4. bölüm - İktisadi Araştırmalar Vakfı

Transkript

4. bölüm - İktisadi Araştırmalar Vakfı
PANEL OTURUMU
Banka Birleşmelerinde ve Satın Almalarda
Ana Strateji Ne Olmalı?
Başkan
: Y. Temel ENDEROĞLU
İ.A.V. Y.K. Üyesi ve Genel Sekreter
Üyeler (*) : Prof. Dr. Niyazi BERK
Bahçeşehir Üniversitesi İşletme Fakültesi
Öğretim Üyesi
: Cemal KÜÇÜKSÖZEN
S.P.K Ortaklıklar Finansmanı
Daire Başkanı
: Prof. Dr. M. Şükrü TEKBAŞ
İstanbul Üniversitesi
İşletme Fakültesi Dekanı
: Aziz TURHAN
B.D.D.K. Bankacılık Uzmanı
: Can YEŞİLADA
Şekerbank Yönetim Kurulu Üyesi
(*) Üyeler Soyadlarına göre alfabetik sıra ile
161
162
BAŞKAN: Y. TEMEL ENDEROĞLU
Değerli Konuklar, seminerimizin Panel bölümünü açıyorum. Hepinizi
saygılarımla selâmlıyorum.
Öncelikle, değerli panelistleri takdim etmek isterim soyadlarına göre alfebetik sıra ile,
Sayın Prof. Dr. Niyazi Berk, Bahçeşehir Üniversitesi İşletme Fakültesi
Öğretim Üyesi
Sayın Cemal Küçüksözen, SPK Ortaklıklar Finansmanı Daire Başkanı.
Sayın Prof. Dr. M. Şükrü Tekbaş, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi
Dekanı.
Sayın Aziz Turhan, BDDK Bankacılık Uzmanı.
Sayın Can Yeşilada, Şekerbank Yönetim Kurulu Üyesi.
Ve ben Y. Temel Enderoğlu, İ.A.V. Y.K. Üyesi ve Genel Sekreter. Paneli
yönetmeye çalışacağım.
Bu tanıtımdan sonra isterseniz, panel tekniği hakkında da bilgi vereyim.
Üç bölümden oluşacak. Birinci bölümde sayın panelistlerin 15’er dakikalık
bir sunuşları olacak. İkinci bölümde sorular varsa onları alacağız. Üçüncü
bölümde soruların cevaplanması, yada birinci bölümde söyleyemedikleri
konu varsa onlara devam etmek. Evet ben şimdi sözü Panelistlere bırakıyorum. Yine alfabetik sıra ile olacak. Sayın Niyazi Berk Buyurun.
163
164
PROF. DR.NİYAZİ BERK
Bahçeşehir Üniversitesi İşletme Fak. Öğretim Üyesi
BANKACILIKTA BİRLEŞME & SATINALMA STRATEJİLERİ
GİRİŞ
Ekonomide sağlanan iyileşmenin yanısıra AB ile üyelik görüşmelerinin
başlamasının yol açtığı olumlu bekleyişlerin de etkisiyle yabancı sermayenin Türk bankacılık sektörüne olan ilgisi, 2005 yılında ciddi boyutlarda artış
göstermiştir. 2005 yılında sözleşmeleri imzalanarak toplam 4,9 milyar dolar
tutarında hisse devri gerçekleştirilmiştir.
Birleşme (merger), bir firmanın kendi tüzel hukuki yapısını değiştirerek,
bir başkasıyla tek bir yönetim altında biraraya gelmesi olarak ifade edilebilir. 1980'li yılların başından itibaren, gerek Avrupa'da gerekse ABD'de makroekonomik gelişmelere ve düzenlemelere dayalı nedenlerle birleşmelerin
sayısı artış göstermiştir. Bu gelişme en çok etkilenen sektörlerin başında
bankacılık ve finans sektörü gelmektedir. İncelenmesi gereken temel nokta,
birleşme sonrasında bankaların yeterli performans artışını sağlayıp sağlayamadığı veya hangi tür birleşmelerin etkinlik ve karlılığı olumlu etkilediğidir.1
Ülkemize gelen yabancı bankaların pek çoğu, Türk bankacılık sektörü
toplamından daha fazla aktif büyüklüğüne sahiptirler. Önümüzdeki dönemde, yabancı bankaların da katkısıyla sektördeki rekabet ve kalitenin daha da
artacağı öngörülmektedir.
Türk bankacılık sektöründe birleşme ve satın almaları için belirgin strateji izlenmemiş faaliyetleri başarı ile devam eden bankaların arasında herhangi bir füzyon gerçekleşmemiştir. 1980 öncesi dönem hariç tutulduğunda
son yirmi beş yıldır bankacılıkta birleşme ve satın almalar, devir yöntemi ile
gerçekleşmiştir. Söz konusu devirde iki temel yöntem izlenmiştir:
• Kamu bankalarına devir ve
• Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu'na devir.
Özellikle 1999 ve 2001 yıllarındaki ekonomik kriz sonrası önem kazanan
1
Tbb banka birleşmeleri ve satın almaları, Lüizet Palombo, 1999
165
bankacılıkta yapısal değişim; Demirbank'ın İngiliz sermayeli HSBC tarafından satın alınması ile başlayan, İtalyan UniCredito - Koçbank, BNP Paribas
- TEB, Fortis - Dışbank, UniCredito/Koç - YKBile devam eden banka birleşmeleri veya devralmalar Türk bankacılığında yabancı sermaye ekonomik
gündemin en önemli maddesi haline gelmiştir. Türk bankacılık sektöründe
yabancı sermaye önemini kavrayabilmek için konuyu dünya ekonomisi içinde değerlendirmek gerekir.
1944 yılında yeniden yapılanan dünya para sistemi Bretton Woods Konferansı'nda belirlendi. Bu sistem zaman zaman karşılaşılan sorunlara rağmen 1970'lerin başına kadar devam etti. 1971 yılında Amerikan dolarının altına konvertibilitesine son verilmesinin açıklanması ile pazarlar açısından
yeni bir dönem başlamıştır. Ayrıca 1970'li yıllardaki petrol şoklarının ardından yaşanan ekonomik krizlerle birlikte İkinci Dünya Savaşını izleyen çeyrek asırdaki ekonomik büyüme ve refah artışı, yerini durgunluk ve stagflasyona bırakmıştır. Böylece risk yönetimi finansal sistemde önem kazandı.
Ekonomik aktörlerin geçmişe göre daha riskli koşullara uyum için yeni
stratejiler geliştirmeye zorlandıkları bir dönem başladı.2 Bu dönemde politik
karar otoriteleri 'serbestleştirici', politikaları benimsediler. Ayrıca, iletişim ve
bilgi işlem teknolojilerindeki gelişmeler de ekonomik faaliyetin yapısını eskisi ile karşılaştıralamayacak düzeyde değişikliğe uğratmış ve artırmıştır. Bu,
bir bakıma 'küreselleşme' olarak adlandırılan sürecin bir parçasıdır.
Bu şartlar altında dışa açık ekonomilerde bankacılık sektörünün karşılaştığı durum kısaca özetlenebilir: Pazara giriş ve faaliyet koşulları büyük ölçüde serbestleştirilmiştir. Geleneksel anlamda banka olmayan fakat finansal hizmetler sunmaya başlayan firmalarla, pazara yurt dışından girişler ve
doğrudan giriş biçiminde değerlendirilemese bile yurt dışındaki finansal kurumların sınır-ötesi faaliyetleri finansal piyasalardaki rekabetçi baskıları artırmış; dolayısıyla pazar doygunlaşmış, kâr marjları düşmüştür. Böylece finansal kurumlar 'en azından' rekabet yeteneklerini sürdürebilmek için finansal yenilikler geliştirmek zorunda kaldılar.
Finansal yenilikler yeni ürünler, yeni süreçler ya da yeni pazarlar şeklinde gerçekleşmiştir. Yenilik kapsamında düşünülebilecek ürün, süreç ve pazar birlikte değerlendirilmelidir; zira her biri diğerlerini daha anlamlı kılabilecek şekilde etkilemektedir.3 Öte yandan tarihsel süreç içinde bankacılık alanında önemli büyük dış yatırım dalgası ön plana çıkmaktadır: İlki 1830'lu yıllarda başlayan ve İngiliz bankalarıyla Hollanda bankaları tarafından, yine bu
ülkelerin sömürgelerinde yapılan dış yatırımlardır.
2
3
LEE PETER (1996), "Eat or be Eaten", Euromoney, Ağustos sayısı s.28-42
BARADWAJ B, FRASER D. ve FURTADO E.(1990) "Hostile Bank Takeover Offers",
Journal of Banking and Finance, Sayı14, s.1229-1242
166
İkincisi ise 1960'lı yıllarda Amerikan ve Japon bankalarının gelişmiş ülkelerden gelişmiş ülkelere yönelik sermaye akımıdır. Her iki dalga da bankalar ülkelerinin çokuluslu firmalarını izlemek için dış yatırıma yönelmişlerdir. Üçüncü dalga ise 1990'larda sanayileşmiş Avrupa ülkelerinin bankaları
tarafından başlatılmıştır. Öncekilerden farklı olarak bu defa; dış yatırımın
gerisindeki temel motivasyon özellikle, perakendeci bankacılık olarak ifade
edilen doğrudan yerel finansal hizmetler talebinin karşılanmasıdır. Dış yatırımların yönü de sanayileşmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğrudur
ve belirgin şekilde dış yatırım çeken ülkeler Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile
Latin Amerika ülkeleridir.
Zira sözkonusu avantajlar, yatırımcı firmanın kendi ülkesindeki pazarda,
dış pazardaki ölçüde üstünlük sağlamıyor olabilir. Bu şartlar altında, herhangi bir dış yatırımcı firmanın dış yatırım kararında 'pazar arayışı', 'stratejik varlık arayışı', 'doğal kaynak arayışı' ya da 'etkinlik arayışı' belirleyicidir.
Öte yandan Stratejik Rekabet Yaklaşımı'na göre firmalar dış yatırım kararı verme sürecinde rakiplerini izleyerek rekabet yeteneklerini nispeten zayıflatmayacak yönde davranma eğilimindedirler. Böylece piyasadaki herhangi bir rakibin alacağı pozisyon diğerininki ile yakından ilgilidir.
Uluslararası bankalar genellikle gelişmiş ülkelerde kurulmuş büyük firmalar olup kendi ülkelerinden daha az etkin finansal sektörleri olan ülkelere yönelmektedirler. Sözkonusu bankalar güçlü sermaye ve gelişmiş yönetim yapıları sayesinde rekabetçi üstünlüğe sahiplerdir. Ayrıca ölçek ve kapsam ekonomilerini de belirtmek gerekir. Ticari bankalar; ölçek ve kapsam
ekonomilerinin (scale-and scope economies) üstünlüklerinden en iyi şekilde
yararlanırlar. Dolayısıyla dış yatırımı mümkün kılabilecek avantajlara sahip
olan söz konusu bankalar özellikle pazar ve stratejik aktif arayışı içinde, etkin olmayan dış pazarlara yönelmeyi tercih etmekte ve aynı özellikteki rakiplerinin davranışlarını yakından izlerler. Aktörlerden herhangi birinin bir
dış yatırım hareketine diğerleri tarafından en kısa zamanda tepki gösterilmektedir. Zira bu bankalar nisbî rekabet güçlerini coğrafî pazar konumlarını yitirmeyi istemezler.
Uluslararası bankalar açısından büyüme ve ekonomik istikrar potansiyeli beklenen getiri oranları yüksek olan ekonomiler önem kazanmaktadır. Pazara giriş yöntemi olarak 'yeni yatırım' ve 'organik büyüme' yerine 'satın almalar' tercih ediliyor. Zira banka satın almak kurmaktan daha düşük risklidir. Ülkemizde bunun tipik örnekleri gerçekleşmektedir. Başlangıçta 'stratejik işbirliği' ya da 'iştirak' şeklinde görülebilecek dış yatırım hareketlerinde bile uzun dönemde 'kontrol' gücünün ele geçirilmesi amaçlı hareketler sıkça
görülmektedir.
167
Banka Birleşmelerinin Nedenleri
Banka birleşmelerinin altında yatan nedenler incelendiğinde; makroekonomik konjonktürün, ülkelerin birleşme, vergi ve diğer yasal konulardaki düzenlemelerinin ve sektörel etkenlerin önemli olduğu görülmektedir.
Banka birleşmelerinin temel amacı, hisse sahiplerinin getirilerini arttırmaktır. Ayrıca, bankaların büyüme isteği, sinerji yoluyla elde edilecek ölçek
ekonomisi, yönetsel kazançlar ve vergi kazançları gibi nedenler de bankaları birleşmeye yöneltmektedir. Konu, bankaları ölçeklerine göre ayırarak
ele alındığında; büyük bankalar farklı coğrafi bölgede faaliyet gösteren küçük bankalarla birleşerek şube dağılım alanlarını genişletip, mevduat artışı
sağlamaktadırlar. Banka birleşmelerinin nedenlerini ve amaçlarını açıklamakta kullanılan dört hipotez bulunmaktadır:
i) Sinerji Hipotezi'ne göre, birleşen bankalar ölçek ekonomisi sağlayarak sinerji yaratabilirler. Bu sayede hem hisselerin fiyatları hem de bankaların karının artması bekleniyor.
ii) Çeşitendirme Hipotezi'ne göre, banka birleşmeleri ürün ve hizmet
yelpazesini çeşitlendirerek, faaliyetlerini, daha geniş bir coğrafi alana yayarak riski azaltır. Risk azaltıcı çeşitlendirme, banka satın almada alıcı banka
ve hedef bankanın hisse fiyatlarının artmasını sağlar.
iii) Pazar Payı Hipotezi'ne göre, bankalar piyasadaki rakiplerinden biriyle birleşirse piyasadaki fiyat rekabeti azalır böylece birleşenlerin pazar
payı artar. Ürün fiyatı artarken, gözetim maliyetleri azalacağından iki bankanın da hisse fiyatlarının artması beklenir.
iv) Yönetici Fayda Maksimizasyonu Hipotezi'ne göre, bir banka yöneticisi banka birleşmesini yalnızca hisse sahiplerinin karlarının artması için
değil; kendi iş güvenliğini sağlamak ve faydasını maksimize etmek amacıyla da isteyebilmektedir. Bu durumda toplumsal refahta artış yoktur.
Bu arada, finansal hizmetlerde küresel gelişmeler gelişmiş ülkelerdeki
bankalar için özellikle sermaye piyasalarından ve banka dışı kesimlerden
gelen çok ciddi bir rekabet baskısı yaratmıştır. Gelişmiş ülkeler açısından finansal hizmetler sektörüne yönelik gelişmeler;4
•
•
Banka dışı sektörlerden gelen baskı,
•
Sınır ötesi faaliyetlerin cazip hale gelmesi,
•
4
Küresel rekabet,
Geleneksel hizmetlerin kar marjlarının düşmesi,
TBB; Bankacılar Dergisi,Sayı 52, 2005, s:3
168
•
Operasyon giderlerinin düşürülmesi amacıyla ölçek ekonomisi arayışı olmuştur.
Yabancı sermayeli bankaların sektör payları incelendiğinde; AB'nin gelişmekte olan ülkelerinde yabancı bankaların sektör toplam sermayesi içindeki payının yüzde 50'lerin üzerine çıktığı görülmektedir. Çek Cumhuriyeti'nde sektörde yabancı bankaların payı yüzde 80'nin, Macaristan'da yüzde
70'in, Polonya'da yüzde 60'ın üzerindedir. Bu oran Latin Amerika ülkelerinden Arjantin'te yüzde 50'ye, Brezilya'da ise yüzde 30'a yakındır.
İşbank
Total Assets Total Ions Deposits
BV
BV
No.of
No.of
(bin YTL) (bin YTL) (bin YTL) (bin YTL) (bin YTL) branches employees
70.1
28.0
42.0
8.3
5.3
Akbank
56.2
27.7
35.6
6.2
4.0
Vakıf Bank
33.8
22.6
3.8
2.5
Ziraat Bank
Garanti Bank
67.6
46.7
Halk Bank
32.6
Market share
(%)
7.2%
Raking in
Turkish
banking system
6
14.1
25.2
16.1
57.4
27.0
4.5
3.9
9
26.2
2.9
4.5%
9.0%
5.8%
8
5
7
Operasyonların Etkinliği-Ölçek Ekonomisi
880
17.866
67
11.648
2.9
1.146
2.5
459
1.9
590
11.202
9.1%
8.1%
311
4
21.210
11.165
7.396
4
Bankacılık sektöründe ulusal operasyonların toplam operasyonlar içinAKTİF
BÜYÜKLÜĞÜ
deki payının yüksekliği, ölçek
ekonomisi
arayışları ve ulusal piyasalara yabancı
bankaların
girişi
açısından
oluşturulan
Milyon USD 2000
2001
2002
2003dirençten
2004 kaynaklanmaktadır.
2005
2006
Ancak, 1989-1995 dönemine göre (yüzde 78) ulusal operasyonların
sektörHaziran
deki
payı
azalmaktadır.
Sektörler
Toplam
155.237
117.550 130.116
178.925
228.337 295.585
284.012
Finansal hizmet
sektöründeki
birleşme
ve satınalma
operasyonlarında
Mevduat
son
yıllardaki hızlı artışın nedenleri; finansal serbestleşme (financial dereBankaları
148.335uluslararası
119.969 124.342
171.571
219.898 286.004
274.771
gulation),
piyasaların
birleşmesi
(international
integration),
ka-
Kamufazlalığı/finansal
53.151 bozulma,
37.596 41.500
59.559
79.653 piyasaya
92.692 giren
83.572
pasite
demografik
gelişmeler,
yeni Özel
katılımcılar, Euro'ya
ve teknolojik
ilerleme
şeklinde
sınırlandırılabi73.588 geçiş
66.75
73.093 101.925
131.091
176.503
173.435
lir.Fon
Sözkonusu faktörler
bir şekilde
13.192 global
3.982 finansal
5.696 alanların
5.113 hızlı
1.444
1.384değişimine
666
veYabancı
sonuçta rekabet
baskısını
yoğunlaştırarak
birleşme
ve
devralma
operas8.403
3.616
4.053
4.974
7.709 15.425 17.098
yonlarının artmasına neden olmaktadır. Sözkonusu faktörler arasındaki baKalkınma
ğımlılık
nedeniyle6.902
birbirlerini
karşılıklı
ve Yatırım
5.581
5.774etkilemektedirler.
7.354
8.440Sözgelimi;
9.580 teknolo9.241
jikBankaları
değişiklikler finansal globalleşmeyi hızlandırarak, mevduat ve krediye yönelik teknolojik yenilikler finansal serbestleşmeyi özendirmiştir. Bilgisayar
169
Cze
Kom
Erst
Ave
Hun
OTP
Aera
Isra
Hap
Leum
Ave
Pola
PKO
Pek
BPH
Ban
Ave
Rus
Şek
Ave
LAT
Ban
Ban
Ban
Gru
Gru
ve iletişim alanındaki gelişmeler, işlem maliyetlerini düşürmektedir. Böylece
yeni enstrümanlar geliştirilmiş, hizmetler arasında bölünmeye neden olan
engeller ortadan kalkmıştır. Ayrıca müşteri davranışlarındaki değişim, yöneticilerin, teknolojik gelişimlerin avantajından yararlanarak daha düşük maliyetle, daha geniş bir müşteri kitlesine ulaşmasını böylece ölçek ekonomilerinden yararlanmalarını sağlamıştır. Performansı düşük işletmeler, birleşmeye yönelme ya da operasyonlarını azaltma yönünde baskı altına girmişlerdir.
Bu süreçte finansal hizmet sunan kuruluşlar aşağıdaki gibi bölümlenebilir:
•
Belirli bir coğrafi alanda faaliyet gösteren finansal kuruluşlar
•
Ölçek ekonomisi ve globalleşme gerektiren ürünler (örneğin nakit yönetimi, yatırım bankacılığı, saklama vb hizmetler sunabilen toptan ticari ve yatırım bankaları
•
Belirgin bir ürün ya da hizmette özel bankacılık, perakende işlemler
vb alanda uzmanlaşmış finansal kurumlar
Bazı alanlarda rekabetin yoğunlaşması ve kar marjlarının daralması nedeniyle bankacılık, menkul kıymet ve sigortacılık sektörlerinde çok sayıda
firma, varlık yönetimini (asset management) potansiyel genişleme alanı olarak görmektedirler. Bazı kurumlar da, sosyal güvenlik fonlarının beklenen
artışlarından yararlanacak şekilde pozisyon alarak, portföy yönetim hizmetlerini kurumsal yatırımcılara kollektif yatırım ürünlerini (mutual funds, pension funds vb) sunmaktadırlar.
Bankacılık ve sigortacılık kaynaşması gerektiğinden, ürün ve hizmetlerin
sınır ötesi satılabilmesi her zaman karlılığı garanti etmeyebilir. Sözkonusu
sistem Avrupa'da ING, Fortis, Amev, Credit Suisse gibi gruplarda başarılı bir
şekilde uygulanmaktadır. ABD'de söz konusu sistem ile amaçlanan, Avrupa
bankaları ile rekabet ve iç talebi karşılanmasıdır.
Bankanın; ele geçirmelere (outright takeovers) ek olarak bazı finansal
kuruluşlar diğer kurumların önemli miktarda hisselerini satın almışlardır.
Sözgelimi ING; Netherlands BHF; Germany'de önemli miktarda hisse satın
alırken, KBC's: Belgium da Credit Commerciale de France'da hisse satın almıştır. Bazı finansal kuruluşlar ise küçük miktarda hisse swapları (equity
swaps) yaparak uluslararası işbirlikleri oluşturmuşlardır. Bu işlemlerin çoğu
bankacılık organizasyonları, sigorta firmaları ve yatırım bankalarının katılımı ile sınırları aşmaktadır. Son yıllarda bankalar tek durak bankacılığı "onestop shopping" yapmak üzere yatırım bankalarını satın alma yoluna gitmektedirler.
170
Altın Paraşüt
Altın Paraşüt (Golden parachutes); firma kontrölü el değiştirdikten sonra
firma çalışanlarının işsizlik sorunun azaltılması ve çalışanların çıkarlarında
yarattığı zarar karşısında doğacak olan tepkilerin azaltılmasına yardımcı olmak amacına yönelik olarak geliştirilmiştir. 1998'de yayınlanan bir başka çalışmaya göre, birleşme ve satınalma faaliyetlerini izleyen iki yıllık dönem
içerisinde, üst düzey yöneticilerin ortalama devir hızı %55' aşmaktadır. Diğer çalışanların durumları da üst düzey yöneticilerin durumları ile benzerlik
göstermektedir. Yöntemde özetle; bu faaliyetler sonucu işten çıkarılanlara
belirli bir ödemenin yapılacağı taahhüt edilmektedir. Bu şekilde yapılacak
olan ödemelerin, (hedef) firmayı elde etme maliyetini arttıracağından faaliyetlerin net karını azaltacağı ve bu durumun da alıcı firma için caydırıcılık
yaratacağı düşünülmektedir.
Paraşüt yönteminde düzenlemeler üç farklı seviyeden oluşmaktadır. İlki;
tepe yöneticileri için düzenlenen "altın paraşüt", ikincisi orta kademe yöneticiler için oluşturulan "gümüş paraşüt" sonuncusu daha alt düzey çalışanlar için olan "teneke paraşüt" olarak düzenlendiği görülmektedir.
Zehir Hapları
Zehir Hapları, firma pay sahiplerine ek paylara sahip olmalarını sağlamaya yönelik haklar vermek ve istenmeyen taleplerin önüne geçmek için
kullanılan bir yöntemdir. Hedef firma yönetiminin, dostça olmayan satın almalara karşı korunabilmek amacı ile kullandıkları bu yöntemde, pay sahiplerinin de haklarının korunmasına yönelik planlamalar yol gösterici olarak
alınmaktadır. Ancak yöntemin etkinliği hakkında bir kesinlik bulunmamaktadır.
Ana sözleşme değişiklikleri
Diğer bir yöntem, firmanın ana sözleşmesinde değişikliklere gidilmesidir.
Satınalınma olasılığını en aza indirebilmek için, örneğin yönetim kurulu üyelerinin üyelik süreleri ve değişimlerine ait kurallar oluşturulmaya çalışılmaktadır. Fakat ortak sayısının oldukça yüksek ve kurul üyelerinin ortaklık oranlarının tam tersi olması durumunda ise yöntemin etkin olduğu söylenememektedir.
Yeşil mektup
Yeşil mektup; (greenmail) ile hedef firma tarafından, dostça olmayan satın almaya son vermek amacı ile, oldukça büyük blok halinde hisse senetlerinin, belirli pay sahiplerinden yüksek fiyat ödenerek satınalınması söz konusudur. Hisse senetlerini satınalınacağı grup, genellikle hedef firma içerisindeki payını arttırma eğiliminde olan kişi ya da kişilerden oluşmaktadır.
171
Yeşil mektup, piyasadan hisse senetlerini toplayarak şirketteki sahiplik
oranını arttırmak isteyen bir ortağa, elinde bulundurduğu hisseler için daha
yüksek bir fiyattan alma teklifinde bulunulmasıdır. Böylece ortağın, şirketteki payını artırmasının önüne geçilmesi mümkündür.5
Banka Birleşme ve Satınalmalarında Devlet Politikaları
Politik karar otoriteleri, operasyonları sınırlayarak ya da özendirerek finansal sistemin yapısının belirlenmesinde rol oynar. Bazı durumlarda da
bankaların mülkiyetinin kamuya ait olması veya bankaların devlet tarafından direkt kontrolü yolu ile bankacılık sisteminin söz konusu yeniden yapılanmasını etkilemektedirler. Politik karar otoriteleri ve düzenleyici otoriteler
birleşme ve satınalma operasyonlarını dolaylı olarak belirler. Sözgelimi; esnek olmayan çalışma pazarı yasaları nedeniyle çalışan sayısını, maliyeti
azaltarak veya rekabeti azaltıcı operasyonların gerçekleştirilmesine izin verilmeyebilir.
Diğer önemli bir konu ise finansal sektördeki sistemik istikrardır. (systemic stability) Özellikle büyük ölçek birleşme ve satın almalar operasyonlarının gerçekleştirildiği Hollanda ve İsviçre gibi küçük ülkelerde büyük bir bankanın ödeme güçlüğüne düşmesi veya kurtarılması (bail-out) çok yüksek
maliyetlere yol açmaktadır.
5
Başak Turan; yayınlanmamış doktora tezi; "Şirket Birleşmeleri"
172
Bölgesel Birleşme ve Devralmalar
Bazı bölgelerde banka gözetim otoriteleri birleşmeleri, bu yönde özendirmektedir. Özellikle Japonya'da finansal bozulmalar sonucu gerçekleşen birleşme ve devralmalar operasyonlarının bir süre daha devam etmesi beklenmektedir. Asya'da finans sektöründeki konsolidasyonlar, ABD ve Avrupa ülkelerindeki konsolidasyonlardan daha yavaş gelişmekte ve genel olarak etkinlik arayışından çok, finansal yapısı bozulmuş finansal kuruluşlara kaynak
bulma amacıyla yapılmaktadır.
1980'lerin sonundaki "bubble" ekonomi sonucu oluşan donuk kredilerin
(bad loan) tasfiyesi tamamen gerçekleşmediğinden Japon bankalarının birleşmesi; ek birleşme operasyonları, zayıf performanslı kuruluşların satılması ya da tasfiyeye zorlanması şeklinde devam etmesi beklenmektedir. Japonya'da üç yıldır uygulanan "big-bang" reformları çerçevesinde başta komisyon ücreti olmak üzere bazı alanlardaki finansal serbestleşmenin gerçekleşmesi, yabancıların daha liberal finansal hizmet sektörüne ilgisini artırabilecektir.
Kore'de yabancı bankaların iç piyasaya girişini engelleyen düzenlemeler, yaşanan kriz nedeni ile ortadan kalkmış ve Koreli bankacılık yetkilileri,
mali yapısı bozulmuş olan finansal kuruluşların yeniden yapılandırılması ve
sermaye sağlanması için sadece yabancı kuruluşları finansal kaynakları,
173
risk yönetim metodları yönünden stratejik yatırımcı grubu olarak görmüşlerdir. Bu nedenle krize karşı alınan kararların bir parçası olarak yetkililer banka yönetimini güçlendirmeyi ve yabancı yatırımcıların ulusal kuruluşların
yüzde yüze varan stratejik hisselerini ele geçirmelerine izin vermektedir.
Finansal yapısı bozulmuş kuruluşları yeniden yapılandırırken, sınır ötesi
bağlantıların temel rol oynadığı başka ülke uygulamaları da bulunmaktadır.
Meksika ve diğer Latin Amerika ülkelerindeki bankacılık sisteminde ve Güneydoğu Asya'daki gelişmekte olan ülkelerin çoğunda son beş yılda yaşanan sistemik krizler ve sonucunda finansal kuruluşlarının sermayesinin
uluslararası standartlara göre düşük kalmıştır. Söz konusu ülkelerdeki finansal kuruluşların aktif kalitesini ve sermayesini artırma konusunda menkul kıymetleşme (securitisation), varlıkların direkt satışı ve mali yapısı zayıf
kurumların mali yapısı güçlü ulusal ya da yabancı kurumlarla birleşmesi kamu fonlarının önemli ölçüde genişlemesine yol açmıştır. Mali yapısı zayıf
kurumların bu yapılarının güçlendirilmesi süreci yabancı kurumlar için yeni
fırsatları ortaya çıkarmaktadır. Böylece OECD ülkelerindeki finansal kuruluşlar Latin Amerika ve Asya'daki bankaları satın almaya çalışmaktadır.6
ABD'de eyaletler arası (nationwide) operasyonlar devam ederken,
AB'de sınır ötesi operasyonlar ve büyük uluslararası bankaların finansal kuruluşlarla birleşmesi beklenmektedir. Asya ve diğer bölgelerde ise diğer ülkelerin bankaları tarafından ele geçirmeler yapısal sorunların çözüm yolu
olarak görülmektedir. Asya bölgesinde finansal hizmet sektöründeki konsolidasyonlar, ABD ve Avrupa ülkelerindeki konsolidasyonlardan daha yavaş
gelişmektedir ve genel olarak etkinlik arayışından ziyade, mali yapısı bozulmuş finansal kuruluşlara fon oluşturulması amaçlanmaktadır. Amerika'da finansal serbestleşme (deregulation) sonucu gerçekleştirilen konsolidasyonlar, eyaletler arasında şube ağının genişlemesi ile bölge ekonomilerindeki
performansın artırılmasına, portföy farklılaştırılmasına ve ödemeler sisteminin etkinliğine neden olmaktadır. Konsolidasyon faaliyetlerin çeşitlendirilmesi karlılıktaki riski düşürerek kuruluşun başarısızlık riskini minimum kılmaktadır.
Birleşme ve satın almalar açısından ABD ve Avrupa benzer özellik taşımakla birlikte serbestleşme sonucu özellikle eyaletler arası genişleme
ABD'de bankacılık konsolidasyonlarında lokomotif rolü oynarken, Avrupa'da bankacılık BASEL kriterleri ile getirilen serbestleşme, ulusal çıkarların korunması mekanizmasına dönüşmüştür. Böylece Avrupa Birliği bankaları (pan-European Banks) henüz Euro Bölgesinin temel bir özelliği olamamıştır. Bu konuda Avrupa'daki yaygın kanı finansal kuruluşların yabancıla6
VENNET V. RUDI (1996), "The effect of mergers and acquisitions on the efficiency and
profitability of EC credit institutions", Journal of Banking and Finance, Sayı 20, s.15311558
174
rın kontrolüne karşı korunmasıdır. Böylece Avrupa sınır ötesi bankacılığında (operasyonlar) karşı Basel direktifleri kullanılmaktadır.
Kara Avrupa'sında, bankacılık sektöründeki konsolidasyonlar aynı zamanda bölgedeki bankaların tek merkezden gözetimi konusundaki tartışmaları da gündeme getirmiştir. Maastricht Antlaşması çerçevesinde Avrupa
Merkez Bankasına bankaları denetim açısından tek yetkili merci olma görevi verilmemiştir. Euro Bölgesinde bankacılık sektöründe istikrarın sağlanması açısından "lender of last resort" ve Eurosisteminin bankaların gözetimindeki rolü ile ilgili tartışmalar Kıta Avrupasındaki birleşme ve satınalmalar operasyonlarının yoğunlaşmasına yol açar.
175
.098
666
.435
.572
.771
.012
06
iran
1%
4
02
96
65
48
10
66
of
yees
176
Czech Republic
Komeroni
Erste
Average
Hungary
OTP
Aerage
Israel
Hapoalim
Leumi
Average
Poland
PKO
Pekao
BPH PHK
Bank Zachodhi
Average
Russia
Şekerbank
Average
LATAM
Banco Do
Banco Bradesco
18.289
31.709
42.463
12.185
10.910
7.587
4.620
5.797
5.189
9.120
5.842
18.591
10.7
14.0
26.4
26.4
22.7
23.0
23.9
29.0
24.6
8.9
10.9
9.9
11.5
11.5
16.6
21.0
18.3
MCap
(US$ mn) 2005
8.1
11.3
21.0
21.0
19.5
20.1
20.1
23.2
20.7
5.7
5.8
6.3
10.3
10.3
14.0
16.6
15.3
8.3
9.9
19.0
19.0
17.9
18.2
18.2
20.3
18.6
8.8
9.9
9.4
9.5
9.5
12.8
12.9
12.8
P/E
2006E 2007E
2.5
3.8
12.0
12.0
4.5
4.2
3.8
4.4
4.2
1.6
1.6
1.5
3.6
3.6
2.8
2.4
2.6
P/BV
2005
2.0
6.2
4.5
4.5
4.0
3.9
3.5
4.1
3.9
1.4
1.3
1.3
2.7
2.7
2.2
2.0
2.1
2006E
1.7
5.1
3.7
3.7
3.7
3.6
3.3
3.8
3.6
1.3
1.2
1.3
2.3
2.3
2.5
1.7
2.1
2007E
17%
15%
15%
15%
15%
14%
11%
12%
13%
13%
12%
12%
26%
26%
17%
8%
13%
2005
13%
16%
10%
10%
14%
14%
11%
11%
12%
12%
11%
12%
22%
22%
15%
8%
11%
11%
19%
6%
6%
13%
13%
10%
10%
11%
11%
10%
11%
18%
18%
14%
6%
10%
6.5
3.9
1.2
1.2
3.2
3.4
2.9
2.7
3.0
8.0
8.0
8.0
7.4
7.4
6.1
3.4
4.7
6.3
2.5
2.3
2.3
3.6
3.5
3.0
2.7
3.2
8.6
8.5
8.6
8.1
8.1
6.6
3.9
5.2
6.1
3.6
1.7
1.7
3.5
3.5
3.0
2.7
3.2
8.4
8.2
8.2
7.7
7.7
5.7
3.7
4.7
RONE (%)
ROAE/P/PV (%)
2006E 2007E 2005 2006E 2007E
666
241
098
177
10.0
18.3
14.2
12.5
8.6
9.3
12.6
11.2
10.0
11.2
11.3
10.9
11.7
12.4
16.1
15.1
13.8
12.0
18.4
19.1
20.1
13.1
8.1
15.7
8.7
8.7
9.2
9.2
7.7
15.5
11.3
10.1
7.0
9.1
10.6
10.1
8.6
9.3
9.9
9.5
7.6
7.6
8.7
8.7
P/E
2006E 2007E
14.0
10.3
14.9
12.9
13.5
15.7
12.3
11.4
10.0
10.0
12.1
12.1
2005
14.7
12.4
18.3
14.0
Source: Bloomberg,ISE, RJ estimates
MCap
(US$ mn)
Banco Itau Brazil
31.794
Grupo Fin. Banorte 6.515
Grupo Fin. Inbursa 4.882
Average
South Korea
Kookmin Bank
26.525
Average
South Africa
ABSA Group Ltd.
8.806
Average
Turkey
Large-Caps
Akbank
12.525
Garanti
6.558
İşbank
11.478
Vakif
6.017
Average
Mid-caps
Bank Asya
851
Denizbank
3.103
Finansbank
4.986
Fortis
1.210
TEB
767
TSKB
601
Average
3.8
3.8
4.8
1.5
2.2
1.5
2.9
2.6
2.3
1.6
1.9
2.3
2.3
2.3
2.2
2.2
P/BV
2005
4.5
3.2
1.6
3.1
2.1
3.5
3.9
1.5
1.9
1.6
2.4
2.8
2.1
1.8
2.0
2.2
2.1
2.1
1.8
1.8
2006E
6.4
3.0
1.5
3.8
1.7
3.1
3.2
1.4
1.7
1.5
2.1
2.5
1.9
1.7
1.8
2.0
1.8
1.8
1.5
1.5
3.6
2007E
5.2
2.5
42%
23%
29%
8%
18%
21%
24%
23%
20%
11%
17%
18%
25%
25%
21%
21%
2005
20%
13%
15%
16%
27%
20%
30%
12%
24%
16%
22%
24%
22%
15%
17%
20%
22%
22%
16%
16%
24%
21%
31%
15%
26%
17%
22%
26%
23%
19%
19%
22%
20%
20%
13%
13%
11.0
6.0
6.0
5.2
8.3
14.7
8.5
8.7
8.9
6.9
9.0
8.4
11.1
11.1
9.6
9.6
12.9
5.7
5.7
8.1
12.4
10.3
9.5
8.7
10.3
8.3
8.6
9.0
10.4
10.4
9.1
9.1
14.3
6.8
9.7
10.1
15.4
11.4
11.3
10.4
12.5
11.1
10.7
11.2
10.9
109
8.9
8.9
RONE (%)
ROAE/P/PV (%)
2006E 2007E 2005 2006E 2007E
21%
23%
4.5
3.3
4.5
11%
10%
4.1
3.7
3.9
15%
9.2
10.2
15%
16%
5.7
5.2
4.5
Base lII Kriterleri
2007 yılında uygulanmaya başlanacak olan Basel II kriterleri ile birlikte
gelişmekte olan ülke bankaları, en azından başlangıçta uzunca bir süre,
kredi riski için Standart Yöntemi kullanırken, G-10 ve AB'deki bankalar kredi riski için İçsel Yöntemlerin kullanımına daha öncelikle geçebileceklerdir.
Bu durum, sermaye yeterliliği konusunda karşılaştırılmalı üstünlüğe sahip
olacak gelişmiş ülke bankalarının, gelişmekte olan ülkelerdeki bankalarla
birleşmeleri, onları satın almaları şeklinde yaşanacak bir konsolidasyon sürecini başlatabilecektir.
Yabancı sermayeli bankaların Türkiye piyasasında hitap ettikleri alanları ve ürün portföylerini genişletmeleri sektördeki rekabet yapısını etkileyen
iklimini değiştirecek bir gelişmedir. Yabancı sermayeli bankaların başlıca
avantajlarının sermaye güçleri ve uluslararası piyasalardan daha düşük
maliyetli fon temin etme imkânları olacağı düşünülmektedir. Yabancı sermayenin bilgi ve teknolojik yenileşme başta olmak üzere ülkeye çok şey kazandırır. Ancak yaşanan son finansal krizler karşısında yabancı menşeili bankaların verdiği tepki de dikkate alınmalıdır. Yabancı bankaların bankacılık
sektörü içindeki payları %40'ı aşmadığı sürece sektör açısından önemli bir
tehlike oluşturmaz.
•
•
•
•
178
Üç ülkede de bankacılık birleşme ve devralmaları sistemi krizden çıkış döneminde hızlandırıcı etki yaratmıştır. Her ülke birleşme ve devralmalar konusunda değişik standartlar oluşturmuştur.
Eylül 1998'de Endonezya'da dört kamu bankası "Bank Mandiri" adı
altınada tek bir bankada toplanmıştır. Bu bankaların kötü aktifleri, yapılandırma kurulu IBRA'ya aktarılmıştır. Takipteki alacakların büyük
kısmının Bank Mandiri'ye kalması kararlaştırılmıştır. Bununla birlikte
bankanın uluslararası şirketlerin danışmanlığından faydalanmaları
tavsiye edilmiştir. Endonezya'da krizden sonra yabancı bankaların
devralmalarına olumlu bakılmış, yapılan hukuki değişikliklerle yabancıların banka sahibi olmalarına izin verilmiştir.
Tayland'ta da yabancı bankaların banka devralmalarına olumlu olarak bakılmış ve bu yönde hukuki düzenlemeler yapılmıştır. Yabancı
bankaların ulusal bankaların hisselerinin büyük çoğunluğunu bulundurma imkânı verilmesine rağmen bu 10 yıllık bir süre ile kısıtlanmıştır.
Malezya'da Eylül 1999 itibariyle bankaların ve mali kuruluşların altı
büyük grup içinde birleşmeleri öngörülmüştür. Ayrıca yabancı bankaların ulusal bankalardaki hisse payı en fazla %30 ile sınırlandırılmıştır.
ABD'deki rekabeti korumaya yönelik yasaların tarihçesi oldukça eskidir..
İlk kez 1890'da uygulanan Sherman Yasasına göre tekelleşmeye yönelik firma birleşmeleri, ülke içinde veya dışında suç sayılıyordu. 1914 yılında yapılan Clayton Yasası ise, fiyat ayrımcılığı (price discrimination) ve iki firmanın birleşmesi gibi konuları ele alarak rekabeti engelleyici davranışlara sınırlama getirmiştir. Sonraki yıllarda bu iki yasa değişen şartlara göre yeniden düzenlenmiştir. Şu anda 1960 ve 1966 Banka Birleşmeleri Yasalarıyla
birlikte yürürlükte olan Clayton Yasasının 7.bölümü rekabete potansiyel tehdit oluşturan birleşmeleri iptal etme gücüne sahiptir.
Yasanın uygulayıcısı olan komisyon sunulan birleşme taslağının rekabeti olumsuz etkileyip etkilemeyeceğine 30 gün içinde karar vermektedir. Bu
uygulama genelde küçük bankaların birbirleriyle yaptıkları yatay birleşmeleri onaylarken; fiyatlar üzerinde olumsuz etkileri olacağı düşüncesiyle büyük
bankaların yatay birleşmelerine onay vermemektedir.(Bunun bir istisnası,
1991 yılındaki, Chemical Bank ve Manufacturers Hannover birleşmesidir.)
Sherman Yasasının 2.bölümü ise AB Yasasının 86.maddesiyle benzemektedir. Yine de 86. madde tekelci gücün nasıl elde edildiğiyle değil, mevcut
durumda nasıl kullanıldığıyla ilgilenmesi yönüyle Sherman Yasasından ayrılmaktadır. ABD Antitröst yasaları, AB Yatay Birleşmeler Talimatı'na göre
daha ağır yaptırımlar getirdiği için uygulamada daha etkilidir.
Birleşme ve Satın Almalarının Banka Performansına Etkisi
Birleşme öncesi ve sonrası banka performansının karşılaştırılmasında
banka karlılığı ve faaliyet etkinliği önem kazanır. Böylece, elde edilen kazançların gelir veya maliyet kaynaklı olduğuna karar verilebilir. Birleşmelerle ilgili yapılan çalışmalarda gözlenen kazançlar genelde yalnızca gelir kalemlerinde yer almaktadır. Aynı büyüklükte iki küçük bankanın birleşmesi
sonrasında sinerji etkisi pazar payı artışı yoluyla brüt gelir artışında sağlanır. Büyük bankalar ise birleşme sonrası brüt gelir artışını, piyasadaki hakim
pozisyonlarından yararlanarak yarattıkları fiyat artışı ile sağlayabilmektedirler. Kısaca; maliyetler açısından etkinlik sağlanması her zaman gerçekleşmeyebilir. (A.N.Berger,1993).
Öte yandan, toplam maliyetin düşmesi ile etkinlik artışı arasındaki fark
da belirlenmelidir. Maliyet azalışı, personel sayısı azaltarak gerekse ekonomik olmayan şubeleri kapatarak elde edilen maliyet küçülmesidir. Oysa bir
etkinlik artışı olup olmadığını gözlemek için, toplam maliyetlerde anahtar bir
rol oynayan işgücü maliyet oranının (personel ücretlerinin toplam aktiflere
oranı) ve faaliyet giderleri oranının (toplam faaliyet giderlerinin toplam aktiflere oranı) birleşme öncesi ve sonrası değerlerini karşılaştırmak gerekmektedir. Performans değişimini saptamanın bir yolu da, öz kaynak getirisi (ROE), aktif getirisi (ROA) gibi karlılık oranlarını incelemektir.
179
Milyon USD
Sektörler
Toplam
Mevduat
Bankaları
Kamu
Özel
Fon
Yabancı
Kalkınma
ve Yatırım
Bankaları
SONUÇ
2000
AKTİF BÜYÜKLÜĞÜ
2001
2002
2003
2004
2005
2006
Haziran
155.237 117.550 130.116 178.925 228.337 295.585 284.012
148.335 119.969 124.342 171.571 219.898 286.004 274.771
53.151
37.596
41.500
59.559
79.653
92.692
83.572
13.192
3.982
5.696
5.113
1.444
1.384
666
73.588
8.403
6.902
66.75
3.616
5.581
73.093 101.925 131.091 176.503 173.435
4.053
5.774
4.974
7.354
7.709
8.440
15.425
9.580
17.098
9.241
1990'lı yıllardan itibaren birçok ülkede uygulanan serbestleşme politikaları ile yabancı bankaların şube açmalarına ve banka kurmalarına izin veren düzenlemeler, gelişmekte olan ülkelerde yaşanan bankacılık krizleri,
uluslararası sermaye akımları, teknolojik yenilikler özellikle gelişmekte olan
ülkelerde yabancı bankaların sektördeki payının önemli ölçüde artmasına
yol açmıştır. Bu gelişmelere bağlı olarak, yakın dönemde birçok gelişmekte
olan ülkede yapısal değişiklikler yaşanmıştır ve yaşanmaktadır.
180
Pola
PKO
Peka
BPH
Bank
Aver
Rus
Şeke
Aver
LATA
Banc
Banc
Ban
Grup
Grup
Ave
Sou
Koo
Ave
Sou
ABS
Ave
Turk
Larg
Akb
Gara
İşba
Vaki
Ave
MidBan
Den
Fina
Fort
TEB
TSK
Ave
Sour
İstikrar, sağlanmasının ardından Avrupa Birliği'nden görüşme tarihi alınmasıyla birlikte yabancı bankaların Türkiye'ye ilgisi artırmıştır. Özkaynak ve
rekabet konusunda sıkıntı yaşayan Türk bankaları yabancı kaynak transferi ile kârlılıklarını artıracak ve rekabet kalitesi artacaktır.
Yabancı bankalar, ölçek ekonomilerinden, çeşitlendirme ile ve riski yayma özelliklerinden ve uluslararası finansman merkezleriyle doğrudan bağlantılarından dolayı, en son kredi araçlarını ve teknolojisini hızla transfer
ederek ve rekabeti artırmaktadır. Artışı, teorik olarak marjinal bankaların piyasadan çekilmesine aynı zamanda daha kaliteli hizmet sunumuna katkı
sağlar.
Bankacılık otoriteleri yabancı bankaların pazar paylarının artmasını bir
anlamda ülkede istikrar ve güven ortamının oluşması şeklinde yorumlamaktadır. Uluslararası derecelendirme kuruluşu Fitch yabancı bankaların gelecek ve kârlılık gibi iki temel ögeye odaklandığına dikkat çekmektedir. Diğer
taraftan yabancıların gelmesi yetersiz mali piyasalarının derinleşmesine ve
krizlere daha dayanıklı hâle gelmesine katkı sağlar. Böylece faizlerin düşen
kredi piyasasını canlandırır, kurumsal yönetimin gelişmesini özendirir.
Halen Türkiye'de %24 olan yabancı banka payı liberalleşme ve Avrupa
Birliği'ne katılma yolunda olan benzer gelişmekte olan ülkelerin pazarları ile
karşılaştırıldığında düşük olduğu görülmektedir. Yabancı bankalar birleşme
ve satınalma durumunda ülkeye döviz girişi sağlayacakları için ödemeler
dengesi ve cari açığın azalmasına önemli katkı sağlar. Ayrıca uluslar arası
rekabet yoluyla büyüme ve gelişme yolunda olan Türkiye'nin banka dışı sermayeyi davet ederken bankaların sermaye girişini sınırlandırma getirmesi
de anlamlı olmaz. Türkiye'nin büyük ticaret bankalarını uluslar arası rekabete de açmayı da özendirmesi gerekir. Bu açıdan bir kamu ve özel bankanın dünyanın her tarafında temsilini özendirerek ekonominin ihtiyacı olan
bilgi birikimi ve ticaretin geliştirilmesi konusuna katkı sağlayacaktır. Buna
teşvik sağlayacağı gibi kamu bankalarının uluslararasılaştırılması özendirilmesi yoluyla da gerçekleştirilebilir.
KAYNAKLAR
•
•
•
Background Note on Mergers and Acquisitions in the Financial Services
Sector, OECD, Directorate for Financial, Fiscal and Enterprise Affairs
Committee on Financial Markets, 6 October 1999
The Economics of Bank Mergers in the European Union: A rewiew of
Public Policy Issues, OECD, Directorate for Financial, Fiscal and Enterprise Affairs Committee on Financial Markets, 15 September 1999
Mergers and Acquisitions, European Commission Directorate-General
for Economic and Financial Affairs, Supplement A, No:2, February 1999
181
•
Financial Times, Friday, October 15 1999
•
AB DANIŞMANLIK (1996), AT Birleşme Yönetmeliğinin Bankacılık ve Finans Sektörüne Uygulanması , AB Danı_manlık, 27.12.1996 sayısı
•
BARADWAJ B, FRASER D.ve FURTADO E.(1990) "Hostile Bank Takeover Offers", Journal of Banking and Finance, Sayı14, s.1229-1242
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Journal of Banking and Finance, February 1999
ANIK GÜLGÜN (1994), "Joint Ventures with a dominant position under
EC Competition Law", METU Studies in development, Sayı 21(3), s.295321
BERGER A.N.(1993), "The efficiency of financial institutions", Journal of
Banking and Finance, Sayı 17, s.232-238
BRÖKER G.(1989), "Competition in Banking", OECD
LEE PETER (1996), "Eat or be Eaten", Euromoney, Ağustos sayısı s.2842
MOLYNEUX P., ALTUNBAŞ Y. ve GARDENER E.(1994), Efficiency in
European Banking-8.ci bölüm, New York,Wiley& Sons Press
RHOADES S.A (1993), "Efficiency effects of horizontal (in-market) bank
mergers", Journal of Banking and Finance, Sayı 17, s.411-422
SIEMS THOMAS (1996), Bank Mergers and Shareholder Wealth, FED
of Dallas, s.1-12
VENNET V. RUDI (1996), "The effect of mergers and acquisitions on the
efficiency and profitability of EC credit institutions", Journal of Banking
and Finance, Sayı 20, s.1531-1558
•
Başak Turan; “Şirket Birleşmeleri", yayınlanmamış doktora tezi; İstanbul,
2006
•
TBB; "Banka birleşmeleri ve satınlamaları" Bankacılar Dergisi, Mart,
1997
•
Aydın Öztunalı; Rekabet Kurumu Uzmanlık Tezleri Serisi 2005
•
•
TBB; Bankacılar Dergisi, Sayı 52, 2005,
TBB; "Banka birleşmeleri ve devralmaları sorunları, önlemler ve öneriler"
Bankacılar Dergisi, Mart, 1997
•
Bankacılar Dergisi Sayı, 42, Tuba Ayan Yakıcı, Fikret Çankaya
•
www.finanskulüp.com
•
•
182
Ekonomik Araştırmalar Birliği, Hayrettin Demircan; "Dünya'da Ve Türkiye'de Yabancı Sermaye Stratejileri", 2002
www.ekonomistler.com
CEMAL KÜÇÜKSÖZEN
SPK Ortaklıklar Finansmanı Daire Başkanı
Öncelikle, böyle güzel bir toplantıyı düzenleyip, izleyici sayısının fazla
olup olmaması durumu değiştirmiyor aslında. İktisadi Araştırmalar Vakfı yönetimine, başta sayın başkanı Orhan hocam olmak üzere teşekkür ediyorum ve siz sayın izleyicilerime ve panelistlere de beni dinlemek zahmetine
katlanacağınız içinde teşekkür ediyorum.
Banka birleşmeleri konusuna bende biraz sermaye piyasası açısından
bakacağım. Ve öncelikle sunumumu öngörülen 15 dakikalık süre içerisinde
tamamlamak üzere. Türkiye’de gerçekleşen banka birleşmeleri ve devralmalarını, burada ortaya çıkan ve yabancı sermaye ağırlıklı yabancılaşmaya
yönelik bazı tartışmaları sermaye piyasası kurulu olarak bu işin hangi boyutunda yer aldığımızı ve en son olarakta beklentileri kısaca özetlemeye çalışacağım.
Tabloda gördüğünüz üzere, 2000 yılından sonra bir şekilde yabancı sermaye tarafından devralınmış veya hakim ortak olunmuş bankaların, üçü hariç diğerleri sermaye piyasasında hisse senetleri işlem gören, halka açık
bankalar. Demirbank’ta halka açık oran yok çünkü o daha önce halka açık
banka idi, TMSF’ye devrinden sonra tamamı HSBC Banka satıldı. C Bank,
Tekfenbank ve MNG’de zaten aktif büyüklüğü olarak, pay olarak oldukça
düşük paya sahip bankalar. Dolayısıyla 2000’li yıllardan sonra yoğun bir şekilde, yabancıların Türkiye’de banka satın almaları veya bir şekilde ortak olmaları söz konusu. Birde yabancılara satışı söz konusu olan bankalar var.
Akbank, Oyakbank, Alternatifbank, Tekstilbank. Anadolubank, Oyakbank
konuşuluyor, Akbank’ın ki de gerçekleşmek üzere. Şimdi T.M.S.F. tarafından yürütülen birleşmeler var, onu da hepimiz biliyoruz. Birde gönüllü olarak gerçekleşen birleşmelerde ben iki tane örnek biliyorum. Bir, doğuş gurubunun Körfezbank, Osmanlı Bankası ve Garanti Bankasını birleştirmesi
var 2001 krizinden sonraki süreçte. Birde, en son olarak Koç gurubunun satın aldığı Yapı Krediyi, İtalyan ortağıyla satın aldığı Yapı Krediyi Koç Bankla birleştirmesidir. O da yeni tekemmül etti bildiğiniz gibi. Dolayısıyla diğerleri aslında T.M.S.F.’nin bünyesinde olan bankaların, birleşmesinde şeklinde olmuş veya yabancılar tarafından satın alınmış, ele geçirilme şeklinde
gerçekleşmiş.
183
Peki neden birleşme ve satın almalar son dönemde arttı; Metin Beyde,
Niyazi hocamda buna kısmen değindiler. Esas itibariyle tabii bir ülkede bir
pazara gireceğiniz zaman, herhangi bir sektöre gireceğiniz zaman, orada
bir hukuk güvenliğini, kural hakimiyetini ararsınız. Birde kamuya açıklanan
elde edilebilir, ulaşılabilir bilgilerin güvenirliliğine bakarsınız. O anlamda hisse senetleri borsada işlem gören, dolayısıyla kamuya periyodik olarak bilgilendirme yapan bankaların talep görmesi ve onların yabancılarla birleşme
veya devralmaya konu olması da zaten bu durumu net olarak kanıtlıyor.
2001’de yaşadığımız krizden sonra B.D.D.K. tarafından yapılan düzenlemeler, birazda zoraki belki dozu konusunda çok tartışmalar var çok, insan
haklarına aykırı olduğu dahi tartışılan düzenlemeler var. O bir kere bankaların daha şeffaf, daha saydam olmasına imkan verdi. Tabi daha önce söylenildiği üzere ürün ve hizmet yelpazesini geliştirme, daha geniş coğrafi alana yayılma suretiyle risklerin azaltılması ve Pazar payının artırılması isteği
de var. Yabancı ilgisini de ayrıca değerlendireceğim. Birleşmenin sahiplerini geçeceğim, çünkü o ayrıntılı olarak zaten anlatıldı Metin Bey tarafından.
Satın almaların yurtiçi, yurtdışı ayağı ağırlık olarak Türkiye’de yurtdışı
satın almalar görülüyor. Bankacılık sektörüne yabancıların ilgisine baktığımız zaman, 2001’den sonra çok artmış görüyoruz. Oran konusunda
B.D.D.K.’nın verileriyle, Metin Beyin verileri biraz farklı. Ben orada % 25’e
yakın, % 20’nin üzerinde bir rakam görüyorum. % 35’ten bahsedildi, halka
açık bankalarda. Borsada yabancı fonların veya yatırımcıların sahip olduğu
paylar dışında tutulduğu zaman % 24 gibi bir pay B.D.D.K.’nın ve Merkez
Bankası’nın verilerine göre Haziran itibariyle öyle. Şimdi burada, hisse senetleri borsada işlem gören şirketlerde biliyorsunuz yabancı hakimiyeti aşağı yukarı % 65-70 arasında dalgalanıyor. Şuan 65’in biraz altına düştü. Bankalar içinde bu geçerli, çünkü bankaların çoğunluğu İ.M.K.B. 30 dediğimiz
yabancıların daha çok ilgi gösterdiği endekse yer alan hisse senetleri. Dolayısıyla onlarda yabancı fonların ve yatırımcıların ağırlığının daha fazla olması beklenir ama bu tabi yönetim hakimiyetini sağlar mı onu ayrıca bir
araştırmak lazım.
Yapılan çalışmalara baktığımızda ki, bu süreci aslında Metin Bey söyledi, çok kısaca bir cümleyle söylemek gerekirse, önce yabancılar bir şube
olarak açıyorlar, daha sonra ortak oluyorlar. En son 2000’den sonraki süreçte ise, bankaları hakim ortak olarak satın alma şeklinde görüyoruz. Bazı ülkelerde yabancı bankaların sayısı da ulusal bankaların sayısını geçiyor. Bu
konuda kısaca verilere bakarsak, çok ilginç bir şey var. Avrupa Birliğinin yeni katılan ülkelerinde Çek Cumhuriyeti, Macaristan’da % 70’in 80’in üzerinde Polonya’da % 60’ın üzerinde, Latin Amerika ülkelerinde % 50, Arjantin
ve Brezilya’da % 30’luk bir yabancı payını görüyoruz. Gelişmiş Avrupa Birliği ülkelerinde, Avrupa Birliği ortalaması % 20. Almanya’da % 5, Fransa bi184
raz tutucu olmasına rağmen % 19, Danimarka % 17, Yunanistan’da % 20,
Hollanda’da ve İtalya’da % 11 ve % 8. burada şunu görüyoruz ki, bu tabi
teorik olarak yapılan, hocalarımın ve Metin Beyinde yaptığı açıklama çerçevesinde teoriye de uygun bir gelişme. Gelişmiş ülkelerde güçlü yerli bankalar var. Onlarla rekabet etmek mümkün değil. Birde zaten o ekonomilerde
bankacılık sektörü, çok gelişme potansiyeli de görmüyor haklı olarak. Çünkü kişi başına tüketici kredisi, paylar başlığına baktığımızda, doyum noktasına ulaşmış oluyorlar. Gelişmekte olan ülkelerde bu konuda tam bir açlık
var. Bunu zaten Türkiye’de görebiliyoruz.
Türkiye’ye niye yabancılar çok ilgi gösteriyor, 72 milyonluk bir ülke, büyük bir Pazar. Avrupa birliğiyle müzakere süreci bizim aslında kural hakimiyetinin bankacılık sektöründe de sağlanması gibi olumlu bir gelişmeyi sağlıyor. Artış trendi de gayri safi milli hasıla makro ekonomik göstergelerde
2000’lerden sonra yaşanan hızlı iyileşmeler var. Kişi başına borçlu kredi seviyesi düşük, yani potansiyel çok fazla. Birde eskiden kıt kanaat geçinen
Türk halkı şimdi tüketiyor. Faiz oranlarının düşmesiyle birlikte artan tüketim,
esas itibariyle işte otomobil gibi tüketim mallarına ve gayrimenkul edinme
eğilimleri yüksek bir kredi talebi yaratmış durumda. Tabi Mayıs ayından sonra yaratılan dalgalanma, biraz hızını kesti ama daha sonra tekrar istikrara
yönelik risklerin azaldığı dönemde bu tekrar artacaktır diye düşünüyoruz.
Birde benim açımdan çok önemli, sermaye piyasaları açısından çok
önemli olan, üzerinde durulması gereken banka bilançolarında görülen iyileşme ve şeffaflık. Bu da tabi Avrupa Birliği süreciyle beraber, esas itibariyle B.D.D.K.’nın bankaların denetimi konusunda 2001 krizini özellikle İmarbank olayından aldığı dersle yapmış olduğu, daha sıkı düzenlemeler bankaların finansal bilgilerinin kredibilitesini arttırmış bulunuyor. Buda tabi yabancıların bunlara olan ilgisini artırıyor.
Birde ilginç bir şey var. Türk halkı aslında reel sektörde şirketlerin yabancılar tarafından alınmasına çok büyük tepki gösterirken, bankalar konusunda böyle bir tepki yok. Burada ulusalcılık yok, burada bir muhafazar yaklaşım yok, neden yok diye baktığımız zaman, bankalara nasıl bakılıyor diye
baktığınız zaman, acaba banka iki kasa bir masamı, Türk halkının gözünde. Banka reel sektör gibi iş yaratan, veyahut somut olarak üretim yapan,
reel sektörde olduğu gibi bir yer değil mi, o mu var.
Bir diğer husus, yerli bankacılar, sermayedarlar genelde sektörü düzenleyenler, bir bankadan daha kurtulduk mu diyorlar. Buda tabi tartışılabilecek
konulardan bir tanesi.
Birde, B.D.D.K düzenlemeleri, biraz önce söyledim, çok sert olduğu söyleniyor, banka sahipleri geçmişte yaşanan el koymaların tekrarından mı korkuyor, bir riski bertaraf etmek için yabancı bir ortak mı alıyor, yabancı orta185
ğın olduğu veya yabancı hakimiyetinde bankalara el konulamaz mı diye düşünülüyor ki, bu aslında şeyde de var.
Bir diğer yabancı etkisi mevduat sigortasında olacaktır, onu Metin Bey
bahsetti. Bunu kaldırmak gerekir mi diye düşünmek lazım diye düşünüyorum. Belli bir oran altında. Çünkü, mevduat sigortası 20 bin Euro Avrupa Birliğinde, bizde 50 bin YTL, şu anda Euro’ya yakınlaştı ama yine 20 bin Euro’nun üstünde. Birde tabi çok önemli riskler olduğunu İmar Bankası olayında biliyoruz. Bir gün önce sınır kaldırıldığı için çok vahim bir yük altına girilmek durumunda kalındı. Orada öngörülen 750 trilyon iken daha sonra 8.5
katrilyonluk bir şey çıktı. Tabi o da işin diğer tarafı.
Yabancıların gelmesi halinde olacak şeylerden bir tanesi, yabancılar genellikle tüketimi finanse eder görüşü hakim. Buna ilişkin ampirik çalışmalarda bunu söylüyor ve reel sektörü finanse etmekten kaçınır. Çünkü orada büyük risk var. Tüketimde ise risk düşük, faiz oranları vs. gelir daha yüksek.
Birde tabi Türkiye’de reel sektör bankaların şeffaf ve doğru finansal tablo
gereksinimleri karşılamayı başarabilecek mi. Tabu bu şu demek, yerli bankaların kredi verme politikasında esas itibariyle aile fotoğrafı önemli, ilişkiler
önemli. Finansal bilgilere yeteri kadar önem verilmediği düşünülüyor. Yabancılarda ise bu kural hakimiyeti ve sıkı sıkıya finansal bilgilerin bağımsız
eğitimi yapılarak onlara güvenilecek. Bu konuda şeffaflaşma, Türk reel sektörü için bankalardan kredi talep edenler açısından gerekli olacak. Dolayısıyla bu açıdan baktığınızda, Türkiye’de uluslar arası standartların bankacılık sektöründe yükselmesine katkı yapacaktır yabancılar.
Dolayısıyla bir diğer tartışılan konuda yabancılar. İşte Metin Beyle de
arada konuştum, farklı bir şey söyledi. En ufak bir krizde en çok gidenlerdir
diye düşünülüyor, böyle bir kanaat var ama ampirik çalışmalar aksini söylüyormuş. Birde kendileri kaynaklarını, kararlarını yurtdışına, merkezlerine
götürecek, ana ülkelerine götürecekler. Ama Türkiye’de yerli bankalarda ise
bu Türkiye’de kalacak.
Tabii bir diğer tartışma konusu da, yabancı payına sınırlama getirilmelimi, piyasa ekonomisini benimsemişsek, böyle bir şeyin zecri olarak yapılması söz konusu değil diye düşünüyorum. Sermaye piyasalarının mantığına da zaten aykırı bir şey, piyasa mantığının hakim olması dolayısıyla. Ancak ekonomik olarak, işte Avrupa birliğinde gelişen ülkelerde olduğu gibi,
güçlü yerel banka sermayedarları olursa, bankalar olursa, zaten yabancılar
rekabet nedeniyle girmekten kaçınacaklardır diye düşünüyorum. Sermaye
piyasası açısından olaya baktığımız zaman Metin Bey her ne kadar bankaları birleşme, devralmalarını ilgilendiren mevzuat içersine sermaye piyasasını düzenlemesini saymadıysa da, halka açık bankalar açısından taraflardan birisi halka açık bankaysa, sermaye piyasası kurulunun birleşmeye iliş186
kin düzenlemesi var. Hem kanunda, hem de o kanunda seri 1, no 31 sayılı
tebliğimiz var. Bu tebliğle ne yapıyoruz, birleşme konusu bankalardan bir tanesi veya ele geçirilen bankalardan bir tanesi ele geçirilende olabilir.
Birleşme oranının tespiti bizim açımızdan çok önemli. Örneğin son Koçbank-Yapı Kredi birleşmesinde de bu konu çok üzerinde durduğumuz, hassasiyetle durduğumuz konu oluyor. Biz esas itibariyle duyuru metniyle birleşen bankalar hakkında, birleşen bankaların ortaklarına bilgi veriyoruz. Bu
bilgilerin şeffaf, doğru ve güvenilir bilgiler olmasını sağlamaya çalışıyoruz
ve bunun, bilgilerin duyuru metninin birleşmeye ilişkin genel kuruldan 30
gün önce ortaklara açıklanması gerekiyor. Pay sahiplerinin bu şekilde bilgilendirilmesi gerekiyor.
Bir diğer husus ise, çağrıda bulunma yükümlülüğü. Hakim ortaklık yapısının değişmesi halinde, yönetiminin değişmesi halinde, devre konu bankaların yeni sahibi eski ortaklara çağrıda bulunmak zorunda. Onlara yönetimin
değişmesi nedeniyle şirketten çıkma hakkı vermek zorunda, öyle birde düzenlememiz var. Buna tabi olan bankalarımızda geçmişte oldu. Şimdi bizim
sermaye piyasasının banka birleşmelerine, yada bankacılık sisteminin birleşmelerine .................... ayrı şirketin yapısı bize hakim biliyorsunuz. Bu
şeffaflıkla sermaye piyasasına gelmekle daha şeffaf bir yapıya oluşuyor.
Dolayısıyla kurumsal yönetim ilkeleri önemli bir hal alıyor. Zaten İ.M.K.B.’de
işlem gören bankaların yabancılar tarafından ilgi görmesi de bunun açık bir
kanıtı. Kurumsal yönetim bizim sermaye piyasası kurulunun düzenlemesi
B.D.D.K.’da bu konu üzerinde çalışıyor ama mevcut durum itibariyle
S.P.K.’nın düzenlemesi bankalar açısından da bir rehber, yol gösterici.
Birde, 2003’te yapılan bir araştırmaya göre, ülkede hissedarları, özellikle küçük hissedarları koruyan düzenlemeler ne kadar etkinleşirse, bankaların değeri de o kadar artıyor. Buda sermaye piyasalarının bankaların birleşme ve devralmaları konusuna olan katkısı veyahut onların kalitelerini artırma yönünden. Birde kurumsal yönetim ilkelerinin halka açık bankalarda, diğerlerine göre daha iyi şekilde uygulandığını görüyoruz. Tabi mevcut durum
itibariyle, bizim yapımız nedeni iki tane handikap var. halka açıklık oranı düşük, piyasanın da küçük olması aslında birleşme işlemlerinin, satın almaların maliyetini de olumsuz etkileyebiliyor.
Beklentiler nedir diye baktığımızda yani aşağı yukarı kamu oyunda da
paylaşılan şeyler var. Yabancıların sektöre olan ilgisi devam edecek gibi
bekleniyor. Ayrıca sektörde birleşmelerin artması da bence rekabet nedeniyle muhtemel banka sayısında, herhalde şu anda 47 bu sayı, 25’ide yabancı sermayeli veya yabancı ortaklı bankalar. Tabi esas bankacılık faaliyetleriyle sağlanan gelirlerin artmasını beklemek lazım. Çünkü geçmişte hakikaten diğer gelirler daha yoğundu. Esas itibariyle kamunun vermiş olduğu
187
yüksek reel faizler, burada belirleyici rol oynuyordu. Sektörde rekabet şartlarının ağırlaşmasını, daha yoğun bir rekabet ortamının olmasını bekliyoruz.
Tabi yabancı bankaların hakimiyeti artarsa, bireysel kredi alımında bir büyüme beklemek lazım.
Birde kredi kartlarına yönelik olarak, mesela sorunlu kredi kartı oranı yada kredi kartıyla yapılan harcama oranı, 2006 Haziran ayı itibariyle % 8. Bu
aslında önemli bir oran. Kobilerin, yabancıların hakim olduğu bir sektörden
kredi alabilmek için aslında uyum sağlayabilecekler mi veya onları biraz zorlama söz konusu olacak. Sektörde karlılık ve risk rekabet işte kobilerin
uyum sağlama sorunlarını dikkate aldığımızda nasıl etkilenecek ona bir
bakmak lazım.
Bir diğer husus B.D.D.K.’nın denetim alanı ne olacak, kamu bankalarını
denetleyemiyorsunuz, yabancı bankalara Avrupa Birliğinde tek pasaport ilkesi çerçevesinde denetleyemeyeceksiniz. 40 yerine 25-22 kaldı. Onun üçü
kamu bankası, kaldı 19, beş yıl sonra acaba B.D.D.K.’nın denetleyeceği
banka kalacak mı, oda bir diğer konu.
Son olarak tekrar vurgulamak gerekirse, yabancı ortaklığı sahipliği sınırlandırmak gerekir mi, piyasa ekonomisini benimsemişseniz, zaten Avrupa
Birliğine giriş sürecinde bunu sınırlamak yasal önlemlerle mümkün değil.
Ekonomik olarak rekabet, ben şunu çok şey görmüyorum, yerli sermaye dayanağımızın bir bankadan daha kurtulduk, paramızı da aldık, cebimize koyduk. Böyle bir fırsattı aslında. Yani 2001’den sonra, BDDK’ya kızıyorlar ama
onların yaptığı düzenlemelerin sonucunda bankaları para eder hale geldi.
Hatırlarsanız ilk Dışbank satılmıştır. Yalçın beyle bir yemek toplantısında,
biz ucuza mı sattık diye düşündü, 6 ay sonra hakikaten 1 milyar dolara sattı ama işte kendi hükmündeki diğer Denizbank 2.5 milyar dolara satıldı. Dolayısıyla aslında düzenlemelerin sıkılığı tartışılabilir, insan haklarına aykırı
olduğu bu hususta tartışılabilir. Belki bir kurumun temsilcisi olarak konuşuyorum ama onunda bankalara, bankaların değerine katkı sağladığını, ne
kadar şeffaf davranırsanız, kural hakimiyetine ne kadar uyarsanız, küçük
yatırımcıları ne kadar çok korursanız değeriniz o kadar artıyor.
Ben daha sonra katkı bölümünde de tekrar fikirlerimi ifade etmek üzere,
sunumuma burada son veriyorum. Herhalde süreye de uydum. Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum. Saygılar sunuyorum.
188
PROF. DR. M. ŞÜKRÜ TEKBAŞ
İ.Ü. İşletme Fakültesi Dekanı
Teşekkür ederim sayın başkan. İktisadi Araştırmalar Vakfı’nı bu güzel
sempozyumu düzenlediği için kutluyorum. Benden önceki konuşmacıların
temas ettikleri konulara değinmemeye çalışarak ve vaktinden öncede bitireceğimi ümit ederek görüşlerimi arz etmek istiyorum.
Konuştuğumuz konu, banka birleşmeleri ve satın almalar. Demek ki, ele
aldığımız sektör bankacılık. Genelde bankacılık sektörüne önce bakacağım, daha sonra bu sektördeki birleşmeler ve satın almalarla ilgili kısaca görüşlerimi belirteceğim.
Bankacılık sektörü finansal sistemin bir parçası Türkiye’de. Finansal sistem ekonomisi aynı gelişmişlik düzeyindeki diğer ekonomilerle karşılaştırıldığında, onlara oranla daha az gelişmiş. Biraz önce Metin beyde buna benzer oranlar verdi. Genellikle sektördeki banka sayısına, sektördeki finansal
kurum sayısına bakarız. Buradaki işlemlere bakarız, buradaki aktif büyüklüklerine veya mevduat veya finansal araç çeşitliliğine bakabiliriz ve bunları da sonuçta gayri safi milli hasılaya veya gayri safi yurtiçi hasılaya oranlarız. Bu şekilde bakıldığında Türkiye’de finansal sektör, gayri safi yurtiçi hasılanın % 150’si büyüklüğünde bir yapı gösteriyor. Bu bizim düzeyimizde
gelişmişlik, az gelişmiş ülkelerde güneydoğu Asya’da veya güney Amerika’da çok daha yüksek. Bankalarımızın toplam aktif büyüklüğü 470 milyar
lira ve bankaların toplam içindeki payı % 87. Demek ki, finansal sisteme zaten bankalar hakim. Bankacılık dışında finansal sektörde, sigortacılık başta
olmak üzere diğer faktoring, leasıng buna benzer şirketlerin önemleri çok
daha az.
Menkul kıymet stoklarına baktığımız zaman, yani finansal varlıkların bileşimine. Burada bankacılık kesiminin araçları % 43, menkul kıymet stokları da % 57. Sistemde bankaların bu şekilde bir payı var. Ancak menkul kıymet stoku olarak baktığımızda zaten bunun % 90’a yakın bir kısmı hatta
üzerinde kamunun geliyor. O nedenle özel kesim finansal araçları zaten çok
küçük. Özel kesimin fon bulması özellikle ve büyük ölçüde bankacılık kesimine dayanıyor.
Bunları şunun için söylüyorum. Hangi sektörde birleşme ve devirleri ko-
189
nu alıyoruz, bu sektörün özel yapıları nelerdir, bunları bilmekte yarar var. Bu
çerçevede sektörde banka sayısı 47 artı 5 özel bankayla toplam 52. Bu 52
banka, gerek Avrupa birliği ülkeleriyle karşılaştırıldığında ve gerek dünyadaki diğer ülkelerle karşılaştırıldığında son derece düşük bir oran ve buda
yoğunlaşmanın çok yüksek olduğunu ve bunu ölçende bir endeks var. Herfindal-Hirschman Endeksi, buna baktığımızda Türkiye’de bu yapının tamamen bir oligopol piyasası veya oligopol, az düzeyde bir oligopol piyasası olduğu mesajını da veriyor. Bu endeksin maksimum değeri 10 bin, minimum
değeri sıfır. Türkiye’deki endeks değeri en son itibariyle yaklaşık 950 düzeyinde. Avrupa’da Almanya çok iyi bir dağılım gösteriyor ve en düşük orana
Almanya sahip, sıfırla 199 arasında kalan bir ülke. Sekiz ülke, İsveç, İspanya, Fransa, İrlanda, İtalya, Lüksembourg, Avusturya ve Birleşik Krallık Almanya’nın biraz gerisinde. Daha sonra Danimarka, Yunanistan, Hollanda,
Portekiz ve en kuvvetli iki ülkede Finlandiya ve Belçika bizimde üzerimizde.
Avrupa Birliği ortalaması yaklaşık 540, bizim çok altımızda. Böyle bir sektörde yoğunlaşmanın giderek arttığı bir sektörde, banka birleşmeleri ve devir almaları ile trendin ne yöne gittiğini kestirmek zor olmasa gerek.
Onlar Gurubu’nun yaptığı bir çalışma var. Bu çalışmada 12 ülke ki bunlara Avustralya ve İspanya’da dahil bazı bulgular var. Bunu diğer ülkeler
içinde genişletmek mümkün. O bulguları çok kısaca özetlemeye çalışacağım. Bu birleşmeler neden kaynaklanıyor. Biraz önceki konuşmacılarda buna temas ettiler. Özellikle maliyetlerin azaltılması başlıca bir motif. Enformasyon teknolojisinin gelişmesi ve finansal derügülasyon da burada önemli bir rol oynuyor. Bunlara ek olarak Avrupa bölgesinde Euro’nun tek para birimi olması da, özellikle Avrupa’daki banka birleşmeleri ve satın almaları
hızlandırdı. Bu motiflerin Türkiye içinde geçerli olduğunu söylemek mümkün. Banka birleşmelerinin sonucunda neler ortaya çıkıyor. Genellikle orta
ölçek işletmeleri bizim kobi tabiri kullandığımız sektöre fon akışında bir azalma var. Tüketici kredilerinde bir artma var. Bu birleşmeler ve devralmalar
sonucunda ortaya çıkan bankacılık yapısında kobiler en fazla zarar gören
kesim. Tüketiciler buradan kendilerine daha fazla pay bulabiliyorlar ve buda
sektöre girişteki engellerin kaldırılması ve derügülasyonda gene finansal
pazarların globalleşmesinde çok önemli bir rol oynuyor.
Türkiye’deki trendimiz nedir. Türkiye’de bu 2001 krizi ile gündeme geliyor. 2001 krizi ile bazı bankaların zor duruma düşmesi ile banka isimlerini,
yılları söyleyemeye gerek kalmadan fona devredilen bir bankalar görüyoruz. TMSF’ye devredilen bankalar. Bu bankaların daha sonra Sümerbank
çatısı altında birleştirilerek Oyak gurubuna satılması ile başlayan bir trend
var ve bu trend ile 2001’den itibaren, Türkiye’de hem banka sayısında bir
azalma var, hem de banka birleşmeleri dönemi Türkiye’de başlamış oluyor.
Daha sonra istikrarlı bir ortama girilmesiyle birlikte ve Türkiye’nin Avrupa
190
Birliği’ne katılımının su yüzüne çıkmasıyla birlikte, Türkiye’ye yabancı sermayenin bankacılık kesimine ilgisi artıyor. Burada şu nedenler akla gelebilir, yabancı sermaye girişinin kolaylaştırılması, AB üyelik müzakereleri, enflasyon oranlarının azalması ve istikrarlı bir döneme girilmesi, kurumsal yönetimde sağlanan iyileşmeler, dalgalı kur rejimi, bankacılık sektöründe düzenleme ve denetleme, ülke ekonomisinin büyüklüğü ve doğal olarakta nüfus yapımız burada yabancı sermayenin Türkiye’ye olan ilgisini çekiyor. Birçok Türk firması değişik sektörlerden, sanayi kesiminden de yabancıların ilgi odağı haline geliyor. Bu çerçevede Türk bankacılık sistemi de, yabancıların özellikle ilgi gösterdiği bir sektör oluyor. Gerek banka sayısının azalması, gerek yoğunlaşma ve bu yoğunlaşma sonucunda da beş büyük bankanın sektör içindeki payının giderek büyümesi ciddi bir rekabet yaratıyor
bu kesimde. Ve bunun sonucunda kar marjlarında bir düşme ve ekonomide
olumlu algılanabilecek gelişmeleri yaşamak burada mümkün oluyor.
Ancak bu konuda, şu aşamada, bazı rakamlar verme sebep-sonuç bağlantısı açısından sakıncalı olabilir. Sektördeki bu yapı, ekonomik düzelmeden, istikrardan mı kaynaklanıyor, yoksa banka sayısındaki azalmadan mı
kaynaklanıyor. Onun için belki biraz daha zamanın geçmesini beklemek veya bu konuda daha ciddi araştırmalar yapmak gerekiyor. Bu arada hemen
bir parantez açayım. Bu söylediğimiz sadece bankacılık sektörü içinde değil, buna paralel olarak sigortacılık kesiminde, aracı kurumlarda ve finansal
kesimin diğer bölümlerinde de yabancıların Türk pazarlarına olan ilgisinde
bir artma görüyoruz.
Tekrarlardan mümkün olduğu ölçüde kaçınmak istiyorum. Belki sonuç
olarak şunu söyleyebiliriz. Önümüzdeki dönemlerde banka sayısında, belki
bir ciddi azalma olmayacak. Sadece bankaların el değiştirmesi gerekecek.
Çünkü sektöre girişin son yıllarda kolay olmadığını biliyoruz. Sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yer misali, belki biraz politik nedenlerle kamu bankalarının çok kolay el değiştirmeleri bugün sektöre girişte bir takım zorlukları beraberinde getirdi. Bu trend sonucunda maliyetlerin düşmesini, verimliliğin artmasını ve ölçeklerin büyümesini bekliyoruz. Türk ekonomisinin büyümesiyle birlikte, bankalarında ölçeklerinin daha da büyüyeceğini söyleyebiliriz. Ben teşekkür ediyorum ve burada nokta koyuyorum.
191
192
AZİZ TURHAN
B.D.D.K. Bankacılık Uzmanı
Bende sayın başkanı ve katılımcıları saygıyla selamlıyorum. Süremizin
tartışma için ayrılan kısmının az kalıyor olması hasebiyle, oldukça kısa tutmaya çalışacağım. Çok net olarak söylemek istersem, kişisel kanaatimi konuya ilişkin olarak, Türkiye’de ölçek ekonomisi argümanı, birleşmeler için
temel gerekçe olarak gösteriliyor. Bunun abartılı dereceye ulaştığını ve meselenin alternatif maliyeti üzerinde yeterince tartışılmadan, konu yeterince
analiz edilmeden bu birleşmeler hakkında, birleşmelerin sağlayacağı faydalar hakkında, yorumlar yapıldığı kanaatindeyim. Bunu Türkiye ekonomisinin
genel görünümü açısından, genel görünümünü hepimiz biliyoruz. Niye böyle düşündüğümü kısaca izah etmeye çalışacağım.
Hocam benden önce finansal sektörün büyüklüğüyle ilgili rakamlar söyledi. Yalnız benim elimdeki rakamlar finansal sektörün toplam büyüklüğü
milli gelirin % 150’si değil, yaklaşık olarak milli gelirin % 95’i civarında veyahut % 100’üne yaklaştı. Çünkü toplam finansal sektör aktiflerin toplamı 530
milyar YTL olarak benim en son elimdeki rakam. Şimdi bu rakamları oranladığımız zaman, bankacılık sektörü Türkiye’de finansal sektör toplamının
% 90’ına tekabül ediyor ki, bu çok takdir edersiniz ki yüksek bir rakam. Amerika’da % 25’in altına gerilediğini hepimiz biliyoruz. Bankacılık sektörünün
yine önümüzdeki yıllarda, en azından 10 yılda % 8 büyüme potansiyeline
sahip olduğu herkesin genel kanaati. Bankacılık sektörü ile ilgili belki bir rakam yine vermem gerekirse, bu Avrupa Birliği ülkeleriyle Türkiye’yi karşılaştırma açısından, 2004 yılı rakamlarıdır yalnız söyleyeceğim rakamlar. Kişi
başına aktif toplamı, Avrupa Birliğinde 25 ülke olarak aldığımız zaman
63000 Euro’ya, Türkiye’de ise yaklaşık 2300 Euro’ya tekabül ettiğini görüyoruz. Bu Amerika Birleşik Devletlerinde de yanılmıyorsam 23.000 Euro civarında. Avrupa’ya göre biraz daha düşük. Çünkü Avrupa’ya göre Amerika’da bankacılık sektörünün payı daha düşük. Yine Türkiye’deki toplam
banka sayısıyla ilgili, hocam yanılmıyorsam biraz daha önceki rakamlara
baktı. Katılım bankası 4 tane şu anda. Toplam banka sayımız 51 oluyor. 47
+ 4 şu anda banka sayımız 51.
Yine bankacılık sektörümüz için önemli olduğunu düşündüğüm, son yıllara ilişkin Avrupa Birliği ülkeleri ile karlılık karşılaştırması yaptığımız za193
man, Türkiye bankacılık sektörünün aktif karlılığı açısından Avrupa Birliği’nin ortalamasının karlılığının üzerinde. Öz kaynak karlılığında Avrupa’nın
biraz altında olduğunu görüyoruz. Daha fazla rakam vermeden bankacılık
sektörü ile ilgili genel çerçeve bu. Bu çerçeveye baktığımız zaman, önümüzdeki dönemde birleşme beklentilerinin veyahut taleplerin artacağı yönünde genel bir kanaat mevcut. Şimdi birleşme olsun veyahut böyle bekliyoruz diyoruz. Ama bu birleşmenin muhtemel etkileri var. Bu bizim için çok
önemli olan bankacılık sektörü üzerindeki muhtemel etkiler, ekonomimizin
genelini etkileyeceği tartışılmaz. Malum en son yaşadığımız krizlerde de bunu hepimiz gördük. Toplumsal olarak bir maliyet ödedik. Böyle bir maliyeti
Türkiye vatandaşlarının, veyahut Türkiye’nin tekrar ödeyip ödeyemeyeceği
de önemli bir tartışma konusu. O bakımdan atılan adımların, her şeyin alternatif maliyetini en ince ayrıntısına kadar hesap edilmesi kanaatindeyim.
Birleşmelerin üç temel etkisi olduğu tartışılıyor genelde literatürde, akademi yada siyasi çevrelerde. Verimlilik, rekabet ve finansal etkisi üzerine etkisi. Verimlilik üzerine etkisini konuşmamın başında da ifade etmeye çalıştım. Ölçek ekonomisi argümanının abartıldığını düşünüyorum Türkiye’de.
Bu gerçek manada, sürekli aktif büyüklüğüne bağlı bir maliyet azalışı veyahut verimlilik artışı vardır dersek, bunun doğal tekel boyutuna gideceği sonucuna varırız. Bankacılık sektöründe artan verimliliğin olduğunu, veyahut
doğal tekel dediğimiz yapıya sahip olup olmadığı, tartışma konusu ve doğal
tekel yapısının şartlarının mevcut olduğu kanaatinde değilim. Verimlilikle ilgili yapılmış ampirik çalışmalar var. Mesela Gazi Üniversitesinden Ömer
Çolak beyin yanılmıyorsam, bankaların verimliliğiyle ilgili bir, ölçeğe göre artan getiri var mıdır, yok mudur diye bir araştırması olduğunu ben hatırlıyorum. Onun çalışmalarında yanılmıyorsam iki tane çalışması var, ölçek çalışması. Ölçeğe göre artan getiri olmadığını, bilakis azalan getiri olduğunu ortaya çıkarıyor. Ömer Çolak bey yanılmıyorsam bir arkadaşı ile yazıyordu,
şuanda ismini hatırlayamadığım. Yani genel olarak baktığımız zaman, birleşmelerin verimlilik aratışı getireceği şuanda kesin değil. Yani getireceği
yönünde ampirik sonuçlarda var. Getiremediği yönünde de ampirik çalışmalar var.O bakımdan, Türkiye için bunun çok iyi olacağını söylemek, o sonuçlara bakarak yine sakıncalı olarak görüyorum.
Rekabet etkisine baktığımız zaman, bunu yoğunlaşma olarakta belki ifade edebiliriz. Hocam endeksten bahsetti. Ben değişik bir endeks rakamları
söyleyeyim. Bu beş büyük bankanın toplam aktifinin, bankacılık sektörünün
toplam aktifi oranına baktığımız zaman, Türkiye’de yoğunlaşmanın Avrupa
Birliği yoğunlaşmasının üzerinde olduğunu görüyoruz. 2004 rakamlarına
göre, Avrupa Birliği 25 ülkenin toplam ortalaması, yani yoğunlaşması beş
büyük bankanın aktifinin, toplam aktifinin içerisindeki payı % 40 iken, Türkiye’de % 60. Yine birkaç örnek ülke söylemek gerekir ise Almanya’da beş
194
büyük bankanın payı % 22, İspanya’da 42, Fransa’da 45. Mukayese ettiğimiz zaman, Türkiye’de şuandaki haliyle bile beş büyük bankanın yani yoğunlaşma endeksi olarak temel göstergemiz oldukça yüksek. Burada şöyle
iyimser bir yorum yapılabilir, arkadaşların söylediğine muhalif gibi oldu benim söylediğim. Kamu bankalarının, büyük kamu bankalarının bu yoğunlaşma içerisindeki payı azaltılır ise, yani Ziraat Bankasının özelleştirilmesi gibi
durumlarda çerçeve değişebilir. Fakat şuandaki haliyle baktığımızda, yoğunlaşma oranı yüksek sayılabilecek bir düzeyde. Buda önümüzdeki birleşmelerin, olabilecek muhtemel birleşmelerin rekabet etkisinin olumsuz olabileceği kanaatini doğuruyor bende.
Finansal istikrar etkisi açısından baktığımız zaman, bu tabi Türkiye için
belki en önemli konuda diyebiliriz. Yine son krize atıfta bulunacak olursak,
malum bankaların işte temel fonksiyonları vardı, tarihsel sürece baktığımız
zaman öncelikle hatta ilk zamanlarda tasarruf toplama ve kredilendirme
fonksiyonu ayrı ayrı idi. Sonra bunlar birleşti, en sonunda da son yıllarda
20-30 yılda kriz yönetimi fonksiyonu bankacılık sektöründe önem kazandı.
Bankacılığın böyle bir fonksiyon üstlenmesi finansal istikrarı direk olarak etkiler hale geldi. Malum yine Türkiye örneği, bunun belki yine en iyi örneklerinden, birleşmeler neticesinde bu finansal istikrarı direk etkileyebilecek belki en hassas konu. Bu bankalardaki likidite yönetimi. Bununda nasıl başarabileceği veyahut iyi yönetilip yönetilemeyeceği, Türkiye’nin bankacılık
sektöründeki çok küçük sayılabilecek bir tecrübesi, çok sığ tecrübesiyle bu
likidite yönetimini nasıl yapabileceği yine tartışmaya açık bir konu. Bunlardan hareketle, önümüzdeki dönemde hızlı verilecek birleşme kararlarının
ve birleşme uygulamalarının toplam faydasının, ülke ekonomisi açısından
negatif olma ihtimalinin var olduğunu ve bunun ciddi büyüklükte olduğunu
düşünüyorum. Bunun belki ulusal bir strateji diyeceğim, ulusal strateji deyince, belki yani otoriter bir şey anlamında değil, yani bu sivil bir stratejide olabilir. Yani bu bankacılık sektöründeki aktörlerin katılımıyla, birleşmelerin
muhtemel faydaları konusunda, yahut şekillenmesi konusunda daha yoğun
çalışmalar yapılması gerektiği kanaatindeyim. Burada da temel yaklaşımın,
stratejinin üzerine kurgulanması gerekirken, hususun kurumsallaşma olduğu kanaatindeyim. Kurumsallaşma kelimesiyle daha iyi ifade edebildiğimi
düşünüyorum. Buradaki maksadımda şu, yine bankacılık sektörümüzün büyüklüğü, aslında bizim bankacılık konusundaki tecrübemizin bir anlamda da
göstergesidir diyebiliriz. Türk insanının abartmazsak, bankalarla tanışıklığı
aslında, belki son 15 yıla dayalı veyahut 20 yıla dayanır diyebiliriz. Yakın zamana kadar banka şubeleri insanlara vergi dairesi gibi muamele ediyordu.
Böyle bir davranışın piyasa anlayışıyla uyuştuğunu söyleyemeyiz. Bu açıdan gerek kurumsallaşma yönündeki tecrübemizin eksikliği, gerekse bankacılık sektörünün ekonomimizin genelini etkilemedeki büyük potansiyeli,
burada oluşacak regülasyon diyeceğimiz, veyahut düzenleme diyeceğimiz
195
hususu daha bir ön plana çıkarıyor. Bunu BDDK’dan olduğum için söylemiyorum. Kişisel kanaatim olarak ifade etmek istiyorum.
Regülasyonun tabii yapılmasında olayın arz ve talep yönü var. Burada
yine kamu ekonomisinin belki konusu, lobi faaliyetleri veyahut yine siyasetçinin kendi faydasını maksimum etme gayretlerinin bu işin içerisine karışacağını, bilgi manipülasyonu olacağını, birleşme iyidir diye veyahut kötüdür
diye, yanlış bilgilendirmelerin kamuoyunu etkileyebileceğini göz ardı etmememiz gerekiyor. Bu hassas konunun, daha doğrusu sektörün regülasyonunda atılacak adımlar için daha böyle sivil ağırlıklı bir konsonsüs oluşturulup, regülasyon noktasında yapılacak hataların önüne geçilmesi gerektiğini
düşünüyorum.
Yine bir önemli husus, belki bu birleşmelerde çoğunlukla yabancı bankaların gelmesiyle ilgili. Globalleşme dediğimiz, zaman sürecinden sonra yabancı bankalar, yerli bankalarla aynı piyasada faaliyet gösterip, onlarla rekabet etme sürecine girdi. Buda bizim bu regülasyon dediğimiz düzenlemelerin daha farklı bir boyutta olması hususunu ortaya çıkardı. Bunların çok
ciddi tartışmalar gerektirdiği konular olduğunu düşünüyorum. Yeterince ampirik çalışmanın olmadığını görüyoruz sektörde ve belki bu tür panel toplantılarıyla beraber, bu değerlendirmeler artınca sektöre yönelik farklı fikirler
birleştirilince daha düzgün bir, daha doğru bir stratejinin ortaya çıkacağı kanaatindeyim.
Nihayetinde son söylemek istediğim söz şu; toplumsal iyi diye bir şey
yoktur. Bu tartışmalarda da farklı fikirler, biri iyi derken diğerinin tamamen
kötü olur demesinin de abartılacak bir durum olmadığı kanaatindeyim. Yine
biraz önce son söz demiştim ama bir eklemede bulunmak istiyorum. Bankacılık sektörü hassas bir sektör, bir tekstil sektörü gibi değil. Nihayetinde
eğer tekstil gibi normal bir mal veya hizmet olduğunu düşünseydik, bu mal
veya hizmeti en iyi kim üretiyorsa, Almanlar, Yunanlılar veyahut Amerikalılar biz onlardan bu hizmeti satın alabilirdik. Ama sektörün, biraz önce bahsetmeye çalıştım, hassasiyeti nedeniyle bu düzenlemenin, regülasyonun
birleşme ve satın almalar açısından çok önemli bir adım olduğu kanaatindeyim. Teşekkür ediyorum.
196
CAN YEŞİLADA
Şekerbank Y.K. Üyesi
Türkiye de son yıllarda başlıyan birleşme ve satın almalar 1999 da çok
ciddi büyüklüklere ulaşarak sadece USA da 3.1 trilyon dolar düzeylerine
erişmiştir.
2000 yılı sonrasında dünya çapında çok büyük birleşmeler meydana
gelmemiş, gerek Amerika'da gerekse de Avrupa'da birleşmeler azalmıştır.
Özellikte 11 Eylül saldırısı ve bunun bütün dünyada yarattığı ortam, bu durumu daha da güçleştirmiştir.
Birleşmeleri, çeşitleri açısından incelediğimizde de uygulamaların
üç ana başlık altında toplulaştırılabildiğini görürüz:
Yatay Birleşmeler: Birbirine bağlı ve benzer üretim aşamalarında, alanı derinleştirmeden yatay anlamda gerçekleştirilen birleşmeler.
Dikey Bütünleşmeler: Mal ve hizmet üretiminde birbirini takip eden üretim aşamalarının tek bir yapı altında derinleşmesi ve birleşmesi, (ki bu tür
birleşmede, hammadde temininden pazarlama aşamasına kadar tüm aşamalar bir üretim zinciri oluşturur.)
Conglomerate: Farklı alanlarda mal ve hizmet üreten birimlerin tek bir
portföy oluşturacak bir biçimde birleşmesi.
Birleşmelerle; ölçek ekonomilerinden yararlanmak ve maliyet
avantajını yakalamak, diğer bir deyişle de ayakta kalabilmek için belli
bir ölçek üretimi yapmak hedeflenir.
Bu noktada da, rekabet unsuru devreye girer ve uluslararası alanda faaliyette bulunabilmek için ölçeklerin büyütülmesi ise gereklilik
arz eder.
Paralel bir biçimde de verimlilik, ürün çeşitlemesi, pazar payı artırımı, yeni coğrafi pazarlara ve yeni müşterilere erişim imkanları gibi unsurlar etkili
olur.
Ayrıca, rekabete karşı korunma kavramları da bir bakıma “paradoksal”
bir strateji getirir ki; iki kurumdan biri diğerini satın alarak ve daha büyük ve
197
daha zengin bir yapı yaratarak yeniden satın alınmayı beklemektedir.
Bu tür bir "birleşme" süreci ise iki kurumun biraraya gelerek ortaklık yapması biçiminde değil, dünyadaki kullanımı ile “Mergers and Acquisitions”
(Birleşme ve Devralmalar), kısaca “M&A” olarak ifade edilir.
Banka birleşmelerinin temel nedenleri arasında, kurulan yeni banka ile
operasyonel etkinliği ve aynı zamanda da piyasa payını artırmak, bankanın
piyasa değerini (ki bu büyüklük, ekonomik sermayenin basit bir ifadesidir)
ise yükseltmek gibi unsurlar yer alır.
Ayrıca, teknolojik gelişmelere kolaylıkla uyum sağlamak, yasal düzenlemelerden doğan kısıtları bir ölçüde de aşmak, vergi teşviklerinden yararlanmak ve krizlere karşı korunma sağlamak amaçlanır.
Öncelikle dünyada bankacılık sektörlerini ele aldığımızda;
80’li yıllardan sonra Amerika'daki ve Avrupa'daki makro ekonomik gelişmeler doğrultusunda birleşmelerin hız kazandığını görürüz.
90’ların başında da Hollanda, Danimarka, İsveç ve Finlandiya'da büyük
bankaların oluşturulmasına yönelik birleşmeler gerçekleşir ve çok sayıda
küçük bankanın yerini ise rekabet gücüne sahip ulusal / yerel bankalar alır.
İngiltere, Almanya, İtalya ve İspanya gibi çok daha büyük ölçekli bankaların bulunduğu finans sistemlerinde de birleşmeler yaşanır. 90’ların sonlarında özellikle yerel bankaların birleşmesi ağırlık kazanır ve Avrupa genelinde de birleşmelerin yüzde 80’i Almanya, Fransa, Avusturya ve İtalya'da
gerçekleşir.
Bu alanda da öncü İngiliz bankacılık sistemi olur; 1992-2003 yılları arasında, banka sayısı yüzde 56 oranında azalır. Aynı rakam, Alman bankacılık sistemi için yüzde 40 oranındadır.
Yunanistan bankacılık sistemindeki birleşmeler ise Avrupa Birliği içindeki
en yoğun bankacılık sistemlerinden bir diğerini meydana getirir ve en büyük
5 bankacılık grubu sistemdeki toplam aktiflerin yüzde 80’ini temsil eder hale
gelir. Bu ülkede son yıllarda Genellikle yerel bankalar arasında birleşmeler
ve uluslararası düzeylerde de satın almalar tercih edilir hale gelmiştir.
Gelişmekte olan ülke ekonomilerinden elde edilen deneyimler ise;
uygulanan istikrar programlarına bağlı olarak yabancıların bankacılık sistemlerinde paylarını artırdıklarını ve ciddi boyutta rekabet ortamı yarattıklarını göstermektedir.
Buna ilişkin bir örnek; 2001 yılında Citigroup'un Meksika'nın güçlü
finans grubu Banamex’i bünyesine kalmasıdır.
Böylelikle, Citigroup'un gelişmekte olan ülkelerdeki kazancı yüzde
198
21'den yüzde 25'e yükselmiş ve Meksika’daki ticari krediler, kredi kartları,
mevduat ve menkul değerler alanlarında piyasa payı da yüzde 20'nin üzerine yükselmiştir.
Günümüzde, Meksika ve Arjantin'deki finans sistemlerinin yüzde
50'sinden fazlası yabancı bankalar tarafından kontrol edilmektedir.
Nitekim; özellikle ülkemiz gibi gelişmekte olan ekonomilere baktığımızda, bu ekonomilere yönelik doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının 90'’lı
yıllar ile beraber yoğunlaştığını ve Latin Amerika, Orta ve Doğu Avrupa ve
belli başlı Asya ülkelerinde de kamu kurum ve kuruluşlarının özelleştirilmesi süreçlerinin hızlanması ile başabaş yol aldığını görürüz.
Yabancı sermaye açısından en öncelikli sorunlar ise bu tür Ülkelerdeki politik istikrarsızlıklar ve devam ettirilebilir bir büyüme düzeyinin
yakalanamamasıdır, ki bu durumda da "en kötü durum* senaryolarını
uygulama zorunluluğu oluşmaktadır.
Özellikle bankacılık sistemleri açısından; yabancı bankaların mali bünyelerinin, ilk olarak yerel bankalara oldukça benzer nitelikler sergilemelerine rağmen
1. Kredi portföylerinde daha “kaliteli” bir büyüme elde edildiği,
2. Aktif kalitesindeki bozulmalara karşılık çok daha hassas hareket edildiği,
3. Zararların absorbe edilme kapasitesinin de daha “derin” olduğu
değerlendirilmiş durumdadır.
Gelişmekte olan ülkelerin bankacılık sistemlerinde belirgin yabancı
bankaların varlığının;
•
Gözetim & Denetim yapıları,
•
Teknolojik Altyapı,
•
•
•
Muhasebe Standartları,
Bilgi Birikimi,
Kredi Riski Yönetimi
gibi unsurların güçlendirilmesi suretiyle bankacılık sistemlerinin daha
sağlıklı bir yapıya kavuşmalarında da önemli rol oynadıktan varsayılmaktadır.
Temel tartışmalar ise özellikle şu noktalarda yoğunlaşmış durumdadır:
Bir görüşe göre; yabancı bankaların gelişmekte olan ülke ekonomilerine
giriş süreçlerinde öncelikte kurulu bulundukları gelişmiş ülkelerdeki (home
199
country) kendi müşterilerinin taleplerini “takip ettikleri” düşünüldüğünde, bu
bankaların ağırlıklı olarak kurumsal ve/veya çok-uluslu şirketlere yöneldikleri ve giriş yaptıkları ülkelerdeki (host country) KOBİ’ler ile diğer yerel müşterilere ise hizmetlerini yeterince yöneltmedikleri gündeme getirilmektedir.
Buna karşılık, sistemde yabancı bankaların varlığının, pek çok yabancı kuruluşu beraberinde ülkeye çekebileceği de gözardı edilmemelidir.
Bu durumda da yerel bir bankanın potansiyel pazarını ve buna bağlı hareket alanını belirlemesi ve birleşme sürecini bu surette şekillendirmesi gerekmektedir.
Yerel bankaların, kendi ülkelerindeki “riskli” müşteri portföyleri ile çalışmak durumunda kalmamak ve bu surette kredi risklerini artırmamak için etkin bir risk yönetimi uygulamaları gerekmektedir. Bu tür uygulamalar ise gerektirdiği teknolojik altyapı ve bilgi birikimi unsurları sebebiyle ya o bankanın bunu kendi kaynakları ile gerçekleştirmesini ya da birleşme sürecini tercih etmesini gerektirmektedir.
Bilindiği gibi “risk yönetimi” kavramı, buna bağlı “fiyatlandırma”
unsurunu gündeme getirmekte ve etkin bir risk yönetimi ise “riskli”
kredi müşterilerine yüksek “spread”ler uygulanabileceğini ifade etmektedir.
Nitekim; bankacılık sistemlerine belirgin düzeylerde yabancı bankanın
girişi ile beraber (ki bu bankalar, yüksek faiz marjları ile çalışır ve aynı zamanda karlılıkları da yüksek düzeylerde kalır) yerel bankaların karlılıklarında azalma meydana geldiği bilinmektedir.
Bu durumda da yabancı bankalar yerel bankaları dezavantajlı bir hale
getirmektedir. Birleşme kararlarında bu veriler gözönüne alınabilmelidir.
Orta Avrupa ve Latin Amerika örnekleri değerlendirildiğinde de yabancı bankaların özellikte performans göstergelerinin yerel bankalara oranla çok daha iyi olduğu ve bunların çok daha verimli bir biçimde faaliyette bulunduğu bilinmektedir.
Asya ülkelerinde ise bunun tersi bir durum görülmekte ve bunun başlıca sebebi olarak, yabancı bankaların özellikle geçmiş dönemde de oldukça
"kötü" yönetilmiş bankaları devralmış olmaları gösterilmektedir.
Diğer bir konu ise yabancı bankaların kendi fonlama gereksinimleri için İnterbank piyasasına ağırlıklı olarak başvurmaları ve bu durumda
yerel bankaların da bu piyasaya daha yoğun katılmaları ile kredi portföylerini gerektiği gibi artıramamaları olarak ortaya çıkmaktadır.
Nihai bir biçimde de, bu durum, büyük ve kurumsal şirketlerin kre-
200
di olanaklarına (KOBİ’lere oranla) çok daha rahatlıkla ulaşmalarına uygun
ortamı oluşturmaktadır (ki bu, bazı gelişmekte olan ülke ekonomilerinde
rastlanır bir durumdur.)
Yabancı bankalar ile yerel bankaların ağırlıklı olarak yöneldikleri sektörler, ülkelere göre değişiklik sergilemekle birlikte, (giderek artan rekabet koşulları içinde) Orta Avrupa ülkelerinde yabancı bankaların KOBİ'lere yöneldikleri gözlenmektedir.
Benzer bir durumun, özellikle KOBİ'ler açısından ülkemizde de gerçekleşmekte olduğuna dikkat çekilebilir, KOBİ’lere yönelik hizmetlerini
geliştirmek suretiyle burada pazar payını artırmak, ancak aynı zamanda da
kredi portföyünün riskini kabul edilebilir düzeylerde tutmak isteyen yerel bir
banka için bu konuda uzmanlaşmış yabancı bir banka ile birleşmek; yerel
bankanın Türkiye piyasasına yönelik bilgi birikimini, yabancı bankanın teknolojik altyapı desteği ile birleştirmesi ve piyasaya etkin bir biçimde de girmesi şeklinde olacaktır. Öyle ki, yerel bir banka her ne kadar Türkiye piyasasına yönelik bilgi birikimini kullanmak istese de, bunu “geleneksel” bankacılık uygulamaları ile devam ettiremeyeceği açıktır. Bankacılık ürün ve
hizmetlerinin sunumunda hız kazanmak, aynı zamanda da operasyonel
maliyetleri de düşük tutmak, bunlara ek olarak yüksek bir getiriyi sabitlemek
“geleneksel” bankacılık uygulamalarının olanaklarını aşmaktadır. Yerel bir
banka, bu tür altyapı yatırımlarını ya kendi bütçesi ile karşılama yönünde
adımlar atacak ya da birleşme yolunu kullanacaktır. Bu gibi bir durum, yeni
piyasalara giriş süreçlerinde de özellikle sermaye yeterliliğinin kabul edilebilir düzeylerde tutulabilmesi açısından anlamlı olacaktır.
Yine de, pek çok gelişmekte olan ülke ekonomilerinde de yabancı
bankaların KOBİ ve benzeri işletmelere yönelmede oldukça temkinli
hareket ettikleri de bilinmektedir.
Bunun en temel nedeni ise yabancı bankaların yerel sanayi ile ilgili oldukça kısıtlı bilgiye sahip olmalarıdır denebilir.
Latin Amerika'da sözgelimi; geçmiş tarihli kredi bilgilerinin (verilerinin)
oldukça eksik ve yetersiz kalması ve mali tabloların da yeterince şeffaf olmaması, İspanya kökenli bankaların gerekli kredi analizlerini yapamadıklarından KOBİ ve benzeri işletmelere çok az kredi imkanı tanımalarına neden
olmuştur. Yine de, yabancı bankaların gelişmekte olan ülkelerde kuruluşlarından bir süre sonra, hem o ülkenin kültürüne yaklaştıkları/yakınlaştıkları
hem de alışageldikleri uygulamaların yanısıra o ülkenin bankacılık uygulamalarına adapte oldukları görülmektedir.
Ülkemizde bankacılık sisteminde yerel bankalar arasında birleşmelere az rastlanmasının nedenleri arasında finans piyasalarının yeterince
201
derinliğinin olmaması, özel bankaların gruplara ait olması, teknik altyapı
farklılıklarının maliyetleri ve karlılığı etkilemesi, birleşmelerin ölçek ekonomisi ile faaliyet ekonomisi sağlayıp sağlayamayacağı yönündeki belirsizlik
ve endişeler, bankaların örgütsel yapılarının ve coğrafi dağılımlarının birbirini tamamlayıcı nitelikte olmaması gibi unsurlar sayılmaktadır.
2001 yılı Mayıs ayında uygulamaya konan “Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılanma Programı” ile özellikle özel bankaların sermaye yapılarını
güçlendirmeleri yönünde önemli adımlar atılmıştır. Bu surette, finans sisteminin bir bütün olarak (2000 ve 2001 krizleri sonrasında) güçlendirilmesi ve
kamuoyunda da bankacılık sektörüne karşı kalıcı nitelikte bir “güven”in tesis edilmesi amaçlanmıştır.
Bunun yanısıra, Avrupa Birliği süreçlerinin bir gereği olarak Basel II sermaye yeterliliği mevzuatının benimsenmesi ve bununla beraber kurumsal
yönetişim, şeffaflık gibi unsurların bankacılık sistemi ile ilgili düzenlemelere
giderek daha da yoğunluklu olarak girmesi ile sistem, uluslararası uygulamalara daha da yaklaşmıştır.
Türk bankacılık sektöründe de özellikle yabancılarla birleşmelere
yol açan etmenler ise;
•
Sermaye gereksinimleri,
•
Verimsiz bir biçimde işleyen işlemsel süreçler,
•
•
Gelişmiş bankacılık uygulamalarına erişim talepleri,
Piyasa değerinin, diğer bir deyişle "Franchise" değerinin yükseltilmesidir.
Netice olarak birleşme veva satmalma niyeti içerisinde ki bankalar
stratejilerini tesbit ederken hedefe göre şunları dikkate almalıdırlar düşüncesindeyim;
Birleşme sürecine girmek isteyen yerel bir banka;
•
Öncelikle kısa ve uzun vadede stratejisini, ürün ve hizmet profilini ve
bunlara bağlı "risk iştahını" net bir biçimde belirlemeli,
•
Teknolojik altyapı konusunda da yenilik ve atılımların, bunların operasyonel süreçlere getireceği verimlilik vb. avantajların bilinci ile hareket etmeli,
•
•
202
Sadece kredilendirme süreçlerini, kredi çeşitliliğini ve kredi riski yönetimi stratejilerini değil, mevduat ve mevduat dışı borçlanma stratejilerini de şekillendirmeli,
Bu surette kendi “marka değerini” yaratarak bu değeri de “brand du-
e diligence” çalışmalarını yürütmek suretiyle ekonomik bir varlık olarak pazarlayabilmeli,
•
Burada da "marka değeri" güvenilirlik, ürün ve hizmet kalitesi gibi unsurlar üzerinde inşa edilmeli,
•
Sinerji yaratacak olan finansal değerler arasında da aktif-pasif kompozisyonu, likidite, verimlilik ve aktif karlılığı yer almaktadır.
•
•
Belirlediği bütün bu tercihleri ve hedeflediği “kurum kültürü” doğrultusunda da bunlara uygun bir “partner” arayışına girmeli, (zira; birleşme ile yaratılacak sinerji, her iki bankanın kendi bilgi birikimi ve de
deneyimleri ile bunlara temel teşkil edecek organizasyonel altyapı ve
insan kaynağı vasıtasıyla verimliliğin yükseltilmesi şeklinde olacaktır.)
Birleşmelerde gerek stratejik gerekse ürün ve hizmet süreçleri ile ilgili benzerlikler ortak bir değer yaratırken, stratejik uyuşmazlıklar ise piyasa değerine ve hedeflenen "getiri" düzeylerine olumsuz yönde etki
etmektedir. Varlığının 100% nü veya yakınını satacak olan banka doğal olarak yukarıda belirttiğimiz detayları düşünmeden maksimum
değeri almaya çalışacaktır sadece. Tabiidir ki bu safhada seçici olmak düzenleyici kurum BDDK ya düşecektir herhalde.
Bankacılık sektörünün son 2-3 yıldır performansına baktığımızda, piyasaya girmiş yabancı bankaların büyük farkla büyüme hızı yakaladıklarını
görüyoruz, ancak bunu bu işi daha iyi yaptıklarının kanıtı olarak yorumlamamalıyız bu durumu. Aksine tüm Kurum ve kuruluşlarımız.
Yerli bankalarımıza sahip çıkmalı sermaye/özkaynak artırma çabalarına
destek olmalıyız inancındayım.
(Türk bankacılık sektörünün toplam aktifleri 2005 yıl sonunda yıllık yüzde 30 oranında büyümüş, bu büyüme yabancı bankalarda yüzde 100 oranında olmuştur. Toplam nakit krediler portföyünde de bankacılık sektörü genelinde yüzde 49'luk bir büyümeye karşılık yabancı bankalar grubunda da
yüzde 119’luk büyüme kaydedilmiştir. Türk bankacılık sektörünün mevduat
hacmi yüzde 28 oranında, yabancı bankalar grubunun mevduat hacmi ise
yüzde 98 oranında yükselmiştir. Kaldı ki, rakamlar sadece “yabancı banka”
statüsünde olan bankaları içermektedir. Türk bankacılık sektöründe çoğu
bankanın belirli oranlarda yabancılarla ortaklık içinde olmalarına rağmen
statü olarak Türk bankası sayılmaları ise burada yabancı banka grubuna
dahil olmamalarına ve dolayısıyla da bu gruba ait rakamlara yansımamalarına neden olmaktadır.)
203
204
PANEL
İKİNCİ TUR
BAŞKAN: Y.TEMEL ENDEROĞLU
Biz teşekkür ederiz. Evet şimdi birinci tur bitti. Soru var mı, Metin bey siz
bir cevap verecek misiniz. Selçuk bey siz hep soru sorardınız, sormuyor
musunuz?
MURTEZA ZENGİN
Toplumsal olarak diyoruz ki, bütün küçük bankalar satılsa da Merkez
Bankası bizim elimizdeyse, milli bankacılık anlamında sokağın düşüncesi
bu. Bir sıkıntı yok ama Merkez Bankası da özelleşirse o zaman, o finansal
güvencenin kalmayacağı noktasında bir kaygı var. Yoksa mevduatın ha yabancı bankalarda saklanması, ha Türk bankaları fark etmiyor. Geri alınabilmesi
SELÇUK MARUFLU
Peki sayın başkan, ben Can Beye bir şey soracağım. Eximbank’ta satılabilir mi veya başka bir bankayla birleşebilir mi.
205
206
PANEL
ÜÇÜNCÜ TUR
PROF. DR. NİYAZİ BERK
Merkez Bankası konusunda Cemal bey görüşünü arz etti. Merkez bankaları bilindiği gibi, daha önceden bankaların bankası olarak algılanırken,
şimdi fonksiyonları değişti. Özellikle özerkleşmesiyle birlikte makro ekonomik dengeleri sağlamada önemli rol üstlenmişler, piyasanın likiditesinin düzenlenmesi, piyasanın sermaye ihtiyacının karşılanması, diğer taraftan da
özellikle politik karar otoritelerinin işlerinin kolaylaştırılması yani makro düzeyde yaptıkları araştırma, incelemelerle hükümete aynı zamanda bir müşavirlik rolü sunmaları ile görevleri sınırlandırılmış. Bu anlamda düşünüldüğünde, merkez bankaları pür bir ticaret bankası değildir. Tabi ki onlarında bilançosu var, onlarda kar zarar eder ama görevleri farklıdır. Avrupa’da da
merkez bankaları devam ediyor, Amerika’da da yine eyalet bankalarının
varlığı bizim Merkez Bankamızın da bu şekilde bağımsız rolünü sürdüreceği şeklinde düşünebiliriz.
Banka birleşmeleri gerçekten Türkiye’de özellikle 80’li yıllardaki yapısal
değişimin sonucu olarak bugüne geldi. Ve tarihte ilk defa Hollandalı bankalarla, İngiliz bankalarının birleşmesi şeklinde bir birleşme örneği görmekteyiz. Burada da bilindiği gibi, her iki ülkede Hollanda’da, İngiltere’de ticarette
önemli üstünlükleri olan ülkeler. Bu ülkeler kendi ulusal alanları içerisinde ticaretin yetersiz kaldığını görünce diğer bölgelere, diğer ülkelere ancak güç
birliği içerisinde ulaşmanın kolay olduğuna inanarak böylece yayılma stratejisi izlemeye başlamışlardır. İkinci planda Amerikan bankalarının birleşme
ve yayılma stratejisi uyguladıklarını görüyoruz. Amerikan bankaları başlangıçta daha çok gelişmiş ülkeleri tercih etmiş. Gelişmiş ülkelerdeki bankaları satın alarak, onlarla birleşerek bir birleşme stratejisi izlemişlerdir. Japon
bankaları kendi bankalarını kurarak, ama onlarda özellikle şubeleşme ve
güç birliği söz konusu olduğunda onlarda gelişmiş ülkeleri tercih etmişlerdir.
207
Son dalga ise gelişmiş ülkelerin bankalarının, gelişmekte olan ülkelere yönelimi şeklinde ortaya çıkıyor. Yani daha önce bilindiği gibi, lokal olarak ortaya çıkan banka birleşmeleri, zaman içerisinde gelişmiş ülkelerden, gelişmiş ülkelere yayılan bir strateji ve son aşaması da şimdi yaşadığımız stratejide, gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere sermaye ihracı şeklinde
banka birleşmelerini görüyoruz. Bu tabi tamamen reel sektörün finansmanıyla yakından ilgili. Reel sektörü burada göz ardı etmek mümkün değil.
Çünkü yabancı bankaların, burada belli potansiyel müşterileri de var. Sadece yerel piyasadaki potansiyelden yararlanmak için değil, aynı zamanda onlara da hizmet vermek isterler. O bakımdan, böyle bir yaklaşım içerisinde
düşündüğümüzde artık bundan böyle birleşmelerin odak noktasını bu iki ayrı yapıdaki birleşmeler oluşturacaktır. Yani bir taraftan yüksek bilgiye sahip
olan, teknolojiye sahip olan, sermayeye sahip olan ülkelerin bankaları, diğer
taraftan sermaye ihtiyacının nispeten fazla olduğu ve sermaye birikiminin
yetersiz olduğu ülkelerde birleşirse, bu şekilde verimin artacağı, yani iki birleşme arasında daha yüksek bir sinerjinin ortaya çıkacağı beklenir. O bakımdan Türkiye birleşmeler için uygun bir ortam oluşturuyor. Keşke Türk
bankaları 80’li yıllarda birleşme stratejisini uygulasalardı. 80’li yıllarda Türk
bankaları yabancı bankalarla coint-venture yapmış olsalardı, belki faaliyetleri daha etkin sonuçlanır ve bu kadarda ekonomiye yük olmazlardı.
Bu durumun sebebi, yani bankalarımızın fona devirlerinde rol oynayan
temel faktörlerden biri, ekonomik ortam ve şartların kötüleşmesi, kriz ortamının doğması ise yani dünya konjonktürüyle de ilgili olarak. Diğer taraftan
yönetim başarısızlıkları, çok nitelikli insanlara yönetimi devrettiklerini biliyorum ama, her şeyden önce gelişmiş bankacılığın çok daha üstün yönetim
tekniklerine de sahip olduğunu kabul etmek gerekir. O bakımdan, bu çerçevede düşünüldüğünde bu birleşmelerin yararlı bir faaliyet olduğu, ancak bunun sonuçlarının da abartılmaması gerekir. Yani birbirine çok benzeyen iki
bankanın aynı pazarlama anı, aynı ürün gamını sunan iki bankanın, birleşmesinden çokta büyük bir sonuç beklememek gerekir. Çünkü burada kültürel çatışma süresi daha uzar. Oysa yabancı gelişmiş ülkelerden bir bankanın gelişmekte olan ülkeye yönelmesi halinde, burada egemen olan gelişmiş ülkenin bankası yani satın alan olduğu için diğerini kendi içerisinde sindirecektir. Dolayısıyla burada kültürel çatışma çok uzun süreli değildir. Ama
iki gelişmiş ülkenin bankasının birleşmesi halinde, kültürel çatışma süresinin daha uzun olduğunu belirtmeliyiz. Buda birleşmenin verimini daha azaltır. Teşekkür ederim.
CEMAL KÜÇÜKSÖZEN
Ben aslında tabii, doğrudan bir soru olmadığı için Merkez bankasıyla ilgili Amerika örneğini Niyazi hocamda söyledi. Yani Avrupa birliği giriş sürecinde de olsak, zaten onun çizdiği genel çerçeve içerisinde Türkiye’de para
208
politikası açısından, para birimimiz Euro’da olsa, merkez Bankasının bir
fonksiyonu icra edeceği açık diye düşünüyorum. Sonra tabii B.D.D.K kurulunca aslında Merkez Bankasının bankalar üzerindeki gözetimi falanda
B.D.D.K’ya geçtiği için orada fazla bir sıkıntı yok. Bankacılık kesiminin düzenlenmesi, denetlenmesi artık Türkiye’de B.D.D.K tarafından yürütülüyor.
Ben buradan hareketle aslında B.D.D.K, S.P.K birleşmesi konusunda Metin
beyin söylediği bir konuyu biraz açmak istiyorum.
Şimdi bu tabii Avrupa’da bir ara bir moda oldu. Özellikle İngiltere Financial Services Authortiy diye bir şey kurdu, bankalarla sermaye piyasası kurumlarını birleştiren. Bunlar 2001’de niye kurduk diye düşünmeye başladılar. Avrupa Birliğinde Almanya Bafin diye bir kurumu ikisini birleştirerek yaptı. Benzer sorun orada da var. Ben o açıdan, finansal piyasaların en gelişmiş olduğu ve piyasa mekanizmasının en iyi işlediğini düşündüğüm Amerika’yı bu konuda örnek almak daha doğru diye düşünüyorum. Amerika’da da
zaten çünkü bankacılık sektörüyle sermaye piyasası arasında birbirinin rakibi sektörler. Türkiye’de B.D.D.K., S.P.K birleşmesi olursa yine sermaye piyasası ikinci planda kalacaktır. Şimdi herhalde en çok B.D.D.K veya bankacılık yasası çerçevesinde tartışılan, yada siyasetçilerin üzerinde durduğu
konu banka aracı kurumlarının kimler tarafından denetleneceğidir. Şu anda
sermaye piyasası kurulu denetliyor. Onların sermaye yeterliliğini izliyor.
Biz biliyorsunuz, 1994’ten sonra S.P.K olarak aracılık piyasasında hiçbir
sorun yaşamadık. Yani batma olayı falan yaşamadık. Ondan önce zaten düzenlemelerimiz yeterli değildi. O konuda bir musibet bize aslında bayağı bir
şey oldu. Halbuki esas itibariyle, sermaye piyasası kanununda 81’de yaşadığımız musibetin sonucudur. Biraz tepki yasasıdır ama meşhur banker krizinin. Toplumlar tabi olaylarla gelişmeleri öğrendi. Birde dünyadaki değişim
çok önemli. Yani birleşmelerin sonrada dünyadaki trendin bir sonucu, globalleşmenin bir sonucu ama Türkiye hakikaten dönüşüm yaşandı 1980’lerden bu güne kadar. İşte bankacılıkla ilgili sunumumda söylediğim, Türk toplumunun bankalara bakış açısı, Aziz beyde söyledi yani vergi dairesi gibi
davranılan, bir banka şubesinden pazarlamanın çok ön palana çıktığı, mesajlarla telefonlarla taciz edildiğimiz safta, o aşamaya gelindi bankacılık
sektöründeki pazarlama olayı. Kredi konusunda yani kural hakimiyeti bence orada çok önemli.
Kural hakimiyetine kurumsal yönetime geleceğim. Dolayısıyla bankalarında bir kere buna uymaları gerekir. Basel II aslında o konuda onlara çok
önemli görevler yüklüyor. O da onu sağlayacaktır. Dolayısıyla bankalarda
birleşmenin, ele geçirmenin eğer kurumsal yönetim açısından bankaların
daha şeffaf, daha böyle kar odaklı ama kural dışına da çıkmayan bir yönetim yapılanma içinde olmalarını sağlarsa, bu Türk ekonomisi açısından kazanç olur. Bu tabi şunu da getirecek, reel sektördeki şirketlerdeki kayıt dışı
209
faaliyetlerin azalması sonucunu getirecektir diye düşünüyorum. Türkiye açısından da en büyük şey o olacaktır. Çünkü eğer büyümek isteyen, kredi
kaynağı olarak ya para piyasasında bankalara gidecektir, yada sermaye piyasasında halka açılmaya gidecektir. Sermaye piyasasına gelmeyi tercih
etmiyorlar, benim yaşadığım bir iki örnek var. Biz, gelişen işletmeler piyasası İ.M.K.B. dışında bir borsa kurma çalışmaları için bu konuda çok talepte
bulundular, Antep’e gittik. Antep Türkiye’nin kalbur üstü sanayileşmiş yörelerinden bir tanesi. Sanayi meclisindeki büyük sanayicilerin bana ilk söylediği şuydu; burada işlem görecek şirketler, bağımsız denetim yaptırmayacak dimi dediler bana. Niye dedim, yani denetim yaptırmayacaksa, nasıl
şeffaf bir bilgilendirmeyi sağlayacağız. Çünkü sermaye piyasasında yatırımcılar açısından tek kaynak bilgi. Finansal bilgilerle temel kaynak. Bu bilgilere göre yatırım kararı veriyorsunuz, hisse senedi alıp satıyorsunuz, yada
şirkete borç veriyorsunuz veya ortak oluyorsunuz. Dolayısıyla bu anlayışın,
hem reel sektörde, hemde bankacılık sektöründe değişmesi aslında ekonomimizin dünyayla eklenmesi, yada uyumlaşması globalleşme sürecinde dahil olmasıyla alakalı bir şey. Bu zoraki olacaktır. Yani ekonomik nedenleriyle beraber olacaktır.
Sonra dolayısıyla B.D.D.K, S.P.K birleşmesini ben aslında yani ütopik bir
şey olduğunu düşünüyorum, Türkiye açısından. Yani kişisel görüşümdür
bu. S.P.K tabi böyle düşünüyor diye diyemem. Ama dünyadaki gelişmelere
baktığınız zaman birleşme zaten büyük yapılara daha hantal bir yapı yapacak. Çünkü S.P.K.’nın bir misyonu var, sermaye piyasasını geliştirmek.
B.D.D.K’nın misyonu da para piyasası ayağını çok sağlıklı işler hale getirmek. Yani en azından bankalarda işte bir İmar bankası olayının yaşanmaması lazım, bu aslında çok vahim bir olaydır. Yani 750 trilyon olarak gördüğün şeyde, 8.5 katrilyonluk bir maliyet ortaya çıkıyor. Yani daha doğrusu kimin ne kadar para topladığını kontrol edemiyorsunuz. Hani bu tabi kayıt dışı ekonominin hakim olduğu bir sektörde mümkün veya onun için bir şey demek mümkün değil. Çünkü S.P.K.’ya tabi olan şirketlere de bakıyorsunuz,
şunu söylüyor haklı olarak, ben aynı sektörde faaliyet gösteren diğer şirkete göre kayıta girdiğim zaman hem S.P.K denetimi var, birde bağımsız denetim var. Bütün işlemlerimi kayda almak zorundayım. Kayıt dışı belge düzenlemeden, 100 liralık fonu 70 liraya alabiliyorum ben, yada rakibim alıyor.
Aynı şekilde enerji maliyetleri çok yüksek. Dolayısıyla kayıt dışılığı caydıracak bir gelir idaresi yönetimi olması lazım. Yani vergi idaresinin yapması gereken, Maliye Bakanlığının temel fonksiyonu, bunu yapması lazım. Bunu
yapmadığınız zaman çok büyük risk var. Onun için halka açık bankalar daha çok cazip veya ilgi görüyor. Veya halka açık şirketler daha çok yabancılarla birlik yapıyor, ortaklık yapıyor. Diğer durumlarda yabancı geliyor, bakıyor, bir sektördeki şirketin tamamını alıyor ve çoğunda da, işte alın Türkiye’de Erdemir konusu var. Erdemir’de Oyak girdiğinde şunu söylediler. Biz210
de bilgi odası derler, işte bu süreçte önce bütün herkesi alırlar, şirkete ilişkin bilgi verirler. Erdemir’le ilgili bile verdiği fiyatın, aslında kendisinin gördüğü finansal verilere göre çok yüksek olduğunu düşünmüyor o zaman. Ama
bir bakıyor ki, gerçek durum farklı. Halbuki Erdemir Türkiye’de çok şeffaf bir
şirket görebildiğimiz kadarıyla. Her şeyi bilinen bir şirket. Dolayısıyla şirketler açısından da şeffaflık, kurumsal yönetim ve kamuya bilgi açıklama ve
açıklanan bilgilerin doğruluğu daha doğrusu çok önemli. Bu finansal sistem
açısından çok önemli. Bankalarda ona göre kredi verecekler.
Şimdi bugün bir makalede gördüm. Bir yazarımız diyor ki, kobiler artık
eskiden olduğu gibi bankalarla eş, dost, ahbap ilişkisi çerçevesinde değil,
bilançolarına göre mali tablo düzenleyecek. Bu bilanço standartlarına uyabilecekler mi diyor, uymaları lazım. Yoksa gitsinler yani başka çaremiz yok.
Dolayısıyla biz birleşmeler konusunda bir tek şey daha söyleyebilirim. Şimdi Türkiye’de borçlanma açısından hazinenin biliyorsunuz bir bankaları var,
piyasa yapıcısı. 12 banka burada yabancı bankalar ağırlıkta yada yabancı
bankaların hakim olduğu bankalar ağırlıkta. Bu aslında hazinenin çok rahat
bankalarla pazarlık yaparak, bankalar arasında zorlayarak, daha düşük faizle borçlanması gibi bir imkanı ortadan kaldıracaktır. Buda tabii aslında ekonomi açısından doğru şey. Yani görünürdeki maliyetle, gerçek
maliyet çoğu zaman Türkiye’de farklı olduğu için, kamu borçlanmasından
alın her türlü olayda o zaman daha etkin daha verimli faaliyetler kredi bulabilecek. Ekonomik anlamda kaynak tahsisinde etkinlik sağlanacak diye düşünüyorum. Dolayısıyla bu birleşmelerin, devralmaların bu gibi dışsal etkilerinin olması, hem sermaye piyasasına namzet şirketleri de artıracağı için
ekonomik gelişmeye katkıda bulunur diye düşünüyorum. Teşekkür ediyorum dinlediğiniz için.
PROF. DR. M. ŞÜKRÜ TEKBAŞ
Ben küçük bir anımı anlatmak istiyorum. Sermaye piyasası başkanlığı
yaptığım yıllarda, Türkiye’de halka açık şirket sayısı azdı. Zaten başlangıç
40’tı. Şirket patronlarıyla bir araya geldiğimizde, şirketlerini halka açmalarını söylerdim, gülerlerdi, hoca veya başkan bize ne diyorsun, bu söylediğine
inanıyor musun. Biz çocuğumuzu, kızımızı nasıl verelim diye. Aradan çok
geçmedi, birkaç ay veya yıl geçti, bunu söyleyen şirket sahiplerinin hepsi,
istisnasız borsaya açıldılar. Ve borsadan çok büyük rantlar elde ettiler. Şimdi bunun gerisindeki mesaj çok açık. Ekonomide, ekonomik kurallar geçerlidir. Yani başka kurallarla ekonomiyi yönetemezsiniz. Beş yıl önce bu şirketler, bu bankalar satılmazdı, birleşmeler olmazdı, yabancılar gelmezdi.
Ama borsada bu değerlerin oluşması ve banka sahiplerinin kafalarından geçirdikleri rakamlar veya onların üzerindeki rakamların telaffuz edilmesiyle
bunlar gerçekleşti. Eğer içerde, bir Türk iş adamı veya gurubu bu rakamları teklif etseydi, yabancılara değil, içerdekilere satılırdı.
211
Nitekim içerde de satışlar gerçekleşti. Yabancılar daha yüksek rakamlar
verdi, yabancılara satıldı. Yani olayın temelinde ekonomik kuralların işlediğine bakmamız lazım. Bundan sonraki trendde hiç satılmayacağını düşündüğümüz Akbank bile, bile diyorum o para versin satılır. Bütün mesele değer meselesidir. Ekonominin temelinde o değer kavramı vardır. Değer bazen fiyata eşittir, eğer piyasa normal çalışıyorsa, eğer piyasa normal çalışmıyorsa değer fiyatı eşit değildir. Biz teorik olarak değerle fiyata eşit kabul
ederiz ama, piyasaların normal çalışması kaydıyla. Benim söylemek istediğim kısaca buydu. Bu günlere geldik, bu Türkiye’de çok ciddi bir takım gelişmelerin olduğunu gösteriyor. bu trend devam ederse, her şeyimiz satılabilir.
BAŞKAN: Y.TEMEL ENDEROĞLU
İş Bankası hariç.
PROF. DR. M. ŞÜKRÜ TEKBAŞ
Yorum yapmıyorum, onu İş Bankası düşünsün, sırada Şekerbank var.
Şekerbank’ı önce halledelim.
AZİZ TURHAN
Birkaç tane hususun belki altını çizmek istiyorum. Türkiye’de 1980 yılından itibaren genelde hep orası milat gibi düşünülür. Bir liberalleşme süreci
var, hepimizin bildiği malum. Bu liberalleşme sürecinde, aslında hep finansal sektör ön plana çıktı. Finansal sektörde liberalleşme çalışmaları yahut
reformları diğer alanlara göre daha fazlaydı. Halbuki biz liberalizmin veyahut liberteryenizm klasik tanımından hareket ettiğimiz zaman, normalde üç
tane sacayağının olduğunu düşünürüz. İşte ekonomik haklarda, politik haklarda ve bireysel hak ve özgürlüklerde, Türkiye’de ekonomik haklarda genelde iyileşmeler olur iken, diğer tarafta politik haklarda ve bireysel hak ve
özgürlüklerde pek o kadar bir iyileşme olduğunu söyleyemeyiz.
Şimdi ekonomik haklarında belli bir kısmında çok kısıtlı miktarda iyileşmeler oldu. Bu finansal sektörde daha yoğunluklu oldu. Yani öncelikle bu
kurumsallaşma süreci dediğimiz şey, yani kişilerin ekonomik hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınması hala problemli bir şey. Bürokratik süreçler çok uzun. Haklarını mahkemelerden geriye alabilmesi süreci yine çok
uzun. Bu tür problemler var. Bu liberalleşmenin aksak yürümesi aslında, finansal liberalizisyonun Türkiye’de başarısızlığına da sebep oldu diyebiliriz.
Şu anda bir çok akademisyen, politikacı veyahut normal insan Türkiye’deki
liberalleşme sürecini eleştirir başarısız oldu diye. Aslında bu başarısızlığın
gerisinde, diğer iki seçenekteki yapılamayan iyileşmeler, reformlar var diye
düşünüyorum. Onların büyük etkisi var diye düşünüyorum. Şimdi bu bakımdan diğer tarafın aksak kalmasına rağmen, finansal sektörlerin liberalleşme
212
çalışmalarının çok fazla bir iyileştirme getirmeyebileceği ihtimali, yine benim
gözüme batıyor.
Diğer bir husus birleşmelerin hararetle böyle savunulmasını yine ben ihtiyatla karşılamak istiyorum. Bu birleşme yerine halkımızda hala atıl bulunduğunu düşündüğümüz tasarrufların bir şekilde piyasaya, finansal piyasaya
kazandırılmasının daha önemli olduğunu düşünüyorum. Daha doğrusu şöyle özetleyim, banka başına aktifin önemli olmadığını, kişi başına aktifin biraz önce o rakamları verdim Avrupa Birliğiyle, Avrupa Birliği’nde 63 bin Euro kişi başına aktif, Türkiye’de 2.300 Euro. Bunun artırılması gerektiğini, değilse banka başına aktifin ondan daha çok önemli olmadığını düşünüyorum.
Bu halde yine, işte batmayacak kadar büyük banka tanımı var literatürde şu
anda. Yani büyük bankalar batmayacak kadar büyük olmasının güvence
verdiğinden falan bahsediliyor. Yani ekonomik istikrarı da destekleyeceği
mesela iddia edilebiliyor. Halbuki böyle büyük bankaların Türkiye’de olduğunu düşünelim. Öyle bir ekonomimiz var ki, bir günde paranız % 20’de değer kaybedebiliyor. Yani bunu o bankanın bilançosunu nasıl etkileyeceğini
bir düşünebiliriz çok rahatlıkla. Böyle bir kırılgan ekonominin olduğu ortamda, yani diğer yapısallarda iyileşme sağlanamadan ekonominin genel sağlığını belli bir düzeye çıkaramadan bizim böyle batmayacak kadar büyük
bankalara sahip olmamızın ben ülke açısından, ülke ekonomisi açısından
doğrusu çok riskli olduğunu düşünüyorum. Yani bu bir Amerika değil, Amerika’da Can bey yanılmıyorsam bahsetti bu süreçten. 15 bin olan banka sayısı 10 yılda 7,500’e mi ne iniyor. Ama takdir edersiniz ki, Amerikan ekonomisinin yapısallarıyla, Türkiye ekonomisinin genel sağlığı veyahut yapısalı
dediğimiz şey, yani mukayese edilemez. 10 yılda çok iki büyük kriz yaşamışsınız. Yani hemen hemen her şey yerle bir olmuş. Böyle bir durumda yani geliriniz bir günde % 20 azalabildiği büyük bir ortamda yani batmayacak
kadar büyük bankaların olmasının, çok büyük lüks ve tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Teşekkür ediyorum.
CAN YEŞİLADA
Sayın dostum Selçuk bey bir sual sordu. Aslında bu sualin cevabını benden çok daha iyi bilir, kendiside bu konuda son derece tecrübeli. Eximbank
birleşebilir mi, özelleşebilir mi dedi. Hayır, hakikaten Amerika’da bile tek örnek US Eximbank yine devlet kontrolünde. Bunun bir istisnası yanlış hatırlamıyorsam, İngiltere’de var galiba. Ama o da devlet kaynaklarını kullanıyor.
Çünkü dış ticareti destekleyici bir görevi var bu bankaların. Genelde ihracatları destekliyorlar, buna istisnada Japon Eximbank’ının ithalatı desteklemesi gibi bir enteresan durum var orada.
Şimdi ben arkadaşımın, dostumun söylediklerine hakikaten katılıyorum.
Konuyu oraya çevirirsem, yani hakikaten demokrasiyi de tartışabiliriz. Yani
213
hat safhada demokrasi nereye kadar demokrasi. Kötü niyetlerin elinde demokrasi ne oluyor onu hepimiz şüpheyle karşılıyoruz. Oraya girmeyelim
şimdi. Ama ekonomide de ekonomik kurallar daima geçerlidir. Onlar galebe
çalar. Ama burada da kurumlar kendi varlıklarına piyasalarına bir yerde sahip çıkmalı, en azından destek vermeli diye düşünüyorum. Sermaye birikiminin önemine gerçekten inanıyorum. Bu finansal piyasalarda hakikaten
kendini korumaya çalışan bankacılık camiasında kurumlarımız var. bunların
sermaye güçlerini artırma yolundaki çabalarına, bir şekilde destek verilebilir diye düşünüyorum. Burada hem resmi kurumlarımıza hem sivil toplum
kurumlarına, hem de vatandaşa çok büyük görev düştüğüne inanıyorum.
Hakikaten endişe ediyorum, % 80’lere 90’lara varan bir oranda mali piyasalarımızın özellikle yoğunlaşarak, bir AB ülkelerinin bir Amerikan sermayesinin yoğunluğuna kayması beni rahatsız ediyor. Bu kadar senedir toplam çalışma hayatımın % 85’i yabancılarla geçti. Ben bunun rahatsızlığını gördüğüm örneklerden işte dedim, Arjantin, Brezilya, Şili buralarda gördüğü örnekler beni endişeye sevk ediyor. Size % 100 katılıyorum. Teşekkür ederim.
BAŞKAN: Y. TEMEL ENDEROĞLU
Teşekkür ederim. çok az sayıda katılımcıya sabırları için çok teşekkür
ediyoruz. İkinci olarak sayın panelistlerin çok değerli sunuşları ve katkıları
için İktisadi Araştırmalar Vakfı ve şahsım adına şükranlarımı sunuyorum. İnşallah kitabı okuyan fazla olur. İyi akşamlar.
214

Benzer belgeler

1. Hafta - Sosyal Bilimler Enstitüsü

1. Hafta - Sosyal Bilimler Enstitüsü olan söz konusu bankalar özellikle pazar ve stratejik aktif arayışı içinde, etkin olmayan dış pazarlara yönelmeyi tercih etmekte ve aynı özellikteki rakiplerinin davranışlarını yakından izlerler. A...

Detaylı

this PDF file

this PDF file iv) Yönetici Fayda Maksimizasyonu Hipotezi'ne göre, bir banka yöneticisi banka birleşmesini yalnızca hisse sahiplerinin karlarının artması için değil; kendi iş güvenliğini sağlamak ve faydasını mak...

Detaylı

mülkiyet yapısının finansal oranlar üzerindeki etkisi

mülkiyet yapısının finansal oranlar üzerindeki etkisi Uluslararası bankalar genellikle gelişmiş ülkelerde kurulmuş büyük firmalar olup kendi ülkelerinden daha az etkin finansal sektörleri olan ülkelere yönelmektedirler. Sözkonusu bankalar güçlü sermay...

Detaylı

8 - Journal MUFAD

8 - Journal MUFAD gündemin en önemli maddesi haline gelmiştir. Türk bankacılık sektöründe yabancı sermaye önemini kavrayabilmek için konuyu dünya ekonomisi içinde değerlendirmek gerekir. 1944 yılında yeniden yapılan...

Detaylı