Mizanpaj 1 - Özel Kalem Müdürleri Yardımlaşma ve Dayanışma

Transkript

Mizanpaj 1 - Özel Kalem Müdürleri Yardımlaşma ve Dayanışma
Y I L : 5
I
zelkalemler
S A Y I : 1 4
I
3
A Y L I K
Y A Y I N
O R G A N I
I
S A D E C E A N A H TA R L A R I 2 0 D E V E Y Ü K Ü
www.ozelkalem.org
Y A Z
2 0 1 4
İÇİNDEKİLER
İmtiyaz Sahibi
Özel Kalem Müdürleri
Yardımlaşma ve Dayanışma
Derneği Adına
Ünal Kaya
Yazişleri Müdürü
Arzu Efilti
Yayın Kurulu
Tarkan Alpay
Mustafa Aydınalp
Mustafa Bayrak
Yasin Erdoğan
Mehmet Karasu
Mustafa Orhan
Hikmet Özkan
Cihan Pektaş
Cemil Yalman
Berrin Yolsal
06
Hedefimiz Sağlıklı Nesiller Yetiştirmek
Türkiye, Sağlık Bakanlığı öncülüğünde sağlıkta büyük değişimler geçiriyor. Şehir hastanelerinin kurulması, anne ve
bebek sağlığı konusunda atılan adımlar, aile hekimliği uygulaması, tütünle mücadele ve daha birçok konuda Sağlık Bakanlığı’nın çok önemli çalışmaları bulunuyor.
Genel Koordinatör
Ali Akgün
20
Reklam Rezervasyon
Tel: 0312 433 2725
Yönetim Yeri
Ziya Gökalp Cad 28/10
Kızılay, Çankaya/Ankara
Tel : 0312 430 2222
Fax : 0312 430 2122
Y A P I M
ara
group
M E D I A
Ataç 1 Sk. 25/11
Kızılay/Ankara
Tel : 0312 433 2725
Fax: 0312 434 2725
vakıf YUNUS EMRE
30
Genel Yayın Yönetmeni
Arzu Akgün
Editör
Fatoş Dervişoğlu
Basım Yeri
TDV Basım Yayın ve Ticaret İşletmeleri
Alınteri Bulvarı 1256. Sk. No: 4
Ostim/Ankara
Tel: 0312 354 9131
Okur önerileri ve yorumlar için
e-mail: [email protected]
Dernek üyelerine ücretsiz
dağıtılmaktadır.
Yazıların hukuki mesuliyeti
röportaj sahiplerine ve
yazarlarına aittir.
Yıl: 5 Sayı: 14 Basım Tarihi: 15.6.2014
gezi malezya
Üstün Zekalı Çocuklar
Bir çok ailenin hayalidir, yaşıtlarından farklı, üstün zekalı bir çocuğa sahip olmak. Doğduğu andan itibaren hareketlerinde,
davranışlarında, konuşmalarında farklılık ararlar. Aslında bu çok
doğru bir davranıştır. Çünkü bir çok üstün zekaya sahip çocuk
ilk yıllarda farkedilip, uygun eğitim almadığından maalesef toplum içinde kaybolup gitmektedirler. Üstün zekalı çocukların
fark edilmesi ve doğru eğitim görebilmeleri için, ailelere...
46
YAZ
12
maden
i
t
e
m
kuru
16
2014
24
14
ilik
tı çinic
a
n
a
s
el
i
azineler
h
n
u
r
a
tarih k
50
l
ur yüce
n
n
e
vizörd
www.ozelkalem.org
3
başyazı
PROTOKOL
Çinlilerin milattan 2500 yıl önce, (günümüzde Büyükelçi denilen) delegeleri tam
yetki ile donatarak diğer devletlere gönderdikleri ve Çin devleti adına müzakerelerde
bulundukları bilinmektedir. M.Ö. 1280 yılında Mısır’da II. Ramses ile Hititler arasında imzalanan anlaşmanın arabuluculuğunu da üst düzeyde bir sefir yapmıştır. Devlet büyüklerinin denkliği, karşılama, görüşme ve uğurlama konusunda Osmanlı İmparatorluğu’ndaki uygulamaların bu günkü protokol kurallarının oluşumu ve gelişmesine kaynak
oluşturduğu bilinmektedir. Protokol kurallarının uygulanmaması, aynı ülkenin fertlerinden çok devletler arasında ciddi uyuşmazlıklara ve çatışmalara sebebiyet vermiştir.
Osmanlı’da ilk kez Fatih Sultan Mehmet döneminde düzenlenen Kanunname-i Al-i Osman ile protokol (teşrifat) kuralları belirlenmiştir.
Osmanlı Devleti’nde protokole büyük önem verilmiş protokol kuralları “Teşrifat Dersi” adıyla Osmanlı’ya devlet adamı yetiştiren “Mekteb-i Enderun”da yüzyıllarca okutulmuş; tanzimattan sonra Teşrifat Nazırlığı (Protokol Bakanlığı) kurulmuş; Devletin Protokol işlerinden Teşrifat Nazırı (Protokol Bakanı) sorumlu olmuştur. Protokol Osmanlılarda resmi alanda “teşrifat” sosyal alanda “adab-ı muaşeret” deyimi ile kullanılmıştır.
Türkçe de resmi alanda “protokol” sosyal alanda “Saygı ve Nezaket kuralları” yada
“Görgü kuralları” terimi kullanılmaktadır. Yönetimde protokol “Resmi görgü kuralları”dır. Geniş anlamda protokol, kamusal alan ve yaşamdaki törenlerde ve törensel etkinliklerde, resmi ilişki ve görüşmelerde, resmi yazışmalarda ve toplantılarda, kabul ve
ziyaretlerde, davet ve ziyafetlerde yöntem ve biçim yönünden uyulması ve uygulanması gereken kurallar bütünü olarak ifade edilir. Türkiye Cumhuriyeti’nde devlet protokolünü düzenleme ve yürütme görevi 09.01.1927 tarihli ve 4511 sayılı Atatürk’ün
imzaladığı Kararname ile Dışişleri Bakanlığına verilmiştir. Ayrıca 24.06.1994 tarihli ve
4009 sayılı Dışişleri Bakanlığının kuruluş ve görevleri hakkında kanunun 1/j maddesi gereğince “Türkiye Cumhuriyeti’nin Devlet ve Dışişleri protokolünü düzenlemek ve yürütmek görevi Dışişleri Bakanlığına aittir. Türkiye’de (Başkentte) uygulanmakta olan
Devlet protokol listesi 4009 sayılı yasa gereğince Dışişleri Bakanlığı Protokol Genel
Müdürlüğü tarafından hazırlanmaktadır. Resmi protokol kurallarına uymama hiyerarşiye riayet etmeme, resmi ortamlarda davranışlara dikkat etmeme, protokol listelerinde
yapılan düzenlemeler kimi kişi ve kuruluşları rahatsız etmekte, resmi törenlerde ve törensel etkinliklerde, resmi davet ve ziyafetlerde, kabullerde, giriş ve oturma düzenlerinde sorunlar oluşmakta, kamuda huzursuzluklara ve sıkıntılara yol açmaktadır.
Günümüzde bu kuralların uygulayıcıları olan kamu kurum ve kuruluşlarındaki
protokolden sorumlu protokol müdürleri, protokol uzmanları veya makamların Özel
Kalem müdürlerinin bu alanda kendilerini yetiştirmiş olmaları meslektaşlarımız açısından önem arz etmektedir. Bütün bu konuları ihtiva eden ve kamuoyunu bilgilendirmek için Üniversitelerimizin sahasında uzman olan değerli bilim adamlarının
da katkıları ile bir panel yapmayı ve sonuçlarını kamuoyu ile paylaşmayı planlamaktayız. Mesleğimizle ilgili konularda bir nebze de olsa katkı sağlayabilirsek bizim için büyük mutluluk vesilesi olacağı inancıyla selam ve saygılarımı sunarım.
Ünal KAYA
Özel Kalem Müdürleri
Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
Yönetim Kurulu Başkanı
www.ozelkalem.org
5
Hedefimiz Sağlıklı
Nesiller Yetiştirmek
Dr. Mehmet Müezzinoğlu
Sağlık Bakanı
Türkiye, Sağlık Bakanlığı öncülüğünde sağlıkta büyük değişimler geçiriyor. Şehir hastanelerinin kurulması, anne ve bebek sağlığı konusunda atılan adımlar, aile hekimliği uygulaması, tütünle mücadele ve
daha birçok konuda Sağlık Bakanlığı’nın çok önemli
çalışmaları bulunuyor. Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, Türkiye’de bugüne kadar sağlıkta atılan
adımlar, halen devam eden projeleri ve yapılması
planlanan çalışmaları dergimiz için kaleme aldı.
6 YAZ2014
BAKANLIK
Bütün kutsal inançlara göre insan, yaratılanların içinde en güzeli ve en şereflisidir.
Onu, bu denli iltifatlara mazhar kılan ise hiç
şüphesiz irade/akıl sahibi olmasıdır. Olaylar
arasında neden sonuç ilişkilerini, edindiği birikim ve değer yargıları doğrultusunda yorumlayabilmesi, başka bir deyişle sorguluyor
olması onu farklı kılmaktadır. Kendisini ve yaşadığı çevreyi anlamlandırmaya çalışırken,
zamanla doğa karşısında yaşama tutunabilmek için salt aklın yeterli olmadığı gerçeğini
fark edip, kolektif yaşamdan doğan güce yönelmiştir. Ancak güdüleri ve duygularıyla da
hareket eden insanların bir arada yaşayabilmesinin belirli kurallarının olması gerekmektedir. Bu bağlamda, yerleşik düzenle birlikte
ortaya çıkan toplumsal yaşam arzusu, kimi
normların oluşmasına kaynaklık etmiştir. İn-
sanların menfaatleri için birlikte yaşama zorunluluğundan doğan bu değişim, “yönetim”
olgusunun yolunu açmıştır. Bu süreç, günümüz dünyasında modern ve kurumsal bir
tarzda arz eden “devlet” yapısıyla bütünleşmiştir. Yasal dayanakları olan, meşruiyetini
varlık sebebi olan milletten alan devlet, kendisine ayrıca yaptırım gücü imkânı da vermiştir. Ancak birlikte yaşama kültürünün ortaya çıkardığı ve kimi bilim insanları tarafından soyut olarak tanımlanan bu kült, çağın
koşullarına uygun bir dönüşüm ortaya koymasının gerekliliğini fark etmiştir.
Başka bir ifadeyle devlet, içinde bulunduğu çağın koşullarına cevap verirken aynı
zamanda gelecek vizyonu belirleyecektir. Yani 50 yıl, 100 yıl ya da daha uzun bir süre öngörülerek, ülkenin sosyal, siyasal, ekonomik,
eğitim ve sağlık alanlarında dünyada en iyisi
olmanın mücadelesini şimdiden masaya ya-
tırabilmelidir. İnce elenip sık dokunması gereken bu “gelecek vizyonu” tartışması aynı
zamanda ciddi bir motivasyon ve artı değer
sağlamanın da kaynağı olacaktır. Somutlaştırmak gerekirse, gelecek vizyonunu ortaya
koyamayan bir ülke, gideceği limanda kendisini ne tür sürprizlerin beklediğini bilmeyen rotasız bir gemiden farklı olmayacaktır.
Bahşedilen en büyük hazine: Sağlık
Hayatın her alanında hazırlanan bu projelerin Sağlık Bakanlığı yönünü değerlendireceğim.
Dünya Sağlık Örgütü, (DSÖ) “sağlık” için
“insanın hem ruhen hem bedenen tam bir iyilik halinde olmasıdır” tanımı yapmaktadır. Aslında sağlığın kavramsal olarak izahı için binlerce tanım bulunabilir. Bu noktada yapılacak
bir çalışmanın sonunda, “sağlığın” Yüce Ya-
ratıcı tarafından insanlara bahşedilen en büyük hazine olduğu noktasında hemfikir olunacaktır. Bu gerçeklik salt öznel bir değerlendirmenin ötesinde evrensel bir değer olarak karşımızda durmaktadır. Sağlık insanlık
için vazgeçilmezdir. “Dünyada bir nefes sıhhatten daha değerli hiçbir şeyin olmayacağı”
ifadesi bunun en iyi izahıdır. Sağlıklı bir ruh ve
beden taşıyan bireyler ülkeleri için her zaman
artı değerdir. Bu gerçeğin bilinciyle sağlık hizmeti sunan devlete büyük bir titizlik isteyen
sorumluluk düşmektedir. Zira kaybedilince
yeniden kazanılması oldukça zahmetli olan
bir fizyolojik değişim söz konusudur. Modern
tıbbın geldiği nokta itibariyle en etkili tedavi
yöntemi, hastalanmadan önce gerekli tedbirleri almak ve bunun gereğini yapmaktır. Tedavi, vücudun hastalanmaya başladığında
onu eski haline getirebilmek için gösterilen
çaba olsa da hastalıklara karşı önceden ko-
runmak aslında ilk basamak tedavi yöntemi
olarak kabul edilebilir. Bu noktada en kıymetli
hazine olarak tanımladığımız sağlığın korunması iki taraflı bir sorumluluğu beraberinde
getirmektedir. Hazinenin sahibi olan bireye
başta sağlık olmak üzere bütün sosyal ve
ekonomik imkânları tanıyan devlet bu sorumluluğu aynı oranda paylaşırlar. Bu kapsamda devlet, elindeki imkânları kullanarak,
bireyin sağlıklı bir hayatı nasıl yaşayacağını
aşılarken bir taraftan da gerekli fiziki ve teknolojik donanım olanaklarını sunar. Bu aşamadan sonra birey de kendi sağlığını korumaya yönelik sorumluluğunu yerine getirmek
için gerekli duyarlığı göstermelidir. Bu durumu, koruyucu sağlık hizmetlerinin kamunun
bireyle birlikte yürüteceği bir sağlık politikası
şeklinde özetleyebiliriz.
Sağlıkta yeni bir sayfa
Hükümetimizle birlikte yaşanan değişim ve
dönüşümü anlatmadan önce bizden önce
Türkiye’nin sağlık tablosunun hangi boyutta olduğunu hatırlatmanın yerinde olacağı kanısındayım. 12 yıl önce mevcut sağlık sistemine
göz attığımızda, bugünkü sistemle karşılaştırmanın bile mümkün olmadığını görüyoruz. Aslında herkesin yaşadığı ve çok iyi bildiği bir tablo vardı: Muayene için sabah ezanıyla sıra almaya gidenlerin, günün yarısını ilaç kuyruğunda geçirenlerin, boş yatak olmadığı için serumuyla hastane bahçesinde iyileşmeyi umut
edenlerin olduğu bir tablo… Hastane masrafları ödenemediği için hayatını kaybedenlerin
morglarda rehin alındığı, yeteri kadar ambulans
olmadığı için hastaların elden ele taşındığı bir
sağlık gerçeği vardı. Hiçbir zaman ülkemize yakıştıramadığımız bir sağlık anlayışı söz konusuydu.
www.ozelkalem.org
7
BAKANLIK
İktidara geldiğimiz gün buna son vermemiz gerekiyordu. Zira milletimize verilmiş sözümüz, ilklerin kaynağı olacak projelerimiz
vardı. İnsanımıza hakkaniyetli, erişebilir ve
sürdürülebilir bir sağlık hizmetinin lütuf olmadığını, en temel hak olduğunu göstermeliydik. Şükürler olsun ki o gün verdiğimiz sözleri bugün yerine getirmenin mutluluğunu yaşıyoruz. 12 yıl önce, sağlıktan eğitime, ulaşımdan enerjiye kadar bugün gerçekleştirdiğimiz
projeleri tek tek sıraladığımızda kimseyi inandıramazdık. Örneğin inşaatı devam eden 3
bin 600 yatak kapasitesiyle Avrupa’nın en
büyük hastanesi olan Etlik kampüsünün yapılacağını söyleseydik bize, hayal diyeceklerdi. Hayal bile edilmeyecekleri bugün bir bir hayata geçiriyoruz. Bununla da yetinmiyor, eserler zincirimize her
gün bir yenisini ekliyoruz. Avrupa’nın en büyük sağlık
merkezinin inşa edilmesi, koruyucu sağlık hizmetlerinin en
üst seviyeye çıkartılması, kara, hava ve deniz ambulanslarından oluşan büyük ulaşım
filosu, ücretsiz acil sağlık hizmetleri, yüz binlerce kişiye
evde sağlık hizmeti, mobil
eczaneler, 81 ilde kanser tarama merkezleri, Türkök çalışmaları, yine Avrupa'nın en
büyük Ulusal Medikal Kurtarma Ekibi ve daha nicesi… İnsan sağlığını merkeze alan bu
hizmetlerimizin sonucunda
sağlıktaki memnuniyet oranı
yüzde 39,5'ten 75'e çıktı. Bu
da doğru yolda olduğumuzun en iyi göstergesi olarak bize güç verdi.
Temel hedefimiz, halkımızın sağlık hizmetlerine erişimini daha da kolaylaştırmak, önleyici
ve koruyucu sağlık hizmetlerinde yepyeni bir
dönem yürütmektir. Bu hedefler doğrultusunda, Türkiye’nin sağlık alanındaki 2023 hedeflerini adım adım ele almak, kat ettiği yolu
başlıklar halinde özetlemek istiyorum.
Kamu Hastaneleri Birliği Kurumu
Reformlarımızın bir parçası olan Kamu
Hastane Birlikleri, Türkiye’nin sosyo-ekonomik şartları, bölgedeki dağılım ve ihtiyaçlarına
göre şekillenen yerinde bir örgütlenme biçimi
olarak da tanımlayabiliriz. Bu sistemin ilk adımını aslında Bölge Hastaneleri projesi ile atmıştık. Devamını ise Kamu Hastaneleri Kurumu ve bağlı birlikler ile getirdik. Bu sistem ile
8 YAZ2014
kamu hastanelerimizi tek çatı altına alarak kamu kaynaklarını daha verimli ve etkin kullanmayı hedefledik. Bu modelimiz, daha yeni olmasına rağmen öngörülerimizi boşa çıkarmadığı gibi gelecek adına da ciddi bir motivasyon sağladı.
Şehir Hastaneleri
Edirne’den Kars’a; İstanbul’dan Diyarbakır’a, Trabzon’a; Aydın’dan Van’a kadar her
bölgede 35 dev şehir hastanesi inşa edeceğiz. Kamu Özel İşbirliği modelinin sağladığı finansman avantajlarıyla devlete yük olmadan
çok kısa bir zamanda tamamlayarak vatandaşımızın hizmetine sunacağız. En ileri teknolojiye sahip şehir hastaneleri etkili uzman
attık. Başka illerimiz için ise gerekli çalışmalar
devam ediyor. Söz konusu sağlık yerleşkeleri tamamlandığında Türkiye adeta bir yaşam
merkezi üssü olacaktır.
Acil Sağlık Hizmetleri
Vatandaşlarımıza acil sağlık hizmetlerini
ücretsiz bir şekilde sunuyoruz. Birçok ülkeyi
şaşırtan bu uygulamadan vatandaşlarımızın
en iyi şekilde yararlanabilmesi için kara, deniz
ve hava ambulans filomuzu genişlettik. Bu
kapsamda 4 bin 59 kara ambulansı, 17 helikopter ambulansı, 3 uçak ambulansı, 316 kar
paletli ambulansı, 64 aynı anda dört yaralı taşıyabilen ambulansı ve 60 obez-yoğun bakım
ambulansı 7/24 hizmet vermektedir.
2002’deki ambulansların toplamı,
şu an hizmet veren sadece kara
ambulanslarımızın üçte biri kadardı. Bu gerçek, yaşanan değişimin
rakamsal izahı adına güzel bir örnek olduğunu düşünüyorum.
Koruyucu Hekimlik ve Sağlıklı Yaşam
Koruyucu sağlık hizmetleri
kapsamını her geçen gün genişletiyoruz. Suçiçeği aşısını da aşı takvimine alarak, aşısı yapılan hastalık sayısını 13’e çıkardık. Biraz önce de belirttim, acil sağlık hizmetleri gibi birinci basamaktaki bütün
koruyucu hekimlik hizmetlerini ücretsiz sunuyoruz. Dünyada ilk kez
karekod destekli elektronik aşı takip ve soğuk zincir izleme sistemini uygulamaya başladık.
Anne ve Çocuk Sağlığı
kadrolarıyla, modern konforlu ve verimli entegre sağlık hizmetlerini ülke geneline yaygınlaştırarak herkes için erişebilir kılacak. Genel hastaneler, kadın doğum ve çocuk hastaneleri, rehabilitasyon hastaneleri, ruh sağlığı hastaneleri, yüksek güvenlikli adli psikiyatri hastanesi, onkoloji hastanesi, KVC hastaneleriyle hizmet sunacağız. Bu proje ile 20
milyar TL yeni yatırım yapmış olacağız. 44 bin
yeni yatak ve 100 bin yeni istihdam sağlayacağız. Sayın Başbakanımız Ankara Bilkent,
Ankara Etlik ve İstanbul’da Başakşehir şehir
hastanelerimizin temel atma törenlerine bizzat teşrif ederek bu proje için siyasi kararlılık
göstermiştir. Öte yandan Yozgat, Adana,
Manisa, Elâzığ, Gaziantep, Mersin, İzmir ve
Isparta Şehir Hastanelerimizin de temellerini
Yenidoğan taramalarının kapsamını genişlettik. Artık Kistik Fibroz hastalığı tarama programımızda koruyucu ağız ve diş sağlığı hizmetlerini de alıyoruz.
İşitme taramasını okul çağı çocuklarında da
başlatıyoruz. Okul öncesi çocuklarda görme
taraması yapıyoruz. Ergen Sağlığı Danışma
Merkezlerimizi yaygınlaştırıyoruz. 55 ilde, 85
sağlık tesisinde 600 yataklı Anne Oteli hizmeti
sunuyoruz.
Aile Hekimliği uygulaması
Aile Hekimliği sayımız 2013 itibariyle 21
bin 200’e ulaştı. Aile Hekimi başına düşen
nüfusu 2017’ye kadar 3 binin altına düşüreceğiz. Aile Hekimliğinde yaşa özel periyodik
muayeneleri başlatıyoruz. Aile Hekimlerini; diyetisyen, psikolog, sosyal çalışmacı ve çocuk
gelişimciden oluşan bir ekiple desteklemeyi
planlıyoruz.
2014 Hareket Yılı
2017’ye kadar obez nüfus oranını yüzde
25’e, egzersiz yapmayan nüfus oranını yüzde
50’ye indireceğiz. Türkiye Sağlıklı Beslenme
ve Hareketli Hayat Programı dâhilinde 2013
Ekim ayında Dünya Yürüyüş günüyle başlattığımız etkinliklerimizi 2014 Hareket Yılı ilanı
ile taçlandırdık. Aile hekimlerimiz aracılığı ile
halkımızın daha hareketli bir yaşam tercihine
teşviki anlamında 2 milyon adımsayarın dağıtık. Vatandaşlarımıza sağlıklı beslenme alışkanlığının kazandırılması, uygun çevre koşullarının hazırlanması amacıyla bir dizi program
başlattık. Ekmekte kepek oranının artırılması,
yüksek enerjili gıdaların ve tuzun azaltılması,
toplu yemek tüketilen yerlerde sağlıklı menü
uygulamaları, okullarımızda sağlıklı beslenme
bilinci kazandırma faaliyetlerine hız verdik.
Tütünle Mücadelede Zirvedeyiz
Türkiye tütünle mücadelede DSÖ tarafından belirlenen bütün kriterleri yerine getiren
ilk ve tek ülke olma başarısını yakaladı. Türkiye’nin bu başarısı, DSÖ tarafından dünyaya
örnek olarak gösteriliyor. Türkiye’nin tütün
ürünlerine karşı yaptığı başarılı çalışmalar dolayısıyla DSÖ Genel Direktörü Margaret
Chan, Dünya Tütünsüz Günü’nde Başbakanımız Recep Tayip Erdoğan’a "Küresel Tütün
Kontrolü Özel Prestij Ödülü" verdi. Bu ödül,
10 Temmuz 2013 tarihinde Panama’da belgelendirilerek dünyaya ilan edildi. Bu konudaki mücadelemize aynı kararlılıkla devam
ediyoruz. Tütünle mücadele kapsamında
yaptığımız yasal düzenlemelere nargileyi de
dahil ettik. Buna göre 18 yaşından küçüklere
nargile servisi yapılamayacağı gibi tütün dışında diğer bitkisel ürünlerin kullanıldığı nargilelerin kapalı mekânlarda içilmesinin önüne
geçtik. Sigara paketleri ve alkol şişlerinin üze-
rinde yer alan “sağlığa zararlıdır” uyarıcı yazı
ve simgeler bundan böyle nargilelerin üzerinde de yer alacak. Bununla birlikte nargilenin
sigaradan daha fazla zararlı etkilerinin olduğuna dikkat çekmek için önümüzdeki günlerde Yeşilay’ın ev sahipliğinde Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve
Milli Eğitim Bakanlığı’yla bir araya gelerek geniş kapsamlı bir lansman yapacağız. Amacımız daha önce olduğu yine geniş kitlelere
ulaşarak nargilenin sigaradan daha zararlı olduğuna dikkat çekmek. Zira bir nargiledeki
zararlı madde oranı 50 paket sigaradaki orana tekabül ediyor. Ancak bazı mecralarda ticari kaygıyla nargilenin daha masum gösterilmeye çalışıldığını görüyoruz. Her şeye rağmen Bakanlık olarak tütün ve tütün ürünlerine karşı göstermiş olduğumuz mücadeleyi
paydaşlarımızla birlikte aynı kararlıkla devam
ettireceğiz.
Akılcı İlaç Kullanımı
Kimi durumlarda yapılması gereken tıbbi
bakım ve rehabilitasyon hizmetlerini evlerde
veriyoruz. 2013’te yaklaşık 383 bin kişiye bu
hizmeti sunduk. İhtiyacı olan herkese bu hizmeti ücretsiz vermeye devam edeceğiz. Sağlık hizmet felsefemiz; adil, kaliteli, erişebilir ve
sürdürülebilir bir model üzerine kurulmuştur.
Bunun gereği Türkiye’nin en ücra köşesindeki vatandaşlarımızın sağlık hizmetlerine ulaşması bizim için son derece önemlidir.
2017 yılını kapsayan Akılcı İlaç Kullanımı
Ulusal Eylem Planını hazırladık. 2014’ün sonuna kadar bütün hekimlerimiz bu sisteme
dâhil olacak. Bunun yanında Mobil İlaç Takip
Uygulaması ile piyasaya sahte ilaç sürümünün önüne geçmiş olduk. Vatandaşlarımız
cep telefonlarına yükleyecekleri uygulama ile
ilaç kutularının karekodunu okutarak ilaçla ilgili her türlü bilgiye ulaşabilecektir.
Organ Bağışı, Nakli ve TÜRKÖK Projesi
Tedavisi, organ ve doku nakli ile mümkün olan hastalıklar, dünyada olduğu gibi ülkemizde de ciddi bir sağlık sorunu halini almaktadır. Bu sorunu önüne geçmek için
Sağlık Bakanlığı olarak yoğun bir çalışma
içindeyiz. Bu yıl Organ Bağışı ve Nakli konusundaki etkinliklere Sağlık Bakanlığı olarak
proaktif katılım sağladık. Bu konuda Diyanet
İşleri Başkanlığımız ile birlikte dinimizde organ
bağışının meşruiyetini ve faziletini ortaya koyan çalışmalar yapıyor ve insanımızı aydınlatıyoruz. Bir başka önemli projemiz olan TÜRKÖK için gerekli teknik çalışmaları tamamladık. Türk Kızılayı ile bir protokol imzalayarak,
Ulusal Kemik İliği Bankası’nın kurulması için
ilk adımı attık. Kemik İliği Bankası’na gönüllü
olarak kemik iliği veya periferik kök hücre bağışlamak isteyen bağışçı adayları bulmak
amacıyla Türkiye çapında 12 gönüllü verici
merkezi kuracağız.
Merkezi Hastane Randevu Sistemi
Erken Uyarı ve Cevap Sistemi
Evde Sağlık Hizmetleri
Hastanelerdeki kuyruklara son vermek
için Merkezi Hekim Randevu Sistemi Alo
182’yi kurduk. Vatandaşlarımızın kısa bir sürede uyum sağladığı bu yeni sistem üzerinden günlük 300 bin işlem gerçekleşiyor. Randevu alarak muayene olma oranı yüzde
45’lere ulaştı. 2014 hedefimiz yüzde 65’tir.
Halk sağlığı tehditlerini izlemek ve yönetmek üzere 7/24 esaslı çalışan erken uyarı ve
cevap sistemini hayata geçirdik. Halk Sağlığı
tehdidini erken tespit ederek kaynağında
kontrol etmeyi hedefliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı olarak 2013 yılında yalnızca ülkemizde değil uluslararası toplantılar
www.ozelkalem.org
9
BAKANLIK
ve ziyaretlerde de Sağlıkta Dönüşüm Programı ve Gelecek Vizyonunu paylaştık.
Özet başlıklar halinde anlattığım sağlık
sistemimizde yaşanan gelişmeleri, yeni sağlık tablosunun başlangıcı sayıyoruz ve bu tablo hiç şüphesiz “2023 Türkiye Sağlık Vizyonu” olacaktır. Bugünün koşulları gereği en
modern ve etkili sağlık hizmetini sunarken geleceği de göz ardı etmedik. Zira böyle bir durum büyük Türkiye idealine giden yolda büyük bir gedik olarak kalacaktı. Böyle bir sistemi kurgularken, günü kurtarma adına ucuz
bir politikanın içine girmedik. Ciddi bir fizibilite çalışması, yoğun bir
emek sarf edilen bu modelin gelecekte sağlık hizmeti alanında nasıl
bir yer edineceğinin de hesaplarını yaparak 2023 vizyonunu belirledik.
Kamu sağlık tesislerinin altyapısını, kapasitesini, kalitesini, dağılımını daha da geliştireceğiz. Aile
Hekimliği sistemine bütün nüfusa
ulaşılması sağlanarak, birinci basamak hizmetine daha fazla insanımızın yararlanacaktır. Anne ve
bebek ölümleri analiz edilerek, bu
süreçte yaşanan sorunların öncelikli olarak çözülmesi sağlanacaktır. Bu bağlamda illerimizde Gebe
Okullarının açılması koordine edilecektir. Ayrıca şu an 55 ilde 85
merkezde 600 yatak kapasitesine
ulaşmış olan Anne Misafirhanelerinin sayısı arttırılacaktır. Hastanelerimizde doğan her bebek için
gerekli temel ihtiyaçlar Bakanlığımız tarafından karşılanacaktır.
2014 yılından itibaren sağlık hizmetinin kalitesi ve etkinliğini artıracak çalışmalar periyodik olarak kamuoyu ile paylaşılacaktır. Kalite ve verimliliğini artırmak, sürdürülebilirliğini sağlamak, hasta ve çalışan memnuniyetini üst seviyede tutmak için bütün imkanlar seferber edilecektir.
Bedensel, zihinsel ve sosyal şartları sebebiyle destek ihtiyacı olan kişilerin uygun sağlık
hizmetlerine daha kolay erişimini sağlamak
adına ilk etapta ülke genelinde “işaret dili iletişim ağı” kurulacaktır. Yanık Merkezleri ve
Robotik Cerrahi gibi özellikli sağlık hizmetlerinin 29 sağlık bölgesine yaygınlaştırılması ve
kapasitelerinin geliştirilmesini sağlanacaktır.
Sağlık tesislerinin bütün fonksiyonlarını bünyesinde barındıran "Dijital Hastane" konseptinin kurulması, geliştirilmesi ve yaygınlaştırıl-
10 YAZ2014
ması projelerimiz arasındaki yeri aldı. İnsanımızın temel sağlık sorularına en kolay ve güvenilir cevabı alabilmesine imkan tanıyan web
tabanlı bilgilendirme sistemimiz de hizmete
girecektir. Ayrıca aile hekimlerimizin sunduğu
hizmetin daha kaliteli ve bilimsel verilerle sunulmasına imkân tanıyacak “Kanıta Dayalı Tıp
Rehberi” tamamlanmış ve yakın bir zaman
sonra uygulanacaktır. Türkiye’deki modern
sağlık hizmetlerinden yararlanabilmesi için
dünya insanlığına da kapımızı açıyoruz. Bu
kapsamda, sağlık turizminden elde edilen ge-
lirlere vergi muafiyeti getirdik. 6 dilde hizmet
veren yurtdışı Hasta Danışma Hattını kurduk.
Konaklama tesislerinde sağlık birimleri işletme imkânı tanıdık. Türkiye’nin sağlık potansiyelini geliştirme, katma değere dönüştürme
ve hizmet sunumunu iyileştirme çalışmalarımız hızla devam ediyor. Bu gelişmeler doğrultusunda sağlık turizmi kapsamında Türkiye
milyonlarca turist için yaşam merkezi olacaktır. Bu sürece ivme kazandıracak olan Sağlık
Bölgelerinin kurulabilmesinin önünü açtık.
Sağlık alanında bölgesel cazibe merkezi olma yolunda emin adımlarla ilerliyoruz. Yabancı sermaye ve yüksek teknoloji girişi, geçmiş yıllara göre daha hızlanacaktır. Bununla
birlikte yerli sanayi katıklılarıyla ilaç ihraç edebilen bir sağlık sektörünün temellerini atıyoruz. AR-GE Teknolojik işbirliği Off–set uygulamalarını hızlandırıyoruz. Sağlık hizmetlerine
ulaşımda her türlü kolaylığı sağlayan Bakanlığımız, “gemi hastane projesini” de gelecek
vizyonu kapsamında uygulayacaktır. Bu gemi, 200 yatak kapasiteli, her türlü ameliyatın
yapılabildiği tam teşekküllü bir hastane niteliğinde olacaktır.
Türkiye’nin son 12 yılda sağlık alanında
elde ettiği başarılar, vatandaşlarımız başta olmak üzere bütün dünyanın
takdirini kazanmıştır. Öyle ki
sağlık alanında söz sahibi
uluslararası kurumlar tarafından örnek ülke olarak gösterilmekteyiz ve sağlık politikalarımız merak konusu edilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü ve
OECD gibi kuruluşlar, Türkiye’deki sağlık reformlarının diğer ülkeler için “ders kitabı”
vasfı taşıdığını vurgulamaktadır. Bugün dünya çapında bize özgün bir model olan bu
gelişmeler ile Türkiye, küresel
sağlık gündeminde söz sahibi
bir ülkedir. Hiçbir zaman kendimizi yaptıklarımızla sınırlamadık. Bilakis kaliteli ve adil
bir hizmet sunumu için sınırları zorladık. Sağlık gibi hayati
bir alanda istenileni verebilmeniz için uzun vadeli projelerinizin olması gerekiyor. Bu bağlamda, Türkiye’nin 2023 Vizyonu’na yakışan bir sağlık
misyonunun alt yapısını oluşturduk. Bu süreçte, “önce insan, önce sağlık” diyerek, birey odaklı sağlık politikalarının geliştirilmesine
öncelik veren Sayın Başbakanımız Recep
Tayyip Erdoğan’ın liderliği ve siyasi kararlılığı
en güçlü desteğimiz oldu. Bu güç ve destek
ile son 12 yılda sağlıkta önemli gelişmeler
kaydettik. Bundan sonra da alanında ilk olacak projelere imza atacağımızdan kimsenin
şüphesi olmasın. Sağlık hizmetini lüks ve ayrıcalıklı olmaktan çıkardığımız gibi bütün vatandaşlarımıza zengin fakir ayrımı gözetilmeden adil ve kaliteli bir sağlık sistemi geliştirdik. Vatandaşlarımızın güçlü bir sağlık sistemine sahip olmanın ayrıcalığını bundan sonra da yaşayacaktır.
KURUM
Borda Dünya Lideri
ETİ MADEN
Dr. Orhan Yılmaz
Eti Maden İşletmeleri
Genel Müdürü
Dünya bor sektörünün lider kuruluşu Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü, üretiminde ithal girdi
kullanmadığında Türkiye’nin en büyük net ihracatçısı konumunda. Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürü
Dr. Orhan Yılmaz, “Eti Maden, bora dayalı sanayinin ülkemizde kurulup gelişmesi için yoğun çaba sarf
etmektedir. Bu kapsamda, gelecekte otomobillerde yakıt olarak kullanılması tasarlanan sodyum bor
hidrür gibi potansiyel alanlara dönük laboratuvar ve pilot tesis çalışmaları yürütülmektedir.” diyor.
12 YAZ2014
KURUM
Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürü ve
Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Orhan Yılmaz,
Eti Matik Borlu deterjandan AR-GE çalışmaları, ihracat rakamları, maden sahalarının durumu ve daha birçok bilgiyi bizlerle paylaştı…
Kurumunuzun tarihçesinden kısaca bahseder misiniz?
Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü;
1935 yılında ülkemiz madenlerini (kömür, demir-çelik, alüminyum, bakır, krom, gümüş
vs.) ekonomiye kazandırmak amacıyla Etibank adı ile kurulmuş, 1998 yılının başında Eti
Holding A.Ş. adını almış, 2004 yılından itibaren Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü
(ETİ MADEN) adıyla, ana faaliyet alanı olarak
belirlenen bor sektöründe faaliyetlerini sürdüren bir İktisadi Devlet Teşekkülüdür.
Kuruluşundan günümüze kadar kendisine verilen “Madencilik Sektöründe Öncü”
misyonu doğrultusunda, ülkenin madencilik
altyapısının kurulmasında çok önemli roller
üstlenerek ekonomiye önemli katkılar sağlamıştır.
Eti Maden; sermayesi 600 milyon TL ve
bor kimyasalı üretim kapasitesi 2,1 milyon
ton olan, ürün portföyünde 16 farklı bor kimyasalı bulunan, 2005 yılından itibaren Dünya
Bor Sektöründe lider olan, ürettiği ürünlerin
%97’sini 80’den fazla ülkeye ihraç eden,
4000 civarında kadrolu çalışanı bulunan bir
kuruluştur.
ETİ Maden’in faaliyet gösterdiği maden
sahaları hakkında bilgi verir misiniz?
Doğada yaklaşık 230’dan fazla bor minerali mevcut olup bunların ticari öneme sahip olan başlıcaları; tinkal, kolemanit, kernit,
üleksit, pandermit, borasit, szaybelit ve hidroborasit’tir.
Eti Maden bor madeni üretim faaliyetlerini Balıkesir (Bigadiç), Bursa (Kestelek), Kü-
tahya (Emet) ve Eskişehir (Kırka)’daki sahalarında yürütmektedir.
Bigadiç Bor İşletme Müdürlüğü; Balıkesir iline bağlı Bigadiç ilçesinde bulunmaktadır. 1976 yılında faaliyete başlamış olup, halen üç adet açık işletme maden ocağından
çıkarılan tüvenan kolemanit ve üleksit cevheri konsantratör tesisinde zenginleştirilerek
konsantre kolemanit, konsantre üleksit, öğütülmüş kolemanit ve öğütülmüş üleksit üretilmektedir.
Emet Bor İşletme Müdürlüğü; Kütahya’nın Emet ilçesinde 1958 yılından bu yana
faaliyette bulunmaktadır. İşletmenin Hisarcık
ve Espey Açık ocaklarından tüvenan kolemanit cevheri üretilmektedir. Üretilen kolemanit cevherinin büyük kısmı işletme bünyesinde Borik Asit üretiminde kullanılmaktadır.
Ayrıca, Bandırma Bor ve Asit Fabrikaları İşletme Müdürlüğü’ne sevk edilerek buradaki
tesislerde de borik asit üretimi gerçekleştirilmektedir.
Kırka Bor İşletme Müdürlüğü; Eskişehir ili
Seyitgazi ilçesi, Kırka beldesinde bulunmaktadır. 1970 yılında şantiye faaliyetine geçilen
işletmede; 1975 yılından beri konsantratör tesisinde Konsantre Tinkal üretilmekte olup,
1984 yılında devreye alınan Bor Türevleri Tesisi ile katma değeri yüksek bor kimyasalları
üretimine geçilmiştir.
Ayrıca uhdemizde Eskişehir ili Sivrihisar
ilçesinde bulunan İR-3360 sayılı ruhsat alanı
var. Saha, 1959 yıllarından itibaren MTA tarafından yürütülen arama çalışmaları sonrasında Toryum sahası olarak belirlenmiş ve ilgili yasa uyarınca 1990 yılında Teşekkülümüze devredilmiştir. Sahada Barit+Florit+NTE
(Nadir Toprak Elementleri) ve Toryum içeren
bir kompleks cevherleşme belirlenmiştir. Son
yıllarda tarafımızca sahadaki maden varlığının
BOR REZEVRLERİMİZ
HAVZA ADI
Görünür +
Mümkün
Muhtemel
Toplam
EMET
(Kolemanit+Probertit+Üleksit)
1.173.868.913
644.395.096
1.818.264.009
KIRKA
(Tinkal)
549.103.991
289.048.741
838.152.732
BİGADİÇ
(Kolemanit+Üleksit)
364.445.086
271.842.392
636.287.478
KESTELEK (Kolemanit)
5.420.009
-
5.420.009
TOPLAM
2.092.837.999
1.205.286.229
3.298.124.228
ekonomiye kazandırılması için çalışma başlatılmıştır.
ETİ Maden Türkiye’nin en büyük ihracatçıları arasında yer alıyor. Bu bağlamda yurt
dışı faaliyetlerinizden bahseder misiniz?
Daha önce de belirtildiği üzere, Eti Maden; 2005 yılından itibaren Dünya Bor Sektöründe lider olan, ürettiği ürünlerin %97’sini
80’den fazla ülkeye ihraç eden bir kuruluştur.
Kuruluşumuz, 2012 yılında Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin yapmış olduğu “Türkiye’nin En
Büyük 1000 İhracatçı Firma” sıralamasında;
İhracatta 15. sırada, Karlılıkta ise 3. sırada yer
almıştır. Eti Maden üretiminde ithal girdi kullanmadığından Türkiye’nin en büyük net ihracatçısı konumundadır. Üretimin yanı sıra,
yatırımlarda da yurtdışından makine-ekipman
ithalatı yerine yerli sanayinin oluşmasına ve
gelişmesine ciddi katkılar sağlanmıştır. Bugün tesislerimizin ana ekipmanlarının tamamına yakını, ülkemizde tasarlanmakta ve üretimi gerçekleştirilmektedir.
2013 yılında ihracatımız bölgesel olarak:
%58,5 Asya, %27,1 Avrupa, %12,5 Amerika, %1,6 Orta Doğu ve %0,3 Afrika’ya yapılmıştır. 2004 yılında 252 milyon ABD$ olan ihracatı 2013 yılında 800 milyon ABD$ mertebesine ulaşmış, 2014 yılında ise 1 milyar
ABD$ ihracat yapılması hedeflenmektedir.
Maden sektöründe ön önemli çalışmalardan birisi de AR-GE’dir. ETİ Maden’in ARGE çalışmaları hakkında neler söylemek istersiniz?
Ar-Ge bizim en fazla odaklandığımız
alanlardan birisidir. Hatta biz sadece Ar-Ge
yapmıyoruz, aynı zamanda teknoloji geliştiriyoruz. Ancak, felsefe olarak ticarileştirme potansiyeli olmayan konularla enerjimizi harcamak istemiyoruz.
Bu noktada, kamuoyunda yanlış bilinen
bazı gerçeklerden söz etmek istiyorum. Kamuoyunda, “borları yabancılara ham olarak
satıp işlenmiş olarak geri alıyoruz” diye bir şehir efsanesini sıkça duyarsınız. Bu husus gerçeği yansıtmamaktadır.
Borla ilgili olarak; borun stratejik bir maden olduğu ve “bor uç ürünü” diye bir kavramdan söz edilmektedir. Bu kavram ne yazık ki yanlış bir şekilde değerlendirilmektedir.
Zira, ürün niteliği kullanılan alana göre değişiklik göstermektedir. Bir ürün ne kadar işlem
görürse görsün kullanıcısı için hammadde,
üreticisi için ise nihai üründür. Bor kimyasallarının tüketildiği alanlarda nihai ürün fiberglasstır, seramiktir, borlu gübredir, borlu camdır. Bu sektörlerin kendi içinde arz-talep den-
www.ozelkalem.org
13
KURUM
geleri, pazar şartları vardır. Ayrıca, ülkemizde
bu sektörlerde de üretimler yapılmaktadır. Bu
nedenle; tekrar etmekte yarar var, bor sektöründe yapılması gereken bizim ürettiğimiz
ve lideri olduğumuz temel bor kimyasalları tüketimini artıracak yeni tüketim alanları bulmaktır.
Borun daha az kullanıldığı ileri teknoloji
ürünlerinde ise esas olan bor içeriği değil, o
ürünün teknolojik bilgisi (know-how)’dir. Eti
Maden, bora dayalı sanayinin ülkemizde kurulup gelişmesi için yoğun çaba sarf etmektedir. Bu kapsamda, gelecekte otomobillerde
yakıt olarak kullanılması tasarlanan sodyum
bor hidrür gibi potansiyel alanlara dönük laboratuvar ve pilot tesis çalışmaları yürütül-
14 YAZ2014
mektedir.
“Gelişmek için İnovasyon” anlayışı benimsenerek yeni bor ürünleri ve/veya yeni tüketim alanları geliştirmek üzere Ar-Ge faaliyetlerine ağırlık verilmektedir.
Eti Maden, tamamen kendi personel bilgi birikimi ve teknolojik altyapısını kullanarak
son 10 yılda kalsine tinkal, bor oksit, zirai bor,
çinko borat, susuz boraks gibi ürünleri geliştirmiş ve üretimine başlamıştır. Son 5 yılda
kurum adına 5 adet patent alınmıştır.
Demir-çelik sektöründe tozlaşan cürufa
kolemanit ilave edilerek kompakt yapıda cüruf elde edilmesi amacıyla endüstride deneme çalışmaları gerçekleştirilmiş ve sanayide
uygulanması sağlanmıştır. Yine Ar-Ge çalış-
malarımız sonucu bor esaslı temizlik ürünü Eti
Matik Borlu deterjan üretilmiştir. Ürünün pazara giriş stratejileri üzerinde çalışmalarımız
sürmektedir. Bu üründen büyük beklentilerimiz bulunmakta olup, daha şimdiden önemli
siparişler almaktayız.
2014 yılında 7 ana başlıkta 48 Ar-Ge projesi yürütülmekte olup, bazı önemli projelerimiz şunlardır:
- Üretilen tüvenan kolemanitin başka herhangi bir işleme tabi tutulmaksızın ısıl işlem
ile zenginleştirilmesi amacıyla Kolemanit Kalsinasyon tesisi kurulması,
- Proses fazlası zayıf çözelti ve barajlardaki değişik sebeplerle toplanan çözeltilerdeki lityumun kazanılarak ürün portföyüne
katma değeri yüksek yeni satılabilir ürün ilavesi amacıyla Lityum Karbonat pilot tesisi kurulması,
- Kömüre dayalı enerji santralindeki baca
gazı kullanılarak Borlu Soda üretimi,
- Tinkal Cevherlerinden Boraks Pentahidrat Üretimi İçin Tane Boyutu ve Çözme
Optimizasyonu İle Uygun Kimyasalların Tespiti,
- Baryum Metaborat Üretim Prosesinin
Araştırılması,
- Sodyum Borat Bileşiklerinden Sodyum
Nitrat Üretimi,
- Borlu Nanokompozit Üretimi,
- Mekanokimyasal Yöntemle Kalsiyum
Borhidrür Üretilmesi ve Katalitik Desorpsiyonla Hidrojen Eldesi,
- Susuz Çinko Borat,
- Metal Borür Üretimi ve Metal Yüzeylerin
Kaplanması,
- Düşük Alkali ve Düşük Sülfat İçeren Borik Asit Üretim Teknolojisinin Geliştirilmesi,
- Üleksitten CO2 Gazı Geçirilmesi İle
Sodyum Pentaborat Üretimi,
- Tarımda Borlu Gübre Kullanım Alanlarının Yaygınlaştırılması,
- Borik Asit ve Pentahidratın Kristalizasyon Mekanizmasının İncelenmesi,
- Borun İnsan Sağlığına Etkilerinin Belirlenmesi
ETİ Maden içinde bor madeninin de bulunduğu deterjan üretimini gerçekleştirdi. Bu
çalışma hakkında bilgi verir misiniz?
Kuruluş bünyesinde 2012 yılında alınan
karar ile “Bor Katkılı Deterjan Geliştirilmesi”
çalışması için Teknoloji Geliştirme Dairesi
Proses Laboratuvarında denemeler başlatılmıştır. Yapılan çalışmalar neticesinde; leke çıkarma ve hijyen açısından piyasadaki çamaşır deterjanlarıyla rekabet edebilen, insan
KURUM
sağlığı ve çevreye hassas bor esaslı doğal bir
temizlik ürünü ortaya çıkmıştır.
Bağımsız laboratuvarlarda yaptırılan deneme test çalışmaları ve analizler sonucunda, Eti Matik Borlu temizlik ürünü performans
test ve analizlerinin olumlu çıkmasına istinaden “Eti Matik Borlu Deterjan” için Türk Patent Enstitüsü’ne “Patent”, Sağlık Bakanlığı
Halk Sağlığı Kurumu’na ise piyasaya arz edilmesi kapsamında “Tescil” başvurusunda bulunulmuş, gerekli işlem ve prosedürler tamamlanarak 28 Ekim 2013 tarihinde Sağlık
Bakanlığından Bildirim Kayıt Belgesi alınarak
tescili yaptırılmıştır.
Piyasadaki diğer deterjanların içeriklerinde %5-15 anyonik ve %<5 noniyonik yüzey
aktif madde ve petrol türevi fosfat bulunurken, yapılan analizde doğal deterjan olarak
üretilen Eti Matik Borlu Deterjan içerisinde
noniyonik madde tespit edilmemiş, anyonik
madde ise %1 olarak tespit edilmiştir. Ayrıca herhangi bir petrol türevi ve katkı maddesi içermeyen Eti Matik Borlu Deterjanın biyolojik parçalanabilirliği %84 olarak tespit
edilmiştir. Bu durum Eti Matik Borlu Deterjanın TS 518’e uygun olduğunun göstergesidir.
Deterjanlar insan ve çevre açısından zararları bilinen yaklaşık 10 farklı kimyasalın bileşiminden oluşmaktadır. Deterjanların içerisindeki bu kimyasallar insan vücudunda tamiri imkânsız hastalıklara yol açarlar. Eti Matik Borlu deterjan kimyasal katkı maddesi
içermemesi ve doğal bir deterjan olmasıyla
beraber içerdiği çok az miktardaki yüzey aktif madde sebebiyle doğada kolaylıkla bozunabildiği için sağlıklı ve çevre dostu bir üründür.
Bor madeninin kullanımının insan sağlığı
üzerinde herhangi bir etkisi bulunuyor mu?
Avrupa Birliği tarafından borik asit ve
sodyum boratlar yeterli bilimsel çalışma ve
araştırmalar yapılmadan “üremeye toksik etkili maddeler” olarak sınıflandırılmıştır.
Toksikolojinin temellerini atan meşhur bilim adamı Paraselsus “Her şey toksiktir.
Önemli olan miktar ve maruz kalınan süredir”
der. Bu bağlamda normal şartlarda, insanların hiçbir zaman deney hayvanlarının aldığı
miktarlarda bora maruz kalması mümkün değildir. Çünkü laboratuvar deneylerinde hayvanlara ağız yoluyla, çok yüksek miktarlarda
ve uzun sürelerde bor verilmektedir (hatta bir
çalışmada doğrudan vücuda enjekte edilmiştir). Oysa insanlar bora ağız yoluyla (yani
yiyerek) değil solunum yoluyla veya deri te-
masıyla maruz kalmakta ve kasti veya hatalı
kullanımlar dışında hiçbir zaman deney hayvanlarına uygulanan dozlarda bora maruz
kalmamaktadırlar.
Kuruluşumuz ve Ulusal Bor Araştırma
Enstitüsü (BOREN) eşgüdümünde Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden Prof.
Nurşen Başaran ve Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden Prof. Yalçın Duydu tarafından “Bor Maruziyetinin İnsanların Üreme
Fonksiyonu Üzerindeki Toksik Etkilerinin
Araştırılması” konulu proje başlatılmıştır. Bu
grubun başında Dortmund Üniversitesinden
Prof. Dr. Hermann Bolt bulunmaktadır. Söz
konusu bilimsel çalışma 2010 yılı içinde tamamlanmış olup, proje neticeleri borların insan üremesi üzerinde olumsuz bir etkisinin
olmadığını göstermektedir.
lerin makine ve ekipmanlarını ülkemizde kamu ve yerli özel kuruluşlardan temin ederek
döviz tasarrufu sağlamak”; yatırım stratejisini,
“pazarda oluşacak fırsatları değerlendirebilmek için, yeni ve modern teknoloji ile büyük
ölçekli yatırımlar yapmak” ve yatırım metodunu, “tesis yatırımlarını anahtar teslimi yapmak” olarak belirlemiştir.
Eti Maden, uygulamaya koyduğu stratejik yönetim anlayışının bir gereği olarak kısa,
orta ve uzun vadeli yatırım hedeflerini belirlemiştir. 2014-2017 döneminde toplam tutarı
yaklaşık 1,4 milyar TL olan projelerin gerçekleştirilmesi programlanmıştır.
Ürün çeşitliliğinin artırılmasına odaklanılarak gerçekleştirilecek olan söz konusu yatırımların yanı sıra, çevrenin korunması ve sürdürülebilir olmasını sağlayacak yatırımlar da
Önümüzdeki dönemde üzerine çalıştığınız projeleriniz var mı?
Bor zenginliğimizden daha fazla katma
değer yaratabilmek için bor pazarının büyümesini beklemek yerine yeni bor ürünleri ve
yeni kullanım alanlarının bulunması yönünde
Ar-Ge faaliyetlerine daha fazla ağırlık verilmektedir. Ayrıca; borla ilgili yeni vizyonumuz
endüstriye hammadde sağlamanın yanı sıra,
bor içeren nihai ürünleri üretmek ve kendi pazarını oluşturmaktır. Bu süreçte, borun nihai
ürün haline getirileceği nihai ürün (cam, cam
elyafı, deterjan vb.) üretimine yönelik çalışmalara ağırlık verilmesi hedeflenmektedir.
Eti Maden yatırımlarda önceliğini, “tesis-
Eti Maden’in öncelikleri arasında yer almaktadır. Bu kapsamda; Bandırma Bor ve Asit
Fabrikaları İşletme Müdürlüğü’ndeki kömüre
dayalı enerji santralinde atmosfere düşük
emisyonlu baca gazı salınımının sağlanacağı;
küresel ısınma, toprak ve yer altı su kirliliği gibi büyük çevre sorunlarına yol açan çevre kirliliğinin ekonomik bir yöntemle önleneceği
“Borlu Soda Üretimi” projesi önem verdiğimiz
projelerden birisidir. Bu proje ile çevresel kazanımların yanı sıra endüstride önemli değişimlere yol açabilecek yeni bir ürün geliştirilmesi de söz konusudur. Projenin gerçekleştirilmesi için çalışmalara başlanmıştır.
www.ozelkalem.org
15
TARİH
Sadece Anahtarları 40 Deve Yükü
Karun Hazineleri
Parayı icat ederek insanlık tarihinde önemli bir yere
sahip olan Lidya İmparatorluğu’nun akıl almaz zenginliği ile tanınan son Kralı Kroisos’dan, yani Karun’dan (2500 yıl öncesinden) geriye kalanlar… Yüzlerce altın sikkeden oluşan Karun Hazineleri’nin en
değerli parçalarından birisi ise kanatlı denizatı broşu.
16 YAZ2014
TARİH
Günümüzde halen parası, malı çok olan
kişiler için “Karun kadar zengin” deyimi kullanılır. Bu sözün yaratıcısı, kutsal kitaplarda da
adından söz edilen Lidya İmparatorluğu’nun
son kralı Karun’dur. Karun’un hazineleri o kadar çoktur ki, bu hazinelerin anahtarlarını taşımak bile hayli güçtür. Bu zenginliği ile böbürlenen Karun’a hazinesi ne yazık ki mutluluk getirmez. Hiç bir zaman aradığı huzuru
bulamayan Karun acılar içinde kıvranarak
ölür.
Anadolu’nun batısında yer alan, tarihçi
Heredot’a göre üç sülalenin yönettiği Lidya
İmparatorluğu’nun son sülalesi Mermnadlar,
ülkeye yaklaşık 141 yıl egemen olmuşlar, Lidya’nın bölgede siyasi ve ekonomik yönden
en önemli ülke olmasını sağlamışlardır. M.Ö.
7. yy başında parayı icat ederek insanlık tarihindeki en önemli buluşlardan birini gerçekleştiren Lidya’nın, devrinin en zengin ülkesi
olmasının önemli nedeni, Tmolos (Bozdağlar)
dağlarından çıkan ve Hermos (Gediz) nehrine
karışan Sart Deresi’nin alüviyonları içerisindeki altındır. Birtakım entrikalarla ülkeyi ele
geçiren üçüncü sülalenin son kralı Kroisos,
M.Ö 560 yılında tahta geçmiş ve akıl almaz
zenginliği ile ‘Karun kadar zengin’ deyimi ile
ününü günümüze kadar taşımıştır.
Karun Hazineleri, M.Ö. 560-546 yılları
arasında ülkesini yöneten bu kralın dönemine
ait, Uşak ilinin 25 km. batısında, Uşak-İzmir
karayolunun üzerinde bulunan Güre Köyü
yakınlarındaki Lidya Tümülüsleri’nden çıkan
eserlerdir. Kaçak kazılarda bulunan ve yurtdışına kaçırılan eserler, mahkeme yolu ile ülkemize tekrar geri getirilerek, Uşak Müzesi’nde sergilenir. Lidya döneminin en görkemli eserleri olarak bilinen bu eserler altın,
gümüş, bronz ve mermerden meydana geliyor.
Halk arasında bu hazineler hakkında o
kadar çok efsane dolaşıyor ki, hepsi bir filme
konu olacak derecede ilgi çekici. Toprağı kazıp kapalı mezarların içinden altınları çıkaranların başına olmadık şeyler gelmiş. Hava birden değişmiş ve biri orada ölmüş, biri korkudan aklını kaçırmış, birinin gözleri görmez olmuş. Hazinenin laneti yayılmaya başlamış
ama başkaları ne olursa olsun altınları çıkarmaya niyetlenmiş. Karun’un hazinesini sata-
rak neredeyse Karun kadar zengin olmuşlar
ama hayatları boyunca belalardan ve felaketlerden kurtulamamışlar. Amansız hastalıklar
sonucunda ölürlerken hiç paraları da kalmamış.
Hazineler ABD’ye Satılıyor
Hazinelerin ortaya çıkarılma hikâyesi de
hayli ilginç. Hazineler Uşak’a 25 kilometre
uzaklıkta Güre Köyü’nde 1966 -1968 yılları
arasında yapılan üç kaçak kazıyla ortaya çıkarılıyor. İlk kez 1965’te 5 köylü, tünel kazıp,
orada bulunan mezara giriyor. Sadece bir tutam saçı kalmış olan prensesin tüm mücevherlerini alıp, 65 bin liraya satıyorlar. Bir yıl
sonra aynı bölgede bir soygun daha oluyor.
Soyguncular 150 parça altın takı, gümüş kap
ve tütsü kabını alıp, gidiyor ve 160 bin liraya
satıyorlar. Güre’deki üçüncü soygun ise
1968’de oluyor. Mezar odasında bu kez altın
bulunmuyor. Soyguncular 40 bin liraya satacakları “duvar resimlerini” ve diğer “tarihi kalıntıları” çalıyorlar.
Bu eserlerden 55 adeti, ABD’de, Metropolitan Müzesi’nde sergilendi. Diğer eserler
ise aynı müzenin depolarında saklanıyordu.
www.ozelkalem.org
17
TARİH
Bu eserlerin kaçırıldığından 1985’te haberi
olan Türkiye, Metropolitan Müzesi’nde bulunan eserleri almak için 1987’de uluslararası
dava açıyor. Müze, 6 yıl süren davayı kaybedeceğini anlayınca 1993’te Karun Hazineleri’ni iade ediyor. Altın, gümüş, bronz ve
mermerden oluşan 450 adet eserden 300’ü
Uşak Arkeoloji Müzesi’ne getiriliyor.
Kaçak kazıları gerçekleştirenlerin ifadelerine göre; mezar odasına girildiğinde, yerdeki bir gümüş testi ile çok sayıda mermer alabastron tavandan düşen bir hatıl nedeniyle
tahrip olmasına karşın, hazinenin büyük bölümü ölünün yatırıldığı kline üzerinde bir tutam saç ve toz haline gelmiş kemiklerle birlikte bulunmuş.
Müzede sergilenen parçalardan en
önemlilerinden biri sayılan Kanatlı Denizatı Broşu, 2006 yılında sahtesiyle değiştirildi. Mahkeme 8 kişiye 10 ay ile 12 yıl
arasında değişen cezalar verdi. Eser
2012’de Almanya’da ortaya çıktı ve
Interpol aracılığı ile Türkiye’ye iade
edilmesi için çalışma başlatıldı ve
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne teslim edildi.
Hazinenin bulunan bazı parçalar
şöyle;
İnsan kulplu gümüş oinochoe,
sfenks ve altın başlı tutamaklı kepçe, tamamı altın sallanınca ses veren makara, altından yapılmış içleri boş iğneli altın küpe,
aynı tip ancak daha küçük boyutta iğneli
küpe, sallamalı altından yapılmış kanatlı
at şeklinde broş, meşe palamutu sallamalı altın ve renkli taştan yapılma kolye,
akik ve taştan yapılmış geometrik şekilli
kolye, mavi renkli camdan yapılmış uçları, aplike arslanbaşı şeklinde bir çift bilezik, uçları taş boncuklu püskül şeklinde
altın gerdanlık..
AB Tarafından Desteklendi
Uşak Arkeoloji Müzesi’nde 41 bin 600 tarihi eserden ancak 2 bini sergileniyor. Bu nedenle de tam tanıtımı yapılamayan Karun Hazineleri, AB-Türkiye Kültürlerarası Diyalog bileşeni programı doğrultusunda hazırlanan
‘Karun, Barış ve İşbirliği Yolu’ Projesi ile dünyaya açıldı. İtalya Prato Tekstil Müzesi ve Yunanistan Tragilos Müzesi’nin ortak olarak yer
aldığı proje kapsamında Karun Hazineleri’nin
en önemli 50 parçasından oluşan fotoğraflar
dünya genelinde ziyaret edilen müzelerde
sergilendi.
18 YAZ2014
TARİH
Karun’un Hazinesi Yerin Dibini Boyladı
Bir efsaneye göre ilk parayı kullanarak insanlık tarihinde önemli bir yere sahip olan Lidya İmparatorluğu’nun son Kralı Karun efsaneye göre Musa Peygamber’in akrabası.
Allah, Musa Peygamber’e bütün ilimleri
öğretmiştir. Bunlara simya ilmi de dahildir.
Simya; dokunduğu her şeyi altın yapabilme
ilmidir. Karun bu ilmi Musa Peygamber’den
öğrenir. Öyle ki dokunduğu her şeyi altın yapmaya başlar. Tabi bu kadar dünyalığa meyledince dinden uzaklaşıp kul olduğunu unutan Karun’un serveti gün geçtikçe artar. Hazinelerinin anahtarları 40 deve yükü oldu.
Musa Peygamber Karun’a nasihat verdiyse de dinlemez. Gizliden gizliye Musa Peygamber’e düşmanlık duymaya başlar. Musa
Peygamber’i nasıl rezil edebilirim diye çok
sinsi bir plan yapan Karun’un planı şöyledir;
O civarda oturan zinakâr bir kadın vardı. Bu
kadın Musa Peygamber’i kalabalık bir yerde
gördüğü zaman hemen bağırmaya başlayacak ve Musa Peygamber’in kendisiyle bera-
ber olduğunu söyleyecektir. Karun bunu yaptığı taktirde kendisini altına boğacağını söyler. Musa Peygamber kalabalık içinde dolaşırken kadın birden bağırmaya başlar. “Şu
kendisinin peygamber olduğunu söyleyen
adam yalancıdır. O benimle zina yaptı. Sahtekarın biridir.” Bu sözler karşısında Musa
Peygamber utancından kıpkırmızı olur ve çok
sinirlenir. Kadına dönerek der ki; “Yüce yaratan Allah aşkına doğruyu söyle, sen benimle
zina yaptın mı? Herkes merakla kadına bakar. Kadın da yaptığından pişman olup söyle der; “Yemin olsun ki Musa ile zina yapmadım. Ben böyle demek için Karun’la anlaşma
yaptım. Her şeyi Karun planladı.” Karun da o
arada halkın içindeydi. Musa Peygamber Allah'a şöyle yalvardı; “Ya Rabbi, senin peygamberine iftira atan ve haddi aşan bu adamı sana havale ediyorum.” O esnada yer sarsılmaya ve birden Karun yere gömülmeye
başlar. Ve tabi bütün altınları, malı mülkü de
haddini aşan Karun gibi helak olup yerin dibini boylar.
www.ozelkalem.org
19
Prof. Dr. Hayati Develi
Yunus Emre Enstitüsü Başkanı
20 YAZ2014
SÖYLEŞİ
Yurtdışında
33 Merkezde
Türkçe Öğretiyor
Yurt dışında 30’un üzerinde kültür merkezi bulunan Yunus
Emre Enstitüsü eğitim öğretim çalışmalarının yanı sıra kültürel, sanatsal ve bilimsel faaliyetlere de destek oluyor.
Yunus Emre Vakfı’na bağlı olarak kurulan Yunus Emre Enstitüsü, yurt dışındaki
merkezlerinde bugüne kadar 15 bine yakın
öğrenciye Türkçe eğitimi verdi. Türk Dili ve
Türk Kültürü konusunda yurt dışında önemli
projelere imza atan Yunus Emre Enstitüsü
Başkanı Prof. Dr. Hayati Develi, Özel Kalemler Dergisi’ne faaliyetleri hakkında bilgi verdi.
Yunus Emre Enstitüsü hakkında bilgi verir misiniz?
Yunus Emre Enstitüsü 2007 yılında çıkan
bir kanunla oluşturulan Yunus Emre Vakfı’na
bağlı olarak kurulmuş bir kurumdur. Biz ‘kültür diplomasisi’ dediğimiz kavramın içeriğine
uygun çalışan bir kültür kurumuyuz. Dünyada
bunun pek çok benzerleri var; mesela Türkiye'de hepimizin bildiği British Council, Goethe Institute, Cervantes Enstitüsü gibi kurum-
lar kültür diplomasisinin birer araçlarıdır. Bu
kurumlar kendi ülkelerinin kültürlerinin tanıtımını yaparlar, dillerinin öğretilmesini gerçekleştirirler. Yunus Emre Enstitüsü de bu kurumlar gibi çalışan bir kurumdur. Vakfımızın
amaçları yurt dışında Türk dilini öğretmek,
Türkiye’nin kültürel tanıtımını yapmaktır. 2009
yılında da bir Enstitü oluşturularak faaliyetlerimize başladık. Yurt dışında Türk Kültür Merkezleri açtık.
Biz Türkiye’nin kültürel tanıtımını üstlenmiş bir kurumuz. Bunu da yurt içi ve yurt dışındaki kültür kurumlarıyla ortaklaşa yapıyoruz. Ülke içindeki kültür kurumlarını bir araya
getirip, onların ürettiklerini veya muhafaza ettiklerini yurt dışına götürmek ve yurtdışında
Türk insanının binlerce yıllık birikimine layık işler ortaya koyabilmek hedefimizdir.
33 Kültür Merkezi Açılışı Yaptık
2007 yılında bu binada faaliyetlerine başlayan vakıf ve enstitü bu güne kadar yurt dışında 33 kültür merkezi açtı. Çalışmalarımız
esasen bütünüyle yurt dışındadır. İki temel iş
yapıyoruz, bunlardan birincisi Türkçe’nin isteyenlere öğretilmesi. İkincisi ise geniş bir yelpazede Türkiye’nin kültürel tanıtımını gerçekleştirmek.
Enstitünün ne tür faaliyetleri oluyor?
Kültürel tanıtım için yaptığımız çalışmalar;
konserler, sergiler, seminerler, somut olan ve
olmayan kültürel mirasın tanıtımına dönük her
türlü faaliyeti gerçekleştiriyoruz. Türk mutfağı
günleri, Karagöz ve Hacivat’ı tanıtan etkinlikler, öğrenci değişim programları gibi faaliyetleri de yürütüyoruz. 2013 yılı itibariyle kurslarımıza kayıt yaptıran, yüz yüze Türkçe öğret-
www.ozelkalem.org
21
SÖYLEŞİ
tiğimiz öğrenci sayısı 15 bin civarında.
Türkoloji Projesi ile Akademik Destek
Sağlıyoruz
Bunun dışında eğitim alanında bir takım
projelerimiz ve işbirliklerimiz sürüyor. Bunlardan biri de TİKA’dan devraldığımız Türkoloji
Projesidir. Bu proje ile yurt dışındaki Türk dili
ve Edebiyatı, Türkoloji gibi adlarla çalışan
Türkçeyi, edebiyatı, tarihi öğreten bölümlere
akademik destek sağlıyoruz. Protokol yaptığımız ki bunların sayısı 30’un üzerinde, yurt
dışındaki üniversitelerin talepleri doğrultusunda oralara öğretim elemanı gönderiyoruz.
Bunlar doktorasını yapmış alanında uzman
üniversite akademisyenleri. Protokol çerçevesinde gönderilen akademisyenlerin o süre
içerisinde masraflarını ve maaşlarını Enstitümüz karşılıyor. Protokolümüz olan bölümlere
başka akademik destekler de veriyoruz. Ders
materyali sağlıyor, kütüphane oluşturuyoruz.
Bunun dışında Türkçe çeşitli coğrafyalarda ve
ülkelerde ikinci yabancı dil olarak müfredata
girmeye başladı, talep gören bir dil oldu. Mesela Bosna Hersek’te 6 bine yakın öğrencimiz var. İngilizceden sonra ikinci bir yabancı
dil olarak Türkçeyi tercih etmiş durumdalar.
Bu öğrenciler için özel kitap hazırladık. Aynı
proje Doğu Romanya’da, Gürcistan’da ve
22 YAZ2014
bazı Arap ülkelerinde pilot olarak uygulanıyor,
burada da sayı 7 bine yakın.
Bu ülkeler nasıl seçiliyor?
Gelen talepler doğrultusunda bu talepleri karşılamaya çalışıyoruz. Bunların başında
Saraybosna geliyor. Romanya, Gürcistan ve
Ürdün gibi ülkelerde bu talepler oldu. Karadağ’da bu proje başlangıç olarak birkaç okulda başladı. Elbette bizimle tarihsel ortaklığı
olan coğrafyalardan ilgi daha fazla oluyor.
Bir dile talep sadece dile talep değildir, o
ülkenin ürettiği kültür değerlerine, ekonomik
gücüne, üretimlerine, diplomatik etkisine olan
taleptir. Bugün çok geniş bir coğrafyada Türk
dizileri beğenilerek izleniyor. Örneğin tarihi
Türk dizilerinin yayınlandığı saatlerde Belgrad
sokaklarının tenhalaştığı söyleniyor. Viyana’dan Yemen’e kadar Türk dizileri büyük ilgi görüyor. Bu insanların önemli bir kısmı bu
dizileri ana dilinde seyretmek istiyor.
Bugün Orta Asya, Balkanlar, Kafkasya,
Orta Doğu, Afrika ve hatta Sahra Altı Afrika’sına kadar çok geniş bir alanda Türk şirketleri faaliyet gösteriyor. Bu şirketlerde çalışmak isteyen, Türkiye ile ticari iş yapmak isteyen insanlar da bir şekilde Türkçe ihtiyacı
duyuyor. Bu durum da dolaylı olarak genç insanlara yeni iş kapıları açıyor. Böylelikle de
Türkçeye talebin bir nebze olsun arttığı görülüyor.
Elbette yakın coğrafyamızdaki toplumlar
kendi tarihsel hafızalarına ulaşabilmek için
Osmanlı arşivlerini ve kendi tarihlerini de öğrenebilmek için Türkçeye ihtiyaç duyuyor.
Türkçe İlk 10’da
Avrupa'da Türkçeye ilgi ne boyutlarda?
British Council bundan 4-5 ay önce yayınladığı bir raporda Birleşik Krallık’ta önümüzdeki 10 ve 20 yıl içerisinde öğrenilmesine en çok ihtiyaç duyulan diller araştırması ve
sıralaması yayınladı. Birleşik Krallık ülkelerinin
diplomatik, güvenlik, kültürel, bilimsel değişim, turizm ve ekonomik ihtiyaçları göz önüne alınarak belli kıstaslarla yapılmış bir çalışma. Bu raporda Türkçe önümüzdeki yıllarda
öğrenilmesine ihtiyaç duyulacak diller sıralamasında 8'inci ve 9'unculuğu Rusça ile paylaştı. Yani Avrupa’nın kültürel açıdan en ileri
ülkesinde Türkçe önümüzdeki yıllarda öğrenilmesi gereken ilk 10 dil arasında yer alıyor.
Bu bütün Avrupa için hatta Almanya için çok
elzem. Çünkü Almanya'da Türkçe konuşan
sayısı İngiltere'den kat be kat fazladır. Hollanda, Fransa, Belçika gibi ülkeler aynı şekilde. Ortadoğu ülkelerinin ticari ve kültürel ihtiyaçları, diplomatik gereksinimleri düşünüldü-
SÖYLEŞİ
ğünde Türkçenin öneminin çok daha fazla olduğu kolayca anlaşılabilir.
33 ayrı merkeziniz olduğunu söylediniz.
Bunları kurarken nelere dikkat ediyorsunuz?
Türkiye’nin çok dinamik bir dış politikası
çok dinamik bir yapısı var, her ihtiyaç duyulan
bölgeye de yetişemiyoruz açıkçası. Bu 33
olan sayıyı kolayca 50’ye belki 80’e çıkarabilirdik.
Mesela Viyana’yı bir an önce açmak istiyoruz, Almanya’da üç merkez açmak istiyoruz. Amsterdam, Moskova, Pekin, eğer imkân bulursak Kuveyt ve Katar’da birer merkezi hemen faaliyete geçirmek istiyoruz.
Türkçe Köyü Projesi hakkında bilgi alabilir miyiz?
Bu daha fikir aşamasında, proje demek
erken olabilir. Türkçenin doğal yaşam ortamında öğretildiği bir mekân, okul köy gibi düşünün. İngiltere’deki birçok kasaba ve köy
aslında birer İngilizce köyü, İngilizce kasabasıdır. Adeta o köyün ekonomisi oradaki kurs-
lardan sağlanan gelir üzerine döner. Binlerce
öğrenci buralara gider, orada bir ailenin yanında kalır. Böylece sadece kapalı bir kurs ortamında öğretmen ve o dili öğrenmeye çalışan öğrencilerden ibaret bir ortamda dil öğrenmiş olursunuz. O dili doğal hayatın içerisinde onlarla düğüne giderek, kahvede sohbet ederek, belli siyasi, kültürel konuları konuşarak öğrenme sürecine giriyorsunuz. Bu
durum dil öğreniminin çok daha hızlı gerçekleşmesini sağlıyor. Biz de böyle köyler oluşturabilirsek yurtdışından getireceğimiz öğrenciler belli bir kurs binası içerisinde değil sürekli hayatın içerisinde 24 saat Türkçe duyarak yaşamış olacaklar. Çünkü üniversitelerimizde görüyoruz; Erasmus’la gelen öğrenciler zaten kendi arkadaşlarıyla geliyorlar. Sonra bir şekilde girişken de değillerse yine arkadaşlarıyla sohbet edip saatlerinin çoğunu
kendi anadilleriyle geçiriyorlar. Bütünüyle
Türkçe konuşulan bir ortama soktuğumuzda
Türkçe öğrenme süreleri çok daha kısalacaktır.
Uzaktan Eğitimle Her Yerde Türkçe
Öğrenilecek
Diğer projelerinizden bahseder misiniz?
Türkçe öğretimiyle ilgili önemli projelerimiz var. Bunlardan bir tanesi Uzaktan Türkçe Öğretim Sistemi’dir. Bu çalışmayı İstanbul
Üniversitesi ile ortak yürütüyoruz. Daha önce
de söylediğim gibi yüz yüze eğitim yaptığımız
zaman 3-4 bin öğrenciye hizmet verebiliyoruz. Uzaktan eğitim haline dönüştürdüğünüzde, zamandan ve mekândan bağımsız
olarak internetinizin olduğu her yerde Türkçeye ulaşmış olursunuz. Öğrencinin aktif olarak katılacağı bir takım uygulamalar, alıştırmalar, testlerin olacağı bir sistem olacak. Sistem öğrencinin sistem içerisinde ne kadar zaman geçirdiğini, hangi soruya ne cevap verdiğini, ilerleme seviyesini de ölçecek. Bir dönüt oluşturulacak ve belge verilecek.
Türkçe öğretimiyle ilgili daha çok materyal geliştirmeye dönük projelerimiz var. 4 yaştan yetişkinlere kadar farklı farklı yaş gruplarına uygun ders materyalleri geliştireceğiz.
Bir başka projemiz Türkçe eğitimiyle ilgili; bir tür sit-com (durum komedisi) çalışması
yaptık. Komedi tarzı kısa filmlerle Türkçe öğretme amacına yönelik filmler çekeceğiz. Bu
filmler TRT Türk veya TRT Avrasya’da daha
fazla yayınlanacak. Tabi bu filmleri biz kendi
okullarımızda ve kurslarımızda da yayınlayacağız. Bu projemizi de TRT ile birlikte gerçekleştireceğiz.
Onun dışında kültürel projelerimiz var; biz
her yılın takvimini oluşturup faaliyetlerimizi o
takvime uygun olarak gerçekleştiriyoruz. Kanuni Sultan Süleyman ile ilgili bir proje var.
Ayrıca “Sufi Müzik Festivali” yapmak istiyoruz. Dünyadaki bütün sufi müzik gruplarının katılacağı bir etkinlik olacak bu.
Bir başka projemiz ise Yaz Okulları Projesi. Yaz Okulları süreli de olsa önemli bir projedir. Geçen sene 57 değişik ülkeden 300’e
yakın öğrenci geldi. Bu sene gelecek öğrenciler bir ay misafirimiz olacaklar. Bu öğrenciler Türkiye’deki üniversitelerde, aynı dili konuşanların bir arada bulunamayacağı şekilde
yerleştiriliyor. Üniversitelerde yarım gün dil
öğreniyorlar, yarım gün de şehri gezerek,
şehrin içine, çeşitli kültür mekânlarına girerek
yakın ve uzaktaki kültürel yerleri, müzeleri,
ören yerlerini tabiat alanlarını gezerek Türkiye’yi ve Türk insanını doğrudan tanıma imkânı buluyorlar.
www.ozelkalem.org
23
EL
SANATI
Ateşle Toprağın Dansı
Çinicilik
24 YAZ2014
EL
“Biz de Zeki Müren’i olduk bu sanatın. Güzeli özleyen
güzeli bulur, güzellik yolunda hareket eden mutlaka
güzele ulaşır. Ferhat gibi, Kerem gibi, diğerleri gibi.”
diyor ‘Yaşayan İnsan Hazinesi’ Mehmet Gürsoy.
O ‘Ateşin Oyunu’ diyor çiniye. Bu olağanüstü sanatı anlatırken gözlerinin içi gülüyor. Tam anlamıyla bir çini aşığı. Enerjisi, sanatçı kimliği ve güzel sohbetiyle bir kez daha
hayranlık bırakıyor kendisine.
İznik, saraya yakın ve etrafında kuvars
madenleri var. Ulaşım rahatlığı var. Kütahya
saraya daha uzak. Bu nedenle çini İznik’te
gelişmiş.
Ustaların çizdiği desenler saraya daha
kolay ulaştırılmış
ve bu
Kütahya ve Türkiye için çok önemli bir
değersiniz. Kütahya’da değerli sanatçılar var,
ama Kütahya hak ettiğinin gerisinde yaşıyor.
UNESCO ödülünüz olmasaydı, Türkiye sizi
nasıl tanıyacaktı?
Sultan Veled’in bir sözüyle başlamak
istiyorum. “Kütahya’da bir ay kalana
ne mutlu, iki ay kalan ziyadesiyle
mutlu ve saadet içinde olur. Cennet
Kütahya’nın ya altındadır, ya üstündedir” demiş. Kütahya gerçek bir
evliyalar, şairler, ressamlar, müzisyenler yani kısacası sanatkârlar
kentidir. Tarih boyunca sanatla yoğrulmuştur bu kent.
İznik’te sarayın desteği bittiği zaman çini tarihe gömülmüş. Çini sanatkârları, bir şekilde çiniyi günümüze kadar
taşımışlar. Yokluk çekmiş, savaş görmüş,
işgali yaşamış Kütahya, ama yine de bu şehirde sanat hiç ölmemiş. Bu değerli ve güzel
insanlar olmasaydı bugün biz olmazdık.
16. yüzyılın sonlarına doğru imparatorluk
zayıfladığı zaman İznik’te çinicilik tamamen
durmuş. Kütahya bu anlamda bilhassa çini
sanatına verdiği büyük ödünden dolayı çok
önemli bir kent.
nedenle İznik
çinisi zirveye ulaşmış. Literatürde şöyle deniyor; “İznik saray sanatıdır, Kütahya halk sanatıdır.” Saray sanatı, saray göçünce bitip gitmiş, ama halkın sanatı devam etmiş.
Neden çini denince insanların algısında
İznik çinisi daha önde?
Birçok ülkede sergiler açtınız, kendinize
özgü bir tarzınız ve ekolünüz var, bize bun-
SANATI
Mehmet Gürsoy
dan bahseder misiniz?
Bu sanata başladığım l975 yıllarında, İznik çinisi tarihe gömülmüştü. Kütahya’da çok
ilkel işler yapılıyordu. Kompozisyonlar özünden kopmuş, renkler orijinalinden çıkmış tamamen pastel renklerde üretim yapılıyordu.
Ama benim İstanbul’da Topkapı Sarayı’nda,
Rüstem Paşa’da, Türk İslam Eserleri Müzesi’nde, Çinili Köşk’te gördüğüm eserler muhteşem ve inanılmaz güzeldi. Dedim ki bu
sanat neden geri dönmesin, sanata çıkış
yolum bu oldu. Sıradan bir resim öğretmeniydim, hatta yükseköğrenime
de gitmemiştim, köy öğretmeniydim
o yıllarda. Bu sanat zevkini hocalarımız bize aşılamışlardı.
“Çini Bir Göz Musikisidir”
Ecdadımız inanılmazı gerçekleştirmiş, imkânsızı başarmış bu
sanat dalında. Çini sanatında estetik, zarafet ahenk ve denge var, kompozisyon güzel, kısacası her şey var.
Öncelikle bu sanatın adını değiştirmek
lazımdı. Çini nedir diye sorduğumuzda, genelde bir seramik türüdür yanıtını alırız. Ama
bana göre çini; bir göz musikisidir, bu musikinin notaları da laleler, karanfiller, sümbüller,
güllerdir. Hiçbir müzisyen iki notadan beste
yapamaz, ama biz sadece mavi ve beyazı
kullanarak çok güzel besteler ve kompozisyonlar yaparız.
Diğer bir anlamda çinileri incelediğim zaman orijin renkleri mercanı, turkuazı ve zümrüdü gördüm. Bunlar mücevherdi, atalarımı-
www.ozelkalem.org
25
EL
SANATI
zın ufkuna, anlayışına bakar mısınız? Yani kıymetli taşların rengini sırın altına gizlemişler,
mücevher renklerinin bulunduğu mekânlarda
yaşamayı istemişler. Neden? Çünkü bu kıymetli taşlar insana pozitif enerji yüklüyor ve
huzur veriyor.
Kanuni Sultan Süleyman ile ilgili bir anekdot aktarmak isterim sizlere:
Padişah huzura iki sanat erbabını kabulde tereddüt etmiyor, birisi terzisi, diğeri İznikli
ustalar. Araştırıldığında bakıyoruz ve görüyoruz ki, terzisi kendi süsü, çini sarayın süsü.
Sanatkârlar padişaha eser sunacağı için heyecanla geliyor huzuruna. “Sizin için yaptım
hünkârım” diyor. Padişah da ‘iki kese altın verile’, ‘üç kese altın verile’ diyerek onları ödüllendiriyor. Sanatkârın karnı tok, sırtı pek, mutlu, huzurlu, daha güzel eserler yapmak için
heyecan içinde atölyesine dönüyor.
700 Yıllık İmparatorluğun Sanatı: Çini
Çini sanatı 700 yıllık imparatorluğun sanatıdır. Dünya üzerinde hiçbir ülkenin böyle
bir sanatı yok, çini bizim öz sanatımız,
Türk’lerin, koskoca imparatorluğun sanatı.
Sarayın sanatçıları Allah’ın yarattığı güzellikleri öylesine güzel irdelemişler, öyle detaya inmişler ki, detaya indikçe güzellikleri
görmüşler. Önce kâğıda, ardından toprağa,
sonra da fırına göndermişler ve en sonunda
bu güzellikler çıkmış ortaya.
Çininin renklerinden bahsedelim biraz da,
mavi, yeşil, turkuaz ve kırmızı, oldukça kısıtlı.
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettiği zaman dünyanın her yerinden hediyeler
gelir saraya, Japonya ve Çin’den de porselen
hediyeler gelmiş. Bu porselenler sadece mavi ve beyaz renkliymiş. Padişah sanatkârlarına şöyle buyurmuş; “Daha güzeli yapıla!”
Mavi ve beyaz renk yok sadece tabiatta.
Sarayın bahçesinde laleler, karanfiller, sümbüller, şakayıklar, çiğdemler var. Sarayın sanatkârları, renk arayışına girmişler. Önce turkuazı yani bizim öz rengimizi, sonra zümrüt
yeşili, sonra mercanı eserlerine taşımışlar.
Mercan, 1550-1575 yılları arasında hayatta kalmış, ondan sonra ise artık üretilmemiş. Çünkü mercan kırmızının sırrını bir usta
yakalamış, formülü de hiç kimseye söylemediği için kendisi ile beraber toprağa gömülmüş. 1991 yılına kadar durum böyle. 1991
yılında âcizane bana nasip oldu mercan rengini bulmak. Mercanla ilgili on yıllık bir araştırmam vardı. Her fırında kırmızıyı test ediyordum. 1991 yılında İstanbul Güzel Sanatlar
Fakültesi’nde sergi açtığım zaman fakültenin
dekanı Prof. Nurhan ATASOY… “Evlat bu iş
26 YAZ2014
tamamdır, ben basını çağırıyorum,” dedi.
Hürriyet Gazetesi’ne “İşte tarihteki mercan
geri döndü,” dedi. Analizler, uranyum madeninin olduğunu gösteriyor mercanın içinde,
demir, selenyum var. Test yapa yapa tekrar
hayata geçirdim mercan rengini.
İstanbul Güzel Sanatlar Fakültesi’nde
çok önemli bir profesör olan rahmetli Prof.
Dr. Muhsin Demironat’ın öğrencisisiniz. Mercan çalışmalarınızda Muhsin Bey ile çalıştınız
mı?
Şuan söyleşi yaptığımız bu odaya da
onun adını verdim. 1975 yılında rahmetli
Vehbi Koç, Muhsin Hoca, diğer değerli kişiler, bu sanatı yeniden canlandırın demişler.
Vehbi Koç’a Kütahya’dan çiniler götürmüşler. Fakat götürülenler daha önceki gibi güzel değilmiş. Bu yıllarda yapılan çiniler son
derece ilkel. Vehbi Koç, Ticaret Odası’na bir
yazı yazıyor, diyor ki; “Kursiyerlere hem 10 lira yevmiye verin, bu sanat gelişsin.” Ben o
yıllarda İstanbul’da Türk çini sanatını geliştirme kursuna gittim. O zaman iki tercihim
vardı, ya tatile ya da bu kursa gidecektim,
ben kursa gitmeyi seçtim. Muhsin Hoca
o zaman 60’lı yaşlardaydı. Bir hatıramı
aktarmakta yarar görürüm: Hatai çiçeği; marulun stilizasyonudur. Bunu
derste çizdim götürdüm. ‘Olmamış
evlat’ dedi. Bir daha, bir daha derken, 8-10 defa çizdim götürdüm.
‘Olmamış evlat’ dedi, ama biliyorum ki olmuş, çizdiğimin farkındayım. Sonra boş bir kâğıdı hocaya
götürdüm, ‘çizer misiniz hocam?’
dedim. Çizdi, aldım ve yerime
geçtim.
Beş-on dakika sonra tekrar götürdüm, ‘nasıl olmuş’ dedim. ‘Olmamış’ dedi. ‘Siz çizdiniz’ dedim.
‘Bak evlat!’ dedi, ‘ben çizdiysem de
olmamış, sen çizdiysen de olmamış,
çiz evlat, çiz!’ dedi ve ardından ekledi
‘Bu sanat çizgi sanatı, bu bileğin ve sağlığının kıymetini bil, ecdadın yaptıklarını
tekrar etmeye ömrünüz yetmez, siz güzeli
yeniden yorumlamaya bakın’ dedi.
Biz de Zeki Müren’i olduk bu sanatın.
Güzeli özleyen güzeli bulur, güzellik yolunda
hareket eden mutlaka güzele ulaşır. Ferhat
gibi, Kerem gibi, diğerleri gibi.
Yurtdışında birçok sergi açtınız? Nasıl
karşılıyorlar sizi ve eserlerinizi? Dünyaya tanıtabildik mi çiniyi?
Yurtdışında 47 sergi açtım, yakın zamanda İngiltere’deydim. Hiçbir eserim geri gel-
medi, hatta 1994 yılında Indiana da 12 dakika gibi kısa bir zaman diliminde tüm eserlerim
tükendi. Bizim sanatımızı bizden çok daha iyi
tanıyorlar, kısacası bizi bizden daha iyi biliyorlar.
Bunun çilesini biliyorlar, incelemişler,
okumuşlar, gezmişler, görmüşler, beyinlerine
nakşetmişler. Eserlere yaklaşmalarını, sizinle
konuşurkenki tavırlarını, gözlerindeki ışıltıyı, o
nezaketi görseniz, inanılmaz hadiseler bunlar. Dünyanın birçok yerinde onure edildim.
Rektörler, valiler, belediye başkanları, ama en
önemlisi ülkemde UNESCO tarafından miras
taşıyıcı seçilmemdir.
EL
Bugünlerde bir modernizasyon akımı var,
sizce çininin modernizasyonu mümkün mü?
Çiçekler de karakteristik özellikleri bozulmadan yeni uygulamalar yapılabilir. Ama lale
lale gibi, karanfil karanfil gibi, gül gül gibi kalmalıdır. Bu çini sanatının özelliğidir. Nasıl alfabenin harflerini değiştiremezsek, çininin de
renklerini değiştiremeyiz.
Ancak ecdadın yaptığı gibi mücevher
rengi ise kullanabiliriz. Örneğin kahverengi ve
sarı bu sanatın içinde yoktur. Dört rengimiz
var, dördü de mücevher.
UNESCO tarafından ‘Yaşayan İnsan Hazinesi’ seçilmeniz size farklı bir misyon yükledi mi?
Omzumdaki yük daha da arttı, yolda yürürken bile daha dikkatli oluyorum. Esasen
sanatımızın bize yüklediği anlamlar çerçevesinde yaşayan bir insanım. Bundan sonraki
günler daha zor, daha güzeli yapmak ve üretmek için.
Peki, bu başarı hikâyesi tam olarak nasıl
başladı?
1986 yılında Kütahya’da birinci çini sempozyumu düzenlendi, bu sempozyumda üç
kategoride yarışma yapıldı. Herkes gibi ben
de hazırlandım, yarışmaya daha önceki yılların birincileri de katıldı. Yarışmanın altı yabancı, altı yerli jüri üyesi vardı. Yarışma sonuçları
üç kategoride açıklandığında, iki birincilik, bir
ikincilik kazandığımda Kütahya’da yer yerinden oynadı. Dediler ki sen nereden çıktın. Bu
durum gerek yerel gerekse ulusal basında
büyük yankı yaptı.
Bu sanatın sizden sonrada var olması için
öğrenciler yetiştiriyor musunuz?
UNESCO ödülünü aldıktan sonra benim resim öğretmenliğime nokta koyuldu.
Fatih Lisesi ve Kütahya Halk Eğitim Müdürlüğü’nde derslere başladım. Sonra Dumlupınar Üniversitesi
Rektörü geldi, ‘Zamanın yok biliyorum ama gelmeye, benim öğrencilere ders vermeye mahkûmsun, bu
senin görevin’ dedi. Bir tarafta insanlığa hizmet, bir taraftan da geleceğe hizmet var. Sanatın geleceğe çok iyi şekilde ulaştırılabilmesi
açısından, bir eğitimci olarak tabi ki
üniversiteyi seçtim. 1996-1999 yılları arasında DPÜ’de öğretim görevlisi olarak çalıştım. Hiç unutmam bir
öğrencim ‘Hocam bu sanattan ekmek
yer miyiz?’ diye sordu. ‘Güzeli yaparsan, doğruyu yaparsan talihlisi bulunur’
dedim. Öğrencilerime nasihatimdir, ‘Sakın
bana nikâh davetiyesi göndermeyin, bana
sergi davetiyesi gönderin, işte ben o zaman
hakkımı helal ederim’ derdim.
SANATI
sanatçılarını bir araya toplayıp, şehir şehir, liman liman dolaşarak, dünyaya lanse etmelidir. İngiltere’de sergiye giderken, Kütahyalı
birçok sanatçının eserlerini de beraberimde
götürdüm.
Şu hataya asla düşmedim, hani derler ya
ne güzel yaratmışsın, haşa öyle bir hadise
yoktur sanatta. Biz güzeli yansıtırız sadece,
Allah’ın yarattığı güzelliğin yansıtıcısıyız. Bu
zevk işidir, gönül işidir, göz işidir.
Bir tabak yaparken de bir fincan yaparken de aynı heyecanı yaşıyor musunuz?
Sanat değeri açısından eserlerim arasında en büyüğü ile en küçüğü arasında fark
yoktur, ancak büyük eser yaptığınız zaman
heyecanınız daha büyük oluyor.
Bu sanatı yapmak isteyen gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Bu sanata sevdalı herkese kapım açıktır.
Bizim zekâtımız öğretmektir, öğretirseniz sanatın zekâtını vermiş, öğretmezseniz öbür
dünyaya borçlu gitmiş, ibadetinizi eksik yapmış olursunuz. İnsanlığa borcum var, ne kadar fazla eser üretirsem o kadar borcumu
ödemiş sayarım kendimi. Beş binin üzerinde
eser yaptım bugüne kadar.
Halen öğrenci yetiştiriyorum, kapımı kim
çaldıysa, aralanmıştır. Sevdalı olana, hak
edene de kendime ait özel formülleri de (mercan haricinde) verebilirim. Mercanın formülünü sadece oğluma verdim. UNESCO ödülünde ‘elini kime verdin’ diye sordular, oğluma verdiğimi belirttim.
Kütahya’nın gelişmesi, Kütahya’nın bu
sanata katkısının artması anlamında gerek iş
dünyasına gerek gençlere yönelik söylemek
istedikleriniz var mı?
Bu şehir satılmalıdır, bu şehrin değerleri
pek çoktur, bu şehrin değerlerini önce ülkemize sonra tüm ülkelere tanıtmak zorundayız. Bu şehri yönetenler, şehrin ileri gelenleri
www.ozelkalem.org
27
EĞİTİM
Değerler eğitimi; aile, toplum ve devletlerin ayakta kalmalarını sağlar. İnsanoğlunun yaratılışından günümüze
kadar değerler hep var olmuştur ve olmaya da devam
edecektir. Ulusal ve uluslararası ölçekte değerler eğitimi
hemen hemen bütün ülkeler için önem arz etmektedir.
Değerler Eğitimi
Dr. Mehmet Karasu
MEB Bakan Yardımcısı
Danışmanı
28 YAZ2014
Geleceğin bekası için çocuklara ve gençlere millî ve manevi değerler başta olmak
üzere evrensel değerlerde kazandırılmalıdır.
Temel insani değerleri benimsemiş bireyleri
yetiştirmek, aile, toplum ve devletin başlıca
görevleri arasında olmalıdır.
Değer, bir nesneye, varlığa veya faaliyete, bireysel ve toplumsal açıdan tanınan
önem ya da üstünlük demektir. Değerler,
sosyal yaşantıyı oluşturan olgulardır. Bu olgular, bir kişinin veya bir grubun kabul ettiği inanç ve ahlâk standartlarıdır. Bireylerin
yaşam biçimini gösteren değerler, nesilden
nesile aktarılan bir mirastır. Değerler, bireylerin toplum içindeki sosyal rollerini gösterir.
Medeniyetlerin oluşumundaki temel
taşlardan biri değerler eğitimidir. Değerler
eğitimi; hak, hukuk, adalet, eşitlik, birlikte
yaşama kültürü, dürüstlük, doğruluk gibi
birçok kavramı bünyesinde barındırır. Bu
kavramlar, insanlarda tutum ve davranışa
dönüşerek toplumsal hayatın oluşumunu
sağlar.
Eğitim, ailede başlar. Değerler eğitimi
de ailede başlar. Ailede başlayan değerler
eğitimi okulda devam eder ve sosyal yaşantı içerisinde pekişerek kalıcı hale gelir.
Eğitim amacı, iyi vatandaş ve iyi insan
yetiştirmektir. İyi vatandaş ve iyi insan yetiş-
tirmek için de millî ve manevi değerlerin bireylere kazandırılması gerekmektedir. Değerlerin bireylere kazandırılmasında rol model olma iyi bir yöntemdir. Rol model olan bireylerin tutum ve davranışları diğer bireyler
tarafından taklit edilir. Örneğin; çalışkanlık,
sorumluluk, yardımseverlik ve arkadaşlık gibi değerlere sahip olan kişiler toplumda rol
model olarak gösterilir. Yazılı ve görsel medya, değerler eğitiminde önemli bir role sahiptir. Medyada program yapan kişilerin ve
rol model olan sanatçıların değerler eğitimi
konusunda gerekli hassasiyeti göstermeleri
gerekmektedir. Çünkü çocuklarımız zamanlarının büyük bir kısmını yazılı ve görsel medyayı kullanarak geçirirler.
Değerler, çoğunlukla toplum tarafından
uygun görülen tutum ve davranışları ifade
eder. Paylaşmak, çalışkan ve dürüst olmak
gibi değerler toplumun dinamik yapılarını
oluşturur. Değerleri özümseyen ve değerlere bağlı olarak hayatını devam ettiren
devletler muasır medeniyetlerin üzerinde bir
medeniyet oluşturabilirler. Örneğin, ikinci
dünya savaşı sonrasında Japonya, değerlerine sahip çıkmış ve günümüzde bilim ve
teknolojide dünyada ilk sıralarda yer alma
hakkını kazanmıştır.
Değerler eğitimine ilişkin bir hatırayı sizlerle paylaşıyoruz.
Çanakkale ve Millî Şuur
Başbakanımız Turgut Özal millî değerlerine sıkı sıkıya bağlı olan Japonların
Batı’ya meydan okuyan ilerleyişi karşısında, 1980’li yıllarda Japon eğitim sistemine ilgi duyar. Bu sebeple inceleme ve
araştırma yapmak üzere bir Japon Pedagog (çocuk psikiyatristi) heyetini Türkiye’
ye davet eder. Alanında uzman olan bu
heyet ülkemizin çok değişik yerlerinde
araştırmalar yapar, görüşme ve temaslarda bulunur. Sonra da bütün bu faaliyetlerin sonuçlarını takdim etmek üzere,
zamanın Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler ile
birlikte Başbakan Turgut Özal’ın huzuruna çıkarlar. Eğitim alanında uzman olan
heyetin kararı kısa ve kesindir.
Heyettekiler, “Sizin gençlerinizde milli
şuur yok” derler. Bu karar, Başbakanlıkta bulunan Türk yetkililer üzerinde bomba
tesiri meydana getirir ve büyük bir şok yaşatır.
Biraz şaşkınlık biraz da hayret içinde:
“Nasıl yani?” diyerek şu soru sorulur: “Peki siz Japonlar, gençlerinize milli şuur verme adına ne yaparsınız? Hangi programı,
nasıl uygularsınız?” Bunun üzerine Japonlar bizim açımızdan düşündürücü
olan şu cevabı verirler:
“Biz, sizden aldığımız “AMİN ALAYI”
(Osmanlılarda çocuğun yaşı 4 yıl, 4 ay, 4
gün olunca Amin Alayı denen bir törenle
eğitime başlatılırdı.) ile eğitime giriş yaparız. Ve ilk eğitime şok testler uygulayarak
başlarız. Bu çocukları uçak kadar hızlı giden trenlere bindirir ve çok katlı yollardan
geçiririz. En üstün teknolojiyle ve robotlarla çalışan dev fabrikalarımızı gezdiririz.
Bu baş döndürücü teknoloji karşısında
sarsılan ve şok olan çocuklarımıza deriz
ki: “Gördüğünüz bu hızlı trenleri ve üstün
teknolojiyi sizin atalarınız yaptı. Eğer siz
daha çok çalışırsanız, daha hızlı giden
ulaşım araçları yapar, daha üstün teknoloji meydana getirir, daha gelişmiş ve modern fabrikalar kurarsınız.” Daha sonra da
bu çocukları Hiroşima ve Nagazaki’ye
götürüp gezdiririz. İkinci Dünya Savaşı’nda atom bombasıyla yerle bir edilen
bu bölgeleri biz, gelecek nesillere ibret olsun diye aynen koruruz. Buraları çeşitli
bilgiler vererek onlara gezdirir ve gösteririz. Atom bombasıyla hiçbir canlının ve
bitkinin yaşayamaz hale geldiği bu yerleri çocuklarımız büyük bir dikkat ve hayretle seyrederler. Bu gördükleri manzaralar onların taze hafızalarında hiçbir zaman
silinmeyecek derin izler bırakır. Ve yine
deriz ki: “Eğer siz çalışmazsanız, vatanınızı korumaz, milletinizi sevmezseniz, birlik ve dirlik içinde olmazsanız; işte böyle
düşmanlar sizin ülkenizi bombalar, yakar,
yıkar ve yaşanmaz bir hale getirirler. Ama
çalışırsanız, güçlü olursanız yücelir ve milletiniz yükselir. Dünyadaki bütün insanlar
size saygı duyarlar. Artık çalışmak ve çalışmamak konusunda kararınızı siz verin.”
Bu ikinci şokla çocuklarımız kendilerine
gelerek iyi ve çalışkan bir Japon olmaya
doğru ilk adımı atmış olurlar. Böylece ‘Milli
Bir Şuur’ kazanırlar.” Tam bu sırada orada bulunan Türk yetkililerden biri: “İyi de
bizim Hiroşima ve Nagazaki’miz yok ki”
der. Bunun üzerine Japonlar der ki: “Sizin
binlerce Hiroşima ve Nagazaki gibi değerleriniz var. Bizimkilerden çok daha etkili ve tesirli tarihi bölgeleriniz var. Birinci
Dünya Savaşı içinde meydana gelen ve
bir metrekareye altı bin merminin düştüğü Çanakkale Zaferi’nin kazanıldığı bu
bölge; çocuklarınız ve gençlerinizin şok
olması için yeter de artar bile…”
Bu hatıradan yola çıkarak, değerler
eğitimi ile ilgili aile eğitimlerinin yapılması,
okullarda değerler eğitimine yönelik sosyal çalışmaların gerçekleştirilmesi, yazılı
ve görsel medyada değerlerimize yönelik
programların arttırılması hususunda başta Millî Eğitim Bakanlığı olmak üzere ilgili
diğer bakanlıklardan bir komisyon oluşturularak çalışmalara bir ivme kazandırılmalıdır.
www.ozelkalem.org
29
SOSYAL
SORUMLULUK
Üstün Zekalı Çocuklar
TÜZDEV Çatısı Altında
Toplanıyor
Bir çok ailenin hayalidir, yaşıtlarından
farklı, üstün zekalı bir çocuğa sahip olmak.
Doğduğu andan itibaren hareketlerinde,
davranışlarında, konuşmalarında farklılık
ararlar. Aslında bu çok doğru bir davranıştır. Çünkü bir çok üstün zekaya sahip çocuk ilk yıllarda farkedilip, uygun eğitim almadığından maalesef toplum içinde kaybolup gitmektedirler. Üstün zekalı çocukların
fark edilmesi ve doğru eğitim görebilmeleri
30 YAZ2014
için, ailelere, eğitmenlere büyük görev düşmektedir. Türkiye Üstün Zekâlı ve Dâhi Çocuklar Eğitim Vakfı (TÜZDEV), yaklaşık 10
yıldan bu yana bu çocukların farkedilip, topluma kazandırılabilmesi için çok önemli çalışmalar yapıyor. Farklı şehirlerde “Dahiler
Okulu” açmak için çalışmalarda bulunan
Vakfın Genel Başkanı Op. Dr. Kemal Tekden, üstün zekalılık ve vakfın çalışmaları
hakkında dergimize bilgi verdi.
TÜZDEV’in kuruluş aşamasından ve hedeflerinden bahseder misiniz?
Yaklaşık 10 yıldan beri, özel yetenekli ve
deha çocuklarla ilgili konuşmalar yapıyor, bu
konuya ilgi çekmeye çalışıyorduk. Açtığımız
okullarda da (Tekden Kolejleri) bu çocuklarla
ilgileniyorduk. Son senelerde bir kısım gönüllü arkadaşlarla bu çalışmalarımızı ilerlettik ve
2012 yılında vakfımızın kuruluşunu resmen
gerçekleştirdik. Bu konuya gönül vermiş,
SOSYAL
SORUMLULUK
Türkiye Üstün Zekâlı ve Dâhi Çocuklar Eğitim Vakfı (TÜZDEV), yıllardır dahi ve üstün yetenekli çocuklar için kamuoyunda farkındalığı arttırmak, özel yetenekli çocukları tanıyan ve onlara yaklaşım yöntemlerini bilen eğitimciler yetiştirmek, velileri bilinçli hale getirmek ve
bu çocukların zekâ seviyelerine uygun hem millî hem de evrensel
ufukla yetişmelerini sağlamak amacıyla çalışmalar yapıyor.
başta eğitimciler olmak üzere sanatçılar, psikologlar, rehberlikçiler ve bilim insanı arkadaşların da içinde olduğu yaklaşık yüz kişilik
bir uzman kadroyu bir araya getirdik. Maksadımız, en başta bu konuda kamuoyunda farkındalığı arttırmak, özel yetenekli çocuklarımızı tanıyan ve onlara yaklaşım yöntemlerini
bilen eğitimciler yetiştirmek, velileri bilinçli hale getirmek ve sonunda da en
önemlisi bu çocuklarımızın zekâ seviyelerine uygun hem millî hem de evrensel ufukla yetişmelerini sağlamaktır. Bilindiği gibi bu çocuklar bütün
milletlerin yerüstü hazineleridir ve Allah’ın bütün toplumlara bir lütfudur.
Bu ilahî hediyeyi en iyi şekilde değerlendirmek bizim vazifemizdir.
Vakıf, üstün zekâlı ve dâhi çocukların eğitimi için ne tür çalışmalar yapıyor?
Her şeyden önce bu çocukların
analiz edilerek bütün yönleriyle tanınmaları, zekâ seviyelerinin tespit edilmeleri, yeteneklerinin ortaya çıkarılması bizim için önemli. Yani her bir
özel çocuğu “keşfetmek” ilk aşama.
Daha sonra, bu çocukların öncelikle
kimlik sahibi olmalarına gayret ediyoruz. Onların bu ülkeye bağlı bireyler
olmalarına önem vermekle birlikte,
aynı zamanda evrensel ufuk sahibi olmaları için de elimizden ne gelirse yapıyoruz. Çünkü “millî olmadan evrensel olunmaz.” Şu an henüz vakfa ait
bir okul olmadığından, şimdilik hafta
sonları zenginleştirilmiş eğitim vermeye gayret ediyoruz. Yaptığımız aktif atölye çalışmalarıyla çocukların çok yönlü yetişmelerine çalışıyoruz. Bu yönde bilim insanlarımızın
da desteğini almaktayız. Bu çalışmaları, çocukların çocukluklarını da ihmal etmemek için
eğlenceli hale getirmeye çalışıyoruz. Çünkü
onların akıl yaşları ne olursa olsun her zaman
birer çocuk olduklarını da bilmek gerekiyor.
Çocuklarımıza yönelik çalışmalarımız ailelerin
de destek eğitimleriyle devam ettiriliyor.
Üstün zekâ ve dâhilik ne demektir? Örneklerle açıklayabilir misiniz?
Zekâ kısaca idrak kabiliyeti olarak açıklanabilir. Olayları ve çevreyi algılamak insanın
zekâsıyla mümkündür. Üstün zekâ ise bunun
çok daha hızlı ve yüksek seviyede olmasıdır.
Mesela eğitimci, bir konuyu anlattığı zaman
geçirildikten sonra uygun şartlar oluşmuşsa
“Dâhi” olarak ortaya çıkabilir. Çünkü dâhiler
orijinal tiplerdir ve toplumların önünü açabilecek lider tabiatlı büyük insanlardır. İyi ve uygun şartlarda eğitim olmazsa bu dehalar kaybolur, hatta bazıları akıl hastası, bazıları da isyankâr birer terörist olabilirler.
TÜZDEV tarafından geliştirilen projeler hakkında bilgi verir
misiniz?
Şu ana kadar, başta İstanbul
ve Kayseri’de olmak üzere birkaç
ilde öğretmen ve veliler için sertifika programları yaptık. İstanbul
Eğitim-Bir-Sen 4 Nolu şube ile de
böyle bir çalışmayı İstanbul Kartal
ilçesinde gerçekleştirdik. Vakfımızın alt yapı ve tüm hazırlıklarını
üstlendiği, İstanbul Üniversitesinin ortak olduğu Ümraniye Belediyesi adına yapılacak olan ‘’Daha Çok Dâhi Çocuk’’ projesi üstün zekâlı ve dâhi çocuklara yönelik zenginleştirilmiş, derinleştirilmiş ve hızlandırılmış müfredat
oluşumuna katkı sağlayacak büyük bir projemiz İstanbul Kalkınma Ajansı tarafından kabul edildi,
inşallah yakında bu çalışma da
başlayacak. TÜZDEV olarak bu
projenin saha ve operasyonel yöOp. Dr. Kemal Tekden
netimini yapacağız. Şu günlerde,
TÜZDEV Başkanı
Üsküdar Üniversitesinin mekânını kullanarak bir kısım çocuklarımızın zenginleştirilmiş eğitimlerini
devam ettiriyoruz. Bu çalışma
normal zekâda bir insan 2-3 defada anlıyorKayseri’de de tekrarlanmaktadır. Geçtiğimiz
sa, üstün zekâlı bir çocuk bir seferde anlayayıl içinde strateji geliştirmek gayesiyle eğitimbilir. Yani leb demeden… Bu çocuklar genelci uzman ekibimizle üç günlük “çalıştay” yaplikle erken ve yardımsız okurlar, çevreye kartık ve adeta bir beyin fırtınası oluşturduk. Bu
şı çok fazla merak içindedirler. Bu yüzden
yıl, başlattığımız üniversitelerle işbirliğine, İsçok sorgularlar etrafı. Zekâ seviyesinin tespit
tanbul Üniversitesi, Sabahattin Zaim Üniveredildiği testlerde bu çocukların IQ derecesi
siteleriyle devam etmekteyiz. Bunu farklı üni120’nin üzeri bulunur. Bu seviye, 160 ve üzeversitelerle de devam ettirme azmindeyiz.
rine çıktığı zaman deha bir zekâdan bahsediAnkara’da ise Türk Hava Kurumu Üniversitelir. Bu çok daha yüksek bir idrak ve algı halisi ile görüşmelerimiz devam etmektedir. Bu
dir. Bu çocuk, millî ve evrensel bir eğitimden
arada, TÜZDEV Yayınevi kuruldu ve yazdığıwww.ozelkalem.org
31
SOSYAL
SORUMLULUK
mız “İnsanın Sırrı” kitabıyla vakfımız yayın hayatına başlamış oldu. Şu anda gerek bu çocukların tanınmasını, gerekse onlara yönelik
yaklaşım yollarını anlatan ve zekâ oyunlarına
yönelik kitaplar çıkarma yönünde gayret içindeyiz. Bu günlerde Millî Eğitim Bakanlığımız
ile ortak çalışmalar yapmak için bir protokol
yapma çalışmalarımız da devam etmektedir.
Bakanlığımızın bu konudaki duyarlılığını görmekten oldukça mutlu olduğumuzu ve Ba-
dirler. Böylece bir avantaj, toplum için bir dezavantaja dönebilmektedir. Bu çocuklar için
mutlaka bir profesyonel destek gerekli hale
gelmiştir artık. Bu yüzden o noktada işte bizim TÜZDEV gibi kuruluşlar devreye girecektir. Öncelikle yapılacak çeşitli testlerle çocukların zekâ seviyeleri ve çeşitleri ortaya koyulmaya çalışılacaktır. Bu analiz sonuçlarına göre çocuğa yaklaşım yöntemleri önemlidir. Daha küçük yaşlardaki çocuklara bu destekler
kanımız Sayın Nabi AVCI başta olmak üzere
destek ve katkı sağlayan herkese teşekkür
etmenin bir borç olduğunu ifade etmek istiyorum. Bu yüzden, çok kısa bir süre içinde
bu çalışmamızın sonuçlanacağına inanıyorum.
verilebilir, ama henüz Türkiye’de bu alt yapı
tam olarak oluşturulamamıştır. Amacımız, bu
çocukları küçük yaşlarda alıp, yetişkin hale
gelene kadar ilgilenmektir. Bu konuda vakfımız, tamamen gönüllülük esasına göre çalışmaktadır.
Çocuklarında yaşıtlarından daha üstün
bir zekâya sahip olduğunu hisseden aileler
nasıl bir yol izlemeliler? Vakıf olarak hangi
aşamada çocuklarla ilgilenmeye başlıyorsunuz?
Farklı zekâya sahip çocuğu olduğunu
hisseden aileler, her şeyden evvel sevgi ve ilgileriyle onlara daha yakın durmalılar ve bunu
da hissettirmeliler. Bu tür çocuklar genellikle
kendilerini toplumda yalnız hissederler. Ailelerin onlardan bu yalnızlık duygusunu mümkün olduğunca uzaklaştırmaya çalışmaları
gerekmektedir. Onların meraklı sorularına
bıkmadan cevap vermeliler. Bu sevgi ve ilgiyi çevreden göremezlerse, maalesef isyankâr
olabilmekte veya ruhen hastalanabilmekte-
Üstün zekâlı çocuk nasıl bir eğitim almalıdır? Bu eğitim ne zaman başlamalıdır?
Üstün bir zekâya sahip olduğu tespit edilen bir çocuk bizce farklı eğitim kurumlarında
okutulmalıdır. Bizim düşüncemiz, çocukların
zekâ seviyelerine göre ayırt edilip okutulmaları
yönündedir. Bu durumda sosyalleşme sıkıntısı yaşanacağı söylenmektedir. Bu kısmen
doğru olmakla birlikte, ayrı okutulacak olan
bu çocukların bizim kendi kültür değerlerimizle mücehhez hale getirildikleri zaman toplumdan kopacaklarını kimse söyleyemez.
Çünkü Müslüman Türk kültürüne ait tevazu,
sorumluluk ve diğerkâmlık gibi değerlerin verildiği, bu yönde idealize edilmiş bir çocuk asla kendini diğer çocuklardan üstün görmez,
32 YAZ2014
narsist bir anlayışa kavuşmaz. Aksine bugünkü kapitalist ortam, çocukları kendine
hayran, başkalarıyla empati kuramayan çocuklar ortaya çıkarmaktadır. Bu durumdan
batılı sosyal psikologlar da şikâyetçidir. Çünkü bütün toplumlar için tehlike içermektedir,
sonuçta kural tanımayan, sadece kendi mutluluğunu hedefleyen böyle bir nesil toplumsal
bağları yok eder.
Bizim anlayışımıza göre, her çocuk kendi zekâ seviyesine ve çeşidine göre eğitim almalıdır. Bunun dünyada örnekleri çoktur.
Başta İsrail, ABD, Hollanda ve G. Kore gibi
ülkelerde bu çocuklar çok özel eğitimlere tabi tutulmaktadırlar. En iyi şekilde analiz edilen çocuklar zekâ ve yeteneklerine göre eğitilmekte ve yönlendirilmektedirler. Mesela İsrail’deki Ofec Okullarında, görsel zekâsı yüksek, estetik anlayışı güçlü bir çocuk tasarımcı ya da mimar olmaya teşvik edilmekte, matematik zekâsı yüksek, hesap yapmayı seven
çocuklar ise genellikle bankacılığa yönlendirilmektedirler. Aslında bilindiği gibi, bu yöndeki dünyadaki ilk örnek Osmanlı’nın Enderun Okullarıdır. Farklı etnik kökenli zeki çocuklar burada eğitilmiş, adeta Osmanlı’nın
eğitim üssü gibi çalışmıştır. Enderun’dan Sokullu gibi, Mimar Sinan gibi nice dâhiler yetişmiş ve hiç biri de devlete isyan etmemiştir.
Bugün de kendi insanî değerleriyle donatılan
çocuklar, dünyanın en ileri bilimsel anlayışıyla orijinal birer birey halinde yetişmelidirler.
Dünyaya bilim, sanat ve kültür açısından adeta meydan okuyacak olan bu gençler kendi
kimliklerini de asla inkar etmeyeceklerdir.
Vakfın ileriki aşamalarında gerçekleştireceği plan ve projelerden bahseder misiniz?
Vakfımız, Millî Eğitim Bakanlığı ile yapacağı protokolden sonra “kamu yararına vakıf”
statüsü almayı hedeflemiştir. Eğitimlerimizin
yanı sıra gerek süreli yayınlarla, gerekse internet ortamından insanlarımızı bu konuda
aydınlatmaya gayret edecektir. “Eğitim ve Zekâ” gibi ulusal ve uluslar arası kongreler düzenlenecektir. Türkiye’nin birkaç yerinde “Dâhiler Okulu” açılacaktır. Yeteneklerin ortaya
çıkmasına yönelik Türkiye geneli birçok yarışmalar düzenlenecektir. Bu çocukların tanınmasında yerli testler geliştirme ve bize ait
bir eğitim müfredatı yapılması programımız
dâhilindedir. Her yıl bu alanlarda güçlü stratejik çalışmalar oluşturmak gayesiyle “çalıştaylar” tertip edilmeye devam edilecektir.
Açıklamalarınız için teşekkürler.
Ben de bu fırsatı verdiğiniz için TÜZDEV
adına teşekkür ederim.
KURUMSAL
Garanti Sonrası Servis
Hizmetleri Piyasasının
Yeni Lideri
34 YAZ2014
KURUMSAL
Garanti sonrası servis hizmetleri piyasasına üretici firmalara karşı rekabet ortamını
yaratmak için 2008 yılında yola çıkan Siemed, biyomedikal servis hizmeti konusunda
sadece Türkiye’de değil, Dünya genelinde
hizmet veriyor.
Siemed Tıbbi Sistemler, Cengiz Doğru ve
arkadaşları tarafından Türkiye pazarında garanti sonrası servis hizmetleri konusunda eksikliği gidermek, piyasada rekabet ortamını
yaratarak hem ucuz hem de kaliteli hizmet
anlayışı ile kuruldu.
Garanti sonrası servis hizmetleri dünya
genelinde büyük bir pazarı oluşturuyor. Bu
pazardaki en büyük oyuncular ise yine bu cihazları satan üretici firmalar. Piyasada oluşan
bu tekel, 2008 yılında Siemed’in kuruluşu ile
kırılmaya başlıyor. Siemed Tıbbi Sistemler
Genel Müdürü Cengiz Doğru süreci “Biz yıllarca Siemens teknik hizmetlerde yöneticilik
yaptık. Kazandığımız deneyimlerle bu işleri
yapabileceğimizi gösterdik. Milyar dolarlar
büyüklüğündeki pazar sadece ana üreticilerin
tekelinde iken, Siemed kurulduktan sonra rekabet ortamı yaratılmış oldu. Bağımsız servis
organizasyonları ile ana üreticilere karşı bir direnç oluştu.” şeklinde yorumluyor.
2008 yılında sadece üç kişi tarafından
kurulan Siemed, bugün 60 kişilik bir personelle hizmet veriyor.
Gurur Duyuyoruz
Üç yılda kat edilen yolu büyük bir başarı
olarak gören Doğru,“Cihazlar genellikle karsız, çok düşük maliyetlerle satılıyor. Fakat garanti sonrası bakım onarım hizmetlerinden
gelen ciro çok yüksek. Hedef zaten garanti
sonrası servis hizmetleri pazarı. Biz piyasaya
girerek, üretici firmalara garanti sonrası servis
hizmetleri konusunda rakip olduk.” diyor ve
ekliyor: “Şu anda Türkiye’de diğer üretici firmalardan ayrılan arkadaşlara öncülük ettiğimizi düşünüyoruz. Çünkü bizden sonrakiler
de üretici firmalardan ayrılarak bağımsız servis organizasyonlarını kurdu. Ülke ekonomisine katkıda bulunuyorlar. Bununla da onur
ve gurur duyuyoruz.”
Hastaneler açısından bu hizmetin hem
büyük bir kolaylık hem de maliyetlerin büyük
oranda aşağı çekilmesi anlamına geldiğini belirten Doğru, şöyle devam ediyor; “Garanti
sonrası servis hizmetlerinde 50-60 firmayla
anlaşma yapmak gerekiyordu. Bağımsız hizmet organizasyonu ile bu tek muhataba düşüyor. Hastanelerimizde makine parkuru, laboratuar ve personel bulundurduğumuz için
oluşabilecek her türlü sorunda anında hizmet
verebiliyoruz. Yani kısaca hastanelere ‘Siz sadece sağlığa odaklanın, gerisi bizim işimiz’ diyoruz.”
Siemed yurtiçi ve yurtdışına verdiği eğitimlerle de sektörde yerini sağlamlaştırıyor.
“Eğitim konusunda çalışmalarımızı ihmal etmiyoruz. Yurtdışında çok fazla eğitimli insan
yok. Bu yüzden oralardan da bize eğitim talepleri gelmeye başladı. Ankara ve İstanbul’da eğitimler düzenledik. Almanya’da cihaz başında Rusya’dan, Ukrayna’dan, Bulgaristan’dan, Amerika’dan ve Brezilya’dan
gelen servis mühendislerine eğitimler verdik.”
diyen Doğru, kurum içi eğitimlere ise hiç ak-
satmadan devam ettiklerini, deneyimlerini
genç mühendislerle paylaştıklarını belirtiyor.
Yurt dışında özellikle medikal kapsamdaki uluslararası kongre ve fuarlara katıldıklarını
belirten Doğru, yabancı cihazların Türkiye pazarına girmeye çalıştıklarını ifade etti. Türkiye’de garanti sonrası servis hizmetlerindeki
eksikliğin yurt dışındaki ülkelerde de olduğunun altını çizen Doğru, geliştirdikleri network
ile yurt dışına açılma imkanı duyarak, bunu
gerçekleştirdiklerini belirtiyor ve şöyle devam
ediyor; “Her katıldığımız organizasyonda yeni bir network edindik. Bu network sayesinde
ülkelerde uygun parkurlar bularak yurt dışına
da servis hizmetlerini ihraç etmeye başladık.
Bununla hem Türkiye ekonomisine hem de
Türkiye tanıtımına katkı sağlıyoruz.”
Özellikle yurtdışındaki ağı genişletmeyi
amaçladıklarını belirten Doğru, Kore, Sırbistan, Kosova, Bulgaristan, Rusya, Ukrayna,
Kazakistan, Irak, Azerbaycan, Sudan, Yemen, Nijerya gibi ülkelerde de servis hizmetleri ihraç ettiklerini belirterek şöyle devam ediyor. “Özellikle Malezya ve Kore’de büyük işlere imza atarak, yurtdışında yolumuza devam etmek istiyoruz. Yurt içinde ise biyomedikal servis yönetimini kamu hastaneler birliği ya da üniversitelere uyguluyoruz. Türkiye’de yaklaşık olarak 20’den fazla kamu hastaneler birliği yani şehir hastanesi projesi var.
Bunlar yap-işlet-devret modeliyle uygulanıyor. Bu aşamada verdiğimiz biyomedikal servis yönetimi hizmetini şehir hastanelerinde
yaygınlaştırmak istiyoruz. Çünkü bu hizmet
tamamen kamuya yarar sağlıyor.”
www.ozelkalem.org
35
SAĞLIK
Topraktan Fışkıran Sağlık:
Termal
36 YAZ2014
SAĞLIK
Türkiye, jeotermal kaynaklar açısından Dünyada ilk yedi ülke arasında yer almakta olup, Avrupa’da kaynak potansiyeli açısından
birinci, kaplıca uygulamaları konusunda ise üçüncü sıradadır.
Günlük yaşamın sıkıntıları, yorgunlukları,
zamana karşı yarışı sonucu insanoğlu mevcut potansiyelini artırmak için farklı yöntemler arayışına girmiştir. Hem ruhsal hem bedensel sıkıntılarını çözme arayışıyla yüzyıllar
öncesinden kalma bir tedavi yöntemi yeniden
gün yüzüne çıkmış, bu kaynaklara sahip olan
bölgeler önem kazanmaya başlamıştır. Birçok rahatsızlığa ilaç olan termal kaynaklar
son yıllarda en gözde turizm kaynaklarından
biri aynı zamanda. Her yıl verdikleri şifa derecelerine göre bulundukları şehirlere hem yurtiçinden hem yurtdışından yüzlerce turist çeken termal tesisler bölgeye de önemli bir istihdam sağlıyorlar.
Ülkemizde özellikle son yıllarda büyük ivme kazanan termal turizmi sadece yurt içi
değil yurt dışından da turistleri ülkemize çekmeyi başarıyor. Termal turizmin geliştirilmesi
yönünde Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan Türkiye Turizm Stratejisi ve Termal Turizm Master Planı, kapsamında çalışmalar yürütülüyor.
Türkiye, termal su kaynakları bakımından
büyük bir öneme sahip bir ülke. Ülkemizin
termal suları, hem debi ve sıcaklıkları hem de
çeşitli fiziksel ve kimyasal özellikleri ile Avrupa’daki termal sulardan daha üstün nitelikler
taşıyor. Son yıllarda ülkemizde hızla gelişen
sağlık turizmi, termal yatırımları da hızlandırdı.
Termal kaynak açısından dünyada 7. sırada
olan Türkiye’de birçok termal otel hizmet veriyor.
Termomineral su banyosu, içme, inhalasyon, çamur banyosu gibi çeşitli türdeki
yöntemlerin yanında iklim kürü, fizik tedavi,
rehabilitasyon, egzersiz, psikoterapi, diyet gibi destek tedavilerinin birleştirilmesi ile yapılan
kür (tedavi) uygulamaları yanı sıra termal suların eğlence ve rekreasyon amaçlı kullanımı
ile meydana gelen turizm türüdür.
Termal Kaynak Açısından 7’inci Sıradayız
Türkiye’nin genç yapılı yani 3’üncü jeolojik zamanda oluşan bir ülke olmasından dolayı termal kaynakları yaygın olarak görülüyor.
Türkiye jeotermal kaynaklar açısından Dünyada ilk yedi ülke arasında yer almakta olup,
Avrupa’da kaynak potansiyeli açısından birinci, kaplıca uygulamaları konusunda ise
üçüncü sırada yer alıyor.
Türkiye’de bulunan termal kaynaklar sıcaklıkları 20 - 110 C arasında, debileri ise 2 –
500 lt/sn arasında değişebilen 1500’den fazla kaynağa sahip bulunuyor.
Sağlık ve Termal Turizmin geliştirilmesi
amacıyla Sağlık Bakanlığı tarafından başlatılan “Termal Turizm Kentleri Projesi” kapsamında ülkemizdeki jeotermal potansiyeller
dikkate alınarak bölgesel olarak yeni alanlar
tespit edildi. Bu çalışma kapsamında jeotermal kaynak potansiyelinin belirlenmesi ve buna bağlı olarak belirlenecek öneri alanlarında
mülkiyet araştırılması yapılması, altyapı imkânlarının saptanması, alternatif turizm türleriyle ilişkilendirilmesi gibi çalışmalar yapılıyor.
Diğer turizm türleri ile entegre olabilecek ve
destinasyon oluşturabilecek kapasiteye sahip.
Güney Marmara Termal Turizm Kentleri
Bölgesi (Çanakkale, Balıkesir. Yalova)
Frigya Termal Turizm Kentleri Bölgesi (Afyonkarahisar, Kütahya, Uşak, Eskişehir, Ankara)
Güney Ege Termal Turizm Kentleri Bölgesi (İzmir, Manisa, Aydın, Denizli)
www.ozelkalem.org
37
SAĞLIK
Orta Anadolu Termal Turizm Kentleri Bölgesi (Yozgat, Kırşehir, Nevşehir, Niğde)
Kuzey Anadolu Termal Turizm Kentleri
Bölgesi: Amasya, Sivas, Tokat, Erzincan
Doğu Marmara Termal Turizm Kentleri
Bölgesi: Bilecik, Kocaeli
Batı Karadeniz Termal Turizm Kentleri
Bölgesi : Bolu, Düzce, Sakarya
Mineral ve Kükürtün Mucizevi Etkisi
Termal sular genellikle 56,3 derecede ve
akışkan bir halde bulunurlar. İçerisinde yoğun
halde kükürt ve 32 farklı mineral içerir. Termal suların özellikleri araştırmacılar tarafından
incelendiğinde eşit oranda bulunan bu minerallerin iyileştirici etkisi kanıtlanmıştır. Normalden faklı olarak daha acımsı olan ve keskin
bir kükürt kokusu barındıran termallerin kalitesi bulunduğu bölgeye göre değişkenlik
gösterebilir.
Tesislerde genellikle havuzlarda;
Soğuk (34oC'nin altında)
Ilık (34-35oC sıcaklıkta)
Sıcak (36-40oC sıcaklıklarda)
Aşırı sıcak (40-42oC sıcaklıkta) sınıflandırılır.
İçmeler (Maden Suları)
Herhangi bir yeraltı suyunun maden suyu
yani diğer adıyla içmelerden biri olarak adlandırılması için ilk önce, 1 litresinde; en az 1
gm. mineral veya eşit miktarda
Kardondioksit, radon gazlarından en az
bir tanesi, hidrojen sülfür bulunmalıdır.
Termal Suyun Faydaları
Günümüzde 15 milyona yakın kişinin
kaplıcalardan yararlandığı biliniyor. Olumlu etkileri kanıtlanan bu yaşam pınarlarının nasıl
kullanıldığı ise tesislerin uyguladıkları politikalara bağlıdır. Birden çok kullanım alanı ile kişilere farklı seçenekler sunulabiliyor.
Genel olarak havuzlarda kullanılan sular
fizik tedavi ve rehabilitasyonla birleştiriliyor.
Ayrıca; çamur banyosu, gaz banyosu, içme
kürleri, solunum yolu ile kür, masaj, psikoterapi, diyet gibi yan tedavilerle birleştirilerek
uygulanabiliyor.
Türkiye’de termal turizme hizmet veren
en önemli kaplıcalardan bazılarının özellikleri
şöyle:
Afyon-Gazlıgöl Termal Turizm Merkezi:
Afyon-Eskişehir karayolu ve demiryolu güzergahları üzerinde olup Afyon’a 22 km. mesafede. Suyun sıcaklığı: 40-71 derece. Romatizmal, kalp ve dolaşım sistemi, böbrek ve
idrar yolları, karaciğer-safrakesesi, sindirim
sistemi, metabolizma bozuklukları, kemik ve
38 YAZ2014
SAĞLIK
kireçlenme ve cilt hastalıklarına karşı iyi geldiği belirtiliyor.
Kütahya/Harlek (Ilıcaköy) Termal Turizm
Merkezi: Kütahya-Eskişehir yolu üzerinde ve
Kütahya’ya 27 km. uzaklıktadır. Suyun Isısı:
25,2 - 43 derece. Romatizmal hastalıklar, karaciğer, safra yolları ve cilt üzerinde etkili olduğu belirtiliyor.
Ankara-Kızılcahamam Termal Turizm
Merkezi: Ankara’nın Kızılcahamam İlçesi’ndedir. Suyun sıcaklığı büyük kaplıca kaynağında 47 derecedir. İçme kürleri: Karaciğer, safra kesesi, mide, bağırsak ve metabolizma hastalıkları. Banyo kürleri: Kalp, dolaşım bozuklukları, romatizma.
Balıkesir-Gönen Termal Turizm Merkezi:
Balıkesir’in Gönen İlçesi’nin hemen yanında,
Gönen çayı kenarındadır. Suyun ısısı 52 derecedir. İçme kürleri: Karaciğer, safra yolları,
böbrek fonksiyonları. Banyo kürleri: romatizma, kırık sekelleri, ağrılı ve iltihaplı kadın hastalıkları, kalın bağırsakların ağrılı, spastik iltihapları, damar sertliği, nörolojik ve vasküler
komplikasyon sekelleleri ve nekahet dönemleri.
Bursa-Çekirge Termal Turizm Merkezi:
Bursa’nın Çekirge mevkiindedir. Suyun ısısı
47-78 derece. Banyo kürleri: Romatizmal
sendromlar, hareket sisteminin diğer ağrılı
hastalıkları, kronik iltihaplı ve ağrılı kadın hastalıkları, damar tıkanıkları. İçme-banyo kompoze kürleri: Karaciğer, safra yolları, hafif diabet, kriz devrelerinin dışında gut hastalığı,
kanda fazla miktarda yağ birikintileri görülen
şişmanlıklar.
Çanakkale-Ezine-Kestanbol Termal Turizm Merkezi: Çanakkale’nin Ezine İlçesi’ne
15 km. Marmara Denizi’ne ise 2 km. uzaklıktadır. Suyun ısısı ana kaynakta 67 derece,
çamur suyunda 68 derecedir. Banyo, çamur
banyosu, inhalasyon, serpinti kürleri ile ltihaplı
kadın hastalıkları, romatizma, siyatik, kireçlenme, bazı kemik tüberkülozlarında etkili olduğu belirtiliyor.
Denizli-Pamukkale Termal Turizm Merkezi: Ege Bölgesinde, Denizli ilinin 20 km. kuzeyinde, tarihi Hierapolis harabelerinin yanındadır. Suyun Isısı: 33-35,5 derece. İçme kürleri: Sindirim sistemi, özellikle mide, bağırsak,
karaciğer, safra yolları fonksiyon bozuklukları, safra kesesi ve safra yollarının kronik iltihapları, taşları, şişmanlık, diyabet, gut. Banyo kürleri: Dolaşım sistemine ait hastalıklar,
kalp, beyin ve atar damarlardaki iskemik sendromlar, damar sertliği, tansiyon değişimi,
bronşiyal astım vakaları.
Eskişehir-Sarıcakaya-Sakar Termal Turizm Merkezi: Eskişehir’in Sarıcakaya İlçesi’nde olup Eskişehir’e 33 km. uzaklıktadır.
Suyun Isısı: 35 derece. Diyabet, şişmanlık,
gut gibi hastalıklarda kanda birikmiş unsurları, bu arada şeker ve yağları temizlediği, asit
ürik fazlalığının idrarla atılmasını sağladığı,
böbrek taşlarının büyümesine engel olduğu
ileri sürülüyor.
İzmir Balçova Termal Turizm Merkezi
(Agamemnon Termal Tesisleri): İzmir Adnan
Menderes Havalimanına 25 km., kent merkezine ise 8 km. uzaklıktadır. Kaplıcaların bulunduğu sırtlara kurulan bir teleferik ile çıkılan
Balçova tepelerinin hem çam ormanları ile
kaplı olması hem de rekreatif tesislerinin bulunması çekicilik unsuru yaratmaktadır. Kaynak ve kuyu sularının sıcaklığı 45-140 derece
arasında değişmektedir. Romatizmal hastalıklar, sindirim sistemi, göz hastalıkları, metabolizma bozuklukları, karaciğer-safra kesesi
hastalıkları, dolaşım ve kalp hastalıkları, sinir
sistemi hastalıklarına iyi geldiği ileri sürülüyor.
Muğla/Köyceğiz-Sultaniye Termal Turizm
Merkezi: Muğla’nın Köyceğiz İlçesi’nin batısındaki Köyceğiz Gölü’nün batı sahilinde ve
Ölemez Dağı’nın eteklerindedir. Suyun Isısı:
41,9 derece. Romatizmal hastalıklar, cilt, kan
dolaşımı, kalp hastalıkları, solunum yolu, sinir
sistemi böbrek ve idrar yolları rahatsızlıkları,
kadın hastalıkları, metabolizma bozuklukları
ve nekahet dönemlerinde etkili olduğu belirtiliyor.
Sivas/Kangal Balıklı (Yılanlı) Çermik: Sivas’a bağlı Kangal İlçesi’nin 17 km. kuzeydoğusundadır. Suyun Isısı: 36 derece. Yararlanma Şekilleri: Sabahları aç karnına 3-5
bardak şifalı su içilecek, günde en az 6-8 saat havuza girilecek, tedavi sırasında alkol alınmayacak, tedavi sırasında yaralı bölgelere ilaç
sürülmeyecek, havuzlara aralıklı olarak girilecek. Tedavi müddeti asgari 21 gündür. Vücuttaki yara, sivilce, egzama, sedef gibi cilt
hastalıklarına karşı tercih ediliyor.
www.ozelkalem.org
39
EL
SANATI
Devrek’in
baston
ustaları
Yazı: Şebnem Türkoğlu
Fotoğraflar: Faruk Akbaş
Kesin tarihi bilinmemekle birlikte 19. yüzyıldan bu yana yapılan Devrek bastonu, aslında yün eğirmeye yarayan bir çıkrık vesilesiyle ortaya çıkmış. Günümüzde yapımı hâlâ
sürdürülen bu zanaat, Devrek’in geçim kaynaklarından biri hâline gelmiş. Devrek bastonunu görmek üzere Bastoncular Çarşısı’na
gittiğimizde kadın ustaların çalıştığını öğreniyoruz. Sıra sıra dükkânların uzandığı çarşıda
Fatime Ayvacı ya da Nihal Korun gibi eşine
yardım etmek için başlayanlar da var; Devrek Halk Eğitim Merkezi’nde Usta Öğretici
olan Ayşegül Yurttadur gibi ustalar da. Erkekler çoğunlukla atölyelerde çalışırlarken
40 YAZ2014
kadınlar boyama ve süslemelerle ilgileniyorlar
ama baştan sona tüm aşamaları da biliyorlar.
Çarşıda çoğunlukla satışa hazır ya da tamamlanmak üzere olan bastonlar olduğu için
tüm yapım aşamalarını görmek üzere bastonlarının kalitesi nedeniyle rehberlerimizin bize övdüğü Işık Bastonculuk’a gidiyoruz.
Devrek bastonuyla ilgili tüm sorularımıza yanıt veren Umut Sarı, atölyelerinde baston yapımını da gösteriyor bize.
Devrek bastonu, kızılcık ağacından
yapılıyor
Devrek bastonu kızılcık ve ceviz ağacından yapılıyor ve üç kısımdan oluşuyor: sap,
EL
SANATI
İlçeyle özdeşleşen ve ünü ülke sınırlarını aşan Devrek bastonu, hem
modelleriyle hem de üzerlerindeki yılan motifleriyle ilgi çekiyor.
gövde ve uç. Karadeniz Bölgesi’nde yoğun
olan kızılcık ağacı, ağaç kurdu olmaması için
kış aylarında, yaklaşık bir metre uzunluğunda kesiliyor. Kesilen dallar iki sene hava alan
bir yerde bekletiliyor. Çok sayıda eğriliği olan
bu dallar, işlenmeden hemen önce simit fırınlarında, ateşin ısısına göre 10-20 dakika arasında ısıtılıyor. Lifli bir yapısı olduğu için ısıtıldığında esneyen kızılcık ağacının, bu sayede
eğrilikleri düzeltilebiliyor. İşleme hazır hâle gelen dallar, tornada kabuklarından temizlenerek yuvarlak hâle getiriliyor. Gövdenin uç kısmına sapı oturtmak için kavela adı verilen bir
yuva açılıyor ve ağaç tutkalıyla birbirine monte ediliyor. Ardından baston, ustanın hayal
gücüne göre işlenmeye başlanıyor. Törpünün
daha iyi oturması için önce testereyle, verilecek desene göre yivler açılıyor. İsteğe göre
birbirine dolanan iki yılan, baklava, çiçek gibi
farklı motifler işleniyor. Bastonların sap kısımları ortopedik, asa, kurt, aslan, at, şahin gibi
farklı şekillerde yapılıyor. Kızılcık ağacı, işlemeye dayanıklı bir ağaç olduğu için şekillendirme sırasında zarar görmüyor. Eğe ve sistire yardımıyla ortaya çıkan model, daha sonra boyanmaya ya da yakı kalemiyle yakılarak
süslenmeye başlanıyor. Eskiden boyanın dayanıklı olması ve ağaç kurdunun işlememesi
için kezzap yardımıyla yapılan boyama işlemi, günümüzde ithal boyalarla yapılıyor. Küçük atölyelerde kezzap hâlâ kullanılıyor olsa
da insan sağlığına zararlı olması nedeniyle giderek terk ediliyor.
Çoban çentiği çok değerli bir baston
Baston ustaları nadir olarak yekpare baston da yapıyorlar. Ancak bunun için uygun
dalın bulunması gerekiyor ki bulunması da oldukça zor. Bilen kişiler tarafından uygun şekilde kesilen dalların, baston hâline gelme süreci de diğerlerinden farklı. Yekpare olduğu
için torna kullanılamıyor. Bu yüzden de kabuklarından temizlenmesi ve işlenmesi zaman alıyor. Yekpare bastonun kendine has
bir asilliği olduğu söyleyen Umut Usta, çoban
çentiği denilen başka bir bastondan da bahsediyor: “Çoban çentiği çok değerli bir baston modeli. Günümüzde bunlardan pek kalmadı. Ağaç yaşken üzerine bıçakla ufak izler
yapıyor çobanlar. Ağaç bu izleri tamir etmeye uğraşırken kabarcıklar meydana geliyor.
Yaklaşık iki senede bastonluk hâle geliyor.
Çoban çentiği de kızılcıktan olur ama kazıması zordur. Çok ince iştir. Bıçakla yavaş yavaş kazımak gerektiği için bir-iki ayda ancak
kazınıyor. Bunu sistireyle yapamazsınız çünkü çentikleri gider. İşi bittiğinde ise bilenler
için koleksiyonluk, oldukça değerli bir baston
olur.”
“Uzun ömürlü olun, sağlıklı günlerde
kullanın.”
Orijinal Devrek bastonunun sapı karaca
ayağından, ucuysa manda boynuzundan yapılıyormuş. Ama artık günümüzde karaca
ayağı yerine ceviz ağacı, manda boynuzu yerineyse plastik ya da kauçuk kullanılıyor. Ün-
lü Devrek bastonunun gövdesinde ise birbirine dolanan iki yılan figürü bulunuyor. Antik
çağlardan bu yana sağlık simgesi olarak kullanılan yılan figürü, “Uzun ömürlü olun, sağlıklı
günlerde kullanın.” anlamına geliyor. Karaca
ayağından baston yapımının yasaklanmasıyla birlikte de sap kısımları ya ahşap karaca
ayağı formunda ya da T şeklinde yapılmaya
başlanmış. Bunların dışında çekiç şeklinde,
pirinç başlı, madenci bastonu da yapılıyormuş. Zonguldak’taki madenci çavuşları bu
pirinç sapları duvara vurarak mesajlaşıyorlarmış. Klasik bir Devrek bastonunun yapımı ortalama iki gün sürüyor ama bazı özel bastonların siparişi bir ayı bulabiliyor. Bu süre,
boyasına, verniğine ve modeline göre değişiyor. Genellikle 92-93 santim yapılan bastonların uzunlukları da değişebiliyor. Sekiz-on
çeşit yılan modeli kullanılan Devrek bastonlarında, burma, çift yılanlı, baklavalı, çiçekli modeller kullanılıyor. Bunların yanı sıra Antep işi
olarak tabir edilen sedef kakmalı ya da gümüş kaplamalı modeller de yapılıyor. Işık
Bastonculuk’un satışı yapılmayan özel bir koleksiyonunda gördüğümüz fok, flamingo, alabalık, panter, maymun, kuğu ve papağan figürlü bastonlar da canlı renkleriyle oldukça
güzel bir görünüm sergiliyor.
Kaynaklar:
1-www.devrek.bel.tr
2-www.devrek.gov.tr
www.ozelkalem.org
41
SEKTÖR
Türkiye’nin
Lokomotifi
42 YAZ2014
Türkiye’de otomotiv sanayinin güçlü sermaye yapısı, yabancı ortaklıklar, güçlü yan sanayinin varlığı, nitelikli işgücü, coğrafi konum, esnek üretim yapabilme yeteneği, kalite sisteminin sağlanmış olması rekabet açısından sektörün güçlü yanlarını oluşturuyor.
Türkiye’de otomotiv sektörü özellikle
son 10 yılda önemli gelişmeler kat etti. İhracat kalemlerinin de önemli bir bölümünü
oluşturan otomotiv endüstrisi Türkiye
ekonomisinin lokomotifini oluşturuyor.
1950’li yıllarda montaj olarak başlayan
sektör, 1996 yılından itibaren Türkiye’nin
AB üyesi ülkelerle Gümrük Birliği’ne dahil
olmasıyla önemli gelişmeler kat etti. İlk
montaj denemesini 1929 yılında Ford Motor Company İstanbul’da kurduğu montaj
fabrikasında yaptığı üretimin bir kısmını
Sovyetler Birliği’ne ihraç etmeyi öngördü.
Ancak 1930’larda yaşanan kriz nedeniyle
ihracat gerçekleştirilememiş ve ilk montaj
üretim projesi gerçekleştirilememiştir.
Otomobil üretimi anlamında ilk girişim
Koç Ticaret Şirketi’nin Ford Motor’un
Türkiye Genel Temsilciliği’ni almasıyla
başlar. Bunu takiben 1961 yılında Eskişehir’de yerli otomobil üretimi girişimleri
başlar. Eskişehir Devlet Demiryolları Fabrikası’nın bir bölümünde Devrim isimli 4
adet prototip otomobil üretilir. Daha sonra
Koç Holding’in çabalarıyla 1966 Aralık
ayında “Anadol” markasıyla ilk otomobil
Otosan’da üretilir. 1984’e kadar geçen
sürede 87 bin araç üretilir.
Sektör Türkiye’nin Yıldızı
Özellikle 2011’de parlak bir yıl geçiren
sektör yaklaşık 1 milyon üretim gerçekleştiriyor. Sektör Türkiye’yi ihracat konumu
açısından da önemli bir noktaya taşımış
durumda. Otomotiv sektörünün 2012 yılı
içerisinde yaklaşık 19 milyar $ düzeyinde
ihracatı bulunarak Türkiye’nin ilk üç büyük
sektörü arasında yer alıyor.
Bugün otomotiv sektöründe Anadolu
Isuzu, B.M.C, Ford Otosan, Hattat, Honda Türkiye, Hyundai Assan, Karsan, MAN
Türkiye, Mercedez Benz Türk, Otokar,
Oyak Renault, Temsa Global, Tofaş, Toyota ve Türk Traktör gibi dünyanın önde gelen devleri Türkiye’de faaliyetlerini
sürdürüyor.
Sektör ÖTV artışı nedeniyle 2013 yılına
tedirgin başlamasına rağmen 2012’den
çok daha iyi bir yıl geçirdi. Özellikle otomobil pazarındaki yüzde 19’luk artış sektörün
lider olmasında büyük bir paya sahip.
İhracat %14 Artış Gösterdi
2013 yılı Ocak-Aralık döneminde bir
önceki yıla göre, toplam otomotiv ihracatı
yüzde 14 oranında artış göstererek Türkiye
www.ozelkalem.org
43
SEKTÖR
ihracatında birinciliğe oturdu. Otomobil
ihracatı ise yüzde 17 oranında arttı. 2013
yılı Ocak-Aralık döneminde toplam ihracat
828 bin adet, otomobil ihracatı ise 485 bin
adet düzeyinde gerçekleşti. Bu dönemde,
ticari araç ihracatı ise yüzde 9 artış ile 344
bin adet düzeyinde gerçekleşti.
2013 Ocak-Aralık döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre toplam üretim
yüzde 5, otomobil üretimi ise yüzde 10
oranında arttı. Bu dönemde, toplam üretim
1 milyon 126 bin adet, otomobil üretimi ise
633 bin adet düzeyinde gerçekleşti.
Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) verilerine göre 2014 yılı Ocak ve Şubat aylarında gerçekleşen 3,4 milyar $
değerindeki ihracatı ile sektörel sıralamada
birinci sırada yer almıştır.
Marka Bazında VW Lider
Marka bazında bakıldığında Volkswagen (VW) pazar payını bir önceki yıla göre
1,2 puan artırarak yüzde 13,1’e ulaşarak
ilk sırada yer aldı. Alman marka, 88 bin 304
adet otomobil ve 23 bin 752 adet de hafif
ticari araç sattı. Grubun diğer markası Seat
ise 2013’te pazar payını yüzde 0,7’den
yüzde 1,3’e artırarak en çok araç satan 19.
marka oldu. VW’yi Renault takip etti.
2012’ye göre 1,2 puan artışla pazarın
yüzde 12,7’sine sahip olan Fransız marka,
108 bin 311 adet satış gerçekleştirdi. Bir
Renault iştiraki olan Dacia da, 28 bin 901
adet otomobil ve 7 bin 494 adet hafif ticari
sattı. 96 bin 761 adetlik otomobil satışının
63 bin 857 adedi yerli üretim olan marka,
yerli üretimin iç pazarda satışı dikkate
alındığında Fiat’tan sonra 2. sırada yer aldı.
Toplam satışı 97 bin 593 adet olan Fiat,
yurtiçinde 39 bin 343 adet yerli otomobilin
yanı sıra 41 bin 92 adet de yerli hafif ticari
araç satışı yaptı. Hafif ticaride ise en çok
yerli üretimini iç pazarda satan şirket, 49
bin 93 adetle Ford oldu. En çok satanlar
listesinde ilk 4’ün satışları birbirine yakın.
Bunları 55 bin 99 adetle yüzde 6,6’lık
pazar payına sahip Opel takip ediyor.
Markanın lokomotifi ise Astra modeli.
Türkiye’de neredeyse sadece otomobil
satışı yapan Opel’in bu modeli 31 bin 117
adetlik satışla model bazında en çok satan
ikinci araç oldu.
44 YAZ2014
Türkiye’de üretimi olan Toyota’nın
pazar payı 0,1 puan artarak yüzde 4,5’a
ulaştı. 38 bin 443 adet satış gerçekleştiren şirket, en çok araç satan 7. şirket
oldu. Yüzde 0,1 puan pazar kaybetmesine rağmen yüzde 5,8’lik pazara sahip
yerli üretim yapan şirketlerden Hyundai
de 49 bin 574 adetlik satışla 6. sırayı aldı.
34 bin 34 gibi simetrik bir satış gerçekleştiren Peugeot, pazar payını yüzde 0,2
artırarak yüzde 4 ile 9. sırada yer aldı. En
çok satanlar listesin markaları ise Mercedes, Citroen, BMW, Nissan, Honda,
Audi, Kia, Skoda, Chevrolet, Seat ve Mitsubishi takip etti.
“İhracata Odaklanmalıyız”
Otomotiv Sanayii Derneği (OSD) Yönetim Kurulu Başkanı Kudret Önen, yaptığı
açıklamada 2013 yılında toplam otomotiv
pazarının 2012 yılına kıyasla yüzde 9
oranında artarak 893 bin adet düzeyinde
gerçekleştiğini söyledi.
Önen, otomotiv sanayinin toplam üretiminin 2013’te bir önceki yıla kıyasla yüzde
5 arttığını ve 1 milyon 126 bin adede yükseldiğini dile getirerek, sektörün ihracatının
ise yüzde 13 artışla 828 bin adet olduğunu
kaydetti.
2011’e göre zorlu geçen 2012 yılının
ardından 2013’te otomotiv sanayinin
başarılı bir yılı geride bıraktığını belirten
Önen geçen yıl pazar, ihracat ve üretim
adetlerinde 2012 yılına göre artış olduğunu
söyledi.
Türkiye’nin 2013 yılında Avrupa Birliği
(AB) pazarında devam eden krize bağlı
olarak oluşan daralmayı Ar-Ge ile desteklenen yeni ürünlerle aştığını ve yeni modellerle de ihracatını artırdığına işaret eden
Önen, “2014 yılı ise otomotiv sanayimiz
açısından özellikle iç pazar için zorlu bir yıl
olarak görünüyor. Geçtiğimiz yılki üretim
artışının sebebinin öncelikle artan ihracat
ve büyüyen iç pazar olduğu unutulmamalıdır. Önümüzdeki yıl iç pazar kaynaklı
bir küçülmeye paralel üretimde azalma olabilir. İç pazarın üretim üzerindeki olumsuz
etkisini ihracat artışı ile kapatmalıyız.
Dolayısıyla 2014 yılında küçülen iç pazar
nedeniyle ihracata daha fazla odaklanmalıyız” diye konuştu.
4. Büyük Pazar
OSD Başkanı Önen, otomotiv
sanayinin ihracattaki gücünün büyük
bölümünü iç pazardan aldığına dikkati çekerek, “Sanayimiz için ihraç pazarlarındaki
başarı kadar iç pazarın büyüklüğü de
önemlidir. İç pazarımızın son 7 yılda beklediğimiz ölçüde büyümediğini görüyoruz.
İç pazarda daralan talep 2014'te üretimi
daha çok ihracata bağımlı hale getirecek
ve bu durum da sanayimiz için risk alanı
yaratacaktır. Baskı altında tutulan bir iç
pazar ile küresel rekabette istediğimiz
başarıyı elde etmemiz ve yatırımcıları
ülkemize çekmemiz zor. Güçlü bir iç
pazarın büyük yatırımları getirdiğini unutmamalıyız.” yorumunu yaptı.
Önen, Türkiye otomotiv sanayinin 2013
yılında küresel üretimde 1 milyon 126 bin
adetle 15'inci, AB üretiminde ise 5’inci sırada yer aldığını aktardı.
AB otomobil pazarının 2013 yılında
yüzde 2,6 azaldı ve 12,1 milyon adet
düzeyine gerilediğini belirten Önen,
Türkiye'nin ise sıralamada 644 bin adet ile
4. büyük pazar olduğunu kaydetti.
6LPLWoL'XQ\DV×·QD
<DW×U×P×Q7DG×%LU%DĀND
Simitçi
çi Dünyası
D y markasına
asına ait mağazalar
yeni halkası
halkası ve
ve elde edilen
zincirinin yeni
zincirinin
tağı olmak istiy
başarıların str
atejik or
orsanız,
başarıların
stratejik
ortağı
istiyorsanız,
doğru yerdesiniz.
yerdesiniz.
doğru
w
www.simitcidunyasi.com.tr
ww.simitcidunyasi.com.tr
Bizi TTakip
akip EEdin
din |
/simitcidunyasiTR
/simitcidnys
/simitcidunyasi
GEZİ
46 YAZ2014
Gerçek Asya
GEZİ
Malezya
Selamat Datang!! Bu ilginç selamlama
Malezya’nın ilginç dünyasına atılan ilk adım.
Ülkenin resmi dili Bahasa Melayu dilinde “hoş
geldiniz” anlamına geliyor. Yüzlere ve hareketlere yansıyan bu karşılama, Malezyalıların
sınırsız dostluğu, yürekten gelen sıcaklığı ve
eşsiz misafirperverliği şeklinde kendini gösterir.
Türkiye’nin uzaktan uzağa ticari ve ülkeler arası ilişkiler üzerinden duyduğu, İkiz kuleleri, Kuala Lumpur’u ve IMF’yi reddetmesiyle
ünlü eski Başbakan’ı Mahatir Mohammed ile
tanıdığı bir ülke Malezya.
Tüm dünyada daha farklı şekillerde de tanınıyor. Mesela Washington Post’un haberine göre “Apple” ürünlerinin ABD dahil en uygun fiyata alınabileceği ülke Malezya. CNN
raporuna göre tüm dünyanın en iyi 100 sahili
içerisinde 14’üncü, 25’inci ve 44’üncü sıralar Malezya’da bulunan sahiller. Doğal olarak
da Dünya Turizm Örgütünün (UNWTO) verilerine göre en çok turist çeken ülkeler arasında 9’uncu sırada.
Malezya’ya, Türkiye’den gitmek isterseniz direk uçuş olarak Türk Hava Yolları veya
Malezya Havayolları’nı tercih edebilirsiniz.
Bunların haricinde Singapur Havayolları ve
Emirates Hava Yolları ile İstanbul’dan aktarmalı olarak veya Qatar Hava Yolları ile hem
Ankara hem İstanbul’dan aktarmalı olarak
Kuala Lumpur’a uçabilirsiniz.
Halkının yaklaşık %60’ı Müslüman olan
Malezya’da, Budizm, Hinduizm ve Hristiyanlık gibi din ve inançların haricinde, yerel kabilelerin devam ettirdiği Şamanist inançlar da
bulunmaktadır. Nüfusun %60 kadarı Malay,
%25 civarı Çin, %10 civarı Hint kökenli olan
Malezya’da %5 civarında da yerel etnik kabileler vardır.
www.ozelkalem.org
47
GEZİ
Kuala Lumpur
Malezya’ya açılan kapı gibidir Kuala Lumpur. Yerel dilde “Çamurlu Kavşak” anlamına
gelen isim, bir ticaret başkentinin tarihini anlatmaktadır aslında. Yaklaşık 180 yıl önce,
Kalay madenlerinde çalışan işçilerin çıkarttıkları madenleri alıp, ihtiyaçları olan malzemeleri
satan tüccarlar tarafından kurulmuş, iki nehrin kesiştiği noktada bulunan küçük dükkânların olduğu bölgeye verilmiştir bu isim. Bugün aynı noktada Jamek Masjid isminde, İngilizler tarafından Hint-Moğol stilinde inşa edilen şehrin ilk camisi bulunmaktadır.
Kuala Lumpur bugün de ticaret üzerine
yaşayan bir şehirdir. Uluslararası firmaların ve
Dünya Ticaret Merkezinin de bulunduğu Petronas İkiz Kuleleri, ziyaret edilebilecek yerlerden biridir. Günde 1200 kişiye, belirli saatler
arasında ve yaklaşık 20 Euro’luk bilet karşılığında 42’inci katta bulunan Gök Köprü (Sky
Bridge) ve 86’ıncı katta bulunan gözlem noktasına çıkma izni verilmektedir. Hemen uyaralım. Yükseklik ile ilgili korkusu olanlar çıkmasınlar, zira Kulelerin toplam uzunluğu 451
metre. Kuala Lumpur ticaretin de getirdiği bir
modernizmi alabildiğince yaşarken, aynı zamanda doğa ve kültürel yönlerini de korumuştur. Merdeka Bağımsızlık Meydanı, Kuş
48 YAZ2014
Parkı, İslam Sanatları Müzesi, Batu Mağaraları gibi birçok bölge, bugün turistler için ilgi
çekici alanlar arasındadır. Neredeyse tüm
dünya mutfaklarına ait restoranların bulunduğu Kuala Lumpur’da Türk restoranları da bulunmaktadır. Yemek konusunda Malezya’nın
tamamında olduğu gibi Kuala Lumpur’da da
helal yemek konusunda sıkıntı çekmezsiniz.
Malacca
Kuala Lumpur’dan 2,5 saatlik bir sürüş
mesafesinde bulunan Malacca (Malaka), Malezya tarihinin başlangıç noktasıdır. Aynı zamanda baharat yolunun da başlangıcı olan
bu bölgede bulunan Malacca Sultanlığı, Yavuz Selim Han zamanından bu yana Osmanlı’da tanınır ve bilinirdi. Daha sonrasında Portekizlerin, Hollandalıların ve İngilizlerin sömürgesi olmuş Malacca’da aynı zamanda Yavuz
Selim Han zamanında Portekizlilere karşı savunma amacıyla buraya gelen, fakat Muson
GEZİ
yağmurları nedeniyle gemileri batınca burada
kalmak zorunda kalan Leventler de yaşamıştır. Portekizliler halkla karışmış ve Malay –
Portekiz kırması bir ırk oluşmuştur. Sonrasında gelen Hollandalılar, Katolik olan Portekizlilerin buradaki saltanatına ve tüm eserlerine
son vermiş, Malacca Sultanı’nı ve ailesi öldürmüş, Malacca Sarayını da yerle bir etmiştir. Bugün göreceğiniz Malacca, bu yüzden
tipik bir Hollanda şehrini andırmaktadır. İngilizler ise kendileri gibi protestan olan Hollandalıların yaptığı hiçbir şeyi bozmamıştır.
Çin’den ticaret için gelen Çinlilerin buradaki
Malaylar ile evlenmesi sonucu ortaya çıkan
Baba Nyonya kültürü de dünyada sadece bu
ğunu söyler halka. Mahkeme kurulur. Köyün
şefi kararı verecek kişidir. Şeriata göre ölümüne karar verilir. Halkın önünde bıçakla
idam edilir. Ancak kanı beyaz akar. Halk bir
anda Mahsuri’nin masum olduğunu anlar
ama iş işten geçmiştir. Mahsuri ölmeden önce lanet okur. Benim yedi neslim bu topraklarda yaşadığı müddetçe buranın halkı rahat
yüzü görmesin der.
Rivayet odur ki Mahsuri’nin neslinden gelen son kişi de 1968 yılında ölünceye kadar,
cennet’ten bir parça olarak adlandırılan bu
ada, sefalet ve yokluk içinde yaşamıştır. Eski
Başbakan Mahatir Mohammad’in doğduğu
yer olan Langkawi, bu tarihten itibaren, planlı
bölgede bulunmaktadır. İngilizler daha sonraları Güney Hindistan’dan çalışmak üzere
Hintli köle getirmiş olsalar da, bu köleler daha çok Kalay madenlerinin olduğu Kuala
Lumpur gibi şehirlerde kaldığından, Malacca’da pek önemli bir hint esintisi görmezsiniz. Malezya’nın tüm tarihini bir yerde görebileceğiniz tek yer olan Malacca, fırsatı olanlar
için mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yerdir.
ve programlı bir şekilde, tamamen turistik bir
ortam haline getirilmiştir. “Kartal Yuvası” anlamına gelen Langkawi’de bugün, isterseniz
muhteşem sahillerde deniz-kum-güneş tatili
yaparsınız, isterseniz de Mangrove ormanlarından sualtı parklarına kadar birçok doğal
güzelliğin keyfini çıkartırsınız. Hamile Bakire
Gölü olarak adlandırılan krater gölü, teleferik
ile en tepe noktasına çıkılan dağı, dünyanın
sayılı akvaryumlarından birisi olan ”Underwater World”, deniz ile ilgili aktivitelerin haricinde
yapabileceğiniz birkaç aktivedir. Hatırlatmakta fayda var. Langkawi tamamen vergisiz bir
adadır. Burada yaptığınız alışverişler gümrük
ve alışveriş vergilerinden muaftır. Dünyanın en
güzel 25. Kumsalı olan Tanjung Rhu kumsalı
Langkawı
Mahsuri, köyün en güzel kadınıdır. Evlidir
de. Ama köyün şefinin oğlu Mahsuri’ye âşıktır. Eşinden boşanmasını ve kendisi ile evlenmesini ister. Mahsuri bunu reddedince bu sefer dedikodu çıkartır. Herkesle birlikte oldu-
da Langkawi’dedir. Karşılaştırma yapmak
gerekirse aynı listede Türkiye’den sadece 1
kumsal vardır. O da 75. Sıradaki Fethiye Ölü
Deniz kumsalıdır.
Genel Olarak
Eyalet sistemi ile idare edilen ve İngiliz
tarzı bir yönetim şekline sahip Malezya’nın
neredeyse her yeri ayrı bir turistik ilgi alanına
sahiptir. Burada bahsedemediğimiz ama
yağmur ormanları ve kelle avcıları ile ün yapmış, dünyanın en büyük 2. Adası olan Borneo adasındaki Sabah ve Sarawak eyaletlerini; dünyanın en güzel kumsallarına sahip
Tioman ve Redang adalarını; Singapur’un
hemen kuzeyinde bulunan ve kocaman bir
Legoland eğlence parkına sahip olan Johor
Bahru’yu; dünyanın en yaşlı yağmur ormanlarından oluşan ve en büyük milli parklardan
biri olan Taman Negara’yı içinde barındıran
Pahang’ı ve daha nice turistik noktayı bu satırlara sığdıramayız. Ancak tek cümle ile özetlemek gerekirse “Cennetinize hoş geldiniz”
Nasıl Gidilir: Türk Hava Yolları ve Malezya Havayolları ile direk İstanbuldan çıkışla,
Emirates ve Singapur Havayolları ile bağlantılı olarak İstanbuldan veya Qatar Havayolları
ile bağlantı ile Ankara ve İstanbul’dan
Vize: Türk vatandaşlarına, 3 aya kadar
kalınacak süreler için vize talep edilmez.
Konuşulan Dil: Malayca, Mandarince,
Hintçe, İngilizce (halkın %90’ı İngilizce konuşur.)
www.ozelkalem.org
49
VİZÖRDEN
“Bir kadın olarak özellikle fotoğrafın içinde olmak, fotoğraf üretmek ve bir adım öteye geçip
eğitmen olarak bu alanda var olmak istiyorum.”
50 YAZ2014
VİZÖRDEN
Nur Yücel
Fotoğraf Sanatçısı
FOTOĞRAF
HAYATA
FARKLI
GÖZLERLE
BAKMAMI
SAĞLADI
www.ozelkalem.org
51
VİZÖRDEN
ğum fotoğrafçılığa gerçek anlamda 2006 yılında bir proje ile başladığını söyleyen Yücel, fotoğrafla birlikte belgesel film yapımcılığına da yönelmeyi planlıyor.
Fotoğrafın genel tanımını ve sizin için
önemini anlatır mısınız?
Fotoğraf, doğada çıplak gözle gördüğümüz nesnelerin, varlıkların ve şekillerin ışık ve
kimyasal maddeler yardımıyla iki boyutlu yüzey
üzerindeki resimleridir. Fotoğraf: Yunanca Photos “ışık” ve Graphos “çizmek” kelimelerinin birleşmesinden oluşmaktadır. Kısaca, fotoğraf ışığa duyarlı bir yüzey olan film üzerine fotoğraf
makinesi aracılığıyla nesnelerin görüntüsünü
kaydetmektir. Fotoğraf, hayata farklı gözlerle
bakmamı sağladı. Daha doğrusu baktığım nesneleri doğru yorumlamayı, doğru biçimde değerlendirmeyi, gözümü düzgün kullanmayı, fotoğrafla geliştirdim. Kısacası fotoğraf, bakmakla görmek arasındaki farkı öğretti.
Tam bir Karadeniz aşığı olan Fotoğraf
Sanatçısı Nur Yücel, fotoğrafın kendisine
dedesinden miras kaldığını söylüyor. Fotoğrafçılık hikayesinin çocukluk yıllarında
52 YAZ2014
kardeşiyle oynadıkları “fotoğraf oyunları”na
kadar dayandığını belirten Yücel, fotoğraf
tutkusunun adeta genlerinde var olduğunu
vurguluyor. Çocukluktan beri tutkulu oldu-
Size göre her fotoğrafçı aynı zamanda bir
sanatçı mıdır?
Fotoğrafın görsel sanatlar içerisinde çok
önemli bir yeri vardır. Dolayısıyla bana göre
her fotoğraf üreten, sanatçı değildir. Fotoğrafta seçilen konu, nesne, ışık, perspektif,
hareket, ifade, grafik vb. gibi yaratıcı seçim-
VİZÖRDEN
ler önemlidir. Bu detayları göz önünde tutup,
estetik kaygıyla fotoğraf üreten kişi bence Fotoğraf Sanatçısıdır.
Fotoğrafçılık hikâyeniz nasıl başladı?
Fotoğrafçılık hikâyem, çocukluk yıllarımda kardeşlerimle birlikte oynadığımız “fotoğraf çekme” oyunlarıyla başladı diyebilirim. Çocukluğumda, dedemden kalma tripotun üzerine, fotoğraf makinesi varmış gibi yaparak,
kardeşlerimin fotoğrafını çekerdim. Fotoğraf
çekmeye tutkulu bir insan olan dedem, 1920
-1940’lı yıllarda, çektiği fotoğrafların banyo
ve baskı işlemlerini de kendisi yaparmış. Öldüğünde de fotoğraf makinesi amcama, tripotu ise babama miras kalmış, fotoğraf tutkusunu da bana miras bırakmış olmalı. Dedemi
hiç tanımamış olmamama rağmen, fotoğrafçılığın dedemden, bana miras kaldığına inanıyorum. Bazen arkadaşlara fotoğraf tutkusunun genlerimde olduğunu söylerim.
Çocukluktan beri tutkulu olduğum fotoğrafçılığa gerçek anlamda başlama hikayem
ise, 2006 yılında işle ilgili bir proje ile oldu.
2008 yılında Fotoğraf Sanat Kurumunda Tekin Ertuğ’dan Temel Fotoğraf eğitimi, İsmail
Haykır’dan Temel Dijital Fotoğraf Semineri
dersleri aldım. Still Life Fotoğraf Atölyesinde
ise İsmail Haykır’a asistanlık yaptım. Fotoğrafçılık dinamik bir süreç olduğu için sürekli,
kendimi geliştirmek ve yetiştirmek adına çaba ve zaman harcıyorum. Bu amaçla 20122013 öğretim yılı, Anadolu Üniversitesi Açık
Öğretim Fakültesinde fotoğrafçılık ve kameramanlık eğitimine başladım.
Karelerinizde daha çok Karadeniz’i ön
plana çıkartıyorsunuz. Fotoğrafa olan tutkunuz ile Karadenizli olmanız arasında nasıl bir
bağlantı bulunuyor?
Memleketimin yaylalarını -Çamlıhemşin,
Hemşin, Kaçkarlar ve daha nicesini- yeryüzündeki saklı cennet olarak tanımlıyor, Çamlıhemşin Fırtına Vadisinde dünyaya gelmiş olmayı da Tanrının bana bir lütufu, diye düşünüyorum. Dolayısıyla, böylesine muhteşem
bir coğrafyada yaşamış olmanın, fotoğrafçılığa olan tutkumu tetiklemiş olması kaçınılmaz.
Kadrajıma takılması da… Ayrıca Fotoğrafçılıkta -yaşanmışlıkların- konuyu anlatmakta
daha etkili olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle özellikle memleketimde ürettiğim fotoğraflarda anlatmak istediklerimi daha iyi
yansıttığımı düşünüyorum. Bir yerde bir fotoğraf çekeceksem önce o kareyi hissetmeli
ve yaşamalıyım. Sanki o zaman anlatmak istediklerimi kadrajıma daha iyi taşıyabiliyormuşum gibi geliyor.
Still Life Fotoğraf Atölyesi de çalışmalarınız arasında yer alıyor. Bu çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?
Fotoğrafçılıkta ilgilendiğim türlerden birisi de Still Life’dir. Işığı kontrol etmek, kompozisyon oluşturmak ve etkili fotoğraflar
üretmek için atölye çalışmalarında bulundum. Bu alanda üretilen fotoğraflar, yaratıcılık ve kompozisyon yönünden beni etkilemiştir. Still Life’a yönelmemin bir nedeni de kültürümüze ait değerlerin, objelerin fotoğraflanması, gelecek kuşaklara aktarılması ve tanıtılması. O nedenle bu alanda çalışmalarımı
sürdürmekteyim.
13. Devlet Fotoğraf Yarışması’nda sergilenen “Bulutların Ülkesi” adlı çalışmanızdan
bahseder misiniz?
Temel Fotoğrafçılık eğitimimi tamamladıktan sonra, -teorikte öğrendiğim bilgileri
pekiştirmek ve uygulama yapmak amacıyla- gittiğim Pokut Yaylasında, çekmiş olduğum karelerden biriydi "Bulutların Ülkesi" adlı fotoğrafım. Temel Fotoğraf Eğitmenim Tekin ERTUĞ, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yarışması var, mutlaka fotoğraf
gönder demesi üzerine, kendimce beğendiğim 3 adet fotoğrafımı yarışmaya göndermiştim. “Bulutların Ülkesi” adlı fotoğrafım, sergilemeye değer görülmüştü. Usta
fotoğrafçıların arasında fotoğrafımı görmek, beni daha iyisini üretmek için yüreklendirdi.
Şu anda üzerinde çalıştığınız proje var
mı?
Birkaç proje var üzerinde çalışmak istediğim. Ama benim için en anlamlı ve önemlisi memleketimin 4 mevsimini fotoğraflayarak,
mezunu olduğum “Atatürk İlköğretim Okulu
Konuk ve Kültür Evi” yapımı yararına sergilemek olacak. Okul, 1938 yılında köylünün
imece usulü çalışıp, dişinden tırnağından artırdığını ortaya koyarak yaptığı ve arazisi ile
birlikte devlete bağışladığı bir “taş mektep”
2004 yılından itibaren Konuk Kültür Evi olarak
projelendirilmiş. Proje ile ilgili detaylı bilgi için
(http://www.kon-or.com)
Geleceğe yönelik hedefleriniz arasında
neler yer alıyor?
Dedemin kendisinin çekmiş ve banyo etmiş olduğu fotoğraf albümündeki fotoğraflarla birlikte, aileden olmayan kişi, yer ve mekanlara ait derleyebildiğim bilgilerle, belgesel
nitelikli bir kitap yazmak hedeflerim arasında.
Ayrıca fotoğrafla birlikte belgesel film yapımcılığına da yönelmeyi planlıyorum.
Eklemek istedikleriniz var mı?
Her alanda olduğu gibi fotoğrafçılığın da
ne yazık ki erkek egemenliği altında olduğunu düşünüyorum. Osmanlıdan günümüze
nerdeyse kadın fotoğrafçı sayısı o kadar az
ki, Yüzyıllardan beri hakları sömürülen, kendileri yok sayılan, sorunları görmezlikten gelinen dünya nüfusunun yarısına, kadınlara; tarihte, tüm dünyada ve tabii ki ülkemizde ne
kadar önem gösterildiği hepimizin malumu.
Bu nedenle bir kadın olarak özellikle fotoğrafın içinde olmak, fotoğraf üretmek ve bir adım
öteye geçip eğitmen olarak bu alanda var olmayı istiyorum.
www.ozelkalem.org
53
Ata Sporumuz
54 YAZ2014
SPOR
Orta Asya’dan geldiği şekli ile günümüze kadar gelen ata
yadigârı sporumuz Cirit, at ile insanın birlikte mücadelesine dayanan ve erliğin bir göstergesi olarak kabul ediliyor…
Çavgan olarak da bilinen Cirit, Türklerin
yüzyıllardan beri oynadıkları bir ata oyunudur.
Türkler bu atlı oyunu Orta Asya’dan günümüze taşımışlardır. Cirit, 1826 yılında II.
Mahmut tarafından tehlikeli bir oyun olduğu
gerekçesiyle yasaklanmış ancak 19. yüzyılda
Osmanlı ülkesi ve sarayının en büyük gösteri sporu haline gelmiştir. Cirit, bugün Anadolu’da pek çok ilimizde özellikle de Erzurum’da yaşatılan ve ilgiyle izlenen bir spordur.
Tarihi
Cirit Oyunu Alparslan’la beraber Anadolu’ya girmiş daha sonra Avrupa’ya ve Arabistan ülkelerine sıçramıştır. 17.yüzyılda
Fransa'da, Almanya'da ve diğer ülkelerde de
Cirit Oyunu yayılmıştır.
Cirit Oyunu, Türklerin en büyük tören ve
bedeni oyunu idi. Daha sonra 16.yüzyılda
Osmanlı Türkleri tarafından bir savaş oyunu
olarak kabul edildi. 19. yüzyılda bütün Osmanlı ülkesi ve saraylarının en büyük gösteri
sporu ve oyunu oldu. Cirit, aynı zaman tehlikeli bir oyun olduğundan 1826 yılında II.
Mahmut tarafından yasak edildi. Fakat daha
sonra yine Osmanlı ülkesinin başta gelen
meydan ve savaş oyunu olarak her tarafa yayıldı.
Cirit Oyunu, daha 40–50 yıl öncesine değin Anadolu'da yaygın bir oyun olduğu halde
son yıllarda sadece Balıkesir, Söğüt, Konya,
Kars, Erzurum ve Bayburt yörelerinde yaşamaya devam etti. 20-25 yıldan beri Konya ve
Balıkesir'de tarihe karıştı.
Buna rağmen halen Anadolu’nun hemen
her köşesinde düğünlerde ve bayramlarda
köy delikanlıları ve kasaba halkı Cirit Oyu-
nu’nu oynamaktadır. Büyük şehirlere karşı
köy ve kasabalarda yaşamaktadır. Sinop
köylerinden Gaziantep'e, Bursa’dan dan Antalya’ya kadar Doğu, Batı, Güney ve Kuzey
Anadolu’da köylerimizin güreşle beraber
başlıca yiğitlik ve savaş oyununu teşkil etmektedir. Halkın ilgisini çekmek için cirit meydanında davullar ve zurnalar çalınır. Ayrıca
yurtdışında İran, Afganistan ve Türkistan
Türkleri ile Türklerle meskûn diğer Asya yörelerinde de hâlâ canlılığını ve geleneğini sürdürmektedir.
Her yıl Ertuğrul Gazi Törenleri dolayısıyla
eylül aylarının ikinci Pazar günleri Söğüt'te,
çeşitli şenlikler vesilesiyle de Erzurum, Kars
ve Bayburt dolaylarında oynanmaktadır.
1972 yılı eylül ayında Konya Turizm Derneğinin teşebbüsüyle Konya’da bir Cirit
Oyunları Şenliği düzenlenmiş, bu şenliğe Erzurum ve Bayburt Cirit Takımları katılmış ve
büyük başarı sağlanmıştır. Cirit Oyunu Konya'da yeniden geleneksel olarak canlandırılmaya çalışılmaktadır.
Erzurum’da Eski Canlılığı ile Yaşatılıyor
Geleneksel spor dallarımızdan en heyecanlısı olan cirit Erzurum’da hala eski canlılığı ile yaşatılmaktadır. Atla, insanın birlikte mücadelesine dayanan ve erliğin bir göstergesi
olarak kabul edilen cirit için Erzurum’da özel
sahalar bulunmaktadır. İlçe ve köylerde geniş
çayırlık alanlarda, özellikle hafta sonları düzenlenen karşılaşmalarda oyuncular kadar izleyenler de büyük heyecan duymaktadır.
Erzurum’da cirit mevsimi ilkbaharda kar
kalkar kalkmaz başlamakta, sonbaharda ise
bitmektedir. Ancak hava sıcaklığı -15 C’nin
www.ozelkalem.org
55
SPOR
altına düştüğünde kışın kar üstünde oynanarak kışın boş zamanlar değerlendirilmektedir.
Nasıl Oynanır?
Cirit Oyunu’nda iki takım bulunur. Bu takımlar 70 ilâ 120 metre genişliğindeki bir
alanda karşılıklı olarak alanın en gerisinde
6’şar, 8’er veya 12’şer kişi olarak dizilirler. Ciritçiler bölgesel giyimleriyle atlarına biner. Sağ
ellerine atacakları ilk ciriti, diğer ellerine de yedek ve yetecek miktarda cirit alırlar. İki tarafın
birinden bir atlı öne fırlar, karşı dizinin önüne
30-40 metre kadar
yaklaşır. Karşı tarafın
oyuncularından birisinin adını seslenerek
meydana davet eder.
Sağ elindeki ciriti ona
doğru savurur, sonra
geri döner, atını kendi
dizisine doğru mahmuzlar. Karşı tarafın
davet edilen oyuncusu
hızla onu takip eder,
elindeki ciriti geri dönüp kaçan karşı taraf
elemanına fırlatır. Bu
kez ilk oyuncunun çıktığı sıradan diğer bir ciritçi onu karşılar. İkinci
diziden çıkan, sırasındaki yerini almak için
süratle yerine dönmeye çalışır. Bu defa rakibi onu kovalar ve ciritini atar. Oyun böylece
sürer. Cirit isabet ettiren ciritçi takımına bir sayı kazandırır. Eğer ciritçi attığı çavganı rakibine değil de ata isabet ettirmişse bir sayı kaybeder. Ciritçi karşı taraf oyuncusundan kendisini sakınmak için çeşitli hareketler yapar,
atın sağına soluna, karnının altına, boynuna
ağar. Bazı ciritçiler rakibi kaçıp dizisine ulaşana kadar üç-dört cirit savurarak isabet ettirmek suretiyle sayı toplar. Bu arada başına,
gözüne, kulağına cirit isabet eden bazı oyuncuların yaralandığı olur. Bu türlü isabetler neticesinde ölenlerin olduğu bile vakidir. Bu durumda ölen, er meydanında ölmüş sayılır, yakınları şikâyetçi ve davacı olmaz. Babaları
ölen çocuklarıyla öğünürler. Öte yandan cirit
oyununda ölüm olmaması için, daha evvelle-
56 YAZ2014
ri hurma ve meşe ağacından 70-100 santim
uzunluğunda, 2-3 cm. kutrunda yapılan ciritler, daha sonraları kavak ağacından yapılmaya başlanmıştır. Sopaların uçları silindir şeklinde kesilerek yuvarlatılır. Kabukları yontulur.
Bu isabet halinde bir yara açılmasını ve ölüm
tehlikesini yok etmek için alınan bir tedbirdir.
Seyredenler ciritçileri ve atları teşvik için çeşitli şekilde bağırır, onları heyecana getirirler.
Ciritçiler arasında birbirine hasım olanlar
varsa, bunların karşı tarafta yer almamasına
dikkat edilir, aynı dizi içine dahil edilirler.
Gençler büyüklerinin bu görüşüne boyun
eğer. Büyükler de bu töreye uyarlar. Eski ciritçilerden bir kurul, oyunun sonucunu ilân
eder. Cirit sona erince, cirit oyununu düzenleyenler başarılı olanlara ödüller, ziyafet verir.
Puan alma: Ciritçiye vuruş isabeti 3 puan,
ciriti havada tutmak 3, rakibi yakalayıp bağışlama 3, tehlikeli durumda puandan vazgeçme 3.
Puan kaybetme: Rakibi yakalayıp bağışlamama 3, atın rakibe kasten çarptırılması 3,
ata cirit kasten vurma 3, at ile karşı alaya girme 1, yan çizgiyi geçme 1, rakip takıma atış
sahasından atmama 1, alay atışında cirit'i
atamama 1, erken ve çift çıkış 1, attan düşme 3, attan inme 1.
Terimler
Değnek, Diğnek, Deynek: Çeşitli yörelerde cirit oyununa verilen ad.
Cirit Havası: Cirit oynanırken davul ve
zurna ile özel ritmlerde çalınan ezgilerin tümü
ya da bir tanesi.
At Oyunu: Ciritin Tunceli ve Muş yöresindeki adı.
At Oynatma Havası: Tunceli ve
Muş yörelerinde ciritten önce at oynatma için özel ritmlerde çalınan ezgi
ve ritmlere verilen ad.
Rahvan: Atın iki ayakla koşar gibi
aynı yanda bulunan ayaklarını aynı
anda atarak yaptığı, biniciyi sarsmayan bir yürüyüş şeklidir.
Rahvan At: Biniciyi sarsmadan
yürüyen at.
Tırısa Kalkmak: Atın çaprazlama
ayak atarak hızlı ve sarsıntılı yürüyüşüne denir.
Dörtnal: Atın en hızlı koşuşu.
Hücum Dörtnal: Atın en hızlı koşuşunun daha ilerisinde bir süratle
hedefe at sürme.
Adeta: Atın düz yürüyüşü.
Aheste: Atın ağır ağır, arka kalçalara yüklenerek yürüyüşü.
At Başı: İki atın bir hizada oluşu.
At Cambazı: Ciritte at üzerinde
beceri ve hüner gösteren binici.
At Oynatmak: Ciritte hüner göstermek.
Sipahi, Sipah, İspahi: Eskiden Yeniçeriler zamanında bir sınıf atlı askere denirdi. Fakat iyi at binen kişilere de at
oyunlarında becerisi olan oyunculara da çeşitli yörelerde bu adlar kullanılmaktadır.
Seymen Olmak: Ulusal giysilerin yöreye
ait olanlarının düğün nedeni ile Ankara dolaylarında giyilmesine denir.
Osmanlı: Atlı, süvari, anlamında kullanılmaktadır.
Menzil: Ciritte at üzerinde sıra biçiminde
duranlara verilen ad.
Alan: Cirit meydanına verilen ad. Cirit oynanan yer.
Şehit: Ciritte isabet alıp ölenlere verilen
ad.
Acemi: Savurduğu ciriti ata değen oyuncuya denir.
ŞİİR
Ali COŞKUN
Gönül Dilinden
Yalın Ayak Şiirler
Yalnız Adam
Sahilde;*
Yalnız bir adam;
Saatlerce enginlere daldı,
Mazide yarınları aradı.
Deniz;
Sakin ve durgun.
Kayalar;
Dimdik ayakta ve gururlu
Fırtınalar;
Zaman zaman tahrik etmiş denizi.
Su;
Yumuşak fakat hırçınca
Vurmuş kayalara yıllarca.
Kayaların gururu kırılmış
Parçalanıp kum olmuş.
Dalgalar;
Sürüklemiş kumları
Derinlere sermiş onları
Sonra deniz durulmuş,
Şimdi sahille oynaşırcasına
Kaybettiği sevgiyi bulmuşçasına.
Yalnız adam irkildi;
Adam kaya, zaman suydu sanki
Yıllar gitmiş
Hatıralar kalmıştı kum gibi
Kırılmıştı gururu kaya misali
Kaybettiklerinin hüznü
Çökmüştü üstüne dağlar gibi
Serilmek istedi yere toprak misali
Yalnız adam ürperdi;
Yaradanı, ölümü, kaderi düşündü
Hıçkırıkları dalgalarla
Gözyaşları denizle bütünleşti.
Gün batıyordu enginlerde
Sabır dedi bir ses derinlerde
Adam yalnızdı
Sevdikleri, sevenleri ve milyonlar
içinde
1994 / AR-KENT
*Trafik kazasından önce ailece
gidilen Ar-kent Tilki Koyu Sahili…
www.ozelkalem.org
57
ÇALIŞMA
HAYATI
Kadınların
Üstünde
Cam
Tavan mı
Var?
Temel AKSOY
Marka Danışmanı
Yönetici pozisyonunda çalışan kadınların, belirli bir aşamadan sonra
yükselmelerini engelleyen faktörlerin toplamına "Cam Tavan Sendromu" deniyor. (Glass Ceiling) "Cam Tavan" benzetmesi, kadınların
iş hayatında yükselmelerini önleyen "görünmez" engelleri anlatıyor.
Kadınlar; güçlü önsezileri, gelişmiş empati güçleri, kolay iletişim kurma becerileri, uzlaşmaya daha yatkın olmaları ve sabırları ile iş
hayatında erkeklerden farklılaşıyorlar. Kadınların bu özellikleri, onlara iş dünyasında büyük
avantajlar sağlıyor ama maalesef bizim toplumumuzda kadınların iş gücüne katılımı dünya
ortalamasının çok altında. Bizim toplumumuzda kadınların çoğu evlerinde oturuyor.
Erkek beyni nesnelerin nasıl çalıştıklarını
anlamak ve sistemler inşa etmek için evrimleşmişken; kadın beyni daha fazla ilişki, iletişim ve empati kurma üzerine gelişim göstermiştir. Erkekler sol beyinlerini kullanırken kadınlar hem sağ hem de sol beyinlerini kullanabilme şansına sahipler. (Kadınlar Mantıksız!
Erkekler Duygusuz!)
Türkiye’de kadınların çalışma hayatına katılımı dünya standartlarının çok altında.
Dünya Ekonomi Forumu her sene Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi (Global Gender
Gap Index) yayınlayarak dünya genelinde kadın ve erkeklerin durumunu değerlendiriyor.
Bu endeks hesaplanırken kadınların ekonomiye katılımı; eğitime, sağlık hizmetlerine erişimi ve siyasete katılımları dikkate alınıyor.
Küresel Cinsiyet Eşitsizliği 2011 Endeksi'nde Türkiye, 135 ülke arasında 124’üncü
sırada. İçinde yer aldığı Avrupa ve Orta Asya
bölgesinde ise sonuncu sırada yer alıyor. Kadın-erkek eşitliğinde en iyi ülke İzlanda. Norveç ikinci, Finlandiya üçüncü. Finlandiya'yı İsveç ve Yeni Zelanda izliyor. En sonda yer alan
ülkeler ise Yemen, Çad ve Pakistan. Türkiye,
en kötü on ülke arasına girerken pek çok yoksul ülkenin de gerisinde kalıyor. (Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bu verilerin 2009 yılına
ait olduğunu, şimdi durumun daha iyi olduğunu söylüyor.)
Birleşmiş Milletler İnsani Gelişmişlik Endeksi verilerine göre kadınların en yüksek
oranda iş hayatına katıldığı ülke, Danimarka.
Danimarka’da her yüz kadından 71’i çalışıyor.
İkinci sırayı %70 ile İsveç, üçüncü sırayı %66
ile Hollanda, dördüncü sırayı %65 ile Finlandiya, beşinci sırayı %62 ile İngiltere alıyor. Türkiye %22 ile AB ülkeleri içinde kadınların en
az oranda çalıştığı ülke konumunda.
Üstelik son yıllarda bu oranın artacağı düşünülüyor. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü'nün (KSGM) her yıl yayımladığı rapora göre, 1990'da %34 civarında olan kadınların işgücüne katılım oranı, 1995'te %30’a,
2000'de %27’ye, 2011'de ise %22'ye düşmüş. Türkiye’de tarımın toplam ekonomi içinde payı azaldıkça kadının çalışma hayatına
katılım oranı da düşüyor.
Türkiye’de çalışan kadınların %42’si tarım sektöründe, %15'i sanayi sektöründe,
%43'ü ise hizmetler sektöründe çalışıyor.
(Türkiye İstatistik Kurulu hane halkı işgücü
istatistikleri, Haziran 2012)
Kadınlar iş hayatına girseler bile yükselme
şansları erkekler kadar fazla değil. Sadece
mecliste (TBMM) değil, şirketlerde de yönetici koltuğunda çok az kadın oturuyor. Sanki bir
yere kadar yükseliyor ama oradan sonra
“cam bir tavana” çarpıp duruyorlar. Yönetici
pozisyonunda çalışan kadınların, belirli bir
aşamadan sonra yükselmelerini engelleyen
faktörlerin toplamına "Cam Tavan Sendromu"
deniyor. (Glass Ceiling) "Cam Tavan" benzetmesi, kadınların iş hayatında yükselmelerini
önleyen "görünmez" engelleri anlatıyor. Maalesef bizim toplumumuzda
sadece ofiste değil, sosyal alanda da
kadınların üzerindeki cam tavanlar
onların yükselmesine engel oluyor.
Kadın çalışsa da evdeki rolü hala
birincil derecede öncelikli. Her durumda kadından iş hayatı ile aile hayatını dengelemesi bekleniyor. Hele
işin içine bir de çocuklar girdiğinde
kadınların aile sorumluluklarını ikinci
plana atmaları neredeyse imkansız.
Dolayısıyla kadınlar, çalıştıkları işyerlerinde yükselmek için mücadele
ederken aslında erkek meslektaşlarıyla adil olmayan koşullarda yarışıyorlar.
Bizim toplumumuzda kadınların iş hayatına atılmalarını kendilerine tehdit olarak algılayan kocaların sayısı da az değil. Erkekler, eşlerin çalışmasını kendi “hükümranlıklarının” sonu olarak algılıyorlar.
Bir ülkede kadınların statüleri erkeklerle
eşit seviyeye gelmezse o ülke gerçek anlamda medeni bir ülke olamaz. Gerek şirketlerde
gerekse kamusal alanda karar verici pozisyonlardaki kadın sayısı artmadıkça toplumun
refah düzeyi artmaz.
Öte yandan kadınlara fırsat verildiğinde,
eğitimi ve mesleği olmayan kadınlar bile “inanılmazı” başaracak güçtedir. Prof. Muhammad Yunus bunu ilk gören öncülerden birisi.
Muhammad Yunus, genç bir kadına bambu
sepeti yapması için 6 $ kredi vererek başlattığı mikro kredi sistemi ve daha sonra kurduğu Grameen Bank ile elde ettiği başarılarla
2006 yılında Nobel Barış Ödülü'nü kazandı.
Sosyal inovasyon niteliği taşıyan bu yenilikçi
model sayesinde dünyanın birçok ülkesinde
eğitimsiz kadınlar, çok küçük kredilerle kendilerini ve ailelerini geçindirecek işler kurdular.
Çocuklarına bakıp onları okutabilme imkanına kavuştular, yaşadıkları toplumun refah seviyesini artırdılar.
Son yıllarda Türkiye'de de çok umut veren bir gelişme oldu. Kadınların üretime katılmasını sağlamak amacıyla İsrafı Önleme Vakfı (TISVA), “Ekonomiye Kadın Gücü” hareketini başlattı. Kadınların gelir getirici bir işe başlamalarına, işlerini büyütmelerine destek vermek amacıyla krediler vermeye başladı.
Bu girişimin finansmanı, uluslararası fonlardan, devletin sağladığı imkânlardan ve toplumun her kesimden insanın bireysel borç
vermesi ya da bağış yapması ile sağlandı.
(economiyekadingucu.com)
Bugün isteyen herkes ekonomiyekadingucu.com sitesinden Türkiye'nin kadınlarına
bireysel borç verebiliyor. Bu program çerçevesinde, 2003 yılından 2012 yılına kadar 58
bin kadına 138 milyon lira kredi dağıtıldı. Bu
krediler ihtiyaç sahibi kadınların sözlerine güvenilerek, karşılığında hiçbir teminat istemeden verildi. Kredi kullanan kadınlar, canlarını
dişlerine takarak çalıştılar ve kredi borçlarını
son kuruşuna kadar geri ödediler.
Kadınlara engel olmak aslında erkeğin
kendi geleceğine camdan bir set oluşturması
demektir. Hepimizin kadınların üzerine koyulan engellerle mücadele etmesi gerekir.
Ben kadına toplumda daha fazla yer açmamızın kendi geleceğimize, çocuklarımızın
refahına, daha iyi bir ülke yaratma vizyonumuza yatırım yapmak olduğuna inanıyorum.
Daha çok kadının çalışması, kadınların yönetici konuma gelebilmeleri, sosyal alanda
daha etkin olabilmeleri geleceğimize daha
iyimser bakmamızın ön koşuludur.
www.ozelkalem.org
59
KONUK
KALEM
Özel Kalem Müdürlerinin En Önemli Özellikleri
Güven, Dikkat ve Sabır
Özel kalem müdürleri görevinin gerektirdiği işleyişi en mükemmel anlamda yapabilmek gayesiyle iyi bir sistem kurabilmeli, bu işe en uygun elemanlarla çalışmalı, zamanla yarışılan bir iş yaptığından isabetli ve hızlı karar verebilmesini sağlayacak donanım ve kadroya sahip olmalıdır.
Özel kalem müdürlüğü mesleğini yapan
kişilerin bir çok özelliği bulunması gerektiğini
belirten Sağlık Bakanlığı Özel Kalem Müdürü
Tarkan Alpay, “Makamı, hem sürdürülen görev hem de şahsiyet olarak sıkıntıya sokabilecek en küçük bir detayı bile atlamamanız
gerekir. Bunun için çok dikkatli ve özenli olmalıyız.” diyor. Aynı zamanda Özel Kalem
Müdürleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğinin Yönetim Kurulu üyesi olan Alpay,
önümüzdeki dönemlerde dernek olarak çalışmaların sürdüreleceğini belirtti.
Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Bulunduğunuz makama hangi aşamalardan geçerek
geldiniz?
1967 yılında İstanbul‘da doğdum fakat
aslen Artvin Arhaviliyim. İlk, orta ve lise eğitimimi İstanbul’da tamamladım. Karadeniz
Teknik Üniversitesi Fizik Bölümü Lisans Eğitimimin ardından THK Üniversitesi İşletme
Yüksek Lisans Programını tamamladım. 16
yıllık evliyim ve 15 yaşında Metehan isminde
bir oğlum var. İyi derecede İngilizce biliyorum.
2003-2007 yıllarında AK Parti İstanbul İl
Başkanlığında 5 yıl boyunca Özel Kalem Müdür Yardımcısı olarak görev yaptım. 20072012 yıllarında milletvekili danışmanlığı ve 24
Ocak 2013’te yapılan kabine değişikliğinde
Sağlık Bakanlığı Özel Kalem Müdürü olarak
göreve başladım. Halen bu görevime devam
ediyorum.
Aktif spor hayatıma ortaokul yıllarımda
voleybol ile başladım. Üniversite yıllarımda da
bir süre devam ettiğim voleybola, üniversite-
60 YAZ2014
Sağlık Bakanlığı
Özel Kalem Müdürü
Özel Kalem Müdürleri Yardımlaşma ve
Dayanışma Derneğinin Yönetim Kurulu üyesisiniz. Derneğin önümüzdeki dönemde belirlediği hedeflerden bahseder misiniz?
Bildiğiniz gibi, çok yoğun ve stresli bir iş
ortamımız var. Deyim yerinde ise özel kalem
müdürleri olarak bizlerin başımızı kaşıyacak
zamanımız olmuyor çoğunlukla. Kendimize
ayıracak zamanımız kısıtlı. Haklarımızın takip
edilmesi ve korunması, sosyal imkânlarımızın
artırılması gerekiyor. Zaten derneğimiz de bu
amaçla kurulmuş bir dernektir.
Biz dernek olarak az önce bahsettiğim
konularda etkin olmak, çeşitli faaliyetlerle
sosyal aktiviteler gerçekleştirmek, üyelerimizin her türlü sosyal imkânlarını artırmak, geliştirmek, üyelerimiz arasında dayanışmayı
geliştirmek ve çeşitli etkinliklerle faaliyetlerini
sürdürmek amacındadır.
Önümüzdeki dönemde de kuruluş
amaçlarımız çerçevesinde etkinliklerimizi,
sosyal yardımlaşma ve dayanışma faaliyetlerimizi ve yayınlarımızı sürdüreceğiz.
nin dağcılık kulübünü kurduktan sonra son
verip, dağcılık ile ilgilendim. Son 10 yıldır ise
Bisiklete biniyorum. Aynı zamanda da Türkiye Bisiklet Federasyonu Yönetim Kurulu Üyeliği sonrası Disiplin Kurulu Başkanlığı görevine devam ediyorum. “Sağlam Kafa Sağlam
Vücutta Bulunur” sözünü hayatın her anında
benimsemiş biri olarak spor yapmayı seviyor
ve elimden geldiğince de ihmal etmiyorum.
Başarılı bir özel kalem müdürünün özellikleri nasıl olmalıdır? Mesleğe yeni başlayanlara neler tavsiye edersiniz?
Özel kalem müdürlüğü görevini başarı ile
yapabilmek için birçok özelliğin bir arada bulundurulması gerekiyor. Başarılı bir özel kalem müdürü öncelikle çok güvenilir, sabırlı ve
dikkatli olmalıdır. Hizmet verdiğiniz bakan, üst
düzey kamu görevlisi veya belediye başkanın
bütün sorumluluklarını ve hassasiyetlerini sizin de yaşamanız ve paylaşmanız şart.
Tarkan Alpay
KONUK
Makamı, hem sürdürülen görev hem de
şahsiyet olarak sıkıntıya sokabilecek en küçük bir detayı bile atlamamanız gerekir. Bunun için çok dikkatli ve özenli olmalıyız.
ÖNCE GÜVEN…
Özel kalem müdürü Makam’ın her anlamda ilk ve en güvendiği kişidir. En güvenilen kişi olmak bizim için aynı zamanda bir
onurdur ve omuzlarımıza da çok büyük bir
sorumluluk yükü yüklemektedir. Bizler her an
bunun farkında olmalı ve duyulan bu güvenin
gereği neyse onu yerine getirmeliyiz.
SONRA DİKKAT…
Güven konusunda gereken hassasiyeti
gösteren biz özel kalem müdürleri için dikkat
edilmesi gereken ikinci husus dikkattir. İşimizi titizlik ve dikkatle yapmamız gerekiyor. Atladığımız veya dikkatimizden kaçan en küçük
bir detay bazen çok önemli aksamalara, sorunlara ve sıkıntılara sebep olabilir. Bu bakımdan her şeyi ince eleyip sık dokumak ve
her gelişmeyi zamanında, bütün nüansları ile
doğru okumak zorundayız. Hizmet ettiğimiz
Makamın reflekslerini ve sonuçlarını tahmin
ederek, birçok hususu önceden bütün çerçevesi ile değerlendirerek görevimizi sürdürmek durumundayız.
Randevu talepleri, geziler, toplantılar, görüşmeler, yazışmalar ve daha birçok unsurun
her detayını titizlik ve dikkatle değerlendirmeli
ve gözden kaçırmamalıyız.
SONRA DA SABIR…
Özel kalem müdürlerinin belki de olmazsa olmaz özelliklerinden birisi sabırlı olmalarıdır. Bizim görevimiz; kamuda iş yükü en ağır
olan, sorumlulukları en fazla olan, zaman
mefhumunu her anlamda aşarak çalışmayı
gerektiren bir görevdir.
Yoğunluğun ve taleplerin aşırı bir yük getirdiği özel kalem müdürleri ilgili-ilgisiz herkesle muhatap olmak, bütün sorunları çözmek, program akışlarını sorunsuz olarak sürdürmek zorundadır. Bu bakımdan da sabırlı
olmak her zaman bizim için olmazsa olmazlardandır.
Tahammül sınırlarının zorlandığı olay ve
durumlarda işte bu sabır devreye girmeli, yapılan hizmetin önemi akıldan çıkarılmamalı ve
bize duyulan güvenin hakkını vermek konusunda gayret gösterilmelidir.
KALEM
Özel kalem müdürleri bu özelliklerle beraber görevinin gerektirdiği işleyişi en mükemmel anlamda yapabilmek gayesiyle iyi bir sistem kurabilmeli, bu işe en uygun elemanlarla
çalışmalı, zamanla yarışılan bir iş yaptığından
isabetli ve hızlı karar verebilmesini sağlayacak
donanım ve kadroya sahip olmalıdır.
Özel kalem müdürlerinin genel olarak yaşadığı sorunlar ve çözüm yolları nelerdir?
Yaşadığımız en önemli sorun ve çektiğimiz en büyük sıkıntı zamana karşı yarışırken
bazen bize yetecek zamanı bulamamaktır diyebilirim. Çok kapsamlı ve çok paydaşlı bir iş
yapıyoruz. Herkes her detayın takibini ve her
sorunun çözümünü bizden bekliyor. Bu beklenti ve ısrar bazen dikkatimizi dağıtabiliyor.
İnsanımız “ilgiliye yönlendirilmek” istemiyor. Özel kalem müdürünün o işi bizzat çözmesini istiyor. Hizmet verdiğimiz makama
ulaşmak, taleplerini takip edip sonuçlandırmak isteyen her bireyin yoğun baskısı bazen
işlerimizi aksatmakta, çeşitli sıkıntılara sebebiyet verebilmektedir. Bu da toplum olarak
her işimizi en tepedeki görevliye yaptırmak
veya sorunlarımızı ancak böyle çözebileceğimize inanmakla ilgili.
Özel kalem müdürlerinin görev ve sorumlulukları konusunda muhataplarımız tarafından yeterince empati yapılmadığı kanaatindeyim.
Bir de telefon konuşmaları çok uzun tutuluyor ve her detay telefonda konuşulmak
isteniyor. Bu alışkanlık da bizi sıkıntıya sokan
bir husus…
Çalışma hayatınızda unutamadığınız bir
anınızı bizimle paylaşır mısınız?
Elbette bir çok farklı ve renkli hadiseler
yaşıyoruz. Görevimiz gereği hepsinin gereğini yerine getiriyoruz. Bazen gülüyoruz, bazen
üzülüyoruz, bazen sinirleniyoruz. Ama özel
kalem müdürlüğü görevimizi aktif olarak yaparken konumuzla ilgili yaşadıklarımızı paylaşmayı doğrusu şu anda uygun bulmuyorum. Daha önce de belirttiğim gibi bizim görevimiz güvenilir olmayı, sır tutabilmeyi gerektiriyor. Belki bu görevimiz bittiğinde anılarımızı yine usulüne uygun bir biçimde paylaşırız.
Bence bu mesleği ve görevi yapmış olan
duayen abilerimiz ve eski özel kalem müdürlerimize sorsanız, onların anlatması daha şık
olacaktır...
Tarkan Alpay,
Türkiye Bisiklet
Federasyonu
Yönetim Kurulu
Üyeliği sonrası
Disiplin Kurulu
Başkanlığı görevini
devam ettiriyor.
www.ozelkalem.org
61
YENİ YÖNETİMDEN BEKLENTİLERİNİZ NELERDİR? NE TÜR FAALİYETLERİN YAPILMASINI İSTERSİNİZ?
Özel Kalemlerin Platformu….
Özel Kalem Müdürleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği,
önemli bir misyonu ve görevi yerine getirmektedir. Kamu kurum ve
kuruluşları ile makamların birebir iletişimlerinin sağlandığı, vatandaşların sorunlarının ilgili makamlara iletildiği ve en kısa çözüme kavuşturulduğu konum özel kalem müdürlüğüdür. Bu amaç doğrultusunda hizmet veren özel kalemlerin ortak platformu ise Özel Kalem Müdürleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’dir. Derneği’n
2014 yılı Mart ayında Olağanüstü Genel Kurul Toplantısı yapılmış
ve yeni yönetim Kurulu görevine başlamıştır. Görev dağılımı yapan
yeni yönetim, gerçekleştirdiği yeni yol haritasını oluşturdu ve göreve başladı. Yönetim kuruluna başarılar diliyorum. “Birlikten kuvvet
doğar” atasözümüzde de vurgulandığı gibi, sorunların çözüme kavuşturulması, iletişimin en üst düzeye çıkarılması, ancak ve ancak
iyi organizasyonla mümkün olur. Özel Kalem Müdürleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’mizin yeni dönemde de emin adımlarla
yoluna devam edeceğine yürekten inanıyor ve başarılar diliyorum.
Bugüne kadar başarılı bir şekilde özel kalem müdürleri arasında
mesleki dayanışmayı ve iletişimi sağlayan Dernek yönetim kurulu
bundan sonra da başarılarını en üst noktaya taşıyacaktır. Bu çerçevede birlik ve beraberliği güçlendirecek etkinlikler düzenlemek,
özel kalem müdürleri arasındaki iletişim ağını genişletmek için yapılacak organizasyonlar, oluşturulacak platformlar sorunların daha kısa sürede çözüme kavuşturulmasını sağlayacak, güçlenen iletişim
ağı ile “bugün git, yarın gel” anlayışı ortadan kalkacaktır. Her alanda, her geçen gün güçlenen Türkiye’nin en önemli kurumlarından
biri konumunda olan ve kamu yönetiminde ağırlıkları her geçen gün
artan özel kalem müdürlerinin en önemli iletişim platformu olan Özel
Kalem Müdürleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’mizin yeni yönetimine çalışmalarında başarılar diliyor, saygılarımı sunuyorum.
İbrahim Zahit Ceyhan
Ekonomi Bakanlığı
Özel Kalem Müdürü
62 SONBAHAR2012
YENİ YÖNETİMDEN BEKLENTİLERİNİZ NELERDİR? NE TÜR FAALİYETLERİN YAPILMASINI İSTERSİNİZ?
Başarıya Ortak Akılla Ulaşılabilir
Özel Kalem Müdürleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’mizin 2014 yılı Mart ayında Olağanüstü Genel Kurul
Toplantısı yapılmış ve yeni yönetim Kurulu görevine başlamıştır. Derneğimiz Yönetim Kurulu Başkan ve Yönetim Kurulu Üyeleri geçtiğimiz günlerde yapmış oldukları istişare
toplantısında da yeni dönemle ilgili yol haritalarını belirleyip
faaliyetlerine başlamış oldular. Derneğimiz üyesi olarak
önemli gördüğüm bir iki hususa kısaca değinmek isterim.
Hangi konuda hangi hedefe ulaşmak istenirse istensin başarıya ortak akılla, istişare ile ulaşılabilmektedir. Bu anlamda, yeni dönem ve yeni yönetimden beklentim, özel kalem
müdürlerinin mesleki aidiyetlerini geliştirecek ve aramızdaki
bağı, birlikteliği sağlayacak sosyal ve mesleki projelere ağırlık vermeleridir. Bu sayede oluşturulacak birlik, beraberlik ve
mesleki aidiyet duygusu ile yönetim kurulu ve dernek üyelerinin hep birlikte ben merkezli değil biz merkezli hareket
ederek, daha önemli ve gerçekçi hedefleri başarı ile gerçekleştirebileceğine inancım tamdır. Bu vesile ile yeni yönetim kurulumuza başarılar diler saygılarımı sunarım.
Murat Birol Kayım
Gıda Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı Müsteşar
Özel Kalem Müdürü
www.ozelkalem.org
63
YÖNETİM
KURULU
ÜYELERİ
ÜNAL KAYA
MUSTAFA AYDINALP
CİHAN PEKTAŞ
YÖNETİM KURULU BAŞKANI
BAŞKAN VEKİLİ
STRATEJİ BAŞKANI
1957 yılında Manisa Gördes’te doğdu. 1987
yılında Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisinden mezun oldu. 1984 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı Merkez birimlerinde, 1985 yılı
sonu itibariyle de özel kalemde yer almaya
başladı. 1987 yılında şef oldu. 1993 yılında
Eğitim Uzmanı, 1994 yılında da APK Uzmanı
oldu. 2003-2010 yılları arasında Diyanet İşleri Başkanlığı Özel Kalem Müdürlüğü görevini
yaptı. Halen burada Sosyal Hizmetler Dairesi
Başkanı olarak görevine devam etmektedir.
1 Haziran 1953 yılı Bolu doğumlu olan Aydınalp, 1974 yılında Zonguldak Erkek Sanat
Enstitüsünden mezun oldu. İlk kez 1977 yılında Tarım Bakanlığı Müsteşarlığı’nda özel
kalem müdürü olarak göreve başladı. Daha
sonra 2008 yılına kadar 12 bakan ile özel kalem müdürü olarak çalıştı. Evli ve 2 çocuk babasıdır.
1970 yılında Gümüşhane-Köse’de doğdu.
Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi İktisat
Bölümünden mezun oldu. 1990- 1996 yıllarında Arnavutköy Belediyesi Özel Kalem,
1996-2003 yıllarında İstanbul Büyükşehir Belediyesi-İSKİ Genel Müdürlüğü Özel Kalem
Müdürlüğü, 2003-2007 yılları arasında Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Özel Kalem Müdürlüğü, 2007-2008 yıllarında Çevre ve Orman Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğü, Halen
Orman ve Su İşleri Bakanlığında Strateji Geliştirme Başkanı ve Özel Kalem Müdürü olarak görevini sürdürmektedir. Evli ve 2 çocuk
babasıdır.
BERRİN YOLSAL
TARKAN ALPAY
AHMET AKYOL
SOSYAL VE KÜLTÜREL İŞL. BŞK.
TEŞKİLATLANDIRMA BAŞKANI
KOORDİNASYON BAŞKANI
Zonguldak’da dogdu. Anadolu Üniversitesi
Sekreterlik Bölümü 2. sınıf öğrencisi. Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanı Ersin Faralyalı, Veysel
Atasoy ve Ulaştırma Bakanlığı Mehmet Köstepen’in Özel Kalem Müdürlüğünü yaptı. İzmir
Milletvekili İ.Turhan Aranç, İzmir Milletvekili Yusuf KIRKPINAR ve TBMM Kahramanmaraş
Milletvekili’nin yönetici asistanlık görevlerini yürüttü. TBMM Samsun Milletvekili A.Çağatay
Kılıç’ın ikinci danışman görevinde bulundu.
Gençlik ve Spor Bakanı A.Çagatay Kılıç’ın Özel
Kalem Müdürü Görevini yürüttü.
1967 İstanbul doğumlu. Yükseköğrenimini
KTÜ Fizik bölümünde tamamladı.1992-2002
yılları arasında serbest meslek ile iştigal etti.
2002-2007 AK Parti İstanbul İl Başkanlığı
Özel Kalem, 2007-2013 Milletvekili Danışmanlığı görevlerini yaptı. 2013 yılından itibaren Sağlık Bakanı Özel Kalem Müdürü görevini yürütmekte. Bir dönem Bisiklet Federasyonu Yönetim Kurulu Üyeliği sonrası Bisiklet Federasyonu Disiplin Kurulu Başkanlığı
görevine devam etmekte. İngilizce bilmekte
olup. Bir çocuk babasıdır..
1982’de İzmit’te doğdu. 2010 yılında Anadolu Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümünden
mezun oldu. 2002 ve 2003 yıllarında Tüpraş’ta staj yapmıştır 2013 yılında Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Kamu Yönetimi İngilizce
yüksek lisansına başladı ve halen yüksek lisansa devam ediyor. 2007 yılında Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nda Bilgisayar
Mühendisi olarak göreve başladı. 2014 yılından itibaren Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nda Özel Kalem Müdürü olarak görevini
sürdürmektedir. İyi derecede İngilizce bilmektedir.
64 YAZ2014
YÖNETİM
KURULU
ÜYELERİ
CEMİL YALMAN
YASİN ERDOĞAN
HİKMET ÖZKAN
YÖNETİM VE ORGANİZASYON BŞK.
DIŞ İLİŞKİLER BAŞKANI
MALİ İŞLER BAŞKANI
1973 Yılında Amasya’da doğdu. İlk ve Orta
öğrenimini Amasya’da Üniversite eğitimini
Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler ve İşletme
Fakültesini bitirmiştir. 1995 yılında İstanbul
Bakanlığı Müşavirlik görevine atanmıştır. Şuanda Çevre ve Şehircilik bakanı özel kalem
müdürü görevini yürütmektedir. Evli ve 3 çocuk babasıdır.
1977 yılında Kızılcahamam’da doğdu. 2000
yılında Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Jeoloji Mühendisliği lisans eğitimini tamamladı.
2012-2013 yılları arasında yüksek lisansını tamamladı. İyi derecede İngilizce bilmekte olup
uzmanlık alanı zemin ve kaya mekaniğidir.
2004-2010 yılı Yenimahalle Belediyesi İmar
ve Şehircilik Müdürlüğü’nde Jeoloji Mühendisi olarak çalıştı. Temmuz 2011-Ocak 2013
arasında Ak Parti Ankara Milletvekili Prof. Dr.
Emrullah İşler’in danışmanı olarak görev aldı.
Ocak 2014’ten itibaren Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Emrullah İşler ’in Özel Kalem Müdürlüğü görevine devam etmektedir. Evli ve
2 çocuk babasıdır.
1959 yılında Sivas’ta doğdu. A.Ü. İşletme Fakültesi’nden mezun oldu. 1986’da PTT Ulus
Telefon Müdürlüğünde memur olarak çalışma hayatına başladı. 1992 yılından beri PTT
Özel Kalem Müdürlüğünde Şeflik, Amirlik,
Protokol Müdürlüğü ve Özel Kalem Müdürlüğü, Posta Telgraf daire başkanlığı başkan
yardımcısı, Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığı Başk. Yard., Eğitim Dairesi Başkanlığı
yaptı. Halen Değerli Kağıtlar Daire Başk., PTT
Biriktirme Yardım Sandığı Yön. Kur. Üyeliği ve
PTT Spor Kulübü Başkanı görevini yürütmektedir.
Büyükşehir Belediyesinde göreve o dönemin
Belediye başkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın ekibinde kariyerine başlamıştır. 2007
yılında dönemin Büyükşehir Belediye Başkan
vekili Sn. İdris Güllüce ile birlikte çalışmaya
başlamıştır. 2014 yılında Çevre ve Şehircilik
ARZU EFİLTİ
MUSTAFA ORHAN
MUSTAFA BAYRAK
BASIN VE HALKLA İLİŞKİLER BŞK.
İDARİ İŞLER BAŞKANI
GENEL SEKRETER
1974 Ankara doğumlu. 1995 yılında Dokuz
Eylül Üni. İİBF İşletme Bölümü’nden mezun
oldu. Aynı yıl Devlet Bakanı Sabri Tekir’in Bakan Danışmanı olarak çalışma hayatına başladı. 1996 yılında Vakıflar Bankası T.A.O’da
çalışmaya başlamış, 2003-2005 yılları arasında T. Vakıflar Bankası T.A.O Genel Müdürü
Aziz Ahmet Kacar’ın Özel Kalem Müdürlüğü
görevini yürütmüştür. Halen aynı bankada
çalışmaya devam etmektedir. “Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik Belgesi” ve “Bilirkişilik Sertifikası” sahibi olup, evli ve iki çocuk
annesidir.
1962 yılında Haymana’da doğdu. 1986 yılında memuriyet hayatına başladı. Çeşitli Sivil
Toplum örgütlerinin yönetiminde bulundu.
1999 – 2005 yılları arasında Mamak Zabıta
Müdürlüğü, 2006-2009 yılları arasında Özel
Kalem Müdürlüğü ve 2009 yılından itibaren
Mamak Belediye Başkan Yardımcılığı görevini yürütmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır.
1968’de Erzurum’da doğdu. A.Ü., İşletme Fakültesi’nden mezun oldu. Erzurum Atatürk
Üniversitesi’nde çeşitli görevlerde çalıştıktan
sonra 1990’da Rektörlük Personel Daire Başkanlığı’nda memur olarak göreve başladı.
1996 yılında Pamukkale Üni. Müh. Fak.’nde
göreve başladı. 1999’da Tarım ve Köy İşleri
Bakanlığı’na müşavir olarak atandı. 19992003 yılları arasındaÖKM görevini vekaleten
yürüttü. 2003 yılından itibaren Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’nda Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü’nde uzman olarak
görevine devam etmektedir.
www.ozelkalem.org
65
ÜYELER
FİKRİ ERTÜRK
MEHMET KARASU
NALAN ÇOKAY
DENETİM KURULU ASİL ÜYE
DENETİM KURULU ASİL ÜYE
DENETİM KURULU ASİL ÜYE
1957 yılında Ankara’da doğdu. Çalışma Bakanı ile Devlet Bakanları İmren Aykut, İbrahim Özdemir, Ersin Koçak ve R.Kazım Yüceler‘in Özel Kalem Müdürlüğü görevini yürüttü. Daha sonra Maliye Bakanı Lütfullah Kayalar’ın Özel Danışmanı olarak görev yaptı. Eti
Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü İdari ve
Sosyal İşler Başkanlığı, Turizm Bakanlığı İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanlığı, Eti Maden
İşletmeleri Genel Müdürlüğü Denetçiliği ve
Çinkokurşun İşletmeleri Yönetim Kurulu üyeliklerinde bulundu.
1979 yılında Sivas’ta doğdu. 19 Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden mezun oldu. Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı ve Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü’nde çalışmıştır.
Yüksek lisans ve doktorasını G.Ü. Eğitim Bilimleri Enstitüsü’nde tamamladı. MEB Özel
Kalem Müdürlüğü görevini yürütmektedir. Sınıf
Öğretmenlerinin Öğrencilerini Bilişsel Yönden
Tanıma Yeterliliği, Çocukların Konuşma Becerilerini Geliştirmeye Yönelik Hazırlanmış Bir
Oyun Örneği, İlköğretimde Yazma Becerisinin
Kazandırılmasında Örneklendirmenin Önemi
yayınlanmış bildirilerinden bazılarıdır.
1968’de Ankara’da doğdu. Zübeyde Hanım
KML Giyim Bölümü’nü bitirdi. Bolu Milletvekili
Seçkin Fırat Yönetici Asistanı, Adana Milletvekili Akgün Albayrak Yönetici Asistanı, Grup
Başkan Vekilleri Yönetici Asistanı, Devlet Bakanı Güneş Müftüoğlu, Devlet Bakanı Mehmet Ali Yılmaz, Sanayi ve Ticaret Bakanı Yalım Erez Özel Kalem Müd. yaptı. Türkiye Şeker Fab.Türk Libya A.Ş Yön. Kur. üyeliğinde
yer aldı. STB Kosgeb Halkla İlişkiler Müd. olarak çalıştı. Van Milletvekili İkram Dinçer’in Yönetici Asistanı görevinde bulundu. Halen İzmir Milletvekili A.Kenan Tanrıkulu’nun ikinci
danışman görevini yürütmektedir.
İSMAİL KALYONCU
UĞUR YALÇIN
MERYEM CANSU
HAYSİYET DİVANI KURULU ÜYESİ
HAYSİYET DİVANI KURULU ÜYESİ
HAYSİYET DİVANI KURULU ÜYESİ
1954’da Trabzon’da doğdu. 1976’da Gıda
Tarım Hayvancılık Bakanlığı'na girdi. Aynı yıl
ÖKM görevine atandı.1980-1983 yılları arasında Başbakan Yardımcılığında ÖKM görevinde bulundu. 1983’de DPT Müsteşarlığına
ÖKM olarak atandı. 1991’de Ulaş. Bak. ÖKM
görevine atandı. 1993-1998 yılları arasında
MGK Genel Sekreterliği’nde İletişim Müş. olarak görev yaptı. 1999 yılında tekrar Ulaştırma
Bak. ÖKM görevine getirildi. 2000’de Yılın En
Başarılı Özel Kalem Müdürü seçildi. 2001’de
istifa etti. 21. Dönem Milletvekilliği Danış. yaptı. 2002’de Ulaştırma Bakanlığı TBMM Danışmanlığını üstlendi.
1969’da Kastamonu’da doğdu. HÜ. Psik. Bölümü’nden mezun oldu. 1996 yılında Sosyal
Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağlı
İstanbul Metin Sabancı Spastik Çocuklar Reh.
Merk.’nde psikolog olarak çalıştı. 1997-1998
yıllarında İçişleri Bakanlığı’nda Bakan Danışmanlığı, 1998-2002 yıllarında TBMM Milletvekili Danışmanlığı, 2002-2007 arasında ÇSGB
ÖKM ve 2007-2010 yıllarında Başbakanlık
Devlet Bakanlığı’nda Bakan Danışmanlığı görevini üstlendi. 2010 yılından itibaren Tütün ve
Alkol Piyasası Düz. Kurumu’nda Başkanlık
Müşavirliği görevini devam ettiriyor.
1970 yılında İzmir’de doğdu. İlk, orta ve lise
tahsilini İzmir’de tamamladı. Yüksekokul mezunudur. Memuriyet hayatına Emniyet Teşkilatı’nda başladı. Uzun yıllar, değişik illerde Valilik Özel Kalem Müdürlükleri’nde görev yaptıktan sonra, 2006 yılında Özel Kalem Müdürlüğüne asaleten atandı.. Halen Ankara
Üniversitesi Rektörlüğü Özel Kalem Müdürlüğünde görev yapmaktayım. Bir çocuk annesidir.
66 YAZ2014
ÜYELER
DAVUT ÖKSÜZ
RİFAT AVCI
HAYSİYET DİVANI KURULU ÜYESİ
HAYSİYET DİVANI KURULU ÜYESİ
1979’da Amasya’da doğdu. 2004 yılında Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. 2008 yılında İstihdam Uzmanı oldu. 2010
yılında Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Anabilim Dalı’nda yüksek lisansını tamamladı. Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Ana Bilim Dalı’nda doktora eğitimine devam etmektedir. 2012-2013 yılları
arasında Türkiye İş Kurumu Özel Kalem Müdürlüğü, 2013 yılından beri de Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Özel Kalem Müdürlüğü görevini yürütmektedir.
1957 yılında Mersin’de doğdu. Gazi Üniversitesi Fransızca Bölümü’nden mezun oldu.
1980 yılında Adalet Bakanlığı’nda Özel Kalem
Müdürü olarak çalıştı. 1990 yılında Bakanlık
Müşavirliği ve Tedviren Özel Kalem Müdürü
görevlerini üstlendi. 1996 yılında Başbakan
Müşavirliği, Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü Yardımcılığı Devlet
Bakanlıkları Danışmanı olarak görev yaptı.
Halen Başbakanlık Müşaviri olarak görev
yapmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır.
AHMET KURTOĞLU
ÜNAL YENER
HASAN İKİZOĞLU
YÜKSEK İSTİŞARE KURULU ÜYESİ
YÜKSEK İSTİŞARE KURULU ÜYESİ
YÜKSEK İSTİŞARE KURULU ÜYESİ
1940 yılında Malatya’da doğdu. Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Bankacılık
Yüksek İhtisas Bölümü mezunudur. Devlet
İstatistik Enstitüsü, Sayıştay Başkanlığı Raportörü, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Müşaviri ve Müfettişi olarak çalıştı. Adapazarı Şeker
Fabrikası Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu
Başkanı görevini de üstlendi. Türk Sanayisi
ve Bürokrasi Hayatı ile Problemlerin Çözümü
ile ilgili bir kitabı bulunmaktadır. KİT’lerin özelleştirilmesi ile ilgili araştırması bulunmakta
olup Fransızca bilmektedir.
1948’de Zonguldak’ta doğdu. 1970’de Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde göreve
başladı ve Eylül 1971’de Başbakanlık’ta bir
göreve naklen atandı. Mart 1979’a kadar çeşitli Bakanlık ve Başbakanlık Özel Kalem Müdürlüğü’nde muhtelif görevlerde bulundu. Ardından sırasıyla, SGB, ÇSGB, Sağlık ve Sosyal Yardım Bak., Ulaştırma Bak., Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nda ÖKM görevlerinde bulundu. 1992’de Anavatan Partisi TBMM Grubu’nda Genel Başkan Özel Kalem Müdürlüğü’ne getirilmiştir. TBMM Başkan Müşavirliği
görevini yaptıktan sonra 2001 yılında 32 yılı
aşan kamu hizmetinden emekli olmuştur.
Niğde, Fertek köyünde doğdu. Dil Tarih ve
Coğrafya Fakültesi’nden mezun olmasının ardından Devlet İstatistik Enstitüsü’nde Uzman
Yardımcısı olarak göreve başladı. Başbakanlık Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde Organizasyon ve Metot Uzmanı,
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nda Basın
ve Halkla İlişkiler Müşaviri görevlerinden bulundu. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğü ve Bakanlık Müşavirliği görevini on bir yıl sürdürerek 1991 yılı Ekim ayında emekli oldu.
www.ozelkalem.org
67
ÜYELER
ZEYNEL ABİDİN YEŞİLAY
ÖMER MUSTAFAOĞLU
ERCAN ŞİMŞEK
YÜKSEK İSTİŞARE KURULU ÜYESİ
YÜKSEK İSTİŞARE KURULU ÜYESİ
YÜKSEK İSTİŞARE KURULU ÜYESİ
1950’de Şanlıurfa’da doğdu. 1970’de Turizm
ve Tanıtma Bakanlığı'na girdi. 1993-2002 yıllarında Başbakanlıkta Özel Kalem Müdürlüğü
yaptı. Sırasıyla Necmettin Cevheri, Nahit Menteşe, Tansu Çiller ve Başbakan Bülent Ecevit'le Özel Kalem Müdürü olarak çalıştı. 20022007 yıllarında KKTC’de, TC Lefkoşa Büyükelçiliği’nde diplomat olarak görev yaptı. Başbakan ÖKM ve Başbakan Baş müşaviri görevinden emekli oldu. 2007’de Pakistan’da
“Türkiye” fotoğraf sergisini açtı. Aralık 2008’de
KKTC sergisini Dışişleri Bakanlığı’nda açtı. Belçika’da 2011-2012’de arka arkaya “Sonsuz
Bir Şiir Türkiye” fotograf sergisini açtı.
1952 yılında Erzurum’da doğdu. İlkokul, ortaokul ve liseyi Erzurum’da tamamladı. 1976
yılında Ankara M. M. Akademisi Makine Bölümü’nden mezun oldu. 1971-1975 yılları
arasında Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nde
memur olarak göreve başladı. 1975-1977 yılları arasında Kültür Bakanlığı, Özel Kalem
Müdürü görevini yürüttü. 1979-1981 yılları
arasında TPO’da mühendis olarak görev
yaptı. 1993 yılında Başbakanlık müşavirliğine
atandı. 1999 yılında emekli oldu. Evli ve iki çocuk babasıdır.
1973’de Isparta’da doğdu. 1998’de Atatürk
Üni. Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. 19982001 arasında Erzurum’da Sağlık Bakanlığı’na bağlı çeşitli sağlık kuruluşlarında görev
yaptı. 2004-2006 arasında Isparta Devlet
Hast. Başhekim Yar. ve aynı zamanda İl Sağlık Müdürlüğü Hasta Hakları İl Koor. görevlerinde bulundu. 2008-2011 arası Sağlık Bakanı Özel Kalem Müdürü olarak görev yaptı.
2011-2013 yılları arasında Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkan Yardımcılığı görevinde bulundu.
SEDAT BAYER
DURSEN ÖZSOY
HAYRETTİN ÖSKİPER
YÜKSEK İSTİŞARE KURULU ÜYESİ
YÜKSEK İSTİŞARE KURULU ÜYESİ
YÜKSEK İSTİŞARE KURULU ÜYESİ
1951 yılında Elazığ’da doğdu. 1975-1977 yıllarında arasında Başbakanlık Müsteşarı Ekrem Ceyhun’un Özel Kalem Müdürü olarak
çalıştı. 1977-1978 yıllarında Başbakanlık
Müsteşarı Mustafa Ernam’ın Özel Kalem Müdürü oldu. Devlet Bakanı Kazım Oksay, Nihat
Kitapçı ‘nın Özel Kalem Müdürü olarak çalıştı. 1990-2000 yıllarında Başbakanlık Müşaviri görevini yürüttü. 2000-2004 yıllarında Başbakan Başmüşaviri olarak görev yaparken 16
Haziran 2004 yılında görevinden kendi isteği
ile emekli oldu.
AÜ, Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu.
1978’de Adalet Bakanlığı’nda ilk memuriyet
görevine başladı. 1979’da Halk Bankası’na
nakil oldu. 1980’de ODÜ Hukuk Müşaviri,
1989’da Roskamp GmbH’de Genel Müdürlük görevlerinde bulundu. 1990 Tarım Orman
ve Köy İşleri Bakanlığı, 1991 Tarım Bakanlığı
Özel Kalem Müdürlüğü yaptı. 1992’de Karapınar A.Ş’de Genel Müdür, 1993’de TBMM
Genel Sekreterliğinde danışman, 1995’de
DATA Grafik A.Ş’de Ankara Bölge Müd. ve
İdari İşler Müd., 1996’da Çevre Bakanlığı’nda Dış İlişkiler Daire Başkanlığı, 1999’da ÇSGB’de Özel Kalem Müd. ve Bakanlık
Müşavirliği görevlerinde bulundu.
1943’de Van’da doğdu. Marmara Ün. Gazetecilik ve HİYO.’dan mezun oldu. Askerlik hizmetinden sonra İmar ve İskân Bakanlığı Tanıtma ve Yayın Dairesi’nde göreve başladı. 1984
yılında Tetkik Kurulu Başkanlığı’nda görevlendirildi. 1987 yılında Ulaştırma Bakanı ÖKM olarak ardından Araştırma ve Planlama Dairesi’nde Daire Başkanlığı görevlerini yerine getirdi. 1990 yılında Bayındırlık ve İskân Bakanı,
ÖKM yaptı. 2000 yılında emekli olduktan sonra Anavatan Partisi’nin Siyasi İşler ve Koordinasyon Başkanı Danışmanı olarak görev yaptı. Özel Kalem Müdürü ve Müdür Yardımcısı
olarak 25 yıl içinde 18 bakanla çalıştı.
68 YAZ2014
BİZİM
DÜNYAMIZ
Yeni Yönetim Kurulumuz Belirlendi
Özel Kalem Müdürleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğimiz Genel Kurul sonrası ilk toplantısını Derneğimiz toplantı salonunda gerçekleştirmiş, Yönetim Kurulu görev dağılımları aşağıdaki şekilde belirlenmiştir.
Yönetim Kurulu Üyeleri
Üyelerimizden eski özel kalem müdürü
ve SİEMED’in yöneticisi
Ünal Yıldırım’ın, gönderdiği çiçekler
toplantılarımıza renk katıyor.
Ünal Kaya
Yönetim Kurulu Başkanı
(Diyanet İşleri Başkanlığı)
Mustafa Aydınalp
Başkan Vekili
(Sanayi Bak. Emekli Ö.K.M.)
Yasin Erdoğan
Dış İlişkiler Başkanı
(Başbakan Yrd. Emrullah İşler Ö.K.M.)
Cihan Pektaş
Strateji Başkanı
(Orman Ve Su İşleri Bak.Ö.K.M.)
Ahmet Akyol
Koordinasyon Başkanı
(Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bak. Ö.K.M.)
Tarkan Alpay
Teşkilatlanma Başkanı
(Sağlık Bakanlığı Ö.K.M.)
Cemil Yalman
Yönetim ve Org. Bşk.
(Çevre Ve Şehircilik Bak. Ö.K.M.)
Berrin Yolsal
Sosyal ve Kül. İşleri Bşk.
(Gençlik Ve Spor Bak. Ö.K.M.)
Mustafa Orhan
İdari İşler Başkanı
(Mamak Belediye Başkanlığı Bel. Bşk. Yrd.)
Hikmet Özkan
Mali İşler Başkanı
(PTT Genel Müdürlüğü Daire Başkanı)
Arzu Efilti
Basın ve Halkla İliş. Bşk.
(Vakıfbank)
Mustafa Bayrak
Genel Sekreter
(Tarım Eski Ö.K.M.)
www.ozelkalem.org
69
BİZİM
DÜNYAMIZ
Azmin Elinden Hiçbir Şey Kurtulamaz
Yıllarını bürokrasiye adamış Eski Özel Kalem Müdürü İsmail Kalyoncu başarının sırrını bizlerle paylaştı. Başarının sadece azim ve ısrara bağlı olduğunu dile getiren Kalyoncu, bir anısını da bize anlattı…
ceğim.” diyor. Sayın Müsteşar o an
Güçlü olan, yenilmeyen yalnız
yoktu. Kendilerine, portakal suyu
azimdir. Bu dünyada başarılı
ikram ettim. “Buyurun bir arzunuz,
olanlarla olmayanlar arasındaki
talebiniz var mı?” dedim. “Hayır”
temel farklardan biri “azim”dir. Ne
dediler, “Biz bizim Yusuf’la görüşekabiliyet, ne eğitim, ne de çevre;
cektik.” Kalkmak istediler, içecekbunların hiçbiri azmin yerini alalerinin parasını vermek istediler,
maz. Kabiliyetli, eğitilmiş ve iyi bir
bende onlara “Kurumlarda böyle
çevreye sahip olduğu halde
bir şey olmaz, afiyet olsun” dedim.
sıradan kalabalıklar arasında kayTekrar “Bir arzunuz var mı?” diye
bolup giden nice insan var.
sordum, teşekkür edip ayrıldılar.
Başarı, sadece azim ve ısrara
Takriben 25 dakika sonra Sayın
bağlıdır.
Başbakan Turgut ÖZAL’ın Özel
Herkes yaşamının değişik
Kalemi “Sayın Kalyoncu” diye
dönemlerinde zorluklarla ve enseslendi. Heyecanlı bir şekilde
gellerle karşılaşır. Bu durum
“Buyurun efendim” dedim. “Sen inkarşısında sıradan insanlar zihinsanları odana sokmuyormuşsun,
lerinde kendilerini çökmüş olarak
ikramlarda bulunmuyormuşsun,
görürler, ezilmişlik ve bitmişlik
olur mu hiç?” Dilim tutuldu, donhissederler. ‘Batsın bu dünya!’,
İsmail KALYONCU
dum kaldım. Birkaç saniye sonra
‘Neden ben?’, ‘Kaderimse çekerÖzel Kalem Müdürü (Emekli)
kahkaha atarak “Seni tebrik ediyoim!’, ‘Acıların çocuğuyum!’ gibi
sesler duyarlar. Çünkü onlar şu- [email protected] rum. Devlette Özel Kalem Müdürü,
devlet adamı böyle olur işte. Vatannun farkındadır: İnsanın karşısına
daşın her talebini yapamazsınız, ama vatandaşları
çıkan hiçbir zorluk, ‘tamam buraya kadar’ demek için çıkdinleyeceksiniz, güler yüzlü olacaksınız, doğru yöne yönmaz. Her zorluğun bir amacı vardır; bizi daha ileriye
lendireceksiniz ve adil davranacaksınız. Sayın Kalyoncu,
götürmek. Zaten attan düşmemiş bîr yiğit veya ayağı
tekrar tebrik ediyor sizi kutluyorum. O ikram ettiğin kişilsürçmemiş bir at var mıdır? Önemli olan düştükten sonerden biri benim dayım ve komşusu. Tarafınızdan çok alara doğrulup yerden devam etmek değil midir? Başarılı inka ve ikramda bulunduğunuzdan, taleplerini söylemeyi
sanların hayatlarını incelediğimizde şunu görürüz: “Başarı
bile unuttular, utandıkları için bahsetmediler bile. Devlet
sadece azim ve ısrara bağlı.”
adamlığınızı gösterdiniz, gözlerinizden öperim.”
İnsanı, en üst makamlara, zirveye çıkaran azimdir. “Ya
Bu duygularla biz birbirimizi seveceğiz, işimizi sevesevdiğin işi yap, ya da yaptığın işi sev”.
ceğiz ve işimizin gereğini yapacağız. Zaten bir işte yükBu konuda bir anımı anlatayım; DPT Müsteşarı Sayın
sek performansa ulaşmanın temel gerekliliklerinden birisi
Dr. Yusuf Bozkurt ÖZAL’ın Özel Kalem Müdürüyüm.
o işi büyük bir sevgi ve tutku ile yapmak değil midir?
Makama iki vatandaş geliyor “Bizim Yusuf’la görüşe-
70 YAZ2014
BİZİM
DÜNYAMIZ
Ziyaretler
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın Özel Kalem Müdürü
Mustafa Tarlacı’yı makamında ziyaret ettik
Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Nabi AVCI’nın Özel Kalem Müdürü
Abdülkerim Taş’ı ziyaret ettik...
Başbakan Yardımcısı Prof.Dr. Beşir Atalay’ın Özel Kalem Müdürü
Yardımcısı Burak Demiralp’ı ziyaret ettik
MEB Müsteşarı Doç. Dr. Yusuf TEKİN’in Özel Kalem Müdürü
Bülent Çiftçi’yi ziyaret ettik...
72 YAZ2014
;á;AAmHB;HåmHA?O;äå
±¯åO`B:`Hå>;Få:7>7å?O?I?å?Ö?DåÖ7B`áJ`A}å
I7O;D?P:;åmHA?O;‡D?DåKHA9;BB‡?åEB:KA€å
;B;9;AJ;å:;åJ;ADEBE@?C?PB;}å
8?HB?AJ;å>;Hå=mDå:7>7å?O?O;

Benzer belgeler