişsiz ve hayvansal ürünler elde etmeye yönelik pragmatik bir hayattır. Yaylanın yakın çevresinde bulunan malzeme yapı malzemesi olarak seçilir. Planlar genellikle dikdörtgen, çatılar ağaç iskeletli, genellikle teneke ya da oluklu sacla kaplı, kışın yağan ve biriken karın etkisini mümkün olduğunca azaltmak ve üzerlerinden atmak için yüksek eğimlidir. Tek odadan oluşan yayla evlerinin bazılarında sütlük denen bir kilim ya da tahta ile gelişigüzel nadiren duvarla oda biçiminde ayrılmış süt ve peynir kaplarının bulunduğu, evin hayvansal ürünlerinin saklandığı bir bölüm vardır. Eğim yeterli kot farkını sağlıyorsa ahır genellikle biraz evin zemini yükseltilerek biraz da yer düzleminin altına inilerek evin alt kısmına sıkıştırılır. Eğer yerleştirilen bölge düz ise evin hemen yanında oldukça basit bir ahır yapılır. Bölgenin plan tipi sahip olduğu tek mekan ile çadır örneğini anımsatan bu yayla evlerinden farklı olarak Çaykara yaylalarında birkaç odadan oluşan, çatısı kiremit kaplı yayla evlerine de rastlanır. (Yalçınalp 2005: 10) Yaylaların yazılı olmayan kurallarına göre bir köyün obası o köyde yaşayan insanlara aittir ve orada yaşamak için dışarıdan insan kabul edilmez. Bir anlamda “yaylanız varsa vardır, yoksa bundan böyle de olmayacaktır” demek olduğundan yayla turizmi yaylası olmayan büyük çoğunluğun bu hayatı tanıması ve yaşaması için gerekli ve tek yoldur. (Yalçınalp 2005: 47) Yayla turizminde çevrenin korunması yanında doğal ev tipinin korunması da önemlidir. Yeni yapılaşmada betonarmenin tipik örnekleri Ege ve Akdeniz’e görülmektedir. Bu gibi hatalar yaylalarda yapılmamalıdır. Yaylalarda halk, pansiyonculuk yapmak istemektedir. Yaylalarda en uygun pansiyonculuk şekli ise yaşanılan evlerin dışında kurulan bağımsız pansiyonlarda bu işin yapılmasıdır, halkın istediği pansiyonculuk şekli de budur. Yaylalarda kış sporları yapıldığında halk yayladan inmeyerek kışın da pansiyonculuğu devam ettirecektir. Uzungöl’de bağımsız olarak kurulan “bungalow” tipi pansiyonculuğa örnektir. (Özgür 1993: ) 2009’da düzenlenen Çevre planında Uzungöl’de fonksiyon alanları düzenlenirken, pansiyon alanına da karar verilmiş. (Dönmez 2013: 29) 104 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Uzungöl bir köy, yayla ve eğlence yeridir. Turistik pansiyonları, alabalık lokantaları, küçük resort tipi otelleri ve doğal manzarası ile gezi ve konaklama yeridir. Trabzon’a 99km uzaklıkta, deniz seviyesinden 1090m yükseklikte bulunan Uzungöl, dik yamaçları ve orman örtüsü ile yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı bir turizm beldesidir. Vadinin ortasında bulunan ve yamaçlardan düşen kayaların Haldizen deresinin önünü kapatmasıyla oluşmuş göl “Uzungöl” olarak bilinir ve çevreye aynı ad verilmiştir. Özellikle yakınındaki “Şerah” köyünün yöreye uygun tarzda yapılmış eski ahşap evlere sahiptir. (Dönmez 2013: 5) Farklı ülkelerden gelenler, haftasonu için veya yakın çevreden günübirlik gelen ziyaretçiler yakın çevrede kalmayı tercih etmektedir. Geleneksel yapılarda; özellikle yazın ayrık odalar turistlerin kalması için verilmeye başlamış. Bazı ev sahipleri evlerini de kiraya vermeye başlamıştır. Bu eğilim yazın göl kenarında ev pansiyonculuğunu başlatmış (Şekil 23-24-25-26). Uzun süreli kalanlar için ise evlerin zemin katlarının düzenlenmesi büyük aileler için ortak bir eğilimdir. (Çiçek 2012: 5) TURİST PROFİLİ Tarihi bir alanda ve tarihi bir yapıda yaşayarak öğrenmek çoğu turistin geleneksel yapıları tercih sebebidir. Geleneksel mimarinin tasarım yaklaşımında sahip olduğu manzara, yeni işlev için olumlu bir niteliktir. Dezavantajları ise alan kısıtları nedeniyle engelliler için problemli mekanlar olabilmesi, araçla gelenler için park imkanı sunamamak vb. olabilir. (Turhan 2013: 154) Kırsal alanların doğal yapıları dolayısıyla kentlilerce geliştirilen turizm ve rekreasyonel amaçlı bir rant talebi kır üzerinde yoğunlaşmaktadır. (Çiftçi 2012: 10) SORUNLAR Günümüzde devletin ormana yapılan baskıyı denetimlerle kontrol altına alması, yaylada bulunan yerel halka verilen yakacak ve yapacak odun miktarının zaman zaman bu kişilerde yasal olmayan yollarla satılıp inşaat işinde kullanılmaması gibi nedenlerle genel olarak yayla evlerinde ağaç kullanımında azalma olmuştur. İçerisinde bulunduğu çevre gereği taş yapıların bulunduğu yaylalarda ise taşın taşınması ve kullanılacak hale getirilmesi bunlara ek olarak işçiliğinin zor olması bu malzemeyi de kısa zamanda ucuza sağlan bir ev yapmak isteyen kişilerin gözünde cazip yapı malzemesi olmaktan çıkarmıştır. Yaylalara ulaşım sorununun da yapılan nispeten yüksek nitelikli yollarla halledilmesiyle kolaylıkla yaylalara taşınabilen ve daha kolay kullanılan tuğla, 105 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 briket ve betonarmeye ciddi bir yönelim olmuştur. (Yalçınalp 2005: 10) SONUÇ Halk mimarimiz nerede olursa olsun genellikle güneydoğuya konumlanma, yerleştikleri alanlarda komşunun güneşine ve havasına engel olmamak gibi belli başlı özellikler taşır. Olabildiğince gereksiz malzeme kullanımı olmayan çözümler ortaya çıkmaktadır (Özen 2005: ). Bu gibi özellikleri ile mimari tasarım sorunları büyük oranda çözülmüş geleneksel bina altyapısından faydalanılmasını bu yönüyle de cazip kılmaktadır. Tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan Trabzon birçok açıdan göz önünde olmuş bir şehirdir. Şehir hayatının M.Ö. III binlere dayandığı Trabzon’da ticaret de şehir hayatı kadar eskidir. Deniz kıyısında kurulan bir kent olması ve aktif olarak kullanılan limanı sayesinde ticaret hayatı oldukça gelişmiştir. Kent her dönem aynı olmasa da gerek bölgesel gerek uluslararası ölçekte önemini korumuştur. Şehrin en önemli ticaret merkezlerinde olan Moloz, Pazarkapı ve civar bölgeler her zaman Trabzon’da ticaret hayatının kalbi olmuştur. Özellikle 1900’lerden sonra şehri terk eden gayrimüslimler den sonra bölge tek milletli hale gelmiş ve İpek Yolu’nun da önemini kaybetmesiyle bölge şehre ve yakın çevresine hizmet eder hale gelmiştir. İpek Yolu’nun da önemini kaybetmesiyle bölge şehre ve yakın çevresine hizmet eder hale gelmiştir (Kara 2013: 60). Alternatif güzergahların güçlenmesi ile birlikte Trabzon’un ticaret hacmi küçülmüştür. Liman özellikle 2000’li yıllarda sadece yerel hinterlandına hizmet verir hale gelmiştir (Esmer 2012: ). Bu nedenle geçmişte ticarete bağlı seyahatler azaldığından turizm arzı ticarete yönelik eskisi kadar değildir. Bu da kullanıcı sayısı fazla yüksek kapasiteli otel yatırımlarını gerektirmemektedir. Yüksek talep olmayacağından çoğunluğu kent merkezinde bulunan geleneksel sivil mimari ürünü konutlardan faydalanılmasının uygun olacağını göstermektedir. Tarihi yapıların hangi amaç için kullanılacağı konusunda; konumsal durumun yani yapının bulunduğu çevrenin fiziki ve coğrafi özellikleri ya da o çevrede yaşayan insanların ihtiyaçları göz ardı edilemez. Konumun fiziki ve coğrafi özelliklerinin avantajları ve/veya çevresel ilişkiler sonucu oluşan ihtiyaçlar işlev seçiminde önemli bir rol oynar (Turhan 2013: 31). Ülkemizin diğer kentlerindeki gibi yıpranma, yanlış kullanım, bakımsızlık gibi nedenlerle yokolma tehlikesi olan sivil mimari örnekleri özellikler geleneksel konut yapıları konaklama işlevine uygunlukları açısından değerlendirilmeleri korunarak kullanımları açısından önem kazanmaktadır. Trabzon için 106 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 bu örneklerin kullanım talebinin yaylalarda yoğunlaştığı görülmektedir. Yayla evlerinin talebe cevap verebilme kaygısı ile yanlış restorasyon uygulamalarından kaçınılması, özgün olmayan malzeme kullanımından kaçınılması gerekmektedir. Trabzon’da bulunan tescilli binaların önemli bir bölümü de Trabzon kent merkezinde kurulmuş ilk mahallelerin sınırları içindedir. Bu binaların doğru restorasyonlarla kullanımı yıpranmanın yavaşlamasını ve daha uzun süre ayakta kalmalarını sağlamaya yardımcı olabilir. Trabzon’da yapılan konaklama binalarının 3-4-5 yıldızlı oteller şeklinde en eskilerinin 20.yy’da yapılmış, çağdaş malzemelerin kullanıldığı yeni binalar oldukları görülmektedir. Geleneksel mimarinin sunduğu altyapının kullanılması Trabzon için mümkün görünmektedir. Koruma yöntemlerinin kullanılmasında doğru restorasyon uygulamaları ve işlev verme de önemlidir. KAYNAKLAR Atasoy M. (2007) “Yaylalardaki Arazi Kullanım Değişiminin Cbs İle İzlenmesi: Trabzon Örneği”, TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemleri Kongresi 30 Ekim –02 Kasım, KTÜ, Trabzon Aydın Dursun (2014) “Trabzon Sağlık Turizmi Fırsatları ve Analizi”, Trabzon İl Sağlık Müdürlüğü, s: 35, 36, 37 (35-37) Burnaz Ersin (2007) Trabzon İlinin Pazarlanabilirliği Üzerine Bir İnceleme, KTÜ İşletme Anabilim Dalı İşletme Programı, (Y. Lisans Tezi), Trabzon Çiçek Ümit Gökhan (2012) Vernacular Timber Houses of Uzungöl: Examining/Analyzing Them in Their Re-functioning Process, In Partial Fulfillment of the Requirements for The Degree of Master of Science in Restoration in Architecture, A Thesis Submitted to The Graduate School of Natural and Applied Sciences of Middle East Technical University, s: 5, 29, 34, 69, 73, 116 Çiftçi Arzu (2012) Kırsal Yerleşim Düzenini Etkileyen Faktörler: Trabzon İli Örneğ”, KTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Şehir ve Bölge Planlama Anabilim Dalı, (Y.Lisans Tezi), Trabzon s: 10 Doğanay Serkan (2011) “Doğu Karadeniz’de Yayla Turizmi Merkezlerine Yeni Bir Örnek: Taşköprü Yaylası”, Doğu Coğrafya Dergisi, cilt: 16, sayı: 26, s: 226 (223-240) Dönmez Rıfkı (2013) Trabzon İli Uzungöl Doğa Parkı’ndan Rekreasyonel ve Turizm Amaçlı Yararlanmanın Ekonomik Değerinin Belirlenmesi: Seyahat Maliyeti Yöntemi Uygulaması, Atatürk Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Ta107 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 rım Ekonomisi Anabilim Dalı, (Y.Lisans Tezi), Erzurum, s: 5, 29 Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi (1997) “Sivil mimarlık”, yem yayınları, cilt: 3, ISBN: 975-7438-51-0 (Takım), 975-7438-54-5 (3.cilt), s: 1677 Ertuğrul Suna Muğan, DİNÇER İSTANBULLU Füsun, ONGAN Serdar, GÜNGÖR Arif, KIZILIRMAK İsmail (2002) “Sürdürülebilir Turizm Politikaları Çerçevesinde Trabzon İlinde Sivil mimari Örneklerinin Turizm Amaçlı Kullanılabilirliğinin İncelenmesi ve Turizm Türlerinin Geliştirilmesi”, Gazi Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Dergisi, sayı: 1, s: 8. http://www.ttefdergi. gazi.edu.tr/makaleler/2002/Sayi1/189-206.pdf Esmer Tütüncü Gülsüm, ATEŞ Alpaslan, ESMER Soner (2012) “Uluslararası Ticarette Trabzon Limanının Dünü, Bugünü ve Geleceği”, Türk Deniz Ticareti Sempozyumu IV. 16-17 Nisan 2012. KTÜ. Trabzon. http://www.soneresmer.com/downloads/puplications/e1.pdf Kaba Sümeyye (2012) Tarihi Yapıların Test Yöntemleriyle Dayanıklılık Testlerinin Yapılması, Karabük Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Mobilya ve Dekorasyon Eğitimi Anabilim Dalı, (Y.Lisans Tezi), Karabük Kahya Candaş Nimet, SAĞSÖZ Ayşe (2004) “Kentsel Sitlerde Değişim: Doğu Karadeniz Bölgesi Kentsel Sitleri”, Planlama, 2004/4, s: 59, 65, 66 (5766). http://www.spo.org.tr/resimler/ekler/1563a78ec593375_ek.pdf Kara Ali (2013) Kentsel Dönüşümlerde Kentsel Kimliğin Sürdürülebilirliği Trabzon Zağnos Vadisi Kentsel Dönüşüm Projesi Örneği, KTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Mimarlık Anabilim Dalı, (Y. Lisans Tezi), Trabzon, s: 60 MOR Cemil (2006) Trabzon İlinin Turizm Coğrafyası, Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Orta Öğretim Sosyal Alanlar Eğitimi Anabilim Dalı Coğrafya Öğretmenliği Bilim Dalı, (Y.Lisans Tezi), İstanbul, s: 119, 120 Oda Emine (2008), Geçmişten Günümüze Oteller: Trabzon Kentindeki Otel Lobileri Üzerine Bir Araştırma, , KTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü İç Mimarlık Anabilim Dalı, (Y.Lisans Tezi), s: 30 Özen Sanem Lerzan (2005) Koruma Yaklaşımlarına Yeni Bir Bakış Açısı Olarak “Bütünleşik Koruma” -Trabzon Örneği, KTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Şehir ve Bölge Planlama Anabilim Dalı, (Y.Lisans Tezi ), Trabzon, s: 12, 17, 32, 33, 35, 40, 56, 80, 82 Özgür Hayati (1993) Trabzon İlinde Turizm Merkezi Olarak İlan Edilen Yaylaların Yeşil Turizm Açısından İncelenmesi, KTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı Peyzaj Mimarlığı Programı, (Y.Lisans Tezi ), Trabzon Öztürk Elif (2013) Enerji Etkin Tasarım Yaklaşımlarının Geleneksel Yapılardaki Öğrettikleri: Trabzon Örneği, KTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Mimarlık 108 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Anabilim Dalı, (Y.Lisans Tezi ), Trabzon, s: 28, 29, 30, 31 Sarı Derya (2006) Trabzon Kenti Konut ve Site Alanlarının Floristik Çeşitliliği, KTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı, (Y. Lisans Tezi ), Trabzon, s: 7, 8 Sümerkan M. Reşat (1989) “Trabzon Kırsal Mimarlığı”, Mimarlık, Mimarlar Odası, sayı: 2, s: 82. http://dergi.mo.org.tr/dergiler/4/564/8530.pdf TC Kalkınma Bakanlığı Doğu Karadeniz Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı (2013) Trabzon İl Raporu, Mayıs, Giresun, s: 18. http://dokap.gov.tr/userfiles/file/Raporlar/DOKAP%20%C4%B0l%20 Raporlar%C4%B1/Trabzon%20%C4%B0l%20Raporu.pdf Toksoy Cemal (2014) Trabzon Bibliyografyası, ISBN: 978-605-4907-113, s: XI Turan Özen Sanem (2009) Bütünleşik Kentsel Koruma ve Ekonomisi: Trabzon Kenti Modeli, KTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Mimarlık Anabilim Dalı, (Doktora Tezi ), Trabzon, s: 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 101, 102, 103, 104 Turhan Süheyla (2013) Yeniden Kullanımda Zamansallık Boyutu: Kalcıoğlu Konağı, Trabzon, KTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Mimarlık Anabilim Dalı, (Y.Lisans Tezi), Trabzon, s: 31, 154 Yakar Ayhan (2013) Kentsel Gelişme Alanlarında Arazi Kullanımı ve Değişiminin Sürdürülebilir Arazi Yönetimi Açısından İncelenmesi: Trabzon İli Örneği, KTÜ Fen bilimleri Enstitüsü Harita Mühendisliği Anabilim Dalı, (Y.Lisans Tezi), Trabzon, s: 4, 5 Yalçınalp Emrah (2005) Trabzon’da Bazı Turizm Merkezleri Ölçeğinde Yayla Turizminin Ekoturizm Kapsamında İncelenmesi, KTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı, (Y. Lisans Tezi ), Trabzon, s: 5, 7, 8, 10, 57 Yaraşlı Göker Yarkın (2007) Destinasyon İmajı ve Trabzon Yöresine Dönük Bir Çalışma, Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı İşletme Yönetimi Programı, (Y. Lisans Tezi), Ankara, s: 36,47 http://www.kulturvarliklari.gov.tr/TR,44798/turkiye-geneli-korunmasi-gerekli-tasinmaz-kultur-varlig-.html http://www.kulturvarliklari.gov.tr/TR,44799/illere-gore-korunmasi-gerekli-tasinmaz-kultur-varligi-i-.html http://www.kulturvarliklari.gov.tr/TR,44974/illere-gore-sit-alanlariistatistigi.html http://www.ktbyatirimisletmeler.gov.tr/TR,9669/ktkgb-ve-turizmmerkezleri.html 109 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 EKLER: Sivil Mimarlık Örneği Kalıntılar Korunmaya Alınan Sokaklar Dinsel Yapılar Kültürel Yapılar İdari Yapılar Askeri Yapılar Endüstriyel ve Ticari Yapılar Mezarlıklar Şehitlikler Anıt ve Abideler TOPLAM 63.923 2190 61 8997 10364 2610 1058 3624 3544 253 329 96.953 Şekil 1. Türkiye genelinde tescil edilmiş taşınmaz kültür varlıkları dağılımı (2014 yılı Haziran ayı sonu) (http://www.kulturvarliklari.gov.tr/ TR,44798/turkiye-geneli-korunmasi-gerekli-tasinmaz-kultur-varlig-.html) Sivil Mimarlık Örneği Kalıntılar Korunmaya Alınan Sokaklar Dinsel Yapılar Kültürel Yapılar İdari Yapılar Askeri yapılar Endüstriyel ve Ticari Yapılar Mezarlıklar Şehitlikler Anıt ve Abideler TOPLAM 1.050 18 1 244 300 39 15 56 74 2 2 1.801 Şekil 2. Trabzon ili taşınmaz kültür varlıkları (2014 yılı Haziran ayı sonu ) (http://www.kulturvarliklari.gov.tr/TR,44799/illere-gore-korunmasi-gereklitasinmaz-kultur-varligi-i-.html) 110 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Arkeolojik sit alanı Kentsel sit alanı Tarihi sit alanı Diğer sit alanları (üst üste sit alanları) Kentsel arkeolojik sit alanı TOPLAM: 12032 265 160 448 32 12937 Şekil 3. Türkiye genelinde tescilli sit alanları (2014 yılı Haziran ayı sonu) (http://www.kulturvarliklari.gov.tr/TR,44974/illere-gore-sit-alanlari-istatistigi.html) Arkeolojik sit alanı Kentsel sit alanı Tarihi sit alanı Arkeolojik ve doğal sit alanı TOPLAM: 4 8 3 3 18 Şekil 4. Trabzon’da bulunan tescilli sit alanları (2014 yılı Haziran ayı sonu) (http://www.kulturvarliklari.gov.tr/TR,44974/illere-gore-sit-alanlari-istatistigi.html) Şekil 5. Trabzon kentinin planlı döneme kadar olan gelişimi (Özen 2005: 40) 111 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Şekil 6. Trabzon kenti bütünündeki tescilli yapıların kullanım türlerine göre dağılımı (2005 yılı) (Özen 2005: 56) 112 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Şekil 7. Trabzon’da tescilli yapıların mahallere göre dağılımı (Turan 2009: 94) Şekil 8. Tescilli yapıların sayıca çok olduğu mahallere göre dağılımı (Turan 2009: 95) 113 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Şekil 9. Kent bütününde tescilli yapıların yapım dönemlerine göre dağılımı (Turan 2009: 96) Şekil 10. Sayıca çok bulundukları mahallerdeki tescilli yapıların yapım dönem-lerine göre dağılımı (Turan 2009: 97) 114 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Şekil 11. Kentteki tescilli yapıların günümüzde işlev türlerine göre dağılımı (Turan 2009: 98) Şekil 12. Tescilli yapıların sayıca çok olduğu mahallelerde işlev türlerine göre dağılımı (Turan 2009: 100) 115 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Şekil 13. Trabzon’daki tescilli yapıların işlevlerine göre mahalle bazında dağılımları (Turan 2009: 99) Şekil 14. Tescilli yapıların mülkiyet durumuna göre dağılımı (Turan 2009: 102) 116 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Şekil 15. Tescilli yapıların sayıca çok olduğu mahallelerde mülkiyet yapısına göre dağılımları (Turan 2009: 103) Şekil 16. Trabzon’daki tescilli yapıların mülkiyet yapısına göre dağılımları (Turan 2009: 101) 117 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Şekil 17. Trabzon Akçaabat Ortamahalle (Özen 2005: 33) Sıra Tesisin Adı 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 Zorlu Grand Otel Trabzon Novotel Usta Park Otel Funda Otel Saylamlar Otel Büyük Sümela Otel Aksular otel Uzunkum Otel Seçilya Otel Demirgrand Otel Büyük Söğütlü Otel Karayel Otel Nazar Otel Trabzon Zitaş Otel Mora Hotel Hotel Kesos Trabzon Cebeciler Otel Akçaabat Cosmos Otel T.S. Gold Otel Oda sayısı Trabzon 157 Yomra 200 Trabzon 120 Trabzon 51 Trabzon 66 Maçka 114 Trabzon 70 Trabzon 34 Akçaabat 67 Trabzon 54 Akçaabat 28 Trabzon 26 Trabzon 41 Maçka 60 Trabzon 43 Maçka 58 Trabzon 24 Akçaabat 25 Trabzon 26 İli/ilçesi 118 Yatak sayısı 335 400 245 114 138 230 146 68 120 109 51 52 63 120 86 116 48 59 50 sınıfı 5 yıldız 4 yıldız 4 yıldız 4 yıldız 4 yıldız 3 yıldız 3 yıldız 3 yıldız 3 yıldız 3 yıldız 3 yıldız 3 yıldız 3 yıldız 3 yıldız 3 yıldız 3 yıldız 3 yıldız 3 yıldız 3 yıldız UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 Fengo Otel Abdik Otel Sağıroğlu Otel Kalepark Otel Elegante Otel Kuleli Otel Mavi Akdeniz Otel Kalfa Otel Büyük Okyanus Otel Cansızoğlu Anzer Otel Hıdırnebi Yaylakent Tes. Trabzon Of Trabzon Trabzon Trabzon Trabzon Trabzon Trabzon Trabzon Of Akçaabat TOPLAM: 14 25 20 23 68 27 23 24 10 25 51 3195 28 50 40 44 130 54 42 37 18 50 152 1574 3 yıldız 3 yıldız 2 yıldız 2 yıldız 2 yıldız 2 yıldız 2 yıldız 2 yıldız 2 yıldız 2 yıldız Dağ evi Şekil 18. Mevcut tesislerin niteliği ve niceliği (Aydın 2014: 36) Sıra No 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 Tesisin Adı İli/ilçesi Trabzon Plaza Otel Hilton Garden Inn Trabzon Yalıpark Otel İpek Yolu Park Otel Kilpa Otel Zisino Otel Maraba Otel Uzungöl Önder Otel Uzungöl Akpınar Otel Korlus Otel Üçkale Otel Arnos Hotel Kilitkale Otel İnanlar Otel Uzungöl İnan Kardeşler Otel Trabzon Akçaabat Akçaabat Maçka Çaykara Çaykara Akçaabat Çaykara Çaykara Akçaabat Trabzon Akçaabat Çarşıbaşı Çaykara Çaykara Oda sayısı 230 172 88 64 48 127 33 72 26 66 11 44 12 22 22 Yatak sayısı 460 368 182 128 96 254 68 144 75 132 22 88 24 44 44 Sınıfı 5 yıldız 4 yıldız 4 yıldız 4 yıldız 4 yıldız 4 yıldız 3 yıldız 3 yıldız 3 yıldız 3 yıldız 3 yıldız 3 yıldız 3 yıldız 3 yıldız 3 yıldız Şekil 19. Turizm yatırım belgeli oteller (Aydın 2014: 37) 119 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Tesis sayısı Yatak sayısı 164 5751 Şekil 20. Belediye belgeli oteller (Aydın 2014: 37) Tesis sayısı 77 Yatak sayısı 2215 Şekil 21. Uzungöl konaklama tesisleri (Aydın 2014: 37) Şekil 22: Eski ve yeni yayla evleri (Işıklar yaylası) (Atasoy 2007: ) Şekil 23. Uzungöl’de pansiyon ve diğer işlev alanları (Çiçek 2012: 29) 120 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Şekil 24. Uzungöl (Çiçek 2012: 116, 34) Şekil 25. Uzungöl’de yerel mimariye ait bir binanın orjinali ve değiştirilmiş şekli (Çiçek 2012: 69) Şekil 26. Yerel olmayan malzeme ile ek yapılması (Çiçek 2012: 73) 121 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 MACERA VE SIRADIŞI TURİZM ANLAYIŞINA ÖNERİ BİR ALAN: DOĞU KARADENİZ BÖLGESİ SOĞANLI DAĞLARI A Suggestive Area For Adventure And Extreme Tourism Understanding; Soğanlı Mountain İn Eastern Blacksea Işık SEZEN* Sevgi YILMAZ** ÖZET Dünyada hızlı bir şekilde gelişen macera ve sıradışı turizmi anlayışına ülkemizde de gün geçtikçe talep artmaktadır. Son yıllarda insanlar güneş, kum, deniz tatili anlayışından alternatif turizm faaliyetlerine yönelmektedirler. Risk ve tehlike içeren ekstrem turizm aktiviteleri heyecan ve macera anlayışında olan, olağanüstü tecrübe yaşamak isteyen insanların ilgisini çekmektedir. Macera ve sıra dışı turizm faaliyetleri içinde rafting, yamaç paraşütü, body jamping, jeep-safari gibi tehlikeli sportif faaliyetlerinin olması yanında riskli ve tehlikeli yerlere yapılan yolculuklar da yer almaktadır. Bu çalışmada, ülkemizde Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Bayburt ve Trabzon il sınırlarında yer alan Soğanlı Dağları, doğal yapısı yönünden incelenerek yamaç paraşütü, jeep-safari, kaya tırmanışı gibi sıra dışı turizm faaliyetleri yönünden uygun olmasının yanında çoğunlukla sisle kaplı, heyelan ve sel tehlikesinin olması, dar ve keskin virajlı yolların varlığıyla heyecan arayan insanlar için oldukça ilgi çekici olacağı sonucuna varılmış ve önerilere yer verilmiştir. Anahtar Kelimeler: Turizm, sıra dışı turizm, Doğu Karadeniz Bölgesi, Soğanlı Dağları A suggestive area for adventure and extreme tourism understanding; Soğanlı mountain in Eastern Blacksea ABSTRACT An increasing demand for adventure and extraordinary tourism understanding in the world has been seen in recent years. Humans direct themselves from sun sea sand tourism to alternative tourism types. Extreme tourism activities involving risk and danger can attract attentions of people seeking for excitement and adventure and * Dr, Atatürk Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü, Erzurum/ TÜRKİYE ** Prof. Dr., Atatürk Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü, Erzurum/TÜRKİYE 122 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 willing to have extraordinary experiences. Among the adventure and extraordinary tourism activities, rafting, paragliding, bungee jumping, jeep-safari can be counted as dangerous sporting activities. Voyages to risky and dangerous places can be in this category. In this study, Soğanlı mountains located in the official borders of Bayburt and Trabzon in the Northern Blacksea region, are evaluated for their natural structures and their suitability is evaluated for extreme tourism such as paragliding, jeep-safari, rock climbing. In addition, narrow and sharply bending foggy roads with land sliding and flooding risks may serve for people seeking for excitements. In this respect, suggestions were offered. Keywords: Tourism, extreme tourism, adventure tourism, Eastern Blacksea Region, Soğanlı mountains GİRİŞ İbranicede “tora” (araştırma, öğrenme) kökünden gelen turizm kelimesi çoğu zaman dinlenme, öğrenme ve insanın kendisini geliştirmesiyle bağdaştırılmaktadır. Geçtiğimiz yıllarda anlamlı ve eğitsel deneyimlerin yaşanabileceği gezilere olan talep büyük bir artış gösterdiği için tur organizatörleri ve seyahat acenteleri, turizm sektöründe farklı kategoriler (macera turizmi, kültür/din turizmi, spor turizmi vb.) sunmaya başlamıştır. Artan bu talebin sebebi ise, turizm hareketlerine katılan turistlerin değişen eğilimleridir. Bu yeni eğilimlere bağlı olarak henüz tanımlanamayan ekoturizmi (alternatif turizmi) doğaya karşı sorumluluk duyulması, yaban hayatı, habitatlar ve ekosistemlerin korunması, sürdürülebilirliğin sağlanması, doğal varlıkları ve yörenin kültürel yapısını, insanların yaşam tarzlarını olumsuz etkilenmemesi, ziyaretçilerin doğa ve doğa koruma konularıyla bilgilendirilmesi, yöredeki doğa koruma çabalarına katkıda bulunulması karakterize eden ortak noktalardır (Yıldız ve Kalağan 2008). Turizm sektörünün ulusal ekonomiye olan önemli katkıları bilinen bir gerçektir. Bu nedenle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler turizm faaliyetlerine artan bir şekilde önem vermekle beraber bir takım ciddi problemlerle de karşı karşıyadır. Bu problemlerin giderilmesinde etkili olan yollardan biri hiç kuşkusuz turizm faaliyetlerinin çeşitlendirilmesidir. Turizm faaliyetlerinin çeşitlendirilmesinden kasıt mümkün olan alternatif turizm çeşitlerinin geliştirilmesidir. Alternatif turizm faaliyetleri; •Kongre Turizmi •Golf Turizmi •Spor Turizmi 123 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 •Macera Turizmi •Kültür Turizmi •Ekoturizm •Termal Turizm •Gençlik Turizm şeklinde sınıflandırılmaktadır (Öztürk ve Yazıcıoğlu 2002). Macera turizmi ve doğaya dayalı turizm benzerlikleri paylaşmakla birlikte turizmin farklı yönleridir. Macera turizmi doğal alanda aktiviteye odaklanmış turizm anlamına gelmektedir. Fiziksel karmaşa, eğitim ve doğa ile iletişimi gerektirir ve çoğu eko turizm nitelikleri (örneğin, kuş izleme ve balık adam dalışı gibi) ile küçük ölçekli, orta ölçekli ve spor odaklı (örneğin, kano ve rafting) veya kitle turizm yönüne sahip geniş ölçekli turizmi (örneğin, safari) ifade etmektedir. Keyiflenme, mücadele, heyecan ve fantezi, tatil seçenekleri için macera turizmini seçenler tarafından araştırılan bazı hususları temsil etmektedir. Hayal gücü, macera turizmini en hızlı gelişen turizm sektörlerinden biri yapmaktadır. Macera turizminde profesyonel işletme yönetimi, maceraları güvenli bir şekilde yapabilmek için gereksinilen kişilerin beceri düzeyleri, aldıkları riskler ve karşılaştıkları tehlikelerden kaçınma gibi hususlar katılımcılara farkındalık yaratmaktadır (Şerefoğlu 2009). Macera turizmi, turizm endüstrisinin hızla gelişen sektörlerinden biridir. Macera turizmi geleneksel olarak açık hava/macera rekreasyonları merkezinde ele alınmış ve bu bakış açısıyla tanımlanmıştır. Bu nedenle, macera turizminin temel elemanları da risk ve spesifik beceriler olarak genel bir kabul görmüştür (Gülcan, 2004). Macera turizminde amaç risk alma, kendini keşfetme, kendini aşma, doğa ile ilişki kurma, sosyal ilişki kurmaktır (Akıncı 2006; Köroğlu vd 2012). Kültür ve turizm bakanlığı Türkiye Turizm Stratejisi 2023’de, belli güzergahların doğal ve kültürel dokusunun yenilenerek belli temalara dayalı olarak turizm amacıyla geliştirilmesi hedeflemektedir. Ülkemizde doğal, tarihi ve kültürel değerleri nedeniyle turistik anlamda öne çıkarılması gereken bazı güzergahların sahip oldukları turizm potansiyelleriyle planlı bir şekilde kullanıma açılması planlanmaktadır. Varış noktası olarak belirlenen 7 koridor boyunca ulaşım çeşitlendirilmesi ve geliştirilmesi hedeflenmektedir. Bu koridorlardan biri olan yayla koridoru kapsamında turizmin çeşitlendirilmesi için kamp, golf, kayak, mağaracılık, yamaç paraşütü, rafting, binicilik, balon, balık avlama, foto-safari, bungee jumping gibi macera sporlarına yönelik planlama çalışmaları yapılmaktadır. Macera turizmi hızla büyüyen bir turizm pazarı bölümdür. Bu Turizm 124 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 pazarı içinde macera turizminin hızla büyüdüğü görülmektedir. Örneğin, macera seyahat ve ilgili harcama yalnız ABD ekonomisine yıllık 220 milyar dolar rol oynadığı düşünülmektedir (Cater 2006). Doğu Karadeniz Bölgesi yaylaları alternatif, yeşil turizm içinde çok uygundur. Bu bakımdan ormanları, florası ve faunası, krater gölleri, buzulları, dereleri, kaplıcaları, tarihî, arkeolojik ve kültürel değerleri olağanüstü kırsal peyzaj görüntüleri ile aktif ve pasif yayla turizmi dağ ve doğa yürüyüşleri, rafting, kış sporları, çim kayağı, av ve sportif olta balıkçılığı gibi turizm aktiviteleri ve yayla şenlikleri, boğa güreşi ve karakucak güreşi, el sanatları gibi yerel kültürel etkinlikleri ve değerleri ile şifalı otları açısından alternatif turizm bakımından turizm cenneti olmak için gerekli tüm özelliklere sahiptir (Demirel ve Ejder 1995). Sezen (2009) de Erzurum-Bayburt-Of Karayolu Güzergahının Manzara Yolu Olarak Değerlendirilmesine Yönelik Görsel Analiz konulu tez çalışmasında; güzergahta yer alan Soğanlı Dağı’nın sahip olduğu doğal ve kültürel özellikleri belirlemiş, çeşitli turizm ve rekreasyon önerilerinde bulunmuştur. MATERYAL Çalışma materyali olarak Bayburt ile Trabzon’un Çaykara ilçesi arasında bağlantı yapan 2300 ile 3050 m arasında değişen rakımı ve farklı bir coğrafi özellik gösteren Soğanlı Dağları ele alınmıştır. Bayburt ilinin kuzeyinde yer alan yaylaları ile meşhur olan, üzerinde krater gölleri bulunan Soğanlı Dağları Karadeniz’in nemli havasını ve yağmuru Bayburt Ovası’na taşıyacak olan yağmur bulutlarının inmesine bir set oluşturur (Anonim 2010 a). Soğanlı Dağları sarp geçit vermeyen, üzerinde vadiden 800-900 m ovayı sarkarak akarsuları besleyen kalıcı buzullara sahiptir. Soğanlı Dağları Eylül ayının sonunda karla kaplanır ve Haziran’da ulaşıma açılır (Anonim 2010b). Doğu Karadeniz Dağları üzerinde yer alan ve Trabzon-Rize dağlarının uzantısı olan Soğanlı Dağları yağmurun, bulutun, sisin, güneşin tepeyi aşıp, güneşin de süzülüp ovaya inmesine izin vermez. Soğanlı dağlarının güney kesiminde ısının çok düşük olması nedeniyle dağınık halde ağaç ve ağaççıklar bulunmaktadır. Daha çok meşe ve sarıçama, yüksek kesimlerde mera alanlarına rastlanmaktadır (Anonim 2010c). Soğanlı Dağları doğal özellikleri açısından ele alındığında; aşıntı tepelikdalgalı arazi, kıvrım dağları, iç ve yüksek ovalar şeklinde jeomorfolojik yapıya, kestane rengi-kırmızımsı kahverengi, kahverengi-kırmızımsı kahverengi, kireçli-kireçsiz kahverengi orman toprakları, podzolik topraklardan oluşan 125 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 toprak yapısına (Dizdar 2003), yıllık %65-70 yıllık ortalama neme, 14-26 m/ sn maksimum rüzgar hızına, 5-90C yıllık ortalama sıcaklığa, 400-1250 mm yıllık ortalama yağışa sahiptir. Soğanlı Dağı doğal bitki örtüsü genel olarak değerlendirildiğinde Soğanlı Dağı’nın Bayburt cephesinde otlak-çayır alanlar ve yüksek dağ çayırları, Trabzon cephesinde ise ormanlık alanlar yer almaktadır. Araştırma alanı olan Soğanlı Dağı’nın konumu Şekil 1’de verilmiştir. Şekil 1. Araştırma alanı (Sezen ve Yılmaz 2011) YÖNTEM Çalışmada, yöntem olarak etüt, veri toplama, analiz ve sentez kullanılmıştır. Çalışmanın 1. aşamasını oluşturan etütte, Soğanlı Dağları’na 2006-2007 yıllarının Nisan-Kasım döneminde inceleme yapmak amacıyla gidilmiştir. Alanda fotoğraf çekimleri yapılmış, alanın başta bitki örtüsü olmak üzere tüm doğal özellikleri belirlenmeye çalışılmıştır. Soğanlı Dağları’nda bulunan yayla ve köy yerleşimlerinde yaşayan insanlarla birebir görüşmeler yapılmıştır. Çalışmanın ikinci aşamasında Soğanlı Dağları ile ilgili daha önce yapılan çalışmalar incelenmiştir. Bu çalışmalara ulaşılarak çalışma alanı hakkında bilgi elde edilmiştir. Ayrıca Bayburt ve Trabzon’daki resmi ve özel 126 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 kuruluşlardan da Soğanlı Dağları’nın doğal yapısı ile ilgili bilgiler toplanmıştır. Çalışmanın 3. aşaması olan analizde de toplanan bu veriler değerlendirmeye tabii tutulmuştur. 4. aşaması olan sentezde ise, elde edilen tüm bilgiler doğrultusunda Soğanlı Dağları’nın macera turizm potansiyelini oluşturabilecek doğal özellikleri incelenmiş ve hangi aktivitelerin olabileceği saptanmaya çalışılmış ve önerilerde bulunulmuştur. BULGULAR Araştırma alanında yapılan tüm araştırma ve incelemeler, Soğanlı Dağı’nın sahip olduğu başta bitki örtüsü, iklim özellikleri, topoğrafik ve jeolojik yapısı olmak üzere tüm doğal özelliklerinin macera turizmine oldukça uygun bir potansiyel olduğunu göstermiştir. Araştırma alanında, doğal alanda aktiviteye odaklanmış turizm anlamına macera turizmi aktivitelerinden dağcılık, kamp ve karavan turizmi, atlı doğa yürüyüşü, trekking, jeep safari, çim kayağı, kış sporları, foto-safari, vahşi doğa gezileri, bungee jumping, kuş ve kelebek gözlemciliği önerilmektedir. Dağcılık Dağcılık, yaz ve kış olmak üzere kar, buz ve kaya tırmanışlarında belli bir bilgi birikimine sahip, fiziksel ve ruhsal bir hazırlık devresi geçirmiş, belli bir malzeme birikimi olan bir ekibin, belirlemiş olduğu bir rotada yapmış olduğu tırmanıştır. Günümüzde en çok rağbet gören doğa sporlarından biri olan dağcılık, günlük hayatın monotonluğu ile yitirilen heyecanı ve özgürlüğü doğada bulmak için bir fırsat yaratmaktadır. Dağlara, doğada yaşama ilgi duyanlar için değişik bir yaşamın tadını öğrenme imkanı veren bu spor, insanın doğa ile ilişki kurarak fiziksel ve ruhsal dinginlik sağlamasında da etkili olmaktadır. Çoğu kişi tarafından tehlikeli olarak görülen dağcılık, özünde riskli bir spor olmakla birlikte gereken eğitimden geçildiği ve uyarılar dikkate alındığı takdirde tehlikeyi kontrol altında tutmak ve riski azaltmak mümkün olabilmektedir (Koç 2006). Dağcılık, macera turizminin bir çeşididir ve son yıllarda macera turizmine ilgi artmaktadır. Dağcılık, dağlık alanlara yürüyüş, buz ve kaya tırmanışını içeren bir doğa tabanlı turizm türüdür. Yüksek düzeyde risk içerdiği için riskli rekreasyonel aktivitelerden biri olarak sınıflandırılmıştır. Dağcılık turizmi ile ilgilenenler; macera turisti kategorilerindeki gibi, vahşi doğada aktivite deneyimi fırsatları, eşsiz doğa formları ve görsel güzellik sunan yerleri ziyaret etmekten zevk almaktadırlar (Pomfret 2010; Çetinkaya 2014). Dağlar turizm destinasyonları olarak çekicidir. Dağcılık fiziksel aktivite, meydan ve 127 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 risk alma esas köklü bir macera sporudur (Beedie ve Hudson 2003). Soğanlı Dağları yer yer 3000 m’yi aşmakta ve özellikle dağın Trabzon cephesi, sahip olduğu dik ve yüksek kayalık alanları ile dağcılığın bir dalı olan kaya tırmanışı için oldukça uygundur (Şekil 2). Şekil 2. Soğanlı Dağı’nda dağcılık için uygun alanlar (Sezen 2009) Yamaç Paraşütü Yamaç paraşütü, birkaç yenilikçi havacı tarafından 1980’li yılların başlarında serbest paraşütlerle yamaçlardan koşarak kalkmaları ile başlamıştır. Zamanla paraşütlerin aerodinamik yapılarının gelişmesiyle birlikte performansları da artmıştır ve serbest paraşütlerden ayrılarak, planör, yelken kanat gibi amacı uçuş olan bir alet haline gelmiştir. Günümüzde pilotların da tecrübesine bağlı olarak, yamaç paraşütü ile küçük tepelerden kalkılıp, yüzlerce metre yukarılara çıkabilmekte ve saatlerce havada kalıp kilometrelerce uzaklara uçabilmektedir. Türkiye’de yamaç paraşütçülüğü hızla gelişmektedir ve ülkemiz uçuşu çok elverişli noktalara sahiptir. Hemen her şehrimiz civarında uçuşa uygun bölgeler bulunmaktadır (Anonim 2010d). Dağ ve yayla turizmi ile son yıllarda adını sıkça gündemde tutan Doğu Karadeniz`de yamaç paraşütüne ilgi giderek artmaktadır. Trabzon Havacılık Kulübü yamaç paraşütü sporunun havacılık alanında yapılabilirliği en kolay ve 128 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 ucuz etkinlikler arasında olduğunu ifade etmiştir. Trabzon’da yamaç paraşütü yapılabilecek uçuş tepeleri bulunduğunu da ifade ederek, Akyazı, Akçakale, Yoroz, Düzköy Haçka Eğitim Merkezi, Uzungöl ve Tonya uçuş tepelerinin bu sporun yapılabileceği en uygun alanlar arasında yer aldığını belirtmiştir (Anonim 2010e). Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Trabzon-Bayburt il sınırlarında yer alan Soğanlı Dağları da 3000 m’ye varan ve yer yer 3000 m’yi geçen tepeler Trabzon Havacılık Kulübü belirttiği Trabzon il sınırı içinde yer alan diğer uçuş tepeleri ile aynı coğrafi sınırlar içinde yer alması ve benzer topoğrafik özellikler göstermesiyle yamaç paraşütüne uygun alan olarak önerilebilir (Şekil 3). Şekil 3. Soğanlı Dağı’nın yamaç paraşütüne uygun topoğrafyası (Sezen 2009). Jeep-safari Her mevsimde, her türlü hava koşullarında yapılması mümkün olan Jeep safari, hem maceranın tadına varmaya, hem de doğayla ve doğa koşullarıyla mücadele etme hazzını yaşamaya imkan veren bir turizm aktivitesidir. Soğanlı Dağları’nın Trabzon cephesinin Soğanlı Dağı Geçiti’nden Karaçam Köyü’ne kadar olan bölümünde dar, dik ve keskin virajlı yollar jeepsafari için oldukça uygundur. Ayrıca, ladin, göknar, kayın, gürgen, karaçam ormanları ve sarı ve mor çiçekli orman gülleri, yaban mersinleriyle bezenmiş 129 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 bir doğa harikası içinden geçen virajlı yollar daha zevkli bir jeep-safari yolculuğuna imkan verebilir (Şekil 4). Şekil 4. Soğanlı Dağı’nda Jeep-safari’ye uygun virajlı yollar (Sezen 2009). Trekking Türkçede Dağ veya doğa yürüyüşü olarak kullanılmasına karşılık dağ ve doğa yürüyüşünün tam karşılığı “hiking”’dir. Hiking yaylalarda da yapılmaktadır. Günübirlik orman ve patikalarda yapılan yürüyüşlere “dayhiking”, konaklamalı, dağcılık maksatlı yapılanlara “backpacking” adı verilmektedir. Hiking aktivitesi kamplı olarak yapılıyorsa “trekking” olur. Trekking, doğada yapılan yürüyüşlere genel olarak verilen isimdir. İngilizce kökenlidir. Esası motorsuz araçlarla ve yük hayvanları ile yapılan iz sürme, patika takibi, dağ ve doğa geçişleri ve yürüyüşleridir. Trekking bir eğlence turu değildir. Belirli zorluklar içerir, konforlu değildir, daha çok spora dayalıdır. Bu sebeple trekkingi turizm turları ile karıştırmamak gerekir. Tur daha geniş kapsamlı bir faaliyettir. Tarihine de bakıldığında 19. y.y’ da beliren naturalist akımla birlikte insanlar özellikle keşfetmek ve öğrenmek için doğaya gitmeye başlamış, bununla da beraber trekking grupları, hatta 130 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 kulüpler oluşmuştur. Trekking ormanlık alanlarda, çölde, dağlık alanlarda, geniş yayla ve ovalarda, kanyon ve dere yataklarında, kış aylarında kar yürüyüşleri şeklinde yapılmaktadır. Bilinen bir güzergahta rotalı yürüyüşler gibi, özellikle dağlık ve ormanlık alanlarda macera ve keşif amaçlı rotasız yürüyüşler de yapılabilmektedir (Şahin 2006). Soğanlı Dağı da sahip olduğu konforlu olmayan patika yolları, kanyonları, dere yatakları, bitki örtüsü, ormanlık alanlarıyla trekking için son derece uygun bir alandır (Şekil 5). Şekil 5. Soğanlı Dağı’nın trekking için uygunluğu (Sezen 2009). Tehlikeli ve riskli alanlara yapılan seyahatler Savaş ve terör tehlikesi olan bölgelere, trafik açısından riskli, heyelan, çığ, gibi doğal afetlerin olduğu alanlara yapılan geziler macera veya sıra dışı turizm aktiviteleri içine girmektedir. Çalışma alanı olarak seçilen Soğanlı Dağı’nın Trabzon cephesi, kar yağışının olduğu dönemlerde trafiğe kapanması, heyelan ve çığ ve sel tehlikesinin olması, sisle kaplı olduğu dönemlerde alana 131 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 gidenlerin siste kaybolma ihtimali ile karşı karşıya gelmeleri, çok dik, dar, virajlı yolların ve yolun bir tarafının tamamen uçurumlu olması tehlikeli ve riskli alan olduğunu göstermektedir (Şekil 6). Bu alan macera severler ve sıra dışı turizm anlayışını benimseyen kişiler seyahat amacı ile gelebilirler. Şekil 6. Soğanlı Dağı tehlikeli ve riskli alanlara seyahat için uygunluğu (Sezen 2009). Foto-safari Vahşi yaşam alanlarına fotoğraf veya avlanma için düzenlenen gezilere safari adı verilmektedir (Anonim 2010f) Daha net bir ifadeyle seyahat anlamına gelen safari fotoğraf çekmek amacı ile gerçekleştiriliyorsa fotosafari olarak tanımlanmaktadır. Foto-safari yapılabilecek alanda güzel doğa manzarasına sahip olma, flora ve fauna yönünden zenginlik, ilginç topoğrafik yapı, iklimsel değişimleri izleyebilme gibi özelliklerin olması gerekmektedir. Soğanlı Dağları sahip olduğu bitki örtüsü, bitkilerin sonbahar renk değişimi, ilginç topoğrafik yapısı, farklı iklimsel özellikleri (çoğu zaman sisle kaplı olması), gökyüzüne çok yakın olma hissini insanlara yaşatması ile güzel fotoğraf kareleri oluşturabilecek niteliktedir (Şekil 7). 132 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Şekil 7. Soğanlı Dağı’nın foto-safariye uygunluğu (Sezen, 2009). Rafting Genel olarak yer altı raftingi ve yüzey raftingi olarak ikiye ayrılabilecek olan bu macera rekreasyonu düzensiz akışa sahip su akıntıları üzerinde raft adı verilen botla akıntı yönünde hareket edilerek yapılan rekreasyonel faaliyettir (Gülcan 2004). Raftingde asıl olan içinde bulunulan raftı devirmeden, kürekle yönlendirerek kayalar ve engeller arasından geçirmektir. Rafting, 6 ile 8 kişilik takımlar halinde yapılmaktadır. Başarılı olabilmek tek vücut gibi hareket eden bir takım olabilmekten geçmektedir (Şekil 8). Bu sporda akarsular zorluk derecesine göre altı dereceye ayrılmaktadır. 6. derece en zor parkurları, 1. derece ise en kolay parkurları belirtmektedir. Macera ve yüksek düzeyde adrenalin severler için bir tutkuya dönüsebilen Rafting sporu ülkemizin turizmdeki en önemli kozlarından birisidir. Rafting’in Türk turizmi için önemi büyüktür. Öncelikle, kitle turizmi maksadıyla ülkemize gelen ziyaretçiler farklı heyecanlar yasayabilmekte ve Türkiye destinasyonu bir yandan renklenirken, diğer yandan katma değeri yükselmektedir. Rafting sporunun cazibesi paket turlarla Türkiye’ye gelen turistlerin bir kısmını tesis dışına çıkmaya ikna etmektedir. Ülkenin sahil dışındaki daha derin kısımlarının turistlerce keşfedilmesine yardımcı 133 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 olmaktadır. Bu spor dalında popüler olmuş akarsularımızın kıyılarındaki pek çok köy ve ilçe bu spordan gelir elde etmekte ve turizm denen olguyla bu spor sayesinde tanışmaktadır. Ayrıca, Çoruh gibi özel nehirlerimiz de bu sporu icra eden daha maceracı ve ilgili kesimden oluşan bir niş pazarın rafting önceliğiyle Türkiye’ye gelmesini sağlamakta ve Türkiye’nin o pazara açılan kapısı olmaktadır (Yücel, 2006). Şekil 8. Rafting (Kaynak: Haktan Irmak) Soğanlı Dağı’nın Trabzon cephesi üzerinde yer alan Çaykara ilçesinin Köknar köyü ve Uzungöl bucağının kesişim noktasında bulunan Haldizen Deresi ilkbaharda yoğun yağışların etkisiyle çok coşkulu bir biçimde akmaktadır. Bu dere rafting sporu için önerilebilecek niteliktedir (Şekil 9). 134 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Şekil 9. Haldizen Deresi’nin çoşkun akışıyla rafting için uygunluğu (Sezen, 2009). Bungee jumping Bungee jumping, bireylerin yüksek bir yerden (örneğin bir köprü) aşağıya atladıkları ve esnek bir halatla yukarı çekildikleri, heyecan verici bir etkinliktir. Çoğunluğun adrenalin hücumunun doruğu olarak tanımladığı bu etkinlik, neredeyse sadece eğlence için yapılır; nadiren bir müsabaka sporudur. Bungee Jumping’ in kökeni Doğu Avusturalya’nın açıklarında Pasifik Okyanusunda “New Hembridis” adalar grubundaki Vanatu adası yerlilerinin “Gkol” adını verdikleri erkekliğe geçiş törenlerinde bambudan yaptıkları kulelerden sarmaşıktan yaptıkları iplere bağlanarak atlamasına dayanır. Avrupa’da 1970’lerde Oxford Üniversitesi öğrencilerince bagaj gerdirme lastikleriyle ilk bungee atlayışlarının temeli atılmıştır. 1980’lerde artan talep karşısında teknolojinin tüm imkanlarından faydalanarak önemli ve güvenli bir sektör haline gelmiş, günümüzde ise tüm dünyada yüzbinlerce kişiye ulaşan, uluslararası alanda yarışmaları düzenlenen bir spor dalı olarak kabul görmüştür (Anonim 2014). Soğanlı Dağı’nda Bungee jumping için uygun yüksek tepeler bulunmaktadır (Şekil 10). 135 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Şekil 10. Soğanlı Dağı’nın Bungee jumping için uygunluğu (Sezen 2009). Atlı Doğa Yürüyüşü Soğanlı Dağı’nın hem Bayburt hem de Trabzon cephesi atlı doğa yürüyüşüne imkan verecek doğal özelliklere sahiptir. Araştırma alanındaki doğal bitki örtüsü, ormanlık alanlar ve heybetli kayalar arasından geçen kavisli yollar, aynı anda iki farklı iklim özelliğini yaşama şansının olması zevkli bir atlı doğa yürüyüşüne olanak verebilir (Şekil 11). Şekil 11. Soğanlı Dağı’nda altlı doğa yürüyüşüne uygun patika yollar (Sezen 2009). 136 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Dağ Bisikleti Soğanlı Dağı’nın hem Bayburt hem de Trabzon cephesi atlı doğa yürüyüşüne olduğu gibi dağ bisikletine de imkan verebilecek niteliktedir. Macera tutkunu olan, doğayla baş başa kalmak isteyen ve doğayı seven insanlar için dağ bisikleti yapmak için önerilebilecek bir alandır. Soğanlı Dağı’nda zevkli bir dağ bisikleti turuna imkan tanıyacak çok sayıda virajlı, dik, keskini dar yollar bulunmaktadır (Şekil 12). Şekil 12. Soğanlı Dağı yollarının dağ bisikleti için uygunluğu (Sezen 2009). Skydiving ( Serbest paraşütçülük, gökyüzü dalıcılığı ) Skydiving kendini boşluğa bırakarak paraşütü açana kadar belli bir süre havada yüzmek, serbest düşüş yapmak ve düşüş sırasında çeşitli senkronize hareketler yapmak yada belirli bir noktaya inmek anlamına gelen bir macera sporudur. 137 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Araştırma alanı olan Soğanlı Dağları’da yer yer 3000 m rakıma ulaşmasıyla belirli noktalarında skydiving (serbest paraşütçülük, gökyüzü dalıcılığı)’e uygun bir potansiyeldedir (Şekil 13). Şekil 13. Skydiving için Soğanlı Dağı (Sezen 2009). Flora Turizmi Doğayı ve bitkileri tanımak amacı ile günü birlik geziler, doğa yürüyüşleri yoluyla yapılan “Flora turizmi” için de Soğanlı Dağları, zengin bitki örtüsü ile flora turizmi aktivitelerinin gerçekleşebileceği bir mekandır. Soğanlı Dağı’nda yapılan incelemelere göre; 2037 m’de sarı ve mor çiçekli orman gülleri bulunmaktadır. Soğanlı Dağı’nı inerken (1650 m) Picea orientalis L. (Ladin), Fagus orientalis Lipsky. (kayın), Rubus sp. (böğürtlen), Lonicera sp. (hanımeli), Corylus sp. (yabani fındık) bitkilerine rastlanmaktadır. 1500 m civarlarında Ulmus glabra Huds (karaağaç), Fagus orientalis Lipsky (kayın)’lar bulunmakta, 1200’lü rakımlarda Pinus nigra ssp. nigra (karaçam), Quercus, Corylus sp. 138 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 (yabani fındık), Carpinus betulus L. (gürgen) ağaçları, 1000’li rakımlarda Pinus nigra ssp. nigra, Picea orientalis, Quercus, Rosa canina (kuşburnu), Abies nordmanniana ssp. nordmanniana (göknar), 950 rakımdan sonra Castanea sativa (kestane), 770 m rakımda Fagus orientalis, 440 m rakımdan sonra Picea orientalis L. yer almaktadır. Çaykara-Dernekpazarı arasında Geranium cicutarium L. (Itır), Ranunculus polyanthemos (Düğün Çiçeği), Dernekpazarı-Of arasında Tripleurospermum oreades (Boiss.) Rech. fil. var. oreades (papatya) bitkisine rastlanmıştır (Sezen 2009). Soğanlı Dağları’nın Trabzon cephesinde, Vaccinum mirtullus L. (Yaban Mersini), Vaccinum arctostophyles L. (Trabzon çayı), Rhododendron ponticum L. (Mor çiçekli orman gülü), Rhododendron flavum L. (Sarı çiçekli orman gülü), Juniperus communis L. (Bodur ardıç), Sorbus aucuparia L. (Kuş üvezi), Rubus sp. (Böğürtlen), Polypodium (Eğrelti), Galanthus nivalis L. (Kardelen) bitkisi bulunmaktadır (Ayan 2008). Soğanlı Dağı’nın Karadeniz cephesinde Anemone narcissiflora L. (Dağ horozcuğu), Leontodon tuberosus L. (Yumrulu aslandişi), Rhododendron sp. (Orman gülü), Vaccinium mirtillus L. (Yaban mersini), Campanula sp. (Çan çiçeği), Campanula rapunculoides L. subsp. Cardifolia (Çan çiçeği), Rosa sp. (Kuşburnu), Sedum sp. (Damkoruğu) bulunmaktadır (Sezen 2010). Soğanlı Dağı’nda bazı dağ çayırlarına da rastlanmaktadır. Bu dağ Çayırlarının başlıcaları; Festuca violacea (yumakotu), Cerastium lazicum Boiss. O. Species (boynuzotu), Daphne glomerata Lam. (defne), Veronica gentianoides Vahl., (yavşanotu), Anthemis marchaliana subsp. pencinata (papatya), Androsace villosa Androsas., Scorzonera seidlitzii L. (yemlik), Potentilla oweriniana Rupr. ex Boiss. (beşparmakotu), Aster alpinus Linnaeus (saraypatı)’dır. (Atalay ve Mortan 2006). Soğanlı Dağı’nın Bayburt cephesi’nde Prunus sp., Anemone narcissiflora (Dağ horozcuğu), Leontodon tuberosus L. (Yumrulu aslandişi), Soğanlı Dağı Geçidi-Of arasında Rhododendron sp. (Orman gülü), Brassica oleracea var. Acephala L. (Kara lahana), Vaccinium mirtillus L. (Yaban mersini), Campanula sp. (Çan çiçeği), Campanula rapunculoides L. (Çan çiçeği), Juniperus communis L. (Bodur ardıç), Rosa sp. (Kuşburnu), Alyssum sp. (Civanperçemi), Ranunculus polyanthemos L. (Düğün çiçeği), Geranium cicutarium L. (Itır) bitkilerine rastlanmıştır (Sezen 2010). Araştırma sahasında daha önce yapılan çalışmalardan da anlaşıldığı gibi Soğanlı Dağları zengin bir bitki örtüsüne sahiptir. Tespit edilenler mevcut bitki örtüsünün sadece bir kısmıdır. Flora turizmi kapsamında Soğanlı Dağları daha fazla incelenmesi gereken bir alandır (Şekil 14, 15, 16). 139 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Şekil 14. Campanula rapunculoides L. (Çan çiçeği) (Solda), Ranunculus polyanthemos L. (Düğün Çiçeği), (Sezen, 2009) Şekil 15. Vaccinium mirtillus L. (Yaban Mersini), Rosa sp. (Kuşburnu), (Sezen 2009). Şekil 16. Rhododendron sp. (Orman gülü), Leontodon tuberosus L. (Yumrulu aslandişi), (Sezen 2009). 140 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 TARTIŞMA VE SONUÇ Son yıllarda turizm anlayışındaki değişimler, turizm faaliyetlerinde de farklılaşmasına neden olmuştur. Artık belli bir kitlenin deniz, kum, güneş üçlüsünden oluşan klasik turizm türü fazla ilgisini çekmemektedir. Farklı duyguları, düşünceleri, korkuları, heyecanları yaşamak da bir turizm türü olarak benimsenmeye başlamıştır. Başta Yeni Zellanda (Bentley vd 2001, Bentley vd 2007; Bentley ve Page 2008; olmak üzere Avusturalya (Hardiman ve Burgin, 2011), Brezilya (Filho vd 2010), İskoçya (Page vd 2005) gibi ülkelerde macera turizmi aktivitelerine önem verilmekte ve çalışmalar yapılmaktadır. Ancak Türkiye’de macera turizmi faaliyetlerinin gerçekleştirilebilmesi için doğal faktörler bakımından uygun olan birçok alan olmasına rağmen macera turizmi kavramı tam anlamıyla yerleşmemiştir. Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Bayburt ve Trabzon il sınırlarında yer alan Soğanlı Dağları, iklimsel, topoğrafik, jeolojik, jeomorfolojik, bitki örtüsü açısından incelendiğinde sıra dışı ve macera turizmi için çok uygun bir alandır. Araştırma alanı, macera ve sıra dışı turizm faaliyetleri içinde rafting, yamaç paraşütü, body jamping, jeep-safari, kaya tırmanışı gibi tehlikeli sportif faaliyetlerinin gerçekleştirilebilmesi için uygun olmasının yanında çoğunlukla sisle kaplı, heyelan ve sel tehlikesinin olması, dar ve keskin virajlı yolların varlığıyla heyecan arayan insanlar için oldukça ilgi çekicidir. Nitekim Sezen ve Yılmaz (2011) Soğanlı Dağı’nın toplam 9 tane çok keskin virajlı yolun olduğunu, bu yolların sıra dışı turizm faaliyetlerinden jeep-safari, atlı doğa yürüyüşü, dağ bisikleti için uygun olabileceğini belirtmişlerdir. Türkiye’deki macera turizmine yönelik güvenlik yönetimi dikkate alınarak Gülcan (2004)’ın da belirttiği gibi Türkiye’deki macera turizmine yönelik disiplinler arası saha çalışması yapılmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Türkiye’deki macera turizmine yönelik güvenlik yönetimi ise, araştırmacılar arasında ayrıca incelenmelidir. Çünkü, macera turizminin temel kavramı spesifik beceri ve risktir. Macera turizmi aktivitelerinden birçoğu incelendiğinde, Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yer alan Soğanlı Dağı’nın sahip olduğu doğal yapısıyla oldukça uygun olduğu, ilgili bakanlık ve kamu kuruluşlarının, yerel yönetimlerin bu konu üzerinde durup, çalışmalar yapması gerektiği önerilmektedir. 141 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 KAYNAKLAR Akıncı Zeki, (2006), Sürdürülebilir Turizm Açısından Özel İlgi Turizminin Değerlendirilmesi, Turizm ve Mimarlık Sempozyumu (28-29 Nisan) Bildiriler Kitabı, Antalya, s. 59. Anonim,2010a. Coğrafi Yapı. http://www.bayburtnet/index Anonim 2010b. Çaykara Tarihi. http://www.trabzon.org/Çaykara Anonim 2010c. Bayburt. http://www.gezikolik.com.tr/doğal özellikler Anonim 2010d. Yamaç Paraşütü Türkiye. http://www.yamacparasutu.net Anonim 2010e. Karadeniz’de yamaç paraşütü keyfi, Trabzon Havacılık Kulubü http://www.ucuyorum.com/ Anonim 2010 f. Turizm Terimleri Sözlüğü http://turizm.terimleri. com/) Anonim 2014. Bungee jumping. http://tr.wikipedia.org/wiki/Bungee_ jumping Atalay İbrahim, MORTAN Kenan, (2006). Resimli ve Haritalı Türkiye Bölgesel Coğrafyası, İnkilap Kitabevi Anka Ofset Tesisleri, İstanbul. Aytuğ Ayfer, (1990), Makro ve Mikro Ölçekte Turizm Planlaması. Y.T.Ü. Yayınları, Yayın No:MF-MİM 90.022, İstanbul, s. 3,10 Beedıe Paul, HUDSON Simon, (2003), Emergence of mountain-based adventure tourism. Annals of Tourism Research, 30(3):625-643 Bentley Tim A., PAGE Stephan J., Meyer Denny, Chalmers David, Laırd I., (2001), How safe is adventure tourism in New Zealand? An exploratory analysis. Applied Ergonomics, 32(4): 327–338 Bentley Tim A., PAGE Stephan J., Macky Keith A. (2007). Adventure tourism and adventure sports injury: The New Zealand experience, Applied Ergonomics 38: 791–796. Bentley Tim A., Page Stephan J., (2008). A decade of injury monitoring in the New Zealand adventure tourism sector: A summary risk analysis, Tourism Management, 29 (5):857-869. Gülcan Bilgehan, (2004), Macera Turizminin Kapsamı ve Macera Turizminde Kaza Riski. Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Dergisi, 18(38). Carnıcellı-Fılho S., Schwartz Gisele Maria, Tahara lexander Klein, (2010). Fear and adventure tourism in Brazil. Tourism Management, 31(6):953-956. Cater Carl I., (2006), Playing with risk? participant perceptions of risk and management implications in adventure tourism. Tourism Management, 27(2):317-325. Çetinkaya Güney, (2014), Bir Macera Turizmi Etkinliği Olarak Kaya 142 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Tırmanış Sporu Ve Antalya-Geyikbayırı’nın Potansiyeli. Eastern Geographical Review, 31:83-100. Demırel Öner, Ejder Nazmiye, (1995), Çamlıhemşin Yaylaları ve Doğa Turizmi Etkinlikleri. Ekoloji Çevre Dergisi, Ekim-Kasım-Aralık 1995, Sayı: 17, s.4-9. Dizdar, M.Yüksel, (2003), Türkiye’nin Toprak Kaynakları. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Teknik Yayınlar Dizisi, no:2, Ankara. Ewert Alan, Galloway Shayne, (2001). Adventure recreation: what’ s new for resource managers, public policy analysts, and recreation providers. Parks & Recreation, 36(2):26-34. Hardıman Nigel, Burgın Shelley, (2011), Canyoning adventure recreation in the Blue Mountains World Heritage Area (Australia): The canyoners and canyoning trends over the last decade, Tourism Management, 32(6):1324-1331. Koç Abdullah, (2006). Dağcılık Sporu İle Doğayı Yaşayın, Spor ve Sağlığımız. Zirve Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü, Actual Medicine, s.71-74. Köroğlu Özlem, Köroğlu Ahmet, Alper Bilge, (2012), Doğaya Dayalı Gerçekleştirilen Turizm Faaliyetleri İçerisinde Turist Rehberlerinin Rolleri Üzerine Bir İnceleme. KMÜ Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi 14 (22): 131-139, 2012 Öztürk Yüksel, Yazıcıoğlu İrfan, 2002. Gelişmekte Olan Ülkeler İçin Alternatif Turizm Faaliyetleri Üzerine Teorik Bir Çalışma. Gazi Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı:2, 183-195. Page Stephan J., Bentley Tim A., Walker Linda, (2005), Scoping the nature and extent of adventure tourism operations in Scotland: how safe are they?, Tourism Management, 26(3): 381–397. Pomfret, Gill, (2010), Package Mountaineer Tourists Holidaying In The French Alps: An Evaluation of Key İnfluences Encouraging Their Participation. Tourism Management, 32 (3):501-510. Sezen Işık, (2009), Erzurum-Bayburt-Of Karayolu Güzergahının Manzara Yolu Olarak Değerlendirilmesine Yönelik Görsel Analiz. Atatürk Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı, Doktora Tezi, 184s. Sezen, I., Yılmaz, S., (2011), Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Keşfedilmeyi Bekleyen Macera Dolu Soğanlı Dağı. Peyzaj Life Dergisi, 75-79 Şahin Kutsal Zafer, (2006). Doğada Yapılan Yürüyüşler Trekking&Hiking. Yıldız Zafer, Kalağan Gökhan, (2008), Alternatif Turizm Kavramı ve Çevresel Etkileri, Yerel Siyaset Dergisi, S.35. Yücel Cengiz, (2006), Türkiye’de rafting akıntıya kürek çekiyor. TÜRSAB Ar-Ge Departmanı. http://www.tursab.org.tr/dosya/1013/06eyra ft2_1013_1553015.pdf 143 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 ARTVİN İLİNİN MEVCUT TURİZM POTANSİYELİ VE NİŞ PAZARLAMANIN UYGULANABİLİRLİĞİ The Current Tourism Potential of Artvin Province and Implementation of Niche Marketing Ceyhun AKYOL* ÖZET Ülkemizin Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yer alan Artvin, dünyanın her tarafından gelecek insanlara sonsuz alternatif turizm imkânları sunmaktadır. İl; raftingten trekkinge, kış sporlarından dağcılığa kadar macera ve doğaseverlere ender manzaraların eşliğinde yeni güzellikler sunmak üzere hazır beklemektedir. Artvin turizmini değerlendirdiğimizde; mevcut turistik ürünlerin dışındaki ürünleri belirlemek, bölge genelinde turizmi geliştirmek, ürün çeşitliliği sağlamak, varolan yerel programların ulusallaşması için çaba göstermek gibi başlıkları, yöreye gelen turistin kalış süresini uzatıcı pazarlama yöntemlerine göre dikkate almamız gerektiğini tespit etmekteyiz. Bu çalışmamızdaki amaç, niş pazarlama olgusunun Artvin yöresinde uygulanabilirliğini araştırmak, potansiyel niş pazarlara yerli ve yabancı turistleri çekme aşamasında faydalı tespitler yapmaktır. Anahtar Kelimeler: Artvin, turizm, niş pazarlama ABSTRACT Artvin, located in Eastern Black Sea region of Türkiye, offers endless possibilities of alternative tourism to people who come from around the world. Province is waiting ready to provide new beauties accompanied by precious rare views from rafting to trekking, climbing up to the winter sports for adventurer and nature lovers. When we considered the Artvin tourism, we determined that we should take into account the titles such as to determine the product outside of the existing tourism product,to develop tourism in the entire region, to ensure product diversity, to effort to nationalized existing local programs, according to the length of stay of tourists coming to the region extending marketing methods The aims in the study are to examine the feasibility of niche marketing in Artvin region to make useful findings in the stretching step to the potential niche market for domestic and foreign tourists. Key Words: Artvin, tourism, niche marketing * Öğr. Gör., AÇÜ Arhavi Meslek Yüksekokulu Turizm ve Seyahat Hizmetleri, Artvin/TÜRKİYE 144 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 GİRİŞ Ekonomi içindeki payı hızla büyüyen hizmet sektörünün temel taşlarından olan turizm, dünya genelinde olduğu gibi ülkemizde de özellikle son 20 yılda önem arz eder hale gelmiştir. Dünya ekonomisindeki gelişmelere paralel olarak büyümeye çalışan Türkiye ekonomisinde turizm sektörü ülke girdilerine önemli katkılar sağlamaktadır. Dünya Turizm Örgütü (WTO) verilerine göre, 2013 yılında uluslararası turizm hareketleri bir önceki yıla göre % 8,7 artış göstererek 1.087 milyon kişi, aynı şekilde turizm gelirleri de % 3,8 artarak 1,2 trilyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Uluslararası gelen turist sayıları incelendiğinde Türkiye, 2013 yılında bir önceki yıla göre % 5,9 artış göstererek 37,8 milyon kişi ile dünya sıralamasında 6. olarak göze çarparken turizm gelirleri sıralamasında da elde ettiği 26 milyar dolarlık gelirle 12. sırada yer almaktadır (URL-1). Dünyadaki gelir düzeyinin yükselmesi ile turizm sektörüne olan ilgi artmakta ve turizm talepleri gelir seviyesi ile doğru orantıda seyretmektedir. Dünya turizm sektörü 2003 yılından itibaren % 6 ortalama hızla büyümektedir ve bu büyüme hızı dünya ekonomisinin üzerinde bir rakamdır. Önümüzdeki on yıl içerisinde de sektörün hacminin iki katına çıkacağı düşünüldüğüne göre (URL-2), sektörde yer alan işletmelerin ve sektöre yatırım yapmayı planlayan kişilerin pazarlama kavramına olan tutumları çok önemli hale gelmektedir. Pazarlama Kavramı Pazarlama konusunda farklı tanımları değerlendirdiğimizde; Kotler ve Armstrong pazarlamayı “alışveriş süreçleri boyunca bireylerin istek ve ihtiyaçlarını karşılamak üzere yönlendirilen faaliyetlerin tümü” olarak tanımlarken (1989: 13), Rızaoğlu’na göre pazarlama “insan istek ve gereksinimlerini değişim yoluyla doyurmaya yönelik eylemler bütünüdür” (2004: 1). Amerikan Pazarlama Derneği (AMA)’nin pazarlama tanımı ise işletme müşterilerine değer oluşturan, ileten ve dağıtımını yapan, aynı zamanda müşteri ilişkilerinin işletme ve işletme ortaklarına fayda sağlayacak şekilde yürütüldüğü örgütsel bir fonksiyondur” şeklindedir (URL-3). Müşteri karar süreci üzerine odaklanan üreticilerin yönetim karar sürecini içeren pazarlama yönetimi, turizm sektöründe faaliyet gösteren işletmeler için de önemli bir eylemdir. Turizm eylemine katılan kişilerin, yani misafir ya da konukların değişik ürünler arasında seçme tercihi olduğu kabul edilir. Turizm dağıtım sisteminde üretici konumunda yer alan turizm işletmeleri, potansiyel müşterilerini rakiplerinden ziyade kendi mal ve hizmetlerini tercih etmeleri konusunda etkilemeye çalışırlar (Kurt, 2009: 20). İşletmeler böylelikle 145 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 tüketici konumundaki yerli ve yabancı turistleri kendi işletmelerinin kazanması için çaba gösterirler. Pazarın büyümesi veya küçülmesi ise pazarın çeşitliliği ve çekiciliğiyle ilgilidir. Turizm Pazarlaması Dünya rakamlarına baktığımızda 1980’li yıllarda seyahat eden turist sayısı 285 milyon, toplam gelir 92 milyar dolar iken, turist sayısı 2000 yılında 698 milyon, toplam gelir ise 475 milyar dolar olmuştur. Özellikle son yirmi yılda artan turizm sektörü verileri günümüzde 1.087 milyon seyahat eden kişi ve 1,2 trilyon dolar geliri bulmuştur. Türkiye’nin bu rakamlar içerisindeki yeri, kişi sıralamasında 6.’lık, gelir sıralamasında ise 12.’liktir (URL-1). Rakamların ve istatistiklerin hızla büyüdüğü turizm sektöründe ülkelerin ve bu ülkelerde hizmet gösteren turizm işletmelerinin rekabeti kaçınılmaz bir hal almıştır. Tüm bu gelişmeler doğrultusunda turizm işletmeleri pazar içerisinde sağlam yer edinebilmek ve yeni pazarlar oluşturmak adına sektördeki diğer işletmeler ile rekabet etmektedirler. Turizm işletmelerinin pazarda yer alabilmeleri ve turistlerin ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için farklı sunum ve satış çabaları gerekmektedir. İşte tam burada ‘turizm pazarlaması’ faaliyetleri devreye girmektedir. Turizm hizmetlerinin kendine özgü özelliklerinin bulunmasından dolayı sektörde faaliyet gösteren işletmelerin pazarlama kavram ve teknikleri diğer sektör işletmelerine göre farklılık göstermektedir. ‘Bir turistik destinasyon veya turizm işletmesinin en yüksek kazanç elde etme hedefine uygun olarak, turizm ürününün pazarda iyi bir yer almasını sağlamak amacı ile turizm talebinin özelliklerini de dikkate alarak turistik ürün ile ilgili araştırma, tahmin ve seçim yapmayı hedefleyen ve bu konularda alınacak kararlarla ilgili bir yönetim felsefesidir’ (İçöz, 2001: 21) şeklinde genel bir tanımı olan turizm pazarlaması farklı çalışmalarda farklı tanımlar eşliğinde incelenmiştir. Başka bir tanımda turizm pazarlaması, “belirli bir müşteri grubunun ihtiyaçlarını en iyi şekilde tatmin edebilmek ve uygun bir getiri sağlayabilmek için uluslararası ve ulusal düzeydeki kamu ya da özel sektöre ait turistik işletme politikalarının sistematik ve koordineli bir biçimde uygulanmasıdır” şeklinde ifade edilmektedir (Erol, 2003: 62). Ziyaretçi sayıları, turizm gelirleri ve turistlerin harcamaları gibi konularda artan rakamlar turizm hareketlerini uluslararası boyutlara taşımıştır. Türkiye’nin de son yıllarda söz sahibi olmaya başladığı uluslararası turizm istatistiklerinde ülkemiz 2013 verileri incelendiğinde uluslararası ziyaretçi sayıları listesinde 37,8 milyon kişi ile 6., elde etiği gelir bakımından da 12. olduğunu belirtmiştik (Tablo.1). 146 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Tablo.1: En Çok Ziyaret Edilen Ülkeler (2013) 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. Fransa A.B.D. İspanya Çin İtalya Türkiye Almanya İngiltere Rusya Tayland 88 milyon 69,8 milyon 60,7 milyon 55,7 milyon 47,7 milyon 37,8 milyon 31,5 milyon 31,2 milyon 28,4 milyon 26,5 milyon Kaynak: (URL-1). Dünya turizm sıralamasında ulusal ve uluslararası turizmin ulaştığı boyutlar açısından günümüzde turizmde pazarlamayı önemli kılan ve gerektiren birçok neden vardır. Bu nedenleri ülkesel, toplumsal ve işletme düzeyinde değerlendirmek mümkündür (Yangibayev, 2008: 55). İşletme düzeyinde nedenler İşletme yöneticisinin başlıca hedefi, kullanacağı üretim faktörlerinin miktarı ile mal ve hizmet miktarı arasında en uygun ilişkiyi kurmaktır. İşletmelerin ürettiği mal ve hizmetler için istek yaratmak, pazarda rekabet avantajı sağlamak, firmanın ürettiği mal ve hizmetleri tüketiciye etkin olarak ulaştırmak, üretilen mal ve hizmetlerin daha iyi tanıtımını yapmak, pazar payının korunması, artırılması ve yeni pazarlara açılmak, tüketicilere yönelik yeni ürünler geliştirmek, işletme açısından maksimum kâr ve satış hedefine ulaşmak gibi başlıklar işletme düzeyinde pazarlama hedefleri arasındadır. Ülkesel düzeyde nedenler: Turizm pazarlamasının bu konudaki hedeflerini; konaklama işletmelerinde doluluk oranlarını artırmak, turizm üretim sistemini rasyonel hale getirmek, fiyatlarla mal ve hizmetler arasında optimal bir ilişki kurmak, turistik reklam ve tanıtımı isabetli olarak uygulamak, çekici bir turizm arzı oluşturmak, ülkeye karşı potansiyel talebi uyarmak, uluslararası ve bölgeler arası rekabette avantaj sağlamak şeklinde sıralamak mümkündür. 147 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Toplumsal nedenler Yöresel el sanatlarının geliştirilmesi, toplumsal geleneklerin sürdürülmesi, bölgeler arası ekonomik ve toplumsal dengenin sağlanmasına katkı, alternatif sektörlerin yaratılması ve geliştirilmesi, iç pazarda topluma tatil ihtiyacını hissettirme, iç turizmin gelişmesine katkıda bulunma ve toplumda turizm bilincinin geliştirilmesine katkı sağlama gibi maddeler turizm pazarlamasının toplumsal hedefleri arasında yer almaktadır. Turistlerin Türkiye’ye gelme nedenlerinin başında merak ve ekolojik değerler gelmektedir. Ülke mutfağına, müziğine, mahalli bayramlardan dini ve milli bayramlara, gelenek ve göreneklerine, folkloruna kadar Türkiye birçok orijinal değere sahiptir. Ayrıca doğal güzellikler ve temiz mavi bayraklı plajların varlığı turistlerin ülkeyi tercih etme nedenleri arasında sayılabilir. Türkiye aynı anda birkaç mevsimin yaşandığı ender ülkelerden biridir. Fakat turizm faaliyetlerinin çeşitlendirilememesi nedeniyle sektörde mevsimsellik ve kıyı bölgelerinin aşırı kullanımı gibi sorunlar yaşanmaktadır. Turizmin çeşitlendirilmesi için termal, kış, eko, kültür, golf, sağlık ve kongre turizmi gibi farklı alanların ve turizm türlerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Sektörün en önemli sorunlarından birisi de mevcut olan son derece modern tesislerin ve farklı turizm alternatiflerinin yeterince iyi pazarlanıp tanıtılamamasıdır. Örneğin; dağ, mağara, botanik ve termal turizmindeki potansiyel yeterince bilinmemektedir (Bedük ve diğerleri, 2008: 157). Dünya genelinde yaşanan değişimler turizm sektörünü de etkilemekte ve sektörde yeni akımları gündeme getirmektedir. Turizm ve seyahat alanlarında yaşanan bu değişimler özellikle turizm sektöründe faaliyet gösteren işletmeleri farklı pazarlama yöntemleri aramaya itmektedir. Bu akımlardan biri olan turizmde niş pazarlar oluşturma, oldukça çekici ve etkili bir yöntemdir. Pazarlamanın konusu içinde yer alan niş pazar; yerinde ve doğru uygulandığında bütün bir pazara hâkim olmaya çalışarak harcanacak maddi ve manevi zararların önüne kesecek bir düşüncedir. Bu düşünce turizm sektörüne uygulandığında sadece tek bir yönden pazara yaklaşılarak daha özel imkânlar sunulması hedeflenmektedir. Tabii ki bu noktada niş pazarın ve niş pazarlama yöntemlerinin turistik mal ve hizmetler üzerine etkin bir şekilde uygulanması gerekmektedir. Niş Pazarlama Dalgıç ve Leeuw (1994: 44)’un çalışmalarında bahsettikleri gibi, II. Dünya Savaşı sonrası yaşanan toplumsal gelişmelerden biri de; çalışan kadınlarla birlikte çocuksuz ve çift gelirli ailelerin sayısının artması, bunun neticesinde 148 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 de kişilerin kendilerine daha fazla zaman ayırabilmeleriydi. Bu durum, kişilerin marka sadakatinin kırılmasına ve sonuç olarak da kitlesel pazar anlayışının parçalanmış, bireyselleşmiş pazar anlayışına yönelmesini sağlamıştır. Zaman içinde oluşan bu parçalanmış pazarlardan daha küçük pazarlara geçiş yaşanmış ve bu küçük pazarlar niş pazarlar olarak adlandırılmıştır (URL-4). Niş pazar, gereksinimleri tam olarak karşılanamayan küçük bir müşteri grubunun istemlerini daha iyi karşılayabilmek için belirlenen çok dar kapsamlı, küçük bir pazar bölümüdür. Bu durumda niş pazarlama, göreceli olarak benzer niteliklerde mal veya hizmetlere gereksinim duyan, bir ya da daha çok benzer özelliği paylaşan, küçük bir tüketici kitlesinin istemlerini daha iyi karşılamak amacıyla geliştirilen pazarlama faaliyetlerinden oluşur. Niş pazardaki tüketici sayısının çok az olması ve rakiplerinin çok fazla olması göz önüne alındığında farklı niş pazarlara girmek gerekmektedir. Örneğin; özel bir tat arayan nihai tüketicilerin yanı sıra yine bu müşterilerin gittikleri özel restoranlar, oteller ya da barlar farklı bir pazar olarak nitelendirilebilir. Bu pazar müşteri devamlılığı da sağlayacaktır (Sarıyer, 2007: 192). Turizm Sektörü ve Niş Pazarlama Dünyada turizm anlayışının giderek değişmesi sonucu turizmin çeşitlendirilmesine olan ihtiyaç artmıştır. Bunun neticesinde; turizm ve seyahat sektöründe faaliyet gösteren işletmeler alternatif turizm imkânlarının geliştirilmesi için organizasyon, altyapı ve hizmet kalitesine önem vermektedirler. Turizmin çeşitlendirilmesi yönünde geliştirilen yeni projelerle ve faaliyetlerle Türk turizminin daha fazla renklendirilmesi ve ülkenin yılın on iki ayında değişik etkinliklerle yerli ve yabancı turistleri çeken bir tatil merkezi haline getirilmesi, böylece turizmin tüm yıla yayılmasının yanı sıra bölgelerarası dengenin kurulması amaçlanmaktadır. Böylece ülkemize daha fazla turist gelmesi sağlanacak ve dolayısıyla turizm geliri elde edilecektir (Arslan, 2006: 52). Bahsettiğimiz tanıtım, pazarlama ve nitelikli ara eleman sıkıntısı gibi sektörün temel sorunları, sektörde faaliyet gösteren işletmeleri farklı arayışlara itmektedir. Niş pazarlar, büyük işletmelerin girmeye değmeyecek kadar küçük buldukları, özelliği olan ve bu özellikler konusunda ihtisaslaşmış küçük, esnek işletmelerin yer aldıkları pazar kesitleridir. Turizm sektöründe küreselleşmenin getirdiği yoğun rekabet ortamında, günümüz büyük işletmelerin daha da büyüyeceği, orta büyüklükteki işletmelerin yok olacağı ve küçük işletmelerin de ancak niş pazarlarda varlıklarını sürdürebilecekleri yapılan tahminler arasındadır. Bu sebeple, turizm sektörü niş pazarların geliştiği bir sektördür. Günümüz rekabet ortamında, yapılmayanı yapmak, henüz girilmemiş 149 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 fakat belli potansiyele sahip olan pazarlara girmek küçük işletmelerin ayakta kalabilmelerini sağlayan faaliyetlerdir (Tekeli, 2001: 18). Turizm sektöründe niş pazarlamada başarıya ulaşmak için yöneticiler başkalarının ilgilenmediği ve sınırları belli, kârlı pazarları bulmalı, çok iyi bir pazar ayrımı yapabilmeli ve bu pazarın özelliklerini iyi incelemelidir (Ercan, 2007: 60). Turizm sektöründe stratejik hedef pazarlama yapılmamaktadır. Sektörde kârlılık, pazar bölümlemesi yapılarak, bu pazarların içinden kârlı olanların üzerinde durularak ve bu pazarları tatmin edecek niş ürünler geliştirilerek yapılabilir. Örneğin yüksek kâr getiren macera turizmi, kuş gözlemciliği veya akarsu turizmi gibi turizm türleri ile ilgilenen kişilerin üye olduğu kulüplere özel indirimler sağlanarak bu pazarda tutundurma yapılabilir. Diğer yandan, yüksek gelir bırakan ülke turistlerine yönelik ürünler geliştirilerek ve bu ülkelerde tutundurma yapılarak niş pazarlar yaratılabilir. Dağınık pazarlara hitap eden ürünleri tanıtmak daha maliyetlidir, fakat hedefe göre tanıtım yapmak maliyeti azaltacaktır (URL-5). Daha önce yapılan ‘niş pazarlama ve turizm’ başlıklı bilimsel çalışmalara baktığımızda, farklı ülkeler, iller ve işletmelerin niş pazarlama uygulamalarının incelendiğini görmekteyiz. Hatay bölgesinde turizm işletmelerine yönelik olarak yaptıkları çalışmada Güreş ve Akgül (2010: 219), bölgede geliştirilebilecek niş pazarlama faaliyetleri olarak; yayla turizmi, gastronomi turizmi, kültür turizmi, inanç turizmi, spor turizmi, deniz turizmi, yelkencilik ve yamaç paraşütü faaliyetlerini ele almışlardır. Bir başka çalışmada Avcıkurt ve Gürol (2012: 39), Balıkesir ilinde turizme yönelik uygulanabilecek niş pazarların deniz turizmi, yat turizmi, mağara turizmi, dağ turizmi, inanç turizmi, yayla turizmi ve kuş gözlemciliği olarak geliştirilebileceğini önermişlerdir. Niş turizmin geleceğine yönelik yapılan bir başka çalışmada ise (Novelli, 2005: 24), gelecekte tercih edilecek turizm çeşitleri arasında sanal turizm, uzay turizmi ve etik turizmi gibi turizm çeşitleri ön plana çıkmaktadır. Artvin İli ve Turizm Araştırma alanı olan Artvin, Anadolu Yarımadası’nın kuzeyine ve Karadeniz’in güneyine yerleşmiştir. Alanı Türkiye yüzölçümünün % 0,9’u kadar olan il (783.577 km2) (URL-6), doğusunda Ardahan, güneyinde Erzurum, batısında Rize, kuzeyinde ise Gürcistan ile komşudur (Şekil.1). Kuzeybatısında 34 km. uzunluğunda Karadeniz olan ilin en önemli yüksek noktası 3937 metredeki Kaçkar Dağı’dır (Cengiz ve Güngör, 2006: 95). 150 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Şekil.1: Artvin İli ve İlçeleri Haritası Kaynak: (URL-7). Artvin; 3900 metreye kadar yükselen birbiri ardına sıralanmış yüksek dağları, korunan alanları, balta girmemiş doğal ormanları, yüksek dağların doruklarında krater gölleri, karagölleri, yeşil yaylaları, fauna ve flora zenginliği, tarihi kilise, kale ve kemer köprüleri, geleneksel mimarisi ve festivalleri ile çeşitli turizm değerlerini içinde barındıran otantik bir turizm bölgesidir (Kara ve Aydemir, 2013: 5). Artvin’in bol yağış alan yüksek dağları orman örtüsü ile kaplıdır. İğne yapraklı ağaç türlerinin ağırlık kazandığı bu ormanlar florası ile ülke ve dünyada önemli bir yere sahiptir. Artvin ve Rize illeri sınırları içinde bulunan Kaçkar Dağı ile Artvin ili sınırları içindeki Karçal Dağı’nda yer alan eski ormanların büyük bir kısmı, ‘Kaçkar Dağı Milli Parkı’, ‘Sahara-Karagöl Milli Parkı’ ve ‘Hatila Milli Parkı’ statüleri ile korumaya alınmıştır. İlin iç kesimlerinde yaylalar mevcuttur ve çoğu kez bu alanlar ormanlarla iç içedir. Geleneksel yayla yaşam tarzı ve hayvancılığın yapıldığı bu kesimler 1700-2200 metre arasında konumlanmıştır. Bu kesimler yayla turizminin geliştirilmesi açısından önemli bir potansiyele sahiptir. Artvin ilinin yüksek kesimlerinin çoğu yerinde 3000 metreyi aşan dağlar bulunmaktadır. Türkiye’nin 4. yüksek dağı olan Kaçkar Dağı’nın (URL-8) yer aldığı ilde, dağlar kışın kayak turizmi açısından önemli olanaklar sunmaktadır. İlde otuz kadar akarsu bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi Çoruh Nehri olup, nehir rafting parkuru olarak dünya çapında üne sahiptir (Dokap, 2013: 2). Artvin ili ve ilçelerine genel olarak bakıldığında mevcut ve potansiyel turizm değerleri, doğal güzellikler, tarih ve kültürel varlıkların zenginliği, uygun yatırım arazileri, köyler ve yaylalar, ulusal ve uluslararası festivaller ve 151 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Sarp Sınır Kapısı ön plana çıkmaktadır. Güney Kafkasya ülkelerine olan yakınlığı nedeniyle Artvin ili için önemli bir turizm kapısı olarak göze çarpan Sarp Sınır Kapısı özellikle son yıllarda il turizm girdilerine önemli katkı sağlamaktadır. Gürcistan’dan giriş yapan ziyaretçi sayısı Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın verilerine göre 2012 yılında %21,88 artarken, 2013 yılında bu sayıda %25,95 artış görülmüştür (URL-9). Artvin, 2013 yılında ülkemize gelen yabancı ziyaretçilerin en çok giriş yaptıkları sınır kapılarının bağlı olduğu iller sıralamasında da ilk 5’te yer almaktadır (Tablo.2). Sarp Sınır Kapısı’nı 2013 yılında 1.881.454 yabancı ziyaretçi kullanmıştır ve bu rakam ülkedeki tüm sınır kapılarına oranla %5,39’a tekabül etmektedir. Tablo.2: Yabancı Ziyaretçilerin En Çok Giriş Yaptıkları Sınır Kapıları 1. 2. 3. 4. 5. Antalya İstanbul Muğla Edirne Artvin 31,86% 30,04% 8,77% 8,14% 5,39% 11.120.730 10.486.297 3.062.689 2.840.479 1.881.454 Kaynak: (URL-9). ‘Incoming Turizm Raporu 2013’ yılsonu verilerine göre Türkiye’ye giriş yapan turistlerin geldikleri ülkelerin sıralandığı Tablo.3’te ise Artvin iline sınırı bulunan Gürcistan’ın son iki seneye göre %20nin üzerinde pozitif anlamda değişim gösterdiği görülmektedir. Tablo.3: Turist Sayısına Göre İlk 5 Ülke (2013) Ülke Yıllar 2011 2012 2013 2012 / 2011 % Değişim Oranı 2013 / 2012 Almanya 4.826.315 5.028.745 5.041.323 4,19 0,25 Rusya Fed. 3.468.214 3.599.925 4.269.306 3,80 18,59 İngiltere 2.582.054 2.456.519 2.509.357 -4,86 2,15 Gürcistan 1.152.661 1.404.882 1.769.447 21,88 25,95 Bulgaristan 1.491.561 1.492.073 1.582.912 0,03 6,09 Kaynak: (URL-9). 152 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Tüm bu veriler ışığında Artvin ili, atacağı doğru ve yerinde pazarlama adımları ile yerli ve yabancı ziyaretçilerin katılımları doğrultusunda bölge ve ülke turizm istatistiklerine önemli katkılar sağlayacaktır. Çalışmanın temelini oluşturan niş pazarlama yönteminin, Artvin ilinin hedeflediği turizm istatistiklere yardımcı olacağı düşünülmektedir. Artvin Turizminde Niş Pazarlama Alanları Artvin ili sıfır rakımının 3932 metreye ulaşan arazi yapısında; dorukları karlarla kaplı dağları ve krater gölleri, yeşil yaylaları, anıt ağaçları ile bozulmamış doğal ormanları, kara gölleri, kanyonları gibi çok çeşitli doğal değerleri, yerel yaşam tarzı ve gelenekleri, geleneksel mimarisi, arkeolojik kalıntıları, dini yapıları, folklorik değerleri (halk oyunları, el sanatları, yemek kültürü, festival ve şenlikleri) iklimi gibi değerleri ile zengin bir turizm potansiyeline sahiptir. Artvin ilindeki bu farklılıklar il turizmine çeşitlilik kazandırmakta ve turistik zenginlikler olarak göze çarpmaktadır. Coğrafi şartların zorluğu ve ulaşım sıkıntıları il turizmi için önemli engeller olarak gözükmekle birlikte, konumuzun temelini oluşturan niş pazarlama örnek ve yöntemleriyle Artvin ilinin turizmden hak ettiği payın alınacağı düşünülmektedir. Alternatif turizm çeşitlerinin niş pazarlama yöntemiyle Artvin iline uygulanabilmesi, il bünyesinde turizm sektöründe faaliyet gösteren işletmeler için de önemli bir gelir kapısı oluşturacaktır. Zengin turizm değerlerine sahip olan il, sektördeki işletmelerin niş pazarlama yöntemleri uygulamasıyla, hem işletmelerin kazanmasına hem de ziyaretçilerin artması ile birlikte turistik değerlerin daha fazla ulaşılabilirliğine olanak sağlayacaktır. Artvin ilinde birbirinden farklı turizm potansiyeli bulunmaktadır. Bunların bazıları gün ışığına çıkmakla birlikte bazı turizm değerleri yavaş yavaş adını duyurmakta, bazı turizm türleri ise sektörde faaliyet gösteren işletmelerin pazarlama eksiklikleri ve ulaşım sıkıntıları sebebiyle henüz gün ışığına çıkmamış ya da adını yeteri kadar duyuramamaktadır. Çalışmamızın bu aşamasında, doğal, tarihi ve kültürel değerler bakımından oldukça zengin bir il olan Artvin ilinde turizm sektöründe uygulanabilecek niş pazarlama alanları ve yöntemleri ile bunların uygulanabileceği turistik değerler hakkında bilgi vermeye çalışılacaktır. Yayla Turizmi İnsanların bulundukları yerlerden ayrılarak yaz aylarında yaylalara gitmeleri ve orada konaklayarak tüm ihtiyaçlarını sağlayabilmeleri yayla turizmi hareketini yaratmaktadır. Ayrıca yaylalardaki etkinlikler, yayla kültürü ile bo153 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 zulmamış doğada yaşamak diğer insanların da ilgisini çekmiş ve bu yaşama tarzına katılmalarını sağlamıştır. Sonuç olarak da bu turizm hareketleri yayla turizmini ortaya çıkarmıştır (Bakırcı, 1992: 79). Yaylalar, Artvin topraklarının yaklaşık % 51’ini kaplar. İlin başlıca yaylaları olarak; Yusufeli, Zeytinlik ve Ortaköy Derelerinin oluşturduğu çizginin güneydoğusundaki bölgede bulunan Meşeli, Kurudere, Düzenli, Kireçli, Yığılı, Kapik, Irmaklar, Bilbilan, Çamlıca, Hanlıköy, Ballı ve Yoncalı Yaylaları, Artvin merkezini çevreleyen Genya Dağı eteklerinde bulunan Mersivan Yaylası, Muratlı Borçka, Artvin-Ortaköy Deresi ile Gürcistan arasında kalan bölgedeki, Taşköprü, Meydancık, Mısırlı, Oba Yaylaları, Merkez ilçe Zeytinlik-Yusufeli ilçesi çizgisinin kuzey ve kuzeybatısında kalan bölgedeki Keşoğlu, Çamlık, Mağara, İnekli, Kocakarılı, Dikme ve Taşkınlık Yaylaları sayılabilir. Artvin iline bağlı Hopa, Arhavi, Borçka, Murgul, Şavşat, Ardanuç ve Yusufeli ilçelerinde de ülke genelinde bilinen ve ziyaret edilen yaylalar bulunmaktadır. İlçelerde öne çıkan yaylalar; Ardanuç ilçesinde Bereket, Dalahet, Kitat, Bilbilan, Bulanık, Soçluk, Çurisbil ve Danzot Yaylaları, Arhavi ilçesinde Alacagöl, Dikme ve Sırtyayla Yaylaları, Borçka ilçesinde Karçal Yaylaları (Adagül, Aralık, Balcı, Beyazsu, Gorgit, Kaynarca, Lekoban ve Mereta), Şavşat ilçesinde Arsiyan, Meydancık, Sahara ve Sateve Yaylaları ile Yusufeli ilçesinde Aros, Döbe, Salikvan ve Yaylalar Köyü Yaylaları’dır (Cengiz ve diğerleri, 2005: 11). Yaylalar özellikle yazın gezilecek ve görülecek yerler arasında olup, hemen hemen her yaylada belirli zamanlarda düzenlenen ulusal ve uluslararası yayla şenlikleri il ve ilçelere gelen yerli ve yabancı turist sayısını arttırmaktadır. Şavşat’ta her yıl Temmuz ayının dördüncü haftasında, ilçe kaymakamlık ve ilçe belediye başkanlığınca düzenlenen Sahara Pancarcı Festivali, Ağustos ayının ilk haftasında düzenlenen Meydancık Beldesi Sateve Gevrek Festivali ile Şubat ayı son haftasında düzenlenen Veliköy Kar Üstü Karakucak Güreşleri Etkinliği büyük ilgi görmektedir. Hopa’da her yıl Temmuz ayının ilk haftasında ilçe kaymakamlık ve ilçe belediye başkanlığınca organize edilen Hopa Kültür, Sanat ve Deniz Festivali düzenlenmektedir. Festival etkinlikleri kapsamında çeşitli sanatsal, sportif ve kültürel etkinlikler düzenlenmektedir. Ardanuç köy ve yayla şenliklerinin yoğun olarak düzenlendiği ilçelerden biridir. Düzenlenen bu etkinliklerin başlıcaları; Ardanuç Belediye Başkanlığınca düzenlenen Çuruspil Efkari Aşıklar Şenliği ve Karakucak Güreş Festivali, Aydın Köyü Söğüt Düzü Yayla Şenlikleri ve Karakucak Güreşleri Festivali, Bereket ve Ovacık Köyleri Yayla Şenlikleri ve Güreş Festivali, Bulanık Köyü Soçluk Festivali, Güleş Köyü Festivali ve Kutlu Köyü Yayla Şenliği’dir. Yaylalarda yapılan etkinlikler hakkında ‘Festival Turizmi’ başlığında da detaylı bilgi verilmektedir. 154 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Kültür Turizmi Eski sanat eserlerinin, tarihi yapıların, müzelerin, eski uygarlıklara ait kalıntıların görülmesi amacıyla yapılan seyahatler, araştırma ve inceleme için yapılan geziler kişilerin ufuklarını açmakta ve kültür turizmini oluşturmaktadır (Batman ve Oğuz, 2008: 189). Artvin, kültür anlamında Karadeniz ve Doğu Anadolu kültürünün karışımını sergileyen bir özellik taşımaktadır. Zamana direnerek günümüze kadar ulaşan ve geçmişin aynası niteliğinde olan ildeki birçok eser, tescilli taşınmaz olarak kayıtlara geçmiştir (Tablo. 4). Dükkân Hamam Türbe Manastır Köprü Sit Alanı Kültür Evi Bina Depo Ev Kilise Şapel Konak Mağara Mezarlık Ağaç Mahzen Kaya Odaları 1 9 5 4 2 1 2 2 1 2 1 7 1 39 1 1 TOPLAM Çeşme Merkez Kale Eserler Cami İlçeler Gümrük Binası Tablo.4: Artvin İli Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Dökümü 79 Ardanuç 5 4 1 1 3 1 3 1 2 1 22 Arhavi 5 1 4 17 1 28 Borçka 7 1 10 1 1 1 1 22 Hopa 4 5 2 1 1 13 Murgul 1 2 1 4 Şavşat 2 4 2 3 1 2 3 2 1 1 21 Yusufeli 4 8 3 3 1 1 20 TOPLAM 1 37 23 5 2 2 7 5 26 8 1 7 1 61 12 3 1 2 1 2 1 1 209 Kaynak: Artvin Valiliği, 2012: 4-8. Artvin’deki Merkez Çarşı cami, Sümbüllü Köyü kalesi, Ortaköy kilise cami ve Çakmakçılar konağı, Ardanuç’taki İskender Paşa cami, Adakale hamamı, Bereket Köyü kalesi ve Ali Paşa türbesi, Arhavi’deki Ortacalar çifte köprüler, Orçi Deresi köprüsü, Mehmet Asım Ermiş evi ile serenderi ve Ciha kalesi, Borçka’daki Merkez asma demir köprü, Düzköy mezarlığı, Borçka şehitliği ve Beğlevan köprüsü, Hopa’daki ıhlamur ağacı, Kuledibi Mahallesi’ndeki konut ve Sugören Köy köprüsü, Murgul’daki Arslanlı camisi ve Küre şehitliği, Şavşat’taki Otluca mahzeni, Satlel kalesi, Dalkırmaz Köyü Kızılcık Mahallesi şapel kalıntısı ve Papart Mevki sit alanı, Yusufeli’deki Kılıçkaya cami, Erkinis kalesi, 155 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Esbeki manastır kompleksi ve Savangin mağarası il ve ilçelerdeki taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarına birer örnektir. Şehre en hâkim tepe olan Ata Tepe’de, her yerden görülebilecek şekilde yapılan, kaidesiyle birlikte 35 metre yüksekliğindeki Atatürk Heykeli de şehre gelen yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekmektedir. Atatürk’ün Kocatepe’ye çıkışını anlatan fotoğrafından yola çıkılarak hazırlanan heykel, 19 Mayıs 2012 tarihinde açılmış olup, dünyanın en büyük Atatürk heykeli olma özelliğini taşımaktadır (URL-10). Sağlık Turizmi Turistik ürün çeşitleri arasında sayılan ve esasen sağlık amaçlı yapılan seyahatler olarak bilinen sağlık turizmi; meditasyon, saç ektirme, estetik operasyonlar, tüp bebek uygulamaları gibi etkinlikleri kapsamakta olup konaklama işletmeleri, kaplıca ve kür merkezleri ile hizmet vermektedir (Selvi, 2008: 275). Artvin yöresi sağlık turizmi açısından ideal alanlardan biridir. 800-2000 metre arası yükseltilerin ‘Sağlıklı İklim Kuşağı’ kabul edildiği mevzuatı dikkate aldığımızda (Yılmaz, 2010: 1602), Artvin’deki köyler, mezralar ve yaylalar adeta bu özelliğim hesaplanarak düzenlendiği düşünülmektedir. Artvin il ve ilçelerdeki termal kaynaklar; romatizmal hastalıklar başta olmak üzere mide, hemoroit, böbrek, karın, eklem, prostat, egzama, kaşıntı ve göz hastalıklarına iyi geldiği bilinmektedir. Artvin’de Kafkasör, Genya Yaylası, Zeytinlik Sant Mevkii, Merkez Şehitlik Köyü, Ardanuç’ta Güleş, Ballı, Bulanık, Tepedüzü, Torbalı, Sakarya ve Kapı Köyleri, Borçka’da Karşıköy Mevkii, Balcı Köyü ve Otingo Çermiği, Murgul’da Korucular Köyü, Şavşat’ta Maden Köyü, Çoraklı Köyü, Çermik Köyü Goriyet Mevkii, Kocabey Köyü Laşet Mevkii, Meşeli Köyü Agara Mevkii, Ciritdüzü Köyü Beleşet Mevkii, Yavuz Köyü Cerma Mevkii, Ilıca Köyü Sakat ve Karapınar Mevkiileri, Veliköy Çiçinet Mevkii, Karaağaç Köyü Civlik Mevkii, Tepeköy Jejeta Mevkii, Şenköy Kargabazar Mevkii, Kirazlı Köyü Köprü Mevkii, Yusufeli’nde Sarıgöl Sarısular Mevkii, Çamlıca Köyü Handeresi Mevkiileri sağlık turizmi kapsamında değerlendirilebilecek bölgelerdir. (Cengiz ve diğerleri, 2005: 12) İnanç Turizmi İnsanların devamlı ikamet ettikleri, çalıştıkları ve her zamanki olağan ihtiyaçlarını karşıladıkları yerlerin dışına, dini inançlarını gerçekleştirmek ve inanç çekim merkezlerini görmek amacıyla yaptıkları turistik amaçlı gezilerin turizm olgusu içerisinde değerlendirilmesi ‘inanç turizmi’ olarak tanımlanabilmektedir (URL-11). 156 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Artvin’de Merkez Çarşı, Salih Bey, Orta Mahalle ve Balcıoğlu camileri, Oruçlu, Zeytinlik, Aşağı Maden, Sarıbudak, Ortaköy köy ve kilise camileri, Ardanuç’ta İskender Paşa, Aydın Köyü Aşağı ve Yukarı, Bereket ve Bulanık köy camileri, Arhavi’de Musazade Mahallesi, Kireçli, Dikyamaç, Ulukent ve Ortacalar köy camileri, Borçka’da Muratlı, Çavuşlu, Aşağı Düzköy Cevizli ve Merkez Mahallesi, Fındıklı ve Camili köy camileri, Hopa’da Orta Hopa, Sundurma Mahallesi kâgir camileri ve Sugören Ceboit Mahalle cami minaresi ile Esenkıyı Yukarı Mahalle köy camileri, Murgul’da Arslanlı ve Esenköy camileri, Şavşat’ta Kocabey, Köprülü Köyü cami ile Satlel kilisesi cami ve mezarlığı, Yusufeli’nde Kılıçkaya (Ersis), İnanlı, Bakırtepe Yaylaları, Demirkent (Erkinis) köy camileri inanç turizmi kapsamında değerlendirilebilecek bölgelerdir. Artvin’de Zeytinlik Köyü yukarı ve aşağı türbe, Opiza ve Porta manastırı (Handzta) ve Dolishane kilisesi, Ardanuç’ta Rabat ve Aydın Köyü kiliseleri, Hatice Hanım, Ali Paşa ve Süleyman Paşa türbeleri ile Kaçkal (Gunatlis Vani) ve Ortaköy çifte kilise (Parehi Manastırı), Arhavi’de kilise-şapel, Borçka’da İbriga şapeli ve Düzköy mezarlığı, Hopa’da Kemalpaşa Merkez kilise kalıntısı, Şavşat’ta Dalkırmaz Köyü Kızılcık Mahallesi ve Kayadibi Köyü şapel kalıntıları, Tibeti ve Küplüce Köyü kiliseleri, Ciritdüzü Köyü türbe ve mezarlığı (Atabek türbesi) ile Köprülü Köyü türbe kalıntısı ve haziresi, Yusufeli’de Esbeki manastır kompleksi, Bağözü Mahallesi hamzet kilisesi, Altıparmak (Barhal) ve Subbeci kiliseleri, İşhan ve Tekkale (dört kilise) manastırları inanç turizmi değerleridir. Botanik Turizmi Önceleri ekoturizm kapsamı içinde ve ekoturizmin bir öğesi olarak kabul edilen mekânın bitkisel varlıkları, gün geçtikçe ekosistemin diğer unsurlarına göre daha da ön plana çıkarak ‘botanik turizmi’ adı altında ayrı bir turizm çeşidi olarak yerini almıştır (Şahin ve Tosun, 2006: 89). Endemik bitkilerce çok zengin olan ülkemizin birçok bölgesinde flora varlığı ve zenginliği dikkat çekmektedir. Bu açıdan Artvin ili ve bölgesi botanik turizmi açısından önemli bir potansiyeli sahiptir. Kaçkar Dağları flora ve faunasıyla bitki inceleme açısından önem taşımaktadır. Artvin bitki türü ve endemik türler çeşitliliği bakımından önde gelen illerimiz arasındadır. Artvin sınırları içinde toplam 1268 tür tespit edilmiş olup bunun 119 adedi endemik türdür. Tüm Türkiye florasının yaklaşık 10.000 tür ihtiva ettiği göz önüne alınırsa bunun yaklaşık % 13’lük bir kısmının Artvin’de bulunduğu ortaya çıkmaktadır. Aynı şekilde tüm Türkiye’de 2700 endemik tür tespit edilmiş olup bunun yaklaşık % 4,4’ü Artvin’de bulunmaktadır (Candan, 2013: 83). Bölgenin tipik ekosistemlerinden olan doğal yaşlı ormanlar, Rodo157 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 dendron fundalıkları, yayla ve alpin otlakları, dağ eteklerindeki taş yığınları, uçurum ve göl toplulukları gibi ekosistemler en güzel örneklerini Artvin ilinde sunmaktadırlar. Bu alanlar içerisinde özellikle ‘Yaşlı Doğal Ormanları’ içeren orman ekosistemleri, dünyanın en önemli ekosistemlerinden biri olarak kabul edilmektedir (URL-12). Özellikle Barhal Vadisi ve Kaçkar Dağlarının eteği fauna ve flora açısından dünyanın en zengin bölgelerinden biridir. Bu vadide ve dağların eteğinde yüzlerce farklı kelebek, kuş ve yırtıcı hayvan yaşamakta ve bin bir çeşit çiçek yetişmektedir. Yurt içinden ve yurt dışından gelen binlerce turist bu doğal havayı teneffüs etmek ve çevreyi keşfetmek için doğa turları yapmaktadırlar. Zengin flora ve faunaya sahip Çoruh Nehri Vadisi’nden ve Avrupa’da korunması gereken ‘100 Sıcak Nokta’dan olan Kamilet Vadisi’nden ‘Spor Turizmi’ başlığında detaylı bilgi verilmektedir. Ekoturizm Uluslararası Ekoturizm Topluluğu (TIES) ekoturizmi; ‘çevreyi koruyan ve yerel halkın refahını arttıran, doğal alanlara duyarlı seyahat’ olarak tanımlamıştır (Blangy ve Mehta, 2006: 233). Ekoturizm kapsamında değerlendirebileceğimiz milli parklar, göller, vadiler, kanyonlar, şelaleler Artvin il ve ilçelerinin sahip olduğu önemli turistik değerlerdendir. Arhavi Kamilet Vadisi ve Mençuna Şelalesi, Şavşat Meydancık Papart Vadisi, Ardanuç Cehennem Deresi (Cehennem Kanyonu), Bilbilan Karagölleri, Arsiyan Karagölleri ekoturizm değerlerinin bazılarıdır. Kaçkar Sıradağları, Rize ve Hopa arasında yer alan, yıl boyunca gözlenebilen keskin buzulları, masmavi gölleri, yeşilin her tonuna sahip ormanları, coşkulu dereleri, bin bir çeşit bitkileri ve hayvanları ile doğal bir park görünümünde olan Kaçkar Sıradağlarının en yüksek tepeleri Altıparmak (3480 m.), Kavran (3932 m.) ve Verçenik’tir (3710 m.). İlde yer alan milli parklar ve korunan alanlar; Merkez Hatila Vadisi Milli Parkı, Şavşat Karagöl-Sahara Milli Parkı, Borçka Karagöl Tabiat Parkı, Hopa Çamburnu Tabiatı Koruma Alanı, Borçka Camili Gorgit Tabiatı Koruma Alanı, Borçka Camili Efeler Tabiatı Koruma Alanı, Yusufeli Çoruh Vadisi Yaban Hayatı Geliştirme Sahası, Borçka Camili Biyosfer Rezerv Alanı, Yusufeli Kaçkar Dağları Yaban Hayatı Geliştirme Sahası, Şavşat Meydancık Balıklı-Maden Yaban Hayatı Geliştirme Sahası’dır. Piknik ve mesire yeri olarak da hizmet veren bu alanlar sürdürülebilir turizm kavramı açısından da önem arz eden alanlardır. Doyumsuz manzara ve doğal güzelliklere ev sahipliği yapan birbirinden güzel doğal ve krater göller, ilin önemli turistik değerlerindendir. Merkez Deri158 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 ner Baraj Gölü, Ardanuç Bilbilan Karagöl, Geçitli Karagöl, Arhavi Karagöl, Borçka Karagöl, Borçka Baraj Gölü, Muratlı Baraj Gölü, Şavşat Karagöl, Meşeli Köyü Karagöl, Arsiyan Karagöl, Bilbilan Karagöl, Boğa ve Kız Gölleri, Yusufeli Kaçkar Krater Göller, Karagöl, Murgul Maden Karagölü bu değerlere örnek verilebilir. Aynı zamanda il ve ilçe yaylalarında irili ufaklı çok sayıda buzul ve krater göl bulunmaktadır. Bu göller bozulmamış doğasıyla ve tabii güzellikleriyle görülmeye değer yerlerdir. Geleneksel mimaride ahşap ve taş malzemenin kullanıldığı il ve ilçelerde folklorik değerler de ön plana çıkmaktadır. Halay, bar ve horondan oluşan halk oyunları kültürü yıllardır sürmektedir. El sanatları başlığı altında değerlendirebileceğimiz kültürel değerler ise; Merkez ilçede ehram örmeciliği, ağaç oymacılığı (hediyelik eşya), Ardanuç’ta yün çorap örmeciliği, yöresel kilim örme, Arhavi’de sepet örme, sandalye örme, Borçka’da topraktan çanak, çömlek ve hediyelik eşya yapımcılığı, Hopa’da sepet ve sandalye örme, yün çorabı, Hemşin kilimi, Şavşat’ta yöresel halı ve kilim dokumacılığı, şal dokumacılığı (yün pantolon), bez bebek ve Yusufeli’de ehram dokumacılığı, yöresel halı ve kilim dokumacılığı ile ağaçtan baston yapımcılığıdır (Cengiz ve diğerleri, 2005: 13). Ayrıca Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanan ‘Doğu Karadeniz Turizm Master Planı’ çerçevesinde ‘Yeşil Yol’ projesi hazırlanmış olup, bu proje Samsun’dan Artvin’e kadar uzanan yeşil doğa ile baş başa bir yol güzergâhını ifade etmektedir. Böylece, bölgeye gelen turistin bir yaylayı günübirlik gezmek yerine yöredeki bütün yaylaları gezme ve oralarda konaklama fırsatı bulması amaçlanmaktadır (URL-13). Ekoturizm kapsamında değerlendirilebilecek bu proje ile ziyaretçilerin doğayı, havanın temizliğini, yeşilin bereketini hissedebilmeleri ve bu yolculuğun insanlara sağlık ve dinginlik vermesi amaçlanmaktadır. Böylece hizmet sektörünün gelişmesi, konaklama tesislerinin ve ticaret alanlarının artmasıyla turizm alanında bölgenin daha büyük bir cazibe merkezi haline getirilmesi planlanmaktadır. Gastronomi Turizmi İnsan ihtiyaçlarının karşılanabilmesine yönelik faaliyetler içerisinde beslenme faaliyeti oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Dolayısıyla insanların günlük yaşamlarının önemli ve ayrılmaz bir parçasını yemek ve yemek kültürü oluşturmaktadır. Yeme-içme kültürünün turistik ürün olarak pazarlanması gastronomi turizmini veya bir başka adıyla mutfak turizmini ortaya çıkartmıştır. Artvin ilinde mutfak kültürü oldukça çeşitlidir. Püşürük, ayran, tutmaç ve çinçar çorbaları ile soğan harşosu yöreye özgü çorbalardandır. Peynir ve 159 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 kaymak kuymağı yapılan yemeklere örnektir. Dağ pancarı, kuş yemeği, yaban semizotu, ebegümeci, asma yaprağı ve lahanadan yapılan sarma, fasulyenin kurutulmuşundan yapılan puçuko ilin özel sebze yemeklerdendir. Keşkek, gendima, herisa ve pilav gibi yemekler tanelilerden yapılan yemeklerdendir. Laz böreği, katmer, erişte, hınkal, çergebaz, bişi, lokum hamur işlerindendir. Kışlık kavurma, ağaç şişlerde yapılan kebaplar etli yemeklerin yöreye özgülerindendir. Hasuta, kaysefe, zurbiyet ve ballı lokum tatlılardandır (Cengiz ve diğerleri, 2005: 28). Mağara Turizmi Medeniyetler ve dinlerin kavşak noktasında yer alan Türkiye’de bulunan ve oluşumlarından günümüze kadar canlılar için vazgeçilmez bir yaşam alanı oluşturan mağaralar; aynı zamanda insanlığın gelişimine ait belge ve bilgileri içlerinde saklarlar. Ülkemizde her kesimden özel ilgi gruplarının kendilerine hitap edecek mağara bulmalarının mümkün olması sebebiyle, mağara turizmi alternatif turizmin önemli bir elemanı olmuştur (Nazik 2008: 305) ve niş pazarlamanın da etkin bir ayağını oluşturmaktadır. Artvin il sınırları içerisinde, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü envanterinde yer alan ve farklı ilçelerde bulunan mağaralar mevcuttur. Ardanuç ilçesi Sakarya Köyü’nde bulunan Bal Mağarası, Yusufeli ilçesi Bakırtepe Köyü’nde bulunan Savangin Mağarası farklı yıllarda tescil edilerek koruma altına alınmışlardır (Artvin Valiliği, 2012: 131-264). Ardanuç ilçesindeki Küplüce Mağarası da ilde yer alan tarihi kalıntılar arasında yer almaktadır. Spor Turizmi Artan yaşam standartlarıyla beraber tüketicilerin boş zamanı doldurma anlayışları da farklılık göstermektedir. Son yıllarda turizm ve spor arasındaki ilişki giderek artmaktadır. Turizm sektöründe faaliyet gösteren işletmeler temel hizmetlerinin dışında, tüketicilere bazı aktiviteler de sunmaktadırlar. İnsanlar tatillerinin bir kısmını ya da tamamını sportif faaliyetlere ayırmaktadırlar. Su altı dalış, hava sporları, dağcılık ve kış sporları, akarsu sporları, futbol turizmi, av turizmi, golf turizmi, atlı doğa yürüyüşü, sportif olta balıkçılığı, kuş gözlemciliği gibi alt başlıklar spor turizmini oluşturmaktadır (Erdem ve Girgin 2008: 396). Artvin kuş göçleri yönünden önemli bir konuma sahiptir. Bölgede bulunan iki önemli kuş alanından biri Artvin’i de kapsamaktadır. ‘Önemli Kuş Alanları’, kuşların korunması için uluslararası düzeyde önem taşıyan ekosistemlerdir. Doğu Karadeniz Bölgesinde iki tane bulunan Önemli Kuş Alanların160 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 dan Artvin sınırları içinde yer alanı Çoruh Vadisi ile Soğanlı, Kaçkar ve Karçal Dağları’nı kapsamaktadır. Bu alanlar, geniş ormanlar ve alpin habitatları (Avrasya yüksek dağ habitatını temsil eden örnekler) açısından önem taşımaktadır. Hopa, Murgul, Borçka ve Artvin’in yüksek tepeleri, göçmen kuşların geçit yolları üzerinde bulunması nedeniyle Mart-Kasım ayları arasında kuş meraklıları için uygun gözetleme olanakları sunmaktadır. Ayrıca kırsal kesimler zengin flora ve faunası ile kelebek meraklıları için potansiyel arz etmektedir. Zengin flora ve faunaya sahip Çoruh Nehri Vadisi, aynı zamanda yaban hayvanları için de önemli bir yaşam alanıdır. Nehrin çevresindeki bazı kayalıklarda nesli tükenmekte olan kızıl akbaba türü koloniler halinde yaşamaktadır. Vadi boyunca; boz ayı, çengel boynuzlu dağkeçisi, yaban domuzu, kurt, çakal, tilki, porsuk, sansar, su samuru, tavşan, keklik, yaban horozu, çulluk, yaban ördeği, üveyik, sarıasma, sarısandal, ardıç kuşu, güvercin, tahtalı kuş ve çeşitli yaban hayvanı türleri bulunmaktadır. Arhavi ilçesinde yer alan Kamilet Vadisi de ilin önemli ekolojik değerlerindendir. İlçeye 15 kilometre uzaklıkta bulunan vadi, Türkiye’nin en önemli doğal alanlarından birisidir. Avrupa’da korunması gereken ‘100 Sıcak Nokta’dan biri olan vadinin en önemli özelliği insan eliyle dönüştürülmeye uğramamış olmasıdır. Yaklaşık 11 bin bitki türüne ev sahipliği yapan Kamilet Vadisi, Türkiye’nin en zengin biyolojik çeşitlilik gösteren havzalarından birisidir ve burada yetişen bitki türlerinin % 40’ı tıbbi bitki özelliği taşımaktadır (URL-14). Çoruh Nehri, 3225 metre rakımlı Mescit Dağları’ndan doğarak toplam 466 km. kat ettikten sonra Gürcistan sınırları içerisinde Karadeniz’e dökülmektedir. Nehir aynı zamanda dünyanın en hızlı akan nehirlerinden biridir. Yöre, her yıl dünyanın her tarafından gelen, rafting, kano ve nehir kayağı gibi akarsu sporlarını yapan yerli ve yabancı sporcuları ağırlamaktadır. Bayburt’tan başlayıp İspir ve Yusufeli’ni takip ederek Artvin’e kadar uzanan ve yaklaşık 260 km. uzunluğundaki nehirde, 4 farklı etapta rafting yapılmaktadır. Zorluk dereceleri 1, 2, 3, 4, 5, 6’ya kadar çıkmaktadır. Profesyonel sporcuların tercih ettiği nehirde, 1993 yılında 4. Dünya Akarsu Şampiyonası yapılmıştır (URL-15). Dünyanın rafting yapılabilen en elverişli 3. ve Türkiye’nin de en elverişli ve uzun parkuruna sahip olan Çoruh nehrinde her sene binlerce yerli ve yabancı turist rafting yapmaktadır. Dağ ve doğa yürüyüşü olarak adlandırılan trekking sporu için uygun parkurlara sahip olan ile ilgi giderek artmaktadır. Özellikle Barhal Vadisi ve Yaylalar Köyü’nden Kaçkarlara doğru olan bölümde trekking, yaz mevsiminde yoğun olarak yapılmaktadır. Aynı zamanda her sene 30 Ağustos’ta Kaçkar Dağlarının zirvesine zafer tırmanışı ve yürüyüşü yapılmaktadır. Kaçkar ve Altı161 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 parmak Dağlarının zirvelerindeki buzul gölleri, gelen insanlara güzellikleriyle cazip gelmektedir. İlçe için önemli bir figür olan boğa güreşleri ile ilgili her yıl ondan fazla küçük ve büyük çapta organizasyonlar yapılmaktadır. Geçmişten gelen yaşayış tarzında; tarımsal alanların dağlık mevkilerde bulunması ve bu alanların işlenmesinde büyükbaş hayvanlardan (öküzler) yararlanılması nedeniyle bu büyükbaş hayvanların bölge insanı için önemi büyüktür. Tarlalarda kullanılan bu boğaların başlangıçta kendi aralarında yaptıkları güreşler yöre insanına ilham kaynağı olmuş ve zamanla günümüzde düzenlenen boğa güreşleri etkinliklerine gelinmiştir. Boğa güreşleri, boğaların boyun kalınlıklarına ve kilolarına göre yapılmaktadır. Bu şekilde yapılan güreşler sonunda en ağır olan ve yarışmayı kazanan boğa baş boğa (pehlivan) seçilmekte ve sahibine ödül verilmektedir (URL-16). Artvin Kafkasör, Yusufeli Kılıçkaya Aros Yaylası, Bıçakçılar Salikvan Yaylası ve Murgul ilçesi boğa güreşleri düzenlenen yerlerdir. Yöreye özgü bir etkinlik olarak atmaca avcılığı özellikle ilçeler genelinde önemli bir yeri bulunmaktadır. Ağustos ayında başlayan ve ekim ayı sonlarına kadar süren atmaca avında yakalanan ve evcilleştirilen atmacalar bıldırcın avında kullanılmakta ve av mevsiminin geçmesi ile de tekrar doğaya bırakılmaktadır. Ayrıca Merkez Çoruh Nehri, Berta Deresi, Karçal Suyu, Hatila Deresi, Melo Deresi, Ardanuç Ardanuç Deresi, Bulanık Deresi, Arhavi Kapisre Deresi, Küçükköy Şelalesi, Borçka Klaskur Suyu, Devuskel Deresi, Chala Deresi, Hopa Sundura Deresi, Kemalpaşa Çamurlu Deresi, Kemalpaşa Dereiçi Deresi, Şavşat Şavşat Suyu, Yusufeli İspir Çayı, Barhal Çayı, Murgul Kavarcet Deresi, Başköy Deresi akarsu turizmi ve sportif olta balıkçılığı kapsamında değerlendirilebilecek alanlardır. İl genelinde yer alan akarsu ve göllerden özellikle Barhal Çayı’nda, Hatila Deresi’nde, Arhavi Ortacalar Deresi’nde ve Borçka Camili - Maçahel Deresi’nde, yüksek kesimlerde yer alan halk arasında Karagöl olarak adlandırılan göllerde olta balıkçılığı yapılmaktadır. Kaçkar Dağları, Bilbilan Yaylası ve Sahara Yaylası atlı doğa yürüyüşü yapılabilecek alanlardır. Eşsiz doğal güzellikleri ile Artvin, jeep safari meraklıları için uygun alan ve parkurlara sahiptir. Futbol, bölge için ön planda olmayan bir spor gibi gözükse de il ve ilçede faaliyetlerini ulusal, bölgesel ve amatör olarak devam ettiren takımların kendi sahalarında yapacakları maçlar için gelen misafir takımların kamp ve konaklama talepleri birçok sektöre katkı yapmaktadır. 162 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Gençlik Turizmi Gençlik turizmi; 15-25 yaş arasında bulunan gençlerin, kamu ve özel organizasyonların sağladığı destek ve teşviklerden yararlanarak bireysel veya grup halinde ülke içinde ya da dışında kültür ve dinlenme motifleri ile yaptıkları seyahat ve konaklamalardan oluşan ekonomik, sosyal ve kültürel bir olaydır (Oral, 1992: 35) Daha çok batı bölgelerinde yaygın olarak organize edilen bu turizm türünün, okulların tatil dönemlerinde Artvin bölgesinde de organize edilmesi mümkündür. Artvin il ve ilçelerinde gençlerin ilgisini çekebilecek birçok turistik değer bulunmaktadır. Özellikle yaylalarda yürüyüş turları, yabani ve doğal hayat birçok gencin ilgisini çekebilecek özelliklere sahiptir. Gençlik turizmi kapsamındaki etkinliklere katılan gençlerin konaklama, yeme-içme ve ulaşım gibi ihtiyaçları için bölgedeki Artvin Çoruh Üniversitesi’nden, yurtlardan ve yatılı okullardan faydalanılması mümkündür. Kırsal Turizm ‘Amacı tarımsal ya da yerel değerlerle iç içe bulunarak hoşça zaman geçirmek olan turistlere, beklentileri doğrultusunda konaklama, yiyecek-içecek ve diğer hizmetleri veren küçük ölçekli işletmelerin yer aldığı küçük yerleşimlerde gerçekleştirilen faaliyetler bütünü’ olarak tanımlanan (Ahipaşaoğlu ve Çeltek, 2006: 12) kırsal turizm, daha çok doğaya yönelik olarak yapılan ve turistlerin farklı etkinliklere (çiftlik gezme, ata binme, yürüyüş, bahçeden ürün toplama vb.) katıldıkları turizm türüdür. Artvin ili ve ilçeleri, sahip oldukları tarihi, kültürel ve yöresel değerleri ve tahrip edilmemiş doğal yapılarıyla turizme açılabilecek önemli kırsal alanlara sahiptirler. Tüm ilçeler ve ilçe köyleri kendine has kültürel ve yöresel değerlere sahip olup, etkili kalkınma politikaları ile kırsal turizm aracılığıyla bölgesel ve ulusal turizm istatistiklerine katkı sağlama potansiyeline sahiptirler. Üçüncü Yaş Turizmi Genelde atmış beş yaş ve üzeri insanların katıldıkları turizm faaliyetlerini kapsayan üçüncü yaş turizmi, çoğunlukla emekli insanların faaliyetlerini içeren bir turizm türüdür. Bu kişiler, emeklilik hakkı kazandıkları için çalışmak zorunda değildirler, bu sebeple düşük sezonlar da dâhil olmak üzere turistik organizasyonlara katılma olanaklarına sahiptirler (Hacıoğlu ve Şahin, 2008: 18). Artvin bölgesi coğrafi şartlarından dolayı yaşça büyük insanlar için ulaşılması zor olan turistik değerlere sahip olmakla birlikte, bu kesimlere hitap eden değerlere de ev sahipliği yapmaktadır. Etkili ve yaygın tanıtım ile ve pa163 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 zarlama faaliyetleri neticesinde Artvin il ve ilçelerinin sahip olduğu değerler bu yaş grubuna çekici hale getirilmelidir. Kongre Turizmi Kişilerin daimi konakladıkları veya çalıştıkları yerler dışında uzmanlık gerektiren bilimsel alanlarda veya meslek kollarında, belirli bir konuda bilgi alışverişi yapmak amacıyla bir araya gelmelerinden ortaya çıkan seyahat, konaklama, olay ve ilişkilerin tümü olarak ifade edilen kongre turizmi (Karasu, 1985: 9), sektörde özellikle son yıllarda önemli bir yere sahiptir. 2007 yılında kurulan Artvin Çoruh Üniversitesi, sadece kendi bölgesine değil, üye olduğu Kafkasya Üniversiteler Birliği vasıtasıyla Kafkasya ülkelerine de hitap eder konumdadır. Üniversite, bölgeye sağladığı eğitim hizmetlerinin yanı sıra, ulusal ve uluslararası düzeyde kongre, panel, sempozyum ve festivallere ev sahipliği yaparak bu konudaki turizm faaliyetlerine gittikçe daha fazla katkıda bulunmaktadır. Ulusal Karadeniz Ormancılık Kongresi, Eğitim Odağında Artvin Sempozyumu, Uluslararası Kafkasya Ormancılık Sempozyumu Artvin Çoruh Üniversitesi’nin ev sahipliği yaptığı ve çok sayıda yerli ve yabancı akademisyen tarafından ilgi gören etkinliklerdir. Kış Turizmi Kış turizmi, genellikle belirli yükseklikteki dağlarda, kayak sporunu yapmaya müsait kar şartlarının ve eğimli alanların uygun olduğu bölgelere yapılan seyahatlerin yanında, konaklama, yeme-içme, dinlenme, eğlenme ve gezme-görme gibi aktivitelerden de yararlanmayı kapsayan ve yılın belirli dönemlerinde gerçekleştirilen faaliyet ve ilişkilerin bütünüdür (İlban ve Kaşlı, 2008: 321). Özellikle Artvin dağları bölgede kış aylarında karın en çok yağdığı alanlardır. Ulaşımın zor olması kaçınılmaz olan bu dağlarda planlı ve organize şekilde kurulan irili ufaklı işletmeler ve merkezler kış turizmine ilgi duyan insanlar için bu alanları cazip hale getirmektedir. Kış turizmi kapsamında değerlendirilebilecek, Artvin Valiliği’nce Mersivan Dağı’nda yaptırılan Atabarı Kayak Merkezi, şehir merkezine 17 km uzaklıktadır. 2012 yılında hizmete giren pistin ana uzunluğu 800 metre genişliği 80 metredir. Kayak merkezinde 1 adet lift mevcut olup uzunluğu 400 metredir. Kafeterya, sporcu soyunma odaları ve otopark mevcut olan kayak merkezi için, şehir merkezinden 8 km uzaklıktaki Kafkasör mevkiinde konaklama imkânı mevcuttur (URL-17). 164 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Kamp ve Karavan Turizmi Turizme karavanlarıyla katılan ya da çadır kurma tutkunu insanlara yönelik park ve konaklama imkânı sunmak amacıyla oluşturulmuş özel donanımlı tesislerin faaliyet gösterdiği turizm türü olan kamp ve karavan turizmi (Şenol, 2008: 481), dünyada ve ülkemizde çeşitli organizasyonlar eşliğinde gelişme göstermektedir. Artvin il geneline bakıldığında sahil şeridinde bulunan plajlarda, orman içi dinlenme yerlerinde, milli parklarda kamp ve karavan turizmi için uygun yerler mevcut olup bunların başında; Kemalpaşa Plajı ve çevresi, Kafkasör Orman İçi Dinlenme Yeri, Borçka Karagöl, Şavşat Karagöl, Hatila Vadisi, Sahara, Yusufeli Kaçkar Turizm Merkezi ve Yusufeli Çevreli Köyü Rafting Kamp Merkezi gelmektedir. Ayrıca Yusufeli ilçesi Çevreli Köyünde rafting kamp alanı bulunmaktadır. Festival Turizmi Festival kelimesi insanlar ve toplumlar arasında ekonomik, sanatsal, kültürel ve sosyal açıdan bir yakınlaşma ve tanıtım sağlamak amacıyla düzenlenmiş etkinlikler olarak tanımlanabilir (Bilgili ve diğerleri, 2012: 118). Spor yarışmaları, bölgesel fuar ya da panayırlar, yerel ürünlerin sergilenmesi, tiyatro, folklor, film, müzik gösterileri, defileler gibi çeşitli aktivitelerle renklendirilen ve her yıl olmak üzere geleneksel hale getirilen sosyal ve ekonomik etkinlikler (Asna, 1998: 130) ve bu etkinliklere katılan ziyaretçiler ‘festival turizmi’ konseptini oluşturmaktadırlar. Artvin Merkez’de Kafkasör Kültür, Turizm ve Sanat Festivali, Ardanuç’ta Karakucak Güreşleri ve Efkari Âşıklar Şenliği ve Çurusbil Şenliği, Aydın Köyü Söğüt Düzü Yayla Şenlikleri ve Karakucak Güreşleri Festivali, Bereket ve Ovacık Köyleri Yayla Şenlikleri ve Güreş Festivali, Bulanık Köyü Soçluk Festivali, Güleş Köyü Festivali ve Kutlu Köyü Yayla Şenliği, Arhavi’de Arhavi Kültür ve Sanat Festivali, Borçka’da Maçahel Kafkas Arıcılığı ve Ekoturizm Şenliği, Hopa’da Hopa Kültür Sanat ve Deniz Festivali, Şavşat’ta Sahara Pancarcı Festivali, Meydancık Satave Gevrek Şenliği, Karüstü Karakucak Güreşleri, Yusufeli’de Geleneksel Karakucak Güreşleri Şenlikleri, Geleneksel Boğa Güreşleri, Kılıçkaya Aros Yayla Şenlikleri, Murgul’da Boğa Güreşleri Şenlikleri il festival turizmi kapsamında değerlendirilebilecek etkinliklerdir. Bu etkinliklerin düzenlenme tarihleri her ilçenin kaymakamlık ve belediye başkanlığı tarafından yıl içinde belirlenmektedir. 165 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 BULGULAR VE YORUM Son yıllarda, dünya genelinde insanların boş zamanlarının artması, gelir düzeylerinin yükselmesi ve resmi tatil imkânlarının artması gibi faktörler sonucu, turizm olayına katılan insanların sayısında hızlı bir artış gözlemlenmektedir ve bu artış resmi olarak ulusal ve uluslararası istatistiklere de yansımaktadır. Diğer yandan, turizm olayına katılan insanların seyahat amaçları gün geçtikçe farklılaşmaktadır. Yıllardır tüm dünya genelinde hâkim olan deniz-güneş-kum üçgenine dayalı tatiller yerini, değişen tatil anlayışına paralel olarak yeni turizm türlerine bırakmış durumdadır. Bir başka ifadeyle turizm talebi, dinlenme ve eğlenme amaçlı geleneksel tatil anlayışından, farklı beklentilere hitap eden seyahat anlayışına kaymaktadır (Hacıoğlu ve Avcıkurt 2008: III). Turizm sektöründe faaliyet gösteren işletmeler, turistlerin bu farklı beklentilerine paralel olarak turizm pazarlaması yöntemlerini geliştirmeye çalışmaktadırlar. Niş pazarlama da bu farklı beklentiler doğrultusunda turizm işletmelerinin kullandıkları bir pazarlama yöntemidir. Pazarı daraltarak ya da sundukları hizmeti netleştirerek turistlere ulaşmaya çalışan turizm işletmeleri, sektörde oluşan alternatif turizm türlerini takip etmektedirler. Yeni bir ürün için niş pazara girmenin, kitlesel pazara girmekten daha kolay olduğunu kabul edersek (Adamson, 2003: 773), çalışmamızın bölgesini oluşturan Artvin ilinde uygulanabilirliğini incelediğimiz niş pazar alanlarının ile, ilçelere hatta köylere katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Turizm sektöründe her geçen gün değişen ve artış gösteren konuk beklentileri doğrultusunda, niş pazarlama kavramı işletme yöneticileri ve turistlerce bilinmesi gereken bir pazarlama çeşididir. Bu düşüncelerle yola çıkılarak hazırlanan çalışmada, niş pazarlamanın kavramsal analizine öncelik verilmiş olup, daha sonra da turizm sektöründe niş pazarlamanın uygulama sürecine değinilmiştir. Son olarak da Artvin ilinde niş pazarlama potansiyelinin incelenmesine detaylı bir şekilde yer verilmiştir. Doğu Karadeniz bölgesinde yer alan Artvin, Karadeniz sahil şeridinin sınır ilidir. Sarp ve geçit vermeyen dağlarla kaplı olan ilin toprakları, 5000 yıllık tarihi geçmişi boyunca coğrafi konumunun uygunluğu nedeniyle değişik medeniyetlerin yaşadığı en eski yerleşim merkezlerinden biri olmuştur. İl, doğal ve kültürel kaynakları korumanın giderek önem kazandığı günümüzde; bakir doğası, korunmuş tarihi yapısı ve eşine az rastlanır güzellikleri ile Karadeniz Bölgesi’nde alternatif turizme merkez olma yolunda emin adımlarla ilerlemektedir. Tarihin doğa ile kucaklaştığı ilde farklı medeniyetlerin kalıntıları kültür turizminin zenginleşmesini sağlamıştır. İlin zengin doğal kaynakları çeşitli turizm değerlerini oluşturmaktadır. Yeşilin her tonunu bünyesinde bu166 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 lunduran Artvin ili, doğal güzellikleri, kültürel zenginlikleri ve tarihi yapısıyla ön plana çıkmaktadır. Çalışmada Artvin ilinin tercih edilmesindeki en önemli etken, turizm sektöründe doğal, kültürel ve tarihi varlıklar bakımından oldukça zengin bir pazara sahip olmasıdır. Artvin ilinin farklı kültür ve medeniyetlere ev sahipliği yapmış olması yanında, il sınırları içerisinde yer alan nehir ve akarsular, ovalar, yaylalar, göller, milli parklar, tabiatı koruma alanları, yeşil yol güzergâhları, turizm merkezleri ile sahip olduğu flora ve fauna değerleri, ilde bulunan alternatif turizm çeşitlerini ön plana çıkarmaktadır. SONUÇ VE ÖNERİLER Dünyada son yıllarda turizm tüketim kalıplarında önemli değişimler gözlenmektedir. Deniz, kum ve güneşe bağlı aktiviteler üzerinde yoğunlaşan kitle turizmi, bu alanda taşıma kapasitelerinin üzerinde kullanımları zorunlu kılmış doğal güzellikler ve ormanları yok etmiş ve aşırı yapılaşmayı da beraberinde getirmiştir. Bir anlamda doğaya saygı duymayan kitle turizmi yerine son yıllarda alternatif arayışlar başlamıştır. Kitle turizminin olumsuz etkileri sonucu, çevreye karşı saygılı, ölçülü, yavaş gelişen ve kaynakları daha optimum şekilde kullanan, adları doğa turizmi, alternatif turizm, eko turizm gibi adlarla anılan farklı turizm anlayışları doğmuştur. Deniz-kum-güneş kavramlarından uzak, doğa ile iç içe, abartılı olmayan tesislerde iyi bir oda, iyi hizmet ile bütün bunların yanında bozulmamış ve temiz bir çevrede aktif olarak tatil talebi eğiliminin yaygınlaşması, farklı turizm türlerinin gündeme gelmesinde etkili olmuştur (URL-18). Turizm, sağladığı ekonomik ve toplumsal kazanımların büyüklüğü ve kalkınma sürecini hızlandırma özelliğinden dolayı Doğu Karadeniz Bölgesi için öncelikli sektörlerin başında gelmektedir. Sektörün diğer bir özelliği ise, değer zincirinde diğer bazı kritik sektörleri barındırmasıdır. Doğu Karadeniz için bu sektörlerin başında, bölgenin ekonomisinde önemli yer tutan tarım, gıda ve hayvancılık gelmektedir (Kudaka, 2011: 7). Karla kaplı dağları, ilgi çekici ahşap mimarisi, yeşil yaylaları, anıt ağaçları, krater gölleri ve Çoruh Vadisi ile çok çeşitli doğal değerleri içinde barındıran Artvin ili, özellikle son yıllarda il kalkınma plan ve politikalarını turizme odaklamış durumdadır. Doğu Karadeniz Bölgesi’nin bu şirin ili, gerek iklim yapısı gerekse de saklı kalmış birçok turistik değerleriyle iç ve dış turizmde ilgi çeken yerlerin başında gelmektedir. Doğası ile bütünleşmek, kültürel zenginliklerine ulaşmak, samimi insanlarıyla tanışmak isteyen yerli ve yabancı turistler Artvin ilini ziyaret etmektedirler. Çoruh Nehri’nin güzergâh boyunca sizlere adeta yol 167 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 arkadaşlığı yaptığı, bulutların misafirliğindeki dağları, her taraftaki akarsuları, eşsiz yaylaları Artvin ilindeki görülmesi gereken yerlerin başında gelmektedir (Akyol, 2012: 82). 31.08.1988 tarihinde Sarp Sınır Kapısının açılmasından sonra, sınır ili olan Artvin’in, başta Gürcistan olmak üzere, yakın bağımsız devletler topluluğu ülkeleriyle sosyal ve ekonomik ilişkileri önemli bir gelişim seyri izlemiştir. Hopa Gümrükleri Başmüdürlüğü ve bağlantı gümrük müdürlüklerinden gelen-giden yolcu, otomobil, otobüs, tır ve gemi sayılarında sürekli artış olmaktadır. Sarp Sınır Kapısı ve Hopa Limanı üzerinden gerçekleştirilen ithalat ve ihracat işlemleri ile ülkemizin önemli sınır kapılarından birine sahip olan Artvin (URL-19), bu yollarla il ve ilçelere önemli turizm girdisi sağlama potansiyeline sahiptir. Artvin ilinin doğal turizm kaynakları; dağlar, göller, nehirler ve akarsular, yaylalar, doğal güzellikler ve koruma alanları (milli parklar), kumsallar ve plajlar, bitkisel çeşitlilik (flora), yaban hayatı, termal kaynaklar olmakla birlikte, ilin kültürel turizm kaynakları ise tarihi değerler (arkeolojik kalıntılar), dini yapılar (cami, türbe, kilise, şapel), geleneksel mimari, folklorik yapılar, halk oyunları, el sanatları, gastronomi, festival ve şenliklerdir. Alternatif turizm kapsamında değerlendirilen birçok turizm çeşidini gerçekleştirme olanağı bulunan Artvin ilinde ve ilçelerinde uygulanacak olan doğru ve yerinde pazarlama teknikleri sayesinde, ildeki turistik değerler bölgeden hak ettiği payı alacaktır. Niş pazarlama sayesinde ilin farklı turizm değerleri farklı turist yapılarına yönlendirilerek sektörde arz ve talep dengesi sağlanacaktır. Yerli ve yabancı ziyaretçilerin gün geçtikçe farklılaşan beklentilerine daha iyi bir şekilde cevap verebilmek ve ekonomik, sosyal, kültürel kazanımlarını arttırarak işletmelerinin ve hizmet verdikleri bölgenin daha iyi tanıtılmasını sağlamaya çalışan turizm işletmeleri, uygulanabilecek niş pazar alanları ile Artvin il ve ilçelerinde daha verimli çalışmalar yapacaklardır. Alternatif turizm kapsamında değerlendirebileceğimiz birçok turizm türüne ev sahipliği yapabilecek potansiyeli olan Artvin ili ve ilçeleri, yukarıda farklı başlıklar altında incelediğimiz niş pazarlara uygun turizm değerlerine sahiptir. Yayla, kültür, sağlık, inanç, botanik, ekoturizm, gastronomi, mağara, botanik, spor, gençlik, kırsal, üçüncü yaş, kongre, kış, kamp-karavan ve festival turizmleri kapsamında değerlendirilebilecek önemli değerlere sahip olan Artvin il ve ilçeleri, Doğu Karadeniz turizminde keşfedilmeyi beklemektedir. Yaptığımız bu çalışmanın, Artvin il ve ilçelerinde faaliyet gösteren tüm işletmelere ve bu bölgeye gelmeyi düşünen tüm yerli ve yabancı ziyaretçilere faydalı olmasını temenni ederim. 168 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 KAYNAKLAR Adamson, Kerry-Ann (2003), “An Examination of Consumer Demand in the Secondary Niche Market for Fuel Cell Vehicles in Europe”, International Journal of Hydrogen Energy, 28, s. 771-780. Ahipaşaoğlu, Suavi ve Çeltek, Evrim (2006), Sürdürülebilir Kırsal Turizm, Ankara: Gazi Kitabevi. Akyol, Ceyhun (2012), “Kırsal Turizmde Ev Pansiyonculuğu Modeli ve Karadeniz Örneklemesi”, Uluslararası Sosyal ve Ekonomik Bilimler Dergisi (IJSES), 2, s. 79-83. Arslan, Orhan (2006), Turizmde Niş Pazarlama Stratejileri ve Uygulamaları, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Maltepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. Artvin İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü (2012), Artvin Kültür Envanteri, Artvin: T.C. Artvin Valiliği. Asna, Alaeddin (1998), Public Relations-Temel Bilgiler, İstanbul: Der Yayınları. Avcıkurt, Cevdet ve Gürol Neşe (2012), “Niş Pazarlamanın Turizm Sektöründe Uygulanma Süreci ve Balıkesir İli Örneği”, VI. Lisansüstü Turizm Öğrencileri Araştırma Kongresi (12-15 Nisan 2012), s. 39-62, Kemer, Antalya: Detay Yayıncılık. Bakırcı, Mehmet (1992), Doğu Karadeniz Bölgesinin Turizme Kazandırılması, Doğu Karadeniz Turizm Konferansı-Workshop, Turizm Bakanlığı, Ankara: Turizm Eğitimi Genel Müdürlüğü Yayını. Batman, Orhan ve Oğuz, Sibel Çınar (2008), “Kültür Turizmi”, Turistik Ürün Çeşitlendirmesi, Necdet Hacıoğlu ve Cevdet Avcıkurt (Ed.), s.189-208, Ankara: Nobel Yayın. Bedük, A. ve diğerleri (2008), “Değişen Dünya’da Yeni Yönetim Modellerinin Turizm Sektöründe Kullanılması ve Tanıtım Stratejilerinin Belirlenmesi”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 20, s. 135-162. Bilgili ve diğerleri (2012), “Turistik Ürün Olarak Festivallerin Etkinlik ve Verimliliği Üzerine Bir Araştırma (Erzurum-Oltu Kırdağ Festivali Örneği)”, Uluslararası Sosyal ve Ekonomik Bilimler Dergisi (IJSES), 2, s. 117-124. Blangy, Sylvie ve Hitesh, Mehta (2006), “Ecotourism and Ecological Restoration”, Journal for Nature Conservation, s. 233-236. Candan, Emre (2013), Denizli’den Artvin’e, Denizli: Tanıtım Kitapları. Cengiz, Tülay ve Güngör, Sertaç (2006), “Niş Pazarlama Prensipleri ve Ortopedik Destek Ürünleri Pazarı Örneği”, Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi, 11, s. 219-235. 169 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Cengiz, T. ve diğerleri (2005), Artvin İl Gelişme Planı, Artvin: Artvin Valiliği Artvin İl Gelişim Planı Turizm Sektörü Raporu. Dalgıç, Tevfik ve Leeuw, Maarten (1994), “Niche Marketing Concept, Applications and Some European Cases”, European Journal of Marketing, 28, s. 39-55. Ercan, Bahar Gökçe (2007), Niş Pazarlama Stratejilerinin Turizm Sektöründe A Grubu Seyahat Acentalarında Uygulanması: ETS Tur Örneği, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. Erdem, Barış ve Göksel Kemal Girgin (2008), “Spor Turizmi”, Turistik Ürün Çeşitlendirmesi, Necdet Hacıoğlu ve Cevdet Avcıkurt (Ed.), s.385-410, Ankara: Nobel Yayın. Erol, Mikdat (2003), Turizm Pazarlaması, Bursa: Ekin Kitabevi. Güreş, Nuriye ve Akgül, Volkan (2006), “Niş Pazarlama ve Hatay Turizmine Yönelik Niş Pazarlama Stratejilerinin Belirlenmesi”, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 11, s. 219-235. Hacıoğlu, Necdet ve Avcıkurt, Cevdet –Ed.- (2008), Turistik Ürün Çeşitlendirmesi, Ankara: Nobel Yayın. Hacıoğlu, Necdet ve Şahin, Bayram (2008), “Üçüncü Yaş Turizmi”, Turistik Ürün Çeşitlendirmesi, Necdet Hacıoğlu ve Cevdet Avcıkurt (Ed.), s.17-40, Ankara: Nobel Yayın. İçöz, Orhan (2001), Turizm İşletmelerinde Pazarlama, Ankara: Turhan Kitabevi. İlban, Mehmet Oğuzhan ve Kaşlı, Mehmet (2008), “Kış Turizmi”, Turistik Ürün Çeşitlendirmesi, Necdet Hacıoğlu ve Cevdet Avcıkurt (Ed.), s.319-342, Ankara: Nobel Yayın. Kara, Sedat ve Aydemir, Yunus (2013), Artvin İlinde Doğa Turizmi Master Planı 2013-2023, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Araştırma Raporu, Artvin: Artvin Şube Müdürlüğü. Karasu, Tanju (1985), Kongre Turizmi ve Türkiye, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını. Kotler, Philip ve Armstrong, Gary (1989), Principles of Marketing, New Jersey: Englewood Cliffs, Prentice Hall Inc. KUDAKA (2011), İnovasyona Dayalı Turizm Stratejisi ve Eylem Planı, Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi (Erzurum-Erzincan-Bayburt), Ankara: Kuzeydoğu Anadolu Kalkınma Ajansı. Kurt, Suzan (2009), Turizm Yönetimi ve Pazarlama Stratejileri, Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Çalışma Raporu, Teftiş Kurulu Başkanlığı. Nazik, Lütfi (2008), “Mağara Turizmi”, Turistik Ürün Çeşitlendirmesi, 170 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Necdet Hacıoğlu ve Cevdet Avcıkurt (Ed.), s.295-318, Ankara: Nobel Yayın. Novelli, Marina (2005), Niche Tourism, Contemporary Issues, Trends and Cases, Burlington: Butterworth-Heinemann Publications. Oral, Saime (1992), “Türkiye’de Gençlik Turizmi ve Geliştirilmesi”, Gençlik Turizmi Konferans-Workshop (14-16 Mayıs 1992), s. 35-42, Ankara. Turizm Bakanlığı. Rızaoğlu, Bahattin (2004), Turizm Pazarlaması, Ankara: Detay Yayıncılık. Sarıyer, Nilsun (2007), “Şarap Pazarlaması-İntepe Şarabının Pazarlanması İçin Bir Öneri”, T.C. 2. Troas Bölgesi Değerleri Sempozyumu (31 Temmuz-02 Eylül 2007), s. 87-94, İntepe, Çanakkale: Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Yayınları Selvi, Murat Selim (2008), “Sağlık Turizmi”, Turistik Ürün Çeşitlendirmesi, Necdet Hacıoğlu ve Cevdet Avcıkurt (Ed.), s.275-294, Ankara: Nobel Yayın. Şahin, Salih Zeki ve Tosun, Cevat (2006), “Gelişen ve Değişen Eğilim: Ekoturizm”, II. Balıkesir Ulusal Turizm Kongresi (20-22 Nisan 2006), s. 89-102, Balıkesir: Balıkesir Üniversitesi Yayınları. Şenol, Fazıl (2008), “Kamp ve Karavan Turizmi”, Turistik Ürün Çeşitlendirmesi, Necdet Hacıoğlu ve Cevdet Avcıkurt (Ed.), s.481-499, Ankara: Nobel Yayın. Tekeli, Hasan (2001), Turizm Pazarlaması ve Planlaması, Ankara: Detay Yayıncılık. T.C. Kalkınma Bakanlığı (2013), Artvin İl Raporu, Giresun: Doğu Karadeniz Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı. URL-1: World Tourism Organisation (Dünya Turizm Örgütü). Tourism Highlights 2014 Edition. http://mkt.unwto.org/publication/unwto-tourismhighlights-2014-edition (Erişim: 02.07.2014) URL-2: World Travel and Tourism Council (Dünya Seyahat ve Turizm Konseyi). Travel & Tourism Economic Impact 2014 World. www.wttc.org/ site_media/.../world2014.pdf (Erişim: 03.07.2014) URL-3: American Marketing Association (AMA). AMA Adopts New Definition of Marketing. http://www.marketingpower.com/content21257.php. (Erişim: 08.07.2014) URL-4:http://www.msaygin.com/index.php/isletme/14-nis (Erişim: 28.08.2014) URL-5: Niş Pazarlama ve Turizm Sektöründe Uygulanabilirliği, İş, Güç Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi, http://www.isgucdergi.org/?p= article&id=222&cilt=6&sayi=2&yil=2004 (Erişim: 01.06.2014) 171 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 URL-6: http://www.artvin.gov.tr/?page=icerik&file=detay&id=57 (Erişim: 18.07.2014) URL-7: http://www.shrforum.info/turkiyeden-kareler/49273-artvin-ilceler-haritasi.html (Erişim: 18.07.2014) URL-8: http://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye’deki_da%C4%9Flar (Erişim: 17.04.2014) URL-9: Incoming Turizm Raporu/2013 Yılsonu, http://www.tursab.org. tr/dosya/8533/aralik2013_8533_4033855.pdf (Erişim: 15.04.2014) URL-10: http://www.karmametal.net/?pnum=65&pt=Dunyanin-turkiyenin-en-buyuk-artvin-atatepe-ataturk-aniti-heykeli-nerede, Erişim tarihi: 30 Ağustos 2014. URL-11: http://www.ktbyatirimisletmeler.gov.tr/TR,9952/inanc-turizmi.html (Erişim: 18.07.2014) URL-12: http://www.csb.gov.tr/iller/artvin/index.php?Sayfa=sayfa&Tu r=webmenu&Id=579 (Erişim: 24.07.2014) URL-13: Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2012 Yılı Kurumsal Mali Durum ve Beklentiler Raporu. http://sgb.kulturturizm.gov.tr/ Eklenti/4890,2012beklentiraporu.pdf?0 (Erişim: 02.09.2014) URL-14: http://www.milliyet.com.tr/karadeniz-de-turistlerin-yeni-gundem-1927827/ (Erişim: 20.08.2014) URL-15: http://www.artvinkultur.gov.tr/TR,55898/akarsu-turizmi-kano-rafting.html (Erişim: 28.06.2014) URL-16: http://www.artvin.gov.tr/?page=icerik&file=mdetay&s=2&ms =11&id=64, (Erişim: 18.07.2014) URL-17: http://www.artvin.bel.tr/atabari-kayak-merkezi.html (Erişim: 19.07.2014) URL-18: “Doğu Karadeniz’de Turizm Potansiyeli Çeşitlendirilmesi ve Gelişme Olanakları”, http://www.metinberber.com/kullanici_dosyalari/file/11. doc. Erişim: 16.05.2014 URL-19: http://www.artvin.gov.tr/?page=icerik&file=detay&id=61 (Erişim: 24.07.2014) Yangibayev, Arslan (2011), Global Finansal Krizlerin Turizm Pazarlamasına Etkileri: Türkiye Örneği, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. Yılmaz, Hilal (2010), “Artvin Kenti ve Çevresinin Ekoturizm Açısından Değerlendirilmesi”, III. Ulusal Karadeniz Ormancılık Kongresi (20-22 Mayıs 2010) Bildiriler, s. 1595-1605, Artvin: Zafer Ofset. 172 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 BORÇKA DEVİSKEL YAYLALARINDA HALK OYUNLARI GELENEĞİ İn Borçka Deviskel Folk Tradition İdris Ersan KÜÇÜK* ÖZET Borçka, tarih boyunca birçok halkın etkisi altında farklı kültürlerin özelliklerini barındıran sayıca zengin bir oyun(dans) kültürüne sahiptir. Karadeniz’in birçok yerinde olduğu gibi ‘Yaylacılık’ Borçka’da da uzun yıllardır süregelen yaşam pratiklerinden biridir. Bu gelenek çerçevesinde sadece oyunlara değil aynı zamanda seyirlik oyunlara da çokça rastlanmaktadır. Halk oyunları(dans) ve dramatik içerikli seyirlik oyunlar iç içe olmak üzere kültür içersindeki varlığını sürdürürken ‘Yaylacılık’ yörede halk oyunlarının icra edildiği doğal ortamları var etmektedir. Bu çalışmada Borçka Deviskel yaylalarında tespit edilen oyun geleneği üzerinde etnokoreolojik değerlendirmeler yapılarak yöredeki oyun geleneğinin kültürel kodlarına açıklamalar getirilmiştir. ABSTRACT Borçka has a rich number of dance culture that combines the features of different cultures under the influence of many peoples throughout the history. As in many parts of the Black Sea, “Yaylacılık” is one of the life practice which longs decades. Not only dance in the framework of this tradition in the theatrical dance are also frequently encountered. While folk dances and theatrical dances with dramatic content are maintaining their presence in the culture to be nested within ‘Yaylacılık’ in the region is a natural environment that is performed folk dances. In this study, ethnochoreological assessments made on the detected dance tradition where is in Borçka Deviskel Yaylaları and descriptions about the cultural codes of dance traditions was introduced in the area. GİRİŞ Borçka, Artvin iline bağlı bir ilçe olup, kuzeyinde Gürcistan, doğusunda Şavşat ve merkez ilçe, güneyinde Murgul, güneybatısında Arhavi ve batıda Hopa ilçeleriyle çevrili bir noktada Çoruh vadisi içerisinde kurulmuştur. Borçka isminin Kumanların Borçoğlu boyundan geldiği yönünde bir fikir varken(Bilgin, 2010:177), Mamia Pağava’ya ** göre ismin kökeni Borçka’da yetişen “Porçkha” adlı bodur bir ağaç cinsinden * Ege Üniversitesi Devlet Türk Musıkisi Konservatuvarı Türk Halk Oyunları Bölümü Öğretim Elemanı. ** Batum ŞotaRustaveli Üniversitesi Gürcü Dili ve Edebiyatı Profesörü. 173 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 gelmektedir.(KK-1) Günümüzde ilçede Gürcüler, Lazlar, Hemşinliler, Çepniler ve Poşalar yaşamaktadır. Borçka ve çevresi Yavuz Sultan Selim’in Trabzon Valiliği döneminde Osmanlı egemenliğine girmiş olup, 93 harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı Rus Harbinin ardından Kars, Ardahan, Artvin ve Batum kentleriyle birlikte Rus hâkimiyetine geçmiştir. Mondros Antlaşmasından sonra Batum ve Artvin ile birlikte önce İngiliz sonra da Gürcü yönetimine geçen Borçka, 7 Mart 1921 tarihinde Artvin il merkezi ile birlikte Türkiye topraklarına katılmıştır. Tarih boyunca birçok halkın kültürel etkisi altında kalmış olan ilçede sayıca zengin bir oyun(dans) kültürü vardır. Bu kayda değer oyun kültürünün yaşadığı doğal ortamlardan biri de Borçka’nın Deviskel Yaylalarıdır. Deviskel Borçka’ya bağlı Kaynarca Köyünün eski ismidir. Deviskel’inde içinde bulunduğu Çoruh vadisinin kuzeyine 11.yüzyılda Gürcü kaynakları “Chanet” bölgesi adını vermiştir. (Bilgin, 2010:63) Giorgi Çavçavadze’nin 1873’de kaleme aldığı “Gürcistan’da Yolculuk” adlı eserinde Deviskel’in Borçka’dan fazla nüfusa sahip olduğu belirtilir. Yine aynı kaynakta Deviskel’in kelime anlamının derin boğaz anlamına geldiği yazılıdır. (KK-1) Deviskel Yaylaları, 41-20 kuzey paralelleri ile 41-47 doğu meridyenleri arasında bulunur. Denizden yüksekliği 1091 metredir. Karçal suyunun Çoruh Nehrine kavuştuğu vadide bulunan derenin adı da Deviskel deresidir.( Öztürk, 2005:322) Bu dere vadisi boyunca Bagen(Balcı), Alaca ve Deviskel(Kaynarca) Köyleri bulunur. Bu vadideki köylerin yaylalarına genel olarak Deviskel Yaylaları denir. Yayla kelimesinin bir mimari birde coğrafi anlamı vardır. Bölge halkı, hem ahşaptan yaptığı, kulübeden büyük evden küçük binaya yayla derken ağaç bitmeyen yüksekliklerdeki geniş yeşil düzlüklere de yayla demektedir. Gürcistan sınırındaki Karçal dağının kuzey eteğinde bulunan Masklavi Krater gölü ile Bumbulitsveri tepesi arasındaki geniş düzlüklerde Adagul, Macahel, Bagen ve bu yaylaların ortasında Deviskel yaylaları bulunur. Borçka’da Beyaz su yaylası haricindeki yaylalar köy isimleriyle anılır. Bu durum yaylacılık için hangi köyden gelindiğini ifade eder. Karadeniz’in genelinde olduğu gibi Borçka’da da yaylacılık, hayvanların daha sağlıklı otlamaları ve çoğalmaları için gerçekleştirilen bir hayat pratiğidir. Köyden kente göç furyasının devamında hayvancılığın azalması, yaylacılık geleneğinin işlevini hayvan beslemekten, insanlar için turizm etkinliğine dönüştürmüştür. Günümüzde yaylaya gerçek işlevi olan hayvancılık için çıkanların olduğu gibi kısa süreli veya günübirlik turistik amaçla çıkanlar da vardır. Yaylacılık dönemi, her yıl mayısın son haftası veya haziranın ilk haftası başlayıp eylül ayına kadar devam eden bir dönemdir. Bu dönemin tam ortasına gelen 174 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Temmuz ayının ikinci hafta sonunda “Şvantoba” adı verilen yayla şenliği düzenlenir. Bu şenlikler esnasında geleneksel bir et yemeği olan döner kurulur, dini inanışa bağlı olarak yanında rakı, şarap veya ayran içilir. Öğlen vakti “Gogo Mezarı” mevkiinde boğa güreşleri düzenlenir. Bu güreşler boğa sahiplerinin gururlanma aracıdır ve Artvin’in birçok yerinde yaygındır. Şvantoba’nın vazgeçilmez öğelerinden biride halkoyunlarıdır. Deviskel yaylalarında, yaylacılık döneminde her yaştan insan aynı halkada oyun oynar. Böylelikle oyunların yeni nesle doğal aktarım ortamı oluşur. Borçka’nın yaylacılık geleneğinde oyunun öğretilmesi için resmi bir kuruluş veya sivil toplum örgütü tarafından gerçekleştirilen organizasyon söz konusu değildir. Yöntem 2005 ve 2008 yıllarında Borçka Deviskel yaylalarında katılımcı ve dışarıdan gözlem yöntemiyle gerçekleştirilen alan araştırmalarında yörenin halk oyunları tespit edilmiştir. Bu oyunların günümüzde icra edilip edilmediği sorusundan yola çıkarak tespit edilen oyunların internet üzerinden görsel taramaları yapılmıştır. Bir halk bilgisi ürününün kendi geleneksel bağlamında ve bu ürünün sahibi olan halk grubu tarafından yaratılmasının, tekrarlanmasının veya yeniden yaratılmasının söz konusu olduğu ortama doğal ortam adı verilir.(Ekici, 2010: 67-68) Bu bağlamda, Temmuz ayının ikinci haftasonu Deviskel yaylalarında düzenlenen Şvantoba şenlikleri tespit edilen oyunların doğal ortamını oluşturmaktadır. Tespit edilen oyunların çeşitli amaçlarla yeniden icra edilebilmesi için oyuna eşlik eden ezgiler notalanmıştır ve oyun icraları karekod (qr code) yöntemi ile okuyucunun görsel algısına sunulmuştur. Ardından alan araştırması sonucu elde edilen veriler analiz edilerek oyunların etnokoreolojik özellikleri vurgulanmıştır. Harry F. Wolcott*** veri analizinde üç yol önermektedir. Birinci yol, toplanan verinin orijinal formuna mümkün olduğu kadar sadık kalarak okuyucuya sunmaktır. İkinci yol ise, birinci yaklaşımı da içeren bir biçimde, bazı nedensel ve açıklayıcı sonuçlara ulaşmak amacıyla “sistematik analiz” yapmaktır. Bu yaklaşımda araştırmacı, veri analizini bir adım öteye götürmekte ve okuyucuya yardımcı olabilecek birtakım ek analizler yapmaktadır. Üçüncü yaklaşımda ise araştırmacı, birinci veya ikinci yaklaşımı temel alır ve buna ek olarak, veri analizi sürecine kendi yorumlarını dâhil eder. Burada araştırmacının katılımcı ve öznel yönü daha çok ön plana çıkmaktadır.( Yıldırım ve Şimşek, 2011: 221) Bu çalışmada Wolcott tarafından veri analizi için önerilen yollardan ikincisi *** Oregon Üniveritesi’nde Antropoloji alanında Emeritus Profesör. 175 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 benimsenmiş olsa da araştırmacının sahaya yakın bir bölgede kültürlenmiş olması emik bir yaklaşımla öznel yorumlar içerebilir. Bulgular ve Tartışma Çalışma sahamız olan Borçka Deviskel yaylalarında sekiz tane oyun tespit edilmiştir. Bu oyunların altı tanesi Artvin genelinde bilinen ve oynanan oyunlardır. Tespit edilen oyunlar şu şekildedir; Kars Atabarı, düz horon, delikız, sarı çiçek, deli horon, kurt oyunu, atabarı ve Borçka hemşindir. Bu oyunlardan Kars atabarı ve Kurt oyunu, Deviskel yaylaları haricinde bir yerde daha önce tespit edilmediğinden ötürü bu iki oyun çalışmamızın ana öznelerini oluşturmuştur. Kars Atabarı Kars Atabarı oyunu, Borçka Deviskel vadisi boyunca yer alan köyler ve yaylalarında icra edilen bir oyundur. Oyunun ismi, hakkındaki bazı soruları da beraberinde getirmiştir. Oyunun isminden, “Kars’da oynanan Atabarı oyunu” algısı doğsa da, elimizdeki bulgular ışığında oyunun Kars ile bir alakası yoktur. Bunun yanı sıra oyunun Deviskel’e Kars yöresinden geldiğini düşündürecek bir veride mevcut değildir, keza Kars yöresinde bu oyuna benzer bir oyun, şimdiye kadar araştırmacılar tarafından tespit edilmemiştir. Kars Atabarı oyunu, Artvin genelinde oynanan Atabarı oyunu ile hareketsel benzerlikler içerir. Oyunun ismindeki Atabarı ifadesinin de buradan geldiği düşünülebilir. Kars Atabarı genellikle eğlence amaçlı olarak düğün, sünnet, kına ve asker uğurlama törenlerinin yanı sıra Şvantoba şenliklerinde oynanır. 2005 yılında Şvantoba şenliklerinde Erkan Özdemir’in Akordeon ile eşlik ettiği oyunun örneği karekod-1’de olup icra edilen ezgi nota-1’de mevcuttur. Yine aynı oyunun 2008 yılında Selvin-Mustafa Kara çiftinin düğününde tespit edilen görüntüsü karekod-2’de bulunmaktadır. Bu düğünde Nigia(Esentepe), Aravet (Arkaköy) ve Ebrika (İbrikli) köylerinde yaşayan İsa Atar, Davut Kara, Murat Atar, Kemal Kara, İmdat Kara, Uğur Kara, Caner Genç ve Nedim Uygun’un oyun icrasına Mülkü Özer Şişman Org ile eşlik etmiştir. Karekod 1 Karekod 2 176 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 KARS ATABARI TRT Repertuvar No: --Derleyen: İdris Ersan KÜÇÜK İnceleme Tarihi: --Derleme Tarihi: Temmuz-2005 Yöresi: Artvin / Borçka Notalayan: İdris Ersan KÜÇÜK Kimden Alındığı: Erkan Özdemir-Mülkü Özer Şişman Kurt Oyunu Kurt oyunu dramatik özellikler taşıyan bir köy seyirlik oyunudur. Cemil Demirsipahini’nin Türk Halk Oyunları adlı eserinde Artvin yöresine ait “Kurt Barı” adında bir oyun vardır ancak bu oyunun alan araştırmamızda tespit edilen Kurt oyunu olup olmadığı bir muammadır. Oyuna bazıları tarafından Kürt oyunu da denmektedir. Bunun nedeni yöresel şivede Kürt kelimesinin “Kurt” diye seslendirilmesiyle alakalı olması muhtemeldir. Bir başka görüşe göre ise oyunun adı Gürcüce hırsızlık anlamına gelen “kurdoba”dan gelmektedir. Oyunun içerisinde arap karakterinin veya oyuna dışarıdan katılımcıların kızı kaçırması hırsızlık fikriyle ilişkilendirilmesinin temelini oluşturur. Ayrıca oyundaki karakterler Kurt-Kuzu çatışmasından yola çıkılarak da yorumlanabilir. Anadolu’nun birçok yerinde Kurt oyunu ile içerik yönünden benzer oyunlar vardır. En yakın olarak Artvin’in Şavşat ilçesi Eskikale köyünde “Berobana” adında benzer bir oyun oynanmaktadır. Kurt oyununda, kızın akrabaları rolündeki erkekler kızı arapdan kurtarmakla sorumludur. Arap karakteri Anadolu Köy Seyirlik oyunlarında en önemli karakterlerden biridir. Bu karakter, siyaha boyanmış yüzü ve kirli, dağınık kıyafetiyle seyirlik oyunun hem eğlencesi, hem de kötü kişisidir.(Özdinçer, 2011: 40-43) Akordeonun düz horonla eşlik ettiği oyunda arap ve kızın akrabaları horon çemberini kurar ardından kız etrafındakilere sarkıntılık eder. Bunun üstüne kızın akrabaları o erkeği sopalarla döverek horona sokar. Sarkıntı olma durumu dışarıdan oyuna katılmak isteyen biri 177 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 tarafından da olabilir. Oyunu mizahi kılan nokta kız karakterini canlandıranında bir erkek olmasıdır. 2008 yılında deviskel yaylalarında tespit edilen oyunun görüntüsü karekod-3’de verilmiştir. Karekod 3 Diğer Oyunlar Yazılı kaynaklara göre Artvin’in yetmiş civarında halk oyunu vardır.(Akalın ve diğerleri, 1994: 98) Ancak bu oyun adlarının bazıları aynı oyunu kasteden farklı ifadeler olabilir. Bunun nedeni, sahne amacıyla düzenlenmiş halk oyunları ekiplerinde repertuvar zenginliği yaratma çabası olarak gösterilebilir. Deviskel yaylalarında Kars Atabarı ve Kurt Oyunu haricindeki tespit edilen oyunlar arasında Düz horon, Atabarı, Borçka Hemşin, Deli Horon, Sarı Çiçek ve Deli Kız oyunu bulunmaktadır. Tespit edilen bu diğer oyunlar arasında Deli Kız oyunu tiyatral içeriklidir. Bir erkeğin kadın kılığında Deli Kız türküsünün sözlerine eşlik ederek taklitler yapılan oyunun Deviskel köyünden Hasan Özışık tarafından iyi oynandığı bilinmektedir. Delikız haricindeki oyunların ezgilerine birçok kaynaktan ulaşılabildiği için bu çalışmada yer verilmemiştir.(Erkan, 2008: 27-56) Deviskel yaylalarında oyunların bir lider eşliğinde oynandığı gözlenmiştir. Bu kişiye “komutçu” denir ve oyun esnasında onun sözü dinlenir. Şener Kaynar, Bedri Gökaydın ve İsa Atar, Deviskel yaylalarındaki komutçulardan bazılarıdır. SONUÇ VE ÖNERİLER Yapılan alan araştırmaları sonucu yazılı kaynaklarda var olan oyunların Borçka Deviskel yaylaları bağlamında devamlılığı sorgulanmıştır. Elde edilen veriler ışığında yazılı kaynaklarda bulunmayan “Kars Atabarı” ve “Kurt Oyunu” tespit edilerek kayıt altına alınmıştır. Tespit edilen oyunların kültürde devamlılığı ve yeni nesle aktarımı hususunda bir adım olması maksadı ile Kars Atabarı oyunu Giresun Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Türk Halk Oyunları Bölümü tarafından 2011 yılında “Sen Orada mıydın” adlı gösteride sahnelenmiştir. Bu gösteride icra edilen oyununun görüntüsü karekod 4 de mevcuttur. Ayrıca Kars Atabarı, Doç. Dr. Ö. Barbaros ÜNLÜ aracılığıyla Ege Üniversitesi 178 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Devlet Türk Musıkisi Konservatuvarı Türk Halk Oyunları Bölümünde Artvin halk oyunları repertuvarına alınarak bu oyunun akademik eğitim ortamına taşınması sağlanmıştır. Ayrıca 2009 yılında Ege Üniversitesi Konservatuvarı öğrenci etkinlikleri kapsamında gerçekleştirilen “Beyaz Denizden Oyunlar” başlıklı sunumda, “Kurt Oyunu” Türk halk oyunları bölüm öğrencileri tarafından sahnelenmiştir. Bu sunumda sergilenen oyunun görüntüsü karekod 5’de mevcuttur. Karekod 4 Karekod 5 Wolcott’un veri analizine yönelik önerdiği yöntemlerin uygulanması sonucu alan araştırmasında elde edilen bulgular, araştırmacının emik ve etik yaklaşımlarıyla sahneye taşınmıştır. Bu veri analizi önerisine eleştirel bir yaklaşım olan orijinal bulgulardan uzaklaşıldığı tartışması alan araştırması görüntüleri ile sahneye aktarılan şekil arasında bir sağlama yapılması gerekliliğini doğurur. Bu sağlamayı yapmak amacı ile alan araştırmasının ve sahnelenen bulguların görüntüleri karekod (qr code) yöntemi ile okuyucunun görsel algısına sunulmuştur. KAYNAKLAR Yazılı Kaynaklar Akalın, Zeki ve Diğerleri (1994), Halk Oyunlarıyla Artvin, Ankara:Damla Matbaacılık. Bilgin, Mehmet (2010), Doğu Karadeniz Tarih-Kültür-İnsan, İstanbul: Ötüken Neşriyat. Öztürk, Özhan (2005), Karadeniz Ansiklopedik Sözlük I.Cilt, İstanbul: Heyamola Yayınları. Ekici, Metin (2010), Halk Bilgisi (Folklor) Derleme ve İnceleme Yöntemleri, Ankara: Geleneksel Yayıncılık. Erkan, Tarkan (2008), Türk Halk Oyunları Müziklerinden Örnekler, İzmir: Sade Matbaacılık. Özdinçer, Ferruh (2011), Anadolu Köy Seyirlik Oyunlarının Gösteri 179 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Danslarına Dönüştürülmesinde Yöntem Önerisi ve Bir Uygulama Örneği, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Enstitüsü. Yıldırım, Ali ve Şimşek, Hasan (2011), Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri, İstanbul: Seçkin Yayıncılık. Sözlü Kaynaklar KK-1: Rızvan Atan, Borçka Şehit Savaş Gedik Lisesi Fizik Öğretmeni. (Görüşme: 01.11.2014) 180 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 GİRESUN KIRSALINDAKİ BAZI YER ADLARININ TARİHİ VE KÜLTÜREL KÖKENLERİ Historical and Cultural Roots of Some Place Names Giresun Rural Mevlüt KAYA* ÖZET Tarih-kültür araştırmaları sahasında mahalli çalışmaların giderek arttığı bilimsel çevrelerde, yer adları ile ilgili mikro çalışmaların, geçmiş dönemlerdeki yoğunluğuna nazaran pek artış göstermediği görülmektedir. Özellikle Anadolu kırsalındaki yer adlarında kodlanmış olan Türk kültür imgeleri, yeterince araştırılmayan konular arasındadır. Bunda modern çağın, araştırmacıları popüler kültür ve tarihe yönlendirmesi önemli bir etkendir. Kültür tarihi alanına yeni ivmeler kazandırabilecek türden çalışmaların arttırılmasının gerekliliğine olan inanç, bu çalışmanın temelini oluşturmuştur. Çalışmanın içeriği, Giresun ilinin dokuz ilçesine bağlı yirmi beş yer adıyla (köy, mahalle, yayla, mevki) sınırlandırılmıştır. Çalışma sürecinde saha araştırmalarından elde edilen veriler, elektronik aletlerle kayda alınmıştır. Çalışmada, yer adlarıyla ilgili yazılı kaynaklara da başvurulmuştur. Anahtar Kelimeler: Giresun, tarih, kültür. ABSTRACT İn the scientific context inwhich the local studies belong the field of history culture studies. The micro studies about place’s name are not see to increase against top ast ages. The Turkish images especially encoding to place’s name of Anatolian pastoral place is one of the issues on which has not been studied enoughly. The researches of this modern age have an important role on the manipulation of popular culture and history. The belief which claims increasing the studies encouraging to history of culture, is the basic issue of this study. That study contains the place’s name of Giresun and its nine townships as villages, districts, summer resorts, situations. The datas which collected from researching field, recorded by the electronic items. İn the study also there are the literatüre resources. Key Words: Giresun, history, culture. * Uzm. Giresun Üniversitesi Eynesil Kamil Nalbant Meslek Yüksekokulu. Giresun/TÜRKİYE 181 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 GİRİŞ Oğuz boylarından biri olan Çepnilerin yoğun olarak yaşamakta oldukları Giresun yöresinde, 1071 Malazgirt Savaşı öncesindeki Karadeniz yerleşiminden ve sonrasında burada yayılarak yerleşik hale gelmiş olan Türk-İslam kültüründen sıkça izlerin bulunduğu yer adları, bilim sahasında araştırma ve analizden büyük oranda yoksun kalmıştır. Bu yoksunluğun sonucunda Giresun kırsalındaki Türk kültür imgelerinin belirgin izleri tarih-kültür araştırmaları sahasında tam manasıyla yerini bulamamıştır. Giresun kırsalında sürdürülebilir halk kültürü araştırmalarının, gerek kültür tarihi gerekse folklor bilimi, toplumbilimi vb. bilimsel alanlara sağlayacağı yarar açısından Giresun yer adlarının sözlü ve yazılı belgelere başvurularak sonucun ortaya çıkarılması ve analiz edilmesi önemli bir gereksinimdir. Bu çalışmada, yazılı kaynakların yanı sıra sözlü kaynaklara; rivayet ve anlatılara da başvurulmuştur. Güvenilirliği düşük olduğu genel olarak kabul edilen sözlü kaynakların çalışmada kayda alınması ve işlenmesi yalnızca yer adları hakkında kültürel bir aktarım amaçlı olmayıp, toplumun yaşadığı yerle arasındaki köklü kültürel bağlar da yansıtılmak istenmiştir. Çalışmada yöntem olarak, ele alınan yer adlarını taşıyan yerleşim birimlerine gidilmiş ve buralardaki yazılı ve sözlü kaynaklar derlenerek materyal haline getirilmiştir. Daha sonra bunlar, ilgili yer adları esas alınarak yazılı ve sözlü olmak üzere tasnif edilmiş iki gruptan müteşekkil bir havuzda toplanmıştır. Üçüncü aşamada ise diğer yazılı kaynaklar(kitap, belge, makale, harita, tebliğ vb.) toparlanarak yazım aşamasına geçilmiştir. Çalışmanın Giresun kırsalındaki tüm yer adlarını kapsayacak bir bütünlükte olmaması, söz konusu yer adlarının teker teker ele alındığında ortaya çıkabilecek uzun bir sürecin gerekliliğinden kaynaklanmıştır. Yöredeki yer adlarını seçerek çalışmaya uyarlamada ise yörede “yanlış bilinen, en az bilinen veya hiç bilinmeyen”e öncelik verilmesi ilkesi esas alınmıştır. Çalışmada yer adlarının sırayla işlenmesinde ise alfabetik düzen izlenmiştir. 1. TÜRKLERDE YERLERE AD VERME GELENEĞİ Türk toplumlarında yer adları konulurken; genellikle arazinin şekli, arazi sahibinin ya da araziye yakınlığıyla bilinen kimsenin makamı/unvanı/adı, arazide bulunan suyun tadı, arazi üzerinde geçen önemli olaylar, gibi hususlar göz önünde tutulurdu. Türklerin geçmişte ve bugün yurt haline getirmiş olduğu topraklarda, bilhassa köy yerleşimlerinin genellikle birden fazla ada sahip 182 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 olduğu görülmektedir(Uğur, 1991: 61). Türklerde “ad verme”nin İslam öncesi dönemlerde(örn. Oğuzlarda) de bugünkü kadar önemsendiği genel olarak kabul görmektedir. İslamiyet öncesi Türklerde yeni doğan bir çocuğun bambaşka bir âlemden beri geldiği gibi yaygın bir inanış hakimdi. Yeni doğan bir çocuğa tören yapılarak; geldiği âlemi daima hatırlatacak bir isim verilir ve böylece çocuğun toplumda bir fert haline gelmesi sağlanırdı(Öngel, 2001: 284). Türklerde ele geçirilen bir yere ad koymakla yeni doğmuş bir çocuğa ad koymak aynı manevi anlamı kapsamaktaydı. İlk kez fethedilen, benimsenen bir yer, yeni doğmuş bir çocuk gibi algılanmakta ve önemsenmekte idi. Türklerde bilinen eski tarihlerden itibaren, ad koyma işlemi gerçekleştirilirken, öncelikle adın koyulacağı unsurun ana meşgalesi göz önünde bulundurulurdu. Örneğin; Kazak Türklerinde, çocuğun doğma anında babasının elinde hangi alet varsa, onun adı çocuğa verilebiliyordu(Güngör, 1997: 356). Yine eski Türklerde; -Dede Korkut hikayelerinde anlatılanlara göre- Boğaç Han da adını benzer bir usulle almıştı. Adlarını gösterdikleri bir marifetle, fiziki güce dayalı bir başarıyla alabilmek Türk ad koyma geleneğinin bir gerekliliğiydi. Boğaç Han, on beş yaşına girdiğinde güçlü bir boğayla (Bayındır Han’ın meşhur boğası) çatışarak, boğayı yenmiş ve canını almıştı. Bundan sonra kendisine “Boğaç Han” adı verildi(Gökalp, 1976: 268,269). Bu türden örneklere – eski tarihlerden beri- Orta Asya Türklerinde sıkça rastlanmaktadır. Coğrafyaya ad verme geleneğinin özünde ise, Türklerin sosyal ve ahlaki yargı-değerlerinin izlerine rastlanılması doğal bir sonuç olarak kendini göstermektedir: “Türkün, kesinlikle bilinmesi gereken bir özelliği, yerinin ve ‘yurt’unun belli olmasıdır. Böylece ‘yurt’ hemen her Türk için belirli ve bilinen bir kavramdır. Yurt, türkün evinin bulunduğu yerdir. Şu halde, Türk evinin zemini ve toprağa temas ettiği yer, ‘yurt’ demektir. Türk evini, mevsimlik de olsa, her zaman gelip kendi yurduna kurardı. Onun yeri ve yurdu bellidir demek ki kesin gerçek olup, buraya başka bir kimse gelip de evini kurmazdı” (Baykara, 2001: 75,76). Bu durum, Türk kültürünün köklerinden beslenerek gelişmiş olan Türk töresinden kaynaklanmaktadır. Türk karakteri açısından ev; dört tarafı dışa kapalı, sırları muhafaza eden aile meclisidir. Dolayısıyla yurt, Türklerin kutsal sırlarını koruyan ve gelişimi/istikbali için son derece önemli bir unsur olarak görülmektedir. Bu nedenle bu unsurlara aidiyet çağrıştıran saygın adlar konulması doğal bir sonuçtur. Anadolu’daki yer adları üzerine yapılan araştırmalar, bu adların genellikle Türkçe olup, Türklerin oturduğu öteki bölgelerle yakından ilgili olduğunu göstermektedir. Bu yer adları, 1071 Malazgirt Savaşı öncesindeki akınların da 183 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 izlerini taşımakla birlikte, Türklerin zikredilen tarihten sonra kitleler halinde geldiği Anadolu’da; daha eski yerleşik etnik unsurların kullandığı yer adları da Cumhuriyet tarihine dek süregelmiştir. Anadolu’ya, ad koyma tarzlarını Türkistan’dan getiren Türkler(Baykara, 2005: 195), Anadolu’yu yurt olarak benimsemelerinden itibaren tedricen Anadolu’nun köy, yayla, kaza ve şehirleriyle birlikte dağ, taş ve derelerine adlar koyarak buraları kültürel damgalarıyla yurt haline getirmişlerdi. Türklerin yer adlarını koyma geleneğinin Rumeli’deki Türk yurdu olarak bilinen bölgelerde de yaşatıldığı görülmektedir: Rumeli’deki Türkçe yer adları hakkında M. T. Gökbilgin’in şu tespitleri, Türk boylarının ad koyma tarzlarını gittikleri her bölgeye taşıdıklarını göstermektedir: “Boy ve oymak adları, Anadolu yer adları ile ilgili adlar, ünlü gazilerin, velilerin, kadıların, zaim ve tımarlı sipahilerle akıncıların adları, çiftlik sahibiyken köy haline gelmekle çiftlik sahiplerinin adlarından oluşan adlar ile doğal görünüş veya uğraşıya göre verilen adlar olarak görülmektedir”(Gökbilgin, 1957; Acaroğlu, 2006: 7). Ayrıca O. Turan’ın, Yenisey ve Orhun kitabelerinde bulunan yer ve şahıs adlarının Türklere dair bazı kavmi özellikleri taşıdığı tespiti bu yöndeki savları destekler niteliktedir(Turan, 2000: 41). Yer adlandırma geleneği hususunda İ. Kafesoğlu’nun yaptığı araştırmalar neticesinde aktardığı bilgiler, üzerinde düşünülmeye pek yatkındır. Buradan hareketle, bugün yer adlandırma geleneğinin usul bakımından uygulamadan kalkmaya yüz tutmuş olsa da ortalama çeyrek yüzyıl öncesine kadar kendini özellikle kırsal alanda bariz biçimde hissettirmekte olduğu görülmektedir. Kafesoğlu’nun bu konudaki araştırma, nihai görüş ve tespitleri Türk yer adları geleneği araştırmalarına ivme kazandırmıştır. Kafesoğlu’na göre; eski Türk boylarının adları -yer adlarında sürdürülmüş geleneğe bağlı olarak- boyların siyasi ve sosyal özelliklerini ortaya koymaktadır(Kafesoğlu, 1999: 230). 2. GİRESUN KIRSALINDA BAZI YER ADLARININ KÖKENLERİ 2.1. ALUCRA İLÇESİ 2.1.1. ARDIÇ (ARDUÇ) Alucra ilçesine bağlı bir köydür. Köyde ardıç ağaçları fazlaca bulunduğundan, bu yerleşim birimine Ardıç köyü denilmiştir. Bugün de Alucra’nın en fazla ağaç çeşidi bulunan köylerinden biri Ardıç’tır. Ardıç ağacı İslam öncesi Türk kültüründe manevi açıdan önemli bir yer tutar. 11. yüzyılda Orta Asya’nın Kaşgar bölgesinde de Ardıç adı taşıyan iki köy bulunmaktadır(Kaşgarlı, 2005: 153). Bu 184 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 köyler de tıpkı Alucra’nın Ardıç köyü gibi; adını Türk kültüründe önemli bir yeri olan Ardıç ağacından almıştır. Ardıç ağacı eski Türklerde aile bütünlüğünü korumakla ilgili uygulamalarda kullanılırdı. Türklerde kutsal sayılan “ocak” kültü ile de yakından ilişkilidir. İslam öncesi Türk toplumlarında evin kadını her sabah mutfağın ocağında küle gömülmüş haldeki ateşi bir ardıç dalıyla canlandırırdı. Ucunu ateşlediği bu dalla bütün odaları tütsülerdi. Böylelikle zararlı cinleri kaçırırdı. Ağacın Türklerce kutsal olduğunu gösteren bazı isimlere ve unvanlara da tarih boyunca rastlanılmaktadır(Gökalp, 1987: 39-40). Alucra’ya bağlı Ardıç köyünün adı, klasik bir tesadüften ibaret olmayıp; Türk ad verme belleğinden esinlenerek konulmuştur. Bununla birlikte Giresun sınırları dahilinde “Ardıç/Arduç” yer adına yörenin farklı yerleşim birimlerinde rastlanmaktadır: Ardıç(Görele’de köy), Ardıç Hanı(Espiye’ye bağlı Ericek Köyü’nün güney kısmında yayla geçidindeki tarihi saptanamayan eski bir hanın adı). 2.2. BULANCAK İLÇESİ 2.2.1. ALİBEYKÖY Bulancak ilçesine bağlı bir köydür. Köyün adı, Alibey(veya Ali Bey) isim yahut unvanını taşıyan bir zattan gelmektedir. Giresun yöresinde sık sık yer ve şahıs adı olarak rastlanılan “Ali”, bu köy adında da göze çarpmaktadır. Giresun yöresinde “Ali”ye şahıs adı olarak her köyde onlarca kez rastlanmaktadır. Bu durum, peygambere ve onun soyunu sürdüren silsileye (Hz. Ali) hürmetten dolayıdır. Ayrıca, “Alibey”in de sıkça kullanılması da rastlantısal olmayıp; “Ali + Bey” Türkmen geleneğinin bir sonucudur. “Bey”lik Türklerde asalet ihtiva ettiğinden, kadınlarca erkeklere ithafen sıkça kullanılan bir unvandır. Türk kültüründe her erkeğe bey denilmemiştir. Bey; seçkindir; marifetli, becerikli, efendi, alçakgönüllü, merhametli, cömert, cesur ve yaptırım gücü olan erkektir. Ali, Türklerde ehlibeyt sevgisini ve buna binaen hürmeti ifade eden bir terim olmakla; yanına ilave edilen bey de yukarıdaki tanımlamaları içerdiğinden, ortaya çıkan ad karışımı yüceltilmiş kişiler için genellikle kullanılmaktadır. Alibeyköy de adını “Alibey” sanındaki hakkında bugün çokça bilgi bulunmayan saygın zattan almıştır. 2.2.2.AYDINDERE(KIZIL EV) Bulancak ilçesine bağlı belde. Eski adı “Kızılev” köyü olup adını, eski tarihlerde köyün ağalarından birinin kızılağaçtan yaptığı evinden almıştır. 185 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Söz konusu evin ahşap malzemesi kızılağaçtan olduğu için ev zamanla kızıl bir görünüm almıştır(Kızılağaç, Aydındere yöresinde sıklıkla rastlanabilen bir ağaç türüdür. Yaş halde biçilip kullanıldığında kızıla çalan bir renk alır). Rivayete göre “‘kızıl ev’ denile denile köyün adı ‘kızıl ev’ olarak kalmıştır”. 1984’te muhtar olarak göreve başlayan Celal Karahasan tarafından 1987 yılında buranın adı Aydınlar olarak değiştirilmiştir. Yerlilerin naklettiği rivayete göre bu ad; “Aydınlık bir gelecek temennisine binaen” konulmuştur. Çünkü bölgenin tarih sahnesine çıktığı dönemlerden beri sosyal, ekonomik, sıhhi ve ulaşım alanlarında ciddi sıkıntılar yaşadığı bilinen bir gerçektir. Bu da aslında Aydınlar yöresinin bağlı bulunduğu vilayet merkezine olan uzaklığı, sarp geçitleri ve kıt kaynaklarından doğan sorunlardan kaynaklanmıştır. Aydınlar köyü, 1999 yılında referandumla belde olmuş ve adı; Derecikalan ve Aydınlar ‘ın birleştirilmesiyle “Aydındere” konulmuştur. 2004 yılında yapılan yerel seçimle ilk belde başkanını seçen Aydındere, Karagöl dağının eteklerinde oldukça geniş, sarp ve yeşil bir bitki örtüsüne sahiptir. Yukarıda, Bulancak sınırları içerisinde bulunan Kızılev köyünün adının değiştirilerek önce Aydınlar daha sonra ise Aydındere konulduğu konusu ele alınmıştır. Genellikle yöre halkının verdiği bilgilere dayanarak naklettiğimiz bu bilgiler, ne kadar da olsa rivayetten ibaret olup, müşahhas kayıtlar kategorisine girmektedir. Osmanlılar dönemi arşiv kayıtları, bazen bu rivayetleri doğrulayamamaktadır. 1455 tarihli Osmanlı tahrir kayıtlarında Kızılev köyü “Kızıl-ayu” (Fatsa, 2005: 453) şeklinde yazılmaktadır(M. Fatsa, 1455 tarihli tahrir defterlerinde Kızılev Köyü’nün “kızıl-ayu” olarak yazdığını(Fatsa, 2005: 453) aktarırken, F. Emecen(Emecen, 2005: 113 vd.) böyle bir durumdan bahsetmemekte; doğrudan “Kızılev” şeklinde belirtmektedir). Buradaki kızıl sözcüğü, halkın naklettiği rivayetlerden öte; eskiden yörede yaşayan bazı Çepni taifelerinin bir mezhepsel simgesi olabileceğini düşündürmektedir. İçişleri Bakanlığı’nın 1982’de yaptığı bir yayın, bazı yer adlarının kapsadıkları anlamlar itibarıyla özellikle değiştirildiğini ispatlar niteliktedir(Tunçel, 2000: 28). Bunlarla birlikte, “kızıl” sözcüğünün Türkçede en eski tarihlerden beri kırmızı rengi ifade ettiği bilinmektedir. Yer adlarında Türklerin renkleri dikkat çekici bir biçimde kullandıkları sıkça karşılaşılan bir durumdur. Özellikle; al, ak, kara, kızıl ve sarı renkler yer adlarında eski tarihlerden beri çok sık kullanılmıştır. Eski adı Manastır olan Espiye’ye bağlı Çalkaya köyünün güneybatı sınırlarında yer alan “Kızılkaya”(1) dağı; yine aynı köyün eteklerinden geçerek Karadeniz’e dökülen ve tam ortasından geçerek Espiye’nin bir mahallesine(Kızıldere köyü; yeni idari kapsam ve adıyla Kaleboynu mahallesi) 186 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 de adını veren “Kızıldere” deresi; Espiye’ye bağlı Seydiköy köyünün “Kızılot” mahallesi; Espiye’ye bağlı Yeşilköy köyüne bağlı “Kızılmakus” mahallesi; Dereli ilçesine bağlı “Kızıltaş” köyü; Osmanlı dönemi kayıtlarında geçen ve Çepni Eli’ne bağlı olan(Sümer, 1992: 59,71,84, vd.) yerlerden Kızıllar, Kızılhisar, Kızıl Alma(bugünkü adı Kızıl Elma; Yağlıdere ilçesinde köy), Kızıl Öz Derbendi, Kızılcalu Çukuru, Kızılca İnek(bugünkü adı Sarayköy; Çanakçı ilçesinde köy), Kızılot(Osmanlı Devleti’nin tuttuğu 1643 tarihli deftere göre Bulancak’ın güneyinde köy. Bkz. Emecen, 2005:45,65), Kızıltaş(1455’te Bulancak sınırlarında bir köy; bkz. Emecen 2005:113,114); yer adlarında geçen “kızıl” sözcüğüne sadece Giresun vilayeti sınırları dahilinde örnek teşkil eden yerlerden birkaçıdır. Bu yerlerin büyük kısmının tarihi süreç içerisinde sosyal, siyasi ve dinsel gerekçelerle değiştirildiğini de belirtmek gerekir. 2.2.3.BAYINDIR Bulancak ilçesine bağlı olan bu köyün adı Oğuzlara mensup olan Bayındır boyundan gelmektedir. 1455-1485 Osmanlı Devleti nüfus kayıtlarında “Bayındır/Bayındur” şeklinde adı geçen bir köydür (Emecen, 2005: 156). Bayındır adının köye konulmasındaki muhtemel etkenler şunlardır: Birinci etken; Bayındır sözcüğü Türkçede yer için; “gelişip güzelleşmesi, hayat şartlarının uygun duruma getirilmesi için üzerinde çalışılmış olan, mamur” anlamında kullanılmaktadır(BTS, 2007: 415). O halde Türklerin buraya yerleşmeye başlayarak burayı bayındır bir halde bularak bu adı koymuş olabilme ihtimali akla gelir. Diğer bir ihtimal ise; Türkler buraya yerleşmeye başladıklarında buranın bakımsız bir yerleşim yeri olmasına karşın, giderek burayı yaşanılır bir iskan mahalli olarak düzenledikleri, bayındır hale getirdikleri düşünülebilir; “Bayındır” adı böylece konulmuş olabilir. Bayındır adının menşei ile ilgili ikinci etken; Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri olan (Üçoklar koluna bağlı/Gök Han oğullarından) Bayındır’dır. Bayındır; Oğuzların hatıralarına göre Oğuz Han’ın altı oğlundan biri olan Gök Han’ın oğludur. 1071 Malazgirt Savaşı’nı başarıyla sonuçlandıran ve ardından yoğun kitleler halinde Anadolu’ya yerleşmeye başlayan Türkler, Anadolu’da boylar halinde çeşitli bölgelere yayılmışlardı. Bu yayılmalarda, Türk boylarının yaşam tarzına binaen ağırlıkla kırsal bölgeleri tercih etmeleri, ana meşgaleleri hayvancılık olduğundan doğal bir tutumdu. Boylar arasındaki mücadeleler ise çoğu zaman boyların birbirlerinden uzak bölgelerde mesken tutmalarını gerektiriyordu. Bu nedenle, Anadolu köylerinin en ücra köşelerinde yerleşen boylar ve büyüklü küçüklü boy bakiyeleri, cemaatler vardı. Bayındır boyu da 187 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 tıpkı, Halaç, Eymür, Çepni, Avşar, vs. Türk boyları gibi gittikleri yerleri yurt haline getirme çabası içindeydi. Bununla birlikte diğer boylarda olduğu gibi; yurt tuttukları yerlere/yaylak ve kışlaklarına bazen boy adının, boy beyinin, komutanlarının, bağlı bulundukları din adamlarının yahut boy ilerigelenlerinin adını koyabiliyorlardı. Türk yer adlarında, Türklerin boylar halinde yayıldığı tüm coğrafyalarda bu türden ad koyma tarzı genelde hakimdi. Bu duruma temelli olarak, Bayındır köyünün bu adı almasında Bayındır boyunun ana rolü oynadığı ihtimali de gözden kaçırılmamalıdır. Ancak bu yer adının tam olarak hangi tarihte konulduğunun tespit edilememesi yeni soruları beraberinde getirmektedir. Çünkü F. Sümer bazı kaynaklarda Bayındır boyunun 14. Yüzyılda Kınık boyuna mensup bir teşekkül olduğu bilgisini nakletmektedir(Sümer, 1999: 430). Ayrıca Bayındır boyunun, Bulancak civarındaki Bayındır civarında yerleştiğine dair herhangi bir bilgi yoktur. Söz konusu yöreye en yakın Bayındır boyu bakiyeleri de Osmanlı dönemi kayıtlarına göre; Kelkit vadisi civarı, Çorum, Samsun, Yozgat, Tokat, Şebinkarahisar ve Sivas yöresinde bulunmuştur. Bu durum, Bayındır boyuyla ilgili olan ad menşei ihtimalini zayıflatmaktadır. O halde Bayındır köyünün adının, Bayındır boyundan yahut düzenlenmiş iskan mahallini ifade eden yer manasındaki “bayındır/bayındur” sözcüğünden geldiğini kesin bir çizgiyle ayırt etmenin zor olduğunu belirtmek gerekir. Ancak mevcut verilere göre Türklerce konulan bir ad olduğu ortadadır. F. Sümer, 16. yüzyılda Anadolu’da Bayındır adını taşıyan 52 köy ve ekinlik olduğunu nakletmektedir. 1960’lı yıllarda bu sayının 28(İzmir-Bayındır ilçesini ayrıca ekleyerek bu sayıyı 29’a çekiyor) olduğunu bildiriyor(Sümer, 1999: 427). Bugünkü kayıtlara göre ise Bayındır adını taşıyan 30 adet yerleşim yeri olduğunu belirtmek gerekir(KKT, 2003: 231). 2.3. ÇANAKÇI İLÇESİ 2.3.1. ÇAĞLAYAN (KÖSEBEK) Önceleri Görele ilçesine bağlı olan Çağlayan, Osmanlı kayıtlarında (1486 yılı tahrir defterleri) adı Kuzca olarak geçen(T.C. BDA, 2006:117) Çanakçı’nın ilçe olmasıyla birlikte(2), Deregözü(eski adı Kelete) köyüne bağlı bir mahalle(Kösebek) olarak kayıtlara geçmiştir. Çanakçı(=Kuzca)’nın Çepni Türklerinin iskana açtığı bir bölge olduğu bilinmektedir. 1486 yılı Osmanlı kayıtlarında söz konusu bölgenin vergilerini toplama işini Çepni beylerinin yaptığı tespit edilmiştir(Fatsa, 2010:132). Bilhassa zengin su kaynakları ve geniş ormanlık alanlarıyla önemli bir doğal yapıya sahip olan Çağlayan Köyü, adını ya188 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 kın dönemde köye gelen bir öğretmenin önerisiyle almıştır. Adın esin kaynağı köyün girişindeki görkemli çağlayanlardır. Giresun-merkez, Şebinkarahisar, Yağlıdere ilçelerinin de aynı adı taşıyan birer köyleri bulunmaktadır. Bunların adları birebir aynı olmakla birlikte, ad kökenleri değişiktir. Çağlayan’ın Giresun il merkezine uzaklığı 98 km, bağlı bulunduğu Çanakçı ilçesine 20 km, sahile (=Görele) 37 km’dir. Rakımı ise 900 m. civarındadır. Giresun iline hakim olan fındık tarımından uzak yayla-köy niteliğindeki bu köyde, düşük oranda hayvancılıkla birlikte az miktarda meyvecilik yapılmaktadır. Otlak sıkıntısı olmamasına rağmen köyün yer şekilleri engebeli olduğundan, köy hayvancılığa pek müsait değildir. Köyün karşısındaki büyük kayalıklardan oluşan dağlar, görkemli bir fiziki yapıyı ortaya koymaktadır. Bu kayaların arasında ilkbaharın sonuna dek kalın kar kütüklerine rastlamak mümkündür. Bununla birlikte köyde, buranın eski çağlardaki geçmişini aydınlatabilecek, Bizans kalıntısı olduğu düşünülen bazı şekil ve yazılar içeren taşlara rastlanmaktadır (Kalıntılara 2008 yazındaki Çağlayan köyü incelemelerinde rastlanmış olup, ilgili kayıtlar şahsi arşivimizde bulunmaktadır). Türkiye’de bugün itibarıyla;(Giresun dışında) doğrudan Çağlayan adını taşıyan ve içinde “çağlayan” sözcüğü geçen toplam 28 yer adı bulunmaktadır. Bunların birçoğunun ad menşeinde çağlayanlar esin kaynağı olmuştur. Diğerleri ise, çeşitli nedenlerle konulmuş yer adlarıdır. Çanakçı ilçesindeki Çağlayan köyü, adını köyün girişindeki çağlayanlardan almış olduğundan, Türk yer adları geleneğindeki yeri; coğrafi yapıdan doğan yer adları kategorisidir. Çağlayan köyünün yerli halkından elde edilen bilgilere göre; köyün ilk merkezi bugünkü bulunduğu yerin kuzeyindeki Çardakkıranı adını taşıyan mevkidir. Çardakkıranı’nda tarihi henüz belirlenememiş olan ev vs. yapı kalıntılarına rastlanmaktadır. Burası, Trabzon ile Giresun kazalarını birbirlerine bağlayan önemli bir yaya yolu niteliğindeki eski bir geçittir. Köy halkının dedelerinden bugüne naklettiği bilgilere göre; Osmanlı Devleti’nin dağılma döneminde, resmi otoritenin bozulmasıyla artan eşkıyalığın bu geçit üzerinde ciddi olumsuz etkileri olduğundan, Çardakkıranı civarındaki yerleşim, bugünkü köy merkezi olan yere doğru kaymaya başlamıştır. 20. yüzyılın başlarında köy tamamen bugünkü yerini merkez alarak, buradaki Türk halkı tarafından yeniden yapılandırılmıştır. 1987 yılına kadar Deregözü Köyü’nün bir mahallesi(Kösebek) olarak tarih sahnesindeki varlığını sürdüren köy, bu yılda Deregözü’nden ayrılıp, Çağlayan adıyla yeni bir köy statüsüne geçmiştir. Bununla birlikte, 1515, 1530 ve 1554 yıllarına ait Osmanlı Devleti resmi kayıtlarında (Fatsa, 2010:132) Deregözü (Kelete) köyünün Türklerce iskan edilmiş olduğu görülüyor. Böylelikle, 1987 yılına dek Deregözü’nün bir mahallesi du189 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 rumunda olan Çağlayan köyünün tarih ve kültür köklerinin bu köye ait kayıtlarda aranılması gerekir. Çağlayan köyü adının 1987 öncesine(mahalle statüsünde) dek adının Kösebek olduğu bilinmektedir. Buradan hareketle; Kösebek’in adının Köse Bey(=eski Türk dilinde; beg/k) namında önemli bir şahıstan geldiği muhtemeldir. Ancak yerli halkın hafızasına atalardan miras kalan bir rivayet yer etmiş; köyün ad menşei hakkında mitolojik bir kabullenme durumu sergilemişlerdir. Bugün hala köyde yaygın olan anlatı şöyledir(KK-1): “Köye çok eski zamanlarda bir çoban gelmiş, yerleşmiştir. Çoban köyün ıssız bir yer olmasına karşın şu dörtlüğü okumuştur: Kurşun adı dösdömbek Buranın adı Kösebek Ne geziyor benim gibi Burda bir köpek…” Köyün ad menşeinin dayandırılmış olduğu bu anlatının tarzı yörede onlarca köy için kullanılmaktadır. Fakat bunun sanısal, klasik bir tarihçe yad etme geleneği olduğunu unutmamak gerekir. Bilimsel bir dayanağa sahip olmayan bu folklorik anlatı, köyün adını anlatmada tarihsel gerçekleri yansıtmaksızın yalnızca halk kültürü araştırmalarına kaynaklık eder cinstendir. Yörede onlarca köyün ad geçmişini aydınlatmada rastlanan anlatılarda “buraya bir … gelmiş” şeklindeki başlangıç ibaresinde, genellikle üç noktalı yere şeyh(şıh), çoban, bey, muhacir, asker, komutan, hoca, ermiş, asker kaçağı, evliya, dilenci,…” gibi özneler konulmaktadır. Bu da tarihsel gerçeği aydınlatmada işe yaramasa bile, en azından yöredeki Türk ad verme geleneğinde bir tarz olma açısından önemlidir. Yer adlarına kültürel bakışa yöresel bir boyut kazandırır ki bu da Türk folklorunun çeşitlenmesine, zenginleşmesine yardımcı olur. Çünkü anlatılardan doğarak sosyo-kültürel hayata manevi/milli açıdan doğrudan yahut dolaylı olarak etki eden “şeyh, evliya, hoca, vs. dini terimlerle” anlatılagelen doğaüstü rivayetler, söz konusu yerdeki bilimsel olarak gelişmemiş halk kitlelerini kontrol etmede ve mensup oldukları kültürle bütünselleştirmede önemli roller oynar. Hatta iyileşme yönünde yaptırımları olabilir. Ancak nasihatçi ve ders verici yönleri olan bu müşahhas aktarımlar, çoğu zaman bilimselliğe aykırı durarak gerçeğin önünü de kapatırlar. Bazen zorlama nedenler yaratmada öncül kaynak yerine halkça büyük bir inanışla kullanılırlar. Bunların yanı sıra sorgunun da önünü keserler. Örneğin, yukarıda nakledilen anlatıda bir mani tarzında dörtlük geçmektedir. Görüldüğü üzere bu dörtlükte kullanı190 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 lan dizeler arasında çelişkiler mevcuttur: 1-Kurşunun şekli, yöre ağzıyla “dösdömbek”(3) olarak ifade edilebilir. Ancak adı bu şekilde ifade edilemez. Çünkü yörede bu sözcük yalnızca sıfat olarak kullanılmaktadır: Dösdömbek elma, dösdömbek arı, dösdömbek çilek... gibi. Bu dörtlükte “dösdömbek” sözcüğünün mani tadındaki dörtlüğün ikinci dizesinde geçen ve köyün ilk adı olan “Kösebek”le kafiyeli olması için özellikle seçildiği açıktır. 2- İkinci dizede geçen “buranın adı Kösebek” ibaresi ise zaten köyün adını söylese de adın esin kaynağı hakkında herhangi bir bilgi vermiyor. Bu bakımdan köyün ad menşeini aydınlatacak bir muhteva söz konusu değildir. 3- Üçüncü ve dördüncü dizelerde ise çoban, kendisiyle bir köpeğin arasında bir anlık benzerlik tespit etmiş ve bunu dizeye dökmüştür. Bu benzerlik ise “gezme yönünden” olup, köyün ad menşeine dair herhangi bir niteliğe sahip değildir. Köyün ad menşeinin Anadolu’nun Türk yurdu haline geldiği Malazgirt savaşı sonrası erken dönemlerde Köse/li/lü adındaki Türk taifeleriyle de ilişkisi olabilir. Çünkü söz konusu bölgeyle ilgili kayıtlar, 1486 yılına dek inmekte olup, bu kayıtlara göre bölge Türk yerleşimidir. Dolayısıyla bugün Çağlayan adını taşıyan bu köye, eski adı olan Kösebek’in, Türk taifeleri tarafından konulduğu bir gerçektir. Bu adlandırma şekli de Türk yer adları geleneğinde; önemli şahısların veya boy/taife/oymak/cemaat/aşiret adlarının yurt tutulan bölgeye konulması şeklinde gerçekleşmiştir. Şimdi bu kanının dayanağı niteliğinde olan ilgili Türkmen taifelerinin adlarını nakletmekte fayda olacaktır(Lezina ve Superanskaya, 2009: 372, 377-378,385): Köse Ahmetli: Türkmen(Avşar). Köse Bekirli: Türkmen(Eymürlü). Köse Davut: (Türkmen(Avşar). Köse Döğer Beylü: Türkmen(Boyu belirlenememiş). Köse Hacılı: Türkmen(Avşar, Kavurgalu, Kuştemür). Köse Hasanlı: Türkmen(Selmanlu, Küşne). Köse I: Türkmen(Göklen, Nohurlı, Olam). Köse II: Türkmen(Yomut, Çovdur). Köse III/Köseli: Türkmen(Avşar, Anamuslu). Köse IV/Köseler: Türkmen(Bozdoğan). Köse Mustafa: Türkmen(Ağcalu). Köse Oğlanları: Türkmen(Eymürlü). Köse Receblü: Türkmen(Boyu belirlenememiş). 191 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Köseceli/Kösecelü: Türkmen(Eymürlü). Kösekethuda: Türkmen(Mamalu). Kösekocalı: Türkmen(Boyu belirlenememiş). Kösel-lü: Türkmen(Anamuslu). Köseler I:Türkmen(Atçeken). Köseler II: Türkmen(Çepni). Köseler III: Türkmen(Karakeçili). Köseler IV: Türkmen(Selmanlu). Köseler V: Azerbaycan Türkleri(Şahvesen). Köseler VI: Türkmen(Ersarı, Ata). Köseli I: Türkmen(Yomut). Köseli II: Türkmen(Eymir). Kösem: Türkmen(Karkın). Kösemusa/Kösemusalı: Türkmen(Çunkara). Köseoğlu: Türkmen(Demircilü). Köserelli: Türkmen(Haymana Yörükleri, Dündarlı). Kösetatalı: Türkmen(Boyu belirlenememiş). Köseyan/Köseyanlı: Türkmen(Rışvan). Anadolu’da Malazgirt savaşından sonraki erken dönemde “Köse” sözcüğünü içeren köy, mezra, kışlak vb. yer adları ise şunlardır: Kösem; Saruhan livası(Akçaköy Yörük cemaati), Köseler; İç-il livası(Hacı Bahaüd-dinlü cemaati), Köse Kışlası; Bozok livası(Hışır cemaati), Köseoğlu mezrası; Bozok livası(Karalu cemaati)(Sakin, 2006: 85, 177, 187, 218). Anadolu’da bugün, Giresun sınırları dışında “köse” sözcüğünü içinde barındıran yahut diğer bir deyişle; “köse” ile başlayan mahalle, köy, bucak, belde ve ilçelerin tamamı 102 tanedir. Bunların ad menşei hakkındaki malumatlar ise genellikle “Köseli” Türkmen taifelerine dayanmaktadır. Bunun dışında kalan yerlerin ad menşeinde ise genellikle “köse” unvanını taşıyan ve toplumca önemi kabul görmüş olan saygın şahıslardan esinlenerek yer adı konulmuştur. Bu tür yer adlarında, Türk yer adları geleneğinin belirgin bir özelliğine rastlanılmaktadır: Tanınmış bir şahsa ait unvan, yine o şahsın belirgin fiziki özelliklerinin göz önünde tutulmasıyla yaşadığı yahut tanındığı yere verilmiştir. Çağlayan köyünün eski adı olarak bilinen Kösebek, 1987 öncesi idari statüsü bakımından mahalle idi. Burada dikkat edilmesi gereken bir ayrıntı vardır. Bilhassa yer adları çalışmalarında resmi kayıtlardaki yerler temel alındığından, Kösebek gibi mahalle statüsünde olan birçok yere adsal olarak ula192 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 şılamamış, tarihi aydınlatmada önemli olan ve halkça bizzat konulduğu halde genelde kayıt dışı kalan birçok yer adı araştırılmamış, incelenememiş ve tarihten kendiliğinden silinmiştir. Bu tür kayıplarla karşılaşılmasının nedeni ise genellikle tarih ve halkbilim araştırmacılarının bilgiye ulaşmada müşahhas kayıtları yeterince değerlendirememiş olmalarıdır. Yukarıda içinde “köse” geçen yer adlarından bahsedilirken –ki bunlar resmi kayıtlardan nakledilen bilgilerdir- özellikle “Giresun sınırları dışında” diye uyarı niteliğinde bir belirtgeç kullanılmıştır. Bunun nedeni ise şu an üzerinde durduğumuz konudur: Halkça konulmuş ancak resmi kayıtlara girmemiş olan yer adları. Örneğin, Giresun’un Tirebolu ilçesine bağlı Köseler köyü resmi kayıtlarda rahatlıkla rastlanan bir yer adıdır. Ancak, herhangi bir köyün mahallesi yahut herhangi bir mevkinin adı olsa idi resmi kayıtlarda rastlanamayan bir yer adı olabilirdi. Buna bir örnek teşkil edebileceği düşünülerek şu bilgiyi nakletmekte yarar vardır: Giresun’un Espiye ilçesine bağlı Çepni köyünün Öteköy adlı (ki bu da eski resmi kayıtlarda yer almaz) mahallesinde bir mevki adı; “Köseli Bölüğü”dür(4). Ancak bu yer adına asla hiçbir kayıtta rastlanmamaktadır. Dolayısıyla, yerli halkça adeta tarihi, kültürel ve kökensel tapu niteliğinde olan mevki ve mahalle vs. yer adları büyük oranda bilinememektedir. Çağlayan köyünün eski adı olan Kösebek’i aydınlatmada bu durumun bir sonucu olan, malum bir sınırlılık söz konusudur. Köse adını içinde barındıran Türk taifelerinin eski tarihlerden bugüne adı, Anadolu dışında da (Yunanistan, Batı Trakya) pek çok yerde geçmektedir (Acaroğlu, 2006: 248, 424-425): Köse(Spanon): Meriç ya da Dede-ağaç ilinin Sofu ilçesine bağlı Türk köyü(1914). Tümü Türk’tür. Son dönemlerde adı Köse-köy olmuştur. Köse-çallı(Kossos-Kremasti): İskeçe iline bağlı Türk köyü. Tümü Türk’lerden oluşur. 1901 tarihli Osmanlı kayıtlarında adı geçmektedir. Köyün adını Kör Sallı ya da Köse Hallı şeklinde telaffuz edenler de bulunmaktadır. Köse İlyas(Halkeron): Kavala iline bağlı eski bir Türk köyü. Köse Mecit(Mesti): Meriç ya da Dedeağaç iline bağlı Türk köyü. Tamamı Türk’tür. Son dönemlerde köyün adı Köse Mescit olarak bilinmektedir. Köse Murceli/Köse Murtlalı(Divunon): Kılkış(Kilkis, Kukuş) ilinin Fenerli(Fanarlı) beldesine bağlı eski bir Türk köyüdür. Köseler: Meriç ya da Dedeağaç ilinin Sofulu ilçesine bağlı Türk köyü. Tümüyle Türk’tür. Köseler(Kosiler, Antigonos): Florina(Lerin) iline bağlı eski bir Türk köyüdür. Köseler(Kosiler, Kisa, T,marja): Kozana(Kozani) ilinin Üsküpler beldesine 193 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 bağlı eski bir Türk köyüdür. Köseler(Spanotopos): İskeçe iline bağlı Türk köyü. Tamamıyla Türklerden oluşmaktadır. 1901 Osmanlı kayıtlarında adı geçmektedir. Köseler-i-bala(Katohorion): Sarı Şaban ilinin Olacak beldesine bağlı bir Türk köyüdür. Köseler-i-zir(Anohorion): Sarı Şaban ilinin Olacak beldesine bağlı bir Türk köyüdür. Köseli: Serez(Seres)ilinin Kopriva beldesine bağlı eski bir Türk köyüdür. Yunanistan’ın değişik bölgelerinde bulunan bu yerlerin adlarında “köse” sözcüğünü taşımasında, Türk taifelerinden olan ve aynı adla başlayan toplulukların kültürel yansımaları net bir biçimde görülmektedir. Konu bağlamında mercek altına alınan Giresun ili Çanakçı ilçesinin (eski adıyla) Kösebek köyünde de aynı kültürel yansımalardan bahsetmek mümkündür. Köse adını içeren Türk taifelerinin Anadolu içinde ve dışında bu denli yaygın olmasından; Türklerin doğudan batıya doğru yayılmasında ve buralarda mesken tutmalarındaki önemli rollerinin, ilgili yer adları tarafından yeterince kanıtlandığı ortadadır. 2.4. ESPİYE İLÇESİ 2.4.1. ARALICAK Espiye ilçesine bağlı yerleşim birimi olan Aralıcak(=“Aralcak” şeklinde telaffuz edilmektedir), etrafını çeviren dağların arasındaki kuytuda kalan düzlükten almıştır(KK-2). Espiye ilçesinde Aralıcak adını taşıyan iki yer vardır. Bunlardan biri ilçenin güneydoğusunda kalan Aralıcak köyüdür. Bu köy, geçmiş dönemlerde Çepni köyünün bir mahallesi iken; köy merkezine uzaklığı ve ulaşım olanaklarının zorluğu nedeniyle 1990’lı yıllarda ayrı bir köy olarak idari taksimata tabi tutulmuştur. Köy olduktan sonra ise adı halkça, “Yeşilyurt” olarak değiştirilmiştir(KK-3). Bu değişiklikte köyün yeşilliği yoğun bitki örtüsünden esinlenilmiştir. Ayrıca Aralıcak’a yakın olan Çepni Köyü’ne bağlı bir başka mahalle olan Keçi Gerişi mahallesi de yine mahalle statüsünde Aralıcak köyüne bağlanmıştır. Espiye ilçesindeki diğer Aralıcak köyü ise yaklaşık olarak Espiye’nin güneybatısında kalır. Köy statüsünde olup, ad menşei itibarıyla yukarıda tarif olunan şekildedir. Osmanlı Devleti’nin 1876 yılına ait; köy adları, hayvan sayısı, vergi, emlak durumu ve erkek nüfusu kayıtlarında, Espiye’nin güneybatısında kalan bu Aralıcak köyünün adı aynı şekil194 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 de geçmektedir(Sümer, 1992: 154,176). Giresun yöresinde Aralık(Görele’de köy), Aralıcak, Aralıkoz(Görele’de köy), Arageriş(Tirebolu’da köy), gibi “aralık/ ara” sözcüklerinden türeyen yer adlarına sıkça rastlanmaktadır. Bu da gösterir ki; Türk yer adlarında Türk dilinin coğrafya üzerindeki akisleri, yer adlarının konulmasında başlıca bir etkendir(5). 2.4.2. ARIDURAK (SAKARYA) Espiye ilçesine bağlı bir yerleşim birimidir. Eski adı Sakarya’dır. Sakarya’nın ad menşei hakkında herhangi bir bilgiye rastlanmamaktadır. Arıdurak adı ise köyde geçmişte yoğun bir biçimde arıcılık yapılmış olmasından dolayı köye konulmuştur. Köyün arka kısmındaki ağaç çeşidinin bol olduğu yüksek tepe ve dağlar(Keldağı); bir tarafında tarihi bir gözetleme kulesi niteliğindeki Andoz kalesinin üzerine kurulu olduğu sarp kayalık(6), bir tarafında sınır olduğu Yağlıdere deresi ve denizel etki bu köyün geçmişinde arıcılığa geniş doğal olanaklar tanımıştır. Arıcılığın yaygın olduğu dönemlerde Arıdurak köylüsü, peteklerinden çıkardıkları balları muhtemelen köyün girişinde açık pazarlar kurarak satıyorlar, ayrıca Espiye’de kurulan halk pazarına da götürüyorlardı. Arıdurak köyü, adının da yansıttığı gibi bugün –eskisi kadar olmasa da- arıcılığa müsait bir yerleşim alanıdır. Arıdurak Köyü, Andoz kalesinin (Ayrıca bkz. Kaya, 2011: 161 vd.) bulunduğu yöreyi içine alır. Kalenin bulunduğu bu mevkiye Osmanlılar döneminde “Anduzlu” denildiğini arşiv kayıtları doğrulamaktadır(Sümer, 1992: 58, 84). 2.4.3. ARPACIK Espiye’nin tarihi en eski olan köylerinden biri de burasıdır. Burada mezarı bulunan Ocak Dede adlı şahsın köy halkına çağlar öncesinden kalan bir nasihati olduğu rivayetleri yaygındır. Halk anlatılarına göre, Ocak Dede köylüye; “Benim köyümde acı olan mahsul yetiştirmeyin” diye nasihat etmiştir. Halk buna binaen köyde soğan, sarımsak ve biber yetiştirmemektedir. Ocak Dede’nin nasihatini tutmayarak bu acı sebzeleri yetiştiren kimselerin helak olduğuna inanılmaktadır. Ayrıca, Ocak Dede’nin köylülere şöyle dua ettiği bilinmektedir: “Kim bu köyde Müslüman gibi yaşarsa bu köyün ekmeğini aşını yesin; Kim bu köyde acı eker, diker; Müslüman gibi yaşamazsa, toprağını taşını yesin!” 195 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Eski bir gelenek olup, bugün uygulanmamakla birlikte; köyde “köy dışına kız vermeme” adeti geçmişte var olmuştur. Bununla birlikte köyde tavuk ve benzeri hayvanlar yetiştirilmesinin uğursuzluk getireceğine inanılmaktadır. Dereli ilçesine bağlı Alevi mahallelerinde de “dışarıya kız vermeme, tavuk yetiştirmeme, acı ekmeme” adetlerinin bilindiği ve yer yer uygulandığı bilgisine bugün ulaşılmaktadır. Ancak, Arpacık köylüsüne ‘neden tavuk yetiştirilmediği” uygulamasını sorguladığımızda tatmin edici bir cevap alamasak da; Dereli’nin Alevi mahallelerinden aldığımız cevap biraz olsun tatmin edicidir: Köyde bulunan kutsal yerlere, bu çok gezen hayvanların kirleterek zarar verdiği dile getirilmiştir(KK-5 ve KK-6). Köyün adının ise; sıkça arpa ekilen bir yer olmasından geldiği konusunda yoğun rivayetler bulunmaktadır. Hatta bu bilgiye binaen Arpacık köyü halkından bir kısmı köyün adının “arpalık”tan geldiğini iddia etmektedir. Bu iddiayı dayandırdıkları rivayet ise şudur: Asırlar önce buraya kimsesiz ve yoksul bir Türk beyi gelir. Geçim yapmak için hiç bir şeyi olmadığını söyleyen bu göçmen Türk beyi, köyün yerlilerinden cömert birine rastlar ve kendisinden bir tarla ister. Bu isteği dile getirirken: “bana bir arpalık yer ver” diye bir cümle kurar. Yerli kişi kabul eder ve köyün adı bu cümlede geçen “arpalık” sözcüğünden doğar. Yer adlarının menşeini saptamada klişeleşmiş olan bu türden rivayetler pek yaygın olmakla birlikte akla birçok soru getirir. Bunlardan ilki şudur: Burada yerliler olmasına karşın bu köyün göçmen Türk beyi buraya gelinceye dek herhangi bir adı yok muydu? İkincisi; arpalık adı nasıl bir ağız değişimiyle “arpacık” olmuştur? Türkçedeki –lık eki, hangi yollarla –cık ekine dönüşebilir? Dönüştüğünde aynı manayı karşılar mı?(7) Üçüncüsü; bir “Türkmen beyi” göçmen olsa tek başına mı köye gelmiştir? Dördüncüsü; bir “Türkmen beyi” herhangi birinden tarla ister mi? İsterse eski dönemlerde toprağa verilen öneme binaen, bu isteği hemen yerine getirilir mi? … Bu rivayetteki diğer bir çelişki ise, Türk ad verme geleneği, halk bilincinde tabiri yerindeyse bazen kolaycılığa çalar. Yer adı, üzerinde fazla düşünülmeden olayda yahut mekanda aktif rolü olan baş kahramandan esinlenmiş olmalıdır. O halde burada arpalık yerine ilk olarak söz konusu Türkmen beyinin adı verilmeliydi. Yer adları menşeinde rivayetleri en güvenilir kaynak sıfatıyla değerlendirmek, araştırmacıları bazen yanıltabilmektedir. Resmi bir kayıt olmaksızın yapılan yer adları değerlendirmelerinde ortaya çıkan bir başka olumsuz durum ise; anlatının içeriğinde barındırdığı çelişkilerdir. Bu fasıl, ayrıca bir araştırma konusudur. Son olarak bunlarla birlikte nakletmek gerekir ki; köyün adı, 1876 yılında ait Osmanlı dönemi tutanaklarında aynı şekilde, “Arpacık” olarak geçmektedir (Sümer, 1992: 154, 176). 196 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 2.4.4. AVLUCA 1515 tarihli tahrir defterlerinde adı geçen bu köy, vergilerini Çepni çeribaşısı Emir Han Ağa’ya vermekle yükümlüydü(Fatsa, 2005: 301). 1876’da Tirebolu kazasına bağlı olan Avluca(Sümer, 1992: 153-154), cumhuriyetten önce Yedi Nahiye’den biri olan Bayramoğlu nahiyesine bağlı bir köydür. Bugün Espiye ilçesine bağlı bulunan Avluca Köyü’nün eski mahallelerinden olan Akkaya, Bayrambey ve Yeniköy, yakın tarihte köy statüsü kazanmıştır. Çevresindeki iskân birimlerine nazaran Avluca köyünün daha engebesiz bir yer şekline sahip olması, köyün adının menşei hakkındaki bazı görüşlere ışık tutar niteliktedir. Mahallelerinin bir kısmının idari bakımdan kendisinden ayrı olmadığı dönemlerde, geniş sınırlara sahip olan Avluca köyünün adı yaygın bir rivayete göre “avlu”dan gelmektedir. Bu rivayetin doğruluğunu güçlendiren Türk lehçelerine dair kaynaklara bakıldığında şöyle bir tablo görülür (KTLS-1, 1991: 34-35): AVLU: Türkiye Türkçesi: Avlu, hayat(özellikle Giresun yör.), avla/avlaâ(özellikle Giresun yör.) Azerbaycan Türkçesi: Hayat Başkurt Türkçesi: Kura, yort Kazak Türkçesi: Avla. Kırgız Türkçesi: Koro Özbek Türkçesi: Havli. Tatar Türkçesi: İşik aldı, tış. Uygur Türkçesi: Hoyla. Avluca köyünün bilinen ilk kuruluş yeri Karadeniz’e paralel düşen ve arasından büyük bir derenin geçtiği iki sıradağın arasıdır. Köy, burada iki tarafı kapalı bir avluya benzer. Bu sebeple yer adının “avlu”dan geldiği rivayeti düşündürücüdür. Bu konuda göz önünde bulundurulması gereken bir diğer husus ise; Giresun yöresi kırsalında yaygın olarak kullanılan “avlaâ/avlağ” sözcüğüdür. Bu sözcük yörede “ıssız yer, çayır, sahipsiz yaylım arazisi, zayıf ormanlık alan” anlamlarında kullanılır. Avlu ve avlaâ/avlağ sözcükleri arasındaki ilişkiyi ise ancak dilbilimcilerin izah etmesi gerekir. Ancak benzeşme dikkat çekicidir. Çünkü Divan-ı Lügati’t-Türk’teki izahatlar(Kaşgarlı, 2005: 135) bu benzeşmeye mahal vermektedir: Aglaq: Issız yer. Divan-ı Lügati’t-Türk’te geçen başka bir sözcük de Avluca’nın ad menşei 197 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 konusunda düşündürücüdür: “Argu: İki dağ arası. Bundan hareketle Tiraz (Talas) ile Balasagun arasındaki ülkeye argu denir, çünkü bu bölge iki dağın arasındadır.”(Kaşgarlı, 2005:148). Avluca köyünün iki sıradağ arasında yer alması, ad menşei hakkındaki avlu-argu-aglaq dayanaklarını güçlendirmekte, ancak tek dayanak olabilecek sözcük ayrımında görüş ayrılıkları yaratmaya açık haldedir. “Aglaq” ve “argu” sözcüklerinin şekil ve anlam benzeşmelerini belli ölçülerde dayanak almak mümkün gibi görünüyor olsa da bu konuda bilimsel bir sonuca varmak için dilbilimcilerin bu ilişkiyi aydınlatmaları gerekir. Bununla birlikte, S. Gömeç “argu”nun bir Türk boyunun adı olduğunu bildirmektedir: “Argu: Bir Türk boyu olan Arguluların iki dil bildikleri, dillerinin çapraşık olduğu, kelime ortasındaki y’leri, n’ye çevirdikleri ve z’leri de y’ye dönüştürdükleri söylenir. Türkçede iki dağ arasına “argu” dendiği; buradan Talas ile Balasagun arasındaki şehirlere de Argu adı verildiği vurgulanmıştır. Yine Çigillerden bahsedilirken; “Zulkarneyn Argu ilkesine geldiğinde bulutlar musluklarını açmış, yollar çamur içinde kalmış, yürümek güçleşmiş. Bunu gören Zulkarneyn “bu ne çamur” demiş ve orada bir kale yapılmasını emretmiştir. Kale inşa olmuş ve adına Çigil denmiş” sözleriyle karşılaşmaktayız ki anlatılanlardan çıkan netice, bugünkü Kırgızistan bölgesi tarihte Argu diye anılmakla birlikte, Çu ile İli arası bölgesi de gösterilir. Argu’yu, Argın boyu ile irtibatlandıranlar varsa da buna da şimdilik ihtiyatla bakmak lazım.”(Gömeç, 2009:8). Avluca Köyü’nün adı, Türk yer adları geleneği çerçevesinde kuvvetle ihtimal coğrafi özelliklere bakılarak yapılan adlandırmalar kategorisine girmektedir. Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde ise “avlu” sözcüğünün karşılığı şöyledir: AVLU: 1. (Rum) a. Bir yapının veya yapı grubunun ortasında kalan üstü açık, duvarla çevrili alan, hayat (II): Yüksek, sur gibi kalın duvarın ardındaki küçük avluya kunt demir kapıdan girilirdi. -A. Kutlu.(Güncel Türkçe Sözlük) 2. Ağıl.(Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü) 3. Bahçelerin etrafına ağaç ve ince dallardan yapılan çit, engel.(Türkiye Türkçesi) Ağızları Sözlüğü 4. 1. bk. avıl. 2. Köyün yakınındaki çok verimli tarla. (Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü) 5. 1. Koridor, hol. 2. Evlerin bodrum, ya da zemin katındaki salon. 3. Kiler. 4. Kışlık küçük evlerin karşısında büyük yazlık ev. (Türkiye Türkçesi 198 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Ağızları Sözlüğü) 6. Evin bodrum ya da zemin katındaki sofa. (Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü) 7. (< Yun. aule) avlu. (Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü) 8. Havlu, peşkir. (Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü) 9. (İng. Courtyard) (Mimarlık) Bir yapının ortasında, önünde ya da arkasında duvarlarla çevrili üstü açık alan, yer. Yapının ortasında bulunursa buna içavlu denir. a. bk. atriyum, revaklı avlu. (BSTS/Güzel Sanatlar Terimleri Sözlüğü 1968) (URL-1) Çevresindeki birçok köyün geçiş noktasında bir merkez durumunda olan Avluca Köyü; Cumhuriyetten önce, Osmanlı kayıt defterlerinde “Avulluca/Ağalluca/Oğulluca” olarak geçmektedir. Ancak “Oğulluca”nın yer adı olarak köye konulması konusunda herhangi bir belge yahut bilgi yoktur. F. Sümer’in Oğulluca/Avulluca şeklinde naklettiği(Sümer, 1992: 85) adların köye ait olduğu resmi kayıtlar açısından net bir bilgi olsa da Oğulluca’nın Avulluca’ya dil bakımından dönüşümü ayrıca dilbilim uzmanlarınca bilimsel açıdan incelenmelidir. Bununla birlikte, bu tespitleri güçlendiriciliği açısından; Oğulluca sözcüğünde “oğul”un “avul” sözcüğüne dönüşümü üzerinde yöre ağzında bazı örnekler mevcuttur: “Avuz/ağız=oğuz”(8) (a-o)dönüşümünde olduğu gibi; Avluca yöresinde Oğulluca’nın telaffuza en yatkın biçimi “Ağulca/Ağalluca/Avulca/=Oolca/Oolluca”dır. Ağalluca, Avluca, Oğulluca’nın sonuç itibarıyla aynı yeri işaret ettiği kesin olsa da ortadaki bu ad karışıklığı, tahrir defterlerindeki yazılış şeklinden kaynaklanmaktadır. 2.4.5. AYIALANI (AYUALANI) Espiye’ye bağlı Taflancık Köyü’nün, Çepni Köyü’ne bakan dağ yamaçlarına verilen addır. Burada eskiden ayıların çok olduğu rivayetleri yaygındır. Dağın adı buradan gelmektedir. Ayıların bu bölgedeki inlerde yaşayarak, yakın civardaki tarlalara saldırıp, arı kovanlarına ve diğer mahsullere zarar verdiği yönünde anlatılar mevcuttur. Anlatılanlara göre; köylüler bu bölgede ayıları ürküterek mahsule zarar vermesini engellemek için çeşitli tuzaklar kurarlar, korkuluklar yaparlar ve ürünlerini muhafaza etmeye çalışırlarmış. Ayılara karşı verilen mücadelelerde başlıca uygulamalar; ayının ürkebileceği türden kokan şeyler yakma, ateş yakma/ateş dumanı, “takıldak” denilen su tahterevallisi kurma(9), eskimiş renkli elbise parçalarını tarlaya koyma(10), nara atma, belirli aralıklarla silah atma gibi eylemlerdi(KK-7). 199 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 2.4.6. BAHÇECİK Espiye’nin Arpacık Köyü’ne bağlı Dibekdüzü Mahallesi olarak bilinirken daha sonra 1986 yılında Düz Mahalle olarak adı değiştirilmiş, 2001 yılında ise Arpacık Köyü’nden ayrılarak müstakil köy statüsüne kavuşmuştur. Köyün mahalleyken sahip olduğu Dibekdüzü adı, yörede “dibek” şeklinde telaffuz edilen havandan gelmektedir. Köyün merkezindeki düzlükte eskiden “dibek(havan) dövme(11)” işlemleri bolca yapılmaktadır. Bu düzlük, üzerinde yapılan eylemle ad birleşimine tabi tutularak “dibekdüzü” adı elde edilmiştir. Türk yer adları geleneğiyle uyuşan bir tarzda adlandırma yapılmıştır. Bu yerin adlandırılmasında; coğrafi etken ve sosyal meşgale temel alınmıştır. Dibekdüzü mahallesinin adına, Osmanlılar dönemindeki resmi kayıtlarda rastlanmaz. Bunun nedeni ise Arpacık köyüne bağlı küçük bir mahalle olmasıdır. Osmanlı resmi kayıtlarında –tapu kayıtları hariç- ayrıca “Dibekdüzü” şeklinde bir ifadenin geçmemesi; buranın yerli halkıyla ilgili işlemlerin Karye-i Arpacık(Arpacık köyü) başlığı altında doğrudan yazılmasının gerekliliğindendir. Ancak şahsi arşivlerde depolanmış sözleşme, hüccet ve benzeri kayıtlarda ve Osmanlı tapu kayıtlarında tarla/bağ/bahçe sınır ve mevkilerini belirtir evraklarda Dibekdüzü adına rastlamak mümkündür. Mahalle statüsündeyken, Arpacık köyünden ayrılarak köy olan Dibekdüzü; köy oluşuyla birlikte yeni adını almıştır: Bahçecik. Bu adın köye konulmasındaki temel etken ise, köydeki fındık, armut, elma, erik, şeftali, dut, ayva, çay, kivi vs. ağaçların bolca olmasıdır. Çevresindeki diğer köylere nazaran, Bahçecik’te meyvecilik daha çok yaygındır. Darı, fasulye, biraz ayçiçeği(=gündöndü) gibi tarla ürünlerinin de yaygın olması Bahçecik adının konulmasında yardımcı bir etken olmuştur. Bahçecik, iklimsel olarak denizel etkiden az da olsa beslenen; kivi, çay benzeri ürünlerin kolayca yetiştirildiği bir merkez haline gelmiştir. Ziraat bilinci son yıllarda ön plana çıkmış olup, yeni ürünlerin denenmesi yoluna giden yerli halk, köyün zirai bakımdan ilerlemesinde adeta koydukları addan ivme almış gibidir. 2.4.7. BAYRAMBEY (BAYRAM BEĞ) Espiye ilçesine bağlıdır. Tarihsel kökleri Avluca Köyü ile aynı olan bu yerleşim yerinin, adını Bayramoğulları beyliğinin başında bulunan Bayram Bey’den aldığı rivayet edilmektedir. Halk anlatılarına göre; Bayram Bey, burası mahalle statüsündeyken boyunun başında buraya gelmiş, konaklamıştır. Bu nedenle bu mahale Bayram Bey denilmiştir. Espiye’nin bu köyü, Türk yurdu 200 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 oluşundan bugüne dek aynı adla anılmaktadır. Karaova deresinin güneyinde, Sağman Dağı ve Kapıkaya’nın eteklerinde kurulmuş bir köydür. Köyde, Ören ve Sarıbaş mahalleleri bulunmaktadır. Bayrambey köyünün, ad menşeinden hareketle köyün 14. yüzyıl başlarında kurulduğu görülmektedir. F. Sümer bu konuda, arşiv belgelerine dayanarak şu bilgileri nakletmektedir: “…Paneretos, II. Jean’ın 1297’de öldüğünü, onun zamanında Türklerin Halibia(Ünye) yöresini ellerine geçirdiklerini söyledikten sonra Trabzon dolaylarına kadar uzanan büyük bir istila hareketlerinde bulunduklarını yazar. Öyle ki çok yerler gayri meskun duruma gelmişti. Yukarıda da söylendiği gibi, bu Türkler veya onların çoğu büyük bir ihtimalle Çepniler ve başlarındakiler de Bayram Bey ailesidir…”(Sümer, 1992: 36) “… Bayram Bey’in 1332 yılında sayısı çok askerle Palaio matzouka(=Hamsiköy) ya kadar geldiği fakat ağır kayıplar verip döndüğü bildiriliyor...”(Sümer, 1992: 324) Bayram Bey’in rivayete dayalı olan söz konusu köye gelişi de bu türden; fetih amacıyla bir geliş olabilir. Köyün adının Bayram Bey’den geldiği rivayetlerinin doğruluk olasılığı yüksektir. Çünkü tarihi Avluca köyü ile aynı olan; yani kuruluşundan köy oluncaya dek Avluca’nın bir mahallesi statüsünde olan bu köy, sınırları bakımından Avluca’ya ait Osmanlı kayıtlarında “Çepni Eli(Vilayet-i Çepni)”ne bağlı olarak gösterilir. Çepni Eli’nin yedi nahiyesinden biri olan Bayram Oğlu Nahiyesi’ne bağlı Avluca(Oğulluca) köyünün bir mahallesi statüsünde olan Bayrambey köyü, bugün ayrı bir köy olarak Espiye ilçesi sınırları dahilindedir. Çepni Eli’nde yoğun olarak Çepnilerin yerleştikleri bilgisini göz önünde bulundurmak gerekir. Buna ilaveten yukarıda Bayram Bey’in mensubu olan teşekkülün de Çepnilerden oluştuğunu F. Sümer’den nakletmiştik. Ancak, Bayramoğlu Türkmenlerinin Çepnilere mensup olmayan, farklı bir Türk boyu olduğu bilgisi de tarihi kaynaklarda geçmektedir. Buna göre Bayramoğlu Türkmenleri, Yörük taifesinden olup daha çok Tarsus sancağına bağlı olan Ulaş kazasında iskan edilmiştir. Bu taifenin Espiye yöresine geliş nedenleriyle ilgili bir bilgi yoktur(Fatsa, 2010: 142). Bunlarla birlikte, Bayrambey köyünün bilinen ikinci bir adı, bir eski adı da yoktur. Bu bilgilerin yekununa binaen, yukarıda köy adının menşei hakkında aktarılan rivayetlerin doğruluk payının yüksek olduğunu belirtmek gerekir. Bayrambey köyü, mevcut verilerin ışığında Türk yer adlandırma geleneğine göre; seçkin kişi, boy başkanı adından gelen yer adları kategorisine girmektedir. Bunlara ilaveten, ad benzerliği yönünden; 1455 yılı Osmanlı devleti resmi kayıtlarına göre söz konusu yılda, Piraziz’e bağlı Bayramşah ve Bayramşah-ı Küçük adında iki köy adı bulunmaktadır(Fatsa, 2005: 466, 468). Aynı tarihte, bugün Yavuzkemal beldesi sınırları dahilinde bulunan 201 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Karye-i Bayramdanişmend adında bir yerleşim birimi mevcuttur(Fatsa, 2002: 126). 1485 tarihli kayıtlarda; Şebinkarahisar yöresinde Bayramköyü(Fatsa, 2010: 262) adında bir köy mevcuttur. Ayrıca bugün bir de Keşap ilçesine bağlı Bayrambey adını taşıyan köy vardır. 2.4.8. ÇALKAYA (MANASTIR-I İSLAM) Espiye ilçesine bağlı köydür. Eski adı Manastır-ı İslam olan bu köy, Espiye ilçesinin sınırları geniş köylerinden biridir. Yakın dönemlerde Çalkaya adını almıştır. 1876 yılı kayıtlarında Tirebolu ilçesine bağlı bir köy olarak karşımıza çıkan köy, 1954’te Espiye’nin ilçe olmasıyla birlikte buraya bağlanmıştır. Köyün kuruluşunun 16. yüzyıl başlarına dek indiği tahmin edilmektedir. 1515 yılı Osmanlı kayıtlarında Manastır-ı İslam olarak geçen bu köyün adı, 1530 yılı kayıtlarında ise Manastır olarak yazılmaktadır(Fatsa, 2010: 147). Manastır köyünün adı yakın dönemde Çalkaya olarak değiştirilmiştir. Ancak hala halk ağzında “manasur(=manastır)” olarak anılmaktadır. Yeni nesil ise çoğunlukla köyün yeni adı olan “Çalkaya”yı kullanmaktadır. Manastır adının değiştirilmesinde temel etken “manastır” sözcüğünün Türk-İslam kültürüne ait bir terim olmamasıdır. Çalkaya köyünün eski adının Manastır olması, manastırın İslamlıkla ilgisi olmayan bir terim olması nedeniyle tarihsel bakımdan üzerinde durulması gereken bir husustur. Mantıksal olarak, bu köyün 16. yüzyıl başlarında Manastır-ı İslam olarak belli bir süre anılmış olması; bu dönemlerde daha yeni Türkleşmiş ve Müslümanlaşmış bir yerleşim birimi olduğunu akla getirmektedir. Türk köyü olarak iskâna açılmasından sonraki yakın dönemlerde (1530 yılı) tekrar klasik adı olan Manastır’la anılması da bundan kaynaklanıyor olabilir. Buraya Manastır denildiğine göre, köyün kuruluşu güçlü ihtimalle Türklerin iskânından öncelere dayanmaktadır. Burada eski dönem yerli Hıristiyan unsurlara ait bir manastırın bulunduğu ve köyün adının kökeninin de bu manastırı temel aldığı akla gelmektedir. Çünkü buraya 16. yüzyıl başlarında yerleşmeye başlayan Türk taifelerinin, yer adı olarak manastırla ilgili bir ad koymaları Türk yer adları geleneğine uymamakla birlikte, Türk boylarının yerleşmeye başladıkları bölgelere Türk kültür dairesi içindeki adları koydukları da bilimsel bir dayanaktır. Ancak, Türk boylarının tarihsel süreçte yurt tutmaya başladıkları yerlerin adlarını kendi kültürleri çerçevesinde koydukları mutlak bilinirken; Manastır örneğinde olduğu gibi bazen mevcut yabancı adı, Türk töresine göre şekillendirerek güncelledikleri de görülmektedir. Diğer bir dikkat çekici husus ise; Manastır köyünün Manastır-ı İslam olarak adlandırılmasıdır. Manastır’da Türk-İslam yerleşmesinin başlaması aynı zamanda söz 202 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 konusu köydeki yabancı unsurların siyasi gücünün bitmesinin miladı olmuştu. Çünkü 1071 yılında Malazgirt’te Türk ordusu tarafından alınan başarının verdiği üstünlük hissiyatıyla Anadolu’nun kırsalında yapılan yurt tutma faaliyetleri, Türklerin girdiği bölgedeki yabancı unsurları siyasi açıdan olduğu gibi manevi açıdan da azınlık durumuna düşürmeye başlamıştı. 1071’den itibaren Türkler Anadolu’da tedricen ezici çoğunluk statüsüne yükselmeye koyulmuşlardı. Çalkaya köyünün ad menşeindeki “İslam” ilavesi de; köyün 16. yüzyıla dek Hıristiyan manastırına ev sahipliği ettiğini göstermektedir. Ancak bu tarihlerden itibaren artık Türklere yurtluk edeceğinin manevi bir tapusu, bir bildirgesi niteliğinde olmuştur. “Türk manastırı” gibi bir söylemin Türk kültürüne uygun bir söylem olmadığı bir kenara, burada Anadolu’daki genişletilmiş Türkİslam fethiyle ilgili bir mesaj vardır: “Manastır (köyü) artık Müslümanlarındır”. Öyleyse buraya Müslüman manastırı demelidir: “Manastır-ı İslam”. Manastır(Çalkaya) köyünde bilinen bir manastır veya kalıntısının olmaması, köyün kuruluşunun bir hayli eski olduğunun göstergesidir. Köyün ad menşeiyle ilgili bilişim kaynaklarında; çeşitli sitelerde ve benzer elektronik kayıtlarda yazılanlar(URL-2); bilimsel bir kanıta dayanmaksızın konuyla ilgili terimsel yanılgıya düşüldüğünün göstergesidir: “Köyün eski adı Manastır’dır. Kurtuluş savaşından önce köyün civarında 7 adet manastır vardır. Civar köylerdeki Rumlar ibadet için bu manastırları kullanırlardı”(URL-2). Nakledilen bu bilgide manastırların rolü ve işlevi bugünkü anlamına göre değerlendirilmiştir. Halbuki manastırlarla kiliselerin tarihsel süreç içerisindeki yeri ayrı ayrı ele alınarak analiz edilmelidir. Kiliseler pek ala şehrin göbeğinde dahi kurulabilirken manastırların böyle bir imkanı olmamıştır. Manastırlar, din görevlilerinin yahut kendini dine adamış kimselerin inzivaya çekildiği yapılardır. Dolayısıyla, günlük hayattan uzak, ulaşılmaz, ıssız ve sakin bir yerde olurlar. Ayrıca inzivaya çekilen bu türden yere yapılabilecek herhangi bir askeri yahut düşman kaynaklı saldırılardan etkilenmemek adına bu niteliklerdeki yerlerde kurulan manastırlar, ayrıca Hıristiyanlık, Budizm ve Hinduizm inanç kültüründe; coğrafi açıdan kilit noktalarda kurulmuşlardır. Bu nedenle bugünkü Manastır köyünün fiziki ve ruhani açıdan bu niteliklere sahip olduğu döneme ulaşmak gerekir. Bu da muhtemelen milattan öncelere dek uzar. O halde bugünkü Manastır(Çalkaya) köyünün ad menşeini, köyde kalıntısına dahi rastlanmayan bir manastırdan aldığı pek muhtemel olsa da açık bir biçimde herhangi bir tarih vermek, bugün itibarıyla mümkün değildir. Köyde bugün rastlanılan kalıntılar ise manastır değil; küçük ölçekli kiliselere aittir. Bunlar günlük yaşamda gayrimüslim ahalinin ibadet ettiği yapılar olup, çağının şartlarına göre manastır teriminin dışında kalırlar. Manastırların rolü ve işlevi hakkında yuka203 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 rıda gerekli bilgiler nakledildiği üzere; söz konusu yedi adet kalıntı, gerek fiziki şartları, gerek coğrafi/bölgesel özellikler bakımından manastır kategorisinde sayılabilecek ölçeklerde olmayıp, mıntıka mıntıka inşa edilmiş olan kiliselerdir. Köyün mahallelerinin birbirine uzak olup, ayrıca coğrafi şartlara bağlı dağınık bir yerleşim tarzının köyde hakim olmasının sonucunda sayıca fazla olan kilise kalıntılarına rastlamak da pek mümkündür. Söz konusu kalıntıların manastır ölçeğinde yapılara ait olmadığının bir diğer izahatı da bir köyde yedi adet manastırın olamayacağıdır. Yani yedi adet sakin, ıssız, tehlikeden ve dünya işlerinden/beşeri münasebetlerden tamamen kopuk yaşanacak olan geniş, yerine göre kalabalık din erbabını barındırabilecek ve muhafaza edebilecek birbirine uzak, ulaşılmaz dağlarda kurulacak her açıdan korunaklı yapıların bir köyde olması pek mümkün görünmemektedir. Manastır(Çalkaya) köyü, 16. yüzyıldan itibaren Türklerin çoğunluğa dönüşmeye başladığı bir yerleşim birimi olmasıyla birlikte, burada bugün hala rastlanabilen kilise kalıntıları mevcuttur. Bunların menşei hakkında yazılı bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak kalıntıların, yöreden gitmeleri milli mücadelenin son yıllarına dek süren Ermeni ve Rum azınlıklara ait kiliselerden aksettiği bir gerçektir. Bu kalıntılardan birinin köyde bulunan Tiryaki Tepe’de olduğu bilinmektedir. İlgili yazılı bilgilere ulaşıldığı oranda köyün tarihi daha çok aydınlanacaktır. 1515 tarihli Osmanlı Devleti resmi kayıtlarında Giresun yöresinde Manastır adını taşıyan başka köyler de görülmektedir: Kürtün kazasına bağlı Yağlıdere nahiyesi dahilinde Manastır adlı bir köyün adı geçmektedir. Ayrıca Elkerimlü Has nahiyesinde Manastır adlı bir köy kayıt altına alınmıştır. 1837 yılın kayıtlarında ise Kürtün nahiyesine bağlı(Harşit’te köy) “Manasur (=Manastır)” adlı bir köyden bahsedilmektedir (Fatsa, 2010: 118, 128, 131). Bunlardan başka, bugün Anadolu’da Manastır adını taşıyan birçok tarihi yer bulunmaktadır: Manastır(ad. Aydın-Didim), Manastır(hrb. İzmir-Urla), Manastır(hrb. MuğlaFethiye), Manastır(içmesi; Çorum-Sungurlu), Manastır (t. Aksaray-Merkez), Manastır(yaylası; Manisa-Merkez). Türkiye’de Giresun haricinde Çalkaya adını taşıyan yerler ise şöyledir: Taşova-Amasya, Antalya-Merkez, Elazığ-Karakoçan, Eskişehir-Mihalıçcık, Kastamonu-Pınarbaşı, Kilis-Musabeyli, Sivas-Gölova, Elazığ-Maden (KKT, 2003:241). Manastır’ın bugün Çalkaya olarak resmi kayıtlara geçmesinin nedeni yukarıda açıklanmıştı. Köye yeni adın Çalkaya olarak konulması hususunda ise şu bilgilere ulaşılmıştır: Manastır köyü halkı, içinde bulunulan son çeyrek yüzyılda sahip olduğu adı değiştirerek Çalkaya adını resmen kabullenmişti(12). Yeni adın Çalkaya ola204 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 rak belirlenmesinde köy halkının, köy ilerigelenleriyle yaptığı değerlendirmede bu ad uygun bulunmuştu. Çalkaya adı gelişigüzel konulmuş bir ad olmayıp, esin kaynağı köye bağlı Kılıçkaya adlı mevkideki görkemli kayalıklardır(KK-8). Kılıçkaya’daki kayalık, renk itibarıyla eski Türkmen geleneği olan “çal” (DLT’de Çal qoy: Alacalı koyun; Kaşgarlı, 2005:218) ile ifade edilmişti. Böylelikle köyün adı (çal + kaya) iki sözcükten; yani bir sıfat ve bir adın birleşmesinden oluşturulmuştu. Giresun sınırları dahilinde “çal” sözcüğü farklı statülerdeki onlarca yer adlarında geçmektedir. Çaldağ(merkez), Çalıkhozanı(Espiye), Çal(Espiye), Çalca(Giresun), Çalköy(Dereli), Çalgan(Alucra), vs. bunlara birkaç örnektir. Türk yer adlandırma geleneği çerçevesinde Manastır köyünün Çalkaya’ya dönüşümü sürecinde; yerleşim yerinin fiziki özelliklerinden ve ayrıca bunun renginden esinlenilmiştir. İslam öncesi Türk yaşantısında da sıkça rastlanan bu ad koyma tarzında, yerleşim birimlerinde belirgin biçimde göze çarpan, kendisi hakkında düşündürecek niteliklere sahip; yüksekliği, rengi, maddesi vs. fiziki özelliklerinin çevresine nazaran ağır bastığı unsurlar, bu hallerine binaen o yerin adlandırılmasında muhtemel seçenek olmaktadır. 2.4.9. ÇORAK Çorak, Espiye’nin yaylak bölgesinde kalan Karaovacık yaylası merkezli, birbirine komşu olan iki ayrı obanın ortak adıdır(Çepni Çorağı-Arpacık Çorağı). Çepni Çorağı’nda yalnızca Espiye’nin Çepni köyü halkı yazlarken, Arpacık Çorağı’nda birden fazla köy(Çalkaya; eski adıyla Manastır köyü, Arpacık Köyü vd.) halkı yazlamaktadır. Çorak sözcüğü yörede halk arasında, genel olarak “verimsiz, kuru toprak” manasında kullanılmaktadır. Çorak obası, adını ağaçsız, gölgesiz olan kuru topraklarından almaktadır. Her iki Çorak obasında da bugün, ona yakın köy yazlamaktadır. Halk kültürü derlemelerinden edinilen bilgilere göre; Çorak obası, önceki yüzyıllarda ağaçlı bir bölge iken bu ağaçların burada yazlayan halkça aşırı, kontrolsüz ve bilinçsizce kullanılması sonucunda ağaçsız ve verimsiz bir hal almıştır. TDK sözlüğüne göre “çorak” sözcüğü aşağıdaki anlamları içermektedir: ÇORAK: 1.a. 1. Toprak damlara çekilen, su geçirmeyen killi toprak. 2. Bazı toprakların yüzünde beyaz bir katman durumunda toplanan ve eskiden barut yapmakta kullanılan potaslı, sutlu tuz. 3. sf. Verimli olmayan (toprak): Biz geçtiğimiz zamanlar, Sina Çölü, Peygamber Musa’nın geçtiği zaman kadar ıs205 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 sız, boş, kuru ve çoraktı. -F. R. Atay. 4. sf. Acı (su). 5. sf. mec. Verimsiz, kısır, bakımsız, yoksul: Hayatımın en acı, en yaslı ve çorak zamanları başlamış oldu. -T. Buğra. 2. Köken: T. Cinsiyet: Erkek Verimsiz, bitek olmayan, kıraç toprak. Kişi Adları Sözlüğü 3. 1. Tas. (*Senirkent -Isparta) 2. Tabak. (*Senirkent -Isparta) BSTS/ Zanaat Terimleri Sözlüğü 1976 4. İng. Dry. Kurak, tuzlu, tarıma elverişsiz topraklarla ilgili nitelik. BSTS/ Coğrafya Terimleri Sözlüğü 1980 5. Çok sulu çamur. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 6. Fr. Aride BSTS / Tıp Terimleri Kılavuzu (URL-1) Çorak sözcüğü gibi yörede yaygın olarak kullanılmakta olan “çor” sözcüğü de olumlu bir anlam içermektedir. Yörede genel olarak verimsiz arazilere çorak denildiği gibi; tuz dozajı fazla olan yemekler için olumsuz bir söylem olarak “tuz çoru” ifadesi kullanılır. Çor ve çorak yakın ilişkili sözcükler olup, yer ve yemek adlarında anormal olan bir durumu ifade eder. Bunun dışında “çor” sözcüğü için TDK şu anlamları işaret etmektedir: ÇOR: 1.a. hlk. 1. Hastalık. 2. Sığır vebası. Güncel Türkçe Sözlük 2. Fr. Sel BSTS / Tıp Terimleri Kılavuzu 3.1. Dert, keder, hastalık. 2. İspanyol nezlesi. 3. Bir çeşit hayvan hastalığı, sığır vebası. 4. Ağaçlarda olan bir çeşit hastalık. 5. Bir çeşit üzüm hastalığı.Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 4.1. Tuzlu. 2. Tuz. 3. Zehir, zehir gibi. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 5.1. Yayık yapmakda kullanılan derinin tüylerinin dökülmesi için içine yatırıldığı çok tuzlu yoğurt. 2. Sıcaktan hastalanan hayvanlara içirilen ayran, sirke ve sarmısak karışımı. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 6.1. Söz, konuşma. 2. Kötü veya acı söz, küfür. 3. Kötü huylu kimse. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 7.1. Çam kabuğu. 2. Yulaf sapı. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 8.Merak, heves. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 9.Ağzın eğriliği. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 10.Kısır, mahsul vermeyen toprak. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 11.Ölü evine giden yemek. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 12.1. Öksürük. 2. Hastalık. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 13.Hastalık. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 14.Hastalık; dert; veba; kargış sözü. || çor baba!: kargış sözü || çor 206 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 dawun!: kargış sözü || çor tutmak: kötü bir hastalığa tutulmak || çor deymek: kötü bir hastalığa tutulmak || çor Yemek: zıkkımlanmak Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 15.Kargış için kullanılan ünlem; çor baba, davun çifti. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 16.Hastalık, salgın. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 17.Bulaşıcı, kısa süren hastalık. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 18.Yaralı, hastalıklı (Ç. Çiftliği)Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 19.hlk. Sığır vebası.BSTS / Veteriner Hekimliği Terimleri Sözlüğü(URL-1) TDK’nın “çor” sözcüğü için yukarıda verdiği karşılıkların dışında, söz konusu sözcükle ilgili Giresun kırsalında kullanılan bazı özgün deyimler vardır. Bunları kullanılış şekli itibarıyla burada belirtmekte yarar vardır. “Çorak” ve “çor” sözcüğünün yer adı olarak analizinde, bu sözlü kayıtlar kültür araştırmalarında aydınlatıcı unsur görevi üstlenmektedirler. Giresun kırsalında “çor” sözcüğünün kullanımıyla ilgili deyimlere şu örnekleri vermek mümkündür: Yemeği beğenmeyen biri (genelde çocuk veya sevilmeyen kişi için), önündeki yemekle ilgili bir eleştiride bulunursa yemeği yapan kişi ona “çor ye!” diye çıkışır. Sonrasında ise “çor yiyesice” diye söylenir. Bununla birlikte; sevilmeyen kimsenin yemek yeme eylemi Giresun yöresinde “çor-lanmak” şeklinde ifade edilir. Buradaki “çor” hastalık manasındadır; dolayısıyla olumsuzluk çağrıştırır. Ayrıca yörede yine aynı manada kullanılan bir deyim vardır: “Ağzına çor çıksın”; ağzında hastalık çıksın manasında, hiddetle söylenir. Yine yörede, çamurlu bir yol veya arazi için “çamur çorak” ikilemesi, özensiz yapılmış bir iş içinse “karman çorman” ikilemesi (karmakarışık, çor gibi anlamındadır) kullanılır. Çorak yaylası günlük hayatta adında muhafaza ettiği anlamla varlığını sürdürmektedir. Kurak toprakları, ağaçsız bitki örtüsü Çorak yaylacılarını, sivil bir girişimle obalarını yeşillendirmeye doğru yönlendirmektedir. Obada git gide kendiliğinden belirmekte olan çam fidanlarının korunmasının gerekliliği halk tarafından idrak edilmiştir. Çorak obası bazı kesimler tarafından “çoraklığından ötürü” yaylak olarak tercih edilmemekle birlikte çoğu kimseler yaylasını yani atadan devraldığı, kültürel töre yoluyla sahiplendiği toprakları terk etmeyerek güzelleştirme yolunda çabalar sarf etmektedir. Ayrıca obasını çoraklığından ötürü bırakarak başka obalara yerleşmeye çalışanlar ise pek hoş karşılanmamaktadır. Bu da muhtemelen eski Türkmen yaşantısının, bugün toplumun bilinçaltında karakterize olmasındandır. Giresun-Espiye ilçesi sınırları içinde bulunan Çorak dışında, çeşitli statüde yerleşim birimleri veya yaylak bulunmaktadır. Bunlardan biri, yine Gire207 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 sun ilinin Dereli ilçesine ait Çorak obasıdır. Söz konusu obanın adı da Espiye Çorağı’nın ad kökeniyle aynıdır. Dereli Çorak obası, yer şekilleri ve bitki örtüsü bakımından tıpkı ‘Espiye Çorağı’ gibi verimsiz bir arazi üzerine kurulmuş obadır. Giresun yöresindeki bu ad benzerliği tesadüften ibaret değildir. Yörede, verimsiz ve bitki örtüsü çok zayıf durumda olan ağaçsız bölgeler genellikle “çorak” olarak ifade edilmiştir. Giresun il sınırları dışındaysa, yine çorak sözcüğünün yer adı olarak kullanıldığı bölgelerden bazıları şunlardır: ÇORAK: 1.Adana ili, Saimbeyli ilçesi, merkez bucağına bağlı bir yerleşim birimi. 2.Adıyaman ili, Suvarlı bucağına bağlı bir yerleşim birimi. 3.Bayburt ili, merkez ilçesi, merkez bucağına bağlı bir yerleşim birimi. 4.Çorum ili, Cemilbey bucağına bağlı bir yerleşim birimi. 5.Gümüşhane ili, Yağmurdere bucağına bağlı bir yerleşim birimi. 6.Kars ili, merkez ilçesi, merkez bucağına bağlı bir yerleşim birimi. 7.Samsun ili, merkez ilçesi, merkez bucağına bağlı bir yerleşim birimi. 8.Sinop ili, Boyabat ilçesi, merkez bucağına bağlı bir yerleşim birimi. 9.Sinop ili, Dikmen ilçesi, merkez bucağına bağlı bir yerleşim birimi. 10.Sivas ili, Zara ilçesi, merkez bucağına bağlı bir yerleşim birimi. 11.Yozgat ili, Musabeyli bucağına bağlı bir yerleşim birimi. 12.Zonguldak ili, Devrek ilçesi, merkez bucağına bağlı bir yerleşim birimi. 13.Zonguldak ili, Saltukova bucağına bağlı bir yerleşim birimi. Türk kültüründe olumsuzluğu, verimsizliği ve hastalığı çağrıştıran “çorak” sözcüğü, 1071 Malazgirt Savaşı’nda Türklerce alınan başarıyı müteakip Anadolu’nun çeşitli bölgelerine yapılan Türk boylarının akınlarıyla süreç içerisinde yer adlarına yansımış, söz konusu sözcük artık kültürel bir imge haline gelmiştir. Herhangi bir anlam daralmasına uğramaksızın hatta Kaşgarlı Mahmut’un divanındaki ilgili ifadeye nazaran bir ölçüde anlam genişlemesi yaşayarak Anadolu’da Türk kültürünün kimlik kodlarından bir unsur haline gelen çorak sözcüğünün, asırlar öncesindeki kullanımını da kısaca ele almak gerekir: DLT’de, çorak sözcüğü, şeklen tıpatıp aynı olarak geçmemektedir. Ancak içerdiği anlam ve kullanılış anlamları bakımından bugünküyle doğrudan ilişkilidir: Çalıng: Çalıng yer(Kaşgarlı, 2005: 218): Sanki yanmış gibi çorak ve siyah olan, ot bitmeyen yer. DLT’de geçmekte olan “çalıng, çalıng yer” ibaresi, Kaşgarlı Mahmut’un 208 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 yaşadığı çağdaki Türk toplulukları tarafından, bulundukları coğrafyalarda yer adı olarak kullanılmış olabilir. Ancak mevcut verilerle bunlara ulaşılamamaktadır. Çünkü Türk kültüründe bir arazi parçasının özelliklerini tanımlamada kullanılan terimler, genelde yer adlarının esin kaynağı olmuştur. Ancak incelemeye aldığımız Giresun yöresi açısından, söz konusu eseri temel alarak bazı çıkarımlar yapmamız gerekmektedir: DLT’de geçen ve anlam itibarıyla çorak sözcüğünü kapsamına alan “çalıng, çalıng yer” ibaresi, Giresun yöresinde bugün yer yer çorak sözcüğünün karşılığını yansıtmamaktadır. Yalnız, dağlık bölgede yer alan verimsiz tarla yahut bahçe için “çal, çalık” ifadesi kullanılmaktadır. Bunun dışında yörede, olgunlaşmadan yanmış veya yağmurdan zarar görmüş, yaralı meyve-sebze için de “çalık” söylemi kullanılmaktadır. Yörede, “çalık” sözcüğüyle ilgili bazı yer adları da mevcuttur: Çalıkhozanı(Espiye ilçesi Çepniköy-Çalkaya sınırındaki dağlık bölge), Çal(Espiye ilçesi Çepniköy-Dikmen mah. sınırında). Çorak sözcüğü ile ilgili DLT verilerinin hazırlanmış olduğu çağdan daha eskilere gidildiğinde; Orhun kitabelerinde geçmekte olan Bükli Çölli halkının yaşadığı yer olarak tarif edilen yerin “kuzeydeki çorak topraklar” anlamıyla örtüştüğü Çince kaynaklardan nakledilmiştir(Yıldırım, 2013: 8). Ayrıca Oğuz Kağan Destanı’nda, Oğuz Kağan’ın tarlası, çorak bir arazide kaldığı aktarılmaktadır(Yıldırım, 2013 :7). Bununla birlikte bugün çorak sözcüğünün “sazlık, çamurluk, verimsiz, barak yer” anlamında(Sarı ve Tepeli, 2012: 172) coğrafi kökenli bir yer adı olarak kullanıldığını görmekteyiz ki bu; genelde yaygın olan “çorak; susuz, kuru, verimsiz toprak” ifadesinden biraz daha farklı bir anlam içerir. Ancak sulu ve kuruluğundan ötürü verimsizleşmiş olan toprağın ortak noktası olarak yine verimsizlik, yani çoraklık karşımıza çıkar. Sonuç olarak; “çorak”, “çor” ve “çalıg” sözcükleri arasındaki ilişkileri göz önünde bulundurarak bunların ortak noktalarının verimsiz yer, hastalık, karışıklık gibi olumsuz anlamlar çağrıştırdığı ve bunların yer adlarında coğrafi özellik etkisi kategorisinde olduğu bilgisine ulaşmış bulunmaktayız. GiresunEspiye Çorağı’nın bu bağlamda Türk yer adlandırma geleneğine uygun bir tarzda olduğu da elde edilen bilimsel bir sonuçtur. 2.4.10. ERİCEK Kuruluş tarihi bilinmeyen bu köy, geniş sınırlara sahiptir. Köye ilk gelenlerin önce Han Yanı adını taşıyan mevkiye yerleşip, sonradan Eriklicek adlı bu bölgeye geçtikleri rivayetleri yaygındır. Sonraları bu yerleşim biriminin adı değiştirilerek Ericek olmuştur. Ancak kelimenin yapısından yola çıkarak, bu adın 209 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 nereden geldiğine dair bir saptamada bulunacak olursak; Türkçedeki “eri-“ fiilinden bu kelimenin türediği barizdir(=eri-+y+cek/eri-+ye+cek). Bu coğrafyanın denizden yüksekliği göz önünde bulundurulduğunda buraya yağan karın uzun zaman yerde kaldığı, az zamanda erimediği gerçeği ile karşılaşılır. Böyle düşünülünce şu kanaate varılıyor: Ericek Köyü, Espiye’nin en eski yerleşim birimlerinden biri olup, adı Türkçe bir fiilden(=eri-) gelmektedir. Diğer ada bakacak olursak; (=Eriklicek: erik+li+ce+k/erik+li+cek) erik kelimesinden gelip, erikli yer manasını karşıladığını görürüz. Neticede buraya ilk gelenler de Türkler olarak, Türkçe Ericek adını koymuşlardır. 2.4.11. GÜZELYURT (KEÇİKÖY) Espiye’ye bağlı bu köyün eski adı Keçiköy olup, yakın dönemlerde Güzelyurt adını almıştır. Bu yerleşim yeri, ilçenin en eski yerleşim birimlerinden biri olup, burayı da bizzat Çepni Türkleri kurmuşlardır. Ancak adının değiştirilmiş olması, tarihe kaynaklık eden eski adını unutturmaya başlamıştır. Çünkü “keçi” sözcüğü, Kaşgarlı Mahmut’un eseri Divan-ı Lügati’t-Türk’te geçmekte olan eski Türkçe bir isimdir. Kökenleri Türkçe’ye dayanan ve eskiden günümüze aksetmiş olan bu gibi yerlerin adlarını değiştirme eğiliminin yanlış bir yaptırım olduğunun farkına varılması lazımdır. 2.4.12. ŞAHİNYUVA (BİTENE) Espiye ilçesine bağlı köy. Eski adı Bitene’dir. Geçmişte Çalkaya (=Manastır-İslam) Köyü’ne bağlı bir mahalle iken sonraları nüfusu artmış, köy statüsüne erişmiştir. Yaygın rivayetlere göre Bitene’nin adı, mahalle konumunda olduğu dönemlerde burada tek bir ev bulunmasından gelmektedir. Karşıdan bakıldığında ev sayısı sorulduğunda, cevap; “bir tane”; yöresel deyişle “Bitene(Bidene)” oluyormuş(KK-7). Köyün adı yakın dönemlerde değiştirilerek “Şahinyuva” yapılmıştır. Köy ilerigelenleri, bu adın rastgele verildiğini; Görele ilçesinin Şahinyuva adındaki köyünden esinlenilerek konulduğunu ifade etmektedirler. 2.5. GÖRELE İLÇESİ 2.5.1. ARALIKOZ (FİRENK) Görele ilçesine bağlı bir sahil yerleşimidir. Resmi kayıtlara göre 02.07.1942 tarihinde köy statüsüne geçmiştir(Bilir, 2001: çeş. sayf.). Köyün eski adı Firenk’tir. Köy ilerigelenlerinden 1934 doğumlu Şair Nihat Çe210 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 lik’in “firenk”i, “firengi” hastalığı olarak algılamasından doğan hareketle değiştirilmiştir(KK10). Çelik, “firenk”in suiistimale müsait bir zührevi hastalık adı olduğunu köylüye nakletmiş; köye yeni ve “güzel bir ad koymak için” kampanya başlatmıştır. Demokratik bir yöntem kullanarak bu ad koyma işini köylüsüne arz etmiştir. Ancak iki yıl boyunca sabırsızlıkla beklemek zorunda kalmıştır. Sonunda vatandaşlar bir ad bulmuş, artık Firenk(halkın tabiriyle Firengi) adı köyün adı olmaktan men edilmiş ve köy tarihi geçmişinde anılan başka bir adıyla (=Aralıkoz) anılmaya başlanmıştır. Fakat Çelik bir süre sonra Firengi adını derin bir biçimde araştırmıştır. Kafasında birtakım sorular belirmeye başlamıştır: “Mademki “Firengi” hastalık adı; neden hastalıkla ilgili bir toplu mezar yok, bundan ölenlerden neden hiç bahsedilmemiş?” diye düşünmeye başlamıştır. Çünkü böyle bir hastalıktan kaynaklanan toplu ölümler yaşanmamıştır. Çelik, Firengi adı ile anılan mezarlığın adının da araştırmaları neticesinde hastalık manasındaki “frengi”den gelmediği bilgisine ulaşmıştır. Mezarlığın köyün adından geldiğini ve neticede köyün adının frengi hastalığı ile alakası olmadığı sonucuna ulaşan Çelik, bu köyde Firengi adının yaşamasının ne kadar gerekli olduğunu artık özlem dolu bir tarih şuuru ile savunmaktadır(KK-9). (Firenk köyü Osmanlı kayıtlarında geçmektedir. Ancak Faruk Sümer, Tirebolu tarihi adlı eserinde Firenk köyünün yeni adı ve bağlı bulunduğu kaza merkezi hakkında, bu kayıtlara rağmen herhangi bir bilgi aktarmamıştır. Muhtemelen bu durum, yöredeki köylerin Görele ve Tirebolu kazalarındaki sık değişkenlik gösteren idari taksimatından kaynaklanmıştır. Bkz: Sümer, 1992: 68). Firengi adı nereden geliyordu? Firengi(Frenk); gemilerin göğsünden denize doğru suyu tahliye eden deliklere verilen ad idi. (Firengi (Türkçe telaffuz): “Denizlerden içeri giren yada geminin temizliği için güverteye basılan suların dışarı atılması için güvertenin borda sacı ile birleştiği yerlerden denize doğru açılan delikler”. DTS; URL-3). Köydeki Firengi Deresi’nin denize döküldüğü yere eskiden gemiler gelir, konaklar veya geçerlermiş. Burada iktisadi ve siyasi bazı etkinlikleri olan bu gemiler, halk üzerinde doğrudan ve dolaylı olarak bazı tesirler bırakmıştı ki; halk, bu dereye Firengi Deresi, civarındaki köye de Firengi Köyü demişti. “Aralıkoz” adının menşeine gelince: Köyün adı hakkında iki rivayet vardır. Bunlardan biri: “burada yetişen cevizlerin (koz) araları hep açık olurmuş. Sadece bu köyde açık olduğu için “Aralıkoz” adı köye konulmuştur. İkinci rivayet ise şöyledir: “‘Koz’ sözcüğünün ikinci anlamı da köy demektir. Köy aralıklı sokaklardan oluştuğu için de ‘Aralıkoz’ denmiştir”. Türkler, çeşitli boylar halinde asırlar önce köye yerleşerek burayı bir Türk yerleşimi haline getirmişlerdi. Uzun yıllar boyunca buraya Nefs-i 211 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Aralıkoz demişlerdi. Nefs-i Aralıkoz bugünkü Aralıkoz, Eserli, Yalıköy köylerinden oluşuyordu. Daha sonra bu köyler Nefs-i Aralıkoz’dan ayrılarak idari bakımdan ayrı köyler haline getirilmişlerdi. Netice itibarıyla; köyün adının Türk ad verme geleneğiyle doğrudan örtüştüğü görülmektedir. Yöredeki Aralık, Arageriş, Aralıcak köylerinin ad menşeinde üzerinde durulan mantıkla eşdeğer bir şekilde Aralıkoz köyü bu adı almıştır. Bu ad da diğer benzerleri gibi “ara/aralık”; çevresi yer şekilleriyle sarılı olmasından bu sözcükleri temel almıştır. Ayrıca bugün Dereli ilçesine bağlı Sütlüce köyünün, 1515 tarihli Osmanlı Devleti vergi kayıtlarında adının Firenk köyü olduğunu da arşiv belgeleri göstermektedir(Fatsa, 2005: 115). Ancak bunun ad menşeinin, Görele Firenk(Frenk) köyüyle aynı temelli olmadığına kanaat getirmek mümkündür. Çünkü malum olunduğu üzere; Dereli ilçesinin ve Sütlüce(Firenk) köyünün denize kıyısı olmamakla birlikte, uzaklığı da onlarca kilometreyi bulmaktadır. 2.5.2. BEYAZIT Görele ilçesine bağlı köydür. Yerli halkın rivayetleri doğrultusunda, köyün adının Osmanlı hükümdarı Yıldırım Beyazıt’tan geldiği varsayılmaktadır. 1916 yılı resmi kayıtlarında Beyazıt köyü, bugün de olduğu gibi; Görele kazasına bağlıdır ve aynı adı taşımaktadır(Yüksel, 2003: 36). Bahsi geçen yıllardaki resmi emirle yapılan yer adları değişikliğinden etkilenmeyen köy hakkında arşiv kayıtlarında pek fazla bilgi bulunmamaktadır. Görele’ye bağlı Beyazıt köyünün adının rivayetlere bağlı olarak Yıldırım Beyazıt’tan geldiği yaygın bir görüş olsa da burada bir tereddüt hâsıl olmaktadır. Yıldırım Beyazıt dönemine(I. Beyazıt: 1389-1402) dair köyle ilgili herhangi bir bilgi yoktur. Giresun yöresinin Türklerce fethi sürecinde 1332 yılı önemlidir. Görele civarını da ifade eden Bayram Bey’in Giresun’u fethetme harekâtı I. Beyazıt döneminden hayli öncedir. Ordu yöresi üzerinden güçlenerek Trabzon(Palaio matzouka=Hamsiköy)’a kadar ilerleyen Bayram Bey’in burada birtakım mücadelelere giriştiği; fakat yabancı unsurlara karşı ağır kayıplar verdiği bilinmektedir(Sümer, 1999: 324). 1071’den itibaren Anadolu’ya başlayan Türkmen akının en yoğun yaşandığı dönemlere tesadüf eden bu tarihler, Bayram Bey’in Trabzon’a kadar uzanırken doğal geçitlerin çok olduğu Beyazıt köyü üzerinden burayı da etkisi altına aldığı dönemlerdir. Ancak, 1461’de Trabzon’un fethini takip eden süreçte Giresun yöresi kesin olarak Osmanlı devletine bağlandığından, Beyazıt ve havalisindeki iskan birimlerinde bayındırlık 212 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 alanındaki Türkleşme ve söz konusu coğrafyaya her alanda Türk kimliğinin yerleşmesi Fatih Sultan Mehmet’ten sonra tahta geçen II. Beyazıt dönemine tesadüf etmiş olabilir. Böylelikle köyün adının, Yıldırım Beyazıt’tan ziyade II. Beyazıt’tan geldiği kanaati daha baskın olmalıdır. Ancak bu durumda da yine bazı soru işaretleri meydana çıkmaktadır. Netice olaraksa, köyün ad menşeinde Osmanlı padişahlarından I. yahut II. Beyazıt’ın etkisi olup olmadığına dair net bir sonuca ulaşılamıyor. Bunun nedeni ise konuyla ilgili araştırmalarda şu hususların etkisidir: 1- Yıldırım Beyazıt dönemine dair köyle ilgili herhangi bir veri yoktur. Bilinenler salt rivayetten ibarettir. 2- Yıldırım Beyazıt, padişahlık döneminde Anadolu’daki Türk beylikleriyle ciddi mücadelelerde bulunarak, siyasal birlik sağlama yoluna gitti. 3- Bu dönemde İstanbul iki kez kuşatıldı fakat alınamadı. 4- Niğbolu Savaşı (1396) ile Haçlı ordusu bozguna uğratıldı. 5- Fatih Sultan Mehmet’in ölümünden sonra (Amasya sancağında görevli olan) II. Beyazıt, devşirmelerin desteğiyle tahta çıktı. Yani Türkmenlerin desteğini almamıştı. 6- II. Beyazıt’a muhalif olan Türkmenler, kendisinin tahta çıkmasıyla Konya sancağı pilot bölge olmak üzere Cem Sultan’ı desteklediler. 7- Fatih Sultan Mehmet’in ölümünden sonra ortaya çıkan taht mücadeleleri Osmanlı devletinin Anadolu’daki siyasi birliğini bozdu. 8- Fetret Devri(1402-1413) yaşandı. Burada I. ve II. Beyazıt dönemlerini en önemli olaylarıyla ele almamızın nedeni, Beyazıt köyünün ad menşeindeki temel belirsizliği biraz olsun ortadan kaldırmaya çalışmaktır. I. Beyazıt(Yıldırım) döneminde köyde Türk yerleşimi olup olmadığı konusunda net bir kayıt yoktur. Olduğunu varsaydığımızda; köyün adının, Yıldırım Beyazıt gibi güçlü, siyaseten bilgili ve savaş tecrübesi/ordu yönetimi konusunda önemli bir konumda olan bir Osmanlı padişahından geldiğine inanmak mümkündür. Eğer tarih bilimi açısından bir arşiv vesikasıyla bu durum netleştirilirse, köyün adının Yıldırım Beyazıt’tan geldiği bilgisi açıklık kazanır. II. Beyazıt’ın köyün adında esin kaynağı olabileceği hususunda ise yukarıdaki dönemsel genel tabloyu göz önünde bulundurarak düşünmekte fayda vardır. Taht kavgaları, Cem Sultan’la II. Beyazıt’ın siyasi mücadelesinde Türkmenlerin Cem Sultan’a devşirmelerinse II. Beyazıt’a taraf olmaları durumunda; Beyazıt köyünde meskûn olan Türkmenlerin köye bu adı koyması çelişki doğurmaktadır. Ancak burada “II. Beyazıt’ın adının konulabilmesinde, kendisine duyulan sempatiden çok korku ve endişenin de payı olabilir mi?” sorgusu ortaya çıkar. Bu iki zıt etkenden hangisinin ağır bastığı konusunda ise net bir 213 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 ayrıma varılamamaktadır. Çünkü Türkmenlerin Anadolu’da yer yer fetihlere –dolayısıyla padişaha- Türkleştirme politikası çerçevesinde iskânda yardımcı oldukları; yer yer ise vergi, toprak paylaşımı, konar-göçerlik vb. konularda zorluk çıkardıkları, muhalif oldukları veya isyan çıkardıkları bilinen bir gerçektir. II. Beyazıt döneminde Osmanlı devlet otoritesinin yıprandığı dönemde de bunlarla sık sık karşılaşılmıştır. O halde köyün adının I. yahut II. Beyazıt’a dayandırılması net bir bilimsel sonuca varmamakta, rivayetlere dayanmaktadır. Beyazıt adının köye konulmasında akla gelebilecek bir başka etken de şudur: Görele ilçesinin yayla geçidinde bulunan, Trabzon’un Şalpazarı ilçesinin yüksek köylerine sınır olan Beyazıt; Görele’nin rakımı en yüksek birkaç köyünden biridir. Bu duruma binaen yükseltinin fazla oluşu ve yayla etkisinin fazlaca görüldüğü bu köyde karın yerde kalım süresi, ilçenin diğer köylerine göre genellikle daha fazladır. Köyün kurulmuş olduğu dağ yamaçları, Sisdağı’na yakın olan bir bölgedir. Sisdağı’nda yılın büyük bir bölümünde kar bulmak mümkündür. Beyazıt köyü de Sisdağı’nın bu beyaz örtüsüyle yüz yüze bir etkileşim halindedir. Dolayısıyla köyün adında “kar”ın “beyaz”ı rol oynamış olabilir. Beyaz sözcüğü söz konusu yüzyıllarda ak(=ağ=â) kadar kullanılmasa da genel itibarıyla Türkmenler arasında yaygındı. Çünkü Türkmenler, “kara”nın zıddını ifade etmede Türkçe sözcük olan “ak”la yetinmemişler; Arapça’daki “beyaz” sözcüğünü de kullanmışlardı. Kökeni Arapça olan Beyazıt sözcüğü, Osmanlıca belgelerde “Bayezid” olarak yazılsa da Latin harfleriyle “Beyazıt” şeklinde ifade edilir. TDK ikisinin de kullanılışını kabul etmektedir. Her ikisi de aynı anlamı içerip, yalnızca yazılışları farklıdır. Bununla birlikte, Anadolu’da Beyazıt adını taşıyan köy yerleşim yerlerinin tümünün adlarının I. yahut II. Beyazıt’la ilgili olmayabileceğini de göz ardı etmemek gerekir. Örneğin, Amasya’nın Merzifon ilçesine bağlı Bayazıt köyünün ad menşei hakkında henüz II. Beyazıt’la ilgili bir dayanak bulunmamaktadır. Sonuç olarak bugün net bir veriyle sabitleyemediğimiz Beyazıt köyü ad menşeinin Türk yer adları geleneğini temel alarak konulduğu bilgisi elimizdeki en net bilgidir. Beyazıt köyü; Türk ad koyma geleneğinde, kişi yahut coğrafi etkenden etkilenme şeklinde adlandırılmıştır. 2.6. GÜCE İLÇESİ 2.6.1. BOYNUYOĞUN Bugün Güce ilçesine bağlı iki ayrı köyün ortak adıdır. Yan yana aynı adla anılan iki ayrı köy olarak resmi kayıtlarda geçmektedir. Güce’nin ilçe oluşuna kadarki süreçte Tirebolu kazasına bağlı olan köyler, bugün Güce’nin en yük214 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 sek köylerindendir. Yeryüzü şekillerinin tarihsel izler taşıdığı yerleşim yerleri olmasının yanında bu köyler; Osmanlı arşiv kayıtlarında ilk zamanlarda(1486 yılı) birleşik karye olarak kaydedilirken; 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra aynı ad çevresinde (Karye-i Boyn-u yoğunzîr ve Boyn-u yoğunbala) (zîr: aşağı/ bala: yukarı)ikiye bölünmüştür(Fatsa, 2010: 137). Bu adlar, tamlamadan müteşekkildir: Ortak ad: Boyn-u Yoğun. “Yoğun boyun” anlamındadır. Buradaki “Boyun” kelimesi ise yöre, dolay, yüksek geçit manasını karşılamaktadır. Osmanlı döneminde buradan ticaret kervanlarının geçmesiyle buralar şenleniyor, yolcularla daha da kalabalık bir hal alıyordu. Bu, daha çok yazları tekrarlanıyor, yayla yolları insanlarla, yük ve binek hayvanlarıyla dolup taşıyordu. Bugün hala Boynuyoğun yöresi üzerindeki eski patika yayla yollarında, diğer deyişle at yollarında, yayla göçleri sürecinde (yöresel tabiriyle otçu göçü) yüklü hayvanlarla sürüleri ardında yaylalara çıkan ailelere rastlanmaktadır. Köyde, 1515 yılı kayıtlarında da geçen Kasım Dede(kolonizatör Türk dervişi) zaviyesi bulunmakla birlikte, bu zaviye söz konusu tarihlerde Yüreğir Nahiyesi dahilindeki tek zaviyedir. 1992 yılında zaviyenin bulunduğu bölge Boynuyoğun’dan ayrılarak Tekke köyü adını almıştır (Fatsa, 2010: 289). Aşağı ve Yukarı Boynuyoğun köyleri, 1916 yılında hükümetin genel kararıyla yapılan yer adları değişikliğinde şöyle bir değişikliğe uğramıştır: Boyn-u yoğunzir=Aksakal; Boyn-u yoğunbala=Kabasakal. Ancak daha sonraki dönemlerde köyler ilk adıyla anılmaya başlanmış ve bugünkü telaffuza uygun olarak Aşağı Boynuyoğun ve Yukarıboynuyoğun olarak değiştirilmiştir(Yüksel, 2003: 31). Boyn-u yoğun bölgesine, 1071 Malazgirt savaşından sonraki iskan sürecinde Oğuz boylarından Yüreğir(=Üreğir)’lerin yerleştiği kanaati güçlüdür. 1486’dan önce Boynuyoğun’a yerleşmiş olan Kasım ve oğlu Şeyh Murat, yakın bulundukları diğer dervişlerle birlikte söz konusu bölgede “kolonizasyon faaliyeti” yaparak köyü kurmuşlardır. Buna mukabil devletçe ödüllendirilmişler ve imtiyaz sahibi olma hakkını kazanmışlardır(Fatsa, 2010: 137). 1486 ve 1515 yılı Osmanlı kayıtlarına göre bu bölge Yüreğir Nahiyesi’ne bağlı bulunmaktadır. Yüreğir nahiyesi Kara Burun ile İsmail Beyli’nin güneyinde bulunan Boğalı’dan başlayıp, güneybatıda bulunan Boyn-u yoğun’a kadar giden dar ve uzun bir nahiye idi. 1486’da Boyn-u yoğun’da kayıtlı resmi nüfus 6 iken 1515 tarihinde 16’ya çıktığı kayıtlarda sabittir(Sümer, 1992: 62,66). 1530 Yılı kayıtlarında ise toplam nüfusun (8 Hane)101’e yükseldiği görülmektedir(Sümer, 1992: 62,66). 1486’dan itibaren 1515-30’lara dek köydeki nüfusun aşırı artış göstermesinde, Anadolu’nun çeşitli yerlerinden Yüreğir Nahiyesi’ne yapılan Türkmen göçlerinin etkisi çok büyüktür. Nüfusun bu denli artış göstermesin215 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 de Yüreğir nahiyesinde yaşanabileceği düşünülen geçimsizliklerin ve ardından yapılan köy değiştirmelerin etkisi yok denecek kadar azdır. Çünkü kayıtlara bakıldığında Yüreğir Nahiyesi’ne mensup diğer köylerin nüfusunda azalma yok hatta orantısız bir artış vardır(Fatsa, 2010: 135). Dolayısıyla nahiye içi yer değiştirmelerin bu nüfus artışını etkilemesi söz konusu olacak miktarda değilken; asıl neden şu olmalıdır: Türk boyları 1071’den itibaren Anadolu’da yoğun bir yurt ediniş hareketine girişmişlerdir. Bunun sonucunda Anadolu’nun en ücra köşelerinde bile Türk nüfusu giderek artmaya başlamıştır. Yüksek ve dağlık bir coğrafyanın hakim olduğu Boyn-u yoğun, Türkmen göçlerinin neden hedefi olmuştur? Bu sorunun en açık cevabı, Türkmenlerin temel yaşam tarzıdır. Yaylak-kışlak kültürü hakim olan Türk yaşam tarzında ana meşgale hayvancılıktır. Dolayısıyla hayvan otlaklarının sorunsuz olması, aileye yetecek miktarda ziraat yapabilme imkanı ve köye(yazlık=cenik) yakın yaylaların bulunması birinci plandadır. Bu nenle Yüreğir ve diğer Türk boylarının Boyn-u yoğun bölgesine gelmesi ve burayı yurt tutması son derece doğaldır. Bölge yukarıda sayılan tüm özellikleri taşımakla birlikte, Osmanlı Devleti döneminde ve muhtemelen daha öncesinde sahil şeridinden yaylalara, Anadolu’nun iç bölgelerine uzayan doğal geçitlere hakim bir bölgeydi. Ulaşım kısıtlılığı ve modern yapım araçları ve taşıtların olmadığı söz konusu dönemlerde bu türden doğal geçitler devletin askeri, memuru, esnafı ve halkı için fazlaca önem taşıyan kilit noktalardı. Öyle ki bu geçitler, savaşların dahi seyrini değiştirebilecek öneme sahipti. Boyn-u yoğun; bu nedenlerden dolayı “yoğun bir boyun”du. Aşağı Boynuyoğun’dan Yukarı Boynuyoğun köyüne doğru yükselen büyük bir dere, yol istikametini belirleyen, coğrafyanın doğal bir sonucudur. “Boyun” sözcüğünün kullanılmasında da insan bedeninden etkilenilmiştir. Büyük dağların zirvesine yakın yerinde yahut yarısından biraz daha yüksek kısmında bulunan yol ya da geçitlere Türkmenler “boyun” demişti. Bilhassa Giresun yöresinde “boyun” sözcüğünü içerir köy, mahalle ve mevkii adları (“Boyun”la ilgili mevki adlarına bir örnek: Giresun/Espiye-Çepni köyünde Hırsızboynu adlı bir mevki vardır. Bkz. Kaya 2007: 4) yaygın olmakla birlikte, Anadolu’nun birçok köylerinde de buna rastlamak mümkündür. Güce ilçesine bağlı Boynuyoğun köylerinden başka Anadolu’da aynı adla anılan diğer köyler şunlardır: Adana’nın Sarıçam ilçesine bağlı Boynuyoğun köyü: Yaygın rivayetlere göre bu köyde yaşayanlar, 1850›li yıllardan sonra Horasan’dan göç eden Karahacılı yörük Türkmenleridir. Hatay’ın Altınözü ilçesine bağlı Boynuyoğun köyü, İzmir’in Tire ilçesine bağlı Boynuyoğun köyü, Kahramanmaraş’ın Andırın ilçesine bağlı Boynuyoğun köyü. Güce ilçesi Boynuyoğun köylerinin ad menşei hakkında yaygın bir riva216 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 yet daha vardır. Boynuyoğun sözcüğünün Azerbaycan Türkçesindeki karşılıklarından hareketle; asi, zorba, kaba kuvvet kullanan vs. gibi anlamlar söz konusu köylerin ad menşei için iddia edilmektedir. Bu dayanağa binaen köydeki Türklerin asi ve zorba özellikleri taşıdıkları söylenmek istense de gayri objektif bir sonuca varılır. Çünkü bu adı Azerbaycan Türkçesi ile bağdaştırmak için burada köyün olduğu Yüreğir boyunun Azerbaycan coğrafyasından göç ederek geldiğinin kesin kanıtına dair belgelere sahip olmak gerekir. Bunu da belki bir ölçüde Adana’nın Sarıçam ilçesine bağlı Boynuyoğun köyü halkı için ciddiye almak mümkün olabilir. Çünkü Horasan bölgesinden geldikleri kabul edilen Sarıçam Boynuyoğun’luları geldikleri coğrafyadan bu sözcüğü kültürleriyle birlikte buraya nakletmiş olabilirler. Aynı zamanda Güce-Boynuyoğun köyleri gibi Sarıçam- Boynuyoğun köyü de Yüreğir boyu ile ilişkilidir. Ancak yukarıda adı geçen ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde bulunan Boynuyoğun adlı köylerin tamamı için bu durumu kabul etmek olanaksızdır. Çünkü hepsinin Horasan veya Azerbaycan’ın değişik yerlerinden geldiklerine dair bir kanıt yoktur. Ancak burada gözden kaçırılmaması gereken bir diğer husus ise; Boynuyoğun’la daha açığı “boyun” ile ilgili oymak ve cemaat adlarının soybağı olarak birbirleriyle ilişkisi olup olmadığı hususudur. İlgili Türk oymak ve cemaatlerinin adları şöyledir: Boynu Yoğunlu(Eymür), Boynu Yumru(Atçeken), Boynuinceli(Danişmendlü) (Boynuice-lü cemaati, 19. Yüzyılda Aşiret-i Sarı Karaman içerisinde Sarıkaraman köyünde de bir topluluk halinde meskun görülmektedir. Karaman eyaletine bağlıdırlar. Bkz: BDA, 2006: 44), Boynukısalu(Avşar), Boyun-baş(Yomut) (Lezina ve Superanskaya, 2009: 159). Çeşitli boylara mensup olan ve “boyun”la ilgili adlar taşıyan bu oymak ve cemaatlerin Eymür, Avşar, Atçeken, Danişmendli gibi farklı boylara mensup oldukları görülmektedir. Bundan hareketler tüm Boynuyoğun adını taşıyan yahut “boyun” sözcüğünü adının içerisinde barındıran oymakların soy ilişkilerinin olamayacağı da muhtemeldir. Güce Boynuyoğun köylerinin ad menşei konusunda diğer rivayetler de şu şekildedir: “Boynuyoğun” birleşik sözcüğünün bugün “zorba, ensesi kalın, kaba kuvvet kullanan” anlamlarını içerdiği bilinse de rivayetlere göre eski dönemlerde bu sözcüğün iyi ve güzel anlamlar içerdiği nakledilmektedir. Ancak burada bir çelişki vardır. Türk kültüründe “kalınlık” kabalığı, “incelik” mütevazılığı ifade etmektedir. Boynu yahut ensesi kalın olmak ise dik başlılığı, gücü, yenilmezliği ve şiddete yatkınlığı ifade etmektedir. Dolayısıyla bu bahse konu olan Güce’nin Boynuyoğun köylerinin ad menşei hakkında bu yakıştırmaların zorlama olabileceğini akıldan çıkarmamak gerekir. Yine aynı biçimde; Kahramanmaraş’ın Andırın ilçesine bağlı Boynuyoğunlu(eski adı Teciker)(URL-4) köyünün ad menşei, “asi, başkaldıran” olarak kabul edilmektedir. Kahraman217 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 maraş’ın yüksek kesimlerinde yer alan bu köy de tıpkı Güce’nin Boynuyoğun köyleri gibi köy-yayla geçidinde ve yüksek dağların arasındadır. Bu da yine “boyun” sözcüğünün Türk yer adlarında “dağın yarısından(yarıbeli denir) daha yüksek kısımları üzerindeki yol, geçit” anlamındaki kullanımı çağrıştırmaktadır. Güce Boynuyoğun köylerinde olduğu gibi, köy-yayla geçidindeki Andırın Boynuyoğun köyü, başta coğrafi etkenler olmak üzere çeşitli nedenlerle tarımsal üretimde ilerleyememiştir. İki farklı bölgedeki diğer bir benzerlik ise; su kaynaklarının bol olması ve hayvancılıkla uğraşılıyor olmasıdır. Yayla karakteri her iki ayrı bölgeye de bu imkanı sunmaktadır. Sonuç olarak, bu tıpatıp benzerlik rastlantısal olsa da bilinen gerçek şudur: Türkmen boy, oymak ve cemaatleri geleneksel yaşam tarzlarına binaen, Anadolu’ya gelişlerinden itibaren bu özellikleri taşıyan yerlere önem vermişler ve buralarda meskûn olmuşlardır. Güce ilçesinin Boynuyoğun köylerinin ad menşei ile ilgili sonuç olarak şunları söylemek mümkündür: 1- Köy, Osmanlı dönemi kayıtlarında 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar ikiye ayrılmamış haldedir. 2- Yüreğir Nahiyesi’ne bağlıdır. 3- Her iki köyün ad menşei “Boynuyoğun” sözcüğünün bugünkü olumsuz karşılık ve çağrışımlarına dayandırılmak istense de bu net olarak kanıtlanamamaktadır. 4- Türk kültüründe yer adlarında geçen “boyun” sözcüğünün; daha çok coğrafi yapıyla ilgili olabileceğini göz önünde bulundurarak, köyün Yüreğir boyuna mensup bir cemaat veya oymaktan adını aldığını da söylemek mümkündür. 5- Osmanlı Devleti’ne dair arşiv çalışmalarında Boynuyoğun, konar-göçer yörükan-ı Türkmen taifesi olarak tanıtılmış ve Giresun dışında; Aydın, Bursa, Maraş, Konya, Kayseri, Adana, Niğde, Diyarbakır, Balıkesir ve Rumeli’nin bazı yerlerinde bu topluluğun yaşamakta olduğu nakledilmiştir(Fatsa, 2010: 289). Yani Boynuyoğun adını taşıyan ve taşımayan Boynuyoğunlu taifesi kabul edilmektedir. Bunu temel alarak köyün adının bu taifenin adından geldiği düşünülebilir. 6- Güce’ye bağlı olan Aşağı ve Yukarı Boynuyoğun köylerinin adı, Türk yer adları geleneğine göre iki kökene dayandırılabilmektedir: I) Coğrafi temel: Boyun; Dağların arasındaki veya üzerindeki doğal geçit. II) Cemaat/Oymak adı: Boynuyoğunlu cemaatinin Yüreğir boyuna mensubiyetiyle söz konusu yerleşim biriminde meskun olması. 218 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 2.6.2. YAŞMAKLI AĞAÇBAŞI Burası Doğankent ilçesi halkının yaylasıdır. Yaşmaklı Ağaçbaşı bir yayla olup adını, yörede yaygın olan bir efsaneden almaktadır: “Bir kadın günün birinde yaylaya gitmek için evden çıkar. Epey yürüdükten sonra yolu yarılamıştır. Yaylasına varmadan, Ağaçbaşı diye adlandırdıkları yerde yorgun düşer. Uyumak için bir ağacın altına sığınır. Başörtüsünü ağacın dalına asar ve uyur. Ayrıca o gece bir kandil gecesidir. Sabah kalktığında gördüğü manzara şaşırtıcıdır. Bütün ağaçların tepesinde yaşmak var. İşte bu vakitten sonra Ağaçbaşı denilen bu yerin adı artık Yaşmaklı Ağaçbaşı olarak anılmaya başlanır. Yaşmaklı Ağaçbaşı yaylası dışında, Güce ilçesine bağlı “Ağaçbaşı” adında bir yayla bulunmakla birlikte ikisi farklı yaylalar olup, isim benzerliği ise ilginçtir. 2.7. KEŞAP İLÇESİ 2.7.1. BAYRAMBEY Keşap ilçesine bağlıdır. Ad menşeini aydınlatmada köyün tarihi süreç içerisindeki durumuna, rivayetler ve genel olarak bilinen tarihsel bilgiler ışığında bakmak yararlı olacaktır. 1071 Malazgirt savaşının başarıyla sonuçlandırılmasının ardından, kitleler halinde Anadolu’ya akın eden Türk boylarından Çepni boyuna mensup bazı toplulukları, Keşap’ın Bayram Bey köyüne yerleşmeye başlamışlardı. Bunlar, Malazgirt’ten sonra köye tedricen yerleşmeye başlayan ilk Türk topluluklarıydı. Rivayetlere göre; köye gelerek “mahal mahal yerleşen” bu Türk topluluklarının yaşadıkları alanlar şu şekildedir: Günî(Güney): Bugün Ocakyanı adıyla bilinen yerin alt bölgesi; Taşlık mevki. Mazıyanı: İmamlar mahallesi olarak anılan mahallenin alt kısmı; Ballıkuzu mevki. Aşşağköy(Aşağıköy): Bu bölgenin doğuya bakan taraflarının dereye yakın yerleri. Söz konusu yerleşmeler hakkında, yukarıdaki bilgileri doğrulayabilecek herhangi bir kalıntı bulunmamaktadır. Kuşaktan kuşağa aktarılan bilgiler ışığında; yine bu yerleşim yerlerinin neden kalıntı bırakmadan yok olduğuna dair bir nedene ise ulaşılamıyor. Yerli halkın anlatılarına göre; söz konusu eski yerleşimi gerçekleştiren Türk topluluklarına ait iki büyük eski mezarlık 219 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 bulunmaktadır. Bunlardan birinin köyün doğu yakasında, Ahmetler yakınında öbürünün ise batı yakasında Çayır mevki civarında bulunduğu; ancak yakın dönemlerde tamamen yok olduğu anlatılmaktadır(URL-5). Yukarıdaki bilgiler ışığında Keşap’ın Bayram Bey köyünün ad menşei ile ilgili bilimsel bir sonuca kesin olarak ulaşılamamaktadır. Bunun en önemli nedeni, Bayramlı Beyliği ve kurucusu Bayram Bey’in ad benzerliğidir. Keşap’ın Bayram Bey köyünün adının Bayram Bey yahut Bayramlı beyliğinden gelip gelmediğini net olarak bilememekteyiz. Ancak bir gerçek var ki; bu köyden başka Anadolu’da 47 adet yer adı daha Bayrambey, Bayramlı, Bayramşah ve benzeri adlar taşımaktadır. İlginç olansa; Bayramlı Türkmenlerinin Anadolu’da ulaştığı, yurt tuttuğu ve tam aksine hiç ayak basmadığı bölgelerde de bu adlar geçmiş yüzyıllardan itibaren kullanılmaktadır. Bu noktada çok dikkatli ve şüpheci bir tavırla araştırmak, hassas olmak gereklidir. Elbette ki içinde her “Bayram” geçen yer adının Bayramoğlu Beyliği ve Bayram Bey’le ilgilisi olmayacaktır. Keşap’ın Bayram Bey köyünün ad menşei ile ilgili olarak vardığımız kanı şöyledir: Bayramlı Beyliğinin kurucusu olan Bayram Bey’le ilgili olup olmadığına dair kesin ve resmi bir belge, bir kanıt yoktur. Ancak bu, “ilgisi yoktur” anlamına da gelmemelidir. Hatta rivayetleri biraz olsun doğrulayıcı, mantıksal açıdan da olur kılan bir durum vardır ki o da şudur: Bayramlı Beyliğinin doğrudan etkin olduğu ve fethini bizzat gerçekleştirdiği bir yöre olması, rivayetlerin doğruluk payını arttırır. Diğer bir husus; yörede “Bayram” sözcüğünü içinde barındıran birçok köy olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir. 1455, 1485 yılına ait tahrir defterlerinde dahi bunların birçoğu geçmektedir(Özellikle bkz: Espiye ilçesi-“Bayrambey köyü” başlıklı bölüm ve ilgili dpn.). Tüm bunlarla birlikte, tarih araştırma sürecinde söz konusu adla ilgili bazı sıkıntılar mevcuttur. Bu sıkıntılar, farkındalıksız ikilemcilikten kaynaklanıyor. Bunun nedeni de aceleci ve dayatmacı yahut ideolojik bakışaçılarıdır. “Bayram Bey” şeklinde bilinen yer adları hususunda, bilhassa bunun örneği canlı olarak yaşanmaktadır: 1-Bayramlı Beyliği’ne mensup olanlar Çepni midir? Yoksa farklı bir Türk boyu mudur? 2-Bayramlı Beyliği eğer ayrı bir Tür boyu ise; arşiv kayıtlarına dayalı yerleşim alanları dışındaki “Bayram” sözcüğünü içinde barındıran yer adlarının Bayramlı’lar ile ilgisi tam olarak nedir? 3- Bayramlı’lar Çepnilerden ayrı bir Türk boyu ise Çepnilerin yoğunlukla yaşadığı(Örn. Çepni Eli: Giresun yöresi) bölgede –boylar arası geçimsizlik ve mücadelelere rağmen- nasıl yerleşim kurdular? 4- Tüm “Bayram”la ilgili yer adlarında Bayram Bey’i rivayetlere dayana220 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 rak bulabilmek mümkün mü? 5- Bayramlı Beyliği’nin bazı dönemlerde meskun olduğu tüm bölgelerde yer adı olarak bugün varlığını korumakta olan iskan birimlerinden tamamının adı Bayram Bey’le yakından ilgili midir? “Bayram Bey” adını taşıyan yer adlarını saptama sürecinde karşılaşılan yukarıdaki soru(n)lar, cevabı kendi içinde bulunan tamamen bilimsel yaklaşımla neticelendirilebilecektir. Sonuç olarak; Bayram Bey köyünün ad menşei tam olarak bilinmemektedir. Ancak rivayetler tümüyle kabul edilirse; köyün adı Bayram Bey adını taşıyan Bayramlı beyliğinin kurucusundan gelmektedir. Ancak varılabilecek kesin yargı ise; bu yer adının Türklerce teşkil olunduğudur. Bu bakımdan, Türk yer adı koyma usulünde; boy, boy beyi/kurucusundan esinlenme şeklinde konulduğu ortadadır. 2.8. ŞEBİNKARAHİSAR İLÇESİ 2.8.1. BUZ KEÇİ Şebinkarahisar ilçesinin güneyinde yer alan bir köydür. 1530-1569 yılı Osmanlı Devleti’nin Karahisar yöresine ait kayıtlarında Buzkeçi köyünün adı bugünkü ile aynıdır. 1530’da 12 hane, 1547’de 8 hane/7 yetişkin erkek ve1569 kayıtlarına göre köyde 6 müslüman hane yaşamakla birlikte 7 bekar ve 7 vergi mükellefi yaşamaktadır(Fatsa, 2010: 255). Ahi dervişleri tarafından kurulmuş olan bu köyde, hayvancılık ve tarım yapılmaktadır(Fatsa, 2010: 264). Köyün adının Bozkeçilü Türkmenlerinden geldiği muhtemeldir. Rivayetlere göre; bu bölgede yetişen keçiler kesildiğinde buz gibi yağları aktığından, köy bu adla anılmaya başlamıştır. Halk anlatılarından elde edilen bu bilgi kuşaktan kuşağa aktarılmış, Bozkeçilü Türkmenlerinin buraya gelip yerleştiği ve burada hakim kültürün temellerini yerli ahalinin ataları olan Bozkeçilü Türkmenlerinin attığını unutturmuştur. Köyde bulunan tarihi Şeyh Karaman türbesinin ahilik kültüründen geldiği düşünülmekle birlikte, yine köy sınırları dahilindeki Kurt Dede türbesi önemli ziyaret yerlerindendir. Burada yerleşmiş olan “şeyh” ve “dede” unvanlarının köyün kültürel tarihini aydınlatmada önemli ipuçları taşıdığı malumdur. Tarihi eski olan ve eski tarihlerden itibaren Buzkeçi adıyla anılmakta olan köyün Türk-İslam iskan yeri haline gelmesinde bu unvanların etkisi büyük olmuştur. Köyün mahalle adları şöyledir: Yukarıkarlı, Aşağıkarlı, Aydoğan ve 221 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Buzkeçi(merkez). Aşağı ve Yukarı Karlı mahallelerinin Karlı oymağı adında bir Türkmen topluluğuyla ilişkili olduğu yaygın olarak anlatılmaktadır. Ancak derinlemesine bir köken araştırması yapılmamış olan söz konusu köyün tarihinde, sadece köyün Karlı adını taşıyan mahallesi dayanak alınmıştır. Aynı zamanda Karlı, burada bir oymak olarak gösterilmektedir(URL-6). Halbuki, 1071’den itibaren Anadolu’nun Türk boyları tarafından doldurulmaya başlandığı yoğun süreçte, Oğuz boyları ve bu boylara bağlı taifeler Anadolu’yu yurt tutmaya başlarken, bunların haricinde Oğuzlar’a tabi olmamış Türk boylarının da Anadolu’da yerleşmeye başladıkları görülmektedir. Bu boylardan biri Karluk olmakla birlikte (“Karluklar; Türkmenlerden bir kavim olup göçebedir; onlar Oğuzlardan ayrılır fakat onlar gibi Türkmendirler...”; Göktürk, 1979: 120), Buzkeçi köyünün Karlı mahallesindeki “karlı oymağı” olarak kabul gören taifenin aslında Karluk boyundan bir topluluk olduğu daha güçlü bir tarihbilimsel neticedir. Bununla birlikte Karluk boyunun Oğuzlar’a mensup olmayan farklı bir Türk boyu olduğunu da belirtmek gerekir. Köyün Karlı Mahallesi, Buzkeçi merkez mahallesinden eski tarihi ile muhtemelen ayrıdır. Çünkü Buzkeçi’nin Bozkeçilü Türkmen taifesinden olduğu muhtemeldir. Yani ad menşei Karlı’dan farklıdır. Buralar ilk Türk yerleşimi süreçlerinde farklı iki Türk boyu tarafından iskan edilmiştir. Karlı mahallesinin Karluk ile ilişkisi ise şöyle açıklanabilir: Karluk boyu; Karluk’tan başka, Karlık, Karlı, Karlu gibi adlarla tarih kökeni itibarıyla bilinmektedir. Dolayısıyla tümünün aynı boyu(Karluk’u) ifade ettiği gerçeğinden hareketle, Karlı mahallesinin Türk boyları tarafından kuruluşundaki aktif rolün Karluk boyunda olduğunu kabul etmek gerekir. Karluk Türklerinin Anadolu’nun değişik bölgelerinde meskun olduklarını ve buraları yurt tuttuklarını gösteren objektif kanıtlar Anadolu’daki yer adlarında saklıdır(Yakupoğlu, 2004:192). Ayrıca Karluk boyunun Anadolu’nun ve diğer kıtalardaki çeşitli ülkelerin en ücra köşelerine kadar yayıldıkları bilinmektedir. Bu yayılışın gerek bölgesel kültür gerekse coğrafi, sözel kültürden etkilendiğini ve dolayısıyla Karluk boyuna mensup taifelerin adında kökten olmasa da sözcüğe ilave edilen ekler biçiminde belirgin değişiklikler yapıldığını belirtmek gerekir. Türk onomastikası çalışmalarında bu durum net bir biçimde bildirilmiştir(Lezina ve Superanskaya, 2009: 331): Karlı Eski: Özbek/Karluk. Karlı Evladı: Özbek/Karluk. Karlı I: Göçebe Özbek. Karlı II: Özbek/Karluk. Karlıgaç-Kesamir: Özbek/Kesamir. 222 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Karlık: Göçebe Özbek. Karlıklar, Karlıkut: Ortaçağ il adı. Karlı Hacılu: Özbek/Karluk. Karlu: 1. Ağaçeri.2. Türkmen. Karluk I: 1. Göçebe Özbek.2. Özbek. Karluk II, Kalluk, Kallug: Özbek. Karluk III, Kaluk, Kaluh: Göçebe Özbek. Karluk: Üç Oğuz. Karluk: Üç Uygur. Buzkeçi köyünün Karlı(Aşağı ve Yukarı Karlı) mahallesiyle ilgili son olarak ilave edilmesi gereken diğer önemli bir bilgiyse şudur: Anadolu’da bugün Şebinkarahisar Buzkeçi köyünün haricinde Karlı adını taşıyan birçok yer vardır. Bunlar özetle şöyledir: Karlı(Artvin-Ardanuç), Karlı(Çanakkale-Çan), Karlı (Edirne-Keşan), Karlı (Erzurum-Tortum), Karlı(Hakkari-Yüksekova), Karlı (Karabük-Daday), Karlı(Kütahya-Tavşanlı), Karlu (Samsun-Alaçam), Karlı(SamsunKavak), Karlı(mah; Karlıkavallı. Samsun-Kavak), Karlı(Samsun-Vezirköprü), Karlı(Sinop-Gerze), Karlı (Sivas-Hafik), Karlı, Tekirdağ-Çerkezköy), Karlı (Yozgat-Yerköy), Karlı (mah; Çukur. Kayseri-Felahiye), Karlıköy(Kocaeli-Kandıra), Karlıköy(Tekirdağ-Saray), Karlıova(Bingöl-ilçesi), Karlıtepe(Ordu-Ünye), Karlıtepe(Hatay-Reyhaniye). (Bu yer adlarının bir kısmı muhtelif zamanlarda değişikliğe uğramış olup, ancak adlarının “Karlı/k” ile muhtemel ilişkisine dayanarak eldeki veriler tamamıyla burada nakledilmiştir). Anadolu’nun çeşitli yerlerinde Karlık vb. adları taşıyan yerleşim birimi ve dağlar ise şunlardır: Karlık(çift; Kırma. Samsun-Vezirköprü), Karlık (SivasZara)(Sivas-Zara Karlık köyünün ad menşeinin Karluk boyuna dayandığı daha önceki araştırmalarla ortaya konulmuştur; URL-7), Karlık(Kütahya-Merkez), Karlık(mez; Bükezi. Malatya-Merkez-Ortaköy), Karlık(Malatya-Darende-Ayvalı), Karlık(Tokat-Taşova), Karlık(Adana-Seyhan), Karlık (Kireçhane-Trabzon), Karlık(Karlıkhozemiya. Trabzon-Merkez), Karlık(Karlıksümerya. Trabzon-Merkez) (Karlı/k: Bunlardan bir kısmının adı yakın tarihlerde değiştirilmiştir. Eski adlarının “Karlı/k” ile ilişkisi olabileceği hususunu temel alarak hepsi burada verilmiştir), Karlık(Adana-Merkez), Karlık(Afyon-Şuhut), Karlık(AmasyaTaşova), Karlık(Balıkesir-Balya), Karlık(Çorum-İskilip), Karlık Dağı(AydınSultanhisar), Karlık Dağı(Burdur-Bucak), Karlık Dağı(Malatya-Merkez), Karlık(Malatya-Kuluncak), Karlık(Nevşehir-Ürgüp), Karlık(Sivas-İmranlı), Karlık T.(Hatay-Belen), Karlık T.(İzmir-Ödemiş), Karlık(Trabzon-Merkez), Karlık(UşakMerkez), Karlıkdere Dağı(İzmir-Ödemiş) (KKT, 2003: 286), Karlık Sultan(köy; Afyon) (Göktürk, 1979: 122). Bu adlardan bir kısmının köken bakımından Kar223 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 luk boyu ile doğrudan ilişkisi olduğu net bir biçimde ortada olsa da; diğer bir kısmının da “kar” sözcüğü ile ilişkili olduğu açıktır. Buzkeçi köyündeki Aşağı ve Yukarı Karlı adını taşıyan mahallelerin tarihsel menşei hakkındaki mevcut bulgularla Anadolu’nun çeşitli yörelerindeki aynı adı taşıyan yerler, 1071’den itibaren Anadolu’da başlayan Türkleşme ve İslamlaşma serüveninde Karluk boyunun da ciddi etkisinin ve faaliyetlerinin olduğunu doğrulamaktadır. Bunu belirtirken de Karluk boyunun Özbek Türklüğü ile ilişkisini ve dolayısıyla kültür kaynaşımı bakımından yapılacak ilmi araştırmalardaki Anadolu-Orta Asya Özbek Türklüğü’nden doğan yeni maddi ve manevi kültürel neticeleri göz önünde bulundurarak analiz yapılması gerekmektedir. Buzkeçi ve Karlı yer adları, Türklerin yer adlandırmalarında esin kaynağı olarak yoğun bir biçimde kullandığı; boy adını ilgili boyun meskun olduğu yere koyma şeklinde meydana gelmiştir. 2.9. TİREBOLU 2.9.1. ÇAMLIKÖY Tirebolu ilçesine bağlı köydür. Önceden Tirebolu ilçesine bağlı Işıklı (=Kilyarı) köyünün bir mahallesi iken, 1995’te buradan ayrılarak Çamlıköy adıyla yeni bir köy statüsüne yükselmiştir. Köy, rivayetlere göre bu adı içerisinde bulunan yaşlı bir çam ağacından almıştır. Köyün ad menşei hakkında kesin bir tarih saptanamamıştır. Köye bağlı beş mahalle bulunmaktadır: Sarıosmanlı, Kübüçlü, Cerahlı, Tütüncülü, Kıran. Köyün adının, sınırları içinde bulunan yaşlı bir çam ağacından geldiği rivayet edilse de söz konusu “yaşlı çam ağacı” hakkında herhangi bir görsel kanıt yoktur. Ancak, rivayetlere göre bugün köyde varlığını sürdüren çam ağaçlarının bilinen en eski dönemlerden beri var olduğu bilgisiyle birlikte, köyün adının tek bir çam ağacından olmasa da burada bulunan çam ağaçlarının genelinden aldığı muhtemeldir(Müşahhas kayıtlar da bunu doğrulamaktadır; KK-4). Köyün adlandırılmasında Türklerin; yerin coğrafi ve fiziki özelliklerinden yararlanmaları tarzı, klasik bir esinlenmeyle karşımıza çıkmaktadır. Köyü görkemli kılan unsur, dikkat çekici çoklukta olan çam ağaçlarıdır ve hatta köyün sembolü haline gelmiştir. Bu temelli köy, en uygun ad olarak “Çamlıköy” adını almıştır. Dünyada farklı bölgelerde bulunan Türk yerleşim yerlerinde ağaçlarla ilgili adlar pek çoktur. Tarihsel süreçte Çamlıköy’de bulunan çam ağaçları, doğal güzelliklerini yansıtmakla birlikte ferahlık arz eden bir çağrışım boyutundadır. Çamlıköy adıyla ilgili diğer bir husus; burada eski dönemlerden beri varlı224 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 ğını sürdürdüğü bilinen çam ağaçlarının rakımsal konumuna rağmen fazla oluşu dikkat çekicidir. Bağlı olduğu Tirebolu ilçesine uzaklığı 15 kilometre civarında olan bu köy, aynı zamanda denizden de 15 kilometre kadar uzaklıkta olup, rakımı 250 metredir. Çam ağaçlarının Çamlıköy’deki yoğunluğu vasati olarak aynı rakımı taşıyan diğer yöre köylerine göre hayli fazladır. Burada Çamlıköy’e özgü bir durumun söz konusu olduğu yerli halkça kabul edilen bir tespittir. Diğer bir husus ise; Türk kültüründe çam ağaçlarının Sümerler’de ve Hititler’de önemli bir yeri olduğudur. (Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, çam ağaçlarının Sümerler’de süsleme amaçlı kullanıldığını ve bunun Sümerce belgelerde geçtiğini; aslında çam süsleme geleneğinin Türklere ait olduğunu ifade etmiştir: URL-8). Çam ağaçları, bolluk ve bereket getirdiğine inanılan ağaçlar arasında kabul edilmektedir. Ayrıca klasik Türk süsleme sanatında çam ağacı figürlerine sıkça rastlanması da Türklerin çam ağaçlarına verdiği önemi göstermektedir. Bu yönüyle çam ağaçlarına yalnızca yakacak, kabuk akıntılarından sıhhi açıdan; gövdesinden ise ahşap yapı malzemesi olabilecek şekilde yararlanılacak bir ağaç olarak bakmamak gerekir. Çam ağacının Türk kültüründe görsel açıdan önem arz eden; hem üzerinde yaşanılan ve “fani” kabul edilmiş olan dünyada hem de ölümden sonraki hayata ermiş olanların mezar başlarında belleklere yer edinmiş ağaçlardır. Bilhassa Anadolu’da Türklerin bugüne dek mezarlıklarında ve resmi kurumlarının (ve kuruluşlarının) bahçelerinde genellikle çam ağaçları çok bulunur. Bunda şüphesiz çam ağaçlarının görsel açıdan bulunduğu yere kattığı doğal güzellikler temel etkendir. Ancak bu olgunun geçmiş yüzyıllardan beri süregelmesinde ise Türk kültüründe çam ağacının maddi olduğu kadar manevi bir değerinin olduğunu gösterir. O halde Çamlıköy adının içinde bulunan çam ağaçlarının güzelliğinden ve görkeminden esinlenerek konulması son derece doğal bir sonuç olarak kabul edilmelidir. Türkiye’de “Çamlıköy” adını tıpatıp taşıyan diğer köylerin bağlı oldukları il ve ilçeler şunlardır: Antalya-Kaş, Karabük-Yenice, Samsun-Ladik, Samsun-Suluova, Gümüşhane-merkez. Bunların haricinde, çam ağacının Türk yer adlarında ne kadar yoğun bir biçimde kullanıldığının somut olarak görülmesi açısından, içinde “çam” sözcüğü geçen diğer yer adlarının sayısının bugün 181 olduğunu belirtmekte fayda vardır. Yukarıda bahsedilen 181 yer adının içinde elbette ki ilçe, belde, köy, dağ, tepe, vs. bulunmaktadır. Ancak, burada şunun unutulmaması gerekir: Sayısı yukarıda verilen yer adlarının dışında Türkiye’de sayıca tespiti yapılamamış olan mevki adları da vardır. Bunların büyük bölümü hiçbir resmi kayıtta adına rastlanmayan ancak orada yaşayan halkça konulmuş ve yüzyıllardır yaşatılmakta olan adlardır. Örneğin; Espiye ilçesine bağlı Çepni köyünde 225 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 “Çamlık” adlı bir mevki vardır. Burası aynı zamanda 1965’te yapımına başlanıp 1967’de eğitim-öğretime açılan köy ilkokulunun bulunduğu mevkidir. Aynı zamanda köyün birkaç mahallesini birbirine bağlayan “kıran” yahut geçit niteliğinde olduğundan buraya özel, fiziki niteliklerinden yararlanılarak belirgin bir ad konulmuştur. Köyün ortak kullanım alanı olan Çamlık adlı mevki, adını burada bulunan yaşlı çam ağaçlarından almış olup, bu çam ağaçlarının ne zaman ve kimlerce dikildiği hakkında ise bir bilgi yoktur. Eski mevki adlarının birçoğu gibi bu mevkinin de resmi kayıtlarda adı geçmemektedir. Buna benzer örnekler çok olmakla birlikte, son bir anekdotla bu faslı kapatalım: Yaptığımız halk kültürü araştırmalarında Tirebolu Çamlıköy köyünde –eski resmi kayıtlarda rastlayamadığımız- iki mevki adına değinelim: 1. Gürgenlik, 2. Çakal Tepesi. Resmi kayıtlarda rastlayamadığımız, tarihi saptanamayan ancak yerli halkça bu iki mevkiye konulmuş adların kökeni 1071 Malazgirt savaşı sonrasında gerçekleşen Anadolu’daki Türk yerleşimini ilk zamanlarına dek inebilir(Burada Türk-İslam unsurların yerleşimi kast edilmiştir. Çünkü 1071 tarihi Türklerin İslamlaştıktan sonra Anadolu’ya girmeye başladıkları tarihtir. Ancak İslamlaşmamış Türklerin de 1071 öncesinde hatta milattan önceki asırlarda Anadolu’da çeşitli uygarlıklar halinde yaşadıkları, tarih bilimince sabittir). Çünkü bu adlar, Anadolu’da sıkça kullanılan ve kiminin tarihi birkaç asır önceye dek inebilen, kiminin hakkında ise herhangi bir bilgiye ulaşılmamış olan Türk yer adlarındandır. Meseleye temsil teşkil etmesi bakımından; yukarıda verdiğimiz mevki adları(Gürgenlik ve Çakal Tepesi) Giresun yöresinde çoğu köyde farklı yerler için kullanılmaktadır. Gürgenlik adlı mevki Tirebolu Çamlıköy’de olduğu gibi tıpatıp aynı biçimde Espiye ilçesine bağlı Çepni köyünde de bir mevkinin adıdır. Adını burada bulunan gürgen ağaçlarından almıştır. Yine Çakal Tepesi adıyla benzer bir ad Çepni köyünde bulunmaktadır: Çakal Tarlası. Bu ad mevkiye çakalların burada sürekli uluşuyor olmasından konulmuştur. Ancak halkın kendince koyduğu bu mevki adı da diğerleri gibi resmi olarak herhangi bir kayıtta geçmemektedir. Sonuç olarak; her iki “Gürgenlik”in de adını gürgen ağaçlarından aldığı ve her iki “çakal”la ilgili mevki adlarının da adını burada sıkça bulunan çakallardan aldığı gerçeğine ulaşılmıştır. Türk yer adları koyma geleneğinde bu mevkiler adını; burada etkin olan ve çevrece belirgin biçimde etkisi hissedilen yabani hayvanlardan almıştır. 2.9.2. KİLYARI (IŞIKLI) Tirebolu ilçesine bağlı köy. Yeni adı Işıklı’dır. 16. yüzyıl başlarına(1515) ait kayıtlarda köy, mali ve idari açıdan Bedreme Kalesi dizdarlığına bağlıdır(Fatsa, 226 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 2010: 86,138). Kilyarı köyü, tarihi süreçte adsal açıdan çeşitli değişikliklere uğramıştır. Bu değişiklikler büyük oranda 1916’dan sonra gerçekleşmiştir. Osmanlı Devleti’nin yıkılma dönemine tesadüf eden bu dönemde, Türkçülük akımını benimseyen İttihatçılar’ın yaptırımıyla Anadolu’da birçok yer adlarında değişiklikler yapılmıştı. Burada ilginç olan şudur ki; yer adlarını değiştirme faaliyetlerinde bilimsellikten uzak olan bu girişimin organizatörleri malum olunduğu üzere Türkçe olan yer adlarını da bilinçsizce -Türkçe değilmiş gibi algılayarak- değiştirmişlerdir. Kilyarı köyünün adı da Enver Paşa’nın emirnamesiyle değiştirilmesi gereken yer adları listesinde yayınlanmış olup; köyün yeni adı “Melahat” olarak güncellenmiştir. Bu yanlış girişimin sonucu olarak “Melahat” adıyla kaydedilen köy(Yüksel, 2003: 31), bir süre sonra Işıklı adını almıştır. Köyün 1916’da Melahat adını almasındaki neden henüz bilinmemektedir. Ancak bilinen şudur: Köyün yerli halkı kendi koymadığı bu adı kullanmak istememişlerdir. Nitekim köyde süregelen “Kilyarı” söylemi asırlardan gelen bir alışkanlık olsagerek ki “Melahat”’ı benimsemeyen yerli halk köyü “Kilyarı” şeklinde zikretmeye devam etmiştir. Melahat adı değiştirilip, Işıklı adı konulduğu günden beri de günlük dilde köyü halen “Kilyarı” olarak söyleyenler bulunmaktadır(Köy çevresinde bazen köyün adının yanlışlıkla “Kilyanı” şeklinde telaffuz edildiği, bunun bazı internet sitelerinde yaygınlaştığı ve bu adın telaffuzunda daha dikkatli olunmasının gerekliliğini belirtmek lazımdır). Üst üste dört dönem köyde görev yapmış olan köyün eski muhtarı merhum Salih Sağlık, bir internet gazetesinde (URL-9) köyle ilgili şöyle bir analiz yapmıştır: “…Köyümüzün ‘coğrafi yapısı’ ve ‘doğal güzelliği’ kültür zenginliğimizin temelini teşkil eder, aslında. Bu zenginlikler ardı ardına birçok değerleri yaşamımızın ana unsuru olarak sunmuştur, Işıklılara. İnsanlarımızın arasındaki müthiş içtenlik ve muhabbet ‘mimari kültür’ şekliyle çıkmıştır ortaya. Bu kültürün sonucu olarak, Işıklı Köyünde yerleşim düzeni iç içe girmiş binalardan, birbirine yakın mahallelerden oluşmuştur. Köyümüze özgü ahşap yer evleri, hemen hemen benzer mimari özellikleri taşır. Yıllara meydan okuyup günümüze kadar gelmeyi başaran bu otantik eski köy evlerimiz, yok olma sürecine çoktan girmiştir. Tarih kokan bu yapıların yerini, beton arma binalar almaya başlamıştır. Katlı sistem usulüne göre inşa edilen yeni yapılar, mimari kültüre darbe vurmaya devam ediyor, Işıklı Köyünde. Bu sorun, bozulan doğal yapımızın hangi boyutlara ulaştığını göstermeye yetiyor, kesinlikle. Camii ve değirmenlerimiz, mimari kültürümüzü destekleyen zenginliklerimizdendir. 227 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 …Yayla kültürümüz, otantik dağ yaşamı şekliyle katkı sağlar, bu zenginliğimize. Son yıllarda, o eski yayla göçebeliği anlamından çok fazla şey kaybetse de halen geçerliliğini sürdürmektedir, köyümüzde. Ulaşım alanındaki hızlı gelişmeler, yaya olarak dağlara göç etme farklılığını kaldırmıştır, ortadan. Dolayısıyla, heybeleri tıka basa dolu olan yüklü at ya da katırlar, çanlı-kelekli koyun ve keçiler, süslenmiş inek ve danalar o eski renkli görüntüleri vermekten uzaktır, topraklı yayla yollarında. Yayla yaşamının her karesi tıpkı köy yaşamında olduğu gibi yayla kültürünü çok farklı kılar. Bu yüzdendir ki, kendilerini bu kültürden uzak tutamayan köylülerimizi yazın köyde yani Işıklı’da görmek pek mümkün olmaz. Doğal görüntüsü ve buz gibi şifalı suları, hayvancılığı etkin hale getirme ve tatil yapma şekliyle yaşamımızın vazgeçilmez bir parçası olmuştur, yayla kültürü. Tek bölmeli ve tamamıyla ahşap evler, merekler, ağıllar, koyun-keçi, inek-dana, at –katır, sadık dost köpekler iç içe bir yaşamın temel unsurlarıdır, yayla hayatında. Mahalle kültürü genel olarak aynı sülalelere mensup Işıklı’lıların ortak bir yeri, yerleşim alanı seçmelerinden doğmuştur. Bu özelliğin her mahalleyi adeta geniş bir aile şekliyle gösterdiğini çalışmamızın giriş bölümünde belirtmiştim. Sülale adları, mahalle kültürümüzün en etkili ve anlamlı tarafıdır…” Kil Yarı adı muhtemelen bu yerde geçmiş dönemlerde gerçekleşen bir heyelan yahut benzer nitelikte bir toprak hareketi olayından bu adı almıştır: Kil + Yarı = kil: Islandığında kolayca biçimlendirilebilen yumuşak ve yağlı toprak + yar: Su kıyılarında yahut karada bulunan dik yer, uçurum(BTS, 2007: 2146). Köyün ad değişikliğine gitmesinde eski adı olan Kil Yarı’nın çağrıştırdığı anlam etkili olmuş olabilir. Çünkü eski adı; bir doğal afetin sonucundaki olaydan türetilmiştir. Köyün eski ve yeni adlarını tahmini ve söylencelere dayalı olarak değerlendirmeye çalışırken, gözden kaçırılmaması gereken bir husus ise şudur: Köyün eski adından ferağ etmesinin, gerek tarihi gerekse kültürel açıdan olumsuz sonuçları da açığa çıkmaktadır. Bunlardan birisi; köyün eski adında gizli kalmış muhtemel heyelan yahut toprakla ilgili doğa olayıdır. O yere adını koymuş bir doğal afetin, ne denli o yeri ve halkını etkilemiş olabileceğini düşünmek gerekir. Dolayısıyla, köyün adı değişirken, hafızasının da bir ölçüde değişebileceğini kabul etmek gerekir. Değiştirilen bir yer adı, eski dönemlerde yaşanmış önemli bir olaydan yahut olayın sonuçlarından nasıl etkilenildiğine dair bulguları önemli ölçüde yok edebilir. Anadolu’da Kilyarı adını taşıyan tek köy, Tirebolu’nun bu köyüdür. Ancak içinde “kil” sözcüğü geçen bunun haricinde bilinen 22 adet yer adı bulunmaktadır. Bunların büyük kısmı köy, geriye kalan kısmı ise mahalle, belde, 228 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 dere, tepe, dağ vs. yerlerdir. Ayrıca içinde kil sözcüğünü barındıran söz konusu 22 adet yer adından çoğu “Killik” şeklinde anılmaktadır(KKT, 2003: 293). Kil sözcüğünün açılımı yukarıda verilmişti. Türk yer adları geleneğine göre bu tür yer adlarının menşei, yukarıda zikredilen yerlerin toprak yapısından esinlenerek konulmuştur. Yer adları verilirken kökü derinde olan milli-kültürel hafıza geleneksel olarak kendini bu yerlerde de göstermiştir. Köyün en son sahip olduğu; bugünde kullanılmakta olan adında ise “ışık” sözcüğü esas alınmıştır. Işık sözcüğü Türklerce asırlardır kullanılmakta olan önemli bir sözcüktür. Aydınlık anlamına gelen “ışık” Türk kültüründe ilmi, gelişimi, edebi, insanlığa faydalı olma anlamını karşılar. Bir lambanın hatta güneşin yaydığı aydınlık, Türk kültüründe toplumsal kalkınmanın önderliği için var olan öncü kitleyi mecazi biçimde ifade eder. Bunun içindir ki; Türklerin dünyada fazlaca bulunduğu dünyanın doğu bölgesi için şöyle denilmiştir: “Işık doğudan yükselir”. Kilyarı halkı, Işıklı adını köye verirken “ışık” sözcüğünün ne denli derin bir anlam içerdiğini bilerek hareket etmişti. Köyün ve halkının aydınlık geleceğine isnat edilen bu ad, aynı zamanda köyün yetiştirdiği/yetiştireceği neslin hafızasında adeta bilimi, kültürel gelişimi ve toplumun kalkınmasında faydalı olunmasını hedefleyen bir düşünce tarzıyla köye konulmuştu. Bugün köy içinde veya dışında(=gurbette) yaşamakta olan Kilyarı halkının da gerek dernekleşme gerekse kültür ve eğitim adına ortaya koydukları birlik beraberlik örnekleriyle derneksel faaliyetleri Işıklı köyünün adı doğrultusunda bir çizgide ilerliyor olması köyün adıyla ilgili bir önceki cümlede verilenleri doğrular niteliktedir. Bugün Anadolu’da tıpatıp “Işıklı” adını taşıyan yer adlarının sayısı 27’dir. Bunların tamamı köydür. Anadolu’da bugün içinde “ışık” sözcüğü geçen yer adlarının toplam sayısı 88’dir(KKT, 2003: 275). Bunların içinde büyük çoğunluğu köy olup, kalan kısmı dağ, dere, göl, geçit vs. yerlerdir. 3. GİRESUN YER ADLARINDAKİ BENZERLİKLER Giresun il sınırları içinde bulunan ve farklı ilçelere tabi olan çoğu yer adlarında, yer yer tıpatıp yahut yarı benzer isimler görüyoruz. Bu yer adlarından bazıları şahıs adlarından gelmeleri yönünden ve sonundaki ekler bakımından benzerlik göstermektedir: Espiye: Gebelli, Demircili. Güce: Fındıklı. Keşap: Fındıklı, Çakırlı, Gönüllü,Halkalı, Kılıçlı, Sürmenli. 229 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Yağlıdere: Sinanlı, Ömerli. Görele: Eserli, Hamzalı, Beşirli, Boğalı, İsmailbeyli, Kırıklı, Sofulu, Şalaklı, Kuşçulu, Yeğenli, Esenli, Maksutlu, Recepli, Seferli, Haydarlı, Derekuşçulu(?), Dedeli(?). Bulancak: Ahmetli, Ahırlı, Bahçeli, Elmalı, Küçüklü, Talipli, Yunuslu, İcilli. Dereli: Küçükahmetli. Tirebolu: Avcılı, Karaahmetli, Halaçlı, Işıklı. Piraziz: Balçıklı, Bülbüllü, Kılıçlı, Şerefli. Şebinkarahisar: Evcili, Ozanlı, Kayalı, Taşçılı. Alucra: Armutlu, Hacılı, Bereketli, Konaklı, Kamışlı, Pirili. Çamoluk: Fındıklı, Pelitli, Pınarlı. Eynesil: Kemerli, İshaklı. Giresun sınırları dahilinde bulunan bu yer adlarının söz konusu benzerliklerini inceledikten sonra, aynı adla anılan farklı ilçelerdeki köyler de aşağıdaki şekildedir: Çukurköy: Giresun-merkez, Espiye Tekkeköy: Giresun-merkez, Yağlıdere, Güce, Doğankent Düzköy: Dereli, Keşap, Çanakçı Fındıklı: Güce, Keşap, Çamoluk Yeniköy: Espiye, Bulancak, Doğankent Esentepe: Espiye(mah.), Piraziz Tepeköy: Piraziz, Espiye(Taflancık mah.), Yağlıdere, Görele, Alucra, Keşap İnece: Bulancak, Tirebolu(=İynece) Ataköy: Görele, Tirebolu Örnekköy: Piraziz, Güce Ağaçbaşı: Güce, Doğankent(=Yaşmaklı Ağaçbaşı) Kurtbeli: Espiye(Çam mah. mvk.), Yağlıdere(yyl.) Yazlık: Keşap, Yağlıdere Çağlayan: Çanakçı, Yağlıdere, Şebinkarahisar, Keşap(=Karabulduk mah.) Saraycık: Keşap, Şebinkarahisar Gültepe: Görele, Bulancak Yeşilyurt: Espiye, Yağlıdere, Alucra, Şebinkarahisar Güneyköy: Espiye, Görele, Piraziz Hamzalı: Espiye, Görele Soğukpınar: Espiye(bld.), Görele Karadere: Espiye, Görele, Keşap Dikmen: Espiye(Soğukpınar mah.), Görele. Şahinyuva: Espiye, Görele 230 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Köprübaşı: Espiye(Kaşdibi mvk.), Görele(bld.) Akpınar: Yağlıdere, Güce Arduç: Görele, Alucra(=Ardıç) Ortaköy: Yağlıdere, Görele, Tirebolu Güzelyurt: Espiye, Şebinkarahisar Düzköy: Çanakçı, Keşap, Tirebolu Akkaya: Espiye, Dereli Maden: Espiye, Dereli Gürpınar: Keşap, Şebinkarahisar Taflancık: Espiye, Keşap Bayrambey: Espiye, Keşap Güneyköy: Espiye, Keşap Kılıçlı: Piraziz, Keşap Akköy: Yağlıdere, Çanakçı Kozköy: Espiye, Doğankent Anadolu’da çoğu yer adlarının şeklen birbirine benzer veya tıpatıp aynı olduğu bilinen bir geçektir. Bu gerçeğin ana nedeni ise; bu yer adlarının Türk yer adları geleneğinden beslenmiş olmasıdır. Örneğin, Giresun’un Dereli ilçesine bağlı, yüksek bir tepe olan Göktepe(Göğtepe), Türklerin eski yurdu olarak kabul edilen Orta Asya’da çoğu yerde farklı statülerde yer adı olarak kullanılmaktadır. Bu da göstermektedir ki; Türkler Anadolu’ya geldiklerinde, göçüp geldikleri yerdeki adlandırma geleneklerini de birlikte getirmişler ve yaşatmışlardır. Yine, Türkistan bölgesinde bulunan ve Tecen diye anılan yerden göçüp gelen Türk boyları bugün “Tecen” adını Doğu Karadeniz’de bir çeşit peynir için kullanmaktadırlar. Kısacası gelenek, küçük değişikliklere uğrayarak sürmüş olsa da içindeki özgünlük detaylı bir incelemede göze çarpar durumda kendini muhafaza etmiştir. SONUÇ VE ÖNERİLER Çalışmamızda, kökeniyle ilgili incelemiş bulunduğumuz yer adlarında genel olarak ortak nokta Türk yer adlandırmaları geleneğinin kendini bariz bir biçimde belli etmesidir. Yer adlarında sözcük kökeni ile ilgili sözlüksel dayanaklar büyük oranda Türkçeye dayanmakla birlikte, yalnız yöreden yöreye küçük değişiklikler gösteren ağız farklılıklarının doğurabileceği yanılgılar hariç; yer adlandırmaları hususunda geleneksel tarzın dışına çıkmayarak yine Türk kültürünün bir parçası olarak kendini göstermektedir. Giresun yer adları –belki de Anadolu kırsalında genel olarak- konusun231 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 da bilhassa kırsal alandaki yer adlarının menşei olarak halk arasında varlığını koruyan, klasikleşmiş bir söylem vardır. Bir yer adının nereden geldiği konusunda, söz konusu yer halkından bir kimseye soru yönelttiğimizde aldığımız cevap şu klasikleşmiş cümle ile başlar: “Buraya zamanında biri gelmiş…” Mitolojik hale gelmiş olan bu bilgi aktarımındaki söz konusu kişi, zamanı tespit edilememiş olan ve genel olarak kişinin bu yere geliş zamanı sorulduğunda “savaş zamanında/eskiden…” şeklinde cevabını aldığımız kişidir. Ayrıca söz konusu kişinin bazen adı da bilinmez. Genel olarak belirgin vasfı ise şöyle belirtilmektedir: “Şeyh, derviş, evliya, eren, çoban, fakir, vb.”. Sonuç olarak da yerin adı ve tarihinin de buradaki bilinmeyen kişi ile başlatıldığını da burada ilave etmek gerekir. İncelediğimiz yer adlarında halk kültürüne dayalı kayıtlar, yazılı kayıtlarla karşılaştırılmıştır. Halk arasında genel olarak yanlış bilinen ve nesilden nesile aktarım halinde süregelmekte olan bazı yanlış bilgiler, çalışmamızda ayıklanmaya çalışılmıştır. Türk kültürünün bir parçası olan Giresun kırsalı halk kültürünün bazı yanlış bilgilerden arındırılması konusunda bilimsel çalışmalara ve hatta bu konuda resmi girişim ve teşviklere fazlaca ihtiyaç vardır. Bununla birlikte, resmi kurumların sitelerindeki yer adlarıyla ilgili tarihçe veya tanıtım yazılarının yenilenerek; bilimsel bir biçimde meraklılarına sunulması gerekir. Böylelikle, bir yerin ad menşei hakkında doğru bilgiye ulaşılması sağlanarak bu alanda bir aydınlanma gerçekleşecektir. Yer adları çalışmalarında, toplum okumalarına açık araştırmaların yetersizlik yükü bu duyarlılıkla bir ölçüde hafifletilebilinir. NOTLAR **Çalışma sürecinde desteklerini benden esirgemeyen eşim Meltem Kaya’ya teşekkürlerimi sunarım. (1) 1876 Osmanlı kayıtlarına göre Kızılkaya Tirebolu kazasına bağlıdır. Günümüzde ise Espiye sınırları içerisindedir. 1748’de Kızılkaya’da altın madeni çıkarıldığına dair kayıtlar mevcuttur (Bkz. Sümer 1992:135/4dpn.). Ayrıca 1613 tarihli Osmanlı kayıtlarına göre; Bulancak yöresinde Kızılkaya adında bir köye daha rastlanmaktadır (Bkz. Emecen 2005: 70). (2) Çanakçı, 1879 yılında ilçe olan Görele’nin bir köyü durumunda idi. 1960 yılından beri Görele ilçesine bağlı bucak iken, 29 Ağustos 1991’de buradan ayrılarak Görele’den bağımsız bir ilçe statüsüne geçmiştir. Görele ilçesiyle ortak bir kültürel yapıya sahip olan Çanakçı’nın adı ise; burada ağaçtan kap-kacak, çeşitli ev araç-gereçleri ve günlük hayatta kullanılan birçok malzemenin yapılmasından gelmektedir. Ağaç oymacılığının Çanakçı’da yaygın 232 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 olması ve aynı zamanda dayanıklı, işlenmeye elverişli ağaçların Çanakçı kırsalında bolca bulunması ilçeye bu adın verilmesinde etkili olmuştur. (3) Dösdömbek: Aşırı sivri, haddinden fazla dolgun ve yuvarlak biçimli olan şeyler için kullanılan sözcük. Ayrıca yörede “dömbek” şeklinde vurgu veya ikileme olmaksızın da kullanılmaktadır. (4) Bugün hala kalabalık bir sülale olarak varlıklarını sürdüren Köse(gil)’den adını alan Köseli Bölüğü adlı mevki; bu sülalenin yerleştiği civarda bulunduğundan bu adı almıştır. Adın konulduğu dönem ise saptanamamış olup, eskiden beri kullanılmaktadır. (5) Aralık: Bu sözcük, yer adlarındaki mantığıyla aynı doğrultuda; Giresun’un Dereli ilçesine bağlı Bahçeli, Zırhan, Meşeliyatak ve çevresindeki bazı köylerde evin salonu için kullanılmaktadır. Bunun nedeni ise salonun, evin tüm bölmelerinin ara bölgesi olan dar alanda bulunmasından kaynaklanmaktadır. Giresun’un Espiye ilçesinde köylerinde ise evin salonuna “aralık” yerine “hayat” denilmektedir. (6) Arıcılık yapanlar geçmiş dönemlerde, bugün de olduğu gibi; peteklerini yabani hayvanların saldırılarından korumak için sarp kayalıklara kurarlardı. Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi Giresun yöresinde de birçok mevkinin adı bugün bu nedene binaen “Petek Kayası” olarak kayıtlara geçmiştir. Bunlardan biri Espiye ilçesine bağlı Çepni köyündedir. (7) Örneğin, Giresun’un Espiye yöresinde değirmen taşının oturtulduğu bir diğer taşla, arasında kalan ortası delikli, ağaçtan yapılmış olan küçük kaldıraca “baltacık” denilmektedir. –cık eki burada sözcüğe –yaklaşık olarakküçüklük anlamı katmaktadır. Bu ifadeyi “baltalık” (-lık) şeklinde algılamak mümkün olmaz, çünkü anlam tamamen değişir. Yörede “baltalık” baltaların ve diğer kesici aletlerin asıldığı yere denilmektedir. (8) Yörede Oğuz sözcüğü; avuz/ağuz=ağız olarak kullanılır. Ağız: İlk süt. Oğuz’un ad menşei de genellikle buna bağlanmaktadır. (9) Takıldak: Suyun önüne ortası kazığa çakılmış, terazi dengesini andıran bir oluk yapılır. Oluk suyla doldukça altındaki taşa çarpar, su boşalır. Su boşalınca oluk tekrar dengeye gelir ve tekrar suyla dolmaya başlar. Bu esnada oluğun çıkardığı sesler, yabani hayvanların tümünü ürkütebilecek bir önlem niteliğindedir. (10) Yörede buna “oyuk” denir. (11) Yaz sonunda kışlık konserve, turşu vs. harcını(=ağşar) hazırlamak için, erbabınca ağaçtan oyulmuş geniş tekneler kullanılır. Buna dibek denir. Dibek dövmek ise; yine ağaçtan bir topuzla havandaki malzemeyi ezme işlemi için kullanılan söylemdir. Ayrıca bkz. Büyük Türkçe Sözlük, “dibek”: “1.Taştan 233 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 veya ağaçtan yapılmış büyük havan. 2. Dibekte dövülmüş olan.” (12) Son çeyrek yüzyılda doğanların büyük kısmının nüfus cüzdanındaki “köyü” hanesinde Manastır şeklinde yazılmaktadır. KAYNAKLAR Yazılı Kaynaklar: Acaroğlu, M. Türker (2006), Balkanlarda Türkçe Yer Adları Kılavuzu, İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayınları. Alpaslan, Teoman (2007), Topal Osman Ağa, İstanbul: Kum Saati Yayınları. Baykara, Tuncer (2001), Türk Kültür Tarihine Bakışlar, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları. _____ (2005), Türk Kültürü, İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayınları. Bilir, Ali (2001),Geçmişten Günümüze Tüm Yönleriyle Görele, İstanbul: Simurg Yayınları. Büyük Türkçe Sözlük, (2007), (TDK Elektronik Sözlük; Sürüm No: 1.0 Farabi). Denizcilik Terimleri Sözlüğü, (t.y.), (T.C. Denizcilik, Ulaştırma ve Haberleşme Bakanlığı). Emecen, Feridun M. (2005), Doğu Karadeniz’de İki Kıyı Kasabasının Tarihi: Bulancak-Piraziz, İstanbul: Kitabevi Yayınları. Fatsa, Mehmet (2005), XV. Ve XVI. Yüzyıllarda Giresun Kırsalının İdari ve Sosyal Tarihi, Giresun: Giresun Belediyesi Yayınları. _____(2002), Giresun’da Kırsalın Sosyal Tarihi, Giresun: Melisa Matbaası. _____(2010), XV. Ve XVI. Yüzyıllarda Giresun Sosyal ve Ekonomik Hayat, Giresun: Giresun İl Özel İdaresi Kültür Serisi. Gökalp, Ziya (1976), Türk Medeniyeti Tarihi, İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları. _____ (1987), Türk Töresi, İstanbul: Toker Yayınları. Gökbilgin, M. Tayyip (1957), Rumeli’de Yürükler, Tatarlar ve Evlad-ı Fatihan, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları. Göktürk, Hilmi (1979), Anadolu’da Oğuz Boyları, İstanbul: Türk Dünyası Yayınları. Güngör, Harun (1997), Türk Bodun Bilimi Araştırmaları, İstanbul: Kum Saati Yayınları. Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü –I, (1991), Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. 234 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Kafesoğlu, İbrahim (1999), Türk Milli Kültürü, İstanbul: Ötüken Yayınları. Kaşgarlı, Mahmut (2005), Divan-ı Lügati’t-Türk, İstanbul: Kabalcı Yayınları. Kaya, Mevlüt (2007), Bir Çepni Köyü Tarihi ve Kültürü, Samsun: Yüksel Ofset. _____ (2011), Çepniler Tarihi Serüveni ve Giresun-Espiye Yöresinin Kültür Kökenleri, İstanbul: Togan Yayınları. Köy Köy Türkiye, (2003), Ed.: Yücel Yaman, İstanbul: İki Nokta Yayınları. Köylerimiz 1981, (1982), Ankara: İçişleri Bakanlığı Yayınları/No:327/ Seri: 3/S.2. Lezina, L. N. ve A. V. Superanskaya (2009), Bütün Türk Halkları, İstanbul: Selenge Yayınları. Osmanlı Yer Adları, (2006), Yayına Hazırlayan: Tahir Sezen, Ankara: T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları/Yayın Nu: 21. Öngel, Hasan Basri (2001), Türk Kültür Tarihinde Spor, Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları. Sakin, Orhan (2006), Anadolu’da Türkmenler ve Yörükler, İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları. Sümer, Faruk (1992), Çepniler, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları. _____(1992), Tirebolu Tarihi, İstanbul: Tirebolu Kültür ve Yarımlaşma Derneği Yayınları. _____(1999), Oğuzlar, Türk Dünyası araştırmaları Vakfı Yayınları: İstanbul. Turan, Osman (2000), Türk-Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, İstanbul: Boğaziçi Yayınları. _____ (2004), Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul: Ötüken Yayınları. Yüksel, Ayhan (2003), Giresun Tarihi Yazıları, İstanbul: Kitabevi Yayınları. Çelik, Ali (2002), “Çepnilerin Anadolu’nun Türkleşmesindeki Yeri ve Önemi”, Türkler Ansiklopedisi, C.6, s. 312-323. Gömeç, Saadettin (2009), “Divanü Lûgat-İt-Türk’de Geçen Yer Adları”, A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, 28 (46) s. 1-34. Sarı, Cemali ve Yusuf Tepeli (2007),“Türk Kültür Coğrafyasında Yerleş235 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 me Adları: Teke Yöresi Örneği”, Karadeniz Araştırmaları, Güz 2012, S. 35, s. 161-179. Sevinçli, Efdal (2009),“Özel/Gizli Bir Dil: Çepnilerin Dili”, Journal Of Yasar Universty, 4(13), s. 1923-1949. Tunçel, Harun (2000), “Türkiye’de İsmi Değiştirilen Köyler”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2 (10), s. 23-34. Uğur, Ahmet (1991), “Türkmen ve Avşarlarda Ad Verme veya Adlandırma Geleneği”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, S. 5, s. 12-14. Yakupoğlu, Cevdet (2004),“Anadolu’da Karluk Türk Boyu Ve İskânı Üzerine”, Kastamonu Eğitim Dergisi, 1 (12), s. 191-204. Yıldırım, Kürşat (2013), “Juan Juan Adı Üzerine”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi-28, s. 1-10. Sözlü Kaynaklar: KK-1: Ali Yılmaz, Giresun 1957, İlkokul Mezunu, Muhtar. (Görüşme:13.03.2013) KK-2: Gülşan Güç, Espiye 1935, Okur-yazar değil, Ev Hanımı. (Görüşme:10.09.2011) KK-3: Halil Tekir, Espiye 1930, Okur-yazar değil, Çiftçi. (Görüşme:01.04.2011) KK-4: Hasan Duman, Tirebolu 1960, İlkokul Mezunu, Muhtar. (Görüşme:15.09.2013) KK-5: Hatice Çolak, Dereli 1963, İlkokul Mezunu, Ev Hanımı. (Görüşme:18.05.2012) KK-6: Mehmet Çolak, Dereli 1963, İlkokul Mezunu, Emekli. (Görüşme:13.02.2012) KK-7: Muhittin Güç, Espiye 1939, Okur-yazar, Emekli.(Görüşme:04.07.2011) KK-8: Mustafa Öztürk, Espiye 1952, İlkokul Mezunu, Emekli. (Görüşme:02.05.2011) KK-9: Nihat Çelik, Görele 1933, Okur-yazar, Emekli. (Görüşme:13.02.2008) URL-1: http://www.tdk.gov.tr/ Erişim tarihi: 01.02.2013,saat:12:30 U R L - 2 : h t t p : / / w w w. c a l k ay a . n e t / i n d e x . p h p ? o p t i o n = c o m _ frontpage&Itemid=1 Erişim Tarihi: 10.07.2013 saat:23:00 URL-3:https://atlantis.denizcilik.gov.tr/sozluk/ Erişim Tarihi: 25.07.2013 Saat: 20:52 236 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 URL-4: tecikerli.tr.cx;Erişim tarihi: 06.07.2013,saat:12:30 URL-5: http://www.bayrambeykoyu.com Erişim Tarihi: 29.06.2013: saat:13.00 URL-6: www.buzkecikoyu.org Erişim Tarihi: 06.07.2013,saat:12:30 URL-7: http://karli-koyu.jimdo.com/ Erişim tarihi:09.07.2013 saat: 22:38. URL-8:http://blog.milliyet.com.tr/-cam-suslemem-gelenegi-nin-asil-sahipleri-turk--lermis /Blog/?BlogNo=341218. Erişim Tarihi: 09.07.2013,saat:12:00 URL-9:http://www.tirebolu.bel.tr/v2/koyler.php?i=102/Erişim Tarihi: 24.07.2013 Saat: 15:55 237 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 TRABZON/KÖPRÜBAŞI İLÇESİNDE EKOLOJİK OYUNCAK YAPIMI Ecological Constructıon of Toy in Trabzon/ Koprubası Fatma YILDIRMIŞ* ÖZET Trabzon ilinin Köprübaşı ilçesi, ahşap el sanatlarının gelişmesine uygun bir coğrafyaya sahiptir. Köprübaşı’nda beşik, kemençe, kaşık, sepet dışında çalışmaya konu olan ekolojik oyuncak da yapılmaya başlamıştır. Halk Eğitim Merkezi bünyesinde açılan ekolojik oyuncak atölyesinde hem okul öncesi hem de engelli çocukların kullanabileceği oyuncaklar yapılmaktadır. Çalışmanın giriş kısmında Köprübaşı ilçesi hakkında genel bilgiler verişmiştir. Çalışmanın birinci kısmında oyun ve oyuncak kavramlarının tarihsel gelişimi hakkında bilgiler verildikten sonra oyun ve oyuncağın işlevleri üzerinde durulmuştur. Çalışmanın ikinci kısmında oyun ve oyuncağın Türkiye’deki tarihsel gelişimi incelenmiştir. Oyuncakçılık, Türkiye’de Eyüp semtinde şöhret kazanmış fakat bir müddet sonra eski şöhretini kaybetmiştir. Bunun dışında Anadolu’da çocukların cinsiyetine uygun olarak kendilerinin veya ailelerinin yaptığı oyuncakların varlığı, günümüzde de devam etmektedir. Çalışmanın son kısmında ise Trabzon’un Şalpazarı ilçesinde yapılan yapma bebekler ve Köprübaşı ilçesindeki ekolojik oyuncak yapımı incelenmiştir. Anahtar Sözcükler: Köprübaşı, Şalpazarı, ekolojik oyuncak, yapma bebek, oyun, oyuncak. ABSTRACT Trabzon, Koprubası has a suitable geography for the development of the wooden handcrafts. In Koprubası, apart from cradle, spoon, fiddle, ecological toys have also been begun to be made which are the issue of the work. In the Ecological Toy Workshop which is located in the Public Training Center, toys are made for both pre-school students and children with disabilities. In the introduction of the study, general information is given about the Koprubası distinct. In the first chapter of the study, after giving information about the historical development of the concept of the game and toy, the functions of the game and toy are focused. In the second chapter of the study, the historical development of game and toy in Turkey is examined. Toy Industry gained a reputation in Eyup distinct of Turkey, but after a while it lost its former fame. * Dr., Trabzon/TÜRKİYE 238 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Apart from this, the presences of toys made by children or their families which are in accordance with the genders of children have also continued. In the conclusion of the study, baby dolls in the Salpazarı distinct and ecological toy construction in Koprubası distinct are examined. Keywords: Koprubası, Salpazarı, Ecological Toys, Baby Dolls, Game, Toy. GİRİŞ Köprübaşı İlçesi Hakkında Genel Bilgiler Köprübaşı, kuzeyde Sürmene ilçesi, güneyinde Bayburt ili, doğusunda Çaykara, Of ve Dernekpazarı ilçeleri, batısında Sürmene ilçesine bağlı Oylum Beldesi vardır. 9 mahalle, 4 köyü vardır. İlçe merkezinde rakım 200 metre ve merkezin yüzölçümü ise 132 km2 dir. Köprübaşı ilçesi, Trabzon ilini Bayburt iline bağlayan en yakın yola sahiptir. İklim, genellikle Doğu Karadeniz Bölgesine hâkim olan iklimdir. Yazlar serin, kışları ılık ve her mevsim yağışlıdır. Yağışlar, en çok ilkbahar ve sonbahar mevsimlerinde yağar. Bölgede güneyden kuzeye doğru akan Manahoz deresi bulunur. İlçenin en önemli akarsuyu Manahoz deresidir. Yeni yayladan doğar ve Sürmene ilçe merkezinde denize dökülür. İlçenin güneyinde 1750-2200 m. yüksekliklerinde yaylalar vardır. Bu yaylaların denize doğru alçalan kesimleri, özellikle vadi yamaçları ormanlarla kaplıdır. Yaylalar; geniş otlakları, temiz havası ve soğuk suları ile yaz aylarında hayvancılıkla geçinen halkın uğrak yeridir. Mayıs ayından eylül ayının sonuna kadar bu yaylalar canlılığını korur. Köprübaşı ilçesine bağlı yaylalar; Soğuksu, Ebeler, Küçük Kangal, Harman, Ağaçbaşı, Yangın, Vizera, Mincena, Sulak, Köşki, Taşlı ve İsmail Ağa yaylalarıdır. İlçenin en yüksek yeri ve simgesi Madur Dağıdır. Rakımı 2.742 m.’dir.** Coğrafi şartlar nedeniyle ilçede tarım oldukça azdır. Tarım ürünü olarak fındık, çay ve mısır başlıca ürünlerdir. Son dönemde kivi de yetiştirilmeye başlanmıştır. Hayvancılık adına büyükbaş ve küçükbaş hayvancılık yapılmaktadır. Halkın okuma - yazma oranı yüksektir. İlçenin gelir kaynaklarından birisi de ahşap işleri ve ahşaptan yapılan el sanatlarıdır. İlçede beşik, kaşık, kemençe, sepet yapımı hâlen devam etmektedir. 1. Oyun ve Oyuncağın Tarihsel Tekâmülü Oyun nedir, sorusuna yerli yabancı birçok kaynakta tanımlar bulunmaktadır. Tek bir oyun tanımı yapmak oldukça zordur. Farklı kaynaklardan hare** Bu bilgiler 10.09.2014 tarihinde Köprübaşı ilçesinin kaymakamlık resmi sitesinden alınmıştır. 239 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 ketle oyunun tanımına bakıldığında; oyun, sözcük olarak birçok anlam yüklenmiş bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkçe Sözlük’te oyun: “Vakit geçirmeye yarayan, belli kuralları olan eğlence; kumar; şaşkınlık uyandırıcı hüner; tiyatro veya sinemada sanatçının rolünü yorumlama biçimi; müzik eşliğinde yapılan hareketlerin bütünü; seslendirilmek veya sahnede oynanmak için hazırlanmış eser, temsil, piyes; bedence ve kafaca yetenekleri geliştirmek amacıyla yapılan, çevikliğe dayanan her türlü yarışma; güreşte rakibini yenmek için yapılan türlü biçimlerde şaşırtıcı hareket; teniste, tavlada taraşardan birinin belirli sayı kazanmasıyla elde edilen sonuç; hile, düzen, desise, entrika (Türkçe Sözlük, 2005: 1526)” şeklinde tanımlanmıştır. Oyun, çocuğun hiçbir dış baskı etkisinde kalmadan kendi isteği ile yaptığı veya katıldığı bütün etkinliklerdir (Egemen ve diğerleri, 2004: 39). Oyun kavramı çocuklarda çok küçük yaşlarda gelişmeye başlar. Oyuncaklarla başlayan oyun süreci ileriki dönemlerde grup oyunlarıyla devam eder (Özhan, 1990: 3). Oyun, gündelik hayatta bir eğlence ya da boş vakit geçirme aracı olarak görülse de, hakkında çok ciddi araştırmalar yapılmış; insanların niçin oyun oynama ihtiyacı duyduklarından oyunun tarihsel sürecine; oyunun insan hayatındaki öneminden kültürel ve toplumsal değerine; oyunun insan için ne derece faydalı olduğundan bazı hastalıkların tedavisinde oyunun kullanılmasına kadar birçok konuda önemli bilgiler edinilmiştir. Oyunun anlam bakımından bu kadar zengin olmasını, hayatın ihtiyaçlarından bağımsız bir unsur olması ile açıklanabilir. Huizinga, oyunun çocuklar tarafından istekle gerçekleştirilen gönüllü bir iş olduğunu belirtmiştir. Oyun bir görev değildir ancak kültürel bir işlev hâline geldiği zaman zorunluluk, görev ve ödev kavramları ona dâhil olmaktadır (Güntürkün, 2009: 4) Oyun kavramını daha iyi anlayabilmek için oyunun ve oyuna bağlı olarak oyuncağın sağladığı faydaları da göz önüne almamız gerekmektedir. Burada bahsedilen oyun kavramı, çocukların kendi kurguladıkları ve nesilden nesile aktarılarak gelenlerdir. Çocuğun kurmadığı, kurgulamadığı ve kültürel aktarıma sahip olmayan oyunlar olan elektronik oyunlar ve sanal oyunlar konu dışı bırakılmıştır. Oyun için yapılan tanımlar ve kuramlar göz önüne alındığında, çocuk oyunlarının yararları geniş bir alana yayılmaktadır. Genel anlamda oyunun çocuğa katkıları şunlardır: Oyun, çocukların bilişsel ve sosyal gelişimlerine yardım eder; problem çözme becerilerini geliştirir; merak duygusu uyandırır. Oyunun iyileştirici, tedavi edici bir yönü de vardır. Ayrıca ailesi oyun sayesinde çocuğun dünyayı nasıl gördüğünü anlayabilir. Çocuk oyun oynarken kurallara uymak zorunda olduğundan ben-merkezci düşünce tarzını bırakır ve oyunun kuralları gereği sosyal normlara uygun davranır (Sormaz, 2010: 97). 240 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Çocukların oynadıkları oyunlar tıpkı yetişkinlerin normal hayatta çalışmalarıyla aynı özellikler göstermektedir. Çocukların kişilik, beceri ve zekâ bütünlüğünü geliştirmesinde oyunun büyük bir rolü olduğu bilinmektedir. Az oyun oynayan veya hiç oyun oynamayan çocukların ruhsal dengesinin ve ruh sağlığı gelişiminin sıkıntılı olduğu düşünülmektedir (Güntürkün, 2009: 5). Oyun ve oyuncak çeşitleri, çocukların sosyal hayatı kendi dünyalarında kurgulamalarına imkân sağlar. Çocuklar, büyüklerin içtiği şeyleri içmek veya yediği şeyleri yemek isterler. Annesi gibi pasta yapmak isteyebilir. Babası gibi arabayı tamir etmek isteyebilir veya babası gibi polis olmak isteyebilir. Çocuk oyunları halk kültürünün önemli bir parçasıdır. İnsanın yaşadığı, çocuğun olduğu her yerde bir çocuk oyunu vardır. Dünyanın değişik yerlerinde farklı ulus çocukları tarafından oynansa bile çocuk oyunların benzerlikler bulunmaktadır. Özellikle aynı kökten gelen, ortak kültürleri olan ulusların çocukların oyunlarında bu benzerlik dikkat çekmektedir (Özhan ve Muradoğlu, 1997: 13). Dolayısıyla çocuk oyunlarının anlamlandırılabilmesi ve yorumlanabilmesi için oyunların bağlamıyla birlikte derlenmesi ve incelenmesi gerekmektedir. Çünkü oyunlar, tarihî, sosyo-kültürel, fizikî, teknolojik ortamda ve iletişimsel bağlamda oluşturulan, biçimlenen, icra edilen, aktarılan ve değiştirilen ürünlerdir (Özdemir, 2006: 278). Aslında oyun, çocuğun gelecekteki hayatının bir provası gibidir. Oynanan oyun ve oyuncak türleri, gelecekte çocuklara mesleklerini seçmelerinde yol göstermektedir. Çocukluktan yetişkinliğe ve yaşlılığa kadar oyun ve oyuncaklar onu oynayanlar ile iletişim hâlindedir. Bu iletişim, hayatta ihtiyaç duyulacak iş becerilerine katkı sağladığı gibi sosyal gelişim için bir pratik sayılabilir. Bu bağlamda bütün oyunlar, bireylerin gelişiminde etkili bir rol oynamaktadır (Güntürkün, 2009: 7-8). Oyunun özellikleri şu şekilde sıralanabilir: •Oyun kendiliğinden ortaya çıkar, mutluluk ve rahatlık oyuna eşlik eder. •Oyun duyu organlarında, sinir ve kaslarda, zihinsel düzeyde oluşur ve bu üç düzey birlikte işler. •Oyunda deneyimler tekrarlanır, çevreyi taklit görülür, yeni şeyler denenir, keşfedilir. •Oyun, zaman ve mekânı kendi sınırlar. •Oyun çocuğun iç dünyasını dıştaki sosyal dünya ile birleştirmesine yardım eder. •Oyun düzenli gelişim aşamaları gösterir. •Özelliklerine bakarak oyun karmaşık bir insan davranışıdır denilebilir (Özdoğan, 2000: 101). 241 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 •Özgür ve ciddi bir eylemdir. •Oyunda mutlaka bir gerilim, ritim ve uyum vardır (Özhan, 1997: 1821). Oyunun tarihine ve farklı milletlerde nasıl oynandığına bakıldığında şunlar söylenebilir: Eski Türklerde oyunlar genel olarak savaş gücünü artırma, mücadeleye hazırlık amacı taşımaktadır. Bu bağlamda oynanan oyunlar; kaçma, kovalama karakterini taşıyan Gök-Börü, Kız-Börü ve Beyge oyunları; çöğen adı verilen, altı hokey (polo) oyunu; cirit, at üzerinde oynanan binicilik oyunu; okçuların yerde ya da üzerinde oklarını belli bir hedefe atarak oynadıkları ok atma oyunu şeklinde sıralanabilir. Mısırlılarda diğer milletler gibi başlı başına oyun karakteri taşıyan etkinliklere yer verilmediği tarihi kaynaklardan öğrenilmektedir. Bu şekilde, boks, güreş, eskrim gibi mücadele sporları, toplarla atmatutma ve fırlatma gibi alıştırmalar yapılan oyunlar, Nil nehri kenarında yüzme ve kayık yarışmaları düzenlenen oyunlar ve dinî törenlerde tanrıya yaklaşma amacıyla lirik, dramatik danslarla yapılan oyunlar Mısırlıların tapınaklarında ve mezarlarında yapılan araştırmalarda tespit edilmiştir. İranlıların oyunları da eski Türklerdeki gibi disiplinli bir ordu yetiştirme, savaşa hazırlanma gibi karakterler taşır. Yunanlılarda oynana oyunlar için; top, ip gibi araçlarla oynanan oyunlar, kaçma, kovalama, taşıma, çekme türünden oyunlar ve Olimpiyat yarışmalarında güreş, yarış, disk atma gibi oyunlar sayılabilir. Romalıların oyunlarında birçok ulus gibi sporun çeşitli dallarında yarışmalar düzenlerken askerliğe hazırlık türünden çeşitli oyunlar da yer almaktadır (Sel, 1990: 1-5). Oyunun çeşitleri: •Fonksiyon Oyunları: Çocuğun doğuştan başlayarak vücut hareketlerini geliştiren, yürüme, koşma tırmanma türünden oyunlardır. •Hayal Gücünü Geliştiren Oyunlar: Çocukların hayal gücüne bağlı olarak değişen oyunlardır. Çocuğun oyuncaklarıyla konuşması, onlara yemekler yedirmesi gibi. •Taklit Oyunları: Çocuğun çevresinde gördüğü ve ilgi duyduğu şeyleri taklit ederek oynadığı oyunlardır. Hayvan sesleri çıkartmak gibi. •Eşli Eğlenceli Hareket ve Oyunları: Fizyolojik gücü zorlayan taşımalar, çekmeler, itmeler gibi (Sel, 1989: 23-25). Çocuk oyunları çok çeşitli olduğundan oyunları sınıflandırma yaparak açıklama yoluna gitmişlerdir. Ancak daha baştan söylemek gerekirse yapılmış sınıflandırmalar birbirlerinden oldukça farklıdır. Geniş sınıflandırma da Pertev Naili Boratav’a aittir. Boratav oyunları su şekilde sınıflandırmıştır: I. Sadece çocuklara özgü oyunlar 242 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 a) Büyüklerin küçükler için çıkardığı oyunlar, b) Çocukların söz oyunları, c) Takım hâlinde, danslı, türkülü oyunlar ve basit taklit oyunları, II. Talih, kumar, fal, niyet oyunları; büyülük ve törelik oyunlar d) Talih oyunları, e) Kumar oyunları, f) Niyet ve fal oyunları, g) Törelik ve büyülük oyunlar, III. Beceri ve güç oyunları, h) Asıl beceri oyunları, i) Utmalı/ kazanmalı beceri oyunları, j) Jimnastikli ve ritmik oyunlar, k) Asıl güç oyunları, 1) Güç ve beceri oyunları, IV. Zekâ oyunları, m) Aldatmaca, yutturmaca oyunları, n) Bellek gücü, düşünce çevikliği, sezinleme oyunları, o) Saklamaca ve saklambaç oyunları, p) Çizgili oyunlar, q) Taslı oyunlar, r) Başkaca zekâ oyunları. Bu bölüme giren oyuncaklar, V. Katışımlı oyunlar, s) Katışımlı oyunlar, t) Oyuncaklar. (Özhan, 1997: 15-16) Oyunların eski ritüel, inanç ve büyü kalıntılarını incelemek için iyi bir kaynaktır ve bunu ilk defa Lady Alice B. Gomme iki ciltlik kitabında ortaya koymuştur (Poyraz, 1999: 4). Sayıları her geçen gün artan araştırmacılar, oyunun hayat boyu gelişim ve öğrenmeye katkısını araştırmışlar ve her seferinden tekrar eden sonuçlar bulmuşlardır. Erikson, Freyburg, Leiberman, Nicholich, Pederson ve Wender, Piaget ve diğer araştırmacılar, evrimsel süreçte oyunu zihinsel, coşkusal ve sosyal gelişim ile yakından ilgili olduğu noktasında hemfikirdirler (Yawkey ve Silvern 1980: 425). Oyun yoluyla öğrenmeye yardımcı olan ve oyuna ek olan oyuncaklar, çocukların sosyal ve kişisel gelişimi sağlamaya katkıda bulunurlar. Çocukların, yaşıtları ile aynı oyuncaklar ile oynayabilmeleri ve oyuncaklarını paylaşabilmeleri sosyal gelişimleri açısından çok önemlidir. Oyuncaklar, çocukların hayal gücünün gelişmesini, renk, boyut ve şekillerin algılamasını, sayısal ve yazınsal kavramların öğrenmesini sağlarlar (Güntürkün, 2009: 15). 243 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Dünyadaki çocuk oyunları ve oyuncaklar üzerine ilk ciddi çalışmaları antropologlar, etnologlar, folklorcular, eğitimciler ve psikologlar yapmışlardır (Özdemir, 2006: 42). Türkiye’de 1927 yılında basılan Milli Eğitim Müfettişlerinden Münir Hayri tarafından hazırlanan kitap çocuk oyunları ile ilgili olarak ilk olma özelliği taşımaktadır. Bu eseri Kemal Kaya, Şükran Oğuzkan ve Neriman Sapmaz, Engin Özatalay ve Hüsniye Özatalay Mine Mangır ve F. Nurdan Silleli, Hilmi Seyrek ve Muammer Sun, Musamet Başaran ve Necati Başkoç Dönmez’in hazırladığı eserler takip etmiştir (Özdemir, 2006: 57-58). Çocuk, doğumdan yetişkinliğe kadar olan süreçte nesneleri, sesleri, hareketleri, kendi fiziksel özelliklerine uygun büyüklükte olan objelerle; büyüklere ait objeleri ise, minyatürlerine bakarak değerlendirip, kurgulayarak, tanıma ve öğrenmeye çalışır (Çelebi, 2007: 233). Bu arada çocuğun kendi yaş gurubuna uygun oyuncakla, doğru malzeme ile üretilmiş, kendi kültürüne yabancı olmayan nesne ve malzeme çocuk için somut bilgi açısından önem taşır. Çünkü oyuncaklar bir nevi toplumun aynası olduğundan geleneksel oyuncak kavramı büyük bir değer kazanır. Geleneksel oyuncağın önemi, aile bireyleri ile oynanabilir olması açısından kuşaklar arası paylaşımı, yaşıtları ile oynanabilmesi açısından ise arkadaşlık duygu ve paylaşımının öğrenilmesini sağlamasıyla ortaya çıkar. (Yalçın, 2004: 66). Oy-(u)n-cak şeklinde ayrılan (Gülensoy, 2007: 644) oyuncak sözcüğü ise oyun isim kökünden türemiştir. Oyuncak oynayıp eğlenmeye yarayan her şey (Türkçe Sözlük, 2005: 1526) olarak tanımlanmıştır. Oyuncak, çocukların bireysel veya grup hâlinde oynadıkları, oynarken duygu ve düşüncelerini paylaştıkları ürünlerdir. Oyuncaklar çocuğun sosyal ve kültürel hayatında kişilik ve yeteneklerinin gelişmesini sağlayarak onu yetişkinlerin yaşam ortamına hazırlamak noktasında önemli bir yardımcıdırlar (Karaman ve Nas, 2012: 104). Bir tarafı hayal dünyasında diğer tarafı gerçek dünyada bir köprüdür (Egemen ve diğerleri, 2004: 39). Oyuncak, oyundan bağımsız olarak kendi başına da var olabilir. Fakat oyun, bireysel olarak değil ortaklaşa oynanmaktadır (Onur, 2002: 17). Oyuncaklar, ait olduğu çağı ve toplumu yansıttıklarından oyuncağa ve onun gelişimine bakılarak döneminin toplumsal ve ekonomik koşulları hakkında bilgi sahibi olunabilir. Ortaçağdaki oyuncakların şövalye, at, bugünkülerin ise astronot, roket olması bunun güzel bir örneğidir. Oyuncaklar kendisinin içinde olduğu toplumun özelliklerine, geleneklerine işaret ettiğinden oyuncağa bakılarak Rus oyuncağı mı yoksa Çin oyuncağı mı olduğu ayırt edilebilir (Nıemann, 1991: 58). Bu özelliği oyuncağı kültürel bir iletişim aracı hâline getirir (Karaman ve Nas, 2012: 114). 244 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Oyuncaklar, çocukların cinsiyetlerine göre değişmektedir. Kız çocukları bebeklerle oynarken erkek çocukları tabancayla oynar. Kızlar, ip atlarken erkekler futbol oynar. Bu farklılıkların biyolojik mi yoksa kültürel mi olduğu noktasında araştırmalar yüzyıllardır devam etmektedir (Shapıro, 1991: 656). Oyuncakların varoluşundaki temel ilke, çocuğu dünyayla karşı karşıya getirmek ve yaşama hazırlamaktır (Onur, 2002: 15). Oyuncaklar, değişik kültürlerde olmasına rağmen sadece biçimsel olarak değişir, özde hep aynı kalır. Bir diğer ilke de oyuncak, hep aynı kalmaktadır, sadece onun sunuşu değişmektedir. Dolayısıyla oyuncak, evrensel bir kavram olarak karşımıza çıkmakta, ancak geçmişle bağlantıları olup temel işlevleri aynı kalsa da, oyuncak değişmektedir. Çünkü çocuklar ve çocukluk anlayışı değişmektedir (Onur, 2002: 17). Çocuk oyunlarının evrenselliği ve içerdiği arkaik unsurlar dikkat çekicidir. Oyunların adları, muhtevaları, malzemeleri gibi bütün öğeleri ortaklıklar gösterir. Bütün bunlar ve arkeolojik kalıntılar yüzyıllarca değişmeden oynanan topaç, dokuztaş, âşık vb. birçok oyunun oynandığını kanıtlamıştır (Emiroğlu, 2002: 512). Oyuncağın tarihsel gelişimine bir göz atmak gerekirse oyuncakların tarihi insanlığın tarihi kadar eskidir, denilebilir. İnsanlar, eski çağlardan bu yana, birtakım oyun nesneleri üretmişlerdir. Fakat oyuncak yapımının ne zaman başladığı ya da bir oyunun ne zamandan beri oynandığı konusunda kesin olarak bilgi yoktur. Oyuncağın tarihî ile ilgili araştırmalar yeni olduğundan ve geçmişteki oyuncak yapımı konusundaki bilgiler yetersiz kaldığından araştırmacılar, birçok sorunla karşılaşmaktadır. Üstelik ilk yapılan oyuncakların malzemelerinin kalıcı olmadığından kendileri hakkında bilgi vermek de pek kolay değildir (Nıemann, 1991: 55). Batı dünyasında oyuncağı ilk defa düzenli sanayi ürününe dönüştüren Almanya, sık ormanları, ahşap işçiliği ve uzun dinsel figür yapma geleneğini kullanarak oyuncakçılıkta öncü ülke rolünü üstlenmiştir (Onur, 2002: 36). Hayvanlar, çocukların oyuncakları arasında özel bir yer tutar. Eski çağlarda oyuncaklar arasında evcil hayvanlar, atlar, inekler, kedi ve köpekler ilk sıralarda yer alır. MÖ 5. yüzyıla ait Mısır’a ait bir tahta at, bunun en güzel örneğidir (Nıemann, 1991: 56). Pompei, Sus, Lalaş antik kent kazı buluntuları arasında, toprak malzemeden yapılmış minyatür ev eşyaları, hayvancıklar, arabalar, askerler gibi oyuncaklar, oyuncağın tarihinin eskiye dayandığının kanıtıdır. Yunanistan’da kolları, bacakları hareket edebilen bebekler, toplar ve önceleri kilden yapılmış, sonraları ise saz malzeme kullanılarak yapılmış oyuncaklar bulunmuştur. Yine 245 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 eski Çin’de demir bilyeler daha sonra Almanya, Hollanda, İngiltere ve ABD’ de akik, taş, mermer, kil ve renkli camdan bilyeler üretilmeye başlanmıştır. Ortaçağda, at başı takılmış sopalar çocukların gözde oyuncağı iken, zamanla dört tekerlek ve eğerin eklenmesi ile oyuncak atlar geliştirilmiştir. Yapılan arkeolojik kazılarda oyuncak en çok Önasya’da bulunmuştur (Yalçın, 2004: 66-67). İngiltere ve Hollanda’da 17. yy.’da tahta ata binen çocukların varlığı, o dönemde atın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. 18. yy.’da Avrupa’da çığır açan “Diabolo” ve Yoyo” ve sonrasında üretilen otomatik oyuncaklar artmaya başlamıştır (Onur, 1992: 367-368). Çin oyuncakları Yaygın eğitim kurumları olarak kabul edilen müzelerin, yetişkin ve çocuklar açısından eğitime katkısı yadsınamaz. Dolayısıyla eğitimin hedef kitlesi öncelikle çocuklar olarak düşünüldüğünden oyuncak müzelerinin eksikliği ve önemi de bu anlamda öne çıkmaktadır (Yalçın, 2004: 71). Fotoğraf: Ünlü Hollandalı Rönesans Ressamı Pierre Bruegel’in Çocuk Oyunları Tablosu İnsanoğlunun yaşadığı bütün gelişmelere ve oyun ve oyuncakların değişmesine rağmen oyunun amacı değişmemiştir. Ünlü Hollandalı Rönesans ressamı Pierre Bruegel’in 1560 yılında oluşturduğu “çocuk oyunları” tablosu iyi bir gözlem neticesinde oyunun tarihçesini öğrenmek açısından ilk resimli 246 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 bir belge özelliği göstermektedir. Bu tabloda yaklaşık olarak birbirinden farklı 80 oyun bulunmaktadır (Güntürkün, 2009: 9). Tarihte bilinen ilk oyuncak müzesi, 1873’te, İsveç’te, özellikle 19. yüzyıldaki sanayileşme hareketinin geçmiş yaşam biçimlerini yok etmesini önlemek amacıyla, kurulan ve ünlü bir etnografya müzesi olan Kuzey Halkları Müzesi’nin içinde bir bölümdür. Diğer bir oyuncak müzesi de Stockholm Oyuncak Müzesi’dir (Yalçın, 2004: 71). Oyuncak, yapıldığı ve oynandığı dönem hakkında bize tarihî, sosyal ve ekonomik bilgiler verir. Taştan, kilden, kemikten, tahtadan, deriden başlayan süreç teknolojik gelişmelerle birlikte madenden, sonraki dönemde plastik, porselen ve diğer metallerin kullanılmasına kadar ilerlemiştir. Oyuncak atölyelerinin yerini fabrikalar almıştır. Hareket eden, ses çıkaran oyuncaklar yapılmaya başlamıştır (Özhan, 1997: 236) . Bugün oyuncakçılık, dünyada büyük bir sanayi hâline gelmiştir. Oyuncak yapımında Amerika ve Japonya, bebek yapımında Fransa ve İtalya önde gelen ülkelerdir (Poyraz, 1999: 19). Oyuncağın bu kadar eski zamanlarda bile var olmasının nedeni olarak yetişkinlerin, modern zamanlarda olduğu gibi eski çağlarda da çocuğu gelecekteki rollerine hazırlamak olarak gösterilir (Onur, 2002: 33). Oyun ve oyuncak çocuğun bilişsel gelişimi, yaratıcılık gelişimi, dil gelişimi, duygusal-sosyal gelişimi, psiko-motor gelişimi ve fiziksel gelişimi üzerinde çok etkilidir. Oyun sırasında çocuğun duyuları, becerileri, zekâsı, merakı gelişir. Özgür ortamda oynana oyunlar sayesinde çocuk oyun sırasında ortaya çıkan problemleri yine kendi başına halledebilir. Bu durum onun zeka gelişimine yardımcı olur. Birçok oyun düşünceye, akla dayanır. Rakibini yenebilme, öngörüde bulunma, dikkat yoğunlaştırma, hipotez kurma, gözlem yapma gibi yetenekler oyun sayesinde kazanılabilir. Bazı oyunların sayılara veya coğrafi bilgilere dayanması bu ve benzeri alanlarda çocuğun gelişime katkı sağladığı yadsınamazç Ayrıca oyuncaklarla ve oyun arkadaşlarıyla iletişim hâlinde olduğundan çocuğun bilişsel gelişimi de tamamlanmış olur. Oyuncaklarını kendisi oluşturan, zekâ ve yetenekleriyle bir şeyler yapmaya çalışan çocukların yaratıcılık potansiyeli de artmaktadır. Çocuklar, oynadıkları oyunlarla sosyal yaşantısını da şekillendirmektedir. Arkadaşlık kurma, yardımlaşma, saygılı olma, kazanma, kaybetme, iş birliği, güçsüzleri koruma, liderlik, gözlem yapma problem çözme, sıra bekleme, teşekkür etme, özür dileme, karar verme, güven duyma, yönetme, yönetilme gibi davranışlar oyun sayesinde çocuğu kazandırılır. Oyun, çocuklarda öz247 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 gür düşünme becerisini geliştirerek onların büyüdükçe kişilikli, düşünce ve davranışlarıyla kendini düzgün bir şekilde ifade eden, gerektiğinde toplumu yönlendirebilen, uyumlu bir birey olmasına katkıda bulunur. Nitekim oyun içindeki kurallar toplumsal kurallara uyumu kolaylaştırır. Yeni arkadaşlar yeni duygular anlamına gelmektedir. Oyunda üstenilen roller, davranışlar geleceğin yetişkinlerinin ön hazırlığıdır. Oyun ve oyuncaklar çocukta var olan kimi davranış ve öğrenimlerin gelişmesini ve zenginleşmesini sağlayarak psiko-motor gelişimlerini hızlandırır. Gerçek dünya ve hayal dünyası arasında gidip gelen çocuk zamanla ikisi arasındaki ayrımı görür. Bu durum onun psikolojik olgunluğa eriştirir. Ayrıca oyun, çocuğa sevgi, saygı, hoşgörü ve arkadaşlarıyla uyumlu olma gibi özellikler kazandırır. Çünkü oyunbozanlık yapan, şiddet uygulayan çocuklar oyuna alınmazlar. Oyun, problemli ailelerde yaşayan çocukların gevşemelerini, iç sıkıntılarının giderilmesini sağlayarak kaygılarını, üzüntülerini unutturur. Çocuğun yaşına göre oynadığı bütün oyun ve oyuncaklar bedensel gelişimine katkıda bulunur. Koşma, kovalamaca, atlama, tırmanma, çarpma, vurma, sürünme gibi hareketleri içeren oyunlar çocuğun vücut sistemlerinin düzenli bir şekilde çalışmasını sağlar. Oyun sırasında oyunun özelliğine göre birçok fiziksel özellik kazanılırken çocuğun fazlalık enerjisi de oyun esnasında atılmış olur. Oyunlar çocuğun dil gelişimini de olumlu etkiler. Çocuk sözlü oyunlar sayesinde kelime dağarcığını geliştirir, dil bilgisi kurallarını öğrenir. Oyunda kendini en etkili bir şekilde ifade edebilmek için dilini etkin bir şekilde kullanmak zorundadır. Oyunlar çocuklarda düzgün konuşabilme yeteneğinin yanında karşısındakini dinleme, anlama gibi yetiler de kazandırır. Oynanan oyunlar, oyuncaklar, çevredeki nesneler, bunların isimleri ve özellikleri çocuklar tarafından öğrenilmiş olur. Ayrıca oyunlarda kullanılan atasözü, bilmece, deyim, fıkra, şarkı, masal, hikâye, tekerlemeler çocukların ifade yeteneklerini zenginleştirir. Böylece çocukların kelime dağarcıkları gelişir. Çocuklar oyunlarını genelde çevre koşullarına bağlı olarak oynarlar. Yörelerin coğrafi özellikleri sosyal yaşamları, inançları, gelir kaynakları gibi özellikler oyunları belirlemede önemli bir faktördür. Sahilde kumla, deniz taşlarıyla oynayan çocuklara karşılık karlı bölgelerde kızak, kayma, kartopu oynayanlar, kent ve köylerdeki oyun ve oyuncaklardaki farklılıklar bu konuda örnek olarak gösterilebilir. 2. Türkiye’de Oyuncak Sanatı ve Tarihsel Arka Planı Oyuncak yapımı, dünyada büyük oranda zanaat geleneğine dayalı olarak gelişmiştir. Başlangıçta soylu ve varlıklı ailelerin çocukları için yapılan 248 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 oyuncaklar, zaman içinde sosyal değişim ve sanayi gelişimiyle seri üretilen, kolay elde edilebilen bir hâle gelmiştir. Önceleri fakir aile çocukları için oyuncak bir hayal iken bugün her kesimden çocuk için oyuncak üretilmektedir (Akbulut, 2009: 182). Ülkemizde oyuncak yapımı ilk kez ciddi olarak İstanbul’un Eyüp semtinde başlamıştır. Evliya Çelebi’nin 17. yüzyılda anlattığı Eyüp’teki oyuncak yapımcılığı son yıllara kadar devam etmiş ancak fabrikasyon yoluyla üretilen ve teknik yönden çok geliştirilmiş oyuncaklar karsısında varlığını daha çok sürdürememiştir. Günümüzde Eyüp oyuncakçılığı yok olmuştur. Eyüp oyuncaklarından kalan 26 parça oyuncak vardır. Bunlar İstanbul Büyükşehir Belediyesi koleksiyonu içindedir ve sergilenmektedir. Altın çağını yaşadığı dönemdeki Eyüp oyuncakları şunlardır: - Üstüne ayna parçaları yapıştırılmış renkli küçük testiler sürahiler, bardaklar. - Teneke zilleri olan bir karış çapında, teşer. - Bir karış çapında davullar. - Eski mecidiye büyüklüğünde (yaklaşık 2cm kadar) tekerlekleri olan arabalar. - Minik darbukalar. - Saplı davullar. - Pek küçük olarak yapılmış beşik ve salıncaklar. - Kırbaç ya da kaytan sarılarak döndürülen topaçlar. - Kaynana zırıltıları. - Kursak düdükler. - Havanlar. - Hacıyatmaz1ar. - Şakşaklar. - Minik tereyağı yayıkları. - Kırmızı tüylü koyun ve kuzular. - Ağaç parçalarından içi oyularak yapılmış ve üzerine kırmızı ve yeşil boyalar sürülmüş sandallar, padişah kayıkları. - Boyalı aynalar. - İki-üç şerefeli camisiz minareler - Tahta kılıçlar. - Fırıldaklar. - Kamış Tüfekler. - Düdüklü fırıldaklar. - Çekirgeler. - İçine su konulup öttürülen toprak testiler. 249 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 - Aynalı beşikler. - İpli oklar. - Şişirme gaydalar. - Dönme Dolaplar. - Bumbardan yapılmış boyalı balonlar. - Tahta çekiçler. - Karagöz ve Hacivat tasvirleri (Yalçınkaya, 2001: 98). Son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalar Eyüp Oyuncaklarının çocuğa birçok katkısı olduğunu göstermiştir. Bunlar; mekanik ve statik tasarımlarıyla, çocuğun, büyükleri taklit yeteneğini geliştirmeleri; itilen ve çekilen oyuncaklarla, yürüme ve kas gücüne katkıları; kontrol ve koordinasyon hissini geliştirdikleri; ses çıkaran oyuncakların ise dinleme, ritim duygusunu geliştirdikleri; topların atma, tutma hareketleri ile çocuk anne, baba arasında yakın iletişimi sağlamaları; eğlendiriciliklerinin yanı sıra, eğitici yönleridir (Geleş, 2001: 223). 1978’in son aylarında Paris’te, Dünya Çocuk Yılına bir adım olarak UNESCO, Uluslararası Oyuncak Sergisi düzenlemiş. Türkiye de çağrılmış, ama sergileyecek bir Türk oyuncağı bulunamamıştır. Bunun üzerine her başı sıkılanın yaptığı gibi Karagöz’den yardım istemişlerdir. Oyuncak diye Karagöz tasvirleri sergilenmiştir. Oysa Karagöz bir oyuncak değil, bir seyirlik oyundur. Oyuncak ise seyir gibi edilgen değil, etkin bir araçtır. Oyuncak mağazalarımıza batıdan kötü biçimde taklit edilerek yapılmış, çoğu işlenmeyen oyuncakların yerine kendi ulusal buluşlarımız, kendi öz kültürümüzden kaynaklanan oyuncaklar konulamamıştır. Eyüp oyuncakçılığı yok olmuşsa da bugün Anadolu’da çocukların kendi yaptıkları oyuncaklar, belki ilkel ama özgün olduğu için çok değerlidir.(And, 1979) Anadolu oyuncaklarının başlıca özellikleri; ahşap, hareketli ve ses çıkaran özelliğe sahip olmasıdır. Bu durum, Anadolu insan yaşam biçimine bağlı olarak çocukların yayla, tarla, sokak gibi açık havada oyunlarını oynama alışkanlıklarıyla ilgilidir (Karaman; Nas 2012: 114). Oyma işlerine uygun ağaç türlerinin gerek gövde ve gerekse kök odunlarından yararlanarak, turistik değerleri yüksek olabilecek çeşitli parçalar ve tahta oyuncaklar yapılabilir. Bu oyuncakların yapımı için, gerekli araç ve gereçler küçük ve klasik olup büyük makinelere gerek duyulmamaktadır (Muallaoğlu ve Nasırlı, 1983: 164). Anadolu’da oyuncak, ağırlıklı olarak el yapımıdır. Oyuncağı ya ana baba, ya çocuğun kendisi, ya da marangoz veya çömlekçi olan yerel ustalar yapmaktadır. Anadolu’da geçmişte var olmuş, bugün de yaşamakta olan geleneksel oyuncaklar, başlıca şu şekilde sıralanmaktadır: 1. Bebek 250 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 2. Beşik 3. Ev eşyası 4. Ulaşım ve iş araçları 5. Ses çıkaranlar 6. Hayvanlar 7. Silahlar 8. Oyun araçları (topaç, top, yoyo, bilye vs.) (Onur, 2002 21-23). Oyuncak müzesi ile ilgili Türkiye’de yapılan çalışmalar kısıtlıdır. Prof. Dr. Bekir Onur’ un çabası ile oluşturulan Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi ”Oyuncak Müzesi”, ile Sanayi Müzesi’ndeki “Haliç Oyuncakçısı” birimi bu çalışmalara örnek gösterilebilir. Ayrıca, birçok müzede diğer eserlerle birlikte sergilenen oyuncaklara rastlanmaktadır (Yalçın, 2004: 71). Anadolu’da yapılan ve genellikle kız çocuklarının oynadığı oyuncaklardan biri de el yapımı bebekçiliktir. El yapımı bebekler, seramik, plastik, balmumu, bez parçaları, kauçuk, kitre, çeşitli bitkiler gibi maddelerden yapılır. Çocukların oyun amaçlı kullandığı bebekleri, yetişkinler daha çok hobi olarak koleksiyonunu yaptığı veya biblo olarak kullanmaktadır. İlk çağlarda el yapımı bebekler, oyuncak dışında koruyucu tılsım veya tapınılacak bir güç olarak da görülmüştür. Bebekler, tapınmak, mezarlara koymak, şifa dağıtmak, güç dağıtmak, büyü yapmak, düşmanlara korku salmak, atalarının sembolü olarak düşünmek gibi dinsel ve büyüsel amaçlar için kullanılmışlardır. Araştırmalar sonucunda Hitit, Frig, Bronz Çağı ve Cilalı Taş Devri tabakalarında bulunan ve dini törenlerde yer aldığı anlaşılan küçük heykelciklerin bir kısmının oyuncak bebek olarak kullanıldığı, diğer bir kısmının ise dinsel ve büyüsel amaçlar için kullanıldığı ortaya çıkmıştır (Ünlüyücü, 2009: 98). Anadolu’da yapma bebekler, yaygın bir şekilde varlığını korumaktadır. Yapma bebekler, şehir kesiminde genel olarak “bebek”, köy ve kasabalarda “gelin”, “güççe”, “korçak” veya “kurçak” adlarıyla bilinmektedir. Ülkemizde yapma bebeklerin tarihsel seyri çok eski dönemlere dayanmaktadır. Orta Asya’da göçebe halinde yaşayan Türk kabilelerinde yapma bebeğin dinsel ve büyüsel amaçlı kullanıldığı bilinmektedir. Bu nedenle de bebeklerin tarihi Şamanizm’e dayandırılmaktadır. Anadolu’nun bazı yörelerinde yapma bebeklere “dodu, gade” gibi isimler verilmesi ve verilen bu kelimelerin Şamanizm’e ait olduğu bilgisi bu düşünceyi güçlendirmektedir (Ünlüyücü, 2009: 99). Anadolu’da genellikle kız çocuklarının oynadığı yapma bebekleri, köy ve kasabalarda kız çocukları ya kendileri yapar ya da yetişkinler tarafından yapılır. Şehirlerde ise bebekler, oyuncakçı dükkânlarında satılmaktadır. Ülkemiz251 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 de yapma bebek üretimi, folklorik geleneğe dayalı zengin bir birikim olmasına rağmen yeterince gelişmemiştir. Yapma bebeklerin canlanması ve kaybolmaması adına, Kültür ve Turizm Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi Başkanlığı, 1986 yılında Folklorik Kıyafetli Bebek yapımlarını teşvik etmek amacıyla Folklorik Kıyafetli Bebekler konusunda yurt çapında bir yarışma düzenlemiştir. Ayrıca üniversitelerin konuyla ilgili birimleri tarafından bebek sergileri, çeşitli kamu ve özel kuruluşlar tarafından da sergi ve yarışmalar düzenlenmektedir. Yarışmalarda dereceye giren kişilere ödüller ya da hediyeler verilmekte ve böylece katılımcıları teşvik ederek, bu sanat dalının geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması için çalışmalar yapılmaktadır (Ünlüyücü, 2009: 102). Çalışmaya konu olan Trabzon ilinin Şalpazarı ilçesinde yapma bebekler, turistik amaçlı yöresel giysilerle süslenmektedir. Bu bebekler ilçenin dünyada nam salmış Ağasar kültürünü de yansıtması, tanıtması ve taşıması bakımından çok önemlidir. Bebekler bir oyun aracı olarak turistik ürün olmuştur. Bu şekilde hem çocukların dünyası zenginleştirilmekte hem de yörenin tanıtımı sağlanmaktadır. 3. Köprübaşı İlçesi’nde Ekolojik Oyuncak Yapımı İlçe kaymakamlığı, yaptığı bir projeyle yörede bol miktarda olan orman ürünlerinden faydalanarak ekolojik oyuncak yapımını, Halk Eğitim Merkezi bünyesinde gerçekleştirmektedir. Halk Eğitim Merkezi’nde bir atölye açılarak yöre insanı burada çalışmak üzere istihdam edilmiştir. Ekolojik oyuncak işine gönül ve ömür vermiş Şeref Şimşek, burada öğretmenliğe başlamış, derslere gelen 20 civarında kadın öğrenci, zamanla işi sevmiş ve atölye üretim ve pazarlama yapmaya başlamıştır. Son dönemlerde erkek işçilerin de katıldığı atölyeye gelen kadınlar, hem meslek öğrenmiş hem de evlerine gelir getirmeye başlamışlardır. Atölyede okul öncesi eğitim ve engelli çocuklara eğitim amaçlı ahşap ürünler yapılması hedeflenmiştir. Projedeki çalışmaların fikri gelişimini; Halk Eğitim Merkezi’nde öğretmenlik yapan Şeref Şimşek’in şoförlükten marangozluğa, ardından üretici ve girişimci kişiliğinin etkisiyle usta öğreticiliğe dayanan yolda aramak gerekir. Usta şoförken Bursa’da arkadaşlarının dükkânında Walt Disney oyuncaklarını görünce onların ahşaptan yapılmış olanlarını hayal eder ve bu işe girişmeye karar verir. Maddi kaynakları olan usta sevmediği için şoförlüğü de bırakıp bir dükkân açarak ustalara ahşap oyuncak yaptırmaya başlar. Dükkânında çalışan bir usta ile atışmasının sonucu olarak Şeref Şimşek gece gündüz 252 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 çalışarak mesleği öğrenir. Bu işe başladıktan sonra kendisini geliştirmeye başlar. Bu süreçte üniversitedeki hocalara danışır, yaptıklarını gösterir, onların da desteğiyle çalışmalarını genişletir. Köprübaşı’nda ellinin üstünde üretilen ahşap oyuncak vardır. Yapboz, topaç, tır, beton direk, kamyon, traktör, tırtır, salyangoz, cambaz, akrobat, kalemlik, ahtapot, aşk merdiveni, çocuk askısı, tahta arabalar, kırkayak… Ahşap oyuncakların yapımında şu aletler kullanılmaktadır: Ağaç tornalar, yatay daire, kıl testere, planya, tesviye zımpara makineleri, kopyalı freze makineleri, kromaj makineleri, titreşimli zımpara, parlatma makineleri, yuvarlak makine, kalın makine, şerit, el aletleri (matkap, pres, bıçak)… Atölyede adı olmayan bazı oyuncaklara burada çalışan kadınların da isim vermesi dikkate değerdir. Mesela bir aşk merdiveni adlı oyuncağın isim verme süreci şöyledir: Oyuncağın şekli, uzun bir ağaca takılan küçük ahşap yapraklardan ibarettir. İki bilye yukarıdan teker teker atılır, ortaya çok hoş bir ses çıkar. Burada iki bilye birbirini kovaladığı için aşk merdiveni adını vermişlerdir. Atölyede üretilen oyuncaklardan yöreye özgü bir oyuncak henüz yoktur. Usta, bu konuda Temel fıkralarını yansıtan folklorik bir oyuncağın yapılabileceğini ifade etmiştir. Atölyede oyuncağın her bir parçası bir başka işçi tarafından yapılmaktadır. Dolayısıyla bir oyuncağa birden çok kişinin emeği geçmektedir. Bunun sonucu olarak da oyuncağın şekline göre yapılma zamanı değişmektedir. Atölyede üretilen oyuncaklar anaokullarına, kreşlere, rehabilitasyon merkezlerine, oyuncak mağazalarına, hediye almak isteyenlere, okul öncesi olup da buradaki oyuncakların ününü duyan her yere gönderilmektedir. Ekolojik oyuncakların yararlarından biri de bebeklerin ağzında pamukçuk hastalığına ahşap oyuncakların iyi gelmesidir. Çocukların diş çıkarma dönemlerinde kullanılan diş kaşıyıcıları yerine bir ahşap kaşık veya oyuncak verildiğinde çocuğun ağzında pamukçuk çıkmadığı gözlenmiştir. SONUÇ Oyun ve oyuncak çeşitleri, çocukların dış dünyadaki nesneleri kendi dünyalarında tanımalarına yardımcı olmaktadır. Oyuncaklar, çocuğun bir nevi gelecekteki uğraşısının, el becerisinin ne olacağı noktasında hem bir rehber hem de bir göstergedir. Endüstriyel gelişmelere kadar olan dönemde çocuklar, geleneksel oyuncaklar özellikle ahşap oyuncaklarla oynamışlardır. Türkiye’de geleneksel ahşap oyuncaklar Eyüp oyuncakçılığı ile büyük bir ilgi görmüştür. Teknolojik 253 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 oyuncakların yaygınlaşmasıyla doğada zengin bulunan ve şekillendirilmesi kolay olan ahşap oyuncakların yapımı yavaşlamış hatta yok olma seviyesine gelmiştir. Nitekim meşhur Eyüp oyuncakçılığı da oyuncak dükkânlarının kapanmasıyla miyadını doldurmuştur. Günümüzde gerek teknolojik oyuncakların çocukların psikolojik ve sosyal gelişimlerine olumsuz etkisi gerekse ailelerin ekolojik oyuncaklara meyil etmesi gibi etmenler ahşap oyuncakların önemini tekrar gündeme getirmiştir. Bu konuda araştırma ve çalışmalar başlatılmıştır. Trabzon’da bu işi Köprübaşı Kaymakamlığı bünyesinde Halk Eğitim Merkezi üstlenmiş, ekolojik oyuncak yapımını başlatmıştır. Oraya önceleri işi öğrenmek için gelen kadınlar sonradan küçük bir fabrikaya dönen yerde çalışmaya başlamışlardır. Burada hem okul öncesi çocukların el becerilerini arttırmak hem de engelli çocukların zihinsel, sosyal ve fiziksel yeteneklerini geliştirmek amaçlanmıştır. Bu amaçta şoförlükten marangozluğa uzanan bir hayatı olan Şeref ustanın çalışmaları, hedefleri, idealleri çok önemlidir. Ekler Fotoğraf: Ahşap Oyuncaklar Kaynak Kişi: Fatma Yıldırmış Arşivi 254 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Fotoğraf: Yapma Bebekler Kaynak Kişi: Fatma Yıldırmış NOTLAR Bu bilgiler 10.09.2014 tarihinde Köprübaşı ilçesinin kaymakamlık resmi sitesinden alınmıştır. 255 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 KAYNAKLAR Akbulut, Dilek (2009), “Günümüzde Geleneksel Oyuncaklar”, Millî Folklor, (84), 182-191. And, Metin (1979), “Çocuk Oyunlarının Kültürümüzde Yeri ve Önemi”, Ulusal Kültür Dergisi, (4). Çelebi, Didem Bayar (2007), Türkiye ve Azerbaycan’daki Çocuk Oyunları ve Oyuncaklarının Karşılaştırmalı İncelemesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Egemen, Ayten ve diğerleri (2004), “Oyun, Oyuncak ve Çocuk”, ADÜ Tıp Fakültesi Dergisi, 5(2), 39 – 42. Emiroğlu, Kudret (2001), Gündelik Hayatımızın Tarihi, Ankara: Dost Kitabevi Yayınları. Geleş, Fadime (2001), “Eyüp Oyuncakçıları”, Eyüp Sultan Sempozyumu V, 218-223. Gülensoy, Tuncer (2007), Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü, c. 2, Ankara: TDK Yayınları. Güntürkün, Emre (2009), Yapı Oyuncaklarının Tarihsel ve Yapısal Gelişimi (Lego Örneği İle), Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi. Karaman, Gamze ve Nas, Emine (2012), “Çorum İskilip’te Geçmişten Günümüze Aktarılan Bir Miras: Ahşap Oyuncaklar”, Karadeniz Sosyal Bilimler Dergisi, 4(14), 103-116. Muallaoğlu, Rızkullah ve Nasırlı, Cahit (1983), “Dağ ve Orman Köylerinde Köy El ve Ev Sanatları”, III. Ulusal El Sanatları Sempozyumu, s. 152-170, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Yayınları Nıemann, Helmut (1991), “Oyuncağın Gelişim Tarihi”, (Çev: Bekir Onur), Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 24(1), 55-61. Onur, Bekir (1992), “Tarih Boyunca Oyun ve Oyuncaklar”, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 25 (2), 365-386. Onur, Bekir (2002), Oyuncaklı Dünya, Ankara: Dost Kitabevi Yayınları. Özdemir, Nebi (2006), Türk Çocuk Oyunları 1, Ankara: Akçağ Yayınları. Özdoğan, Berka (2000), Çocuk ve Oyun, Ankara: Anı Yayıncılık. Özhan, Mevlüt (1990), Çocuk Oyunlarımız, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Özhan, Mevlüt (1997), Türkiye’de Çocuk Oyunları Kültürü, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Özhan, Mevlüt ve Muradoğlu, Malik (1997), Türk Cumhuriyetlerinde 256 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Çocuk Oyunları, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Poyraz, Hatice (1999), Okul Öncesi Dönemde Oyun ve Oyuncak, Ankara: Anı Yayıncılık. Sel, Ruhi (1989), Çocuk Oyunları ve Şarkıları, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Sel, Ruhi (1990), Her Yaşa Göre Oyunlar Rontlar Halk Dansları, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Shapıro, Laura (1991), “Oyuncak Tabancalar ve Oyuncak Bebekler”, (Çev: Demet Öngen), Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 24(2), 655-663. Sormaz, Fulya (2010), Çocukluk İmgesi, Oyun ve Oyuncak: Sosyo-Kültürel Bir Analiz, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Türkçe Sözlük (2005), 10. Baskı, Ankara: Türk Dil Kurumu. Ünlüyücü, Muhlise (2009), Günümüzde Türkiye’de El Yapımı Bebekçilik, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Yalçın, Hülya (2004), “Eyüp Oyuncakları Müzesi”, Eyüp Sultan Sempozyumu VIII, s. 64-73. Yalçınkaya, Tosun (2001), “Çocukların Sevinci Eyüp Oyuncaklarıydı”, Eyüp Sultan Sempozyumu V, s. 96-99. Yawkey, T. D. ve Silvern, S. T. (1980), “Çocuğun Okul ve Aile Çevresinde Yaşam boyu Süreci Olarak Oyun”, (Çev: Mehmet Özyürek), Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 13(1), 425-442. 257 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 TRABZON BAHÇECİK ÖRNEĞİNDE KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJESİ VE DEĞİŞEN KENT ÇEHRESİ In The Case Of Trabzon Bahçecik Urban Transformation Project and Changing Silhouette of The City Nihan CANBAKAL ATAOĞLU* Veysel ATASOY** ÖZET Ülkemizdeki çoğu kentler, hızlı nüfus artışı, insan göçü, plansız ve göz yumulan kaçak yapılaşmalar nedeniyle geleneksel kent dokuları hızla bozularak geri dönüşün mümkün olamayacağı bir bozulma sürecine girmiştir. Bu süreçte konut ve kentleşme sorunlarının çözümü amacıyla Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) kurulmuştur. Yasal olarak TOKİ, kentsel dönüşüm projesi uygulayacağı bölgelerde, mülkiyeti kendisine ait arsa ve arazilerde veya valiliklerce toplu konut yapım sahası olarak belirlenen alanlarda çevre ve imar bütünlüğünü bozmayacak şekilde imar planlarını yapmaya, yaptırmaya ve imar planlarını değiştirmeye yetkilidir. Bu çerçevede, Türkiye’deki birçok kentte, işlevini yitiren bölgelere kentsel dönüşüm projeleri uygulanmaktadır. TOKİ yetkisinde uygulanan ve kentlerdeki olumsuzlukları ortadan kaldırma amacı güden bu kentsel dönüşüm projeleri, fiziksel, sosyal, ekonomik, çevresel boyutları ve tekdüzelik gösteren tasarımları nedeniyle eleştiri konusu olmaktadır. Ülkemizdeki çoğu kentte olduğu gibi Trabzon kenti de hızlı ve plansız yapılaşmayla geleneksel kent dokusunu ve yöresel özellikli konutlarını yitirmiştir. Kentin köklü geçmişinin izlerini günümüze taşıyan binalar ve konutlar, etrafındaki özensiz ve yoğun yapılaşmayla değer yitimine uğramıştır. Kent için örnek niteliği taşıyan geleneksel konutların yer aldığı Ortahisar ve Tabakhane mahalleleri de ne yazık ki kaçak yapılaşma, gecekondulaşma gibi nedenlerle harap duruma gelmiştir. TOKİ, bölgede kentsel dönüşüm projesi uygulayarak bu alanı gecekondulardan temizleme sürecindedir. Bu çalışmada, geleneksel konutlardan izler barındıran bu iki mahalleye komşu olan Bahçecik Mahallesinde, tarihi surların yer aldığı ve sit alanı ilan edilen bölgede TOKİ’nin uyguladığı kentsel dönüşüm projesine dikkat çekilecektir. Bu bölgede, fotoğraflarla alan çalışması yapılarak, kentsel dönüşüm projesinin bölge ve şehir planlaması, imar kavramı ve imar uygulaması, yasal açıdan arazi ve arsa düzenlemesi, tasarım kalitesi ve çevresel boyutlarıyla birlikte Trabzon kenti kimliğinin sürekliliğine etkileri değerlendirilecektir. Anahtar Kelimeler: Kentsel Dönüşüm, Kent Kimliği, TOKİ Uygulamaları, Trabzon * Dr., KTÜ Trabzon MYO Mimarlık ve Şehir Planlama Bölümü, Trabzon/TÜRKİYE ** Dr., KTÜ Trabzon MYO Mimarlık ve Şehir Planlama Bölümü, Trabzon/TÜRKİYE 258 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 ABSTRACT In many cities of our country, traditional urban tissue rapidly has deteriorated because of rapid population growth, human migration, illegal and unplanned constructions and has entered into a process that could not be able to return.In this process, in order to solve the housing problems of urbanization and housing development administration (Toki) was established.Legally TOKI urban transformation in the region that will implement the project, zoning plans, and has the authority to change the zoning plan.In this context, in many cities in Turkey, urban transformation projects have implemented in the regions it have lost their functions.City urban transformation projects implemented and under the authority of the TOKI have criticized because of the uniformity of designs. In the city of Trabzon as Most towns in our country, urban fabric and traditional houses have lost with rapid and unplanned.Unfortunately the sample of traditional residential neighborhoods in the city, ortahisar and tabakhane has become ruined due to reasons with rapid and unplanned, illegal constructionTOKİ in the region by implementing of the urban transformation project in this area is in the process of clearing the slums.In this study, the traditional houses featuring tracks from this two-adjacent to the neighborhood, bahçecik neighborhood, the historic city walls and located in a conservation area which has been declared in the region, we will draw attention to the urban transformation project implemented by TOKİ. In this region, the urban identity of Trabzon and its urban transformation projects’ problems are investigated, and this identity, the reasons for losing these values and their effects on the continuum of urban identity are evaluated. Key Words: Urban transformation, urban identity, TOKİ applications, Trabzon GİRİŞ Kentler, her zaman için önceden öngörülemeyen ve artan sorunlarla karşı karşıya olduğu kadar, zaman içerisinde değişen yargılarla ve yeni gereksinimlerle hızlı bir değişim içerisindedir. Bu değişim süreci içerisinde, kent mekânında fiziksel olarak yıpranan bölgelerin varlığı da kaçınılmaz olmaktadır. Bu bölgeleri yeniden kent yaşamına katmak, fiziksel, sosyal, ekonomik olarak yeniden yapılandırmak adına kentsel dönüşüm projeleri uygulanmaktadır. Kentsel dönüşüm, ekonomik, sosyal, mekânsal ve çevresel dinamikleri ile bütün olup kentsel sorunların çözümünü sağlayan ve değişime uğrayan bir bölgenin ekonomik, fiziksel, sosyal ve çevresel koşullarına kalıcı bir çözüm sağlamaya çalışan kapsamlı bir gösterim ve eylem olarak tanımlanmaktadır (Turok, 2010). Günümüzde kentler sürekli bir değişim geçirmektedir. Kentler de canlı varlıklar şeklinde doğan, büyüyen, yapıları sürekli olarak değişen toplumsal 259 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 birimlerdir. Gelişmiş ülkelerde veya gelişmekte olan ülkelerde, kentlerin eskiyen ya da eskimeye başlayan kesimleri için zamanla yenileme gereksinmesi ortaya çıkmaktadır. Kentsel dönüşüm kendiliğinden oluşan bir süreç değildir. Toplumsal, ekonomik, kültürel ve hatta siyasal amaçlarla kent parçalarının kullanım biçimine müdahale sonucunda gerçekleşir. Kentsel anlamda dönüştürme etkinliklerine konu yapılan alanlar, gecekondu bölgeleri, yüksek yoğunluklu kaçak apartmanların bulunduğu alanlar, doğal yıkım riski yüksek alanlar, kent özeklerindeki çöküntü alanlarıyla, tarihsel kent çekirdekleri ve ekonomik ömrünü doldurmuş görünen kent bölümleridir (Keleş, 2008). 1. KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN GELİŞİMİ Kentsel yenileme çalışmaları, geçtiğimiz yüzyılın ortalarında Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı sonrası kentlerin yeniden imar edilmesini hedeflerken, yüzyılın üçüncü çeyreğinde Kuzey Amerika kentlerinde düşük gelirli grupların yaşadığı çevrelerin iyileştirilmesine dönüşmüştür (Göksu ve Bal, 2010: 256). Böylece 1970’lerin sonunda Amerika’da ortaya çıkan kentsel dönüşüm kavramı, 1980’lerde İngiltere tarafından kopya edilerek diğer ülkelere de ihraç edilmiştir (Hague, 2010: 98). Ülkemizde ise 1950’li yıllardan itibaren hızlı yapılaşmayla ciddi bir kabuk değiştirme sürecine girilmiştir. Türkiye’de Cumhuriyet dönemi kentleşme süreçlerine yönelik tüm araştırmalarda, özellikle 1940’ların sonlarında başlayan ve 1950’lerle birlikte giderek artan göç ve gecekondulaşma olgusu, temel konuların başında gelmektedir. Ancak, 1980’lerden sonra aynı olgunun gelişme dinamiklerine ve niteliklerine bakıldığında gecekondulaşma tanımı yerine kaçak yapılaşma deyiminin daha uygun düştüğü, hatta kimi anakentlerin yakın çevresindeki oluşumların ise kaçak kentleşme şeklinde adlandırılmasının daha gerçekçi olduğu görülmektedir. (Ekinci, 1998: 191). 1980 yılından sonra işbaşına gelen iktidarların ekonomi anlayışı, çoğu kurumlarda olduğu gibi altyapı, mimarlık ve yapı üretimi alanındaki mevcut değerleri yerinden oynatmıştır. Bu dönemde, eski söylemler geçerliliğini yitirirken, özellikle toplum yararı gibi kavramlar da giderek ikinci plana itilmeye, giderek unutulmaya başlanmıştır. Tüm bu gelişmelerin en önemli sonucu, kentlerde ve kentleşme sürecinde görülmeye başlanmıştır. Ülkemizin yaşadığı hızlı nüfus artışı ve hızlı kentleşme sebebiyle oluşan konut ve kentleşme sorunlarının çözülmesi ve üretimin artırılarak işsizliğin azaltılması amacıyla, 1984 yılında Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi Başkanlığı kurulmuştur. Bu tarihte yürürlüğe giren 2985 sayılı Toplu Konut Yasası (TOKİ) 260 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 ile özerk Toplu Konut Fonu oluşturulmuştur. Toplu Konut İdaresi Başkanlığı›nın temel görevleri 2985 sayılı Toplu Konut Yasası ile belirlenmiştir. İdarenin kuruluş aşamasında 2985 sayılı yasanın verdiği görevler daha çok konut yaptırmayı teşvik etmek, konut yapımına destek olmak şeklindedir (URL-1). Ancak, İdarenin kuruluşundan bugüne kadar olan süreçte konut ve kentleşme sorunlarının çözümüne yönelik önceliklerde değişiklikler olmuş ve İdarenin konut ve kentleşme sorununun tüm boyutlarında faaliyette bulunmana gereksinimi ortaya çıkmıştır. Bu nedenle de, hükümet Acil Eylem Planında yer verdiği konut seferberliği kapsamında konut üretimi ve planlı kentleşmeyi birlikte ele almıştır. Bu çerçevede, 06.08.2003 tarih ve 4966 sayılı yasayla yapılan değişikliklerle, Toplu Konut İdaresinin 2985 sayılı yasayla tanımlanan görevlerine yeni görevler eklenmiştir. Bu yeni görevlerle konut yapmak ve yaptırmak konusunda çok geniş yetkilerde donatılmıştır. Bu yıllarda iktidara gelen hükümetin gündemindeki konulardan biri kentsel dönüşüm olmuştur. Kentsel dönüşüm kavramı, eskimiş kent kesimleriyle kaçak yapılardan oluşan gecekondu topluluklarının yenilenmesini anlatmak üzere kullanılmaktadır. Bu amaçla, ilk olarak hazırlanmakta olan yeni imar yasasında bu konuya yer verilmesi düşünülmüş, ama sonradan, kentsel dönüşümün ayrı bir yasal düzenlemeye konu olarak yapılması kararlaştırılmıştır. Daha sonrada kentsel dönüşüme ilişkin kurallar, 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Yasayla Haziran 2005 yılında konulmuştur. Bu yasanın gerekçesinde, kentin eskiyen dokularını ve yerleşim alanlarını, kültürel miras değerini korumak, koruma/kullanma dengesini sağlayarak sosyal donatı alanlarını büyütmek ve sağlıklı koşullara kavuşturmak, günümüz konforu ve kullanım şartlarını içeren konut, ticaret, kültür, turizm ve sosyal donatı alanları oluşturmak, tarihi ve kültürel dokuyu geleceğe taşımak amacıyla restore ederek kullanmak, böylelikle kentlerin merkez alanlarının sağlıklı bir şekilde iskân edilerek şehrin güvenliğini tehdit eden denetimsiz bölgeler olmaktan çıkarıp yenileştirmek ve günümüz gereklerine uygun olarak kullanılabilir duruma getirmek amacıyla bu alanları kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan etmek ve bu alanlarda uygulama yapmaya imkân verme gerekliliği ortaya çıkmıştır (Keleş, 2008). 2008 yılında yapılan bir yasal düzenleme ile Toplu Konut İdaresi Başkanlığına da imar planı yapmak veya mevcut imar planlarında değişiklik yapmak yetkisi verilmiştir. Yasal olarak, TOKİ Başkanlığı, gecekondu dönüşüm projesi uygulayacağı alanlarda veya mülkiyeti kendisine ait arsa ve arazilerde veya valiliklerce toplu konut yapım sahası olarak belirlenen alanlarda çevre ve imar bütünlüğünü bozmayacak şekilde imar planlarını yapmaya, yaptırmaya 261 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 ve imar planlarını değiştirmeye yetkilidir. Yukarıda sayılan görev ve yetkilerle birlikte TOKİ Başkanlığına verilen imar planı konusundaki bu düzenleme, konut yapımı ve kentsel düzenleme çalışmalarında, kurumu daha da özgür bir konuma getirmiştir. 2. TRABZON BAHÇECİK MAHALLESİ ÖRNEĞİNDE KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJESİYLE DEĞİŞEN KENT ÇEHRESİ VE TOKİ UYGULAMASI 2.1. Trabzon İlindeki Kentsel Dönüşüm Çalışmaları Trabzon ilinde kentsel dönüşüm çalışmaları, kenti kuzeyden güneye doğru, topografik olarak vadi şeklindeki görünümüyle kente nefes aldıracak borular olarak adlandırılan Zağnos ve Tabakhane vadilerinin boşaltılması düşüncesiyle ortaya çıkmıştır. Trabzon Belediyesi ile TOKİ arasında imzalanan protokol sonucu 2004 yılından sonra uygulamaya geçilmiştir. Öncelikle Zağnos Vadisi üzerinde çalışmalar başlatılmış ve aradan sekiz yıl geçmesine karşın halen devam etmektedir. Trabzon’da kentsel dönüşüm çalışmaları kapsamında ayrıca Ayasofya Müzesi çevresinde, Tabakhane Vadisinde devam etmektedir. Kentin en eski mahallesi olan Çömlekçi de ise proje çalışmaları yapılmaktadır. TOKİ Trabzon ilinde yalnızca kentsel dönüşüm projeleri yapmamaktadır. TOKİ verilerine göre 2012 yılına kadar 3215 konut ile çeşitli amaçlar için kullanılacak bina tamamlanmış ya da tamamlanmak üzeredir. Yaklaşık 2000 adet konut için ise proje ihale aşamasındadır. Bu bilgilere göre TOKİ Trabzon kentine toplam 5300 adet konut kazandıracaktır. Bahçecik konutlarının bir bölümü de yukarıda kısaca değinilen Zağnos Vadisi kentsel dönüşüm projesi kapsamında projelendirilmiş ve uygulanmasına geçilmiştir. 2.2. Bahçecik Mahallesindeki Uygulama Süreci Bahçecik mahallesindeki uygulamalar yukarıda kısaca değinilen Zağnos Vadisi kentsel dönüşüm projesiyle bir bütünlük gösterir. Diğer bir anlatımla Bahçecik Mahallesindeki uygulama, Zağnos Vadisinin bir parçasıdır ve vadi kapsamında yapılanların veya ortaya çıkan görselliğin gölgesinde kalmıştır. Bu nedenle Zağnos Vadisi kentsel dönüşüm projesinin bazı teknik verilerini anımsamakta yarar vardır. Projeye 2002 yılında Trabzon Belediyesi tarafından başlanıldı, 2004 yılında TOKİ tarafından devralındı ve halen devam etmektedir. Bölgedeki taşınmazlar, kamulaştırma ile sahiplerinden alınmıştır. Kamulaştırılacak kısım yüzölçümü 262 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 235 502 m2, bölgedeki bina sayısı 530 ve hissedar sayısı ise 3212 kişidir. Dar bir vadi özelliğinde olmasına karşılık bu bölgede, yaklaşık 444 m2 bir alana bir bina ve her 73 m2 bir yüzölçümü değerine de bir hissedar düşmektedir. Kamulaştırma sonucu bir kısım vatandaş para alırken, diğer bir bölümü de Bahçecik mahallesinde yapılan TOKİ konutlarından konut sahibi olmuşlardır. Proje ile vadinin hemen güney doğu yamacında TOKİ tarafından 354 konut ve ticaret merkezinin yapılması planlanmış ve Kasım 2009 yılında ihale süreci tamamlanarak inşaatlara başlanılmıştır. Ağustos 2011 de bitmesi gereken konutlarda yapım ve çevre düzenleme çalışmaları devam etmektedir. Bu konutlardan 252 adedi Tabakhane Vadisi kentsel dönüşüm projesi kapsamında evleri kamulaştırılan vatandaşlara verilecektir. Ayrıca bu proje ile vadi içinden geçen, Atapark – Erdoğdu ve Bahçecik Mahallelerini birbirine bağlayan 1.2 km uzunluğunda 15.00 m genişliğinde bir yol planlanmış ve arazide uygulanmıştır. Söz konusu bu yeni yolun, şehir içi ulaşımının problem olduğu bölgedeki taşıt trafiğine olumlu katkı yapacağı beklenilmektedir. Proje Bölgesinin Genel Durumu Şehir merkezindeki Ortahisar Mahallesi ve çevresini kuşatan Zağnos ve Tabakhane dere içi bölgeleri Trabzon kentinin en önemli tarihi merkezi konumunda, kent merkezine yakın ve yoğun ticari faaliyetlerin komşuluğunda yer almaktadır. Zağnos Vadisi; Tabakhane Vadisi ile birlikte, dere yatağında kentin en önemli iki hava koridorundan birisini oluşturmaktadır. Çarpık yapılaşma sonucu fenni, sıhhi ve fiziki olarak çağdaş standartların oldukça altında kalmıştır. Alan, aynı zamanda, kale surlarının çevresinde dere yatağında ve şehrin en önemli iki hava akımı koridorunda konumlanmış olup, jeolojik yapı bakımından da tehlike arz etmektedir. Kentsel dönüşüm projesi kapsamına alınan Tabakhane –Zağnos Vadileri, çarpık ve sağlıksız yapılaşma sonucunda, artık fonksiyonlarını yerine getirememektedir. Bölgede yaşayan insanların ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzak bir görüntü sergilenmektedir. Altyapı yetersizliği, çarpık yapılaşma ve buna bağlı olarak ortaya çıkan görüntü kirliliği ilk bakışta göze çarpan önemli problemlerin başında gelmektedir. İç içe geçmiş evleriyle, park ve oyun alanlarından yoksun olan bu bölge sadece konut kullanımının olduğu, insanların sosyal ve kültürel açıdan gereksinimlerini karşılayamadığı bir yer durumuna gelmiştir. Çarpık yapılaşma sonucunda, görüntü kirliliğine ve sağlıksız kentleşmeye mahkûm olan bu alanın ıslahına yönelik çalışmalar başlatılması bir zorunluluk durumuna gelmiştir (Resim 2-3). 263 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Söz konusu bölge önce belediye tarafından Özel Planlama Alanı olarak belirlenmiş ve gerekli yasal süreç tamamlanmıştır. Alan üzerinde yapılacak kentsel dönüşüm projesinin, toplu konut idaresi başkanlığı ve Trabzon Belediye Başkanlığı tarafından ortaklaşa yürütülmesi için, Trabzon Belediye Meclisince karar alınmıştır (Resim 1, Şekil 1). Yapılan arazi çalışmalarıyla Zağnos Vadisinin genel durumu ortaya çıkarılmıştır. Buna göre Zağnos Vadisinin yüzölçümü 110.000 m2 bina adedi 304 toplam nüfus 3424 olarak tespit edilmiştir. Arazinin tamamen yapılaşmış olduğu bu bölgede sağlıklı bir yaşam ve çağdaş standartların bu koşullarda o bölgede yaşayan insanlara sunulması imkânsız durumdadır. Bölge %93 yapılaşmış, % 5 i kullanılmaz harabe durumundaki yapılardan, % 2 si boş alandan oluşmaktadır. Vadide yaşayan mülk sahiplerinin büyük bir kısmı kamulaştırma bedeli talep etmektedir. Buna karşın mülklerine karşın konut talep edenlerin büyük çoğunluğu ise bölgeye yakın bir yerde yerleşmek istemektedirler. Eğer bölgeye yakın bir yer gösterilemeyecekse kamulaştırma bedelini talep etmişlerdir. Zağnos Vadisinde oturan insanların çoğunun kiracı olduğu, ev sahiplerinin genelde bu bölgede oturmadıkları tespit edilmiştir. Yaşayanlar serbest meslek olarak anılan sektörde faaliyetlerini sürdürmektedir. Bu alanda yaşayanların büyük çoğunluğu, tüm kentte yaşayanlar gibi Zağnos Vadisi Kentsel Dönüşüm Projesine destek vermiştir. Resim 1. Trabzon ilinde TOKİ tarafından çalışmaları devam eden Zağnos (resimdeki sol renkli kısım) ve Tabakhane (resimdeki sağ renkli kısım) bölgelerini içeren ve 2000 yılı içinde çekilen bir resim. Sekil 1. Kentsel dönüşüm yapılan bölgenin imar durumunu gösterir kroki 264 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Resim 2. 3. Zağnos Vadisindeki yapılaşmaları gösteren 1997 tarihli iki farklı resim Resim 4. Aynı bölgeyi gösterir, kuzeyden güneye doğru 2006 yılında çekilen bir resim. Zağnos Vadisinde kamulaştırılan binaların yıkım işlemlerine başlanmış, TOKİ konut inşaatlarına henüz başlanmamıştır. 2.3. Projenin Sağladığı Yararlar Sözü edilen projenin birçok yararları vardır. Ancak bu yararların önemli bir bölümü Zağnos Vadisindeki değişimle ilgilidir. Buna göre; 265 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 •Trabzon kentinde tarihin bir parçası olan kale surlarının ortaya çıkarılmasında büyük yol alınmıştır. Kentin en önemli hava koridorlarından bir tanesi açılmış, hava kirliliği önlenmiş ve hava dolaşımı sağlanmıştır. •Kent estetiğine uygun, daha sağlıklı mekânlar oluşturulmuştur. Bu proje, kent içinde köhneleşmiş yerleşme alanlarının yeni eğlence alanlarına dönüştürülmesine örnek olmuş ve yeni projelerin önünü açmıştır. •Ekonomi, sosyal dengeler ve kent estetiği üçgeninde, yeşil alanı sosyal donatıları ve ticari bölgeleri ile kentte ikincil bir merkez oluşturulmasında önemli bir aşama kat edilmiştir. •Mevcut alandaki köhneleşmiş yapılaşmanın göstergesi olan binalar temizlendikten sonra, bölgede yoğunluk artırıcı yeni bir yapılaşmaya gidilmemiştir. Zağnos Vadisi rekreasyon alanı olarak planlanmış ve planlama eyleme dökülmüştür (Resim 4-5-6). Resim 5.6. Düzenleme sonrası Zağnos Vadisine ilişkin 2012 tarihli iki farklı resim 2.4. Projenin Olumsuzlukları Söz konusu projenin olumsuzlukları daha çok TOKİ tarafından yapılan konutlarla ilgilidir. Öncelikle, bölgenin proje öncesi imar bilgileri incelendiğinde, bitişik beş katlı bina yapılması gereken bölge, önce özel planlama alanı ilan edilerek tamamen TOKİ’nin tasarrufuna terk edilmiştir. TAKS değeri 2.0 ile TOKİ, ülkemizin her tarafında olduğu gibi bu alanda da standart konut projelerinden birini uygulamıştır (Resim 7-8). Yine, ülkemizdeki günümüz konut üretimin yaklaşık dörtte birini elinde bulunduran TOKİ’nin benimsediği nasıl olursa olsun olabildiğince hızlı konut üretim politikasının sağlıksızlığı açıkça ortadadır (Engincan Bol, 2008). Bu durum ne yazık ki Bahçecik konutları için de geçerlidir. 266 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Resim 7. 8. Bölgenin 2011 yaz aylarındaki uydu görüntüsü ve TOKİ tarafından yapılan konut alanının uydu görüntüsü 2.5. Projenin Kent Çehresine Olan Etkisi Bir kıyı ve liman kenti olan Trabzon’un köklü geçmişinde dikkat çeken, kent kimliğinin ve siluetinin belirlenmesinde etkin olan bir çok yapı vardır; bu çalışmada ele alınan kentsel dönüşüm projesinin gerçekleştiği vadide, hakim durumda olan ve silueti belirleyen en önemli yapılar arasında Trabzon kalesi, kale içi evleri ve Zağnos Köprüsü yer almaktadır. Trabzon Kalesi, Tabakhane ve Zağnos Vadilerinin arasındaki tepeye konumlanarak sur duvarlarıyla kent siluetinin simgesi yapılardan biridir. Trabzon Kalesinin yapımı çok eski tarihlere Helenistik çağlara gitmekle beraber, Bizans İmparatorluğunun ilk zamanlarında (M.S. VI. Yüzyılda) Justinianus, kaleyi genişletmek yoluyla yeniden inşa ettirmiştir. Osmanlılar Döneminde ise çeşitli onarımlar gören kaleye ayrıca yeni bölümler eklenmiştir. Kale kalınlıkları 2 ila 4 metre arasında değişmekte olan surlarla, burçlardan meydana gelmiştir. Güneyden kuzeye doğru uzanan surlar ve burçlardan oluşan kalenin bölümleri, yukarıhisar ya da iç kale, ortahisar ve aşağıhisar diye 267 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 anılmaktadır (Dilaver, 1987 ve Gerçek, 1997). Kale içerisinde kalan Ortahisar mahallesinde kentin köklü geçmişini ve mimari dokusunu oluşturan geleneksel evler yer almaktadır. Sur duvarları üzerinde konumlanan, vadiye bakan geleneksel evlerle, Zağnos köprüsü silueti, kent kimliğini oluşturan özgün yapılardır (Resim 9-10). Resim 9. 10. Zağnos Köprüsü ve vadiye bakan geleneksel evler Sit alanı ilan edilen antik kenti çevreleyen surlar ve bu özgün doku, yeni Tanjant yolu ve vadi üzerindeki viyadüklerle yakın tarihte harap edilmiştir. Kent kimliğinin ve siluetinin bir parçası olan surların varlığı, Tanjant yoluyla iyice tahrip edilirken öte yandan vadinin ilerisinde yer alan TOKİ’nin uyguladığı Bahçecik konutları surlara iyice yanaşarak, bu köklü geçmişin üzerine kara bir gölge gibi düşmektedir. TOKİ her ilde gerçekleştirdiği kimliksiz tip projelerinden birini daha bu alanın güçlü tarihi değerlerini reddederek ve hiçe sayarak uygulamış, ne yazık ki kent siluetinde geri dönüşü olmayan yaralar açmıştır (Resim 11-12). Resim 11. 12. Zağnos Viyadüğü ve TOKİ Bahçecik Konutları 268 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 SONUÇ Trabzon ilinde TOKİ tarafından yapılan ilk kentsel dönüşüm uygulaması, başlangıçta bir vadinin kamulaştırma ile boşaltılması şeklinde başlamış ve bu amaç başarılı bir şekilde yerine getirilmiştir. Bölgenin mülkiyet durumu ve kadastral verilerine göre, başka çözümü bulunmayan bu uygulamanın rekreasyon alanı olarak değerlendirilmesinin başarılı olduğu düşünülebilir. Kentsel dönüşüm açısından bakıldığından ise yapılan konutların; •kentin tarihi dokusunu ve siluetini zedelemesi •kent kimliğine hiç bir katkıda bulunmayan vasıfsız her yerde uygulanan tip projeler olarak uygulanması •estetik değerler içermemesi •çok katlı ve yoğun olarak uygulanması nedenlerinden dolayı ise başarılı olduğunu söylemek mümkün değildir. KAYNAKLAR Dilaver, Sadi (1997), “Tarihsel Yapılarıyla Trabzon”, Bir Tutkudur Trabzon, İ. Gündağ Kayaoğlu & Öner Ciravoğlu & Cüneyt Akalın (Ed.), (s. 87). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları Ekinci, Oktay (1998), Kaçak Yapılaşma ve Arazi Spekülasyonu, “75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık”, Yıldız Sey (Ed.), (s. 191-198), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Engincan Bol, Pınar. (2008), Türkiye’de Konut Politikaları, Mimarlık Dergisi 343 Gerçek, Bekir (1997), “Trabzon’da Mimari Doku: Dün, Bugün, Yarın”, Bir Tutkudur Trabzon, İ. Gündağ Kayaoğlu & Öner Ciravoğlu & Cüneyt Akalın (Ed.), (s.443-454), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları Göksu, Emel ve Bal, Eylem (2010), Türkiye’de Neoliberal Mekansal Gelişim Stratejisi Olarak Kentsel Dönüşüm Projeleri, “Kentsel Dönüşümde Politika, Mevzuat, Uygulama”, Dilek Özdemir (Ed.), (s.256-284), Ankara: Nobel Yayınları Hazue, Cliff (2010), Küresel Krizde Kentsel Dönüşümü Yeniden Düşünmek, “Kentsel Dönüşümde Politika, Mevzuat, Uygulama”, Dilek Özdemir (Ed.), (s. 98-105), Ankara: Nobel Yayınları. Keleş, Ruşen (2005), Sınırları Olmayan Kentleşme Hakkında Notlar: Toprağın Sahibi Kimdir? Kentin Sahibi Kimdir? Mimarlık Dergisi 326, 26-28. Keleş, Ruşen (2008), Kentleşme Politikası, Ankara: İmge Kitabevi. 269 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Kilcullen, Justin (2005), Milenyum Kalkınma Hedefleri: Kentin Yoksul Bölgelerinin İyileştirilmesi Üzerine, Mimarlık Dergisi 326, 29. Özdemir, Dilek (2010), Kentsel Dönüşüm Olgusunun Süreç İçinde Değişen Anlamları, “Kentsel Dönüşümde Politika, Mevzuat, Uygulama, Dilek Özdemir (Ed.), (s. 1-34), Ankara: Nobel Yayınları. Tanyeli, Uğur (1998), 1950’lerden Bu Yana Mimari Paradigmaların Değişimi ve ‘‘Reel’’ Mimarlık, “75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık”, Yıldız Sey (Ed.), (s. 235-254), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Turok, Ivan, (2010), Dönüşümün Mücadelesi: Yoksul Mahalleleri KentBölgesindeki Büyümenin Parçası Haline Getirebilmek, “Kentsel Dönüşümde Politika, Mevzuat, Uygulama”, Dilek Özdemir (Ed), (s. 35-50), Ankara: Nobel Yayınları. URL-1: www.toki.gov.tr (Erişim: 10.02.2012) 270 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 TÜRK FOLKLOR ARAŞTIRMALARINDA ÖNEMLİ BİR KAYNAK: BARTIN GAZETESİ An Important Resources in Research of The Turkısh Folklore: The Newspaper of Bartın Kübra YILDIZ* ÖZET Toplumların yazılı ve kayıtlı hafızaları olarak tanımlayabileceğimiz gazeteler çeşitli konularda yazılar kaleme alan aydınlara uygun ortamı sağlamıştır. Cumhuriyet döneminde, Türk kültürünün gelişmesinde Anadolu, Rumeli ve büyük ilçelerde yayımlanan dergi ve gazetelerin büyük rolü olmuştur. Ulus-devletlerin kültürel alt yapısını oluşturma sürecinde hammadde sağlayan folkloru kayıt altına alan yayınlar, milli kültüre hizmet etmektedir. Bu yayınlardan birisi Türkiye’de halk bilimine ilişkin ilk önemli derleme ve incelemelerin yer aldığı Bartın gazetesidir. Gazete gerek yayımlandığı dönem ve süresi, gerek yazı kadrosuyla Türk dilinin, edebiyatının ve folklorunun gelişimi hakkında bize önemli veriler sağlamaktadır. İlk sayısı Rumi 6 Eylül 1340 / Miladi 6 Eylül 1924 yılında çıkmaya başlayan Bartın gazetesi, bugün de yayın hayatını sürdürmektedir. Türk folklor ve etnografya araştırmalarında önemli yeri bulunan, fakat günümüze dek araştırılmamış yerel bir gazete olan Bartın gazetesi, dönemin aydınlarına incelemelerini yayımlayabilecekleri bir ortam sağlamıştır. Bu çalışmada yerel bir yayın olan Bartın gazetesi tanıtımı ve Türk folklor araştırmalarındaki yerinin tespiti amaçlanmaktadır. Anahtar Kelimeler: Cumhuriyet Dönemi, Türk Folkloru, Yerel Basın, Dergi, Gazete, Bartın Gazetesi. ABSTRACT Newspapers, which can be defined as written and recorded memories of community, provided the proper environment to intellectuals who write various subjects. Magazines and newspapers, which published in Anatolia, Rumelia and some big districts had a great role for the development of Turkish culture in republican period. Publications, which record the folklore that provide raw material during the creation of cultural infrastructures of nation-states, serve to the national culture. One of these publications is the newspaper of Bartın in which there is the first and important collection and analysis about folklore in Turkey. The newspaper provides us important data in terms of the period of time, staff and published writings on the development of Turkish language, literature and * Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Türk Halkbilimi Yüksek Lisans Programı, Nevşehir/TÜRKİYE 271 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 folklore. The newspaper of Bartın was published in Rumi September 6, 1340 / Gregorian September 6, 1924 for the first time and today it is still published. The newspaper of Bartın, which has an important place in Turkish folklore and ethnography research but hasn’t been studied so far, provided an opportunity for intellectuals in publishing their studies. In this study, advertising the newspaper of Bartın, which is a local newspaper, and determining its place in terms of Turkish folklore research is aimed. Key Words: Republican Period, Turkish Folklore, Local Press, Magazines, Newspapers, The Newspaper of Bartın. GİRİŞ Folklor araştırmaları tarihine genel olarak bakıldığında ortak bir görüş vardır. Halk kültürünü tanıma ve araştırmaya yönelişte öncü dinamikler, coğrafi keşifler ve akabinde Rönesans ve Reform hareketleridir. Hareketlerin getirdiği yeniliklerinin yayıldığı dönemde, halk bilim çalışmalarının temelinde olan ve pre-romantik adıyla anılan bir akım belirmiştir. Çeşitli destanların şiir dilini kullanan bu akım, halk biliminin kurucusu olarak görülen Von Herder’i de etkisi altına almıştır. Herder’in ortak ulus ruhu yaratmak için halka doğru gitmek gerektiği düşüncesi ve bu sebeple halk türkülerini toplama çalışmaları, millet olma düşüncesinin temelini atan fikirler geliştirmiştir. Türk folklorunun araştırılmasında da bu görüşler etkili olmuştur. Tanzimat ilan edilmeden önce Osmanlı Devleti’nde resmi nitelikte iki gazete bulunmaktadır. Birincisi Kahire’de basılan Vekayi-i Mısriyye (1828), diğeri İstanbul’da basılan Takvim-i Vekayi (1831)’dir. 1839 yılında ilan edilen Tanzimat, Osmanlı Devleti’nde fonksiyonel bir değişim başlatmıştır. Tanzimat, Avrupa’ya uyum sağlama, bir başka deyişle modernleşme çabalarının bir neticesidir. Modernleşmenin gerçekleşebilmesi için kurumsal olarak bir yeniliğe ihtiyaç duyulmuştur. Özellikle ekonomi, sosyal ve eğitim kurumlarında dönüşümün gerekliliği görülüp; bilim, eğitim ve iletişim kurumlarında yenileşme ihtiyacı hissedilmiştir. Bu bağlamda Osmanlı Devleti’nde basın yayına ait ilk hareket XIX. yüzyılın ortalarında görülmüştür. 1864 tarihli bir nizamname ile eyalet sisteminden vilayet sistemine geçilmiş ve vilayetler kurulurken hemen her vilayet merkezinde bir matbaanın kurulması kararı alınmıştır. Vilayetlerin ve akabinde matbaanın kurulmasıyla gazetenin basılmaya başlanması eş zamanlı olarak gerçekleşmiştir. Bu matbaalarda kitap, yıllık ve takvimin yanı sıra, valilik adına vilayet gazetelerinin de basımı yapılmıştır (Duman, 2013: 1036-1040). Vilayet gazetelerinin temel işlevi alınan kararların halka duyurulması, merkez ile yerel arasındaki iletişimin sağlanmasıdır. Bu gazeteler aynı zamanda 272 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 basının İstanbul dışında, yani merkezden uzak bölgelerde yaygınlaşmasına, yöre halkının bölge, yurt ve dünya hakkında bilgilenmesini sağlamakla birlikte günümüzün yerel gazetelerinin doğuşuna öncülük etmiştir. Vilayet matbaalarının kurulması, zamanla gazete dışında yayınların çıkmaya başlamasını beraberinde getirip, iletişim ağını genişletmiştir. Yazar ve araştırmacılara mekân sağlayan bu yapılar, dönemin edebi nitelikli yazılarının yayımlayıcısı konumundadır. Tanzimat yazarlarının kaleme aldıkları hikâye, roman veya piyes metinleri ilk defa bu yayınlarda yer almıştır. Türk folklor araştırmaları tarihi açısından bu metinler önemli veriler sağlamaktadır. Bu bağlamda Tanzimat’ın ilanından sonra İbrahim Şinasi, Ziya Paşa ve Namık Kemal’in çalışmaları1 Türk folkloru açısından dikkate değerdir (Oğuz ve diğerleri, 2004: 40-43). Tanzimat Hareketi ile birlikte halk, millet, vatan kavramlarının gündeme gelmesi; Namık Kemal, Ahmet Vefik Paşa, Ziya Gökalp, Fuad Köprülü gibi aydınların çalışmaları, bu çalışmaların yer aldığı dergi ve gazeteler, Türkiye’de millileşme süreci ve dolayısıyla Türk halk biliminin kurulmasında büyük rol üstlenmişlerdir. Folklor işlevsel bir disiplindir ve bu dönemde toplumu değiştirip dönüştürmede kullanılmıştır ve kullanılmaktadır. Türkiye’de siyasetçiler ve aydın kesim tarafından folklorun toplumda önemli bir işlevinin olduğu, ancak Avrupa’da milliyetçilik akımları gelişip yayıldıktan sonra fark edilmiştir. Cumhuriyetin ilanı ile Türkiye’de halk bilim çalışmalarına hız verilmiştir. Devlet tarafından görevlendirilen kişilerce sahada halk bilgisi ürünleri derlenmiştir. Devlet eliyle yapılan derlemeler yanında bağımsız araştırmacılar da derlemeler yapmıştır. Bu ilk kayıt ve bilgiler, arşivlenip çeşitli dergi ve gazetelerde yer almıştır. Türkoloji sahasında yayımlanan Türk Yurdu (1911), Halka Doğru (1913) gibi dergilerin yanında Halkevleri tarafından da dergiler çıkarılmış, bilhassa Halkevlerine ait yayınlarda bahsi geçen derlemeler yer almıştır. Bunların dışında illerde çıkan ve genel olarak özel teşebbüsle kurulan yerel gazetelerde de bu derlemelere zaman zaman yer verilmiştir. Kuruluş tarihi 1932 yılı olan Halkevleri tarafından da dergiler yayımlanmıştır. Bu dergilerde yer alan derlemelerin yanında illerde çıkan ve genel olarak özel teşebbüsle kurulan yerel gazetelerde de derlemelere yer verilmiştir. Türkiye’de halk bilimine ilişkin ilk önemli yazı ve derlemelerin bulunduğu gazetelerden biri Bartın gazetesidir. Milli mücadeleden sonra, Cumhuriyet döneminde Türk kültürünün gelişmesinde Anadolu, Rumeli ve büyük ilçelerde yayımlanan dergi ve gazetelerin rolü büyük olmuştur. Çağdaş Türkiye’nin şekillenmesinde, milli kültürün yeniden inşasında ve yeni devletin idaresinde söz konusu dergi ve gazeteler, yaygın eğitimin yazılı iletişim araçları olmuştur. Toplulukların ulus-devlet olma 273 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 sürecinde, devlet tarafından çeşitli araçların zaman zaman ideolojik olarak kullanıldığı kabul edilmektedir. Çeşitli işlevler üstlenen bu araçlar, fikirlerin hayata geçirilme ve yayılma aşamalarında hayati önemse sahiptir. Bu bağlamda folklor, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve milli devlet olma sürecinde önemli bir rol üstlenmiştir. Sosyal kurumlar, toplumun ve toplum içindeki bireylerin gerçek ihtiyacına cevap verdiği ölçüde tutunur ve yaşar. Sosyolojinin bu temel kuralı, en yüksek ilim kurumlarından, en basit gazete ve dergilere kadar bütün kurumlar için uygulanabilir (Levent, 1954: 248-250). Toplulukların ulus-devlete geçiş sürecinde iletişim araçlarının zaman zaman ideolojik olarak kullanıldığı kabul edilmektedir. Türkiye’de de Cumhuriyet döneminde Türk kültürünün gelişmesinde Anadolu, Rumeli ve büyük ilçelerde yayımlanan dergi ve gazetelerin büyük rolü olmuştur. “Modern çağları açan üç öğe basımevi, barut ve pusuladır!” diyen Francis Bacon (Özkaya Duman, 2013: 1033), günümüze de ışık tutmaktadır. Bilgi birikimi ve bu bilginin yaygınlaşmasında önemli bir işleve sahip olan matbaanın gelişmesi, yayımcılık ve basım sanatını olumlu yönde etkilemiştir. Gazete ve dergi gibi iletişim araçlarının varlığı, uygarlıkların gelişmesini ve hızlı iletişimin kurulmasını sağlamıştır. Medeniyetler geliştikçe artan bilgi alış verişi, basın kurumunu ve onun bir aracı olan gazete ve gazeteciliğin oluşup gelişmesini zorunlu kılmıştır. Bartın Gazetesi’nin ilk sayısı 1924 yılında çıkmış olmakla beraber ilk girişim bir yıl öncedir. Gazetenin daha sonra imtiyaz sahibi olacak olan İ. Cemal Aliş ve arkadaşları kendi aralarında eğlenmek amacıyla mektup kâğıdına elle yazılmış tek nüshalı ve Guguk adını verdikleri bir mizah gazetesi çıkarmışlardır. Gazete birkaç sayı sonra Cemiyet adını alır. İ. Cemal Aliş ve arkadaşları bir süre sonra şapograf kutusu alıp, tirajı 15’i geçmeyen Düşünce adlı gazeteyi yayımlamaya başlamışlardır. Kendilerini Müttehit Arkadaşlar topluluğu olarak adlandıran bu grup (İ. Cemal Aliş, Niyazi Yüksel, Şükrü Göksu, Nuri Yüksel, Agah Orhon, Hüseyin Cevdet Çakıroğlu), bir litograf taşı sipariş eder ve Bartın Gazetesi’ni çıkartma kararı alırlar, ancak bu yöntem başarısız olur. Müttehit Arkadaşlar, bazı kimselerin yardımını alarak gazetenin basımını bir süre sonra gerçekleştirmiştir. Gazetenin ilk sayısı, İ. Cemal Aliş’in el yazısıyla şapograf tekniği kullanılarak çıkarılmıştır. Rumi 6 Eylül 1340 / Miladi 6 Eylül 1924 yılı, Cumartesi günü çıkmaya başlayan gazete, siyah-beyaz eser-i cedid kâğıdına, dört sütun olarak 20×29 ebatlarında basılarak hazırlanmıştır. İlk sayının baskısı 80’dir. Gazete 30 hafta süresince şapograf tekniği kullanılarak basıldıktan sonra bir tüccar tarafından Zonguldak’ta bulunan Naim Nuri Matbaası satın 274 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 alınmıştır. Bartın’da kurulan bu matbaada, gazete on sekiz hafta çıkmıştır. Bir süre sonra matbaada çıkan anlaşmazlık yüzünden altı ay kadar gazetenin basımı gerçekleşmez. Müttehit Arkadaşlar, İstanbul’dan bir baskı makinesi getirtip, Şubat 1926’da Memleket Matbaası’nı kurmuşlardır. Gazete, 31. sayısına kadar el yazısı ve şapograf tekniği ile basılmış, Memleket Matbaası’nın kurulmasıyla2 matbu olarak çıkmaya başlamıştır (Bartın Gazetesi, 1949: 4). Matbu çıkarılan gazete 38×55 ebatlarındadır (Asma, 2014: 20). Gazetenin ilk sayısı, önce dört daha sonra beş sütun basıldıktan sonra, 412. sayısından itibaren altı sütun olarak çıkarılmıştır. Latin harflerinin kabulüne kadar geçen sürede Arap harfli olarak basılan gazete, 182. sayıdan itibaren kısmen Latin harfli olarak yayımlanmıştır. Gazete ilk sayısından itibaren önce haftada bir yayımlanmaya başlamış olup, daha sonra on günde bir düzenli şekilde çıkarılmıştır. Ancak zaman zaman kesintilere uğramıştır. 1932 yılında mahkeme kararıyla kapatılan gazete,Genç Bartın adıyla dört sayı çıktıktan sonra mahkemede beraat etmiş ve geçmişte olduğu gibi bugün de on günde bir basılarak yayın hayatını sürdürmektedir. İlk kuruluş yılı 1924 olan Bartın gazetesi, kuruluş yılları bakımından 1918 Yeni Adana ve 1922 Antalyagazetelerinden sonra Anadolu’da basılan en eski üçüncü yerel gazetedir. Gerek yayımlandığı dönem ve süresi, gerek yazı kadrosuyla Anadolu’da Türk dili, edebiyatı ve folklorunun gelişimi hakkında bize önemli veriler sağlamaktadır. Ankara’daki Türk Halk Bilgisi Derneği (19261932) kurulmadan önce yayın hayatına başlayan, Türk folklor ve etnografya araştırmalarında önemli yeri bulunan, fakat günümüze dek araştırılmamış yerel bir gazete olan Bartın Gazetesi dönemin aydınlarına derlem ve incelemelerini yayımlayabilecekleri bir ortam sağlamıştır. Yazar kadrosunda İbrahim Cemal Aliş, Şahap Ziya gibi mahalli isimlerinin yanı sıra ülke çapında tanınan Fuad Köprülü, Pertev Naili Boratav, Abdülkadir İnan, Vahit Lütfi Salcı, M. Şakir Ülkütaşır, Ahmet Baha (Gökoğlu), Mahmut Ragıp Kösemihal (Gazimihal), Sadi Yaver Ataman, Abdülkadir Karahan gibi Türkoloji ve halk bilim alanında şöhretli isimler yer almıştır. İki ciltlik Cenup’ta Türkmen Oymakları isimli eseriyle tanınan Ali Rıza Yalman (Yalgın)’ın da yazıları bu gazete yayımlanmıştır3. Yazar kadrosunda ünlü şairlerden Hasan Bayrı ve Behçet Kemal Çağlar’ın yanı sıra şiir, roman ve öykü yazarı Rıfat Ilgaz da yer almıştır. Kuşkusuz ki bu yazar kadrosu, gazetenin sadece Karadeniz bölgesinde değil, ülke ölçeğinde yayın yapıp tanınmasını sağlamıştır. Bu bağlamda iktisadi, içtimai, edebi haftalık gazete alt sütunuyla çıkarılan Bartın gazetesi, bir gazeteden çok dergi niteliğindedir. Gazetede bölge haberlerinin yanı sıra kültür, sanat ve edebiyat konulu yazı ve makaleler yer almaktadır. Bartın gazetesi kuruluşundan bu 275 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 yana okuyucusunun ihtiyacını karşılamaktadır. Levent’e göre, (1954) gerçek bir ihtiyacı karşılayan her gazete ve dergi mutlak okuyucu bulur. Asıl iş okuyucunun seviyesine göre içeriği ayarlayabilmektir. Milli Mücadeleden Latin harflerinin kabulüne kadar olan 1919-1928 yılları yayıncılık faaliyetleri açısından verimli bir devredir. Dönemin günlük veya haftalık gazeteleri fikir ağırlıklı olmaları sebebiyle gazeteden çok dergiye yakındırlar. Bu yıllarda mevcut basımlarla birlikte yeni yayınlar da görülür. Yapılan incelemelere göre bahsi geçen yıllarda basılan dergi ve gazetelerin sayısı 163’tür. Latin harflerinin kabul edildiği 1928 yılı, bu değişikliğe ayak uyduramayan bazı yayınların durmasına neden olmuştur. Eski harflerden yeni harflere devreden süreli yayın ise 70 olarak tespit edilmiştir (Polat, 2002: 10). Genel olarak 1930-1940 yılları arası yeni harflerin kabulü ve buna uyum sağlayamama, ekonomik güçlükler, matbaa ve elemanın yanı sıra basım malzemelerinin bulunmasında yaşanan zorluklardan dolayı gerek yerel gerekse ulusal basın açısından zor yıllardır. Bu dönemde yoğun olarak folklor yazıları Bartın gazetesinde yer almıştır ve bunda basının verimsiz bir devre geçirmesi ve yazarların yayın yapacakları mekân bulamamaları büyük etkendir. Cumhuriyet’in ilanı ile kültür çalışmalarının başlaması aynı zamana tekabül eder. Kültürel alt yapının oluşturulmasında önemli işlevi olan folklor ve ona bağlı çalışmalar,Cumhuriyet döneminde hız kazanmıştır. Yeni devletin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün 1936 yılında söylediği “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür. Kültür okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, ders almak, düşünmek, anlama yeteneğini eğitmektir” (İnan, 1984: 271-272) ifadelerinde görüleceği üzere yeni rejimin temeline kültür alt yapısı yerleştirilmiştir. Değişime paralel olarak toplumsal kurumların oluşturulması, kimlik inşası gibi çeşitli kültür politikaları da hayata geçirilmiştir. Bu çalışmalardan biri Ankara’da 1927 yılında kurulan, ancak 1932 yılında faaliyetine son verilen Halk Bilgisi Derneği’dir. Bu derneğin görevini, kısmen hükümet destekli kurum olan Halkevleri üstlenmiştir. 1932 yılında açılan bu kurumlar on yıl içinde yurdun her köşesine yayılmıştır. Faaliyetleri arasında folklor malzemesinin derlenme ve yayımlanması varsa da (Başgöz, 2011: 1542) dönemin ekonomik şartları sebebiyle basımlar güçlükle yapılmıştır. Matbaa ve matbaada çalışacak personelin olmamasının yanı sıra kağıt ile birlikte basım yapılmasını sağlayan gerekli malzemelerin eksikliği yayın faaliyetlerini durdurmasa da sekteye uğratmıştır (Şakiroğlu, 1996: 131). Bu merkezlerde yerel folklor konularını da kapsayan aylık ya da iki ayda bir basılan dergiler çıkarılmıştır. 1945’ten sonra Halkevlerinin merkezi birimi, Ahmet Kutsi Tecer tarafından başlatılan, Türk Folklor Arşivi kurma teşebbüsünde bulun276 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 muştur. Başgöz (2011) 1932-1942 yılları arasında Türkiye’de yayımlanan tek folklor dergisinin, İstanbul Halkevlerinin çıkardığı Halk Bilgisi Haberleri yayını olduğunu belirtir. İlk yayınını 1924 yılında yapan gazete, Halk Bilgisi Derneği’nden önce kurulması bakımından dikkate değerdir. Gazetenin ilk sayılarında halk kültürüne ait birkaç yazı bulunsa da folklor alanına giren ilk bilimsel yazı, gazetenin 6 Şubat 1928 tarihli ve 144. sayısında Ahmet Baha (Gökoğlu) tarafından kaleme alınmış Bartın ve Halkıyat başlıklı yazıdır. Gazetenin arşivine bakıldığında 1928 yılından başlayarak sıklıkla folklor yazıları çıkmışsa da, 1930-1940 yılları arasında yoğun şekilde folklor yazılarının yayımlandığı görülür. Bu dönemde Halk Bilgisi Haberleri dışında başka folklor dergisinin yayımlanmamış olması (Başgöz, 2011: 1542), Bartın gazetesindeki folklor yazılarının yoğunluğunu açıklamaktadır. Bu nedenle yayın ilkeleri açısından gazete, dönemin meşhur halk bilim araştırmacıları için önemli bir yayın organı olmuştur. Türkiye’de folklor çalışmalarının başlaması ve yayılmasıyla Türkçülük hareketinin gelişmesi paralellik arz eder. Türkçülük hareketinin gelişmesiyle beraber Türk folkloruna yer veren gazete ve dergilerin sayısında da artış görülür. Ancak bu yazılar doğrudan folklor alanına ait olmayıp, halk kültürünün bir yönünü ele alan yazılardır. Gazetenin ilk sayılarında Görenek!(1924); İzcilik (1925)başlığını taşıyan haber ve köşe yazıları vardır. Bunlar gibi birçok yazı, halk kültürü ile doğrudan veya dolaylı olarak ilgilidir. Ancak yapılan incelemede gazetede folklor alanına giren ilk bilimsel yazının6 Şubat 1928 tarihli 144. sayısında Ahmet Baha tarafından kaleme alınan Bartın ve Halkıyat başlıklı yazı olduğu görülmüştür. Ahmet Baha bu yazısında halk edebiyatı ürünlerinin bilime olan katkısının yanı sıra maneviyatın ifadesi olduğuna dikkat çeker: “... Maĥallį şarķılar, mānįler, ķoşmālar, menķabe ve ĥikāyeler ħalķıñ rūĥi heyecānlarınıñ ifādesidir. Bunlarıñ ŧoplanması ilmiñ inkişāfında büyük ve ehemmiyetli rehberlik važįfesini görürler. (Monografi) denilen bu uśūle Avrupa’da öteden beri ķıymet ve ehemmiyet-i maħśūsa aŧf edilmektedir. Bizde de yeñi yeñi başlayan bu araştırmalar, maĥallį, millį ve ĥarŝį tāriħimiziñ tedvįnine şimdiden ulvį birer mübşer oluyor dimekdir” (Bartın Gazetesi, 1928: 2). Gazete, dergilerde yer alan ve uzman olmayan kişilerce kaleme alınan yazı veya derlemeler, folklor araştırmaları tarihi açısından kıymet taşımaktadır. Bahsi geçen küçük hacimli yayınlarla birlikte gazetede destan, hikâye, fıkra veya âşık edebiyatına ait kitapların basımı da gerçekleşmiştir4 (Ersoy, 2013: 56). Yirminci yüzyılın başlarında ilan edilen Cumhuriyet birçok yenilik getirmiştir. Bunlardan birisi Latin harflerinin kabulüdür. O dönem harf değişikliğine geçişi sağlayamayan dergi ve gazeteler kapanmıştır (Polat, 2002: 9-10). Bartın gazetesi ise bu değişikliğe rağmen ayakta kalmayı başarmıştır. Gazetenin 277 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 1115. sayısında kaleme alınan şu sözler, gazete ve çalışanlarının bu konudaki azim ve fedakârlığını gösterir: “Kâğıt ve her türlü malzeme fiyatlarının en az 6 kat oluşuna rağmen gazetenin fiyatını ve ilan ücretlerini harpten önceki ölçüde bırakmışız... Fakat buna rağmen gazeteyi ilk sayfadan dört sayfaya çıkarabilmek ve eskimiş harflerimizi değiştirmek imkânını bize veren kuvvet, yalnız okuyucularımızın her gün artmakta olan teveccüh ve alâkalarıdır... Bartın’ın çeyrek asırlık bir tarihi demek olan koleksiyonlarımız bizim için tamamıyla değersizdir. Umarız ki gelecek nesiller için malzeme bakımından değerli olur.” (Bartın Gazetesi, 1949: 4). Toplumların yazılı ve kayıtlı hafızaları olarak tanımlayabileceğimiz gazeteler tarih, kültür, sanat, sağlık gibi sosyal bilim ve fen bilimleri alanlarında yazılar kaleme alan aydınlara, uygun ortamı sağlamıştır. Çağdaş Türk devletinin kültür yapısını oluşturmada ham madde sağlayan folkloru (Yıldırım, 1985: 547) kayıt altına alan yayınlar milli kültüre hizmet eder. Kuşkusuz ki bu yayınlardan birisi Türkiye’de halk bilimine ilişkin ilk önemli yazı ve derlemelerin yer aldığı Bartın gazetesidir. Bartın gazetesini diğer gazete veya dergilerden ayıran nokta, folklora ilişkin derleme ve incelemeleri kaleme alan yazar kadrosudur. Türk folkloru konusunda ünlü isimlerin gazetede yer alması, folklor araştırmaları tarihinden bugüne kadar Bartın gazetesinden bahsedilmemesi ve gazetenin günümüze kadar bilimsel bir yöntemle ele alınmamış olması alanda eksiklik olarak görülmektedir. Cumhuriyet’in ilanından yaklaşık bir yıl sonra ilk sayısını çıkartan gazete, Dursun Yıldırım’ın Türkiye’de Folklor Araştırmalarının Gelişme Devreleri isimli makalesinde Sentezci Devre ve Dergici Devre adını verdiği bu iki döneme bir nebze ışık tutacaktır. Türk folkloru ve etnografya tarihi araştırılmak istendiğinde Bartın gazetesi koleksiyonunu incelemek gerekmektedir. Bu çalışma, yerel tarih araştırmaları bakımından olduğu kadar, folklor derleme ve incelemeleri açısından da önemli olan Bartın gazetesinin bugüne kadar bilimsel bir çalışmayla tanıtılmaması ve incelenmemesi bakımından da ayrıca bir öneme sahiptir. Sonuç olarak; Cumhuriyet’in ilk yıllarında yayımlanmaya başlayan ve günümüzde de yayın hayatını sürdüren Bartın gazetesinin Türk kültür ve basın hayatında önemli bir yeri vardır. İbrahim Cemal Aliş önderliğinde çıkarılan gazetenin günümüzde yayımını oğul Esen Aliş gerçekleştirmektedir. Gazetede mahalli, ulusal ve uluslar arası haberler, siyasî, fennî, ilmî ve sanat ağırlıklı makale ve yazılar, tefrika roman ve hikâyeler yer almıştır. Bartın gazetesi, gerek mahalli, gerekse ülke çapında tanınmış yazar kadrosu ve milli konularda gösterdiği duyarlılık ile devrinin gazete ve dergile278 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 ri içinde önemli bir yere sahiptir. Muhtevası bakımından kültür-sanat yayını veya sayılarında folklor ürünlerine sıkça yer verdiği için folklor yayını olarak da tanımlanabilir. İktisadi, içtimai, edebi haftalık gazete alt sütunu ile çıkarılan gazete, yazı içeriğinde edebî ve fikrî konulara yer verdiği için gazeteden çok bir dergi niteliğindedir. Bartın gazetesi hem halk bilimine ilişkin sayısız derleme ve incelemeyi içinde barındırması hem de Cumhuriyet’in ilk yıllarından günümüze yazılı ve görsel basındaki değişim ve dönüşümü ortaya koyan ender yayın organlarından biridir. Gazetede yayımlanan halk bilimine ilişkin yazıların her biri ayrı bir çalışma konusudur. Bu bağlamda gazetenin Türk folkloru için bir arşiv niteliği taşıdığını söyleyebiliriz. SON NOTLAR 1Özellikle Şinasi’nin, Durûb-ı Emsal-i Osmaniye (1863) adlı çalışmasında yaklaşık iki bin atasözüne yer verip, bunlardan bir kısmının kaynak kişisini açıklaması, Türk folkloruna dair ilk çalışmalardan biri olarak kabul edilmektedir. Şinasi’nin Tercümân-ı Ahvâl’de 1859 yılında tefrika ettiği Şair Evlenmesi adlı tiyatro oyunu geleneksel Türk tiyatrosunun izlerini taşımasının yanı sıra, görücü usulü evliliğe yer vermesi, halk geleneğine dikkat çekmesinden dolayı önemlidir. Türk folklor tarihi açısından önemli olan diğer kişi Ziya Paşa’dır. Onun 1868 yılında kaleme aldığı Şiir ve İnşa adlı makalesinde halka ait şiirlerin önemini vurgulaması, bize ait olan ve yabancı etkilerden uzak edebiyatımızı oluşturduğunu belirtmesi, folklora ait ilk dikkatlerdendir. Ancak altı yıl sonra yazdığı Harabat adlı makalesinde, Şiir ve İnşa’da savunduğu fikirlerden vazgeçerek, halk şiirine eleştirilerde bulunması nedeniyle Namık Kemal tarafından eleştirilmiştir. Namık Kemal ise Ziya Paşa’nın Harabat adlı yazısına cevaben yazdığı Tahrib-i Harabat ve Takip isimli eleştiri yazılarındaki görüşleriyle Türk halk bilimine katkıda bulunmuştur (Oğuz ve diğerleri, 2004: 40-43). Modernleşmede Avrupa’yı temele alan dönem aydınları, sosyal alanlar ile eğitim alanında edebiyatın oynadığı rolü fark etmişlerdir. Bu aydınların yaptığı ilk iş oyun, kısa hikâye ve romanları kayda alıp tanıtarak toplumsal bilinç oluşturmaktır. Amaç, folklor ürünlerinden yararlanarak toplumun gelişimini sağlamak olduysa da, sınırlı bir başarıya ulaşılmıştır. Bunun sebebi yazılanları okuyabilen kitlenin azlığıdır (Başgöz, 2011: 1536). Bu noktada sözlükçülük faaliyetleri hızlanmış ve daha çok kişiye ulaşabilme amacıyla dilde sadeleşme fikri benimsenmiş, bunu gerçekleştirmek için sözlükler hazırlanmıştır. Ahmet Vefik Paşa, 1871 yılında Müntahabat-ı Durub-ı Emsal-i Türkiyye adlı atasözü 279 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 kitabını ve 1876 yılında Lehçe-i Osmani adlı sözlüğü hazırlamıştır. (Oğuz ve diğerleri, 2004: 44; Artun, 2011: 369-375). 2Yapılan incelemelerde Bartın’da kurulan ilk matbaa, tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte Hacı Balık Matbaası’dır. İkinci matbaa ise İbrahim Cemal Aliş tarafından Şubat 1926’da kurulan Memleket Matbaası’dır. Bartın gazetesi, 31. sayısından itibaren bu matbaada matbu olarak basılmaya başlanmıştır. Matbaada gazete haricinde çeşitli kitap ve dergilerin basımı da gerçekleşmiştir (Asma, 2014: 39-46). - Mahmut Maan, Silah Azaltma Konferansı, 1933. - Sadi Yaver Ataman, Safranbolu Düğünleri ve Oyun Havaları, 1936: Kitapta düğün kıyafetleri, yelek, şalvar, halk oyunları ve notaya alınmış türküler yer almaktadır. - Fazıl Erensel, Cimri Zengin, 1936: 3 perdelik bir piyestir. - Kemal Çivici, Ufukta Bir Çizgi, 1937: Şiir kitabıdır. - Ahmet Naim (Çıladır), Bir Müstemleke Harbi’nin Tarihi, 1937. - Ali Rıza Polat Akkoyunlu, Bir Yayda Altı Ok, 1939: Şiir kitabıdır. - Miraç Güneş, Kaynarca Aylık Fikir ve edebiyat Dergisi, 1948: Memleket Matbaası’nda basılan bu dergi, öğretmen Miraç Güneş yönetiminde 6 sayı çıkmıştır. Dergide mahalli yazarların şiirlerinin yanı sıra Vahit Topçugil’in kaleminden folklor yazıları yer almıştır. Yazar aynı zamanda Bartın türkülerini de derleyip aynı dergide neşretmiştir. - Hüseyin Amasralı, Gençlik Demlerim, 1977. 3Folklor hakkında yazılmış birkaç makale ve haber başlığını vermek, gazetenin alana yapacağı katkıya bir nebze ışık tutacaktır: Abdülkadir İnan, Etnografya İlmi ve Gençliğin Bir Vazifesi 3 (1931). Ahmet Baha, Bartın ve Halkiyat (1928); Köroğlu-Safranbolu Bağdaşması 1 (1931); Safranbolu’da Göçebe Kabileler: Elekçiler, Çingen(e)ler, Yürükler, Aptallar 1 (1931). Halkiyata Ait Mühim Bir Vesika Bulundu: Oğuz Destanı, Bey Böyrek Rivayeti Safranbolu’da Tespit Edildi (1930). Mahmut Ragıp Kösemihalzade, Musiki Halkıyatı 3 (1931); Anadolu Oyunları Hakkında Birkaç Not 1 (1932), Anadolu’nun Çocuk Sazları 1 (1932). Mehmet Şakir Ülkütaşır, Sinop ve Muhitinde Halk Sazları 4 (1931); Sinop ve Muhitinde Hastalığa Dair Halk İtikatları ve Hekimliği 2 (1931); Son On Senelik Halkiyat, Faaliyet ve Neştiyatımıza Dair Bir Tetkik Tecrübesi 8 (1932), Sinop ve Muhitinde Ev’e Dair An’aneler 1 (1933). Pertev Naili Boratav, Âşık Kerem’e Dair (1931). Sadi Yaver Ataman, Halk Sazlarından: Kemençe Yahut Yay (1931); Bolu İhtisasları ve Saz Şairi Azmi Ağa (1932); Safranbolu Kasaba ve Civar Köy Düğünleri 1 (1932); Anadolu Halk Edebiyatından Doğan Hakikatler 1 (Türkü, Mani ve Koşmalar) (1932). 280 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 4Bartın Memleket Matbaası’nda 1936 yılında 96 sayfalık Sadi Yaver Ataman’ın yazdığı Safranbolu Düğünleri ve Oyun Havaları adlı kitapta düğün kıyafetleriyle birlikte halk oyunları ve notaya alınmış türküler yer almaktadır. Notaya alınan türküler, özellikle yerel müzik derlemeleri bağlamında milli müzik yaratmak için oldukça önemlidir (Öztürkmen, 2006: 133). KAYNAKLAR Artun, Erman (2011), Türk Halk Edebiyatına Giriş Edebiyat Tarihi/Metinler, Adana: Karahan Kitabevi. Asma, Çetin ve Yavuzaslan, Güngör(2014), Kalemin Aydınlığında Bir Ömür İbrahim Cemal Aliş ve Bartın 1906-1977, Bartın: Bartın Belediyesi Kültür Yayınları. Baha, Ahmet (1928), Barŧın ve Ħalķiyāt, Bartın Gazetesi, 144, 2. Başgöz, İlhan (1972),Türkiye’de Folklor Çalışmaları ve Milliyetçilik, (Çev.:Serdar Uğurlu),TurkishStudies, 6 (3), s. 1535-1547. Çeyrek Asır Dolarken (1949), Bartın Gazetesi, 1115, 4. Ersoy, Ruhi (2013), Folklor Yazılarının 100. Yılında “Folklor-Milliyetçilik” İlişkisi Üzerine Bazı Düşünceler, Milli Folklor, 99, 51-62. İnan, Afet (1984),Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Ankara: Türk Tarih Kurumu. Levent, Agâh Sırrı (1954), Gazetelerde: Gazete ve Dergilerimiz, Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi, 3 (28), 248-250. Oğuz, M. Öcal ve diğerleri (2004), Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Ankara: Grafiker Yayınları. Özkaya Duman, Olcay (2013), Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Ulusal’dan Yerel’e Basın ve Yayıncılık Faaliyetlerinin Gelişimi Üzerine Bir Değerlendirme, Turkish Studies, 8 (12), 1031-1041. Öztürkmen, Arzu (2006),Türkiye’de Folklor ve Milliyetçilik, İstanbul: İletişim Yayınları. Polat, Nazım (2002),Türkiye’de Yerel Basının Gelişimine Kısa Bir Bakış,TÜBAR, 12, 7-25. Şakiroğlu, Mahmut H. (1996), Halkevi Dergileri ve Neşriyatı,Kebikeç, 3, s. 131-142. Yıldırım, Dursun (1985), Türk Folklor Araştırmalarının Problemleri, Erdem AKM Dergisi, 1 (2), 545-557. ____________ (1994), Türkiye’de Folklor Araştırmalarının Gelişme Devreleri, Millî Folklor, 3 (21), 2-15. 281 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 282 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 283 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 284 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 285 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 286 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 ŞİİRDEN HAYVAN BENZETMECESİNE BAĞLI KÖY SEYİRLİK OYUNUNA “KARAKUŞ” Transformation From Poetry To Village Plays According To Animal Imitations “Karakus” Alp Eren DEMİRKAYA* ÖZET Artvin’in Hopa, Arhavi ve Borçka ilçeleriyle Rize ve çevresinde bir av kuşu olarak avlanan Karakuş, bölge insanın hayatında önemli bir yer teşkil etmektedir. Bu kuşun bölgenin av kültüründe bu kadar önemli bir yere sahip olması, kendisi de Artvinli olan şair Hasan Çelebi’nin dikkatini çekmiş ve şair bu hayvana “Karakuş Destanı” adlı şiirinde hayat vermiştir. Son yıllarda bu şiir kurgulanarak hayvan benzetmecesine bağlı köy seyirlik oyunu olarak oynanmaya başlamış, özellikle yazın yaylalara gelen turistler ve misafirler karşısında sahnelenmiştir. Bu çalışmayla şiirden hayvan benzetmecesine bağlı köy seyirlik oyununa doğru gelişme gösteren Karakuş Oyunu tanıtılmaya çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Karakuş, Şiir, Hasan Çelebi, Köy Seyirlik Oyunu, Hayvan Benzetmecesi, Karakuş Oyunu. ABSTRACT The Blackbird, which is hunted as it is a hunting bird around Artvin’s provinces Hopa, Arhavi and Borcka, Rize, has an important place for people in the region. As this bird has importance for hunting culture, it caught the attention of Hasan Celebi, who is also from Artvin, and the poet mentioned this bird in his poem “The Karakus Saga”. In recent years, this poem has been fictionalized and began to be played as village plays based on animal imitations and it has been presented to the tourists and guests who came to the plateau especially during summer. With this study, The Blackbird Play, which has had a development from poem to village play based on animal imitations, is going to be introduced. Key Words: Blackbird, Poem, Hasan Celebi, Village Play, Animal Imitations, The Blackbird Play. * Arş. Gör. Bartın Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü Öğretim Elemanı – Bartın / TÜRKİYE 287 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 GİRİŞ Köy ortaoyunları, köylülerin uzun kış aylarında ve hususiyle düğünlerde, bayramlarda eğlenmek ve vakit geçirmek için düzenleyip oynadıkları dram karakterli temsillerdir (Elçin, 1981: 734). Bu oyunların çoğu eski ritüel kalıntılarıdır. Bunların dramatik niteliği en azından oyuncunun, kendisinden başka bir kişiliği canlandırmasında görülür (And, 2014: 16). Köy seyirlik oyunları içerisinde hayvan benzetmecelerine dayanan dramatik oyunlar da önemli bir yer tutar. Bunların kimileri belirli bir konu, olaylar dizisi gözetmeden, yalnız belirli bir hayvanın benzetmecesidir, kimi de hayvan başkişi olarak bir olayı geliştirir (And, 2014: 24). Artvin, Rize ve çevresinde son zamanlarda doğrudan hayvanın hal ve hareketlerini taklit etme esasına dayanan ve kendisine hayvan benzetmecesine bağlı köy seyirlik oyununda yer edinebileceğini düşündüğümüz bir oyun ortaya çıkmıştır. 2008 yılında aramızdan ayrılan ArtvinBorçkalı şair-yazar Hasan Çelebi’nin Günce Yayıncılık’tan 2000 yılında çıkan Mağara Resimleri adlı kitabında yer alan “Karakuş Destanı” şiiri Hopa başta olmak üzere Rize, Fındıklı, Hemşin, Ardeşen ve Pazar’da Naşit Alp Demirkaya’nın öncülüğünde oluşan rehber ekibi tarafından oynanmaya başlamıştır. Küçük yaşlarda ezberden okuduğu bu şiiri aile içerisinde, düğünlerde ve avcılar gecesinde anlatan Demirkaya, şiirin verdiği enerjinin gücünü fark ettikten sonra bu şiiri kurgulayıp oyun haline getirmiş, 3 yıldır da arkadaşlarıyla birlikte başta Rize Ayder Yaylası’nda olmak üzere çeşitli yerlerde Karakuş Oyunu adı altında bu oyunu geniş kitlelerin beğenisine sunmuştur**. Bu noktada Richard Hobsbawm ve Terrence Ranger’ın ortaya attıkları “icat edilmiş gelenek” kavramını tartışmak yerinde olacaktır. Bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar, anane, tradisyon (Türkçe Sözlük, 2011:920) şeklinde açıklanan “gelenek” terimi için Richard Hobsbawm ve Terrence Ranger “Geleneğin İcadı” adlı kitapta “icat edilmiş gelenek” kavramını ortaya atarlar. Adı geçen araştırmacılara göre tarihini tespit edemediğimiz zamandan beri süren uygulamalar ”gelenek”; ilk defa ne zaman ve nerede başladıklarını bilmediklerimiz ya da eskilere benzetilerek yapılanlar ise “icat edilmiş gelenek”tir. Ancak bizim de fikrine katıldığımız Metin Ekici’ye göre her gelenek belli bir zamanda belli bir yerde belli bir insan grubu tarafından icat edilmiştir. Bazılarını tarihlerini be** Artvin ve Rize yöresine yönelik yaptığımız literatür taramasında yazılı edebiyat mahsullerinden köy seyirlik oyununa dönüşen herhangi bir yazılı metne ulaşılamamıştır. Karakuş Oyunu bu açıdan fikrimizce ilk olma özelliği göstermektedir. 288 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 lirleyemediğimiz için “gelenek” veya bir kısmını yakın zamanda oluştukları için “icat edilmiş” olarak adlandırmak yanlıştır. (Ekici, 2004: 21). Bu çalışmada karakuş hakkında kısa bilgiler verildikten sonra, oyunda yer alan kuşun şiirde nasıl bir konuma getirildiği üzerinde durulacak; Karakuş Destanı şiirinden hayvan benzetmecesine bağlı köy seyirlik oyununa doğru gelişme gösteren Karakuş Oyununun sahnelenişi hakkında bilgiler verilecektir. Karakuş ve Oyunun Sahnelenişi “Karakuş, sık ormanlık ve çalılıklar arasında, genellikle yerde eşelenerek çeşitli böcekler ve meyvelerle beslenen, 25 cm kadar büyüklükte simsiyah renkli, sarı/turuncu gagalı, güzel sesli ötücü bir kuştur. Kış mevsiminde yerler karla kaplandığında üzüm, hurma, sarmaşık gibi meyvelere geldiğinde bunların yanına yapılan gümelere(1) girilerek beklenir ve avcılar tarafından avlanır” (KK-1). Hopa’da yaşayan emekli Atilla Halilağaoğlu bundan 40-50 yıl önceki avları şu şekilde anlatır: “Doğu Karadeniz’de evler dağınık ve birbirinden uzak, bağımsız olduğundan hemen her eve yakın ağaçlara sarmaşık ve üzüm asması verilir; hurma gibi ağaçlar dikilirdi. Böylece kışın evlerin balkon veya pencerelerinden karakuş avlanırdı. Birçok evden silah sesi gelirdi. Eti çok lezzetli olan bu kuştan 10 ile 15 tanesinin közlemesi yapılırdı. Ayrıca pilavı ve tavası da çok güzel olurdu. Karakuş bazen o kadar çok olurdu ki, buna göçmen (yerli bir kuş olmadığını vurgulamak için) geldi denilirdi. Sarmaşıkta görülen Karakuş’u ağızdan dolma tüfeğimizle vurduktan sonra tüfeğimizi tekrar doldurana kadar –ki bu ortalama 7-8 dakika sürerdi- bir başka Karakuş sarmaşığa gelmiş olurdu. Bu durumlarda kimileri zaten zor bulunan saçma, barut, kapsül harcamamak için ağ veya atkuyruğundan yapılan tuzaklar da kullanırdı” (KK-1). Bu kıymetli kuşun yer aldığı şiirin değeri ise Karakuş Destanı adlı bölümden önce açıkça ortaya konulmaktadır. Burada yer alan bir yazıda Haluk Mahmutoğulları: “Bu uzun şiire, destana, taşlamaya, eleştiriye başka bir isim bulamadığım için ya da tek bir ismin bu uzun öyküyü, mizahı, felsefeyi, sosyolojik tezleri ileri süren şiirselliği anlatamayacağı için tek kelime ile şaheser diyorum. Bir iri karakuşun bir Karadeniz kasabasına gelip orada avlanmasıyla başlayan hikâye Avrupa’nın çeşitli başkentlerine kadar uzuyor. Enfes bir kurgusu var, yerel ağızla yapılan anlatım sosyal, siyasal, tarihsel boyutlara varıyor. Zaman zaman çevre-insan ilişkisi, zaman zaman doğu-batı çelişkisi anlatılıyor. Anlatımın hiçbir dizesinde şiirsellik eksik olmuyor.” demiştir (Çelebi, 2000: 56). Şiiri oyun haline dönüştüren Naşit Alp Demirkaya şiirden oyuna geçiş sürecini şu şekilde anlatır: “Rahmetli İhsan Dedem bu şiiri festivallerde, belediyenin düzenlemiş olduğu gecelerde ve en önemlisi akşamları bizlerin ya289 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 nında okurdu. Hasan Çelebi’yle de yakın arkadaşlardı. Hatta kendisini evinde ziyaret etme imkânını da yakaladım. Hem dedemin hem de Hasan Çelebi’nin üzerimde bıraktığı tesirle bu şiire daha da sarıldım. Yaklaşık 10 yıldır Doğu Karadeniz Bölgesinde turist rehberliği yapmaktayım. Bu şiiri genellikle akşamları gelen turistlerin önünde okurdum. Ancak son 3 yıldır rehber arkadaşlarla birlikte şiirden oyuna uyarladığımız bu metni oynamaya başladık. Başlangıçta 30-40 kişilik gruplara hitap ederken son zamanlarda 60-70 kişilik grupların önünde de bu oyunu sergilemekteyiz. Kamera kaydına alındıktan sonra oyun internet üzerinden daha da geniş bir kitleye hitap etmiş oldu” (KK-2). Oyunun bugün sergilenişi bölgede şu şekilde karşımıza çıkmaktadır. İlk önce oyunu anlatan kişi sahnenin önüne gelerek öncelikle Karakuş hakkında bilgiler verir. Hayvanın vücudunun siyah, gagasının turuncu (bazı oyunlarda sarı olarak da anlatılmakta), cüssesinin de bir avuç kadar olduğunu söyler. Etinin çok lezzetli olup kışın avlandığını da belirtir. Son zamanlarda avının özellikle bilinçsiz avcılar (ki bunları da bohçacı olarak nitelendirir) tarafından zamanlı zamansız yapılmasını eleştirir. Şiiri yazanın Artvin-Borçkalı şair Hasan Çelebi olduğunu belirttikten sonra bu şiirden oluşan büyük manzarayı bir kurban bayramına benzetir. Sanki bir kuşun değil de kocaman bir boğanın kurban edildiği manzarayı seyircinin gözünde canlandırmaya çalışır. Ardından oyunu birlikte sunacağı ekibe dönerek: “Hazır mıyız?” der. Oyunculardan: “Hazırız!” cevabını aldıktan sonra seyircilere dönerek onları sessiz olmaya davet eder. Anlatıcı şiiri yöresel ağızla sunacağını ekledikten sonra elini havaya kaldırarak gökten inen kar tanelerinin yere düşmesini canlandırır ve oyunu anlatmaya başlar. “Kar gene kitsa kitsa başladı savurmağa, Elamet bir karakuş kondi bizum hurmaya…” mısralarını söylerken oyun alanının ortasında bulunan hurma dalına doğru üzerinde hırka veya şal bulunan biri gelmeye başlar. İki kolunu genişçe açarak havaya kaldırıp indirerek anlatıcının komutuyla dalın üzerine oturur. Karakuşun sesine yakın bir ses çıkararak izleyenlerin dikkatini üzerine çeker. Mevzilenen avcının tetiğe basmasıyla vurulan karakuş debelenerek, kendisini oyun alanında sağa sola atmaya başlar. Ardından 5-6 kişiden oluşan grup kuşu yakalamaya koyulur. Seyirciyi en çok güldüren yerlerden biri bu bölümdür. Genellikle kuşun yakalanması 15-20 saniye kadar sürer. Kuşun canlı olarak yakalanıp zor bela eve taşınmasıyla şiirde isim isim belirtilen karakterler oyunun içerisinde görülmeye başlar. Anlatıcı şiirin tamamına oyunda yer vermediği için bu kısmı “Kuşu Kestik” bölümüyle bütünleştirir. Yere yatırılan kuşun üstüne Didi Bahri’nin oturması ve ardından Seyidi Hasan’ın kuşun boynuna hançeri çalmasıyla oyunun gidişatı da değişir. Son nefesini taklalar atarak vermek üzere olan karakuş sahnenin etrafında dolanırken Seyidi Hasan 290 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 en son hamleyi yapar ve kuş ağzı açık bir biçimde ölür. Artık oyun sabit bir yerde, kuşun cesedinin bulunduğu yer üzerinde oynanmaya başlar. Oyun, Oflu Hoca ve diğer karakterlerin (Birinci Ses, İkinci Ses, Üçüncü Ses ve Dördüncü Ses ile Osman Vural, Moymohti ve Zehir Medeni) arasında geçen diyaloglarla devam eder. Zehir Medeni’nin Oflu Hoca’ya dönerek: “…Var mı bu yasağın bir mantığı, bir nedeni? Batı sümüklüböcek yesin, kurbağa yesin, bir av kuşuna bizim töremiz mundar desin…” açıklamalarıyla devam eden kısım seyirciden büyük alkış alır. Anlatıcının komutuyla kuş 5-6 kişiden oluşan grup tarafından tüyleri yolunmak suretiyle avuçlanmaya başlar. Hatta tüylerin yolunduğunu tam olarak göstermek için elleri, kolları ve bacakları kızarıncaya kadar bu işleme devam edilir. Burada kuşu canlandıran karakter bulunulan ortama göre (kadın ve çocukların olmadığı ortamlarda) üzerinde don ve atlet kalıncaya kadar soyulur. Ardından bıçakla boynundan karnına kadar yarılan hayvandan çıkan manzara seyirciyi de hayrete düşürür: “Millet şaşurdi kuşten çıkınce iki yürek, iki karaciğer, dört akciğer, dört bumberek…”. Fakat işin gerçeğinin aslında öyle olmadığını, hakikati söyleyeceğini sezdirme girişiminde bulunurken yine seyirciyi o büyülü atmosferin içine dâhil eder: “Ne ise lafi daha fazla şişurmeyelum, Yuzde yuz hekikete kölge duşurmeyelum. Hayvanun yarisini koni konkşi boluşti…”. Son olarak 5-6 kişiden oluşan grup karakuşu baharat ve tuza bulayarak (un ve şeker de kullanılmaktadır) evin odalarından birinde yer alan tahtalardan örülü duvara asarlar. Anlatıcı bu manzaraya seyirciyi odakladıktan sonra: “Pilavi sağan sağan çorbasi kazan kazan, Yedi nüfus idare ettuk bitun remezan.” der ve oyunu sonlandırır. Karakuş Oyununun çıkış noktası olan şiirin tam metni şu şekildedir: Karakuş Destanı “Doğu Karadeniz (Hopa-Arhavi-Fındıklı-Ardeşen-Pazar) ağzı ile” Kar gene kitsa kitsa(2) başladı savurmağa, Elamet bir karakuş kondi bizum hurmaya. Kuş ki kondi, dal birkaç arşun aşağa endi, Kuşun konduği dalun altinde kar da dindi. Kapar kapmaz tofeği atladum metereze(3), Bir gözümi uydurup arpacuk ile geze Şipşak nişan aldum da bir koyverdum ki, sorma Zerzeleye tutulmiş kibi sallandı hurma. Karakuş szivili de szivili(4) duşti kara, Haman ayağa kalktı değil imiş müdara. Bir paldur küldür uçti, bir paldur küldür duşti Kar kırmızi benekli bir çarşafa donuşti. 291 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Tum mehelleli kuşe karşı girdi savaşa, Uçi kanayaklı on gişi zor çiktı başa. En soni canli canli tutup eve taşiduk, Kan ter içinde kalduk sanki deve taşiduk. Kuşi gören çocukler korkti boyukler güldi, Duzköy, Makret, Mamanet Handuzine tokuldi. Durdiler kuşten cani yananlar sira sira, Aşaktaki sözler o günden kaldi hatira: Muhtar: Uşaklar ha bu menşur casus CİA’dur; Kinyaz: Yahot da boyuk bir mecliste uyedur. Süse Refik: Ulkeyi baturan bu kuş idi, Tormani: Başumuze saran oni Buş idi. Uzun Ahmet: Bence bu bir gömruk kolcisidur, Şişmani Enver: Ya da sosyete solcisidur. Kaptan Orhan: Bu mehluk ya cadidur ya da cin, Skenderi Ziya: Yecuci Mecuc Çini Maçin. Toşi Osman: Bolmiştur memleketi ikiye, Tululi: Taziye tut kaç deyerek tilkiye. Kaptan Şadi: Belki da uçan daire budur, Ali Ağa Husen: Bu bilduğumuz burbu(5)dur. İmami Hasan: Yikti birluği ve dirluği Terzi Azmi: - Aşladi millete cibgirluği(6). Tibuki Abdula: - Yok, eyiluği da vardur, Onçamure İsmet: - Bu tanriden bir şamardur. Livane: -Bana ne, ben döneyim de köşeyi, Mezini Sebo: - Ben da soylerum ayni şeyi. Kasimi Mevlut: - Bunun dişisi da var imiş, Tibuki Muho: O da erkeği kadar imiş. Lumani Saffet kuşi benzetince keşişe, İskenderi’nun Rifet çok bozuldi bu işe. Kaboğlu Hakki: - Şimdi soner Körfez krizi, Mehmet Emin: - Az daha savaşa sokti bizi. Simsar Dursun kemençe elde durdi horona, Coşti İdris Güneş da ayak uydurdi ona. Halka halka oldi halk boyuk şenlik patladı, Köy o ağirbasandan kurtuluşi kutladi. Kimi omuz omuze durup, kimi oturup Hatıra fotoğraflar çekildi grup grup. 292 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Kuşu Kestik Üç dört gişi zorbela kuşi yere yaturdi, Didi Bahri da çıkup üzerine oturdi. “Yahu”, deyi bağırdı, “biraz çekilun geri.” Seyidi Hasan çekti kılıfinden hançeri O ki çaldi boynine kuşun, kuş bir boğurdi, Yuz okaluk Bahriyi savurup yere vurdi. Bir kiyamet kopti bir dalgalandı ortaluk Kimi kaçıyur, kimi bakıyur aluk aluk. Topçi Recep şaşurmiş utturiyur duduği, Ustumuze işeyen kuşun ekşi sidiği. Oyle bir pis kokti ki uç gişi duşup kusti, Beş gişi de fenaluk geçurdi ayağusti. Millet dörtnala kaçti dönüp saldurince kuş Ortada tek başine kaldi Fadime Çavuş. Fadime Bumba Yavuz Çavuşun kızı idi, Güzelliğiyle köyün kutup yıldızı idi. Korkusuz Fado deli Fado derlerdi ona, O girince bir başka renk verirdi horona. Kuş ile Fado boğaz boğaza boğuştiler, Ve kan revan içinde kanovaye duştiler. Çilgince alkışlandi ayağa kalkan Fado Diz çökti ve hıçkıra hıçkıra ağladı o… Hençerledi ulumcul kuşi Seyidi Hasan Tam bir fıskiye çizdi havaye fışkıran kan. Hayvan debelendi bir iki dakika gene, Ağzi bir kariş açık canverdi öylecene. Bu Kuşun Eti Yenmez Az sonra köyumuzun Ofli hocasi geldi, Lakozanun belvermiş çeperine çömeldi. Dedi ki: “Yuce tanri eyiyi aklamiştur, İnsana zarar veren şeyi yasaklamiştur. Mencerreben mücerrep, denenmişler denenmez, Burnine bakılurse bu kuşun eti yenmez.” Kalabalıktan bir ses: “Hoca bok atma kuşe,” İkinci ses: “Huyidur işi sürmek yokuşe.” Üçüncü: “Bir mushadan yuz bin lira aliyur,” 293 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Dördüncü: “Haram ile yasak bize kaliyur.” Osman Vural: - Yuz oka gelur bu kuşun eti Moymohti: - Kim mef eder böyle milli serveti. Ayağa kalkıp, “Hocam”, dedi Zehir Medeni, “Var mı bu yasağın bir mantığı, bir nedeni? Batı sümüklüböcek yesin, kurbağa yesin, Bir av kuşuna bizim töremiz mundar, desin. Görüyoruz ülkede neler yeniyor, neler Nasıl bir solukta klunz ediliyor(7) develer. Kertenkele, göz göre göre timsah oluyor, En kurada en kıro kimse o şah oluyor. Timsah da dönüşüyor pastırmaya, salama Duruyoruz, bu hokus-pokus için selama Bir cins karatavuktur, yenmez dediğin bu kuş, Yapay yemle beslene beslene ejder olmuş. Ne gün ki bu doğaya ters gidiş tam yerleşir, İnsan doğası da o gün böyle ejderleşir. Kılavuzun akılsa, bu gidişe karşı dur, Tanrıkulu olarak asıl görevin budur.” Yas Töreni Birden çınladı çığlık sesleriyle Handüzü Örtüldü, milyon çarpı milyon kuşla gökyüzü. Geniş eğmeçler çizip indiler yavaş yavaş Dönüştü renk renk çiçek bahçelerine dağ-taş. Birbirlerinin eşlik edip kanat sesine, Gelmişler, vurduğumuz kuşun cenazesine. Uzun bir yolculuktan yorgun, acıdan ölük, Geçtiler ölü kuşun önünden bölük bölük. Üstüne birer çiçek birer tüy bıraktılar, Ve kısık bir çığıntı ile ağıt yaktılar. Bir tepe oluşturdu tüy ve çiçek yığını, Tutuşturduk ısınmak için tüy yığınını. Köyümüze sundu o yas töreni bir düğün, Ateş söndü, bir avuç kül kaldı, ağardı gün. Kuşu Bölüştük Kuşun yuzuldi tuyi muyi ile derisi, 294 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Uç lengeri(8) doldurdi tam ötesi, berisi. Millet şaşurdi kuşten çıkınce iki yürek, İki karaciğer, dört akciğer, dört bumberek. Bir taşşaği varidi ki sanilurdu buğa, Göninden çikti uç çift kalamani(9), uç szuğa(10). Ola, deduk bu bin bir çeşit mağazasi mi, Yok yoğise yönetim kuruli eğzasi mi? Ne ise lafi daha fazla şişurmeyelum, Yuzde yuz hekikete kölge duşurmeyelum. Hayvanun yarisini koni konkşi boluşti, Kellesi da Kurhusenoğli Yaşara duşti. Yarum gövdesi kaldi bize de kala kala, Dort parmak yaği çikti ekole mundikala(11). Biraz dayansun deyi beharli(12) tuze bastuk. Kaldurup dortköşenun darabasine(13) astuk. Pilavi sağan sağan çorbasi kazan kazan, Yedi nüfus idare ettuk bitun remezan. Kuşun Yontusu Postu doldurulup büst biçiminde dikildi, Sonra da büst bir kaya üzerine dikildi. Bir gergedan yontusu sanırdı onu gören, Çok kalabalık oldu açılıştaki tören. Büstün poz poz resmini çekti artist Sinan da O resimler gündemi değiştirdi bir anda. Bir lunaparka döndü bizim ıssız Handüzü, Handüzünün bir oldu gecesiyle gündüzü. Sonra olayı bütün dünya basını yazdı, Yazılanlara tanık olmayan inanmazdı. Tanıdı yedi iklim insanını köyümüz, O gün yüz yüze geldi yüzlerce yabancı yüz. Ki içlerinde bilim adamları çok idi, Kimi zoolog kimi antropolog idi. Olayı didik didik edip irdelediler; “Bu çağın tansığı bu yaratıktır”, dediler. Ve yine dediler ki: “İnsan insanı aştı, Doğa da insana bu yüzden yabancılaştı. Ve bu yüzden giderek için için ölecek 295 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 “Geride acı sarı bir natürmort kalacak.” Ön sıradan aksaçlı bir adam söz istedi, Foruma başarılar dileyip şöyle dedi: İnsan ki kendine zıt bir yörüngeye girdi Çevresini eliyle cehenneme çevirdi. Omuz omuza iki zorba, akıl ve bilim Doğruyor bindiğimiz dalları dilim dilim. Bu iki terörcüdür şimdi doğaya kıyan, Yakıp yıkıp yok edip yenmeyi yengi sayan. Bir çözüm bulmak için bu amansız yıkıma, Altı kuş yavrusunu aldık yoğun bakıma. Altısının da birdi ağırlığı ve boyu, Altısının soyu, “Turdus Merula” soyu. Üçünün hormon ile harman ettik yemini, Gördük o bireşimli özdeğin depremini. Üçünün yemine de biraz “akgübre” kattık, O deneyim ile de çocukları ağlattık. Çünkü öldü, uçmayı tadamadan üçü de, Üçü ise büyüdü ürkütücü ölçüde. Bir yıl sonra üç kuştan üç yavru daha aldık, Aynı süre sonunda dehşet içinde kaldık. Bunlar kuş değil artık birer canavar idi, Her biri besili bir malak kadar var idi. Bu altı canla başa çıkmak baktık ki çok zor, Bir tanesi günde beş-altı kilo yem yiyor… Dördünü “kesin” diye komşuya verdik, Birini de ünlü bir zooloğa gönderdik. Ne ki, bir kurt sesiyle uluyan bu vahşi kuş Aile için başlı başına sorun olmuş. Bir akşam karı koca, “Bir yoklayalım”, derler Banliyöde oturan kızlarına giderler. Evin dilsiz uşağı yalnız kalır… O gece, İpini koparan kuş, kaçıp gitmeden önce Saldırıp yeri göğü birbirine katıyor, Bakarlar, kan içinde, uşak ölü yatıyor. Ertesi gece biz de korku ile uyandık, Paramparça bir ses ki gök yırtılıyor sandık. Koşup baktık ki camdan, kuş dışarıda duruyor, 296 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Gözlerinin ışığı pencereye vuruyor. Durumu telefonla açıkladık polise, Şimşeğin geceye sık sık çizdiği kuş ise Duyana kadar motor sesini orda durdu, Toprağı eşip eşip sağ sola savurdu. İnip bir baktık ki sac-kazarma “enşer menşer(14)”, Bir yıkıntıya dönmüş kuşun bağlandığı yer; Urgan kopuk, su küpü devrik, yem kabı haşat, Kırık dökük duruyor yerde takım-taklavat. Günlerce korku çektik ha geldi ha gelecek Diye, vurulduğuna tanık oluncaya dek. SONUÇ Şiir hiç şüphesiz insan yaratmalarının en nadide örneklerinden biridir. İnsan yaşadığı büyük felaketlerde, savaşlarda, yıkımlarda; mutlu anında, heyecanlandığında vb. durumlarda ilk önce şiirle dile gelir. Çalışmamızda Doğu Karadeniz’in Rize ve Artvin illerinde avcılar için belki de en önemli av kuşu olarak kabul edilen karakuşun şair Hasan Çelebi’nin Karakuş Destanı adlı şiirinde destani bir havayla nasıl vücut bulduğuna ve ardından bu efsunlu kuşun başından geçen bir av sahnesinin peşi sıra yaşanan olayların hayvan benzetmecesine bağlı köy seyirlik oyununa nasıl dönüştüğüne tanık olduk. Her gelen yeni neslin kültüründen, gelenek-göreneklerinden biraz daha kopuk yaşadığı aşikârdır. Gurbette olma, yoğun iş temposu, bayramlarda memlekette olamama gibi meseleler bu kopukluğu daha da çok perçinlemektedir. İşte böyle bir dönem içerisinde bölge insanının tepkilerini, heyecanlarını, kurnazlığını, parlak zekâsını, samimiliğini vb. özelliklerini birebir yansıtan bu şiir metninin kurgulanarak sahnelenmesi çok önemlidir. Birlikte vakit geçirme, geçmişi anımsama, kültür öğelerinden haberdar olma duygularını yansıtan; kışın mahallelerde, kahvehanelerde, yazınsa sahil kenarlarında ve yaylalarda oynanabilecek bu oyunun vakit kaybetmeden tanıtılması ve yaygınlaştırılması gerekmektedir. Bunun için oyunların dijital araçlarla (fotoğraf makinesi, kamera vb.) kayıt altına alınması ve internet üzerinden paylaşılması; il/ilçe belediyelerine, il/ilçe kültür ve turizm müdürlüklerine ve çeşitli derneklere ulaştırılması oyunun daha geniş kitlelere nüfuz etmesi bakımından önem arz etmektedir. Bunların yanında oyunda kullanılan şiir metni profesyonel gözler tarafından incelenir, bir tiyatro metni hüviyetini büründürülebilir297 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 se yalnızca evde, sokakta, düğünlerde değil; okullarda, üniversitelerde ve en önemlisi geniş kitlelere hitap eden tiyatro sahnelerinde de oynanabilir. NOTLAR 1) Güme: Mevzi 2) Kitsa kitsa: Düşen kar tanelerinin tınısı 3) Meterez: Mevzi, metris 4) Szivili da szivili: cıyak cıyak 5) Burbu: Yarasa 6) Cibgirluk: Uyanıklık 7) Klunz etmek: Yemeği nefes almadan mideye indirmek 8) Lenger: Leğen 9) Kalaman: Çarık 10) Szuğa: Çapula. 11) Ekole mundikala: Poposunun orda. 12) Beharli: Baharatlı 13) Daraba: Tahtadan örülmüş evin içerisinde yer alan duvar. 14) Enşer menşer: Dağınık KAYNAKLAR Yazılı Kaynaklar And, Metin (2014), Başlangıcından 1983’e Türk Tiyatro Tarihi, İstanbul: İletişim Yayıncılık. Çelebi, Hasan (2000), Mağara Resimleri, Ankara: Günce Yayıncılık. Ekici, Metin (2004), Halk Bilgisi (Folklor) Derleme ve İnceleme Yöntemleri, Ankara: Geleneksel Yayınları. Elçin, Şükrü (1981), Halk Edebiyatına Giriş, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları:365, Türk Halk Kültürü Eserleri Serisi: 10. TDK, Türkçe Sözlük (2011), Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Sözlü Kaynaklar KK-1: Hamit Alper DEMİRKAYA, Ortahopa Mahallesi-Hopa/ARTVİN, 59, Emekli. (Hopa, 2015). KK-2: Atilla HALİLAĞAOĞLU, Ortahopa Mahallesi-Hopa/ARTVİN, 75, Emekli. (Hopa, 2015). KK-3: Naşit Alp DEMİRKAYA, Ataşehir/İSTANBUL, 35, Turist Rehberi. (Rize, 2015). 298 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 TRABZON FOLKLORUNDA DEĞİŞMEYEN RİTÜELLERDEN KINA GECESİ Henna Nıght, One Of The Unchanged Rıtuals Of Trabzon Culture Enver UZUN* ÖZET Türk kültüründe olduğu gibi Trabzon sosyo-kültürel yaşamının bir parçası olan halk eğlenceleri içerisinde kına yakma ile ilgili geleneksel eğlencelerin önemli bir yeri vardır. Kına geceleri bahtların açılacağı, özlemin son bulma anı olarak manevi yoğunlukta kutlanan bir gecedir. Bir yandan kavuşma, diğer tarafta ise ayrılma gibi zıt duyguların karışıp harmanlandığı bir gece olarak dikkati çeker. Kına gecesi söylenen kına ağıtları da tıpkı ölüm ağıtları gibi belli bir tören ile icra edilirler. Trabzon yöresinde “kına gecesi” ya da “kına düğünü” şekillerinde bir adlandırma ile gerçekleştirilmekte olan kına yakma merasimi yörede genel olarak kadınlara özgü bir gelenektir. Bu gelenek Trabzon köylerinde değişiklik gösterse de genel anlamda ortak bir karakter taşır. Anahtar Sözcükler: Kına, kına gecesi, gelin ağlatma, kına yakma, ritüel, gelin. ABSTRACT Like Turkish culture, applying henna has a great importance in folk entertainments,which are parts of Trabzon culture socio-cultural life. Henna night is celebrated with the hope of fortune for marriage and end of the longing. It has two opposite feelings, are of them is getting back together, other one is separation. Like death wail, henna wail is done in a ceremony at henna nights. In Trabzon Region, it is called “henna night” or “henna wedding” and it is a tradition generally for women . Though this tradition has some varieties in Trabzon villages, generally it has the some characteristics. Key Words: Henna , henna nights, make the bride cry,applying henna, rıtual, beride. GİRİŞ Türk kültüründe olduğu gibi Trabzon sosyo-kültürel yaşamının bir parçası olan halk eğlenceleri içerisinde kına yakma ile ilgili geleneksel eğlencelerin önemli bir yeri vardır. Geleneksellikten kutsal inanca yönelik bu işlemin önemine binaen yüzyıllardır değişime uğratılmadan yaşatılmaya devam et* Dr. Araştırmacı, TRABZON / TÜRKİYE 299 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 mektedir. Kınanın tarihi gelişimi antik devirlere kadar iner. Eski Mısır’da, mumyaların tırnaklarının kınalanması kınanın çok eski devirlerden beri kullanıldığının bir göstergesidir. “Eski Türkler kınayı, veba hastalığına karşı ve boya maddesi olarak kullanmıştır. 15.-19. yüzyıllar arasında; balgam, baş ağrısı, nezle, göz ağrısı, çocuklarda çiçeğe karşı ve de ateşli hastalıklarda kullanılan kına, bazı saray ve attariye defterlerinde başköşeyi işgal etmiştir”. (Erdemir,1987:156-157-158). Günümüzde Trabzon yöresinde halk tababetinde saçların güçlendirilmesi ve canlılıklarının korunması, egzama ve değişik deri hastalıklarına karşı kullanılmaktadır. Batı Azerbaycan şehirlerinden Merend’de kızamık döken çocukların iyileşmeleri için bedenlerine kına sürülür. Bu gelenek Türk kültürü içerisinde de geçmişten günümüze yaşatılarak getirilmiştir. Kına yakmak Türk kültüründe manevi anlamda oldukça riayet gösterilen bir algılayıştır. Kına aynı zamanda temizliğin, saflığın, iyi niyetin simgesi olduğundan geline kına yakma coşku ile kutlanır ki, bu kına yakma olayının taşıdığı manevi inanış gereğidir. Türk halk yaşamında kınanın kesilecek kurbana, askere giden delikanlılara ve damat / geline kına yakılırken; Azerbaycan Türklerinde yeni yılın girişinden bir önceki akşamdan uyuyan çocukların ellerine kına yakılır. Kınanın taşıdığı manevi yoğunluk nedeniyle ele kına yakılması olayı sıradan bir işlem olarak görülmez. Özellikle dindarlar arasında kınanın cennet nişanesi sayılması nedeniyle sevabının çok olduğuna inanıldığından ve peygamber efendimizin sakalına zaman zaman kına sürdüğüne olan inancın gereği mistik bir yaklaşımla ağır hasta yaşlıların el ayaklarına kına sürülür. Kına özel zaman ve günlerde ele yakılır. Bunun için mutlaka bir şenlik düzenlenerek, büyük bir coşkuyla bu işlem gerçekleştirilir. İnsan yaşamının en önemli dönüm noktalarından birisi olan düğün merasimlerinin en önemli kısmını şüphesiz kına geceleri oluşturur. Esasında Türk kültüründe en yaygın olan geleneklerden birisi hiç şüphe yok ki, kına yakma geleneğidir. Zira Türk Halk Kültüründe kına yakılan gelin damada, kına yakılan koç Allah’a, kına sürülen asker ise Orduya atanır. Gelinin eline kına yakma olayı geleneksel bir eğlence ile gerçekleştirilen bu geleneksel ritüel Türk kültüründe en yakın ortak geleneklerden birisidir. Türkiye’nin çeşitli yörelerinde birbirine yakın adlar verilen bu geceye, Bursa’da “el kınası”, “has kınası”, Malatya’da “gelini kınaya çekme”, Muğla’da “kına düğünü”, Uluborlu’da “kına basma”, Ünye’de “baş bağlama” (ER,1982:157), Taşeli’de “gelin okşama” (Soylu,1987:9), Emirdağ’da “kızbaşı” (Yaldızkaya,1986:44), yaygın olarak da “kına gecesi” gibi adlar verilmekte; 300 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Türkiye dışındaki Türklerden Azerbaycan Türklerinde “kına yaktı gecesi” (Çelik,1995:109), Romanya’nın Dobruca bölgesinde yaşayan Tatar Türklerinde ise “kına toyu” (Önal,1998:132) denilmektedir. “Hana / hına / ağalaryan, Trabzon yöresinde “kına gecesi” denir ki, kına geceleri genellikle gelinin yaştaşları tarafından yürütülen neşeli ve çok sesli ve renkli bir gecedir. Geceye kına gecesi denilmesinin nedeni bu gece gelinin eline kına yakılması (Konulması) dır. Bu mahiyet itibarıyla bazı yörelerde eskiden kına gecelerinin üç gün üç gece sürdüğü (Karadağ mahallinde) ve daha sonra bu sürenin iki gün iki geceye ve nihayet bir gün bir geceye indirildiğini görmekteyiz. Kına gecelerinde ele kına sürme olayı “kına yakmak olarak adlandırılır. Bu özel gecede düzenlenen şenlik ve eğlenceler düğünlere ayrı bir renk cümbüşü katarlar. Bu durum aynı zamanda toy öncesi ilk ciddi ritüel tecrübesi olarak da algılanabilir. Kına gecesi kadınlar ay şeklinde ateşin etrafındaki yerlerini alır, “asenek” adı verilen türküler söyleyerek raks ederler. Zira bu gecede kına yakma törenine katılan genç kızlar da bahtlarının açılması düşüncesiyle gelinin kınasından kendi ellerine yakarlar. Kınanın baht açıcılığına olan manevi inanç nedeniyledir ki, kına olayı erkeklerin, damadın da eline kına yakıldığı görülür. Azerbaycan Türklerinde damadın eline de kına yakıldığını görürüz. Hatta kızlarda olduğu gibi erkek çocuklar damadın eline yakılan kınadan alarak kendi ellerine kına yakarlar. Kına geceleri bahtların açılacağı, özlemin son bulma anı olarak manevi yoğunlukta kutlanan bir gecedir. Bir yandan kavuşma, diğer tarafta ise ayrılma gibi zıt duyguların karışıp harmanlandığı bir gece olarak dikkati çeker. Kına gecesi söylenen kına ağıtları tıpkı ölüm ağıtları gibi belli bir tören unsuru taşır. Trabzon yöresinde “kına gecesi” ya da “kına düğünü” şekillerinde bir adlandırma ile genelde düğünden bir gün önce gerçekleştirilmekte olan kına yakma merasiminin eskiden şehir içerisinde özellikle Faroz’da Çarşamba gününden başladığı görülürdü ki, bu gece de kına yakma olayı gerçekleştirilmeyerek sadece gelin ağlatma gerçekleştirilirmiş. Kına geceleri yörede genel olarak kadınlara özgü bir gelenek olduğundan bu törenlere erkekler katılmazlar. Çalgıcıların daha çok erkeklerden olması nedeniyle bu düğünlere çalgıcı da alınmaz. Ancak Şalpazarı’nda son zamanlarda kına gecesinin açık alanlarda erkek ve kadınlarla beraber yapılması kına gecelerinin renklenmesini sağlamıştır. Gelinin süslenmesi özel bir dikkat ve beceri gerektirir. Eskilerde günümüzdeki gibi özel kuaförler yoktu. Bu nedenle gelinin süslenmesi ve kına yakma merasimi için tecrübeli ve becerikli birisi görevlendirilirdi ki, bu kadınlar 301 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 genelde yeni gelinler olurdu. Halk arasında “yüz yayıcı“ adı verilen becerikli bu kadın kızın kaşlarının alınması, gözlerine sürme çekilmesi, yanaklarına budra ve allık sürülmesi duvağın saçlara takılması, kısaca kızın gelin olarak hazırlanmasını üstlenirdi. Damat tarafı kız evine kına getirirken takı ve ayrıca elbise de getirirdi ki, kına gecesi geline giydirilen elbiseye “kınalık” adı verilirdi. Kına / kınalık elbisesi köy ve kazalara bağlı olarak değişiklik göstermesine rağmen genelde sarı eşarp, eşarp üzerine pullu bir eşarp, beyaz kazak pembe ya da beyaz, kırmızı renklerde elbise, beyaz ayakkabı, beyaz gelinlik kullanılırdı. Şalpazarı’nda gelin adayına kına yakılmadan önce yüzü kırmızı bir örtü ile örtülür. Trabzon’un bazı kazalarında yaygın bir şekilde gelini nazardan, kötülüklerden korumak, kuvvetli, güçlü olmasını sağlamak için gelinin beline kırmızı bir kurdele bağlanır ki, bu kurdeleye Maçka yöresinde “Gayret kuşağı“ adı verilir. Esasen gelinin başına atılan örtü ve bele bağlanan kırmızı kurdelelerin kullanılması eskiden ateşin kırmızı renkle sembolize edilmesi ve ateşin Türklerce temizlik gücü taşıdığına inanılmış olmasından ileri gelmiştir. Kırmızı varlığın, cismin rengini ve varlığın hassasiyetini bildirir. ” Bazı Türk minyatürlerinde savaş sahnelerinde savaşçıların başlarında ak-kırmızı (Güneş rengi) bayraklar asmışlardır. Bu bayraklardan ak olanları Ülgen’in, kırmızı olanları ise Güneşin rengidir. Şamanlar dua zamanı çadırlarına dikmiş oldukları uzun sırığa ak ve beyaz bez parçaları asarlarmış, hiç şüphe yok ki, asılan bu renkler mukaddes imiş.” (Seyidov, 1989:156, 418). Ak renk, Türk mitolojisinde dünyanın yaratıcısı “Ak ana“nın rengidir. Ona göre de ak sözü Türk dillerinde kutsallık, paklık, temizliğin simgesidir. Türk mitolojisinde Kırmızı ve Ak rengin çok ayrı bir yeri vardır. Dolayısıyla bu mifik tefekkür anlayışın bir sonucu olarak gelin duvakları, ayakkabıları ve kazağı beyaz, bele bağlanan kuşaklar, elbiseler kırmızı renkli olarak seçilmektedir. Kız tarafından yakın akrabalar ve damat tarafından “kına gecesi”ne davet yapılır ki, Trabzon yöresindeki bazı köylerde zaman zaman kız evi gibi oğlan evinde de kına merasimlerinin yapıldığı ve damada da kına yakıldığı görülmüştür. Kına gecesi için davetler genelde bir gün önceden yapılırdı. Sonradan kına gecesine çağırma işleminde davetiye kartı ya da çikolata kullanılmaya başlandı. Şimdi ise bu gelenekler tamamen yok olmak üzeredir. Böylece akşam olana kadar bu işlemler tamamlanmış olurdu. Geline yakılacak kınanın hazırlanışı farklı heyecanların zirve yaptığı andır. Anadolu’da, oğlan evi tarafından alınmış kuru kına, oğlan evinde toplanan kadınlar tarafından kız evine götürülür. “Kına, gümüş veya bakır bir tas içinde “başı bütün” yani “başından ayrılık geçmemiş” bir kadın tarafından yakılır. 302 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Hem bereket dileği hem de kına yakılan kişiye baht açıklığı sağlamak amacıyla, gelinin sağ avucuna bozuk para veya altın konulur. Yakılan kınanın; sıvama, yüksük, burmalı, kedi pençesi, dilber dudağı, kuş gözü ve iplik kınası olmak üzere çeşitleri vardır. Kına, genellikle gelinin eline yakılmakla beraber; Erzincan’da gelinin eline ve ayak parmaklarına”(Kara,1995:143); “Güney Anadolu (Çukurova, Kenzin) yayla düğünlerinde ise, gelinin boynunun kütüğüne, yani ensesine de bir sıkım kına yakılır”. (Onuk,1995:186). Kına, kız evine düğünden bir gün önce getirilir. Kına bazen yoğrulmadan da toz şeklinde kınaya katılanlara dağıtıldığı olurdu. Düzköy’de eskiden nişan akşamı damadın ailesi gelin evine bir tavukla gelir, tavuk kabul edilince damat tarafından gelenler eve alınırmış. Akşam olunca kız evinde toplanılır ve şenlik kurulurdu. Kına hazırlanmasında ve gelinin eline konulması esasında dul ve başından iki evlilik geçmiş olan kadınlar geleneği bildiklerinden kına işinden uzak dururlardı. Bu törenlerde genelde şen ve şakraklığı ile tanınmış kadınlar görev alırdı. Söz konusu kadınlar değişik manilerle geceye katılanları eğlenceye davet ederdi. Kız yüzü kapalı olarak evin uygun yerine getirilerek ezgiler eşliğinde eline kına yakılırdı. Kına yakılma sırasında kız elini açmak için kardeşinden hediye talep eder. Sonra hediyesini alarak elini açar ve kına yakılır. “Gelinin eline kına koyma sırasında kızın elindeki kına içerisine kızın ağabeyi bir bozuk para koyar”. (KK-1) Akçaabat’ın ve Trabzon’un değişik köylerinde eskiden tane lira adlandırılan “çeyrek” ya da “yarımlık (tane lira)” adlandırılan altın para kullanılırdı. Bazı köylerde ise gelinin kına yakılan eli kestane yaprağı ile örtüldükten sonra beyaz bir yaşmak ile sarılırdı. Orada bulunan genç kızlar güzel bir kısmete istinaden, çocuklar ise sevap olarak geline ait kınadan ellerine koyarlardı. (KK-2) Akçaabat’ın Işıklar (Fisera / Visera) köyünde kızın annesi gelin adayı kızının eline kına koyar. Yine kısmet açılması düşüncesiyle genç kızlar gelinin duvağından simli tellerden çekip alırdılar. Merkez Kireçhane Köyü’nde, Düzköy’de ve Akçaabat’ın bazı köylerinde gelin ve orada bulunanlar için hazırlanan kına içerisine para atılırdı. Kına içerisine atılan parayı kim bulursa onun kısmetinin açılacağı inancı vardı. Şalpazarı’nda gelin adayı eline kına yaktırmadan önce kaynanadan türkü söylemesini talep eder ve bahşiş almadan kına yakılması için elini açmaz. Gelin orta edilme âdeti de vardır ki, geleneklere göre gelini ortaya getiren “yüz yayıcı (yenge)” adı verilen kadın bir bakır tas alarak geceye katılanlar arasında dolandırır ve davetliler gönüllerince bu bakır tasa bir miktar para atarlar. Yenge bu para dolu tası gelinin kucağına bırakır ve gelinin yakınları gelinin başına hediye olarak çember atarlar. Gecenin sonunda para tası yenge 303 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 kadına, çemberler ise geline kalırmış. (KK-3) Daha sonra kaynana olacak kadın tarafından hediye verilmek suretiyle (Bu bir yüzük, bilezik ya da altın kulplu lira olabilirdi) kızın duvağı geri atılarak alkışlar eşliğinde kızın yüzü açılırdı. Gelinin sadece parmaklarının uçlarına kına konulur ki, buna da yörede “yüksük kınası“ adı verilir. Ayrıca bir de “tırnak karası“ vardır. Tırnak karası, kireç ve kurşun oksitten yapılan ve tırnakları ya da parmak uçlarını boyamak şeklinde yapılırdı. (KK-4) Şenlik mani söylemekte usta olan kadınlarca hüzünlü bir atmosfere çekilir. Akçaabat’ta bu hüzünlü duruma “gelin ağlatma“ ya da “kına türküsü“ adıyla meşhurdur. Kına ağıtlarının hepsi anonimdir. Yalnızca kadınlar tarafından, gelin kıza kına yakılırken ve genellikle sazsız, çalgısız söylenir. Kına ağıtları hiçbir zaman para karşılığı söylenmez. (Turan,1991:537). Kına gecesinde gelin ağlatma ritüelinde söylenen mani ve türkülerle gelinin ağlamaması yörede kızın kocaya gitmek için çok istekli olduğu şeklinde Trabzon yöresinde hiç hoş karşılanmayan bir davranış olarak yorumlandığından gelinler bir şekilde duygusal bir transformasyona girerek ağlarlardı. Bu bağlamda Akçaabat yöresinde şöyle bir söylence ile karşılaşırız: “Gelin ağlar yaşlı yalı, Gitmem diye sallar başı, Ağlama gelin ağlama, Sen gider gene gelirsin, Bir iken iki olursun… Dertlerini unutursun, Ağlama gelin ağlama”. (Alkaya,2000:120). ** Geline göre bir ana Ağlayaydi yana yana Geline göre pir poba Atini çeker kopa kopa. Geline göre bir kardaş Ağlayaydi yavaş yavaş Geline göre bir baci Ağlayaydi aci aci 304 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Geline göre bir teyze Ağlayaydi dize dize Geline göre bir hala Ağlayaydı dola dola. Ormandan kesdım sirani Hani gelinın yorğani? Ormanda kesdım funduğu Hani gelinın sanduğu? Ağlama gelin ağlama Giderde gene gelırsın Bir iken iki olursun. (KK-2) ……….. Ya da; Ağla gelinüm ağla Kınan kutli olsun Gidduğun yerlerde Tilun tatli olsun. Geline köre bir ana Ağlayaydi yana yana Keline köre pir kardaş Ağlayaydi yavaş yavaş. (KK-4) Maçka’nın Altındere Köyünden bu tür manilere bir örnek: Gelin ağlar yaşmak ister Atlar kişner koşmak ister Gelin ağlar yaşi yaşi Gitmem diye sallar başi Hani gelinin küçük kardaşi Büyük evin küçik kızı Anasını kızsız koydu Testisini susuz koydu!.. (Anonim) 305 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Gelin ağlatma merasimi sonrasında kına gecesinin en hoş olan eğlence bölümüne geçilir. Eskiden gramofon kullanılan törenlerde, güzel mani ve türkü söyleyen kadınların söyleyişleri ile, sonradan def, bakır güğüm ve maşrabadan oluşan ve “Güğüm dibi“ adı verilen ve maşrabanın güğüm dibine vurulması yoluyla çalınan bir çalgı türü oluşturulmuştu ki, bu daha ziyade kadın horonu sırasında mahir kadınlarca gerçekleştirilirdi. Usta bir kadın bakır maşrabayı ritimli bir şekilde bakır güğümün alt tabanına değdirerek davul ritmini çıkarmaya çalışırdı. (KK-4) Altmışlı yıllardan sonra Avrupa’ya giden işçilerin dönüşlerinde teyp getirmeleri sonucunda çıtçıtlı dikdörtgen teypler düğünlerin vazgeçilmez malzemesi olmuştur. Tonya Melikşah köyünde kına gecelerinde kemençenin de kullanıldığı da görülür. Böylece kına gecesi eğlenceli bir şekilde tamamlanarak gelin istirahata çekilirdi. Maçka Çeşmeler Köyü’nde eline kına konulan gelin elleri bağlı şekilde sabaha kadar uyumadan bekletilir. SONUÇ Toplumsal birlikteliğin sağlanmasında önemli bir faktör olan düğünler öncesindeki en önemli etkinlik olan kına geceleri, toplumsal hafızanın güçlendirilmesi kadar, toplumsal maneviyatın da şekillendirilmesinde ciddi anlamda bir rol üstlenir. Geleceğe, bahtın değişimine dair beklentilerin zirve yaptığı kına geceleri aynı zamanda kına yakılacak kızlar nezdinde bekar kızlar için de bir mesaj niteliği taşımaktadır. Sosyal yaşamın içerisinde geleceğe dair atılan ilk adımın ifadesi olan kına geceleri en azından düğünler kadar makbul kabul edilerek, coşkulu bir şekilde sabahlara kadar eğlenceli şekilde kutlanır. Bu ritüel geçmişe dair pek çok izleri beraberinde yaşatır. Bu bağlamda kına geceleri geçmişi günümüze bağlayan kültürel bir köprü oluşturur. Geçmişten günümüze ilk canlılığı ile bozulmadan getirilmiş olan kına gecesi örf ve âdetin, toplumda birlik ve beraberliğin korunmasında önemli bir faktör olarak kadınlara yönelik gerçekleştirilse de toplumun her kesiminde pozitif bir algı oluşturan önemli şenliklerden birisi olarak dikkat çekmeye; Trabzon folkloruna zenginlik katmaya devam etmektedir. KAYNAKLAR Yazılı Kaynaklar Alkaya, Gülhanım (2000), Trabzon Yöresi Ağıtları. (Basılmamış Y. Lisans Tezi) , Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 306 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Çelik, Ali (1996), “Trabzon, Bakü, Merv, Kızıl-Orda, Jambil, Gagauz Düğünlerinde Gelin- Güvey Motifi.” III. Milletlerarası Türk Halk Edebiyatı ve Folklor Kongresi Bildirileri. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayını. Er, Tülay (1982), “Kına Türkülerinde Evlilik Felsefesi.” II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri. IV. Cilt, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayını. Kara, Ruhi (1996), “Erzincan Düğünlerinde Gelin Güvey Motifi (Kına Gecesi ve Gelin Bağlama Töreni),” III. Milletlerarası Türk Halk Edebiyatı ve Folkloru Kongresi Bildirileri. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayını. Onuk, Taciser (1996), “Güney Anadolu (Çukurova, Kenzin) Yayla Düğünlerinde Kına Gecesi Geleneği” III. Milletlerarası Türk Halk Edebiyatı ve Folkloru Kongresi Bildirisi. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayını. Önal, Mehmet Naci (1998), Romanya Dobruca Türkleri ve Mukayeseleriyle Düğün Evlenme ve Ölüm Adetleri. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayını. Seyidov, Mireli (1989), Azerbaycan Halkının Soykökünü Düşünürken, Bakü. Soylu, Sıtkı. “Türk Folklorunda ve İçel’de Kına ve Kına Yakma.” İçel Kültürü, Sayı:2, 1987. Turan, Şükriye (1991), “Çukurova Kına Geleneğinde Ağıt Türküler”. II. Uluslararası Karacaoğlan-Çukurova Halk Kültürü Sempozyumu Bildirileri. Adana: Adana Valiliği Yayını. Uzun Enver (2009), “Bahtiyar Vahapzade İle Söyleşi”, Mortaka Dergisi, Sayı.12, Trabzon. Yaldızkaya, Ömer Faruk (1986), Her Yönüyle Emirdağ. Ankara: Aslımlar Matbaası. Erdemir (Demirhan), Ayşegül (1987). “Kınanın Türk Tıbbi Folklorundaki Yeri ve Modern Tıp Bakımından Bazı Sonuçlar.” III. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını. Sözlü Kaynaklar KK-1: Ayşe PERVANLAR, Düzköy /Çilekli 1919, okur-yazar değil. (Görüşme: 12.06.1996). KK-2: Haskız BAŞ, Akçaabat- Sarıtaş Köyü (Araklı doğumludur) 1927, okur-yazar değil. (Görüşme: 12.06.1995). KK-3: Sultan ÖZDEMİR, Kabasakal 1962, ilkokul. (Görüşme: 12.06.1998). KK-4: Ayşe UZUN, Akçaabat / Dumankaya Köyü 1928, okur-yazar değil. (Görüşme: 12.06.1990). 307 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 TÜRK HALKBİLİMİNİN OBJESİ OLARAK OYUN Play as Objects Of Turkish Folklore Prof. Dr. Kamil Veli NERİMANOĞLU* ÖZET Oyunların kökeni toplum hayatı, gelenek ve göreneklerle ilişkilidir. Oyunların doğa güçlerine veya mevcut insani güçlere karşı hazırlanma çabası, zihni ve fiziksel hazırlanmayı talep eder. Yaşam uğruna direniş ve var olma ihtirası oyunların özündeki direniş yeteneğinin zinde tutulmasıyla, insan ve toplum hazırlığıyla ilişkilidir. Oyunlar insanın birey olarak ilk estetik ihtiyacının dışa vurumu, sosyal ve psikolojik olarak olmazsa olmazıdır. Buna göre, çocukların en temel ihtiyaçlarından biri oyundur. Bu ihtiyaca bağlı olarak, dünyanın neresinde olursa olsun, çocuğun olduğu her yerde oyun vardır. Oyun, âdeta çocuğun hayatının amacıdır. Hayat ise bir nihayeti olan, doğumdan ölüme dek uzanan bir oyundur aslında. Dolayısıyla oyun; kültürün bir alt biçimi değil, kültürde önce var olan, kültüre eşlik eden ve kültüre damgasını vuran verili, kendiliğinden bir yaşantıdır. Anahtar Kelimeler : Oyun, kültür, halkbilimi ABSTRACT The origins of the games are associated with community life, traditions and customs. The forces of nature, or of the existing humanitarian effort to prepare against the forces of the mind and the physical demands to get ready. Life has no ambitions for the sake of resistance and resistance capabilities inherent in the game by keeping fit is related to the human and social preparation. Games are a manifestation of the first aesthetic needs of people as individuals, is the sine qua non of social and psychological. Connected to this need wherever there are children in the world there are also games. Game is, so to speak, purpose of a child’s life. Infact, life itself is a circular play, which has a beginning and an end; starting from birth and continuing till death. Therefore, as existing before culture did, accompanying it and leaving its mark on it, game is a given, spontaneous experience; not a subbranch of culture. Key Words: Game, culture, folklore * İstanbul Aydın Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı. 308 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 GİRİŞ Oyunların kökeni toplum hayatı, gelenek ve göreneklerle ilişkilidir. Oyunların doğa güçlerine veya mevcut insani güçlere karşı hazırlanma çabası, zihni ve fiziksel hazırlanmayı talep eder. Yaşam uğruna direniş ve var olma ihtirası oyunların özündeki direniş yeteneğinin zinde tutulmasıyla, insan ve toplum hazırlığıyla ilişkilidir. Av ve avlanma, aile, akraba, daha sonra ülke ve devlet sınırlarının savunulması, yaşam için yeni alanların (otlak, av alanı, yerleşim vs.) fethedilmesinin bir gerekçesi ve aracı da oyunlardır. Oyunların yaşlılar arasında ve sonraları çocuklar ve gençler arasında yaygınlaşması örf- adet, gelenek- görenek olmakla beraber hem de bir eğlence olması; insanın insan olmasının belirtilerinden birisidir. Homosapiensin (düşünen insanın) oyun oynaması, onun kurgulama ve yaratıcılık yeteneğinin ortaya çıkması ve halkbilimi veya folklor oyunlarının geleneği yönlendirmesinden başka bir şey değildir. Oyunlar insanın birey olarak ilk estetik ihtiyacının dışa vurumu, sosyal ve psikolojik olarak olmazsa olmazıdır. Mesela, Nevruz’da Azerbaycan Türklerinin oynadığı bir oyun o toplum ihtiyacının göstergesi olarak ibretlidir. Gece- gündüz eşitliği yılın yeni gününde insanın ve toplumun yenilenme ihtiyacı “Bey- vezir” oyununda gerçekleşmiştir. Yaşlıların yılda bir defa oynadığı bu oyun toplumun kendi kendisini soruşturma faaliyetidir. Bütün resmi görevlerin iptal edildiği o gün (yahut üç gün, bazen yedi gün) köy veya mahalle kendisine yeni Şah- vezir, vekil, cellat, icraatçı seçer. Bu seçme işlemi aslında toplumun demokratik içgüdüsünün ve adalet arayışının oyuna yansıyan ifadesidir. Toplumun bir yıllık faaliyeti değerlendirmesi çalıştırmaktan, tövbe etmeye kadar geniş şemsiyeli olup bir yıllık yönetimi tam değerlendirmeye hizmet eder. Kırk sopa yiyen rüşvetçi şah veya adaletsiz vezir, fırıldak imam ve öğretmen, becerisi olmayan hekim veya hakimin aldığı ceza veya ödül gelecek yılın yönetimi veya idarecisi için ibretlik anlamlar taşır. Bu oyunu çocukların oynaması toplumsal eğitim ve öğretim sisteminin hayat biçimi olarak topluma enjekte edilme süreci olarak değerlendirilir. Bu bir oyun olsa da, ciddiyeti ve önemi sağlıklı ve adaletli toplum değerleri ile ölçülen değişimin ve dönüşümün tezahürüdür. Totaliter yönetimden demokratik yönetime, zorbalıktan adalete erişmenin yollarından, çabalarından biridir. Daha fazla çocukların oynadığı savaş, kaçak, efe oyunları fiziksel hazırlık 309 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 girişimi ile beraber dost- düşman, bizden- öteki, yakın- uzak kavramlarının düşüncede belirlenmesidir. Kız çocuklarının kuklalarla, erkek çocukların silahla oynaması; kız çocukların sek sek oynaması, erkek çocukların top kovalaması veya fiziki göç, feraset talep eden oyunlar oynaması, bir cins ayrımından daha fazla insanın içgüdülerinin sınıflandırılması eyleminin ifadesi olarak değerlendirilebilir. Karagöz tiyatrosundaki oyun geleneği veya Nasreddin Hoca fıkralarındaki mantığa dayalı oyun unsurları halk oyun kültürünün ifadesidir. Eğitim sisteminin sınanmış araçlarından biri olan oyunlar, öğrenimin en doğal yol ve usullerini kapsamaktadır. Oynaya oynaya öğrenmek, öğrene öğrene eğlenmek ilkesi matematiği, grameri, karmaşık sistemleri algılamakta önemlidir. Satranç oynamak, düşünmek, oyun kurmak, taktik ve strateji geliştirmek kültürünün oluşmasında oynadığı rolün ispata ihtiyacı yoktur. Her oyun bir sistemdir. Bu sistemin kapalı veya açık olması oyunun doğası ile ilişkilidir. Aynı zamanda her oyun modeldir. Bireyin davranış formülü veya toplum alışkanlığı diyebileceğimiz bu model yaşam felsefesinin temellerinden biridir diyebiliriz. Spor faaliyetleri, olimpiyatlar, yarışlar oyunlarla gerçekleşir, oyunların aracılığıyla sabitleşir ve asgari eğitimden zihni öğretime, psikolojik hazırlıktan sosyolojik kuramsallaşmaya götüren çok şeyin kaynağı ve aracı oyunlar olabilir. Oyunların üniversal özellikleri, onları dünya çapında insanlık için etkin kılar. Milli veya mahalli oyunlar oyun zenginliğinin ifadesi olarak yaşar. Unutulan oyunlar unutulan tarihtir. Oyun hafızası insanlığın hafızasıdır diyebiliriz. Bunları belirtmek, bireyin ve toplumun; folklorda, dilde muhafaza olunan, kodlarıyla yaşayan ve yaşatan değerlerini üstüne basa basa göstermektir. Geleneksel milli oyunların unutulması mankurtlaşmadan, kültür asimilasyonundan, manevi degradasyondan başka bir şey sayılmaz. Oyun arketiplerinin bir anlamlı olmaması eski kültür senkretizminin bir ifadesidir. Oyunlarda yaşayan bireysel ve toplumsal yaşam, mücadele biçimlerinin varoluşunun temellerinden biri olması ayrı bir inceleme konusudur. Biz Türk gelenek ve göreneklerinde merasim ve inançların da yaşayan oyunların sisteminin, bu sistemin unsurlarının, sosyal ortamının, tarihsel menşeinin, gelişme sürecinin, halkbilimi ve folklor için değil, Türk kültür sisteminin bütün olarak öğrenilmesi, araştırılması, algılanması ve korunması için temel koşullardan biri saymaktayız. Türk folklorunun dünya kültürüne getirdiği değerleri saptamakta oyunların ciddi bir işlev taşıdığına inanıyoruz. Bu bakımdan da oyunların yalnız tas310 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 viri, tarihi ve karşılaştırma yöntemleriyle değil aynı zamanda semiyotik bakımdan, sanal soyutlaşma ve modelleşme bakımlarından da araştırılmasının vazgeçilmez olduğunu düşünenlerden biriyim. Her oyun bir göstergeler dizgisidir. Aynı zamanda her oyun bir gösteridir. Bu gösterinin aktörleri onun oyuncularıdır. Oyunun şartları taraflar (iki kişi ve daha fazla olursa iki taraf) için eşteştir. Aynı koşullarla oyun başlar. Bazen zaman ve mekanca sınırsız oyunlar top, figür, taş vs. üstünlükleri biter. Oyunun taraflardan birinin zaferi ve diğerinin yenilgisi ile son bulur. Oyunların bir kısmı berabere de bitebilir. Seyirci ise bu sistemin dışında ya da içinde olabilir. Her oyunun kendi kodları vardır. Göstergebilimin objesi olarak oyun kodları önem arz etmektedir. Göstergebilimin (sembollerin) toplamı ve oyunun kurallar sistemi ile ilgili bilgi işlenme korunma için kodlaştırılır. Her bir kod oynanan oyunun kuralına uygun bilgi unsurları, anlam ve ifade planlarının taşıyıcıları olarak faaliyet gösterir. Bu anlamda her oyun bir metindir. Somut ortamda genel kurallar toplusu ayrı ayrı sınıfların tiplerini ve bu tiplerin anlamlarını belirler. R. Barthes, oyun metnindeki kapsamı metne yerleştirmiş ve kültür seslerini iki gruba ayırmıştır: 1. Hermenutik, 2. Konnativ, Referentiv, Sembolik. Her oyunun kendi kod sistemi mevcuttur. Satrançtaki kod sistemi statüyü,değeri, manevrayı zamanlamayı dikkate alır. Oyunların birçoğunda kuralları denetleyen tarafsız hakemse, bu kuralları ve kodları bilen ve koruyan oyuncuların kendisidir. Oyuncular hakemin verdiği cezayı hak etse de etmese de hakemin kararı tartışılmaz çünkü oyun içinde hakemin kararı kanundur. Toplumdan alınmış bu formül oyunda tekrarlanmakla gerçekleştirilir. Gerçeğin kopyalanmasından onun taklidine geçme, insanın dünyayı sözün egemenliğine sokma çabasından başka bir şey değildir. Rönesans’tan başlayan bu eylemi J. Bodriyar ve başka postmodernistler Latince “simulacrum” kelimesi ile ifade etmişlerdir.1 Üç anlam taşıyan (benzerlik, imge ve kabus) bu terimi J. Bodriyar dört tipe ayırmıştır: 1. Gerçekliğin yapısını bozar, 2. Obje kendisini yansıtır; 3. Dizisel form (biçim) olur, 4. İkili karşılaştırma formülü olarak kodun sabitleşmiş şekli olabilir.2 Bu tip ardıcıllık ve algılama dört merhaleden geçer: Yansıma-- Maskeleme, Saklama-- Gerçekliği tamamen saklama-Gerçeklikten tam kopma. 1 Postmodernizmin En Yeni Felsefe Sözlüğü (Rusça), Minsk, 2007, s. 58- 65; 550 - 565. 2 a.g.e. s. 550- 565. 311 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Hayatın oyunla eşleştirilmesi ve sanal olanın gerçeğin yerine geçmesi oyunlarda açık şekilde kendisini göstermektedir. Bunun aşırı şekli kumar oyunlarıdır. Çağdaş dünyamızda yüz seneden fazladır oynanan futbol oyunu milyonlarca insanın eğlencesi ve yaşam tarzını belirleyen önemli sosyal ve psikolojik etkendir. Futbolun spor düzlemi değil, küresel bağımlılık ve ihtiras düzlemi, onun göstergebilimsel obje olarak analizi oyun teorisi açısından önem taşımaktadır. Rus semiyotik uzmanı V. Rudnev futbolun erkeklik sublimasyonunu cinsel olarak açıklar. Ayaklar - erkek cinsel organı, kale kadın cinsel organı, top sperm, kaleye atılmış gol, kadına kavuşma işlevidir. Hayır ve şerrin, bizimki ve ötekinin mücadelesi olarak futbol açıklaması, futbol oyununun dramatikliği, güzelliği, enerji akışının diyalektiğini göstermesi ve mücadele ihtirasını parlak şekilde ifade etmesi kuşku doğurmaz. Futbol terminolojisi özel bir koddur ve onun inceliklerini, argoya kaçan anlamlarını futbol meraklıları bilir. Sosyal tatminkarlık açısından da futbol dikkat çekmektedir. Vatanı İngiltere olan bu popüler oyun sosyete oyunu olarak başlasa da hızla toplumun her kesiminin beğenisini kazanmıştır. Her takımın on bir kişiden oluşması, on bir rakamının büyüsel olması ilişkilidir. Bir numaranın kaleci olması dışında kurgu çeşitli varyasyonlarla oluşturulabilir. Eski Roma’da gladyatörlerin savaşını hatırlatan futbol yarışmalarının büyük rağbet görmesi yalnız seyircilerin adrenalini ile bağlı değildir. Hayatın modeli olan futbol diğer oyunlar gibi hayatı ve mücadeleyi yansıtmaktadır. Hayat mücadele olduğu gibi oyun da mücadeledir diyebiliriz. Şu tespiti de yapmak gerekir ki, Amerika’da, kıtanın beyazlar tarafından istilasından sonra, kölelerin birbirine kırdırılması, beyaz sahipleri için bir zevk kaynağı olmuştur. Bu boğuşmalar yavaş yavaş spora evrilmiş ve oyun niteliği kazanmıştır. Hakemin yetkileri ve hareketleri özel semiyotik sistemdir. Oynamayan hakem ve yan hakemlerin cezalandırma yetkisi, sarı ya da kırmızı kart gösterebilmesi; gerekirse oyun durdurma yetkisi, onların denetimsiz olduğunu göstermez. Haksızlık eden, adil olmayan, ciddi yanlışlara yol açan hakem belli bir zaman içinde uzaklaştırılabilir. Futbol oyununda sistem dışı olsa da, oyun sistemini etkileyen önemli olgulardan biri seyircilerdir. Kendi oyuncularının alkışları, ritmik sesleri ve hareketleri ile ruh katılan seyirci ordusu, kendi seyrinde ve kendi stadyumunda ya da deplasmanda takımına da o gücü yansıtır. Holiganlık, arbede, kavgalar 312 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 ve bazen ölümle sonuçlanan gerginlik, futbolun misyonuna yakışmasa da sık rastlanan olumsuzluklardır. Futbolu göstergeselliği basit bir kavram değildir. Bu karmaşık oyun sisteminde mevcut fenomen özellikler araştırma olarak dikkat çekmektedir. Satrancın entelektüel oyun olarak dünyada şöhret kazanmasında R. Fischer’in hizmetleri büyüktür. Fischer şahsi bir dava ya da ego gösterisi olarak değil, insanlığın; bilgelik, akıl, irade ve azim isteyen bu eski oyununa layık olduğu kıymeti vermek mücadelesindeydi. Bu mücadelede satranç layık olduğu zaferi kazanabildi. 1970’li ve 80’li yıllarda satrancın spor olmaktan ziyade politik, diplomatik boyutlara girmesi, oyunlar tarihinin en büyük olaylarından sayılabilir. Bilgisayarla insanın satranç oyunu hakkında da denilebilecek söz çoktur. Bir cümle ile söylemek gerekirse denilebilir ki; robot bilgisayar hiçbir zaman insanı yenemeyecektir. Oyunları mevsime, bayramlara, özel günlere göre sınıflandırabiliriz. Özellikle Ramazan bayramı, nevruz ve doğum günü gibi zamanlarda oynanan oyunlar meşhurdur. Bu oyunların merasimlerle ilgisini, ayrı ayrı ritüellerle ilişkisini vurgulamak gerekir. Özellikle düğün merasiminin oyunları zengindir. Büyüklerin ve çocukların oynadığı oyunlar tarihi belleği soyu ve milli varlığı korumak niteliği de taşımaktadır. Türk merasim ve oyunlarının araştırma alanı oldukça geniştir. Günümüzde televizyon, radyo ve şovların oyun tecrübesini kullanması veya oyun kültürünü yenileştirmesi (kelime, spor, gelenek - görenek, sanatsal nitelikli oyunlar) bütün dünya halklarında gözlenen süreçtir. Burada aile ve arkadaş oyunlarını da vurgulamak gerekmektedir. Birlikteliği, samimiyeti ve ilişkiyi sağlayan bu oyunlar gelenekseldir. Askeri birliklerde oynanan oyunlar fiziksel erişkinlik, savaş (hamle, savunma, askeri istihbarat…) amaçlıdır. Bahtin’in karnaval kültürü açıklaması, rejisörlerden A.Tarkovsky ve S. Paracanov’un filmlerindeki oyun kültürü yansımaları – unsurları kültür semiyotiğinde oyun sisteminin ifade varlığı olarak değerlendirilebilir ve araştırılabilir. Belki her şeye oyun açısından bakmak ve değerlendirmek kimilerine yanlış gelebilir. Biz bunun tersini düşünmekteyiz. Herkes kendi penceresinden dünyaya, tarihe ve insana bakar ve incelerse dünya, tarih ve insan daha derinden idrak edilebilir. Oyun teorisi nedir? Ayrı ayrı bilim dalları için oyunların önemi ve özelliği nelerdir? Oyunun kodları nelerdir? Bu sorulara genişçe cevap vermek imkân dışı olsa da, biz bazı bilimsel gerçekleri açıklamak zorundayız. Bunlar olmadan folklorda oyun probleminin 313 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 açıklığa kavuşturulması oldukça zor olacaktır. Bu açıklama belirsizliği gidermekle beraber oyunun menşeinin yapısını, işlevini, göstergebilimsel tabiatını açmaya ve onun halkbilimsel mahiyetini anlamaya yardım eder. İstatistik, ekonomide, sosyolojide, biyolojide, mühendislikte, yapay zekâ çalışmalarında, fizikte, siyaset biliminde oyun kuramı geniş şekilde kullanılmaktadır. Bu durumda matematiksel hesaplama stratejik durumlarda davranış biçimlerini belirler, rasyonel yön ve yöntem olarak insan ve insan dışı oyunları da oyuncuları da ciddi rol üstlenmektedir. Bu hesaplama düzleminde denge (mesel Nach dengesi) kavramı ve onun matematiksel model ve ölçütleri önem taşımaktadırlar. Bu kuramın en temel özelliği modelleştirmek ve rekabete bu ortam içinde kapı açmak ve uygun oyun modellerini hem gözlemlemek hem de denetlemektir. John von Neumann’ın, O. Mozgenstrern’in Theory of Games (Oyunların ve Ekonomik Davranışın Kuramı) (1944) kitabı ve Maynard Smith’in biyolojiye uygulanan kuramları önemlidir. Dünya televizyonlarının yarışma ve şov programlarında oyun izleri vardır. Oyun sürecinde uygulanan ve olasılıklara dayanan stratejiler ve denge noktasının yakalanması önemlidir. Oyun kuramındaki oyunlar listesinin (yaygın biçim, normal biçim, karakteristik işlev biçimi, bölme işlev biçimi) aynı zamanda uygulamaların ve meydan okumaların öğrenilmesi, insan ve hayvan davranışlarının yaygın çeşitlerini incelemekle matematiksel gösterimi (hamle veya strateji ve kombinasyonları) Halkbiliminin objesi olarak geleneksel – tarihi oyunların, entelektüel oyunların, eğitim – öğretim hedefli oyunların ayrı ayrı yöntemlerle araştırılması, oyun felsefesinin ve mantığının algılanması yorumlanması kuramsal bilim için de, günlük hayatımız ve deneyimlerimiz için de faydalıdır. Folklor merkezli incelemeleri de bu bilimsel arayış ve irdelemelerden ayırmak imkânsızdır. Kumar da bir oyundur veya oyunla sıkı biçimde ilişkisi olan bir kötü alışkanlıktır. Dini kitaplarda, özellikle Kuran’da yasaklanan günah olarak belirtilen kumarın edebiyat ve felsefe açısından da yorumu ve algılanması; onun toplum hayatından uzaklaştırılması adına olumlu etki bırakabilir. Kumar Şeytan işidir diyenler tamamen haklıdır. Biz kumarın din boyutları veya Freud, Dostoyevski yorumu üzerinde durmayacağız. Belki onlardan ilham alarak kendi düşüncelerimizi, özellikle oyun olarak kumar konusunu kısa şekilde olsa da paylaşmaya çalışacağız. Kumar, insan nefsinin çılgınlaşmasıdır. Kazanma ihtirası, para – servet 314 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 ihtirasından daha güçlüdür. Ne olursa olsun oynamak, kazanmak, kendi içindeki canavarı tatmin etmek kumarı bütün oyunlardan ve eğlencelerden ayırır. Kumar içinde aldatmayı, yalanı, zorbalığı saklı tutan insan zafiyetinden, iradesizliğinden ve açgözlülüğünden faydalanır; hüsranla, ölümle, trajediyle biter. Evet, kumar da bir oyundur. Fakat bu oyun insanlığın, insan gücünün, şeref ve liyakatının, aklının, biliminin, sanatının, her türlü kültürün kaybettiği bir oyundur. Şeytanın olduğu yerde kumar, kumarın olduğu yerde Şeytanın olması doğaldır. F. Dostoyevski’nin kendi duygularının canlı ifadesi olan ‘’Oyuncu’’ (Kumarbaz) eseri, kumar psikolojisini, dürtülerini, alt sezgileri ve alt bilinci oldukça gerçekçi biçimde ifade eden ölümsüz sanat eserlerinden biridir. Yaşanmışlığın sanata dönüşmesinin canlı örneği olan ‘’Kumarbaz’’ı okuduktan sonra kumar psikolojisini derinden anlamaktayız. Bu yakınlarda (Mart 2015) Fransa’da Survivor programında meydana gelen kazada on kişi öldü veya yaralandı. Bu bir trajedidir. Ancak trajedinin arkasındaki veya oyunun amacındaki ilkeler incelenince bu riskin arkasında insanları daha ağır yaşam şartlarına hazırlamak olduğu ortaya çıktı. İnsanları ummadıklarına hazırlamak, riskli durumlara motive etmek bu riskli oyunların amacıdır. Doğası değişen oyunların sanatla, sporla, medyayla sentezi bu doğrultuda gelişeceğine ve daha popüler olacağına inanç yüksektir. Oyunlar, özelikle bilgi verici, bilgi üretici, mantığa ve matematiğe dayalı oyunlar; satranç, dama gibi düşünce kültürü oluşturan oyunlar; korkutucu üslubu ve dışlayıcı anlatım ağırlığını kaldırmak için bir eğitim ve öğretim aracıdır. Yabancı dil öğretisi oyun ortamında daha başarılıysa, bu oyunların kurgulanması, geliştirilmesi ve güncelleştirilmesi; müzikle, resimle, sinema ile renklendirilmesi hedefe ulaştıran en kısa ve başarılı eğitim taktiği olarak değerlendirilebilir. Eğitim baştanbaşa oyun olmadığı gibi, oyun da baştanbaşa eğitim değildir. İnsanoğlunun önce kafasında yarattığı ve sonra hayatına uygulayarak gelenekselleştirdiği dengeler bütünü gerçekten bir oyundur. ‘’Oyun olarak baktığımız zaman da algılama biçimimiz farklı olacak’’ (Alatlı, 2009). Sümerlerde, matematik de, astronomi de hayati ihtiyaçtan doğmuştur. Bu ihtiyaç bilimlerin çıkışına imkân vermiş ve ‘’bilim hayat içindir’’ ilkesi günümüze kadar değişmemiştir. Altı bin yıllık yolculuk bilimi soyutlaştırmış, ‘’bilim bilim içindir’’ anlayışına dönülmüştür. Oyunların da formatı bilimin tarih kadar eskilere dayanmaktadır. Yine de Sümer Destanı, Gılgamış’taki kurgulama tecrübesi oyun kurgu315 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 laması ile ilişkilidir. Demek ki Newton fiziğinden, Kuantum fiziğine, teknolojiden mono teknolojiye, Aristo mantığından, bulanık; saçaklı denilen mantığa (fuzzy logic) kadar uzanan akıl, zekâ yolunda bitmişlik ve tükenmişlik söz konusu değildir. Bulanık mantık mutlak olan her şeyi reddeder. Mutlak olan yalnız Allah’tır. Mutlak beyaz veya mutlak siyah renk yoktur. İnsanoğlunun oynadığı oyun bugün karmaşık bilgisayar oyunlarına, başka sanal âlem oyunlarına ulaşabilirse, bu yolun yarın nereye kadar gidebileceğini kestirebilmek imkânsızdır. Bilenin bilmeyenden üstün olduğunu söyleyen Kuran mantığı, yalnız bilginin gücünü değil, aynı zamanda hudutsuzluğunu da göstermektedir. Bu anlamda oyunlar, özellikle zekâ oyunları, geleceğe pencere değil hem de kapı açmış olurlar. Örnek olarak satranca dönecek olursak, Eski Hintlilerin oynadığı satranç ile R. Fischer’in oynadığı satranç, 64 haneli, 32 figürlü, iki renkli, belli kuralları olan şimdiki oyundur. Fakat insan bilinci ve düşüncesi derinleştikçe satranç da derinleşmiştir. Bu derinleşmenin yolu açıktır. Bundan yüz yıl önceki futbolla bugünkü futbolu karşılaştırmak bile zordur. İnsan değiştikçe ve zekâ derinleştikçe, fiziki ve entelektüel imkânlar zamanla gerçekleştikçe oyunların da doğası değişmiş ve derinleşmiştir. Bu anlamda oyunlara sadece folklor ürünü, çocuk eğlencesi olarak değil, insan mükemmelliğinin sonsuz yolunun bir parçası olarak bakmak, görmek ve araştırmak gerekmektedir. “Türkçe Sözlük”te oyun kelimesi hakkındaki tespit, yorum ve açıklamalara dikkat edelim: oyun is. 1. Vakit geçirmeye yarayan, belli kuralları olan eğlence. 2. Tiyatro veya sinemada sanatçının rolünü yorumlama biçimi. 3. Müzik eşliğinde yapılan hareketlerin bütünü: Zeybek oyunu. 4. Seslendirilmek veya sahnede oynanmak için hazırlanmış eser, temsil, piyes. 5. Bedence ve kafaca yetenekleri geliştirmek amacıyla yapılan, çevikliğe dayanan her türlü yarışma 6. Şaşkınlık uyandırıcı hüner 7. Kumar 8. sp. Güreşte rakibini yenmek için yapılan türlü biçimlerde şaşırtıcı hareket. 9. sp. Teniste, tavlada taraflardan birinin belirli sayı kazanmasıyla elde edilen sonuç. 10. mec. Hile, düzen, desise, entrika oyun almak oyunda kazanmak, sayı sahibi olmak. oyun bağlamak sp. güreşte rakibe bir oyun uygulayıp onu sonuçlandırmadan beklemek. oyun bozmak 1) tasarlanmış bir işi yersiz ve vakitsiz olarak karıştırmak, planları altüst etmek 2) mızıkçılık etmek. oyun çıkarmak sp. oyun oynamak oyun kurmak sp. 1) bir yarışmayı kazanmak için belirli bir taktik uygulamak; 2) mec. hile yapmak. oyun oynamak 1) birini aldatmak, kandırmak 2) mec. hile yapmak. oyun ver316 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 mek oyunda kaybetmek, oyun yapmak sp. 1) güreşte rakibe oyun uygulamak; 2) mec. hile yapmak. oyuna çıkmak oyun için sahneye çıkmak oyuna gelmek aldatılmak oyuna getirmek birini tuzağa düşürmek, aldatmak, oyuna kurban gitmek bir hile, düzen sonunda zarara, iftiraya uğramak oyunu almak oyunu kazanmak. oyun alanı, oyunbozan, oyun ebesi, oyun havası,oyun kağıdı, oyun kurucu, oyun masası, oyun sahası, oyun salonu,oyun yazarı, dürüst oyun, öncü oyun, pastoral oyun, seyirlik oyun, sözsüz oyun, aralık oyunu, ayak oyunu, borsa oyunu, cirit oyunu, çocuk oyunu, fincan oyunu, gölge oyunu, hava oyunu, hayal oyunu, kağıt oyunu, kaşık oyunu, kelime oyunu, kılıç oyunu, köy oyunu, kukla oyunu, lades oyunu, misket oyunu, orta oyunu, peri oyunu, radyo oyunu, şans oyunu, takım oyunu, televizyon oyunu, yumruk oyunu, yüzük oyunu, halka oyunları oyunbaz sf. T. oyun + Far. -baz 1. Oynamayı seven. 2. mec. Düzenci, hileci oyunbazlık, -ğı a. Düzencilik, hilecilik oyunbozan sf. 1. Birlikte yapılmasına karar verilen bir işten tek taraflı cayan (kimse), mızıkçı. 2. Çeşitli sebeplerle oyun bozan, yenilgiyi kabul etmeyen, kolayca darılan (kimse), ordubozan, mızıkçı oyunbozanlık, - ğı a. Oyunbozan olma durumu, mızıkçılık oyunbozanlık etmek birlikte yapılması planlanan bir işten çekilmek oyuncak, -ğı is. a. 1. Oynayıp eğlenmeye yarayan her şey 2. mec. Önemsiz ve kolay iş3. mec.Başkaları tarafından bir araç gibi kullanılan, hiçe sayılan güçsüz kimse. oyuncakçılık, -ğı a. Oyuncak yapma veya satma işi. başoyuncu, eksen oyuncu, yardımcı oyuncu, yedek oyuncu, hücum oyuncusu, ileri uç oyuncusu, kılıç oyuncusu, orta oyuncusu, sonuç oyuncusu, yumruk oyuncusu oyuncaklı sf. 1. Oyuncağı olan. 2. mec. Çocuksu, çocuk gibi davranan: oyuncu a. 1. Herhangi bir oyunda oynayan kimse 2. Sinema, perde veya bir gösteride rol alan sanatçı, aktör, aktris 3. sf. Oyunu seven4. sf. mec. Düzenci, hileci. 5. sf. sp. Çok oyun yapan, oyundan oyuna geçen (kimse) oyunculuk, -ğu a. 1. Oyun oynama işi. 2. Sahne sanatçılığı. 3. mec. Düzencilik, hilecilik. orta oyunculuğu oyun ebesi is. Çocuk oyunlarında oyunun başı veya cezalısı, ebe. oyun havası is. müz. Kıvrak ritimli ezgi. oyun kağıdı is. İskambil kağıdı. oyun kurucu is. sp. Takımda, savunucular ile akıncılar arasında yer alan, 317 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 görevi hem savunucular hem de akıncılara yardım etmek olan üç oyuncudan her biri, eksen oyuncu, hal. oyunlaştırılma is. Oyunlaştırılmak durumu. oyunlaştırılmak (nsz) Oyun biçimine getirilmek. oyunlaştırma is. Oyunlaştırmak işi. oyunlaştırmak (-i) Tiyatro türünden olmayan herhangi bir eseri teknik yönden oynanabilir duruma getirmek. oyunluk, -ğu is. Tiyatroda oyun oynanan yer, sahne. oyun masası is. Üzerinde çeşitli oyunlar oynanan, kumaşla kaplanmış masa. oyuntu is. 1. Oyulmuş bölüm: Ceketin kol oyuntusu iyi açılmamış. 2. Oyuk, çukur. oyun yazarı is. tiy. Tiyatro, radyo ve televizyonda sahnelenmek veya oynanmak üzere piyes, skeç türü eserler kaleme alan sanatçı, dramaturg. oyun yazarlığı is. 1. Oyun yazma işi. 2. Oyun yazarının mesleği. Yaşar Çağbayır, Ötüken Türkçe Sözlük’te 20 anlam, 30 deyim veya sabitleşmiş tamlama verilmiştir (Çağbayır,2008: 3360- 3361). İlhan Ayverdi’nin sözlüğünde ise oyun kelimesinin 17 anlamı dışında toplamda 42 türemesi ve deyimi mevcuttur (Ayverdi, 2010: 958- 959). Oyna(mak), Dede Korkut Kitabı’nda 27 defa kullanılmıştır. Deprenmek, hareket etmek, kımıldamak, raks etmek, şen şakrak olmak, uçuşmak, konup kalkmak, eşinmek, şaha kalkmak gibi anlamları da mevcuttur. Oynadı gelmek, oynatıp gelmek, oynanmak- kopup düşmek, oynaşdost, maşuka, metres, kadının kocasından başka seviştiği erkek. Oynaşlı- oynaşı olan, Oynatmak- hüner, maharet göstermek, sallamak, şaha kaldırmak. Oyun- raks, hile. Oyun göstermek- dövüşmek, dövüşte üstünlüğünü göstermek, marifetini ortaya koymak, türlü oyunlar oynamak, oyuna girmek. Oyunu olmak (biriyle)-davası olmak, alıp vereceği olmak. Oyunu oynamak- dövüşmek, mücadele göstermek (Gökyay, 2011: 384). Oyun kelimesinin etimolojisi üzerine ihtimal ve argümanları içeren Clauson, Sevortyan, Dıbo, Doerfer, T. Gülensoy gibi isimlerin sözlükleri aşağı yukarı aynı sayılabilir. Biz hedefimizden uzaklaşmamak için aşağıdaki hususları vurgulamak istiyoruz: 318 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Oyun kelimesi, oy kökeninden türemiştir. Ozan ( oz- an) kelimesi ile aynı yuvadan olabilir. Oyun kelimesinin kökeni olan oy’un isim- fiil olması muhtemeldir. Çağdaş türk lehçelerinde bu kökenden türemiş onlarca kelime hem isim, hem de fiil olarak yansıtılmaktadır: al- ın (isimden isim) kar- ın (fiilden isim) boy- un (isimden isim) ser-in (fiilden sıfat) Oy kökeninin ayrıca araştırılması gerektiğini düşünmekteyiz. (Gülensoy, 2000: 642- 644). Sonuç olarak söyleyebiliriz ki, oyunlar Tanrı- insan, insan- insan, toplum- insan, insan- kainat, insan- doğa... ilişkilerinin kurguya dönüştürülmüş şekli dile yansımaktadır. Türk lehçelerinde oyun kelimesinden türemiş kelimeler, deyim çevresi ve tamlama potansiyeli bunu açık şekilde göstermektedir. Oyunların taşıdığı anlam, yapı, işlev; toplum ihtiyacından doğmuş, gelmiş, zaman zaman unutulmuş, zaman- zaman yeni değerler kazanmış, geleneksel kurgulama sistemi olup göstergesel özellikler taşımaktadır. Verilen örnekleri artırmak mümkündür ve bu açıklamalara Türk lehçeleri sözlükleri, aynı zamanda başka dil aileleri sözlüklerini de katabiliriz. Bu yatay ve dikey anlam açıklamaların, etimon arayışların, deyim türevlerinin tek bir gerçeği yansıtacağı kesindir: Oy kökenli oyun kelimesi ve bu kavramı ifade eden bütün kelime ve deyimler insanoğlunun bu kelimeye yüklediği anlam ve felsefe aşağı yukarı eşteştir, ibretli ve zengindir. Azerbaycan’da oynanan oyunlar: - Bey- Vezir ( Şah- Vezir) - Ay Kara Kuşum Düşme Sana Binerler - Kosa Kosa - Kaçak Kaçak - Anzeli - Eşekbeli - Evcik Evcik - Klas (Seksek) Rus - Nerd (Nertahta) Tavla - Dama - Domino - Kart - Gığmere - Goz goz (Ceviz) 319 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 - Şahmat (Satranç) - Söz Oyunu - Değişme - Çakkı Çakkı - A Yordu Yordu Görek Kim Kimi Yordu - Menekşe Bende Düşe - Lapti (Rus) - Nişanlının Adın De - Çomak Oyunu - Saymaç Oyunun amaç ve işlevleri şeması: Oyun Dizlem Vakit Geçiren Hazırlanma Zihni İteleme, geliştirme Eğlenme Dilde kullanılan (Türkçe ya da başka dillerde) ve içinde oyun kelimesi geçen tamlamalar, deyimler, atasözleri bu kavramın niteliklerini anlamak için en önemli ipuçlarını veren kaynaklardır. Mesela: Oyun oynamak, oyuna gelmek, oyundan çıkmak, oyunu kurmak, oyunu bozmak, oyun içinde oyun oynamak. Kelime ve türevler: un na(mak) oy naş nak a- la (mak) Tamlamalar: (Valentlik kapsamında) Oyun yoldaşı Oyun şartları Oyun kuramı Oyun meydanı (alanı) Oyun kuralı (kuralını bozma) Oyun felsefesi 320 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Oyun matematiği Oyun psikolojisi Oyun taktiği Oyun cezası Oyun fırsatı Felsefi açı Dil açısı Psikolojik açı Sosyolojik açı Askeri açı Edebi açı Dini açı **** Türk çocuk oyunlarının üzerine ilk bilimsel açıklama P. N. Boratav’a mahsustur. (Boratav, 1942). Onun çocuk türküleri, oyun sözleri (oyunlar ile beraber) temsili oyunlar,çocuk oyunları hakkında aynı zamanda çocuklara mahsus merasimlere yer verilmiştir. P. N. Boratav’ın ayrıntılı analizleri, gözlem ve yorumları çocuk oyunlarının akademik seviyede öğrenilmesine yol açmıştır. Şükrü Elçin’in “Türklerde Aşık Oyunu ve Bu Oyunla İlgili Adet ve Ananeler” makalesi bu alanda birçok araştırma için örnek teşkil etmektedir. Erman Artun “Türk Halkbilimi” kitabının 12. bölümünde “Oyun- Çocuk Oyunları- Halk Oyunları” başlığıyla bu konuyu daha derinlemesine bir şekilde ele almış, tanım ve yorumlar yapmakla birlikte, Türkiye’deki çocuk oyunları üzerine bilgi vermiş, bu konuda yazılmış eserler üzerinde durmuştur (Artun, 2008: 315- 341). Onun: “Oyun insanın nesnel dünyası ile öznel dünyası arasında bir köprüdür” saptaması G. Bozkurt’un “Türk Kimliği” ve “İnsan ve Kültür” kitaplarında da kendisine yer bulur (Bozkurt, 1999). Düşlerin ancak oyunda gerçekleşebilmesi, düşsel olanla nesnel olanın birbirini bütünleştirmesi üzerinde durulur. İlkel dönemlerde oluşmaya başlayan oyunların kökeninde mitlerin, merasimlerin, dil geleneğinin durması gösterilmektedir (Şener, 1998: 11). Av oyunları ve ritüelleri üzerinde genişçe durulur. Oyunların kökeninde mistik düşüncenin ifade olanaklarının varlığı, gösterilerde inanç unsurlarının yerleşmesi; eğlence ve neşe içerikli olması, dünya halklarında farklı şekillerde ortaya çıkmıştır. Bu oyunlardaki üniversalizm, insanoğlunun inancındaki, dünyaya bakışındaki ve günlük yaşamındaki üniversalizmin temel alınması ile ilişkilidir. Farklılığında nedeni değişik coğrafyalar, 321 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 yaşam şekli ve inanç özellikleridir. N. Özdemir’in “Halkbilimi, Kültür bilimi ve Medya” (2001: 49) makalesinde eski Türk kaynaklarına dayanarak gerçekleştirdiği araştırma dikkat çekmekle birlikte yeterli sayılamaz. Bu bakımdan T. Eroğlu ve diğer isimlerin incelemeleri oyun ve insan, oyun ve çocuk ikilemlerine; psikolojik, pedagojik açıdan açıklık getirmiştir (Eroğlu, 1995). Müzik, oyun (raks) ve ekstaz (coşma), doğu müziğinde merasim; oyun geleneğinde çok önemlidir. U. Durmaz’ın “Balıkesir Köy Seyirlik Oyunları Üzerine Bir İnceleme” başlıklı çalışması insanın gördüklerini taklit etmesine dayanan ve hayatını ona göre şekillendirmek amaçlı tiyatro oyunlarıdır. Bu açıdan köy seyirlik oyunlarının tasviri ve analizini yapan araştırmacının saptamaları dikkat çekmektedir (Durmaz, 2012). Alan, zaman, kurallar ve amaç olmakla dört temel ögeye dayandırılan oyunların sınıflandırılmasını kaynaklara dayanarak E. Artun aşağıdaki şekilde vermektedir: I. Çocuklara Özgü Oyunlar (Artun, 2008: 318- 340), (Bizce “çocuk oyunları” demek daha doğrudur). A) Büyüklerin çocuklar için çıkardığı oyunlar, B) Çocukların söz oyunları, C) Takım halinde, danslı, şarkılı oyunlar ve basit taklit oyunları. II. Talih, Kumar, Fal, Niyet Oyunları, Büyülük ve Törelik Oyunlar III. Beceri ve Güç Oyunları IV. Zeka Oyunları V. Katışımlı Oyunlar Biz bu sınıflandırmayı tam olarak kabul etmesek de temel ilkelerini doğru buluyoruz. Çünkü P. N. Boratav’dan, M. Ant’tan, Ö. Çobanoğlu’ndan, Ö. Oğuz’dan, M. Ekici’den, A. Duymaz’dan gelen kuramsal gelenek doğrultusunda M. Eliade’nin, N. Gumilyev’in, A. P. Cohen’in, J. Campbell’in vd. oyunların felsefesini, içeriğini, mahiyetini açan eserleri doğrultusunda başka bir sınıflandırma da yapılabilir. Bize göre oyunları, hayvan ve insan oyunları olarak ikiye ayırmak, hayvan oyunlarının veya avlanma, eğlenme sisteminin insanlar tarafından kültür olarak benimsenmesi, tarih ve oyun, merasim ve oyun, internet ortamında oyun ve spor nitelikli varyantların sistem olarak betimlenmesi ve yorumlanması önemlidir. Edebiyat ve oyun konusu da son derece ilgi çekicidir. Elbette çocuk oyunları ayrı bir önem taşımaktadır. Maalesef çocuk edebiyatı kitaplarında çocuk oyunları yer almamaktadır (Yalçın, Aytaç; 2008). İnsan yaşamının biçimlendirilmesinde ayrı bir yeri ve önemi olan oyun322 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 ların, müzik, tiyatro (seyir) açısı da son derece önem arz etmektedir. H. Özcan’ın “Halk Edebiyatı Metinlerinin Çocuk Edebiyatına Kaynak Olması ve Örneklem Olarak Dede Korkut Hikayeleri” araştırması oyun açısından son derece ilginçtir (Özcan, 2008: 594). Dede Korkut Hikayelerinde çocukların oynadığı aşık oyunu günümüz çocuklarına öğretilerek eski kültürümüzün bir oyunu bu yolla zamanımıza transfer edilebilir (Özcan, 2008: 594). Günümüzde anne baba olmak, geçmişte anne baba olmaktan daha zordur. Çünkü çocukları etkileyen çevresel faktörler çok çeşitlenip artarken toplumsal kontrol azalmıştır. Bütün bunlardan dolayı anne babanın daha dikkatli, daha donanımlı, daha sabırlı olması gerekir. Baba her şeyden önce çocuğun büyümesi, gelişmesi ve kişilik kazanmasında önemli görevleri olduğunu bilmeli ve şu hususlara dikkat etmelidir: - Çocukların sorumluluğunu sadece anneye bırakmamak, - Çocuklara her konuda iyi örnek olmak, - Onların eğitimi için özen göstermek, - Aile içi iletişimde üzerine düşeni yerine getirmek, - Çocukları televizyon ve bilgisayarın zararlı etkilerinden korumak, - Çocukların gelişim dönemleri özelliklerini bilmek, - Çocuklarına verdiği sözleri tutmak veya tutamayacağı sözler vermemek, - Çocuğunu her koşulda sevdiğini ona hissettirmek, - Çocuğa korkuya dayalı değiil, sevgi ve saygıya dayalı bir disiplin uygulamak. “Çocuk, yaşamının ilk günlerinden başlayarak içinde yaşadığı çevreden ana dilini edinmeye başlar. Dil tüm kurallarıyla birlikte, geçirilen yaşantılar sırasında doğal olarak öğrenilmektedir. Çocuklar dil modelini dinleyerek, bu modellerine öykünerek, geri- iletimi algılayarak, deneyimlerini ve düşüncelerini paylaşarak öğrenmelidir. Çocuk dili kazanırken ilk modelleri anne- babaları, diğer aile bireyleri, daha sonra toplumsal çevrede ve okul ortamında, etkileşimde bulundukları diğer bireylerdir.” (Güven ve Bal, 2000: 13) ... İyi bir baba olmak, çocuğunuzla birlikte geçirdiğiniz zamanın süresine değil, nitelikli vakit geçirmeye bağlıdır. Efendimiz şöyle buyurmuştur: “kimin bir çocuğu varsa ona karşı çocuklaşsın. Onunla eğlensin, oynasın.” (Deylemi, III, 513). Edebiyat, genellikle sanat ve oyun mantığıyla ve kurgusuyla ilişkilidir. Her edebi eser bir oyundur. Daha doğrusu oyun kurallarıyla belirlenmiş sanal bir kurgulamadır. Edebi eserin hayat gerçekliğini yansıtması veya insanın iç dünyasını ifade etmesi, taşıdığı estetik değerler belirtilmese de bir oyundur. 323 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Oyun ve edebiyatın karşılıklı ilişkisi ve mantık bağlılığı dikkatten kaçmaz. Her edebi eser bir oyun kurgulamadır diyebiliriz. Sanal olaylar, tiplemeler, yaşanan duygular, düşünceler, felsefi içerik ve sanatsal estetik özellikler oyun kurgulaması içinde verilen ve oyuna özgü şartlar edebi eserin özüyle eş durumda ve işlevdedir. Postmodernistlerin kullandıkları brikoloji, yapı oyunu ve hakikat oyunu terimleri dikkat çekmektedir. Postmodernistlerin 1968 yılı olaylarından (öğrenci hareketleri) sonra ortaya çıkmış G. Debord’un “Gösteri Toplumu” eserindeki bakış açısı bilgisizleştirmeye ve bilgiyi yanlışlaştırmaya dayanan hakimiyetin, gerçekliği tahrif ettiği fikrine dayanmaktadır. Yalanın anlamı kültür objesinin oyun gibi yeniden anlamlandırılmasıdır. J. Bodriyar’ın “Sanal Gerçeklik” olarak adlandırdığı çağdaş manzara reelliğin elektron- sanal alemle sembolik değişimi sürecindeki farkın kaldırılmasıdır. Onun “Sembolik değişim ve Ölümü” adlı eseri bu oyunu açıklamaktadır. Oyunun değeri sonuçta değil, oyunun sürecindedir. Bodriyar’ın: “Siyaset, işaretlerin temiz oyunu, temiz stratejisidir” fikrini önemsemesi bu yönden tesadüf sayılmamaktadır. Oyun yapısı postmodernizmin en büyük metaforu sayılmaktadır. M. Fuko’nun teklif ettiği “Gerçeklik Oyunu” kavramı postmodernizmin klasik felsefeye bakışındaki farklılığı yansıtmaktadır. *** Türkiye’de oynanan oyunlar yaklaşık olarak şunlardır: Topaç çevirme, bilye, çelik- çomak, üç taş, bezirgan başı, gazoz kapağı, körebe, mendil kapmaca, saklambaç, seksek, aşık, mile, ip atlama, istop, yerden yüksek, uzun eşek, çivi saplamak, köşe kapmaca, beştaş, dokuz kiremit, dalya, kuka, eski minder, birdirbir, çember çevirmece, hımbıl. Şimdi Türkiye’de çocuk oyun odalarının düzenlenmesi, bu alanda büyük bir sosyal plan olarak gerçekleşmektedir. Çocuk üniversitelerinde oyun sistemi temel yer almaktadır. Bir de Azerbaycan’da çocuk oyun nağmeleri (türküleri) vardır. (“Hasan Ağa”, “A teşti”, “Tilki tilki”, “Üşüdüm ha üşüdüm”, “Neynirem onu” - Ne yapayım onu...) Bu ritmik kelime grupları veya söylemler oyun başında oyuncuları seçim amacıyla kullanılır. Bazen oyun içinde söylenir. “Dil oyunları” denen kavram da söylenmesi zor olan kelimelerin seçimiyle gerçekleştirilir. Onlara “yanılmalar” denilir. Başka dil oyunları da var ki, onlar ana dilinin incelikle öğretilmesi amacıyla kullanılır. 324 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Ünlü Azerbaycan nasiri Celil Memmedkuluzade’nin “Kişmiş Oyunu” adlı hikayesi vardır. Bu mizahi hikayede köye gelen misafirler, okurun asla düşünmediği, aklına getirmediği türlü oyunlarla köyden kaçmaya mecbur edilmektedir. Bu oyun bir hikayenin kurgulanmasıdır. Fakat yazar bu misafir kaçırma oyununu ustalıkla yansıtmıştır. Yaşlıların oynadığı bu oyun aynı zamanda şaka yapmayan adamla şakalaşmak, gülmeyenle gülmek becerisidir. Çovkan adlı eski Türk oyunu at üzerinde kumaş topla oynanır. Azerbaycan tarihi roman yazarı M. S. Ordubadi “Kılınc ve Kalem” romanında XII. asırda Azerbaycan’da oynanan Çovkan oyununu, M. Anezov “Abay” romanında Kazak milli oyunlarını, Aybek Özbek milli oyunlarını, C. Aytmatov Kırgız milli oyunlarını, Y. V. Çemenzeminli, S. Rahimov Azerbaycan milli oyunlarını yeri geldikçe hatırlatmışlar ya da betimlemişlerdir. M. F. Ahundzade ise satranç oyununun kurallarını Farsça yazdığı bir şiirde nazma almıştır. Futbolun da oyun olarak vatanının İngiltere olması, yaşının da 120- 130 civarı olması inandırıcı sayılmaz. Bizce bu oyun değişik şekilleriyle Avrasya’da daha fazla Türklerin arasında yaşamış ve değişe değişe günümüze ulaşmıştır. İngiltere›de bu gelişmenin sadece bir safhası gerçekleşmiştir. Kuran’da geçen oyun kelimesi dikkatimizi çekti. Şüphesiz ki bu kelime, hakikatin, samimiyetin karşılığı olarak olumsuzluk ifade etmektedir. Mesela “Esfel-i safilin olan dünyanızın yaşamı oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir.” (En’am Suresi, 32. ayet) veya kumara karşı sert ifadeler ve onun günah olduğunu belirten mesajlar bunun örneğidir. İnam ve iman olan yerde, ilahi bilgiden insanları ve dünyayı kurtarmak Hakka kavuşmaktan söz edilen işaretler ve kitap gönderilen alemde oyunun kendisi, oyun oynamak, oyun kurmak; ciddiyetin, ilahi emrin buyruklarını ve yasaklarının tam tersi olan kavramlardır. İster semavi dinler, ister felsefi dinler (dünyevi bakışlar) buna karşıdır. Bize göre, bu ifadeler bağlamında değerlendirme yapmak, insan hayatında oyunun rolünü inkar etmek anlamına gelmez. İlahi hakikatlerin dünyevi anlamları doğru biçimde ve yerli yerinde tefsir edilmeli ve yorumlar doğru şekilde yapılmalıdır. İslam, taraflardan birinin maddi olarak kazanıp, diğerinin kaybetmesi esasına dayalı bütün şans oyunlarını da kumar kapsamına almıştır ve haram etmiştir. Lades ve kart oyunları da bir tür kumar niteliğindedir. Bu, onun yasaklı hükmünü değiştirmez. Para için değil eğlence amaçlı oynanmasında sakınca yoktur. Toplum; ahlak, eğitim, ilke ve değerleri bakımından da inanan veya inanmayan herkesin kumardan uzak durması insanlık yararınadır. 325 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Dinlerini bir oyun ve eğlence edinmiş, kendilerini dünya hayatının aldatmış olduğu kimseleri, kendi hallerine bırak( En’am Suresi, 70). Kuran’da birkaç defa tekrar edilen oyun- oyuncak- eğlence kelimeleri gayr-i ciddiyet anlamındadır. Türkçede de yirmiye yakın deyim tamlama içinde kullanılan oyun kelimesi olumsuz anlamdadır. Bu kelimenin birinci anlamı da, “ciddi olmayan” anlamını ifade etmektedir. Oyun- metin aşağıdaki metinsellik ölçütlerini (bağdaşıklık, tutarlılık, amaçlılık, durumsallık, kabul edilebilirlik) kabul eder. Fakat yazılı metinden farklı olarak metadil kıstasları ve kuramlarıyla analiz gerçekleştirebilir. Bu araştırma düzlemi ayrı bir yöntem ister. Bizce, satranç ve futbol bu türlü semiyotik ve metin incelemesi için uygun sayılabilir.3 İnsan bütün doğruları, mükemmel zihni, kamiliyeti bularak dünyaya gelmiş değildir. Doğruları bulmak, zihni zenginleştirmek, çocuğun kimliğini olgunluğa kavuşturmakta oyunların rolü büyüktür. Bu anlamda oyunlar yalnız eğlence, zaman geçirme, oyalanma aracı değil, düşünce biçimine sahip olma yolunda da bir uğraştır. Küçük yaşlardan itibaren satranç oynayan çocukla, bu tarz bir oyunla alakadar olmamış bir çocuğun muhakeme yeteneği aynı olamaz. Bu açıdan zeka ve mantık oyunlarının düşüncenin geliştirilmesinde, bilincin olgunlaşmasında etkisi vardır ve bununla birlikte milli- geleneksel oyunların, milli- manevi duygu duyguların oluşmasında da annelerin ve babaların çocukla oynadığı oyunların etkisi büyüktür. Milli ve insani kültür seviyesine ulaşmakta, demokrasi, hak ve hukuk değerlerini benimsemekte, dünyayı ve kendini keşfetme yolunda, İslami- dini değerleri sevdirmekte, birlikte yaşam formüllerinin oluşumunda, vatanseverlik, vatandaşlık, insanlık değerlerine yönlenmede çocukluktan itibaren oyunun payı çoktur.4 Bu açıdan aşağıdaki önerilere dikkat etmek faydalı olacaktır: - Oyun kurmak ve başarı kazanmak, - Oyun kurmak ve kendini savunmak, - Oyunun içinde olmak, - Anlayarak bir oyunun içinde olduğunu görmek, - Ayrı ayrı nedenlerle oyundan çıkmak, - Oyunda yönetmen, aktör, figüran ya da seyirci olmak. Oyun, ahlak kuralları ve toplum değerleri içinde olayları ve insanları anlamakta yardımcı olur. Eğlendirir. Zekayı ve bedeni geliştirir. Maddi ve manevi olarak faydalıdır. 3 Satrançta saat, bu oyuna çok sonraları eklenen bir ögedir. Eşit saat belirlemesi zeitnot denilen, zamandışı kalmanın, yani kaybetmenin belirtisidir. Futbol maçında hakemin çaldığı düdük bir kural göstergesi veya genelleme olarak sinyaldir. 4 Yarışmalar da spor olmakla birlikte oyun alanına girmektedir. (At yarışı, bulmaca vs...) 326 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Oyunların rakslarla (dans, oyun) ilişkisi üzerinde durmamız gerekir. Halkbiliminde çoğunluk tarafından kabul edilmiş bir gerçek var ki, rakslar eski merasimlerin (ritüellerin) kalıntısı veya arkaiklekmiş- yalınlaşmış şeklidir. Sanatta senkretizm hareket- müzik- söz üçlemesinde ifade olunmuştur. Rus bilim adamı Meletinski, bu senkretizmin mahiyetini ve gelişimini açmış, önemli tespitleriyle bu probleme açıklık getirmiştir. Türklerin halay raksları (Azerbaycan, Özbekistan, Anadolu’da Karadeniz bölgesinde...), Şebiaruz törenlerindeki toplu rakslar, toplu törenlerin kalıntılarıdır. Konusu savaş, kahramanlık, aşk, sevgi, mahremiyet, birlik, bütünlük ve kainat modeli olan bu oyunların kökeni eski mitik düşünce içerikli merasimlerdir. Hindistan’da 15-20 yıla öğretilebilen rakslar, hareket, mimik ve jestlerle; müzik diliyle Mahabharata’ya, Ramayana’ya benzer destanları anlatır ve en eski dünya görüşünün; mit, masal ve destan dünyasının raks ifadesi olan Çin, Afrika, Avustralya, Avrupa, Rus rakslarında da kendi ifadesini bulmuştur. Raks- oyunlardan Azerbaycan’da oynanan “A yordu yordu, görek kim kimi yordu...” oyun- raksı eğlence içeriklidir ve fiziksel hazırlık ister. Oyunların göstergesel dili kendine özgüdür. Her oyun bir metin olduğundan onun unsurlarının karşılıklı ilişkisi, sistem özelliği; sembolik- semantik özelliklerinin irdelenmesi tarihin, etnik psikolojinin karanlıklarına ışık vermekteki rolü kaçınılmazdır. Oyunda raks unsurlarının sırası, giyim- kuşamlar özel kodlar olarak anlam taşır. Bizce, raks ve oyun, merasim ve oyun gibi kavramlar; betimsel, karşılaştırmalı ve semiyotik yöntemlerle araştırılmalı, unutulmuş oyunlar restore edilerek onların anlamına, işlevine, yapısına açıklık getirilmelidir. Oyunlar, ayrıca Türk oyunları üzerine aşağıdaki sonuçları saptayabiliriz: - Oyunların kökeni mite, efsaneye, masallara dayanmakla beraber, eski inançlara da dayanır; - Oyun mantığı üniversaldır ve bütün oyunlar için geçerlidir; - Oyunların mit, atasözü, tiyatro, destan temeli, onların sosyokültürel zenginlikleri yaşlılar için de çocuklar için de önem taşımaktadır; - Oyunların işlevi (tarihi ve geleneği yaşatmak, eğlence, spor ve savunma, eğitim ve öğretim...) sosyal birimlerle düzenlenir ve toplum hayatının vazgeçilmezi olarak sistemleşir ve sabitleşir; - Çocuk oyunları büyük hayat yolunun fiziki ve ruhi hazırlanmanın önemli koşullarındandır. Türk çocuk oyunları Türk folklorunun ayrılmaz bir parçasıdır; - Oyunların dil varlığı ve onların taşıdıkları özellikler araştırma gerektiren düzlem olarak dikkat çekmektedir. Dil oyunları da oyun sisteminin ayrıl327 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 maz bir parçasıdır. - Oyunların ve edebiyatın iç ögeleri ve kurgulama mantığı insan zihninin ve toplum kültürünün fenomenal ifadesi olarak birbiriyle ilişkilidir. - Coğrafyaya, doğal şartlara, etnik psikolojiye, kültür tipine, sosyal şartlamalara göre gelişen, değişen, dönüşen oyunlar semiyotik özellikleri de araştırma için önem arz etmektedir. KAYNAKLAR * Postmodernizmin En Yeni Felsefe Sözlüğü (Rusça), Minsk, 2007, s. 58- 65; 550 - 565. * A. Yalçın, G. Aytaç; Çocuk Edebiyatı, Ankara 2008. * Boratav,Halk Edebiyatı Dersleri, I. Kitap, Ankara 1942. * Erman Artun, Türk Halkbilimi, İstanbul 2008, s. 315- 341. * G. Bozkurt, Türk Kimliği, Ankara 1993; İnsan ve Kültür, Ankara 1999. *G. Nergis ve S. Bal, Dil Gelişimi ve Eğitim: 0- 6 Yaş Dönemindeki Çocuklar İçin Destekleyici Etkinlikler, İstanbul, 2000. * H. Özcan, Halk Edebiyatı Metinlerinin Çocuk Edebiyatına Kaynak Olması ve Örneklem Olarak Dede Korkut Hikayeleri, Turkish Studies, Volume 3/2, Spring 2008, s. 594. * Milli Folklor, Ankara 2001, s. 49. * S. Şener, Tiyatronun Kaynağına İlişkin Kuramlar, Ankara 1998, s. 11. * T. Eroğlu Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi Halk Oyunları ve Bölgelerdeki Halayların Folklor İncelemesi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Yayımlanmış Doktora Tezi, Kayseri, 1995. * U. Durmaz, Balıkesir Köy Seyirlik Oyunları Üzerine Bir İnceleme, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Balıkesir 2012. *Alev Alatlı, Aklın Yolu da Bir Değildir, İstanbul 2009. *İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı, İstanbul 2010, s. 958- 959. *Orhan Şaik Gökyay, Dedem Korkut›un Kitabı, Kabalcı, 2011, s. 384. *Tuncer Gülensoy, Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü, TDK, II. Cİlt, Ankara 2000, s. 642- 644. *V. Rudnev, Futbolun Metafiziği- Metin Felsefesi ve Patografi Araştırması (Rusça), Moskova, 2011. * Yaşar Çağbayır, Ötüken Türkçe Sözlük, Ötüken, IV. Cilt, 2008, s. 33603361. 328 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 - DERLEMELER ARTVİN’DEN DERLENMİŞ MANİLER Ülkü ÖNAL* 1. Türkman Gelini Bu gerçek yaşanmış hikâyedir. Köyün birinde bir genç kız ve iki delikanlı yaşarmış. Delikanlılar bir biriyle çok iyi arkadaşmışlar. İkisi de aynı kıza âşıkmışlar. Biri elçi gönderip istemiş diğeri sese çıkaramamış. Kızı ilk önce isteyen alıyor. Nişan yapılıyor. Düğün hazırlıkları başlıyor. Kızı alamayan delikanlı sağdıç oluyor. Düğün oluyor. Damadı gerdeğe atarken sağ ayağını işeri atarken sağdıç bıçağını çıkarıp iki dalının arasına saplıyor. Ciğerlerini darmadağın ediyor. Eşiğe düşüp ölüyor. Kız içerde bekliyor. Sabah ezanı okunuyor. Odanın kapısını açıyor ki damat ölmüş. Kız hemen saçlarının tellerinden saz yapıp çalıyor. Bakalım ne diyor: Sabahtur ezana bak Kalbimi kazana bak Ezrailin ne suçi Defteri yazana bak Gelina bak gelina Al kına yakmış elina Gerdek çisası vurmuş Saçlarının telina Mezerluğun taşlari Yüksek uçar kuşlari Nasıl kıydız yarima Yarimin arğadaşlari Ayvanda oturanlar Hançeri dik vuranlar Ezrail can aliyer Yetişin Müslümanlar Mezarluhta yatanlar Yani yera batanlar Gittim baktım lal olmuş Bülbül gibi ötan yar Yel vurur fani fani Felek kaldur yorgani Yastuk kimdan istiyem Döşek sultanım hani Ver yüzügün saklıyem Gül yerina kokliyem Vallahi ant icarım Parmağıma tağmiyem Ördegin eşi geldi Yüzügün kaşi geldi Kalk soyun benim yarim Tabut teneşir geldi (KK-1). * Araştırmacı Yazar. Artvin / TÜRKİYE 329 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 2. Bu dağlar ulu dağlar Zaferin yolu dağlar En kötü köşeniz de Şehitler dolu dağlar Bu dağlar allı dağlar Taşları yaslı dağlar Üç ay bülbüller öter Dokuz ay yaslı dağlar Korusu kuşlu dağlar Yalçın yokuşlu dağlar Size yıkım yok mudur Ata duruşlu dağlar Bu dağlar olmasaydı Sararıp solmasaydı Bir ayrılık bir ölüm İkisi de olmasaydı (KK-2). Bu dağlar allı dağlar Uğurlu şanlı dağlar Er yiğitler meydanı Başı bulutlu dağlar 3. Maniler başı mısın Cevahir taşı mısın Ablam geldin buraya Muhabbet kuşu musun Karanfil oylum oylum Geliyor selvi boylum Ablam biza gelende Şen olur benim gönlüm Karanfil olacaksın Sararıp solacaksın İki dünya bir olsa Misafir olacaksın Ben bir avuç biberim İçinizde dilberim Yüzün gözün eşkitme Misafirim giderim (KK-2). 4. Eskişehir’de Bir Türk kızını muhtar zorla Yunan bir oğlana vermiş. Düğün yapılmış. Aradan yıllar geçmiş çocukları olmuş. Kocası karısını babasıgile götürmemiş. Günün birin de kocası uzak yolculuğa çıkıyor. Kadın çocuklarına diyor ki: -Ben babamgile gideceğim. Türk dedenize mi geleceksiniz, Yunan babanızla mı kalacaksınız? -Biz babamızla kalacağız. Çocukları tutup göle attı. Kendisi babasıgile gitti ve şöyle dedi: 330 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Kabaklar kola yattı İçinde yılan öttü Eskişehir muhtarı Alçak Yunan’a sattı Arabamın tekeri gerildi Gerildi yolarıldı Sür şöför gemiyi Eskişehir görüldü (KK-2). Ayna attım denize Geliyor yüze yüze Atma annem denize Bizde dönelim size .....gemisi acı bağırır 350 kişi Allah çağırır Azrail ciyer den canlar ayırır Gökte ki melekler bile ağladı 5. Kurumuş suları kimse bir tas içmiyor Veran olmuş bağları,kuş uçup kervan geçmiyor Beni gezmah heç açmiyer Yol ver tağlar, yol ver bana Gönül gettuği yera ayak getmiyer Ocahlara bahtım tütün tütmiyer Benim derdim bana yetmiyer Bir dertta bena eyladın felek (KK-3). 6. Küçük yaştan beri Bakın çektiğim çileye Benden selam olsun Memlekete sılaya Ağlarım ağlamaktan Bağa su bağlamaktan Bağda yaprak kalmadı Yarama bağlamaktan Ağlarım ağlar gibi kimin Derdim var dağlar kimin Başımda yaprak kurudu Verane bağlar kimin Bu dağlar olmasaydı Çiçeği solmasaydı Ölüm Allah’ın emri Ayrılık olmasaydı 7. Karşıdan gelenlere Gaz koydum fenerlere Annem beni verecek Askerden gelenlere O gelen Ali’midir Sallanan kolumudur Dönüp geri bakmıyor O yiğit delimidir 331 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Derenin uzunun da Koydum bir boru buzu Annem beni verecek Bekarlar olur kızı 9. Arpa orağa geldi Zülüf tarağa geldi Kalkın selama durun Gelin salona girdi Yeşillenmiş bizim bağın selvisi Bende bilmem yarim hangisi Orta boylu dal gezendir kendisi Orta boylu dal gezene maşallah Anamın özü benim Kebapta közü benim Gedin deyin anneme İkbalsız kızı benim Anamın özlerimden Doymadım sözlerinden Ben doymadım annemden Doysun kara topraklar 10. Horoz Dağlar kopmiş geliyer Taşların arasından Kim anlar kim anliyacah Bu gönül yarasından 8. Mezarlıkta yatan yar Yanı yere batan yar Geldim baktım lal olmuş Bülbül gibi öten yar Kaşların kaş kabaği Yanahlar bal tabaği Horoz dilin lal olsun Ne tez ettin sabahi Bülbülüm güle konar Yolda dolanır gelir Elların yarı gelir Bizim yar toprak olur Ben horozum ötarım Yaği bala katarım Siz sarılın siz yatın Ben vağtında ötarım Karadır kaşın ördek Yeşildir başın ördek Evvelden çift gezerdin Haniye eşin ördek 11. Yüksek ayvanın alti Kardeş binmiş al ati Kardeş binmiş gediyer Biz kimin amanati Dağda kestim kereste Kuş besledim kafeste Annem beni besledi Askerden gelenlere Peşkir çektim sicima Güvenma el picina Yar üstüna yar sevmiş Oda gedar gücüma 332 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Peşkir çektim direktan Bir of çektim yürektan Benim derdim dert degil Hakim gelsin felektan Penceremdan gun düşti Bağrıma ateş düşti Ağır kaldur mevtami Kardeşim yola duşti (KK-6). Ben yarim o yarim Haftaları sayarım Bugun yarim gelmezsa Kaderima sayarım 13. İsitma tuuti beni Tutti kurutti beni Neylarım eyla yari Getti unutti beni Gedişin naza benzar Boyun şahpaza benzar Senin gezdiğin yerlar Açılmış yaza benzar Alaca yastuh yüzi Kim bilur kalbimuzi (KK-7). Gedarsın yolda durma Sağda dur solda durma Sağında yarın vardur Soluna ateş düşsün (KK-5). 14. Diyeyim ne diyeyim Tutulan dilim ile Nere gitsem geliyor Bu iğpal benim ile Kardeş kesen boş mudur Saat’ın gümüş müdürr Ayrıldık ayrı düştük Yüreyimiz taşmıdır 12. Cig süttan kaymak olmaz Yolcuya durmak olmaz Egil egil bir öpem Güzeldan doymak olmaz Anamın özlerinden Doymadım sözlerinden Bileydim ayrılık var Öpeydim gözlerinden Ben punğarım aharım Edrefima baharım Seni gibi kızlari Poncağıma taharım Meni meniyi eglar Meniya galan beglar Meni bir vefa degil Bir odur gonul eglar Lambayi siliyerim Düşünüp duriyerim Yar aklıma gelanda Düşünüp duriyerim Meni demaya geldim Kaymak yemeya geldim 333 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Kaymak degil meramım Yari görmaya geldim (KK-8) 16. Ho Gülüme Ekle Ho gülüm ho Karpuz kestim yiyan yoh Derdin nadur diyan yoh Ahşam yara kavuştum Gozun aydın diyan yoh 15.Ağlarım Yana Yana Altın yüzügün kaşi Tolanur daği taşi Ben gurbeta yolladım Hem yari hem kardeşi Urfali yar 17.Geven Hayden kızlar hayden Gevena gedah Gevenin yollarında Safalar edah Ağlarım yana yana Ne çare var Mendili dalda kaldı Geçan şöför aldı Yanduh baba byanduh Geven elindan Yaz gelsada kurtulsah Geven külündan (KK-10). Yarim galacah diya Gözlarım yolda kaldi Edalı yar 18. Sümmani der ölüm yardanüzüldi Ciger kebap oldi bağrım ezildi Bu yazilar biza haktan yazildi Yazan ellarına kurban olduğum Ağlarım yana yana Ne çare var Mendilimin yeşili Ben yiturdum eşimi Arayıp bulacağım Nazlı yar yoldaşımı Yan Ayşem yan İsmin kıymetini yaz bana yolla Bağrımda açılan gonca gülümden Zilifin telina düz bena yolla Tane tane düzdüğpümüz yerlari Tatli tatli söyladuğumuz sözlari Bir kağıt üstüna yaz bena yolla (KK-11). Tüfegim omzuma Erzurum’dur Erzurum Sarmiyer kızlar beni Ne zulumdur,ne zulum 19. Mor koyun kuzisina Kan kaynar bazisina Na diyem na eşidem Arnımın yazisina Ağ duman kara duman Girdi taşın altına Yar yastuğun yok isa Kolum başın altına (KK-9). 334 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Bu dağlar demirdandur Geçan gün ömurdandur Felegin bir kuşi var Pençesi demirdandur Kima üzdürayım garip başımı Bu garip ellarda yar yahtın beni Hasretin narına yandım kül oldum Ahu gözlüm ne haldeyim gör beni Gönül mecnun olmiş Leylasını arar Eger vaz geçarsam seni toprahlar sarar Dağlar dağladi beni Göran ağladi beni Ayırdi zalim felek Derda bağladi beni Bu dünyada üç nesnedan korharım Bir ayriluh bir yohsulluk bir ölüm Ölüm Allah’ın emri ayrıluh yohsulluk olmasaydı 20. Dağlar seni delik delik delerim Kalbur alıp toprağını elerim Sen bir koyun ben bir kuzu Peşi sıra melerim,melerim Ne karaymış şu anlımın yazisi Melaşiyer koyun ila kuzisi Hani benim çiçek kokan Mor sümbüllü bağlarım Ahu gözlüm ne haldayım gör beni (KK-11). 22. Deli gönül gezar gezar galursun Ari kimin her çiçektan bal alursun Ben senin derdini çekamam gönül Çoşkun çaylar kimin akmak istarsın Nerda güzel görsan bahmah istarsın Ben senin derdini çekamam gönül 23. Dallarında Hanım Dallarında hanın dallarında Dön yerinde hanım dön yerinda Canımın içisin gel yanım da hanım Ben seni sevmişim canımdan içari Gel canım hanım gel hanım hanım Gel evimda otur gel hanım hanım Dalların da hanım dallarında Dur yerinda hanın dur yerinda Belların da hanım belların da (KK-13). Ah çekarak gurbet elda ağlarım Şu gönlümün...... bozuldu Ağ arnıma kara yazi yazıldı Mezerimda gurbet elda kazildi Hani benim çiçek kokan Mor sümbüllü bağlarım Ah çekarak gurbet elda ağlarım 24. Tencerede tuz musun Gelin misin kız mısın Bu ahşam gelacağım Ev da yalazuh misin (KK-14). 21. Gecalar düşümda gördüm düşuni Çoh ağlarım silan yohtur yaşimi 335 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 25. Kudrettan çekilmiş kalemdur kaşın Geymiş karalar yastadur başın Kız atan mi ölmiş yohsa kardeşin Ahu gözlüm ne beklarsın mezeri Zeynaba yapturdum altundan kaşuh Üstuna yazdurdum Zeynabım aşuh Zeynabım Zeynabım allı Zeynabım Üç koylar içinda birdur Zeynabım Kudrettan çekilmiş kalemdur kaşım Geymişim karalar yastadur başım Ne atam ölmüştür ne da kardeşim Yar aşhına dolanurum mezeri 27. Elların sevdasi mal ila dövleta Bu benim sevdam bir yar üstünadur Taramiş zülfini tökmiş destini Oni göran yigit erir tuz gibi Sen ana rahmina geldin gelali Ak ellerin elvan elvan kınalı Kaç yıl moldi senin yarin öleli Ahu gözlüm ne beklarsın mezari Keten gömlek giymiş yatmiş uyumiş Ala gözlarini yuği bürimiş Dünya’da benim sevduğum birimiş Ben ayrılsam şirin dillar ayrılmaz Ben ayrılsam güzel ellar ayrılmaz Ben ana rehmina geldim gelali Ak elllarım elvan elvan kınalı Yedi yıldır benim yarim öleli Yar aşkına dolanırım mezarı Keten gömlek geymiş cihani dizinda Arzimanım kaldi ala gözünda Üç bengi var yanağında pasta yüzünda Ben ayrılsam şirin dillar ayrılmaz Mezarını çayır çimen bürümüş Samyel esmiş yaprakları kurumuş Yedi yıl oldu şimdi çürümüş Ahu gözlüm heç beklama mezarı 26. Zeynapa yapturdum fil dişi tarak Tara ziliflari kendina bırak Zeynabım Zeynabım allı Zeynabım Üç gozel içinda birdur Zeynabım Zeynaba yapturdum altundan sini Üstuna yazdurdum gendi ismini Zeynabım Zeynabım allı Zeynabım Üç koylar için da bir dur Zeynabım 336 28. Bu dünya fanidur ehtibar olmaz Yaldadur insani kimsaya kalmaz Ne keder malın varsa beraber gelmaz Anadan uryan çıharur bir gün Dünya mali dünyada kalur Sebep ila günah barabar galur Her ne işladisan anda kul olur Azab ila hesabi sorarlar bir gün UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 29. Anacuğum yoh mi da babam Nerda kaldi gelmadi Ac da kalduh susuzda kalduh Heç kimsaya demaduh İçin da oturan Begdur paşadur Seksen bir mehledur Yüz bir köşedur Hesaba gelmiyer Mali Tebriz’in Anacuğum ben babami Geca gördüm ruyada O kahriman babacuğum Şeyit olmiş kavgada 31. Of ana yoh ki yağa yırta saç töka Baci yoh ki ala gözdan yaş töka Baba yoh ki mezerima taş tika Bir çalidur mezer taşi Garibin Pencereden bahtım Yollar çamurdur Garip sanın gönlün Taştur demirdur On bir bayram geldi da geçti Bir taze fistan geymaduh Ac da kalduh susuzda kalduh Heç kimsaya demaduh Anacuğum nerda kaldi O kahriman babacuğum (KK-15). Yedi yıl deduğun Heyirli ömürdür Gel ey Garibim Sen getma o yerlara 30. Aşık Garip naçar ağlar Gündür geçar ağlar Bu kapilari kapatan Allah Bir gün açar Allah Ey dön beri dön beri Yüzün göreyim Alagözlarından hasret alayım Bir amanatın var sanaverayım Yaradan gani Yarabbim sen kurtar Gurbettan beni 32. Kara tavuh kaçiyer Kanadıni açiyer Baba beni tez evar Kızlar elden kaçıyer Tiflis’in güzeli İran’ın şahı Onlarinan bitmiştur İşi Tebriz’in Masa üstü yumurta Sevduğum beni unutma Eger beni unutursan Mektubumi unutma (KK-16). Tebriz’in etrefi Dağdur meşedur 337 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 33. Hükmiya Bulbulum konmam guluma Felek duşurdi bu zuluma Alem beşigi elima Diyem yavri nenni nenni Artvin’im dağlar arasında Güller biter ortasında Yeşil yeşil çamlarınla Bekle beni geliyorum Bütün dünya namın duysun Artvin’im Artvin’im Benim yeşil Artvin’im Bekle beni geliyorum Ah sena nenni diyan dillar Of sena memeyi veran kimlar Sena sut yeduran ellar Diyem yavri nenni nenei 35. A Leyli Leyli Hukmiya derlar adına Anan yandi ev oduna Kalan ellar umuduna Diyem yavri nenni nenni Girdim çıhtım ağladım Kaytan buyuhli yari Neralara yolladım A leyli a leyli va leyli Gedarım beylasına Karagöz mehlesina Karagöz evda yohtur Göçmüştür yaylasına A leyli leyli va leyli Ezeldan butun yalan Var midur bir temsil salan Kuçugikan yetim kalan Diyem yavri neni neni Karadur alnın yazisi Dünyada gulmaz bazisi Zulal’ın körpa kuzisi Diyem yavri nenni nenni (KK-17). Kırdım kavah dalını A leyli leyli va leyli Sevdim beyaz gelini A leyli leyli va leyli Havuza su bağladım Girdim çıhtım ağladım Kaytan buyhli yari Neralara yolladım A leyli leyli va leyli 34. Artvin’im Bekle beni geliyorum Benim yeşil Artvin’im Çimlerinle güllerinle Bekle beni geliyorum Kavah uzanur gedar Dali bezanur gedar Buse vermayan kızlar Günah kazanur gedar A leyli leyli va leyli (KK-12) Bütün dünya namını duysun Benim güzel Artvin’im Benim yeşil Artvin’im Bekle beni geliyorum 338 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 36. Tarina Nar Başında ki yazmayi Yera vurdum kazmayi Yarim nerdan örgandın Kibar kibar gezmayi Dereyi buz bağlamiş Beni da bir gelin vurdi Yarami kız bağlamış (KK-20) 39. Bülbül ne ötarsın Çuhurova’da Eşin yiturmişsun durmaz yuvada Gendim kurbet elda gönlüm silada Deli gönül havayidur havayi Tay tay tarina nay Narina narina nay Nay nay narina nay Başında ki yazmanın Solsun çiçegi solsun Ben o yari istamam Kimin olursa olsun Deli gönül arz ediyer silayi Bülbülün vatani bahçalar bağlar Sevduğum sılada da ah çekip ağlar Onun içun arz eylarım silayi. (KK-20). Tay tay tarina nay Narina narina nay Nay nay narina nay 40. Yüri ey sevdigim sen dahi yüri Yüregimada koydun ateşi nari İstarsan Huri ol istarsan Peri Neylarım Sümmani olduhtan sonra Yar meşeda yatiyer Yanına taşlar batiyer Edanlara kalmasın Yar yalazuh yatiyer Tay tay tarina nay Narina narina nay Nay nay narina nay Yüce tağ başında karidim Yel vurduhça ılğın,ılğın eridim Evvel yarin sevdalisi benidim Şimdi yad ellardan bahan ben oldum (KK-20). 37. Karşidan gel karşidan Bizim evin başindan Karşi ki dağlar gibi Duman kalhmaz başından (KK-19) 41. Bilmam Hinda gedarım yohsa Yemen’a Bir suval sorayim çayır çimena Çimen benim Gülizarımi gördün mi? Tağlar al geyinmişta deryalar kara Vucutum sağ degilda sinem hep yara Kıymetin bulurlar belki Buhara Görünür gözümda yol yavaş yavaş 38. Bu dere derin dere Sulari serin dere 339 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Dertsiz idim dert elindan dert aldım Bu aşhın bendina talduhtan sonra On birinda ben pirimdan virt aldım Serimi kavgaya salduhtan sonra Azmayinan uzmayinan Yar bulunmaz gezmayinan Eşin kızlar mezerimi Eşin eşin derin olsun Altun sapli kazmayinan Sular serpin serin olsun Kızlar kılsın cenazemi Gelinlar da imam olsun (KK-23). Yaman imiş derlar bu aşhın bendi Yüregima koydun da ğemlar kemendi Ya gelur namesida ya yarin kendi Bizim güllar hitap bulduhtan sonra (KK-20). 42. Gayet bu sözlar hakka yaramaz Sözün da durmayan adam olamaz El da güzel çohtur bana yaramaz Var Garibim sağluğınan gelasın Çadırın alem başına sarem Can sana kurban asker Bir ben sena kız alem Kurban olayım asker 44. Yine serin serin estin ulu rüzgâr Her yandan yolumu kestin ulu rüzgâr Yarın yanağından bir gül kopardın Getirdin bağrıma bastın ulu rüzgâr (KK-23). 45. Sari papuç düzdadur Top zilüflar yüzdadur On iki gelin sevdim Gena gönlüm kızdadur Ert yürek mertim mert (KK-21). Sari papuç çizuği Kız na bilur yazuği Egil egil bir öpem O da bir yol azuği 43. Yusufeli Hey ağalar hey yarenler Dağlara kar düşti düşti Ben gurbetta yar sılada Düşti gönlüma yar düşti Sari papuç dilimi Ben yiturdum gulimi Gulimi kohlayanlar Göza alsın ölümi Gedin deyin anasına Ögüt versin sunasına Han Aslı’nın sinesine Çita nar düşti nar düşti (KK-22). Bir elinda nacah Sandım bena vuracah Oğlanların günahi Kızlardan sorulacah 44. Bahçaya vurdum kazmayi Güzellar bağlar yazmayi 340 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Bu türki türki degil Ağlamahtur ağlamah Şimdi bir adet çıhti Kız oğlana yalvarmah (KK-23). Annesi kızını gelin ediyor. Güveyinin yanına girmeden rahmetli oluyor. Annesi orada ağıt yakıyor. 46. Bir kadın varmış hiç çocuğu yokmuş. Allah’a yalvarmış : “ Cenab-ı mevlam bana bir çocuk versen de bende eller gibi sevinsem. Mevlam duasını kabul etmiş. Buna bir oğlan çocuk vermiş. Çocuk büyümüş. Annesi salı günleri bunun saçını tararmış. Yanlarında çayın kenarında bir kumluk varmış. Oynamaya giderken demiş ki.“ Oyun oynamaya her yere git ama kumluğa gitme.” Günün birinde arkadaşları kandırıp kumluğa götürmüşler. Orada oynamakta çocuk suya düşüp boğuluyor. Gel haber verelim annesinden. Anneye haber verilen de saç baş yoluyor. Gediyor kumluğa orada birkaç hane türkü diyor. Sali günini sayardım Yavrum saçların tarardım Kül gözüm görmadi oğul Vah anan ölsün dedim oğul yavrum Yavrum bendan gizli kaştın Gettin kumluğta oynaştın Ağır encemi suya düştün Vah anan ölsün dedim oğul yavrum Hani aslanım nerdadur Sırma kenküllüm nerdadur Evlat acisi bendadur Vah anan ölsün dedim oğul yavrum (KK-24) 341 Merduvana çıhtım güllar açildi O kefinlar selvi boya biçildi O şirin dillardan rahmet saçildi Ah anan ölsün dedim yavrum (KK-24) 47. Kardeş atın yohmidur Binip galsan çohmidur Annen hasta yatiyer Heç haberin yohmidur Kardeşim kaladadur Mektubi valadadur Sımarlayın kardeşima Bacisi dar haldadur İsitma tutti beni Tutti kurutti beni Na muhannet yaridi Getti unutti beni 48. Parmağımda yare var Yüregimda pare var Na öldüm na kurtuldum Na derdima çare var İpimi ip edarım Ucuni kat edarım Sizin gibi kızlari Altıma post edarım UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Yumurta koydum sepeta Yar oturur tepeda Eyla bir yar sevmişim Şan verur memleketa İp attım uci kaldi Tarakta kuci kaldi Yarim getti gedali Yürekta aci kaldi (KK-25). 53. İsitma tutti beni Tutti kurutti beni Neylarım beyla yari Getti unutti beni Bahçalarda kavahlar Tepesinde yaprahlar Ben toymadım yarima Toysun kara toprahlar 49. Hey ahşamlar ahşamlar Gena oldi ahşamlar Evli evina gedar Garip nerda ahşamlar Alaca yastuh yüzi Kim bilur kelbimizi Esti bir hafif rüzgar Ayırdi ikimizi (KK-29). Ahşam oldi nedem ben Bilmam nera gedem ben Herkes evina doldi Ağlamiyem nedem ben (KK-26) 54. Çıhtım yükseklara Endim aşahlara Ben burda ne konuşem Burda oturan koçahlara 50. Felek dertlari eklar Sufram kurili beklar Analar taş degil yavrum Sizi evuza beklar (KK-9) 55. Horavel Manisi Bu tağın ardındayım hoy hoy Begların yurdundayım Dün bir civan öldi Ben onun derdindayım Ho ho hoy (KK-30). 51. Kuş olup uçamadım Dallara geçamadım Kuş kanadi ila uçar Kuş kadar olamadım (KK-27). 56. Sefil Mahmut Sefil Mahmut bu kış burda kışladi Yaralari göz göz oldi işladi Kan kuruyup can çıhmaya başladi Dilim tutmaz nica diyem yar Mahmut 52. Oğlan makam kız makam Sallan boyuna bağem İki gönül bir olunca Ne halt etsin kaymakam (KK-28) Teşke bu yerlara gelmaz olaydım Seni beyla halda gormaz olaydım 342 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Kırılsın kollarım vurmaz olaydım Bundan beyla Mahmut diyem yar diyem 60. Hayal hayal olmiş karşiki tağlar Hastanın halinden ne bilur sağlar Döşek melul melul yastık kan ağlar Selvi ağacın senin maralın hani (KK-31). Der Mehbubi teşke Mahmut sağ olsun Dahi çekmam arzumani gençali (KK-31). 57. Sabreyla zulmun her belasına Mevlam sınar dergahında çohlari Bir darluğa bin genişluh veran Kikmetindan varlar etti yoki var (KK-31). Tut ağaci tut verur Yaprağını kıt verur Aradaki cazilar Nazli yara fit verur 61. Manici başimisun Cevahir taşimisun Sana bir mektup yazsam Cepuvda taşırmisun Kara kuş yuva yapmiş Peludun kovuğunda Beni yara versalar Zemheray sovuğunda oy oy Karanfil ekarmisun Bal ila şekermisun Dünyada yağtın beni Ağretta çekarmisun oy oy Karanfil ekarmisin Bal ila şekermisin Bugün yaptuğlarını Ahretta çekarmisin 58. Kerem ey der hata geldi dilima Çoh savuştum çare yohtur ölüma Kima nida etsam gerlmaz yanıma Gençluğumda göramadım hoş güni 59. Sabreyla zulumun her belasına Mevlam sınar dergahında çohları Bir tarluğa bir genişluh veran var Hikmetina ol var etti yohlari Bu dere baş aşaği oy oy Cilveleoy nanayda Yabanidur yabani oy nanayda Cilveleoy nanayda Yarimin geyduhlari Kadife pantolidur Nananyda cilveloy nanayda Turali para buldum oy Cilveleoy nanayda Hay gâvur oğlu gâvur oy nanayda Sendan guzeli buldum oy nanayda Nayda nani, nayda nani cilveleoy nanayda 343 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Hayde gidelum hayde Yohtur kimsadan fayde Elun nişanlisina Nasıl diyersun hayde oy oy Dağda kırarlar fınduği Hani gelinin sanduği Dağda kırarlar kırdaşi Hani gelinin kardeşi İşte gelinin kardeşi Kestaneyum kestane Kes koy beni yapiya Bir geldun goramadum Bir daha gel kapiya oy oy oy Yaylaların yoğurdi Seni kimlar doğurdi Seni doğuran ana Olsun bana kaynana Anam anam kakam anam Südün emdim kana kana Ben ahreta gediyorum Helal eyla dona dona Oğlandur oğtur Bir kürek poğtur Sanasğele düşmiş Kalduran yohtur Dağa gider oduna Balta sapi kotuna Aman ana kakam ana Südün emdim kana kana Kızdur nazdur Bin lira azdur Bin daha getur Bindur götür (KK-32) Anam var yanıma gelmaz Babam var halimi sormaz Anam anam kakam anam Südün emdim kana kana 62. Duman dere yuhari Bir yayilmasi vardur Gelin gelduği geca Bir bayılmasi vardur Gelina bah gelina Kına yahmiş elina Ne yapayim gelina Sırma tahmiş belina Kara kuş yuva yapmiş Maşallah yapisina Gel güzelim gidelim Mahkeme kapisina Gelin atladi eşigi Sufrada kaldi kaşuği Anam ağlar babam ağlar Peşima yanar ağlar İşte geldim büküm büküm Sırtımda var davul yüküm Ali Ağa’da iki gözüm Sanada selamun aleykum Hani gelinin çeyizi İşte gelinin çeyizi 344 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Köşe köşe yaranurum Ceyran gibi dolanurum Ali Ağam’da iki gözüm Sağlığına güvanurum Geldum seni almağa Başladun ağlamağa Nayda nanoy cilveloy nanayda (KK-33) Bahçalarda olur Mersin Mersin dalın yera ensin Mehmet Ağamda iki gözüm Allah uzun ömür versin 64. Manici başimiyim Cevahir taşimiyim Her gelen beni sorar Altun hamaylimiyim Köşe köşe geldim geldim İnci mercan düzdüm geldim Mehmet Ağa iki gözüm Arzu ettim sana geldim Osmaniye iki köyün arasi Köy degil Allah’ın belasi Sogitli deduğun keçi merasi Seydiyabat Cehennem Deresi Yaşa Orhaniyeli söyla bir daha Nar ağaci nar ağaci Kimi tatli kimi aci Osman Ağam iki gözüm İnşallah olursun haci Kirez dalın egmali Kirezini yemali Komşi kızi varikan Kima gönül vermali (KK-34) Şekerim var ezilecek İnce bezdan süzülecek Mehmet Ağa çoh bekletrme Çoh yerim var gezilecek 65. Cilveloy nanayda Ayna koydum yüzuna Oy nanayda cilveloy nanayda Ey gidi eski sevda Merekte sari saman Nışanlım aman aman Herkes dügün yapiyer Bizimkisi ne zaman Tophanedan topu atarlar Bali kaymağa katarlar Osman Ağam iki gözüm Davulcuya bahşiş atar Oy nanay da cilveloy Yahtın beni gülikan vo nanayda Nayda nayda nanayda ho Cilveloy nanayda Pınar başi pındırak Oy nanayda cilveloy nanayda Gel beraber oturah ho nanayda Cilveloy nanayda 63. Endum dere ırmağa Zeytun dali kırmağa 345 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Nayda na nanayda da ho Cilveloy nanayda Odanin tavani yoh vo Ray ray mercan oy Yıldızlar göriniyer vo Ray ray mercan oy Yar evinuz varmidur Cilveloy nanayda Yani duvarmidur Vo nanayda cilveloy nanayda Kara gözli sevduğum vo Ne guzel goriniyer vo Ray ray mercan oy (KK-36) Ben seni seviyorum o nanayda Cilveloy nanayda Heç haberun varmidur Vo nanayda, cilvelo nanayda 66. Endum derelicana Su verdim patlicana Alurum siçan oti Yedururum kocana Arajmanca söyliyecam vo nanayda cilvelo nanayda (KK-35) Dere geturur çali Kulaklari mercanli Kız beninan oynama Kalursun iki canli 65. Mercan Oy Gediyerim gelsana vo Ray ray mercan oy Yolimi bağlasana vo Ray ray mercan oy Cam ögünda küpeli Dibini süpürmali Yarima bahan kızın Yüzüna tükürmali Ben seni seviyorum vo Ray ray mercan oy Gözlarımdan bilsana vo Ray ray mercan oy 67. Etegimin pilesi Yana bahiyer yana Yasemin senin sevgillin Bana bahiyer bana Karşidan gelanlara vo Ray ray mercan oy Kaz koydum fenerlara Ray ray mercan oy Harmana yarim harmana Harman yeri dar bana Yeni kolyeler çıkmış Alsana yarim sen bana Gözüm çapkın alişti vo Ray ray mercan oy Bakıyor güzellara vo Ray ray mercan oy Kolunda üç bilezik Üçide burma burma 346 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Sen get yarim askere Üç aydan fazla durma 68. Emdum derelicana Su verdim patlıcana Alurum siçan oti Yedururum kocana Parmağında yüzügün Al sana nişan olsun Ben bu koydan gediyerim Oda siza şan olsun Dere geturur çali Kulaklari mercanli Kız beninan oynama Kalursun iki canli (KK-36) Hoca geliyer hoca Elinda sari bohça Şimdi ki kızlar istiyer Kot pantolonlu koca 69. Cam önününde küpeli Dibini süpürmeli Yarimeeee bakan kızın Yüzüne tükürmeli Osmaniye sögüdü Sulamadan büyüdü Sana yarim dedikçe Senin burnun büyüdü Etegimim pilesi Yana bakıyor yana Yasemin senin sevgillin Bana bakıyor bana Kolunda saatin Nakışı ben olayım Askerdeki yarimin Kayışı ben olayım Harmana yarim harmana Harman yeri dar bana Yeni kolyeler çıkmış Alsana yarim sen bana Hoca çıkmış minbera Topluyor kaşıkları Hoca sevap isterse Kavuştur aşıkları Kolumda üç bilezik Üçide burma burma Sen git yarim askere Üç aydan fazla durma Arabamın tekeri Lekelidur lekeli Osmaniye kızları Çikolata şekeri Ayakkabımı silerim Üstü güzel olursa Kaynanamı severim Oğlu güzel olursa Parmağımda yüzügüm Al buna nişan olsun Ben bu koyden gediyorum Oda siza şan olsun Hoca geliyor hoca Elinde sarı bohçası 347 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 Ben gelmeden geber Şimdiki kızlar istiyor Kot pantolonlu koca Oğlan oğlan kalk gidelim Sigarayı feneri yak gidelim Ay oğlan oğlan boynuma dolan Osmaniye söğüdü Sulamadan büyüdü Sana yarim dedikçe Senin burnun büyüdü Oğlanın elinde mısır sopası Akşama yiyecek karı sopası Ay oğlan oğlan boynuma dolan Kaynanam karabiber Kaynatam ondan beter Allah alsın onları Bir oğlu bana yeter Yoğurdum tasta kaldı Komşuluk yasta kaldı Âlemin yari geldi Benim ki yasta (Kars’ta) kaldı Rakı koydum şişeye Geç kaynana köşeye Senin salak oğlunu Zor yatırdım döşeye Pazar pazara düşti Sıdret nazara düşti Eşigi adlamadan Kendi mezara düşti (KK-37). Fırın üstünde fırın Vurun davullar vurun Biz ikimiz bacıyız Sizde bacanak olun Bu dağ o dağı tartar Günbegün derdim artar Derdimin ortağı yar Gel beni dertten kurtar (KK-38). Torbaya ektim tazecik biber Aman kaynanacım KAYNAK KİŞİLER KK-1: Cemil Keskin, 80 yaşında, Ortaköy Merkez/ARTVİN KK-2: Zekiye Kara, 55 yaşında, Kutlu Köyü Ardanuç/ARTVİN KK-3: Gülseher Kılıç, 84 yaşında, Kutlu Köyü Ardanuç/ARTVİN KK-4: Emriye Kara, 70 yaşında, Kutlu Köyü Ardanuç/ARTVİN KK-5: Nazimet Gül, Tosunlu Köyü Ardanuç/ARTVİN KK-6: İfaket Bilgin, 75 yaşında, Göraşet Köyü Ardanuç/ARTVİN KK-7: Seniye Temur, Şalcı Köyü Şavşat/ARTVİN KK-8: Ruhuze Kaya, 57 yaşında, Yavuz köyü Şavşat/ARTVİN KK-9: Eliminur Yıldız, Meşeli köyü Şavşat/ARTVİN KK-10: Hafız Kemal Yavuzoğlu, Karlı Köyü Ardanuç/ARTVİN 348 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 KK-11: Sıddık Altunkaya, 103 yaşında, Tosunlu köyü Ardanuç/ARTVİN KK-12: Nazmiye Arslan, Tepedüzü Köyü Ardanuç/ARTVİN KK-13: Zülküf Yıldırım, 93 yaşında, ARTVİN KK-14: Faik Albayrak, 65 yaşında, Tosunlu Köyü Ardanuç/ARTVİN KK-15: Gülseher Kerimkızı, Uravel köyü/ARTVİN KK-16: İzzet Çelik, Kutlu Köyü Ardanuç/ARTVİN KK-17: Âşık Zarrafi, Cinal Köyü Şavşat/ARTVİN KK-18: Turgay Bayraktar, 33 yaşında, Güreşen Köyü Borçka/ARTVİN KK-19: Mehpup Yazıcı, ARTVİN KK-20: Yaşar Bilgin, ARTVİN KK-21: İbrahim Usta, ARTVİN KK-22: Mehmet Özcü, 78 yaşında, Erenköy Yusufeli/ARTVİN KK-23: Hasan Özcü, Hers Köyü Yusufeli/ARTVİN KK-24: Nazlı Kaya, Kutlu Köyü Ardanuç/ARTVİN KK-25: Yadigâr Altun, 70 yaşında, Kurudere Köyü Şavşat/ARTVİN KK-26: Ferinaz Temur, Şavşat/ARTVİN KK-27: Şerafettin Koca, ARTVİN KK-28: Muhittin Aliz, ARTVİN KK-29: Perihan-Abdullah Koca, ARTVİN KK-30: Zihni Aydın, İncilli Köyü Ardanuç/ARTVİN KK-31: Hayriye Çelik, 101 yaşında, Ekşinar Köyü Ardanuç/ARTVİN KK-32: İsmail Can KK-33: Bahriye Acar KK-34: Mevlüt Yıldız KK-35: Münevver Aydın KK-36: Melek Yılmaz KK-37: Naciye Kaya KK-38: Hüsniye Çelik, Örtülü Köyü Ardanuç/ARTVİN 349 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 - ÇEVİRİLER ÖZEL BİR YARATIM BİÇİMİ OLARAK FOLKLOR* Roman Jakobson ve Petr Bogatyrev (Çeviren: Tuncer YILMAZ*) On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, düşüncenin yanıltılmış kuramsal yönelimlerini bilhassa niteleyen naif gerçekçilik*, bilimsel düşüncedeki daha yeni akımlarca yerinden edilmiştir. Naif gerçekçilik yalnızca, destekçileri materyaller toplamakla ve belirli somut sorunlarla oldukça meşgul olduğu için düşünsel varsayımları gözden geçirmeye isteksiz olan, ve bu nedenle de doğal olarak bağlı oldukları kuramsal ilkeler konusunda tutucu davranan hümanistik disiplinlerin sahasında yayılmaya devam etmiş, hatta bu yüzyılın başlarında ivme kazanmıştır. Naif gerçekçiliğin düşünsel perspektifi (en azından, bu perspektif sorgulanamaz ya da inkâr edilemez bir dogma olmadığı için)her ne kadar çağdaş araştırmacıya alışılmadık gelse de, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, bilimin düşünsel varsayımlarında doğrudan bir gelişmeyi temsil etmiş olan bütün bir formülleştirmeler dizisi, birçok kültürel çalışma sahasında, adeta bilimsel gelişmeyi kısıtlayan bir kalıntı olan kaçak bir safra gibi varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Yeni-dilbilgicilerin (neogrammarians) bireyin dilinin tek ve gerçek dil olduğu yönündeki yaygın tezi, naif gerçekçiliğin tipik bir ürünüdür. Epigramatik açıdan bakıldığında bu tez, son tahlilde, geri kalan her şey kuramsal-bilimsel soyutlamalarken, yalnızca belirli bir kimsenin, zamanın belirli bir anındaki konuşmasının asıl gerçekliği temsil ettiğini öne sürer. Yine de, hiçbir şey dilbilimdeki çabalara, yeni-dilbilgici ekolün köşe taşlarından biri haline gelen bu tez kadar yabancı değildir. Modern dilbilim, öznel ve belirli bir söz ediminin—Saussure’ün termino* Yazı ilk olarak “Die Folklore als eine besondere Form des Schaffens,” Verzameling van Opstellen door Oud-Leertingen en Befriende Vakgenooten (Donum Natalicium Schrijen) (NijmegenUtrecht: 1929, pp. 900-913)’da yayınlanmıştır. * Dr. Karadeniz Teknik Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü. Trabzon/ TÜRKİYE * Etrafımızdaki nesnelerin, yalnızca bizim onları idrak ettiğimiz gibi var olduklarına inanmaktan ortaya çıkan gerçekçilik türüdür. Buna göre eşya, yalnızca bizim duyularımıza hitap edebildiği oranda gerçektir (ç. n.). 350 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 lojisine göre söz* (parole)—yanı sıra, “bir toplumsal yapının, bireylerin o yetiyi [dil] aralarında uygulamalarına izin vermek üzere benimsediği gerekli kurallar kümesi” olan dil’i (langue) de tanır. Bu geleneksel ve kişilerarası sistemde, şu veya bu konuşmacı, ancak dil’deki bireysel sapmalar yoluyla, ve yalnızca dil’in kendisine göre yorumlanabilecek kişisel çeşitlilikler gösterebilir. Bu çeşitlilikler, toplumdan sonra dil’in gerçekleri haline gelirler, belirli bir dil’in kullanıcıları bunları onaylamış ve genel olarak makul olduklarını kabul etmişlerdir. İşte burada da, bir yandan dildeki dönüşümler; öte yandan da bireysel konuşma yanlışları (lapsus), kişisel heveslerin, güçlü ruh hallerinin ya da konuşan kimsenin estetik dürtülerinin sonuçları arasındaki farklılıklar yatar. Dilde yaşanan şu veya bu yeniliğin “kavramlaşması” ile ilgili soruya geldiğimizde ise, bireysel konuşma yanlışlarının (lapsus), kişisel ruh hallerinin, ya da estetik konuşma deformasyonlarının bir biçimde toplumsallaştırılması ve genelleştirilmesinin sonucu olarak ortaya çıkan dil dönüşümü vakalarını inceleyebiliriz. Dil değişimleri, zaten gerçekleşmiş ve doğrudan dil’de biçimlenmiş kaçınılmaz ve kararlı konuşma değişikliği sonuçları oluşturduklarında olduğu gibi, başka bir biçimde de ortaya çıkabilir (biyolojik tekkaynakçılık (monojenez) kavramı). Ancak, yürürlükte olan dilbilimsel değişim ile ilgili genel değişimlerde, yalnızca toplumsal bir gerçek oluşturduğu andan itibaren “doğan” bir dil yeniliğinden söz edebiliriz, örneğin, bir konuşmacı topluluğunun onu kendilerine ait bir yenilik olarak benimsediğinde. Şimdi dilbilim alanından folklor alanına geçecek olursak, burada da paralel görüngülerle karşılaşırız. Bir folklor öğesi tek başına (per se) var olmaya, ancak belirli bir topluluk tarafından benimsendikten sonra ve o topluluğun kabul ettiği unsurlarıyla birlikte başlar. Varsayalım bir topluluğun bir üyesi bir şeyler üretmiş (compose) olsun. Birey tarafından yaratılan bu sözlü çalışma, toplum tarafından şu ya da bu nedenle kabul edilemez bulunacak, topluluğun geri kalan üyeleri onu benimsemeyecek, böylece de başarısızlığa mahkûm olacaktır. Ancak bir koleksiyoncunun talihli bir transkripsiyonu, onu sözlü kompozisyon evreninden edebiyat evrenine geçirerek kurtarabilir. 1860’ların Fransız şairi Comte de Lautréamont* sözde lanetli şaire * Ferdinand de Saussure’ün Genel Dilbilim Dersleri adlı yapıtında ele aldığı langue ve parole terimleri Türkçe’ye sırasıyla dil ve söz olarak tercüme edilmiştir. Metin içerisinde sözcüklerin diğer kullanımları ile karıştırılmaması açısından, söz konusu terimler metnin özgün biçimine de sadık kalacak biçimde kalın puntolarla belirtilecektir (ç. n.) * 1846-1870 yılları arasında yaşayan ve Sürrealist akımın öncülerinden olarak kabul edilen Fransız şair. Ayrıca ‘lanetli şairler’ grubunun bir üyesidir. Bu terim, kendisini toplumdan soyutlayarak yaşayan, alkol ve uyuşturucu gibi toplumun suç olarak gördüğü alışkanlıkları bulunan ve olasılıkla bu nedenlerden dolayı genç yaşta yaşamını yitiren şairleri tanımlamak için kullanılır (ç. n.). 351 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 (poètes maudits) tipik bir örnek sunar, örneğin, çağdaşlarınca reddedilen, sessiz bir biçimde görmezden gelinen ve tanınmayan şairler. Tıpkı hiç basılmamış diğer çalışmaları gibi, hiç ilgi uyandırmayan ve okur çekemeyen küçük bir cilt kitap yayımladı. Yirmi dört yaşındayken ölüm kendisini yakaladı. Onyıllar geçti. Edebiyatta, birçok açıdan Lautréamont’un şiiriyle uyumlu olan sözde sürrealist akım yükseldi. Lautréamont’un itibarı iade edildi—yapıtları yayımlandı, bir usta olarak göklere çıkarıldı ve önem kazandı. Ancak, ya yalnızca sözlü şiir yapıtları üreten bir ozan olarak kalsaydı, Lautréamont’a ne olacaktı? Ölümünün ardından, yapıtları da bir iz bırakmadan yok olacaklardı. Burada, bütün yapıtların reddedildiği oldukça uç bir vakadan söz ettik. Yine de, tek bir özelliğin, biçimdeki farklılıkların, ya da yalnızca motiflerin çağdaşlarca reddedilmesi ya da benimsenmemesi oldukça olasıdır. Bu örneklerde çevre, yaratılan yapıtı kendi beğenisine göre ayıklar. Ve yine, çevre tarafından reddedilen her şey bir folklor unsuru olarak var olamaz; kullanımdan kalkar ve yok olur. Goncharov’un* kadın kahramanlarından biri—romanı okumadan önce—olay örgüsünün sonuçlarını anlamayı dener. Gelin, belirli bir zamanda ortalama okurun da aynı biçimde davrandığını varsayalım. Örneğin, bir yapıtı okurken o da doğa ile ilgili bütün betimlemeleri, yavaşlatıcı ve yorucu bir yük olarak gördüğü için okumadan geçebilir. Bir roman okur tarafından ne kadar çarpıtılırsa çarpıtılsın, kurgusu açısından gününün edebi ekollerinin beklentileri ile ne kadar çelişirse çelişsin, ne kadar bölük pörçük kavranırsa kavransın, yine de potansiyel varlığını bozulmadan korur. Bir zamanlar reddedilen özelliklerin hakkının verileceği yeni bir zaman gelecektir. Ancak bu unsurlar folklor evrenine aktarıldığında, gelin toplumun olay örgüsünün bütün sonuçlarının önceden ortaya çıkarılmasını talep ettiğini varsayalım, bu durumda bütün halk anlatılarının kaçınılmaz bir biçimde Tolstoy’un İvan İlyiç’in Ölümü (The Death of Ivan Ilyich) öyküsünde karşılaştığımız türden—olay örgüsünün sonuçlarının anlatının önüne geçtiği—bir kompozisyon şeması benimsediğini göreceğiz. Eğer doğa betimlemeleri topluluğun hoşuna gitmemişse, folklor repertuarından çıkarılırlar. Kısaca folklorda, yalnızca belli bir topluluk için işlevsel bir değeri olan biçimler tutulur. Bu yolla, bir biçimin bir işlevi, açık bir biçimde başkasıyla değiştirilebilir. Ancak folklorda, biçim işlevselliğini kaybettiği anda yok olurken, bir edebi yapıtta potansiyel varlığını korumaya devam eder. Öte yandan, bir diğer edebi-tarihsel örnek ise, her biri kendi tutumları içerisinde ve roman modasına göre, yüzyıllar içerisinde farklı yönelimlerle * 1812-1891 yılları arasında yaşamış, Gerçekçilik akımına mensup Rus roman yazarı ve edebi eleştirmen. Asıl adı Ivan Aleksandrovich Goncharov’dur (ç. n.). 352 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 farklı biçimlerde yorumlanan sözde “ebedi arkadaşlar”ınkidir. Bu yazarların çoğunun çağdaşlarınca alışılmadık, anlaşılmaz, gereksiz ve nahoş bulunan özellikleri, daha sonraki bir zamanda büyük değerlere dönüşerek güncel hale gelebilir; yani yaratıcı edebi faktörler olabilirler. Bu da, ancak edebiyat evreninde olasıdır. Örneğin, Leskov’un*, Remizov* ve takip eden Rus düzyazı yazarlarının edebi çalışmalarında yaratıcı edebi faktörler haline gelebilmesi on yıllar alan dilbilimsel açıdan cesur ve yenilikçi üretimleri, sözlü şiirde ne hale gelirdi? Leskov’un çevresi, onun yapıtlarını, tuhaf biçimsel yöntemlerinden arındırırdı. Kısaca, edebi ve folklorik aktarım arasında oldukça derin bir farklılık vardır. Folklor alanında, şiirsel gerçeklerin yeniden dirilmesi olasılığı oldukça düşüktür. Eğer belirli bir şiir geleneğinin temsilcileri tükenirse, bu gelenek artık yeniden canlandırılamazken, edebiyatta yüz yıllık, hatta birkaç yüzyıllık görüngüler yeniden canlanabilir ve üretken hale gelebilirler! Yukarıdaki tartışmadan çıkarılabileceği üzere, bir folklor yapıtının varlığı, bir topluluğun devam edebilmesi için onu kabul edip onaylamasına gereksinim duyar. Folklor araştırmalarında, topluluğun önleyici sansürü temel bir prensip olarak sürekli akılda tutulmalıdır. “Önleyici” terimini kasten kullanıyoruz, çünkü folklorik bir gerçeği dikkate alırken onun doğumundan önceki anlarla, “döllenmesi”yle, ya da embriyo dönemindeki yaşamıyla değil, folklor gerçeği olarak o haliyle “doğumu” ve ardından gelecek olan yazgısıyla ilgileniriz. Folklor araştırmacıları, özellikle—olasılıkla ellerinin altında Avrupa’nın en canlı ve en zengin folklor materyali bulunan—Slavlar, sık sık sözlü şiir ve edebiyat arasında belirgin bir farklılık olmadığı, ve [eğer varsa bile (ç. n.)] her iki durumda da bireysel yaratımın kesin ürünleri ile karşı karşıya olduğumuz savını ileri sürerler. Bu sav, doğrudan naif gerçekçiliğin etkilerine kadar kökenini izler: halka ait yaratımları deneysel incelemeler yoluyla doğrulayamayız, bu yüzden bireysel bir üretici ya da başlatıcı olduğunu önermek gerekmektedir. Dilbilimde olduğu kadar folkloristikde de tipik bir yeni-dilbilgici olan Vsevolod Miller*, folklorun konusu üzerine şunları söyler: “ [O]Kim tarafından düşünüldü? Kitlelerin toplumsal yaratımı tarafından mı? Ancak bu da kurgudur, insanlık tarihi böyle bir yaratıma tanıklık etmemiştir.” Şüphesiz burada, günlük çevremizin etkisi ifade bulur. Bizim için sözlü yaratıcılık değil, yazmak en bilindik ve en iyi bilinen yaratıcılık biçimidir; ve bu nedenle, alışageldiğimiz * Nikolai Semyonovich Leskov (1831-1895), Rus romancı, oyun yazarı, gazeteci ve edebi eleştirmen (ç. n.). * Aleksei, Mikhailovich Remizov (1877-1957), Rus modernist roman yazarı (ç. n.). * Vsevolod Fyodorovich Miller (1848-1913), Rus dilbilimci, folklorist, antropolog ve arkeolog. 353 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 düşüncelerimiz ben merkezci bir biçimde folklor alanına da yansıtılır. Böylelikle, bir edebi yapıtın doğum anı, yazarınca kâğıda yazılmaya başladığı andan itibaren hesaplanır; ve analoji yapılacak olursa, sözlü bir yapıtın ilk nesnelleştirildiği, örneğin yaratıcısı tarafından söylendiği nokta onun doğum anı olarak kabul edilir—oysa gerçekte yapıt, topluluk tarafından kabul gördüğü anda folklorik gerçek olur. Folklorik yaratımın bireysel karakterli olduğu savının destekçileri, anonimlik kavramının yerine kolektiflik kavramını koymaya eğilimlidirler. Dolayısıyla, örneğin, meşhur bir Rus sözlü şiir el kitabı aşağıdaki ifadeleri içerir: Bir ritüel şarkısını ele aldığımızda, eğer ritüelin yaratıcısının kim olduğunu, ya da ilk şarkıyı kimin bestelediğini bilmiyorsak, yine de bu onun bireysel bir yaratım olduğu düşüncesi ile çelişmez, aksine yalnızca ritüelin oldukça eski olduğunu, bu nedenle de bu ritüele sıkı sıkıya bağlı olan şarkının ne bestecisine ne de onu ortaya çıkaran koşullara karar veremeyeceğimizi kanıtlar; ve dahası, yazarın kişiliğinin hiçbir ilgi uyandırmadığı bir durum ortaya çıkar, bu nedenden dolayı da bu kişiliğin hatırası korunmaz. Bu biçimde, “halka ait” (komünal) yaratıma başvurmak gereksizdir. Burada hesaba katılmayan şey, toplumca onaylanmamış bir ritüel olamayacağı; yani bunun bir conradictio in adiecto [kavram kargaşası] olduğu; ve hatta eğer şu veya bu ritüelin özü bireysel bir ifadede yatıyorsa, bu ifadeden ritüele giden yolun, konuşmadaki kişisel çarpıtmalardan dilbilgisel ve dilbilimsel mutasyona giden yol kadar uzun olduğudur. Ritüelin kökeni (ya da benzer biçimde sözlü şiir) ile ilgili söylenenler, ritüelin evrimi (ya da genel olarak folklorik evrim) açısından da geçerli olabilir. Dilbilim tarafından dilin kurallarındaki bir değişim ile, bireyin bu kurallardan sapması arasında uygulanan—yalnızca nicelik açısından değil, aynı zamanda temel nitelik açısından da öneme sahip bir—ayrım, halk bilime neredeyse tamamen yabancıdır. Folklor ve edebiyat arasındaki içsel ayırt edici özelliklerden bir tanesi, sanat yapıtının özü kavramıdır. Folklorda, bir yanda sanat yapıtı ile öbür yanda onun nesneleştirilmesi arasındaki ilişki—örneğin, bu yapıtın farklı bireylerce icra edildikçe ortaya çıkan sözde varyantları—tamamen dil ve söz arasındaki ilişkiye paraleldir. Tıpkı dil gibi folklorik yapıt da bireydışıdır ve yalnızca potansiyel bir varlığa sahiptir; yalnızca belirli normların ve dürtülerin bir karışımı; tıpkı söz üretenlerin dil’de yaptıkları gibi, icracıların bireysel yaratıcılıklarının renkleriyle yaşamı boyadıkları gerçek geleneğin bir tuvalidir. Konuşmadaki (ya da folklordaki) bu bireysel yenilikler, topluluğun ge354 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 reksinimlerine cevap verdiği ve dil’in (ya da folklorun) sürekli evrimini öngördükleri oranda toplumsallaşırlar ve dil’i (ya da bir folklor yapıtının bileşenlerini) bir araya getiren unsurları oluştururlar. Edebi yapıt nesneleştirilmiştir, somut ve okurdan bağımsız bir biçimde var olur; ve her müteakip okur kendini doğrudan yapıta verir. Folklor yapıtınınki icracıdan icracıya değil, onun yerine yapıttan icracıya doğru giden bir yoldur. Tabi ki diğer icracıların yorumları da hesaba katılabilir; ancak bu, yapıtın algılanışındaki bileşenlerden yalnızca bir tanesidir ve hiçbir biçimde folklorda olduğu gibi tek kaynak değildir. Bir folklor yapıtında icracının rolü hiçbir koşulda, bir edebi yapıtın ne okuru ne de ezberleyicisininki ile özdeşleştirilmemelidir, hele de yazarınınki ile hiç özdeşleştirilmemelidir. Bir folklor yapıtının icracısının bakış açısından değerlendirildiğinde, bu [folklor] yapıtlar(ı) dil gerçeğini temsil ederler; yani, her ne kadar tahrife ve yeni şiirsel ve sıradan materyallerin girişine açık olsa da, bireydışı, icracısından bağımsız belirli bir gerçek. Ancak edebi bir yapıtın yazarı için, bu [edebi] yapıt söz’ün bir gerçeği olarak ortaya çıkar; a priori (önceden) verilmemiştir, ancak bireysel gerçekleştirmeye bağlıdır. Verilen tek şey, yeni sanat yapıtının (bu biçimlerin bazılarını içselleştirerek, diğerlerini yeniden çalıştırarak, bazı diğerlerini de çıkararak) yaratıldığı ve algılanmasının beklendiği arka plana—yani, onların resmi gerekliliklerinin arka planına—karşın, hali hazırda etkili olan sanat yapıtlarının bağlamıdır. Folklor ve edebiyat arasında, öncekinin özellikle dil’e, sonrakinin ise söz’e doğru bir yönelimi olduğu gerçeğine dayanan önemli bir farklılık yatar. Folklor evreninin Potebnia* tarafından yapılan doğru bir tanımlamasına göre, [halk] şairinin, aynı çevredeki diğer şairlerin yapıtlarını yabancı görürken, kendi yapıtını kendisine ait hissetmesi için hiçbir neden yoktur. Yukarıda da belirtildiği gibi, toplulukça uygulanan sansürün edebiyatta ve folklorda farklı rolleri vardır. Folklor söz konusu olduğunda sansür, zorlayıcı. yapıcı ve sanat yapıtlarının nesli için kaçınılmaz bir koşuldur. Yazar, çevresinden gelen talepleri az çok dikkate alabilir; ancak o her ne kadar bu talepleri benimsese de, burada eksik olan, folklorun da bir özelliği olan, sansür ve yapıtın ayrıştırılamaz kaynaşmasıdır. Bir edebi yapıt sansür tarafından biçimlendirilmemiştir ve tamamen ondan türetilemez ancak, kimi zaman doğru, kimi zaman yanlış olsa da, onun taleplerini tahmin edebilir. Topluluğun beklentilerinin birçoğu dikkate dahi alınmaz. Ulusal ekonomi alanı, edebiyat ve tüketici ilişkisine “pazar üretimi” * Aleksandr Afansevich Potebnia (1835-1891), Ukraynalı-Rus dilbilimci ve düşünür. Özellikle Ukrayna’nın fonetik, dil ve kültürü üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır (ç. n.). 355 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 kavramıyla yakın bir paralel çizerken, folklor “ihtiyaç için üretim” kavramına yakınlaşır. Çevrenin talepleri ile edebi yapıt arasında ortaya çıkan farklılıklar bir yanlışın sonucu olabilir; ancak bu farklılıklar aynı zamanda, edebi anlamda çevrenin taleplerini yeniden yapılandırarak onları yeniden eğitmeye teşebbüs eden yazarın bilinçli çabalarından da kaynaklanabilir. Yazarın gelecek kuşakları etkilemek için yaptığı böyle bir teşebbüs başarısız da olabilir. Sansür boyun eğmez; onun standartları ile yapıtın standartları arasından bir çelişki yükselir. “Halk yazarı”nın (folk author) “edebi şair”e benzediği ve onu örnek alarak biçimlendirildiği yönünde bir düşünce eğilimi vardır; ancak böyle bir aktarım yersizdir. “Edebi şair”in aksine, “halk şairi” (folk poet)—Anichkov’un konu ile ilgili yaptığı gözlemlere göre—“yeni bir çevre” yaratmaz. Çevreyi değiştirmek için duyulan her türlü arzu ona tamamen yabancıdır. Sansürle çelişen her türlü çabayı geçersiz kılan “önleyici sansür”ün mutlak üstünlüğü, şiirsel yaratımda özel bir tür katılımcı üreterek, bu kişiliği sansürün üstesinden gelmek için yapılacak herhangi bir saldırıdan vazgeçmeye yönlendirir. Folklorun, bireysel yaratıcılığın bir ifadesi olduğu görüşü içerisinde, edebi tarih ve folklor arasındaki sınırları kaldırma eğilimi en üst noktaya ulaşmıştır. Ancak biz, yukarıdaki tartışmalardan da çıkarılabileceği üzere, bu savın ciddi bir biçimde gözden geçirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu gözden geçirme, illa folklorun—adı geçen doktrinin temsilcilerince ağır biçimde saldırılan—Romantik algısının yeniden eski haline döndürülmesi anlamına mı gelmektedir. Şüphesiz evet. Romantik kuramcılarca ortaya atılan sözlü şiir ile edebiyat arasındaki farklılıkların tanımı, birçok doğru düşünceyi içinde barındırır, ve gerçekte Romantikler sözlü şiirsel yaratımın “sürü doğası”nı vurgulayarak onu dille kıyasladıklarında haklıydılar. Ancak bu doğru savların yanı sıra, Romantik düşünce, çağdaş bilimsel eleştiri tarafından artık desteklenemez olan bir dizi iddialar da içermektedir. Dahası, Romantikler genetik otonoma ve folklorun özgünlüğüne çok fazla değer yüklemişlerdir. Ancak sonraki kuşakların araştırmacılarının çabaları, çağdaş Alman folkloristiğinin “gesunkenes Kulturgut” olarak tanımladığı görüngünün, folklorda oynadığı önemli rolü kanıtlamıştır. “Gesunkenes Kulturgut”un halk repertuarına addettiği önemli ve hatta bazen seçkin konumun tanınmasının, folklorda kolektif yaratımın rolünü önemli ölçüde sınırladığı izlenimi ortaya çıkabilir. Ancak durum böyle değildir. Halk şiiri tarafından toplumun daha yüksek katmanlarından ödünç alınan sanat yapıtları—kendi içlerinde ve kendileri hakkında— kişisel girişimin ya da bireysel yaratıcılığın tipik örnekleri olabilirler. Ancak doğası gereği, folklorun kaynakları ile ilgili soru356 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 nun kendisi bile folkloristiğin sınırlarının dışında yatar. Heterojen kaynaklarla ilgili herhangi bir soru, yalnızca içerisinde formüle edildiği sistemin—bu durumda folklorun—bakış açısıyla değerlendirildiğinde, bilimsel yorumlamalar için bir hedef haline gelir. Folkloristik bilim için asıl önemli olan, zaten folklorun dışında bulunan, kaynakların kökeni ve varlığı değil, ödünç alma ve seçme işlevi, ve ödünç alınan malzemenin dönüştürülmesidir. Bu açıdan bakıldığında, üretmek ve yeniden üretmek arasında bir sınır çizmeye ve sonrakini [yeniden üretmek (ç. n.)] her nasılsa daha değersiz görmeye hakkımız olmadığı için, “halk yaratmaz, o yeniden-yaratır” biçimindeki meşhur iddia geçerliliğini yitirir. Yeniden üretmek edilgen bir tahsisat anlamına gelmez; ve bu anlamda, antik oyunları yeniden ele alan Molière* ile, Naumann’ın** ifadesi ile “bir sanat şarkısı söylemeyen” halk arasında temel bir farklılık yoktur. Sözde anıtsal sanata ait bir yapıtın sözde ilkel bir yapıta dönüştürülmesi de aynı oranda bir yaratım edimidir. Burada yaratıcılık, en az içselleştirilen yapıtların seçimi ve diğer eğilimler ve beklentilere göre uyarlanmasında olduğu kadar vurgulanmıştır. İnşa edilmiş edebi biçimler, folklora aktarımlarının ardından dönüştürme için hammadde haline gelirler. Çeşitli şiirsel koşulların arka planına karşın, farklı bir gelenek ve sanatsal değerler arasında farklı bir ilişki olarak yapıt yeni bit tutum içerisinde yorumlanır; dahası, ilk bakışta ödünç alınan materyalin içerisinde, adeta bir ilk örnek olarak, korunmuş gibi görünen biçimsel yapılar dahi özdeş olarak değerlendirilmemelidir. Bu sanat biçimlerinde, Rus edebi eleştirmen Tynianov’un da dediği gibi, işlev değiş tokuşları gerçekleşir. Yokluğu halinde sanatsal gerçekleri anlamanın olanaksız olacağı işlev açısından bakıldığında, folklor dışındaki sanat yapıtı ve folklora aktarılmış biçimiyle aynı sanat yapıtı, birbirinden tamamen farklı iki şeydir. Puşkin’in “The Hussar” şiirinin tarihi, sanat yapıtlarının folklordan edebiyata, ya da tam tersi edebiyattan folklora geçerken işlevlerini nasıl değiştirdiklerinin tipik bir örneğini sunar. Sıradan bir insanın öteki dünya ile karşılaşması üzerine tipik bir folklorik anlatı (anlatının dönüm noktasını şeytanın maskaralıklarının betimlenmesi oluşturur), Puşkin tarafından, ana karakterlerin psikolojik betimlemeleri ve işleniş biçimlerindeki psikolojik motivasyonları yoluyla, bir dizi edebi tür resmine dönüştürülür. Ana karakterin—Hussar (ç. n.)—yanı sıra, halk inanışları da, Puşkin tarafından mizahi renklendirmelerle resmedilmiştir. Puşkin’in uyguladığı Märchen (öykü) “halk tipi” dir; ancak şairin yeniden ele alışında, bu “halk tipi”lik sanatsal bir araçtır, tabiri caizse * Jean-Baptiste Poquelin ya da yaygın bilinen adıyla Molière (1622-1673), Fransız oyun yazarı ve aktör (ç. n.). ** Hans Naumann (1886-1951), Alman edebi tarihçi ve folklorist (ç. n.). 357 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 ön plana çıkarmaktır. Puşkin’e göre halk anlatıcısının eğitimsiz konuşmaları, manzum uygulamalar için piquante (biraz acı) bir konudur. Puşkin’in şiiri folklora geri dönmüş ve Rus halk tiyatrosunun en popüler oyunlarından biri olan “Çar Maximillian”ın farklı versiyonlarına karışmıştır. Burada, diğer edebi alıntıların yanı sıra bu da, [sahneler arasındaki (ç.n.)] geçiş bölümünü doldurmaya hizmet eder, ve bu bölümün kahramanı olan Hussar’ı resmeden birçok renkli sahne arasından biri haline gelir. The Hussar’daki şişirilmiş palavralar, soytarılığın estetik ruhuna uyum sağladığı gibi, şeytan figürünün de mizahi bir betimlemesini oluşturur. Bununla birlikte, Puşkin’in mizahının romantik ironi tonuna doğru kayma eğiliminin, şiiri asimile eden “Çar Maximillian”daki soytarılıkla hemen hiç ortak noktası yoktur. Hatta, Puşkin’in şiirinin görece biraz olsun değiştirildiği versiyonlarında dahi, folklor eğitimi olan halk onu kendine has bir yolla, özellikle de halk aktörlerince icrası ve etrafındaki diğer sahne oyunları bağlamında yorumlar. Diğer versiyonlarda, işlevdeki bu değişim, Puşkin’in halk şiirine çoktan dönüşen şiirinin tipik etkileşimli sözlü üslubu ile, biçim tarafından doğrudan ortaya konur; ve—güdülerinden kopartılan— özgün şiirde ise geriye kalan tek şey, bir dizi tipik şaka ve güldürü unsurlarının iliştirildiği olay örgüsüdür. Edebiyat ve sözlü şiirin yazgıları ne kadar birbirlerine dolanmış olursa olsun, karşılıklı etkileri ne kadar ortak ve esaslı olursa olsun, folklor ve edebiyat birbirlerini hangi sıklıkta etkilerse etkilesinler; bütün bunlara rağmen, genetik incelemeler uğruna sözlü şiir ve edebiyat arasındaki sınırları yıkmaya yetkimiz yoktur. Folklorun Romantik tanımlamasında, özgün olduğunu varsaymanın yanı sıra, bir diğer önemli yanlış da, yalnızca sınıflara bölünerek katmanlaşmamış bir halkın—tek bir ruh ve tek bir dünya görüşüne sahip bir tür kolektif kişilik; insani etkinliklerin bireysel ifadelerini onaylamayan bir topluluk—folklor üretebileceği ve halka ait yaratımın temsilcisi olabileceği savıdır. Bugünlerde, toplumsal yaratımın bir “ilkel kültürel topluluk” ile ayrılmaz bir biçimde ilişkilendirilmesini, birçok konuda Romantikler ile aynı fikirde olan Naumann ve onun ekolünün çalışmalarında görüyoruz: Burada bireysellik yoktur. Gerçekte, en büyük benzerlikleri gösteren hayvan krallığından analojiler yapmakta tereddüt etmemeliyiz… Komünal sanat gerçek sanattır, ama kırlangıç yuvaları, arı kovanları, ya da salyangoz kabuklarının komünal sanatın ürünleri olduğundan daha az değil. Naumann komünal kültürün mensupları ile ilgili “hepsi tek bir güdü ile hareket ederler” biçiminde ekler, “hepsi aynı düşüncelerden ve amaçlardan ilham alırlar.” Bu görüşte, bir toplumsal manifestodan doğrudan düşünüşe ya358 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 pılacak herhangi bir çıkarıma özgü, gizli bir tehlike yatar; örneğin bir dilbilimsel unsurun özelliklerinden, düşüncenin özelliklerine yapılan çıkarımlar gibi (Benzer bir özdeşleştirmeye ait tehlike, Anton Marti tarafından fevkalade bir biçimde ortaya konmuştur). Aynı şeyi etnografya alanında da buluyoruz; ortak düşünüşün meydan okunamaz egemenliği, böyle bir düşünüş onun [yaratımın (ç.n.)] tamamen gerçekleşmesi için özellikle uygun bir zemin sunsa dahi, hiçbir biçimde toplumsal yaratım için gerekli bir koşul değildir. Öte yandan, komünal yaratıcılık da, bireycilikle yoğrulmuş bir kültüre bile yabancı değildir. Örneklendirebilmek için zaten yaygın olan anekdotlardan, efsanevi rivayetlerden ve dedikodudan, halk inanışlarından (batıl inanç) ve mitlerden, günümüz eğitimli çevrelerince kabul görmüş gelenekler ve düşünce yapılarından öteye bakmamıza hiç gerek yoktur. Dahası, Moskova bölgesindeki köyleri inceleyen Rus etnograflar, zengin ve canlı bir folklor repertuarı ile köylülerde görülen toplumsal, ekonomik, ideolojik ve hatta ahlaki farklılıklar arasındaki ilişki ile ilgili büyük miktarda bilgi sağlayabilirler. Sözlü şiirin (ya da, benzer biçimde edebiyatın) gelişimi, yalnızca psikolojik değil, aynı zamanda işlevsel terimlerle de büyük ölçüde açıklanabilir. Örneğin, on altıncı ve on yedinci yüzyıllarda, Rusya’da aynı eğitime sahip çevrelerde sözlü şiirin ve edebiyatın eşzamanlı olarak var olduğunu ele alın. Burada, edebiyat kültürel görevlerden birini yerine getirirken, sözlü şiir bir diğerini yerine getirmiştir. Doğal olarak, kent uzamında edebiyat folklora—pazar üretimi, ihtiyaç için üretime—üstün gelmiştir. Ancak muhafazakar köy uzamı için, bireysel şiir, tıpkı Pazar üretimi kadar yabancıdır. Folklorun, komünal yaratıcılığın bir göstergesi olduğu savını kabul etmek, folkloristik açısından bir dizi tatbiki soruna yol açar. Şüphesiz, edebi-tarihsel materyallerin incelenmesiyle ortaya çıkan yöntem ve kavramların folkloristik alanına uygulanması, folklorik sanat biçimlerinin incelenmesini sıklıkla engellemiştir. Bilhassa, edebi bir metin ile bir folklor yapıtının yazılı kaydı arasındaki temel farklılığa çok az önem verilmiştir; çünkü transkripsiyon bu yapıtı kaçınılmaz bir biçimde bozarak farklı bir kategoriye sokar. Folklor ve edebiyat konularında tıpatıp aynı biçimlerden söz etmek muğlak olacaktır. Bu yüzden, örneğin, yüzeysel bakıldığında hem edebiyatta hem de folklorda aynı anlama geliyor gibi görünen “nazım”, gerçekte işlevsel düzeyde tamamen farklı iki varlığı temsil eder. Sözlü ölçü üslubu (style oral rhytmique) üzerine hassas bir araştırmacı olan Marcel Jousse, bu farklılığı o kadar önemli görür ki, “nazım” ve “şiir” terimlerini yalnızca edebiyat için kullanırken, bu kavramların sözlü yaratımlara uyarlanması sırasında sıradan edebi içerik gibi okunmalarından kaçınmak için, yerlerine sırasıyla “ölçü şe359 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 ması” ve “sözlü üslup” terimlerini koyar. Jousse, bu “metrical schemata”nın mnemoteknik (hafızaya yardımcı) işlevlerini harika bir biçimde ispat etmiştir. Jousse, sözlü ölçü üslubunu “spontane anlatıcılar uzamı”nda şöyle yorumlar: İçerisinde iki ya da üç yüz kadar uyaklı söz öbeği ile dört ya da beş yüz tip ölçü şemasının bütün bir zamanda sabitlendiği, ve sözlü gelenek yoluyla hiçbir değişikliğe uğramadan aktarıldığı bir dil düşünün. O zamandan itibaren, kişisel buluş, yapısal klişelerin, aynı ritme, aynı yapıya … ve, mümkünse aynı anlama sahip diğer benzeşen ölçü şemalarının kullanımı ile dengelemek yoluyla, bu ölçü şemalarını model alarak kendi imgeleri içerisinde yaratacaktır. Burada, sözlü şiirde gelenek ve doğaçlama, dil ve söz arasındaki ilişki açık bir biçimde tanımlanır. Nazım, kıta ve folklorun hala çok karmaşık olan bileşimsel yapıları, bir yandan geleneğe güçlü bir destek oluştururken, öte yandan da (ilkine sıkı bir biçimde bağlı olarak) doğaçlama tekniği açısından etkili bir kaynak sağlar. Folklor yapılarının herhangi bir tipolojisi, edebi yapılarınkilerden bağımsız bir biçimde inşa edilmelidir. Dilbilimin en acil sorunlarından biri, fonetik ve morfolojik tipolojinin detaylandırılmasıdır. Dillerin karşı gelemeyeceği genel yapısal kurallar olduğu kolaylıkla görülebilir, aynı zamanda birçok fonolojik ve morfolojik yapı, hem görece daha az sayıdaki temel tiplemelere indirgenebilir hem de bu biçimde izlenebilir; buradan da komünal yaratımın çok çeşitli yapılarının dahi sınırlarının olduğu sonucuna ulaşılabilir. Söz, dil’den çok daha fazla değişikliğe izin verir. Karşılaştırmalı dilbilimin bu çıkarımları, bir yandan oldukça çeşitli olan edebi temalara, bir yandan da Märchen’ın sınırlı bir biçimde seçilmiş temalarına tezat oluşturur. Bu sınırlandırma, ne kaynakların ya da ruhun sıradanlığı, ne de dış koşullarla açıklanabilir. Benzer temaların ortaya çıkması, şiirsel üretimin genel yasaları içerisinde görülebilir; ve tıpkı dilin yapısal kuralları gibi, bu yasalar da bireysel yaratımdansa kolektif yaratıma uyarlandıklarında daha düzenli ve daha güçlüdürler. Senkronik folkloristiğin bir diğer görevi de, belirli bir toplumun—köy, bölge ya da etnik grup—güncel repertuarını oluşturan sanat biçimlerinin, sistematik yapıların karşılıklı ilişkilerini, bu yapılar arasındaki hiyerarşiyi, dahası üretici ve üretme kapasitesini kaybetmiş yapılar arasındaki farklılıkları göz önünde bulundurarak, sistematik bir biçimde nitelendirmektir. Folklor repertuarı, yalnızca etnografik ve coğrafi grupları değil, aynı zamanda cinsiyetle (kadın ve erkek folkloru), yaşla (çocuklar, gençler, yaşlılar) ve meslekle (çobanlar, balıkçılar, askerler, hırsızlar, vb.) tanımlanan grupları da ayırt edebilmek için bir araçtır. Sözü edilen mesleki gruplar kendileri için folklor yarattıkları oranda, bu folklor döngüleri de profesyonel jargonlarla karşılaştırılabilir. Ancak, 360 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 belirli bir mesleki gruba ait oldukları halde, gruba belli bir mesafede duran tüketicilere yöneltilmiş folklor repertuarları da vardır. Böyle durumlarda, sözlü şiir yaratımı, grubun profesyonel etiketlerinden biridir. Böylece, örneğin, Rusya’nın büyük bir bölümünde dini şiirin neredeyse tamamı, özel toplumlar biçiminde organize olmuş gezgin dilenciler olan kaliki perekhozie tarafından icra edilir. Dini şiir icra etmek, onların en büyük geçim kaynaklarından biridir. Üretici ve tüketicinin birbirinden tamamen ayrıldığı böyle bir örnekle, bütün bir topluluğun aynı anda hem üretici hem de tüketici olduğu (örneğin, atasözleri, anekdotlar, Schnaderhüpfel, ayinsel olan ya da olmayan belirli şarkı türleri) aksi uçtaki durumlar arasında, bir dizi ara tip ortaya çıkar. Belirli bir uzamda, Märchen gibi belirli bir folklor türünün üretimini az çok tekeline alan bir grup yetenekli birey ortaya çıkar. Bu bireyler profesyonel değildirler ve şiir üretimi de onların asıl meslekleri ya da gelir kaynakları değildir; onlar daha çok şiirsel eylemlerini boş zamanlarında yürüten amatörlerdir. Burada, üretici ve tüketici arasında tam bir özdeşleştirme saptamak olanaksızdır; ancak tam bir ayrılma da aynı oranda olanaksızdır. Sınırlar dalgalanır. Aynı anda hem az çok Märchen anlatıcısı, hem de izleyicisi olan insanlar vardır; amatör üretici kolayca tüketiciye, ya da tam tersine [tüketici amatör üreticiye (ç. n.)] dönüşebilir. Kolektif unsurun belirli özellikler takındığı zamanlar hariç, üretici ve tüketicinin ayrıldığı durumlarda bile sözlü şiir yaratımı kolektif olmaya devam eder. Burada bir üreticiler topluluğumuz vardır ve eğer yaratıcı ve tüketici özdeşse ve sansür üretim ve tüketimin çıkarlarına aynı oranda hizmet ediyorsa, “önleyici sansür” tüketiciden (daha) bağımsızdır. Doğası gereği sözlü şiir, yalnızca bir koşul altında folklorun sınırlarını aşarak kolektif bir yaratım olmayı durdurur: özellikle, güvenilir profesyonel geleneklere sahip profesyonellerden oluşan iyi entegre olmuş bir topluluğun, belli şiirsel yaratımlara, onları ne pahasına olursa olsun hiçbir değişikliğe uğratmadan koruma çabası ile yaklaştığı durumlarda. Bunun aşağı yukarı olası olduğu, birçok tarihi örnek yoluyla da ispat edilmiştir. Vedic* ilahileri, yüzyıllar boyunca rahipler tarafından—Budist terminolojisine göre ağızdan ağıza, “sepetler içinde.” Bütün çabalar, metinleri herhangi bir bozulmaya karşı korumak için harcanmıştır—bu bilinçle aktarılmıştır; bu da, bazı önemsiz yenilikler dışında ulaşılmış bir amaçtır. Topluluğun rolünün, çiğnenemez kanunlar mertebesine yükselen şiirsel yapıt derlemini korumaktan ibaret olduğu bir yerde, * Hint edebiyatının en eski ürünlerinden olan, kültür, toplumsal yaşam ve Hinduizm ile ilgili birçok bilgiyi günümüze taşıyan, yaklaşık 3000 yıllık yapıtlardır. Vedalar olarak da bilinirler (ç.n.). 361 UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015 yaratıcı sansür, doğaçlama ve kolektif yaratım var olmayı bırakır. Sözlü şiirin sıra dışı biçimlerine karşılık, edebiyatınkilerden de söz edebiliriz. Örneğin, Ortaçağ’ın anonim yazar ve katiplerinin etkinlikleri, edebiyatın sınırlarını terk etmedikleri halde, kendilerini kısmen sözlü şiire yakınlaştıran belli özelliklere sahiptirler. Katip kopyaladığı yapıta, sıklıkla, yeniden yazmaya uygun birçok materyalden birisi olarak yaklaşır. Ancak her ne kadar bireysel ve komünal yaratım arasındaki sınırda birçok geçiş görüngüleri ortaya çıksa da, biz, bir kum yığınından kaç kum tanesi alırsak artık kum yığını olmaz sorusu üzerine kafasını patlatan kötü şöhretli bilgicinin örneğini izlemeye niyetli değiliz. Kültürün herhangi iki komşu alanı arasında her zaman sınırlar ve geçiş bölgeleri olduğunu düşünmeyi umabiliriz. Yine de bu durum bize, iki ayrı tipin varlığını da, onları birbirinden ayrı tutmanın yararını da yadsıma hakkı vermez. Zamanı gelince, folklor ve edebi tarih arasındaki boşluk, genetik doğa ile ilgili birçok soruyu yanıtlamaya izin vereceği bir noktaya kadar daraldığında, her iki disiplinin de ayrılması ve folkloristiğin özerkliğinin yeniden inşası, olasılıkla folklorun işlevlerinin yorumlanmasını ve yapısal ilkeleri ile özel niteliklerinin keşfini kolaylaştıracaktır. 362