haziran 2015 ıssn: 2149-3227

Transkript

haziran 2015 ıssn: 2149-3227
UKHAD
ULUSLARARASI KARADENİZ HAVZASI
HALK BİLİMİ ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
2
HAZİRAN 2015
ISSN: 2149-3227
ULUSLARARASI
KARADENİZ HAVZASI HALK BİLİMİ ARAŞTIRMALARI
DERGİSİ
Üç Ayda Bir Yayınlanan Uluslararası Hakemli Dergi
INTERNATIONAL JOURNAL OF BLACK SEA BASIN FOLKLORE STUDIES
İnternational Refereed Academic Journal Published Quarterly
МЕЖДУНАРОДНЫЙ ЖУРНАЛФОЛЬКЛОРИЧЕСКИХ
ИССЛЕДОВАНИЯПРИЧЕРНОМОРЬЯ
Рецензируемый Научный Журнал, Выходящий Раз в Три
Месяца
Yaz/Summer/ ЛeTo- 2015 Yıl/Year/Год - 1 Sayı/Volume/Чиcло - 2 ISSN: 2149-3227
SAHİBİ / OWNER / УЧРЕДИТЕЛЬ
Kültür Bilimleri Akademisi Şti. adına
Başak ŞAHİNBAŞ ÜÇÜNCÜ
EDİTÖR / EDITOR / ГЛАВНЫЙ РЕДАКТОР
Prof. Dr. Kemal ÜÇÜNCÜ
KOORDİNATÖR / COORDINATOR / ДИРЕКТОР
Uzm. Turgay KABAK
YAYIN KURULU / EDITORIAL BOARD / РЕДКОЛЛЕГИЯ
Prof. Dr. Kemal ÜÇÜNCÜ-Prof. Dr. Mehmet AÇA-Prof. Dr. Ali AKAR-Prof. Dr. B. Atsız GÖKDAĞ-Prof.
Dr. İsmail GÖRKEM-Prof. Dr. İsmail DOĞAN-Dr. Ülkü KARA DÜZGÜN-Dr. Enver UZUN
REDAKSİYON / REDACTION / РЕДАКЦИЯ
Arş. Gör. Berk YILMAZ-Uzm. Aşlar MELİKOĞLU-Uzm. Mevlüt KAYA
HALKLA İLİŞKİLER / PUBLIC RELATIONS / СВЯЗИ С ОБЩЕСТВЕННОСТЬЮ
Arş. Gör. Berk YILMAZ
YABANCI DİL EDİTÖRLERİ / FOREIGN LANGUAGE EDITORS / СОВЕТНИКИ ПО ИНОСТРАННЫМ ЯЗЫКАМ
Dr. Badegül CAN EMİR-Dr. Tuncer YILMAZ-Öğr. Gör. Edip ÖNCÜ
Yazışma Adresi / CorrespondanceAddres / АдресИздательства
Prof. Dr. Kemal ÜÇÜNCÜ / Uzm. Turgay KABAK
Karadeniz Teknik Üniversitesi Edebiyat Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü /Trabzon /TÜRKİYE
Tel: (0 462) 377 2521
email: [email protected]
Abone Bedeli / Subscription Price / Стоимостьподписки
Yurt İçi / Interior /для граждан Турции: 60 TL
Yurt Dışı / Abroad / для граждан других стран: 50 $
Başak ŞAHİNBAŞ-ÜÇÜNCÜ adına
Vakıfbank Trabzon KTÜ Şubesi: TR050001500158007303255855
Posta Çeki: 12267296 (Abone olanların [email protected] adresine adres bilgilerini ve dekontlarını göndermeleri gerekmektedir)
Basım / Press / Типография
Eser Ofset Matbaacılık, Tel: 0462 321 53 38, TRABZON
HAKEMLER VE YAYIN DANIŞMANLARI
REFEREES AND ADVISORY EDITORS / РЕЦЕНЗЕНТЫ И КОНСУЛЬТАНТЫ ИЗДАНИЯ
Prof. Dr. Mehmet AÇA (Balıkesir Üniversitesi/ TÜRKİYE)
Prof. Dr. Ali AKAR (Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi /TÜRKİYE)
Prof. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK (Ardahan Üniversitesi/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Işıl ALTUN (Kocaeli Üniversitesi/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Giuli ALASANİA (Tiflis Devlet Üniversitesi / GÜRCİSTAN)
Prof. Dr. Bilgehan Atsız GÖKDAĞ (Kırıkkale Üniversitesi/TÜRKİYE)
Prof. Dr. A. Mevhibe COŞAR (Karadeniz Teknik Üniversitesi/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Ali ÇELİK (Karadeniz Teknik Üniversitesi /TÜRKİYE)
Prof. Dr. Muharrem GASIMLI (Bakü Devlet Üniversitesi/AZERBAYCAN)
Prof. Dr. Saadettin Yağmur GÖMEÇ (Ankara Üniversitesi/TÜRKİYE)
Prof. Dr. İsmail GÖRKEM (Erciyes Üniversitesi/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Şakir İBRAYEV (Türk Akademisi/KAZAKİSTAN)
Prof. Dr. Yuriy İSAYEV (Çuvaş Devlet İnsani Bilimler Enstitüsü/RUSYA)
Prof. Dr. Nanuli KAÇARAVA (Düzce Üniversitesi/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Sergei KARPOV (Moskova Molonsov Devlet Üniversitesi/RUSYA)
Prof. Dr. Mihail MAXİM (Bükreş Üniversitesi/ROMANYA
Prof. Dr. F. Gülay MİRZAOĞLU (Hacettepe Üniversitesi/TÜRKİYE)
Prof. Dr. İrfan MORİNA (Priştine Üniversitesi/MAKEDONYA)
Prof. Dr. İsa ÖZKAN (Gazi Üniversitesi/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Naci ÖNAL (Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Tatyana PETROVA (Çuvaş Devlet Pedagoji Üniversitesi/RUSYA)
Prof. Dr. Rüstem ŞÜKÜROV (Moskova Molonsov Devlet Üniversitesi/RUSYA)
Prof. Dr. Orhan Kemal TAVUKÇU (Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi / TÜRKİYE)
Doç. Dr. Metin ARIKAN (Ege Üniversitesi/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Mustafa AKSOY (Marmara Üniversitesi/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Eyüp AKMAN (Kastamonu Üniversitesi/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Mehmet EROL (Kilis 7 Aralık Üniversitesi/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Nazım ELMAS (Giresun Üniversitesi/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Nazmiye ELMAS (Başkent Üniversitesi/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Nesrin FEYZİOĞLU (Atatürk Üniversitesi/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Yalçın SARIKAYA (Giresun Üniversitesi/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Mete TAŞLIOVA (Yıldırım Beyazıt Üniversitesi /TÜRKİYE)
Dr. Mustafa AÇA (Karadeniz Teknik Üniversitesi/TÜRKİYE)
Dr. Berna AYAZ (Bülent Ecevit Üniversitesi/TÜRKİYE)
Dr. Ülkü KARA DÜZGÜN (Giresun Üniversitesi/TÜRKİYE)
Dr. Şerife Seher EROL (Bartın Üniversitesi/ TÜRKİYE)
Dr. Berna FİLDİŞ (Bartın Üniversitesi/TÜRKİYE)
Dr. Bahadır GÜNEŞ (Karadeniz Teknik Üniversitesi/TÜRKİYE)
Dr. Musa ÖKSÜZ (Giresun Üniversitesi/TÜRKİYE)
Dr. Mehmet Ali YOLCU (Nevşehir Üniversitesi/TÜRKİYE)
TEMSİLCİLİKLER/REPRESENTATIVES/ПРЕДСТАВИТЕЛИ
Prof. Dr. İsmail DOĞAN / Ordu
Doç. Dr. Bekir ŞİŞMAN / Samsun
Doç. Dr. Eyüp AKMAN / Kastamonu
Dr. Şerife Seher EROL / Bartın
Dr. Musa ÖKSÜZ / Giresun
Dr. Berna AYAZ / Zonguldak
Dr. Sedat BAHADIR / Artvin
Dr. Oğuz ERDOĞAN / Rize
Dr. Serdar UĞURLU / Bolu
Dr. Recep TEK / Karabük
Selçuk Kürşad KOCA / Sakarya
Okt. Talat ÜLKER / Gümüşhane
Ülkü ÖNAL / Ankara
EDİTÖR’den
Merhaba;
Uluslararası Karadeniz Havzası Halk Bilimi Araştırmaları Dergisinin ikinci
sayısı ile siz değerli okuyucularımızın huzurundayız. Bu sayımızda Doğu Karadeniz
Bölgesinin kültürel mirasını maddi ve manevi kadroları ile ele aldık. Çok farklı
disiplinlerden meslektaşlarımız katkı sundular. Katkıları için değerli bilim insanlarımıza teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Doğu Karadeniz Bölgesi kültürel ve doğal mirası, bilinçsiz politikalar ve ilgisizlik yüzünden ne yazık ki lâyık olduğu biçimde, korunup ülkemizin ve insanlığın
istifadesine sunulamamaktadır. Sürdürülebilir bir kalkınma ve temiz bir çevre, günümüz uygarlık bilincinin en önemli ilkesidir. Yeşil yol ve madencilik uygulamaları ile
Doğu Karadeniz Bölgesi tekrar gündeme geldi. İnsan nefsi ve hamakati çoğu kere
yerin üstündeki zenginliklerin değerini ve önemini anlamayıp doğayı bilinçsizce tahrip ederek kendinin ve insanlığın kuyusunu kazmaktadır. İnsan odaklı çevreye ve
doğaya duyarlı bir kalkınma ve üretim politikası pek ala mümkündür. Bu dengeyi
sağlamak için bilimsel aklın ve yaklaşımın esas alınması gerekir. Bu amaçla yapılması gerekenleri “Doğu Karadeniz Kültür Envanteri” projesinde etraflıca ele aldık.
Bölgenin kültürel mirasının bütünlüklü olarak bir proje çerçevesinde ele alınması
son derece önemlidir. Bu duyarlılığı maalesef sivil ve resmi inisiyatiflerden bugüne
kadar göremedik. Bu anlamda “topa nasıl ve neresinden vurulur” a odaklı yerel
bölge basını ve sivil toplumu inisiyatif alması yol göstermesi, aydınlatması gerekir.
Kültürel mirasın UNESCO doğal ve kültürel miras listelerine kaydedilmesi kalıcı olarak korunmaları ve yasal güvenceye kavuşmaları açısından son derece önemli.
Bugüne kadar Türkiye bu konuda maalesef somut olmayan kültürel miras konusuna
odaklandı. Oysa ki Türk kültür ve medeniyeti sadece sözlü kültür ve etnografyadan
ibaret olmayıp kültürün bütün kadrolarında dünya mirası sayılabilecek ürün ve
değerler üretmiştir. Bu mirasın da dünyaca tanınıp bilinmesi son derece önemlidir.
Sorduğunuzda herkes “kültürü seviyor”, “kültür hastası!” lâkin uygulamaya baktığınızda yüz ağartacak tek bir numune uygulamayı dahi göremiyoruz. Taşla kaplanan parklar, tahrip edilen kültürel doku, soba boyası ile boyanan tarihi
eserler, tarihi mimaride pvc kapılar, muhafazakâr olduğunu iddia eden cemiyette
tarihi caminin duvarında peynirli fırını, hep bu “kültür hastalığının” belirtileri.
Konuyla ilgili tüm tarafları, sağduyu ile hareket etmeye, bu konuda dünyada yapılmış nitelikli uygulamalara bakmaya davet ediyorum. Zira yapılacak yanlışın
telafisi mümkün değildir. Dikkat ve rikkatle hareket etmek durumundayız.Doğu
Karadeniz bölgesinin doğal ve kültürel mirası bu özeni fazlasıyla hak ediyor.
Dergimiz bir kültür elçisi olarak bölgenin/havzanın kültürel mirasının bilimsel anlamda incelenmesi ve tanıtılması amacını gütmektedir. Bu anlamda siz
değerli kültür elçilerinin, dostlarının , sivil toplumun farkındalığına ve katkılarına
muhtaçtır. Çok cüzi desteklerinizin bir kar topu gibi büyüyerek anlamlı bir esere
dönüşmesini sağlamak sizlerin elindedir.
Gelecek sayımızda buluşmak dileğiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Prof. Dr. Kemal ÜÇÜNCÜ
Editör
İÇİNDEKİLER
DOĞU KARADENİZ BÖLGESİ KÜLTÜR ENVANTERİ VE DOĞAL VE KÜLTÜREL MİRAS
LİSTESİNİN HAZIRLANMASININ ÖNEMİ
[The Cultural Inventory Of The Eastern Black Sea Region And The
Importance Of Preparing The Natural And Cultural
Heritage List Of The Region]
Kemal ÜÇÜNCÜ
1
DOĞU KARADENİZ KÖY EVLERİNDE AŞHANE MEKÂNI ÜZERİNE NOTLAR
[Notes on Space Aşhane theEastern Black SeaVillageHouses]
Mustafa Reşat SÜMERKAN
10
GELENEKSEL KONUTUN ÇAĞDAŞ YORUMU:
TRABZON ORTAMAHALLE EVLERİ VE ATAKENT SİTESİ
[Traditional Houses’s Contemporary İnterpretation: Trabzon Ortamahalle
Housesand Atakent Site]
Rabia KÖSE DOĞAN / Bahaattin KÜÇÜK
27
HİDROELEKTRİK SANTRALLERİN ÇEVRESEL ETKİLERİ: DOĞANKENT (GİRESUN) İLÇESİ ASLANCIK
BARAJI ÖRNEĞİ
[EnvironmentalImpacts of HydroelectricPowerPlants: Aslancik Dam
andHydroelectricPowerPlant in Dogankent (Giresun) District]
Işık SEZEN / Emine PATAN
41
GÜNÜMÜZDE KARADENİZ BÖLGESİNDE AHŞAP TEKNE YAPIMCILIĞI
[WoodenBoatBuilding in Black SeaCoast in OurDays]
Mahmut DAVULCU
53
TRABZON’DA BULUNAN SİVİL MİMARLIK ÖRNEKLERİ’NİN TURİZM AMAÇLI
KONAKLAMA BİNALARI OLARAK KULLANIMI
[Examples of Cıvıl ArchıtectureIn Trabzon of Tourıstıc Accommodatıon
Buıldıngs in Use]
İlknur YÜKSEL
91
MACERA VE SIRADIŞI TURİZM ANLAYIŞINA ÖNERİ BİR ALAN:
DOĞU KARADENİZ BÖLGESİ SOĞANLI DAĞLARI
[A SuggestiveAreaFor Adventure And Extreme TourismUnderstanding;
Soğanlı Mountain İn EasternBlacksea]
Işık SEZEN / Sevgi YILMAZ
122
ARTVİN İLİNİN MEVCUT TURİZM POTANSİYELİ VE NİŞ PAZARLAMANIN
UYGULANABİLİRLİĞİ
[TheCurrentTourismPotential of Artvin Provinceand
Implementation of Niche Marketing]
Ceyhun AKYOL
144
BORÇKA DEVİSKEL YAYLALARINDA HALK OYUNLARI GELENEĞİ
[İn Borçka Deviskel Folk Tradition]
İdris Ersan KÜÇÜK
173
GİRESUN KIRSALINDAKİ BAZI YER ADLARININ TARİHİ VE KÜLTÜREL KÖKENLERİ
[HistoricalandCulturalRoots of SomePlaceNames Giresun Rural]
Mevlüt KAYA
181
TRABZON/KÖPRÜBAŞI İLÇESİNDE EKOLOJİK OYUNCAK YAPIMI
[EcologicalConstructıon of Toy in Trabzon/ Koprubası]
Fatma YILDIRMIŞ
238
TRABZON BAHÇECİK ÖRNEĞİNDE KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJESİ
VE DEĞİŞEN KENT ÇEHRESİ
[InThe Case Of Trabzon Bahçecik Urban Transformation Project and
ChangingSilhouette of The City]
Nihan CANBAKAL ATAOĞLU
Veysel ATASOY
258
TÜRK FOLKLOR ARAŞTIRMALARINDA ÖNEMLİ BİR KAYNAK: BARTIN GAZETESİ
[An ImportantResources in Research of TheTurkıshFolklore:
TheNewspaper of Bartın]
Kübra YILDIZ
271
ŞİİRDEN HAYVAN BENZETMECESİNE BAĞLI KÖY SEYİRLİK OYUNUNA “KARAKUŞ”
[TransformationFromPoetryToVillagePlaysAccordingToAnimalImitations “Karakus”]
Alp Eren DEMİRKAYA
287
TRABZON FOLKLORUNDA DEĞİŞMEYEN RİTÜELLERDEN KINA GECESİ
[Henna Nıght, One Of The Unchanged Rıtuals Of Trabzon Culture]
Enver UZUN
299
TÜRK HALKBİLİMİNİN OBJESİ OLARAK OYUN
[Play as Objects of Turkish Folklore]
Kamil Veli NERİMANOĞLU
308
Derlemeler
ARTVİN’DEN DERLENMİŞ MANİLER
Ülkü ÖNAL
329
Çeviriler
ÖZEL BİR YARATIM BİÇİMİ OLARAK FOLKLOR
Roman Jakobson ve Petr Bogatyrev
Çeviren: Tuncer YILMAZ
350
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
DOĞU KARADENİZ BÖLGESİ KÜLTÜR ENVANTERİ VE DOĞAL VE KÜLTÜREL
MİRAS LİSTESİNİN HAZIRLANMASININ ÖNEMİ
The Cultural Inventory Of The Eastern Black Sea Region And The
Importance Of Preparing The Natural And Cultural
Heritage List Of The Regıon
Kemal ÜÇÜNCÜ*
ÖZET
Bu makalede Doğu Karadeniz Bölgesi Kültür envanterinin önemi açıklandıktan sonra bölgedeki doğal ve kültürel mirasın derlenmesi, tasnifi ve bilimsel olarak
incelendikten sonra müzelenmesi daha sonra kültür ekonomisi bağlamında yapılacak
uygulamalar ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Kültür envanteri Doğu Karadeniz Bölgesi, kültürel miras
ABSTRACT
In this article, after explaining the importance of the cultural inventory of the
Eastern Black Sea Region and compiling, classifying and observing the natural and
cultural heritage of the area, projects to exhibit these materials in museums in the
context of culture economy are to be discussed.
Key words: cultural inventory, Black Sea region, cultural heritage
GİRİŞ
Batı, Rönesans, Reform hareketleri sonucunda geleneksel bilgi anlayışını kökünden değiştirerek bilimsel araştırmaların özellikle doğa bilimlerinin
temeline aklı ve fenomenal olguları koyarak metafizikten ayrıştırarak bir
sıçrama yakaladı. Galileo’dan Newton’a ulaşan bu çizgi toplumsal ve siyasal
düzlemde akılcılık ve aydınlanma hareketlerini de beslemiştir. Bu yeni bilim
anlayışının sonucu olan Techne/ logos “ pratik ve uygulamayı” öne çıkararak
doğaya ve insanlığa egemen olmak için eşsiz bir kar ve fayda sağlamıştır. Bu
anlayış kısa süre sonra kültürel ve toplumsal alanın da doğa bilimleri örneğinde olduğu gibi bilimsel bilgi anlayışı çerçevesinde düzenlenmesi anlayışını
doğurdu. Ortaçağ ümmet anlayışından ve cemaatinden millete dayalı yeni
* Prof. Dr., Karadeniz Teknik Üniversitesi Edebiyat Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Trabzon/
TÜRKİYE
1
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
bir cemiyete dönüşüm esnasında millete dayalı geleneksel bilgi , folklor ve
etnografya , mitoloji yeni milli kimliğin inşasında kök değerler olarak değerlendirilmiştir. Halk bilimi disiplini bu anlamda çok önemli işlevler üstlenmiştir.
Geleneksel kültürel ürünlerin derlenerek, tasnif edilerek müzelenmesi sayesinde bu repertuar dayalı büyük bir sanatsal edebi ve kültürel üretim ortaya
çıkmıştır.
Teknolojik ilerlemenin bir yansıması olarak Sanayi devrimi sayesinde
fabrikasyon üretimle beraber yeni iş gücü hammadde ve pazar ihtiyacı ortaya
çıkmıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sömürgecilik sosyoloji, antropoloji, halkbilimi, gibi yeni disiplinler ihdas ederek hedef coğrafyalarını tanıma ,
ona uygun politikaları üretmek için harekete geçti. Onlarca yıl bilimler akademilerine bağlı heyetler Asya, Avusturalya ve Afrika’da araştırmalar yaptı . Bu
araştırmalar neticesinde ortaya devasa bir külliyat çıkmıştır. Batı kendi dışındaki
dünyayı yönetirken kuşkusuz bu bilgi birikiminin büyük ölçüde kullanmıştır.
Bu sürçlerde kültürel envanterler, etnografya müzeleri, saha araştırmaları, derleme arşivlerine büyük önem atfedilmiştir ülkemizde bu süreç geç
başlamakla birlikte Tanzimat Meşrutiyet Cumhuriyet çizgisi ortaya doğru bir
perspektif ortaya konmuştur. Bu çalışmalardan arzu edilen bir birikim oluşturulamamıştır.
Helen Türk kültürünün gerek Türkiye içinde gerekse Türk kültür havzasında nitelikli bir kültürel envanterine sahip değiliz. Nüfuz alanlarımızın
envanter bilgisine ilişki ve çelişkilerine bilimsel anlamda hakim olamadığımız
için sosyal ve siyasal karar alma süreçleri ve uygulamalarda sürekli bizi yarıştığımız uygar dünya parametrelerinden geride bırakmaktadır.
Bu anlamda Doğu Karadeniz Bölgesinin kültürel geleneğine baktığımızda kültürün maddi ve manevi kadroların açısından çok zengin ve katmalı bir
yapıyla karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Ne yazık ki kültürel politikalardan,
kültür ekonomisinden , uygulamalı halk biliminden habersiz sorumlu sorumsuz zevatın elinde bu birikim layık olduğu değeri görmeden heba edilmemektedir. Ülkemizdeki pek çok kültürel ürün bu anlamda tahrip edilerek gelecek
kuşaklara aktarılamamıştır.
I. Doğu Karadeniz Kültür Envanteri Projesi
Projeyi bölgede yirmi yılı aşkın bir süredir yürüttüğümüz saha çalışmaları, gözlemler ve deneyimler sonucunda ortaya koyduk. Konuyla ilgili olabilecek bütün resmi ve sivil kurumlarla paylaştık. Ne yazık ki proje bugüne kadar
uygulanma imkanı bulamamıştır.
2
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
A. Projenin Amacı
İnsanların temel ihtiyaçlarını karşılamak için kullandığı araç gereçlerden sanat eserlerine kadar ürettiği bütün ürün ve değerleri kapsayan kültür,
zamana şartlara ve coğrafyaya göre hem iç hem de dış dinamiklerin etkisi ile
değişen canlı bir varlıktır. Bu canlı varlığın gösterdiği değişim ve gelişimi tespit
etmek, geçmişi kayıt altına almak kültürün gelecekte var olabilmesi için temel
şartlardan birisidir. Orta Asya’dan Avrupa’ya; Kutuplardan Arap yarımadasına
kadar çok geniş bir coğrafyada hüküm süren Türk kültürü içerisinde var olan
yerel unsurları ortak potasında eriterek günümüze kadar gelmiştir. Günümüzde Türk kültürü dediğimiz zaman tek renk, tek şekil bir kültür anlaşılmamaktadır. Ana hatları ve özü itibariyle aynı olmakla birlikte her bölgenin kendine
has özellikleri de mevcuttur. Bu farklılıklar kültürü besleyip ayakta tutmakta
ve zenginleşmesini sağlamaktadır. Türk kültürünün en canlı ve renkli unsurlarından birisini oluşturan Doğu Karadeniz Bölge’si kültürü ne yazık ki bu güne
kadar layığı ile derlenip incelenmemiştir. Doğu Karadeniz Bölgesi önü Karadeniz, arkası denize paralel uzanan dağlar ile çevrili dış dünyaya nispeten kapalı
bir bölgemizdir. Ayrıca bölge kendi içerisinde derin vadilerden oluşmaktadır
ve bu vadilerin her birinin kendine has kültürel bir dokusu vardır. Bu kültürel
dokuyu inceleyip envanterini çıkarmak Türk kültürel varlığı için son derece
önemlidir. Projemizin amaçları şunlardır:
1. Doğu Karadeniz Bölgesi kültürel varlığını doğal ortamı içerisinde
tespit edip kayıt altına almak.
2. Tespit edilen kültürel varlığın Türk kültür varlığı içerisindeki yerini
ve önemini ortaya koymak
3. Elektronik iletişim araçları ve teknolojinin de etkisiyle günümüzde
hızla yok olmaya başlayan kültürel unsurların tespit ve tescil edilip tasnif edilerek korunmasını sağlamak
4. Tespit edilen kültürel ürünlerin UNESCO Somut Olmayan Kültür
Varlıkları Koruma (SOKÜM) listesi başta olmak dünya kültür mirasına kazandırılmasını sağlamak.
5. Tespit edilen kültürel unsurların tespit, tescil ve tasnifinin yapılmasından sonra, bu ürünlerin çağdaş müzecilik ve estelasyon teknikleri ile
sergilenebileceği bir çalışmaya kaynaklık edecek veri tabanını oluşturmak.
Bu şekilde turizm gelirlerindeki payını arttırma hedefinde olan ülkemizin bu
pastadan daha çok pay almasını sağlamak, Doğu Karadeniz Bölge’sinin de bir
Kültür Turizmi merkezi haline gelmesi için ilk adımı atmış olmak.
3
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
6. Tespit edilen kültürel ürünlerin resim, video gibi dijital kayıtlarını da
alarak günümüzde kullanım sahası kalmamış olan veya kısa bir süre sonra kalmayacak olan kültürel unsurların bağlamı içerisinde gösterilmesini sağlayacak
dijital arşivin oluşturulmasını sağlamak.
7. Popüler kültür ile geleneksel kültürün buluşacağı mekânların oluşturulması için kaynak teşkil edecek olan kültürel objelerin derlenmesini sağlamak.
8. Doğu Karadeniz Bölgesinde özellikle HES (Hidro Elektirik Santrali)
yapımı gibi çeşitli nedenler ile boşaltılan yerleşim yerlerindeki kültürel varlığın derlenmesi yolu ile bu kültürel değerlerimizin ebediyen yok olmasını engellemek.
9. Yapılan kültür envanteri ile bölge kültürüne daha geniş bir pencereden bütüncül açıdan bakarak yöre kültüründe tarihi süreç içerisinde dikey
ve paralel yönde meydana gelen değişimleri ve sebeplerini ortaya koymak.
10.Araştırma sonucunda elde edilen verileri basılı yayına dönüştürerek Trabzon İli’ni Doğu Karadeniz Bölgesinin bilgi ve kültür merkezi haline getirmektir.
11.Proje kapsamında bugüne kadar hazırladığımız aşağıdaki eserlerin yayınlanması
B. Projenin Kapsamı
Halkbilim kadroları içerisinde yer alan kültürel unsurların ilmi yöntemlerle halkbilim uzmanları tarafından tespit, tescil ve tasnifinin yapılması hem
bu kültürel öğelerin doğru derlenip, tasniflenmesi hem de kullanım ortamlarının ve işlevlerinin gelecek nesillere doğru bir şekilde aktarılması açısından
son derece önemlidir. Bu hassasiyetler gözetilerek yapılacak olan bir kültür
envanteri Doğu Karadeniz Bölgesinin kültürel kimliğini doğru bir şekilde tescilleyecek ve ebedileştirecektir.
İnsanların ürettikleri bütün ürünleri ve değerleri kapsayan kültür aynı
zamanda insan topluluklarının millet olmasını sağlayan kimlik kartlarıdır. Bu
açıdan bakıldığında Türk kültür varlığının önemli bir parçası olan Doğu Karadeniz Bölgesi kültürel varlığının derlenip, tescil ve tasnif işlemlerinden geçirilmesi gelecek nesillerin kimliklerini kaybetmemesi açısından hayati öneme
sahip bir husustur. Günümüze kadar çeşitli sebeplerle Doğu Karadeniz Bölgesi
kültür envanterini çıkaracak olan bilimsel bir çalışmanın yapılmamış olması
büyük bir eksikliktir. Ordu, Giresun, Trabzon, Rize ve Artvin illerini kapsayan
“Doğu Karadeniz Etnografik Kültür Mirasının Envanteri Projesi” ile bu sahadaki eksiklik giderilecek, proje ile bölgede mevcut olan soyut ve somut kültürel
4
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
unsurlar Halkbilim sahasının uzmanları tarafından ilmi usullerle tespit edilip,
tescil edilecek daha sonra da tasniflenecektir. Bu çalışma ile Doğu Karadeniz
Bölgesi’nin kültürel dokusunda meydana gelen değişimler ve bunların sebepleri de ortaya konmuş olacaktır.
Bu çalışma daha sonra modern müzecilik anlayışı ile yapılacak olan
müzeleme ve estelasyon çalışmaları için, ekolojik turizm ve kültür turizmi sahasında yapılacak araştırma ve yatırımlar için de kültürel kaynak teşkil edecektir.
Projenin hayata geçmesi halinde günümüzde ülkelerin kültürlerini tanıtmak için çok önem verdikleri UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi ve Somut
Olmayan Kültürel Miras (SOKÜM) Listesi’ne ülkemiz adına başvuru yapmak
için kullanılacak kültürel öğelerin birçoğu Doğu Karadeniz Bölgesi’nden seçilecektir. Çünkü bu proje ülkemizde bir ilki gerçekleştirecek ve bu listelere
girmeye en hazır bölgemiz Doğu Karadeniz Bölgesi olacaktır.
C. Projenin Özgün Değeri
Doğu Karadeniz Bölgesi, kendine has coğrafi yapısı, kültürel çeşitliliği ve
farklılığı geçmişten günümüze ülkemizin en çok dikkat çeken ve merak edilen
bölgelerinden birisi olmuştur. Birçok yerli ve yabancı turist bölgenin bu kendine has doğal ve kültürel zenginliğini görmek için bölgeye gelip gezmiştir. Bölge ile ilgili günümüze kadar kültürel, sosyolojik ve ekonomik anlamda birçok
çalışma da yapılmıştır. Ancak bu çalışmalar bölgenin genelini kapsayacak ve
bilimsel metotlar kullanarak sağlıklı sonuçlara ulaşacak veriler elde etmekten
uzaktır. Özellikle yapılan çalışmaların bölgenin sadece bir kısmını kapsaması
ve bütünü görememesi buna engel olmaktadır. Doğu Karadeniz Bölgesi’nin
gerçek kültürel potansiyelinin ortaya çıkarılması ve turizme kazandırılması
için bölgenin tamamının tarandığı ve bu taramanın profesyonel ekipler tarafından ilmi usullerle yapıldığı bir kültür envanterine ihtiyaç vardır. Bu projenin
özgün tarafı Doğu Karadeniz Bölgesi’nin ihtiyacı olan bu envanterin çıkarılacağı bir proje olmasıdır. Böyle bir envanterin çıkarılması daha sonra bölgede
kurulacak olan bir açık hava müzesine, Bursa Kent Müzesi örneğinde olduğu
gibi modern bir şehir müzesine kaynaklık edecektir. Ayrıca bölgenin kültürel
ve coğrafi şartları buna çok müsait olmasına rağmen henüz yörede ekolojik
turizm, kültür turizmi gibi kavramlar bilinmemektedir. Yapılacak envanter çalışması bu potansiyeli gözler önüne sererek farkındalık yaratacağı için bölgeye
ekonomik anlamda da katma değer sağlayacaktır.
Bu projenin diğer bir özgün tarafı da Türkiye’de ilk defa bölge bazında
5
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
yapılan bir kültür envanteri projesi olmasıdır. Bu proje daha sonra ülkemizin diğer bölgelerinde yapılacak olan kültür envanteri projelerine örnek teşkil
edecektir.
Bu projede elde edilen veriler sadece Halkbilim alanında kullanılmayacak, Sosyoloji, Antropoloji, Etnografya, Tarih gibi disiplinlerde çalışan bilim
insanlarımız için de yol gösterici bir kaynak olacaktır. Doğu Karadeniz Bölgesi’nde bu alanlarda çalışan araştırmacıların işlerini kolaylaştıracak, onlara hazır bir bilgi bankası sunacaktır.
Ayrıca özellikle HES barajlarının inşa edilmesi nedeniyle Doğu Karadeniz Bölgesi’nde köklü bir geçmişe ve zengin bir kültüre sahip olan birçok yerleşim yeri (Artvin-Yusufeli örneğinde olduğu gibi) bir süre sonra sular altında
kalacaktır. Bu yerleşim yerleri kültürel zenginliği ile birlikte sular altında kalmadan bu kültür envanteri projesi ile derlenip kaydedilerek Türk kültürünün
önemli ve özgün bir parçası olan yöredeki somut ve soyut kültür ürünleri kayıt
altına alınarak yok olmaktan kurtarılacaktır.
D. Projede Kullanılacak Yöntem
1. Çalışmanın ilk basamağını Doğu Karadeniz Bölgesi ile ilgili kaynakların taranması oluşturacaktır. Bölge ile ilgili daha önce yazılmış olan kitap,
tez, makale gibi yayınlar ile önemli gazeteler toplanacaktır. Bu süreçte gerekli
olan kütüphane ve arşivler tek tek taranacaktır. Temin edilen yazılı kaynakların tasnifi ve yabancı dilde olan yayınların Türkçeye çevrilmesi ile literatür
araştırması tamamlanacaktır.
2. Çalışma safahatının ikinci basamağında, alan araştırmasının gerçekleştirileceği yörelere dönük bilgi formları oluşturulması yer almaktadır. Alan
araştırmasında “katılımlı gözlem ve derinlemesine mülakat” yöntemi kullanılacak böylece kültürel öğelerin bağlamı içerisinde nasıl kullanıldığı, işlevinin
ne olduğu doğru bir şekilde tespit edilebilecektir.
3. Bölge derin vadilerden oluştuğu için derleme sahası vadi tabanlı olarak değerlendirilip her vadide derleme yapılacaktır. Çünkü yöre kendi içine
kapanık ve dış dünya ile etkileşimi az bir bölge olduğu için her vadinin kendine
has kültürel özellikleri vardır. Vadiler tek tek gezilerek bu özgün kültür ürünlerinin derlenmesi sağlanacaktır.
4. Alan araştırmasının tamamlanmasından sonra tespit edilen malzemelerin tasnifi ve analizi yolunda çalışmalara geçilecektir. Bu amaçla ilk olarak
sesli ve görüntülü kayıtların deşifre edilmesi işlemi gerçekleştirilecektir. Bu
işlem tamamlandıktan sonra elde edilen kültürel ürünler bu kayıtlardan ya6
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
rarlanılarak tasnif edilecek ve isimlendirmeleri yapılacaktır.
5. Tespit edilen malzemenin değerlendirilmesi işleminin tamamlanmasından sonra araştırmanın sonuçlarına dönük raporlar hazırlanacaktır. Sonuçta Doğu Karadeniz Bölgesi’nin kültürel varlığı tarihselliği, bağlamı, işlevi, biçimi ve muhtevası olmak üzere beş aşamalı bir perspektifle ele alınarak kültürel
olgu bir bütün olarak ortaya konmaya çalışılacaktır. Proje bütçesinde seyahatlerin fazla olmasının sebebi sahadaki kaynak kişilerin ve sahanın tamamıyla
muhatap olma arzumuzdan kaynaklanmaktadır.
E. Projenin Yaygın Etki ve Katma Değeri
Projenin gerçekleşmesi halinde;
1. Doğu Karadeniz Bölgesi’nde ilk defa bütüncül olarak bir kültürel
derleme çalışması yapılacak ve böylece bölgenin bütünün görülmesi sağlanacaktır.
2. Bölgenin kültür envanteri çıkarılarak günümüzde teknoloji, ekonomik şartlar gibi sebeplerle işlevini kaybeden ve yakın gelecekte yok olacak
olan kültürel öğeler kayıt altına alınarak yok olmaları önlenecektir.
3. Bölgede yapılan HES barajları vb. sebeplerle boşaltılacak olan yerleşim yerlerindeki yok olması kaçınılmaz olan kültürel değerler kayıt altına
alınacak ve yok olmaktan kurtarılacaktır.
4. Bölgede bulunan kültürel öğelerin hepsi tespit edilecek ve bunların
içerisinde UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi ve Somut Olmayan Kültür Mirası (SOKÜM) , Doğal Kültürel Miras, Kültürel peyzaj listesine girmesi gereken
kültürel değerlerimizin bu listelere dâhil edilmesi için gerekli adımlar atılacak,
böylece bu kültürel öğeler ülkemiz adına tescillenecek ve Doğu Karadeniz Bölgesi, Türkiye’nin yurt dışında en çok bilinen bölgelerinden birisi haline gelecek, bu da bölgenin bir turizm merkezi haline gelmesini sağlayacaktır.
5. Doğu Karadeniz Bölgesi’nin çok büyük potansiyeli olmasına rağmen
yörede kültür turizmi ve ekolojik turizm faaliyetleri yok denecek kadar azdır.
Bölgenin mevcut kültürel zenginliği ortaya konarak bu konuda bir farkındalık
yaratılacak ve bölgemizin bu sektörlerden hak ettiği payı alması sağlanacaktır.
6. Doğu Karadeniz Bölgesi’nden elde elden kültürel öğelerle daha sonraki aşamada bölgenin tamamını temsil eden modern müzecilik anlayışı ile
kurulmuş açık hava müzelerinin ve etnografya müzelerinin kurulması için gerekli kültürel alt yapı oluşturulmuş olacak. Böylece bölgenin hem turizm geliri
hem de dünya çapında bilinirliği artacak ve marka değeri yükselecektir.
7
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
II. Doğu Karadeniz Bölgesi SOKÜM, Doğal Kültürel Miras ve Kültürel
Peyzaj Listrsi İçin Bazı Öneriler
Yeşil Yol ve Maden aramaları yüzünden Doğu Karadeniz Bölgesi Kültürel ve doğal mirtası tekrar kamuoyu gündemine geldi. Öncelikle şunu belirtmekte fayda var ki bölgede bu türden yapılacak düzenlemeler için ciddi
üniversiter düzeyde araştırmalara , danışmanlığa ve bir master plana ihtiyaç
vardır. Bölge özelinde Doğu Karadeniz Turizm Master Planı, DOKAP kalkınma
planı bu özelliklere haiz değildir. Bu anlamda bölge üniversitelerimiz kişisel fedak3arlıklar dışında konuya eğilen ciddi bir bilimsel aktivite ve kaygıdan uzak
oldukları gözlemlenmektedir.
Siyasiler ve bürokratlar yetersiz bilgilerle el yordamıyla bir şeyler yapmaya çalışmaktadırlar. Bölgede ciddi uluslararası bilimsel standartlara uygun
olmak şartıyla madencilikte yol da yapılabilir, yapılmalıdır. Burada önemli olan
“ehem ve mühim” ayırımını yapıp [ ehem mühimme mürecahtır”=en önemli, önemliye tercih edilir] ilkesini uygulayabilmektir. Nerede yol, nasıl yol, nerede ve hangi yöntemle maden sorularının cevabını bilimsel olarak verip sonuçlarına göre karar vermek gerekir. Bölgemizde henüz böyle bir yaklaşım söz
konusu değildir. Bölgenin pek çok yerinde yer üstü zenginlikler yer altı zenginliklere göre hem ekonomik olarak hem de insani olarak daha değerlidir. Bu
anlamda dünyadaki uygulamalara bakmayı kimse akıl etmemektedir. Bürokratlar ve yerel idareciler yer üstü zenginliklerin dünya kültür mirası listelerine
girebilmesi adına bütün çağrılarımıza rağmen en ufak bir adımı atmamışlardır.
Sadece sığ ve doldur boşat kuru bir ezberi alternatif turizm , kültür turizmi
diye tekrar ediyorlar. Bunu tekrar eden vali ve belediye başkanları diğer taraftan kültürel mirasın tahribatının engellenmesi ve korunması bilimsel olarak
tespiti hususunda kıllarını kıpırdatmamaktadırlar.
Bu anlamda öncelikle Trabzon’da SOKÜM listesine önerilerimiz
1. Akçaabat Yöresi Horon İcra Geleneği
2. Sürmene Yöresi Bıçakcılık Geleneği ve Ustalar [yaşayan insan hazinesi listesi]
3. Altın ve Gümüş Hasır Örücülüğü
4. Trabzon Bakırcılığı
5. Ahşap İşciliği [Kaşık, Beşik, vb] ve ustalar
Kültürel Peyzaj Alanı Olarak;
1. Şalpazarı Kadırga [Otcu göçü ve yaylaya çıkış ritüeli],
2. Maçka Sümele, Kuştul, Vazelon, Santa hattı [Gümüşhane Krom ile
8
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
birleştirilmeli]
Rize
SOKÜM listesine önerilerimiz
1. Rize Bezi, tulum
Doğal Kültürel Miras:
1. Kaçkarlar alanı Artvin’le birleşik olarak
2. Fırtına vadisi
Kültürel peyzaj
1. İspirden Yusufeli’ne kadar olan vadi
Artvin
1. Doğal Kültürel Miras listesine Öneriler
2. Kaçkarlar bütün havzası ile birlikte
3. Hatila vadisi
4. Ardanuç Cehennemdere kanyonu, Ardanuç kalesi
5. Cerattepe Alanı
6. Yusufeli havzası (bütün olarak )
Maçahel
Artvin SOKÜM Listesi için: Ata barı, Boğa güreşleri,
Gümüşhane
SOKÜM Listesi
1. Kelkit Zilli kilim,
2. Pestil ve köme
Doğal ve Kültürel Miras: Krom yerleşkesi, Karaca mağarası
SONUÇ
Beşbin yıllık bir tarihsel geçmişe sahip olan Doğu Karadeniz Bölgesinin
kültürel mirasının bir envanterinin yapılması , tasnif edilmesi, bilimsel surette incelenip yayınlanması ve bu yayınları esas alarak etnografya ve tematik
müzelerin kurulması , tescillerin yapılması tehir edilemez bir önceliğe sahiptir.
Kültürel ve sosyal planlamalar, kültür ekonomisi, kültür turizmi ve eko turizm
uygulamaları bu çalışmanın tamamlanmasından sonra daha sağlıklı, kalıcı ve
etkili bir biçimde yapılabilir. Bunun için bir bölgesel planlamaya ihtiyaç vardır.
Kültürel mirasın UNESCO doğal ve kültürel miras listelerine kaydedilmesi eserin/ varlığın kalıcı olarak korunmasının güvencesi olarak durmaktadır.
9
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
DOĞU KARADENİZ KÖY EVLERİNDE AŞHANE MEKÂNI ÜZERİNE NOTLAR
Notes on Space Aşhane the Eastern Black Sea Village Houses
Mustafa Reşat SÜMERKAN*
ÖZET
Doğu Karadeniz köy evlerinde aşhane; yemek pişirilen, oturulan, konuk
ağırlanan, yas, imece, eğlence etkinlikleri yapılan çok amaçlı bir mekânın yaygın
adlarından biridir. Bölgenin birçok yöresinde de farklı adlarla bilinir.
Aşhane evin merkezi ve gün içinde en uzun süre kullanılan alanıdır. Yemek
pişirme ve yeme işlevini barındırdığı için bir bakıma kutsal sayılan mekândır. Bir o
kadar önemsenen ateş bu mekânda yanar. Evin ve yuvanın sembolü olan baca
buradan başlar. Aşhanede bulunması zorunlu depo, dolap, raf donatıları ile günlük
yaşantı destek düzenekleri mekanın her yanında kendini belli eder.
Evin tüm bireyleri burada toplandığı için, yaşa ve cinsiyete dayalı hiyerarşik
düzen kendini gösterir.
Evin giriş mekânı olma özelliğiburayı daha da önemli kılar. Zeminde kurulu
olması, onu her türden saldırganların ve doğaüstü güçlerin ilk zorlayacakları alan
durumuna getirmiştir. Bu durum, aşhanenin daha sağlam duvarlar ve farklı önlemlerle
korunmasını gerektirir.
Makalede, Doğu Karadeniz köy evlerindeki aşhane mekânı tüm bu özellikleriyle
ele alınıp örnekler eşliğinde incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Aşhane, Trabzon, Geleneksel konut
ABSTRACT
Aşhane is common name of a multi-purpose place in a village house in
Eastern Black Sea region, where you cook, receive visitors, rest and gathering
with a community for some reasons like mourning, voluntary-community works,
emusement.. Also Aşhane is known by diffrent names changes locality in region. Aşhane is center of the house and the longest - used space in a day. it is
accepted as a sacred place because of cooking and feeding. Also other important
thing the fire lights here. The symbol of the house and shelter is the chimney starts
from here. Which must have tank , closet, shelf equipment with daily life support
devices manifests itself all over the Aşhane.
All individuals of house gathered here, age and gender hierarchical order
manifest itself. The location of the house is the entrance of the property makes Aşhane more
* Yr. Doç. Dr. KTÜ Mimarlık Bölümü (emekli), Trabzon/TÜRKİYE
10
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
important. Be installed on the ground; makes Aşhane first case all sort of attackers
and supernaturals powers forced their field. This requires Aşhane the wall protected
by the more robust and different measures. In this article, Aşhane space of village house in the Eastern Black Sea will be
examined with examples by all these features.
Key Words: Aşhane, Trabzon, Traditional houses
GİRİŞ
Kim derdi ki gün gelecek, yüz binlerce geleneksel köy evinin tükenmek
üzere olduğu fark edilince araştırmacıları büyük bir telaş saracak. Geçmişte hiç
ilgilenilmeyen detaylar, işe yaramaz diyerek saklamaya gerek görülmeyen çizimler,
fotoğraflar çok değerlenecek. Köy evlerinden alınmış küçük bir tahta parçası ya da
kiremit kırığı, arkeolojik gömü parçaymış gibi ilgi görecek…
Doğu Karadeniz köy evlerinde aşhane; yemek pişirilen, oturulan, konuk
ağırlanan, yas, imece, eğlence etkinlikleri yapılan çok amaçlı bir mekânın
yaygın adlarından biridir. Bölgenin birçok yöresinde farklı adlarla da bilinir.
Aşhane, genellikle evlerin ilk girilen mekânı, evin merkezi ve gün içinde en
uzun süre kullanılan alanı olma özelliklerini taşır.
Bölgemiz evlerinde mekânlar ahşap, taş gibi kalıcı malzemelerle, günlük
yaşantıdaki farklı eylemleri barındıracak şekilde ayrılmıştır. Ev içinde farklı
işlevli mekânların düzenlemesi; kültürel gelişim, yapı tekniğindeki ilerlemeleri,
araç - gereçlerin gelişmesi, kullanımın yaygınlaşması ve geleneklerindeki
değişimler sonucu ortaya çıkmıştır.
Bölgemizde saptanan ev tipleri arasında, dörtgen planlı mekân içinde bir
köşede yalnızca 2,5 x 2,5 m. ölçülerinde yatak odası olan evlere rastlanmıştır.
Bu gerçek, belki de geçmişte yalnızca dış örtüsü olan, içinde hiçbir mekân
bölünmesi bulunmayan çadır benzeri evleri akla getirmektedir. Tek fark, dış
yüzeyinin keçeden değil de taş ya da ahşaptan yapılmış olmasıdır.
Çadırlı toplum üyelerinin, taş ve ahşabı bulunca hemen birkaç odalı
ev yapacağını düşünmek mümkün değildir. Bu tür değişimler, yüzyıllar süren
kültürlenme ve adaptasyon süreçleri içinde algılanır ve zamanla sınırlanmadan
sürüp gider.
Zaman ilerledikçe değişen, başkalaşan gelenekler ve farklı örnekleri
görerek bilgilenme süreci; iç bölümün birden çok mekâna ayrılmasını sağlamış
olmalıdır. Aşhane de bu mekânlardan yalnızca biri ve dış ortamla yakın ilişkide
olanıdır.
11
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
“Aşhane” adının bölgemiz içindeki dağılımı ve diğer tanımları
Uyuma dışındaki tüm günlük iş ve eylemlerin gerçekleştirildiği bir mekân
olarak tanımlanabilen aşhane adı, bölgenin birçok yöresinde değişiklikler
göstermekte, bazı yörelerde birden çok adla da anılmaktadır. Ad ya da tanım
ne olursa olsun, mekânın işlevi tüm bölgede aynıdır. Doğu Karadeniz’de,
Bulancak ile Hopa arasında (Çizim 1) bu dağılım şöyledir:
Cizim 1: Araştırma alanı
Giresun - Bulancak İlçesi: Aşhana, Aşhane, İçerisi.
Giresun ­- Merkez köyler: Aşene, Aşhane, Bucaklık
Giresun - Dereli İlçesi: Aşhana, Aşhane.
Giresun - Espiye İlçesi: Aşene, Aşhana, İçyanı.
Giresun - Tirebolu İlçesi: Aşene, Aşhane, Aşkana.
Giresun - Görele İlçesi: İçeri, Yerüstü
Trabzon - Beşikdüzü İlçesi: Aşana, Aşene, Aşhana, Yeryüzü
Trabzon - Şalpazarı İlçesi: Aşana, Aşene.
Trabzon - Vakfıkebir İlçesi: Aşana, Aşhana.
Trabzon - Tonya İlçesi: Aşana.
Trabzon - Akçaabat İlçesi: Aşhana.
Trabzon - Merkez köyler: Aşhana, Yerevi
Trabzon - Maçka İlçesi: Aşana, Aşene, Aşhana.
Trabzon - Yomra İlçesi: Yerevi
Trabzon - Araklı ilçesi: Aşhana, Aşhane, Eviçi.
Trabzon - Sürmene İlçesi: Avliya, Eviçi.
12
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Trabzon - Of İlçesi: Aşhana, Eviçi.
Trabzon - Çaykara İlçesi: Abestospi (evin içi), Eviçi
Rize - İkizdere İlçesi: Aşene, Aşhana, Aşhane.
Rize - Merkez köyler: Ateşlik, Eviçi.
Rize - Çayeli İlçesi: Aşhane.
Rize - Pazar İlçesi: Ocak salonu.
Rize - Hemşin İlçesi: Ev
Rize - Çamlıhemşin İlçesi: Ev.
Rize - Ardeşen İlçesi: Oturma evi.
Rize - Fındıklı İlçesi: Ashana, Ohormonduni.
Rize - Arhavi İlçesi: Ashana, Ohormonduni.
İşlev yönüyle aşhane
Aşhane, Doğu Karadeniz köy evinde çok amaçlı günlük yaşam mekândır.
Burada yapılan işlerin, üretilenlerin neler olduğuna ilişkin şu örnekler
sıralanabilir:
- Yemek hazırlıkları. Yiyecek malzemelerini seçme, yıkama,
temizleme, doğrama, sarma, doldurma, hamur yoğurma, ekmek
yapma, yufka açma vb.
- Pişirme. Tencere, tava, kıylı, güğüm, kazan, pileki (taştan
oyulmuş ya da toprak kap), sac vb. kullanarak yemek pişirme. Sac
üzerinde bazlama ekmeği, çörek, yufka hazırlama.
- Ocak, soba, ateş yakma
- Yemek yeme.
- Sığırların yiyeceğini hazırlama. Büyük kazanlarda, sebze
atıklarına su ve tahıl kepeği ilavesiyle “yal” kaynatma.
- Bulaşık yıkama, dolap ve raflara (tereklere) yerleştirme.
- Küçük boy çamaşırları yıkama. Derede veya çeşmede yıkanacak
daha büyük çamaşırları sepetlere doldurup üzerine kül suyu dökerek
bekletme (tola / haşa yapma).
- Sebze ve meyveleri tasnif. Kışa saklanacak meyveleri seçme,
sebze ve meyvelerin çürük ve gereksizlerini ayırma. Turşu hazırlıkları,
turşu kurma.
- Tohumluk olacak fasulye, kabak, salatalık, patlıcan, mısır, biber
vb. sebzeleri elden geçirme, tanelerini ayırma.
- Her türlü süt ürününü hazırlama. Süt kaynatma, mayalama,
yayık yayma, yoğurt, ayran, peynir, çökelek üretimi.
- Elişi uğraşıları. Yün ve keten ipliği yapım hazırlıkları, tarama,
13
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
temizleme, boyama, eğirme, el tezgahında küçük ölçüdeki dokumaları
üretme. Giysilerin bakım ve onarımları, kazak, yelek vb. örgüleri.
- Fındık üretilen yörelerde, gece veya dış ortamda durulamayan
yağmurlu havalarda, fındıkları kurutulmuş yeşil dış kabuklarından
soyarak ayırma, çürük ve kurtlu olanlarını seçme. Bunun için imece
düzenleme. İmece sonrası eğlenme.
- Mısır soyma. Mısır koçanlarının yeşil dış kabuklarını soyma,
ayıklama. Bunun için imece düzenleme. İş bitiminde birlikte eğlenme.
- Çocuk bakımı. Bezleme, yıkama, giydirme, beşikte sallama.
- El, ayak yıkama, tümüyle yıkanma.
- Misafir ağırlama. Günlük oturma veya bayram sebebiyle gelen
akraba, komşu ziyaretçileri ağırlama.
- Düğün tören ve eğlencelerini düzenleme. Kız sözü verme, kız
isteme, nişan, kına gecesi, düğün, yedilik vb.
- Ölüm törenleri. Mevlit, kuran okuma, taziye kabulü.
- Oturma, dinlenme, sohbet.
- Çocukların ders çalışması.
Aşhanenin ev planı içindeki yeri ve diğer mekânlarla ilişkileri.
Aşhaneler, bölgenin topoğrafik yapısı yüzünden, tümüne yakını eğimli
yamaç üzerinde kurulan evlerin arka yönüne yerleştirilmiş ve toprak üzerine
oturtulmuştur. Çoğu evler, arka yamaçtaki toprak kütlesinin istinat duvarı
gibidir. Bu sebepten arka yöndeki duvarlar, toprak basıncını da karşılamak
üzere kalın taş duvar olarak inşa edilir.
Aşhanelerin bir başka işlevi de, evin diğer mekânlarına geçiş sağlayan
bir tür “Sofa” görevi üstlenmesidir. Bölgenin çok az yöresinde, dış ortama
aşhane kapıları dışında geçiş sağlayan bir başka kapının varlığı gözlenmiştir.
Böyle bir durum, evin güvenliği açısından sakıncalı görülür. Üçüncü bir kapının
varlığı ise, o köy yerleşimindeki yaşam güvenliğinin işareti gibidir.
Giresun yöresinde, aşhanenin bu işlevini “Salon” üstlenmiştir. Tüm
odaların kapıları salona açılır. Ancak, salon mekânı da, zorunlu durumlarda,
pişirme dışındaki eylemlerin uygulandığı ek bir alandır.
Trabzon yöresinde yatak odalarının kapıları doğrudan aşhaneye açılır.
İlin bazı yörelerinde, yatak odalarının içi aşhaneden görünmesin diye, gece
holüne benzer “Badama” mekânı uygulanmıştır. Yatak odalarına girmek için
önce badama’dan geçmek gerekir.
Rize Hemşin, Çamlıhemşin yörelerinde, aşhaneden “Hayat”a geçilir. Hayat
üç, dört adet yatak odası kapısının açıldığı bir sofadır. Özellikle kış döneminde,
14
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
tüm ailenin oturma alanıdır. 15 – 25 m2 ortalama ölçülerinde olabilir. İlin birçok
yöresinde, aşhanenin bir ya da her iki tarafına birer küçük oda yapılmıştır.
Bunlar, daha çok aile büyüklerinin tercih ettiği odalardır. Ancak, konuk odası
olarak da kullanılır. Bu odalara doğrudan aşhaneden geçilir.
Üst katlardaki yatak odalarına ve ot deposuna çıkan merdiven
basamakları, birçok yörede aşhaneden başlar. Bu merdivenin hayat
mekânından başladığı tipler de vardır.
Çizim 2: Aşhanelerin plan içindeki yerleri
15
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Aşhaneden bir başka mekâna, daha doğrusu köy insanı için çok önem
taşıyan ahır mekânına da geçiş düzenlenmiştir. Trabzon yöresi köy evlerinde,
aşhanenin yatak odası tarafında, tahtalarla yapılmış, en az 60 – 70 cm.
genişliğinde ve yerden bir merdiven basamağı kadar yüksek set vardır. Evin
iki yan duvarı arasında düzenlenmiştir. Bu yükselti “Tahtaüstü”, “Badama”
gibi adlarla bilinir. Döşeme anlamına gelen Badama’lar, aşhanede minderli
ya da mindersiz, oturulan uzun bir sedir düzlemidir. Yatak odalarına veya
hayat mekânına girerken ayakkabılar aşhane zeminine bırakılır. Badama’ya,
tahtaüstüne ayakkabıyla basılmaz.
Trabzon yöresinde, badama üzerinde menteşeli kapakla korunan bir
geçit alt katta bulunan ahır bölümüne açılır. Trabzon yöresinde “Furzihte”,
“Furçıkti”, “Kadarahti”, “Kepenk” adlarıyla bilinen bu geçişler kullanılarak
ahıra inilebilir, sebze artıkları atılabilir, huysuzlanan hayvanlara bakılabilir.
Akçaabat köylerinde ahıra iniş, aşhanenin toprak zemininde, “Tahtaüstü”ne
bitişik bir noktadan yapılır. Rize yörelerinde ise, bir kapıyla ulaşılan koridor ve
ahşap bir merdivenle aynı eylemler gerçekleştirilmektedir (Çizim 2).
Dış ortamdan aşhaneye giriş
Doğu Karadeniz Bölgesi’nde, kırsal evlerin çoğunluğa yakını iki giriş
kapısına sahiptir. Böyle bir ihtiyacın temelinde iki gerekçe yatar:
1- Evlerin her iki yanında günlük işlerin yapıldığı avlular yer alır. Birer
iş ve çalışma mekânı olarak kullanılan dış avlular, aşhanenin devamı gibidir.
Farklı yönlere bakan avlular, kış ve yaz dönemlerinde farklı işlevler görürler.
Avluya birkaç adımda ulaşmak için o yönlerde kapı gereklidir.
2- Evler çoğunlukla, arka yönlerinde yükselen eğimli yamaca yaslanmıştır.
Evin bir yanından diğer yanına ulaşmak için arka yamacı tırmanıp inmek ya
da aşağı yönde, ahır kapısı önünden yolu uzatarak geçmek gerekecektir. Yöre
insanının yoğun çalışma temposu içinde buna ayıracak zamanı yoktur. Hatta
birkaç ev ötede işi olan komşular da, yolları üzerindeki evlerin çevresinden
dolanmak yerine, hoşgörü ortamında bir kapıdan girip diğerinden çıkarak
zahmetsiz ulaşımı tercih ederler. Bu satırların yazarı, araştırma için gittiği bazı
köylerde, aşhane mekânında ev sahibiyle görüşürken; komşu kadınların “hoş
geldiniz, kolay gelsin!” diyerek yanından geçtiklerine tanık olmuştur (Çizim 3).
Aşhaneye girişte herhangi bir holün, koridorun yer almaması de yolun
uzatılmasını engellemek içindir. Çünkü aşhane dış avlunun devamı
gibi düşünülmüştür. Buna karşın, birçok yörede aşhaneye doğrudan
girilmez.
16
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Çizim 3: Aşhaneler den de geçebilen patika yollar
Giresun evlerinde önce salona, sonra aşhaneye geçilir. Günlük yaşantıda
çok yorucu ve yoğun işler yapıldığı halde, üç dört basamaklı merdivenle
salona, ardından aşhaneye geçiş ve zorunlu olarak ayakkabı çıkarma eylemleri,
günlük çalışma sürecini daha da zahmetli kılmaktadır.
Rize yöresinde ise, yağışların sürekli olması sebebiyle, aşhane girişine
bir hol mekânı yerleştirilmiştir. Burası, ıslanması sakıncalı görülen sepet, balta,
kazma, nacak gibi araçların geçici olarak koyulduğu yerdir. Ayrıca çamurlu
ayakkabılar, ıslak giysiler de burada bırakılarak aşhaneye geçilir. Rize’nin
doğu ilçelerinde, Hemşin, Çamlıhemşin yörelerinde, Aşhane girişlerinde bir
çardak yer alır. “Çardak” ya da “Dış Hayat”, bu yönde aşhane duvarının geri
çekilmesiyle oluşan üstü kapalı, önü açık bir mekândır. Veranda şeklindedir.
Yaz döneminde, serin ve manzaralı çardakta oturulur, günlük işlerin bazıları
burada yapılır.
Aşhane mekânının yapısal özellikleri
Bölge plan tipolojisinde Aşhane, genellikle zemine doğrudan oturan
konumdadır. Vadiye bakan yatak odalarının altında ise ahır bölümü yer alır.
Böylelikle Aşhaneye hemzemin olarak (yerel deyimle “düzayak”) girilir. Zemin
sıkıştırılmış toprak yüzeyden oluşmuştur. Böylelikle üzerinde üşümeden,
yalınayak gezilebilir (Çizim 4). Bölgede arazi eğiminin daha az olduğu yerlerde,
ahıra yükselti kazandırabilmek ya da geniş ahır bölümü sağlamak amacıyla
aşhanenin bir - iki basamak yükseltildiği de görülür. Giresun ilinin Tirebolu
ve batı ilçelerinde, Trabzon ilinde de Of - Çaykara vadisinde bu tür örnekler
bulunmaktadır.
17
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Çizim 4: Aşhanenin arazi üzerindeki konumu
Zemine oturan aşhanelerde zemin kaplaması topraktır. Bu döşeme
türünü toprak olarak adlandırırken, uygulamasının özel olduğunu belirtmek
gerekir. Bu döşemeler aslında elenmiş toprak ve kül karışımına su eklenerek
oluşturulan bir tür harç ya da şap niteliğinde döşeme malzemesidir. Aynı
kalınlıkta yapılan düzgün yüzeyli döşeme, kuruyuncaya kadar özenle bekletilir.
Bu tür döşemeler, üzerine su dökülse de çamurlanmaz, kolay örselenmez.
Zarar gören kısımlar, küçük ölçüde hazırlanan aynı karışımla onarılır.
Toprak döşemeler, çıplak ayakla rahatça gezildiğinden vücut elektriğini
alarak bünyeyi sağlıklı kılar. Ama en önemlisi, dış ortamla aynı türde
olduğundan, özellikle yoğun çalışma mevsimlerinde gün içinde yüzlerce kez
içeri dışarı girip çıkmak zorunda olan aile bireyleri için vazgeçilmez kolaylıktır.
İnsanlara aşhane ile dış avlu arasında yalınayak veya ayakkabı çıkarmadan
gidip gelme kolaylığı sağlar. Bunun ekonomik yönü tartışılmaz. Aksi halde,
günde yüzlerce kez giyilip çıkarılacak ayakkabılar kısa sürede hasar görecek
ve dar gelirli o insanlar için yeni ayakkabı edinme zorunluluğu oluşacaktı.
Günümüze gelebilmiş ve kullanılmakta olan eski evlerin aşhane zeminleri
ise, kullanıcıları tarafından mevcut toprak ya da taş döşeme üzerini tümüyle
örtecek şekilde ahşap döşeme kaplanmıştır.
Aşhane, pişirme ve ısınma amaçlı ateş yakılan ortamdır. Ateşin yakıldığı
yer belirli kurallar çerçevesinde düzenlenmiştir. Aşhane zemininde, düzgün
taşlarla çevrelenerek oluşturulan ilkel ocak türleri, geçmişte çok yaygın
kullanılıyordu. Ocak, mekân içindeki hareketliliğe engel olmaması için, arka
duvara yakın bir noktaya yerleştirilmiştir.
18
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Açıkta yakılan bu ateşin dumanı tüm aşhaneye yayılır. Mekân içine
yayılan yoğun duman duvarların kararmasına yol açtığı gibi, insanları da
rahatsız eder. Dumanın çabucak yükselerek yapı dışına çıkışını sağlamak
için, aşhaneye tavan döşemesi yapılmamıştır. Duman, saçak arası ve çatıdaki
boşluklardan yükselerek çıkar. Dumanın çatıdan çıkmasını sağlamak üzere,
çatının en yüksek noktasında üstü kapalı, yanları açık bir boşluk bırakılmıştır.
Trabzon’un batı ilçelerinde yaygın bu uygulamanın yanı sıra, çatı yüzeyinde
yalnızca bir köşesinden çakılmış kayar teneke levhadan da yararlanılmaktadır.
Özellikle ateş yeni yakılırken, içeriden uzatılan uzun bir sırıkla teneke yana
kaydırılır ve çatıda duman çıkması için açıklık sağlanır.
Aşhanede tavan döşemesi olmayışı, ortada yakılan ocağın duman
çıkışı için zorunludur. Ancak bu durum, aşhanenin özellikle kış dönemlerinde
oldukça soğuk olmasının sebebidir. Kışın ya da soğuk havalarda burada
kalın giysilerle oturmak zorunludur. Ayrıca, çatıya ait tüm taşıyıcı direkler,
merteklerle kaplama tahtaları ve diğer taşıyıcı elemanlar kararmış halde göz
önündedir. Bu tür evlerde, çatının ana taşıyıcı direkleri altına yerleştirilen
ve aşhane üzerinden geçirilen bir ahşap kirişin sembolik öneminden de söz
edilir. Yörelere göre değişik adlarla anılan bu kirişin kesit ölçüleri, ev sahibinin
maddi gücünün de göstergesi olarak bilinir. Bu yüzden de aşhane tavanında,
taşımakta olduğu yükün çok ötesinde ölçüleri olan, çok kalın kirişler görülür.
Trabzon, köprübaşı ilçesi köylerinde adı “Zor ağacı”, “Zor kirişi” olan bu kirişlerin
ormandan kesilerek eve taşınmasındaki zorluklar bile yıllarca anlatılır.
Biraz varlıklı ailelerden başlamak üzere, aşhane içinde, arka taş duvar
önüne bir ocak mekânı düzenlenmiştir. Ocaklar Giresun ilçeleri, Maçka vadisi,
Of, Çaykara yörelerinde şömine ölçülerindedir. Geri kalan yörelerdeyse, arka
taş duvarın 2-3 m. önünde ve bazen 5 m. açıklık geçen kemerlerle korunmuş
ayrı bir oda konumundadır. En yüksek noktası insan boyunu geçmeyen
kemerin görevi, dumanın aşhane ortamına yayılmasını engellemektir. Bu
sebepten, yörede bu kemere “Aşhane perdesi” adı da verilir. Kemer üzerinde
oluşturulan düz bir raf, mum, kibrit, lamba vb. eşyalar koymak içindir. Ayrıca
ocaklık içindeki duvarlara da çeşitli kap ve küçük eşyaların sığabileceği nişler
açılmıştır.
Kemer ustası bulunamayan köylerde ya da fakir evlerinde ocak
bölümü, tahtalardan oluşturulmuş ve insan boyuna kadar alçaltılmış bir
yüzey ile ayrılmıştır. Kemerli ocaklık yapılmış aşhanelerde tavan döşemesi
uygulanmıştır. Böylelikle bu alan kolayca ısıtılabilir ve hoş bir görünüm kazanır
(Foto 1).
19
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Foto 1: Çamlıhemşin Yukarı Çamlıca Mahallesi, Reyhan Şerif evinde ocaklık kemeri
Ocaklık ve şömine düzenlemelerinde, bu bölümü çevreleyen duvarlar
yukarı doğru piramit gibi daraltılarak bir davlumbaz oluşturur. Bu daralma belli
bir yükseltide sonlanır ve bu noktadan sonra da taş duvarlı bir baca şeklinde
çatı dışına ulaşır. Baca boşluğu, ocaklık içinden izlenebilir durumdadır. Ateşin,
ocağın önemi ve kutsallığı, “ocağın tütmesi” yaklaşımları çoğu yörede baca
boyutlarını da etkilemiştir. Özellikle Hemşin ve Çamlıhemşin yörelerinde baca
boyutları bir güçlülük göstergesine dönüşmüştür. Bacalar büyük ölçüleri ve
kütlesel görünümleriyle çatı üzerinde birer kulübe gibi görünürler (Çizim 5).
Çizim 5: Rize - Çamlıhemşin Şenköy evinde ocaklık ve baca kütlesi
20
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Büyük evlerdeki kalabalık insan toplulukları için ocakların sayısı ve
ocaklık mekanının büyüklüğü de fark oluşturur. Öğünler için ateş üzerinde
çok sayıda kazan ve tencerenin yer alacağı durumlarda ocak ölçüleri genişler.
Bölgede yan yana iki kemerli ocak oluşumuna, Of ilçesi Sıraağaç köyündeki
Çakıroğlu konağında rastlanmıştır. (Foto 2).
Foto 2: Sıraağaç Köyü Çakıroğlu Konağında çift ocak
Ocaklık mekânındaki taş kemer, ocak taşları, ateş, kül, baca, ocak zinciri
(kremul), aşhaneden ayrı ve kendi içinde efsanevi bir mekan bütünlüğü şeklinde
algılanır, zihinlere o şekilde kaydedilir. Tüm bunlar anılara da yansır. Çaykaralı Ali
Kemal Saran, ocak bacasından yükselen duman ile ocak zinciri (kremul) arasında
geçen hayali konuşmayı bize şöyle aktarır (Saran, 2013: 102):
“Kremul, yanından geçip yükselen dumana alaycı bir üslupla sorar: Öyle
yayılıp, kıvrılıp, nazlı nazlı nereye gidiyorsun bakayım? Duman cevap verir: A
benim birbirine dolaşığım, niçin sorarsın?”
Aşhane donatıları
Anadolu kırsalında yaşayan toplum bireyleri, ev yaşantısında kilim,
keçe, minder, alçak yer iskemlesi gibi donatılar üzerinde, “yere yakın” bir
yaşam sürmüş ve sürmektedirler. Bu geleneğin gerekçeleri arasında, insanların
eski dönemlerde bir ev için gerekli donatıları satın alabilecek olanaklarının
bulunmayışı ya da bunları yapabilecek hassas kesici araçlar, çivi, çekiç vb.
sahip olmamasının payı büyüktür.
21
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Doğu Karadeniz köyleri de böyledir. Bir evin tüm mekânlarında oturma
gereci olarak tahtadan veya ağaç kütüğünden yapılmış, yerden 25 – 30
cm. yüksekliğe sahip iskemleler görülür. Oturma ve yatma amaçlı sedirler
de yaklaşık aynı yüksekliğe sahiptir. Bu türden iskemlelerin tümüne yakını
aşhanede kullanılır.
Aşhane kapısından girişte, burasının her türden üretimin yapıldığı
bir atölye izlenimi edinilir. Tüm donatılar duvarlara yakın ya da bitişik
yerleştirilmiştir. Bu çerçevede aşhane donatılarını sabit ve hareketli olarak
gruplayabiliriz:
Sabit donatılar: Duvara monte edilmiş şekilde tabak, çanak, sahan,
tas, bardak, maşrapa vb. eşyalar için açık raflar (terek). Sahan, tencere vb.
saklamaya yönelik kapaklı eşya dolapları. Sandık biçiminde, üstten kapaklı un
kapları. Ocak üzerinden sarkıtılmış durumda, efsane ve söylentilerde de adı
sıklıkla geçen ocak zinciri (kremul, kremuli, klemur).
Hareketli donatılar: Duvar diplerine dizili turşu teneke ve küpleri,
ahşaptan yapılmış yoğurt, ayran, yağ, su kapları (kufa, külek, varel), yayık,
kazanlar, güğüm ve ibrikler, yufka sacı, sacayak, duvarda çivilere asılı kaşıklık
sepeti, tavalar, elek, kalbur, kepçeler. Yuvarlak yer sofrası ya da bakır sini ve
ayağı. Kapıya yakın konumda da sığırlara sulu yiyecek verilen ahşap kaplar
(gerdel, gelder) vb.
Aşhane gelenekleri
Aşhane mekânı, Yemek pişirme, yeme işlevini barındırdığı için bir
bakıma kutsal sayılan yerdir. Kırsal kesimde daha büyük öneme sahip ateş
bu mekânda yanar, evin ve yuvanın sembolü olan baca da buradan başlar.
Özetle aşhane, uyuma saatleri dışında tüm yaşamın geçtiği bir mekândır ve
bir anlamda evin kendisidir.
Aşhane, evin tüm bireylerini bir araya toplayan mekândır da... Bu
sebepten, yaşa ve cinsiyete dayalı hiyerarşik düzen kendini gösterir. “Başköşeye
oturmak” burası için geçerlidir. Burada erkek ve kadın olarak, büyüklerin
yerleri bellidir. Oralara başkaları oturamaz. Aynı kural, yer sofrasında yemek
yenirken de gözlenir. Evin yaşlı erkeği, kapıyı görecek şekilde oturur. Ocaklık
mekânında da büyüklerin yerleri herkesçe bilinir.
Hastalık, ölüm, bayram, düğün gibi önemli gün ve törenlerde de evin
büyükleriyle konukların nerede duracakları, oturacakları bellidir. Fındık
ve mısır soyma imeceleriyle bu imeceler ardından yapılan eğlencelerde
de oturuş ve diziliş kuralları yöre geleneklerine bağlı olarak bilinir. Eve bir
yabancının gelmesi ya da evden gelin, asker uğurlama törenlerinde uygulanan
22
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
geleneklerin çoğu aşhanenin dış kapı önü ve eşiği çevresinde geçer (Çizim 6).
Eski takvime göre, yeni yılın ilk günü olan 14 Ocakta (kalandarın ilk
günü), eve ilk girecek olan kişinin uğur getirmesine inanılır ve herkes içeri
alınmaz. Kalandar gecesinde çocuklar aşhane kapısından içeri bir torba atarak
meyve, kuruyemiş doldurulmasını isterler. İstekleri yerine gelince de torbayı
geri çekerler. Trabzon’un batı yörelerinde çocuklar bu eylemi yünlere, hayvan
postlarına sarılıp boyunlarına ziller takarak, yüzlerini de baca isiyle siyaha
boyayarak gerçekleştirirler. Çatıya çıkılarak torbaların bacadan sarkıtılması da
çok yaygındır.
Bölge geleneklerinden biri de düğün törenlerinde, gelin baba evinden
çıkarken uygulanır. Kemençeci, gelini ve özellikle anneyi ağlatmaya yönelik sözler
içeren, hüzün dolu “gelin ağlatma havası”nı aşhane kapısı önünde çalmaya başlar.
Bu konuda bölgede uygulanan geleneklerin çoğu da, oğlan evi girişinde yaşanır.
Çok eskiden, Rize köylerinde, kapının yeterince geniş olması
durumunda, gelinin aşhaneye atla girdiği ve burada attan indiği anlatılır.
Rize - Pazar ilçesi köylerinde kaynana, evin giriş kapısı önüne uzun bir
asma dalı uzatır. Gelin bu dala basar ve aşhaneye öyle girer. Burada güdülen
amaç, gelinin uzun ömürlü olmasıdır.
Rize Fındıklı Çağlayan köyü Saadet Hacaloğlu evinde geleneksel eylemler
23
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Yine Rize yörelerinde kaynana, gelini aşhane ortasındaki yer ocağı
çevresinde üç kez dolaştırır. Anlamı, ailenin hep var olması ve iyi bir gelecek
umududur.
Rize merkez ilçe köylerinde, gelin aşhane kapısından girerken, kaynana
bir tasa bal koyup önce kapı eşiğine sürer, sonra da gelinin parmağını bala
batırıp başına sürdürür. Amaç evliliğin tatlı ve huzurlu geçmesidir.
Rize Derepazarı ve Güneysu ilçelerinde gelin, damat evinin kapısında
elini bala batırır ve kapıya sürer. Anlamı, karı-kocanın iyi geçinmeleri dileğidir.
Aşhanede gelin bir yere oturtulur, görümce tarafından ayakları yıkanır. Bu
geleneğin anlamı da, geline artık bu eve ait olduğunu anlatmaktır.
Bölgenin çoğu yöresinde, aşhaneye alınıp oturtulan gelinin kucağına
hemen bir erkek çocuk oturtulur. Buradan da, “bu eve, ailene hep erkek çocuk
ver” anlamı çıkarılabilir.
Rize - Ardeşen’de, aşhane’ye giren düğün kalabalığında bir gurup
erkek ocak zincirine (Klemuri) tutunarak “Selim sayma / Heyamol” diye
bilinen karşılıklı türkü söyleme geleneğini uygularlar.
Ev güvenliği ve her türlü dış etkiler açılarından aşhane
Aşhaneler, evlerin arka bölümünde, toprağa hemzemin olarak
yerleştirilmiş mekânlardır. Her iki yandaki avlulardan yalnızca bir eşik
yüksekliği kadar yukarıda bulunurlar. Pencereleri dışarıdan ve içeriden hemen
hemen aynı yükseltilere sahiptir. Güvenlik açısından evin en riskli bölümü de
bu sebepten aşhanelerdir. Düşman sahibi ya da kan davalı aileler için böylesi
pencereler büyük risktir. 20. yy. ortalarına kadar, özellikle bölgenin en dağınık
yerleşme biçimine sahip Giresun ve Trabzon köylerinde bu pencereler,
aşhane ortamının dışarıdan rahatlıkla görülebildiği ve silahla ateş edilebildiği
boşluklardı. Bu sebeple, aşhane pencereleri yerden yüksekte ve küçük
yapılmış, özellikle Trabzon’un çoğu köylerinde de hiç pencere bırakılmamıştır.
Bu uygulama, aşhaneyi tümüyle karanlıkta bırakan ve gündüz saatlerinde gece
yaşatan bir uygulama olmuştur. Bu köylerde aşhaneye gündüz saatlerinde ışık
almak için mevcut dış kapılar sürekli açık tutulmak zorundadır. Burasının bir
diğer ışık kaynağı da, az olmakla birlikte, çatıda yer alan hareketli bir teneke
örtü elemanıdır.
Rize yöresinde evler daha toplu yerleştiği için, aşhanelerde uygun
ölçülerde pencereler düzenlenmiştir. Varlıklı ailelerde bu pencerelere demir
kafes yerleştirildiği gözlenir. Ayrıca dış avluya yakın tüm pencerelerde ahşap
kepenkler uygulanmıştır.
Bu tür bir güvenlik sorununun aşhane mekânına özgü olduğunu
24
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
vurgulamak gerekir. Yatak odaları ahır bölümü üzerinde ve arazi eğimi
sebebiyle de yüksekte bulunduğundan, pencereleri dışarıdan ulaşılamayacak
yükseklikte ve güvenlidir.
Aşhanelerin bir başka güvenlik sorunu da, arka yönde bulunması
ve yamaç kütlesine bir istinat duvarı gibi sokulmasıdır. Evlerin birçoğunda
yamaçtan zahmetsizce çatıya yürünebilir. Bu durum, eve aşhane bacasından
girilebilme endişesini beraberinde taşır. Nitekim baca güzergâhını kullanan
doğaüstü varlıklar da yok değildir!
Yaklaşık tarih vermek gerekirse, 1960-70’lere ya da köylere elektrik
ulaşıncaya kadar, insanlar doğaüstü olaylara ve yaratıkların varlığına büyük
ölçüde inanırlardı. Bölge genelinde cin, peri, mayısa, leyo, cazı, karakoncoloz,
karakoncilo, germakoci gibi adlarla bilinen bu varlıklar, büyük küçük herkesin
korkulu rüyasıydı. Genellikle dış ortamda ormanlar, kuytu yerler, değirmenler,
mezarlıklar, çeşme başları gibi yerlerde geceleyin ortaya çıkıp insanlara türlü
zararlar verirlerdi.
Bu varlıklar arasında evlere gizlice girenler de olurdu. Geceleyin aralık
bırakılan ya da gelenin kimliği sorulmadan açılan kapıdan içeri dalarlardı.
Bazılarının alışkın olduğu yol, aşhanedeki baca boşluğu idi. Özellikle mayısa
ya da cazı adıyla bilinen yaratıklar ocak zincirinden aşağı örümcek kılığında
süzülerek küçük çocukların canını alır, aynı biçimde evi terk ederdi. Bu sebeple,
aşhanedeki ocaklıkların da ayrı bir önemi vardı. Geceleyin ocak zinciri yukarı
katlanır, herkes yattıktan sonra ocaklığa yaklaşılmaz, kül karıştırılmaz, küle
tükürülmez şeklinde inanışlar hakimdi.
SONUÇ
Bölgemiz kırsalında yüzlerce yıldır kullanılagelen ev kültürümüz
içinde aşhanenin yerini ve özelliklerini tanımaya çalıştık. Aşhanenin en
önemli niteliği, onun çok amaçlı bir mekân oluşu ve her talebi karşılamaya
hazır donatılarının varlığıdır. Daha genel bir bakışla aşhane, bir çadır gibi,
tek başına günlük yaşamın tüm ihtiyaçlarını karşılayabilen çok amaçlı bir
mekândır denebilir. Günümüz konut mimarisinde, yaklaşık 30 – 40 yıldan bu
yana bölgemizde de geçerli olmak üzere, ev salonlarının bir kenarına tezgâh
yerleştirip pişirme köşesi yapınca bunun adı “Amerikan mutfağı” olmaktadır!
Bu duruma, tanımlamaya üzülmemek elde değil. Ama en çok da çocukluğunu
ve gençliğini aşhaneli bir evde geçirmiş insanlardan duymak bizleri şaşırtıyor….
25
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
KAYNAKLAR
Ak, Orhan Naci ve Çelik, Fehmi Rasim -Ed- (1999), Rize Kültür
Derlemeleri, Rize: Halk Eğitim Müdürlüğü Yayınları.
Gedikoğlu, Haydar (2012), Akçaabat Folkloru, Trabzon: Akçaabat
Belediyesi Kültür Yayınları.
Karpuz, Haşim (1982), “Trabzon Köy Evlerinin Bölmeleri” Türk Folklor
Araştırmaları 1981/2, Ankara: Kültür Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi
Yayınları.
Saran, Ali Kemal (2013), Omuzumda Hemence, İstanbul: Timaş
Yayınları.
Sümerkan, Mustafa Reşat (1990), Biçimlendiren Etkenler Açısından
Doğu Karadeniz Kırsal Kesiminde Geleneksel Evlerin Yapı Özellikleri,
Yayımlanmamış Doktora Tezi, KTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü.
Topaloğlu, İhsan (2005), Rize Folklorunda Tulum - Horon ve Düğünler,
Rize.
Yiğit, Altay (1981), Çaykara ve Folkloru, Ankara.
26
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
GELENEKSEL KONUTUN ÇAĞDAŞ YORUMU:
TRABZON ORTAMAHALLE EVLERİ VE ATAKENT SİTESİ
Traditional Houses’s Contemporary İnterpretation: Trabzon Ortamahalle
Houses and Atakent Site
Rabia KÖSE DOĞAN*
Bahattin KÜÇÜK**
‘’Mimarlığın tarihi esas olarak mekanı şekillendiren insanın tarihidir...’’
Nikolaus Pevsner
ÖZET
Konut kavramı, insanoğlunun barınma ihtiyacı ile başlamıştır. İnsanoğlunun
ihtiyaçlarına göre zamanla değişim gösteren kavram, coğrafi özellik, ekonomik düzey,
kullanıcı istekleri gibi birçok etkene bağlı olarak farklılık göstermektedir. Bu farklılıklar
doğrultusunda, çalışma kapsamında Trabzon ilinin merkez ilçesi olan Akçaabat’da
19.yüzyıl Osmanlı sivil mimarisinin özelliklerini taşıyan Orta Mahalle Evleri ile
günümüzde geleneksel konut sistemine analog yapan Trabzon-Atakent Sitesi Evleri
karşılaştırmalı olarak incelenecektir.
Orta Mahalle, Osmanlı sivil mimarisinin özelliklerini sokaklarda, bahçe
duvarlarında, merdivenlerde, çeşmelerde ve evlerde koruyarak devam ettirmektedir.
Sadece konut ölçeğinde değil, mahalle ölçeğinde de günümüze kadar gelmeyi başaran
Orta Mahalle Evleri, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu tarafından,
1998 yılında sit alanı ilan edilmiştir. Mahalle içerisinde, yaklaşık 100 adet yaşayan
konutun yanı sıra Saint Michael Kilisesi ve yakınında şapeli, cami ile bir ilköğretim
okulu mevcuttur. Mahalle içerisinde bulunan 96 adet evin, 34 adeti tescillidir.
Günümüzde 3 adet ev belediye tarafından kamulaştırılarak, ikisi kullanıma açılmış
diğerinde ise çalışmalar sürmektedir. Safranbolu, Beypazarı, Odunpazarı Evleri gibi
yaşayan evlere ve mahallelere yenisi eklenecektir.
Trabzon’un 3 No’lu Erdoğdu Mahallesi’nde yer alan Atakent Sitesi’nin yapımına
1989 yılında başlanmış ve 1995 yılında tamamlanmıştır. Site adını kuzey doğusunda
bulunan Atatürk Köşk’ünden almaktadır. Toplam 50.000 metrekarelik yüzölçümüne
sahip olan sitede, 2+1, 3+1, 4+1’den oluşan apartman bloklar ile bahçe içinde yer
alan dublex ve triplexlerden oluşan 365 adet konut bulunmaktadır. Rekreasyon
alanına, çocuk oyun parkına, otoparka ve marketlere sahip olan sitenin, bahçe
içindeki konutları ve sokak düzeni geleneksel konut sistemine anolog yapmaktadır.
Cephe düzenleri, kırma çatıları ve plan tipolojileri ile site, geleneksel konut anlayışının
* Dr.,Selçuk Üniversitesi-Güzel Sanatlar Fakültesi-İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü, Konya/TÜRKİYE
** Dr.,Selçuk Üniversitesi-Güzel Sanatlar Fakültesi-İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü, Konya/TÜRKİYE
27
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
çağdaş yorumu olarak tanımlanmaktadır.
Çalışma kapsamında Orta Mahalle Sırt Sokak ve Atakent Sitesi Manolya
Sokak’da yapılmış olan anket çalışmaları, araştırma ve analizler görsel materyallerle
desteklenerek incelenecek, sokak düzenleri, cephe, çatı sistemleri ve plan tipolojileri
karşılaştırılacaktır. Sonuç olarak; geleneksel konut ve mahalle düzeninde mevcut olan
yaşam biçiminin ve sosyal hayatın, günümüz ihtiyaçlarına uygun olarak tasarlanan
konutlarda da karşılanabileceğine örnek teşkil edecek bir çalışmadır.
Anahtar Kelimeler: Geleneksel, Çağdaş, Konut, Orta Mahalle, Atakent.
ABSTRACT
Housing, as a concept, was first used for people’s need to shelter. This concept
has changed a lot over time according to the needs of people and showed many
differences depending on many factors such as geographical features, economic
status and user demands. Following these differences, this study examines and
makes comparisons between Trabzon-Atakent Block Houses, built as an analogue
to traditional housing system at present, and Orta Mahalle Houses in Akçaabat
district, Trabzon province, which carry the characteristics of 19th century Ottoman
civil architecture.
Orta Mahalle, not only on housing scale, but also on neighborhood scale Orta
Mahalle houses have managed to reach to the present day and been declared as an
archeological site in 1998 by Higher Board of Conservation of Cultural and Natural
Heritage. Besides approximately 100 living houses within the neighborhood, there is
also Saint Michael Church and a chapel, a mosque and a primary school. Among 96
houses located in this neighborhood, 34 of them are officially registered. At present,
3 of these houses are publicized by the municipality, two of them opened for use and
others still under restoration.
The construction of Atakent Blocks, located in Erdogdu District Numbered 3 in
Trabzon, is started in 1989 and completed in 1995. This block receives its name from
Ataturk Pavilion, which is located in the northeast. There are 365 houses in these
blocks of 50.000 square meters in total as apartment blocks and duplex and triplex
houses with gardens. This block with recreational areas, play gardens, car parks and
supermarkets, is built as an analogue to traditional housing system with houses and
street arrangement. This block is described as a contemporary interpretation of
traditional housing with frontal layouts, hipped roofs and plan typologies.
This study will be examined and supported by questionnaires, research studies
and analysis and visual materials, conducted in Orta Mahalle Sirt Sokak and Atakent
Block Manolya Sokak; and also street arrangements, frontal layouts, roof systems
and plan typologies will be compared. As a result, this study will be an example to
show that lifestyles of traditional houses and neighborhoods and their social life is
also possible in houses designed in accordance with the needs of present day.
Key Words: Traditional, Contemporary, Housing, Orta Mahalle, Atakent.
28
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
1. GİRİŞ
Konut kavramı, insanoğlunun barınma ihtiyacı ile başlamıştır.
İnsanoğlunun ihtiyaçlarına göre zamanla değişim gösteren kavram, coğrafi
özellik, ekonomik düzey, kullanıcı istekleri gibi birçok etkene bağlı olarak
farklılık göstermektedir.
Tarihsel olarak konut; iletişim, etkileşim, mekan, zaman ve anlamın
örgütlü bir örüntüdür. Bir yandan ait olduğu etnik grubun karakteristiklerini,
yaşam biçimini, davranış kurallarını, çevresel tercihlerini, imgelerini, zamanmekan ilişkilerini yansıtırken, öte yandan kullanıcısının özüyle ilgili imgelerini,
kendini kanıtlama ve anlatma eğilimini, böylece tasarım, donatım ve biçimi ile
bireyin kişilik ve ayrıcalığını yansıtır (Gür, 2000).
Yaşamımızın bir çok boyutu konutun çevresinde biçimleniyor,
kavramsallaşıyor. Konut sığındığımız, düşlerimizi, hüzünlerimizi paylaştığımız,
anılarımızı biriktirdiğimiz mekandır. Güvencemiz, kendimize çektiğimiz sınır,
bıraktığımız iz, temsil edilme biçimimizdir. Dünya’ya bağlandığımız noktadır
(Güzer, 2002).
Geçmişten günümüze kadar değişen ve gelişen konut kavramı
toplumların yaşam biçimi, sosyal statüleri, kültürel değerleri, iklim koşulları ve
teknoloji gibi nedenlere bağlı olarak şekil almakta ve farklılık göstermektedir.
Bu farklılıklar doğrultusunda, çalışma kapsamında Trabzon ilinin merkez
ilçesi olan Akçaabat’da 19.yüzyıl Osmanlı sivil mimarisinin özelliklerini taşıyan
Orta Mahalle Evleri ile günümüzde geleneksel konut sistemine anolog yapan
Trabzon-Atakent Sitesi Evleri incelenerek, karşılaştırma yapılacaktır.
Şekil 1. 2. Trabzon-Akçaabat İlçesi Genel Görünüş (URL-1, URL-2)
Akçaabat, Trabzon kentinin batısında ve Trabzon’a 15 km mesafedeki ilk
ilçe merkezidir. Trabzon’un nüfus olarak en büyük ilçe merkezlerinden birisi
olan Akçaabat; gerek tarihi, kültürü ve gerekse yetiştirdiği önemli tarihsel
29
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
kişiliklerle bölgede önemli bir yere sahiptir. Akçaabat kent merkezi, arasındaki
15 km.’lik kıyı bandı yerleşim alanlarının zaman içinde gelişmesi ve yapılaşması
nedeniyle Trabzon kenti ile organik olarak bütünleşmiş durumdadır (URL-3).
Şekil 3. Orta Mahalle Genel Görünüşü (İnce, 2012)
Orta Mahalle, konumu itibarı ile kıyıdan içeride ve Akçaabat’ı hakim bir
sırttan görecek şekilde konumlanmıştır. Konutların büyük bir çoğunluğu doğu
yamacında yer almakta ve Doğu Karadeniz’in geleneksel yerleşim özelliklerini
taşımaktadır. Akçaabat kentinin tarihi ve kültürel özelliklerini taşıyan ve
geleneksel konut yapıları ile öne çıkan, bu nedenle de koruma altına alınan
bir mahalledir. Adından da anlaşılacağı gibi Orta Mahalle, eski Akçaabat’ın
diğer tarihi mahallelerinin ortasında yer almaktadır. Ancak günümüzde diğer
mahalleler Orta mahalle kadar yapısal bütünlük gösterecek bir düzeyde
korunamamıştır. Son yıllarda hızlı bir kentsel büyüme ve yapılaşma süreci
yaşanan Akçaabat ilçe merkezinde, imar planı sınırları içinde kalan mahalle,
yapılaşma baskısı taşımaktadır (URL-3).
Şekil 4. 5. Orta Mahalle İmar Planları (Arşiv-1)
Sit alanı içerisinde bulunan Orta Mahalle, Osmanlı sivil mimarisinin
özelliklerini sokaklarda, bahçe duvarlarında, merdivenlerde, çeşmelerde
30
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
ve evlerde koruyarak devam ettirmektedir. Sadece konut ölçeğinde değil,
mahalle ölçeğinde de günümüze kadar gelmeyi başaran Orta Mahalle Evleri,
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu tarafından, 1998 yılında
kentsel sit alanı ilan edilmiştir (URL-4). Mahalle içerisinde, yaklaşık 100 adet
yaşayan konutun yanı sıra Saint Michael Kilisesi ve yakınında şapeli, cami
ile bir ilköğretim okulu mevcuttur. Mahalle içerisinde bulunan 96 adet evin,
34 adeti tescillidir. Mahalle halkı tarafından kullanılan evlerin doluluk oranı
%80’dir.
Şekil 6. 7. Saint Michael Kilisesi Cephe ve Kubbe Görünüşü (Köse Doğan, 2013)
Evlerin karakteristik özelliklerinde cepheler, genellikle doğu ve güneye
doğru konumlanmıştır. Geniş sofalar doğu yönüne kurulmuş ve manzaraya
yönelmiştir. Kırsal kesimdeki yöre konutlarından farklı olarak, kentleşme ile
birlikte alt katlar yaşama mekanı, mutfak, kiler, depo ve servis gibi alanlara
dönüşmüştür. Üst katlarda ise sofaya bağlı olarak yatak odaları yer almaktadır.
Şekil 8. 9. Orta Mahalle Genel Görünüşleri (Köse Doğan, 2011)
31
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Orta Mahalle özgün niteliğini nispeten koruyarak, bölgeye dışardan
gelenler açısından önemli bir ziyaret noktası olma özelliğini taşımaktadır.
Popüler bir yer olmasına ve tarih, kültür, yapı ve yerleşme özellikleri açısından
bir çok araştırmada incelenen bir alandır (URL-3).
Günümüzde 3 adet ev belediye tarafından kamulaştırılıp, restore
edilmektedir. Restore edilen evlerden Timurcular Konağı’na halka açık sosyal
tesis işlevi yüklenmiş, Kanoğlu Konağı ise butik otele dönüşmüştür. Diğer
evin restorasyon çalışması sürmektedir. Kamulaştırma çalışmalarının sürdüğü
mahallede sosyal tesis, müze, butik otel ve restorant olarak işlevlendirilerek
turizme açılması planlanan evler vardır. Mahalle halkına sosyal ve ekonomik
olanaklar sunmak, bölgeyi canlandırmak ve göçü engellemek için, el sanatları
kurslarına katılım ve yöresel hediyelik eşya satışı mahalle halkı tarafından
sağlanacaktır. Türkiye’de Safranbolu, Beypazarı, Odunpazarı Evleri gibi
yaşayan evlere ve mahallelere yenisi eklenecektir.
Şekil 10. 11. Timurcular Konağı Restorasyon Çalışması (Köse Doğan, 2013) ve
Sonrası (Arşiv-1)
2. ORTA MAHALLE EVLERİ’NİN GENEL ÖZELLİKLERİ:
1. Mimari Özellikleri: Evlerin hepsi bahçe içindedir. Bu nedenle giriş
kapıları sürekli açık kalarak, bahçeyle bütünleşmiştir. Bahçelerin çoğunda
kuyu ya da havuz bulunur. İç yaşam yüksek duvarlarla bahçeden koparılmıştır.
Yapılar sokağa sırtını dönmüş, bol pencereli geniş cepheler ise bahçe ve deniz
manzaralıdır (Rapor, 1992).
32
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Şekil 12. 13. Bahçe Duvarları Görünüşü (Köse Doğan, 2011)
2. Plan ve Cephe Tipolojisi: Evler genelde iki katlıdır. Üç katlı olanları
da vardır. Zemin katta yaşama mekanı, mutfak, kiler, depo, servis gibi alanlar
yer alırken, üst katta sofaya bağlı yatak odaları vardır. Islak hacim dışarıdadır.
Sofalar genelde karnıyarık düzendedir. Üst katta sofada çıkma yer alır. Çıkmalar
iki kolon üzerine oturur ve üçgen alınlıkla sonlanır. Bu özellik Karadeniz bölgesi
evlerinin en çok rastlanan özelliğidir. Pencereler dikdörtgen biçimli, ahşap
çerçeveli, basık kemerli ve kilit bölümü çıkıntılıdır.
Üst örtü kırma çatı şeklindedir. Genellikle alaturka kiremit bazı çatılarda
ise Marsilya tipi kiremit kullanılmaktadır. Saçak altı genelde dar olup, ahşap
kaplamalı veya silmelidir. Bazı evler, üst kat yatak odalarında hamamcık ve
ahşap yüklüklere sahiptir (Rapor, 1992).
Şekil 14. 15. Cephe Görünüşü ve Plan Şemaları (Arşiv-1)
3. Malzeme Kullanımı: Orta mahalle evlerinde yaygın olarak taş ve
ahşap kullanılmıştır. Çatıda ise Alaturka ve Marsilya tipi kiremitler mevcuttur.
Malzemelerin özelliğine göre evin dış duvarları yığma taş tekniğinde, iç
duvarlar ve üst katlar ise yarı ahşap çatkı-bağdadi tekniğinde yapılmıştır.
Ahşap ayrıca döşemelerde ana taşıyıcı olarak, döşeme-tavan kaplamalarında,
33
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
merdivenlerde, doğramalarda ve çatıda kullanılmıştır (Rapor, 1992).
Şekil 16. 17. Taş Tekniği ve Ahşap Çatkı-Bağdadi Tekniği (Köse Doğan, 2011)
4. Çevre Düzenlemesi: Sokaklarda çeşmeler, merdivenler, bahçe
duvarları bulunurken bahçelerde yoğun olarak ağaçlar, havuzlar veya kuyular
bulunmaktadır. Yollar dar ve diktir, bazı yerler araç geçişine elverişli değildir.
Asırlık çınar ağacı önemli bir buluşma noktasıdır (Rapor, 1992).
Şekil 18. 19. Sokak ve Merdiven Görünüşleri (Arşiv-1)
5. Sosyal Hayat: Mahallenin göç vermeden önceki nüfusun fazla oldu-ğu
dönemde komşuluk ilişkileri güçlüydü, mahallede buluşma meydanı bulunmamasına rağmen kapı eşiklerinde ve sardunyalı pencerelerden günlük sohbetler
yapılırdı. Araç geçmeyen daracık sokaklarda fasülyeler ayıklanır, biberler dizilir
kışa hazırlık yapılırdı. Çocuklar sokak aralarında güvenle oynarlardı.
Hızla betonlaşan Trabzon ve Akçaabat’ın kent dokusuna karşı, Orta
Mahalle Geç Osmanlı Dönemi konut birimleri, geniş ve yeşil bahçeler içindeki
mekan dengesinin en iyi örneklerini sergilemektedir. Konutların tümünde
yerel iklim verileri, manzara ve topografyaya gösterilen duyarlılık ve özen
dikkat çekmektedir.
34
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
3. ATAKENT SİTESİ’NİN GENEL ÖZELLİKLERİ:
Şekil 20. Atakent Sitesi Genel Görünüş (Köse Doğan, 2011)
Trabzon’un 3 No’lu Erdoğdu Mahallesi’nde yer alan Atakent Sitesi’nin
yapımına 1989 yılında başlanmış ve 1995 yılında tamamlanmıştır. Site adını
kuzey doğusunda bulunan Atatürk Köşk’ünden almaktadır. Toplam 50.000
metrekarelik yüzölçümüne sahip olan sitede, 2+1, 3+1, 4+1’den oluşan
apartman blokları ile bahçe içinde yer alan dublex ve triplexlerden oluşan 365
adet konut bulunmaktadır. Rekreasyon alanına, çocuk oyun parkına, otoparka
ve marketlere sahip olan sitenin, bahçe içindeki konutları ve sokak düzeni
geleneksel konut sistemine anolog yapmaktadır. Cephe düzenleri, kırma
çatıları ve plan tipolojileri ile site, geleneksel konut anlayışının çağdaş yorumu
olarak tanımlanmaktadır.
Şekil 21. Atakent Sitesi Vaziyet Planı (Arşiv-2)
35
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
1. Mimari Özellikleri: Müstakil evler, bahçe içindedir. Topografyaya
uygun yerleşen evlerin bahçe sınırlarını, bir kısım yerlerde yüksek duvarlar
oluştururken, bir kısım yerlerde de parapet yüksekliğindeki korkuluklar
oluşturmaktadır. Evler ikili veya üçlü olarak bitişik nizam konumunda ve üç
cephesi açık konumdadır. Cepheler sokak, bahçe ve deniz manzaralıdır.
Şekil 22.23. Evlerin Genel Görünüşü ve Bahçe Duvarları (Köse Doğan, 2011)
2. Plan ve Cephe Tipolojisi: Müstakil evler iki ve üç katlı olmak üzere
iki gruptur. Zemin katta yaşama mekanı, mutfak ve ıslak hacim yer alırken, üst
katta yatak odaları ve banyo mevcuttur. Üst katta çıkma yer alır. Çıkmalar iki
kolon üzerine oturur ve üçgen alınlıkla sonlanır. Bu özellik Karadeniz bölgesi
evlerinin en çok rastlanan özelliklerindendir. Pencereler dikdörtgen biçimli,
tek kanatlı ve ahşap çerçevelidir. Üst örtü kırma çatı şeklindedir.
Şekil 24. 25. Cephe Görünüşü ve Plan Şemaları (Arşiv-2)
3. Malzeme Kullanımı: Site betonarme taşıyıcı sistem ile inşa edilmiştir,
iç ve dış duvarlarda tuğla kullanılmıştır. Çatılar saçaksız olup, Marsilya tipi
kiremit kullanılmıştır. Doğramalarda, döşemede, tavan lambrilerinde, iç
merdivende ahşap kullanılmıştır.
36
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Şekil 26. 27. Cephe ve Çatı Görünüşü (Köse Doğan, 2011)
4. Çevre Düzenlemesi: Site kurulurken doğal bitki örtüsü ve ağaçlar
mümkün olduğunca korunmuştur. Çocuk oyun alanı, marketler ve ağaç
altında oluşturulan gölgelikler site sakinlerinin buluşma noktalarıdır. Site
içinden geçen ana yol ve kavşağın dışında, evlerin arasında araç yolu
bulunmamaktadır. Yaya yolları mevcuttur.
Şekil 28. 29. Yaya ve Araç Yolları (Köse Doğan, 2011)
5. Sosyal Hayat: İnsan ölçeğinde olan yapılar, komşular arasında da
sıcak bir iletişim kurmaktadır. Evler arasındaki yaya yolları ve merdivenlerden
geçen site kullanıcıları, farklı peyzaj düzenlemeleri ile bitki çeşitliliğinin olduğu
küçük bahçeler, çocukların güvenle oynadığı çocuk parkı yaşanılır bir toplu
konut örneği sunmaktadır.
Günümüzde konutlarda süren hızlı değişimin ve artışın tek çözümü
37
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
apartmanlaşma değildir. 17 yıldır yaşam sürdürülen 365 konutluk Atakent
Sitesi’nde, geleneksel toplu konut anlayışına, günümüz ihtiyaçlarına yanıt
verecek bir planlama sistemi oluşturulmuştur.
4. ORTA MAHALLE EVİ VE ATAKENT SİTESİ EVİNİN KARŞILAŞTIRMA TABLOSU:
ORTA MAHALLE EVLERİ
(Sırt Sokak-No:28)
ATAKENT SİTESİ EVLERİ
(Manolya Sokak-No:52)
Şekil 30. Orta Mahalle Evi Cephe Görünüşü
(Köse Doğan, 2001)
Şekil 31. Atakent Sitesi Evi Cephe Görünüşü
(Köse Doğan, 2011)
Şekil 32. Orta Mahalle Evi Zemin Kat Planı
Şekil 33. Atakent Sitesi Evi Zemin Kat Planı
Şekil 34. Orta Mahalle Evi Birinci Kat Planı
Şekil 35. Atakent Sitesi Evi Birinci Kat Planı
38
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
SONUÇ
Çalışma kapsamında incelenen Orta Mahalle Evleri ve Atakent Sitesi
Evleri’nin mimari özellik açısından her iki grup evin de bahçe içinde olduğu
fakat bahçe sınırları ve bahçe duvarlarının farklılık gösterdiği, cephe tipolojileri
açısından her iki grup evin 2 ya da 3 katlı olduğu, çıkmaların kolonlarla
taşındığı ve üçgen alınlıklı olduğu fakat bağımsız ve bitişik nizam olarak
farklılık gösterdiği, plan tipolojileri açısından her iki grup evin de zemin katta
mutfak ve yaşama mekanına sahip olduğu, üst katlarda odaların bulunduğu
fakat ıslak hacim yeri ve sofa açısından farklılık gösterdiği, malzeme kullanımı
açısından çatıda benzerlik gösterdiği fakat taşıyıcı sistem olarak geleneksel ve
çağdaş yapım sistemi olarak farklılık gösterdiği, çevre düzenlemesi açısından
her iki grup ev çevresinin farklı bitki çeşitlerine sahip olduğu, yaya yolları ve
araç yollarının bulunduğu fakat su öğesi olarak farklılık gösterdiği, sosyal hayat
açısından evlerin planlanmasından kaynaklı olarak insan ilişkilerinin güçlü
olduğu benzerlik gösterirken, gelişen sosyal hayat ile birlikte alışkanlıkların
değiştiği tespit edilmiştir.
Türkiye’de 1960’lı yıllarda başlayan bahçeli evlerden apartmanlara geçiş
sürecinde değişen sadece konut düzeni değil aynı zamanda yaşam kültürü
de olmuştur. Bahçesinde havuzu, kuyusu olan, taşlığında oturulan, farklı
tür ağaçların bahçede gölge yaptığı, komşuluk ilişkileri güçlü, mahremiyeti
korunan evlerden, bugün yeşil alana özlem duyulan, yan komşunun bile
tanınmadığı çok katlı apartmanlarda yaşam sürmektedir.
Türkiye’de toplu konutların planlaması ele alınırken, geleneksel konut
düzeninin günümüz yaşam şartlarına uygun hale getirilerek planlanmasına
Atakent Sitesi’nin örnek bir model teşkil edecektir.
Not: Orta Mahalle ile ilgili çalışmalara, yapmış oldukları katkılardan dolayı mimar Aydan BULUT
ve mimar Bekir GERÇEK’e sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
39
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
KAYNAKLAR
Arşiv-1, (2012), Akçaabat Belediyesi, İmar ve Şehircilik İşleri, Akçaabat,
Trabzon.
Arşiv-2, (2012), Trabzon Belediyesi, İmar ve Şehircilik İşleri, Trabzon.
Gür, Şengül Öymen, (2000), Doğu Karadeniz Örneğinde Konut Kültürü,
İstanbul, Yem Yayınları.
Güzer, Abdi, (2002), Konut Üzerine Denemeler, Mimarlar Derneği Yayınları,
Ankara.
İnce, Muhittin, (2012), Fotoğraf Özel Arşivi, Trabzon.
Köse Doğan, Rabia, (2011), Fotoğraf Özel Arşivi, Trabzon.
Köse Doğan, Rabia, (2013), Fotoğraf Özel Arşivi, Trabzon.
Rapor, (1992), Ortamahalle Koruma Planı Araştırma Raporu, İller Bankası
Yayınları, Ankara.
(URL-1) http://www.karalahana.com/karadeniz/trabzon_akcaabat.htm
(URL-2) http://www.altmisbir.com/trabzon/akcaabat-tanitim/
(URL-3) http://ozen.ktu.edu.tr/TUBA.htm (Akçaabat-Orta Mahalle Kentsel
Kültür Varlıkları Envanteri)
(URL-4) http://www.gulenkoyu.com/forum/index.php?topic=3785.0
40
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
HİDROELEKTRİK SANTRALLERİN ÇEVRESEL ETKİLERİ: DOĞANKENT
(GİRESUN) İLÇESİ ASLANCIK BARAJI ÖRNEĞİ
Environmental Impacts of Hydroelectric Power Plants: Aslancik Dam and
Hydroelectric Power Plant in Dogankent (Giresun) District
Işık SEZEN*
Emine PATAN**
ÖZET
Enerji elde etmek için akarsulara kurulan Hidroelektrik Santral (HES)’ler, su
içindeki doğal hayatı tehdit etmekte, santral inşası sırasında doğal bitki örtüsü tahrip
edilmekte, erozyon, sel, heyelan gibi afetler tetiklenmektedir.
Bu çalışmada, baraj tipi bir HES olarak kurulan Doğankent (Giresun) Aslancık
Barajı ve HES örneği ele alınmış ve çevreye verdiği etkiler ve olası tehditler üzerinde
durulmuştur. Baraj yapımı sırasında su içindeki ve çevresindeki ekosistem tahribe uğramış, heyelan, sel, erozyon riskini artırmıştır.
Harşit Vadisi ve Kavraz Deresi’ nde yürütülen karayolu ve baraj çalışmaları heyelan riskini artırmıştır. Heyelan barajda sedimentasyona sebep olacağından ölü hacim artacaktır. Ölü hacmin artması barajın su taşıma kapasitesini düşürecek ve şiddetli yağışlarda taşkınlara sebep olacaktır. Tüm bu risklere karşı barajın yakın çevresinde
yer alan 185 m kodu altında temelleri bulunan tüm binaların boşaltılarak daha yüksek
kesimlere tahliye edilmesi ve bu koddan aşağıda bulunan alanların bitkilendirilerek
rekreasyon alanı olarak değerlendirilmesi, baraja paralel olarak seyreden karayolu
güzergahının, altyapı sistemi ve drenaj sisteminin olası sel ve heyelan tehlikesinden
korunması için daha yüksek kodlara taşınarak çevresinde teknik ve biyolojik onarım
önlemlerinin alınması önerilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Hidroelektrik Santral, Çevresel Etki, Aslancık Barajı, Doğankent, Giresun
ABSTRACT
Hydroelectric Power Plants (HEPPs) built on streams to produce energy threaten the aquatic wildlife, destroy the native vegetation during the construction of
plants, trigger disasters such as erosion, floods and landslides.
This study addresses to Doğankent (Giresun) Aslancık Dam and HEPP that was
* Dr., Atatürk Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü, Erzurum/
TÜRKİYE
** Arş. Gör, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü, İstanbul/
TÜRKİYE
41
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
built as a dam-type HEPP, and focuses on its impacts and potential threats to the environment. During the construction of the dam, the aquatic and surrounding ecosystem was destroyed and the risk of landslides, floods and erosion increased.
Road and dam works conducted in Harsit Valley and Kavraz Creek increased
the risk of landslides. The dead volume will increase as the landslide will lead to sedimentation in the dam. Any increase in the dead volume will both reduce the water
carrying capacity of the dam and cause flooding during any heavy rains. Against all
these risks, it is recommended that any buildings found around the dam below 185
m code are cleared and evacuated to the higher sections; fields below this code are
planted and used as recreation areas; highway routes parallel to the dam are carried
to the higher codes to protect the infrastructure system and drainage system against
the danger of potential flooding and landslides; and any measures are taken for technical and biological repairs.
Keywords: Hydroelectric Power Plant, Environment, Aslancik Dam, Dogankent, Giresun
GİRİŞ
Mevsimlere ve yıllara göre değişen yağış miktarları, dünyadaki enerji
açığı ve bu tabloda enerji üretiminin önemi dikkate alındığında, Türkiye’nin
akarsuları üzerinde kullanım suyu ve enerji temini için kaplamış oldukları geniş tarımsal ve ormanlık alanlara rağmen baraj ve hidroelektrik santrallerin
(HES) inşası elbette vazgeçilmez bir konuma gelmektedir (Tandoğan 2010).
Ülkemizin enerji açığını kapatmak ve “boşa akmasını önlemek” gibi tartışmalı gerekçelerle bütün su kaynakları, yurt sathında çeşitli tahsislere konu
edilmektedir. Özellikle hidroelektrik santraller ve barajlar ile ilgili mevcut uygulamalar; sadece ekolojik değil sosyo-ekonomik anlamda da geri dönülemez
zararlar verecek düzeydedir. Öte yandan bir dizi yasal düzenlemenin, doğal
ekosistemlerin korunmasını zorlaştıracak hatta olanaksız kılacak hükümler
içermesi de dikkatle değerlendirilmesi gereken başka bir konudur (Kurdoğlu
ve Özalp 2010)
HES’lerin enerji üretimindeki az maliyet ve bazı üstünlüklerinin yanı sıra
doğal ve kültürel çevre üzerindeki etkileri de sürekli tartışma konusu olmuştur. Hidroelektrik santraller, nükleer ve fosil enerji kaynaklarına göre çevreye
olan etkileri bakımından daha olumlu izlenimler taşımaktadır. Fakat küresel
ısınma ve iklim değişiklikleri gibi faktörlerin etkisiyle verimlilik potansiyelleri
önemli derecede değişim gösterebilmektedir (Özgen ve Karadoğan 2013).
Hidroelektrik, çevreye verilen zarar açısından fosil yakıtlara göre daha
tercih edilebilir bir enerji kaynağı olarak tanımlanmaktadır. Ancak ne kadar
42
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
yenilenebilir doğa varlıklarına dayansa da doğaya yapılan her müdahalenin
olumsuz etkileri vardır. Hidroelektrik enerji üretimi baraj tipi ve nehir tipi olmak üzere başlıca iki yöntemle gerçekleştirilmektedir. Her iki tip HES modelinin de doğa, tarihi ve kültürel varlıklar ve toplumsal-ekonomik çevre üzerinde
boyutları değişen etkileri olmaktadır (Şengül 2013).
Nehir tipi HES’lerin belki de en büyük çevresel etkisi sucul ekosistem
üzerinde olmaktadır. Hidroelektrik santrallerin kuruluş aşamasında ve kurulduktan sonra, sucul ortama yapacakları her türlü etki sürdürülebilir bir sucul
yaşamın yok olmasına yol açabilmektedir. Bu nedenle inşaat sürecinde dere
yatağında yapılacak olan çalışmalarda, derenin yönü değiştirilerek kuru bir
saha oluşturulması ve dere suyunun bulanmasının önlenerek çalışmaların yapılması akarsu ekolojisi için hayati önem taşımaktadır (Ak 2009; Karadeniz vd
2011).
Hidroelektrik santraller ve barajlar iklimsel, hidrolojik, ekolojik, sosyoekonomik ve kültürel etkilere sahiptir. Üretime geçen bir hidroelektrik santralin su toplama kısmı (baraj gölü), çevresel etki yaratmaktadır. Baraj gölünün yüzey alanı itibariyle nehre göre daha geniş olması ve buharlaşmanın
artmasından dolayı iklimsel etkiler oluşmaktadır. Bu şekilde havadaki nem
oranı artmakta ve hava hareketleri değişmekte sıcaklık, yağış, rüzgar olayları
farklılaşmaktadır. Bu durumda yöredeki doğa bitki örtüsü tarım bitkileri sucul
karasal hayvan varlığı ani bir değişim içine girmekte uyum sağlayabilen türler
yaşamlarını devam ettirmektedirler (Ludwig 1982; Sadler 1986).
Hidroelektrik santrallerin (HES) türbinleri sudaki oksijen seviyesini
düşürmektedir. Baraj gölündeki oksijen bakımınıdan fakir dip suların enerji
üretimi için kullanılması mansap suyundaki çözünmüş oksijen seviyelerini düşürerek etkilemektedir. Bunun tersine, baraj savakları suyun havalanmasını
sağlayarak baraj mansabında aşırı çözünmüş oksijen doygunluğuna sebep olmaktadır. Yüksekten düşen sular nedeniyle hava azotunun aşırı doygunluk düzeyinde çözülmesi de balıklar için öldürücü olmaktadır. Barajlar balıkların göç
yollarını tıkayarak nehirlerdeki biyolojik hayatı etkilemektedir (Philip 1991).
Baraj gölünde biriken tortullar zamanla metan gazı salınımına sebep
olduğundan atmosferde sera etkisine sebep olmaktadır (Barboza 2013)
Türkiye’nin Kuzeydoğu Bölümü bitki zenginliği bakımından sadece ulusal değil uluslararası anlamda önemli bir coğrafyadır. HES tesislerinin yapılma
aşamasında ve sonraki işletme aşamasında, bitki örtüsü üzerinde yarattığı ve/
veya yaratacağı olumsuz etkiler, bitki örtüsünün doğrudan tahribi, orman ve
diğer doğal ekosistemlerin bölünmesi (fragmentasyon) ve akarsu sistemlerine
doğrudan bağlı olarak varlığını sürdüren dere kenarı (aluvial/riperian) veje43
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
tasyonunun tahrip edilmesidir (Kurdoğlu ve Özalp 2010).
Hidroelektrik Santrallerin ve barajların çevreye etkileri üzerine Rorslett
(1989), Otto (1993), De Almeida vd (2005), Santos vd (2006), Habit vd (2007),
Özdemir vd (2007), Acar ve Doğan (2008), Aksungur vd (2011) gibi birçok
araştırmacı tarafından yurt içinde ve yurt dışında yapılmış çok sayıda çalışma
bulunmaktadır. Bu çalışmaların ışığı altında Doğu Karadeniz Bölgesi Giresun ili
Doğankent ilçesinde Harşit Çayı üzerinde inşa edilmiş olan Aslancık Barajı ve
hidroelektrik santrali ele alınmış doğal çevreye verdiği zararlar ve olası tehditler üzerinde durulmuş ve öneriler sunulmuştur.
MATERYAL VE METOT
Çalışma alanı, Doğu Karadeniz Bölgesi› nde yer alan Giresun ili Doğankent ilçesindedir. Harşit Çayı’ nı besleyen Kavraz Deresi, Kozan Deresi, Küstük
Deresi ve Göçen Deresi’nin kesişim noktasına kurulmuştur. Araştırma alanının
konumu Şekil 1’de verilmiştir.
Şekil 1. Alanın konumu
Doğankent ilçesinde günlük toplam en yüksek yağış miktarı 156,6 kg/
m ; nem oranı % 76; en yüksek sıcaklık 36,2 C0; en düşük sıcaklık -9,8 C0 ‘dir
(Anonim 2013a). Aydeniz ve Erinç İklim sınıflandırmasına göre “ çok nemli “
iklim tipine sahiptir (Anonim 2013b)
Aslancık Barajı ve HES’ i, Doğankent ilçe sınırları içerisine giren Harşit
2
44
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Çayı ve Kavraz Deresi, Kozan Deresi, Küstük Deresi ve Göçen Deresi’nin kesişim noktasına kurulmuştur.
Çalışmanın yöntemini alanda yapılan etüt çalışmaları, doğal ve kültürel
yapının incelenmesi amacıyla analiz ve gözlemler, halkla karşılıklı görüşmeler,
hidroelektrik santrallerin çevresel etkileri üzerine yurt içinde ve yurt dışında
yapılmış literatürler, Aslancık Barajı ve Hes inşaatına ait ÇED raporları, sondaj raporları, jeoloji ve jeomorfoloji haritaları, Meteoroloji Genel Müdürlüğü’
nün verileri, Doğankent Belediyesi İmar haritası ve altyapı ile ilgili verilerin
değerlendirilmesi oluşturmuştur.
BULGULAR
Harşit Çayı üzerine kurulmuş olan Aslancık Barajı ve HES’ i, Giresun’un
Doğankent ilçesinde 2010-2013 yılları arasında inşa edilmiştir. Harşit Çayı’ nı
besleyen Kavraz Deresi, Kozan Deresi, Küstük Deresi ve Göçen Deresi’nin kesişim noktasına kurulmuş olan Aslancık Barajı ve HES’ ine ait teknik bilgiler
şöyledir:
Aslancık Barajı’nın tipi, beton ağırlıklı; talveg seviyesi, 165,00 m; baraj kret seviyesi, 185,00 m; barajın temelden yüksekliği, 29,00 m; barajın talvegden yüksekliği, 20,00 m; gövde hacmi, 22400 m3; maksimum su seviyesi,
183,00 m; minimum su seviyesi, 180,00 m; baraj gölü alanı, 0,175 km2; baraj
gölü hacmi, 1.636.000 m3; batardo tipi kum, çakıl dolgu, ön yüzü beton kaplamalıdır (Anonim 2013c).
Doğankent ilçesinin yerleşim alanı olan Harşit Vadisi’nde karayolu ve
su kıyısında yerleşim alanları kurulmadan ve Aslancık Barajı inşa edilmeden
önceki (1950’li yıllar) görünümü Şekil 2’de verilmiştir.
Şekil 2. Karayolu ve
baraj yapılmadan önce
Doğankent ilçesi
45
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Karayolu 1950 yıllarında hemen Harşit Vadisi’nin kıyısından geçirilmiştir. Karayolu geçirildiği sırada belirli bir oranda doğal bitki örtüsü tahrip
edilmiştir. Ayrıca bitki örtüsündeki tahribe devam edilerek karayolu boyunca
yerleşim alanları kurulmuştur. Karayolu, drenaj, altyapı geçirildikten ve yol
boyunca yerleşim alanları kurulduktan sonraki Doğankent ilçesinin genel görünümü Şekil 3’de verilmiştir.
Şekil 3. Doğankent ilçesinin Harşit Vadisi kıyısından karayolu, drenaj kanalları
ve kanalizasyon hattı geçirildikten sonraki görünümü
Doğankent İlçesi kanalizasyon hattı kodu 174 m’dir (Anonim 2010).
2010-2013 yılları arasında Harşit Çayı üzerine Aslancık Barajı ve HES’ i kurulmuştur. Baraj inşaası sırasında doğal bitki örtüsündeki tahrip miktarı daha
da artması ile birlikte orman faunasının habitatı da zarar görmüştür. Ayrıca
birçok yerleşim alanı, tarım alanı, fındık bahçeleri de sular altında kalmıştır.
Aslancık Barajı yapıldıktan sonraki Doğankent ilçesinin genel görünümü Şekil
4’de verilmiştir.
46
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Şekil 4. Aslancık Barajı yapıldıktan sonraki Doğankent ilçesinin genel görünümü
Harşit vadisi ve Kavraz deresi üzerinde gerçekleştirilen yol ve baraj yapım çalışmalarında dinamit kullanılması arazide hassasiyete sebep olmuştur.
Şiddetli yağışlarda sadece baraj gölü alanına 27300 kg/m3 yağmur düşeceği
hesaplanmıştır. (metrekareye düşen yağış miktarı x baraj gölü alanı = 156.6 x
175=27300 kg/m3 )
Aslancık Barajı inşaatının özelliklerine baktığımızda zemin etüdü çalışmaları sonucunda ana kayanın ortalama 30 metre derinlikte olduğu da belirlenmiştir. 30 metrelik bu kısım 1900’ lü yıllarda meydana gelen heyelan sonucu alüvyon tabakası ile kapanmıştır.
Bu veriler değerlendirildiğinde barajın sadece beton kullanılarak inşa
edilmesi gerektiği, ama teknik özelliklere bakıldığında barajın beton ağırlıklı
olarak inşa edildiği ortaya çıkmaktadır. Bu durum barajın potansiyel bir risk
taşıdığını göstermektedir.
Sel vb. birikintiler ile yükselmiş olan zeminin alüvyon tabaka olması da
sızma ve erozyon riskini arttırdığından baraj gölünden ilçe merkezine sızmalar
olacaktır. Bu sızıntı zamanla bina zeminlerindeki alüvyon tabakasının azalması
sonucunda binalarda oturmalara ve çatlamalara sebep olacaktır. Ayrıca bina
temellerinin uzun süreli suya maruz kalması sonucunda temelde korozyon
oluşabileceği tahmin edilmektedir.
47
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
İlçe kanalizasyon sisteminin de Kozan Deresi ve Harşit Çayı birleşim
noktasında toplandığı bilinmektedir. Kodun 174 metreden geçtiği ve zeminin
alüvyon olması hat boyunca çökmelere bağlı tıkanmaların ve binalara kanalizasyonların basmasına sebep olacağı düşünülmektedir.
Şekil 5. Doğankent Aslancık Baraj Gölü Kesiti ve Kanalizasyon hattı
Kanalizasyon sisteminde teknik problemlerin olması, temiz su ve içme
suyu sıkıntısı çekileceğinin bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. İlçede
1990 yılında gerçekleşen sel felaketi ve heyelan sonucunda yatağın dolduğu
da bilinmektedir. Mevcut alüvyon tabakasından su ilçe merkezine sızacak ve
bunun sonucunda bina zeminlerinde ve mevcut karayolunda oturmalar ve
çökmeler olacaktır. 1990 yılında Doğankent ilçesi sel felaketi ile karşı karşıya
gelmiştir (Şekil 6).
Şekil 6. 1990 yılında yaşanan
sel felaketi
48
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
25 Eylül 2013 tarihinde meydana gelen sel sonucu birçok bina sular
altında kalmıştır (Şekil 7).
Şekil 7. 25 Eylül 2013 tarihinde selden zarar gören bir bina
Aslancık Barajı, sucul ekosistemin tehlike altına girmesine ve doğal
bitki örtüsünün tahribine de sebep olmuştur. Yapımda kullanılan kimyasallar
ve HES regülatörlerinin pervaneleri doğal göç yollarının değişmesine ve balık
ölümlerine sebep olduğundan kırmızı benekli alabalık türü tehlike altına girmiştir. Ayrıca Baraj göllerinde gittikçe artan tortu tabakası metan gazı salınımına sebep olduğundan sucul ekosistem zarar görecektir.
Baraj inşaatı esnasında çıkan pasanın dolgu malzemesi olarak baraj
etrafında imar planında rekreasyon alanı olarak ayrılmış kısımlara depolanması, bu alanların geri döndürülemez şekilde yok olmasına sebep olmuştur.
Bu alandaki doğal bitki örtüsü yok olmuştur.
49
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
SONUÇ
Bütün akarsularda, Harşit Çayı’ da olduğu gibi az veya çok sürüntü
maddesi şeklinde katı maddeler taşınır. Taşınan maddelerin bir kısmı Aslancık baraj gölünde yığılarak baraj haznesinin giderek azalmasına ve dolayısı ile
yatak ömründe azalmalara sebep olmaktadır. Ölü hacim olarak tanımlanan
bu tabakanın iyi hesaplanması ve gerçekleşebilecek heyelan risklerinin de
göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Doğankent sınırları içerinde olan
Harşit Çayı ve Kavraz deresi üzerinde gerçekleştirilen diğer yol ve baraj yapım
çalışmalarında dinamit kullanılması arazide hassasiyete sebep olduğu düşünüldüğünden şiddetli yağışlarda heyalan oluşabileceği öngörülmektedir.
Baraj gölü yamaçlarından heyelan ile göle akabilecek zemin kütleleri büyük dalgalar oluşturulabilir. Dolgu barajlar kreten dalga aşmasına karşı
dayanıksız yapılardır. Üzerlerinden su aşarsa, hasar oluşma ve yıkılma tehlikeleri daha büyüktür. Aslancık Barajı inşaatının özelliklerine baktığımızda
beton ağırlıklı olması potansiyel bir risk taşıdığını göstermektedir. Ayrıca zemin etüdü çalışmaları sonucunda ana kayanın ortalama 30 metre derinlikte
olduğu da belirlenmiştir. Sel vb. birikintiler ile yükselmiş olan zeminin alüvyon
tabaka olması da sızma ve erozyon riskini arttırdığından baraj gölünden ilçe
merkezine sızmalar olacaktır. Bunların baraj gövdesinde ve temelinde sızma
ve iç erozyon (aşınma) tehlikesinin diğer baraj türlerinden daha fazla olmasıdır (Ağıralioğlu, 2004).
Çok nemli iklim tipine sahip olan Doğankent İlçesi’nde inşa edilen Aslancık Barajı ve HES inşaatı dolayısı ile nemlilik oranında artış olması beklenmektedir. Bu duruma bağlı olarak da öncelikli olarak hissedilen sıcaklık
oranında artış olacağı ve “Tehlikeli sıcaklık” seviyesine yükseleceği öngörülmektedir. Buna ek olarak, nispi nemin bitkiler için önemli bir meteorolojik
parametre olduğu düşünüldüğünde bitkilerin büyüme ve gelişmelerine, verimlerine, ürün kalitesine, sulama miktarına ve sıklığına, tozlanmaya, meyve
tutumuna, terlemeye ve buharlaşmaya etki etmesi sebebi ile bitki örtüsünde
değişiklik olması beklenmektedir.
Doğankent’te baraj yapımından önce Kavraz Deresi’nde yaşayan Kırmızı benekli alabalık sayısında azalma olmuştur.
Harşit vadisi etrafında 185 m kodunun altında temelleri bulunan tüm
binaların boşaltılarak daha yüksek kesimlere tahliye edilmesi ve bu koddan
aşağıda bulunan alanlarda teknik ve biyolojik onarım önlemleri alındıktan
sonra doğal sulak alanların kıyısında kullanılabilecek bitkilerle plantasyon yapılarak rekreasyon alanı olarak değerlendirilmesi, Aslancık Barajı ve HES’ine
50
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
paralel olarak seyreden karayolunun sel ve heyelandan zarar görmemesi için
karayolu çevresinde teknik peyzaj onarım çalışmalarının yapılması, karayolunun daha yüksek kodlara taşınması acilen gerekmektedir.
KAYNAKLAR
Acar Esin, Doğan Ahmet, (2008) Türkiye’nin Rüzgar ve Hidroelektrik Enerji Potansiyeli ve Çevresel Etkilerinin Değerlendirilmesi, VII. Ulusal Temiz Enerji Sempozyumu, UTES’2008 17-19 Aralık 2008, İstanbul.
Ağıralioğlu Necati, (2004), Baraj Planlama ve Tasarımı, cilt 1, Su Vakfı
Yayınları.
Ak Orhan, (2009), Nehir Tipi Hidroelektrik Santrallerinin Sucul Ekosistem Üzerine Etkileri. Su Ürünleri Araştırma Merkezi Yunus Araştırma Bülteni,
9( 2):16-20.
Aksungur, Muharrem, Ak, Orhan, Özdemir, Atilla, (2011), Nehir Tipi
Hidroelektrik Santrallerinin Sucul Ekosisteme Etkisi: Trabzon Örneği. Journal
of Fisheries Sciences, 5(1): 79-92.
Anonim, (2010), Aslancık Barajı ve HES ÇED Raporu.
Anonim, (2013a), Uzun Yıllar İçinde Gerçekleşen Ortalama Değerler
(1960-2012) ve Uzun Yıllar İçinde Gerçekleşen En Yüksek ve En Düşük Değerler (1960-2012). http://www.mgm.gov.tr/veridegerlendirme/il-ve-ilceleristatistik.aspx?m=GIRESUN (Erişim Tarihi:11/11/2013).
Anonim, (2013b), İklim Sınıflandırması Giresun Web Sitesi: http://
www.mgm.gov.tr/iklim/iklimsiniflandirmalari.aspx?m=GIRESUN Erişim Tarihi: 11/11/2013
Anonim, (2013c). Aslancık Barajı ve Hes İnşaatı, Ak-Eli İnşaat. http://
ak-eli.com.tr/?p=535 (Erişim Tarihi: 11/11/2013)
Barboza Tony, (2013), Sediment behind dams creates greenhouse gas
‘hot spots’, study finds. http://articles.latimes.com/2013/aug/01/news/ladams-greenhouse-gas-hot-spots-20130801 (Erişim Tarihi: 11/11/2013)
De Almeıda Aníbal T, Moura Pedro, Marques Alféu S, De Almeıda José
L, (2005), Multi-impact evaluation of new medium and large hydropower
plants in Portugal centre region. Renewable and Sustainable Energy Reviews,
9(2):149-167.
Habit Evelyn, Belk Mark, Parra Oscar, (2007), Response of the riverine
51
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
fish community to the construction and operation of a diversion hydropower
plant in central Chile. Aquatic Conservation: Marine and Freshwater Ecosystems, 17(1): 37-49.
Karadeniz Vedat, Akpınar Erdal, Başıbüyük Adem, (2011), River Type
Power Plants And Their Envıronmental Effects (The Sample Of Reşadiye Hidroelectricity Power Plants), Eastern Geographical Review,16 (26): 95-114.
Kurdoğlu Oğuz, Özalp Mehmet, (2010). Evaluation of River Type Hydroelectric Power Plants In The Context of Legal Course, Environmental Impact.
Nature Conservation and Ecotourism. III. National Blacksea Forest Congress,
20-22 May 2010, Artvin, 688-707.
Moog Otto, (1993), Quantification of daily peak hydropower effects on
aquatic fauna and management to minimize environmental impacts, Regulated Rivers: Research & Management, 8(1-2):5-14.
Özdemir Nedim, Yılmaz Fevzi, Yorulmaz Bülent, (2007), Dalaman Çayı
Üzerindeki Bereket Hidroelektrik Santrali Baraj Gölü Suyunun Bazı Fiziko-Kimyasal Parametrelerinin ve Balık Faunasının Araştırılması. Ekoloji, 16 (62):30-36.
Özgen Nurettin, Karadoğan Sabri, (2013), Examining Hydro-Electric
Power Plants in Terms of Their Spatial Effects According to SWOT Analysis:
Sample of Alkumru and Kirazlı Dams (Siirt). Journal Of Geography, 26: 21-45.
Philip WB, (1991), The Debate over Large Dams: The Case Against. Civil
Engineering, 61:42-48.
Rorslett Bjorn, (1989), An integrated approach to hydropower impact assessment. Hydrobiologia, 175 (1): 65-82.
Santos Jose M, Ferreira Maria T, Pinherio Antonio N, Bocheshas Jorge
H (2006) Effects of small hydropower plants on fish assemblages in mediumsized streams in central and northern Portugal. Aquatic Conservation: Marine
and Freshwater Ecosystems, 16 (4): 373-388.
Şengül Mihriban, (2013), Türkiye’nin Su Politikası ve Köylülerin Öfkesi.
Su Kaynaklarının Yönetimi, Politikalar ve Sorunlar: Küreselden Yerele. Nevşehir Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü Panel Bildirileri, s. 29-41.
Tandoğan Beril Pınar, (2010), Karadeniz Bölgesindeki Mevcut ve İnşası Planlanan HES Projelerindeki Karşılaşılan Sorunlar ve Çözüm Önerileri. 16.
Uluslararası Enerji ve Çevre Fuarı Konferansı, 12-14 Mayıs 2010, s:45-49.
52
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
GÜNÜMÜZDE KARADENİZ BÖLGESİNDE AHŞAP TEKNE YAPIMCILIĞI
Wooden Boat Building in Black Sea Coast in Our Days
Mahmut DAVULCU*
ÖZET
Ağaç, insanoğlunun günlük hayatına çok farklı şekillerde girmiş olan
çevreye uyumlu ve doğal bir malzemedir. Altı bini aşan farklı kullanım alanına
sahip olması ağacın uygarlığımız açısından taşıdığı önemi ortaya koymaktadır. Ağaç
malzemeden imal edilen ürünler arasında su üstü taşıtları da -gemiler, tekneler,
kayıklar- bulunmaktadır. Organik bir malzeme olarak ahşap, Endüstri Çağı öncesine
ait dönemde tekne inşası amacıyla kullanılan ana yapım malzemesidir. Tekne inşa
malzemelerinin çeşitlenmesi (sac, fiberglas, kompozit vb.) Endüstri devrimi sonrasına
ait bir gelişmedir.
Tekne yapımcılığı denizi ve ormanı birleştiren son derece orijinal bir meslek
ve kadim bir sanattır. Eski Türkçede yer alan denizcilikle ilgili bazı kelimeler Türk
halklarının henüz İç Asya’da yaşarken dahi nehir ve göl gibi iç sularda denizcilik
faaliyetleri yürüttüklerini göstermektedir. Ancak Türk denizciliğinin gerçek manada
ortaya çıkması Anadolu’da meydana gelmiştir. Gerek Selçuklular, gerek Beylikler ve
gerekse Osmanlılar döneminde askeri, ticari ve ulaşım amacıyla çeşitli tipte gemiler
ve tekneler inşa edilmiş, XIX. yüzyıldan itibaren ise ahşap tekne ve gemi yapımcılığı
terk edilme sürecine girmiştir. Ahşap tekne yapımcılığı günümüzde Karadeniz, Ege ve
Akdeniz bölgelerinde yer alan bazı merkezlerde az sayıda usta tarafından, özveriyle
geleneksel teknik, yöntem ve malzemelerle devam ettirilmektedir. Bu merkezler
arasında en canlı ve nitelik açısından dikkat çekenler Karadeniz sahillerinde karşımıza
çıkmaktadır.
Karadeniz kıyılarının dağlık coğrafi yapısı ticaret, yolcu ve yük taşımacılığında
deniz olgusunu güçlü bir şekilde ortaya çıkartmıştır. Bunun yanında balıkçılığın en
erken dönemlerden itibaren önemli bir geçim kaynağı olması bölgede deniz taşıtlarının
üretimini de beraber getirmiştir. Bugün için Karadeniz kıyılarında usta-çırak ilişkisi
içerisinde yürütülen, küçük ve orta ölçekte üretim yapan, üretimde ahşap malzemeyi
kullanan, el emeği ve el işçiliği ile ön plana çıkan bir tekne üretimi söz konusudur. Bu
meslekle uğraşan ustalar kadim dönemlerden kendilerine tevarüs eden gelenek ve
bilgiyi gelecek kuşaklara aktarmak konusunda büyük sıkıntılar yaşamaktadır.
Makale, Karadeniz bölgesi kıyı illerinden Bartın, Kastamonu, Ordu, Sinop, Rize
ve Trabzon illerinde Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü
bünyesinde 2009-2011 yılları arasında yürütülmüş olan “Karadeniz Bölgesi Tekne
Yapımcılığı Derleme ve Tespit Projesi” kapsamında çeşitli tarihlerde yapılan saha
* Folklor Araştırmacısı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Antalya/TÜRKİYE
53
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
araştırmalarında elde edilen bilgi ve veriler yardımıyla hazırlanmış olup sınırlı sayıda
usta tarafından, özveriyle devam ettirilmeye çalışılan ahşap tekne yapımcılığının
Karadeniz kıyılarında günümüzdeki durumunu kronolojik bir perspektif içinde ortaya
koymaktır.
Anahtar Sözcükler: Karadeniz, ahşap tekne yapımcılığı, denizcilik kültürü,
geleneksel meslekler, somut olmayan kültürel miras.
ABSTRACT
Tree is a naturel and enviromentally friendly material to the nature. Tree
entered into the mankind daily life in many different ways with much then 6000
different uses areas. It has such an important role in civilization reveals.
Water aboard vehicles (ships, boats…) are one of the product which maden
by wood materials. Wood is an organic material which use as nain construction
material used for building boats until Industrial Age. Diversicification of boat building
materials (steel, fiberglass, composites…etc) development started after the Industrial
Revolution.
Boatbuilding is a highlly original profession and an ancient art which combines
sea and the forest. Some of the maritime words in old Turkish show us that Turkish
people were indicating maritime activities in inland waters like rivers and lake even
they were living in Central Asia. However, the real development of Turkish Maritime
occured in Anatolia.In Seljuk Seigniories and Ottoman periods military, comercial and
various types of ships and transport boats was built. After XIX. century wooden boat
and ship abondonment is in the process of producing.
In Anatolia people believe that all traditional professions has pyrene. According
to the tradition, because of the first ship built by Noah, Noah is the pyrene of Salors.
Today wooden boatbuilding maintained in some main places of Blacksea,
Aegean and Mediterranean Regions by a few master who still uses traditional
techniques, methods and materials. This traditional profession’s masters called as
“Usta” in Turkish. Masters built the boats with a great labor. Wooden boats are
handmade and masters use simple tools and plumbs like ax, saw, rendering…
Just like in the other traditional occupations there is a master- apprentice
relationship in wooden boat building and this relationship is transfered from
generation to generation.
With historical process, many changes has showed in boat types. The most
important reason of the changes are technology and needs. Wooden boats and ships
has held an important place for many years for Antalian people who lives at the
coast side in their daily lives. But today wooden boats using in two main groups,
fishingboats and yachts.
Key Words: Black Sea, wooden boat building, marine culture, traditional
crafts, intangible cultural heritage.
54
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
1. GİRİŞ
Fernand Braudel denizin bir ulaşım ve taşıma alanı olduğunu,
zenginliklerin en büyüğünün denizden geldiğini, denize sahip olanın
zenginliklere de sahip olacağını yazar (Braudel, 2013:109). Deniz olgusunun
siyasal, sosyal, ekonomik ve askeri yanı olduğu kadar kültürel bir boyutu
da bulunmaktadır. Deniz kültürü suyla insan arasında kurulan ilişkiler ve
bu ilişkiler sonucu meydana getirilen -maddi ve maddi olmayan- ürünler
bütünüdür. Türkiye, üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke olarak kıyı ve deniz
kültürünün -zannedildiğinin aksine- oldukça zengin olduğu bir coğrafyadır.
Kültürel ve sosyo-ekonomik açıdan deniz, denizcilik, deniz ulaşımı,
balıkçılık ve tekne yapımcılığı Karadenizliler açısından oldukça önemli
unsurlardır. Yüzyıllardır denizle yatan ve denizle kalkan bölge halkının günlük
hayatında ve folklorunda1 bu unsurlara ilişkin son derece özgün ve zengin bir
birikim meydana gelmiştir.
Bölge halkının günlük hayatını ve maddi kültürünü derinden etkileyen
bir diğer unsur ise Karadeniz Bölgesinin yoğun orman örtüsüdür. Yeşilin her
tonunun karşımıza çıktığı bölgede yaşamın her aşamasında ve her anında
kullanılan ahşap ürünler, Karadeniz ormanlarının kestane, ceviz, meşe vb.
gibi çok çeşitli ağaçlarından meydana getirilmiştir. Bu ağaçları özeliklerine
göre kullanabilme yeteneği ve bilgisi bu yörenin insanlarınca yüzlerce yıllık
uygulama ve deneyim neticesinde elde edilebilmiştir. Ağaç, insanoğlunun
günlük hayatına çok farklı şekillerde girmiş olan doğal bir malzemedir.
Doğumunda beşik, ölümünde ise tabut olmuştur (Alptekin, 2007:33). Silah
imalatında kullanılabildiği gibi yazı yazmak amacıyla kalem yapımında da
faydalanılmıştır. Altı bini aşan farklı kullanım alanına sahip olması2 ağacın
uygarlığımız açısından taşıdığı önemi ortaya koymaktadır. Karadeniz bölgesi
ahşaba dayalı sanat ve mesleklerin son derece yaygın olduğu bir coğrafyadır.
Ahşap tekne ve gemi yapımcılığı Karadeniz kültüründe denizi ve ormanı
birleştiren son derece orijinal ve kadim bir sanattır. Geleneksel teknik, yöntem
ve malzemelerle devam ettirilen bu sanata dair geleneksel bilgi geçmişten
günümüze usta-çırak ilişkisi içerisinde aktarılmıştır. Bu sanat, Karadeniz
kıyılarında yer alan birkaç merkezde bugün de yaşatılmaktadır.
55
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Fotoğraf-1: Karadeniz’e açılan balıkçı teknesi (Rize İli Ardeşen İlçesi Merkez)
2. Araştırma Evreni ve Örneklem
Makale çalışması Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel
Müdürlüğü bünyesinde 2009-2011 yılları arasında tarafımca yürütülmüş olan
“Karadeniz Bölgesi Tekne Yapımcılığı Derleme ve Tespit Projesi” kapsamında
Ordu, Kastamonu, Bartın, Trabzon ve Rize illerinde gerçekleştirilen araştırmalar
neticesinde elde edilen materyal ve veriler ışığında, ilgili literatürden de
faydalanılarak kaleme alınmıştır. Projenin amacı geleneksel bir meslek
olarak ahşap tekne yapımcılığının kültürel ve geleneksel boyutlarıyla tespiti,
belgelenmesi, derlenmesi, arşivlenmesi ve bu sanatın örnek icracılarını
kapsayan bir veri tabanı oluşturulmasıdır.
Çalışmalar ahşap tekne yapımcılığının yaşatıldığı ve temsil yeteneği
olduğu düşünülen yerleşim merkezlerinde gerçekleştirilmiştir. Bu merkezler
Bartın İli Merkez, Bartın İli Kurucaşile İlçesi Merkez, Bartın İli Kurucaşile İlçesi
Ovatekkeönü Köyü, Bartın İli Kurucaşile İlçesi Kapısuyu Köyü, Kastamonu İli
İnebolu İlçesi Merkez, Kastamonu İli Cide İlçesi Merkez, Kastamonu İli Cide
İlçesi Kumluca Köyü, Ordu İli Perşembe İlçesi Kışlaönü Mahallesi, Ordu İli
Perşembe İlçesi Çerli Köyü, Ordu İli Perşembe İlçesi Mersin Köyü, Rize İli
Çayeli İlçesi Limanköy Mahallesi, Rize İli Merkez İlçe Söğütlü Köyü, Rize İli
Pazar İlçesi Balıkçı Köyü, Rize İli Ardeşen İlçesi Işıklı Köyü, Trabzon İli Sürmene
İlçesi Çamburnu Beldesi, Trabzon İli Sürmene İlçesi Yeniay Beldesi’dir.
56
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
3. Veri Toplama ve Analiz Tekniği
Araştırma sırasında Etnografik araştırma yöntemine has gözlem ve
görüşme tekniklerinden yararlanılmış; ahşap tekne yapımcılığı ile uğraşan
kaynak kişiler ile gerçekleştirilen görüşmeler video kayıt veya ses kayıt cihazı ile
ya da yazarak derleme metodu ile kayıt altına alınmış, zanaata dair ürünler ile
bu ürünlerin meydana getirilmesi süreci fotoğraf çekimleri ile belgelenmiştir.
Araştırmalar sonucunda elde edilen bilgi ve belgelerin mevcut literatür
ve arşiv belgeleri ışığında düzenlenmesi sonucu bu çalışma ortaya çıkmıştır.
Makalemizin amacı sınırlı sayıda usta tarafından, özveriyle devam
ettirilmeye çalışılan geleneksel bir meslek olan ahşap tekne yapımcılığının
Karadeniz kıyılarında günümüzdeki durumunu kronolojik bir perspektif içinde
ortaya koymaktır. Makalenin hazırlanması amacıyla kullanılan tüm görsel
ve sözlü kaynaklar AEGM Halk Kültürü Bilgi ve Belge Merkezi’nde muhafaza
edilmektedir.
Çalışmanın -hazırlanma yöntemi açısından- tümüyle araştırmaya ve
yerinde tespite dayalı olması nedeniyle tamamlanmış ya da eksiksiz olduğu
düşünülmemektedir.
Fotoğraf-2: Tekne ustası Yaşar Tafralı ile derleme yapılırken (Rize İli Pazar İlçesi
Balıkçı Köyü)
57
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
4. Karadeniz
4.1. Coğrafi ve Fiziki Özellikleri
Karadeniz, Avrupa ve Asya kıtalarının birbirine yaklaştığı bir bölgede
yer alan ve konumu itibarıyla Akdeniz’e bağlı olan büyük bir iç denizdir.
Güneyden İstanbul Boğazı ile Marmara Denizi’ne ve kuzeyden Kerç Boğazı
ile Azak Denizi’ne bağlıdır. Ortalama derinliği 1300 metre kadardır (Zaman,
2005). Rusya, Ukrayna, Türkiye, Gürcistan, Romanya ve Bulgaristan’ın kıyı
olduğu Karadeniz’in yüzölçümü yaklaşık 459.054 km2dir. Doğu-batı uzunluğu
yaklaşık 1.700 km. kuzey-güney genişliği ise en geniş yerinde 600, en dar
yerinde ise 250 km.’dir. Sahilleri kuzey ve kuzeybatı bölümleri hariç hafif
girintili olan denizin güney kıyıları boyunca Karadeniz dağları uzanır (Öztürk,
2011). Ada bakımından oldukça fakir bir denizdir. Ilıman iklim kuşağında yer
alan Karadenizin suları genellikle serindir ve tuz oranı son derece düşüktür. Az
tuzlu olmasının başlıca nedeni çok sayıda akarsu ile beslenmesi ve bol yağış
alan bir bölge içerisinde yer almasıdır (Zaman, 2005).
Türkiye’nin Karadeniz’e kıyısı yaklaşık 1.695 km. olup bu uzunluk
toplam kıyı çizgisinin yüzde 20’sini teşkil etmektedir. Karadeniz kıyısında 15
il bulunmakta olup kıyı kuşağının yüzölçümü takriben 103.061 km2’dir. Bölge
coğrafi olarak üç bölüme ayrılır. Doğu Karadeniz Bölgesi (Gürcistan sınırından
Ordu’ya kadar), Orta Karadeniz Bölgesi (Ordu ve Samsun arasındaki alan) ve
Batı Karadeniz bölgesi (Sinop’tan Marmara bölgesi sınırına kadar).
4.2. Karadeniz’in Kısa Denizcilik Tarihi
Eskiçağ’da Pontus Eukseinos olarak adlandırılan Karadeniz, Türklerin
Anadolu’ya yerleşmesinden sonra bu isimle anılmaya başlanmıştır (Tuncel,
2001:385). Bölgedeki insan yaşamına dair izler Paleolitik döneme kadar geri
gitmektedir.
Fotoğraf-3: Lahit
üzerinde gemi tasviri3
(Sinop Arkeoloji Müzesi)
58
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Yapılan araştırmalar Karadeniz bir iç deniz olmakla birlikte en erken
dönemlerden itibaren deniz yoluyla her türlü düşünce, inanç, bilgi, beceri ve
teknoloji aktarımının gerçekleştiğini göstermektedir. Bu bölge Eskiçağlardan
itibaren Ege ve Akdeniz ile yoğun bir ekonomik ilişki ve bütünlük içerisinde
olmuştur.
Eskiçağlarda Karadeniz çevresinde bölgenin yerli halkları yaşamaktayken
tarihsel süreç içerisinde bu coğrafyaya birçok kavim gelerek yerleşmiştir.
Fenikeliler tarafından deniz ticaretine açılan bölge, sahip olduğu zenginlikler
ve hammadde kaynakları (deniz ürünleri, orman ürünleri, madenler vb.)
nedeniyle, Antik Çağ’da Yunan anakarasından gelen yerleşimciler tarafından
kolonileştirilmiştir. Argonautlar ve Altın Post Efsanesi esasında bu olayı
destansı bir karaktere büründürerek anlatan edebi bir metindir4. Yunan
kolonizasyonunu Roma ve Bizans hâkimiyeti takip etmiştir. Ortaçağ’da
Karadeniz kıyılarında bir çok İtalyan ticaret kolonisi oluşturulmuştur. Bölgede
Türklerin görünmeye başlaması 4. yüzyılda Hun Türklerinin Karadeniz’in
kuzeyini ele geçirmesiyle başlamıştır. 11. yüzyıldan itibaren ise Karadeniz’in
güney kıyıları Selçuklu Türklerince ele geçirilmeye başlanmıştır. Osmanlılar
14. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar devam eden sistematik fetihlerle Karadeniz’i
bir iç deniz haline dönüştürmüşlerdir.
Karadeniz bölgesinde su üstü taşıtlarının yapımının ne zaman başladığı
kesin olarak bilinmemektedir. Bununla birlikte bu zanaatın köklerinin Eskiçağa
kadar uzandığını söylemek mümkündür5. Karadeniz’in güneydoğu sahillerinde
yer alan güvenli barınak yerleri, zengin balık kaynakları, deniz ticaret yollarının
bu bölgeden geçmesi ile bölgenin ormanlık yapısı (tekne yapımına uygun ağaç
cinslerinin varlığı) çok eski çağlardan itibaren denizcilik faaliyetlerinin ve yerel
tekne yapımcılığının var olmasını ve gelişmesini sağlamış olmalıdır.
Antik döneme ait pek çok kayıt Karadeniz’in gerek doğu ve gerekse
batı kıyılarına has denizcilik ve yerel tekne yapımcılığına ilişkin gelenekleri
ortaya koyar6. Ayrıca Akdeniz’le kurulan siyasi ve ticari ilişkiler Fenike, Yunan,
Roma, Bizans, İtalyan kökenli gemi yapım teknik ve geleneklerinin de –bütün
Karadeniz sahillerinde olduğu gibi- bu yöreye girişini ve bu yolla gelişimini
mümkün kılmıştır.
Anadolu Türklerinin Karadeniz kıyılarında gemi yapımcılığına dair ilk
faaliyetleri hiç kuşkusuz Selçuklular döneminde başlamıştır. Sultan Alaaddin
Keykubat Sinop’ta bir tersane kurmuş ve bir donanma inşa ettirmiştir. Sinop
tersanesi Candaroğulları zamanında da kullanılmıştır. Candaroğullarından
İsmail Bey’in kentin Osmanlılarca ele geçirilmesinden hemen önce Sinop
tersanesinde inşa ettirdiği bir geminin II. Mehmet tarafından İstanbul’a
59
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
gönderilmesi ve bu geminin Osmanlı donanmasına örnek olması7,
Candaroğullarının gemi inşası konusunda oldukça ileri bir düzeyde olduklarını
göstermesi açısından önemlidir.
Osmanlıların Karadeniz sahillerini ele geçirmesiyle birlikte, kıyılarda yer
alan tersane ve gemi yapım merkezleri Osmanlı denizciliğine hizmet etmeye
başlamıştır. Karadeniz bölgesi modern zamanlara kadar Osmanlı donanması
ve denizciliği için gemi inşaatı, gemici ve gemi inşa malzemesi temini açısından
önemli hizmetler veren bir bölge olmuştur.
Bilindiği üzere Osmanlı döneminde başkent İstanbul’da yer alan
“Tersane-i Amire” başlıca gemi yapım merkezi olarak karşımıza çıkmakla
birlikte imparatorluğun birçok bölgesinde gerek askeri ve gerek sivil ihtiyaçları
karşılamak amacıyla faaliyet gösteren tersane ve tezgâhlar bulunmaktaydı.
Resmi kayıtlar XVIII. yüzyıl başlarında Karadeniz sahillerinde kırkı aşkın
resmi tezgâh bulunduğunu göstermektedir (Bostan, 2009). Sinop ve Samsun
tersaneleri Karadeniz kıyısında yer alan gemi yapım tesisleri içerisinde
öneminden dolayı zikredilmesi gereken merkezlerdir. Sinop tersanesi inşa
edilen gemi sayısı ve çeşidi açısından İstanbul ve Gelibolu tersanelerinden
sonra imparatorluğun üçüncü büyük tersanesidir (Bostan, 1992:18). Sinop
merkezindeki tersaneden başka Küplüağzı, Çayağzı, Çobanlar iskelesi gibi
yerlerde de gemiler yapılıyordu (Ünal, 2006). Karadeniz kıyılarındaki ikinci
önemli tersane Samsun tersanesi idi (Mutlu, 2008). XVII. yüzyılda Osmanlı
donanmasında yaşanan kürekli gemilerden yelkenli gemilere geçiş faaliyetleri
sırasında Karadeniz kıyılarındaki gemi inşa merkezlerinde kalyonlar inşa
edilmeye başlanmıştır (Bostan-Baran, 2009:273).
Osmanlı döneminde Şile’den başlayarak Batum’a kadar bütün Karadeniz
kasaba ve şehirlerinde gemi inşası konusunda uzmanlaşmış marangoz,
burgusu, bıçkıcı, kalafatçı, oymacı, üstüpücü türünden geniş bir esnaf sınıfı
teşekkül ettiği ve Karadeniz limanlarında gemi yapımı konusunda yetişmiş
bir iş gücü oluştuğu anlaşılmaktadır. Her liman şehrinde en azından sandal,
balıkçı tekneleri, tüccar gemileri vb yapımı söz konusu idi. Tersanelerde ise
öncelikle devlete ait büyük gemiler inşa edilmekte idi. Ancak bu tersanelerde
özel ve sivil gemilerin yapımı da gerçekleştirilebilmekteydi. Ve ayrıca tersane-i
âmirenin muhtaç olduğu ustalar için sık sık Karadeniz sahilindeki kazalara
hüküm gönderilmekte ve usta talep edilmekteydi (Ünal, 2006).
Osmanlının son döneminde Karadeniz’de deniz ticareti amacıyla
şehtiye, şayka, çırmık, çekdirme, pergende, melekse, çekeleve, kırlangıç,
volık, martiko, çamlıca, sakoleva, brik, pulaka ve gölet gibi gemi çeşitlerinin
kullanıldığı bilinmektedir (Bostan, 2011: 337). Bu teknelerin büyük ölçüde
60
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Karadeniz sahillerinde inşa edilmiş olduğunu söylemek hiç te yanlış
olmayacaktır.
Osmanlılar uzun yüzyıllar boyunca Karadeniz’i bir iç deniz ticaret
bölgesi olarak yönetmiştir. Bu durum 15. yüzyılın sonlarından 18. yüzyılın
ikinci yarısına kadar devam etmiştir. Özellikle 17. yüzyılda Karadeniz ticareti
yalnızca Türk denizciler tarafından ve Osmanlı tekneleriyle yapılmıştır (Bostan,
2011: 325). İmparatorluk son dönemlerinde denizcilik faaliyetleri açısından
“Akdenizli” özelliğini kaybederek Karadeniz ağırlıklı bir yapıya bürünmüştür
(Komatsu, 2009). Karadeniz, modern Türkiye Cumhuriyeti için de her açıdan
önemli bir deniz özelliği taşımaktadır.
5. İşlevsel Açıdan Ahşap Tekneler
Bütün Karadeniz coğrafyasında özellikle sahil kesiminde yaşayan halkın
denizle özel bir ilişkisi mevcuttur. Zira denizle iç içe kurulan bir yaşam söz
konusudur8. Bu ilişki halk mutfağından halk inançlarına, halk edebiyatından
halk ekonomisine kadar her alanda kendisini baskın bir şekilde belli eder.
Birçok ailenin denizci karakteri bugün bile ortadadır. Bu aileler için deniz ve
deniz kenarı sosyal bir çevre, geçim kaynağı ve vazgeçilmez bir yaşam alanıdır.
Sahil boyunda yaşayan halkın denizciliğe ilgisi ve denizcilikle ilgili çeşitli
faaliyetleri ekonomik bir boyut ta taşımaktadır. Deniz ve denizcilik önemli bir
üretim kaynağı olduğu gibi en önemli istihdam alanlarından birisidir de. Bölge
birçok denizci, armatör ve kaptan yetiştirmiştir. Yaygın bir kara ulaşımının
olmadığı (kara ulaşımı oldukça zorlu ve uzun sürmekteydi) geçmişte su üstü
taşıtları en önemli ve hızlı ulaşım ve taşıma aracıdır. Uzak dağ köylerinin bile
birbiriyle karayolu ile iletişim kurabildiği günümüzde dahi su üstü taşıtları
ticaret, nakliyat ve ulaşım konusunda önemini (yerel ölçekte) korumaktadır.
İnsan ve mal taşımacılığının bir bölümü bugün bile tekneler aracılığıyla deniz
yolundan gerçekleştirilmektedir. Yer şekilleri ve doğa şartları nedeniyle ulaşım
ve taşımacılık geçmişte büyük ölçüde denizden yapılmış, Bölge içi ve bölge
dışı bağlantılar deniz üzerinden kurulmuştur. Bundan olayı deniz ve denizcilik
önemli bir sektör olarak karşımıza çıkar. Denize ve denizciliğe ilişkin unsurlar
sözlü kültürde de zengin bir biçimde kendisini göstermektedir
Karadeniz denizcilik açısından şartların çok çetin olduğu, kuvvetli
akıntıların bulunduğu, şiddetli fırtınaların aniden patladığı, çalkantılı ve sisli bir
denizdir. Bununla birlikte su ürünleri açısından son derece zengin bir deniz olan
Karadeniz’in balık kaynakları Antik dönemden beri kullanılmaktadır. Antikçağ
’da önce Fenikeli ve sonra Yunan denizcileri Karadeniz’e sokan etkenlerden
birisi de balıktır. Bugün de Türkiye kıyılarında avlanan su ürünlerinin yarıdan
61
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
çoğu Karadeniz kaynaklı olup bunlardan en önemlisi hamsidir (Öztürk, 2011:
55). Balıkçılık ve denizcilik dün olduğu gibi bugün de Karadeniz bölgesinin en
önemli uğraşlarından birisidir. Bununla birlikte özellikle Karadeniz’in güney
kıyıları sığınılacak güvenli ve korunaklı doğal limanların sayısının son derece
az olduğu coğrafyadır. Denizcilerce bu amaçla kullanılan tesis ve yerler büyük
ölçüde modern zamanlarda inşa edilmiştir.
Çeşitli su üstü taşıtları Karadeniz halkının günlük hayatında bugün de
önemli bir yer tutmaktadır. Deniz taşıtları halk tarafından seyahat, ticaret,
balıkçılık, ulaşım, eğlence vb. amaçlarla yaygın bir şekilde kullanılmaktadır.
Bilhassa sahil boyundaki yerleşimlerde deniz ve deniz taşıtlarıyla kurulan iç
içe yaşam bütün canlılığıyla devam ettirilmektedir.
6. Günümüzde Karadeniz’de Ahşap Tekne Yapımcılığı
Tekne ve gemi yapımı için son derece elverişli koşullara ve olanaklara
sahip olan Karadeniz bölgesinde her dönemde ve özellikle yerel ihtiyaçları
karşılamak amacıyla deniz taşıtlarının inşa edildiği ortadadır. Ayrıca geçmişte
Osmanlı donanması için büyük ölçekli üretim de yapılmıştır.
Günümüzde ahşap tekne yapımcılığı Karadeniz kıyılarında birkaç
merkezde ve aile işletmesi şeklinde devam ettirilmektedir. Bu işletmelerde
ayrıca bakım-onarım gibi hizmetler de verilebilmektedir. Tekne inşa ve
donanımında kullanılan malzemelerin üretimi ya da temini bölge ekonomisine
katkı sağlayan bir faaliyettir. Ayrıca istihdam da sağlamaktadır. Yörede inşa
edilen tekneler özellikle kıyı denizciliğine (ve kıyı balıkçılığına) uygun araçlardır.
Büyük sac teknelerin ortaya çıkışı ahşap teknelerin yapımını azaltmıştır.
Karadeniz sahillerinde inşa edilen tekneler bütün Türkiye sahillerinde
mukavemet gücü, sağlamlığı ve güvenilirliği ile tanınmaktadır.
6.1. Tekne Yapım Atölyeleri
Karadeniz bölgesinde ahşap tekne inşasıyla uğraşan ustalar
faaliyet gösterdikleri yer ve mekânları atölye, maaza9 ya da tezgah olarak
adlandırmaktadır. Tekneler yakın zamanlara kadar açıkta inşa edilmekteyken
günümüzde yer yer kapalı alanlarda da inşa edilebilmektedir. Atölyeler liman,
barınak, çekek yerlerinde ya da yakınlarında, denize yakın mevkilerde yer alır.
Bazı atölyelerse (özellikle küçük ölçekli üretim yapanlar) ustaların evlerinin
altındaki mekânlarda ya da bahçesinde karşımıza çıkar.
62
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Fotoğraf-4: Tekne inşa atölyesi (Ordu İli Perşembe İlçesi Çerli Köyü)
Fotoğraf-5: Tekne inşa atölyesi (Bartın İli Kurucaşile İlçesi Merkez)
63
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Atölyeler küçük bir kapalı mekânla onun etrafında yer alan açık
hacimlerden müteşekkildir. Atölyelerin kapalı mekânlarında ustalar tarafından
kullanılan bütün alet, edevat muhafaza edilir, ayrıca dinlenme amaçlı olarak da
kullanılır. Tekne inşası için kullanılacak olan kereste kapalı mekânın etrafında
yer alır.
Tekne inşa atölyeleri genellikle küçük ölçekte tekne üretimi yapılan
işletmelerdir. Faal atölye sayısı, yaşanan bir takım sorunlar nedeniyle geçmiş
yıllara nazaran gittikçe gerilemektedir. Hammadde sıkıntısı ve talepteki
daralma ahşap tekne yapımcılığı konusundaki en önemli sorunlardır.
Atölyeler genellikle aile işletmesi şeklindedir. Atölyelerde istihdamı
gerçekleştirilen işgücü büyük ölçüde yerel kaynaklardan karşılanmaktadır ve
yakın akrabaların ağırlıkta olduğu gözlemlenmiştir. Bununla birlikte alınan
siparişe göre hariçten usta ve işçi de istihdam edilebilmektedir. Tekne yapım
atölyelerin sahipleri de aslında bir ustadır ve işçisiyle birlikte yan yana çalışarak
emek verir, ter döker. Çalışanlara ücret olarak aylık ya da haftalık ödenir.
Piyasadaki fiyatlar düşünüldüğü zaman yörede imal edilen ahşap
teknelerin maliyeti son derece düşüktür. 2011 yılı itibarıyla 8 metrelik bir
sandalın maliyeti 5000 TL, 20 metrelik teknenin fiyatı ise yaklaşık 200.000
TL’dir. Beş metreye kadar olan teknelerin fiyatı metresi 1000 TL’den
hesaplanmaktadır. Beş metreden sonra ise metre fiyatı artmaktadır.
Ahşap tekne konusunda müşteri profili çok çeşitlidir. Denize elverişlilik
açısından beğeni gören balıkçı tekneleri genellikle Karadeniz bölgesi için inşa
edilir. Gezinti tekneleri siparişleri ise Türkiye’nin her bölgesinden ve hatta
yurtdışından gelebilmektedir.
6.2. Tekne Yapım Ustaları
Yüzyıllardır devam ettirilen ve nesilden nesile aktarılarak günümüze
kadar gelen tekne yapımcılığı geleneksel bir meslek (zanaat-sanat) olup bu
mesleği profesyonel olarak yürüten kişiler yörede usta, kayık ustası, tekne
ustası ya da mimar olarak adlandırılmaktadır. Bu ustalar inşa ettikleri ahşap
gemi ve teknelerle asırlardır Karadeniz halkına olduğu kadar Türk denizciliğine
ve ekonomisine de hizmet etmişlerdir.
Geleneksel mesleklerin yapısında var olan sözlü kültür, 20. yüzyıla
kadar Karadenizli usta ve mimarların büyük ölçüde anonim kalmasına neden
olmuştur. Geçen yüzyıl içerisinde resmi kurumlarla kurulan ilişkiler, kitle
iletişim araçlarının yaygınlaşması ve kültürel araştırmaların artması ile bu
geleneğin o döneme ait temsilcilerinin isimleri kayıt altına alınabilmiştir
Tekne yapımı ile uğraşan ustalar, bu meslekte çırak olarak çalışmaya
64
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
başlayıp yıllar içerisinde ustalık aşamasına ulaşan, tekne inşa sürecini başından
sonuna kadar yürütme becerisine sahip, denizcilik konusunda olduğu kadar
marangozluk konusunda da engin bir bilgi birikimine haiz olan kişilerdir10.
Diğer geleneksel meslekler gibi tekne yapımcılığı da büyük ölçüde
sözlü kültüre dayalıdır ve usta-çırak ilişkisi içerisinde kuşaktan kuşağa
aktarılır. Tekne yapımcılığının aynı aileler tarafından sürdürülmesi yaygın bir
durumdur. Eğitim süreci yazılı materyallerden ziyade göze, kulağa ve pratiğe
dayalıdır. Yüzlerce yıllık bir süreçte oluşan ve geçmişten günümüze tevarüs
eden “tecrübe havuzu” eğitim süreci sonucu ustadan çırağa aktarılacaktır. Bir
ustanın yanına verilerek tekne yapımcılığına adım atan her genç çırak olarak
adlandırılır. Çıraklığa başlama yaşı değişkendir. Çocuğun bu mesleğe hevesli
olması önemli bir etkendir. Geleneksel mesleklerin ruhunda var olan “eti
senin kemiği benim” anlayışı tekne yapımcılığında da karşımıza çıkar.
Bir ustanın yanına çırak olarak alınan genç uzun yıllar boyunca çalışır.
Cüz’i bir ücret alan ve ustasına elinden geldiğince iyi bir şekilde hizmet etmeye
çalışan çırağın en önemli kazancı elde ettiği bilgi, beceri ve deneyimdir. Usta
adayı eğitimi boyunca her türlü bilgiyi önce gözlemleyerek ve sonra bizzat
deneyerek ve uygulayarak öğrenir. Alet-edevatın kullanımı, ahşap malzemenin
özellikleri, tekne tipleri, maliyet hesapları vb. teknik ve mesleki bilgilerin
yanı sıra geleneksel bir mesleği icra eden her ustada olması gereken tevazu
da ustası tarafından çırağa aktarılır. El becerisi gelişen ve gereken seviyede
yetkinliğe ulaşan çırak artık usta olmaya adaydır. Bununla birlikte öğrenim
süreci ve eğitim, hayat boyu devam etmektedir. Geleneksel kültürde askerlik
hizmetinin yerine getirilmesi bir eşiğin aşılması ve bir olgunluk göstergesidir.
Askerliğin tamamlanması tekne yapımcılığında da önemlidir, zira tekne yapımı
ile uğraşan kişilerin usta olarak adlandırılması genellikle bu hizmetin yerine
getirilmesinden sonra olmaktadır.
65
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Fotoğraf-6: Tekne yapımında çalışan ustalar (Kastamonu İli Cide İlçesi Merkez)
Fotoğraf-7: Tekne yapımcısı Mustafa Gülgeç (Bartın İli Kurucaşile İlçesi Tekkeönü
Köyü)
66
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Tekne yapım atölyelerinde haftanın yedi günü –eğer iş varsaçalışılmaktadır. Cuma günü Cuma vaktinde çalışılmaması eski bir gelenektir.
Atölyelerde sabahın ilk ışıklarıyla başlayan çalışma havanın kararmasına kadar
devam etmektedir.
Her geleneksel mesleğin olduğu gibi gemiciliğin ve tekne yapımcılığının
da bir piri bulunmaktadır. Geleneğe göre ilk gemi Nuh Peygamber tarafından
inşa edilmiştir. Bundan dolayı Nuh Peygamber gemicilerin piridir.
Profesyonel bir meslek olan tekne yapımcılığı ile uğraşan ustaların en
önemli geçim kaynağı bu meslekten elde ettikleri gelirdir. Bunun yanında
hayvancılık ve tarımdan da gelir sağlayabilmektedirler. Tekne yapımcıları
genellikle balıkçı kahvehanelerinde bir araya gelmektedir. Kahvehaneler aynı
zamanda tekne inşa ettirmek isteyenlerin ustalarla buluşmasını sağlayan
mekânlardır.
Tekne ustaları, geçim sıkıntısı yaşadıkları veya iş bulamadıkları dönemlerde ya da uygun bir teklif olduğu takdirde yaşadıkları yerin dışına çıkarak
mesleklerini icra etmişlerdir.
İlginç bir bilgi bazı tekne ustalarının aynı zamanda yapı ustası da
olabilmesi ya da mesleğin belirli bir döneminde yapı ustalığına dönebilmesidir. Bu durumun iki ayrı meslek arasında nasıl bir etkileşim doğurduğu (inşa
tekniği, terminoloji vs.) ayrı bir araştırma konusudur11. Tekne yapımcıları ve
yapı ustalarının12 son derece yüksek marangozluk bilgisine sahip olmaları
zaman zaman bu iki mesleği de yürütebilmelerini ya da bir meslekten diğer
mesleğe geçiş yapabilmelerini sağlamış olmalıdır. Hiç unutulmamalıdır ki
acemioğlanlığı döneminde neccarlık eğitimi alan Mimar Sinan, Van Gölü
kıyısında üç tane kadırga inşa etmiştir.
Tekne yapımı, bakımı ve donatımı konusunda boyacılık ve kalafatçılık
yardımcı meslekler olarak karşımıza çıkar.
Kalafatçı ağaç teknelerin kalafatlanması işlemini profesyonel anlamda
gerçekleştirilen meslek erbabını ifade eder. Bu meslek bugün tarihe karışmak
üzeredir. Kalafatlama ahşap teknelerin dış kaplama tahtalarının arasının zifte
bulanmış ve bükülmüş pamukla doldurularak su geçirmez hale getirilmesi
işlemidir. Bölgede kalafatçılık konusunda uzmanlaşmış köyler bulunmaktadır.
Örneğin Rize’de Yaka ve Aspet köyleri, Bartın’da ise Balamba (Çaydüzü) köyü.
Bu ve benzeri köylerde yaşayan ahali özellikle kalafatçılık mesleği üzerinde
uzmanlaşmış olup ve geçim kaynağı da büyük ölçüde budur.
6.3. Ustalarca Kullanılan Alet ve Ölçüler
Yakın zamanlara kadar ustalar tekne imalatını insan gücü ve basit
67
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
aletlerle gerçekleştirmişlerdir. Balta, kayıkçı keseri, ayak keseri, kara hızar,
testere, rende, şakül, terazi, küştüre ustaların kullandığı başlıca el aletleridir.
Bugün için atölyelerde her türlü elektrikli marangoz aleti karşımıza çıkmaktadır.
Bununla birlikte el emeği ve el aletleri önemini hala korumaktadır.
Fotoğraf-8: Tekne yapımında kullanılan aletler (Bartın İli Kurucaşile İlçesi Merkez)
Tekne inşaatlarında metrik ölçüler kullanılır. Ancak geçmişte karış,
kulaç, ayak gibi geleneksel ölçü birimleri de kullanılmıştır. Bartın yöresinde
balta ve keserin aynı zamanda ölçü amacıyla da kullanıldığı tespit edilmiştir.
İlginç bir şekilde bu kullanım bugün de büyük ölçüde devam etmektedir.
Balta ve keser sapı, standart bir ölçü birimi olarak karşımıza çıkar, uzunluk
ve derinlik hesapları bu birimler üzerinden gerçekleştirilir. Örneğin sipariş
verilirken kayığın büyüklüğü 8 balta boyu, 10 balta boyu gibi ölçülerle ifade
edilir. Bu ölçü birimleri teknenin bütün inşa aşamalarında kullanılır.
6.4. Tekne İnşa Malzemeleri
Organik bir malzeme olan ahşap, Endüstri Çağı öncesine ait dönemde
68
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
gemi ve tekne inşası amacıyla kullanılan ana yapım malzemesidir. Tekne inşa
malzemelerinin çeşitlenmesi Endüstri devrimi sonrasına ait bir gelişmedir.
Bugün ahşabın yanı sıra sac, alüminyum, kontrplak, ahşap lamine, fiberglas
gibi malzemelerden de tekne inşaatı yapılabilmektedir. Ancak ahşap kullanımı
her geçen gün azalmaktadır.
Karadeniz bölgesi gemi ve tekne inşa etmeye müsait ağaç türlerini
ihtiva eden geniş ormanların bulunduğu bir coğrafyadır. Bu bölgede ağaç
malzeme niteliksel olduğu kadar niceliksel açıdan da yeterlidir. Antik dönemde
yaşamış olan Arrianus, Karadeniz kıyısı boyunca gemi yapmaya uygun ahşap
malzemenin bol miktarda mevcut olduğunu yazmaktadır (Arslan, 2005:12).
Karadeniz sahillerinde bulunan atölyelerinde mesleklerini devam
ettirmeye çalışan tekne ustaları ahşap malzeme kullanımını halen
sürdürmektedir. Fiber tekneler ahşap ve sac teknelere nispeten daha ucuzdur.
Sac teknelerle ahşap tekneler ise hemen hemen aynı fiyattadır. Ahşap tekne
polyester, fiber ve sac teknelere göre su üzerinde daha oturaklıdır, daha az
sallanır, dengeli durur. Polyester ve fiber tekneler çok hafif olduğu için su
üzerinde çok sallanır. Bundan dolayı özellikle ufak teknelerde ahşap malzeme
tercih edilmektedir. Ayrıca ustalarca inşa edilmekte olan yöreye has tekne
tiplerine en uygun malzeme de ahşaptır.
Kestane13 ağacından elde edilen kereste yörede tekne inşası amacıyla
kullanılan ana malzemedir. Kestane ağacı yüksek mukavemetli ve uzun
ömürlü bir ağaç olması nedeniyle ustalarca tercih edilmektedir. Kestane 25
metreye kadar uzayabilen, sert ve sıkı yapılı, esnek, boya tutan, havanın ve
deniz suyunun çürütücü etkilerine dayanıklı ve az çalışan bir ağaç türüdür.
Dış odunu genellikle kirli sarı iç odunu ise sarıya çalan kahverengidir. Denizde
yaşayan çeşitli mikroorganizmalara karşı oldukça dayanıklıdır14.
Her ağacın olduğu gibi kestanenin de bir kesim vakti bulunmaktadır.
Ustalar sonbaharda kesilen kestane ağacının daha mukavemetli olduğunu
yüzlerce yıllık deneyim sonucu görmüşlerdir. Buna göre ağaç Sonbahar’dan
itibaren suyu çekildikten sonra kesilmelidir.
69
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Fotoğraf-9: Kurumaya bırakılmış olan kestane kerestesi (Rize İli Pazar İlçesi Balıkçı
Köyü)
Fotoğraf-10: Kurumaya bırakılmış olan kestane kerestesi (Bartın İli Kurucaşile İlçesi
Merkez)
70
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Tekne yapımı sırasında (özellikle bodoslama ve eğrilerin yapımında)
doğal eğrilerden yararlanmayı bir alışkanlık haline getiren ustalar bu amaca
hizmet eden en makbul ağaçların yamaçlarda yetiştiğini ifade etmektedir15.
Geçmişte Rize yöresinde tekne yapımcıları için dağlardan “eğri” temin
ederek pazarlarda satan kişilerden de bahsedilmektedir. Günümüzde tekne
yapımcıları kestane ağacını köylülerden ya da tüccarlardan satın almaktadır16.
Dağlık alanlardaki kestane ormanlarında kesimi yapıldıktan sonra
tomruk olarak ya da biçilmiş kereste halinde satın alınan ağaç bir süre
bekletilir ve açık havada sertleşmesi sağlanır. Daha sonra elektrikli hızarlarla
kereste haline getirilen ağaç, deniz suyu içerisinde ya da yağmur altında
bekletilerek acı suyunu salması sağlanır17. Kuruması ve acı suyunu atabilmesi
için kereste, kurulan eşekler üzerinde hava alacak şekilde düzgün bir şekilde
diklemesine istiflenir ve birkaç ay boyunca bekletilir. Kuruyan ve acı suyunu
atan ahşap malzeme kullanılmaya hazırdır. Kestane ağacına, dış kaplamanın
eğimli yüzeylerinde kullanılmadan önce açık ateşte ısıtma ya da kaynar suda
kaynatma yöntemiyle form kazandırılabilmektedir.
Kestane ağacının dışında kullanılan ağaç türleri de vardır. Meşe, çam,
kayın yaban kirazı vb. ağaçlar da yer yer tekne yapımında kullanılmaktadır.
Meşe ağacı daha çok büyük boyutlu teknelerin yapımında karşımıza çıkar.
Tekne yapımında ahşabın dışında kullanılan bir diğer önemli materyal
madeni aksamdır. Cıvata ve galvanizli çividen oluşan bu aksam, ahşap
malzemenin birbirine bağlanması amacıyla kullanılmaktadır. Galvanizli çivi
modernleşmenin getirdiği bir yeniliktir.
6.5. İnşa Edilen Tekne Tipleri
Tekneler deniz, göl veya akarsular üzerinde hareket etme kapasitesine
sahip, çeşitli malzemelerden inşa edilmiş olabilen su üstü taşıtlarıdır. Tekneler
esas olarak üç ana bölümden müteşekkildir: Baş taraf (pruva), orta kasara
ve kıç taraf (pupa). Teknelerin sağ tarafı sancak sol tarafı ise iskele olarak
adlandırılır.
Tarihsel süreç içerisinde tekne tipleri pek çok değişiklik göstermiş, bazı
tekne tiplerinin üretimi tamamen terk edilmiştir18. Değişim ve dönüşümün en
önemli nedeni dönemin teknolojisi ve ihtiyaçlardır.
Karadeniz kıyılarında inşa edilen teknelerin en büyük özelliği
Karadeniz’in çalkantılı sularına, güçlü dalgalarına ve şiddetli fırtınalarına
dirençli ve dayanıklı olmaları ile denize kolaylıkla indirilip bir o kadar kolaylıkla
da karaya çekilebilmeleridir19. Bununla birlikte son derece ince bir işçilik te
sergilerler. Yörede geçmişten günümüze taşımacılık, askeri, ticaret, balıkçılık
71
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
ve ulaşım amacıyla ahşap tekne inşaatı gerçekleştirilmiştir.
Denizcilik sektörünün getirdiği yeniliklere ayak uydurarak üretim
faaliyetlerine devam etmeye çalışan Karadenizli tekne ustalarınca Karadeniz
sahillerinde inşa edilen tekneler kullanım alanına göre üç ana gruba ayrılabilir:
1-Balıkçı tekneleri (Küçük balıkçı teknesi, gırgır teknesi vb.)
2-Gezinti tekneleri
3-Kayık ve sandallar
Fotoğraf-11: Kayık (Rize İli Merkez Gündoğdu Beldesi Söğütlü Köyü)
Fotoğraf-12: Balıkçı tekneleri (Ordu İli Perşembe İlçesi Kışlaönü Mahallesi)
72
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Fotoğraf-13: Gezinti amaçlı kullanılan çektirme tipi ahşap tekne (Kastamonu İli
İnebolu İlçesi Merkez)
Üretilen tekneler içerisinde balıkçı tekneleri sayısal açıdan ağırlıklı
bir yer işgal etmektedir. Zira balıkçılık dün olduğu gibi bugün de önemli bir
ekonomik faaliyet ve istihdam kaynağıdır. Bu tekneler bilhassa kıyılarda
avlanmaya uygun, yakın sahil teknesi tipindedir. İnşa edilen tekneler kullanım
amacına ve büyüklüğüne göre farklı formlar ve işlevler taşıyabilmekte bu da
tekne mimarisinde –mekânsal anlamda- farklı ayrıntıların teşekkül etmesi
neticesini vermektedir. Özellikle gezinti amaçlı tekne ve yatlarda uyuma ve
dinlenme ihtiyacı için kamara(lar), tuvalet ihtiyacı için hela ve yemek ihtiyacı
için mutfak mekânı bulunabilmektedir.
Tekneler esas olarak bir omurga, bu omurgaya sabitlenen kaburgalar ve
dış sargı olmak üzere üç ana katmandan müteşekkildir. Günümüzde bu yörede
inşa edilen tekneler genellikle baş ve kıç şekillerine göre sınıflandırılmaktadır:
Karpuz kıç veya çırnık tabiri yuvarlak kıçlı tekneleri, ayna kıç veya yarım ayna
tabiri kıç şekli düz olan tekneleri, baltabaş baş bodoslaması balta gibi düz olan
tekneleri, kancabaş dar ve uzun kürekle çekilen baş tarafı kancayı andıran
kayıkları, iki başlı veya iki çeneli tabiri ise iki tarafı da sivri olan tekneleri ifade
73
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
eder. İnşa edilen teknelerin boyu birkaç metrelik sandallardan yirmi metrelik
motor-botlara kadar değişebilmektedir.
Aynı tipte de inşa edilmiş olsa farklı atölyelerde inşa edilen her tekne
birbirinden farklı özellikler gösterebilmektedir. Benzer şekilde, tekne yapılan
bölgeler arasında da nüans farkları karşımıza çıkmaktadır.
Yeni yapılan her tekneye bir isim verilmektedir. Bugün için yasal bir
zorunluluk olmakla birlikte denizcilerin teknelerine isim vermelerinin yaklaşık
5000 yıllık bir gelenek olduğu sanılmaktadır (Aça, 2013:5). Genellikle tekne
sahibi tarafından verilen bu isimler çok çeşitli kaynaklardan gelebilmektedir.
Bunlar arasında atadan gelen isimler, soyisimler, sülale isimleri, yer adları, eski
kaptan ya da reislerin isimleri, tekneyi satın alanın kendi ya da çocuklarının
isimleri, lakaplar vb.
6.6. Tekne İnşaatı
Modern tekneler, inşaatın başlamasından önce ayrıntılı planların
çizilmesi ve kullanılacak malzemenin boyutlarının ve maliyetinin hesap
edilmesi ile başlayan karmaşık bir süreç içerisinde inşa edilmektedir. Gelişen
gemi inşa teknolojisi Karadeniz yöresinde yüzyıllardır devam eden geleneksel
tekne yapımcılığını pek de etkilememişe benzemektedir. Zira tekne inşaatı
dün olduğu gibi bugün de büyük ölçüde ustanın el ve göz hesabı ile içgüdü
ve deneyimlerine dayanmaktadır. Bununla birlikte ustalar kendilerine gelen
bir projeyi kullanarak tekne inşa edebilecek kapasiteye de sahiptir. Tekne inşa
süresi çalışan usta sayısı ve teknenin büyüklüğüne göre birkaç hafta ile birkaç
ay arasında değişebilmektedir.
Tekne inşaatı ustanın tekneyi yaptıracak olan kişi ile konuşması ve
anlaşması ile başlayan karmaşık bir süreçtir. Anlaşma gerçekleştikten sonra
teknenin inşasına omurganın şekillendirilerek tezgâha yerleştirilmesi ile
başlanır20. Omurganın dengeli ve sağlam bir zemin üzerine yerleştirilmesi
inşaatın doğru yürümesi açısından önemlidir. Omurga, teknenin alt
bölümünde yer alan ve baştan kıça kadar boylamasına uzanan masif bir
elemandır. Teknenin dengesini sağlayan en önemli unsur omurgadır. Omurga
teknenin büyüklüğüne göre tek ya da birkaç parçadan oluşabilir. Ustalar
özellikle küçük teknelerin omurgasını tek parça ağaçtan yapmayı tercih eder.
Omurga ağacının tamamlanmasından sonra baş ve kıç bodoslamalar
hazırlanarak omurgaya sabitlenir. Bodoslama teknenin baş ve kıç bölümünde
yer alan omurgaya dik elemanlardır. Bodoslamalar doğal olarak eğri forma
sahip olan ağaçlardan yapılır. Bodoslamaların da hazırlanmasından sonra
teknenin kaburgasının yapımına başlanır.
74
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Fotoğraf-14: Omurganın yapımı (Bartın İli Kurucaşile İlçesi Kapısuyu Köyü)
Fotoğraf-15: İskeleti yapılmakta olan bir tekne (Rize İli Çayeli İlçesi Limanköy
Mahallesi)
75
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Kaburga teknenin ana yapısını meydana getiren postaların tamamını
ifade eder. Eğri olarak da adlandırılan postalar omurgaya sabitlenir ve dış sargı
için bir altyapı oluşturur. Postaların yerleştirilmesinden önce endaze kalıpları
denilen kalıplar usta tarafından çakılacak ve bu kalıplara göre postalar ile dış
sargı yapılacaktır. Posta adı verilen elemanlar tek parçadan ibaret olmayıp
üç ayrı parçadan müteşekkildir. Teknelerin iskelet kısmı inşaat süresince
güneşten vs. etkilenmemesi amacıyla boyanmaktadır. Bu amaçla eskiden
katran sürülmüştür. Teknenin kaburgası tamamlandıktan sonra dış sargının
yapımına geçilir. Sargı ağaçları yerine işkence adı verilen bir düzenekle
tutturulur. Bazı bölgelerde dış sargının yapımı sırasında kaplama tahtalarının
ısıtılarak yumuşatılmaktadırr21. Isıtma işlemi iki şekilde yapılmıştır, birinci usül
açık ateşte alazlamak) diğeri ise özel bir kazan içerisinde suyla kaynatmaktır22.
Dış sargının bitirilmesinden sonra endaze adı verilen kalıplar sökülür, iç
takviyeler yerleştirilir ve güverte kaplamasının yapımına geçilir.
Teknenin ahşap aksamının bitirilmesinden sonra kalafatlanmasına sıra
gelir. Kalafatlama, ahşap teknelerin sızdırmazlığını sağlamak amacıyla dış
kaplamayı oluşturan tahtaların arasında kalan boşlukların ziftlenen kenevir
(üstüpü) ya da ham pamuk ile doldurulmasıdır. Bu işlem sızdırmazlığın yanı sıra
kaplama tahtalarının birbirilerine sıkıştırılmasını da sağlar (Kaygın-Aytekin,
2005:18). Ayrıca sargı ağaçlarının birbirine basınç uygulayarak yerlerinden
oynamalarını da engeller.
Kalafat işlemi, inşa edilen her yeni tekneye uygulandığı gibi bakıma
alınan teknelere de tatbik edilir. Kalafatlama teknenin ömrünü uzatan bir
işlemdir. Kalafat tokmağı, kalafat demiri, zift çanağı ve köfteruz kalafatçılarca
kullanılan aletlerdir. Günümüzde bazı atölyelerde kalafat işleminin yerini
kalafat macunu almaya başlamıştır.
Kalafatlama işleminin de tamamlanması ile ilk kat boya yapılır ve
macun çekilir, daha sonra ikinci kat boya vurulur. Ayrıca su kesiminin altına
kurt vurmaması için zehirli boya sürülür. Teknenin iç donanımının da hazır
edilmesi ile tekne sahibine teslim edilir ve suya indirilir. Sipariş üzerine inşa
edilmemiş ise satışa sunulur.
Ustalar inşa ettikleri her tekne için (iyi bakılması şartıyla) yirmi,
yirmibeş yıl ömür biçmektedir. Denizde kaldığı sürece deniz suyunun,
biyolojik zararlıların , güneşin, yağmurun, fırtınaların, dalgaların ve rüzgarların
yıpratıcı etkilerine maruz kalan ahşap teknelere bakım yapılması zaruridir.
Kalafatlı teknelerin kalafatının belirli periyotlarla yenilenmesi teknenin su
yapmasını engelleyen ve ömrünü uzatan bir önlemdir. Gene teknenin her yıl
76
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
kış mevsiminde karaya çekilmesi ve boyasının yenilenmesi ömrünü arttırması
açısından tavsiye edilen bir durumdur.
Fotoğraf-16: Kalafat işlemi (Ordu İli Perşembe İlçesi Kışlaönü)
6.7. Tekne İnşaatı İle İlgili Geleneksel Uygulama ve Ritüeller
Yüzlerce yıldır sürdürülen denizle iç içe yaşam şekli Doğu Karadeniz
bölgesinde denizcilik, balıkçılık ve gemicilikle ilgili oldukça zengin bir folklorik
yapının meydana gelmesini sağlamıştır.
Bu folklorik yapı içerisinde yeni inşa edilmiş olan bir teknenin suya
77
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
indirilmesi töreni önemli bir yer işgal etmektedir. Yörede yapımı tamamlanan
bir deniz taşıtının suya indirilmesi “denize atmak” ya da “suya atmak”
deyimleriyle ifade edilir ve bu deyimler yapımı tamamlanan bir geminin
denize indirilmesi sırasında gerçekleştirilen işlemler, şenlikler, uygulamalar ve
ritüeller bütününü de anlatır.
İnşa edilen gemilerin törenle denize indirilmesi Türk denizciliğinde
eski bir gelenektir. XVIII. yüzyılda inşa edilen bir kalyonun denize indirilmesi
merasimi Müneccimbaşı’nın belirleyeceği uğurlu gün ve saatte yapılırdı23.
Geminin tamamlanmasına yakın bir zamanda Padişah ve devlet ricali
tarafından gönderilen kumaşlarla gemi donatılır, denize indirilmeden bir
gün önce ise Tersane Emini tarafından hazırlattırılan yemek işçi ve fakirlere
dağıtılırdı. Merasim günü başta Padişah olmak üzere devlet ricali alana
gelerek törene katılırdı. Padişah kalyonun denize indirilmesine izin verince
Şeyhülislam’ın okuduğu duanın sonrasında kalyonun baş ve kıç taraflarında
kurban kesilir ve felenkler kaldırılarak gemi kızakla denize indirilirdi. Bundan
sonra törene katılan devlet ricaline derecesine göre hil’at giydirilir ve ziyafet
verilirdi. Geminin süslenmesi için gönderilen ve askı adı verilen kumaşlar
törenden sonra geminin mühendisi, ustası, mimarı ve işçileri arasında
paylaştırılırdı. Geminin suya denize indirilmesinin ardından yapılan top ateşi
de törenin bir parçasını oluşturmaktaydı24. Kaynaklar Osmanlı döneminde
inşa edilen her gemi için tören yapılıp yapılmadığı konusunda suskundur.
Arşiv belgelerine göre söz konusu tören yalnızca Donanmâ-yı Hümâyûn’a ait
gemiler için söz konusu olmaktadır (Özdemir Gümüş, 2010: 17).
Teknenin suya indirilmesi büyük ölçüde insan gücüyle gerçekleştirilen
bir faaliyettir. Bu faaliyet imece şeklinde gerçekleştirilmektedir. Tekne
yağlanan felekler ve kızaklar üzerinde ipler ve makaralar yardımıyla yavaş
yavaş kaydırılarak denize indirilmekte ve yüzdürülmektedir. Teknenin suya
atılması son derece dikkatli bir şekilde yürütülmesi gereken tehlikeli bir
işlemdir.
İnşa edilen bir teknenin suya indirilmesi sırasında bir adak kurban
kesilmesi bugün Karadeniz sahillerinde yaşatılan canlı ritüellerden
birisidir. Kurban bir dua eşliğinde kesilmektedir. Kurban, bol kazanç veya
teknenin yapımı sırasında kaza-belayı önlemesi amacıyla kesilmektedir25.
Kesilen kurbanın eti işçilere ve fakir fukaraya dağıtılmakta ya da pişirilerek
yedirilmektedir. İnşa edilen geminin veya teknenin suya indirilmesi sırasında
gerçekleştirilen uygulamalardan birisi de ustaların bahşiş almalarıdır.
İş bitiminde tekneyi inşa eden usta ile tekneyi yaptıran kişinin
helalleşmesi tekne yapımcılığında karşılaştığımız geleneksel bir uygulamadır.
78
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Fotoğraf-17: Yeni inşa edilmiş olan gezi teknesinin suya indirilmesi (Rize İli
Gündoğdu Beldesi Söğütlü Köyü-Servet Bostan Atölyesi)
Bartın yöresinde yakın zamanlara kadar devam ettirilen ve “gemi atması”
olarak adlandırılan şenlikler zikredilmesi gereken bir uygulamadır. Buna
göre geminin inşasının tamamlanmasından sonra teknenin suya indirilmesi
amacıyla çeşitli hazırlıkların yapılmasına geçilirdi. Önce geminin altına 20x20
boyutlarında, kayın ağacından yapılan ve felenk veya felek adı verilen kalaslar
dizilir ve bu kalaslar tenekelerde kaynatılan iç yağı ile yağlanırdı. Daha sonra
bunların üzerine gene kayın ağacından kızak yerleştirilir, kızağın ucuna bağlı
bir ağaca da üç dilli makaralar sabitlenirdi. Geminin denize indirileceği gün,
halk Yalı boyunda toplanır ve törene katılırdı. Gemi suya indirilmeden önce kıç
bölümüne bir bayrak asılırdı. Sabah namazından sonra imamın ve katılanların
duaları eşliğinde geminin baş kısmında kurbanlar kesilirdi. Gemi yapımında
çalışan çıraklar kurbanın kanını teknenin bordalarına sürerdi. Gemiyi yaptıran
kişi kanı süren çıraklara bahşiş verirdi. Gemiyi yapanlara bahşiş olarak verilen
çeşitli kumaşlar gemiyi süslemek amacıyla sağına-soluna bağlanırdı. Kesilen
kurbanlarla ise toplanan halka ve işçilere ziyafet çekilirdi. Kurban faslının
atlatılmasından sonra geminin suya indirilmesine başlanırdı. Bu amaçla
geminin büyüklüğüne göre değişen sayıda mandalar makaraların ucundaki
tellere koşulurdu. Mandaların teli çekmeye başlamasıyla gemi yağlı felenkler
79
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
üzerinde kaymaya başlardı. Gemiler “enet” adı verilen ve Bartın Çayının
kenarında uygun yerlerde açılmış olan eğimli toprak ollardan suya indirilirdi.
Gemi, “enet başı” adı verilen meyilli alana kadar kaydırılınca makaralar
vasıtasıyla sağlam bir ağaca ya da toprağa gömülü gemi çapasına bağlanırdı.
Enet başında bağlı durumda bekleyen geminin kıç tarafında bulunan bağlarının
makaraları, verilen “galima, galima” komutuyla boş bırakılınca gemi “süer” adı
verilen bağa binmiş olur ve en son olarak bu bağın da kesilmesiyle gemi boşta
kalmış olurdu. Bu sırada daha önceden gemiye binerek geminin baş tarafına
gelmiş olan tayfalar ve çocuklar verilen komutla zıplamaya başlar, oluşan
sarsıntıyla gemi harekete geçerek 20 metrelik eneten kayarak suya inerdi. Bu
iniş sırasında geminin mimarı baş tarafta bulunan kızaktan tutunarak suya
kadar gemiyle birlikte inerdi. Gemiyi inşa eden ustalar ile geminin sahibinin
arkadaşları ise gemi sahibini yakalayarak suya atmaya çalışırlardı. Halk
arasında bu törene katılarak geminin suya indiğini gören hamile bir kadının
rahatça doğum yapacağına inanılırdı (Aliş, 1975, Toksoy,2009).
Türkiye’de özellikle doğum, sünnet, evlenme gibi insan hayatının önemli
dönüm noktalarında, işlerin yolunda gitmesini sağlayıcı bir etkisi olduğuna
inanılan ve gündelik yaşamın her alanında kullanılan nazarlıklar denizcilik ve
deniz taşıtları söz konusu olduğu zaman da karşımıza çıkar. Mavi boncuk ve
çeşitli dini yazılar teknelerde nazara karşı bulundurulan en yaygın nesnelerdir.
Bu nesneler teknenin baş kısmına ve genellikle baş bodoslamasına görünecek
bir şekilde yerleştirilir.
Fotoğraf-18: Tekne üzerinde yer alan nazar boncuğu (Ordu İli Perşembe İlçesi Merkez)
80
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Aynı şekilde nazar inancı ve buna bağlı olarak kullanılan nazarlıklarla
tekne yapım atölyelerinde de karşılaşırız.
Fotoğraf-19: Tekne atölyesinde nazarlık (Rize İli Pazar İlçesi Balıkçı Köyü)
SONUÇ
Geleneksel meslek, sanat ve zanaatlar topluma çeşitli yollardan
hizmeti amaçlayan, meydana getirdiği üretim büyük ölçüde el emeğine dayalı
olan, uzmanlık ve tecrübe isteyen, geçmişten günümüze geleneksel aktarım
yollarıyla (usta-çırak ilişkisi ve sözlü kültür) intikal etmiş olup aynı şekilde
gelecek kuşaklara aktarılmakta olan, kendisine özgü kuralları bulunan, işlevsel
ve anonim bir karakter taşıyan, icra biçim ve kullanılan araç-gereçlerine dair
standardizasyonun büyük ölçüde geçmişe ait olduğu, çeşitli iş, uğraş ve
becerilerdir. Hızlı bir kentleşme, endüstrileşme, iç göç ve toplumsal değişimin
yaşandığı ülkemizde geleneksel meslek, sanat ve zanaatlar Küreselleşmenin
de etkisiyle büyük bir hızla yok olmakta ya da kullanım alanı gittikçe
daralmaktadır. Bu meslek ve sanatların yaşatılarak korunması ve gelecek
kuşaklara aktarılması kültürel açıdan son derece büyük bir önem taşımaktadır.
Bundan dolayıdır ki “El Sanatları Geleneği” 2003 yılında imzalanan UNESCO
Somut Olmayan Kültürel Miras Sözleşmesinin korunmasını ve gelecek
kuşaklara aktarılmasını istediği beş konudan birisi olmuştur. Somut Olmayan
81
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Kültürel Miras Sözleşmesine 2006 yılında resmen taraf olan Türkiye, özellikle
geleneksel el sanatlarının yaratıcılığı, çeşitliliği ve zenginliği ile dikkat
çekmektedir. Türkiye coğrafyasında yaşatılan geleneksel mesleklerden birisi
de ahşap tekne yapımcılığıdır. Tekne yapımcılığı denizi ve ormanı birleştiren
son derece orijinal bir meslek ve kadim bir sanattır. Ahşap tekne yapımcılığının
geleneksel teknik, yöntem ve malzemelerle devam ettirildiği merkezler
özellikle Karadeniz sahillerinde karşımıza çıkmaktadır. Karadeniz sahilleri
binlerce yıldır gemi yüzdürülen, denizcilik ve gemi yapımına son derece
müsait bir coğrafyadır. Karadeniz kıyılarının dağlık coğrafi yapısı ticaret, yolcu
ve yük taşımacılığında deniz olgusunu güçlü bir şekilde ortaya çıkartmıştır.
Bunun yanında balıkçılığın en erken dönemlerden itibaren önemli bir geçim
kaynağı olması bölgede deniz taşıtlarının üretimini de beraber getirmiştir.
Bugün için Karadeniz kıyılarında usta-çırak ilişkisi içerisinde yürütülen, küçük
ve orta ölçekte üretim yapan, üretimde ahşap malzemeyi kullanan, el emeği
ve el işçiliği ile ön plana çıkan bir tekne üretimi söz konusudur.
Günümüzde Karadeniz coğrafyasında varlığını devam ettirmeye çalışan
bir meslek olan ahşap tekne yapımcılığı diğer geleneksel sanatlarla benzer
sorunları yaşamaktadır. Bu sorunlar arasında zanaatın modern teknoloji ile
başa çıkamaması, sosyal yaşamdaki değişim, hammadde teminindeki sıkıntılar,
finansman ve kredi bulma vs. sayılabilir. Bununla birlikte en ciddi sorun
zanaatın ve bu zanaata dair geleneğin gelecek kuşaklara aktarılamamasıdır.
Zira bu meslekle uğraşan ustalar kadim dönemlerden kendilerine tevarüs
eden gelenek ve bilgiyi gelecek kuşaklara aktarmak konusunda büyük
sıkıntılar yaşamaktadır.
Bu sorunların aşılmasında kültür alanında duyarlılık gösterecek olan
kuruluşlar, yeni perspektifler sağlayarak kilit roller oynayabilir. On yıllar
boyunca modern üretim teknikleri karşısında gerileyen ve hayatta kalma
mücadelesi veren geleneksel zanaatların çevreye ve insana duyarlı, oldukça
zahmet isteyen, estetik ve benzeri olmayan üretiminin toplumca yeniden
keşfi ve halk tüketiminin bir parçası olmasının sağlanması gene kurum ve
kuruluşların maddi getiri gözetilmeden sağlayacakları destek ve katkılarla
gerçekleştirilebilir.
Koruma çalışmaları sadece üretim süreci ve teknikleri ile sınırlı
kalmamalı geleneğin, geleneksel bilgilerin ve uygulamaların da gelecek
kuşaklara aktarılabilmesine dönük tedbirler Somut Olmayan Kültürel Miras
Sözleşmesi kapsamında alınmalıdır.
82
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
SONNOT
1 Doğu Karadeniz bölgesinde deniz folkloru ile ile ilgili olarak Mirazlı Saral, Yasemin
(2006), Doğu Karadeniz Bölgesi Denizcilik Folkloru Üzerine Bir Araştırma, Yüksek
Lisans Tezi, İzmir: Ege Üniversitesi.
2Bozkurt, 1982
3 Müfit Ozan Özdemir Arşivi
4 Argonautlar Seferi Alton Post’un peşinde Karadeniz’i aşarak Kolkhis’e giden Iason
önderliğindeki Akhalı denizcilerin öyküsünü anlatır. Kahramanları taşıyan “Argo”
(manası hızlı) gemisi Phriksos’un oğlu ünlü usta Argos tarafından Tanrıça Athena’nın
gözetiminde inşa edilmiş olan ellibeş kürekli bir gemidir (Erhat, 1989:56).
5Karadeniz çevresindeki denizcilikle ilgili en eski buluntu M.Ö. 4000’li yıllara
tarihlenen ve Bulgaristan sahili açıklarında bulunan balıkçı kayığı kalıntısıdır
(Öztürk, 2011:59).
6 Örnek vermek gerekirse Amasyalı Strabon Coğrafya isimli eserinin Doğu
Karadeniz’i anlattığı bölümünde (Strabon 11.2.12-13) Kolha’nın kuzeyindeki
sahillerde yerleşik olan denizci kabilelerin yaşam biçimlerini ve kullandıkları
tekneleri (Zehiroğlu, 1999).
7 Uzunçarşılı, 1988a:145-146.
8 Suyla kurulan içiçe yaşam tarzından antik dönem yazarları da bahseder.
Hippokrat Karadeniz’in doğusunda Kolhis bölgesinde bulunan Phasis’te yaşayan
halktan bahsederken bu halkın pazara ya da şehre giderken nadiren yürüyerek
gittiklerini, genellikle tek parça ağaçtan yapılmış kanolarıyla nehirde yukarı aşağı
seyahat ettiklerini söyler. Strabon bu ülkeyi gemi inşası açısından mükemmel
şartlara sahip olduğunu yazmaktadır.
9 Bartın yöresinde.
10 Kemal Kafalı’nın 1955 yılında yayınladığı takalarla ilgili makalede şöyle
yazmaktadır: “Bu teknelerin inşaatları hiçbir metodik yola göre yapılmadığından,
endaze ve işçilik resimleri kullanılmadığından netice inşaatçının karışının ebadına,
keser sapının büyüklüğüne, kollarının kuvvetine ve gözünün keskinliğine göre
değişir. Bu maharet, inşaatçının babadan kalma görgü ve tecrübesine müstenittir.
Binaenaleyh, her tekne birbirine hiçbir vakit uymaz.”
11 Örnek vermek gerekirse armuz/armoz kelimesi bir denizcilik ve gemi inşa terimidir.
Karadeniz sahillerinde tekne yapımcılığının icra edildiği bazı yerleşim yerlerinde bu
kelimenin yapı ustalarınca da kullanıldığı tarafımızca müşahede edilmiştir.
122009 yılı içerisinde Ordu yöresinde gerçekleştirilen saha araştırmasında Perşembe
İlçesi Çerli Köyünde yaşayan Osman Yavuz’un eskiden yapı ustası iken daha sonra
tekne yapımcılığına döndüğü tespit edilmiştir. Aynı şekilde Kurucaşileli marangoz
Hüsamettin Bilgiç’in babası Hacı Osman usta da hem bina hem de tekne ustasıdır:
“Babam çok değerli ustaydı. Babam gibi usta buralarda hiç yoktu…Zaten
mimardı, mimar. Deniz veya kara mimarıydı. Birinci sınf mimar. Hacı Osman usta.
Bu Kurucaşile mıntıkasının bir numaralı ustası. Bir mimar, her şeyde mimar…Yani
mimar demek her işten anlar, mühendis gibi bir adam…..Hem deniz işleri, hem
83
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
kara işleri…Babam Kurucaşile’nin bir tek Hacı Osman ustası, mimarı.”(Kaynak Kişi:
Hüsamettin Bilgiç) Sürmeneli ünlü kayık ustası Kani Ofluoğlu da aynı zamanda bir
yapı ustasıdır (karalahana.com).
13Castanea sativa
14Kestane ağacı yapısı itibariyle tanen maddesini oldukça yüksek oranlarda ihtiva
etmektedir. Bu maddenin varlığından dolayı oyucu midye (Teredo navalis L.)
saldırısına karşı büyük bir dayanıklılık gösterebilmektedir. Bu özelliği kestaneye
deniz taşıtlarının inşası için elverişi bir konum kazandırmaktadır. Bu madde ayrıca
ağacı çürümeye karşı da dayanıklı hale getirmektedir (Yazıcı, 1998:10, 16).
15Ağaçlar için doğal bir süreç olan eğrilik hammadde olarak düşünüldüğünde
bir handikap olabilmekte ve ağacın değerinin düşmesine neden olmaktadır.
Oysa ahşap tekne yapımında eğri ağaçlar bilinçli olarak kullanılmakta ve tercih
edilmektedir. Eğriliğin nedeni yetişme muhiti, arazinin eğimi, rüzgar ya da
mekanik bazı etkiler olabilmektedir (Yazıcı, 1998:2,19).
16 Ahşap malzeme, satın alındığı için ağacın yetişme şartları (güneş gören, güneş
görmeyen, yamaçlık düzlük arazi vs.) usta tarafından gözetilememektedir.
17Ustaların acı su olarak nitelendirdikleri sıvı kestanenin bünyesinde yer alan tanen
maddesidir. Tanen suyla çözeltilebilen bir maddedir (Yazıcı, 1998:18).
18 Karadeniz kıyılarında mahalli olarak inşa edilen ve kullanılan bir çok tekne tipi
modern dönemde ortadan kaybolmuştur. Örneğin sığ sularda kıyılara kolaylıkla
yanaşabilecek şekilde tasarlanmış olan, iki başı yüksek, kürekle hareket eden ve
sahil boyunca yük taşımacılığında kullanılan ve kabak, palaşkerme, paraskalmia
adlarıyla da bilinen çaparlar bugün tümüyle ortadan kalkmıştır. Aynı şekilde
melekse adı verilen tekneler de bugün Karadeniz’de yüzdürülmemektedir.
Melekseler hakkında yapılmış olan bir çalışma: Öztürk, Temel (2009), “Karadeniz’de
Kullanılan Melekse Türü Gemiler”, Tarih İncelemeleri Dergisi, 24 (2), 85-102. Yakın
zamanlara kadar Karadeniz’in her yerinde yüzdürülen ve “taka” olarak adlandırılan
tekne tipi bugün tümüyle yok olmuştur. Takalar son derece sağlam bir şekilde inşa
edilmiş olan, kolaylıkla karaya çekilip denize indirilebilen, baş kısmı baltabaş, kıç
kısmı aynalı, baş tarafı yüksek orta tarafı alçak ve kıça doğru yükselen, kamaralı ya
da kamarasız olabilen, tek direkli ve ambarlı teknelerdir. Önceleri yelkenle hareket
eden bu tekneler daha sonra motorla hareket ettirilmiştir. Kemal Kafalı takaların
Karadeniz yapısı olup en iyilerinin Sürmene, Ünye, Ayancık yanı sıra Rize’de inşa
edildiğini kaydeder (Kafalı, 1955:12). Aynı şekilde Bartın yöresine has çektirme tipi
gemiler de çeyrek asır önce tarihe karışmıştır. 300 tona kadar taşıma kapasitesi
olan çektirmeler yük taşımak amacıyla kullanılmış olan, her türlü yükü taşımaya
uygun, hem motorla hem de yelkenle seyrüsefer yapabilen, süratli, iki ucu sivri,
yüksek bordalı ve geniş karınlı gemilerdir (Davulcu, 2013).
19 “Karadeniz’de gemileri batmak” deyimi Karadeniz’in yıkıcı gücünü ortaya koyan
yaygın bir halk ifadesidir.
20Ahşap teknelerin yapımında geçmişten günümüze iki ana teknik kullanılmıştır.
“Önce kabuk” yönteminde ilk olarak kaplama tahtalarıyla geminin dış kabuğu
84
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
yapılır, bu kabuğun içerisine postalar sabitlenir. Bu teknik uzun zaman önce
terk edilmiştir. “Önce iskelet” yönteminde ise omurganın kurulması ve
bodoslamaların yerleştirilmesinden sonra postalar tutturulur, dış kaplama bu
iskelet üzerine sabitlenir ki bugün de uygulanan inşa tekniği bu tekniktir.
21 Rize yöresinde bu işlem terkedilmiştir. Ustalar dış sargıda artık geniş tahta
kullanılmadığı için ısıtmaya gerek olmadığını ifade etmektedir. Geniş tahta fazla
armoz yaptığı için kullanılmadığı ifade edilmiştir.
22“Sitim yapmak, sicak suyu kaynatıyoduk kazanda böyle büyük boru, odunları
yakardık onu ısıtırdık, onun içine tahtayı sokardık yumuşardı yani. İstediğimiz gibi
bukebiliyoduk.” (Kaynak Kişi: Besim Bakır).
23Geminin inşasına başlanabilmesi amacıyla da eşref saati belirlenirdi (Özdemir
Gümüş, 2010: 17).
24Törenlerin ayrıntılı izahı için bkz.
Aydın, Yusuf Alperen (2007), Osmanlı Denizciliği (1700-1770), Doktora Tezi,
İstanbul: İstanbul Üniversitesi.
Batmaz, Şakir (2007), “Tersâne-i Âmire’de Gemilerin Denize İndirilme Merasimi”,
Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10 (2), 157-176.
Özdemir Gümüş, Şenay (2010), “Osmanlı’da Gemilerin Denize İndirilmesi”, Celal
Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 8 (1), 15-36.
25 Gemi yapımı sırasında kurban kesilmesi eski bir adettir. XVIII. yüzyılda Tersane-i
Amire’de inşa edilecek olan bir kalyonun bodoslamasının yerine konmasından
önce baş ve kıç bölümlerinde üçer kurban kesilirdi. Ayrıca geminin denize
indirilmesinden hemen önce de baş ve kıç taraflarında kurban kesilmekteydi.
(Aydın, 2007:92-93).
KAYNAKLAR
Aça, Mustafa (2013), “Trabzon Balıkçılık Kültüründe Akçaabat’ın Yeri ve Akgün Ailesi”,
Dünden Bugüne Akçaabat Sempozyumu (26-28 Nisan 2013), Trabzon
Ascherson, Neal (2001), Karadeniz, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Aktaş, Esen (2007), Antik Çağda Doğu Karadeniz Bölgesi Kıyı Yerleşimleri ve Yerleşim
Stratejileri, Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi.
Aliş, İ.C. (1975) “Gemi Atması”, Bartın Gazetesi, 2515, 2.
Arrianus, Lucius Flavius (2005), Arrianus’un Karadeniz Seyahatnamesi-Arriani
Periplus Ponti Euxini, (Çev: Murat Arslan), İstanbul: Odin Yayıncılık.
Arslan, Murat (2006), “Pontos’tan Karadeniz’e: Bir Adlandırmanın Ardındaki
Önyargılar, Varsayımlar ve Gerçekler”, Olba, 14, 75-91.
Ascherson, Neal (2001), Karadeniz, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Aslanapa, Oktay (1974), “Türk Denizciliği ve Selçuklu Tersaneleri”, Türk Kültürü
Dergisi, s.146
Aydın, Yusuf Alperen (2007), Osmanlı Denizciliği (1700-1770), Doktora Tezi, İstanbul:
İstanbul Üniversitesi.
85
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Aygün, Necmettin (2009), “Osmanlı Devleti’nin Son Zamanlarında Karadeniz’in Güney
Kesiminde İktisadi Faaliyetler”, Karadeniz Araştırmaları, 6 (23), 41-76.
Aytekin, Osman (2013), “Çoruh Irmağı Üzerinde Yapılan Tarihi Kayık Taşımacılığı
Üzerine Bir Değerlendirme”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 6(25),
58-69.
Balkozak, Özlem (2007), Doğu Tunç Çağ’da Doğu Akdeniz’de Ticaret ve Gemi
Teknolojisi, Yüksek Lisans Tezi, Konya: Selçuk Üniversitesi.
Batmaz, Şakir (2007), “Tersâne-i Âmire’de Gemilerin Denize İndirilme Merasimi”,
Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10 (2), 157-176.
Bekker-Nielsen, Tonnis (2005), Ancient Fishing and Fish Processing in the Black Sea
Region, Esbjerg: Aarhus University Press.
Berkel, A. (1970), Ağaç Malzeme Teknolojisi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Orman
Fakültesi Yayınları.
Beydiz, Mustafa Gürbüz (2008), XVI. Yüzyıldan XIX. Yüzyıla Osmanlı Gemi Tasvirleri,
Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi.
Bıjıskyan, P.Minas (1969), Karadeniz Kıyıları Tarih ve Coğrafyası 1817 – 1819, İstanbul:
Edebiyat Fakültesi Yayınları
Bilgin, Mehmet (2010), Doğu Karadeniz (Tarih-Kültür-İnsan), İstanbul: Ötüken
Yayınları.
Bill, J. (1994), “Ship Construction: Tools and Techniques”, Cogs, Caravels and Galleons:
The Sailing Ship 1000-1650, London, 151-159.
Boratav, Pertev Naili (1978), 100 Soruda Türk Folkloru, İstanbul: Gerçek Yayınevi.
Bostan, İdris (1992), Osmanlı Bahriye Teşkilatı: XVII. Yüzyılda Tersane-i Amire,
Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Bostan, İdris (1995), “Rusya’nın Karadeniz’de Ticarete Başlaması ve Osmanlı
İmparatorluğu 1700-1787”, Belleten, 225, 353-394.
Bostan, İdris (1996), “Gemi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,c.14, İstanbul:
TDV Yayınları.
Bostan, İdris (2005), Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri, İstanbul: Bilge Yayınları
Bostan, İdris (2007), Osmanlılar ve Deniz; Deniz Politikaları, Teşkilat, Gemiler,
İstanbul: Küre Yayınları.
Bostan, İdris (2011), Beylikten İmparatorluğa Osmanlı Denizciliği, İstanbul: Kitap
Yayınevi.
Bostan, İdris-Baran, Salih (2009), Başlangıçtan XVII. Yüzyıl Sonuna Kadar Türk
Denizcilik Tarihi, İstanbul: Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Yayınları.
Bozkurt, A.Y. (1982), Ahşap Teknolojisi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Orman
Fakültesi Yayınları.
Braudel, Fernand (Ed.) (2013), Akdeniz. Tarih, Mekan, İnsanlar ve Miras, İstanbul:
Metis Yayınları.
Bryer, A. (2010), “Trabzon İmparatorluğunda Gemicilik”, Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, 29 (48),
167-178.
86
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Bursa, Pınar (2007), Antik Çağ’da Anadolu’da Balık ve Balıkçılık, Doktora Tezi,
İstanbul: İstanbul Üniversitesi.
Casson, L. (2002), Antik Çağda Denizcilik ve Gemiler, İstanbul: Homer Kitabevi.
Chapelle, Howard İ. (1957), “Türk Balıkçı Tekneleri”, Balık ve Balıkçılık Dergisi, 5 (1),
14-18.
Çapar, Ömer (1991), “Karadeniz’de En Eski Grek Yerleşmeleri”, Ankara Üniversitesi
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, 15
(26), 303-327.
Çoban, Hüseyin (1995), “Ağacın Suyuna Gitmek”, Bilim ve Teknik Dergisi, 28 (333),
30-38.
Davulcu, Mahmut (2013), “Bartın Yöresinde Ahşap Tekne Yapımcılığı”, Dokuz Eylül
Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dergisi, 5 (1), 23-52.
Deveciyan, Karekin (2006), Türkiye’de Balık ve Balıkçılık, (Çev:Erol Üyepazarcı),
İstanbul: Aras Yayınları.
Doğanay, Serkan (2004), “Yeniay ve Çamburnunda Geleneksel Tekne İmalatı”, Doğu
Coğrafya Dergisi, 9 (12), 101-118.
Durgun, Orhan (1987), “Doğu Karadeniz Folklorunda Doğa, Deniz, Balık ve Balıkçılık”,
Trabzon Kültür Sanat Yıllığı, İstanbul:
Durgun, Orhan-Peşman, Emre (2004), “Doğu Karadeniz Bölgesinde Gemi İnşaatı
Sanayisinin Durumu ve Olası Gelişmeler”, Gemi Mühendisliği ve Sanayimiz
Sempozyumu, 24-25 Aralık 2004, 8-15.
Dümen, Erdoğan (1993), Denizde Yıllar Boyu Anadolu Türkleri:1081-1922, İstanbul:
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Basımevi.
Düzgüneş, Ertuğ (
Ekinci, İlhan (2013), “Karadeniz’de Ayanlar ve Denizcilik”, Karadeniz Araştırmaları,
37, 15-49.
el-Kaşgari, Mahmud (2007), Divanü Lugat’it Türk, İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Erduran, Zeynep (2006), Evliya Çelebi Seyahatnamesine Göre İstanbul’da Esnaf,
Zanaat ve Ticaret, Yüksek Lisans Tezi, Kırıkkale: Kırıkkale Üniversitesi.
Ergin, Muharrem (1964), Dede Korkut Kitabı, Ankara: Ebru Yayınları.
Gürçay, Lütfü (1943), Gemici Dili, İstanbul: Deniz Basımevi.
Güven, Aydın (1999), Doğu Karadeniz Ayanlığına Kısa Bir Bakış (1808-1826), Yüksek
Lisans Tezi, Erzurum: Atatürk Üniversitesi.
Halaçoğlu, Yusuf (1991), XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve
Sosyal Yapı, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Işık, Adem (2001), Antik Kaynaklarda Karadeniz, Ankara: TTK Yayınları.
İhsanoğlu, Ekmeleddin (1994), Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, İstanbul:
IRCICA Yayınları
İnalcık, Halil (2000), Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi-I,
İstanbul: Eren Yayıncılık.
İnalcık, Halil (2010), Osmanlılar: Fütühat, İmparatorluk, Avrupa İle İlişkiler, İstanbul:
Timaş Yayınları.
87
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
İnandık, H. (1971), Deniz ve Kıyı Coğrafyası, İstanbul: Coğrafya Enstitüsü Yayınları.
Kafalı, Kemal (1955), “Türkiye Sularında Çalışan Hafif Tekneler: Takalar”, Gemi
Mecmuası, 1, 12-19.
Karagöz, Hakan (1987), Balıkçı Tekneleri ve Mukavemeti, Yüksek Lisans Tezi, İzmir:
Dokuz Eylül Üniversitesi.
Kaygın, Bülent-Alper Aytekin (2005), “Ahşap Tekne Konstrüksiyonu”, ZKÜ Bartın
Orman Fakültesi Dergisi, 7 (7), 14-23.
Kızıldemir, Orhan (1989), “Türklerde Deniz ve Nehir Taşımacılığı, Deniz Ticaretinin
Başlangıcı ve Deniz Kuruluşlarının Tarihçesi”, Geleneksel IV. Denizcilik
Sempozyumu Bildirileri, İstanbul: Türkiye Denizciler Sendikası Yayınları
Komatsu, Kaori (2009), “Yakınçağ Osmanlı Denizciliği ve Karadenizliler”, Toplumsal
Tarih Dergisi, 190: 26-33.
Kumrular, Özlem (Ed.) (2007), Türkler ve Deniz, İstanbul: Kitap Yayınevi.
Kurat, Akdes Nimet (1987), Çaka Bey, İzmir ve Civarındaki Adaların İlk Türk Beyi,
MS.1081-1096, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları.
Mahmuzlu, Ekin (2009), An Insitutional Analysis of The Ottoman Shipping Sector in
The Blcak Sea Region Between 1829 and 1861: Merchants and Ships, Yüksek
Lisans Tezi, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi.
Merçil, Erdoğan (2000), Türkiye Selçukluları’nda Meslekler, Ankara: Türk Tarih
Kurumu Yayınları.
Mısır, Selim (2008), “Karadeniz Bölgesi Balıkçı Tekneleri”, Sümae Yunus Araştırma
Bülteni, 8 (1), 13-16.
Mirazlı Saral, Yasemin (2006), Doğu Karadeniz Bölgesi Denizcilik Folkloru Üzerine Bir
Araştırma, Yüksek Lisans Tezi, İzmir: Ege Üniversitesi.
Nutki, Süleyman (2011), Kamûs-i Bahrî, Deniz Sözlüğü, (Haz: Mustafa Pultar),İstanbul:
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Özdaş, Harun (2000), Anadolu’da Tekne Tipolojisi, Doktora Tezi, Ankara: Hacettepe
Üniversitesi.
Özdemir Gümüş, Şenay (2010), “Osmanlı’da Gemilerin Denize İndirilmesi”, Celal
Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 8 (1), 15-36.
Özdemir Gümüş, Şenay (2012), “Osmanlı Devleti’nin Karadeniz’de Ticaret Gemisi İnşa
Politikası (1783-1824)”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 9, 63-77.
Özdemir, Ünal (2006), “Kurucaşile İlçesinde Geleneksel Ahşap Tekne Yapımı”, Doğu
Coğrafya Dergisi, 11 (16), 193-210.
Özel, Yıldırım (1992), “Hasan Mudanyalı’dan Hüseyin Çoban Usta’ya Gemi Yapımcılığı”,
Bartın Gazetesi, (3021),2.
Öztürk, Özhan (2005), Karadeniz: Ansiklopedik Sözlük, İstanbul: Heyamola Yayıncılık.
Öztürk, Özhan (2011), Pontus: Antikçağ’dan Günümüze Karadeniz’in Etnik ve Siyasi
Tarihi, Ankara: Genesis Kitap.
Öztürk, Temel (2009), “Karadeniz’de Kullanılan Melekse Türü Gemiler”, Tarih
İncelemeleri Dergisi, 24 (2), 85-102.
Palaz Erdemir, Hatice (2011), “Eski Türklerde Su ev Su Ulaşımı”, Turkish Studies, 6 (2),
88
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
819-836.
Rasim, Ahmet (1930), Türkiye Coğrafyası Sahilisi: Karadeniz Sevahili, İstanbul: Deniz
Matbaası.
Spathari, Elsi (1995), Sailing Through Time. The Ship in Greek Art, Athens: Kapon
Editions.
Steffy, J.R. (1994), Wooden Shipbuilding and the Interpretation of Shipwrecks,
College Station: Texas A&M University Press.
Şen, Serkan (2007), Orhun, Uygur ve Karahanlı Metinlerindeki Meslekler Bağlamında
Eski Türk Kültürü, Doktora Tezi, Samsun: Ondokuzmayıs Üniversitesi.
Şencan, Elif Evrim (2010), Seyahatnamelere Göre XVII. Yüzyılda Karadeniz Çevresinde
Günlük Hayat, Yüksek Lisans Tezi, Ankara. Hacettepe Üniversitesi.
Taneri, Aydın (1981), Osmanlı Kara ve Deniz Kuvvetleri, Ankara: Kültür Bakanlığı
Yayınları.
Tengüz, H. (1995), Osmanlı Bahriyesinin Mazisi, İstanbul: Deniz Kuvvetleri
Komutanlığı.
Tezel, Hayati (1973), Anadolu Türklerinin Deniz Tarihi, İstanbul: Deniz Basımevi.
Tietze, Andreas (1951), “XVI. Asır Türk Şiirinde Gemici Dili; Âgehî Kasidesi ve
Tahmisleri”, Türkiyat Mecmuası, IX, 113-138.
Tietze, Andreas (1953), “XVI. Asır Türk Şiirinde Gemici Dili; Nigârî, Kâtibî, Yetîm” 60.
Doğum Yılı Münasebetiyle Fuat Köprülü Armağanı, İstanbul: DTFC Yayınlan,
501-522.
Tietze, Andreas (1955), “XVI. Asır Türk Şiirinde Gemici Dili; Âgehî Kasidesine Nazireler”
60. Doğum Yılı Münasebetiyle Zeki Velidi Togan’a Armağan, İstanbul, s. 451-467.
Tietze, Andreas - Henry&Renee Kahane (1988), The Lingua Franca in the Levant;
Turkish Nautical Terms in Italian and Greek Origin, İstanbul: ABC Tanıtım
Basımevi.
Toksoy, L. (2009) Amasra Tarihine Denizden Bakış, İstanbul: Deniz Kuvvetleri
Komutanlığı.
Tuncel, Metin (2001), “Karadeniz”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.24,
385-386.
Tuncel, Tuncay (2008), Osmanlı Şiirinde Gemicilik Terimleri, Yüksek Lisans Tezi,
İstanbul: İstanbul Üniversitesi
Tülay, Metin (2008), “Türkiye Selçuklu Devleti’nin Karadeniz’deki Siyasi ve Askeri
Faaliyetleri”, Akademik İncelemeler, 3(2), 13-26.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı (1984), Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilatı,
Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Ünal, Mehmet Ali (2005), “XVI.-XVIII. Yüzyıllarda Sinop Tersanesi”, XIV. Türk Tarih
Kongresi, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Ünal, Mehmet Ali (2006), “XVI. Yüzyılda Sinop Tersanesi için Canik Sancağından
Malzeme Temini”, Geçmişten Geleceğe Samsun, Samsun: Büyükşehir
Belediyesi Yayınları.
Yazıcı, Hikmet (1998), Ahşap Tekne Yapımında Kullanılan ve Doğal Olarak Eğri
89
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Büyümüş Kestane (Castanea Sativa Mill.) Ağaçlarının Bazı Fiziksel ve
Mekaniksel Özellikleri, Yüksek Lisans Tezi, Bartın: Zonguldak Karaelmas
Üniversitesi.
Yıldız, Arzu (2008), “Türkiye’de Tersanelerin Tarihi ve Gemi İnşa Sanayisinin Gelişimi”,
Mühendis ve Makine, 49(578), 23-47.
Zaloğlu, Mustafa (1988), Gemici Dili, Ankara: Türk Deniz Kuvvetlerini Güçlendirme
Vakfı Yayınları.
Zaman, Mehmet (2005), “Orta ve Doğu Karadeniz’de Balıkçılık”, Doğu Coğrafya
Dergisi, 10 (13), 31-78.
Zehiroğlu, Ahmet Mican (2008), Antik Çağlarda Doğu Karadeniz, İstanbul:
Zengin, Mustafa (2008), “Karadeniz’de Yunus Avcılığı”, SÜMAE Yunus Araştırma
Bülteni, 8 (1), 8-12.
Zengin, Mustafa (2010), “Hamsi Avcılığının Uzun Geçmişi”, SÜMAE Yunus Araştırma
Bülteni, 10 (2), 14-17.
http://www.kayikturkiye.com
KTB-HALK KÜLTÜRÜ BİLGİ VE BELGE MERKEZİ
YB1989.0052
Nihal KADIOĞLU
Ahşap tekne yapımcılığı
Derleme
Yeri
Bartın
BVB2010.0075
Mahmut DAVULCU
Ahşap tekne yapımcılığı
Bartın
2010
BVB2010.0076
Mahmut DAVULCU
Ahşap tekne yapımcılığı
Bartın
2010
BVB2010.0077
Mahmut DAVULCU
Ahşap tekne yapımcılığı
Bartın
2010
BVB2010.0078
Mahmut DAVULCU
Ahşap tekne yapımcılığı
Bartın
2010
CD2011.0064
Mahmut DAVULCU
Ahşap tekne yapımcılığı
Bartın
2011
BVB2010.0070
Mahmut DAVULCU
Ahşap tekne yapımcılığı
Kastamonu
2010
BVB2010.0071
Mahmut DAVULCU
Ahşap tekne yapımcılığı
Kastamonu
2010
BVB2009.0077
Mahmut DAVULCU
Ahşap tekne yapımcılığı
Ordu
2009
BVB2009.0078
Mahmut DAVULCU
Ahşap tekne yapımcılığı
Ordu
2009
BVB2009.0079
Mahmut DAVULCU
Ahşap tekne yapımcılığı
Ordu
2009
BVB2010.0012
Mahmut DAVULCU
Ahşap tekne yapımcılığı
Trabzon
2009
BVB2010.0013
Mahmut DAVULCU
Ahşap tekne yapımcılığı
Trabzon
2009
BVB2011.0235
Mahmut DAVULCU
Ahşap tekne yapımcılığı
Rize
2011
BVB2011.0236
Mahmut DAVULCU
Ahşap tekne yapımcılığı
Rize
2011
BVB2011.0237
Mahmut DAVULCU
Ahşap tekne yapımcılığı
Rize
2011
BVB2011.0238
Mahmut DAVULCU
Ahşap tekne yapımcılığı
Rize
2011
Arşiv Yer No
Derleyen
Derleme Konusu
90
Derleme
Yılı
1989
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
TRABZON’DA BULUNAN SİVİL MİMARLIK ÖRNEKLERİ’NİN TURİZM AMAÇLI
KONAKLAMA BİNALARI OLARAK KULLANIMI
Examples of Cıvıl Archıtecture In Trabzon of Tourıstıc Accommodatıon
Buıldıngs in Use
İlknur YÜKSEL*
ÖZET
2014 yılı Haziran ayı sonu verilerine göre Türkiye genelinde tescil edilmiş
96.953 adet taşınmaz kültür varlığı içinde 63.923 adet tescilli sivil mimarlık örneği
bulunmaktadır. Doğu Karadeniz Bölgesindeki şehirlere göre tescilli sivil mimari örneği
sayılarına bakıldığında; Trabzon’da 1050 adet tescilli sivil mimarlık örneği, Rize’de 265
adet tescilli sivil mimarlık örneği, Artvin’de 99 adet tescilli sivil mimarlık örneği, Giresun’da 251 adet tescilli sivil mimarlık örneği, Ordu’da 286 tescilli sivil mimarlık örneği,
Gümüşhane’de 58 adet tescilli sivil mimarlık örneği bulunmaktadır.
Bu mukayese sonrasında tescilli sivil mimarlık örneğinin en fazla 1050 adet
ile Trabzon’da olduğu, daha sonra büyük fark ile 286 adet Ordu’da bulunduğu görülmektedir.
Trabzon, diğer illere göre turizme tarihsel fiziki altyapı sağlanmasında yerel
kaynaklar açısından tescilli sivil mimarlık örnekleri hem bina hem yerleşim ölçeğinde
önemli bir kaynak oluştururken, turistler açısından bu tarihi altyapının kimliği çekicilik
yaratmaktadır.
Sivil mimarlık örnekleri geleneksel mimari ile inşa edilmiş konut örneklerini
de kapsamaktadır.
Turizme fiziksel altyapı sağlanması konusunda sivil mimarlık örnekleri daha
çok konaklama ihtiyacına hizmet etmek üzere butik otel olarak değerlendirilmektedir.
Bu dönüşümün gerek tarihi bina açısından gerekse kullanıcılar ve turizm açısından
faydaları bulunmaktadır.
Turizme dönük fiziksel altyapının karşılanmasında tescilli sivil mimarlık örneklerinin kullanımı, turistlerin yerel mimariye ait kültür, adet, gelenek, yaşam şekli, sosyal hayat gibi özgün ve yerel özellikleri yaşayarak öğrenmesine fiziksel kültür zemin
oluşturmaktadır ve bulunduğu yere özel ve özgün olma nitelikleri katmaktadır. Ayrıca
ilk yatırım sermayesi yüksek bir sektör olan turizm sektöründe mevcut binaların değerlendirilmesi ilk yatırım maliyetinde ve yatırımın çekiciliğinde avantaj yaratmaktadır.
Ölçeği küçük olan bu binalar, konuklarla birebir iletişim kurmakta kolaylık sağlamakta, sınırlı personel sayısı ile personel maliyetlerinde tasarruf sağlamakta, ölçeği
nedeniyle büyük zincir otellerden ziyade küçük girişimcilere olanak yaratmakta, yerel
* Dr., İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Mimarlık
Bölümü, İstanbul/TÜRKİYE
91
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
halkın girişimlerini teşvik ederek halkın yabancılara olumlu bakış açısı geliştirmesine
ve yerel ekonomiye ait ürünlerin değerlendirilmesine fayda sağlamaktadır. Turizmin
ihtiyacı olan hammadde ihtiyacının karşılanmasına da imkan sağlamaktadır.
Tescilli sivil mimarlık örneklerinin konut olarak kullanımı kullanıcıları teknik
ve konfor şartları ile maliyetler açısından zorlamakta, turizme ait altyapı olarak
kullanımları cazip görülmektedir.
Potansiyeli ve olanakları açısından önemli sayıda sivil mimari örneğe sahip
Trabzon’daki durum ele alınacaktır. Bu açıdan Trabzon’un turizme fiziksel altyapı sağlamada tescilli sivil mimarlık örneklerinin kullanımına ait örnekler üzerinden Trabzon’un konuya yaklaşımı değerlendirilecektir.
Anahtar kelimeler: Trabzon, sivil mimari, turizm, konaklama, fiziksel, altyapı
ABSTRACT
According to data from the end of June 2014 across Turkey have been registered in the presence of a registered immovable cultural 96.953 pieces of them 63.923
pieces are an example of civil architecture. The Eastern Black Sea Region is an example of civil architecture in the city are registered according to numbers; a registered
civil architecture of 1050 pieces of sample in Trabzon, 265 pieces of sample in Rize,
99 pieces of sample in Artvin, 251 pieces of sample in Giresun, 286 pieces of sample
in Ordu, 58 pieces of sample in Gümüşhane.
This comparison are registered after the civil architecture of the instance is in
Trabzon with a maximum of 1050, then a big difference with 286 pieces in the Ordu.
Trabzon, according to other provinces in providing local historical tourism,
physical infrastructure resources are registered in terms of the civil settlement, both
examples of architecture, the scale of the building and creating a major source of
tourists, with respect to the identity of the charm of this historic infrastructure.
Examples of civil architecture was built with the traditional architecture of
housing instances.
Tourism in providing physical infrastructure belong to civil architecture to serve the needs of more examples of accommodation as a boutique hotel. This transformation, both in terms of building users and historical tourism in terms of benefits.
Tourism belongs to the physical infrastructure to meet the registered use of
civil architecture example, belongs to the local architecture of the tourist culture,
customs, traditions, way of life, social life by learning local features such as original
and the physical culture on the ground and being special and unique qualities of the
location. The first is a high investment capital sector in the tourism sector, the evaluation of the initial investment cost of the existing buildings and the attractiveness of
the investment advantage.
The small scale of these buildings, it provides convenience to communicate one-on-one with guests, provides a limited number of personnel with personnel
92
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
costs savings, rather than the large chain hotels due to the scale of small entrepreneurs are creating possibilities for the local population by promoting public initiatives
to develop positive perspective to foreigners and the local economy benefits in the
evaluation of the products belong to. The raw materials and the need to meet the
needs of tourism.
Use as a registered civil architecture examples of residential users technical
and comfort conditions are forcing in terms of costs, as their use attractive tourism
infrastructures.
Potential and possibilities in terms of the situation on the ground in a significant number of civilian architecture will be discussed with the example in Trabzon. In
this respect, ensuring the physical infrastructure of Trabzon tourism registered civil
architecture examples on the use of instances via Trabzon approach will be evaluated.
Key words: Trabzon, civil architecture, tourism, accommodation, physical, infrastructure
GİRİŞ
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda kültür varlıkları “tarih
öncesi ve tarihi devirlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili bulunan
yer üstünde, yeraltında veya su altındaki bütün taşınır ve taşınmaz varlıklar”
olarak tanımlamaktadır. (Özen 2005: 12)
Çalışmaya konu olan sivil mimari ise; dinsel ya da askeri amaçla yapılmamış olan her tür özel ya da kamuya ait yapıların genel adıdır. Konut, yönetim, eğitim (kütüphane, medrese, sıbyan mektebi), sağlık (şifahane, hastane),
eğlence (sinema, tiyatro), ticaret (büro, çarşı, fabrika, han), konaklama (kervansaray, otel, motel), ulaşım (köprü, tünel), (çeşme, bent, hamam, sebil) vb.
işlevlere hizmet eden yapıların tümünü içerir (Ecz. Sanat Ansk. 1997: 1677).
Ancak bu çalışmada sivil mimari altyapısı içindeki konutlar ele alınmıştır.
Sivil mimarlık eserleri Türkiye (Şekil 1) ve Trabzon (Şekil 2) için önemli
bir potansiyeldir.
Bunların yanında yukarıdaki gibi tekil değil çevre ile birlikte bütüncül
korumaya konu sit alanları da Türkiye ve Trabzon için önemlidir. (Şekil 3-4)
TRABZON FİZİKİ COĞRAFYASI
MÖ.2000 yılında kurulan Trabzon, Karadeniz’deki en eski şehirlerinden
biridir. Kafkasya, Doğu Anadolu ve İran’dan gelen yolların denize ulaştığı yerde stratejik bir noktadadır. (Toksoy 2014: XI)
Kuzeyinde Karadeniz olan sahil kenti Trabzon’un doğusunda Rize, ba93
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
tısında Giresun, güneyinde Gümüşhane ve Bayburt bulunmaktadır. (Öztürk
2013: 29)
Trabzon ili arazisinin %30’u dağlık, %60’ı eğimli dik yamaçlar ve %10’u
düzlüktür. İl, Doğu Karadeniz engebeliği diye adlandırılan dağlar arasında kalır.
Yükseklik bazı yerlerde 3000m’yi geçer. İlin güneyini kaplayan dağların kuzeye
bakan ve kıyıya doğru yükseltisini kaybeden kesimleri yayladır. Bu yaylalardan
kaynaklanan ırmaklar kıyı şeridi üzerinde ekime elverişli küçük ovalar oluştururlar. Bölgede ormanlar iklimin uygunluğu nedeniyle yayla sınırına kadar
ulaşırlar. (Öztürk 2013: 30)
Kentleşme sürecinde Trabzon’da nüfusun artması ve alanın büyümesine paralel olarak Trabzon kent merkezi, tek merkezli formdan, çok merkezli
forma dönüşmüştür. Bu dönüşümde geleneksel kent merkezinde gelişmeye yeterli alan olmayışı, alt yapı, ulaşım ve otopark yetersizliği gibi faktörler etkili olmuştur. Bu nedenlerle kent merkezinde dışa doğru gelişme süreci
yaşanmıştır. (Sarı 2006: 7)
Kent, tarihi Trabzon kalesinin kuzeydoğu eteğinde kurulmuş zamanla
kale çevresinde ve ana yollar boyunca gelişmiştir. Kent merkezi, doğu-batı yönünde Maraş ve Uzun cadde ile bunları kuzey-güney yönünde kesen Taksim
ve Gazipaşa caddelerinin kesişim yerinde İskenderpaşa, Kemerkaya, Gazipaşa ve Cumhuriyet mahallelerinin birleştiği yerde bulunmaktadır. Ulaşım ağı,
merkez, yerleşim ve sanayi yerleşimine baktığımızda Trabzon kentinin gelişimi
dar bir şeritte sıkışarak yoğunlaşmıştır. Trabzon kenti gelişiminde kentin kuzeyindeki doğal engelin deniz olması ve güneye doğru topografyanın yükselerek
doğal eşik oluşturması nedeniyle sahile paralel geçen devlet kara yolu boyunca lineer gelişme göstermiştir. Gelişmeyi sınırlayıcı diğer etken vadilerdir. Kent
vadiler boyunca balık kılçığı şeklinde bir omurga oluşturarak lineer olarak gelişmektedir (Şekil 5). (Sarı 2006: 8)
Trabzon’un kuruluş devri yerleşmesi Ortahisar mahallesinin tamamını,
Pazarkapı ve Çarşı mahallelerinin bir kısmını kapsar. Roma devri yerleşmesi Çarşı, Kemerkaya ve İskenderpaşa mahallelerini, Bizans devri yerleşmesi
Hızırbey ve Gülbaharhatun mahallesinin bir kısmını, Kommenoslar devri yerleşmesini Yenicuma ve Cumhuriyet mahallelerinin bir kısmını, Osmanlı İmparatorluğu devri yerleşmesi Gülbaharhatun, Erdoğdu, İskenderpaşa, Boztepe,
Ayasofya, Yenicuma mahallelerinin bir kısmını ve Çömlekçi mahallesinin tamamını kapsamaktadır. (Özen 2005: 40)
94
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
TRABZON’DAKİ OTELLERİN GELİŞİMİ
Şehrin ticari önemi nedeniyle hanlar ile başlayan konaklama yapıları
tarihsel süreçte ihtiyaca bağlı olarak değişiklikler göstermiştir. Trabzon ticari
konumuna paralel olarak başta hanlar olmak üzere çeşitli konaklama mekanları bakımından oldukça zengin bir şehir olmuştur. Trabzon’da bulunan hanlar
Osmanlı döneminde inşa edilen şehir içi hanları gibi, Selçuklular ve Osmanlılar zamanında şehirlerarası yollarda bulunan kervansaraylardan ve menzil
hanlarından farklı olarak savunma amacıyla değil ticari hayata yönelik olarak
inşa edilerek dış cephelerinde alt ve üst kat seviyelerinde bol sayıda pencere
açılmıştır. Bu yapılar askeri amaçlardan çok ticari amaç için inşa edildiğinden
han giriş kapıları birden fazladır. Şehre ticaret amacıyla gelen tüccarlar bu yapılarda kalır, hem çeşitli mallarını burada saklar hem de bu malların ticaretini yaparlardı. Trabzon’da hanlar sadece dışarıdan gelen tüccarlar tarafından
değil yerli esnaf ve tüccar tarafından da depo olarak kullanılırdı. Tüccarların
kaldıkları han ve misafirhane gibi ticari yapıların alt katları dükkanlar ile hayvanların bakım ve konaklaması için ahırlar, üst katlarda ise tüccar ve diğer
yolcuların kaldıkları odalar olmak üzere genelde iki katlıdır. Trabzon, geçmişten bugüne önemli bir ticaret ve turizm merkezi olduğundan turistik ve ticari
amaçla bir çok ziyaretçi ağırlamaktadır. (Oda 2008: 30)
1900’lü yılların başında il genelindeki tesisler her hangi bir isim altında olmayıp, özellikle Hıristiyan dinine mensup insanların Sümela ve Ayasofya
gibi kutsal sayılan mekanları gezip görmek için geldikleri ilde bulunan misafirhanelerdir. Özellikle Meryemana Manastırı yolu üzerinde, anayola yakın
köylerde bulunan bu mekanlar, ahşap yapılı ve tek katlıdır. Bugün pek çoğu
yıkılmış olmakla beraber, yine de bazı köylerde bu tip tesislerin korunduğu
gözlenmektedir. (Mor 2006: 119)
Turizm faaliyetine katılan insan sayısının gittikçe artması bu tip yapıların yerine daha fazla kişinin konaklama ihtiyacına cevap verebilecek otel tesisleri inşa edilmiştir. 1950’li yıllardan sonra palas adı altında pek çok konaklama
tesisi inşa edilmiştir. Bu tesislerin neredeyse tamamı, zamanın gereklerine
cevap veremediğinden yıkılmış ve yine aynı isimle aynı alanda inşa edilmişlerdir. Yörede turizm olgusunun daha fazla hissedildiği 1980’li yıllardan sonra
her türlü konforu barındıran lüks oteller hızla yapılmaya başlamıştır. Ülkenin
ekonomik düzeyinin artması ve Trabzon’un Doğu Karadeniz’deki en gelişmiş iş
ve ticaret merkezi durumuna gelmesi beraberinde 5 yıldızlı otellerin inşasını
da getirmiştir. S:120 (Mor 2006: 120)
Trabzon’da hanlardan sonra 1900’lü yıllarda hizmet vermeye başla95
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
yan otellerden en çok bilinen ve en eskileri bugün Belediye İmar Müdürlüğü
olarak kullanılan Selamet Oteli, Kalepark ve limana ayrılan yolun kavşağında
bulunan Şafak Oteli, Meydan Parkı ve Gazipaşa Caddesi başlangıcında bulunan Şems Oteli ve Belediye Karşısında bulunan Cihan Oteli’dir. 1966 yılında
Trabzon’da Turizm Bölge Müdürlüğü açıldıktan sonra merkez olarak bulunan
Meydan çevresinde oteller hizmet vermeye devam etmiştir. Bilinen en eskileri Özgür Otel, Usta Oteli ve Horon Otelleridir. (Oda 2008: 30)
TRABZON’DA BULUNAN TESCİLLİ ESERLERİN DURUMU
Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yer alan Roma, Bizans ve Osmanlı eserleri
yönünden çok zengin Trabzon ilinde merkez ilçede 134 adet olmak üzere (Yakar 2013: 4) il içinde cami, kilise, manastır, sivil mimari örneği, köprü, ağaç,
hamam, kale kalıntısı, han, konak, şelale ve mağaralardan oluşan, ilgili Koruma Kurulları tarafından tescili yapılmış 328 adet eser yer almaktadır. (Kalkınma Bakanlığı 2013: 18)
Kentsel sitler genel anlamda korunuyor görünmelerine karşın tek yapı
ölçeğindeki koruma sonuçları tam tersi yöndedir. S: 65 Trabzon I, II, III Nolu
Kentsel Sit Alanları, %84, %87, %94 oranları ile az korunan kentsel sitler oldukları belirlenmiş. Bu alanlarda sivil mimarlık eserlerinin yanı sıra anıtsal eserlerin de yer alışı ve yapıların tümünde işlev değişikliğinin çok gözlemlenmesi,
korumada başarının az olmasına neden olmaktadır. Tarihi yapıların işlevlerinin
değiştirilerek korunmaya çalışılmaları eğer usta eller tarafından yapılıyorsa
çoğunlukla başarılı sonuçlar vermektedir. Oysa bu bölgelerde yapıların tahrip
edilmesine neden olan işlev değişikliği, yapıyı kullanan mal sahibi tarafından
yapılan; konutları daha fazla kiracının kullanacağı düzende parçalamaları, konutların zemin katlarının ticaret ve üst katlarının depo olarak düzenlenmeleri
ya da anıtsal yapıların ticaret ve depo yapılarına dönüştürülmeleri şeklindedir. Buna ek olarak, kiracıların yaşadıkları yapıları benimsememeleri nedeniyle gerekli bakım-onarımları yapmamaları eskime sürecini hızlandırmaktadır.
(Kahya 2004: 66)
Trabzon’da kültürel mimari miras/tescilli yapılar çoğunlukla tarihi kent
dokusu içerisinde (Ortahisar, Çarşı ve Pazarkapı mahallelerinde) yer almaktadır. Mimari mirasın büyük çoğunluğunu sivil mimari örnekleri içinde konut ve
ticaret yapıları oluşturmaktadır. (Şekil 6) (Özen 2005: 80)
Korunacak yapıların/tescilli yapıların dini yapılar dışında kalanları
önemli derecede işlev değişikliğine uğramışlardır. (Özen 2005: 82)
Trabzon kentinde tescilli kaydı bulunan 469 adet binadan 422’si halen
96
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
mevcuttur. Mahallelere göre dağılım irdelendiğinde, tescilli yapıların sayıca
en çok olduğu mahallelerin Ortahisar mahallesi (100 kayıt, 80 adet mevcut
bina) ve Çarşı mahallesi (71 kayıt, 65 adet mevcut bina) olduğu görülmektedir. Her ne kadar, en fazla tescilli bina kaydı Ortahisar mahallesinde yer alsa
da, bu mahallede 20 adet tarihi yapı, Pazarkapı mahallesinde 8 adet tarihi
yapı şu anda mevcut değildir. Her mahallede var olan ve yıkılan tescilli yapıların sayıca çok olduğu mahalleler aşağıdaki gibidir (Şekil 7-8). (Turan 2009: 93)
Tescilli yapıların çoğunun Osmanlı döneminde yapıldığı görülmektedir (Şekil 9-10).
Kentteki tescilli yapıların çoğunluğu günümüzde konut, ticaret ve dini
tesis amacıyla kullanılmaktadır (Şekil 11). Cumhuriyet, Çarşı ve Kemerkaya
mahallelerindeki tescilli yapıların genellikle ticari yapılardan oluştuğu görülmektedir (Şekil 12). Ortahisar ve Pazarkapı mahalleleri başta olmak üzere
Çömlekçi, Esentepe, Gazipaşa, Gülbaharhatun ve Soğuksu mahallelerindeki
tescilli yapılar ise genellikle sivil mimari örnekleridir. Kentteki endüstri yapıları daha çok Gülbaharhatun, Sanayi ve Zafer mahallelerinde, dini yapılar ise
Ortahisar, Gülbaharhatun, Çarşı, Boztepe ve İskenderpaşa mahallelerinde yer
almaktadırlar (Şekil 13).
Mülkiyet durumlarının kent ölçeğinde dağılımı incelendiğinde, özel
mülkiyete sahip binaların çoğunlukla olduğu, bunu kamu binalarının izlediği
görülmektedir (Şekil 14-15). Özel mülkiyetteki yapılar daha çok Çarşı ve Ortahisar mahallelerinde, kamu mülkiyetindeki yapılar ise daha çok Ortahisar
mahallesinde bulunmaktadır (Şekil 16).
Trabzon kentinin tarihsel gelişimi ve mevcut profil göz önüne
alındığında parçacı yaklaşımın süregeldiği görülmektedir. Kendi aralarında
bir bağ kurulamadığından bir bütün oluşturamamaktadırlar. Yapılar teker teker değil, çevreleriyle birlikte değerlendirilmeli, fiziksel, işlevsel özellikleri ve
geçirdikleri tarihi süreçlerle de bağ kurularak korunabilmelidir. (Turan 2009:
104)
Unesco’nun 1976 tarihli genel kurul toplantısında yeralan “her tarihi
alan ve çevresi, özel karakteri ve dengesi, onu oluşturan parçaların birbirleriyle kaynaşmasına bağlı olan ve yapılar, mekansal organizasyon ve çevresi kadar
insan faaliyetlerini de içeren bir bütün olarak görülmelidir” ifadesi “bütünleşik koruma”yı gündeme getirmektedir. (Ozen 2005: 17)
Çoğunlukla anıtsal özellikler gösteren dönemin üst yapısını ve değerini
temsil eden tekil yapılar korunmaktadır. Buna karşılık kentsel dokunun korunması; o dokuyu oluşturan toplumsal ilişkiler, üretim biçimleri ve gündelik ya97
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
şamın sürekliliğini mümkün kılar. Buna Trabzon Ortahisar (Şekil 17), Akçaabat
Ortamahalle örnek verilebilir. (Özen 2005: 32)
Bütünleşik korumada amaç; kişiye özel koruma yaklaşımından yerel
halkın katılımını da içeren kapsamlı koruma kavramına geçerek sürdürülebilir
gelişme ilkelerine yeni bir yorum getirmek olarak görülebilir. (Ozen 2005: 35)
TRABZON GELENEKSEL KONUT MİMARİSİ
Geleneksel mimarlık; halkın kendi çevresinden sağladığı malzemeyle,
geleneksel teknikleri ve biçimleri kullanarak gerçekleştirdiği bir çeşit anonim
mimarlık olarak tanımlanır. Anonim Mimarlık yaratıcıları bilinmeyen halkın
ortak malı olmuş mimarlık, adsız mimarlıktır. Endüstri öncesi çağa ait yapım
tekniklerini içerir. (Öztürk 2013: 28)
Birçok göç ve yerleşimlere sahne olmuş Trabzon, barındırdığı İslam ve
Hıristiyan toplumların dinsel, törensel ve geleneksel yaşayış farklılıklarından
etkilenmiştir. Bu farklılıkların ev, yapı ve plan tiplerine yansıması doğaldır.
Trabzon, Osmanlı döneminde çeşitli yörelerden gelen göçlere sahne olması
yanında Rize ve Giresun yörelerinde yerleşik eski kültürlerin etkileşimlerine
de uğrayarak bir geçiş niteliği kazanmıştır. Bu yüzden Trabzon-Maçka akasından doğuya ve batıya gidildikçe mimari karakteristiklerde değişimler gözlenir.
Geleneksel yapı malzemelerinden olan ahşap il sınırları içinde her yerde bulunabilmesine karşın doğal taş malzeme her yerde yüzeyleme vermemektedir. Taş malzemenin dolgu elemanı olarak küçük bloklar ve kırma taş halinde
kullanılması daha çok yaygındır. Yapılarda taş türlerinden kolay işlenebilen ve
yörede “ehil taş” denilen kalker esaslı taşlarla andezit ve bazalt gibi daha sert
taşlar kullanılmıştır. Yapı malzemesi olarak kullanılan ağaç çeşitleri arasında
kestane, ardıç, ladin, karaağaç türleri kullanılmaktadır. Son yıllarda azalan
orman varlığı nedeniyle ladin türü dışındakilerin kullanımı oldukça azalmıştır. Kırsal mimaride yaşanmayan ve sahipsiz kalan eski evlerde hasarlar başlamakta, bu evler komşular tarafından genellikle ot deposu olarak kullanılmaktadır. Yeni donatıların sığmadığı mekanlar büyütülürken yöredeki plan
tiplerine uymayan planlar oluşmaktadır. Hasarlı duvarların onarımında özgün
malzemeler yerine tuğla ya da briket kullanılmaktadır. Yeni yapılarda geleneksel malzeme kullanılamamaktadır. Bunda yöre insanının orman varlığından
çeşitli yasalar yüzünden yararlanamaması da etkendir. (Sümerkan 1989: 82)
Doğu Karadeniz Bölgesi’nde görülen ev mimarisi ahşap iskeletlidir.
Doğu Karadeniz’e göç eden topluluklar, kendi sentezini yaratarak yöresel farklılıklar oluşturmuşlardır. Tamamen çivisiz veya az çivi kullanılarak yapılan ah98
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
şap yığma ve dolma binalar sökülerek başka yerde tekrar kurulabilmektedir.
Doğu Karadeniz’de yıkmak yerine sökmek deyimi de geçerli bir ifadedir. Kagir
yapı için kullanılan yapmak ve yıkmak yerine ahşap evler için çatmak ve sökmek deyimleri yerindedir. Konstrüksiyon ister çatma veya karkas, yığma veya
dolma olsun sökülmeye müsaittir. (Öztürk 2013: 31)
Doğu Karadeniz Bölgesinin kendine özgü konut yapısı ve mimari özellikleri mevcuttur. Kıyı bölgesi ve ç bölgelerdeki mimari yapıda farklılıklar görülür. Bu mimari Trabzon ve yakın çevresinde antresiz dışarıdan doğrudan ortak
mekana girilen ve bu alandan da doğrudan yatak odalarına geçilen simetrik
bir tip şeklinde ortaya çıkmıştır. Trabzon ve çevresinde ahşap yapılarla birlikte
taş yapı örnekleri de mevcuttur. Yokuşlar üzerinde oluşturulmuş eski yapılar
geniş merdivenli, bahçeli ve katlı yapılardır. Oda sayıları fazla olan evlerde aile
üyeleri kalabalık yaşamaktadır. Bu evlerde yatak odaları evde yaşayanların sayısına göre belirlenerek geniş tutulmuş. Bölgenin çok yağış alması ve çok rutubetli olması sebebiyle yapılar çabuk yıpranmaktadır. Yapıların koruma maliyetlerinin yüksekliği karşısında bölge halkının ekonomisi zayıf kalmaktadır. Bu
nedenle yapılara yeni bir işlev kazandırılarak korunması önemli bir konudur.
(Ertuğrul 2002: 8)
Sivil mimari eserlerde, çok küçük farklar dışında hemen her bölgede
aşhaneli, hayatlı ve sofalı olarak çeşitlenen benzer planlama tipleri kullanılmıştır. (Kahya 2004: 59)
Doğu Karadeniz Bölgesi kırsal alanının tipik yerleşim şekli birbirinden
oldukça uzak, sahip olunan tarım arazilerinin hemen üst kısmına yapılmış,
arazi üzerine serpiştirilmiş hissi veren dağınık görünümlü evlerdir. İki konut
arasındaki mesafenin yüzlerce metreyi bulabildiği köylerin aksine yaylalarda
bu mesafe daha kısadır. (Yalçınalp 2005: 7)
Doğu Karadeniz kıyı kesimi evlerinin ana mekanı mutfaktır. Ancak mutfak sadece yemek pişirme eylemini değil, yemek yeme, oturma, dinlenme,
yıkanma ve bunun gibi işlevleri de karşılayabilen çok amaçlı bir mekandır. Evin
plan şemasının temel elemanı sayılan mutfak, yörede aşhane olarak da adlandırılır. Bazı örneklerde iç mekanların toplamının yarısı kadar alan kaplayabilir.
Evin en önemli mekanı olan aşhanenin girişi, uzaklardan bile fark edilecek
çözümlerle biçimlenmiştir. Evlerin tümünde iç mekana geçişi kolaylaştırılan
kapının bulunduğu bölümde bir paltform hazırlanarak 50-100cm arasında bir
yükseklikten girilir. Genellikle bu platformun üstü kapalıdır. Giriş terası olarak
tanımlanabilecek bu açık alanın uzunluğu aşhanenin boyu kadardır. Genişliği
ise 1,5-3m kadardır. Bu platformdan eve, evin önündeki setlendirilmiş düzlük99
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
ten bir merdivenle ulaşılır. Platformdan evin alt katına ulaşan bir ikinci merdiven bağlantısı bulunmaktadır. Dışa açılan kapı, iç kapılara oranla daha büyüktür. Gündüzleri açık tutulur. Evin içine köpek, tavuk yada diğer hayvanların
girmesini önlemek üzere yerden 120-150cm yüksekliğinde halk arasında perde olarak adlandırılan ve kapalı tutulan bir kapı daha vardır. Bu kapının uygun
yerine, mandalı dışarıdan gelen kişi tarafından kolayca ulaşabilmesi amacıyla,
dairesel bir boşluk bulunur. Bu çözüm, evin kapalı tutulan kapısının insanlar
için değil, içeri girilmesi istenmeyen hayvanları engellemek amacıyla yapılmıştır. İklim açısından istenen yönler önem sırasına göre doğu, güney ve batıdır.
Kuzey iklimsel etkiler açısından istenmeyen yön olmasına rağmen genellikle
manzaraya açıldığı için evler de çoğunlukla kuzeye dönüktür. Karadeniz
insanı için, evde mutlu yaşamanın ne denli önemli olduğunu vurgulamaktadır.
Zamanımıza ulaşabilenlerin çoğunda ocakların ve sekilerin sökülmüş, ortak
mekan zemininin ahşapla kaplanmış olması, bunların eski kullanımlarıyla ilgili
bilgilerin unutulup kaybolmasına yol açmaktadır. (Kaba 2012: 34)
Kent ve köy evlerinin plan şemalarındaki farklılıklar, tarımsal üretimle
tarım dışı üretimin ortaya koyduğu değişik çözümlerden kaynaklanır. Köy evlerinde toprak zeminli mutfak varken, kent evlerinde odalardan biri mutfak
işlerini üstlenmiştir ya da bahçede ek yapı olarak yer almıştır. Köy evlerinin
alt katı hayvan barınağı olarak kullanılırken kent evlerinde alt kat kışlık oda,
depo ya da mutfak olarak kullanılmaktadır. Kent ve kasabalarda koyların rüzgar ve dalgaları perdelediği bölümlerde yalılar yer almıştır. Yalıların alt katları
kayıkhane ve ağ depoları olarak değerlendirilmiştir. Kent evlerinde gelenek
içindeki evlerin alt katları dükkandır. Ev yaşamının sürdürüldüğü üst katlar,
kent evlerindeki plan şemalarının karakteristik tiplerini oluştururlar. Trabzon’un doğusundaki kent ve kasaba evlerinde kırsal kesim planları olan iç sofa
yada açık sofa-hayat ile yöresel çözümlerin yorumundan oluşan kendine özgü
çözümler vardır. Bu evlerde toprak zeminli aşhane ile iç sofa bir aradadır.
Hayatlı ya da açık sofalı planlar Ardanuç, Artvin ve Trabzon evlerinin bazılarında uygulanmıştır. Eskiden bu tür evlerin daha yoğun olduğu, zamanla açık
sofaların kapatılarak uç sofaya dönüştürüldüğü anlaşılmaktadır. Trabzon’un
batısında ise toprak zeminli aşhane yerine ayrı bir mutfak planda yerini almıştır. Bu mutfak, yalnızca yemek pişirilen ve ev halkının zaman zaman oturma,
yemek yeme eylemlerini karşılayan bir mekandır. Asıl oturma, dinlenme, yemek yeme işlevlerini odalar karşılar. (Kaba 2012: 35)
Cumhuriyet dönemi konutu; küçük ve dikdörtgen tabanlı avlu içinde,
bütün evler az ya da çok yeşillikle çevrilidir. (Ozen 2005: 40)
100
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
TRABZON’UN TURİZM POTANSİYELİ
Eski çağlarından beri birçok önemli kültürlere ev sahipliği yapan kentin
zengin kültür mirası bulunmaktadır. Tarihsel İpek Yolu üzerinde bulunması nedeni ile eski çağlarda da önemli bir transit noktası olan Trabzon her mevsim
yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağıdır. Trabzon, hatta Doğu Karadeniz Bölgesi
turizmde henüz çok bakirdir. Tanıtım broşürlerinde Sümela Manastırı’nı ön
plana çıkaran Kültür ve Turizm Bakanlığı ile düzenledikleri turlar sayesinde
seyahat acentaları kentin yaylalarını ön plana çıkararak bir imaj oluşturmaktadır. Trabzon’un ilk akla gelen özellikleri; başta Sümela Manastırı, Atatürk
Köşkü, Aya Sofya Kilisesi gibi tarihi yapılarıdır. (Yaraşlı 2007: 36, 47)
Karadeniz Bölgesi, ekonomik kalkınma yönünden son yıllarda diğer
bölgelere göre nisbi olarak geri kalmıştır. Bu nedenle sanayi, turizm, ticaret
ve diğer sektörler yeterli ölçüde gelişmemiş ve bölge halkı için istihdam imkanları yaratılamamıştır. Doğu Karadeniz Bölgesinde gelişmişlik düzeyi yüksek
olan Trabzon’da ulaşım kolaylıkları ve ticari gelişmeler doğrultusunda turizm
talebinde de hızlanma görülmüştür. Trabzon ilinde en önemli ekonomik gelişme turizm sektöründe görülmektedir. Bölge konakları ve yayla evleri Trabzon
ilinin konaklama tesisi kapasitesini oluşturmada önemli bir kaynaktır. Potansiyel kaynaklardan biri olarak yayla ve yayla turizmi gündeme gelmektedir.
Yayla açısından zengin potansiyele sahip olan Trabzon’un yayla şenliklerinin
yöresel eğlenceler arasında önemli yeri vardır. Bu şenlikler yerel yönetimler
veya küçük komiteler tarafından düzenlenmektedir. Doğu Karadeniz Bölgesi
dağınık bir jeolojik yapıya sahip olduğundan ulaşım ve yerleşme açısından
zorluklar görülür. (Ertuğrul 2002: 4)
Özellikle Bağımsız Devletler Topluluğundan alışveriş amaçlı gelen
ziyaretçilerin talebi ucuz tesislere yönelik olduğundan bu tesisler bölge
ekonomisinde önemlidir. Bölge halkının işletmeciliğini gerçekleştirdiği küçük
ölçekli tesisler nitelikli ve niteliksiz işgücüne ve kadın işgücüne iş imkanı sağlayacaktır. Yöresel ve otantik özellikler taşıyan eski kent ve köy yerleşimleri ile eski konakların turizm amacıyla kullanılması tarihi ve kültürel mirasın
korunmasında sürdürülebilir turizm için gereklidir. Trabzon’daki konaklama
tesisleri içinde 3 yıldızlı tesislerin sayı olarak daha fazla olduğu görülür. Aynı
zamanda belediye belgeli konaklama tesisleri ve pansiyonlar da önemli oranda yatak kapasitesi yaratmaktadır. Doğu Karadeniz Bölgesinde sadece tek tek
yapıların korunması kültürel dokuyu korumada yeterli olmamaktadır. Korumaya bütünsel yaklaşım, nostaljik ortamlar yaratacak ve turizmin gelişmesine yardımcı olacaktır. Doğu Karadeniz Bölgesinde gelişmişlik düzeyi daha
101
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
yüksek olan Trabzon ilinde son yıllarda artan turizm talebine cevap vermek
üzere beton olarak inşa edilen 4 ve 5 yıldızlı konaklama tesisleri bulunmaktadır. Ayrıca yaylalarda oluşturulan tesisler de bölge karakterini yansıtmalı
ve turistik hizmet sunan yan hizmet birimlerinin kurulması gerekmektedir.
Beton yapılaşma fiziksel bozulma yanında çevre kirliliği yaratmaktadır. Oysa
bölgede fazlasıyla mevcut olan ve aynı zamanda hızla harap durumdan yok
olmaya doğru giden sivil mimari örneklerinin bir bütün olarak korunması ve
fonksiyon kazandırılması ekonomik kazanca da sebep olacaktır. Ancak bölge
halkı tutucu ve geleneksel bir yapı sergilemektedir. Konaklama işletmeciliğine
ahlaki yapılarının uygun olmadığını belirten bölge halkı restoran, kafe gibi diğer yardımcı hizmet birimleri sayesinde sürekli bir iş ve gelir yaratır. Bölgeye
yönelik turizm talebindeki artış yeni üst yapı yatırımlarını da artma yönünde etkilemektedir. Yatırım yapılırken talebin profil özellikleri ve tercihleri ile
bölgenin özellikleri bütün olarak değerlendirilmelidir. (Ertuğrul 2002: 23)
Trabzon turizmde de hak ettiği konumda değildir. Mevcut tesislerin niteliği ve niceliği maalesef aşağıda da görüleceği üzere azdır. (Şekil 18-19-20-21)
Turizm işletmesi ve Belediye belgeli toplam yatak sayısı: 11.161’dir. (Aydın 2014: 37)
Doğu Karadeniz Bölümü’nde 17 yayla, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından, yayla turizm merkezi ilan edilmiştir. Bu yaylaların turizm merkezi kapsamına alınmalarında, doğal güzelliklerine ve pek fazla bozulmamış mimari
örneklerine bağlı olarak, yayla turizmi ve bölgeye yönelik turistik aktivite etkili
olmuştur. (Doğanay 2011: 226) Bunların 7 tanesi Trabzon’da bulunmaktadır.
Yürürlükte olan TM-KTKGB listesinde; Trabzon’da 6 adet yayla turizmine, 1
adet kıyı turizmine ait toplam 7 turizm merkezi bulunmaktadır. Bu merkezler
Akçaabat, Çarşıbaşı, Vakfıkebir, Düzköy, Araklı, Sürmene, Dernekpazarı, Şalpazarı, Maçka, Tonya ilçeleri olmak üzere 17 ilçesinden 10 ilçesinde olmak üzere
ilçelerin büyük bölümünü ilgilendirmektedir. (http://www.ktbyatirimisletmeler.gov.tr/TR,9669/ktkgb-ve-turizm-merkezleri.html)
YAYLACILIK
Kıyı şeridi hariç iç kesimlerde genellikle dağlar, tepeler ve yaylalar yer
almaktadır. Genel itibariyle yayla vasfında olan Trabzon ili, Çoruh Vadisi ile
Melet Çayı arasında sahile paralel uzanan dağlardan teşekkül eden yaklaşık
325 km uzunluğundaki çok arazili platformun kuzey kısmını kaplar. Bu platform güneyde Çoruh-Kelkit vadisi tarafından kesilmiştir. (Yakar 2013: 5) İldeki
en aktif turizm türü yayla turizmidir. (Burnaz 2007: )
102
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Ülkemizde sürdürülen yayla geleneği, Türk Kültürünün önemli bir
parçasıdır. Yaylalar uzun yıllar hayvancılık ve yazlık dinlenme mekanları olarak kullanılmıştır. Doğu Karadeniz Bölgesinin göç veren nüfus yapısı, coğrafyanın belirleyiciliğinde şekillenen dağınık yerleşmelerde nüfus azalmasına
sebep olmuştur. Bu nedenle zaman içinde yaylaya çıkış gerekçelerinde de değişimler yaşanmıştır. Bu değişim sonucunda yaylalar hayvancılık yerine tatil
ve eko turizm mekanları olarak ön plana çıkmıştır. Bunun sonucunda yaylalar, plansız yapılaşma ile karşı karşıya kalarak hızlı bir değişime uğramıştır.
Trabzon ilinde bulunan iki yaylada (Işıklar ve Düzköy) on 30 yıl içerisinde bina
sayısında %60 oranında önemli artış olmuştur. Eski evler geleneksel mimari
anlayışı içerisinde doğa ile uyumlu iken, yeni yapılan evler ise betondur. Diğer
taraftan yaylalarda artış gösteren evlerin bir planlama sonucu olarak yapılmadığı belirlenmiş. Bu sonuç yaylaların çarpık yapılaşma ile karşı karşıya olduğunu göstermektedir. (Şekil 22) (Atasoy 2007: )
Köyler sıklıkla denize inen derelerin oluşturduğu derin vadilerin içerisinde vadi tabanına yakın yerlerde yer alırken, yaylalar yüksek dağların düzlüklerinde, ormanlarla iç içe ya da orman üst sınırının hemen üzerinde konumlanmıştır. (Yalçınalp 2005: 57)
Yayla yaşamı köy yaşamına göre daha rahat ve sakindir. Geleneksel anlamda yaylacılık, temelde çıkılan yaylaların otlaklarından faydalanmayı amaç
edinmiştir. Hayvanlara ot bulmak ve yaylada kalış süresince süt ürünleri elde
ederek çevredeki pazarlara götürüp satmak, bunlarla birlikte yaz mevsiminin
sıcak olan hava koşullarının etkisinden kurtularak daha rahat şartlarda yaşamak yayla yaşamını cazip kılmaktadır. Geleneksel yayla yaşamında temel uğraş hayvanların otlatılması, elde edilen sütten peynir ve tereyağ gibi ürünler
yapılmasıdır. Köydeki yaşamlarında bahçe işleri, çocuklar, yakacak temini gibi
zahmetli işlerle, üstelik çok sarp olan arazi yapısı nedeniyle çok fazla enerji
harcayarak uğraşmak zorunda olan yöre insanı için geniş düzlüklerin bulunduğu havanın son derece temiz ve halk tabiriyle hafif yani kuru olduğu, bir
çoğunda otlaklara kendi başlarına gidip akşam ahırlarına kendi başlarına giren
hayvanların bulunduğu, çocukların geniş düzlüklerde kendi başlarına rahatça
oynadıkları yaylalarda olmak aslında adı tam olarak konulmamış bir tatildir.
(Yalçınalp 2005: 5)
Yaylalar yükseklikleri nedeniyle kışın son derece fazla kar yağışına ve
yaz-kış sert rüzgarlara maruz kalan yerler olduklarından yerleşim için bu tür
iklimsel etkilerin az olduğu korunaklı yerler seçilir. Yaylaların tamamına yakınında kışın kalan olmasa da yayla evlerinin kışın yağan kardan zarar görmesi103
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
ni engellemek için böyle bir önlem gereklidir. Bu bağlamda yerleşilen yamaç
güneye ya da doğuya bakmalı, kaya ya da çığ düşmesi tehditlerinden uzak
olmalıdır. Tarih boyunca medeniyetlerin ortaya çıkmasında büyük öneme sahip olan su, yayla yerleşiminde de belirleyici bir role sahiptir. Yerleşim alanlarının içinde ya da yakının su kaynakları bulunmalı, yerleşime kolay ulaşılabilir
oluşu, yakında bol miktarda ot bulunması da gerekli özelliklerdir. (Yalçınalp
2005: 8)
Yayla hayatı sade, gösterişsiz ve hayvansal ürünler elde etmeye yönelik pragmatik bir hayattır. Yaylanın yakın çevresinde bulunan malzeme yapı
malzemesi olarak seçilir. Planlar genellikle dikdörtgen, çatılar ağaç iskeletli,
genellikle teneke ya da oluklu sacla kaplı, kışın yağan ve biriken karın etkisini
mümkün olduğunca azaltmak ve üzerlerinden atmak için yüksek eğimlidir. Tek
odadan oluşan yayla evlerinin bazılarında sütlük denen bir kilim ya da tahta
ile gelişigüzel nadiren duvarla oda biçiminde ayrılmış süt ve peynir kaplarının
bulunduğu, evin hayvansal ürünlerinin saklandığı bir bölüm vardır. Eğim yeterli kot farkını sağlıyorsa ahır genellikle biraz evin zemini yükseltilerek biraz
da yer düzleminin altına inilerek evin alt kısmına sıkıştırılır. Eğer yerleştirilen
bölge düz ise evin hemen yanında oldukça basit bir ahır yapılır. Bölgenin plan
tipi sahip olduğu tek mekan ile çadır örneğini anımsatan bu yayla evlerinden
farklı olarak Çaykara yaylalarında birkaç odadan oluşan, çatısı kiremit kaplı
yayla evlerine de rastlanır. (Yalçınalp 2005: 10)
Yaylaların yazılı olmayan kurallarına göre bir köyün obası o köyde yaşayan insanlara aittir ve orada yaşamak için dışarıdan insan kabul edilmez. Bir
anlamda “yaylanız varsa vardır, yoksa bundan böyle de olmayacaktır” demek
olduğundan yayla turizmi yaylası olmayan büyük çoğunluğun bu hayatı tanıması ve yaşaması için gerekli ve tek yoldur. (Yalçınalp 2005: 47)
Yayla turizminde çevrenin korunması yanında doğal ev tipinin korunması da önemlidir. Yeni yapılaşmada betonarmenin tipik örnekleri Ege
ve Akdeniz’e görülmektedir. Bu gibi hatalar yaylalarda yapılmamalıdır.
Yaylalarda halk, pansiyonculuk yapmak istemektedir. Yaylalarda en
uygun pansiyonculuk şekli ise yaşanılan evlerin dışında kurulan bağımsız
pansiyonlarda bu işin yapılmasıdır, halkın istediği pansiyonculuk şekli de
budur. Yaylalarda kış sporları yapıldığında halk yayladan inmeyerek kışın
da pansiyonculuğu devam ettirecektir. Uzungöl’de bağımsız olarak kurulan
“bungalow” tipi pansiyonculuğa örnektir. (Özgür 1993: ) 2009’da düzenlenen
Çevre planında Uzungöl’de fonksiyon alanları düzenlenirken, pansiyon alanına da karar verilmiş. (Dönmez 2013: 29)
104
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Uzungöl bir köy, yayla ve eğlence yeridir. Turistik pansiyonları, alabalık
lokantaları, küçük resort tipi otelleri ve doğal manzarası ile gezi ve konaklama
yeridir. Trabzon’a 99km uzaklıkta, deniz seviyesinden 1090m yükseklikte bulunan Uzungöl, dik yamaçları ve orman örtüsü ile yerli ve yabancı turistlerin ilgi
odağı bir turizm beldesidir. Vadinin ortasında bulunan ve yamaçlardan düşen
kayaların Haldizen deresinin önünü kapatmasıyla oluşmuş göl “Uzungöl” olarak bilinir ve çevreye aynı ad verilmiştir. Özellikle yakınındaki “Şerah” köyünün
yöreye uygun tarzda yapılmış eski ahşap evlere sahiptir. (Dönmez 2013: 5)
Farklı ülkelerden gelenler, haftasonu için veya yakın çevreden günübirlik
gelen ziyaretçiler yakın çevrede kalmayı tercih etmektedir. Geleneksel yapılarda; özellikle yazın ayrık odalar turistlerin kalması için verilmeye başlamış.
Bazı ev sahipleri evlerini de kiraya vermeye başlamıştır. Bu eğilim yazın göl
kenarında ev pansiyonculuğunu başlatmış (Şekil 23-24-25-26). Uzun süreli kalanlar için ise evlerin zemin katlarının düzenlenmesi büyük aileler için ortak
bir eğilimdir. (Çiçek 2012: 5)
TURİST PROFİLİ
Tarihi bir alanda ve tarihi bir yapıda yaşayarak öğrenmek çoğu turistin
geleneksel yapıları tercih sebebidir. Geleneksel mimarinin tasarım yaklaşımında sahip olduğu manzara, yeni işlev için olumlu bir niteliktir. Dezavantajları ise alan kısıtları nedeniyle engelliler için problemli mekanlar olabilmesi,
araçla gelenler için park imkanı sunamamak vb. olabilir. (Turhan 2013: 154)
Kırsal alanların doğal yapıları dolayısıyla kentlilerce geliştirilen turizm
ve rekreasyonel amaçlı bir rant talebi kır üzerinde yoğunlaşmaktadır. (Çiftçi
2012: 10)
SORUNLAR
Günümüzde devletin ormana yapılan baskıyı denetimlerle kontrol altına alması, yaylada bulunan yerel halka verilen yakacak ve yapacak odun miktarının zaman zaman bu kişilerde yasal olmayan yollarla satılıp inşaat işinde
kullanılmaması gibi nedenlerle genel olarak yayla evlerinde ağaç kullanımında azalma olmuştur. İçerisinde bulunduğu çevre gereği taş yapıların bulunduğu yaylalarda ise taşın taşınması ve kullanılacak hale getirilmesi bunlara ek
olarak işçiliğinin zor olması bu malzemeyi de kısa zamanda ucuza sağlan bir
ev yapmak isteyen kişilerin gözünde cazip yapı malzemesi olmaktan çıkarmıştır. Yaylalara ulaşım sorununun da yapılan nispeten yüksek nitelikli yollarla
halledilmesiyle kolaylıkla yaylalara taşınabilen ve daha kolay kullanılan tuğla,
105
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
briket ve betonarmeye ciddi bir yönelim olmuştur. (Yalçınalp 2005: 10)
SONUÇ
Halk mimarimiz nerede olursa olsun genellikle güneydoğuya konumlanma, yerleştikleri alanlarda komşunun güneşine ve havasına engel olmamak gibi belli başlı özellikler taşır. Olabildiğince gereksiz malzeme kullanımı
olmayan çözümler ortaya çıkmaktadır (Özen 2005: ). Bu gibi özellikleri ile mimari tasarım sorunları büyük oranda çözülmüş geleneksel bina altyapısından
faydalanılmasını bu yönüyle de cazip kılmaktadır.
Tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan Trabzon
birçok açıdan göz önünde olmuş bir şehirdir. Şehir hayatının M.Ö. III binlere
dayandığı Trabzon’da ticaret de şehir hayatı kadar eskidir. Deniz kıyısında kurulan bir kent olması ve aktif olarak kullanılan limanı sayesinde ticaret hayatı
oldukça gelişmiştir. Kent her dönem aynı olmasa da gerek bölgesel gerek uluslararası ölçekte önemini korumuştur. Şehrin en önemli ticaret merkezlerinde
olan Moloz, Pazarkapı ve civar bölgeler her zaman Trabzon’da ticaret hayatının kalbi olmuştur. Özellikle 1900’lerden sonra şehri terk eden gayrimüslimler den sonra bölge tek milletli hale gelmiş ve İpek Yolu’nun da önemini
kaybetmesiyle bölge şehre ve yakın çevresine hizmet eder hale gelmiştir. İpek
Yolu’nun da önemini kaybetmesiyle bölge şehre ve yakın çevresine hizmet
eder hale gelmiştir (Kara 2013: 60). Alternatif güzergahların güçlenmesi ile
birlikte Trabzon’un ticaret hacmi küçülmüştür. Liman özellikle 2000’li yıllarda
sadece yerel hinterlandına hizmet verir hale gelmiştir (Esmer 2012: ). Bu nedenle geçmişte ticarete bağlı seyahatler azaldığından turizm arzı ticarete yönelik eskisi kadar değildir. Bu da kullanıcı sayısı fazla yüksek kapasiteli otel
yatırımlarını gerektirmemektedir. Yüksek talep olmayacağından çoğunluğu
kent merkezinde bulunan geleneksel sivil mimari ürünü konutlardan faydalanılmasının uygun olacağını göstermektedir.
Tarihi yapıların hangi amaç için kullanılacağı konusunda; konumsal durumun yani yapının bulunduğu çevrenin fiziki ve coğrafi özellikleri ya da o
çevrede yaşayan insanların ihtiyaçları göz ardı edilemez. Konumun fiziki ve
coğrafi özelliklerinin avantajları ve/veya çevresel ilişkiler sonucu oluşan ihtiyaçlar işlev seçiminde önemli bir rol oynar (Turhan 2013: 31).
Ülkemizin diğer kentlerindeki gibi yıpranma, yanlış kullanım, bakımsızlık
gibi nedenlerle yokolma tehlikesi olan sivil mimari örnekleri özellikler geleneksel konut yapıları konaklama işlevine uygunlukları açısından değerlendirilmeleri korunarak kullanımları açısından önem kazanmaktadır. Trabzon için
106
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
bu örneklerin kullanım talebinin yaylalarda yoğunlaştığı görülmektedir. Yayla
evlerinin talebe cevap verebilme kaygısı ile yanlış restorasyon uygulamalarından kaçınılması, özgün olmayan malzeme kullanımından kaçınılması gerekmektedir.
Trabzon’da bulunan tescilli binaların önemli bir bölümü de Trabzon
kent merkezinde kurulmuş ilk mahallelerin sınırları içindedir. Bu binaların
doğru restorasyonlarla kullanımı yıpranmanın yavaşlamasını ve daha uzun
süre ayakta kalmalarını sağlamaya yardımcı olabilir.
Trabzon’da yapılan konaklama binalarının 3-4-5 yıldızlı oteller şeklinde
en eskilerinin 20.yy’da yapılmış, çağdaş malzemelerin kullanıldığı yeni binalar
oldukları görülmektedir. Geleneksel mimarinin sunduğu altyapının kullanılması Trabzon için mümkün görünmektedir. Koruma yöntemlerinin kullanılmasında doğru restorasyon uygulamaları ve işlev verme de önemlidir.
KAYNAKLAR
Atasoy M. (2007) “Yaylalardaki Arazi Kullanım Değişiminin Cbs İle İzlenmesi: Trabzon Örneği”, TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası Ulusal
Coğrafi Bilgi Sistemleri Kongresi 30 Ekim –02 Kasım, KTÜ, Trabzon
Aydın Dursun (2014) “Trabzon Sağlık Turizmi Fırsatları ve Analizi”, Trabzon İl Sağlık Müdürlüğü, s: 35, 36, 37 (35-37)
Burnaz Ersin (2007) Trabzon İlinin Pazarlanabilirliği Üzerine Bir İnceleme, KTÜ İşletme Anabilim Dalı İşletme Programı, (Y. Lisans Tezi), Trabzon
Çiçek Ümit Gökhan (2012) Vernacular Timber Houses of Uzungöl: Examining/Analyzing Them in Their Re-functioning Process, In Partial Fulfillment
of the Requirements for The Degree of Master of Science in Restoration in
Architecture, A Thesis Submitted to The Graduate School of Natural and Applied Sciences of Middle East Technical University, s: 5, 29, 34, 69, 73, 116
Çiftçi Arzu (2012) Kırsal Yerleşim Düzenini Etkileyen Faktörler: Trabzon
İli Örneğ”, KTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Şehir ve Bölge Planlama Anabilim Dalı,
(Y.Lisans Tezi), Trabzon s: 10
Doğanay Serkan (2011) “Doğu Karadeniz’de Yayla Turizmi Merkezlerine
Yeni Bir Örnek: Taşköprü Yaylası”, Doğu Coğrafya Dergisi, cilt: 16, sayı: 26, s:
226 (223-240)
Dönmez Rıfkı (2013) Trabzon İli Uzungöl Doğa Parkı’ndan Rekreasyonel
ve Turizm Amaçlı Yararlanmanın Ekonomik Değerinin Belirlenmesi: Seyahat
Maliyeti Yöntemi Uygulaması, Atatürk Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Ta107
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
rım Ekonomisi Anabilim Dalı, (Y.Lisans Tezi), Erzurum, s: 5, 29
Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi (1997) “Sivil mimarlık”, yem yayınları,
cilt: 3, ISBN: 975-7438-51-0 (Takım), 975-7438-54-5 (3.cilt), s: 1677
Ertuğrul Suna Muğan, DİNÇER İSTANBULLU Füsun, ONGAN Serdar,
GÜNGÖR Arif, KIZILIRMAK İsmail (2002) “Sürdürülebilir Turizm Politikaları
Çerçevesinde Trabzon İlinde Sivil mimari Örneklerinin Turizm Amaçlı Kullanılabilirliğinin İncelenmesi ve Turizm Türlerinin Geliştirilmesi”, Gazi Üniversitesi
Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Dergisi, sayı: 1, s: 8. http://www.ttefdergi.
gazi.edu.tr/makaleler/2002/Sayi1/189-206.pdf
Esmer Tütüncü Gülsüm, ATEŞ Alpaslan, ESMER Soner (2012) “Uluslararası Ticarette Trabzon Limanının Dünü, Bugünü ve Geleceği”, Türk Deniz Ticareti Sempozyumu IV. 16-17 Nisan 2012. KTÜ. Trabzon. http://www.soneresmer.com/downloads/puplications/e1.pdf
Kaba Sümeyye (2012) Tarihi Yapıların Test Yöntemleriyle Dayanıklılık
Testlerinin Yapılması, Karabük Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Mobilya ve
Dekorasyon Eğitimi Anabilim Dalı, (Y.Lisans Tezi), Karabük
Kahya Candaş Nimet, SAĞSÖZ Ayşe (2004) “Kentsel Sitlerde Değişim:
Doğu Karadeniz Bölgesi Kentsel Sitleri”, Planlama, 2004/4, s: 59, 65, 66 (5766). http://www.spo.org.tr/resimler/ekler/1563a78ec593375_ek.pdf
Kara Ali (2013) Kentsel Dönüşümlerde Kentsel Kimliğin Sürdürülebilirliği Trabzon Zağnos Vadisi Kentsel Dönüşüm Projesi Örneği, KTÜ Fen Bilimleri
Enstitüsü Mimarlık Anabilim Dalı, (Y. Lisans Tezi), Trabzon, s: 60
MOR Cemil (2006) Trabzon İlinin Turizm Coğrafyası, Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Orta Öğretim Sosyal Alanlar Eğitimi Anabilim
Dalı Coğrafya Öğretmenliği Bilim Dalı, (Y.Lisans Tezi), İstanbul, s: 119, 120
Oda Emine (2008), Geçmişten Günümüze Oteller: Trabzon Kentindeki
Otel Lobileri Üzerine Bir Araştırma, , KTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü İç Mimarlık
Anabilim Dalı, (Y.Lisans Tezi), s: 30
Özen Sanem Lerzan (2005) Koruma Yaklaşımlarına Yeni Bir Bakış Açısı
Olarak “Bütünleşik Koruma” -Trabzon Örneği, KTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Şehir ve Bölge Planlama Anabilim Dalı, (Y.Lisans Tezi ), Trabzon, s: 12, 17, 32, 33,
35, 40, 56, 80, 82
Özgür Hayati (1993) Trabzon İlinde Turizm Merkezi Olarak İlan Edilen
Yaylaların Yeşil Turizm Açısından İncelenmesi, KTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı Peyzaj Mimarlığı Programı, (Y.Lisans Tezi ), Trabzon
Öztürk Elif (2013) Enerji Etkin Tasarım Yaklaşımlarının Geleneksel Yapılardaki Öğrettikleri: Trabzon Örneği, KTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Mimarlık
108
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Anabilim Dalı, (Y.Lisans Tezi ), Trabzon, s: 28, 29, 30, 31
Sarı Derya (2006) Trabzon Kenti Konut ve Site Alanlarının Floristik Çeşitliliği, KTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı, (Y. Lisans
Tezi ), Trabzon, s: 7, 8
Sümerkan M. Reşat (1989) “Trabzon Kırsal Mimarlığı”, Mimarlık, Mimarlar Odası, sayı: 2, s: 82. http://dergi.mo.org.tr/dergiler/4/564/8530.pdf
TC Kalkınma Bakanlığı Doğu Karadeniz Projesi Bölge Kalkınma İdaresi
Başkanlığı (2013) Trabzon İl Raporu, Mayıs, Giresun, s: 18.
http://dokap.gov.tr/userfiles/file/Raporlar/DOKAP%20%C4%B0l%20
Raporlar%C4%B1/Trabzon%20%C4%B0l%20Raporu.pdf
Toksoy Cemal (2014) Trabzon Bibliyografyası, ISBN: 978-605-4907-113, s: XI
Turan Özen Sanem (2009) Bütünleşik Kentsel Koruma ve Ekonomisi:
Trabzon Kenti Modeli, KTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Mimarlık Anabilim Dalı,
(Doktora Tezi ), Trabzon, s: 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 101, 102, 103, 104
Turhan Süheyla (2013) Yeniden Kullanımda Zamansallık Boyutu: Kalcıoğlu Konağı, Trabzon, KTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Mimarlık Anabilim Dalı,
(Y.Lisans Tezi), Trabzon, s: 31, 154
Yakar Ayhan (2013) Kentsel Gelişme Alanlarında Arazi Kullanımı ve Değişiminin Sürdürülebilir Arazi Yönetimi Açısından İncelenmesi: Trabzon İli Örneği, KTÜ Fen bilimleri Enstitüsü Harita Mühendisliği Anabilim Dalı, (Y.Lisans
Tezi), Trabzon, s: 4, 5
Yalçınalp Emrah (2005) Trabzon’da Bazı Turizm Merkezleri Ölçeğinde
Yayla Turizminin Ekoturizm Kapsamında İncelenmesi, KTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı, (Y. Lisans Tezi ), Trabzon, s: 5, 7, 8, 10, 57
Yaraşlı Göker Yarkın (2007) Destinasyon İmajı ve Trabzon Yöresine Dönük Bir Çalışma, Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı İşletme Yönetimi Programı, (Y. Lisans Tezi), Ankara, s: 36,47
http://www.kulturvarliklari.gov.tr/TR,44798/turkiye-geneli-korunmasi-gerekli-tasinmaz-kultur-varlig-.html
http://www.kulturvarliklari.gov.tr/TR,44799/illere-gore-korunmasi-gerekli-tasinmaz-kultur-varligi-i-.html
http://www.kulturvarliklari.gov.tr/TR,44974/illere-gore-sit-alanlariistatistigi.html
http://www.ktbyatirimisletmeler.gov.tr/TR,9669/ktkgb-ve-turizmmerkezleri.html
109
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
EKLER:
Sivil Mimarlık Örneği
Kalıntılar
Korunmaya Alınan Sokaklar
Dinsel Yapılar
Kültürel Yapılar
İdari Yapılar
Askeri Yapılar
Endüstriyel ve Ticari Yapılar
Mezarlıklar
Şehitlikler
Anıt ve Abideler
TOPLAM
63.923
2190
61
8997
10364
2610
1058
3624
3544
253
329
96.953
Şekil 1. Türkiye genelinde tescil edilmiş taşınmaz kültür varlıkları
dağılımı (2014 yılı Haziran ayı sonu) (http://www.kulturvarliklari.gov.tr/
TR,44798/turkiye-geneli-korunmasi-gerekli-tasinmaz-kultur-varlig-.html)
Sivil Mimarlık Örneği
Kalıntılar
Korunmaya Alınan Sokaklar
Dinsel Yapılar
Kültürel Yapılar
İdari Yapılar
Askeri yapılar
Endüstriyel ve Ticari Yapılar
Mezarlıklar
Şehitlikler
Anıt ve Abideler
TOPLAM
1.050
18
1
244
300
39
15
56
74
2
2
1.801
Şekil 2. Trabzon ili taşınmaz kültür varlıkları (2014 yılı Haziran ayı sonu
) (http://www.kulturvarliklari.gov.tr/TR,44799/illere-gore-korunmasi-gereklitasinmaz-kultur-varligi-i-.html)
110
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Arkeolojik sit alanı
Kentsel sit alanı
Tarihi sit alanı
Diğer sit alanları (üst üste sit alanları)
Kentsel arkeolojik sit alanı
TOPLAM:
12032
265
160
448
32
12937
Şekil 3. Türkiye genelinde tescilli sit alanları (2014 yılı Haziran ayı sonu)
(http://www.kulturvarliklari.gov.tr/TR,44974/illere-gore-sit-alanlari-istatistigi.html)
Arkeolojik sit alanı
Kentsel sit alanı
Tarihi sit alanı
Arkeolojik ve doğal sit alanı
TOPLAM:
4
8
3
3
18
Şekil 4. Trabzon’da bulunan tescilli sit alanları (2014 yılı Haziran ayı
sonu) (http://www.kulturvarliklari.gov.tr/TR,44974/illere-gore-sit-alanlari-istatistigi.html)
Şekil 5. Trabzon kentinin planlı döneme kadar olan gelişimi (Özen 2005: 40)
111
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Şekil 6. Trabzon kenti bütünündeki tescilli yapıların kullanım türlerine göre dağılımı
(2005 yılı) (Özen 2005: 56)
112
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Şekil 7. Trabzon’da tescilli yapıların mahallere göre dağılımı (Turan 2009: 94)
Şekil 8. Tescilli yapıların sayıca çok olduğu mahallere göre dağılımı
(Turan 2009: 95)
113
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Şekil 9. Kent bütününde tescilli yapıların yapım dönemlerine göre dağılımı
(Turan 2009: 96)
Şekil 10. Sayıca çok bulundukları mahallerdeki tescilli yapıların yapım dönem-lerine
göre dağılımı (Turan 2009: 97)
114
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Şekil 11. Kentteki tescilli yapıların günümüzde işlev türlerine göre dağılımı
(Turan 2009: 98)
Şekil 12. Tescilli yapıların sayıca çok olduğu mahallelerde işlev türlerine göre
dağılımı (Turan 2009: 100)
115
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Şekil 13. Trabzon’daki tescilli yapıların işlevlerine göre mahalle bazında dağılımları
(Turan 2009: 99)
Şekil 14. Tescilli yapıların mülkiyet durumuna göre dağılımı (Turan 2009: 102)
116
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Şekil 15. Tescilli yapıların sayıca çok olduğu mahallelerde mülkiyet yapısına göre
dağılımları (Turan 2009: 103)
Şekil 16. Trabzon’daki tescilli yapıların mülkiyet yapısına göre dağılımları
(Turan 2009: 101)
117
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Şekil 17. Trabzon Akçaabat Ortamahalle (Özen 2005: 33)
Sıra
Tesisin Adı
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
Zorlu Grand Otel
Trabzon Novotel
Usta Park Otel
Funda Otel
Saylamlar Otel
Büyük Sümela Otel
Aksular otel
Uzunkum Otel
Seçilya Otel
Demirgrand Otel
Büyük Söğütlü Otel
Karayel Otel
Nazar Otel Trabzon
Zitaş Otel
Mora Hotel
Hotel Kesos Trabzon
Cebeciler Otel
Akçaabat Cosmos Otel
T.S. Gold Otel
Oda
sayısı
Trabzon 157
Yomra
200
Trabzon 120
Trabzon 51
Trabzon 66
Maçka
114
Trabzon 70
Trabzon 34
Akçaabat 67
Trabzon 54
Akçaabat 28
Trabzon 26
Trabzon 41
Maçka
60
Trabzon 43
Maçka
58
Trabzon 24
Akçaabat 25
Trabzon 26
İli/ilçesi
118
Yatak
sayısı
335
400
245
114
138
230
146
68
120
109
51
52
63
120
86
116
48
59
50
sınıfı
5 yıldız
4 yıldız
4 yıldız
4 yıldız
4 yıldız
3 yıldız
3 yıldız
3 yıldız
3 yıldız
3 yıldız
3 yıldız
3 yıldız
3 yıldız
3 yıldız
3 yıldız
3 yıldız
3 yıldız
3 yıldız
3 yıldız
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
Fengo Otel
Abdik Otel
Sağıroğlu Otel
Kalepark Otel
Elegante Otel
Kuleli Otel
Mavi Akdeniz Otel
Kalfa Otel
Büyük Okyanus Otel
Cansızoğlu Anzer Otel
Hıdırnebi Yaylakent Tes.
Trabzon
Of
Trabzon
Trabzon
Trabzon
Trabzon
Trabzon
Trabzon
Trabzon
Of
Akçaabat
TOPLAM:
14
25
20
23
68
27
23
24
10
25
51
3195
28
50
40
44
130
54
42
37
18
50
152
1574
3 yıldız
3 yıldız
2 yıldız
2 yıldız
2 yıldız
2 yıldız
2 yıldız
2 yıldız
2 yıldız
2 yıldız
Dağ evi
Şekil 18. Mevcut tesislerin niteliği ve niceliği (Aydın 2014: 36)
Sıra
No
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
Tesisin Adı
İli/ilçesi
Trabzon Plaza Otel
Hilton Garden Inn Trabzon
Yalıpark Otel
İpek Yolu Park Otel
Kilpa Otel
Zisino Otel
Maraba Otel
Uzungöl Önder Otel
Uzungöl Akpınar Otel
Korlus Otel
Üçkale Otel
Arnos Hotel
Kilitkale Otel
İnanlar Otel
Uzungöl İnan Kardeşler Otel
Trabzon
Akçaabat
Akçaabat
Maçka
Çaykara
Çaykara
Akçaabat
Çaykara
Çaykara
Akçaabat
Trabzon
Akçaabat
Çarşıbaşı
Çaykara
Çaykara
Oda
sayısı
230
172
88
64
48
127
33
72
26
66
11
44
12
22
22
Yatak
sayısı
460
368
182
128
96
254
68
144
75
132
22
88
24
44
44
Sınıfı
5 yıldız
4 yıldız
4 yıldız
4 yıldız
4 yıldız
4 yıldız
3 yıldız
3 yıldız
3 yıldız
3 yıldız
3 yıldız
3 yıldız
3 yıldız
3 yıldız
3 yıldız
Şekil 19. Turizm yatırım belgeli oteller (Aydın 2014: 37)
119
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Tesis sayısı
Yatak sayısı
164
5751
Şekil 20. Belediye belgeli oteller (Aydın 2014: 37)
Tesis sayısı
77
Yatak sayısı
2215
Şekil 21. Uzungöl konaklama tesisleri (Aydın 2014: 37)
Şekil 22: Eski ve yeni yayla evleri (Işıklar yaylası) (Atasoy 2007: )
Şekil 23. Uzungöl’de pansiyon ve diğer işlev alanları (Çiçek 2012: 29)
120
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Şekil 24. Uzungöl (Çiçek 2012: 116, 34)
Şekil 25. Uzungöl’de yerel mimariye ait bir binanın orjinali ve değiştirilmiş şekli
(Çiçek 2012: 69)
Şekil 26. Yerel olmayan malzeme ile ek yapılması (Çiçek 2012: 73)
121
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
MACERA VE SIRADIŞI TURİZM ANLAYIŞINA ÖNERİ BİR ALAN:
DOĞU KARADENİZ BÖLGESİ SOĞANLI DAĞLARI
A Suggestive Area For Adventure And Extreme Tourism Understanding;
Soğanlı Mountain İn Eastern Blacksea
Işık SEZEN*
Sevgi YILMAZ**
ÖZET
Dünyada hızlı bir şekilde gelişen macera ve sıradışı turizmi anlayışına
ülkemizde de gün geçtikçe talep artmaktadır. Son yıllarda insanlar güneş, kum, deniz
tatili anlayışından alternatif turizm faaliyetlerine yönelmektedirler. Risk ve tehlike
içeren ekstrem turizm aktiviteleri heyecan ve macera anlayışında olan, olağanüstü
tecrübe yaşamak isteyen insanların ilgisini çekmektedir. Macera ve sıra dışı turizm
faaliyetleri içinde rafting, yamaç paraşütü, body jamping, jeep-safari gibi tehlikeli
sportif faaliyetlerinin olması yanında riskli ve tehlikeli yerlere yapılan yolculuklar da
yer almaktadır.
Bu çalışmada, ülkemizde Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Bayburt ve Trabzon
il sınırlarında yer alan Soğanlı Dağları, doğal yapısı yönünden incelenerek yamaç
paraşütü, jeep-safari, kaya tırmanışı gibi sıra dışı turizm faaliyetleri yönünden uygun
olmasının yanında çoğunlukla sisle kaplı, heyelan ve sel tehlikesinin olması, dar ve
keskin virajlı yolların varlığıyla heyecan arayan insanlar için oldukça ilgi çekici olacağı
sonucuna varılmış ve önerilere yer verilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Turizm, sıra dışı turizm, Doğu Karadeniz Bölgesi, Soğanlı
Dağları
A suggestive area for adventure and extreme tourism understanding;
Soğanlı mountain in Eastern Blacksea
ABSTRACT
An increasing demand for adventure and extraordinary tourism understanding
in the world has been seen in recent years. Humans direct themselves from sun sea
sand tourism to alternative tourism types. Extreme tourism activities involving risk
and danger can attract attentions of people seeking for excitement and adventure and
* Dr, Atatürk Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü, Erzurum/
TÜRKİYE
** Prof. Dr., Atatürk Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü,
Erzurum/TÜRKİYE
122
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
willing to have extraordinary experiences. Among the adventure and extraordinary
tourism activities, rafting, paragliding, bungee jumping, jeep-safari can be counted
as dangerous sporting activities. Voyages to risky and dangerous places can be in this
category.
In this study, Soğanlı mountains located in the official borders of Bayburt and
Trabzon in the Northern Blacksea region, are evaluated for their natural structures
and their suitability is evaluated for extreme tourism such as paragliding, jeep-safari,
rock climbing. In addition, narrow and sharply bending foggy roads with land sliding
and flooding risks may serve for people seeking for excitements. In this respect,
suggestions were offered.
Keywords: Tourism, extreme tourism, adventure tourism, Eastern Blacksea
Region, Soğanlı mountains
GİRİŞ
İbranicede “tora” (araştırma, öğrenme) kökünden gelen turizm
kelimesi çoğu zaman dinlenme, öğrenme ve insanın kendisini geliştirmesiyle
bağdaştırılmaktadır. Geçtiğimiz yıllarda anlamlı ve eğitsel deneyimlerin
yaşanabileceği gezilere olan talep büyük bir artış gösterdiği için tur
organizatörleri ve seyahat acenteleri, turizm sektöründe farklı kategoriler
(macera turizmi, kültür/din turizmi, spor turizmi vb.) sunmaya başlamıştır.
Artan bu talebin sebebi ise, turizm hareketlerine katılan turistlerin değişen
eğilimleridir. Bu yeni eğilimlere bağlı olarak henüz tanımlanamayan ekoturizmi (alternatif turizmi) doğaya karşı sorumluluk duyulması, yaban hayatı,
habitatlar ve ekosistemlerin korunması, sürdürülebilirliğin sağlanması,
doğal varlıkları ve yörenin kültürel yapısını, insanların yaşam tarzlarını
olumsuz etkilenmemesi, ziyaretçilerin doğa ve doğa koruma konularıyla
bilgilendirilmesi, yöredeki doğa koruma çabalarına katkıda bulunulması
karakterize eden ortak noktalardır (Yıldız ve Kalağan 2008).
Turizm sektörünün ulusal ekonomiye olan önemli katkıları bilinen bir
gerçektir. Bu nedenle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler turizm faaliyetlerine
artan bir şekilde önem vermekle beraber bir takım ciddi problemlerle de
karşı karşıyadır. Bu problemlerin giderilmesinde etkili olan yollardan biri hiç
kuşkusuz turizm faaliyetlerinin çeşitlendirilmesidir. Turizm faaliyetlerinin
çeşitlendirilmesinden kasıt mümkün olan alternatif turizm çeşitlerinin
geliştirilmesidir. Alternatif turizm faaliyetleri;
•Kongre Turizmi
•Golf Turizmi
•Spor Turizmi
123
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
•Macera Turizmi
•Kültür Turizmi
•Ekoturizm
•Termal Turizm
•Gençlik Turizm şeklinde sınıflandırılmaktadır (Öztürk ve Yazıcıoğlu
2002).
Macera turizmi ve doğaya dayalı turizm benzerlikleri paylaşmakla
birlikte turizmin farklı yönleridir. Macera turizmi doğal alanda aktiviteye
odaklanmış turizm anlamına gelmektedir. Fiziksel karmaşa, eğitim ve doğa
ile iletişimi gerektirir ve çoğu eko turizm nitelikleri (örneğin, kuş izleme ve
balık adam dalışı gibi) ile küçük ölçekli, orta ölçekli ve spor odaklı (örneğin,
kano ve rafting) veya kitle turizm yönüne sahip geniş ölçekli turizmi (örneğin,
safari) ifade etmektedir. Keyiflenme, mücadele, heyecan ve fantezi, tatil
seçenekleri için macera turizmini seçenler tarafından araştırılan bazı hususları
temsil etmektedir. Hayal gücü, macera turizmini en hızlı gelişen turizm
sektörlerinden biri yapmaktadır. Macera turizminde profesyonel işletme
yönetimi, maceraları güvenli bir şekilde yapabilmek için gereksinilen kişilerin
beceri düzeyleri, aldıkları riskler ve karşılaştıkları tehlikelerden kaçınma gibi
hususlar katılımcılara farkındalık yaratmaktadır (Şerefoğlu 2009).
Macera turizmi, turizm endüstrisinin hızla gelişen sektörlerinden
biridir. Macera turizmi geleneksel olarak açık hava/macera rekreasyonları
merkezinde ele alınmış ve bu bakış açısıyla tanımlanmıştır. Bu nedenle,
macera turizminin temel elemanları da risk ve spesifik beceriler olarak genel
bir kabul görmüştür (Gülcan, 2004). Macera turizminde amaç risk alma,
kendini keşfetme, kendini aşma, doğa ile ilişki kurma, sosyal ilişki kurmaktır
(Akıncı 2006; Köroğlu vd 2012).
Kültür ve turizm bakanlığı Türkiye Turizm Stratejisi 2023’de, belli
güzergahların doğal ve kültürel dokusunun yenilenerek belli temalara dayalı
olarak turizm amacıyla geliştirilmesi hedeflemektedir. Ülkemizde doğal, tarihi
ve kültürel değerleri nedeniyle turistik anlamda öne çıkarılması gereken
bazı güzergahların sahip oldukları turizm potansiyelleriyle planlı bir şekilde
kullanıma açılması planlanmaktadır. Varış noktası olarak belirlenen 7 koridor
boyunca ulaşım çeşitlendirilmesi ve geliştirilmesi hedeflenmektedir. Bu
koridorlardan biri olan yayla koridoru kapsamında turizmin çeşitlendirilmesi
için kamp, golf, kayak, mağaracılık, yamaç paraşütü, rafting, binicilik, balon,
balık avlama, foto-safari, bungee jumping gibi macera sporlarına yönelik
planlama çalışmaları yapılmaktadır.
Macera turizmi hızla büyüyen bir turizm pazarı bölümdür. Bu Turizm
124
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
pazarı içinde macera turizminin hızla büyüdüğü görülmektedir. Örneğin,
macera seyahat ve ilgili harcama yalnız ABD ekonomisine yıllık 220 milyar
dolar rol oynadığı düşünülmektedir (Cater 2006).
Doğu Karadeniz Bölgesi yaylaları alternatif, yeşil turizm içinde çok
uygundur. Bu bakımdan ormanları, florası ve faunası, krater gölleri, buzulları,
dereleri, kaplıcaları, tarihî, arkeolojik ve kültürel değerleri olağanüstü kırsal
peyzaj görüntüleri ile aktif ve pasif yayla turizmi dağ ve doğa yürüyüşleri,
rafting, kış sporları, çim kayağı, av ve sportif olta balıkçılığı gibi turizm
aktiviteleri ve yayla şenlikleri, boğa güreşi ve karakucak güreşi, el sanatları
gibi yerel kültürel etkinlikleri ve değerleri ile şifalı otları açısından alternatif
turizm bakımından turizm cenneti olmak için gerekli tüm özelliklere sahiptir
(Demirel ve Ejder 1995).
Sezen (2009) de Erzurum-Bayburt-Of Karayolu Güzergahının Manzara
Yolu Olarak Değerlendirilmesine Yönelik Görsel Analiz konulu tez çalışmasında;
güzergahta yer alan Soğanlı Dağı’nın sahip olduğu doğal ve kültürel özellikleri
belirlemiş, çeşitli turizm ve rekreasyon önerilerinde bulunmuştur.
MATERYAL
Çalışma materyali olarak Bayburt ile Trabzon’un Çaykara ilçesi arasında
bağlantı yapan 2300 ile 3050 m arasında değişen rakımı ve farklı bir coğrafi
özellik gösteren Soğanlı Dağları ele alınmıştır.
Bayburt ilinin kuzeyinde yer alan yaylaları ile meşhur olan, üzerinde
krater gölleri bulunan Soğanlı Dağları Karadeniz’in nemli havasını ve yağmuru
Bayburt Ovası’na taşıyacak olan yağmur bulutlarının inmesine bir set
oluşturur (Anonim 2010 a). Soğanlı Dağları sarp geçit vermeyen, üzerinde
vadiden 800-900 m ovayı sarkarak akarsuları besleyen kalıcı buzullara sahiptir.
Soğanlı Dağları Eylül ayının sonunda karla kaplanır ve Haziran’da ulaşıma açılır
(Anonim 2010b). Doğu Karadeniz Dağları üzerinde yer alan ve Trabzon-Rize
dağlarının uzantısı olan Soğanlı Dağları yağmurun, bulutun, sisin, güneşin
tepeyi aşıp, güneşin de süzülüp ovaya inmesine izin vermez.
Soğanlı dağlarının güney kesiminde ısının çok düşük olması nedeniyle
dağınık halde ağaç ve ağaççıklar bulunmaktadır. Daha çok meşe ve sarıçama,
yüksek kesimlerde mera alanlarına rastlanmaktadır (Anonim 2010c).
Soğanlı Dağları doğal özellikleri açısından ele alındığında; aşıntı tepelikdalgalı arazi, kıvrım dağları, iç ve yüksek ovalar şeklinde jeomorfolojik yapıya,
kestane rengi-kırmızımsı kahverengi, kahverengi-kırmızımsı kahverengi,
kireçli-kireçsiz kahverengi orman toprakları, podzolik topraklardan oluşan
125
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
toprak yapısına (Dizdar 2003), yıllık %65-70 yıllık ortalama neme, 14-26 m/
sn maksimum rüzgar hızına, 5-90C yıllık ortalama sıcaklığa, 400-1250 mm
yıllık ortalama yağışa sahiptir. Soğanlı Dağı doğal bitki örtüsü genel olarak
değerlendirildiğinde Soğanlı Dağı’nın Bayburt cephesinde otlak-çayır alanlar
ve yüksek dağ çayırları, Trabzon cephesinde ise ormanlık alanlar yer almaktadır.
Araştırma alanı olan Soğanlı Dağı’nın konumu Şekil 1’de verilmiştir.
Şekil 1. Araştırma alanı (Sezen ve Yılmaz 2011)
YÖNTEM
Çalışmada, yöntem olarak etüt, veri toplama, analiz ve sentez
kullanılmıştır. Çalışmanın 1. aşamasını oluşturan etütte, Soğanlı Dağları’na
2006-2007 yıllarının Nisan-Kasım döneminde inceleme yapmak amacıyla
gidilmiştir. Alanda fotoğraf çekimleri yapılmış, alanın başta bitki örtüsü olmak
üzere tüm doğal özellikleri belirlenmeye çalışılmıştır. Soğanlı Dağları’nda
bulunan yayla ve köy yerleşimlerinde yaşayan insanlarla birebir görüşmeler
yapılmıştır.
Çalışmanın ikinci aşamasında Soğanlı Dağları ile ilgili daha önce
yapılan çalışmalar incelenmiştir. Bu çalışmalara ulaşılarak çalışma alanı
hakkında bilgi elde edilmiştir. Ayrıca Bayburt ve Trabzon’daki resmi ve özel
126
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
kuruluşlardan da Soğanlı Dağları’nın doğal yapısı ile ilgili bilgiler toplanmıştır.
Çalışmanın 3. aşaması olan analizde de toplanan bu veriler değerlendirmeye
tabii tutulmuştur. 4. aşaması olan sentezde ise, elde edilen tüm bilgiler
doğrultusunda Soğanlı Dağları’nın macera turizm potansiyelini oluşturabilecek
doğal özellikleri incelenmiş ve hangi aktivitelerin olabileceği saptanmaya
çalışılmış ve önerilerde bulunulmuştur.
BULGULAR
Araştırma alanında yapılan tüm araştırma ve incelemeler, Soğanlı
Dağı’nın sahip olduğu başta bitki örtüsü, iklim özellikleri, topoğrafik ve
jeolojik yapısı olmak üzere tüm doğal özelliklerinin macera turizmine oldukça
uygun bir potansiyel olduğunu göstermiştir. Araştırma alanında, doğal alanda
aktiviteye odaklanmış turizm anlamına macera turizmi aktivitelerinden
dağcılık, kamp ve karavan turizmi, atlı doğa yürüyüşü, trekking, jeep safari,
çim kayağı, kış sporları, foto-safari, vahşi doğa gezileri, bungee jumping, kuş
ve kelebek gözlemciliği önerilmektedir.
Dağcılık
Dağcılık, yaz ve kış olmak üzere kar, buz ve kaya tırmanışlarında belli
bir bilgi birikimine sahip, fiziksel ve ruhsal bir hazırlık devresi geçirmiş, belli
bir malzeme birikimi olan bir ekibin, belirlemiş olduğu bir rotada yapmış
olduğu tırmanıştır. Günümüzde en çok rağbet gören doğa sporlarından biri
olan dağcılık, günlük hayatın monotonluğu ile yitirilen heyecanı ve özgürlüğü
doğada bulmak için bir fırsat yaratmaktadır. Dağlara, doğada yaşama ilgi
duyanlar için değişik bir yaşamın tadını öğrenme imkanı veren bu spor,
insanın doğa ile ilişki kurarak fiziksel ve ruhsal dinginlik sağlamasında da
etkili olmaktadır. Çoğu kişi tarafından tehlikeli olarak görülen dağcılık, özünde
riskli bir spor olmakla birlikte gereken eğitimden geçildiği ve uyarılar dikkate
alındığı takdirde tehlikeyi kontrol altında tutmak ve riski azaltmak mümkün
olabilmektedir (Koç 2006).
Dağcılık, macera turizminin bir çeşididir ve son yıllarda macera
turizmine ilgi artmaktadır. Dağcılık, dağlık alanlara yürüyüş, buz ve kaya
tırmanışını içeren bir doğa tabanlı turizm türüdür. Yüksek düzeyde risk içerdiği
için riskli rekreasyonel aktivitelerden biri olarak sınıflandırılmıştır. Dağcılık
turizmi ile ilgilenenler; macera turisti kategorilerindeki gibi, vahşi doğada
aktivite deneyimi fırsatları, eşsiz doğa formları ve görsel güzellik sunan yerleri
ziyaret etmekten zevk almaktadırlar (Pomfret 2010; Çetinkaya 2014). Dağlar
turizm destinasyonları olarak çekicidir. Dağcılık fiziksel aktivite, meydan ve
127
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
risk alma esas köklü bir macera sporudur (Beedie ve Hudson 2003).
Soğanlı Dağları yer yer 3000 m’yi aşmakta ve özellikle dağın Trabzon
cephesi, sahip olduğu dik ve yüksek kayalık alanları ile dağcılığın bir dalı olan
kaya tırmanışı için oldukça uygundur (Şekil 2).
Şekil 2. Soğanlı Dağı’nda dağcılık için uygun alanlar (Sezen 2009)
Yamaç Paraşütü
Yamaç paraşütü, birkaç yenilikçi havacı tarafından 1980’li yılların
başlarında serbest paraşütlerle yamaçlardan koşarak kalkmaları ile
başlamıştır. Zamanla paraşütlerin aerodinamik yapılarının gelişmesiyle
birlikte performansları da artmıştır ve serbest paraşütlerden ayrılarak,
planör, yelken kanat gibi amacı uçuş olan bir alet haline gelmiştir. Günümüzde
pilotların da tecrübesine bağlı olarak, yamaç paraşütü ile küçük tepelerden
kalkılıp, yüzlerce metre yukarılara çıkabilmekte ve saatlerce havada kalıp
kilometrelerce uzaklara uçabilmektedir. Türkiye’de yamaç paraşütçülüğü hızla
gelişmektedir ve ülkemiz uçuşu çok elverişli noktalara sahiptir. Hemen her
şehrimiz civarında uçuşa uygun bölgeler bulunmaktadır (Anonim 2010d).
Dağ ve yayla turizmi ile son yıllarda adını sıkça gündemde tutan Doğu
Karadeniz`de yamaç paraşütüne ilgi giderek artmaktadır. Trabzon Havacılık
Kulübü yamaç paraşütü sporunun havacılık alanında yapılabilirliği en kolay ve
128
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
ucuz etkinlikler arasında olduğunu ifade etmiştir. Trabzon’da yamaç paraşütü
yapılabilecek uçuş tepeleri bulunduğunu da ifade ederek, Akyazı, Akçakale,
Yoroz, Düzköy Haçka Eğitim Merkezi, Uzungöl ve Tonya uçuş tepelerinin
bu sporun yapılabileceği en uygun alanlar arasında yer aldığını belirtmiştir
(Anonim 2010e).
Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Trabzon-Bayburt il sınırlarında yer alan
Soğanlı Dağları da 3000 m’ye varan ve yer yer 3000 m’yi geçen tepeler
Trabzon Havacılık Kulübü belirttiği Trabzon il sınırı içinde yer alan diğer uçuş
tepeleri ile aynı coğrafi sınırlar içinde yer alması ve benzer topoğrafik özellikler
göstermesiyle yamaç paraşütüne uygun alan olarak önerilebilir (Şekil 3).
Şekil 3. Soğanlı Dağı’nın yamaç paraşütüne uygun topoğrafyası (Sezen 2009).
Jeep-safari
Her mevsimde, her türlü hava koşullarında yapılması mümkün olan Jeep
safari, hem maceranın tadına varmaya, hem de doğayla ve doğa koşullarıyla
mücadele etme hazzını yaşamaya imkan veren bir turizm aktivitesidir.
Soğanlı Dağları’nın Trabzon cephesinin Soğanlı Dağı Geçiti’nden
Karaçam Köyü’ne kadar olan bölümünde dar, dik ve keskin virajlı yollar jeepsafari için oldukça uygundur. Ayrıca, ladin, göknar, kayın, gürgen, karaçam
ormanları ve sarı ve mor çiçekli orman gülleri, yaban mersinleriyle bezenmiş
129
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
bir doğa harikası içinden geçen virajlı yollar daha zevkli bir jeep-safari
yolculuğuna imkan verebilir (Şekil 4).
Şekil 4. Soğanlı Dağı’nda Jeep-safari’ye uygun virajlı yollar (Sezen 2009).
Trekking
Türkçede Dağ veya doğa yürüyüşü olarak kullanılmasına karşılık
dağ ve doğa yürüyüşünün tam karşılığı “hiking”’dir. Hiking yaylalarda
da yapılmaktadır. Günübirlik orman ve patikalarda yapılan yürüyüşlere
“dayhiking”, konaklamalı, dağcılık maksatlı yapılanlara “backpacking” adı
verilmektedir. Hiking aktivitesi kamplı olarak yapılıyorsa “trekking” olur.
Trekking, doğada yapılan yürüyüşlere genel olarak verilen
isimdir. İngilizce kökenlidir. Esası motorsuz araçlarla ve yük hayvanları ile
yapılan iz sürme, patika takibi, dağ ve doğa geçişleri ve yürüyüşleridir.
Trekking bir eğlence turu değildir. Belirli zorluklar içerir, konforlu değildir,
daha çok spora dayalıdır. Bu sebeple trekkingi turizm turları ile karıştırmamak
gerekir. Tur daha geniş kapsamlı bir faaliyettir. Tarihine de bakıldığında 19. y.y’
da beliren naturalist akımla birlikte insanlar özellikle keşfetmek ve öğrenmek
için doğaya gitmeye başlamış, bununla da beraber trekking grupları, hatta
130
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
kulüpler oluşmuştur. Trekking ormanlık alanlarda, çölde, dağlık alanlarda, geniş yayla
ve ovalarda, kanyon ve dere yataklarında, kış aylarında kar yürüyüşleri
şeklinde yapılmaktadır. Bilinen bir güzergahta rotalı yürüyüşler gibi, özellikle
dağlık ve ormanlık alanlarda macera ve keşif amaçlı rotasız yürüyüşler de
yapılabilmektedir (Şahin 2006).
Soğanlı Dağı da sahip olduğu konforlu olmayan patika yolları,
kanyonları, dere yatakları, bitki örtüsü, ormanlık alanlarıyla trekking için son
derece uygun bir alandır (Şekil 5).
Şekil 5. Soğanlı Dağı’nın trekking için uygunluğu (Sezen 2009).
Tehlikeli ve riskli alanlara yapılan seyahatler
Savaş ve terör tehlikesi olan bölgelere, trafik açısından riskli, heyelan,
çığ, gibi doğal afetlerin olduğu alanlara yapılan geziler macera veya sıra dışı
turizm aktiviteleri içine girmektedir. Çalışma alanı olarak seçilen Soğanlı
Dağı’nın Trabzon cephesi, kar yağışının olduğu dönemlerde trafiğe kapanması,
heyelan ve çığ ve sel tehlikesinin olması, sisle kaplı olduğu dönemlerde alana
131
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
gidenlerin siste kaybolma ihtimali ile karşı karşıya gelmeleri, çok dik, dar,
virajlı yolların ve yolun bir tarafının tamamen uçurumlu olması tehlikeli ve
riskli alan olduğunu göstermektedir (Şekil 6). Bu alan macera severler ve sıra
dışı turizm anlayışını benimseyen kişiler seyahat amacı ile gelebilirler.
Şekil 6. Soğanlı Dağı tehlikeli ve riskli alanlara seyahat için uygunluğu (Sezen 2009).
Foto-safari
Vahşi yaşam alanlarına fotoğraf veya avlanma için düzenlenen gezilere
safari adı verilmektedir (Anonim 2010f) Daha net bir ifadeyle seyahat
anlamına gelen safari fotoğraf çekmek amacı ile gerçekleştiriliyorsa fotosafari olarak tanımlanmaktadır.
Foto-safari yapılabilecek alanda güzel doğa manzarasına sahip olma,
flora ve fauna yönünden zenginlik, ilginç topoğrafik yapı, iklimsel değişimleri
izleyebilme gibi özelliklerin olması gerekmektedir. Soğanlı Dağları sahip
olduğu bitki örtüsü, bitkilerin sonbahar renk değişimi, ilginç topoğrafik yapısı,
farklı iklimsel özellikleri (çoğu zaman sisle kaplı olması), gökyüzüne çok yakın
olma hissini insanlara yaşatması ile güzel fotoğraf kareleri oluşturabilecek
niteliktedir (Şekil 7).
132
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Şekil 7. Soğanlı Dağı’nın foto-safariye uygunluğu (Sezen, 2009).
Rafting
Genel olarak yer altı raftingi ve yüzey raftingi olarak ikiye ayrılabilecek
olan bu macera rekreasyonu düzensiz akışa sahip su akıntıları üzerinde raft adı
verilen botla akıntı yönünde hareket edilerek yapılan rekreasyonel faaliyettir
(Gülcan 2004). Raftingde asıl olan içinde bulunulan raftı devirmeden, kürekle
yönlendirerek kayalar ve engeller arasından geçirmektir. Rafting, 6 ile 8 kişilik
takımlar halinde yapılmaktadır. Başarılı olabilmek tek vücut gibi hareket eden
bir takım olabilmekten geçmektedir (Şekil 8). Bu sporda akarsular zorluk
derecesine göre altı dereceye ayrılmaktadır. 6. derece en zor parkurları, 1.
derece ise en kolay parkurları belirtmektedir.
Macera ve yüksek düzeyde adrenalin severler için bir tutkuya
dönüsebilen Rafting sporu ülkemizin turizmdeki en önemli kozlarından
birisidir. Rafting’in Türk turizmi için önemi büyüktür. Öncelikle, kitle turizmi
maksadıyla ülkemize gelen ziyaretçiler farklı heyecanlar yasayabilmekte
ve Türkiye destinasyonu bir yandan renklenirken, diğer yandan katma
değeri yükselmektedir. Rafting sporunun cazibesi paket turlarla Türkiye’ye
gelen turistlerin bir kısmını tesis dışına çıkmaya ikna etmektedir. Ülkenin
sahil dışındaki daha derin kısımlarının turistlerce keşfedilmesine yardımcı
133
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
olmaktadır. Bu spor dalında popüler olmuş akarsularımızın kıyılarındaki pek
çok köy ve ilçe bu spordan gelir elde etmekte ve turizm denen olguyla bu
spor sayesinde tanışmaktadır. Ayrıca, Çoruh gibi özel nehirlerimiz de bu
sporu icra eden daha maceracı ve ilgili kesimden oluşan bir niş pazarın rafting
önceliğiyle Türkiye’ye gelmesini sağlamakta ve Türkiye’nin o pazara açılan
kapısı olmaktadır (Yücel, 2006).
Şekil 8. Rafting (Kaynak: Haktan Irmak)
Soğanlı Dağı’nın Trabzon cephesi üzerinde yer alan Çaykara ilçesinin
Köknar köyü ve Uzungöl bucağının kesişim noktasında bulunan Haldizen Deresi
ilkbaharda yoğun yağışların etkisiyle çok coşkulu bir biçimde akmaktadır. Bu
dere rafting sporu için önerilebilecek niteliktedir (Şekil 9).
134
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Şekil 9. Haldizen Deresi’nin çoşkun akışıyla rafting için uygunluğu (Sezen, 2009).
Bungee jumping
Bungee jumping, bireylerin yüksek bir yerden (örneğin bir köprü)
aşağıya atladıkları ve esnek bir halatla yukarı çekildikleri, heyecan verici bir
etkinliktir. Çoğunluğun adrenalin hücumunun doruğu olarak tanımladığı
bu etkinlik, neredeyse sadece eğlence için yapılır; nadiren bir müsabaka
sporudur. Bungee Jumping’ in kökeni Doğu Avusturalya’nın açıklarında Pasifik
Okyanusunda “New Hembridis” adalar grubundaki Vanatu adası yerlilerinin
“Gkol” adını verdikleri erkekliğe geçiş törenlerinde bambudan yaptıkları
kulelerden sarmaşıktan yaptıkları iplere bağlanarak atlamasına dayanır.
Avrupa’da 1970’lerde Oxford Üniversitesi öğrencilerince bagaj gerdirme
lastikleriyle ilk bungee atlayışlarının temeli atılmıştır. 1980’lerde artan talep
karşısında teknolojinin tüm imkanlarından faydalanarak önemli ve güvenli
bir sektör haline gelmiş, günümüzde ise tüm dünyada yüzbinlerce kişiye
ulaşan, uluslararası alanda yarışmaları düzenlenen bir spor dalı olarak kabul
görmüştür (Anonim 2014).
Soğanlı Dağı’nda Bungee jumping için uygun yüksek tepeler
bulunmaktadır (Şekil 10).
135
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Şekil 10. Soğanlı Dağı’nın Bungee jumping için uygunluğu (Sezen 2009).
Atlı Doğa Yürüyüşü
Soğanlı Dağı’nın hem Bayburt hem de Trabzon cephesi atlı doğa
yürüyüşüne imkan verecek doğal özelliklere sahiptir. Araştırma alanındaki
doğal bitki örtüsü, ormanlık alanlar ve heybetli kayalar arasından geçen kavisli
yollar, aynı anda iki farklı iklim özelliğini yaşama şansının olması zevkli bir atlı
doğa yürüyüşüne olanak verebilir (Şekil 11).
Şekil 11. Soğanlı Dağı’nda altlı doğa yürüyüşüne uygun patika yollar (Sezen 2009).
136
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Dağ Bisikleti
Soğanlı Dağı’nın hem Bayburt hem de Trabzon cephesi atlı doğa
yürüyüşüne olduğu gibi dağ bisikletine de imkan verebilecek niteliktedir.
Macera tutkunu olan, doğayla baş başa kalmak isteyen ve doğayı seven
insanlar için dağ bisikleti yapmak için önerilebilecek bir alandır.
Soğanlı Dağı’nda zevkli bir dağ bisikleti turuna imkan tanıyacak çok
sayıda virajlı, dik, keskini dar yollar bulunmaktadır (Şekil 12).
Şekil 12. Soğanlı Dağı yollarının dağ bisikleti için uygunluğu (Sezen 2009).
Skydiving ( Serbest paraşütçülük, gökyüzü dalıcılığı )
Skydiving kendini boşluğa bırakarak paraşütü açana kadar belli bir süre
havada yüzmek, serbest düşüş yapmak ve düşüş sırasında çeşitli senkronize
hareketler yapmak yada belirli bir noktaya inmek anlamına gelen bir macera
sporudur.
137
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Araştırma alanı olan Soğanlı Dağları’da yer yer 3000 m rakıma
ulaşmasıyla belirli noktalarında skydiving (serbest paraşütçülük, gökyüzü
dalıcılığı)’e uygun bir potansiyeldedir (Şekil 13).
Şekil 13. Skydiving için Soğanlı Dağı (Sezen 2009).
Flora Turizmi
Doğayı ve bitkileri tanımak amacı ile günü birlik geziler, doğa yürüyüşleri
yoluyla yapılan “Flora turizmi” için de Soğanlı Dağları, zengin bitki örtüsü ile
flora turizmi aktivitelerinin gerçekleşebileceği bir mekandır. Soğanlı Dağı’nda
yapılan incelemelere göre; 2037 m’de sarı ve mor çiçekli orman gülleri
bulunmaktadır. Soğanlı Dağı’nı inerken (1650 m) Picea orientalis L. (Ladin),
Fagus orientalis Lipsky. (kayın), Rubus sp. (böğürtlen), Lonicera sp. (hanımeli),
Corylus sp. (yabani fındık) bitkilerine rastlanmaktadır. 1500 m civarlarında
Ulmus glabra Huds (karaağaç), Fagus orientalis Lipsky (kayın)’lar bulunmakta,
1200’lü rakımlarda Pinus nigra ssp. nigra (karaçam), Quercus, Corylus sp.
138
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
(yabani fındık), Carpinus betulus L. (gürgen) ağaçları, 1000’li rakımlarda Pinus
nigra ssp. nigra, Picea orientalis, Quercus, Rosa canina (kuşburnu), Abies
nordmanniana ssp. nordmanniana (göknar), 950 rakımdan sonra Castanea
sativa (kestane), 770 m rakımda Fagus orientalis, 440 m rakımdan sonra
Picea orientalis L. yer almaktadır. Çaykara-Dernekpazarı arasında Geranium
cicutarium L. (Itır), Ranunculus polyanthemos (Düğün Çiçeği), Dernekpazarı-Of
arasında Tripleurospermum oreades (Boiss.) Rech. fil. var. oreades (papatya)
bitkisine rastlanmıştır (Sezen 2009).
Soğanlı Dağları’nın Trabzon cephesinde, Vaccinum mirtullus L. (Yaban
Mersini), Vaccinum arctostophyles L. (Trabzon çayı), Rhododendron ponticum
L. (Mor çiçekli orman gülü), Rhododendron flavum L. (Sarı çiçekli orman gülü),
Juniperus communis L. (Bodur ardıç), Sorbus aucuparia L. (Kuş üvezi), Rubus
sp. (Böğürtlen), Polypodium (Eğrelti), Galanthus nivalis L. (Kardelen) bitkisi
bulunmaktadır (Ayan 2008).
Soğanlı Dağı’nın Karadeniz cephesinde Anemone narcissiflora L. (Dağ
horozcuğu), Leontodon tuberosus L. (Yumrulu aslandişi), Rhododendron sp.
(Orman gülü), Vaccinium mirtillus L. (Yaban mersini), Campanula sp. (Çan
çiçeği), Campanula rapunculoides L. subsp. Cardifolia (Çan çiçeği), Rosa sp.
(Kuşburnu), Sedum sp. (Damkoruğu) bulunmaktadır (Sezen 2010).
Soğanlı Dağı’nda bazı dağ çayırlarına da rastlanmaktadır. Bu dağ
Çayırlarının başlıcaları; Festuca violacea (yumakotu), Cerastium lazicum
Boiss. O. Species (boynuzotu), Daphne glomerata Lam. (defne), Veronica
gentianoides Vahl., (yavşanotu), Anthemis marchaliana subsp. pencinata
(papatya), Androsace villosa Androsas., Scorzonera seidlitzii L. (yemlik),
Potentilla oweriniana Rupr. ex Boiss. (beşparmakotu), Aster alpinus Linnaeus
(saraypatı)’dır. (Atalay ve Mortan 2006).
Soğanlı Dağı’nın Bayburt cephesi’nde Prunus sp., Anemone narcissiflora
(Dağ horozcuğu), Leontodon tuberosus L. (Yumrulu aslandişi), Soğanlı Dağı
Geçidi-Of arasında Rhododendron sp. (Orman gülü), Brassica oleracea var.
Acephala L. (Kara lahana), Vaccinium mirtillus L. (Yaban mersini), Campanula
sp. (Çan çiçeği), Campanula rapunculoides L. (Çan çiçeği), Juniperus communis
L. (Bodur ardıç), Rosa sp. (Kuşburnu), Alyssum sp. (Civanperçemi), Ranunculus
polyanthemos L. (Düğün çiçeği), Geranium cicutarium L. (Itır) bitkilerine
rastlanmıştır (Sezen 2010).
Araştırma sahasında daha önce yapılan çalışmalardan da anlaşıldığı
gibi Soğanlı Dağları zengin bir bitki örtüsüne sahiptir. Tespit edilenler mevcut
bitki örtüsünün sadece bir kısmıdır. Flora turizmi kapsamında Soğanlı Dağları
daha fazla incelenmesi gereken bir alandır (Şekil 14, 15, 16).
139
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Şekil 14. Campanula rapunculoides L. (Çan çiçeği) (Solda), Ranunculus
polyanthemos L. (Düğün Çiçeği), (Sezen, 2009)
Şekil 15. Vaccinium mirtillus L. (Yaban Mersini), Rosa sp. (Kuşburnu),
(Sezen 2009).
Şekil 16. Rhododendron sp. (Orman gülü), Leontodon tuberosus L.
(Yumrulu aslandişi), (Sezen 2009).
140
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
TARTIŞMA VE SONUÇ
Son yıllarda turizm anlayışındaki değişimler, turizm faaliyetlerinde de
farklılaşmasına neden olmuştur. Artık belli bir kitlenin deniz, kum, güneş
üçlüsünden oluşan klasik turizm türü fazla ilgisini çekmemektedir. Farklı
duyguları, düşünceleri, korkuları, heyecanları yaşamak da bir turizm türü
olarak benimsenmeye başlamıştır.
Başta Yeni Zellanda (Bentley vd 2001, Bentley vd 2007; Bentley ve Page
2008; olmak üzere Avusturalya (Hardiman ve Burgin, 2011), Brezilya (Filho
vd 2010), İskoçya (Page vd 2005) gibi ülkelerde macera turizmi aktivitelerine
önem verilmekte ve çalışmalar yapılmaktadır. Ancak Türkiye’de macera turizmi
faaliyetlerinin gerçekleştirilebilmesi için doğal faktörler bakımından uygun
olan birçok alan olmasına rağmen macera turizmi kavramı tam anlamıyla
yerleşmemiştir.
Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Bayburt ve Trabzon il sınırlarında yer alan
Soğanlı Dağları, iklimsel, topoğrafik, jeolojik, jeomorfolojik, bitki örtüsü
açısından incelendiğinde sıra dışı ve macera turizmi için çok uygun bir alandır.
Araştırma alanı, macera ve sıra dışı turizm faaliyetleri içinde rafting,
yamaç paraşütü, body jamping, jeep-safari, kaya tırmanışı gibi tehlikeli sportif
faaliyetlerinin gerçekleştirilebilmesi için uygun olmasının yanında çoğunlukla
sisle kaplı, heyelan ve sel tehlikesinin olması, dar ve keskin virajlı yolların
varlığıyla heyecan arayan insanlar için oldukça ilgi çekicidir. Nitekim Sezen ve
Yılmaz (2011) Soğanlı Dağı’nın toplam 9 tane çok keskin virajlı yolun olduğunu,
bu yolların sıra dışı turizm faaliyetlerinden jeep-safari, atlı doğa yürüyüşü, dağ
bisikleti için uygun olabileceğini belirtmişlerdir.
Türkiye’deki macera turizmine yönelik güvenlik yönetimi dikkate
alınarak Gülcan (2004)’ın da belirttiği gibi Türkiye’deki macera turizmine
yönelik disiplinler arası saha çalışması yapılmasına ihtiyaç duyulmaktadır.
Türkiye’deki macera turizmine yönelik güvenlik yönetimi ise, araştırmacılar
arasında ayrıca incelenmelidir. Çünkü, macera turizminin temel kavramı
spesifik beceri ve risktir.
Macera turizmi aktivitelerinden birçoğu incelendiğinde, Doğu Karadeniz
Bölgesi’nde yer alan Soğanlı Dağı’nın sahip olduğu doğal yapısıyla oldukça
uygun olduğu, ilgili bakanlık ve kamu kuruluşlarının, yerel yönetimlerin bu
konu üzerinde durup, çalışmalar yapması gerektiği önerilmektedir.
141
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
KAYNAKLAR
Akıncı Zeki, (2006), Sürdürülebilir Turizm Açısından Özel İlgi Turizminin
Değerlendirilmesi, Turizm ve Mimarlık Sempozyumu (28-29 Nisan) Bildiriler
Kitabı, Antalya, s. 59.
Anonim,2010a. Coğrafi Yapı. http://www.bayburtnet/index
Anonim 2010b. Çaykara Tarihi. http://www.trabzon.org/Çaykara
Anonim 2010c. Bayburt. http://www.gezikolik.com.tr/doğal özellikler
Anonim 2010d. Yamaç Paraşütü Türkiye. http://www.yamacparasutu.net
Anonim 2010e. Karadeniz’de yamaç paraşütü keyfi, Trabzon Havacılık
Kulubü http://www.ucuyorum.com/
Anonim 2010 f. Turizm Terimleri Sözlüğü http://turizm.terimleri.
com/)
Anonim 2014. Bungee jumping. http://tr.wikipedia.org/wiki/Bungee_
jumping
Atalay İbrahim, MORTAN Kenan, (2006). Resimli ve Haritalı Türkiye
Bölgesel Coğrafyası, İnkilap Kitabevi Anka Ofset Tesisleri, İstanbul.
Aytuğ Ayfer, (1990), Makro ve Mikro Ölçekte Turizm Planlaması. Y.T.Ü.
Yayınları, Yayın No:MF-MİM 90.022, İstanbul, s. 3,10
Beedıe Paul, HUDSON Simon, (2003), Emergence of mountain-based
adventure tourism. Annals of Tourism Research, 30(3):625-643
Bentley Tim A., PAGE Stephan J., Meyer Denny, Chalmers David, Laırd
I., (2001), How safe is adventure tourism in New Zealand? An exploratory
analysis. Applied Ergonomics, 32(4): 327–338
Bentley Tim A., PAGE Stephan J., Macky Keith A. (2007). Adventure
tourism and adventure sports injury: The New Zealand experience, Applied
Ergonomics 38: 791–796.
Bentley Tim A., Page Stephan J., (2008). A decade of injury monitoring
in the New Zealand adventure tourism sector: A summary risk analysis,
Tourism Management, 29 (5):857-869.
Gülcan Bilgehan, (2004), Macera Turizminin Kapsamı ve Macera
Turizminde Kaza Riski. Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Dergisi, 18(38).
Carnıcellı-Fılho S., Schwartz Gisele Maria, Tahara lexander Klein, (2010).
Fear and adventure tourism in Brazil. Tourism Management, 31(6):953-956.
Cater Carl I., (2006), Playing with risk? participant perceptions of risk
and management implications in adventure tourism. Tourism Management,
27(2):317-325.
Çetinkaya Güney, (2014), Bir Macera Turizmi Etkinliği Olarak Kaya
142
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Tırmanış Sporu Ve Antalya-Geyikbayırı’nın Potansiyeli. Eastern Geographical
Review, 31:83-100.
Demırel Öner, Ejder Nazmiye, (1995), Çamlıhemşin Yaylaları ve Doğa
Turizmi Etkinlikleri. Ekoloji Çevre Dergisi, Ekim-Kasım-Aralık 1995, Sayı: 17, s.4-9.
Dizdar, M.Yüksel, (2003), Türkiye’nin Toprak Kaynakları. TMMOB Ziraat
Mühendisleri Odası Teknik Yayınlar Dizisi, no:2, Ankara.
Ewert Alan, Galloway Shayne, (2001). Adventure recreation: what’ s
new for resource managers, public policy analysts, and recreation providers.
Parks & Recreation, 36(2):26-34.
Hardıman Nigel, Burgın Shelley, (2011), Canyoning adventure recreation
in the Blue Mountains World Heritage Area (Australia): The canyoners and
canyoning trends over the last decade, Tourism Management, 32(6):1324-1331.
Koç Abdullah, (2006). Dağcılık Sporu İle Doğayı Yaşayın, Spor ve
Sağlığımız. Zirve Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü, Actual Medicine, s.71-74.
Köroğlu Özlem, Köroğlu Ahmet, Alper Bilge, (2012), Doğaya Dayalı
Gerçekleştirilen Turizm Faaliyetleri İçerisinde Turist Rehberlerinin Rolleri
Üzerine Bir İnceleme. KMÜ Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi 14 (22):
131-139, 2012
Öztürk Yüksel, Yazıcıoğlu İrfan, 2002. Gelişmekte Olan Ülkeler İçin
Alternatif Turizm Faaliyetleri Üzerine Teorik Bir Çalışma. Gazi Üniversitesi
Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı:2, 183-195.
Page Stephan J., Bentley Tim A., Walker Linda, (2005), Scoping the
nature and extent of adventure tourism operations in Scotland: how safe are
they?, Tourism Management, 26(3): 381–397.
Pomfret, Gill, (2010), Package Mountaineer Tourists Holidaying In The
French Alps: An Evaluation of Key İnfluences Encouraging Their Participation.
Tourism Management, 32 (3):501-510.
Sezen Işık, (2009), Erzurum-Bayburt-Of Karayolu Güzergahının Manzara
Yolu Olarak Değerlendirilmesine Yönelik Görsel Analiz. Atatürk Üniversitesi
Fen Bilimleri Enstitüsü, Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı, Doktora Tezi, 184s.
Sezen, I., Yılmaz, S., (2011), Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Keşfedilmeyi
Bekleyen Macera Dolu Soğanlı Dağı. Peyzaj Life Dergisi, 75-79
Şahin Kutsal Zafer, (2006). Doğada Yapılan Yürüyüşler Trekking&Hiking.
Yıldız Zafer, Kalağan Gökhan, (2008), Alternatif Turizm Kavramı ve
Çevresel Etkileri, Yerel Siyaset Dergisi, S.35.
Yücel Cengiz, (2006), Türkiye’de rafting akıntıya kürek çekiyor.
TÜRSAB Ar-Ge Departmanı. http://www.tursab.org.tr/dosya/1013/06eyra
ft2_1013_1553015.pdf
143
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
ARTVİN İLİNİN MEVCUT TURİZM POTANSİYELİ VE NİŞ PAZARLAMANIN
UYGULANABİLİRLİĞİ
The Current Tourism Potential of Artvin Province and Implementation
of Niche Marketing
Ceyhun AKYOL*
ÖZET
Ülkemizin Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yer alan Artvin, dünyanın her tarafından gelecek insanlara sonsuz alternatif turizm imkânları sunmaktadır. İl; raftingten
trekkinge, kış sporlarından dağcılığa kadar macera ve doğaseverlere ender manzaraların eşliğinde yeni güzellikler sunmak üzere hazır beklemektedir. Artvin turizmini
değerlendirdiğimizde; mevcut turistik ürünlerin dışındaki ürünleri belirlemek, bölge
genelinde turizmi geliştirmek, ürün çeşitliliği sağlamak, varolan yerel programların
ulusallaşması için çaba göstermek gibi başlıkları, yöreye gelen turistin kalış süresini
uzatıcı pazarlama yöntemlerine göre dikkate almamız gerektiğini tespit etmekteyiz.
Bu çalışmamızdaki amaç, niş pazarlama olgusunun Artvin yöresinde uygulanabilirliğini araştırmak, potansiyel niş pazarlara yerli ve yabancı turistleri çekme aşamasında
faydalı tespitler yapmaktır.
Anahtar Kelimeler: Artvin, turizm, niş pazarlama
ABSTRACT
Artvin, located in Eastern Black Sea region of Türkiye, offers endless possibilities of alternative tourism to people who come from around the world. Province
is waiting ready to provide new beauties accompanied by precious rare views from
rafting to trekking, climbing up to the winter sports for adventurer and nature lovers.
When we considered the Artvin tourism, we determined that we should take into
account the titles such as to determine the product outside of the existing tourism
product,to develop tourism in the entire region, to ensure product diversity, to effort
to nationalized existing local programs, according to the length of stay of tourists
coming to the region extending marketing methods The aims in the study are to
examine the feasibility of niche marketing in Artvin region to make useful findings in
the stretching step to the potential niche market for domestic and foreign tourists.
Key Words: Artvin, tourism, niche marketing
* Öğr. Gör., AÇÜ Arhavi Meslek Yüksekokulu Turizm ve Seyahat Hizmetleri, Artvin/TÜRKİYE
144
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
GİRİŞ
Ekonomi içindeki payı hızla büyüyen hizmet sektörünün temel taşlarından olan turizm, dünya genelinde olduğu gibi ülkemizde de özellikle son
20 yılda önem arz eder hale gelmiştir. Dünya ekonomisindeki gelişmelere
paralel olarak büyümeye çalışan Türkiye ekonomisinde turizm sektörü ülke
girdilerine önemli katkılar sağlamaktadır. Dünya Turizm Örgütü (WTO) verilerine göre, 2013 yılında uluslararası turizm hareketleri bir önceki yıla göre
% 8,7 artış göstererek 1.087 milyon kişi, aynı şekilde turizm gelirleri de %
3,8 artarak 1,2 trilyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Uluslararası gelen turist
sayıları incelendiğinde Türkiye, 2013 yılında bir önceki yıla göre % 5,9 artış
göstererek 37,8 milyon kişi ile dünya sıralamasında 6. olarak göze çarparken
turizm gelirleri sıralamasında da elde ettiği 26 milyar dolarlık gelirle 12. sırada
yer almaktadır (URL-1).
Dünyadaki gelir düzeyinin yükselmesi ile turizm sektörüne olan ilgi
artmakta ve turizm talepleri gelir seviyesi ile doğru orantıda seyretmektedir.
Dünya turizm sektörü 2003 yılından itibaren % 6 ortalama hızla büyümektedir
ve bu büyüme hızı dünya ekonomisinin üzerinde bir rakamdır. Önümüzdeki
on yıl içerisinde de sektörün hacminin iki katına çıkacağı düşünüldüğüne göre
(URL-2), sektörde yer alan işletmelerin ve sektöre yatırım yapmayı planlayan
kişilerin pazarlama kavramına olan tutumları çok önemli hale gelmektedir.
Pazarlama Kavramı
Pazarlama konusunda farklı tanımları değerlendirdiğimizde; Kotler ve
Armstrong pazarlamayı “alışveriş süreçleri boyunca bireylerin istek ve ihtiyaçlarını karşılamak üzere yönlendirilen faaliyetlerin tümü” olarak tanımlarken
(1989: 13), Rızaoğlu’na göre pazarlama “insan istek ve gereksinimlerini değişim yoluyla doyurmaya yönelik eylemler bütünüdür” (2004: 1). Amerikan
Pazarlama Derneği (AMA)’nin pazarlama tanımı ise işletme müşterilerine değer oluşturan, ileten ve dağıtımını yapan, aynı zamanda müşteri ilişkilerinin
işletme ve işletme ortaklarına fayda sağlayacak şekilde yürütüldüğü örgütsel
bir fonksiyondur” şeklindedir (URL-3).
Müşteri karar süreci üzerine odaklanan üreticilerin yönetim karar sürecini içeren pazarlama yönetimi, turizm sektöründe faaliyet gösteren işletmeler için de önemli bir eylemdir. Turizm eylemine katılan kişilerin, yani misafir
ya da konukların değişik ürünler arasında seçme tercihi olduğu kabul edilir.
Turizm dağıtım sisteminde üretici konumunda yer alan turizm işletmeleri, potansiyel müşterilerini rakiplerinden ziyade kendi mal ve hizmetlerini tercih etmeleri konusunda etkilemeye çalışırlar (Kurt, 2009: 20). İşletmeler böylelikle
145
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
tüketici konumundaki yerli ve yabancı turistleri kendi işletmelerinin kazanması için çaba gösterirler. Pazarın büyümesi veya küçülmesi ise pazarın çeşitliliği
ve çekiciliğiyle ilgilidir.
Turizm Pazarlaması
Dünya rakamlarına baktığımızda 1980’li yıllarda seyahat eden turist sayısı 285 milyon, toplam gelir 92 milyar dolar iken, turist sayısı 2000 yılında
698 milyon, toplam gelir ise 475 milyar dolar olmuştur. Özellikle son yirmi
yılda artan turizm sektörü verileri günümüzde 1.087 milyon seyahat eden kişi
ve 1,2 trilyon dolar geliri bulmuştur. Türkiye’nin bu rakamlar içerisindeki yeri,
kişi sıralamasında 6.’lık, gelir sıralamasında ise 12.’liktir (URL-1). Rakamların
ve istatistiklerin hızla büyüdüğü turizm sektöründe ülkelerin ve bu ülkelerde
hizmet gösteren turizm işletmelerinin rekabeti kaçınılmaz bir hal almıştır.
Tüm bu gelişmeler doğrultusunda turizm işletmeleri pazar içerisinde
sağlam yer edinebilmek ve yeni pazarlar oluşturmak adına sektördeki diğer
işletmeler ile rekabet etmektedirler. Turizm işletmelerinin pazarda yer alabilmeleri ve turistlerin ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için farklı sunum ve satış
çabaları gerekmektedir. İşte tam burada ‘turizm pazarlaması’ faaliyetleri devreye girmektedir. Turizm hizmetlerinin kendine özgü özelliklerinin bulunmasından dolayı sektörde faaliyet gösteren işletmelerin pazarlama kavram ve
teknikleri diğer sektör işletmelerine göre farklılık göstermektedir.
‘Bir turistik destinasyon veya turizm işletmesinin en yüksek kazanç elde
etme hedefine uygun olarak, turizm ürününün pazarda iyi bir yer almasını sağlamak amacı ile turizm talebinin özelliklerini de dikkate alarak turistik ürün ile
ilgili araştırma, tahmin ve seçim yapmayı hedefleyen ve bu konularda alınacak
kararlarla ilgili bir yönetim felsefesidir’ (İçöz, 2001: 21) şeklinde genel bir tanımı
olan turizm pazarlaması farklı çalışmalarda farklı tanımlar eşliğinde incelenmiştir.
Başka bir tanımda turizm pazarlaması, “belirli bir müşteri grubunun ihtiyaçlarını en iyi şekilde tatmin edebilmek ve uygun bir getiri sağlayabilmek
için uluslararası ve ulusal düzeydeki kamu ya da özel sektöre ait turistik işletme politikalarının sistematik ve koordineli bir biçimde uygulanmasıdır” şeklinde ifade edilmektedir (Erol, 2003: 62).
Ziyaretçi sayıları, turizm gelirleri ve turistlerin harcamaları gibi konularda artan rakamlar turizm hareketlerini uluslararası boyutlara taşımıştır.
Türkiye’nin de son yıllarda söz sahibi olmaya başladığı uluslararası turizm istatistiklerinde ülkemiz 2013 verileri incelendiğinde uluslararası ziyaretçi sayıları
listesinde 37,8 milyon kişi ile 6., elde etiği gelir bakımından da 12. olduğunu
belirtmiştik (Tablo.1).
146
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Tablo.1: En Çok Ziyaret Edilen Ülkeler (2013)
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
Fransa
A.B.D.
İspanya
Çin
İtalya
Türkiye
Almanya
İngiltere
Rusya
Tayland
88 milyon
69,8 milyon
60,7 milyon
55,7 milyon
47,7 milyon
37,8 milyon
31,5 milyon
31,2 milyon
28,4 milyon
26,5 milyon
Kaynak: (URL-1).
Dünya turizm sıralamasında ulusal ve uluslararası turizmin ulaştığı boyutlar açısından günümüzde turizmde pazarlamayı önemli kılan ve gerektiren
birçok neden vardır. Bu nedenleri ülkesel, toplumsal ve işletme düzeyinde değerlendirmek mümkündür (Yangibayev, 2008: 55).
İşletme düzeyinde nedenler
İşletme yöneticisinin başlıca hedefi, kullanacağı üretim faktörlerinin
miktarı ile mal ve hizmet miktarı arasında en uygun ilişkiyi kurmaktır. İşletmelerin ürettiği mal ve hizmetler için istek yaratmak, pazarda rekabet avantajı
sağlamak, firmanın ürettiği mal ve hizmetleri tüketiciye etkin olarak ulaştırmak, üretilen mal ve hizmetlerin daha iyi tanıtımını yapmak, pazar payının korunması, artırılması ve yeni pazarlara açılmak, tüketicilere yönelik yeni ürünler geliştirmek, işletme açısından maksimum kâr ve satış hedefine ulaşmak
gibi başlıklar işletme düzeyinde pazarlama hedefleri arasındadır.
Ülkesel düzeyde nedenler:
Turizm pazarlamasının bu konudaki hedeflerini; konaklama işletmelerinde doluluk oranlarını artırmak, turizm üretim sistemini rasyonel hale getirmek, fiyatlarla mal ve hizmetler arasında optimal bir ilişki kurmak, turistik
reklam ve tanıtımı isabetli olarak uygulamak, çekici bir turizm arzı oluşturmak, ülkeye karşı potansiyel talebi uyarmak, uluslararası ve bölgeler arası rekabette avantaj sağlamak şeklinde sıralamak mümkündür.
147
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Toplumsal nedenler
Yöresel el sanatlarının geliştirilmesi, toplumsal geleneklerin sürdürülmesi, bölgeler arası ekonomik ve toplumsal dengenin sağlanmasına katkı,
alternatif sektörlerin yaratılması ve geliştirilmesi, iç pazarda topluma tatil
ihtiyacını hissettirme, iç turizmin gelişmesine katkıda bulunma ve toplumda
turizm bilincinin geliştirilmesine katkı sağlama gibi maddeler turizm pazarlamasının toplumsal hedefleri arasında yer almaktadır.
Turistlerin Türkiye’ye gelme nedenlerinin başında merak ve ekolojik
değerler gelmektedir. Ülke mutfağına, müziğine, mahalli bayramlardan dini
ve milli bayramlara, gelenek ve göreneklerine, folkloruna kadar Türkiye birçok
orijinal değere sahiptir. Ayrıca doğal güzellikler ve temiz mavi bayraklı plajların varlığı turistlerin ülkeyi tercih etme nedenleri arasında sayılabilir.
Türkiye aynı anda birkaç mevsimin yaşandığı ender ülkelerden biridir.
Fakat turizm faaliyetlerinin çeşitlendirilememesi nedeniyle sektörde mevsimsellik ve kıyı bölgelerinin aşırı kullanımı gibi sorunlar yaşanmaktadır. Turizmin
çeşitlendirilmesi için termal, kış, eko, kültür, golf, sağlık ve kongre turizmi gibi
farklı alanların ve turizm türlerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Sektörün en
önemli sorunlarından birisi de mevcut olan son derece modern tesislerin ve
farklı turizm alternatiflerinin yeterince iyi pazarlanıp tanıtılamamasıdır. Örneğin; dağ, mağara, botanik ve termal turizmindeki potansiyel yeterince bilinmemektedir (Bedük ve diğerleri, 2008: 157).
Dünya genelinde yaşanan değişimler turizm sektörünü de etkilemekte
ve sektörde yeni akımları gündeme getirmektedir. Turizm ve seyahat alanlarında yaşanan bu değişimler özellikle turizm sektöründe faaliyet gösteren işletmeleri farklı pazarlama yöntemleri aramaya itmektedir. Bu akımlardan biri
olan turizmde niş pazarlar oluşturma, oldukça çekici ve etkili bir yöntemdir.
Pazarlamanın konusu içinde yer alan niş pazar; yerinde ve doğru uygulandığında bütün bir pazara hâkim olmaya çalışarak harcanacak maddi ve manevi
zararların önüne kesecek bir düşüncedir. Bu düşünce turizm sektörüne uygulandığında sadece tek bir yönden pazara yaklaşılarak daha özel imkânlar
sunulması hedeflenmektedir. Tabii ki bu noktada niş pazarın ve niş pazarlama
yöntemlerinin turistik mal ve hizmetler üzerine etkin bir şekilde uygulanması
gerekmektedir.
Niş Pazarlama
Dalgıç ve Leeuw (1994: 44)’un çalışmalarında bahsettikleri gibi, II. Dünya Savaşı sonrası yaşanan toplumsal gelişmelerden biri de; çalışan kadınlarla
birlikte çocuksuz ve çift gelirli ailelerin sayısının artması, bunun neticesinde
148
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
de kişilerin kendilerine daha fazla zaman ayırabilmeleriydi. Bu durum, kişilerin marka sadakatinin kırılmasına ve sonuç olarak da kitlesel pazar anlayışının
parçalanmış, bireyselleşmiş pazar anlayışına yönelmesini sağlamıştır. Zaman
içinde oluşan bu parçalanmış pazarlardan daha küçük pazarlara geçiş yaşanmış ve bu küçük pazarlar niş pazarlar olarak adlandırılmıştır (URL-4).
Niş pazar, gereksinimleri tam olarak karşılanamayan küçük bir müşteri grubunun istemlerini daha iyi karşılayabilmek için belirlenen çok dar kapsamlı, küçük bir pazar bölümüdür. Bu durumda niş pazarlama, göreceli olarak
benzer niteliklerde mal veya hizmetlere gereksinim duyan, bir ya da daha çok
benzer özelliği paylaşan, küçük bir tüketici kitlesinin istemlerini daha iyi karşılamak amacıyla geliştirilen pazarlama faaliyetlerinden oluşur. Niş pazardaki
tüketici sayısının çok az olması ve rakiplerinin çok fazla olması göz önüne alındığında farklı niş pazarlara girmek gerekmektedir. Örneğin; özel bir tat arayan nihai tüketicilerin yanı sıra yine bu müşterilerin gittikleri özel restoranlar,
oteller ya da barlar farklı bir pazar olarak nitelendirilebilir. Bu pazar müşteri
devamlılığı da sağlayacaktır (Sarıyer, 2007: 192).
Turizm Sektörü ve Niş Pazarlama
Dünyada turizm anlayışının giderek değişmesi sonucu turizmin çeşitlendirilmesine olan ihtiyaç artmıştır. Bunun neticesinde; turizm ve seyahat
sektöründe faaliyet gösteren işletmeler alternatif turizm imkânlarının geliştirilmesi için organizasyon, altyapı ve hizmet kalitesine önem vermektedirler.
Turizmin çeşitlendirilmesi yönünde geliştirilen yeni projelerle ve faaliyetlerle
Türk turizminin daha fazla renklendirilmesi ve ülkenin yılın on iki ayında değişik etkinliklerle yerli ve yabancı turistleri çeken bir tatil merkezi haline getirilmesi, böylece turizmin tüm yıla yayılmasının yanı sıra bölgelerarası dengenin
kurulması amaçlanmaktadır. Böylece ülkemize daha fazla turist gelmesi sağlanacak ve dolayısıyla turizm geliri elde edilecektir (Arslan, 2006: 52).
Bahsettiğimiz tanıtım, pazarlama ve nitelikli ara eleman sıkıntısı gibi
sektörün temel sorunları, sektörde faaliyet gösteren işletmeleri farklı arayışlara itmektedir. Niş pazarlar, büyük işletmelerin girmeye değmeyecek kadar
küçük buldukları, özelliği olan ve bu özellikler konusunda ihtisaslaşmış küçük,
esnek işletmelerin yer aldıkları pazar kesitleridir. Turizm sektöründe küreselleşmenin getirdiği yoğun rekabet ortamında, günümüz büyük işletmelerin
daha da büyüyeceği, orta büyüklükteki işletmelerin yok olacağı ve küçük işletmelerin de ancak niş pazarlarda varlıklarını sürdürebilecekleri yapılan tahminler arasındadır. Bu sebeple, turizm sektörü niş pazarların geliştiği bir sektördür. Günümüz rekabet ortamında, yapılmayanı yapmak, henüz girilmemiş
149
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
fakat belli potansiyele sahip olan pazarlara girmek küçük işletmelerin ayakta
kalabilmelerini sağlayan faaliyetlerdir (Tekeli, 2001: 18).
Turizm sektöründe niş pazarlamada başarıya ulaşmak için yöneticiler
başkalarının ilgilenmediği ve sınırları belli, kârlı pazarları bulmalı, çok iyi bir
pazar ayrımı yapabilmeli ve bu pazarın özelliklerini iyi incelemelidir (Ercan,
2007: 60). Turizm sektöründe stratejik hedef pazarlama yapılmamaktadır.
Sektörde kârlılık, pazar bölümlemesi yapılarak, bu pazarların içinden kârlı
olanların üzerinde durularak ve bu pazarları tatmin edecek niş ürünler geliştirilerek yapılabilir. Örneğin yüksek kâr getiren macera turizmi, kuş gözlemciliği veya akarsu turizmi gibi turizm türleri ile ilgilenen kişilerin üye olduğu
kulüplere özel indirimler sağlanarak bu pazarda tutundurma yapılabilir. Diğer
yandan, yüksek gelir bırakan ülke turistlerine yönelik ürünler geliştirilerek ve
bu ülkelerde tutundurma yapılarak niş pazarlar yaratılabilir. Dağınık pazarlara
hitap eden ürünleri tanıtmak daha maliyetlidir, fakat hedefe göre tanıtım yapmak maliyeti azaltacaktır (URL-5).
Daha önce yapılan ‘niş pazarlama ve turizm’ başlıklı bilimsel çalışmalara
baktığımızda, farklı ülkeler, iller ve işletmelerin niş pazarlama uygulamalarının
incelendiğini görmekteyiz. Hatay bölgesinde turizm işletmelerine yönelik olarak yaptıkları çalışmada Güreş ve Akgül (2010: 219), bölgede geliştirilebilecek
niş pazarlama faaliyetleri olarak; yayla turizmi, gastronomi turizmi, kültür turizmi, inanç turizmi, spor turizmi, deniz turizmi, yelkencilik ve yamaç paraşütü
faaliyetlerini ele almışlardır. Bir başka çalışmada Avcıkurt ve Gürol (2012: 39),
Balıkesir ilinde turizme yönelik uygulanabilecek niş pazarların deniz turizmi,
yat turizmi, mağara turizmi, dağ turizmi, inanç turizmi, yayla turizmi ve kuş
gözlemciliği olarak geliştirilebileceğini önermişlerdir. Niş turizmin geleceğine
yönelik yapılan bir başka çalışmada ise (Novelli, 2005: 24), gelecekte tercih
edilecek turizm çeşitleri arasında sanal turizm, uzay turizmi ve etik turizmi
gibi turizm çeşitleri ön plana çıkmaktadır.
Artvin İli ve Turizm
Araştırma alanı olan Artvin, Anadolu Yarımadası’nın kuzeyine ve Karadeniz’in güneyine yerleşmiştir. Alanı Türkiye yüzölçümünün % 0,9’u kadar
olan il (783.577 km2) (URL-6), doğusunda Ardahan, güneyinde Erzurum, batısında Rize, kuzeyinde ise Gürcistan ile komşudur (Şekil.1). Kuzeybatısında 34
km. uzunluğunda Karadeniz olan ilin en önemli yüksek noktası 3937 metredeki Kaçkar Dağı’dır (Cengiz ve Güngör, 2006: 95).
150
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Şekil.1: Artvin İli ve İlçeleri Haritası
Kaynak: (URL-7).
Artvin; 3900 metreye kadar yükselen birbiri ardına sıralanmış yüksek
dağları, korunan alanları, balta girmemiş doğal ormanları, yüksek dağların
doruklarında krater gölleri, karagölleri, yeşil yaylaları, fauna ve flora zenginliği, tarihi kilise, kale ve kemer köprüleri, geleneksel mimarisi ve festivalleri ile
çeşitli turizm değerlerini içinde barındıran otantik bir turizm bölgesidir (Kara
ve Aydemir, 2013: 5).
Artvin’in bol yağış alan yüksek dağları orman örtüsü ile kaplıdır. İğne
yapraklı ağaç türlerinin ağırlık kazandığı bu ormanlar florası ile ülke ve dünyada önemli bir yere sahiptir. Artvin ve Rize illeri sınırları içinde bulunan Kaçkar
Dağı ile Artvin ili sınırları içindeki Karçal Dağı’nda yer alan eski ormanların
büyük bir kısmı, ‘Kaçkar Dağı Milli Parkı’, ‘Sahara-Karagöl Milli Parkı’ ve ‘Hatila
Milli Parkı’ statüleri ile korumaya alınmıştır.
İlin iç kesimlerinde yaylalar mevcuttur ve çoğu kez bu alanlar ormanlarla iç içedir. Geleneksel yayla yaşam tarzı ve hayvancılığın yapıldığı bu kesimler
1700-2200 metre arasında konumlanmıştır. Bu kesimler yayla turizminin geliştirilmesi açısından önemli bir potansiyele sahiptir. Artvin ilinin yüksek kesimlerinin çoğu yerinde 3000 metreyi aşan dağlar bulunmaktadır. Türkiye’nin
4. yüksek dağı olan Kaçkar Dağı’nın (URL-8) yer aldığı ilde, dağlar kışın kayak
turizmi açısından önemli olanaklar sunmaktadır. İlde otuz kadar akarsu bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi Çoruh Nehri olup, nehir rafting parkuru
olarak dünya çapında üne sahiptir (Dokap, 2013: 2).
Artvin ili ve ilçelerine genel olarak bakıldığında mevcut ve potansiyel
turizm değerleri, doğal güzellikler, tarih ve kültürel varlıkların zenginliği, uygun yatırım arazileri, köyler ve yaylalar, ulusal ve uluslararası festivaller ve
151
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Sarp Sınır Kapısı ön plana çıkmaktadır. Güney Kafkasya ülkelerine olan yakınlığı nedeniyle Artvin ili için önemli bir turizm kapısı olarak göze çarpan Sarp
Sınır Kapısı özellikle son yıllarda il turizm girdilerine önemli katkı sağlamaktadır. Gürcistan’dan giriş yapan ziyaretçi sayısı Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın
verilerine göre 2012 yılında %21,88 artarken, 2013 yılında bu sayıda %25,95
artış görülmüştür (URL-9).
Artvin, 2013 yılında ülkemize gelen yabancı ziyaretçilerin en çok giriş
yaptıkları sınır kapılarının bağlı olduğu iller sıralamasında da ilk 5’te yer almaktadır (Tablo.2). Sarp Sınır Kapısı’nı 2013 yılında 1.881.454 yabancı ziyaretçi kullanmıştır ve bu rakam ülkedeki tüm sınır kapılarına oranla %5,39’a
tekabül etmektedir.
Tablo.2: Yabancı Ziyaretçilerin En Çok Giriş Yaptıkları Sınır Kapıları
1.
2.
3.
4.
5.
Antalya
İstanbul
Muğla
Edirne
Artvin
31,86%
30,04%
8,77%
8,14%
5,39%
11.120.730
10.486.297
3.062.689
2.840.479
1.881.454
Kaynak: (URL-9).
‘Incoming Turizm Raporu 2013’ yılsonu verilerine göre Türkiye’ye giriş
yapan turistlerin geldikleri ülkelerin sıralandığı Tablo.3’te ise Artvin iline sınırı
bulunan Gürcistan’ın son iki seneye göre %20nin üzerinde pozitif anlamda
değişim gösterdiği görülmektedir.
Tablo.3: Turist Sayısına Göre İlk 5 Ülke (2013)
Ülke
Yıllar
2011
2012
2013
2012 / 2011
% Değişim Oranı
2013 / 2012
Almanya
4.826.315
5.028.745
5.041.323
4,19
0,25
Rusya Fed.
3.468.214
3.599.925
4.269.306
3,80
18,59
İngiltere
2.582.054
2.456.519
2.509.357
-4,86
2,15
Gürcistan
1.152.661
1.404.882
1.769.447
21,88
25,95
Bulgaristan
1.491.561
1.492.073
1.582.912
0,03
6,09
Kaynak: (URL-9).
152
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Tüm bu veriler ışığında Artvin ili, atacağı doğru ve yerinde pazarlama
adımları ile yerli ve yabancı ziyaretçilerin katılımları doğrultusunda bölge ve
ülke turizm istatistiklerine önemli katkılar sağlayacaktır. Çalışmanın temelini
oluşturan niş pazarlama yönteminin, Artvin ilinin hedeflediği turizm istatistiklere yardımcı olacağı düşünülmektedir.
Artvin Turizminde Niş Pazarlama Alanları
Artvin ili sıfır rakımının 3932 metreye ulaşan arazi yapısında; dorukları
karlarla kaplı dağları ve krater gölleri, yeşil yaylaları, anıt ağaçları ile bozulmamış doğal ormanları, kara gölleri, kanyonları gibi çok çeşitli doğal değerleri,
yerel yaşam tarzı ve gelenekleri, geleneksel mimarisi, arkeolojik kalıntıları,
dini yapıları, folklorik değerleri (halk oyunları, el sanatları, yemek kültürü,
festival ve şenlikleri) iklimi gibi değerleri ile zengin bir turizm potansiyeline
sahiptir. Artvin ilindeki bu farklılıklar il turizmine çeşitlilik kazandırmakta ve
turistik zenginlikler olarak göze çarpmaktadır.
Coğrafi şartların zorluğu ve ulaşım sıkıntıları il turizmi için önemli engeller olarak gözükmekle birlikte, konumuzun temelini oluşturan niş pazarlama örnek ve yöntemleriyle Artvin ilinin turizmden hak ettiği payın alınacağı
düşünülmektedir. Alternatif turizm çeşitlerinin niş pazarlama yöntemiyle Artvin iline uygulanabilmesi, il bünyesinde turizm sektöründe faaliyet gösteren
işletmeler için de önemli bir gelir kapısı oluşturacaktır. Zengin turizm değerlerine sahip olan il, sektördeki işletmelerin niş pazarlama yöntemleri uygulamasıyla, hem işletmelerin kazanmasına hem de ziyaretçilerin artması ile birlikte
turistik değerlerin daha fazla ulaşılabilirliğine olanak sağlayacaktır.
Artvin ilinde birbirinden farklı turizm potansiyeli bulunmaktadır. Bunların bazıları gün ışığına çıkmakla birlikte bazı turizm değerleri yavaş yavaş adını
duyurmakta, bazı turizm türleri ise sektörde faaliyet gösteren işletmelerin pazarlama eksiklikleri ve ulaşım sıkıntıları sebebiyle henüz gün ışığına çıkmamış
ya da adını yeteri kadar duyuramamaktadır.
Çalışmamızın bu aşamasında, doğal, tarihi ve kültürel değerler bakımından oldukça zengin bir il olan Artvin ilinde turizm sektöründe uygulanabilecek niş pazarlama alanları ve yöntemleri ile bunların uygulanabileceği turistik değerler hakkında bilgi vermeye çalışılacaktır.
Yayla Turizmi
İnsanların bulundukları yerlerden ayrılarak yaz aylarında yaylalara gitmeleri ve orada konaklayarak tüm ihtiyaçlarını sağlayabilmeleri yayla turizmi
hareketini yaratmaktadır. Ayrıca yaylalardaki etkinlikler, yayla kültürü ile bo153
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
zulmamış doğada yaşamak diğer insanların da ilgisini çekmiş ve bu yaşama
tarzına katılmalarını sağlamıştır. Sonuç olarak da bu turizm hareketleri yayla
turizmini ortaya çıkarmıştır (Bakırcı, 1992: 79).
Yaylalar, Artvin topraklarının yaklaşık % 51’ini kaplar. İlin başlıca yaylaları olarak; Yusufeli, Zeytinlik ve Ortaköy Derelerinin oluşturduğu çizginin
güneydoğusundaki bölgede bulunan Meşeli, Kurudere, Düzenli, Kireçli, Yığılı, Kapik, Irmaklar, Bilbilan, Çamlıca, Hanlıköy, Ballı ve Yoncalı Yaylaları, Artvin merkezini çevreleyen Genya Dağı eteklerinde bulunan Mersivan Yaylası,
Muratlı Borçka, Artvin-Ortaköy Deresi ile Gürcistan arasında kalan bölgedeki,
Taşköprü, Meydancık, Mısırlı, Oba Yaylaları, Merkez ilçe Zeytinlik-Yusufeli ilçesi çizgisinin kuzey ve kuzeybatısında kalan bölgedeki Keşoğlu, Çamlık, Mağara,
İnekli, Kocakarılı, Dikme ve Taşkınlık Yaylaları sayılabilir.
Artvin iline bağlı Hopa, Arhavi, Borçka, Murgul, Şavşat, Ardanuç ve Yusufeli ilçelerinde de ülke genelinde bilinen ve ziyaret edilen yaylalar bulunmaktadır. İlçelerde öne çıkan yaylalar; Ardanuç ilçesinde Bereket, Dalahet, Kitat,
Bilbilan, Bulanık, Soçluk, Çurisbil ve Danzot Yaylaları, Arhavi ilçesinde Alacagöl,
Dikme ve Sırtyayla Yaylaları, Borçka ilçesinde Karçal Yaylaları (Adagül, Aralık,
Balcı, Beyazsu, Gorgit, Kaynarca, Lekoban ve Mereta), Şavşat ilçesinde Arsiyan,
Meydancık, Sahara ve Sateve Yaylaları ile Yusufeli ilçesinde Aros, Döbe, Salikvan ve Yaylalar Köyü Yaylaları’dır (Cengiz ve diğerleri, 2005: 11).
Yaylalar özellikle yazın gezilecek ve görülecek yerler arasında olup, hemen hemen her yaylada belirli zamanlarda düzenlenen ulusal ve uluslararası
yayla şenlikleri il ve ilçelere gelen yerli ve yabancı turist sayısını arttırmaktadır. Şavşat’ta her yıl Temmuz ayının dördüncü haftasında, ilçe kaymakamlık
ve ilçe belediye başkanlığınca düzenlenen Sahara Pancarcı Festivali, Ağustos
ayının ilk haftasında düzenlenen Meydancık Beldesi Sateve Gevrek Festivali
ile Şubat ayı son haftasında düzenlenen Veliköy Kar Üstü Karakucak Güreşleri
Etkinliği büyük ilgi görmektedir. Hopa’da her yıl Temmuz ayının ilk haftasında
ilçe kaymakamlık ve ilçe belediye başkanlığınca organize edilen Hopa Kültür,
Sanat ve Deniz Festivali düzenlenmektedir. Festival etkinlikleri kapsamında
çeşitli sanatsal, sportif ve kültürel etkinlikler düzenlenmektedir. Ardanuç köy
ve yayla şenliklerinin yoğun olarak düzenlendiği ilçelerden biridir. Düzenlenen bu etkinliklerin başlıcaları; Ardanuç Belediye Başkanlığınca düzenlenen
Çuruspil Efkari Aşıklar Şenliği ve Karakucak Güreş Festivali, Aydın Köyü Söğüt Düzü Yayla Şenlikleri ve Karakucak Güreşleri Festivali, Bereket ve Ovacık
Köyleri Yayla Şenlikleri ve Güreş Festivali, Bulanık Köyü Soçluk Festivali, Güleş Köyü Festivali ve Kutlu Köyü Yayla Şenliği’dir. Yaylalarda yapılan etkinlikler
hakkında ‘Festival Turizmi’ başlığında da detaylı bilgi verilmektedir.
154
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Kültür Turizmi
Eski sanat eserlerinin, tarihi yapıların, müzelerin, eski uygarlıklara ait
kalıntıların görülmesi amacıyla yapılan seyahatler, araştırma ve inceleme için
yapılan geziler kişilerin ufuklarını açmakta ve kültür turizmini oluşturmaktadır
(Batman ve Oğuz, 2008: 189).
Artvin, kültür anlamında Karadeniz ve Doğu Anadolu kültürünün karışımını sergileyen bir özellik taşımaktadır. Zamana direnerek günümüze kadar
ulaşan ve geçmişin aynası niteliğinde olan ildeki birçok eser, tescilli taşınmaz
olarak kayıtlara geçmiştir (Tablo. 4).
Dükkân
Hamam
Türbe
Manastır
Köprü
Sit Alanı
Kültür Evi
Bina
Depo
Ev
Kilise
Şapel
Konak
Mağara
Mezarlık
Ağaç
Mahzen
Kaya Odaları
1
9
5
4
2
1
2
2
1
2
1
7
1
39
1
1
TOPLAM
Çeşme
Merkez
Kale
Eserler
Cami
İlçeler
Gümrük Binası
Tablo.4: Artvin İli Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Dökümü
79
Ardanuç
5
4
1
1
3
1
3
1
2
1
22
Arhavi
5
1
4
17
1
28
Borçka
7
1
10
1
1
1
1
22
Hopa
4
5
2
1
1
13
Murgul
1
2
1
4
Şavşat
2
4
2
3
1
2
3
2
1
1
21
Yusufeli
4
8
3
3
1
1
20
TOPLAM
1
37
23
5
2
2
7
5
26
8
1
7
1
61
12
3
1
2
1
2
1
1
209
Kaynak: Artvin Valiliği, 2012: 4-8.
Artvin’deki Merkez Çarşı cami, Sümbüllü Köyü kalesi, Ortaköy kilise
cami ve Çakmakçılar konağı, Ardanuç’taki İskender Paşa cami, Adakale hamamı, Bereket Köyü kalesi ve Ali Paşa türbesi, Arhavi’deki Ortacalar çifte köprüler, Orçi Deresi köprüsü, Mehmet Asım Ermiş evi ile serenderi ve Ciha kalesi,
Borçka’daki Merkez asma demir köprü, Düzköy mezarlığı, Borçka şehitliği ve
Beğlevan köprüsü, Hopa’daki ıhlamur ağacı, Kuledibi Mahallesi’ndeki konut
ve Sugören Köy köprüsü, Murgul’daki Arslanlı camisi ve Küre şehitliği, Şavşat’taki Otluca mahzeni, Satlel kalesi, Dalkırmaz Köyü Kızılcık Mahallesi şapel
kalıntısı ve Papart Mevki sit alanı, Yusufeli’deki Kılıçkaya cami, Erkinis kalesi,
155
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Esbeki manastır kompleksi ve Savangin mağarası il ve ilçelerdeki taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarına birer örnektir.
Şehre en hâkim tepe olan Ata Tepe’de, her yerden görülebilecek şekilde yapılan, kaidesiyle birlikte 35 metre yüksekliğindeki Atatürk Heykeli de
şehre gelen yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekmektedir. Atatürk’ün Kocatepe’ye çıkışını anlatan fotoğrafından yola çıkılarak hazırlanan heykel, 19 Mayıs
2012 tarihinde açılmış olup, dünyanın en büyük Atatürk heykeli olma özelliğini taşımaktadır (URL-10).
Sağlık Turizmi
Turistik ürün çeşitleri arasında sayılan ve esasen sağlık amaçlı yapılan
seyahatler olarak bilinen sağlık turizmi; meditasyon, saç ektirme, estetik operasyonlar, tüp bebek uygulamaları gibi etkinlikleri kapsamakta olup konaklama
işletmeleri, kaplıca ve kür merkezleri ile hizmet vermektedir (Selvi, 2008: 275).
Artvin yöresi sağlık turizmi açısından ideal alanlardan biridir. 800-2000
metre arası yükseltilerin ‘Sağlıklı İklim Kuşağı’ kabul edildiği mevzuatı dikkate
aldığımızda (Yılmaz, 2010: 1602), Artvin’deki köyler, mezralar ve yaylalar adeta bu özelliğim hesaplanarak düzenlendiği düşünülmektedir.
Artvin il ve ilçelerdeki termal kaynaklar; romatizmal hastalıklar başta
olmak üzere mide, hemoroit, böbrek, karın, eklem, prostat, egzama, kaşıntı
ve göz hastalıklarına iyi geldiği bilinmektedir. Artvin’de Kafkasör, Genya Yaylası, Zeytinlik Sant Mevkii, Merkez Şehitlik Köyü, Ardanuç’ta Güleş, Ballı, Bulanık, Tepedüzü, Torbalı, Sakarya ve Kapı Köyleri, Borçka’da Karşıköy Mevkii,
Balcı Köyü ve Otingo Çermiği, Murgul’da Korucular Köyü, Şavşat’ta Maden
Köyü, Çoraklı Köyü, Çermik Köyü Goriyet Mevkii, Kocabey Köyü Laşet Mevkii,
Meşeli Köyü Agara Mevkii, Ciritdüzü Köyü Beleşet Mevkii, Yavuz Köyü Cerma
Mevkii, Ilıca Köyü Sakat ve Karapınar Mevkiileri, Veliköy Çiçinet Mevkii, Karaağaç Köyü Civlik Mevkii, Tepeköy Jejeta Mevkii, Şenköy Kargabazar Mevkii,
Kirazlı Köyü Köprü Mevkii, Yusufeli’nde Sarıgöl Sarısular Mevkii, Çamlıca Köyü
Handeresi Mevkiileri sağlık turizmi kapsamında değerlendirilebilecek bölgelerdir. (Cengiz ve diğerleri, 2005: 12)
İnanç Turizmi
İnsanların devamlı ikamet ettikleri, çalıştıkları ve her zamanki olağan
ihtiyaçlarını karşıladıkları yerlerin dışına, dini inançlarını gerçekleştirmek ve
inanç çekim merkezlerini görmek amacıyla yaptıkları turistik amaçlı gezilerin
turizm olgusu içerisinde değerlendirilmesi ‘inanç turizmi’ olarak tanımlanabilmektedir (URL-11).
156
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Artvin’de Merkez Çarşı, Salih Bey, Orta Mahalle ve Balcıoğlu camileri,
Oruçlu, Zeytinlik, Aşağı Maden, Sarıbudak, Ortaköy köy ve kilise camileri, Ardanuç’ta İskender Paşa, Aydın Köyü Aşağı ve Yukarı, Bereket ve Bulanık köy
camileri, Arhavi’de Musazade Mahallesi, Kireçli, Dikyamaç, Ulukent ve Ortacalar köy camileri, Borçka’da Muratlı, Çavuşlu, Aşağı Düzköy Cevizli ve Merkez Mahallesi, Fındıklı ve Camili köy camileri, Hopa’da Orta Hopa, Sundurma
Mahallesi kâgir camileri ve Sugören Ceboit Mahalle cami minaresi ile Esenkıyı
Yukarı Mahalle köy camileri, Murgul’da Arslanlı ve Esenköy camileri, Şavşat’ta
Kocabey, Köprülü Köyü cami ile Satlel kilisesi cami ve mezarlığı, Yusufeli’nde
Kılıçkaya (Ersis), İnanlı, Bakırtepe Yaylaları, Demirkent (Erkinis) köy camileri
inanç turizmi kapsamında değerlendirilebilecek bölgelerdir.
Artvin’de Zeytinlik Köyü yukarı ve aşağı türbe, Opiza ve Porta manastırı
(Handzta) ve Dolishane kilisesi, Ardanuç’ta Rabat ve Aydın Köyü kiliseleri, Hatice Hanım, Ali Paşa ve Süleyman Paşa türbeleri ile Kaçkal (Gunatlis Vani) ve
Ortaköy çifte kilise (Parehi Manastırı), Arhavi’de kilise-şapel, Borçka’da İbriga
şapeli ve Düzköy mezarlığı, Hopa’da Kemalpaşa Merkez kilise kalıntısı, Şavşat’ta Dalkırmaz Köyü Kızılcık Mahallesi ve Kayadibi Köyü şapel kalıntıları, Tibeti ve Küplüce Köyü kiliseleri, Ciritdüzü Köyü türbe ve mezarlığı (Atabek türbesi) ile Köprülü Köyü türbe kalıntısı ve haziresi, Yusufeli’de Esbeki manastır
kompleksi, Bağözü Mahallesi hamzet kilisesi, Altıparmak (Barhal) ve Subbeci
kiliseleri, İşhan ve Tekkale (dört kilise) manastırları inanç turizmi değerleridir.
Botanik Turizmi
Önceleri ekoturizm kapsamı içinde ve ekoturizmin bir öğesi olarak kabul edilen mekânın bitkisel varlıkları, gün geçtikçe ekosistemin diğer unsurlarına göre daha da ön plana çıkarak ‘botanik turizmi’ adı altında ayrı bir turizm
çeşidi olarak yerini almıştır (Şahin ve Tosun, 2006: 89). Endemik bitkilerce çok
zengin olan ülkemizin birçok bölgesinde flora varlığı ve zenginliği dikkat çekmektedir. Bu açıdan Artvin ili ve bölgesi botanik turizmi açısından önemli bir
potansiyeli sahiptir.
Kaçkar Dağları flora ve faunasıyla bitki inceleme açısından önem taşımaktadır. Artvin bitki türü ve endemik türler çeşitliliği bakımından önde gelen
illerimiz arasındadır. Artvin sınırları içinde toplam 1268 tür tespit edilmiş olup
bunun 119 adedi endemik türdür. Tüm Türkiye florasının yaklaşık 10.000 tür
ihtiva ettiği göz önüne alınırsa bunun yaklaşık % 13’lük bir kısmının Artvin’de
bulunduğu ortaya çıkmaktadır. Aynı şekilde tüm Türkiye’de 2700 endemik tür
tespit edilmiş olup bunun yaklaşık % 4,4’ü Artvin’de bulunmaktadır (Candan,
2013: 83). Bölgenin tipik ekosistemlerinden olan doğal yaşlı ormanlar, Rodo157
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
dendron fundalıkları, yayla ve alpin otlakları, dağ eteklerindeki taş yığınları,
uçurum ve göl toplulukları gibi ekosistemler en güzel örneklerini Artvin ilinde
sunmaktadırlar. Bu alanlar içerisinde özellikle ‘Yaşlı Doğal Ormanları’ içeren
orman ekosistemleri, dünyanın en önemli ekosistemlerinden biri olarak kabul
edilmektedir (URL-12).
Özellikle Barhal Vadisi ve Kaçkar Dağlarının eteği fauna ve flora açısından dünyanın en zengin bölgelerinden biridir. Bu vadide ve dağların eteğinde
yüzlerce farklı kelebek, kuş ve yırtıcı hayvan yaşamakta ve bin bir çeşit çiçek
yetişmektedir. Yurt içinden ve yurt dışından gelen binlerce turist bu doğal havayı teneffüs etmek ve çevreyi keşfetmek için doğa turları yapmaktadırlar.
Zengin flora ve faunaya sahip Çoruh Nehri Vadisi’nden ve Avrupa’da
korunması gereken ‘100 Sıcak Nokta’dan olan Kamilet Vadisi’nden ‘Spor Turizmi’ başlığında detaylı bilgi verilmektedir.
Ekoturizm
Uluslararası Ekoturizm Topluluğu (TIES) ekoturizmi; ‘çevreyi koruyan ve
yerel halkın refahını arttıran, doğal alanlara duyarlı seyahat’ olarak tanımlamıştır (Blangy ve Mehta, 2006: 233).
Ekoturizm kapsamında değerlendirebileceğimiz milli parklar, göller, vadiler, kanyonlar, şelaleler Artvin il ve ilçelerinin sahip olduğu önemli turistik
değerlerdendir. Arhavi Kamilet Vadisi ve Mençuna Şelalesi, Şavşat Meydancık
Papart Vadisi, Ardanuç Cehennem Deresi (Cehennem Kanyonu), Bilbilan Karagölleri, Arsiyan Karagölleri ekoturizm değerlerinin bazılarıdır.
Kaçkar Sıradağları, Rize ve Hopa arasında yer alan, yıl boyunca gözlenebilen keskin buzulları, masmavi gölleri, yeşilin her tonuna sahip ormanları,
coşkulu dereleri, bin bir çeşit bitkileri ve hayvanları ile doğal bir park görünümünde olan Kaçkar Sıradağlarının en yüksek tepeleri Altıparmak (3480 m.),
Kavran (3932 m.) ve Verçenik’tir (3710 m.).
İlde yer alan milli parklar ve korunan alanlar; Merkez Hatila Vadisi Milli Parkı, Şavşat Karagöl-Sahara Milli Parkı, Borçka Karagöl Tabiat Parkı, Hopa
Çamburnu Tabiatı Koruma Alanı, Borçka Camili Gorgit Tabiatı Koruma Alanı,
Borçka Camili Efeler Tabiatı Koruma Alanı, Yusufeli Çoruh Vadisi Yaban Hayatı
Geliştirme Sahası, Borçka Camili Biyosfer Rezerv Alanı, Yusufeli Kaçkar Dağları
Yaban Hayatı Geliştirme Sahası, Şavşat Meydancık Balıklı-Maden Yaban Hayatı Geliştirme Sahası’dır. Piknik ve mesire yeri olarak da hizmet veren bu alanlar
sürdürülebilir turizm kavramı açısından da önem arz eden alanlardır.
Doyumsuz manzara ve doğal güzelliklere ev sahipliği yapan birbirinden
güzel doğal ve krater göller, ilin önemli turistik değerlerindendir. Merkez Deri158
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
ner Baraj Gölü, Ardanuç Bilbilan Karagöl, Geçitli Karagöl, Arhavi Karagöl, Borçka Karagöl, Borçka Baraj Gölü, Muratlı Baraj Gölü, Şavşat Karagöl, Meşeli Köyü
Karagöl, Arsiyan Karagöl, Bilbilan Karagöl, Boğa ve Kız Gölleri, Yusufeli Kaçkar
Krater Göller, Karagöl, Murgul Maden Karagölü bu değerlere örnek verilebilir.
Aynı zamanda il ve ilçe yaylalarında irili ufaklı çok sayıda buzul ve krater göl
bulunmaktadır. Bu göller bozulmamış doğasıyla ve tabii güzellikleriyle görülmeye değer yerlerdir.
Geleneksel mimaride ahşap ve taş malzemenin kullanıldığı il ve ilçelerde folklorik değerler de ön plana çıkmaktadır. Halay, bar ve horondan oluşan halk oyunları kültürü yıllardır sürmektedir. El sanatları başlığı altında değerlendirebileceğimiz kültürel değerler ise; Merkez ilçede ehram örmeciliği,
ağaç oymacılığı (hediyelik eşya), Ardanuç’ta yün çorap örmeciliği, yöresel kilim örme, Arhavi’de sepet örme, sandalye örme, Borçka’da topraktan çanak,
çömlek ve hediyelik eşya yapımcılığı, Hopa’da sepet ve sandalye örme, yün
çorabı, Hemşin kilimi, Şavşat’ta yöresel halı ve kilim dokumacılığı, şal dokumacılığı (yün pantolon), bez bebek ve Yusufeli’de ehram dokumacılığı, yöresel
halı ve kilim dokumacılığı ile ağaçtan baston yapımcılığıdır (Cengiz ve diğerleri, 2005: 13).
Ayrıca Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanan ‘Doğu Karadeniz
Turizm Master Planı’ çerçevesinde ‘Yeşil Yol’ projesi hazırlanmış olup, bu proje Samsun’dan Artvin’e kadar uzanan yeşil doğa ile baş başa bir yol güzergâhını ifade etmektedir. Böylece, bölgeye gelen turistin bir yaylayı günübirlik
gezmek yerine yöredeki bütün yaylaları gezme ve oralarda konaklama fırsatı
bulması amaçlanmaktadır (URL-13). Ekoturizm kapsamında değerlendirilebilecek bu proje ile ziyaretçilerin doğayı, havanın temizliğini, yeşilin bereketini
hissedebilmeleri ve bu yolculuğun insanlara sağlık ve dinginlik vermesi amaçlanmaktadır. Böylece hizmet sektörünün gelişmesi, konaklama tesislerinin ve
ticaret alanlarının artmasıyla turizm alanında bölgenin daha büyük bir cazibe
merkezi haline getirilmesi planlanmaktadır.
Gastronomi Turizmi
İnsan ihtiyaçlarının karşılanabilmesine yönelik faaliyetler içerisinde beslenme faaliyeti oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Dolayısıyla insanların günlük
yaşamlarının önemli ve ayrılmaz bir parçasını yemek ve yemek kültürü oluşturmaktadır. Yeme-içme kültürünün turistik ürün olarak pazarlanması gastronomi
turizmini veya bir başka adıyla mutfak turizmini ortaya çıkartmıştır.
Artvin ilinde mutfak kültürü oldukça çeşitlidir. Püşürük, ayran, tutmaç
ve çinçar çorbaları ile soğan harşosu yöreye özgü çorbalardandır. Peynir ve
159
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
kaymak kuymağı yapılan yemeklere örnektir. Dağ pancarı, kuş yemeği, yaban
semizotu, ebegümeci, asma yaprağı ve lahanadan yapılan sarma, fasulyenin
kurutulmuşundan yapılan puçuko ilin özel sebze yemeklerdendir. Keşkek,
gendima, herisa ve pilav gibi yemekler tanelilerden yapılan yemeklerdendir.
Laz böreği, katmer, erişte, hınkal, çergebaz, bişi, lokum hamur işlerindendir.
Kışlık kavurma, ağaç şişlerde yapılan kebaplar etli yemeklerin yöreye özgülerindendir. Hasuta, kaysefe, zurbiyet ve ballı lokum tatlılardandır (Cengiz ve
diğerleri, 2005: 28).
Mağara Turizmi
Medeniyetler ve dinlerin kavşak noktasında yer alan Türkiye’de bulunan ve oluşumlarından günümüze kadar canlılar için vazgeçilmez bir yaşam
alanı oluşturan mağaralar; aynı zamanda insanlığın gelişimine ait belge ve bilgileri içlerinde saklarlar. Ülkemizde her kesimden özel ilgi gruplarının kendilerine hitap edecek mağara bulmalarının mümkün olması sebebiyle, mağara
turizmi alternatif turizmin önemli bir elemanı olmuştur (Nazik 2008: 305) ve
niş pazarlamanın da etkin bir ayağını oluşturmaktadır.
Artvin il sınırları içerisinde, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü envanterinde yer alan ve farklı ilçelerde bulunan mağaralar mevcuttur. Ardanuç ilçesi Sakarya Köyü’nde bulunan Bal Mağarası, Yusufeli ilçesi Bakırtepe
Köyü’nde bulunan Savangin Mağarası farklı yıllarda tescil edilerek koruma altına alınmışlardır (Artvin Valiliği, 2012: 131-264). Ardanuç ilçesindeki Küplüce
Mağarası da ilde yer alan tarihi kalıntılar arasında yer almaktadır.
Spor Turizmi
Artan yaşam standartlarıyla beraber tüketicilerin boş zamanı doldurma
anlayışları da farklılık göstermektedir. Son yıllarda turizm ve spor arasındaki ilişki giderek artmaktadır. Turizm sektöründe faaliyet gösteren işletmeler
temel hizmetlerinin dışında, tüketicilere bazı aktiviteler de sunmaktadırlar.
İnsanlar tatillerinin bir kısmını ya da tamamını sportif faaliyetlere ayırmaktadırlar. Su altı dalış, hava sporları, dağcılık ve kış sporları, akarsu sporları, futbol
turizmi, av turizmi, golf turizmi, atlı doğa yürüyüşü, sportif olta balıkçılığı, kuş
gözlemciliği gibi alt başlıklar spor turizmini oluşturmaktadır (Erdem ve Girgin
2008: 396).
Artvin kuş göçleri yönünden önemli bir konuma sahiptir. Bölgede bulunan iki önemli kuş alanından biri Artvin’i de kapsamaktadır. ‘Önemli Kuş
Alanları’, kuşların korunması için uluslararası düzeyde önem taşıyan ekosistemlerdir. Doğu Karadeniz Bölgesinde iki tane bulunan Önemli Kuş Alanların160
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
dan Artvin sınırları içinde yer alanı Çoruh Vadisi ile Soğanlı, Kaçkar ve Karçal
Dağları’nı kapsamaktadır. Bu alanlar, geniş ormanlar ve alpin habitatları (Avrasya yüksek dağ habitatını temsil eden örnekler) açısından önem taşımaktadır. Hopa, Murgul, Borçka ve Artvin’in yüksek tepeleri, göçmen kuşların geçit
yolları üzerinde bulunması nedeniyle Mart-Kasım ayları arasında kuş meraklıları için uygun gözetleme olanakları sunmaktadır. Ayrıca kırsal kesimler zengin
flora ve faunası ile kelebek meraklıları için potansiyel arz etmektedir.
Zengin flora ve faunaya sahip Çoruh Nehri Vadisi, aynı zamanda yaban
hayvanları için de önemli bir yaşam alanıdır. Nehrin çevresindeki bazı kayalıklarda nesli tükenmekte olan kızıl akbaba türü koloniler halinde yaşamaktadır.
Vadi boyunca; boz ayı, çengel boynuzlu dağkeçisi, yaban domuzu, kurt, çakal,
tilki, porsuk, sansar, su samuru, tavşan, keklik, yaban horozu, çulluk, yaban
ördeği, üveyik, sarıasma, sarısandal, ardıç kuşu, güvercin, tahtalı kuş ve çeşitli
yaban hayvanı türleri bulunmaktadır. Arhavi ilçesinde yer alan Kamilet Vadisi
de ilin önemli ekolojik değerlerindendir. İlçeye 15 kilometre uzaklıkta bulunan
vadi, Türkiye’nin en önemli doğal alanlarından birisidir. Avrupa’da korunması
gereken ‘100 Sıcak Nokta’dan biri olan vadinin en önemli özelliği insan eliyle
dönüştürülmeye uğramamış olmasıdır. Yaklaşık 11 bin bitki türüne ev sahipliği yapan Kamilet Vadisi, Türkiye’nin en zengin biyolojik çeşitlilik gösteren havzalarından birisidir ve burada yetişen bitki türlerinin % 40’ı tıbbi bitki özelliği
taşımaktadır (URL-14).
Çoruh Nehri, 3225 metre rakımlı Mescit Dağları’ndan doğarak toplam
466 km. kat ettikten sonra Gürcistan sınırları içerisinde Karadeniz’e dökülmektedir. Nehir aynı zamanda dünyanın en hızlı akan nehirlerinden biridir. Yöre,
her yıl dünyanın her tarafından gelen, rafting, kano ve nehir kayağı gibi akarsu
sporlarını yapan yerli ve yabancı sporcuları ağırlamaktadır. Bayburt’tan başlayıp İspir ve Yusufeli’ni takip ederek Artvin’e kadar uzanan ve yaklaşık 260 km.
uzunluğundaki nehirde, 4 farklı etapta rafting yapılmaktadır. Zorluk dereceleri
1, 2, 3, 4, 5, 6’ya kadar çıkmaktadır. Profesyonel sporcuların tercih ettiği nehirde, 1993 yılında 4. Dünya Akarsu Şampiyonası yapılmıştır (URL-15). Dünyanın rafting yapılabilen en elverişli 3. ve Türkiye’nin de en elverişli ve uzun
parkuruna sahip olan Çoruh nehrinde her sene binlerce yerli ve yabancı turist
rafting yapmaktadır.
Dağ ve doğa yürüyüşü olarak adlandırılan trekking sporu için uygun
parkurlara sahip olan ile ilgi giderek artmaktadır. Özellikle Barhal Vadisi ve
Yaylalar Köyü’nden Kaçkarlara doğru olan bölümde trekking, yaz mevsiminde yoğun olarak yapılmaktadır. Aynı zamanda her sene 30 Ağustos’ta Kaçkar
Dağlarının zirvesine zafer tırmanışı ve yürüyüşü yapılmaktadır. Kaçkar ve Altı161
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
parmak Dağlarının zirvelerindeki buzul gölleri, gelen insanlara güzellikleriyle
cazip gelmektedir.
İlçe için önemli bir figür olan boğa güreşleri ile ilgili her yıl ondan fazla
küçük ve büyük çapta organizasyonlar yapılmaktadır. Geçmişten gelen yaşayış
tarzında; tarımsal alanların dağlık mevkilerde bulunması ve bu alanların işlenmesinde büyükbaş hayvanlardan (öküzler) yararlanılması nedeniyle bu büyükbaş hayvanların bölge insanı için önemi büyüktür. Tarlalarda kullanılan bu
boğaların başlangıçta kendi aralarında yaptıkları güreşler yöre insanına ilham
kaynağı olmuş ve zamanla günümüzde düzenlenen boğa güreşleri etkinliklerine gelinmiştir. Boğa güreşleri, boğaların boyun kalınlıklarına ve kilolarına göre
yapılmaktadır. Bu şekilde yapılan güreşler sonunda en ağır olan ve yarışmayı
kazanan boğa baş boğa (pehlivan) seçilmekte ve sahibine ödül verilmektedir
(URL-16). Artvin Kafkasör, Yusufeli Kılıçkaya Aros Yaylası, Bıçakçılar Salikvan
Yaylası ve Murgul ilçesi boğa güreşleri düzenlenen yerlerdir.
Yöreye özgü bir etkinlik olarak atmaca avcılığı özellikle ilçeler genelinde
önemli bir yeri bulunmaktadır. Ağustos ayında başlayan ve ekim ayı sonlarına kadar süren atmaca avında yakalanan ve evcilleştirilen atmacalar bıldırcın
avında kullanılmakta ve av mevsiminin geçmesi ile de tekrar doğaya bırakılmaktadır.
Ayrıca Merkez Çoruh Nehri, Berta Deresi, Karçal Suyu, Hatila Deresi,
Melo Deresi, Ardanuç Ardanuç Deresi, Bulanık Deresi, Arhavi Kapisre Deresi,
Küçükköy Şelalesi, Borçka Klaskur Suyu, Devuskel Deresi, Chala Deresi, Hopa
Sundura Deresi, Kemalpaşa Çamurlu Deresi, Kemalpaşa Dereiçi Deresi, Şavşat
Şavşat Suyu, Yusufeli İspir Çayı, Barhal Çayı, Murgul Kavarcet Deresi, Başköy
Deresi akarsu turizmi ve sportif olta balıkçılığı kapsamında değerlendirilebilecek alanlardır.
İl genelinde yer alan akarsu ve göllerden özellikle Barhal Çayı’nda, Hatila Deresi’nde, Arhavi Ortacalar Deresi’nde ve Borçka Camili - Maçahel Deresi’nde, yüksek kesimlerde yer alan halk arasında Karagöl olarak adlandırılan
göllerde olta balıkçılığı yapılmaktadır.
Kaçkar Dağları, Bilbilan Yaylası ve Sahara Yaylası atlı doğa yürüyüşü yapılabilecek alanlardır. Eşsiz doğal güzellikleri ile Artvin, jeep safari meraklıları
için uygun alan ve parkurlara sahiptir.
Futbol, bölge için ön planda olmayan bir spor gibi gözükse de il ve ilçede faaliyetlerini ulusal, bölgesel ve amatör olarak devam ettiren takımların
kendi sahalarında yapacakları maçlar için gelen misafir takımların kamp ve
konaklama talepleri birçok sektöre katkı yapmaktadır.
162
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Gençlik Turizmi
Gençlik turizmi; 15-25 yaş arasında bulunan gençlerin, kamu ve özel
organizasyonların sağladığı destek ve teşviklerden yararlanarak bireysel veya
grup halinde ülke içinde ya da dışında kültür ve dinlenme motifleri ile yaptıkları seyahat ve konaklamalardan oluşan ekonomik, sosyal ve kültürel bir
olaydır (Oral, 1992: 35)
Daha çok batı bölgelerinde yaygın olarak organize edilen bu turizm türünün, okulların tatil dönemlerinde Artvin bölgesinde de organize edilmesi
mümkündür. Artvin il ve ilçelerinde gençlerin ilgisini çekebilecek birçok turistik değer bulunmaktadır. Özellikle yaylalarda yürüyüş turları, yabani ve doğal hayat birçok gencin ilgisini çekebilecek özelliklere sahiptir. Gençlik turizmi
kapsamındaki etkinliklere katılan gençlerin konaklama, yeme-içme ve ulaşım
gibi ihtiyaçları için bölgedeki Artvin Çoruh Üniversitesi’nden, yurtlardan ve
yatılı okullardan faydalanılması mümkündür.
Kırsal Turizm
‘Amacı tarımsal ya da yerel değerlerle iç içe bulunarak hoşça zaman geçirmek olan turistlere, beklentileri doğrultusunda konaklama, yiyecek-içecek
ve diğer hizmetleri veren küçük ölçekli işletmelerin yer aldığı küçük yerleşimlerde gerçekleştirilen faaliyetler bütünü’ olarak tanımlanan (Ahipaşaoğlu ve
Çeltek, 2006: 12) kırsal turizm, daha çok doğaya yönelik olarak yapılan ve turistlerin farklı etkinliklere (çiftlik gezme, ata binme, yürüyüş, bahçeden ürün
toplama vb.) katıldıkları turizm türüdür.
Artvin ili ve ilçeleri, sahip oldukları tarihi, kültürel ve yöresel değerleri
ve tahrip edilmemiş doğal yapılarıyla turizme açılabilecek önemli kırsal alanlara sahiptirler. Tüm ilçeler ve ilçe köyleri kendine has kültürel ve yöresel değerlere sahip olup, etkili kalkınma politikaları ile kırsal turizm aracılığıyla bölgesel ve ulusal turizm istatistiklerine katkı sağlama potansiyeline sahiptirler.
Üçüncü Yaş Turizmi
Genelde atmış beş yaş ve üzeri insanların katıldıkları turizm faaliyetlerini
kapsayan üçüncü yaş turizmi, çoğunlukla emekli insanların faaliyetlerini içeren
bir turizm türüdür. Bu kişiler, emeklilik hakkı kazandıkları için çalışmak zorunda
değildirler, bu sebeple düşük sezonlar da dâhil olmak üzere turistik organizasyonlara katılma olanaklarına sahiptirler (Hacıoğlu ve Şahin, 2008: 18).
Artvin bölgesi coğrafi şartlarından dolayı yaşça büyük insanlar için ulaşılması zor olan turistik değerlere sahip olmakla birlikte, bu kesimlere hitap
eden değerlere de ev sahipliği yapmaktadır. Etkili ve yaygın tanıtım ile ve pa163
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
zarlama faaliyetleri neticesinde Artvin il ve ilçelerinin sahip olduğu değerler
bu yaş grubuna çekici hale getirilmelidir.
Kongre Turizmi
Kişilerin daimi konakladıkları veya çalıştıkları yerler dışında uzmanlık
gerektiren bilimsel alanlarda veya meslek kollarında, belirli bir konuda bilgi
alışverişi yapmak amacıyla bir araya gelmelerinden ortaya çıkan seyahat, konaklama, olay ve ilişkilerin tümü olarak ifade edilen kongre turizmi (Karasu,
1985: 9), sektörde özellikle son yıllarda önemli bir yere sahiptir.
2007 yılında kurulan Artvin Çoruh Üniversitesi, sadece kendi bölgesine
değil, üye olduğu Kafkasya Üniversiteler Birliği vasıtasıyla Kafkasya ülkelerine
de hitap eder konumdadır. Üniversite, bölgeye sağladığı eğitim hizmetlerinin
yanı sıra, ulusal ve uluslararası düzeyde kongre, panel, sempozyum ve festivallere ev sahipliği yaparak bu konudaki turizm faaliyetlerine gittikçe daha
fazla katkıda bulunmaktadır. Ulusal Karadeniz Ormancılık Kongresi, Eğitim
Odağında Artvin Sempozyumu, Uluslararası Kafkasya Ormancılık Sempozyumu Artvin Çoruh Üniversitesi’nin ev sahipliği yaptığı ve çok sayıda yerli ve
yabancı akademisyen tarafından ilgi gören etkinliklerdir.
Kış Turizmi
Kış turizmi, genellikle belirli yükseklikteki dağlarda, kayak sporunu
yapmaya müsait kar şartlarının ve eğimli alanların uygun olduğu bölgelere
yapılan seyahatlerin yanında, konaklama, yeme-içme, dinlenme, eğlenme ve
gezme-görme gibi aktivitelerden de yararlanmayı kapsayan ve yılın belirli dönemlerinde gerçekleştirilen faaliyet ve ilişkilerin bütünüdür (İlban ve Kaşlı,
2008: 321).
Özellikle Artvin dağları bölgede kış aylarında karın en çok yağdığı alanlardır. Ulaşımın zor olması kaçınılmaz olan bu dağlarda planlı ve organize şekilde kurulan irili ufaklı işletmeler ve merkezler kış turizmine ilgi duyan insanlar için bu alanları cazip hale getirmektedir.
Kış turizmi kapsamında değerlendirilebilecek, Artvin Valiliği’nce Mersivan Dağı’nda yaptırılan Atabarı Kayak Merkezi, şehir merkezine 17 km uzaklıktadır. 2012 yılında hizmete giren pistin ana uzunluğu 800 metre genişliği 80
metredir. Kayak merkezinde 1 adet lift mevcut olup uzunluğu 400 metredir.
Kafeterya, sporcu soyunma odaları ve otopark mevcut olan kayak merkezi
için, şehir merkezinden 8 km uzaklıktaki Kafkasör mevkiinde konaklama imkânı mevcuttur (URL-17).
164
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Kamp ve Karavan Turizmi
Turizme karavanlarıyla katılan ya da çadır kurma tutkunu insanlara yönelik park ve konaklama imkânı sunmak amacıyla oluşturulmuş özel donanımlı tesislerin faaliyet gösterdiği turizm türü olan kamp ve karavan turizmi
(Şenol, 2008: 481), dünyada ve ülkemizde çeşitli organizasyonlar eşliğinde
gelişme göstermektedir.
Artvin il geneline bakıldığında sahil şeridinde bulunan plajlarda, orman
içi dinlenme yerlerinde, milli parklarda kamp ve karavan turizmi için uygun
yerler mevcut olup bunların başında; Kemalpaşa Plajı ve çevresi, Kafkasör Orman İçi Dinlenme Yeri, Borçka Karagöl, Şavşat Karagöl, Hatila Vadisi, Sahara,
Yusufeli Kaçkar Turizm Merkezi ve Yusufeli Çevreli Köyü Rafting Kamp Merkezi
gelmektedir. Ayrıca Yusufeli ilçesi Çevreli Köyünde rafting kamp alanı bulunmaktadır.
Festival Turizmi
Festival kelimesi insanlar ve toplumlar arasında ekonomik, sanatsal,
kültürel ve sosyal açıdan bir yakınlaşma ve tanıtım sağlamak amacıyla düzenlenmiş etkinlikler olarak tanımlanabilir (Bilgili ve diğerleri, 2012: 118). Spor
yarışmaları, bölgesel fuar ya da panayırlar, yerel ürünlerin sergilenmesi, tiyatro, folklor, film, müzik gösterileri, defileler gibi çeşitli aktivitelerle renklendirilen ve her yıl olmak üzere geleneksel hale getirilen sosyal ve ekonomik etkinlikler (Asna, 1998: 130) ve bu etkinliklere katılan ziyaretçiler ‘festival turizmi’
konseptini oluşturmaktadırlar.
Artvin Merkez’de Kafkasör Kültür, Turizm ve Sanat Festivali, Ardanuç’ta
Karakucak Güreşleri ve Efkari Âşıklar Şenliği ve Çurusbil Şenliği, Aydın Köyü
Söğüt Düzü Yayla Şenlikleri ve Karakucak Güreşleri Festivali, Bereket ve Ovacık Köyleri Yayla Şenlikleri ve Güreş Festivali, Bulanık Köyü Soçluk Festivali,
Güleş Köyü Festivali ve Kutlu Köyü Yayla Şenliği, Arhavi’de Arhavi Kültür ve
Sanat Festivali, Borçka’da Maçahel Kafkas Arıcılığı ve Ekoturizm Şenliği, Hopa’da Hopa Kültür Sanat ve Deniz Festivali, Şavşat’ta Sahara Pancarcı Festivali, Meydancık Satave Gevrek Şenliği, Karüstü Karakucak Güreşleri, Yusufeli’de
Geleneksel Karakucak Güreşleri Şenlikleri, Geleneksel Boğa Güreşleri, Kılıçkaya Aros Yayla Şenlikleri, Murgul’da Boğa Güreşleri Şenlikleri il festival turizmi
kapsamında değerlendirilebilecek etkinliklerdir. Bu etkinliklerin düzenlenme
tarihleri her ilçenin kaymakamlık ve belediye başkanlığı tarafından yıl içinde
belirlenmektedir.
165
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
BULGULAR VE YORUM
Son yıllarda, dünya genelinde insanların boş zamanlarının artması, gelir
düzeylerinin yükselmesi ve resmi tatil imkânlarının artması gibi faktörler sonucu, turizm olayına katılan insanların sayısında hızlı bir artış gözlemlenmektedir ve bu artış resmi olarak ulusal ve uluslararası istatistiklere de yansımaktadır. Diğer yandan, turizm olayına katılan insanların seyahat amaçları gün
geçtikçe farklılaşmaktadır. Yıllardır tüm dünya genelinde hâkim olan deniz-güneş-kum üçgenine dayalı tatiller yerini, değişen tatil anlayışına paralel olarak
yeni turizm türlerine bırakmış durumdadır. Bir başka ifadeyle turizm talebi,
dinlenme ve eğlenme amaçlı geleneksel tatil anlayışından, farklı beklentilere
hitap eden seyahat anlayışına kaymaktadır (Hacıoğlu ve Avcıkurt 2008: III).
Turizm sektöründe faaliyet gösteren işletmeler, turistlerin bu farklı
beklentilerine paralel olarak turizm pazarlaması yöntemlerini geliştirmeye
çalışmaktadırlar. Niş pazarlama da bu farklı beklentiler doğrultusunda turizm
işletmelerinin kullandıkları bir pazarlama yöntemidir. Pazarı daraltarak ya da
sundukları hizmeti netleştirerek turistlere ulaşmaya çalışan turizm işletmeleri, sektörde oluşan alternatif turizm türlerini takip etmektedirler. Yeni bir
ürün için niş pazara girmenin, kitlesel pazara girmekten daha kolay olduğunu
kabul edersek (Adamson, 2003: 773), çalışmamızın bölgesini oluşturan Artvin
ilinde uygulanabilirliğini incelediğimiz niş pazar alanlarının ile, ilçelere hatta
köylere katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Turizm sektöründe her geçen gün değişen ve artış gösteren konuk beklentileri doğrultusunda, niş pazarlama kavramı işletme yöneticileri ve turistlerce bilinmesi gereken bir pazarlama çeşididir. Bu düşüncelerle yola çıkılarak
hazırlanan çalışmada, niş pazarlamanın kavramsal analizine öncelik verilmiş
olup, daha sonra da turizm sektöründe niş pazarlamanın uygulama sürecine
değinilmiştir. Son olarak da Artvin ilinde niş pazarlama potansiyelinin incelenmesine detaylı bir şekilde yer verilmiştir.
Doğu Karadeniz bölgesinde yer alan Artvin, Karadeniz sahil şeridinin
sınır ilidir. Sarp ve geçit vermeyen dağlarla kaplı olan ilin toprakları, 5000 yıllık tarihi geçmişi boyunca coğrafi konumunun uygunluğu nedeniyle değişik
medeniyetlerin yaşadığı en eski yerleşim merkezlerinden biri olmuştur. İl,
doğal ve kültürel kaynakları korumanın giderek önem kazandığı günümüzde;
bakir doğası, korunmuş tarihi yapısı ve eşine az rastlanır güzellikleri ile Karadeniz Bölgesi’nde alternatif turizme merkez olma yolunda emin adımlarla
ilerlemektedir. Tarihin doğa ile kucaklaştığı ilde farklı medeniyetlerin kalıntıları kültür turizminin zenginleşmesini sağlamıştır. İlin zengin doğal kaynakları
çeşitli turizm değerlerini oluşturmaktadır. Yeşilin her tonunu bünyesinde bu166
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
lunduran Artvin ili, doğal güzellikleri, kültürel zenginlikleri ve tarihi yapısıyla
ön plana çıkmaktadır.
Çalışmada Artvin ilinin tercih edilmesindeki en önemli etken, turizm
sektöründe doğal, kültürel ve tarihi varlıklar bakımından oldukça zengin bir
pazara sahip olmasıdır. Artvin ilinin farklı kültür ve medeniyetlere ev sahipliği
yapmış olması yanında, il sınırları içerisinde yer alan nehir ve akarsular, ovalar, yaylalar, göller, milli parklar, tabiatı koruma alanları, yeşil yol güzergâhları,
turizm merkezleri ile sahip olduğu flora ve fauna değerleri, ilde bulunan alternatif turizm çeşitlerini ön plana çıkarmaktadır.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Dünyada son yıllarda turizm tüketim kalıplarında önemli değişimler
gözlenmektedir. Deniz, kum ve güneşe bağlı aktiviteler üzerinde yoğunlaşan
kitle turizmi, bu alanda taşıma kapasitelerinin üzerinde kullanımları zorunlu
kılmış doğal güzellikler ve ormanları yok etmiş ve aşırı yapılaşmayı da beraberinde getirmiştir. Bir anlamda doğaya saygı duymayan kitle turizmi yerine son
yıllarda alternatif arayışlar başlamıştır. Kitle turizminin olumsuz etkileri sonucu, çevreye karşı saygılı, ölçülü, yavaş gelişen ve kaynakları daha optimum
şekilde kullanan, adları doğa turizmi, alternatif turizm, eko turizm gibi adlarla
anılan farklı turizm anlayışları doğmuştur. Deniz-kum-güneş kavramlarından
uzak, doğa ile iç içe, abartılı olmayan tesislerde iyi bir oda, iyi hizmet ile bütün bunların yanında bozulmamış ve temiz bir çevrede aktif olarak tatil talebi
eğiliminin yaygınlaşması, farklı turizm türlerinin gündeme gelmesinde etkili
olmuştur (URL-18).
Turizm, sağladığı ekonomik ve toplumsal kazanımların büyüklüğü ve
kalkınma sürecini hızlandırma özelliğinden dolayı Doğu Karadeniz Bölgesi için
öncelikli sektörlerin başında gelmektedir. Sektörün diğer bir özelliği ise, değer
zincirinde diğer bazı kritik sektörleri barındırmasıdır. Doğu Karadeniz için bu
sektörlerin başında, bölgenin ekonomisinde önemli yer tutan tarım, gıda ve
hayvancılık gelmektedir (Kudaka, 2011: 7).
Karla kaplı dağları, ilgi çekici ahşap mimarisi, yeşil yaylaları, anıt ağaçları, krater gölleri ve Çoruh Vadisi ile çok çeşitli doğal değerleri içinde barındıran
Artvin ili, özellikle son yıllarda il kalkınma plan ve politikalarını turizme odaklamış durumdadır. Doğu Karadeniz Bölgesi’nin bu şirin ili, gerek iklim yapısı
gerekse de saklı kalmış birçok turistik değerleriyle iç ve dış turizmde ilgi çeken
yerlerin başında gelmektedir. Doğası ile bütünleşmek, kültürel zenginliklerine
ulaşmak, samimi insanlarıyla tanışmak isteyen yerli ve yabancı turistler Artvin
ilini ziyaret etmektedirler. Çoruh Nehri’nin güzergâh boyunca sizlere adeta yol
167
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
arkadaşlığı yaptığı, bulutların misafirliğindeki dağları, her taraftaki akarsuları,
eşsiz yaylaları Artvin ilindeki görülmesi gereken yerlerin başında gelmektedir
(Akyol, 2012: 82).
31.08.1988 tarihinde Sarp Sınır Kapısının açılmasından sonra, sınır ili
olan Artvin’in, başta Gürcistan olmak üzere, yakın bağımsız devletler topluluğu ülkeleriyle sosyal ve ekonomik ilişkileri önemli bir gelişim seyri izlemiştir.
Hopa Gümrükleri Başmüdürlüğü ve bağlantı gümrük müdürlüklerinden gelen-giden yolcu, otomobil, otobüs, tır ve gemi sayılarında sürekli artış olmaktadır. Sarp Sınır Kapısı ve Hopa Limanı üzerinden gerçekleştirilen ithalat ve ihracat işlemleri ile ülkemizin önemli sınır kapılarından birine sahip olan Artvin
(URL-19), bu yollarla il ve ilçelere önemli turizm girdisi sağlama potansiyeline
sahiptir.
Artvin ilinin doğal turizm kaynakları; dağlar, göller, nehirler ve akarsular, yaylalar, doğal güzellikler ve koruma alanları (milli parklar), kumsallar ve
plajlar, bitkisel çeşitlilik (flora), yaban hayatı, termal kaynaklar olmakla birlikte, ilin kültürel turizm kaynakları ise tarihi değerler (arkeolojik kalıntılar),
dini yapılar (cami, türbe, kilise, şapel), geleneksel mimari, folklorik yapılar,
halk oyunları, el sanatları, gastronomi, festival ve şenliklerdir. Alternatif turizm kapsamında değerlendirilen birçok turizm çeşidini gerçekleştirme olanağı bulunan Artvin ilinde ve ilçelerinde uygulanacak olan doğru ve yerinde
pazarlama teknikleri sayesinde, ildeki turistik değerler bölgeden hak ettiği
payı alacaktır. Niş pazarlama sayesinde ilin farklı turizm değerleri farklı turist
yapılarına yönlendirilerek sektörde arz ve talep dengesi sağlanacaktır.
Yerli ve yabancı ziyaretçilerin gün geçtikçe farklılaşan beklentilerine
daha iyi bir şekilde cevap verebilmek ve ekonomik, sosyal, kültürel kazanımlarını arttırarak işletmelerinin ve hizmet verdikleri bölgenin daha iyi tanıtılmasını sağlamaya çalışan turizm işletmeleri, uygulanabilecek niş pazar alanları
ile Artvin il ve ilçelerinde daha verimli çalışmalar yapacaklardır.
Alternatif turizm kapsamında değerlendirebileceğimiz birçok turizm
türüne ev sahipliği yapabilecek potansiyeli olan Artvin ili ve ilçeleri, yukarıda
farklı başlıklar altında incelediğimiz niş pazarlara uygun turizm değerlerine
sahiptir. Yayla, kültür, sağlık, inanç, botanik, ekoturizm, gastronomi, mağara,
botanik, spor, gençlik, kırsal, üçüncü yaş, kongre, kış, kamp-karavan ve festival turizmleri kapsamında değerlendirilebilecek önemli değerlere sahip olan
Artvin il ve ilçeleri, Doğu Karadeniz turizminde keşfedilmeyi beklemektedir.
Yaptığımız bu çalışmanın, Artvin il ve ilçelerinde faaliyet gösteren tüm
işletmelere ve bu bölgeye gelmeyi düşünen tüm yerli ve yabancı ziyaretçilere
faydalı olmasını temenni ederim.
168
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
KAYNAKLAR
Adamson, Kerry-Ann (2003), “An Examination of Consumer Demand in
the Secondary Niche Market for Fuel Cell Vehicles in Europe”, International
Journal of Hydrogen Energy, 28, s. 771-780.
Ahipaşaoğlu, Suavi ve Çeltek, Evrim (2006), Sürdürülebilir Kırsal Turizm,
Ankara: Gazi Kitabevi.
Akyol, Ceyhun (2012), “Kırsal Turizmde Ev Pansiyonculuğu Modeli ve
Karadeniz Örneklemesi”, Uluslararası Sosyal ve Ekonomik Bilimler Dergisi (IJSES), 2, s. 79-83.
Arslan, Orhan (2006), Turizmde Niş Pazarlama Stratejileri ve Uygulamaları, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Maltepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Artvin İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü (2012), Artvin Kültür Envanteri,
Artvin: T.C. Artvin Valiliği.
Asna, Alaeddin (1998), Public Relations-Temel Bilgiler, İstanbul: Der Yayınları.
Avcıkurt, Cevdet ve Gürol Neşe (2012), “Niş Pazarlamanın Turizm Sektöründe Uygulanma Süreci ve Balıkesir İli Örneği”, VI. Lisansüstü Turizm Öğrencileri Araştırma Kongresi (12-15 Nisan 2012), s. 39-62, Kemer, Antalya:
Detay Yayıncılık.
Bakırcı, Mehmet (1992), Doğu Karadeniz Bölgesinin Turizme Kazandırılması, Doğu Karadeniz Turizm Konferansı-Workshop, Turizm Bakanlığı, Ankara: Turizm Eğitimi Genel Müdürlüğü Yayını.
Batman, Orhan ve Oğuz, Sibel Çınar (2008), “Kültür Turizmi”, Turistik
Ürün Çeşitlendirmesi, Necdet Hacıoğlu ve Cevdet Avcıkurt (Ed.), s.189-208,
Ankara: Nobel Yayın.
Bedük, A. ve diğerleri (2008), “Değişen Dünya’da Yeni Yönetim Modellerinin Turizm Sektöründe Kullanılması ve Tanıtım Stratejilerinin Belirlenmesi”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 20, s. 135-162.
Bilgili ve diğerleri (2012), “Turistik Ürün Olarak Festivallerin Etkinlik ve
Verimliliği Üzerine Bir Araştırma (Erzurum-Oltu Kırdağ Festivali Örneği)”, Uluslararası Sosyal ve Ekonomik Bilimler Dergisi (IJSES), 2, s. 117-124.
Blangy, Sylvie ve Hitesh, Mehta (2006), “Ecotourism and Ecological
Restoration”, Journal for Nature Conservation, s. 233-236.
Candan, Emre (2013), Denizli’den Artvin’e, Denizli: Tanıtım Kitapları.
Cengiz, Tülay ve Güngör, Sertaç (2006), “Niş Pazarlama Prensipleri ve Ortopedik Destek Ürünleri Pazarı Örneği”, Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi, 11, s. 219-235.
169
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Cengiz, T. ve diğerleri (2005), Artvin İl Gelişme Planı, Artvin: Artvin Valiliği Artvin İl Gelişim Planı Turizm Sektörü Raporu.
Dalgıç, Tevfik ve Leeuw, Maarten (1994), “Niche Marketing Concept,
Applications and Some European Cases”, European Journal of Marketing, 28,
s. 39-55.
Ercan, Bahar Gökçe (2007), Niş Pazarlama Stratejilerinin Turizm Sektöründe A Grubu Seyahat Acentalarında Uygulanması: ETS Tur Örneği, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Erdem, Barış ve Göksel Kemal Girgin (2008), “Spor Turizmi”, Turistik
Ürün Çeşitlendirmesi, Necdet Hacıoğlu ve Cevdet Avcıkurt (Ed.), s.385-410,
Ankara: Nobel Yayın.
Erol, Mikdat (2003), Turizm Pazarlaması, Bursa: Ekin Kitabevi.
Güreş, Nuriye ve Akgül, Volkan (2006), “Niş Pazarlama ve Hatay Turizmine Yönelik Niş Pazarlama Stratejilerinin Belirlenmesi”, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 11, s. 219-235.
Hacıoğlu, Necdet ve Avcıkurt, Cevdet –Ed.- (2008), Turistik Ürün Çeşitlendirmesi, Ankara: Nobel Yayın.
Hacıoğlu, Necdet ve Şahin, Bayram (2008), “Üçüncü Yaş Turizmi”, Turistik Ürün Çeşitlendirmesi, Necdet Hacıoğlu ve Cevdet Avcıkurt (Ed.), s.17-40,
Ankara: Nobel Yayın.
İçöz, Orhan (2001), Turizm İşletmelerinde Pazarlama, Ankara: Turhan
Kitabevi.
İlban, Mehmet Oğuzhan ve Kaşlı, Mehmet (2008), “Kış Turizmi”, Turistik Ürün Çeşitlendirmesi, Necdet Hacıoğlu ve Cevdet Avcıkurt (Ed.), s.319-342,
Ankara: Nobel Yayın.
Kara, Sedat ve Aydemir, Yunus (2013), Artvin İlinde Doğa Turizmi Master Planı 2013-2023, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Araştırma Raporu, Artvin: Artvin Şube Müdürlüğü.
Karasu, Tanju (1985), Kongre Turizmi ve Türkiye, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını.
Kotler, Philip ve Armstrong, Gary (1989), Principles of Marketing, New
Jersey: Englewood Cliffs, Prentice Hall Inc.
KUDAKA (2011), İnovasyona Dayalı Turizm Stratejisi ve Eylem Planı,
Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi (Erzurum-Erzincan-Bayburt), Ankara: Kuzeydoğu
Anadolu Kalkınma Ajansı.
Kurt, Suzan (2009), Turizm Yönetimi ve Pazarlama Stratejileri, Ankara:
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Çalışma Raporu, Teftiş Kurulu Başkanlığı.
Nazik, Lütfi (2008), “Mağara Turizmi”, Turistik Ürün Çeşitlendirmesi,
170
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Necdet Hacıoğlu ve Cevdet Avcıkurt (Ed.), s.295-318, Ankara: Nobel Yayın.
Novelli, Marina (2005), Niche Tourism, Contemporary Issues, Trends
and Cases, Burlington: Butterworth-Heinemann Publications.
Oral, Saime (1992), “Türkiye’de Gençlik Turizmi ve Geliştirilmesi”,
Gençlik Turizmi Konferans-Workshop (14-16 Mayıs 1992), s. 35-42, Ankara.
Turizm Bakanlığı.
Rızaoğlu, Bahattin (2004), Turizm Pazarlaması, Ankara: Detay Yayıncılık.
Sarıyer, Nilsun (2007), “Şarap Pazarlaması-İntepe Şarabının Pazarlanması İçin Bir Öneri”, T.C. 2. Troas Bölgesi Değerleri Sempozyumu (31 Temmuz-02 Eylül 2007), s. 87-94, İntepe, Çanakkale: Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Yayınları
Selvi, Murat Selim (2008), “Sağlık Turizmi”, Turistik Ürün Çeşitlendirmesi, Necdet Hacıoğlu ve Cevdet Avcıkurt (Ed.), s.275-294, Ankara: Nobel Yayın.
Şahin, Salih Zeki ve Tosun, Cevat (2006), “Gelişen ve Değişen Eğilim:
Ekoturizm”, II. Balıkesir Ulusal Turizm Kongresi (20-22 Nisan 2006), s. 89-102,
Balıkesir: Balıkesir Üniversitesi Yayınları.
Şenol, Fazıl (2008), “Kamp ve Karavan Turizmi”, Turistik Ürün Çeşitlendirmesi, Necdet Hacıoğlu ve Cevdet Avcıkurt (Ed.), s.481-499, Ankara: Nobel
Yayın.
Tekeli, Hasan (2001), Turizm Pazarlaması ve Planlaması, Ankara: Detay
Yayıncılık.
T.C. Kalkınma Bakanlığı (2013), Artvin İl Raporu, Giresun: Doğu Karadeniz Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı.
URL-1: World Tourism Organisation (Dünya Turizm Örgütü). Tourism
Highlights 2014 Edition. http://mkt.unwto.org/publication/unwto-tourismhighlights-2014-edition (Erişim: 02.07.2014)
URL-2: World Travel and Tourism Council (Dünya Seyahat ve Turizm
Konseyi). Travel & Tourism Economic Impact 2014 World. www.wttc.org/
site_media/.../world2014.pdf (Erişim: 03.07.2014)
URL-3: American Marketing Association (AMA). AMA Adopts New Definition of Marketing. http://www.marketingpower.com/content21257.php.
(Erişim: 08.07.2014)
URL-4:http://www.msaygin.com/index.php/isletme/14-nis
(Erişim:
28.08.2014)
URL-5: Niş Pazarlama ve Turizm Sektöründe Uygulanabilirliği, İş, Güç
Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi, http://www.isgucdergi.org/?p=
article&id=222&cilt=6&sayi=2&yil=2004 (Erişim: 01.06.2014)
171
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
URL-6: http://www.artvin.gov.tr/?page=icerik&file=detay&id=57 (Erişim: 18.07.2014)
URL-7: http://www.shrforum.info/turkiyeden-kareler/49273-artvin-ilceler-haritasi.html (Erişim: 18.07.2014)
URL-8: http://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye’deki_da%C4%9Flar
(Erişim: 17.04.2014)
URL-9: Incoming Turizm Raporu/2013 Yılsonu, http://www.tursab.org.
tr/dosya/8533/aralik2013_8533_4033855.pdf (Erişim: 15.04.2014)
URL-10: http://www.karmametal.net/?pnum=65&pt=Dunyanin-turkiyenin-en-buyuk-artvin-atatepe-ataturk-aniti-heykeli-nerede, Erişim tarihi: 30
Ağustos 2014.
URL-11: http://www.ktbyatirimisletmeler.gov.tr/TR,9952/inanc-turizmi.html (Erişim: 18.07.2014)
URL-12: http://www.csb.gov.tr/iller/artvin/index.php?Sayfa=sayfa&Tu
r=webmenu&Id=579 (Erişim: 24.07.2014)
URL-13: Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2012 Yılı Kurumsal Mali
Durum
ve
Beklentiler
Raporu.
http://sgb.kulturturizm.gov.tr/
Eklenti/4890,2012beklentiraporu.pdf?0 (Erişim: 02.09.2014)
URL-14: http://www.milliyet.com.tr/karadeniz-de-turistlerin-yeni-gundem-1927827/ (Erişim: 20.08.2014)
URL-15: http://www.artvinkultur.gov.tr/TR,55898/akarsu-turizmi-kano-rafting.html (Erişim: 28.06.2014)
URL-16: http://www.artvin.gov.tr/?page=icerik&file=mdetay&s=2&ms
=11&id=64, (Erişim: 18.07.2014)
URL-17: http://www.artvin.bel.tr/atabari-kayak-merkezi.html (Erişim:
19.07.2014)
URL-18: “Doğu Karadeniz’de Turizm Potansiyeli Çeşitlendirilmesi ve Gelişme Olanakları”, http://www.metinberber.com/kullanici_dosyalari/file/11.
doc. Erişim: 16.05.2014
URL-19: http://www.artvin.gov.tr/?page=icerik&file=detay&id=61 (Erişim: 24.07.2014)
Yangibayev, Arslan (2011), Global Finansal Krizlerin Turizm Pazarlamasına Etkileri: Türkiye Örneği, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Yılmaz, Hilal (2010), “Artvin Kenti ve Çevresinin Ekoturizm Açısından
Değerlendirilmesi”, III. Ulusal Karadeniz Ormancılık Kongresi (20-22 Mayıs
2010) Bildiriler, s. 1595-1605, Artvin: Zafer Ofset.
172
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
BORÇKA DEVİSKEL YAYLALARINDA HALK OYUNLARI GELENEĞİ
İn Borçka Deviskel Folk Tradition
İdris Ersan KÜÇÜK*
ÖZET
Borçka, tarih boyunca birçok halkın etkisi altında farklı kültürlerin özelliklerini
barındıran sayıca zengin bir oyun(dans) kültürüne sahiptir. Karadeniz’in birçok yerinde olduğu gibi ‘Yaylacılık’ Borçka’da da uzun yıllardır süregelen yaşam pratiklerinden
biridir. Bu gelenek çerçevesinde sadece oyunlara değil aynı zamanda seyirlik oyunlara da çokça rastlanmaktadır. Halk oyunları(dans) ve dramatik içerikli seyirlik oyunlar iç içe olmak üzere kültür içersindeki varlığını sürdürürken ‘Yaylacılık’ yörede halk
oyunlarının icra edildiği doğal ortamları var etmektedir. Bu çalışmada Borçka Deviskel
yaylalarında tespit edilen oyun geleneği üzerinde etnokoreolojik değerlendirmeler
yapılarak yöredeki oyun geleneğinin kültürel kodlarına açıklamalar getirilmiştir.
ABSTRACT
Borçka has a rich number of dance culture that combines the features of different cultures under the influence of many peoples throughout the history. As in
many parts of the Black Sea, “Yaylacılık” is one of the life practice which longs decades. Not only dance in the framework of this tradition in the theatrical dance are
also frequently encountered. While folk dances and theatrical dances with dramatic
content are maintaining their presence in the culture to be nested within ‘Yaylacılık’
in the region is a natural environment that is performed folk dances. In this study,
ethnochoreological assessments made on the detected dance tradition where is in
Borçka Deviskel Yaylaları and descriptions about the cultural codes of dance traditions was introduced in the area.
GİRİŞ
Borçka, Artvin iline bağlı bir ilçe olup, kuzeyinde Gürcistan, doğusunda Şavşat ve merkez ilçe, güneyinde Murgul, güneybatısında Arhavi ve batıda Hopa ilçeleriyle çevrili bir noktada Çoruh vadisi içerisinde kurulmuştur. Borçka isminin Kumanların Borçoğlu boyundan
geldiği yönünde bir fikir varken(Bilgin, 2010:177), Mamia Pağava’ya
**
göre ismin kökeni Borçka’da yetişen “Porçkha” adlı bodur bir ağaç cinsinden
* Ege Üniversitesi Devlet Türk Musıkisi Konservatuvarı Türk Halk Oyunları Bölümü Öğretim
Elemanı.
** Batum ŞotaRustaveli Üniversitesi Gürcü Dili ve Edebiyatı Profesörü.
173
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
gelmektedir.(KK-1) Günümüzde ilçede Gürcüler, Lazlar, Hemşinliler, Çepniler
ve Poşalar yaşamaktadır.
Borçka ve çevresi Yavuz Sultan Selim’in Trabzon Valiliği döneminde
Osmanlı egemenliğine girmiş olup, 93 harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı
Rus Harbinin ardından Kars, Ardahan, Artvin ve Batum kentleriyle birlikte Rus
hâkimiyetine geçmiştir. Mondros Antlaşmasından sonra Batum ve Artvin ile
birlikte önce İngiliz sonra da Gürcü yönetimine geçen Borçka, 7 Mart 1921
tarihinde Artvin il merkezi ile birlikte Türkiye topraklarına katılmıştır. Tarih boyunca birçok halkın kültürel etkisi altında kalmış olan ilçede sayıca zengin bir
oyun(dans) kültürü vardır. Bu kayda değer oyun kültürünün yaşadığı doğal
ortamlardan biri de Borçka’nın Deviskel Yaylalarıdır.
Deviskel Borçka’ya bağlı Kaynarca Köyünün eski ismidir. Deviskel’inde içinde bulunduğu Çoruh vadisinin kuzeyine 11.yüzyılda Gürcü kaynakları “Chanet” bölgesi adını vermiştir. (Bilgin, 2010:63) Giorgi Çavçavadze’nin
1873’de kaleme aldığı “Gürcistan’da Yolculuk” adlı eserinde Deviskel’in Borçka’dan fazla nüfusa sahip olduğu belirtilir. Yine aynı kaynakta Deviskel’in kelime anlamının derin boğaz anlamına geldiği yazılıdır. (KK-1) Deviskel Yaylaları,
41-20 kuzey paralelleri ile 41-47 doğu meridyenleri arasında bulunur. Denizden yüksekliği 1091 metredir. Karçal suyunun Çoruh Nehrine kavuştuğu vadide bulunan derenin adı da Deviskel deresidir.( Öztürk, 2005:322) Bu dere
vadisi boyunca Bagen(Balcı), Alaca ve Deviskel(Kaynarca) Köyleri bulunur. Bu
vadideki köylerin yaylalarına genel olarak Deviskel Yaylaları denir. Yayla kelimesinin bir mimari birde coğrafi anlamı vardır. Bölge halkı, hem ahşaptan
yaptığı, kulübeden büyük evden küçük binaya yayla derken ağaç bitmeyen
yüksekliklerdeki geniş yeşil düzlüklere de yayla demektedir. Gürcistan sınırındaki Karçal dağının kuzey eteğinde bulunan Masklavi Krater gölü ile Bumbulitsveri tepesi arasındaki geniş düzlüklerde Adagul, Macahel, Bagen ve bu
yaylaların ortasında Deviskel yaylaları bulunur. Borçka’da Beyaz su yaylası haricindeki yaylalar köy isimleriyle anılır. Bu durum yaylacılık için hangi köyden
gelindiğini ifade eder.
Karadeniz’in genelinde olduğu gibi Borçka’da da yaylacılık, hayvanların
daha sağlıklı otlamaları ve çoğalmaları için gerçekleştirilen bir hayat pratiğidir.
Köyden kente göç furyasının devamında hayvancılığın azalması, yaylacılık geleneğinin işlevini hayvan beslemekten, insanlar için turizm etkinliğine dönüştürmüştür. Günümüzde yaylaya gerçek işlevi olan hayvancılık için çıkanların
olduğu gibi kısa süreli veya günübirlik turistik amaçla çıkanlar da vardır. Yaylacılık dönemi, her yıl mayısın son haftası veya haziranın ilk haftası başlayıp
eylül ayına kadar devam eden bir dönemdir. Bu dönemin tam ortasına gelen
174
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Temmuz ayının ikinci hafta sonunda “Şvantoba” adı verilen yayla şenliği düzenlenir. Bu şenlikler esnasında geleneksel bir et yemeği olan döner kurulur,
dini inanışa bağlı olarak yanında rakı, şarap veya ayran içilir. Öğlen vakti “Gogo
Mezarı” mevkiinde boğa güreşleri düzenlenir. Bu güreşler boğa sahiplerinin
gururlanma aracıdır ve Artvin’in birçok yerinde yaygındır.
Şvantoba’nın vazgeçilmez öğelerinden biride halkoyunlarıdır. Deviskel
yaylalarında, yaylacılık döneminde her yaştan insan aynı halkada oyun oynar.
Böylelikle oyunların yeni nesle doğal aktarım ortamı oluşur. Borçka’nın yaylacılık geleneğinde oyunun öğretilmesi için resmi bir kuruluş veya sivil toplum
örgütü tarafından gerçekleştirilen organizasyon söz konusu değildir.
Yöntem
2005 ve 2008 yıllarında Borçka Deviskel yaylalarında katılımcı ve dışarıdan gözlem yöntemiyle gerçekleştirilen alan araştırmalarında yörenin halk
oyunları tespit edilmiştir. Bu oyunların günümüzde icra edilip edilmediği sorusundan yola çıkarak tespit edilen oyunların internet üzerinden görsel taramaları yapılmıştır.
Bir halk bilgisi ürününün kendi geleneksel bağlamında ve bu ürünün
sahibi olan halk grubu tarafından yaratılmasının, tekrarlanmasının veya yeniden yaratılmasının söz konusu olduğu ortama doğal ortam adı verilir.(Ekici,
2010: 67-68) Bu bağlamda, Temmuz ayının ikinci haftasonu Deviskel yaylalarında düzenlenen Şvantoba şenlikleri tespit edilen oyunların doğal ortamını
oluşturmaktadır. Tespit edilen oyunların çeşitli amaçlarla yeniden icra edilebilmesi için oyuna eşlik eden ezgiler notalanmıştır ve oyun icraları karekod
(qr code) yöntemi ile okuyucunun görsel algısına sunulmuştur. Ardından alan
araştırması sonucu elde edilen veriler analiz edilerek oyunların etnokoreolojik özellikleri vurgulanmıştır.
Harry F. Wolcott*** veri analizinde üç yol önermektedir. Birinci yol, toplanan verinin orijinal formuna mümkün olduğu kadar sadık kalarak okuyucuya sunmaktır. İkinci yol ise, birinci yaklaşımı da içeren bir biçimde, bazı nedensel ve açıklayıcı sonuçlara ulaşmak amacıyla “sistematik analiz” yapmaktır. Bu
yaklaşımda araştırmacı, veri analizini bir adım öteye götürmekte ve okuyucuya yardımcı olabilecek birtakım ek analizler yapmaktadır. Üçüncü yaklaşımda
ise araştırmacı, birinci veya ikinci yaklaşımı temel alır ve buna ek olarak, veri
analizi sürecine kendi yorumlarını dâhil eder. Burada araştırmacının katılımcı
ve öznel yönü daha çok ön plana çıkmaktadır.( Yıldırım ve Şimşek, 2011: 221)
Bu çalışmada Wolcott tarafından veri analizi için önerilen yollardan ikincisi
*** Oregon Üniveritesi’nde Antropoloji alanında Emeritus Profesör.
175
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
benimsenmiş olsa da araştırmacının sahaya yakın bir bölgede kültürlenmiş
olması emik bir yaklaşımla öznel yorumlar içerebilir.
Bulgular ve Tartışma
Çalışma sahamız olan Borçka Deviskel yaylalarında sekiz tane oyun
tespit edilmiştir. Bu oyunların altı tanesi Artvin genelinde bilinen ve oynanan oyunlardır. Tespit edilen oyunlar şu şekildedir; Kars Atabarı, düz horon,
delikız, sarı çiçek, deli horon, kurt oyunu, atabarı ve Borçka hemşindir. Bu
oyunlardan Kars atabarı ve Kurt oyunu, Deviskel yaylaları haricinde bir yerde
daha önce tespit edilmediğinden ötürü bu iki oyun çalışmamızın ana öznelerini oluşturmuştur.
Kars Atabarı
Kars Atabarı oyunu, Borçka Deviskel vadisi boyunca yer alan köyler ve
yaylalarında icra edilen bir oyundur. Oyunun ismi, hakkındaki bazı soruları
da beraberinde getirmiştir. Oyunun isminden, “Kars’da oynanan Atabarı oyunu” algısı doğsa da, elimizdeki bulgular ışığında oyunun Kars ile bir alakası
yoktur. Bunun yanı sıra oyunun Deviskel’e Kars yöresinden geldiğini düşündürecek bir veride mevcut değildir, keza Kars yöresinde bu oyuna benzer bir
oyun, şimdiye kadar araştırmacılar tarafından tespit edilmemiştir. Kars Atabarı oyunu, Artvin genelinde oynanan Atabarı oyunu ile hareketsel benzerlikler
içerir. Oyunun ismindeki Atabarı ifadesinin de buradan geldiği düşünülebilir.
Kars Atabarı genellikle eğlence amaçlı olarak düğün, sünnet, kına ve asker
uğurlama törenlerinin yanı sıra Şvantoba şenliklerinde oynanır. 2005 yılında
Şvantoba şenliklerinde Erkan Özdemir’in Akordeon ile eşlik ettiği oyunun örneği karekod-1’de olup icra edilen ezgi nota-1’de mevcuttur. Yine aynı oyunun
2008 yılında Selvin-Mustafa Kara çiftinin düğününde tespit edilen görüntüsü
karekod-2’de bulunmaktadır. Bu düğünde Nigia(Esentepe), Aravet (Arkaköy)
ve Ebrika (İbrikli) köylerinde yaşayan İsa Atar, Davut Kara, Murat Atar, Kemal
Kara, İmdat Kara, Uğur Kara, Caner Genç ve Nedim Uygun’un oyun icrasına
Mülkü Özer Şişman Org ile eşlik etmiştir.
Karekod 1
Karekod 2
176
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
KARS ATABARI
TRT Repertuvar No: --Derleyen: İdris Ersan KÜÇÜK
İnceleme Tarihi: --Derleme Tarihi: Temmuz-2005
Yöresi: Artvin / Borçka
Notalayan: İdris Ersan KÜÇÜK
Kimden Alındığı: Erkan Özdemir-Mülkü Özer Şişman
Kurt Oyunu
Kurt oyunu dramatik özellikler taşıyan bir köy seyirlik oyunudur. Cemil
Demirsipahini’nin Türk Halk Oyunları adlı eserinde Artvin yöresine ait “Kurt
Barı” adında bir oyun vardır ancak bu oyunun alan araştırmamızda tespit edilen Kurt oyunu olup olmadığı bir muammadır. Oyuna bazıları tarafından Kürt
oyunu da denmektedir. Bunun nedeni yöresel şivede Kürt kelimesinin “Kurt”
diye seslendirilmesiyle alakalı olması muhtemeldir. Bir başka görüşe göre ise
oyunun adı Gürcüce hırsızlık anlamına gelen “kurdoba”dan gelmektedir. Oyunun içerisinde arap karakterinin veya oyuna dışarıdan katılımcıların kızı kaçırması hırsızlık fikriyle ilişkilendirilmesinin temelini oluşturur. Ayrıca oyundaki
karakterler Kurt-Kuzu çatışmasından yola çıkılarak da yorumlanabilir. Anadolu’nun birçok yerinde Kurt oyunu ile içerik yönünden benzer oyunlar vardır.
En yakın olarak Artvin’in Şavşat ilçesi Eskikale köyünde “Berobana” adında
benzer bir oyun oynanmaktadır. Kurt oyununda, kızın akrabaları rolündeki
erkekler kızı arapdan kurtarmakla sorumludur. Arap karakteri Anadolu Köy
Seyirlik oyunlarında en önemli karakterlerden biridir. Bu karakter, siyaha boyanmış yüzü ve kirli, dağınık kıyafetiyle seyirlik oyunun hem eğlencesi, hem
de kötü kişisidir.(Özdinçer, 2011: 40-43) Akordeonun düz horonla eşlik ettiği
oyunda arap ve kızın akrabaları horon çemberini kurar ardından kız etrafındakilere sarkıntılık eder. Bunun üstüne kızın akrabaları o erkeği sopalarla döverek horona sokar. Sarkıntı olma durumu dışarıdan oyuna katılmak isteyen biri
177
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
tarafından da olabilir. Oyunu mizahi kılan nokta kız karakterini canlandıranında bir erkek olmasıdır. 2008 yılında deviskel yaylalarında tespit edilen oyunun
görüntüsü karekod-3’de verilmiştir.
Karekod 3
Diğer Oyunlar
Yazılı kaynaklara göre Artvin’in yetmiş civarında halk oyunu vardır.(Akalın ve diğerleri, 1994: 98) Ancak bu oyun adlarının bazıları aynı oyunu kasteden farklı ifadeler olabilir. Bunun nedeni, sahne amacıyla düzenlenmiş halk
oyunları ekiplerinde repertuvar zenginliği yaratma çabası olarak gösterilebilir. Deviskel yaylalarında Kars Atabarı ve Kurt Oyunu haricindeki tespit edilen
oyunlar arasında Düz horon, Atabarı, Borçka Hemşin, Deli Horon, Sarı Çiçek
ve Deli Kız oyunu bulunmaktadır. Tespit edilen bu diğer oyunlar arasında Deli
Kız oyunu tiyatral içeriklidir. Bir erkeğin kadın kılığında Deli Kız türküsünün
sözlerine eşlik ederek taklitler yapılan oyunun Deviskel köyünden Hasan Özışık tarafından iyi oynandığı bilinmektedir. Delikız haricindeki oyunların ezgilerine birçok kaynaktan ulaşılabildiği için bu çalışmada yer verilmemiştir.(Erkan,
2008: 27-56) Deviskel yaylalarında oyunların bir lider eşliğinde oynandığı gözlenmiştir. Bu kişiye “komutçu” denir ve oyun esnasında onun sözü dinlenir.
Şener Kaynar, Bedri Gökaydın ve İsa Atar, Deviskel yaylalarındaki komutçulardan bazılarıdır.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Yapılan alan araştırmaları sonucu yazılı kaynaklarda var olan oyunların
Borçka Deviskel yaylaları bağlamında devamlılığı sorgulanmıştır. Elde edilen
veriler ışığında yazılı kaynaklarda bulunmayan “Kars Atabarı” ve “Kurt Oyunu” tespit edilerek kayıt altına alınmıştır. Tespit edilen oyunların kültürde devamlılığı ve yeni nesle aktarımı hususunda bir adım olması maksadı ile Kars
Atabarı oyunu Giresun Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Türk Halk Oyunları
Bölümü tarafından 2011 yılında “Sen Orada mıydın” adlı gösteride sahnelenmiştir. Bu gösteride icra edilen oyununun görüntüsü karekod 4 de mevcuttur.
Ayrıca Kars Atabarı, Doç. Dr. Ö. Barbaros ÜNLÜ aracılığıyla Ege Üniversitesi
178
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Devlet Türk Musıkisi Konservatuvarı Türk Halk Oyunları Bölümünde Artvin
halk oyunları repertuvarına alınarak bu oyunun akademik eğitim ortamına
taşınması sağlanmıştır. Ayrıca 2009 yılında Ege Üniversitesi Konservatuvarı
öğrenci etkinlikleri kapsamında gerçekleştirilen “Beyaz Denizden Oyunlar”
başlıklı sunumda, “Kurt Oyunu” Türk halk oyunları bölüm öğrencileri tarafından sahnelenmiştir. Bu sunumda sergilenen oyunun görüntüsü karekod 5’de
mevcuttur.
Karekod 4
Karekod 5
Wolcott’un veri analizine yönelik önerdiği yöntemlerin uygulanması
sonucu alan araştırmasında elde edilen bulgular, araştırmacının emik ve etik
yaklaşımlarıyla sahneye taşınmıştır. Bu veri analizi önerisine eleştirel bir yaklaşım olan orijinal bulgulardan uzaklaşıldığı tartışması alan araştırması görüntüleri ile sahneye aktarılan şekil arasında bir sağlama yapılması gerekliliğini
doğurur. Bu sağlamayı yapmak amacı ile alan araştırmasının ve sahnelenen
bulguların görüntüleri karekod (qr code) yöntemi ile okuyucunun görsel algısına sunulmuştur.
KAYNAKLAR
Yazılı Kaynaklar
Akalın, Zeki ve Diğerleri (1994), Halk Oyunlarıyla Artvin, Ankara:Damla
Matbaacılık.
Bilgin, Mehmet (2010), Doğu Karadeniz Tarih-Kültür-İnsan, İstanbul:
Ötüken Neşriyat.
Öztürk, Özhan (2005), Karadeniz Ansiklopedik Sözlük I.Cilt, İstanbul:
Heyamola Yayınları.
Ekici, Metin (2010), Halk Bilgisi (Folklor) Derleme ve İnceleme Yöntemleri, Ankara: Geleneksel Yayıncılık.
Erkan, Tarkan (2008), Türk Halk Oyunları Müziklerinden Örnekler, İzmir: Sade Matbaacılık.
Özdinçer, Ferruh (2011), Anadolu Köy Seyirlik Oyunlarının Gösteri
179
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Danslarına Dönüştürülmesinde Yöntem Önerisi ve Bir Uygulama Örneği, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Enstitüsü.
Yıldırım, Ali ve Şimşek, Hasan (2011), Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma
Yöntemleri, İstanbul: Seçkin Yayıncılık.
Sözlü Kaynaklar
KK-1: Rızvan Atan, Borçka Şehit Savaş Gedik Lisesi Fizik Öğretmeni. (Görüşme: 01.11.2014)
180
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
GİRESUN KIRSALINDAKİ BAZI YER ADLARININ TARİHİ VE KÜLTÜREL
KÖKENLERİ
Historical and Cultural Roots of Some Place Names Giresun Rural
Mevlüt KAYA*
ÖZET
Tarih-kültür araştırmaları sahasında mahalli çalışmaların giderek arttığı bilimsel çevrelerde, yer adları ile ilgili mikro çalışmaların, geçmiş dönemlerdeki yoğunluğuna nazaran pek artış göstermediği görülmektedir. Özellikle Anadolu kırsalındaki yer
adlarında kodlanmış olan Türk kültür imgeleri, yeterince araştırılmayan konular arasındadır. Bunda modern çağın, araştırmacıları popüler kültür ve tarihe yönlendirmesi
önemli bir etkendir. Kültür tarihi alanına yeni ivmeler kazandırabilecek türden çalışmaların arttırılmasının gerekliliğine olan inanç, bu çalışmanın temelini oluşturmuştur.
Çalışmanın içeriği, Giresun ilinin dokuz ilçesine bağlı yirmi beş yer adıyla (köy,
mahalle, yayla, mevki) sınırlandırılmıştır. Çalışma sürecinde saha araştırmalarından
elde edilen veriler, elektronik aletlerle kayda alınmıştır. Çalışmada, yer adlarıyla ilgili
yazılı kaynaklara da başvurulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Giresun, tarih, kültür.
ABSTRACT
İn the scientific context inwhich the local studies belong the field of history
culture studies. The micro studies about place’s name are not see to increase against
top ast ages. The Turkish images especially encoding to place’s name of Anatolian
pastoral place is one of the issues on which has not been studied enoughly. The researches of this modern age have an important role on the manipulation of popular
culture and history. The belief which claims increasing the studies encouraging to
history of culture, is the basic issue of this study.
That study contains the place’s name of Giresun and its nine townships as
villages, districts, summer resorts, situations. The datas which collected from researching field, recorded by the electronic items. İn the study also there are the literatüre
resources.
Key Words: Giresun, history, culture.
* Uzm. Giresun Üniversitesi Eynesil Kamil Nalbant Meslek Yüksekokulu. Giresun/TÜRKİYE
181
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
GİRİŞ
Oğuz boylarından biri olan Çepnilerin yoğun olarak yaşamakta oldukları Giresun yöresinde, 1071 Malazgirt Savaşı öncesindeki Karadeniz yerleşiminden ve sonrasında burada yayılarak yerleşik hale gelmiş olan Türk-İslam
kültüründen sıkça izlerin bulunduğu yer adları, bilim sahasında araştırma ve
analizden büyük oranda yoksun kalmıştır. Bu yoksunluğun sonucunda Giresun
kırsalındaki Türk kültür imgelerinin belirgin izleri tarih-kültür araştırmaları sahasında tam manasıyla yerini bulamamıştır.
Giresun kırsalında sürdürülebilir halk kültürü araştırmalarının, gerek
kültür tarihi gerekse folklor bilimi, toplumbilimi vb. bilimsel alanlara sağlayacağı yarar açısından Giresun yer adlarının sözlü ve yazılı belgelere başvurularak sonucun ortaya çıkarılması ve analiz edilmesi önemli bir gereksinimdir.
Bu çalışmada, yazılı kaynakların yanı sıra sözlü kaynaklara; rivayet ve
anlatılara da başvurulmuştur. Güvenilirliği düşük olduğu genel olarak kabul
edilen sözlü kaynakların çalışmada kayda alınması ve işlenmesi yalnızca yer
adları hakkında kültürel bir aktarım amaçlı olmayıp, toplumun yaşadığı yerle
arasındaki köklü kültürel bağlar da yansıtılmak istenmiştir.
Çalışmada yöntem olarak, ele alınan yer adlarını taşıyan yerleşim birimlerine gidilmiş ve buralardaki yazılı ve sözlü kaynaklar derlenerek materyal
haline getirilmiştir. Daha sonra bunlar, ilgili yer adları esas alınarak yazılı ve
sözlü olmak üzere tasnif edilmiş iki gruptan müteşekkil bir havuzda toplanmıştır. Üçüncü aşamada ise diğer yazılı kaynaklar(kitap, belge, makale, harita,
tebliğ vb.) toparlanarak yazım aşamasına geçilmiştir. Çalışmanın Giresun kırsalındaki tüm yer adlarını kapsayacak bir bütünlükte olmaması, söz konusu
yer adlarının teker teker ele alındığında ortaya çıkabilecek uzun bir sürecin
gerekliliğinden kaynaklanmıştır. Yöredeki yer adlarını seçerek çalışmaya uyarlamada ise yörede “yanlış bilinen, en az bilinen veya hiç bilinmeyen”e öncelik
verilmesi ilkesi esas alınmıştır. Çalışmada yer adlarının sırayla işlenmesinde
ise alfabetik düzen izlenmiştir.
1. TÜRKLERDE YERLERE AD VERME GELENEĞİ
Türk toplumlarında yer adları konulurken; genellikle arazinin şekli, arazi sahibinin ya da araziye yakınlığıyla bilinen kimsenin makamı/unvanı/adı,
arazide bulunan suyun tadı, arazi üzerinde geçen önemli olaylar, gibi hususlar
göz önünde tutulurdu. Türklerin geçmişte ve bugün yurt haline getirmiş olduğu topraklarda, bilhassa köy yerleşimlerinin genellikle birden fazla ada sahip
182
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
olduğu görülmektedir(Uğur, 1991: 61).
Türklerde “ad verme”nin İslam öncesi dönemlerde(örn. Oğuzlarda) de
bugünkü kadar önemsendiği genel olarak kabul görmektedir. İslamiyet öncesi Türklerde yeni doğan bir çocuğun bambaşka bir âlemden beri geldiği gibi
yaygın bir inanış hakimdi. Yeni doğan bir çocuğa tören yapılarak; geldiği âlemi
daima hatırlatacak bir isim verilir ve böylece çocuğun toplumda bir fert haline
gelmesi sağlanırdı(Öngel, 2001: 284). Türklerde ele geçirilen bir yere ad koymakla yeni doğmuş bir çocuğa ad koymak aynı manevi anlamı kapsamaktaydı.
İlk kez fethedilen, benimsenen bir yer, yeni doğmuş bir çocuk gibi algılanmakta ve önemsenmekte idi.
Türklerde bilinen eski tarihlerden itibaren, ad koyma işlemi gerçekleştirilirken, öncelikle adın koyulacağı unsurun ana meşgalesi göz önünde bulundurulurdu. Örneğin; Kazak Türklerinde, çocuğun doğma anında babasının
elinde hangi alet varsa, onun adı çocuğa verilebiliyordu(Güngör, 1997: 356).
Yine eski Türklerde; -Dede Korkut hikayelerinde anlatılanlara göre- Boğaç Han
da adını benzer bir usulle almıştı. Adlarını gösterdikleri bir marifetle, fiziki
güce dayalı bir başarıyla alabilmek Türk ad koyma geleneğinin bir gerekliliğiydi. Boğaç Han, on beş yaşına girdiğinde güçlü bir boğayla (Bayındır Han’ın
meşhur boğası) çatışarak, boğayı yenmiş ve canını almıştı. Bundan sonra kendisine “Boğaç Han” adı verildi(Gökalp, 1976: 268,269). Bu türden örneklere –
eski tarihlerden beri- Orta Asya Türklerinde sıkça rastlanmaktadır. Coğrafyaya
ad verme geleneğinin özünde ise, Türklerin sosyal ve ahlaki yargı-değerlerinin
izlerine rastlanılması doğal bir sonuç olarak kendini göstermektedir: “Türkün,
kesinlikle bilinmesi gereken bir özelliği, yerinin ve ‘yurt’unun belli olmasıdır.
Böylece ‘yurt’ hemen her Türk için belirli ve bilinen bir kavramdır. Yurt, türkün
evinin bulunduğu yerdir. Şu halde, Türk evinin zemini ve toprağa temas ettiği
yer, ‘yurt’ demektir. Türk evini, mevsimlik de olsa, her zaman gelip kendi yurduna kurardı. Onun yeri ve yurdu bellidir demek ki kesin gerçek olup, buraya
başka bir kimse gelip de evini kurmazdı” (Baykara, 2001: 75,76). Bu durum,
Türk kültürünün köklerinden beslenerek gelişmiş olan Türk töresinden kaynaklanmaktadır. Türk karakteri açısından ev; dört tarafı dışa kapalı, sırları muhafaza eden aile meclisidir. Dolayısıyla yurt, Türklerin kutsal sırlarını koruyan
ve gelişimi/istikbali için son derece önemli bir unsur olarak görülmektedir.
Bu nedenle bu unsurlara aidiyet çağrıştıran saygın adlar konulması doğal bir
sonuçtur.
Anadolu’daki yer adları üzerine yapılan araştırmalar, bu adların genellikle Türkçe olup, Türklerin oturduğu öteki bölgelerle yakından ilgili olduğunu
göstermektedir. Bu yer adları, 1071 Malazgirt Savaşı öncesindeki akınların da
183
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
izlerini taşımakla birlikte, Türklerin zikredilen tarihten sonra kitleler halinde
geldiği Anadolu’da; daha eski yerleşik etnik unsurların kullandığı yer adları da
Cumhuriyet tarihine dek süregelmiştir. Anadolu’ya, ad koyma tarzlarını Türkistan’dan getiren Türkler(Baykara, 2005: 195), Anadolu’yu yurt olarak benimsemelerinden itibaren tedricen Anadolu’nun köy, yayla, kaza ve şehirleriyle
birlikte dağ, taş ve derelerine adlar koyarak buraları kültürel damgalarıyla
yurt haline getirmişlerdi.
Türklerin yer adlarını koyma geleneğinin Rumeli’deki Türk yurdu olarak
bilinen bölgelerde de yaşatıldığı görülmektedir: Rumeli’deki Türkçe yer adları
hakkında M. T. Gökbilgin’in şu tespitleri, Türk boylarının ad koyma tarzlarını gittikleri her bölgeye taşıdıklarını göstermektedir: “Boy ve oymak adları,
Anadolu yer adları ile ilgili adlar, ünlü gazilerin, velilerin, kadıların, zaim ve
tımarlı sipahilerle akıncıların adları, çiftlik sahibiyken köy haline gelmekle çiftlik sahiplerinin adlarından oluşan adlar ile doğal görünüş veya uğraşıya göre
verilen adlar olarak görülmektedir”(Gökbilgin, 1957; Acaroğlu, 2006: 7). Ayrıca O. Turan’ın, Yenisey ve Orhun kitabelerinde bulunan yer ve şahıs adlarının
Türklere dair bazı kavmi özellikleri taşıdığı tespiti bu yöndeki savları destekler
niteliktedir(Turan, 2000: 41).
Yer adlandırma geleneği hususunda İ. Kafesoğlu’nun yaptığı araştırmalar neticesinde aktardığı bilgiler, üzerinde düşünülmeye pek yatkındır. Buradan hareketle, bugün yer adlandırma geleneğinin usul bakımından uygulamadan kalkmaya yüz tutmuş olsa da ortalama çeyrek yüzyıl öncesine kadar
kendini özellikle kırsal alanda bariz biçimde hissettirmekte olduğu görülmektedir. Kafesoğlu’nun bu konudaki araştırma, nihai görüş ve tespitleri Türk yer
adları geleneği araştırmalarına ivme kazandırmıştır. Kafesoğlu’na göre; eski
Türk boylarının adları -yer adlarında sürdürülmüş geleneğe bağlı olarak- boyların siyasi ve sosyal özelliklerini ortaya koymaktadır(Kafesoğlu, 1999: 230).
2. GİRESUN KIRSALINDA BAZI YER ADLARININ KÖKENLERİ
2.1. ALUCRA İLÇESİ
2.1.1. ARDIÇ (ARDUÇ)
Alucra ilçesine bağlı bir köydür. Köyde ardıç ağaçları fazlaca bulunduğundan, bu yerleşim birimine Ardıç köyü denilmiştir. Bugün de Alucra’nın en fazla
ağaç çeşidi bulunan köylerinden biri Ardıç’tır. Ardıç ağacı İslam öncesi Türk kültüründe manevi açıdan önemli bir yer tutar. 11. yüzyılda Orta Asya’nın Kaşgar
bölgesinde de Ardıç adı taşıyan iki köy bulunmaktadır(Kaşgarlı, 2005: 153). Bu
184
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
köyler de tıpkı Alucra’nın Ardıç köyü gibi; adını Türk kültüründe önemli bir yeri
olan Ardıç ağacından almıştır. Ardıç ağacı eski Türklerde aile bütünlüğünü korumakla ilgili uygulamalarda kullanılırdı. Türklerde kutsal sayılan “ocak” kültü
ile de yakından ilişkilidir. İslam öncesi Türk toplumlarında evin kadını her sabah
mutfağın ocağında küle gömülmüş haldeki ateşi bir ardıç dalıyla canlandırırdı.
Ucunu ateşlediği bu dalla bütün odaları tütsülerdi. Böylelikle zararlı cinleri kaçırırdı. Ağacın Türklerce kutsal olduğunu gösteren bazı isimlere ve unvanlara da
tarih boyunca rastlanılmaktadır(Gökalp, 1987: 39-40).
Alucra’ya bağlı Ardıç köyünün adı, klasik bir tesadüften ibaret olmayıp;
Türk ad verme belleğinden esinlenerek konulmuştur. Bununla birlikte Giresun
sınırları dahilinde “Ardıç/Arduç” yer adına yörenin farklı yerleşim birimlerinde
rastlanmaktadır: Ardıç(Görele’de köy), Ardıç Hanı(Espiye’ye bağlı Ericek Köyü’nün güney kısmında yayla geçidindeki tarihi saptanamayan eski bir hanın
adı).
2.2. BULANCAK İLÇESİ
2.2.1. ALİBEYKÖY
Bulancak ilçesine bağlı bir köydür. Köyün adı, Alibey(veya Ali Bey) isim
yahut unvanını taşıyan bir zattan gelmektedir. Giresun yöresinde sık sık yer ve
şahıs adı olarak rastlanılan “Ali”, bu köy adında da göze çarpmaktadır. Giresun
yöresinde “Ali”ye şahıs adı olarak her köyde onlarca kez rastlanmaktadır. Bu
durum, peygambere ve onun soyunu sürdüren silsileye (Hz. Ali) hürmetten
dolayıdır. Ayrıca, “Alibey”in de sıkça kullanılması da rastlantısal olmayıp; “Ali
+ Bey” Türkmen geleneğinin bir sonucudur. “Bey”lik Türklerde asalet ihtiva
ettiğinden, kadınlarca erkeklere ithafen sıkça kullanılan bir unvandır. Türk
kültüründe her erkeğe bey denilmemiştir. Bey; seçkindir; marifetli, becerikli,
efendi, alçakgönüllü, merhametli, cömert, cesur ve yaptırım gücü olan erkektir. Ali, Türklerde ehlibeyt sevgisini ve buna binaen hürmeti ifade eden bir
terim olmakla; yanına ilave edilen bey de yukarıdaki tanımlamaları içerdiğinden, ortaya çıkan ad karışımı yüceltilmiş kişiler için genellikle kullanılmaktadır.
Alibeyköy de adını “Alibey” sanındaki hakkında bugün çokça bilgi bulunmayan
saygın zattan almıştır.
2.2.2.AYDINDERE(KIZIL EV)
Bulancak ilçesine bağlı belde. Eski adı “Kızılev” köyü olup adını, eski
tarihlerde köyün ağalarından birinin kızılağaçtan yaptığı evinden almıştır.
185
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Söz konusu evin ahşap malzemesi kızılağaçtan olduğu için ev zamanla kızıl
bir görünüm almıştır(Kızılağaç, Aydındere yöresinde sıklıkla rastlanabilen bir
ağaç türüdür. Yaş halde biçilip kullanıldığında kızıla çalan bir renk alır). Rivayete göre “‘kızıl ev’ denile denile köyün adı ‘kızıl ev’ olarak kalmıştır”. 1984’te
muhtar olarak göreve başlayan Celal Karahasan tarafından 1987 yılında buranın adı Aydınlar olarak değiştirilmiştir. Yerlilerin naklettiği rivayete göre bu
ad; “Aydınlık bir gelecek temennisine binaen” konulmuştur. Çünkü bölgenin
tarih sahnesine çıktığı dönemlerden beri sosyal, ekonomik, sıhhi ve ulaşım
alanlarında ciddi sıkıntılar yaşadığı bilinen bir gerçektir. Bu da aslında Aydınlar
yöresinin bağlı bulunduğu vilayet merkezine olan uzaklığı, sarp geçitleri ve kıt
kaynaklarından doğan sorunlardan kaynaklanmıştır. Aydınlar köyü, 1999 yılında referandumla belde olmuş ve adı; Derecikalan ve Aydınlar ‘ın birleştirilmesiyle “Aydındere” konulmuştur. 2004 yılında yapılan yerel seçimle ilk belde
başkanını seçen Aydındere, Karagöl dağının eteklerinde oldukça geniş, sarp
ve yeşil bir bitki örtüsüne sahiptir.
Yukarıda, Bulancak sınırları içerisinde bulunan Kızılev köyünün adının
değiştirilerek önce Aydınlar daha sonra ise Aydındere konulduğu konusu ele
alınmıştır. Genellikle yöre halkının verdiği bilgilere dayanarak naklettiğimiz bu
bilgiler, ne kadar da olsa rivayetten ibaret olup, müşahhas kayıtlar kategorisine girmektedir. Osmanlılar dönemi arşiv kayıtları, bazen bu rivayetleri doğrulayamamaktadır.
1455 tarihli Osmanlı tahrir kayıtlarında Kızılev köyü “Kızıl-ayu” (Fatsa,
2005: 453) şeklinde yazılmaktadır(M. Fatsa, 1455 tarihli tahrir defterlerinde
Kızılev Köyü’nün “kızıl-ayu” olarak yazdığını(Fatsa, 2005: 453) aktarırken, F.
Emecen(Emecen, 2005: 113 vd.) böyle bir durumdan bahsetmemekte; doğrudan “Kızılev” şeklinde belirtmektedir). Buradaki kızıl sözcüğü, halkın naklettiği rivayetlerden öte; eskiden yörede yaşayan bazı Çepni taifelerinin bir mezhepsel simgesi olabileceğini düşündürmektedir. İçişleri Bakanlığı’nın 1982’de
yaptığı bir yayın, bazı yer adlarının kapsadıkları anlamlar itibarıyla özellikle
değiştirildiğini ispatlar niteliktedir(Tunçel, 2000: 28).
Bunlarla birlikte, “kızıl” sözcüğünün Türkçede en eski tarihlerden
beri kırmızı rengi ifade ettiği bilinmektedir. Yer adlarında Türklerin renkleri
dikkat çekici bir biçimde kullandıkları sıkça karşılaşılan bir durumdur. Özellikle; al, ak, kara, kızıl ve sarı renkler yer adlarında eski tarihlerden beri çok
sık kullanılmıştır. Eski adı Manastır olan Espiye’ye bağlı Çalkaya köyünün güneybatı sınırlarında yer alan “Kızılkaya”(1) dağı; yine aynı köyün eteklerinden geçerek Karadeniz’e dökülen ve tam ortasından geçerek Espiye’nin bir
mahallesine(Kızıldere köyü; yeni idari kapsam ve adıyla Kaleboynu mahallesi)
186
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
de adını veren “Kızıldere” deresi; Espiye’ye bağlı Seydiköy köyünün “Kızılot”
mahallesi; Espiye’ye bağlı Yeşilköy köyüne bağlı “Kızılmakus” mahallesi; Dereli ilçesine bağlı “Kızıltaş” köyü; Osmanlı dönemi kayıtlarında geçen ve Çepni
Eli’ne bağlı olan(Sümer, 1992: 59,71,84, vd.) yerlerden Kızıllar, Kızılhisar, Kızıl Alma(bugünkü adı Kızıl Elma; Yağlıdere ilçesinde köy), Kızıl Öz Derbendi,
Kızılcalu Çukuru, Kızılca İnek(bugünkü adı Sarayköy; Çanakçı ilçesinde köy),
Kızılot(Osmanlı Devleti’nin tuttuğu 1643 tarihli deftere göre Bulancak’ın güneyinde köy. Bkz. Emecen, 2005:45,65), Kızıltaş(1455’te Bulancak sınırlarında
bir köy; bkz. Emecen 2005:113,114); yer adlarında geçen “kızıl” sözcüğüne
sadece Giresun vilayeti sınırları dahilinde örnek teşkil eden yerlerden birkaçıdır. Bu yerlerin büyük kısmının tarihi süreç içerisinde sosyal, siyasi ve dinsel
gerekçelerle değiştirildiğini de belirtmek gerekir.
2.2.3.BAYINDIR
Bulancak ilçesine bağlı olan bu köyün adı Oğuzlara mensup olan Bayındır boyundan gelmektedir. 1455-1485 Osmanlı Devleti nüfus kayıtlarında
“Bayındır/Bayındur” şeklinde adı geçen bir köydür (Emecen, 2005: 156).
Bayındır adının köye konulmasındaki muhtemel etkenler şunlardır: Birinci etken; Bayındır sözcüğü Türkçede yer için; “gelişip güzelleşmesi, hayat
şartlarının uygun duruma getirilmesi için üzerinde çalışılmış olan, mamur”
anlamında kullanılmaktadır(BTS, 2007: 415). O halde Türklerin buraya yerleşmeye başlayarak burayı bayındır bir halde bularak bu adı koymuş olabilme
ihtimali akla gelir. Diğer bir ihtimal ise; Türkler buraya yerleşmeye başladıklarında buranın bakımsız bir yerleşim yeri olmasına karşın, giderek burayı yaşanılır bir iskan mahalli olarak düzenledikleri, bayındır hale getirdikleri düşünülebilir; “Bayındır” adı böylece konulmuş olabilir.
Bayındır adının menşei ile ilgili ikinci etken; Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri olan (Üçoklar koluna bağlı/Gök Han oğullarından) Bayındır’dır.
Bayındır; Oğuzların hatıralarına göre Oğuz Han’ın altı oğlundan biri olan Gök
Han’ın oğludur. 1071 Malazgirt Savaşı’nı başarıyla sonuçlandıran ve ardından
yoğun kitleler halinde Anadolu’ya yerleşmeye başlayan Türkler, Anadolu’da
boylar halinde çeşitli bölgelere yayılmışlardı. Bu yayılmalarda, Türk boylarının
yaşam tarzına binaen ağırlıkla kırsal bölgeleri tercih etmeleri, ana meşgaleleri hayvancılık olduğundan doğal bir tutumdu. Boylar arasındaki mücadeleler
ise çoğu zaman boyların birbirlerinden uzak bölgelerde mesken tutmalarını
gerektiriyordu. Bu nedenle, Anadolu köylerinin en ücra köşelerinde yerleşen
boylar ve büyüklü küçüklü boy bakiyeleri, cemaatler vardı. Bayındır boyu da
187
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
tıpkı, Halaç, Eymür, Çepni, Avşar, vs. Türk boyları gibi gittikleri yerleri yurt
haline getirme çabası içindeydi. Bununla birlikte diğer boylarda olduğu gibi;
yurt tuttukları yerlere/yaylak ve kışlaklarına bazen boy adının, boy beyinin,
komutanlarının, bağlı bulundukları din adamlarının yahut boy ilerigelenlerinin adını koyabiliyorlardı. Türk yer adlarında, Türklerin boylar halinde yayıldığı
tüm coğrafyalarda bu türden ad koyma tarzı genelde hakimdi. Bu duruma
temelli olarak, Bayındır köyünün bu adı almasında Bayındır boyunun ana rolü
oynadığı ihtimali de gözden kaçırılmamalıdır. Ancak bu yer adının tam olarak hangi tarihte konulduğunun tespit edilememesi yeni soruları beraberinde
getirmektedir. Çünkü F. Sümer bazı kaynaklarda Bayındır boyunun 14. Yüzyılda Kınık boyuna mensup bir teşekkül olduğu bilgisini nakletmektedir(Sümer,
1999: 430). Ayrıca Bayındır boyunun, Bulancak civarındaki Bayındır civarında
yerleştiğine dair herhangi bir bilgi yoktur. Söz konusu yöreye en yakın Bayındır
boyu bakiyeleri de Osmanlı dönemi kayıtlarına göre; Kelkit vadisi civarı, Çorum, Samsun, Yozgat, Tokat, Şebinkarahisar ve Sivas yöresinde bulunmuştur.
Bu durum, Bayındır boyuyla ilgili olan ad menşei ihtimalini zayıflatmaktadır. O
halde Bayındır köyünün adının, Bayındır boyundan yahut düzenlenmiş iskan
mahallini ifade eden yer manasındaki “bayındır/bayındur” sözcüğünden geldiğini kesin bir çizgiyle ayırt etmenin zor olduğunu belirtmek gerekir. Ancak
mevcut verilere göre Türklerce konulan bir ad olduğu ortadadır. F. Sümer, 16.
yüzyılda Anadolu’da Bayındır adını taşıyan 52 köy ve ekinlik olduğunu nakletmektedir. 1960’lı yıllarda bu sayının 28(İzmir-Bayındır ilçesini ayrıca ekleyerek
bu sayıyı 29’a çekiyor) olduğunu bildiriyor(Sümer, 1999: 427). Bugünkü kayıtlara göre ise Bayındır adını taşıyan 30 adet yerleşim yeri olduğunu belirtmek
gerekir(KKT, 2003: 231).
2.3. ÇANAKÇI İLÇESİ
2.3.1. ÇAĞLAYAN (KÖSEBEK)
Önceleri Görele ilçesine bağlı olan Çağlayan, Osmanlı kayıtlarında
(1486 yılı tahrir defterleri) adı Kuzca olarak geçen(T.C. BDA, 2006:117) Çanakçı’nın ilçe olmasıyla birlikte(2), Deregözü(eski adı Kelete) köyüne bağlı bir
mahalle(Kösebek) olarak kayıtlara geçmiştir. Çanakçı(=Kuzca)’nın Çepni Türklerinin iskana açtığı bir bölge olduğu bilinmektedir. 1486 yılı Osmanlı kayıtlarında söz konusu bölgenin vergilerini toplama işini Çepni beylerinin yaptığı
tespit edilmiştir(Fatsa, 2010:132). Bilhassa zengin su kaynakları ve geniş ormanlık alanlarıyla önemli bir doğal yapıya sahip olan Çağlayan Köyü, adını ya188
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
kın dönemde köye gelen bir öğretmenin önerisiyle almıştır. Adın esin kaynağı
köyün girişindeki görkemli çağlayanlardır. Giresun-merkez, Şebinkarahisar,
Yağlıdere ilçelerinin de aynı adı taşıyan birer köyleri bulunmaktadır. Bunların
adları birebir aynı olmakla birlikte, ad kökenleri değişiktir.
Çağlayan’ın Giresun il merkezine uzaklığı 98 km, bağlı bulunduğu Çanakçı ilçesine 20 km, sahile (=Görele) 37 km’dir. Rakımı ise 900 m. civarındadır. Giresun iline hakim olan fındık tarımından uzak yayla-köy niteliğindeki
bu köyde, düşük oranda hayvancılıkla birlikte az miktarda meyvecilik yapılmaktadır. Otlak sıkıntısı olmamasına rağmen köyün yer şekilleri engebeli olduğundan, köy hayvancılığa pek müsait değildir. Köyün karşısındaki büyük
kayalıklardan oluşan dağlar, görkemli bir fiziki yapıyı ortaya koymaktadır.
Bu kayaların arasında ilkbaharın sonuna dek kalın kar kütüklerine rastlamak
mümkündür. Bununla birlikte köyde, buranın eski çağlardaki geçmişini aydınlatabilecek, Bizans kalıntısı olduğu düşünülen bazı şekil ve yazılar içeren taşlara rastlanmaktadır (Kalıntılara 2008 yazındaki Çağlayan köyü incelemelerinde
rastlanmış olup, ilgili kayıtlar şahsi arşivimizde bulunmaktadır).
Türkiye’de bugün itibarıyla;(Giresun dışında) doğrudan Çağlayan adını
taşıyan ve içinde “çağlayan” sözcüğü geçen toplam 28 yer adı bulunmaktadır.
Bunların birçoğunun ad menşeinde çağlayanlar esin kaynağı olmuştur. Diğerleri ise, çeşitli nedenlerle konulmuş yer adlarıdır. Çanakçı ilçesindeki Çağlayan
köyü, adını köyün girişindeki çağlayanlardan almış olduğundan, Türk yer adları geleneğindeki yeri; coğrafi yapıdan doğan yer adları kategorisidir.
Çağlayan köyünün yerli halkından elde edilen bilgilere göre; köyün ilk
merkezi bugünkü bulunduğu yerin kuzeyindeki Çardakkıranı adını taşıyan
mevkidir. Çardakkıranı’nda tarihi henüz belirlenememiş olan ev vs. yapı kalıntılarına rastlanmaktadır. Burası, Trabzon ile Giresun kazalarını birbirlerine bağlayan önemli bir yaya yolu niteliğindeki eski bir geçittir. Köy halkının
dedelerinden bugüne naklettiği bilgilere göre; Osmanlı Devleti’nin dağılma
döneminde, resmi otoritenin bozulmasıyla artan eşkıyalığın bu geçit üzerinde ciddi olumsuz etkileri olduğundan, Çardakkıranı civarındaki yerleşim,
bugünkü köy merkezi olan yere doğru kaymaya başlamıştır. 20. yüzyılın başlarında köy tamamen bugünkü yerini merkez alarak, buradaki Türk halkı tarafından yeniden yapılandırılmıştır. 1987 yılına kadar Deregözü Köyü’nün bir
mahallesi(Kösebek) olarak tarih sahnesindeki varlığını sürdüren köy, bu yılda
Deregözü’nden ayrılıp, Çağlayan adıyla yeni bir köy statüsüne geçmiştir. Bununla birlikte, 1515, 1530 ve 1554 yıllarına ait Osmanlı Devleti resmi kayıtlarında (Fatsa, 2010:132) Deregözü (Kelete) köyünün Türklerce iskan edilmiş
olduğu görülüyor. Böylelikle, 1987 yılına dek Deregözü’nün bir mahallesi du189
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
rumunda olan Çağlayan köyünün tarih ve kültür köklerinin bu köye ait kayıtlarda aranılması gerekir.
Çağlayan köyü adının 1987 öncesine(mahalle statüsünde) dek adının
Kösebek olduğu bilinmektedir. Buradan hareketle; Kösebek’in adının Köse
Bey(=eski Türk dilinde; beg/k) namında önemli bir şahıstan geldiği muhtemeldir. Ancak yerli halkın hafızasına atalardan miras kalan bir rivayet yer etmiş;
köyün ad menşei hakkında mitolojik bir kabullenme durumu sergilemişlerdir.
Bugün hala köyde yaygın olan anlatı şöyledir(KK-1):
“Köye çok eski zamanlarda bir çoban gelmiş, yerleşmiştir. Çoban köyün
ıssız bir yer olmasına karşın şu dörtlüğü okumuştur:
Kurşun adı dösdömbek
Buranın adı Kösebek
Ne geziyor benim gibi
Burda bir köpek…”
Köyün ad menşeinin dayandırılmış olduğu bu anlatının tarzı yörede onlarca köy için kullanılmaktadır. Fakat bunun sanısal, klasik bir tarihçe yad etme
geleneği olduğunu unutmamak gerekir. Bilimsel bir dayanağa sahip olmayan
bu folklorik anlatı, köyün adını anlatmada tarihsel gerçekleri yansıtmaksızın
yalnızca halk kültürü araştırmalarına kaynaklık eder cinstendir. Yörede onlarca
köyün ad geçmişini aydınlatmada rastlanan anlatılarda “buraya bir … gelmiş”
şeklindeki başlangıç ibaresinde, genellikle üç noktalı yere şeyh(şıh), çoban,
bey, muhacir, asker, komutan, hoca, ermiş, asker kaçağı, evliya, dilenci,…”
gibi özneler konulmaktadır. Bu da tarihsel gerçeği aydınlatmada işe yaramasa
bile, en azından yöredeki Türk ad verme geleneğinde bir tarz olma açısından
önemlidir. Yer adlarına kültürel bakışa yöresel bir boyut kazandırır ki bu da
Türk folklorunun çeşitlenmesine, zenginleşmesine yardımcı olur. Çünkü anlatılardan doğarak sosyo-kültürel hayata manevi/milli açıdan doğrudan yahut
dolaylı olarak etki eden “şeyh, evliya, hoca, vs. dini terimlerle” anlatılagelen doğaüstü rivayetler, söz konusu yerdeki bilimsel olarak gelişmemiş halk
kitlelerini kontrol etmede ve mensup oldukları kültürle bütünselleştirmede
önemli roller oynar. Hatta iyileşme yönünde yaptırımları olabilir. Ancak nasihatçi ve ders verici yönleri olan bu müşahhas aktarımlar, çoğu zaman bilimselliğe aykırı durarak gerçeğin önünü de kapatırlar. Bazen zorlama nedenler
yaratmada öncül kaynak yerine halkça büyük bir inanışla kullanılırlar. Bunların
yanı sıra sorgunun da önünü keserler. Örneğin, yukarıda nakledilen anlatıda
bir mani tarzında dörtlük geçmektedir. Görüldüğü üzere bu dörtlükte kullanı190
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
lan dizeler arasında çelişkiler mevcuttur:
1-Kurşunun şekli, yöre ağzıyla “dösdömbek”(3) olarak ifade edilebilir.
Ancak adı bu şekilde ifade edilemez. Çünkü yörede bu sözcük yalnızca sıfat
olarak kullanılmaktadır: Dösdömbek elma, dösdömbek arı, dösdömbek çilek... gibi. Bu dörtlükte “dösdömbek” sözcüğünün mani tadındaki dörtlüğün
ikinci dizesinde geçen ve köyün ilk adı olan “Kösebek”le kafiyeli olması için
özellikle seçildiği açıktır.
2- İkinci dizede geçen “buranın adı Kösebek” ibaresi ise zaten köyün
adını söylese de adın esin kaynağı hakkında herhangi bir bilgi vermiyor. Bu
bakımdan köyün ad menşeini aydınlatacak bir muhteva söz konusu değildir.
3- Üçüncü ve dördüncü dizelerde ise çoban, kendisiyle bir köpeğin arasında bir anlık benzerlik tespit etmiş ve bunu dizeye dökmüştür. Bu benzerlik
ise “gezme yönünden” olup, köyün ad menşeine dair herhangi bir niteliğe
sahip değildir.
Köyün ad menşeinin Anadolu’nun Türk yurdu haline geldiği Malazgirt
savaşı sonrası erken dönemlerde Köse/li/lü adındaki Türk taifeleriyle de ilişkisi olabilir. Çünkü söz konusu bölgeyle ilgili kayıtlar, 1486 yılına dek inmekte
olup, bu kayıtlara göre bölge Türk yerleşimidir. Dolayısıyla bugün Çağlayan
adını taşıyan bu köye, eski adı olan Kösebek’in, Türk taifeleri tarafından konulduğu bir gerçektir. Bu adlandırma şekli de Türk yer adları geleneğinde; önemli
şahısların veya boy/taife/oymak/cemaat/aşiret adlarının yurt tutulan bölgeye konulması şeklinde gerçekleşmiştir. Şimdi bu kanının dayanağı niteliğinde
olan ilgili Türkmen taifelerinin adlarını nakletmekte fayda olacaktır(Lezina ve
Superanskaya, 2009: 372, 377-378,385):
Köse Ahmetli: Türkmen(Avşar).
Köse Bekirli: Türkmen(Eymürlü).
Köse Davut: (Türkmen(Avşar).
Köse Döğer Beylü: Türkmen(Boyu belirlenememiş).
Köse Hacılı: Türkmen(Avşar, Kavurgalu, Kuştemür).
Köse Hasanlı: Türkmen(Selmanlu, Küşne).
Köse I: Türkmen(Göklen, Nohurlı, Olam).
Köse II: Türkmen(Yomut, Çovdur).
Köse III/Köseli: Türkmen(Avşar, Anamuslu).
Köse IV/Köseler: Türkmen(Bozdoğan).
Köse Mustafa: Türkmen(Ağcalu).
Köse Oğlanları: Türkmen(Eymürlü).
Köse Receblü: Türkmen(Boyu belirlenememiş).
191
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Köseceli/Kösecelü: Türkmen(Eymürlü).
Kösekethuda: Türkmen(Mamalu).
Kösekocalı: Türkmen(Boyu belirlenememiş).
Kösel-lü: Türkmen(Anamuslu).
Köseler I:Türkmen(Atçeken).
Köseler II: Türkmen(Çepni).
Köseler III: Türkmen(Karakeçili).
Köseler IV: Türkmen(Selmanlu).
Köseler V: Azerbaycan Türkleri(Şahvesen).
Köseler VI: Türkmen(Ersarı, Ata).
Köseli I: Türkmen(Yomut).
Köseli II: Türkmen(Eymir).
Kösem: Türkmen(Karkın).
Kösemusa/Kösemusalı: Türkmen(Çunkara).
Köseoğlu: Türkmen(Demircilü).
Köserelli: Türkmen(Haymana Yörükleri, Dündarlı).
Kösetatalı: Türkmen(Boyu belirlenememiş).
Köseyan/Köseyanlı: Türkmen(Rışvan).
Anadolu’da Malazgirt savaşından sonraki erken dönemde “Köse” sözcüğünü içeren köy, mezra, kışlak vb. yer adları ise şunlardır: Kösem; Saruhan
livası(Akçaköy Yörük cemaati), Köseler; İç-il livası(Hacı Bahaüd-dinlü cemaati),
Köse Kışlası; Bozok livası(Hışır cemaati), Köseoğlu mezrası; Bozok livası(Karalu
cemaati)(Sakin, 2006: 85, 177, 187, 218).
Anadolu’da bugün, Giresun sınırları dışında “köse” sözcüğünü içinde
barındıran yahut diğer bir deyişle; “köse” ile başlayan mahalle, köy, bucak,
belde ve ilçelerin tamamı 102 tanedir. Bunların ad menşei hakkındaki malumatlar ise genellikle “Köseli” Türkmen taifelerine dayanmaktadır. Bunun dışında kalan yerlerin ad menşeinde ise genellikle “köse” unvanını taşıyan ve
toplumca önemi kabul görmüş olan saygın şahıslardan esinlenerek yer adı
konulmuştur. Bu tür yer adlarında, Türk yer adları geleneğinin belirgin bir
özelliğine rastlanılmaktadır: Tanınmış bir şahsa ait unvan, yine o şahsın belirgin fiziki özelliklerinin göz önünde tutulmasıyla yaşadığı yahut tanındığı yere
verilmiştir.
Çağlayan köyünün eski adı olarak bilinen Kösebek, 1987 öncesi idari
statüsü bakımından mahalle idi. Burada dikkat edilmesi gereken bir ayrıntı
vardır. Bilhassa yer adları çalışmalarında resmi kayıtlardaki yerler temel alındığından, Kösebek gibi mahalle statüsünde olan birçok yere adsal olarak ula192
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
şılamamış, tarihi aydınlatmada önemli olan ve halkça bizzat konulduğu halde
genelde kayıt dışı kalan birçok yer adı araştırılmamış, incelenememiş ve tarihten kendiliğinden silinmiştir. Bu tür kayıplarla karşılaşılmasının nedeni ise
genellikle tarih ve halkbilim araştırmacılarının bilgiye ulaşmada müşahhas
kayıtları yeterince değerlendirememiş olmalarıdır. Yukarıda içinde “köse” geçen yer adlarından bahsedilirken –ki bunlar resmi kayıtlardan nakledilen bilgilerdir- özellikle “Giresun sınırları dışında” diye uyarı niteliğinde bir belirtgeç
kullanılmıştır. Bunun nedeni ise şu an üzerinde durduğumuz konudur: Halkça
konulmuş ancak resmi kayıtlara girmemiş olan yer adları. Örneğin, Giresun’un
Tirebolu ilçesine bağlı Köseler köyü resmi kayıtlarda rahatlıkla rastlanan bir
yer adıdır. Ancak, herhangi bir köyün mahallesi yahut herhangi bir mevkinin
adı olsa idi resmi kayıtlarda rastlanamayan bir yer adı olabilirdi. Buna bir örnek teşkil edebileceği düşünülerek şu bilgiyi nakletmekte yarar vardır: Giresun’un Espiye ilçesine bağlı Çepni köyünün Öteköy adlı (ki bu da eski resmi kayıtlarda yer almaz) mahallesinde bir mevki adı; “Köseli Bölüğü”dür(4). Ancak
bu yer adına asla hiçbir kayıtta rastlanmamaktadır. Dolayısıyla, yerli halkça
adeta tarihi, kültürel ve kökensel tapu niteliğinde olan mevki ve mahalle vs.
yer adları büyük oranda bilinememektedir. Çağlayan köyünün eski adı olan
Kösebek’i aydınlatmada bu durumun bir sonucu olan, malum bir sınırlılık söz
konusudur.
Köse adını içinde barındıran Türk taifelerinin eski tarihlerden bugüne
adı, Anadolu dışında da (Yunanistan, Batı Trakya) pek çok yerde geçmektedir
(Acaroğlu, 2006: 248, 424-425):
Köse(Spanon): Meriç ya da Dede-ağaç ilinin Sofu ilçesine bağlı Türk
köyü(1914). Tümü Türk’tür. Son dönemlerde adı Köse-köy olmuştur.
Köse-çallı(Kossos-Kremasti): İskeçe iline bağlı Türk köyü. Tümü Türk’lerden oluşur. 1901 tarihli Osmanlı kayıtlarında adı geçmektedir. Köyün adını Kör
Sallı ya da Köse Hallı şeklinde telaffuz edenler de bulunmaktadır.
Köse İlyas(Halkeron): Kavala iline bağlı eski bir Türk köyü.
Köse Mecit(Mesti): Meriç ya da Dedeağaç iline bağlı Türk köyü. Tamamı
Türk’tür. Son dönemlerde köyün adı Köse Mescit olarak bilinmektedir.
Köse Murceli/Köse Murtlalı(Divunon): Kılkış(Kilkis, Kukuş) ilinin
Fenerli(Fanarlı) beldesine bağlı eski bir Türk köyüdür.
Köseler: Meriç ya da Dedeağaç ilinin Sofulu ilçesine bağlı Türk köyü.
Tümüyle Türk’tür.
Köseler(Kosiler, Antigonos): Florina(Lerin) iline bağlı eski bir Türk köyüdür.
Köseler(Kosiler, Kisa, T,marja): Kozana(Kozani) ilinin Üsküpler beldesine
193
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
bağlı eski bir Türk köyüdür.
Köseler(Spanotopos): İskeçe iline bağlı Türk köyü. Tamamıyla Türklerden oluşmaktadır. 1901 Osmanlı kayıtlarında adı geçmektedir.
Köseler-i-bala(Katohorion): Sarı Şaban ilinin Olacak beldesine bağlı bir
Türk köyüdür.
Köseler-i-zir(Anohorion): Sarı Şaban ilinin Olacak beldesine bağlı bir
Türk köyüdür.
Köseli: Serez(Seres)ilinin Kopriva beldesine bağlı eski bir Türk köyüdür.
Yunanistan’ın değişik bölgelerinde bulunan bu yerlerin adlarında
“köse” sözcüğünü taşımasında, Türk taifelerinden olan ve aynı adla başlayan
toplulukların kültürel yansımaları net bir biçimde görülmektedir. Konu bağlamında mercek altına alınan Giresun ili Çanakçı ilçesinin (eski adıyla) Kösebek
köyünde de aynı kültürel yansımalardan bahsetmek mümkündür. Köse adını
içeren Türk taifelerinin Anadolu içinde ve dışında bu denli yaygın olmasından;
Türklerin doğudan batıya doğru yayılmasında ve buralarda mesken tutmalarındaki önemli rollerinin, ilgili yer adları tarafından yeterince kanıtlandığı ortadadır.
2.4. ESPİYE İLÇESİ
2.4.1. ARALICAK
Espiye ilçesine bağlı yerleşim birimi olan Aralıcak(=“Aralcak” şeklinde telaffuz edilmektedir), etrafını çeviren dağların arasındaki kuytuda kalan
düzlükten almıştır(KK-2). Espiye ilçesinde Aralıcak adını taşıyan iki yer vardır.
Bunlardan biri ilçenin güneydoğusunda kalan Aralıcak köyüdür. Bu köy, geçmiş dönemlerde Çepni köyünün bir mahallesi iken; köy merkezine uzaklığı
ve ulaşım olanaklarının zorluğu nedeniyle 1990’lı yıllarda ayrı bir köy olarak
idari taksimata tabi tutulmuştur. Köy olduktan sonra ise adı halkça, “Yeşilyurt” olarak değiştirilmiştir(KK-3). Bu değişiklikte köyün yeşilliği yoğun bitki
örtüsünden esinlenilmiştir. Ayrıca Aralıcak’a yakın olan Çepni Köyü’ne bağlı bir başka mahalle olan Keçi Gerişi mahallesi de yine mahalle statüsünde
Aralıcak köyüne bağlanmıştır. Espiye ilçesindeki diğer Aralıcak köyü ise yaklaşık olarak Espiye’nin güneybatısında kalır. Köy statüsünde olup, ad menşei
itibarıyla yukarıda tarif olunan şekildedir. Osmanlı Devleti’nin 1876 yılına
ait; köy adları, hayvan sayısı, vergi, emlak durumu ve erkek nüfusu kayıtlarında, Espiye’nin güneybatısında kalan bu Aralıcak köyünün adı aynı şekil194
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
de geçmektedir(Sümer, 1992: 154,176). Giresun yöresinde Aralık(Görele’de
köy), Aralıcak, Aralıkoz(Görele’de köy), Arageriş(Tirebolu’da köy), gibi “aralık/
ara” sözcüklerinden türeyen yer adlarına sıkça rastlanmaktadır. Bu da gösterir
ki; Türk yer adlarında Türk dilinin coğrafya üzerindeki akisleri, yer adlarının
konulmasında başlıca bir etkendir(5).
2.4.2. ARIDURAK (SAKARYA)
Espiye ilçesine bağlı bir yerleşim birimidir. Eski adı Sakarya’dır. Sakarya’nın ad menşei hakkında herhangi bir bilgiye rastlanmamaktadır. Arıdurak
adı ise köyde geçmişte yoğun bir biçimde arıcılık yapılmış olmasından dolayı
köye konulmuştur. Köyün arka kısmındaki ağaç çeşidinin bol olduğu yüksek
tepe ve dağlar(Keldağı); bir tarafında tarihi bir gözetleme kulesi niteliğindeki Andoz kalesinin üzerine kurulu olduğu sarp kayalık(6), bir tarafında sınır
olduğu Yağlıdere deresi ve denizel etki bu köyün geçmişinde arıcılığa geniş
doğal olanaklar tanımıştır. Arıcılığın yaygın olduğu dönemlerde Arıdurak
köylüsü, peteklerinden çıkardıkları balları muhtemelen köyün girişinde açık
pazarlar kurarak satıyorlar, ayrıca Espiye’de kurulan halk pazarına da götürüyorlardı. Arıdurak köyü, adının da yansıttığı gibi bugün –eskisi kadar olmasa da- arıcılığa müsait bir yerleşim alanıdır. Arıdurak Köyü, Andoz kalesinin
(Ayrıca bkz. Kaya, 2011: 161 vd.) bulunduğu yöreyi içine alır. Kalenin bulunduğu bu mevkiye Osmanlılar döneminde “Anduzlu” denildiğini arşiv kayıtları
doğrulamaktadır(Sümer, 1992: 58, 84).
2.4.3. ARPACIK
Espiye’nin tarihi en eski olan köylerinden biri de burasıdır. Burada mezarı bulunan Ocak Dede adlı şahsın köy halkına çağlar öncesinden kalan bir
nasihati olduğu rivayetleri yaygındır. Halk anlatılarına göre, Ocak Dede köylüye; “Benim köyümde acı olan mahsul yetiştirmeyin” diye nasihat etmiştir.
Halk buna binaen köyde soğan, sarımsak ve biber yetiştirmemektedir. Ocak
Dede’nin nasihatini tutmayarak bu acı sebzeleri yetiştiren kimselerin helak
olduğuna inanılmaktadır. Ayrıca, Ocak Dede’nin köylülere şöyle dua ettiği bilinmektedir:
“Kim bu köyde Müslüman gibi yaşarsa bu köyün ekmeğini aşını yesin;
Kim bu köyde acı eker, diker; Müslüman gibi yaşamazsa, toprağını taşını yesin!”
195
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Eski bir gelenek olup, bugün uygulanmamakla birlikte; köyde “köy dışına kız vermeme” adeti geçmişte var olmuştur. Bununla birlikte köyde tavuk
ve benzeri hayvanlar yetiştirilmesinin uğursuzluk getireceğine inanılmaktadır.
Dereli ilçesine bağlı Alevi mahallelerinde de “dışarıya kız vermeme, tavuk yetiştirmeme, acı ekmeme” adetlerinin bilindiği ve yer yer uygulandığı bilgisine
bugün ulaşılmaktadır. Ancak, Arpacık köylüsüne ‘neden tavuk yetiştirilmediği” uygulamasını sorguladığımızda tatmin edici bir cevap alamasak da; Dereli’nin Alevi mahallelerinden aldığımız cevap biraz olsun tatmin edicidir: Köyde
bulunan kutsal yerlere, bu çok gezen hayvanların kirleterek zarar verdiği dile
getirilmiştir(KK-5 ve KK-6).
Köyün adının ise; sıkça arpa ekilen bir yer olmasından geldiği konusunda yoğun rivayetler bulunmaktadır. Hatta bu bilgiye binaen Arpacık köyü halkından bir kısmı köyün adının “arpalık”tan geldiğini iddia etmektedir. Bu iddiayı dayandırdıkları rivayet ise şudur: Asırlar önce buraya kimsesiz ve yoksul bir
Türk beyi gelir. Geçim yapmak için hiç bir şeyi olmadığını söyleyen bu göçmen
Türk beyi, köyün yerlilerinden cömert birine rastlar ve kendisinden bir tarla
ister. Bu isteği dile getirirken: “bana bir arpalık yer ver” diye bir cümle kurar.
Yerli kişi kabul eder ve köyün adı bu cümlede geçen “arpalık” sözcüğünden
doğar. Yer adlarının menşeini saptamada klişeleşmiş olan bu türden rivayetler pek yaygın olmakla birlikte akla birçok soru getirir. Bunlardan ilki şudur:
Burada yerliler olmasına karşın bu köyün göçmen Türk beyi buraya gelinceye
dek herhangi bir adı yok muydu? İkincisi; arpalık adı nasıl bir ağız değişimiyle
“arpacık” olmuştur? Türkçedeki –lık eki, hangi yollarla –cık ekine dönüşebilir? Dönüştüğünde aynı manayı karşılar mı?(7) Üçüncüsü; bir “Türkmen beyi”
göçmen olsa tek başına mı köye gelmiştir? Dördüncüsü; bir “Türkmen beyi”
herhangi birinden tarla ister mi? İsterse eski dönemlerde toprağa verilen
öneme binaen, bu isteği hemen yerine getirilir mi? … Bu rivayetteki diğer bir
çelişki ise, Türk ad verme geleneği, halk bilincinde tabiri yerindeyse bazen
kolaycılığa çalar. Yer adı, üzerinde fazla düşünülmeden olayda yahut mekanda
aktif rolü olan baş kahramandan esinlenmiş olmalıdır. O halde burada arpalık yerine ilk olarak söz konusu Türkmen beyinin adı verilmeliydi. Yer adları
menşeinde rivayetleri en güvenilir kaynak sıfatıyla değerlendirmek, araştırmacıları bazen yanıltabilmektedir. Resmi bir kayıt olmaksızın yapılan yer adları değerlendirmelerinde ortaya çıkan bir başka olumsuz durum ise; anlatının
içeriğinde barındırdığı çelişkilerdir. Bu fasıl, ayrıca bir araştırma konusudur.
Son olarak bunlarla birlikte nakletmek gerekir ki; köyün adı, 1876 yılında ait
Osmanlı dönemi tutanaklarında aynı şekilde, “Arpacık” olarak geçmektedir
(Sümer, 1992: 154, 176).
196
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
2.4.4. AVLUCA
1515 tarihli tahrir defterlerinde adı geçen bu köy, vergilerini Çepni çeribaşısı Emir Han Ağa’ya vermekle yükümlüydü(Fatsa, 2005: 301). 1876’da Tirebolu kazasına bağlı olan Avluca(Sümer, 1992: 153-154), cumhuriyetten önce
Yedi Nahiye’den biri olan Bayramoğlu nahiyesine bağlı bir köydür. Bugün Espiye ilçesine bağlı bulunan Avluca Köyü’nün eski mahallelerinden olan Akkaya,
Bayrambey ve Yeniköy, yakın tarihte köy statüsü kazanmıştır. Çevresindeki iskân birimlerine nazaran Avluca köyünün daha engebesiz bir yer şekline sahip
olması, köyün adının menşei hakkındaki bazı görüşlere ışık tutar niteliktedir.
Mahallelerinin bir kısmının idari bakımdan kendisinden ayrı olmadığı dönemlerde, geniş sınırlara sahip olan Avluca köyünün adı yaygın bir rivayete göre
“avlu”dan gelmektedir. Bu rivayetin doğruluğunu güçlendiren Türk lehçelerine dair kaynaklara bakıldığında şöyle bir tablo görülür (KTLS-1, 1991: 34-35):
AVLU:
Türkiye Türkçesi: Avlu, hayat(özellikle Giresun yör.), avla/avlaâ(özellikle
Giresun yör.)
Azerbaycan Türkçesi: Hayat
Başkurt Türkçesi: Kura, yort
Kazak Türkçesi: Avla.
Kırgız Türkçesi: Koro
Özbek Türkçesi: Havli.
Tatar Türkçesi: İşik aldı, tış.
Uygur Türkçesi: Hoyla.
Avluca köyünün bilinen ilk kuruluş yeri Karadeniz’e paralel düşen ve
arasından büyük bir derenin geçtiği iki sıradağın arasıdır. Köy, burada iki tarafı
kapalı bir avluya benzer. Bu sebeple yer adının “avlu”dan geldiği rivayeti düşündürücüdür. Bu konuda göz önünde bulundurulması gereken bir diğer husus ise; Giresun yöresi kırsalında yaygın olarak kullanılan “avlaâ/avlağ” sözcüğüdür. Bu sözcük yörede “ıssız yer, çayır, sahipsiz yaylım arazisi, zayıf ormanlık
alan” anlamlarında kullanılır. Avlu ve avlaâ/avlağ sözcükleri arasındaki ilişkiyi
ise ancak dilbilimcilerin izah etmesi gerekir. Ancak benzeşme dikkat çekicidir.
Çünkü Divan-ı Lügati’t-Türk’teki izahatlar(Kaşgarlı, 2005: 135) bu benzeşmeye
mahal vermektedir:
Aglaq: Issız yer.
Divan-ı Lügati’t-Türk’te geçen başka bir sözcük de Avluca’nın ad menşei
197
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
konusunda düşündürücüdür:
“Argu: İki dağ arası. Bundan hareketle Tiraz (Talas) ile Balasagun arasındaki ülkeye argu denir, çünkü bu bölge iki dağın arasındadır.”(Kaşgarlı,
2005:148).
Avluca köyünün iki sıradağ arasında yer alması, ad menşei hakkındaki
avlu-argu-aglaq dayanaklarını güçlendirmekte, ancak tek dayanak olabilecek
sözcük ayrımında görüş ayrılıkları yaratmaya açık haldedir. “Aglaq” ve “argu”
sözcüklerinin şekil ve anlam benzeşmelerini belli ölçülerde dayanak almak
mümkün gibi görünüyor olsa da bu konuda bilimsel bir sonuca varmak için
dilbilimcilerin bu ilişkiyi aydınlatmaları gerekir. Bununla birlikte, S. Gömeç
“argu”nun bir Türk boyunun adı olduğunu bildirmektedir:
“Argu: Bir Türk boyu olan Arguluların iki dil bildikleri, dillerinin çapraşık olduğu, kelime ortasındaki y’leri, n’ye çevirdikleri ve z’leri de y’ye dönüştürdükleri söylenir. Türkçede iki dağ arasına “argu” dendiği; buradan Talas
ile Balasagun arasındaki şehirlere de Argu adı verildiği vurgulanmıştır. Yine
Çigillerden bahsedilirken; “Zulkarneyn Argu ilkesine geldiğinde bulutlar musluklarını açmış, yollar çamur içinde kalmış, yürümek güçleşmiş. Bunu gören
Zulkarneyn “bu ne çamur” demiş ve orada bir kale yapılmasını emretmiştir.
Kale inşa olmuş ve adına Çigil denmiş” sözleriyle karşılaşmaktayız ki anlatılanlardan çıkan netice, bugünkü Kırgızistan bölgesi tarihte Argu diye anılmakla
birlikte, Çu ile İli arası bölgesi de gösterilir. Argu’yu, Argın boyu ile irtibatlandıranlar varsa da buna da şimdilik ihtiyatla bakmak lazım.”(Gömeç, 2009:8).
Avluca Köyü’nün adı, Türk yer adları geleneği çerçevesinde kuvvetle ihtimal coğrafi özelliklere bakılarak yapılan adlandırmalar kategorisine girmektedir. Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde ise “avlu” sözcüğünün karşılığı şöyledir:
AVLU: 1. (Rum) a. Bir yapının veya yapı grubunun ortasında kalan üstü açık,
duvarla çevrili alan, hayat (II): Yüksek, sur gibi kalın duvarın ardındaki küçük
avluya kunt demir kapıdan girilirdi. -A. Kutlu.(Güncel Türkçe Sözlük)
2. Ağıl.(Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü)
3. Bahçelerin etrafına ağaç ve ince dallardan yapılan çit, engel.(Türkiye
Türkçesi) Ağızları Sözlüğü 4. 1. bk. avıl. 2. Köyün yakınındaki çok verimli tarla. (Türkiye Türkçesi
Ağızları Sözlüğü)
5. 1. Koridor, hol. 2. Evlerin bodrum, ya da zemin katındaki salon. 3.
Kiler. 4. Kışlık küçük evlerin karşısında büyük yazlık ev. (Türkiye Türkçesi
198
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Ağızları Sözlüğü) 6. Evin bodrum ya da zemin katındaki sofa. (Türkiye Türkçesi Ağızları
Sözlüğü) 7. (< Yun. aule) avlu. (Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü) 8. Havlu, peşkir. (Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü)
9. (İng. Courtyard) (Mimarlık) Bir yapının ortasında, önünde ya da arkasında duvarlarla çevrili üstü açık alan, yer. Yapının ortasında bulunursa buna
içavlu denir. a. bk. atriyum, revaklı avlu. (BSTS/Güzel Sanatlar Terimleri Sözlüğü 1968) (URL-1)
Çevresindeki birçok köyün geçiş noktasında bir merkez durumunda
olan Avluca Köyü; Cumhuriyetten önce, Osmanlı kayıt defterlerinde “Avulluca/Ağalluca/Oğulluca” olarak geçmektedir. Ancak “Oğulluca”nın yer adı olarak köye konulması konusunda herhangi bir belge yahut bilgi yoktur. F. Sümer’in Oğulluca/Avulluca şeklinde naklettiği(Sümer, 1992: 85) adların köye
ait olduğu resmi kayıtlar açısından net bir bilgi olsa da Oğulluca’nın Avulluca’ya dil bakımından dönüşümü ayrıca dilbilim uzmanlarınca bilimsel açıdan
incelenmelidir. Bununla birlikte, bu tespitleri güçlendiriciliği açısından; Oğulluca sözcüğünde “oğul”un “avul” sözcüğüne dönüşümü üzerinde yöre ağzında bazı örnekler mevcuttur: “Avuz/ağız=oğuz”(8) (a-o)dönüşümünde olduğu
gibi; Avluca yöresinde Oğulluca’nın telaffuza en yatkın biçimi “Ağulca/Ağalluca/Avulca/=Oolca/Oolluca”dır. Ağalluca, Avluca, Oğulluca’nın sonuç itibarıyla
aynı yeri işaret ettiği kesin olsa da ortadaki bu ad karışıklığı, tahrir defterlerindeki yazılış şeklinden kaynaklanmaktadır.
2.4.5. AYIALANI (AYUALANI)
Espiye’ye bağlı Taflancık Köyü’nün, Çepni Köyü’ne bakan dağ yamaçlarına verilen addır. Burada eskiden ayıların çok olduğu rivayetleri yaygındır.
Dağın adı buradan gelmektedir. Ayıların bu bölgedeki inlerde yaşayarak, yakın
civardaki tarlalara saldırıp, arı kovanlarına ve diğer mahsullere zarar verdiği
yönünde anlatılar mevcuttur. Anlatılanlara göre; köylüler bu bölgede ayıları
ürküterek mahsule zarar vermesini engellemek için çeşitli tuzaklar kurarlar,
korkuluklar yaparlar ve ürünlerini muhafaza etmeye çalışırlarmış. Ayılara karşı
verilen mücadelelerde başlıca uygulamalar; ayının ürkebileceği türden kokan
şeyler yakma, ateş yakma/ateş dumanı, “takıldak” denilen su tahterevallisi
kurma(9), eskimiş renkli elbise parçalarını tarlaya koyma(10), nara atma, belirli aralıklarla silah atma gibi eylemlerdi(KK-7).
199
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
2.4.6. BAHÇECİK
Espiye’nin Arpacık Köyü’ne bağlı Dibekdüzü Mahallesi olarak bilinirken daha sonra 1986 yılında Düz Mahalle olarak adı değiştirilmiş, 2001 yılında
ise Arpacık Köyü’nden ayrılarak müstakil köy statüsüne kavuşmuştur.
Köyün mahalleyken sahip olduğu Dibekdüzü adı, yörede “dibek” şeklinde telaffuz edilen havandan gelmektedir. Köyün merkezindeki düzlükte
eskiden “dibek(havan) dövme(11)” işlemleri bolca yapılmaktadır. Bu düzlük,
üzerinde yapılan eylemle ad birleşimine tabi tutularak “dibekdüzü” adı elde
edilmiştir. Türk yer adları geleneğiyle uyuşan bir tarzda adlandırma yapılmıştır. Bu yerin adlandırılmasında; coğrafi etken ve sosyal meşgale temel alınmıştır. Dibekdüzü mahallesinin adına, Osmanlılar dönemindeki resmi kayıtlarda
rastlanmaz. Bunun nedeni ise Arpacık köyüne bağlı küçük bir mahalle olmasıdır. Osmanlı resmi kayıtlarında –tapu kayıtları hariç- ayrıca “Dibekdüzü”
şeklinde bir ifadenin geçmemesi; buranın yerli halkıyla ilgili işlemlerin Karye-i
Arpacık(Arpacık köyü) başlığı altında doğrudan yazılmasının gerekliliğindendir. Ancak şahsi arşivlerde depolanmış sözleşme, hüccet ve benzeri kayıtlarda
ve Osmanlı tapu kayıtlarında tarla/bağ/bahçe sınır ve mevkilerini belirtir evraklarda Dibekdüzü adına rastlamak mümkündür.
Mahalle statüsündeyken, Arpacık köyünden ayrılarak köy olan Dibekdüzü; köy oluşuyla birlikte yeni adını almıştır: Bahçecik. Bu adın köye
konulmasındaki temel etken ise, köydeki fındık, armut, elma, erik, şeftali, dut, ayva, çay, kivi vs. ağaçların bolca olmasıdır. Çevresindeki diğer köylere nazaran, Bahçecik’te meyvecilik daha çok yaygındır. Darı, fasulye, biraz
ayçiçeği(=gündöndü) gibi tarla ürünlerinin de yaygın olması Bahçecik adının
konulmasında yardımcı bir etken olmuştur. Bahçecik, iklimsel olarak denizel
etkiden az da olsa beslenen; kivi, çay benzeri ürünlerin kolayca yetiştirildiği
bir merkez haline gelmiştir. Ziraat bilinci son yıllarda ön plana çıkmış olup,
yeni ürünlerin denenmesi yoluna giden yerli halk, köyün zirai bakımdan ilerlemesinde adeta koydukları addan ivme almış gibidir.
2.4.7. BAYRAMBEY (BAYRAM BEĞ)
Espiye ilçesine bağlıdır. Tarihsel kökleri Avluca Köyü ile aynı olan bu
yerleşim yerinin, adını Bayramoğulları beyliğinin başında bulunan Bayram
Bey’den aldığı rivayet edilmektedir. Halk anlatılarına göre; Bayram Bey, burası
mahalle statüsündeyken boyunun başında buraya gelmiş, konaklamıştır. Bu
nedenle bu mahale Bayram Bey denilmiştir. Espiye’nin bu köyü, Türk yurdu
200
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
oluşundan bugüne dek aynı adla anılmaktadır. Karaova deresinin güneyinde,
Sağman Dağı ve Kapıkaya’nın eteklerinde kurulmuş bir köydür. Köyde, Ören
ve Sarıbaş mahalleleri bulunmaktadır.
Bayrambey köyünün, ad menşeinden hareketle köyün 14. yüzyıl başlarında kurulduğu görülmektedir. F. Sümer bu konuda, arşiv belgelerine dayanarak şu bilgileri nakletmektedir: “…Paneretos, II. Jean’ın 1297’de öldüğünü,
onun zamanında Türklerin Halibia(Ünye) yöresini ellerine geçirdiklerini söyledikten sonra Trabzon dolaylarına kadar uzanan büyük bir istila hareketlerinde bulunduklarını yazar. Öyle ki çok yerler gayri meskun duruma gelmişti.
Yukarıda da söylendiği gibi, bu Türkler veya onların çoğu büyük bir ihtimalle
Çepniler ve başlarındakiler de Bayram Bey ailesidir…”(Sümer, 1992: 36) “…
Bayram Bey’in 1332 yılında sayısı çok askerle Palaio matzouka(=Hamsiköy)
ya kadar geldiği fakat ağır kayıplar verip döndüğü bildiriliyor...”(Sümer, 1992:
324) Bayram Bey’in rivayete dayalı olan söz konusu köye gelişi de bu türden;
fetih amacıyla bir geliş olabilir.
Köyün adının Bayram Bey’den geldiği rivayetlerinin doğruluk olasılığı
yüksektir. Çünkü tarihi Avluca köyü ile aynı olan; yani kuruluşundan köy oluncaya dek Avluca’nın bir mahallesi statüsünde olan bu köy, sınırları bakımından
Avluca’ya ait Osmanlı kayıtlarında “Çepni Eli(Vilayet-i Çepni)”ne bağlı olarak
gösterilir. Çepni Eli’nin yedi nahiyesinden biri olan Bayram Oğlu Nahiyesi’ne
bağlı Avluca(Oğulluca) köyünün bir mahallesi statüsünde olan Bayrambey
köyü, bugün ayrı bir köy olarak Espiye ilçesi sınırları dahilindedir.
Çepni Eli’nde yoğun olarak Çepnilerin yerleştikleri bilgisini göz önünde
bulundurmak gerekir. Buna ilaveten yukarıda Bayram Bey’in mensubu olan
teşekkülün de Çepnilerden oluştuğunu F. Sümer’den nakletmiştik. Ancak,
Bayramoğlu Türkmenlerinin Çepnilere mensup olmayan, farklı bir Türk boyu
olduğu bilgisi de tarihi kaynaklarda geçmektedir. Buna göre Bayramoğlu Türkmenleri, Yörük taifesinden olup daha çok Tarsus sancağına bağlı olan Ulaş kazasında iskan edilmiştir. Bu taifenin Espiye yöresine geliş nedenleriyle ilgili bir
bilgi yoktur(Fatsa, 2010: 142). Bunlarla birlikte, Bayrambey köyünün bilinen
ikinci bir adı, bir eski adı da yoktur. Bu bilgilerin yekununa binaen, yukarıda
köy adının menşei hakkında aktarılan rivayetlerin doğruluk payının yüksek olduğunu belirtmek gerekir. Bayrambey köyü, mevcut verilerin ışığında Türk yer
adlandırma geleneğine göre; seçkin kişi, boy başkanı adından gelen yer adları
kategorisine girmektedir. Bunlara ilaveten, ad benzerliği yönünden; 1455 yılı
Osmanlı devleti resmi kayıtlarına göre söz konusu yılda, Piraziz’e bağlı Bayramşah ve Bayramşah-ı Küçük adında iki köy adı bulunmaktadır(Fatsa, 2005:
466, 468). Aynı tarihte, bugün Yavuzkemal beldesi sınırları dahilinde bulunan
201
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Karye-i Bayramdanişmend adında bir yerleşim birimi mevcuttur(Fatsa, 2002:
126). 1485 tarihli kayıtlarda; Şebinkarahisar yöresinde Bayramköyü(Fatsa,
2010: 262) adında bir köy mevcuttur. Ayrıca bugün bir de Keşap ilçesine bağlı
Bayrambey adını taşıyan köy vardır.
2.4.8. ÇALKAYA (MANASTIR-I İSLAM)
Espiye ilçesine bağlı köydür. Eski adı Manastır-ı İslam olan bu köy, Espiye ilçesinin sınırları geniş köylerinden biridir. Yakın dönemlerde Çalkaya adını
almıştır. 1876 yılı kayıtlarında Tirebolu ilçesine bağlı bir köy olarak karşımıza
çıkan köy, 1954’te Espiye’nin ilçe olmasıyla birlikte buraya bağlanmıştır. Köyün kuruluşunun 16. yüzyıl başlarına dek indiği tahmin edilmektedir. 1515
yılı Osmanlı kayıtlarında Manastır-ı İslam olarak geçen bu köyün adı, 1530 yılı
kayıtlarında ise Manastır olarak yazılmaktadır(Fatsa, 2010: 147).
Manastır köyünün adı yakın dönemde Çalkaya olarak değiştirilmiştir.
Ancak hala halk ağzında “manasur(=manastır)” olarak anılmaktadır. Yeni nesil
ise çoğunlukla köyün yeni adı olan “Çalkaya”yı kullanmaktadır. Manastır adının
değiştirilmesinde temel etken “manastır” sözcüğünün Türk-İslam kültürüne ait
bir terim olmamasıdır. Çalkaya köyünün eski adının Manastır olması, manastırın
İslamlıkla ilgisi olmayan bir terim olması nedeniyle tarihsel bakımdan üzerinde
durulması gereken bir husustur. Mantıksal olarak, bu köyün 16. yüzyıl başlarında
Manastır-ı İslam olarak belli bir süre anılmış olması; bu dönemlerde daha yeni
Türkleşmiş ve Müslümanlaşmış bir yerleşim birimi olduğunu akla getirmektedir.
Türk köyü olarak iskâna açılmasından sonraki yakın dönemlerde (1530 yılı) tekrar klasik adı olan Manastır’la anılması da bundan kaynaklanıyor olabilir. Buraya
Manastır denildiğine göre, köyün kuruluşu güçlü ihtimalle Türklerin iskânından
öncelere dayanmaktadır. Burada eski dönem yerli Hıristiyan unsurlara ait bir
manastırın bulunduğu ve köyün adının kökeninin de bu manastırı temel aldığı
akla gelmektedir. Çünkü buraya 16. yüzyıl başlarında yerleşmeye başlayan Türk
taifelerinin, yer adı olarak manastırla ilgili bir ad koymaları Türk yer adları geleneğine uymamakla birlikte, Türk boylarının yerleşmeye başladıkları bölgelere
Türk kültür dairesi içindeki adları koydukları da bilimsel bir dayanaktır. Ancak,
Türk boylarının tarihsel süreçte yurt tutmaya başladıkları yerlerin adlarını kendi
kültürleri çerçevesinde koydukları mutlak bilinirken; Manastır örneğinde olduğu gibi bazen mevcut yabancı adı, Türk töresine göre şekillendirerek güncelledikleri de görülmektedir. Diğer bir dikkat çekici husus ise; Manastır köyünün
Manastır-ı İslam olarak adlandırılmasıdır.
Manastır’da Türk-İslam yerleşmesinin başlaması aynı zamanda söz
202
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
konusu köydeki yabancı unsurların siyasi gücünün bitmesinin miladı olmuştu. Çünkü 1071 yılında Malazgirt’te Türk ordusu tarafından alınan başarının
verdiği üstünlük hissiyatıyla Anadolu’nun kırsalında yapılan yurt tutma faaliyetleri, Türklerin girdiği bölgedeki yabancı unsurları siyasi açıdan olduğu gibi
manevi açıdan da azınlık durumuna düşürmeye başlamıştı. 1071’den itibaren
Türkler Anadolu’da tedricen ezici çoğunluk statüsüne yükselmeye koyulmuşlardı. Çalkaya köyünün ad menşeindeki “İslam” ilavesi de; köyün 16. yüzyıla
dek Hıristiyan manastırına ev sahipliği ettiğini göstermektedir. Ancak bu tarihlerden itibaren artık Türklere yurtluk edeceğinin manevi bir tapusu, bir bildirgesi niteliğinde olmuştur. “Türk manastırı” gibi bir söylemin Türk kültürüne
uygun bir söylem olmadığı bir kenara, burada Anadolu’daki genişletilmiş Türkİslam fethiyle ilgili bir mesaj vardır: “Manastır (köyü) artık Müslümanlarındır”.
Öyleyse buraya Müslüman manastırı demelidir: “Manastır-ı İslam”.
Manastır(Çalkaya) köyünde bilinen bir manastır veya kalıntısının olmaması, köyün kuruluşunun bir hayli eski olduğunun göstergesidir. Köyün ad
menşeiyle ilgili bilişim kaynaklarında; çeşitli sitelerde ve benzer elektronik
kayıtlarda yazılanlar(URL-2); bilimsel bir kanıta dayanmaksızın konuyla ilgili
terimsel yanılgıya düşüldüğünün göstergesidir: “Köyün eski adı Manastır’dır.
Kurtuluş savaşından önce köyün civarında 7 adet manastır vardır. Civar köylerdeki Rumlar ibadet için bu manastırları kullanırlardı”(URL-2). Nakledilen
bu bilgide manastırların rolü ve işlevi bugünkü anlamına göre değerlendirilmiştir. Halbuki manastırlarla kiliselerin tarihsel süreç içerisindeki yeri ayrı ayrı
ele alınarak analiz edilmelidir. Kiliseler pek ala şehrin göbeğinde dahi kurulabilirken manastırların böyle bir imkanı olmamıştır. Manastırlar, din görevlilerinin yahut kendini dine adamış kimselerin inzivaya çekildiği yapılardır. Dolayısıyla, günlük hayattan uzak, ulaşılmaz, ıssız ve sakin bir yerde olurlar. Ayrıca
inzivaya çekilen bu türden yere yapılabilecek herhangi bir askeri yahut düşman kaynaklı saldırılardan etkilenmemek adına bu niteliklerdeki yerlerde kurulan manastırlar, ayrıca Hıristiyanlık, Budizm ve Hinduizm inanç kültüründe;
coğrafi açıdan kilit noktalarda kurulmuşlardır. Bu nedenle bugünkü Manastır
köyünün fiziki ve ruhani açıdan bu niteliklere sahip olduğu döneme ulaşmak
gerekir. Bu da muhtemelen milattan öncelere dek uzar. O halde bugünkü
Manastır(Çalkaya) köyünün ad menşeini, köyde kalıntısına dahi rastlanmayan bir manastırdan aldığı pek muhtemel olsa da açık bir biçimde herhangi
bir tarih vermek, bugün itibarıyla mümkün değildir. Köyde bugün rastlanılan
kalıntılar ise manastır değil; küçük ölçekli kiliselere aittir. Bunlar günlük yaşamda gayrimüslim ahalinin ibadet ettiği yapılar olup, çağının şartlarına göre
manastır teriminin dışında kalırlar. Manastırların rolü ve işlevi hakkında yuka203
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
rıda gerekli bilgiler nakledildiği üzere; söz konusu yedi adet kalıntı, gerek fiziki
şartları, gerek coğrafi/bölgesel özellikler bakımından manastır kategorisinde
sayılabilecek ölçeklerde olmayıp, mıntıka mıntıka inşa edilmiş olan kiliselerdir.
Köyün mahallelerinin birbirine uzak olup, ayrıca coğrafi şartlara bağlı dağınık
bir yerleşim tarzının köyde hakim olmasının sonucunda sayıca fazla olan kilise kalıntılarına rastlamak da pek mümkündür. Söz konusu kalıntıların manastır ölçeğinde yapılara ait olmadığının bir diğer izahatı da bir köyde yedi adet
manastırın olamayacağıdır. Yani yedi adet sakin, ıssız, tehlikeden ve dünya
işlerinden/beşeri münasebetlerden tamamen kopuk yaşanacak olan geniş,
yerine göre kalabalık din erbabını barındırabilecek ve muhafaza edebilecek
birbirine uzak, ulaşılmaz dağlarda kurulacak her açıdan korunaklı yapıların bir
köyde olması pek mümkün görünmemektedir.
Manastır(Çalkaya) köyü, 16. yüzyıldan itibaren Türklerin çoğunluğa dönüşmeye başladığı bir yerleşim birimi olmasıyla birlikte, burada bugün hala
rastlanabilen kilise kalıntıları mevcuttur. Bunların menşei hakkında yazılı bir
bilgi bulunmamaktadır. Ancak kalıntıların, yöreden gitmeleri milli mücadelenin son yıllarına dek süren Ermeni ve Rum azınlıklara ait kiliselerden aksettiği
bir gerçektir. Bu kalıntılardan birinin köyde bulunan Tiryaki Tepe’de olduğu
bilinmektedir. İlgili yazılı bilgilere ulaşıldığı oranda köyün tarihi daha çok aydınlanacaktır.
1515 tarihli Osmanlı Devleti resmi kayıtlarında Giresun yöresinde Manastır adını taşıyan başka köyler de görülmektedir: Kürtün kazasına bağlı Yağlıdere nahiyesi dahilinde Manastır adlı bir köyün adı geçmektedir. Ayrıca Elkerimlü Has nahiyesinde Manastır adlı bir köy kayıt altına alınmıştır. 1837 yılın
kayıtlarında ise Kürtün nahiyesine bağlı(Harşit’te köy) “Manasur (=Manastır)”
adlı bir köyden bahsedilmektedir (Fatsa, 2010: 118, 128, 131). Bunlardan başka, bugün Anadolu’da Manastır adını taşıyan birçok tarihi yer bulunmaktadır:
Manastır(ad. Aydın-Didim), Manastır(hrb. İzmir-Urla), Manastır(hrb. MuğlaFethiye), Manastır(içmesi; Çorum-Sungurlu), Manastır (t. Aksaray-Merkez),
Manastır(yaylası; Manisa-Merkez). Türkiye’de Giresun haricinde Çalkaya adını
taşıyan yerler ise şöyledir: Taşova-Amasya, Antalya-Merkez, Elazığ-Karakoçan,
Eskişehir-Mihalıçcık, Kastamonu-Pınarbaşı, Kilis-Musabeyli, Sivas-Gölova, Elazığ-Maden (KKT, 2003:241).
Manastır’ın bugün Çalkaya olarak resmi kayıtlara geçmesinin nedeni
yukarıda açıklanmıştı. Köye yeni adın Çalkaya olarak konulması hususunda ise
şu bilgilere ulaşılmıştır:
Manastır köyü halkı, içinde bulunulan son çeyrek yüzyılda sahip olduğu
adı değiştirerek Çalkaya adını resmen kabullenmişti(12). Yeni adın Çalkaya ola204
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
rak belirlenmesinde köy halkının, köy ilerigelenleriyle yaptığı değerlendirmede bu ad uygun bulunmuştu. Çalkaya adı gelişigüzel konulmuş bir ad olmayıp,
esin kaynağı köye bağlı Kılıçkaya adlı mevkideki görkemli kayalıklardır(KK-8).
Kılıçkaya’daki kayalık, renk itibarıyla eski Türkmen geleneği olan “çal” (DLT’de
Çal qoy: Alacalı koyun; Kaşgarlı, 2005:218) ile ifade edilmişti. Böylelikle köyün
adı (çal + kaya) iki sözcükten; yani bir sıfat ve bir adın birleşmesinden oluşturulmuştu. Giresun sınırları dahilinde “çal” sözcüğü farklı statülerdeki onlarca
yer adlarında geçmektedir. Çaldağ(merkez), Çalıkhozanı(Espiye), Çal(Espiye),
Çalca(Giresun), Çalköy(Dereli), Çalgan(Alucra), vs. bunlara birkaç örnektir.
Türk yer adlandırma geleneği çerçevesinde Manastır köyünün Çalkaya’ya dönüşümü sürecinde; yerleşim yerinin fiziki özelliklerinden ve ayrıca
bunun renginden esinlenilmiştir. İslam öncesi Türk yaşantısında da sıkça rastlanan bu ad koyma tarzında, yerleşim birimlerinde belirgin biçimde göze çarpan, kendisi hakkında düşündürecek niteliklere sahip; yüksekliği, rengi, maddesi vs. fiziki özelliklerinin çevresine nazaran ağır bastığı unsurlar, bu hallerine
binaen o yerin adlandırılmasında muhtemel seçenek olmaktadır.
2.4.9. ÇORAK
Çorak, Espiye’nin yaylak bölgesinde kalan Karaovacık yaylası merkezli,
birbirine komşu olan iki ayrı obanın ortak adıdır(Çepni Çorağı-Arpacık Çorağı). Çepni Çorağı’nda yalnızca Espiye’nin Çepni köyü halkı yazlarken, Arpacık
Çorağı’nda birden fazla köy(Çalkaya; eski adıyla Manastır köyü, Arpacık Köyü
vd.) halkı yazlamaktadır.
Çorak sözcüğü yörede halk arasında, genel olarak “verimsiz, kuru toprak” manasında kullanılmaktadır. Çorak obası, adını ağaçsız, gölgesiz olan
kuru topraklarından almaktadır. Her iki Çorak obasında da bugün, ona yakın
köy yazlamaktadır. Halk kültürü derlemelerinden edinilen bilgilere göre; Çorak obası, önceki yüzyıllarda ağaçlı bir bölge iken bu ağaçların burada yazlayan halkça aşırı, kontrolsüz ve bilinçsizce kullanılması sonucunda ağaçsız ve
verimsiz bir hal almıştır. TDK sözlüğüne göre “çorak” sözcüğü aşağıdaki anlamları içermektedir:
ÇORAK:
1.a. 1. Toprak damlara çekilen, su geçirmeyen killi toprak. 2. Bazı toprakların yüzünde beyaz bir katman durumunda toplanan ve eskiden barut
yapmakta kullanılan potaslı, sutlu tuz. 3. sf. Verimli olmayan (toprak): Biz
geçtiğimiz zamanlar, Sina Çölü, Peygamber Musa’nın geçtiği zaman kadar ıs205
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
sız, boş, kuru ve çoraktı. -F. R. Atay. 4. sf. Acı (su). 5. sf. mec. Verimsiz, kısır,
bakımsız, yoksul: Hayatımın en acı, en yaslı ve çorak zamanları başlamış oldu.
-T. Buğra.
2. Köken: T. Cinsiyet: Erkek
Verimsiz, bitek olmayan, kıraç toprak. Kişi Adları Sözlüğü 3. 1. Tas. (*Senirkent -Isparta) 2. Tabak. (*Senirkent -Isparta) BSTS/
Zanaat Terimleri Sözlüğü 1976
4. İng. Dry. Kurak, tuzlu, tarıma elverişsiz topraklarla ilgili nitelik. BSTS/
Coğrafya Terimleri Sözlüğü 1980
5. Çok sulu çamur. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 6. Fr. Aride BSTS / Tıp Terimleri Kılavuzu (URL-1)
Çorak sözcüğü gibi yörede yaygın olarak kullanılmakta olan “çor” sözcüğü de olumlu bir anlam içermektedir. Yörede genel olarak verimsiz arazilere
çorak denildiği gibi; tuz dozajı fazla olan yemekler için olumsuz bir söylem
olarak “tuz çoru” ifadesi kullanılır. Çor ve çorak yakın ilişkili sözcükler olup, yer
ve yemek adlarında anormal olan bir durumu ifade eder. Bunun dışında “çor”
sözcüğü için TDK şu anlamları işaret etmektedir:
ÇOR:
1.a. hlk. 1. Hastalık. 2. Sığır vebası. Güncel Türkçe Sözlük 2. Fr. Sel BSTS / Tıp Terimleri Kılavuzu 3.1. Dert, keder, hastalık. 2. İspanyol nezlesi. 3. Bir çeşit hayvan
hastalığı, sığır vebası. 4. Ağaçlarda olan bir çeşit hastalık. 5. Bir çeşit üzüm
hastalığı.Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 4.1. Tuzlu. 2. Tuz. 3. Zehir, zehir gibi. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 5.1. Yayık yapmakda kullanılan derinin tüylerinin dökülmesi için içine
yatırıldığı çok tuzlu yoğurt. 2. Sıcaktan hastalanan hayvanlara içirilen ayran,
sirke ve sarmısak karışımı. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 6.1. Söz, konuşma. 2. Kötü veya acı söz, küfür. 3. Kötü huylu kimse. Türkiye
Türkçesi Ağızları Sözlüğü 7.1. Çam kabuğu. 2. Yulaf sapı. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 8.Merak, heves. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 9.Ağzın eğriliği. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 10.Kısır, mahsul vermeyen toprak. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 11.Ölü evine giden yemek. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 12.1. Öksürük. 2. Hastalık. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 13.Hastalık. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 14.Hastalık; dert; veba; kargış sözü. || çor baba!: kargış sözü || çor
206
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
dawun!: kargış sözü || çor tutmak: kötü bir hastalığa tutulmak || çor deymek:
kötü bir hastalığa tutulmak || çor Yemek: zıkkımlanmak Türkiye Türkçesi
Ağızları Sözlüğü 15.Kargış için kullanılan ünlem; çor baba, davun çifti. Türkiye Türkçesi
Ağızları Sözlüğü 16.Hastalık, salgın. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 17.Bulaşıcı, kısa süren hastalık. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 18.Yaralı, hastalıklı (Ç. Çiftliği)Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü 19.hlk. Sığır vebası.BSTS / Veteriner Hekimliği Terimleri Sözlüğü(URL-1)
TDK’nın “çor” sözcüğü için yukarıda verdiği karşılıkların dışında, söz konusu sözcükle ilgili Giresun kırsalında kullanılan bazı özgün deyimler vardır.
Bunları kullanılış şekli itibarıyla burada belirtmekte yarar vardır. “Çorak” ve
“çor” sözcüğünün yer adı olarak analizinde, bu sözlü kayıtlar kültür araştırmalarında aydınlatıcı unsur görevi üstlenmektedirler.
Giresun kırsalında “çor” sözcüğünün kullanımıyla ilgili deyimlere şu örnekleri vermek mümkündür: Yemeği beğenmeyen biri (genelde çocuk veya
sevilmeyen kişi için), önündeki yemekle ilgili bir eleştiride bulunursa yemeği
yapan kişi ona “çor ye!” diye çıkışır. Sonrasında ise “çor yiyesice” diye söylenir.
Bununla birlikte; sevilmeyen kimsenin yemek yeme eylemi Giresun yöresinde
“çor-lanmak” şeklinde ifade edilir. Buradaki “çor” hastalık manasındadır; dolayısıyla olumsuzluk çağrıştırır. Ayrıca yörede yine aynı manada kullanılan bir
deyim vardır: “Ağzına çor çıksın”; ağzında hastalık çıksın manasında, hiddetle
söylenir. Yine yörede, çamurlu bir yol veya arazi için “çamur çorak” ikilemesi,
özensiz yapılmış bir iş içinse “karman çorman” ikilemesi (karmakarışık, çor
gibi anlamındadır) kullanılır.
Çorak yaylası günlük hayatta adında muhafaza ettiği anlamla varlığını
sürdürmektedir. Kurak toprakları, ağaçsız bitki örtüsü Çorak yaylacılarını, sivil bir girişimle obalarını yeşillendirmeye doğru yönlendirmektedir. Obada git
gide kendiliğinden belirmekte olan çam fidanlarının korunmasının gerekliliği
halk tarafından idrak edilmiştir. Çorak obası bazı kesimler tarafından “çoraklığından ötürü” yaylak olarak tercih edilmemekle birlikte çoğu kimseler yaylasını yani atadan devraldığı, kültürel töre yoluyla sahiplendiği toprakları terk
etmeyerek güzelleştirme yolunda çabalar sarf etmektedir. Ayrıca obasını çoraklığından ötürü bırakarak başka obalara yerleşmeye çalışanlar ise pek hoş
karşılanmamaktadır. Bu da muhtemelen eski Türkmen yaşantısının, bugün
toplumun bilinçaltında karakterize olmasındandır.
Giresun-Espiye ilçesi sınırları içinde bulunan Çorak dışında, çeşitli statüde yerleşim birimleri veya yaylak bulunmaktadır. Bunlardan biri, yine Gire207
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
sun ilinin Dereli ilçesine ait Çorak obasıdır. Söz konusu obanın adı da Espiye
Çorağı’nın ad kökeniyle aynıdır. Dereli Çorak obası, yer şekilleri ve bitki örtüsü
bakımından tıpkı ‘Espiye Çorağı’ gibi verimsiz bir arazi üzerine kurulmuş obadır. Giresun yöresindeki bu ad benzerliği tesadüften ibaret değildir. Yörede,
verimsiz ve bitki örtüsü çok zayıf durumda olan ağaçsız bölgeler genellikle
“çorak” olarak ifade edilmiştir.
Giresun il sınırları dışındaysa, yine çorak sözcüğünün yer adı olarak kullanıldığı bölgelerden bazıları şunlardır:
ÇORAK:
1.Adana ili, Saimbeyli ilçesi, merkez bucağına bağlı bir yerleşim birimi.
2.Adıyaman ili, Suvarlı bucağına bağlı bir yerleşim birimi.
3.Bayburt ili, merkez ilçesi, merkez bucağına bağlı bir yerleşim birimi.
4.Çorum ili, Cemilbey bucağına bağlı bir yerleşim birimi.
5.Gümüşhane ili, Yağmurdere bucağına bağlı bir yerleşim birimi.
6.Kars ili, merkez ilçesi, merkez bucağına bağlı bir yerleşim birimi.
7.Samsun ili, merkez ilçesi, merkez bucağına bağlı bir yerleşim birimi.
8.Sinop ili, Boyabat ilçesi, merkez bucağına bağlı bir yerleşim birimi.
9.Sinop ili, Dikmen ilçesi, merkez bucağına bağlı bir yerleşim birimi.
10.Sivas ili, Zara ilçesi, merkez bucağına bağlı bir yerleşim birimi.
11.Yozgat ili, Musabeyli bucağına bağlı bir yerleşim birimi.
12.Zonguldak ili, Devrek ilçesi, merkez bucağına bağlı bir yerleşim
birimi.
13.Zonguldak ili, Saltukova bucağına bağlı bir yerleşim birimi.
Türk kültüründe olumsuzluğu, verimsizliği ve hastalığı çağrıştıran “çorak” sözcüğü, 1071 Malazgirt Savaşı’nda Türklerce alınan başarıyı müteakip
Anadolu’nun çeşitli bölgelerine yapılan Türk boylarının akınlarıyla süreç içerisinde yer adlarına yansımış, söz konusu sözcük artık kültürel bir imge haline
gelmiştir. Herhangi bir anlam daralmasına uğramaksızın hatta Kaşgarlı Mahmut’un divanındaki ilgili ifadeye nazaran bir ölçüde anlam genişlemesi yaşayarak Anadolu’da Türk kültürünün kimlik kodlarından bir unsur haline gelen
çorak sözcüğünün, asırlar öncesindeki kullanımını da kısaca ele almak gerekir:
DLT’de, çorak sözcüğü, şeklen tıpatıp aynı olarak geçmemektedir. Ancak içerdiği anlam ve kullanılış anlamları bakımından bugünküyle doğrudan
ilişkilidir:
Çalıng: Çalıng yer(Kaşgarlı, 2005: 218): Sanki yanmış gibi çorak ve siyah
olan, ot bitmeyen yer.
DLT’de geçmekte olan “çalıng, çalıng yer” ibaresi, Kaşgarlı Mahmut’un
208
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
yaşadığı çağdaki Türk toplulukları tarafından, bulundukları coğrafyalarda yer
adı olarak kullanılmış olabilir. Ancak mevcut verilerle bunlara ulaşılamamaktadır. Çünkü Türk kültüründe bir arazi parçasının özelliklerini tanımlamada
kullanılan terimler, genelde yer adlarının esin kaynağı olmuştur. Ancak incelemeye aldığımız Giresun yöresi açısından, söz konusu eseri temel alarak bazı
çıkarımlar yapmamız gerekmektedir: DLT’de geçen ve anlam itibarıyla çorak
sözcüğünü kapsamına alan “çalıng, çalıng yer” ibaresi, Giresun yöresinde bugün yer yer çorak sözcüğünün karşılığını yansıtmamaktadır. Yalnız, dağlık bölgede yer alan verimsiz tarla yahut bahçe için “çal, çalık” ifadesi kullanılmaktadır. Bunun dışında yörede, olgunlaşmadan yanmış veya yağmurdan zarar
görmüş, yaralı meyve-sebze için de “çalık” söylemi kullanılmaktadır. Yörede,
“çalık” sözcüğüyle ilgili bazı yer adları da mevcuttur: Çalıkhozanı(Espiye ilçesi
Çepniköy-Çalkaya sınırındaki dağlık bölge), Çal(Espiye ilçesi Çepniköy-Dikmen
mah. sınırında).
Çorak sözcüğü ile ilgili DLT verilerinin hazırlanmış olduğu çağdan daha
eskilere gidildiğinde; Orhun kitabelerinde geçmekte olan Bükli Çölli halkının yaşadığı yer olarak tarif edilen yerin “kuzeydeki çorak topraklar” anlamıyla örtüştüğü Çince kaynaklardan nakledilmiştir(Yıldırım, 2013: 8). Ayrıca Oğuz Kağan Destanı’nda, Oğuz Kağan’ın tarlası, çorak bir arazide kaldığı
aktarılmaktadır(Yıldırım, 2013 :7). Bununla birlikte bugün çorak sözcüğünün
“sazlık, çamurluk, verimsiz, barak yer” anlamında(Sarı ve Tepeli, 2012: 172)
coğrafi kökenli bir yer adı olarak kullanıldığını görmekteyiz ki bu; genelde yaygın olan “çorak; susuz, kuru, verimsiz toprak” ifadesinden biraz daha farklı bir
anlam içerir. Ancak sulu ve kuruluğundan ötürü verimsizleşmiş olan toprağın
ortak noktası olarak yine verimsizlik, yani çoraklık karşımıza çıkar.
Sonuç olarak; “çorak”, “çor” ve “çalıg” sözcükleri arasındaki ilişkileri
göz önünde bulundurarak bunların ortak noktalarının verimsiz yer, hastalık,
karışıklık gibi olumsuz anlamlar çağrıştırdığı ve bunların yer adlarında coğrafi
özellik etkisi kategorisinde olduğu bilgisine ulaşmış bulunmaktayız. GiresunEspiye Çorağı’nın bu bağlamda Türk yer adlandırma geleneğine uygun bir
tarzda olduğu da elde edilen bilimsel bir sonuçtur.
2.4.10. ERİCEK
Kuruluş tarihi bilinmeyen bu köy, geniş sınırlara sahiptir. Köye ilk gelenlerin önce Han Yanı adını taşıyan mevkiye yerleşip, sonradan Eriklicek adlı bu
bölgeye geçtikleri rivayetleri yaygındır. Sonraları bu yerleşim biriminin adı değiştirilerek Ericek olmuştur. Ancak kelimenin yapısından yola çıkarak, bu adın
209
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
nereden geldiğine dair bir saptamada bulunacak olursak; Türkçedeki “eri-“
fiilinden bu kelimenin türediği barizdir(=eri-+y+cek/eri-+ye+cek). Bu coğrafyanın denizden yüksekliği göz önünde bulundurulduğunda buraya yağan
karın uzun zaman yerde kaldığı, az zamanda erimediği gerçeği ile karşılaşılır.
Böyle düşünülünce şu kanaate varılıyor: Ericek Köyü, Espiye’nin en eski yerleşim birimlerinden biri olup, adı Türkçe bir fiilden(=eri-) gelmektedir. Diğer
ada bakacak olursak; (=Eriklicek: erik+li+ce+k/erik+li+cek) erik kelimesinden
gelip, erikli yer manasını karşıladığını görürüz. Neticede buraya ilk gelenler de
Türkler olarak, Türkçe Ericek adını koymuşlardır.
2.4.11. GÜZELYURT (KEÇİKÖY)
Espiye’ye bağlı bu köyün eski adı Keçiköy olup, yakın dönemlerde Güzelyurt adını almıştır. Bu yerleşim yeri, ilçenin en eski yerleşim birimlerinden
biri olup, burayı da bizzat Çepni Türkleri kurmuşlardır. Ancak adının değiştirilmiş olması, tarihe kaynaklık eden eski adını unutturmaya başlamıştır. Çünkü
“keçi” sözcüğü, Kaşgarlı Mahmut’un eseri Divan-ı Lügati’t-Türk’te geçmekte
olan eski Türkçe bir isimdir. Kökenleri Türkçe’ye dayanan ve eskiden günümüze aksetmiş olan bu gibi yerlerin adlarını değiştirme eğiliminin yanlış bir
yaptırım olduğunun farkına varılması lazımdır. 2.4.12. ŞAHİNYUVA (BİTENE)
Espiye ilçesine bağlı köy. Eski adı Bitene’dir. Geçmişte Çalkaya (=Manastır-İslam) Köyü’ne bağlı bir mahalle iken sonraları nüfusu artmış, köy statüsüne
erişmiştir. Yaygın rivayetlere göre Bitene’nin adı, mahalle konumunda olduğu
dönemlerde burada tek bir ev bulunmasından gelmektedir. Karşıdan bakıldığında ev sayısı sorulduğunda, cevap; “bir tane”; yöresel deyişle “Bitene(Bidene)”
oluyormuş(KK-7). Köyün adı yakın dönemlerde değiştirilerek “Şahinyuva” yapılmıştır. Köy ilerigelenleri, bu adın rastgele verildiğini; Görele ilçesinin Şahinyuva
adındaki köyünden esinlenilerek konulduğunu ifade etmektedirler.
2.5. GÖRELE İLÇESİ
2.5.1. ARALIKOZ (FİRENK)
Görele ilçesine bağlı bir sahil yerleşimidir. Resmi kayıtlara göre
02.07.1942 tarihinde köy statüsüne geçmiştir(Bilir, 2001: çeş. sayf.). Köyün eski adı Firenk’tir. Köy ilerigelenlerinden 1934 doğumlu Şair Nihat Çe210
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
lik’in “firenk”i, “firengi” hastalığı olarak algılamasından doğan hareketle
değiştirilmiştir(KK10). Çelik, “firenk”in suiistimale müsait bir zührevi hastalık
adı olduğunu köylüye nakletmiş; köye yeni ve “güzel bir ad koymak için” kampanya başlatmıştır. Demokratik bir yöntem kullanarak bu ad koyma işini köylüsüne arz etmiştir. Ancak iki yıl boyunca sabırsızlıkla beklemek zorunda kalmıştır. Sonunda vatandaşlar bir ad bulmuş, artık Firenk(halkın tabiriyle Firengi)
adı köyün adı olmaktan men edilmiş ve köy tarihi geçmişinde anılan başka
bir adıyla (=Aralıkoz) anılmaya başlanmıştır. Fakat Çelik bir süre sonra Firengi adını derin bir biçimde araştırmıştır. Kafasında birtakım sorular belirmeye
başlamıştır: “Mademki “Firengi” hastalık adı; neden hastalıkla ilgili bir toplu
mezar yok, bundan ölenlerden neden hiç bahsedilmemiş?” diye düşünmeye
başlamıştır. Çünkü böyle bir hastalıktan kaynaklanan toplu ölümler yaşanmamıştır. Çelik, Firengi adı ile anılan mezarlığın adının da araştırmaları neticesinde hastalık manasındaki “frengi”den gelmediği bilgisine ulaşmıştır. Mezarlığın
köyün adından geldiğini ve neticede köyün adının frengi hastalığı ile alakası
olmadığı sonucuna ulaşan Çelik, bu köyde Firengi adının yaşamasının ne kadar gerekli olduğunu artık özlem dolu bir tarih şuuru ile savunmaktadır(KK-9).
(Firenk köyü Osmanlı kayıtlarında geçmektedir. Ancak Faruk Sümer, Tirebolu
tarihi adlı eserinde Firenk köyünün yeni adı ve bağlı bulunduğu kaza merkezi
hakkında, bu kayıtlara rağmen herhangi bir bilgi aktarmamıştır. Muhtemelen
bu durum, yöredeki köylerin Görele ve Tirebolu kazalarındaki sık değişkenlik
gösteren idari taksimatından kaynaklanmıştır. Bkz: Sümer, 1992: 68).
Firengi adı nereden geliyordu? Firengi(Frenk); gemilerin göğsünden
denize doğru suyu tahliye eden deliklere verilen ad idi. (Firengi (Türkçe telaffuz): “Denizlerden içeri giren yada geminin temizliği için güverteye basılan
suların dışarı atılması için güvertenin borda sacı ile birleştiği yerlerden denize
doğru açılan delikler”. DTS; URL-3). Köydeki Firengi Deresi’nin denize döküldüğü yere eskiden gemiler gelir, konaklar veya geçerlermiş. Burada iktisadi
ve siyasi bazı etkinlikleri olan bu gemiler, halk üzerinde doğrudan ve dolaylı
olarak bazı tesirler bırakmıştı ki; halk, bu dereye Firengi Deresi, civarındaki
köye de Firengi Köyü demişti.
“Aralıkoz” adının menşeine gelince:
Köyün adı hakkında iki rivayet vardır. Bunlardan biri: “burada yetişen
cevizlerin (koz) araları hep açık olurmuş. Sadece bu köyde açık olduğu için
“Aralıkoz” adı köye konulmuştur. İkinci rivayet ise şöyledir: “‘Koz’ sözcüğünün
ikinci anlamı da köy demektir. Köy aralıklı sokaklardan oluştuğu için de ‘Aralıkoz’ denmiştir”. Türkler, çeşitli boylar halinde asırlar önce köye yerleşerek burayı bir Türk yerleşimi haline getirmişlerdi. Uzun yıllar boyunca buraya Nefs-i
211
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Aralıkoz demişlerdi. Nefs-i Aralıkoz bugünkü Aralıkoz, Eserli, Yalıköy köylerinden oluşuyordu. Daha sonra bu köyler Nefs-i Aralıkoz’dan ayrılarak idari bakımdan ayrı köyler haline getirilmişlerdi.
Netice itibarıyla; köyün adının Türk ad verme geleneğiyle doğrudan örtüştüğü görülmektedir. Yöredeki Aralık, Arageriş, Aralıcak köylerinin ad menşeinde üzerinde durulan mantıkla eşdeğer bir şekilde Aralıkoz köyü bu adı
almıştır. Bu ad da diğer benzerleri gibi “ara/aralık”; çevresi yer şekilleriyle sarılı olmasından bu sözcükleri temel almıştır. Ayrıca bugün Dereli ilçesine bağlı
Sütlüce köyünün, 1515 tarihli Osmanlı Devleti vergi kayıtlarında adının Firenk
köyü olduğunu da arşiv belgeleri göstermektedir(Fatsa, 2005: 115). Ancak bunun ad menşeinin, Görele Firenk(Frenk) köyüyle aynı temelli olmadığına kanaat getirmek mümkündür. Çünkü malum olunduğu üzere; Dereli ilçesinin ve
Sütlüce(Firenk) köyünün denize kıyısı olmamakla birlikte, uzaklığı da onlarca
kilometreyi bulmaktadır.
2.5.2. BEYAZIT
Görele ilçesine bağlı köydür. Yerli halkın rivayetleri doğrultusunda, köyün adının Osmanlı hükümdarı Yıldırım Beyazıt’tan geldiği varsayılmaktadır.
1916 yılı resmi kayıtlarında Beyazıt köyü, bugün de olduğu gibi; Görele kazasına bağlıdır ve aynı adı taşımaktadır(Yüksel, 2003: 36). Bahsi geçen yıllardaki
resmi emirle yapılan yer adları değişikliğinden etkilenmeyen köy hakkında arşiv kayıtlarında pek fazla bilgi bulunmamaktadır.
Görele’ye bağlı Beyazıt köyünün adının rivayetlere bağlı olarak Yıldırım
Beyazıt’tan geldiği yaygın bir görüş olsa da burada bir tereddüt hâsıl olmaktadır. Yıldırım Beyazıt dönemine(I. Beyazıt: 1389-1402) dair köyle ilgili herhangi
bir bilgi yoktur.
Giresun yöresinin Türklerce fethi sürecinde 1332 yılı önemlidir. Görele
civarını da ifade eden Bayram Bey’in Giresun’u fethetme harekâtı I. Beyazıt
döneminden hayli öncedir. Ordu yöresi üzerinden güçlenerek Trabzon(Palaio
matzouka=Hamsiköy)’a kadar ilerleyen Bayram Bey’in burada birtakım
mücadelelere giriştiği; fakat yabancı unsurlara karşı ağır kayıplar verdiği
bilinmektedir(Sümer, 1999: 324). 1071’den itibaren Anadolu’ya başlayan
Türkmen akının en yoğun yaşandığı dönemlere tesadüf eden bu tarihler,
Bayram Bey’in Trabzon’a kadar uzanırken doğal geçitlerin çok olduğu Beyazıt
köyü üzerinden burayı da etkisi altına aldığı dönemlerdir. Ancak, 1461’de Trabzon’un fethini takip eden süreçte Giresun yöresi kesin olarak Osmanlı devletine bağlandığından, Beyazıt ve havalisindeki iskan birimlerinde bayındırlık
212
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
alanındaki Türkleşme ve söz konusu coğrafyaya her alanda Türk kimliğinin
yerleşmesi Fatih Sultan Mehmet’ten sonra tahta geçen II. Beyazıt dönemine
tesadüf etmiş olabilir. Böylelikle köyün adının, Yıldırım Beyazıt’tan ziyade II.
Beyazıt’tan geldiği kanaati daha baskın olmalıdır. Ancak bu durumda da yine
bazı soru işaretleri meydana çıkmaktadır. Netice olaraksa, köyün ad menşeinde Osmanlı padişahlarından I. yahut II. Beyazıt’ın etkisi olup olmadığına dair
net bir sonuca ulaşılamıyor. Bunun nedeni ise konuyla ilgili araştırmalarda şu
hususların etkisidir:
1- Yıldırım Beyazıt dönemine dair köyle ilgili herhangi bir veri yoktur.
Bilinenler salt rivayetten ibarettir.
2- Yıldırım Beyazıt, padişahlık döneminde Anadolu’daki Türk beylikleriyle ciddi mücadelelerde bulunarak, siyasal birlik sağlama yoluna gitti.
3- Bu dönemde İstanbul iki kez kuşatıldı fakat alınamadı.
4- Niğbolu Savaşı (1396) ile Haçlı ordusu bozguna uğratıldı.
5- Fatih Sultan Mehmet’in ölümünden sonra (Amasya sancağında görevli olan) II. Beyazıt, devşirmelerin desteğiyle tahta çıktı. Yani Türkmenlerin
desteğini almamıştı.
6- II. Beyazıt’a muhalif olan Türkmenler, kendisinin tahta çıkmasıyla
Konya sancağı pilot bölge olmak üzere Cem Sultan’ı desteklediler.
7- Fatih Sultan Mehmet’in ölümünden sonra ortaya çıkan taht mücadeleleri Osmanlı devletinin Anadolu’daki siyasi birliğini bozdu.
8- Fetret Devri(1402-1413) yaşandı.
Burada I. ve II. Beyazıt dönemlerini en önemli olaylarıyla ele almamızın
nedeni, Beyazıt köyünün ad menşeindeki temel belirsizliği biraz olsun ortadan
kaldırmaya çalışmaktır. I. Beyazıt(Yıldırım) döneminde köyde Türk yerleşimi olup
olmadığı konusunda net bir kayıt yoktur. Olduğunu varsaydığımızda; köyün adının, Yıldırım Beyazıt gibi güçlü, siyaseten bilgili ve savaş tecrübesi/ordu yönetimi konusunda önemli bir konumda olan bir Osmanlı padişahından geldiğine
inanmak mümkündür. Eğer tarih bilimi açısından bir arşiv vesikasıyla bu durum
netleştirilirse, köyün adının Yıldırım Beyazıt’tan geldiği bilgisi açıklık kazanır.
II. Beyazıt’ın köyün adında esin kaynağı olabileceği hususunda ise yukarıdaki dönemsel genel tabloyu göz önünde bulundurarak düşünmekte fayda
vardır. Taht kavgaları, Cem Sultan’la II. Beyazıt’ın siyasi mücadelesinde Türkmenlerin Cem Sultan’a devşirmelerinse II. Beyazıt’a taraf olmaları durumunda; Beyazıt köyünde meskûn olan Türkmenlerin köye bu adı koyması çelişki
doğurmaktadır. Ancak burada “II. Beyazıt’ın adının konulabilmesinde, kendisine duyulan sempatiden çok korku ve endişenin de payı olabilir mi?” sorgusu
ortaya çıkar. Bu iki zıt etkenden hangisinin ağır bastığı konusunda ise net bir
213
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
ayrıma varılamamaktadır. Çünkü Türkmenlerin Anadolu’da yer yer fetihlere
–dolayısıyla padişaha- Türkleştirme politikası çerçevesinde iskânda yardımcı oldukları; yer yer ise vergi, toprak paylaşımı, konar-göçerlik vb. konularda
zorluk çıkardıkları, muhalif oldukları veya isyan çıkardıkları bilinen bir gerçektir. II. Beyazıt döneminde Osmanlı devlet otoritesinin yıprandığı dönemde de
bunlarla sık sık karşılaşılmıştır. O halde köyün adının I. yahut II. Beyazıt’a dayandırılması net bir bilimsel sonuca varmamakta, rivayetlere dayanmaktadır.
Beyazıt adının köye konulmasında akla gelebilecek bir başka etken de
şudur: Görele ilçesinin yayla geçidinde bulunan, Trabzon’un Şalpazarı ilçesinin
yüksek köylerine sınır olan Beyazıt; Görele’nin rakımı en yüksek birkaç köyünden biridir. Bu duruma binaen yükseltinin fazla oluşu ve yayla etkisinin fazlaca
görüldüğü bu köyde karın yerde kalım süresi, ilçenin diğer köylerine göre genellikle daha fazladır. Köyün kurulmuş olduğu dağ yamaçları, Sisdağı’na yakın
olan bir bölgedir. Sisdağı’nda yılın büyük bir bölümünde kar bulmak mümkündür. Beyazıt köyü de Sisdağı’nın bu beyaz örtüsüyle yüz yüze bir etkileşim halindedir. Dolayısıyla köyün adında “kar”ın “beyaz”ı rol oynamış olabilir.
Beyaz sözcüğü söz konusu yüzyıllarda ak(=ağ=â) kadar kullanılmasa da genel
itibarıyla Türkmenler arasında yaygındı. Çünkü Türkmenler, “kara”nın zıddını
ifade etmede Türkçe sözcük olan “ak”la yetinmemişler; Arapça’daki “beyaz”
sözcüğünü de kullanmışlardı. Kökeni Arapça olan Beyazıt sözcüğü, Osmanlıca
belgelerde “Bayezid” olarak yazılsa da Latin harfleriyle “Beyazıt” şeklinde ifade edilir. TDK ikisinin de kullanılışını kabul etmektedir. Her ikisi de aynı anlamı
içerip, yalnızca yazılışları farklıdır. Bununla birlikte, Anadolu’da Beyazıt adını
taşıyan köy yerleşim yerlerinin tümünün adlarının I. yahut II. Beyazıt’la ilgili
olmayabileceğini de göz ardı etmemek gerekir. Örneğin, Amasya’nın Merzifon
ilçesine bağlı Bayazıt köyünün ad menşei hakkında henüz II. Beyazıt’la ilgili
bir dayanak bulunmamaktadır. Sonuç olarak bugün net bir veriyle sabitleyemediğimiz Beyazıt köyü ad menşeinin Türk yer adları geleneğini temel alarak
konulduğu bilgisi elimizdeki en net bilgidir. Beyazıt köyü; Türk ad koyma geleneğinde, kişi yahut coğrafi etkenden etkilenme şeklinde adlandırılmıştır.
2.6. GÜCE İLÇESİ
2.6.1. BOYNUYOĞUN
Bugün Güce ilçesine bağlı iki ayrı köyün ortak adıdır. Yan yana aynı adla
anılan iki ayrı köy olarak resmi kayıtlarda geçmektedir. Güce’nin ilçe oluşuna
kadarki süreçte Tirebolu kazasına bağlı olan köyler, bugün Güce’nin en yük214
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
sek köylerindendir. Yeryüzü şekillerinin tarihsel izler taşıdığı yerleşim yerleri
olmasının yanında bu köyler; Osmanlı arşiv kayıtlarında ilk zamanlarda(1486
yılı) birleşik karye olarak kaydedilirken; 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra
aynı ad çevresinde (Karye-i Boyn-u yoğunzîr ve Boyn-u yoğunbala) (zîr: aşağı/
bala: yukarı)ikiye bölünmüştür(Fatsa, 2010: 137). Bu adlar, tamlamadan müteşekkildir: Ortak ad: Boyn-u Yoğun. “Yoğun boyun” anlamındadır. Buradaki
“Boyun” kelimesi ise yöre, dolay, yüksek geçit manasını karşılamaktadır. Osmanlı döneminde buradan ticaret kervanlarının geçmesiyle buralar şenleniyor, yolcularla daha da kalabalık bir hal alıyordu. Bu, daha çok yazları tekrarlanıyor, yayla yolları insanlarla, yük ve binek hayvanlarıyla dolup taşıyordu.
Bugün hala Boynuyoğun yöresi üzerindeki eski patika yayla yollarında, diğer
deyişle at yollarında, yayla göçleri sürecinde (yöresel tabiriyle otçu göçü) yüklü hayvanlarla sürüleri ardında yaylalara çıkan ailelere rastlanmaktadır.
Köyde, 1515 yılı kayıtlarında da geçen Kasım Dede(kolonizatör Türk
dervişi) zaviyesi bulunmakla birlikte, bu zaviye söz konusu tarihlerde Yüreğir Nahiyesi dahilindeki tek zaviyedir. 1992 yılında zaviyenin bulunduğu bölge
Boynuyoğun’dan ayrılarak Tekke köyü adını almıştır (Fatsa, 2010: 289).
Aşağı ve Yukarı Boynuyoğun köyleri, 1916 yılında hükümetin genel kararıyla yapılan yer adları değişikliğinde şöyle bir değişikliğe uğramıştır: Boyn-u
yoğunzir=Aksakal; Boyn-u yoğunbala=Kabasakal. Ancak daha sonraki dönemlerde köyler ilk adıyla anılmaya başlanmış ve bugünkü telaffuza uygun olarak
Aşağı Boynuyoğun ve Yukarıboynuyoğun olarak değiştirilmiştir(Yüksel, 2003:
31).
Boyn-u yoğun bölgesine, 1071 Malazgirt savaşından sonraki iskan sürecinde Oğuz boylarından Yüreğir(=Üreğir)’lerin yerleştiği kanaati güçlüdür.
1486’dan önce Boynuyoğun’a yerleşmiş olan Kasım ve oğlu Şeyh Murat, yakın bulundukları diğer dervişlerle birlikte söz konusu bölgede “kolonizasyon
faaliyeti” yaparak köyü kurmuşlardır. Buna mukabil devletçe ödüllendirilmişler ve imtiyaz sahibi olma hakkını kazanmışlardır(Fatsa, 2010: 137). 1486 ve
1515 yılı Osmanlı kayıtlarına göre bu bölge Yüreğir Nahiyesi’ne bağlı bulunmaktadır. Yüreğir nahiyesi Kara Burun ile İsmail Beyli’nin güneyinde bulunan
Boğalı’dan başlayıp, güneybatıda bulunan Boyn-u yoğun’a kadar giden dar ve
uzun bir nahiye idi. 1486’da Boyn-u yoğun’da kayıtlı resmi nüfus 6 iken 1515
tarihinde 16’ya çıktığı kayıtlarda sabittir(Sümer, 1992: 62,66). 1530 Yılı kayıtlarında ise toplam nüfusun (8 Hane)101’e yükseldiği görülmektedir(Sümer,
1992: 62,66). 1486’dan itibaren 1515-30’lara dek köydeki nüfusun aşırı artış
göstermesinde, Anadolu’nun çeşitli yerlerinden Yüreğir Nahiyesi’ne yapılan
Türkmen göçlerinin etkisi çok büyüktür. Nüfusun bu denli artış göstermesin215
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
de Yüreğir nahiyesinde yaşanabileceği düşünülen geçimsizliklerin ve ardından
yapılan köy değiştirmelerin etkisi yok denecek kadar azdır. Çünkü kayıtlara
bakıldığında Yüreğir Nahiyesi’ne mensup diğer köylerin nüfusunda azalma
yok hatta orantısız bir artış vardır(Fatsa, 2010: 135). Dolayısıyla nahiye içi yer
değiştirmelerin bu nüfus artışını etkilemesi söz konusu olacak miktarda değilken; asıl neden şu olmalıdır: Türk boyları 1071’den itibaren Anadolu’da yoğun
bir yurt ediniş hareketine girişmişlerdir. Bunun sonucunda Anadolu’nun en
ücra köşelerinde bile Türk nüfusu giderek artmaya başlamıştır.
Yüksek ve dağlık bir coğrafyanın hakim olduğu Boyn-u yoğun, Türkmen
göçlerinin neden hedefi olmuştur? Bu sorunun en açık cevabı, Türkmenlerin
temel yaşam tarzıdır. Yaylak-kışlak kültürü hakim olan Türk yaşam tarzında
ana meşgale hayvancılıktır. Dolayısıyla hayvan otlaklarının sorunsuz olması,
aileye yetecek miktarda ziraat yapabilme imkanı ve köye(yazlık=cenik) yakın
yaylaların bulunması birinci plandadır. Bu nenle Yüreğir ve diğer Türk boylarının Boyn-u yoğun bölgesine gelmesi ve burayı yurt tutması son derece
doğaldır. Bölge yukarıda sayılan tüm özellikleri taşımakla birlikte, Osmanlı
Devleti döneminde ve muhtemelen daha öncesinde sahil şeridinden yaylalara, Anadolu’nun iç bölgelerine uzayan doğal geçitlere hakim bir bölgeydi.
Ulaşım kısıtlılığı ve modern yapım araçları ve taşıtların olmadığı söz konusu
dönemlerde bu türden doğal geçitler devletin askeri, memuru, esnafı ve halkı
için fazlaca önem taşıyan kilit noktalardı. Öyle ki bu geçitler, savaşların dahi
seyrini değiştirebilecek öneme sahipti. Boyn-u yoğun; bu nedenlerden dolayı
“yoğun bir boyun”du. Aşağı Boynuyoğun’dan Yukarı Boynuyoğun köyüne doğru yükselen büyük bir dere, yol istikametini belirleyen, coğrafyanın doğal bir
sonucudur. “Boyun” sözcüğünün kullanılmasında da insan bedeninden etkilenilmiştir. Büyük dağların zirvesine yakın yerinde yahut yarısından biraz daha
yüksek kısmında bulunan yol ya da geçitlere Türkmenler “boyun” demişti.
Bilhassa Giresun yöresinde “boyun” sözcüğünü içerir köy, mahalle ve mevkii
adları (“Boyun”la ilgili mevki adlarına bir örnek: Giresun/Espiye-Çepni köyünde Hırsızboynu adlı bir mevki vardır. Bkz. Kaya 2007: 4) yaygın olmakla birlikte,
Anadolu’nun birçok köylerinde de buna rastlamak mümkündür. Güce ilçesine
bağlı Boynuyoğun köylerinden başka Anadolu’da aynı adla anılan diğer köyler
şunlardır: Adana’nın Sarıçam ilçesine bağlı Boynuyoğun köyü: Yaygın rivayetlere göre bu köyde yaşayanlar, 1850›li yıllardan sonra Horasan’dan göç eden
Karahacılı yörük Türkmenleridir. Hatay’ın Altınözü ilçesine bağlı Boynuyoğun
köyü, İzmir’in Tire ilçesine bağlı Boynuyoğun köyü, Kahramanmaraş’ın Andırın ilçesine bağlı Boynuyoğun köyü.
Güce ilçesi Boynuyoğun köylerinin ad menşei hakkında yaygın bir riva216
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
yet daha vardır. Boynuyoğun sözcüğünün Azerbaycan Türkçesindeki karşılıklarından hareketle; asi, zorba, kaba kuvvet kullanan vs. gibi anlamlar söz konusu
köylerin ad menşei için iddia edilmektedir. Bu dayanağa binaen köydeki Türklerin asi ve zorba özellikleri taşıdıkları söylenmek istense de gayri objektif bir
sonuca varılır. Çünkü bu adı Azerbaycan Türkçesi ile bağdaştırmak için burada
köyün olduğu Yüreğir boyunun Azerbaycan coğrafyasından göç ederek geldiğinin kesin kanıtına dair belgelere sahip olmak gerekir. Bunu da belki bir ölçüde Adana’nın Sarıçam ilçesine bağlı Boynuyoğun köyü halkı için ciddiye almak
mümkün olabilir. Çünkü Horasan bölgesinden geldikleri kabul edilen Sarıçam
Boynuyoğun’luları geldikleri coğrafyadan bu sözcüğü kültürleriyle birlikte buraya nakletmiş olabilirler. Aynı zamanda Güce-Boynuyoğun köyleri gibi Sarıçam- Boynuyoğun köyü de Yüreğir boyu ile ilişkilidir. Ancak yukarıda adı geçen
ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde bulunan Boynuyoğun adlı köylerin tamamı
için bu durumu kabul etmek olanaksızdır. Çünkü hepsinin Horasan veya Azerbaycan’ın değişik yerlerinden geldiklerine dair bir kanıt yoktur. Ancak burada
gözden kaçırılmaması gereken bir diğer husus ise; Boynuyoğun’la daha açığı
“boyun” ile ilgili oymak ve cemaat adlarının soybağı olarak birbirleriyle ilişkisi
olup olmadığı hususudur. İlgili Türk oymak ve cemaatlerinin adları şöyledir:
Boynu Yoğunlu(Eymür), Boynu Yumru(Atçeken), Boynuinceli(Danişmendlü)
(Boynuice-lü cemaati, 19. Yüzyılda Aşiret-i Sarı Karaman içerisinde Sarıkaraman köyünde de bir topluluk halinde meskun görülmektedir. Karaman eyaletine bağlıdırlar. Bkz: BDA, 2006: 44), Boynukısalu(Avşar), Boyun-baş(Yomut)
(Lezina ve Superanskaya, 2009: 159). Çeşitli boylara mensup olan ve “boyun”la
ilgili adlar taşıyan bu oymak ve cemaatlerin Eymür, Avşar, Atçeken, Danişmendli gibi farklı boylara mensup oldukları görülmektedir. Bundan hareketler
tüm Boynuyoğun adını taşıyan yahut “boyun” sözcüğünü adının içerisinde barındıran oymakların soy ilişkilerinin olamayacağı da muhtemeldir.
Güce Boynuyoğun köylerinin ad menşei konusunda diğer rivayetler de
şu şekildedir: “Boynuyoğun” birleşik sözcüğünün bugün “zorba, ensesi kalın,
kaba kuvvet kullanan” anlamlarını içerdiği bilinse de rivayetlere göre eski dönemlerde bu sözcüğün iyi ve güzel anlamlar içerdiği nakledilmektedir. Ancak
burada bir çelişki vardır. Türk kültüründe “kalınlık” kabalığı, “incelik” mütevazılığı ifade etmektedir. Boynu yahut ensesi kalın olmak ise dik başlılığı, gücü,
yenilmezliği ve şiddete yatkınlığı ifade etmektedir. Dolayısıyla bu bahse konu
olan Güce’nin Boynuyoğun köylerinin ad menşei hakkında bu yakıştırmaların
zorlama olabileceğini akıldan çıkarmamak gerekir. Yine aynı biçimde; Kahramanmaraş’ın Andırın ilçesine bağlı Boynuyoğunlu(eski adı Teciker)(URL-4)
köyünün ad menşei, “asi, başkaldıran” olarak kabul edilmektedir. Kahraman217
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
maraş’ın yüksek kesimlerinde yer alan bu köy de tıpkı Güce’nin Boynuyoğun
köyleri gibi köy-yayla geçidinde ve yüksek dağların arasındadır. Bu da yine
“boyun” sözcüğünün Türk yer adlarında “dağın yarısından(yarıbeli denir)
daha yüksek kısımları üzerindeki yol, geçit” anlamındaki kullanımı çağrıştırmaktadır. Güce Boynuyoğun köylerinde olduğu gibi, köy-yayla geçidindeki Andırın Boynuyoğun köyü, başta coğrafi etkenler olmak üzere çeşitli nedenlerle
tarımsal üretimde ilerleyememiştir. İki farklı bölgedeki diğer bir benzerlik ise;
su kaynaklarının bol olması ve hayvancılıkla uğraşılıyor olmasıdır. Yayla karakteri her iki ayrı bölgeye de bu imkanı sunmaktadır. Sonuç olarak, bu tıpatıp benzerlik rastlantısal olsa da bilinen gerçek şudur: Türkmen boy, oymak
ve cemaatleri geleneksel yaşam tarzlarına binaen, Anadolu’ya gelişlerinden
itibaren bu özellikleri taşıyan yerlere önem vermişler ve buralarda meskûn
olmuşlardır.
Güce ilçesinin Boynuyoğun köylerinin ad menşei ile ilgili sonuç olarak
şunları söylemek mümkündür:
1- Köy, Osmanlı dönemi kayıtlarında 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar
ikiye ayrılmamış haldedir.
2- Yüreğir Nahiyesi’ne bağlıdır.
3- Her iki köyün ad menşei “Boynuyoğun” sözcüğünün bugünkü olumsuz karşılık ve çağrışımlarına dayandırılmak istense de bu net olarak kanıtlanamamaktadır.
4- Türk kültüründe yer adlarında geçen “boyun” sözcüğünün; daha çok
coğrafi yapıyla ilgili olabileceğini göz önünde bulundurarak, köyün Yüreğir boyuna mensup bir cemaat veya oymaktan adını aldığını da söylemek mümkündür.
5- Osmanlı Devleti’ne dair arşiv çalışmalarında Boynuyoğun, konar-göçer yörükan-ı Türkmen taifesi olarak tanıtılmış ve Giresun dışında; Aydın, Bursa, Maraş, Konya, Kayseri, Adana, Niğde, Diyarbakır, Balıkesir ve Rumeli’nin
bazı yerlerinde bu topluluğun yaşamakta olduğu nakledilmiştir(Fatsa, 2010:
289). Yani Boynuyoğun adını taşıyan ve taşımayan Boynuyoğunlu taifesi kabul edilmektedir. Bunu temel alarak köyün adının bu taifenin adından geldiği
düşünülebilir.
6- Güce’ye bağlı olan Aşağı ve Yukarı Boynuyoğun köylerinin adı, Türk
yer adları geleneğine göre iki kökene dayandırılabilmektedir:
I) Coğrafi temel: Boyun; Dağların arasındaki veya üzerindeki doğal geçit.
II) Cemaat/Oymak adı: Boynuyoğunlu cemaatinin Yüreğir boyuna mensubiyetiyle söz konusu yerleşim biriminde meskun olması.
218
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
2.6.2. YAŞMAKLI AĞAÇBAŞI
Burası Doğankent ilçesi halkının yaylasıdır. Yaşmaklı Ağaçbaşı bir yayla
olup adını, yörede yaygın olan bir efsaneden almaktadır: “Bir kadın günün
birinde yaylaya gitmek için evden çıkar. Epey yürüdükten sonra yolu yarılamıştır. Yaylasına varmadan, Ağaçbaşı diye adlandırdıkları yerde yorgun düşer.
Uyumak için bir ağacın altına sığınır. Başörtüsünü ağacın dalına asar ve uyur.
Ayrıca o gece bir kandil gecesidir. Sabah kalktığında gördüğü manzara şaşırtıcıdır. Bütün ağaçların tepesinde yaşmak var. İşte bu vakitten sonra Ağaçbaşı
denilen bu yerin adı artık Yaşmaklı Ağaçbaşı olarak anılmaya başlanır. Yaşmaklı Ağaçbaşı yaylası dışında, Güce ilçesine bağlı “Ağaçbaşı” adında bir yayla
bulunmakla birlikte ikisi farklı yaylalar olup, isim benzerliği ise ilginçtir.
2.7. KEŞAP İLÇESİ
2.7.1. BAYRAMBEY
Keşap ilçesine bağlıdır. Ad menşeini aydınlatmada köyün tarihi süreç
içerisindeki durumuna, rivayetler ve genel olarak bilinen tarihsel bilgiler ışığında bakmak yararlı olacaktır. 1071 Malazgirt savaşının başarıyla sonuçlandırılmasının ardından, kitleler halinde Anadolu’ya akın eden Türk boylarından
Çepni boyuna mensup bazı toplulukları, Keşap’ın Bayram Bey köyüne yerleşmeye başlamışlardı. Bunlar, Malazgirt’ten sonra köye tedricen yerleşmeye
başlayan ilk Türk topluluklarıydı. Rivayetlere göre; köye gelerek “mahal mahal
yerleşen” bu Türk topluluklarının yaşadıkları alanlar şu şekildedir:
Günî(Güney): Bugün Ocakyanı adıyla bilinen yerin alt bölgesi; Taşlık
mevki.
Mazıyanı: İmamlar mahallesi olarak anılan mahallenin alt kısmı; Ballıkuzu mevki.
Aşşağköy(Aşağıköy): Bu bölgenin doğuya bakan taraflarının dereye yakın yerleri.
Söz konusu yerleşmeler hakkında, yukarıdaki bilgileri doğrulayabilecek herhangi bir kalıntı bulunmamaktadır. Kuşaktan kuşağa aktarılan bilgiler
ışığında; yine bu yerleşim yerlerinin neden kalıntı bırakmadan yok olduğuna dair bir nedene ise ulaşılamıyor. Yerli halkın anlatılarına göre; söz konusu
eski yerleşimi gerçekleştiren Türk topluluklarına ait iki büyük eski mezarlık
219
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
bulunmaktadır. Bunlardan birinin köyün doğu yakasında, Ahmetler yakınında
öbürünün ise batı yakasında Çayır mevki civarında bulunduğu; ancak yakın
dönemlerde tamamen yok olduğu anlatılmaktadır(URL-5).
Yukarıdaki bilgiler ışığında Keşap’ın Bayram Bey köyünün ad menşei ile
ilgili bilimsel bir sonuca kesin olarak ulaşılamamaktadır. Bunun en önemli nedeni, Bayramlı Beyliği ve kurucusu Bayram Bey’in ad benzerliğidir. Keşap’ın
Bayram Bey köyünün adının Bayram Bey yahut Bayramlı beyliğinden gelip gelmediğini net olarak bilememekteyiz. Ancak bir gerçek var ki; bu köyden başka
Anadolu’da 47 adet yer adı daha Bayrambey, Bayramlı, Bayramşah ve benzeri
adlar taşımaktadır. İlginç olansa; Bayramlı Türkmenlerinin Anadolu’da ulaştığı, yurt tuttuğu ve tam aksine hiç ayak basmadığı bölgelerde de bu adlar geçmiş yüzyıllardan itibaren kullanılmaktadır. Bu noktada çok dikkatli ve şüpheci
bir tavırla araştırmak, hassas olmak gereklidir. Elbette ki içinde her “Bayram”
geçen yer adının Bayramoğlu Beyliği ve Bayram Bey’le ilgilisi olmayacaktır.
Keşap’ın Bayram Bey köyünün ad menşei ile ilgili olarak vardığımız kanı
şöyledir: Bayramlı Beyliğinin kurucusu olan Bayram Bey’le ilgili olup olmadığına dair kesin ve resmi bir belge, bir kanıt yoktur. Ancak bu, “ilgisi yoktur”
anlamına da gelmemelidir. Hatta rivayetleri biraz olsun doğrulayıcı, mantıksal
açıdan da olur kılan bir durum vardır ki o da şudur: Bayramlı Beyliğinin doğrudan etkin olduğu ve fethini bizzat gerçekleştirdiği bir yöre olması, rivayetlerin
doğruluk payını arttırır. Diğer bir husus; yörede “Bayram” sözcüğünü içinde
barındıran birçok köy olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir. 1455, 1485
yılına ait tahrir defterlerinde dahi bunların birçoğu geçmektedir(Özellikle bkz:
Espiye ilçesi-“Bayrambey köyü” başlıklı bölüm ve ilgili dpn.).
Tüm bunlarla birlikte, tarih araştırma sürecinde söz konusu adla ilgili
bazı sıkıntılar mevcuttur. Bu sıkıntılar, farkındalıksız ikilemcilikten kaynaklanıyor. Bunun nedeni de aceleci ve dayatmacı yahut ideolojik bakışaçılarıdır.
“Bayram Bey” şeklinde bilinen yer adları hususunda, bilhassa bunun örneği
canlı olarak yaşanmaktadır:
1-Bayramlı Beyliği’ne mensup olanlar Çepni midir? Yoksa farklı bir Türk
boyu mudur?
2-Bayramlı Beyliği eğer ayrı bir Tür boyu ise; arşiv kayıtlarına dayalı yerleşim alanları dışındaki “Bayram” sözcüğünü içinde barındıran yer adlarının
Bayramlı’lar ile ilgisi tam olarak nedir?
3- Bayramlı’lar Çepnilerden ayrı bir Türk boyu ise Çepnilerin yoğunlukla
yaşadığı(Örn. Çepni Eli: Giresun yöresi) bölgede –boylar arası geçimsizlik ve
mücadelelere rağmen- nasıl yerleşim kurdular?
4- Tüm “Bayram”la ilgili yer adlarında Bayram Bey’i rivayetlere dayana220
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
rak bulabilmek mümkün mü?
5- Bayramlı Beyliği’nin bazı dönemlerde meskun olduğu tüm bölgelerde yer adı olarak bugün varlığını korumakta olan iskan birimlerinden tamamının adı Bayram Bey’le yakından ilgili midir?
“Bayram Bey” adını taşıyan yer adlarını saptama sürecinde karşılaşılan
yukarıdaki soru(n)lar, cevabı kendi içinde bulunan tamamen bilimsel yaklaşımla neticelendirilebilecektir.
Sonuç olarak; Bayram Bey köyünün ad menşei tam olarak bilinmemektedir. Ancak rivayetler tümüyle kabul edilirse; köyün adı Bayram Bey adını
taşıyan Bayramlı beyliğinin kurucusundan gelmektedir. Ancak varılabilecek
kesin yargı ise; bu yer adının Türklerce teşkil olunduğudur. Bu bakımdan, Türk
yer adı koyma usulünde; boy, boy beyi/kurucusundan esinlenme şeklinde konulduğu ortadadır.
2.8. ŞEBİNKARAHİSAR İLÇESİ
2.8.1. BUZ KEÇİ
Şebinkarahisar ilçesinin güneyinde yer alan bir köydür. 1530-1569 yılı
Osmanlı Devleti’nin Karahisar yöresine ait kayıtlarında Buzkeçi köyünün adı
bugünkü ile aynıdır. 1530’da 12 hane, 1547’de 8 hane/7 yetişkin erkek ve1569
kayıtlarına göre köyde 6 müslüman hane yaşamakla birlikte 7 bekar ve 7 vergi
mükellefi yaşamaktadır(Fatsa, 2010: 255). Ahi dervişleri tarafından kurulmuş
olan bu köyde, hayvancılık ve tarım yapılmaktadır(Fatsa, 2010: 264). Köyün
adının Bozkeçilü Türkmenlerinden geldiği muhtemeldir.
Rivayetlere göre; bu bölgede yetişen keçiler kesildiğinde buz gibi yağları aktığından, köy bu adla anılmaya başlamıştır. Halk anlatılarından elde
edilen bu bilgi kuşaktan kuşağa aktarılmış, Bozkeçilü Türkmenlerinin buraya
gelip yerleştiği ve burada hakim kültürün temellerini yerli ahalinin ataları olan
Bozkeçilü Türkmenlerinin attığını unutturmuştur.
Köyde bulunan tarihi Şeyh Karaman türbesinin ahilik kültüründen geldiği düşünülmekle birlikte, yine köy sınırları dahilindeki Kurt Dede türbesi
önemli ziyaret yerlerindendir. Burada yerleşmiş olan “şeyh” ve “dede” unvanlarının köyün kültürel tarihini aydınlatmada önemli ipuçları taşıdığı malumdur. Tarihi eski olan ve eski tarihlerden itibaren Buzkeçi adıyla anılmakta
olan köyün Türk-İslam iskan yeri haline gelmesinde bu unvanların etkisi büyük
olmuştur.
Köyün mahalle adları şöyledir: Yukarıkarlı, Aşağıkarlı, Aydoğan ve
221
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Buzkeçi(merkez). Aşağı ve Yukarı Karlı mahallelerinin Karlı oymağı adında
bir Türkmen topluluğuyla ilişkili olduğu yaygın olarak anlatılmaktadır. Ancak
derinlemesine bir köken araştırması yapılmamış olan söz konusu köyün tarihinde, sadece köyün Karlı adını taşıyan mahallesi dayanak alınmıştır. Aynı
zamanda Karlı, burada bir oymak olarak gösterilmektedir(URL-6). Halbuki,
1071’den itibaren Anadolu’nun Türk boyları tarafından doldurulmaya başlandığı yoğun süreçte, Oğuz boyları ve bu boylara bağlı taifeler Anadolu’yu yurt
tutmaya başlarken, bunların haricinde Oğuzlar’a tabi olmamış Türk boylarının
da Anadolu’da yerleşmeye başladıkları görülmektedir. Bu boylardan biri Karluk olmakla birlikte (“Karluklar; Türkmenlerden bir kavim olup göçebedir; onlar Oğuzlardan ayrılır fakat onlar gibi Türkmendirler...”; Göktürk, 1979: 120),
Buzkeçi köyünün Karlı mahallesindeki “karlı oymağı” olarak kabul gören taifenin aslında Karluk boyundan bir topluluk olduğu daha güçlü bir tarihbilimsel
neticedir. Bununla birlikte Karluk boyunun Oğuzlar’a mensup olmayan farklı
bir Türk boyu olduğunu da belirtmek gerekir. Köyün Karlı Mahallesi, Buzkeçi
merkez mahallesinden eski tarihi ile muhtemelen ayrıdır. Çünkü Buzkeçi’nin
Bozkeçilü Türkmen taifesinden olduğu muhtemeldir. Yani ad menşei Karlı’dan
farklıdır. Buralar ilk Türk yerleşimi süreçlerinde farklı iki Türk boyu tarafından
iskan edilmiştir.
Karlı mahallesinin Karluk ile ilişkisi ise şöyle açıklanabilir: Karluk boyu;
Karluk’tan başka, Karlık, Karlı, Karlu gibi adlarla tarih kökeni itibarıyla bilinmektedir. Dolayısıyla tümünün aynı boyu(Karluk’u) ifade ettiği gerçeğinden
hareketle, Karlı mahallesinin Türk boyları tarafından kuruluşundaki aktif rolün Karluk boyunda olduğunu kabul etmek gerekir. Karluk Türklerinin Anadolu’nun değişik bölgelerinde meskun olduklarını ve buraları yurt tuttuklarını gösteren objektif kanıtlar Anadolu’daki yer adlarında saklıdır(Yakupoğlu,
2004:192). Ayrıca Karluk boyunun Anadolu’nun ve diğer kıtalardaki çeşitli
ülkelerin en ücra köşelerine kadar yayıldıkları bilinmektedir. Bu yayılışın gerek bölgesel kültür gerekse coğrafi, sözel kültürden etkilendiğini ve dolayısıyla Karluk boyuna mensup taifelerin adında kökten olmasa da sözcüğe ilave
edilen ekler biçiminde belirgin değişiklikler yapıldığını belirtmek gerekir. Türk
onomastikası çalışmalarında bu durum net bir biçimde bildirilmiştir(Lezina ve
Superanskaya, 2009: 331):
Karlı Eski: Özbek/Karluk.
Karlı Evladı: Özbek/Karluk.
Karlı I: Göçebe Özbek.
Karlı II: Özbek/Karluk.
Karlıgaç-Kesamir: Özbek/Kesamir.
222
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Karlık: Göçebe Özbek.
Karlıklar, Karlıkut: Ortaçağ il adı.
Karlı Hacılu: Özbek/Karluk.
Karlu: 1. Ağaçeri.2. Türkmen.
Karluk I: 1. Göçebe Özbek.2. Özbek.
Karluk II, Kalluk, Kallug: Özbek.
Karluk III, Kaluk, Kaluh: Göçebe Özbek.
Karluk: Üç Oğuz.
Karluk: Üç Uygur.
Buzkeçi köyünün Karlı(Aşağı ve Yukarı Karlı) mahallesiyle ilgili son olarak ilave edilmesi gereken diğer önemli bir bilgiyse şudur: Anadolu’da bugün
Şebinkarahisar Buzkeçi köyünün haricinde Karlı adını taşıyan birçok yer vardır. Bunlar özetle şöyledir: Karlı(Artvin-Ardanuç), Karlı(Çanakkale-Çan), Karlı
(Edirne-Keşan), Karlı (Erzurum-Tortum), Karlı(Hakkari-Yüksekova), Karlı (Karabük-Daday), Karlı(Kütahya-Tavşanlı), Karlu (Samsun-Alaçam), Karlı(SamsunKavak), Karlı(mah; Karlıkavallı. Samsun-Kavak), Karlı(Samsun-Vezirköprü),
Karlı(Sinop-Gerze), Karlı (Sivas-Hafik), Karlı, Tekirdağ-Çerkezköy), Karlı (Yozgat-Yerköy), Karlı (mah; Çukur. Kayseri-Felahiye), Karlıköy(Kocaeli-Kandıra), Karlıköy(Tekirdağ-Saray), Karlıova(Bingöl-ilçesi), Karlıtepe(Ordu-Ünye),
Karlıtepe(Hatay-Reyhaniye). (Bu yer adlarının bir kısmı muhtelif zamanlarda
değişikliğe uğramış olup, ancak adlarının “Karlı/k” ile muhtemel ilişkisine dayanarak eldeki veriler tamamıyla burada nakledilmiştir).
Anadolu’nun çeşitli yerlerinde Karlık vb. adları taşıyan yerleşim birimi
ve dağlar ise şunlardır: Karlık(çift; Kırma. Samsun-Vezirköprü), Karlık (SivasZara)(Sivas-Zara Karlık köyünün ad menşeinin Karluk boyuna dayandığı daha
önceki araştırmalarla ortaya konulmuştur; URL-7), Karlık(Kütahya-Merkez),
Karlık(mez; Bükezi. Malatya-Merkez-Ortaköy), Karlık(Malatya-Darende-Ayvalı), Karlık(Tokat-Taşova), Karlık(Adana-Seyhan), Karlık (Kireçhane-Trabzon),
Karlık(Karlıkhozemiya. Trabzon-Merkez), Karlık(Karlıksümerya. Trabzon-Merkez) (Karlı/k: Bunlardan bir kısmının adı yakın tarihlerde değiştirilmiştir. Eski
adlarının “Karlı/k” ile ilişkisi olabileceği hususunu temel alarak hepsi burada verilmiştir), Karlık(Adana-Merkez), Karlık(Afyon-Şuhut), Karlık(AmasyaTaşova), Karlık(Balıkesir-Balya), Karlık(Çorum-İskilip), Karlık Dağı(AydınSultanhisar), Karlık Dağı(Burdur-Bucak), Karlık Dağı(Malatya-Merkez),
Karlık(Malatya-Kuluncak), Karlık(Nevşehir-Ürgüp), Karlık(Sivas-İmranlı), Karlık
T.(Hatay-Belen), Karlık T.(İzmir-Ödemiş), Karlık(Trabzon-Merkez), Karlık(UşakMerkez), Karlıkdere Dağı(İzmir-Ödemiş) (KKT, 2003: 286), Karlık Sultan(köy;
Afyon) (Göktürk, 1979: 122). Bu adlardan bir kısmının köken bakımından Kar223
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
luk boyu ile doğrudan ilişkisi olduğu net bir biçimde ortada olsa da; diğer bir
kısmının da “kar” sözcüğü ile ilişkili olduğu açıktır. Buzkeçi köyündeki Aşağı
ve Yukarı Karlı adını taşıyan mahallelerin tarihsel menşei hakkındaki mevcut
bulgularla Anadolu’nun çeşitli yörelerindeki aynı adı taşıyan yerler, 1071’den
itibaren Anadolu’da başlayan Türkleşme ve İslamlaşma serüveninde Karluk
boyunun da ciddi etkisinin ve faaliyetlerinin olduğunu doğrulamaktadır. Bunu
belirtirken de Karluk boyunun Özbek Türklüğü ile ilişkisini ve dolayısıyla kültür
kaynaşımı bakımından yapılacak ilmi araştırmalardaki Anadolu-Orta Asya Özbek Türklüğü’nden doğan yeni maddi ve manevi kültürel neticeleri göz önünde bulundurarak analiz yapılması gerekmektedir.
Buzkeçi ve Karlı yer adları, Türklerin yer adlandırmalarında esin kaynağı
olarak yoğun bir biçimde kullandığı; boy adını ilgili boyun meskun olduğu yere
koyma şeklinde meydana gelmiştir.
2.9. TİREBOLU
2.9.1. ÇAMLIKÖY
Tirebolu ilçesine bağlı köydür. Önceden Tirebolu ilçesine bağlı Işıklı (=Kilyarı) köyünün bir mahallesi iken, 1995’te buradan ayrılarak Çamlıköy
adıyla yeni bir köy statüsüne yükselmiştir. Köy, rivayetlere göre bu adı içerisinde bulunan yaşlı bir çam ağacından almıştır. Köyün ad menşei hakkında kesin
bir tarih saptanamamıştır. Köye bağlı beş mahalle bulunmaktadır: Sarıosmanlı, Kübüçlü, Cerahlı, Tütüncülü, Kıran.
Köyün adının, sınırları içinde bulunan yaşlı bir çam ağacından geldiği rivayet edilse de söz konusu “yaşlı çam ağacı” hakkında herhangi bir görsel kanıt
yoktur. Ancak, rivayetlere göre bugün köyde varlığını sürdüren çam ağaçlarının
bilinen en eski dönemlerden beri var olduğu bilgisiyle birlikte, köyün adının tek
bir çam ağacından olmasa da burada bulunan çam ağaçlarının genelinden aldığı
muhtemeldir(Müşahhas kayıtlar da bunu doğrulamaktadır; KK-4). Köyün adlandırılmasında Türklerin; yerin coğrafi ve fiziki özelliklerinden yararlanmaları tarzı,
klasik bir esinlenmeyle karşımıza çıkmaktadır. Köyü görkemli kılan unsur, dikkat
çekici çoklukta olan çam ağaçlarıdır ve hatta köyün sembolü haline gelmiştir. Bu
temelli köy, en uygun ad olarak “Çamlıköy” adını almıştır. Dünyada farklı bölgelerde bulunan Türk yerleşim yerlerinde ağaçlarla ilgili adlar pek çoktur. Tarihsel
süreçte Çamlıköy’de bulunan çam ağaçları, doğal güzelliklerini yansıtmakla birlikte ferahlık arz eden bir çağrışım boyutundadır.
Çamlıköy adıyla ilgili diğer bir husus; burada eski dönemlerden beri varlı224
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
ğını sürdürdüğü bilinen çam ağaçlarının rakımsal konumuna rağmen fazla oluşu
dikkat çekicidir. Bağlı olduğu Tirebolu ilçesine uzaklığı 15 kilometre civarında
olan bu köy, aynı zamanda denizden de 15 kilometre kadar uzaklıkta olup, rakımı 250 metredir. Çam ağaçlarının Çamlıköy’deki yoğunluğu vasati olarak aynı
rakımı taşıyan diğer yöre köylerine göre hayli fazladır. Burada Çamlıköy’e özgü
bir durumun söz konusu olduğu yerli halkça kabul edilen bir tespittir.
Diğer bir husus ise; Türk kültüründe çam ağaçlarının Sümerler’de ve Hititler’de önemli bir yeri olduğudur. (Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, çam ağaçlarının Sümerler’de süsleme amaçlı kullanıldığını ve bunun Sümerce belgelerde
geçtiğini; aslında çam süsleme geleneğinin Türklere ait olduğunu ifade etmiştir:
URL-8). Çam ağaçları, bolluk ve bereket getirdiğine inanılan ağaçlar arasında
kabul edilmektedir. Ayrıca klasik Türk süsleme sanatında çam ağacı figürlerine sıkça rastlanması da Türklerin çam ağaçlarına verdiği önemi göstermektedir.
Bu yönüyle çam ağaçlarına yalnızca yakacak, kabuk akıntılarından sıhhi açıdan;
gövdesinden ise ahşap yapı malzemesi olabilecek şekilde yararlanılacak bir ağaç
olarak bakmamak gerekir. Çam ağacının Türk kültüründe görsel açıdan önem
arz eden; hem üzerinde yaşanılan ve “fani” kabul edilmiş olan dünyada hem de
ölümden sonraki hayata ermiş olanların mezar başlarında belleklere yer edinmiş ağaçlardır. Bilhassa Anadolu’da Türklerin bugüne dek mezarlıklarında ve
resmi kurumlarının (ve kuruluşlarının) bahçelerinde genellikle çam ağaçları çok
bulunur. Bunda şüphesiz çam ağaçlarının görsel açıdan bulunduğu yere kattığı
doğal güzellikler temel etkendir. Ancak bu olgunun geçmiş yüzyıllardan beri süregelmesinde ise Türk kültüründe çam ağacının maddi olduğu kadar manevi bir
değerinin olduğunu gösterir. O halde Çamlıköy adının içinde bulunan çam ağaçlarının güzelliğinden ve görkeminden esinlenerek konulması son derece doğal
bir sonuç olarak kabul edilmelidir.
Türkiye’de “Çamlıköy” adını tıpatıp taşıyan diğer köylerin bağlı oldukları il ve ilçeler şunlardır: Antalya-Kaş, Karabük-Yenice, Samsun-Ladik, Samsun-Suluova, Gümüşhane-merkez. Bunların haricinde, çam ağacının Türk yer
adlarında ne kadar yoğun bir biçimde kullanıldığının somut olarak görülmesi
açısından, içinde “çam” sözcüğü geçen diğer yer adlarının sayısının bugün 181
olduğunu belirtmekte fayda vardır.
Yukarıda bahsedilen 181 yer adının içinde elbette ki ilçe, belde, köy,
dağ, tepe, vs. bulunmaktadır. Ancak, burada şunun unutulmaması gerekir:
Sayısı yukarıda verilen yer adlarının dışında Türkiye’de sayıca tespiti yapılamamış olan mevki adları da vardır. Bunların büyük bölümü hiçbir resmi kayıtta adına rastlanmayan ancak orada yaşayan halkça konulmuş ve yüzyıllardır yaşatılmakta olan adlardır. Örneğin; Espiye ilçesine bağlı Çepni köyünde
225
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
“Çamlık” adlı bir mevki vardır. Burası aynı zamanda 1965’te yapımına başlanıp
1967’de eğitim-öğretime açılan köy ilkokulunun bulunduğu mevkidir. Aynı zamanda köyün birkaç mahallesini birbirine bağlayan “kıran” yahut geçit niteliğinde olduğundan buraya özel, fiziki niteliklerinden yararlanılarak belirgin
bir ad konulmuştur. Köyün ortak kullanım alanı olan Çamlık adlı mevki, adını
burada bulunan yaşlı çam ağaçlarından almış olup, bu çam ağaçlarının ne zaman ve kimlerce dikildiği hakkında ise bir bilgi yoktur. Eski mevki adlarının
birçoğu gibi bu mevkinin de resmi kayıtlarda adı geçmemektedir. Buna benzer
örnekler çok olmakla birlikte, son bir anekdotla bu faslı kapatalım: Yaptığımız
halk kültürü araştırmalarında Tirebolu Çamlıköy köyünde –eski resmi kayıtlarda rastlayamadığımız- iki mevki adına değinelim: 1. Gürgenlik, 2. Çakal Tepesi.
Resmi kayıtlarda rastlayamadığımız, tarihi saptanamayan ancak yerli halkça
bu iki mevkiye konulmuş adların kökeni 1071 Malazgirt savaşı sonrasında gerçekleşen Anadolu’daki Türk yerleşimini ilk zamanlarına dek inebilir(Burada
Türk-İslam unsurların yerleşimi kast edilmiştir. Çünkü 1071 tarihi Türklerin
İslamlaştıktan sonra Anadolu’ya girmeye başladıkları tarihtir. Ancak İslamlaşmamış Türklerin de 1071 öncesinde hatta milattan önceki asırlarda Anadolu’da çeşitli uygarlıklar halinde yaşadıkları, tarih bilimince sabittir). Çünkü
bu adlar, Anadolu’da sıkça kullanılan ve kiminin tarihi birkaç asır önceye dek
inebilen, kiminin hakkında ise herhangi bir bilgiye ulaşılmamış olan Türk yer
adlarındandır. Meseleye temsil teşkil etmesi bakımından; yukarıda verdiğimiz
mevki adları(Gürgenlik ve Çakal Tepesi) Giresun yöresinde çoğu köyde farklı
yerler için kullanılmaktadır. Gürgenlik adlı mevki Tirebolu Çamlıköy’de olduğu
gibi tıpatıp aynı biçimde Espiye ilçesine bağlı Çepni köyünde de bir mevkinin
adıdır. Adını burada bulunan gürgen ağaçlarından almıştır. Yine Çakal Tepesi
adıyla benzer bir ad Çepni köyünde bulunmaktadır: Çakal Tarlası. Bu ad mevkiye çakalların burada sürekli uluşuyor olmasından konulmuştur. Ancak halkın
kendince koyduğu bu mevki adı da diğerleri gibi resmi olarak herhangi bir
kayıtta geçmemektedir. Sonuç olarak; her iki “Gürgenlik”in de adını gürgen
ağaçlarından aldığı ve her iki “çakal”la ilgili mevki adlarının da adını burada
sıkça bulunan çakallardan aldığı gerçeğine ulaşılmıştır. Türk yer adları koyma
geleneğinde bu mevkiler adını; burada etkin olan ve çevrece belirgin biçimde
etkisi hissedilen yabani hayvanlardan almıştır.
2.9.2. KİLYARI (IŞIKLI)
Tirebolu ilçesine bağlı köy. Yeni adı Işıklı’dır. 16. yüzyıl başlarına(1515) ait
kayıtlarda köy, mali ve idari açıdan Bedreme Kalesi dizdarlığına bağlıdır(Fatsa,
226
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
2010: 86,138).
Kilyarı köyü, tarihi süreçte adsal açıdan çeşitli değişikliklere uğramıştır.
Bu değişiklikler büyük oranda 1916’dan sonra gerçekleşmiştir. Osmanlı Devleti’nin yıkılma dönemine tesadüf eden bu dönemde, Türkçülük akımını benimseyen İttihatçılar’ın yaptırımıyla Anadolu’da birçok yer adlarında değişiklikler
yapılmıştı. Burada ilginç olan şudur ki; yer adlarını değiştirme faaliyetlerinde
bilimsellikten uzak olan bu girişimin organizatörleri malum olunduğu üzere
Türkçe olan yer adlarını da bilinçsizce -Türkçe değilmiş gibi algılayarak- değiştirmişlerdir. Kilyarı köyünün adı da Enver Paşa’nın emirnamesiyle değiştirilmesi gereken yer adları listesinde yayınlanmış olup; köyün yeni adı “Melahat”
olarak güncellenmiştir. Bu yanlış girişimin sonucu olarak “Melahat” adıyla
kaydedilen köy(Yüksel, 2003: 31), bir süre sonra Işıklı adını almıştır.
Köyün 1916’da Melahat adını almasındaki neden henüz bilinmemektedir. Ancak bilinen şudur: Köyün yerli halkı kendi koymadığı bu adı kullanmak istememişlerdir. Nitekim köyde süregelen “Kilyarı” söylemi asırlardan
gelen bir alışkanlık olsagerek ki “Melahat”’ı benimsemeyen yerli halk köyü
“Kilyarı” şeklinde zikretmeye devam etmiştir. Melahat adı değiştirilip, Işıklı
adı konulduğu günden beri de günlük dilde köyü halen “Kilyarı” olarak söyleyenler bulunmaktadır(Köy çevresinde bazen köyün adının yanlışlıkla “Kilyanı”
şeklinde telaffuz edildiği, bunun bazı internet sitelerinde yaygınlaştığı ve bu
adın telaffuzunda daha dikkatli olunmasının gerekliliğini belirtmek lazımdır).
Üst üste dört dönem köyde görev yapmış olan köyün eski muhtarı merhum Salih Sağlık, bir internet gazetesinde (URL-9) köyle ilgili şöyle bir analiz
yapmıştır:
“…Köyümüzün ‘coğrafi yapısı’ ve ‘doğal güzelliği’ kültür zenginliğimizin
temelini teşkil eder, aslında. Bu zenginlikler ardı ardına birçok değerleri yaşamımızın ana unsuru olarak sunmuştur, Işıklılara.
İnsanlarımızın arasındaki müthiş içtenlik ve muhabbet ‘mimari kültür’
şekliyle çıkmıştır ortaya. Bu kültürün sonucu olarak, Işıklı Köyünde yerleşim
düzeni iç içe girmiş binalardan, birbirine yakın mahallelerden oluşmuştur. Köyümüze özgü ahşap yer evleri, hemen hemen benzer mimari özellikleri taşır.
Yıllara meydan okuyup günümüze kadar gelmeyi başaran bu otantik eski köy
evlerimiz, yok olma sürecine çoktan girmiştir. Tarih kokan bu yapıların yerini,
beton arma binalar almaya başlamıştır. Katlı sistem usulüne göre inşa edilen
yeni yapılar, mimari kültüre darbe vurmaya devam ediyor, Işıklı Köyünde. Bu
sorun, bozulan doğal yapımızın hangi boyutlara ulaştığını göstermeye yetiyor,
kesinlikle. Camii ve değirmenlerimiz, mimari kültürümüzü destekleyen zenginliklerimizdendir.
227
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
…Yayla kültürümüz, otantik dağ yaşamı şekliyle katkı sağlar, bu zenginliğimize. Son yıllarda, o eski yayla göçebeliği anlamından çok fazla şey kaybetse de halen geçerliliğini sürdürmektedir, köyümüzde. Ulaşım alanındaki hızlı
gelişmeler, yaya olarak dağlara göç etme farklılığını kaldırmıştır, ortadan.
Dolayısıyla, heybeleri tıka basa dolu olan yüklü at ya da katırlar, çanlı-kelekli
koyun ve keçiler, süslenmiş inek ve danalar o eski renkli görüntüleri vermekten
uzaktır, topraklı yayla yollarında. Yayla yaşamının her karesi tıpkı köy yaşamında olduğu gibi yayla kültürünü çok farklı kılar. Bu yüzdendir ki, kendilerini
bu kültürden uzak tutamayan köylülerimizi yazın köyde yani Işıklı’da görmek
pek mümkün olmaz. Doğal görüntüsü ve buz gibi şifalı suları, hayvancılığı etkin hale getirme ve tatil yapma şekliyle yaşamımızın vazgeçilmez bir parçası olmuştur, yayla kültürü. Tek bölmeli ve tamamıyla ahşap evler, merekler,
ağıllar, koyun-keçi, inek-dana, at –katır, sadık dost köpekler iç içe bir yaşamın
temel unsurlarıdır, yayla hayatında.
Mahalle kültürü genel olarak aynı sülalelere mensup Işıklı’lıların ortak
bir yeri, yerleşim alanı seçmelerinden doğmuştur. Bu özelliğin her mahalleyi
adeta geniş bir aile şekliyle gösterdiğini çalışmamızın giriş bölümünde belirtmiştim. Sülale adları, mahalle kültürümüzün en etkili ve anlamlı tarafıdır…”
Kil Yarı adı muhtemelen bu yerde geçmiş dönemlerde gerçekleşen bir
heyelan yahut benzer nitelikte bir toprak hareketi olayından bu adı almıştır: Kil + Yarı = kil: Islandığında kolayca biçimlendirilebilen yumuşak ve yağlı
toprak + yar: Su kıyılarında yahut karada bulunan dik yer, uçurum(BTS, 2007:
2146). Köyün ad değişikliğine gitmesinde eski adı olan Kil Yarı’nın çağrıştırdığı
anlam etkili olmuş olabilir. Çünkü eski adı; bir doğal afetin sonucundaki olaydan türetilmiştir.
Köyün eski ve yeni adlarını tahmini ve söylencelere dayalı olarak değerlendirmeye çalışırken, gözden kaçırılmaması gereken bir husus ise şudur:
Köyün eski adından ferağ etmesinin, gerek tarihi gerekse kültürel açıdan
olumsuz sonuçları da açığa çıkmaktadır. Bunlardan birisi; köyün eski adında
gizli kalmış muhtemel heyelan yahut toprakla ilgili doğa olayıdır. O yere adını
koymuş bir doğal afetin, ne denli o yeri ve halkını etkilemiş olabileceğini düşünmek gerekir. Dolayısıyla, köyün adı değişirken, hafızasının da bir ölçüde
değişebileceğini kabul etmek gerekir. Değiştirilen bir yer adı, eski dönemlerde
yaşanmış önemli bir olaydan yahut olayın sonuçlarından nasıl etkilenildiğine
dair bulguları önemli ölçüde yok edebilir.
Anadolu’da Kilyarı adını taşıyan tek köy, Tirebolu’nun bu köyüdür. Ancak içinde “kil” sözcüğü geçen bunun haricinde bilinen 22 adet yer adı bulunmaktadır. Bunların büyük kısmı köy, geriye kalan kısmı ise mahalle, belde,
228
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
dere, tepe, dağ vs. yerlerdir. Ayrıca içinde kil sözcüğünü barındıran söz konusu
22 adet yer adından çoğu “Killik” şeklinde anılmaktadır(KKT, 2003: 293).
Kil sözcüğünün açılımı yukarıda verilmişti. Türk yer adları geleneğine
göre bu tür yer adlarının menşei, yukarıda zikredilen yerlerin toprak yapısından esinlenerek konulmuştur. Yer adları verilirken kökü derinde olan milli-kültürel hafıza geleneksel olarak kendini bu yerlerde de göstermiştir.
Köyün en son sahip olduğu; bugünde kullanılmakta olan adında ise
“ışık” sözcüğü esas alınmıştır. Işık sözcüğü Türklerce asırlardır kullanılmakta
olan önemli bir sözcüktür. Aydınlık anlamına gelen “ışık” Türk kültüründe ilmi,
gelişimi, edebi, insanlığa faydalı olma anlamını karşılar. Bir lambanın hatta güneşin yaydığı aydınlık, Türk kültüründe toplumsal kalkınmanın önderliği için
var olan öncü kitleyi mecazi biçimde ifade eder. Bunun içindir ki; Türklerin
dünyada fazlaca bulunduğu dünyanın doğu bölgesi için şöyle denilmiştir: “Işık
doğudan yükselir”.
Kilyarı halkı, Işıklı adını köye verirken “ışık” sözcüğünün ne denli derin
bir anlam içerdiğini bilerek hareket etmişti. Köyün ve halkının aydınlık geleceğine isnat edilen bu ad, aynı zamanda köyün yetiştirdiği/yetiştireceği neslin
hafızasında adeta bilimi, kültürel gelişimi ve toplumun kalkınmasında faydalı olunmasını hedefleyen bir düşünce tarzıyla köye konulmuştu. Bugün köy
içinde veya dışında(=gurbette) yaşamakta olan Kilyarı halkının da gerek dernekleşme gerekse kültür ve eğitim adına ortaya koydukları birlik beraberlik
örnekleriyle derneksel faaliyetleri Işıklı köyünün adı doğrultusunda bir çizgide
ilerliyor olması köyün adıyla ilgili bir önceki cümlede verilenleri doğrular niteliktedir.
Bugün Anadolu’da tıpatıp “Işıklı” adını taşıyan yer adlarının sayısı 27’dir.
Bunların tamamı köydür. Anadolu’da bugün içinde “ışık” sözcüğü geçen yer
adlarının toplam sayısı 88’dir(KKT, 2003: 275). Bunların içinde büyük çoğunluğu köy olup, kalan kısmı dağ, dere, göl, geçit vs. yerlerdir.
3. GİRESUN YER ADLARINDAKİ BENZERLİKLER
Giresun il sınırları içinde bulunan ve farklı ilçelere tabi olan çoğu yer adlarında, yer yer tıpatıp yahut yarı benzer isimler görüyoruz. Bu yer adlarından
bazıları şahıs adlarından gelmeleri yönünden ve sonundaki ekler bakımından
benzerlik göstermektedir:
Espiye: Gebelli, Demircili.
Güce: Fındıklı.
Keşap: Fındıklı, Çakırlı, Gönüllü,Halkalı, Kılıçlı, Sürmenli.
229
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Yağlıdere: Sinanlı, Ömerli.
Görele: Eserli, Hamzalı, Beşirli, Boğalı, İsmailbeyli, Kırıklı, Sofulu, Şalaklı,
Kuşçulu, Yeğenli, Esenli, Maksutlu, Recepli, Seferli, Haydarlı, Derekuşçulu(?),
Dedeli(?).
Bulancak: Ahmetli, Ahırlı, Bahçeli, Elmalı, Küçüklü, Talipli, Yunuslu, İcilli.
Dereli: Küçükahmetli.
Tirebolu: Avcılı, Karaahmetli, Halaçlı, Işıklı.
Piraziz: Balçıklı, Bülbüllü, Kılıçlı, Şerefli.
Şebinkarahisar: Evcili, Ozanlı, Kayalı, Taşçılı.
Alucra: Armutlu, Hacılı, Bereketli, Konaklı, Kamışlı, Pirili.
Çamoluk: Fındıklı, Pelitli, Pınarlı.
Eynesil: Kemerli, İshaklı.
Giresun sınırları dahilinde bulunan bu yer adlarının söz konusu benzerliklerini inceledikten sonra, aynı adla anılan farklı ilçelerdeki köyler de aşağıdaki şekildedir:
Çukurköy: Giresun-merkez, Espiye
Tekkeköy: Giresun-merkez, Yağlıdere, Güce, Doğankent
Düzköy: Dereli, Keşap, Çanakçı
Fındıklı: Güce, Keşap, Çamoluk
Yeniköy: Espiye, Bulancak, Doğankent
Esentepe: Espiye(mah.), Piraziz
Tepeköy: Piraziz, Espiye(Taflancık mah.), Yağlıdere, Görele, Alucra, Keşap
İnece: Bulancak, Tirebolu(=İynece)
Ataköy: Görele, Tirebolu
Örnekköy: Piraziz, Güce
Ağaçbaşı: Güce, Doğankent(=Yaşmaklı Ağaçbaşı)
Kurtbeli: Espiye(Çam mah. mvk.), Yağlıdere(yyl.)
Yazlık: Keşap, Yağlıdere
Çağlayan: Çanakçı, Yağlıdere, Şebinkarahisar, Keşap(=Karabulduk mah.)
Saraycık: Keşap, Şebinkarahisar
Gültepe: Görele, Bulancak
Yeşilyurt: Espiye, Yağlıdere, Alucra, Şebinkarahisar
Güneyköy: Espiye, Görele, Piraziz
Hamzalı: Espiye, Görele
Soğukpınar: Espiye(bld.), Görele
Karadere: Espiye, Görele, Keşap
Dikmen: Espiye(Soğukpınar mah.), Görele.
Şahinyuva: Espiye, Görele
230
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Köprübaşı: Espiye(Kaşdibi mvk.), Görele(bld.)
Akpınar: Yağlıdere, Güce
Arduç: Görele, Alucra(=Ardıç)
Ortaköy: Yağlıdere, Görele, Tirebolu
Güzelyurt: Espiye, Şebinkarahisar
Düzköy: Çanakçı, Keşap, Tirebolu
Akkaya: Espiye, Dereli
Maden: Espiye, Dereli
Gürpınar: Keşap, Şebinkarahisar
Taflancık: Espiye, Keşap
Bayrambey: Espiye, Keşap
Güneyköy: Espiye, Keşap
Kılıçlı: Piraziz, Keşap
Akköy: Yağlıdere, Çanakçı
Kozköy: Espiye, Doğankent
Anadolu’da çoğu yer adlarının şeklen birbirine benzer veya tıpatıp aynı
olduğu bilinen bir geçektir. Bu gerçeğin ana nedeni ise; bu yer adlarının Türk
yer adları geleneğinden beslenmiş olmasıdır. Örneğin, Giresun’un Dereli ilçesine bağlı, yüksek bir tepe olan Göktepe(Göğtepe), Türklerin eski yurdu
olarak kabul edilen Orta Asya’da çoğu yerde farklı statülerde yer adı olarak
kullanılmaktadır. Bu da göstermektedir ki; Türkler Anadolu’ya geldiklerinde,
göçüp geldikleri yerdeki adlandırma geleneklerini de birlikte getirmişler ve
yaşatmışlardır. Yine, Türkistan bölgesinde bulunan ve Tecen diye anılan yerden göçüp gelen Türk boyları bugün “Tecen” adını Doğu Karadeniz’de bir çeşit
peynir için kullanmaktadırlar. Kısacası gelenek, küçük değişikliklere uğrayarak
sürmüş olsa da içindeki özgünlük detaylı bir incelemede göze çarpar durumda
kendini muhafaza etmiştir.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Çalışmamızda, kökeniyle ilgili incelemiş bulunduğumuz yer adlarında
genel olarak ortak nokta Türk yer adlandırmaları geleneğinin kendini bariz bir
biçimde belli etmesidir. Yer adlarında sözcük kökeni ile ilgili sözlüksel dayanaklar büyük oranda Türkçeye dayanmakla birlikte, yalnız yöreden yöreye küçük değişiklikler gösteren ağız farklılıklarının doğurabileceği yanılgılar hariç;
yer adlandırmaları hususunda geleneksel tarzın dışına çıkmayarak yine Türk
kültürünün bir parçası olarak kendini göstermektedir.
Giresun yer adları –belki de Anadolu kırsalında genel olarak- konusun231
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
da bilhassa kırsal alandaki yer adlarının menşei olarak halk arasında varlığını
koruyan, klasikleşmiş bir söylem vardır. Bir yer adının nereden geldiği konusunda, söz konusu yer halkından bir kimseye soru yönelttiğimizde aldığımız
cevap şu klasikleşmiş cümle ile başlar: “Buraya zamanında biri gelmiş…” Mitolojik hale gelmiş olan bu bilgi aktarımındaki söz konusu kişi, zamanı tespit
edilememiş olan ve genel olarak kişinin bu yere geliş zamanı sorulduğunda
“savaş zamanında/eskiden…” şeklinde cevabını aldığımız kişidir. Ayrıca söz
konusu kişinin bazen adı da bilinmez. Genel olarak belirgin vasfı ise şöyle belirtilmektedir: “Şeyh, derviş, evliya, eren, çoban, fakir, vb.”. Sonuç olarak da
yerin adı ve tarihinin de buradaki bilinmeyen kişi ile başlatıldığını da burada
ilave etmek gerekir.
İncelediğimiz yer adlarında halk kültürüne dayalı kayıtlar, yazılı kayıtlarla karşılaştırılmıştır. Halk arasında genel olarak yanlış bilinen ve nesilden
nesile aktarım halinde süregelmekte olan bazı yanlış bilgiler, çalışmamızda
ayıklanmaya çalışılmıştır. Türk kültürünün bir parçası olan Giresun kırsalı halk
kültürünün bazı yanlış bilgilerden arındırılması konusunda bilimsel çalışmalara ve hatta bu konuda resmi girişim ve teşviklere fazlaca ihtiyaç vardır. Bununla birlikte, resmi kurumların sitelerindeki yer adlarıyla ilgili tarihçe veya
tanıtım yazılarının yenilenerek; bilimsel bir biçimde meraklılarına sunulması
gerekir. Böylelikle, bir yerin ad menşei hakkında doğru bilgiye ulaşılması sağlanarak bu alanda bir aydınlanma gerçekleşecektir. Yer adları çalışmalarında,
toplum okumalarına açık araştırmaların yetersizlik yükü bu duyarlılıkla bir ölçüde hafifletilebilinir.
NOTLAR
**Çalışma sürecinde desteklerini benden esirgemeyen eşim Meltem
Kaya’ya teşekkürlerimi sunarım.
(1) 1876 Osmanlı kayıtlarına göre Kızılkaya Tirebolu kazasına bağlıdır.
Günümüzde ise Espiye sınırları içerisindedir. 1748’de Kızılkaya’da altın madeni çıkarıldığına dair kayıtlar mevcuttur (Bkz. Sümer 1992:135/4dpn.). Ayrıca
1613 tarihli Osmanlı kayıtlarına göre; Bulancak yöresinde Kızılkaya adında bir
köye daha rastlanmaktadır (Bkz. Emecen 2005: 70).
(2) Çanakçı, 1879 yılında ilçe olan Görele’nin bir köyü durumunda idi.
1960 yılından beri Görele ilçesine bağlı bucak iken, 29 Ağustos 1991’de
buradan ayrılarak Görele’den bağımsız bir ilçe statüsüne geçmiştir. Görele ilçesiyle ortak bir kültürel yapıya sahip olan Çanakçı’nın adı ise; burada ağaçtan
kap-kacak, çeşitli ev araç-gereçleri ve günlük hayatta kullanılan birçok malzemenin yapılmasından gelmektedir. Ağaç oymacılığının Çanakçı’da yaygın
232
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
olması ve aynı zamanda dayanıklı, işlenmeye elverişli ağaçların Çanakçı kırsalında bolca bulunması ilçeye bu adın verilmesinde etkili olmuştur.
(3) Dösdömbek: Aşırı sivri, haddinden fazla dolgun ve yuvarlak biçimli olan şeyler için kullanılan sözcük. Ayrıca yörede “dömbek” şeklinde vurgu
veya ikileme olmaksızın da kullanılmaktadır.
(4) Bugün hala kalabalık bir sülale olarak varlıklarını sürdüren Köse(gil)’den adını alan Köseli Bölüğü adlı mevki; bu sülalenin yerleştiği civarda bulunduğundan bu adı almıştır. Adın konulduğu dönem ise saptanamamış olup,
eskiden beri kullanılmaktadır.
(5) Aralık: Bu sözcük, yer adlarındaki mantığıyla aynı doğrultuda; Giresun’un Dereli ilçesine bağlı Bahçeli, Zırhan, Meşeliyatak ve çevresindeki bazı
köylerde evin salonu için kullanılmaktadır. Bunun nedeni ise salonun, evin
tüm bölmelerinin ara bölgesi olan dar alanda bulunmasından kaynaklanmaktadır. Giresun’un Espiye ilçesinde köylerinde ise evin salonuna “aralık” yerine
“hayat” denilmektedir.
(6) Arıcılık yapanlar geçmiş dönemlerde, bugün de olduğu gibi; peteklerini yabani hayvanların saldırılarından korumak için sarp kayalıklara kurarlardı. Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi Giresun yöresinde de birçok
mevkinin adı bugün bu nedene binaen “Petek Kayası” olarak kayıtlara geçmiştir. Bunlardan biri Espiye ilçesine bağlı Çepni köyündedir.
(7) Örneğin, Giresun’un Espiye yöresinde değirmen taşının oturtulduğu bir diğer taşla, arasında kalan ortası delikli, ağaçtan yapılmış olan küçük
kaldıraca “baltacık” denilmektedir. –cık eki burada sözcüğe –yaklaşık olarakküçüklük anlamı katmaktadır. Bu ifadeyi “baltalık” (-lık) şeklinde algılamak
mümkün olmaz, çünkü anlam tamamen değişir. Yörede “baltalık” baltaların
ve diğer kesici aletlerin asıldığı yere denilmektedir.
(8) Yörede Oğuz sözcüğü; avuz/ağuz=ağız olarak kullanılır. Ağız: İlk süt.
Oğuz’un ad menşei de genellikle buna bağlanmaktadır.
(9) Takıldak: Suyun önüne ortası kazığa çakılmış, terazi dengesini andıran bir oluk yapılır. Oluk suyla doldukça altındaki taşa çarpar, su boşalır. Su
boşalınca oluk tekrar dengeye gelir ve tekrar suyla dolmaya başlar. Bu esnada
oluğun çıkardığı sesler, yabani hayvanların tümünü ürkütebilecek bir önlem
niteliğindedir.
(10) Yörede buna “oyuk” denir.
(11) Yaz sonunda kışlık konserve, turşu vs. harcını(=ağşar) hazırlamak
için, erbabınca ağaçtan oyulmuş geniş tekneler kullanılır. Buna dibek denir.
Dibek dövmek ise; yine ağaçtan bir topuzla havandaki malzemeyi ezme işlemi
için kullanılan söylemdir. Ayrıca bkz. Büyük Türkçe Sözlük, “dibek”: “1.Taştan
233
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
veya ağaçtan yapılmış büyük havan. 2. Dibekte dövülmüş olan.”
(12) Son çeyrek yüzyılda doğanların büyük kısmının nüfus cüzdanındaki
“köyü” hanesinde Manastır şeklinde yazılmaktadır.
KAYNAKLAR
Yazılı Kaynaklar:
Acaroğlu, M. Türker (2006), Balkanlarda Türkçe Yer Adları Kılavuzu, İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayınları.
Alpaslan, Teoman (2007), Topal Osman Ağa, İstanbul: Kum Saati Yayınları.
Baykara, Tuncer (2001), Türk Kültür Tarihine Bakışlar, Ankara: Atatürk
Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları.
_____ (2005), Türk Kültürü, İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayınları.
Bilir, Ali (2001),Geçmişten Günümüze Tüm Yönleriyle Görele, İstanbul:
Simurg Yayınları.
Büyük Türkçe Sözlük, (2007), (TDK Elektronik Sözlük; Sürüm No: 1.0 Farabi).
Denizcilik Terimleri Sözlüğü, (t.y.), (T.C. Denizcilik, Ulaştırma ve Haberleşme Bakanlığı).
Emecen, Feridun M. (2005), Doğu Karadeniz’de İki Kıyı Kasabasının Tarihi: Bulancak-Piraziz, İstanbul: Kitabevi Yayınları.
Fatsa, Mehmet (2005), XV. Ve XVI. Yüzyıllarda Giresun Kırsalının İdari ve
Sosyal Tarihi, Giresun: Giresun Belediyesi Yayınları.
_____(2002), Giresun’da Kırsalın Sosyal Tarihi, Giresun: Melisa Matbaası.
_____(2010), XV. Ve XVI. Yüzyıllarda Giresun Sosyal ve Ekonomik Hayat, Giresun: Giresun İl Özel İdaresi Kültür Serisi.
Gökalp, Ziya (1976), Türk Medeniyeti Tarihi, İstanbul: Kültür Bakanlığı
Yayınları.
_____ (1987), Türk Töresi, İstanbul: Toker Yayınları.
Gökbilgin, M. Tayyip (1957), Rumeli’de Yürükler, Tatarlar ve Evlad-ı Fatihan, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları.
Göktürk, Hilmi (1979), Anadolu’da Oğuz Boyları, İstanbul: Türk Dünyası
Yayınları.
Güngör, Harun (1997), Türk Bodun Bilimi Araştırmaları, İstanbul: Kum
Saati Yayınları.
Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü –I, (1991), Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
234
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Kafesoğlu, İbrahim (1999), Türk Milli Kültürü, İstanbul: Ötüken Yayınları.
Kaşgarlı, Mahmut (2005), Divan-ı Lügati’t-Türk, İstanbul: Kabalcı Yayınları.
Kaya, Mevlüt (2007), Bir Çepni Köyü Tarihi ve Kültürü, Samsun: Yüksel
Ofset.
_____ (2011), Çepniler Tarihi Serüveni ve Giresun-Espiye Yöresinin Kültür Kökenleri, İstanbul: Togan Yayınları.
Köy Köy Türkiye, (2003), Ed.: Yücel Yaman, İstanbul: İki Nokta Yayınları.
Köylerimiz 1981, (1982), Ankara: İçişleri Bakanlığı Yayınları/No:327/
Seri: 3/S.2.
Lezina, L. N. ve A. V. Superanskaya (2009), Bütün Türk Halkları, İstanbul:
Selenge Yayınları.
Osmanlı Yer Adları, (2006), Yayına Hazırlayan: Tahir Sezen, Ankara: T.C.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları/Yayın Nu: 21.
Öngel, Hasan Basri (2001), Türk Kültür Tarihinde Spor, Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları.
Sakin, Orhan (2006), Anadolu’da Türkmenler ve Yörükler, İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları.
Sümer, Faruk (1992), Çepniler, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları
Vakfı Yayınları.
_____(1992), Tirebolu Tarihi, İstanbul: Tirebolu Kültür ve Yarımlaşma
Derneği Yayınları.
_____(1999), Oğuzlar, Türk Dünyası araştırmaları Vakfı Yayınları: İstanbul.
Turan, Osman (2000), Türk-Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, İstanbul:
Boğaziçi Yayınları.
_____ (2004), Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul: Ötüken Yayınları.
Yüksel, Ayhan (2003), Giresun Tarihi Yazıları, İstanbul: Kitabevi Yayınları.
Çelik, Ali (2002), “Çepnilerin Anadolu’nun Türkleşmesindeki Yeri ve
Önemi”, Türkler Ansiklopedisi, C.6, s. 312-323.
Gömeç, Saadettin (2009), “Divanü Lûgat-İt-Türk’de Geçen Yer Adları”,
A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi,
28 (46) s. 1-34.
Sarı, Cemali ve Yusuf Tepeli (2007),“Türk Kültür Coğrafyasında Yerleş235
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
me Adları: Teke Yöresi Örneği”, Karadeniz Araştırmaları, Güz 2012, S. 35, s.
161-179.
Sevinçli, Efdal (2009),“Özel/Gizli Bir Dil: Çepnilerin Dili”, Journal Of Yasar Universty, 4(13), s. 1923-1949.
Tunçel, Harun (2000), “Türkiye’de İsmi Değiştirilen Köyler”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2 (10), s. 23-34.
Uğur, Ahmet (1991), “Türkmen ve Avşarlarda Ad Verme veya Adlandırma Geleneği”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, S. 5, s. 12-14.
Yakupoğlu, Cevdet (2004),“Anadolu’da Karluk Türk Boyu Ve İskânı Üzerine”, Kastamonu Eğitim Dergisi, 1 (12), s. 191-204.
Yıldırım, Kürşat (2013), “Juan Juan Adı Üzerine”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi-28, s. 1-10.
Sözlü Kaynaklar:
KK-1: Ali Yılmaz, Giresun 1957, İlkokul Mezunu, Muhtar. (Görüşme:13.03.2013)
KK-2: Gülşan Güç, Espiye 1935, Okur-yazar değil, Ev Hanımı. (Görüşme:10.09.2011)
KK-3: Halil Tekir, Espiye 1930, Okur-yazar değil, Çiftçi. (Görüşme:01.04.2011)
KK-4: Hasan Duman, Tirebolu 1960, İlkokul Mezunu, Muhtar. (Görüşme:15.09.2013)
KK-5: Hatice Çolak, Dereli 1963, İlkokul Mezunu, Ev Hanımı. (Görüşme:18.05.2012)
KK-6: Mehmet Çolak, Dereli 1963, İlkokul Mezunu, Emekli. (Görüşme:13.02.2012)
KK-7: Muhittin Güç, Espiye 1939, Okur-yazar, Emekli.(Görüşme:04.07.2011)
KK-8: Mustafa Öztürk, Espiye 1952, İlkokul Mezunu, Emekli. (Görüşme:02.05.2011)
KK-9: Nihat Çelik, Görele 1933, Okur-yazar, Emekli. (Görüşme:13.02.2008)
URL-1: http://www.tdk.gov.tr/ Erişim tarihi: 01.02.2013,saat:12:30
U R L - 2 : h t t p : / / w w w. c a l k ay a . n e t / i n d e x . p h p ? o p t i o n = c o m _
frontpage&Itemid=1 Erişim Tarihi: 10.07.2013 saat:23:00
URL-3:https://atlantis.denizcilik.gov.tr/sozluk/
Erişim
Tarihi:
25.07.2013 Saat: 20:52
236
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
URL-4: tecikerli.tr.cx;Erişim tarihi: 06.07.2013,saat:12:30
URL-5: http://www.bayrambeykoyu.com Erişim Tarihi: 29.06.2013:
saat:13.00
URL-6: www.buzkecikoyu.org Erişim Tarihi: 06.07.2013,saat:12:30
URL-7: http://karli-koyu.jimdo.com/ Erişim tarihi:09.07.2013 saat:
22:38.
URL-8:http://blog.milliyet.com.tr/-cam-suslemem-gelenegi-nin-asil-sahipleri-turk--lermis /Blog/?BlogNo=341218. Erişim Tarihi:
09.07.2013,saat:12:00
URL-9:http://www.tirebolu.bel.tr/v2/koyler.php?i=102/Erişim Tarihi:
24.07.2013 Saat: 15:55
237
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
TRABZON/KÖPRÜBAŞI İLÇESİNDE EKOLOJİK OYUNCAK YAPIMI
Ecological Constructıon of Toy in Trabzon/ Koprubası
Fatma YILDIRMIŞ*
ÖZET
Trabzon ilinin Köprübaşı ilçesi, ahşap el sanatlarının gelişmesine uygun bir
coğrafyaya sahiptir. Köprübaşı’nda beşik, kemençe, kaşık, sepet dışında çalışmaya
konu olan ekolojik oyuncak da yapılmaya başlamıştır. Halk Eğitim Merkezi bünyesinde açılan ekolojik oyuncak atölyesinde hem okul öncesi hem de engelli çocukların
kullanabileceği oyuncaklar yapılmaktadır. Çalışmanın giriş kısmında Köprübaşı ilçesi hakkında genel bilgiler verişmiştir. Çalışmanın birinci kısmında oyun ve oyuncak
kavramlarının tarihsel gelişimi hakkında bilgiler verildikten sonra oyun ve oyuncağın
işlevleri üzerinde durulmuştur. Çalışmanın ikinci kısmında oyun ve oyuncağın Türkiye’deki tarihsel gelişimi incelenmiştir. Oyuncakçılık, Türkiye’de Eyüp semtinde şöhret
kazanmış fakat bir müddet sonra eski şöhretini kaybetmiştir. Bunun dışında Anadolu’da çocukların cinsiyetine uygun olarak kendilerinin veya ailelerinin yaptığı oyuncakların varlığı, günümüzde de devam etmektedir. Çalışmanın son kısmında ise Trabzon’un Şalpazarı ilçesinde yapılan yapma bebekler ve Köprübaşı ilçesindeki ekolojik
oyuncak yapımı incelenmiştir.
Anahtar Sözcükler: Köprübaşı, Şalpazarı, ekolojik oyuncak, yapma bebek,
oyun, oyuncak.
ABSTRACT
Trabzon, Koprubası has a suitable geography for the development of the wooden handcrafts.
In Koprubası, apart from cradle, spoon, fiddle, ecological toys have also been
begun to be made which are the issue of the work. In the Ecological Toy Workshop
which is located in the Public Training Center, toys are made for both pre-school students and children with disabilities. In the introduction of the study, general information is given about the Koprubası distinct. In the first chapter of the study, after giving
information about the historical development of the concept of the game and toy,
the functions of the game and toy are focused. In the second chapter of the study,
the historical development of game and toy in Turkey is examined. Toy Industry gained a reputation in Eyup distinct of Turkey, but after a while it lost its former fame.
* Dr., Trabzon/TÜRKİYE
238
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Apart from this, the presences of toys made by children or their families which are
in accordance with the genders of children have also continued. In the conclusion
of the study, baby dolls in the Salpazarı distinct and ecological toy construction in
Koprubası distinct are examined.
Keywords: Koprubası, Salpazarı, Ecological Toys, Baby Dolls, Game, Toy.
GİRİŞ
Köprübaşı İlçesi Hakkında Genel Bilgiler
Köprübaşı, kuzeyde Sürmene ilçesi, güneyinde Bayburt ili, doğusunda
Çaykara, Of ve Dernekpazarı ilçeleri, batısında Sürmene ilçesine bağlı Oylum
Beldesi vardır. 9 mahalle, 4 köyü vardır. İlçe merkezinde rakım 200 metre ve
merkezin yüzölçümü ise 132 km2 dir. Köprübaşı ilçesi, Trabzon ilini Bayburt iline bağlayan en yakın yola sahiptir. İklim, genellikle Doğu Karadeniz Bölgesine
hâkim olan iklimdir. Yazlar serin, kışları ılık ve her mevsim yağışlıdır. Yağışlar,
en çok ilkbahar ve sonbahar mevsimlerinde yağar. Bölgede güneyden kuzeye
doğru akan Manahoz deresi bulunur. İlçenin en önemli akarsuyu Manahoz
deresidir. Yeni yayladan doğar ve Sürmene ilçe merkezinde denize dökülür.
İlçenin güneyinde 1750-2200 m. yüksekliklerinde yaylalar vardır. Bu yaylaların
denize doğru alçalan kesimleri, özellikle vadi yamaçları ormanlarla kaplıdır.
Yaylalar; geniş otlakları, temiz havası ve soğuk suları ile yaz aylarında hayvancılıkla geçinen halkın uğrak yeridir. Mayıs ayından eylül ayının sonuna kadar
bu yaylalar canlılığını korur. Köprübaşı ilçesine bağlı yaylalar; Soğuksu, Ebeler,
Küçük Kangal, Harman, Ağaçbaşı, Yangın, Vizera, Mincena, Sulak, Köşki, Taşlı
ve İsmail Ağa yaylalarıdır. İlçenin en yüksek yeri ve simgesi Madur Dağıdır.
Rakımı 2.742 m.’dir.**
Coğrafi şartlar nedeniyle ilçede tarım oldukça azdır. Tarım ürünü olarak
fındık, çay ve mısır başlıca ürünlerdir. Son dönemde kivi de yetiştirilmeye başlanmıştır. Hayvancılık adına büyükbaş ve küçükbaş hayvancılık yapılmaktadır.
Halkın okuma - yazma oranı yüksektir.
İlçenin gelir kaynaklarından birisi de ahşap işleri ve ahşaptan yapılan el sanatlarıdır. İlçede beşik, kaşık, kemençe, sepet yapımı hâlen devam etmektedir.
1. Oyun ve Oyuncağın Tarihsel Tekâmülü
Oyun nedir, sorusuna yerli yabancı birçok kaynakta tanımlar bulunmaktadır. Tek bir oyun tanımı yapmak oldukça zordur. Farklı kaynaklardan hare** Bu bilgiler 10.09.2014 tarihinde Köprübaşı ilçesinin kaymakamlık resmi sitesinden alınmıştır.
239
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
ketle oyunun tanımına bakıldığında; oyun, sözcük olarak birçok anlam yüklenmiş bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkçe Sözlük’te oyun: “Vakit
geçirmeye yarayan, belli kuralları olan eğlence; kumar; şaşkınlık uyandırıcı
hüner; tiyatro veya sinemada sanatçının rolünü yorumlama biçimi; müzik eşliğinde yapılan hareketlerin bütünü; seslendirilmek veya sahnede oynanmak
için hazırlanmış eser, temsil, piyes; bedence ve kafaca yetenekleri geliştirmek
amacıyla yapılan, çevikliğe dayanan her türlü yarışma; güreşte rakibini yenmek için yapılan türlü biçimlerde şaşırtıcı hareket; teniste, tavlada taraşardan
birinin belirli sayı kazanmasıyla elde edilen sonuç; hile, düzen, desise, entrika
(Türkçe Sözlük, 2005: 1526)” şeklinde tanımlanmıştır. Oyun, çocuğun hiçbir
dış baskı etkisinde kalmadan kendi isteği ile yaptığı veya katıldığı bütün etkinliklerdir (Egemen ve diğerleri, 2004: 39).
Oyun kavramı çocuklarda çok küçük yaşlarda gelişmeye başlar. Oyuncaklarla başlayan oyun süreci ileriki dönemlerde grup oyunlarıyla devam eder
(Özhan, 1990: 3). Oyun, gündelik hayatta bir eğlence ya da boş vakit geçirme
aracı olarak görülse de, hakkında çok ciddi araştırmalar yapılmış; insanların
niçin oyun oynama ihtiyacı duyduklarından oyunun tarihsel sürecine; oyunun
insan hayatındaki öneminden kültürel ve toplumsal değerine; oyunun insan
için ne derece faydalı olduğundan bazı hastalıkların tedavisinde oyunun kullanılmasına kadar birçok konuda önemli bilgiler edinilmiştir.
Oyunun anlam bakımından bu kadar zengin olmasını, hayatın ihtiyaçlarından bağımsız bir unsur olması ile açıklanabilir. Huizinga, oyunun çocuklar
tarafından istekle gerçekleştirilen gönüllü bir iş olduğunu belirtmiştir. Oyun
bir görev değildir ancak kültürel bir işlev hâline geldiği zaman zorunluluk, görev ve ödev kavramları ona dâhil olmaktadır (Güntürkün, 2009: 4)
Oyun kavramını daha iyi anlayabilmek için oyunun ve oyuna bağlı olarak
oyuncağın sağladığı faydaları da göz önüne almamız gerekmektedir. Burada
bahsedilen oyun kavramı, çocukların kendi kurguladıkları ve nesilden nesile
aktarılarak gelenlerdir. Çocuğun kurmadığı, kurgulamadığı ve kültürel aktarıma sahip olmayan oyunlar olan elektronik oyunlar ve sanal oyunlar konu dışı
bırakılmıştır. Oyun için yapılan tanımlar ve kuramlar göz önüne alındığında,
çocuk oyunlarının yararları geniş bir alana yayılmaktadır. Genel anlamda oyunun çocuğa katkıları şunlardır: Oyun, çocukların bilişsel ve sosyal gelişimlerine
yardım eder; problem çözme becerilerini geliştirir; merak duygusu uyandırır.
Oyunun iyileştirici, tedavi edici bir yönü de vardır. Ayrıca ailesi oyun sayesinde
çocuğun dünyayı nasıl gördüğünü anlayabilir. Çocuk oyun oynarken kurallara
uymak zorunda olduğundan ben-merkezci düşünce tarzını bırakır ve oyunun
kuralları gereği sosyal normlara uygun davranır (Sormaz, 2010: 97).
240
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Çocukların oynadıkları oyunlar tıpkı yetişkinlerin normal hayatta çalışmalarıyla aynı özellikler göstermektedir. Çocukların kişilik, beceri ve zekâ
bütünlüğünü geliştirmesinde oyunun büyük bir rolü olduğu bilinmektedir.
Az oyun oynayan veya hiç oyun oynamayan çocukların ruhsal dengesinin ve
ruh sağlığı gelişiminin sıkıntılı olduğu düşünülmektedir (Güntürkün, 2009: 5).
Oyun ve oyuncak çeşitleri, çocukların sosyal hayatı kendi dünyalarında kurgulamalarına imkân sağlar. Çocuklar, büyüklerin içtiği şeyleri içmek veya yediği
şeyleri yemek isterler. Annesi gibi pasta yapmak isteyebilir. Babası gibi arabayı
tamir etmek isteyebilir veya babası gibi polis olmak isteyebilir.
Çocuk oyunları halk kültürünün önemli bir parçasıdır. İnsanın yaşadığı,
çocuğun olduğu her yerde bir çocuk oyunu vardır. Dünyanın değişik yerlerinde farklı ulus çocukları tarafından oynansa bile çocuk oyunların benzerlikler
bulunmaktadır. Özellikle aynı kökten gelen, ortak kültürleri olan ulusların çocukların oyunlarında bu benzerlik dikkat çekmektedir (Özhan ve Muradoğlu,
1997: 13). Dolayısıyla çocuk oyunlarının anlamlandırılabilmesi ve yorumlanabilmesi için oyunların bağlamıyla birlikte derlenmesi ve incelenmesi gerekmektedir. Çünkü oyunlar, tarihî, sosyo-kültürel, fizikî, teknolojik ortamda ve
iletişimsel bağlamda oluşturulan, biçimlenen, icra edilen, aktarılan ve değiştirilen ürünlerdir (Özdemir, 2006: 278).
Aslında oyun, çocuğun gelecekteki hayatının bir provası gibidir. Oynanan oyun ve oyuncak türleri, gelecekte çocuklara mesleklerini seçmelerinde
yol göstermektedir. Çocukluktan yetişkinliğe ve yaşlılığa kadar oyun ve oyuncaklar onu oynayanlar ile iletişim hâlindedir. Bu iletişim, hayatta ihtiyaç duyulacak iş becerilerine katkı sağladığı gibi sosyal gelişim için bir pratik sayılabilir.
Bu bağlamda bütün oyunlar, bireylerin gelişiminde etkili bir rol oynamaktadır
(Güntürkün, 2009: 7-8).
Oyunun özellikleri şu şekilde sıralanabilir:
•Oyun kendiliğinden ortaya çıkar, mutluluk ve rahatlık oyuna eşlik eder.
•Oyun duyu organlarında, sinir ve kaslarda, zihinsel düzeyde oluşur ve
bu üç düzey birlikte işler.
•Oyunda deneyimler tekrarlanır, çevreyi taklit görülür, yeni şeyler denenir, keşfedilir.
•Oyun, zaman ve mekânı kendi sınırlar.
•Oyun çocuğun iç dünyasını dıştaki sosyal dünya ile birleştirmesine
yardım eder.
•Oyun düzenli gelişim aşamaları gösterir.
•Özelliklerine bakarak oyun karmaşık bir insan davranışıdır denilebilir
(Özdoğan, 2000: 101).
241
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
•Özgür ve ciddi bir eylemdir.
•Oyunda mutlaka bir gerilim, ritim ve uyum vardır (Özhan, 1997: 1821).
Oyunun tarihine ve farklı milletlerde nasıl oynandığına bakıldığında
şunlar söylenebilir:
Eski Türklerde oyunlar genel olarak savaş gücünü artırma, mücadeleye
hazırlık amacı taşımaktadır. Bu bağlamda oynanan oyunlar; kaçma, kovalama
karakterini taşıyan Gök-Börü, Kız-Börü ve Beyge oyunları; çöğen adı verilen,
altı hokey (polo) oyunu; cirit, at üzerinde oynanan binicilik oyunu; okçuların yerde ya da üzerinde oklarını belli bir hedefe atarak oynadıkları ok atma
oyunu şeklinde sıralanabilir. Mısırlılarda diğer milletler gibi başlı başına oyun
karakteri taşıyan etkinliklere yer verilmediği tarihi kaynaklardan öğrenilmektedir. Bu şekilde, boks, güreş, eskrim gibi mücadele sporları, toplarla atmatutma ve fırlatma gibi alıştırmalar yapılan oyunlar, Nil nehri kenarında yüzme
ve kayık yarışmaları düzenlenen oyunlar ve dinî törenlerde tanrıya yaklaşma
amacıyla lirik, dramatik danslarla yapılan oyunlar Mısırlıların tapınaklarında
ve mezarlarında yapılan araştırmalarda tespit edilmiştir. İranlıların oyunları
da eski Türklerdeki gibi disiplinli bir ordu yetiştirme, savaşa hazırlanma gibi
karakterler taşır. Yunanlılarda oynana oyunlar için; top, ip gibi araçlarla oynanan oyunlar, kaçma, kovalama, taşıma, çekme türünden oyunlar ve Olimpiyat yarışmalarında güreş, yarış, disk atma gibi oyunlar sayılabilir. Romalıların
oyunlarında birçok ulus gibi sporun çeşitli dallarında yarışmalar düzenlerken
askerliğe hazırlık türünden çeşitli oyunlar da yer almaktadır (Sel, 1990: 1-5).
Oyunun çeşitleri:
•Fonksiyon Oyunları: Çocuğun doğuştan başlayarak vücut hareketlerini geliştiren, yürüme, koşma tırmanma türünden oyunlardır.
•Hayal Gücünü Geliştiren Oyunlar: Çocukların hayal gücüne bağlı olarak değişen oyunlardır. Çocuğun oyuncaklarıyla konuşması, onlara yemekler
yedirmesi gibi.
•Taklit Oyunları: Çocuğun çevresinde gördüğü ve ilgi duyduğu şeyleri
taklit ederek oynadığı oyunlardır. Hayvan sesleri çıkartmak gibi.
•Eşli Eğlenceli Hareket ve Oyunları: Fizyolojik gücü zorlayan taşımalar,
çekmeler, itmeler gibi (Sel, 1989: 23-25).
Çocuk oyunları çok çeşitli olduğundan oyunları sınıflandırma yaparak
açıklama yoluna gitmişlerdir. Ancak daha baştan söylemek gerekirse yapılmış
sınıflandırmalar birbirlerinden oldukça farklıdır. Geniş sınıflandırma da Pertev
Naili Boratav’a aittir. Boratav oyunları su şekilde sınıflandırmıştır:
I. Sadece çocuklara özgü oyunlar
242
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
a) Büyüklerin küçükler için çıkardığı oyunlar,
b) Çocukların söz oyunları,
c) Takım hâlinde, danslı, türkülü oyunlar ve basit taklit oyunları,
II. Talih, kumar, fal, niyet oyunları; büyülük ve törelik oyunlar
d) Talih oyunları,
e) Kumar oyunları,
f) Niyet ve fal oyunları,
g) Törelik ve büyülük oyunlar,
III. Beceri ve güç oyunları,
h) Asıl beceri oyunları,
i) Utmalı/ kazanmalı beceri oyunları,
j) Jimnastikli ve ritmik oyunlar,
k) Asıl güç oyunları,
1) Güç ve beceri oyunları,
IV. Zekâ oyunları,
m) Aldatmaca, yutturmaca oyunları,
n) Bellek gücü, düşünce çevikliği, sezinleme oyunları,
o) Saklamaca ve saklambaç oyunları,
p) Çizgili oyunlar,
q) Taslı oyunlar,
r) Başkaca zekâ oyunları. Bu bölüme giren oyuncaklar,
V. Katışımlı oyunlar,
s) Katışımlı oyunlar,
t) Oyuncaklar. (Özhan, 1997: 15-16)
Oyunların eski ritüel, inanç ve büyü kalıntılarını incelemek için iyi bir
kaynaktır ve bunu ilk defa Lady Alice B. Gomme iki ciltlik kitabında ortaya koymuştur (Poyraz, 1999: 4). Sayıları her geçen gün artan araştırmacılar, oyunun
hayat boyu gelişim ve öğrenmeye katkısını araştırmışlar ve her seferinden
tekrar eden sonuçlar bulmuşlardır. Erikson, Freyburg, Leiberman, Nicholich,
Pederson ve Wender, Piaget ve diğer araştırmacılar, evrimsel süreçte oyunu
zihinsel, coşkusal ve sosyal gelişim ile yakından ilgili olduğu noktasında hemfikirdirler (Yawkey ve Silvern 1980: 425). Oyun yoluyla öğrenmeye yardımcı
olan ve oyuna ek olan oyuncaklar, çocukların sosyal ve kişisel gelişimi sağlamaya katkıda bulunurlar. Çocukların, yaşıtları ile aynı oyuncaklar ile oynayabilmeleri ve oyuncaklarını paylaşabilmeleri sosyal gelişimleri açısından çok
önemlidir. Oyuncaklar, çocukların hayal gücünün gelişmesini, renk, boyut ve
şekillerin algılamasını, sayısal ve yazınsal kavramların öğrenmesini sağlarlar
(Güntürkün, 2009: 15).
243
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Dünyadaki çocuk oyunları ve oyuncaklar üzerine ilk ciddi çalışmaları
antropologlar, etnologlar, folklorcular, eğitimciler ve psikologlar yapmışlardır
(Özdemir, 2006: 42). Türkiye’de 1927 yılında basılan Milli Eğitim Müfettişlerinden Münir Hayri tarafından hazırlanan kitap çocuk oyunları ile ilgili olarak
ilk olma özelliği taşımaktadır. Bu eseri Kemal Kaya, Şükran Oğuzkan ve Neriman Sapmaz, Engin Özatalay ve Hüsniye Özatalay Mine Mangır ve F. Nurdan
Silleli, Hilmi Seyrek ve Muammer Sun, Musamet Başaran ve Necati Başkoç
Dönmez’in hazırladığı eserler takip etmiştir (Özdemir, 2006: 57-58).
Çocuk, doğumdan yetişkinliğe kadar olan süreçte nesneleri, sesleri,
hareketleri, kendi fiziksel özelliklerine uygun büyüklükte olan objelerle; büyüklere ait objeleri ise, minyatürlerine bakarak değerlendirip, kurgulayarak,
tanıma ve öğrenmeye çalışır (Çelebi, 2007: 233). Bu arada çocuğun kendi yaş
gurubuna uygun oyuncakla, doğru malzeme ile üretilmiş, kendi kültürüne yabancı olmayan nesne ve malzeme çocuk için somut bilgi açısından önem taşır.
Çünkü oyuncaklar bir nevi toplumun aynası olduğundan geleneksel oyuncak
kavramı büyük bir değer kazanır. Geleneksel oyuncağın önemi, aile bireyleri
ile oynanabilir olması açısından kuşaklar arası paylaşımı, yaşıtları ile oynanabilmesi açısından ise arkadaşlık duygu ve paylaşımının öğrenilmesini sağlamasıyla ortaya çıkar. (Yalçın, 2004: 66).
Oy-(u)n-cak şeklinde ayrılan (Gülensoy, 2007: 644) oyuncak sözcüğü
ise oyun isim kökünden türemiştir. Oyuncak oynayıp eğlenmeye yarayan her
şey (Türkçe Sözlük, 2005: 1526) olarak tanımlanmıştır. Oyuncak, çocukların
bireysel veya grup hâlinde oynadıkları, oynarken duygu ve düşüncelerini paylaştıkları ürünlerdir. Oyuncaklar çocuğun sosyal ve kültürel hayatında kişilik ve
yeteneklerinin gelişmesini sağlayarak onu yetişkinlerin yaşam ortamına hazırlamak noktasında önemli bir yardımcıdırlar (Karaman ve Nas, 2012: 104).
Bir tarafı hayal dünyasında diğer tarafı gerçek dünyada bir köprüdür (Egemen
ve diğerleri, 2004: 39). Oyuncak, oyundan bağımsız olarak kendi başına da
var olabilir. Fakat oyun, bireysel olarak değil ortaklaşa oynanmaktadır (Onur,
2002: 17).
Oyuncaklar, ait olduğu çağı ve toplumu yansıttıklarından oyuncağa ve
onun gelişimine bakılarak döneminin toplumsal ve ekonomik koşulları hakkında bilgi sahibi olunabilir. Ortaçağdaki oyuncakların şövalye, at, bugünkülerin ise astronot, roket olması bunun güzel bir örneğidir. Oyuncaklar kendisinin
içinde olduğu toplumun özelliklerine, geleneklerine işaret ettiğinden oyuncağa bakılarak Rus oyuncağı mı yoksa Çin oyuncağı mı olduğu ayırt edilebilir (Nıemann, 1991: 58). Bu özelliği oyuncağı kültürel bir iletişim aracı hâline getirir
(Karaman ve Nas, 2012: 114).
244
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Oyuncaklar, çocukların cinsiyetlerine göre değişmektedir. Kız çocukları bebeklerle oynarken erkek çocukları tabancayla oynar. Kızlar, ip atlarken
erkekler futbol oynar. Bu farklılıkların biyolojik mi yoksa kültürel mi olduğu
noktasında araştırmalar yüzyıllardır devam etmektedir (Shapıro, 1991: 656).
Oyuncakların varoluşundaki temel ilke, çocuğu dünyayla karşı karşıya
getirmek ve yaşama hazırlamaktır (Onur, 2002: 15). Oyuncaklar, değişik kültürlerde olmasına rağmen sadece biçimsel olarak değişir, özde hep aynı kalır. Bir
diğer ilke de oyuncak, hep aynı kalmaktadır, sadece onun sunuşu değişmektedir. Dolayısıyla oyuncak, evrensel bir kavram olarak karşımıza çıkmakta, ancak
geçmişle bağlantıları olup temel işlevleri aynı kalsa da, oyuncak değişmektedir.
Çünkü çocuklar ve çocukluk anlayışı değişmektedir (Onur, 2002: 17).
Çocuk oyunlarının evrenselliği ve içerdiği arkaik unsurlar dikkat çekicidir. Oyunların adları, muhtevaları, malzemeleri gibi bütün öğeleri ortaklıklar
gösterir. Bütün bunlar ve arkeolojik kalıntılar yüzyıllarca değişmeden oynanan
topaç, dokuztaş, âşık vb. birçok oyunun oynandığını kanıtlamıştır (Emiroğlu,
2002: 512).
Oyuncağın tarihsel gelişimine bir göz atmak gerekirse oyuncakların tarihi insanlığın tarihi kadar eskidir, denilebilir. İnsanlar, eski çağlardan bu yana,
birtakım oyun nesneleri üretmişlerdir. Fakat oyuncak yapımının ne zaman
başladığı ya da bir oyunun ne zamandan beri oynandığı konusunda kesin olarak bilgi yoktur.
Oyuncağın tarihî ile ilgili araştırmalar yeni olduğundan ve geçmişteki
oyuncak yapımı konusundaki bilgiler yetersiz kaldığından araştırmacılar, birçok sorunla karşılaşmaktadır. Üstelik ilk yapılan oyuncakların malzemelerinin
kalıcı olmadığından kendileri hakkında bilgi vermek de pek kolay değildir (Nıemann, 1991: 55). Batı dünyasında oyuncağı ilk defa düzenli sanayi ürününe
dönüştüren Almanya, sık ormanları, ahşap işçiliği ve uzun dinsel figür yapma geleneğini kullanarak oyuncakçılıkta öncü ülke rolünü üstlenmiştir (Onur,
2002: 36).
Hayvanlar, çocukların oyuncakları arasında özel bir yer tutar. Eski çağlarda oyuncaklar arasında evcil hayvanlar, atlar, inekler, kedi ve köpekler ilk
sıralarda yer alır. MÖ 5. yüzyıla ait Mısır’a ait bir tahta at, bunun en güzel
örneğidir (Nıemann, 1991: 56).
Pompei, Sus, Lalaş antik kent kazı buluntuları arasında, toprak malzemeden yapılmış minyatür ev eşyaları, hayvancıklar, arabalar, askerler gibi
oyuncaklar, oyuncağın tarihinin eskiye dayandığının kanıtıdır. Yunanistan’da
kolları, bacakları hareket edebilen bebekler, toplar ve önceleri kilden yapılmış,
sonraları ise saz malzeme kullanılarak yapılmış oyuncaklar bulunmuştur. Yine
245
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
eski Çin’de demir bilyeler daha sonra Almanya, Hollanda, İngiltere ve ABD’ de
akik, taş, mermer, kil ve renkli camdan bilyeler üretilmeye başlanmıştır. Ortaçağda, at başı takılmış sopalar çocukların gözde oyuncağı iken, zamanla dört
tekerlek ve eğerin eklenmesi ile oyuncak atlar geliştirilmiştir. Yapılan arkeolojik kazılarda oyuncak en çok Önasya’da bulunmuştur (Yalçın, 2004: 66-67).
İngiltere ve Hollanda’da 17. yy.’da tahta ata binen çocukların varlığı, o dönemde atın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. 18. yy.’da Avrupa’da çığır
açan “Diabolo” ve Yoyo” ve sonrasında üretilen otomatik oyuncaklar artmaya
başlamıştır (Onur, 1992: 367-368). Çin oyuncakları Yaygın eğitim kurumları
olarak kabul edilen müzelerin, yetişkin ve çocuklar açısından eğitime katkısı
yadsınamaz. Dolayısıyla eğitimin hedef kitlesi öncelikle çocuklar olarak düşünüldüğünden oyuncak müzelerinin eksikliği ve önemi de bu anlamda öne
çıkmaktadır (Yalçın, 2004: 71).
Fotoğraf: Ünlü Hollandalı Rönesans Ressamı Pierre Bruegel’in Çocuk Oyunları Tablosu
İnsanoğlunun yaşadığı bütün gelişmelere ve oyun ve oyuncakların değişmesine rağmen oyunun amacı değişmemiştir. Ünlü Hollandalı Rönesans
ressamı Pierre Bruegel’in 1560 yılında oluşturduğu “çocuk oyunları” tablosu
iyi bir gözlem neticesinde oyunun tarihçesini öğrenmek açısından ilk resimli
246
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
bir belge özelliği göstermektedir. Bu tabloda yaklaşık olarak birbirinden farklı
80 oyun bulunmaktadır (Güntürkün, 2009: 9).
Tarihte bilinen ilk oyuncak müzesi, 1873’te, İsveç’te, özellikle 19. yüzyıldaki sanayileşme hareketinin geçmiş yaşam biçimlerini yok etmesini önlemek
amacıyla, kurulan ve ünlü bir etnografya müzesi olan Kuzey Halkları Müzesi’nin içinde bir bölümdür. Diğer bir oyuncak müzesi de Stockholm Oyuncak
Müzesi’dir (Yalçın, 2004: 71).
Oyuncak, yapıldığı ve oynandığı dönem hakkında bize tarihî, sosyal ve
ekonomik bilgiler verir. Taştan, kilden, kemikten, tahtadan, deriden başlayan
süreç teknolojik gelişmelerle birlikte madenden, sonraki dönemde plastik,
porselen ve diğer metallerin kullanılmasına kadar ilerlemiştir. Oyuncak atölyelerinin yerini fabrikalar almıştır. Hareket eden, ses çıkaran oyuncaklar yapılmaya başlamıştır (Özhan, 1997: 236) .
Bugün oyuncakçılık, dünyada büyük bir sanayi hâline gelmiştir. Oyuncak yapımında Amerika ve Japonya, bebek yapımında Fransa ve İtalya önde
gelen ülkelerdir (Poyraz, 1999: 19).
Oyuncağın bu kadar eski zamanlarda bile var olmasının nedeni olarak
yetişkinlerin, modern zamanlarda olduğu gibi eski çağlarda da çocuğu gelecekteki rollerine hazırlamak olarak gösterilir (Onur, 2002: 33).
Oyun ve oyuncak çocuğun bilişsel gelişimi, yaratıcılık gelişimi, dil gelişimi, duygusal-sosyal gelişimi, psiko-motor gelişimi ve fiziksel gelişimi üzerinde
çok etkilidir.
Oyun sırasında çocuğun duyuları, becerileri, zekâsı, merakı gelişir. Özgür ortamda oynana oyunlar sayesinde çocuk oyun sırasında ortaya çıkan
problemleri yine kendi başına halledebilir. Bu durum onun zeka gelişimine
yardımcı olur. Birçok oyun düşünceye, akla dayanır. Rakibini yenebilme, öngörüde bulunma, dikkat yoğunlaştırma, hipotez kurma, gözlem yapma gibi
yetenekler oyun sayesinde kazanılabilir. Bazı oyunların sayılara veya coğrafi
bilgilere dayanması bu ve benzeri alanlarda çocuğun gelişime katkı sağladığı
yadsınamazç Ayrıca oyuncaklarla ve oyun arkadaşlarıyla iletişim hâlinde olduğundan çocuğun bilişsel gelişimi de tamamlanmış olur. Oyuncaklarını kendisi
oluşturan, zekâ ve yetenekleriyle bir şeyler yapmaya çalışan çocukların yaratıcılık potansiyeli de artmaktadır.
Çocuklar, oynadıkları oyunlarla sosyal yaşantısını da şekillendirmektedir. Arkadaşlık kurma, yardımlaşma, saygılı olma, kazanma, kaybetme, iş birliği, güçsüzleri koruma, liderlik, gözlem yapma problem çözme, sıra bekleme,
teşekkür etme, özür dileme, karar verme, güven duyma, yönetme, yönetilme gibi davranışlar oyun sayesinde çocuğu kazandırılır. Oyun, çocuklarda öz247
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
gür düşünme becerisini geliştirerek onların büyüdükçe kişilikli, düşünce ve
davranışlarıyla kendini düzgün bir şekilde ifade eden, gerektiğinde toplumu
yönlendirebilen, uyumlu bir birey olmasına katkıda bulunur. Nitekim oyun
içindeki kurallar toplumsal kurallara uyumu kolaylaştırır. Yeni arkadaşlar yeni
duygular anlamına gelmektedir. Oyunda üstenilen roller, davranışlar geleceğin yetişkinlerinin ön hazırlığıdır.
Oyun ve oyuncaklar çocukta var olan kimi davranış ve öğrenimlerin
gelişmesini ve zenginleşmesini sağlayarak psiko-motor gelişimlerini hızlandırır. Gerçek dünya ve hayal dünyası arasında gidip gelen çocuk zamanla ikisi
arasındaki ayrımı görür. Bu durum onun psikolojik olgunluğa eriştirir. Ayrıca
oyun, çocuğa sevgi, saygı, hoşgörü ve arkadaşlarıyla uyumlu olma gibi özellikler kazandırır. Çünkü oyunbozanlık yapan, şiddet uygulayan çocuklar oyuna
alınmazlar. Oyun, problemli ailelerde yaşayan çocukların gevşemelerini, iç sıkıntılarının giderilmesini sağlayarak kaygılarını, üzüntülerini unutturur.
Çocuğun yaşına göre oynadığı bütün oyun ve oyuncaklar bedensel gelişimine katkıda bulunur. Koşma, kovalamaca, atlama, tırmanma, çarpma, vurma,
sürünme gibi hareketleri içeren oyunlar çocuğun vücut sistemlerinin düzenli bir
şekilde çalışmasını sağlar. Oyun sırasında oyunun özelliğine göre birçok fiziksel
özellik kazanılırken çocuğun fazlalık enerjisi de oyun esnasında atılmış olur.
Oyunlar çocuğun dil gelişimini de olumlu etkiler. Çocuk sözlü oyunlar
sayesinde kelime dağarcığını geliştirir, dil bilgisi kurallarını öğrenir. Oyunda
kendini en etkili bir şekilde ifade edebilmek için dilini etkin bir şekilde kullanmak zorundadır. Oyunlar çocuklarda düzgün konuşabilme yeteneğinin yanında karşısındakini dinleme, anlama gibi yetiler de kazandırır. Oynanan oyunlar,
oyuncaklar, çevredeki nesneler, bunların isimleri ve özellikleri çocuklar tarafından öğrenilmiş olur. Ayrıca oyunlarda kullanılan atasözü, bilmece, deyim,
fıkra, şarkı, masal, hikâye, tekerlemeler çocukların ifade yeteneklerini zenginleştirir. Böylece çocukların kelime dağarcıkları gelişir.
Çocuklar oyunlarını genelde çevre koşullarına bağlı olarak oynarlar.
Yörelerin coğrafi özellikleri sosyal yaşamları, inançları, gelir kaynakları gibi
özellikler oyunları belirlemede önemli bir faktördür. Sahilde kumla, deniz taşlarıyla oynayan çocuklara karşılık karlı bölgelerde kızak, kayma, kartopu oynayanlar, kent ve köylerdeki oyun ve oyuncaklardaki farklılıklar bu konuda örnek
olarak gösterilebilir.
2. Türkiye’de Oyuncak Sanatı ve Tarihsel Arka Planı
Oyuncak yapımı, dünyada büyük oranda zanaat geleneğine dayalı
olarak gelişmiştir. Başlangıçta soylu ve varlıklı ailelerin çocukları için yapılan
248
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
oyuncaklar, zaman içinde sosyal değişim ve sanayi gelişimiyle seri üretilen,
kolay elde edilebilen bir hâle gelmiştir. Önceleri fakir aile çocukları için oyuncak bir hayal iken bugün her kesimden çocuk için oyuncak üretilmektedir (Akbulut, 2009: 182). Ülkemizde oyuncak yapımı ilk kez ciddi olarak İstanbul’un
Eyüp semtinde başlamıştır. Evliya Çelebi’nin 17. yüzyılda anlattığı Eyüp’teki
oyuncak yapımcılığı son yıllara kadar devam etmiş ancak fabrikasyon yoluyla
üretilen ve teknik yönden çok geliştirilmiş oyuncaklar karsısında varlığını daha
çok sürdürememiştir. Günümüzde Eyüp oyuncakçılığı yok olmuştur. Eyüp
oyuncaklarından kalan 26 parça oyuncak vardır. Bunlar İstanbul Büyükşehir
Belediyesi koleksiyonu içindedir ve sergilenmektedir. Altın çağını yaşadığı dönemdeki Eyüp oyuncakları şunlardır:
- Üstüne ayna parçaları yapıştırılmış renkli küçük testiler sürahiler, bardaklar.
- Teneke zilleri olan bir karış çapında, teşer.
- Bir karış çapında davullar.
- Eski mecidiye büyüklüğünde (yaklaşık 2cm kadar) tekerlekleri olan
arabalar.
- Minik darbukalar.
- Saplı davullar.
- Pek küçük olarak yapılmış beşik ve salıncaklar.
- Kırbaç ya da kaytan sarılarak döndürülen topaçlar.
- Kaynana zırıltıları.
- Kursak düdükler.
- Havanlar.
- Hacıyatmaz1ar.
- Şakşaklar.
- Minik tereyağı yayıkları.
- Kırmızı tüylü koyun ve kuzular.
- Ağaç parçalarından içi oyularak yapılmış ve üzerine kırmızı ve yeşil
boyalar sürülmüş sandallar, padişah kayıkları.
- Boyalı aynalar.
- İki-üç şerefeli camisiz minareler
- Tahta kılıçlar.
- Fırıldaklar.
- Kamış Tüfekler.
- Düdüklü fırıldaklar.
- Çekirgeler.
- İçine su konulup öttürülen toprak testiler.
249
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
- Aynalı beşikler.
- İpli oklar.
- Şişirme gaydalar.
- Dönme Dolaplar.
- Bumbardan yapılmış boyalı balonlar.
- Tahta çekiçler.
- Karagöz ve Hacivat tasvirleri (Yalçınkaya, 2001: 98).
Son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalar Eyüp Oyuncaklarının çocuğa
birçok katkısı olduğunu göstermiştir. Bunlar; mekanik ve statik tasarımlarıyla,
çocuğun, büyükleri taklit yeteneğini geliştirmeleri; itilen ve çekilen oyuncaklarla, yürüme ve kas gücüne katkıları; kontrol ve koordinasyon hissini geliştirdikleri; ses çıkaran oyuncakların ise dinleme, ritim duygusunu geliştirdikleri;
topların atma, tutma hareketleri ile çocuk anne, baba arasında yakın iletişimi
sağlamaları; eğlendiriciliklerinin yanı sıra, eğitici yönleridir (Geleş, 2001: 223).
1978’in son aylarında Paris’te, Dünya Çocuk Yılına bir adım olarak
UNESCO, Uluslararası Oyuncak Sergisi düzenlemiş. Türkiye de çağrılmış, ama
sergileyecek bir Türk oyuncağı bulunamamıştır. Bunun üzerine her başı sıkılanın yaptığı gibi Karagöz’den yardım istemişlerdir. Oyuncak diye Karagöz
tasvirleri sergilenmiştir. Oysa Karagöz bir oyuncak değil, bir seyirlik oyundur.
Oyuncak ise seyir gibi edilgen değil, etkin bir araçtır. Oyuncak mağazalarımıza
batıdan kötü biçimde taklit edilerek yapılmış, çoğu işlenmeyen oyuncakların
yerine kendi ulusal buluşlarımız, kendi öz kültürümüzden kaynaklanan oyuncaklar konulamamıştır. Eyüp oyuncakçılığı yok olmuşsa da bugün Anadolu’da
çocukların kendi yaptıkları oyuncaklar, belki ilkel ama özgün olduğu için çok
değerlidir.(And, 1979)
Anadolu oyuncaklarının başlıca özellikleri; ahşap, hareketli ve ses çıkaran özelliğe sahip olmasıdır. Bu durum, Anadolu insan yaşam biçimine
bağlı olarak çocukların yayla, tarla, sokak gibi açık havada oyunlarını oynama
alışkanlıklarıyla ilgilidir (Karaman; Nas 2012: 114). Oyma işlerine uygun ağaç
türlerinin gerek gövde ve gerekse kök odunlarından yararlanarak, turistik değerleri yüksek olabilecek çeşitli parçalar ve tahta oyuncaklar yapılabilir. Bu
oyuncakların yapımı için, gerekli araç ve gereçler küçük ve klasik olup büyük
makinelere gerek duyulmamaktadır (Muallaoğlu ve Nasırlı, 1983: 164).
Anadolu’da oyuncak, ağırlıklı olarak el yapımıdır. Oyuncağı ya ana baba,
ya çocuğun kendisi, ya da marangoz veya çömlekçi olan yerel ustalar yapmaktadır. Anadolu’da geçmişte var olmuş, bugün de yaşamakta olan geleneksel
oyuncaklar, başlıca şu şekilde sıralanmaktadır:
1. Bebek
250
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
2. Beşik
3. Ev eşyası
4. Ulaşım ve iş araçları
5. Ses çıkaranlar
6. Hayvanlar
7. Silahlar
8. Oyun araçları (topaç, top, yoyo, bilye vs.) (Onur, 2002 21-23).
Oyuncak müzesi ile ilgili Türkiye’de yapılan çalışmalar kısıtlıdır. Prof. Dr.
Bekir Onur’ un çabası ile oluşturulan Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi ”Oyuncak Müzesi”, ile Sanayi Müzesi’ndeki “Haliç Oyuncakçısı” birimi
bu çalışmalara örnek gösterilebilir. Ayrıca, birçok müzede diğer eserlerle birlikte sergilenen oyuncaklara rastlanmaktadır (Yalçın, 2004: 71).
Anadolu’da yapılan ve genellikle kız çocuklarının oynadığı oyuncaklardan biri de el yapımı bebekçiliktir. El yapımı bebekler, seramik, plastik, balmumu, bez parçaları, kauçuk, kitre, çeşitli bitkiler gibi maddelerden yapılır.
Çocukların oyun amaçlı kullandığı bebekleri, yetişkinler daha çok hobi olarak
koleksiyonunu yaptığı veya biblo olarak kullanmaktadır. İlk çağlarda el yapımı
bebekler, oyuncak dışında koruyucu tılsım veya tapınılacak bir güç olarak da
görülmüştür. Bebekler, tapınmak, mezarlara koymak, şifa dağıtmak, güç dağıtmak, büyü yapmak, düşmanlara korku salmak, atalarının sembolü olarak
düşünmek gibi dinsel ve büyüsel amaçlar için kullanılmışlardır. Araştırmalar
sonucunda Hitit, Frig, Bronz Çağı ve Cilalı Taş Devri tabakalarında bulunan ve
dini törenlerde yer aldığı anlaşılan küçük heykelciklerin bir kısmının oyuncak
bebek olarak kullanıldığı, diğer bir kısmının ise dinsel ve büyüsel amaçlar için
kullanıldığı ortaya çıkmıştır (Ünlüyücü, 2009: 98).
Anadolu’da yapma bebekler, yaygın bir şekilde varlığını korumaktadır.
Yapma bebekler, şehir kesiminde genel olarak “bebek”, köy ve kasabalarda
“gelin”, “güççe”, “korçak” veya “kurçak” adlarıyla bilinmektedir.
Ülkemizde yapma bebeklerin tarihsel seyri çok eski dönemlere dayanmaktadır. Orta Asya’da göçebe halinde yaşayan Türk kabilelerinde yapma bebeğin dinsel ve büyüsel amaçlı kullanıldığı bilinmektedir. Bu nedenle de bebeklerin tarihi Şamanizm’e dayandırılmaktadır. Anadolu’nun bazı yörelerinde
yapma bebeklere “dodu, gade” gibi isimler verilmesi ve verilen bu kelimelerin
Şamanizm’e ait olduğu bilgisi bu düşünceyi güçlendirmektedir (Ünlüyücü,
2009: 99).
Anadolu’da genellikle kız çocuklarının oynadığı yapma bebekleri, köy
ve kasabalarda kız çocukları ya kendileri yapar ya da yetişkinler tarafından yapılır. Şehirlerde ise bebekler, oyuncakçı dükkânlarında satılmaktadır. Ülkemiz251
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
de yapma bebek üretimi, folklorik geleneğe dayalı zengin bir birikim olmasına
rağmen yeterince gelişmemiştir.
Yapma bebeklerin canlanması ve kaybolmaması adına, Kültür ve Turizm Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi Başkanlığı, 1986 yılında Folklorik
Kıyafetli Bebek yapımlarını teşvik etmek amacıyla Folklorik Kıyafetli Bebekler
konusunda yurt çapında bir yarışma düzenlemiştir. Ayrıca üniversitelerin konuyla ilgili birimleri tarafından bebek sergileri, çeşitli kamu ve özel kuruluşlar
tarafından da sergi ve yarışmalar düzenlenmektedir. Yarışmalarda dereceye
giren kişilere ödüller ya da hediyeler verilmekte ve böylece katılımcıları teşvik
ederek, bu sanat dalının geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması için çalışmalar yapılmaktadır (Ünlüyücü, 2009: 102).
Çalışmaya konu olan Trabzon ilinin Şalpazarı ilçesinde yapma bebekler,
turistik amaçlı yöresel giysilerle süslenmektedir. Bu bebekler ilçenin dünyada
nam salmış Ağasar kültürünü de yansıtması, tanıtması ve taşıması bakımından çok önemlidir. Bebekler bir oyun aracı olarak turistik ürün olmuştur. Bu
şekilde hem çocukların dünyası zenginleştirilmekte hem de yörenin tanıtımı
sağlanmaktadır.
3. Köprübaşı İlçesi’nde Ekolojik Oyuncak Yapımı
İlçe kaymakamlığı, yaptığı bir projeyle yörede bol miktarda olan orman
ürünlerinden faydalanarak ekolojik oyuncak yapımını, Halk Eğitim Merkezi
bünyesinde gerçekleştirmektedir. Halk Eğitim Merkezi’nde bir atölye açılarak
yöre insanı burada çalışmak üzere istihdam edilmiştir. Ekolojik oyuncak işine
gönül ve ömür vermiş Şeref Şimşek, burada öğretmenliğe başlamış, derslere gelen 20 civarında kadın öğrenci, zamanla işi sevmiş ve atölye üretim ve
pazarlama yapmaya başlamıştır. Son dönemlerde erkek işçilerin de katıldığı
atölyeye gelen kadınlar, hem meslek öğrenmiş hem de evlerine gelir getirmeye başlamışlardır.
Atölyede okul öncesi eğitim ve engelli çocuklara eğitim amaçlı ahşap
ürünler yapılması hedeflenmiştir. Projedeki çalışmaların fikri gelişimini; Halk
Eğitim Merkezi’nde öğretmenlik yapan Şeref Şimşek’in şoförlükten marangozluğa, ardından üretici ve girişimci kişiliğinin etkisiyle usta öğreticiliğe dayanan yolda aramak gerekir.
Usta şoförken Bursa’da arkadaşlarının dükkânında Walt Disney oyuncaklarını görünce onların ahşaptan yapılmış olanlarını hayal eder ve bu işe
girişmeye karar verir. Maddi kaynakları olan usta sevmediği için şoförlüğü de
bırakıp bir dükkân açarak ustalara ahşap oyuncak yaptırmaya başlar. Dükkânında çalışan bir usta ile atışmasının sonucu olarak Şeref Şimşek gece gündüz
252
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
çalışarak mesleği öğrenir. Bu işe başladıktan sonra kendisini geliştirmeye başlar. Bu süreçte üniversitedeki hocalara danışır, yaptıklarını gösterir, onların da
desteğiyle çalışmalarını genişletir.
Köprübaşı’nda ellinin üstünde üretilen ahşap oyuncak vardır. Yapboz,
topaç, tır, beton direk, kamyon, traktör, tırtır, salyangoz, cambaz, akrobat, kalemlik, ahtapot, aşk merdiveni, çocuk askısı, tahta arabalar, kırkayak…
Ahşap oyuncakların yapımında şu aletler kullanılmaktadır: Ağaç tornalar, yatay daire, kıl testere, planya, tesviye zımpara makineleri, kopyalı freze
makineleri, kromaj makineleri, titreşimli zımpara, parlatma makineleri, yuvarlak makine, kalın makine, şerit, el aletleri (matkap, pres, bıçak)…
Atölyede adı olmayan bazı oyuncaklara burada çalışan kadınların da isim
vermesi dikkate değerdir. Mesela bir aşk merdiveni adlı oyuncağın isim verme
süreci şöyledir: Oyuncağın şekli, uzun bir ağaca takılan küçük ahşap yapraklardan ibarettir. İki bilye yukarıdan teker teker atılır, ortaya çok hoş bir ses çıkar.
Burada iki bilye birbirini kovaladığı için aşk merdiveni adını vermişlerdir.
Atölyede üretilen oyuncaklardan yöreye özgü bir oyuncak henüz yoktur. Usta, bu konuda Temel fıkralarını yansıtan folklorik bir oyuncağın yapılabileceğini ifade etmiştir.
Atölyede oyuncağın her bir parçası bir başka işçi tarafından yapılmaktadır. Dolayısıyla bir oyuncağa birden çok kişinin emeği geçmektedir. Bunun
sonucu olarak da oyuncağın şekline göre yapılma zamanı değişmektedir.
Atölyede üretilen oyuncaklar anaokullarına, kreşlere, rehabilitasyon
merkezlerine, oyuncak mağazalarına, hediye almak isteyenlere, okul öncesi
olup da buradaki oyuncakların ününü duyan her yere gönderilmektedir.
Ekolojik oyuncakların yararlarından biri de bebeklerin ağzında pamukçuk hastalığına ahşap oyuncakların iyi gelmesidir. Çocukların diş çıkarma dönemlerinde kullanılan diş kaşıyıcıları yerine bir ahşap kaşık veya oyuncak verildiğinde çocuğun ağzında pamukçuk çıkmadığı gözlenmiştir.
SONUÇ
Oyun ve oyuncak çeşitleri, çocukların dış dünyadaki nesneleri kendi
dünyalarında tanımalarına yardımcı olmaktadır. Oyuncaklar, çocuğun bir nevi
gelecekteki uğraşısının, el becerisinin ne olacağı noktasında hem bir rehber
hem de bir göstergedir.
Endüstriyel gelişmelere kadar olan dönemde çocuklar, geleneksel
oyuncaklar özellikle ahşap oyuncaklarla oynamışlardır. Türkiye’de geleneksel
ahşap oyuncaklar Eyüp oyuncakçılığı ile büyük bir ilgi görmüştür. Teknolojik
253
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
oyuncakların yaygınlaşmasıyla doğada zengin bulunan ve şekillendirilmesi kolay olan ahşap oyuncakların yapımı yavaşlamış hatta yok olma seviyesine gelmiştir. Nitekim meşhur Eyüp oyuncakçılığı da oyuncak dükkânlarının kapanmasıyla miyadını doldurmuştur. Günümüzde gerek teknolojik oyuncakların
çocukların psikolojik ve sosyal gelişimlerine olumsuz etkisi gerekse ailelerin
ekolojik oyuncaklara meyil etmesi gibi etmenler ahşap oyuncakların önemini
tekrar gündeme getirmiştir. Bu konuda araştırma ve çalışmalar başlatılmıştır.
Trabzon’da bu işi Köprübaşı Kaymakamlığı bünyesinde Halk Eğitim
Merkezi üstlenmiş, ekolojik oyuncak yapımını başlatmıştır. Oraya önceleri
işi öğrenmek için gelen kadınlar sonradan küçük bir fabrikaya dönen yerde
çalışmaya başlamışlardır. Burada hem okul öncesi çocukların el becerilerini
arttırmak hem de engelli çocukların zihinsel, sosyal ve fiziksel yeteneklerini
geliştirmek amaçlanmıştır. Bu amaçta şoförlükten marangozluğa uzanan bir
hayatı olan Şeref ustanın çalışmaları, hedefleri, idealleri çok önemlidir.
Ekler
Fotoğraf: Ahşap Oyuncaklar
Kaynak Kişi: Fatma Yıldırmış Arşivi
254
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Fotoğraf: Yapma Bebekler
Kaynak Kişi: Fatma Yıldırmış
NOTLAR
Bu bilgiler 10.09.2014 tarihinde Köprübaşı ilçesinin kaymakamlık resmi
sitesinden alınmıştır.
255
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
KAYNAKLAR
Akbulut, Dilek (2009), “Günümüzde Geleneksel Oyuncaklar”, Millî Folklor, (84), 182-191.
And, Metin (1979), “Çocuk Oyunlarının Kültürümüzde Yeri ve Önemi”,
Ulusal Kültür Dergisi, (4).
Çelebi, Didem Bayar (2007), Türkiye ve Azerbaycan’daki Çocuk Oyunları ve Oyuncaklarının Karşılaştırmalı İncelemesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Egemen, Ayten ve diğerleri (2004), “Oyun, Oyuncak ve Çocuk”, ADÜ Tıp
Fakültesi Dergisi, 5(2), 39 – 42.
Emiroğlu, Kudret (2001), Gündelik Hayatımızın Tarihi, Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Geleş, Fadime (2001), “Eyüp Oyuncakçıları”, Eyüp Sultan Sempozyumu
V, 218-223.
Gülensoy, Tuncer (2007), Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü, c. 2, Ankara: TDK Yayınları.
Güntürkün, Emre (2009), Yapı Oyuncaklarının Tarihsel ve Yapısal Gelişimi (Lego Örneği İle), Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi.
Karaman, Gamze ve Nas, Emine (2012), “Çorum İskilip’te Geçmişten
Günümüze Aktarılan Bir Miras: Ahşap Oyuncaklar”, Karadeniz Sosyal Bilimler
Dergisi, 4(14), 103-116.
Muallaoğlu, Rızkullah ve Nasırlı, Cahit (1983), “Dağ ve Orman Köylerinde Köy El ve Ev Sanatları”, III. Ulusal El Sanatları Sempozyumu, s. 152-170,
İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Yayınları
Nıemann, Helmut (1991), “Oyuncağın Gelişim Tarihi”, (Çev: Bekir
Onur), Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 24(1), 55-61.
Onur, Bekir (1992), “Tarih Boyunca Oyun ve Oyuncaklar”, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 25 (2), 365-386.
Onur, Bekir (2002), Oyuncaklı Dünya, Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Özdemir, Nebi (2006), Türk Çocuk Oyunları 1, Ankara: Akçağ Yayınları.
Özdoğan, Berka (2000), Çocuk ve Oyun, Ankara: Anı Yayıncılık.
Özhan, Mevlüt (1990), Çocuk Oyunlarımız, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Özhan, Mevlüt (1997), Türkiye’de Çocuk Oyunları Kültürü, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Özhan, Mevlüt ve Muradoğlu, Malik (1997), Türk Cumhuriyetlerinde
256
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Çocuk Oyunları, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Poyraz, Hatice (1999), Okul Öncesi Dönemde Oyun ve Oyuncak, Ankara:
Anı Yayıncılık.
Sel, Ruhi (1989), Çocuk Oyunları ve Şarkıları, Ankara: Kültür Bakanlığı
Yayınları.
Sel, Ruhi (1990), Her Yaşa Göre Oyunlar Rontlar Halk Dansları, Ankara:
Kültür Bakanlığı Yayınları.
Shapıro, Laura (1991), “Oyuncak Tabancalar ve Oyuncak Bebekler”,
(Çev: Demet Öngen), Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi,
24(2), 655-663.
Sormaz, Fulya (2010), Çocukluk İmgesi, Oyun ve Oyuncak: Sosyo-Kültürel Bir Analiz, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dumlupınar Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Türkçe Sözlük (2005), 10. Baskı, Ankara: Türk Dil Kurumu.
Ünlüyücü, Muhlise (2009), Günümüzde Türkiye’de El Yapımı Bebekçilik,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Yalçın, Hülya (2004), “Eyüp Oyuncakları Müzesi”, Eyüp Sultan Sempozyumu VIII, s. 64-73.
Yalçınkaya, Tosun (2001), “Çocukların Sevinci Eyüp Oyuncaklarıydı”,
Eyüp Sultan Sempozyumu V, s. 96-99.
Yawkey, T. D. ve Silvern, S. T. (1980), “Çocuğun Okul ve Aile Çevresinde
Yaşam boyu Süreci Olarak Oyun”, (Çev: Mehmet Özyürek), Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 13(1), 425-442.
257
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
TRABZON BAHÇECİK ÖRNEĞİNDE KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJESİ
VE DEĞİŞEN KENT ÇEHRESİ
In The Case Of Trabzon Bahçecik Urban Transformation Project and
Changing Silhouette of The City
Nihan CANBAKAL ATAOĞLU*
Veysel ATASOY**
ÖZET
Ülkemizdeki çoğu kentler, hızlı nüfus artışı, insan göçü, plansız ve göz yumulan
kaçak yapılaşmalar nedeniyle geleneksel kent dokuları hızla bozularak geri dönüşün
mümkün olamayacağı bir bozulma sürecine girmiştir. Bu süreçte konut ve kentleşme
sorunlarının çözümü amacıyla Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) kurulmuştur. Yasal olarak TOKİ, kentsel dönüşüm projesi uygulayacağı bölgelerde, mülkiyeti kendisine ait arsa ve arazilerde veya valiliklerce toplu konut yapım sahası olarak belirlenen
alanlarda çevre ve imar bütünlüğünü bozmayacak şekilde imar planlarını yapmaya,
yaptırmaya ve imar planlarını değiştirmeye yetkilidir.
Bu çerçevede, Türkiye’deki birçok kentte, işlevini yitiren bölgelere kentsel dönüşüm projeleri uygulanmaktadır. TOKİ yetkisinde uygulanan ve kentlerdeki olumsuzlukları ortadan kaldırma amacı güden bu kentsel dönüşüm projeleri, fiziksel, sosyal,
ekonomik, çevresel boyutları ve tekdüzelik gösteren tasarımları nedeniyle eleştiri konusu olmaktadır.
Ülkemizdeki çoğu kentte olduğu gibi Trabzon kenti de hızlı ve plansız yapılaşmayla geleneksel kent dokusunu ve yöresel özellikli konutlarını yitirmiştir. Kentin
köklü geçmişinin izlerini günümüze taşıyan binalar ve konutlar, etrafındaki özensiz
ve yoğun yapılaşmayla değer yitimine uğramıştır. Kent için örnek niteliği taşıyan geleneksel konutların yer aldığı Ortahisar ve Tabakhane mahalleleri de ne yazık ki kaçak
yapılaşma, gecekondulaşma gibi nedenlerle harap duruma gelmiştir. TOKİ, bölgede
kentsel dönüşüm projesi uygulayarak bu alanı gecekondulardan temizleme sürecindedir. Bu çalışmada, geleneksel konutlardan izler barındıran bu iki mahalleye komşu
olan Bahçecik Mahallesinde, tarihi surların yer aldığı ve sit alanı ilan edilen bölgede
TOKİ’nin uyguladığı kentsel dönüşüm projesine dikkat çekilecektir. Bu bölgede, fotoğraflarla alan çalışması yapılarak, kentsel dönüşüm projesinin bölge ve şehir planlaması, imar kavramı ve imar uygulaması, yasal açıdan arazi ve arsa düzenlemesi, tasarım
kalitesi ve çevresel boyutlarıyla birlikte Trabzon kenti kimliğinin sürekliliğine etkileri
değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Kentsel Dönüşüm, Kent Kimliği, TOKİ Uygulamaları, Trabzon
* Dr., KTÜ Trabzon MYO Mimarlık ve Şehir Planlama Bölümü, Trabzon/TÜRKİYE
** Dr., KTÜ Trabzon MYO Mimarlık ve Şehir Planlama Bölümü, Trabzon/TÜRKİYE
258
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
ABSTRACT
In many cities of our country, traditional urban tissue rapidly has deteriorated because of rapid population growth, human migration, illegal and unplanned
constructions and has entered into a process that could not be able to return.In this
process, in order to solve the housing problems of urbanization and housing development administration (Toki) was established.Legally TOKI urban transformation in the
region that will implement the project, zoning plans, and has the authority to change
the zoning plan.In this context, in many cities in Turkey, urban transformation projects have implemented in the regions it have lost their functions.City urban transformation projects implemented and under the authority of the TOKI have criticized
because of the uniformity of designs. In the city of Trabzon as Most towns in our
country, urban fabric and traditional houses have lost with rapid and unplanned.Unfortunately the sample of traditional residential neighborhoods in the city, ortahisar
and tabakhane has become ruined due to reasons with rapid and unplanned, illegal
constructionTOKİ in the region by implementing of the urban transformation project
in this area is in the process of clearing the slums.In this study, the traditional houses
featuring tracks from this two-adjacent to the neighborhood, bahçecik neighborhood, the historic city walls and located in a conservation area which has been declared
in the region, we will draw attention to the urban transformation project implemented by TOKİ. In this region, the urban identity of Trabzon and its urban transformation
projects’ problems are investigated, and this identity, the reasons for losing these
values and their effects on the continuum of urban identity are evaluated.
Key Words: Urban transformation, urban identity, TOKİ applications, Trabzon
GİRİŞ
Kentler, her zaman için önceden öngörülemeyen ve artan sorunlarla
karşı karşıya olduğu kadar, zaman içerisinde değişen yargılarla ve yeni gereksinimlerle hızlı bir değişim içerisindedir. Bu değişim süreci içerisinde, kent
mekânında fiziksel olarak yıpranan bölgelerin varlığı da kaçınılmaz olmaktadır. Bu bölgeleri yeniden kent yaşamına katmak, fiziksel, sosyal, ekonomik olarak yeniden yapılandırmak adına kentsel dönüşüm projeleri uygulanmaktadır.
Kentsel dönüşüm, ekonomik, sosyal, mekânsal ve çevresel dinamikleri ile
bütün olup kentsel sorunların çözümünü sağlayan ve değişime uğrayan bir bölgenin ekonomik, fiziksel, sosyal ve çevresel koşullarına kalıcı bir çözüm sağlamaya
çalışan kapsamlı bir gösterim ve eylem olarak tanımlanmaktadır (Turok, 2010).
Günümüzde kentler sürekli bir değişim geçirmektedir. Kentler de canlı
varlıklar şeklinde doğan, büyüyen, yapıları sürekli olarak değişen toplumsal
259
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
birimlerdir. Gelişmiş ülkelerde veya gelişmekte olan ülkelerde, kentlerin eskiyen ya da eskimeye başlayan kesimleri için zamanla yenileme gereksinmesi
ortaya çıkmaktadır. Kentsel dönüşüm kendiliğinden oluşan bir süreç değildir.
Toplumsal, ekonomik, kültürel ve hatta siyasal amaçlarla kent parçalarının
kullanım biçimine müdahale sonucunda gerçekleşir.
Kentsel anlamda dönüştürme etkinliklerine konu yapılan alanlar, gecekondu bölgeleri, yüksek yoğunluklu kaçak apartmanların bulunduğu alanlar,
doğal yıkım riski yüksek alanlar, kent özeklerindeki çöküntü alanlarıyla, tarihsel kent çekirdekleri ve ekonomik ömrünü doldurmuş görünen kent bölümleridir (Keleş, 2008).
1. KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN GELİŞİMİ
Kentsel yenileme çalışmaları, geçtiğimiz yüzyılın ortalarında Avrupa’da
İkinci Dünya Savaşı sonrası kentlerin yeniden imar edilmesini hedeflerken,
yüzyılın üçüncü çeyreğinde Kuzey Amerika kentlerinde düşük gelirli grupların
yaşadığı çevrelerin iyileştirilmesine dönüşmüştür (Göksu ve Bal, 2010: 256).
Böylece 1970’lerin sonunda Amerika’da ortaya çıkan kentsel dönüşüm kavramı, 1980’lerde İngiltere tarafından kopya edilerek diğer ülkelere de ihraç edilmiştir (Hague, 2010: 98). Ülkemizde ise 1950’li yıllardan itibaren hızlı yapılaşmayla ciddi bir kabuk değiştirme sürecine girilmiştir. Türkiye’de Cumhuriyet
dönemi kentleşme süreçlerine yönelik tüm araştırmalarda, özellikle 1940’ların sonlarında başlayan ve 1950’lerle birlikte giderek artan göç ve gecekondulaşma olgusu, temel konuların başında gelmektedir. Ancak, 1980’lerden sonra
aynı olgunun gelişme dinamiklerine ve niteliklerine bakıldığında gecekondulaşma tanımı yerine kaçak yapılaşma deyiminin daha uygun düştüğü, hatta
kimi anakentlerin yakın çevresindeki oluşumların ise kaçak kentleşme şeklinde adlandırılmasının daha gerçekçi olduğu görülmektedir. (Ekinci, 1998: 191).
1980 yılından sonra işbaşına gelen iktidarların ekonomi anlayışı, çoğu
kurumlarda olduğu gibi altyapı, mimarlık ve yapı üretimi alanındaki mevcut
değerleri yerinden oynatmıştır. Bu dönemde, eski söylemler geçerliliğini yitirirken, özellikle toplum yararı gibi kavramlar da giderek ikinci plana itilmeye, giderek unutulmaya başlanmıştır. Tüm bu gelişmelerin en önemli sonucu,
kentlerde ve kentleşme sürecinde görülmeye başlanmıştır.
Ülkemizin yaşadığı hızlı nüfus artışı ve hızlı kentleşme sebebiyle oluşan
konut ve kentleşme sorunlarının çözülmesi ve üretimin artırılarak işsizliğin azaltılması amacıyla, 1984 yılında Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi Başkanlığı
kurulmuştur. Bu tarihte yürürlüğe giren 2985 sayılı Toplu Konut Yasası (TOKİ)
260
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
ile özerk Toplu Konut Fonu oluşturulmuştur. Toplu Konut İdaresi Başkanlığı›nın
temel görevleri 2985 sayılı Toplu Konut Yasası ile belirlenmiştir. İdarenin kuruluş
aşamasında 2985 sayılı yasanın verdiği görevler daha çok konut yaptırmayı teşvik etmek, konut yapımına destek olmak şeklindedir (URL-1).
Ancak, İdarenin kuruluşundan bugüne kadar olan süreçte konut ve
kentleşme sorunlarının çözümüne yönelik önceliklerde değişiklikler olmuş
ve İdarenin konut ve kentleşme sorununun tüm boyutlarında faaliyette bulunmana gereksinimi ortaya çıkmıştır. Bu nedenle de, hükümet Acil Eylem
Planında yer verdiği konut seferberliği kapsamında konut üretimi ve planlı
kentleşmeyi birlikte ele almıştır. Bu çerçevede, 06.08.2003 tarih ve 4966 sayılı yasayla yapılan değişikliklerle, Toplu Konut İdaresinin 2985 sayılı yasayla
tanımlanan görevlerine yeni görevler eklenmiştir. Bu yeni görevlerle konut
yapmak ve yaptırmak konusunda çok geniş yetkilerde donatılmıştır.
Bu yıllarda iktidara gelen hükümetin gündemindeki konulardan biri kentsel dönüşüm olmuştur. Kentsel dönüşüm kavramı, eskimiş kent kesimleriyle kaçak yapılardan oluşan gecekondu topluluklarının yenilenmesini anlatmak üzere
kullanılmaktadır. Bu amaçla, ilk olarak hazırlanmakta olan yeni imar yasasında
bu konuya yer verilmesi düşünülmüş, ama sonradan, kentsel dönüşümün ayrı
bir yasal düzenlemeye konu olarak yapılması kararlaştırılmıştır.
Daha sonrada kentsel dönüşüme ilişkin kurallar, 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Yasayla Haziran 2005 yılında konulmuştur. Bu yasanın gerekçesinde, kentin eskiyen dokularını ve yerleşim alanlarını, kültürel miras değerini
korumak, koruma/kullanma dengesini sağlayarak sosyal donatı alanlarını büyütmek ve sağlıklı koşullara kavuşturmak, günümüz konforu ve kullanım şartlarını içeren konut, ticaret, kültür, turizm ve sosyal donatı alanları oluşturmak,
tarihi ve kültürel dokuyu geleceğe taşımak amacıyla restore ederek kullanmak,
böylelikle kentlerin merkez alanlarının sağlıklı bir şekilde iskân edilerek şehrin
güvenliğini tehdit eden denetimsiz bölgeler olmaktan çıkarıp yenileştirmek ve
günümüz gereklerine uygun olarak kullanılabilir duruma getirmek amacıyla bu
alanları kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan etmek ve bu alanlarda uygulama
yapmaya imkân verme gerekliliği ortaya çıkmıştır (Keleş, 2008).
2008 yılında yapılan bir yasal düzenleme ile Toplu Konut İdaresi Başkanlığına da imar planı yapmak veya mevcut imar planlarında değişiklik yapmak yetkisi verilmiştir. Yasal olarak, TOKİ Başkanlığı, gecekondu dönüşüm
projesi uygulayacağı alanlarda veya mülkiyeti kendisine ait arsa ve arazilerde
veya valiliklerce toplu konut yapım sahası olarak belirlenen alanlarda çevre ve
imar bütünlüğünü bozmayacak şekilde imar planlarını yapmaya, yaptırmaya
261
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
ve imar planlarını değiştirmeye yetkilidir. Yukarıda sayılan görev ve yetkilerle
birlikte TOKİ Başkanlığına verilen imar planı konusundaki bu düzenleme, konut yapımı ve kentsel düzenleme çalışmalarında, kurumu daha da özgür bir
konuma getirmiştir.
2. TRABZON BAHÇECİK MAHALLESİ ÖRNEĞİNDE KENTSEL DÖNÜŞÜM
PROJESİYLE DEĞİŞEN KENT ÇEHRESİ VE TOKİ UYGULAMASI
2.1. Trabzon İlindeki Kentsel Dönüşüm Çalışmaları
Trabzon ilinde kentsel dönüşüm çalışmaları, kenti kuzeyden güneye
doğru, topografik olarak vadi şeklindeki görünümüyle kente nefes aldıracak
borular olarak adlandırılan Zağnos ve Tabakhane vadilerinin boşaltılması düşüncesiyle ortaya çıkmıştır. Trabzon Belediyesi ile TOKİ arasında imzalanan
protokol sonucu 2004 yılından sonra uygulamaya geçilmiştir. Öncelikle Zağnos Vadisi üzerinde çalışmalar başlatılmış ve aradan sekiz yıl geçmesine karşın
halen devam etmektedir.
Trabzon’da kentsel dönüşüm çalışmaları kapsamında ayrıca Ayasofya
Müzesi çevresinde, Tabakhane Vadisinde devam etmektedir. Kentin en eski
mahallesi olan Çömlekçi de ise proje çalışmaları yapılmaktadır.
TOKİ Trabzon ilinde yalnızca kentsel dönüşüm projeleri yapmamaktadır. TOKİ verilerine göre 2012 yılına kadar 3215 konut ile çeşitli amaçlar için
kullanılacak bina tamamlanmış ya da tamamlanmak üzeredir. Yaklaşık 2000
adet konut için ise proje ihale aşamasındadır. Bu bilgilere göre TOKİ Trabzon
kentine toplam 5300 adet konut kazandıracaktır.
Bahçecik konutlarının bir bölümü de yukarıda kısaca değinilen Zağnos
Vadisi kentsel dönüşüm projesi kapsamında projelendirilmiş ve uygulanmasına geçilmiştir.
2.2. Bahçecik Mahallesindeki Uygulama Süreci
Bahçecik mahallesindeki uygulamalar yukarıda kısaca değinilen Zağnos
Vadisi kentsel dönüşüm projesiyle bir bütünlük gösterir. Diğer bir anlatımla Bahçecik Mahallesindeki uygulama, Zağnos Vadisinin bir parçasıdır ve vadi
kapsamında yapılanların veya ortaya çıkan görselliğin gölgesinde kalmıştır. Bu
nedenle Zağnos Vadisi kentsel dönüşüm projesinin bazı teknik verilerini anımsamakta yarar vardır.
Projeye 2002 yılında Trabzon Belediyesi tarafından başlanıldı, 2004 yılında TOKİ tarafından devralındı ve halen devam etmektedir. Bölgedeki taşınmazlar, kamulaştırma ile sahiplerinden alınmıştır. Kamulaştırılacak kısım yüzölçümü
262
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
235 502 m2, bölgedeki bina sayısı 530 ve hissedar sayısı ise 3212 kişidir. Dar
bir vadi özelliğinde olmasına karşılık bu bölgede, yaklaşık 444 m2 bir alana bir
bina ve her 73 m2 bir yüzölçümü değerine de bir hissedar düşmektedir. Kamulaştırma sonucu bir kısım vatandaş para alırken, diğer bir bölümü de Bahçecik
mahallesinde yapılan TOKİ konutlarından konut sahibi olmuşlardır.
Proje ile vadinin hemen güney doğu yamacında TOKİ tarafından 354
konut ve ticaret merkezinin yapılması planlanmış ve Kasım 2009 yılında ihale
süreci tamamlanarak inşaatlara başlanılmıştır. Ağustos 2011 de bitmesi gereken konutlarda yapım ve çevre düzenleme çalışmaları devam etmektedir. Bu
konutlardan 252 adedi Tabakhane Vadisi kentsel dönüşüm projesi kapsamında evleri kamulaştırılan vatandaşlara verilecektir.
Ayrıca bu proje ile vadi içinden geçen, Atapark – Erdoğdu ve Bahçecik
Mahallelerini birbirine bağlayan 1.2 km uzunluğunda 15.00 m genişliğinde
bir yol planlanmış ve arazide uygulanmıştır. Söz konusu bu yeni yolun, şehir
içi ulaşımının problem olduğu bölgedeki taşıt trafiğine olumlu katkı yapacağı
beklenilmektedir.
Proje Bölgesinin Genel Durumu
Şehir merkezindeki Ortahisar Mahallesi ve çevresini kuşatan Zağnos ve
Tabakhane dere içi bölgeleri Trabzon kentinin en önemli tarihi merkezi konumunda, kent merkezine yakın ve yoğun ticari faaliyetlerin komşuluğunda
yer almaktadır. Zağnos Vadisi; Tabakhane Vadisi ile birlikte, dere yatağında
kentin en önemli iki hava koridorundan birisini oluşturmaktadır. Çarpık yapılaşma sonucu fenni, sıhhi ve fiziki olarak çağdaş standartların oldukça altında
kalmıştır. Alan, aynı zamanda, kale surlarının çevresinde dere yatağında ve
şehrin en önemli iki hava akımı koridorunda konumlanmış olup, jeolojik yapı
bakımından da tehlike arz etmektedir.
Kentsel dönüşüm projesi kapsamına alınan Tabakhane –Zağnos Vadileri, çarpık ve sağlıksız yapılaşma sonucunda, artık fonksiyonlarını yerine getirememektedir. Bölgede yaşayan insanların ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzak
bir görüntü sergilenmektedir. Altyapı yetersizliği, çarpık yapılaşma ve buna
bağlı olarak ortaya çıkan görüntü kirliliği ilk bakışta göze çarpan önemli problemlerin başında gelmektedir. İç içe geçmiş evleriyle, park ve oyun alanlarından yoksun olan bu bölge sadece konut kullanımının olduğu, insanların sosyal
ve kültürel açıdan gereksinimlerini karşılayamadığı bir yer durumuna gelmiştir. Çarpık yapılaşma sonucunda, görüntü kirliliğine ve sağlıksız kentleşmeye
mahkûm olan bu alanın ıslahına yönelik çalışmalar başlatılması bir zorunluluk
durumuna gelmiştir (Resim 2-3).
263
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Söz konusu bölge önce belediye tarafından Özel Planlama Alanı olarak
belirlenmiş ve gerekli yasal süreç tamamlanmıştır. Alan üzerinde yapılacak
kentsel dönüşüm projesinin, toplu konut idaresi başkanlığı ve Trabzon Belediye Başkanlığı tarafından ortaklaşa yürütülmesi için, Trabzon Belediye Meclisince karar alınmıştır (Resim 1, Şekil 1).
Yapılan arazi çalışmalarıyla Zağnos Vadisinin genel durumu ortaya çıkarılmıştır. Buna göre Zağnos Vadisinin yüzölçümü 110.000 m2 bina adedi 304 toplam nüfus 3424 olarak tespit edilmiştir. Arazinin tamamen yapılaşmış olduğu
bu bölgede sağlıklı bir yaşam ve çağdaş standartların bu koşullarda o bölgede
yaşayan insanlara sunulması imkânsız durumdadır. Bölge %93 yapılaşmış, % 5 i
kullanılmaz harabe durumundaki yapılardan, % 2 si boş alandan oluşmaktadır.
Vadide yaşayan mülk sahiplerinin büyük bir kısmı kamulaştırma bedeli
talep etmektedir. Buna karşın mülklerine karşın konut talep edenlerin büyük
çoğunluğu ise bölgeye yakın bir yerde yerleşmek istemektedirler. Eğer bölgeye yakın bir yer gösterilemeyecekse kamulaştırma bedelini talep etmişlerdir.
Zağnos Vadisinde oturan insanların çoğunun kiracı olduğu, ev sahiplerinin genelde bu bölgede oturmadıkları tespit edilmiştir.
Yaşayanlar serbest meslek olarak anılan sektörde faaliyetlerini sürdürmektedir. Bu alanda yaşayanların büyük çoğunluğu, tüm kentte yaşayanlar
gibi Zağnos Vadisi Kentsel Dönüşüm Projesine destek vermiştir.
Resim 1. Trabzon ilinde TOKİ tarafından çalışmaları devam eden Zağnos (resimdeki sol renkli kısım) ve Tabakhane (resimdeki sağ renkli kısım) bölgelerini içeren
ve 2000 yılı içinde çekilen bir resim.
Sekil 1. Kentsel dönüşüm yapılan bölgenin imar durumunu gösterir kroki
264
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Resim 2. 3. Zağnos Vadisindeki yapılaşmaları gösteren 1997 tarihli iki farklı resim
Resim 4. Aynı bölgeyi gösterir, kuzeyden güneye doğru 2006 yılında çekilen bir
resim. Zağnos Vadisinde kamulaştırılan binaların yıkım işlemlerine başlanmış, TOKİ
konut inşaatlarına henüz başlanmamıştır.
2.3. Projenin Sağladığı Yararlar
Sözü edilen projenin birçok yararları vardır. Ancak bu yararların önemli
bir bölümü Zağnos Vadisindeki değişimle ilgilidir. Buna göre;
265
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
•Trabzon kentinde tarihin bir parçası olan kale surlarının ortaya çıkarılmasında büyük yol alınmıştır. Kentin en önemli hava koridorlarından bir tanesi açılmış, hava kirliliği önlenmiş ve hava dolaşımı sağlanmıştır.
•Kent estetiğine uygun, daha sağlıklı mekânlar oluşturulmuştur. Bu
proje, kent içinde köhneleşmiş yerleşme alanlarının yeni eğlence alanlarına
dönüştürülmesine örnek olmuş ve yeni projelerin önünü açmıştır.
•Ekonomi, sosyal dengeler ve kent estetiği üçgeninde, yeşil alanı sosyal donatıları ve ticari bölgeleri ile kentte ikincil bir merkez oluşturulmasında
önemli bir aşama kat edilmiştir.
•Mevcut alandaki köhneleşmiş yapılaşmanın göstergesi olan binalar
temizlendikten sonra, bölgede yoğunluk artırıcı yeni bir yapılaşmaya gidilmemiştir. Zağnos Vadisi rekreasyon alanı olarak planlanmış ve planlama eyleme
dökülmüştür (Resim 4-5-6).
Resim 5.6. Düzenleme sonrası Zağnos Vadisine ilişkin 2012 tarihli iki farklı resim
2.4. Projenin Olumsuzlukları
Söz konusu projenin olumsuzlukları daha çok TOKİ tarafından yapılan
konutlarla ilgilidir. Öncelikle, bölgenin proje öncesi imar bilgileri incelendiğinde, bitişik beş katlı bina yapılması gereken bölge, önce özel planlama alanı
ilan edilerek tamamen TOKİ’nin tasarrufuna terk edilmiştir. TAKS değeri 2.0
ile TOKİ, ülkemizin her tarafında olduğu gibi bu alanda da standart konut projelerinden birini uygulamıştır (Resim 7-8).
Yine, ülkemizdeki günümüz konut üretimin yaklaşık dörtte birini elinde
bulunduran TOKİ’nin benimsediği nasıl olursa olsun olabildiğince hızlı konut
üretim politikasının sağlıksızlığı açıkça ortadadır (Engincan Bol, 2008). Bu durum ne yazık ki Bahçecik konutları için de geçerlidir.
266
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Resim 7. 8. Bölgenin 2011 yaz aylarındaki uydu görüntüsü ve TOKİ tarafından
yapılan konut alanının uydu görüntüsü
2.5. Projenin Kent Çehresine Olan Etkisi
Bir kıyı ve liman kenti olan Trabzon’un köklü geçmişinde dikkat çeken,
kent kimliğinin ve siluetinin belirlenmesinde etkin olan bir çok yapı vardır; bu
çalışmada ele alınan kentsel dönüşüm projesinin gerçekleştiği vadide, hakim
durumda olan ve silueti belirleyen en önemli yapılar arasında Trabzon kalesi,
kale içi evleri ve Zağnos Köprüsü yer almaktadır. Trabzon Kalesi, Tabakhane
ve Zağnos Vadilerinin arasındaki tepeye konumlanarak sur duvarlarıyla kent
siluetinin simgesi yapılardan biridir.
Trabzon Kalesinin yapımı çok eski tarihlere Helenistik çağlara gitmekle
beraber, Bizans İmparatorluğunun ilk zamanlarında (M.S. VI. Yüzyılda) Justinianus, kaleyi genişletmek yoluyla yeniden inşa ettirmiştir. Osmanlılar Döneminde ise çeşitli onarımlar gören kaleye ayrıca yeni bölümler eklenmiştir.
Kale kalınlıkları 2 ila 4 metre arasında değişmekte olan surlarla, burçlardan
meydana gelmiştir. Güneyden kuzeye doğru uzanan surlar ve burçlardan oluşan kalenin bölümleri, yukarıhisar ya da iç kale, ortahisar ve aşağıhisar diye
267
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
anılmaktadır (Dilaver, 1987 ve Gerçek, 1997). Kale içerisinde kalan Ortahisar
mahallesinde kentin köklü geçmişini ve mimari dokusunu oluşturan geleneksel evler yer almaktadır. Sur duvarları üzerinde konumlanan, vadiye bakan
geleneksel evlerle, Zağnos köprüsü silueti, kent kimliğini oluşturan özgün yapılardır (Resim 9-10).
Resim 9. 10. Zağnos Köprüsü ve vadiye bakan geleneksel evler
Sit alanı ilan edilen antik kenti çevreleyen surlar ve bu özgün doku, yeni
Tanjant yolu ve vadi üzerindeki viyadüklerle yakın tarihte harap edilmiştir.
Kent kimliğinin ve siluetinin bir parçası olan surların varlığı, Tanjant yoluyla
iyice tahrip edilirken öte yandan vadinin ilerisinde yer alan TOKİ’nin uyguladığı Bahçecik konutları surlara iyice yanaşarak, bu köklü geçmişin üzerine
kara bir gölge gibi düşmektedir. TOKİ her ilde gerçekleştirdiği kimliksiz tip projelerinden birini daha bu alanın güçlü tarihi değerlerini reddederek ve hiçe
sayarak uygulamış, ne yazık ki kent siluetinde geri dönüşü olmayan yaralar
açmıştır (Resim 11-12).
Resim 11. 12. Zağnos Viyadüğü ve TOKİ Bahçecik Konutları
268
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
SONUÇ
Trabzon ilinde TOKİ tarafından yapılan ilk kentsel dönüşüm uygulaması, başlangıçta bir vadinin kamulaştırma ile boşaltılması şeklinde başlamış ve
bu amaç başarılı bir şekilde yerine getirilmiştir. Bölgenin mülkiyet durumu ve
kadastral verilerine göre, başka çözümü bulunmayan bu uygulamanın rekreasyon alanı olarak değerlendirilmesinin başarılı olduğu düşünülebilir. Kentsel
dönüşüm açısından bakıldığından ise yapılan konutların;
•kentin tarihi dokusunu ve siluetini zedelemesi
•kent kimliğine hiç bir katkıda bulunmayan vasıfsız her yerde uygulanan tip projeler olarak uygulanması
•estetik değerler içermemesi
•çok katlı ve yoğun olarak uygulanması nedenlerinden dolayı ise başarılı olduğunu söylemek mümkün değildir.
KAYNAKLAR
Dilaver, Sadi (1997), “Tarihsel Yapılarıyla Trabzon”, Bir Tutkudur Trabzon, İ. Gündağ Kayaoğlu & Öner Ciravoğlu & Cüneyt Akalın (Ed.), (s. 87). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları
Ekinci, Oktay (1998), Kaçak Yapılaşma ve Arazi Spekülasyonu, “75 Yılda
Değişen Kent ve Mimarlık”, Yıldız Sey (Ed.), (s. 191-198), İstanbul: Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları
Engincan Bol, Pınar. (2008), Türkiye’de Konut Politikaları, Mimarlık Dergisi 343
Gerçek, Bekir (1997), “Trabzon’da Mimari Doku: Dün, Bugün, Yarın”,
Bir Tutkudur Trabzon, İ. Gündağ Kayaoğlu & Öner Ciravoğlu & Cüneyt Akalın
(Ed.), (s.443-454), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları
Göksu, Emel ve Bal, Eylem (2010), Türkiye’de Neoliberal Mekansal Gelişim Stratejisi Olarak Kentsel Dönüşüm Projeleri, “Kentsel Dönüşümde Politika, Mevzuat, Uygulama”, Dilek Özdemir (Ed.), (s.256-284), Ankara: Nobel
Yayınları
Hazue, Cliff (2010), Küresel Krizde Kentsel Dönüşümü Yeniden Düşünmek, “Kentsel Dönüşümde Politika, Mevzuat, Uygulama”, Dilek Özdemir (Ed.),
(s. 98-105), Ankara: Nobel Yayınları.
Keleş, Ruşen (2005), Sınırları Olmayan Kentleşme Hakkında Notlar:
Toprağın Sahibi Kimdir? Kentin Sahibi Kimdir? Mimarlık Dergisi 326, 26-28.
Keleş, Ruşen (2008), Kentleşme Politikası, Ankara: İmge Kitabevi.
269
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Kilcullen, Justin (2005), Milenyum Kalkınma Hedefleri: Kentin Yoksul
Bölgelerinin İyileştirilmesi Üzerine, Mimarlık Dergisi 326, 29.
Özdemir, Dilek (2010), Kentsel Dönüşüm Olgusunun Süreç İçinde Değişen Anlamları, “Kentsel Dönüşümde Politika, Mevzuat, Uygulama, Dilek Özdemir (Ed.), (s. 1-34), Ankara: Nobel Yayınları.
Tanyeli, Uğur (1998), 1950’lerden Bu Yana Mimari Paradigmaların Değişimi ve ‘‘Reel’’ Mimarlık, “75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık”, Yıldız Sey
(Ed.), (s. 235-254), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Turok, Ivan, (2010), Dönüşümün Mücadelesi: Yoksul Mahalleleri KentBölgesindeki Büyümenin Parçası Haline Getirebilmek, “Kentsel Dönüşümde
Politika, Mevzuat, Uygulama”, Dilek Özdemir (Ed), (s. 35-50), Ankara: Nobel
Yayınları.
URL-1: www.toki.gov.tr (Erişim: 10.02.2012)
270
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
TÜRK FOLKLOR ARAŞTIRMALARINDA ÖNEMLİ BİR KAYNAK:
BARTIN GAZETESİ
An Important Resources in Research of The Turkısh Folklore:
The Newspaper of Bartın
Kübra YILDIZ*
ÖZET
Toplumların yazılı ve kayıtlı hafızaları olarak tanımlayabileceğimiz gazeteler
çeşitli konularda yazılar kaleme alan aydınlara uygun ortamı sağlamıştır. Cumhuriyet döneminde, Türk kültürünün gelişmesinde Anadolu, Rumeli ve büyük ilçelerde
yayımlanan dergi ve gazetelerin büyük rolü olmuştur. Ulus-devletlerin kültürel alt
yapısını oluşturma sürecinde hammadde sağlayan folkloru kayıt altına alan yayınlar,
milli kültüre hizmet etmektedir. Bu yayınlardan birisi Türkiye’de halk bilimine ilişkin
ilk önemli derleme ve incelemelerin yer aldığı Bartın gazetesidir.
Gazete gerek yayımlandığı dönem ve süresi, gerek yazı kadrosuyla Türk dilinin,
edebiyatının ve folklorunun gelişimi hakkında bize önemli veriler sağlamaktadır. İlk
sayısı Rumi 6 Eylül 1340 / Miladi 6 Eylül 1924 yılında çıkmaya başlayan Bartın gazetesi, bugün de yayın hayatını sürdürmektedir. Türk folklor ve etnografya araştırmalarında önemli yeri bulunan, fakat günümüze dek araştırılmamış yerel bir gazete olan
Bartın gazetesi, dönemin aydınlarına incelemelerini yayımlayabilecekleri bir ortam
sağlamıştır. Bu çalışmada yerel bir yayın olan Bartın gazetesi tanıtımı ve Türk folklor
araştırmalarındaki yerinin tespiti amaçlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Cumhuriyet Dönemi, Türk Folkloru, Yerel Basın, Dergi, Gazete, Bartın Gazetesi.
ABSTRACT
Newspapers, which can be defined as written and recorded memories of community, provided the proper environment to intellectuals who write various subjects.
Magazines and newspapers, which published in Anatolia, Rumelia and some big districts had a great role for the development of Turkish culture in republican period.
Publications, which record the folklore that provide raw material during the creation
of cultural infrastructures of nation-states, serve to the national culture. One of these publications is the newspaper of Bartın in which there is the first and important
collection and analysis about folklore in Turkey.
The newspaper provides us important data in terms of the period of time,
staff and published writings on the development of Turkish language, literature and
* Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Türk Halkbilimi Yüksek Lisans Programı, Nevşehir/TÜRKİYE
271
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
folklore. The newspaper of Bartın was published in Rumi September 6, 1340 / Gregorian September 6, 1924 for the first time and today it is still published. The newspaper of Bartın, which has an important place in Turkish folklore and ethnography
research but hasn’t been studied so far, provided an opportunity for intellectuals in
publishing their studies. In this study, advertising the newspaper of Bartın, which is
a local newspaper, and determining its place in terms of Turkish folklore research is
aimed.
Key Words: Republican Period, Turkish Folklore, Local Press, Magazines,
Newspapers, The Newspaper of Bartın.
GİRİŞ
Folklor araştırmaları tarihine genel olarak bakıldığında ortak bir görüş vardır. Halk kültürünü tanıma ve araştırmaya yönelişte öncü dinamikler,
coğrafi keşifler ve akabinde Rönesans ve Reform hareketleridir. Hareketlerin
getirdiği yeniliklerinin yayıldığı dönemde, halk bilim çalışmalarının temelinde
olan ve pre-romantik adıyla anılan bir akım belirmiştir. Çeşitli destanların şiir
dilini kullanan bu akım, halk biliminin kurucusu olarak görülen Von Herder’i
de etkisi altına almıştır. Herder’in ortak ulus ruhu yaratmak için halka doğru
gitmek gerektiği düşüncesi ve bu sebeple halk türkülerini toplama çalışmaları, millet olma düşüncesinin temelini atan fikirler geliştirmiştir. Türk folklorunun araştırılmasında da bu görüşler etkili olmuştur.
Tanzimat ilan edilmeden önce Osmanlı Devleti’nde resmi nitelikte iki
gazete bulunmaktadır. Birincisi Kahire’de basılan Vekayi-i Mısriyye (1828), diğeri
İstanbul’da basılan Takvim-i Vekayi (1831)’dir. 1839 yılında ilan edilen Tanzimat,
Osmanlı Devleti’nde fonksiyonel bir değişim başlatmıştır. Tanzimat, Avrupa’ya
uyum sağlama, bir başka deyişle modernleşme çabalarının bir neticesidir.
Modernleşmenin gerçekleşebilmesi için kurumsal olarak bir yeniliğe ihtiyaç
duyulmuştur. Özellikle ekonomi, sosyal ve eğitim kurumlarında dönüşümün
gerekliliği görülüp; bilim, eğitim ve iletişim kurumlarında yenileşme ihtiyacı
hissedilmiştir. Bu bağlamda Osmanlı Devleti’nde basın yayına ait ilk hareket
XIX. yüzyılın ortalarında görülmüştür. 1864 tarihli bir nizamname ile eyalet
sisteminden vilayet sistemine geçilmiş ve vilayetler kurulurken hemen her
vilayet merkezinde bir matbaanın kurulması kararı alınmıştır. Vilayetlerin ve
akabinde matbaanın kurulmasıyla gazetenin basılmaya başlanması eş zamanlı
olarak gerçekleşmiştir. Bu matbaalarda kitap, yıllık ve takvimin yanı sıra, valilik
adına vilayet gazetelerinin de basımı yapılmıştır (Duman, 2013: 1036-1040).
Vilayet gazetelerinin temel işlevi alınan kararların halka duyurulması, merkez
ile yerel arasındaki iletişimin sağlanmasıdır. Bu gazeteler aynı zamanda
272
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
basının İstanbul dışında, yani merkezden uzak bölgelerde yaygınlaşmasına,
yöre halkının bölge, yurt ve dünya hakkında bilgilenmesini sağlamakla birlikte
günümüzün yerel gazetelerinin doğuşuna öncülük etmiştir.
Vilayet matbaalarının kurulması, zamanla gazete dışında yayınların
çıkmaya başlamasını beraberinde getirip, iletişim ağını genişletmiştir. Yazar ve
araştırmacılara mekân sağlayan bu yapılar, dönemin edebi nitelikli yazılarının
yayımlayıcısı konumundadır. Tanzimat yazarlarının kaleme aldıkları hikâye,
roman veya piyes metinleri ilk defa bu yayınlarda yer almıştır. Türk folklor
araştırmaları tarihi açısından bu metinler önemli veriler sağlamaktadır. Bu
bağlamda Tanzimat’ın ilanından sonra İbrahim Şinasi, Ziya Paşa ve Namık
Kemal’in çalışmaları1 Türk folkloru açısından dikkate değerdir (Oğuz ve
diğerleri, 2004: 40-43).
Tanzimat Hareketi ile birlikte halk, millet, vatan kavramlarının gündeme
gelmesi; Namık Kemal, Ahmet Vefik Paşa, Ziya Gökalp, Fuad Köprülü gibi
aydınların çalışmaları, bu çalışmaların yer aldığı dergi ve gazeteler, Türkiye’de
millileşme süreci ve dolayısıyla Türk halk biliminin kurulmasında büyük rol
üstlenmişlerdir. Folklor işlevsel bir disiplindir ve bu dönemde toplumu değiştirip
dönüştürmede kullanılmıştır ve kullanılmaktadır. Türkiye’de siyasetçiler ve
aydın kesim tarafından folklorun toplumda önemli bir işlevinin olduğu, ancak
Avrupa’da milliyetçilik akımları gelişip yayıldıktan sonra fark edilmiştir.
Cumhuriyetin ilanı ile Türkiye’de halk bilim çalışmalarına hız verilmiştir.
Devlet tarafından görevlendirilen kişilerce sahada halk bilgisi ürünleri derlenmiştir. Devlet eliyle yapılan derlemeler yanında bağımsız araştırmacılar da derlemeler yapmıştır. Bu ilk kayıt ve bilgiler, arşivlenip çeşitli dergi ve gazetelerde
yer almıştır. Türkoloji sahasında yayımlanan Türk Yurdu (1911), Halka Doğru
(1913) gibi dergilerin yanında Halkevleri tarafından da dergiler çıkarılmış, bilhassa Halkevlerine ait yayınlarda bahsi geçen derlemeler yer almıştır. Bunların
dışında illerde çıkan ve genel olarak özel teşebbüsle kurulan yerel gazetelerde
de bu derlemelere zaman zaman yer verilmiştir. Kuruluş tarihi 1932 yılı olan
Halkevleri tarafından da dergiler yayımlanmıştır. Bu dergilerde yer alan derlemelerin yanında illerde çıkan ve genel olarak özel teşebbüsle kurulan yerel
gazetelerde de derlemelere yer verilmiştir. Türkiye’de halk bilimine ilişkin ilk
önemli yazı ve derlemelerin bulunduğu gazetelerden biri Bartın gazetesidir.
Milli mücadeleden sonra, Cumhuriyet döneminde Türk kültürünün gelişmesinde Anadolu, Rumeli ve büyük ilçelerde yayımlanan dergi ve gazetelerin rolü büyük olmuştur. Çağdaş Türkiye’nin şekillenmesinde, milli kültürün
yeniden inşasında ve yeni devletin idaresinde söz konusu dergi ve gazeteler,
yaygın eğitimin yazılı iletişim araçları olmuştur. Toplulukların ulus-devlet olma
273
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
sürecinde, devlet tarafından çeşitli araçların zaman zaman ideolojik olarak
kullanıldığı kabul edilmektedir. Çeşitli işlevler üstlenen bu araçlar, fikirlerin
hayata geçirilme ve yayılma aşamalarında hayati önemse sahiptir. Bu bağlamda folklor, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve milli devlet olma sürecinde
önemli bir rol üstlenmiştir.
Sosyal kurumlar, toplumun ve toplum içindeki bireylerin gerçek ihtiyacına cevap verdiği ölçüde tutunur ve yaşar. Sosyolojinin bu temel kuralı, en
yüksek ilim kurumlarından, en basit gazete ve dergilere kadar bütün kurumlar için uygulanabilir (Levent, 1954: 248-250). Toplulukların ulus-devlete geçiş
sürecinde iletişim araçlarının zaman zaman ideolojik olarak kullanıldığı kabul
edilmektedir. Türkiye’de de Cumhuriyet döneminde Türk kültürünün gelişmesinde Anadolu, Rumeli ve büyük ilçelerde yayımlanan dergi ve gazetelerin
büyük rolü olmuştur.
“Modern çağları açan üç öğe basımevi, barut ve pusuladır!” diyen
Francis Bacon (Özkaya Duman, 2013: 1033), günümüze de ışık tutmaktadır.
Bilgi birikimi ve bu bilginin yaygınlaşmasında önemli bir işleve sahip olan
matbaanın gelişmesi, yayımcılık ve basım sanatını olumlu yönde etkilemiştir. Gazete ve dergi gibi iletişim araçlarının varlığı, uygarlıkların gelişmesini ve
hızlı iletişimin kurulmasını sağlamıştır. Medeniyetler geliştikçe artan bilgi alış
verişi, basın kurumunu ve onun bir aracı olan gazete ve gazeteciliğin oluşup
gelişmesini zorunlu kılmıştır.
Bartın Gazetesi’nin ilk sayısı 1924 yılında çıkmış olmakla beraber ilk girişim bir yıl öncedir. Gazetenin daha sonra imtiyaz sahibi olacak olan İ. Cemal
Aliş ve arkadaşları kendi aralarında eğlenmek amacıyla mektup kâğıdına elle
yazılmış tek nüshalı ve Guguk adını verdikleri bir mizah gazetesi çıkarmışlardır. Gazete birkaç sayı sonra Cemiyet adını alır. İ. Cemal Aliş ve arkadaşları bir
süre sonra şapograf kutusu alıp, tirajı 15’i geçmeyen Düşünce adlı gazeteyi
yayımlamaya başlamışlardır. Kendilerini Müttehit Arkadaşlar topluluğu olarak
adlandıran bu grup (İ. Cemal Aliş, Niyazi Yüksel, Şükrü Göksu, Nuri Yüksel,
Agah Orhon, Hüseyin Cevdet Çakıroğlu), bir litograf taşı sipariş eder ve Bartın
Gazetesi’ni çıkartma kararı alırlar, ancak bu yöntem başarısız olur. Müttehit
Arkadaşlar, bazı kimselerin yardımını alarak gazetenin basımını bir süre sonra gerçekleştirmiştir. Gazetenin ilk sayısı, İ. Cemal Aliş’in el yazısıyla şapograf
tekniği kullanılarak çıkarılmıştır. Rumi 6 Eylül 1340 / Miladi 6 Eylül 1924 yılı,
Cumartesi günü çıkmaya başlayan gazete, siyah-beyaz eser-i cedid kâğıdına,
dört sütun olarak 20×29 ebatlarında basılarak hazırlanmıştır. İlk sayının baskısı 80’dir. Gazete 30 hafta süresince şapograf tekniği kullanılarak basıldıktan
sonra bir tüccar tarafından Zonguldak’ta bulunan Naim Nuri Matbaası satın
274
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
alınmıştır. Bartın’da kurulan bu matbaada, gazete on sekiz hafta çıkmıştır. Bir
süre sonra matbaada çıkan anlaşmazlık yüzünden altı ay kadar gazetenin basımı gerçekleşmez. Müttehit Arkadaşlar, İstanbul’dan bir baskı makinesi getirtip, Şubat 1926’da Memleket Matbaası’nı kurmuşlardır. Gazete, 31. sayısına
kadar el yazısı ve şapograf tekniği ile basılmış, Memleket Matbaası’nın kurulmasıyla2 matbu olarak çıkmaya başlamıştır (Bartın Gazetesi, 1949: 4). Matbu
çıkarılan gazete 38×55 ebatlarındadır (Asma, 2014: 20).
Gazetenin ilk sayısı, önce dört daha sonra beş sütun basıldıktan sonra,
412. sayısından itibaren altı sütun olarak çıkarılmıştır. Latin harflerinin kabulüne kadar geçen sürede Arap harfli olarak basılan gazete, 182. sayıdan itibaren
kısmen Latin harfli olarak yayımlanmıştır. Gazete ilk sayısından itibaren önce
haftada bir yayımlanmaya başlamış olup, daha sonra on günde bir düzenli
şekilde çıkarılmıştır. Ancak zaman zaman kesintilere uğramıştır. 1932 yılında
mahkeme kararıyla kapatılan gazete,Genç Bartın adıyla dört sayı çıktıktan
sonra mahkemede beraat etmiş ve geçmişte olduğu gibi bugün de on günde
bir basılarak yayın hayatını sürdürmektedir.
İlk kuruluş yılı 1924 olan Bartın gazetesi, kuruluş yılları bakımından
1918 Yeni Adana ve 1922 Antalyagazetelerinden sonra Anadolu’da basılan en
eski üçüncü yerel gazetedir. Gerek yayımlandığı dönem ve süresi, gerek yazı
kadrosuyla Anadolu’da Türk dili, edebiyatı ve folklorunun gelişimi hakkında
bize önemli veriler sağlamaktadır. Ankara’daki Türk Halk Bilgisi Derneği (19261932) kurulmadan önce yayın hayatına başlayan, Türk folklor ve etnografya
araştırmalarında önemli yeri bulunan, fakat günümüze dek araştırılmamış
yerel bir gazete olan Bartın Gazetesi dönemin aydınlarına derlem ve incelemelerini yayımlayabilecekleri bir ortam sağlamıştır. Yazar kadrosunda İbrahim
Cemal Aliş, Şahap Ziya gibi mahalli isimlerinin yanı sıra ülke çapında tanınan
Fuad Köprülü, Pertev Naili Boratav, Abdülkadir İnan, Vahit Lütfi Salcı, M. Şakir
Ülkütaşır, Ahmet Baha (Gökoğlu), Mahmut Ragıp Kösemihal (Gazimihal), Sadi
Yaver Ataman, Abdülkadir Karahan gibi Türkoloji ve halk bilim alanında şöhretli isimler yer almıştır. İki ciltlik Cenup’ta Türkmen Oymakları isimli eseriyle
tanınan Ali Rıza Yalman (Yalgın)’ın da yazıları bu gazete yayımlanmıştır3.
Yazar kadrosunda ünlü şairlerden Hasan Bayrı ve Behçet Kemal Çağlar’ın yanı sıra şiir, roman ve öykü yazarı Rıfat Ilgaz da yer almıştır. Kuşkusuz
ki bu yazar kadrosu, gazetenin sadece Karadeniz bölgesinde değil, ülke ölçeğinde yayın yapıp tanınmasını sağlamıştır. Bu bağlamda iktisadi, içtimai, edebi
haftalık gazete alt sütunuyla çıkarılan Bartın gazetesi, bir gazeteden çok dergi
niteliğindedir. Gazetede bölge haberlerinin yanı sıra kültür, sanat ve edebiyat konulu yazı ve makaleler yer almaktadır. Bartın gazetesi kuruluşundan bu
275
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
yana okuyucusunun ihtiyacını karşılamaktadır. Levent’e göre, (1954) gerçek
bir ihtiyacı karşılayan her gazete ve dergi mutlak okuyucu bulur. Asıl iş okuyucunun seviyesine göre içeriği ayarlayabilmektir.
Milli Mücadeleden Latin harflerinin kabulüne kadar olan 1919-1928
yılları yayıncılık faaliyetleri açısından verimli bir devredir. Dönemin günlük
veya haftalık gazeteleri fikir ağırlıklı olmaları sebebiyle gazeteden çok dergiye yakındırlar. Bu yıllarda mevcut basımlarla birlikte yeni yayınlar da görülür.
Yapılan incelemelere göre bahsi geçen yıllarda basılan dergi ve gazetelerin
sayısı 163’tür. Latin harflerinin kabul edildiği 1928 yılı, bu değişikliğe ayak uyduramayan bazı yayınların durmasına neden olmuştur. Eski harflerden yeni
harflere devreden süreli yayın ise 70 olarak tespit edilmiştir (Polat, 2002: 10).
Genel olarak 1930-1940 yılları arası yeni harflerin kabulü ve buna uyum sağlayamama, ekonomik güçlükler, matbaa ve elemanın yanı sıra basım malzemelerinin bulunmasında yaşanan zorluklardan dolayı gerek yerel gerekse ulusal
basın açısından zor yıllardır. Bu dönemde yoğun olarak folklor yazıları Bartın
gazetesinde yer almıştır ve bunda basının verimsiz bir devre geçirmesi ve yazarların yayın yapacakları mekân bulamamaları büyük etkendir.
Cumhuriyet’in ilanı ile kültür çalışmalarının başlaması aynı zamana
tekabül eder. Kültürel alt yapının oluşturulmasında önemli işlevi olan folklor
ve ona bağlı çalışmalar,Cumhuriyet döneminde hız kazanmıştır. Yeni devletin
kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün 1936 yılında söylediği “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür. Kültür okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, ders almak, düşünmek, anlama yeteneğini eğitmektir”
(İnan, 1984: 271-272) ifadelerinde görüleceği üzere yeni rejimin temeline
kültür alt yapısı yerleştirilmiştir. Değişime paralel olarak toplumsal kurumların oluşturulması, kimlik inşası gibi çeşitli kültür politikaları da hayata geçirilmiştir. Bu çalışmalardan biri Ankara’da 1927 yılında kurulan, ancak 1932
yılında faaliyetine son verilen Halk Bilgisi Derneği’dir. Bu derneğin görevini,
kısmen hükümet destekli kurum olan Halkevleri üstlenmiştir. 1932 yılında
açılan bu kurumlar on yıl içinde yurdun her köşesine yayılmıştır. Faaliyetleri
arasında folklor malzemesinin derlenme ve yayımlanması varsa da (Başgöz,
2011: 1542) dönemin ekonomik şartları sebebiyle basımlar güçlükle yapılmıştır. Matbaa ve matbaada çalışacak personelin olmamasının yanı sıra kağıt ile
birlikte basım yapılmasını sağlayan gerekli malzemelerin eksikliği yayın faaliyetlerini durdurmasa da sekteye uğratmıştır (Şakiroğlu, 1996: 131). Bu merkezlerde yerel folklor konularını da kapsayan aylık ya da iki ayda bir basılan
dergiler çıkarılmıştır. 1945’ten sonra Halkevlerinin merkezi birimi, Ahmet Kutsi Tecer tarafından başlatılan, Türk Folklor Arşivi kurma teşebbüsünde bulun276
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
muştur. Başgöz (2011) 1932-1942 yılları arasında Türkiye’de yayımlanan tek
folklor dergisinin, İstanbul Halkevlerinin çıkardığı Halk Bilgisi Haberleri yayını
olduğunu belirtir. İlk yayınını 1924 yılında yapan gazete, Halk Bilgisi Derneği’nden önce kurulması bakımından dikkate değerdir. Gazetenin ilk sayılarında halk kültürüne ait birkaç yazı bulunsa da folklor alanına giren ilk bilimsel
yazı, gazetenin 6 Şubat 1928 tarihli ve 144. sayısında Ahmet Baha (Gökoğlu)
tarafından kaleme alınmış Bartın ve Halkıyat başlıklı yazıdır. Gazetenin arşivine bakıldığında 1928 yılından başlayarak sıklıkla folklor yazıları çıkmışsa da,
1930-1940 yılları arasında yoğun şekilde folklor yazılarının yayımlandığı görülür. Bu dönemde Halk Bilgisi Haberleri dışında başka folklor dergisinin yayımlanmamış olması (Başgöz, 2011: 1542), Bartın gazetesindeki folklor yazılarının
yoğunluğunu açıklamaktadır. Bu nedenle yayın ilkeleri açısından gazete, dönemin meşhur halk bilim araştırmacıları için önemli bir yayın organı olmuştur.
Türkiye’de folklor çalışmalarının başlaması ve yayılmasıyla Türkçülük
hareketinin gelişmesi paralellik arz eder. Türkçülük hareketinin gelişmesiyle
beraber Türk folkloruna yer veren gazete ve dergilerin sayısında da artış görülür. Ancak bu yazılar doğrudan folklor alanına ait olmayıp, halk kültürünün
bir yönünü ele alan yazılardır. Gazetenin ilk sayılarında Görenek!(1924); İzcilik
(1925)başlığını taşıyan haber ve köşe yazıları vardır. Bunlar gibi birçok yazı,
halk kültürü ile doğrudan veya dolaylı olarak ilgilidir. Ancak yapılan incelemede gazetede folklor alanına giren ilk bilimsel yazının6 Şubat 1928 tarihli 144.
sayısında Ahmet Baha tarafından kaleme alınan Bartın ve Halkıyat başlıklı yazı
olduğu görülmüştür. Ahmet Baha bu yazısında halk edebiyatı ürünlerinin bilime olan katkısının yanı sıra maneviyatın ifadesi olduğuna dikkat çeker:
“... Maĥallį şarķılar, mānįler, ķoşmālar, menķabe ve ĥikāyeler ħalķıñ rūĥi
heyecānlarınıñ ifādesidir. Bunlarıñ ŧoplanması ilmiñ inkişāfında büyük ve ehemmiyetli rehberlik važįfesini görürler. (Monografi) denilen bu uśūle Avrupa’da
öteden beri ķıymet ve ehemmiyet-i maħśūsa aŧf edilmektedir. Bizde de yeñi yeñi
başlayan bu araştırmalar, maĥallį, millį ve ĥarŝį tāriħimiziñ tedvįnine şimdiden
ulvį birer mübşer oluyor dimekdir” (Bartın Gazetesi, 1928: 2).
Gazete, dergilerde yer alan ve uzman olmayan kişilerce kaleme alınan
yazı veya derlemeler, folklor araştırmaları tarihi açısından kıymet taşımaktadır.
Bahsi geçen küçük hacimli yayınlarla birlikte gazetede destan, hikâye, fıkra veya
âşık edebiyatına ait kitapların basımı da gerçekleşmiştir4 (Ersoy, 2013: 56).
Yirminci yüzyılın başlarında ilan edilen Cumhuriyet birçok yenilik getirmiştir. Bunlardan birisi Latin harflerinin kabulüdür. O dönem harf değişikliğine
geçişi sağlayamayan dergi ve gazeteler kapanmıştır (Polat, 2002: 9-10). Bartın gazetesi ise bu değişikliğe rağmen ayakta kalmayı başarmıştır. Gazetenin
277
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
1115. sayısında kaleme alınan şu sözler, gazete ve çalışanlarının bu konudaki
azim ve fedakârlığını gösterir: “Kâğıt ve her türlü malzeme fiyatlarının en az 6
kat oluşuna rağmen gazetenin fiyatını ve ilan ücretlerini harpten önceki ölçüde bırakmışız... Fakat buna rağmen gazeteyi ilk sayfadan dört sayfaya çıkarabilmek ve eskimiş harflerimizi değiştirmek imkânını bize veren kuvvet, yalnız
okuyucularımızın her gün artmakta olan teveccüh ve alâkalarıdır... Bartın’ın
çeyrek asırlık bir tarihi demek olan koleksiyonlarımız bizim için tamamıyla değersizdir. Umarız ki gelecek nesiller için malzeme bakımından değerli olur.”
(Bartın Gazetesi, 1949: 4).
Toplumların yazılı ve kayıtlı hafızaları olarak tanımlayabileceğimiz gazeteler tarih, kültür, sanat, sağlık gibi sosyal bilim ve fen bilimleri alanlarında
yazılar kaleme alan aydınlara, uygun ortamı sağlamıştır. Çağdaş Türk devletinin kültür yapısını oluşturmada ham madde sağlayan folkloru (Yıldırım, 1985:
547) kayıt altına alan yayınlar milli kültüre hizmet eder. Kuşkusuz ki bu yayınlardan birisi Türkiye’de halk bilimine ilişkin ilk önemli yazı ve derlemelerin yer
aldığı Bartın gazetesidir.
Bartın gazetesini diğer gazete veya dergilerden ayıran nokta, folklora
ilişkin derleme ve incelemeleri kaleme alan yazar kadrosudur. Türk folkloru
konusunda ünlü isimlerin gazetede yer alması, folklor araştırmaları tarihinden
bugüne kadar Bartın gazetesinden bahsedilmemesi ve gazetenin günümüze
kadar bilimsel bir yöntemle ele alınmamış olması alanda eksiklik olarak görülmektedir. Cumhuriyet’in ilanından yaklaşık bir yıl sonra ilk sayısını çıkartan
gazete, Dursun Yıldırım’ın Türkiye’de Folklor Araştırmalarının Gelişme Devreleri isimli makalesinde Sentezci Devre ve Dergici Devre adını verdiği bu iki
döneme bir nebze ışık tutacaktır. Türk folkloru ve etnografya tarihi araştırılmak istendiğinde Bartın gazetesi koleksiyonunu incelemek gerekmektedir. Bu
çalışma, yerel tarih araştırmaları bakımından olduğu kadar, folklor derleme
ve incelemeleri açısından da önemli olan Bartın gazetesinin bugüne kadar bilimsel bir çalışmayla tanıtılmaması ve incelenmemesi bakımından da ayrıca
bir öneme sahiptir.
Sonuç olarak; Cumhuriyet’in ilk yıllarında yayımlanmaya başlayan ve
günümüzde de yayın hayatını sürdüren Bartın gazetesinin Türk kültür ve basın hayatında önemli bir yeri vardır. İbrahim Cemal Aliş önderliğinde çıkarılan
gazetenin günümüzde yayımını oğul Esen Aliş gerçekleştirmektedir. Gazetede
mahalli, ulusal ve uluslar arası haberler, siyasî, fennî, ilmî ve sanat ağırlıklı
makale ve yazılar, tefrika roman ve hikâyeler yer almıştır.
Bartın gazetesi, gerek mahalli, gerekse ülke çapında tanınmış yazar
kadrosu ve milli konularda gösterdiği duyarlılık ile devrinin gazete ve dergile278
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
ri içinde önemli bir yere sahiptir. Muhtevası bakımından kültür-sanat yayını
veya sayılarında folklor ürünlerine sıkça yer verdiği için folklor yayını olarak
da tanımlanabilir. İktisadi, içtimai, edebi haftalık gazete alt sütunu ile çıkarılan
gazete, yazı içeriğinde edebî ve fikrî konulara yer verdiği için gazeteden çok
bir dergi niteliğindedir.
Bartın gazetesi hem halk bilimine ilişkin sayısız derleme ve incelemeyi
içinde barındırması hem de Cumhuriyet’in ilk yıllarından günümüze yazılı ve
görsel basındaki değişim ve dönüşümü ortaya koyan ender yayın organlarından biridir. Gazetede yayımlanan halk bilimine ilişkin yazıların her biri ayrı bir
çalışma konusudur. Bu bağlamda gazetenin Türk folkloru için bir arşiv niteliği
taşıdığını söyleyebiliriz.
SON NOTLAR
1Özellikle Şinasi’nin, Durûb-ı Emsal-i Osmaniye (1863) adlı çalışmasında yaklaşık iki bin atasözüne yer verip, bunlardan bir kısmının kaynak kişisini
açıklaması, Türk folkloruna dair ilk çalışmalardan biri olarak kabul edilmektedir. Şinasi’nin Tercümân-ı Ahvâl’de 1859 yılında tefrika ettiği Şair Evlenmesi
adlı tiyatro oyunu geleneksel Türk tiyatrosunun izlerini taşımasının yanı sıra,
görücü usulü evliliğe yer vermesi, halk geleneğine dikkat çekmesinden dolayı önemlidir. Türk folklor tarihi açısından önemli olan diğer kişi Ziya Paşa’dır.
Onun 1868 yılında kaleme aldığı Şiir ve İnşa adlı makalesinde halka ait şiirlerin
önemini vurgulaması, bize ait olan ve yabancı etkilerden uzak edebiyatımızı
oluşturduğunu belirtmesi, folklora ait ilk dikkatlerdendir. Ancak altı yıl sonra
yazdığı Harabat adlı makalesinde, Şiir ve İnşa’da savunduğu fikirlerden vazgeçerek, halk şiirine eleştirilerde bulunması nedeniyle Namık Kemal tarafından
eleştirilmiştir. Namık Kemal ise Ziya Paşa’nın Harabat adlı yazısına cevaben
yazdığı Tahrib-i Harabat ve Takip isimli eleştiri yazılarındaki görüşleriyle Türk
halk bilimine katkıda bulunmuştur (Oğuz ve diğerleri, 2004: 40-43).
Modernleşmede Avrupa’yı temele alan dönem aydınları, sosyal alanlar
ile eğitim alanında edebiyatın oynadığı rolü fark etmişlerdir. Bu aydınların yaptığı ilk iş oyun, kısa hikâye ve romanları kayda alıp tanıtarak toplumsal bilinç
oluşturmaktır. Amaç, folklor ürünlerinden yararlanarak toplumun gelişimini
sağlamak olduysa da, sınırlı bir başarıya ulaşılmıştır. Bunun sebebi yazılanları okuyabilen kitlenin azlığıdır (Başgöz, 2011: 1536). Bu noktada sözlükçülük
faaliyetleri hızlanmış ve daha çok kişiye ulaşabilme amacıyla dilde sadeleşme
fikri benimsenmiş, bunu gerçekleştirmek için sözlükler hazırlanmıştır. Ahmet
Vefik Paşa, 1871 yılında Müntahabat-ı Durub-ı Emsal-i Türkiyye adlı atasözü
279
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
kitabını ve 1876 yılında Lehçe-i Osmani adlı sözlüğü hazırlamıştır. (Oğuz ve
diğerleri, 2004: 44; Artun, 2011: 369-375).
2Yapılan incelemelerde Bartın’da kurulan ilk matbaa, tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte Hacı Balık Matbaası’dır. İkinci matbaa ise İbrahim
Cemal Aliş tarafından Şubat 1926’da kurulan Memleket Matbaası’dır. Bartın
gazetesi, 31. sayısından itibaren bu matbaada matbu olarak basılmaya başlanmıştır. Matbaada gazete haricinde çeşitli kitap ve dergilerin basımı da gerçekleşmiştir (Asma, 2014: 39-46).
- Mahmut Maan, Silah Azaltma Konferansı, 1933.
- Sadi Yaver Ataman, Safranbolu Düğünleri ve Oyun Havaları, 1936: Kitapta düğün kıyafetleri, yelek, şalvar, halk oyunları ve notaya alınmış türküler
yer almaktadır.
- Fazıl Erensel, Cimri Zengin, 1936: 3 perdelik bir piyestir.
- Kemal Çivici, Ufukta Bir Çizgi, 1937: Şiir kitabıdır.
- Ahmet Naim (Çıladır), Bir Müstemleke Harbi’nin Tarihi, 1937.
- Ali Rıza Polat Akkoyunlu, Bir Yayda Altı Ok, 1939: Şiir kitabıdır.
- Miraç Güneş, Kaynarca Aylık Fikir ve edebiyat Dergisi, 1948: Memleket Matbaası’nda basılan bu dergi, öğretmen Miraç Güneş yönetiminde 6
sayı çıkmıştır. Dergide mahalli yazarların şiirlerinin yanı sıra Vahit Topçugil’in
kaleminden folklor yazıları yer almıştır. Yazar aynı zamanda Bartın türkülerini
de derleyip aynı dergide neşretmiştir.
- Hüseyin Amasralı, Gençlik Demlerim, 1977.
3Folklor hakkında yazılmış birkaç makale ve haber başlığını vermek,
gazetenin alana yapacağı katkıya bir nebze ışık tutacaktır: Abdülkadir İnan,
Etnografya İlmi ve Gençliğin Bir Vazifesi 3 (1931). Ahmet Baha, Bartın ve Halkiyat (1928); Köroğlu-Safranbolu Bağdaşması 1 (1931); Safranbolu’da Göçebe Kabileler: Elekçiler, Çingen(e)ler, Yürükler, Aptallar 1 (1931). Halkiyata Ait
Mühim Bir Vesika Bulundu: Oğuz Destanı, Bey Böyrek Rivayeti Safranbolu’da
Tespit Edildi (1930). Mahmut Ragıp Kösemihalzade, Musiki Halkıyatı 3 (1931);
Anadolu Oyunları Hakkında Birkaç Not 1 (1932), Anadolu’nun Çocuk Sazları 1
(1932). Mehmet Şakir Ülkütaşır, Sinop ve Muhitinde Halk Sazları 4 (1931); Sinop ve Muhitinde Hastalığa Dair Halk İtikatları ve Hekimliği 2 (1931); Son On
Senelik Halkiyat, Faaliyet ve Neştiyatımıza Dair Bir Tetkik Tecrübesi 8 (1932),
Sinop ve Muhitinde Ev’e Dair An’aneler 1 (1933). Pertev Naili Boratav, Âşık Kerem’e Dair (1931). Sadi Yaver Ataman, Halk Sazlarından: Kemençe Yahut Yay
(1931); Bolu İhtisasları ve Saz Şairi Azmi Ağa (1932); Safranbolu Kasaba ve
Civar Köy Düğünleri 1 (1932); Anadolu Halk Edebiyatından Doğan Hakikatler
1 (Türkü, Mani ve Koşmalar) (1932).
280
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
4Bartın Memleket Matbaası’nda 1936 yılında 96 sayfalık Sadi Yaver
Ataman’ın yazdığı Safranbolu Düğünleri ve Oyun Havaları adlı kitapta düğün
kıyafetleriyle birlikte halk oyunları ve notaya alınmış türküler yer almaktadır.
Notaya alınan türküler, özellikle yerel müzik derlemeleri bağlamında milli müzik yaratmak için oldukça önemlidir (Öztürkmen, 2006: 133).
KAYNAKLAR
Artun, Erman (2011), Türk Halk Edebiyatına Giriş Edebiyat Tarihi/Metinler, Adana: Karahan Kitabevi.
Asma, Çetin ve Yavuzaslan, Güngör(2014), Kalemin Aydınlığında Bir
Ömür İbrahim Cemal Aliş ve Bartın 1906-1977, Bartın: Bartın Belediyesi
Kültür Yayınları.
Baha, Ahmet (1928), Barŧın ve Ħalķiyāt, Bartın Gazetesi, 144, 2.
Başgöz, İlhan (1972),Türkiye’de Folklor Çalışmaları ve Milliyetçilik,
(Çev.:Serdar Uğurlu),TurkishStudies, 6 (3), s. 1535-1547.
Çeyrek Asır Dolarken (1949), Bartın Gazetesi, 1115, 4.
Ersoy, Ruhi (2013), Folklor Yazılarının 100. Yılında “Folklor-Milliyetçilik”
İlişkisi Üzerine Bazı Düşünceler, Milli Folklor, 99, 51-62.
İnan, Afet (1984),Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Ankara: Türk
Tarih Kurumu.
Levent, Agâh Sırrı (1954), Gazetelerde: Gazete ve Dergilerimiz, Türk Dili
Dil ve Edebiyat Dergisi, 3 (28), 248-250.
Oğuz, M. Öcal ve diğerleri (2004), Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Ankara:
Grafiker Yayınları.
Özkaya Duman, Olcay (2013), Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Ulusal’dan
Yerel’e Basın ve Yayıncılık Faaliyetlerinin Gelişimi Üzerine Bir Değerlendirme,
Turkish Studies, 8 (12), 1031-1041.
Öztürkmen, Arzu (2006),Türkiye’de Folklor ve Milliyetçilik, İstanbul: İletişim Yayınları.
Polat, Nazım (2002),Türkiye’de Yerel Basının Gelişimine Kısa Bir
Bakış,TÜBAR, 12, 7-25.
Şakiroğlu, Mahmut H. (1996), Halkevi Dergileri ve Neşriyatı,Kebikeç, 3,
s. 131-142.
Yıldırım, Dursun (1985), Türk Folklor Araştırmalarının Problemleri, Erdem AKM Dergisi, 1 (2), 545-557.
____________ (1994), Türkiye’de Folklor Araştırmalarının Gelişme
Devreleri, Millî Folklor, 3 (21), 2-15.
281
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
282
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
283
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
284
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
285
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
286
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
ŞİİRDEN HAYVAN BENZETMECESİNE BAĞLI KÖY SEYİRLİK OYUNUNA
“KARAKUŞ”
Transformation From Poetry To Village Plays According To Animal
Imitations “Karakus”
Alp Eren DEMİRKAYA*
ÖZET
Artvin’in Hopa, Arhavi ve Borçka ilçeleriyle Rize ve çevresinde bir av kuşu
olarak avlanan Karakuş, bölge insanın hayatında önemli bir yer teşkil etmektedir. Bu
kuşun bölgenin av kültüründe bu kadar önemli bir yere sahip olması, kendisi de Artvinli olan şair Hasan Çelebi’nin dikkatini çekmiş ve şair bu hayvana “Karakuş Destanı”
adlı şiirinde hayat vermiştir. Son yıllarda bu şiir kurgulanarak hayvan benzetmecesine
bağlı köy seyirlik oyunu olarak oynanmaya başlamış, özellikle yazın yaylalara gelen
turistler ve misafirler karşısında sahnelenmiştir. Bu çalışmayla şiirden hayvan benzetmecesine bağlı köy seyirlik oyununa doğru gelişme gösteren Karakuş Oyunu tanıtılmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Karakuş, Şiir, Hasan Çelebi, Köy Seyirlik Oyunu, Hayvan
Benzetmecesi, Karakuş Oyunu.
ABSTRACT
The Blackbird, which is hunted as it is a hunting bird around Artvin’s provinces
Hopa, Arhavi and Borcka, Rize, has an important place for people in the region. As
this bird has importance for hunting culture, it caught the attention of Hasan Celebi,
who is also from Artvin, and the poet mentioned this bird in his poem “The Karakus
Saga”. In recent years, this poem has been fictionalized and began to be played as
village plays based on animal imitations and it has been presented to the tourists
and guests who came to the plateau especially during summer. With this study, The
Blackbird Play, which has had a development from poem to village play based on
animal imitations, is going to be introduced.
Key Words: Blackbird, Poem, Hasan Celebi, Village Play, Animal Imitations,
The Blackbird Play.
* Arş. Gör. Bartın Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü
Öğretim Elemanı – Bartın / TÜRKİYE
287
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
GİRİŞ
Köy ortaoyunları, köylülerin uzun kış aylarında ve hususiyle düğünlerde, bayramlarda eğlenmek ve vakit geçirmek için düzenleyip oynadıkları
dram karakterli temsillerdir (Elçin, 1981: 734). Bu oyunların çoğu eski ritüel
kalıntılarıdır. Bunların dramatik niteliği en azından oyuncunun, kendisinden
başka bir kişiliği canlandırmasında görülür (And, 2014: 16). Köy seyirlik oyunları içerisinde hayvan benzetmecelerine dayanan dramatik oyunlar da önemli
bir yer tutar. Bunların kimileri belirli bir konu, olaylar dizisi gözetmeden, yalnız
belirli bir hayvanın benzetmecesidir, kimi de hayvan başkişi olarak bir olayı
geliştirir (And, 2014: 24). Artvin, Rize ve çevresinde son zamanlarda doğrudan hayvanın hal ve hareketlerini taklit etme esasına dayanan ve kendisine
hayvan benzetmecesine bağlı köy seyirlik oyununda yer edinebileceğini düşündüğümüz bir oyun ortaya çıkmıştır. 2008 yılında aramızdan ayrılan ArtvinBorçkalı şair-yazar Hasan Çelebi’nin Günce Yayıncılık’tan 2000 yılında çıkan
Mağara Resimleri adlı kitabında yer alan “Karakuş Destanı” şiiri Hopa başta
olmak üzere Rize, Fındıklı, Hemşin, Ardeşen ve Pazar’da Naşit Alp Demirkaya’nın öncülüğünde oluşan rehber ekibi tarafından oynanmaya başlamıştır.
Küçük yaşlarda ezberden okuduğu bu şiiri aile içerisinde, düğünlerde ve avcılar gecesinde anlatan Demirkaya, şiirin verdiği enerjinin gücünü fark ettikten
sonra bu şiiri kurgulayıp oyun haline getirmiş, 3 yıldır da arkadaşlarıyla birlikte
başta Rize Ayder Yaylası’nda olmak üzere çeşitli yerlerde Karakuş Oyunu adı
altında bu oyunu geniş kitlelerin beğenisine sunmuştur**.
Bu noktada Richard Hobsbawm ve Terrence Ranger’ın ortaya attıkları
“icat edilmiş gelenek” kavramını tartışmak yerinde olacaktır. Bir toplumda, bir
toplulukta eskiden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa
iletilen, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar, anane, tradisyon (Türkçe Sözlük, 2011:920) şeklinde açıklanan “gelenek” terimi için Richard Hobsbawm ve Terrence Ranger “Geleneğin İcadı”
adlı kitapta “icat edilmiş gelenek” kavramını ortaya atarlar. Adı geçen araştırmacılara göre tarihini tespit edemediğimiz zamandan beri süren uygulamalar
”gelenek”; ilk defa ne zaman ve nerede başladıklarını bilmediklerimiz ya da
eskilere benzetilerek yapılanlar ise “icat edilmiş gelenek”tir. Ancak bizim de
fikrine katıldığımız Metin Ekici’ye göre her gelenek belli bir zamanda belli bir
yerde belli bir insan grubu tarafından icat edilmiştir. Bazılarını tarihlerini be** Artvin ve Rize yöresine yönelik yaptığımız literatür taramasında yazılı edebiyat mahsullerinden köy seyirlik oyununa dönüşen herhangi bir yazılı metne ulaşılamamıştır. Karakuş Oyunu
bu açıdan fikrimizce ilk olma özelliği göstermektedir.
288
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
lirleyemediğimiz için “gelenek” veya bir kısmını yakın zamanda oluştukları için
“icat edilmiş” olarak adlandırmak yanlıştır. (Ekici, 2004: 21).
Bu çalışmada karakuş hakkında kısa bilgiler verildikten sonra, oyunda
yer alan kuşun şiirde nasıl bir konuma getirildiği üzerinde durulacak; Karakuş
Destanı şiirinden hayvan benzetmecesine bağlı köy seyirlik oyununa doğru
gelişme gösteren Karakuş Oyununun sahnelenişi hakkında bilgiler verilecektir.
Karakuş ve Oyunun Sahnelenişi
“Karakuş, sık ormanlık ve çalılıklar arasında, genellikle yerde eşelenerek
çeşitli böcekler ve meyvelerle beslenen, 25 cm kadar büyüklükte simsiyah renkli, sarı/turuncu gagalı, güzel sesli ötücü bir kuştur. Kış mevsiminde yerler karla
kaplandığında üzüm, hurma, sarmaşık gibi meyvelere geldiğinde bunların yanına yapılan gümelere(1) girilerek beklenir ve avcılar tarafından avlanır” (KK-1).
Hopa’da yaşayan emekli Atilla Halilağaoğlu bundan 40-50 yıl önceki avları şu
şekilde anlatır: “Doğu Karadeniz’de evler dağınık ve birbirinden uzak, bağımsız
olduğundan hemen her eve yakın ağaçlara sarmaşık ve üzüm asması verilir;
hurma gibi ağaçlar dikilirdi. Böylece kışın evlerin balkon veya pencerelerinden
karakuş avlanırdı. Birçok evden silah sesi gelirdi. Eti çok lezzetli olan bu kuştan
10 ile 15 tanesinin közlemesi yapılırdı. Ayrıca pilavı ve tavası da çok güzel olurdu. Karakuş bazen o kadar çok olurdu ki, buna göçmen (yerli bir kuş olmadığını
vurgulamak için) geldi denilirdi. Sarmaşıkta görülen Karakuş’u ağızdan dolma
tüfeğimizle vurduktan sonra tüfeğimizi tekrar doldurana kadar –ki bu ortalama
7-8 dakika sürerdi- bir başka Karakuş sarmaşığa gelmiş olurdu. Bu durumlarda
kimileri zaten zor bulunan saçma, barut, kapsül harcamamak için ağ veya atkuyruğundan yapılan tuzaklar da kullanırdı” (KK-1).
Bu kıymetli kuşun yer aldığı şiirin değeri ise Karakuş Destanı adlı bölümden önce açıkça ortaya konulmaktadır. Burada yer alan bir yazıda Haluk
Mahmutoğulları: “Bu uzun şiire, destana, taşlamaya, eleştiriye başka bir isim
bulamadığım için ya da tek bir ismin bu uzun öyküyü, mizahı, felsefeyi, sosyolojik tezleri ileri süren şiirselliği anlatamayacağı için tek kelime ile şaheser
diyorum. Bir iri karakuşun bir Karadeniz kasabasına gelip orada avlanmasıyla
başlayan hikâye Avrupa’nın çeşitli başkentlerine kadar uzuyor. Enfes bir kurgusu var, yerel ağızla yapılan anlatım sosyal, siyasal, tarihsel boyutlara varıyor.
Zaman zaman çevre-insan ilişkisi, zaman zaman doğu-batı çelişkisi anlatılıyor.
Anlatımın hiçbir dizesinde şiirsellik eksik olmuyor.” demiştir (Çelebi, 2000: 56).
Şiiri oyun haline dönüştüren Naşit Alp Demirkaya şiirden oyuna geçiş
sürecini şu şekilde anlatır: “Rahmetli İhsan Dedem bu şiiri festivallerde, belediyenin düzenlemiş olduğu gecelerde ve en önemlisi akşamları bizlerin ya289
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
nında okurdu. Hasan Çelebi’yle de yakın arkadaşlardı. Hatta kendisini evinde
ziyaret etme imkânını da yakaladım. Hem dedemin hem de Hasan Çelebi’nin
üzerimde bıraktığı tesirle bu şiire daha da sarıldım. Yaklaşık 10 yıldır Doğu
Karadeniz Bölgesinde turist rehberliği yapmaktayım. Bu şiiri genellikle akşamları gelen turistlerin önünde okurdum. Ancak son 3 yıldır rehber arkadaşlarla
birlikte şiirden oyuna uyarladığımız bu metni oynamaya başladık. Başlangıçta
30-40 kişilik gruplara hitap ederken son zamanlarda 60-70 kişilik grupların
önünde de bu oyunu sergilemekteyiz. Kamera kaydına alındıktan sonra oyun
internet üzerinden daha da geniş bir kitleye hitap etmiş oldu” (KK-2).
Oyunun bugün sergilenişi bölgede şu şekilde karşımıza çıkmaktadır. İlk
önce oyunu anlatan kişi sahnenin önüne gelerek öncelikle Karakuş hakkında
bilgiler verir. Hayvanın vücudunun siyah, gagasının turuncu (bazı oyunlarda
sarı olarak da anlatılmakta), cüssesinin de bir avuç kadar olduğunu söyler.
Etinin çok lezzetli olup kışın avlandığını da belirtir. Son zamanlarda avının
özellikle bilinçsiz avcılar (ki bunları da bohçacı olarak nitelendirir) tarafından
zamanlı zamansız yapılmasını eleştirir. Şiiri yazanın Artvin-Borçkalı şair Hasan
Çelebi olduğunu belirttikten sonra bu şiirden oluşan büyük manzarayı bir kurban bayramına benzetir. Sanki bir kuşun değil de kocaman bir boğanın kurban
edildiği manzarayı seyircinin gözünde canlandırmaya çalışır. Ardından oyunu
birlikte sunacağı ekibe dönerek: “Hazır mıyız?” der. Oyunculardan: “Hazırız!”
cevabını aldıktan sonra seyircilere dönerek onları sessiz olmaya davet eder.
Anlatıcı şiiri yöresel ağızla sunacağını ekledikten sonra elini havaya kaldırarak
gökten inen kar tanelerinin yere düşmesini canlandırır ve oyunu anlatmaya
başlar. “Kar gene kitsa kitsa başladı savurmağa, Elamet bir karakuş kondi
bizum hurmaya…” mısralarını söylerken oyun alanının ortasında bulunan
hurma dalına doğru üzerinde hırka veya şal bulunan biri gelmeye başlar. İki
kolunu genişçe açarak havaya kaldırıp indirerek anlatıcının komutuyla dalın
üzerine oturur. Karakuşun sesine yakın bir ses çıkararak izleyenlerin dikkatini
üzerine çeker. Mevzilenen avcının tetiğe basmasıyla vurulan karakuş debelenerek, kendisini oyun alanında sağa sola atmaya başlar. Ardından 5-6 kişiden
oluşan grup kuşu yakalamaya koyulur. Seyirciyi en çok güldüren yerlerden biri
bu bölümdür. Genellikle kuşun yakalanması 15-20 saniye kadar sürer. Kuşun
canlı olarak yakalanıp zor bela eve taşınmasıyla şiirde isim isim belirtilen karakterler oyunun içerisinde görülmeye başlar. Anlatıcı şiirin tamamına oyunda
yer vermediği için bu kısmı “Kuşu Kestik” bölümüyle bütünleştirir. Yere yatırılan kuşun üstüne Didi Bahri’nin oturması ve ardından Seyidi Hasan’ın kuşun
boynuna hançeri çalmasıyla oyunun gidişatı da değişir. Son nefesini taklalar
atarak vermek üzere olan karakuş sahnenin etrafında dolanırken Seyidi Hasan
290
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
en son hamleyi yapar ve kuş ağzı açık bir biçimde ölür. Artık oyun sabit bir
yerde, kuşun cesedinin bulunduğu yer üzerinde oynanmaya başlar.
Oyun, Oflu Hoca ve diğer karakterlerin (Birinci Ses, İkinci Ses, Üçüncü Ses
ve Dördüncü Ses ile Osman Vural, Moymohti ve Zehir Medeni) arasında geçen
diyaloglarla devam eder. Zehir Medeni’nin Oflu Hoca’ya dönerek: “…Var mı bu
yasağın bir mantığı, bir nedeni? Batı sümüklüböcek yesin, kurbağa yesin, bir av
kuşuna bizim töremiz mundar desin…” açıklamalarıyla devam eden kısım seyirciden büyük alkış alır. Anlatıcının komutuyla kuş 5-6 kişiden oluşan grup tarafından
tüyleri yolunmak suretiyle avuçlanmaya başlar. Hatta tüylerin yolunduğunu tam
olarak göstermek için elleri, kolları ve bacakları kızarıncaya kadar bu işleme devam
edilir. Burada kuşu canlandıran karakter bulunulan ortama göre (kadın ve çocukların olmadığı ortamlarda) üzerinde don ve atlet kalıncaya kadar soyulur. Ardından bıçakla boynundan karnına kadar yarılan hayvandan çıkan manzara seyirciyi
de hayrete düşürür: “Millet şaşurdi kuşten çıkınce iki yürek, iki karaciğer, dört
akciğer, dört bumberek…”. Fakat işin gerçeğinin aslında öyle olmadığını, hakikati
söyleyeceğini sezdirme girişiminde bulunurken yine seyirciyi o büyülü atmosferin
içine dâhil eder: “Ne ise lafi daha fazla şişurmeyelum, Yuzde yuz hekikete kölge
duşurmeyelum. Hayvanun yarisini koni konkşi boluşti…”. Son olarak 5-6 kişiden
oluşan grup karakuşu baharat ve tuza bulayarak (un ve şeker de kullanılmaktadır)
evin odalarından birinde yer alan tahtalardan örülü duvara asarlar. Anlatıcı bu
manzaraya seyirciyi odakladıktan sonra: “Pilavi sağan sağan çorbasi kazan kazan,
Yedi nüfus idare ettuk bitun remezan.” der ve oyunu sonlandırır.
Karakuş Oyununun çıkış noktası olan şiirin tam metni şu şekildedir:
Karakuş Destanı
“Doğu Karadeniz (Hopa-Arhavi-Fındıklı-Ardeşen-Pazar) ağzı ile”
Kar gene kitsa kitsa(2) başladı savurmağa,
Elamet bir karakuş kondi bizum hurmaya.
Kuş ki kondi, dal birkaç arşun aşağa endi,
Kuşun konduği dalun altinde kar da dindi.
Kapar kapmaz tofeği atladum metereze(3),
Bir gözümi uydurup arpacuk ile geze
Şipşak nişan aldum da bir koyverdum ki, sorma
Zerzeleye tutulmiş kibi sallandı hurma.
Karakuş szivili de szivili(4) duşti kara,
Haman ayağa kalktı değil imiş müdara.
Bir paldur küldür uçti, bir paldur küldür duşti
Kar kırmızi benekli bir çarşafa donuşti.
291
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Tum mehelleli kuşe karşı girdi savaşa,
Uçi kanayaklı on gişi zor çiktı başa.
En soni canli canli tutup eve taşiduk,
Kan ter içinde kalduk sanki deve taşiduk.
Kuşi gören çocukler korkti boyukler güldi,
Duzköy, Makret, Mamanet Handuzine tokuldi.
Durdiler kuşten cani yananlar sira sira,
Aşaktaki sözler o günden kaldi hatira:
Muhtar: Uşaklar ha bu menşur casus CİA’dur;
Kinyaz: Yahot da boyuk bir mecliste uyedur.
Süse Refik: Ulkeyi baturan bu kuş idi,
Tormani: Başumuze saran oni Buş idi.
Uzun Ahmet: Bence bu bir gömruk kolcisidur,
Şişmani Enver: Ya da sosyete solcisidur.
Kaptan Orhan: Bu mehluk ya cadidur ya da cin,
Skenderi Ziya: Yecuci Mecuc Çini Maçin.
Toşi Osman: Bolmiştur memleketi ikiye,
Tululi: Taziye tut kaç deyerek tilkiye.
Kaptan Şadi: Belki da uçan daire budur,
Ali Ağa Husen: Bu bilduğumuz burbu(5)dur.
İmami Hasan: Yikti birluği ve dirluği
Terzi Azmi: - Aşladi millete cibgirluği(6).
Tibuki Abdula: - Yok, eyiluği da vardur,
Onçamure İsmet: - Bu tanriden bir şamardur.
Livane: -Bana ne, ben döneyim de köşeyi,
Mezini Sebo: - Ben da soylerum ayni şeyi.
Kasimi Mevlut: - Bunun dişisi da var imiş,
Tibuki Muho: O da erkeği kadar imiş.
Lumani Saffet kuşi benzetince keşişe,
İskenderi’nun Rifet çok bozuldi bu işe.
Kaboğlu Hakki: - Şimdi soner Körfez krizi,
Mehmet Emin: - Az daha savaşa sokti bizi.
Simsar Dursun kemençe elde durdi horona,
Coşti İdris Güneş da ayak uydurdi ona.
Halka halka oldi halk boyuk şenlik patladı,
Köy o ağirbasandan kurtuluşi kutladi.
Kimi omuz omuze durup, kimi oturup
Hatıra fotoğraflar çekildi grup grup.
292
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Kuşu Kestik
Üç dört gişi zorbela kuşi yere yaturdi,
Didi Bahri da çıkup üzerine oturdi.
“Yahu”, deyi bağırdı, “biraz çekilun geri.”
Seyidi Hasan çekti kılıfinden hançeri
O ki çaldi boynine kuşun, kuş bir boğurdi,
Yuz okaluk Bahriyi savurup yere vurdi.
Bir kiyamet kopti bir dalgalandı ortaluk
Kimi kaçıyur, kimi bakıyur aluk aluk.
Topçi Recep şaşurmiş utturiyur duduği,
Ustumuze işeyen kuşun ekşi sidiği.
Oyle bir pis kokti ki uç gişi duşup kusti,
Beş gişi de fenaluk geçurdi ayağusti.
Millet dörtnala kaçti dönüp saldurince kuş
Ortada tek başine kaldi Fadime Çavuş.
Fadime Bumba Yavuz Çavuşun kızı idi,
Güzelliğiyle köyün kutup yıldızı idi.
Korkusuz Fado deli Fado derlerdi ona,
O girince bir başka renk verirdi horona.
Kuş ile Fado boğaz boğaza boğuştiler,
Ve kan revan içinde kanovaye duştiler.
Çilgince alkışlandi ayağa kalkan Fado
Diz çökti ve hıçkıra hıçkıra ağladı o…
Hençerledi ulumcul kuşi Seyidi Hasan
Tam bir fıskiye çizdi havaye fışkıran kan.
Hayvan debelendi bir iki dakika gene,
Ağzi bir kariş açık canverdi öylecene.
Bu Kuşun Eti Yenmez
Az sonra köyumuzun Ofli hocasi geldi,
Lakozanun belvermiş çeperine çömeldi.
Dedi ki: “Yuce tanri eyiyi aklamiştur,
İnsana zarar veren şeyi yasaklamiştur.
Mencerreben mücerrep, denenmişler denenmez,
Burnine bakılurse bu kuşun eti yenmez.”
Kalabalıktan bir ses: “Hoca bok atma kuşe,”
İkinci ses: “Huyidur işi sürmek yokuşe.”
Üçüncü: “Bir mushadan yuz bin lira aliyur,”
293
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Dördüncü: “Haram ile yasak bize kaliyur.”
Osman Vural: - Yuz oka gelur bu kuşun eti
Moymohti: - Kim mef eder böyle milli serveti.
Ayağa kalkıp, “Hocam”, dedi Zehir Medeni,
“Var mı bu yasağın bir mantığı, bir nedeni?
Batı sümüklüböcek yesin, kurbağa yesin,
Bir av kuşuna bizim töremiz mundar, desin.
Görüyoruz ülkede neler yeniyor, neler
Nasıl bir solukta klunz ediliyor(7) develer.
Kertenkele, göz göre göre timsah oluyor,
En kurada en kıro kimse o şah oluyor.
Timsah da dönüşüyor pastırmaya, salama
Duruyoruz, bu hokus-pokus için selama
Bir cins karatavuktur, yenmez dediğin bu kuş,
Yapay yemle beslene beslene ejder olmuş.
Ne gün ki bu doğaya ters gidiş tam yerleşir,
İnsan doğası da o gün böyle ejderleşir.
Kılavuzun akılsa, bu gidişe karşı dur,
Tanrıkulu olarak asıl görevin budur.”
Yas Töreni
Birden çınladı çığlık sesleriyle Handüzü
Örtüldü, milyon çarpı milyon kuşla gökyüzü.
Geniş eğmeçler çizip indiler yavaş yavaş
Dönüştü renk renk çiçek bahçelerine dağ-taş.
Birbirlerinin eşlik edip kanat sesine,
Gelmişler, vurduğumuz kuşun cenazesine.
Uzun bir yolculuktan yorgun, acıdan ölük,
Geçtiler ölü kuşun önünden bölük bölük.
Üstüne birer çiçek birer tüy bıraktılar,
Ve kısık bir çığıntı ile ağıt yaktılar.
Bir tepe oluşturdu tüy ve çiçek yığını,
Tutuşturduk ısınmak için tüy yığınını.
Köyümüze sundu o yas töreni bir düğün,
Ateş söndü, bir avuç kül kaldı, ağardı gün.
Kuşu Bölüştük
Kuşun yuzuldi tuyi muyi ile derisi,
294
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Uç lengeri(8) doldurdi tam ötesi, berisi.
Millet şaşurdi kuşten çıkınce iki yürek,
İki karaciğer, dört akciğer, dört bumberek.
Bir taşşaği varidi ki sanilurdu buğa,
Göninden çikti uç çift kalamani(9), uç szuğa(10).
Ola, deduk bu bin bir çeşit mağazasi mi,
Yok yoğise yönetim kuruli eğzasi mi?
Ne ise lafi daha fazla şişurmeyelum,
Yuzde yuz hekikete kölge duşurmeyelum.
Hayvanun yarisini koni konkşi boluşti,
Kellesi da Kurhusenoğli Yaşara duşti.
Yarum gövdesi kaldi bize de kala kala,
Dort parmak yaği çikti ekole mundikala(11).
Biraz dayansun deyi beharli(12) tuze bastuk.
Kaldurup dortköşenun darabasine(13) astuk.
Pilavi sağan sağan çorbasi kazan kazan,
Yedi nüfus idare ettuk bitun remezan.
Kuşun Yontusu
Postu doldurulup büst biçiminde dikildi,
Sonra da büst bir kaya üzerine dikildi.
Bir gergedan yontusu sanırdı onu gören,
Çok kalabalık oldu açılıştaki tören.
Büstün poz poz resmini çekti artist Sinan da
O resimler gündemi değiştirdi bir anda.
Bir lunaparka döndü bizim ıssız Handüzü,
Handüzünün bir oldu gecesiyle gündüzü.
Sonra olayı bütün dünya basını yazdı,
Yazılanlara tanık olmayan inanmazdı.
Tanıdı yedi iklim insanını köyümüz,
O gün yüz yüze geldi yüzlerce yabancı yüz.
Ki içlerinde bilim adamları çok idi,
Kimi zoolog kimi antropolog idi.
Olayı didik didik edip irdelediler;
“Bu çağın tansığı bu yaratıktır”, dediler.
Ve yine dediler ki: “İnsan insanı aştı,
Doğa da insana bu yüzden yabancılaştı.
Ve bu yüzden giderek için için ölecek
295
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
“Geride acı sarı bir natürmort kalacak.”
Ön sıradan aksaçlı bir adam söz istedi,
Foruma başarılar dileyip şöyle dedi:
İnsan ki kendine zıt bir yörüngeye girdi
Çevresini eliyle cehenneme çevirdi.
Omuz omuza iki zorba, akıl ve bilim
Doğruyor bindiğimiz dalları dilim dilim.
Bu iki terörcüdür şimdi doğaya kıyan,
Yakıp yıkıp yok edip yenmeyi yengi sayan.
Bir çözüm bulmak için bu amansız yıkıma,
Altı kuş yavrusunu aldık yoğun bakıma.
Altısının da birdi ağırlığı ve boyu,
Altısının soyu, “Turdus Merula” soyu.
Üçünün hormon ile harman ettik yemini,
Gördük o bireşimli özdeğin depremini.
Üçünün yemine de biraz “akgübre” kattık,
O deneyim ile de çocukları ağlattık.
Çünkü öldü, uçmayı tadamadan üçü de,
Üçü ise büyüdü ürkütücü ölçüde.
Bir yıl sonra üç kuştan üç yavru daha aldık,
Aynı süre sonunda dehşet içinde kaldık.
Bunlar kuş değil artık birer canavar idi,
Her biri besili bir malak kadar var idi.
Bu altı canla başa çıkmak baktık ki çok zor,
Bir tanesi günde beş-altı kilo yem yiyor…
Dördünü “kesin” diye komşuya verdik,
Birini de ünlü bir zooloğa gönderdik.
Ne ki, bir kurt sesiyle uluyan bu vahşi kuş
Aile için başlı başına sorun olmuş.
Bir akşam karı koca, “Bir yoklayalım”, derler
Banliyöde oturan kızlarına giderler.
Evin dilsiz uşağı yalnız kalır… O gece,
İpini koparan kuş, kaçıp gitmeden önce
Saldırıp yeri göğü birbirine katıyor,
Bakarlar, kan içinde, uşak ölü yatıyor.
Ertesi gece biz de korku ile uyandık,
Paramparça bir ses ki gök yırtılıyor sandık.
Koşup baktık ki camdan, kuş dışarıda duruyor,
296
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Gözlerinin ışığı pencereye vuruyor.
Durumu telefonla açıkladık polise,
Şimşeğin geceye sık sık çizdiği kuş ise
Duyana kadar motor sesini orda durdu,
Toprağı eşip eşip sağ sola savurdu.
İnip bir baktık ki sac-kazarma “enşer menşer(14)”,
Bir yıkıntıya dönmüş kuşun bağlandığı yer;
Urgan kopuk, su küpü devrik, yem kabı haşat,
Kırık dökük duruyor yerde takım-taklavat.
Günlerce korku çektik ha geldi ha gelecek
Diye, vurulduğuna tanık oluncaya dek.
SONUÇ
Şiir hiç şüphesiz insan yaratmalarının en nadide örneklerinden biridir.
İnsan yaşadığı büyük felaketlerde, savaşlarda, yıkımlarda; mutlu anında, heyecanlandığında vb. durumlarda ilk önce şiirle dile gelir. Çalışmamızda Doğu
Karadeniz’in Rize ve Artvin illerinde avcılar için belki de en önemli av kuşu
olarak kabul edilen karakuşun şair Hasan Çelebi’nin Karakuş Destanı adlı şiirinde destani bir havayla nasıl vücut bulduğuna ve ardından bu efsunlu kuşun
başından geçen bir av sahnesinin peşi sıra yaşanan olayların hayvan benzetmecesine bağlı köy seyirlik oyununa nasıl dönüştüğüne tanık olduk.
Her gelen yeni neslin kültüründen, gelenek-göreneklerinden biraz
daha kopuk yaşadığı aşikârdır. Gurbette olma, yoğun iş temposu, bayramlarda
memlekette olamama gibi meseleler bu kopukluğu daha da çok perçinlemektedir. İşte böyle bir dönem içerisinde bölge insanının tepkilerini, heyecanlarını, kurnazlığını, parlak zekâsını, samimiliğini vb. özelliklerini birebir yansıtan bu şiir metninin kurgulanarak sahnelenmesi çok önemlidir. Birlikte vakit
geçirme, geçmişi anımsama, kültür öğelerinden haberdar olma duygularını
yansıtan; kışın mahallelerde, kahvehanelerde, yazınsa sahil kenarlarında ve
yaylalarda oynanabilecek bu oyunun vakit kaybetmeden tanıtılması ve yaygınlaştırılması gerekmektedir. Bunun için oyunların dijital araçlarla (fotoğraf
makinesi, kamera vb.) kayıt altına alınması ve internet üzerinden paylaşılması; il/ilçe belediyelerine, il/ilçe kültür ve turizm müdürlüklerine ve çeşitli derneklere ulaştırılması oyunun daha geniş kitlelere nüfuz etmesi bakımından
önem arz etmektedir. Bunların yanında oyunda kullanılan şiir metni profesyonel gözler tarafından incelenir, bir tiyatro metni hüviyetini büründürülebilir297
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
se yalnızca evde, sokakta, düğünlerde değil; okullarda, üniversitelerde ve en
önemlisi geniş kitlelere hitap eden tiyatro sahnelerinde de oynanabilir.
NOTLAR
1) Güme: Mevzi
2) Kitsa kitsa: Düşen kar tanelerinin tınısı
3) Meterez: Mevzi, metris
4) Szivili da szivili: cıyak cıyak
5) Burbu: Yarasa
6) Cibgirluk: Uyanıklık
7) Klunz etmek: Yemeği nefes almadan mideye indirmek
8) Lenger: Leğen
9) Kalaman: Çarık
10) Szuğa: Çapula.
11) Ekole mundikala: Poposunun orda.
12) Beharli: Baharatlı
13) Daraba: Tahtadan örülmüş evin içerisinde yer alan duvar.
14) Enşer menşer: Dağınık
KAYNAKLAR
Yazılı Kaynaklar
And, Metin (2014), Başlangıcından 1983’e Türk Tiyatro Tarihi, İstanbul:
İletişim Yayıncılık.
Çelebi, Hasan (2000), Mağara Resimleri, Ankara: Günce Yayıncılık.
Ekici, Metin (2004), Halk Bilgisi (Folklor) Derleme ve İnceleme Yöntemleri, Ankara: Geleneksel Yayınları.
Elçin, Şükrü (1981), Halk Edebiyatına Giriş, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları:365, Türk Halk Kültürü Eserleri Serisi: 10.
TDK, Türkçe Sözlük (2011), Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Sözlü Kaynaklar
KK-1: Hamit Alper DEMİRKAYA, Ortahopa Mahallesi-Hopa/ARTVİN, 59,
Emekli. (Hopa, 2015).
KK-2: Atilla HALİLAĞAOĞLU, Ortahopa Mahallesi-Hopa/ARTVİN, 75,
Emekli. (Hopa, 2015).
KK-3: Naşit Alp DEMİRKAYA, Ataşehir/İSTANBUL, 35, Turist Rehberi.
(Rize, 2015).
298
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
TRABZON FOLKLORUNDA DEĞİŞMEYEN RİTÜELLERDEN KINA GECESİ
Henna Nıght, One Of The Unchanged Rıtuals Of Trabzon Culture
Enver UZUN*
ÖZET
Türk kültüründe olduğu gibi Trabzon sosyo-kültürel yaşamının bir parçası olan
halk eğlenceleri içerisinde kına yakma ile ilgili geleneksel eğlencelerin önemli bir yeri
vardır. Kına geceleri bahtların açılacağı, özlemin son bulma anı olarak manevi yoğunlukta kutlanan bir gecedir. Bir yandan kavuşma, diğer tarafta ise ayrılma gibi zıt duyguların karışıp harmanlandığı bir gece olarak dikkati çeker. Kına gecesi söylenen kına
ağıtları da tıpkı ölüm ağıtları gibi belli bir tören ile icra edilirler.
Trabzon yöresinde “kına gecesi” ya da “kına düğünü” şekillerinde bir adlandırma ile gerçekleştirilmekte olan kına yakma merasimi yörede genel olarak kadınlara
özgü bir gelenektir. Bu gelenek Trabzon köylerinde değişiklik gösterse de genel anlamda ortak bir karakter taşır.
Anahtar Sözcükler: Kına, kına gecesi, gelin ağlatma, kına yakma, ritüel, gelin.
ABSTRACT
Like Turkish culture, applying henna has a great importance in folk
entertainments,which are parts of Trabzon culture socio-cultural life. Henna night is
celebrated with the hope of fortune for marriage and end of the longing. It has two
opposite feelings, are of them is getting back together, other one is separation. Like
death wail, henna wail is done in a ceremony at henna nights.
In Trabzon Region, it is called “henna night” or “henna wedding” and it is a
tradition generally for women . Though this tradition has some varieties in Trabzon
villages, generally it has the some characteristics.
Key Words: Henna , henna nights, make the bride cry,applying henna, rıtual,
beride.
GİRİŞ
Türk kültüründe olduğu gibi Trabzon sosyo-kültürel yaşamının bir parçası olan halk eğlenceleri içerisinde kına yakma ile ilgili geleneksel eğlencelerin önemli bir yeri vardır. Geleneksellikten kutsal inanca yönelik bu işlemin
önemine binaen yüzyıllardır değişime uğratılmadan yaşatılmaya devam et* Dr. Araştırmacı, TRABZON / TÜRKİYE
299
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
mektedir.
Kınanın tarihi gelişimi antik devirlere kadar iner. Eski Mısır’da, mumyaların tırnaklarının kınalanması kınanın çok eski devirlerden beri kullanıldığının bir göstergesidir. “Eski Türkler kınayı, veba hastalığına karşı ve boya
maddesi olarak kullanmıştır. 15.-19. yüzyıllar arasında; balgam, baş ağrısı,
nezle, göz ağrısı, çocuklarda çiçeğe karşı ve de ateşli hastalıklarda kullanılan kına, bazı saray ve attariye defterlerinde başköşeyi işgal etmiştir”. (Erdemir,1987:156-157-158). Günümüzde Trabzon yöresinde halk tababetinde
saçların güçlendirilmesi ve canlılıklarının korunması, egzama ve değişik deri
hastalıklarına karşı kullanılmaktadır. Batı Azerbaycan şehirlerinden Merend’de
kızamık döken çocukların iyileşmeleri için bedenlerine kına sürülür.
Bu gelenek Türk kültürü içerisinde de geçmişten günümüze yaşatılarak getirilmiştir. Kına yakmak Türk kültüründe manevi anlamda oldukça riayet gösterilen bir algılayıştır. Kına aynı zamanda temizliğin, saflığın, iyi niyetin
simgesi olduğundan geline kına yakma coşku ile kutlanır ki, bu kına yakma
olayının taşıdığı manevi inanış gereğidir. Türk halk yaşamında kınanın kesilecek kurbana, askere giden delikanlılara ve damat / geline kına yakılırken;
Azerbaycan Türklerinde yeni yılın girişinden bir önceki akşamdan uyuyan çocukların ellerine kına yakılır.
Kınanın taşıdığı manevi yoğunluk nedeniyle ele kına yakılması olayı sıradan bir işlem olarak görülmez. Özellikle dindarlar arasında kınanın cennet
nişanesi sayılması nedeniyle sevabının çok olduğuna inanıldığından ve peygamber efendimizin sakalına zaman zaman kına sürdüğüne olan inancın gereği mistik bir yaklaşımla ağır hasta yaşlıların el ayaklarına kına sürülür.
Kına özel zaman ve günlerde ele yakılır. Bunun için mutlaka bir şenlik
düzenlenerek, büyük bir coşkuyla bu işlem gerçekleştirilir. İnsan yaşamının
en önemli dönüm noktalarından birisi olan düğün merasimlerinin en önemli
kısmını şüphesiz kına geceleri oluşturur.
Esasında Türk kültüründe en yaygın olan geleneklerden birisi hiç şüphe
yok ki, kına yakma geleneğidir. Zira Türk Halk Kültüründe kına yakılan gelin
damada, kına yakılan koç Allah’a, kına sürülen asker ise Orduya atanır. Gelinin
eline kına yakma olayı geleneksel bir eğlence ile gerçekleştirilen bu geleneksel ritüel Türk kültüründe en yakın ortak geleneklerden birisidir.
Türkiye’nin çeşitli yörelerinde birbirine yakın adlar verilen bu geceye,
Bursa’da “el kınası”, “has kınası”, Malatya’da “gelini kınaya çekme”, Muğla’da “kına düğünü”, Uluborlu’da “kına basma”, Ünye’de “baş bağlama”
(ER,1982:157), Taşeli’de “gelin okşama” (Soylu,1987:9), Emirdağ’da “kızbaşı” (Yaldızkaya,1986:44), yaygın olarak da “kına gecesi” gibi adlar verilmekte;
300
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Türkiye dışındaki Türklerden Azerbaycan Türklerinde “kına yaktı gecesi” (Çelik,1995:109), Romanya’nın Dobruca bölgesinde yaşayan Tatar Türklerinde ise
“kına toyu” (Önal,1998:132) denilmektedir.
“Hana / hına / ağalaryan, Trabzon yöresinde “kına gecesi” denir ki, kına
geceleri genellikle gelinin yaştaşları tarafından yürütülen neşeli ve çok sesli
ve renkli bir gecedir. Geceye kına gecesi denilmesinin nedeni bu gece gelinin
eline kına yakılması (Konulması) dır. Bu mahiyet itibarıyla bazı yörelerde eskiden kına gecelerinin üç gün üç gece sürdüğü (Karadağ mahallinde) ve daha
sonra bu sürenin iki gün iki geceye ve nihayet bir gün bir geceye indirildiğini
görmekteyiz.
Kına gecelerinde ele kına sürme olayı “kına yakmak olarak adlandırılır.
Bu özel gecede düzenlenen şenlik ve eğlenceler düğünlere ayrı bir renk cümbüşü katarlar. Bu durum aynı zamanda toy öncesi ilk ciddi ritüel tecrübesi olarak da algılanabilir. Kına gecesi kadınlar ay şeklinde ateşin etrafındaki yerlerini
alır, “asenek” adı verilen türküler söyleyerek raks ederler. Zira bu gecede kına
yakma törenine katılan genç kızlar da bahtlarının açılması düşüncesiyle gelinin kınasından kendi ellerine yakarlar.
Kınanın baht açıcılığına olan manevi inanç nedeniyledir ki, kına olayı
erkeklerin, damadın da eline kına yakıldığı görülür. Azerbaycan Türklerinde
damadın eline de kına yakıldığını görürüz. Hatta kızlarda olduğu gibi erkek
çocuklar damadın eline yakılan kınadan alarak kendi ellerine kına yakarlar.
Kına geceleri bahtların açılacağı, özlemin son bulma anı olarak manevi
yoğunlukta kutlanan bir gecedir. Bir yandan kavuşma, diğer tarafta ise ayrılma
gibi zıt duyguların karışıp harmanlandığı bir gece olarak dikkati çeker. Kına
gecesi söylenen kına ağıtları tıpkı ölüm ağıtları gibi belli bir tören unsuru taşır.
Trabzon yöresinde “kına gecesi” ya da “kına düğünü” şekillerinde bir
adlandırma ile genelde düğünden bir gün önce gerçekleştirilmekte olan kına
yakma merasiminin eskiden şehir içerisinde özellikle Faroz’da Çarşamba gününden başladığı görülürdü ki, bu gece de kına yakma olayı gerçekleştirilmeyerek sadece gelin ağlatma gerçekleştirilirmiş.
Kına geceleri yörede genel olarak kadınlara özgü bir gelenek olduğundan bu törenlere erkekler katılmazlar. Çalgıcıların daha çok erkeklerden olması nedeniyle bu düğünlere çalgıcı da alınmaz. Ancak Şalpazarı’nda son zamanlarda kına gecesinin açık alanlarda erkek ve kadınlarla beraber yapılması kına
gecelerinin renklenmesini sağlamıştır.
Gelinin süslenmesi özel bir dikkat ve beceri gerektirir. Eskilerde günümüzdeki gibi özel kuaförler yoktu. Bu nedenle gelinin süslenmesi ve kına yakma merasimi için tecrübeli ve becerikli birisi görevlendirilirdi ki, bu kadınlar
301
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
genelde yeni gelinler olurdu. Halk arasında “yüz yayıcı“ adı verilen becerikli bu kadın kızın kaşlarının alınması, gözlerine sürme çekilmesi, yanaklarına
budra ve allık sürülmesi duvağın saçlara takılması, kısaca kızın gelin olarak
hazırlanmasını üstlenirdi.
Damat tarafı kız evine kına getirirken takı ve ayrıca elbise de getirirdi
ki, kına gecesi geline giydirilen elbiseye “kınalık” adı verilirdi. Kına / kınalık
elbisesi köy ve kazalara bağlı olarak değişiklik göstermesine rağmen genelde
sarı eşarp, eşarp üzerine pullu bir eşarp, beyaz kazak pembe ya da beyaz, kırmızı renklerde elbise, beyaz ayakkabı, beyaz gelinlik kullanılırdı. Şalpazarı’nda
gelin adayına kına yakılmadan önce yüzü kırmızı bir örtü ile örtülür.
Trabzon’un bazı kazalarında yaygın bir şekilde gelini nazardan, kötülüklerden korumak, kuvvetli, güçlü olmasını sağlamak için gelinin beline kırmızı
bir kurdele bağlanır ki, bu kurdeleye Maçka yöresinde “Gayret kuşağı“ adı
verilir. Esasen gelinin başına atılan örtü ve bele bağlanan kırmızı kurdelelerin
kullanılması eskiden ateşin kırmızı renkle sembolize edilmesi ve ateşin Türklerce temizlik gücü taşıdığına inanılmış olmasından ileri gelmiştir. Kırmızı varlığın, cismin rengini ve varlığın hassasiyetini bildirir. ” Bazı Türk minyatürlerinde
savaş sahnelerinde savaşçıların başlarında ak-kırmızı (Güneş rengi) bayraklar
asmışlardır. Bu bayraklardan ak olanları Ülgen’in, kırmızı olanları ise Güneşin
rengidir. Şamanlar dua zamanı çadırlarına dikmiş oldukları uzun sırığa ak ve
beyaz bez parçaları asarlarmış, hiç şüphe yok ki, asılan bu renkler mukaddes
imiş.” (Seyidov, 1989:156, 418).
Ak renk, Türk mitolojisinde dünyanın yaratıcısı “Ak ana“nın rengidir.
Ona göre de ak sözü Türk dillerinde kutsallık, paklık, temizliğin simgesidir. Türk
mitolojisinde Kırmızı ve Ak rengin çok ayrı bir yeri vardır. Dolayısıyla bu mifik
tefekkür anlayışın bir sonucu olarak gelin duvakları, ayakkabıları ve kazağı beyaz, bele bağlanan kuşaklar, elbiseler kırmızı renkli olarak seçilmektedir. Kız
tarafından yakın akrabalar ve damat tarafından “kına gecesi”ne davet yapılır
ki, Trabzon yöresindeki bazı köylerde zaman zaman kız evi gibi oğlan evinde
de kına merasimlerinin yapıldığı ve damada da kına yakıldığı görülmüştür.
Kına gecesi için davetler genelde bir gün önceden yapılırdı. Sonradan
kına gecesine çağırma işleminde davetiye kartı ya da çikolata kullanılmaya
başlandı. Şimdi ise bu gelenekler tamamen yok olmak üzeredir. Böylece akşam olana kadar bu işlemler tamamlanmış olurdu.
Geline yakılacak kınanın hazırlanışı farklı heyecanların zirve yaptığı andır. Anadolu’da, oğlan evi tarafından alınmış kuru kına, oğlan evinde toplanan
kadınlar tarafından kız evine götürülür. “Kına, gümüş veya bakır bir tas içinde
“başı bütün” yani “başından ayrılık geçmemiş” bir kadın tarafından yakılır.
302
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Hem bereket dileği hem de kına yakılan kişiye baht açıklığı sağlamak amacıyla, gelinin sağ avucuna bozuk para veya altın konulur. Yakılan kınanın; sıvama,
yüksük, burmalı, kedi pençesi, dilber dudağı, kuş gözü ve iplik kınası olmak
üzere çeşitleri vardır. Kına, genellikle gelinin eline yakılmakla beraber; Erzincan’da gelinin eline ve ayak parmaklarına”(Kara,1995:143); “Güney Anadolu
(Çukurova, Kenzin) yayla düğünlerinde ise, gelinin boynunun kütüğüne, yani
ensesine de bir sıkım kına yakılır”. (Onuk,1995:186). Kına, kız evine düğünden bir gün önce getirilir. Kına bazen yoğrulmadan
da toz şeklinde kınaya katılanlara dağıtıldığı olurdu. Düzköy’de eskiden nişan
akşamı damadın ailesi gelin evine bir tavukla gelir, tavuk kabul edilince damat
tarafından gelenler eve alınırmış. Akşam olunca kız evinde toplanılır ve şenlik
kurulurdu. Kına hazırlanmasında ve gelinin eline konulması esasında dul ve
başından iki evlilik geçmiş olan kadınlar geleneği bildiklerinden kına işinden
uzak dururlardı. Bu törenlerde genelde şen ve şakraklığı ile tanınmış kadınlar
görev alırdı. Söz konusu kadınlar değişik manilerle geceye katılanları eğlenceye davet ederdi. Kız yüzü kapalı olarak evin uygun yerine getirilerek ezgiler
eşliğinde eline kına yakılırdı.
Kına yakılma sırasında kız elini açmak için kardeşinden hediye talep
eder. Sonra hediyesini alarak elini açar ve kına yakılır. “Gelinin eline kına koyma sırasında kızın elindeki kına içerisine kızın ağabeyi bir bozuk para koyar”.
(KK-1) Akçaabat’ın ve Trabzon’un değişik köylerinde eskiden tane lira adlandırılan “çeyrek” ya da “yarımlık (tane lira)” adlandırılan altın para kullanılırdı.
Bazı köylerde ise gelinin kına yakılan eli kestane yaprağı ile örtüldükten sonra
beyaz bir yaşmak ile sarılırdı. Orada bulunan genç kızlar güzel bir kısmete istinaden, çocuklar ise sevap olarak geline ait kınadan ellerine koyarlardı. (KK-2)
Akçaabat’ın Işıklar (Fisera / Visera) köyünde kızın annesi gelin adayı kızının
eline kına koyar. Yine kısmet açılması düşüncesiyle genç kızlar gelinin duvağından simli tellerden çekip alırdılar.
Merkez Kireçhane Köyü’nde, Düzköy’de ve Akçaabat’ın bazı köylerinde
gelin ve orada bulunanlar için hazırlanan kına içerisine para atılırdı. Kına içerisine atılan parayı kim bulursa onun kısmetinin açılacağı inancı vardı.
Şalpazarı’nda gelin adayı eline kına yaktırmadan önce kaynanadan türkü söylemesini talep eder ve bahşiş almadan kına yakılması için elini açmaz.
Gelin orta edilme âdeti de vardır ki, geleneklere göre gelini ortaya getiren
“yüz yayıcı (yenge)” adı verilen kadın bir bakır tas alarak geceye katılanlar
arasında dolandırır ve davetliler gönüllerince bu bakır tasa bir miktar para
atarlar. Yenge bu para dolu tası gelinin kucağına bırakır ve gelinin yakınları
gelinin başına hediye olarak çember atarlar. Gecenin sonunda para tası yenge
303
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
kadına, çemberler ise geline kalırmış. (KK-3)
Daha sonra kaynana olacak kadın tarafından hediye verilmek suretiyle
(Bu bir yüzük, bilezik ya da altın kulplu lira olabilirdi) kızın duvağı geri atılarak alkışlar eşliğinde kızın yüzü açılırdı. Gelinin sadece parmaklarının uçlarına
kına konulur ki, buna da yörede “yüksük kınası“ adı verilir. Ayrıca bir de “tırnak karası“ vardır. Tırnak karası, kireç ve kurşun oksitten yapılan ve tırnakları
ya da parmak uçlarını boyamak şeklinde yapılırdı. (KK-4)
Şenlik mani söylemekte usta olan kadınlarca hüzünlü bir atmosfere çekilir. Akçaabat’ta bu hüzünlü duruma “gelin ağlatma“ ya da “kına türküsü“
adıyla meşhurdur. Kına ağıtlarının hepsi anonimdir. Yalnızca kadınlar tarafından, gelin kıza kına yakılırken ve genellikle sazsız, çalgısız söylenir. Kına ağıtları
hiçbir zaman para karşılığı söylenmez. (Turan,1991:537). Kına gecesinde gelin
ağlatma ritüelinde söylenen mani ve türkülerle gelinin ağlamaması yörede
kızın kocaya gitmek için çok istekli olduğu şeklinde Trabzon yöresinde hiç hoş
karşılanmayan bir davranış olarak yorumlandığından gelinler bir şekilde duygusal bir transformasyona girerek ağlarlardı.
Bu bağlamda Akçaabat yöresinde şöyle bir söylence ile karşılaşırız:
“Gelin ağlar yaşlı yalı,
Gitmem diye sallar başı,
Ağlama gelin ağlama,
Sen gider gene gelirsin,
Bir iken iki olursun…
Dertlerini unutursun,
Ağlama gelin ağlama”. (Alkaya,2000:120).
**
Geline göre bir ana
Ağlayaydi yana yana
Geline göre pir poba
Atini çeker kopa kopa.
Geline göre bir kardaş
Ağlayaydi yavaş yavaş
Geline göre bir baci
Ağlayaydi aci aci
304
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Geline göre bir teyze
Ağlayaydi dize dize
Geline göre bir hala
Ağlayaydı dola dola.
Ormandan kesdım sirani
Hani gelinın yorğani?
Ormanda kesdım funduğu
Hani gelinın sanduğu?
Ağlama gelin ağlama
Giderde gene gelırsın
Bir iken iki olursun. (KK-2)
………..
Ya da;
Ağla gelinüm ağla
Kınan kutli olsun
Gidduğun yerlerde
Tilun tatli olsun.
Geline köre bir ana
Ağlayaydi yana yana
Keline köre pir kardaş
Ağlayaydi yavaş yavaş. (KK-4)
Maçka’nın Altındere Köyünden bu tür manilere bir örnek:
Gelin ağlar yaşmak ister
Atlar kişner koşmak ister
Gelin ağlar yaşi yaşi
Gitmem diye sallar başi
Hani gelinin küçük kardaşi
Büyük evin küçik kızı
Anasını kızsız koydu
Testisini susuz koydu!.. (Anonim)
305
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Gelin ağlatma merasimi sonrasında kına gecesinin en hoş olan eğlence bölümüne geçilir. Eskiden gramofon kullanılan törenlerde, güzel mani ve
türkü söyleyen kadınların söyleyişleri ile, sonradan def, bakır güğüm ve maşrabadan oluşan ve “Güğüm dibi“ adı verilen ve maşrabanın güğüm dibine vurulması yoluyla çalınan bir çalgı türü oluşturulmuştu ki, bu daha ziyade kadın
horonu sırasında mahir kadınlarca gerçekleştirilirdi. Usta bir kadın bakır maşrabayı ritimli bir şekilde bakır güğümün alt tabanına değdirerek davul ritmini
çıkarmaya çalışırdı. (KK-4) Altmışlı yıllardan sonra Avrupa’ya giden işçilerin
dönüşlerinde teyp getirmeleri sonucunda çıtçıtlı dikdörtgen teypler düğünlerin vazgeçilmez malzemesi olmuştur. Tonya Melikşah köyünde kına gecelerinde kemençenin de kullanıldığı da görülür. Böylece kına gecesi eğlenceli
bir şekilde tamamlanarak gelin istirahata çekilirdi. Maçka Çeşmeler Köyü’nde
eline kına konulan gelin elleri bağlı şekilde sabaha kadar uyumadan bekletilir.
SONUÇ
Toplumsal birlikteliğin sağlanmasında önemli bir faktör olan düğünler
öncesindeki en önemli etkinlik olan kına geceleri, toplumsal hafızanın güçlendirilmesi kadar, toplumsal maneviyatın da şekillendirilmesinde ciddi anlamda
bir rol üstlenir. Geleceğe, bahtın değişimine dair beklentilerin zirve yaptığı
kına geceleri aynı zamanda kına yakılacak kızlar nezdinde bekar kızlar için de
bir mesaj niteliği taşımaktadır.
Sosyal yaşamın içerisinde geleceğe dair atılan ilk adımın ifadesi olan
kına geceleri en azından düğünler kadar makbul kabul edilerek, coşkulu bir
şekilde sabahlara kadar eğlenceli şekilde kutlanır. Bu ritüel geçmişe dair pek
çok izleri beraberinde yaşatır. Bu bağlamda kına geceleri geçmişi günümüze
bağlayan kültürel bir köprü oluşturur.
Geçmişten günümüze ilk canlılığı ile bozulmadan getirilmiş olan kına
gecesi örf ve âdetin, toplumda birlik ve beraberliğin korunmasında önemli
bir faktör olarak kadınlara yönelik gerçekleştirilse de toplumun her kesiminde pozitif bir algı oluşturan önemli şenliklerden birisi olarak dikkat çekmeye;
Trabzon folkloruna zenginlik katmaya devam etmektedir.
KAYNAKLAR
Yazılı Kaynaklar
Alkaya, Gülhanım (2000), Trabzon Yöresi Ağıtları. (Basılmamış Y. Lisans
Tezi) , Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
306
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Çelik, Ali (1996), “Trabzon, Bakü, Merv, Kızıl-Orda, Jambil, Gagauz Düğünlerinde Gelin- Güvey Motifi.” III. Milletlerarası Türk Halk Edebiyatı ve Folklor Kongresi Bildirileri. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayını.
Er, Tülay (1982), “Kına Türkülerinde Evlilik Felsefesi.” II. Milletlerarası
Türk Folklor Kongresi Bildirileri. IV. Cilt, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayını.
Kara, Ruhi (1996), “Erzincan Düğünlerinde Gelin Güvey Motifi (Kına Gecesi ve Gelin Bağlama Töreni),” III. Milletlerarası Türk Halk Edebiyatı ve Folkloru Kongresi Bildirileri. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayını.
Onuk, Taciser (1996), “Güney Anadolu (Çukurova, Kenzin) Yayla Düğünlerinde Kına Gecesi Geleneği” III. Milletlerarası Türk Halk Edebiyatı ve Folkloru Kongresi Bildirisi. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayını.
Önal, Mehmet Naci (1998), Romanya Dobruca Türkleri ve Mukayeseleriyle Düğün Evlenme ve Ölüm Adetleri. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayını.
Seyidov, Mireli (1989), Azerbaycan Halkının Soykökünü Düşünürken,
Bakü.
Soylu, Sıtkı. “Türk Folklorunda ve İçel’de Kına ve Kına Yakma.” İçel Kültürü, Sayı:2, 1987.
Turan, Şükriye (1991), “Çukurova Kına Geleneğinde Ağıt Türküler”.
II. Uluslararası Karacaoğlan-Çukurova Halk Kültürü Sempozyumu Bildirileri.
Adana: Adana Valiliği Yayını.
Uzun Enver (2009), “Bahtiyar Vahapzade İle Söyleşi”, Mortaka Dergisi,
Sayı.12, Trabzon.
Yaldızkaya, Ömer Faruk (1986), Her Yönüyle Emirdağ. Ankara: Aslımlar
Matbaası.
Erdemir (Demirhan), Ayşegül (1987). “Kınanın Türk Tıbbi Folklorundaki
Yeri ve Modern Tıp Bakımından Bazı Sonuçlar.” III. Milletlerarası Türk Folklor
Kongresi Bildirileri. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını.
Sözlü Kaynaklar
KK-1: Ayşe PERVANLAR, Düzköy /Çilekli 1919, okur-yazar değil. (Görüşme: 12.06.1996).
KK-2: Haskız BAŞ, Akçaabat- Sarıtaş Köyü (Araklı doğumludur) 1927,
okur-yazar değil. (Görüşme: 12.06.1995).
KK-3: Sultan ÖZDEMİR, Kabasakal 1962, ilkokul. (Görüşme: 12.06.1998).
KK-4: Ayşe UZUN, Akçaabat / Dumankaya Köyü 1928, okur-yazar değil.
(Görüşme: 12.06.1990).
307
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
TÜRK HALKBİLİMİNİN OBJESİ OLARAK OYUN
Play as Objects Of Turkish Folklore
Prof. Dr. Kamil Veli NERİMANOĞLU*
ÖZET
Oyunların kökeni toplum hayatı, gelenek ve göreneklerle ilişkilidir. Oyunların
doğa güçlerine veya mevcut insani güçlere karşı hazırlanma çabası, zihni ve fiziksel
hazırlanmayı talep eder. Yaşam uğruna direniş ve var olma ihtirası oyunların özündeki
direniş yeteneğinin zinde tutulmasıyla, insan ve toplum hazırlığıyla ilişkilidir. Oyunlar
insanın birey olarak ilk estetik ihtiyacının dışa vurumu, sosyal ve psikolojik olarak olmazsa olmazıdır. Buna göre, çocukların en temel ihtiyaçlarından biri oyundur. Bu ihtiyaca bağlı olarak, dünyanın neresinde olursa olsun, çocuğun olduğu her yerde oyun
vardır. Oyun, âdeta çocuğun hayatının amacıdır. Hayat ise bir nihayeti olan, doğumdan ölüme dek uzanan bir oyundur aslında. Dolayısıyla oyun; kültürün bir alt biçimi
değil, kültürde önce var olan, kültüre eşlik eden ve kültüre damgasını vuran verili,
kendiliğinden bir yaşantıdır.
Anahtar Kelimeler : Oyun, kültür, halkbilimi
ABSTRACT
The origins of the games are associated with community life, traditions and
customs. The forces of nature, or of the existing humanitarian effort to prepare against the forces of the mind and the physical demands to get ready. Life has no ambitions for the sake of resistance and resistance capabilities inherent in the game by
keeping fit is related to the human and social preparation. Games are a manifestation
of the first aesthetic needs of people as individuals, is the sine qua non of social and
psychological. Connected to this need wherever there are children in the world there
are also games. Game is, so to speak, purpose of a child’s life. Infact, life itself is a
circular play, which has a beginning and an end; starting from birth and continuing till
death. Therefore, as existing before culture did, accompanying it and leaving its mark
on it, game is a given, spontaneous experience; not a subbranch of culture.
Key Words: Game, culture, folklore
* İstanbul Aydın Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı.
308
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
GİRİŞ
Oyunların kökeni toplum hayatı, gelenek ve göreneklerle ilişkilidir.
Oyunların doğa güçlerine veya mevcut insani güçlere karşı hazırlanma çabası,
zihni ve fiziksel hazırlanmayı talep eder. Yaşam uğruna direniş ve var olma
ihtirası oyunların özündeki direniş yeteneğinin zinde tutulmasıyla, insan ve
toplum hazırlığıyla ilişkilidir.
Av ve avlanma, aile, akraba, daha sonra ülke ve devlet sınırlarının savunulması, yaşam için yeni alanların (otlak, av alanı, yerleşim vs.) fethedilmesinin bir gerekçesi ve aracı da oyunlardır.
Oyunların yaşlılar arasında ve sonraları çocuklar ve gençler arasında
yaygınlaşması örf- adet, gelenek- görenek olmakla beraber hem de bir eğlence olması; insanın insan olmasının belirtilerinden birisidir. Homosapiensin
(düşünen insanın) oyun oynaması, onun kurgulama ve yaratıcılık yeteneğinin
ortaya çıkması ve halkbilimi veya folklor oyunlarının geleneği yönlendirmesinden başka bir şey değildir.
Oyunlar insanın birey olarak ilk estetik ihtiyacının dışa vurumu, sosyal
ve psikolojik olarak olmazsa olmazıdır.
Mesela, Nevruz’da Azerbaycan Türklerinin oynadığı bir oyun o toplum
ihtiyacının göstergesi olarak ibretlidir. Gece- gündüz eşitliği yılın yeni gününde
insanın ve toplumun yenilenme ihtiyacı “Bey- vezir” oyununda gerçekleşmiştir.
Yaşlıların yılda bir defa oynadığı bu oyun toplumun kendi kendisini soruşturma faaliyetidir. Bütün resmi görevlerin iptal edildiği o gün (yahut üç
gün, bazen yedi gün) köy veya mahalle kendisine yeni Şah- vezir, vekil, cellat,
icraatçı seçer. Bu seçme işlemi aslında toplumun demokratik içgüdüsünün ve
adalet arayışının oyuna yansıyan ifadesidir.
Toplumun bir yıllık faaliyeti değerlendirmesi çalıştırmaktan, tövbe etmeye kadar geniş şemsiyeli olup bir yıllık yönetimi tam değerlendirmeye hizmet eder. Kırk sopa yiyen rüşvetçi şah veya adaletsiz vezir, fırıldak imam ve
öğretmen, becerisi olmayan hekim veya hakimin aldığı ceza veya ödül gelecek
yılın yönetimi veya idarecisi için ibretlik anlamlar taşır.
Bu oyunu çocukların oynaması toplumsal eğitim ve öğretim sisteminin
hayat biçimi olarak topluma enjekte edilme süreci olarak değerlendirilir.
Bu bir oyun olsa da, ciddiyeti ve önemi sağlıklı ve adaletli toplum değerleri ile ölçülen değişimin ve dönüşümün tezahürüdür. Totaliter yönetimden demokratik yönetime, zorbalıktan adalete erişmenin yollarından, çabalarından biridir.
Daha fazla çocukların oynadığı savaş, kaçak, efe oyunları fiziksel hazırlık
309
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
girişimi ile beraber dost- düşman, bizden- öteki, yakın- uzak kavramlarının düşüncede belirlenmesidir. Kız çocuklarının kuklalarla, erkek çocukların silahla
oynaması; kız çocukların sek sek oynaması, erkek çocukların top kovalaması
veya fiziki göç, feraset talep eden oyunlar oynaması, bir cins ayrımından daha
fazla insanın içgüdülerinin sınıflandırılması eyleminin ifadesi olarak değerlendirilebilir.
Karagöz tiyatrosundaki oyun geleneği veya Nasreddin Hoca fıkralarındaki mantığa dayalı oyun unsurları halk oyun kültürünün ifadesidir.
Eğitim sisteminin sınanmış araçlarından biri olan oyunlar, öğrenimin
en doğal yol ve usullerini kapsamaktadır. Oynaya oynaya öğrenmek, öğrene
öğrene eğlenmek ilkesi matematiği, grameri, karmaşık sistemleri algılamakta
önemlidir. Satranç oynamak, düşünmek, oyun kurmak, taktik ve strateji geliştirmek kültürünün oluşmasında oynadığı rolün ispata ihtiyacı yoktur.
Her oyun bir sistemdir. Bu sistemin kapalı veya açık olması oyunun doğası ile ilişkilidir. Aynı zamanda her oyun modeldir. Bireyin davranış formülü
veya toplum alışkanlığı diyebileceğimiz bu model yaşam felsefesinin temellerinden biridir diyebiliriz.
Spor faaliyetleri, olimpiyatlar, yarışlar oyunlarla gerçekleşir, oyunların
aracılığıyla sabitleşir ve asgari eğitimden zihni öğretime, psikolojik hazırlıktan sosyolojik kuramsallaşmaya götüren çok şeyin kaynağı ve aracı oyunlar
olabilir.
Oyunların üniversal özellikleri, onları dünya çapında insanlık için etkin
kılar. Milli veya mahalli oyunlar oyun zenginliğinin ifadesi olarak yaşar. Unutulan oyunlar unutulan tarihtir. Oyun hafızası insanlığın hafızasıdır diyebiliriz.
Bunları belirtmek, bireyin ve toplumun; folklorda, dilde muhafaza olunan,
kodlarıyla yaşayan ve yaşatan değerlerini üstüne basa basa göstermektir. Geleneksel milli oyunların unutulması mankurtlaşmadan, kültür asimilasyonundan, manevi degradasyondan başka bir şey sayılmaz.
Oyun arketiplerinin bir anlamlı olmaması eski kültür senkretizminin bir
ifadesidir. Oyunlarda yaşayan bireysel ve toplumsal yaşam, mücadele biçimlerinin varoluşunun temellerinden biri olması ayrı bir inceleme konusudur.
Biz Türk gelenek ve göreneklerinde merasim ve inançların da yaşayan
oyunların sisteminin, bu sistemin unsurlarının, sosyal ortamının, tarihsel
menşeinin, gelişme sürecinin, halkbilimi ve folklor için değil, Türk kültür sisteminin bütün olarak öğrenilmesi, araştırılması, algılanması ve korunması için
temel koşullardan biri saymaktayız.
Türk folklorunun dünya kültürüne getirdiği değerleri saptamakta oyunların ciddi bir işlev taşıdığına inanıyoruz. Bu bakımdan da oyunların yalnız tas310
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
viri, tarihi ve karşılaştırma yöntemleriyle değil aynı zamanda semiyotik bakımdan, sanal soyutlaşma ve modelleşme bakımlarından da araştırılmasının
vazgeçilmez olduğunu düşünenlerden biriyim.
Her oyun bir göstergeler dizgisidir. Aynı zamanda her oyun bir gösteridir. Bu gösterinin aktörleri onun oyuncularıdır. Oyunun şartları taraflar (iki kişi
ve daha fazla olursa iki taraf) için eşteştir. Aynı koşullarla oyun başlar. Bazen
zaman ve mekanca sınırsız oyunlar top, figür, taş vs. üstünlükleri biter. Oyunun taraflardan birinin zaferi ve diğerinin yenilgisi ile son bulur. Oyunların
bir kısmı berabere de bitebilir. Seyirci ise bu sistemin dışında ya da içinde
olabilir. Her oyunun kendi kodları vardır. Göstergebilimin objesi olarak oyun
kodları önem arz etmektedir. Göstergebilimin (sembollerin) toplamı ve oyunun kurallar sistemi ile ilgili bilgi işlenme korunma için kodlaştırılır. Her bir
kod oynanan oyunun kuralına uygun bilgi unsurları, anlam ve ifade planlarının
taşıyıcıları olarak faaliyet gösterir. Bu anlamda her oyun bir metindir. Somut
ortamda genel kurallar toplusu ayrı ayrı sınıfların tiplerini ve bu tiplerin anlamlarını belirler.
R. Barthes, oyun metnindeki kapsamı metne yerleştirmiş ve kültür seslerini iki gruba ayırmıştır:
1. Hermenutik,
2. Konnativ, Referentiv, Sembolik.
Her oyunun kendi kod sistemi mevcuttur. Satrançtaki kod sistemi
statüyü,değeri, manevrayı zamanlamayı dikkate alır.
Oyunların birçoğunda kuralları denetleyen tarafsız hakemse, bu kuralları ve kodları bilen ve koruyan oyuncuların kendisidir. Oyuncular hakemin
verdiği cezayı hak etse de etmese de hakemin kararı tartışılmaz çünkü oyun
içinde hakemin kararı kanundur.
Toplumdan alınmış bu formül oyunda tekrarlanmakla gerçekleştirilir.
Gerçeğin kopyalanmasından onun taklidine geçme, insanın dünyayı sözün
egemenliğine sokma çabasından başka bir şey değildir. Rönesans’tan başlayan bu eylemi J. Bodriyar ve başka postmodernistler Latince “simulacrum”
kelimesi ile ifade etmişlerdir.1 Üç anlam taşıyan (benzerlik, imge ve kabus) bu
terimi J. Bodriyar dört tipe ayırmıştır: 1. Gerçekliğin yapısını bozar, 2. Obje
kendisini yansıtır; 3. Dizisel form (biçim) olur, 4. İkili karşılaştırma formülü olarak kodun sabitleşmiş şekli olabilir.2 Bu tip ardıcıllık ve algılama dört merhaleden geçer: Yansıma-- Maskeleme, Saklama-- Gerçekliği tamamen saklama-Gerçeklikten tam kopma.
1 Postmodernizmin En Yeni Felsefe Sözlüğü (Rusça), Minsk, 2007, s. 58- 65; 550 - 565.
2 a.g.e. s. 550- 565.
311
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Hayatın oyunla eşleştirilmesi ve sanal olanın gerçeğin yerine geçmesi oyunlarda açık şekilde kendisini göstermektedir. Bunun aşırı şekli kumar
oyunlarıdır.
Çağdaş dünyamızda yüz seneden fazladır oynanan futbol oyunu milyonlarca insanın eğlencesi ve yaşam tarzını belirleyen önemli sosyal ve psikolojik etkendir.
Futbolun spor düzlemi değil, küresel bağımlılık ve ihtiras düzlemi, onun
göstergebilimsel obje olarak analizi oyun teorisi açısından önem taşımaktadır.
Rus semiyotik uzmanı V. Rudnev futbolun erkeklik sublimasyonunu cinsel olarak açıklar. Ayaklar - erkek cinsel organı, kale kadın cinsel organı, top sperm,
kaleye atılmış gol, kadına kavuşma işlevidir.
Hayır ve şerrin, bizimki ve ötekinin mücadelesi olarak futbol açıklaması, futbol oyununun dramatikliği, güzelliği, enerji akışının diyalektiğini göstermesi ve mücadele ihtirasını parlak şekilde ifade etmesi kuşku doğurmaz.
Futbol terminolojisi özel bir koddur ve onun inceliklerini, argoya kaçan
anlamlarını futbol meraklıları bilir. Sosyal tatminkarlık açısından da futbol dikkat çekmektedir.
Vatanı İngiltere olan bu popüler oyun sosyete oyunu olarak başlasa da
hızla toplumun her kesiminin beğenisini kazanmıştır. Her takımın on bir kişiden oluşması, on bir rakamının büyüsel olması ilişkilidir. Bir numaranın kaleci
olması dışında kurgu çeşitli varyasyonlarla oluşturulabilir.
Eski Roma’da gladyatörlerin savaşını hatırlatan futbol yarışmalarının
büyük rağbet görmesi yalnız seyircilerin adrenalini ile bağlı değildir. Hayatın
modeli olan futbol diğer oyunlar gibi hayatı ve mücadeleyi yansıtmaktadır.
Hayat mücadele olduğu gibi oyun da mücadeledir diyebiliriz.
Şu tespiti de yapmak gerekir ki, Amerika’da, kıtanın beyazlar tarafından
istilasından sonra, kölelerin birbirine kırdırılması, beyaz sahipleri için bir zevk
kaynağı olmuştur. Bu boğuşmalar yavaş yavaş spora evrilmiş ve oyun niteliği
kazanmıştır.
Hakemin yetkileri ve hareketleri özel semiyotik sistemdir. Oynamayan
hakem ve yan hakemlerin cezalandırma yetkisi, sarı ya da kırmızı kart gösterebilmesi; gerekirse oyun durdurma yetkisi, onların denetimsiz olduğunu
göstermez. Haksızlık eden, adil olmayan, ciddi yanlışlara yol açan hakem belli
bir zaman içinde uzaklaştırılabilir.
Futbol oyununda sistem dışı olsa da, oyun sistemini etkileyen önemli
olgulardan biri seyircilerdir. Kendi oyuncularının alkışları, ritmik sesleri ve hareketleri ile ruh katılan seyirci ordusu, kendi seyrinde ve kendi stadyumunda
ya da deplasmanda takımına da o gücü yansıtır. Holiganlık, arbede, kavgalar
312
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
ve bazen ölümle sonuçlanan gerginlik, futbolun misyonuna yakışmasa da sık
rastlanan olumsuzluklardır.
Futbolu göstergeselliği basit bir kavram değildir. Bu karmaşık oyun sisteminde mevcut fenomen özellikler araştırma olarak dikkat çekmektedir.
Satrancın entelektüel oyun olarak dünyada şöhret kazanmasında R. Fischer’in hizmetleri büyüktür. Fischer şahsi bir dava ya da ego gösterisi olarak
değil, insanlığın; bilgelik, akıl, irade ve azim isteyen bu eski oyununa layık olduğu kıymeti vermek mücadelesindeydi. Bu mücadelede satranç layık olduğu
zaferi kazanabildi.
1970’li ve 80’li yıllarda satrancın spor olmaktan ziyade politik, diplomatik boyutlara girmesi, oyunlar tarihinin en büyük olaylarından sayılabilir.
Bilgisayarla insanın satranç oyunu hakkında da denilebilecek söz çoktur. Bir cümle ile söylemek gerekirse denilebilir ki; robot bilgisayar hiçbir zaman insanı yenemeyecektir.
Oyunları mevsime, bayramlara, özel günlere göre sınıflandırabiliriz.
Özellikle Ramazan bayramı, nevruz ve doğum günü gibi zamanlarda oynanan
oyunlar meşhurdur. Bu oyunların merasimlerle ilgisini, ayrı ayrı ritüellerle
ilişkisini vurgulamak gerekir. Özellikle düğün merasiminin oyunları zengindir.
Büyüklerin ve çocukların oynadığı oyunlar tarihi belleği soyu ve milli varlığı
korumak niteliği de taşımaktadır. Türk merasim ve oyunlarının araştırma alanı
oldukça geniştir.
Günümüzde televizyon, radyo ve şovların oyun tecrübesini kullanması
veya oyun kültürünü yenileştirmesi (kelime, spor, gelenek - görenek, sanatsal
nitelikli oyunlar) bütün dünya halklarında gözlenen süreçtir. Burada aile ve
arkadaş oyunlarını da vurgulamak gerekmektedir. Birlikteliği, samimiyeti ve
ilişkiyi sağlayan bu oyunlar gelenekseldir. Askeri birliklerde oynanan oyunlar
fiziksel erişkinlik, savaş (hamle, savunma, askeri istihbarat…) amaçlıdır.
Bahtin’in karnaval kültürü açıklaması, rejisörlerden A.Tarkovsky ve S. Paracanov’un filmlerindeki oyun kültürü yansımaları – unsurları kültür semiyotiğinde oyun sisteminin ifade varlığı olarak değerlendirilebilir ve araştırılabilir.
Belki her şeye oyun açısından bakmak ve değerlendirmek kimilerine
yanlış gelebilir. Biz bunun tersini düşünmekteyiz. Herkes kendi penceresinden
dünyaya, tarihe ve insana bakar ve incelerse dünya, tarih ve insan daha derinden idrak edilebilir.
Oyun teorisi nedir? Ayrı ayrı bilim dalları için oyunların önemi ve özelliği nelerdir? Oyunun kodları nelerdir?
Bu sorulara genişçe cevap vermek imkân dışı olsa da, biz bazı bilimsel
gerçekleri açıklamak zorundayız. Bunlar olmadan folklorda oyun probleminin
313
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
açıklığa kavuşturulması oldukça zor olacaktır.
Bu açıklama belirsizliği gidermekle beraber oyunun menşeinin yapısını, işlevini, göstergebilimsel tabiatını açmaya ve onun halkbilimsel mahiyetini
anlamaya yardım eder.
İstatistik, ekonomide, sosyolojide, biyolojide, mühendislikte, yapay
zekâ çalışmalarında, fizikte, siyaset biliminde oyun kuramı geniş şekilde kullanılmaktadır. Bu durumda matematiksel hesaplama stratejik durumlarda davranış biçimlerini belirler, rasyonel yön ve yöntem olarak insan ve insan dışı
oyunları da oyuncuları da ciddi rol üstlenmektedir. Bu hesaplama düzleminde
denge (mesel Nach dengesi) kavramı ve onun matematiksel model ve ölçütleri önem taşımaktadırlar.
Bu kuramın en temel özelliği modelleştirmek ve rekabete bu ortam
içinde kapı açmak ve uygun oyun modellerini hem gözlemlemek hem de denetlemektir.
John von Neumann’ın, O. Mozgenstrern’in Theory of Games (Oyunların ve Ekonomik Davranışın Kuramı) (1944) kitabı ve Maynard Smith’in biyolojiye uygulanan kuramları önemlidir. Dünya televizyonlarının yarışma ve şov
programlarında oyun izleri vardır.
Oyun sürecinde uygulanan ve olasılıklara dayanan stratejiler ve denge
noktasının yakalanması önemlidir.
Oyun kuramındaki oyunlar listesinin (yaygın biçim, normal biçim, karakteristik işlev biçimi, bölme işlev biçimi) aynı zamanda uygulamaların ve meydan okumaların öğrenilmesi, insan ve hayvan davranışlarının yaygın çeşitlerini
incelemekle matematiksel gösterimi (hamle veya strateji ve kombinasyonları)
Halkbiliminin objesi olarak geleneksel – tarihi oyunların, entelektüel oyunların, eğitim – öğretim hedefli oyunların ayrı ayrı yöntemlerle araştırılması,
oyun felsefesinin ve mantığının algılanması yorumlanması kuramsal bilim için
de, günlük hayatımız ve deneyimlerimiz için de faydalıdır. Folklor merkezli incelemeleri de bu bilimsel arayış ve irdelemelerden ayırmak imkânsızdır.
Kumar da bir oyundur veya oyunla sıkı biçimde ilişkisi olan bir kötü alışkanlıktır. Dini kitaplarda, özellikle Kuran’da yasaklanan günah olarak belirtilen
kumarın edebiyat ve felsefe açısından da yorumu ve algılanması; onun toplum hayatından uzaklaştırılması adına olumlu etki bırakabilir.
Kumar Şeytan işidir diyenler tamamen haklıdır. Biz kumarın din boyutları veya Freud, Dostoyevski yorumu üzerinde durmayacağız. Belki onlardan
ilham alarak kendi düşüncelerimizi, özellikle oyun olarak kumar konusunu
kısa şekilde olsa da paylaşmaya çalışacağız.
Kumar, insan nefsinin çılgınlaşmasıdır. Kazanma ihtirası, para – servet
314
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
ihtirasından daha güçlüdür. Ne olursa olsun oynamak, kazanmak, kendi içindeki canavarı tatmin etmek kumarı bütün oyunlardan ve eğlencelerden ayırır.
Kumar içinde aldatmayı, yalanı, zorbalığı saklı tutan insan zafiyetinden, iradesizliğinden ve açgözlülüğünden faydalanır; hüsranla, ölümle, trajediyle biter.
Evet, kumar da bir oyundur. Fakat bu oyun insanlığın, insan gücünün,
şeref ve liyakatının, aklının, biliminin, sanatının, her türlü kültürün kaybettiği
bir oyundur. Şeytanın olduğu yerde kumar, kumarın olduğu yerde Şeytanın
olması doğaldır.
F. Dostoyevski’nin kendi duygularının canlı ifadesi olan ‘’Oyuncu’’ (Kumarbaz) eseri, kumar psikolojisini, dürtülerini, alt sezgileri ve alt bilinci oldukça gerçekçi biçimde ifade eden ölümsüz sanat eserlerinden biridir. Yaşanmışlığın sanata dönüşmesinin canlı örneği olan ‘’Kumarbaz’’ı okuduktan sonra
kumar psikolojisini derinden anlamaktayız.
Bu yakınlarda (Mart 2015) Fransa’da Survivor programında meydana
gelen kazada on kişi öldü veya yaralandı. Bu bir trajedidir. Ancak trajedinin
arkasındaki veya oyunun amacındaki ilkeler incelenince bu riskin arkasında
insanları daha ağır yaşam şartlarına hazırlamak olduğu ortaya çıktı.
İnsanları ummadıklarına hazırlamak, riskli durumlara motive etmek bu
riskli oyunların amacıdır.
Doğası değişen oyunların sanatla, sporla, medyayla sentezi bu doğrultuda gelişeceğine ve daha popüler olacağına inanç yüksektir.
Oyunlar, özelikle bilgi verici, bilgi üretici, mantığa ve matematiğe dayalı oyunlar; satranç, dama gibi düşünce kültürü oluşturan oyunlar; korkutucu üslubu ve dışlayıcı anlatım ağırlığını kaldırmak için bir eğitim ve öğretim
aracıdır. Yabancı dil öğretisi oyun ortamında daha başarılıysa, bu oyunların
kurgulanması, geliştirilmesi ve güncelleştirilmesi; müzikle, resimle, sinema ile
renklendirilmesi hedefe ulaştıran en kısa ve başarılı eğitim taktiği olarak değerlendirilebilir.
Eğitim baştanbaşa oyun olmadığı gibi, oyun da baştanbaşa eğitim değildir. İnsanoğlunun önce kafasında yarattığı ve sonra hayatına uygulayarak
gelenekselleştirdiği dengeler bütünü gerçekten bir oyundur. ‘’Oyun olarak
baktığımız zaman da algılama biçimimiz farklı olacak’’ (Alatlı, 2009). Sümerlerde, matematik de, astronomi de hayati ihtiyaçtan doğmuştur. Bu ihtiyaç
bilimlerin çıkışına imkân vermiş ve ‘’bilim hayat içindir’’ ilkesi günümüze kadar değişmemiştir. Altı bin yıllık yolculuk bilimi soyutlaştırmış, ‘’bilim bilim
içindir’’ anlayışına dönülmüştür.
Oyunların da formatı bilimin tarih kadar eskilere dayanmaktadır.
Yine de Sümer Destanı, Gılgamış’taki kurgulama tecrübesi oyun kurgu315
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
laması ile ilişkilidir.
Demek ki Newton fiziğinden, Kuantum fiziğine, teknolojiden mono
teknolojiye, Aristo mantığından, bulanık; saçaklı denilen mantığa (fuzzy logic)
kadar uzanan akıl, zekâ yolunda bitmişlik ve tükenmişlik söz konusu değildir.
Bulanık mantık mutlak olan her şeyi reddeder. Mutlak olan yalnız Allah’tır.
Mutlak beyaz veya mutlak siyah renk yoktur. İnsanoğlunun oynadığı oyun bugün karmaşık bilgisayar oyunlarına, başka sanal âlem oyunlarına ulaşabilirse,
bu yolun yarın nereye kadar gidebileceğini kestirebilmek imkânsızdır.
Bilenin bilmeyenden üstün olduğunu söyleyen Kuran mantığı, yalnız
bilginin gücünü değil, aynı zamanda hudutsuzluğunu da göstermektedir. Bu
anlamda oyunlar, özellikle zekâ oyunları, geleceğe pencere değil hem de kapı
açmış olurlar.
Örnek olarak satranca dönecek olursak, Eski Hintlilerin oynadığı satranç ile R. Fischer’in oynadığı satranç, 64 haneli, 32 figürlü, iki renkli, belli
kuralları olan şimdiki oyundur. Fakat insan bilinci ve düşüncesi derinleştikçe
satranç da derinleşmiştir. Bu derinleşmenin yolu açıktır.
Bundan yüz yıl önceki futbolla bugünkü futbolu karşılaştırmak bile zordur.
İnsan değiştikçe ve zekâ derinleştikçe, fiziki ve entelektüel imkânlar
zamanla gerçekleştikçe oyunların da doğası değişmiş ve derinleşmiştir. Bu
anlamda oyunlara sadece folklor ürünü, çocuk eğlencesi olarak değil, insan
mükemmelliğinin sonsuz yolunun bir parçası olarak bakmak, görmek ve araştırmak gerekmektedir.
“Türkçe Sözlük”te oyun kelimesi hakkındaki tespit, yorum ve açıklamalara dikkat edelim:
oyun is. 1. Vakit geçirmeye yarayan, belli kuralları olan eğlence. 2. Tiyatro veya sinemada sanatçının rolünü yorumlama biçimi. 3. Müzik eşliğinde
yapılan hareketlerin bütünü: Zeybek oyunu. 4. Seslendirilmek veya sahnede
oynanmak için hazırlanmış eser, temsil, piyes. 5. Bedence ve kafaca yetenekleri geliştirmek amacıyla yapılan, çevikliğe dayanan her türlü yarışma 6. Şaşkınlık uyandırıcı hüner 7. Kumar 8. sp. Güreşte rakibini yenmek için yapılan
türlü biçimlerde şaşırtıcı hareket. 9. sp. Teniste, tavlada taraflardan birinin belirli sayı kazanmasıyla elde edilen sonuç. 10. mec. Hile, düzen, desise, entrika
oyun almak oyunda kazanmak, sayı sahibi olmak. oyun bağlamak sp. güreşte
rakibe bir oyun uygulayıp onu sonuçlandırmadan beklemek. oyun bozmak 1)
tasarlanmış bir işi yersiz ve vakitsiz olarak karıştırmak, planları altüst etmek
2) mızıkçılık etmek. oyun çıkarmak sp. oyun oynamak oyun kurmak sp. 1)
bir yarışmayı kazanmak için belirli bir taktik uygulamak; 2) mec. hile yapmak.
oyun oynamak 1) birini aldatmak, kandırmak 2) mec. hile yapmak. oyun ver316
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
mek oyunda kaybetmek, oyun yapmak sp. 1) güreşte rakibe oyun uygulamak;
2) mec. hile yapmak. oyuna çıkmak oyun için sahneye çıkmak oyuna gelmek
aldatılmak oyuna getirmek birini tuzağa düşürmek, aldatmak, oyuna kurban
gitmek bir hile, düzen sonunda zarara, iftiraya uğramak oyunu almak oyunu
kazanmak.
oyun alanı, oyunbozan, oyun ebesi, oyun havası,oyun kağıdı, oyun
kurucu, oyun masası, oyun sahası, oyun salonu,oyun yazarı, dürüst oyun,
öncü oyun, pastoral oyun, seyirlik oyun, sözsüz oyun, aralık oyunu, ayak
oyunu, borsa oyunu, cirit oyunu, çocuk oyunu, fincan oyunu, gölge oyunu,
hava oyunu, hayal oyunu, kağıt oyunu, kaşık oyunu, kelime oyunu, kılıç oyunu, köy oyunu, kukla oyunu, lades oyunu, misket oyunu, orta oyunu, peri
oyunu, radyo oyunu, şans oyunu, takım oyunu, televizyon oyunu, yumruk
oyunu, yüzük oyunu, halka oyunları
oyunbaz sf. T. oyun + Far. -baz 1. Oynamayı seven. 2. mec. Düzenci,
hileci oyunbazlık, -ğı a. Düzencilik, hilecilik oyunbozan sf. 1. Birlikte yapılmasına karar verilen bir işten tek taraflı cayan (kimse), mızıkçı. 2. Çeşitli sebeplerle oyun bozan, yenilgiyi kabul etmeyen, kolayca darılan (kimse), ordubozan,
mızıkçı
oyunbozanlık, - ğı a. Oyunbozan olma durumu, mızıkçılık oyunbozanlık etmek birlikte yapılması planlanan bir işten çekilmek
oyuncak, -ğı is. a. 1. Oynayıp eğlenmeye yarayan her şey 2. mec. Önemsiz ve kolay iş3. mec.Başkaları tarafından bir araç gibi kullanılan, hiçe sayılan
güçsüz kimse.
oyuncakçılık, -ğı a. Oyuncak yapma veya satma işi.
başoyuncu, eksen oyuncu, yardımcı oyuncu, yedek oyuncu, hücum
oyuncusu, ileri uç oyuncusu, kılıç oyuncusu, orta oyuncusu, sonuç oyuncusu, yumruk oyuncusu
oyuncaklı sf. 1. Oyuncağı olan. 2. mec. Çocuksu, çocuk gibi davranan:
oyuncu a. 1. Herhangi bir oyunda oynayan kimse 2. Sinema, perde veya bir
gösteride rol alan sanatçı, aktör, aktris 3. sf. Oyunu seven4. sf. mec. Düzenci,
hileci. 5. sf. sp. Çok oyun yapan, oyundan oyuna geçen (kimse)
oyunculuk, -ğu a. 1. Oyun oynama işi. 2. Sahne sanatçılığı. 3. mec.
Düzencilik, hilecilik.
orta oyunculuğu
oyun ebesi is. Çocuk oyunlarında oyunun başı veya cezalısı, ebe.
oyun havası is. müz. Kıvrak ritimli ezgi.
oyun kağıdı is. İskambil kağıdı.
oyun kurucu is. sp. Takımda, savunucular ile akıncılar arasında yer alan,
317
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
görevi hem savunucular hem de akıncılara yardım etmek olan üç oyuncudan
her biri, eksen oyuncu, hal.
oyunlaştırılma is. Oyunlaştırılmak durumu.
oyunlaştırılmak (nsz) Oyun biçimine getirilmek.
oyunlaştırma is. Oyunlaştırmak işi.
oyunlaştırmak (-i) Tiyatro türünden olmayan herhangi bir eseri teknik
yönden oynanabilir duruma getirmek.
oyunluk, -ğu is. Tiyatroda oyun oynanan yer, sahne.
oyun masası is. Üzerinde çeşitli oyunlar oynanan, kumaşla kaplanmış
masa.
oyuntu is. 1. Oyulmuş bölüm: Ceketin kol oyuntusu iyi açılmamış. 2.
Oyuk, çukur.
oyun yazarı is. tiy. Tiyatro, radyo ve televizyonda sahnelenmek veya
oynanmak üzere piyes, skeç türü eserler kaleme alan sanatçı, dramaturg.
oyun yazarlığı is. 1. Oyun yazma işi. 2. Oyun yazarının mesleği.
Yaşar Çağbayır, Ötüken Türkçe Sözlük’te 20 anlam, 30 deyim veya sabitleşmiş tamlama verilmiştir (Çağbayır,2008: 3360- 3361).
İlhan Ayverdi’nin sözlüğünde ise oyun kelimesinin 17 anlamı dışında
toplamda 42 türemesi ve deyimi mevcuttur (Ayverdi, 2010: 958- 959).
Oyna(mak), Dede Korkut Kitabı’nda 27 defa kullanılmıştır.
Deprenmek, hareket etmek, kımıldamak, raks etmek, şen şakrak olmak, uçuşmak, konup kalkmak, eşinmek, şaha kalkmak gibi anlamları da mevcuttur.
Oynadı gelmek, oynatıp gelmek, oynanmak- kopup düşmek, oynaşdost, maşuka, metres, kadının kocasından başka seviştiği erkek.
Oynaşlı- oynaşı olan,
Oynatmak- hüner, maharet göstermek, sallamak, şaha kaldırmak.
Oyun- raks, hile.
Oyun göstermek- dövüşmek, dövüşte üstünlüğünü göstermek, marifetini ortaya koymak, türlü oyunlar oynamak, oyuna girmek.
Oyunu olmak (biriyle)-davası olmak, alıp vereceği olmak.
Oyunu oynamak- dövüşmek, mücadele göstermek (Gökyay, 2011:
384).
Oyun kelimesinin etimolojisi üzerine ihtimal ve argümanları içeren
Clauson, Sevortyan, Dıbo, Doerfer, T. Gülensoy gibi isimlerin sözlükleri aşağı
yukarı aynı sayılabilir.
Biz hedefimizden uzaklaşmamak için aşağıdaki hususları vurgulamak
istiyoruz:
318
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Oyun kelimesi, oy kökeninden türemiştir. Ozan ( oz- an) kelimesi ile
aynı yuvadan olabilir. Oyun kelimesinin kökeni olan oy’un isim- fiil olması
muhtemeldir. Çağdaş türk lehçelerinde bu kökenden türemiş onlarca kelime
hem isim, hem de fiil olarak yansıtılmaktadır:
al- ın (isimden isim)
kar- ın (fiilden isim)
boy- un (isimden isim)
ser-in (fiilden sıfat)
Oy kökeninin ayrıca araştırılması gerektiğini düşünmekteyiz. (Gülensoy, 2000: 642- 644).
Sonuç olarak söyleyebiliriz ki, oyunlar Tanrı- insan, insan- insan, toplum- insan, insan- kainat, insan- doğa... ilişkilerinin kurguya dönüştürülmüş
şekli dile yansımaktadır. Türk lehçelerinde oyun kelimesinden türemiş kelimeler, deyim çevresi ve tamlama potansiyeli bunu açık şekilde göstermektedir. Oyunların taşıdığı anlam, yapı, işlev; toplum ihtiyacından doğmuş, gelmiş,
zaman zaman unutulmuş, zaman- zaman yeni değerler kazanmış, geleneksel
kurgulama sistemi olup göstergesel özellikler taşımaktadır.
Verilen örnekleri artırmak mümkündür ve bu açıklamalara Türk lehçeleri sözlükleri, aynı zamanda başka dil aileleri sözlüklerini de katabiliriz.
Bu yatay ve dikey anlam açıklamaların, etimon arayışların, deyim türevlerinin tek bir gerçeği yansıtacağı kesindir: Oy kökenli oyun kelimesi ve bu
kavramı ifade eden bütün kelime ve deyimler insanoğlunun bu kelimeye yüklediği anlam ve felsefe aşağı yukarı eşteştir, ibretli ve zengindir.
Azerbaycan’da oynanan oyunlar:
- Bey- Vezir ( Şah- Vezir)
- Ay Kara Kuşum Düşme Sana Binerler
- Kosa Kosa
- Kaçak Kaçak
- Anzeli
- Eşekbeli
- Evcik Evcik
- Klas (Seksek) Rus
- Nerd (Nertahta) Tavla
- Dama
- Domino
- Kart
- Gığmere
- Goz goz (Ceviz)
319
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
- Şahmat (Satranç)
- Söz Oyunu
- Değişme
- Çakkı Çakkı
- A Yordu Yordu Görek Kim Kimi Yordu
- Menekşe Bende Düşe
- Lapti (Rus)
- Nişanlının Adın De
- Çomak Oyunu
- Saymaç
Oyunun amaç ve işlevleri şeması:
Oyun
Dizlem
Vakit Geçiren
Hazırlanma
Zihni İteleme, geliştirme
Eğlenme
Dilde kullanılan (Türkçe ya da başka dillerde) ve içinde oyun kelimesi geçen tamlamalar, deyimler, atasözleri bu kavramın niteliklerini anlamak
için en önemli ipuçlarını veren kaynaklardır. Mesela: Oyun oynamak, oyuna
gelmek, oyundan çıkmak, oyunu kurmak, oyunu bozmak, oyun içinde oyun
oynamak.
Kelime ve türevler:
un
na(mak)
oy
naş
nak
a- la (mak)
Tamlamalar: (Valentlik kapsamında)
Oyun yoldaşı
Oyun şartları
Oyun kuramı
Oyun meydanı (alanı)
Oyun kuralı (kuralını bozma)
Oyun felsefesi
320
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Oyun matematiği
Oyun psikolojisi
Oyun taktiği
Oyun cezası
Oyun fırsatı
Felsefi açı
Dil açısı
Psikolojik açı
Sosyolojik açı
Askeri açı
Edebi açı
Dini açı
****
Türk çocuk oyunlarının üzerine ilk bilimsel açıklama P. N. Boratav’a mahsustur. (Boratav, 1942). Onun çocuk türküleri, oyun sözleri (oyunlar ile beraber)
temsili oyunlar,çocuk oyunları hakkında aynı zamanda çocuklara mahsus merasimlere yer verilmiştir. P. N. Boratav’ın ayrıntılı analizleri, gözlem ve yorumları
çocuk oyunlarının akademik seviyede öğrenilmesine yol açmıştır.
Şükrü Elçin’in “Türklerde Aşık Oyunu ve Bu Oyunla İlgili Adet ve Ananeler” makalesi bu alanda birçok araştırma için örnek teşkil etmektedir.
Erman Artun “Türk Halkbilimi” kitabının 12. bölümünde “Oyun- Çocuk
Oyunları- Halk Oyunları” başlığıyla bu konuyu daha derinlemesine bir şekilde
ele almış, tanım ve yorumlar yapmakla birlikte, Türkiye’deki çocuk oyunları
üzerine bilgi vermiş, bu konuda yazılmış eserler üzerinde durmuştur (Artun,
2008: 315- 341).
Onun: “Oyun insanın nesnel dünyası ile öznel dünyası arasında bir
köprüdür” saptaması G. Bozkurt’un “Türk Kimliği” ve “İnsan ve Kültür” kitaplarında da kendisine yer bulur (Bozkurt, 1999). Düşlerin ancak oyunda gerçekleşebilmesi, düşsel olanla nesnel olanın birbirini bütünleştirmesi üzerinde
durulur. İlkel dönemlerde oluşmaya başlayan oyunların kökeninde mitlerin,
merasimlerin, dil geleneğinin durması gösterilmektedir (Şener, 1998: 11). Av
oyunları ve ritüelleri üzerinde genişçe durulur.
Oyunların kökeninde mistik düşüncenin ifade olanaklarının varlığı, gösterilerde inanç unsurlarının yerleşmesi; eğlence ve neşe içerikli olması, dünya
halklarında farklı şekillerde ortaya çıkmıştır. Bu oyunlardaki üniversalizm, insanoğlunun inancındaki, dünyaya bakışındaki ve günlük yaşamındaki üniversalizmin temel alınması ile ilişkilidir. Farklılığında nedeni değişik coğrafyalar,
321
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
yaşam şekli ve inanç özellikleridir. N. Özdemir’in “Halkbilimi, Kültür bilimi ve
Medya” (2001: 49) makalesinde eski Türk kaynaklarına dayanarak gerçekleştirdiği araştırma dikkat çekmekle birlikte yeterli sayılamaz. Bu bakımdan T.
Eroğlu ve diğer isimlerin incelemeleri oyun ve insan, oyun ve çocuk ikilemlerine; psikolojik, pedagojik açıdan açıklık getirmiştir (Eroğlu, 1995).
Müzik, oyun (raks) ve ekstaz (coşma), doğu müziğinde merasim; oyun
geleneğinde çok önemlidir.
U. Durmaz’ın “Balıkesir Köy Seyirlik Oyunları Üzerine Bir İnceleme”
başlıklı çalışması insanın gördüklerini taklit etmesine dayanan ve hayatını ona
göre şekillendirmek amaçlı tiyatro oyunlarıdır. Bu açıdan köy seyirlik oyunlarının tasviri ve analizini yapan araştırmacının saptamaları dikkat çekmektedir
(Durmaz, 2012).
Alan, zaman, kurallar ve amaç olmakla dört temel ögeye dayandırılan
oyunların sınıflandırılmasını kaynaklara dayanarak E. Artun aşağıdaki şekilde
vermektedir:
I. Çocuklara Özgü Oyunlar (Artun, 2008: 318- 340), (Bizce “çocuk oyunları” demek daha doğrudur).
A) Büyüklerin çocuklar için çıkardığı oyunlar,
B) Çocukların söz oyunları,
C) Takım halinde, danslı, şarkılı oyunlar ve basit taklit oyunları.
II. Talih, Kumar, Fal, Niyet Oyunları, Büyülük ve Törelik Oyunlar
III. Beceri ve Güç Oyunları
IV. Zeka Oyunları
V. Katışımlı Oyunlar
Biz bu sınıflandırmayı tam olarak kabul etmesek de temel ilkelerini
doğru buluyoruz. Çünkü P. N. Boratav’dan, M. Ant’tan, Ö. Çobanoğlu’ndan, Ö.
Oğuz’dan, M. Ekici’den, A. Duymaz’dan gelen kuramsal gelenek doğrultusunda M. Eliade’nin, N. Gumilyev’in, A. P. Cohen’in, J. Campbell’in vd. oyunların
felsefesini, içeriğini, mahiyetini açan eserleri doğrultusunda başka bir sınıflandırma da yapılabilir.
Bize göre oyunları, hayvan ve insan oyunları olarak ikiye ayırmak, hayvan oyunlarının veya avlanma, eğlenme sisteminin insanlar tarafından kültür
olarak benimsenmesi, tarih ve oyun, merasim ve oyun, internet ortamında
oyun ve spor nitelikli varyantların sistem olarak betimlenmesi ve yorumlanması önemlidir. Edebiyat ve oyun konusu da son derece ilgi çekicidir.
Elbette çocuk oyunları ayrı bir önem taşımaktadır. Maalesef çocuk edebiyatı kitaplarında çocuk oyunları yer almamaktadır (Yalçın, Aytaç; 2008).
İnsan yaşamının biçimlendirilmesinde ayrı bir yeri ve önemi olan oyun322
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
ların, müzik, tiyatro (seyir) açısı da son derece önem arz etmektedir.
H. Özcan’ın “Halk Edebiyatı Metinlerinin Çocuk Edebiyatına Kaynak Olması ve Örneklem Olarak Dede Korkut Hikayeleri” araştırması oyun açısından
son derece ilginçtir (Özcan, 2008: 594). Dede Korkut Hikayelerinde çocukların
oynadığı aşık oyunu günümüz çocuklarına öğretilerek eski kültürümüzün bir
oyunu bu yolla zamanımıza transfer edilebilir (Özcan, 2008: 594).
Günümüzde anne baba olmak, geçmişte anne baba olmaktan daha zordur. Çünkü çocukları etkileyen çevresel faktörler çok çeşitlenip artarken toplumsal kontrol azalmıştır. Bütün bunlardan dolayı anne babanın daha dikkatli,
daha donanımlı, daha sabırlı olması gerekir. Baba her şeyden önce çocuğun
büyümesi, gelişmesi ve kişilik kazanmasında önemli görevleri olduğunu bilmeli ve şu hususlara dikkat etmelidir:
- Çocukların sorumluluğunu sadece anneye bırakmamak,
- Çocuklara her konuda iyi örnek olmak,
- Onların eğitimi için özen göstermek,
- Aile içi iletişimde üzerine düşeni yerine getirmek,
- Çocukları televizyon ve bilgisayarın zararlı etkilerinden korumak,
- Çocukların gelişim dönemleri özelliklerini bilmek,
- Çocuklarına verdiği sözleri tutmak veya tutamayacağı sözler vermemek,
- Çocuğunu her koşulda sevdiğini ona hissettirmek,
- Çocuğa korkuya dayalı değiil, sevgi ve saygıya dayalı bir disiplin uygulamak.
“Çocuk, yaşamının ilk günlerinden başlayarak içinde yaşadığı çevreden
ana dilini edinmeye başlar. Dil tüm kurallarıyla birlikte, geçirilen yaşantılar
sırasında doğal olarak öğrenilmektedir. Çocuklar dil modelini dinleyerek, bu
modellerine öykünerek, geri- iletimi algılayarak, deneyimlerini ve düşüncelerini paylaşarak öğrenmelidir. Çocuk dili kazanırken ilk modelleri anne- babaları, diğer aile bireyleri, daha sonra toplumsal çevrede ve okul ortamında,
etkileşimde bulundukları diğer bireylerdir.” (Güven ve Bal, 2000: 13)
... İyi bir baba olmak, çocuğunuzla birlikte geçirdiğiniz zamanın süresine
değil, nitelikli vakit geçirmeye bağlıdır. Efendimiz şöyle buyurmuştur: “kimin
bir çocuğu varsa ona karşı çocuklaşsın. Onunla eğlensin, oynasın.” (Deylemi,
III, 513).
Edebiyat, genellikle sanat ve oyun mantığıyla ve kurgusuyla ilişkilidir.
Her edebi eser bir oyundur. Daha doğrusu oyun kurallarıyla belirlenmiş sanal bir kurgulamadır. Edebi eserin hayat gerçekliğini yansıtması veya
insanın iç dünyasını ifade etmesi, taşıdığı estetik değerler belirtilmese de bir
oyundur.
323
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Oyun ve edebiyatın karşılıklı ilişkisi ve mantık bağlılığı dikkatten kaçmaz. Her edebi eser bir oyun kurgulamadır diyebiliriz. Sanal olaylar, tiplemeler, yaşanan duygular, düşünceler, felsefi içerik ve sanatsal estetik özellikler
oyun kurgulaması içinde verilen ve oyuna özgü şartlar edebi eserin özüyle eş
durumda ve işlevdedir.
Postmodernistlerin kullandıkları brikoloji, yapı oyunu ve hakikat oyunu
terimleri dikkat çekmektedir.
Postmodernistlerin 1968 yılı olaylarından (öğrenci hareketleri) sonra
ortaya çıkmış G. Debord’un “Gösteri Toplumu” eserindeki bakış açısı bilgisizleştirmeye ve bilgiyi yanlışlaştırmaya dayanan hakimiyetin, gerçekliği tahrif
ettiği fikrine dayanmaktadır.
Yalanın anlamı kültür objesinin oyun gibi yeniden anlamlandırılmasıdır. J.
Bodriyar’ın “Sanal Gerçeklik” olarak adlandırdığı çağdaş manzara reelliğin elektron- sanal alemle sembolik değişimi sürecindeki farkın kaldırılmasıdır. Onun
“Sembolik değişim ve Ölümü” adlı eseri bu oyunu açıklamaktadır. Oyunun değeri
sonuçta değil, oyunun sürecindedir. Bodriyar’ın: “Siyaset, işaretlerin temiz oyunu,
temiz stratejisidir” fikrini önemsemesi bu yönden tesadüf sayılmamaktadır.
Oyun yapısı postmodernizmin en büyük metaforu sayılmaktadır. M. Fuko’nun teklif ettiği “Gerçeklik Oyunu” kavramı postmodernizmin klasik felsefeye bakışındaki farklılığı yansıtmaktadır.
***
Türkiye’de oynanan oyunlar yaklaşık olarak şunlardır:
Topaç çevirme, bilye, çelik- çomak, üç taş, bezirgan başı, gazoz kapağı,
körebe, mendil kapmaca, saklambaç, seksek, aşık, mile, ip atlama, istop, yerden yüksek, uzun eşek, çivi saplamak, köşe kapmaca, beştaş, dokuz kiremit,
dalya, kuka, eski minder, birdirbir, çember çevirmece, hımbıl.
Şimdi Türkiye’de çocuk oyun odalarının düzenlenmesi, bu alanda büyük bir sosyal plan olarak gerçekleşmektedir. Çocuk üniversitelerinde oyun
sistemi temel yer almaktadır.
Bir de Azerbaycan’da çocuk oyun nağmeleri (türküleri) vardır. (“Hasan
Ağa”, “A teşti”, “Tilki tilki”, “Üşüdüm ha üşüdüm”, “Neynirem onu” - Ne yapayım onu...)
Bu ritmik kelime grupları veya söylemler oyun başında oyuncuları seçim amacıyla kullanılır. Bazen oyun içinde söylenir.
“Dil oyunları” denen kavram da söylenmesi zor olan kelimelerin seçimiyle gerçekleştirilir. Onlara “yanılmalar” denilir.
Başka dil oyunları da var ki, onlar ana dilinin incelikle öğretilmesi amacıyla kullanılır.
324
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Ünlü Azerbaycan nasiri Celil Memmedkuluzade’nin “Kişmiş Oyunu”
adlı hikayesi vardır.
Bu mizahi hikayede köye gelen misafirler, okurun asla düşünmediği, aklına getirmediği türlü oyunlarla köyden kaçmaya mecbur edilmektedir.
Bu oyun bir hikayenin kurgulanmasıdır. Fakat yazar bu misafir kaçırma
oyununu ustalıkla yansıtmıştır. Yaşlıların oynadığı bu oyun aynı zamanda şaka
yapmayan adamla şakalaşmak, gülmeyenle gülmek becerisidir.
Çovkan adlı eski Türk oyunu at üzerinde kumaş topla oynanır. Azerbaycan tarihi roman yazarı M. S. Ordubadi “Kılınc ve Kalem” romanında XII. asırda Azerbaycan’da oynanan Çovkan oyununu, M. Anezov “Abay” romanında
Kazak milli oyunlarını, Aybek Özbek milli oyunlarını, C. Aytmatov Kırgız milli
oyunlarını, Y. V. Çemenzeminli, S. Rahimov Azerbaycan milli oyunlarını yeri
geldikçe hatırlatmışlar ya da betimlemişlerdir. M. F. Ahundzade ise satranç
oyununun kurallarını Farsça yazdığı bir şiirde nazma almıştır.
Futbolun da oyun olarak vatanının İngiltere olması, yaşının da 120- 130
civarı olması inandırıcı sayılmaz. Bizce bu oyun değişik şekilleriyle Avrasya’da
daha fazla Türklerin arasında yaşamış ve değişe değişe günümüze ulaşmıştır.
İngiltere›de bu gelişmenin sadece bir safhası gerçekleşmiştir.
Kuran’da geçen oyun kelimesi dikkatimizi çekti. Şüphesiz ki bu kelime,
hakikatin, samimiyetin karşılığı olarak olumsuzluk ifade etmektedir. Mesela
“Esfel-i safilin olan dünyanızın yaşamı oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir.” (En’am Suresi, 32. ayet) veya kumara karşı sert ifadeler ve onun günah
olduğunu belirten mesajlar bunun örneğidir.
İnam ve iman olan yerde, ilahi bilgiden insanları ve dünyayı kurtarmak
Hakka kavuşmaktan söz edilen işaretler ve kitap gönderilen alemde oyunun
kendisi, oyun oynamak, oyun kurmak; ciddiyetin, ilahi emrin buyruklarını ve
yasaklarının tam tersi olan kavramlardır. İster semavi dinler, ister felsefi dinler
(dünyevi bakışlar) buna karşıdır.
Bize göre, bu ifadeler bağlamında değerlendirme yapmak, insan hayatında oyunun rolünü inkar etmek anlamına gelmez. İlahi hakikatlerin dünyevi
anlamları doğru biçimde ve yerli yerinde tefsir edilmeli ve yorumlar doğru
şekilde yapılmalıdır.
İslam, taraflardan birinin maddi olarak kazanıp, diğerinin kaybetmesi
esasına dayalı bütün şans oyunlarını da kumar kapsamına almıştır ve haram
etmiştir. Lades ve kart oyunları da bir tür kumar niteliğindedir. Bu, onun yasaklı hükmünü değiştirmez. Para için değil eğlence amaçlı oynanmasında sakınca yoktur. Toplum; ahlak, eğitim, ilke ve değerleri bakımından da inanan
veya inanmayan herkesin kumardan uzak durması insanlık yararınadır.
325
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Dinlerini bir oyun ve eğlence edinmiş, kendilerini dünya hayatının aldatmış olduğu kimseleri, kendi hallerine bırak( En’am Suresi, 70).
Kuran’da birkaç defa tekrar edilen oyun- oyuncak- eğlence kelimeleri
gayr-i ciddiyet anlamındadır. Türkçede de yirmiye yakın deyim tamlama içinde
kullanılan oyun kelimesi olumsuz anlamdadır. Bu kelimenin birinci anlamı da,
“ciddi olmayan” anlamını ifade etmektedir.
Oyun- metin aşağıdaki metinsellik ölçütlerini (bağdaşıklık, tutarlılık,
amaçlılık, durumsallık, kabul edilebilirlik) kabul eder. Fakat yazılı metinden
farklı olarak metadil kıstasları ve kuramlarıyla analiz gerçekleştirebilir.
Bu araştırma düzlemi ayrı bir yöntem ister. Bizce, satranç ve futbol bu
türlü semiyotik ve metin incelemesi için uygun sayılabilir.3
İnsan bütün doğruları, mükemmel zihni, kamiliyeti bularak dünyaya
gelmiş değildir. Doğruları bulmak, zihni zenginleştirmek, çocuğun kimliğini olgunluğa kavuşturmakta oyunların rolü büyüktür.
Bu anlamda oyunlar yalnız eğlence, zaman geçirme, oyalanma aracı
değil, düşünce biçimine sahip olma yolunda da bir uğraştır. Küçük yaşlardan
itibaren satranç oynayan çocukla, bu tarz bir oyunla alakadar olmamış bir çocuğun muhakeme yeteneği aynı olamaz. Bu açıdan zeka ve mantık oyunlarının
düşüncenin geliştirilmesinde, bilincin olgunlaşmasında etkisi vardır ve bununla
birlikte milli- geleneksel oyunların, milli- manevi duygu duyguların oluşmasında da annelerin ve babaların çocukla oynadığı oyunların etkisi büyüktür. Milli
ve insani kültür seviyesine ulaşmakta, demokrasi, hak ve hukuk değerlerini benimsemekte, dünyayı ve kendini keşfetme yolunda, İslami- dini değerleri sevdirmekte, birlikte yaşam formüllerinin oluşumunda, vatanseverlik, vatandaşlık,
insanlık değerlerine yönlenmede çocukluktan itibaren oyunun payı çoktur.4
Bu açıdan aşağıdaki önerilere dikkat etmek faydalı olacaktır:
- Oyun kurmak ve başarı kazanmak,
- Oyun kurmak ve kendini savunmak,
- Oyunun içinde olmak,
- Anlayarak bir oyunun içinde olduğunu görmek,
- Ayrı ayrı nedenlerle oyundan çıkmak,
- Oyunda yönetmen, aktör, figüran ya da seyirci olmak.
Oyun, ahlak kuralları ve toplum değerleri içinde olayları ve insanları anlamakta yardımcı olur. Eğlendirir. Zekayı ve bedeni geliştirir. Maddi ve manevi
olarak faydalıdır.
3 Satrançta saat, bu oyuna çok sonraları eklenen bir ögedir. Eşit saat belirlemesi zeitnot denilen, zamandışı kalmanın, yani kaybetmenin belirtisidir. Futbol maçında hakemin çaldığı düdük
bir kural göstergesi veya genelleme olarak sinyaldir.
4 Yarışmalar da spor olmakla birlikte oyun alanına girmektedir. (At yarışı, bulmaca vs...)
326
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Oyunların rakslarla (dans, oyun) ilişkisi üzerinde durmamız gerekir.
Halkbiliminde çoğunluk tarafından kabul edilmiş bir gerçek var ki, rakslar eski merasimlerin (ritüellerin) kalıntısı veya arkaiklekmiş- yalınlaşmış şeklidir. Sanatta senkretizm hareket- müzik- söz üçlemesinde ifade olunmuştur.
Rus bilim adamı Meletinski, bu senkretizmin mahiyetini ve gelişimini
açmış, önemli tespitleriyle bu probleme açıklık getirmiştir.
Türklerin halay raksları (Azerbaycan, Özbekistan, Anadolu’da Karadeniz
bölgesinde...), Şebiaruz törenlerindeki toplu rakslar, toplu törenlerin kalıntılarıdır. Konusu savaş, kahramanlık, aşk, sevgi, mahremiyet, birlik, bütünlük ve kainat modeli olan bu oyunların kökeni eski mitik düşünce içerikli merasimlerdir.
Hindistan’da 15-20 yıla öğretilebilen rakslar, hareket, mimik ve jestlerle; müzik diliyle Mahabharata’ya, Ramayana’ya benzer destanları anlatır ve
en eski dünya görüşünün; mit, masal ve destan dünyasının raks ifadesi olan
Çin, Afrika, Avustralya, Avrupa, Rus rakslarında da kendi ifadesini bulmuştur.
Raks- oyunlardan Azerbaycan’da oynanan “A yordu yordu, görek kim
kimi yordu...” oyun- raksı eğlence içeriklidir ve fiziksel hazırlık ister.
Oyunların göstergesel dili kendine özgüdür. Her oyun bir metin olduğundan onun unsurlarının karşılıklı ilişkisi, sistem özelliği; sembolik- semantik
özelliklerinin irdelenmesi tarihin, etnik psikolojinin karanlıklarına ışık vermekteki rolü kaçınılmazdır. Oyunda raks unsurlarının sırası, giyim- kuşamlar özel
kodlar olarak anlam taşır.
Bizce, raks ve oyun, merasim ve oyun gibi kavramlar; betimsel, karşılaştırmalı ve semiyotik yöntemlerle araştırılmalı, unutulmuş oyunlar restore
edilerek onların anlamına, işlevine, yapısına açıklık getirilmelidir.
Oyunlar, ayrıca Türk oyunları üzerine aşağıdaki sonuçları saptayabiliriz:
- Oyunların kökeni mite, efsaneye, masallara dayanmakla beraber, eski
inançlara da dayanır;
- Oyun mantığı üniversaldır ve bütün oyunlar için geçerlidir;
- Oyunların mit, atasözü, tiyatro, destan temeli, onların sosyokültürel
zenginlikleri yaşlılar için de çocuklar için de önem taşımaktadır;
- Oyunların işlevi (tarihi ve geleneği yaşatmak, eğlence, spor ve savunma, eğitim ve öğretim...) sosyal birimlerle düzenlenir ve toplum hayatının
vazgeçilmezi olarak sistemleşir ve sabitleşir;
- Çocuk oyunları büyük hayat yolunun fiziki ve ruhi hazırlanmanın
önemli koşullarındandır.
Türk çocuk oyunları Türk folklorunun ayrılmaz bir parçasıdır;
- Oyunların dil varlığı ve onların taşıdıkları özellikler araştırma gerektiren düzlem olarak dikkat çekmektedir. Dil oyunları da oyun sisteminin ayrıl327
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
maz bir parçasıdır.
- Oyunların ve edebiyatın iç ögeleri ve kurgulama mantığı insan zihninin ve toplum kültürünün fenomenal ifadesi olarak birbiriyle ilişkilidir.
- Coğrafyaya, doğal şartlara, etnik psikolojiye, kültür tipine, sosyal şartlamalara göre gelişen, değişen, dönüşen oyunlar semiyotik özellikleri de araştırma için önem arz etmektedir.
KAYNAKLAR
* Postmodernizmin En Yeni Felsefe Sözlüğü (Rusça), Minsk, 2007, s.
58- 65; 550 - 565.
* A. Yalçın, G. Aytaç; Çocuk Edebiyatı, Ankara 2008.
* Boratav,Halk Edebiyatı Dersleri, I. Kitap, Ankara 1942.
* Erman Artun, Türk Halkbilimi, İstanbul 2008, s. 315- 341.
* G. Bozkurt, Türk Kimliği, Ankara 1993; İnsan ve Kültür, Ankara 1999.
*G. Nergis ve S. Bal, Dil Gelişimi ve Eğitim: 0- 6 Yaş Dönemindeki Çocuklar İçin Destekleyici Etkinlikler, İstanbul, 2000.
* H. Özcan, Halk Edebiyatı Metinlerinin Çocuk Edebiyatına Kaynak Olması ve Örneklem Olarak Dede Korkut Hikayeleri, Turkish Studies, Volume
3/2, Spring 2008, s. 594.
* Milli Folklor, Ankara 2001, s. 49.
* S. Şener, Tiyatronun Kaynağına İlişkin Kuramlar, Ankara 1998, s. 11.
* T. Eroğlu Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi Halk Oyunları ve Bölgelerdeki Halayların Folklor İncelemesi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsünde Yayımlanmış Doktora Tezi, Kayseri, 1995.
* U. Durmaz, Balıkesir Köy Seyirlik Oyunları Üzerine Bir İnceleme, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Balıkesir 2012.
*Alev Alatlı, Aklın Yolu da Bir Değildir, İstanbul 2009.
*İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı, İstanbul 2010,
s. 958- 959.
*Orhan Şaik Gökyay, Dedem Korkut›un Kitabı, Kabalcı, 2011, s. 384.
*Tuncer Gülensoy, Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü, TDK, II. Cİlt, Ankara 2000, s. 642- 644.
*V. Rudnev, Futbolun Metafiziği- Metin Felsefesi ve Patografi Araştırması (Rusça), Moskova, 2011.
* Yaşar Çağbayır, Ötüken Türkçe Sözlük, Ötüken, IV. Cilt, 2008, s. 33603361.
328
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
- DERLEMELER ARTVİN’DEN DERLENMİŞ MANİLER
Ülkü ÖNAL*
1. Türkman Gelini
Bu gerçek yaşanmış hikâyedir. Köyün birinde bir genç kız ve iki delikanlı
yaşarmış. Delikanlılar bir biriyle çok iyi arkadaşmışlar. İkisi de aynı kıza âşıkmışlar. Biri elçi gönderip istemiş diğeri sese çıkaramamış.
Kızı ilk önce isteyen alıyor. Nişan yapılıyor. Düğün hazırlıkları başlıyor.
Kızı alamayan delikanlı sağdıç oluyor. Düğün oluyor. Damadı gerdeğe atarken
sağ ayağını işeri atarken sağdıç bıçağını çıkarıp iki dalının arasına saplıyor. Ciğerlerini darmadağın ediyor. Eşiğe düşüp ölüyor. Kız içerde bekliyor. Sabah
ezanı okunuyor. Odanın kapısını açıyor ki damat ölmüş. Kız hemen saçlarının
tellerinden saz yapıp çalıyor. Bakalım ne diyor:
Sabahtur ezana bak
Kalbimi kazana bak
Ezrailin ne suçi
Defteri yazana bak
Gelina bak gelina
Al kına yakmış elina
Gerdek çisası vurmuş
Saçlarının telina
Mezerluğun taşlari
Yüksek uçar kuşlari
Nasıl kıydız yarima
Yarimin arğadaşlari
Ayvanda oturanlar
Hançeri dik vuranlar
Ezrail can aliyer
Yetişin Müslümanlar
Mezarluhta yatanlar
Yani yera batanlar
Gittim baktım lal olmuş
Bülbül gibi ötan yar
Yel vurur fani fani
Felek kaldur yorgani
Yastuk kimdan istiyem
Döşek sultanım hani
Ver yüzügün saklıyem
Gül yerina kokliyem
Vallahi ant icarım
Parmağıma tağmiyem
Ördegin eşi geldi
Yüzügün kaşi geldi
Kalk soyun benim yarim
Tabut teneşir geldi (KK-1).
* Araştırmacı Yazar. Artvin / TÜRKİYE
329
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
2.
Bu dağlar ulu dağlar
Zaferin yolu dağlar
En kötü köşeniz de
Şehitler dolu dağlar
Bu dağlar allı dağlar
Taşları yaslı dağlar
Üç ay bülbüller öter
Dokuz ay yaslı dağlar
Korusu kuşlu dağlar
Yalçın yokuşlu dağlar
Size yıkım yok mudur
Ata duruşlu dağlar
Bu dağlar olmasaydı
Sararıp solmasaydı
Bir ayrılık bir ölüm
İkisi de olmasaydı (KK-2).
Bu dağlar allı dağlar
Uğurlu şanlı dağlar
Er yiğitler meydanı
Başı bulutlu dağlar
3.
Maniler başı mısın
Cevahir taşı mısın
Ablam geldin buraya
Muhabbet kuşu musun Karanfil oylum oylum
Geliyor selvi boylum
Ablam biza gelende
Şen olur benim gönlüm
Karanfil olacaksın
Sararıp solacaksın
İki dünya bir olsa
Misafir olacaksın
Ben bir avuç biberim
İçinizde dilberim
Yüzün gözün eşkitme
Misafirim giderim (KK-2).
4.
Eskişehir’de Bir Türk kızını muhtar zorla Yunan bir oğlana vermiş. Düğün yapılmış. Aradan yıllar geçmiş çocukları olmuş. Kocası karısını babasıgile
götürmemiş. Günün birin de kocası uzak yolculuğa çıkıyor. Kadın çocuklarına
diyor ki:
-Ben babamgile gideceğim. Türk dedenize mi geleceksiniz, Yunan babanızla mı kalacaksınız?
-Biz babamızla kalacağız.
Çocukları tutup göle attı. Kendisi babasıgile gitti ve şöyle dedi:
330
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Kabaklar kola yattı
İçinde yılan öttü
Eskişehir muhtarı
Alçak Yunan’a sattı
Arabamın tekeri gerildi
Gerildi yolarıldı
Sür şöför gemiyi
Eskişehir görüldü
(KK-2).
Ayna attım denize
Geliyor yüze yüze
Atma annem denize
Bizde dönelim size
.....gemisi acı bağırır
350 kişi Allah çağırır
Azrail ciyer den canlar ayırır
Gökte ki melekler bile ağladı
5.
Kurumuş suları kimse bir tas içmiyor
Veran olmuş bağları,kuş uçup kervan geçmiyor
Beni gezmah heç açmiyer
Yol ver tağlar, yol ver bana
Gönül gettuği yera ayak getmiyer
Ocahlara bahtım tütün tütmiyer
Benim derdim bana yetmiyer
Bir dertta bena eyladın felek (KK-3).
6.
Küçük yaştan beri
Bakın çektiğim çileye
Benden selam olsun
Memlekete sılaya
Ağlarım ağlamaktan
Bağa su bağlamaktan
Bağda yaprak kalmadı
Yarama bağlamaktan
Ağlarım ağlar gibi kimin
Derdim var dağlar kimin
Başımda yaprak kurudu
Verane bağlar kimin
Bu dağlar olmasaydı
Çiçeği solmasaydı
Ölüm Allah’ın emri
Ayrılık olmasaydı
7.
Karşıdan gelenlere
Gaz koydum fenerlere
Annem beni verecek
Askerden gelenlere
O gelen Ali’midir
Sallanan kolumudur
Dönüp geri bakmıyor
O yiğit delimidir
331
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Derenin uzunun da
Koydum bir boru buzu
Annem beni verecek
Bekarlar olur kızı
9.
Arpa orağa geldi
Zülüf tarağa geldi
Kalkın selama durun
Gelin salona girdi
Yeşillenmiş bizim bağın selvisi
Bende bilmem yarim hangisi
Orta boylu dal gezendir kendisi
Orta boylu dal gezene maşallah
Anamın özü benim
Kebapta közü benim
Gedin deyin anneme
İkbalsız kızı benim
Anamın özlerimden
Doymadım sözlerinden
Ben doymadım annemden
Doysun kara topraklar
10. Horoz
Dağlar kopmiş geliyer
Taşların arasından
Kim anlar kim anliyacah
Bu gönül yarasından
8.
Mezarlıkta yatan yar
Yanı yere batan yar
Geldim baktım lal olmuş
Bülbül gibi öten yar
Kaşların kaş kabaği
Yanahlar bal tabaği
Horoz dilin lal olsun
Ne tez ettin sabahi
Bülbülüm güle konar
Yolda dolanır gelir
Elların yarı gelir
Bizim yar toprak olur
Ben horozum ötarım
Yaği bala katarım
Siz sarılın siz yatın
Ben vağtında ötarım
Karadır kaşın ördek
Yeşildir başın ördek
Evvelden çift gezerdin
Haniye eşin ördek
11.
Yüksek ayvanın alti
Kardeş binmiş al ati
Kardeş binmiş gediyer
Biz kimin amanati
Dağda kestim kereste
Kuş besledim kafeste
Annem beni besledi
Askerden gelenlere
Peşkir çektim sicima
Güvenma el picina
Yar üstüna yar sevmiş
Oda gedar gücüma
332
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Peşkir çektim direktan
Bir of çektim yürektan
Benim derdim dert degil
Hakim gelsin felektan
Penceremdan gun düşti
Bağrıma ateş düşti
Ağır kaldur mevtami
Kardeşim yola duşti (KK-6).
Ben yarim o yarim
Haftaları sayarım
Bugun yarim gelmezsa
Kaderima sayarım
13.
İsitma tuuti beni
Tutti kurutti beni
Neylarım eyla yari
Getti unutti beni
Gedişin naza benzar
Boyun şahpaza benzar
Senin gezdiğin yerlar
Açılmış yaza benzar
Alaca yastuh yüzi
Kim bilur kalbimuzi (KK-7).
Gedarsın yolda durma
Sağda dur solda durma
Sağında yarın vardur
Soluna ateş düşsün (KK-5).
14.
Diyeyim ne diyeyim
Tutulan dilim ile
Nere gitsem geliyor
Bu iğpal benim ile
Kardeş kesen boş mudur
Saat’ın gümüş müdürr
Ayrıldık ayrı düştük
Yüreyimiz taşmıdır
12.
Cig süttan kaymak olmaz
Yolcuya durmak olmaz
Egil egil bir öpem
Güzeldan doymak olmaz
Anamın özlerinden
Doymadım sözlerinden
Bileydim ayrılık var
Öpeydim gözlerinden
Ben punğarım aharım
Edrefima baharım
Seni gibi kızlari
Poncağıma taharım
Meni meniyi eglar
Meniya galan beglar
Meni bir vefa degil
Bir odur gonul eglar
Lambayi siliyerim
Düşünüp duriyerim
Yar aklıma gelanda
Düşünüp duriyerim
Meni demaya geldim
Kaymak yemeya geldim
333
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Kaymak degil meramım
Yari görmaya geldim (KK-8)
16. Ho Gülüme Ekle
Ho gülüm ho
Karpuz kestim yiyan yoh
Derdin nadur diyan yoh
Ahşam yara kavuştum
Gozun aydın diyan yoh
15.Ağlarım Yana Yana
Altın yüzügün kaşi
Tolanur daği taşi
Ben gurbeta yolladım
Hem yari hem kardeşi
Urfali yar
17.Geven
Hayden kızlar hayden
Gevena gedah
Gevenin yollarında
Safalar edah
Ağlarım yana yana
Ne çare var
Mendili dalda kaldı
Geçan şöför aldı
Yanduh baba byanduh
Geven elindan
Yaz gelsada kurtulsah
Geven külündan (KK-10).
Yarim galacah diya
Gözlarım yolda kaldi
Edalı yar
18.
Sümmani der ölüm yardanüzüldi
Ciger kebap oldi bağrım ezildi
Bu yazilar biza haktan yazildi
Yazan ellarına kurban olduğum
Ağlarım yana yana
Ne çare var
Mendilimin yeşili
Ben yiturdum eşimi
Arayıp bulacağım
Nazlı yar yoldaşımı
Yan Ayşem yan
İsmin kıymetini yaz bana yolla
Bağrımda açılan gonca gülümden
Zilifin telina düz bena yolla
Tane tane düzdüğpümüz yerlari
Tatli tatli söyladuğumuz sözlari
Bir kağıt üstüna yaz bena yolla
(KK-11).
Tüfegim omzuma
Erzurum’dur Erzurum
Sarmiyer kızlar beni
Ne zulumdur,ne zulum
19.
Mor koyun kuzisina
Kan kaynar bazisina
Na diyem na eşidem
Arnımın yazisina
Ağ duman kara duman
Girdi taşın altına
Yar yastuğun yok isa
Kolum başın altına (KK-9).
334
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Bu dağlar demirdandur
Geçan gün ömurdandur
Felegin bir kuşi var
Pençesi demirdandur
Kima üzdürayım garip başımı
Bu garip ellarda yar yahtın beni
Hasretin narına yandım kül oldum
Ahu gözlüm ne haldeyim gör beni
Gönül mecnun olmiş Leylasını arar
Eger vaz geçarsam seni toprahlar
sarar
Dağlar dağladi beni
Göran ağladi beni
Ayırdi zalim felek
Derda bağladi beni
Bu dünyada üç nesnedan korharım
Bir ayriluh bir yohsulluk bir ölüm
Ölüm Allah’ın emri ayrıluh
yohsulluk olmasaydı
20.
Dağlar seni delik delik delerim
Kalbur alıp toprağını elerim
Sen bir koyun ben bir kuzu
Peşi sıra melerim,melerim
Ne karaymış şu anlımın yazisi
Melaşiyer koyun ila kuzisi
Hani benim çiçek kokan
Mor sümbüllü bağlarım
Ahu gözlüm ne haldayım gör beni
(KK-11).
22.
Deli gönül gezar gezar galursun
Ari kimin her çiçektan bal alursun
Ben senin derdini çekamam gönül
Çoşkun çaylar kimin akmak istarsın
Nerda güzel görsan bahmah istarsın
Ben senin derdini çekamam gönül
23. Dallarında Hanım
Dallarında hanın dallarında
Dön yerinde hanım dön yerinda
Canımın içisin gel yanım da hanım
Ben seni sevmişim canımdan içari
Gel canım hanım gel hanım hanım
Gel evimda otur gel hanım hanım
Dalların da hanım dallarında
Dur yerinda hanın dur yerinda
Belların da hanım belların da
(KK-13).
Ah çekarak gurbet elda ağlarım
Şu gönlümün...... bozuldu
Ağ arnıma kara yazi yazıldı
Mezerimda gurbet elda kazildi
Hani benim çiçek kokan
Mor sümbüllü bağlarım
Ah çekarak gurbet elda ağlarım
24.
Tencerede tuz musun
Gelin misin kız mısın
Bu ahşam gelacağım
Ev da yalazuh misin (KK-14).
21.
Gecalar düşümda gördüm düşuni
Çoh ağlarım silan yohtur yaşimi
335
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
25.
Kudrettan çekilmiş kalemdur kaşın
Geymiş karalar yastadur başın
Kız atan mi ölmiş yohsa kardeşin
Ahu gözlüm ne beklarsın mezeri
Zeynaba yapturdum altundan kaşuh
Üstuna yazdurdum Zeynabım aşuh
Zeynabım Zeynabım allı Zeynabım
Üç koylar içinda birdur Zeynabım
Kudrettan çekilmiş kalemdur kaşım
Geymişim karalar yastadur başım
Ne atam ölmüştür ne da kardeşim
Yar aşhına dolanurum mezeri
27.
Elların sevdasi mal ila dövleta
Bu benim sevdam bir yar üstünadur
Taramiş zülfini tökmiş destini
Oni göran yigit erir tuz gibi
Sen ana rahmina geldin gelali
Ak ellerin elvan elvan kınalı
Kaç yıl moldi senin yarin öleli
Ahu gözlüm ne beklarsın mezari
Keten gömlek giymiş yatmiş uyumiş
Ala gözlarini yuği bürimiş
Dünya’da benim sevduğum birimiş
Ben ayrılsam şirin dillar ayrılmaz
Ben ayrılsam güzel ellar ayrılmaz
Ben ana rehmina geldim gelali
Ak elllarım elvan elvan kınalı
Yedi yıldır benim yarim öleli
Yar aşkına dolanırım mezarı
Keten gömlek geymiş cihani dizinda
Arzimanım kaldi ala gözünda
Üç bengi var yanağında pasta yüzünda
Ben ayrılsam şirin dillar ayrılmaz
Mezarını çayır çimen bürümüş
Samyel esmiş yaprakları kurumuş
Yedi yıl oldu şimdi çürümüş
Ahu gözlüm heç beklama mezarı
26.
Zeynapa yapturdum fil dişi tarak
Tara ziliflari kendina bırak
Zeynabım Zeynabım allı Zeynabım
Üç gozel içinda birdur Zeynabım
Zeynaba yapturdum altundan sini
Üstuna yazdurdum gendi ismini
Zeynabım Zeynabım allı Zeynabım
Üç koylar için da bir dur Zeynabım
336
28.
Bu dünya fanidur ehtibar olmaz
Yaldadur insani kimsaya kalmaz
Ne keder malın varsa beraber
gelmaz
Anadan uryan çıharur bir gün
Dünya mali dünyada kalur
Sebep ila günah barabar galur
Her ne işladisan anda kul olur
Azab ila hesabi sorarlar bir gün
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
29.
Anacuğum yoh mi da babam
Nerda kaldi gelmadi
Ac da kalduh susuzda kalduh
Heç kimsaya demaduh
İçin da oturan
Begdur paşadur
Seksen bir mehledur
Yüz bir köşedur
Hesaba gelmiyer
Mali Tebriz’in
Anacuğum ben babami
Geca gördüm ruyada
O kahriman babacuğum
Şeyit olmiş kavgada
31.
Of ana yoh ki yağa yırta saç töka
Baci yoh ki ala gözdan yaş töka
Baba yoh ki mezerima taş tika
Bir çalidur mezer taşi Garibin
Pencereden bahtım
Yollar çamurdur
Garip sanın gönlün
Taştur demirdur
On bir bayram geldi da geçti
Bir taze fistan geymaduh
Ac da kalduh susuzda kalduh
Heç kimsaya demaduh
Anacuğum nerda kaldi
O kahriman babacuğum
(KK-15).
Yedi yıl deduğun
Heyirli ömürdür
Gel ey Garibim
Sen getma o yerlara
30.
Aşık Garip naçar ağlar
Gündür geçar ağlar
Bu kapilari kapatan Allah
Bir gün açar Allah
Ey dön beri dön beri
Yüzün göreyim
Alagözlarından hasret alayım
Bir amanatın var sanaverayım
Yaradan gani
Yarabbim sen kurtar
Gurbettan beni
32.
Kara tavuh kaçiyer
Kanadıni açiyer
Baba beni tez evar
Kızlar elden kaçıyer
Tiflis’in güzeli
İran’ın şahı
Onlarinan bitmiştur
İşi Tebriz’in
Masa üstü yumurta
Sevduğum beni unutma
Eger beni unutursan
Mektubumi unutma (KK-16).
Tebriz’in etrefi
Dağdur meşedur
337
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
33. Hükmiya
Bulbulum konmam guluma
Felek duşurdi bu zuluma
Alem beşigi elima
Diyem yavri nenni nenni
Artvin’im dağlar arasında
Güller biter ortasında
Yeşil yeşil çamlarınla
Bekle beni geliyorum
Bütün dünya namın duysun
Artvin’im Artvin’im
Benim yeşil Artvin’im
Bekle beni geliyorum
Ah sena nenni diyan dillar
Of sena memeyi veran kimlar
Sena sut yeduran ellar
Diyem yavri nenni nenei
35. A Leyli Leyli
Hukmiya derlar adına
Anan yandi ev oduna
Kalan ellar umuduna
Diyem yavri nenni nenni
Girdim çıhtım ağladım
Kaytan buyuhli yari
Neralara yolladım
A leyli a leyli va leyli
Gedarım beylasına
Karagöz mehlesina
Karagöz evda yohtur
Göçmüştür yaylasına
A leyli leyli va leyli
Ezeldan butun yalan
Var midur bir temsil salan
Kuçugikan yetim kalan
Diyem yavri neni neni
Karadur alnın yazisi
Dünyada gulmaz bazisi
Zulal’ın körpa kuzisi
Diyem yavri nenni nenni
(KK-17).
Kırdım kavah dalını
A leyli leyli va leyli
Sevdim beyaz gelini
A leyli leyli va leyli
Havuza su bağladım
Girdim çıhtım ağladım
Kaytan buyhli yari
Neralara yolladım
A leyli leyli va leyli
34. Artvin’im
Bekle beni geliyorum
Benim yeşil Artvin’im
Çimlerinle güllerinle
Bekle beni geliyorum
Kavah uzanur gedar
Dali bezanur gedar
Buse vermayan kızlar
Günah kazanur gedar
A leyli leyli va leyli
(KK-12)
Bütün dünya namını duysun
Benim güzel Artvin’im
Benim yeşil Artvin’im
Bekle beni geliyorum
338
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
36. Tarina Nar
Başında ki yazmayi
Yera vurdum kazmayi
Yarim nerdan örgandın
Kibar kibar gezmayi
Dereyi buz bağlamiş
Beni da bir gelin vurdi
Yarami kız bağlamış (KK-20)
39.
Bülbül ne ötarsın Çuhurova’da
Eşin yiturmişsun durmaz yuvada
Gendim kurbet elda gönlüm silada
Deli gönül havayidur havayi
Tay tay tarina nay
Narina narina nay
Nay nay narina nay
Başında ki yazmanın
Solsun çiçegi solsun
Ben o yari istamam
Kimin olursa olsun
Deli gönül arz ediyer silayi
Bülbülün vatani bahçalar bağlar
Sevduğum sılada da ah çekip ağlar
Onun içun arz eylarım silayi.
(KK-20).
Tay tay tarina nay
Narina narina nay
Nay nay narina nay
40.
Yüri ey sevdigim sen dahi yüri
Yüregimada koydun ateşi nari
İstarsan Huri ol istarsan Peri
Neylarım Sümmani olduhtan sonra
Yar meşeda yatiyer
Yanına taşlar batiyer
Edanlara kalmasın
Yar yalazuh yatiyer
Tay tay tarina nay
Narina narina nay
Nay nay narina nay
Yüce tağ başında karidim
Yel vurduhça ılğın,ılğın eridim
Evvel yarin sevdalisi benidim
Şimdi yad ellardan bahan ben oldum
(KK-20).
37.
Karşidan gel karşidan
Bizim evin başindan
Karşi ki dağlar gibi
Duman kalhmaz başından
(KK-19)
41.
Bilmam Hinda gedarım yohsa Yemen’a
Bir suval sorayim çayır çimena
Çimen benim Gülizarımi gördün mi?
Tağlar al geyinmişta deryalar kara
Vucutum sağ degilda sinem hep yara
Kıymetin bulurlar belki Buhara
Görünür gözümda yol yavaş yavaş
38.
Bu dere derin dere
Sulari serin dere
339
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Dertsiz idim dert elindan dert aldım
Bu aşhın bendina talduhtan sonra
On birinda ben pirimdan virt aldım
Serimi kavgaya salduhtan sonra
Azmayinan uzmayinan
Yar bulunmaz gezmayinan
Eşin kızlar mezerimi
Eşin eşin derin olsun
Altun sapli kazmayinan
Sular serpin serin olsun
Kızlar kılsın cenazemi
Gelinlar da imam olsun (KK-23).
Yaman imiş derlar bu aşhın bendi
Yüregima koydun da ğemlar kemendi
Ya gelur namesida ya yarin kendi
Bizim güllar hitap bulduhtan sonra
(KK-20).
42.
Gayet bu sözlar hakka yaramaz
Sözün da durmayan adam olamaz
El da güzel çohtur bana yaramaz
Var Garibim sağluğınan gelasın
Çadırın alem başına sarem
Can sana kurban asker
Bir ben sena kız alem
Kurban olayım asker
44.
Yine serin serin estin ulu rüzgâr
Her yandan yolumu kestin ulu rüzgâr
Yarın yanağından bir gül kopardın
Getirdin bağrıma bastın ulu rüzgâr
(KK-23).
45.
Sari papuç düzdadur
Top zilüflar yüzdadur
On iki gelin sevdim
Gena gönlüm kızdadur
Ert yürek mertim mert (KK-21).
Sari papuç çizuği
Kız na bilur yazuği
Egil egil bir öpem
O da bir yol azuği
43. Yusufeli
Hey ağalar hey yarenler
Dağlara kar düşti düşti
Ben gurbetta yar sılada
Düşti gönlüma yar düşti
Sari papuç dilimi
Ben yiturdum gulimi
Gulimi kohlayanlar
Göza alsın ölümi
Gedin deyin anasına
Ögüt versin sunasına
Han Aslı’nın sinesine
Çita nar düşti nar düşti (KK-22).
Bir elinda nacah
Sandım bena vuracah
Oğlanların günahi
Kızlardan sorulacah
44.
Bahçaya vurdum kazmayi
Güzellar bağlar yazmayi
340
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Bu türki türki degil
Ağlamahtur ağlamah
Şimdi bir adet çıhti
Kız oğlana yalvarmah (KK-23).
Annesi kızını gelin ediyor. Güveyinin yanına girmeden rahmetli oluyor.
Annesi orada ağıt yakıyor.
46.
Bir kadın varmış hiç çocuğu yokmuş.
Allah’a yalvarmış : “ Cenab-ı mevlam
bana bir çocuk versen de bende eller
gibi sevinsem. Mevlam duasını kabul
etmiş. Buna bir oğlan çocuk vermiş.
Çocuk büyümüş. Annesi salı günleri
bunun saçını tararmış. Yanlarında çayın
kenarında bir kumluk varmış. Oynamaya giderken demiş ki.“ Oyun oynamaya
her yere git ama kumluğa gitme.” Günün birinde arkadaşları kandırıp kumluğa götürmüşler. Orada oynamakta
çocuk suya düşüp boğuluyor. Gel haber
verelim annesinden. Anneye haber verilen de saç baş yoluyor. Gediyor kumluğa orada birkaç hane türkü diyor.
Sali günini sayardım
Yavrum saçların tarardım
Kül gözüm görmadi oğul
Vah anan ölsün dedim oğul yavrum
Yavrum bendan gizli kaştın
Gettin kumluğta oynaştın
Ağır encemi suya düştün
Vah anan ölsün dedim oğul yavrum
Hani aslanım nerdadur
Sırma kenküllüm nerdadur
Evlat acisi bendadur
Vah anan ölsün dedim oğul yavrum
(KK-24)
341
Merduvana çıhtım güllar açildi
O kefinlar selvi boya biçildi
O şirin dillardan rahmet saçildi
Ah anan ölsün dedim yavrum
(KK-24)
47.
Kardeş atın yohmidur
Binip galsan çohmidur
Annen hasta yatiyer
Heç haberin yohmidur
Kardeşim kaladadur
Mektubi valadadur
Sımarlayın kardeşima
Bacisi dar haldadur
İsitma tutti beni
Tutti kurutti beni
Na muhannet yaridi
Getti unutti beni
48.
Parmağımda yare var
Yüregimda pare var
Na öldüm na kurtuldum
Na derdima çare var
İpimi ip edarım
Ucuni kat edarım
Sizin gibi kızlari
Altıma post edarım
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Yumurta koydum sepeta
Yar oturur tepeda
Eyla bir yar sevmişim
Şan verur memleketa
İp attım uci kaldi
Tarakta kuci kaldi
Yarim getti gedali
Yürekta aci kaldi (KK-25).
53.
İsitma tutti beni
Tutti kurutti beni
Neylarım beyla yari
Getti unutti beni
Bahçalarda kavahlar
Tepesinde yaprahlar
Ben toymadım yarima
Toysun kara toprahlar
49.
Hey ahşamlar ahşamlar
Gena oldi ahşamlar
Evli evina gedar
Garip nerda ahşamlar
Alaca yastuh yüzi
Kim bilur kelbimizi
Esti bir hafif rüzgar
Ayırdi ikimizi (KK-29).
Ahşam oldi nedem ben
Bilmam nera gedem ben
Herkes evina doldi
Ağlamiyem nedem ben (KK-26)
54.
Çıhtım yükseklara
Endim aşahlara
Ben burda ne konuşem
Burda oturan koçahlara
50.
Felek dertlari eklar
Sufram kurili beklar
Analar taş degil yavrum
Sizi evuza beklar (KK-9)
55. Horavel Manisi
Bu tağın ardındayım hoy hoy
Begların yurdundayım
Dün bir civan öldi
Ben onun derdindayım
Ho ho hoy (KK-30).
51.
Kuş olup uçamadım
Dallara geçamadım
Kuş kanadi ila uçar
Kuş kadar olamadım (KK-27).
56. Sefil Mahmut
Sefil Mahmut bu kış burda kışladi
Yaralari göz göz oldi işladi
Kan kuruyup can çıhmaya başladi
Dilim tutmaz nica diyem yar Mahmut
52.
Oğlan makam kız makam
Sallan boyuna bağem
İki gönül bir olunca
Ne halt etsin kaymakam (KK-28)
Teşke bu yerlara gelmaz olaydım
Seni beyla halda gormaz olaydım
342
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Kırılsın kollarım vurmaz olaydım
Bundan beyla Mahmut diyem
yar diyem
60.
Hayal hayal olmiş karşiki tağlar
Hastanın halinden ne bilur sağlar
Döşek melul melul yastık kan ağlar
Selvi ağacın senin maralın hani
(KK-31).
Der Mehbubi teşke Mahmut
sağ olsun
Dahi çekmam arzumani gençali
(KK-31).
57.
Sabreyla zulmun her belasına
Mevlam sınar dergahında çohlari
Bir darluğa bin genişluh veran
Kikmetindan varlar etti yoki var
(KK-31).
Tut ağaci tut verur
Yaprağını kıt verur
Aradaki cazilar
Nazli yara fit verur
61.
Manici başimisun
Cevahir taşimisun
Sana bir mektup yazsam
Cepuvda taşırmisun
Kara kuş yuva yapmiş
Peludun kovuğunda
Beni yara versalar
Zemheray sovuğunda oy oy
Karanfil ekarmisun
Bal ila şekermisun
Dünyada yağtın beni
Ağretta çekarmisun oy oy
Karanfil ekarmisin
Bal ila şekermisin
Bugün yaptuğlarını
Ahretta çekarmisin
58.
Kerem ey der hata geldi dilima
Çoh savuştum çare yohtur ölüma
Kima nida etsam gerlmaz yanıma
Gençluğumda göramadım hoş güni
59.
Sabreyla zulumun her belasına
Mevlam sınar dergahında çohları
Bir tarluğa bir genişluh veran var
Hikmetina ol var etti yohlari
Bu dere baş aşaği oy oy
Cilveleoy nanayda
Yabanidur yabani oy nanayda
Cilveleoy nanayda
Yarimin geyduhlari
Kadife pantolidur
Nananyda cilveloy nanayda
Turali para buldum oy
Cilveleoy nanayda
Hay gâvur oğlu gâvur oy nanayda
Sendan guzeli buldum oy nanayda
Nayda nani, nayda nani cilveleoy
nanayda
343
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Hayde gidelum hayde
Yohtur kimsadan fayde
Elun nişanlisina
Nasıl diyersun hayde oy oy
Dağda kırarlar fınduği
Hani gelinin sanduği
Dağda kırarlar kırdaşi
Hani gelinin kardeşi
İşte gelinin kardeşi
Kestaneyum kestane
Kes koy beni yapiya
Bir geldun goramadum
Bir daha gel kapiya oy oy oy
Yaylaların yoğurdi
Seni kimlar doğurdi
Seni doğuran ana
Olsun bana kaynana
Anam anam kakam anam
Südün emdim kana kana
Ben ahreta gediyorum
Helal eyla dona dona
Oğlandur oğtur
Bir kürek poğtur
Sanasğele düşmiş
Kalduran yohtur
Dağa gider oduna
Balta sapi kotuna
Aman ana kakam ana
Südün emdim kana kana
Kızdur nazdur
Bin lira azdur
Bin daha getur
Bindur götür (KK-32)
Anam var yanıma gelmaz
Babam var halimi sormaz
Anam anam kakam anam
Südün emdim kana kana
62.
Duman dere yuhari
Bir yayilmasi vardur
Gelin gelduği geca
Bir bayılmasi vardur
Gelina bah gelina
Kına yahmiş elina
Ne yapayim gelina
Sırma tahmiş belina
Kara kuş yuva yapmiş
Maşallah yapisina
Gel güzelim gidelim
Mahkeme kapisina
Gelin atladi eşigi
Sufrada kaldi kaşuği
Anam ağlar babam ağlar
Peşima yanar ağlar
İşte geldim büküm büküm
Sırtımda var davul yüküm
Ali Ağa’da iki gözüm
Sanada selamun aleykum
Hani gelinin çeyizi
İşte gelinin çeyizi
344
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Köşe köşe yaranurum
Ceyran gibi dolanurum
Ali Ağam’da iki gözüm
Sağlığına güvanurum
Geldum seni almağa
Başladun ağlamağa
Nayda nanoy cilveloy nanayda
(KK-33)
Bahçalarda olur Mersin
Mersin dalın yera ensin
Mehmet Ağamda iki gözüm
Allah uzun ömür versin
64.
Manici başimiyim
Cevahir taşimiyim
Her gelen beni sorar
Altun hamaylimiyim
Köşe köşe geldim geldim
İnci mercan düzdüm geldim
Mehmet Ağa iki gözüm
Arzu ettim sana geldim
Osmaniye iki köyün arasi
Köy degil Allah’ın belasi
Sogitli deduğun keçi merasi
Seydiyabat Cehennem Deresi
Yaşa Orhaniyeli söyla bir daha
Nar ağaci nar ağaci
Kimi tatli kimi aci
Osman Ağam iki gözüm
İnşallah olursun haci
Kirez dalın egmali
Kirezini yemali
Komşi kızi varikan
Kima gönül vermali (KK-34)
Şekerim var ezilecek
İnce bezdan süzülecek
Mehmet Ağa çoh bekletrme
Çoh yerim var gezilecek
65.
Cilveloy nanayda
Ayna koydum yüzuna
Oy nanayda cilveloy nanayda
Ey gidi eski sevda
Merekte sari saman
Nışanlım aman aman
Herkes dügün yapiyer
Bizimkisi ne zaman
Tophanedan topu atarlar
Bali kaymağa katarlar
Osman Ağam iki gözüm
Davulcuya bahşiş atar
Oy nanay da cilveloy
Yahtın beni gülikan vo nanayda
Nayda nayda nanayda ho
Cilveloy nanayda
Pınar başi pındırak
Oy nanayda cilveloy nanayda
Gel beraber oturah ho nanayda
Cilveloy nanayda
63.
Endum dere ırmağa
Zeytun dali kırmağa
345
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Nayda na nanayda da ho
Cilveloy nanayda
Odanin tavani yoh vo
Ray ray mercan oy
Yıldızlar göriniyer vo
Ray ray mercan oy
Yar evinuz varmidur
Cilveloy nanayda
Yani duvarmidur
Vo nanayda cilveloy nanayda
Kara gözli sevduğum vo
Ne guzel goriniyer vo
Ray ray mercan oy (KK-36)
Ben seni seviyorum o nanayda
Cilveloy nanayda
Heç haberun varmidur
Vo nanayda, cilvelo nanayda
66.
Endum derelicana
Su verdim patlicana
Alurum siçan oti
Yedururum kocana
Arajmanca söyliyecam vo
nanayda cilvelo nanayda (KK-35)
Dere geturur çali
Kulaklari mercanli
Kız beninan oynama
Kalursun iki canli
65. Mercan Oy
Gediyerim gelsana vo
Ray ray mercan oy
Yolimi bağlasana vo
Ray ray mercan oy
Cam ögünda küpeli
Dibini süpürmali
Yarima bahan kızın
Yüzüna tükürmali
Ben seni seviyorum vo
Ray ray mercan oy
Gözlarımdan bilsana vo
Ray ray mercan oy
67.
Etegimin pilesi
Yana bahiyer yana
Yasemin senin sevgillin
Bana bahiyer bana
Karşidan gelanlara vo
Ray ray mercan oy
Kaz koydum fenerlara
Ray ray mercan oy
Harmana yarim harmana
Harman yeri dar bana
Yeni kolyeler çıkmış
Alsana yarim sen bana
Gözüm çapkın alişti vo
Ray ray mercan oy
Bakıyor güzellara vo
Ray ray mercan oy
Kolunda üç bilezik
Üçide burma burma
346
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Sen get yarim askere
Üç aydan fazla durma
68.
Emdum derelicana
Su verdim patlıcana
Alurum siçan oti
Yedururum kocana
Parmağında yüzügün
Al sana nişan olsun
Ben bu koydan gediyerim
Oda siza şan olsun
Dere geturur çali
Kulaklari mercanli
Kız beninan oynama
Kalursun iki canli (KK-36)
Hoca geliyer hoca
Elinda sari bohça
Şimdi ki kızlar istiyer
Kot pantolonlu koca
69.
Cam önününde küpeli
Dibini süpürmeli
Yarimeeee bakan kızın
Yüzüne tükürmeli
Osmaniye sögüdü
Sulamadan büyüdü
Sana yarim dedikçe
Senin burnun büyüdü
Etegimim pilesi
Yana bakıyor yana
Yasemin senin sevgillin
Bana bakıyor bana
Kolunda saatin
Nakışı ben olayım
Askerdeki yarimin
Kayışı ben olayım
Harmana yarim harmana
Harman yeri dar bana
Yeni kolyeler çıkmış
Alsana yarim sen bana
Hoca çıkmış minbera
Topluyor kaşıkları
Hoca sevap isterse
Kavuştur aşıkları
Kolumda üç bilezik
Üçide burma burma
Sen git yarim askere
Üç aydan fazla durma
Arabamın tekeri
Lekelidur lekeli
Osmaniye kızları
Çikolata şekeri
Ayakkabımı silerim
Üstü güzel olursa
Kaynanamı severim
Oğlu güzel olursa
Parmağımda yüzügüm
Al buna nişan olsun
Ben bu koyden gediyorum
Oda siza şan olsun
Hoca geliyor hoca
Elinde sarı bohçası
347
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
Ben gelmeden geber
Şimdiki kızlar istiyor
Kot pantolonlu koca
Oğlan oğlan kalk gidelim
Sigarayı feneri yak gidelim
Ay oğlan oğlan boynuma dolan
Osmaniye söğüdü
Sulamadan büyüdü
Sana yarim dedikçe
Senin burnun büyüdü
Oğlanın elinde mısır sopası
Akşama yiyecek karı sopası
Ay oğlan oğlan boynuma dolan
Kaynanam karabiber
Kaynatam ondan beter
Allah alsın onları
Bir oğlu bana yeter
Yoğurdum tasta kaldı
Komşuluk yasta kaldı
Âlemin yari geldi
Benim ki yasta (Kars’ta) kaldı
Rakı koydum şişeye
Geç kaynana köşeye
Senin salak oğlunu
Zor yatırdım döşeye
Pazar pazara düşti
Sıdret nazara düşti
Eşigi adlamadan
Kendi mezara düşti (KK-37).
Fırın üstünde fırın
Vurun davullar vurun
Biz ikimiz bacıyız
Sizde bacanak olun
Bu dağ o dağı tartar
Günbegün derdim artar
Derdimin ortağı yar
Gel beni dertten kurtar (KK-38).
Torbaya ektim tazecik biber
Aman kaynanacım
KAYNAK KİŞİLER
KK-1: Cemil Keskin, 80 yaşında, Ortaköy Merkez/ARTVİN
KK-2: Zekiye Kara, 55 yaşında, Kutlu Köyü Ardanuç/ARTVİN
KK-3: Gülseher Kılıç, 84 yaşında, Kutlu Köyü Ardanuç/ARTVİN
KK-4: Emriye Kara, 70 yaşında, Kutlu Köyü Ardanuç/ARTVİN
KK-5: Nazimet Gül, Tosunlu Köyü Ardanuç/ARTVİN
KK-6: İfaket Bilgin, 75 yaşında, Göraşet Köyü Ardanuç/ARTVİN
KK-7: Seniye Temur, Şalcı Köyü Şavşat/ARTVİN
KK-8: Ruhuze Kaya, 57 yaşında, Yavuz köyü Şavşat/ARTVİN
KK-9: Eliminur Yıldız, Meşeli köyü Şavşat/ARTVİN
KK-10: Hafız Kemal Yavuzoğlu, Karlı Köyü Ardanuç/ARTVİN
348
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
KK-11: Sıddık Altunkaya, 103 yaşında, Tosunlu köyü Ardanuç/ARTVİN
KK-12: Nazmiye Arslan, Tepedüzü Köyü Ardanuç/ARTVİN
KK-13: Zülküf Yıldırım, 93 yaşında, ARTVİN
KK-14: Faik Albayrak, 65 yaşında, Tosunlu Köyü Ardanuç/ARTVİN
KK-15: Gülseher Kerimkızı, Uravel köyü/ARTVİN
KK-16: İzzet Çelik, Kutlu Köyü Ardanuç/ARTVİN
KK-17: Âşık Zarrafi, Cinal Köyü Şavşat/ARTVİN
KK-18: Turgay Bayraktar, 33 yaşında, Güreşen Köyü Borçka/ARTVİN
KK-19: Mehpup Yazıcı, ARTVİN
KK-20: Yaşar Bilgin, ARTVİN
KK-21: İbrahim Usta, ARTVİN
KK-22: Mehmet Özcü, 78 yaşında, Erenköy Yusufeli/ARTVİN
KK-23: Hasan Özcü, Hers Köyü Yusufeli/ARTVİN
KK-24: Nazlı Kaya, Kutlu Köyü Ardanuç/ARTVİN
KK-25: Yadigâr Altun, 70 yaşında, Kurudere Köyü Şavşat/ARTVİN
KK-26: Ferinaz Temur, Şavşat/ARTVİN
KK-27: Şerafettin Koca, ARTVİN
KK-28: Muhittin Aliz, ARTVİN
KK-29: Perihan-Abdullah Koca, ARTVİN
KK-30: Zihni Aydın, İncilli Köyü Ardanuç/ARTVİN
KK-31: Hayriye Çelik, 101 yaşında, Ekşinar Köyü Ardanuç/ARTVİN
KK-32: İsmail Can
KK-33: Bahriye Acar
KK-34: Mevlüt Yıldız
KK-35: Münevver Aydın
KK-36: Melek Yılmaz
KK-37: Naciye Kaya
KK-38: Hüsniye Çelik, Örtülü Köyü Ardanuç/ARTVİN
349
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
- ÇEVİRİLER ÖZEL BİR YARATIM BİÇİMİ OLARAK FOLKLOR*
Roman Jakobson ve Petr Bogatyrev
(Çeviren: Tuncer YILMAZ*)
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, düşüncenin yanıltılmış kuramsal
yönelimlerini bilhassa niteleyen naif gerçekçilik*, bilimsel düşüncedeki daha
yeni akımlarca yerinden edilmiştir. Naif gerçekçilik yalnızca, destekçileri materyaller toplamakla ve belirli somut sorunlarla oldukça meşgul olduğu için
düşünsel varsayımları gözden geçirmeye isteksiz olan, ve bu nedenle de doğal
olarak bağlı oldukları kuramsal ilkeler konusunda tutucu davranan hümanistik
disiplinlerin sahasında yayılmaya devam etmiş, hatta bu yüzyılın başlarında
ivme kazanmıştır.
Naif gerçekçiliğin düşünsel perspektifi (en azından, bu perspektif sorgulanamaz ya da inkâr edilemez bir dogma olmadığı için)her ne kadar çağdaş
araştırmacıya alışılmadık gelse de, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, bilimin düşünsel varsayımlarında doğrudan bir gelişmeyi temsil etmiş olan bütün
bir formülleştirmeler dizisi, birçok kültürel çalışma sahasında, adeta bilimsel
gelişmeyi kısıtlayan bir kalıntı olan kaçak bir safra gibi varlığını sürdürmeye
devam etmiştir.
Yeni-dilbilgicilerin (neogrammarians) bireyin dilinin tek ve gerçek dil olduğu yönündeki yaygın tezi, naif gerçekçiliğin tipik bir ürünüdür. Epigramatik
açıdan bakıldığında bu tez, son tahlilde, geri kalan her şey kuramsal-bilimsel
soyutlamalarken, yalnızca belirli bir kimsenin, zamanın belirli bir anındaki konuşmasının asıl gerçekliği temsil ettiğini öne sürer. Yine de, hiçbir şey dilbilimdeki çabalara, yeni-dilbilgici ekolün köşe taşlarından biri haline gelen bu tez
kadar yabancı değildir.
Modern dilbilim, öznel ve belirli bir söz ediminin—Saussure’ün termino* Yazı ilk olarak “Die Folklore als eine besondere Form des Schaffens,” Verzameling van Opstellen door Oud-Leertingen en Befriende Vakgenooten (Donum Natalicium Schrijen) (NijmegenUtrecht: 1929, pp. 900-913)’da yayınlanmıştır.
* Dr. Karadeniz Teknik Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü. Trabzon/
TÜRKİYE
* Etrafımızdaki nesnelerin, yalnızca bizim onları idrak ettiğimiz gibi var olduklarına inanmaktan
ortaya çıkan gerçekçilik türüdür. Buna göre eşya, yalnızca bizim duyularımıza hitap edebildiği
oranda gerçektir (ç. n.).
350
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
lojisine göre söz* (parole)—yanı sıra, “bir toplumsal yapının, bireylerin o yetiyi
[dil] aralarında uygulamalarına izin vermek üzere benimsediği gerekli kurallar
kümesi” olan dil’i (langue) de tanır. Bu geleneksel ve kişilerarası sistemde, şu
veya bu konuşmacı, ancak dil’deki bireysel sapmalar yoluyla, ve yalnızca dil’in
kendisine göre yorumlanabilecek kişisel çeşitlilikler gösterebilir. Bu çeşitlilikler,
toplumdan sonra dil’in gerçekleri haline gelirler, belirli bir dil’in kullanıcıları
bunları onaylamış ve genel olarak makul olduklarını kabul etmişlerdir. İşte burada da, bir yandan dildeki dönüşümler; öte yandan da bireysel konuşma yanlışları (lapsus), kişisel heveslerin, güçlü ruh hallerinin ya da konuşan kimsenin
estetik dürtülerinin sonuçları arasındaki farklılıklar yatar.
Dilde yaşanan şu veya bu yeniliğin “kavramlaşması” ile ilgili soruya geldiğimizde ise, bireysel konuşma yanlışlarının (lapsus), kişisel ruh hallerinin, ya
da estetik konuşma deformasyonlarının bir biçimde toplumsallaştırılması ve
genelleştirilmesinin sonucu olarak ortaya çıkan dil dönüşümü vakalarını inceleyebiliriz. Dil değişimleri, zaten gerçekleşmiş ve doğrudan dil’de biçimlenmiş
kaçınılmaz ve kararlı konuşma değişikliği sonuçları oluşturduklarında olduğu
gibi, başka bir biçimde de ortaya çıkabilir (biyolojik tekkaynakçılık (monojenez) kavramı). Ancak, yürürlükte olan dilbilimsel değişim ile ilgili genel değişimlerde, yalnızca toplumsal bir gerçek oluşturduğu andan itibaren “doğan”
bir dil yeniliğinden söz edebiliriz, örneğin, bir konuşmacı topluluğunun onu
kendilerine ait bir yenilik olarak benimsediğinde.
Şimdi dilbilim alanından folklor alanına geçecek olursak, burada da paralel görüngülerle karşılaşırız. Bir folklor öğesi tek başına (per se) var olmaya,
ancak belirli bir topluluk tarafından benimsendikten sonra ve o topluluğun
kabul ettiği unsurlarıyla birlikte başlar.
Varsayalım bir topluluğun bir üyesi bir şeyler üretmiş (compose) olsun. Birey
tarafından yaratılan bu sözlü çalışma, toplum tarafından şu ya da bu nedenle kabul
edilemez bulunacak, topluluğun geri kalan üyeleri onu benimsemeyecek, böylece
de başarısızlığa mahkûm olacaktır. Ancak bir koleksiyoncunun talihli bir transkripsiyonu, onu sözlü kompozisyon evreninden edebiyat evrenine geçirerek kurtarabilir.
1860’ların Fransız şairi Comte de Lautréamont* sözde lanetli şaire
* Ferdinand de Saussure’ün Genel Dilbilim Dersleri adlı yapıtında ele aldığı langue ve parole
terimleri Türkçe’ye sırasıyla dil ve söz olarak tercüme edilmiştir. Metin içerisinde sözcüklerin
diğer kullanımları ile karıştırılmaması açısından, söz konusu terimler metnin özgün biçimine de
sadık kalacak biçimde kalın puntolarla belirtilecektir (ç. n.)
* 1846-1870 yılları arasında yaşayan ve Sürrealist akımın öncülerinden olarak kabul edilen Fransız şair. Ayrıca ‘lanetli şairler’ grubunun bir üyesidir. Bu terim, kendisini toplumdan soyutlayarak
yaşayan, alkol ve uyuşturucu gibi toplumun suç olarak gördüğü alışkanlıkları bulunan ve olasılıkla
bu nedenlerden dolayı genç yaşta yaşamını yitiren şairleri tanımlamak için kullanılır (ç. n.).
351
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
(poètes maudits) tipik bir örnek sunar, örneğin, çağdaşlarınca reddedilen,
sessiz bir biçimde görmezden gelinen ve tanınmayan şairler. Tıpkı hiç basılmamış diğer çalışmaları gibi, hiç ilgi uyandırmayan ve okur çekemeyen küçük bir
cilt kitap yayımladı. Yirmi dört yaşındayken ölüm kendisini yakaladı. Onyıllar
geçti. Edebiyatta, birçok açıdan Lautréamont’un şiiriyle uyumlu olan sözde
sürrealist akım yükseldi. Lautréamont’un itibarı iade edildi—yapıtları yayımlandı, bir usta olarak göklere çıkarıldı ve önem kazandı. Ancak, ya yalnızca
sözlü şiir yapıtları üreten bir ozan olarak kalsaydı, Lautréamont’a ne olacaktı?
Ölümünün ardından, yapıtları da bir iz bırakmadan yok olacaklardı.
Burada, bütün yapıtların reddedildiği oldukça uç bir vakadan söz ettik. Yine de, tek bir özelliğin, biçimdeki farklılıkların, ya da yalnızca motiflerin
çağdaşlarca reddedilmesi ya da benimsenmemesi oldukça olasıdır. Bu örneklerde çevre, yaratılan yapıtı kendi beğenisine göre ayıklar. Ve yine, çevre tarafından reddedilen her şey bir folklor unsuru olarak var olamaz; kullanımdan
kalkar ve yok olur.
Goncharov’un* kadın kahramanlarından biri—romanı okumadan
önce—olay örgüsünün sonuçlarını anlamayı dener. Gelin, belirli bir zamanda
ortalama okurun da aynı biçimde davrandığını varsayalım. Örneğin, bir yapıtı
okurken o da doğa ile ilgili bütün betimlemeleri, yavaşlatıcı ve yorucu bir yük
olarak gördüğü için okumadan geçebilir. Bir roman okur tarafından ne kadar
çarpıtılırsa çarpıtılsın, kurgusu açısından gününün edebi ekollerinin beklentileri ile ne kadar çelişirse çelişsin, ne kadar bölük pörçük kavranırsa kavransın, yine de potansiyel varlığını bozulmadan korur. Bir zamanlar reddedilen
özelliklerin hakkının verileceği yeni bir zaman gelecektir. Ancak bu unsurlar
folklor evrenine aktarıldığında, gelin toplumun olay örgüsünün bütün sonuçlarının önceden ortaya çıkarılmasını talep ettiğini varsayalım, bu durumda
bütün halk anlatılarının kaçınılmaz bir biçimde Tolstoy’un İvan İlyiç’in Ölümü
(The Death of Ivan Ilyich) öyküsünde karşılaştığımız türden—olay örgüsünün
sonuçlarının anlatının önüne geçtiği—bir kompozisyon şeması benimsediğini
göreceğiz. Eğer doğa betimlemeleri topluluğun hoşuna gitmemişse, folklor
repertuarından çıkarılırlar. Kısaca folklorda, yalnızca belli bir topluluk için işlevsel bir değeri olan biçimler tutulur. Bu yolla, bir biçimin bir işlevi, açık bir biçimde başkasıyla değiştirilebilir. Ancak folklorda, biçim işlevselliğini kaybettiği
anda yok olurken, bir edebi yapıtta potansiyel varlığını korumaya devam eder.
Öte yandan, bir diğer edebi-tarihsel örnek ise, her biri kendi tutumları içerisinde ve roman modasına göre, yüzyıllar içerisinde farklı yönelimlerle
* 1812-1891 yılları arasında yaşamış, Gerçekçilik akımına mensup Rus roman yazarı ve edebi
eleştirmen. Asıl adı Ivan Aleksandrovich Goncharov’dur (ç. n.).
352
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
farklı biçimlerde yorumlanan sözde “ebedi arkadaşlar”ınkidir. Bu yazarların
çoğunun çağdaşlarınca alışılmadık, anlaşılmaz, gereksiz ve nahoş bulunan
özellikleri, daha sonraki bir zamanda büyük değerlere dönüşerek güncel hale
gelebilir; yani yaratıcı edebi faktörler olabilirler. Bu da, ancak edebiyat evreninde olasıdır. Örneğin, Leskov’un*, Remizov* ve takip eden Rus düzyazı yazarlarının edebi çalışmalarında yaratıcı edebi faktörler haline gelebilmesi on
yıllar alan dilbilimsel açıdan cesur ve yenilikçi üretimleri, sözlü şiirde ne hale
gelirdi? Leskov’un çevresi, onun yapıtlarını, tuhaf biçimsel yöntemlerinden
arındırırdı. Kısaca, edebi ve folklorik aktarım arasında oldukça derin bir farklılık vardır. Folklor alanında, şiirsel gerçeklerin yeniden dirilmesi olasılığı oldukça düşüktür. Eğer belirli bir şiir geleneğinin temsilcileri tükenirse, bu gelenek
artık yeniden canlandırılamazken, edebiyatta yüz yıllık, hatta birkaç yüzyıllık
görüngüler yeniden canlanabilir ve üretken hale gelebilirler!
Yukarıdaki tartışmadan çıkarılabileceği üzere, bir folklor yapıtının varlığı, bir topluluğun devam edebilmesi için onu kabul edip onaylamasına gereksinim duyar. Folklor araştırmalarında, topluluğun önleyici sansürü temel
bir prensip olarak sürekli akılda tutulmalıdır. “Önleyici” terimini kasten kullanıyoruz, çünkü folklorik bir gerçeği dikkate alırken onun doğumundan önceki
anlarla, “döllenmesi”yle, ya da embriyo dönemindeki yaşamıyla değil, folklor
gerçeği olarak o haliyle “doğumu” ve ardından gelecek olan yazgısıyla ilgileniriz.
Folklor araştırmacıları, özellikle—olasılıkla ellerinin altında Avrupa’nın
en canlı ve en zengin folklor materyali bulunan—Slavlar, sık sık sözlü şiir ve
edebiyat arasında belirgin bir farklılık olmadığı, ve [eğer varsa bile (ç. n.)] her
iki durumda da bireysel yaratımın kesin ürünleri ile karşı karşıya olduğumuz
savını ileri sürerler. Bu sav, doğrudan naif gerçekçiliğin etkilerine kadar kökenini izler: halka ait yaratımları deneysel incelemeler yoluyla doğrulayamayız,
bu yüzden bireysel bir üretici ya da başlatıcı olduğunu önermek gerekmektedir. Dilbilimde olduğu kadar folkloristikde de tipik bir yeni-dilbilgici olan
Vsevolod Miller*, folklorun konusu üzerine şunları söyler: “ [O]Kim tarafından
düşünüldü? Kitlelerin toplumsal yaratımı tarafından mı? Ancak bu da kurgudur, insanlık tarihi böyle bir yaratıma tanıklık etmemiştir.” Şüphesiz burada,
günlük çevremizin etkisi ifade bulur. Bizim için sözlü yaratıcılık değil, yazmak
en bilindik ve en iyi bilinen yaratıcılık biçimidir; ve bu nedenle, alışageldiğimiz
* Nikolai Semyonovich Leskov (1831-1895), Rus romancı, oyun yazarı, gazeteci ve edebi eleştirmen (ç. n.).
* Aleksei, Mikhailovich Remizov (1877-1957), Rus modernist roman yazarı (ç. n.).
* Vsevolod Fyodorovich Miller (1848-1913), Rus dilbilimci, folklorist, antropolog ve arkeolog.
353
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
düşüncelerimiz ben merkezci bir biçimde folklor alanına da yansıtılır. Böylelikle, bir edebi yapıtın doğum anı, yazarınca kâğıda yazılmaya başladığı andan
itibaren hesaplanır; ve analoji yapılacak olursa, sözlü bir yapıtın ilk nesnelleştirildiği, örneğin yaratıcısı tarafından söylendiği nokta onun doğum anı olarak
kabul edilir—oysa gerçekte yapıt, topluluk tarafından kabul gördüğü anda
folklorik gerçek olur.
Folklorik yaratımın bireysel karakterli olduğu savının destekçileri, anonimlik kavramının yerine kolektiflik kavramını koymaya eğilimlidirler. Dolayısıyla, örneğin, meşhur bir Rus sözlü şiir el kitabı aşağıdaki ifadeleri içerir:
Bir ritüel şarkısını ele aldığımızda, eğer ritüelin yaratıcısının kim olduğunu, ya da ilk şarkıyı kimin bestelediğini bilmiyorsak, yine de bu onun bireysel bir yaratım olduğu düşüncesi ile çelişmez, aksine yalnızca ritüelin oldukça
eski olduğunu, bu nedenle de bu ritüele sıkı sıkıya bağlı olan şarkının ne bestecisine ne de onu ortaya çıkaran koşullara karar veremeyeceğimizi kanıtlar;
ve dahası, yazarın kişiliğinin hiçbir ilgi uyandırmadığı bir durum ortaya çıkar,
bu nedenden dolayı da bu kişiliğin hatırası korunmaz. Bu biçimde, “halka ait”
(komünal) yaratıma başvurmak gereksizdir.
Burada hesaba katılmayan şey, toplumca onaylanmamış bir ritüel olamayacağı; yani bunun bir conradictio in adiecto [kavram kargaşası] olduğu;
ve hatta eğer şu veya bu ritüelin özü bireysel bir ifadede yatıyorsa, bu ifadeden ritüele giden yolun, konuşmadaki kişisel çarpıtmalardan dilbilgisel ve
dilbilimsel mutasyona giden yol kadar uzun olduğudur.
Ritüelin kökeni (ya da benzer biçimde sözlü şiir) ile ilgili söylenenler,
ritüelin evrimi (ya da genel olarak folklorik evrim) açısından da geçerli olabilir.
Dilbilim tarafından dilin kurallarındaki bir değişim ile, bireyin bu kurallardan
sapması arasında uygulanan—yalnızca nicelik açısından değil, aynı zamanda
temel nitelik açısından da öneme sahip bir—ayrım, halk bilime neredeyse tamamen yabancıdır.
Folklor ve edebiyat arasındaki içsel ayırt edici özelliklerden bir tanesi,
sanat yapıtının özü kavramıdır.
Folklorda, bir yanda sanat yapıtı ile öbür yanda onun nesneleştirilmesi
arasındaki ilişki—örneğin, bu yapıtın farklı bireylerce icra edildikçe ortaya çıkan sözde varyantları—tamamen dil ve söz arasındaki ilişkiye paraleldir. Tıpkı
dil gibi folklorik yapıt da bireydışıdır ve yalnızca potansiyel bir varlığa sahiptir;
yalnızca belirli normların ve dürtülerin bir karışımı; tıpkı söz üretenlerin dil’de
yaptıkları gibi, icracıların bireysel yaratıcılıklarının renkleriyle yaşamı boyadıkları gerçek geleneğin bir tuvalidir.
Konuşmadaki (ya da folklordaki) bu bireysel yenilikler, topluluğun ge354
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
reksinimlerine cevap verdiği ve dil’in (ya da folklorun) sürekli evrimini öngördükleri oranda toplumsallaşırlar ve dil’i (ya da bir folklor yapıtının bileşenlerini) bir araya getiren unsurları oluştururlar.
Edebi yapıt nesneleştirilmiştir, somut ve okurdan bağımsız bir biçimde var olur; ve her müteakip okur kendini doğrudan yapıta verir. Folklor yapıtınınki icracıdan icracıya değil, onun yerine yapıttan icracıya doğru giden
bir yoldur. Tabi ki diğer icracıların yorumları da hesaba katılabilir; ancak bu,
yapıtın algılanışındaki bileşenlerden yalnızca bir tanesidir ve hiçbir biçimde
folklorda olduğu gibi tek kaynak değildir. Bir folklor yapıtında icracının rolü
hiçbir koşulda, bir edebi yapıtın ne okuru ne de ezberleyicisininki ile özdeşleştirilmemelidir, hele de yazarınınki ile hiç özdeşleştirilmemelidir. Bir folklor yapıtının icracısının bakış açısından değerlendirildiğinde, bu [folklor] yapıtlar(ı)
dil gerçeğini temsil ederler; yani, her ne kadar tahrife ve yeni şiirsel ve sıradan
materyallerin girişine açık olsa da, bireydışı, icracısından bağımsız belirli bir
gerçek. Ancak edebi bir yapıtın yazarı için, bu [edebi] yapıt söz’ün bir gerçeği
olarak ortaya çıkar; a priori (önceden) verilmemiştir, ancak bireysel gerçekleştirmeye bağlıdır. Verilen tek şey, yeni sanat yapıtının (bu biçimlerin bazılarını
içselleştirerek, diğerlerini yeniden çalıştırarak, bazı diğerlerini de çıkararak)
yaratıldığı ve algılanmasının beklendiği arka plana—yani, onların resmi gerekliliklerinin arka planına—karşın, hali hazırda etkili olan sanat yapıtlarının
bağlamıdır.
Folklor ve edebiyat arasında, öncekinin özellikle dil’e, sonrakinin ise
söz’e doğru bir yönelimi olduğu gerçeğine dayanan önemli bir farklılık yatar.
Folklor evreninin Potebnia* tarafından yapılan doğru bir tanımlamasına göre,
[halk] şairinin, aynı çevredeki diğer şairlerin yapıtlarını yabancı görürken,
kendi yapıtını kendisine ait hissetmesi için hiçbir neden yoktur. Yukarıda da
belirtildiği gibi, toplulukça uygulanan sansürün edebiyatta ve folklorda farklı
rolleri vardır. Folklor söz konusu olduğunda sansür, zorlayıcı. yapıcı ve sanat
yapıtlarının nesli için kaçınılmaz bir koşuldur. Yazar, çevresinden gelen talepleri az çok dikkate alabilir; ancak o her ne kadar bu talepleri benimsese de,
burada eksik olan, folklorun da bir özelliği olan, sansür ve yapıtın ayrıştırılamaz kaynaşmasıdır. Bir edebi yapıt sansür tarafından biçimlendirilmemiştir
ve tamamen ondan türetilemez ancak, kimi zaman doğru, kimi zaman yanlış
olsa da, onun taleplerini tahmin edebilir. Topluluğun beklentilerinin birçoğu
dikkate dahi alınmaz.
Ulusal ekonomi alanı, edebiyat ve tüketici ilişkisine “pazar üretimi”
* Aleksandr Afansevich Potebnia (1835-1891), Ukraynalı-Rus dilbilimci ve düşünür. Özellikle
Ukrayna’nın fonetik, dil ve kültürü üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır (ç. n.).
355
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
kavramıyla yakın bir paralel çizerken, folklor “ihtiyaç için üretim” kavramına
yakınlaşır.
Çevrenin talepleri ile edebi yapıt arasında ortaya çıkan farklılıklar bir
yanlışın sonucu olabilir; ancak bu farklılıklar aynı zamanda, edebi anlamda
çevrenin taleplerini yeniden yapılandırarak onları yeniden eğitmeye teşebbüs
eden yazarın bilinçli çabalarından da kaynaklanabilir. Yazarın gelecek kuşakları etkilemek için yaptığı böyle bir teşebbüs başarısız da olabilir. Sansür boyun
eğmez; onun standartları ile yapıtın standartları arasından bir çelişki yükselir.
“Halk yazarı”nın (folk author) “edebi şair”e benzediği ve onu örnek alarak biçimlendirildiği yönünde bir düşünce eğilimi vardır; ancak böyle bir aktarım
yersizdir. “Edebi şair”in aksine, “halk şairi” (folk poet)—Anichkov’un konu ile
ilgili yaptığı gözlemlere göre—“yeni bir çevre” yaratmaz. Çevreyi değiştirmek
için duyulan her türlü arzu ona tamamen yabancıdır. Sansürle çelişen her türlü çabayı geçersiz kılan “önleyici sansür”ün mutlak üstünlüğü, şiirsel yaratımda özel bir tür katılımcı üreterek, bu kişiliği sansürün üstesinden gelmek için
yapılacak herhangi bir saldırıdan vazgeçmeye yönlendirir.
Folklorun, bireysel yaratıcılığın bir ifadesi olduğu görüşü içerisinde,
edebi tarih ve folklor arasındaki sınırları kaldırma eğilimi en üst noktaya ulaşmıştır. Ancak biz, yukarıdaki tartışmalardan da çıkarılabileceği üzere, bu savın ciddi bir biçimde gözden geçirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu gözden
geçirme, illa folklorun—adı geçen doktrinin temsilcilerince ağır biçimde saldırılan—Romantik algısının yeniden eski haline döndürülmesi anlamına mı
gelmektedir. Şüphesiz evet. Romantik kuramcılarca ortaya atılan sözlü şiir ile
edebiyat arasındaki farklılıkların tanımı, birçok doğru düşünceyi içinde barındırır, ve gerçekte Romantikler sözlü şiirsel yaratımın “sürü doğası”nı vurgulayarak onu dille kıyasladıklarında haklıydılar. Ancak bu doğru savların yanı sıra,
Romantik düşünce, çağdaş bilimsel eleştiri tarafından artık desteklenemez
olan bir dizi iddialar da içermektedir.
Dahası, Romantikler genetik otonoma ve folklorun özgünlüğüne çok
fazla değer yüklemişlerdir. Ancak sonraki kuşakların araştırmacılarının çabaları, çağdaş Alman folkloristiğinin “gesunkenes Kulturgut” olarak tanımladığı görüngünün, folklorda oynadığı önemli rolü kanıtlamıştır. “Gesunkenes
Kulturgut”un halk repertuarına addettiği önemli ve hatta bazen seçkin konumun tanınmasının, folklorda kolektif yaratımın rolünü önemli ölçüde sınırladığı izlenimi ortaya çıkabilir. Ancak durum böyle değildir. Halk şiiri tarafından
toplumun daha yüksek katmanlarından ödünç alınan sanat yapıtları—kendi
içlerinde ve kendileri hakkında— kişisel girişimin ya da bireysel yaratıcılığın tipik örnekleri olabilirler. Ancak doğası gereği, folklorun kaynakları ile ilgili soru356
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
nun kendisi bile folkloristiğin sınırlarının dışında yatar. Heterojen kaynaklarla
ilgili herhangi bir soru, yalnızca içerisinde formüle edildiği sistemin—bu durumda folklorun—bakış açısıyla değerlendirildiğinde, bilimsel yorumlamalar
için bir hedef haline gelir. Folkloristik bilim için asıl önemli olan, zaten folklorun dışında bulunan, kaynakların kökeni ve varlığı değil, ödünç alma ve seçme
işlevi, ve ödünç alınan malzemenin dönüştürülmesidir. Bu açıdan bakıldığında, üretmek ve yeniden üretmek arasında bir sınır çizmeye ve sonrakini [yeniden üretmek (ç. n.)] her nasılsa daha değersiz görmeye hakkımız olmadığı
için, “halk yaratmaz, o yeniden-yaratır” biçimindeki meşhur iddia geçerliliğini
yitirir. Yeniden üretmek edilgen bir tahsisat anlamına gelmez; ve bu anlamda,
antik oyunları yeniden ele alan Molière* ile, Naumann’ın** ifadesi ile “bir sanat şarkısı söylemeyen” halk arasında temel bir farklılık yoktur. Sözde anıtsal
sanata ait bir yapıtın sözde ilkel bir yapıta dönüştürülmesi de aynı oranda bir
yaratım edimidir. Burada yaratıcılık, en az içselleştirilen yapıtların seçimi ve
diğer eğilimler ve beklentilere göre uyarlanmasında olduğu kadar vurgulanmıştır. İnşa edilmiş edebi biçimler, folklora aktarımlarının ardından dönüştürme için hammadde haline gelirler. Çeşitli şiirsel koşulların arka planına karşın,
farklı bir gelenek ve sanatsal değerler arasında farklı bir ilişki olarak yapıt yeni
bit tutum içerisinde yorumlanır; dahası, ilk bakışta ödünç alınan materyalin
içerisinde, adeta bir ilk örnek olarak, korunmuş gibi görünen biçimsel yapılar
dahi özdeş olarak değerlendirilmemelidir. Bu sanat biçimlerinde, Rus edebi
eleştirmen Tynianov’un da dediği gibi, işlev değiş tokuşları gerçekleşir. Yokluğu halinde sanatsal gerçekleri anlamanın olanaksız olacağı işlev açısından
bakıldığında, folklor dışındaki sanat yapıtı ve folklora aktarılmış biçimiyle aynı
sanat yapıtı, birbirinden tamamen farklı iki şeydir.
Puşkin’in “The Hussar” şiirinin tarihi, sanat yapıtlarının folklordan edebiyata, ya da tam tersi edebiyattan folklora geçerken işlevlerini nasıl değiştirdiklerinin tipik bir örneğini sunar. Sıradan bir insanın öteki dünya ile karşılaşması üzerine tipik bir folklorik anlatı (anlatının dönüm noktasını şeytanın
maskaralıklarının betimlenmesi oluşturur), Puşkin tarafından, ana karakterlerin psikolojik betimlemeleri ve işleniş biçimlerindeki psikolojik motivasyonları
yoluyla, bir dizi edebi tür resmine dönüştürülür. Ana karakterin—Hussar (ç.
n.)—yanı sıra, halk inanışları da, Puşkin tarafından mizahi renklendirmelerle resmedilmiştir. Puşkin’in uyguladığı Märchen (öykü) “halk tipi” dir; ancak
şairin yeniden ele alışında, bu “halk tipi”lik sanatsal bir araçtır, tabiri caizse
* Jean-Baptiste Poquelin ya da yaygın bilinen adıyla Molière (1622-1673), Fransız oyun yazarı
ve aktör (ç. n.).
** Hans Naumann (1886-1951), Alman edebi tarihçi ve folklorist (ç. n.).
357
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
ön plana çıkarmaktır. Puşkin’e göre halk anlatıcısının eğitimsiz konuşmaları, manzum uygulamalar için piquante (biraz acı) bir konudur. Puşkin’in şiiri
folklora geri dönmüş ve Rus halk tiyatrosunun en popüler oyunlarından biri
olan “Çar Maximillian”ın farklı versiyonlarına karışmıştır. Burada, diğer edebi
alıntıların yanı sıra bu da, [sahneler arasındaki (ç.n.)] geçiş bölümünü doldurmaya hizmet eder, ve bu bölümün kahramanı olan Hussar’ı resmeden birçok
renkli sahne arasından biri haline gelir. The Hussar’daki şişirilmiş palavralar,
soytarılığın estetik ruhuna uyum sağladığı gibi, şeytan figürünün de mizahi
bir betimlemesini oluşturur. Bununla birlikte, Puşkin’in mizahının romantik
ironi tonuna doğru kayma eğiliminin, şiiri asimile eden “Çar Maximillian”daki
soytarılıkla hemen hiç ortak noktası yoktur. Hatta, Puşkin’in şiirinin görece
biraz olsun değiştirildiği versiyonlarında dahi, folklor eğitimi olan halk onu
kendine has bir yolla, özellikle de halk aktörlerince icrası ve etrafındaki diğer
sahne oyunları bağlamında yorumlar. Diğer versiyonlarda, işlevdeki bu değişim, Puşkin’in halk şiirine çoktan dönüşen şiirinin tipik etkileşimli sözlü üslubu
ile, biçim tarafından doğrudan ortaya konur; ve—güdülerinden kopartılan—
özgün şiirde ise geriye kalan tek şey, bir dizi tipik şaka ve güldürü unsurlarının
iliştirildiği olay örgüsüdür.
Edebiyat ve sözlü şiirin yazgıları ne kadar birbirlerine dolanmış olursa
olsun, karşılıklı etkileri ne kadar ortak ve esaslı olursa olsun, folklor ve edebiyat birbirlerini hangi sıklıkta etkilerse etkilesinler; bütün bunlara rağmen,
genetik incelemeler uğruna sözlü şiir ve edebiyat arasındaki sınırları yıkmaya
yetkimiz yoktur.
Folklorun Romantik tanımlamasında, özgün olduğunu varsaymanın
yanı sıra, bir diğer önemli yanlış da, yalnızca sınıflara bölünerek katmanlaşmamış bir halkın—tek bir ruh ve tek bir dünya görüşüne sahip bir tür kolektif
kişilik; insani etkinliklerin bireysel ifadelerini onaylamayan bir topluluk—folklor üretebileceği ve halka ait yaratımın temsilcisi olabileceği savıdır. Bugünlerde, toplumsal yaratımın bir “ilkel kültürel topluluk” ile ayrılmaz bir biçimde
ilişkilendirilmesini, birçok konuda Romantikler ile aynı fikirde olan Naumann
ve onun ekolünün çalışmalarında görüyoruz:
Burada bireysellik yoktur. Gerçekte, en büyük benzerlikleri gösteren
hayvan krallığından analojiler yapmakta tereddüt etmemeliyiz… Komünal
sanat gerçek sanattır, ama kırlangıç yuvaları, arı kovanları, ya da salyangoz
kabuklarının komünal sanatın ürünleri olduğundan daha az değil.
Naumann komünal kültürün mensupları ile ilgili “hepsi tek bir güdü ile
hareket ederler” biçiminde ekler, “hepsi aynı düşüncelerden ve amaçlardan
ilham alırlar.” Bu görüşte, bir toplumsal manifestodan doğrudan düşünüşe ya358
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
pılacak herhangi bir çıkarıma özgü, gizli bir tehlike yatar; örneğin bir dilbilimsel unsurun özelliklerinden, düşüncenin özelliklerine yapılan çıkarımlar gibi
(Benzer bir özdeşleştirmeye ait tehlike, Anton Marti tarafından fevkalade bir
biçimde ortaya konmuştur). Aynı şeyi etnografya alanında da buluyoruz; ortak düşünüşün meydan okunamaz egemenliği, böyle bir düşünüş onun [yaratımın (ç.n.)] tamamen gerçekleşmesi için özellikle uygun bir zemin sunsa dahi,
hiçbir biçimde toplumsal yaratım için gerekli bir koşul değildir. Öte yandan,
komünal yaratıcılık da, bireycilikle yoğrulmuş bir kültüre bile yabancı değildir.
Örneklendirebilmek için zaten yaygın olan anekdotlardan, efsanevi rivayetlerden ve dedikodudan, halk inanışlarından (batıl inanç) ve mitlerden, günümüz
eğitimli çevrelerince kabul görmüş gelenekler ve düşünce yapılarından öteye
bakmamıza hiç gerek yoktur. Dahası, Moskova bölgesindeki köyleri inceleyen
Rus etnograflar, zengin ve canlı bir folklor repertuarı ile köylülerde görülen
toplumsal, ekonomik, ideolojik ve hatta ahlaki farklılıklar arasındaki ilişki ile
ilgili büyük miktarda bilgi sağlayabilirler.
Sözlü şiirin (ya da, benzer biçimde edebiyatın) gelişimi, yalnızca psikolojik değil, aynı zamanda işlevsel terimlerle de büyük ölçüde açıklanabilir.
Örneğin, on altıncı ve on yedinci yüzyıllarda, Rusya’da aynı eğitime sahip çevrelerde sözlü şiirin ve edebiyatın eşzamanlı olarak var olduğunu ele alın. Burada, edebiyat kültürel görevlerden birini yerine getirirken, sözlü şiir bir diğerini
yerine getirmiştir. Doğal olarak, kent uzamında edebiyat folklora—pazar üretimi, ihtiyaç için üretime—üstün gelmiştir. Ancak muhafazakar köy uzamı için,
bireysel şiir, tıpkı Pazar üretimi kadar yabancıdır.
Folklorun, komünal yaratıcılığın bir göstergesi olduğu savını kabul etmek, folkloristik açısından bir dizi tatbiki soruna yol açar. Şüphesiz, edebi-tarihsel materyallerin incelenmesiyle ortaya çıkan yöntem ve kavramların folkloristik alanına uygulanması, folklorik sanat biçimlerinin incelenmesini sıklıkla
engellemiştir. Bilhassa, edebi bir metin ile bir folklor yapıtının yazılı kaydı arasındaki temel farklılığa çok az önem verilmiştir; çünkü transkripsiyon bu yapıtı
kaçınılmaz bir biçimde bozarak farklı bir kategoriye sokar.
Folklor ve edebiyat konularında tıpatıp aynı biçimlerden söz etmek
muğlak olacaktır. Bu yüzden, örneğin, yüzeysel bakıldığında hem edebiyatta
hem de folklorda aynı anlama geliyor gibi görünen “nazım”, gerçekte işlevsel
düzeyde tamamen farklı iki varlığı temsil eder. Sözlü ölçü üslubu (style oral
rhytmique) üzerine hassas bir araştırmacı olan Marcel Jousse, bu farklılığı
o kadar önemli görür ki, “nazım” ve “şiir” terimlerini yalnızca edebiyat için
kullanırken, bu kavramların sözlü yaratımlara uyarlanması sırasında sıradan
edebi içerik gibi okunmalarından kaçınmak için, yerlerine sırasıyla “ölçü şe359
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
ması” ve “sözlü üslup” terimlerini koyar. Jousse, bu “metrical schemata”nın
mnemoteknik (hafızaya yardımcı) işlevlerini harika bir biçimde ispat etmiştir.
Jousse, sözlü ölçü üslubunu “spontane anlatıcılar uzamı”nda şöyle yorumlar:
İçerisinde iki ya da üç yüz kadar uyaklı söz öbeği ile dört ya da beş yüz
tip ölçü şemasının bütün bir zamanda sabitlendiği, ve sözlü gelenek yoluyla
hiçbir değişikliğe uğramadan aktarıldığı bir dil düşünün. O zamandan itibaren,
kişisel buluş, yapısal klişelerin, aynı ritme, aynı yapıya … ve, mümkünse aynı
anlama sahip diğer benzeşen ölçü şemalarının kullanımı ile dengelemek yoluyla, bu ölçü şemalarını model alarak kendi imgeleri içerisinde yaratacaktır.
Burada, sözlü şiirde gelenek ve doğaçlama, dil ve söz arasındaki ilişki
açık bir biçimde tanımlanır. Nazım, kıta ve folklorun hala çok karmaşık olan
bileşimsel yapıları, bir yandan geleneğe güçlü bir destek oluştururken, öte
yandan da (ilkine sıkı bir biçimde bağlı olarak) doğaçlama tekniği açısından
etkili bir kaynak sağlar.
Folklor yapılarının herhangi bir tipolojisi, edebi yapılarınkilerden bağımsız bir biçimde inşa edilmelidir. Dilbilimin en acil sorunlarından biri, fonetik ve morfolojik tipolojinin detaylandırılmasıdır. Dillerin karşı gelemeyeceği
genel yapısal kurallar olduğu kolaylıkla görülebilir, aynı zamanda birçok fonolojik ve morfolojik yapı, hem görece daha az sayıdaki temel tiplemelere indirgenebilir hem de bu biçimde izlenebilir; buradan da komünal yaratımın çok
çeşitli yapılarının dahi sınırlarının olduğu sonucuna ulaşılabilir. Söz, dil’den
çok daha fazla değişikliğe izin verir. Karşılaştırmalı dilbilimin bu çıkarımları,
bir yandan oldukça çeşitli olan edebi temalara, bir yandan da Märchen’ın
sınırlı bir biçimde seçilmiş temalarına tezat oluşturur. Bu sınırlandırma, ne
kaynakların ya da ruhun sıradanlığı, ne de dış koşullarla açıklanabilir. Benzer
temaların ortaya çıkması, şiirsel üretimin genel yasaları içerisinde görülebilir;
ve tıpkı dilin yapısal kuralları gibi, bu yasalar da bireysel yaratımdansa kolektif
yaratıma uyarlandıklarında daha düzenli ve daha güçlüdürler.
Senkronik folkloristiğin bir diğer görevi de, belirli bir toplumun—köy,
bölge ya da etnik grup—güncel repertuarını oluşturan sanat biçimlerinin, sistematik yapıların karşılıklı ilişkilerini, bu yapılar arasındaki hiyerarşiyi, dahası üretici ve üretme kapasitesini kaybetmiş yapılar arasındaki farklılıkları göz
önünde bulundurarak, sistematik bir biçimde nitelendirmektir. Folklor repertuarı, yalnızca etnografik ve coğrafi grupları değil, aynı zamanda cinsiyetle (kadın ve erkek folkloru), yaşla (çocuklar, gençler, yaşlılar) ve meslekle (çobanlar,
balıkçılar, askerler, hırsızlar, vb.) tanımlanan grupları da ayırt edebilmek için
bir araçtır. Sözü edilen mesleki gruplar kendileri için folklor yarattıkları oranda, bu folklor döngüleri de profesyonel jargonlarla karşılaştırılabilir. Ancak,
360
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
belirli bir mesleki gruba ait oldukları halde, gruba belli bir mesafede duran
tüketicilere yöneltilmiş folklor repertuarları da vardır. Böyle durumlarda, sözlü şiir yaratımı, grubun profesyonel etiketlerinden biridir. Böylece, örneğin,
Rusya’nın büyük bir bölümünde dini şiirin neredeyse tamamı, özel toplumlar
biçiminde organize olmuş gezgin dilenciler olan kaliki perekhozie tarafından
icra edilir. Dini şiir icra etmek, onların en büyük geçim kaynaklarından biridir.
Üretici ve tüketicinin birbirinden tamamen ayrıldığı böyle bir örnekle, bütün
bir topluluğun aynı anda hem üretici hem de tüketici olduğu (örneğin, atasözleri, anekdotlar, Schnaderhüpfel, ayinsel olan ya da olmayan belirli şarkı
türleri) aksi uçtaki durumlar arasında, bir dizi ara tip ortaya çıkar. Belirli bir
uzamda, Märchen gibi belirli bir folklor türünün üretimini az çok tekeline alan
bir grup yetenekli birey ortaya çıkar. Bu bireyler profesyonel değildirler ve şiir
üretimi de onların asıl meslekleri ya da gelir kaynakları değildir; onlar daha
çok şiirsel eylemlerini boş zamanlarında yürüten amatörlerdir. Burada, üretici
ve tüketici arasında tam bir özdeşleştirme saptamak olanaksızdır; ancak tam
bir ayrılma da aynı oranda olanaksızdır. Sınırlar dalgalanır. Aynı anda hem az
çok Märchen anlatıcısı, hem de izleyicisi olan insanlar vardır; amatör üretici
kolayca tüketiciye, ya da tam tersine [tüketici amatör üreticiye (ç. n.)] dönüşebilir.
Kolektif unsurun belirli özellikler takındığı zamanlar hariç, üretici ve tüketicinin ayrıldığı durumlarda bile sözlü şiir yaratımı kolektif olmaya devam
eder. Burada bir üreticiler topluluğumuz vardır ve eğer yaratıcı ve tüketici özdeşse ve sansür üretim ve tüketimin çıkarlarına aynı oranda hizmet ediyorsa,
“önleyici sansür” tüketiciden (daha) bağımsızdır.
Doğası gereği sözlü şiir, yalnızca bir koşul altında folklorun sınırlarını
aşarak kolektif bir yaratım olmayı durdurur: özellikle, güvenilir profesyonel
geleneklere sahip profesyonellerden oluşan iyi entegre olmuş bir topluluğun,
belli şiirsel yaratımlara, onları ne pahasına olursa olsun hiçbir değişikliğe uğratmadan koruma çabası ile yaklaştığı durumlarda. Bunun aşağı yukarı olası
olduğu, birçok tarihi örnek yoluyla da ispat edilmiştir. Vedic* ilahileri, yüzyıllar
boyunca rahipler tarafından—Budist terminolojisine göre ağızdan ağıza, “sepetler içinde.” Bütün çabalar, metinleri herhangi bir bozulmaya karşı korumak
için harcanmıştır—bu bilinçle aktarılmıştır; bu da, bazı önemsiz yenilikler dışında ulaşılmış bir amaçtır. Topluluğun rolünün, çiğnenemez kanunlar mertebesine yükselen şiirsel yapıt derlemini korumaktan ibaret olduğu bir yerde,
* Hint edebiyatının en eski ürünlerinden olan, kültür, toplumsal yaşam ve Hinduizm ile ilgili
birçok bilgiyi günümüze taşıyan, yaklaşık 3000 yıllık yapıtlardır. Vedalar olarak da bilinirler
(ç.n.).
361
UKHAD 1 (2) HAZİRAN 2015
yaratıcı sansür, doğaçlama ve kolektif yaratım var olmayı bırakır.
Sözlü şiirin sıra dışı biçimlerine karşılık, edebiyatınkilerden de söz edebiliriz. Örneğin, Ortaçağ’ın anonim yazar ve katiplerinin etkinlikleri, edebiyatın sınırlarını terk etmedikleri halde, kendilerini kısmen sözlü şiire yakınlaştıran belli özelliklere sahiptirler. Katip kopyaladığı yapıta, sıklıkla, yeniden
yazmaya uygun birçok materyalden birisi olarak yaklaşır. Ancak her ne kadar
bireysel ve komünal yaratım arasındaki sınırda birçok geçiş görüngüleri ortaya
çıksa da, biz, bir kum yığınından kaç kum tanesi alırsak artık kum yığını olmaz
sorusu üzerine kafasını patlatan kötü şöhretli bilgicinin örneğini izlemeye niyetli değiliz. Kültürün herhangi iki komşu alanı arasında her zaman sınırlar ve
geçiş bölgeleri olduğunu düşünmeyi umabiliriz. Yine de bu durum bize, iki ayrı
tipin varlığını da, onları birbirinden ayrı tutmanın yararını da yadsıma hakkı
vermez.
Zamanı gelince, folklor ve edebi tarih arasındaki boşluk, genetik doğa
ile ilgili birçok soruyu yanıtlamaya izin vereceği bir noktaya kadar daraldığında, her iki disiplinin de ayrılması ve folkloristiğin özerkliğinin yeniden inşası,
olasılıkla folklorun işlevlerinin yorumlanmasını ve yapısal ilkeleri ile özel niteliklerinin keşfini kolaylaştıracaktır.
362

Benzer belgeler