Balkan Kraliçesi Sofya Balkan Quenn Sofia Türkiye`de

Transkript

Balkan Kraliçesi Sofya Balkan Quenn Sofia Türkiye`de
DEDEMAN QUARTERLY
DQ
SAYI-ISSUE 08 SONBAHAR-FALL 2010
Balkan Kraliçesi Sofya
Balkan Quenn Sofia
Türkiye’de Şarapçılık
Viniculture in Turkey
Mario Levi Anlatıyor
Interview with Mario Levi
DQ
ÖNSÖZ-FOREWORD
Değerli Dedeman Dostlar›,
Sıcak, bunaltıcı bir yazı geride bıraktık. Bu yaz son derece kararsız geçti. Temmuz ortasına
devam eden sağanak yağmurların ardından kavurucu sıcaklar geldi. Eminim hepiniz tatlı
sonbaharın gelişini dört gözle beklediniz ve işte yeni sayımızla birlikte güze merhaba diyoruz.
Yine yeniliklerde dolu bir dönem geçirdik. 2011 ve 2013 yıllarında açılacak olan otellerimizin
hazırlıkları son sürat devam ediyor. Bunlardan biri 160 odası, 12 toplantı salonu ve şehir
merkezine olan yakın konumu ile misafirlerin gözdesi olacağını düşündüğümüz Dedeman Edirne.
Diğeri ise eşsiz doğanın içinde, tamamen kendine ait bir koyda 400 metrelik sahil şeridine sahip
bir konumda yer alan Suriyeli Dedeman Latakia. Her iki otelimizin de Geleneksel Dedeman
Misafirperverliğini ziyaretçilerine yaşatacaklarına gönülden inanıyoruz.
Bu sayımızın konu başlıklarına gelince: Yazar Mario Levi ile söyleşi, Balkan Kraliçesi Sofya,
Türkiye’de Şarapçılık, yeşil diyar Rize, Ankara’da moda çekimi ve Dedeman Gaziantep’in leziz
yemek tarifleri sizleri bekliyor.
Keyifli okumalar…
Dear friends of Dedeman,
We have left the hot and muggy summer behind us. It was a summer of uncertainty. Scorching
heat came following the torrential rain that overpowered us mid July. We’re sure that you all have
been anticipating the arrival of autumn and now with our new issue we welcome it.
We experienced a period full of changes. The preparations for our hotels due to open in 2011
and 2013 are very much on track. One of the hotels is Dedeman Edirne that has 160 rooms,
12 meeting rooms and with its close location to the city center we’re convinced it’ll be popular
among our guests. Our other hotel Dedeman Latakia in Syria has its own private bay with a
400 meter shore line. We believe that both of our hotels will carry on the Traditional Dedeman
Hospitality to all of our guests.
The articles that await you in this issue are: an interview with writer Mario Levi, Sofia; Queen of the
Balkan’s, Wine in Turkey, Green Land Rize, Fashion Shoot in Ankara and Delicious Recipes from
Dedeman Gaziantep.
Enjoy…
Tamer Yürükoğlu
Genel Müdür / General Manager
Dedeman Hotels & Resorts International
1
DQ ‹Ç‹NDEK‹LER-CONTENTS
10
ajanda-zoom
04 Türkiye’de ve dünyada olup bitenler
The news from Turkey and the world
trend
Türkiye’de şarapçılık
10
Viniculture in Turkey
röportaj-interview
Mürekkebi İstanbul olan Yazar: Mario Levi
18
He Who Writes Through Istanbul: Mario Levi
18
62 26
Keyifli Dedeman Antalya Hikâyeleri:
Orhan Koral
Unforgettable Dedeman Antalya Experiences:
Orhan Koral
seyahat-travel
Balkan Kraliçesi: Sofya
26
Balkan Queen: Sofia
yemek-food
Bayram Sofrası
34
Dining in Ramadan Feast
kent-city
Doğu Karadeniz’in yeşili: Rize
42
34
Rize, the green zone of East Karadeniz
moda-fashion
Güz güzeli
52
Autumn allure
42
kültür&sanat
İstanbul’da bu sezon
DEDEMAN QUARTERLY
‹MT‹YAZ SAHİBİ - CHAIRMAN
Dedeman Hotel&Resorts International ad›na
Tamer Yürükoğlu
YÖNET‹M YER‹ - EXECUTIVE CONTACT
Dedeman Hotel&Resorts International
Y›ld›z Posta Caddesi No.52 34340
Esentepe- ‹stanbul
Tel: 0212 337 39 00
www.dedeman.com
YAPIM - PRODUCTION
AJANS MEDYA
GENEL YAYIN YÖNETMEN‹
EDITOR-IN-CHIEF
Arzu Karacadağ
YAZI ‹ŞLER‹ MÜDÜRÜ (Sorumlu)
MANAGING EDITOR
Nevra Nergiz
‹NG‹L‹ZCE BÖLÜM ED‹TÖRÜ
ENGLISH SECTION EDITOR
Esen Boyac›giller
KATKIDA BULUNANLAR - CONTRIBUTORS
Esin Müftüoğlu, Eda Yeşim, Belma Saraçç›
Sema Şanl›, Güneş F›nd›koğlu
Murat Tekin, Birgül Girişkin
REKLAM GRUP BAŞKANI
ADVERTISING GROUP CHAIRMAN
Gonca Alyanak Savc›
REKLAM KOORD‹NATÖRÜ
ADVERTISING COORDINATOR
Tolgay Gülten
MÜŞTER‹ TEMS‹LC‹LER‹
CUSTOMER DIRECTORS
Gözde Çokgezen, Özgür Çokgezen
AJANS MEDYA
Kuruçeşme Caddesi, No: 3
Kuruçeşme 34345 ‹stanbul
Tel: 0212 287 19 90
BASKI VE C‹LT / PRINTING PRESS
Apa Uniprint Bas›m San. ve Tic. A.Ş.
Had›mköy ‹stanbul Asfalt›,
Ömerliköy Mevkii 34555 Had›mköy,
Çatalca- ‹stanbul
Tel: 0212 798 28 42
66
This season in Istanbul
Yay›n Türü 3 ayl›k, süreli, yerel
Bas›m Yeri ve Tarihi ‹stanbul, Eylül 2010
haberler-news
Dedeman dünyas›ndan haberler
Dedeman Hotel&Resorts International’›n
ücretsiz yay›n›d›r.
Complimentary copy of Dedeman Hotels&Resorts
International.
72
News from Dedeman Hotels
52
DQ
öykü-story
Yağmur T. Erdem’den yine keyifli bir hikâye
78
A cosy tale from Yağmur T. Erdem
Dergide yay›mlanan yaz›, fotoğraf ve illüstrasyonlar›n
her hakk› sakl›d›r. Kaynak gösterilmeden al›nt›
yap›lamaz. Yaz›lar›n sorumluluğu yazarlara,
yay›nlanan ilanlar›n sorumluluğu ise sahiplerine aittir.
All rights are reserved that pertain to the written
materials, photographs and illustrations published in
the magazine. Nothing in this magazine may be
borrowed or reproduced without full credit being
given to the source.
AJANDA
4
DQ
SAF İNGİLİZ ZARAFETİ
Londra’nın yeni Soho’su olarak anılan Shoreditch semtindeki Boundary, menüsünde Fransız ve
İngiliz tariflerinden oluşturulmuş lezzetlerin bulunduğu şık bir restoran. Tek amacı en iyi
malzemelerden en iyi tatları yaratmak olan Şef Ian Wood’un hazırladığı menü deniz kabuklularından
kuzu kaburgasına kadar oldukça geniş bir seçenek sunuyor. Menüsünü ayrıca keklik, kuşkonmaz ve
trüf mantarı gibi mevsimlik lezzetlere de açan Boundary’de günlük olarak servis edilen şarküteri
çeşitleri de bulunuyor. Hem geleneksel hem de modern damak tatlarına hitap eden tam 500 şişelik
şarap mahzenine sahip olan mekânda seçtiğiniz şarabı şişe ya da kadeh olarak alabilirsiniz. Ünlü
tasarımcı Terence Conran tarafından dekore edilen Boundary’nin duvarlarını ise Parisli fotoğrafçı
Noelle Hoeppe’nin siyah-beyaz fotoğrafları süslüyor. Restoranda pazartesi günleri özel indirimler
yapılıyor. Boundary’nin çatı katında bulunan 48 kişilik bar ise muhteşem bir Doğu Londra manzarası
sunuyor. 2-4 Boundary Street, Shoreditch, Londra Tel: (+44) 020 7729 1051
PURE BRITISH ELEGANCE
Known as London’s ‘new Soho’, Shoreditch is home to a very swanky restaurant called Boundary
whose menu is a mix of French and British dishes. Chef Ian Wood’s menu, which has been
created with the best ingredients in order to make the best dishes, offers a wide spectrum from
shell fish to ribs. The menu also has certain seasonal additions made to it such as partridge,
asparagus and truffles. Boundary also has a delicatessen that is open everyday. There are also 500
different wines to choose from that you may enjoy by the glass or bottle. Decorated by Terence
Conran, the walls in the Boundary have black and white photographs by Parisienne photographer
Noelle Hoeppe. There are special discounts on Mondays. The bar on the roof of the Boundary
that has a 48 persons capacity has an amazing East London view.
2-4 Boundary Street, Shoreditch, London Tel: (+44) 020 7729 1051
TASARIMIN
FATİHİ
İSTANBUL’DA
Moda ve çağdaş sanatın önde gelen temsilcilerinden Hüseyin Çağlayan’ın
Türkiye’deki en kapsamlı sergisi İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçı
Birliği’nin organizasyonu ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın
katkılarıyla, İstanbul Fashion Week 2010, İstanbul Moda Akademisi (IMA),
İstanbul Modern ve Londra Tasarım Müzesi işbirliğiyle gerçekleşiyor.
Modayı kavramların ifade bulduğu bir keşif alanı olarak sunan Hüseyin Çağlayan,
giyimin ne anlama geldiğine dair ön kabullere meydan okuyan bir sanatçı.
Günümüz dünyasının politik, ekonomik ve sosyal gerçeklerinden yola çıkan ve
modayla doğrudan doğruya ilişki kurulması güç disiplinlerden ilham alarak felsefi
bir konumlandırmayla tasarımlar yaratan Çağlayan’ın tasarladığı giysiler, ardında
yatan düşünce süreçlerini yansıtırken, büyük beğeni toplayan defileleri ise birer
performans işlevi görüyor. Daha önce Londra Tasarım Müzesi ile Tokyo Çağdaş
Sanat Müzesi’nde sergilenen ve küratörlüğünü Donna Loveday’in yaptığı sergide
Hüseyin Çağlayan’ın 1994 ile 2010 yılları arasında ürettiği moda koleksiyonları,
enstalasyonları ve filmleri bir araya geliyor. Bu önemli seçkideki çalışmalar
mimari, felsefe, bilim, tarih, antropoloji, biyoloji ve teknolojiden esinlenen
Hüseyin Çağlayan’ın genetik, teknolojik ilerleme, yer değiştirme, göçmenlik
ve kültürel kimlik gibi çeşitli alanlardaki düşüncelerini yansıtıyor. Sergide
Çağlayan’ın Geçici Müdahale, Hareketsizlik, Mektup Elbise, Panoramik, Uçak
Elbise (Ekoform), Şefkat Yorgunluğu, Sözlerden Sonra, Zamansal Meditasyonlar,
Ambimorfik, Olmayıp Varolan, Okumalar, Önce Eksi Şimdi, Kaderin Tecellisi,
Genometrik, Dinlenme, Yerden Geçide, Jeotropik, Körmanzara, Yüz On Bir,
Anestezi, Havadan, Toprağa Bağlı, Tatlı Aylaklık, Akrabalık Yolculukları, Mikro
Coğrafya ve Tünel başlıklı çalışmaları sergileniyor. 24 Ekim 2010’a kadar sürecek
olan sergi İstanbul Modern’de görülebilir. Daha fazla bilgi için
www.istanbulmodern.org tıklamanız yeterli.
5
THE CONQUEROR OF DESIGN IS IN ISTANBUL
One of the leading
representatives of fashion and
contemporary art, Huseyin
Chalayan’s most extensive
exhibition in Turkey, is being
organized by the Istanbul Textile
and Confection Exporters,
brought to you by the Istanbul
2010 European Capital of
Culture Agency and under
the partnership of Istanbul
Fashion Week 2010, Istanbul
Fashion Academy, Istanbul
Modern and London Design
Museum. Huseyin Chalayan
is an artist who has broken
down the classic understanding
of clothing and has found his
voice through fashion. Huseyin
Chalayan designs have been
created with a foundation of
everyday political, economical
and social realities, with
inspiration by certain disciplines
that he embeds and projects
in a complex manner through
fashion. Although his work is
an expression of his thought
process, his fashion shows
are received as performances.
Previously exhibited at the
London Design Museum
and the Tokyo Modern Arts
Museum, Huseyin Chalayan’s
work from between the dates
1994-2010 that features his
fashion collections, installations
and film work will all be
exhibited in Istanbul, curated
by Donna Loveday. This
selection of Huseyin Chalayan’s
work that was inspired by
architecture, philosophy,
science, history, anthropology,
biology and technology, and
all are a reflection of his
thoughts concerning genetics,
technological progress,
change of place, migration
and cultural identity. The
exhibition will feature his
works titled: “Temporary
Interference”, “Airmail Dress”,
“Panoramic”, “My Aeroplane
Dress”, “Afterwords”, “Temporal
Meditations”, “Ambimorphous”,
“Absent Presence”, “Before
Minus Now”, “Genometrics”,
“Repose”, “Place to Passage”,
“Geotropics”, “One Hundred and
Eleven”, “Anaesthetics”, “Bound
to Earth”, “Sweet Leisure”
“Kinship Journeys”, “Micro
Geography” and “Level Tunnel”.
The Exhibition is on at Istanbul
Modern till the 24th of October
2010. For further information
go to: www.istanbulmodern.org
AJANDA
6
DQ
THE PERFECT
HARMONY OF LIGHT
AND COLOR
RENK VE IŞIĞIN
MÜKEMMEL
UYUMU
İsveç’in başkenti Stockholm’de
bulunan Nordic Light Hotel daha
önce hiç görmediğiniz özelliklere
sahip bir tasarım oteli. Tasarımında
İskandinav ülkelerinde rastlanılan
Kuzey Işıkları’ndan esinlenerek
yaratılmış bir konsepte sahip olan
otelde ruh halinizi belirleyecek
renkler odalardan lobiye kadar
bütün otele hâkim durumda.
Renklerin, insanların ruh halleri
üstünde yarattığı etkiye dair bir
de kitap yayınlamış olan Nordic
Light Hotel’de her biri İsveç’in
en ünlü tasarımcıları tarafından
dizayn edilmiş mobilya ve yatakların
bulunduğu standart, superior mood
ve deluxe mood olmak üzere tam
175 oda mevcut. Dilediğiniz ruh
halini elde etmek için renklerin
gücünü kullanan otelde kokteylinizi
yudumlayabileceğiniz Light Bar
ve Avrupa’nın en geniş Amerikan
şarap kavı bulunuyor. Nordic
Light Hotel’de ayrıca yılın karanlık
günleri için özel olarak tasarlanmış
ışık terapileri de düzenleniyor.
Kaliforniya, Meksika ve Asya
mutfaklarından lezzetlerin sunulduğu
bir de restorana sahip olan Nordic
Light Hotel’de tüm duyularınız
harekete geçecek. Vasaplan 7,
Stockholm/İsveç
Tel: (+46) 850 56 30 00
Fax: (+46) 850 56 30 30
The Nordic Light Hotel in the
Swedish capital Stockholm is a
hotel with design characteristic
like no other hotel you’ve seen.
Inspired by the famous Northern
Lights of Scandinavia, the entire
hotel, including the bedrooms,
has colorful lights growing
throughout it that will determine
your mood. The Nordic Light
Hotel also has a book published
about the effects of color on the
human spirit. Besides this, the
175 rooms in their hotel are
separated in to standard, superior
mood and deluxe mood rooms;
each with furniture designed by
top Swedish designers. There
is also a bar in the hotel called
Light Bar which will assist you in
attaining the mood you’re looking
for as you enjoy a cocktail or you
may prefer to browse through
the large selection of wines from
Europe. The Nordic Light Hotel
also has specially designed light
therapy sessions especially for
the darkest days of the year. The
hotel restaurant has a selection of
Californian, Mexican and Asian
cuisine. The Nordic Light Hotel
will kick start all your senses.
Vasaplan 7, Stockholm/Sweden
Tel: (+46) 850 56 30 00
Fax: (+46) 850 56 30 30
VAHŞİ KEDİLER
KENTE İNDİ!
Vahşi doğa fotoğrafçısı Süha Derbent’in 20 yıl süren ve yeryüzünde yaşayan
38 kedi türü içinden 7 büyük kediyi fotoğrafladığı çalışmaları, “7KEDİ /
Doğanın Başyapıtı ”sergisi ile Ekavart Gallery’de sanatseverlerle buluşuyor.
Bu çalışmayı tamamlamak için Asya, Afrika ve Amerika’da pek çok ülkeye
uzanan yolculuklar yapan Süha Derbent’in 29 adet büyük kedi fotoğrafından
oluşan sergisinde, izleyiciler bu yolculukların ve kedilerin gizemli öyküsüne
şahit olacak. Yaşamının son 20 yılında vahşi doğada kedileri izleyen ve
onları fotoğraflayan Süha Derbent çalışmasını şu sözlerle anlatıyor; “Bu sergi
pati izlerinin peşinde geçen yılların anlatısıdır. Kedilerin olduğu kadar bir
yaşamın da öyküsüdür. Kedilerle tanışabilmenin, onları anlayabilmenin,
özenmenin, takdir etmenin, saygı duymanın, hayran olmanın eseridir.
Kedileri anlamak için yola çıkıp, onları izledikçe; içine çekildiğim bir
film, okudukça kendimi kaptırdığım bir roman haline gelen ve onlarla
karşılaştıkça bir aşk hikâyesine
dönüşen etkileşimin kedilere övgüsü
de denilebilir bu sergiye. Bir kediyi
anlayabilmekti amaç. Oysa kedi
olmak anlaşılmazlıkla eşanlamlıdır.
Following a 20 years photographic voyage that featured 38 different species
Kedi olmak tüm kediler kadar
of wild cats, wilderness photographer Süha Derbent brings us a collection that
bağlantısız olmak demektir. Peki,
features 7 of the 38 amazing creatures. The exhibition called “7KEDİ/Doğanın
mümkün müdür anlaşılmaz ve
bağlantısız olanı anlayabilmek? İşte
Başyapıtı” (7CATS/Natures Masterpiece) is on at the Ekavart Gallery.
bu yüzden bir kediyi anlayabilmek
The exhibition that features 29 large prints of the wild cats that Süha Derbent
sadece ne kadar kedi olduğunuzla
travelled to Asia, Africa and America in order to photograph will allow you to
bağlantılıdır. Onlar Leonardo da
experience and travel through the wonderful world of these enigmatic animals.
Vinci’nin dediği gibi ‘Doğanın
Dedicating 20 years of his life to examining and photographing cats of the
Başyapıtı’dır.” 21 Eylül–9 Ekim
wilderness, Süha Derbent describes his work; “This exhibition is a narrative of
2010 tarihleri arasında açık olan
the years put into pursuing paw prints. As well as being a tale about the cats it’s
“7KEDİ / Doğanın Başyapıtı ”
also a story about life. It’s a series that developed from meeting, understanding,
sergisini Türkiye’nin ilk online sanat
looking up to, appreciating and respecting the cats. We could say that this
televizyonu www.ekavart.tv’de de
exhibition is a love story of praise born from spending time and taking in every
izleyebilirsiniz.
amazing moment reminiscent of a novel. The aim was to understand this cat.
Askerocağı Caddesi 15, Süzer Plaza,
Yet, to be a cat is a synonym for unreadable. To be a cat means to be as
Süzer Sanat Merkezi, Gümüşsuyu disconnected as all cats are. So if this is the case, is it possible to understand
İstanbul Tel: (212) 252 81 31
the unreadable and disconnected? The extent to which you will understand
a cat is down to how much of a cat you are. They are as Leonardo da Vinci
said, “Natures Masterpiece”. 7KEDİ / Doğanın Başyapıtı” will be running from
September 21st to October 9th 2010. You may also choose to view the
exhibition from Turkey’s first online art television www.ekavart.tv.
THE WILD CATS ARE IN TOWN!
Askerocağı Caddesi 15, Süzer Plaza, Süzer Sanat Merkezi,
Gümüşsuyu-İstanbul Tel: (212) 252 81 31
7
AJANDA
8
THE OLDEST CULTURE: FOOD
DQ
EN KADİM
KÜLTÜR:
YEMEK
Sadece yemek değil, yemek kültürü
anlamında dolu dolu bir kitap
“Bir Denizin Çevresinden Benzer
Sofralar”. Sıcak Akdeniz insanlarının
sofralarına konuk olmak, Akdeniz
yemeklerini tanımak isteyenleri
gastronomik bir seyahate çıkaran bu
kitapta Doğu Akdeniz’in, Türkiye’nin,
Yunanistan’ın ve Lübnan’ın en bilinen
yemekleri yer alıyor. Kitap; amacı
Akdeniz yemek kültürünü korumak,
geliştirmek ve yaygınlaştırmak olan
Akdeniz Mutfakları Konservatuvarı
Türkiye, Yunan Lezzet Akademisi ve
Soufra Daimeh Lübnan tarafından
geçtiğimiz yıl mayıs ayında Girit’te
düzenlenen bir konferansın ürünü
olarak piyasaya çıktı. Kitapta
Akdeniz Mutfakları Konservatuvarı
Türkiye Platformu Başkanı Güzin
Yalın, Yunan Lezzet Akademisi
Başkanı Andonis Panayotopoulos,
Uluslararası Akdeniz Mutfakları
Konservatuarı Başkanı Bruno GiraudHeraud, Roma Akdeniz Enstitüsü
Başkanı Andrea Amato, İspanyol
Gastronomi Akademisi Başkanı Maria
de Amezua gibi isimlerin Akdeniz
mutfağıyla ilgili yazıları da yer
alıyor. Denizler Kitabevi tarafından
basılan “Bir Denizin Çevresinden
Benzer Sofralar”ı tüm kitapçılarda
bulabilirsiniz.
“Bir Denizin Çevresinden Benzer Sofralar”
(Similar Food From Around One Sea)
is a detailed book on food as well as
its culture. This book takes you on a
gastronomical journey for those who wish
to be a guest at a Mediterranean dinner
table and get to know Mediterranean
food. The book features different foods
from East Mediterranean, Turkey, Greece
and Lebanon. The book was created
by the Conservatory of Mediterranean
Cuisines Turkey, the Greek Academy of
Taste and the Soufra Daimeh in Lebanon
(who protect, develop and introduce
Mediterranean food on a wide scale)
for a conference that took place in
Crete last May. The book also features
different articles about Mediterranean
cuisine written by a number of people
such as: President of Conservatory of
Mediterraneanan Cuisines Turkey Güzin
Yalın, President of Greek Academy of
Taste Antonis Panayotopoulos, President
of Conservatoire International des
Cuisines Mediterranéens Bruno GiraudHeraud, President of the Institute of the
Mediterranean – Italy Andrea Amato and
President of the Spanish Gastronomy
Academy Maria de Amezua. You can find
“Bir Denizin Çevresinden Benzer Sofralar”
printed by Denizler Book House at
bookstores now.
HALİÇ IŞIL IŞIL
2010 Avrupa Kültür Başkenti
İstanbul’un simgesi haline
gelmiş hazinelerinden biri
olan Haliç; Borusan Güç
Sistemleri, Avusturya Kültür
Ofisi, Enerjisa, İDO, HerberHausner ve Sobolak işbirliğinde
muhteşem bir sanat eseri
kazanıyor. Avusturyalı sanatçı
Waltraut Cooper tarafından
oluşturulan “Işık Salı” isimli eser
Sütlüce’de bulunan Haliç Kültür
ve Kongre Merkezi önünde
yerini aldı bile. İstanbul’un
“altın boynuzu” Haliç’i, renkli
ışıkların büyüsünün teşhir
edildiği bir açık hava sergisi
haline getirecek proje, birbirine
ışık direkler ile bağlanan, 25
saldan oluşuyor. “Işık Salı” isimli
eserde, salların her biri mavi ya
da yeşil ışık ile aydınlatılıyor.
Bu şekilde yazılı bir mesaj,
öncelikle bir seri sayıya ve
sonrasında da estetik bir objeye
dönüşüyor. Eser Aralık ayına
kadar Haliç Kongre Merkezi’nde
görülebilir. Haliç Kongre
Merkezi Sütlüce Mah.
Karaağaç Cad. / Beyoğlu
Tel: (0212) 311 11 11
HALİÇ IS
LUMINOUS
One of the İstanbul 2010
European Capital of Culture
golden locations, Haliç is hosting
an amazing work of art grounded
by a partnership between
Borusan Power Systems, Austrian
Cultural Office, Enerjisa, İDO,
Herber-Hausner and Sobolak.
The work titled “Işık Salı” is
by the Austrian artists Waltraut
Cooper and is outside the Haliç
Congress Center in Sütlüce,
Haliç. This outdoors exhibition
that is transforming the golden
horn into a festival of colorful
lights, is composed of 25 rafts
connected to one another with
light posts. Each raft is lit up with
a green or blue light. In this way
a message appears, then a series
of numbers and then finally an
aesthetic object. “Işık Salı” will
be outside the Haliç Congress
center till December. Haliç
Kongre Merkezi Sütlüce Mah.
Karaağaç Cad. / Beyoğlu
Tel: (0212) 311 11 11
BİR TATLI
HUZUR
İstanbul, modern ve şık meyhane
Münferit’e kavuştu. Galata Residence’ın
hemen girişinde açılan mekânın
düzenlemesi Autoban Tasarım Ofisi
imzası taşıyor. Dekorasyonun akla
getirdiği ilk çağrışım Pera’dan eski
İstanbul portreleri. Münferit’in
menüsünde geleneksel ve modern
lezzetler bir arada. Bir meyhanede
mutlaka olması gereken meze ve
ara sıcakların yanı sıra, başka yerde
bulamayacağınız birçok lezzet yer
alıyor menüde. Peynirler ve şarküteri
bölümünde İzmir tulum, ızgara sucuk,
orta ve tam yağlı seçenekleriyle beyaz
peynir; soğuk tabaklarda naneli fava,
acı sirkeli buharda midye, marine
levrek, pirinç yufkasında kuzu söğüş;
sıcak tabaklarda humuslu ızgara
karides, porçini mantarı ve trüf yağı
ile fırınlanmış beyaz peynir, tahin soslu
tekir; ana yemeklerde kum midyeli
poşe levrek, uzun pişmiş dana kaburga;
salatalarda turplu ıspanak salatası;
tatlılarda adaçaylı dondurma ve daha
birçok lezzet yer alıyor. Şarap, long
drink ve kokteyllerin de bulunduğu
Münferit iş toplantıları için biçilmiş
kaftan. Yeni Çarşı Caddesi 19,
Beyoğlu Tel: (0212) 252 50 67
Münferit, a smart and modern winery has opened in Istanbul. It’s located at the entrance of
the Galata Residence and was designed by the Autoban Design Office. The first thing that
comes to mind from the decor is the old Istanbul portraits from Pera. The Münferit menu is
a mix of traditional and modern dishes. Apart from all-time winery favourites such as meze
and warm entrees, there are certain dishes on the menu that you won’t find in anywhere
else. Here is a short list of some choices: the cheese and delicatessen section features
Tulum cheese from İzmir, grilled sucuk (garlic sausage), half and full fat cheese choices;
cold dishes: mint fava (mashed broad beans), mussels steamed in spicy vinegar, marinated
sea bass, boiled lamb in rice filo dough; hot dishes: grilled shrimps with humus, baked feta
cheese with porcini mushroom and truffle oil, red mullet with a sesame seed sauce; main
course: sea bass with manila clams, slow cooked ribs; salad: spinach and radish; dessert:
sage ice cream. There are many more dishes and flavours on this very luscious menu that
also have a wide range of wine, long drinks and cocktails. Münferit is an ideal venue for
business meetings. Yeni Çarşı Caddesi 19, Beyoğlu Tel: (0212) 252 50 67
THE TRANQUILITY OF
DELICIOUSNESS
9
DQ
10
TREND-TREND
YAZI-BY ZEYNEP EREKLİ
Türkiye’de
Şarapçılık
Şarabın anavatanı sayılabilecek topraklar,
köklü şarapçılar ve idealist genç
üreticiler sayesinde günden güne daha iyi
şaraplara sahne oluyor. Son yıllarda bu
ülkede bir şarapseveri mutlu edecek pek
çok gelişme yaşanıyor...
Her ne kadar kültürümüzde yeme-içme keyifleri her
zaman rakıyla anılsa ve ulus olarak şaraba karşı bir
mesafemiz olsa da, Türkiye topraklarının kapladığı
alan dünyanın en eski şarap bölgelerinden biri olarak
gösteriliyor. Tarihçiler, şarabın anavatanını Orta Anadolu
olarak gösterirken tarih olarak da M.Ö. 3 bin yılına
işaret ediyorlar. Kazılarda ele geçen M.Ö. 17. ve 18.
yüzyıllara ait bazı kapların şarap içimi veya saklanmasında
kullanıldığı kabul edilirken, Ankara’daki Anadolu
Medeniyetleri Müzesi’nde muhafaza edilen eserler bunu
doğruluyor.
Şarap, Anadolu’nun en eski uygarlıklarından biri olan
Hititlerin sosyal hayatlarında çok önemli bir rol oynardı.
Şarap, kraliyet ailesinin ve yöneticilerin katıldığı
törenlerde tanrılara sunulan başlıca içecekti. Hitit
yasalarında bağcılığı koruma altına alan maddelerin var
olmasından ve her bağbozumunun bir bayram olarak
kutlanmasından şarabın eski zamanlarda hem ekonomik,
Due to rooted wine specialists and idealistic
young manufacturers, the quality of wine in
Turkey is continuously advancing. During the
past years, Turkey, with land that could be
considered the native region of wine, has seen a
huge development concerning wine production
that will make many wine lovers rejoice…
Viniculture
in Turkey
Even though much of the Turkish eating and drinking culture
is linked to rakı, and as a nation they distance themselves
from wine, the land on which Turkey sits is in fact one of
the oldest winery areas in the world. Historians say that
mid-Anatolia is the homeland of wine dating back to three
thousand years B.C. Following digs that took place in the
area, certain items belonging to 17th and 18th century B.C.
such as vessels were believed to be for drinking or possibly
for holding wine, and the preserved articles in the Anatolian
Civilizations Museum in Ankara verify that.
Wine played a huge role in the social lives of one of the
oldest Anatolian civilizations, the Hittites. During events
where members of the royal family and administrators would
attend, wine would be the principal drink offered to the
gods. The Hittites even had a clause in their law stating
that the vineyards were protected and during each harvest
there would be a massive celebration. This is an indication
of the importance of wine both economically and culturally.
The next Anatolian civilization that followed the Hittites were
the Phrygians for whom wine was also of huge importance.
During 6th century B.C. wine began being exported to France
and Italy from production and commerce centers such as
Tabai (an ancient city near Denizli) in the south of Aegean,
Klazomenai (located near Urla) and to the north Ainos
(Enez). Knidos (Datça) and the Rodos islands located to the
southwest of the Mediterranean were also both very important
in the wine trade. Although certain bans concerning the use
and sale of alcohol came with the Ottoman era, the money
from taxes from wine sales went toward the Ottoman treasury
becoming a substantial source of income for the empire, hence
creating a conflict with the alcohol bans. None of the grape
vines were destroyed and for a while the wine production made
do by being shipped off to other areas.
By the second half of the 19th century, wine consumption
hit record levels following the modernization of the Ottoman
Empire that brought freedom and tolerance which lead to
all alcohol bans being lifted. Someone who understood the
importance of wine production was Atatürk and by forming
a monopoly he began his efforts in galvanizing the wine
production. The monopoly that was later privatized was in
charge of 40% of the wine production till 1990. However, in
the last 20 years this changed after private companies such as
Kavaklıdere, Doluca, Kayra and smaller companies such
as Büyülübağ, Corvus, Sevilen came and took over the
majority of the market.
11
12
hem de kültürel anlamda büyük öneme sahip olduğu
anlaşılıyor. Hititlerden sonraki dönemde yine önemli bir
Anadolu medeniyeti olan Frigyalılar için şarap gündelik
hayatın önemli bir parçasıydı. M.Ö. 6 yüzyılda ise şarap,
Güney Ege bölgesinde yer alan Tabai (Denizli yakınlarında
bir antik kent) ve Klazomenai (Urla yakınlarında)
ile kuzeyde Ainos (Enez) gibi üretim ve ticaret
merkezlerinden Fransa ve İtalya kadar uzak diyarlara
ihraç ediliyordu. Akdeniz sahilinin güneybatısındaki
Knidos (Datça) ile Rodos adası da şarap ticaretinde çok
önemli merkezlerdi. Osmanlı döneminde alkol kullanımı
ve satışı ile ilgili yasaklar olsa da şarap satışından elde
edilen vergiler Osmanlı hazinesi için önemli bir kaynak
teşkil ediyordu, dolayısıyla alkolün uzun vadeli olarak
yasaklanması devletin menfaati ile çelişiyordu. Üzüm
bağları hiçbir zaman kökünden sökülmedi ve üzüm üretimi
başka tüketim alanlarına yönlendirilmekle yetinildi.
Şarap üretimi 19. yüzyılın ikinci yarısında, Osmanlı
modernleşme hareketinin beraberinde getirdiği hoşgörü
ve hürriyet ortamında rekor düzeye ulaştı ve alkol
yasakları tamamıyla ortadan kalktı. Şarap üretiminin
önemini bilen Atatürk, Tekel işletmelerini kurarak şarap
üretimini canlandırma çabalarını başlattı. Daha sonra
özelleştirilen Tekel 1990’lara kadar şarap üretiminin
% 40’ını elinde bulundurmaktaydı. Ancak son 20 yıllık
dönemde bu durum değişti, Kavaklıdere, Doluca, Kayra
Turkey is one of the leading world countries in the field
of grape production. The country reserves approximately
600,000 acres of land for its grape production and is closely
following Spain, France and Italy in the field. However, only
a little section of the production is actually used for wine.
The majority is used for food products such as dried grapes,
molasses, grape paste and grape juice.
The reason for such low wine production in Turkey is directly
linked to the low demand from the local consumer. However,
although this may be the case, Turkey still has amazing
potential in this field. The local grapes used in the red
wines Öküzgözü, Boğazkere and Kalecik Karası and the
grapes used in the white wines Emir and Narince are all
high quality grapes. There are also European grapes such
as Gamay, Cinsault and Semillon that are grown in Turkey.
Furthermore, at the beginning of the 90’s, refined grapes like
Chardonnay, Sauvignon Blanc, Cabernet Sauvignon, Shiraz
and Merlot were all planted on this land, tested and then
processed into amazing wines.
Turkey until recently was completely unaware of its own wine
related traditions, but this country’s population is young and
the number of wine enthusiasts as well as the quality of the
wine is rising fast. For wine enthusiasts, watching the Turkish
wine sector grow, develop and in a way return to its roots is
hugely exciting.
Son yıllarda Türkiye’deki şarap sektörünün
gelişimini izlemek ve şarabın deyim yerindeyse
“anavatanına” dönüş sürecine tanıklık etmek bir
şarap meraklısı için çok büyük keyif.
gibi özel firmalarla birlikte Büyülübağ, Corvus, Sevilen
gibi küçük yeni üreticiler kaliteli şarap üretiminde pazarı
büyük ölçüde ellerinde tutmaya başladılar.
Türkiye günümüzde üzüm üreticiliği alanında dünyanın
belli başlı ülkelerinden biri. Ülke, üzüm üretimine
ayrılan 600,000 hektarlık üzüm bağları ile alan açısından
dünyada önemli bir yere sahip, üzüm üretimi açısından
da İspanya, Fransa ve İtalya gibi ülkeleri takip ediyor.
Ancak bu muazzam üretimin çok az bir bölümü şarap
üretiminde kullanılıyor; geri kalan kısmı yemeklik üzüm
olarak tüketiliyor, kuru üzüm haline getiriliyor veya
pekmez, üzüm ezmesi ve üzüm suyu gibi gıda ürünlerinin
üretiminde kullanılıyor.
13
Türkiye’deki şarap üretimi, yerel talebin düşüklüğü ile
doğrudan bağlantılı olarak çok az; buna rağmen Türkiye
şarap üretiminde büyük bir potansiyele sahip. Kırmızı
şaraplarda Öküzgözü, Boğazkere ve Kalecik Karası,
beyaz şaraplarda da Emir ve Narince gibi çok kaliteli
yerel şaraplık üzümler vardır. Bunların yanı sıra, Gamay,
Cinsault ve Semillon gibi Avrupa kökenli üzümler de
Türkiye’de yetişiyor. Ayrıca, 1990’lı yılların başlarından
beri Chardonnay, Sauvignon Blanc, Cabernet Sauvignon,
Shiraz ve Merlot gibi asil üzümler de burada ekilmiş,
test edilmiş ve Türk şarap imalathanelerinde mükemmel
şaraplar haline getirilmişlerdir.
The history of one of the oldest wine companies in Turkey,
Doluca dates back to the declaration of Republic. Nihat
Kutman studied both oenology and viticulture in Germany
before coming back to Turkey in 1926 and planting the
first seeds for Doluca, Turkey’s most famous, most consumed
and the largest wine producer. Doluca that is a family run
business into its third generation was the first to bring the
grapes such as Cinsault, Semillon, Gamay and Riesling to
Turkey, helping this variety of grape to spread in Turkey.
Turkey’s very first private sector wine producers founded in
1929 is Kavaklıdere. They have factories all over the country
and export to Europe, America, Canada and the Far East.
With the key principle of “Anatolian wine from Anatolian
14
. For wine enthusiasts, watching the
Turkish wine sector grow, develop and in
a way return to its roots is hugely exciting.
Türkiye kısa bir süre öncesine kadar kendi şarapçılık
geleneğinin fazla farkında değildi. Ama genç bir nüfusa
sahip olan bu ülkede şarap meraklılarının sayısı giderek
artıyor ve şarap kalitesi de giderek yükseliyor. Son
yıllarda Türkiye’deki şarap sektörünün gelişimini izlemek
ve şarabın deyim yerindeyse “anavatanına” dönüş sürecine
tanıklık etmek bir şarap meraklısı için çok büyük keyif.
Ülkemizde faaliyetlerini sürdüren en eski şirketlerden
biri olan Doluca’nın geçmişi Cumhuriyet’in ilanını
izleyen ilk yıllara dek uzanıyor. Almanya’da önoloji ve
vitikültür dallarında eğitim gören Nihat Kutman’ın,
1926’da yurda dönerek tohumlarını attığı Doluca, bugün
Türkiye’nin en tanınmış, üretimi ve tüketimi en büyük
şarap üreticisi. Cinsault, Semillon, Gamay ve Riesling
gibi üzüm çeşitlerini Türkiye’ye getirip Mürefte ve
civarındaki köylerdeki bağlarda dikerek yetiştirmeye
başlayan ve bu türlerin Türkiye’de yayılmasına da önayak
olan Doluca bugün üçüncü kuşak tarafından yönetilen bir
şirket.
Türkiye’nin en köklü ve ilk özel sektör şarap
üreticilerinden olan ve kuruluşu 1929’a tarihlenen
Kavaklıdere de bugün ülkenin dört bir yanında üretim
yapıyor ve bir kısmını başta Avrupa olmak üzere
Amerika, Kanada ve Uzakdoğu’ya ihraç ediyor. En
önemli prensibi “Anadolu üzümünden Anadolu şarabı”
olan şirket Anadolu’da yetişen şaraplık üzüm cinslerini,
dünyaya tanıtmayı görev bildi ve kurulduğu günden bu
yana, katıldığı yurt içi ve yurt dışı yarışmalarda 500’ü
aşkın madalya kazandı. Şarapla ilgili yayınlar, dergiler,
şarap tadım organizasyonları, günü birlik turlar, kültür
gezileri şirketin faaliyetlerinden birkaçı.
grapes” the company made it their main purpose to introduce
the grapes of Anatolia to the world and have won over 500
medals in competitions nationally and internationally.
The company has a wide range of operations and projects
concerning wine such as publications, magazines, wine tasting
events, day tours and cultural tours.
The delicious and innovative
wines of the windy island
Alongside the old players of the Turkish wine sector there are a
number of fresh faced but progressive companies with extremely
ambitious wines that are beginning to attract a lot of
attention. Corvus is one of the young names in the developing
world of Turkish wine. Architect Reşit Soley began the Corvus
dream on August 2002 in Bozcaada when the initial planting
took place, a year later the seedlings began sprouting leafs.
Reşit Soley carried on the perfectionist streak he used on his
architectural projects with added heart on to the plantation
and care for the Corvus vines. He prepared each seedling with
his own hands, and was on the land every step of the way.
Bought at the beginning of 2004, the Corvus Wine Factory
was equipped with the best technology in its field and during
2004 began its wine production. Surprising to most, the first
produce despite being young was actually quite pleasant to
drink. The Corvus vineyard on Bozcaada is 250,000 m2 and
also home to grapes like Cabernet Sauvignon, Malbec, Merlot,
Shiraz and local grapes Çavuş and Vasilaki. Some grapes
that are not on the island but from Elazığ and Diyarbakır
are also used, such as Öküzgüzü and Boğazkere that are
traditional grapes that need no watering. Among those who
have visited Turkey and tried the Corvus wine are Barack
Obama, The Queen of England and Pope Benedict XVI.
Rüzgârlı adanın lezzetli ve
yenilikçi şarapları
Bugün köklü üreticilerin yanında yeni ve ilerici isimler
de iddialı şaraplarla göze çarpıyor. Corvus, gelişen
Türk şarap dünyasında genç bir isim. Mimar Reşit
Soley tarafından Bozcaada’nın kıraç topraklarında ekilen
Corvus Bağları’nın kuruluş hayali 2002 Ağustos’unda,
fideleri ise 2003 yılında yeşerdi. Reşit Soley, dolu dolu
geçen mimarlık çalışmalarındaki tüm titizliği ve kalbini,
Corvus Bağları’nın dikiminde ve sonrasında da gösterdi.
Her bir fideyi kendi elleri ile hazırladı. Gelişimin her
aşamasında topraktaydı. 2004 yılı başında alınan Corvus
Şarap Fabrikası, kısa sürede kullanılabilecek en iyi
teknoloji ile donatıldı ve 2004’te ilk bağbozumuna girdi.
Ve ilk ürünler, tüm gençliklerine rağmen, şaşırtıcı ve
keyifle içilen şaraplara dönüştüler.
Bozcaada’daki Corvus Bağları, toplam 250 dönümlük
alana sahip. Cabernet Sauvignon, Malbec, Merlot, Shiraz
ve yerli üzümlerden Çavuş ve Vasilaki kendi bağlarında
yetiştirilen üzüm çeşitleri. Ada dışından ise Elazığ ve
Diyarbakır’ın sulama yapılmayan geleneksel bağlarından
toplanan Öküzgüzü ve Boğazkere üzümleri kullanılıyor.
Türkiye ziyaretleri sırasında Corvus şaraplarını tatma
fırsatı bulanlar arasında Barack Obama, İngiltere
Kraliçesi Elizabeth ve Papa 16. Benediktus da var.
2009 Mayıs’ında dünyanın en saygın şarap tadımcıları ve
en ünlü şarap yazarlarından biri olan Jancis Robinson,
Türk şaraplarını tanımak amacıyla Türkiye’ye davet
edildi. Ziyareti sırasında bir gününü Bozcaada’ya
gelip Corvus bağlarını ve fabrikasını gezmeye ayıran
Robinson, Corvus’un şaraplarına oldukça yüksek notlar
verdi. Özellikle Cabernet Sauvignon, Merlot ve Shiraz
üzümlerinden oluşan Corvus Corpus 2004 ve Shiraz,
Cabernet Sauvignon, Merlot ve Karalahana üzümlerinin
bir kupajı olan Corvus Blend No.2 2005 adlı iki şarap,
20 üzerinden 17 ve 16,5 puan alarak, Türk şarapları
arasında en yüksek puanlara sahip oldular.
Marmara Denizi’nin ikliminde...
Bir diğer genç ve başarılı şarap üreticisi Büyülübağ
Bağcılık Şarapçılık, 2003 yılında, bağcılık ve şarapçılık
geçmişi eski Rum bağcılık kültürüne dayanan, özel
bir mikroklimaya sahip Avşa adasında kuruldu. Üstün
kaliteli şaraplar üretebilmenin yolunun, üzüm ve şaraba
en üst düzeyde ilgi ve dikkatin gösterilmesi ve mümkün
olan en hassas ve nazik şarap yapım metotlarının
kullanılması olduğunu temel felsefe olarak benimseyen
Alp Törüner, şaraphane tasarımından bağ arazisinin
yapısına kadar her detayı önemsedi, yabancı önologlarla
çalıştı. Büyülübağ şarapları, şarap endüstrisindeki son
teknolojik gelişimlerin ışığında Bordeaux tarzı üretim
teknikleri ile, şarabın hak ettiği özen ve nezaketle
In May 2009, one the world’s most respected wine tasters and
famous wine critic Jancis Robinson was invited to Turkey in
order to try the Turkish wines. During her visit she travelled
to Bozcaada to look at the Corvus vineyard and factory, the
points she awarded Corvus were very high. The wines that did
exceptionally well were Corvus Corpus 2004 made of Cabernet
Sauvignon, Merlot and Shiraz grapes and Corvus Blend No.2
2005 which is a blend of Shiraz, Cabernet Sauvignon, Merlot
and Karalahana grapes. Awarded 17 and 16,5 out of 20,
both wines got the highest marks of all the wines in Turkey.
Immersed within the climate of
the Marmara Sea…
Another young and successful wine company is Büyülübağ
Bağcılık Şarapçılık, founded in 2003 on the Avşa Island that
has a history of Romanian viniculture and host to a special
microclimate. Alp Törüner’s philosophy for producing high
quality wine is to give the grape and wine the utmost care,
attention and to use gentle methods during production. Alp
Törüner also made sure every detail was perfect including the
architectural design of the vineyard, he also worked closely
with foreign oenologists. Under the light of the latest modern
technologies in the wine industry the Büyülübağ wines are
produced with Bordeaux techniques. All the meticulous
planning and care paid off; during the 19th “Vinalies
International 2009” organized by the Paris based French
Oenology Federation, Büyülübağ Cabernet Sauvignon Reserve
2005 was awarded the silver medal out of over 3,500 entries.
Grape Harvest: A celebration
of the land
Have you ever gone on a trip to a grape harvest? Have you
ever felt the soft earth that lies beneath the grapevines under
your feet or among the silent vines watched as the grapes
are carefully packed into crates? Those who go on the trips
to grape harvests are not only people who deal with wine or
closely follow wine culture, in fact these trips are ideal for
people who like to travel, like to see new things and like to
experience new flavors. It’s also ideal for anyone who loves
wine as there is a lot of tasting involved!
15
işleniyorlar. Karşılığını da alıyorlar; 19 yıldır, Paris’te
Fransız Önologlar Birliği tarafından düzenlenen “Vinalies
International 2009” yarışmasında 3500’ü aşkın şarap
arasından Büyülübağ Cabernet Sauvignon Reserve 2005,
gümüş madalya ödülüne layık görüldü.
16
Bağ bozumu: Bir toprak şöleni
Hiç bir bağ bozumu gezisine katıldınız mı? Hiç, bir
üzüm bağının o yumuşacık toprağına bastınız, bağdaki
sessizliğin bir an, bir arı vızıltısıyla bozulduğunu
duydunuz ve üzerinde incecik bir tabaka halinde buğusu
duran üzümlerin kasalara yüklenişini gördünüz mü?
Bağ bozumu gezileri, sadece şarapçılıkla uğraşanları ve
şarap kültürüyle yakından ilgilenenleri değil, gezmeyi,
görmeyi, yeni tatları keşfetmeyi seven herkesi çok mutlu
edebilir. Bol bol şarap tatmak da cabası!
Karadeniz’den Ege’ye ve Güneydoğu Anadolu’ya,
ülkemizin hemen hemen her köşesinde bağcılık ve şarabın
izlerine rastlamak mümkün. Ancak Kapadokya ve Ankara
ile İç Anadolu, Diyarbakır, Malatya ve Elazığ ile özellikle
Öküzgözü ve Boğazkere üzümlerinin yetiştiği Doğu
Anadolu, konu bağcılık olduğunda ilk akla gelen yerler.
Karasal bir iklime sahip olan İç Anadolu’da, gündüz
çok sıcak, gece de çok soğuk. Üzümün mükemmel
şekilde gelişmesi için barındırdığı şeker miktarı çok
önemli ve gündüz sıcağının üzümde şeker miktarının
oluşumuna katkısı var. Üzümdeki şeker miktarı, o
üzümle yapılacak şarabın alkol oranında belirleyici olan
bir faktör. Geceleriyse üzümün serinlemesi gerekiyor.
Kapadokya’nın geceleri, üzümü ferahlatacak kadar serin
ancak fazla üşütmeyecek kadar ılık. İşte bu nedenle
Öküzgözü, Kalecik Karası, Boğazkere, Narince ve
Emir gibi Anadolu üzümleriyle Cabernet Sauvignon,
Chardonnay ve Sauvignon Blanc gibi Avrupa kökenli
üzümler burada en güzel şekilde yetiştirilebiliyor.
Marmara’da ise, tertemiz havası ve denizi, ahşap köy
evleri ve ufak balıkçı lokantalarıyla meşhur Trakya ilçesi
Mürefte, bağ bozumunun önemli duraklarından biri.
Deniz manzaralı Mürefte bağlarının içinde dolaşabilir,
bir zaman sonra nefis şaraplara dönüşecek üzümlerden
birer, ikişer koparıp tadabilirsiniz. Mürefte ‘binbir
çiçek’ demek. Bu isim bile bölgenin, topraklarının ne
kadar bereketli olduğunu anlatır gibi. “Doluca Tepesi”
olarak bilinen yerde bir zamanlar var olan volkandan
akan lavların birikmesiyle oluşan humuslu toprak üzüm
yetiştirmek için son derece elverişli. İşte bu nedenle
burada dünya standartlarında bağcılık yapılabiliyor.
Tekirdağ - Şarköy’e yaklaşık 15 dakika mesafede olan
Mürefte’de yapılacak ilk iş, tabii ki, Cinsaut, Semillon,
Gamay, Çavuş, Muscat ve Kardinal cinsi üzümlerin
yetiştirildiği bağları dolaşmak, şarap üretim tesislerini
gezmek, şarap tatmak...
It is possible to spot traces of viniculture all over Turkey, from
Karadeniz to the Aegean to Southeast Anatolia. However,
there are particular parts that first come to mind such as
Ankara, mid-Anatolia, Diyarbakır, Malatya, Elazığ and
Eastern Anatolia, where the grapes such as Öküzgözü and
Boğazkere are grown.
Mid-Anatolia’s land is extremely earthy with a climate that is
very hot during the day and very cold at nights. One crucial
point about the development of grapes is the level of sucrose
it develops, and the sun during the day plays a big part
concerning the sucrose levels. The level of sucrose is important
because it determines the alcohol level in the wine. At night,
the grapes need to cool down; the evenings in Cappadocia
are cool enough to refresh the grapes without them getting
too cold. It’s exactly because of this ideal grape growing
climate that Anatolian grapes such as Öküzgözü, Kalecik
Karası, Boğazkere, Narince, Emir and European grapes such
as Cabernet Sauvignon, Chardonnay and Sauvignon Blanc
flourish on Turkish land.
Mürefte with its clean sea air, wooden houses and small fish
restaurant is a borough of Trakya in Marmara and is also an
important part of the viniculture. You can walk around the
vineyard in Mürefte, pick and taste a couple of grapes that
will soon be turned into delicious wine. Mürefte means ‘a
thousand and one flowers’, with this name it’s as if it describes
how productive the land is. The land known as the “Doluca
Hill” used to be a volcano that erupted and the lava that
flowed out turned the land into an ideal formula for growing
grapes. It’s because of this that the wine produced is at world
standards. The first to do when you arrive at Mürefte that
is 15 minutes from Tekirdağ-Şarköy, is to walk around the
vineyard of grapes such as Cinsaut, Semillon, Gamay, Çavuş,
Muscat and Kardinal, walk around the wine factory and
finally taste the produce…
Karadeniz’den Ege’ye ve Güneydoğu Anadolu’ya,
ülkemizin hemen hemen her köşesinde bağcılık
ve şarabın izlerine rastlamak mümkün.
17
YAZI-BY GÜNEŞ FINDIKOĞLU FOTO⁄RAFLAR - PHOTOGRAPY MURAT TEK‹N
DQ
18
Karanlık Çökerken Neredeydiniz, Lunapark Kapandı, İstanbul
Bir Masaldı gibi kitaplarıyla İstanbul’u ve insanlarını anlatan
Mario Levi ile gerçekleştirdiğimiz söyleşide edebiyattan seyahate,
yeni kitabından öğretmenlik hayatına kadar her şeyi konuştuk.
RÖPORTAJ-INTERVIEW
Yazarlık süreci nasıl başladı hayatınızda?
Bazen mutlaka bir başlangıç vardır. Örneğin
geçmişe baktığınızda hatırlarsınız; şu tarihte başladı
diyebilirsiniz. Somut bir tarih bile verebilirsiniz.
Ancak hiçbir zaman başlangıç göründüğü gibi de
değildir. Yani onun bir hazırlığı vardır. İlla ki
somut bir başlangıç arayacak olursak; 1976 yılına
gitmek gerekiyor. O yıl, ben üniversitenin birinci
sınıfındaydım. İstanbul Üniversitesi, Edebiyat
Fakültesi’nde Fransız Filolojisi okuyordum. Bir
takım tesadüfler sonucu kendimi orada bulmuştum.
İşte orada bir arkadaş edindim. O arkadaşım
edebiyat bilgisi açısından benden daha ileriydi.
Şiirler de yazıyordu. Ancak benim o zamana kadar
yazmış olduğum somut bir şey yoktu. Sadece iyi
bir okurdum. Ta ki günün birinde Emre; “Sen artık
bir şeyler yazsana” diyene kadar. Ben de öyküler
yazmaya başladım ve bu şekilde başlamış oldum.
Ancak sonrasında hikâyelerimin, romanlarımın,
yazılarımın yayınlanması için uzun yıllar sabretmem
gerekti. Uzun bir hazırlık dönemi geçirdim kendimi
olgunlaştırmak için. Okur karşısına çıkabilmem için
farklı hazırlıklar yaşamam gerekti.
Mürekkebi
İstanbul
Olan
Yazar
How did the writing chapter of your life begin?
Sometimes there is always a beginning. As in when
you think back you can say this happened on this
date. You are able to give a concrete date. However,
the beginning of something is never what it seems.
There is always certain preparation made before
hand. If we were to go back and search for a concrete
beginning, then we’ll have to go back to 1976.
That year I was in my first year at Istanbul
University, studying French Philology in the faculty
of literature. Following a number of coincidences I
found myself there. While I was there I made a friend
who was much more advanced than I was concerning
literature. He would write poems, I on the other hand
hadn’t written anything substantial. I was just a
dedicated reader, till one day Emre said, “Why don’t
you start writing something?” Following that I began
writing short stories, I waited patiently for years
till my stories, novels and articles were ready to be
published. I underwent a long period of preparation
for my material to mature, because in order to go
public I needed to experience different things as part
of my preparation.
He Who
Writes
Through
Istanbul
RÖPORTAJ - INTERVIEWED BY NEVRA NERGİZ FOTO⁄RAFLAR - PHOTOGRAPY MURAT TEK‹N
19
During our interview with Mario Levi we spoke about literature, travel, his teaching experience, his new
book and his books about Istanbul and its people like: Where Were You When Darkness Fell, Amusement
Park Closed and Istanbul Was A Fairy Tale.
20
Kitaplarınızı oluşturma sürecinden bahseder misiniz?
O süreç aslında biraz habersizdir. Örneğin ben genelde
kitaplarımın konularına pek de farkına varmaksızın
hazırlanırım. Mesela, önceden uzun uzun tasarlamalar
yoktur. Herhangi bir yere gittiğinde notlar alan
yazarlardan değilim. Sadece biriktiririm. Kendimde
şunu fark ettim; ürkütücü boyutta güçlü bir hafızam var.
Hiçbir şeyi unutmuyorum. Bunu bir armağan olarak
kabul ediyorum. Mesela bir takım olaylar hatırlıyorum
ki; anneme sorduğumda “2 yaşındaydın” diyor. O kadar
geri gidebiliyorum. Böylece biriktiriyorum. Zaman
geçtikçe kendimle ilgili bir gerçeğin daha farkına vardım.
Aslında yazmakta olduğum her kitap bir sonraki kitabımı
doğuruyor. Sanki haberini veriyormuş gibi. Örneğin
“İstanbul Bir Masaldı”, “Lunapark Kapandı”yı doğurdu.
“Lunapark Kapandı”, “Karanlık Çökerken Neredeydiniz”i
doğurdu. “Karanlık Çökerken Neredeydiniz” ise şu
anda yazmış olduğum kitabı doğurdu. Planlı bir yazar
olmamakla ilgili bir de şunu söylemek istiyorum; örneğin
kimi yazarlar vardır roman yazdıklarında önceden her
şeyi tasarlarlar. Hatta aşağı yukarı kaç sayfalık bir roman
yazacaklarını bile bilirler. Varsayalım ki bir olaylar örgüsü
yazacaklardır, önceden ellerinde bir taslak vardır. Ya da
bir aileyi anlatacaklardır, ellerinde bir soyağacı vardır.
Ben kesinlikle bundan yana değilim. Benim kafamda
bir hikâye vardır. İyi kötü nasıl yol almam gerektiğini
bilirim. Hatta bazen hikâyenin sonu da böyle olabilir
derim. Fakat sadece olabilir derim. Önümde bir ihtimal
vardır. Hiç kürek çektiniz mi bilmem ama kerterez tutmak
denen bir olgu vardır. Denizde yol olmadığı için karada
bir nokta belirlersiniz ve o nokta sizin gideceğiniz yeri
belirler. Doğrusunu söylemek gerekirse birazcık kerterez
tutarım. Fakat bugüne kadar hep sonlar değişti. Daha
doğrusu sonlar çok büyük değişikliklere uğramadığı halde,
Could you tell us about how you compose your books?
That process kind of develops without warning. For example
I’m not really aware what the subject of the book will be
while I prepare for it. There isn’t a lengthy planning process
made ahead of time. I’m not a writer who takes notes when
I go to different places. I only collect. I’ve noticed this about
myself; I have a terrifyingly strong memory. I don’t forget
anything. I accept this as a gift. I often remember events
that when I ask my mother she tells me that I was 2 when it
took place. So I’m able to go that far back. Thus, I collect.
As time passes I have realised something else about myself.
Every book that I write, actually leads to the birth of the
next one. As if giving a heads up. For example, ‘Istanbul
Was A Fairy Tale’ led to ‘Amusement Park Closed’ and then
that to ‘Where Were You When Darkness Fell’ and that has
led to the book that I am working on at the moment. What
I can say about being a writer who doesn’t have a plan is
that there are some writers that have a skeleton of what
their novel will be about. They sometimes even know roughly
how many pages it will be. Let’s say that they are going to
write a web of events and they have this pre-organized plan,
or they are going to write about a family and they have a
family tree. I really don’t agree with this. I have a story
in my mind, and I will know for better or for worse how
it should play out. I even sometimes think, maybe it could
end like this. I only ever say maybe though. Because there
is only one possibility. I don’t know if you have ever done
any rowing but there is this action of making a point of
your location. Because there aren’t any roads on the sea you
need to recognize a point on the land and plan your journey
according to it. So to be honest I usually have a point of
location while writing. However, till this day every single
ending has changed, actually it’s more that they didn’t
change hugely they just weren’t what I was thinking when
başlangıçta düşündüğüm gibi olmadı. Mutlaka yeni bir
şeyler eklendi, bir takım değişimlere uğradı. Ben yazma
sürecinin spontane tarafını seviyorum. Hayatın da bu
tarafını çok seviyorum. Dolayısıyla yol alırken hikâye sizi
bir yere mecbur ediyor zaten. Ve ben kitaplarımı böyle
oluşturuyorum.
Kitabın yazım sürecinde sizi çok etkileyen bir olay
geliştiğinde, bu kitabın akışını da etkiliyor mu? Ya da
size çok çarpıcı gelen başka eserlerin sizi etkilediğini
düşünüyor musunuz?
“İstanbul Bir Masaldı”da çok oldu o olaylar. Mesela o
kitapta, yakın çevremden ve ailemden bazı insanları da
anlattım. Tabii o insanlar metne geçince başka hikâyelerin
içine girdiler, birtakım değişimlere uğradılar. Normal
hayattan edebiyata geçiş süreci bir şekilde orada yaşandı.
Fakat anlattığım kimi insanlar –aralarında ailemin yaşlıları
da vardı- ben tam onları anlatırken vefat ettiler. Hiçbirinin
anlattığım hikâyesi yüzde yüz aslına uygun değildir. Ama
önemli bölümler vardı gerçekleri ile ilgili. Ben o hikâyede
onu yaşatmayı düşünürken, öldürmek durumunda kaldım.
Çünkü onun ölümünün yansımaları da oldu bana. Bu işin
bir boyutu. Bir diğeri de; yazıyorsunuz bir hikâyeyi –bu
da “Karanlık Çökerken Neredeydiniz”i yazarken başıma
geldi-, bilgisayardan çıktısını alıyorsunuz ve son bir kez
göz gezdiriyorsunuz. Ancak kitapta öyle bir hikâye var
ki, “Burada bir eksiklik var” diye düşünüyorsunuz. Hayal
edin, roman yazılmış ama romanın içindeki hikâyenin
bir bölümü içime sinmemiş. 2008 yılının yaz aylarında
Bozcaada’da tatildeyken aklıma birdenbire o ne kadardır
bulamadığım çözüm geldi. O anda çocuk gibi sevindim.
Bir çözüm buldum, gayet güzel ama bu sefer de hikâyenin
öbür tarafları etkileniyor. Ve o yüzden kurguyu yeni
baştan elden geçirmek durumunda kaldım. Böyle
durumlarla karşılaştığım oluyor tabii. Hem hayat zorluyor,
hem hikâyenin kendisi zorluyor birtakım değişiklikler
Orhan’ın ve hiçbir yazarın
yaşamadığı bir durum vardı.
Yahudi İstanbul’unu anlatmak.
O benim için çok içerden
yaşanmış bir duygu.
I started. New things were added and small adjustments
made. I enjoy the spontaneous side of writing. I enjoy the
spontaneity of life as well. When you begin a journey the
story forces you in a direction anyway and so that is how
I write my books.
If an event takes place that affects you in some way
while writing a book, does it also affect the books
journey? Do you think that you are ever affected by
other work that’s very striking?
This happened a lot while working on ‘Istanbul Was A Fairy
Tale’. For example in that book I referred to my family and
people close to me. However, when they entered that text
they also entered a different story, and slight changes were
made. So that time there was this crossover from normal
life to literature. However, some of the people I wrote
about - some include the elders in my family - passed away
while I was still writing. So what I write about is never
exactly based on the reality, but there were some parts that
were based on the truth. While I was aiming to keep them
alive in the story, I ended up having to kill them because
their death in reality had an effect on me. So this is one
segment of it. Another segment is, you’ve written a story
-this happened to me while writing ‘Where Were You When
Darkness Fell’ -, you print it off and look over it one last
time. The thing is though that the way the story is, you end
up thinking, “There is something missing”. Imagine this, the
novel is finished but a section of the story just doesn’t feel
right. While on holiday in Bozcaada during the summer
of 2008 the solution of the problem suddenly came to me.
I was innocently happy like a child. I had found a perfect
solution but this time other parts of the story were going to
be affected, so I ended up having to review the whole thing.
There have been different times when this had happened.
It’s very tricky and tiring having to make certain
adjustments to the story. I found solutions to many of my
problems with things I’ve written. For example, imagine
a book that has nothing to do with what I write about. A
writer from another country is writing about a completely
different story, it has nothing in common with my story. But
because of the way it’s written I manage to find a solution
to my problem within that text.
In order to be a good writer must one also be a good
reader?
Yes, definitely. One reason for getting as far as I have is
definitely linked to me being a good reader. I have read so
many books that I have lost count. And I am still reading.
For example, I read over 60 books for the preparation for
the book that I’m nearly finished writing. In each I found
something that inspired me or gave me a glimmer. This
doesn’t disturb me at all. Sometimes you may even be
affected. I can even add that sometimes a sentence you may
write may be very much like another writer’s. You won’t be
aware of this, but it doesn’t matter. Because that sentence
is now yours and it takes part in your story. So of course
21
yapmaya. Ben birçok kitapta birçok sorunuma çözüm
buldum. Mesela benim yazdığımla hiçbir alakası olmayan
bir kitap düşünün. Başka bir ülkenin yazarı, bambaşka bir
hikâye anlatıyor. Benim hikâyemle hiçbir ortak yanı yok.
Ama o hikâyede öyle bir durum anlatıyor ki, birdenbire o
soruma bir çözüm bulabiliyorum.
22
İyi bir yazar olmak için iyi bir okur olmak şart mı?
Kesinlikle evet. Eğer ben bugün bir yerlere gelebilmişsem,
bu aynı zamanda iyi bir okur olduğum içindir. Bugüne
kadar sayısını unutacağım miktarda kitap okudum. Hala
da okuyorum. Örneğin şimdilerde bitmek üzere olan
kitabımın hazırlığı için 60’dan fazla kitap okudum. Her
birinde de esinlenebileceğim, bana yol gösterecek bazı
pırıltılar buldum. Bundan hiç gocunmuyorum. Bazen
etkilenebilirsiniz de. Üstelik şunu bile söyleyebilirim;
yazmış olduğunuz bir cümle bir başka yazarın cümlesine
çok benzeyebilir. Farkında olmazsınız siz onun. Ama
hiç önemli değildir o. O cümle artık sizin olmuştur ve
sizin hikâyeniz içindeki yerini almıştır. Haliyle elbette
başka yazarlar bizi bir yere götürür. Çünkü edebiyat aynı
zamanda gelenektir. Gelenekten kopamayız.
This happened a lot while
working on ‘Istanbul Was A
Fairy Tale’. For example in
that book I referred to my
family and people close to
me. However, when they
entered that text they also
entered a different story, and
slight changes were made.
Bir insan yazı atölyesine giderek yazar olur mu?
Bunun somut bir cevabı var. Benim bu sekiz yılda sanırım
200-250 öğrencim olmuştur. Şu anda kitabı olan altı yazar
var. 250’de altı ama gördüğünüz gibi çıkıyor. Üstelik
bunların birkaç tanesinin birden fazla kitabı var. Yani
bir kitapla da kalmadılar. Üç kitabı olan var, dördüncü
kitabını yazmakta olan var.
Peki sizce boynuz kulağı geçer mi?
Ne mutlu bana, umarım geçer. Bunu değerlendirecek
olan insan ben değilim. Boynuz kulağı elbette geçebilir.
Bunu okur ve zaman değerlendirebilir. “Bu adam da Mario
Levi’nin öğrencisiydi, zamanla kendini geliştirdi ve onun
çok ilerisine gitti.” diyebilirler. Mümkündür bu. Dediğim
gibi bunu değerlendirmek bana düşmez. Kaldı ki, mutlu
bile edebilir. Yazı atölyelerinde Türkiye’ye yazarlar
kazandırdığım için şaka yoluyla hep şunu söylerim; “Ben
Türk Edebiyatı’nın Sezen Aksu’suyum.” Hiçbir şarkıcının
yapmadığını yaptı Sezen Aksu. Ben onu çok takdir
ediyorum. Bildiğiniz gibi çok önemli şarkıcılar yetiştirdi.
Ben de bunu bir çeşit misyon olarak kabul ediyorum.
Çünkü edebiyat bir mirastır. Benim de ustalarım oldu.
Ben de Tomris Uyar’la günlerce beraber oldum. Haldun
Taner’le yıllarca beraber oldum. Atilla İlhan’la kaç kez
sohbet ettiğimi hatırlamıyorum bile. Onlar da benim
ustalarımdı. Hiçbir zaman ben onların ilerisindeyim
iddiasını taşımam. Bunu hiçbir zaman yapmam. Ama belki
birileri bunu söyleyecektir. Belki yanına bile yaklaşamaz
diyecektir. Onu ben bilemem. Çünkü ben kendi yolumda
gidiyorum ve kimseyle rekabet içinde değilim. Hala
yapmam gerekenlerin çok azını yaptığıma inanıyorum.
other writers take us on journeys, because literature is also
tradition and you cannot separate yourself from tradition.
Can someone become a writer by attending a creative
writing workshop?
There is a concrete answer to this. Over the passed eight
years I think I have taught about 200-250 students. Out
of this number, six have released books. So that’s six out of
250, but as you can see it does happen. Some of them even
have more than one book, so they didn’t just release one and
move on. Some have three and some are on to their fourth.
So do you think the apprentice can surpass the master?
I hope so, that would make me happy, but I’m not really
the person that can judge that. However, the apprentice can
definitely surpass the master. What determines that is the
reader and time. It is very possible that one could say, “This
person used to be Mario Levi’s student, and over time really
developed and now is much further ahead than him.” This
is possible, but like I said I’m not the person that should
comment on this. If it did happen, then I’ll be flattered.
During my workshops I usually make a joke of saying “I am
the Sezen Aksu of Turkish Literature”. Sezen Aksu did what
no other singer did. I admire her for that. As you know she
guided many of the important singers of today. I accept this
as my own mission as well. Because literature is a legacy.
Ben kendimi geliştirmeye çalışıyorum hala. Dolayısıyla
bu yolda birileri benden daha hızlı ilerler ve daha ileri
giderse, bu çok güzel olur. Türk Edebiyatı yeni bir yazar
kazanmış olur.
Yeni kitabınızdan bahseder misiniz?
Bu yeni kitap bir çeşit anılar kitabı. Şimdi tabii benim
bir İstanbul yazarı olduğum artık biliniyor. “İstanbul Bir
Masaldı” ile başlayan süreç, beni Türk Edebiyatı’nda böyle
bir yere getirdi. Hatta sadece Türk Edebiyatı değil, biraz
daha geniş çevreler, yani edebiyatı da içeren medya; büyük
gazeteler, televizyon kanalları da beni böyle bir yerde
görmek tercihinde bulundular. Buna hiçbir itirazım yok.
Yahya Kemal ile başlayan, Ahmet Hamdi Tanpınar ve
Selim İleri’yle devam eden bir geleneğin içinde görüyorum
kendimi. Bu yüzden bir İstanbul kitabı daha yazdım.
Ancak arada şöyle bir fark var. Bu bir roman değil. Bu bir
hikâye kitabı da değil. Bu, anılardan yola çıkılarak yazılmış
bir kitap. Başlangıçta sadece anılarımı anlatmak istedim.
Fakat zaman içinde bir kurgu da kazandırdım. Şu anda son
düzeltmeleri yapıyorum ve Ağustos sonunda yayın evine
vereceğim kitabı. Kitap artık bir roman kurgusuna sahip.
Ancak bir roman olmadığının da farkındayım. Bu nedenle
de belli bir türe sokacaksak, anı-roman diyebiliriz. Bugüne
kadar İstanbul üzerine, benim de kendimi içinde görmek
istediğim gelenekten gelen yazarlar çok kitap yazdı. Ahmet
Hamdi, Selim İleri ve Orhan Pamuk’un yazdıklarını
düşünecek olursanız aklınıza “Peki ben neden yazdım böyle
bir kitabı?” sorusu gelebilir. Açıkçası şunu söyleyeyim;
bende böyle bir İstanbul kitabı yazma fikrini oluşturan
Orhan Pamuk’un “İstanbul” kitabıdır. Kitabı çok büyük bir
keyif alarak okudum. Bana göre Orhan Pamuk’un en iyi
kitabı da odur. O kitabı bitirdikten sonra kendime “Böyle
bir kitabı ben de yazmalıyım” dedim. Neden yazmalıyım
dedim? Bir taraftan çok ortak yönümüz olduğunu gördüm.
Ama neyi Orhan gibi yazmamam gerektiğini de çok iyi
biliyordum. Çok farklı bir duygudan hareket ettiğini de
görüyordum. Evet, Orhan’la çok ortak yönümüz vardı o
kitapta. Orhan, Teşvikiye-Maçka taraflarında çocukluğunu
geçirmişti, ben ise Şişli-Osmanbey tarafında. Aramızda
zaten çok büyük bir yaş farkı yok. Haliyle bu duygu
vardı. Bunları da ben kendi deneyimlerimle anlatmalıyım
diye düşündüm. Ama buna ek olarak, Orhan’ın ve hiçbir
yazarın yaşamadığı bir durum vardı. Yahudi İstanbul’unu
anlatmak. O benim için çok içerden yaşanmış bir duygu.
Örneğin tarihi Emirgan çay bahçesine gidildiğinde
semaverden çay içmek, benim Yahya Kemal ya da Ahmet
Hamdi’yle yakalayabileceğim ortak bir duygudur ama
o masada oturulduğunda yaşanan bir başka duygu var ki,
o bana ait bir duygu. Yani Yahudi İstanbul’una çok ait
bir duygu. Dolayısıyla buna benzer bir takım duyguları
dile getirmek istedim. Bu kitabın bana göre temel
farklılıklarından biri de bu olacak. Ama iki şey var işte;
bir yanda benim özel tarihim, öte yandan da kendimi bu
I also had very important figures guide me; I worked with
Tomris Uyar for a number of days. I also worked with
Haldun Taner for a number of years, and I can’t even
remember how many times I have spoken with Atilla Ilhan.
For me they are all my masters, and I have never made the
assertion I was better than them. I would never do that but
maybe someone else would or they may say I’m not even in
the same league. I can’t comment on that. I’m just following
my own path and I’m not competing against anyone. I
believe I’ve only achieved a fraction of what I need to
achieve. I’m still trying to improve myself. So if someone
does in fact improve faster and goes further than me then
that would be great because Turkish Literature will have
gained a new writer.
Could you tell us about your new book?
This new book is a kind of book of memories. Everyone is
now aware that I write about Istanbul. My journey that
began with ‘Istanbul Was A Fairy Tale’ brought me here
through Turkish Literature. It wasn’t even only Turkish
Literature but even a wider spectrum of media that literature
was part of such as big newspapers; television stations all
preferred to see me on this place. I don’t have a problem
with it. I see my self as part of the tradition that began
with Yahya Kemal and carried on with Hamdi Tanpınar
and Selim İleri. So I wrote another book on Istanbul. There
is a difference though. This is not a novel or a storybook.
This is a book that was written inspired by memories. At
first I wanted to only write about my memories, but over
time this outline appeared. At the moment I’m making the
final changes and will be handing it over to my publishers
at the end of August. So the book now has an outline like a
novel. However, I am aware it is not a novel. If we were to
place it under a genre then we would have to say a novel of
memories. I wish to be part of the writers who have written
endless books about Istanbul like; Ahmet Hamdi, Selim İleri
and Orhan Pamuk. If you were to think about what they
have written about you may think, “Why was this book
written?”. Let me simply say that I got the idea to write this
book from Orhan Pamuk’s book ‘Istanbul’. I read that book
with huge enjoyment. I think it is Orhan Pamuk’s best book.
After I finished it I thought to myself “I have to write a
book like this”. But why do I have to write it? I noticed that
we had a lot in common. But I also knew what I couldn’t
write like Orhan. I could see that he was writing with a
different emotion. Yes, we had a lot in common in that
book. Orhan grew up around Teşvikiye-Maçka, and I grew
up around Şişli-Osmanbey. There isn’t a major age gap
between us either. And so there was this emotion. I thought
I needed to express the things in that book through I my own
experiences. But in addition to this there was something that
neither Orhan nor any of the other writers had done. None
of them had written about the Jewish Istanbul. That was
something particular to me. For example drinking tea from
23
24
geleneğin içinde görmek isteyişim. Aynı şeyi diğer yazarlar
da yapıyor. O edebiyat aidiyeti, o İstanbul duyarlılığına ait
olmak beni yazma konusunda çok heyecanlandırıyor.
İstanbul demişken, şehrin en eski semtlerinden birinde,
tarihi bir apartmanda oturuyorsunuz. Bundan biraz
bahseder misiniz?
Biz, 18 yaşıma kadar Şişli, Osmanbey taraflarında kış
aylarını geçirir; yaz aylarında ise Erenköy, Caddebostan
taraflarına gelirdik. O zamanlar İstanbul’un çehresinde çok
büyük bir farklılık vardı. Yaşayışı da etkileyen bu değişiklik
köprünün olmamasıydı. Haliyle ulaşım sadece deniz
yoluyla yapılabiliyordu. 1974 yılında annemlerle babamlar
Göztepe’de yeni inşa edilmekte olan bir apartmanda
mütevazı bir daire aldılar kendilerine.
Artık burada yaz kış yaşamaya başlayacaktık. O yıldan
sonra da öyle oldu. Ben de artık bu yakalı olmuştum. Bu
yakanın Erenköy, Göztepe, Kazasker gibi farklı yerlerinde
yaşadım ve birtakım tesadüfler sonucu 12 yıl önce bir
arkadaşımın da teşvikiyle Yeldeğirmeni’ne geldim. Bu
semt, çok eski bir semt. İstanbul’un bir zamanlar çok
önemsenen mahallelerinden biriymiş. Bunu tarih kitapları
ve yaşlı insanların bana aktardıklarından biliyorum. Zamanla
buradaki birçok insan başka mahallelere taşınmış, birtakım
değişikliklere uğramış. Ama Yeldeğirmeni’nin özelliği şu;
mesela çevredeki bazı semtler –Küçükçamlıca, Acıbademgibi yeniliklere tam anlamıyla teslim olmamış. Çevrenize
baktığınızda hala yenilenmeyi bekleyen, harap ve terk
edilmiş birçok ev göreceksiniz. Yeldeğirmeni SİT alanı da
ilan edildiği için gelecek hakkında beni çok umutlandırıyor.
Yani, İstanbul’da hala kurtarabileceğimiz, o eski dokuyu
yaşatabileceğimiz bir bölge var. Ben bu mahallenin, yakın
bir zamanda Cihangir’in kaderini paylaşacağına inanıyorum.
Cihangir bir dönem çok kötü bir haldeyken şimdi birçok
insanın cazibe merkezi haline geldi. Ben Yeldeğirmeni’ni
böyle bir geleceğin beklediğine inanıyorum. Hem tarihi bir
dokusu var, hem de çok merkezî bir yer. İstanbul’un karşı
yakasına geçmek isterseniz buradan 10 dakikada vapura
ulaşabiliyorsunuz. Kaba bir hesapla yarım saatte karşıda
olmak gibi bir lüksünüz var. Konum itibarıyla çok cazip
bir yer. 12 yıl önce geldiğim bu apartman ise 20. yüzyılın
başlarında inşa edilmiş. Kehribarcı Apartmanı, bugün
İtalyan Apartmanı denilen, eski adı Valpreda Apartmanı
olan apartmanla birlikte inşa edilmiş. Yani çevrenin ilk
a samovar in the Emirgan tea gardens is a feeling that both
Yahya Kemal and Ahmet Hamdi would have in common
with me but the feeling that is felt while sitting at that table
is a feeling which is completely personal to me.
As in very personal to the Jewish Istanbul. So I basically
wanted to share my feelings about this and other memories
like this one. For me the basic difference of this book is this.
Then again there are two things; from one direction it’s my
own history and from the other it’s me wanting to see
myself as part of this tradition. Other writers do the same.
It’s the state of belonging in literature. Being part of this
sensitive awareness of Istanbul makes me extremely excited
about writing.
Since we mentioned Istanbul, you actually live in a
historic apartment in one of the city’s oldest areas.
Could you tell us a little bit about this?
Till the age of 18 I lived with my family in Şişli, Osmanbey
during the winters and then spent the summer in Erenköy,
Caddebostan. During that time, Istanbul was very different.
One thing that changed the way we lived was the fact that
there was no bridge, so we could only get to the other side
via sea transport. In 1974 my parents bought a humble flat
in a newly built apartment block in Göztepe. We were going
to start living there all year long. So I became a resident of
‘the other side’. On ‘the other side’ I’ve lived in different
places such as Erenköy, Göztepe, Kazasker and following a
number of coincidences 12 years ago following prompting
from a friend I came to Yeldeğirmeni. This area is extremely
old. It used to be a very popular district in Istanbul. I know
this from history books and from what I have heard from
older people. Over time the people that lived here started
moving to other areas, and it underwent some changes.
The specialty of Yeldeğirmeni is that it never completely
gave in to the big changes that the surrounding areas such
as Küçükçamlıca and Acıbadem underwent.
When you look around you will see many houses that are
broken down, abandoned and waiting to be renovated.
The fact that Yeldeğirmeni is now under historical protection
makes me very hopeful for its future. It means that there is
still an area in Istanbul where we can relive that old vibe.
I have a feeling that this area will soon become like
Cihangir. At one point Cihangir was in terrible shape but
now its the place ‘to be’ and attracts a lot of people.
I believe that this will be Yeldeğirmeni’s fate. It has both a
historical feel about it and it’s also very central. If you
want to get to the other side it takes ten minutes from here
to the ferryboat. If I were to roughly predict, I would have
the luxury of getting to the other side in half an hour.
Its location is very alluring.
This apartment that I moved into 12 years ago was built
at the beginning of the 20th Century. The Kehribarcı
Apartment was the same time as the Valpreda Apartment
iki apartmanı bunlar. İstanbul Ansiklopedisi’nde geçiyor.
Haliyle, bu tarihi dokuyu yaşatmak da beni açıkçası çok
mutlu ediyor.
known these days as the Italian Apartment. These are the
very first two apartments of this area. They are referred to
in the Istanbul encyclopedia. So naturally it pleases me to be
keeping this historical feature alive.
Sık seyahat eder misiniz?
Evet, ederim. Aslında eskiden çok sık seyahat etmezdim
ama son zamanlarda oldukça sık seyahate çıkma şansı
buluyorum. Bunun da nedeni, kitaplarımın yabancı dillere
çevrilmesi. Geçtiğimiz yıl Almanya, Belçika, İtalya gibi
ülkelere belki 15 defa gittim.
Kitaplarınız yabancı dillere de çevriliyor. Bu konuda
söylemek istedikleriniz nelerdir?
Evet, kitaplarım Almanca, Fransızca ve İtalyanca gibi
dillere çevrildi. Özellikle Almanya’da okuma programları
oluyor. Bir yazar davet ediliyor ve eserinden bir bölüm
okunuyor. Sonra o yazarla söyleşiler düzenleniyor vs. Bu
beni haliyle farklı dillerdeki okurlarımla da buluşturuyor
ve yeni şehirler tanıma olanağını buluyorum. Bu beni çok
mutlu ediyor.
Şu an vaktiniz ve fırsatınız olsa, ilk nereye gitmek
istersiniz?
“Şu anda atlayıp oraya gitmek istiyorum” dediğim iki şehir
var. Biri Paris, diğeri Venedik. Paris ile aramda doğduğum
günden başlayarak oluşmuş bir bağ var. Evde Fransızca
konuşuluyor, bir yandan evde Fransızca öğreniyorum,
Fransızca şarkılar dinleniyor, dedemle anneannem
hayatlarının bir bölümünü Paris’te geçirmişler, onun
anılarıyla büyütüyorlar beni vs. Daha sonraki yıllarda St.
Michel Lisesi, Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü, keşfedilen
şairler, yazarlar, şarkıcılar, Fransız yemek kültürü…
Bütün bunlar zaten Paris’le benim bağlantımın daimi
olmasını sağladı. Paris benim çok sevdiğim bir şehirdir.
Paris’ten daha geç keşfettiğim Venedik de bir su şehridir.
Venedik’i bazı yönleriyle Boğaz’a çok benzetirim. İki şehir
arasında tarihten de kaynaklanan çok özel bir bağ var.
Su şehri olması, tarihi yaşaması vs. Bu nedenle ne zaman
Venedik’e gitsem kendimi çok iyi hissediyorum.
Do you do much traveling?
Yes, I do. I actually didn’t travel much before but recently
I’ve found more time to do it. The reason for this is because
my books have been translated into other languages. Last
year I traveled to countries such as: Germany, Belgium and
Italy about 15 times.
Your books have been translated into other languages.
Would you like to say anything about this?
Yes, my books have been translated into German, French
and Italian. There have been a number of reading sessions
in Germany, where a writer goes and reads a section from
their work. Then a talk is organised with the writer etc. This
allows me to meet my foreign readers and also allows me to
get to know new cities. It makes me very happy.
If you had the time and chance to go somewhere right
now, where you would go?
There are two cities that make me say “I want to jump on
a plane and be there now”, one is Paris and the other is
Venice. Since I was born there has always been a connection
with Paris. French is spoken at home so I’m constantly
learning French, French music is always playing, my
grandparents spent a large portion of their lives in Paris
and I grew up listening to their memories. During the years
that followed I attended St. Michel High school, finished a
degree in French language and literature, found out about
French poets, writers, singers and French cuisine...all this
automatically lead to my strong connection with Paris.
Paris is a city I truly love. Venice is the city of water that I
discovered after Paris. I can see a lot of similarities between
Venice and the Bosporus. There is a very special connection
between both because of the water city aspect and having
experienced so much history. So whenever I go to Venice I
always feel great.
Seyahat ederken okur ya da yazar mısınız?
Bazen yazarım. Eğer yetiştirmem gereken bir yazı varsa
onu yazarım. O anda bir roman üzerinde çalışıyorsam
onu da yazarım. Ama daha çok o ülkeyi yaşamayı tercih
ederim. Okumayı yazmaktan da az yaparım. Çünkü benim
seyahatlerim çok uzun değillerdir. Dolayısıyla gittiğim
zaman çok yoğun yaşanıyor her şey. Haliyle okumaktansa,
diyelim ki o şehrin kafesinde oturup bir kahve içmek ya da
bir sokağında kaybolmak bana daha cazip geliyor. O şehrin
duygusunu yaşamak beni çok mutlu ediyor.
Zaman zaman Paris’te bir kafede otururken Yahya Kemal
ya da Edip Cansever –daha çok şiir-okuduğum olmuştur.
O da hoşuma gider doğrusunu söylemek gerekirse.
While traveling do you read or write?
I sometimes write. If I have an article or something that I
need to finish then I’ll work on that. If I’m working on a
novel at the time then I’ll work on that. However, I prefer
exploring and taking that country in. I read a lot less than
I write, because my holidays aren’t very long. When I go
everything is very intense. So instead of reading, sitting in
a cafe drinking coffee or getting lost in what of the streets
are a lot more attractive. I love feeling the emotion of that
city. Sometimes while I’m sitting in a cafe in Paris
I have been known to read poetry like Yahya Kemal or Edip
Cansever. To be honest I really enjoy that as well.
25
DQ
26
SEYAHAT-TRAVEL
YAZI-BY GÜNEŞ FINDIKOĞLU FOTO⁄RAFLAR - PHOTOGRAPY ARDA GÜLDOĞAN
Balkan Kraliçesi
Bulgaristan’a kısa bir ziyaret gerçekleştiren editörümüz
Güneş Fındıkoğlu başkent Sofya izlenimlerini aktarıyor.
Balkan Queen
Our editor Güneş Fındıkoğlu shares his thoughts about his
short visit to Sofia, Bulgaria’s capital city.
Y
azı işleri müdürüm bana; “Bulgaristan’a gidiyorsun” diyene kadar Doğu
Avrupa’nın bu ülkesi hakkında ne iyi ne de kötü herhangi bir fikre sahip
değildim. Daha önce hiç bulunmadığım bir ülkeye gideceğim zamanlarda en
az iki gün kitap karıştırır, internet kazan ben kepçe araştırma yapardım. Ancak bu
sefer öyle olmadı. Zamanım yoktu ve neticede ne Bulgaristan ne de kültürü hakkında
en ufak bir fikir sahibi olmadan kendimi otobüste buldum. Daha önce karayolundan
Yunanistan’a sayısız sefer geçiş yapmış, Doğu Trakya olarak adlandırılan bu bölge
hakkında fikir sahibi olmuştum. Bu sefer aynı yolu kuzeyden takip edecektim.
Sadece bu bile beni heyecanlandırmaya yetiyordu. Yola çıktığımızda sıcak yaz güneşi
binalar arasında kaybolmaya başlamıştı bile. Balkanlar’ın en doğusundaki bu ülkeye
giderken ne ile karşılaşacağımın heyecanı ile kapanan gözlerimi açtığımda karşımda
sonsuzluğa uzanan yemyeşil tarlalar ve sarı renkleri ile bir görmezin bile dikkatini
çekecek parlaklıktaki katırtırnaklarını buldum. Sınıra yaklaştığımızı anladım ama sınır
polisinden önce, bizi koyu renkli bulutlar bekliyordu. İşte “Balkanlardan gelen soğuk
hava dalgası” diye düşündüm kendi kendime…
YAZI-BY GÜNEŞ FINDIKOĞLU
hen I was told “You’re going to Bulgaria” I literally didn’t have the slightest idea
about this Eastern European country. Usually before I go to a country I’ve never
been before, I’ll take at least two days to read up on it and also do extensive Internet
research. However, this time it didn’t happen like that. I had no time for any preparation,
so with no knowledge about Bulgaria or its culture I found myself on a bus. I had travelled
through this area, also known as Eastern Thrace while going to Greece a number of times,
and knew a little bit about it. This time I would follow the same route from the North. Even
this was enough to get me excited. The hot summer sun that had accompanied us since the
morning, began descending behind the surrounding buildings. As I excitedly sat wondering
what to expect on arrival, I slept, only to wake up to endless green fields covered in bright
yellow woad-waxen. I understood that we had reached the border not from the border police
but from the dark clouds waiting for us. “Cold wave from the Balkans” I thought to myself.
W
27
28
İlk Görüşte Aşk
Sofya’ya vardığımızda saat gece yarısını gösteriyordu. Yağan yağmur eski tip binaları olduğundan
daha korkunç gösteriyor, ancak şehir ile iç içe geçmiş parklardaki envai çeşit bitki güzel kokularını
sokaklara yayıyordu. Şehrin sokakları, binaları, yolları ve mobilyaları ülkenin kısa zaman önce
değiştirdiği rejimi hatırlatırcasına basit ve sade kalmış, ancak içlerindeki yenilik ateşiyle kavrulan
insanlar bu basitliğe inat bakımlı ve rengârenk kıyafetleriyle kendilerini sokaklara atmışlardı. Bu
şehrin kıpır kıpır bir enerjisi olduğunu anlamak çok da zor değildi. Her ne kadar kendimi sokaklara
atmak istesem de, uzun yolculuğun vermiş olduğu yorgunlukla gözlerim Sofya’daki otelimizi
arıyordu. Şehir merkezinin en can alıcı yerinde; tren ve otobüs garlarının tam karşısında yer
alan ve koca cüssesiyle neredeyse bütün Sofya’dan görünen Dedeman Princess Sofia’yı karşımda
bulduğumda bu otelin hem eğlence hem de konfor vadettiğini anlamam zor olmadı. Aceleyle
bavullarımı odaya yerleştirdim ve ertesi günün heyecanı ile uykuya daldım.
29
Love At First Sight
When we arrived at Sofia it was midnight. The rain caused the ancient
buildings to appear quite scary, but the range of foliage overflowing
from the parks that were weaved in with the city, gave it a wonderful
smell. Although the streets, buildings, roads and vehicles were all a
reminder of the old regime, it seemed the people of Sofia with a passion
for the new had all spruced themselves up in colours lacking in the
surroundings. It didn’t take long to feel the energy in this city. Even
though I wanted nothing more than to explore the streets, the tiredness
of the journey began to set in and I began longing for the hotel. The
hotel Dedeman Princess Sofia, that with one glance told me that it
offered fun and comfort was located in the heart of Sofia across the train
and bus stations. Its height and width meant that you would definitely
be able to see it from anywhere in Sofia. I immediately got settled and
went to bed in excitement for the next day.
A City That Smells of History
When I woke up, there was a surprise waiting for me, rain. Under the impression that summer rains
don’t last long, I hit the streets. There was so much to see. The first thing to see was the biggest church
in the Balkans the Aleksandr Nevski Cathedral. This Neo-byzantine Cathedral located on the highest
peak in the city centre was built in 1882 in remembrance of those who died during the war between
the Ottoman’s and Russians. Near the gold plaited cathedral are two Russian churches. Both churches
stand as historical icons due to the precision and detail put into them while being built. On Sundays,
a flea market is set up in the park located between the two churches where medals, uniforms, antique
cameras, old postcards and many more items from the Soviet era are sold. Something else worth seeing
is the goddess of wisdom Hagia Sofia Church and statue that the city is named after. Rakovski Street,
is the most lively street of the city. The Ivan Vazov Theatre that burnt down a number of times and
was then re-built is parallel to the street. The theatre has a small court in front of it and also has
couple of gold plaited statues that were added later for aesthetic purposes.
30
Tarih Kokan Şehir
Sabah erkenden kalkıp gökyüzüne baktığımda beni bir sürpriz bekliyordu; yağmur.
Yaz yağmurlarının kısa ve etkili olduğunu hesaba katarak kendimi sokaklara attım.
Görülmesi gereken çok şey vardı. İlk hedef, buraya her gelen insanın yaptığı
gibi Balkanlar’ın en büyük kilisesi Aleksandr Nevski Katedrali’ne gitmek. Şehir
merkezindeki bu Neo-Bizans tarzında yapılmış olan katedralin inşa tarihi 1882.
Osmanlı-Rus Savaşı’nda ölenler anısına yaptırılmış olan mabet, Sofya kent merkezinin
en yüksek tepesinde bulunuyor. Kubbesi altın kaplı bu kilisenin hemen yakınında ise bir
adet Rus Kilisesi mevcut. Her iki kilise de freskleri ve özenle yapılmış ikonaları ile birer
tarihi eser niteliğinde. Pazar günleri iki kilise arasındaki parkta kurulan bitpazarında
Sovyetler Dönemi’nden kalma madalyalar, üniformalar, antika fotoğraf makineleri, eski
kartpostallar gibi akla gelecek her türlü ayrıntı bulunuyor. Şehre adını veren bilgelik
tanrıçası Aya Sofya Kilisesi ve dev heykeli de görülmeye değer diğer eserlerden.
Rakovski Caddesi, kentin en hareketli caddelerinden. Birkaç kez yanıp tekrardan inşa
edilen Ivan Vazov tiyatro binası da bu caddenin hemen paralelinde bulunuyor. Önünde
sevimli bir meydancık bulunan yapı, üzerinde estetik kaygılar sonucu yerleştirilen ve
altın yaldıza boyanmış birkaç heykel taşısa da hoş bir görünüme sahip.
Balkan Flavours
The evening had crept up on me and I was hungry, and looking forward to trying
the Bulgarian cuisine. I was told that I would be taken to a traditional Bulgarian
restaurant but had no idea what to expect. The restaurant called “Veselo Selo”
meaning “happy village” was located in one of Sofia’s many parks. Once inside I
noticed large tables surrounded by people, and saw that the place had been decorated
with traditional rural Bulgarian items. The first thing to come to the table was
Bulgarian Rakı, something I had heard about but hadn’t yet tried. Produced from
plumbs, the rakı that is drunken before the meal whets one’s appetite, and when
drunken after a meal leaves a warm, sweet after taste. The meze’s brought to
the table on large plates were not that unfamiliar; Aubergine salad, cacık, spicy
puree...”tutmanik bread” stuffed with feta cheese and thyme; “kaçamak” that is
prepared with corn flour, eggs and a special dough can be considered to be a true
Bulgarian dish. Something to add is that I found out that meat and potatoes are the
foundation of Bulgarian cuisine. One thing Bulgarians excel at is presentation; they
brought the lamb into the room on a cart and as they cut it up they began serving
it to the surrounding tables, which is when the fun began. The fast tempo musical
program that was accompanied by belly dancers on the tables meant when everyone
had finished and got up to discover the Sofia nightlife they were extremely pleased.
Balkan Lezzetleri
Artık akşam olmuş, karnım
acıkmıştı. Bulgar lezzetlerini
tatmak için ise sabırsızlanıyordum.
Geleneksel Balkan tarzı
bir yeme&içme mekânına
götürüleceğimiz söylenmişti ancak
karşımıza ne çıkacağı hakkında hiçbir
fikrim de yoktu. Sofya’nın cangılımsı
parklarının birinin içinde bulunan ve
Türkçesi ‘mutlu köy’ olan “Veselo
Selo” restoranın kapısındaydık.
İçerisi kocaman masaların çevresinde
toplanmış insanlarla dolu, geleneksel
Bulgar köy hayatından kimi eşyalarla
dekore edilmiş genişçe bir salondu.
Önce methini çok duyduğum ancak
tatmaya şans bulamadığım Bulgar
rakısı geldi sofraya. Erikten yapılan
bu içki yemek öncesi iştah açıyor
ve içtikten sonra insanın boğazında
tatlı bir sıcaklık bırakıyordu. Dev
tabaklarda servis edilen mezeler
ise hiç de yabancı olmadığımız
cinstendi; patlıcan salatası, cacık,
acılı ezme… İçi beyaz peynir ve
kekik dolgulu “tutmanik ekmeği”;
mısır unu, yumurta ve özel bir
hamurla hazırlanan “kaçamak” ise
Bulgaristan’a has yemekler arasında
sayılabilir. Bu arada Balkanlar’ın
bu ülkesinin yemek kültürünün
temelinde et ve patates yattığını da
burada öğrenmiş oldum. Sunum
konusunda oldukça başarılı olan
Bulgarlar, salona tahta bir araba
içinde getirdikleri bütün kuzuyu
parçalayarak masalara dağıttılar
ve eğlence böylece başladı. Bulgar
uzun havalarıyla başlayan program
dansözlerin masa üstünde ettikleri
kıvrak danslarla sona erdi ve herkes
memnun bir şekilde masadan kalkıp
Sofya’nın gece hayatını keşfetmek
için kendini sokaklara attı.
31
Hareketli Gece Yaşantısı
32
Adresim; başkentin ara sokaklarından birinde
bulunan havalı gece kulüplerinden biri. İçerden
gelen yüksek sesli müzik ve çığlıklar eğlencenin
hayli yüksek dozda olduğunu kanıtlar gibi.
Merdivenleri inip kapıyı araladığımda karşımda
siyahlara bürünmüş ve alabildiğine uzanan loş
ışıklı bir salon çıkıyor. Geniş barların önünde
içkilerini yudumlayanlar ve dans pistini doldurup
kendinden geçercesine dans edenler hayatlarındaki
bütün olumsuzluklara rağmen en şık elbiselerini
giymiş, saçlarını ve makyajlarını en abartılı şekilde
yaptırmışlar. Bulgarca arabesk diyebileceğimiz
şarkılara sanki sahne kendilerine verilmişçesine
içten eşlik eden genç kızların güzelliği ise gerçek
anlamda göz kamaştırıcı. Yemek yerken, sokakta
yürürken ve daha nice yerlerde karşıma çıkan ve
neredeyse ülkenin milli eğlencesi olan davul şov
burada da insanların arasına karışmış; davulcu
tokmağı indirdikçe yanındaki dansçılar da daha
bir coşuyor. Bunu gören kalabalık da iyiden iyiye
galeyana geliyor. Sabaha kadar süren eğlence
sonunda gelen hesap ise yüzleri güldürmeye devam
ediyor. Eğlencenin hiç bitmediği şehirde bizim de
hızımızı kesmeye hiç niyetimiz yok tabii. Benden
yaşlı olduğunu düşündüğüm taksinin sürücüsüne
Dedeman Princess Sofia’yı tarif etmeme gerek bile
kalmıyor. Otele geldiğimizde kendimizi derhal
casino’ya atıyoruz ve sabahın ilk ışıklarına kadar
şansımızı denemeye devam ediyoruz.
Bütün gece uyanık olmanın fiziksel götürüsüne,
öğleden sonra Filibe’yi keşfedecek olmanın
verdiği zihinsel yorgunluk da eklenince kendimi
odada bulmam pek de şaşırtıcı olmuyor. Uykuya
dalmadan önce Vitoşa Dağları’nın ardından yükselen
güneşe ve Sofya’nın yemyeşil görüntüsüne bakarak
aklımdan geçirdiğim tek şey ise her ne olursa olsun
bu şehre sadece eğlence için yeniden dönmem
gerektiği oluyor.
Lively Night Life
My stop; a popular nightclub located in one of the
capital’s side streets. The loud music and screams of
enjoyment seemed to be a proof that the fun factor in
this venue was maxed out. I made my way down the
stairs to the main door that I pushed open and then
found myself in dark room with dim lighting. Along
the bar people sipped there drinks and made their
way to the dance floor; despite all the complications
in their life they had all put on their best outfits and
had very extreme hair and makeup. The girls that
danced on the stage along to Bulgarian music that can
be best described as a type of Arabesque, were truly
beautiful and mesmerising . It seems that the national
entertainment is drum shows, it was everywhere; while
I ate, when I walked on the street and in really odd
places. So again a drum show began in the club and as
the mallet hit the drum the dancers got more and more
excited. The fun that carried on till the early hours
of the morning wasn’t tarnished by the bill. I had no
intention of slowing down in the city where fun never
ends. The cab driver that seemed older than me didn’t
need any directions to the hotel. The moment I got
back, I hit the casino and tried my luck till the dawn of
the new day.
It wasn’t surprising to find myself in the room before
my excursion to Plovdiv following my night of partying,
that had left me fairly exhausted. Before I fell asleep
I watched the sun rise beyond the Vitosha Mountains
brightening up the colour green surrounding Sofia and
thought to myself; I need to come back here even if its
just for the fun factor.
33
Nerede Kal›n›r?
Dedeman Princess Sofia 131 Maria Luisa Cad. 1202 Sofya, Bulgaristan Tel: (359) 2 933 88 88
Bulgaristan’ın eğlence ve huzur vaat eden başkenti Sofya’nın en büyük oteli Dedeman Princess Sofia avantajlı
konumu ile şehirde konaklamak için en ideal otel. Şehrin tek SPA merkezine sahip olan Dedeman Princess Sofia’da
kapalı yüzme havuzundan çok çeşitli ve lezzetli yemeklere ev sahipliği yapan restoranlara, solaryumdan cilt ve vücut
bakımına, serinletici kokteylleri yudumlayabileceğiniz barlardan sabaha kadar eğlencenin ara vermeden devam ettiği
casino’ya kadar yok yok. Tam donanımlı toplantı odaları ile Bulgaristan Otelciler ve Restoranlar Birliği’nin 2009
Yılı En İyi Kongre Turizmi Ödülü’ne layık gördüğü Dedeman Princess Sofia 13’ü süit, 20’si bağlantılı olmak üzere
tam 600 odaya sahip.
Nasıl gidilir?
Komşumuz Bulgaristan’ın başkenti Sofya’ya Türk Hava Yolları’nın tarifeli seferleri ile ulaşmak mümkün. TCDD’nin
İstanbul-Sofya seferleri havayoluna oranla uzun sürse de nostaljik bir yolculuk yapmak isteyenler için biçilmiş kaftan.
Where to stay...
Dedeman Princess Sofia 131 Maria Luisa Str. 1202 Sofia, Bulgaria Tel: (359) 2 933 88 88
The biggest hotel in Sofia is the Dedeman Princess Sofia, and its location in the city is ideal. The hotel has an
indoor swimming pool, a solarium, skin and body care centre and has the cities only SPA centre. The restaurants
have a wide range of different foods, and the bars offer refreshing cocktails that you can relax with before you might
make your way to the casino and play till the early hours of the morning. The hotel was also awarded the 2009 Years
Best Congress Tourism award by the Bulgarian Hotel and Restaurant Association for their fully equipped conference
rooms. Dedeman Princess Sofia has 13 suits, and 600 rooms (20 of which are connected).
How to Get There?
It is possible to travel to Bulgaria’s capital Sofia with Turkish Airlines’ scheduled flights. You could also choose to
go İstanbul-Sofia via train, although it may take longer than a plane journey, it’s definitely the right choice for those
who are looking for a journey of nostalgia.
DQ
34
YEMEK-FOOD
Bayram Sofrası
Dining in Ramadan
Önümüzde iki tane bayram var.
Bayramı tatil fırsatı bilip
kaçanlara inat Dedeman
Gaziantep şefi Ali Coşar
hazırladı, Murat Koç fotoğrafladı.
There are two national
holidays coming up.
For those of you thinking
of going away, Dedeman
Gaziantep’s head chef
Ali Coşar presents his
special holiday menu,
photographed by
Murat Koç.
35
Bostane Salatası
Bostane Salad
Malzemeler
3 adet salatalık, 3 adet domates, 1
adet kuru soğan,
½ demet maydanoz, 3 adet yeşil
biber, 1 çay kaşığı kırmızı pul biber, 1
tatlı kaşığı nar ekşisi
Ingredients
3 cucumbers, 3 tomatoes,
1 onion, ½ bunch of parsley,
3 green peppers, 1 teaspoon
of red pepper flakes,
1 dessert spoon of pomegranate
molasses
Hazırlanışı Bütün malzemeler
mümkün olduğu kadar ince kıyılıp
karıştırılır. Terbiyesi için; kuru nane,
tuz, zeytinyağı, pul biber ve nar ekşisi
ilave edip servise hazır hale getirilir.
Directions All ingredients must be
finely cut up. For the dressing, mix dry
mint, salt, olive oil, red pepper flakes,
pomegranate molasses and serve.
serves
4
kişilik
36
Beyran Çorbası
Beyran Soup
Malzemeler
500 gr kuzu eti,
20 gr sarımsak, 20 gr pul biber, 10 gr
karabiber,
100 gr tereyağı, 10 gr tuz,
50 gr pirinç
Ingredients
500 gr. lamb, 20 gr. garlic,
20 gr. red pepper flakes,
10 gr. black pepper, 100 gr. butter, 10
gr. salt, 50 gr. rice
Hazırlanışı Kuzu eti tencerede
1,5 saat haşlanır. Ayrı bir tencereye
tereyağı koyulup, sarımsak kavrulur.
Kuzu haşladığımız suyun içine pul
biber ve karabiber ilave edilir. Pirinç
yıkanıp içine ilave edilir. 15 dakika
daha kaynatıp tuzu ilave edilir ve
ateşten alınır. Didiklenmiş halde
beklettiğimiz kuzu eti servis esnasında
çorbanın içine atılır.
Directions Boil the lamb for
1,5 hours. Melt the butter in another
pan and braise the garlic. Into the
meat water. Add the red pepper and
black pepper into the water where the
lamb is boiled. Then add the washed
rice. Boil for 15 minutes, add salt and
remove from heat. Add the meat to the
soup and serve.
Antep Usulü Kuru
Dolma
Malzemeler
4 adet kurutulmuş patlıcan,
4 adet kabak, 4 adet acur,
4 adet biber, 250 gr. pirinç,
2 adet orta boy kuru soğan,
8 diş sarımsak, 1 yemek kaşığı acı
biber salçası, 1 çay bardağı zeytinyağı,
1 çay bardağı karabiber, 1 çay kaşığı
limon tuzu (veya sumak ekşisi),
1 tatlı kaşığı tuz
Hazırlanışı Pirinçler yıkanıp
süzüldükten sonra kuru soğan ve
sarımsak ince kıyılır ve pirinçlerin
içine bütün malzemeler katılıp harç
yapılır. Dolmalar kaynar suda 2
dakika haşlandıktan sonra hazırlanan
harçla dolmalar doldurulur. Orta boy
tencereye dolmalar dizilir, kaynadıktan
sonra 1 saat daha kısık ateşte pişirilir
ve servise hazır hale getirilir.
serves
4
kişilik
Antep Style
Stuffed Peppers
Ingredients
4 dried aubergine, 4 courgette,
4 gherkins, 4 peppers,
250 gr. rice, 2 medium sized onions,
8 cloves of garlic,
1 table spoon of spicy pepper paste,
1 tea glass of olive oil,
1 tea glass of black pepper,
1 tea glass of lemon essence
(or sumac molasses),
1 dessert spoon of salt
Directions Wash the rice then add the
finely cut onions and garlic and all the
other ingredients to the rice apart from
the peppers and knead. Boil the peppers
in hot water for 2 minutes then stuff
with ingredients. Place the stuffed
peppers in a medium sized pot, bring
to the boil then cook on low heat for an
hour, then serve.
37
serves
5
kişilik
İçli Köfte
Malzemeler
300 gr köftelik bulgur, 150 gr yağsız
çekilmiş kıyma, 100 gr patates,
10 gr tuz, 10 gr irmik, 1 adet yumurta,
250 gr orta yağlı kıyma,
30 gr ceviz, 10 gr köfte baharatı,
200 gr kuru soğan
Hazırlanışı Orta boy tencerenin
içine köftelik bulgur, yağsız çekilmiş
kıyma, haşlanmış patates, tuz,
karabiber, irmik ve yumurta koyulup
harmanlanır içine ılık su dökerek el
yardımıyla çiğ köfte gibi yoğrulur.
Diğer tarafta bir tencerede soğan ve
kıyma kavrulur. Baharatlar ve ceviz
ilave edilip ateşten alınır. Daha sonra
yoğrulan ve harç kavrulan kıyma iki
avuç arasında döndürülerek şekil
verilir. İsteğe göre kızartılabilir veya
haşlanıp servis edilebilir.
38
serves
4
kişilik
Ekşili Taraklık
Malzemeler
500 gr kuzu pirzola, 2 adet orta
boy ayva, 3 adet domates, 3 adet
kırmızıbiber, 10 gr limon tuzu, 50 gr
tereyağı, 10 gr tuz, 3 adet dolmalık
yeşilbiber, 1 adet orta boy soğan, 50
gr biber salçası
Hazırlanışı Orta boy bir tencerede
tereyağı koyulup pirzolalar önlü arkalı
kızartılır. Etler tencereden alınıp ince
doğranmış soğanlar konulur, biber
salçası ilave edilir ve suyunu çekip
etlerle birlikte kaynamaya bırakılır.
Ortalama 45 dk kaynatılır. Daha sonra
kuşbaşı şeklinde doğranan biber,
domates ve ayvaları ilave edip 10 dk
daha kaynatıp tuzunu ve limon tuzunu
ilave edip ateşten alınır ve servise
hazır hale getirilir.
Crushed Wheat
Meat Balls
Ingredients
300 gr. crushed wheat for making
meat ball, 150 gr. fat free mince,
100 gr. potatoes, 10 gr. salt,
10 gr. semolina, 1 egg,
250 gr. medium minced fat,
30 gr. walnuts, 10 gr. spices for
meat balls, 200 gr. onion
Directions Into a medium sized
pan, place the crushed wheat fat
free mince, boiled potatoes, salt,
pepper, semolina and egg. Adding
warm water, knead the ingredients
using your hand. In another pan
broil the onions and medium
minced fat. Add the spices and
walnuts and remove from heat. Add
this to the other mixture and then
roll into balls. You may fry or boil
them and then serve.
Sour Lamb with
Quince
Ingredients
500 gr. lamb chops
2 medium sized quince
3 tomatoes
3 red peppers
10 gr. of lemon essence
50 gr. butter
10 gr. salt
3 green peppers for stuffing
1 medium sized onion
50 gr. of pepper paste
Directions Melt some butter in a
medium pan and fry both sides of the
chops. Remove the chops from the
pan and place finely cut onions along
with the pepper paste, allow them to
cook then add the chops and leave
to boil for approximately 45 minutes.
Later on, add the diced peppers,
tomatoes and quince and boil another
10 minutes. Add salt and lemon then
remove from heat and serve.
serves
4
kişilik
Yoğurtlu Bayram
Yuvarlaması
Malzemeler
300 gr kuşbaşı kuzu,
300 gr süzme yoğurt,
300 gr çekilmiş pirinç
(un haline gelecek),
100 gr nohut, 2 adet yumurta,
50 gr çekilmiş yağsız kıyma,
10 gr tuz, 10 gr kuru nane,
50 gr zeytinyağı
Hazırlanışı Çekilmiş pirincin içine;
tuz, yumurta, kıyma ve karabiberi atıp
hafif sulandırılıp köfte gibi yoğrulur
ve nohuttan daha küçük bir şekilde
yuvarlanır. Ayrı bir tencerede bir gün
önceden ıslatılmış nohut ve kuzu eti
haşlanır. Piştikten sonra başka bir
kap içinde yoğurt 1 adet yumurta
sarısı ilave edilip çırpılır. Pişen et
suyundan alıp yoğurdun içine bir
su bardağı konur ve karıştırılır. Et ve
nohutun piştiği suyun içine yoğurt
ilave edilip 3- 5 dakika içinde ateşten
alınır. Yuvarlanmış köfteler ayrı bir
kapta kaynamış su içinde 3 dakika
haşlandıktan sonra yemeğin içine
atılır. Yağda yaktığımız nane köftelerin
üzerinde gezdirildikten sonra
yemeğimiz servise hazır
hale getirilir.
Yuvarlama Soup
with Yoghurt
Ingredients
300 gr. diced lamb,
300 gr. strained yoghurt,
300 gr. milled rice (like flour),
100 gr. chickpeas, 2 eggs,
50 gr. fat free mince,
10 gr. salt, 10 gr. dry mint,
50 gr. olive oil
Directions Add the salt, eggs,
mince and black pepper to the milled
rice then add a little water and
knead them into a small ball shape.
In another pan, boil the chickpeas
(soaked a day before) and the lamb.
Once that’s cooked in a bowl add
one egg yolk to the yogurt and
whisk. Mix one glass of the boiled
minced meat water to the yogurt. Add
the yoghurt to the water that the meat
and chickpeas are in and cook for
3-5 minutes, then remove from heat.
Pour over the fried mint meat balls
and serve.
39
40
serves
4
kişilik
Pirpirim (Semiz Otu)
Salatası
Purslane
Salad
Malzemeler
1 demet semizotu, 3 tane domates,
1 tane kuru soğan
2 tane kırmızı biber
Ingredients
1 bunch of purslane,
3 tomatoes, 1 onion,
2 red peppers
Hazırlanışı Domateslerin kabukları
soyulur ve ay şeklinde doğranır.
Kırmızıbiber jülyen şeklinde doğranır
ve soğan ile karıştırılır.
Semizotları doğranır. Hepsi
karıştırılır. Sos için nar ekşisi,
zeytinyağı, limon suyu, tuz ve
pulbiber eklenerek servis yapılır.
Directions Peel off the tomato
skins and cut them into half moons.
Cut the red peppers julienne shape
then mix them with the onions. Chop
up the purslane. Mix it all together.
For the dressings, mix pomegranate
molasses, olive oil, lemon juice, salt,
red pepper flakes and serve.
serves
4
kişilik
Dedeman Movlex Şelale
Malzemeler
18 yumurta sarısı,
10 yumurta beyazı, 500 gr bitter
kuvertür, 170 gr un, 250 gr toz şeker
Hazırlanışı Yumurta beyazı ve
şeker mikserde kar beyazı olana kadar
çırpılır, kabaran yumurta beyazına
yumurta sarısı ilave edilir ve 1 dakika
karıştırıp, mikserden çıkan eritilmiş
kuvertür ve tereyağını yumurtaya
yedirdikten sonra unu da ilave edip
el ile 1 dk çırpıp dinlenmeye bırakılır,
yarım saat sonra tekrar çırpılır 210°C
fırında 9 dakika pişirilerek dondurma
ile birlikte sıcak olarak servis yapılır.
Dedeman
Movlex Fountain
Ingredients
18 egg yolks, 10 egg whites,
500 gr. bitter couverture,
170 gr. flour, 250 gr. granulated
sugar
Directions Place the egg whites
and sugar in a blender and blend
till snow white. Then mix in the egg
yolks and stir for a minute. Add the
melted couveture to the eggs, once
combined add the flour and whisk
for a minute and allow it to stand
for half an hour. Whisk again then
place into the pre-heated oven at
210°C for 9 minutes. Serve hot with
ice cream.
41
DQ
42
KENT-CITY
Kaçkarların yeşil-kara kucağı
insanda yükseklik sarhoşluğu,
oksijen sersemliği ve özgürlük hissi
yaratıyor. Rize’nin yayla hayatı yazın
sonbahara karıştığı tarihlerde
en güzel günlerini yaşıyor…
Doğu
Karadeniz’in
yeşili
Rize
The green
zone of
East
Karadeniz
The Kaçkar Mountains, due to their
height create a light headedness
from the immense oxygen overload
and a sense of endless freedom.
As summer enters into autumn, the
high plateau’s in Rize enter their
most beautiful time of year.
YAZI-BY GÜNEŞ FINDIKO⁄LU
43
Y
44
azın sonbahara döndüğü tarihlerde, şehri, gürültüyü, zorlukları, tasaları
arkanızda bırakıp yol alın Rize’ye doğru. Mevsim dönümünün sıcak esintisi
yüzünüze çarpsın, Karadeniz’in sahil yolunda ilerlerken yorulduğunuz yerde bir
köy çeşmesinden durmamacasına akan buz gibi sudan için. Doğu Karadeniz’in bu
bereketli toprakları içinize sonsuzluk, dinginlik ve huzur aşılasın.
Rize demek Kaçkarlar demek ve Kaçkarların eteklerinde; Çamlıhemşin, Hemşin
ve İkizdere ilçelerinde yer alan yaylalar, iyi korunmuş özgün mimarili evleriyle
bulutların ötesinde bir hayat sunuyor. Bu yaylalardan Ayder, Aşağı-Yukarı
Kavron ve Anzer turizm merkezleri ilan edilmiş.
Fauna açısından da zengin olan Kaçkar Dağları’nda yüksekliği otuz-kırk metreyi
bulan ağaçlar heybetli birer anıt gibi. Doğa renklerini öyle güzel sunmuş ki,
sizi sarıp sarmalıyor, hüznü alıp götürmek için bir araya gelmiş sanki her
şey. Zümrüt yeşili, papatya sarısı, menevişli çiçeklerin çeşit çeşit renkleri.
Yenilendiğinizi duyumsuyorsunuz.
Ayder Yaylası ile sahil şeridi arasında tek yerleşim yeri olan Çamlıhemşin’de
kadınlar renk renk giysileri içinde salınıyor. Çocuklar tezgâhları başında yöreye
ait dokuma kumaşlarını, hediyelik eşyalarını ve yörenin meşhur balını sunuyor.
Çamlıhemşin’den çıktıktan sonra Ayder Yaylası’na ulaşmak yirmi dakika.
Yol kenarında elinde tartısıyla dut, elma, armut kurusu satan çocuklar size
bakıyorlar cin gibi gözlerle.
Buralarda dağların başı dumanlı. Sık sık yağmur yağıyor; güneş bir görünüp bir
kayboluyor. İçinize çektiğiniz mis gibi havası, billur gibi berrak su kaynakları,
yamaçlardaki çimenlikler arasında yer alan eski ahşap evleri, yemyeşil çayırları
ile insana huzur veren sakin bir doğa parçası Ayder.
45
T
he Kaçkar Mountains, due to their height create a light headedness from the
immense oxygen overload and a sense of endless freedom. As summer enters into
autumn, the high plateau’s in rize enter their most beautiful time of year.
When summer gives way to autumn, close the door on the city, the noise, the
difficulties, troubles and make your way to Rize. Let the warm breeze of seasonal
change brush over your face and if you get tired as you make your way along the
Karadeniz shoreline, why not stop and drink the ice cold water that flows endlessly
from the village fountain. Allow the rich land of Eastern Karadeniz to deliver an
endless supply of serenity to your soul.
When you think of Rize, you need to think of the Kaçkar Mountains and the
surroundings; such as the uniquely built houses on the high plateaus located within
Çamlıhemşin, Hemşin and İkizdere. The main touristic plateaus are Ayder, AşağıYukarı, Kavron and Anzer.
The Kaçkar Mountains that are approximately thirty to forty meters high are
hosts to a rich fauna that live among the monumental trees. The colors of nature
all harmoniously blend into one another here, causing any sad or bad thoughts to
disappear. You don’t realize you’re almost immediately revitalized as colors such
as emerald green, daisy yellow and a wide spread bloom of different colored flowers
surround you.
The only settlement located between the Ayder Plateau and shore line is Çamlıhemşin.
Where the women dress in an array of colors, the children stand by their stalls
presenting gift articles and the famous honey and textiles of that region.
46
1358 metre yükseklikteki Ayder yaylası Karadeniz yaylalarının en
meşhurlarından. Milli Park Sahası içinde olmakla birlikte yeni yeni gelişmekte
olan bir yerleşim birimi. Ayder’i şifa yaylası olarak tanımlanmasını sağlayan
özellikleri; Havası, suyu, kaplıcası ve balı.
Ayder balının en önemli özelliği tamamen doğal olması. Ayder balını elde
etmek için yöre halkı, tahta kovanları iplerle yüksek çam ağaçlarının tepesine
çekiyor ve orada bırakıyorlar. Kafkas orman güllerinden polen alan arılar da
işte, burada tamamen doğal ortamlarında meşhur Ayder balını yapıyorlar. Balı,
ilk bakışta diğer ballardan ayıran özelliği rengi. Klasik bal renginden daha açık
üstelik de berrak değil mum gibi bulanık bir rengi var. Bu balın balmumu,
ağızda hemen eriyecek kadar yumuşak.
Kaplıca ise yerli ve yabancı turistlerce en çok ilgi gören yerlerden biri. Gün
boyu ziyaretçi akınına uğruyor. Kaplıca suları iki yüz altmış metre derinlikten
çıkıyor, elli derece olarak banyolara ve havuza veriliyor. Romatizmal
rahatsızlıklar başta olmak üzere, sindirim sistemi, dolaşım sistemi hastalıkları,
üreme organları ve idrar yolları hastalıklarının tedavisine yardımcı olduğu
belirtiliyor. Ayrıca cilt hastalıklarının tedavisinde de şifa dağıtmaya devam ediyor.
Sal yaylasının akıldan kolay kolay silinemeyecek
tüm Kaçkarları kucaklayan eşsiz manzarası sonrasında
2000 metrede güneşin batışını izlemek gibisi yok!
From Çamlıhemşin it takes twenty minutes to the Ayder plateau. Along the road
you’ll catch the gaze of children selling mulberry’s, apples and dried pears. In this
region the mountain tops are smoky, it often rains and the sun comes and goes.
Ayder is a place where you inhale pure fresh air; drink crystal clear water from
fountains and visit old wooden houses located on the hillside pastures. In short,
Ayder is a part of nature giving visitors and locals a place of tranquility.
The 1358 meter high Ayder plateau is the most popular one in Karadeniz. As well as
being in the National Park Area it is also a settlement that is under development. The
Ayder plateau is known as the plateau of healing because of its air, water, Kaplıca
springs and honey.
The most important thing about the Ayder honey is that it is completely natural. The
way the locals produce this special honey is by hoisting the wooden hives up into pine
trees and leaving them there. Then the bees that collect the pollen from the Caucasian
forest roses create the honey in a completely natural untouched environment. The first
thing to distinguish the honey from the others is its color, compared to the classic
honey color it’s a lot lighter and rather than clear it’s cloudy, a little candle like.
The beeswax of this honey has a melt in the mouth softness.
The Kaplıca springs with endless visitors every day, is the most popular spot visited by
local and foreign tourists. The Kaplıca water comes from 260 meters under the surface
and then is given out to baths and pool at fifty degrees. It is said to have therapeutic
benefits for illnesses such as rheumatism, the digestive, circulative, reproductive systems
and urinary tract infections. It also has huge benefits for skin conditions.
47
Yeryüzü cenneti yaylalar
48
Ayder civarındaki diğer yaylaların çoğunun ismi Trabzon Rum
İmparatorluğu’ndan kalma: Elevit, Tirevit, Palovit, Pokut, Avusor,
Çaymakçur… Böyle gidiyor. Her biri birbirinden güzel, çıkışı birbirinden
çetin, üzerinde yüzlerce çeşit yabani çiçek ve ağaç barındıran birer tepsi.
Pokut yaylası, Kaçkarlar üzerindeki yaylaların en güzeli. Bozulmamışlığı,
bitki örtüsü ve genişliğiyle çok etkileyici. Tipik yayla hayatını barındırıyor;
yayla evleri eski haliyle kalmış ve Çamlıhemşinliler hâlâ yazları bu evleri
kullanıyor. Pokut sırtının güney yamacına kurulmuş yayla evleri, zaman
zaman Ayder vadisine biriken pus sayesinde bulutların üzerine dizilmiş inci
tanelerini andırıyor.
Daha ufak ve engebeli olmakla birlikte en az Pokut ve Palovit kadar enfes
olan Avusor yaylasında da 50’ye yakın taş ev var. Sapsarı saçlı kız çocukları
yüzleri gözleri çamur içinde yaylanın dağa sırtını vermiş noktasında
yuvarlanıp koşuşturuyorlar.
Pokut yaylası inişinde, Çamlıhemşin merkezden 10 dakikalık mesafedeki
The plateaus, heaven upon earth
Most of the plateaus surrounding Ayder have names that belong to the
Trabzon Romanian Empire. Some of them are: Elevit, Tirevit, Palovit,
Pokut, Avusor, Çaymakçur… The beauty of each, over shines the previous,
the way-up for each is just as difficult as the previous and each one is
completely covered in a hundred different types of wild flowers and trees.
The Pokut plateau upon the Kaçkar Mountains is the most beautiful plateau,
with its untouched bed of lush greenery and size it’s extremely impressive. It
is the perfect representation of plateau life; the houses upon it are untouched
and as they first were, the residents of Çamlıhemşin still go and stay in them
during the summer months. The houses that have been built to the south of
the Pokut plateau resemble pearls sitting on clouds due to the mist created in
the Ayder valley.
The Avusor plateau, although smaller and a little rougher compared to
Pokut and Palovit, is still just as breath taking and has approximately 50
stone houses. Little girls with golden locks run around the plateau covered in
49
50
Makrevis (Konaklar) Köyü’ne uğramak bu coğrafyada yapılacak turun
önemli bir parçası. Makrevis’te Karadeniz yöresinin en muhteşem 10-15
taş ve ahşap konağı var. Hepsi en az 100 yıllık. Rize’nin üzerinde rafting
yapılan en deli deresi Fırtına Deresi’nin ayırdığı bir vadinin sarp yamaçlarına
kurulmuş muhteşem evler, masallardaki gibi. Fırtına Deresi’nin “Çat”
tabelaları yönünde takip edince de Zilkale çıkıyor insanın karşısına. Yıkık
dökük, yorgun argın haline rağmen büyüleyici. Fırtına vadisi üzerinde bir
geçide hakim, bir tepeciğin üzerine konmuş; o tepeler ve yeşillikler arasında
bir başına... Kimlerden kalmış, hangi devirde yapılmış kestirilemiyor, fikirler
var. Bir bilinense Osmanlı, buralara sahip olduğunda adı Kale-i Zir adıyla
askeri üs yapmış. “Zilkale” ismi fonetik çağrışımlar yaşayıp bugüne oradan
gelmiş. Kaleyi geçtikten sonra bir yarım saatlik sürüşle Palovit şelalesi, Palovit
yaylası ve Fırtına deresini besleyen Kaçkar güzeli Palovit deresine çıkan yol
başlıyor. Oldukça bozuk olan yol altında 4x4 arabası olmayanlar için imkansız;
4x4’lülerse 1,5 – 2 saatlik haşin bir parkuru göze alıp çıkıyorlar; bol direksiyon
kırmalı, eğimli, başınızı bol bol arabanın tavanına vurduğunuz bir deli yol.
mud getting up to mischief. While descending the Pokut plateau, one necessary
stop during this journey is at the Makrevis village located 10 minutes from
the center of Çamlıhemşin. Makrevis is home to ten\fifteen amazing stone and
wooden mansions that are at least a hundred year old. Rize’s most intense
creek known as Fırtına Creek hosts to rafting and is surrounded by amazing
fairytale like houses that have been built along the hillside. If you follow
the signs for “Çat” along the Fırtına Creek you will be led to Zilkale (castle).
Although fairly run down it is still mesmerizing. Nobody knows when or by
whom the castle that sits upon a hill, all by itself surrounded by greenery was
built by…how ever there are theories. One theory is that when the Ottomans
took this land they made this structure into a military base and named it
Kale-i Zir. The name “Zilkale” is a deviation of the original name. Thirty
minutes after the castle you will come to the Palovit waterfall, Palovit plateau
and the Palovit creek that feeds into the Fırtına Creek. The road that is a
pretty bumpy ride is impossible to drive along without a 4x4. Those with a
4x4 need to be prepared for a 1,5 – 2 hour rough ride that includes a lot of
intense steering, inclines and the banging of heads against the car roof.
Nerede Kal›n›r?
Dedeman Rize Ali Paşa Koyu, Rize Tel: +90 (464) 223 44 44
Tüm bu yorucu ama keşif duygunuzu tatmin edecek harika yaylalar ve Rize’nin diğer güzelliklrini
keşfetmek için bu yeşil şehre geldiğinizde, size Dedeman Rize ev sahipliği yapıyor. Dedeman
Rize, hem Rize’yi, hem de etrafı keşfetmek için harika lokasyonu ise “Geleneksel Dedeman
Misafirperverliği”ni Rize’ye taşıyor. Trabzon Havaalanı’na 70 km, otogara 4.5 km uzaklıkta olan
otel, deniz kenarındaki konumuyla Karadeniz otoyolu yanında yer alıyor ve denize nazır odalarında
misafirlerine keyifli bir tatil sunuyor.
Nasıl gidilir?
Karadeniz’in incisi Rize’ye Türk Hava Yolları’nın tarifeli seferleriyle ulaşmak mümkün. İstanbul’a
1155, Ankara’ya 839, İzmir’e ise 1421 km. uzaklıkta olan Rize’ye şahsi otomobili ile gitmek isteyenler
İstanbul-Samsun-Trabzon bağlantılı feribot seferlerini kullanabilir.
Where to stay...
Dedeman Rize Ali Paşa Koyu, Rize Tel: +90 (464) 223 44 44
When you come to Rize to discover the beautiful plateaus and their hidden delights, Dedeman Rize
will be ready and waiting to make you feel at home. Dedeman Rize has brought their “Traditional
Dedeman Hospitality” to Rize and their location is ideal for exploring Rize and its surroundings. The
hotel is 70km from Trabzon Airport, 4.5 km away from the bus station and has easy access to the
motorway. The hotel is on the sea shore and has sea view room’s ideal for a relaxing holiday.
How to get there...
You can fly to Rize with Turkish Airlines. Or for those of you who would like to drive, the distance
is approximately 1155 km to Istanbul, 839 km to Ankara and 1421 km to Izmir. There is also an
Istanbul-Samsun-Trabzon ferryboat service that you may wish to use.
51
Güz Güzeli
Autumn Allure
52
EN GÜZEL SONBAHARLARIN YAŞANDIĞI ANKARA’DA,
YENİ SEZONUN GÖZDELERİ KARŞINIZDA!
THE LATEST TRENDS FOR THE NEW SEASON
PRESENTED IN THE CITY OF AUTUMN; ANKARA
FOTO⁄RAF-PHOTOGRAPHY: ALİ YAVUZ ATA STYLING MEHL‹KA AYDO⁄AN SAÇ/MAKYAJ - HAIR/MAKE-UP: GEORGINA BILLINGTON
MODEL: NEW MODELS / MARIANNA MEKAN/LOCATION DEDEMAN ANKARA HOTEL
53
YELEK-JACKET
KOTON,
T-SHIRT -T-SHIRT
İPEKYOL.
YELEK-JACKET
TWIST,
T-SHIRT -T-SHIRT
MANGO,
AYAKKABI -SHOES
NINE WEST.
54
55
T-SHIRT ZARA,
ASKI-BRACE
TOP SHOP,
JEAN DIESEL.
BLUZ-SHIRT
ZEYNEP ERDOĞAN,
JEAN DIESEL.
56
CEKET-JACKET
ZARA,
JEAN LEVIS.
ELBİSE-DRESS
TOP SHOP.
57
58
TULUM-BOILERSUIT
RANDOM.
BLUZ-SHIRT
BIL STORE.
59
60
61
Nerede Kal›n›r?
Dedeman Ankara
Akay Cad. Büklüm Sok. No: 1 06660 Ankara
Tel: (0312) 416 88 00
Başkentte konaklama denince akla ilk gelen isim Dedeman
Ankara. Dedeman Otelleri’nin ilk göz ağrısı olan otel avantajlı
konumu ile dikkat çekiyor. 268 standart oda, 13 club oda,
8 corner süit, 2 junior süit, 6 deluxe süit, 1 queen süit,
1 king süit, engellilere özel 2 odaya sahip olan Dedeman
Ankara’da erken check– in imkânı, hızlı check– out imkanı,
geç check-out imkanı, 24 saat oda servisi, kuru temizleme
servisi, çamaşır servisi, resepsiyonda kasa, kuaför, mesaj
servisi, uyandırma servisi, bagaj odası, kapalı otopark,
döviz bozdurma, ücretsiz kablosuz internet, güvenlik kamera
sistemi, lostra ve oto kiralama gibi hizmetler misafirlerin
rahatı için düşünülmüş. Önemli toplantı ve organizasyonlar
için 5 salonla hizmet veren Dedeman Ankara, Türk ve
dünya mutfağının en seçkin lezzetlerinin buluştuğu
Safir Restaurant’a da ev sahipliği yapıyor.
Where to stay...
Dedeman Ankara
Akay Cad. Büklüm Sok. No: 1 06660 Ankara
Tel: (0312) 416 88 00
DERİ CEKETLEATHER JACKET
PRADA.
PANTOLONTROUSERS
RANDOM.
One of the first places to come to mind concerning
accommodation in Ankara is the Dedeman Ankara.
The very first hotel of the Dedeman Hotel’s, gathers interest
due to its ideal location. The Dedeman Ankara has
268 standard rooms, 13 club rooms, 8 corner suits, 6 deluxe
suits, 1 queen suit, 1 king suit and 2 special disabled
rooms as well as the possibility of early check-in, express
check-out. All types of facilities and details have been
thought for your comfort; 24 hour room service, dry cleaning
service, laundry, safety deposit box at reception, hairdresser,
massage service, wakeup service, baggage room, indoor
parking, foreign currency cashier, free wireless internet,
security camera system, shoe-polish and a car rental service.
The Dedeman Ankara also has 5 room’s ideal for important
meetings and organizations; the hotel’s restaurant ‘Safir
Restaurant’ is just as ideal with its wide selection of
Turkish and world cuisine.
DQ
62
RÖPORTAJ-INTERVIEW
Keyifli Dedeman
Antalya Hikâyeleri
Hem iş hem de tatil amacıyla ziyaret edilen Dedeman
Antalya Hotel & Convention Center yenilenen odaları
ve hizmet kalitesiyle rakiplerinden hep bir adım önde.
Gelişmeleri Otel Genel Müdürü R. Orhan Koral anlatıyor.
Unforgettable
Dedeman Antalya
Experiences
A place of work and play, Dedeman Antalya Hotel
& Convention Center has recently undergone
positive changes like updating rooms and their
quality of service, allowing them to be one
step ahead of their opponents. Hotel General Manager
R. Orhan Koral tells us about the developments.
B
ölgenizde Dedeman markası ile iki otel
hizmet veriyor. Bu durumu avantajlı buluyor
musunuz, nasıl değerlendirirsiniz?
Dedeman’ın iki markasının Antalya’da hizmet veriyor
olmasını son derece avantajlı buluyorum. Dedeman
Antalya Hotel & Convention Center 1989 yılından
bugüne Antalya’da turizm sektörünün lokomotifi
olmuştur. Gerek Antalya‘nın bu bölgesinin şehir
olarak gelişimine sağladığı katkı, gerekse klasik
otelcilik anlayışının bölgeye yerleşmesinde önemli bir
rol oynaması ile son derece önemli bir konumdadır.
Öncelikle Dedeman Antalya’ya anex otel olarak
açılan, daha sonra zincirin ayrı bir oteli olarak hizmet
vermeye başlayan Dedeman Park Antalya‘da odalarının
kullanışlılığı, tüm odalarının deniz manzarasına hakim
olması ve Dedeman Park Antalya’nın konuklarının
Dedeman Antalya‘nın imkanlarından faydalanabiliyor
olması nedeni ile konuklarımız tarafından tercih
edilmektedir. Park Antalya‘nın kısıtlı servis hizmeti
veren 3 yıldız statüsünde olması, özellikle yapılan
büyük çaplı organizasyonlarda grupların bu tarz otel
ihtiyaçlarına da cevap verebiliyor olması nedeni ile her
iki otelimize son derece avantaj sağlamaktadır.
Yaz turizmi geçirdiğimiz krizden sonra bu yıl nasıl
bir seyir gösteriyor?
Bu sene, geçtiğimiz senenin aynı dönemine oranla
daha iyi bir durumda olduğumuzu söyleyebilirim.
Genel olarak turizm sektörüne baktığımızda da yılın
ilk altı ayında turist sayısında %10’luk bir artış söz
konusu. Bu olumlu gelişme bize de olumlu yansıyor.
Otelimiz 2010 yılının ilk 7 ayında, geçen seneye
oranla % 15 gelir artışı göstermiştir. Bu artışta kış
döneminde Avrupa Pazarı ile yapılan çalışmaların
olumlu yansımaları söz konusudur. Yüksek sezonda
ise Orta Doğu Pazarı ile yapılan çalışmalar doluluk ve
gelirde etkili olmaktadır. Aynı zamanda 2009-2010
döneminde yeni uçuş ekiplerinin de otelimizin konumu
ve altyapısından dolayı bizi tercih etmelerinden dolayı
bu segmentte şu anda 2009’a göre %124 gelir artışı
sağlamış bulunmaktayız.
Antalya’nın oteller bölgesi olduğunu biliyoruz.
Peki, siz diğer oteller arasından sıyrılmak için ne
gibi bir strateji belirlediniz?
Diğer otelleri, %95’lik kısmının tur operatörleriyle
çalışmalarından ve şehir otelciliği yapmamalarından
dolayı kendimize rakip olarak görmüyoruz. Bizim
profilimizin içinde şirketler, hava yolları ve internet
satışları ile tatil yapan münferit konuklar da olduğu
için bu konuklarımızın beklentilerine cevap verecek,
Antalya‘da trend setter olacak uygulamalara imza
atmak için projeler üretiyor ve uyguluyoruz. Şehir
içindeki konumumuzdan dolayı konuklarımıza
sunacağımız servisler ve memnuniyet derecesi
I
n your region there are two Dedeman
hotels open. How do you assess this situation?
Is this an advantage for you?
I find having two Dedeman hotels in Antalya a huge
advantage. Since 1989 Dedeman Antalya Hotel &
Convention Center has been the engine of the tourism
sector in Antalya. Its position in Antalya is very
important due to its support in developing the city in
this part of Antalya and its impact and crucial role of
classic hotel trade settling in the area. Another point
is that the Dedeman Park Antalya that is sister hotel
of Dedeman Antalya and has very conventional sea
view rooms and the guests staying at the Dedeman Park
Antalya can take advantage of the facilities at Dedeman
Antalya leaving our guests extremely happy. This
merging presents a huge advantage in situations where
for example guests are staying at Park Antalya which is
a three star hotel that naturally has certain limitation
that can be solved through Dedeman Antalya.
How is the summer tourism doing this year
following the economical crisis?
I can say that compared to last year we are in a much
better situation. When we look at the first six months of
this year, there was a 10% rise in tourism. This positive
development also reflects positively on us. Our hotel in
the first 7 months of 2010 saw a 15% income rise. The
work put into the European market during the winter
months did have an effect on this rise. The work put in
to the market of the Middle East during high season has
had a huge impact on the occupancy rate and rise in
income. Also during the 2009-2010 periods due to our
hotels location and foundation, flight crews preferred us,
striking up a 124% rise in income compared to 2009.
63
64
Emsalsiz Misafir
Deneyimi Projesi’ne
çok önem veriyoruz.
Konuklarımızın Dedeman
Antalya‘dan ayrıldıktan
sonra anlatacakları
hikayeleri olması ve
otelimize tekrar
gelmelerini sağlamak için
her gün farklı projeler,
dokunuşlar düşünüyor
ve uyguluyoruz.
çok önemli, aksi takdirde alternatif otel ve mekânları
konuklarımız kolaylıkla tercih edebilirler. Konuklarımıza
otelimizde unutamayacakları deneyimler yaşatmak için
özel uygulamalar yapıyoruz. Bu anlamda zincirimize bağlı
tüm otellerde uygulanmaya başlayan “Emsalsiz Misafir
Deneyimi Projesi”ne çok önem veriyoruz. Konuklarımızın
Dedeman Antalya’dan ayrıldıktan sonra anlatacakları
hikayeleri olması ve otelimize tekrar gelmelerini sağlamak
için her gün farklı projeler, dokunuşlar düşünüyor ve
uyguluyoruz. İyi ilişki içinde olduğumuz firmaların
sahipleri ve yöneticileri ile diyaloglarımızı son derece sıkı
tutuyoruz. Onlara her ay düzenlediğimiz özel gecemiz
ile hem otelimizin aktivitelerini, ünitelerini tanıtıyoruz
hem de sektördeki ve piyasalardaki gelişmeleri paylaşma
imkanı buluyoruz. Sıcak ilişkilerimizin devamlılığını,
düzenlediğimiz keyifli gecelerle kalıcı dostluklara
çevirmeyi amaçlıyoruz.
Otelinizin belli katları yenilendi. Bu yenilik
konuklarınız tarafından nasıl karşılandı?
Konuklarımıza daha iyi hizmet verebilmek için otelimizin
2. ve 3. katlarındaki odalarımızda yenileme çalışmaları
yaptık. 1. katımızın yenilenmesi kısa bir süre önce
tamamlanmıştı. 2 ve 3. katlarımızda bulunan 100
standart odamız ile 8 süit odamız günümüz insanlarının
konfor beklentilerine cevap verebilecek teknoloji ve
Akdeniz‘in renkleri ile minimalist tarzda dekore edilerek,
konuklarımızın hizmetine sunuldu. Yenilenen odalarımız
konuklarımız tarafından beğeni ile karşılanıyor.
We know Antalya is a region full of hotels. What kind
of strategy have you developed to get ahead of other
hotels?
We don’t feel we have any opponents because 95% of the
other hotels are working with tour operators and are not
structured as a city hotel. However, we are aware that there
are certain guests that travel via companies, airlines and
online tourism that have certain expectations that we make
sure we can accommodate, so we form different projects that
will are trendsetting enforcements in Antalya. The level
of service and customer satisfaction is extremely important
due to our location in the city, otherwise we will gladly
recommend alternative hotels and venues to our guests.
We have certain practices to ensure that our guests have
unforgettable experiences in our hotel. Parallel to this, we
take the new “Unique Guest Experience Project” that has
begun in all of the Dedeman Hotels very seriously. We are
constantly thinking up new projects and adjustments to
ensure that when our guests leave Dedeman Antalya they
have stories to tell and will return once again. We keep our
acquaintances with company owners and directors very tight.
We invite them to monthly organized evenings in which
we present out hotels new activities, units and we find the
possibility of discussing the developments in the sector and
market. Through our enjoyable evenings we aim to change
our warm acquaintances into lasting friendships.
Certain floors of your hotel have been renewed. How
your guests reacted to the renewal?
In order to give our guests better service we have renewed the
rooms upon the 2nd and 3rd floors of our hotel. The renewal
of our first floor had been completed a little while ago. The
one hundred standard rooms and 8 suits on the 2nd and 3rd
floors now have every comfort and technology necessary for a
Antalya sadece yazın değil, tüm mevsimlerde yoğun
olan bir bölge. Bu oteldeki doluluk oranına da yansıyor
mu? Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Yaz sezonu dışında da özellikle kongre ve toplantı turizmi
daha fazla ağırlık kazanıyor. Bu hareketlilik elbette
ki bizim otelimizin doluluk oranlarını olumlu yönde
etkilemekte. Antalya’nın fuar organizasyonlarını yapan
Anfaş Fuarcılık şirketinin kurucu üyesi olma sıfatı ile bu
fuarlarda önerilen otel konumundayız, ayrıca da münferit
fuar katılımcılarının tercih ettiği otellerden biriyiz.
Konuk profiliniz hakkında neler söyleyebilirsiniz? Daha
çok iş adamları mı tercih ediyor yoksa tatilini geçirmek
isteyen aileler mi?
Otelimiz aynı zamanda bir kongre merkezi olduğundan
dolayı her iki kesimden de önemli sayıda konuk
ağırlıyoruz. Konuk profilimizin oranları yılın farklı
zamanlarına göre değişiklik göstermektedir. Yaz dönemi
azalmakla birlikte yılın tüm dönemi seyahat eden
şirket konuklarımızı ağırlıyoruz. Kış döneminde Türk
konuklarımıza ek olarak Avrupa pazarı, yaz döneminde de
Türk ve Orta Doğu pazarı konuklarımıza ağırlıklı olarak
hizmet veriyoruz.
person of today as well as being decorated in Mediterranean
colors. Our brand new rooms have been positively received by
our guests.
It’s a region that’s not only busy during the summer,
but busy every season. Does this also reflect on the
occupancy rate of the hotel? What could you say about
this?
Apart from the summer tourism, congress and conference
tourism is also very dominant. This activity naturally has
a positive effect on the occupancy rate. We are one of the
recommended hotels during Antalya expos organized by Anfaş
Fuarcılık as well as being a preferred choice of the expo
participants.
What can you say about your guest profile? Are there
more businessmen or families coming for a holiday?
The fact that our hotel is also a congress center means we get
a very large number of guests from both sides. The percentage
of each guest profile tends to change according to the time
of year. As the summer months begin to wrap-up we begin to
play host to guests travelling on business. During the winter
season we have a lot of Turkish and European guests and in
the summer season we have a large number of Turkish and
Middle Eastern guests.
Önümüzdeki dönem hedefleriniz neler?
Yakın gelecekte odalarda başlattığımız yenileme
çalışmalarımızı tüm otele yaymak ve en kısa sürede
tamamlamak arzusundayız. Konuklarımıza otelimizde
emsalsiz deneyimler yaşatacak uygulamalarımıza devam
ederek, anlatacak bir çok Dedeman Antalya hikayeleri
ile dolu, keyifli konaklama geçirmiş konuklarımızın
sayısını arttırmayı hedefliyoruz. Günümüz insanlarının
beklentilerine cevap veren, fark yaratan otel olmaya
devam etmek arzusundayız.
What are your aims for the upcoming period?
In the near future we hope to carry the renewals from the
rooms to the rest of the hotel and get it done as quickly as
possible. We aim to raise the number of guests that will have
unique and special experiences here at Dedeman Antalya
and will leave taking great stories of what an unforgettable
time they had here. We hope to carry on being a hotel that
answers the expectations of the people of today and does
everything in distinction.
We take the new
“Unique Guest Experience
Project” that has begun in all
of the Dedeman Hotels very
seriously. We are constantly
thinking up new projects and
adjustments to ensure that
when our guests leave Dedeman
Antalya they have stories to tell
and will return once again.
65
{
DQ
66
{
Sanat
Günlüğü
KÜLTÜR&SANAT-CULTURE&ART
İstanbul’da
bu sezon
Yaz bitti; güneş yorgunluğuyla gevşeyen
bünyeler şimdi kültür sanat sahnesinin
onlar için hazırladığı taze işleri takip
etmeye hazır! Gün, yazın bitmesi ile basan
hüznü, şehrin canlanması ile bertaraf etme
günü! Bu sene hangi müzisyenlerle tempo
tutup, hangi tiyatro salonlarını ve galerileri
arşınlayacağımıza bakalım...
This season
in Istanbul
Summer is over; the relaxed, sun kissed
bodies are now ready to sink their teeth
into the brand new excitement that the
art & culture scene has in store for them!
Let’s see what musicians will have you
stamping your feet and which theatres
and galleries you’ll be exploring…
YAZI-BY GÖKÇE NÂMI
• Evin Sanat Galerisi,
MSÜ’nün önemli
hocalarının işlerine
düzenli olarak ev sahibi
olması, genç kuşağı ihmal
etmemesi ve tabii ki
özellikle sanat sahnesine
yeni çıkanlar için büyük
önem taşıyan Nuri
İyem Resim Ödülleri
ile Bebek’teki galeriler
arasında öne çıkan
bir adres. Galerinin
önümüzdeki sezon
görünen işlerinden ilki
Mehmet Aksoy Heykel
Sergisi. Mehmet Aksoy,
şamanlardan kibeleye,
insan çeşitlemelerinden
mitolojiye farklı
betimleriyle tanınan
uluslararası bir isim; işleri,
23 Eylül ile 20 Kasım
arasında Evin Sanat’ta.
MSÜ’nün ekol yaratan
hocalarından Neş’e Erdok
ise resimleriyle 2 Aralık 8 Ocak arası galeride.
Evin Sanat Galerisi
www.evin-art.com;
(0212) 265 81 58; Bebek
Deresi Sokak 13,
Bebek - İstanbul
• Geçen sezonun en iyi
sergilerinden biri olan
Kaotik Metamorfoz ile
akıllara kazınan Proje4L/
Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi,
bu sezon kapılarını ‘Proje
Odaları Sergisi’ ile açıyor.
Proje Odaları etkinliği
kapsamında genç sanatçı
ve küratörleri desteklemek
amacıyla müzenin ikinci
projesi gerçekleştirilecek.
İtalyan küratör Elena Forin
tarafından düzenlenen,
İtalya’nın yükselen
sanatçılarından Giovanni
Ozzola ve genç Türk
sanatçılarının işlerinden
oluşacak proje, 16 Eylül20 Ekim tarihleri arasında
takip edilebilir. 2001
yılından itibaren sanatçılar
için üretim, sergileme ve
uluslararası sanat dünyasına
açılma desteği sağlamayı
amaçlayan Proje4L, müze
bünyesindeki ‘Açık Arşiv
Odası’ etkinliğiyle tüm
sanatçıların bıraktıkları
portfolyoları gerek
Türk, gerek yabancı
koleksiyonerler, küratörler,
galericiler, müzeciler,
yazarlar ve araştırmacılara
açık tutarak sanatçılara
fırsatlar yaratmayı amaç
ediniyor.
Proje4L/Elgiz Çağdaş Sanat
Müzesi 0212) 290 25 25;
Meydan Sokak Beybi Giz
Plaza B Blok 34398 Maslak İstanbul
• Şimdi yönümüzü Galeri
Artist’in Çukurcuma’daki
yerine çevirelim. Galerinin
bu yılki sergi takvimi Recep
Batuk’un ‘Sonunda Enerjin
Yerine Geldi Mi?’ sergisiyle
başlıyor. 18 Eylül - 6
Ekim arası açık olacak olan
sergiyle Batuk’un akademik
kuralları alt üst eden alaycı
ve renk zengini işleri
izlenebilir. Bir sonraki sergi
7 Ekim – 22 Ekim arasında
izlenecek olan Olça
Tansuk ve Ayşe
Domeniconi’nin karma
sergisi. Bunu
23 Ekim - 10 Kasım arası
Ayla Aksoyoğlu’nun işleri
takip ediyor.
11 Kasım - 1 Aralık arası
figüratif anlatımlarıyla yeni
neslin beğenilen heykel
sanatçılarından biri olan
Kaan Küley. Galeride daha
sonra resimleriyle 2 Aralık -
{ {
The art
diary
• The Evin Sanat Galerisi is
a gallery in Bebek that has
become quite well known
due to its wide range of
activities such as exhibitions
for important Mimar Sinan
University professor’s, as well
as supporting budding artists
and is also the host of the
Nuri İyem Art Awards that is
of a huge importance for new
comers to the art scene. Here
are the upcoming exhibitions
for this season: Mehmet Aksoy
Sculpture Exhibition. Mehmet
Aksoy is an internationally
acclaimed name that deals
with imagery from shamans to
Cybele, various human forms
to mythology. The exhibition
will take place from September
23rd to November 20th at the
Evin Sanat Galerisi, followed
by Mimar Sinan University
professor Neşe Erdok’s
paintings from December 2nd
to Januray 8th.
Evin Sanat Galerisi
www.evin-art.com; (0212)
265 81 58; Bebek Deresi
Sokak 13, Bebek - İstanbul
• Proje4L/Elgiz Çağdaş
Sanat Müzesi had one of
the best exhibitions of last
season Kaotik Metamorfoz
(Chaotic Metamorphosis).
This season it opens up with
‘Proje Odaları Sergisi’. Proje
Odaları has been created
as a second project space
by the museum in order to
support young artists and
curators. The project setup by
Italian curator Elena Forin
will feature upcoming artist
Giovanni Ozzola from Italy
and certain young Turkish
artists and will be running
September 16th to October
20th. Since it was founded in
2001 Proje4L has provided
a platform on which artists
received the support necessary
for expanding and entering
the International art scene.
Another feature of the museum
is the ‘Açık Arşiv Odaları’
(Open Archive Rooms), which
is open to Turkish and foreign
collectors, curators, gallery
owners, museum curators,
writers and researchers which
features the portfolios of all
the artists, aiming to create
opportunities for them.
Proje4L/Elgiz Çağdaş Sanat
Müzesi 0212) 290 25 25;
Meydan Sokak Beybi Giz
Plaza B Blok 34398 Maslak İstanbul
67
Giov
a
Çağd nni Ozz
ol
aş Sa
nat G a, Elgiz
aleri
si
• Now let us turn our
17 Aralık arası Sebahattin
Şen, 18 Aralık 2010
- 5 Ocak 2011 tarihleri
arasında ise Serpil Akgün
yer alacak.
Galeri Artist Çukurcuma
www.artistcukurcuma.com;
(0212) 251 91 63; Altıpatlar
Sokak No 26 Çukurcuma
Beyoğlu - İstanbul
• İstanbul sanat sahnesinin
bir başka uğrak noktası
olan Galeri Nev de yeni
sezona hazır. Galeride
ilk olarak akıl kokan işleri
ile İstanbul Bienali’nden
Hollanda’daki çağdaş
galerilere uzanmadığı yer
kalmayan Serkan Özkaya
yer alacak.
1 - 30 Ekim arasında
reprodüksiyon işleriyle
geleneksel ve çağdaş
yaklaşıma aynı anda
selam veren Özkaya’yı
kaçırmayın. Galerinin
ikinci konuğu sanat
camiasının yine yakından
tanıdığı bir isim olan İnci
Eviner. YTÜ’de öğretim
görevlisi olan, bugün
sergilerini takip ettiğimiz
pek çok genç sanatçıya
yol gösteren Eviner’in
attention to Galeri Artist in
Çukurcuma. The exhibition
program for this year
begins with Recep Batuk’s
‘Sonunda Enerjin Yerine
Geldi Mi?’ The exhibition
that will be running from
September 18th to October
6th will be featuring Batuk’s
colorful and ironic works
that destruct academic laws.
The next exhibition during
October 7th to October 22nd
will be mixed, featuring work
by Olça Tansuk and Ayşe
Domeniconi. Following that is
Ayla Aksoyoğlu during October
23rd to November 10th. Then
November 11th to December
1st, contemporary sculpture
Kaan Küley. The year comes to
an end first with paintings by
Sebahattin Şen December 2nd
– December 17th, followed by
Serpil Akgün December 18th –
Januray 5th 2011.
Galeri Artist Çukurcuma
www.artistcukurcuma.com;
(0212) 251 91 63;
Altıpatlar Sokak No 26
Çukurcuma Beyoğluİstanbul
Tokyo’dan Berlin’e işlerini
taşımadığı yer yok.
5 Kasım - 4 Aralık
arası Galeri Nev’de olacak
olan sanatçı özellikle
tuval üzerine akrilik ve
serigrafi işleriyle öne
çıkan gerçek bir desen
üstadı. Tarihler 10 Aralık’ı
gösterdiğinde Galeri
Nev, Murat Morova’yı
ağırlamaya başlayacak.
8 Ocak’a kadar devam
edecek olan sergide
MGSF’nden 1977’de
mezun olduğu günden bu
yana Venedik, İstanbul
ve Buenos Aires gibi
kentlerin bienallerine
grup sergileriyle beraber
katılan sanatçının sıradışı
heykel işleri de var.
Ürettiği yapıtların ‘resim’
olmadığını özellikle
vurgulayan; işlerinde
tasavvuf geleneği ve
bugunün metaforlarını
buluşturan Morova, her
zamanki gibi sergi mekânı
olarak Galeri Nev’i seçmiş.
Galeri Nev
www.galerinevistanbul.com;
(0212) 252 15 25; İstiklal
Caddesi 163 Mısır
Apartmanı 18 Beyoğlu İstanbul
{
68
{
Çıplak
ayaklar,
ne adımlar
atacak?
• Biz bu satırları yazarken
şehrin dans cephesi henüz
yeni sezon hazırlıklarını tam
anlamıyla tamamlamamıştı.
Yine de ‘Engin-Ar’,
‘Kontrol’, ‘DZZZT DZZZT’
gibi oyunlarıyla, İstanbul
sahnelerinin büyük bir açığı
olan politik dans arenasını
başarıyla dolduran Çıplak
Ayaklar Kumpanyası’ndan
heyecan yaratan haberler
aldık. Çıplak Ayaklar
Stüdyosu, yeni sezonla
beraber 50 kişi kapasiteli
bir gösteri alanı olarak da
kullanılacak; kendine ait
dekoruyla sadece bu mekâna
özel hazırlanmış gösteriler
için adres topluluğun
Çukurcuma’daki yerleri.
Mekândaki ilk oyun,
geçen sezonun sonunda
gerçekleşen Tiyatro
Festivali’nde premierini
yapan ‘Ararken - Bi Arama
Hikâyesi’. Türkiye’de
çağdaş dans alanına yeni
bir soluk getiren Çıplak
Ayaklar Kumpanyası, bu son
işinde ‘arayış’ fenomenine
odaklanıyor; ararken,
insanın kendisini bulması,
keşfetmesi, içindekilerle
yüzleşmesi, bilmediği,
hatta korktuğu taraflarıyla
yan yana gelmesi üzerine
gerçek bir ev gösterisi olan
performans, topluluğun
yeni mekânında farklı
bir dile de sürüklenecek.
Bu sezon nesnenin
yerçekimiyle, gölgenin
insanla, düşüncenin beyinle
ilişkisini irdeleyen ‘Kontrol’
isimli performanslarına
devam edecek olan grup,
turne olarak ise tabuları
eşeledikleri ‘Engin-Ar’ isimli
performanslarına devam
ederek İstanbul dışından
insanlara da ulaşacak.
Çıplak Ayaklar Kumpanyası
www.ciplakayaklar.com; (0212)
252 30 13 Firuzağa Mahallesi
Çukurcuma Caddesi 6/ 3
Beyoğl /İstanbul
{ {
Haydi
sallan
biraz...
• Artık Türkiye’ye
uğramayan grubun
kalmamasıyla müzik sahnesi
güçlü bir coğrafyaya
sahibiz. Bu noktada hem
hareketi başlatan, hem de
en hareketli mekân ise çoğu
İstanbulluya Asmalımescit’in
yolunu öğreten Babylon.
Pozitif ekibi, sezonu rock
altyapılarını soul ve cazla
birleştiren İngiliz grup
Tindersticks ile açacak. 20
ve 21 Eylül’de sahne alacak
olan grup performanslarında
piyano, glockenspiel,
vibrafon, keman, trompet,
klarnet, org ve fagot gibi
zengin bir enstrüman
yelpazesiyle sahne alıyor.
Babylon İstanbul
www.babylon.com.tr;
(212) 292 73 68; Şehbender
Sokak 3 Asmalımescit
Beyoğlu - İstanbul
• Sezona sıkı bir başlangıç
için Akbank Caz Festivali
programına da göz atmakta
fayda var. 23 Eylül - 12 Ekim
arasında gerçekleşecek olan
festival, 20. yılında müzik
efsanesi Sun Ra’nın mirasçısı
Sun Ra Arkestra’nın (Cemal
Reşit Rey; 1 Ekim 20.00)
doğaçlamalarıyla yüklü bir
geceye gebe. Avrupa’da
icks,
nderst
Ti
• Another stop off point
on the Istanbul art scene is
Galeri Nev where the new
season is also ready. The
first exhibition running
October 1st-30th will be
featuring Serkan Özkaya
who’s intelligent works
have been everywhere from
the Istanbul Biennial to
contemporary galleries in
Holland. Do not miss this
exhibition that recognizes
both the traditional and
contemporary approach
to reproduction. The
next exhibition is again
a well known name of
the art community, İnci
Eviner. A professor at Yedi
Tepe University and the
guiding hand of many of
the young artists of today
will be exhibiting her
acrylic and screen-print
paintings November 5th
– December 4th at Galeri
Nev. When the calendar
shows December 10th then
that means that Galeri
Nev will be exhibiting the
work of Murat Morova.
The exhibition that will
run till Januray 8th will
feature extraordinary
n
Babylo
sculptural work from 1977
to today that also took part
in the Venice, Istanbul and
Buenos Aires Biennial’s.
Specifically making a point
of saying that his work is
not a ‘picture’; Morova’s
work combines mysticism
with the metaphors of
today and will be at Galeri
Nev.
Galeri Nev
www.galerinevistanbul.
com; (0212) 252 15 25;
İstiklal Caddesi 163 Mısır
Apartmanı 18 Beyoğlu İstanbul
{ {
What steps
will bare
feet take?
• While we were writing
down these lines the cities
dance preparations had
not yet been completed.
However we did receive
some very exciting news
from Çıplak Ayaklar (Bare
feet) who successfully filled
cazın gelişimine büyük
katkısı olan soprano saksafon
ve bas klarnet üstadı John
Surman (Aya İrini; 24 Eylül)
festivale konuk olan bir diğer
isim. ‘Cazın first lady’si’
lakaplı Diane Schuur (Cemal
Reşit Rey; 30 Eylül 20.00)
ise bas, davul ve piyanodan
oluşan topluluğuyla festivalin
bir başka öne çıkan ismi.
Count Basie’nin ölümüne
meydan okuyarak efsane
müzisyenin geleneğine
devam eden The Count Basie
Orchestra ise festivale güçlü
yorumuyla ünlü Carmen
Bradford ile katılıyor (Lütfi
Kırdar Uluslararası Kongre ve
Sergi Sarayı; 23 Eylül 21.00).
Biraz da geçen yıl pek çok
iyi konsere sahne olan
Tamirane’ye bu yıl konuk
olacak isimlere bakalım.
Geçen sezon İzlanda’daki
volkanik hareketliliğin
uçuşları alt üst etmesiyle
Türkiye’ye gelemeyen
Fransız menşeili DJ Cam,
Tamirane’nin 2. yıl dönümü
vesilesiyle caz ve hip hop
alaşımı setiyle 16 Ekim’de
mekânda çalacak. Geçen yıl
verdikleri konserle sezonun
unutulmazları arasına
giren Kopenhaglı grup
WhoMadeWho, pyschedelic
rock, electronica ve disco’yu
harmanladığı müziğiyle
2. kez Tamirhane’de;
tarih 23 Ekim. 11 Aralık
akşamı ise Garanti Caz
Yeşili kapsamında 6 kişilik
orkestrasıyla nujazz, bossa
nova ve jazz türlerine
yoğunlaşan Nicola Conte
için yönünüzü Tamirhane’ye
çevirmenizi öneririz.
Tamirane
www.tamirane.com; (0212) 311
73 09; Eski Silahtarağa Elektrik
Santralı Kazım Karabekir
Caddesi 2/8 Eyüp Haliç İstanbul
{
{
Sahnelerde
bu sezon
• Bu sezon tiyatro
kulisleri yepyeni oyunlara
hazırlanırken geçen
sezonun ortasında başlayıp
seyircilerinin tümüne
ulaşamadığı oyunlara da
devam ediyor. Önce İstanbul
Devlet Tiyatroları’yla
başlayalım. Bu sezonun
yeni oyunu Cezmi Ersöz’ün
yazdığı, Serap Eyüboğlu’nun
yönettiği bir sevgililer günü
hesaplaşması olan ‘Kendi
Kendine Konuşmaktır Aşk’.
‘King Kong’un Kızları’,
’Temiz Ev’, ‘Profesyonel’,
‘İmparatorluk Kuranlar’,
‘Vahşet Tanrısı’ ve
‘Kuzguncuk Türküsü’ ise
geçen sezondan devam eden
oyunlar.
Devlet Tiyatroları
www.devtiyatro.gov.tr; (0312)
310 19 45
• Tiyatroseveleri Moda’ya
taşıyan Oyun Atölyesi,
geçtiğimiz sezonun
sonunda sahnelenmeye
başlamasına rağmen
tüm sezona damgasını
vuran ‘7’ ile çok yazılıp
çizildi; bu yıl bu çağdaş
Shakespeare uyarlaması
müzikal oyuna devam
ederken yeni Shakespeare
oyunları Macbeth ile de
ilgi toplayacaklarına şüphe
yok. İlker Aksum, Esra
Kızıldoğan, Murat Tüzün,
Saygın Soysal, Osman Akça,
Barış Yıldız, Muharrem
Özcan, Gözde Kırgız, Pınar
Bekaroğlu ve Berke Yağış’ın
sahne alacağı müzikli oyunu
dilimize Haluk Bilginer
kazandırmış. Birkaç sezondur
in the gap of the political
dance arena with their
plays such as ‘EnginAr’, ‘Kontrol’, ‘DZZZT
DZZZT’. In the new
season The Çıplak Ayaklar
Studio will also be used as
a performance area with a
50 person capacity. Make
your way to their place
in Çukurcuma, with their
own personal décor and
performances prepared only
for this venue. The first
play to grace the stage
this season is ‘Ararken Bi Arama Hikâyesi’ that
premiered at the Theatre
Festival last season.
The Çıplak Ayaklar
introduced a completely
new wave of dance to
Turkey’s contemporary
dance scene. In this latest
performance they focus
on the phenomenon of
‘searching’; the whole
process of someone
searching to find
themselves, discovering,
facing their inner self and
standing side by side with
that which they don’t
know or are even terrified
of. The performance to
follow this season will
be ‘Kontrol’ that will
be investigating the
relationship of the object
with gravity, shadows
with people and thought
with the brain. The
Çıplak Ayaklar will also
be reaching audiences in
other cities with their tour,
performing ‘Engin-Ar’ that
will be examining taboos.
Çıplak Ayaklar
Kumpanyası
www.ciplakayaklar.com;
(0212) 252 30 13 Firuzağa
Mahallesi Çukurcuma
Caddesi 6/ 3 Beyoğlu İstanbul
{ {
Go on and
shake it a
little…
Now that there’s basically
no band that hasn’t yet
passed through Turkey
so we can say that this is
a country with a strong
musical scene. For most
residents of Istanbul the
venue that really kick
started the movement
and development in the
music scene is Babylon in
Asmalımescit. The Pozitif
team is getting ready to
open their season with
the English band the
Tindersticks whose music
is a combination of rock
undertones, soul and
jazz. The band will be
performing on the
20th and 21st of
September with a
performance that will
feature a wide range of
instruments such as piano,
glockenspiel, vibraphone,
violin, trumpet, clarinet,
org and fagot.
Babylon İstanbul
www.babylon.com.tr;
(212) 292 73 68;
Şehbender Sokak
3 Asmalımescit
Beyoğlu - İstanbul
• For a solid start to the
season, it’s probably a
good idea to check out
the Akbank Jazz Festivals
program. Running from
September 23rd to
October 21st, the festival
that is in its 20th year
will be featuring some
big names. Sun Ra
Arkestra (Cemal Reşit
69
Rey; October1st 20.00) will
be creating an evening full
of improvisation. Master of
soprano saxophone and
bass clarinet the influential
jazz man John Surman
(Aya İrini; September 24th).
Nicknamed the ‘First Lady
of Jazz’ Diane Schuur (Cemal
Reşit Rey; September 30th
20.00) is another big name
that will be performing with
her group consisting of bass
drums and piano. The
Count Basie Orchestra that
defy the death of Count
Basie will be performing
with Carmen Bradford (Lütfi
Kırdar Uluslararası Kongre
ve Sergi Sarayı; September
23rd 21.00).
70
‘7’ , Oy
un Atö
lyesi
izlediğimiz, erkeklik
halleri üzerine kahkaha
vadeden ‘Testosteron’
da hâlâ izlemeyenler
ve doyamayanlar için
sahnelerde.
Oyun Atölyesi
www.oyunatolyesi.com;
(0216) 345 39 39; Dr. Esat Işık
Caddesi 15, Moda İstanbul
• İpek Kadılar Altıner ve
Hakan Altıner’in 2002’de
kurduğu Tiyatro Kedi,
tiyatro sevdalılarını yazın
da oyunlarından mahrum
bırakmamış; hatta Yıldız
Sarayı Mabeyn Köşkü
Bahçesi’nde sahnelediği
oyunlarla, açık hava
sinemalarının özlemle
anıldığı günümüzde tiyatro
keyfini açık havaya taşımıştı.
Sezonla beraber Profilo
Alışveriş Merkezi’ndeki
yerine geri dönen ekip,
bu yıl da ‘Bir Yaz Gecesi
Rüyası’, ‘Pazar Günkü
Cinayet’, ‘Kibarlık Budalası’
ve ‘Çalıkuşu’ oyunlarına
devam edecek; favorimiz,
Haldun Dormen’in bir
telekızın biricik cinayet
zanlısı olarak görülen kılıbık
bir adamı canlandırdığı
‘Pazar Günkü Cinayet’.
Tiyatro Kedi
www.tiyatrokedi.com; (0212)
257 79 36; Cemal Sahir
Caddesi Profilo Alışveriş
Merkezi Mecidiyeköy İstanbul
• Tiyatro Kare, 2010 yılında
sahnelemeye başladığı
‘Leyla’nın Evi’ne, bu
sezon devam ediyor. Zülfü
Livaneli’nin aynı adla 60
baskı yapan romanından
uyarlanan oyunun yönetmeni
Nedim Saban. Oyun, evi
elinden alınan Leyla’dan
yola çıkarak Osmanlı’dan
günümüze İstanbul’un
dönüşümünü göçmenlik,
mülkiyet ve kültür
çatışmaları etrafında dinamik
bir dille anlatıyor. ‘Bu Da
Benim Ailem’ ve ‘Çelik
Manolyalar’ geçen sezondan
devam eden diğer oyunlar.
Ekibin bu sezonki taze
oyunu, başrolünde Metin
Serezli’nin olacağı ‘Büyük
Piyango’.
• Following the string of
good concerts last year, let
us see what the Tamirane
program this year has in
store for us. Unable to
come last year due to the
ash cloud, DJ Cam from
France will be playing a
set of Jazz and hip hop on
October 16th. One of the
unforgettable performances of
last year was WhoMadeWho
from Copenhagen. The
Tamirane stage is ready for a
second dose of their musical
combination of psychedelic
rock, electronica and disco
on October 23rd. On
December 11th as part of the
Garanti Caz Yeşili the
6 piece orchestra Nicola
Conte that play nujazz,
bossa nova and jazz will
be taking the stage at
Tamirhane.
Tamirane
www.tamirane.com;
(0212) 311 73 09; Eski
Silahtarağa Elektrik
Santralı Kazım Karabekir
Caddesi 2/8 Eyüp Haliç İstanbul
{ {
On the
stage this
season
• This season, theatre
companies are both preparing
new plays as well continuing
with some that didn’t reach
all the audiences last season.
Let us first start with the
National Theatre in Istanbul.
This season’s new play is
‘Kendi Kendine Konuşmaktır
Aşk’ written by Cezmi
Ersöz and directed by Serap
Eyüboğlu which is about the
settling of a score during
Valentine’s Day. The plays
that are continuing from last
season are ‘King Kong’un
Kızları’, ’Temiz Ev’,
‘Profesyonel’, ‘İmparatorluk
Kuranlar’, ‘Vahşet Tanrısı’
and ‘Kuzguncuk Türküsü’.
Devlet Tiyatroları
www.devtiyatro.gov.tr;
(0312) 310 19 45
• Oyun Atölyesi is the
reason theatre goers are
heading to Moda. Following
their success of ‘7’ last
season, Oyun Atölyesi this
season is preparing for its
modern musical version
of Shakespeare’s Macbeth
starring: İlker Aksum,
Esra Kızıldoğan, Murat
Tüzün, Saygın Soysal,
Osman Akça, Barış Yıldız,
Muharrem Özcan, Gözde
Kırgız, Pınar Bekaroğlu and
Berke Yağış. The play was
transcribed by Haluk Bilginer.
Something else to add is that
if you missed ‘Testosteron’
don’t fret because you still
have a chance to see the
hilarious play.
Oyun Atölyesi
www.oyunatolyesi.com;
(0216) 345 39 39;
Dr. Esat Işık Caddesi 15,
Moda- İstanbul
70
Tiyatro Kare
www.tiyatrokare.com.tr;
(0212) 219 13 12; Rumeli
Caddesi Birlik Apt 84,
Osmanbey, Şişli İstanbul
• DOT, DOTMARSTA
ile Maçka G-Mall’daki
oyunlarına bu sezon da
devam ediyor. İngiltere
Stockport’ta zengin
çocuklarının gittiği özel
bir okuldaki yedi öğrenci
çevresinde geçen ‘Punk
Rock’ isimli oyun bu
adresten takip edilebilir.
DOTMARSTA
www.go-dot.org; (0212) 232
44 40; Maçka G-Mall Harbiye
Mahallesi Kadırgalar Caddesi 3
Beşiktaş İstanbul
• Tiyatro Ti olarak
tanıdığımız; şimdilerde ise
yoluna Beyoğlu’nda kendi
binasında Ti Performans
Disiplinlerarası Sanat
Merkezi ismiyle devam eden
topluluk, alışılmışın dışına
taşmayı görev edinerek
izleyiciyi ‘ikramlı tiyatro’
konseptiyle tanıştırdı. 1994
yılında grubun sahnelediği ilk
iş olan Athol Fugard’ın ‘Ada’
adlı oyununa bugün gelenler,
bu konsept çerçevesinde
şarap ve makarna servisiyle
karşılaşıyor. Müzikli çocuk
oyunu ‘Minti Montili
Şapkanın Sırrı’, grubun bu
yıl devam eden bir diğer işi.
Ekibin taze işi ise komedi
janrı bir çalışma olan
‘Geceyarısı Tarifesi’. Oyun,
katologlar için fotoğraf çeken
30’larındaki Oya etrafında
dönüyor. Bu arada en yakın
arkadaşı Jülide ve Oya’nın
ideal erkek modeli Doktor
Serhat’la da tanışıyoruz.
Oyunda tanıdık bir de dış ses
var ki sahibi Okan Bayülgen.
Ti Performans
www.tiperformans.com;
(0212) 251 02 73; İstiklal
Caddesi Tel Sokak 4/2
Kâtip Mustafa Çelebi
Mahallesi Beyoğlu - İstanbul
E
‘Temiz
arı
yatrol
let Ti
v’, Dev
• Formed in 2002 by İpek
Kadılar Altıner and Hakan
Altıner, Tiyatro Kedi has
carried on providing theatre
lovers with plays all summer.
In fact, with the plays they
put on in the Yıldız Sarayı
Mabeyn Köşk Garden they
managed to capture the essence
of open air cinema. Along
with the seasonal change the
group has returned to Profilo
Shopping Center preparing
for the performances of this
season: ‘Bir Yaz Gecesi
Rüyası’, ‘Pazar Günkü
Cinayet’, ‘Kibarlık Budalası’
and ‘Çalıkuşu’. Our personal
favorite is ‘Pazar Günkü
Cinayet’ which is starring
Haldun Dormen.
Tiyatro Kedi
www.tiyatrokedi.com;
(0212) 257 79 36; Cemal
Sahir Caddesi Profilo AVM
Mecidiyeköy - İstanbul
• Tiyatro Kare, started off in
2010 with ‘Leyla’nın Evi’
and will be continuing with
it this season. Directed by
Nedim Saban, the play is an
adaptation of Zülfü Livaneli’s
same titled book that has
been printed 60 times. The
story begins with Leyla, whose
home has been taken from
her and then travels from the
Ottoman Empire to present
day to migrants, ownership
and cultural conflicts that is
all composed with a dynamic
textual base. ‘Bu Da Benim
Ailem’ and ‘Çelik Manolyalar’
are plays continuing on
from last season. A new play
from the company is ‘Büyük
Piyango’ starring Metin Serezli
as the main character.
Tiyatro Kare
www.tiyatrokare.com.tr;
(0212) 219 13 12; Rumeli
Caddesi Birlik Apt 84,
Osmanbey, Şişli İstanbul
• DOT, DOTMARSTA
continues with its
performance at G-Mall this
season as well. You can
check out the website for
further information on the
play ‘Punk Rock’ that takes
place in Stockport, London
and focuses on 7 rich kids
that go to a private school.
DOTMARSTA
www.go-dot.org; (0212)
232 44 40; Maçka G-Mall
Harbiye Mahallesi
Kadırgalar Caddesi 3
Beşiktaş İstanbul
• Known once as Tiyatro
Ti, the Performans
Disiplinlerarası Sanat
Merkezi now has a building
of their own in Beyoğlu.
The company that like to
work with the offbeat
themes introduced ‘ikramlı
tiyatro’ (theatre with treats)
to the audience.
For those of you that
come to Athol Fugard’s
play ‘Ada’ that was first
performed in 1994, you
will receive a treat of wine
and pasta. Another play
that shall be continuing
this season is the musical
children’s play ‘Minti
Montili Şapkanın Sırrı’. A
new production is a comedy
called ‘Geceyarısı Tarifesi’,
which is about a 30 year
old called Oya that takes
photos for catalogues. We
are then introduced to her
best friend Jülide and
Oya’s perfect man,
Doctor Serhat. Okan
Bayülgen is the narrator
for the play.
Ti Performans
www.tiperformans.com;
(0212) 251 02 73; İstiklal
Caddesi Tel Sokak 4/2 Kâtip
Mustafa Çelebi Mahallesi
Beyoğlu - İstanbul
71
NEWS
DQ HABERLER NEWS
72
DEDEMAN’DAN
İKİ YENİ OTEL
Dedeman Hotels & Resorts International yeni otel işletme anlaşmalarına
2010’da da hız kesmeden devam ediyor. Dedeman Edirne ve Suriye’deki
dördüncü oteli Dedeman Latakia zincire en son eklenen halkalar… 2011’de
açılması planlanan Dedeman Edirne 160 odası, 12 toplantı salonu ve şehir
merkezine olan yakın konumu ile misafirlerin gözdesi olacak. Dedeman
Edirne, Tuna ve Meriç nehirleri havzası ve ormanlık alana bakan panoramik
manzarasıyla şehrin ilk 5 yıldızlı oteli olarak hizmet verecek. Ayrıca farklı
ebatlarda 12 toplantı salonu ve Balo Salonu olarak da kullanılabilen 650
kişilik salonu ile önemli davetlerin ve toplantıların vazgeçilmez adresi olacak.
Suriye’nin en önemli turizm ve eğlence merkezlerinden biri olan Latakia’da
yer alacak Dedeman Latakia ise 2013 yılı itibarıyla konuklarını ağırlamaya
başlayacak. Dedeman Latakia, eşsiz doğanın içinde, tamamen kendine ait bir
koyda 400 metrelik sahil şeridine sahip bir konumda yer alıyor. Toplam 261
odası ile hizmet verecek olan otel, 27 aile odası, 36 junior suite, 54 grand
suite, 96 deluxe oda ve 48 villaya sahip. Toplantı ve özel davetler için 300
metrekarelik çok amaçlı toplantı salonu bulunan otelde ana restoran, balık ve
barbekü restoranları, lobby lounge & pastane de hizmet verecek. Fitness center
ve spa wellness hizmetleri sunulacak, açık ve kapalı yüzme havuzları bulunan
otelde amfitiyatro ve çocuk kulübü de var.
TWO NEW HOTEL’S
FROM DEDEMAN
Dedeman Hotels & Resorts
International’s agreements for the
running of new hotels doesn’t seem
like it will be slowing down any time
soon. The latest additions are Dedeman
Edirne and Dedeman Latakia in Syria.
Dedeman Edirne that will be opening in
2011 has 160 rooms, 12 meeting rooms
and will be among many first choices of
accommodation due to its close location
to the city center. Dedeman Edirne will
be the cities first five star hotel with its
panoramic view of the forest and Danube
and Maritsa Rivers. There are also
12 different sized meeting rooms and
a hall with a 650 person capacity that
will be the ideal location for all parties
and meetings. Dedeman Latakia that is
located in one of Syria’s most important
centers of tourism and entertainment
will be opening up for business in 2013.
Dedeman Latakia is on a bay with a
400 meter shore line all to its self,
surrounded by nature. The hotel has
261 rooms; 27 family rooms, 36 junior
suites, 54 grand suite, 96 deluxe rooms
and 48 villa’s. For meetings and private
events there is a 300 m² hall, restaurant,
fish and barbecue restaurants, lobby
lounge & bakery. There will also be a
fitness center, spa wellness facilities,
indoor & outdoor swimming pool as well
an amphitheatre and a kids club.
BAR@
TERAS KEYFİ
Dedeman İstanbul’dan bir yenilik daha. Otelin
en üst katında bulunan Roof Bar Ekim ayı
itibariyle hizmete açılıyor. Boğaz manzaralı mekan,
iş çıkışı içkileri ve romantik buluşmalara için son
derece ideal. Dedeman İstanbul Roof Bar haftanın
altı günü açık olacak ve menüsünde birbirinden
lezzetli tapaslar yer alacak.
Rezervasyon için; (0212) 337 45 00
TERRACE TIME
Dedeman Istanbul has another exciting new
addition. The Roof Bar that is located on the
top floor of the hotel is opening in October.
The venue that has a magnificent view of the
Bosporus is ideal for after work drinks or for
romantic evenings for two. The Dedeman
Istanbul Roof Bar is open six days a week and
the menu will feature a range of delicious
tapas. For reservations call; (0212) 337 45 00
GELECEĞİN
AŞÇILARI
DEDEMAN
ANTALYA’DA
THE CHEF’S
OF THE
FUTURE ARE
AT DEDEMAN
ANTALYA
Geçtiğimiz aylarda Dedeman
Antalya Hotel & Convention
Center’da “Çocuk Aşçılar Projesi”
gerçekleşti. Proje kapsamında,
Dedeman Antalya’da konaklayan
5 - 8 yaş arasında çocukları olan
ailelerle yapılan görüşmeler
sonucunda, iki ailenin çocukları
deneyimli aşçılar eşliğinde
pasta yaptılar. “Emsaliz Misafir
Deneyimi” projesi kapsamında,
otelde konaklayan ailelerin 5 – 9
yaşları arasındaki çocukları aşçı
kıyafetlerini giyerek Dedeman
mutfağında çalışma imkanı
buldular. Projenin ilki, 5
yaşındaki Ceren Ertürkler ve 7
yaşındaki Yusuf Sami Öztopbaş’ın
katılımıyla gerçekleşti.
Katılımcılar ilk başta heyecandılar
ama her geçen dakika heyecanları
zevke dönüşerek birbirinden
lezzetli iki pasta yaptılar. Günün
sonunda Ceren ve Yusuf Sami
Akdeniz Restaurant’a kendi elleri
ile yaptıkları pastalarını ailelerine
servis yaparak keyifle yediler.
A few months ago Dedeman
Antalya Hotel & Convention
Center has begun a ‘Child Chef’s
Project’. The families of 5-8 year
old children staying at Dedeman
Antalya underwent mini interviews
that lead to the selection of 2
children who worked side by side
with professional chefs making
cakes. During the ‘Unmatchable
Guest Experience’ 5-9 year old
children of families staying in
the hotel were kitted out in chef
outfits and worked in the Dedeman
kitchen. The first project to take
was with the participation of
5 year old Ceren Ertükler and
7 year old Yusuf Sami Öztopbaş.
At first the children were extremely
excited but as time past their
excitement turned to joy and they
created 2 delicious cakes. At the end
of the day Ceren and Yusuf Sami
served their handmade cakes to their
families in the Akdeniz Restaurant
and thoroughly enjoyed them.
73
DQ HABERLERNEWS
74
YILIN EN ŞANLI
ÇİFTİ DEDEMAN
ANTALYA’DA
EVLENECEK
Dedeman Antalya kampanyalarına bir
yenisini daha ekliyor. Dedeman Antalya
Hotel & Convention Center ve Vestel
işbirliğiyle düzenlenen kampanya ile
10.10.2010 tarihinde evlenecek şanslı çifte
birbirinden değerli armağanlar verilecek.
Bu özel günde evlenecek olan çifti, Vestel
marka buzdolabı, çamaşır ve bulaşık
makinesi, çiftin isteğine göre Dedeman
Bodrum, Dedeman Kapadokya veya
Dedeman Şanlıurfa Otelleri’nden birinde
oda & kahvaltı 2 gece konaklamalı balayı
paketi, gelinlik, balayı süiti, ücretsiz video
çekimi ve çiftin 1. evlilik yıldönümünde
Türkuaz Fine Dining Restaurant’da baş
başa romantik bir akşam yemeği bekliyor.
Detaylı bilgi için (0242) 310 99 99 dahili
8076 numaralı telefonu arayabilirsiniz.
THE YEAR’S MOST
DAZZLING COUPLE ARE TO
WED IN DEDEMAN ANTALYA
There is a new addition to the Dedeman Antalya campaigns.
A project designed by a Dedeman Antalya Hotel & Convention
Center and Vestel partnership, the lucky couple who will get
married on 10.10.2010 will receive a range of wonderful gifts.
The couple who will get married on this special day will receive
a Vestel fridge, washing machine and dishwasher. The couple
may then select their honeymoon destination from Dedeman
Bodrum, Dedeman Cappadocia or Dedeman Şanlıurfa receiving
a 2 night honeymoon package that includes a gown, honeymoon
suite, free filming of this glorious day as well as a private
anniversary meal in the Turquoise Fine Dining Restaurant. For
further information call +90 242 310 99 99, extension 8076.
“WEDDING
HOME”
PACKAGE
Dedeman Antalya’s “Wedding Home”
package includes all details necessary
for getting married. The package
includes the decoration of the isle, the
wedding table where the couple will
say ‘yes’ to one another and even the
covering of the chairs; all to create
that unforgettable moment. Specially
prepared wedding cake and tea, coffee
and juice are also included. An exciting
detail of the package is the bride and
groom are being picked-up from their
homes with a BMW 3 or Mercedes C
series and then dropped-off at the end
of the night. The Dedeman Antalya
Wedding Home Package is waiting for
you with its specially decorated hall,
tasty offerings and its 5 star service.
“NİKAH EVİ”
PAKETİ
Dedeman Antalya hazırladığı “Nikah Evi” paketi
ile, nikah için gerekli olan tüm ayrıntıları bir araya
getiriyor. Pakette, unutulmaz bir atmosfer sunmak
için süslenmiş yürüyüş yolunun yanı sıra çiftlerin
birbirine “evet” diyeceği nikah masasının süslenmesi
ve bu hoş ortama yakışacak şekilde giydirilen sandalye
ve bistroların giydirilmesi de yer alıyor. Çiftin
hayallerindeki düğün için özel hazırlanmış nikah
pastası ve ikram edilecek çay, kahve, meyve suyu
da paketin içinde sunuluyor. Paketin en ilgi çekici
uygulamalarından biri ise gelin ve damadın özel
şoför ile BMW 3 veya Mercedes C serisi araç ile
evlerinden alınıp, düğün bitiminde tekrar evlerine
bırakılması. En güzel gününüzü unutulmaz kılmak için
Dedeman Antalya Nikah Evi Paketi, size özel dekore
edilmiş salonda, leziz ikramlar ve 5 yıldızlı servis
hizmeti ile sizi bekliyor.
75
DQ HABERLERNEWS
76
FOTO
MARATON
DEDEMAN
ŞİLE’DE
GERÇEKLEŞTİ
PHOTO
MARATHON
TOOK PLACE
IN DEDEMAN
ŞİLE
The first step of the Photo Marathon took place in Dedeman Şile, directed by
famous photographer Muammer Yanmaz. During a workshop the participants
were guided about how to take ‘People’ themed photos and then went out to
various locations in Şile and began capturing images. Following the seminar
that took place in Dedeman Şile the marathon participants got the opportunity
to take photos in Kabakoz and Akçakese Villages around the stalls that sell the
famous handmade Şile bezi (cloth). Following that they moved on to the Ovacık
Village and photographed those who were lighting barbecues and other people
around Şile’s center, Jewish Park and the Şile Lighthouse. For two days
the participants also took photos of people in the Riva Beach experimenting
with space and light. At the end of the marathon, everyone came back to the
hotel and relaxed in the Dedeman Şile’s pool.
Foto Maraton’ın ilk ayağı Dedeman
Şile’de, ünlü fotoğraf sanatçısı
Muammer Yanmaz’ın önderliğinde
gerçekleşti. Katılımcılar, programda
‘insan’ temalı fotoğrafın nasıl
çekileceği yönünde bilgiler edindiler
ve sonrasında bilgilerini Şile’nin
farklı yerlerinde karelere yansıttılar.
Dedeman Şile’de verilen seminer
sonrasında maratoncular, Şile’de
günümüzde halen var olan, el
emeğiyle dokunan ünlü şile bezi
tezgahlarının bulunduğu Kabakoz ve
Akçakese Köyleri’nde fotoğraf çekme
imkanı buldular. Ardından Ovacık
Köyü’ne geçilerek mangal kömürü
yakanları, sonrasında ise Şile Merkez,
Maşatlık Parkı ve Şile Fener’i
çevresinde bulunan kişileri fotoğraf
karelerine sığdırdılar. Katılımcılar,
2. gün Riva Plajı’nda farklı ortamda
ve ışıkta insan portreleri çektiler.
Maratoncular turun sonunda,
Dedeman Şile’nin havuzunda
yorgunluklarını attılar.
DENİZ
KAPLUMBAĞASI
EVLAT EDİNMEK
İSTER MİSİNİZ?
Dünya’nın en eski denizcileri olan deniz
kaplumbağalarının, 110 milyon yıldır dünya üzerinde
var olan yaşam serüvenleri bitmesin diyerek yola çıkan
Doğal Hayatı Koruma Derneği (WWF-Türkiye),
“Bir Deniz Kaplumbağası Evlat Edinin” projesini
hayata geçirdi. 2006 yılından beri Doğal Hayatı
Koruma Derneği tarafından sürdürülen “Bir Deniz
Kaplumbağası Evlat Edinin” projesi çalışmalarına
katıldığınızda; deniz kaplumbağaları için deniz koruma
alanlarının oluşturulmasını, sürdürülebilir küçük
balıkçılık uygulamalarının teşvik edilmesini, yerel
yönetimler ve yöre halkına yönelik farkındalık yaratma
çalışmalarını desteklemiş oluyorsunuz. Dilerseniz
evlat edinilen yavru deniz kaplumbağasının kaç
yaşına girdiği, üreme -beslenme ve kışlama alanları,
yumurtalarını bıraktığı sahil ve genel bilgilendirme her
yıl size ulaştırılıyor. Evini sırtında taşıyan ve
150 yıl gibi bir süre hayatta kalabilen kaplumbağaların
yuva anlamı taşıdığına inanan Dedeman Konya
çalışanları, daha yaşanılabilir bir dünya için sosyal
sorumluluk bilincinin sürekli canlı kalması gerektiğini
düşünüyor. Bu çerçevede; Dedeman Konya, Doğal
Hayatı Koruma Derneği tarafından yürütülen projede
yer aldı. Dedeman Konya, düğünü olan tüm çiftlere
deniz kaplumbağası evlat edinerek, sertifikalarını
büyük mutlulukla hediye ediyor. Çiftlerinde
beraberlikleri yüz yıllarca sürsün diye...
77
WOULD YOU LIKE TO
ADOPT
A SEA TURTLE?
WWF-Turkey has begun the project “Adopt a
Sea Turtle” due to the huge threat of extinction
the 110 million old Sea Turtles are under. Since
2006 WWF have been working and spreading
the word of the “Adopt a Sea Turtle”. When
you take part in the project, you support the
creation of safe areas in the ocean for sea
turtles, encouraging sustainable small fishing
practices and striking up awareness to local
administration and public. If you chose to adopt
a baby sea turtle, you would be informed of
its age, its physical development of mating,
eating, the area it migrates to, the beach it lays
its eggs and other general updates of its life
every year. The employees of Dedeman Konya
believe that the sea turtle that carries its home
upon its back and lives 150 years is the symbol
of home. They also believe that awareness of
social responsibility should constantly be kept
very much alive. Within this outline Dedeman
Konya also took part in the project run by WWF.
Dedeman Konya is donating all couples who are
getting married a baby sea turtle and will present
a certificate of their adoption, with hope that the
couples also live on for hundreds of years.
YAZI-WORDS: YA⁄MUR T. ERDEM
DQ
Santorini Tatili
The Santorini Holiday
78 Ö Y K Ü - S T O R Y
Eylül 2009
“Günaydın İpoş... N’aber?”
“İyidir... Hayrola? Pazar pazar bu saatte? Dün gece anlaşılan
çıkmadınız. Ben fena halde dün akşamdan kalmayım.”
“Hadi ya... Nereye gittiniz?”
“Asmalımescit işte...tipik. Önce Yakup, sonra Otto, sonra
Babylon. Sonra çorba, derken sabah altıyı etmişiz.”
“İyi yarasın yarasın... Hafta içi çalışmaktan canımız çıkıyor
hafta sonu ancak deşarj oluyoruz. Biz çıkmadık dün akşam.
Evde onuncu defa ‘The Holiday’i seyrettik. Çok şeker film!”
“Aaaa... Anlaşılan romantik yapılmış.”
“Öyle oldu valla. Dün evlilik yıldönümümüzdü ya, etkisinden
hala kurtulamadık! İpek, gelecek yıl Eylül’de Yunan Adaları’na
gelir misin bizimle?”
“Nasıl yani üçümüz mü?”
“Yok, başka insanlar da olacak.”
“Bana bak yine birilerini ayarlamaya çalışıyorsanız bana bu
sefer...”
“Yok yok dur kızma. Seninle ilgisi yok. 10. evlilik
yıldönümümüz de gelecek yıl... Ben hep özenmişimdir belli
bir yılda tekrar parti yapanlara.”
“Ne o? Gelinliğini mi özledin?”
“Gelinlik giymeyeceğim tabii ama mutlaka beyaz giyeceğim!”
“Oho... Havalara girmişsin bile sen!”
“Girdim ya. Çok heveslendim. Bana yardım eder misin? Bir
September 2009
““Morning İpoş...How are you?”
“Good...what’s up? It’s pretty early for a Sunday, I guess you
didn’t go out last night? I’m seriously hung over.”
“No way...where did you go?”
“The usual...went to Asmalımescit... started off at Yakup, then
Otto and then ended up in Babylon, went for something to eat,
then it was suddenly 6 am.”
“Sounds good, we work all week, the weekend is the only time
we have to recharge. We didn’t go out. We stayed home and
watched ‘The Holiday’ for the tenth time. It’s such a cute
movie!”
“Ah...sounds like it was a romantic evening.”
“Yes, pretty much. Yesterday was our anniversary, we still
haven’t lost the spark! İpek would you like to come to the
Greek islands with us next September?”
“What, like the three of us?”
“No, there will be other people too.”
“I hope you’re not trying to set me up with someone again,
because if you are...”
“No wait, don’t get mad. It has nothing to do with you. Next
year we will have been married for 10 years... and I’ve always
been jealous of people who have another party after a certain
amount of years.”
“Oh, is someone missing their wedding dress?”
“Obviously I’m not going to wear my wedding dress, but I will
be wearing white!”
“Looks like someone is already ready to go.”
“I know, I’m so excited. Will you help me? Most importantly
what island should we go to? There are so many Greek Islands
to choose from!”
“Who are you inviting?”
“I’m thinking 10-15 people closest to us. How many people
would come out to a Greek island for our 10th anniversary
anyway?”
“You never know...some might think of it as a little holiday. I
think transport is really important. It shouldn’t be a trip that’s
kere her şeyden önce hangi adaya gidilecek? Yunan adaları
dediğin bir-iki tane değil ki!”
“Kimleri çağıracaksın?”
“İşte en yakınlarımızdan bir 10-15 kişi oluruz diye
düşünüyorum. 10. yıl şerefine tekrar evlenmemize, hele ki
Yunan adalarına kaç kişi kalkar gelir ki?”
“Belli olmaz... Tatil gibi de düşünür bazıları. Bence ulaşım çok
önemli. Böyle saatler sürecek bir yolculuk olmasın. Mikonos
gereksizce pahalı. Herhalde yine en iyisi Santorini...?”
“Olabilir.. . Hadi bize kahvaltıya gel, hem de konuşuruz!”
“Kocan bu işe nasıl bakıyor?”
“Ben o kadar çok istiyorum ki, tamam dedi 10. yılı biraz
saçma bulsa da. Ona göre gümüş yılı kutlamalıymışız ama
ohoo...bir 15 yıl daha ne olacağımız belli mi!”
“Deli, ne biçim laf o... Tamam geliyorum hadi.”
Ekim 2009
“Alo, Yaprak ben...”
“Hayatım müsait misin?”
“Tabii ki İpekim naber?”
“İyidir... Evet, listemizde bu sabah itibariyle tam 25 kişi var!”
“ Vallahi mi? Ay ne güzel ben 15 zor olur diyordum.”
“Millet meraklı çıktı. Ada da Mamma Mia gazıyla bir kez daha
akıllara düşen romantik Santorini olunca... E iyi fiyata güzel
otel ayarladık, ulaşımı kolaylaştırdık daha ne olsun!”
“Yaşa be İpek! Sen bankacılığı filan bırak da organizasyon
şirketi aç. İlk müşterin benim!”
“Tamam tamam bırak yağ çekmeyi! Tarih konusunda kocanla
anlaşabildiniz mi bak, sonradan bir şey çıkmasın? Her şeyi ona
göre ayarladım.”
“Yok şekerim yok... Tamam işte 2-4 Eylül.”
“İyi peki. İş çıkışı bana uğra istersen de detayları konuşalım,
birkaç fikrim var.”
“Tamam, arkadaşların en süperi! Geldim gitti.”
Kasım 2009
Günler günleri kovalar. Kahramanlarımız için saatler, müthiş
yoğun iş tempolarından –İpek, anladığınız üzere bir bankada,
Yaprak ise bir otelde çalışmaktadır, hangisinin daha yoğun
olduğuna varın siz karar verin- vakit buldukça spor salonu,
enerjileri kaldıkça gece gezmeleri, çalışmadıkları cumartesileri
gündüz kahveleri, araya galeri gezileri...derken çabucak
tükenivermektedir. İstanbul’da yaşayanlar için yaşamak
aslında, budur: bir şeylerin birilerini kovalaması.
Santorini planları her şeye rağmen, bu arada, hızla
ilerlemektedir. Yaprak, sanırız ki bir parça da 10 yıl önceki
düğünlerinin öncesi ve sonrası (yine) çok çalıştığı için,
düğünlerini yeteri kadar iyi hatırlamamakta ve bu sefer her
anını doya doya yaşayacağı bir düğün-cük hayal etmektedir.
Bu sebeple, nerede ise diyeceğiz ki, orijinal düğününden bile
daha heyecanlıdır; ayrıca itiraf etmeliyiz ki bazı şeylerin tadı
olgunken daha iyi çıkar.
Aralık 2009
“E süper! Senin de artık düğünümüzde elinden tutacağın bir
eşin var!”
going to take hours. Mykonos is unnecessarily expensive. I’m
guessing Santorini is probably our best bet...?”
“Yea, that’s possible...why don’t you come to ours for breakfast,
we can talk!”
“How will your husband feel about this?”
“Although he finds the whole 10 year thing silly, the fact that I
want it so badly means he said ok. According to him we should
celebrate on the silver anniversary but if we wait another 15
years, god knows where we will be then.”
“Don’t say crazy things like that...I’ll be right over.”
October 2009
“Hello, Yaprak speaking...”
“Are you free?”
“Of course I am, how are you İpek?”
“Good...the latest number of people coming is 25!”
“No way? That’s great, I thought we would have trouble getting
15 together.”
“People are really interested, not surprising since following
the hype of Mamma Mia everyone wants to go to the romantic
Santorini island...and we organized the hotel for a reasonable
price and getting there is pretty easy...what more could they
want!”
“İpek you are amazing! I think you should leave the bank and
become an event organizer. I’m your first customer!”
“Ok enough sucking up! have you managed to agree on a date
with your husband? We need something definite so that nothing
changes on the way since I’ve organized everything accordingly.”
“No, no don’t worry...the final dates are 2-4 September.”
“Ok good. Why don’t you pop by after work and we can talk
details, I have a couple of ideas.”
“You’re the best! I’ll be there.”
November 2009
Days zoom by. For our characters time is something that
basically evaporates at a fast pace, both have full time jobs İpek, as you may have gathered works in a bank and Yaprak
works in a hotel, you be the judge of who’s busier - when they
find time from their busy schedule, they go out at night and on
the Saturdays that they don’t have to work they have coffee dates
and go to galleries. For people who live in Istanbul, living is
basically this. One thing chasing another.
The plans for Santorini despite everything carry on developing.
Yaprak, it seems has forgotten how their wedding 10 years back
had been (possibly due to her busy work schedule) and so for this
time round is dreaming about a mini wedding which she hopes to
experience and remember forever. It is possible to say that in a
way, she is even more excited than her actual wedding day but we
can add that certain things are better slightly matured.
December 2009
“This is great! You have now have a partner that you’ll be
holding hands with at the wedding!”
“Don’t say partner Yaprak, I go all funny...it’s only been 2
months!”
“What’s wrong with it, I think being married is amazing....if
79
80
“Eş deme Yaprak, bir hoş oluyorum... Daha iki aylık sevgiliyiz
aklıma kötü kötü şeyler getirme!”
“Neresi kötü, harika bir şey evli olmak bence... Kocan kafalı
ve kafaysa tabii.”
“Mütevazı olmayı da hiç sevmeyiz! Bırak ukalalığı. Sevdin mi
Alper’i?”
“Ben çok sevdim.”
“Hayda... Kim sevmedi? Kocan mı? Hangi sevgilimi beğendi
bugüne kadar, kendini beğenmiş kocan?”
“Hişt! Dokuz yıllık kocama laf etmeyelim bozuşuruz! Yok,
Cem dedi ki, biraz bilmişmiş...”
“Hah işte buyrun. Kendisi de bilmiş ya, egoları toslamıştır...”
“Aman neyse boşver onu. Bahsettin mi Alper’e Santorini
tatilimizden?”
“Bahsettim... Fazla romantik buldu önce. Sonra asıl meseleye
geldi; tırstı. Benim eşim olarak gitmeyi yemedi gözü, bilirsin
erkekler sanki bir düğüne gidince evlenmek teklifi beklediğini
zannedip strese sokarlar kendilerini... Sonra ben bu konuda
çok cool davranınca anladı ki bir durum yok, tamam dedi.”
“İyi süper. Ne giyeceksin karar verdin mi?”
“Tabii... Çoktan aldım ben kıyafetimi. Beyaz, yerlere kadar
uzanıyor, sırtı açık...”
“İpek şaka yapıyorsun herhalde?”
“Herhalde küçük dingilim! Akşam uğrarım, kıyafetimi de
kapar gelirim.”
“Tamam şarap getir, pizza söyleyelim. Alper geç gelecek.”
Ocak 2011
Kahramanlarımız, 21. yüzyılın kentli kadınları olarak son hız,
pür telaş ve pür bakım günleri günlere devirmekle ve elbette
bir yandan Santorini planlarını pekiştirmekle dursun, kader,
bambaşka bir plan üzerinde çalışmaktadır.
2 Eylül 2011, sabah
“Alo...”
“Alo Alpercim...”
“Söyle sevgilim.”
“Müsait miydin?”
“Müsaitim Yaprak söyle aşkım, toplantıya girmek üzereyim
çabuk söyle.”
“Eve gelirken markete uğrar mısın?”
“Uğrarım tabii. Ne alınacak?”
“Malumunuz!”
“Şaka! Daha yeni aldık!”
“Ne yapalım... Böyle işte. Unutma, yenidoğan için olanlardan!
Bir de bana ceviz ve kuru üzüm lütfen, süt yaparmış
doktorumuz öyle dedi bugün.”
2 Eylül 2011, akşam
Biraz önce de dediğimiz gibi, kader, yapılan planları pek
ciddiye almaz, kendi yolunu çizer. Yaprak ile Alper evlilik
yıldönümlerini beklenmedik bir şekilde iki değil üç –ya
da ebat göz önünde bulundurulacaksa iki buçuk- kişi
geçirirken İpek’i de şu saatlerde bir sürpriz beklemektedir
Santorini sahillerinde: Alper, kalıbına ve bilmişliğine hiç de
yakışmayacak bir şekilde onun önünde diz çökmek üzeredir.
Cebinde bir şey, çapkın çapkın parlamaktadır.
your husband is an awesome guy obviously though.”
“Could you be any less humble?...stop messing around, did you
like Alper?”
“I really liked him”
“Oh great...who didn’t? Your husband? Which of my boyfriends
did your self admiring husband actually ever like?”
“Hey! Less of the digs at my husband of 9 years or we may fall
out! No, it was Cem and he said he thought he was a little up
him self...”
“Ok, so here we go. Cem’s the one who is up himself, there was
probably a clash of the ego’s...”
“Anyway forget about it. Did you tell Alper about our holiday
to Santorini?”
“I did...he found it a little romantic at first; and was a little
taken back. You know how guys are, if you invite them to a
wedding they think you expect them to propose and then they get
all stressed...but because I was so cool about the whole thing he
realized that there’s no ulterior motive and said ok.”
“Well that’s great. Have you decided what you’re going to
wear?”
“Of course...I’ve already bought my outfit. It’s white, down to
the floor, with an open back...”
“İpek, you’re joking right?”
“Obviously!! I’ll come by this evening and show you what I
bought.”
“Great, bring some wine and I’ll order pizza. Alper is going to
be late.”
January 2011
Our characters carry on their high tempo lifestyles of 21st
century working women and as they find time to prepare and
finalize the details of their Santorini getaway...fate begins to
formulate a different set of plans for them.
September 2nd 2011, morning
“Hello...”
“Hey Alper...”
“Hello Babe.”
“Were you free?”
“I’m free Yaprak, tell me quickly darling because I’m about to go
into a meeting.”
“Would you be able to go by the shops on your way home.?”
“Of course I can, what do you need?”
“I think you know”
“You’re joking! We only just bought some!”
“What can I say...I can’t help it. Don’t forget it’s the one for
newborns! Oh and could you please pick up some walnuts and
raisins for me, the doctor told me that it helps generate milk.”
September 2nd 2011, evening
As we just mentioned, fate doesn’t care to much for pre-made
plans, it draws its own line. While Yaprak and Alper enjoy
their anniversary as 3 people or if you would prefer to put it
physically as 2.5 people - İpek around the same time is on a
beach in Santorini about to receive a surprise. Alper breaking
free of his mould as a wise guy is about to kneel down in front of
her. Something in his pocket sparkles daringly.

Benzer belgeler

Alabilirsiniz / Your Complimentary Copy No: 128 Şubat

Alabilirsiniz / Your Complimentary Copy No: 128 Şubat abstract manner. Using color to reflect his thoughts, the artist especially relies on the color red to perpetuate this. The artist, who explains that humans and heads are the most important subject...

Detaylı