Sayı 22 - Milli Savunma Bakanlığı

Transkript

Sayı 22 - Milli Savunma Bakanlığı
ASKERÎ YARGITAY
DERGİSİ
ANKARA
GENELKURMAY BASIM EVİ
2009
ASKERÎ YARGITAY DERGİSİ
Yayın Kurulu
Hâk.Kd.Alb.Tamer KORKMAZ
Hâk.Kd.Alb Hasan DENGİZ
Hâk.Bnb. Hulusi GÜL
Dz.Hâk.Bnb.M.Erhan YÜKSEL
Yayın Kurulu Yazı İşleri
Yazı İşl.Md. Salih ERGEN
Yazı İşl.Md. Nazmiye TAŞPINAR
İletişim Adresi
Askerî Yargıtay Başkanlığı
Devlet Mah. Merasim Sok.
Yücetepe - ANKARA
Tel : 0 (312) 410 65 01
Faks : 0 (312) 418 22 59
E-Mail : [email protected]
Askerî Yargıtay Dergisi, Askerî Yargıtay
Başkanlığı tarafından yılda bir sayı olarak
yayımlanan ve bilimsel incelemeler ile Daireler
Kurulu ve Daire kararlarına yer verilen bir
dergidir.
Askerî Yargıtay Dergisinden edinmek
isteyenler; Askerî Yargıtay Başkanlığının INGBANK Yenişehir Şubesi 279-7781901 MT-1
numaralı Salih ERGEN - Selçuk ULUKÜRÜZ’e
ait ortak hesaba istenen her sayı için tespit edilen
miktarı
yatırdıktan
sonra,
bizzat
gelip
alabilecekleri gibi, makbuz sureti ile birlikte,
doğrudan Askerî Yargıtay Başkanlığından yazılı
olarak veya faks ile talepte bulunduklarında,
istenen sayılar adreslerine gönderilebilecektir.
* Dergide yer alan yazılarda ileri sürülen
görüşler yalnızca yazarlara aittir, yayınlayan
kurumu bağlamaz.
ÖNSÖZ
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 1’inci maddesinde Ceza
Kanununun amacı; kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve
güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını
korumak, suç işlenmesini önlemek olarak gösterilmiştir.
Hukuk Devletinin ve hak ve özgürlüklerin en büyük güvencesi
olan ceza muhakemesi kanunlarının amacı da, maddi gerçeğe ulaşmaktır.
Maddi gerçeğe ne şekilde ulaşılacağı, uyuşmazlığın ne şekilde ortaya
konulacağı ve hukukî sonuca nasıl bağlanacağı usul yasalarında açık ve
ayrıntılı şekilde gösterilmiş; mahkemelerin görev ve yetki durumları
düzenlenerek, hangi hâllerde ne gibi tedbirlere başvurulacağı
açıklanmıştır. Çağdaş hukukta egemen olan temel strateji doğrultusunda,
uluslararası hukukun birçok kural ve değerine Anayasamızda da yer
verilerek, bu evrensel kuralların ulusal hukukun bir parçası olması
sağlanmıştır. Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını,
idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk
kuralları olduğundan, herkesin Anayasaya ve yasalara uygun hareket
etmek zorunluluğu bulunmaktadır. Belirtilen nedenlerle, maddi gerçeğe
ulaşılırken Anayasanın ve usul yasalarının ilgili hükümleri ile adil
yargılanma hakkı kuralları zedelenmemeli, “Adaletin Devletin temeli” ve
“İnsanlığın en kutsal değeri” olduğu hiçbir zaman akıldan
çıkarılmamalıdır.
Kararlar ve hükümler sadece hakkında karar verilen kişiyi değil,
kişinin ailesini, yakınlarını, çevresini, görev yaptığı kurumu, o kişi ile
ilgili diğer kişilerin hak ve menfaatlerini de etkilemekte, sonuçta toplum
yaşamını doğrudan ve yakından ilgilendirmektedir. Devletin temel amaç
ve görevleri arasında, kişilerin yanında toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak da bulunduğundan, toplumun güven ve huzurunu
sarsacak, ilgisiz kişileri endişeye sevk edecek, onların hak ve
özgürlüklerine zarar verecek, yapılan işlemle sağlanması düşünülen
faydanın üstünde zarar verecek uygulama ve tedbirlerden kaçınmak ve
dengeyi iyi kurmak gerekmektedir. Neticede karar ve hükümler, Türk
Milleti adına verilmektedir. Yargı erki ile ilgili görevlerin usul
kurallarına, Hukuk Devleti ilkelerine uygun olarak eksiksiz ve iyi
I
yapılması, en olumlu sonucu doğuracak uygulama ile en adil kararın
verilmesi, uygar dünyada Türkiye Cumhuriyeti’nin saygın ülkeler
arasında yer almasını sağlayacak; aksi hal ise Hukuk Devleti kavram ve
ilkelerini yozlaştırarak Ülkeye maddi, manevi büyük zararlar verecektir.
Usul kurallarına riayetsizlik ister istemez yargılamayı uzatmakta
ve “Geciken adalet, adalet değildir” sözüne geçerlilik kazandırmaktadır.
Usul kurallarına riayetsizliğe bağlı olarak davaların makul sürede
bitirilememesi ve insanların uzun süre ceza tehdidi altında kalmaları adil
yargılanma hakkının zedelenmesi yanında, hak ve menfaat kayıplarına
sebep olmakta, kişilerin en doğal hakkı olan huzurlu ve onurlu yaşama
hakkını da olumsuz yönde etkilemektedir.
Diğer taraftan mahkemeler, iş çıkarmak için değil, lüzumunda
başvurulmak üzere kurulmuş yargı teşkilatlarıdır. Ancak, ne yazık ki
geçmişte ve bugün Ülkemizde başta yüksek yargı organları olmak üzere
tüm yargı organları ağır iş yükü altında ezilmektedir. Bu iş yükü, adaletin
zamanında ve gereği gibi dağıtılmasına engel olmanın ötesinde, yargıya
güveni de sarsmakta ve saygınlığını zedelemektedir. Unutulmamalıdır ki,
herkesin davası kendisine göre önemlidir ve hakkın büyüğü küçüğü
olmaz. Bu nedenle adaleti geciktiren, ilgilisine hakkının zamanında
verilmesini engelleyen durumların en kısa zamanda ortadan kaldırılması
çok büyük önem arz etmektedir.
Yargının hangi kolunda görev yaparlarsa yapsınlar hâkimler,
Anayasaya, yasalara ve hukuka uygun şekilde karar vermek zorundadır.
Önemli olan Anayasa ve yasalarla belirlenen görev ve yetki çerçevesi
içinde anılan kurala uygun olarak, zamanında, doğru ve adil karar
vermektir. İşin tabiatının gecikmeye tahammüllü olmaması ve
imkânlarının diğer yargı organlarına göre nispeten daha iyi olması
nedeniyle Askerî Yargı organları, önüne gelen davaları makul sürede
sonuçlandırmakta ve bu yıl 95’inci Kuruluş Yıldönümünü kutlayan
Askerî Yargıtayda temyiz incelemesi yapılan dava dosyalarının tüme
yakını, aynı yıl içinde karara bağlanmaktadır.
Bu titiz çalışmada, içtihatların, kısa sürede TSK YEREL AĞI
üzerinde faaliyet sürdüren ‘Askerî Yargıtay Karar Sorgu Programı’
üzerinden uygulayıcıların erişimine sunulmasının ve yine dergi şeklinde
yayımlanmasının çok yararlı olduğu, mahkeme kararlarındaki isabet
oranındaki artış ile ortaya çıkmaktadır.
Çağın gelişen teknolojisine uygun olarak, bilgisayar ortamında
ilgililerin Askerî Yargıtay içtihatlarına erişmelerini sağlayabilmek ana
hedef olmakla birlikte, her zaman el altında bulunabilecek bir kaynak
II
oluşturmak amacıyla, Askerî Yargıtay Dergisinin yılda bir kez olmak
üzere yayımı sürdürülmektedir.
Derginin bu sayısı, 2008 yılında Askerî Yargıtay Daireler
Kurulunun ve Dairelerinin örnek nitelikteki kararlarını ve hukuk
yazılarını içermektedir.
Derginin yargı camiasına yararlı olmasını diler, bu sayının
yayıma hazırlanmasında emeği geçen Yayın Kurulu üyeleri ile Kurulun
yazı işleri personeline teşekkür ederim.
Ahmet ALKIŞ
Hâkim Tuğgeneral
Askerî Yargıtay Başkanı
III
IV
İÇİNDEKİLER
SAYFA NO.
ALFABETİK KAVRAM FİHRİSTİ
VII - XVI
SIRF ASKERİ SUÇLAR VE CEZA HUKUKUNDAKİ
SONUÇLARI- Dr.Hak.Bnb.M.Yasin ASLAN
XVII-XXXIV
ASKERÎ CEZA KANUNU İLE İLGİLİ İÇTİHATLAR
1 - 219
ASKERÎ MAHKEMELERİN KURULUŞU VE
YARGILAMA USULÜ KANUNU İLE İLGİLİ
İÇTİHATLAR
220 - 329
CEZA MUHAKEMELERİ USULÜ
KANUNU İLE İLGİLİ İÇTİHATLAR
330 - 498
TÜRK CEZA KANUNU İLE İLGİLİ
İÇTİHATLAR
499 - 651
477 SAYILI KANUN İLE İLGİLİ
İÇTİHATLAR
652 - 673
TSK SAĞLIK YETENEĞİ YÖNETMELİĞİ
HASTALIKLAR VE ARIZALAR LİSTESİ
İLE İLGİLİ İÇTİHAT
674 - 699
647 SAYILI KANUN İLE İLGİLİ
İÇTİHATLAR
700 - 702
V
VI
ALFABETİK KAVRAM FİHRİSTİ
SAYFA NO.
-AAmire saygısızlık..............................................................................
44
Amiri tehdit.......................................................................................
46
Amire mukavemet.............................................................................
152
Amire mukavemet.............................................................................
Asta müessir fiil – Mağdurun beyanlarının duyuma dayalı tanık
beyanları ile doğrulanması................................................................
156
Asta müessir fiil-tahribatı mucip-çehrede sabit eser.........................
172
Askerî eşyayı çalmak........................................................................
181
Arkadaşının birşeyini çalmak-Askerî öğrenci..................................
189
Askerî mahkemelerin genel görevi...................................................
189
Askerî mahkemelerde yargılanma ilgisinin kesilmesi-Geçici terhis
222
Askerî Mahkemenin kuruluşu-Tek hakimle bakılması gereken
davalar...............................................................................................
226
Asker kişi...........................................................................................
228
Askerî Savcının temyiz isteminin süresinde olup olmadığı..............
239
Adlî müşavirin temyizinin süresinde olup olmadığı.........................
265
Amire saygısızlık-Amiri tehdit..........................................................
366
Adlî para cezasının belirlenmesi.......................................................
381
Amire hakaret – Hizmet halinin bulunup bulunmadığı....................
Akıl hastalığı – Koruma ve tedavi amaçlı olarak güvenlik tedbirine
hükmedilmesi....................................................................................
515
Askerî eşyayı çalmak – Malın değerinin az olması...........................
591
Asker kişi sıfatının sona ermesi.........................................................
614
Askerî mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi....
614
Amire saygısızlık...............................................................................
660
Amiri tehdit – Saygısızlık..................................................................
663
Antisosyal kişilik...............................................................................
674
VII
169
531
Askerliğe elverişsizlik – Ek sağlık kurulu raporu.............................
Askerliğe elverişli olup olmadığının tespit edilmemesi – Sağlık
Yeteneği Yönetmelik değişikliği.......................................................
678
Askerliğe elverişli olup olmadığının tespit edilememesi..................
689
Askerliğe elverişli olup olmadığının tespit edilememesi..................
692
Askerliğe elverişli olup olmadığının tespit edilememesi..................
696
686
-BBakaya – Kesinleşen hükümlerle ilgili tali yargılamada askerî
mahkeme görevlidir...........................................................................
7
Büyük zararlar veren emre itatsizlikte ısrar.......................................
147
Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma...................................
556
Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma...................................
561
-C-ÇCezaî ehliyetinin tespiti.....................................................................
1
Ceza ehliyeti – Akıl hastalığı, adlî rapordaki çelişkinin giderilmesi
526
Cezanın teşdiden belirlenmesi...........................................................
570
Cezanın belirlenmesi – AsCK’nın m.91 vahim hâl gerekçesi..........
574
Cezanın adlî para cezasına çevrilmesi...............................................
579
Ceza ehliyetinin tespitine yönelik noksan soruşturma......................
683
Cezanın ertelenmesi..........................................................................
-DDirenme- eylemli uyma....................................................................
Daireler Kurulunca yapılacak incelemenin içeriği-Askerî Yargıtay
Başsavcılığının itiraz sebebi ile bağlılık...........................................
298
Duruşmada hazır bulunacaklar.........................................................
361
Duruşma tutanağının imzalanması....................................................
Dolandırıcılık – Kişisel çıkar sağlamak amacıyla zincirleme
memuriyet nüfuzunu sair suretle suistimal.......................................
482
Devletin askerî suvvetlerini alenen tahkir ve tezyif etmek...............
630
Dava zamanaşımının kesilmesi.........................................................
637
Disiplin suçlarında dava zamanaşımı................................................
658
VIII
351
611
-EEmre itaatsizlikte ısrar – Kışlaya sim kartı sokulması......................
Emre itaatsizlikte ısrar – Kışla içerisinde fotoğraf makinası
bulundurulmasının yasaklanmasına ilişkin emrin hizmete ilişkin
olduğu...............................................................................................
56
Emre itaatsizlikte ısrar – Kışla içerisinde radyo bulundurmak.........
Emre itaatsizlikte ısrar – Zimmetindeki askerî aracı başkasının
kullanmasına müsaade etmek...........................................................
Emre itaatsizlikte ısrar – Kışla içerisinde cep telefonu
bulundurmak, hizmete ilişkin emrin sanığa tebliğ edilip edilmediği
Emre itaatsizlikte ısrar – Kışla içerisinde cep telefonu
bulundurmak, noksan soruşturma.....................................................
71
Emre itaatsizlikte ısrar – Hizmete ilişkin emir.................................
Emre itaatsizlikte ısrar- Hizmete ilişkin emir, emir verme yetkisi...
82
Emre itaatsizlikte ısrar – Hizmete ilişkin emir – Askerî Mahal........
96
Emre itaatsizlikte ısrar - Hizmete ilişkin emir...................................
Emrin yapılmasını açıkça reddederek itaatsizlik..............................
99
63
75
77
79
86
103
Emre itaatsizlikte ısrar – Koğuş koridorunda sigara içilmesi............
Emrin yerine getirilmesini söz veya fiil ile açıkça reddederek emre
itatsizlikte ısrar..................................................................................
105
Emrin yerine getirilmesini söz veya fiili ile açıkça reddetme...........
112
Emre itaatsizlikte ısrar – Manevî unsur............................................
115
Emre itatsizlikte ısrar – Hizmete ilişkin emir...................................
120
Emre itaatsizlikte ısrar – Kışla içerisinde radyo bulundurmak.........
126
Emre itatsizlikte ısrar – Zincirleme suç............................................
131
Emre itatsizlikte ısrar – Hizmete ilişkin emir...................................
136
Ek savunma hakkı.............................................................................
381
Emre itaatsizlikte ısrar – Suç kastı....................................................
485
Emre itaatsizlikte ısrar – Müteselsil suç............................................
546
Eşya müsaderesi................................................................................
567
IX
108
-FFirar – Dehalet kastı..........................................................................
Firar – Sanığın cezaî ehliyetinin tespitine ilişkin noksan
soruşturma.........................................................................................
15
20
-GGöz hapsi ceza infaz yerini terk etmek.............................................
35
Gerekçenin yetersiz oluşu-Kanuna mutlak aykırılık.........................
384
Gerekçeli hükmün duruşma hâkimi tarafından imzalanması............
478
Güveni kötüye kullanma – İhtilasen zimmet....................................
594
Güveni kötüye kullanmak.................................................................
601
-HHava değişimi tecavüzü - Eylemin firar mı yoksa izin tecavüzü
mü olduğu.........................................................................................
10
Hizmete ilişkin ve somutlaştırılmış emir..........................................
56
Hizmete ilişkin emir..........................................................................
Hizmete ilişkin emir – Kışla içerisinde cep telefonu
bulundurulmasının yasaklanması......................................................
63
Hizmete ilişkin emir..........................................................................
82
Hizmete ilişkin emir – Kışla içerisinde MP3 çalar bulundurmak.....
117
Hizmete ilişkin emir..........................................................................
139
Hükmün gerekçeden yoksun olması.................................................
Hizmette tekasül dolayısı ile Askerî aracın mühimce hasarına
sebep olmak-Mühimce hasar.............................................................
Harp malzemesinin mühimce hasarına sebebiyet vermek-kamu
davasının reddi..................................................................................
163
Hazine zararının belirlenmesi...........................................................
202
Hazine zararından indirime gidilmesi...............................................
202
Heyetle kurulan Askerî Mahkeme.....................................................
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına yönelik itirazı
inceleme mercii.................................................................................
228
Hükmün gerekçeden yoksun olması..................................................
253
Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar.......................
258
X
67
196
199
245
Hükmün konusu-iddianame ile bağlılık-düzelterek onama..............
269
Hakimin reddi-Kesin hukuka aykırılık..............................................
330
Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar.....................
Hükmün konusu-hükümdeki suç yerinin iddianameden farklı
olması...............................................................................................
335
Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar......................
Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar-Direnme
gerekçesi............................................................................................
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun maddî ceza
hukuku ile de ilgili olduğu.................................................................
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına yönelik itirazı
inceleme mercii.................................................................................
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması – Önceki mahkûmiyet
hükmünün açıklanmasının geri bırakılması kararına etkisi...............
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması – Askerî suça ilişkin
sabıka kaydı.......................................................................................
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması – Yabancı ülke
mahkemelerince verilmiş mahkûmiyet hükmü.................................
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması – İnfazın durdurulması
kararı.................................................................................................
390
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması – Subjektif şart................
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması – Önceki mahkumiyete
ilişkin cezaların çektirilmesinin 765 sayılı TCK’nın 434’üncü
maddesi gereğince ertelenmiş olması...............................................
434
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması – Objektif şart.................
440
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması.........................................
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması – Mütemadi suçlar
bakımından önceki mahkumiyet hükmünün etkisi............................
445
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması – Subjektif şart................
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması – Sırf askerî suça ilişkin
sabıka kaydının bulunması................................................................
459
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması – Subjektif unsur.............
468
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması – Objektif şart.................
472
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması – Kamu zararı.................
474
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması – TCK. M.32/1................
Haksız tahrik – Mağdurun haksız fiil ile sanığın gösterdiği tepkisel
davranışı arasında oransızlık.............................................................
476
Haksız tahrik.....................................................................................
507
XI
377
394
396
409
419
422
430
432
436
450
461
499
Haksız tahrik.....................................................................................
509
Haksız tahrik.....................................................................................
515
Haksız tahrikte indirim oranı.............................................................
520
Haksız tahrike yönelik noksan soruşturma........................................
Hizmette tekasülle harp malzemesinin hasarına sebebiyet vermek
– Trafik kazası...................................................................................
Hizmet nedeniyle emniyeti suistimal – Lojman yönetim kurulu
muhasip üyesi....................................................................................
523
Hükmün gerekçeden yoksun olması.................................................
652
551
648
-İİzin tecavüzü – Dağıtım izninde yol süresi.......................................
İzin tecavüzü – Dehalet kastı............................................................
12
İzin tecavüzü – Mazeret....................................................................
25
İnfaz kurumuna veya tutukevine elektronik eşyası sokmak.............
93
İhtilasen zimmet................................................................................
176
İtiraz üzerine çıkartılan yakalama müzekkeresine istinaden yapılan
tutuklama işlemine itirazı incelemeye yetkili mahkeme...................
İtiraz-Hukuki menfaat.......................................................................
233
İnfaz sırasında alınması gereken kararlara itiraz...............................
310
İnfazın devamına ilişkin karara yönelik itirazı incelemeye Askerî
Yargıtay yetkilidir.............................................................................
310
İnfaz sırasında alınması gereken kararlara itiraz..............................
319
İddianamenin okunması-İddianame yerine geçen belgeler..............
359
18
250
-KKendini askerliğe elverişsiz hâle getirmeye teşebbüs.......................
38
Kanun yoluna (temyiz) başvurma usulü............................................
239
Kazanılmış hak..................................................................................
290
Kanun yararına bozma......................................................................
301
Kanuna mutlak aykırılık-Gerekçenin yetersiz oluşu........................
384
Kamu davasına katılma.....................................................................
485
Kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar.................................
536
XII
Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret – Seçimlik ceza
Kanun yararına bozma – Disiplin mahkemesi kararlarına karşı
sanık aleyhine kanun yararına bozma...............................................
585
Kısa süreli kaçma – 477 s.K.nun md.50 aykırılık.............................
667
Kumar oynamak................................................................................
669
652
-LLehe kanun – Hükmün açıklanmasının geri bırakılması – Cezanın
ertelenmesi.........................................................................................
403
-MMükerrirlik........................................................................................
1
Mukavemet........................................................................................
160
Mukavemet........................................................................................
Mağdurun beyanlarının duyuma dayalı tanık beyanları ile
doğrulanması.....................................................................................
163
Müdafii görevlendirilmesi...............................................................
342
Müdafii tayini-Müdafii ücreti...........................................................
351
Müşterek fail – Yardım eden............................................................
536
Müstehcenlik.....................................................................................
Memuriyet görevini ihmal – Haksız kazanç, kişilerin mağduriyeti,
suç kastı............................................................................................
622
Memuriyet görevini ihmal – Noksan soruşturma..............................
639
Memuriyet görevini ihmal.................................................................
641
-NNoksan soruşturma – Hizmete ilişkin emrin sanığa tebliğ edilip
edilmediğinin ve sanığın üzerinde ele geçirilen radyonun çalışıp
çalışmadığının araştırılmaması.........................................................
Noksan
soruşturma-sanığın
savunmasının
doğruluğunun
araştırılması.......................................................................................
Noksan soruşturma – Kovuşturma aşamasında tanıkların
dinlenilmemesi..................................................................................
XIII
169
625
71
284
480
- O/Ö Ödenmeyen adlî para cezasının hapis cezasına çevrilmesine dair
Askerî Mahkemece verilmiş kararlara karşı yapılan itirazı
inceleme yetkisi.................................................................................
Önceki mahkumiyetin hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararına etkisi....................................................................................
Önceki mahkumiyetin hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararına etkisi – Adlî sicil kaydının silinme şartları.........................
Noksan soruşturma – Sanığın askerliğe elverişli olup olmadığının
ve cezaî ehliyetinin tespit edilmemesi...............................................
316
413
425
680
-RResmi belgede sahtecilik...................................................................
Resmi belgede sahtecilik – Belgenin aldatma yeteneğini taşıyıp
taşımadığı..........................................................................................
614
618
- S/Ş Sanığın ikrarının suçun sübutu için yeterli olması............................
60
Şüphenin sanık lehine değerlendirilmesi..........................................
75
Suç vasfının belirlenebilmesine ilişkin noksan soruşturma..............
124
Suç kastı – Emre itatsizlikte ısrar......................................................
Silahı ve cephanesi hakkında tedbirsizlik,dikkatsizlik, talimat ve
emirlere aykırı hareket etmek sonucu taksirle ölüme neden olmak..
128
Sivillerin Askerî mahkemelerde yargılanmaları...............................
217
Subay üyenin sanığın astı olması......................................................
220
Süresinde yapılmayan temyizin Askerî Yargıtayca reddi.................
Sirayet-Hükmün açıklanmasının geri bırakılması yönünden bozma
kararı.................................................................................................
Savunma hakkının kısıtlanması-hükmün aleyhe bozulması
kararına karşı sanığın diyeceklerinin sorulmaması...........................
Savunma hakkının kısıtlanması-tanık beyanlarına karşı
diyeceklerinin sorulmaması...............................................................
267
Sanığın kimlik bilgilerinin saptanmaması.........................................
348
Sanığın ikrarı.....................................................................................
Savunma hakkının kısıtlanması-Sanığı esas hakkındaki mütalaaya
karşı diyeceklerinin s orulmaması.....................................................
363
Suç tarihinin hatalı tesbiti..................................................................
384
XIV
205
286
295
338
372
Sarkıntılık – Uzlaşma........................................................................
490
Seçenek yaptırımlar – Kamuya yararlı bir işte çalıştırılma...............
554
Şikayetten vazgeçme.........................................................................
601
Sağlık kurulu raporu ile Adlî rapor arasındaki çelişki......................
674
-TTutuklu iken kaçmak – Askerî suç, askerî mahkemelerin görevi.....
31
Toplu asker karşısında emre itatsizlikte ısrar – Zincirleme suç........
142
Ticaret yapmak..................................................................................
214
Tanık ifadeleri arasındaki çelişkinin giderilmemesi.........................
Temyizde inceleme esasları - usul hukukuna ilişkin bir hukuka
aykırılığın hükmü etkileyecek nitelikte olup olmaması....................
253
Tanıkların dinlenilmesi ile ilgili esaslar............................................
338
Tanıkların topluca dinlenilmesi.........................................................
338
Tanıkların ifadeleri arasındaki çelişkinin giderilmesi......................
Tanığın ifadeleri arasındaki aykırılığın giderilmemesi - Bir
vakanın delilinin yalnız bir tanık olması...........................................
Temyizde inceleme sırası - Hükmün açıklanmasının geri
bırakılması
Temyizde inceleme sırası - Hükmün açıklanmasının geri
bırakılması
Temyiz isteminin süresinde yapılıp yapılmadığı – Temyiz
süresinin son gününün adlî tatile rastlaması......................................
363
Takdiri indirim nedenleri..................................................................
499
Takdiri indirim oranının alt sınırdan uzaklaşılarak takdir edilmesi..
499
Tutuklu kalınan sürenin mahkumiyetten mahsubu...........................
576
Taksirle ölüme sebebiyet vermek......................................................
579
Taksirle ölüme sebebiyet vermek......................................................
644
258
366
396
401
494
- U/Ü Üstü tehdit – Fevren söylenen ve mağdur üzerinde ciddi bir korku
ve endişe yaratmaya elverişli olmayan sözler...................................
Üste hakaret.......................................................................................
Üstü tehdit.........................................................................................
Üste fiilen taarruz suçunun, üstü tehdit suçunu da bünyesinde
taşıyan bir suç niteliğinde olması......................................................
XV
40
54
86
152
Üstü tehdit – Tehdit içeren sözlerin üste fiilen taarruz suçunun
içerisinde yer alması.........................................................................
152
Üste fiilen taarruz – Mağdurun beyanı, suç kastı.............................
167
Üste fiilen taarruz – Haksız tahrik....................................................
507
-YYabancı memlekete firar...................................................................
Yalan yere usulsüz şikayet................................................................
27
Yargılama giderleri............................................................................
325
49
-ZZimmet..............................................................................................
185
Zarar doğuracak şekilde nöbet talimatına aykırı hareket etmek........
192
Zincirleme emre itaatsizlikte ısrar.....................................................
544
XVI
SIRF ASKERİ SUÇLAR VE CEZA HUKUKUNDAKİ SONUÇLARI
Dr.Hak.Bnb.M.Yasin ASLAN
Özet
Genel suçlar, ülkesinde yaşayan devlete karşı, bir ferdin yerine
getirmekle yükümlü olduğu genel itaat yükümlülüğünün ihlal edilmesini
ifade ettiği halde, sırf askeri suçlar sadece askeri hizmet ve görevin yüklemiş
olduğu özel itaat zorunluluğuna karşı gelinmesini ifade etmektedir. Sırf
askeri suçları, genel suçlardan ayırt etmeye yarayan ölçütlerden en başta
geleni, askeri hizmet ve görevin ihlalidir. Makalede, askeri suçlardan,
özellikle kamusal niteliği oldukça ağır basan sırf askeri suçlar incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler
Sırf askeri suç, askeri suç, ceza hukuku, Askeri Ceza Kanunu,
askerlik hizmetinin gerekleri.
Abstract
Ordinary offenses are personal violations of individual criminal
responsibility against a state. However, sole military offenses are the
violations of special obedience responsibility related to military service. The
main difference between sole military crimes and ordinary crimes is the
violation of obeyance to military orders and duty. This article explains these
special military crimes, especially the sole military offenses which are
important for public and military service.
Key Words
Sole military offenses, military offenses, criminal law, Military
Penal Code, requirements of military service.
Anlatım Planı: Giriş, I.Askeri Suçların Genel Özellikleri, II.Sırf
Askeri Suçların Unsurları, III.Sırf Askeri Suçların Faili, IV.Sırf Askeri
Suçların Askerlik Hizmetinin İhlalini İfade Etmesi, V.Sırf Askeri Suçların
Genel Ceza Kanununda Düzenlenmemiş Olması, VI.Sırf Askeri Suçlarda
Karşılıklılık İlkesinin Geçerli Olması, VII.Sırf Askeri Suçlarda İadenin
Mümkün Olmaması, VIII.Sırf Askeri Suçların Ertelemeye Engel Teşkil
Etmemesi, IX.Sırf Askeri Suçların Tespit Edilmesindeki Güçlükler, Sonuç,
Kaynakça.

Makalede yayımlanan görüş ve düşünceler tamamen yazarın kişisel
görüş ve düşüncelerini yansıtmakta, hiçbir şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerinin
görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.

Genelkurmay Başkanlığı Adli Müşavirliği, Uluslararası Hukuk İşleri Şube
Müdürü.
XVII
GİRİŞ
5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu (TCK)’nun 1 Haziran 2005
tarihinde yürürlüğe girmesiyle birlikte,1 halen yürürlükte olan 1632 sayılı
Askeri Ceza Kanunu (AsCK)’nda2 da değişiklik yapılması gündeme
gelmiştir. Bu amaçla yeni bir AsCK tasarısı hazırlanmış olup, halen
yasalaşma sürecinde bulunmaktadır. Tasarıyla getirilen en önemli
yeniliklerden birisi, çeşitli kanunlarda geçen, ancak tanımı hiçbir
kanunda bulunmayan sırf askerî suçun tanımının yapılmış olmasıdır.3
AsCK’nun ancak belirli bir durumda bulunan kimseleri (asker
kişileri) ilgilendirmesi ve genel olarak koruduğu hukukî konunun askerî
disiplin olması gibi orduya ve millî savunmaya özgü nedenlerle, genel
ceza kanununda hiç yer verilmeyen askerliğe özgü bir kısım suçlar ile
genel ceza kanununun tanımadığı birtakım ceza ve diğer yaptırımları
kapsaması kaçınılmazdır. Ayrıca, yurt savunması sanatını öğrenmek ve
yapmak görevine doğrudan doğruya etkisi olan, unsur ve cezalarının
tamamı veya bir kısmı TCK’da yer alan “askerî itaat ve disiplini” ihlal
eden durumlara özgü bazı suçlar ve cezaları yönünden de farklı
düzenleme yapılması gerekmektedir.
1
12 Ekim 2004 tarihli ve 25611 sayılı Resmi Gazete.
15 Haziran 1930 tarihli ve 1520 sayılı Resmi Gazete.
3
Tasarının sırf askeri suçu düzenleyen maddesi şu şekildedir:
“Sırf askerî suç”
Madde 13 – (1) Sadece asker kişiler tarafından askerî hizmetle ilgili olarak
işlenebilen, unsurları ve yaptırımı yalnız bu Kanunda yer alıp Türk Ceza Kanunu ve
ceza içeren diğer kanunlarda ne kısmen ne de tamamen suç olarak öngörülmeyen ya
da unsurlarının tamamı veya bir kısmı Türk Ceza Kanunu ve ceza içeren diğer
kanunlarda yer alsa bile askerî itaat ve inkıyadı bozan suçlar arasında yer alan, bu
Kanunun 42, 43, 44, 45, 46, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 62, 63 ve 80 inci maddelerinde
belirtilen suçlar sırf askerî suçlardır.
(2) Millî Savunma Bakanlığı ile Türk Silâhlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşunda çalışan
sivil personel hakkında, 211 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun 115 inci
maddesinde belirtilen yükümlülüklerinden doğan suçlar hariç olmak üzere bu Kanunun
sırf askerî suçlara ilişkin hükümleri uygulanmaz.”
Görüldüğü üzere; tasarının 42’nci maddesinde düzenlenen “Firar, izin tecavüzü ve
atandığı görev yerine gitmemek,” 43’üncü maddesinde düzenlenen “Düşman tarafına
veya düşman karşısında kaçmak,” 44’üncü maddesinde düzenlenen “Yurt dışına firar,”
45’inci maddesinde düzenlenen “Mehil içinde yakalananlar,” 46’ncı maddesinde
düzenlenen “Sözleşerek firar,” 54’üncü maddesinde düzenlenen “Emre itaatsizlikte ısrar,”
55’inci maddesinde düzenlenen “Büyük zararlar veren itaatsizlik,” 56’ncı maddesinde
düzenlenen “Toplu asker karşısında veya silâhlı iken amir veya üste saygısızlık,” 57’nci
maddesinde düzenlenen “Amir veya üstü tehdit, direnme,” 58’inci maddesinde
düzenlenen “Amir veya üste hakaret,” 59’uncu maddesinde düzenlenen “Amiri veya üstü
öldürme veya fiilen taarruz,” 62’nci maddesinde düzenlenen “Fesat,” 63’üncü
maddesinde düzenlenen “İsyan,” ve 80’inci maddesinde düzenlenen “Zarar doğmasına
neden olacak şekilde nöbet yerini terk etmek, nöbet veya görev talimatına aykırı hareket
etmek” suçları ilk defa açıkça sırf askeri suç olarak düzenlenmektedir.
2
XVIII
AsCK’da sırf askeri suçun tanımı bulunmamakta ise de, gerek bu
Kanunda gerekse diğer kanunlarda bu kavrama yer verildiği
görülmektedir. Sözü edilen kavram, Suçluların İadesine Dair Avrupa
Sözleşmesi yönünden de önem arz etmektedir. Bu Sözleşmenin 4’üncü
maddesine göre “Genel Ceza Kanununda kısmen veya tamamen suç
olarak öngörülmeyen askeri suçlar dolayısıyla iadenin kapsam dışı
olduğu” belirtilmektedir. Aynı kavrama 5237 sayılı TCK’nın suçta
tekerrür başlıklı 58’inci maddesinde de yer verilmiş, ancak kavram yine
tanımlanmamıştır.4
Makalede, askeri suçlar arasında yer alan ve kamusal niteliği
oldukça ağır basan sırf askeri suçlar incelenmiştir. Birinci bölümde sırf
askeri suçun ceza hukuku bakımından unsurları ve taşıdığı özellikler ele
alınmış, ikinci bölümde ise, bu suçların ceza hukukundaki sonuçları
anlatılmıştır.
Sonuç
bölümümüzde
ise,
incelememizin
bir
değerlendirmesi yapılmıştır.
I-ASKERİ SUÇLARIN GENEL ÖZELLİKLERİ
Ceza, devletin sosyal hayatı etkilemek ve onu değiştirmek için
başvurabileceği en etkili araçlardan birisidir. Günümüzde ise, ceza
yalnızca toplumun sosyal yönden korunması amacına hizmet eden bir
vasıta değil, aynı zamanda toplumun gelişmesine hizmet eden bir araç
olarak kabul edilmektedir.5
Her suç bireysel, sosyal veya kamusal nitelikteki özel varlık ve
menfaatleri ihlal etmek suretiyle, dolaylı da olsa, söz konusu özel varlık
ve menfaatlerin sentezini oluşturan ve cezai korunmanın konusunu
oluşturan genel menfaati de ihlal etmektedir. Bu menfaat devlete ait
4
Yasada tanımı yapılmayan sırf askerî suç, doktrinde (Bakınız; Sahir ERMAN
Askerî Ceza Hukuku, İstanbul: Üçdal Neşriyat, 1982, s. 151.) ve çeşitli
içtihatlarda (Bakınız; Askerî Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 20
Haziran 1975 tarih ve 1975/6-4 esas-karar sayılı kararı) tanımlanmıştır. Askerî
Yargıtay Daireler Kurulu ve Dairelerinin aynı doğrultudaki kararlarıyla da yapılan
tanım pekiştirilmeye çalışılmıştır. Buna göre, sırf askeri suçlar; “sadece asker
kişiler tarafından askerî hizmetle ilgili olarak işlenebilen ve bu sıfatı haiz
olmayan kimseler tarafından işlenmesi kabil olmayan, unsurları ve yaptırımı
yalnız bu Kanunda yer alıp TCK’da ve ceza içeren diğer kanunlarda ne kısmen
ve ne de tamamen suç olarak öngörülmeyen ya da unsurlarının tamamı veya bir
kısmı TCK ve ceza içeren diğer kanunlarda yer alsa bile AsCK’nın askerî itaat
ve inkiyadı bozan suçlar başlığı altında yer alan suçlar” şeklinde tanımlanmıştır.
5
Nevzat TOROSLU, Ceza Hukuku, Ankara: Savaş Kitabevi, 1998, s. 7.
XIX
olduğu için, her suçta birisi devamlı ve genel nitelik taşıyan, diğeri ise
özel nitelik taşıyıp suçtan suça değişebilen iki ayrı pasif süjenin
(mağdurun) bulunduğu görülmektedir.6 İşte, askeri suçlar, devletin askeri
menfaatlerinin ihlaline karşı öngörülmüş bulunan suçlardır. Çünkü askeri
hukuk ve dolayısıyla askeri suçlar, devletin hukuk düzeninin bir parçasını
oluşturmaktadır.
Bilindiği üzere, biçimsel kanunilik ilkesi,7 “işlendiği zamanın
kanunu tarafından açıkça suç sayılmayan bir fiili cezalandırma ve yine
kanun tarafından açıkça tespit edilmeyen bir ceza ile cezalandırma
yasağını” ifade etmektedir.8 5237 sayılı TCK’nın 2’nci maddesinde,
“Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve
güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik
tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz”
denilmek suretiyle, bu ilkenin kabul edilmiş olduğu açıkça
görülmektedir.
5237 sayılı TCK ile suçların cürüm ve kabahat olarak ayrımına
son verilmiştir. Kabahatler 5326 sayılı Kabahatler Kanununda ayrıca
düzenlenmiştir.9 Buna göre, 5237 sayılı TCK’da düzenlenen fiiller suç,
Kabahatler Kanununda düzenlenen filler ise kabahattir. Buna karşılık,
askeri suçlar dört ana gruba ayrılmaktadır: Askeri cürümler, askeri
kabahatler, disiplin suçları ve disiplin tecavüzleri.10
AsCK’nın 1’inci maddesinin 2’nci fıkrası, askeri suçları ikiye
ayırarak tarif etmektedir. Adı geçen fıkraya göre, “Bu kanunun ölüm,11
ağır hapis ve hapis cezaları ile cezalandırdığı suçlar askeri cürümlerdir.”
Yine, aynı hükme göre, “Bu kanunun kısa hapis cezası ile cezalandırdığı
suçlar askeri kabahatlerdir”. Disiplin Mahkemeleri Kuruluşu, Yargılama
Usulü ve Disiplin Suç ve Cezaları Kanunu (DMK)’nun12 41’inci
6
Ibid, s. 51.
7
“nallum crimen, nulla poena sine lege.” Ibid., s. 16.
8
Buna karşılık, öze ilişkin kanunilik ilkesi ise, biçimsel kanunilik ilkesinin
tersine, kanunda açıkça öngörülmemiş olsa bile, sosyal düzeni tehdit eden
eylemlerin suç sayılmalarını ve bu fiillere amaca uygun cezaların verilmesini
gerektirmektedir. Her iki ilke hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız; Ibid.
9
31 Mart 2005 tarihli ve 25772 sayılı Resmi Gazete.
Diğer yandan, AsCK Tasarısında askeri kabahatler düzenlenmemekte,
askeri cürümler ise askeri suç olarak düzenlenmektedir.
10
11
Ölüm cezası, 7 Mayıs 2004 tarihli ve 5170 sayılı Kanunla, Anayasanın
38’inci maddesinde yapılan değişiklikle kaldırılmıştır.
12
26 Haziran 1964 tarihli ve 11738 sayılı Resmi Gazete.
XX
maddesine göre ise, “Bu kanunun oda hapsi veya göz hapsi ile
cezalandırdığı eylemler” disiplin suçlarıdır.
Bir askeri suçun varlığı için iki şartın bulunmasına ihtiyaç vardır.
Bu şartlardan birincisi, bu suçun cezasının AsCK’da veya DMK’da
gösterilmiş olmasıdır. Bir suçun cezası AsCK’da veya DMK’da
gösterilmiş değilse, askeri suç söz konusu olamaz. İkinci şart ise,
AsCK’da düzenlenen suç hakkında gösterilen cezanın ölüm, ağır hapis
veya kısa hapis cezası olması, DMK’da ise oda hapsi ve göz hapsi
cezalarının birisinden ibaret bulunmasıdır. Şayet ceza ağır hapis ve hapis
ise, fiil askeri bir cürümdür. Buna karşılık ceza kısa hapis ise askeri bir
kabahat söz konusudur. DMK’nın 41’inci maddesine göre ise, “Bu
kanunun oda hapsi veya göz hapsi ile cezalandırdığı eylemler” disiplin
suçlarıdır. DMK’da gösterilen disiplin amirinin cezalandırma yetkisine
giren cezanın öngörüldüğü suçlar ise disiplin tecavüzüdür.13 Ancak,
AsCK’da gösterilen ceza bu dört cezadan birisini içermiyorsa, ortada
askeri bir suçun bulunduğu söylenemez.
Askeri suçlar bağlı hareketli suçlar ve serbest hareketli suçlar
şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Bağlı hareketli suçlar, kanunun tipik
fiilin belirli şekilde veya belirli vasıtalarla işlenmesini öngördüğü
suçlardır. Bu suçlarda kanun koyucu, korunan hukuki varlık veya
menfaati ihlal edebilecek çeşitli eylemler arasından cezai yönden
kovuşturulabilecek nitelikte olanları belirlemiştir.14 Örneğin, AsCK’nın
136’ncı maddesinde düzenlenen sırf askeri suçlardan birisi olan,
mazarratı mucip nöbet talimatına aykırı hareket etmek suçunun
oluşabilmesi için, zarar doğurucu neticenin nöbet talimatına aykırı
davranış sonucunda ortaya çıkması gerekmektedir.
II- SIRF ASKERİ SUÇLARIN UNSURLARI
AsCK’nın 1’inci maddesi, TCK’nın genel hükümlerinin, aksi
yazılı olmadıkça, aynen geçerli olduğunu düzenlemiş bulunmaktadır.
İnceleme konumuz olan sırf askeri suçlar söz konusu genel hükümlere
istisna teşkil eden özellikler taşımaktadır.
Askeri suçlar da, aynen bütün diğer suçlar gibi, bir takım genel
unsurlardan ve unsurların dışında kalan diğer bazı unsurlardan meydana
gelmektedirler. Genel unsurlar olarak, kanuni tipe uygunluktan ibaret
13
Anayasa Mahkemesi, 27 Aralık 1965 tarihli ve E.57-K.65 sayılı
kararıyla, askeri disiplin cezalarından olan katıksız hapis cezasının Anayasaya
aykırı olmadığına karar vermiştir. Ancak, 22 Mart 2000 tarihli ve 4551 sayılı
Kanunla katıksız hapis cezası kaldırılmış bulunmaktadır.
14
TOROSLU, s. 61–62.
XXI
bulunan kanuni unsur ile tarife uygun ve hukuka aykırı olan fiilin kusurlu
bir iradeyle işlenmesi anlamına gelen manevi unsur, askeri suçun da
genel ve kurucu unsurlarıdır.15 Bununla beraber, unsurları ve cezaları
AsCK’da gösterilen suçlar ile ceza itibariyle AsCK’nın TCK’ya atıfta
bulunduğu suçların askeri suçlar olduğu, bunların dışında kalan suçların
askeri suç sayılamayacağı kabul edilmektedir. Uyuşmazlık Mahkemesi
de aynı görüşü benimsemiş bulunmaktadır.16
Milli savunmayı sağlamak ve korumak, askerlik hizmetinin
aksamadan yerine getirilmesini sağlamak amacıyla, yani askeri bir
menfaati korumak düşüncesiyle, kabul edilmiş olan kanunlarda yer alan
bütün suçlar “askeri suç”tur. Bu tanımdan yola çıkıldığında, sadece
AsCK’da veya DMK’da yer alan suçlar değil, fakat askeri bir menfaati
korumak amacıyla düzenlenmiş olup, diğer kanunlarda öngörülen fiiller
de askeri suç niteliğini taşımaktadırlar.
Şayet ceza sadece askeri suçlara özgü bir ceza olup da, TCK’da
öngörülmüş cezalardan birisi değilse, böyle bir cezayı gerektiren suç da
askeri suç sayılmaktadır. Örneğin, AsCK’da yer alan kısa hapis cezası
ile, DMK’da gösterilen oda ve göz hapsi cezaları, askeri suçlara özgü
cezalardır ve genel suçlara ait cezalara yer veren TCK’da yer
almamaktadır.
IIISIRF ASKERİ SUÇLARIN FAİLİ
Suç, devletin ülkesinde yaşayanlara yüklemiş olduğu emrin ihlali
anlamına geldiğine göre, ceza hukuku anlamında hukuka aykırı bir fiili
işleyen kimse suçun faili olarak kabul edilmektedir.17 Kanunlarda
düzenlenmiş bulunan suçların büyük bir bölümü herhangi bir kimse
tarafından işlenebilirken, bazı suçlar ancak belirli kimseler tarafından
işlenebilmektedir. Bunun sebebi, kanun koyucunun bazı hallerde suçun
varlığı için, failin belirli hukuki veya fiili durumda bulunmasını zorunlu
kabul etmesidir. İşte bu tür suçlara “mahsus (özgü) suç” denilmektedir.18
Ancak, bir suçun mahsus suç mu, yoksa herkes tarafından işlenebilen bir
suç mu olduğunu anlayabilmek için, yalnızca kanunun ifadesiyle
yetinmek ve bu şekilde, kanunda “her kim” diye başlayan bütün suçları
15
Fiilin hukuk düzeni tarafından tecviz veya emredilmemiş olması
anlamına gelen hukuka ayrılık unsuru ise, suçun unsuru değil, zaten özü
anlamına gelmektedir. Ibid., s. 49.
16
Uyuşmazlık Mahkemesinin 1 Mart 1993 tarih ve E.33-K. 28 sayılı
kararı.
17
TOROSLU, s. 49.
18
Erman’a göre, bütün askeri suçlar, mahsus suçlardandır. ERMAN, s. 150.
XXII
herkes tarafından işlenebilen suç saymak doğru değildir. Zira bir suçun
gerçekten herkes tarafından işlenip işlenemeyeceğini tespit edebilmek
için, suçun düzenlendiği normun büyük bir dikkatle incelenmesi
gerekmektedir.
Ceza kanunlarında yer alan mahsus suçlar incelendiğinde,
bunların ancak belirli sıfat veya niteliklere sahip bulunan kimseler
tarafından işlenmesi mümkün olup, bunların dışında kalan kişiler
tarafından işlenmelerine imkân bulunmayan suçlar olduğu sonucuna
varılmaktadır.19 Askeri suçlarda, hukuki bir nitelik olarak, failin askeri
kişi olma sıfatı aranmaktadır. Hatta bazı hallerde, kanun bu nitelik
içerisinde dahi bir özelliği öngörmekte ve bir takım askeri suçların
herhangi bir asker kişi tarafından değil de, “amir”, “üst” veya “ast”
sıfatını taşıyan bir askeri kişi tarafından işlenmesini şart koşmaktadır.
Örneğin, bakaya kalmak suçu askerlik çağına gelenler için mahsus suç
niteliğini taşımaktadır.
Bu sebeple, askeri suçları iki kategoriye ayırarak incelemek
gerekmektedir: Birinci kategoriye giren askeri suçlar, bir asker kişi
tarafından askeri bir hizmet veya görevin ihlali suretiyle işlenip de, asker
kişi olma sıfatını taşımayan kimseler tarafından işlenmesi mümkün
olmayan ve TCK’da kısmen veya tamamen öngörülmeyen askeri
suçlardır. Bunlara “sırf askeri suçlar” adı verilmektedir. İkinci kategori
ise, asker olmayan kimseler tarafından da işlenmesi mümkün olan
suçlardır. Ancak, bu tür askeri suçlar askeri bir menfaati korumak
amacını güden, bütün veya bazı unsurlarıyla TCK’da öngörülen, AsCK
ve DMK ile diğer kanunlar tarafından ayrıca belirtilen veya yapılan atıf
dolayısıyla, bu kanunların uygulama alanı içine alınan suçlardır. Bunlara
da, “askeri suç benzerleri” denilmektedir.
Sırf askeri suçun söz konusu olabilmesi için, failin asker kişi
olması şarttır.20 AsCK’daki düzenlemeler karşısında, sırf askeri suçlar
bakımından askeri müstahdemler, yani sivil personel ve işçiler,
amirlerine karşı işleyecekleri suçlar dışında askeri suç faili olamazlar.
19
Örnek olarak bakınız; AsCK m. 90, 91, 117.
20
“Uzatmalı jandarma eratı, muvazzaf erat gibi, askerlik mükellefiyetine
tabi olduğundan, izin tecavüzü fiilini, yani sırf askeri suçları işleyebilirler.” (As.
Yrg. 1. D., 25 Eylül 1956, E. 1031-K.3061). “Uzman jandarmalar arasında astlık
ve üstlük münasebetleri cari olduğundan, karşılık müessir fiil şeklinde tezahür
eden olaylarda, umumi hükümlere değil, AsCK’ya göre uygulama yapılaması
gerekir.” (As.Yrg.Drl.K., 13 Mart 1970, E. 14-K. 10). Benzer diğer kararlar için
bakınız; Turgut LÜLECİ-Hulusi ÖZBAKAN, Askeri Yargı ile İlgili Kanunlar ve
İçtihatlar, Ankara 1979, s. 358–360.
XXIII
Askeri lise ve ortaokul öğrencilerinin de bir astın yerine getirmekle
yükümlü olduğu yükümlülüklerin ihlal edilmesi suretiyle işlemiş
oldukları suçların dışında kalan suçlardan dolayı AsCK’ya tabi
bulunmadıkları açıkça görülmektedir. Bu itibarla sırf askeri bir suçun
faili bir sivil personel olduğu takdirde, onun tarafından işlenen suç ya
askeri bir suç benzeri olabilir ya da genel bir suç sayılması gerekir. Bu
gibi sivil kişiler sırf askeri suçu işleyemeyeceklerinden, sırf askeri suç
faili olamazlar.
Sonucun gerçekleşmesi kullanılan araçların ve hareketin
elverişsiz olmasından veya suçun maddi konusunun bulunmamasından
ileri geliyorsa, o takdirde “işlenemez suç”tan söz edilmektedir.21 Sadece
asker kişiler tarafından işlenmesi mümkün olan, TCK’da kısmen veya
tamamen öngörülmeyen ve askeri bir hizmet veya görevin ihlalini ifade
eden suçlar ile, bu nitelikte olmamakla birlikte, askeri bir menfaati
korumak amacını güden ve AsCK tarafından yapılan atıf dolayısıyla bu
kanunun uygulama alanına giren suçlar, askeri suçlardır. O halde, sırf
askeri suçun sivil kişiler tarafından işlenmesi mümkün değildir. Sivil
kişiler bakımından işlenemez suç söz konusu olmaktadır. Örneğin,
AsCK’nın 66’ncı maddesinde düzenlenmiş bulunan firar suçları sivil
kişiler tarafından işlenemez.
IV- SIRF ASKERİ SUÇLARIN ASKERLİK HİZMETİNİN
İHLALİNİ İFADE ETMESİ
Sırf askeri suçun bir diğer şartı da, failin fiilinin askeri bir hizmet
veya görevin ihlalini ifade etmesidir. Sırf askeri suçların hemen hepsi
askeri bir hizmet ve görevi korumak amacıyla kabul edilen hükümlere
aykırılık teşkil eden fiillerdir. Bu nedenle, ancak böyle bir hizmet veya
göreve tabi olan kişiler tarafından işlenmeleri mümkün olmaktadır.
Görüldüğü üzere, sırf askeri suçları genel suçlardan ayırt etmeye
yarayan ölçütlerden en başta geleni, askeri hizmet ve görevin ihlalidir.
Genel suçlar, ülkesinde yaşayan devlete karşı, bir ferdin yerine
getirmekle yükümlü olduğu genel itaat yükümlülüğünün ihlal edilmesini
ifade ettiği halde, sırf askeri suçlar sadece askeri hizmet ve görevin
yüklemiş olduğu özel itaat zorunluluğuna karşı gelinmesini ifade
etmektedir. Örneğin, firar, izin tecavüzü, emre itaatsizlik, emre
itaatsizlikte ısrar, nöbet yerinin terk edilmesi suçları, tamamen askeri
nitelikte olan bir hizmet veya görevin ihlalini ifade etmektedir.22
21
22
Ibid., s. 174.
Erman’a göre, AsCK’nın 79’uncu maddesinde düzenlenen kendisini
XXIV
AsCK’nın 12’nci maddesinde, askerlik hizmeti şu şekilde tarif
edilmektedir. “Bu kanunun tatbikatında hizmet tabirinden maksat, gerek
malum ve muayyen olan ve gerekse bir amir tarafından emredilen bir
askeri vazifenin madun tarafından yapılması halidir”. Görüldüğü üzere,
işlenen suç böyle bir görevin hiç yapılmamasını, geç yapılmasını,
gereken şekil ve yerde yapılmamasını ifade ediyorsa, sırf askeri suç
olmak için gereken unsurlardan birisini içermiş olacaktır.
V- SIRF ASKERİ SUÇLARIN GENEL CEZA KANUNUNDA
DÜZENLENMEMİŞ OLMASI
Sırf askeri suçtan söz edebilmek için, eylemin kısmen veya
tamamen başka bir kanunda suç olarak öngörülmemiş olması zorunludur.
Bu şart, İtalyan AsCK’da açıkça yer almıştır. Gerçekten de, İtalyan
AsCK’nın 37’nci maddesi; “Kurucu unsurları itibariyle genel ceza
kanununda yer alan suçlar arasında ne kısmen, ne de tamamen
öngörülmüş olmayan suç, sırf askeri suçtur” demek suretiyle, sırf askeri
suçun tanımı yapmıştır.23 AsCK’da veya diğer askeri kanunlarda yer alan
bir suçun kurucu unsurlarının hepsi veya bir kısmı, TCK’da
öngörülmüşse, bu suç askeri bir suç benzerdir. Aksi halde sırf askeri bir
suç söz konusu olmaktadır.
Öyleyse, AsCK’nın 131’inci maddesinde yazılı askeri eşyayı
zimmetine geçirmek, ihtilas yapmak, çalmak, satmak, rehine vermek
veya almak suçunun bütün unsurları itibariyle değilse bile, kısmen
TCK’daki zimmet, ihtilas, hırsızlık, emniyeti suistimal, eşyayı cürmiyeyi
bilerek satın almak suçlarını cezalandıran maddeler tarafından da
öngörülmüş olması, yine AsCK’nın 133’üncü maddesinde yazılı bozuk
ölçüyü askeri hizmette kullanmak suçunun, TCK’da yazılı ticarete hile ve
fesat karıştırmak suçunun bazı unsurlarını taşımakta olması sebebiyle, bu
suçlar da askeri suç benzerleri olduğu için sırf askeri suç sayılamazlar.24
askerlik hizmetine yaramayacak hale getirmek suçu da sırf askeri suç niteliğini
taşımaktadır. ERMAN, s. 154. Ancak gerek AsCK’nın 192’nci maddesi ve
gerekse Askeri Yargıtay kararları incelendiğinde, bu suçun henüz askerlik
yükümlülüğü başlamamış sivil kişiler tarafından da işlenmesi mümkün olduğu
için, sırf askeri suç sayılması mümkün olamamaktadır. Askeri Yargıtay Daireler
Kurulunun 4 Nisan 1996 tarih ve E. 576-K. 569 sayılı kararında da aynı sonuca
ulaşılmıştır.
23
Ibid., s. 152.
24
Abdullah KAYA, “Askeri Ceza Yargısı,” Diyarbakır Barosu Dergisi, Yıl
1998, Sayı 1, s. 23.
XXV
Buna karşılık iffetsiz bir kadınla evlenmek, nikâhsız karı koca
gibi yaşamak (AsCK m. 153), askerlikten firar (AsCK m. 66), kendini
askerliğe yaramayacak hale getirmek (AsCK m. 79), bir gemi veya uçağı
veya müstahkem mevkii düşmana teslim etmek, itaatsizlik (DMK m. 48)
ve itaatsizlikte ısrar (AsCK m. 87) gibi fiiller yalnızca asker kişiler
tarafından işlenebildiklerinden, TCK’da bu fiillere benzeyen, bu suçların
unsurlarından hiç olmazsa bir kısmını taşıyan suçlara rastlamak mümkün
değildir.25 Bu sebeple, bu gibi fiiller sırf askeri suç sayılmaktadır.
VI- SIRF ASKERİ SUÇLARDA KARŞILIKLIK İLKESİNİN
GEÇERLİ OLMASI
AsCK’nın 6’ncı maddesine göre, yabancı müttefik asker kişilerine
karşı işlenen suçun Türk asker kişisi aleyhine işlenmiş sayılabilmesi için,
mukabele bilmisil sözleşmesinin mevcut olması, yani karşılıklı
uygulamanın bulunması şarttır. Böylece, mülkilik ilkesinin geçerli
olduğu TCK’ya göre, şahsilik ilkesi uygulanmakta olan AsCK’nın
önemli bir özelliği ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Sırf askeri suçun unsurlarının dışında kalan hususlardan birisi,
cezalandırılabilme şartlarıdır. Bilindiği üzere, “cezalandırılabilme
şartları,” suçun bütün unsurlarıyla tamamlanmış olmasından sonra söz
konusu olan ve failin fiilinden ileri gelmekle beraber, fail tarafından
istenmiş olmasına gerek olmaksızın kendisine yüklenen ve bütün
unsurlarıyla birlikte tamamlanmış olan suçtan dolayı, failin
cezalandırılmasını gerektiren şartlardır.26 Ancak, cezalandırılabilme
şartını taşıyan bir suçtan dolayı, failin bunu istemiş olup olmadığına
ayıca bakılmaz. AsCK’nın 74’üncü maddesinde düzenlenen firara
kalkışanları haber vermeme suçu böyledir.
Yine sırf askeri suçun unsurlarının dışında kalan hususlardan
birisi de, takip veya muhakeme şartlarıdır. Bunların askeri suç teorisi
içindeki rolleri büyüktür. Bilindiği üzere, başlıca takip şartları izin, talep,
karar ve şikâyet olarak sıralanmaktadır.27
Askeri suçlarda şikâyet müessesesi geçerli değildir. Bütün davalar
re’sen açılır ve suçtan zarar gören kimse şikâyetten vazgeçse dahi, fail
cezalandırılır.28 Askeri mahkeme, örneğin emniyeti suiistimal suçundan
25
Aynı doğrultuda bakınız; Derya YAMAN-Murat YAMAN, Askeri Yargı
ve Adli Yargı Arasında Görev Sorunları, Ankara: Seçkin Yayınevi, 2001, s. 91.
26
Ibid., s. 153.
27
Ibid., s. 285.
28
Bu konuda çarpıcı bir örnek, mülga 765 sayılı TCK’nın 423’üncü
maddesinde düzenlenen suça ilişkindir. Yürürlükten kaldırılmadan önce,
XXVI
dolayı TCK’ya göre hüküm verecekse, davaya bakabilmesi için suçtan
zarar gören kimsenin şikâyetini arayacak ve şikâyetten vazgeçme halinde
davanın düşmesine karar verecektir. Buna karşılık, AsCK’ya göre hüküm
verecekse, şikâyetin var olup olmadığına veya geri alınıp alınmadığına
bakmadan hüküm verecektir. Nihayet Anayasanın 145’inci maddesinin
2’nci fıkrası, askeri mahkemelerin sivilleri “ancak özel kanunda
gösterilen
askeri
suçlardan
dolayı”
yargılayabileceklerini
düzenlemektedir.
AsCK izin şartını da kabul etmiş ve düzenlenmiştir. Gerçekten de,
AsCK’nın 48’inci maddesinin B fıkrasında aynen, “askeri kazaya tabi
olup da, Türk Ceza Kanunu mucibince takibi Adliye Vekilinin iznine
bağlı suçlar hakkında, izin Milli Müdafaa Vekili tarafından verilir”
denilmektedir. Bunun anlamı, TCK’ya göre takibi izne bağlı bir suç,
AsCK’da yer alan bu atıf dolayısıyla, askeri suç niteliğini aldığı takdirde,
takibi izne bağlı suç olma niteliği yine saklı kalmakta, ancak izin Adalet
Bakanı tarafından değil, Milli Savunma Bakanı tarafından verilmektedir.
Hatta TCK’ya göre, takibi izne bağlı bulunan bir suça AsCK atıfta
bulunmuş olsa ve atfeden maddede, izin şartından bahsedilmese dahi,
AsCK’nın 48/B maddesindeki genel hüküm gereğince, izin şartı yine
aranacaktır.
VII- SIRF ASKERİ SUÇLARDA İADENİN MÜMKÜN
OLMAMASI
Askeri suç benzerlerinden dolayı suçluların iadesi mümkün
olduğu halde, sırf askeri suçlar bu iadenin dışında bırakılmıştır. Nitekim
18 Kasım 1957 tarihli ve 7376 sayılı kanunla onaylanan ve Avrupa
Konseyince 13 Aralık 1957 tarihinde Paris’te yürürlüğe sokulan Suçların
İadesine Dair Avrupa Sözleşmesi (SİDAS)’nin 4’üncü maddesine göre,
“cezai hukuka göre, suç teşkil etmeyen askeri suçlar dolayısıyla iade,
işbu sözleşmenin tatbik sahası dışındadır”. Maddede kullanılan “cezai
hukuka göre suç teşkil etmeyen” deyimini, “TCK’da kısmen veya
tamamen suç olarak öngörülmeme” şeklinde anlamak gerekmektedir. Sırf
askeri suçların işte bu özelliği, onları askeri suç benzerlerinden ayırmaya
yarayan özelliklerden birisi olmaktadır.29 O halde, SİDAS askeri suç
benzerlerinden dolayı suçluların iadesini kabul ettiği halde, sırf askeri
AsCK’nın 152’nci maddesinin atfıyla askeri suç haline getirilen, mülga 765 sayılı
TCK’nın 423’üncü maddesinde düzenlenen evlenmek vaadiyle kızlık bozma
suçu aslında şikâyete tabi bir suç olmasına rağmen, askeri yargıya dâhil bir
kimse tarafından işlendiğinde, şikâyet şartı aranmamaktaydı.
29
ERMAN, s. 152.
XXVII
suçlarda bunu sözleşme dışı bırakmıştır. Sözleşmeye taraf olan devletler,
böyle bir suçun failini iade etmeye zorlanamamaktadırlar.
Ancak, sırf askeri suçlardan dolayı da suçluların iade edilmesi
gerektiği şeklinde kuvvetli bir fikir akımı belirmiştir. Nitekim 1966
Mayısında Madrit’te düzenlenen Uluslararası Askeri Ceza Hukuku ve
Harp Hukuku Kongresinde, sırf askeri suçlardan dolayı suçluların iade
edilmemesi yolundaki kararın değiştirilmesi gerektiği düşüncesi ileri
sürülmüştür. Ancak firar edip yabancı bir ülkeye sığınan faillerin
fiillerinin askeri suç değil, siyasi suç sayılması ve bu sebeple suçluların
iadesi hükümleri dışında bırakılması gerektiği sonucuna varılmıştır.30
Yine, NATO Kuvvetler Statüsü Sözleşmesi (SOFA)’nin 3’üncü
maddesinin 5’inci fıkrasında, bir sınır dışı etme hükmü yer almış
bulunmaktadır. Buna göre, kabul eden devlet, gönderen devletten bu
devletin uyruğu olan bir kuvvet mensubunu, bir sivil unsuru veya bir
yakınını sınır dışı etmek istediği takdirde, bunu gönderen devlet
makamlarından talep edecektir. Gönderen devlet makamları da, söz
konusu kişinin başka bir ülkeye gönderilmesini sağlayacaklardır. Aynı
şekilde, gönderen devlet de, 21 günden fazla süren bir firar veya izin
tecavüzünü kabul eden devlete bildirecektir.31 Bu durumda, kabul eden
devletin, firar eden kişiyi bulup gönderen devlet makamlarına teslim
etmesi gerekmektedir.
VIII- SIRF ASKERİ SUÇLARIN ERTELEMEYE ENGEL
TEŞKİL ETMEMESİ
Sırf askeri suçlar, kural olarak kasıtlı suçlardır. Bundan başka
AsCK’nın 47’nci maddesinin B ve C bentlerine göre, önceki genel suçtan
dolayı hükümlülüğünün infaz edilmesinden sonra işlenecek olan askeri
suçtan dolayı hükmedilecek cezanın teciline engel olmaması için, birinci
veya ikinci askeri suçun TCK gereğince cezayı gerektiren bir fiil
olmaması gerekmektedir. Öyleyse, söz konusu askeri suç, sırf askeri bir
suç niteliğinde olduğu taktirde, ikinci suçtan dolayı hükmedilen cezanın
tecili mümkün olabilmektedir. Ayrıca, daha önce askeri bir suç
benzerinden dolayı mahkum edilen bir kimse, daha sonra genel bir suç
30
Bu durumda, Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesi (SİDAS)’nin
14/3 maddesinde yer alan iadede özellik prensibi gereğince, genel bir suçtan
dolayı iade edilen bir kimseye isnat edilen suçun niteliği duruşma sırasında
değişerek, askeri bir suç olduğu anlaşılacak olursa, iade eden devletten yeniden
talepte bulunmak gerekecektir.
31
NATO-SOFA m. 3/4.
XXVIII
işleyecek olursa, bu takdirde önceki askeri suçtan dolayı söz konusu olan
kesinleşmiş mahkumiyeti ertelemeye engel teşkil etmeyecektir.
AsCK’nın 47/A maddesinde belirtilen ve tecil edilemeyeceği
hükme bağlanan suçların büyük bir çoğunluğu sırf askeri suç niteliğini
taşımaktadır. Yine, TCK’nın 51’inci maddesine göre sırf askeri suçlar
tekerrüre esas teşkil etmemektedir. Ancak, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun32 6’ncı maddesinin açık hükmü
karşısında, sırf askeri suçların ertelenmesi mümkün olamamaktadır.
IX- SIRF ASKERİ SUÇLARIN TESPİT EDİLMESİNDEKİ
GÜÇLÜKLER
Askeri Yargıtay unsurlarının tamamı veya bir kısmı, TCK’da yer
alan suçlardan bazılarının sırf askeri suç sayılacaklarını kabul ederek, bu
gibi suçlar arasında bir ayırım yapmak yoluna gitmiştir. Buna göre,
unsurları kısmen veya tamamen TCK’da gösterilen bir suç, AsCK’nın
3’üncü bab 5’inci faslında yer alan, “askeri itaat ve inikadı bozan suçlar”
başlığı altında düzenlenmiş ise, sırf askeri suç sayılması gerekecektir.33
Askeri Yargıtayın bu kararına katılmak olanağı bulunmamaktadır. Her
şeyden önce bu gerekçenin hukuki dayanağını bulmak güçtür. Bu
düşünceden yola çıkıldığında, bütün askeri suç benzerlerini sırf askeri
suç saymak gerekecektir.
AsCK’nın 1’inci maddesine göre, kısa hapis cezasını gerektiren
fiiller askeri kabahatlerdir. Kısa hapis cezası, iki çeşit cezayı, yani göz
hapsi ve oda hapsi cezasını içermektedir. Ancak bir askeri kabahat,
AsCK’nın 162’nci maddesinin 1’inci fıkrasının B bendi gereğince, aynı
zamanda disiplin kabahati niteliğini taşıdığı için, böyle bir fiilin
işlenmesi durumunda, cezası askeri mahkemece veya disiplin
mahkemesince tayin olunacağı gibi, disiplin amiri tarafından
verilebilmektedir.34 AsCK’nın 162’nci maddesinin 2’nci fıkrası
gereğince, bu iki yoldan, birini seçme yetkisi, kanundaki deyimiyle,
“disiplin amirinin reyine ve takdirine bağlıdır.” Görüldüğü üzere, askeri
cürümler hakkında ceza mutlaka askeri mahkeme kararıyla verilebildiği
halde, askeri kabahatler hakkında aynı şey söylenememektedir.
32
29 Aralık 2004 tarihli ve 25685 sayılı Resmi Gazete.
33
AsCK’nın 91’inci maddesinde yer alan “üste fiilen taarruz” suçu askeri
itaati bozan bir suç niteliğinde kabul edilmektedir. Ancak, TCK’nın 86’ncı
maddesinde düzenlenen müessir fiil suçuyla hemen hemen aynı unsurları
içeren bu suçun, bu bakımdan sırf askeri suç sayılması mümkün değildir.
34
AsCK m. 18/1-2.
XXIX
AsCK’da askeri cürümler ile askeri kabahatler arasında, nitelik
bakımından kesin bir ayrılık bulunduğu söylenememektedir. Bazı
hallerde, suçu cürüm olarak öngörmüş olan kanun, hafifletici sebeplerin
ve özellikle az vahim halin varlığı halinde aynı suçun kabahat derecesine
gerilemesini de kabul etmiştir.35 Bazen de, esasta kabahat olarak kabul
edilen bir eylem, tekerrürü halinde cürüm sayılmış, hatta hakime aynı
fiili cürüm veya kabahat olarak vasıflandırmak hususunda adeta takdir
yetkisi tanınmıştır36.
Ancak, disiplin suçları, esas olarak askeri kabahatlerden ibaret
bulunmaktadır. Askeri kabahatler bakımından geçerli olan ilkeler disiplin
suçlarına da aynen uygulanmaktadır. Yani, bu suçlardan dolayı
kovuşturma yapılıp mahkeme tarafından failin cezalandırılması, disiplin
amirinin veya teşkilatında disiplin mahkemesi kurulan birlik komutanının
takdirine bırakılmıştır.
Disiplin suçları ile suç niteliğini taşımayan, ancak askeri disipline
aykırı olan disiplin tecavüzleri arasında da bazı farklılıklar
bulunmaktadır. Disiplin suçunun, ister mahkeme kanalıyla olsun, isterse
disiplin amirinin veya birlik komutanının takdirine dayanılarak olsun,
disiplin yoluyla mutlaka bir ceza ile karşılanması gerekli olmaktadır.
Hâlbuki DMK’nın 15’inci maddesinin B bendi gereğince, disiplin
tecavüzünden dolayı, fail hiçbir zaman mahkemeye sevk
edilememektedir. Disiplin tecavüzünde bulunan bir fail, ancak disiplin
yoluyla cezalandırılabilir. Bu durumda bile, disiplin amiri faili
cezalandırmak zorunda değildir. Yani, disiplin tecavüzlerinden dolayı
faili cezalandırmak zorunluluğu bulunmamaktadır.
35
AsCK’da “az vahim hal”in ne olduğu tanımlanmadığı için, önüne gelen
olayda hâkim, bu kavramın yer aldığı fıkralar gereğince uygulama yaparken,
eylemin niteliğine, işleniş derecesine, olayın özelliklerine, işleniş zamanı ve
ağırlığına, ortaya çıkan zararlı sonuca göre, az vahim halin varlığını takdir
edecektir.
36
AsCK’nın 130’uncu maddesinde düzenlenen suç tipi, belki de buna en
güzel örnektir. Söz konusu maddede düzenlenen askeri eşyayı tahrip etmek,
kaybetmek, terk etmek gibi suçlarda, kanun koyucu, kısa hapis ve hapis
cezalarını öngörmüş, ancak hangi durumlarda bunların hangisinin
uygulanacağını belirtmemiştir. Bu durumda, hâkim olayın özelliğine göre,
verilecek cezayı takdir ve tayin edecektir. Ancak, bu madde ile ilgili olarak,
verilecek ceza göz önüne alınmak suretiyle, mahkemenin görevinin tayin
edilmesi esasının ihsası reye yol açabileceği hususunda, haklı eleştirileri içeren
bir çalışma için bakınız; Kemal OYGUR, “353 Sayılı Askeri Mahkemeler
Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununda Yapılan Değişiklik,” Askeri Adalet
Dergisi, Yıl 25, Sayı 99, Ankara 1997, s. 28–45.
XXX
SONUÇ
Henüz kanunlarda yer almamakla birlikte, yerleşik yüksek
mahkeme kararlarında belirtildiği üzere, “sadece asker kişiler tarafından
işlenebilen veya diğer askeri şahıslar tarafından da işlenebileceği
kanunlarla kabul edilen ve unsurları yalnızca AsCK’da yer alan ya da
unsurlarının tamamı ya da bir kısmı TCK’da yer almakla beraber, askeri
itaat ve inkiyatla ilişkili olan suçlar” sırf askerî suç olarak
tanımlanmaktadır. Askeri suç benzerleri sırf askeri suç sayılmamakla
birlikte, yine de AsCK uygulamasını gerekli kılan ve bu itibarla genel suç
kategorisine de girmeyen suçlardır. Bu suçlar gerek AsCK’da ve gerekse
DMK’da özel şekilde öngörülerek cezaları ayrıca tespit edildiği gibi,
AsCK ve DMK tarafından TCK’ya yapılan açık atıf dolayısıyla, bu
kanun tarafından iktibas edilen suçlar da olabilirler.
Askeri suç benzerlerinin ayırıcı nitelikleri ise, asker kişi olmayan
bir kimse tarafından da işlenebilmeleri, askeri bir hizmet veya görevin
ihlalini ifade etmemeleri, bütün veya bir kısım unsurları itibariyle TCK
tarafından öngörülmüş bulunmalarıdır. O halde, AsCK’da ve diğer askeri
kanunlarda, doğrudan doğruya kabul edilen veya atıf dolayısıyla
düzenlenen ve sırf askeri suç kavramına girmeyen suçlar, askeri suç
benzerleri sayılmaktadır.
Bir askeri suç benzerinin bulunabilmesi için, bu suçu kabul etmek
suretiyle korunmak istenen menfaatin askeri bir menfaat olması
zorunludur. Daha önce de belirtildiği üzere, askeri suç benzerlerini, sırf
askeri suçlardan ayırt eden en başta gelen husus, bu suçların hukuki
konusu, yani askeri suçları yaratmakla korunmak istenen menfaattir. Bu
menfaatle, AsCK’da yer alan ya da bu kanun tarafından yapılan atıf
dolayısıyla öngörülen suçtan dolayı cezalandırılan ve siviller tarafından
da işlenebilen bir suçun, askeri suç benzeri olabilmesi için, hukuki
konusunun askeri bir yararın korunması şeklinde belirlenmesi yine de
zorunlu olmaktadır. Ancak, belki de en uygun çözüm şekli, ceza
hukukunda önemli sonuçlar doğuran sırf askeri suçun tanımının
kanunlarda yapılmasıdır.37 Bu bakımdan tasarının konuya ilişkin
düzenlemesi yerinde olmuştur. Tasarıda 20 Haziran 1975 tarihli ve
1975/6-4 sayılı İçtihatları Birleştirme Kurulu Kararı esas alınarak bir
37
Bu sebeple, Anayasa Mahkemesi, 1590 sayılı kanunla AsCK’ya eklenen Ek-2’nci
maddede yer alan “devletin askeri kuvvetlerini tahkir ve tezyif etme” suçunun askerlik
hizmetinin aksatılmadan yerine getirilmesi şeklinde özetlenebilen, askeri yararın ihlal
edilmesi ile doğrudan bir ilgisi bulunmadığını göz önünde tutarak, sözü edilen suçun,
AsCK’da yer almış olmasına rağmen, askeri suç benzeri olmadığına, bizce de haklı
olarak, karar vermiştir. Ibid.
XXXI
tanım yapılmakta ve hangi suçların sırf askerî suç olduğu da tek tek
sayılmaktadır.
Askeri suç benzerleri asker kişiler tarafından olduğu gibi, sivil
kişiler tarafından da işlenebilir. Ancak, sivil kişiler sırf askeri suçları
işleyemezler. Ayrıca, askeri kanunların askerlik yükümlülüğüne tabi
olmayan sivillere uygulanması son derece istisnai nitelik taşımaktadır.
Askerlik yükümlülüğü gereğince, söz konusu olan kurallar sadece asker
kişilere uygulanabilir. Ancak, sırf askeri suçlar sadece asker kişiler
tarafından işlenebilir. Bu sebeple, askeri bir suç benzeri söz konusu
olduğu takdirde, bunun asli faili yine asker kişi olacaktır. Bir sivil kişi,
ancak kanunda açıklık bulunması durumunda askeri suç benzeri bir
eylemin faili olarak kabul edilecektir.
Öyleyse, sırf askeri bir suçun faili münhasıran asker kişi olduğu
gibi, bir askeri suç benzerinin faili de, kural olarak, asker kişidir. Ancak,
o suçu yaratan madde metninde veya diğer bir kanun hükmünde açıklık
bulunduğu takdirde bir sivil kişi askeri suç benzerinin faili
olabilmektedir. Örneğin, AsCK’nın 56’ncı maddesinin G bendinde fail
“vatandaş” veya “yabancı” olarak vasıflandırılmakta, sonuç olarak da bu
askeri suç benzerinin bir sivil tarafından işlenebileceği madde metninde
açıkça yer almış bulunmaktadır. Yine, AsCK’nın 114’üncü maddesinde
düzenlenmiş olan suç, emir veya seyis erini alıp istihdam eden, askerleri
hizmetçilikte veya sair suretlerde çalıştıran kişiyi, bu kişi ister asker
olsun isterse sivil olsun, cezalandırmaktadır. Ayrıca, AsCK’nın Ek 1’inci
maddesinde yer alan fiilin siviller tarafından işlenmesi mümkündür.
İşte bu gibi hallerin dışında, bir askeri suç benzerinin faili yine bir
asker kişi olmaktadır. İstisnaların genişletilerek yorumlanması mümkün
olmadığına ve üstelik TCK’nın 2’nci maddesinde düzenlenen biçimsel
kanunilik ilkesine aykırı düşeceğine göre, bu hallerin dışında yabancı bir
sivil kişinin AsCK’ya ve dolayısıyla askeri mahkemelerin yargı yetkisine
tabi tutulabilmesi mümkün değildir.
XXXII
KAYNAKÇA
Amerika Birleşik Devletlerinde Tatbik Edilen Askeri Ceza ve Askeri Ceza
Usul Kanunu, Genelkurmay Başkanlığı Adli Müşavirliği Yayını, Sayı
68964, Ankara: Genelkurmay Basımevi, 1952.
Askeri Ceza Kanunu Ön Tasarısı, Ankara: Milli Savunma Bakanlığı
Askeri Adalet İşleri Başkanlığı, 2007.
BECCARİA, Cesare, Suçlar ve Cezalar Yahut Beşeriyetin Mecellesi
(Çeviren Muhittin GÖKLÜ), İstanbul 1964.
DÖNMEZER, Sulhi-ERMAN, Sahir, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku,
Cilt I, Onuncu Bası, İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım, 1987.
------, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, Cilt II, Onuncu Bası, İstanbul:
Beta Basım Yayım Dağıtım, 1986.
------, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, Cilt III, Onuncu Bası, İstanbul:
Beta Basım Yayım Dağıtım, 1986.
EREM, Faruk, Ümanist Doktrin Açısından Türk Ceza Hukuku, Genel
Hükümler, Cilt II, 12. Bası, Ankara: Seçkin Yayınevi, 1985.
ERGÜL, Ergin, “Askeri Yargıtay Kararları Işığında Kendini Askeriliğe
Yarmayacak Hale Getirmek Suçu,” Askeri Adalet Dergisi, Yıl 25, Sayı
100, Ankara 1997, s. 31–35.
ERKAN, Hakkı, “Sırf Askeri Suçlar,” Askeri Adalet Dergisi, Ankara
1974, Yıl 18, Sayı 69–70, s. 1–13.
ERMAN, Sahir, Askeri Ceza Hukuku, Umumi Kısım ve Usul, Yeniden
Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş Yedinci Baskı, İstanbul: Üçdal
Neşriyat, 1982.
GÜLSEREN, Fehmi Şener, Askeri Ceza Hukukunda Müessir Fiil Suçları,
yayımlanmamış doktora tezi, İÜSBE, İstanbul 1990.
HAFIZOĞULLARI, Zeki, Ceza Normu, Normatif Bir Yapı Olarak Ceza
Hukuku Düzeni, Ankara: Seçkin Kitapevi, 1987.
HAKKIOĞLU, Uğur İbrahim, “Disiplin Mahkemeleri,” İstanbul Barosu
Dergisi, İstanbul 1972, Cilt 46, Sayı 3-4, s. 243-250.
KAYA, Abdullah, “Askeri Ceza Yargısı,” Diyarbakır Barosu Dergisi,
Yıl 1998, Sayı 1, s. 23-31.
LÜLECİ, Turgut-ÖZBAKAN, Hulusi, Askeri Yargı ile İlgili Kanunlar ve
İçtihatlar, 5 Cilt, Ankara: Milli Savunma Bakanlığı Askeri Adalet İşleri
Başkanlığı Yayınları, 1979.
ODMAN, M.Tevfik, “Düşünceyi Açıklama Bağlamında Halkı
Askerlikten Soğutma Suçu,” Askeri Adalet Dergisi, Yıl 25, Sayı 97,
Ankara 1997, s. 3–21.
XXXIII
OYGUR, Kemal, “353 Sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve
Yargılama Usulü Kanununda Yapılan Değişiklik,” Askeri Adalet Dergisi,
Yıl 25, Sayı 99, Ankara 1997, s. 28–45.
ÖZBAKAN, Hulusi, TSK İç Hizmet Kanunu, Ankara 1987.
------, Askeri Ceza Kanunu, Ankara: İlk-San Matbaası, 1990.
TAŞKIN, Rıfat, Askeri Ceza Kanunu Şerhi, Ankara: Harp Okulu
Basımevi, 1943.
TOROSLU, Nevzat, Cürümlerin Tasnifi Bakımından Suçun Hukuki
Konusu, Ankara 1970.
------, Ceza Hukuku, Ankara: Savaş Kitabevi, 1998.
------, Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara: Savaş Kitabevi, 1998.
YAMAN, Derya-YAMAN, Murat, Askeri Yargı ve Adli Yargı Arasında
Görev Sorunları, Ankara: Seçkin Yayınevi, 2001.
XXXIV
DAİRELER KURULU
VE
DAİRE KARARLARI
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 42
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurul Kararı
E. No. : 2008/83
K. No. : 2008/79
T.
: 1.5.2008
ÖZET
1- Uygulamadaki istikrardan da anlaşılacağı üzere,
ASCK’nın 42’nci maddesindeki tekerrür hükmü, (Aynı
Kanun’un 11-15’inci maddelerinde tarifi yapılan ve ASCK’ya
özgü artırım sebepleri sayılan diğer kavramlarla birlikte)
cezanın tekerrürden dolayı artırılabilmesinin yasal şartlarını
açıklayan bir norm olması sebebiyle de hâlen yürürlüktedir.
2- Sanığın, 20-24 Aralık 2004 tarihleri arasında GATAAnkara Eğitim Hastanesi Psikiyatri Kliniğinde müşahedesi
sonucu düzenlenen 4.4.2005 tarihli adli raporun tartışma
bölümünde, “... sanıkta ‘antisosyal kişilik’ denilen bir
hastalığın olduğu ...” belirtildikten sonra, devamında bunun
bir kişilik yapısı olduğu, “Antisosyal Kişilik yapısında olan
sanığın, suç işleyiş tarzından, olayları yer, zaman ve kişi
belirtmek
suretiyle,
düzgün
cümlelerle
hatırlayıp,
anlatılabilmesinden, dosyada yer alan ifadelerinden olaylar
arasında neden-sonuç ilişkisi kurmak suretiyle amaca uygun
sonuçlara ulaşabilmesinden, kendini mantık kuralları
dahilinde savunabilmesinden, sanığın suçu işlediği tarih
itibariyle şuur ve hareket serbestisini etkileyecek bir ruhsal
hastalık tablosu içerisinde olmadığı ...” şeklinde anlatıp kanaat
bildirilmesi karşısında, sanığın üzerine atılı suçları işlediği
tarihlerde şuur ve hareket serbestisini etkileyecek bir ruhsal
hastalık tablosu içerisinde olmadığı anlaşıldığından, sanığın
ruhsal durumunun ayrıca 5275 sayılı TCK'nın 32/2 maddesi
kapsamına girip girmediği yönünden yeniden adli gözlem
altına alınmasına gerek yoktur.
1
Not Sayfa Numarası 3 olacak
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın, 18.3.2003 tarihinde Edirne
Devlet Hastanesinde geçirdiği duedonum delinmesine bağlı ameliyatla
ilgili evrak örnekleri getirildikten sonra, bu konuda dinlenen uzman
bilirkişinin bildirdiği mütalaanın yeterli olup olmadığına ve askerliğe
elverişlilik durumunun tespiti için sağlık kuruluna çıkarılmasına gerek
bulunup bulunmadığına ilişkindir.
Daire; sanığın geçirdiği ameliyatla ilgili olarak bilirkişi sıfatıyla
dinlenen genel cerrahi uzmanı tabibinin bildirdiği mütalâanın yeterli
olduğunu ve hükümde noksanlık bulunmadığını kabul ederken,
Başsavcılık; dinlenen bilirkişinin, dosya üzerinden yaptığı
değerlendirmeyle, askerliğe elverişlilik durumunun tespiti için sanığın
sağlık kuruluna çıkarılmasına gerek bulunup bulunmadığına dair mütalaa
beyan etmesi gerekirken, askerliğe elverişlidir şeklinde görüşünü
bildirmekle yetkisini aştığını, sanığın suç tarihlerinde askerliğe elverişli
olup olmadığının askerî hastane sağlık kurulundan alınacak raporla
belirlenmesi gerekirken, noksan soruşturmayla hüküm kurulduğunu ileri
sürerek Daire Kararına süresinde itiraz etmiştir.
Dosya içeriğine göre; daha önce işlediği iki ayrı firar suçundan on
beş ay hapis cezasına mahkûm olup, 13.8.1999 tarihinde kesinleşen bu
cezasından dolayı 12.10.1999 tarihinde şartla salıverilen sanığın;
23.10.1999-24.1.2000
29.1.2000-28.3.2000
1.4.2000-06.6.2000
10.6.2000-13.3.2001
12.1.2002-31.7.2002
tarihleri arasında beş kez mükerrer firar eyleminde bulunduğu sübuta
ermekte, esasen bu konuda Daire ile Başsavcılık arasında bir ihtilaf da
bulunmamaktadır.
Beş ayrı mükerrer firar suçundan yargılanan ve son suçunun
temadi bitim tarihi 31.7.2002 olan sanığın; 18.3.2003 tarihinde Edirne
Devlet Hastanesinde duedonum delinmesine bağlı geçirdiği ameliyatla
ilgili tedavi evrakının fotokopileri ve film grafikleri getirtildikten sonra,
bu konuda bilirkişi olarak atanıp dinlenen genel cerrahî uzmanı Tbp.Yb.
C.E.’nin, 1.3.2006 tarihli duruşmada; “dava dosyasını inceledim, sanığın
18.3.2003 tarihinde Edirne Devlet Hastanesinde duodenum delinmesine
bağlı olarak ameliyat edildiği ve ameliyatta ve duodenorafi (primer
sütür)+douglas deranajı ameliyatı olduğu anlaşılmaktadır. TSK Sağlık
2
Yeteneği Yönetmeliğine göre bu rahatsızlık ve buna bağlı olarak
yapılmış olan cerrahi işlem sindirim sistemi hastalıkları başlığı altında
45’inci maddenin A bendinin 5’inci fıkrasında belirtildiği üzere
“fonksiyonel olarak komplikasyon yapmamış. mide veya duodenum’un
peptik ülser ameliyatları (Her türlü vagatomi, piloroplastiler, primer sütür
ve gastroduodenostomi operasyonları)” içerisine girmektedir. Bu nedenle
adı geçen hastanın ameliyat öncesinde bu hastalık bilinmediğinden tam
sağlam, ameliyattan sonraki durumu itibariyle de A 45 F5 maddesi
gereğince de arızalı sağlam olarak değerlendirilip askerliğe elverişli
olduğu kanaati elde edilmiştir.” şeklinde bildirdiği mütalaası, 1.1.2006
tarihinden önce uygulanan MY: 33-2 (A) ve 1.1.2006 tarihinden itibaren
uygulamaya başlanan MY: 33-2(B) sayılı TSK Personelinin Sağlık
Muayene Yönergesi Birinci Bölüm “sağlık kuruluna girmede yöntem
(sağlık kuruluna girme yöntemi)” başlıklı 3/ı madde ve bendinin (2)
No.lu alt bendindeki “... ilgili uzman tabibin sağlık kuruluna
çıkarılmasını uygun gördüğü hastalar, ... sağlık kuruluna çıkarılarak
işlem yapılır ...” şeklindeki düzenlemeye (TSK Sağlık Yeteneği
Yönetmeliğinde 23.12.2004 tarihinde değişiklik yapılırken Yönetmeliğin
hastalık ve arızalar listesinin 45’inci maddesinin A bendinin (diliminin)
5’inci fıkrasında herhangi bir değişiklik yapılmadığı da dikkate
alındığında) uygun olduğu, bilirkişinin bu mütalâasının devamında
sanığın sağlık kuruluna girmesine gerek olmadığına dair görüş ve kanaat
bildirmesi gerekirken “... askerliğe elverişli olduğu ...” şeklinde kanaat
bildirmesi, maksadı aşan bir ifade olup, dosya içersindeki bilgi ve
belgelere ve mevzuata uyumlu bir şekilde sanığı sağlık kuruluna sevk
edip etmeme konusundaki takdir yetkisini ortadan kaldırmadığı sonucuna
varıldığından, başsavcılığın bu konuya yönelik itirazı yerinde
görülmemekle beraber,
I- Kurul üyelerinin bazılarının adli müşahede ile ilgili olarak 5237
sayılı TCK’nın 32/2 maddesi yönünden noksanlık bulunduğunu, bazı
üyelerin de sanık hakkında ASCK'nın 62/2-c maddesi yerine 66/1-a
maddesine göre hüküm kurulması gerektiğini ileri sürmeleri üzerine, bu
konularda itiraza atfen yapılan inceleme ve müzakereler sonucunda;
a- Prof.Dr. Gökhan ORAL’ın “Adlî Tıp ve Ruhsal BozukluklarAdlî Psikiyatrı” adlı incelemesinin 5237 sayılı TCK’nın 32’nci
maddesiyle ilgili kısmında; “... 32’nci maddede tanımlandığı şekilde
burada kişide bir akıl hastalığının mevcut olması tek başına cezai
sorumluluğu etkileyecek ya da ortadan kaldıracak bir şey değildir. Kaldı
ki kanun koyucu “akıl hastalığı” tanımından ne anladığını da tarif
etmemiş ve bunun kararını hekimlere bırakmıştır. Bu gün çeşitli
3
psikiyatrik sınıflamalarında akıl hastalığı olarak tanımlanmış olsa dahi
bir çok psikiyatrik bozukluk cezai sorumluluğu etkileyecek düzeyde bir
hastalık olarak algılanmaz. ciddi akıl hastalıkları olarak bilinen; şizofreni
ve benzeri diğer psikotik bozukluklar, psikotik özellikli duygudurum
bozuklukları gibi gerçeklik sınamasının ağır boyutta bozulduğu hâller,
bilinçte ciddi boyuttaki dalgalanmalar ve bilişsel bozukluklar, seyreden
kronik organik beyin sendromları ve ikinci eksen tanısı olarak orta ve
ağır derecedeki mental retardasyonlar bütün ülkelerdeki uygulamalarda
cezai sorumluluğu ortadan kaldırılabilecek hastalıklar olarak kabul
edilirler. Ağır seyreden bazı itki denetim bozukluklarının (kleptomoni,
promani v.s.), bazı parafililerin (fetişizm gibi) ve saplantı-zorlantı
bozuklukları (obsesif kompulsif bozukluklar) ile hafif derecedeki zeka
geriliklerinin ise cezai sorumluluğu ortadan kaldırmasa bile ceza
indirimine yol açabileceği inanılır.
Lakin, TCK’da belirtildiği gibi bir kişide yukarıda sayılan türden
bir psikiyatrik bozukluğun teşhis edilmiş olması 32’nci maddenin birinci
veya ikinci fıkrasının uygulanması için yeterli değildir. 32’nci maddenin
uygulanabilmesi için:
Kişide akıl hastalığı olarak tanımlanabilecek bir hastalık hâli
tespit edilmesi,
Tespit edilen akıl hastalığının suç tarihinde-anında mevcut
olması,
3- İşlediği eylemin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamaması
veya bu fiille ilgili olarak davranışlarının yönlendirme yeteneğinin
önemli derecede azalmış olması, gerekir.
Bu üç şartın bir arada olmadığı hâllerde “kişide bir akıl hastalığı
saptanmış olsa dahi cezai sorumluluk tamdır. ...” şeklinde yaptığı ilmi
açıklamalar ile,
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 4.5.2006 tarihli, 2006/111108 Esas ve Karar sayılı kararında izah edildiği üzere, öğretide ve
uygulamada antisosyal kişilik örüntüsünün bir akıl hastalığı olmayıp, bir
kişilik yapısı olduğunun kabul edildiği, dikkate alındığında,
Sanığın, 20-24 Aralık 2004 tarihleri arasında GATA-Ankara
Eğitim Hastanesi Psikiyatri Kliniğinde müşahedesi sonucu düzenlenen
4.4.2005 tarihli adli raporun tartışma bölümünde “...sanıkta “antisosyal
kişilik” denilen bir hastalığın olduğu ...” belirtildikten sonra, devamında
bunun bir kişilik yapısı olduğu “antisosyal kişilik yapısında olan sanığın,
suç işleyiş tarzından, olayları yer, zaman ve kişi belirtmek suretiyle,
düzgün cümlelerle hatırlayıp, anlatılabilmesinden, dosyada yer alan
ifadelerinden olaylar arasında neden-sonuç ilişkisi kurmak suretiyle
4
amaca uygun sonuçlara ulaşabilmesinden, kendini mantık kuralları
dahilinde savunabilmesinden, sanığın suçu işlediği tarih itibariyle şuur ve
hareket serbestisini etkileyecek bir ruhsal hastalık tablosu içerisinde
olmadığı ...” şeklinde anlatıp kanaat bildirilmesi, bildirilen bu kanaatin
yukarıda izah edilen açıklamaya ve kabule uygun düşmesi karşısında,
sanığın üzerine atılı suçları işlediği tarihlerde şuur ve hareket serbestisini
etkileyecek bir ruhsal hastalık tablosu içerisinde olmadığı
anlaşıldığından, sanığın ruhsal durumunun ayrıca 5275 sayılı TCK'nın
32/2 maddesi kapsamına girip girmediği yönünden yeniden adli gözlem
altına alınmasına gerek olmadığına, oyçokluğu ile Karar verilmiştir.
b- Mükerrer firar (ve mükerrer izin tecavüzü) suçlarına ilişkin
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 20.10.2005/92-86; 27.10.2005/9994; 5.1.2006/2-2 ve 6.7.2006/144-151 tarihli, Esas ve Karar sayılı
kararlarında yer alan; “... oysa ASCK’nın 42’nci maddesi, tekerrürün bu
kanun yönünden sadece ASCK’da yer alan ve madde metninde cezanın
tekerrür sebebiyle arttırılmasına açıkça imkân veren askerî suçlarla sınırlı
şekilde uygulanabileceğini ortaya koymaktadır.ASCK’nın 42’nci
maddesinde yer alan tekerrür hükmü, bu güne kadar ki yargısal
uygulamalarda sadece madde metninde tekerrür sebebiyle cezanın
artırılacağını öngören (örneğin ASCK’nın 66/2-c, 67/c ve Ek-1’inci)
maddelerindeki suçu ikinci bir kez işleyen kişiler hakkında uygulanmış
olup, ASCK’da düzenlenen diğer suçları tekerrüren işleyenler hakkında
765 sayılı TCK’nın tekerrüre ilişkin hükümlerinin tatbikine cevaz
verilmemiştir. Uygulamadaki istikrardan da anlaşılacağı üzere,
ASCK’nın 42’nci maddesindeki tekerrür hükmü, (aynı Kanun’un 1115’inci maddelerinde tarifi yapılan ve ASCK’ya özgü artırım sebepleri
sayılan diğer kavramlarla birlikte) cezanın tekerrürden dolayı
artırılabilmesinin yasal şartlarını açıklayan bir norm olması sebebiyle de
hâlen yürürlüktedir.
Kaldı ki, 5349 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesi ile 5252 sayılı
Kanuna eklenen geçici 1’inci maddesinde; diğer kanunların 5237 sayılı
TCK’nın Birinci Kitabında yer alan düzenlemelere aykırı hükümlerinin
ilgili kanunlarda gerekli değişiklikler yapılıncaya ve en geç 31.12.2006
tarihine kadar yürürlükte olduğu (5560 sayılı Kanun’un 15’inci maddesi
ile de yürürlüğünün 31.12.2008 tarihine kadar uzatıldığı) açıkça
belirtildiğinden, TCK’nın tekerrür ile ilgili genel hükümlerinden farklı
doğrultuda hukukî yarar ve esasları düzenleyen ASCK’nın 42 ve 66/2-c
maddelerinin, bu yönüyle de hâlen yürürlükte olduğu ve sanığın sabit
görülen eyleminin mükerrer firar suçu kapsamında değerlendirilmesi
gerektiği ...” şeklindeki yerleşmiş uygulamadan ayrılmayı gerektirir açık
5
bir düzenleme yapılmadığından, sanık hakkında mükerrer firar
suçlarından ASCK’nın 66/2-c madde ve bendi gereğince uygulama
yapılmasının hukuka uygun olduğuna, oyçokluğu ile karar verilmiştir.
II- Sanığa atılı olup, sübut bulan eylemlerinin mükerrer firar
suçunu oluşturduğuna, sanığın cezaî ehliyetinin tam ve askerliğe elverişle
olduğuna, bu konuda noksan soruşturma bulunmadığına karar verildikten
sonra, sanık hakkında; temel cezaların alt sınırdan belirlenmesinde,
takdiri indirim hükmünün uygulanmasında, sırf askerî suç niteliğini
taşıyan mükerrer firar suçlarından dolayı tayin edilen hapis cezalarının
tedbire çevrilmemesinde ve ertelenmemesinde bir hukuka aykırılık
bulunmamakla birlikte; Dairedeki temyiz incelemesi sırasında, sanık
hakkında atılı eylemlerinden dolayı temel cezaların, ASCK’nın 66/1-a
madde ve bendine göre tayin edilmesi gerektiği gerekçesiyle mahkûmiyet
hükümlerinin bozulmasına dair karşı oy kullanan Üyenin, daha sonra en
son aşama olan hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusunda
(Temel cezanın belirlenmesinden farklı konuda) oyunu kullanmadığı
anlaşıldığından ve bu durum 353 sayılı Kanun’un Ek-1’inci
maddesindeki genel atıf nedeniyle 5271 sayılı CMK’nın 229/2’nci madde
ve fıkrasının “Mahkeme başkan ve üyelerinden hiçbiri herhangi bir konu
veya sorun üzerinde azınlıkta kaldığını ileri sürerek oylamaya
katılmaktan çekinemez” hükmüne aykırılık teşkil ettiğinden,
Başsavcılığın itirazına atfen ve resen Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin
19.3.2008 tarihli, 2005/875-872 Esas ve Karar sayılı kararının
kaldırılmasına, hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusunda
yeniden görüşme ve oylama yapılmak üzere dava dosyasının anılan Daire
Başkanlığına gönderilmesine ile karar verilmiştir.
6
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 63
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
3’üncü Daire Kararı
E. No. : 2008/2251
K. No. : 2008/2285
T.
: 8.10.2008
ÖZET
Hükümlü hakkında, ASCK’nın 63’üncü maddesinde
yazılı “bakaya” suçundan verilen ve 5530 sayılı Kanun’un
yürürlüğe girdiği 5.10.2006 tarihinden önce, 3.5.2006 tarihinde
kesinleşen (kesin hükme bağlanmış olan) hükümle ilgili olarak
yapılacak her türlü tâli yargılama (muhakeme) ve verilecek
uyarlama kararları konusunda, bu suçu sivil kişiyken işlemiş
olmasına bakılmaksızın, hüküm mahkemesi olan askerî
mahkeme görevli ve yetkili bulunmaktadır.
6’ncı Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 15.11.2005
tarihli, 2005/3122-1069 Esas ve Karar sayılı hükmüyle, S.G.’nin,
6.12.2003-14.4.2004 tarihleri arasında işlediği “bakaya” suçundan
ASCK'nın 63/1-A, 765 sayılı TCK’nın 59/2, 647 sayılı Kanun’un 4 ve
5’inci maddeleri uyarınca, 1.100,00 YTL adlî para cezası ile
cezalandırılmasına ve hükmolunan bu adlî para cezasının sanıktan aylık
eşit beş taksitte tahsiline, taksitlerden birinin zamanında ödenmemesi
hâlinde tamamının tahsil edilmesine karar verilmiştir.
Taraflarca temyiz edilmeyerek 3.5.2006 günü kesinleşen ve
19.7.2006 tarihinde kesinleşme şerhi verilen bu hükmün infazı
aşamasında, Askerî savcılığın 10.3.2008 tarihli yazısıyla, 5271 sayılı
CMK'nın 231’inci maddesinde 5728 sayılı Kanun ile hükümlü lehine
değişiklik yapılmasından sonra, hükmün infazı konusunda tereddüte
düşüldüğü belirtilerek, bu hususta bir karar verilmesinin istenilmesi
üzerine, 6’ncı Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 25.3.2008
tarihli, 2005/3122 Esas ve 2008/366 Karar sayılı duruşmasız işlere ait
kararıyla, suç tarihinde sivil kişi olan hükümlünün işlediği ASCK’nın
63’üncü maddesinde yazılı “bakaya” suçuyla ilgili olarak yargılama
görevinin, 353 sayılı Kanun’da 5.10.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5530
sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten sonra adliye mahkemelerine
7
verildiği belirtilerek, 353 sayılı Kanun’un 9, 10, 13 ve 5728 sayılı
Kanun’un geçici 2’nci maddeleri gereğince, Askerî mahkemenin
görevsizliğine ve hükümlünün mağduriyetine sebep olunmaması
bakımından hükmün infazının durdurulmasına karar verilmiştir.
Bu karara, Askerî savcı tarafından, kesinleşen hükümlerle ilgili
olarak Askerî mahkemenin görevinde bir değişiklik olmadığı, görevsizlik
kararının hukuka aykırı bulunduğu belirtilerek, süresinde itiraz edilmiştir.
Yapılan incelemede;
Hükümlü (Ter.) J.Onb. S.G., askerliğe sevk döneminde, henüz
sivil kişi iken 6.12.2003-14.4.2004 tarihleri arasında işlemiş olduğu
ASCK'nın 63/1-A maddesinde yazılı “bakaya” suçundan 6’ncı Kolordu
Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 15.11.2005 tarihli, 2005/3122-1069
Esas ve Karar sayılı hükmüyle, 1.100,00 YTL adlî para cezasına mahkûm
edilmiş ve bu hüküm taraflarca temyiz edilmeyerek 3.5.2006 tarihinde
kesinleşmiş bulunmaktadır.
353 sayılı Kanun’un, asker olmayan kişilerin askerî
mahkemelerde yargılanmaları konusunu düzenleyen 11/A maddesi
hükmüne göre, ASCK'nın 63’üncü maddesinde yazılı “bakaya” suçunu
işleyen sivil kişilerin davalarına bakma görevi askerî mahkemelere ait
iken, 5.10.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5530 sayılı Kanun ile yapılan
değişiklik ile, asker olmayan kişilerin asker kişilerle müştereken
işledikleri suçlar hariç olmak üzere, barış zamanında askerî
mahkemelerde yargılanmalarına son verilerek 353 sayılı Kanun’un
11’inci maddesi yürürlükten kaldırılmış ve 13’üncü maddesi “Askerî
Ceza Kanun’unun 55, 56, 57, 58, 59, 61, 63, 64, 75, 79, 80, 81, 93, 94,
95, 114 ve 131 inci maddelerinde yazılı suçlar, askerî mahkemelerin
yargı yetkisine tâbi olmayan sivil kişiler tarafından barış zamanında
işlenirse, bu kişilerin yargılanması, adlî yargı mahkemeleri tarafından,
Askerî Ceza Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle yapılır.” şeklinde
yeniden düzenlenmiştir.
353 sayılı Kanun’da 29.6.2006 tarihli ve 5530 sayılı Kanun ile
esaslı değişiklikler yapıldıktan sonra, sivil kişilerin barış zamanında
işlemiş oldukları ASCK’nın 63’üncü maddesinde yazılı “bakaya” suçuyla
ilgili davalara bakma görevi adlî yargı mahkemelerine devredilmiş
olmakla beraber,
353 sayılı Kanun’un 5530/63 sayılı Kanun ile getirilen ek geçici
6’ncı maddesinde “353 sayılı Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve
Yargılama Usulü Kanun’unun, bu kanun ile değiştirilen ve yürürlükten
kaldırılan hükümlerinin, yürürlüğe konulmasına ve uygulanmasına
ilişkin, bu Kanun’un yürürlüğe giriş tarihi (5.10.2006) esas alınarak,
8
23/5/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun’unun Yürürlük
ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunda belirtilen esaslar uygulanır.
Bu Kanun hükümleri, yürürlüğe girdiği tarihten (5.10.2006’dan)
itibaren kesin hükme bağlanmış olanlar hariç, bütün soruşturma ve
kovuşturmalara uygulanır.
...” denildiğinden,
ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun’unun Yürürlük ve
Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un, “Mahkemelerin görevleri”
başlığını taşıyan 4’üncü maddesinin birinci fıkrası da “Ceza Muhakemesi
Kanunu, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren, aşağıdaki maddelerin
hükümleri saklı kalmak üzere, kesin hükme bağlanmış olanlar hariç,
görülmekte olan bütün soruşturma ve kovuşturmalarda uygulanır.”
hükmünü içerdiğinden,
Hükümlü (Ter.) J.Onb. S.G. hakkında ASCK’nın 63’üncü
maddesinde yazılı “bakaya” suçundan verilen ve 5530 sayılı Askerî
Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanunun yürürlüğe girdiği 5.10.2006 tarihinden önce
verilip, 3.5.2006 tarihinde kesinleşen (kesin hükme bağlanmış olan)
hükümle ilgili olarak yapılacak her türlü tâli yargılama (muhakeme) ve
verilecek uyarlama kararları konusunda, bu suçu sivil kişiyken işlemiş
olmasına bakılmaksızın, hüküm mahkemesi olan askerî mahkeme görevli
ve yetkili bulunmaktadır.
Bu itibarla, Askerî mahkemece, hükümlünün ileride
mağduriyetine sebep olunmaması bakımından, hükmün infazının
durdurulmasına karar verilmesinde isabetsizlik görülmemekle beraber,
söz konusu duruşmasız işlere ait Kararın, hukuka aykırı bulunan yalnızca
görevsizlik kararıyla ilgili kısmının kaldırılmasına karar verilmesi
gerekmiştir.
9
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 66/1-b
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/67
K. No. : 2008/62
T.
: 3.4.2008
ÖZET
Sonradan muayene kaydı (SMK) olmaksızın 7.11.2005
tarihinden itibaren verilen 1 ay hava değişimi süresi, MY:33-2
Türk Silahlı Kuvvetleri Personelinin Sağlık Muayeneleri
Yönergesine göre 6.12.2005 günü saat 24.00’de sona erecek
olan sanığın, hava değişimi süresi bitmeden sadece hava
değişimi bedelini almak için 5.12.2005 tarihinde askerlik
şubesine yapmış olduğu başvurunun, sıhhî iznini (Hava
değişimi+yol süresi) kesen ve yükümlünün askerlik şubesi
emrine girmesine neden olan bir davranış olarak kabul
edilemeyeceğinden, eylemi izin (Hava değişimi tecavüzü)
suçunu oluşturmaktadır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın sabit görülen eyleminin izin
(Hava değişimi tecavüzü) suçunu mu, yoksa firar suçunu mu oluşturacağı
konusuna ilişkindir.
Daire; hava değişimi süresi devam ederken bedel parasını almak
için askerlik şubesine başvurmasının ve bir yazı ile kıt’asına sevk
edilmesinin sanığın durumunda değişiklik yapmadığını ve bu durumda
sanığın askerlik şubesinin emrine girdiğinin kabul edilemeyeceğini ve bu
itibarla sanığın eyleminin izin (Hava değişimi) tecavüzü suçunu
oluşturduğunu kabul ederken;
Başsavcılık; sanığın, henüz hava değişimi süresi sona ermeden
önce askerlik şubesine başvurarak hava değişimi bedelini talep ettiği ve
hava değişimi bitim tarihi esas alınmak ve yol süresi de verilmek
suretiyle birliğine sevk edildiğinden, buna göre hava değişimi süresi ile
yol süresinin bitiminden itibaren sanığın bulunması gereken yerin, sevk
edildiği birliğinin olduğu, bu itibarla da eyleminin firar suçunu
10
oluşturacağı görüş ve düşüncesiyle Daire kararına süresinde itiraz
etmiştir.
Dosyadaki delillere göre; sanığın, 7.11.2005 tarihinden itibaren
sonradan muayene kaydı olmaksızın 1 ay hava değişimine gönderildiği,
hava değişimi süresi bitmeden 5.12.2005 tarihinde başvurduğu İstanbul
Maltepe Askerlik Şubesi Başkanlığı tarafından 7.12.2005 tarihi itibarıyla
ve 1 gün yol süresi tanınarak birliğine sevk edildiği, dönüş yol süresi
gözetildiğinde 9.12.2005 tarihinde birliğine katılması gerekirken bir süre
gecikip 26.12. 2005 tarihinde birliğine katıldığı maddî olgu olarak sübuta
ermekte olup, esasen bu konuda bir uyuşmazlık da bulunmamaktadır.
Uyuşmazlık konusuna yönelik olarak yapılan incelemede;
Sonradan muayene kaydı (SMK) olmaksızın verilen 1 ay hava değişimi
süresi, MY: 33-2 Türk Silahlı Kuvvetleri Personelinin Sağlık
Muayeneleri Yönergesine göre 6.12.2005 günü saat 24.00’da sona erecek
olan sanığın, hava değişimi süresi bitmeden sadece hava değişimi
bedelini almak için 5.12.2005 tarihinde Askerlik Şubesine yapmış olduğu
başvurunun, Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 22.12.1988, 1988/210165; 31.1.1991, 1991/35-21; 23.5.2002, 2002/46-45; 5’inci D.nin
1.10.1997, 1997/602-596; 10.11.1999, 1999/628-631 ve 1’inci D.nin
26.9.2007, 2007/1886-1943 tarihli ve Esas ve Karar sayılı ilamlarında da
kabul edildiği gibi, sıhhî iznini (Hava değişimi + yol süresi) kesen ve
yükümlünün askerlik şubesi emrine girmesine neden olan bir davranış
olarak kabul edilemeyeceği sonucuna varıldığından; sanığın eylemini izin
(Hava değişimi tecavüzü) olarak değerlendirip vasıflandıran yerel
mahkeme Kararını, aynı yöndeki gerekçe ile hukuka uygun bulan Askerî
Yargıtay 1’inci Dairesinin 12.3.2008 tarihli ve 2008/736-728 Esas ve
Karar sayılı ilamına karşı, Askerî Yargıtay Başsavcılığınca yapılan
itirazın reddine karar verilmiştir.
11
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 66
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/84
K. No. : 2008/84
T.
: 8.5.2008
ÖZET
Her ne kadar izin belgesinde “7 gün+yol” ibaresi yer
almakta ise de, dağıtım izinlerinde ayrıca yol süresi
tanınmayacağı hususunun 1111 sayılı Askerlik Kanunu’nun
77/1’inci maddesinde belirtilmiş olması, Askerî Yargıtayın
yerleşik kararlarının da bu doğrultuda olması, esasen izin
belgesinde iznin sona erme tarihinin 21.2.2007 olarak açıkça
yazılı olması ve sanığın sorgu ve savunmasında, verilen 7
günlük iznin bitim tarihi olan 27.2.2007 tarihinde birliğine
katılması gerektiğini ifade etmesi karşısında, izin belgesinde
yer alan el yazılı “+yol” ibaresinin anlam ve öneminin
kalmadığı kabul edilmiştir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa verilen dağıtım izninde ayrıca
yol süresinin tanınıp tanınmayacağına ilişkindir.
Daire; 1111 sayılı Askerlik Kanun’unun 77’nci maddesi hükmüne
göre Birlik Komutanlığı tarafından dağıtım izinlerinde yol izninin ayrıca
verilebileceği, ancak yol süresi dahil toplam izin süresinin 10 günü
aşamayacağı, Kanun’un açıkça sınırlamadığı bir konuda aleyhe yorum
yapılarak belirtilen nitelikteki izinlerde ayrıca yol süresinin
tanınmayacağının kabul edilmesinin hak ve adalete uygun düşmeyeceği,
bu nedenle, Milli Savunma Bakanlığı yol çizelgesi çerçevesinde sanığa
tanınması gereken 3 günlük yol süresi de dikkate alındığında, sanığın
birliğine 6 gün içinde döndüğünün açık olduğu, sanığın eyleminin 477
sayılı Kanun’un 50/2’nci maddesinde düzenlenen kısa süreli izin süresini
geçirme suçunu oluşturacağı ve bu suç nedeniyle yargılama görevinin
ilgili disiplin mahkemesine ait olduğundan askerî mahkemenin
görevsizliğine karar verilmesi gerekirken, mahkûmiyet kararı
12
verilmesinin hukuka aykırı olduğu yönündeki kabul ve gerekçesi ile
hükmün bozulmasına karar vermiş iken;
Başsavcılık; TSK Erbaş ve Er İşlemleri Yönergesinin (MY: 5213) 4’üncü bölümünün 1’inci kısmında erbaş ve erlere verilecek “kanuni
izinler” başlıklı 1/(b) maddesinin birinci bendinde yer alan, dağıtım
izinlerinin “Yol dahil yedi güne kadar” verilebileceğine dair
düzenlemede “Yol dahil” ibaresi yer aldığından, bu ibareden yol
süresinin bu izinlere mahsuben verilemeyeceği sonucunun doğduğu,
Askerî Yargıtayın istikrar kazanmış kararlarının da bu doğrultuda olduğu,
sorgusunda açıkça izninin 21.2.2007 tarihinde bittiğini bildiğini beyan
ettiğinden, izin belgesinde yer alan 7 gün+yol ibaresinin sanığı
yanılttığının kabul edilemeyeceği, bu nedenle suç tarihlerinin 21.2.200728.2.2007 olarak belirlenmesinde isabetsizlik bulunmadığı, ancak,
sanığın 3.10.2007 tarihli karar duruşmasına katılıp katılmadığı hususunda
mevcut olan çelişki nedeniyle hükmün usule aykırılık teşkil ettiği
belirtilerek, mahkûmiyet hükmünün bozulması gerektiğine dair görüş ve
düşünce ile Daire kararına itiraz etmiştir.
Dosya kapsamına göre, sanığın eğitim birliğindeki acemi
eğitimini tamamlamasının ardından, 14.2.2007 tarihinde 7 gün süreyle
dağıtım iznine gönderildiği, dağıtım olduğu yeni birliğine 28.2.2007
tarihinde kendiliğinden katıldığı anlaşılmaktadır.
Her ne kadar dizi 8’deki izin belgesinde “7 gün+yol” ibaresi yer
almakta ise de, dağıtım izinlerinde ayrıca yol süresi tanınmayacağı
hususunun 1111 sayılı Askerlik Kanun’unun 77/1’inci maddesinde
belirtilmiş olması, Askerî Yargıtayın yerleşik kararlarının da bu
doğrultuda olması (Askerî Yargıtay 1 inci Dairesinin 3.10.2007 tarih ve
2007/2035-2015 E-K; 29.11.2006 tarih ve 2006/1629-1615 E-K;
29.11.2006 tarih ve 2006/1625-1611 E-K; 9.11.2004 tarih ve 2004/11641164 E-K ve Askerî Yargıtay 4 üncü Dairesinin 20.1.2004 tarih ve
2004/66/63 E-K; 27.4.2004 tarih ve 2004/612-608 E-K; 23.12.2002 tarih
ve 2003/1209-1207 E-K. sayılı kararları), esasen izin belgesinde iznin
sona erme tarihinin 21.2.2007 olarak açıkça yazılı olması ve sanığın
sorgu ve savunmasında, verilen 7 günlük iznin bitim tarihi olan
27.2.2007 tarihinde birliğine katılması gerektiğini ifade etmesi
karşısında; izin belgesinde yer alan el yazılı “+yol” ibaresinin anlam ve
öneminin kalmadığı kabul edilmiştir.
Keza, sanığın gerek savunmalarında, gerekse temyizinde;
kendisine ayrıca yol süresi tanındığına dair bir iddia veya açıklamasının
yer almaması nedeniyle bu konuda yanılgıya düştüğü de
söylenemeyecektir.
13
Yine, “izin ve yol süresi tespit tutanağında” bu izninde sanığa yol
mehlinin verilmediğinin belirtilmiş olduğu ve “izin bildirim
çizelgesinde” söz konusu izine ilişkin olarak “yol dahil” ibaresinin yer
aldığı görülmektedir.
Bütün bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde; Askerî
Mahkemece, sanığa atılı izin tecavüzü suçunun 21.2.2007-28.2.2007
tarihleri arasında işlendiğinin kabul edilmesinde bir isabetsizlik
bulunmadığı ve sanığın müsnet suçundan dolayı yargılanmasında Askerî
mahkemenin görevli olduğu sonucuna varıldığından, bu doğrultudaki
Askerî Yargıtay Başsavcılığının itirazının kabulü ile mahkûmiyet
hükmünün suç vasfına bağlı görev yönünden bozulmasına ilişkin Askerî
Yargıtay 1’inci Dairesinin 26.3.2008 tarihli ve 2008/892-892 Esas ve
Karar sayılı kararının kaldırılmasına, temyiz incelemesine devam
edilmek üzere dava dosyasının anılan Daire Başkanlığına gönderilmesine
karar verilmiştir.
14
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 66/1-a
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/100
K. No. : 2008/95
T.
: 29.5.2008
ÖZET
Dağıtım olduğu yeni birliğine verilen 2 günlük yol süresi
sonunda en geç 2.2.2006 tarihinde katılması gereken ve bu
gerekliliği yerine getirmeyerek firar suçunu işlemeye başlayan
sanığın, 21.2.2006 tarihinde saat 20.00 sıralarında devriye
görevi yapan polislerin kendisinden şüphelenerek yaptığı
kimlik kontrolü sırasında ele geçirilerek önce polis karakoluna
götürüldüğü, ardından birliğine sevk edilmek üzere jandarma
görevlilerine teslim edildiği anlaşılmış olup; gerek dosyada yer
alan yakalama tutanaklarının içeriklerinden, gerekse sanığın
sorgu ve savunmalarından, birliğine kendiliğinden dönme kast
ve iradesini taşımadığının anlaşılmakta olması, 21.2.2006
tarihinde kendisini yakalayan polis memurlarının yeminli
beyanlarında, sanığı şüpheli hareketleri üzerine durdurup
kimlik sorduklarını, kendilerine adına tanzim edilmiş ehliyeti
gösterdiğini, ancak ehliyette kazıntı ve silinti olduğunu
gördüklerinden yaptıkları sorgulamada ehliyet numarasının
başkasının üzerine kayıtlı olduğunu, dolayısıyla bu ehliyetin
sanığa ait olmadığını anladıklarını, bunun üzerine sorular
sormaya başladıklarını, bu sorular üzerine sanığın firar
ettiğini söylemesi üzerine kendisini serbest bırakmayıp
karakola götürdüklerini ifade etmiş olmaları karşısında,
sanığın bir suç şüphesi üzerine polis tarafından yakalandığı ve
yakalama öncesinde ve yakalama sırasında kendiliğinden
dönme iradesini ortaya koyacak ve dış âleme yansıyan
herhangi bir davranışının bulunmadığı açıkça anlaşılmakta
olduğundan, bu konuda noksan soruşturma bulunmamaktadır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, sanığın firar eyleminin yakalanma ile
15
sona erip ermediği ve dolayısıyla sanık hakkında ASCK’nın 73’üncü
maddesindeki indirim hükmünün uygulanıp uygulanmaması konusunun
tespitine yönelik noksan soruşturma bulunup bulunmadığına ilişkindir.
Daire; polisin, 21.2.2006 tarihinde devriye görevi sırasında
durumundan şüphelenerek ele geçirdiği ve GBT sorgusunda aranmadığı
belirlenen sanığın, kendiliğinden polise asker olduğunu söylemiş olduğu
hususu gözetilerek, öncelikle sanığın polise asker olduğunu söylememesi
hâlinde hakkında ne gibi bir işlem yapılacağının sorulması, keza sanığın
üzerinde ele geçirilen sahte ehliyetnameden dolayı hakkında ne gibi bir
işlem yapıldığının, iddianame ile dava açılıp açılmadığının araştırılması,
ilgili Cumhuriyet başsavcılığınca hakkında işlem yapılmış olup
olmadığına göre, serbest bırakılıp bırakılmayacağının, sanıkla ilgili
tutanağı düzenleyen emniyet biriminden sorulup, gelecek cevaba göre
değerlendirme yapılması ve sanığın dehâlet iradesinin buna göre ortaya
konulmasının gerektiği gerekçesiyle sanık hakkındaki mahkûmiyet
hükmünün noksan soruşturma yönünden bozulmasına karar vermiş iken;
Başsavcılık; sanığın birliğine katılma iradesi ile hareket ettiğini
ortaya koyan ve dış âleme yansıyan hiçbir tutum ve davranışının
bulunmaması karşısında hakkında ASCK’nın 73’üncü maddesinin
uygulanamayacağına ve bu yönde noksan soruşturma bulunmadığına dair
görüş ve düşünce ile Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
Uyum ve Kararlılık gösteren Askerî Yargıtay kararlarında
benimsendiği gibi, şekli ve mütemadi suçlardan olan firar suçlarında
temadi, ya iradî veya gayri iradî olarak sona erer. Temadinin iradî olarak
sona erdiğinin kabulü için, ilgilinin firar durumuna kendi serbest iradesi
ile son vermesi, yani kendiliğinden birliğine dönmesi veya bir askerî
birliğe veya resmî bir kuruluşa müracaat etmesi gerekmektedir.
Uygulamada birliğine veya resmî bir makama henüz teslim olmamakla
birlikte, failin kıt’asına dönmek veya teslim olmak istediği dış âleme
yansıyan davranışlarından anlaşılabiliyorsa, bu hâlde dahi birliğine
dönme kastının varlığı kabul edilmektedir.
Dava konusu olayda, dağıtım olduğu yeni birliğine verilen 2 günlük
yol süresi sonunda en geç 2.2.2006 tarihinde katılması gereken ve bu
gerekliliği yerine getirmeyerek firar suçunu işlemeye başlayan sanığın,
21.2.2006 tarihinde saat 20.00 sıralarında devriye görevi yapan polislerin
kendisinden şüphelenerek yaptığı kimlik kontrolü sırasında ele
geçirilerek önce polis karakoluna götürüldüğü, ardından birliğine sevk
edilmek üzere jandarma görevlilerine teslim edildiği anlaşılmış olup;
Gerek dosyada yer alan yakalama tutanaklarının içeriklerinden,
gerekse sanığın sorgu ve savunmalarından, sanığın birliğine
16
kendiliğinden dönme kast ve iradesini taşımadığının anlaşılmakta olması,
21.2.2006 tarihinde kendisini yakalayan polis memurları H.A. ve
İ.U.’nun yeminli beyanlarında, sanığı Doğuşkent Atatürk Caddesi
üzerinde şüpheli hareketleri üzerine durdurup kimlik sorduklarını,
kendilerine adına tanzim edilmiş ehliyeti gösterdiğini, ancak ehliyette
kazıntı ve silinti olduğunu gördüklerinden yaptıkları sorgulamada ehliyet
numarasının başkasının üzerine kayıtlı olduğunu, dolayısıyla bu ehliyetin
sanığa ait olmadığını anladıklarını, bunun üzerine sorular sormaya
başladıklarını, bu sorular üzerine sanığın firar ettiğini söylemesi üzerine
kendisini serbest bırakmayıp karakola götürdüklerini ifade etmiş olmaları
karşısında, sanığın bir suç şüphesi üzerine polis tarafından yakalandığı ve
yakalama öncesinde ve yakalama sırasında kendiliğinden dönme
iradesini ortaya koyacak ve dış âleme yansıyan herhangi bir davranışının
bulunmadığı açıkça anlaşılmakta olduğundan, bu konuda noksan
soruşturma bulunmadığı sonucuna varılmış ve bu nedenle; Askerî
Yargıtay Başsavcılığının aynı yöndeki görüşünü içeren 7.5.2008 tarihli
ve 2008/2768 (İtiraz: 2008/76) sayılı tebliğnamesi ile yapılan itirazın
kabulüne karar verilmiştir.
17
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 66
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/103
K. No. : 2008/108
T.
: 12.6.2008
ÖZET
Sanığın, izin tecavüzü eylemini sürdürmekte iken,
7.6.2004 tarihinde polisler tarafından annesinin ihbarı üzerine
bir kahvehanede ele geçirilmiş olduğunun “yakalama
tutanağı”ndan açıkça anlaşılması karşısında, daha önce
kendiliğinden birliğine katılma ve teslim olma iradesini ortaya
çıkaran herhangi bir davranışı bulunmayan sanığın ele
geçirilişinin yakalanma suretiyle olduğu, annesinin ihbar etmiş
olması nedeniyle ele geçirilmiş olmasının yakalanma olgusunu
değiştirmediği sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın izin tecavüzü eyleminin
yakalanma ile mi yoksa kendiliğinden katılma iradesi ile mi sona
erdiğinin belirlenmesine yönelik noksan soruşturma bulunup
bulunmadığına ilişkindir.
Daire; dosyadaki ihbar tutanağı,yakalama tutanağı ve gerekse
sanığın savunmalarından, sanığın ele geçirilişinin açıkça yakalanmak
suretiyle olduğunu, annesinin ihbar etmiş olmasının yakalanma olgusunu
değiştirmediğini ve bu konuda noksan soruşturma bulunmadığını kabul
etmiş iken;
Başsavcılık; Sanığın 7.6.2004 günü “Kendi bilgisi dâhilinde
olacak şekilde” annesinin ihbarı neticesi ele geçirilip geçirilmediğinin
kuşkuya yer bırakmayacak bir tarzda ortaya konulmasının temini
bakımından sanık hakkındaki mahkûmiyet hükmünün noksan soruşturma
yönünden bozulması gerektiğini ileri sürerek Daire kararına süresinde
itiraz etmiştir.
Dosyadaki delillere göre; Hatay/Serinyol’da konuşlu birliğinde
temel askerlik eğitimini tamamlayan sanığın, Şırnak/Gülyazı’da konuşlu
birliğine dağıtımı yapılarak, 8.5.2004 tarihinde memleketi olan Balıkesir
18
iline 7 gün dağıtım iznine gönderildiği, birliğinden ayrıldığı saat belli
olmayan sanığın izninin saat 24.00’da başladığının kabulü gerektiği,
dağıtım izni olması nedeniyle yol süresi dahil olan bu izninden, en geç
15.5.2004 günü saat 24.00’a kadar dönerek birliğine katılması gereken
sanığın bu tarihte birliğine dönmediği, bir süre sonra 7.6.2004 günü
Kepsut İlçe Emniyet Müdürlüğünde görevli polisler tarafından annesinin
ihbarı üzerine yakalandığı, nezarete alınan sanığın 17.6.2004 tarihinde
mevcutlu olarak birliğine teslim edildiği anlaşılmaktadır.
Mütemadi suçlardan olan izin tecavüzü suçunda temadi, failin
kıt’asına katılmak, ya da askerî birlik ve kuruma veya resmî makamlara
başvurmak/teslim olmak, yahut yetkili makamlarca yakalanmakla sona
erer. Başka bir deyimle temadi, iradi olarak (Kendiliğinden katılma veya
teslim olma) veya gayri iradî olarak (Yakalanma) sona erer.
ASCK’nın 73’üncü maddesinde, “... Kaçak kaçtığından altı hafta,
seferberlikte bir hafta içinde kendiliğinden gelirse ...” denilmektedir. Bu
maddenin uygulanabilmesi için, failin kendi serbest iradesiyle izin
tecavüzü durumuna son vermesi, kendiliğinden kıt’asına dönmesi veya
bir resmî kuruluşa başvurması gerekmektedir. Uygulamada kıt’asına
veya resmî bir makama henüz teslim olmamakla birlikte, failin kıt’asına
dönmek ya da teslim olmak istediği dış dünyaya yansıyan
davranışlarından anlaşılabiliyorsa ASCK’nın 73’üncü maddesi
hükmünden yararlanabileceği kabul edilmektedir. Kendiliğinden
teslimden söz edebilmek için, failin teslim olmayı istemesi ve bu yöndeki
iradesini gösteren davranışlar sergilemesi zorunludur.
Somut olayda; sanığın, izin tecavüzü eylemini sürdürmekte iken,
7.6.2004 tarihinde Kepsut İlçe Emniyet Müdürlüğünde görevli polisler
tarafından annesinin “7.6.2004 günü saat 16.00 sıralarında Kepsut Polis
Merkezinin 155 Polis İmdat Nolu telefonuna kendisinin asker kaçağı olan
M.C.’nin annesi olduğu ve izine gelen oğlunun izninin bitmesine rağmen
birliğine katılmadığı” şeklindeki ihbarı üzerine Kepsut İlçesinde bir
kahvehanede bulunduğu sırada ele geçirilmiş olduğu “Yakalama
tutanağından” açıkça anlaşılmakta olması karşısında; daha önce
kendiliğinden birliğine katılma ve teslim olma iradesini ortaya çıkaran
herhangi bir davranışı bulunmayan sanığın ele geçirilişinin yakalanma
suretiyle olduğu, Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 23.5.1996 tarihli
ve 1996/81-78 sayılı kararında da kabul edildiği gibi, sanığın annesinin
ihbar etmiş olması nedeniyle ele geçirilmiş olmasının yakalanma
olgusunu değiştirmediği sonucuna varıldığından; Askerî Yargıtay
Başsavcılığının aksi yöndeki görüşünü içeren itirazının reddine karar
verilmiştir.
19
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 66
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/119
K. No. : 2008/117
T.
: 19.6.2008
ÖZET
Sanığın müşahedesi sonucunda düzenlenen, 24.7.2006
tarihli ilk sağlık kurulu raporunda yer alan bulgular ile, bu
bulgulara ve dosyada mevcut diğer bilgilere göre konulan
“İleri derecede antisosyal kişilik bozukluğu” tanısının uyumlu
olması, antisosyal kişilik ve antisosyal kişilik bozukluğunun
gerek öğretide, gerekse yargı kararlarında bir akıl hastalığı
olarak kabul edilmemesi karşısında, sanığın cezai ehliyeti ile
ilgili dosyada mevcut raporların yeterli olduğu, yeniden adli
gözlem altına alınmasına gerek olmadığı sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; Diyarbakır Asker Hastanesi Sağlık
Kurulunun 24.7.2006 tarihli raporu ile “İleri derecede antisosyal kişilik
bozukluğu” tanısı konularak, askerliğe elverişsiz olduğuna karar verilen
sanığın, adli gözlem altına alınarak cezaî ehliyetinin yeniden tespitine
gerek olup olmadığına ilişkindir.
Daire; sanık hakkında düzenlenen sağlık kurulu ve ek sağlık kurulu
raporlarında, cezai ehliyetinin araştırılmadığı, sanığın yeniden adlî
gözlem altına aldırılarak, cezai ehliyetinin tespitine ilişkin ayrıntılı adlî
rapor temin edilip, buna göre hüküm kurulması gerektiği gerekçesiyle
mahkûmiyet hükmünü oyçokluğu ile bozarken,
Başsavcılık; söz konusu raporlarda sanık hakkında konulan “ileri
derecede antisosyal kişilik bozukluğu” tanısının, gerek doktrinde, gerekse
yerleşmiş yargı kararlarında bir akıl hastalığı olmayıp bir kişilik yapısı
olarak kabul edildiğini, bu nedenle sanığın cezai ehliyetinin
araştırılmasına gerek bulunmadığını, ileri sürerek Daire kararına
süresinde itiraz etmiştir.
Birlik komutanlığının sevki üzerine Diyarbakır Asker Hastanesi
Psikiyatri Servisinde 20-24 Temmuz 2006 tarihleri arasında müşahede
20
altında bulundurulan sanık ile ilgili; muayene ve müşahede işlemini
yapan ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı tabip tarafından, “ayakta,
yaşında, çevresine ilgisi normal, öz bakımı iyi, mizacı huzursuz, mimik
ve jestleri huzursuzluk ifade ediyor, sosyabilitesi güven telkin etmez,
konuşma ve ses tonu normal, hareketleri huzursuz, bilinç açık, algı tabii,
yönelim tam, fikir akış hız ve ritmi normal olup amaca varıyor, fikir
içeriği ailevi sorunları üzerinde yoğunlaşmış, bellek tabii, yargılama tam,
duygulanım hafif derecede huzursuzluk tarzında bozulmuştur.
Öyküsünden lise 2’den terk olduğu, düzenli bir işte çalışmadığı, otoriteye
uyum sağlamadığı, çatışmalarının olduğu, alkol ve madde
kullanımlarının olduğu, çevre ve arkadaş ilişkilerini çıkarları
doğrultusunda düzenlediği, geçimini gayri meşru yollardan temin ettiği ...
adli sicil kaydı sorgulamasında ... infaz edilmiş 2 para cezası ve bir
suçtan 5 ay 2 gün hapis cezasının olduğu anlaşıldı, ekteki
müddetnamelerden 2 yıl 1 gün, 3 yıl 9 ay 15 gün, 7 yıl 16 ay 44 gün
suçlarının infaz edildiği, şartla tahliye tarihinin 4.3.2007 olduğu
anlaşıldığı tarzındadır.” şeklinde tespitler yapılıp, uzman tabibin önerisi
üzerine sağlık kurulunun 24.7.2006 tarihli ve 2694 sayılı raporu ile “ileri
derecede antisosyal kişilik bozukluğu” tanısı konarak, sanık hakkında
“17/D/1 askerliğe elverişli değildir” kararı verilmiştir.
Askerî savcının istemi üzerine aynı Hastane Sağlık Kurulunca
düzenlenip 5.1.2007 tarihli yazı ekinde gönderilen 1 No.lu ek raporda da;
“... Şüpheli hakkında Diyarbakır Asker Hastanesinin (24.7.2006/2694
tarih ve sayılı) raporu ile gönderilen dosya ve tıbbi kayıtları
incelenmesinden 7 yıl 16 ay 44 gün hapis cezasından (esrar satmak,
hırsızlık, kasten adam öldürmekten, 2004/365 sayılı Salihli Cumhuriyet
Savcılığının içtima kararı) 4.3.2007 tarihinde tahliye olduğu, Salihli
Cumhuriyet Başsavcılığının 2004/3282 ilamat nolu müddetnamesinden
hırsızlık, esrar satmak suçundan 22.4.2005 tarihinde şartla tahliye
olduğu, 2 yıl 1 gün hapis cezasından 5.6.2004 tarihinde tahliye olduğu
anlaşılmaktadır. Bu çerçevede 3 suçtan infazının ve adam öldürmeye tam
teşebbüs suçundan cezasının infazının, sorulan suç tarihlerinden sonra
olduğu görülmektedir.” şeklinde tespit ve değerlendirme yapıldıktan
sonra, önceki rapordaki tanı tekrar edilip “D/17 F-1 suç tarihlerinde
askerliğe elverişli olup, heyete çıktığı 24.7.2006 tarihinden itibaren
askerliğe elverişli değildir.” kararı verilmiştir.
Her iki raporda da sanığın cezai ehliyeti ile ilgili açık bir
değerlendirme yapılmamış ise de; adli müşahede işlemini yapan uzman
tabibin, sanığın cezai ehliyetine esas alınabilecek hususları da araştırıp,
tespit ettiği bulguları 24.7.2006 tarihli ilk Sağlık Kurulu raporunun ilgili
21
bölümüne yazdıktan sonra, bu bulgulara ilave olarak kesinleşip infaz
edilmiş mahkûmiyet hükümlerini de dikkate alarak, sanık hakkında,
Sağlık Kuruluna “İleri derecede antisosyal kişilik bozukluğu” tanısı
önerisinde bulunmuştur. Bu tespit ve değerlendirmeden, sanığın
antisosyal kişilik yapısında bir kişi olduğu, ancak kesinleşip infaz edilen
hapis cezaları nedeniyle bu kişilik yapısının, TSK SYY’nin Hastalık ve
Arızlar Listesinin 17/D-1 maddesinde “bu fıkraya gireceklerin antisosyal
kişilik tanısı alması, öldürme, öldürmeye teşebbüs, gasp suçlarından en
az bir ağır hapis veya diğer antisosyal eylemlerinden dolayı mahkemeler
tarafından en az üç hapis cezası alması, bu cezaların infazına rağmen
ıslah olmaması, bunların belgelerle tespit edilmesi gerekmektedir.”
şeklinde yapılan tanıma uygun olarak “İleri derecede antisosyal kişilik
bozukluğu” olarak değerlendirildiği anlaşılmaktadır.
Prof.Dr. Gökhan ORAL’ın “Adlî Tıp ve ruhsal bozukluklar-adlî
psikiyatrı” adlı incelemesinin 5237 sayılı TCK'nın 32’nci maddesiyle
ilgili kısmında; “... 32’nci maddede tanımlandığı şekilde burada kişide
bir akıl hastalığının mevcut olması tek başına cezai sorumluluğu
etkileyecek ya da ortadan kaldıracak bir şey değildir. Kaldı ki kanun
koyucu ‘Akıl hastalığı’ tanımından ne anladığını da tarif etmemiş ve
bunun kararını hekimlere bırakmıştır. Bu gün çeşitli psikiyatrik
sınıflamalarında akıl hastalığı olarak tanımlanmış olsa dahi bir çok
psikiyatrik bozukluk cezai sorumluluğu etkileyecek düzeyde bir hastalık
olarak algılanmaz. Ciddi akıl hastalıkları olarak bilinen; şizofreni ve
benzeri diğer psikotik bozukluklar, psikotik özellikli duygu durum
bozuklukları gibi gerçeklik sınamasının ağır boyutta bozulduğu hâller,
bilinçte ciddi boyuttaki dalgalanmalar ve bilişsel bozukluklar, seyreden
kronik organik beyin sendromları ve ikinci eksen tanısı olarak orta ve
ağır derecedeki mental retardasyonlar bütün ülkelerdeki uygulamalarda
cezai sorumluluğu ortadan kaldırılabilecek hastalıklar olarak kabul
edilirler. Ağır seyreden bazı itki denetim bozukluklarının (kleptomoni,
promani v.s.), bazı parafililerin (fetişizm gibi) ve saplantı – zorlantı
bozuklukları (obsesif kompulsif bozukluklar) ile hafif derecedeki zeka
geriliklerinin ise cezai sorumluluğu ortadan kaldırmasa bile ceza
indirimine yol açabileceğine inanılır.
Lakin, TCK’da belirtildiği gibi bir kişide yukarıda sayılan türden
bir psikiyatrik bozukluğun teşhis edilmiş olması 32’nci maddenin birinci
veya ikinci fıkrasının uygulanması için yeterli değildir. 32’nci maddenin
uygulanabilmesi için:
1- Kişide akıl hastalığı olarak tanımlanabilecek bir hastalık hâli
tespit edilmesi,
22
2- Tespit edilen akıl hastalığının suç tarihinde-anında mevcut
olması,
3- İşlediği eylemin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamaması
veya bu fiille ilgili olarak davranışlarının yönlendirme yeteneğinin
önemli derecede azalmış olması,gerekir.
Bu üç şartın bir arada olmadığı hâllerde kişide bir akıl hastalığı
saptanmış olsa dahi cezai sorumluluk tamdır. ...” şeklinde ilmi
açıklamalar yapmış,
13’üncü Adli Tıp Günleri Panelinde, “akıl hastalığı-suç ilişkisi ve
ceza sorumluluğu” tartışılırken de “aslında yeni yasa eskiden yaptığımız
bize sıkıntı uyandıran bir durumu ortadan kaldırıyor. ... kabaca 47’nci
maddedeki asgari düzeyde olacakları 32/2’ye dahil ediyoruz, azami ve bu
civarda olanları da 32/1’de değerlendiriyoruz.” diyerek, 765 sayılı
TCK’nın 47’nci maddesinin 5237 sayılı TCK’nın 32’nci maddesi
yönünden nasıl değerlendireceğini izah etmiştir.
Doç.Hv.Tbp.Alb. A.S., Doç.Tbp.Bnb. A.Ö. ve Tbp.Ütğm. Ö.
U.’nun Askerî Yargıtayın 80’inci Kuruluş Yıldönümü Sempozyumunda
“Antisosyal Kişilik Bozukluğunun Askerliğe Elverişliliği Konusu
Üzerine Bir Araştırma” adlı sundukları bildiride, antisosyal kişiliğin ve
antisosyal kişilik bozukluğunun ego defekti ile ilgisinin bulunmadığını,
salt kişilik yapısı olduğunu anlatmışlardır.
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 4.5.2006/111-108;
1.5.2008/83-79 tarihli Esas ve Karar sayılı kararlarında da, Adlî Tıp ile
ilgili öğretideki görüşlere uygun olarak, antisosyal kişilik ve antisosyal
kişilik bozukluğunun bir akıl hastalığı olmayıp, bir kişilik yapısı olduğu
kabul edilmiştir.
Sanığın müşahedesi sonucunda düzenlenen, 24.7.2006 tarihli ilk
Sağlık Kurulu Raporunda yer alan bulgular ile, bu bulgulara ve dosyada
mevcut diğer bilgilere göre konulan “İleri derecede antisosyal kişilik
bozukluğu” tanısının uyumlu olması, antisosyal kişilik ve antisosyal
kişilik bozukluğunun yukarıda izah edildiği üzere gerek öğretide, gerekse
yargı kararlarında bir akıl hastalığı olarak kabul edilmemesi karşısında,
sanığın cezai ehliyeti ile ilgili dosyada mevcut raporların yeterli olduğu,
yeniden adli gözlem altına alınmasına gerek olmadığı sonucuna
varılmıştır.
Kaldı ki; dosyada sanık hakkında sadece; Samsun 3’üncü Sulh
Ceza Mahkemesinin 25.10.2001/1189-2461 tarihli, E.K. sayılı gerekçeli
hükmü ile hırsızlık suçundan verilen 1 yıl 4 ay 1 gün hapis cezası ile,
Ankara 2 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 17.10.2001/61-156
tarihli, E.K. sayılı gerekçeli hükmü ile esrar içmek suçundan verilen 5 ay
23
25 gün hapis cezasının, infaz edildiğine dair belgelerin bulunduğu,
1.8.2003 tarihinde işlediği silahla yaralama eyleminden dolayı, kasten
adam öldürmeye tam teşebbüs suçundan dava açıldığı, Salihli Ağır Ceza
Mahkemesinde yapılan yargılama sonunda nitelikli silahla yaralama
suçundan 765 sayılı TCK’nın 456/2, 457/1, 59/2, 81/1’inci maddeleri
gereğince 4 yıl 5 ay 10 gün hapis cezası verilip bu kararın 20.9.2004
tarihinde kesinleştiği, 13.11.2006 tarihinde henüz infazının
yapılmadığının bildirildiği anlaşıldığından, Sağlık Kurulu raporlarında
sanık hakkında ileri derecede antisosyal kişilik tanısı konulurken esas
alınan verilerin de hatalı değerlendirildiği görülmektedir.
Açıklanan bu nedenlerle, Başsavcılığın isabetli ve hukuka uygun
bulunan itirazının kabulü ile Askerî Yargıtay 2’nci Dairesinin 22.4.2008
tarihli, 2008/1058-1081 Esas ve Karar sayılı kararının kaldırılmasına,
temyiz incelemesine devam edilmek üzere dava dosyasının 2’nci Daire
Başkanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
24
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 66
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/138
K. No. : 2008/122
T.
: 19.6.2008
ÖZET
Sanığın savunmalarından, askere gelmeden önce birlikte
yaşadığı ve izne gitmeden önce 17.1.2002 tarihinde ölen
anneannesinin evinin talan edildiğine dair mazeretinin, ilk
yargılama sırasında askerî mahkemece ilgili emniyet
müdürlüğünden sorulup, sanığın bu konuda başvurusu
olmadığına dair cevap verilmesi, anneannesinin evini kiraya
veremediği ve para bulamadığı için zamanında birliğine
dönemediği, arkadaşının İngiltere’den gelen annesinin verdiği
yol parası ile birliğine döndüğüne dair mazeretinin de, sanığın
bulunduğu yerdeki herhangi bir askerî veya resmî mercie
başvurup yardım isteyerek birliğine dönme iradesini ortaya
koymaması, izinli gittiği Adana’dan, dağıtım olduğu birliğinin
bulunduğu Silopi’ye hareket ederek, Silopi yolu üzerindeki
(örneğin; Şanlıurfa, Kızıltepe veya Cizre’deki) KTM’lerden
birine katılması gerekirken, nüfusa kayıtlı olduğu Elazığ’a
gidip 8’inci Kolordu KTM. K.lığına katılması, Askerî
Yargıtayın bu konuya ilişkin yerleşik kararlarında sanığın
soyut para bulamadığına dair savunmasının geçerli bir
mazeret olarak kabul edilmemesi dikkate alınarak, askerî
mahkemenin direnme gerekçelerinin hukuka uygun ve isabetli
olduğu sonucuna varılmıştır.
Daire ile askerî mahkeme arasında ortaya çıkan ve Daireler
Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın ileri sürdüğü
mazeretlerinin araştırılmasına gerek olup olmadığına ilişkindir.
Daire; sanığın mazeret olarak ileri sürdüğü, anneannesinin evinin
talan edilip edilmediğine, bu evi kiraya veremediği ve zamanında yol
harçlığı temin edemediği için geciktiğine dair mazeretlerinin
25
araştırılmamasını noksan soruşturma olarak kabul edip, mahkûmiyet
hükmünü bozarken,
Askerî Mahkeme; sanığın, anneannesinin evinin talan edildiğine
dair mazeretinin, daha önce Seyhan İlçe Emniyet Müdürlüğünden
sorulup alınan cevapla doğrulanmadığı, sanığın yol parası bulamadığına
dair soyut mazeretinin ise Askerî Yargıtayın yerleşmiş kararlarına göre
kabul edilmediği gerekçesiyle önceki mahkûmiyet kararında direnmiştir.
Dairece, noksan soruşturma olarak kabul edilen sanığın
savunmalarından;
Askere gelmeden önce birlikte yaşadığı ve izne gitmeden önce
17.1.2002 tarihinde ölen anneannesi H.İ.’nin evinin talan edildiğine dair
mazeretinin, ilk yargılama sırasında Askerî mahkemece ilgili Seyhan İlçe
Emniyet Müdürlüğünden sorulup, sanığın bu konuda başvurusu
olmadığına dair cevap verilmesi,
Anneannesinin evini kiraya veremediği ve para bulamadığı için
zamanında birliğine dönemediği, arkadaşı Turgay’ın İngiltere’den gelen
annesinin verdiği 30 Sterlini yol parası yapıp Birliğine döndüğüne dair
mazeretinin de, sanığın bulunduğu yerdeki herhangi bir askerî veya resmî
merciye başvurup yardım isteyerek birliğine dönme iradesini ortaya
koymaması, izinli gittiği Adana’dan, dağıtım olduğu birliğinin bulunduğu
Silopi’ye hareket ederek, Silopi yolu üzerindeki (örneğin; Şanlıurfa,
Kızıltepe veya Cizre’deki) KTM’lerden birine katılması gerekirken,
nüfusa kayıtlı olduğu Elazığ’a gidip 8’inci Kolordu KTM. K.lığına
katılması, Askerî Yargıtayın bu konuya ilişkin yerleşik Kararlarında
sanığın soyut para bulamadığına dair savunmasının geçerli bir mazeret
olarak kabul edilmemesi dikkate alınarak, Askerî mahkemenin direnme
gerekçelerinin hukuka uygun ve isabetli olduğu sonucuna varılmakla
birlikte, hükmün tesis edilmesinden sonra 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe
giren 5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesiyle değişik 5271 sayılı
CMK’nın 231/5-14 madde ve fıkralarında düzenlenen, hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kurumundan sanığın faydalanıp
faydalanamayacağının mahkemesince değerlendirilmesi yönünden
sanığın temyiz istemine atfen ve resen mahkûmiyet hükmünün
bozulmasına karar verilmiştir.
26
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 67
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/195
K. No. : 2008/193
T.
: 27.11.2008
ÖZET
ASCK’nın 67/1-B maddesi, ülke sınırları dışındaki
askerî birlikten ya da görev yerinden firar edilerek, bu
durumda üç günün geçirilmesini yabancı ülkeye firar suçunun
oluşumu için yeterli gördüğünden, firar eden asker kişinin
vatanına yada bir başka ülkeye gitmek amacıyla hareket edip,
etmediği hususunun suçun teşekkülüne herhangi bir tesiri
bulunmamaktadır.
Daire ile askerî mahkeme arasında ortaya çıkan ve Daireler
Kurulunda çözümlenmesi gereken uyuşmazlığın konusu, suç vasfının
tespitine ilişkin bulunmaktadır.
Daire; sanığın sabit görülen eyleminin firar suçunu oluşturduğu
sonucuna varmış iken,
Askerî mahkeme; sübut bulan fiilin yabancı memlekete firar
suçunu oluşturduğunu kabul etmek suretiyle direnme kararı vermiştir.
Kıbrıs’taki birliğinde askerlik hizmetini sürdüren sanık P.Er
E.T.’nin; 4.9.2006 tarihinde birliğini izinsiz terk ettiği, aksi
kanıtlanamayan beyanlarına göre, bir ay kadar Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetinde kaldıktan sonra, bir kamyonun kasasına saklanmak
suretiyle Türkiye’ye geldiği ve nihayetinde 2.3.2007 tarihinde
Eskişehir’de yakalandığı sabit olup, esasen bu konuda herhangi bir
uyuşmazlık bulunmamaktadır.
ASCK’nın yabancı memlekete firar suçunu ve cezasını düzenleyen
67’nci maddesi;
“1- Aşağıda yazılı askerî şahıslar, yabancı memlekete kaçmış
sayılarak üç yıldan beş yıla kadar hapsolunurlar.
A) İzinsiz vatan hudutlarından dışarı çıkan askerî şahıslar
gaybubetleri gününden üç gün sonra;
27
B) Esaret hâli bittikten sonra kasten veya ihmal ile bir kıtaya veya
bir askerî makama hemen müracaat etmeyenler;
C) Vatan hudutları dışarısında bir gemiden, bir tayyareden ayrı
düşüp de bir Türk harp gemisine veya en yakın Türkiye Konsolosluğuna
veya müttefik bir hükümet makamlarına kasten veya ihmal ile müracaat
etmeyenler;
2- Seferberlikte (A) fıkrasındaki mehil bir güne iner.
3- Aşağıda yazılı hâllerde yabancı memlekete firar cezası beş
seneden az olmamak üzere on seneye kadar arttırılır:
A) Suçlu, silah, mühimmat ve bunların teçhizat veya nakil
vasıtalarından ve hayvanlardan birini veya ordu hizmetlerine tahsis
edilen herhangi bir şeyi beraberinde götürmüş ise;
B) Suçlu hizmet yaparken kaçmış ise;
C) Mükerrir ise;
D) Suçlu seferberlikte kaçmış ise;
4- Üçüncü fıkrada yazılı suçlu subay ve askerî memur ise cezanın
azami haddi verilir ...” şeklinde düzenleme içermekte iken,
22.3.2000 tarihli ve 4551 sayılı Kanun’un 14’üncü maddesiyle
yapılan değişiklik sonrasında;
“Aşağıda yazılı fiilleri işleyen asker kişiler, yabancı ülkeye kaçmış
sayılarak üç seneden beş seneye kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar.
A) Herhangi bir nedenle izinli olsa dahi, yabancı ülkeye gitme
müsaadesi bulunmaksızın ülke sınırları dışında üç günü geçirenler,
B) Ülke sınırları dışındaki bir askerî birlik veya görev yerinden,
deniz veya hava aracından kaçıp da bu durumda üç günü geçirenler,
C) Ülke sınırları dışındaki bir askerî birlikten, deniz veya hava
aracından herhangi bir nedenle ayrı düşüp de askerî veya sivil bir Türk
resmî makamına veya müttefik devlet makamlarına özürsüz olarak
müracaat etmeksizin üç günü geçirenler,
D) Harp esiri iken serbest bırakılıp da askerî veya sivil bir Türk
resmî makamına veya müttefik devlet makamlarına teslim olmak üzere
harekete geçme imkânı doğduğu hâlde, özürsüz olarak hareketsiz kalan
ve bu durumda üç günü geçirenler.
Aşağıda yazılı hâllerde beş seneden on seneye kadar hapis cezası
verilir.
A) Fail beraberinde silah, mühimmat, savaş araç veya gerecini
götürmüş ise,
B) Fail hizmet yaparken kaçmış ise,
C) Fail mükerrir ise,
28
Seferberlik ve savaş hâlinde, bu maddede yazılı mehil bir güne
iner. Bu maddedeki suçu seferberlikte işleyenlere yedi seneden, savaş
hâlinde işleyenlere ise on seneden aşağı olmamak üzere ağır hapis cezası
verilir ...” şekline dönüştürülmüştür.
Getirilen değişikliklerle, maddenin 1’inci fıkrasında yer alan suçun
unsurları yeniden düzenlenirken, önceki metinde yer alan A, C ve D
bentlerine yeni unsurlar ve koşullar ilave edilerek bunların muhafazası
sağlanmış, 1’inci fıkraya yeni bir B bendi eklenmiştir.
İkinci fıkrada cezayı ağırlaştırıcı sebepler açıklanmış, son fıkrada
ise seferberlik ve savaş hâllerinde maddenin nasıl uygulanacağı ve
cezanın ne oranda arttırılacağı gösterilmiştir.
Yurtdışında bulunan askerî birlikten, deniz veya hava ulaşım
aracından firar edilmesinin birliğin dayanışma, muharebe, moral ve
motivasyon gücünü olumsuz bir biçimde etkileyebileceğini öngören
Kanun Koyucu, bu yönde ortaya çıkabilecek eğilimleri ve yasal
boşlukları dikkate alarak, ülke sınırları dışındaki askerî birlik ya da görev
yerinden,deniz veya hava aracından firar edilmesini, yurtdışına firar
suçunun özel bir işleniş biçimi olarak düzenlemiştir.
ASCK’nın 67/1-B maddesi, ülke sınırları dışındaki askerî birlikten
ya da görev yerinden firar edilerek, bu durumda üç günün geçirilmesini
yabancı ülkeye firar suçunun oluşumu için yeterli gördüğünden, firar
eden asker kişinin vatanına yada bir başka ülkeye gitmek amacıyla
hareket edip, etmediği hususunun suçun teşekkülüne herhangi bir tesiri
bulunmamaktadır. Nitekim, Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun
13.5.2004 tarihli ve 2004/77-78 sayılı, 27.5.2004 tarihli ve 2004/85-81
sayılı, 1’inci Dairenin 22.11.2006 tarihli ve 2006/1590-1580 sayılı,
8.10.2008 tarihli ve 2008/2536-2544 sayılı, 3’üncü Dairenin 4.2.2003
tarihli ve 2003/157-152 sayılı, 28.12.2007 tarihli ve 2007/2771-2772
sayılı ve 4’üncü Dairenin 18.9.2007 tarihli ve 2007/1432-1373 EsasKarar sayılı ilamları bu doğrultudadır.
İncelenen dosyaya göre, Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup bir
asker olması sebebiyle, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde
konuşlandırılan bir askerî birlikte görev yapan sanık P.Er E.T.’nin,
04.09.2006 tarihinde birliğini izinsiz terkedip, üçüncü günün bitiminde
kıtasına geri dönmeyerek ASCK’nın 67/1-B maddesinin belirlediği
anlamda yurt dışına firar suçunu işlediğinin kabulü gerekmektedir.
Üyelerden Hâk.Alb. E. GENEL, Hâk.Alb. D. GÖKDERE,
Hv.Hâk.Alb. Y. SAYALGI ve Dz.Hâk.Alb. A. Z. LİMAN; sanığın
birliğinden firarını müteakip bir ay kadar Kıbrıs’ta kalması nedeniyle
eyleminin ASCK’nın 67/1-B maddesi gereğince cezalandırılması
29
gerektiğini, doğrudan Türkiye’ye firar etmesi durumunda, ülkesinin
yabancı memleket sayılmaması sebebiyle eylemin firar kapsamında
değerlendirilmesinin Kanun’un madde başlığına da uygun düşeceğini
ileri sürerek, çoğunluk görüşüne farklı nitelikteki bu değerlendirmelerle
katılmışlardır.
Üye Hâk.Alb. A. AKBAL ise; sanığın eyleminin işleniş biçimi
itibarıyla ASCK’nın 66/1-a maddesinde yazılı firar suçunu oluşturduğunu
belirterek çoğunluk görüşüne katılmamıştır.
Sanığın sabit görülen eyleminin yurt dışına firar suçunu
oluşturduğu sonucuna varılmasının ardından, Kurulumuzca tertip olunan
sonuç cezada suç tarihi itibarıyla herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı
sonucuna varılmış, ancak hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren ve
CMK’nın 231’inci maddesinin 5 ve 14’üncü maddelerini değiştiren 5728
sayılı Kanun hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı konusunda
değerlendirme yapılabilmesi amacıyla, mahkûmiyet hükmünün
bozulmasına karar verilmiştir.
30
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 76
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/14
K. No. : 2008/14
T.
: 31.1.2008
ÖZET
ASCK’nın 76/1’inci maddesiyle, 765 sayılı TCK’nın İkinci
Kitabının Dördüncü Bab Yedinci Faslına (Fasıl başlığına) atıf
yapıldığı için, bu atıf, o fasılda yer alan 298 ilâ 307/a maddelerdeki
(Bu maddeler de dâhil) tüm suç ve düzenlemeleri kapsadığından, bu
fasılda düzenlenen suçların tamamı askerî suç kapsamına ve
dolayısıyla askerî mahkemelerin görev alanına girmektedir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın sivil kişi iken işlediği bir
suçtan dolayı askerlik hizmetini yaptığı sırada vicahen tutuklandıktan
sonra, askerî tutukevine kapatılmak üzere götürülürken, gözetiminde
bulunduğu uzman çavuşun dikkatsizliğinden yararlanarak 21.11.2003
tarihinde kaçıp, 28.1.2004 tarihinde yakalanması şeklinde gerçekleşen
eyleminin, ASCK’nın 76/1’inci maddesi kapsamında askerî bir suç
niteliğinde olup olmadığına ilişkindir.
Daire, sanığın bu eyleminin; henüz askerî tutuk evine kapatılmadığı
için, ASCK’nın 76/1’inci maddesi kapsamına girmediği, doğrudan 765
sayılı TCK’nın 298/1’inci maddesinde düzenlenen “Kanun Dairesinde
tutuklandıktan sonra kaçmak” suçunu oluşturduğu, 4.6.2004 tarihinde
askerliğe elverişsiz olduğuna karar verilen sanığın bu suçunun, askerî bir
suç olmaması ve askerî bir suça da bağlı bulunmaması nedeniyle
hakkında görevsizlik kararı verilmesi gerektiği gerekçesiyle mahkûmiyet
hükmünü bozarken,
Başsavcılık, sanığın iddia konusu fiilinin ASCK’nın 76/1’inci
maddesi kapsamına giren askerî bir suç olduğunu, askerliğe elverişsizlik
kararı verilip sanık terhis edilse de askerî mahkemenin bu davaya
bakmaya görevli bulunduğunu ileri sürerek Daire kararına süresinde
itiraz etmiştir.
Bu konudaki yasal düzenlemelere baktığımızda;
31
4551 sayılı Kanun’un 17’nci maddesiyle değişik ASCK’nın 76’ncı
maddesi başlığının ve madde metninin;
“Tutuk evi veya ceza evinden kaçmak veya kaçmaya aracı olmak:
Madde 76 - Askerî tutukevi veya cezaevinden kaçmak veya
kaçmaya aracı olmak suçlarını işleyen asker kişiler hakkında Türk Ceza
Kanun’un İkinci Kitabının Dördüncü Bab Yedinci Faslında yer alan
hükümler uygulanır.
Ancak, askerî ceza ve tutukevlerinden altı gün veya daha fazla süre
ile kaçan asker kişilere verilecek hapis cezası veya asıl cezaya ilâve
olunacak hürriyeti bağlayıcı ceza bir yıldan az olamaz.” şeklinde
düzenlendiği,
Madde gerekçesinde de “Madde ile tutukevi veya cezaevinden
kaçmak ve kaçmaya aracı olmak suçları bakımından, cezanın etkinliğinin
artırılması ve ceza adaletinin sağlanması amacıyla, Türk Ceza
Kanun’unun hükümlerine yollama yapılmaktadır. Ancak bu
düzenlemede, askerî ceza ve tutuk evlerinden altı gün veya daha fazla
süre ile kaçan asker kişilerin fiilleri aynı zamanda firar suçunu
oluşturacağından ve bu suç için Askerî Ceza Kanun’unun 66’ncı
maddesinde öngörülen cezanın asgarî haddi de bir yıl olduğundan,
maddenin ikinci fıkrasında, askerî ceza ve tutuk evinden altı gün veya
daha fazla süre ile kaçan asker kişilere verilecek hapis cezasının veya asıl
cezaya ilâve olunacak hürriyeti bağlayıcı cezanın bir yıldan az
olmayacağı hükme bağlanmıştır.” şeklinde açıklama yapıldığı
görülmektedir.
765 sayılı Türk Ceza Kanun’unun İkinci Kitabının Dördüncü Bab
Yedinci Faslının, “Tevkifhane ve hapishanelerden firar ve firara vesatat”
başlığını taşıdığı, bu Fasıl başlığı altında 298-307/a maddeler arasında
(Bu maddeler de dâhil) tutuklu ve hükümlünün kaçması ve kaçırılmasıyla
ilgili suçların düzenlendiği,
“Tutuklunun kaçması” başlığı altında aynı Kanun’un 298/1’inci
maddesinde de “Bir kimse bir suçtan dolayı kanun Dairesinde
tutuklandıktan sonra kaçarsa iki aydan altı aya kadar hapsolunur.”
şeklinde, sanığa atılı suçun unsurlarının belirlenip, cezasının tespit
edildiği görülmektedir.
765 sayılı Türk Ceza Kanun’unun İkinci Kitabının Dördüncü Bab
Yedinci fasıl başlığı, ASCK’nın 76’ncı maddesinin madde başlığına
günümüz Türkçesine uyum sağlanarak aynen alınmış, ASCK’nın
76/1’inci maddesiyle de 765 sayılı Türk Ceza Kanun’unun söz konusu
Yedinci Faslına, bu faslın başlığı tekrarlanmak suretiyle aynı şekilde atıf
yapılmıştır. ASCK’nın 76/1’inci maddesiyle 765 sayılı TCK’nın İkinci
32
Kitabının Dördüncü Bab Yedinci Faslına (Fasıl başlığına) atıf yapıldığı
için, bu atıf, o fasılda yer alan 298 ila 307/a maddelerdeki (Bu
maddelerde dâhil) tüm suç ve düzenlemeleri kapsadığından, bu fasılda
düzenlenen suçların tamamının askerî suç kapsamına girdiği sonucuna
varılmıştır. Bu kabul tarzı ASCK’nın 76’ncı maddesinin gerekçesine de
uygun düşmektedir.
Nitekim, Anayasa Mahkemesinin, 8.11.2006 tarihli Resmî
Gazete’de yayımlanan, 25.11.2005 tarihli, 2000/34 Esas ve 2005/91
Karar sayılı kararında, 4551 sayılı Kanun’un bazı maddelerinin sivil
personel yönünden iptaliyle ilgili açılan davada, aynı Kanun’un 17’nci
(ASCK’nın 76’ncı) maddesi incelenirken, “... Dava dilekçesinde, Askerî
Ceza Kanun’unun 76’ncı maddesinde TCK’nın 303’üncü maddesindeki
taksirle tutuklunun kaçmasına sebebiyet vermek suçuna atıf yapılmadığı
ileri sürülmekte ise de, 76’ncı madde de askerî tutuk evi veya ceza
evinden kaçmak veya kaçırmaya aracı olmak suçları bir suç tipi olarak
belirtilip bu konuda 765 sayılı Türk Ceza Kanun’unun İkinci Kitabının
Dördüncü Bab’ının ‘tevkifhane ve hapishaneden firar ve firara vesatat’
başlığını taşıyan ve 298 ila 308’inci maddelerini kapsayan Yedinci
Faslının tek tek maddelerine değil, tümüne göndermede
bulunulduğundan, bu fasıl içerisindeki diğer maddelerle birlikte ...
303’üncü maddeye de atıf yapıldığının kabulü gerekir.” şeklinde
(Anayasanın 153/Son maddesine göre bağlayıcı nitelikte olan) bir
değerlendirme ve kabule yer verildiği görülmektedir.
Keza, Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun benzer bir olayla ilgili
olan 14.2.2002/16-16 tarihli, Esas ve Karar sayılı kararında, sanığın aynı
şekildeki eyleminin, 4551 sayılı Kanunla değişik ASCK’nın 76’ncı
maddesindeki atıf nedeniyle 765 sayılı TCK'nın 298’inci maddesinde
yazılı “Tutuklu iken kaçmak” suçunu oluşturduğu kabul edilmiştir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanun’un Yürürlük ve Uygulama Şekli
Hakkında Kanun’un (5252 sayılı Kanun’un) 3’üncü maddesinin;
1’inci fıkrasında “Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan (765 sayılı)
Türk Ceza Kanun’una yapılan yollamalar, 5237 sayılı Türk Ceza
Kanun’unda bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelere yapılmış
sayılır.”
2’nci fıkrasında “Mevzuatta, yürürlükten kaldırılmış Türk Ceza
Kanun’unun kitap, bab ve fasıllarına yapılmış olan yollamalar, o kitap,
bab ve fasıl içinde yer almış hükümlerin karşılığını oluşturan 5237 sayılı
Türk Ceza Kanun’unun maddelerine yapılmış sayılır.” şeklinde
düzenlemelere yer verilmesi nedeniyle, ASCK’nın 76’ncı maddesindeki
atıf bu gün içinde geçerliğini korumaktadır.
33
Açıklanan nedenlerle; Askerî Yargıtay Başsavcılığının itirazının
kabulü ile, askerî mahkemece sanık hakkında atılı suçtan tesis edilen
mahkûmiyet hükmünün, suç vasfına bağlı (Askerî suç niteliğinde
olmadığı gerekçesiyle) görev noktasından bozulmasına ilişkin Askerî
Yargıtay 4’üncü Dairesinin 11.12.2007 tarihli, 2007/2001-1996 Esas ve
Karar sayılı kararı isabetli bulunmadığından kaldırılmasına, temyiz
incelemesine devam edilmek üzere dava dosyasının Daireye
gönderilmesine karar verilmiştir.
34
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 77/1
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E. No. : 2008/574
K. No. : 2008/576
T.
: 25.3.2008
ÖZET
ASCK’nın 77/1’inci maddesinde tanımlanan suç, genel
anlamı ile hürriyeti bağlayıcı ya da hürriyeti kısıtlayıcı bir
cezanın yerine getirilmekte olduğu yerden yetkililerin izni
olmadan uzaklaşmayı ya da ASCK’nın 24’üncü maddesinde
yazılı infaz şartlarını ihlâl etmeyi gerektirmektedir.
Kesinleşmiş ve infaz kabiliyeti kazanmış göz hapsi cezasının
hangi tarihte infaz edileceğinin bu konuda kişisel hazırlıklarını
da yapabilmesi maksadıyla infazın başlanılmadan makul bir
süre önce ilgili kişiye haber verilmesi ve daha sonra tebliğ
edilen günde de cezanın infazının başlatılması gerekirken,
tebligatın infazın başlaması gereken saatten çok sonra
yapılması ve sanığın kendisine bildirilmesi üzerine, mesainin
bitimini müteakip gittiği evinden, derhâl infaz mahâlline
gelerek bahse konu cezanın infazına devam edilmiş olması
karşısında; tesis edilen beraat hükmünün onanmasına karar
verilmiştir.
Askeri mahkemece; sanık hakkında, 9.12.2005 tarihinde, “Göz
hapsi cezası infaz yerini terk etmek” suçunu işlediği iddiasıyla açılan
kamu davasının yargılaması sonucunda; sanığa verilen disiplin cezasının
yok hükmünde olduğu, bu nedenle infaz kabiliyeti bulunmadığı, atılı
suçun oluşmayacağı ayrıca, verilen cezanın infaz başlangıç tarihindeki
belirsizlikler nedeniyle, sanığın suç işleme kastıyla hareket etmediğinin
kabulü ile beraatine karar verilmiştir.
Bu hüküm Askeri savcı tarafından; olayın iddianamede
belirtildiği şekilde gerçekleştiği, cezayı veren J.Tğm. Y.Y.’nin ifadesine
itibar edilmeyerek beraat kararı verilmesinin yerinde olmadığı, hükmün
gerekçesinde çelişki bulunduğu öne sürülerek, sanık aleyhine temyiz
edilmiştir.
35
Yapılan incelemede;
İzmir/Ödemiş İlçe J.K. J.Yzb. B.Y. tarafından, aynı Birlikte görev
yapan sanık J.Üçvş. M.K.’ye aşırı borçlanma konusunda daha önce de
ikaz edilmesine rağmen, kredi kartı borcunu ödememesi ve maaşına
haciz konması nedeniyle, 3 gün göz hapsi cezası verildiği, cezasının
infazının 9.12.2005 tarihinde, saat 08.00’dan itibaren başladığına ilişkin,
infaz koşullarının da açıklandığı evrakın sanığa, 9.12.2005 günü saat
10.30-11.00 sıralarında imza karşılığı tebliğ edildiği ancak, 17.45’te
yapılan kontrolde evinde olduğu tespit edilen sanığın, derhâl birliğe
çağrıldığı ve söz konusu cezanın infazının tamamlandığı dosya
kapsamındaki kanıtlardan anlaşılmaktadır.
ASCK’nın 77/1’inci maddesinde disiplin amirleri tarafından
verilen göz veya oda hapsi cezalarının çekildiği yeri terk edenler veya
cezanın diğer infaz şartlarını yerine getirmeyenler hakkında yaptırım
öngörülmüştür. Madde ile tanımlanan suç, genel anlamı ile hürriyeti
bağlayıcı ya da hürriyeti kısıtlayıcı bir cezanın yerine getirilmekte olduğu
yerden yetkililerin izni olmadan uzaklaşmayı ya da ASCK’nın 24’üncü
maddesinde yazılı infaz şartlarını ihlâl etmeyi gerektirmektedir.
Somut olayda; sanığın yetkililerden izin almaksızın göz hapsi için
bulunması gereken yeri terk ettiği, bu hususun nöbetçi heyeti tarafından
tespiti üzerine, telefon ile arandığında evinde bulunduğu ve cezasının
infaz edilmekte olduğunun bildirilmesi sonucunda, derhâl birliğine
geldiği ve cezasının infazına devam edilerek, 12.12.2005 tarihinde
bitirildiği hususunda kuşku bulunmadığından, askeri mahkemenin verilen
disiplin cezasının yok hükmünde olduğuna ilişkin kabulü yerinde
bulunmamakla beraber, gerek tanık Uzm.J.Çvş. M.K.’nın; sanık
hakkındaki göz hapsi cezasının tebliğine ilişkin evrakın düzenlenmesinin
olay günü saat 10.30-11.00 sıralarında kendisinden istendiği, evrakları
düzenleyerek ifade almakta olan sanığa imzalattığı, tam olarak okuyup
okumadığının farkında olmadığı yolundaki anlatımları, gerekse de daha
önceden tebliğ olunan ceza Kararında infaz tarihine ilişkin bir açıklığın
bulunmaması beraberce nazara alındığında, kesinleşmiş ve infaz
kabiliyeti kazanmış bir cezanın hangi tarihte infaz edileceğinin bu
konuda kişisel hazırlıklarını da yapabilmesi maksadıyla infazın
başlanılmadan makul bir süre önce ilgili kişiye haber verilmesi ve daha
sonra tebliğ edilen günde de cezanın infazının başlatılması gerekirken,
tebligatın infazın başlaması gereken saatten çok sonra yapılması ve
sanığın kendisine bildirilmesi üzerine, mesainin bitimini müteakip gittiği
evinden, derhâl infaz mahâlline gelerek bahse konu cezanın infazına
devam edilmiş olması karşısında; infazın başlangıç saatinin akşam 8.00
36
olduğunu düşündüğü yolundaki savunmalarının kabul edilebilir ve
hayatın olağan akışına uygun olduğu kanaatine varıldığından, tesis edilen
beraat hükmünün onanmasına karar verilmiştir.
Her ne kadar tebliğnamede, yukarıda açıklandığı şekilde sübuta
erdiğinde kuşku bulunmayan maddî olayda, sanığın “oda hapsi ceza infaz
yerini terk etmek” suçunu işlediğinden bahisle, oda hapsi ceza infaz
yerini terk etmek suçunun oluşabilmesi için, bu ceza nerede, hangi hapis
odasında çekilecek ise, infaz konusunda görevli ve yetkili bulunan
amirlerince, ceza infaz emrinde belirtilen tarih ve saatte bu hapis odasına
kapatılarak ASCK’nın 24/B maddesinde belirtilen şekilde infaz işlemine
başlanılması gerektiği, somut olayda hapis odasına kapatılmayan sanığın,
kendiliğinden gelerek hapis odasına girmesinin beklenilmesi ve yapılan
kontrolde evde olduğunun tespit edilmesi üzerine tutanak
düzenlenmesiyle yetinilmiş olması karşısında atılı suçun unsurları
itibariyle oluşmadığı yolunda görüş ileri sürülmüş ise de, sanığa atılı suç
“Göz hapsi cezası infaz yerini terk etmek” suçu olup, bu suçun oluşması
için, cezanın ASCK’nın 24/A maddesinde belirtilen şekilde infazının
yapılması ve normal mesaiye devam edilmesini müteakip görev
mahâllini terk etmemek suretiyle yerine getirilmesi gerektiğinden
tebliğnamedeki görüşe iştirak edilmemiştir.
37
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 79/1, 50, 51/B
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E. No. : 2008/2127
K. No. : 2008/2229
T.
: 8.10.2008
ÖZET
5237 sayılı TCK’nın 61’inci maddesi çerçevesinde;
teşebbüse dair hükmün, ASCK’nın 50 ve 51/B maddelerinin
tatbikinden sonra uygulanması gerekir.
Askerî mahkemece; sanığın kendini askerliğe elverişsiz hâle
getirmeye teşebbüs suçunu işlediği kabul edilerek, eylemine uyan
ASCK’nın 79/1, 5237 sayılı TCK’nın 61, ASCK’nın 50, 51/B ve 5237
sayılı TCK’nın 62/1’inci maddeleri uyarınca 10 ay 25 gün hapis cezası
ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Hüküm; sanık tarafından, noksan soruşturma ile Karar
verildiğinden bahisle temyiz edilmiştir.
Tebliğnamede; hükmün, askeri mahkemece CMK’nın 231’inci
maddesine göre hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmaması
hususunda değerlendirme yapılması amacıyla bozulması gerektiği
yönünde görüş bildirilmiştir.
Yapılan incelemede; sanığın, 28.8.2005 tarihinde 13.30-15.30
saatleri arasında nizamiye nöbetçisi iken saat 14.15 sularında kendisine
zimmetli olan 67 M 3081 seri numaralı Kaleşnikof marka piyade tüfeğini
tam dolduruş pozisyonuna getirdiği, kurma kolu çekilmesi sesini duyan
şubede görevli diğer askerlerin dışarı çıktığı, Çvş. Y.K.’nın “Ne oldu”
diye yanına yaklaşmaya çalıştığı, sanığın “Komutanı çağırın” diye
bağırdığı, misafirhanede bulunan ve gürültüler üzerine dışarı çıkan
Askerlik Şubesi Başkanı Atğm. M.O.B.’ nin “durun, sakin olun” diyerek
merdivenlerden aşağı inmeye başladığı sırada, sanığın namlunun ucunu
koyduğu sol el avuç içine bir el ateş ettiği ve silahı yere attığı, önce İdil
Devlet Hastanesine, oradan da Şırnak Asker Hastanesine sevk edildiği,
yaralanma sebebiyle elinde kırık olduğu, hayati tehlikesinin bulunmadığı
ve hâlen askerliğe elverişli olduğu, eylemi sebebiyle 85 Ykr hazine
zararının meydana geldiği, bu suretle de müsnet suçu işlediği kabul
38
edilerek kurulan hükümde; usûl, sübut ve vasıf yönlerinden isabetsizlik
bulunmamaktadır.
Ancak, 5237 sayılı TCK’nın 61’nci maddesi çerçevesinde;
teşebbüse dair hükmün, ASCK’nın 50 ve 51/B maddelerinin tatbikinden
sonra uygulanması gerektiğinden, mahkûmiyet hükmünün uygulama
yönünden bozulmasına karar verilmiştir.
Ayrıca, sanığın, CMK’nın, 5728 sayılı Kanunla değişik 231’nci
maddesi hükümlerinden yararlanıp yararlanmayacağı hususunda, askeri
mahkemece değerlendirme yapılması açısından da hükmün bozulmasına
karar vermek gerekmiştir.
39
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 82/2
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/5
K. No. : 2008/5
T.
: 3.1.2008
ÖZET
Sanığın, mağduru itmek suretiyle işlediği üste fiilen
taarruz suçunun, olay yeri yakınında bulunan askerlerin araya
girerek sona erdirilmesini müteakip, kendisinin mağdurdan
uzaklaştırıldığı sırada, hakaret teşkil eden sözlerinin devamı
olarak söylediği “Dünya anamı sinkaf etse de seni
öldüreceğim” şeklindeki sözlerin, olayın cereyan tarzı ile
TCK'nın 106’ncı maddesinin gerekçesi ile Yargıtay ve Askerî
Yargıtay kararları birlikte dikkate alındığında; olayın
bütünlüğü içerisinde sanığın sarf ettiği bu sözlerin fevren
söylenen sözler olarak değerlendirilmesi gerektiği, ayrıca
tehdit suçunun oluşması için aranan “tehdit sonucu mağdurun
Karar verme ve hareket etme hürriyetinin ihlali”nin de söz
konusu olmadığı, sanığın, olayın cereyan tarzı içerisinde son
olarak fevren söylediği “... Seni öldüreceğim ...” şeklindeki
sözün, objektif ölçülere göre, sanığın bu sözünü fiilen
gerçekleştireceğine dair, mağdur üzerinde ciddî bir korku ve
endişe yaratmaya elverişli ve yeterli olmadığından, üstü tehdit
suçunun unsurları itibariyle oluşmadığı.
Dosya içeriğinden; sanığın, 24.7.2005 günü saat 22.45 civarında,
aynı gece için yazılan 00.00-02.00 nöbetinin değiştirilmesi istemini kabul
etmeyen Uzm.J.Çvş. B.U. ile önce tartıştığı, ardından her ikisinin
birbirini ittirdiği, gürültü üzerine olay yerinde gelen tanıklar Er H.T., Er
S.Ş. ve Er T.K.’nın araya girip kendilerini ayırdığı sırada sanığın, “Sen
benim anama küfür edemezsin, orospu çocuğu, dünya anamı sinkaf etse
de ben seni öldüreceğim” şeklindeki sözleri söylediği, maddî olay olarak
sübut bulmakta, Esasen bu konuda ihtilâf da bulunmamaktadır.
Sanığın; mağduru itmek suretiyle işlediği üste fiilen taarruz
suçundan kurulan mahkûmiyet hükmüyle, mağdura hitaben “...Orospu
40
çocuğu...” demek suretiyle işlediği üste hakaret suçundan kurulan
mahkûmiyet hükmünün onanmasına ilişkin Daire kararına itiraz
edilmemiştir.
Yukarıda aşamaları açıklanan dava nedeniyle Daire ile Başsavcılık
arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca çözümlenmesi gereken
uyuşmazlık; sanığın olayın sonunda sarfettiği “Dünya anamı sinkaf etse
de ben seni öldüreceğim” şeklindeki sözlerin, üstü tehdit suçunu
oluşturup oluşturmadığı konusuna ilişkindir.
Daire; iddia konusu sözlerin ASCK’nın 82/2’nci maddesinin birinci
cümlesi kapsamına giren üstü tehdit suçunu oluşturduğunu kabul
ederken,
Başsavcılık; iddia konusu sözlerin, üste fiilen taarruz suçu ile
organik bütünlük içinde fevren söylendiğini, olayın oluş şekline göre, bu
sözlerin mağdurda ciddî bir korku ve endişe yaratacak boyuta ve ağırlığa
ulaşmadığını, üstü tehdit suçunun unsurlarının oluşmadığını, ileri sürerek
Daire kararına itiraz etmiştir.
Amir veya üstü tehdit suçu; ASCK’nın 82/2’nci madde fıkrasında
“Amir veya üstünü herhangi bir suretle tehdit edenlere, altı aydan iki
seneye kadar hapis cezası verilir. ...” şeklinde düzenlenmiş olup, suç
tarihi (24.7.2005 tarihli) itibariyle, bu suçun unsurlarının belirlenmesi
için 5237 sayılı TCK’nın ilgili hükmünün incelenmesi gerekmektedir.
Tehdit suçu; 5237 sayılı TCK’nın 106/1’inci madde ve fıkrasında
“Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel
dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit
eden kişi altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. ...”
şeklinde tarif edilmiştir.
5237 sayılı TCK’nın 106’ncı maddesinin gerekçesinde;
“Maddeyle, ‘tehdit’ bizatihi suç hâline getirilmiş bulunmaktadır...
Burada tehdidin koruduğu değer, kişilerin huzur ve sükûnudur; böylece
kişilerde bir güvensizlik duygusunun meydana gelmesi engellenmektedir.
Bu nedenle, söz konusu madde ile, insanın kendisine özgü sulh ve
sükûnuna karşı işlenen saldırılar cezalandırılmış olmaktadır. Fakat,
tehdidin bu maddeyle korumak istediği esas değer, kişinin karar verme ve
hareket etme hürriyetidir.
Suçun oluşması bakımından tehdit konusu kötülüğün gerçekleşip
gerçekleşmemesi, önemli değildir. Tehdidin objektif olarak ciddî bir
mahiyet arz etmesi gerekir. Yani istenilenin yerine getirilmemesi hâlinde
tehdit konusu kötülüğün gerçekleşeceği ihtimali objektif olarak mevcut
olmalıdır. Sarf edilen sözler, gerçekleştirilen davranış muhatap alınan
kişi üzerinde ciddî bir korku yaratma açısından sonuç almaya elverişli,
41
yeterli ve uygun değilse, tehdidin oluştuğu ileri sürülemez. Failin söz ve
davranışlarının muhatabı üzerinde ciddî şekilde korku ve endişe
yaratacak uygunluk ve yeterlilik içerip içermediğinin her somut olayda
araştırılması gerekir. Objektif olarak ciddî bir mahiyet arz eden tehdidin
somut olayda muhatabı üzerinde etkili olması şart değildir. Failin de
kendisinin tehdit konusu tecavüzü gerçekleştirilebilecek imkân ve
iktidara sahip olduğu kanaatini karşı tarafta uyandırdığını bilmesi gerekir.
Tehdit hâlinde kişi, tehdit konusu tecavüzün ileride vuku bulacağı
beyanıyla korkutularak, belli bir davranışta bulunmaya zorlanmaktadır,
mecbur edilmektedir. ...” şeklinde bu suçun unsurlarına ve nasıl
oluşacağına dair açıklamalar yapılmıştır.
Mülga 765 sayılı TCK’nın 191/1’inci maddesinde “Bir kimse
kanunda yazılı hâllerin haricinde başkasına, ağır veya haksız bir zarara
uğratacağını bildirerek tehdit ederse...” şeklinde tarif edilen tehdit
suçunun uygulaması ile ilgili olarak, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun
18.2.1991/368-36 tarihli, Esas ve Karar sayılı kararında “...Tehdit
mağduru istenilen bir hareketi yapmaya zorlamak ve onu korkutmak
olduğuna göre, hukuken değerlendirilebilmesi için uygunluk, elverişlilik,
yeterlilik koşulları gerçekleşmelidir. Anî oluşan kavgada kızgınlıkla
söylenen sözlerde bu koşullar gerçekleşmediğinden tehdit suçu
oluşmayacaktır. Söylenmesi için sebep olmayan ve yapılması mümkün
bulunmayan, ancak kızgınlık anında rastgele sarf edilen sözlerde bu
nitelik bulunmamaktadır. Bu itibarla, sanığın basit bir tartışma sırasında
söylediği ‘Seni öldüreceğim, buraya gömeceğim’ sözleri tehdit suçunu
oluşturmamaktadır” denilmiş, daha sonra 1.3.1993/355-39; 5.4.1993/4348, 70; 3.5.1993/4-102, 129 ve 7.11.1995/4-293, 322 tarihli, Esas ve
Karar sayılı kararlarında da aynı görüş tekrarlanmıştır.
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 13.1.2000/30-16 tarihli, Esas
ve Karar sayılı kararında, sanık erin, mağdur asteğmene üste fiilen
taarruzda bulunduğu sırada söylediği “Seni sürdüreceğim” şeklindeki
sözlerin, mağdurda, ciddî bir korku ve endişe yaratması imkânsız olduğu
gibi, bu sözleri bilinçli olarak söylediğinden de bahsedilemeyeceği kabul
edilmiştir.
Askerî Yargıtay 3’üncü Dairesinin 14.9.2006/1217-1210 tarihli,
Esas ve Karar sayılı kararında da, sanığın, üstü durumundaki uzman
çavuşa karşı üste fiilen taarruzda bulunup, olay yerinden uzaklaştırılmaya
çalışılırken söylediği “Bu iş burda bitmez, seninle görüşürüz” şeklindeki
sözlerinin, tehdit kastıyla söylendiği kabul edilemeyeceği gibi, mağdur
üzerinde bir korku meydana getirmeyeceğinden, üstü tehdit suçunun
unsurlarının oluşmadığı kabul edilmiştir.
42
İnceleme konusu somut olayda, sanığın; mağduru itmek suretiyle
işlediği üste fiilen taarruz suçunun, olay yeri yakınında bulunan
askerlerin araya girerek, sona erdirilmesini müteakip, kendisinin
mağdurdan uzaklaştırıldığı sırada, hakaret teşkil eden sözlerinin devamı
olarak söylediği “Dünya anamı sinkaf etse de seni öldüreceğim”
şeklindeki sözlerin, olayın cereyan tarzı ile yukarıda açıklanan TCK’nın
106’ncı maddesinin gerekçesi ile Yargıtay ve Askerî Yargıtay Kararları
birlikte dikkate alındığında; olayın bütünlüğü içerisinde sanığın sarf ettiği
bu sözlerin fevren söylenen sözler olarak değerlendirilmesi gerektiği,
ayrıca tehdit suçunun oluşması için aranan “tehdit sonucu mağdurun
Karar verme ve hareket etme hürriyetinin ihlâli”nin de söz konusu
olmadığı, sanığın, olayın cereyan tarzı içerisinde son olarak fevren
söylediği “... Seni öldüreceğim ...” şeklindeki sözün, objektif ölçülere
göre, sanığın bu sözünü fiilen gerçekleştireceğine dair, mağdur üzerinde
ciddî bir korku ve endişe yaratmaya elverişli ve yeterli olmadığı, nitekim
olayı müteakip mağdurun; tanık S.Ş.’nin beyanına göre, tanıklara hitaben
“Bunu buradan götürün, yoksa öldüreceğim”, tanık H.T.’nin beyanına
göre, sanığa hitaben “Siktir git lan” şeklinde sözler sarf etmiş olmasından
da, sanığın “... Seni öldüreceğim” şeklindeki sözünün, mağdur üzerinde
ciddî, korku ve endişe yaratacak bir tehdit olarak algılanmadığını açıkça
gösterdiği sonucuna ulaşıldığından, sanığa atılı üstü tehdit suçunun
unsurları itibariyle oluşmadığı kabul edilmiştir.
43
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 82/1
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Dair Kararı
E. No. : 2008/2429
K. No. : 2008/2359
T.
: 22.10.2008
ÖZET
Atış alanına gitmek üzere personelin araçlara bindiği,
bir hizmetin ifasına yönelik hazırlık faaliyetlerinin
yürütülmekte olduğu, personelin hizmet için toplanmış
olmadığı, ASCK’nın 14’üncü maddesinin aradığı manada toplu
asker karşısı unsurunun gerçekleşmemiş olması dikkate
alındığında, sanığa isnat olunan eylemin, açıklanan bu hâliyle
477 sayılı Kanun’un 47’nci maddesinde yazılı amire saygısızlık
suçunu oluşturduğu anlaşılmıştır.
Önceki mahkûmiyet hükmünün suç vasfına bağlı olarak görev
yönünden bozulmasına ilişkin Dairemizin 24.10.2007 tarihli ve
2007/1753-1784 Esas ve Karar sayılı ilamına uyan askerî mahkemece;
sanığın, 28.10.2005 tarihinde, 18’er kişiden oluşan iki araçlık hizmet
maksadıyla toplanmış atış yapmaya giden personelin karşısında, amiri
olan Tim Komutanı Astsb.J.Kd.Çvş. İ.A.’ya zorunlu olduğu saygıyı
göstermemek, el kol hareketi yapmak ve yapılan uyarmayı saygı duruşu
ile kabul etmeyip fütursuzca sözler sarf etmek suretiyle toplu asker
karşısında amire saygısızlık suçunu işlediğinden bahisle, ASCK’nın
82/1’inci maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası
açılmış ise de;
Sanığın eyleminin 477 sayılı Kanun’un 47’nci maddesinde
düzenlenen amire saygısızlık suçunu oluşturabileceği anlaşılmakla, 353
sayılı Kanun’un 9, 17, 178’inci maddeleri uyarınca mahkemenin
görevsizliğine, dosyanın görevli ve yetkili olan Tokat J. Bölge
Komutanlığı Disiplin Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
Görevsizlik kararı; Askeri savcı tarafından, suçun sübut bulduğu
ileri sürülerek temyiz edilmiştir.
Sanık müdafii, Askeri savcının sanık aleyhine görevsizlik kararını
temyiz etmesi üzerine, temyize ilişkin beyan ve itirazlarında, görevsizlik
karanının onanması gerektiğini belirtmiştir.
44
Tebliğnamede, görevsizlik karanının onanması gerektiği görüşüne
yer verilmiştir.
Yapılan incelemede; 28.10.2005 tarihinde J.Blg.K.lığı tarafından
yapılacak denetlemeye hazırlık maksadıyla atış yapmak için, sabah
saatlerinde bölük personeli olarak hazır olunması emri verildiği,
Dördüncü Timde görevli sanık J.Uzm.Çvş. T.G.’nin yanlış araca
bindiğinin görülmesi üzerine, Tim Komutanı J.Kd.Çvş. İ.A. tarafından
ikaz edildiği, sanığın lakayt bir şekilde araçtan inerek gösterilen araca
doğru ilerlerken, bu sefer Nöb.Astsb.Uzm.J.Çvş. Ü.K. tarafından, hızlı
hareket etmesi konusunda tekrar ikaz edildiği, ikinci ikaz üzerine, sanık
J.Uzm.Çvş.T.G.’nin “herkes bir şey söylüyor ya” şeklinde yüksek sesle
konuşarak el kol hareketi yaptığı, buna gören Tim Komutanı J.Kd.Çvş.
İ.A.’nın, sanığı “sana verilen emirleri mütalâa etme, esas duruşunu
bozma, askerliğin gerektiği gibi davran” diye ikaz ettiği, bu ikaz üzerine
sanığın binmek üzere olduğu araçtan inerek “ne bağırıyorsun ya, s.k.
ederim atışını, benden iyi yapacak olan var ise ona yaptırın” dediği ve bir
yandan da Tim Komutanı’na doğru yürüdüğü, sonra tekrar dönerek araca
doğru gitmeye başlaması üzerine Tim Komutanı’nın “buraya gel”
ikazlarına aldırış etmeden araca binmeye çalıştığı, bu şekilde oluşan
eyleminde, sanığın, amiri konumunda olduğunu bildiği nöbetçi Tim
Komutanı’na, zorunlu olduğu saygıyı göstermediği, el kol hareketi
yaptığı ve yaptığı uyarmayı saygı duruşu ile kabul etmeyip fütursuzca
sözler sarf ettiği, dosyada mevcut sözlü ve yazılı tüm delillerden
tereddütsüz bir biçimde anlaşılmaktadır.
Somut olayda, atış alanına gitmek üzere personelin araçlara
bindiği, bir hizmetin ifasına yönelik hazırlık faaliyetlerinin yürütülmekte
olduğu, personelin hizmet için toplanmış olmadığı, ASCK’nın 14’üncü
maddesinin aradığı manada toplu asker karşısı unsurunun
gerçekleşmemiş olması dikkate alındığında, sanığa isnat olunan eylemin,
açıklanan bu hâliyle 477 sayılı Kanun’un 47’nci maddesinde amire
saygısızlık suçunu oluşturduğu anlaşıldığından, askeri mahkemece tesis
edilen görevsizlik kararında usul ve esas yönlerinden hukuka aykırılık
bulunmamaktadır.
Askeri savcının sübuta ve göreve yönelik tüm temyiz istemlerinin
kabule değer görülmediğinden reddine, görevsizlik kararının onanmasına
karar verilmiştir.
NOT : Askerî Yargıtay 2’nci Dairesinin 15.10.2008 gün ve
2008/2310-2290 Esas ve Karar sayılı kararı da aynı yöndedir.
45
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 82/2
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Dair Kararı
E. No. : 2008/2164
K. No. : 2008/2553
T.
: 26.11.2008
ÖZET
Sanığın, koğuşa gidip yatması hususunda kendisine emir
vermiş olan nöbetçi astsubayına karşı sarf ettiği “... seni tabur
komutanına şikâyet edeceğim, bu iş burada bitmez, seninle
hesaplaşacağız, hesap vereceksin” şeklindeki sözlerinde
objektif olarak ciddî bir korku ve endişe yaratmaya elverişlilik
ve yeterlilik durumu bulunmadığından, eyleminin 477 sayılı
Kanun’un 47’nci maddesindeki amire saygısızlık suçu yerine
ASCK’nın 82/2’nci maddesindeki amiri tehdit olarak
vasıflandırılması hukuka aykırı görülmüştür.
Askerî mahkemece; sanığın :
a) 21.5.2006 ve 10.9.2006 tarihlerinde iki ayrı emre itaatsizlikte
ısrar suçunu işlediği kabul edilerek ASCK’nın 87/1 (ikinci cümle) ve
TCK’nın 62’nci maddeleri ikişer kez uygulanarak 2’şer ay 15’şer gün
hapis cezaları ile cezalandırılmasına,
b) 10.9.2006 tarihinde amiri tehdit suçunu işlediği kabul edilerek
ASCK’nın 82/2 (ilk cümle) ve TCK’nın 62’nci maddeleri gereğince 5 ay
hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Hükümler; müdafii tarafından sebepleri gösterilerek temyiz
edilmiştir.
Tebliğnamede; emre itaatsizlikte ısrar suçlarından ötürü kurulan
her iki mahkûmiyet hükmünün CMK’nın 231’inci maddesinin uygulanıp
uygulanmayacağının irdelenmesi, amiri tehdit suçundan dolayı verilen
mahkûmiyet hükmünün ise suç vasfına bağlı görev yönünden bozulması
yolunda görüş ve istem bildirilmiştir.
Yapılan incelemede; sanığın:
a) 21.5.2006 tarihinde ot temizleme görevini yarıda bıraktığı, bir
süre sonra koğuşta olduğu görülüp Nöbetçi Subayı Yzb. A.Ş.’ye
götürüldüğü, nöbetçi subayın ot temizleme görevine dönmesi hususunda
46
verdiği emre karşı “... ben psikolojik olarak rahatsızım, bu görevi
yapamam, ne işlem yaparsanız yapın, gidemem” şeklinde yanıt verdiği ve
emre uymadığı,
b) 10.9.2006 tarihinde yat yoklamasına katılmadığı, bir müddet
sonra Nöbetçi Astsubayı Ord.Tek. Bçvş. F.E.’nin yanına geldiği, kahve
içmek istediğini söylediği, Nöbetçi Astsubayı’nın “ortalıkta
dolaşmaması, derhâl koğuşa gidip yatması” yönünde vermiş olduğu emre
karşı “senin emrini filan dinlemiyorum, bana emir veremezsin, seni tabur
komutanına şikâyet edeceğim, bu iş burada bitmez bilesin, seninle
hesaplaşacağız, hesap vereceksin” şeklinde karşılık verdiği
anlaşılmaktadır.
Sanığın ot temizleme görevine dönmesi ve koğuşa gidip yatması
yönünde verilmiş olan her iki emre karşı söz ile ve fiilen karşı geldiğinde
kuşku bulunmayıp her iki emre itaatsizlikte ısrar suçundan dolayı yazılı
olduğu şekilde hükümler kurulmuş ise de; tâbi tutulduğu adlî gözlem
işlemi nedeniyle düzenlenen ve sanığın suç tarihlerinde askerliğe elverişli
ve cezaî ehliyetinin tam olduğunu gösteren sağlık kurulu raporu ve adlî
raporda sanığın adlî sicil kaydının bulunmadığına da dayanıldığı
görülmektedir.
Sanığın anne adı “Nazime” yerine “Nazmiye” olarak yazılıp
celbedilen ve sabıkası olmadığına ilişkin adli sicil kaydının gerçeği
yansıtmaktan uzak olabileceği ortadadır. Nitekim sanığın gasp suçundan
ötürü Bolu Ağır Ceza Mahkemesinin 30.12.2003 tarihli ve 2003/187-188
Esas ve Karar sayılı mahkûmiyet hükmü nedeniyle ceza evinde hükümlü
olarak kaldığına ilişkin Amasya Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün
yazısı da bu kuşkuyu haklı kılmaktadır. Şu hâlde, sanığın kişisel bilgileri
doğru yazılarak getirtilecek adlî sicil kaydı ile anılan Adliye Mahkemesi
hükmü ve infaz belgeleri kapsamında sanığın durumunun incelettirilmesi
yerine noksan ve hatalı bilgi ve belgeler çerçevesinde gerçekleştirilen
adlî gözlem işlemi ile yetinilmesi hukuka aykırı görülmüş ve her iki emre
itaatsizlikte ısrar suçundan dolayı kurulan mahkûmiyet hükümlerinin
noksan soruşturma yönünden ayrı ayrı bozulmasına karar verilmiştir.
Sanığın, koğuşa gidip yatması hususunda kendisine emir vermiş
olan Nöbetçi Astsubayı’na karşı sarfettiği “... seni Tabur Komutanına
şikâyet edeceğim, bu iş burada bitmez, seninle hesaplaşacağız, hesap
vereceksin” şeklindeki sözlerinde objektif olarak ciddî bir korku ve
endişe yaratmaya elverişlilik ve yeterlilik durumu bulunmadığı,
eyleminin 477 sayılı Kanun’un 47’nci maddesindeki amire saygısızlık
suçu yerine ASCK’nın 82/2’nci maddesindeki amiri tehdit olarak
vasıflandırılması hukuka aykırı olduğundan, amiri tehdit suçundan dolayı
47
kurulan mahkûmiyet hükmünün suç vasfına bağlı olarak görev yönünden
bozulmasına karar verilmiştir.
Not: Askeri Yargıtay 2’nci Dairesinin 15.10.2008 gün ve
2008/2310-2290 Esas ve Karar sayılı kararı da aynı yöndedir.
48
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 84
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
1’inci Daire Kararı
E. No. : 2008/2011
K. No. : 2008/2077
T.
: 9.7.2008
ÖZET
ASCK’nın 84’üncü maddesinde sözü edilen şikayet genel
ve mutlak bir anlamda olmayıp, şikayetin, İç Hizmet
Kanununda şikayetler konusunda yapılmış düzenleme ile
sınırlı olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Askerî
Yargıtay içtihatlarıyla; askeri hiyerarşiye dahil olan
makamlara doğru olmadığı bilinen iddialarla şikayet
yapılırken öngörülen usule uyulmaması, usulsüz şikayet olarak
kabul
edilmekte;
buna
karşılık,
Cumhurbaşkanlığı,
Başbakanlık veya bakanlıklar gibi makamlara şikayette
bulunulması, ASCK’nın 84’üncü maddesi kapsamında usulsüz
şikayet olarak kabul edilmemektedir.
ASCK’nun 84’üncü maddesinin ikinci fıkrasında
düzenlenen suçun oluşabilmesi için; seçimlik hareketlerden
birinin işlenmesi ve şikâyet konularının tümünün yalan
olduğunun anlaşılmasının yanı sıra, bunların yalan veya asılsız
olduklarının şikayet anında sanık tarafından bilinmesi
gerekmektedir. Şikayete konu olan hususların bir kısmının
doğru olduğunun ve sanığın geriye kalan isnatların yalan
olduğunu bildiğinin ortaya konamadığı durumlarda atılı suç
oluşmamaktadır.
Askerî mahkemece; sanığın, 5.12.2003 tarihinde yalan yere
usulsüz şikayet suçunu işlediği kabul edilerek ASCK’nın 84/2’nci
maddesi uygulanıp sonuç olarak 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına
karar verildiği,
Bu hükmün sanık tarafından hükmün usul ve yasaya aykırı
olduğu belirtilerek temyiz edildiği, dava konusu dilekçeyi imzalamış olan
sivil şahsın aşamalardaki ifadelerinin tutarsızlığı, sanığın şikâyet eden
konumunda olmaması nedeniyle hükmün sübut yönünden bozulmasına
49
dair görüş içeren tebliğnamenin beyan ettiği adresini terk eden sanığa
tebliğ edilemediği, anlaşılmaktadır.
Yapılan incelemede;
Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığının 13.10.2003 tarih ve 2003/76
sayılı iddianamesiyle “Bitlis-Hizan yol ayrımı jandarma kontrol
noktasında görevli olan sanıklar J.Bçvş. Ö.K. ve 4 J. Uzm.Çavuşun 2002
yılında kontrol noktasına kaçak orman emvali yüklü olarak gelen
araçlardan araç başına 50.000.000.TL alarak yasal işlem yapmamak
üzere suç örgütü kurdukları, sivil şahıs korucu İ.S.nin araç sahibi
ilgililerden rüşvet parasını tahsil ederek jandarma görevlilerine verme
hususunda suç örgütüne katıldığı, sivil şahıslar G.İ. ve diğerlerinin 20022003 yıllarında birçok kez Bitlis köylerinden aldıkları kaçak orman
emvalini söz konusu kontrol noktasında rüşvet vererek Bitlis şehir
merkezine soktukları, 3.10.2003 günü sanık G. İ.nin Bitlis’te kaçak
orman emvali yüklü aracı kullanırken yakalandığı ve belirtilen eylemleri
teferruatıyla anlattığı, bu suretle sanıkların suç işlemek için örgüt
kurmak, rüşvet almak, rüşvet vermek suçlarını işledikleri” ileri sürülerek
Bitlis Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açıldığı, bu dava nedeniyle
J.Bçvş. Ö.K. ve 4 J. Uzm.Çavuş ile sivil şahıslar G. İ. ve diğerlerinin
4.10.2003 tarihinde tutuklandıkları, Bitlis Ağır Ceza Mahkemesinde
12.11.2003 tarihinde yapılan ilk duruşmada tahliye edildikleri,
Sivil şahıs G.İ. isim ve imzasıyla bilgisayarda yazılmış, Adalet
Bakanlığına hitap eden ve dağıtım bölümünde 8 ayrı kuruma daha
gönderildiği belirtilen 5.12.2003 tarihli bir şikayet dilekçesinin posta ile
Adalet Bakanlığına ulaştığı, dilekçede, “Bitlis İl J.Merkez Karakol
K.Bçvş.S.nin kendisini çağırarak yol kontrol noktasında görev yapan
panzerci başçavuş ve arkadaşları hakkında bir komplo hazırladığını,
aracındaki kaçak orman emvali için düzmece bir yakalama
tertipleyeceğini, istediği gibi ifade verirse kaçakçılığa engel olan panzerci
başçavuş (J.Bçvş. Ö.K.) ve uzmanların görev yerlerinin değişmesini
sağlayacağını, bunlar aleyhine ifade vermesi hâlinde para ve maaşlı
koruculuk sağlayacağını teklif ettiği, teklifi kabul ettiğini, anlaştıkları
üzere kaçak odun yüklü kamyonunun petrol istasyonunda durdurulup
Bçvş.S. tarafından yakalandığını, karakola götürüldüğünde önüne bir
ifade konarak bunu sabaha kadar ezberle dediklerini, dayatılan ifadeyi
kabul etmediği için işkenceye maruz kaldığını, sivil istihbaratçılar ile
Bçvş.S., İl Mrk.J.Komutanı olan Yüzbaşı ve M.Uzman tarafından ifadeyi
kabul etmesi için baskı yapıldığını, yapılan fiziki işkence sonucu ifadeyi
imzaladığını, ifadeyi savcılık ve hâkim huzurunda da tekrarlaması için
tehdit ve baskıya maruz kaldığını, ezberlettikleri ifadeyi savcı ve
50
tutuklama için sevk edildiği hâkim huzurunda da tekrarladığını, bu
ifadelerin doğru olmadığını duruşmada açıkladığını, kendisine işkence
yapan başta Bçvş.S.olmak üzere diğer görevlilerden şikayetçi olduğunu”
belirttiği,
Adalet Bakanlığına ulaşan dilekçenin gereğinin yapılması için
Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi üzerine, Bitlis
Cumhuriyet Başsavcısı tarafından ifadesine başvurulan sivil şahıs G.İ.nin
16.2.2004 tarihli ifadesinde, “dilekçedeki imzanın kendisine ait
olduğunu, dilekçe içeriğinin bir kısmı doğru olmakla birlikte çoğunun
yalan olduğunu, dilekçeyi kendisinin yazmayıp aynı soruşturmada rüşvet
almak suçundan yargılanan Bçvş.Ö.K.’nin hazırlanmış olarak getirip
imzalamasını istediğini, dilekçede ne yazdığını sorduğunda ‘S.Bçvş.
hakkında şikayette bulunurlarsa kendilerini kurtarabileceklerini’
söylediğini, davadan kurtulmak için dilekçeyi imzaladığını, Bçvş.Ö.K.nin
dilekçeyi postaya verdiğini, 3.10.2003 günü kaçak odun nedeniyle
yakalandığını, jandarmaya rüşvet vermediğini, jandarmadaki ifadesinin
baskı ile alınıp H.Yüzbaşı tarafından kafasına sopayla vurulduğunu,
Bçvş.Süleyman’ın da aileni karakola çekerim diye tehdit ettiğini,
gördüğü baskı ve tehdit nedeniyle jandarma ifadesini savcılık ve hâkim
önünde de tekrarladığını, cezaevine girince dilekçe yazarak ifadelerini
inkar ettiğini, dilekçedeki diğer hususların doğru olmadığını” beyan
ettiği,
Sivil şahıs G.İ.’nin 16.02.2004 tarihli ifadesi üzerine G.İ. ve Ö.K.
hakkında iftira suçundan, İl Mrk.Krk.K.S.Y. ve İl Mrk.J.K. Yzb.H.D.
hakkında cürmü söyletmek için fena muamelede bulunmak suçundan
soruşturma başlatıldığı,
Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığının 2.3.2004 tarih ve 2004/3 sayılı
Kararıyla sanık Bçvş.Ö.K.nın üstleri olan Bçvş.S.Y. ve Yzb.H.D.
hakkında iftirada bulunmak suçunu işlediği ve bu suçun ASCK’nın
84/1’inci maddesine uyduğu belirtilerek görevsizlik Kararı verildiği,
Sanık hakkında doğru olmadığını bildiği iddialarla hazırladığı
dilekçeyi sivil şahıs G.İ.’ye imzalatmak ve bu dilekçeyi Adalet
Bakanlığına posta kanalıyla göndermek suretiyle ASCK’nın 84/2’nci
maddesinde yazılı yalan yere usulsüz şikayet suçunu işlediği ileri
sürülerek açılan kamu davası sonunda, askerî mahkemece, cahil
olduğunu ifade eden G.İ.nin dava konusu dilekçedeki gibi düzgün
ifadeler kullanmasının mümkün olmaması karşısında ifadesinin samimi
olduğu kanaatine varılıp dilekçeyi kendisinin hazırlamadığını söyleyen
sanığın savunmasına itibar olunmayarak yalan yere usulsüz şikayet
51
suçunu işlediğinin kabulü ile yazılı olduğu şekilde mahkûmiyet hükmü
tesis edildiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği gibi, ASCK’nın 84’üncü maddesinin birinci fıkrasında,
doğru olmadığını bildiği iddialarla şikayete kalkışmak eylemi için ceza
öngörülmüş; ikinci fıkrasında, yalan yere yani doğru olmadığı bilinen
iddialarla yapılan şikayetin, taaddüt etmesi veyahut musırran vaki olması
ve şikayet için muayyen usul ve yollardan ayrılınması veyahut şikayetin
muayyen müddetlerden sonra yapılması hâli yaptırıma bağlanmıştır.
84’üncü maddedeki şikayet genel ve mutlak bir anlamda olmayıp,
maddede sözü edilen şikayetin İç Hizmet Kanununda şikayetler
konusunda yapılmış düzenleme ile sınırlı olarak değerlendirilmesi
gerekmektedir. TSK İç Hizmet Kanun’unun 26’ncı maddesinde; her
askerin, gerek hizmete ve gerek zati işlerine ait kanun ve nizamların
kendisine vermiş olduğu hak ve selâhiyetlerin herhangi bir surette haksız
olarak ihlal edilmesi veya ihlal edildiğini zannetmesi hâlinde şikayet
etmek hakkını haiz olduğu; 27’nci maddesinde; şikayetin söz veya yazı
ile en yakın amire yapılacağı, eğer bu amirden şikayet olunacaksa
bir üst derecedeki amire yapılacağı ve bunun gibi her şikayet edilen
amirin geçileceği belirtilmiştir. Buna göre 84’üncü maddenin 1’inci
fıkrasında doğru olmadığı bilinen iddialarla TSK İç Hizmet
Kanun’undaki usule uygun olarak yapılan şikayetler, 2’nci fıkrasında ise
doğru olmadığı bilinen iddialarla Kanunda belirtilen usule uygun
olmayan şekilde yapılan şikayetler yaptırıma bağlanmış bulunmaktadır.
Öte yandan, Askerî Yargıtay içtihatlarıyla; askeri hiyerarşiye
dahil olan makamlara doğru olmadığı bilinen iddialarla şikayet yapılırken
öngörülen usule uyulmaması, usulsüz şikayet olarak kabul edilmekte;
buna karşılık, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık veya bakanlıklar gibi
makamlara şikayette bulunulması, ASCK’nın 84’üncü maddesi
kapsamında
usulsüz
şikayet
olarak
kabul
edilmemektedir.
(As.Yrg.Gnl.Krl.nun 31.8.1936 tarih ve 1936/537-1093 sayılı,
As.Yrg.1.Dairesinin 31.12.1956 tarih ve 1956/3980-4492 sayılı,
25.7.2006 tarih ve 2006/1208-1205 sayılı kararları)
Diğer taraftan, ASCK’nun 84’üncü maddesinin ikinci fıkrasında
düzenlenen suçun oluşabilmesi için; seçimlik hareketlerden birinin
işlenmesi ve şikayet konularının tümünün yalan olduğunun
anlaşılmasının yanı sıra, bunların yalan veya asılsız olduklarının şikayet
anında sanık tarafından bilinmesi gerekmektedir. Yerleşik Askerî
Yargıtay içtihatlarında da kabul edildiği üzere, şikayete konu olan
hususların bir kısmının doğru olduğunun ve sanığın geriye kalan
isnatların yalan olduğunu bildiğinin ortaya konamadığı durumlarda atılı
52
suç oluşmamaktadır. (Askerî Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulunun
23.3.1956 tarih ve 1956/3231-32 E.K sayılı kararı ile As.Yrg.1.D.nin
4.5.1983 tarih ve 1983/420-399, 2.D.nin 18.2.1987 tarih ve 1987/92-75,
3.D.nin 23.11.1993 tarih ve 1993/576-573, 4.D.nin 29.11.1994 tarih ve
1994/575-574, 1.D.nin 19.2.1997 tarih ve 1997/131-128 E.K sayılı
kararları)
Somut olayda, sanığın velev ki dava konusu şikayet dilekçesini
kendisi hazırlayarak G.İ.ye imzalatıp Adalet Bakanlığına gönderdiğinin
sabit kabul edilmesi hâlinde dahi, sanığın TSK.İç Hizmet Kanun’unda
belirtilen askerî hiyerarşiye dahil olan makamlara şikayet yapmak
şeklinde bir eylemi söz konusu olmayıp, dolayısıyla mevzuatın
öngördüğü usule uyulmayarak yapılmış bir şikayetten söz edilemeyeceği,
eylemin sabit kabul edilmesi hâlinde dahi ASCK’nın 84’üncü
maddesinde unsurları gösterilen suçun oluşmayacağı anlaşılmaktadır. Bu
nedenle, Askerî mahkemece, konunun bu yönü ve görev hususu
tartışılmadan
tesis
olunan
mahkûmiyet
hükmünde
isabet
bulunmamaktadır.
Sanığın 28.02.2005 tarihinde sicil yolu ile TSK’dan ilişiğinin
kesilmiş olması nazara alınarak yapılan incelemede, adı geçene yüklenen
ve bir askerî suç olan yalan yere usulsüz şikayet suçunun oluşmamasına
karşın, Bingöl Ağır Ceza Mahkemesinde görülen dava ile G.İ. hakkında
iftira suçundan dolayı yapılan soruşturma ve İl Mrk.Krk.K.S.Y. ve İl
Mrk.J.K. Yzb.H.D. hakkında cürmü söyletmek için fena muamelede
bulunmak suçundan dolayı yapılan soruşturma sonucu da takip edilip,
sanığa yüklenen eylemin bir askerî suç olmayan iftira suçu kapsamında
irdelenip değerlendirilmesi gerektiğinden ve 353 sayılı Kanun’un 17’nci
maddesi uyarınca Türk Ceza Kanun’unda unsur ve cezası gösterilen bu
suça bakmak konusunda askerî mahkemede yargılama ilgisinin kesildiği
nazara alınarak, sanık hakkında tekevvünü hâlinde iftira suçunu
oluşturacak yüklenen eylem hakkında görevsizlik kararı verilmesi
gerekirken, aksi kabulle yazılı olduğu şekilde tesis olunan mahkûmiyet
hükmünün bozulmasına karar verilmiştir.
53
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 85
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/168
K. No. : 2008/168
T.
: 23.10.2008
ÖZET
Hamile olan eşini Asker Hastanesi Doğum Kliniğine
yatıran astsubay sanığın, salonda beklediği sırada, bu bölgenin
temizliğinden sorumlu Devlet Memuru H.M.E.’nin temizlik
yapacağını söyleyerek kendisinden aşağıya inmesini istemesi ve
sanığın da inmek istememesi üzerine çıkan tartışma nedeniyle,
kendisini odasına çağıran Baştabip Dz.Tbp.Alb. A.T.’ye, “O
kim oluyor ki benim aşağı inmemi söylüyor, o zaman eriniz de
gelsin bana emir versin” şeklinde cevap verdiği ve odadan
çıkarken de yüksek sesle, “Bu Hastanenin de doktorların da
Allah belasını versin” dediği sabit olup, sanığın askerî
hastanede görevli doktorların tamamına ya da bir bölümüne
karşı şeref ve haysiyet kırıcı fiil işleme iradesiyle hareket
etmemiş ve sadece kapıldığı anlık öfke sonucu muhataplarının
gelecekte kötü duruma düşmesi temennisini içeren sözler
söylemiş olması nedeniyle, saygısızlıktan öte geçmeyen
eyleminin üste hakaret suçu kapsamında değerlendirilmesi
mümkün değildir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulu
önüne getirilen uyuşmazlığın konusu; sanığın sarf ettiği sözlerinin üste
hakaret suçunu oluşturup oluşturmadığına ilişkindir.
Dosyada mevcut belge ve beyanlardan; sanığın, 39’uncu
Mknz.P.Tug.Loj.Ds.K.lığı emrinde görev yaparken, 13.4.2005 tarihinde
eşi K.P.’yi doğum yapmak üzere İskenderun Asker Hastanesi Doğum
Kliniğine yatırdığı, kendisinin de arkadaşı Ord.Tekns.Kd.Çvş. Ö.B. ve
baldızı B. E. ile salonda beklediği sırada, bu bölgenin temizliğinden
sorumlu Devlet Memuru Hademe M.E.’nin temizlik yapacağını
söyleyerek kendilerinden aşağıya inmelerini istediği, sanığın inmek
istememesi üzerine aralarında tartışmaya başladıkları, tartışmayı duyan
54
Baştabip Dz.Tbp.Alb. A.T.’nin sanığı odasına çağırtarak, kendisine
Devlet Memuru M.E.’nin uyarılarını dinlemesini söylediği, bunun
üzerine sanığın “O kim oluyor ki benim aşağı inmemi söylüyor, o zaman
eriniz de gelsin bana emir versin” şeklinde cevap verdiği ve odadan
çıkarken de yüksek sesle “Bu hastahanenin de doktorların da Allah
belasını versin” dediği, sabit olup, esasen bu konuda herhangi bir
uyuşmazlık da bulunmamaktadır.
Daire; sanığın yukarıda açıklanan sözlerinde hakaret kastı
bulunmadığı sonucuna vararak, beraate ilişkin hükmün onanmasına karar
vermiş iken,
Başsavcılık; söylenen sözlerin üste hakaret niteliğinde olduğunu
ileri sürerek, Daire ilamına karşı itirazda bulunmuştur.
İnceleme
konusu
uyuşmazlığın
sağlıklı
bir
biçimde
çözümlenebilmesi için, sanığın sarf ettiği sözlerin niteliğinin, bu sözlerin
hangi amaç ve saikler sebebiyle dış âleme yansıtıldığının ve nihayetinde
sanığın gerçek kastının ne olduğunun irdelenmesinde zorunluluk
görülmüştür.
Türk Dil Kurumunca yayımlanan 2005 basımlı Türkçe Sözlüğün
77’nci sayfasında “Allah belanı versin” cümlesinin bir ilenme (Beddua)
ifadesi olduğu belirtilmiştir.
Aynı Sözlüğün 231’inci sayfasında “Beddua” sözcüğünün anlamı,
“Birinin kötü duruma düşmesini gönülden isteme” olarak tanımlanmıştır.
Hamile olan eşini Asker Hastanesi Doğum Kliniğine yatıran
sanığın, ne burada verilen hizmetten ne de doktorların tutum ve
davranışlarından herhangi bir şikayetinin olmadığı açıktır.
Sanık, önce temizlik görevlisinin, daha sonra da Hastane Baştabibi
Dz.Tbp.Alb. A.T.’nin koridorda beklemeyip aşağıya inmesi gerektiğine
ilişkin uyarılarından rahatsızlık duymuş ve bundan kaynaklanan
hoşnutsuzluk sebebiyle de isnad konusu sözleri sarf etmiştir.
Keza, sanık Askerî Hastanede görevli doktorların tamamına ya da
bir bölümüne karşı şeref ve haysiyet kırıcı fiil işleme iradesiyle hareket
etmemiş, sadece kapıldığı anlık öfke sonucu muhataplarının gelecekte
kötü duruma düşmesi temennisini içeren sözler söylemiştir.
Bu itibarla; sanığın saygısızlıktan öte geçmeyen eyleminin üste
hakaret suçu kapsamında değerlendirilmesi hukuken mümkün
görülmediğinden, Başsavcılığın isabetli görülmeyen itirazının reddine
karar verilmiştir.
55
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/1
K. No. : 2008/1
T.
: 3.1.2008
ÖZET
Cep telefonu sim kartının, kışlaya tamamen sokulmasını
ve kışla içerisinde taşınmasını yasaklayan emri, hizmete ilişkin
ve somutlaştırılmış bir emir olarak kabul edilmesi gerekir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; bölük komutanlığınca verilen, kışla
içerisinde cep telefonu sim kartı bulundurulmayacağına dair emre aykırı
davranışın, ASCK’nın 87/1’inci maddesinde düzenlenen emre
itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturup oluşturmayacağı konusuna ilişkindir.
Dava dosyasındaki delillerden; bölük komutanlığınca yayımlanıp,
sanığa tebliğ edilen Emniyet ve Kaza Önleme Talimatının 124’üncü
maddesinde, kışla içinde cep telefonu, sim kartı ... bulundurulmasının ve
kullanılmasının yasaklandığı, sanığın da bu yasağı bildiğini beyan ettiği,
10.1.2007 günü yapılan aramada sanığın çorabının içinde bir adet cep
telefonu sim kartı bulunduğu anlaşılmaktadır. Esasen bu konuda ihtilâf
da bulunmamaktadır.
Daire; kışlada cep telefonu sim kartı bulundurulmayacağına dair
emrin, somutlaştırılmamış olması ve hizmete ilişkin bulunmaması
nedeniyle, eylemin emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturmadığını,
disiplin tecavüzü niteliğinde olduğunu kabul ederken,
Başsavcılık; kışlada cep telefonu sim kartı bulundurulmayacağına
dair emre aykırı davranışın, emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturduğunu
ileri sürerek Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
Bu konudaki yasal düzenlemelere baktığımızda;
4551 sayılı Kanunla değişik 1632 sayılı Askerî Ceza Kanunu’nun;
87/1’inci madde ve fıkrasının ilk cümlesinde “Hizmete ilişkin emri hiç
yapmayan asker kişiler bir aydan bir seneye kadar ... cezalandırılırlar”,
56
12’nci maddesinde “Bu Kanunun tatbikatında (Hizmet) tabirinden
maksat gerek malûm ve muayyen olan ve gerek bir amir tarafından
emredilen bir askerî vazifenin madun tarafından yapılması hâlidir.”
211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun;
6’ncı maddesinde “Hizmet; Kanunlarla nizamlarda yapılması
veyahut yapılmaması yazılmış olan hususlarla, amir tarafından yazı veya
sözle emredilen veya yasak edilen işlerdir.”
7’nci maddesinde “Vazife; Hizmetin icabettirdiği şeyi yapmak ve
menettiği şeyi yapmamaktır.”
8’inci maddesinde “Emir; Hizmete ait bir talep ve yasağın sözle,
yazı ile ve sair surette ifadesidir.”
Şeklinde tarif ve düzenlemelerin yer aldığı görülmektedir.
Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, ASCK’nın 12’nci
maddesinde yer alan “Malûm ve muayyen olan bir askerî vazife”den,
yasalarda yapılması veya yapılmaması önceden açıkça gösterilen
hususların, “Bir amir tarafından emredilen askerî vazife”den ise,
yasalarda veya diğer düzenlemelerde önceden belirlenmeyip; amirlerin
takdirlerine bırakılan hususların anlaşılması gerekmektedir.
Bu yasal düzenlemelere göre, her kademedeki amirin, konusu suç
oluşturmayan, yasa veya diğer hukuk kurallarıyla düzenlenmemiş
konularda düzenleme yapıp emir vermeye yetkili olduğu hususunda
kuşku bulunmamaktadır.
Cep telefonu sim kartları, GSM şirketleri tarafından ücreti
karşılığında, cep telefonları ile haberleşme yapmak üzere sağlanan, çok
küçük ebatta cihazlar olmaları nedeniyle, erbaş ve erler tarafından yasak
olmasına rağmen gizlice kışlaya sokulabilen, kolayca gizlenip taşınabilen
cihazlar olduğu, kışla içerisinde tek başına bulundurulduğunda bir tehlike
yaratmamakla birlikte, yasağa ve ceza tehdidine rağmen erbaş ve erlerin
bu cihazları kışla içerisinde bulundurmalarının asıl nedeninin, herhangi
bir şekilde temin ettikleri (Örneğin erbaş ve erler tarafından koğuşta
yatağın içinde, nöbet mahâllinde ya da başka yerde gizlenip ortak olarak
kullandıkları ya da arkadaşlarından aldıkları) bir cep telefonuna takıp
kullanmak olduğu, Askerî Yargıtay Dairelerinde ve Daireler Kurulunda
incelenen dosyalara göre bilinen bir gerçektir. Bu cihazların cep
telefonuna takılıp kullanılması hâlinde, cep telefonu kullanmanın
yarattığı;
Bulunduğu mahâldeki konuşmaları, bilgisayar çalışmalarını ve tüm
telefon görüşmelerini bir göndermeç gibi başka yere aktarma, bulunduğu
yerin koordinatlarını yayımladığı yer konumlama sinyali ile belli etme,
57
Kullanıldığı askerî birlikte, birlik hareketlerinin takip edilmesine
neden olma ve plânlı operasyonları açığa çıkarma,
Sabotaj maksatlı olarak bir ateşleme vasıtası olarak kullanılabilme
veya patlayıcı ile tuzaklanarak uzaktan kumanda ile patlatılabilme,
Yayınladığı elektromanyetik alan vasıtası ile cephanelik ve
akaryakıt ikmal noktalarında büyük kazalara neden olma,
Muhabere emniyetinde zafiyet yaratma,
Nöbet hizmetlerini aksatarak birlik emniyetini zafiyete uğratma,
birlik hakkında bilgi elde etme,
Hususlarında, tehlikelere sebebiyet verebileceğinden;
Somut olayda bölük komutanının; yukarıda izah edilen yasa
maddelerinin verdiği yetki dâhilinde ve Silahlı Kuvvetler İstihbarata
Karşı Koyma Güvenlik ve İşbirliği Yönergesi [MY 114-1(B)]’nin
Üçüncü Bölüm, İkinci Kısmının 16/g-(1) maddesinin alt bendindeki
“Erbaş ve erlerin cep telefonları ile görüşmeleri önlenir. ...” hükmü
uyarınca, istihbarata karşı koyma, sabotaj, saldırı ve kazaları önleme,
gizliliği temin (Birliğin muhabere ve fizikî güvenliğini sağlamak)
amacıyla, kolayca taşınabilen, ne zaman, nerede ve nasıl kullanılacağının
takip edilmesi imkânsız olan cep telefonu sim kartının, kışlaya tamamen
sokulmasını ve kışla içerisinde taşınmasını yasaklayan emrinin, hizmete
ilişkin ve somutlaştırılmış bir emir olarak kabul edilmesi gerekir.
Diğer yandan, Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 7.6.2007/69-72;
Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin 21.1.2004/39-37; 4.10.2006/14461442; Askerî Yargıtay 2’nci Dairesinin 17.5.2006/723-722; 25.4.2007/
725-715; 23.5.2007/898-892; Askerî Yargıtay 3’üncü Dairesinin
21.11.2006/1647-1642; 16.1.2007/47-47; 13.3.2007/616-610; 15.5.2007
1148-1143 ve Askerî Yargıtay 4’üncü Dairesinin 28.11.2006/1417-1413;
27.3.2007/492-492; 3.4.2007/534-534; 10.7.2007/1200-1200 tarihli, Esas
ve Karar sayılı kararlarında da, emre aykırı olarak kışla içerisinde sim
kartı bulundurulması eyleminin emre itaatsizlikte ısrar suçunu
oluşturacağı kabul edilmiştir.
Açıklanan nedenlerle, Dairenin; sanığa tebliğ edilen emrin
somutlaştırılmadığına ve askerî hizmete ilişkin olmadığına, dolayısıyla
emre itaatsizlikte ısrar suçunun unsurlarının oluşmadığına, eylemin
disiplin tecavüzü niteliğinde olduğuna ilişkin gerekçelerle mahkûmiyet
hükmünü bozma kararı yerinde görülmediğinden, keza Askerî Yargıtayın
bu konuda yerleşmiş kararlarından ayrılmayı gerektiren bir mevzuat
değişikliği de bulunmadığından, Başsavcılığın itirazının kabulü ile
Dairenin; mahkûmiyet hükmünün esastan bozulmasına ilişkin kararının
58
kaldırılmasına, diğer yönlerden temyiz incelemesine devam edilmek
üzere dava dosyasının Daireye iadesine karar verilmiştir.
59
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/2
K. No. : 2008/2
T.
: 3.1.2008
ÖZET
Sanığın, cep telefonunu nasıl elde ettiğini, soruşturma ve
kovuşturma aşamalarında farklı anlatmasına rağmen, tüm
ifadelerinde kışla içinde cep telefonu kullandığını kabul
etmesi, askerî mahkemedeki sorgu ve savunmasında susma
hakkı hatırlatıldığı hâlde, cep telefonunun markasını, hangi
GSM şirketinin hattı ile kullandığını, neden kullandığını gayet
açık ve samimî bir şekilde izah etmesi, olay tutanağı
okunduğunda bir diyeceğinin olmadığını söylemesi, keza
temyiz dilekçesinde de, cep telefonunu ailesiyle görüşmek
üzere arkadaşından kısa bir süre için aldığını kabul etmesi
karşısında, sanığın kışla içerisinde emre aykırı olarak cep
telefonu bulundurduğu ve kullandığı iddiasının sübuta erdiği,
mevcut delillerin atılı suçun sübutu için yeterli olduğu kabul
edilmiştir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; bölük komutanınca yayımlanıp
kendisine tebliğ edilen emre rağmen, sanığın kışla içerisinde 5.3.2007
tarihinde cep telefonu bulundurduğu iddiasının sübut bulup bulmadığı
konusuna ilişkindir.
Daire, dosyadaki delillere göre sanığın, emre aykırı olarak kışlada
cep telefonu bulundurduğu iddiasının şüpheli kaldığını kabul ederken,
Başsavcılık, aynı delillere göre sanığa atılı suçun sübut bulduğunu
ileri sürerek, Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
Dava dosyasındaki delillere göre;
Sanığa 5.12.2006 tarihinde imzası karşılığında tebliğ edilen aynı
tarihli 144 no.lu günlük emrin 2’nci maddesinde, kışla içerisinde izinsiz
cep telefonu bulundurulmasının yasaklandığı,
60
Olay tutanağında “5.3.2007 tarihinde yemekhanede bulaşık ve
temizlik görevlisi iken, Ulş.Bl.K. tarafından Ulş.Bl.’den Ulş.Er Ü.A. ve
Ulş.Er F.Ö. ile kavga ettiğiniz, üzerinizde cep telefonu bulundurduğunuz
...” şeklinde tespit yapıldığı,
Sanığın;
Birlik ifadesinde “Yemekhanede telefonla konuştuğumu kabul
ediyorum ... kavgada yere düşerken telefonla aynı cepte biraz para da
düşmüştü ... sözlüyüm ... ankesörlü telefonda konuşuyorduk ... para
yetiştiremiyordum ... cep telefonunu ... on gün önce hafta sonu çarşıdan
aldım, saklayarak içeri sokabildim, ama yemin ederim en çok üç kez ...
konuşabildim, dünkü konuşma dâhil, içimde hep yakalanma korkusu
vardı, hafta sonu çarşıya çıkarken cep telefonunu da çıkarıp satacaktım
...”
Askerî mahkemedeki; sorgu ve savunmasında; “... Cep telefonu
bulundurmanın ve kullanmanın yasak olduğunu biliyordum ... ailem ve
sözlüm ile görüşmek için cep telefonu kullandım, ... markası Motorola
C115 idi ... Telsim hattı ile birlik içerisinde kullandım ... bu cep
telefonunu ... yemekhane sorumlusu Ö.D.’den ödünç almıştır, bu telefonu
aldığım gün yemekhanedeki kavga sırasında montumun üst cebinde
bulunduğu yerden düşürerek kayıp ettim ...”
Şeklinde beyanlarda bulunduğu, olay tutanağı okunduğunda bir
diyeceğinin olmadığını söylediği, keza temyiz dilekçesinde de cep
telefonunu teskereye giden Ö.D.’den ailesiyle görüşmek için kısa bir süre
için aldığını belirttiği,
Sadece soruşturma aşamasında ifadelerine başvurulan Er V.T. ve
Er K.Ç.’nin, olaydan sonra sanığın, yanlarına gelip cep telefonunu
düşürdüğünü, görüp görmediklerini sorduğunu beyan ettikleri
görülmektedir.
Sanığın, cep telefonunu nasıl elde ettiğini, soruşturma ve
kovuşturma aşamalarında (Muhtemeldir ki ilk başta arkadaşının ismini
vermemek amacıyla) farklı anlatmasına rağmen, tüm ifadelerinde kışla
içinde cep telefonu kullandığını kabul etmesi, askerî mahkemedeki sorgu
ve savunmasında susma hakkı hatırlatıldığı hâlde, cep telefonunun
markasını, hangi GSM şirketinin hattı ile kullandığını, neden kullandığını
gayet açık ve samimî bir şekilde izah etmesi, olay tutanağı okunduğunda
bir diyeceğinin olmadığını söylemesi, keza temyiz dilekçesinde de, cep
telefonunu ailesiyle görüşmek üzere arkadaşından kısa bir süre için
aldığını kabul etmesi karşısında, sanığın kışla içerisinde emre aykırı
olarak cep telefonu bulundurduğu ve kullandığı iddiasının sübuta erdiği,
61
mevcut delillerin atılı suçun sübutu için yeterli olduğu sonucuna
varılmıştır.
Diğer yandan, Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun; Ö.G.
tarafından birliğe sokulan cep telefonunun, daha sonra Z.V. N.A. ve H.E.
arasında el değiştirip en son H.E.’de yakalanması olayında, emre
itaatsizlikte ısrar suçunun tüm sanıklar yönünden oluştuğunun kabulüne
ilişkin olan 20.4.2006/93-93 tarihli, Esas ve Karar sayılı içtihadı da
dikkate alınarak, Askerî Yargıtay Başsavcılığının yerinde görülen
itirazının kabulü ile mahkûmiyet hükmünün sübut yönünden bozulmasına
ilişkin Daire kararının kaldırılmasına, diğer yönlerden temyiz
incelemesine devam edilmek üzere dava dosyasının Daireye
gönderilmesine karar verilmiştir.
62
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/7
K. No. : 2008/7
T.
: 17.1.2008
ÖZET
Suç tarihinden önce, birlik içerisinde fotoğraf makinası
ve benzeri elektronik cihazların bulundurulmasının birlik
komutanlığınca yasaklanarak tebliğ edilmiş olmasına rağmen,
birlik içerisinde fotoğraf makinesi bulundurulması eylemi,
ASCK’nın 87/1’inci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte
ısrar suçunu oluşturmaktadır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; birlik komutanlığınca verilen, birlik
içerisinde fotoğraf makinası bulundurulmasının yasaklanmasına ilişkin
emre aykırı davranışın, ASCK’nın 87/1’inci maddesinde düzenlenen
emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturup oluşturmayacağı konusuna
ilişkindir.
Daire; birlik içerisinde fotoğraf makinası bulundurmanın yasak
olduğuna ilişkin emrin, somutlaştırılmamış olması ve hizmete ilişkin
olmaması nedeniyle eylemin emre itaatsizlikte ısrar suçunu
oluşturmayacağını, disiplin tecavüzü niteliğinde olduğunu kabul ederken;
Başsavcılık; birlik içerisinde fotoğraf makinası bulundurmanın
yasak olduğuna ilişkin emre aykırı davranışın, emre itaatsizlikte ısrar
suçunu oluşturduğunu ileri sürerek Daire kararına süresinde itiraz
etmiştir.
Dava dosyasındaki delillerden; birlik komutanlığınca yayımlanıp,
sanığa suç tarihinden önce, 23.8.2006 tarihinde, bölük içtima alanında
tebliğ edilen “Evrak ve Bilgi Güvenliği” konulu 384 no.lu günlük emrin
2 (a) maddesinde Karargâh subayları, Bl.Tk.K.ları dışındaki personelde
fotoğraf makinası bulundurulmasının yasaklanmasına rağmen, sanığın bu
emre aykırı davranarak birlik içerisinde bulundurduğu bir adet fotoğraf
makinasını koğuşlar bölgesinde, arkadaşı Er R.S.’ye gösterdiği sırada
63
Uzm.Çvş. Ü.D. tarafından bu durumun tespit edildiği anlaşılmakta olup,
esasen bu konuda bir uyuşmazlık da bulunmamaktadır.
Sübutu bu şekilde kabul edilen eylemin, emre itaatsizlikte ısrar
suçunu oluşturup oluşturmadığına ilişkin olan uyuşmazlığın çözümü için
öncelikle sanığa tebliğ edilen emrin askerî hizmete ilişkin olup
olmadığının ve buna bağlı olarak böyle bir emre aykırı davranışın
yaptırımının ne olduğunun açıklığa kavuşturulması gerekmekte, bunun
için de konu ile ilgili temel kavramların yasal düzenlemeler yönünden
incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
TSK İç Hizmet Kanun’unun 6’ncı maddesinde; “Hizmet:
Kanunlarla nizamlarda yapılması veyahut yapılmaması yazılmış olan
hususlarla, amir tarafından yazı veya sözle emredilen veya yasak edilen
işlerdir.” şeklinde açıklanmış;
ASCK’nın 12’nci maddesinde ise; “Bu Kanun’un tatbikatında
(Hizmet) tabirinden maksat gerek malûm ve muayyen olan ve gerek bir
amir tarafından emredilen bir askerî vazifenin madun tarafından
yapılması hâlidir.” şeklinde benzer bir tanıma yer verilmiştir.
TSK İç Hizmet Kanun’unun 7’nci maddesinde; “Vazife: Hizmetin
icabettirdiği şeyi yapmak veya menettiği şeyi yapmamaktır.”,
Aynı Kanun’un 8’inci maddesinde; “Emir : Hizmete ait bir talep
ve yasağın sözle, yazı ile ve sair surette ifadesidir.” tanımları yapılmıştır.
Yukarıda yer alan yasal tanımlar ışığında; ASCK’nın 12’nci
maddesinde belirtilen “Malûm ve muayyen olan askerî vazife”den,
yasalarda yapılması veya yapılmaması önceden açıkça gösterilen
hususları, “Bir amir tarafından emredilen vazife”den ise, yasalarda veya
diğer düzenlemelerde önceden belirlenmeyip, amirlerin takdirlerine
bırakılan hususları anlamak gerekmektedir.
Bu nedenle, her kademedeki amirin, konusu suç oluşturmayan ve
yasa veya diğer hukuk kurallarıyla düzenlenmemiş konularda kendisinin
düzenleme yapıp emir vermeye yetkili olduğunda kuşku
bulunmamaktadır.
ASCK’nın 87’nci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar
suçu ise; askerî hizmete ilişkin emrin gereğinin hiç yapılmaması, emrin
yerine getirilmesinin sözlü veya fiilî olarak açıkça reddedilmesi veya
emir tekrar edildiği hâlde yerine getirilmemesi ve suç işleme kastıyla
hareket edilmesi ile oluşmaktadır.
Silahlı Kuvvetler İstihbarata Karşı Koyma, Koruyucu Güvenlik
ve İşbirliği Yönergesinde (MY-114-1 (B); birlik, Karargâh ve
kurumlarda çeşitli elektronik cihazların kullanılmasının İKK ve emniyet
açısından hassas bir durum yarattığı, disiplinsizliklere neden olduğu
64
belirtilerek, bulundurulmaları ve kullanılmalarının önlenmesi gerektiği
vurgulanmış, bu konuda alınacak tedbirler ve yapılacak işlemler ayrıntılı
bir şekilde gösterilmiştir.
Anılan Yönergenin Üçüncü Bölüm, İkinci Kısmında, “Birlik,
Karargâh ve Kurumlarda Güvenlik” başlığını taşıyan İkinci Kısmının 16
numaralı alt paragrafında (s.3-51) altında; “Birlik, karargâh ve kurumlar
içerisine her türlü fotoğraf makinası, sinema makinası, video, ses ve kayıt
cihazları sokmak yasaktır. Bu gibi cihazları kullananlara,
bulunduracakları cihazın tipi, markası, seri numarası ve kullanılacak yer
belirtilerek özel izin verilir. Erbaş ve erlerin şahsî radyo, teyp ve benzeri
dinleme vasıtaları toplanır ve terhis olurken kendilerine verilir. Kışla
komutanının tasvibi dışında hiçbir yerde radyo ve teyp kullanılmaz”
hükmüne yer verilmiştir.
Elektronik aygıt üreten firmaların, gelişim içerisindeki
teknolojinin yarattığı olanak ve yeniliklerden tüketicinin yararlanmasını
hedefledikleri ve bunun sonucu olarak da taşınır nitelikteki elektronik
cihazların, temel işlevleri yanısıra sesli ve görüntülü kayıt, fotoğraf
çekme, istenilen bilgileri elektronik hafızaya kaydetme gibi ekstra işlev
ve fonksiyonlarını da kullanıcıların yararlanmasına sundukları
tartışmasızdır.
Bu açıdan bakıldığında, birlik, karargâh ve kurumlara fotoğraf
makinası
gibi
elektronik
cihazların
sokulmayacağına,
bulundurulmayacağına ve kullanılmayacağına ilişkin emirlerin
temelinde, istihbarat, güvenlik, sabotaj, saldırı, gizlilik ve genel disiplin
gibi hususlarda doğabilecek aksaklık ve tehlikeleri önleme amacının
bulunduğunda kuşku yoktur. Belirtilen cihazların herkesçe bilinen
özellikleri yanında, çok değişik amaçlarla kullanılabilecek olmaları
nedeniyle, birlik, karargâh ve kurumlarda, bulundurulmaları ve
kullanılmaları belirli esaslara bağlanmıştır. Birlik güvenliğini doğrudan
ilgilendiren ve genel disiplini de olumsuz yönde etkileyen, belirtilen
elektronik cihazların bulundurulması ve kullanılması konusunda
önlemler alınması ve düzenlemeler yapılması amir ve komutanlık
sorumluluğunun gereği olup, bu konuda belirtilen Yönerge hükümlerine
dayalı olarak alınacak önlemlerin ve yapılacak düzenlemelerin askerî
hizmete ilişkin olduğu açıkça ortadadır.
Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; suç tarihinden
önce, birlik içerisinde fotoğraf makinası ve benzeri elektronik cihazların
bulundurulması birlik komutanlığınca yasaklanmış olup, bu husus sanığa
da tebliğ edilmiş olmasına rağmen, sanığın 28.9.2006 tarihinde, birlik
içerisinde fotoğraf makinası bulundurması eyleminin, ASCK’nın
65
87/1’inci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu
oluşturduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle; Başsavcılığın itirazı yerinde görüldüğünden
kabulü ile Dairenin; mahkûmiyet hükmünün esastan bozulmasına ilişkin
kararının kaldırılmasına, diğer yönlerden temyiz incelemesine devam
edilmek üzere dava dosyasının Daireye gönderilmesine karar verilmiştir.
66
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/17
K. No. : 2008/17
T.
: 14.2.2008
ÖZET
Birlik, Karargâh ve kurumlara radyo, cep telefonu gibi
elektronik cihazların sokulmayacağına, bulundurulmayacağına
ve kullanılmayacağına ilişkin emirlerin askerî hizmete ilişkin
olduğunda kuşku bulunmadığından, birlik komutanının,
Genelkurmay Başkanlığının yayınladığı Silahlı Kuvvetler
İstihbarata Karşı Koyma, Koruyucu Güvenlik ve İşbirliği
Yönergesinin belirlediği sınırlamaları somut ve anlaşılabilir
bir emir hâline getirip sanığın da aralarında bulunduğu erbaş
ve erlere, olay tarihinden önce, er gazinosu olarak anılan yerde
sözlü olarak tebliğ etmesi karşısında, emrin gereğini hiç yerine
getirmeyen sanığın eylemi emre itaatsizlikte ısrar suçunu
oluşturmaktadır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; birlik komutanlığının, birlik
içerisinde cep telefonu bulundurmanın ve kullanmanın yasaklanmasına
dair emrine aykırı davranışın, ASCK’nın 87/1’inci maddesinde
düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturup oluşturmayacağına
ilişkindir.
Daire; Sanığın eyleminin “disiplin tecavüzü” niteliğinde
bulunduğunu ve atılı “emre itaatsizlikte ısrar” suçunun unsurları
itibarıyla oluşmadığını kabul ederken;
Başsavcılık; birlik içerisinde cep telefonu bulundurmanın ve
kullanmanın yasaklanmasına ilişkin emirlere aykırılığın “emre
itaatsizlikte ısrar” suçunu oluşturduğunu ileri sürerek Daire kararına
itiraz etmiştir.
Dosyadaki delillere göre; Emniyet ve İKK açısından nöbet
yerinde ve bina içerisinde cep telefonu bulundurmanın ve kullanmanın
yasak olduğuna dair emrin, sanığa, suç tarihinden önce 22.9.2006
67
tarihinde er gazinosunda sözlü olarak tebliğ edildiği, sanığın bu emre
aykırı davranarak, görev yaptığı birliğe bir adet cep telefonu getirdiği ve
bu cep telefonunun 3.10.2006 tarihinde yapılan kontrolde sanığın görev
yaptığı fırın mahâllinde ele geçirildiği hususunun maddî olgu olarak
sübuta erdiği anlaşılmakta olup, esasen bu konuda bir uyuşmazlık da
bulunmamaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle sanığa tebliğ edilen emrin
askerî hizmetin yürütülmesine ilişkin olup olmadığının ve buna bağlı
olarak böyle bir emre aykırı davranışın yaptırımının ne olduğunun
açıklığa kavuşturulması gerekmekte, bunun için de konu ile ilgili temel
kavramların yasal düzenlemeler yönünden incelenmesinde yarar
bulunmaktadır.
TSK İç Hizmet Kanun’unun 6’ncı maddesinde; “Hizmet:
Kanunlarla nizamlarda yapılması veyahut yapılmaması yazılmış olan
hususlarla, amir tarafından yazı veya sözle emredilen veya yasak edilen
işlerdir.” şeklinde açıklanmış,
ASCK’nın 12’nci maddesinde ise; “Bu Kanun’un tatbikatında
(Hizmet) tabirinden maksat gerek malûm ve muayyen olan ve gerek bir
amir tarafından emredilen bir askerî vazifenin madun tarafından
yapılması hâlidir.” şeklinde benzer bir tanıma yer verilmiştir.
TSK İç Hizmet Kanun’unun 7’nci maddesinde; “Vazife: Hizmetin
icabettirdiği şeyi yapmak veya menettiği şeyi yapmamaktır.”,
Aynı Kanun’un 8’inci maddesinde; “Emir: Hizmete ait bir talep
ve yasağın sözle, yazı ile ve sair surette ifadesidir.” tanımları yapılmıştır.
Yukarıda yer alan yasal tanımlar ışığında; ASCK’nın 12’nci
maddesinde belirtilen “malûm ve muayyen olan askerî vazife”den,
yasalarda yapılması veya yapılmaması önceden açıkça gösterilen
hususları, “bir amir tarafından emredilen vazife”den ise, yasalarda veya
diğer düzenlemelerde önceden belirlenmeyip, amirlerin takdirlerine
bırakılan hususları anlamak gerekmektedir.
Bu nedenle, her kademedeki amirin, konusu suç oluşturmayan ve
yasa veya diğer hukuk kurallarıyla düzenlenmemiş konularda kendisinin
düzenleme yapıp emir vermeye yetkili olduğunda kuşku
bulunmamaktadır.
ASCK’nın 87’nci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar
suçu ise; askerî hizmete ilişkin emrin gereğinin hiç yapılmaması, emrin
yerine getirilmesinin sözlü veya fiilî olarak açıkça reddedilmesi veya
emir tekrar edildiği hâlde yerine getirilmemesi ve suç işleme kastıyla
hareket edilmesi ile oluşmaktadır.
68
Silahlı Kuvvetler İstihbarata Karşı Koyma, Koruyucu Güvenlik
ve İşbirliği Yönergesinde (MY-114-1 (B); birlik, Karargâh ve
kurumlarda çeşitli elektronik cihazların kullanılmasının İKK ve emniyet
açısından hassas bir durum yarattığı, disiplinsizliklere neden olduğu
belirtilerek, bulundurulmalarının ve kullanılmalarının önlenmesinin
gerektiği vurgulanmış, bu konuda alınacak tedbirler ve yapılacak işlemler
ayrıntılı bir şekilde gösterilmiştir.
Anılan Yönergenin Üçüncü Bölüm, İkinci Kısmında, “Birlik,
Karargâh ve Kurumlarda Güvenlik” başlığı altındaki (g) bendinde; “Cep
telefonuna sahip erbaş ve erlerin, bu telefonlar ile istedikleri zaman ve
kontrolsüz olarak istedikleri şahıslarla konuşmaları, İKK ve emniyet
açısından hassas bir durum yaratması ve bazı disiplinsizliklere neden
olabilmesi nedeniyle; (1) Erbaş ve erlerin cep telefonları ile görüşmeleri
önlenir. Bu maksatla erbaş ve erler tarafından askerî birlik, Karargâh ve
kurumlara cep telefonu sokulmasına ve bulundurulmasına engel olunur.”
hükmüne yer verilmiş olup, devamında, telefon görüşmeleri ile ilgili
olarak alınması gereken önlemler, diğer personel ile ziyaret veya iş takibi
gibi nedenlerle birlik, Karargâh ve kurumlara girmesine izin verilen
personele yapılacak işlemler açıklanmıştır.
Birlik, karargâh ve kurumlara radyo, cep telefonu gibi elektronik
cihazların
sokulmayacağına,
bulundurulmayacağına
ve
kullanılmayacağına ilişkin emirlerin temelinde, istihbarat, güvenlik,
sabotaj, saldırı, gizlilik ve genel disiplin gibi hususlarda doğabilecek
aksaklık ve tehlikeleri önleme amacının bulunduğunda kuşku yoktur.
Belirtilen cihazların herkesçe bilinen özellikleri yanında, çok
değişik amaçlarla kullanılabilecek olmaları nedeniyle, birlik, Karargâh ve
kurumlarda, bulundurulmaları ve kullanılmaları belirli Esaslara
bağlanmıştır. Birlik güvenliğini doğrudan ilgilendiren ve genel disiplini
de olumsuz yönde etkileyen, belirtilen elektronik cihazların
bulundurulması ve kullanılması konusunda önlemler alınması ve
düzenlemeler yapılması amir ve komutanlık sorumluluğunun gereği olup,
bu konuda belirtilen Yönerge hükümlerine dayalı olarak alınacak
önlemlerin ve yapılacak düzenlemelerin askerî hizmete ilişkin olduğu
açıkça ortadadır. (Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 5.11.2001,
2001/108-104; 7.7.2005, 2005/59-60; 20.10.2005, 2005/73-82; 9.3.2006,
206/74-57; 9.3.2006, 2006/80-59; 25.1.2007, 2007/3-3; 1.3.2007, 2007/1810; 8.11.2007, 118-120 sayılı) kararlarında da, yukarıda belirtilen
Yönergenin, birlik, karargâh ve kurumların güvenlik ve gizliliğine
yönelik olarak kullanılabilecek her türlü cihazla ilgili olarak amir ve
69
komutanlara düzenleme yapma yetkisi tanındığı vurgulanarak, bu
konudaki emirlerin hizmete ilişkin olduğu kabul edilmiştir.
Somut olayda, sanığın birlik komutanının, Genelkurmay
Başkanlığının yayınladığı Silahlı Kuvvetler İstihbarata Karşı Koyma,
Koruyucu Güvenlik ve İşbirliği Yönergesinin belirlediği sınırlamaları
somut ve anlaşılabilir bir emir hâline getirip sanığın da aralarında
bulunduğu erbaş ve erlere, olay tarihinden önce, er gazinosu olarak
anılan yerde sözlü olarak tebliğ etmesi karşısında, sanığın, hizmete ilişkin
emrin içeriğini ve amacını öğrendiği ve böylece söz konusu emrin sanık
açısından özelleştirilip somut
hâle getirildiği anlaşılmıştır.
(As.Yrg.Drl.Krl.’nun 5. 2.2004/25-23 sayılı kararı da bu doğrultudadır.)
Bu nedenlerle, anılan emrin içeriğinden ve amacından suç
tarihinden önce haberdar olmasına rağmen emrin gereğini hiç yerine
getirmeyen sanığa atılı emre itaatsizlikte ısrar suçunun tüm unsurları ile
oluştuğu anlaşıldığından ve Askerî Yargıtayın istikrar bulmuş
kararlarından ayrılmayı gerektiren bir mevzuat değişikliği de
bulunmadığından, bu doğrultudaki Askerî Yargıtay Başsavcılığının
itirazının kabulü ile, mahkûmiyet hükmünü esastan bozan Daire ilamının
kaldırılmasına, temyiz incelemesine diğer yönlerden devam edilmek
üzere dava dosyasının Daireye gönderilmesine karar verilmiştir.
70
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/23
K. No. : 2008/22
T.
: 21.2.2008
ÖZET
Kışlada radyo bulundurulmayacağına dair sanığa tebliğ
edilen emrin ve olay gecesi sanığın tuttuğu nöbete ilişkin nöbet
talimatlarının temin edilerek dosyaya konulmasını, olay gecesi
sanığın üzerinde radyoyu bulan personelin o anda radyonun
çalışıp çalışmadığı konusunda yeminli ifadesinin alınmasını
müteakip, sübutun ve suç vasfının değerlendirilmesi gerekir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı suçun sübutu konusunda
noksan soruşturma bulunup bulunmadığı konusuna ilişkin ise de;
A- İtiraz aşamasında, 8.2.2008 tarihli ve 26781 sayılı Resmî
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı “Temel Ceza
Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 562’nci maddesiyle,
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231’inci maddesinin 5 ve
14’üncü fıkralarında değişiklik yapılarak “Hükmün açıklanmasının geri
bırakılması” müessesesinin uygulama alanının genişletilmesi ve dava
dosyasının da bu kapsamda görülmesi üzerine, kurulda, bu değişikliğe
göre dava dosyasının mahkemesince takdir ve değerlendirilmesi
açısından, Askerî Yargıtayca hiçbir inceleme yapılmaksızın hükmün
öncelikle bu yönden bozulması gerektiğine dair görüş ileri sürülmesi
karşısında, bu konuda yapılan inceleme ve müzakere sonucunda;
5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesiyle değişik, 5271 sayılı
CMK’nın 231’inci maddesinin 5-14 fıkralarında düzenlenen “Hükmün
açıklanmasının geri bırakılması” müessesesinin; Ceza Muhakemesi
Kanun’unda düzenlenmiş olmasına rağmen, mülga 647 sayılı Kanun’un
6’ncı maddesinde düzenlenen “Cezaların ertelenmesi” müessesesine
kısmen benzediği, madde içeriği ve sonuçları itibarıyla kişi özgürlüğü ile
doğrudan ilişkili bulunduğundan, maddî ceza hukukunu da ilgilendiren
71
bir müessese olduğu, bu nedenle CMK’nın 231’inci maddesinin 14’üncü
fıkrasında belirtilen suçların haricinde kalan bir suçtan dolayı, askerî
mahkemelerce 8.2.2008 tarihinden önce tesis olunan, sonuç olarak iki yıl
veya daha az hapis veya adlî para cezasına ilişkin mahkûmiyet
hükümlerinin temyiz edilmesi hâlinde Askerî Yargıtayca yapılacak
temyiz incelemesinin her yönden (Görev, usul, sübut, vasıf, takdir,
uygulama yönlerinden) yapılması gerektiği, örneğin; askerî mahkemece
görevsizlik kararı verilmesi gereken bir davada görevsizlik dışında bir
hüküm kurulmuşsa, usul hukukuna ilişkin mutlak bozma sebebi sayılan
kurallara aykırı davranılmışsa, mahkûmiyet için yeterli delil olmadığı
veya zamanaşımı söz konusu olduğu hâlde mahkûmiyet kararı verilmişse,
suç vasfı yanlış belirlenmişse ya da ceza tayin edilirken sanığın kişiliğine
ve dosya içeriğine uygun düşmeyecek şekilde ve derecede ceza tayin
edilmişse, Askerî Yargıtayca hükmün öncelikle bu yönlerden bozulacağı
kuşkusuzdur. Bu itibarla, temyiz incelemesi sırasında, CMK’nın 231’inci
maddesinde yapılan söz konusu değişiklikten önce kurulmuş olan iki yıl
veya daha az hapis ya da adlî para cezasına ilişkin mahkûmiyet
hükümlerinde usul, sübut, vasıf, takdir ve uygulama yönlerinden bir
isabetsizliğin görülmemesi hâlinde, bu aşamada gündeme gelen
“Hükmün açıklanmasının geri bırakılması” konusunun takdir ve
değerlendirilmesinin, hüküm mahkemesince yapılabilmesi bakımından,
hükmün bozulması gerekeceği sonucuna varıldığından, ileri sürülen söz
konusu usul meselesi; işin esasına girilmeden, hükmün CMK’nın
231’inci maddesinde yapılan değişiklik karşısında, hükmün
açıklanmasının geri bırakılması konusunun mahkemesince teemmülü
bakımından, hükmün öncelikle bu yönden bozulması gerektiğine ilişkin
görüşler nedeniyle aşıldıktan sonra sürdürülen incelemede;
B- Usul yönünden inceleme:
Kurulda, sanığın sorgu ve savunmasının tespiti için yazılan
talimata, dosya 5’inci sırada bulunan Onb. S.Ş. ismi yazılı tebellüğ
belgesinin ve askerî savcılık ifadesinin eklenip, sanığın bu belge ve ifade
ile ilgili beyanının alınmamasının savunma hakkını kısıtladığı görüşü
ileri sürülmüş ise de,
İstinabe mahkemesince, yasal hakları hatırlatılıp usul kurallarına
uyularak iddianame ve birlik ifadesi dâhilinde sanığın sorgu ve
savunması tespit edilmiş olup, sanık savunmasında birlik ifadesini kabul
etmemiştir. Dosyaya bir başka şahsa ait tebellüğ belgesinin konulduğu
hususunda da kuşku bulunmamaktadır. Sanığın askerî savcılıkta
“ismimin (Onb. S.Ş. isminin) üzerindeki imza bana aittir” şeklinde
gerçekle uyuşmayan, ciddiyetten uzak bir şekilde alınan ve askerî
72
mahkemece değerlendirmeye alınmayan bu ifadenin talimata
eklenmemesi savunma hakkını ihlâl eder nitelikte görülmediğinden, keza
dosyaya yanlış konulan tebellüğ belgesi de bir sonraki aşamada noksan
soruşturma olarak, sanığın savunma hakkının kısıtlanmadığına karar
verilip, incelemeye devam edilmiştir.
C- Esas yönünden inceleme:
Daire, sanığa atılı emre itaatsizlikte ısrar suçunun unsurlarının
oluştuğunu kabul ederek, mahkûmiyet hükmünü onarken,
Başsavcılık, radyo ele geçtiğinde çalışır durumda olup olmadığının
tespiti için Tğm.İ.G.’nin tanık olarak dinlenmemesinin ve nöbet
talimatlarının getirtilmemesinin noksan soruşturma teşkil ettiğini ileri
sürerek, Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
Sanığın üzerinde, 30.6.2006 günü saat 23:00-01:00 nöbeti sırasında
bir adet radyo bulunduğu sabit ise de; kışla içerisinde radyo
bulundurmayı yasaklayan emrin sanığa tebliğ edilip edilmediği,
radyonun ele geçtiğinde çalışır durumda olup olmadığı konularında
kuşkular mevcuttur.
Şöyleki; gerek gerekçeli hükümde, gerekse Daire Kararında; atılı
suçun oluşmasında esas alınan kışla içerisinde radyo bulundurmanın
yasak olduğuna dair emrin, 8.11.2005 tarihinde imza karşılığında sanığa
tebliğ edildiği kabul edilmiş ise de, dosyadaki belgede tebellüğ eden kişi
olarak Onb. S.Ş.’nin ismi ve imzası bulunmakta olup, bu yasaklamayla
ilgili dosyada başka bir emir ya da talimat mevcut değildir.
Sanık askerî savcıya verdiği ifadesinde, emrin kendisine tebliğ
edildiğini, isminin (Onb. S.Ş.) üzerindeki imzanın kendisine ait
olduğunu, istinabe yoluyla alınan sorgu ve savunmasında da birlik
içerisinde radyo, celp telefonu kullanmanın yasak olduğuna dair
emirlerin tebliğ edildiğini beyan etmiş ise de; dosyada başka bir şahsa ait
tebellüğ belgesinin bulunması ve sanığın askerî savcıdaki çelişkili ifadesi
karşısında, mahkemedeki sorgu ve savunmasında bu konudaki emirlerin
tebliğ edildiğine dair beyanı, radyo bulundurma yasağından haberi
olduğu kuşkusunu, tek başına ortada kaldıracak nitelikte bir delil olarak
değerlendirilmemiştir.
Bu nedenlerle; kışlada radyo bulundurulmayacağına dair sanığa
tebliğ edilen emrin ve olay gecesi sanığın tuttuğu nöbete ilişkin nöbet
talimatlarının temin edilerek dosyaya konulmasını, olay gecesi sanığın
üzerinde radyoyu bulan Tğm. İ.G.’nin o anda radyonun çalışıp
çalışmadığı konusunda yeminli ifadesinin alınmasını müteakip, sübutun
ve suç vasfının değerlendirilmesi gerekirken, noksan soruşturma sonucu
mahkûmiyet hükmü kurulduğu sonucuna varıldığından, Askerî Yargıtay
73
Başsavcılığının itirazının kabulüyle, Askerî Yargıtay 2’nci Dairesinin,
mahkûmiyet hükmünün onanmasına dair Kararın kaldırılmasına, sanığın
temyizine atfen ve resen hükmün, 353 sayılı Kanun’un 221/1’inci
maddesi gereğince noksan soruşturma nedeniyle bozulmasına karar
verilmiştir.
74
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/25
K. No. : 2008/26
T.
: 28.2.2008
ÖZET
Sanığın,
tüm
aşamalardaki
aynı
doğrultudaki
savunmalarının aksine bir delil elde edilemediği, olayın
gerçekleşme şeklinin sanığın savunmalarına uygun düştüğü,
suça konu askerî aracı özel menfaatinde kullanmak suçundan
hakkında mahkûmiyet hükmü tesis edilen diğer sanığın aksi
yöndeki beyanının, kendisini ceza takibinden kurtarmaya
yönelik olabileceği, ayrıca bu konuda herhangi bir görgü
tanığının bulunmaması nedeniyle bu beyanın sanık aleyhine
kesin delil olarak kabul edilemeyeceği, bu durumda sanığın,
emirlere aykırı hareket etmek kastıyla üzerine zimmetli askerî
aracı diğer sanığın kullanmasına izin verdiğine dair
mahkûmiyetine yeterli, kuşkudan arındırılmış, kesin deliller
bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunda
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, sanığa yüklenen emre itaatsizlikte
ısrar suçunun unsurları itibariyle oluşup oluşmadığının belirlenmesine
ilişkindir.
Daire; sanığın, emirlere aykırı hareket etmek kastıyla, Er
O.H.’nin, aracını kullanmasına izin verdiğine dair mahkûmiyetine yeter
nitelikte kuşkudan arındırılmış kesin deliller bulunmadığını kabul
ederken;
Başsavcılık; sanığa atılı emre itaatsizlikte ısrar suçunun tüm
unsurları ile sübuta erdiğini ve sanık hakkında bu suçtan mahkûmiyet
hükmü kurulması gerekirken, aksi yöndeki isabetsiz değerlendirmelerle
beraate hükmedilmesinin hukuka uygun bulunmadığını ileri sürerek
Daire kararına itiraz etmiştir.
Sanığın, tüm aşamalardaki; üzerine zimmetli 427280 plâka sayılı
Topçeker Jeep aracını P.Er O.H.’ye kullanması için izin vermediğine,
75
aracın arkasında bulunan topun kılıfını takmaya çalışırken adı geçen erin
araca binerek aniden çalıştırması neticesinde viteste bulunan aracın
hareket ettiğine, aracı kontrol etmek için mecburen aracın sağ koltuğuna
oturduğuna dair savunmalarının aksine bir delil elde edilemediği, aracın
çok kısa bir mesafe yol aldıktan sonra ağaca çarpmış olmasının sanığın
savunmalarına uygun düştüğü, söz konusu askerî aracı özel menfaatinde
kullanmak suçundan hakkında mahkûmiyet hükmü tesis edilen Er
O.H.’nin “aracı sanık Er M.Y.’den izin alarak kullandığına” dair
beyanının, kendisini ceza takibinden kurtarmaya yönelik olabileceği,
ayrıca bu konuda herhangi bir görgü tanığının bulunmaması nedeniyle Er
O.H.’nin bu beyanın sanık aleyhine kesin delil olarak kabul
edilemeyeceği, bu durumda sanığın, emirlere aykırı hareket etmek
kastıyla üzerine zimmetli askerî aracı Er O.H.’nin kullanmasına izin
verdiğine dair mahkûmiyetine yeterli, kuşkudan arındırılmış, kesin
deliller bulunmadığı sonucuna varıldığından, aynı yöndeki Daire kararına
karşı, Askerî Yargıtay Başsavcılığınca yapılan itirazın reddine karar
verilmiştir.
76
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/31
K. No. : 2008/30
T.
: 28.2.2008
ÖZET
Sanık, sorgusunda, kışla dâhilinde cep telefonu
bulundurmanın ve kullanmanın yasaklanmasına ilişkin
“Emniyet ve Kaza Önleme Talimatının” kendisine olaydan
sonra tebliğ edildiğini, sözü edilen yasaklamadan daha önce
haberdar olmadığını ileri sürmüş ise de; bölük komutanının,
kovuşturma aşamasında tespit edilen yeminli beyanında, tebliğ
tarihini net olarak hatırlayamamakla birlikte söz konusu
talimatın suç tarihinden önce tebliğ edildiğini kesinlikle
söyleyebileceğini
beyan
etmesi;
sanığın,
soruşturma
aşamasında birlik komutanlığınca ifadesinin tespit edildiği
esnada, “cep telefonu taşımanın ve görüşme yapmanın yasak
olduğu tarafınıza tebliğ edilmesine rağmen, niçin cep telefonu
bulundurarak
emre
itaatsizlik
ettiniz?”
sorusunun
yöneltilmesini müteakip bu emirden bilgisi olmadığını ileri
sürmemesi, annesi ve nişanlısı ile görüşme yapmak amacıyla
cep telefonu bulundurduğunu beyan etmesi, erbaş ve erlerin
tüm askerî birlik, kurum ve karargâhlarda cep telefonu
kullanmasının
yasaklanmış olduğu
hususunun
herkes
tarafından bilinen bir durum olması hususları birlikte
değerlendirildiğinde; sanığın, söz konusu yasaktan haberdar
olmadığını beyan etmesinin savunmaya yönelik, samimî
olmayan bir beyan niteliğinde olduğu, dolayısıyla, suç
tarihinden önce anılan talimattan haberdar olduğu ve böylece
somutlaştırılan bu emre aykırı davranarak kışla dahilinde cep
telefonu bulundurmak suretiyle “emre itaatsizlikte ısrar”
suçunu işlediği sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı emre itaatsizlikte ısrar
77
suçunun unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığının belirlenmesine
ilişkindir.
Daire; cep telefonu bulundurmanın ve kullanmanın
yasaklanmasına ilişkin emrin sanığa suç tarihinden önce tebliğ edildiği
hususunun kuşkulu kalması nedeniyle kuşkunun sanık lehine
değerlendirilerek, atılı emre itaatsizlikte ısrar suçundan sanığın beraatine
hükmedilmesinde bir isabetsizliğin bulunmadığını kabul ederken;
Başsavcılık; sanığın, birlik içerisinde cep telefonu bulundurma ve
kullanma yasağından haberdar olduğunu ve eyleminin emre itaatsizlikte
ısrar suçunu oluşturduğunu ileri sürerek Daire kararına itiraz etmiştir.
Sanık, sorgusunda, kışla dâhilinde cep telefonu bulundurmanın ve
kullanmanın yasaklanmasına ilişkin “Emniyet ve Kaza Önleme
Talimatının” kendisine olaydan sonra tebliğ edildiğini, sözü edilen
yasaklamadan daha önce haberdar olmadığını ileri sürmüş ise de; bölük
komutanı olarak görev yapan Tbp.Ütğm. S.M.K.’nın, kovuşturma
aşamasında tespit edilen yeminli beyanında, tebliğ tarihini net olarak
hatırlayamamakla birlikte, söz konusu talimatın suç tarihinden önce
tebliğ edildiğini kesinlikle söyleyebileceğini beyan etmesi; sanığın,
soruşturma aşamasında birlik komutanlığınca ifadesinin tespit edildiği
esnada, “cep telefonu taşımanın ve görüşme yapmanın yasak olduğu
tarafınıza tebliğ edilmesine rağmen, niçin cep telefonu bulundurarak
emre itaatsizlik ettiniz.?” sorusunun yöneltilmesini müteakip bu emirden
bilgisi olmadığını ileri sürmemesi, annesi ve nişanlısı ile görüşme
yapmak amacıyla cep telefonu bulundurduğunu beyan etmesi, erbaş ve
erlerin tüm askerî birlik, kurum ve karargâhlarda cep telefonu
kullanmasının yasaklanmış olduğu hususunun herkes tarafından bilinen
bir durum olması hususları birlikte değerlendirildiğinde;
Sanığın, söz konusu yasaktan haberdar olmadığını beyan
etmesinin savunmaya yönelik, samimî olmayan bir beyan niteliğinde
olduğu, dolayısıyla, suç tarihinden önce, anılan, “Emniyet ve Kaza
Önleme Talimatından” haberdar olduğu ve böylece somutlaştırılan bu
emre aykırı davranarak kışla dâhilinde cep telefonu bulundurmak
suretiyle “emre itaatsizlikte ısrar” suçunu işlediği sonucuna
varıldığından, Askerî Yargıtay Başsavcılığının itirazının kabulü ile,
Dairenin onama kararının kaldırılmasına; komutan adına adlî müşavirin
temyizine atfen ve resen beraat hükmünün esas yönünden 353 sayılı
Kanun’un 221/1’inci maddesi gereğince bozulmasına karar verilmiştir.
78
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/32
K. No. : 2008/40
T.
: 13.3.2008
ÖZET
Olay
tutanağında,
“30.4.2007
günü
Merkez
Komutanlığının yapmış olduğu arama esnasında, Hv.Svn.Çvş.
S.K.’ya ait bir adet cep telefonu bulunmuştur. İş bu tutanak
tarafımızca tutulup imza altına alınmıştır. 1.5.2007” denilerek,
1.Bt. Astsb.Hv.Svn.Kad.Bçvş. M.P. ve 1.Bt.K.Hv. Svn.Yzb.
M.K. tarafından imzalandığı; tutanak içeriğinde, aramanın
30.4.2007 günü Merkez Komutanlığı görevlileri tarafından
yapıldığı belirtilmesine rağmen, tutanağın bir gün sonra
Merkez Komutanlığı ile ilgisi olmayan, sanığın askerlik
görevini yaptığı 7’nci Kolordu Hv.Svn.Tb. 1’inci Batarya
Komutanı ve Batarya Astsubayı tarafından düzenlendiği
anlaşıldığından,
keza,
1’inci
Bt.K.Hv.Svn.Yzb.
M.K.
tarafından daha sonra düzenlenen vak’a ve kanaat raporunda
da suç yeri ve saati olarak “1’inci Bt. Er-Erbaş Gazinosu/
20.30 - 21.30” yazıldığından; normalde kışla dışında görev
yapan Merkez Komutanlığı personelinin, birlik içinde hangi
nedenle arama yaptığı, aramanın Merkez Komutanlığı
personeli tarafından yapılmasına rağmen, tutanağın daha
sonra neden 1’inci Batarya personeli tarafından ve hangi
bilgilere dayanılarak düzenlediği anlaşılamadığı için, sanığa
ait cep telefonunun kimler tarafından nerede ve ne zaman
bulunduğu konusunda kuşku doğduğundan, öncelikle bu
konunun açıklığa kavuşturulmamasının noksan soruşturma
teşkil ettiği sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı suçun sübutuna yönelik
noksan soruşturmanın bulunup bulunmadığına ilişkindir.
79
Daire; Merkez Komutanlığınca nerede arama yapıldığı ve sanığa ait
cep telefonunun nerede ele geçirildiği konusunda tutanakta açıklık
bulunmadığından, bu konunun araştırılmamasını, keza soruşturmanın
ifadesinde sanığın savunmasını doğrulayan Atğm. Ö.Ş.’nin kovuşturma
aşamasında yeminli ifadesinin alınmamasını noksan soruşturma olarak
değerlendirerek hükmü bozarken,
Başsavcılık, dosya içeriğinden, aramanın Hv.Svn.Yzb. M.K.
tarafından yapıldığının ve iddia konusu cep telefonunun askerî birlik
içerisinde erbaş ve er gazinosunda ele geçtiğinin anlaşıldığını, yapılacak
ilâve bir araştırmanın maddî unsur yönünden suçun oluşumuna bir
etkisinin bulunmayacağını, sanığın cep telefonunu Atğm. Ö.Ş.’ye teslim
edeceğine dair savunmasının da inandırıcılıktan uzak olduğunu, atılı
suçun unsurlarının oluştuğunu ileri sürerek Daire kararına süresinde itiraz
etmiştir.
Dosyadaki olay tutanağında “30.4.2007 günü Merkez
Komutanlığının yapmış olduğu arama esnasında, Hv.Svn.Çvş. S.K.’ya ait
bir adet cep telefonu bulunmuştur. İş bu tutanak tarafımızca tutulup imza
altına alınmıştır. 1.5.2007” denilerek, 1.Bt.Astsb. Hv.Svn.Kad.Bçvş.
M.P. ve 1.Bt.K.Hv.Svn.Yzb. M.K. tarafından imzalanmıştır.
Tutanak içeriğinde, aramanın 30.4.2007 günü Merkez Komutanlığı
görevlileri tarafından yapıldığı belirtilmesine rağmen, tutanağın bir gün
sonra Merkez Komutanlığı ile ilgisi olmayan, sanığın askerlik görevini
yaptığı 7’nci Kolordu Hv.Svn.Tb. 1’inci Batarya Komutanı ve Batarya
Astsubayı tarafından düzenlendiği anlaşılmaktadır. Keza 1’inci Bt.K.Hv.
Svn.Yzb. M.K. tarafından daha sonra düzenlenen vak’a ve kanaat
raporunda da suç yeri ve saati olarak “1’inci Bt. Er-Erbaş Gazinosu/20.30
- 21.30” yazılmıştır.
Bu belgelerden, normalde kışla dışında görev yapan Merkez
Komutanlığı personelinin, birlik içinde hangi nedenle arama yaptığı,
aramanın Merkez Komutanlığı personeli tarafından yapılmasına rağmen,
tutanağın daha sonra neden 1’inci Batarya personeli tarafından ve hangi
bilgilere dayanılarak düzenlediği anlaşılamadığı için, sanığa ait cep
telefonunun kimler tarafından nerede ve ne zaman bulunduğu konusunda
kuşku doğduğundan, öncelikle bu konunun açıklığa kavuşturulmamasının
noksan soruşturma teşkil ettiği sonucuna varılmıştır.
Keza, sanığın sorgu ve savunmasında, Tabur Komutanının, kimlik
kartı karşılığında cep telefonunu dışarıda emanete bırakmanın
sakıncalarını anlatması üzerine, cep telefonunu Takım Komutanı Atğm.
Ö.Ş.’ye teslim etmek üzere 29.4.2007 Pazar günü birliğe getirdiğini,
Pazartesi günü Atğm. Ö.Ş.’yi bulamadığını ve aynı gün akşam cep
80
telefonunun ele geçtiğini ileri sürmesi; Atğm. Ö.Ş.’nin de soruşturma
ifadesinde, sanığın cep telefonunu kendisine teslim edeceğinden haberi
olduğunu, Pazartesi günü basketbol maçına hakem olarak gittiği için
sanığın kendisini bulup cep telefonunu teslim edemediğini beyan ederek
sanığın savunmasını doğrulaması karşısında, sanığın suç kastının tespiti
bakımından, bu tanığın kovuşturma aşamasında yeminli ifadesinin
alınmaması da noksan soruşturma olarak değerlendirilmiştir.
Bu nedenle, Askerî Yargıtay 4’üncü Dairesinin, sanık hakkındaki
mahkûmiyet hükmünü aynı sebeplerle noksan soruşturma yönünden
bozmasına ilişkin 15.1.2008 tarihli, 2008/95-94 Esas ve Karar sayılı
ilamında bir isabetsizlik görülmediğinden, Askerî Yargıtay
Başsavcılığınca bu ilama karşı yapılan itirazın, 353 sayılı Kanun’un
224’üncü maddesi gereğince reddine karar verilmiştir.
Gerekçeli hükmün, hüküm fıkrasında sanığın isminin maddî hata
sonucu “S.M.O.” şeklinde yazıldığına ayrıca işaret edilmiştir.
81
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/59
K. No. : 2008/58
T.
: 27.3.2008
ÖZET
Birlik komutanının yetkisi dâhilinde getirdiği “Erbaş ve
erler saçlarına kesinlikle jöle sürmeyecektir. Dışarıdan hiçbir
nedenle yemek getirilmeyecektir.” şeklindeki yasağın, idarî
yönden tedbir ve ikaz amacıyla yapılmış genel bir düzenleme
mahiyetinde olduğu ve askerî hizmete ilişkin bir emir niteliğini
taşımadığı gözetildiğinde, bu konuda verilen emre aykırı
olarak dışarıdan yemek siparişi verip birliğe sokan sanığın
eylemi, ASCK’nın 162/1-A madde ve bendinde “Askerî
terbiyeyi, disiplini bozan ve hiçbir ceza Kanun’unun
maddelerine uymayan fiiller ve tekâsüller” şeklinde
tanımlanan ve sıralı amirlerin cezalandırma yetkisine giren
disiplin tecavüzü kapsamına girmektedir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; birliğe dışarıdan yemek getirilmesini
yasaklayan emrin, askerî hizmete ilişkin bir emir niteliğinde olup
olmadığı konusundadır.
Daire; birliğe dışarıdan yemek getirilmesinin yasaklanmasına
ilişkin emrin; askerî hizmete ilişkin bir emir olduğunu ve atılı suçun
unsurlarının oluştuğunu kabul ederek mahkûmiyet hükmünü onarken,
Başsavcılık; söz konusu emrin, genel mahiyette, idarî ve disipline
ilişkin bir emir niteliğinde olduğunu, buna uyulmamasının ASCK’nın
162/1-A madde ve bendi kapsamında düzenlenen disiplin tecavüzünü
oluşturduğunu, bu nedenle sanığın disiplin amirince cezalandırılması
gerektiğini ileri sürerek, Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
Bu konudaki yasal düzenlemelere baktığımızda;
4551 sayılı Kanunla değişik 1632 sayılı Askerî Ceza Kanunu’nun;
87/1’inci madde ve fıkrasının ilk cümlesinde “Hizmete ilişkin emri hiç
yapmayan asker kişiler bir aydan bir seneye kadar ... cezalandırılırlar”,
82
12’nci maddesinde “Bu Kanun’un tatbikatında (Hizmet) tabirinden
maksat gerek malûm ve muayyen olan ve gerek bir amir tarafından
emredilen bir askerî vazifenin madun tarafından yapılması hâlidir.”
211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanun’unun;
6’ncı maddesinde “Hizmet; Kanunlarla nizamlarda yapılması
veyahut yapılmaması yazılmış olan hususlarla, amir tarafından yazı veya
sözle emredilen veya yasak edilen işlerdir.”
7’nci maddesinde “Vazife; Hizmetin icabettirdiği şeyi yapmak ve
menettiği şeyi yapmamaktır.”
8’inci maddesinde “Emir; Hizmete ait bir talep ve yasağın sözle,
yazı ile ve sair surette ifadesidir.”
Şeklinde tarif ve düzenlemelerin yer aldığı görülmektedir.
Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, ASCK’nın 12’nci
maddesinde yer alan “Malûm ve muayyen olan bir askerî vazife”den,
yasalarda yapılması veya yapılmaması önceden açıkça gösterilen
hususların, “Bir amir tarafından emredilen askerî vazife”den ise,
yasalarda veya diğer düzenlemelerde önceden belirlenmeyip; amirlerin
takdirlerine bırakılan hususların anlaşılması gerekmektedir.
Bu yasal düzenlemelere göre, her kademedeki amirin, disiplini
sağlamak, hizmetin düzgün, verimli ve kesintisiz bir şekilde
yürütülmesini temin maksadıyla, konusu suç oluşturmayan, yasa veya
diğer hukuk kurallarıyla düzenlenmemiş konularda düzenleme yapıp
emir vermeye yetkili olduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır. Ancak
amirin bu yetkisine dayanarak yaptığı her düzenlemenin ve verdiği her
emrin, askerî hizmete ilişkin bir emir olduğu söylenemeyeceğinden, bu
şekildeki düzenleme ve emirlere aykırı her davranışın ASCK’nın
87/1’inci maddesinin ilk cümlesi kapsamına giren emre itaatsizlikte ısrar
suçunu oluşturduğunun kabulü de mümkün değildir.
Askerî savcılığın yazısı üzerine, Kastamonu Askerlik Daire
Başkanlığının 26.7.2006 tarihli yazısında;
“... Adı geçen emrin;
a) Getirilecek yemeğin kontrolünün tam olarak yapılamaması
nedeniyle zehirlenme ve bulaşıcı hastalıklara karşı erbaş/erleri korumak,
b) Yemek dışında başka maddelerin de, içki, uyuşturucu v.s. içeriye
sokulmasını önlemek,
c) Erbaş ve erler arasındaki gelir farklılıklarından dolayı, yemek
getiremeyen erbaş/erlerin ruhsal durumlarının etkilenmesini önlemek,
ç) Güvenlik nedeniyle verilmiştir.
d) Ayrıca erbaş/erlerin iaşelerinde herhangi bir sorun söz konusu
değildir.” şeklinde cevap verilmiştir.
83
İddia konusu emrin yayımlanış şekline (Aynı maddede dışarıdan
yemek getirme ile birlikte erbaş/erlerin saçlarına jöle sürmesinin de
yasaklanması) ve yukarıda belirtilen yayımlanış amacına bakıldığında,
tedbir amacıyla yayımlanmış, ikaz özelliği taşıyan, uyulması zorunlu,
idari ve disipline taalluk eden genel bir düzenleme niteliğinde olduğu
anlaşılmaktadır.
Alkollü içki gibi tüketim maddelerinin birliğin disiplinini bozacağı,
cep telefonu gibi iletişim aletlerinin de birliğin ve personelin güvenliğini
tehlikeye düşüreceği bilinen somut bir gerçek olduğundan, birlik
komutanının birliğin disiplinini ve güvenliğini sağlamak amacıyla kışla
sınırları içerisine alkollü içki ve cep telefonu sokulmasını yasaklayan
emrine aykırı hareket edilmesi fiillerinin, ASCK’nın 87/1’inci
maddesinin birinci cümlesi kapsamına giren emre itaatsizlikte ısrar
suçunu oluşturacağı hususunda kuşku bulunmamasına rağmen; kışla
içerisinde (Kantin işletmesi bulunan birliklerde) satılan ve kışla
içerisinde bulundurulması yasak olmayan yiyecek maddesi gibi tüketim
maddelerinin, bu konuda yayımlanan emre aykırı olarak, sipariş verilerek
dışarıdan getirtilip kışlaya sokulması fiilleri, doğrudan birliğin disiplinini
ve güvenliğini tehdit etmeyip, sadece yemeği yiyen kişinin sağlığını
bozma ihtimali bulunduğu, keza tebliğnamede değinildiği üzere; erbaş ve
erlerin dışarıdan getirmesi ya da getirtmesi yasaklanan yiyecek
maddelerini
çarşı
iznine
çıktıklarında
yemelerine
engel
olunamayacağından, sağlıkla ilgili tehlikenin o zaman da mevcut olduğu,
dışarıdan getirilen ya da getirtilen yiyecek maddeleriyle birlikte içki ve
uyuşturucu gibi başka maddelerin sokulması ihtimalinin az da olsa
mevcut olmasına rağmen, gerek bu maddelerin girişine, gerekse
güvenliğin ihlâline ciddî bir denetim ile engel olunabileceği, birliklerin
çoğunda kışla içerisinde her türlü yiyecek maddelerinin satılması, çarşı
izninde de her türlü ihtiyacın karşılanması nedeniyle, erbaş ve erler
arasındaki gelir farklılıklarından kaynaklanan ruhsal etkilenmenin
ortadan kaldırılmasının da mümkün olmadığı dikkate alındığında, somut
olayda birlik komutanının yetkisi dâhilinde getirdiği bu yasağın, idarî
yönden, tedbir ve ikaz amacıyla yapılmış genel bir düzenleme
mahiyetinde olduğu, askerî hizmete ilişkin bir emir niteliğini taşımadığı,
dolayısıyla bu konuda verilen emre aykırı olarak dışarıdan yemek siparişi
verip birliğe sokan sanığın eyleminin, ASCK’nın 162/1-A madde ve
bendinde “Askerî terbiyeyi, disiplini bozan ve hiçbir ceza Kanun’unun
maddelerine uymayan fiiller ve tekâsüller” şeklinde tanımlanan ve sıralı
amirlerin cezalandırma yetkisine giren disiplin tecavüzü kapsamına
girdiği sonucuna varıldığından, Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun
84
8.2.2007/6-5 ve Askerî Yargıtay 3’üncü Dairesinin 12.12.2006/17801777 tarihli, Esas ve Karar sayılı kararları da bu doğrultuda olduğundan;
Askerî Yargıtay Başsavcılığının aynı doğrultudaki itirazının 353
sayılı Kanun’un 224’üncü maddesi uyarınca kabulü ile Askerî Yargıtay
4’üncü Dairesinin isabetli görülmeyen 5.2.2008 tarihli, 2008/252-243
Esas ve Karar sayılı kararının kaldırılmasına, sanık terhisli P.Er M.K.
müdafiinin temyizine atfen ve resen, emre itaatsizlikte ısrar suçunun
unsurları oluşmadığından, bu sanık hakkındaki mahkûmiyet hükmünün
353 sayılı Kanun’un 221/1’inci maddesi gereğince bozulmasına, sanık
lehine olan bu bozmanın, sanık M. ile birlikte aynı suçu işleyen ve
mahkûmiyet hükmünü temyiz etmeyen diğer sanık P.Er E.Ö.’ye 353
sayılı Kanun’un 226’ncı maddesi uyarınca sirayet ettirilerek, bu sanık
hakkındaki mahkûmiyet hükmünün de 353 sayılı Kanun’un 221/1’inci
maddesi uyarınca bozulmasına karar verilmiştir.
85
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87, 82/2
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/62
K. No. : 2008/61
T.
: 3.4.2008
ÖZET
1) Olay anında emir verme yetkisini haiz olmayan ve
sanığın amiri konumunda bulunmayan onbaşının, sanığa
“Kalkıp çalışması” yönünde sarf ettiği sözlerinin hizmete
müteallik bir emir sayılamayacağı, ayrıca sanığın, amiri
asteğmen tarafından kendisine rahatsızlığı sebebiyle izin
verildiğini bildiği için onbaşının isteğini yerine getirmediği ve
dolayısıyla emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlemek kastı ile
hareket
ettiğinin
de
kabul
edilemeyeceği
sonucuna
varıldığından, emre itaatsizlikte ısrar suçu unsurları itibarıyla
oluşmamıştır.
2) Tehdit, mağduru istenilen bir hareketi yapmaya
zorlamak ve onu korkutmak olduğuna göre, hukuken
değerlendirilmesi için uygunluk, elverişlilik, yeterlilik
koşulları gerçekleşmelidir. Tartışmada kızgınlıkla söylenen
sözlerde bu koşullar gerçekleşmediğinden tehdit suçu
oluşmayacaktır. Söylenmesi için sebep olmayan ve yapılması
mümkün bulunmayan, ancak kızgınlık anında sarf edilen
sözlerde kasıt bulunmamaktadır.
Daire ile askerî mahkeme arasında ortaya çıkan ve Daireler
Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı “Emre
itaatsizlikte ısrar” ve “Üstü tehdit” suçlarının unsurları itibarıyla oluşup
oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir.
Daire; sanığa atılı suçlardan; “Emre itaatsizlikte ısrar” suçunun
unsurları itibarıyla oluşmadığı gerekçesiyle buna ait mahkûmiyet
hükmünü esas yönünden; ASCK’nın 82/2’nci (Birinci cümle)
maddesinde düzenlenen “Üstü tehdit” suçunun da unsurları itibarıyla
oluşmadığı ve buna ilişkin eylemin, 477 sayılı Kanun’un 47’nci
maddesinde düzenlenmiş olan “Üste saygısızlık” suçunu oluşturduğu
86
gerekçesiyle bu suçtan kurulan mahkûmiyet hükmünü suç vasfına bağlı
olarak görev yönünden bozmuş iken;
Askerî mahkeme; sanığa atılı “Emre itaatsizlikte ısrar” ve “Üstü
tehdit” suçlarının unsurları itibarıyla oluştuğunu kabul ederek, sanık
hakkında tesis edilen önceki mahkûmiyet hükümlerinde direnilmesine
karar vermiştir.
Dosyada mevcut delil durumuna göre; Sanık Hv.P.Er T.A.’nın,
Gaziemir Hv.Tek.Ok.K.lığı Disiplin Cezaevinde cezalı olarak
bulunmakta iken, 11.6.2007 günü diğer cezalı arkadaşlarıyla birlikte
birlik içerisinde bulunan Sarnıç Nizamiyesinin çevre düzenlemesinde
çalıştırılmak üzere görevlendirildiği, bu maksatla Atğm. O.M.’nin emrine
girdiği, saat 10.00 sıralarında hükümlülerin çalışmaya başladığı ancak
sanığın orada bulunan Atğm. Onur’dan rahatsız olduğu gerekçesi ile izin
istediği, Atğm. Onur’un sanığa dinlenmesi için kısa bir süre izin verdiği,
on dakika kadar sonra Disiplin Cezaevinde gardiyan olarak görev yaptığı
anlaşılan Onb. E.S.’nin sanıktan kalkıp çalışmasını istediği, sanığın “Ben
hastayım, kime gönderirseniz gönderin, ben açıklamasını yaparım”
dediği, bunun üzerine Onb. Emre’nin SAK-TİM'ini çağırdığı ve SAKTİM’in gelerek sanığı araca bindirdiği, araçta sanığın, Onb. Emre’ye,
“Eğer Şirinyer’e düşersem seninle görüşeceğiz” dediği, sanık
savunmaları ile tanıklar Onb. E.S., Atğm. O.M., Er Y.Ç., Çvş. İ.A.’nın
yeminli beyanları karşısında, maddî olgu olarak sübuta erdiği
anlaşılmakta olup, esasen bu konuda bir uyuşmazlık da
bulunmamaktadır. Uyuşmazlık konularına yönelik olarak;
1. Emre itaatsizlikte ısrar suçuna ilişkin incelemede;
TSK İç Hizmet Kanunu’nun 6’ncı maddesinde; “Hizmet :
Kanunlarla nizamlarda yapılması veyahut yapılmaması yazılmış olan
hususlarla, amir tarafından yazı veya sözle emredilen veya yasak edilen
işlerdir.” şeklinde açıklanmış;
ASCK’nın 12’nci maddesinde ise; “Bu Kanunun tatbikatında
(Hizmet) tabirinden maksat gerek malum ve muayyen olan ve gerek bir
amir tarafından emredilen bir askerî vazifenin madun tarafından
yapılması hâlidir.” şeklinde benzer bir tanıma yer verilmiştir.
TSK İç Hizmet Kanun’unun 7’nci maddesinde; “Vazife :
Hizmetin icabettirdiği şeyi yapmak veya menettiği şeyi yapmamaktır.”,
Aynı Kanun’un 8’inci maddesinde; “emir : hizmete ait bir talep
ve yasağın sözle, yazı ile ve sair surette ifadesidir.” tanımları yapılmıştır.
ASCK’nın 87’nci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçu
ise; askerî hizmete ilişkin emrin gereğinin hiç yapılmaması, emrin yerine
getirilmesinin sözlü veya fiili olarak açıkça reddedilmesi veya emir tekrar
87
edildiği hâlde yerine getirilmemesi ve suç işleme kastıyla hareket
edilmesi ile oluşmaktadır.
Askerî mahkemece, sanığa atılı emre itaatsizlikte ısrar suçunun
unsurlarının oluştuğu kabul edilerek, atılı suç nedeniyle sanık hakkında
mahkûmiyet hükmü kurulmuş ise de, atılı suçun unsurlarının oluşup
oluşmadığının tespiti bakımından, yukarıda açıklanan tanımlar
gözetilerek, sanığın ve ona emir verdiği kabul edilen Onb. E.S.’nin
karşılıklı konumlarının saptanması gerekmektedir. Atğm. O.M.’nin
yeminli beyanlarından olay günü cezalıların başında görevli amir olarak
kendisinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, çalışma boyunca
sanığın amiri konumunda olan ve sanığa emretme yetkisine sahip olan
kişinin Atğm. O.M. olduğunda bir kuşku bulunmamaktadır. Esasen,
sanığın, hasta olduğunu öne sürerek Atğm. O.M.’den izin almış olması
da bu durumu ortaya koymaktadır.
Bu nedenlerle, olay anında emir verme yetkisini haiz olmayan ve
sanığın amiri konumunda bulunmayan Onb. E.S.’nin, sanığa, “Kalkıp
çalışması” yönünde sarf ettiği sözlerinin hizmete müteallik bir emir
sayılamayacağı, olay yerinde bulunan ve gerek sanığın gerekse Onb.
E.S.’nin amiri konumunda bulunan Atğm. O.M.’nin, sanığın çalışması
için kaldırılmasına yönelik olarak Onb. E.S.’ye yönelttiği herhangi bir
emri bulunmadığı gibi, sonradan bu yönde onay vermiş olsa dahi, bu
durumun sanık ile E.S. arasındaki hukukî ilişkinin niteliğini
değiştirmeyeceği, bu onayın Onb. E.S.’yi amir konumuna getirmeyeceği,
ayrıca sanığın, amiri Atğm. O.M. tarafından kendisine rahatsızlığı
sebebiyle izin verildiğini bildiği için Onb. E.S.’nin isteğini yerine
getirmediği ve dolayısıyla emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlemek kastı ile
hareket ettiğinin de kabul edilemeyeceği sonucuna varıldığından,
unsurları itibarıyla oluşmayan emre itaatsizlikte ısrar suçundan dolayı
tesis edilen mahkûmiyete ilişkin direnme hükmünün esas yönünden
bozulmasına karar verilmiştir.
2. Üstü tehdit suçuna ilişkin incelemede;
Amir veya üstü tehdit suçu; ASCK’nın 82/2’nci madde ve
fıkrasında, “Amir veya üstünü herhangi bir suretle tehdit edenlere, altı
aydan iki seneye kadar hapis cezası verilir. ...” şeklinde düzenlenmiş
olup, suç tarihi (11.6.2007) itibariyle bu suçun unsurlarının belirlenmesi
için 5237 sayılı TCK’nın ilgili hükmünün incelenmesi gerekmektedir.
“Tehdit” suçu; 5237 sayılı TCK’nın 106/1’inci madde ve
fıkrasında “Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya
cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle
88
tehdit eden kişi altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. ...”
şeklinde tanımlanmıştır.
Bu maddenin gerekçesinde suçun unsurlarının nasıl oluşacağı
konusunda; “Madde ile, ‘Tehdit’ bizatihi suç hâline getirilmiş
bulunmaktadır. ... Burada tehdidin koruduğu değer, kişilerin huzur ve
sükûnudur, böylece, kişilerde bir güvensizlik duygusunun meydana
gelmesi engellenmektedir. Bu nedenle, söz konusu madde ile, insanın
kendisine özgü sulh ve sükûnuna karşı işlenen saldırılar cezalandırılmış
olmaktadır. Fakat, tehdidin bu madde ile korumak istediği esas değer,
kişinin karar verme ve hareket etme hürriyetidir.
Suçun oluşması bakımından tehdit konusu kötülüğün gerçekleşip
gerçekleşmemesi önemli değildir. Tehdidin objektif olarak ciddî bir
mahiyet arz etmesi gerekir. Yani istenilenin yerine getirilmemesi hâlinde
tehdit konusu kötülüğün gerçekleşeceği ihtimali objektif olarak mevcut
olmalıdır. Sarf edilen sözler, gerçekleştirilen davranış, muhatap alınan
kişi üzerinde ciddî bir korku yaratma açısından sonuç almaya elverişli,
yeterli ve uygun değilse, tehdidin oluştuğu ileri sürülemez. Failin söz ve
davranışlarının muhatabı üzerinde ciddî şekilde korku ve endişe
yaratacak uygunluk ve yeterlilik içerip içermediğinin her somut olayda
araştırılması gerekir. Objektif olarak ciddî bir mahiyet arzeden tehdidin
somut olayda muhatabı üzerinde etkili olması şart değildir. ... Failin de
kendisinin tehdit konusu tecavüzü gerçekleştirebilecek imkân ve iktidara
sahip olduğu kanaatini karşı tarafta uyandırdığını bilmesi gerekir. ...
Tehdit hâlinde, kişi, tehdit konusu tecavüzün ileride vuku bulacağı
beyanıyla korkutularak, belli bir davranışta bulunmaya zorlanmaktadır,
mecbur edilmektedir. ...” şeklinde açıklamalar yapılmıştır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 18.21991/368-36 tarihli ve Esas
ve Karar sayılı kararında “... Tehdit mağduru istenilen bir hareketi
yapmaya zorlamak ve onu korkutmak olduğuna göre, hukuken
değerlendirilebilmesi için uygunluk, elverişlilik, yeterlilik koşulları
gerçekleşmelidir. Anî oluşan kavgada kızgınlıkla söylenen sözlerde bu
koşullar gerçekleşmediğinden tehdit suçu oluşmayacaktır. Söylenmesi
için sebep olmayan ve yapılması mümkün bulunmayan, ancak kızgınlık
anında rastgele sarf edilen sözlerde bu nitelik bulunmamaktadır. Bu
itibarla, sanığın basit bir tartışma sırasında söylediği ‘Seni öldüreceğim,
buraya gömeceğim’ sözleri tehdit suçunu oluşturmamaktadır.” denilmiş,
daha sonra verilen 1.3.1993/355-39; 5.4.1993/4-348, 70; 3.5.1993/4-102,
129 ve 7.11.1995/4-293, 22 tarihli ve Esas ve Karar sayılı kararlarında da
aynı görüş tekrarlanmıştır.
89
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 13.1.2000/30-16 tarihli ve
Esas ve Karar sayılı kararında, sanık erin, mağdur asteğmene üste fiilen
taarruzda bulunduğu sırada söylediği “Seni sürdüreceğim.” şeklindeki
sözlerin, mağdurda ciddî bir korku ve endişe yaratması imkânsız olduğu
gibi, bu sözleri bilinçli olarak söylediğinden de bahsedilemeyeceği kabul
edilmiştir.
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 3.1.2008, 2008/5-5 tarihli ve
Esas ve Karar sayılı kararında ise; somut olayda sanığın, mağduru itmek
suretiyle işlediği üste fiilen taarruz suçunun, olay yeri yakınında bulunan
askerlerin araya girerek sona erdirilmesinin ardından, kendisinin
uzaklaştırıldığı sırada, hakaret teşkil eden sözlerinin devamı olarak
söylediği “Dünya anamı sinkaf etse de seni öldüreceğim.” şeklindeki
sözlerin, olayın cereyan tarzı gözetildiğinde fevren söylenen sözler
olduğu ve tehdit suçunun oluşması için aranan “Tehdit sonucu mağdurun
karar verme ve hareket etme hürriyetinin ihlâlinin de söz konusu
olmadığı ve sanığın, “Seni öldüreceğim.” şeklindeki sözünün, mağdur
üzerinde ciddî, korku ve endişe yaratacak bir tehdit olarak algılanmadığı
sonucuna varılmıştır. Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 27.9.2007,
2007/96-101 tarihli ve Esas ve Karar sayılı kararı da bu doğrultudadır.
Öğretide, tehdit suçunun mahiyeti hakkında, tehdit; ferdin iç
sükûnunu, diğer bir deyimle, ferdin hukukî emniyet şuurunu ihlâl ettiği
için suç sayıldığını, mağdurda emniyet duygusunu kaldırdığını, emniyet
ve huzur içinde yaşamak dahi ferdî hürriyet mefhumuna dâhil olduğunu
belirtmekte, başkasını ağır ve haksız bir zarara uğratacağını bildirerek
tehdit etmek de, suçun maddî unsuru olarak açıklanmaktadır. Ağır ve
haksız bir zarara uğratacağını mağdura bildirmek suretiyle fail müstakbel
bir tehlikenin insanlarda tevlit edebileceği huzursuzluğu mağdurda da
tevlit etmiş olmakla suç tekemmül etmiş olacaktır. Tehdit bir tehlike
suçudur. Şekli suçlardandır. Mağdurun bir hakkının veya meşru bir
menfaatinin ihlâl edileceği tehdidi bu suçtaki ‘Zarar’ mefhumunu
meydana getirir. Tehdidin mevzuu olan zararın gayri muayyen olmaması
lâzımdır. Zarar ağır ve haksız olmalıdır. Haklı bir sebebe dayanan
tehditler suç değildir. Tehditte kullanılan ‘Vasıta’nın gerçekten elverişli
olması şart değildir. Kanun vazıı, tehdidi suç saymak suretiyle ferdin iç
huzurunu sağlamak istemiştir. Tehdidin mağdurun bilgisine, ‘Vukufuna’
ulaştığı anda tekemmül etmiş olur. Mağduru haksız bir zarara uğratmak
için tehdit hususunda şuurlu bir irade tehdit suçunun manevî unsurunu
teşkil eder. Failde hareketinin haksızlığı şuurunun mevcut olması
zaruridir. Tehditte kastın şart oluşu ciddî olmayan tehditlerin suç
sayılmamasını muciptir. Failin doğrudan doğruya olan ‘gayesi’ mağdurda
90
bir korku tevlit etmek, dolayısıyla onun iç huzurunu ihlâl etmektir. Bu
her çeşit tehdit suçunun değişmez gayesidir. Fakat her hadisede failin
doğrudan doğruya gayesi farklı olabilir. (Faruk EREM; Türk Ceza
Kanunu Şerhi, Özel Hükümler, Cilt-2; Ankara 1993).
Tehdit, ferdin iç sükûnunu, diğer bir deyimle ferdin hukukî
emniyet şuurunu ihlâl ettiği için suç sayılmıştır. (Faruk EREM; Türk
Ceza Hukuku, C.2, s. 233) Failin bu olguyu yaratabilecek, ciddî bir korku
doğurabilecek şekilde davranması gerekir. Bu hususta, fiilin istenerek,
düşünülerek, sonuçlarını görerek işlenmesini gerektirmektedir. Bir
tartışmada failin ciddî bir olguyu düşünerek hareket etmesi mümkün
değildir. Bu nedenle, olayda tartışma sırasında tehdit içeren sözlerin
söylenmesinde suçun unsuru oluşmamaktadır.
Tehdit, mağduru istenilen bir hareketi yapmaya zorlamak ve onu
korkutmak olduğuna göre, hukuken değerlendirilmesi için uygunluk,
elverişlilik, yeterlilik koşulları gerçekleşmelidir. Tartışmada, kızgınlıkla
söylenen sözlerde bu koşullar gerçekleşmediğinden tehdit suçu
oluşmayacaktır. Söylenmesi için sebep olmayan ve yapılması mümkün
bulunmayan, ancak kızgınlık anında sarf edilen sözlerde kasıt
bulunmamaktadır.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde;
Atğm. O.M.’den aldığı izin nedeniyle istirahat ettiği sırada kendisinden
kalkıp çalışmasını isteyen Onb. E.S.’ye hitaben “Ben hastayım, kime
gönderirseniz gönderin, ben açıklamasını yaparım.” diye söz sarf eden
sanığı, Onb. E.’nin, çağırdığı SAK-TİM’ine ait araca bindirerek
götürdüğü sırada, sanığın, Onb. E.’ye hitaben sarf ettiği “Eğer Şirinyer’e
düşersem seninle görüşeceğiz.” şeklindeki sözlerin, yukarıda anlatılan
kronolojik ve psikolojik süreç de gözetildiğinde, tartışma sonucu
kızgınlıkla söylenen sözler olduğu, muhatabını bir hareketi yapmaya
zorlamaya ve onu korkutmaya yönelik olduğunu ortaya koyacak
uygunluk, elverişlilik, yeterlilik koşullarının gerçekleşmediği, sanığın bu
sözleri Onb. E.’nin iç huzur ve sükunetini bozma iradesiyle sarf ettiğinin
söylenemeyeceği, esasen, sanığın, açık bir şekilde, Onb. E.’nin hayatına,
vücut
ve
cinsel
dokunulmazlığına
yönelik
bir
saldırı
gerçekleştireceğinden ya da mal varlığı itibariyle büyük bir zarara
uğratacağından da söz etmediği ve bu nedenlerle tehdit suçunun
unsurlarının oluşmadığı, ancak sanığın sabit olan söz konusu eyleminin
bu hâliyle 477 sayılı Kanun’un 47’nci maddesinde düzenlenmiş bulunan
“Üste saygısızlık” suçunu oluşturduğu sonucuna varıldığından, üstü
tehdit suçundan dolayı tesis edilen mahkûmiyete ilişkin direnme
91
hükmünün suç vasfına bağlı görev yönünden bozulmasına karar
verilmiştir.
92
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87/1
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E. No. : 2008/1214
K. No. : 2008/1184
T.
: 30.4.2008
ÖZET
Sanığın, firardan dönüp adamlı olarak disiplin ceza
evine götürüldüğü ve kapatılma işlemi esnasında bu cihaz ele
geçirildiğine göre, sanığın gizlice kışlaya soktuğu cep
telefonunu adamlı olarak götürülme sırasında üzerinde
zorunlu olarak taşıdığı ve disiplin ceza evine girişinde de
yapılan arama sonucu bu cep telefonunun hemen ele geçirildiği
cihetle, sanığın eyleminin tipiklik ve manevi unsur yönünden
TCK’nın 297/1’inci maddesindeki suça uymadığı, aksine kışla
içine cep telefonu sokup bulundurmak suretiyle yukarıda
belirtilen hizmet emrine hiç uymamak suretiyle yasal tipiklik
açısından ASCK’nın 87/1’nci maddesinin ilk cümlesinde yer
alan “emre itaatsizlikte ısrar” suçuna vücut verdiği sonucuna
ulaşılmıştır.
Askeri mahkemece; sanığın 16.7.2007 tarihinde “emre
itaatsizlikte ısrar” suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın 87/1 (İlk
cümle) ve TCK’nın 62’nci maddeleri uyarınca 25 gün hapis cezası ile
cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Bu hüküm; sebep gösterilmeksizin sanık tarafından süresinde
temyiz edilmiştir.
Tebliğnamede; tesis edilen hükümde herhangi bir isabetsizlik
bulunmadığı vurgulandıktan sonra hükümden sonra yürürlüğe giren 5728
sayılı Yasa’nın 562’nci maddesi ile değişik CMK’nın 231’nci
maddesinin
uygulanıp
uygulanmayacağının
değerlendirilmesi
bakımından hükmün bozulması yolunda görüş ve istem bildirilmiştir.
Yapılan incelemede;
“Birlik içinde cep telefonu bulundurulmayacağı” yönündeki
hizmet emrinin daha önce kendisine tebliğ edilmesine ve bu hizmet
emrini bildiğini açıkça kabul etmesine karşın sanığın 16.7.2007 günü
93
firardan döndüğünde beraberinde bir adet Nokia marka cep telefonunu da
kışla içine soktuğu, aynı gün disiplin ceza evine götürüldüğünde sanığın
üst aramasında bu cep telefonunun ele geçirildiği anlaşılmaktadır.
Disiplin ceza evine kapatılma işlemi esnasında gerçekleştirilen
aramada bu cep telefonunun sanığın üzerine ele geçirildiğine bakılarak
eyleminin 5237 sayılı Yasa’nın 297/1’nci maddesinde yer alan”, “infaz
kurumuna veya tutuk evine elektronik haberleşme eşyası sokmak”
suçuna teşebbüs etmek olarak vasıflandırılabileceği ilk bakışta akla
gelmekle beraber sanığın, firardan dönüp adamlı olarak disiplin ceza
evine götürüldüğü ve kapatılma işlemi esnasında bu cihaz ele
geçirildiğine göre sanığın gizlice kışlaya soktuğu cep telefonunu adamlı
olarak götürülme sırasında üzerinde zorunlu olarak taşıdığı ve disiplin
cezaevine girişinde de yapılan arama sonucu bu cep telefonunun hemen
ele geçirildiği cihetle sanığın eyleminin tipiklik ve manevî unsur
yönünden TCK’nın 297/1’inci maddesindeki suça uymadığı, aksine kışla
içine cep telefonu sokup bulundurmak suretiyle yukarıda belirtilen
hizmet emrine hiç uymamak suretiyle yasal tipiklik açısından ASCK’nın
87/1’nci maddesinin ilk cümlesinde yer alan “emre itaatsizlikte ısrar”
suçuna vücut verdiği sonucuna ulaşılmıştır.
Müsnet suç, sırf askerî suçlardan olup sadece hukuken ve tıbben
askerlik yapabilme yeteneğine haiz failler tarafından işlenebileceği
açıktır.
Bu kapsamda dosyada yer alan safahat çizelgesi incelendiğinde
sanığın bir çok disiplinsiz eylemlerinden dolayı disiplin cezaları ile
cezalandırıldığı, adlî ve askerî suçlardan dolayı mahkemeye verildiği,
RDM’ye birçok defa gönderilerek takip ve kontrol altında tutulmakta
olduğu, “antisosyal kişilikte anksiyete bozukluğu” tanısı ile 1,5 ay hava
değişimine gönderildiği, temyize konu suç ile ilgili yargılama aşamasında
firara gittiği, adlî sicil kaydına nazaran daha önceden adlî suçtan ötürü
mahkûmiyetinin bulunduğu anlaşılmaktadır.
Askerlik hizmeti ile uyum sağlayamadığına dair ciddî kuşkuları
ortaya koyan bu tespitler karşısında sanığın askerliğe elverişli olup
olmadığı ve cezaî ehliyetinin tespiti bakımından adlî müşahedesine gerek
bulunup bulunmadığı konusunda en azından psikiyatri uzmanı
bilirkişinin görüşüne başvurulması ve sonucuna göre karar verilmesi
gerektiğinin gözetilmemesi yasaya aykırı olduğundan, hükmün noksan
soruşturma yönünden bozulmasına karar verilmiştir.
Bozma nedeni karşısında daha önceden kasıtlı bir suçtan
mahkûmiyeti bulunan sanık hakkında CMK’nın 231’nci maddesinin
uygulanıp uygulanmayacağının irdelenmesi bakımından hükmün
94
bozulması yolunda tebliğnamede ortaya konan görüş ve istem bu
aşamada incelenmemiştir.
95
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/104
K. No. : 2008/103
T.
: 5.6.2008
ÖZET
Askerî birlik, karargâh ve kurumların emniyetini
sağlamak ve İKK amacıyla erbaş ve erler için konulan cep
telefonu bulundurma yasağının, kışla sınırları dışında
konuşlanmış olan askerî lojmanlarda görev yapan erbaş ve
erlere teşmil edilmesi hâlinde, bu emrin askerî hizmete ilişkin
bir emir olduğu kabul edilemez. Merkez Komutanlığına bağlı
olarak kışla sınırları dışında koruma görevi yapan her
personelin, timin veya takımın İç Hizmet Kanunu’nun 12’nci
maddesinin öngördüğü şekilde bir idari hizmet birliği olarak
görev yapması da mümkün değildir. Bu nedenlerle, sanığın
görev yaptığı Seyrantepe askerî lojmanlarının, kışla sınırları
içerisinde bulunup bulunmadığına dair bir araştırma
yapıldıktan sonra hüküm kurulması gerekir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa ait cep telefonunun
bulunduğu Diyarbakır-Seyrantepe askerî lojmanları nizamiyesinin askerî
mahâl olup olmadığı, bu konuda araştırma yapılmasına gerek bulunup
bulunmadığına ilişkindir.
Daire; Seyrantepe askerî lojmanları nizamiyesinin, askerî mahâl
olup olmadığı araştırılmadan sanık hakkında kurulan mahkûmiyet
hükmünü, noksan soruşturma nedeniyle bozarken,
Başsavcılık; ister kışla sınırları içerisinde, ister kışladan bağımsız
konuşlanmış olsun askerî lojmanlar içerisinde bulunan, İç Hizmet
Kanun’una göre merkez komutanlığının idari birliği niteliğini taşıyan,
lojman nizamiyelerinin askerî mahâl sayılması gerektiğini, dosyada
noksan soruşturma bulunmadığını ileri sürerek, Daire kararına süresinde
itiraz etmiştir.
96
Dosyada mevcut delil durumuna göre; sanığın 7’nci Kolordu
Merkez Komutanlığı Koruma Birlik Komutanlığı emrinde askerlik
hizmetini yapmakta iken, suç tarihinden önce tebliğ edilen; Merkez
Komutanlığının 4.6.2007 tarihli yazısının 2/c maddesinde “Görev
esnasında, belirtilen (yetki verilen) personel dışında hiç kimsenin cep
telefonu
bulundurmamasının-sağlanması”
Koruma
Birlik
Komutanlığından istenip, Koruma Birliği Devamlı Talimatının 70’inci
maddesinde de “erbaş ve erlerin cep telefonu taşımaları ya da
bulundurmaları kesinlikle yasaktır. aksine hareket edenlere kanuni işlem
yapılacaktır.” denilmiş, 17.8.2007 tarihinde sanığın görev yaptığı
Seyrantepe askerî lojmanları nizamiyesinde, sanığın üzerinde bir adet cep
telefonu bulunmuş olup, maddi olayın bu şekilde sübuta erdiği
konusunda bir ihtilaf bulunmamaktadır.
7’nci Kolordu Merkez Komutanlığının 4.2.2007 tarihli yazısında,
kendilerinin 16.10.2006 tarihli ve “Bilgi Güvenliği” konulu yazısı ile
TSK İKK, Koruyucu Güvenlik ve İşbirliği Yönergesi (MY 114-1 B) ilgi
gösterilmiştir. Anılan Yönergenin üçüncü bölüm, ikinci kısmının, birlik,
Karargâh ve kurumlara girişin kontrolü başlığını taşıyan 16’ncı
maddesinin (g) bendinde “cep telefonuna sahip erbaş ve erlerin, birlik
içerisinde bu telefonlar ile istedikleri zaman kontrolsüz olarak istedikleri
şahıslarla konuşmaları, İKK ve emniyet açısından hassas bir durum
yarattığı” belirtildikten sonra,
(1)’inci alt bendinde “erbaş ve erlerin cep telefonları ile
görüşmeleri önlenir. Bu maksatla; erbaş ve erler tarafından askerî birlik,
Karargâh ve kurumlara cep telefonu sokulmasına ve bulundurulmasına
engel olunur. ...” hükmüne yer verilmiştir.
Yönergenin yukarıda izah edilen hükümleri uyarınca, askerî birlik
ve karargâh komutanları ile kurum amirlerinin, başında bulundukları,
askerî birlik, karargâh veya kurumun emniyetini sağlamak ve İKK
amacıyla gerekli tedbirleri almaya, bu arada askerî birlik, karargâh ve
kurumda cep telefonu bulundurma ve kullanma yasağı koymaya yetkileri
bulunduğunda ve bu yasaklamaya ilişkin emrin hizmete ilişkin
olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
Yönergede, geniş bir kavram olan askerî mahâl tabiri
kullanılmayıp, İç Hizmet Kanunu’nun 12’nci maddesinde yapılan
tanımlara uygun bir şekilde askerî birlik, Karargâh veya kurumlarda
erbaş ve erlerin cep telefonu kullanmalarına engel olunacağı hükmüne
yer verilmiştir.
İç Hizmet Kanunu’nun 12’nci maddesinde; kıta (taktik birlik, idari
birlik), Karargâh ve askerî kurum (askerî hastane, okul, ordu evi, dikim
97
evi, fabrika, askerlik şubesi, ikmal merkezi ve depo gibi askerî tesis ve
teşkiller)’un, 51’inci maddesinde; kışla, konak ve ordugahın ayrı ayrı
tanımı yapılıp, 100’üncü maddesinde ise; ordu evleri, askerî gazino ve
kışla gazinolarının askerî bina olup, askerî mahâl vasıf ve mahiyetini haiz
olduğu belirtilmiştir. Bu tanımlara göre kışla sınırları dışında
konuşlanmış olan askerî lojmanların, kıta (birlik), karargâh veya askerî
kurum kavramları içerisine dahil etmek mümkün değildir. Bu nedenle
askerî birlik, karargâh ve kurumların emniyetini sağlamak ve İKK
amacıyla erbaş ve erler için konulan cep telefonu bulundurma yasağının,
kışla sınırları dışında konuşlanmış olan askerî lojmanlarda görev yapan
erbaş ve erlere teşmil edilmesi hâlinde, bu emrin askerî hizmete ilişkin
bir emir olduğu kabul edilemez, itiraz tebliğnamesinde Seyrantepe askerî
lojmanları nizamiyesinin 7’nci Kolordu Merkez Komutanlığının bir idari
birliği olduğu ileri sürmüş ise de; bu nizamiyede görev yapan askerî
personelin, İç Hizmet Kanunu’nun 12’nci maddesinde “belli bir kuruluş
ve kadrosu olup asli görevi hizmet hareketleri olan bir teşkildir.” şeklinde
tarif edilen bir idari birlik niteliğinde olup olmadığı konusunda dosyada
bir tespit de bulunmamaktadır. Merkez Komutanlığına bağlı olarak kışla
sınırları dışında koruma görevi yapan her personelin, timin veya takımın
İç Hizmet Kanunu’nun 12’nci maddesinin öngördüğü şekilde bir idari
hizmet birliği olarak görev yapması da mümkün değildir. Bu nedenlerle,
sanığın görev yaptığı Seyrantepe askerî lojmanlarının, kışla sınırları
içerisinde bulunup bulunmadığına dair bir araştırma yapılmadan kurulan
mahkûmiyet hükmünü, noksan soruşturma nedeniyle bozan Daire ilamı
isabetli bulunduğundan, Askerî Yargıtay Başsavcılığınca bu ilama karşı
yapılan itirazın reddine karar verilmiştir.
98
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/108
K. No. : 2008/109
T.
: 12.6.2008
ÖZET
Mesai saatleri içerisinde görevini yerine getirmeyen bir
personelin, amir ve üstü tarafından bu yönde emir verilerek
uyarılması doğrudan askerî hizmete ilişkin olup, görev
yerinden ayrılıp gazinoda istirahat eden sanığın, amir
durumundaki tugay kurmay başkanı tarafından görev yerine
dönmesi şeklindeki emrini yerine getirmemek, bu emrin
tekrarlanmasına rağmen emri yerine getirmeyi söz ve fiili ile
açıkça reddetmek suretiyle ASCK’nın 87/1’inci maddesinde
tanımlanan “emre itaatsizlikte ısrar” suçunu işlediği sonucuna
varılmıştır
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; mesai saatleri içerisinde görev
yerinden izinsiz ayrılarak birlik dâhilinde bulunan subay-astsubay
gazinosuna giden ve görev yerine dönmesi konusunda Tugay Kurmay
Başkanı tarafından verilen emre uymayıp, görev yerine dönmemekte ısrar
eden sanığın eyleminin hangi suça sebebiyet vereceğine ilişkindir.
Daire; sanığın kaçma niteliğindeki eylemini sonlandırmasına
yönelik emrin tavsiye ve yol gösterme niteliğinde olduğuna, buna aykırı
hareket etmenin emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturmayacağına, görev
yerinden uzak kaldığı süre dikkate alındığında terk eyleminin disiplin
tecavüzü sınırları içerisinde kalması nedeniyle beraatine karar
verilmesinin gerektiğine dair gerekçe ile sanık hakkındaki mahkûmiyet
hükmünün bozulmasına karar vermiş iken,
Başsavcılık; sanığın eyleminin “Emre itaatsizlikte ısrar” suçunu
oluşturacağına, ancak hükmün CMK’nın 231’inci maddesine göre
“Hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılması” kurumundan
yararlanıp yararlanmayacağının belirlenmesi konusunda değerlendirme
99
yapılması amacıyla bozulmasına karar verilmesinin gerektiğine dair
görüş bildirerek Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
Lice 2’nci İç Güv.Tug.Mu.Bl.K.lığı emrinde görevli olan sanığın,
Birliğin sabah mesaisinin saat 12.30’da sona ermesine karşın, 10.3.2005
günü saat 12.10 sıralarında görev yerinden ayrılarak subay-astsubay
gazinosundaki çay ocağına gittiği sırada kendisini gören Tugay Kurmay
Başkanı Kur.Alb. Ş.G.’nin, sabah mesaisinin henüz sona ermemiş olması
nedeniyle sanığa görev yerine dönmesini emrettiği, ancak, sanığın görev
yerine gitmeyip, elindeki kahve ile gazinonun bahçe tarafına geçtiği, kısa
bir süre sonra Kur.Alb. Ş.G.’nin, sanığın henüz görev yerine dönmediğini
görerek, kendisine neden hâlâ görev yerine dönmediğini sorduğu ve
tekrar görev yerine dönmesini emrettiği, bunun üzerine sanığın hasta
olduğunu söylediği, Kur.Alb. Ş.G.’nin, revire çıkmasına ilişkin sözleri
üzerine sanığın, “Burada hasta olmak da mı suç, insanın hâlinden
anlamıyorlar, burası ne biçim bir yer” şeklinde sözler sarf edip görev
yerine dönmemekte ısrar ettiği anlaşılmakta olup, maddî olayın bu
şekilde sübuta erdiği hususunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.
İtiraza atfen yapılan inceleme ve müzakere sonunda, dosyadaki
delillere göre, somut olayda sanığa görev yerine dönmesi konusunda
emir veren Kur.Alb. Ş.G.’nin, suç tarihinde sanığın görevli olduğu
Diyarbakır/Lice 2 nci İç Güvenlik Tugay Komutanlığı Kurmay Başkanı
olarak görevli bulunduğu, bu görevi ve yetkileri dahilinde sanığın amiri
durumunda olduğu sonucuna varılmış olup, dosyadaki belge ve beyanlar
doğrultusunda bu husus açıklığa kavuşmuş bulunduğundan emir veren
kişinin amir olup olmadığı konusunda araştırma yapılmasına gerek
bulunmadığına karar verilmiştir.
Davada noksan soruşturmanın bulunmadığı hususu bu şekilde
aşıldıktan sonra uyuşmazlık konusunun incelenmesine geçilmiştir.
Askerî Ceza Kanunu ve 477 sayılı Kanunla, asker kişilerin,
izinsiz olarak kıtalarından veya görevi icabı ispatı vücut etmeye mecbur
oldukları yerlerden uzak kalmaları, cezai yaptırıma bağlanmış olup, failin
eylemi, temadi süresinin uzunluğuna göre, Askerî Ceza Kanun’unda
yazılı olan suçlardan birisini yahut 477 sayılı Kanun’un 50’nci
maddesinde düzenlenen disiplin suçunu oluşturacaktır. Kaçma eyleminin,
bir tam günden kısa sürmesi durumunda ise eylemin disiplin
tecavüzünden ibaret olacağı hususunda da kuşku bulunmamaktadır.
Kışla (Kıt’a) ve askerî kurumun tanımları 211 sayılı TSK İç
Hizmet Kanunu’nun 51’inci maddesinde yapılmıştır. Bu maddeye göre,
kışla; Askerin barındırıldığı ve hizmet gördüğü tek bir bina veya toplu
hâlde bulunan muhtelif binalar ile bunların müştemilatından olan diğer
100
binalardır. Karargâhlar ve askerî kurumlar ile Deniz Kuvvetleri
Teşkilâtında bulunan gemiler gibi, askerî tesisler de kışla olarak mütalâa
edilmektedir.
Askeri Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 30.11.1948
tarihli ve E.3168, K.3147 sayılı içtihadında, “Memuren bir yere
gönderilen askerî şahısların memuriyetin ifasından sonra doğruca kıt’a
veya müessesine (vazifenin ispatı vücut vermeye mecbur ettiği yere)
dönmeyerek herhangi bir suret ve vesile ile izinsiz herhangi bir yere
giderek kıt’a veya müessesine iltihakta gecikmesi, ASCK’nın 66’ncı
maddesinde yazılı firar suçunu teşkil eder.” denilmekte, yine 3.3.1971
tarihli ve E.1, K.1 sayılı İçtihadı Birleştirme kararında da, firar suçunun
başlangıcının belirlenmesi ile ilgili olmakla beraber, kıt’adan veya
vazifenin isbatı vücut vermeye mecbur ettiği mahâlden izinsiz
uzaklaşılma ile gerekli gün unsurunun oluşması hâlinde tahakkuk edeceği
açıklanmaktadır.
Failin, ASCK yahut 477 sayılı Kanunda yazılı olan suçlardan
birisini gerçekleştirdiğinin ileri sürülebilmesi ve cezalandırılabilmesi
için, terk kastı içerisinde, kıtasından veya görevi icabı ispatı vücut
etmeye mecbur olduğu mahâlden uzak kalma kastı içerisinde eylemini
gerçekleştirmiş olması gerekir.
Zira Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 17.4.2003 tarihli ve
2003/38-39 Esas ve Karar sayılı kararında da açıklandığı gibi, her olayı
kendi koşulları içerisinde değerlendirmek ve bir ceza yargılaması söz
konusu olduğuna göre, sanığın kastını araştırmak ve bu araştırmadan elde
edilecek sonuca göre hükme varmak hukuka uygun olacaktır. Bu
çerçevede somut olay incelendiğinde;
Sanığın, birliğini terk yahut görev yerinden uzak kalmak kastı ile
bir kaçma eylemini gerçekleştirmediği, görev yaptığı birlikte sabah
mesaisinin saat 12.30’ da sona ermekte olmasına karşın, bu saatten önce
saat 12.10 sularında görevli olduğu odasından ayrılıp, yine kışla
içerisindeki subay-astsubay gazinosunda bulunduğunun sanığın amiri
durumundaki Kurmay Başkanı Kur.Alb. Ş.G. tarafından görülüp
belirlendiği anlaşılmaktadır.
Sanığın, bu şekilde hareket ederek mesai saatleri içerisinde 12.1012.30 saatleri arasındaki süreyi kışlasında bulunan subay-astsubay
gazinosunda geçirmesi eylemini ASCK veya 477 sayılı Kanunla
düzenlenen bir kaçma eylemi olarak nitelendirmek hukuka uygun
bulunmamaktadır. Zira, sanık bu süre içinde kıtasından izinsiz
uzaklaşmamıştır. Kıtasının içindedir. Ancak, hizmete ilişkin çalışmalara
ve görevlere katılmamıştır.
101
Mesai saatleri içerisinde, görevini yerine getirmeyen bir
personelin, amir ve üstü tarafından bu yönde emir verilerek uyarılması
doğrudan askerî hizmete ilişkin olup, somut olayda görev yerinden
ayrılıp gazinoda istirahat eden sanığın, amir durumundaki Kur.Alb. Ş.G.
tarafından görev yerine dönmesi şeklindeki emrini yerine getirmediği, bu
emrin tekrarlanmasına rağmen emri yerine getirmeyi söz ve fiili ile
açıkça reddetmek suretiyle ASCK’nın 87/1’inci maddesinde tanımlanan
“Emre itaatsizlikte ısrar” suçunu işlediği sonucuna varılmıştır. (Askerî
Yargıtay Daireler Kurulunun 14.11.1991 tarihli ve 1991/143-142 Esas ve
karar sayılı kararında da bu yönde değerlendirme ve karara varılmıştır.)
Bu nedenlerle; sanığın eyleminin 477 sayılı Kanun’un 50/A
maddesinde öngörülen kısa süreli kaçma suçunu oluşturduğu ve sanığın
görev yerinden uzak kaldığı süre dikkate alındığında terk eyleminin
disiplin tecavüzü sınırları içerisinde kaldığı yönündeki kabul ve gerekçesi
isabetli görülmemiş, Askerî Yargıtay Başsavcılığının aynı doğrultudaki
görüşünü içeren 12.5.2008 tarihli ve 2008/4348 sayılı tebliğnamesi ile
yaptığı itirazının kabulüne, temyiz incelemesine devam edilmek üzere
dosyanın Askerî Yargıtay 1’inci Daire Başkanlığına iadesine karar
verilmiştir.
102
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/123
K. No. : 2008/118
T.
: 19.6.2008
ÖZET
Askerlik şubesi başkanının ilk kez personeli toplayıp,
denetlemeye hazırlık amacıyla hafta sonu mesai yapılacağını
söylediğinde, bu toplantıya katılan sanığın askerlik şubesi
başkanına karşı herhangi bir itirazda bulunmaması, daha
sonra hazırlanan yazılı emri getirip tebliğ etmek isteyen
çavuşa söylediği kabul edilen, “Ben imzalamıyorum, benim
işim var, gelemem” şeklindeki sözlerin, emre konu olan
hizmetin ifasından hemen önce amirin bizzat kendisine karşı
sarf edilmeyip, askerî hizmetin yerine getirileceği tarihten bir
gün önce emri tebliğ etmekle görevlendirilen çavuşa söylenmiş
olması, keza sanığın sarf ettiği kabul edilen bu sözlerin,
içeriğine, söyleniş şekline ve yerine göre, amirinin otoritesini
ağır biçimde sarsmaktan ziyade mazeret bildirme mahiyetinde
beyanlar olması nedeniyle, sanığın eyleminin ASCK’nın
87/1’inci maddesinin birinci cümlesi kapsamında emre
itaatsizlik suçunu oluşturduğunun kabulünde hukuka aykırı
bir yön bulunmamaktadır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunda
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın sabit görülen eyleminin,
ASCK’nın 87/1’inci madde ve fıkrasının birinci cümlesinde “... hizmete
ilişkin emri hiç yapmayan asker kişiler ...” şeklinde düzenlenen emre
itaatsizlikte ısrar suçunu mu, yoksa ikinci cümlesinde “... emrin yerine
getirilmesini söz veya fiili ile açıkça reddeden ...” şeklinde tanımlanan
(nitelikli) emre itaatsizlikte ısrar suçunu mu oluşturacağına ilişkindir.
Daire; sanığın sabit görülen eyleminin, ASCK’nın 87/1’inci madde
ve fıkrasının birinci cümlesinde “hizmete ilişkin emri hiç yapmayan
asker kişiler ...” şeklinde tanımlanan (basit) emre itaatsizlikte ısrar
suçunu oluşturduğu gerekçesiyle mahkûmiyet hükmünü bozarken,
103
Başsavcılık; sanığın sübut bulan aynı eyleminin, ASCK’nın
87/1’inci madde ve fıkrasının ikinci cümlesinde “... emrin yerine
getirilmesini söz veya fiili ile açıkça reddeden ...” diye tarif edilen
(nitelikli) emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturduğunu ileri sürerek,
Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
Askerlik şubesi başkanının ilk kez personeli toplayıp, denetlemeye
hazırlık amacıyla hafta sonu mesai yapılacağını söylediğinde, bu
toplantıya katılan sanığın askerlik şubesi başkanına karşı herhangi bir
itirazda bulunmaması, daha sonra hazırlanan yazılı emri getirip tebliğ
etmek isteyen Çvş. K.U.’ya söylediği kabul edilen, “Ben imzalamıyorum,
benim işim var, gelemem” şeklindeki sözlerin; emre konu olan hizmetin
ifasından hemen önce amirin bizzat kendisine karşı sarfedilmeyip, askerî
hizmetin yerine getirileceği tarihten bir gün önce emri tebliğ etmekle
görevlendirilen Çvş. K.U.’ya söylenmiş olması, keza sanığın sarfettiği
kabul edilen bu sözlerin, içeriğine, söyleniş şekline ve yerine göre,
amirinin otoritesini ağır biçimde sarsmaktan ziyade mazeret bildirme
mahiyetinde beyanlar olduğu değerlendirilerek; Dairece sanığın
eyleminin ASCK’nın 87/1’inci maddesinin birinci cümlesi kapsamında
emre itaatsizlik suçunu oluşturduğunun kabulü ile mahkûmiyet
hükmünün bozulmasında hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna
varıldığından, Başsavcılığın sübut bulan eylemin, ASCK’nın 87/2’nci
maddesinde “... emrin yerine getirilmesini söz veya fiili ile açıkça
reddeden ...” şeklinde tanımlanan (nitelikli) emre itaatsizlikte ısrar
suçunu oluşturduğuna dair itirazının reddine karar verilmiştir.
Dairenin bozması üzerine yeniden yapılacak yargılama sırasında
sanığın, 5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesi ile değişik, 5271 sayılı
CMK’nın 231/5-14’üncü madde ve fıkralarında düzenlenen HAGB
kurumundan
yararlanıp
yararlanamayacağının
değerlendirilmesi
gerektiğine işaret edilmiştir.
104
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/133
K. No. : 2008/121
T.
: 19.6.2008
ÖZET
1- Bölük komutanlığınca yayımlanan 362 No.lu günlük
emrin 34’üncü maddesinde “koğuşlarda ve garaj bölgesinde
...” sigara içilmesinin yasaklandığı, bölük komutanlığınca
sigara içme yasağı ile ilgili yayımlanan emrin, koğuşların
dışındaki yerleri de kapsadığı hususunun açık olmadığı,
sanıktan sigara yasağı ile ilgili emrin koğuşların dışındaki
koridorları da kapsadığına dair yorum yapıp buna göre
hareket etmesinin beklenemeyeceği, keza emrin kapsamının
yorum yoluyla genişletilmesinin 5237 sayılı TCK’nın 2/3
madde ve fıkrasına da aykırı düşeceği, sanığın sigara içtiği 5
No.lu koğuş önündeki koridorun, günlük emirde yazılı olan
“Koğuşlarda” tabiri kapsamına girmediği, bu nedenlerle emre
itaatsizlikte ısrar suçunun unsurlarının oluşmadığı;
2- 5727 sayılı Kanunla değişik 4207 sayılı Kanun’un 2/1
madde ve fıkrasının (a) bendinde, kamu hizmet binalarının
kapalı alanlarında tütün ürünleri tüketilmesinin istisnasız
olarak yasaklandığı ve bu yasağın 5727 sayılı Kanun’un
10’uncu maddesine göre 19.5.2008 tarihinde yürürlüğe girdiği
gözetilerek, atılı fiilin işlendiği 25.6.2006 tarihinde yürürlükte
olan 4207 sayılı Kanun’un 5’inci maddesine göre, sanığa bu
maddede öngörülen uyarıların yapıldığına, bu uyarılara
rağmen sanığın tütün ve tütün mamulü içmeye devam ettiğine
dair dosyada bir tespitin bulunmadığı, dolayısıyla sanık
hakkında tesis edilen idari yaptırım (54 YTL idari para cezası)
kararının da hukuka uygun olmadığı sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; bölük komutanının yayımladığı bu
yasağın koğuş koridorlarını kapsayıp kapsamadığı, dolayısıyla sanığın
sabit görülen eyleminin emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturup
105
oluşturmadığı, Askerî Mahkemenin verdiği karara karşı kanun yolunun
temyiz mi, itiraz mı olduğu, kanun yolu olarak itiraz kabul edilirse itirazı
inceleyecek yargı merciin neresi olduğu hususlarına ilişkindir.
Daire; askerî savcının, sanığın sabit görülen eyleminin emre
itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturacağına dair kanun yolu başvurusunu
temyiz olarak kabul edip, askerî mahkemenin kararını temyiz istemi
doğrultusunda (eylemin emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturduğu
gerekçesiyle) bozup, askerî mahkemenin itiraz merciine ilişkin hatasına
da işaret ederken,
Başsavcılık; bölük komutanının sigara yasağı ile ilgili emrinin
koridoru kapsamadığı, dolayısıyla sanığın eyleminin emre itaatsizlikte
ısrar suçunu oluşturmayacağı, sabit görülen eylemin 5326 sayılı
Kanun’un 24’üncü maddesine göre kabahat oluşturduğunun kabulü ile
idari yaptırım uygulanması hâlinde, bu karara karşı kanun yolunun itiraz
olup, bu itirazın da en yakın askerî mahkemede incelenmesi gerektiği
gerekçesiyle, Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
1-a) Askerî mahkemece, sanık hakkında emre itaatsizlikte ısrar
suçundan yapılan yargılama sonucunda tesis olunan idari yaptırım kararı,
gerekçesi ve sonucu itibarıyla zımni bir beraat kararı niteliğini taşıdığı ve
bu karara karşı askerî savcının suç vasfı yönünden sanık aleyhine temyiz
yoluna başvuruda bulunduğu gözetilerek, 5560 sayılı Kanun’un 34’üncü
maddesiyle, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27’nci maddesine
eklenen 7’nci fıkranın “Kovuşturma konusu filin suç değil de, kabahat
oluşturduğu gerekçesiyle idari yaptırım kararı verilmesi hâlinde; fiilin
suç oluşturmaması nedeniyle verilen beraat kararına karşı kanun yoluna
gidildiği takdirde, idari yaptırım kararına karşı itiraz da bu kanun yolu
merciinde incelenir.” hükmü uyarınca, askerî savcının yaptığı kanun yolu
başvurusunun temyiz olduğu kabul edildiğinden, Dairece temyiz
incelemesi yapılmasında usul yönünden bir hukuka aykırılık
görülmemiştir.
b) Bölük Komutanlığınca yayımlanan 362 No.lu günlük emrin
34’üncü maddesinde “koğuşlarda ve garaj bölgesinde ...” sigara
içilmesinin yasaklandığı, sanığın sigara içtiği 5 No.lu koğuş önündeki
koridorun, günlük emirde yazılı olan “Koğuşlarda” tabiri kapsamına
girmediği, İç Hizmet Yönetmeliğinin 30/1’inci maddesinin “... emirler
açık, kısa ve kesin olmalı ve astın verilen emri tamamen anlayacağına ve
anladığına dair emir veren amire kanaat gelmelidir. ...” şeklindeki
hükmüne göre de bölük komutanlığınca sigara içme yasağı ile ilgili
yayımlanan emrin, koğuşların dışındaki yerleri de kapsadığı hususunun
açık olmadığı, sanıktan sigara yasağı ile ilgili emrin koğuşların dışındaki
106
koridorları da kapsadığına dair yorum yapıp buna göre hareket etmesinin
beklenemeyeceği,
keza
emrin
kapsamının
yorum
yoluyla
genişletilmesinin 5237 sayılı TCK’nın 2/3 madde ve fıkrasına da aykırı
düşeceği, bu nedenlerle sanığa atılı emre itaatsizlikte ısrar suçunun
unsurlarının oluşmadığı, sonucuna varıldığından, Askerî Yargıtay
Başsavcılığının sanığın sabit görülen eyleminin emre itaatsizlikte ısrar
suçunu oluşturmadığına dair itirazının kabulü ile, Askerî Yargıtay 1’inci
Dairesinin 14.5.2008 tarihli, 2008/1503-1507 Esas ve Karar sayılı
kararının kaldırılmasına ve askerî savcının suç vasfına yönelik isabetli
bulunmayan temyiz sebeplerinin reddine karar verilmiştir.
2- Askerî savcının temyiz dilekçesinde; suç vasfına yönelik temyiz
isteminin kabul edilmemesi hâlinde, askerî mahkemenin, idari yaptırım
kararına karşı itiraz merci olarak Elazığ Ağır Ceza Mahkemesini
göstermesinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmesi ve ayrıca resen
görülecek hususların gözetilmesini talep etmesi; Askerî mahkemenin
idari yatırım kararına itiraz olarak değerlendirilip, Askerî Yargıtayın
temyiz incelemesi yaparken, 5326 sayılı Kanun’un 27/7 madde ve
fıkrasına göre bu itirazı incelemeye de görevli ve yetkili olduğu kabul
edilerek, bu konuda yapılan inceleme sonucunda da;
5326 sayılı Kanun’un 39/1 madde ve fıkrasında “Kamu hizmet
binalarının kapalı alanlarında tütün mamulü tüketen kişiye, ... idari
yaptırım cezası verilir. Bu fıkra hükmü, tütün mamulü tüketilmesine
tahsis edilen alanlarda uygulanmaz” hükmüne yer verildiği, 5727 sayılı
Kanunla değişik 4207 sayılı Kanun’un 2/1 madde ve fıkrasının (a)
bendinde ise, kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında tütün ürünleri
tüketilmesinin istisnasız olarak yasaklandığı ve bu yasağın 5727 sayılı
Kanun’un 10’uncu maddesine göre 19.5.2008 tarihinde yürürlüğe girdiği
gözetilerek, atılı fiilin işlendiği 25.6.2006 tarihinde yürürlükte olan 4207
sayılı Kanun’un 5’inci maddesine göre, sanığa bu maddede öngörülen
uyarıların yapıldığına, bu uyarılara rağmen sanığın tütün ve tütün
mamulü içmeye devam ettiğine dair dosyada bir tespitin bulunmadığı,
dolayısıyla sanık hakkında tesis edilen idari yaptırım (54 YTL idari para
cezası) kararının da hukuka uygun olmadığı sonucuna varıldığından,
Askerî Savcının itirazına atfen ve resen, Askerî Mahkemece sanık
hakkında tesis olunan 54 YTL idari para cezası ile bu cezanın kanun
yoluna ve uygulanmasına ilişkin Kararının da, 5560 sayılı Kanunla
değişik 5326 sayılı Kanun’un 3/1-a ve 27/7’nci maddeleri uyarınca
kaldırılmasına, bu konudaki itiraz incelemesinin en yakın askerî
mahkemece yapılması gerektiğine dair tebliğnamedeki görüşe aykırı
olarak, karar verilmiştir.
107
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/139
K. No. : 2008/129
T.
: 26.6.2008
ÖZET
Kendisine verilen nöbet hizmetine ilişkin hizmet emrini
yerine getirmediği görülmekle birlikte, sorgusunda askerlik
hizmetini sürdürmek istediğini ve bir anlık kızgınlık sonucu
eylemini gerçekleştirdiğini beyan etmiş olan sanığın, gerek
askerlik hizmetine başladığı 24.11.2006 tarihinden itibaren ve
gerekse temyiz incelemesine konu eylem sonrasında nöbet
hizmetine katılmadığına ve bu konudaki emirlere aykırı
davrandığına ilişkin olarak dosya kapsamında herhangi bir
iddia ve delilin, keza, askerlik hizmetinden sıyrılmak kastını
ortaya koyan herhangi bir davranışının da bulunmaması
karşısında, savunmasına itibarla 18.11.2007 tarihinde 13.0015.00 saatleri arasındaki nöbet hizmetini yerine getirmeme
şeklindeki eyleminin “Hizmetten sıyrılma özel kastı” ile
gerçekleştirilmediği, bu itibarla sübut bulan fiilin ASCK’nın
88’inci maddesinde yer alan “Hizmetten tamamen sıyrılmak
kastıyla emre itaatsizlikte ısrar” suçunu değil, ASCK’nın
87/1’inci maddesinin “Emrin yerine getirilmesini söz veya fiil
ile açıkça reddeden veya emir tekrar edildiği hâlde, emri
yerine getirmeyenler” ile ilgili düzenlemeyi içeren ikinci
cümlesindeki suçu oluşturacağı sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; suç vasfının belirlenmesine
ilişkindir.
Daire; sanığın sübut bulan eyleminin ASCK’nın 87/1’inci
maddesinin “emrin yerine getirilmesini söz veya fiil ile açıkça reddeden
veya emir tekrar edildiği hâlde emri yerine getirmeyenler” ile ilgili
düzenleme yapan ikinci cümlesindeki suçu oluşturacağını kabul
etmişken;
108
Başsavcılık; sanığın eyleminin ASCK’nın 88’inci maddesinde
düzenlenen “hizmetten tamamen sıyrılmak kastıyla emre itaatsizlikte
ısrar” suçunu oluşturduğunu ileri sürmektedir.
Dosyadaki delil durumuna göre; Antalya-Karpuzkaldıran Özel
Eğitim Merkezi Komutanlığı emrinde askerlik görevini yerine getirmekte
olan sanığın, 18.11.2007 tarihinde 13.00-15.00 saatleri arasında benzinlik
nöbetçisi olduğu, nöbet hizmetinden önceden haberdar olmasına rağmen,
kendisini nöbete götürmek isteyen nöbetçi onbaşı İs.Onb. N.T.’ya nöbete
gitmeyeceğini, askerlik yapmak istemediğini söylediği, nöbetçi onbaşının
durumu nöbetçi astsubay Kd.Bçvş. M.N.Y.’ye ilettiği, onun da nöbetçi
onbaşı aracılığıyla sanığı yanına çağırarak, silahını alıp nöbete gitmesi
hususunda emir verdiği, sanığın askerlik yapmak istemediğini
üniformasını çıkarmak istediğini ve vicdani redçi olduğunu beyan ettiği,
bunun üzerine nöbetçi astsubayın sanığı alarak nöbetçi amiri olan Yb.
M.S.H.B.’nin yanına götürdüğü, nöbetçi amirinin sanığa herhangi bir
rahatsızlığının bulunup bulunmadığını sorduğu, sanığın rahatsızlığının
olmadığını beyan etmesi üzerine, tüfeğini alarak nöbete gitmesi
hususunun nöbetçi amiri tarafından sanığa emredildiği, sanığın yeniden
silah almak istemediğini ve üniformayı çıkartmak istediğini beyan ettiği,
nöbetçi amirinin ani müdahâle mangasını, nöbete gidecek, nöbetten
dönen ve civarda bulunan askerleri toplayarak, bu askerlerin huzurunda
sanığa yine nöbete gitmesini söylediği, sanığın yine silah almak
istemediğini, nöbetine gitmeyeceğini, üniformayı çıkartmak istediğini,
ailesine ve basına bu olayı bildireceğini ve avukatına haber vereceğini
beyan ettiği anlaşılmakta olup, esasen maddi olayın bu şekilde sübut
bulduğu konusunda Daire ile Başsavcılık arasında bir uyuşmazlık da
bulunmamaktadır.
ASCK’nın 87’nci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar
suçu; askerî hizmete ilişkin emrin gereğinin hiç yapılmaması, emrin
yerine getirilmesinin sözlü veya fiili olarak açıkça reddedilmesi veya
emir tekrar edildiği hâlde yerine getirilmemesi ve suç işleme kastıyla
hareket edilmesi ile oluşmaktadır.
Anılan maddede yazılı “emre itaatsizlik” suçlarını “hizmetten
kısmen ya da tamamen sıyrılmak kastı ile yapanların” cezalandırılmaları
ile ilgili düzenleme ise ASCK’nın 88’inci maddesinde yapılmıştır.
Gerek ASCK’nın 87’nci maddesinde ve gerekse ASCK’nın
88’inci maddesinde “askerî hizmetin hiç yerine getirilmemesi,” ve
dolayısıyla “hizmetten tamamen veya kısmen sıyrılma hâli” söz konusu
olduğundan her iki maddede yer verilen suçları birbirinden ayıran
kıstasların açık ve net bir şekilde belirlenmesi gerekmektedir.
109
Uygulamada bu konuda kesin bir ayrıma varılmamış olup, bir
kısım kararlarda, hizmet emrinin ülke güvenliği ile ilgili oluşu, hizmetin
ifa edildiği yer, hizmetin fasılasız sürmesi gibi kıstaslara yer verilmiş
iken, bir kısım kararlarda ise, hizmetin somut bir hizmet olması, aktif bir
görevi içermesi, sanığın hizmetine gereksinim duyulması gibi kıstaslar
göz önünde tutulmuştur.
Öğretide de bu konudaki ayırıma yeterli açıklama
getirilememiştir. Rıfat TAŞKIN, “tamamen ve kısmen” kelimeleri ile
kast ve niyetin, hizmet ve vazifeden devamlı surette kaçınmaya
yöneltilmiş olmasına gerek olmadığının anlatılmak istendiğini, ancak
belirsiz ve uzun bir zaman için hizmetten kaçma arzu ve niyetinin
tespitine gerek bulunmadığını, diğer taraftan münferit bir hizmetten
serbest kalmak arzu ve isteğinin de yeterli olmadığını, askerlik hizmetine
ait vazifelerden kaçılması gerektiğini belirtmektedir.
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 12.10.2000 tarihli ve
2000/144-147 Esas ve Karar sayılı ilamında da kabul ve açıklandığı gibi;
bu konuda genel bir ölçü konulamamakla birlikte, ASCK’nın 88’inci
maddesinde yer alan “hizmetten kısmen veya tamamen sıyrılmak kastıyla
emre itaatsizlik” suçunun varlığı için “Hizmetten kısmen veya tamamen
sıyrılma” özel kastının bulunmasının yanı sıra verilen görevin somut bir
görev olması, aktif bir görevi içermesi ve sanığın hizmetine gereksinim
olması gibi hususların da hizmetten kısmen veya tamamen sıyrılma için
esas alınabileceği hususu uygulamada ve öğretide kabul edilmektedir.
Açıklamalar doğrultusunda somut olay incelendiğinde; sanığın,
kendisine verilen nöbet hizmetine ilişkin hizmet emrini yerine
getirmediği görülmekle birlikte, sorgusunda askerlik hizmetini
sürdürmek istediğini ve bir anlık kızgınlık sonucu eylemini
gerçekleştirdiğini beyan etmiş olan sanığın gerek askerlik hizmetine
başladığı 24.11.2006 tarihinden itibaren ve gerekse temyiz incelemesine
konu eylem sonrasında nöbet hizmetine katılmadığına ve bu konudaki
emirlere aykırı davrandığına ilişkin olarak dosya kapsamında herhangi
bir iddia ve delilin, keza, askerlik hizmetinden sıyrılmak kastını ortaya
koyan herhangi bir davranışının da bulunmaması karşısında sanığın
savunmasına itibarla 18.11.2007 tarihinde 13.00-15.00 saatleri arasındaki
nöbet hizmetini yerine getirmeme şeklindeki eyleminin “Hizmetten
sıyrılma özel kastı” ile gerçekleştirilmediği, bu itibarla sübut bulan fiilin
ASCK’nın 88’inci maddesinde yer alan “Hizmetten tamamen sıyrılmak
kastıyla emre itaatsizlikte ısrar” suçunu değil; ASCK’nın 87/1’inci
maddesinin “Emrin yerine getirilmesini söz veya fiil ile açıkça reddeden
veya emir tekrar edildiği hâlde, emri yerine getirmeyenler” ile ilgili
110
düzenlemeyi içeren ikinci cümlesindeki suçu oluşturacağı sonucuna
varılmış ve bu nedenle Dairenin aynı doğrultudaki bozma ilamında bir
hukuka aykırılık bulunmadığından, Askerî Yargıtay Başsavcılığının,
sanık hakkında ASCK’nın 88’inci maddesi gereğince uygulama
yapılması gerektiğine ilişkin itirazı yerinde görülmemiştir.
111
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/145
K. No. : 2008/145
T.
: 17.7.2008
ÖZET
Sanığın, bölük komutanının nöbet hizmeti ile ilgili
emrine “Nöbete kalkmıyorum” şeklinde açıkça karşı geldiğinin
şüpheden arınmış bir şekilde ispatlanamadığı, gece geç
uyuduğuna, uykusunun ağır olduğuna dair savunması, nöbete
çağrılış saati ve tanık Onb. A.F.B.’nin beyanı ile birlikte
değerlendirildiğinde, uyku hâli ile hareket eden sanığın nöbete
bu şekilde kalkmama eyleminde, ASCK’nın 87/1’inci madde ve
fıkrasının 2’nci cümlesinde, emrin yerine getirilmesini fiilî ile
açıkça reddetme, ya da emir tekrar edildiği hâlde emri yerine
getirmeme şeklinde düzenlenen, yoğun bir emre itaatsizlikte
ısrar iradesinin ve kastının varlığından da söz edilemeyeceği,
keza bu tür olayların her birinin kendi özelliğine ve olayın
cereyan tarzına göre değerlendirilmesi gerektiği gözetildiğinde
sanığın sübut bulan eyleminin, ASCK’nın 87/1’inci madde ve
fıkrasının birinci cümlesi kapsamında emre itaatsizlikte ısrar
suçunu oluşturduğu sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; nöbetçi onbaşının sanığı nöbete
çağırdığı sırada, sanığın “Nöbete kalkmıyorum” şeklinde cevap verip
vermediği, sanığın eyleminin; ASCK'nın 87/1’inci madde ve fıkrasının
ilk cümlesinde düzenlenen basit emre itaatsizlikte ısrar suçunu mu yoksa
aynı fıkranın ikinci cümlesinde düzenlenen nitelikli emre itaatsizlikte
ısrar suçunu mu oluşturduğuna ilişkindir.
Daire; sanığın nöbete çağrıldığı sırada nöbete gitmeyeceğini
söylememesi, uyandırıldıktan sonra yataktan doğrulup “Tamam” deyip,
koğuş nöbetçi onbaşısı ayrıldıktan sonra yine uyuması, bilâhare tekrar
uyandırıldığında kalkmaması eyleminin, ASCK'nın 87/1 madde ve
fıkrasının ilk cümlesinde “Hizmete ilişkin emri hiç yapmayan asker
112
kişiler” şeklinde tanımlanan basit emre itaatsizlikte ısrar suçunu
oluşturduğu gerekçesiyle mahkûmiyet hükmünü bozarken,
Başsavcılık; koğuş nöbetçi onbaşısı Onb. A.F.B. tarafından birkaç
kez ikaz edilip uyandırılmasına rağmen, sanığın “Nöbete kalkmıyorum”
diyerek, emri yerine getirmeme konusundaki ısrar ve iradesini açıkça
ortaya koyduğu, askerî otorite ve disipline adeta karşı çıkma tavır ve
hareketleri sergilediği, eyleminin ASCK’nın 87/1 madde ve fıkrasının
ikinci cümlesinde, emrin yerine getirilmesini söz veya fiilî ile açıkça
reddetmek veya emir tekrar edildiği hâlde emri yerine getirmemek
şeklinde tanımlanan nitelikli emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturduğu
gerekçesiyle ve ayrıca bu tür Kararlarda içtihat birliğinin sağlanması
amacıyla Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
Olayla ilgili sanık ve tanık beyanlarına baktığımızda;
Sanık aşamalardaki sorgu ve savunmalarında, olay gecesi saat
01.00’de yattığını, uykusu ağır olduğu için nöbete kalkamadığını, koğuş
nöbetçi onbaşısının kendisine bir kez seslendiğini, bir kaç kez seslenmiş
olsa duyacağını, ona nöbete kalkmıyorum şeklinde bir söz söylemediğini,
terhisine iki ay kala böyle bir davranış sergilemesinin mümkün
olmadığını, beyan etmiştir.
Tanık Onb. A.F.B.; hazırlık ifadesinde, olay gecesi sanığın
nöbetine kalkmadığını görünce birkaç kez nöbetine kalkması için ikaz
ettiğini, kendisine “Nöbete kalkmıyorum” şeklinde cevap verdiğini,
bunun üzerine nöbetçi astsubayı Bçvş. A.E.’ye durumu bildirdiğini, onun
talimatı doğrultusunda tutanağı düzenlediğini beyan etmiş,
Askerî mahkeme huzurundaki yeminli ifadesinde; olay gecesi
05.00-07.00 koğuş nöbetçi onbaşısı olduğunu, kendisini 03.00-05.00
koğuş nöbetçi onbaşısı E.Ü.’nün uyandırdığını, 05.00-07.00 nöbetçilerini
yerlerine dağıtıp geldiğinde sanığın uyduğunu gördüğünü, E.Ü.’ye
sorduğunda, sanığı uyandırdığını ancak kalkmadığını söylediğini, saat
05.10’da yanına giderek sanığı uyandırdığını, sanığın yataktan doğrulup
“Tamam” dediğini, kalkıp giyineceğini düşündüğü için onun yanından
ayrıldığını, beş dakika sonra tekrar geldiğinde sanığın yatıp uyuduğunu
görünce yine uyandırdığını, sanığın “Yorgunum” şeklinde cevap
verdiğini, birkaç dakika oyalanıp tekrar ikaz etmesine rağmen sanık yine
kalkmayınca yemekhane nöbetçisine haber verip, saat 06.00’da
Nöb.Astsb.Bçvş. A.E.’ye bilgi verdiğini, ardından tutanak düzenlediğini
anlatmış, hazırlık ifadesi okunup sorulduğunda sanığı saat 05.10’da
nöbete çağırdığında “Bana nöbete kalkmıyorum demişti” şeklinde cevap
vermiştir.
113
Tanık E.Ü. yeminli ifadesinde, nöbetinde böyle bir olay
olmadığını; Tanık Bçvş. A.E. yeminli ifadesinde, olay gecesi nöbetçi
astsubayı olarak görevli olduğunu, sabah saat 06.00’da kalktığında
kendisine herhangi bir vukuat bildirilmediğini, saat 08.00’de mesaiye
başlayınca Onb. A.F.B.’nin gelip, sanığın nöbete kalkmadığını
söyleyerek hazırladığı tutanağı kendisine imzalattığını beyan etmişlerdir.
Sanığın askerlik hizmetini yapmakta iken, 06.07.2005 günü
05.00-07.00 saatleri arasındaki nöbet görevine, koğuş nöbetçi onbaşısı
Onb. A.F.B. tarafından birkaç kez çağrılmasına rağmen kalkmaması
olayında; Tanık Onb. A.F.B.’nin olayla ilgili hazırlıkta ve askerî
mahkeme huzurunda yukarıda izah edildiği şekilde farklı beyanlarda
bulunması, bu tanığın beyanlarının bazı kısımlarının diğer tanıklar Bçvş.
A.E. ve Çvş. E.Ü. tarafından doğrulanmaması karşısında, tanık Onb.
A.F.B.’nin saat 05.10’da nöbete çağırdığında sanığın, “Nöbete
kalkmıyorum” dediğine dair beyanının şüpheli kaldığı, bu tanığın askerî
mahkeme huzurunda, saat 05.10’da sanığı uyandırdığında doğrulup
“Tamam” deyip uyumaya devam ettiğini, beş dakika sonra tekrar
çağırdığında “Yorgunum” dediğini, birkaç dakika oyalandıktan sonra
tekrar ikaz edip kalkmayınca bırakıp ilgililere haber verdiğini beyan
ettiği, dikkate alındığında;
Sanığın, Bölük komutanının nöbet hizmeti ile ilgili emrine
“Nöbete kalkmıyorum” şeklinde açıkça karşı geldiğinin şüpheden
arınmış bir şekilde ispatlanamadığı, gece geç uyuduğuna, uykusunun ağır
olduğuna dair savunması, nöbete çağrılış saati ve tanık Onb. A.F.B.’nin
yukarıda anlatılan beyanı ile birlikte değerlendirildiğinde, uyku hâli ile
hareket eden sanığın nöbete bu şekilde kalkmama eyleminde, ASCK’nın
87/1’inci madde ve fıkrasının 2’nci cümlesinde, emrin yerine
getirilmesini fiili ile açıkça reddetme, ya da emir tekrar edildiği hâlde
emri yerine getirmeme şeklinde düzenlenen, yoğun bir emre itaatsizlikte
ısrar iradesinin ve kastının varlığından da söz edilemeyeceği, keza bu tür
olayların her birinin kendi özelliğine ve olayın cereyan tarzına göre
değerlendirilmesi gerektiği gözetilerek, Askerî Yargıtay 1’inci
Dairesinin; sanığın sübut bulan eyleminin, ASCK’nın 87/1’inci madde ve
fıkrasının birinci cümlesi kapsamında emre itaatsizlikte ısrar suçunu
oluşturduğu gerekçesiyle, mahkûmiyet hükmünü suç vasfı yönünden
bozmasına dair ilamının hukuka uygun olduğu sonucuna varıldığından,
Askerî Yargıtay Başsavcılığının bu bozmaya karşı yaptığı 25.6.2008
tarihli ve 2008/6076 (İtiraz: 2008/11) sayılı itirazının reddine karar
verilmiştir.
114
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/146
K. No. : 2008/146
T.
: 17.7.2008
ÖZET
Sanığın, görev yaptığı revir içerisinde, oranın amiri olan
Tbp.Atğm. N.A.’nın bilgi ve müsadesiyle ve ona ulaşmak
amacıyla cep telefonu bulundurup kullandığına dair
savunması, tanık olarak dinlenen Atğm. N.A.’nın yeminli
ifadesiyle doğrulandığından, yalnız revir içerisinde oranın
amirinin müsaadesiyle cep telefonu bulundurup kullanan
sanığın, emre itaatsizlikte ısrar kastıyla hareket ettiğinden söz
edilemeyeceğinden, sanığa atılı emre itaatsizlikte ısrar
suçunun manevî unsuru oluşmamıştır.
Daire ile askerî mahkeme arasında ortaya çıkan ve Daireler
Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı suçun manevî
unsurunun oluşup oluşmadığına ilişkindir.
Daire; sanığın, revir tabibinin bilgisi ve izni dâhilinde, revire
gelen acil hastaları ona bildirmek amacı ile cep telefonu bulundurduğuna
dair savunmasının, tanık olarak dinlenen revir tabibinin yeminli anlatımı
ile doğrulandığı, sanığın suç kastıyla hareket ettiğinin söylenemeyeceği,
atılı suçun manevî unsurunun oluşmadığı, gerekçesiyle mahkûmiyet
hükmünü bozarken,
Askerî mahkeme; cep telefonu bulundurma ve kullanma yasağı ile
ilgili verilen emri revir tabibinin değiştirme yetkisinin bulunmadığı, bu
uygulamanın hukuka uygun olduğunun kabulü hâlinde askerliğin temeli
olan disiplinin yok olacağı, sanığın bu konuda revir tabibini değil emri
veren amirini dinlemek zorunda olduğu, atılı suçun maddi ve manevî
unsurlarının oluştuğu gerekçesiyle, Dairenin bozma kararına karşı
direnmiştir.
Dosyadaki delillere baktığımızda; “Erbaş ve erlerin dikkat etmesi
ve uyması gereken kurallar” başlığını taşıyan emirde, Özel Eğitim
Merkez Komutanlığına bağlı hangi birim tarafından yayımlandığının
115
belirtilmediği, Hiz.Mhf.Hiz.Tk.K.Üçvş. H.D. tarafından sanığa tebliğ
edildiği,
Sanığın aşamalardaki sorgu ve savunmalarında, revirde görevli
iken revir Tabibi Atğm. N.A.’nın bilgi ve izni dahilinde, onun revir
dışında olduğu zamanlarda acil hasta geldiğinde ona ulaşmak ve onun
talimatına göre hareket etmek amacı ile cep telefonu bulundurup
kullandığını beyan ettiği,
Tanık Tbp. Atğm. N.A.’nın yeminli ifadesinde, sabahları iki saat
süreyle rutin general muayenesi yaptığını, bu süre zarfında revire gelen
acil hastalarla ilgili olarak kendisiyle irtibat kurabilmesi için, üstlerinden
izin almadan kendi inisiyafitini kullanarak sanığa cep telefonu
kullanması için müsaade ettiğini beyan ettiği,
Anlaşılmaktadır.
5237 sayılı TCK'nın 21/1’inci madde ve fıkrasında, kast; “Suçun
oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast suçun kanunî tanımındaki
unsurların bilerek ve istenerek gerçekleşmesidir.” şeklinde
tanımlanmıştır.
Sanığın, görev yaptığı revir içerisinde, oranın amiri olan
Tbp.Atğm. N.A.’nın bilgi ve müsadesiyle ve ona ulaşmak amacıyla cep
telefonu bulundurup kullandığına dair savunması, tanık olarak dinlenen
Atğm. N.A.’nın yeminli ifadesiyle doğrulandığından, yalnız revir
içerisinde oranın amirinin müsaadesiyle cep telefonu bulundurup
kullanan sanığın, emre itaatsizlikte ısrar kastıyla hareket ettiğinden söz
edilemeyeceği, sanığın bağlı olduğu kısım komutanlığınca yayımlanan
söz konusu yasağı, revir tabibinin değiştirme yetkisinin olup olmadığını,
sanığın araştırma ve değerlendirme yükümlülüğünün bulunmadığı, sanık
açısından revirde cep telefonu bulundurma ve kullanması için oranın
amiri tarafından verilen müsaadenin yeterli olduğu, bu durumda sanığın
suç kastıyla hareket ettiğinin kabul edilemeyeceği, en azından şüpheli
kaldığı, şüphenin sanık lehine yorumlanması gerektiği ise ceza
hukukunun temel ilkelerinden biri olduğu gözetilerek, sanığa atılı emre
itaatsizlikte ısrar suçunun manevi unsurunun oluşmadığı sonucuna
varıldığından, sanığın temyiz sebeplerinin kabulüyle, askerî mahkemece
direnilmek suretiyle tesis edilen mahkûmiyet hükmünün esas yönünden
bozulmasına, tebliğnamedeki görüşe aykırı olarak karar verilmiştir.
116
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/177
K. No. : 2008/159
T.
: 9.10.2008
ÖZET
Kışla içerisine elektronik eşya sokulmaması ve
bulundurulmaması yönündeki askerî hizmete ilişkin emrin
kapsam, içerik ve sınırlarını bilmesine rağmen, aksi
doğrultuda hareket ederek, elektronik eşya niteliğindeki MP3
çaları birlik içerisinde bulunduran sanığın eylemi ASCK’nın
87/1’inci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar
suçunu oluşturmaktadır.
Daire ile askerî mahkeme arasında ortaya çıkan ve Daireler
Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlığın konusu, sanığa tebliğ
edilen emrin askerî hizmete ilişkin nitelik taşıyıp taşımadığı ve buna
bağlı olarak da atılı emre itaatsizlikte ısrar suçunun sübuta erip ermediği
noktasındadır.
Daire; sanığa tebliğ edilerek somutlaştırılan emrin askerî hizmete
ilişkin bir menfaati koruduğunu benimseyerek, emre aykırı hareketin
emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturduğu sonucuna varmış,
Askerî mahkeme; sanığa tebliği sağlanan düzenlemenin genel bir
nitelik taşımasından dolayı, sabit görülen eylemin disiplin tecavüzü
mahiyetinde kaldığını kabul etmek suretiyle, bozmaya ilişkin Daire
kararına karşı direnmiştir.
Türk Silahlı Kuvvetlerinde; tek erden en üst düzeye kadar bütün
kademelerde uygulanacak İstihbarata Karşı Koyma (İKK) ve Koruyucu
Güvenlik faaliyetlerinin süratli, etkili ve yeterli bir şekilde yapılması ve
bu konudaki uygulama birliğininin sağlanması için Genelkurmay
Başkanlığınca yayımlanmış bulunan Silahlı Kuvvetler İstihbarata Karşı
Koyma, Koruyucu Güvenlik ve İşbirliği Yönergesi (MY 114-1-B)’nin
Üçüncü Bölüm, İkinci Kısmının “Birlik, Karargâh ve Kurumlarda Girişin
Kontrolü” başlıklı 16’ncı maddesinde (Sayfa 3-47), “... Cep telefonları,
fotoğraf makinası, bilgisayar malzemeleri, disketler ve CD’ler gibi
117
elektronik malzemeler, dinleme ve kayıt cihazlarının birlik, karargâh ve
kurumlara girmelerinin önleneceği ... cep telefonuna sahip erbaş ve
erlerin, birlik içerisinde bu telefonlar ile istedikleri zaman ve kontrolsüz
olarak istedikleri şahıslarla konuşmalarının; istihbara karşı koyma ve
emniyet açısından hassas bir durum yaratacağı ve bazı disiplinsizliklere
neden olacağından, birlik içerisine cep telefonu sokmalarının ve
bulundurmalarının engelleneceği ...” düzenlemesi yer almaktadır.
Sanığa imzası karşılığında tebliğ edilen Erbaş ve Erlerin Uyması
Gereken Özel Talimatta yer alan “Radyo, teyp, ses kayıt cihazı, cep
telefonu, fotoğraf makinası ve elektronik eşyanın kışlaya sokulmayacağı”
hususundaki emrin, birliğin muhabere ve fiziki güvenliğinin sağlanması
ile disiplinin teminine yönelik hizmete ilişkin bir emir olduğunda ve
emirde yer alan “…Elektronik eşya” tabirinin, ses kayıt özelliği bulunan
ve içerisine yüklenmiş müzik parçalarını bir kasetçalardan daha uzun
süre ve daha kolaylıkla dinleme imkânı veren “MP3 çalar” cihazlarını da
kapsadığı kuşkusuzdur. Kaldı ki, günümüzdeki üstün teknoloji sayesinde
MP3 çalar cihazların bazılarının, müzik dinleme ve ses kayıt
özelliklerinin yanı sıra, fotoğraf ve video dosyalarını başka bir cihaza
bağlanma gereği duymadan cihazın ekranından izleyebilme, sabit disk
özelliği sayesinde bir bilgisayardaki dosyaları başka bilgisayarlara
aktarabilme, radyo alıcısı ve hatta radyo vericisi olarak kullanılabilme
özelliklerine sahip oldukları da bilinmektedir. Bu özelliklerin bir veya
birkaçına sahip bir MP3 çalar cihazının, birliğin muhabere ve fizikî
güvenliğinin sağlanması, istihbarata karşı koyma ile disiplinin temini
bakımından, bir radyo veya kasetçalardan daha büyük tehlike
oluşturacağı muhakkaktır.
Kaldı ki, sanık birlik komutanlığınca tespit olunan ve
doğruluğunu askerî mahkeme huzurunda da tekrar ettiği hazırlık
beyanında; elektronik eşya bulundurulmayacağına ilişkin emrin MP3
çalar bulundurulmasını da kapsadığını önceden bildiğini, ancak bunda bir
sakınca görmemesi nedeniyle MP3 çalarda müzik dinlediğini ifade
etmiştir.
Eylemde sakınca görmemesi şeklindeki saikin, failde somut bir
zarar, tehlike ya da bir hak ihlâline neden olmama şeklinde şuur ve
iradeyi ifade etme ihtimali bulunmasına karşın, belirtilen psikolojik
durumun, hukuka aykırı sonucu bilmek ve istemekten ibaret genel kastın
tayin ve tespiti açısından herhangi bir önemi bulunmamaktadır.
Bu itibarla; kışla içerisine elektronik eşya sokulmaması ve
bulundurulmaması yönündeki askerî hizmete ilişkin emrin kapsam, içerik
ve sınırlarını bilmesine rağmen, aksi doğrultuda hareket ederek,
118
elektronik eşya niteliğindeki MP3 çaları birlik içerisinde bulunduran
sanığın eyleminin ASCK’nın 87/1’inci maddesinde düzenlenen emre
itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturduğu sonucuna varılmış ve yerinde
görülmeyen beraate ilişkin direnme hükmünün bozulmasına karar
verilmiştir.
119
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/182
K. No. : 2008/171
T.
: 23.10.2008
ÖZET
Sanıklardan Ter.J.Çvş. N.T’nin, silahına dolu şarjör
takmak ve diğer sanık Ter.J.Er O.A.’nın ise, doldur-boşalt
istasyonu dışında kurma kolunu çekmek ve tetik düşürmek
şeklindeki eylemleri ile kendilerine evvelce tebliğ edilen Tek
Er İçin Emniyet ve Kaza Önleme Talimatındaki hizmete ilişkin
emre aykırı harekette bulundukları, bu suretle de ASCK'nın
87/1’inci maddesinin ilk cümlesinde düzenlenen emre
itaatsizlikte ısrar suçunu işledikleri anlaşılmaktadır.
Daire ile Askerî mahkeme arasında ortaya çıkan ve Daireler
Kurulunda çözümlenmesi gereken uyuşmazlığın konusu, sanıkların
sübutunda tereddüt bulunmayan eylemlerinin emre itaatsizlikte ısrar
suçunu mu, yoksa 477 sayılı DMK’nın 56’ncı maddesinde düzenlenen
nöbet talimatına aykırı hareket etmek suçunu mu oluşturduğu
noktasındadır.
Bursa Jandarma Bölge Karargah ve Servis Bölük Komutanlığı
emrinde askerlik hizmetini yapan sanıklardan J.Er O.A.’nın nöbetçi
onbaşı, diğer sanık J.Çvş. N.T.’nin ise 22.00 - 24.00 saatleri arasında
devriye nöbetçisi olarak görevli oldukları 24.12.2006 tarihinde,
sanıklardan N.T.’nin silahlıktan nöbet silahını almasını takiben kendi
başına dolu şarjörü silahına taktığı, ancak Nöbetçi Subayının çavuşları
yanına çağırması nedeniyle, silahını geçici olarak diğer sanığa bıraktığı,
sanık J.Er O.A.’nın da üzerinde dolu şarjör takılı bulunan bu silahla
oynamaya başladığı, kurma kolunu çekip, tetik düşürmesi üzerine
şarjörün en üstünde bulunan bir adet manevra fişeğinin ateş aldığı dosya
kapsamından anlaşılmaktadır.
Askerî Mahkemece; sanıklardan N.T.’nin silahın ateş alması ile
nedensellik bağı içinde değerlendirilebilecek herhangi bir eyleminin
bulunmadığı, diğer sanık O.A.’nın yerine getirdiği nöbetçi onbaşılık
120
görevinin ise, silahla tutulan bir nöbet hizmeti olmamasından dolayı, bu
sanığın ASCK uygulaması kapsamında nöbetçi sayılamayacağı kabul
edilerek, her iki sanığın eylemlerinin 477 sayılı Kanun’un 56’ncı
maddesinde düzenlenen nöbet talimatına aykırı hareket etmek suçunu
oluşturduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir.
477 sayılı Kanun’un 56’ncı maddesinde tanımlanan “nöbet
talimatına aykırı hareket etmek” disiplin suçunun oluşabilmesi için, TSK
İç Hizmet Kanunu ve Yönetmeliğinde belirtilen nöbet görevlerini yerine
getiren failin, nöbet yerini terk etmesi veya başka suretle nöbet talimatına
aykırı harekette bulunması, bu eylemine bağlı olarak maddi bir zararın
doğmaması veya hizmetin aksamamış olması; ASCK’nın 136/1-B, C
maddesinde tanımlanan suçun oluşumu için ise, ASCK’nın uygulanması
kapsamında nöbetçi olarak kabul edilen asker kişinin, nöbet yerini terk
etmesi veya başka suretle nöbet talimatına aykırı harekette bulunması ve
buna bağlı olarak bir zarar doğması gerekmektedir.
Sabit görülen eylemlerin hangi suçları oluşturduğunun tespitinden
önce, 24.12.2006 tarihinde nöbetçi onbaşı olarak görevli sanık J.Er O.A.
ile aynı gün 22.00 - 24.00 saatleri arasında devriye nöbetçisi olarak
görevli diğer sanık J.Çvş. N.T.’nin, olay anındaki konum ve statülerinin
irdelenmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
TSK İç Hizmet Yönetmeliği’nin 624’üncü maddesi; “nöbet yerinin
yeni karakol tarafından teslim alınması işine her postanın bir numaralı
erlerinin bir araya toplanmasıyla başlanır. Bu suretle toplanan kıt’aya
(nöbetçi kıt’ası) denir. Onbaşılardan biri değiştirici onbaşı olarak bu
kıt’aya komuta eder ve kıt’ayı hareket ettirir ve her nöbet yerine
uğrayarak eski karakolun nöbetçilerini değiştirir. ...” hükmünü içermekte,
aynı Yönetmeliğin 635’inci maddesinde ise; değiştirilen eski
nöbetçilerinin kıta hâlinde toplanma yerlerine dönecekleri, ancak süngü
çıkartıldıktan ve dolu silahlar boşaltıldıktan sonra nöbetçilerin serbest
bırakılacakları belirtilmektedir.
Usulüne uygun bir nöbet hizmetinin varlığından söz edebilmek
için, öncelikle nöbet kıtasının Yönetmelik hükümlerine uygun bir
biçimde oluşturulması gerekmektedir. ‘Nöbetçi kıtası’ oluştuğu andan
itibaren, nöbetçi kıtasına mensup er ve erbaşların nöbet hizmetleri
başlamakta ve eski nöbetçilerin nöbet hizmetleri de koğuşlarına
gitmelerine müsaade edildiği anda sona ermektedir. Bu nedenle, nöbet
hizmetinin başladığının kabul edilebilmesi için, değiştirici onbaşı
nezaretinde toplanan nöbet kıtasının, yine bu şahsın emir ve komutası
altında doldur-boşlat istasyonuna, oradan da görevlerini icra etmek üzere
nöbet yerlerine sevk edilmesi gerekmektedir. Nitekim, Askerî Yargıtay
121
Daireler
Kurulunun 14.2.1980/13-14; 28.11.1996/161-167 ve
21.10.2004/151-139 E.K. sayılı ilamları da bu doğrultudadır.
Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde;
24.12.2006 tarihinde 22.00 - 24.00 saatleri arasında devriye nöbetçisi
olan sanık J.Çvş. N.T.’nin, nöbet hizmetine başlamak üzere silahlıktan
silahını ve şarjörünü aldığı anlaşılmakta ise de, nöbetçi onbaşı
komutasında
düzenli
bir
nöbetçi
kıtasının
oluşturulduğu
belirlenemediğinden, sanık J.Çvş. N.T.’nin olay sırasında nöbetçi olarak
kabulü mümkün görülmemiştir.
Diğer taraftan, TSK İç Hizmet Kanunu’nun 76’ncı maddesinde
nöbet, askerlikte müşterek hizmetlerin yapılması ve devamını sağlamak
maksadı ile bu hizmetlerin belli sıra ve süre ile asker kişiler tarafından
yapılması olarak tanımlanmış; 77’nci maddesinde ise, nöbetçi personelin
kimlerden oluşacağı, nöbet hizmetlerinin yapılış tarzı ile şekli ve
nöbetçilere ait vazifelerin talimatname ile gösterileceği açıklanmıştır.
Bu bağlamda, İç Hizmet Yönetmeliği’nin 412’nci maddesinde;
bölükte ve bölük seviyesindeki birliklerde tutulacak nöbetler arasında
‘Bölük nöbetçi onbaşılığı’ da sayılmış, yine Yönetmeliğin 396’ncı
maddesinde bölük nöbetçi onbaşısının görevleri açıklanmıştır.
Ancak, ASCK’nın 15/1’inci maddesinde nöbetçi; hazarda ve
seferde emniyet, muhafaza, disiplin, tarassut maksatlarıyla silahlı olarak
bir yere konulan ve muayyen bir talimatı bulunan tek veya çift asker
olarak tanımlanmış, İç Hizmet Yönetmeliği’nin 636’ncı maddesinde de
nöbet süresinin 4 saati geçemeyeceği hükme bağlanmıştır.
24.12.2006 tarihinde nöbetçi onbaşı olarak tefrik edilen sanık J.Er
O.A.’nın, silahsız ve teçhizatsız olarak, 24 saat Esasına dayalı olarak
görevlendirildiğinin anlaşılması karşısında, (belirli bir ihtiyacı karşılasa
da) bu uygulamanın ASCK kapsamında nöbetçi statüsünün oluşmasına
imkân vermeyeceği açıktır.
Sanıkların ASCK uygulaması kapsamında nöbetçi sıfatını
taşımadıklarının tespitini müteakip yapılan incelemede; olaydan önce
sanıklara tebliğ edildiği anlaşılan, Tek Er İçin Emniyet ve Kaza Önleme
Talimatlarında silahla ilgili olarak uyulması gereken emniyet kurallarının
açık ve net bir şekilde tanımlandığı, talimat dışına çıkılarak silaha dolu
şarjör takılmasının ve silahla oynayıp gereksiz yere kurma kolunun
çekilmesinin ve doldur-boşalt istasyonu dışında tetik düşürülmesinin men
edildiği görülmektedir.
Bu itibarla, sanıklardan Ter.J.Çvş. N.T.’nin, silahına dolu şarjör
takmak ve diğer sanık Ter.J.Er O.A.’nın ise, doldur-boşalt istasyonu
dışında kurma kolunu çekmek ve tetik düşürmek şeklindeki eylemleri ile
122
kendilerine evvelce tebliğ edilen hizmete ilişkin emre aykırı harekette
bulundukları, bu suretle de ASCK'nın 87/1’inci maddesinin ilk
cümlesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu işledikleri
anlaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle; sanıkların sabit görülen eylemlerinin 477
sayılı DMK’nın 56’ncı maddesi kapsamında değerlendirilmesi
gerektiğine ilişkin görevsizliğe bağlı direnme hükmünün, suç vasfına
bağlı görev nedeniyle bozulmasına karar verilmiştir.
123
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87, 130, 137
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/158
K. No. : 2008/175
T.
: 30.10.2008
ÖZET
Sanığın, nöbetçi olduğu sırada, bir arkadaşının nöbet
yeri ile aynı mahâlde bulunan sevk odası penceresinin
pervazına dayadığı silahın kurma kolunu çekip bırakarak,
silahın ateşlenmesi sonucu bir adet merminin sarfına sebebiyet
vermesi şeklinde gerçekleşen eyleminin askerî eşyayı özel
menfaatinde kullanmak, mazarratı mucip nöbet talimatına
aykırı hareket etmek ve emre itaatsizlikte ısrar suçlarından
hangisini oluşturacağının belirlenebilmesi için, öz vakanın tam
olarak ortaya konulması ve nöbet hizmetinin sınırlarının
belirlenebilmesi açısından, sanığın nerede ve hangi nöbeti
tuttuğuna ilişkin nöbet çizelgesinin, söz konusu nöbete ilişkin
özel ve genel nöbet talimatları ile bu talimatların sanığa
tebliğini gösterir tebellüğ belgelerinin, ayrıca, nöbet
hizmetinin yerine getirildiği yer ile olayın meydana geldiği
sevk amirliğinin yerlerini gösterir krokinin getirtilerek
dosyaya konulması ve söz konusu eksiklikler tamamlandıktan
sonra suç vasfının tartışılması gerekir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunda
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın, nöbetçi olduğu sırada, bir
arkadaşının nöbet yeri ile aynı mahâlde bulunan sevk odası penceresinin
pervazına dayadığı silahın kurma kolunu çekip bırakarak, silahın
ateşlenmesi sonucu bir adet merminin sarfına sebebiyet vermesi şeklinde
gerçekleşen eyleminin, askerî eşyayı özel menfaatinde kullanmak,
mazarratı mucip nöbet talimatına aykırı hareket etmek ve emre
itaatsizlikte ısrar suçlarından hangisini oluşturacağına ilişkin
bulunmaktadır.
Mahkeme; sanığın eyleminin, askerî eşyayı özel menfaatinde
kullanmak suçunu oluşturduğundan bahisle mahkûmiyet hükmü tesis
etmiş,
124
Daire; eylemin mazarratı mucip nöbet talimatına aykırı hareket
etmek suçunu oluşturduğunu kabul ederek, mahkûmiyet hükmünün
bozulmasına karar vermiştir.
Başsavcılık ise; sanığın eyleminin, emre itaatsizlikte ısrar suçunu
oluşturduğunu ileri sürerek Daire ilamına süresinde itiraz etmiştir.
Dava dosyasındaki delillerden; sanığın, Harita Genel Komutanlığı
Destek Birlik K.lığı Hizmet Bölük K.lığı emrinde askerlik görevini ifa
etmekte iken, 18.3.2007 tarihinde 06.30-09.30 saatleri arasında, benzinlik
nöbeti olarak da bilinen 9 No.lu kule nöbetçisi olduğu, saat 07.50
civarında araç muhafızı olarak görevlendirilen P.Er M.Ş.’nin, nöbet yeri
ile aynı mahâlde bulunduğu anlaşılan araç sevk amirliğinin önüne geldiği
ve elindeki kalaşnikof marka tüfeği sevk amirliği penceresinin pervazına
dayadığı, sanığın tüfeği bulunduğu yerden alarak kurma kolunu çekip
bıraktığı ve tetiğe basarak bir el ateş ettiği, bu eylemi sonucunda 0,83
YTL tutarında hazine zararı meydana geldiği anlaşılmaktadır. Esasen,
maddî vakanın sübutu hususunda yargılama makamları arasında herhangi
bir uyuşmazlık da bulunmamaktadır.
Birlik komutanlığınca düzenlenen vaka kanaat raporu ve sanık
ifade tutanağı içeriğinden, sanığın, 18.3.2007 tarihinde 06.30-09.30
saatleri arasında 9 No.lu kule (Benzinlik) nöbetçisi olduğu, olay
tutanağından ise, 07.50 sularında araç sevk amirliğine geldiği
anlaşılmaktadır.
Her ne kadar, sanık sorgu ve savunmasında, araç sevk amirliği ile
nöbet tuttuğu yerin aynı yerde bulunduğunu beyan etmekte ise de; dosya
kapsamından nöbetçi olduğu belirlenen sanığın, nöbet tuttuğu yer ile araç
sevk amirliğinin karşılıklı konumları, sanığın nöbet tuttuğu bölgenin
sınırları ve nöbet hizmetinin kapsamı anlaşılamamaktadır.
Bu itibarla, öz vakanın tam olarak ortaya konulması ve nöbet
hizmetinin sınırlarının belirlenebilmesi açısından, sanığın nerede ve
hangi nöbeti tuttuğuna ilişkin nöbet çizelgesinin, söz konusu nöbete
ilişkin özel ve genel nöbet talimatları ile bu talimatların sanığa tebliğini
gösterir tebellüğ belgelerinin, ayrıca, nöbet hizmetinin yerine getirildiği
yer ile olayın meydana geldiği sevk amirliğinin yerlerini gösterir krokinin
getirtilerek dosyaya konulması ve söz konusu eksiklikler tamamlandıktan
sonra suç vasfının tartışılması gerektiğinden, Askerî Yargıtay
Başsavcılığının itirazının kabulüne, Daire ilamının kaldırılmasına ve
mahkûmiyet hükmünün noksan soruşturma yönünden bozulmasına karar
verilmiştir.
125
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/186
K. No. : 2008/182
T.
: 6.11.2008
ÖZET
Yasak olduğunu bilerek ve isteyerek birlik hudutları
dahilinde radyo bulunduran sanığın, ASCK'nın 87/1’inci
maddesinin ilk cümlesi kapsamında emre itaatsizlikte ısrar
suçunu işlediği sonucuna varılmştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan uyuşmazlığın
çözümlenebilmesi için, sanığın hizmete ilişkin bu emirden suç tarihinden
önce haberdar olup olmadığının açıklığa kavuşturulması zorunludur.
Sanık, birlik komutanlığı tarafından tespit edilen ilk ifadesinde,
annesinin rahatsızlığından dolayı can sıkıntısını gidermek için nöbetine
radyo götürdüğünü ve dinlediğini beyan etmiş, kovuşturma aşamasındaki
sorgusunda ise, kışla içerisinde radyo bulundurmanın yasak olduğuna
ilişkin emirden haberi olmaması sebebiyle nöbetinde radyo dinlediğini
ileri sürmüştür.
Dosya içeriğine göre, birlik içerisinde radyo bulundurulmasını ve
dinlenilmesini yasaklayan hizmete ilişkin emrin, sanığa yazılı biçimde
tebliğ edilmediği anlaşılmaktadır.
Ancak, askerî hizmete ilişkin talep ve yasakların, malum ve
muayyen hâle getirilmek suretiyle, uygulamanın muhatabı olan asker
şahıslara sözlü olarak da iletilebileceğinin dikkate alınması
gerekmektedir.
Birlik komutanlığınca gönderilen cevabi yazı içeriğinde,
aralarında sanığın da bulunduğu birlik personeline bölük içerisinde radyo
bulundurulmasını ve dinlenilmesini yasaklayan emrin sözlü olarak
duyurulduğu belirtilmiş ve bu duruma şahit olan üç askerîn tespit olunan
ifadeleri yazı ekinde gönderilmiştir.
Bu tanıklardan P.Çvş. F.S.’nin, istinabe suretiyle tespit edilen
yeminli ifadesinde, gece dersleri ve içtimalarda komutanların cep
126
telefonu ve radyo bulundurulmasının emirle yasaklandığına ilişkin olarak
kendilerine sözlü uyarılarda bulunduklarını beyan etmiştir.
7.7.2005 tarihinde askerlik hizmetine başlayan sanık S.Ç.
üzerinde radyo elde edildiği 3.3.2006 tarihi itibarıyla 8 aylık usta asker
olup, günlük eğitim faaliyetlerinin bir gereği olarak içtima ve gece
derslerine iştiraki zorunlu kişilerdendir.
Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı askerî birliklerde görev yapan
erbaş ve erlerin üzerlerinde cep telefonu, radyo, wolkman gibi elektronik
özelliklere sahip bir kısım aygıtları bulundurmaları ve kullanmaları
istihbarata karşı koyma tedbirleri çerçevesinde riskli bulunmuş ve
yayımlanan emirlerle aykırı harekette bulunanlar hakkında işlem
yapılacağı hususu ayrıca tebliğ olunmuştur.
Emrin içeriğinin yerine getirilip getirilmediğinin takibi açısından,
başta koğuşlar, askerlerin kullanımına tahsisli dolaplar ve nöbetli
mahâlleri olmak üzere bir kısım yerlerde kontrol ve araştırmalar
yapılmakta, kimi zaman da durumundan şüphelenilen er ve erbaşların
üzeri bizzat aranmaktadır.
Güncel nitelik taşıyan bu konunun sıralı komutanlıklar tarafından
hassasiyetle takip edilmesi ve yasaklamanın içeriğinin günlük faaliyetler
sırasında sıkça izah edildiğine ilişkin dosyada bilgiler bulunması
sebebiyle, sekiz aylık usta asker olan sanığın askerî hizmete ilişkin bu
emirden haberdar olmadığına ilişkin beyanlarının samimi olmadığı
sonucuna varılmıştır.
Bu itibarla; yasak olduğunu bilerek ve isteyerek birlik hudutları
dahilinde radyo bulunduran sanığın, ASCK'nın 87/1’inci maddesinin ilk
cümlesi kapsamında emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği sonucuna
varıldığından, Başsavcılığının yerinde görülen itirazının kabulü
doğrultusunda, aksi yöndeki Daire ilamının kaldırılmasına ve dosyanın
diğer yönlerden incelemeye devam edilmek üzere Dairesine
gönderilmesine karar verilmiştir.
127
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/176
K. No. : 2008/184
T.
: 13.11.2008
ÖZET
Amirin bir şeyi yapmak veya yasak etmek arzu ve
iradesinden (emrinden) haberdar olan sanığın, emre karşı
geldiğini bilmesine rağmen, aksi yönde hareket ederek,
ağabeyinin unuttuğunu beyan ettiği cep telefonunu, daha ilk
aşamada nizamiyedeki görevlilere bildirmesi mümkün iken,
cep telefonunu birlik içine getirmesi ve dolabında bir süre
bulundurmaya devam etmesi şeklinde gelişen olayda, sanığın
kışla içerisinde emre aykırı olarak cep telefonu bulundurduğu
iddiasının sübuta erdiği hususunda kuşku bulunmamaktadır.
Daire ile askerî mahkeme arasında ortaya çıkan ve Daireler
Kurulunda çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın birlik içinde cep
telefonu bulundurma eylemini, emre itaatsizlikte ısrar kastı altında
gerçekleştirip gerçekleştirmediğine ilişkindir.
Daire; ağabeyine ait cep telefonunu birlik hudutları dahilinde
asgari 5 gün süreyle bulunduran ve bu süre boyunca telefonu teslim
hususunda üst ya da amirlerine herhangi bir müracaatta bulunmayan
sanığın, askerî hizmete ilişkin bir talep ve yasağa bilerek ve isteyerek
riayet etmeyerek, emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediğini kabul etmiş ve
sanık hakkında tesis olunan beraat hükmünün bozulmasına karar vermiş
iken;
Askerî mahkeme; telefonu ağabeyinin unutması neticesinde
temellük ettikten sonra, hafta sonu çarşıya çıktığı zaman kargoya vermek
üzere, bu süreye kadar muhafaza etmek için komutanlarına vermek
amacını taşıdığını beyan eden ve haberdar olduğu emir doğrultusunda
davranışta bulunmayı isteyen sanığın, suç işleme kastı altında hareket
etmediği değerlendirmesiyle, önceki beraat hükmünde direnmiştir.
ASCK’nın 87/1’inci maddesinin birinci cümlesinde yazılı emre
itaatsizlikte ısrar suçunun oluşumu için;
128
1) Hizmete ilişkin bir emrin varlığı,
2) Emrin hiç yapılmamış olması,
3) Suçun genel kasıtla işlenmiş olması gerekmektedir.
Davaya konu olan ve sıralı komutanlıklarca yayımlanan kışla,
Karargâh ve kurumlarda cep telefonu bulundurulmasını ve kullanılmasını
yasaklayan emirler, telefonun sadece basit bir haberleşme vasıtası olarak
kullanılmasından ziyade; emniyet, istihbarata karşı koyma, sabotaj,
saldırı ve kazaları önleme, disiplin ve moral konuları Esas alınmak
suretiyle ve bu konularda doğabilecek zaaf ve tehlikeleri önlemek
amacıyla düzenlenmiş bulunduğundan, bu konuda verilmiş bulunan ve
somutlaştırılan emirlerin hizmete ilişkin olduğu hususunda duraksama
bulunmamaktadır.
“Cep telefonu bulundurmayacağım” şeklinde düzenleme içeren
Tek Er İçin Emniyet ve Kaza Önleme Özel Talimatının 21.9.2006
tarihinde sanığa tebliğ edildiği, sanığın da bu emirden haberdar
olduğunu, aşamalardaki sorgu ve savunmalarında beyan ettiği
anlaşılmaktadır.
Sadece soruşturma sırasında ifadesine başvurulan ve cep
telefonunun sahibi olduğu anlaşılan sanığın ağabeyi H.G.’nin, cep
telefonunun çalınmasına ilişkin suç duyurusunda bulunduğu sırada,
17.10.2006 tarihinde Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığınca şikayetçi
sıfatıyla tespit edilen ifadesinde; çalınan cep telefonunun fiilen kardeşi
tarafından kullanıldığını, söz konusu telefonu kardeşine ödünç verdiğini
beyan ettiği görülmektedir.
Sanık, askerî savcı tarafından tespit edilen ifadesinde; ziyaretçi
görüş yerinde oturdukları sırada ağabeyinin bankın üzerinde unuttuğu
cep telefonunu, ailesinin gitmesi nedeniyle, bir sonraki hafta sonu
göndermek üzere kapalı vaziyette dolabında muhafaza ettiği sırada
çaldırdığını, telefon bulundurmanın yasak olduğunu bildiği için, yanlış
anlaşılması kaygısıyla bu durumu komutanlarına söyleyemediğini beyan
etmiş, askerî mahkeme huzurunda tespit edilen sorgu ve savunmasında;
önceki ifadesinden farklı olarak, telefonu komutanlarına vermek
istediğini, ancak varlığını unuttuğu için veremediğini, ayrıca ağabeyinin
cumartesi günü ziyaretine geldiğini belirtmiştir.
Bu itibarla, amirin bir şeyi yapmak veya yasak etmek arzu ve
iradesinden (Emrinden) haberdar olan sanığın, emre karşı geldiğini
bilmesine rağmen, aksi yönde hareket ederek, ağabeyinin unuttuğunu
beyan ettiği cep telefonunu, daha ilk aşamada nizamiyedeki görevlilere
bildirmesi mümkün iken, cep telefonunu birlik içine getirmesi ve
dolabında bir süre bulundurmaya devam etmesi şeklinde gelişen olayda,
129
sanığın kışla içerisinde emre aykırı olarak cep telefonu bulundurduğu
iddiasının sübuta erdiği hususunda kuşku bulunmamaktadır.
Cezai sorumluluğun söz konusu olabilmesi için kural olarak genel
kastın bulunmasının yeterli olduğu, faili harekete geçiren his veya
menfaatin (Saikin) kanun metninde unsur, ağırlatıcı ya da hafifletici
sebep olarak açıkça belirtilmediği sürece dikkate alınmayacağı, öğretide
ve uygulamada kabul edilmektedir.
Sanığın, soruşturma ve kovuşturma aşamalarında, kendisini cep
telefonunu kışla içine sokmaya ve çalınıncaya kadar dolabında
bulundurmaya yönelten saiki farklı anlatmasına rağmen, atılı suç emrin
hiç yapılmaması suretiyle oluştuğuna göre, telefonun kışlaya ne amaçla
getirildiği, sanık üzerinde hangi saikle ve ne kadar süreyle kaldığı önemli
değildir.
Bu itibarla, birlik içinde cep telefonu bulundurulmasını
yasaklayan emri tebellüğ eden sanığın, izin almaksızın cep telefonunu
birlik içinde bir süre muhafaza etmesi karşısında, suç işleme kastıyla
hareket ettiğinin kabulü gerektiğinden, Askerî savcının temyiz sebepleri
doğrultusunda, Askerî mahkemenin direnerek tesis ettiği beraat
hükmünün sübut yönünden bozulmasına karar verilmiştir.
130
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/192
K. No. : 2008/192
T.
: 27.11.2008
ÖZET
Sanığın, kışla içerisinde cep telefonu bulundurulmasını
ve kullanılmasını yasaklayan askerî hizmete ilişkin emirden
usulüne uygun biçimde haberdar edilmesine rağmen, 6.3.2008
günü
yapılan
kontrolde
bir
adet
cep
telefonu
bulundurduğunun tespit edilerek hakkında aynı gün suç
dosyası düzenlediği, bu olaydan sonra arkadaşları vasıtasıyla
yeni bir cep telefonu tedarik ederek kullanmaya başlayan
sanığın, bu kez 27.3.2008 günü nöbet değişimi sırasında
üzerinde cep telefonu bulundurduğunun belirlendiği sabit
olup, birlik içerisinde cep telefonu bulundurmasına ilişkin
ikinci eyleminin, önceden yapılan bir plâna dayalı olarak değil,
bilâkis kendi iradesine aykırı biçimde gelişen yakalanma
hadisesine bağlı olarak işlendiği, bir diğer ifadeyle, egemenlik
sahasından ayrı ve bağımsız şekilde gelişen tesadüfü olayların
sanıkta ilkinden bağımsız yeni bir suç işleme Kararının
oluşmasına sebebiyet verdiğinden, sanığın sübuta eren
eylemleri iki
ayrı
emre itaatsizlikte ısrar suçunu
oluşturmaktadır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunda
çözümlenmesi gereken uyuşmazlığın konusu, sanığın 21 gün arayla
işlediği emre itaatsizlikte ısrar eylemlerinin zincirleme emre itaatsizlikte
ısrar suçunu mu, yoksa iki ayrı emre itaatsizlikte ısrar suçunu mu
oluşturduğu noktasındadır.
İstanbul’daki birliğinde askerlik hizmetini sürdüren sanık P.Er
A.Ç.’nin, kışla içerisinde cep telefonu bulundurulmasını ve
kullanılmasını yasaklayan askerî hizmete ilişkin emirden usulüne uygun
biçimde haberdar edilmesine rağmen, 6.3.2008 günü yapılan kontrolde
bir adet cep telefonu bulundurduğunun tespit edilerek hakkında aynı gün
131
suç dosyası düzenlediği, bu olaydan sonra arkadaşları vasıtasıyla yeni bir
cep telefonu tedarik ederek kullanmaya başlayan sanığın, bu kez
27.3.2008 günü nöbet değişimi sırasında üzerinde cep telefonu
bulundurduğunun belirlendiği sabit olup, esasen bu konuda herhangi bir
uyuşmazlık da bulunmamaktadır.
Sanığın emre aykırı hareket ederek üzerinde bulundurduğu cep
telefonunun 6.3.2008 tarihinde yapılan kontrolde ele geçmesinin
ardından, bu eylemiyle ilgili olarak aynı gün ifadesinin alındığı ve
düzenlenen suç dosyasının 10.3.2008 tarihinde 1’inci Ordu
Komutanlığına gönderildiği, 11.3.2008 tarihinde Adlî Müşavir tarafından
soruşturma emri verilerek dosyanın 1’inci Ordu Komutanlığı Askerî
Savcılığına intikalinin sağlandığı, Askerî Savcılığın 16.4.2008 tarihli,
2008/184-120 Esas ve Karar sayılı iddianamesiyle de sanık hakkında
emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği iddiasıyla kamu davası açıldığı, ilk
eylemi nedeniyle hakkında soruşturma emri verilmesinden sonraki bir
tarihe tekabül eden 27.3.2008 tarihinde yapılan aramada sanığın üzerinde
başka bir cep telefonunun ele geçirildiği, bu eylemiyle ilgili olarak da
28.3.2008 tarihinde ifadesinin alındığı ve düzenlenen dosyanın 2.4.2008
tarihinde Adli Müşavirliğe, buradan verilen 3.4.2008 tarihli soruşturma
emri üzerine de 11.4.2008 tarihinde Askerî Savcılığa gönderildiği, Askerî
Savcılığın 14.4.2008 tarihli, 2008/203-83 Esas ve Karar sayılı
iddianamesi ile sanık hakkında emre itaatsizlikte ısrar suçundan kamu
davası açıldığı;
Görülmektedir.
Daire ile Başsavcılık arasında doğan uyuşmazlık konusu hukukî
mesele hakkında sağlıklı bir sonuca varılabilmesi için; emre itaatsizlikte
ısrar eylemlerinin işleniş biçimine özgü ayrıntıların objektif ve kronolojik
kriterler dâhilinde irdelenmesi, ortaya çıkacak sonuca göre de bu
eylemler arasında düşünsel ve psikolojik bir irtibat bulunup
bulunmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
Ceza Hukukunda yasadaki tarife uygun her eylem ve netice, ilke
olarak ayrı bir suç oluşturur ve fail kaç netice meydana getirmişse o
kadar suç işlemiş sayılarak her biri nedeniyle ayrı ve bağımsız bir
yaptırıma maruz kalır. Ancak bazı hâllerde değişik neticelerden dolayı
faile tek bir ceza uygulanması ile yetinilir. Birden fazla neticenin
meydana gelmesine karşın faile tek ceza verilmesini gerektiren hâllerden
biri de zincirleme suçtur.
5237 sayılı TCK'nın 43’üncü maddesinde düzenlenen “Zincirleme
suçun varlığından söz edebilmek için aynı suçu işleme kararının icrası
132
kapsamında ve değişik zamanlarda birden fazla suçun, aynı kişiye karşı
işlenmesi gerekmektedir.
Buna göre; zincirleme suçun unsurları;
1. Objektif Şartlar :
a) Birden çok fiilin bulunması,
b) Fiillerin farklı zamanlarda olsa dahi aynı kanun hükümlerini
ihlâl etmesi,
2) Sübjektif şart (Bir suç işleme Kararı) olmalıdır.
Bu yasal tanımlamadan anlaşılacağı üzere, zincirleme suçun varlığı
için; Birden fazla suçun bulunması, bu suçların Kanun’un aynı hükmünü
ihlal etmeleri, birden fazla suçun aynı suç işleme Kararına bağlı olarak
işlenmesi zorunludur.
Somut olayda yasanın aynı hükmünün birden fazla ihlâl edildiği
konusunda bir uyuşmazlık bulunmadığından, öğretide zincirleme suçun
sübjektif koşulu olarak adlandırılan ‘aynı suç işleme kararı’ üzerinde
durmak gerekmektedir.
“Suç işleme kararından, kanunun aynı hükmünü müteaddit defalar
ihlâl etmek hususunda önceden kurulan bir plan, genel bir niyet anlaşılır.
Fail önceden böyle bir plan veya niyeti tespit etmiş, bunu bir defada
gerçekleştirecek yerde, kısımlara bölmeyi ve o suretle gerçekleştirmeyi
daha uygun görmüş ve bu plana göre hareket ettiği içindir ki, müteaddit
kısımlar, tek bir müteselsil (Zincirleme) suç meydana getirmiştir. Çeşitli
suçlar arasında az veya çok bir zaman aralığının var olması, bu suçların
aynı suç işleme Kararının etkisi altında işlenmediğini, her zaman
belirtmez.” DÖNMEZER/ERMAN, Nazarî ve Tatbikî Ceza Hukuku,
I.Cilt, 8. Basım s. 459).
Askerî Yargıtay kararlarında ise, suçun işleniş biçimi, fiillerin
işlendikleri yerler, işlenme zamanları, fiiller arasında geçen süre, suçun
mağdurları, ihlâl edilen veya korunan değer ve menfaatin niteliği, olayın
gelişim ve oluşumu ile tüm özellikleri değerlendirilerek, aynı suç işleme
kararının varlığı veya yokluğunun belirlenmesi gerektiğine işaret
olunmuştur.
Yargıtay C.G.K.’nın 8.7.2003 tarihli ve 2007/189-207 E.K sayılı
kararında “Aynı suç işleme kararından yasanın aynı hükmünü birçok kez
ihlâl etme hususunda önceden kurulan bir plan, genel bir niyet
anlaşılmalıdır. Fail suçu işlemeden önce bir plan yapmalı veya suça niyet
etmeli fakat fiilî bir defada yapmak yerine, kısımlara bölmeyi ve o suretle
gerçekleştirmeyi daha uygun görmelidir. Öngörülen ve gerçekleştirmeye
yönelik olan suç alanı çerçevesinde hareket etmelidir. Failin hareketi
önceki hareketinin devamı olmalı ve tüm hareketleri arasında sübjektif
133
bir bağlantı bulunmalıdır”, denilmek suretiyle sübjektif unsurun kriterleri
belirtilmiştir.
Hırsızlığı kendisine meslek edinmiş bir kimsenin birçok hırsızlık
suçunu işleyerek hayatını meşru olmayan yollardan kazanmak istemesi
gibi genel bir saik birliğine gitmemek kaydıyla, zincirleme suçları
oluşturan hareketlerin aynı gayeye yönelik olması hâlinde suç işleme
Kararında birlikten bahsedilebileceği, arada makul sayılabilecek bir
zaman fasılasının bulunmasının zincirleme suç vasfına engel
olamayacağı doktrin ve uygulama tarafından benimsenmiştir.
İncelenen dosyaya göre, sanığın 6.3.2008 tarihinde üzerinde cep
telefonu bulundurması eylemiyle ilgili olarak, 353 sayılı
ASMKYUK’nun 8 ve 95’inci maddelerinin belirlediği usul ve esaslar
içerisinde yasal soruşturma süreci başlatılmış ve suç dosyası soruşturma
emri ekinde 11.3.2008 tarihinde Askerî savcılığa gönderilmiştir. Askerî
savcı dosya ile ilgili olarak yaptığı inceleme ve araştırmayı
tamamlamasının ardından, 16.4.2008 tarihinde sanık hakkında bu
eylemiyle ilgili olarak kamu davası açmıştır.
Sanığın işlediği 2’nci emre itaatsizlikte ısrar eylemi ise, hakkında
hazırlanan ilk suç dosyasının soruşturma emriyle Askerî savcılığa intikal
ettirildiği tarihten sonra işlenmiştir.
Sanık, emre aykırı hareket ederek kışla içerisinde cep telefonu
bulundurması eylemlerini, ailesi ile görüşme yapmak istemesi şeklinde
bir ihtiyaca dayandırmış ise de,öznel nitelikteki bu durumun suç işleme
kast veya kararından farklı olarak değerlendirilmesi ve sanığa suç işleme
kararı verdirten psikolojik süreci ifade eder biçimde “suçun saiki” olarak
dikkate alınması gerekmektedir.
Aksinin kabulünün, benzer saik veya amaçlarla kişilerin birçok
defa suç işlemesinin zincirleme suç kapsamında değerlendirilmesine ve
buna bağlı olarak da Kanun’un ve ceza adaletinin kabul edemeyeceği
sonuçların doğmasına yol açabileceği gözden uzak tutulmalıdır.
Sanıkların suçu işlerken güttükleri hedef veya suçu işlemekle elde
etmek istedikleri menfaat, aynı suçu işleme kararının bulunup
bulunmadığının tespiti aşamasında yardımcı bir kriter olmasına karşın,
yegane belirleyici unsur özelliğine de sahip değildir.
Açıklanan bu noktada; sanık P.Er A.Ç.’nin birlik içerisinde cep
telefonu bulundurmasına ilişkin ikinci eyleminin, önceden yapılan bir
plana dayalı olarak değil, bilâkis kendi iradesine aykırı biçimde gelişen
yakalanma hadisesine bağlı olarak işlendiği, bir diğer ifadeyle, egemenlik
sahasından ayrı ve bağımsız şekilde gelişen tesadüfü olayların sanıkta
134
ilkinden bağımsız yeni bir suç işleme kararının oluşmasına sebebiyet
verdiği değerlendirilmiştir
Yetkili amirlerince hakkında suç dosyasının düzenlendiği andan
itibaren sanıkta yasaya aykırı eyleminin cezalandırma konusu
yapılabileceği yönünde şuur ve iradenin ortaya çıkması kaçınılmazdır.
Sanık, ilk eyleminin psikolojisinde yarattığı bu önleyici etkiye rağmen
hukuka aykırı davranışlarını sürdürme eğilimini devam ettirmiş ve ayrı
bir suç işleme kararı altında yeni bir emre itaatsizlikte ısrar eylemini
gerçekleştirmiştir.
Bu itibarla; sanığın sübuta eren emre itaatsizlikte ısrar eylemlerinin
iki ayrı emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturduğu sonucuna
varıldığından, Başsavcılığın yerinde görülen itirazının kabulü
doğrultusunda Daire ilamının kaldırılmasına ve dosyanın temyiz
incelemesine devam edilmek üzere Daireye iadesine karar verilmiştir.
135
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
1’inci Daire Kararı
E. No. : 2008/2947
K. No. : 2008/2944
T.
: 3.12.2008
ÖZET
TSK İç Hizmet Yasası’nın 51’inci maddesinde tanımı
yapılan “kışla unsurları” arasında disiplin ceza ve tutuk evi de
yer aldığından, disiplin ceza ve tutuk evi binası da bir “askerî
birliktir”. Bu çerçevede, cep telefonunun disiplin ceza ve tutuk
evi binasına sokulmasının yasaklanmasına ilişkin emir,
hizmete ilişkin nitelik taşımaktadır. Sanığın, bu emri bildiği
hâlde askerlik hizmetini yapmakta olduğu disiplin ceza ve
tutuk evine cep telefonu sokması şeklindeki eylemi, “emre
itaatsizlikte ısrar” suçunu oluşturmaktadır.
Sanık terhisli Dz.Er E.K.’nın, 30.7.2007 tarihinde emre
itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği iddiası ve eylemine uyan ASCK’nın
87/1’inci maddesi uyarınca cezalandırılması talebiyle açılan kamu
davasının yapılan yargılaması sonunda, askerî mahkemece; sanığın
eyleminin 5237 sayılı TCK’nın 297/1 ve 3’üncü madde ve fıkralarında
özel olarak düzenlenen “ İnfaz kurumuna veya tutuk evine yasak eşya
sokmak” suçunu oluşturduğu, bu suçun askerî bir suç olmadığı gibi
askerî suça da bağlı bulunmadığı, 30.9.2007 tarihinde terhis edilerek
askerlikle ilişiği kesilen sanığın, 353 sayılı Kanun’un 17’nci maddesine
göre skerî mahkemede yargılanmasını gerektirir ilginin kesildiği
belirtilerek, 353 sayılı Kanun’un 9, 17 ve 176’ncı maddeleri gereğince
askerî mahkemenin görevsizliğine, dava dosyasının yetkili ve görevli
İskenderun Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
Bu hüküm, adlî müşavir tarafından, süresinde özetle; olayın
gelişimi ve korunan hukukî değer birlikte değerlendirildiğinde, sanığın
eyleminin,
kendisine cep telefonu bulundurmayacağına
ve
kullanmayacağına yönelik tebliğ edilen emir hilafına hareketle emre
itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturduğu, ileri sürülerek temyiz edilmiş, eşi
136
vasıtasıyla sanığa tebliğ edilen adlî müşavirin temyiz dilekçesine cevap
verilmemiştir.
Dosya kapsamındaki belgelerden; İskenderun Deniz Üs
Komutanlığı Karargah Destek Kıt’alar Komutanlığı Disiplin Ceza ve
Tutuk Evi Müdürlüğü emrinde gardiyan olarak görevli sanığa, birliğin ve
personelin güvenlik, emniyet ve disiplinini ilgilendiren ve bu sebeple de
askerî hizmete ilişkin olduğunda kuşku bulunmayan, “Kışla içerisinde
cep telefonu bulundurmanın ve kullanmanın yasak olduğuna” ilişkin
düzenlemeyi de içeren emirlerin, 14.5.2007 tarihinde tebliğ edildiği,
Birlik Komutanlığınca 30.7.2007 tarihinde kışlada yapılan önleyici
aramada Disiplin Ceza ve Tutuk Evinde sanığın kaldığı koğuşta üzerinde
iki adet cep telefonu bulunduğu, böylece sanığın kendisine tebliğ edilen
emirler hilâfına hareket ettiği dosya kapsamından maddî vakıa olarak
anlaşılmaktadır.
Askerî mahkemece, sanığın eyleminin emre itaatsizlikte ısrar
suçunu oluşturmayıp, 5237 sayılı TCK’nın 297’nci maddesinde
düzenlenen infaz kurumuna veya tutuk evine yasak eşya sokmak suçunu
oluşturduğu ve sanığın terhis edilmekle asker kişi sıfatının ortadan
kalkması nedeniyle askerî yargının görevinin sona erdiği, belirtilerek
görevsizlik kararı verilmiş ise de;
Mülga 765 sayılı TCK’nın 307/a maddesine benzer şekilde 5237
sayılı TCK’nın 297’nci maddesinde düzenlenen, “İnfaz kurumuna veya
tutukevine silah, uyuşturucu veya uyarıcı madde veya elektronik
haberleşme aracı veya yetkili makamlar tarafından infaz veya tutuk evine
sokulması yasaklanmış bulunan eşyayı sokmak veya bulundurmak ya da
kullanmak” suçunda korunan hukuki menfaatin “Ceza infaz sisteminin
etkinliğinin korunması” olduğu kabul edilmektedir. (Dr.Çetin ARSLANBahattin AZİZAĞAOĞLU, Yeni Türk Ceza Kanunu Şerhi, 2004 Basımı,
s: 1200-1204) Bir başka anlatımla, ceza veya tutuk evinde öngörülen usul
ve ilkeler bertaraf edilerek cez infaz sisteminin etkinliğinin zayıflatılması
veya ortadan kaldırılması çerçevesinde tutuklu veya hükümlülerin
dışarıdaki kişilerle haberleşebilmelerinin önüne geçilmesi için cep
telefonlarının (elektronik haberleşme araçlarının) infaz kurumuna veya
tutukevine sokulması, bulundurulması veya kullanılması cezai
müeyyideye bağlanmıştır.
Tutuklu veya hükümlünün infaz kurumuna veya tutukevine cep
telefonu sokması eylemi ile tutuklu ve hükümlülerin öngörülen esaslar
dışında haberleşme yapabilmelerini temin için ziyaretçi veya diğer
kişilerin infaz kurumuna veya tutukevine cep telefonu sokması TCK’nın
297’nci maddesindeki suçu oluşturacaktır. Hatta hükümlü veya
137
tutukluların muhafazasıyla görevli kişilerin, cep telefonunu hükümlü
veya tutukluların görüşebilmesi ve kullanabilmesi için infaz kurumuna
veya tutuk evine sokmaları veya bulundurmaları hâlinde cezalarının
arttırılacağı öngörülmüştür. TCK’nın 297’nci maddesindeki düzenleme
ile “Ceza infaz sisteminin etkinliğinin korunması, bozulmaması, ortadan
kalkmamasının ” amaçlanmış olduğu anlaşılmaktadır.
TSK İç Hizmet Yasası’nın 51’inci maddesinde tanımı yapılan
“kışla unsurları” arasında Disiplin Ceza ve Tutukevinin de yer aldığı
açıktır. Bu yönüyle Disiplin Ceza ve Tutukevi binası da bir “askerî
birliktir”. Bu çerçevede askerî birliğin güvenliği ile sabotaj, saldırı gibi
istihbarata karşı koyma tedbirleri kapsamında, teknik özellikleri dikkate
alınarak cep telefonunun Disiplin Ceza ve Tutukevi binasına
sokulmasının yasaklanmasına ilişkin emir, hizmete ilişkin nitelik
taşımaktadır. Sanığın, bu emri bildiği hâlde askerlik hizmetini yapmakta
olduğu Disiplin Ceza ve Tutukevine cep telefonu sokarak anılan hizmet
emrine hiç uymadığı, böylece ASCK’nın 87/1’inci maddesinin ilk
cümlesinde yer alan “emre itaatsizlikte ısrar” suçunu işlediği
anlaşılmaktadır.
Kaldı ki, Disiplin Ceza ve Tutukevi “askerî mahâl” olmakla
birlikte, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazına Dair Kanun’un 815’inci maddeleri ile 111’inci maddesinde belirtilen infaz kurumları
arasında yer almadığından, burada tutuklu, hükümlü veya cezalı olarak
tutulanlar hakkında da TCK’nın 297’nci maddesinin tatbikî mümkün
görülmemektedir. ASCK’nın 76 ve 77’nci maddeleri hükümleri
karşılaştırıldığında da bu sonuca varılmaktadır.
Bu itibarla; emre itaatsizlikte ısrar suçunun sırf askerî suç olması
karşısında, sanığın terhis edilmiş olması nedeniyle askerî yargının görevi
sona ermediğinden, askerî mahkemece verilen görevsizlik kararının
hukuka aykırı olduğu sonucuna varılmakla, adli müşavirin temyizine
atfen ve resen görevsizlik kararının suç vasfına bağlı görev yönünden
bozulmasına karar verilmiştir.
Bu aşamada, gerekçeli kararın kimlik bölümüne, sanığın
“24827083510” olan T.C kimlik numarasının “248270835106” olarak,
keza “Feriköy” olan mahâllesinin “Keriköy” olarak yazılmasının birer
maddî hata olduğuna da işaret edilmiştir.
NOT: Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin 3.12.2008 tarihli,
2008/2948-2945 Esas ve Karar sayılı kararı da bu yöndedir.
138
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/193
K. No. : 2008/194
T.
: 4.12.2008
ÖZET
İzinsiz olarak nöbet değişikliği yapılamayacağına dair
emirden haberdar olan sanık, TSK İç Hizmet Kanun’unun
20’nci maddesinde belirtilen şekilde bir zaruret hâli veya acil
bir durum söz konusu olmadığı hâlde, kendiliğinden nöbet yeri
değişikliği yapmak suretiyle hizmete ilişkin emrin gereğini hiç
yerine getirmeyerek ASCK’nın 87/1’inci maddesinin birinci
cümlesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar suçunu
işlemiştir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunda
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; nöbet listesinin altında bulunan
nöbet talimatında, mesai saatleri içinde bölük komutanı veya bölük
astsubayı, mesai saatleri dışında nöbetçi subayının parafı olmadan
değişiklik yapılmayacağının düzenlenmiş olmasına karşın, aynı saatlerde
farklı nöbet yerinde nöbetçi olan arkadaşı ile nöbet yerini değiştiren
sanığın eyleminin, emre itaatsizlikte ısrar suçunu mu, yoksa itaatsizlik
disiplin suçunu mu oluşturacağına ilişkin bulunmaktadır.
Daire; nöbet listesinin altında yer alan “Talimat” ile “Nöbet
hizmetinin” birbirinden ayrı tutulmasının düşünülemeyeceği, sanığın izin
almadan nöbet yerini değiştirmekle talimata aykırı davranmış olmakla
beraber, nöbet hizmetini sonuna kadar tutup yerine getirmiş olduğu
gözetildiğinde nöbet ile ilgili emri tam yapmadığı, değiştirdiği veya
sınırını aştığı kabul edilebileceğinden, eyleminin tipiklik yönünden 477
sayılı Kanun’un 48’nci maddesinde disiplin suçu olarak düzenlenen
itaatsizlik suçunu oluşturduğu sonucuna varmış,
Başsavcılık; nöbet listesinin altında bulunan nöbet talimatının,
nöbet hizmetinin kimin tarafından ve nerede yerine getirileceğine ilişkin
hizmete müteallik emir niteliğini taşıdığı, dolayısıyla bu emir hilafına
139
hareketin emre itaatsizlikte ısrar suçunun konusunu teşkil ettiği, ayrıca
nöbet hizmetinin farklı şekilde yerine getirilmesinin oluşan emre
itaatsizlikte ısrar suçunun vasfını değiştirmeyeceği görüş ve düşüncesiyle,
Daire ilamına süresinde itiraz etmiştir.
Dosya içeriğine göre, birlik komutanlığınca düzenlenen 23.3.2008
tarihli nöbet çizelgesinde, sanığın 03.30-05.30 saatleri arasında garaj
nöbetçisi, hakkındaki mahkûmiyet hükmü temyiz edilmeyen P.Er
R.A.’nın ise aynı saatler arasında devriye-3 nöbetçisi olarak planlandığı,
nöbet öncesinde sanık ve arkadaşı R.A.’nın nöbet yerlerini değiştirme
konusunda kendi aralarında anlaştıkları, Nöb.Onb. M.K.’nın nöbetçi
listesine bakmadan nöbetçileri yerlerine bırakmasından da yararlanarak,
sanığın devriye-3 nöbetini, Er R.A.’nın da garaj nöbetini devralıp
tutmaya başladıkları, nöbetin ilerleyen saatinde R.A.’nın garajda uyurken
nöbetçi subayı tarafından yakalanması sonucu nöbet değişikliğinin izin
alınmaksızın yapıldığının ortaya çıktığı maddî olay olarak sabit olup, bu
konuda yargılama makamları arasında bir uyuşmazlığın bulunmadığı
görülmektedir.
Olay gününe ait olup, bölük komutanı ve bölük astsubayının
imzalarını taşıyan nöbet çizelgesinin altında yer alan talimatın ikinci
maddesinde; “Mesai saatleri içinde bölük komutanı veya bölük astsubayı,
mesai saatleri dışında nöbetçi subayının parafı olmadan değişiklik
yapılmayacağı” hususunun düzenlendiği görülmektedir.
Ayrıca, hem garaj hem de devriye-3 nöbet yerlerine ait özel ve
genel talimatlarda; nöbet yerinin ve nöbet mahâllinin terkedilmeyeceği
yönünde düzenlemeler yer almaktadır.
TSK İç Hizmet Kanunu’nun 76’ncı maddesinde; “Nöbet;
askerlikte müşterek hizmetlerin yapılmasını ve devamını sağlamak
maksadı ile bu hizmetlerin belli bir sıra ve süre ile subay askerî memur,
astsubay, askerî öğrenci, erbaş ve erler ile Silahlı Kuvvetler Teşkilâtı
içinde vazifeli olan bilumum sivil şahıslar tarafından yapılmasıdır.”,
“Nöbetçi; nöbet hizmetinin yapılması için görevlendirilen şahıstır.”
hükümlerine yer verilmiş, böylece nöbet hizmetinin ne olduğu ve
nöbetçinin kim olduğu açıkça belirtilmiştir. Askerlikte nöbet
hizmetlerinin ne şekilde yerine getirileceği de İç Hizmet Yönetmeliği’nin
382 ila 640’ncı maddeleri arasında düzenlenmiştir.
Yine ASCK'nın 15/1’inci maddesinde nöbetçi; “Hazarda ve
seferde emniyet muhafaza, disiplin, tarassut maksatlarıyla silahlı olarak
bir yere konulan ve muayyen bir talimatı bulunan tek veya çift askerdir.”
şeklinde tarif edilmektedir.
140
Bu tariflerden ve düzenlemelerden anlaşılacağı gibi, bir askerî
şahsın nöbetçi sayılabilmesi bakımından, önceden düzenlenmiş bir nöbet
sıra çizelgesi ile nöbet yer ve zamanının gösterilmiş olması, bu nöbet
yerinin özel bir talimatının bulunması ve İç Hizmet Kanunu’nun 76/2’nci
maddesi uyarınca yetkili amir tarafından görevlendirilmiş olması
gerekmektedir.
Birliğin özelliğine ve personelin niteliğine göre, bir sıra dâhilinde
planlanan nöbet hizmetlerinin çizelgeye uygun biçimde aksaksız
yürütülmesini sağlamaya ve bu planlamanın birlik komutanı veya nöbetçi
heyetinin bilgisi dışında değiştirilmesinden kaynaklanabilecek sorunları
önlemeye yönelik olan, “Mesai saatleri içinde bölük komutanı veya
bölük astsubayı, mesai saatleri dışında nöbetçi subayının parafı olmadan
değişiklik yapılmayacağına” dair emrin de askerî hizmete ilişkin olduğu
konusunda duraksama bulunmamaktadır.
Öte yandan sanığın, birlik komutanı tarafından nöbet çizelgesine
yazılmak ve tebliğ edilmek suretiyle somutlaştırılan ve askerî hizmete
ilişkin olduğu konusunda kuşku bulunmayan nöbet çizelgesindeki
talimata rağmen, nöbet yerini değiştirmesi ve garaj nöbetini hiç
tutmaması karşısında, emre itaatsizlikte ısrar kastıyla hareket ettiğinin
kabulü gerekmektedir. Diğer taraftan, nöbet hizmetinin özelliği gereği,
sanıkların nöbet yerlerini aralarında değiştirmeleri eylemini, verilen emri
tam yapmamak, değiştirmek veya sınırını aşmak olarak kabul etmek de
mümkün görülmemektedir.
Bu itibarla; izinsiz olarak nöbet değişikliği yapılamayacağına dair
emirden haberdar olan sanığın, TSK İç Hizmet Kanunu’nun 20’nci
maddesinde belirtilen şekilde bir zaruret hâli veya acil bir durum söz
konusu olmadığı hâlde, kendiliğinden nöbet yeri değişikliği yapmak
suretiyle hizmete ilişkin emrin gereğini hiç yerine getirmeyerek
ASCK’nın 87/1’inci maddesinin birinci cümlesinde düzenlenen emre
itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği anlaşıldığından, Askerî Yargıtay
Başsavcılığının itirazının kabulüne, Daire ilamının kaldırılmasına ve
temyiz incelemesine devam edilmek üzere dava dosyasının Dairesine
gönderilmesine karar verilmiştir.
141
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 88
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/153
K. No. : 2008/154
T.
: 9.10.2008
ÖZET
Sanık, üzerinde cep telefonu ele geçiren amirinin
görevini yapmasından kaynaklanan memnuniyetsizlikle günlük
eğitim faaliyetlerine devam etmiş ve Astsubayın emir-komutası
altında derse başladıktan sonra, bozulan psikolojisinin tesiri
ile hareket ederek, amirinin her seferde verdiği emirlere aykırı
hareket ederek, sırasıyla etrafı rahatsız edecek şekilde yüksek
sesle konuşmasının, dershanede ayakta dolaşmasının, esas
duruşa geçmemesinin ve tuvalete gitme bahanesi ile sınıfı terk
etmesinin herhangi bir ihtiyaçtan kaynaklanmadığı, bu
hareketlerin yapılmasındaki esas maksadın amirinin astları
nezdindeki otorite ve prestijini zedelemek olduğu ortaya
çıkmıştır. Sanığın açıklanan eylemleri yaklaşık 15 dakikalık
kısa bir periyot içerisinde işlenmiş olup, her biri kendi başına
toplu asker karşısında emre itaatsizlikte ısrar suçunu
oluşturan muhtelif ihlaller, müşterek subjektif nedene dayalı
olarak tezahür ettiğinden, her biri ayrı ayrı toplu asker
karşısında emre itaatsizlikte ısrar teşkil eden eylemlerin,
açıklanan ilişki nedeniyle zincirleme suç kapsamında
değerlendirmesinde herhangi bir isabetsizlik görülmemiştir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlığın konusu, sanığın sabit görülen toplu
asker karşısında emre itaatsizlikte ısrar eyleminin zincirleme nitelik
taşıyıp taşımadığına ilişkindir.
Aralarında sanığın da bulunduğu takıma komuta eden İs.Astsb.Çvş.
İ.B.’nin, 23.11.2005 günü saat 13.30 sıralarında bölük komutanının emri
üzerine yaklaşık 50 kişilik erbaş ve eri bölük dershanesine götürerek, yurt
sevgisi konularını anlattırdığı, takriben 5 dakika kadar sonra sanık İs.Er
S.C.’nin etrafı rahatsız edecek şekilde kendi kendine konuşmaya
142
başladığı, Astsb. İ.B.’nin susması ve dersi dinlemesi şeklindeki emrine
aldırış etmeyen sanığın, bu kez oturduğu yerden kalkarak dershane içinde
dolaşmaya başladığı, duruma müdahâle eden Astsubay’ın sanığa esas
duruşa geçmesi hususunda emir verdiği, sanık S.C.’nin hizmete ilişkin bu
talebe de icabet etmeyerek “Siz benim komutanım değilsiniz ben sizin
emirlerinizi yerine getirmiyorum” şeklinde karşılık verdiği ve bir müddet
daha dershanede dolaştıktan sonra dışarı çıktığı, yaklaşık 3 dakika sonra
sınıfa dönen ve yerine oturan sanığın, kısa bir süre sonra tuvalete gitmek
isteğini söyleyerek izin istediği, Astsb. İ.B.’nin izin vermemesine rağmen
dershaneden çıkıp gittiği dosya kapsamı itibarıyla sübuta ermiş olup, bu
konuda yargılama makamları arasında herhangi bir uyuşmazlık da
bulunmamaktadır.
Keza; sanığın belirli bir askerî hizmet için toplanmış, yediden fazla
asker şahsın gözleri önünde işlediği eyleminin, ASCK'nın 14 ve 88’inci
maddeleri kapsamında toplu asker karşısında emre itaatsizlikte ısrar
suçunu oluşturduğunda da herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır.
Oluş biçimi yukarıda özetlenen olay nedeniyle, Daire; sanığın
sübut bulan eyleminin toplu asker karşısında zincirleme emre itaatsizlikte
ısrar suçunu oluşturduğu sonucuna varmış iken,
Başsavcılık; eylemin tek bir toplu asker karşısında emre
itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturduğunu ileri sürerek Daire ilamına karşı
itirazda bulunmuştur.
Daire ile Başsavcılık arasındaki uyuşmazlık konusu hukuki
mesele hakkında sağlıklı bir sonuca varılabilmesi için; emre itaatsizlikte
ısrar eylemlerinin işleniş biçimine özgü ayrıntıların objektif ve kronolojik
kriterler dahilinde irdelenmesi, ortaya çıkacak sonuca göre de bu
eylemler arasında düşünsel ve psikolojik bir irtibat bulunup
bulunmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
Ceza Hukukunda yasadaki tarife uygun her eylem ve netice, ilke
olarak ayrı bir suç oluşturur ve fail kaç netice meydana getirmişse o
kadar suç işlemiş sayılarak her biri nedeniyle ayrı ve bağımsız bir
yaptırıma maruz kalır. Ancak bazı hâllerde değişik neticelerden dolayı
faile tek bir ceza uygulanması ile yetinilir. Birden fazla neticenin
meydana gelmesine karşın faile tek ceza verilmesini gerektiren hâllerden
biri de zincirleme suçtur.
5237 sayılı TCK'nın 43’üncü maddesinde düzenlenen “zincirleme
suçun” varlığından söz edebilmek için, aynı suçu işleme kararının icrası
kapsamında ve değişik zamanlarda birden fazla suçun, aynı kişiye karşı
işlenmesi gerekmektedir.
Buna göre; zincirleme suçun unsurları;
143
1.Objektif Şartlar :
a) Birden çok fiilin bulunması,
b) Fiillerin farklı zamanlarda olsa dahi aynı kanun hükümlerini
ihlal etmesi,
2) Sübjektif Şart (Bir suç işleme kararı) olmalıdır.
Bu yasal tanımlamadan da anlaşılacağı üzere, zincirleme suçun
varlığı için; birden fazla suçun bulunması, bu suçların Kanun’un aynı
hükmünü ihlal etmeleri, birden fazla suçun aynı suç işleme kararına bağlı
olarak işlenmesi zorunludur.
Somut olayda yasanın aynı hükmünün birden fazla ihlal edildiği
konusunda bir uyuşmazlık bulunmadığından, öğretide zincirleme suçun
sübjektif koşulu olarak adlandırılan “aynı suç işleme kararı” üzerinde
durmak gerekmektedir.
“Suç işleme kararından, Kanun’un aynı hükmünü müteaddit
defalar ihlal etmek hususunda önceden kurulan bir plan, genel bir niyet
anlaşılır. fail önceden böyle bir plan veya niyeti tespit etmiş, bunu bir
defada gerçekleştirecek yerde, kısımlara bölmeyi ve o suretle
gerçekleştirmeyi daha uygun görmüş ve bu plana göre hareket ettiği
içindir ki, müteaddit kısımlar, tek bir müteselsil suç meydana getirmiştir.
Çeşitli suçlar arasında az veya çok bir zaman aralığının var olması, bu
suçların aynı suç işleme kararının etkisi altında işlenmediğini, her zaman
belirtmez.” (Dönmezer/Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, I.Cilt, 8
Basım S. 459).
Askerî Yargıtay kararlarında ise, suçun işleniş biçimi, fiillerin
işlendikleri yerler, işlenme zamanı, fiiller arasında geçen zaman süresi,
suçun mağdurları, ihlal edilen değer ve yarar ve korunan değer ve hak,
olayın gelişim ve oluşumu ile tüm özellikleri değerlendirilerek, aynı suç
işleme kararının varlığı veya yokluğunun belirlenmesi gerektiğine işaret
olunmuştur.
Yargıtay C.G.K.nın 08.07.2003 tarihli ve 2007/189-207 E.K
sayılı kararında “aynı suç işleme kararından yasanın aynı hükmünü
birçok kez ihlal etme hususunda önceden kurulan bir plan, genel bir niyet
anlaşılmalıdır. Fail suçu işlemeden önce bir plan yapmalı veya suça niyet
etmeli fakat fiili bir defada yapmak yerine, kısımlara bölmeyi ve o suretle
gerçekleştirmeyi daha uygun görmelidir. Öngörülen ve gerçekleştirmeye
yönelik olan suç alanı çerçevesinde hareket etmelidir. Failin hareketi
önceki hareketinin devamı olmalı ve tüm hareketleri arasında sübjektif
bir bağlantı bulunmalıdır” denilmek suretiyle, sübjektif unsurun kriterleri
belirtilmiştir.
144
Hırsızlığı kendisine meslek edinmiş bir kimsenin birçok hırsızlık
suçunu işleyerek hayatını meşru olmayan yollardan kazanmak istemesi
gibi genel bir saik birliğine gitmemek kaydıyla, zincirleme suçları
oluşturan hareketlerin aynı gayeye yönelik olması hâlinde suç işleme
kararında birlikten bahsedilebileceği, arada makul sayılabilecek bir
zaman fasılasının bulunmasının veya eylemlerden birine başka bir şahsın
katılmasının zincirleme suç vasfına engel olamayacağı doktrin ve
uygulama tarafından benimsenmektedir.
İnceleme konusu olayın meydana geldiği sabah, sanığın emre
aykırı olarak üzerinde bulundurduğu cep telefonu Astsb. İ.B. tarafından
yapılan kontrolde ele geçmiş ve bu eylemle ilgili yasal işlemlere
başlanılmıştır. Sanık İs.Er S.C. amirinin görevini yapmasından
kaynaklanan memnuniyetsizlikle günlük eğitim faaliyetlerine devam
etmiş ve Astsubay İ.B.’nin emir-komutası altında derse başladıktan
sonra, bozulan psikolojisinin tesiri ile hareket ederek, amirinin nüfuz ve
otoritesine karşı gelmeyi hedefleyen davranışları birbiri ardına
sergilemeye başlamıştır.
Bu kapsamda; sanığın amirinin her seferde verdiği emirlere aykırı
hareket ederek, sırasıyla etrafı rahatsız edecek şekilde yüksek sesle
konuşmasının, dershanede ayakta dolaşmasının, esas duruşa
geçmemesinin ve tuvalete gitme bahanesi ile sınıfı terk etmesinin
herhangi bir ihtiyaçtan kaynaklanmadığı, bu hareketlerin yapılmasındaki
esas maksadın amirinin astları nezdindeki otorite ve prestijini zedelemek
olduğu ortaya çıkmaktadır.
Nitekim, sanık eylem bütünü içerisindeki gerçek maksadını açıkça
ifade ederek, kendisine emir veren amirine “Siz benim komutanım
değilsiniz ... ben sizin emirlerinizi yerine getirmiyorum” şeklinde sözler
sarfetmiştir. Sanığın yukarıda açıklanan eylemleri yaklaşık 15 dakikalık
kısa bir periyot içerisinde işlenmiş olup, her biri kendi başına toplu asker
karşısında emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturan muhtelif ihlaller,
müşterek subjektif nedene dayalı olarak tezahür etmiştir.
Astsb. İ.B.’nin sanığın üzerinde cep telefonu bulunduğunu tespit
ederek hakkında kanuni işleme girişmesi, sanığa suç işleme Kararı
verdirten psikolojik sürecin başlamasına neden olmuş, bu sürecin
tesiriyle de sanık amirinin otorite ve saygınlığını zedelemeye yönelik
hareketlere girişerek, eylemlerin ardındaki öznel sebep ve irtibatı ortaya
koymuştur.
Bu itibarla; herbiri ayrı ayrı toplu asker karşısında emre itaatsizlikte
ısrar teşkil eden eylemlerin, açıklanan ilişki nedeniyle zincirleme suç
kapsamında değerlendirmesinde herhangi bir isabetsizlik görülmemiş ve
145
Başsavcılığın kabule değer görülmeyen itirazının reddine karar
verilmiştir.
146
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 89
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
1’inci Daire Kararı
E. No. : 2008/241
K. No. : 2008/236
T.
: 23.1.2008
ÖZET
ASCK’nın 89’uncu maddesinde düzenlenen suç “netice
sebebiyle ağırlaşmış suç” niteliğinde olup, maddede zararın
sınırı ve boyutları belirtilmemekle birlikte, bunun “büyük ve
önemli bir zarar” olması gerekmektedir. J.Er V.G.’nin hayatî
tehlike geçirmemekle birlikte 15 gün iş ve güçten kalacak
biçimde yaralanması olgusu, bir insanın hayatının tehlikeye
koyulması mahiyetinde önemli bir sonuçtur. Öte yandan, keşif
ve gözetleme yapmak görevini üstlenen 13 kişilik timin 4
elemanının yemek alımı için karakolda olduğu sırada 8
elemanın mayınlı bölgeye girmesi ve ardından vuku bulan
yaralanma nedeniyle bu elemanların yaralıları karakola
taşımaları ile pusu mevkiinin kontrolsüz kaldığı ve bu suretle
karakolun güvenliğinin önemli derecede ihlâl edildiği de
kuşkusuz bir biçimde ortaya çıkmış bulunduğundan; sanığın,
amiri tarafından verilip kendisine tebliğ edilmek suretiyle
özelleştirilip somut hâle getirilen ve hizmete ilişkin olduğunda
kuşku bulunmayan “mayınlı bölgeye girilmeyeceğine” ilişkin
emrin gereğini hiç yapmadığı, karakol komutan yardımcısı
olarak bizzat uygulaması gereken hizmetle doğrudan ilgili bu
emirlerin gereğini yoğun bir suç kastı ile hareket ederek yerine
getirmediği, gerçekleşen itaatsizlik eylemi ile doğrudan
doğruya nedensellik bağı içinde büyük ve önemli bir zarar
oluştuğu ve bu suretle “büyük zararlar veren emre itaatsizlik”
suçunu işlediği sonucuna varılmıştır.
Askerî mahkemece; sanığın, 19.5.2003 tarihinde büyük zararlar
veren emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği kabul edilerek ASCK’nın
89/1 ve 5237 sayılı TCK’nın 62’nci maddeleri uygulanıp sonuç olarak 10
ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği,
147
Bu hükmün müdafi tarafından “itaat edilmediği ileri sürülen
emrin sağlık ve güvenlik amaçlı olup hizmete ilişkin bir yönünün
bulunmadığı, mayınlı bölgeye girilmeyeceğine dair emrin hatalı olduğu,
askerî hizmet gereği değil emri verenin sorumluluktan kurtulması için
verildiği, suçun oluşumu için zararın itaatsizlik sonucu oluşması
gerektiği, ortada itaatsiz değil dikkatsizlik bulunduğundan ASCK’nın
89’uncu maddesindeki suçun oluşmayacağı, olayın su temini gibi askerî
bir hizmetin ifası gayreti içinde vuku bulduğu, müvekkilinin suç kastıyla
hareket etmediği” belirtilerek temyiz edildiği,
Mahkûmiyet hükmünün onanmasına dair görüş içeren
tebliğnamenin tebliğine karşın yazılı cevap verilmediği, anlaşılmaktadır.
İncelenen davada sanıklar J.Onb.H.S., J.Onb.M.E., J.Er S.Z.Ö.,
J.Er V.G., J.Er H.A.E., J.Er M.D. ve J.Er A.A. hakkında yüklenen emre
itaatsizlikte ısrar suçundan dolayı tesis olunan beraat Kararlarına yönelik
temyiz istemi bulunmadığından, bu hükümler inceleme dışı tutulmuştur.
Yapılan incelemede; sanık J.Astsb.Kd.Çvş. B.Ç.’nin Kulp İlçe
Jandarma K.lığı bağlısı güçlendirilmiş Panak J.Karakolunda Karakol
K.Yardımcısı olarak Ağustos 2002 tarihinden itibaren görev yapmakta
olduğu, 18.5.2003 günü saat 17.00’de komutasındaki 12 erbaş ve erden
oluşan bir timle Karakolun uzak emniyet noktası olan 750 metre
uzaklıktaki Kemiherce Tepeye gündüz keşif ve gözetleme gece pusu
görevi ifa etmek için 3 gün sürecek göreve gönderildiği, sözü edilen pusu
yerinde altı adet mevzi olup mevzilerin kuzey yönünde 10 metre ötesinde
tel üstüvane ile çevrili mayınlı saha bulunduğu, mayınlı bölgenin terörist
baskınlarını önlemek için 1992 yılında oluşturulmuş olduğu, yine aynı
bölgede kuzey istikametinde mayınlı bölgenin içinden geçen ve 850
metre ilerde vadi tabanında yer alan bir su kaynağına giden patikanın yer
aldığı, geçen zaman içinde bölgede mayınların iklim, arazi ve yağışın
etkisiyle kendiliğinden yerlerinin değişmiş ve sayısının net olarak
bilinmediği, tel örgü ile çevrilmiş mevzilerin dışında kalan bölgenin
mayınlı ve emniyetsiz saha olduğundan personel tarafından girilmesinin
yasaklandığı, 12.9.2002 tarihinde de bir erin yasaklanmış sahaya girerek
bulduğu fünyeyi kurcalarken elinden yaralanıp iki parmağını kaybetmiş
olduğu, bu nedenle Karakolda görevli tüm erbaş ve erlere bölgedeki
mayınlı bölgenin gösterilip geçen süre içinde mayınların kayma yaparak
yer değiştirmiş olabileceği de anlatılarak mayınlı bölgeye girmenin yasak
olduğuna ilişkin emirlerin imzalatılmış olduğu, aynı emirlerin sanık
J.Astsb.Kd.Çvş. B.Ç.’ye de 20.8.2002 ve 13.09.2002 tarihlerinde
imzalatılmış olduğu, 13.9.2002 tarihli emirde ‘Kamiharçe Tepeye pusu
görevi için çıkıldığında kesinlikle su almak vb. ihtiyaçlar için dere
148
yatağına inilmeyeceği’ hususunun açıkça belirtilmiş olduğu, bu emirler
dışında 18.5.2003 günü düzenlenen özel görev devriyesi hizmet
cetvelinde de mayınlı bölgeye kesinlikle girilmeyeceğinin belirtildiği,
Kamiharçe Tepedeki pusu görev yerine ihtiyaç duyulan su ve
yemeğin 750 metre mesafedeki 250-300 metre daha düşük rakımlı
Karakol merkezinden timde görevli personel tarafından getirildiği,
izlenen yolun meyilli olması nedeniyle timde görevli erbaş ve erlerden
bir kısmının suyun dere yatağından alınmasını bir gün önce sanık
J.Astsb.Kd.Çvş. B.Ç.’ye önerdikleri, yasak olduğunu belirterek öneriyi
reddeden sanığın olay günü olan 19.5.2003 günü önerinin yinelenmesi
üzerine bakarız diyerek geçiştirmesine karşın bilâhare Karakolu telsizle
arayıp kendisinden kıdemsiz J.Astsb.Çvş. Ö.Y.’yi arayarak ‘malûm
bölgeye gireceğim, haberin olsun’ dedikten sonra saat 14.00 sıralarında,
mayınlı bölgede dere yatağına doğru giden patikada muhtemel mayınları
kürekle temizlemek ve su kaynağına ulaşmak maksadıyla 12 kişilik
timden 7 kişiyi ayırarak yanına topladığı üç adet kürek temin ederek
erbaş ve erlere muhtemel mayınların ne şekilde aranacağını gösterdiği,
bu esnada timde görevli 4 erin de yemek almak için karakola gitmiş
olduğu, sanığın patika üzerinde J.Onb. H.S., J.Onb. M.E., J.Er S.Z.Ö.,
J.Er V.G., J.Er H.A.E., J.Er M.D. ve J.Er A.A.’yı görevlendirip birlikte
çalışmaya başladıkları, patika yol üzerindeki toprağı yüzeyden 2-5 cm.
kürekle kazıyarak ilerledikleri, çalışma sırasında J.Er V.G.’nin küreğin
gevşeyen sapını sıkıştırmak için kürek sapını sertçe yere vurması
esnasında patika yol üzerinde bulunan anti personel mayının patladığı,
J.Er V.G.’nin sağ kol yanık, sağ kasık, sol göz ve göğüs bölgesinden,
sanık J.Astsb.Kd.Çvş. B.Ç.’nin yüz ve çenesinden yaralandıkları, mayın
patlamasının ardından Kamiharçe Tepede görevli personelin yaralıları
Karakola götürdükleri, her iki yaralının Diyarbakır Asker Hastanesine
sevk edildiği, sanık J.Astsb.Kd.Çvş. B.Ç.’nin 20.5.2003 günü taburcu
edildiği, J.Er V.G.’nin yaralanması nedeniyle hayatî tehlike geçirmeyip
15 gün iş ve güçten kalacak şekilde yaralandığı, maddî vakıa olarak
ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Bu tespitlere göre, sanığın, amiri tarafından verilip kendisine
tebliğ edilmek suretiyle özelleştirilip somut hâle getirilen ve hizmete
ilişkin olduğunda kuşku bulunmayan “pusu mevkiinde tel örgü ile
çevrilmiş mayınlı bölgeye girilmeyeceğine ve kesinlikle su almak v.b.
ihtiyaçlar için dere yatağına inilmeyeceğine” ilişkin emrin gereğini hiç
yapmadığı, mayınlı bölgeye bizzat kendisi girdiği gibi 7 erbaş ve ere de
emir vererek onların da mayınlı bölgeye girmesini sağladığı, mayınlı
bölgede dere yatağına inen patika üzerinde mayın arayarak ilerledikleri
149
sırada bir mayının patlaması sonucu sanığın hafif ve J.Er V.G.’nin 15
gün iş ve güçten kalacak şekilde yaralandığı, anlaşılmaktadır.
Fiil tarihî itibariyle yürürlükte olan ASCK’nın 4551 sayılı
Kanunla değişik 89’uncu maddesinin 1’inci fıkrasında unsur ve cezası
gösterilen “Büyük zararlar veren itaatsizlik” suçunun oluşması için;
a- Hizmete ilişkin bir emrin varlığını gerektiren ASCK’nın 87
ve 88’inci maddeleriyle 477 sayılı Kanun’un 48’inci maddesinde yazılı
emre itaatsizlik suçlarının işlenmesi,
b- Emre itaatsizlik fiillerinin sonucu olarak,
1.Bir insanın hayatının tehlikeye koyulması,
2.Memleketin veya bir askerî birliğin güvenliğinin veya savaş
hazırlığının veya eğitiminin önemli derecede ihlal edilmesi,
3. Büyük bir zarar meydana getirilmesi,
4. Başkasının malına önemli bir zarar verilmesi,
c- Meydana gelen büyük ve önemli zarar ile suçun basit
şeklinin yani emre itaatsizlik fiilinin maddi unsurunu teşkil eden hareket
arasında doğrudan doğruya bir nedensellik bağının bulunması
gerekmektedir.
Somut olay itibariyle sanığın emre itaatsizlikte ısrar fiili ile J.Er
V.G.’nin yaralanması olayı ve ardından pusu mevkiinde oluşan otorite
boşluğu arasında doğrudan doğruya nedensellik bağının mevcut olduğu
görülmektedir. Sanığın emre itaatsizliği, objektif olarak oluşan sonucu
meydana getirmeğe elverişli ve uygun sayılabilecek bir neden
niteliğindedir.
ASCK’nın 89’uncu maddesinde düzenlenen suç ‘netice sebebiyle
ağırlaşmış suç’ niteliğinde olup, maddede zararın sınırı ve boyutları
belirtilmemekle birlikte bunun ‘büyük ve önemli bir zarar’ olması
gerekmektedir. J.Er V.G.’nin hayatî tehlike geçirmemekle birlikte 15 gün
iş ve güçten kalacak biçimde yaralanması olgusu, bir insanın hayatının
tehlikeye koyulması mahiyetinde önemli bir sonuçtur. Öte yandan, keşif
ve gözetleme yapmak görevini üstlenen 13 kişilik timin 4 elemanının
yemek alımı için Karakolda olduğu sırada 8 elemanın mayınlı bölgeye
girmesi ve ardından vuku bulan yaralanma nedeniyle bu elemanların
yaralıları Karakola taşımaları ile pusu mevkiinin kontrolsüz kaldığı ve bu
suretle Karakolun güvenliğinin önemli derecede ihlal edildiği de
kuşkusuz bir biçimde ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, sanığın amiri tarafından verilip kendisine
tebliğ edilmek suretiyle özelleştirilip somut hâle getirilen ve hizmete
ilişkin olduğunda kuşku bulunmayan ‘mayınlı bölgeye girilmeyeceğine’
ilişkin emrin gereğini hiç yapmadığı, Karakol Komutan Yardımcısı
150
olarak bizzat uygulaması gereken hizmetle doğrudan ilgili bu emirlerin
gereğini yoğun bir suç kastı ile hareket ederek yerine getirmediği,
gerçekleşen itaatsizlik eylemi ile doğrudan doğruya nedensellik bağı
içinde büyük ve önemli bir zarar oluştuğu ve bu suretle sanığın ‘büyük
zararlar veren emre itaatsizlik’ suçunu işlediği anlaşıldığından,
mahkemece uygun gerekçelerle suçun sübutunu kabul ve vasfını tayinde,
alt sınırdan ceza tayininde, usul ve uygulamada, sırf askerî suç
niteliğinde olan büyük zararlar veren emre itaatsizlik suçundan dolayı
hapis cezasının seçenek yaptırımlara çevrilmesinin veya ertelenmesinin
kanuni imkânsızlığı nazara alınarak bu yönde bir uygulama
yapılmamasında bir isabetsizlik görülmediğinden, müdafiin yerinde
görülmeyen tüm temyiz nedenlerinin reddi ile mahkûmiyet hükmünün
onanmasına karar verilmiştir.
151
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 90, 91
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/9
K. No. : 2008/9
T.
: 17.1.2008
ÖZET
1) Sanığın mağdur Astsb. S.S. tarafından, kendisine ait
kimlik bilgileri alınıp, hakkında tutanak tutulması üzerine
mağdura karşı, “Takıp takmayacağımı sen mi söyleyeceksin.”,
“Sen ispiyoncusun, bu sana yakışıyor mu, sen de astsubaysın.”
şeklinde sözler sarf ederek, mağdurun inzibat görevlisi olarak
kendisine müdahâle etmesine tepki gösterdiği, ancak,
mağdurun sanığın kıyafet disiplinine aykırı davranışına
müdahâle etme görevini yerine getirmesini zorla ve tehditle
önleyici nitelikte bir davranışının ve direnmesinin söz konusu
olmadığı gözetilerek, eyleminin ASCK’nın 90’ıncı maddesinin
öngördüğü anlamda “mukavemet” olarak değerlendirmesi
mümkün değildir.
2) Sanığın üstü konumunda olan Astsb. S.S.’yi
yakasından tutarak aracın içerisine doğru ittirmesi eyleminin,
ASCK’nın 91/1’inci maddesinde yazılı “üste fiilen taarruz”
suçunu oluşturduğu ve üste taarruz sırasında mağdura yönelik
olarak söylediği “Sen benim kim olduğumu bilmiyorsun,
seninle sivilde görüşmeyelim.” şeklindeki tehdit içeren
sözlerinin, üste fiilen taarruz suçunun, üstü tehdit suçunu da
bünyesinde taşıyan bir suç niteliğinde olması nedeniyle ayrıca
tehdit suçunu oluşturmayacağı gözetildiğinde, “üstü tehdit”
suçundan beraat kararı verilmesi gerekir.
Daire ile askerî mahkeme arasında ortaya çıkan ve Daireler
Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eylemlerinin
hangi suçu oluşturacağına ilişkindir.
Daire; sanığın, mağdur Er E.E.’ye tokat atması eyleminin
ASCK’nın 117/1’inci maddesinde yazılı “asta müessir fiil” suçunu, üstü
konumunda bulunan mağdur Astsb.Kd.Çvş. S.S.’yi yakasından tutarak
152
aracın içine doğru ittirmesi eyleminin ASCK’nın 91/1’inci maddesinde
yazılı “üste fiilen taarruz” suçunu oluşturduğunu, üste fiilen taarruz
suçunun işlenmesinden önce mağdur Astsb. S.S.’ye karşı sarf ettiği “Sen
benim kim olduğumu bilmiyorsun, seninle sivilde görüşmeyelim.”
şeklindeki tehdit içeren sözlerinin; üste fiilen taarruz suçu, üstü tehdit
suçunu da bünyesinde taşıyan müterakki suç niteliğinde bulunduğundan
unsurları itibarıyla oluşmayan bu suçtan sanığın beraatine karar verilmesi
gerektiğini kabul ederken;
Askerî mahkeme; sanığın eyleminin “müteselsilen amire
mukavemet” suçunu oluşturduğunu kabul ederek, bozma kararına
uymayıp, ilk hükümde direnmiştir.
Dosyada mevcut delil durumuna göre; Sanığın, 29.4.2004
tarihinde, yanında sivil kıyafetli olarak bulunan Astsb.Kd.Çvş. R.K. ile
birlikte üstünde kamuflaj elbisesi ve elinde şapkası olduğu hâlde,
Özmerkez Alışveriş Merkezi civarında dolaştığı, bu sırada Merkez
Komutanlığında görevli Astsb.Kd.Çvş. S.S. ile birlikte İnz.Er E.E.’nin
devriye görevinde bulundukları, sanığın şapkasız bir şekilde dolaştığını
gören Astsb.Kd.Çvş. S.S.’nin, sanığı, şapkasını takması konusunda
uyardığı, sanığın sinirli ve saygısız bir şekilde davranması üzerine
Astsb.Kd.Çvş. S.S.’nin sanığın kimlik bilgilerini alıp tutanak tuttuğu ve
Er E.E. ile birlikte askerî araç park yerine doğru ilerledikleri, sanığın
sinirlenip Astsb.Kd.Çvş. S.S.’nin arkasından koşarak askerî araç park
yerine geldiği, Astsb.Kd.Çvş. S.S.’ye yüksek sesle bağırarak “Gelin sizle
konuşalım, illâ yalakalık mı yapacağız” dediği, Astsb.Kd.Çvş. S.S.’nin,
görevini yaptığı şeklinde cevap verdiği, sanığın, bunun üzerine “Sen
benim kim olduğumu bilmiyorsun, seninle sivilde görüşmeyelim” dediği
ve aracın kapısının kapanmasına engel olduğu, Er E.E.’nin, bu sırada
kapıyı kapatmaya çalıştığı, bu duruma sinirlenen sanığın, Er E.E.’ye bir
tokat attığı, bu duruma müdahâle etmeye çalışan Astsb.Kd.Çvş. S.S.’yi
yakasından tutarak ittirdiği, daha sonra tarafların, etrafta bulunanlar ve
emekli bir astsubay tarafından ayırıldıkları ... anlaşılmakta olup, esasen
olayın bu şekilde sübuta erdiği konusunda bir uyuşmazlık da
bulunmamaktadır.
ASCK’nın 90’ıncı maddesi; “Bir amiri veya mafevkini zorla ve
tehdit ile hizmet emrini ifadan menetmeğe, yahut hizmete müteallik bir
muameleyi yapmak veya yapmamak için zorlamağa kalkışan mukavemet
cürmünü yapmış olur.” hükmünü içermektedir.
Maddede, bir amiri veya üstü zorla ve tehditle hizmet emrini
yapmaktan alıkoymaya kalkışma ve bir amiri veya üstü zorla ve tehditle
hizmete ilişkin bir işlemi yapması veya yapmaması için zorlamaya
153
kalkışma biçimindeki eylemlerin üst veya amire mukavemet suçunu
oluşturduğu açıklanmıştır.
Gerek öğretide ve gerekse uygulamada, bir amiri veya üstü zorla
ve tehditle hizmet emrini yapmaktan alıkoymaya kalkışma biçiminde
tanımlanan eylem için; amir veya üstü baskı altına alarak hizmet emrini
men etme, hizmete ilişkin işlemin yapılmasını ya da yapılmamasını
sağlama kastı ile hareket edilmesinin gerektiği, amiri veya üstü zorla ve
tehditle hizmete ilişkin bir işlemi yapması veya yapmaması için
zorlamaya kalkışma biçiminde tanımlanan eylemde ise, kuvvet
kullanarak men etme arzusunun yeterli olduğu kabul edilmektedir.
Bir amir veya üstün bir hizmet emrini yerine getirmesini
engelleyecek her türlü hareket mukavemet suçunu oluşturmaktadır.
Nitekim, Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 9.5.1975 gün ve 1975/1710, 11.6.1976 gün ve 1976/40-40 Esas ve Karar sayılı ilamları da bu
doğrultudadır.
Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
sanığın, mağdur Astsb S.S. tarafından, kendisine ait kimlik bilgileri
alınıp, hakkında tutanak tutulması üzerine mağdura karşı “Takıp
takmayacağımı sen mi söyleyeceksin.”, “Sen ispiyoncusun, bu sana
yakışıyor mu, sen de astsubaysın.” şeklinde sözler sarf ederek, mağdurun
inzibat görevlisi olarak kendisine müdahâle etmesine tepki gösterdiği,
ancak, mağdurun, sanığın kıyafet disiplinine aykırı davranışına müdahâle
etme görevini yerine getirmesini, zorla ve tehditle önleyici nitelikte bir
davranışının ve direnmesinin söz konusu olmaması nedeniyle, sanığın
söz konusu eylemini, ASCK’nın 90’ıncı maddesinin öngördüğü anlamda
“mukavemet” olarak değerlendirmek mümkün görülmemiştir.
Ancak, sanığın, hakkındaki kimlik bilgilerinin tespitine ve tutanak
tutulmasına ilişkin işlemlerin tamamlanması aşamasından sonra, biraz
önce yapılıp bitirilen hizmete ilişkin işlemlerden dolayı hırsa kapılarak
mağdur astsubay ve erin peşinden koştuğu, otoparkta araca binerlerken
yetişerek, mağdur Astsubaya karşı “Sen benim kim olduğumu
bilmiyorsun, seninle sivilde görüşmeyelim.” şeklinde tehdit içeren sözler
sarf ettiği ve mağduru yakasından tutarak ittirdiği, bu sırada aracın
kapısını kapatmaya çalışan mağdur Er E.E.’ye tokat attığı sübuta
erdiğinden, sanığın, astı konumundaki Er E.E.’ye tokat atmasının
ASCK’nın 117/1’inci maddesinde yazılı “asta müessir fiil” suçunu; üstü
konumunda olan Astsb. S.S.’yi yakasından tutarak aracın içerisine doğru
ittirmesi eyleminin ASCK’nın 91/1’inci maddesinde yazılı “üste fiilen
taarruz” suçunu oluşturduğu ve üste taarruz sırasında mağdura yönelik
olarak söylediği “Sen benim kim olduğumu bilmiyorsun, seninle sivilde
154
görüşmeyelim.” şeklindeki tehdit içeren sözlerinin, üste fiilen taarruz
suçunun, üstü tehdit suçunu da bünyesinde taşıyan bir suç niteliğinde
olması nedeniyle ayrıca tehdit suçunu oluşturmayacağından, “üstü tehdit”
suçundan beraat Kararı verilmesi gerektiği sonucuna varıldığından
Askerî Yargıtay 3’üncü Dairesinin 14.2.2006 tarihli ve 2006/233-233
sayılı aynı yöndeki bozma ilamına karşı, Askerî Mahkemece direnilmek
suretiyle verilen 10.5.2006 tarihli ve 2006/385-238 sayılı mahkûmiyet
hükmünün, suç vasfındaki isabetsizlik nedeniyle bozulmasına karar
verilmiştir.
155
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 90
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/97
K. No. : 2008/107
T.
: 12.6.2008
ÖZET
Sanığın amiri durumunda bulunan J.Tğm. M.T.’nin,
olaydan önce kendisine karşı saygısız söz ve tavırlar sergileyen
sanığı bu disiplinsiz davranışları nedeniyle kendisi ile
görüşmek üzere odasına çağırmasının hizmete ilişkin bir eylem
olduğu gibi, sanığın bu çağrıya uyarak mağdur Tğm. M.T.’nin
makam odasına gelmesi ve devamında sanık ile mağdurun
(Amir ile maiyetin) sanığın önceki disiplinsiz davranışı ile ilgili
olarak görüşmesi de yine aynı askerî hizmete ilişkin olarak
icra edilen eylemlerdir. Amir durumundaki mağdur Tğm.
M.T.’nin tamamen hizmete ilişkin olan bu görüşmenin şekli ve
içeriğini belirlemeye yetkili olduğu hususunda da kuşku
bulunmamaktadır. Dolayısıyla, amir durumundaki mağdur
Tğm. M.T.’nin sanık astsubay ile yaptığı görüşme sırasında
makam odasının kapısının açık ya da kapalı olması
hususundaki takdir ve tercih hakkını kullanması, sanığın
askerî itaat ve inkiyadı bozucu nitelikteki davranışlarını
önlemeye yönelik olması nedeniyle askerî hizmete ilişkin bir
durum olup, bu takdir hakkının kullanılmasının, yani hizmete
ilişkin bir talebinin yerine getirilmesinin sanık tarafından
Tğm. M.T.’nin iteklenmesi suretiyle engellenmesi, ASCK’nın
90’ıncı maddesinde tanımlanan “Amire mukavemet” suçunu
oluşturmaktadır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin ASCK’nın 90’ıncı
maddesinde düzenlenen amire mukavemet suçunu mu, yoksa 477 sayılı
Kanun’un 47’inci maddesinde düzenlenen üste saygısızlık suçunu mu
oluşturduğuna ilişkindir.
156
Daire; sanığın eyleminin ASCK’nın 90’ıncı maddesinin
öngördüğü anlamda “Mukavemet” olarak değerlendirilemeyeceğine,
eylemin 477 sayılı Kanun’un 47’inci maddesi kapsamında kalan “Üste
saygısızlık” suçunu oluşturduğuna ve disiplin mahkemesinde
yargılanmak üzere yüklenen suç nedeniyle verilen mahkûmiyet
hükmünün suç vasfına bağlı görev yönünden bozulmasına karar vermiş
iken;
Başsavcılık; sanığın eyleminin ASCK’nın 90’ıncı maddesinde
tanımlanan “Amire mukavemet” suçunu oluşturduğuna, bu suç nedeniyle
sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünde bir isabetsizlik
bulunmadığı, ancak, hükmün 5728 sayılı Kanun ile değiştirilen CMK’nın
231’inci maddesi gereğince değerlendirme yapılmak üzere bozulması
gerektiği ileri sürülerek Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
Dosyada mevcut delil durumuna göre;
10.2.2005 tarihinde askerî servis aracında araç komutanı olarak
görevli bulunan sanığın, araç görev kağıdını Bölük Komutanı’na imzaya
gönderdikten sonra, Bölük Komutanı’nın görev kâğıdını imzalamayıp
bekletmesine sinirlenerek önce Bölük Komutanı’nın odasına gidip görev
kağıdını imzalamayarak personeli bekletmesi nedeniyle (Temyiz
edilmemiş bulunan amire saygısızlık suçuna konu olacak şekilde) bazı
saygısız söz ve tavırlar sergileyip Bölük Komutanı’nın yanından
ayrıldığı, bunun üzerine sanığın Bölük Komutanı olan J.Tğm. M.T.’nin,
habercisi vasıtasıyla sanığı yanına çağırdığı, Bölük Komutanı Odasına
gelen sanığın, “Özel görüşelim” diyerek oda kapısını kapatmak istediği,
ancak Bölük Komutanı’nın, kapının açık kalmasını istediği, sanığın yine
de kapıyı kapatmaya çalışması üzerine Bölük Komutanı’nın kalkıp kapıyı
açmaya çalıştığı, ancak sanığın Bölük Komutanı’nı itekleyerek kapıyı
açmasını engellemeye çalıştığı anlaşılmakta olup, esasen maddî olayın bu
şekilde sübut bulduğuna ilişkin olarak herhangi bir uyuşmazlık da
bulunmamaktadır.
Sanığın sabit görülen eyleminin hangi suçu oluşturduğu konusuna
gelince;
ASCK’nın 90’ıncı maddesi; “Bir amiri veya mafevkini zorla ve
tehdit ile hizmet emrini ifadan menetmeğe, yahut hizmete müteallik bir
muameleyi yapmak veya yapmamak için zorlamağa kalkışan mukavemet
cürmünü yapmış olur.” hükmünü içermektedir.
Maddede, bir amiri veya üstü zorla ve tehditle hizmet emrini
yapmaktan alıkoymaya kalkışma ve bir amiri veya üstü zorla ve tehditle
hizmete ilişkin bir işlemi yapması veya yapmaması için zorlamaya
157
kalkışma biçimindeki eylemlerin üst veya amire mukavemet suçunu
oluşturduğu açıklanmıştır.
Gerek öğretide ve gerekse uygulamada, bir amiri veya üstü zorla
ve tehditle hizmet emrini yapmaktan alıkoymaya kalkışma biçiminde
tanımlanan eylem için; amir veya üstü baskı altına alarak hizmet emrini
men etme, hizmete ilişkin işlemin yapılmasını ya da yapılmamasını
sağlama kastı ile hareket edilmesinin gerektiği, amiri veya üstü zorla ve
tehditle hizmete ilişkin bir işlemi yapması veya yapmaması için
zorlamaya kalkışma biçiminde tanımlanan eylemde ise, kuvvet
kullanarak men etme arzusunun yeterli olduğu kabul edilmektedir.
Bir amir veya üstün bir hizmet emrini yerine getirmesini
engelleyecek her türlü hareket mukavemet suçunu oluşturmaktadır.
Nitekim, Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 9.5.1975, 1975/17-10;
11.6.1976, 1976/40-40; 17.1.2008, 2008/9-9 tarihli ve Esas ve Karar
sayılı kararlarında benimsenen görüş de bu doğrultudadır.
Sanığın amiri durumunda bulunan J.Tğm. M.T.’nin olaydan önce
kendisine karşı saygısız söz ve tavırlar sergileyen sanığı bu disiplinsiz
davranışları nedeniyle kendisi ile görüşmek üzere odasına çağırmasının
hizmete ilişkin bir eylem olduğu, sanığın bu çağrıya uyarak mağdur Tğm.
M.T.’nin makam odasına gelmesi ve devamında sanık ile mağdurun
(Amir ile maiyetin) sanığın önceki disiplinsiz davranışı ile ilgili olarak
görüşmesi de yine aynı askerî hizmete ilişkin olarak icra edilen
eylemlerdir. Amir durumundaki mağdur Tğm. M.T.’nin tamamen
hizmete ilişkin olan bu görüşmenin şekli ve içeriğini belirlemeye yetkili
olduğu hususunda da kuşku bulunmamaktadır.
Dolayısıyla amir durumundaki mağdur Tğm. M.T.’nin sanık
Astsb. M.Ö. ile yaptığı görüşme sırasında makam odasının kapısının açık
ya da kapalı olması hususundaki takdir ve tercih hakkını kullanması,
sanığın askerî itaat ve inkiyadı bozucu nitelikteki davranışlarını
önlemeye yönelik olması nedeniyle askerî hizmete ilişkin bir durum olup,
bu takdir hakkının kullanılmasının, yani hizmete ilişkin bir talebinin
yerine getirilmesinin sanık tarafından Tğm. M.T.’nin iteklenmesi
suretiyle engellenmesi ASCK’nın 90’ıncı maddesinde tanımlanan
“Amire mukavemet” suçunu oluşturmaktadır.
Askerî mahkemece, sanığın olay sırasında mağdura karşı
gerçekleştirdiği kabul edilen “İttirme” eyleminin manevi unsur yönünden
amire fiilen taarruz suçunu oluşturmadığı kabul edilerek bu suçtan beraat
kararı verilmiş olması, ittirme fiilinin, amirin hizmet emrini yerine
getirmesini engellemeye yönelik bir eylem olması nedeniyle, bu eylemin
“Amire mukavemet” suçunu oluşturduğunun kabulüne engel teşkil
158
etmemektedir. Nitekim, askerî mahkemece de dosya içeriğine ve hukuka
uygun bir şekilde, sanığın hizmete ilişkin bir işlemi yapmaya çalışan
Tğm. M.T.’ye engel olmak, onu iteklemek suretiyle bu işlemi yapmaması
için zorlamaya kalkışmak suretiyle “Mukavemet” suçunu işlediği kabul
edildiğinden, Askerî Yargıtay Başsavcılığının aynı doğrultudaki itirazının
kabulüne karar verilmiştir.
159
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 90/1
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E. No. : 2008/2098
K. No. : 2008/2152
T.
: 24.9.2008
ÖZET
Sanığın telefonu vermemek üzere bir amiri veya mafevkini
zorla ve tehdit ile hizmet emrini ifadan menetmeye yahut hizmete
müteallik bir muameleyi yapmak ve yapmamak için zorlamaya
kalkışmak şeklinde bir eylemi, pasif yada aktif bir direnmesi söz
konusu değildir. Emre itaatsizlikte ısrar suçunun gerçekleşmesinden
sonra üstü olan uzman çavuşun üzerine yürüyerek başı ile kafasını
ittirmesi ise tamamen kendisinden cep telefonunun uzman çavuş
tarafından geri istenerek, alınmasına duyduğu öfkeden
kaynaklanmaktadır. Dolayısı ile sanığın eylemleri, mukavemet
suçunu değil, birbirini takip eden, ancak birbirinden bağımsız emre
itaatsizlikte ısrar ve üste fiilen taarruz suçlarını oluşturmaktadır.
Askerî mahkemece; sanığın, 11.04.2006 tarihinde mukavemet
suçunu işlediği sabit görülerek ASCK’nın 90/1 ve 5237 sayılı TCK’nın
62/1’inci maddeleri uyarınca neticeten 5 ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Hüküm; sanık tarafından, mağdurun kendisine söylediği sözler
üzerine kendisinin de gelme üstüme şeklinde konuştuğundan, hakkında
az vahim hâl fıkrasının uygulanmamasının hatalı olduğundan bahisle
yasal süresi içinde temyiz edilmiştir.
Tebliğnamede; hükmün, suç vasfı yönünden bozulması gerektiği
yönünde görüş bildirilmiştir.
Yapılan incelemede; askerî mahkemece; sanığın, 11 Nisan 2006
tarihinde, nöbetçi Uzman Çavuş A.K. tarafından H.B. ve S.Ç. aracılığı ile
cep telefonunu iade etmesi yönünde emir verilmesine rağmen, emrin
gereğini yerine getirmediği, daha sonra Uzman Çavuş A.K.’nın da
bulunduğu garaj odasına giderek "Ne var, üç defa adam yolluyorsun, sen
kimsin benim telefonumu istiyorsun, kimse benim telefonumu alamaz"
şeklinde sözler söylediği, bunun üzerine Uzman Çavuş tarafından
160
telefonunun bölük komutanının emri üzerine toplandığının, sadece
kendisinin telefonunun toplanmadığının söylendiği, bu sözler üzerine
sinirlenerek cep telefonunu masanın üzerine fırlattığı, daha sonra Uzman
Çavuş’un üzerine yürüdüğü, başı ile kafasını ittirdiği, bu sırada masaya
bıraktığı telefonu almaya kalktığı, olay yerinden uzaklaştırılırken
“İfademi yazacaksın, herkes yazıyor zaten, yaz” şeklinde sözler sarf
ettiği, maddi vaka olarak sübuta erdiği kabul edilerek, bu suretle üstünü
zorla hizmet emrini ifadan men etmeye çalışarak mukavemet suçunu
işlediği sabit görülerek mahkûmiyetine karar verilmiş ise de,
Sanığın şoför olması nedeniyle birlik dışında taşımasına müsaade
edilen, ancak birliğe döndüğünde garaja teslim etmesi gereken cep
telefonunu, nöbetçi Uzman Çavuş A.K. tarafından, diğer askerler H.B. ve
S.Ç. aracılığı ile iade etmesi yönünde emir verilmesine rağmen, askerî
hizmete ilişkin bulunduğu konusunda bir tereddüt bulunmayan bu emrin
gereğini yerine getirmemek, garaja giderek vermeyeceğini sözle de ifade
etmek şeklindeki eylemi emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturmaktadır.
Sanığın kendisine yönelik hizmet emrine karşı eylemi burada sona
ermiştir. Müteakiben, kendisinden istenen cep telefonunu masaya attıktan
sonra üstü konumunda bulunan mağdur Uzman çavuş A.K.’yi omzundan
ve başı ile kafasından ittirmesi eylemleri ise, üste fiilen taarruz suçunu
oluşturmaktadır. Sanığın, cep telefonunun Uzman çavuş A.K. tarafından
asker vasıtası ile defalarca istenmiş olması nedeniyle onun bulunduğu
garaja gidip, bu öfkesini “Ne var, üç defa adam yolluyorsun, sen kimsin
benim telefonumu istiyorsun, kimse benim telefonumu alamaz” şeklinde
sözlerle ifade ederek elindeki cep telefonunu önündeki masaya fırlatması
ile birlikte mukavemete konu olan cep telefonunu teslim etmeme fiilî
sona ermiştir. Sanığın telefonu vermemek üzere bir amiri veya mafevkini
zorla ve tehdit ile hizmet emrini ifadan menetmeye yahut hizmete
müteallik bir muameleyi yapmak ve yapmamak için zorlamaya
kalkışmak şeklinde bir eylemi, pasif yada aktif bir direnmesi söz konusu
değildir. Emre itaatsizlikte ısrar suçunun gerçekleşmesinden sonra üstü
olan Uzman Çavuş’un üzerine yürüyerek başı ile kafasını ittirmesi ise
tamamen kendisinden cep telefonunun Uzman Çavuş tarafından geri
istenerek, alınmasına duyduğu öfkeden kaynaklanmaktadır. Dolayısı ile
sanığın eylemleri, mukavemet suçunu değil, birbirini takip eden, ancak
birbirinden bağımsız emre itaatsizlikte ısrar ve üste fiilen taarruz
suçlarını oluşturmaktadır. Bu nedenlerle sanık hakkında mukavemet
suçundan tesis olunan mahkûmiyet hükmünün (sanık hakkında aleyhe
temyiz bulunmadığı hususuna da işaret olunarak) suç vasfı yönünden
bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
161
Yeniden yapılacak yargılamada 5728 sayılı Temel Ceza
Kanunlarına Uyum Sağlamak Amacıyla Çeşitli Kanunlarda Ve Diğer
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 562’nci
maddesi ile değişik 5271 sayılı Kanun’un 231’nci maddesi hükümlerine
göre değerlendirme yapılması gerektiğine de işaret edilmiştir
162
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 90
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E. No. : 2008/1905
K. No. : 2008/1891
T.
: 8.10.2008
ÖZET
1) Sanığın, nöbet talimatı gereği ceplerini boşaltıp
devriye nöbetçi onbaşı tarafından üzerinin aranmasına
müsaade etmesi gerekmekte olup, bu hususta devriye nöbetçi
onbaşı tarafından verilen emrin hizmete ilişkin olduğunda
herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Sanığın, devriye
nöbetçi onbaşı olan Çvş. H.E.’nin bu husustaki emirlerini
yerine getirmeyip ona fizikî müdahâlede bulunarak devriye
nöbetçi onbaşısının hizmet emrini ifa etmesini engellemeye
çalıştığı anlaşıldığından, eylemleri emre itaatsizlikte ısrar ve
zincirleme üste fiilen taarruz suçlarını değil, bir bütün olarak
ASCK’nın 90’ıncı maddesinde düzenlenen mukavemet suçunu
oluşturduğundan tesis edilen mahkûmiyet hükümlerinin
bozulmasına karar verilmiştir.
2)
Askerî
mahkemece sanığın
hizmete ilişkin
muameleden dolayı üste hakaret suçunu işlediği kabul edilerek
mahkûmiyet hükmü tesis edilirken, eylemin hangi nedenle
hizmete müteallik muameleden dolayı işlendiğine ilişkin
kabule yer verilmemiş olması, hükmün
bozulmasını
gerektirmiştir.
Askerî mahkemece, sanığın 17.2.2007 tarihinde;
1- Emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği kabul edilerek,
ASCK’nın 87/1 (ikinci cümlesi) ve TCK’nın 62’nci maddeleri gereğince,
iki ay on beş gün hapis cezası ile cezalandırılmasına;
2- Zincirleme üste fiilen taarruz suçunu işlediği kabul edilerek,
ASCK’nın 91/1 (az vahim hâl cümlesi), TCK’nın 43 ve 62’nci maddeleri
gereğince, altı ay yedi gün hapis cezası ile cezalandırılmasına;
163
3- Üste hakaret suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın 85/1
(ikinci cümlesi) ve TCK’nın 62’nci maddesi gereğince, beş ay hapis
cezası ile cezalandırılmasına; karar verilmiştir.
Bu hükümler, sanık tarafından sebep gösterilmeksizin temyiz
edilmiştir.
Yapılan incelemede; sanığın, 17.2.2007 tarihinde 19.00-21.00
saatleri arasında nöbetçi olduğu, nöbet hazırlığı sırasında, devriye onbaşı
olan Çvş. H.E.’nin nöbetçilerin üzerini aramak istediği, ancak sanığın
buna izin vermeyerek Çvş. H.E.’nin boğazını sıkıp iteklediği, Çvş.
H.K.’nin araya girerek tarafları ayırdığı, nöbet bitiminde Çvş. H.E.’nin
bu olay nedeniyle sanık hakkında tutanak tutmaya çalıştığı, buna
sinirlenen sanığın Çvş. H.E.’ye “g... sinkaf ederim, a... sinkaf ederim”
şeklinde küfür edip yumrukla vurduğu maddi vakıa olarak anlaşılmıştır.
Sanığın, talimat gereği ceplerini boşaltması ve üzerini aratması
için Çvş. H.E. tarafından verilen emri ifadan söz ile ve fiilen imtina
ederek emre itaatsizlikte ısrar ve devriye onbaşı olan Çvş. H.E.’yi
itekleyip silahlıkta iken boğazını sıkmak, daha sonra nöbetçi subayının
odasının önünde yumrukla vurmak suretiyle zincirleme üste fiilen taarruz
suçlarını işlediği kabul edilerek yazılı olduğu şekilde hüküm kurulmuş
ise de;
1- Sanığın, nöbet talimatı gereği ceplerini boşaltıp devriye nöbetçi
onbaşı tarafından üzerinin aranmasına müsaade etmesi gerekmekte olup,
bu hususta devriye nöbetçi onbaşı tarafından verilen emrin hizmete
ilişkin olduğunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Sanık, devriye
nöbetçi onbaşı olan Çvş. H.E.’nin bu husustaki emirlerini yerine
getirmeyip ona fizikî müdahâlede bulunarak devriye nöbetçi onbaşısının
hizmet emrini ifa etmesini engellemeye çalıştığı anlaşıldığından, bu
eylemlerin bir bütün olarak değerlendirildiğinde ASCK’nın 90’ıncı
maddesinde düzenlenen mukavemet suçunu oluşturduğundan emre
itaatsizlikte ısrar ve zincirleme üste fiilen taarruz suçlarından tesis edilen
mahkûmiyet hükümlerinin bozulmasına karar verilmiştir.
2- Sanığın nöbet sonrasında Çvş. H.E.’ye yumrukla vurduğu
hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Sanık hakkında bu eylemle
ilgili olarak mahkûmiyet hükmü tesis edilmesinde isabetsizlik
bulunmamakta ise de; bu eylemin zincirleme üste fiilen taarruz suçu
içerisinde değerlendirilmesi hukuka aykırı olduğundan zincirleme üste
fiilen taarruz suçundan tesis edilen mahkûmiyet hükmünün bu nedenle
de bozulmasına karar verilmiştir.
3- Sanığın, yukarıda açıklanan olayla ilgili olarak hakkında
tutanak tutan Çvş. H.E.’ye nöbet bitiminde “g... sinkaf ederim, a... sinkaf
164
ederim” şeklinde sözler sarf ettiği, bu suretle hizmete ilişkin muameleden
dolayı üste hakaret suçunu işlediği kabul edilerek yazılı olduğu şekilde
hüküm kurulmuş ise de;
Anayasanın 141/3’üncü maddesi; “Bütün mahkemelerin her türlü
kararları gerekçeli olarak yazılır.” hükmünü içermektedir. Bu temel kural,
353 sayılı Kanun’un 5530 sayılı Kanunla değişik Ek-1’inci maddesinin
atıfta bulunduğu 5271 sayılı CMK’nın 34/1’inci maddesinde de; “Hâkim
ve mahkemelerin her türlü Kararı, karşı oy dâhil, gerekçeli olarak yazılır.”
şeklinde yer almış olup; aynı Kanun’un “Hükmün gerekçesinde
gösterilmesi gereken hususlar” başlıklı 230’uncu maddesinde ise;
hükümlerin niteliğine göre gerekçe yazımında göz önünde tutulacak
esaslar ve hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar ayrıntılı
olarak açıklanmıştır. CMK’nın konu ile ilgili bulunan 230/1’inci
maddesinde; mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde; iddia ve savunmada
ileri sürülen görüşlerin açıklanması; delillerin tartışılıp değerlendirilerek,
hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi, bu kapsamda
dosya içeriğinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen
delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi; ulaşılan kanaat, sanığın suç
oluşturduğu sabit görülen fiili ve bunun nitelendirilmesi, cezanın
saptanması, ceza yerine veya cezanın yanı sıra uygulanacak güvenlik
tedbirlerinin belirlenmesi, cezanın kişiselleştirilmesine veya ek güvenlik
tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin istemlerin kabul
veya reddine ilişkin dayanakların gösterilmesi gerektiği belirtilmiştir.
353 sayılı Kanun’un 207’nci maddesinde ise; temyizin kural
olarak hükmün hukuka aykırılığı nedenine dayandığı, bir hukuk kuralının
uygulanmaması veya yanlış uygulanmasının hukuka aykırılık
oluşturduğu açıklandıktan sonra, “hukuka kesin aykırılık varsayılan
hâller” tek tek gösterilmiş olup, belirtilen hâller temyiz incelemesi
yönünden “mutlak bozma nedeni” niteliğindedir. “Hükmün gerekçeden
yoksun olması” da anılan maddenin üçüncü fıkrasının G bendinde
hukuka kesin aykırılık varsayılan hâllerden biri olarak yer almıştır.
Bu açıklamalardan sonra somut olaya dönüldüğünde; askerî
mahkemece sanığın hizmete ilişkin muameleden dolayı üste hakaret
suçunu işlediği kabul edilerek mahkûmiyet hükmü tesis edilirken
eylemin hangi nedenle hizmete müteallik muameleden dolayı işlendiğine
ilişkin kabule yer verilmediğinden, hükmün bozulmasına karar
verilmiştir.
Diğer yandan; hükümden sonra 8.2.2008 tarihli Resmî Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına
Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda
165
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 562’nci maddesi ile değişik 5271
sayılı CMK’nın 231’nci maddesi uyarınca; atılı suçla ilgili olarak yapılan
yargılama sonucunda hükmolunan cezanın tür ve süresine göre hükmün
açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağı hususunda askerî
mahkemece değerlendirme yapılması bakımından mahkûmiyet
hükmünün bozulmasına karar verilmiştir.
166
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 91
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/29
K. No. : 2008/28
T.
: 28.2.2008
ÖZET
Olayın görgü tanığının ifadesinde, olay anında sanığın
elindeki şarjörle mağdura vurduğunu beyan etmesine rağmen,
sanığın şarjörün mağdurun yüzüne değdiğine, ancak bu
hareketinin kaza ile meydana geldiğine dair aşamalardaki
savunmasının, mağdurun tüm beyanlarıyla da doğrulanmış
olması karşısında; sanığın dış âleme yansıyan hareketlerinin
odağı olan mağdurun, sanığın eyleminin mahiyetini, amaç ve
hedefini en sağlıklı bir biçimde algılayacak ve değerlendirecek
olan kişi olduğunda kuşku bulunmadığından, olayın oluş saati
ve tanığın bulunduğu yer de dikkate alındığında, sanığın
eyleminin, tanık tarafından “şarjörle mağdura vurması”
şeklinde yanlış algılanmış olabileceği, keza, dava dosyasında
sanığın mağduru üste fiilen taarruz kastıyla ittirdiğine dair
kesin ve her türlü kuşkudan uzak bir delil bulunmadığı
sonucuna varıldığından, üste fiilen taarruz suçu oluşmamıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı üste fiilen taarruz
suçunun oluşup oluşmadığına ilişkindir.
Daire; Sanığın samimî beyanları, mağdurun, sanığın savunmasını
doğrulayan ifadeleri ve dosyada mevcut diğer tüm bilgi ve verilerin
birlikte değerlendirilmesi sonucunda, sanığın P.Çvş. B.U.’ya karşı
gerçekleştirdiği eylemin kazaen meydana geldiğini ve sanığın suç kastı
ile hareket etmediğinin kabulü gerektiği gerekçesiyle müsnet suçun
oluşmadığını kabul ederken;
Başsavcılık; Sanığa atılı üste fiilen taarruz suçunun dosyada
mevcut delillere nazaran sübuta erdiğinden Dairenin bozma kararının
kaldırılmasına ve mahkûmiyet hükmünün 5728 sayılı Kanunla değişik
5271 sayılı CMK’nın 231’inci maddesi gereğince değerlendirme
167
yapılması yönünden bozulmasına karar verilmesi gerektiğini ileri
sürerek, Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
Olayın görgü tanığı olan Uzm.Çvş. E.T. ifadesinde, olay anında
sanığın, elindeki şarjörle mağdura vurduğunu beyan etmesine rağmen,
sanığın, şarjörün mağdurun yüzüne değdiğine, ancak bu hareketinin kaza
ile meydana geldiğine dair aşamalardaki savunmasının, mağdurun tüm
beyanlarıyla da doğrulanmış olması karşısında; sanığın dış âleme
yansıyan hareketlerinin odağı olan mağdur P.Çvş. B.U.’nun, sanığın
eyleminin mahiyetini, amaç ve hedefini en sağlıklı bir biçimde
algılayacak ve değerlendirecek olan kişi olduğunda kuşku
bulunmadığından, olayın oluş saati ve tanığın bulunduğu yer de dikkate
alındığında, sanığın eyleminin; tanık Uzm.Çvş. E.T. tarafından “şarjörle
mağdura vurması” şeklinde yanlış algılanmış olabileceği, keza, gerek
mağdur, gerekse tanık Er K.T.A. ifadelerinde sanığın, olay sırasında
mağduru iteklemeye çalıştığını beyan etmelerine karşın, dava dosyasında,
sanığın, mağduru üste fiilen taarruz kastıyla ittirdiğine dair kesin ve her
türlü kuşkudan uzak bir delil bulunmadığı sonucuna varıldığından,
Dairenin aynı yöndeki bozma kararına karşı Askerî Yargıtay
Başsavcılığınca yapılan itiraz yerinde görülmediğinden reddine karar
verilmiştir.
168
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 117
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/47
K. No. : 2008/54
T.
: 27.3.2008
ÖZET
Mağdurun soruşturma ve kovuşturma aşamalarındaki
samimî, olayın cereyan tarzına ve yapılan soruşturmaya uygun
düşen beyanları, diğer tanıkların duyuma dayalı beyanlarıyla
doğrulandığından, sanığın mağdurun kulağından tutup,
buruşturmak, aşağı yukarı çekmek, ileriye doğru iteklemek
suretiyle asta müessir fiil suçunu işlediği sübut bulmaktadır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın, Aralık 2003 tarihinde P.Er
H.Ş.’nin kulağını çekip buruşturmak suretiyle işlediği iddia olunan asta
müessir fiil suçunun sübuta erip ermediğine ilişkindir.
Daire; sanığa atılı suçun sübut bulduğunu ve unsurlarının
oluştuğunu kabul ederek mahkûmiyet hükmünü, 5728 sayılı Kanun’un
562’nci maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK’nın 231’inci maddesi
uyarınca, hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusunun
Mahkemesince teemmülü yönünden bozarken,
Başsavcılık; mağdurun, maruz kaldığı müessir fiil olayı ile ilgili,
olay tarihinde bir başvurusu bulunmadığından ve bu iddiayı dolaylı da
olsa destekleyecek (mağdur beyanından) başka bir tanık ifadesi de
mevcut olmadığından, sanığa atılı bu fiilin sübutunun şüpheli kaldığını
belirterek, Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
Dava dosyasının geneline baktığımızda; Mağdur P.Er H.Ş. ile
birlikte Cumhurbaşkanlığı Muh. Alay Komutanlığı emrinde askerlik
görevini yapan P.Er Y.B.’nin 14.6.2004 günü saat 22.00 civarında 4’üncü
kattaki koğuş penceresinden atlayarak intihar etmesi olayından sonra,
sanık P.Bçvş. B.Ç. hakkında askerî savcılıkça soruşturmaya başlandığı,
bu sırada askerî savcının, ifadesine başvurduğu erbaş ve erlere, sanığın
kendilerine karşı kötü muamelede ve müessir fiilde bulunup
bulunmadığını sorduğunda, mağdur P.Er H.Ş.’den başka P.Er H.C., P.Er
169
H.Ü., P.Er M.Ç., P.Er M.C. ve P.Er A.E.’nin de, sanığın kendilerini
dövdüğünü iddia etmeleri üzerine, sanığın adı geçen mağdurlara karşı da
asta müessir fiil suçunu işlediği iddia edilerek kamu davası açıldığı,
askerî mahkemece aynı gerekçeli hükümde sanığın, P.Er H.Ş.’den başka
P.Erler H.C., H.Ü., M.Ç., M.C. ve A.E.’ye karşı da asta müessir fiil
suçunu işlediği kabul edilerek mahkûmiyet hükümleri kurulduğu, temyiz
incelemesi yapan Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin 20.2.2008 tarihli,
2008/492-492 Esas ve Karar sayılı ilamında, sanığa atılı bu suçların sübut
bulduğu kabul edildikten sonra, 5278 sayılı Kanunla değişik 5271 sayılı
CMK’nın
231/5-14
madde
ve
fıkralarının
mahkemesince
değerlendirilmesi yönünden mahkûmiyet hükümlerinin bozulmasına
karar verildiği görülmektedir.
Dava dosyasının soruşturma ve kovuşturma safhâlarına ilişkin bu
açıklamadan da anlaşılacağı üzere; sanık hakkında iddia edilip, askerî
mahkemece sabit görülen ve Dairece sübutu kabul edilen tüm asta
müessir fiil suçlarına ilişkin soruşturma işlemleri, 14.6.2004 tarihinde
cereyan eden intihar olayından sonra, bu olayla ilgili ifadelerine
başvurulan mağdurların beyanları doğrultusunda başlatılmış, bu tarihten
önce hiçbir mağdur cesaret edip sanık hakkında şikayette bulunmamıştır.
Mağdur P.Er H.Ş., olaydan yaklaşık yedi ay askerî savcıya verdiği
17.6.2004 tarihli ifadesinde; Aralık 2003 ayında bir gece sanık nöbetçi
iken, saat 22.00 civarında takımı odasının önünde toplayıp, bazı
askerlerle alay ederek espri yaptığını, bu espriye gülüp sanıkla göz göze
geldiğini, sanığın yanına gelip kulağından tuttuğunu, kulağını
buruşturarak aşağı yukarı salladığını ve ileriye doğru iteklediğini,
kulağını kopacakmış gibi hissettiğini, 3-4 gün acısını çektiğini,
korkusundan viziteye çıkamadığını beyan etmiş; mahkemedeki yeminli
ifadesinde olayı aynen anlatırken, bu olayın dayak olarak
adlandırılmamasına inandığını söylemiştir. Mağdurun, özellikle
mahkemede olayı anlatırken yaptığı değerlendirme, ifadesindeki
samimiyeti ve gerçeği yansıttığını göstermektedir.
Askerî savcı tarafından bu olayla ilgili olarak tanıklara soru
sorulmadığı için soruşturma aşamasında mağdurdan başka tanık beyanı
bulunmamaktadır. Kovuşturma aşamasında askerî mahkemece, sanığın
P.Er H.Ş.’nin kulağını çektiği iddiası ile ilgili bilgi ve görgüsü sorulan
tanıklardan; P.Er H.C. olayı arkadaşları arasındaki konuşmalardan ve
mağdurdan duyduğunu, P.Er H.Ü. olayı mağdurdan duyduğunu, P.Er
M.Ç. olayı intihar girişimi olayından sonra duyduğunu, P.Er M.C. olayın
intihar girişimi olayından önce de sonrada konuşulduğunu, P.Er A.E.,
olayı mağdurların ve arkadaşlarının konuşmalarından duyduğunu, P.Er
170
M.B. olayı soruşturma başlandıktan sonra mağdurdan duyduğunu ve P.Er
M.K. olayı mağdurdan duyduğunu beyan etmişlerdir. Duyuma dayalı bu
tanık beyanları da mağdur H.Ş.’nin samimî anlatımını doğrulamaktadır.
Bu tanıkların soruşturma aşamasında ifadelerinin alınmaması, olaydan 89 ay sonra mahkemede kendilerine bu olayla ilgili ilk kez soru
sorulduğunda, aradan geçen zaman ve sanığa atılı asta müessir fiil
olaylarının çok sayıda olması nedeniyle bu olayla ilgili ayrıntılı ifade
verememelerinin normal karşılanması gerektiği kabul edilmiştir. Ayrıca,
mağdurun sanığa suç isnadını gerektirecek hiçbir nedenin de
bulunmadığı görülmüştür.
Açıklanan nedenlerle; mağdur P.Er H.Ş.’nin soruşturma ve
kovuşturma aşamalarındaki samimî, olayın cereyan tarzına ve yapılan
soruşturmaya uygun düşen beyanları, diğer tanıklar H.C., H.Ü., M.Ç.,
M.C., A.E., M.B. ve M.K.’nın duyuma dayalı beyanlarıyla
doğrulandığından, sanığın mağdur P.Er H.Ş.’nin kulağından tutup,
buruşturmak, aşağı yukarı çekmek, ileriye doğru iteklemek suretiyle asta
müessir fiil suçunu işlediğinin sübut bulduğu, askerî mahkemenin bu
olay nedeniyle sanık hakkında kurduğu mahkûmiyet hükmünde ve
Askerî Yargıtay 1’inci Dairesince sanığa atılı sübut bulduğu ve
unsurlarının oluştuğu, hüküm tarihî itibariyle kurulan mahkûmiyet
hükmünde bir isabetsizlik bulunmadığı kabul edildikten sonra, 8.2.2008
tarihinde yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesiyle
değişik, 5271 sayılı CMK’nın 231/5-14 madde ve fıkralarında
düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının mahkemesince
teemmülü yönünden hükmün bozulmasında bir hukuka aykırılık
bulunmadığı sonucuna varıldığından, Askerî Yargıtay Başsavcılığının,
yaptığı itirazın reddine karar verilmiştir.
171
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 118
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
1’inci Daire Kararı
E. No. : 2008/2639
K. No. : 2008/2632
T.
:22.10.2008
1.6.2005 tarihinden sonraki dönemde, ASCK’nın
118’inci maddesinin 1’inci fıkrasında sözü edilen “vücutta
tahribat” hâlinin, 5237 sayılı TCK’nın 87’nci maddesinin
1’inci fıkrasında belirtilen, mağdurun duyularından veya
organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına,
konuşmasında sürekli zorluğa, yüzünde sabit ize, yaşamını
tehlikeye sokan bir duruma, gebe bir kadına karşı işlenip de
çocuğunun vaktinden önce doğmasına neden olunması hâlleri
ile özdeş kabul edilmesi gerektiğinden, mağdurun yüzündeki
izin sabit olarak kaldığı raporla belirlenmiş olup, maruz
kaldığı bu yaralanmanın “tahribat” kapsamında mütalaa
edilerek, sanığın ASCK’nın 118’inci maddesinin 1’inci fıkrası
uyarınca
cezalandırılmasında
bir
isabetsizlik
bulunmamaktadır.
Askerî mahkemece;
1. Sanık Mu.Er U.T.’nin, 3.10.2006 tarihinde üste fiilen taarruz
suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın 91/1(Az vahim hâl cümlesi) ve
TCK’nın 62’nci maddeleri uygulanıp sonuç olarak 5 ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına,
2. Sanık Mu.Onb.M.Ç.’nin, 3.10.2006 tarihinde neticesi sebebiyle
ağırlaşmış asta müessir fiil suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın
118/1 (Teşdiden), TCK’nın 29, 62, 50 ve 52’nci maddeleri uygulanıp
sonuç olarak 3000 YTL adlî para cezası ile cezalandırılmasına, bu
cezanın aylık 24 eşit taksit hâlinde tahsiline ve taksitlerden birinin
süresinde ödenmemesi hâlinde geri kalan miktarın tamamının tahsiline ve
ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrilmesine karar verildiği,
Sanık U.T. hakkındaki hükmün, müdafi tarafından süre tutum
dilekçesi verilip temyiz layihası verilmeksizin ve sanık tarafından “Suç
işleme kastı ile hareket etmediği, eylemin TCK’da düzenlenmiş olması
da nazara alındığında sırf askerî suç olarak kabulünün hatalı olduğu, bu
172
nedenle cezanın paraya çevrilip ertelenmesi gerektiği ” belirtilmek
suretiyle temyiz edildiği,
Sanık M.Ç. hakkındaki hükmün, müdafi tarafından süre tutum
dilekçesi verilip temyiz layihası verilmeksizin temyiz edildiği,
Tebliğnamede, her iki mahkûmiyet hükmünün CMK’nın 231’inci
maddesi yönünden değerlendirme yapılmak üzere bozulması yönünde
görüş bildirildiği, tebliğnameye karşı yazılı cevap verilmediği,
anlaşılmaktadır.
Yapılan incelemede; sanıkların 2’nci Ordu Mu.Alayında askerlik
hizmetlerini yaparlarken olay tarihinde, sanık Mu.Er U.T.nin gece koğuş
görevlisi olduğundan koğuşta istirahat ettiği, diğer sanık
Mu.Onb.M.Ç.nin ise gündüz koğuş görevlisi olarak verilen emir
doğrultusunda elinde maket bıçağı olduğu hâlde koğuş dolapları ve
ranzalar için isimlik kesmekte olduğu, akşamüzeri uyanan sanık Er
U.T.’nin yatarken kuruması için pencere önüne astığı çoraplarını yerinde
bulamayarak sanık Onb. M.Ç.’ya sorduğu, koğuşta çamaşır asılması
yasak olup çorapların bölük astsubayı tarafından attırıldığını bilmeyen
sanık Onb. M.’nin durumu bilmediğini ancak bölük astsubayının attırmış
olabileceğini söylediği, aldığı cevabı inandırıcı bulmayan sanık Er
U.T.’nin “Sen atmışsındır” diyerek ve “Atanın da attıranın da” şeklinde
sözler sarf ederek uzaklaştığı, bu söz üzerine sanık Onb.M.Ç.’nin diğer
sanığın peşinden giderek “Açılmamış çorabı olduğunu ve verebileceğini”
söylediği, sanık Er U.T.nin “Git başımdan” diyerek Onb.M.’yi yanından
uzaklaştırmak istediği, Onb.M.’nin uzaklaşmaması üzerine onu kolundan
ittirdiği, gitmemesi üzerine bu kez üstü olan Onb.M.Ç.nin yüzüne
yumrukla vurduğu, bu kez sanık Onb. Muhammet’in kağıt kesmek için
elinde bulundurduğu maket bıçağıyla sanık Er U.T.nin yüzüne vurduğu,
sanık Er U.’nun sağ kulak önünde yanağında yukardan aşağıya 7x0,3 cm
boyutlarında skar oluştuğu, skar maturasyonu tamamlandıktan sonra
20.3.2007 tarihinde yapılan muayenede “çehrede sabit eser” meydana
geldiğinin belirlendiği, maddi vakıadır.
I. Sanık Mu.Er U.T.ye yüklenen üste fiilen taarruz suçu yönünden
inceleme:
Yukarda belirtilen maddi vakıa kapsamında, sanık Mu.Er U.T.nin,
üstü olan Mu.Onb.M.Ç.nin kolundan tutarak ittirip, bilahare yüzüne
yumrukla vurarak vücut bütünlüğüne yönelik etkili eylemde bulunmak
suretiyle ASCK’nın 91’inci maddesinin 1’inci fıkrasında tanımlanan üste
fiilen taarruz suçunu işlediği ve suç kastının da bu yönde oluştuğu
kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortaya çıkmış bulunmaktadır.
173
Açıklanan nedenlerle, sanık Mu.Er U.T.nin üste fiilen taarruz
suçunu işlediği tüm dosya kapsamı elverişli delillerle sabit olmakla,
mahkemece yerinde ve uygun gerekçelerle savunmaya itibar
olunmayarak suçun sübutunu kabul ve vasfını tayinde, az vahim hâl
fıkrası uyarınca asgari hadden ceza tayininde, usul ve uygulamada, sırf
askerî suç niteliğinde olan üste fiilen taarruz suçundan dolayı verilen
cezanın; ASCK'nın Ek-8’inci maddesi hükmü uyarınca seçenek
yaptırımlara çevrilmesinin ve ASCK’nın 47/A ve Ek-8’inci maddeleri
uyarınca ertelenmesinin kanuni imkânsızlığı nazara alınarak, bu yönde
bir uygulama yapılmamasında bir isabetsizlik görülmediğinden sanık ve
müdafiin temyiz nedenlerinin reddine karar verilmiştir.
Ancak,
Bilindiği gibi, 5271 sayılı CMK’nın 231’inci maddesine 5560
sayılı Kanunla eklenen 5 ve 14’üncü fıkra hükümleri, 5728 sayılı
Kanun’un 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe giren 562’nci maddesiyle
değiştirilerek, Anayasanın 174’üncü maddesinde koruma altına alınan
inkılap kanunlarında yer alan suçlar dışında kalan tüm suçlarla ilgili
yargılama sonunda hükmolunan cezanın iki yıl veya daha az süreli hapis
veya adli para cezası olması hâlinde, mahkemece, hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebileceği şeklinde bir
düzenleme yapılmıştır.
İnceleme konusu davada hükmolunan cezanın hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasını olanaklı kılacak miktarda olması ve
sanık Mu.Er U.T.nin daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûmiyetinin
bulunmaması nedeniyle, Mahkemece sanık hakkında hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip verilmeyeceğinin
değerlendirilmesi yönünden mahkûmiyet hükmünün bozulmasına Karar
verilmiştir
II. Sanık Mu.Onb.M.Ç.ya yüklenen asta müessir fiil suçu
yönünden inceleme:
Yukarda açıklanan maddi vakıa kapsamında, sanık Mu Onb.
M.Ç.nin kendisini ittiren ve yüzüne yumruk atan Mu.Er U.T.nin bu
haksız fiilinin etkisi altında kalarak, astı olan Er U.’nun yüzüne elindeki
maket bıçağı ile vurup onun yüzünde sabit eser oluşmasına neden olduğu,
bu suretle asta müessir fiil suçunu işlediği ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Bilindiği gibi, ASCK’nın 118’inci maddesinde; 117’nci maddede
yazılı asta müessir fiil suçunun daha ağır ve vasıflı hâli düzenlenmiştir.
ASCK’nın 118’inci maddesinde, müessir fiil sonucu oluşan ağır
sonuçlar, mülga 765 sayılı TCK’nın 456’ncı maddesinde ve 5237 sayılı
TCK’nın 87’nci maddesinde olduğu gibi açıklıkla belirtilmemiş; sadece
174
bu fiillerin mağdurun vücudunda “tahribatı mucip olması” ve “daha
ziyade vahim hâller” gibi ölçütlere yer verilmiştir.
Askerî Yargıtayın 1.6.2005 tarihinden önceki yerleşmiş
içtihatlarında, tahribat sözcüğünün, mülga 765 sayılı TCK’nın 456’ncı
maddesinin 2 ve 3’üncü fıkralarında sayılan uzuv tatili, uzuv zaafı,
çehrede sabit eser, çehrede daimi değişiklik, akıl hastalığı vb. hâlleri
kapsadığı kabul edilmektedir. (Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun
31.12.1998 tarih ve 1998/203-184 Esas ve Karar sayılı; Askerî Yargıtay
Genel Kurulunun 11.11.1949 tarih ve E 1819 K.1994 sayılı kararları)
1.6.2005 tarihinden sonraki dönemde ise, ASCK’nın 118’inci
maddesinin 1’inci fıkrasında sözü edilen ‘vücutta tahribat’ hâlinin, 5237
sayılı TCK’nın 87’nci maddesinin 1’inci fıkrasında belirtilen, mağdurun,
duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına,
konuşmasında sürekli zorluğa, yüzünde sabit ize, yaşamını tehlikeye
sokan bir duruma, gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun vaktinden
önce doğmasına neden olunması hâlleri ile özdeş kabul edilmesi gerektiği
sonucuna varılmaktadır.
Her yara iyileşirken yerinde bir iz, nedbe, çizgi veya sabit eser
bırakır. Geçmeyen, silinmeyen sabit eserin çehrede olması, hayat boyu
çehrede kalması yasa koyucu tarafından daha ağır bir fiil olarak kabul
edilmiştir. Yüzde sabit iz, müessir fiil ile çehrede meydana getirilen
yaranın daimi kalan izi demektir.
Somut olayda, mağdurdaki yara izinin zamanla geçip
iyileşmesinin mümkün olmadığı, yüzdeki izin sabit olarak kaldığı raporla
belirlenmiş olup, mağdurun maruz kaldığı bu yaralanmanın ‘tahribat’
kapsamında mütalaa edilerek, sanık Mu Onb. M.Ç.nin ASCK’nın
118’inci maddesinin 1’inci fıkrası uyarınca cezalandırılmasında ve uygun
gerekçelerle temel cezanın takdirde zaaf teşkil etmeyecek şekilde
teşdiden verilmesinde, hapis cezasının seçenek yaptırımlardan olan adli
para cezasına çevrilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığından, müdafiin
nedensiz temyizinin reddine karar verilmiştir.
Ancak, diğer sanık Mu.Er U.T.nin bölümünde de açıklandığı
üzere, sanık Mu Onb. M.Ç.hakkında hükmolunan cezanın hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasını olanaklı kılacak miktarda olması ve
sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûmiyetinin bulunmaması
nedeniyle, Mahkemece sanık Mu Onb. M.Ç. hakkında hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip verilmeyeceğinin
değerlendirilmesi yönünden mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar
verilmiştir.
175
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 131
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/77
K. No. : 2008/67
T.
: 17.4.2008
ÖZET
Ocak 2003-31.5.2004 tarihleri arasında Gölmarmara İlçe
Jandarma Komutanlığı emrinde Personel Lojistik İşlem
Astsubayı olarak görev yapan sanığın, görevi gereği her ayın
başında kendisine zimmetle teslim edilen ve para yerine geçen
(kıymetli) evrak niteliğini taşıyan akaryakıt çeklerinden bir
kısmını, ay sonlarında Birliğin fiilen kullandığı akaryakıt
miktarından fazla tutarda fatura alıp, karşılıksız mahâlli
petrol ofisi bayiine vermek, yine bu arada aynı fiillerinin
devamı maiyetinde her ayın sonunda sahte “Tekerlekli araç
günlük görev ve koruyucu bakım formları” ile “Sarf imal
istihsal belgeleri” ve diğer evrakı düzenleyerek, üst birlik mal
saymanlığından, kendine tevdi edilen akaryakıt çeki
zimmetinin düşülmesini ve çek karşılığı alınmış sayılan
akaryakıtın sarf edilmiş gibi gösterilmesini sağlamak suretiyle,
31.5.2004 tarihi itibariyle 4.159,26 YTL tutarındaki akaryakıt
çeki üzerinde, tahsis amacı dışında tasarrufta bulunduğu
açıklığa kavuştuğundan, sanığın bu eylemleri, ASCK'nın
131/1’inci maddesinde tarif edilen (Müteselsilen) ihtilasen
zimmet suçunu oluşturmaktadır.
Daire ile Askerî Mahkeme arasında ortaya çıkan ve Daireler
Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın sabit görülen
eylemlerinin, ASCK'nın 131/1’inci maddesinde düzenlenen müteselsilen
ihtilasen zimmet suçunu mu yoksa 765 sayılı TCK'nın 339 ve devamı
maddelerinde düzenlenen resmî evrakta sahtekarlık suçunu mu
oluşturduğuna dair ise de;
Öncelikle sanık müdafiinin; temyiz incelemesinin duruşmalı
olarak yapılması istemiyle, Askerî Mahkeme Duruşma Hâkiminin tutum
ve davranışlarıyla ilgili iddiaları incelenmiştir.
176
Sanık hakkında tayin edilen cezanın miktarı itibariyle, 353 sayılı
Kanun’un 218/1’inci maddesine göre duruşmalı temyiz incelemesi
yapılması mümkün olmadığı gibi, Askerî Yargıtay Daireler Kurulunda
duruşmalı temyiz incelemesi de yapılamayacağından, sanık müdafiinin
hukuka aykırı bulunan bu talebi, 353 sayılı Kanun’un 218/1’inci maddesi
uyarınca oybirliği ile reddedilmiştir.
Askerî Yargıtay 3’üncü Dairesinin 21.8.2007 tarihli bozmasından
sonra askerî mahkemece yapılan duruşmalara ilişkin tutanaklar
incelendiğinde, sanık müdafiinin 15.11.2007, 6.12.2007 ve 31.12.2007
tarihli duruşmalara katılmadığı, 31.12.2007 tarihli oturumda istinabe
yoluyla bozmaya karşı beyanı alınan sanığın kimliği kontrol edildikten
sonra istemi doğrultusunda duruşmalardan vareste tutulmasına karar
verildiği, Askerî Yargıtay 3’üncü Dairesinin bozma ilamı okunduktan
sonra, sanığın bozmaya karşı beyanı okunup, ardından askerî savcının
görüşünün alındığı ve sanık müdafiine duruşma gününün telefon, faks ve
mazbatalı zarf ile tebliğine karar verildiği, hükmün tesis edildiği
15.1.2008 tarihli son oturuma katılan sanık müdafiinden bozmaya karşı
ne diyeceği sorulduğunda “Bozma ilamına uyulmayarak direnme kararı
verilsin” şeklinde beyanda bulunduğu, en son sanığın son sözü yerine
geçmek üzere dosyadaki ifadeleri okunduktan sonra, Askerî Mahkemece
bozmaya karşı direnme kararı verildiği anlaşılmaktadır. Kovuşturmanın
bu işleyiş tarzına göre müdafiin savunma hakkının kısıtlandığına dair
iddialarının dayanağı bulunmadığı gibi, duruşma hâkiminin tarafsız
olmadığına, peşin fikirli davrandığına dair iddiaları da CMK’nın 24/1
madde ve fıkrasına göre hâkimin reddi sebebi olup, müdafiin bu konuda
bir başvurusu bulunmadığı için CMK’nın 28’inci maddesine göre temyiz
aşamasında bu konuda inceleme de yapılmayacağından, müdafiin usule
ilişkin bu temyiz sebebi de hukuka uygun bulunmamıştır.
Müdafiin söz konusu usule ilişkin istem ve temyiz sebepleri bu
şekilde aşıldıktan sonra sürdürülen incelemede;
Daire; sanığın sabit görülen eyleminin, 765 sayılı TCK'nın 339 ve
devamı maddelerinde düzenlenen resmî evrakta sahtekarlık suçunu
oluşturacağı gerekçesiyle askerî mahkemenin mahkûmiyet hükmünü suç
vasfında hata nedeniyle bozarken,
Askerî mahkeme; sanığın sübut bulan eylemlerinin, ASCK'nın
131/1’inci maddesinde düzenlenen müteselsilen ihtilasen zimmet suçun
oluşturduğunu kabul ederek, bozmaya karşı önceki kararında direnmiştir.
Dosya içerisinde yer alan sanık, tanık ve bilirkişi beyanları ile
yazılı belgelerden, sanığın; Manisa/Gölmarmara İlçe Jandarma
Komutanlığında Personel-Lojistik İşlem Astsubayı olarak görev yaptığı
177
sırada, Ocak 2003-31.5.2004 tarihleri arasında, Birliğe ait 748048 plakalı
Renault Toros marka aracın kilometresini, her ay belirli bir miktar olmak
üzere 31.5.2004 tarihi itibariyle 16948 km fazla göstermek suretiyle, bu
kadar kilometreye karşılık 4.159,26 YTL tutarındaki akaryakıt çekini,
Birliğin akaryakıt ikmali yaptığı mahâlli Petrol Ofisi Bayiine fatura
karşılığında verdiği, bu işlemle birlikte veya ardından her ayın sonunda
tekerlekli araç günlük görev ve koruyucu bakım formlarının asıllarını
yırtıp, bu belgeleri verdiği bilgilere göre görevli erlere doldurtarak,
kendisi de Birlik Komutanı’nın imzasını taklit etmek suretiyle yeniden
düzenlediği, yeniden düzenlediği bu belgeler ile buna uygun olarak
fazladan aldığı faturaları, görevi gereği düzenlediği akaryakıt sarf imal
istihsal belgelerini, akaryakıt çeki dip koçanını, akaryakıt çek listesini ve
akaryakıt fiyat listesini Manisa İl Jandarma Komutanlığına göndererek,
145 No.lu Birlik Mal Saymanlığından, kendisine zimmetli 4.159,26 YTL
tutarındaki akaryakıt çekinin düşümünü ve bu miktar akaryakıtın sarf
edilmiş gibi gösterilmesini sağladığı maddi olay olarak sübut
bulmaktadır. Sanığın ve müdafiin sübuta yönelik savunmaları diğer
delillerle doğrulanmadığından, Askerî Mahkemece bu savunmalara itibar
edilmemesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.
Suç vasfının belirlenmesinde akaryakıt çeklerinin sanığa ne
zaman ve nasıl teslim edildiği önem arz ettiğinden, bu konudaki deliller
incelendiğinde;
Manisa İl Jandarma Komutanlığı emrinde Birlik Mal Saymanlığı
Hesap Sorumlusu olarak görev yapan Svl.Me. O.Ç. tanık olarak alınan
yeminli ifadesinde; J.Ord. Ana Depo Komutanlığından gelen akaryakıt
çeklerini, İl Jandarma Komutanlığına bağlı birliklere zimmetle
verdiklerini, birliklerin o ay içinde kullandığı akaryakıt miktarını araçlara
göre ayrı ayrı saf çizelgesi düzenleyerek İl Jandarmaya gönderdiğini,
kendilerinin de daha önce verdikleri akaryakıt çekleriyle sarf edilen
akaryakıt miktarını kontrol ederek sarf imal istihsal belgesi
düzenlediklerini, daha önce zimmetlenen çeklerin böylece akaryakıta
dönüşerek birliğin zimmetinden düşmüş (Çek karşılığında akaryakıt
alınmış) olduğunu, bir aşama sonra yeniden sarf imal istihsal belgesi
düzenlenerek bu defa çek karşılığı alınan akaryakıtın sarfının gösterilip,
böylece akaryakıtın zimmetinin de kalkmış olduğunu, akaryakıt
çeklerinin akaryakıt alınırken birlik mal sorumlusu tarafından petrol ofisi
bayiine verildiği anda paranın ödenmiş olduğunu beyan ettiği,
Gölmarmara İlçesi Petrol Ofisi Bayiinde Muhasebeci olarak görev
yapan M.K.’da askerî mahkemedeki yeminli ifadesinde; askerî araçlara
ay içinde veresiye fişi karşılığında akaryakıt verdiklerini, ay sonunda
178
veresiye fişlerini toplayıp fatura keserek, karşılığında akaryakıt çeki
aldıklarını, veresiye fişine aracın plakası, aldığı yakıtın cinsi, miktarı ve
tutarını yazdıklarını, fatura kesince bu fişleri imha ettiklerini anlattığı,
Dosya 361 sıradaki bilirkişi raporunda ise; Jandarma Genel
Komutanlığı mevzuatına göre, akaryakıt tankı olmayan küçük birliklerde
akaryakıt ikmâlinin, ay başında lojistik astsubayına zimmetle teslim
edilen akaryakıt çekleri karşılığında mahâlli petrol ofisi bayiinden
yapılacağı, akaryakıt çeklerinin kıymetli evrak niteliğini taşıdığı, sanığın
745048 plakalı aracın tekerlekli araç günlük görev ve koruyucu bakım
formlarında yaptığı tahrifat sonucu gösterdiği 16.948 km. fazlalık
karşılığı 4.159,26 YTL tutarındaki akaryakıt çekini petrol ofisi bayiine
karşılıksız teslim etmek suretiyle Hazine zararına sebebiyet verdiğinin
izah edildiği, görülmektedir.
Bu rapor ve beyanlardan; Ocak 2003-31.5.2004 tarihleri arasında
Gölmarmara İlçe Jandarma Komutanlığı emrinde Personel-Lojistik İşlem
Astsubayı olarak görev yapan sanığın; görevi gereği her ayın başında
kendisine zimmetle teslim edilen ve para yerine geçen (kıymetli) evrak
niteliğini taşıyan akaryakıt çeklerinden bir kısmını, ay sonlarında Birliğin
fiilen kullandığı akaryakıt miktarından fazla tutarda fatura alıp,
karşılıksız mahâlli petrol ofisi bayiine vermek, yine bu arada aynı
fiillerinin devamı maiyetinde her ayın sonunda sahte “Tekerlekli araç
günlük görev ve koruyucu bakım formları” ile “Sarf imal istihsal
belgeleri” ve diğer evrakı düzenleyerek, üst birlik mal saymanlığından,
kendine tevdi edilen akaryakıt çeki zimmetinin düşülmesini ve çek
karşılığı alınmış sayılan akaryakıtın sarf edilmiş gibi gösterilmesini
sağlamak suretiyle, 31.5.2004 tarihi itibariyle 4.159.26 YTL tutarındaki
akaryakıt çeki üzerinde, tahsis amacı dışında tasarrufta bulunduğu
açıklığa kavuştuğundan sanığın bu eylemlerinin; Askerî Yargıtay
Daireler Kurulunun 5.7.2007 tarihli, 2007/80-88 Esas ve Karar sayılı,
keza YCGK’nın 9.2.1999 tarihli, 5/5-15 Esas ve Karar sayılı kararları da
dikkate alınarak, ASCK'nın 131/1’inci maddesinde “askerî bir hizmet
yaparken veya vazifeyi suiistimal ederek bir hizmet veya vazifeden ötürü
tevdi ... edilmiş olan para veya kıymeti ne olursa olsun bir eşyayı ...
zimmetine geçirenler, yahut ihtilâs edenler ...” şeklinde tarif edilen
(Müteselsilen) ihtilasen zimmet suçunu oluşturduğu sonucuna
varıldığından, Askerî Mahkemenin suç vasfına yönelik direnmesinin
yerinde ve hukuka uygun olduğu, gerekçeli hükümde, karar tarihi
itibariyle takdir ve uygulama yönünden (Sonuca etkili olmayan takdiri
indirim maddesi dışında) başka bir isabetsizliğin de bulunmadığı
görülmekle birlikte, hüküm tarihinden sonra 8.2.2008 tarihli Resmî
179
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun’un 562’nci
maddesiyle değişik, 5271 sayılı CMK’nın 231/5-14’üncü madde ve
fıkralarında düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması
konusunun Mahkemesince teemmülü bakımından, mahkûmiyet
hükmünün, müdafiin temyizine atfen ve resen bozulmasına karar
verilmesi gerekmiştir.
180
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 131
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/89
K. No. : 2008/92
T.
: 29.5.2008
ÖZET
Sanığın dava konusu palmiye ağaçlarını birlik
bahçesinden sökerek kendi evinin bahçesine götürmesinden
önce, Levazım Şube Müdürlüğü emrinde görevli sivil
memurlar A.K. ile N.Ö.’ye 2 adet palmiye ağacını
bulundukları yerlerden sökmelerini söylemesini müteakip, bu
kişilerin herkesin gözü önünde bu ağaçları sökmeye
çalışmaları, böylece suçun sanık tarafından alenen işlenmeye
çalışılması dikkate alındığında, suçun askerî mahkemenin
sanığın kastının yoğunluğuna gerekçe olarak kabul ettiği
şekilde
planlanarak
işlendiğinin
kabulüne
olanak
bulunmamaktadır. Diğer taraftan, sanığın çaldığı ağaçlar
askerî hizmet açısından vazgeçilmez bir öneme sahip
olmadıkları gibi, sanık ve tanık beyanlarına göre sanığın,
astları olan Sivil Memurlar A.K. ile N.Ö.’yi suça iştirak
ettirmek için özel bir çabasının olduğunu söylemek de
mümkün
bulunmamaktadır.
Bu
hususlar
birlikte
değerlendirildiğinde, sanığın eyleminin “az vahim hâl”
kapsamında kaldığı ve askerî mahkemenin aksi yöndeki kabul
ve gerekçesinin hukuka ve dosya kapsamına uygun
bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Daire ile askerî mahkeme arasında ortaya çıkan ve Daireler
Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı askerî eşyayı
çalmak suçunun unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığının saptanmasına
ilişkindir.
Daire; “... sanığın askerî eşya vasfında bulunan 2 adet palmiye
ağacını kendisinin satın alıp dikmesi ve bakımını yapması nedeniyle
kendi malı olduğu düşüncesiyle, dikili olduğu yerlerinden söküp evinin
bahçesine götürüp dikmesi şeklinde sübut bulan olayda, sanıkta askerî
181
eşyayı çalmak suç kastının açıkça ortaya konulamaması nedeniyle,
müsnet suçun manevi unsur yönünden oluşmadığı gerekçesiyle
mahkûmiyet hükmünü esas yönünden bozmuş iken;
Askerî mahkeme; sanığın askerî eşya vasfındaki palmiye
ağaçlarını birlik bahçesinden sökerek kendi evinin bahçesine dikmek
suretiyle askerî eşyayı çalmak suçunu işlediğini kabul ederek bozma
ilamına uymayıp önceki mahkûmiyet hükmünde direnmiştir.
Dosyadaki delillere göre; sanık Hv.Lv.Yb. A.M.C.’nin,
İzmir/Gaziemir Hava Sınıf Okulları ve Teknik Eğitim Merkezi
Komutanlığı Levazım Şube Müdürü olarak görev yaptığı 2004 yılı
Ağustos ayında yapılan genel atamalarda Ankara Lojistik Komutanlığına
tayin olmasını müteakip emekli olmak için dilekçe verdiği ve görev
yaptığı Birlik Komutanlığından ilişik kesmeden önce Levazım Şube
Müdürlüğünün bahçesinde bulunan askerî eşya niteliğindeki 2 adet
palmiye ağacını sökerek İzmir/Narlıdere’de bulunan evinin bahçesine
götürüp diktirdiği anlaşılmakta olup, maddi olayın bu şekilde sübuta
erdiği konusunda herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Sanık da aşamalardaki savunmalarında askerî birliğin içindeki
davaya konu edilen 2 adet palmiye ağacını sökerek sivil yerdeki evinin
bahçesine götürdüğünü ifade etmiş olup, çözümlenmesi gereken husus
sanığın sübuta erdiği konusunda kuşku bulunmayan söz konusu
eyleminde “Askerî eşyayı çalmak” suç kastı ile hareket edip etmediği ve
atılı suçun unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığıdır.
Yapılan incelemede; sanığın, dava konusu palmiyeleri birlik
bahçesine kendisinin diktiğini ifade etmekle birlikte bu palmiyelerin ne
zaman ve ne şekilde birlik bahçesine dikildiği konusunda bir açıklama
getiremediği, keza tanık beyanları ile de bu hususun açıklığa
kavuşturulamadığı ve sanığın bu iddia ve savunmasının soyut kapsamda
kaldığı anlaşılmıştır. Nitekim yine tanık beyanlarına göre birlik
bahçesinde zaman zaman çeşitli miktarlarda palmiye ağaçlarının dikildiği
anlaşılmakta olup, tanık olarak beyanına başvurulan ve bir süre sanığın
amiri olarak görev yapan Alb. S.G. birlik bahçesine, görevli olduğu
dönemde birlik imkânları ile bir miktar palmiye ağacı alınarak dikildiğini
beyan etmiştir.
Bu durumda davaya konu palmiyelerin sanığın iddia ettiği şekilde
kendisi tarafından birliğe getirilip dikilen ağaçlar olup olmadığı konusu
kuşkulu kalmakla birlikte, bir an için birliğe sanık tarafından getirilip
dikildikleri kabul edilse dahi bu palmiye ağaçları, birlik bahçesine
dikilmekle mülkiyeti Devlete ait olan, bakımı, korunması ve kullanılması
182
Silahlı Kuvvetlere bırakılan ve askerlik amaç ve menfaatlerine tahsis
edilen “askerî eşya” niteliğini kazanmışlardır.
Bu nedenle askerî eşya niteliğindeki palmiye ağaçlarını
kurumalarını önlemek amacıyla ve kendisi diktiği için anı olarak birlik
bahçesinden söküp evinin bahçesine götürdüğüne dair savunması hukuka
uygun görülmemiştir.
Askerî Yargıtayın yerleşik kararlarında da kabul edildiği gibi,
askerî şahsın her türlü askerî eşyayı bulunduğu yerden faydalanmak kastı
ile alması sonucunda ASCK’nın 131/1’inci maddesinde yer alan “Askerî
eşyayı çalmak” suçu oluşmaktadır. Bu suçun oluşabilmesi için, failin
kendisine veya başkasına fayda sağlamak maksadıyla hareket etmesi
yeterlidir. Öğretide “Faydalanma” niyetinin sadece maddi faydaya
yönelik olmadığı, varlığından zevk ve güven duymak, seyretmek, avantaj
sağlamak, kendini tatmin etmek gibi maksatları de kapsadığı kabul
edilmiştir.
Sanığın, dava konusu palmiye ağaçlarını bulundukları yerden
tahsis edildikleri amaç ile bağlarını koparacak şekilde ve izinsiz olarak
sökerek kendisine yarar sağlama şuur ve iradesi ile kendi tasarruf alanına
soktuğu dikkate alındığında sanığın eyleminin ASCK’nın 131/1’inci
maddesinde yer verilen “askerî eşyayı çalmak” suçunu oluşturduğu
sonucuna oyçokluğu (10-3) ile varılmış ve askerî mahkemece eylemin bu
şekilde nitelendirmesinde isabetsizlik görülmemiştir. Nitekim,
Yargıtayda ağaç kesilip götürülen yerin orman içinde kalmadığının ve
hazineye ait olduğunun saptanması hâlinde eylemin hırsızlık suçuna
sebebiyet vereceğini kabul etmiştir.
Sanığın eyleminin “Askerî eşyayı çalmak” suçunu oluşturacağı
hususunun bu şekilde belirlenmesinin ardından, bu eylemin “Az vahim
hâl” kapsamında kalıp kalmadığı hususunda yapılan incelemede;
Askerî Mahkemece, sanığın kastının yoğunluğu (planlayarak suçu
işlemesi), astlarını suçuna iştirak ettirmeye çalışması ve ağaç gibi
gayrimenkul benzeri bir şeyi çalması şeklinde gerekçe gösterilmek
suretiyle sanığın eyleminin “az vahim hâl” kapsamında bulunmadığına
Karar verilmiş ise de;
Askerî Ceza Kanunu’nun 131’inci maddesinde düzenlenen suçlar
bakımından biri diğerine göre süre itibarıyla daha ağır cezayı öngören iki
ayrı durumun varlığı kabul edilmesine rağmen “Az vahim hâl” kavramı
tanımlanmadığı gibi bu kavramın kapsamı konusunda herhangi bir kritere
de yer verilmemiş, keza, Askerî Yargıtayın yerleşik kararlarında, “Az
vahim hâl”in, zaman ve mekana, eylemin işleniş tarzına ve amacına, suç
konusu para veya eşyanın ekonomik değerine, suçtan doğan neticenin
183
ağırlığına veya hafifliğine göre hâkim tarafından belirleneceği kabul
edilmiştir.
Bu açıklamalar doğrultusunda somut olay incelendiğinde; Sanığın
dava konusu palmiye ağaçlarını birlik bahçesinden sökerek kendi evinin
bahçesine götürmesinden önce, Levazım Şube Müdürlüğü emrinde
görevli sivil memurlar A.K. ile N.Ö.’ye 2 adet palmiye ağacını
bulundukları yerlerden sökmelerini söylemesini müteakip bu kişilerin,
herkesin gözü önünde bu ağaçları sökmeye çalışmaları, böylece suçun
sanık tarafından alenen işlenmeye çalışılması dikkate alındığında, suçun
Askerî Mahkemenin sanığın kastının yoğunluğuna gerekçe olarak kabul
ettiği şekilde planlanarak işlendiğinin kabulüne olanak bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, sanığın çaldığı ağaçlar askerî hizmet açısından
vazgeçilmez bir öneme sahip olmadıkları gibi, sanık ve tanık beyanlarına
göre sanığın, astları olan sivil memurlar A.K. ile N.Ö.’yi suça iştirak
ettirmek için özel bir çabasının olduğunu söylemek de mümkün
bulunmamaktadır.
Bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde, sanığın eyleminin “Az
vahim hâl” kapsamında kaldığı ve Askerî mahkemenin aksi yöndeki
kabul ve gerekçesinin hukuka ve dosya kapsamına uygun bulunmadığı
sonucuna varıldığından, sanık hakkında askerî eşyayı çalmak suçundan
dolayı tesis edilen mahkûmiyet hükmünün az vahim hâl hükmünün
uygulanmaması nedeniyle hukuka aykırı bulunduğundan bozulmasına
karar verilmiştir.
184
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 131
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/143
K. No. : 2008/135
T.
: 3.7.2008
ÖZET
Zimmet suçunun oluşması için, suça konu paranın
sanığa yaptığı hizmet nedeniyle tevdi veya emanet edilmiş
olması gerekli olup, söz konusu paranın hazineye yahut özel
kişilere ait olması, suçun unsurlarının oluşması bakımından
önem arz etmemektedir.
Sanığın, yaptığı destek hizmeti (görevi) nedeniyle teslim
aldığı parayı, bayrak töreninin iptal edilerek dağıtılmaması
üzerine, ilgililere iade etmeyip, amirlerine haber vermeksizin
üzerine alıp birlikten dışarı çıkarması, para kendisinden
istendiğinde, önce bir arkadaşına verdiğini getireceğini
söyleyip, ardından makul ve mantıklı bir izah tarzı
göstermeden ve çelişkili bir şekilde üzerinden düşürdüğünü
ileri sürerek, parayı temellük ettiğini ortaya koyması eylemi,
ASCK'nın 131/1’inci madde ve fıkrasında düzenlenen zimmet
suçunu oluşturmaktadır.
Daire ile Askerî Mahkeme arasında ortaya çıkan ve Daireler
Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sabit görülen eylemin,
hangi suçu oluşturduğunun belirlenmesine yönelik noksan soruşturma
bulunup bulunmadığına ilişkindir.
Daire; sanığın, nakdi ödül dağıtımı veya bayram parası adı altında
para dağıtımına destek olmak için Mutemetten daha önce de bu şekilde
para alıp almadığının, kurban bayramı nedeniyle erlere para
dağıtılmasının
nakdi
ödül
kapsamında
değerlendirilip,
değerlendirilmediğinin, erlere para dağıtılması sırasında bir liste tutulup,
alan erlerin imzalarının alınıp alınmadığının, dağıtılmayan para varsa
iadesinin nasıl olduğunun, tüm bu işlemler nedeniyle maliye şubesince
bir kayıt tutulup tutulmadığının, sanık ile tanıklar Svl.Me. E.K. ve Tğm.
H.K.’nın yeniden dinlenmesi ve söz konusu paraların dağıtılması ile ilgili
işlemlere ait belgelerin temini suretiyle, sanığın eyleminin hangi suçu
185
oluşturduğunun tayin edilmesi gerektiği gerekçesiyle, sanık hakkında
zimmet suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünü noksan soruşturma
yönünden bozarken,
Askerî mahkeme; kurban bayramı nedeniyle komutan tarafından
erlere dağıtılacak olan paranın dağıtım faaliyetinde sanığın görevli
olduğu, bu paranın hazineye ait olmasının ya da personelden
toplanmasının bir öneminin olmadığı, bayrak töreninin iptal edilmesi
nedeniyle dağıtılmayan parayı sanığın iade etmeyip sahiplenmesi
eyleminin zimmet suçunu oluşturduğu, bu konuda noksan soruşturma
bulunmadığı gerekçesiyle, Dairenin bozma kararına karşı direnmiştir.
ASCK'nın 131/1 madde ve fıkrasında zimmet suçu, “askerî bir
hizmet yaparken veya vazifeyi suiistimal ederek bir hizmet veya
vazifeden ötürü tevdi veya emanet edilmiş para veya kıymeti ne olursa
olsun bir eşyayı yahut kendisine tevdi veya emanet edilmiş olmasa bile
her türlü askerî erzak, eşya ve hayvanları ... zimmetine geçirenler ...
cezalandırılırlar.” şeklinde tanımlanıp yaptırıma bağlanmıştır.
Somut olayda sanığın, mutemetten teslim alıp iade etmediği
nesnenin para olduğu dikkate alınarak, bu husus ASCK’nın 131/1
maddesi hükmüyle birlikte değerlendirildiğinde, sanığa atılı zimmet
suçunun oluşması için bu paranın kendisine yaptığı hizmet nedeniyle
tevdi veya emanet edilmiş olması gerekli olup, söz konusu paranın
Hazineye yahut özel kişilere ait olması, suçun unsurlarının oluşması
bakımından önem arz etmemektedir. Nitekim Askerî Yargıtay Daireler
Kurulunun 26.2.2004/10-36 tarihli, Esas Karar sayılı kararında da bu
görüş kabul edilmiştir.
ASCK’nın 12’nci maddesinde, “Bu konunun tatbikatında (hizmet)
tabirinden maksat gerek malûm ve muayyen olan ve gerek bir amir
tarafından emredilen bir askerî vazifenin madun tarafından yapılması
hâlidir.” şeklinde hizmetin tarifi yapılmıştır.
Sanığın, somut olayda görevli olup olmadığına baktığımızda;
Birlik Komutanlığının 4.2.2005 tarihli cevabi yazısında, sanığın
personel idari hizmetlerini yürüttüğü, mali konularda yetkili ve işlemci
memur olmayıp, yaptığı işin gereği zaman zaman özellikle protokol ve
tören işlemlerinde ayni ve nakdi ödül dağıtım faaliyetlerine destek
personeli olarak da görev verildiğinin bildirildiği,
Sanığın aşamalardaki sorgu ve savunmalarında, olay günü bayrak
töreninde dağıtılacak olan paranın hazırlığını yapmak üzere mutemetten
isteyip aldığını, amirleri toplantıda olduğu için haber veremediğini beyan
ettiği,
186
Tanık Svl.Me. E.K.’nın (mutemedin), istinabe mahkemesindeki
yeminli ifadesinde doğruladığı Birlik ifadesinde, daha önce de sanığın,
erlere verilecek paraları kendisinden aldığını, olay günü paranın bayrak
töreninde dağıtılacak olması nedeniyle, elinde zarflarla gelen sanığa saat
13.45 civarında teslim ettiğini söylediği,
Olay günü bayrak töreninde dağıtılacak olan paranın, saat 13.45’e
kadar başka bir görevli tarafından mutemetten alınmadığı ve bu konuda
Mutemede bilgi verilmediği, erlere dağıtılacak olan paranın hazırlığının
sanık tarafından yapıldığı,
Hususları birlikte değerlendirildiğinde; sübutunda kuşku
bulunmayan maddi olayda sanığın, olay günü erlere dağıtılacak olan
parayı, yaptığı destek hizmeti nedeniyle teslim aldığı, Mutemedin de
sanığın yaptığı bu hizmet nedeniyle parayı ona teslim ettiği, bu konuda
dosyadaki delillerin yeterli olup noksan soruşturma bulunmadığı; bunun
dışında Dairece noksan soruşturma olarak görülen diğer hususların
araştırılması, suç vasfının tayini bakımından önemli bulunmadığı için
buna gerek olmadığı, keza tebliğnamede değinilen söz konusu paranın
kime ait olduğunun araştırılmasına da, Daireler Kurulunca sanığın bu
parayı görevi nedeniyle aldığının kabul edilmesi karşısında, paranın kime
ait olduğunun bir önemi kalmadığından buna da gerek bulunmadığı,
sonucuna varılmıştır.
Sanığın yaptığı destek hizmeti nedeniyle teslim aldığı parayı,
bayrak töreninin iptal edilerek dağıtılmaması üzerine, ilgililere iade
etmeyip, amirlerine haber vermeksizin üzerine alıp Birlikten dışarı
çıkarması, para kendisinden istendiğinde önce bir arkadaşına verdiğini
getireceğini söyleyip, ardından makul ve mantıklı bir izah tarzı
göstermeden ve çelişkili bir şekilde üzerinden düşürdüğünü ileri sürerek,
parayı temellük ettiğini ortaya koyması eylemi, ASCK'nın 131/1’inci
madde ve fıkrasında düzenlenen ve yukarıda tanımı yapılan zimmet
suçunu oluşturduğundan, sanığın temyiz sebeplerinin kabul edilebilir
nitelikte bulunmadığı, Askerî mahkemece direnilmek suretiyle tesis
edilen mahkûmiyet hükmünde, hüküm tarihi itibariyle usul, sübut, vasıf,
takdir ve uygulama yönlerinden bir hukuka aykırılığın bulunmadığı,
Ancak, sanık hakkında mahkûmiyet kararı verilen zimmet suçunun
niteliği, suç tarihi, tayin edilen cezanın türü ve miktarı dikkate
alındığında, 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe gören 5728 sayılı Kanun’un
562’nci maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK’nın 231/5-14 madde ve
fıkralarında düzenlenen HAGB kurumundan sanığın yararlanıp
yararlanamayacağının Mahkemesince takdir ve değerlendirilmesi için,
187
sanığın temyiz istemine atfen ve resen mahkûmiyet hükmünün
bozulmasına karar verilmiştir.
188
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 132
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E. No. : 2008/1791
K. No. : 2008/1878
T.
: 8.10.2008
ÖZET
Somut olayda, mağdurlar askerî lise öğrencisi olup,
henüz askerlik yükümlülüğü altına girmemiş olduklarından,
üstü, astı veya aynı rütbede olmayan birinin bir şeyini çalan
askerî şahsın eyleminin sübutu hâlinde TCK'da düzenlenen
hırsızlık suçunu oluşturduğunun kabulü gerekirken, sanığın
eylemlerini arkadaşının bir şeyini çalmak olarak vasıflandıran
askerî mahkeme hükmünde isabet görülmemiştir.
Dosyada yer alan terhis belgesine göre, sanığın,
“zincirleme arkadaşının eşyasını çalmaya teşebbüs” suçunu
işlediğinden bahisle açılan kamu davasının soruşturması
devam ederken, 24.5.2007 tarihinde terhis edilerek Türk
Silahlı Kuvvetleri ile ilişiğinin kesildiği anlaşılmaktadır. Bu
durumda, atılı “hırsızlık” suçunun TCK’da düzenlenmiş bir
suç olması ve askerî bir suça da bağlı bulunmaması sebebiyle,
askerî mahkemenin görevinin sona ereceği ve atılı suçtan
yargılama yapma görevinin adliye mahkemelerine ait
olacağında kuşku bulunmadığından, mahkûmiyet hükmünün
görev yönünden bozulmasına karar verilmiştir.
Askerî mahkemece; sanığın, 13.5.2007 tarihinde zincirleme
arkadaşının bir şeyini çalmak suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın
132, TCK’nın 35/2, 43/1, 62, 50 ve 52’nci maddeleri uyarınca bin sekiz
yüz altmış (1860) YTL adlî para cezası ile cezalandırılmasına, bu adlî
para cezasının sanıktan 20 eşit aylık taksit hâlinde tahsiline, taksitlerden
birisinin zamanında ödenmemesi hâlinde geri kalan kısmın tamamının
tahsil edilmesine ve ödenmeyen adlî para cezasının hapse çevrilmesine
karar verilmiş, hüküm sanık tarafından; sabıkasının olmadığı, yanlış
anlaşılma sonucu bu olayın meydana geldiği, kimsenin bir eşyasını
çalmadığı ileri sürülerek temyiz edilmiştir.
189
Yapılan incelemede;
Heybeliada Deniz Lisesi Öğrenci Amirliği Hizmet Bölük
Komutanlığı emrinde görevli olarak askerlik hizmetini yerine getiren
sanığın, askerî lise öğrencilerinden olan mağdur M.B.Y.’nin MP4’ünü,
mağdur R.U.’nun MP3’ünü gizlice aldığının kabulü ile yazılı olduğu
şekilde mahkûmiyeti cihetine gidilmiş ise de;
Askerî Ceza Kanunu’nun 132’nci maddesinin 4551 sayılı
Kanunla yapılan değişiklikten önceki metninde, “Bir mafevkin, bir
arkadaşının, bir madunun veya misafir verildiği bir hane sahibinin veya
mensuplarından birinin bir şeyini çalan” dan bahsedilmekte ve buna göre,
Askerî Yargıtay yerleşik içtihatlarında da; arkadaş tabiri, “Aynı birlik
dâhilinde veya aynı mahâl ve aynı çatı altında bulunan ve aralarında
askerlik camiasının icap ettirdiği karşılıklı emniyet ve itimada müstenit
münasebetler bulunan aynı hukuki statüye tâbi askerî şahıslar” şeklinde
kabul edilmekte iken, ASCK’nın 132’nci maddesini “Bir üstünün,
arkadaşının veya astının bir şeyini çalan asker kişiler...” şeklinde
değiştiren 4551 sayılı Kanun’un 28’inci maddesi TBMM’de
görüşülürken, madde metninde geçen “arkadaş” tabirinden, aynı rütbenin
(hem rütbe) kastedildiği, bunun ileride uygulamada, yorumda faydasının
görüleceği belirtilmiş olduğundan (TBMM Genel Kurul Görüşme
Tutanakları), ASCK’nın 132’nci maddesinde düzenlenen suçun oluşması
için failin, üstünün, astının veya aynı rütbedeki birinin bir şeyini çalması
gerektiği, aksi hâlde eyleminin arkadaşının eşyasını çalmak suçunu
oluşturmayıp, TCK’da düzenlenen hırsızlık suçunu oluşturacağı kabul
edilmelidir.
Askerî Ceza Kanunu’nun 3’üncü maddesinde askerî şahıslar
arasında öğrenciler de sayılmış, TSK İç Hizmet Kanunu’nun 113/a
maddesinde ise, liselerden yukarı okullarda okuyan askerî öğrencilerin
Askerî Ceza Kanunu ve Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama
Usulü Kanunu bakımından askerlik mükellefiyeti altına girmiş
sayılacakları öngörülmüştür.
Somut olayda, mağdurlar askerî lise öğrencisi olup, henüz
askerlik yükümlülüğü altına girmemiş olduklarından, üstü, astı veya aynı
rütbede olmayan birinin bir şeyini çalan askerî şahsın eyleminin sübutu
hâlinde TCK’da düzenlenen hırsızlık suçunu oluşturduğunun kabulü
gerekirken sanığın eylemlerini arkadaşının bir şeyini çalmak olarak
vasıflandıran askerî mahkeme hükmünde isabet görülmemiştir.
(Dairemizin 10.6.2008 gün ve 2008/1290-1281 sayılı ilamı da aynı
yöndedir.)
190
Diğer yandan; yargılamayı yapan mahkemenin görevli olup
olmadığı hususu kamu düzeniyle ilgili olup, yargılamanın her aşamasında
gözetilmelidir.
353 Sayılı Kanun’un 9’uncu maddesi, “Askerî mahkemeler
kanunlarda aksi yazılı olmadıkça, asker kişilerin askerî olan suçları ile,
bunların asker kişiler aleyhine veya askerî mahâllerde yahut askerlik
hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara
bakmakla görevlidirler” hükmünü içermektedir, aynı Kanun’un 17’nci
maddesi ise, “Askerî mahkemelerde yargılamayı gerektiren ilginin
kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma
görevini değiştirmez. Ancak suçun; askerî bir suç olmaması, askerî bir
suça bağlı bulunmaması hâlinde askerî mahkemenin görevi sona erer”
şeklindedir.
Dosyada yer alan terhis belgesine göre, sanığın, “zincirleme
arkadaşının eşyasını çalmaya teşebbüs” suçunu işlediğinden bahisle
açılan kamu davasının soruşturması devam ederken, 24.5.2007 tarihinde
terhis edilerek Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiğinin kesildiği
anlaşılmaktadır. Bu durumda, atılı “hırsızlık” suçunun TCK’da
düzenlenmiş bir suç olması ve askerî bir suça da bağlı bulunmaması
sebebiyle, askerî mahkemenin görevinin sona ereceği ve atılı suçtan
yargılama yapma görevinin adliye mahkemelerine ait olacağında kuşku
bulunmadığından, mahkûmiyet hükmünün görev yönünden bozulmasına
karar verilmiştir.
191
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 136, 144
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/2238
K. No. : 2008/2243
T.
: 23.7.2008
ÖZET
ASCK’nın 136/1-B,C maddesinde tanımlanan suçun oluşumu
için, nöbet yerinin terk edilmesi veya başka suretle nöbet talimatına
aykırı harekette bulunulması ve buna bağlı olarak bir zarar doğması
gerekmektedir. ASCK’nın 136’ncı ve 477 sayılı Kanun’un 56’ncı
maddelerinde sözü edilen nöbet hizmeti, İç Hizmet Kanunu’nun 76
ve 77’nci maddeleri esasına göre düzenlenen ve TSK İç Hizmet
Yönetmeliği’nin 636’ncı maddesine göre süresi 4 saati geçmeyen bir
görev biçimidir. Somut olayda, sanığın yirmi dört saat Esasına göre
tutulan Poyraz B Kapı Nöbetçi Çavuşluk görevi ile görevlendirilmesi
söz konusu olduğundan, durumunun ‘nöbet’ ve ‘nöbetçi’
tanımlarına uymadığı ve dolayısıyla eyleminin ASCK’nın 136’ncı
maddesi kapsamında değerlendirilemeyeceği anlaşılmakla, sanığın
bu görevi sırasında görev yerini terk etmesi ve görevi sırasında %
200 promil ölçüsünde alkollü çıkması hâllerinin görev kapsamında
irdelenmesi ve görev gereklerini yapmakta ihmalinin ya da görevini
kötüye kullanma hâlinin söz konusu olup olmadığının
değerlendirilmesi ve suç vasfının buna göre belirlenmesi gerekir.
Sanığın zarar doğuracak şekilde nöbet talimatına aykırı hareket
etmek suçunu işlediği sabit görülerek eylemine uyan ASCK’nın 136/1B,C, TCK’nın 59/2 ve 647 sayılı Kanun’un 6’ncı maddeleri uyarınca 5
gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve bu cezanın ertelenmesine
ilişkin 4.2.2003 tarih ve 2003/48-20 sayılı mahkûmiyet hükmünün, Adlî
Müşavir tarafından sanık aleyhine temyiz edilmesi üzerine, Askerî
Yargıtay 1’inci Dairesinin 20.9.2006 tarih ve 2006/1231-1229 sayılı
ilamıyla “Mahkemece suç vasfı konusunda bir irdeleme yapılmadığı,
somut olayda sürekli bir görevlendirilmesi söz konusu olan sanığın
durumunun ‘nöbet’ ve ‘nöbetçi’ tanımlarına uyup uymadığı ve
dolayısıyla eyleminin ASCK’nın 136’ncı maddesi kapsamında
192
değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ya da görev gereklerine aykırı bir
durumun olup olmadığı yönünden tartışılmadığı, yüklenen ve sübutu
kabul edilen suçun unsurlarının nelerden ibaret olduğundan hiç söz
edilmediği, özellikle maddi unsura dahil ‘mazarrat’ öğesinin gerçekleşip
gerçekleşmediği hususunda bir değerlendirme yapılmadığı” belirtilerek
mahkûmiyet hükmünün gerekçesizlik yönünden bozulmasına karar
verildiği;
Bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda, Askerî
Mahkemece, sanığın, 5.11.2001 tarihinde zarar doğuracak şekilde nöbet
talimatına aykırı hareket etmek suçunu işlediği sabit görülerek eylemine
uyan ASCK’nın 136/1-B,C, TCK’nın 59/2 ve 647 sayılı Kanun’un 6’ncı
maddeleri uyarınca 5 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve bu
cezanın ertelenmesine karar verildiği,
Bu hükmün adlî müşavir tarafından “birlik dahilinde içki içmek
eyleminden dolayı emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği kabul edilen
diğer sanık Dz.Er C.Y. hakkında tesis olunan 25 gün hapis cezası yasa
gereği ertelenmezken, sanık Dz.Er B.O.A.’nın B kapı nöbetçi çavuşu
iken nöbet yerini terk edip içki içmek eyleminden dolayı ASCK’nın
136’ncı maddesi uyarınca tesis olunan 5 gün hapis cezasının yasanın
olanak tanıması sonucu ertelenmesi suretiyle adaletsiz bir durum
yaratıldığını, bu tür durumlarda adaleti yerine getirmek için hâkimin
takdir hakkını kullanması ve sanık B.O.A. yönünden temel cezanın alt
sınırdan uzaklaşılarak tayini ve erteleme konusunda takdirini kullanırken
bu hususu göz önünde bulundurması gerektiğini” belirttiği bir dilekçeyle
sanık Dz.Er B.O.A. yönünden aleyhe temyiz edildiği,
Tebliğnamede, sanığın durumunun nöbetçi kavramına uymadığı
ve dolayısıyla eyleminin ASCK’nın 136’ncı maddesine uymadığı,
eylemin birliğe alkollü içki sokulmayacağına ve içilmeyeceğine ilişkin
emre uyulmamak suretiyle emre itaatsizlikte ısrar olarak vasıflandırılması
gerektiği belirtilerek suç vasfı hatası nedeniyle hükmün bozulması
yönünde görüş bildirildiği; tebliğnameye ve aleyhe temyiz layihasına
sanık tarafından yazılı cevap verilmediği, anlaşılmaktadır.
Yapılan incelemede; sanığın Gölcük Liman Emniyet K.lığı
emrinde askerlik hizmetini yaparken 5.11.2001 günü yirmi dört saat
esasına göre tutulan Poyraz B Kapı Nöbetçi Çavuşluk görevi ile
görevlendirildiği, saat 09.00’da görevi devraldığı, saat 18.00’den sonra
daha önce gizlice kışlaya soktuğu bir şişe votkayı nöbet tuttuğu nizamiye
odasından zaman zaman uzaklaşıp arıtma tesisi arkasına giderek içtiği ve
bitirdiği, kendisi gibi kışlada içki içmiş olup yanına gelen Dz.Er C.Y.
(hakkındaki içki içmek eyleminden dolayı tesis olunan mahkûmiyet
193
hükmü temyiz edilmeyerek kesinleşen) ile birlikte nizamiyede sohbet
ettikleri, 6.11.2001 günü saat 03.00 sıralarında Dz.Er C.Y. ile birlikte
yakındaki Astsubay Orduevi koğuşuna çıkan sanığın koğuş nöbetçisi Er
E.S.’den Er A.Ö.yi uyandırmasını istedikleri, nöbetçinin karşı durması
üzerine iddiaya göre Er C.’nin nöbetçiye müessir fiilde bulunarak 5 gün
iş ve güçten kalacak şekilde yaraladığı ve sanığın olay yerinden kaçıp
görev yerine döndüğü, nöbetçinin şikayeti üzerine sanık ile Er C.’nin
tespit edilip yakalanmaları sırasında alkollü olduklarının anlaşıldığı,
hemen sevk edildikleri sağlık merkezinde yapılan tespitte her ikisinin de
% 200 promil ölçüsünde alkollü olduklarının belirlendiği, maddi vakıa
olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Mahkemece, sanığın sübut bulan eyleminden dolayı, sanığın
tuttuğu B kapı uzman çavuşluk görevinin nöbet mahiyetinde olduğu,
sanığın nöbet yerini bir süre boş bıraktığı ve bunun sonucu nöbet
hizmetinin aksamasına ve manevi zararın doğmasına neden olduğu,
sanığın bu suretle zarar doğuracak şekilde nöbet talimatına aykırı hareket
etmek suçunu işlediği kabul edilerek yazılı olduğu şekilde mahkûmiyet
hükmü tesis edilmiş ise de,
ASCK’nın 136/1-B,C maddesinde tanımlanan suçun oluşumu
için, nöbet yerinin terk edilmesi veya başka suretle nöbet talimatına
aykırı harekette bulunulması ve buna bağlı olarak bir zarar doğması
gerekmektedir. Diğer taraftan, ASCK’nın 136’ncı ve 477 sayılı
Kanun’un 56’ncı maddelerinde sözü edilen nöbet hizmeti, İç Hizmet
Kanunu’nun 76 ve 77’nci maddeleri esasına göre düzenlenen ve TSK İç
Hizmet Yönetmeliği’nin 636’ncı maddesine göre süresi 4 saati
geçemeyen bir görev biçimidir. Sanığın somut olayda yirmi dört saat
süren sürekli bir görevlendirilmesi söz konusu olduğundan, durumunun
‘nöbet’ ve ‘nöbetçi’ tanımlarına uymadığı ve dolayısıyla eyleminin
ASCK’nın 136’ncı maddesi kapsamında değerlendirilemeyeceği
anlaşılmakta, Mahkemenin bu yöndeki değerlendirilmesinde isabet
bulunmadığından hükmün suç vasfındaki hata nedeniyle bozulması
gerekmektedir. Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 26.03.1998 tarih ve
1998/52-48; 11.11.1999 tarih ve 1999/157-196 sayılı kararlarında da
sürekli bir görevlendirme tarzındaki hizmetlerin ASCK’nın 15/1’inci
maddesi anlamında bir nöbet hizmeti olarak kabul edilemeyeceği açıkça
belirtilmiştir.
Öte yandan, tebliğnamede sanığın eyleminin kışlaya içki sokmayı
ya da içmeyi yasaklayan hizmete ilişkin emre uymamak suretiyle emre
itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturacağı ileri sürülmüş ise de, iddianamede
sanığa diğer sanık Dz.Er C.Y.ya yapılanın aksine ‘emirlere aykırı hareket
194
ederek kışlaya alkollü içki sokmak ya da içmek’ isnadı yüklenmemiş
olup, diğer bir deyişle emre itaatsizlikte ısrar suçuna konu olabilecek bir
eylem tanımlanmamıştır. Kaldı ki, kışlaya içki sokmak ve içmenin yasak
olduğuna dair emrin daha önce sanığa tebliğ edilmemiş olduğu ve suç
tarihinden sonra 19.11.2001 tarihinde tebliğ edildiği, soruşturmada tespit
edilmiş olup, bu hâliyle sanık yönünden somutlaştırılmış, malum ve
muayyen bir hizmet emri de söz konusu değildir. Bu nedenle sanık
hakkındaki iddianamede “olay tarihinde B kapı nöbetçi çavuşu olan sanık
Dz.Er.B.O.A.nın nöbet mahâllini terk etmek ve nöbette içki içmek”
şeklinde tanımlanan eylemin emre itaatsizlikte ısrar suçu kapsamında ele
alınmasına da olanak bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, sanığın durumunun, kendisine birlik
komutanınca verilen ve talimatı Dz.4’de bulunan yirmi dört saat süreli
Poyraz B Kapı Nöbetçi Çavuşluğu görevi sırasında görev yerini terk
etmesi ve görevi sırasında % 200 promil ölçüsünde alkollü çıkması
hâllerinin görev kapsamında irdelenmesi ve görev gereklerini yapmakta
ihmalinin yada görevini kötüye kullanma hâlinin söz konusu olup
olmadığının değerlendirilmesi ve suç vasfının buna göre belirlenmesi
gerektiğinden, hatalı suç vasfı ile sonuç karar tesisi kanuna aykırı
görüldüğünden mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar verilmiştir
195
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 137
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/61
K. No. : 2008/60
T.
: 3.4.2008
ÖZET
Hizmette tekâsül dolayısıyla askerî aracın mühimce
hasarına sebep olmak suçunun oluşumu için gereken
koşullardan biri olan “Hasarın mühimce” olması ile kastedilen
husus, askerî vasıta ve malzemenin tahsis gayesinden
ayrılmasını zarurî kılan veya eski hâline (Faal hâle) gelmesi
için belirli bir zaman, masraf ve emek sarfına gereksinim
gösteren bir hasarın oluşmasıdır. Hasarın mühimce olup
olmadığı bilirkişi raporuna göre tespit edilebileceği gibi,
mahkemece doğrudan doğruya da tespit ve tayin olunabilir.
Sanığın, tam kusurlu olarak sebebiyet verdiği kaza
sonucunda, kullanmakta olduğu askerî araçta, sağ ön
çamurluk, sağ ön sinyal, sağ ön far, sağ ön tampon plastiği,
panjur plâstiği kısımlarının hasar gördüğü anlaşılmış olup,
aracın bu hâli ile hareket etmesi mümkün olmakla birlikte,
tahsis amacına yönelik bir göreve ve dolayısıyla trafiğe
çıkmasının uygun olmaması, aracın onarılması ve hasara
uğrayan malzemenin yenilenmesi süresince tahsis amacından
uzak kalmış olması ve tamiri için zaman, masraf ve emek
harcanmış olması hususları birlikte değerlendirildiğinde,
askerî araçta oluşan hasarın, Askerî Yargıtayın yerleşik
kararları doğrultusunda mühimce olduğunu kabul etmek
gerekir.
Daire ile askerî mahkeme arasında ortaya çıkan ve Daireler
Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; 29.8.2006 tarihinde
sanığın sevk ve idaresinde iken hasarına sebebiyet verdiği 500211 plâkalı
araçta oluşan hasarın mühimce olup olmadığının belirlenmesine
ilişkindir.
196
Daire; Olaydan hemen sonra, araç karargâha gelir gelmez Oto
Ulş. Bl. Astsubayı tarafından düzenlenen “Araç Durum Raporu”ndan;
araçtaki hasarın, aracın yürüyen aksamına engel teşkil etmediği, hatta
aracın kaza yerinden karargâha bir yardım almadan ve çalışır vaziyette
getirildiği, böylece, araçta meydana gelen hasarın Kanun’un aradığı
anlamda mühimce olmadığı şeklindeki kabul ve gerekçe ile mahkûmiyet
hükmünü sübut yönünden bozmuş iken;
Askerî mahkeme; soruşturma evresinde trafik bilirkişisi olarak
dinlenen Başkomiser H.C.’nin; araçta oluşan hasarın mühimce
olmadığını beyan etmesine rağmen, kovuşturma evresinde, önceki
görüşünden farklı olarak hasarın mühimce olduğuna ilişkin olarak
yapmış olduğu değerlendirmenin akla, mantığa ve bilime uygun olduğu
gerekçesiyle müsnet suçun tüm unsurları itibariyle oluştuğunu kabul
ederek sanık hakkında hizmette tekâsül dolayısıyla askerî aracın
mühimce hasarına sebep olmak suçundan kurulan önceki mahkûmiyet
hükmünde direnilmesine karar vermiştir.
Dosyadaki delillere göre; sanık Çvş. Ö.Ç.’nin Deniz Kuvvetleri
Komutanlığı Karargâh Destek Kıta K.lığı Oto Ulaştırma Tb.K.lığı
emrinde görevli iken, 500211 plâka numaralı askerî aracın 29.8.2006
tarihinde sağlam olarak kendisine teslim edildiği, 20.9.2006 tarihinde,
akşam saatlerinde Alman Konsolosluğunda düzenlenecek resepsiyona
komutanların katılacak olması nedeniyle, sanığın yolu öğrenmek
amacıyla 500211 plâka numaralı askerî araç ile yanında İs.Kad.Bçvş. İ.K.
olduğu hâlde saat 13.30 sıralarında yola çıktığı ve Atatürk Bulvarı
üzerinde seyrettiği esnada iş makinelerinin yola beton bloklar koyduğunu
geç fark ettiği ve kullandığı aracın bu beton bloklara çarpması
sonucunda, dava dosyasındaki hasar tespit tutanağına göre, aracın sağ ön
çamurluk, sağ ön sinyal, sağ ön far, sağ ön tampon, sağ ön tampon
plâstiği, panjur plâstiği kısımlarının hasar gördüğü ve bu hasar nedeniyle
388,51 YTL tutarında hazine zararının meydana geldiği, sanığın, aracın
hızını yol durumuna göre ayarlamaması ile yoldan veya üçüncü kişiden
kaynaklanan
bir
kusurun
bulunmaması
hususları
birlikte
değerlendirildiğinde tam kusurlu olduğu maddî bir vakıa olarak sübuta
ermekte olup, esasen bu konuda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Uyuşmazlığın konusu, askerî araçta oluşan hasarın mühimce olup
olmadığının belirlenmesine ilişkindir. Hasarın mühimce olup olmadığının
irdelenmesine geçilmeden önce, kurulumuzca, dosya içeriğinde bu
konuda araştırmayı gerektirir ve noksan soruşturma teşkil eden herhangi
bir husus olup olmadığı konusu öncelikli mesele olarak ele alınmış olup,
197
konu ile ilgili olarak yapılan tartışma ve değerlendirmeler sonucunda,
dosya içeriğinde herhangi bir noksanlık bulunmadığı sonucuna
varılmıştır.
Askerî Yargıtayın yerleşik kararlarına göre, hizmette tekâsül
dolayısıyla askerî aracın mühimce hasarına sebep olmak suçunun
oluşumu için gereken koşullardan biri olan “Hasarın mühimce” olması ile
kastedilen husus, askerî vasıta ve malzemenin, tahsis gayesinden
ayrılmasını zarurî kılan veya eski hâline (Faal hâle) gelmesi için belirli
bir zaman, masraf ve emek sarfına gereksinim gösteren bir hasarın
oluşmasıdır. Hasarın mühimce olup olmadığı, bilirkişi raporuna göre
tespit edilebileceği gibi, mahkemece doğrudan doğruya da tespit ve tayin
olunabilir. Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 6.3.1964, 1964/18-31;
Askerî Yargıtay 3’üncü Dairesinin 22.1.1969, 1969/49-46; 24.12.2002,
2002/1304-1301; 19.6.2007, 2007/1521-1513 sayılı kararları da bu
yöndedir.
Dava konusu somut olayda da; sanığın, tam kusurlu olarak
sebebiyet verdiği kaza sonucunda, kullanmakta olduğu 500211 plâkalı
askerî araçta, sağ ön çamurluk, sağ ön sinyal, sağ ön far, sağ ön tampon
plâstiği, panjur plâstiği kısımlarının hasar gördüğü anlaşılmış olup, aracın
bu hâli ile hareket etmesi mümkün olmakla birlikte, tahsis amacına
yönelik bir göreve ve dolayısıyla trafiğe çıkmasının uygun olmaması,
aracın onarılması ve hasara uğrayan malzemenin yenilenmesi süresince
tahsis amacından uzak kalmış olması ve tamiri için zaman, masraf ve
emek harcanmış olması hususları birlikte değerlendirildiğinde, askerî
araçta oluşan hasarın, Askerî Yargıtayın yerleşik kararları doğrultusunda
mühimce olduğu, bu itibarla, Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin, hasarın
mühimce olmaması nedeniyle hükmün esastan bozulmasına ilişkin
18.7.2007 tarihli ve 2007/1603-1596 sayılı ilamının yerinde olmadığı ve
dolayısıyla askerî mahkemenin atılı suçun oluştuğuna ilişkin kabulünün
isabetli olduğu sonucuna varılmıştır.
Sürdürülen inceleme sonucunda, sanık hakkında hizmette
tekâsülle harp malzemesini mühimce hasara uğratmak suçundan dolayı
direnilmek suretiyle kurulan mâhkumiyet hükmünde usul, sübut, vasıf,
takdir ve uygulama yönlerinden bir isabetsizlik bulunmamış ise de;
8.2.2008 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren
5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesiyle, 5271 sayılı CMK’nın 231’inci
maddesinin 5 ve 14’üncü fıkralarında değişiklik yapılarak uygulama
alanı genişletilen “Hükmün açıklanmasının geri bırakılması” konusunun,
bu maddede öngörülen koşullara göre mahkemesince teemmülü
bakımından hükmün bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.
198
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 137
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/82
K. No. : 2008/74
T.
: 24.4.2008
ÖZET
Askerî Yargıtayın istikrar kazanmış kararlarında; fikri
içtimaya konu olabilecek, tehlikeli vasıta kullanmak, taksirle
yaralama ve hizmette tekasülle harp malzemesinin hasarına
sebebiyet vermek suçlarının birlikte gerçekleşmesi hâlinde
daha önce Cumhuriyet başsavcılığınca soruşturma yapılıp ön
ödemeye bağlı olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı
verilmiş ise, bu sanığın hizmette tekasülle harp malzemesinin
hasarına sebebiyet vermek suçundan yargılanmasına engel
teşkil edeceğinden, kamu davasının reddine karar verilmesi
gerekecek,
ancak
Cumhuriyet
başsavcılığınca
verilen
kovuşturmaya yer olmadığı kararı ön ödemeye bağlı
kılınmamışsa, bu taktirde ortada kesin hükmün sonuçlarını
doğuracak teknik anlamda bir karar mevcut olmadığından,
askerî mahkemece hizmette tekasülle harp malzemesinin
hasarına sebebiyet vermek suçundan açılan kamu davasına
devam olunarak esasa ilişkin hüküm kurulabilecektir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında taksirle yaralamaya
neden olmak suçundan dolayı Cumhuriyet savcılığınca verilen
kovuşturmaya yer olmadığı kararının; sanığın aynı olayda işlediği iddia
olunan, hizmette tekasül sonucu askerî aracın mühimce hasarına
sebebiyet vermek suçundan dava açılmasına engel olup olmadığına
ilişkindir.
Daire; sanığın tek bir fiilinden doğan ihlallerinden biri hakkında
verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararının, bu eylemle doğrudan
irtibatlı durumdaki hizmette tekasül sonucu askerî aracın hasarına
sebebiyet vermek suçu açısından da olumsuz bir dava (muhakeme) şartı
niteliğinde olduğunu, dolayısıyla Cumhuriyet Başsavcılığınca tehlikeli
199
şekilde vasıta kullanmak sonucu meydana gelen “taksirle yaralamaya
sebebiyet vermek” suçundan dolayı tesis edilen kovuşturmaya yer
olmadığı kararının, ASCK’nın 137’nci maddesinde belirtilen suçtan
yargılama yapılmasına engel teşkil edeceğinden, sanık hakkında bu
suçtan açılan kamu davasının reddine karar verilmesi gerektiğini kabul
ederek sanık hakkındaki mahkûmiyet hükmünü esas yönünden bozarken;
Başsavcılık; sanık hakkında, daha önce Cumhuriyet Başsavcılığınca
verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararı, ön ödemeye bağlı kılınmadığı
için ortada kesin hükmün sonuçlarını doğuracak anlamda bir hükmün
mevcut olmadığını, bu nedenle sanık hakkında ayrıca hizmette tekasül
sonucu askerî aracın mühimce hasarına sebebiyet vermek suçundan da
dava açılabileceğini ileri sürerek itiraz etmiştir.
Dosya kapsamına göre; maddi vakıanın iddia edildiği şekilde
sübuta erdiği anlaşılmakta olduğu gibi, somut olayda, tek bir fiil ile
doğmasına sebebiyet verilen ihlallerden tehlikeli şekilde vasıta kullanma
eyleminden dolayı meydana gelen “taksirle yaralamaya sebebiyet
vermek” suçundan hem sanık, hem diğer araç sürücüsü hakkında
Sivrihisar Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlık soruşturmasına
başlanıldığı ve atılı fiilin şikayete bağlı olması ve tarafların karşılıklı
olarak şikayetçi olmamaları üzerine, Sivrihisar Cumhuriyet
Başsavcılığının 7.9.2005 gün ve 2005/632-425 Esas-Karar sayılı kararı
ile her iki şüpheli hakkında “kamu adına kovuşturma yapmaya yer
olmadığına” karar verildiği ve Sivrihisar Cumhuriyet Başsavcılığının söz
konusu kovuşturmaya yer olmadığı Kararında askerî aracın mühimce
hasara uğramasından bahsedilmediği, bu hususun soruşturmaya ve karara
konu edilmediği, aynı olay sırasında sanığın işlediği iddia olunan
hizmette tekasül sonucu askerî vasıtanın hasarına sebebiyet vermek
suçundan dolayı da 1’nci Hv.Kuv.K.lığı Askerî Savcılığınca Askerî
Mahkemede kamu davası açıldığı ve sanığın bu suçundan dolayı
eylemine uyan ASCK’nın 137’nci maddesi gereğince mahkûmiyetine
karar verildiği görülmüştür.
Sanık hakkında Cumhuriyet savcılığınca verilen kovuşturmaya
yer olmadığı kararının, sanığın Askerî mahkemede yargılandığı askerî
aracın mühimce hasarına sebebiyet vermek suçu yönünden kesin hüküm
niteliğinde olup olmadığı konusunun incelenmesine gelindiğinde;
5237 sayılı TCK’nın 75’inci maddesinde, ön ödemeye konu bir
eylemle ilgili olarak soruşturma giderleri ile birlikte Cumhuriyet
başsavcılığınca yapılacak tebliğ üzerine belirlenen miktarın 10 gün
içerisinde sanık tarafından ödenmesi hâlinde kamu davası açılmayacağı
hususu düzenlenmiştir. Bu yasal düzenlemedeki engel dışında
200
Cumhuriyet başsavcılığınca ön ödemeye bağlı olmaksızın verilen
kovuşturmaya yer olmadığı kararları kesin hüküm niteliği
taşımamaktadır.
Askerî Yargıtay Başsavcılığının itiraz tebliğnamesinde etraflıca
belirtildiği gibi Askerî Yargıtayın istikrar kazanmış kararlarında da; fikri
içtimaya konu olabilecek, tehlikeli vasıta kullanmak, taksirle yaralama ve
hizmette tekasülle harp malzemesinin hasarına sebebiyet vermek
suçlarının birlikte gerçekleşmesi hâlinde, daha önce cumhuriyet
başsavcılığınca soruşturma yapılıp ön ödemeye bağlı olarak
kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiş ise, bu sanığın hizmette
tekasülle harp malzemesinin hasarına sebebiyet vermek suçundan
yargılanmasına engel teşkil edeceğinden, kamu davasının reddine karar
verilmesi gerekecek, ancak Cumhuriyet başsavcılığınca verilen
kovuşturmaya yer olmadığı kararı ön ödemeye bağlı kılınmamışsa, bu
taktirde ortada kesin hükmün sonuçlarını doğuracak teknik anlamda bir
karar mevcut olmadığından, askerî mahkemece hizmette tekasülle harp
malzemesinin hasarına sebebiyet vermek suçundan açılan kamu davasına
devam olunarak esasa ilişkin hüküm kurulabilecektir.
Somut olayda da, Sivrihisar Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen
kovuşturmaya yer olmadığı kararı ön ödemeye bağlı olarak verilmediği
gibi, bu kararın esasını da; askerî araç sürücüsü sanık M.A.Ç. ile sivil
araç sürücüsü F.A.’nın kullandığı araçlarla trafik kazası yapmaları
sonucu sanık M.A.Ç.’nin yaralanması, ancak tarafların birbirlerinden
şikayetçi
olmamaları
nedeniyle
verilmiş
takipsizlik
kararı
oluşturmaktadır.
Bu itibarla, askerî mahkemece, hizmette tekasülle harp
malzemesinin hasarına sebebiyet vermek suçundan açılan kamu davasına
devam olunarak esasa ilişkin hüküm kurulmasında hukuka aykırılık
bulunmadığı sonucuna varıldığından, Başsavcılığın aynı doğrultudaki
itirazının kabulüne karar verilmiştir.
201
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 137
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E. No. : 2008/2131
K. No. : 2008/2158
T.
: 24.9.2008
ÖZET
Meydana gelen hazine zararının belirlenebilmesi amacı
ile ilgili kademe tarafından hazırlanan kuruşlandırılmış hasar
tespit raporunda; aracın gerekli onarımının yapılıp bitmesini
müteakip
işçilik
ve
malzeme
giderlerinin
toplamı
hesaplandıktan, bu miktardan değişen parçaların hurda bedeli
ile miatlı olanların amortisman bedelleri düşüldükten sonraki
ödetmeye esas nihaî miktarın belirlenmesi gerekirken, değişen
parçalar ile ilgili olarak miatlı-miatsız ayrımına gidilmeyerek
hiçbir malzemenin amortisman bedelinin hazine zararından
düşümü yapılmadan, ayrıca trafik kazası tespit tutanağında
aracın sigortalı olduğunu belirten ibarelerin bulunması
sebebiyle, araçta meydana gelen hazine zararının sigorta
şirketi tarafından karşılanıp karşılanmadığı, karşılanmış ise
bunun
hazineye
ek bir külfet
getirip
getirmediği
araştırılmadan, hazine zararının sanıktan tahsiline karar
verilmesi yasaya aykırıdır.
Öte yandan, Borçlar Kanunu’nun 44/2’nci maddesi
gereğince sanığın sebebiyet verdiği hazine zararında indirime
gidilebilmesi için, zararın kasten veya ağır bir savsama ile
yapılmamış olması ve tazminin de borçluyu yokluk ve sıkıntı
gibi bir durum içine sokacağının belirlenmesi gerekmektedir.
Askerî mahkemece; sanığın, 2.11.2006 tarihinde hizmette
tekasülle harp malzemesinin mühimce hasarına sebebiyet vermek suçunu
işlediği kabul edilerek ASCK’nın 137, 5237 sayılı TCK’nın 62, 50/1-A
ve 52/2’nci maddeleri uyarınca neticeten 500 YTL adlî para cezası ile
mahkûmiyetine, belirlenen 5.000 YTL hazine zararının tahsiline, 492
sayılı Harçlar Kanunu gereğince 27 YTL nispî harcın alınmasına dair
verilen karar; sanık tarafından sebepleri gösterilerek temyiz edilmiştir.
202
Yapılan incelemede; sanığın sevk ve idaresinde olan 35 AJR 52
sivil plâka numaralı askeri araç ile, 2.11.2006 tarihinde araç komutanı
P.Çvş. A.Y. olduğu hâlde, 04.00-08.00 saatleri arasında nöbetçi olan
mağdurlar P. Er B.Ç. ve P. Er K.B.’yi, Yiğit-2 nöbet yerine götürmek
üzere seyir hâlinde iken, saat 04.15 sıralarında İnönü Caddesinde
aracının hâkimiyetini kaybederek kaldırıma çarpıp yan yattığı,
askerî araçta 8887,23 YTL tutarında ve mühimce nitelikte hazine zararı
meydana geldiği, bilirkişi mütalâasına göre sanığın, viraja gelmeden önce
hızını azaltmayıp viraja uygun olmayan hızda girmesi nedeniyle olayın
meydana gelmesinde asli kusurlu olduğunun belirlendiği anlaşılmıştır.
Sanık, sorgu ve savunmalarında; olay esnasında karşıdan gelen
bir aracın kendi şeridine girmesi nedeniyle bir çarpışmadan korunmak
için aracına anî manevra yaptırması neticesinde olayın meydana
geldiği ileri sürmüş ise de; olay esnasında araçta bulunan ve dinlenen
tanıklar araç komutanı Çvş. A.Y. ve nöbetçi erler B.Ç. ile KB.’nin; olay
esnasında sanığın ileri sürdüğü şekilde karşı şeritten bir aracın gelmediğini,
sanığın olay esnasında yokuş aşağı yaklaşık 70-80 km arasında yüksek
süratte seyrettiğini, araç komutanının kendisini gerek olaydan hemen
önce, gerek bir gün önce aracını trafik kurallarına uygun sürmesi
konusunda uyarmasına rağmen sanığın bunu dikkate almadan aracını
kullandığını beyan etmeleri karşısında, askerî mahkemece sanığın bu
yöndeki savunmalarına itibar edilmemesinde ve müsnet suçu işlediğinin
kabulünde herhangi bir isabetsizlik görülmemiştir.
Ancak, hasara uğrayan 35 AJR 52 sivil plâka numaralı Ford
Transit marka askeri araçta meydana gelen ve tazmini gereken hazine
zararının belirlenebilmesi amacı ile ilgili kademe tarafından hazırlanan
kuruşlandırılmış hasar ve durum tespit raporunda; aracın gerekli
onarımının yapılıp bitmesini müteakip işçilik ve malzeme giderlerinin
toplamı hesaplandıktan, bu miktardan, değişen parçaların hurda bedeli ile
miatlı olanların amortisman bedelleri düşüldükten sonraki ödetmeye esas
nihai miktarın belirlenmesi gerekirken, değişen parçalar ile ilgili olarak
miatlı - miatsız ayrımına gidilmeyerek hiçbir malzemenin amortisman
bedelinin hazine zararından düşümü yapılmadan ve bunun yanı sıra,
askerî mahkemece, maddî hasarlı trafik kazası tespit tutanağında aracın
sigortalı olduğunu belirten ibarelerin bulunması sebebiyle, araçta
meydana gelen hazine zararının ayrıca sigorta şirketi tarafından
karşılanıp karşılanmadığı, karşılanmış ise bunun hazineye ek bir külfet
getirip getirmediği araştırılmadan, hazine zararının sanıktan tahsiline
karar verilmesi yasaya aykırı bulunarak, hükmün noksan soruşturma
yönünden bozulması cihetine gidilmiştir.
203
Öte yandan, Borçlar Kanunu’nun 44/2’nci maddesi gereğince
sanığın sebebiyet verdiği hazine zararında indirime gidilebilmesi için,
zararın kasten veya ağır bir savsama ile yapılmamış olması ve tazminin
de borçluyu yokluk ve sıkıntı gibi bir durum içine sokacağının
belirlenmesi gerekmektedir. Ancak, bu şartlar oluştuğunda hâkim,
hakkaniyete uygun zarar ve ziyanı tenkis edebilecektir. Kovuşturma
aşamasında merkez komutanlığı marifetiyle yaptırılan araştırmada
sanığın sivilde çalışmadığı, sair ihtiyaçlarının ailesi tarafından karşılandığı
maddî durumunun iyi olmadığı, fakirlik belgesi alındığının tespit
edildiği, bu durumda mevcut bilgiler itibariyle ailesinin ekonomik
durumu iyi olmayan sanığın kendi gelirinin de bulunmadığının
belirlenmiş olması karşısında, zararı kasten veya ağır kusur ile
gerçekleştirdiğinin de söylenemeyecek olması ve olay saati itibariyle
zeminde mevcut olabilecek çiyin olayın oluşumunda tali etken olduğu da
nazara alındığında, Borçlar Kanunu’nun 44/2’nci maddesi uyarınca,
ödetilmesine karar verilen hazine zararı miktarında hakkaniyete uygun
indirime gidilmesi sonucu hükme varılması gerekirken, bu hususlar göz
ardı edilerek hükme varılmış olması da bozma nedeni sayılmıştır.
Bozma nedeni karşısında, 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına
Uyum Sağlamak Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 562’nci maddesi ile değişik 5271
sayılı CMK’nın 231’nci maddesi hükümlerine göre değerlendirme
yapılması gerektiğine işaret olunmuştur.
204
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 146
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/178
K. No. : 2008/185
T.
: 13.11.2008
ÖZET
Sanıkla ölenin samimi arkadaş olmaları, aralarında
bilerek ve isteyerek öldürmeyi gerektirecek bir nedenin,
herhangi bir husumetin bulunmaması, sanığın öleni kasten
vurduğunu gösteren kesin ve inandırıcı hiç bir belirtinin ve
delilin mevcut olmaması, olayın hemen öncesinde sanıkla ölen
arasında bir tartışmanın bulunmaması, şakalaştıklarının
görülmesi ve hatta sanığın ölene telefonunu ödünç olarak
vermesi, olaydan sonra sanığın üzüntüsünden şoka girdiği
yönünde belirtiler göstermesi, ayrıca mevcut delillere göre,
sanığın öleni kasten öldürmesi için hiçbir sebebin ortaya
konamaması, eylemin gelişimi sürecinde taraflar arasında
birbirini tahrik edici davranışların bulunmaması hususları
birlikte değerlendirildiğinde, askerî mahkemece, yasal ve
inandırıcı gerekçelerle, sanığın eyleminin silahı ve cephanesi
hakkında tedbirsizlik, dikkatsizlik, talimat ve emirlere aykırı
hareket etmek sonucu taksirle ölüme neden olmak suçunu
oluşturduğunun kabulünde isabetsizlik görülmemiştir.
Ölenin olayın hemen öncesindeki hareketlerinin (Önce
sanığa ait tüfeğin şarjörünü çıkartarak içinden mermi alması,
daha sonra da tüfeğin kurma kolunu çekmesi), neticenin
meydana gelmesinde hangi surette etken olduğunun, G-3
Piyade Tüfeğinin mekanik işleyişi konusunda uzman bir
bilirkişi marifetiyle tespiti gerekli bulunmadığından, bu
hususta bilirkişi dinlenilmemesinin noksan soruşturma
oluşturmadığına karar verilmiştir.
Sanığın, iradesi ve egemenlik sahası dışında gelişen ve
olayın hemen öncesinde cereyan eden ölenin kusurlu
hareketlerini giderme düşüncesi ile hareket ettiği, ölen Er’in
talimatlara aykırı ve icapsız hareketlerinin de neticenin
205
meydana gelmesinde katkıda bulunduğu gözetilmeden, sadece
sanığın tam ve yoğun kusurundan bahsedilerek cezanın üst
sınırdan tayini, oluşa ve dosya içeriğine uygun görülmemiştir.
Daire ile Askerî Mahkeme arasında ortaya çıkan ve Daireler
Kurulunda çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; ölen Er İ.K.’nın olayın
hemen öncesindeki hareketlerinin, neticenin meydana gelmesinde hangi
surette etken olduğunun G-3 piyade tüfeğinin mekanik işleyişi
konusunda uzman bir bilirkişi marifetiyle tespitinin gerekip
gerekmediğine ve sanık hakkında tayin edilen ceza miktarının, sanığın
taksire dayanan kusurluluğuna uygun düşüp düşmediğine ilişkindir.
Daire; neticeyle doğrudan illiyet bağı içerisinde bulunan icrai
hareketlerin bir bölümünün sanığın irade ve egemenlik sahası dışında
cereyan etmiş olmasından dolayı, ölenin dosyaya yansıyan kusurlu
hareketlerinin, neticenin meydana gelmesinde hangi surette etken
olduğunun G-3 piyade tüfeğinin mekanik işleyişi konusunda uzman bir
bilirkişi marifetiyle belirlenerek, sanığın taksire dayanan kusurluluğuna
uygun düşen bir cezanın tayin ve takdir edilmesi gerektiği
değerlendirmesiyle mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar vermiş
iken;
Askerî mahkeme; ölenin olay anındaki hareketlerinin neticenin
meydana gelmesinde ne kadar etken olduğunun, G-3 piyade tüfeğinin
mekanik işleyişi konusunda uzman bir bilirkişinin değerlendirmesinin
mümkün olmadığı, bilirkişi dinlenilse dahi bunun teknik bir
değerlendirme teşkil edemeyeceği, somut olayda sanığın kusurunun
tespitinin hâkim tarafından takdir edilmesi gerektiği, olay tarihi itibarıyla
on aylık asker olan sanığın askerlik süresince bir çok nöbet tuttuğu ve G3 piyade tüfeğinin kullanımı ile mekanik işleyişi konusunda gerekli
bilgiye sahip olduğunda tereddüt bulunmadığı, olayın meydana geldiği
mahâllin dar bir koridor olduğunu dikkate alarak silahını başka bir yöne
çevirerek doldur boşalt yapması gerekirken oturduğu yerden tüfeğin
tetiğine basmasının kusurunun yoğunluğunu ortaya koyduğu, bu suretle,
sanığın dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı bu hareketi ile meydana
gelen ölüm olayı arasında sıkı bir illiyet bağı bulunduğu ve tam kusurlu
olduğu değerlendirmesiyle, önceki mahkûmiyet hükmünde direnmiştir.
Yapılan incelemede; İstanbul/Alemdağ 15’inci Füze Üs
Komutanlığı emrinde askerlik hizmetini sürdüren sanık ile ölen Hv.P.Er
İ.K.’nın, 4.3.2006 günü 08.00-10.00 saatleri arasında birlik kıt'a payı
mühimmat cephaneliğinde nöbetçi olarak görevlendirilmiş olmaları
nedeniyle, nöbet saatinden önce diğer nöbetçilerle beraber hamili
206
bulundukları G-3 piyade tüfeklerini ve bu tüfeklere ait içlerinde 10’ar
adet dolu mermi bulunan ikişer adet şarjörü silahlıktan alıp, nöbetçi
astsubay nezaretinde doldur boşalt yaptıkları, emniyeti kapalı konumdaki
yarım dolduruştaki silahları ile nöbet mahâlline intikal edip nöbet
görevini ifa etmeye başladıkları, bir süre sonra aynı Birlikte görevli
Hv.P.Er İ.T.’nin cephaneliğe gelerek sanıktan cep telefonunu alıp
cephanelikten ayrıldığı, adı geçenin ayrılmasından kısa bir süre sonra
cephanelikten bir el silah sesi duyulması üzerine, önce Hv.P.Er Y.K.’nın
ve akabinde nöbetçi astsubay olarak görevli bulunan Hv.Astsb. A.K. ile
Hv.P.Er V.T.’nin cephaneliğe geldikleri, bu esnada sanığın yerde yatan
İ.K.’nın başında “Niçin böyle yaptın İbo” şeklinde bağırarak ağladığı
anlaşılmaktadır. Esasen maddi vakanın öncesine ve sonrasına ilişkin bu
kabulde, Askerî Mahkeme, Daire ve Başsavcılık arasında uyuşmazlık
bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, ölen ile sanık arasında geçen olayın oluş anına
tanık olan bir başka şahıs veya şahısların bulunmadığı anlaşılmaktadır. O
hâlde sanığın aksi ortaya konulamayan beyanlarına göre yapılan
tespitlere, olay sonrası yapılan tespitlere, bilirkişi raporlarına, otopsi
raporuna, temsili fotoğraflara, olay yerini gösteren fotoğraf ve krokiye
göre oluşa uygunluk arz eden, makul ve mantıklı olan sanık beyanlarına
itibar etmekte hukuki zorunluluk vardır.
Her ne kadar, askerî mahkemece tesis olunan direnme hükmünde,
sanığın ifadelerinin birbirlerinden bariz tutarsız olduğu kabul edilmiş ise
de; sanığın aşamalarda tespit edilen tüm sorgu ve savunmalarında, esaslı
kısımları itibarıyla, maddi vakayı benzer şekilde anlattığı görülmektedir.
Sanık olayın hemen sonrasında kendisine sorulması üzerine,
ölenin kendi kendini vurduğunu beyan etmiş ise de; aynı gün askerî savcı
tarafından saptanan ifadesinde bundan hiç bahsetmemiş, askerî
mahkemece saptanan sorgusunda bu durumun özellikle sorulması
üzerine, olayın şokuyla bu şekilde beyanda bulunduğunu belirtmiştir. Bu
nedenle, söz konusu beyana itibar edilmesi ve bu durumun çelişki olarak
değerlendirilmesi mümkün görülmemiştir.
Nitekim, sanık aşamalarda askerî savcı ve askerî mahkeme
tarafından tespit edilen sorgu ve savunmalarında; ölen ile birlikte nöbet
tuttukları sırada, ölenin kendisine ait G-3 piyade tüfeğine takılı şarjörünü
çıkartarak aldığını, hatta şarjör içerisinden iki adet mermiyi de
çıkarttığını, ölene “Mermileri ver bir gören olur” dediğini, ölenin şaka
yaptığını düşündüğünü, zaten ölenin de “şaka yaptığını” söylediğini,
daha sonra mermiler ile birlikte şarjörü kendisine verdiğini, mermileri
şarjöre bastığını, şarjörü de tüfeğine taktığını, bu işlemleri yaparken
207
mazgalın üstüne oturduğunu, tüfeği de iki bacağının arasına aldığını,
ölenin de tekrar yanına oturduğunu, bir müddet yerde oturduktan sonra
ayağa kalktığını ve tüfeğini omzuna astığını, kendisinin oturmaya devam
ettiğini, duvara yaslamış olduğu tüfeğini eline aldığını, bu sırada ölenin
kendisinin tüfeğinin kurma kolunu aşağıya doğru indirdiğini, ölenin
kurma kolunu indirirken ayakta durduğunu, ikinci kez kurma kolunu
indirmek isteyince müdahâle ettiğini ve yapmamasını söylediğini, daha
sonra şarjörünü çıkarttığını, şarjör yatağından bir adet merminin yere
düştüğünü, bu sırada İ.’nin önünden geçip gittiğini, şarjör yatağından
mermi çıktığı için tüfeği boş zannettiğini ve silahın dipçiğini yere
dayadıktan sonra namlu yukarıya bakar şekilde iken tetik düşürdüğünü,
silah patlayınca ölenin yere düştüğünü beyan etmiştir.
Olayın hemen sonrasında yapılan incelemede, sanığın nöbetçi
iken taşıdığı silahın emniyetinin tek atış konumunda olduğunun, şarjörde
8 adet mermi bulunduğunun, olay yerinde, tüfeğe 23-24 cm. yakınlıkta
bir adet dolu mermi olduğunun, ayrıca atım yatağına sıkışmış bir adet boş
kovan bulunduğunun tespit edildiği, tek katlı cephanelik binasının duvar
ve çatı saçaklarında kan ve doku parçaları bulunduğunun belirtildiği
görülmektedir. Bu bağlamda, sanığın olay sırasında ölenin davranış
şekline ilişkin beyanı ile olay sonrasında mermilerin ve boş kovanın
durumuyla ilgili yapılan tespitin örtüştüğü anlaşılmaktadır.
Diğer yandan, söz konusu boş kovanın sanığın silahından atılmış
olduğu ve silahın arızasının bulunmadığı hususu da, Polis Kriminal
Laboratuarınca düzenlenen ekspertiz raporuyla belirlenmiştir.
Dava dosyasında mevcut tüm delilleri değerlendiren Adli Tıp
Kurumu 1’inci İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen raporda; atışın 20100 cm.lik mesafe arasında yapılmış olduğu, ayrıca, “olay sırasında
kişiler hareketli olup, her an yer ve pozisyon değiştirebileceklerinden
yara bulgularına göre hangi yönden ateş edildiğinin belirlenemeyeceği,
ancak saçlı deride önden arkaya yönü olan yara niteliğine göre sanık
ifadesinde anlatıldığı şekliyle tüfek dipçiği yerde dik pozisyonda ve ölen
ayakta yere bakar durumda iken ateş edilmesi durumunda söz konusu
yaranın oluşabileceği” mütalaa olunmuştur.
Adli Tıp Kurumu raporunun sonuç kısmı, olay yeri inceleme
raporundaki bulgular, ekspertiz raporu, otopsi raporunda tanımlanan
yaranın şekli, olay yeri fotoğrafları ile olay yerinde yapılan keşif
sırasında çekilen fotoğraflar birlikte değerlendirildiğinde, maddi vakanın
sanığın anlatımıyla uyumlu olacak şekilde meydana geldiğinin kabulü
gerekmiştir.
208
Bu itibarla, sanıkla ölen Er İ.’nin beraber nöbete başladıktan bir
süre sonra, ölenin sanığın cep telefonunu isteyip kendisine ait sim kartını
telefona takarak ailesi ile görüştüğü, daha sonra Er İ.T.’nin gelerek cep
telefonunu bir arkadaşının istediğini belirtmesi üzerine telefonu İ.’ye
verdiği, akabinde ölen ile sanığın birlikte cephanelik binasının arka
tarafına geçip yere oturdukları, bir süre sonra birlikte ayağa kalktıkları,
tüfeklerinin omuzlarına asılı olduğu sırada ölenin sanığa ait G-3 piyade
tüfeğine takılı şarjörü çıkartarak aldığı, hatta şarjör içerisinden iki adet
mermiyi de çıkarttığı ve şaka yaptığını söylediği, daha sonra mermiler ile
birlikte şarjörü sanığa verdiği, sanığın mermileri şarjöre bastığı ve şarjörü
de tüfeğine taktığı, sanığın bu işlemleri yaptığı sırada mazgalın üstüne
oturduğu, tüfeği de iki bacağının arasına aldığı, ölenin de tekrar sanığın
yanına oturduğu, bir müddet yerde oturduktan sonra ayağa kalktığı,
sanığın ise oturmaya devam ettiği ve duvara yaslamış olduğu tüfeğini
eline aldığı, bu sırada ölenin sanığın tüfeğinin kurma kolunu tekrar
aşağıya doğru indirdiği, ikinci kez kurma kolunu indirmek isteyince
sanığın ölene müdahâle ettiği ve yapmamasını söylediği, sanığın daha
sonra şarjörünü çıkarttığı, bu sırada şarjör yatağından bir adet merminin
yere düştüğü, sanığın şarjör yatağından mermi çıktığı için tüfeği boş
zannedip, silahın dipçiğini yere dayadıktan sonra namlu yukarıya bakar
şekilde iken tetik düşürdüğü, silah patlayınca ölenin yere düştüğü,
sanığın aksi kanıtlanamayan ve yukarıda ayrıntılı şeklide açıklanan
delillerle örtüşen beyanlarından kabul edilmiştir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, adam öldürme fiillerinde, suç
niteliğinin belirlenebilmesi, sanığın suç kastının saptanması ile mümkün
olmaktadır. Kast, suçu teşkil eden hareketin neticelerini bilerek ve
isteyerek işlemek iradesidir. Yani, irade sadece hareketi değil, aynı
zamanda neticeyi de kapsamalıdır. İstenilen ve meydana gelen neticenin
uygun olması hâlinde kastın varlığından söz edilebilir. Kastın varlığının
kabulü için failin iradesinin hem suçu oluşturan fiile, hem de bu fiilden
meydana gelecek neticeye yönelik olması gerekmektedir. Failin
iradesinin sadece fiile yönelik olması, neticenin istenmemiş veya
düşünülmemiş olması hâlinde ise kasttan değil, ancak taksirden söz
edilebilir.
Yerleşik yargı kararlarına göre, adam öldürme suçlarında failin iç
dünyasını ilgilendiren kastının belirlenmesinde, failin dışa yansıyan
davranışlarından hareket edilerek bir sonuca ulaşmak mümkündür. Bu
bağlamda;
(a) Fail ile ölen arasında olay öncesine dayalı, öldürmeyi
gerektirir bir husumetin bulunup bulunmadığı;
209
(b) Failin olayda kullandığı aracın öldürmeye elverişli olup
olmadığı;
(c) Failin, davranışlarına kendiliğinden mi, engel bir sebebin
etkisi ile mi son verdiği;
(d) Olay sonrasında failin ölene yönelik davranışları gözetilerek,
failin olay sırasındaki konumu, davranışları ve kullandığı vasıtanın
özellikleri itibariyle suç kastının ortaya konulmasının gerekli olmasının
yanı sıra, ölendeki darbe sayısı ve şiddeti, darbenin vurulduğu bölgenin
hayati bakımdan önemi ve failin kullandığı aracın kullanılış biçimi de
failin kastının belirlenmesinde önem arz etmektedir.
Özellikle, değerlendirme yapılırken, öldürme sonucunu doğuran
hareketlerin iradi olarak yapıldığı sonucuna varılsa bile, netice
istenmemiş veya neticenin istenmiş olduğuna ilişkin kesin ve inandırıcı
deliller elde edilememiş ise, olayda kastın değil, taksirin varlığını kabul
etmek gerekir.
Taksir; 5237 sayılı TCK’nın 22’nci maddesinde, “dikkat ve özen
yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın suçun kanuni
tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” şeklinde
tanımlanmaktadır.
Öğretide ve uygulamada taksirin unsurları;
a- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
b- Hareketin iradiliği,
c- Neticenin iradi olmaması,
d- Hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması,
e- Neticenin öngörülebilmesi şeklinde sayılmaktadır.
Uyum ve Kararlılık gösteren Askerî Yargıtay kararlarında,
öldürme sonucunu doğuran bir dizi hareket iradî olarak yapılmış olmakla
birlikte sonuç istenmemiş ise, olayda kastın değil taksirin bulunduğu,
eylemin kasten işlendiğinin kabulü için, sanığın iradi davranışlarını
arzuladığı neticeyi elde etmek amacıyla, bilerek ve isteyerek yaptığının
hiçbir şüphe ve tereddüde yer vermeyecek şekilde ortaya konulması
gerektiği, adam öldürmenin kasten işlendiği konusunda şüphe ve tereddüt
varsa, bu durumun sanık aleyhine yorumlanamayacağı kabul
edilmektedir.
Öte yandan, sanık ile ölen İ.K.’nın samimi arkadaş oldukları tüm
birlik personeli tarafından ifade edilmiş olup, olaydan kısa süre önce
telefon istemek amacıyla nöbet yerine gelen Er İ.T.’nin anlatımı da,
sanıkla ölenin nöbet yerinde şakalaştıklarını ve aralarında bir problem
bulunmadığını ortaya koymaktadır.
210
Ayrıca, sanık ile ölenin vücutlarında kavga ya da boğuşmayı akla
getirecek darp veya cebir izi mevcut değildir. Dinlenilen tanık
beyanlarına göre sanık K.A., ölenin yaralanmasından büyük bir üzüntü
duyarak ağlamış ve meydana gelen neticenin tasavvur ve iradesine uygun
düşmediğine delalet eden psikolojik tepkiler göstermiştir. Esasen nöbet
hizmeti esnasında sanığın öleni kasten vurmasını gerektirecek bir sebep
de ortaya çıkmamıştır.
Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde; sanıkla
ölenin samimi arkadaş olmaları, aralarında bilerek ve isteyerek öldürmeyi
gerektirecek bir nedenin, herhangi bir husumetin bulunmaması, sanığın
öleni kasten vurduğunu gösteren kesin ve inandırıcı hiç bir belirtinin ve
delilin mevcut olmaması, olayın hemen öncesinde sanıkla ölen arasında
bir tartışmanın bulunmaması, şakalaştıklarının görülmesi ve hatta sanığın
ölene telefonunu ödünç olarak vermesi, olaydan sonra sanığın
üzüntüsünden şoka girdiği yönünde belirtiler göstermesi, ayrıca mevcut
delillere göre, sanığın öleni kasten öldürmesi için hiçbir sebebin ortaya
konamaması, eylemin gelişimi sürecinde taraflar arasında birbirini tahrik
edici davranışların bulunmaması hususları birlikte değerlendirildiğinde,
Askerî Mahkemece yasal ve inandırıcı gerekçelerle, sanığın eyleminin
silahı ve cephanesi hakkında tedbirsizlik, dikkatsizlik, talimat ve emirlere
aykırı hareket etmek sonucu taksirle ölüme neden olmak suçunu
oluşturduğunun kabulünde isabetsizlik görülmemiştir.
Taksirin tanımlandığı TCK’nın 22’nci maddenin gerekçesinde de
belirtildiği üzere, taksirle işlenen suçlardan dolayı kusurluluk, normatif
bir değerlendirmeyle ancak olay hâkimi tarafından yapılabilir. Her ne
kadar, her olayın özelliğine bağlı olarak, dikkat ve özen yükümlülüğünün
ihlal edilip edilmediğinin belirlenmesi açısından bilirkişi incelemesi
yaptırılabileceği hususunda duraksama bulunmamakta ise de; somut
olayda, normatif değerlendirmeyle hâkim tarafından kusurluluğun
belirlenebileceği, dosyada mevcut ekspertiz raporu da dikkate
alındığında, teknik bilirkişi dinlenilmesinin ek katkı sağlamayacağı
görülmektedir.
Bu itibarla, somut olayda, ölenin olayın hemen öncesindeki
hareketlerinin, neticenin meydana gelmesinde hangi surette etken
olduğunun, G-3 piyade tüfeğinin mekanik işleyişi konusunda uzman bir
bilirkişi marifetiyle tespiti gerekli bulunmadığından, bu hususta bilirkişi
dinlenilmemesinin noksan soruşturma oluşturmadığına karar verilmiştir.
TCK’nın 22/4’üncü maddesinde, taksirle işlenen suçtan dolayı
verilecek olan cezanın failin kusuruna göre belirleneceği öngörülmüştür.
TCK’nın 61/1’inci maddesinde de; hâkimin iki sınır arasında temel
211
cezayı belirlerken, suçun işleniş biçimini, suçun işlenmesinde kullanılan
araçları, suçun işlendiği zamanı ve yeri, suçun konusunun önem ve
değerini, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını, failin kast veya
taksire dayalı kusurunun ağırlığı ile failin güttüğü amaç ve saiki göz
önünde bulundurmak zorunda olduğu belirtilmiştir. Mevcut
düzenlemelere göre, hâkim yasal gerekçelerini göstermek suretiyle iki
sınır arasında temel cezayı serbestçe belirleyebilecektir. Bu belirleme
hâkimin takdir hakkı içinde olmakla birlikte, bu takdirini kullanırken
anılan maddede sayılan nesnel ve öznel ölçütleri gözetmesi, yanılgıya,
çelişkiye düşmemesi gerekmektedir.
Her olayın özelliğine göre, taksire dayalı kusurun ağırlığı farklılık
arz edebileceğinden, bu hususta önceden bir belirleme yapmak olanağı da
bulunmamaktadır.
Ancak, failin taksir teşkil eden tek bir hareketi sonucu meydana
getirmiş olabileceği gibi, her biri taksir teşkil eden birden fazla
hareketinin birleşmesiyle de sonuç meydana gelmiş olabilir. Bir başka
ifadeyle, failin hem tedbirsizlik ve dikkatsizliği veya meslek ve sanatta
acemiliği hem de emir ve talimatlara riayetsizliği suç teşkil eden neticeye
yol açmış olabilir. Her iki durumda da failin taksiri söz konusu olmakla
birlikte, son durumda kusurlu davranışları daha ağır olduğundan,
kusurunun daha yoğun olduğunu kabul etmek gerekir.
Diğer taraftan, mağdurun kusurlu hareketinin neticenin
gerçekleşmesinde sanığın kusuruna katkıda bulunduğu durumda da,
sanığın tek başına kusurlu olmasına göre daha az yoğunlukta kusurdan
söz etmek mümkündür.
Sanığın 24.5.2005 tarihinde, ölenin ise, 24.8.2005 tarihinde,
askerlik şubelerinden eğitim birliklerine sevk edildikleri, nöbet sırasında
taşıdıkları silahın eğitimini gördükleri, atış yaptıkları ve silahın emniyeti
ile ilgili talimatların kendilerine tebliğ edildiği anlaşılmaktadır. Bu
itibarla, ölenin de silahın kullanımı, mekanik işleyişi ve emniyeti
konusunda, sanık kadar bilgi ve beceri seviyesinde olduğunun kabulü
gerekmektedir.
Dosyada mevcut deliller ışığında yapılan kabule göre, ölenin önce
sanığın şarjöründen iki adet mermi aldığı ve daha sonra iade ettiği, sanık
tarafından bu mermilerin şarjöre yeniden takılmasından sonra, sanığın
kullandığı silahın kurma kolunu bir kez çekip bıraktığı, sanığın
engellemesine karşın kurma kolunu yarım da olsa ikinci kez çektiği
somut olayda, bu aşamada silahından şarjörü çıkartan ve bir merminin
yere düşmesiyle silahını boşalttığı zannıyla yukarıya doğrultarak tetik
212
düşüren sanığı, tam ve yoğun kusurlu olarak kabul etmek mümkün
görülmemiştir.
Zira, G-3 Piyade Tüfeğinin eğitimini alan ve bu hususta tecrübeli
olduğu anlaşılan ölenin, ilk olarak talimatlara aykırı ve icapsız
hareketlerde bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla, sanığın kendi iradesi
ve egemenlik sahası dışında gelişen ölenin kusurlu hareketlerine
öncelikle engel olmak ve sonrasında da, kusurlu hareketlerin sebep
olduğu emniyetsiz durumu giderme düşüncesiyle hareket ettiği
görülmektedir. Elbette, sanığın bu aşamada daha dikkatli ve özenli
olması hâlinde, neticenin meydana gelmesini önleyebileceği, dolayısıyla
kusurlu olduğu hususu açıktır. Ancak, ölenin olayın hemen öncesindeki
kusurlu davranışlarının neticenin meydana gelmesine katkıda bulunduğu
göz ardı edilerek, dosya içeriğine ve oluşa uygun olmayacak şekilde,
sanığın tam ve yoğun kusurlu kabul edilmesi isabetsiz bulunmuştur.
Bu itibarla, sanığın iradesi ve egemenlik sahası dışında gelişen ve
olayın hemen öncesinde cereyan eden ölenin kusurlu hareketlerini
giderme düşüncesi ile hareket ettiği, ölen Er İ.’nin talimatlara aykırı ve
icapsız hareketlerinin de neticenin meydana gelmesinde katkıda
bulunduğu gözetilmeden, sadece sanığın tam ve yoğun kusurundan
bahsedilerek cezanın üst sınırdan tayini, oluşa ve dosya içeriğine uygun
görülmediğinden, Askerî mahkemenin direnerek tesis ettiği mahkûmiyet
hükmünün cezanın teşdiden verilmesine ilişkin gerekçe ve takdir
yönünden bozulmasına karar verilmiştir.
213
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. Ek-1
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E. No. : 2008/2476
K. No. : 2008/2456
T.
: 12.11.2008
ÖZET
Sanığın 26.02.2007 tarihi itibariyle İstanbul Ticaret ve
Sanayi Odasına kayıt yaptırması dışında dosyaya yansıyan bir
ticari faaliyetinin bulunmadığı gibi, bu süre zarfında
birliğinden izin ve rapor dahil toplam 17 gün uzaklaştığı,
ticaret yapmak suçunda manevi unsurun (suç kastının)
oluşması için aranan, devamlı olarak, kazanç elde etmek niyeti
ve gayesi ile hareket etme koşulunun oluşmadığı, ASCK’nın
Ek Madde 1’in koruduğu hukuki yararın ihlal edilmediği;
sanığın Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayrılmaya zemin
hazırlamak amacı ile bu şekilde davranışta bulunduğu, atılı
suçun unsurlarının oluşmadığı sonucuna varılmıştır.
Askerî Mahkemece; sanığın, ticaret yapmak suçunu işlediği kabul
edilerek ASCK’nın Ek/1-1 (teşdiden) ve 5237 sayılı TCK’nın 62’nci
maddeleri uyarınca 2 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına dair
verilen hüküm; Askeri Savcı tarafından, nedenleri gösterilerek temyiz
edilmiştir.
Yapılan incelemede; olay tarihinde Foça Çıkarma Filosu
Komutanlığı emrinde görevli olan sanığın; İstanbul/Kadıköy’de faaliyet
gösteren Livar Restoran Turizm İşletmeciliği Sanayi ve Ticaret Limited
Şirketi’nin iki ortağından biri olan U.O.’nun 200 adet hissesini, 26.02.2007
tarihinde Kadıköy 6’ncı Noterliğinde düzenlenen Limited Şirket Hisse
Devri Sözleşmesi ile 200 YTL karşılığı devralıp, İstanbul Ticaret ve
Sanayi Odasına bildirdiği ve aynı gün şirket ortağı olarak kaydının
yapıldığı, 16.05.2007 tarihli Ticaret Sicili Gazetesinde yayınlandığı,
19.3.2007 tarihinde de R.Ö. adlı kişi tarafından, Güney Deniz Saha
Komutanlığına hitaben dilekçe yazılarak sanık hakkında ihbarda
bulunulduğu anlaşılmaktadır.
ASCK’ya 2183 sayılı Kanunla eklenen Ek Madde 1’de;
214
“Aşağıda yazılı fiilleri ilk defa yapan subaylarla, askerî memurlar ve
astsubaylara iki aydan altı aya kadar hapis cezası verilir.
Tekerrürü hâlinde evvelce verilmiş olan ceza bir kat attırılmakla
beraber subaylarla, askerî memurlar ve astsubaylar hakkında Türk Silahlı
Kuvvetlerinden çıkarma cezaları da birlikte hükmolunur.
A) Ticaret yapmak veya yaptırmak,
B) Ticari ve sınai müesseselerde vazife kabul etmek” hükmü,
ASCK’ya 2183 sayılı Kanunla eklenen Ek Madde 3’de;
“Askerî doktorların bizzat hususi hastane açmaları memnudur.
Hilafında hareket, birinci madde (Ek Madde 1) mucibince cezayı
müstelzimdir. Ancak çalışma saatleri haricinde ve mahsus kanuna göre
icrayı sanat etmeleri caizdir.” hükmü yer almaktadır.
Bu maddelerde; subay, askerî memur ve astsubayların ticaret
yapması veya yaptırması ile ticari ve sınai müesseselerde görev kabul
etmesi yasaklanmış olup, yasaklamanın amacı (koruduğu hukuki yarar)
askerî hizmetin ve asker sıfatının bu tür faaliyetler ile bağdaşmaması
nedeniyle, bu tür eylemleri cezai yaptırım altına almaktır.
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 25.05.1995 tarihli, 1995/53-53
Esas ve Karar sayılı kararında; ticaret yapmak suçunda manevi unsurun
(kastın) oluşması için, subay, askerî memur ve astsubayların, uzun süreli,
devamlılık gösterecek şekilde, kazanç elde etmek niyeti ve gayesi ile ticari
faaliyette bulunması gerektiği aranmış, Askerî Yargıtayın sonraki
kararlarında bu suçun manevî unsurunun oluşması için maddede sayılan
asker kişilerin devamlılık gösterecek şekilde ve kazanç elde etmek niyeti
ve gayesi ile hareket etmesi gerektiği esas alınmıştır.
Somut olayda, sanığın 26.02.2007 tarihi itibariyle İstanbul Ticaret
ve Sanayi Odasına kayıt yaptırması dışında dosyaya yansıyan bir ticari
faaliyetinin bulunmadığı gibi, bu süre zarfında birliğinden izin ve rapor
dahil toplam 17 gün uzaklaştığı görülmekle, ticaret yapmak suçunda
manevi unsurun (suç kastının) oluşması için aranan, devamlı olarak,
kazanç elde etmek niyeti ve gayesi ile hareket etme koşulunun oluşmadığı,
ASCK’nın Ek Madde 1’in koruduğu hukuki yararın ihlal edilmediği;
sanığın Askerî Savcıya verdiği ifadesinde söylediği ve Askerî Mahkeme
huzurunda tekrarladığı, keza vaka ve kanaat raporunda da belirtildiği
şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayrılmaya zemin hazırlamak amacı ile
bu şekilde davranışta bulunduğu sonucuna varılmıştır.
Bu itibarla, Askerî mahkemece sanık hakkında atılı suçun
unsurlarının oluşmaması nedeniyle beraat kararı verilmesi gerekirken, aksi
görüş ve gerekçeyle mahkûmiyet hükmü kurulması hukuka aykırı
215
bulunduğu sonucuna varıldığından, hükmün esas (sübut) yönünden
bozulmasına karar verilmiştir.
NOT : As. Yrg. Drl. Krl.nın 20.9.2007 tarihli ve 2007/103-96 Esas
ve Karar sayılı kararı da bu doğrultudadır.
216
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. Ek-6
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler kurulu Kararı
E. No. : 2008/107
K. No. : 2008/113
T.
: 19.6.2008
ÖZET
ASCK’nın
Ek 6’ncı maddesinin
sivillerin
askerî
mahkemelerde yargılanmalarını sağlamak amacıyla konulduğu, bu
maddedeki düzenlemenin askerî şahıslarla ilgisinin bulunmadığı,
dolayısıyla 5530 sayılı Kanunla 353 sayılı Kanun’un 11, 13 ve 14/G,
H, I madde ve bentlerinde yapılan değişiklik sonucunda ASCK’nın
Ek 6’ncı maddesinin bugün için uygulanma kabiliyetinin de
kalmadığı gözetilerek; 09.11.2005 tarihinde terhis olması nedeniyle
askerlikle ilişiği kesilen sanık hakkında atılı görevli memura müessir
fiil suçunun, askerî bir suç olmaması ve askerî bir suça da bağlı
bulunmaması nedeniyle 353 sayılı Kanun’un 17’nci maddesi
uyarınca askerî mahkemenin davaya bakma görevi sona erdiğinden,
görevsizlik kararı verilip dava dosyasının görevli ve yetkili adliye
mahkemesine gönderilmesi gerekir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın işlediği iddia olunan görevli
memura müessir fiil suçunun, ASCK’nın Ek-6’ncı maddesi kapsamında
askerî bir suç olup olmadığına, kovuşturma sırasında 9.11.2005 tarihinde
terhis olduğu anlaşılan sanık hakkında Askerî mahkemece görevsizlik
kararı verilmesi gerekip gerekmeyeceğine ilişkindir.
Daire; sanığa atılı suçun ASCK’nın Ek-6’ncı maddesi kapsamında
askerî bir suç olduğunu, sanığın terhis olmasının Askerî mahkemenin
görevini sona erdirmeyeceğini kabul ederek, mahkûmiyet hükmünü usul
ve esas yönlerinden inceledikten sonra, HAGB kararı verilip
verilemeyeceğinin Mahkemesince değerlendirilmesi açısından bozarken,
Başsavcılık; ASCK’nın Ek-6’ncı maddesinde yazılı suçların faillerinin
asker kişiler değil, sivil kişiler olduğunu, suç tarihinde asker kişi olan
sanığın, askerî mahâlde, asker kişiye karşı işlediği, askerî olmayan bir
suçtan dolayı yargılanırken terhis olması nedeniyle askerî yargıda
217
yargılanmasını gerektiren ilginin kesildiğini ve atılı suçun askerî bir suça
da bağlı bulunmadığını, askerî yargının görevinin sona erdiğini,
görevsizlik kararı verilmesi gerektiğini belirterek, Daire kararına
süresinde itiraz etmiştir.
Sanığın askerlik hizmetini yaptığı 31.3.2005 günü sabahı, kendisini
uyandıran koğuş nöbetçisi Er B.K.’ya tekme ve tokatla vurmak suretiyle
işlediği iddia olunan görevli memura müessir fiil suçundan 765 sayılı
TCK’nın 456/4 ve 271’inci maddeleri gereğince cezalandırılması
istemiyle yargılanırken, hüküm tarihinden önce, 9.11.2005 tarihinde
normal terhis işleminin yapıldığı bildirilmiştir.
Sanık hakkında, ASCK’nın Ek-6’ncı maddesine göre değil, suç
tarihinde asker kişi olduğu için, askerî mahâlde, asker kişiye karşı
işlediği görevli memura müessir fiil suçundan dolayı, hakkında
soruşturmaya başlanmış ve ardından kamu davası açılarak kovuşturma
yapılmıştır.
ASCK’nın Ek-6’ncı maddesinin ne zaman, nasıl ve hangi amaçla
yürürlüğe konulduğuna baktığımızda;
25.5.1972 tarihli ve 1590 sayılı Kanunla ASCK’ya eklenen (Önce
Ek madde 1 iken sonra teselsül ettirilmesi sonucu Ek Madde-6 şeklini
alan) Ek-6’ncı maddenin gerekçesinde yer alan, Anayasa Mahkemesinin
16.3.1965 tarihli iptal kararından sonra, 1961 Anayasasının 138’inci
maddesinin 2’nci fıkrasında yapılan değişiklik doğrultusunda “Asker
olmayan kişilerin (sivillerin), kanunla gösterilen görevlerini ifa ettikleri
sırada veya kanunda gösterilen görevlerini ifa sırasında bu kişilere (asker
kişilere) karşı işleyecekleri suçlardan dolayı bir tecrime tâbi tutulmaları
hususu öngörülmüştür. -Askerî Ceza Kanunu, Hâk.Tuğg. Fahrettin
DEMİRAĞ Sayfa 291-” şeklindeki ifadeden, bu maddenin sivil kişilerin
asker kişilere karşı işledikleri hangi suçlarından dolayı askerî
mahkemelerde yargılanacaklarını belirlemek amacıyla konulduğu,
düzenlemenin de bu doğrultuda yapıldığı anlaşılmaktadır.
Keza, 5530 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önce, 353 sayılı
Kanun’un
“Asker
olmayan
kişilerin
askerî
mahkemelerde
yargılanmaları” başlıklı 11’inci maddesinde, 8.6.1972 tarihli ve 1596
sayılı Kanunla yapılan değişiklikle maddenin B bendinde, ASCK’nın Ek6’ncı maddesi hükmünün aynen tekrarlanmasına rağmen, daha sonra,
26.6.2006 tarihli ve 5530 sayılı Kanun’un 3, 4 ve 5’inci maddeleriyle 353
sayılı Kanun’un 11, 13 ve 14/G, H, I madde ve bentlerinde yapılan
değişiklik sonucunda sivillerin savaş hâlinde; 14’üncü maddenin H
bendinde sayılan yerlerde askerlere karşı işlediği, 5237 sayılı TCK’nın
86, 106, 108, 113, 125 ve 265’inci maddelerinde yazılı suçlarından, yine
218
14’üncü maddenin I’inci bendine göre de, nöbet, devriye, karakol,
inzibat, askerî trafik, kolluk veya kurtarma ve yardım görevi yapan
askerlere karşı, bu görevlerini yaptıkları sırada işledikleri (H bendinde
sayılan TCK’ya tabi) suçlarından dolayı askerî mahkemelerde
yargılanacakları öngörülmüştür.
Sivil kişilerin olağan dönemlerde Askerî mahkemelerde
yargılanmalarının sağlanması amacıyla, 353 sayılı Kanun’un 11’inci
maddesinin B ve C bentleri hükümlerine paralel bir düzenlemeyi içeren
ASCK’nın Ek-6’ncı maddesinin; 5530 sayılı Kanunla 353 sayılı
Kanun’un 11, 13 ve 14/G.H.I madde ve bentlerinde yapılan değişiklikler
sonucunda, bu gün için (Açık bir ilga olmasa da) uygulanma kabiliyeti
kalmamıştır.
Bu düzenlemeler ve açıklamalar karşısında; sanık hakkında, asker
kişinin, askerî mahâlde, asker kişiye karşı işlediği görevli memura
müessir fiil suçundan dolayı soruşturma ve kovuşturma yapıldığı,
ASCK’nın Ek-6’ncı maddesinin sivillerin askerî mahkemelerde
yargılanmalarını sağlamak amacıyla konulduğu, bu maddedeki
düzenlemenin askerî şahıslarla ilgisinin bulunmadığı, dolayısıyla sanığa
atılı suç bu madde kapsamına girmediği için askerî suç niteliği
taşımadığı, 5530 sayılı Kanunla 353 sayılı Kanun’un 11, 13 ve 14/G.H.I
madde ve bentlerinde yapılan değişiklik sonucunda ASCK’nın Ek-6’ncı
maddesinin bugün için uygulanma kabiliyetinin de kalmadığı gözetilerek,
9.11.2005 tarihinde terhis olması nedeniyle askerlikle ilişiği kesilen sanık
hakkında atılı görevli memura müessir fiil suçunun, askerî bir suç
olmaması ve askerî bir suça da bağlı bulunmaması nedeniyle 353 sayılı
Kanun’un 17’nci maddesi uyarınca askerî mahkemenin davaya bakma
görevinin sona erdiği, görevsizlik kararı verip dava dosyasını görevli ve
yetkili adliye mahkemesine göndermesi gerektiği sonucuna
varıldığından, bu doğrultudaki Başsavcılığın itirazının kabulü ile Askerî
Yargıtay 2’nci Dairesinin 12.3.2008 tarihli, 2008/343-603 sayılı
kararının, sanık hakkında görevli memura müessir fiil suçundan kurulan
mahkûmiyet hükmünün bozulmasına dair kısmının kaldırılmasına,
sanığın temyizine atfen ve resen mahkûmiyet hükmünün görev yönünden
bozulmasına karar verilmiştir.
219
ASMKYUK
Mad. 3
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/71
K. No. : 2008/71
T.
: 24.4.2008
ÖZET
Sanığın
ve
subay
üyelerin
sicil
numaraları
gözetildiğinde;
duruşmalara
katılan
subay
üyelerden
bazılarının sanığın astı olmaları hâlinde, bu durumun, 353
sayılı Kanun’un 3/1’inci maddesine aykırılık oluşturmasının
yanı sıra, Kanun’un 207/3-A maddesine göre mutlak kanuna
aykırılık oluşturacağından, bu yönde oluşan tereddütlerin
giderilmesi için öncelikle bu konunun araştırılması gerekir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanıklara isnat edilen eylemlerin
hangi suçu oluşturacağı ile buna bağlı olarak görevli yargı yerinin Askerî
mahkeme mi yoksa adlî mahkemesi mi olduğunun belirlenmesine
ilişkindir.
Daire; sanıklara yüklenen resmî evrakta sahtekârlık suçunun
askerî bir suç ya da askerî suça bağlı bir suç olmaması nedeniyle aslî fail
olduğu iddia edilen sanık Müh.Yb. M.O.Ç.’nin emeklilik durumunun
araştırılmasını müteakip askerî mahkemece görevsizlik kararı verilmesi
gerektiği gerekçesiyle, beraat hükümlerini görev ilişkin noksan
soruşturma nedeniyle bozarken,
Başsavcılık; noksan soruşturmanın tamamlanmasını müteakip
sanıklara yüklenen eylemlerin, ASCK’nın 134’üncü maddesinde
düzenlenen “Hizmette veya tevdi edilen bir vazifeye müteallik olarak
kasten hakikate muhalif rapor veya takrir veya lâyiha ve sair resmî evrak
tanzim etmek ve bu suça iştirak etmek” suçlarını oluşturabileceğini ve bu
suçtan dolayı yargılama yapma görevinin askerî mahkemeye ait
olduğunu ileri sürerek Daire kararına itiraz etmiştir.
İtiraza atfen yapılan incelemede;
Sanıklardan Müh.Alb. M.O.Ç.’nin 1983-14 sicil sayılı olduğu,
keşif Kararının alındığı 9.5.2006 tarihli duruşmada subay üye olarak
220
Dz.Yb. H.Ü.’nün (83-5368); bilirkişi beyanlarına başvurulan 28.11.2006
tarihli duruşmada subay üye olarak Dz.Alb. İ. E.Ö.’nün (85-5749) ve
Askerî savcının esas hakkındaki mütalâasını bildirdiği 6.2.2007 tarihli
duruşmada subay üye olarak Dz.Alb. Ü.A.’nın (83-5390) yer aldığı
görüldüğünden; sanığın ve subay üyelerin sicil numaraları gözetildiğinde;
353 sayılı Kanun’un 3’üncü maddesinin 1’inci fıkrasındaki “Askerî
mahkemelerde bulunacak subay üyelerin ... sanığın astı ... olmamaları ...
şarttır’ şeklindeki hüküm karşısında, subay üyeler Dz.Yb. H.Ü., Dz.Alb.
İ.E.Ö. ve Dz.Alb. Ü.A.’nın sanığın astı olmaları hâlinde, bu durumun,
353 sayılı Kanun’un 3/1’inci maddesine aykırılık oluşturmasının yanı
sıra 353 sayılı Kanun’un 207/3-A maddesine göre mutlak kanuna
aykırılık oluşturacağından, bu yönde oluşan tereddütlerin giderilmesi için
öncelikle bu konunun araştırılmasının gerektiği;
Subay üyelerin sanığın astı olduklarının belirlenmesi hâlinde;
sanıklar hakkındaki beraat hükümleri yok hükmünde sayılacağından;
yargılamaya devam edilip, sanıkların eylemlerinin tümüyle yeniden
değerlendirilmesi, soruşturma ve kovuşturma evresinde alınan bilirkişi
raporları arasında çelişkiler bulunduğu için mahkemece bu bilirkişi
raporlarından, soruşturma evresinde alınan bilirkişi raporlarına neden
itibar edilmeyip kovuşturma evresinde alınan bilirkişi raporuna itibar
edildiği hususu, gerekçeli hükümde açıklanmadığından, yeniden usulüne
uygun olarak bilirkişi incelemesi yaptırılması ve bu noksanlıkların
giderilerek yeniden hüküm kurulması gerektiği sonucuna varıldığından;
Askerî Yargıtay Başsavcılığının 1.4.2008 tarihli ve 2008/2409 (İtiraz:
2008/56) sayılı tebliğnamesi ile yapılan itiraza atfen ve resen, Askerî
Yargıtay 1’inci Dairesinin 19.3.2008 tarihli ve 2008/811-812 Esas ve
Karar sayılı kararının kaldırılmasına ve sanıklar hakkındaki beraat
hükümlerinin usule aykırılık nedeniyle ayrı ayrı bozulmasına karar
verilmiştir.
221
ASMKYUK
Mad. 17
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/131
K. No. : 2008/112
T.
: 12.6.2008
ÖZET
Silah altında iken işlediği kasten bir insanı öldürmek
suçu nedeniyle 25 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar
verilip bu suç nedeniyle tutuklanarak hâlen tutukluluğu
sürdürülen ve tutukluluk öncesinde 6 aylık askerlik hizmetinin
bulunmadığı anlaşılan sanığın kesin terhis tarihinin kamu
davasının sonucuna göre belli olacağından, nitekim sanığın
tutuklu bulunduğu dava da beraatla sonuçlanmadığından,
sanığın hâlen asker kişi sıfatı devam etmektedir ve yüklenen
suç nedeniyle yargılama görevi askerî mahkemeye aittir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; görevli mahkemenin saptanmasına
yönelik olarak, sanığın geçici veya kesin terhisli olup olmadığının
belirlenmesi konusunda noksan soruşturma bulunup bulunmadığına
ilişkindir.
Daire; sanık hakkındaki mahkûmiyet hükmünü, sanığın geçici
veya kesin terhisli olup olmadığının belirlenmesi ve görevli mahkemenin
buna göre saptaması maksadıyla göreve ilişkin olarak noksan soruşturma
yönünden bozmuş iken,
Başsavcılık; sanık hakkında kesin terhis işlemi yapılmasının
hukuken mümkün olmadığı, bozma ilâmı doğrultusunda yapılacak
soruşturma sonunda sanık hakkında 1111 sayılı Askerlik Kanunu’nun
80’inci maddesine ve MSY.70-1/C Asker Alma Yönergesinin ilgili
hükümlerine aykırı olarak kesin terhis işlemi yapılmış olduğunun tespit
edilmesi hâlinde bu işlemin yok hükmünde sayılmasının gerektiğini,
dolayısıyla sanık hakkında geçici veya kesin terhis işleminin yapılıp
yapılmadığına ilişkin olarak yapılacak soruşturmanın sonucu
değiştirmeyeceğini ileri sürerek Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
222
Konu ile ilgili yasal düzenlemeler incelendiğinde; askerî
mahkemelerin görevlerini belirleyen 353 sayılı Kanun’un “genel görev”
başlıklı 9’uncu maddesi; “askerî mahkemeler kanunlarda aksi yazılı
olmadıkça asker kişilerin askerî olan suçları ile bunların asker kişiler
aleyhine veya askerî mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile
ilgili işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler” hükmünü
içermektedir.
Gerek öğretide ve gerekse uygulamada Askerî suçlar:
1) Unsurlarının ve cezalarının tamamı Askerî Ceza Kanunu’nda
yazılı olan, başka bir anlatımla Askerî Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza
kanunu ile cezalandırılmayan suçlar;
2) Unsurları kısmen Askerî Ceza Kanun’unda, kısmen diğer ceza
kanunlarında gösterilen suçlar;
3) Türk Ceza Kanunu’na atıf suretiyle askerî suç hâline
dönüştürülen suçlar;
Olmak üzere üç grupta mütalâa edilmektedir.
Aynı Kanun’un “Askerî mahkemelerde yargılamayı gerektiren
ilginin kesilmesi” başlıklı 17’nci maddesi; “Askerî mahkemelerde
yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi daha önce işlenen suçlara ait
davalara bu mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun;
askerî bir suç olmaması, askerî bir suça bağlı bulunmaması ve sanık
hakkında kamu davası açılmamış olması hâlinde Askerî mahkemenin
görevi sona erer” biçiminde iken, Anayasa Mahkemesinin 11 Mart 2000
tarihli ve 23990 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan, 1.7.1998 tarihli ve
1996/74 Esas, 1998/45 Karar sayılı kararı ile “... ve sanık hakkında kamu
davası açılmamış olması ...” sözcüklerinin Anayasaya aykırı olduğuna ve
iptaline karar verilmiştir.
Bu duruma göre, Askerî mahkemelerde yargılanmayı gerektiren
ilginin kesilmesiyle birlikte, sanığa yüklenen suçun Askerî bir suç
olmaması veya Askerî bir suça bağlı bulunmaması hâlinde, Askerî
mahkemelerin görevlerinin sona ereceği konusunda duraksama yoktur.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu
davası açılmış olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.
1111 sayılı Askerlik Kanunu’nun 80’inci maddesinde “... Firar ve
izinsiz geçen müddetlerle herhangi bir mahkemenin hükmettiği hapis
cezaları muvazzaf ve yedek hizmetlerinden sayılmaz. Disiplin cezaları
hizmetten sayılır.
Beraatla neticelenen davalarda mevkufiyet müddetleri hizmetten
sayılır. Ancak muvazzaflardan altı ay talim görmemiş olanlara bu müddet
223
tamamlattırılır. Yedeklere talim müddeti kadar hizmet yaptırılır.”
denilmektedir.
MSY.70-1/C Asker Alma Yönergesinin İkinci Bölüm Altıncı
kısmında; “Askerlik Kanunu’nda belirtilen hizmet süresini tamamlayan
erbaş ve erler için, dört nüsha terhis belgesi düzenlenir.”,
“... Hizmetleri sırasında tutuklanan ve tutukluluk süresi içinde
hizmet süresi sona eren erbaş ve erlerin terhisleri birliklerince yapılarak
dava sonucu beklenir ve terhis işleminin yapıldığı Askerî savcılığa
bildirilir. Bunlardan kıta şahsi dosyaları herhangi bir nedenle askerlik
şubesine iade edilmiş olanların terhis tarihlerinde kıta şahsi dosyaları
ayrıntılı bir yazı ekinde birliklerine gönderilerek terhis edilmeleri ve
terhis işleminin yapıldığının askerî savcılığa bildirilmesi istenir. Ancak,
tutukluluk öncesinde altı aylık hizmeti olmayanlar terhis edilmez.
Davanın, tutukluluk süresinin askerlik hizmetinden sayılmasını
gerektirecek bir kararla neticelenmesi hâlinde; suçun niteliği ve
tutuklama kararının verilmesi zamanına bakılmaksızın tutukluluk süresi
askerlik hizmetine mahsup edilerek kesin terhisleri yapılır. Davanın
tutukluluk süresinin askerlik hizmetinden sayılmamasını gerektirecek bir
kararla neticelenmesi hâlinde; tutukluluk süresi kadar noksan hizmet
yaptırıldıktan sonra kesin terhisleri yapılır.” denilmektedir.
Somut olayda, sanığın 31.07.2005 tarihinde askere sevk edildiği,
işlediği kasten adam öldürmek suçundan dolayı Suluova Sulh Ceza
Mahkemesince 16.12.2005 tarihinde tutuklanmasına Karar verildiği, o
tarihten itibaren tutukluluk hâli devam eden sanığın tutukluluk öncesinde
6 ay askerlik hizmetinin bulunmadığı görülmektedir.
Bu açıklamalar ışığında, silah altında iken işlediği kasten bir
insanı öldürmek suçu nedeniyle 25 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına
karar verilip bu suç nedeniyle tutuklanarak hâlen tutukluluğu sürdürülen
ve tutukluluk öncesinde 6 aylık askerlik hizmetinin bulunmadığı
anlaşılan sanığın kesin terhis tarihinin kamu davasının sonucuna göre
belli olacağı, nitekim sanığın tutuklu bulunduğu davanın da beraatla
sonuçlanmadığı, bu duruma göre sanığın hâlen asker kişi sıfatının devam
ettiği ve yüklenen suç nedeniyle yargılama görevinin askerî mahkemeye
ait olduğu;
Dairenin bozma ilâmı doğrultusunda yapılacak soruşturma
sonunda; sanık hakkında idare tarafından kesin terhis işleminin yapılmış
olduğu tespit edilse dahi; 1111 sayılı Askerlik Kanunu’nun 80’inci
maddesine ve MSY.70-1/C Asker Alma Yönergesinin ilgili hükümlerine
aykırı olacak bu terhis işleminin esas alınarak görevli yargı yerinin
belirlenmesinin hukuka uygun olmayacağı;
224
Bu durumda; atılı suç Askerî suç veya Askerî suça bağlı bir suç
olmamasına rağmen sanığın Askerî mahkemede yargılanmasını
gerektiren ilgi henüz kesilmemiş olduğundan, Askerî mahkemenin
yargılama görevinin devam ettiği, dolayısıyla sanık hakkında geçici veya
kesin terhis işleminin yapılıp yapılmadığına ilişkin olarak yapılacak
soruşturma,
sonucu
değiştirmeyeceğinden,
Askerî
Yargıtay
Başsavcılığının aynı doğrultudaki itirazının kabulüne Karar verilmiştir.
Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün 1.11.2004 tarihli, 2004/45-45
Esas ve Karar sayılı kararı; Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun
25.5.2006 tarihli, 2006/122-120 Esas ve Karar sayılı kararı ile; 3 üncü
Dairenin 5.12.2006 tarihli, 2006/1700-1698 Esas ve Karar sayılı kararı da
aynı doğrultudadır.
225
ASMKYUK
Mad. 19
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
3’üncü Daire Kararı
E. No. : 2008/722
K. No. : 2008/699
T.
: 12.3.2008
ÖZET
Sanık hakkında kurulan ilk hükmün bozulmasını müteakip,
bozmanın göreve ilişkin olmaması nedeniyle, bozmadan önce heyet
hâlinde oluşan Askerî mahkemenin görevinin sona ermemesi ve 5530
sayılı Kanun’un 6’ncı maddesi ile değişik 353 sayılı Kanun’un
19/4’üncü maddesine göre, iddianamenin kabulünden sonra
yargılamanın tek Hâkimle yürütülmesi gerektiği gerekçesi ile
görevsizlik kararı verilememesi nedeniyle, sanık hakkındaki
yargılamanın heyet hâlinde kurulu Askerî mahkeme tarafından
yürütülmesi gerekir.
2’nci Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 10.3.2006 tarihli,
2006/467-78 Esas ve Karar sayılı kararı ile atılı suçtan sanık hakkında
tesis olunan mahkûmiyet hükmünün, Dairemizin 3.10.2006 tarihli,
2006/1421-1417 Esas ve Karar sayılı ilamı ile noksan soruşturma
yönünden kanuna aykırılıktan bozulması üzerine, bozma ilamına
uyularak yeniden yapılan yargılama sonunda; sanığın, 6.1.2006 tarihinde
emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın 87/1
(Birinci cümlesi-teşdiden) ve TCK’nın 62’nci maddeleri gereğince, bir ay
yirmi gün hapis cezası ile mahkûmiyetine, yasal imkânsızlık nedeniyle
herhangi bir tedbire çevirmeye ve ertelemeye yer olmadığına karar
verilmiştir.
Bu hüküm, sanık tarafından yasal süresi içerisinde, sebep
gösterilmeksizin temyiz edilmiş; Başsavcılık tebliğnamesinde, usul
yönünden hukuka aykırı görülen mahkûmiyet hükmünün bozulmasına
karar verilmesi istenilmiştir.
Yapılan incelemede;
Sanığa, 2’nci Or.Kh.Grp.Kh.Bl.K.lığı emrinde askerlik görevini
yaparken, kışla içerisinde cep telefonu bulundurulmasının ve
kullanılmasının yasak olduğuna ilişkin emrin tüm personelle birlikte iki
226
kez ayrı ayrı tebliğ edilmiş olmasına rağmen, sanığın, hizmete ilişkin bu
emre aykırı hareket 6.1.2006 tarihinde cep telefonu kullanmak suretiyle
emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği kabul edilerek mahkûmiyet hükmü
kurulmuş ise de;
Sanık hakkında kurulan ilk hükmün Dairemizce bozulmasını
müteakip, bozmanın göreve ilişkin olmaması nedeniyle, bozmadan önce
heyet hâlinde oluşan askerî mahkemenin görevinin sona ermemesi,
5.10.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5530 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesi
ile değişik 353 sayılı Kanun’un 19/1’inci maddesine göre, emre
itaatsizlikte ısrar suçuna ilişkin yargılamanın tek hâkimden oluşan askerî
mahkeme tarafından yürütülmesi gerekmesine rağmen, yine 5530 sayılı
Kanun’un 6’ncı maddesi ile değişik 353 sayılı Kanun’un 19/4’üncü
maddesine göre, iddianamenin kabulünden sonra, yargılamanın tek
hâkimle yürütülmesi gerektiği gerekçesi ile görevsizlik kararı
verilememesi ve mahkemenin kuruluşunu düzenlemesi nedeniyle,
doğrudan kamu düzenini ilgilendiren görev konusu ile ilgili bu
düzenlemenin kesinleşmemiş nitelikteki tüm yargısal uyuşmazlıklar
hakkında
uygulanmasının
zorunluluk
arz
etmesi
birlikte
değerlendirildiğinde, sanık hakkındaki yargılamanın heyet hâlinde kurulu
askerî mahkeme tarafından yürütülmesi gerekirken, tek hâkimli askerî
mahkeme tarafından yürütülmesinin, 353 sayılı Kanun’un 19 ve 207/3-A
maddeleri anlamında hukuka kesin aykırılık oluşturması nedeniyle
hükmün usul yönünden bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.
Ayrıca, hükmün kurulduğu 10.10.2007 tarihli duruşma
tutanağının kısa karar bölümü ile gerekçeli hükmün hüküm fıkrası
bölümünde sanığın 6.1.2007 tarihinde emre itaatsizlikte ısrar suçunu
işlediği belirtilmesine rağmen, gerekçeli hükmün başlık kısmı ile
“Delillerin tahlili, değerlendirilmesi ve kabul” bölümünde, 6.1.2006
tarihinde atılı suçu işlediğinin belirtilmesinin, kısa karar ile gerekçeli
hüküm arasında ve keza, gerekçeli hükmün kendi içerisinde çelişki
(teşevvüş) yarattığı da belirlenmekte ise de, bozma sebebi karşısında,
yeniden yapılacak olan yargılama sırasında düzeltilebilecek bu hukuka
aykırılığa tenkit ve işaretle yetinilmiştir.
NOT: Askerî Yargıtay 3’üncü Dairesinin 16.9.2008 tarihli,
2008/2067-2056 Esas ve Karar sayılı kararı da bu yöndedir.
227
ASMKYUK
Mad. 10/C, 19/1
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E. No. : 2008/1545
K. No. : 2008/1531
T.
: 15.7.2008
ÖZET
1) Türk Silahlı Kuvvetleri kurumlarından biri olan
İstanbul/Harbiye Askerî Müze ve Kültür Sitesi K.lığı Müzecilik Grup
Başkanlığı kadrosunda sözleşmeli personel statüsüne tâbi
olarak görev yapan Svl.Me. İ.O.’nun, 353 sayılı Yasa’nın 10/C
maddesindeki açık hüküm nedeniyle asker kişi sayıldığında
kuşku bulunmamaktadır. Sanık Lv.Tkns.Bçvş. N.K.’nın da
asker kişi olduğu tartışmasızdır. Atılı “hakaret” suçunun
Askerî bir suç olmadığı, keza, Askerî bir suçla bağlantısının da
bulunmadığı açık olmakla beraber, sanık Lv.Tkns.Bçvş.
N.K.’nın eyleminin asker kişiye karşı işlendiğinde kuşku
bulunmadığından, atılı hakaret suçundan yargılama görevinin
Askerî mahkemeye ait olduğu anlaşılmakla görevsizlik
kararının bozulmasına karar verilmiştir.
2) Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli Astsubay olan
sanık Lv.Tkns.Bçvş. N.K.’nın üzerine atılı hakaret suçu ile
ilgili yargılamanın 353 sayılı Kanun’un 5530 sayılı Kanun’un
6’ncı maddesi ile değişik 19/1’inci maddesi uyarınca, aynı
Kanun’un 2’nci maddesine göre oluşturulan heyet tarafından
yürütülmesinde herhangi bir isabetsizlik ve hukuka aykırılık
bulunmadığından, sanığın yargılamasının Askerî mahkemenin
hâkim sınıfından olan üyelerinden biri tarafından yürütülmesi
gerektiği yolundaki tebliğname görüşüne iştirak edilmemiştir.
Askeri mahkemece; sanık Lv.Tkns.Bçvş. N.K.’nın, 20.9.2006
tarihinde “Hakaret” suçunu işlediği iddiasıyla açılan kamu davasında,
Svl.Me. İ.O.’nun ASCK’nın 3’üncü maddesi kapsamında asker kişi
sayılmayacağı kabul edilerek, Askerî mahkemenin görevsizliğine, dava
dosyasının görevli ve yetkili Üsküdar Asliye Ceza Mahkemesine
gönderilmesine karar verilmiş; hüküm sanık tarafından; askeri personeli
228
taşıyan sivil servis aracının askeri mahal kabul edilmesi gerektiği,
dışarıdaki dolmuş ve otobüslerden farklı bir statüsü olduğu, olay günü
servis aracının “araç komutanı” olduğundan, güzergahı kameraya çeken
Svl.Me. İ.O.’yu ikaz ettiği, ancak uyarılarına aldırmadığından kendisine
müdahâle yetkisinin bulunduğu, davanın Askerî mahkemede görülmesi
gerektiği ileri sürülerek temyiz edilmiştir.
Svl.Me. İ.O. hakkında, hakaret suçundan verilmiş olan görevsizlik
kararı temyiz edilmediğinden, inceleme dışında bırakılmıştır.
Yapılan incelemede;
Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi K.lığı emrinde görev
yapmakta olan sanık Lv.Tkns.Bçvş. N.K. ile Svl.Me. İ.O.’nun, 5.9.2006
tarihinde Harbiye-Kartal istikametinde ihâle usulü verilen ve sivil araçla
gerçekleştirilen servis hizmeti sırasında, servis güzergahı nedeniyle
tartıştıkları, bu tartışmadan sonra, 20.9.2006 tarihinde yine aynı serviste
bulunan Svl.Me. İ.O.’nun güzergahı kameraya alması üzerine, her ikisi
arasında tekrar tartışma çıktığı, bu tartışma sırasında Lv.Tkns.Bçvş.
N.K.’nın Svl.Me İ.'ye hitaben “Siktir git” dediği, bu suretle hakaret
suçunu işlediği iddiasıyla eylemine uyan TCK’nın 125/1’inci maddesi
uyarınca cezalandırılması istemi ile kamu davası açıldığı anlaşılmaktadır.
Tebliğnamede; Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşunda sivil
personel olarak çalışan Svl.Me. İ.O.’nun asker kişi sıfatının, ancak
emrinde çalıştığı askerî amirlere karşı ast olmasından kaynaklanan
yükümlülükleri yerine getirmemesi hâlinde veya amir olarak görevli ise,
maiyetindeki asker veya sivil personele verdiği Askerî hizmetle ilgili
emirlerin yerine getirilmemesi hâlinde söz konusu olabileceği, dava
konusu olayda böyle bir durum söz konusu olmadığından, Lv.Tkns.Bçvş.
N.K.’nın eyleminin asker kişiye karşı işlendiğinden söz edilemeyeceği
keza, olay tarihinden yaklaşık 15 gün önce, servis güzergahı yüzünden
birbirleriyle tartıştıkları açık olup, birlik komutanlığı tarafından alınan
ifadesinde, servis güzergahının süresi konusunda bir takım yanlış
tespitler yapıldığını beyan eden, olay günü servis güzergahını ve süresini
tespit ederek durumu Ulş.Ks.A.Ulş.Bçvş. A.O.’ya bildirmek için cep
telefonu kamerasıyla çekim yapan Svl.Me. İ.O.’ya, araç komutanı
Lv.Tkns.Bçvş. N.K. tarafından yapılan yersiz müdahâle ve sarf edilen
küfür içerikli sözlerin askerlik hizmeti ve görevleri ile ilgili olduğunun da
kabul edilemeyeceği belirtilmek suretiyle, askerî bir suç olmadığı gibi
askerî bir suçla da bağlantılı olmayan ve “Askerî mahal” olarak kabulü
mümkün görülmeyen sivil servis aracında gerçekleşen atılı suçtan
yargılama yapma görevinin adliye mahkemelerine ait olduğu ileri
sürülmüş ise de;
229
353 sayılı “Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü”
Kanunu’nun “Askerî Mahkemelerin Görevleri” başlığı altında
düzenlenen İkinci Bölümünde yer alan “Genel görev” başlıklı 9’uncu
maddesinde “Askerî mahkemeler, kanunlarda aksi yazılı olmadıkça,
asker kişilerin askerî olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya
askerî mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak
işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler” hükmü yer
almaktadır. Yine; aynı Bölümde yer alan “Asker kişiler” başlıklı 10’uncu
maddesinin C bendi ise “Millî Savunma Bakanlığı veya Türk Silahlı
Kuvvetleri kadro ve kuruluşlarında çalışan sivil personel” hükmünü
haizdir.
“Askerî suç”, öğretide ve uygulamada;
a- Unsurları ve cezalarının tamamı Askerî Ceza Kanununda yazılı
olan, başka bir anlatımla Askerî Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası
ile cezalandırılmayan suçlar,
b- Unsurları kısmen Askerî Ceza Kanunu’nda, kısmen diğer ceza
yasalarında gösterilen suçlar,
c- Türk Ceza Kanununa atıf suretiyle askerî suç hâline
dönüştürülen suçlar olmak üzere üç grupta mütalâa edilmektedir.
Diğer yandan; ASCK’nın 3’üncü maddesi askerî şahıslar
kavramına Millî Savunma Bakanlığı ile Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve
kuruluşunda çalışan sivil personeli de dâhil etmiştir.
Gerek 353 sayılı Kanun’un 10/C maddesinde, gerek ASCK’nın
4551 sayılı Kanunla değişik 3/1’inci maddesinde, Millî Savunma
Bakanlığı ile Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşunda çalışan sivil
personel, Askerî şahıs olarak kabul edilmekle beraber; ASCK’nın 3’üncü
maddesine 4551 sayılı Kanunla eklenen 2’nci fıkrada Millî Savunma
Bakanlığı ile Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşunda çalışan devlet
memurlarının asker kişi sıfatlarının, 211 sayılı TSK İç Hizmet
Kanunu’nun 115’inci maddesinde belirtilen yükümlülükleri ile sınırlı
olacağı hükmüne yer verilmiştir.
ASCK’nın 3’üncü maddesinde 4551 sayılı Kanunla yapılan
değişiklikten ve eklenen fıkradan önce de, Millî savunma Bakanlığı ile
Türk Silahlı Kuvvetlerinde çalışan sivil personel hakkında TSK İç
Hizmet Kanunu’nun 115’inci maddesindeki hükme göre uygulama
yapıldığından; ASCK’nın 3’üncü maddesinin 2’nci fıkrasında Devlet
memurları yönünden getirilen sınırlama, TSK İç Hizmet Kanunu’nun
115’inci maddesinin ve bu konudaki Askerî Yargıtayın yerleşik
uygulamalarının tekrarından ibaret olup, yeni bir durum
yaratmamaktadır.
230
TSK İç Hizmet Kanunu’nun 115’inci maddesinin 1’inci
fıkrasında, “Silahlı Kuvvetlerde çalışan sivil memur, müstahdem,
müteferrik müstahdem ve gündelikçi sivil personel bu Kanun’un
askerlere tahmil ettiği sorumluluk ve hizmetlerin ifası bakımından”
denildikten sonra, “b” bendinde, “Bütün sivil personel emrinde
çalıştıkları askeri amirlere karşı ast durumunda olup, bu Kanun’un
14’üncü maddesinin asta tahmil ettiği vazifeleri aynen yapmaya
mecburdurlar. Hilâfına hareket edenler askerlerin tâbi olduğu cezaî
müeyyidelere tâbi olurlar.” denilmiştir. TSK. İç Hizmet Yönetmeliğinin
717/b maddesinde de bu husus aynen tekrarlanmıştır.
Madde metinlerinden açıkça anlaşılacağı üzere, Türk Silahlı
Kuvvetlerinde görevli tüm sivil personelin emrinde çalıştıkları askerî
amirlere karşı ast durumunda oldukları, İç Hizmet Kanunu’nun 14’üncü
maddesinde asta yüklenen görevleri aynen yapmaya mecbur oldukları,
aksine hareket edenlerin askerlerin tabi olduğu cezai müeyyidelere tâbi
olacakları belirtilmiştir. Buna göre ve yerleşmiş Askerî Yargıtay
içtihatları da nazara alındığında, Millî Savunma Bakanlığı ve Türk Silahlı
Kuvvetlerinde görevli tüm sivil personel, Askerî Ceza Kanun’unda
yazılı, “Amiri Tehdit”, “Amire Hakaret”, “Amire Mukavemet”, “Amire
Fiilen Taarruz”, “Emre İtaatsizlikte Israr” gibi askeri cürümleri; 477
sayılı Disiplin Suç ve Cezaları Hakkındaki Kanunda yazılı, “Amire
saygısızlık”, “Emre itaatsizlik”, “Amire bilerek doğru söylememek” gibi
disiplin suçlarını işleyebileceklerdir. Ancak, Askerî Yargıtay Daireler
Kurulunun 27.12.2001 gün ve 2001/118-120 sayılı ilâmında da
belirtildiği gibi; Millî Savunma Bakanlığı ile Türk Silahlı Kuvvetlerinde
görevli sivil personelin cezaî sorumlulukları sadece amirlerine karşı ve
TSK İç Hizmet Kanunu’nun 115’inci maddesindeki yükümlülükleri ile
sınırlı olduğundan, bu kişiler, yukarıda sayılanlar dışındaki “sırf askerî
suçları” işleyememekle beraber, bu husus; belirtilen şahısların, gerek
ASCK’da yazılı olan ve gerekse ASCK’nın atıf suretiyle “askerî suç”
hâline dönüştürdüğü diğer suçları işleyebilecek olmalarına ve bu
eylemleri sebebiyle askerî mahkemede yargılanmalarına engel
olmayacağı gibi bu durumun onların asker kişi sıfatlarına hâlel
getirmediğinde de kuşku bulunmamaktadır.
Bu açıklamalar ışığında; dava konusu maddî olaya dönüldüğünde;
Türk Silahlı Kuvvetleri kurumlarından biri olan İstanbul/Harbiye Askerî
Müze ve Kültür Sitesi K.lığı Müzecilik Grup Başkanlığı kadrosunda,
sözleşmeli personel statüsüne tâbi olarak görev yapan Svl.Me. İ.O.’nun,
353 sayılı Yasanın 10/C Maddesindeki açık hüküm nedeniyle asker kişi
sayıldığında kuşku bulunmamaktadır. Sanık Lv.Tkns.Bçvş. N.K.’nın da
231
asker kişi olduğu tartışmasızdır. Atılı “hakaret” suçunun askerî bir suç
olmadığı keza, askerî bir suçla bağlantısının da bulunmadığı açık olmakla
beraber, sanık Lv.Tkns.Bçvş. N.K.’nın eyleminin asker kişiye karşı
işlendiğinde kuşku bulunmadığından, atılı hakaret suçundan yargılama
görevinin askerî mahkemeye ait olduğu anlaşılmakla görevsizlik
kararının bozulmasına karar verilmiştir.
Ayrıca; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli astsubay olan sanık
Lv.Tkns.Bçvş. N.K.’nın üzerine atılı hakaret suçu ile ilgili yargılamanın
353 sayılı Kanun’un 5530 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesi ile değişik
19/1’inci maddesi uyarınca, aynı Kanun’un 2’nci maddesine göre
oluşturulan heyet tarafından yürütülmesinde herhangi bir isabetsizlik ve
hukuka aykırılık bulunmadığından, sanığın yargılamasının askerî
mahkemenin hâkim sınıfından olan üyelerinden biri tarafından
yürütülmesi gerektiği yolundaki
tebliğname görüşüne iştirak
edilmemiştir
232
ASMKYUK
Mad. 74
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
1’inci Daire Kararı
E. No. : 2008/310
K. No. : 2008/244
T.
: 23.1.2008
ÖZET
Ege Ordusu Komutanlığı Askerî Mahkemesince
tutuklanma istemi reddedilen, itiraz üzerine en yakın Askerî
mahkeme
olan
Hava
Eğitim
Komutanlığı
Askerî
Mahkemesince tutuklanan şüphelinin, müdafii tarafından
tutuklama Kararına süresinde itiraz edildiğine göre, 353 sayılı
Kanun’un 74’üncü maddesinin son fıkrası gereğince, söz
konusu itiraza tutuklama kararını veren mahkeme yönünden
en yakın Askerî mahkeme olan Güney Deniz Saha Komutanlığı
Askerî Mahkemesinde bakılması gerekir.
Ege Ordu Komutanlığı Askerî Savcılığının 2007/346 (2008/45)
esas sayılı soruşturma dosyasına ilişkin olarak, şüpheli sivil şahıs
Y.B.’nin yüklenen askerlikten kurtulmak için hile yapmak suçundan
dolayı hakkında Ege Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 3.12.2007
tarih ve 2007/292 sayılı duruşmasız işlere dair kararıyla delilleri karartma
şüphesi ve kaçmayı engelleme nedenleriyle CMK’nın 98’inci maddesi
uyarınca tesis olunan yakalama kararı doğrultusunda yakalama emri
düzenlendiği,
Hakkındaki yakalama emrine istinaden 24.12.2007 günü Ağrı
İlinde yakalanan şüphelinin sevk edildiği Ağrı 12’nci Mekanize Piyade
Tugay Askerî Mahkemesince 24.12.2007 tarih ve 2007/698 sayılı kararla
esas mahkemeye sevk için tutuklama kararı verildiği,
Esas mahkeme olan Ege Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesi
huzuruna çıkarılan ve Askerî savcılıkça vicahen tutuklanması istenen
şüpheli hakkında Ege Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 4.1.2008
tarih ve 2008/1 sayılı kararıyla tutuklama isteminin reddine karar
verildiği,
Tutuklama isteminin reddi kararına karşı Ege Ordu Komutanlığı
Askerî Savcılığınca 4.1.2008 tarihinde en yakın askerî mahkemede itiraz
233
edilmesi üzerine, Hava Eğitim Komutanlığı Askerî Mahkemesinin
4.1.2008 tarih ve 2008/3 sayılı kararıyla itirazın kabulü ile tutuklanması
gereken şüpheli hakkında yakalama emri çıkarılması yönünde karar tesis
edilip tutuklanmayı teminen yakalama müzekkeresi çıkarıldığı,
Sevk için tutuklanmış iken Ege Ordu Komutanlığı Askerî
Mahkemesinin 4.1.2008 tarihli tutuklama isteminin reddi kararı üzerine
salıverilmiş olan şüphelinin hakkındaki Hava Eğitim Komutanlığı Askerî
Mahkemesince düzenlenmiş yakalama müzekkeresi doğrultusunda
yakalanarak aynı gün Ege Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesi
huzuruna çıkarıldığı, anılan Mahkemenin 4.1.2008 tarih ve 2008/1 sayılı
kararıyla tutuklama için çıkarılmış yakalama müzekkeresindeki şahsın
huzurdaki şüpheli olduğu saptanarak yakalama müzekkeresinin
tutuklama kararına dönüştürüldüğü,
Şüphelinin vekaletnameli müdafi tarafından 10.1.2008 tarihli
dilekçeyle, Hava Eğitim Komutanlığı Askerî Mahkemesince verilmiş
tutuklama kararına itiraz edilmesi üzerine, Hava Eğitim Komutanlığı
Askerî Mahkemesine itirazı inceleme yönünden en yakın Askerî
Mahkeme olan Güney Deniz Saha Komutanlığı Askerî Mahkemesince
11.1.2008 tarih ve 2008/5 sayılı kararla “5320 sayılı Kanun’un 5’inci
maddesi uyarınca gıyabî tutuklama kararının ancak yabancı ülkede
bulunan kaçaklar hakkında verilebileceği, bu nedenle Hava Eğitim
Komutanlığı Askerî Mahkemesince tesis edilmiş olan kararın şüphelinin
gıyabında verilmiş olması nedeniyle ‘tutuklanmasına’ ilişkin bölümünün
yok hükmünde olduğu ve anılan kararın bütün hâlinde şüpheli hakkında
çıkarılmış yakalama emri olarak hukuken değer kazandığı, öte yandan
şüphelinin yakalandıktan sonra Hava Eğitim Komutanlığı Askerî
Mahkemesi önüne çıkarılması gerektiği, itirazın halli için karar vermeye
bu Mahkemenin yetkili olduğu, şüpheli hakkında hukuken geçerli olarak
ilk kez Ege Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 4.1.2008 tarih ve
2008/1 sayılı Kararıyla vicahen tutuklama kararı verildiğine göre 353
sayılı Kanun’un 71/4 maddesi uyarınca en yakın Askerî mahkeme
sıfatıyla tutuklamaya itiraza Hava Eğitim Komutanlığı Mahkemesinin
bakması gerektiği” belirtilerek Mahkemenin yetkisizliğine karar
verildiği,
Soruşturma dosyasının intikal ettirildiği Hava Eğitim Komutanlığı
Askerî Mahkemesince tesis olunan 16.1.2008 tarih ve 2008/18 sayılı
kararla, şüpheli hakkında tutuklama kararı verildiğinden tutuklama
kararına itirazın kendi Mahkemelerinde incelenmesinin hukuka ve
mevzuata aykırı olacağı belirtilerek Mahkemenin yetkisizliğine karar
verildiği,
234
Bu suretle iki askerî mahkeme arasında tutuklamaya itiraz
konusunda olumsuz yetki uyuşmazlığı çıktığı ve kişi özgürlüğünü
yakından ilgilendiren bir konuda en yakın askerî mahkemede itiraz kanun
yolunun çalıştırılması suretiyle sorunun halli olanağı kalmadığından
çözümsüz bir durum oluştuğu anlaşılmaktadır.
Belirtilen sorunun 353 sayılı Kanun’un 31’inci maddesi
kapsamında Askerî Yargıtayda çözülmesi gerektiği sonucuna varılarak
yapılan incelemede;
Bilindiği gibi 353 sayılı Kanunda 5.10.2006 tarihinde yürürlüğe
giren 5530 sayılı Kanunla yapılan köklü değişiklikler sonucu tutuklama
kurumuna ilişkin bir kısım maddeler kaldırılmış, bir kısım maddeler
askerî yargıya özgü oluşu nedeniyle korunurken bazı maddelerde de
değişiklikler yapılarak 5271 sayılı CMK ile uyum sağlanmıştır. Yapılan
değişikliğin gerekçesi, “pek çok konuda Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanun’undaki hükümlerin tekrarlanmış olması dikkate alındığında, Ceza
Muhakemesi Kanun’unda bulunan hükümlerin tekrarına gerek
görülmeyerek 353 sayılı Kanun’un ilgili hükümlerinin yürürlükten
kaldırılması ve askerî yargıda uygulanmasına ihtiyaç bulunmayan
hükümler hariç olmak üzere Ceza Muhakemesi Kanun’una atıf yapılması
yolu tercih edilmiştir.” şeklinde açıklanmaktadır. Bu düzenlemeler
dikkate alındığında bir usul sorunu çıktığında öncelikle 353 sayılı
Kanunda bir hüküm bulunup bulunmadığı araştırılmalı ve hüküm
bulunmadığı takdirde 5271 sayılı CMK hükümlerinde çözüm
aranmalıdır.
353 sayılı Kanun’un tutuklama müessesesi ile ilgili hükümleri
incelendiğinde, 5530 sayılı Kanun ile değişik 69’uncu maddede
tutuklama Kararının kim tarafından istenip verilebileceği, 71’inci
maddede tutuklama nedenleri belirtilmiş olup, tutuklamaya ya da
tutuklama isteminin reddi kararlarına itiraz ise açık ve anlaşılır bir
biçimde 74’üncü maddede düzenlenmiştir.
74’üncü maddenin 2’nci fıkrasına göre, tutuklama isteminin
reddine dair kararlara karşı Askerî savcı ile teşkilatında Askerî mahkeme
kurulan kıta komutanı 7 gün içinde istemi reddeden mahkemeye en yakın
Askerî mahkemede itiraz edebilmekte; anılan maddenin 5530 sayılı
Kanunla değişik son fıkrasına göre, itirazı inceleyen mahkeme, şüpheli
veya sanığın tutuklanmasına karar verdiği takdirde; şüpheli veya sanığın,
itirazda bulunan teşkilatında askerî mahkeme kurulan kıta komutanının
teşkilatındaki askerî mahkeme hariç, en yakın askerî mahkemeye 7 gün
içinde itiraz edebilme hakkı bulunmaktadır.
235
Açıklanan bu mevzuat hükümlerine göre, somut olayda,
şüphelinin tutuklanmasına ilişkin Askerî savcının istemi Ege Ordu Askerî
Mahkemesince reddedildiğine ve bu karara süresinde askerî savcı
tarafından itiraz edildiğine göre, itiraza en yakın askerî mahkeme olan
Hava Eğitim Komutanlığı Askerî Mahkemesinde bakılacaktır. Tutuklama
isteminin reddi kararına yönelik itirazı inceleyen askerî mahkeme, somut
olayda olduğu gibi, 353 sayılı Kanun’un 74’üncü maddesi hükmüne göre
itiraz nedenlerini yerinde bulduğu takdirde şüphelinin tutuklanmasına
karar verecek, pek tabi huzurda olmayan şüphelinin tutuklu olarak
cezaevine kapatılması için CMK’nın 94 ve 98’inci maddeleri
doğrultusunda bir yakalama emri (müzekkeresi) çıkaracaktır.
Nitekim bu husus 98’inci maddenin 1’inci fıkrasında, “Ayrıca,
tutuklama isteminin reddi kararına itiraz hâlinde, itiraz mercii tarafından
da yakalama emri düzenlenebilir.” şeklinde açık bir biçimde
düzenlenmiştir. Anılan 98’inci maddede 5353 sayılı kanunla yapılan
değişiklik gerekçesinde, “98 inci maddesinin birinci fıkrasına bir cümle
eklenmiştir. Böylece, tutuklama talebinin reddi kararına itiraz üzerine
merciin itirazı yerinde görmesi hâlinde, bu arada serbest bırakılmış olan
kişi hakkında tutuklama kararı vermek üzere yakalama emri
düzenlenebilmesi mümkün hâle getirilmiş ve bu suretle 271’inci
maddenin dördüncü fıkrasıyla uyum sağlanmıştır.” denilerek itiraz
üzerine tutuklama kararı verildiğinde yakalama emri düzenlenmesinin
yolu açılmıştır.
Belirtilen şekilde itiraz üzerine tutuklanıp hakkında yakalama
emri (müzekkeresi) düzenlenen şüpheli yakalandığında, hakkındaki
yakalama emrinin tutuklama kararı hâline dönüştürülmesi gerekmektedir.
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un
112’nci maddesi gereğince sanığın tutukevine kabul edilebilmesi için
hâkim veya mahkeme tarafından verilmiş bir tutuklama kararının
bulunması zorunludur. Şüpheli hakkındaki 4.1.2008 tarihli yakalama
emrinin tutuklama kararına dönüştürülmesi işleminin herhangi bir
mahkemede yapılması mümkün olup somut olayda bu işlem Ege Ordu
Komutanlığı Askerî Mahkemesince yapılmıştır. Esasen bu işlem bir
kimlik doğrulama işleminden ibaret olup yakalama emrinde ismi geçen
kişinin huzurdaki kişi olduğu saptandığında mahkemenin tutuklama
kararı vermek dışında bir yetkisi bulunmamaktadır.
Nitekim, 5271 sayılı CMK’nın 94’üncü maddesinde değişiklik
yapan 5353 sayılı Kanunla ilgili gerekçede, “Sulh ceza hâkimi, öncelikle,
yakalama emrinin geri alınıp alınmadığını, ayrıca huzuruna getirilen
kişinin yakalama emrinde belirtilen kişi olup olmadığını araştıracaktır.
236
Yine, örneğin, yakalama emrini düzenleyen hâkim veya mahkeme, bu
emrin ekinde, şüpheli veya sanığa yöneltilmek üzere bazı sorular sorulup
cevabı alındıktan sonra serbest bırakılmasını isteyebilir. Bütün bu
durumlarda, soruşturulduğu veya kovuşturulduğu yer dışında yakalanan
kişinin gereksiz yere mağdur edilmesi önlenmiş olacaktır. Yakalama emri
geri alınmışsa, yakalanan kişi yakalama emrinde belirtilen kişi değilse ya
da somut durumda bu kişinin yetkili hâkim veya mahkemeye
gönderilmesine gerek bulunmamakta ise, sulh ceza hâkimi kişiyi serbest
bırakacaktır. Buna karşılık yakalanan kişinin yetkili hâkim veya
mahkemeye gönderilmesi gerekmekte ise, gönderme işlemi de hâkim
güvencesinde ve onun kararıyla olacaktır. Bu durumda hâkim, sevk
tutuklaması kararı verecektir.” şeklinde açıklanmıştır. Dolayısıyla somut
olaydaki konunun CMK’nın 94’üncü maddesinde belirtilen ve hâkime
serbest bırakma hakkını bahşeden durumla bir ilgisi bulunmamaktadır.
Açıklandığı üzere, Ege Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesince
tutuklanma istemi reddedilen, itiraz üzerine en yakın askerî mahkeme
olan Hava Eğitim Komutanlığı Askerî Mahkemesince tutuklanan
şüphelinin, müdafi tarafından süresinde tutuklama kararına itiraz
edildiğine göre, 353 sayılı Kanun’un 74’üncü maddesi son fıkrası
gereğince, söz konusu itiraza tutuklama Kararı veren mahkeme yönünden
en yakın askerî mahkeme olan Güney Deniz Saha Komutanlığı Askerî
Mahkemesinde bakılması gerektiği tereddüt yaratmayacak biçimde
bellidir. Güney Deniz Saha Komutanlığı Askerî Mahkemesinin
Kararında değinilen 5320 sayılı Kanun’un 5’inci maddesindeki husus,
1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu yürürlükte iken
verilmiş gıyabî tutuklama kararlarının 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanun’unun yürürlüğe girmesiyle yakalama emri niteliğine dönüşmesine
ilişkin bir düzenleme olup konumuzla bir ilgisi bulunmamaktadır. Öte
yandan, yukarda belirtildiği gibi, 353 sayılı Kanun’un 74’üncü
maddesine göre itiraz merci tutuklama kararı verebileceğine göre, Güney
Deniz Saha Komutanlığı Askerî Mahkemesinin yetkisiz olduğunu
belirtmesine karşın incelediği tutuklama kararındaki ‘tutuklanmasına’
ibaresinin yok hükmünde olduğuna dair kabulünde de isabet
bulunmamaktadır. Yine, anılan Mahkemenin, şüphelinin yakalandığında
tutuklama Kararı yerine geçmek üzere yakalama emrini düzenlemiş olan
Hava Eğitim Komutanlığı Askerî Mahkemesi önüne çıkarılması
gerektiğine ilişkin kabulü isabetsiz ve hatalı olup, bu kanaat, yukarda
açıklandığı üzere yasal düzenlemelere uygun olmadığı gibi, tutuklama
kararı veren merciin aynı zamanda bu karara yönelik itiraza da bakması
şeklinde açıkça hukuka aykırı bir değerlendirme mahiyetindedir.
237
Açıklanan nedenlerle, şüpheli sivil şahıs Y.B.’nin itiraz üzerine
tutuklanmasına ilişkin karara karşı müdafi tarafından yapılan itiraza, 353
sayılı Kanun’un 74’üncü maddesi gereğince Güney Deniz Saha
Komutanlığı Askerî Mahkemesinin bakması gerektiğine, bu nedenle
anılan Mahkemenin 11.1.2008 tarih ve 2008/5 sayılı kararının
kaldırılmasına karar verilmiştir.
238
ASMKYUK
Mad. 196, 197
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/8
K. No. : 2008/8
T.
: 17.1.2008
ÖZET
Askerî savcı dâhil tarafların kanun yoluna başvuru
dilekçelerini kıdemli askerî hâkime ya da ilgili askerî hâkime
imzalattırarak havale ettireceğini zorunlu tutan (353 sayılı
Kanun’un 197/3’üncü maddesi uyarınca düzenlenen tutanak
dışında) yasal bir düzenlemenin bulunmaması, Askerî Mahkemeler,
Askerî Savcılıklar Kalem Teşkilatı ve Personelin Görev ve
Sorumlulukları Hakkında Yönetmeliğin 17 ve 18’inci maddelerine
göre, askerî mahkemeye gelen askerî savcının temyiz dilekçelerinin
mahkeme kıdemli hâkimine gösterilip havalesinin yaptırılması
işleminin askerî mahkeme kalem personelinin görev ve
sorumlulukları arasında yer alması, iddia makamını temsil eden ve
resmi bir sıfatı olan askerî savcının, kararın tefhim edildiği gün
askerî mahkeme kıdemli hâkimliğine hitaben, beraat hükümlerini
sanıklar aleyhine temyiz ettiğini belirten bir süre tutum yazısı yazıp,
kendi kalem personeliyle aynı gün askerî mahkeme kalemine
göndermiş olması ve süre tutum yazısının askerî mahkeme
kaleminde görevli memur tarafından elden teslim alınıp, yazının
askerî savcılıkta kalan ikinci nüshasına “Süre tutum yazısını elden
teslim aldım. 21.11.2006-H.S.” şeklinde not yazılıp imzalanmış
olması karşısında, askerî savcının temyiz başvurusunun süresinde
olduğunu kabul etmek gerekmektedir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; askerî mahkemece, sanıklar
hakkında atılı suçlarından dolayı 21.11.2006 tarihinde tesis edilen beraat
hükümlerinin, askerî savcı tarafından aleyhe temyiz edildiğine dair
yazılan 21.11.2006 tarihli süre tutum yazısının, bir haftalık yasal temyiz
süresi içerisinde verilip verilmediği konusuna ilişkindir.
239
Daire; Askerî savcının 21.11.2006 tarihli temyiz süre tutum
dilekçesinde hâkim havalesinin bulunmadığı, bu dilekçenin aynı gün
askerî mahkeme kaleminde görevli bir sivil memura teslim edilmesinin,
temyizin süresinde yapıldığını göstermeyeceği, hâkim havalesi taşımayan
temyiz lâyihasının ise temyiz süresi sona erdikten sonra verildiği
gerekçesiyle askerî savcının temyiz istemini süre yönünden reddederken,
Başsavcılık; askerî savcının 21.11.2006 tarihli temyiz dilekçesinin
(Süre tutum dilekçesinin), askerî savcılıkta kalan ikinci nüshasına, askerî
mahkeme tutanak katibi (Svl.Me. H.S.) tarafından, dilekçenin aynı gün
elden teslim alındığına dair şerh düşülerek imzalandığını, dilekçe aslının
dava dosyasının 1081 sırasında, kendisinden önceki ve sonraki yazı ve
belgelerin tarih sırasına uygun şekilde yer aldığını, dilekçenin aslında ve
ikinci nüshasında silinti kazıntı bulunmadığını, dilekçenin ikinci
nüshasındaki şerhin Svl.Me H.S. tarafından verildiğine dair hiçbir
şüphenin bulunmadığını, hâkim havalesi taşımayan 21.11.2006 tarihli
temyiz dilekçesinin süresinde askerî mahkemeye verildiğini ileri sürerek,
Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
Beraat hükümlerinin verildiği 21.11.2006 tarihi itibariyle
yürürlükte olan, inceleme konusu olayla ilgili özel ve genel yasal
düzenlemelere sırasıyla baktığımızda:
353 sayılı Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü
Kanun’unun;
5530 sayılı Kanun’un 40’ncı maddesiyle değişik, “Kanun yollarına
başvurma” başlığını taşıyan 196’ncı maddesinde;
“Kanun yolları, askerî savcı, şüpheli, sanık ve katılan, katılma
isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek
surette suçtan zarar görmüş bulunanlar ile teşkilatında askerî mahkeme
kurulan kıta komutanı ve askerî kurum amirine açıktır.
Askerî savcı ile teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıta komutanı
veya askerî kurum amiri şüpheli veya sanık lehine de kanun yollarına
başvurabilir.”
“Kanun yolarına başvurma mercii” başlığını taşıyan 197’nci
maddesinde;
“Kanun yollarına başvurma, bundan feragat veya vazgeçme
hakkındaki istemlerde merci, taarruz edilen kararı veren veya bu karara
aracılık eden Askerî savcılık ve eğer taarruz bir mahkeme kararına karşı
ise, o mahkemedir.
Kanun yoluna başvurma dilekçe ile olur.
240
Ancak, Askerî mahkeme veya askerî savcılık tutanak kâtibine bu
hususta bir tutanak düzenlenmesi için yapılacak bir beyan ile de olabilir.
Bu tutanak Askerî savcı veya kıdemli askerî Hâkim tarafından onaylanır.
Askerî kişiler tarafından en yakın askerî birlik komutanına veya
askerî kurum amirine bir beyanda bulunmak suretiyle de kanun yoluna
başvurulabilir. Bu hususta bir tutanak düzenlenir. Kanunî mehillere
uyulmuş olmak için tutanağın bu mehiller içinde düzenlenmiş olması
gereklidir.”
Şeklinde düzenlemelerin yer aldığı,
“Tutuklu olanların kanun yollarına başvurma usulü” başlıklı
198’inci maddesiyle,
“Kanun yolunun tayininde yanılma” başlıklı 199’uncu maddesinin,
5530 sayılı Kanun’un 62’nci maddesiyle yürürlükten kaldırılıp,
aynı Kanun’un 61’inci maddesiyle eklenen Ek madde 1 ile bu konularda
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun’un ilgili hükümlerinin
uygulanacağının belirtildiği,
“Temyiz isteminin süresi ve şartları” başlığını taşıyan 209’uncu
maddesinde;
“Temyiz istemi karar veya hükmün tefhiminden, tefhim sanığın
yokluğunda yapılmış ise tebliğinden itibaren bir hafta içerisinde olur.
Teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıta komutanı veya askerî
kurum amiri için temyiz süresi hükmün gerekçesiyle birlikte tebliği
tarihinden başlayarak bir haftadır” hükmüne yer verildiği,
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun’unun “Kanun yolunun
belirlenmesinde yanılma” başlığı altında düzenlenen 264’üncü
maddesinde ise;
“(1) Kabul edilebilir bir başvuruda kanun yolunun veya merciin
belirlenmesinde yanılma, başvuranın haklarını ortadan kaldırmaz.
(2) Bu hâlde başvurunun yapıldığı merci, başvuruyu derhâl görevli
ve yetkili olan mercie gönderir”
Şeklinde düzenleme yapıldığı, madde gerekçesinde de;
“... Tasarı, hâkim ve mahkeme kararlarında hukuka aykırılık ve
yanlışlık olabileceğini kabul ve bunlara karşı kanun yollarını açık
tutarken, Cumhuriyet savcısı dâhil başvuru hakkı olanların da mercide
veya kanun yolunun belirlenmesinde yanılgıya düşebileceklerini
öngörmüş ve bunu karşılamak üzere bu maddeyi getirmiştir.
Madde uyarınca, Cumhuriyet savcısının, şüpheli veya sanığın,
avukatın, davaya katılan yasal temsilcisinin veya eşin kabulü gerekli bir
kanun yolu istemi salt merciin veya kanun yolunun belirlenmesinde
yanılgı nedeniyle, başvuranın hukukunu ihlâl etmeyecek, dilekçe veya
241
tutanağın verildiği merci bunu zaman yitirmeden, yetkili ve görevli
mercie gönderecektir.
Cumhuriyet savcılarının, yoğun ve ağır bir iş yükü altında
bulunmaları nedeniyle yanılgıya düşmeleri olasıdır. Öte yandan,
Cumhuriyet savcılarının kanun yolu başvurularının toplum yarına,
toplumun hukukunu bozan bir durumun düzeltilmesini sağlama amacına
yönelik olduğu ve sanık lehine de başvurabilecekleri düşüncesiyle, bu
konuda sınırlama koyan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun
22.1.1962 gün ve 2-1 sayılı kararını aşmak üzere, madde açık hüküm
getirmiştir” şeklinde;
Komisyon gerekçesinde de; “Tasarının 294’üncü maddesinin
birinci fıkrasında iki değişiklik yapılmıştır. İlk değişiklik ifadelerin
düzeltilmesi şeklindedir. Buna göre; ‘kabulü gerekli’ yerine ‘kabul
edilebilir’, ‘hukukunu ihlâl etmez’ yerine ‘haklarını ortadan kaldırmaz’
ibareleri öngörülmüştür. İkinci değişiklik ise, kanun yoluna
başvurabilecek olanların tek tek sayılmasında vazgeçilmesidir. Çünkü
burada sayılanlardan Cumhuriyet savcısı ve avukat gibi hukukçuların
yanılması dahi bir hakkı ortadan kaldırmazken, burada sayılmayan ve
kendileri de hukukçu olması gerekmeyen az sayıda hak sahibinin bu
imkândan yoksun bırakılmasının makul bir gerekçesi olamaz. Bu
nedenlerle birinci fıkra yeniden düzenlenmiş ve 264’üncü madde olarak
kabul edilmiştir.” şeklinde, açıklamalar yapıldığı görülmektedir.
353 sayılı ASMKYUK’nın 7’nci maddesi uyarınca çıkarılan Askerî
Mahkemeler, Askerî Savcılıklar Kalem Teşkilatı ve Personelin Görev ve
Sorumlulukları Hakkında Yönetmelik’in;
17’nci maddesinde, “Askerî mahkemeye ilk defa gelen adlî evrak
ile idarî mahiyetteki bütün evrak, belge ve dilekçeler mahkemedeki en
kıdemli askerî hâkime, adlî evrak, belge ve dilekçeler ise ait olduğu
davaya göre o davaya bakan mahkeme kurulundaki kıdemli hâkime
gösterilir. Kıdemli hâkimlerin görüp havale ettiği evrak, başkâtip
vasıtasıyla ilgili bulunduğu işe göre görevlilere dağıtılır. Görevliler
tarafından dosyasına konarak gerekli işleme tabi tutulur.”
18’inci maddesinde de, “Dilekçelerin havalesi yapılırken kanunî
sürelerin sıhhatli bir şekilde tespit edilebilmesi için verildiği tarih açıkça
gösterilir.
İsterse dilekçeye, dilekçenin verildiği ve tarihini gösterir bir belge
verilir.”
Şeklinde, Askerî mahkemeye ilk kez gelen evrak hakkında kalem
personelinin nasıl bir işlem yapacağının düzenlendiği görülmektedir.
242
Bu açıklamalar karşısında, Askerî Yargıtay 4’üncü Dairesince,
askerî savcının temyiz isteminin süre yönünden reddine karar verilirken,
ilâmda emsal içtihat olarak gösterilen ve “Kanun yolunun
belirlenmesinde yanılma” başlıklı 5271 sayılı CMK’nın 264’üncü
maddesiyle benzerlik gösterdiği belirtilen 1412 sayılı CMUK’un 293
maddesinin savcılar yönünden uygulanamayacağına, savcıların temyiz
dilekçelerini aynı Kanun’un 310’uncu maddesi uyarınca mutlaka hâkimin
havalesiyle hükmü temyiz edilen mahkemeye vermeleri gerektiğine
ilişkin bir kısım içtihatların; 5271 sayılı CMK’nın 264’üncü maddesinin
yukarıya aynen alınan ve özellikle, Cumhuriyet savcılarının da iş
yoğunluğu altında mercide veya kanun yolunun belirlenmesinde
yanılgıya düşebileceklerine ilişkin madde gerekçesi karşısında
dayanaktan yoksun kalması, Askerî savcı dâhil tarafların kanun yoluna
başvuru dilekçelerini kıdemli askerî hâkime ya da ilgili askerî hâkime
imzalattırarak havale ettireceğini zorunlu tutan (353 sayılı Kanun’un
197/3’üncü maddesi uyarınca düzenlenen tutanak dışında) yasal bir
düzenlemenin bulunmaması, yukarıda belirtilen Yönetmeliğin 17 ve
18’inci maddelerine göre, Askerî mahkemeye gelen Askerî savcının
temyiz dilekçelerinin mahkeme kıdemli hâkimine gösterilip havalesinin
yaptırılması işleminin, Askerî mahkeme kalem personelinin görev ve
sorumlulukları arasında yer alması karşısında, Dairenin, Askerî savcının
temyiz başvurusunun süresinde olmadığına ilişkin gerekçesi yerinde
bulunmamıştır.
Diğer yandan, Daire ilamında, Askerî savcının 21.11.2006 tarihli
temyiz dilekçesinin, aynı gün Askerî mahkeme kaleminde görevli bir
sivil memura teslim edilmesinin, temyizin süresinde yapıldığını
göstermeyeceği belirtilmiş ise de, iddia makamını temsil eden ve resmî
bir sıfatı olan askerî savcının, (Askerî mahkemede katıldığı duruşmadaki
talepleri dışında kalan) kanun yoluna başvuru yolları dâhil tüm
istemlerini resmî yazışma yoluyla yaptığı bilinen bir gerçektir. Somut
olayda askerî savcı kararın tefhim edildiği 21.11.2006 tarihinde, Askerî
mahkeme kıdemli hâkimliğine hitaben, beraat hükümlerini sanıklar
aleyhine temyiz ettiğini belirten bir süre tutum yazısı yazıp, kendi kalem
personeliyle aynı gün Askerî mahkeme kalemine göndermiştir. Askerî
savcının süre tutum yazısı, Askerî mahkeme kaleminde görevli Svl.Me.
H.S. tarafından elden teslim alınıp, yazının Askerî savcılıkta kalan ikinci
nüshasına “Süre tutum yazısını elden teslim aldım. 21.11.2006 - H.S.”
şeklinde not yazılıp imzalanmıştır. Askerî mahkemenin 22.10.2007
tarihli cevabî yazısında da bu işlem doğrulanmakta ve Askerî savcının
süre tutum yazısının elden teslim alınması olayı ile ilgili Askerî savcılık
243
ve Askerî mahkeme arasında bir anlaşmazlığın bulunmadığı
görülmektedir. Svl.Me. H.S.’nin kendisine teslim edilen Askerî savcının
süre tutum yazısını, ilgili Askerî hâkime gösterip Askerî mahkemede
tutulan gelen evrak defterine ve temyiz defterine kayıt etmesi gerekirken,
bu işlemleri yapmayıp, sadece yazının ikinci nüshasına söz konusu notu
yazıp imzalamakla yetinmesi, o personelin görev ve sorumluluğu ile ilgili
olup, Askerî savcının süre tutum yazısının 21.11.2006 tarihinde Askerî
mahkeme kalemine verilmesi ve dolayısıyla Askerî savcının temyiz
isteminin yasal süre içerisinde yapıldığı olgusunu ortadan
kaldırmayacaktır. Ayrıca, sanık ve müdafii ile katılan ve vekilinin
verdikleri kanun yoluna başvuru dilekçelerinin ikinci nüshalarına bu
şekilde yazılan bir notu, Yönetmeliğin 18/2’nci maddesi uyarınca
başvuru sahibine verilen bir belge olarak değerlendirilip, başvuru
sahibinin hakkını nasıl ihlâl etmiyorsa, Askerî savcının temyiz süre tutum
yazısının da; (Bu yazının ikinci nüshasına yazılan ve geçerliliği
konusunda şüphe olmayan not karşısında), henüz temyiz süresi dahi
başlamadan hükmün tefhim edildiği 21.11.2006 tarihinde Askerî
mahkeme kalemine verildiğinin kabul edilmesi gerektiğinden ve esasen
kanun koyucu da, 5271 sayılı CMK’nın 264’üncü madde gerekçesinde,
kanun yoluna başvuru hakkına sahip olanlar arasında bir ayırım
yapılmadığını açıkça ifade etmiş olduğundan Dairenin, Askerî savcının
temyiz başvurusunun süre yönünden reddine ilişkin kararı yerinde
görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, Askerî Yargıtay Başsavcılığının haklı ve
yerinde görülen itirazının kabulü ile Dairenin isabetli bulunmayan
kararının kaldırılmasına, temyiz incelemesi yapılmak üzere dava
dosyasının Daireye gönderilmesine karar verilmiştir.
244
ASMKYUK
Mad. 202
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/98
K. No. : 2008/100
T.
: 5.6.2008
ÖZET
Hükümlü hakkında, CMK’nın 231/5-14 madde fıkraları
uyarınca, anılan fıkralarda öngörülen koşullar ve usuller
dikkate alınmak suretiyle hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilmiş olması nedeniyle, bu karara karşı
başvurulacak kanun yolunun aynı maddenin 12’nci fıkrasına
göre itiraz olduğu ve bu itirazı incelemeye de 353 sayılı
Kanun’un 202’nci maddesinin 2’nci fıkrasına göre en yakın
Askerî mahkeme görevli olup; hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kararının duruşma açılarak ya da duruşmasız
işlere ait bir kararla verilmiş olmasının, bu karara karşı
başvurulacak kanun yolunun itiraz olduğunu ve itirazı
inceleyecek yargı merciinin de en yakın Askerî mahkeme
olduğu kuralını değiştirmez.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken, uyuşmazlık; firar suçundan beş ay hapis cezasına
hükümlü terhisli Top.Er C.Ö. hakkında, dava dosyasında mevcut bilgi ve
belgeler esas alınmak suretiyle, 5728 sayılı Kanun’un Geçici 1/2 maddesi
ve aynı Kanun’un 562 maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK’nın 231/5-14
maddesi hükümleri gözetilerek, duruşmasız işlere ait kararla hükmün
açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararı verilip verilemeyeceğine,
bu konuda duruşma açılmasının gerekli bulup bulunmadığına ilişkin ise
de;
Hükümlü hakkında, 3’üncü Ordu Komutanlığı Askerî
Mahkemesince tesis olunan, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
ve hükmün infazının durdurulmasına dair 19.2.2008 tarihli, 2008/197-77
evrak ve karar sayılı duruşmasız işlere ait karara (DİAK’ya) karşı, askerî
savcı tarafından yapılan itirazın; ilk önce en yakın askerî mahkeme olan
8’inci Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 5.3.2008 tarihli,
245
2008/74-227 evrak ve karar sayılı DİAK ile, hükümlü hakkında
CMK’nın 231’inci maddesi gereğince tesis olunan HAGB kararının,
neticesi itibariyle mahkûmiyet kararının infazına ilişkin olup, bu karara
karşı yapılan itirazı incelemeye 353 sayılı Kanun’un 254/Son maddesi
uyarınca Askerî Yargıtayın görevli olduğu belirtilerek, “İtiraz hakkında
mahkememizce karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde karar tesis
edildiği, ardından Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin kendisini görevli
kabul ederek itirazı inceleyip, askerî mahkemenin duruşma açarak
sanığın adlî sicil ve arşiv kaydının yeniden istenip, askerliği süresince
herhangi bir suçtan dolayı mahkûmiyeti bulunup bulunmadığı
araştırıldıktan sonra, HAGB yönünden değerlendirme yapılması gerektiği
gerekçesiyle, 3’üncü Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinin söz
konusu DİAK’nın kaldırılmasına ve hükmün infazının durdurulmasına
karar verdiği dikkate alındığında, görev konusunun kamu düzenine
ilişkin olması nedeniyle, öncelikle askerî savcının yaptığı itirazı
incelemeye hangi yargı merciinin görevli olduğu konusu incelenmiştir.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, 19.12.2006
tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 5560
sayılı Kanun’un 23’üncü maddesiyle, 5271 sayılı CMK’nın 231’inci
maddesinin başlığı “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının
geri bırakılması” şeklinde değiştirilmek ve maddeye 5 ilâ 14’üncü
fıkralar eklenmek suretiyle başlangıçta, soruşturulması ve kovuşturulması
şikâyete bağlı suçlardan dolayı hükmolunan, bir yıl veya daha az süreli
hapis veya adlî para cezalarıyla sınırlı olarak uygulamaya konulmuştur.
Daha sonra 8.2.2008 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı
gün yürürlüğe giren 5728 sayılı “Temel Ceza Kanunlarına Uyum
Sağlamak Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 562’nci maddesiyle, 5271 sayılı
CMK’nın 231’inci maddesinin 5 ve 14’üncü fıkralarında değişiklik
yapılarak, T.C. Anayasası’nın 174’üncü maddesinde koruma altına alınan
inkılâp kanunlarında yer alan suçlar dışında kalan başka bir suçtan dolayı
hükmolunan, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezaları
hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi
olanağı sağlanmak suretiyle bu kurumun uygulama alanı genişletilmiştir.
Hâlen görülmekte olan davalarda HAGB kurumunun, uygulanma
koşullarını ve nasıl uygulanacağını düzenleyen CMK’nın 231’inci
maddesinin 5 ilâ 14’üncü fıkraları içerisinde yer alan, 12’nci fıkrasında
“Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir”
hükmüne yer verilmekle, HAGB kararına karşı itiraz kanun yolu kabul
edilmiştir. 5530 sayılı Kanun’un 61’inci maddesiyle değişik 353 sayılı
246
Kanun’un Ek 1’inci maddesindeki genel atıf nedeniyle CMK’nın
231’inci maddesi hükümlerinin askerî yargıda da uygulanacağı
muhakkaktır.
353 sayılı Kanun’un; 195’inci maddesinde, kanun yollarının,
itiraz ve temyizden ibaret olduğu belirtildikten sonra;
İtirazı düzenleyen 202’nci maddesinin 1’inci fıkrasında “İtiraz, bu
kanunda açıkça gösterilen hâllerde kararlara veya askerî mahkeme
kararlarına karşı yapılabilir” şeklinde düzenleme yapılıp, ardından 2’nci
fıkrasında “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hâllerde yapılacak
itirazları en yakın askerî mahkeme inceler” hükmüne yer verilmiştir.
Devam eden maddelerden; 214/1’inci maddesi uyarınca verilen
temyiz isteminin reddi kararları ile 254’üncü maddesi uyarınca cezaların
yerine getirilmesi sırasında verilen kararlara karşı yapılacak itirazı
incelemeye, söz konusu maddelerin son fıkralarında Askerî Yargıtayın
görevli olduğu kabul edilmiş, bunun dışında itiraz mercii konusunda
başka bir düzenleme yapılmamıştır.
Görülmekte olan bir dava sonunda verilen HAGB kararına karşı,
CMK’nın 231/12 madde ve fıkrasında itiraz kanun yolunun kabul
edildiği (YCGK’nın 25.9.2007 tarihli, 2007/1-183 Esas ve 190 Karar
sayılı kararının da aynı doğrultuda olduğu) ve itiraz kanun yolu ile ilgili
353 sayılı Kanunda yer alan yukarıda izah edilen düzenlemeler birlikte
dikkate alındığında, aynı Kanun’un 202/2’nci madde ve fıkrası uyarınca
bu itirazı incelemeye en yakın askerî mahkemenin görevli olduğu
konusunda kuşku bulunmamaktadır.
5728 sayılı Kanunla çok sayıda kanunda ve bu arada Kanun’un
562’nci maddesiyle 5271 sayılı CMK’nın 231’inci maddesinin 5 ve
14’üncü fıkralarında yapılan değişiklikler nedeniyle lehe kanun
hükümlerinin, 8.2.2008 tarihinde, kesinleşmiş ve infazı yapılmakta olan
mahkûmiyet hükümlerine nasıl uygulanacağı ise, 5728 sayılı Kanun’un
Geçici 1’inci maddesinin 2’nci fıkrasında “Bu Kanun yürürlüğe girdiği
tarihten önce kesinleşmiş ve infaz edilmekte olan mahkûmiyet kararları
hakkında, lehe kanun hükümleri hükmü veren mahkemece 13.12.2004
tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanun’un 98 ilâ 101’inci maddeleri dikkate alınmak ve dosya üzerinden
incelenmek suretiyle belirlenir. Ancak hükmün konusunun herhangi bir
inceleme, araştırma, delil tartışması ve takdir hakkının kullanılmasının
gerektirmesi hâlinde inceleme duruşma açılmak suretiyle yapılabilir. ...”
şeklinde düzenlenmiştir.
Hükümetin teklif ettiği kanun tasarısındaki söz konusu fıkra metni
TBMM’de aynen kabul edilmiştir. Bu fıkra ile ilgili Hükümet tasarısının
247
gerekçesinde; “Maddenin ikinci fıkrasıyla, bu kanun yürürlüğe girdiği
tarihten önce kesinleşmiş ve infaz edilmekte olan mahkûmiyet kararları
hakkında, hükmü veren mahkemece 13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 98 ilâ
101’inci maddeleri dikkate alınmak suretiyle lehe kanun hükümleri
belirlenecektir. Düzenlemeyle, öncelikle cezası infaz edilmekte olan
mahkûmiyet hükümlerinin bu Kanun’un lehte hükümlerinin gecikmeye
yer verilmeksizin hükmü veren mahkemece inceleme olanağı
sağlanmıştır. Bu amaçla da incelemenin dosya üzerinden yapılması esası
belirlenmiştir. Ancak, hükmün konusunun herhangi bir inceleme,
araştırma, delil tartışması ve takdir hakkının kullanılmasını gerektirmesi
hâlinde inceleme, duruşma açılmak suretiyle yapılabilecektir. Bu istisnaî
düzenlemeyle, Yargıtayın yerleşmiş içtihatları da dikkate alınarak
maddede yer alan koşulların bulunduğunun değerlendirilmesi hâlinde,
inceleme işlemi, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun’unun duruşmaya
ilişkin hükümleri dikkate alınarak yerine getirilecektir.” şeklinde
açıklamalar yapılmıştır. (Dönem: 22, Yasama Yılı:4, TBMM S. Sayısı:
1235, Sayfa 110, 272, 402))
5728 sayılı Kanun’un, kesinleşip infaz edilmekte olan
mahkûmiyet hükümlerine nasıl uygulanacağına ilişkin Geçici 1’inci
maddesinin 2’nci fıkrası ile bu fıkranın gerekçesinden; hükmü veren
mahkemece, incelemenin dosya üzerinden yapılması esasının
belirlendiği, ancak istisna olarak, ele alınacak hükmün konusunun
herhangi bir inceleme, araştırma, delil tartışması ve takdir hakkının
kullanılmasını gerektirmesi hâlinde, Yargıtayın yerleşmiş kararları da
dikkate alınarak CMK’nın ilgili hükümlerine göre duruşma açılarak
inceleme yapılmasının kabul edildiği anlaşılmaktadır.
Bu çerçevede somut olaya baktığımızda; 8.2.2008 tarihinde,
kesinleşen cezası infaz edilmekte olan hükümlü terhisli Top.Er C.Ö.
hakkındaki mahkûmiyet hükmünün, 3’üncü Ordu Komutanlığı Askerî
Mahkemesince 5728 sayılı Kanun’un Geçici 1’inci maddesinin 2’nci
fıkrasına göre duruşmasız işlere ait kararla ele alınıp, CMK’nın 231/5-14
madde fıkraları uyarınca, anılan fıkralarda öngörülen koşullar ve usuller
dikkate alınmak suretiyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilmiş olması nedeniyle, bu karara karşı başvurulacak kanun
yolunun aynı maddenin 12’nci fıkrasına göre itiraz olduğu ve bu itirazı
incelemeye de 353 sayılı Kanun’un 202’nci maddesinin 2’nci fıkrasına
göre en yakın askerî mahkemenin görevli olduğu, HAGB kararının
duruşma açılarak ya da duruşmasız işlere ait bir kararla verilmiş
olmasının, bu karara karşı başvurulacak kanun yolunun itiraz olduğunu
248
ve itirazı inceleyecek yargı merciinin de en yakın askerî mahkeme
olduğunu değiştirmeyeceği sonucuna varıldığından, Askerî Yargıtay
Başsavcılığının itirazına atfen, Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin
22.4.2008 tarihli, 2008/1333-1321 Esas ve Karar sayılı kararının
kaldırılmasına, itirazı incelemeye en yakın askerî mahkeme görevli
olduğundan 8’inci Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 5.3.2008
tarihli, 2008/74-227 evrak ve karar sayılı DİAK’nında kaldırılmasına,
itiraz konusunda karar vermesi için dosyanın 8’inci Kolordu Komutanlığı
Askerî Mahkemesine gönderilmek üzere 3’üncü Ordu Komutanlığı
Askerî Mahkemesine iadesine karar verilmiştir.
249
ASMKYUK
Mad. 202
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
3’üncü Daire Kararı
E. No. : 2008/1990
K. No. : 2008/1986
T.
: 15.7.2008
ÖZET
Temyize ilişkin içtihatların, kıyasen itiraza tabi kararlar
bakımından da dikkate alınmasının gerektiği, bu durum
karşısında ise, infazın tamamlandığını belirten ve hükümlünün
herhangi bir hak ve menfaat ihlaline yol açmayan duruşmasız
işlere dair karara karşı hükümlünün itiraz etmesinde hukuki
bir menfaatinin bulunmadığı sonucuna varıldığından, itirazın
reddine karar verilmiş, bu şekildeki değerlendirme nedeniyle
de duruşmasız işlere dair kararın esasına ilişkin inceleme ve
irdeleme yapılmamıştır.
9’uncu Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 13.12.2004
tarihli, 2004/838-717 Esas ve Karar sayılı hükmü ile, hükümlü S.A.’nın,
11.4.2002-1.12.2003 tarihleri arasında yoklama kaçağı suçunu işlediği
kabul edilerek, ASCK’nın 63/1-A (Üç aydan sonra gelenler cümlesi),
(765 sayılı ) TCK'nın 59/2, 647 sayılı Kanun’un 4 ve 5’inci maddeleri
gereğince, 1.555.700.000 TL ağır para cezası ile mahkûmiyetine, bu para
cezasının 4 eşit 6 aylık taksitlerle tahsiline, taksitlerden birinin
ödenmemesi hâlinde geri kalan miktarın tamamının muaccel olduğu
tarihten başlayarak ödenmeyen para cezasına 6183 sayılı Kanun’un
51’inci maddesinde belirtilen gecikme zammı oranının yarısı oranında
gecikme zammı uygulanmasına karar verildiği ve taraflarca temyiz
edilmeyen bu hükmün 11.02.2005 tarihinde kesinleştiği;
9’uncu Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığının 23.6.2005 tarihli
ve 2005/76 İlm. sayılı yazısı ile talep edilmesi üzerine, Askerî
Mahkemenin 1.7.2005 tarihli, 2004/838-717 Esas ve Karar sayılı
duruşmasız işlere ait kararı (uyarlama kararı) ile hükümlünün, atılı suçtan
ASCK’nın 63/1-A (Üç aydan sonra gelenler cümlesi), TCK'nın 59/2, 647
sayılı Kanun’un 4 ve 5’inci maddeleri gereğince, 900 YTL ağır para
cezası ile mahkûmiyetine, bu para cezasının 4 eşit 6 aylık taksitlerle
250
tahsiline, taksitlerden birinin süresinde ödenmemesi hâlinde geri kalan
miktarın tamamının tahsiline, taksitlerden birinin süresinde ödenmemesi
nedeniyle geri kalan miktarın tamamının muaccel olduğu tarihten
başlayarak ödenmeyen para cezasına 6183 sayılı Kanun’un 51’inci
maddesinde belirtilen gecikme zammı oranının yarısı onanda gecikme
zammı uygulanmasına karar verildiği;
İnfaz aşamasında Askerî Savcılığın 18.4.2008 tarihli ve 2005/76
İlm. sayılı yazısı ile, hükümlünün 22.8.2005 tarihinde 289,00 YTL, daha
sonra 5.9.2007 tarihinde de 200,00 YTL olmak üzere söz konusu para
cezasının toplam 489,00 YTL’sini yatırdığı, geriye 411,00 YTL
ödenmeyen para cezası kaldığı ve bu para cezasının Ümraniye
Cumhuriyet Başsavcılığınca günlüğü 100,00 YTL olmak üzere 4 gün
hapis cezasına çevrildiği, suçun 1.6.2005 tarihinden önce işlenmesi
nedeniyle koşullu salıverme hükümlerine göre bu 4 gün hapis cezasının 2
gün şeklinde infaz edilmesi gerektiği, hükümlünün para cezasının 489,00
YTL’sini 5275 sayılı Kanun’un geçici 1’inci maddesine göre günlüğü
100,00 YTL üzerinden hesaplanınca infazını gerektirir hapis cezasının
karşılığı para cezasını ödediği ve infazın tamamlandığı belirtilerek,
ilamın infazına devam edilip edilmeyeceği hususunda bir karar
verilmesinin talep edildiği;
Askerî Mahkemece, 18.4.2008 tarihli, 2008/837-717 Esas ve
Karar sayılı duruşmasız işlere ait karar ile, hükümlünün ödemiş olduğu
kısmın tüm infazı karşıladığı gerekçesiyle, infazı tamamlanan hükmün
infazının kapatılmasına karar verildiği;
Hükümlünün bu karara, ödeyemediği 411,00 YTL cezayı ödeme
gücünün bulunmadığını ve cezanın affını istediğini belirterek kanuni
süresi içerisinde itiraz ettiği;
Başsavcılık tebliğnamesinde, hükümlünün hukuki bir menfaatinin
bulunmaması nedeniyle, yapmış olduğu itirazın reddine karar
verilmesinin istenildiği;
Anlaşılmaktadır.
Yapılan incelemede;
İtiraza konu duruşmasız işlere dair kararın esasına ilişkin
incelemeye geçmeden önce, bu karara hükümlünün itiraz edip
edemeyeceğinin irdelenmesi gerekmektedir.
Duruşmasız işlere dair kararda, hükümlünün yatırmış olduğu 489
YTL paranın tüm infazı karşıladığı ve infazın tamamlandığı belirtilmekte
olup, lehine verilmiş olan bu karara itiraz etmekte hükümlünün herhangi
bir menfaati bulunmamaktadır.
251
İtiraza konu kararlarda, hükümlünün hukuki bir menfaati söz
konusu değilse, karara itiraz edip edemeyeceği hususunda usul
kanunlarında bir düzenleme yer almadığı gibi, temyiz konusundaki
yerleşik Askerî Yargıtay içtihatlarına göre, beraatla sonuçlanan
hükümlerde, karar, sanığın hukuksal çıkarlarına dokunmuyorsa, sanığın
suçu işlemediğini ortaya koyuyorsa ve söz konusu karar sanığın aleyhine
bir menfaat veya hak ihlâli doğurmuyorsa, bu kararın sanık tarafından
temyiz edilemeyeceği kabul edilmektedir. Temyize ilişkin içtihatların,
kıyasen itiraza tabi kararlar bakımından da dikkate alınmasının gerektiği,
bu durum karşısında ise, inceleme konusu dava dosyasında, infazın
tamamlandığını belirten ve hükümlünün herhangi bir hak ve menfaat
ihlaline yol açmayan duruşmasız işlere dair karara karşı hükümlünün
itiraz etmesinde hukuki bir menfaatinin bulunmadığı sonucuna
varıldığından, itirazın reddine karar verilmiş, bu şekildeki değerlendirme
nedeniyle de duruşmasız işlere dair kararın esasına ilişkin inceleme ve
irdeleme yapılmamıştır.
252
ASMKYUK
Mad. 207
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/3
K. No. : 2008/3
T.
: 3.1.2008
ÖZET
1) Mağdur ile tanıkların soruşturma ve kovuşturma
aşamalarında farklı beyanlarda bulunmalarına rağmen, bu
tanıkların ifadeleri arasındaki çelişkinin giderilmemesinin
yargılama aşamasında yürürlükte olan 353 sayılı Kanun’un
155’inci ve 353 sayılı Kanun yönünden 06.10.2006 tarihinde
yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın 212/2’nci maddelerine
aykırılık teşkil ettiği gibi;
2) Sanığın, toplu asker karşısında ve hizmet esnasında
üstü tehdit suçlaması ile ilgili bir kabulü bulunmamasına
rağmen, bu iddia ile ilgili farklı ve çelişkili beyanda bulunan
tanıklardan hangilerinin, hangi beyanlarına, neden itibar
edilmediğinin, hangi tanıkların, hangi beyanlarına, ne şekilde
itibar edilerek iddia konusu fiilin sübut bulduğunun, temyiz
incelemesine imkan verecek şekilde tartışılmaksızın kabul
edilmesi, hüküm tarihinde yürürlükte olan 353 sayılı
Kanun’un 173/1’inci maddesine ve yine 353 sayılı Kanun
yönünden 06.10.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı
Kanun’un 230/1-b madde ve bendine açık aykırılık teşkil
ettiğinden, hükmün öncelikle 353 sayılı Kanun’un 207/3-G
maddesinde mutlak bozma sebebi olarak öngörülen “Hükmün
gerekçeden yoksun olması” noktasından bozulması gerektiği.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan uyuşmazlık; sanığın,
olayın cereyanı sırasında Astsb.Çvş. M:Y.’ya karşı en son sarfettiği iddia
olunan, “Sen kimsin, seni yaşatmayacağım” şeklindeki sözlerin, itiraz
konusu yapılmayan üste hakaret suçundan ayrı bir üstü tehdit suçunu
oluşturup oluşturmayacağı konusuna ilişkindir.
Daire; üste hakaret ve üstü tehdit suçlarından verilen
mahkûmiyetlerini öncelikle sanığın cezai ehliyetinin ve askerliğe
253
elverişlilik hâlinin araştırılmadığına ilişkin noksan soruşturma nedeniyle
bozduktan sonra; ayrıca sanığın söylediği iddia olunan “Seni
yaşatmayacağım” şeklindeki sözlerin hakaret eylemini güçlendirmek
maksadıyla sarf edilip, bu sözlerin hakaret suçunun bünyesinde esasen
mevcut olan saygısızlık unsuru kapsamında kaldığını, ayrı bir üstü tehdit
suçunu oluşturmadığını kabul ederken,
Başsavcılık; noksan soruşturmaya ilişkin bozmaya itiraz
edilmediğini belirttikten sonra, üst hakaret ve üstü tehdit suçlarının
koruduğu hukuki değerlerin farklı olduğunu, her iki suçun birbirinin
unsurunu ya da ağırlaştırıcı sebebini oluşturmadığını, bu nedenle sanığın
söylediği iddia olunan “Seni yaşatmayacağım” şeklindeki sözlerin üstü
tehdit suçunu oluşturduğunu ileri sürerek Daire kararına süresinde itiraz
etmiştir.
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun, 25.11.1999/213-210;
3.2.2000/44-36; 22.1.2001/79-76; 8.11.2001/99-99; 17.3.2003/35-37;
20.11.2003/90-99 ve 9.6.2005/54-51 tarihli, Esas ve Karar sayılı
kararlarında; Ceza Yargılama Hukukunun, maddi gerçeğin re’sen
araştırılması gerektiğine ilişkin temel işlev ve fonksiyonlarını,
hakkaniyete ve ceza adaletinin gereklerine uygun düşen bir yorumla ele
alarak, Daireler Kurulunun itiraz incelemesi sırasında tespit edebildiği
hukuka aykırı durumları, itiraz tebliğnamesinde belirtilen gerekçelerle
sınırlı kalmaksızın inceleyip, bozma sebebi yapabileceği kabul
edildiğinden;
Üstü tehdit suçuna ilişkin itiraz konusuna geçmeden önce usul
yönünden yapılan incelemede, Askerî Mahkemenin gerekçeli hükmünde
belirtildiği şekilde tanık beyanlarının birbiriyle uyumlu olmadığı
görülmektedir.
Gerçekten, Mağdur Astsb.Çvş. M.Y.; Birlik ifadesinde sanığın
kendisine “... Seni keseceğim, bırak lan, öldürürüm lan seni” dediğini
söyleyip, Askerî Savcıya ve İstinabe Mahkemesine verdiği ifadelerinde
tehditten bahsetmemiş, İstinabe Mahkemesince talimata ekli birlik ifadesi
okunduğunda, bu ifadesinin doğru olduğunu söylemesine rağmen,
ifadeleri arasındaki çelişki giderilmemiştir.
Tanıklar Onb. A.S.ve Onb. E.K. birlik ifadelerinde, olayın
başlangıcında mağdur, sanığı ikaz edip geriye itince, sanığın küfür
etmeye başladığını anlatıp, tehditten söz etmezlerken, İstinabe
Mahkemesinde sanığın “Seni yaşatmayacağım” sözünü söylediğini beyan
etmişler, İstinabe Mahkemesince hazırlık ifadeleri okunduğunda, bu
ifadelerin doğru olduğunu söylemelerine rağmen tanıkların kendi
ifadeleri arasındaki çelişki giderilmemiştir.
254
Tanık Er A.B. istinabe mahkemesinde; önce başka bir olaydan
bahsederek olay yerinde olmadığını belirtip, ardından iddia konusu olay
sırasında sanığın, mağdura karşı tehdit içeren söz söylemediğini, hazırlık
ifadesinin ve altındaki imzanın kendisine ait olmadığını beyan etmiştir.
Tanıklar Er H.G. ve Onb. T.Z. askerî savcıya ve İstinabe
Mahkemesine verdikleri ifadelerinde, istikrarlı bir şekilde sanığın,
mağdura karşı “Seni yaşatmayacağım” dediğini beyan etmişlerdir.
Tanıklar Onb. İ.Ç., Onb. A.A. ve Er İ.Ö. askerî savcıya verdikleri
ifadelerinde; sanığın tehdit içeren sözlerinden bahsetmezlerken, İstinabe
Mahkemesinde; sanığın, mağdura karşı “Seni yaşatmayacağım” dediğini,
(Tanık Onb. A.A.’nın ise sanığın tehditlerini sürdürdüğünü) beyan
etmişler, istinabe mahkemesince; tanık Er İ.Ö.’nün hazırlık ifadesi
okunaklı olmadığı için okunamamış, diğer iki tanığın hazırlık ifadeleri
okunduğunda, bu ifadelerinin doğru olduğunu söylemelerine rağmen
tanıkların kendi ifadeleri arasındaki çelişki giderilmemiştir.
Tanık Uzm.Çvş. S.G. askerî savcıya ve istinabe mahkemesine
verdiği ifadelerinde sanığın, mağdura karşı söylediği küfürlü sözlerini
anlatıp, tehdit içeren sözlerinden bahsetmemektedir.
Tanık Er S.T. askerî savcıya ve istinabe mahkemesine verdiği
ifadelerinde, sanığın mağdura karşı küfürlü sözler söylediğini, tehdit
ettiğini duymadığını beyan etmiştir.
Tanık Onb. D.B. askerî savcıya verdiği ifadesinde sanığın, mağdura
karşı küfür ettiğini anlatıp, tehditten bahsetmezken, istinabe
mahkemesindeki ifadesinde olay yerinde olmadığını söyleyip, istinabe
mahkemesince, hazırlık ifadesi okunduğunda, bu ifadesinin doğru
olduğunu söylemesine rağmen aradaki çelişki giderilmemiştir.
İzah edildiği üzere tanıkların, aşamalarda kendi ifadeleri arasında
çelişki olduğu gibi, birinin ifadesiyle diğerinin ifadesi arasında da
çelişkiler bulunmaktadır.
Sanık da; birlik ifadesinde kendisini kaybedip terbiyesizlik
yaptığını, Askerî Savcıya verdiği ifadesinde mağdura küfür ettiğini,
istinabe mahkemesindeki ilk sorgusunda yaptığından pişman olduğunu,
talimata ekli Birlik ifadesinin doğru olduğunu, ikinci savunmasında bu
beyanlarının suçlamayı kabul ettiği anlamına gelmediğini beyan etmiştir.
Sanığın bu beyanlarından, üste hakaret suçu dışında kalan iddia konusu
tehdit fiili ile ilgili açık ya da kapalı bir kabulünün bulunmadığı
anlaşılmaktadır.
Hüküm tarihinde (22.2.2006 tarihinde) yürürlükte olan 353 sayılı
Kanun’un; 155’inci maddesinde, “... Tanığın son tanıklığı ile önceki
ifadesi arasında aykırılık bulunup da duruşmayı kesmeksizin başka
255
suretle bu aykırılığın giderilmesi mümkün olmazsa, evvelce alınmış
ifadesi okunabilir”
173/1’inci maddesinde “Sanık mahkûm olursa, hükmün
gerekçesinde mahkemece suçun kanunî unsurları olarak sabit ve
gerçekleşmiş sayılan vakalar gösterilir. Eğer delil başka vakalardan
çıkarılmış ise bunlar gösterilir.” hükümleri,
06.10.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5530 sayılı Kanunla değişik,
353 sayılı Kanun’un Ek Madde-1 atfı ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun;
212/2’nci maddesinde “Tanığın duruşmadaki ifadesiyle, önceki
ifadesi arasında çelişki bulunduğunda, evvelce alınmış ifadesi okunarak
çelişkinin giderilmesine çalışılır.”
230/1’inci madde ve fıkrasında “Mahkûmiyet hükmünün
gerekçesinde aşağıdaki hususlar gösterilir.
b) Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve
reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan
ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca gösterilmesi”
hükümleri,
Yer almaktadır.
Mağdur ile tanıklar A.S., E.K., İ.Ç., A.A., İ.Ö. ve D.B.’nin
soruşturma ve kovuşturma aşamalarında farklı beyanlarda bulunmalarına
rağmen, bu tanıkların ifadeleri arasındaki çelişkinin giderilmemesi
yargılama aşamasında yürürlükte olan 353 sayılı Kanun’un 155’inci ve
353 sayılı ASMKYUK yönünden 6.10.2006 tarihinde yürürlüğe giren
5271 sayılı CMK’nın 212/2’nci maddelerine aykırılık teşkil ettiği gibi,
sanığın, toplu asker karşısında ve hizmet esnasında üstü tehdit suçlaması
ile ilgili bir kabulü bulunmamasına rağmen, bu iddia ile ilgili farklı ve
çelişkili beyanda bulunan tanıklardan; hangilerinin, hangi beyanlarına,
neden itibar edilmediğinin, hangi tanıkların, hangi beyanlarına, ne şekilde
itibar edilerek iddia konusu fiilin sübut bulduğunun, temyiz incelemesine
imkan verecek şekilde tartışılmaksızın kabul edilmesi de, hüküm
tarihinde yürürlükte olan 353 sayılı Kanun’un 173/1’inci maddesine ve
yine 353 sayılı Kanun yönünden 6.10.2006 tarihinde yürürlüğe giren
5271 sayılı Kanun’un 230/1-b madde ve bendine açık aykırılık teşkil
ettiğinden, hükmün öncelikle 353 sayılı Kanun’un 207/3-G maddesinde
mutlak bozma sebebi olarak öngörülen “Hükmün gerekçeden yoksun
olması” noktasından bozulması gerektiği kabul edilmiştir. Bu nedenle,
Askerî Yargıtay 2’nci Dairesinin 21.11.2007 tarihli, 2007/2088-2076
Esas ve Karar sayılı bozma ilamında yer alan “... Bu sözlerin (Seni
yaşatmayacağım sözlerinin) hakaret suçunun bünyesinde esasen mevcut
256
olan saygısızlık unsuru kapsamında kaldığı ...” gerekçesiyle, toplu asker
karşısında ve hizmet esnasında üstü tehdit suçundan kurulan mahkûmiyet
hükmünün suç vasfından bozulmasına ilişkin kısmının kaldırılmasına,
sanığın temyiz istemine atfen ve re’sen atılı suçtan kurulan mahkûmiyet
hükmünün, Dairenin sanığın cezai ehliyet ve askerliğe elverişlilik
durumunun araştırılmasına yönelik noksan soruşturmaya dayalı bozması
dışında ayrıca usul yönünden bozulmasına karar verilmiştir.
257
ASMKYUK
Mad. 207
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/48
K. No. : 2008/46
T.
: 20.3.2008
ÖZET
1) Temyiz konusu hükümde mevcut olan ve 353 sayılı
Kanun’un 207/3’üncü maddesinde sayılan hukuka aykırılıklar
kapsamında bulunmayan, usul hukukuna ilişkin bir hukuka
aykırılık, ancak hükmü etkileyecek nitelikte olması ve bu
hukuka aykırılığın mevcut olmaması hâlinde hükmün değişme
ihtimalinin bulunması durumunda hükmün bozulmasını
gerektirir.
2) Hükmün gerekçesinde, iddia ve savunmada ileri
sürülen görüşler ile hükme esas alınan ve reddedilen delillerin
belirtilmesi yanında, iddia ve savunma bu delillere göre
irdelenmeli, gerek sanığın ortaya koyduğu savunmaların,
gerekse iddia makamının istemlerinin ne ölçüde ve hangi
sebeplerle kabule değer bulunup bulunmadığı hususu temyiz
incelemesine imkân verecek yeterlilikte açıklanarak sanığın
suç oluşturduğu sabit görülen fiili ortaya konulmalı ve bu fiilin
nitelendirilmesi yapılmalıdır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; aynı birlikte görevli olan sanık ve
tanık hakkında ayrı ayrı talimat yazılması ve bu talimatların gereğinin
istinabe mahkemesince farklı tarihlerde ve ayrı ayrı yerine getirilmesi
sonucunda sanığın, tanığın beyanına karşı diyeceklerinin tespit
edilmemesi nedeniyle savunma hakkının kısıtlanıp kısıtlanmadığı konusu
ile gerekçeli hükümde, sanığa atılı suçun kanuni unsurları olarak sabit ve
gerçekleşmiş sayılan olaylarının yeterli bir şekilde gösterilip
gösterilmediği ve bu hususların hükmün bozulmasını gerektirir nitelikte
bir usule aykırılık oluşturup oluşturmadığına ilişkindir.
Daire; sanık ile tanığın aynı birlikte görevli olmalarına rağmen,
ayrı ayrı yazılan talimatlar nedeniyle istinabe mahkemesince, farklı
258
tarihlerde ve ayrı ayrı beyanlarına başvurulması neticesinde, sanığın,
tanık beyanına diyeceklerini bildirme imkânından yoksun bırakılmasının,
savunma hakkını kısıtlayacak nitelikte bir usule aykırılık oluşturduğu,
keza, suça konu eylemin, sabit ve gerçekleşmiş sayılan olayları
gösterilmeden, sadece “Sanığın, 5.7.2007 tarihinde cep telefonu
kullandığı, dosyadaki tutanak ve sanığın ikrarı ile maddî vakıa olarak
sübuta erdiğinin” açıklanmasının yeterli olmadığı gerekçeleriyle, hükmü,
usul yönünden kanuna aykırı bularak bozulmasına karar vermiş iken;
Başsavcılık; tanık Ö.T.’nin, olayın esası hakkında görgüye dayalı
bir bilgisinin olmaması, sanığın aşamalardaki savunmalarında, üzerine
atılı suçu işlediğini ikrar etmesi hususları birlikte değerlendirildiğinde,
sanığın, bu tanığın yeminli beyanına karşı diyeceklerinin tespit
edilmemesinin savunma hakkını kısıtlamadığı ve bu durumun, hükmü
etkileyecek nitelikte mutlak bozma nedeni oluşturmadığı; keza, gerekçeli
hükümde, sanığın suç oluşturduğu sabit görülen fiilinin ortaya konulduğu
ve bu konuda hükmün bozulmasını gerektirecek nitelikte bir usule
aykırılık bulunmadığı görüş ve düşüncesiyle Daire kararına süresinde
itiraz etmiştir.
1. Sanık ve tanığın beyanlarının tespit edilmesine ilişkin
talimatların gereğinin ayrı ayrı yerine getirilmesi neticesinde sanığın,
tanık beyanına diyeceklerini söyleyebilme olanağından yoksun
bırakılmasının bozmayı gerektirip gerektirmeyeceği konusunda yapılan
incelemede;
Yargılama faaliyeti, iddia, savunma ve yargılama makamlarının
ortak bir şekilde katkısını öngören kolektif bir işlemdir. Yargılama
faaliyetinin bu özelliği, sadece esas hakkındaki iddia ve savunmaların
yapıldığı son aşamaya özgü olmayıp, muhakeme işleminin diğer
safhâlarında da geçerlidir. Duruşmada ikame olunan delillere karşı
tarafların beyanda bulunmalarına fırsat tanınmak suretiyle, tarafların
delillere nüfuz edebilmelerine ve maddî gerçeğin ortaya konulmasına
katkıda bulunabilmelerine imkân verilmektedir. Kovuşturma aşamasının
“yüze karşılık” ve “sözlülük” ilkeleri de bunu gerektirir.
Askerî mahkemece, aynı birlikte görevli olan sanık K.A.’nın
sorgu ve savunmasının ve tanık Ö.T.’nin yeminli beyanının istinabe
suretiyle tespiti için Şanlıurfa/Bozova İlçe Jandarma Komutanlığına
7.8.2007 tarihli iki ayrı talimat yazıldığı, sanık ve tanığın farklı
tarihlerde, iki ayrı müzekkere ile gönderilmeleri üzerine, Bozova Asliye
Ceza Mahkemesinde, 21.8.2007 tarihinde 2007/256 Tal. sıra numarasına
kayıtla sanığın sorgu ve savunmasının tespit edildiği, daha sonra da
22.8.2007 tarihinde 2007/261 Tal. sıra numarasına kayıtla tanığın yeminli
259
beyanının saptandığı, böylece, tanığın, sanığın hazır bulunmadığı bir
duruşmada dinlenilmesi nedeniyle, sanığın, tanık beyanını öğrenme ve
varsa bu beyana karşı diyeceklerini söyleme olanağının fiilen ortadan
kaldırıldığı görüldüğünden; bu durumun, yüze karşılık ve sözlülük
ilkeleri ile 353 sayılı Kanun’un Ek 1’inci maddesi delâletiyle 5271 sayılı
CMK’nın “Suç ortağının, tanığın veya bilirkişinin dinlenmesinden veya
herhangi bir belgenin okunmasından sonra bir diyecekleri olup olmadığı
katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine
sorulur” şeklindeki 215’inci maddesine aykırılık oluşturduğu
kuşkusuzdur.
Nitekim Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 1.4.2005, 2004/3434; Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin 11.5.2005, 2005/508-500; 2’nci
Dairesinin 14.1.2004, 2004/26-65; 18.5.2004, 2004/732-727; 4.10.2006,
2006/1333-1321; 15.11.2006, 1522-1511; 3’üncü Dairesinin 12.10.2004,
2004/924-915; 29.12.2004, 2004/1379-1367; 21.3.2006, 2006/438-437;
19.12.2006, 2006/1835-1831; 4’üncü Dairesinin 28.2.2006, 2006/342341 tarihli, Esas ve Karar sayılı ilamları da bu doğrultudadır.
353 sayılı Kanun’un 207/1-2’nci maddesine göre, hukuka
aykırılık; bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması
olup, temyiz, kural olarak, hükmün hukuka aykırılığı sebebine
dayanmaktadır. 353 sayılı Kanun’un 207/3’üncü maddesinde belirtilen
usul hukukuna ilişkin hukuka aykırılıkların mevcut olması hâlinde
hükmün bu hukuka aykırılıklar nedeniyle mutlaka bozulması gerekmekte
olup, bu hukuka aykırılıklara doktrinde mutlak bozma nedeni adı
verilmektedir (KUNTER/YENİSEY/NUHOĞLU, Muhakeme Hukuku
Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, On altıncı Bası, Ocak 2008İstanbul
s.1428-1430;
ÖZTÜRK/ERDEM,
Uygulamalı
Ceza
Muhakemesi Hukuku, Onuncu Bası, Ankara 2006 s. 726; Erdener
YURTCAN, Ceza Muhakemesi Şerhi ve İlgili Mevzuat, 2’nci Cilt,
İstanbul 1988, sayfa 564-565). Mutlak bozma nedenlerinin varolduğu
durumlarda, mevcut olan hukuka aykırılığın hükmü etkilediğinin yasal
faraziye olarak kabul edilmiş olması nedeniyle hukuka aykırılığın hükmü
etkileyip etkilemediği araştırılmamaktadır.
Öte yandan, 353 sayılı Kanun’un “Askerî Yargıtayca hükmün
bozulması” başlıklı 221/1’inci maddesi “Askerî Yargıtay, aleyhine
temyiz olunan hükmü hangi yönden kanuna aykırı görmüş ise o yönden
bozar” hükmünü içermekte iken, 5530 sayılı Kanun’un 49’uncu maddesi
ile bu hüküm “Askerî Yargıtay, temyiz edilen hükmü, hükmü etkileyecek
nitelikteki hukuka aykırılıklar nedeniyle bozar” şeklinde değiştirilmiştir.
Yine 353 sayılı Kanun’un “Askerî Yargıtayca incelemelerin konusu”
260
başlıklı 222’nci maddesi; “Askerî Yargıtay, temyiz dilekçe, beyan ve
lâyihasında ve tebliğnamede ileri sürülen hususları ve bunlar dışında
hükmün esasına dokunacak derecede kanuna aykırı hâllerin bulunup
bulunmadığını inceler.” hükmünü içermekte iken, 5530 sayılı Kanun’un
50’nci maddesi ile madde metninde geçen “Kanuna” kelimesi yerine
“Hukuka” kelimesi getirilmek suretiyle değişiklik yapılmıştır.
Dolayısıyla, 353 sayılı Kanun’un 207/3’üncü maddesinde belirtilen
mutlak bozma nedenleri dışındaki usule ilişkin hukuka aykırılıklar,
hükmü etkilemeleri hâlinde bir bozma nedeni teşkil etmekte olup, bu
hukuka aykırılıklara doktrinde nispî bozma nedeni adı verilmektedir.
(KUNTER/YENİSEY/NUHOĞLU, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak
Ceza Muhakemesi Hukuku, On altıncı Bası, Ocak 2008- İstanbul s. 1425;
ÖZTÜRK/ERDEM, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, Onuncu
Bası, Ankara 2006 s. 726; Erdener YURTCAN, Ceza Muhakemesi Şerhi
ve İlgili Mevzuat, 2 nci Cilt, İstanbul 1988, s. 564-565)
Konu ile ilgili doktrindeki görüşler incelendiğinde, (KUNTER/
YENİSEY/NUHOĞLU)’na göre; Temyiz yolu, hükmün kural olarak
bozulması suretiyle aykırılığın giderilmesi için kabul edilmiş bir kanun
yolu olduğundan, temyiz davasının sebebi demek olan “Temyiz sebebi”
ile “Bozma sebebi” arasında, kural olarak bir fark olmamalı, başka bir
söyleyişle, her hukuka aykırılık kural olarak bozmayı gerektirmelidir.
Ancak, nispeten önemsiz bazı hâllerde, aykırılıklara ses çıkarmamak da
gerektiğinden veya ayrı bir tali dava açmak mümkün olduğundan bazı
aykırılıkların istisna olarak bozma sebebi sayılmaması da kabul
edilmiştir. Bu sebepler; 1-) Hükme tesirsiz aykırılıklar: Haksız kararın
kaldırılması demek olan bozmanın işe yaraması, yani sonunda başka ve
haklı bir karar verilebilmesi lâzımdır. Eğer başka bir karar
verilemeyecekse bozmanın da anlamı yoktur. Onun için aykırılığın hükme
tesirini araştırmak gerekir. Hüküm, daha önce kovuşturma evresinde
yapılan muhakeme işlemlerinin sentezi olduğundan, bu işlemlerdeki
aykırılıklar çok defa hükme tesir edecek ve onun yanlış ve dolayısıyla
haksız olması sonucunu doğuracaktır. Ancak bunun aksi de imkânsız
değildir. Bu takdirde hüküm doğru yani haklı olduğundan, ona tesir
etmediği kabul olunan aykırılıkların bozma sebebi sayılmaları,
muhakemenin uzamasından başka bir işe çok defa yaramayacaktır.
Hükme tesirsizlikten maksat, aykırılık yapılmasının tesir etmediğinin ve
aykırılığın kaldırılmasının da tesir etmeyeceğinin muhakkak
görülmesidir. 2-) Cezanın artırılamayacağı hâllerde sadece cezayı
artırmaya yol açacak aykırılıklar: Sadece sanık lehine temyiz davası
açılmışsa, bozma sonunda verilecek ceza eskisinden ağır
261
olamayacağından hükme tesirli olmasına rağmen, sadece cezayı artırma
sonucu doğuracak bozma kararı verilmemelidir. 3-) Sadece sanık lehine
konulmuş olan normlara, sanık aleyhine bozma sonucu doğurabilecek
aykırılıklarda bozma, amaca ters düşecektir. 4-) Ayrı bir tali dâva
açılması ile giderilecek aykırılıklarda, ayrı bir tali dava açmak mümkün
iken esas davanın bozulması işleri uzatacağından, böyle aykırılıklar
bozma sebebi sayılmamalıdır. (KUNTER/YENİSEY/NUHOĞLU
Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, On altıncı
Bası, Ocak 2008 - İstanbul s. 1425-1428)
CENTEL/ZAFER ise, bozmayı gerektirmeyen hukuka
aykırılıkları; “1-) Mutlak temyiz nedenleri dışında kalan ve son karara
etkisi olmayan hukuka aykırılıklar 2-) Hükmün sanığın lehine temyiz
edilmesi hâlinde sadece cezayı ağırlaştırmaya yönelik aykırılıklar, 3-)
Sanığa son sözün veya ek savunmanın verilmesi gibi sanık lehine
konulmuş kurallara, sanık aleyhine bozma sonucunu doğurabilecek
aykırılıklar 4-) Müsadere, tutukluluğun mahsubu ve cezaların içtima
ettirilmesi gibi, ayrı bir dava açılarak giderilebilecek bir konudaki
hukuka aykırılıklar’ şeklinde açıklamaktadır. ( CENTEL/ZAFER, Ceza
Muhakemesi Hukuku, 2 nci Bası, İstanbul 2003, sayfa 596).
Yapılan açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde, temyiz konusu
hükümde mevcut olan ve 353 sayılı Kanun’un 207/3’üncü maddesinde
sayılan hukuka aykırılıklar kapsamında bulunmayan, usul hukukuna
ilişkin bir hukuka aykırılığın ancak hükmü etkileyecek nitelikte olması ve
bu hukuka aykırılığın mevcut olmaması hâlinde hükmün değişme
ihtimalinin bulunması durumunda hükmün bozulmasının gerektiği, diğer
bir ifadeyle, 353 sayılı Kanun’un 207/3’üncü maddesinde sayılan hukuka
aykırılıklar kapsamında bulunmayan usul hukukuna ilişkin bir hukuka
aykırılığın hükmü etkileyecek nitelikte olmaması ve bu hukuka
aykırılığın mevcut olmaması hâlinde dahi hükmün değişme ihtimalinin
bulunmaması durumunda, hükmün bozulmamasının gerektiği
anlaşılmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde;
Tanık Çvş. Ö.T.’nin yeminli beyanında, “... Ben olay günü
nöbetçi çavuş olarak görev yapmaktaydım. Ertesi gün Harun Uzman
tutanak tutmuştu. Ben de imza attım. ... Benim olayla ilgili bilgi ve
görgüm bundan ibarettir. ...” şeklinde açıklamalar yapmış olup, bu
beyanından olayın esası hakkında görgü ve bilgisinin olmadığının
anlaşılması, gerekçeli hükümde de bu tanığın yeminli anlatımlarının delil
değerlendirilmesine konu edilmemiş ve dolayısıyla hükme esas
alınmamış olması karşısında, bu tanığın beyanına karşı sanığın
262
diyeceğinin belirlenmemiş olmasına ilişkin usule aykırılığın, 353 sayılı
Kanun’un 221/1 ve 222’nci maddesi hükümlerine göre hükmün esasını
etkileyecek nitelikte bir hukuka aykırılık oluşturmadığı ve dolayısıyla bu
hususun bozmayı gerektirmediği;
2. Gerekçeli hükümde, sanığın üzerine atılı suça konu eylemin
sabit ve gerçekleşmiş sayılan olaylarının yeterli bir şekilde gösterilip
gösterilmediğine ilişkin olarak yapılan incelemede;
5271 sayılı CMK’nın “Hükmün gerekçesinde gösterilmesi
gereken hususlar” başlıklı 230’uncu maddesinde; hükmün gerekçesinde,
iddia ve savunmada ileri sürülen görüşler ile hükme esas alınan ve
reddedilen delillerin belirtilmesi yanında delillerin tartışılması ve
değerlendirilmesi; iddia ve savunmanın delillere göre irdelenmesi
neticesinde ulaşılan kanaatin açıklanarak sanığın suç oluşturduğu sabit
görülen fiilinin ortaya konulması ve bu fiilin nitelendirilmesinin
yapılması, TCK’nın 61 ve 62’nci maddelerinde belirtilen sıra ve esaslara
göre cezanın belirlenmesinin gerektiği hususları düzenlenmiş
bulunmaktadır. Ayrıca, Anayasa’nın 141/3 ve CMK’nın 34/1’inci
maddeleri, mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak
yazılacağı hükmünü haiz bulunmaktadır. Bu düzenlemelere göre,
hükmün gerekçesinde, iddia ve savunmada ileri sürülen görüşler ile
hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi yanında, iddia ve
savunma bu delillere göre irdelenmeli, gerek sanığın ortaya koyduğu
savunmaların, gerekse iddia makamının istemlerinin ne ölçüde ve hangi
sebeplerle kabule değer bulunup bulunmadığı hususu temyiz
incelemesine imkân verecek yeterlilikte açıklanarak sanığın suç
oluşturduğu sabit görülen fiilî ortaya konulmalı ve bu fiilin
nitelendirilmesi yapılmalıdır. Başka bir anlatımla, yukarıda belirtilen
hususlar ile ilgili sonuç çıkarma işleminin ve bu sırada yapılan
muhakemenin gerekçede gösterilmesi, denetimin gereği gibi ve usulüne
uygun olarak yapılabilmesi bakımından zorunludur. Bu nitelikteki bir
gerekçeli hükmün, kamunun bilgilenmesine, tarafların ikna olmalarına,
yargılama makamının güvenilirliliğine ve özellikle “Adil yargılanma”
ilkesine hizmet edeceği aşikârdır. Öte yandan, gerekçenin usule uygun ve
yeterli olmamasının, gerekçe yokluğu ile aynı sonuçları doğurduğunda
kuşku olmayıp, bu nedenle, uygulamada gerekçesizlik kadar, yetersiz
gerekçe de mutlak bozma nedeni sayılmaktadır.
Açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde;
Hükmün gerekçesinde, iddia ve savunmada ileri sürülen görüşler
ile sübut delili olarak kabul edilen yazılı delillere yer verilmesinin
ardından “Sanık K.A.’nın, olay tarihinden önce kendisine cep telefonu
263
kullanmanın yasak olduğunun 16.11.2006 tarihli emir ile tebliğ edilmiş
olmasına rağmen, 5.7.2007 tarihinde cep telefonu kullandığı ve birlik
içerisinde cep telefonu ile konuşarak atılı suçu işlediği” belirtilerek,
sanığın suç oluşturduğu sabit görülen fiilinin ortaya konulduğu ve maddî
olaya ilişkin olarak gösterilen gerekçenin yeterli olduğu, dolayısıyla bu
konunun da bozmayı gerektirir nitelikte bir hukuka aykırılık
oluşturmadığı;
Sonucuna varıldığından, Askerî Yargıtay Başsavcılığının
itirazının kabulü ile Askerî Yargıtay 2’nci Dairesinin 13.2.2008 tarihli ve
2008/420-347 sayılı bozma kararının kaldırılmasına, incelemeye devam
edilmek üzere dava dosyasının anılan Daire Başkanlığına gönderilmesine
karar verilmiştir.
264
ASMKYUK
Mad. 209
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/162
K. No. : 2008/167
T.
: 23.10.2008
ÖZET
Adlî müşavirin, hakkında kanun yoluna başvurduğu
karardan 8.10.2007 tarihinde usulüne uygun biçimde haberdar
edilmiş olması, 8.10.2007 tarihli dosya isteme yazısında da
temyiz müracaatında bulunduğuna ilişkin herhangi bir ifadeye
yer vermeyip, dosyanın sadece incelenip iade edilmek üzere
istenildiğinin belirtilmesi karşısında, talebin aynı zamanda
süre tutum dilekçesi yerine geçtiğini kabule imkân
vermeyeceğinden, 353 sayılı Kanun’un 209’uncu maddesinin
öngördüğü bir haftalık temyiz süresi 15.10.2007 günü
bitiminde sona ermiş olup, adlî müşavirin 26.10.2007 tarihli
temyiz başvurusunun süresinde yapıldığı kabul edilemez.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunda
çözümlenmesi gereken uyuşmazlığın konusu; Adlî Müşavirin temyiz
isteminin yasal süresi içerisinde yapılıp yapılmadığına ilişkindir.
Daire; adlî müşavirin temyiz başvurusunu süresinde kabul ederek,
yapmış olduğu inceleme sonucunda mahkûmiyet hükümlerinin
bozulmasına karar vermiş,
Başsavcılık; temyiz isteminin bir haftalık hak düşürücü sürenin
dolmasından sonra yapıldığını ileri sürerek, aksi doğrultudaki Daire
ilamına itiraz etmiştir.
Sanığın mahkûmiyetine ilişkin Jandarma Genel Komutanlığı
Askerî Mahkemesinin 21.9.2007 günlü ve 2007/386-606 sayılı gerekçeli
hükmünün, 3.10.2007 tarihli yazı ekinde Adlî Müşavirliğe gönderildiği,
bu işlemden sonra Adlî Müşavir tarafından imzalanan 8.10.2007 günlü ve
AD.MÜŞ.:7200-2178-07/337268 sayılı yazı ile sanık hakkındaki dava
dosyasının incelenip, iade edilmek üzere Askerî Mahkemeden istenildiği,
Askerî Mahkemece de dava dosyasının 15.10.2007 tarihli üst yazı ekinde
Adlî Müşavirliğe gönderildiği ve Adlî Müşavirliğin 26.10.2007 tarihli
265
yazısı ile kararın temyiz edildiği bildirilerek, ekinde temyiz dilekçesinin
sunulduğu anlaşılmaktadır .
353 sayılı ASMKYUK’nın 8/2’nci maddesi gereğince, adlî
müşavirler, teşkilatında askerî mahkeme bulunan komutan veya kurum
amirinin kanundan doğan adlî yetkilerinin kullanılmasında kanunî
yardımcıları olup, bu görevin, dava dosyalarının komutan veya kurum
amiri adına incelenmesi, kanun yollarına müracaat edip etmeme
konularında değerlendirme ve istişarede bulunulması gibi işlemleri de
içerdiği, incelenen kararlar hakkında sağlıklı bir değerlendirme
yapılabilmesi için kimi zaman dava dosyalarının celbine de ihtiyaç
duyulacağı açıktır.
353 sayılı Kanun’un 209/2’nci maddesi; “Teşkilâtında askerî
mahkeme kurulan kıta komutanı veya askerî kurum amiri için temyiz
süresi hükmün gerekçesiyle birlikte tebliği tarihinden başlayarak bir
haftadır.” hükmünü içermektedir.
Dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşılacağı gibi; Adlî Müşavir,
hakkında kanun yoluna başvurduğu karardan 8.10.2007 tarihinde usulüne
uygun biçimde haberdar edilmiştir.
353 sayılı Kanun’un 52/2’nci maddesi gereğince, bir haftalık
kanunî temyiz süresi 15.10.2007 günü bitiminde sona ermiştir. Adlî
Müşavirin 8.10.2007 tarihli dosya isteme yazısında, temyiz müracaatında
bulunduğuna ilişkin herhangi bir ifadeye yer vermeyip, bilâkis dosyanın
sadece incelenip iade edilmek üzere istenildiğinin belirtilmesi de, talebin
aynı zamanda süre tutum dilekçesi yerine geçtiğini kabule imkân
vermemektedir.
Bu itibarla; 8.10.2007 tarihinde hükmü tebellüğ eden Adlî Müşavir
açısından, 353 sayılı Kanun’un 209’uncu maddesinin öngördüğü bir
haftalık temyiz süresi 15.10.2007 günü bitiminde sona erdiğinden, Adlî
Müşavirin 26.10.2007 tarihli temyiz başvurusunun süresinde yapılmadığı
sonucuna varılmış ve Başsavcılığın isabetli görülen itirazı doğrultusunda
aksi yöndeki Daire ilamının kaldırılarak, temyiz isteminin süre yönünden
reddine karar verilmiştir.
266
ASMKYUK
Mad. 217
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/90
K. No. : 2008/93
T.
: 29.5.2008
ÖZET
Sanığın yokluğunda tesis edilen ve temyiz yol ve süresine
dair açıklamayı içeren askerî mahkemenin gerekçeli
hükmünün, 27.12.2007 tarihinde 7201 sayılı Tebligat
Kanununda belirtilen usullere uygun olarak bizzat sanığın
kendisine tebliğ edildiği anlaşılmış olup; bu durumda, 353
sayılı Kanun’un 209’uncu maddesinde düzenlenen 1 haftalık
yasal temyiz süresinin 3.1.2008 günü mesai bitiminde dolmuş
olmasına rağmen, sanığın bu tarihten sonraki bir tarih olan
4.1.2008 tarihinde verdiği ve bu tarihte kayda alındığı
belirlenen temyiz dilekçesi ile yapmış olduğu temyizinin
süresinde olmadığı sonucuna varıldığından, temyiz isteminin
reddine karar verilmiştir.
Daire ile askerî mahkeme arasında ortaya çıkan ve Daireler
Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eylemlerinin tek
bir firar suçunu mu, yoksa iki ayrı suçu mu oluşturacağına ilişkindir.
Daire; 4.11.2005 tarihindeki ilk firarını sona erdirme kastı ile
hareket etmeyen sanığın, 7.11.2005 tarihinde babası tarafından birliğine
getirilerek teslim edildikten sonra aynı gün yeniden birliğini terk etmesi
eyleminin yeni bir firar suçunu oluşturmayıp önceki firarının devamı
niteliğinde olduğundan, sanık hakkında, birliğini ilk olarak terk ettiği
4.11.2005 tarihi ile yakalandığı 15.2.2006 tarihleri arasında tek bir firar
suçunun oluştuğunu kabul ederek, sanığın eylemini 2 ayrı firar suçu
olarak değerlendiren mahkeme hükmünü bozarken;
Askerî mahkeme; bozma kararına uymayarak, sanığın 4.11.200507.11.2005 tarihleri arasında temadi eden eyleminin 477 sayılı Kanun’un
50’inci maddesi kapsamında “Kısa süreli kaçma suçunu”, 7.11.200515.2.2006 tarihleri arasında temadi eden eyleminin de ayrı bir firar
267
suçunu oluşturduğunu kabul ederek ilk mahkûmiyet hükmünde
direnmiştir.
Uyuşmazlık konusunun incelenmesine geçilmeden önce itiraza
atfen temyiz başvurusunun süresinde olup olmadığına ilişkin olarak
yapılan incelemede;
Sanığın yokluğunda tesis edilen ve temyiz yol ve süresine dair
açıklamayı içeren 7’nci Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinin
15.11.2007 tarihli ve 2007/1397-1344 Esas ve Karar sayılı gerekçeli
hükmünün, Kahramanmaraş İl Emniyet Müdürlüğünce, 27.12.2007
tarihinde 7201 sayılı Tebligat Kanununda belirtilen usullere uygun olarak
bizzat sanığın kendisine tebliğ edildiği anlaşılmış olup;
Bu durumda 353 sayılı Kanun’un 209’uncu maddesinde
düzenlenen 1 haftalık yasal temyiz süresinin 3.1.2008 günü mesai
bitiminde dolmuş olmasına rağmen, sanığın bu tarihten sonraki bir tarih
olan 4.1.2008 tarihinde Kahramanmaraş 4’üncü Asliye Ceza
Mahkemesine verdiği ve bu tarihte kayda alındığı belirlenen temyiz
dilekçesi ile yapmış olduğu temyizinin süresinde olmadığı sonucuna
varıldığından temyiz isteminin reddine karar verilmiştir.
268
ASMKYUK
Mad. 220-221
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/181
K. No. : 2008/186
T.
: 13.11.2008
ÖZET
1) Daire ilamının başlangıç kısmında, görevsizlik
kararının incelenmediği belirtildikten sonra, ikinci sayfasında
görevsizlik kararının incelenerek “yok hükmünde sayılması”
çelişkili gibi görülmekte ise de; daire ilamının içeriğinden,
görevsizlik kararının da inceleme konusu yapıldığı hiçbir
duraksamaya yer vermeksizin anlaşılabilmektedir.
2) Askerî savcı tarafından düzenlenen iddianame ve
görevsizlik kararında, öncelikle maddi vakanın hikaye
edilmesi, ardından karakol komutanı olan sanığın asta müessir
fiil, kanun yoluna başvuran sanığın da emre itaatsizlikte ısrar
suçunu işlediklerinin iddia edilmesi, memuriyet görevini ihmal
suçunu oluşturan eylemin ayrı bir paragrafta hiçbir kuşkuya
yer vermeyecek şekilde açıklanarak görevsizlik kararı
verilmesi karşısında, mahkemece memuriyet görevini ihmal
suçundan tesis olunan görevsizlik kararına konu edilen eylem
nedeniyle açılmış kamu davası bulunmadığı sonucuna
varıldığından, askerî mahkemenin direnerek tesis ettiği
görevsizlik kararının usule aykırılık yönünden bozulmasına
karar verilmesi gerekmiştir.
3) Askerî Yargıtayın, memuriyet görevini ihmal
suçundan tesis olunan görevsizlik kararına konu edilen eylem
nedeniyle açılmış kamu davası bulunmadığını tespit ettikten
sonra, evleviyetle ve 353 sayılı Kanun’un 220/2-A maddesine
kıyasen “Bu konuda bir karar verilmesine yer olmadığına”
şeklinde karar verebileceğinin kabulü gerekmektedir.
4) Sanığa karşı asta müessir fiilde bulunan karakol
komutanı tarafından olayın hemen sonrasında, “sanığın yanına
gelmesi” şeklinde verilmiş bulunan emrin, askerî hizmetle
irtibatlandırılamaması ve olayların gelişiminden de askerî
269
hizmete ilişkin olduğunun anlaşılamaması nedeniyle, hizmete
ilişkin emir olarak kabulünün mümkün bulunmadığı, ayrıca
kısa bir süre önce müessir fiile uğrayan ve bu husus mahkeme
kararıyla da sabit olan sanığın, bu olaya ilişkin tutanak
tutmak isterken, karakol komutanı tarafından bu süreçte
çağrılması karşısında, esasen bu olayın öncesinde göreve
çıkmak için hazırlık yapan sanığın, her türlü kuşkudan uzak
bir şekilde, emre itaatsizlikte ısrar kastı ile hareket ettiği
söylenemeyeceğinden, suçun yasal unsurları yönünden
oluşmadığı sonucuna varılmıştır.
Daire ile askerî mahkeme arasında ortaya çıkan ve Daireler
Kurulunda çözümlenmesi gereken uyuşmazlık;
Askerî mahkemece memuriyet görevini ihmal suçundan tesis
olunan ilk görevsizlik kararına yönelik temyiz isteminin bulunup
bulunmadığına, bu suç nedeniyle verilen görevsizlik kararına konu edilen
eylemin dava konusu yapılıp yapılmadığına ve dava konusu yapılmayan
bir eylem nedeniyle tesis edilen mahkeme hükmünün, temyiz üzerine
Askerî Yargıtayca “yok hükmünde” sayılıp sayılamayacağına,
Emre itaatsizlikte ısrar suçuna konu edilen eylem nedeniyle askerî
hizmete ilişkin olarak verilmiş bir emrin bulunup bulunmadığına, ayrıca,
müessir fiile maruz kalan sanığın suç işleme kastı ile hareket edip
etmediğinin belirlenmesine,
İlişkin bulunmaktadır.
Daire;
Memuriyet görevini ihmal suçu ile ilgili olarak, iddianamede dava
konusu yapılmayan bir eylemden dolayı karar verildiği görüşüyle, anılan
görevsizlik kararının yok hükmünde sayılmasına,
Emre itaatsizlikte ısrar suçu ile ilgili olarak, Karakol Komutanı
tarafından somut hâle getirilmiş ve askerî hizmete ilişkin olarak verilmiş
bir emrin bulunmadığı, ayrıca kısa bir süre önce müessir fiile maruz
kalan ve bu husus mahkeme kararıyla da sabit olan sanığın, yine aynı
muameleye maruz kalabileceği endişesi ile amirinin yanına gitmediğine
dair aksi ortaya konulamayan savunması karşısında, sanığın emre
itaatsizlikte ısrar kastı ile hareket ettiğine dair şüphenin mevcut olduğu
ve suçun yasal unsurları yönünden oluşmadığı sonucuna vararak,
mahkûmiyet hükmünün esastan bozulmasına,
Karar vermiş iken;
Askerî Mahkeme;
270
İlk hükümde memuriyet görevini ihmal suçu ile ilgili olarak
verilen görevsizlik kararına yönelik temyiz istemi bulunmadığından, bu
hükmün kesinleştiği, esasen başlangıcında bu görevsizlik kararının
inceleme dışı tutulduğunu belirten Daire ilamında, daha sonra görevsizlik
kararının “yok hükmünde sayıldığına” karar verildiğinin belirtilmesinin
çelişki oluşturduğu, öte yandan karara konu eylem nedeniyle açılmış
davanın bulunduğu, kaldı ki, görevsizlik hükmüne konu edilen eylemin
iddia konusu yapılmadığı kabul edilse dahi, temyiz üzerine askeri
mahkeme kararının “yok hükmünde sayılmasına” karar verilemeyeceği,
Emre itaatsizlikte ısrar suçu ile ilgili olarak, günlük mesai
saatinde amirin maiyetinde yer alan astına “yanına gelmesini söylemesi”
yönündeki emrin başlı başına askerî hizmete ilişkin olduğu, emrin hangi
saikle yerine getirilmediğinin önemli olmadığı, “tekrar müessir fiile
maruz kalacağı korkusunun” suç kastını ortadan kaldırmayacağı, emrin
öncesinde maruz kalınan müessir fiillerin haksız tahrik kapsamında kabul
edilebileceği,
Değerlendirmesiyle, bozma ilamına uymayıp önceki görevsizlik
ve mahkûmiyet hükümlerinde direnmiştir.
1- Öncelikle, askerî mahkemece memuriyet görevini ihmal
suçundan tesis olunan ilk görevsizlik hükmüne yönelik temyiz isteminin
bulunup bulunmadığına ilişkin yapılan incelemede;
Sanık müdafii tarafından verilen temyiz süre tutum dilekçesinde,
ayrım yapılmaksızın tarih ve sayısı belirtilen kararın temyiz edileceğinin
belirtildiği ve gerekçeli temyiz layihası da verilmediği anlaşıldığından,
memuriyet görevini ihmal suçuna ilişkin görevsizlik ve emre itaatsizlikte
ısrar suçuna ilişkin mahkûmiyet hükümlerinin her ikisine de yönelik
temyiz isteminin mevcut olduğuna oybirliğiyle karar verilmiştir.
Her ne kadar, Daire ilamının başlangıç kısmında, görevsizlik
kararının incelenmediği belirtildikten sonra, ikinci sayfasında görevsizlik
kararının incelenerek “yok hükmünde sayılması” çelişkili gibi
görülmekte ise de; Daire ilamının içeriğinden, görevsizlik kararının da
inceleme konusu yapıldığı hiçbir duraksamaya yer vermeksizin
anlaşılabilmektedir.
Bu nedenle, askerî mahkemenin, Daire ilamının bütününü göz
ardı ederek, salt ilamın başlangıç kısmında yazılan ve fazlalık içeren
ibareye itibarla, bu hususu direnme gerekçesi olarak göstermesinin
yerinde olmadığına işaret edilmiştir.
2- Memuriyet görevini ihmal suçundan tesis olunan görevsizlik
kararına konu eylemin iddia konusu yapılıp yapılmadığına ve iddia
konusu yapılmayan bir eylemle ilgili olarak tesis olunan hükmün temyiz
271
üzerine “Yok hükmünde” sayılıp sayılamayacağına ilişkin yapılan
incelemede;
353 sayılı Kanun’un mülga 115’inci maddesinde; “İddianame,
sanığın kimliğini, suç teşkil eden eylemin neden ibaret bulunduğunu ve
kanuni unsurları ile delillerini, uygulanması istenilen kanun maddelerini
ve varsa hazine zararını ve duruşmanın hangi askeri mahkemede
yapılacağını gösterir.”, 165’inci maddesinde ise; “Hükmün konusu,
duruşmanın sonucuna göre iddianamede gösterilen eylemden ibarettir.
Eylemin değerlendirilmesinde, askerî mahkeme; iddianame, iddia ve
savunmalar ile bağlı değildir.”
Mülga CMUK’un 150’nci maddesinde de; “tahkikat ve hüküm;
yalnız iddianamede beyan olunan suça ve zan altına alınan şahıslara
hasredilir. Bu hudut dahilinde olarak, mahkemeler istiklâl ile hareket
etmek hak ve vazifesini haiz olup ceza Kanun’unun tatbikinde
kendilerine arz edilen iddialar ile bağlı değildirler. ...” denilmekte,
Kanun’un 163/2 ile 257’nci maddelerinde yukarıdaki maddelerdeki
düzenlemelere paralel hükümlerin yer aldığı görülmektedir.
Diğer taraftan, 353 sayılı Kanun’un Ek-1’inci maddesinin atıfta
bulunduğu 5271 sayılı CMK’nın “kamu davasının açılması” başlıklı
bölümünde yer alan 170’inci maddesinin 3 ve 4’üncü fıkraları; “görevli
ve yetkili mahkemeye hitaben düzenlenecek iddianamede; diğer
unsurların yanında yüklenen suç ve uygulanması gereken kanun
maddeleri, yüklenen suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi ile suçun
delillerinin de gösterileceği, yüklenen suçu oluşturan olayların, mevcut
delillerle ilişkilendirilerek açıklanacağı” şeklinde, “hükmün konusu ve
suçu değerlendirmede mahkemenin yetkisi” başlıklı 225/1’inci maddesi
ise; “hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve
faili hakkında verilir.” şeklinde hükümler içermektedir.
Nitekim, yerleşik Yargıtay ve Askerî Yargıtay kararlarında;
hükmün konusunun iddianamede gösterilen eylem olduğu, iddianamede
açıklanan fiilin dışına çıkılarak karar verilmesinin, açılmayan ve mevcut
olmayan bir davadan dolayı karar verilmesi sonucunu doğuracağı, bir
olayın açıklanması sırasında başka bir olaydan söz edilmesinin, o olay
hakkında da dava açıldığını göstermeyeceği, dava konusu yapılacak
eylemin bağımsız olarak açıklanması gerektiği kabul edilmektedir.
Öğretide ve uygulamada kabul edildiği üzere; ceza davasının
konusu, iddianamede açıklanan ve ferdileştirilmiş olan fiildir. Mahkeme
hüküm verirken bu fiili değiştiremez. Ancak duruşma sırasında ortaya
konulan delillere göre, eylemin nitelendirilmesinde, işleniş biçiminde,
yer ve zamanında değişiklik yapabilir. O hâlde, hangi eylem/eylemler
272
yönünden dava açıldığının belirlenmesi için, iddianamede ortaya konulan
olayın saptanması gerekmektedir. Bu saptama yapılırken iddianameyi
tanzim eden askerî savcının anlatımının esas alınacağı doğaldır. Ancak,
bu hususta objektif bulgulara dayanılmalıdır. Savcının sanığa yüklediği
suçlar, onun amacını açıklığa kavuşturmak açısından önemli olmakla
beraber, sevk maddeleri dava açılıp açılmadığının temel göstergesi
değildir. Bu nedenle, sevk maddeleri içinde yer almayan, fakat iddianame
okunduğunda açıkça anlaşılan bir eylem hakkında da dava açılmış olduğu
kabul edilmelidir.
Yapılan açıklamalar ışığında, iddianame ve görevsizlik kararı
incelendiğinde; “... Sanık J. Astsb.Kd.Çvş. E.E.'nin 24 Ağustos 2004
tarihinde Kızıldere köyüne giderek hayvan sahipleri ile hayvan
hırsızlığına karşı alınacak tedbirlerin görüşülmesi ve bu konuda hayvan
sahiplerine tebligat yapılması görevinin verildiği ve bu görevin hizmet
defterine işlendiği, sanık J.Astsb.Kd.Çvş. E.E.'nin görev hazırlıklarını
yaptığı sırada Uzm.J.Çvş. M.K.’nın zimmetinde bulunan el telsizini
aldığı, Uzm.J.Çvş. M.K.’nın telsizin kendi zimmetinde olduğundan
bahisle telsizi vermek istemediği, aralarında bu meyanda tartışma çıktığı,
bu tartışmayı duyan Merkez Jandarma Karakol Komutanı sanık
J.Astsb.Kd. Üçvş. F.M.B.'nin ‘sen kendini ne zannediyorsun’ diyerek
sanık J.Astsb.Kd. Çvş. E.E.'nin kolundan tutarak makam odasına doğru
götürdüğü ve J.Astsb.Kd.Çvş. E.E.'nin göğsüne her iki eliyle yumruk
vurduğu, sanık J.Astsb.Kd.Çvş. E.E.'nin odadan dışarıya çıktığı, daha
sonra J.Astsb.Üçvş. F.M.B.'nin er T.F.Y.'yı sanık J.Astsb.Kd.Çvş.
E.E.’nin yanına göndererek çağırttığı, sanık J.Astsb.Kd.Çvş. E.E.'nin bir
kaç kez çağrılmasına rağmen amiri olan J.Astsb.Üçvş. F.M.B.'nin yanına
gitmediği ve ayrıca hizmet defterine yazılan görevi yerine getirmediği ...”
şeklinde hikaye edilen maddi vaka ile asta müessir fiil, emre itaatsizlikte
ısrar ve memuriyet görevini ihmal suçlarına konu edilen her üç eylemin
de kronolojik olarak anlatıldığı görülmektedir.
İddianame ve görevsizlik kararının ilk paragrafında, maddi vaka
bütün hâlinde hikaye edildikten sonra, ara verilmeksizin ve her bir eylem
ayrı ayrı belirtilmeksizin, karakol komutanı olan sanığın asta müessir fiil,
kanun yoluna başvuran sanığın da emre itaatsizlikte ısrar suçunu
işlediklerinin iddia edildiği, daha sonra ayrı bir paragraf açılarak,
işlendiği iddia edilen bu suçlara yönelik sevk maddelerinin gösterildiği,
Üçüncü ve dördüncü paragrafında ise; “ayrıca, sanık
J.Astsb.Kd.Çvş. E.E.'nin hizmet defterine yazılan Kızıldere köyüne
gidilerek hayvan sahipleri ile hayvan hırsızlığına karşı alınacak
tedbirlerin görüşülmesi ve bu konuda hayvan sahiplerine tebligat
273
yapması ile ilgili görevini yerine getirmediği, böylece memuriyet
görevini ihmal suçunu işlediğinden bahisle soruşturma emri verilmiş ise
de; sanığın memuriyet görevini ihmal teşkil eden suçun askerî suç
olmadığı gibi askerî hizmetle de bağlantısının bulunmadığı, ... Askerî
Savcılığımızın görevsiz olduğu tüm dosya kapsamı belgelerden
anlaşılmakla; ... dosyadan tefrik olunacak belgelerin gereğinin takdir ve
ifasının amacıyla nezdinde Buharkent Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilmesine” denilmek suretiyle, ilk paragrafta tanımlanan vaka
içinde sayılan ve memuriyet görevini ihmal suçuna konu edilen eylem
tekrar edilerek, sanık hakkında memuriyet görevini ihmal suçlamasına
özgü olarak görevsizlik kararı verildiği görülmektedir.
Bu itibarla; Askerî Savcı tarafından düzenlenen iddianame ve
görevsizlik kararında, öncelikle maddi vakanın hikaye edilmesi, ardından
Karakol Komutanı olan sanığın asta müessir fiil, kanun yoluna başvuran
sanığın da emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediklerinin iddia edilmesi,
memuriyet görevini ihmal suçunu oluşturan eylemin ayrı bir paragrafta
hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde açıklanarak görevsizlik kararı
verilmesi karşısında, Mahkemece memuriyet görevini ihmal suçundan
tesis olunan görevsizlik kararına konu edilen eylem nedeniyle açılmış
kamu davası bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Açılmış kamu davası bulunmadığına karar verildikten sonra,
temyiz incelemesi aşamasında verilmesi gereken kararın ne olması
gerektiği tartışılmıştır.
Hukuk bakımından “hükümsüzlük” başka bir ifade ile “Yokluk”
konusu usul yasalarında düzenlenmemiştir. Sadece, 5271 sayılı CMK’nın
20, mülga CMUK’nın 19 ve 353 sayılı Kanun’un 33’üncü maddelerinde,
yetkisiz mahkeme veya savcı tarafından yapılan soruşturma işlerinin,
sadece yetkisizlikten dolayı hükümsüz sayılmayacağına dair
düzenlemeler bulunmaktadır.
Mahkemece verilen kararın, temyiz kanun yoluna gidilmesi
mümkün bir karar olması ve bu tür kararlardaki hukuka aykırılığın aynı
suje tarafından giderilmesine, diğer bir ifadeyle yok sayılmasına yasal
olanak bulunmaması nedeniyle, söz konusu hukuka aykırılığın Askerî
Yargıtay tarafından giderilmesi gerekmektedir.
Askerî Yargıtayın temyiz incelemesi sonucunda verebileceği
kararlar 353 sayılı Kanun’un 220 ve 221’inci maddelerinde açıkça
gösterilmiş olup, bunlar arasında “Kararın yok hükmünde sayılmasına”
şeklinde bir hüküm türü bulunmamaktadır. Askerî Yargıtay temyiz
davasını kabul ettikten sonra, anılan Kanun’un 217’nci maddesi uyarınca
esastan kabul ettiği temyiz davasını reddedebilir, 221’inci maddesi
274
uyarınca temyiz davasını esastan kabul edip mahkemenin son kararını
bozabilir, 220/2’nci maddesi uyarınca Kanun’un hükme esas olarak
tespit edilen vakalara uygulanmasında yanlışlık yapılmasından dolayı
hükmü bozduğunda, mahkemenin son kararını kaldırarak davanın
esasıyla ilgili karar verebilir.
Öte yandan kanun koyucu, ceza yargılaması hukuku normlarını
ihlal eden aykırılıkların hazırlık veya son soruşturma safhâlarında
yapılması arasında herhangi bir fark gözetmemiş, bu tarz muhakeme
hukuku kurallarına aykırı bir hüküm tesis edildiğinde, bunun usule
aykırılık müeyyidesiyle bozularak geçersiz sayılması gerektiğini
benimsemiştir.
Bu tespitin dava dosyasını her yönüyle incelemek durumunda
olan Askerî Yargıtay tarafından yapılacağı ve ceza yargılaması hukukunu
ihlal eden aykırılıkların belirlenmesi durumunda, hükümlerin
yargılamanın usulüne uygun biçimde sürdürülmediği noktasından
bozulmalarına karar verileceği konusunda duraksama yoktur.
Bu durumda kanun yolu davası kabul edilerek temyiz incelemesi
yapıldığına göre, “Yokluk müeyyidesi" yerine kanuna aykırılığın bozma
kararı ile ortadan kaldırılması daha uygun bir hâl tarzı olacaktır. Nitekim,
öğretide (Nurullah KUNTER, Ceza Muhakemesi Hukuku, 2000, 11.B,
No:287, s. 451) bu düşünce savunulduğu gibi, aksine bazı kararlar
bulunmakla beraber, Yargıtay ve Askerî Yargıtayın yerleşik
içtihatlarında da bozma kararı verildiği görülmektedir.
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 22.2.2001 tarihli ve 2001/2124; 19.11.1998 tarihli ve 1998/135-147; 13.4.2000 tarihli ve 2000/84-80;
15.1.1998 tarihli ve 1998/8-11 E.K. sayılı kararlarında, iddianamede
yazılı olmayan bir eylemden dolayı duruşma yapılarak hüküm tesisinin
353 sayılı Kanun’un 165’inci maddesine aykırı düştüğü kabul edilerek,
bu nitelikteki hükümlerin usul yönünden bozulmasına karar verilmiştir.
Ayrıca, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 21.12.1999 tarihli ve
10/310-320; 3.2.1998 tarihli ve 6/326-7; 3.6.1997 tarihli ve 11/88-147;
13.5.1997 tarihli ve 1/76-114; 4.2.1997 tarihli ve 10/12-9; 17.12.1996
tarihli ve 9/277-281 E.K. sayılı emsal nitelikteki içtihatlarında da aynı
görüşün benimsendiği görülmektedir
Bu itibarla, memuriyet görevini ihmal suçundan tesis olunan
görevsizlik kararına konu edilen eylem nedeniyle açılmış kamu davası
bulunmadığından, sanık müdafiinin temyizine atfen, 353 sayılı
Kanun’un 221/1’inci maddesi gereğince, Askerî Mahkemenin direnerek
tesis ettiği görevsizlik kararının usule aykırılık yönünden bozulmasına
karar verilmesi gerekmiştir.
275
3- Ancak, adil yargılanma hakkının, aynı zamanda “makul
sürede” yargılanma hakkını da içerdiği hususunda duraksama
bulunmamaktadır.
Nitekim, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin (İnsan Hakları ve
Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme) “adil yargılanma
hakkı”nı düzenleyen 6’ncı maddesinin 1’inci fıkrasında; “herkes, ....bir
mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, ... görülmesini
isteme hakkına sahiptir.” kuralına yer verilmektedir.
Anayasanın 141/Son maddesi de; “davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.” hükmünü
içermektedir.
Öte yandan, yukarıda da açıklandığı üzere, Askerî Yargıtay,
temyizen incelediği son kararların hukuka aykırılık nedeniyle
bozulmasına (353 sayılı Kanun Md.221) karar verebildiği gibi, koşulları
oluştuğunda, söz konusu hukuka aykırılık nedeniyle bozularak ortadan
kaldırılan kararın yerine, davanın esasıyla ilgili karar da verebilmektedir
(353 sayılı Kanun Md.220/2).
Öğretide; “ıslah”, uygulamada ise; “düzelterek onama” kararları
olarak bilinen ve 353 sayılı Kanun’un 220/2’nci maddesinde düzenlenen
müessese; hukuka aykırılık sebebiyle son kararı kesin olarak ortadan
kaldıran bozma kararlarından farklı olarak, koşulları oluştuğunda, Askerî
Yargıtayın bozmak suretiyle kaldırdığı mahkeme kararının yerine
yenisini koyması, diğer bir deyişle bizzat davanın esasına hükmetmesidir.
Düzelterek onama kararları verilebilmesi için öngörülen iki temel şart;
maddi meselenin daha ziyade aydınlanması için bir soruşturma, kısacası
bir öğrenme muhakemesinin gerekmemesi ve maddi mesele bakımından
mahkemeye bırakılmış serbest değerlendirme yetkisinin söz konusu
olmamasıdır.
Diğer taraftan, “Düzelterek onama” kararlarının amacı, davayı
orada bitirmek olduğuna göre, esas mahkemenin ıslah kararına uyma
mecburiyeti vardır (Nurullah KUNTER, Ceza Muhakemesi Hukuku,
2000, 11.B, No:544, s. 1151). Esasen, mahkeme kararı bozularak ortadan
kaldırıldıktan sonra, Askerî Yargıtayca esasına hükmedilerek
“Düzelterek onama” kararı verildiğine göre, teknik olarak da
mahkemenin bu karara uymayarak direnmesi mümkün görülmemektedir.
Kaldı ki, 353 sayılı Kanun’un 227/2’nci maddesi uyarınca, direnme
üzerine Askerî Yargıtay Daireler Kurulunca verilen kararlara uyma
mecburiyeti bulunmaktadır.
Öte yandan, 353 sayılı Kanun’un 220/2’nci maddesinde yer alan
düzenlemenin gerekçesinde; Askerî Yargıtayın davanın esasına
276
hükmedeceği hâllerin, genel gerekçede adı geçen mülga CMUK’un
345’inci maddesine uygun şekilde çoğaltıldığı ve bu suretle dava
dosyalarının Askerî Yargıtay ile askeri mahkemeler arasında gidip
gelmesinin, zaman kaybı ve hükmün kesinleşmesinin gecikmesinin
önlendiği belirtilmiştir (Hulusi ÖZBAKAN, Askerî Mahkemeler
Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu, 1989, C.II, s.935). Ayrıca,
29.6.2006 tarihinde kabul edilen 4191 sayılı Kanunla, 353 sayılı
Kanun’un 220/2’nci maddesinde yapılan değişiklikler incelendiğinde;
madde gerekçesinde belirtilen ihtiyaca uygun şekilde uygulama alanının
genişletildiği görülmektedir.
Nitekim, doktrinde de bu görüşün benimsendiği, “Yargıtayın ıslah
edip etmemesi, yeni bir son karar verilmek üzere dosyanın esas
mahkemeye gönderilmesine ihtiyaç olup olmaması ile açıklandığına
göre, kanun bu ihtiyaca göre yorumlanmalı; darsa genişletilmelidir
(Nurullah KUNTER, Ceza Muhakemesi Hukuku, 2000, 11.B, No:544, s.
1151)” şeklinde ifade edildiği görülmektedir.
Yapılan açıklamalar ışığında, somut olayda, memuriyet görevini
ihmal suçundan tesis olunan görevsizlik kararına konu edilen eylem
nedeniyle açılmış kamu davası bulunmadığına göre, görevsizlik kararının
usule aykırılıktan bozulması üzerine, Askerî Mahkemenin verebileceği
kararların da ayrıca incelenmesi gerekmektedir.
5271 sayılı CMK’nın 223’üncü maddesinde, duruşmanın sona
ermesiyle mahkemenin verebileceği kararlar ve bu kararların hangi
hâllerde verilebileceği sayılmaktadır. Somut olayda, beraat kararı
verilmesi mümkün değildir. Zira, sanığın bu suçu işleyip işlemediği
hususu (Dava açılmadığı için) tartışılamamaktadır. Ayrıca bu suç
hakkında verilecek bir beraat kararı yeniden dava açılmasını da
önleyebilecektir. Diğer hükümlerin verilemeyeceği hususunda ise,
duraksama bulunmamaktadır.
O hâlde, açılmayan bir kamu davası tespit edildikten sonra, artık
bu konu hakkında karar verilmesine yer olmadığı kararı verilmesi
gerekmektedir.
Hükmün bozulmasıyla askerî mahkemece verilmesi gereken karar
belirlendikten sonra, 353 sayılı Kanun’un 220/2’nci maddesinde
düzenlenen “düzelterek onama” kararlarına dönüldüğünde; doğal olarak,
“karar verilmesine yer olmadığı” şeklinde bir karardan bahsedilmediği
görülmektedir. Ancak, usul kanunlarında kıyasın mümkün olduğu hususu
da göz ardı edilmemelidir.
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunca verilen bozma kararı üzerine,
artık askerî mahkemece maddi meselenin daha ziyade aydınlanması için
277
bir soruşturma gerekmemesi ve maddi mesele bakımından mahkemeye
bırakılmış serbest değerlendirme yetkisinin bulunmaması karşısında, 353
sayılı Kanun’un 220/2’nci maddesindeki düzenlemenin amacı,
Anayasanın 141/Son ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 6/1’inci
maddesinde yer alan hükümlerle birlikte gözetildiğinde; beraata
hükmedebilecek Askerî Yargıtayın, memuriyet görevini ihmal suçundan
tesis olunan görevsizlik kararına konu edilen eylem nedeniyle açılmış
kamu davası bulunmadığını tespit ettikten sonra, evleviyetle ve 353 sayılı
Kanun’un 220/2-A maddesine kıyasen “Bu konuda bir karar verilmesine
yer olmadığına” şeklinde karar verebileceğinin kabulü gerekmektedir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle; sanık müdafiinin temyizine atfen,
353 sayılı Kanun’un 221/1’inci maddesi gereğince, askerî mahkemenin
direnerek tesis ettiği görevsizlik kararının usule aykırılık yönünden
bozulmasına;
Bozma
nedeni
yeniden
yargılama
yapılmasını
gerektirmediğinden, 353 sayılı Kanun’un 220/2-A maddesine kıyasen,
görevsizlik kararının kaldırılarak, hükmün; “bu konuda bir karar
verilmesine yer olmadığına” şeklinde düzeltilerek onanmasına karar
verilmiştir.
4- Askerî Mahkemece, “... Sanık E.E.'nin odaya girme konusunda
isteksiz davranması üzerine sanık J.Astsb.Kd.Üçvş. F.M.B.'nin astı olan
J.Astsb.Kd. Çvş. E.E.'yi itekleyerek ve onun göğüs kısmına denk gelecek
şekilde yumrukla vurmak suretiyle sanık E.’yi odasına soktuğu, kapının
kapatıldığı, içeride de aynı konuda her bir sanık arasında kısa bir
konuşma yaşandığı, ancak sanıklardan E.E.'nin beyanına göre; orada da
diğer sanığın kendisine aynı şekilde davranması üzerine sanık E.n'in o
odadan çıktığı ve yemekhaneye gittiği, sanık E.E.'nin bu şekilde
yemekhaneye gitmesi ve dolayısı ile önleyici kolluk devriyesi görevine
başlamamış olması sebebi ile merkez J.Krk.Komutanı sanık
J.Astsb.Kd.Üçvş. F.M.B.'nin Karakol erlerinden olan J.Er T.F.Y.'yı sanık
J.Astsb.Kd.Çvş. E.E.'nin yanına gönderip çağırttığı, bu amaçla sanık
E.'nin bulunduğu yemekhaneye giden J.Er T.F.Y.'nin bu sanığa kendisini
Karakol Komutanı F.M.B.'nin çağırdığını söylediği, ancak sanık E.'nin
bu çağrının gereğine uymadığı gibi bulunmakta olduğu yemekhanede
kaldığı ve J.Er T.F.Y.'dan kendisine bir kâğıt kalem getirmesini
söylediği, bu askerin de bu istek üzerine sanık E.E.'ye kağıt kalem
götürdüğü ve akabinde onun yanından ayrılarak daktilo odasına geri
döndüğü, sanık E.E.'nin yanına gelmemiş olması sebebi ile Karakol
Komutanı F.M.B.’nin bu kez J.Er S.K.'yi sanık E.E.'yi çağırtmak üzere
sanık E.’nin yanına gönderdiği, bu emir gereğince sanık E.’nin yanına
278
giden J.Er S.'nin “Karakol Komutanımız sizi çağırıyor” demesine rağmen
Karakol Komutanı F.M.B.'nin yanına gitmeyen sanık E.E.'nin, J.Er S.'ye
“git işine S.” dediği, bunun üzerine bu askerin de sanık E.'nin yanından
ayrıldığı, bu kez de yanına gelmemiş olması sebebi ile makam odasında
bulunmakta olan Karakol Komutanı J.Kd.Üçvş. F.M.B.'nin, J.Er M.Y.'yı
sanık E.'nin yanına gönderdiği ve “E. Astsb.'ı git çağır” dediği, bu amaçla
sanık E.'nin yanına giden J.Er M.Y.'nın ona “Karakol Komutanının
kendisini çağırdığını” söylediği, sanık E.'nin de “tamam geleceğim” diye
yanıt verdiği, aradan 1-2 dakika gibi bir süre geçtikten sonra bu kez
Karakol Komutanı J.Kd.Üçvş. F.M.B.'nin yemekhaneye J.Kd.Çvş.
E.E.'nin yanına gittiği ve “niçin çağırttığı hâlde yanına gelmediğini”
sanık E.'den sorduğu, onun da az önce yaşanan olaylara ilişkin şikayet
dilekçesi yazdığını, tutanak tuttuğunu, bu iş bittikten sonra gelecek
olduğunu söylediği’ ve akabinde komutanı olan “J.Kd.Üçvş. F.M.B. ile
çalışmak istemediği” yönündeki beyanını Komutanının yüzüne karşı
söylediği, bunun üzerine Karakol Komutanı F.M.B.'nin önleyici kolluk
devriyesi görevine Uzm.J.Çvş. R.A.'yı gönderdiği, J.Astsb.Kd.Çvş.
E.E.'nin sonuç itibarıyla bahse konu önleyici kolluk devriyesi görevine
çıkmadığı ...” kabul edilerek mahkûmiyet hükmünde direnilmiş ise de;
Maddi vakanın, sanıkların ve tanıkların beyanları doğrultusunda,
tartışılması ve belirlenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda belirtmek
gerekir ki, maddi vakanın asta müessir fiille sonuçlanan ilk kısmına
ilişkin olarak, askerî mahkeme, Askerî Yargıtay Başsavcılığı ve Daire
arasında hiçbir uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Karakol Komutanı’nın müessir fiiline maruz kalan sanığın,
Karakol Komutanı’nın odasından çıktığı andan itibaren maddi vaka
incelendiğinde; her ne kadar hazırlık soruşturması sırasında birlik
komutanı tarafından tespit edilen ifadeler ile Askerî Mahkeme huzurunda
tespit edilen ifadeler arasındaki kısmi çelişkiler görülmeksizin ve
giderilmeksizin, hazırlıkta tespit edilen ifadelerin aynen tekrar ettirildiği
görülmekte ise de, ifadelerin bütün hâlinde değerlendirilmesinden,
Karakol Komutanı’nın, odasından çıkan sanığı, hemen sonrasında birkaç
dakikalık aralıklarla ve sırasıyla, J.Erleri T.F.Y., S.K. ve M.Y.
aracılığıyla, herhangi bir konu belirtmeksizin yanına çağırttığı, en
sonunda da zaman fasılası bırakmaksızın sanığın yanına gittiği
anlaşılmaktadır.
Karakol Komutanı, sanık sıfatıyla mahkeme huzurunda tespit
edilen sorgusunda; sanık odasından çıktıktan sonra odasında oturup
devriyeye çıkmalarını beklediğini, ancak, sanık devriyeye çıkmayınca, bu
konuyla ilgili olarak yanına çağırttığını, gelmeyince de kendisinin yanına
279
gittiğini, sanığın kendisine “Ben sizinle çalışmak istemiyorum” şeklinde
beyanda bulunduğunu ifade etmişken, birlik komutanı tarafından tespit
edilen ifadesinde; sanık odadan çıktıktan sonra, yemekhaneden çıktığını
gördüğü Uzman Çavuş R.A.’ya devriyeye gitmeleri konusunda emir
verdiğini, R. Uzman Çavuş’un devriyeye çıktığını, sanığın ise
çıkmadığını, bu aşamadan sonra sanığı yanına çağırttığını beyan etmiştir.
Uzman Çavuş R.A., tanık sıfatıyla mahkeme huzurunda tespit
edilen ifadesinde; Karakol Komutanı’nın sanığı odaya soktuğunu ve
kendisinin de göreve çıktığını, aracın tek olması sebebiyle sanığın göreve
çıkmadığını beyan etmişken, birlik komutanı tarafından tespit edilen
ifadesinde; benzer şekilde beyanda bulunmuş, farklı olarak, kendisini
Uzman Çavuş Ş.M.K.’nın görev yerine bıraktığını beyan etmiştir.
Nitekim, bu tanığın, Karakol Komutanı tarafından J. Erleri aracılığıyla
sanığın çağrılmasına ilişkin hiçbir beyanda bulunmadığı görülmektedir.
Uzman Çavuş Ş.M.K., tanık sıfatıyla mahkeme huzurunda tespit
edilen ifadesinde; sanığın göreve çıkmayarak gidip odasında oturduğunu,
kendisinin de R. Uzman Çavuşu araçla görev yerine bıraktığını beyan
etmişken, birlik komutanı tarafından tespit edilen ifadesinde; sanığın
Karakol Komutanı’nın odasına girdikten 3-5 dakika sonra odadan çıkarak
yemekhaneye gittiğini, bu sırada da askerlere yüksek sesle kendisine
kâğıt-kalem getirmelerini söylediğini, Karakol Komutanı’nın kendisini
yanına çağırarak, R. Uzman Çavuş’u araçla görev yerine bırakmasını
söylediğini beyan etmiştir. Nitekim, bu tanığın da, Karakol Komutanı
tarafından J.Erleri aracılığıyla sanığın çağrılmasına ilişkin hiçbir beyanda
bulunmadığı görülmektedir.
Uzman Çavuş R.A.’yı görev yerine götüren devriye aracının
sürücüsü olan Er E.B., tanık sıfatıyla mahkeme huzurunda tespit edilen
ifadesinde; Karakol Komutanının sanığı göreve yollamadığını, sanığın
gitmesi gereken göreve M. Uzman Çavuşu gönderdiğini beyan etmiş,
birlik komutanı tarafından tespit edilen ifadesinde, bu konuya ilişkin bir
açıklamada bulunmamıştır.
J.Er T.F.Y., tanık sıfatıyla mahkeme huzurunda tespit edilen
ifadesinde; sanığın önünden geçerek yemekhaneye doğru gittiğini,
karakol komutanının da kendisini sanığın çağırmak için gönderdiğini
beyan etmişken, birlik komutanı tarafından tespit edilen ifadesinde; farklı
olarak, bu arada R. Uzman Çavuş’un da yemekhaneye gittiğini beyan
etmiştir.
J.Er S.K., tanık sıfatıyla mahkeme huzurunda tespit edilen
ifadesinde; sanığın göreve çıkıp çıkmadığını tam olarak bilmediğini
beyan etmişken, birlik komutanı tarafından tespit edilen ifadesinde;
280
Karakol Komutanı odasından çıkarak yemekhaneye giden sanığın, bu
sırada T.F.Y.’ya seslenerek kendisine kâğıt-kalem getirmesini
söylediğini, daha sonra da karakol komutanının nöbetçiye seslenmesi
üzerine yanına gittiğini, Karakol Komutanı’nın kendisini sanığı çağırmak
için gönderdiğini beyan etmiştir.
M.Y.’nın aşamalarda tespit edilen ifadelerinde, göreve
çıkılmasına ilişkin hiçbir beyanının bulunmadığı görülmektedir.
Her ne kadar, sanık, Askerî Mahkeme huzurunda tespit edilen
sorgusunda; Karakol Komutanı’nın yemekhaneye gelip kendisiyle
görüştükten sonra, kendisinin göreve çıkmaması ve R. Uzman Çavuşun
göreve çıkması yönünde emir verdiğini beyan etmekte ise de, hazırlıkta,
yemekhanede Karakol Komutanı ile görüştükten (Göreve çıkılması
konusundan bahsetmeksizin) sonra nizamiyeye doğru gittiğini, bu sırada
M. Uzman Çavuşla görüştüğünü belirtmiştir. Bu durumda, sanığın
beyanları arasında esaslı bir çelişki bulunduğunun kabulü gerekmektedir.
Söz konusu ifadeler bütün hâlinde değerlendirildiğinde; Karakol
Komutanı’nın, doğrudan Uzman Çavuş R.A.’nın görev yerine
götürülmesi için emir vermesi, daha sonra görev yerine gitmek için
karakoldan ayrılan Uzman Çavuşlar R.A. ve Ş.M.K.’nın, Karakol
Komutanının sanığı yanına çağırması ile ilgili hiçbir beyanda
bulunmamaları, devriye aracının sürücüsü olan E.B.’nin, Karakol
Komutanının sanığı göreve yollamadığını beyan etmiş olması karşısında,
Karakol Komutanı Astsb. F.M.B.’nin, biraz önce odasından çıkan sanığı,
devriye görevine çıkmadığından bahisle tekrar yanına çağırttığı hususu
kuşkulu kalmaktadır.
Kaldı ki, Karakol Komutanının odasından çıkan sanığın, henüz
yemekhaneye yönelmişken, askerlerden yüksek sesle kâğıt-kalem
istemesinin ardından, Karakol Komutanı’nın, sanığı yanına çağırmaları
için sırasıyla ve kısa zaman fasılalarıyla askerleri gönderdiği
anlaşılmaktadır.
Maddi vakanın oluşumuna ilişkin sanıkların ve tanıkların
beyanları dikkate alındığında, Karakol Komutanı tarafından sanığa
yöneltilen ve tekrarlanan emrin askerî hizmete ilişkin olup olmadığı
eylemin nitelendirilmesi açısından önem taşıdığından, konu ile ilgili
yasal düzenlemelerin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
ASCK’nın 87’nci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar
suçu; askerî hizmete ilişkin emrin hiç yapılmaması, emrin yerine
getirilmesinin sözlü veya fiilî olarak açıkça reddedilmesi veya emir tekrar
edildiği hâlde yerine getirilmemesi ve suç işleme kastıyla hareket
edilmesi ile oluşmaktadır.
281
ASCK’nın 87’nci maddesinde tanımlanan suçun oluşabilmesi için
verilen emrin hizmete ilişkin olması gerekmektedir.
TSK İç Hizmet Kanunu’nun 6’ncı maddesinde; “hizmet:
kanunlarla nizamlarda yapılması veyahut yapılmaması yazılmış olan
hususlarla, amir tarafından yazı veya sözle emredilen veya yasak edilen
işlerdir.” şeklinde açıklanmış;
ASCK’nın 12’nci maddesinde ise; “bu Kanun’un tatbikatında
(Hizmet) tabirinden maksat gerek malûm ve muayyen olan ve gerek bir
amir tarafından emredilen bir askerî vazifenin madun tarafından
yapılması hâlidir.” şeklinde benzer bir tanıma yer verilmiştir.
TSK İç Hizmet Kanunu’nun 7’nci maddesinde; “vazife: hizmetin
icabettirdiği şeyi yapmak veya menettiği şeyi yapmamaktır.”, 8’inci
maddesinde; “emir: hizmete ait bir talep ve yasağın sözle, yazı ile ve sair
surette ifadesidir.” tanımları yapılmıştır.
Öte yandan, TSK İç Hizmet Kanunu’nun 13/1’inci maddesinde;
“disiplin: kanunlara, nizamlara ve amirlere mutlak bir itaat ve astının ve
üstünün hukukuna riayet demektir.” şeklinde tanımlandıktan sonra, aynı
maddede; askerliğin temelinin disiplin olduğu açıkça vurgulanmış ve
disiplinin korunması ve devamlılığının sağlanması için özel yasalarla
cezaî ve yine özel yasalar ve diğer düzenlemelerle idarî tedbirlerin
alınacağı ilkelerine yer verilmiştir.
Aynı Kanun’un 14’üncü maddesinde; astın; amir ve üstüne genel
adap ve askerî usullere uygun tam bir saygı göstermeye, amirlerine ve
yasa ve diğer düzenlemelerde gösterilen hâllerde üstlerine mutlak itaate
zorunlu olduğu, yasalarda belirtilen görevleri ve verilen emirleri
zamanında ve değiştirmeden yapması gerektiği, itaat hissini sarsacak her
türlü davranışın cezaî yaptırıma bağlandığı; 17’nci maddesinde, amirin,
maiyetinin ahlaki, ruhi ve bedenî hâllerini daima nezaret ve himayesi
altında bulunduracağı; 18’inci maddesinde, amirin maiyetine disiplini
bozan davranışlarından dolayı disiplin cezası vereceği; 24’üncü
maddesinde, disipline aykırı gördüğü her hâle müdahâleye ve emir
vermeye her üstün görevli olduğu yönünde hükümlere yer verilmiştir.
Bu itibarla, amir, konusu suç teşkil etmeyen, yasa ve diğer
nizamlarla düzenlenmemiş konularda, kendisi düzenleme yapıp, emir
verebilir. Bu emirlere riayet edilmesi askerî disiplinin bir gereğidir.
Ancak, bu emirler askerî hizmete ilişkin olmadığı sürece “Emre
itaatsizlikte ısrar” suçuna konu olamaz. Uyulması zorunlu idari ve
disipline taallûk eden bu düzenlemeler, askerî vazifeye ilişkin olmadığı
ahvalde, bu emirlerin ihlal edilmesi hâlinde, disiplin tecavüzü olarak
yaptırıma bağlanması mümkün bulunmaktadır. Amirin bu tür emirlerinin
282
emre itaatsizlikte ısrar suçuna konu olabilmesi için emrin mutlaka
“hizmete ilişkin” olma unsurunu taşıması gerekmektedir.
Öte yandan, amir veya üst tarafından verilen emirlerin, “hizmete
ilişkin” olma unsurunu taşıyıp taşımadığının, her somut olayda
değerlendirilmesi gerektiği açıktır. Bu bağlamda, amir veya üst
tarafından verilen emirlerin, her türlü kuşkudan uzak ve objektif bir
şekilde, doğrudan askerî hizmetle irtibatlandırılamaması veya olayların
kronolojik ve psikolojik gelişiminden de askerî hizmete ilişkin
olduğunun anlaşılamaması hâlinde, askeri hizmete ilişkin bir emrin
varlığından söz edilemeyeceği açıktır.
Yapılan açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay
incelendiğinde; kendisine karşı asta müessir fiilde bulunan Karakol
Komutanı tarafından, Karakol Komutanının odasından çıkar çıkmaz
olayın hemen sonrasında “Yanına gelmesi” için çağrılan, esasen bu olayın
öncesinde göreve çıkmak için hazırlık yapan ve çağrılma anında da, biraz
önce muhatap olduğu olaya ilişkin tutanak tutma hazırlığı yapan sanığın,
her türlü kuşkudan uzak bir şekilde, emre itaatsizlikte ısrar kastı ile
hareket ettiği ortaya konulamamaktadır.
Öte yandan, tanıkların ifadelerinde belirttikleri hususlar bütün
hâlinde ve birlikte gözetildiğinde, müessir fiilde bulunan Karakol
Komutanı tarafından olayın hemen sonrasında, “Sanığın yanına gelmesi”
şeklinde verilmiş bulunan emrin, her türlü kuşkudan uzak ve objektif bir
şekilde, doğrudan askerî hizmetle irtibatlandırılması mümkün
görülmemiş, olayların kronolojik ve psikolojik gelişiminden de askerî
hizmete ilişkin olduğu anlaşılamamıştır.
Bu itibarla; sanığa karşı asta müessir fiilde bulunan Karakol
Komutanı tarafından olayın hemen sonrasında, “Sanığın yanına gelmesi”
şeklinde verilmiş bulunan emrin, askerî hizmetle irtibatlandırılamaması
ve olayların gelişiminden de askerî hizmete ilişkin olduğunun
anlaşılamaması nedeniyle, hizmete ilişkin emir olarak kabulünün
mümkün bulunmadığı, ayrıca kısa bir süre önce müessir fiile uğrayan ve
bu husus mahkeme kararıyla da sabit olan sanığın, bu olaya ilişkin
tutanak tutmak isterken, Karakol Komutanı tarafından bu süreçte
çağrılması karşısında, esasen bu olayın öncesinde göreve çıkmak için
hazırlık yapan sanığın, her türlü kuşkudan uzak bir şekilde, emre
itaatsizlikte ısrar kastı ile hareket ettiği söylenemeyeceğinden, suçun
yasal unsurları yönünden oluşmadığı sonucuna varılarak, askerî
mahkemenin direnerek tesis ettiği mahkûmiyet hükmünün sübut
yönünden bozulmasına karar verilmiştir.
283
ASMKYUK
Mad. 221
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/74
K. No. : 2008/81
T.
: 8.5.2008
ÖZET
Sanığın tüm aşamalardaki savunmalarında, cep
telefonunu kışlaya girerken oradaki görevlilere kendiliğinden
teslim ettiğini söylemesi karşısında, bu hususun, sözü edilen
olay tutanağını düzenleyenlerden sorularak, maddî olayın tüm
kuşkuların giderilerek açıklığa kavuşturulmasından sonra,
sonucuna göre hüküm kurulması gerekir.
Daire ile Askerî Mahkeme arasında ortaya çıkan ve Daireler
Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın, cep telefonunu
kendiliğinden teslim ettiğine ilişkin savunmasının doğru olup olmadığı
araştırılmadan hüküm kurulmasının, hükmün bozulmasını gerektirecek
nitelikte bir noksan soruşturma teşkil edip etmediğinin belirlenmesine
ilişkindir.
Daire; sanığın savunmalarında, cep telefonunu kendiliğinden
teslim ettiğini söylemesine rağmen, bu hususun tutanağı tanzim
edenlerden sorularak açıklığa kavuşturulması gerekirken, noksan
soruşturma ile sonuca varılarak hüküm kurulduğu gerekçesi ile
mahkûmiyet hükmünü noksan soruşturma yönünden bozarken;
Askerî mahkeme; bozma ilamında belirtilen eksikliğin
araştırılmasının sonuca etkili olmayacağına ve sanığın Donanma
Komutanlığı bağlısı olmayan Aksaz Deniz Üssüne cep telefonu ile
girmesini yasaklayan bir emir olmadığına, dosyada mevcut emrin sadece
Donanma Komutanlığı bağlısı olan TCG Muavenet Komutanlığına cep
telefonu ile girilmesini yasakladığına, dolayısıyla, çarşı izni dönüşü
beraberinde getirdiği cep telefonunu TCG Muavenet Komutanlığına
sokamadan yakalanan sanığın üzerine atılı suçun unsurları bakımından
oluşmadığına dair kabul ve gerekçe ile bozmaya uymayıp önceki
hükümde direnmek suretiyle sanığın beraatine karar vermiştir.
284
Yapılan incelemede; dosyada yer alan “Tutanakta” 17.9.2005
tarihinde saat 19.00 itibarıyla, çarşı izninden dönen TCG Muavenet
Komutanlığında görevli Dz.Er K.İ.’nin üst araması sonucunda, üzerinde
Nokia 8310 marka ve 351473/10795502/3 seri No.lu cep telefonunun
bulunduğu hususunun tespit edilmiş olduğu görülmekle birlikte;
Sanığın tüm aşamalardaki savunmalarında, cep telefonunu Aksaz
Deniz Üssü Liman girişinde A Kapı denilen yerde içeri girerken oradaki
görevlilere kendiliğinden teslim ettiğini söylediği anlaşıldığından, bu
hususun sözü edilen olay tutanağını düzenleyenlerden sorularak, maddî
olayın, tüm kuşkuların giderilerek açıklığa kavuşturulmasından sonra,
sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, bu husus ikmal edilmeden
noksan soruşturma ile hüküm kurulduğu sonucuna varıldığından, askerî
mahkemenin, bu yöndeki bozma ilamına karşı direnerek tesis ettiği
25.12.2007 tarihli ve 2007/288-505 Esas ve Karar sayılı beraat
hükmünün bozulmasına karar verilmiştir.
285
ASMKYUK
Mad. 226
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/202
K. No. : 2008/198
T.
: 18.12.2008
ÖZET
Dairenin hükmün açıklanmasının geri bırakılması
müessesesinin uygulanabilmesine imkân sağlanmasına yönelik
bozma kararının, hakkında verilen mahkûmiyet hükmünü
temyiz etmeyen sanığa da sirayet ettirilmesi hukuka aykırıdır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunda
çözümlenmesi gereken uyuşmazlığın konusu, hükmü temyiz eden
sanıklar yönünden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilip
verilmeyeceğinin değerlendirilmesi
amacıyla tesis edilen bozma
kararının, mahkûmiyet hükmünü temyiz etmeyen diğer sanığa sirayet
ettirilip ettirilmeyeceği noktasındadır.
Daire; HAGB kararı verilebilmesi amacıyla üç sanık hakkında
tesis edilen bozma kararının, 353 sayılı Kanun’un 226’ncı maddesi
gereğince hükmü temyiz etmeyen diğer sanığa da sirayet ettirilmesi
gerektiği sonucuna varmış iken,
Başsavcılık; bu yönde bir uygulamanın CMK’nın 231’inci
maddesi hükümlerine aykırı düşeceğini belirterek, Daire ilamına itiraz
etmiştir.
Uzunköprü’deki birliklerinde askerlik hizmetlerini yapan sanık
Erler R.U., İ.Y., A.C. ve H.Ü.’nün, birlik içerisine alkollü içki
sokulmasını ve içilmesini yasaklayan askerî hizmete ilişkin emirden
haberdar olmalarına karşın, sanıklardan H.Ü.’nün 6.1.2006 günü İ.Y.
vasıtasıyla kışlaya 1 şişe votka getirttiği ve temin edilen alkollü içkinin
sanıklar R.U., A.C. ve H.Ü. tarafından içildiği, böylelikle sanıklardan
İ.Y.’nin birlik içerisine alkollü içki sokmak, diğer sanıklar R.U., A.C. ve
H.Ü.’nün da birlik içerisinde alkollü içki içmek suretiyle emre
itaatsizlikte ısrar suçunu işledikleri konusunda herhangi bir tereddüt ve
uyuşmazlık bulunmamaktadır.
286
Haklarında açılan kamu davası gereğince birlikte yargılanan dört
sanıktan üç tanesi mahkûmiyet hükümlerini temyiz etmiş, sanık Tnk.Er
H.Ü. kanuni temyiz hakkını kullanmamıştır.
Dairece yapılan temyiz incelemesi sonunda; sanıklar R.U., İ.Y. ve
A.C. ile ilgili mahkûmiyet hükümlerinde hüküm tarihi itibarıyla herhangi
bir isabetsizlik bulunmadığı belirtilerek, hükümlerin 8.2.2008 tarihinde
yürürlüğe giren ve CMK’nın 5728 sayılı Kanunla değişik 231’inci
maddesinde düzenlenen HAGB konusunda değerlendirme yapılmak
üzere bozulmasına ve bozmanın hükmü temyiz etmeyen sanık H.Ü.’ya da
353 sayılı Kanun’un 226’ncı maddesi gereğince sirayet ettirilmesine
karar verilmiştir.
353 sayılı ASMKYUK’nın “Hükmün bozulmasının diğer
sanıklara etkisi” başlığını taşıyan 226’ncı maddesi, hükmün sanık lehine
bozulması ve bozma sebeplerinin temyiz isteminde bulunmamış diğer
sanıklara da uygulanma imkânının bulunması durumunda, hükmün
bozulmasından hükmü temyiz etmeyen diğer sanıkların da
yararlanacağını öngörmektedir.
Ortaya çıkan uyuşmazlığın sağlıklı bir biçimde çözümlenebilmesi
açısından, Dairenin bozma gerekçesinin hükmü temyiz etmeyen sanıklar
yönünden de uygulanabilir özellik gösterip göstermediğinin incelenmesi
gerekmektedir.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, hukukumuzda
ilk kez çocuklar hakkında 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun
23’üncü maddesi ile kabul edilmiş olup, 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe
giren 5560 sayılı Kanun’un 23’üncü maddesiyle 5271 sayılı Kanun’un
231’inci maddesine eklenen 5-14’üncü fıkralar ile yetişkinler için de
uygulanabilir hâle gelmiş, aynı Kanun’un 40’ıncı maddesiyle 5395 sayılı
Kanun’un 23’üncü maddesi değiştirilmek suretiyle de, denetim
süresindeki farklılık hariç olmak koşuluyla, çocuk suçlular ile yetişkin
suçlular hükmün açıklanmasının geri bırakılması açısından aynı koşullara
tabi kılınmıştır.
Başlangıçta yetişkin sanıklar yönünden şikâyete bağlı suçlarla
sınırlı olarak, hükmolunan bir yıl veya daha az süreli hapis veya adli para
cezası için kabul edilen bu müessese, 08.02.2008 tarihinde yürürlüğe
giren 5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesi ile 5271 sayılı Kanun’un
231’inci maddesinin 5 ve 14’üncü fıkralarında yapılan değişiklikler ile
hükmolunan iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezaları için
de uygulanabilir hâle getirilmiş, şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak
uygulanan bu müessese Anayasanın 174’üncü maddesinde güvence altına
287
alınan inkılap kanunlarında yer alan suçlar ayrık olmak üzere, tüm suçları
kapsayacak şekilde düzenlenmiştir.
Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç
doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla karma bir
özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu,
denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve
yükümlülüklere uygun davranılması hâlinde, açıklanması geri bırakılan
hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının CMK’nın 223’üncü
maddesi uyarınca düşürülmesi sonucu doğurduğundan, bu niteliğiyle
sanık ile Devlet arasındaki cezai ilişkiyi sona erdiren düşme
nedenlerinden birisini oluşturmaktadır.
CMK’nın 231’inci maddesi gereğince HAGB kararı verilebilmesi
için, sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan dolayı mahkûm edilmemiş
olması, taşıdığı kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve
davranışlarının mahkemeyi sanığın yeniden suç işlemeyeceği yönünde
olumlu bir kanaate ulaştırması gerekmektedir.
Kanun’un aradığı bu niteliklerin, sanıkların geçmişleri, suç işleme
konusundaki eğilimleri ve kişilik özellikleri ile yakından irtibatlı olduğu,
bu yönüyle de suç işleyen her bir fail yönünden ayrı ayrı irdelenmesi
gerektiği açıktır.
Esasen, cezaların bireyselleştirilmesi amacını taşıyan ve
Kanun’un öngördüğü koşulların varlığı hâlinde, ilk kez suç işleyen
sanıklar hakkında mahkûmiyet kararı verilmesini engelleyen HAGB
kurumu, faillerin kişisel özelliklerini ve suç işleme yönündeki
eğilimlerini esas alan özellik göstermektedir
İncelenen dosyada hükmü temyiz edenler de dahil olmak üzere
herhangi bir sanığın sabıka kaydı istenmemiştir. Oysa, Kanun’un ancak
belirli şartların varlığı hâlinde uygulanabilmesine imkân sağladığı bu
müessese ile ilgili olarak karar verilirken, sanıkların dava dosyasına
yansıyan tüm kişisel özelliklerinin, keza duruşmadaki tutum ve
davranışlarının somut ve birbirinden ayrı biçimde irdelenmesi,
nihayetinde
elde edilecek bilgiler doğrultusunda HAGB kararı
verilmesinin mümkün olup olmadığı konusunda bir sonuca varılması
zorunludur.
İştirak hâlinde veya birden fazla kişinin katılımıyla işlenen ya da
Kanun’un öngördüğü çok failli suç tiplerinde dahi, HAGB kararı verilip
verilemeyeceği yönündeki değerlendirmelerin her bir sanık yönünden
ayrı ayrı yapılması ve birinin taşıdığı olumlu kişilik özelliklerinden
diğerlerinin de istifade ettirilmesi gibi Kanun’un konuluş amacına aykırı
sonuçlara ulaşılmaması gerekmektedir.
288
Kaldı ki, HAGB kurumunun kesinleşen hükümlerle ilgili olarak
ne şekilde uygulanacağı, diğer bir deyişle, sonradan yürürlüğe giren
kanun uyarınca yapılacak uyarlama yargısının ne şekilde yapılacağı ve
hangi hükümlere uygulanacağı, 5728 sayılı Kanun’un Geçici 1’inci
maddesinde özel olarak düzenlenmiş bulunmaktadır.
Kanun Koyucu tarafından, kesinleşen hükümler nedeniyle
doğabilecek tüm olumsuzlukları giderecek tarzda özel olarak düzenleme
yapılarak, aynı suçun şerikleri arasında farklı hükümlerin verilmesi ve
adaletsizliğin giderilmesi yöntemi olarak uyarlama yargılamasının şekli
gösterildikten sonra, artık hakkaniyet, adalet ve usul ekonomisi
mülahazalarıyla da olsa, Kanun Koyucunun iradesine aykırı bir şekilde,
HAGB ile ilgili bozma kararının hükmü temyiz etmeyen diğer sanığa
sirayetini kabul etmek mümkün görülmemiştir (Nitekim, benzer konuya
ilişkin Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 18.9.2007 tarihli ve 8/125-186
Esas-Karar sayılı ilamı da yanı doğrultudadır.).
Cezaların kişiselleştirilmesiyle ilgili bu esasların, birbirinden
farklı kişilik, safahat ve eğilimlere sahip diğer faillere teşmili mümkün
olmadığı gibi, sonradan yürürlüğe giren yasa uyarınca yapılacak
uyarlama yargısı ve sonuçları özel olarak düzenlenmiş bulunduğundan,
Dairenin HAGB ile ilgili bozma kararının hükmü temyiz etmeyen diğer
sanığa sirayeti 353 sayılı Kanun’un 226’ncı maddesine aykırı
düşmektedir.
Bu yönüyle; Dairenin HAGB müessesesinin uygulanabilmesine
imkân sağlanmasına yönelik bozma kararının, hakkında verilen
mahkûmiyet hükmünü temyiz etmeyen sanık H.Ü.’ya da sirayet
ettirilmesi hukuka aykırı görülmüş ve Başsavcılık itirazının kabulü
doğrultusunda, Daire ilamının bu konuya yönelik bölümünün
kaldırılmasına karar verilmiştir.
Not: Daireler Kurulunun 25.12.2008 tarihi, 2008/196-204 E. ve
K. sayılı kararı da aynı doğrultuda bulunmaktadır.
289
ASMKYUK
Mad. 227
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/169
K. No. : 2008/176
T.
: 30.10.2008
ÖZET
Duruşmada tefhim olunan ve gerekçeli hükümde de
aynen yer alan kısa kararda, hem sanığa verilen kısa süreli
hapis cezasının adlî para cezasına çevrildiğinin, ancak adlî
para cezasının ertelenmesine yönelik sanık talebinin yasal
imkânsızlık nedeniyle reddine karar verildiğinin, hem de adlî
para cezasının 647 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesi gereğince
ertelendiğinin belirtilmesi karşısında, ilk mahkûmiyet hükmü
ile ilgili olarak sadece sanık lehine temyiz yoluna başvurulması
nedeniyle, tayin olunan hapis cezası adlî para cezasına
çevrildikten sonra, ne suretle olursa olsun ertelenmesine karar
verilmesi, erteleme yönünden sanık bakımından kazanılmış
hak oluşturmaktadır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunda
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; duruşmada tefhim olunan ve
gerekçeli hükümde de aynen yer alan kısa kararda, hem sanığa verilen
kısa süreli hapis cezasının adlî para cezasına çevrildiğinin, ancak adlî
para cezasının ertelenmesine yönelik sanık talebinin yasal imkânsızlık
nedeniyle reddine karar verildiğinin, hem de adlî para cezasının 647
sayılı Kanun’un 6’ncı maddesi gereğince ertelendiğinin belirtilmesi
karşısında, kendi içerisinde çelişen ve bu nedenle bozulan hükümden
sonra, sanığın erteleme yönünden kazanılmış hakkının bulunup
bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.
Daire; hükmün kısa karar ile hüküm fıkrasının kendi içlerinde
çelişmesi nedeniyle bozulmasına karar verildiği dikkate alındığında,
cezanın ertelendiğine ilişkin kazanılmış hakkın bulunduğunun kabul
edilemeyeceğini, ayrıca 1.6.2005 tarihinden sonra gerçekleşen bu olay
nedeniyle tayin edilen cezanın adlî para cezasına çevrilmesine rağmen
ertelenmesinin yasal olarak mümkün olmadığını kabul ederken,
290
Başsavcılık; ilk mahkûmiyet hükmüne karşı sadece sanık lehine
temyiz yoluna başvurulması nedeniyle, sanığa verilen hapis cezasının
hem adlî para cezasına çevrilmesi, hem de ertelenmesi hususunun, sanık
için kazanılmış hak oluşturduğunu ileri sürerek Daire ilamına süresinde
itiraz etmiştir.
Dava dosyası içeriğinden; sanığın, Diyarbakır İl Jandarma
Komutanlığı emrinde görevli olduğu sırada, 29.5.2006 tarihinde ailesi ile
telefon görüşmesi yapmasını müteakip, koğuş lavabosunda bulunan
aynayı yumruk vurarak kırdığı, olay nedeniyle 7,50 YTL tutarında hazine
zararı oluştuğu maddî vaka olarak anlaşılmaktadır. Esasen bu konuda
yargılama makamları arasında bir ihtilâf bulunmadığı gibi, sanığın sabit
olan eyleminin askerî eşyayı kasten tahrip suçunu oluşturduğunun
kabulünde de bir isabetsizlik söz konusu değildir.
Oluş biçimi yukarıda özetlenen olay nedeniyle yapılan yargılama
sonunda, askerî mahkemece kurulan 3.10.2006 tarihli ilk mahkûmiyet
hükmünde sanığın;
“… 29.5.2006 tarihinde işlemiş olduğu askerî eşyayı kasten tahrip
suçundan ASCK’nın 130/1, 5237 sayılı TCK’nın 62’nci maddeleri
gereğince iki ay on beş gün hapis cezası ile cezalandırılmasına,
Sanığa verilen kısa süreli hapis cezasının TCK’nın 50/1-A ve
52/2’nci maddeleri gereğince, beher günü 20 YTL hesabı ile adlî para
cezasına çevrilerek 1500 YTL adlî para cezası ile cezalandırılmasına,
Sanık hakkında tayin olunan adlî para cezasının TCK’nın
52/4’üncü maddesi uyarınca, her ay için 150 YTL olmak üzere 10 eşit
taksitte tahsiline, taksitlerden birisinin süresi içerisinde ödenmemesi
hâlinde geri kalan miktarın tamamının sanıktan defaten tahsiline ve bu
hâlde ödenmeyen adli para cezasının TCK’nın 52/4 ve 50/6’ncı
maddeleri gereğince hapse çevrilmesine,
Verilen cezanın ertelenmesine ve kısa süreli hapis cezasına seçenek
diğer yaptırımlara çevrilmesine yönelik talebinin yasal imkânsızlık
nedeniyle reddine,
Sanığa verilen adlî para cezasının 647 sayılı Kanun’un 6’ncı
maddesi gereğince ertelenmesine,
7,50 YTL tutarındaki hazine zararının ASCK’nın 130/son maddesi
gereğince sanığa ödettirilmesine ve hazine zararı miktarı dikkate alınarak
sanıktan nispî harç alınmasına yer olmadığına ...” şeklinde karar verilmiş
olup, bu karar gerekçeli hükmün hüküm fıkrasına da aynen geçirilmiştir.
Ancak, gerekçeli hükmün “Delillerin tahlili ve takdiri” başlıklı
kısmında, adlî para cezasına çevirme gerekçesi gösterilmişken, erteleme
ya da ertelememe yönünde hiçbir gerekçe gösterilmemiştir.
291
İlk hükmün sanığın temyizi nedeniyle uygulama yönünden
bozulması üzerine, bozma ilamına uyma kararı veren askerî mahkemece
kurulan 29.11.2007 tarihli ikinci hükümde; sanık hakkında tertip edilen
kısa süreli hapis cezası adlî para cezasına çevrildikten sonra, “Verilen
cezanın ertelenmesine yasal imkânsızlık nedeniyle yer olmadığına” karar
verilmiştir.
Sanığın 29.5.2006 tarihinde işlemiş olduğu askerî eşyayı kasten
tahrip suçu nedeniyle hükmolunan hapis cezasının, koşullarının
bulunması hâlinde, 5237 sayılı TCK’nın 51’inci maddesi uyarınca
ertelenmesi olanağı mevcut ise de; seçenek yaptırımlardan birine çevrilen
(Adlî para cezası) hapis cezasının ayrıca ertelenemeyeceği konusunda
duraksama bulunmamaktadır.
Ancak, bu durum, sanık hakkında kurulan ilk hükümde (Çelişkili
anlatım tarzına rağmen), hapis cezasından çevrilen adli para cezasının,
hatalı da olsa, 647 sayılı Kanun hükümlerine göre ertelenmiş olduğu
olgusunu değiştirmemektedir. Zira, sanık yasa yoluna başvurmamış
olsaydı, hükümde yer alan erteleme kararının yok sayılması da mümkün
olmayacaktı.
353 sayılı Kanun’un “Davaya yeniden bakacak askerî mahkemenin
yetkisi” başlıklı 227/3’üncü maddesi “Hüküm yalnız sanık tarafından
veya onun lehine askerî savcı veya teşkilâtında askerî mahkeme kurulan
kıta komutanı veya askerî kurum amiri veya 196’ncı maddede gösterilen
kimselerce temyiz edilmiş ise, yeniden verilen hüküm önceki hükümle
belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz.” hükmünü içermektedir.
Yürürlükten kaldırılan CMUK’un 326/3’üncü maddesinde olduğu gibi,
CMK’nın 307/4’üncü maddesinde de aynı yönde düzenlemelerin yer
aldığı görülmektedir.
Doktrinde ve uygulamada “Kazanılmış hak” olarak isimlendirilen
ve dayanağını yargılama kanunlarının yukarıda belirtilen maddelerinden
alan kavram, gerekçelerde şu şekilde açıklanmaktadır.
Mülga 1412 sayılı CMUK’un 326’ncı maddesinin gerekçesinde,
“... Mahkûmun lehine olarak vaki temyiz neticesinde evvelki hüküm ile
tayin olunan cezadan daha ağır bir ceza tatbiki kavaidi madelet
(Doğruluk, adillik, insaflılık kuralı) ve hakkı müktesep (Kazanılmış hak)
mülahazasıyla kabili telif görülmemiştir,”
5271 sayılı CMK’nın 307’nci maddesinin gerekçesinde de, “...
Hüküm yalnız sanık veya avukatı veya 292’nci madde uyarınca yasal
temsilcisi ve eşi veya Cumhuriyet savcısı tarafından sanık yararına
temyiz edilmişse, bozmadan sonra yapılacak yargılama sonunda
verilecek ceza, önceki hükümdeki cezadan daha ağır olamaz
292
Bu kural gerek cezanın türü ve gerekse süresi bakımından geçerli
olup, suç niteliği yönünden uygulama yeri bulunmamaktadır.”
denilmektedir.
Ceza yargılanmasına ilişkin yasalarda böyle bir kurala ihtiyaç
bulunup bulunmadığı ve kapsamının ne olması gerektiği hususu öğretide
tartışmalı olmakla birlikte, uygulamada genel kabulün şu şekilde olduğu
görülmektedir.
Askerî Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 15.1.1969 tarihli
ve 1969/1-2 E.K. sayılı kararında, “Kamu düzeninin idame ve
muhafazası ile ilgili bulunan ceza tatbikatında suç, ceza ve sorumluluk
kavramları arasında geniş ölçüde bir dengesizlik ve adaletsizlik yaratan
bu kaide, müktesep hak ve madelet kuralları ile izahı zor olmakla
beraber, bunun sanığa tanınmış kanuni bir lütuf olduğunda şüphe ve
tereddüt bulunmamaktadır.” denildikten sonra, kazanılmış hakkın sadece
ilk hükümdeki ‘netice cezayı’ ve ‘cezai neticeleri’ kapsadığı, bunun
vasfa, usule, maddî hatalara ve bozma neticesi ilk hükmün var
sayılamayacağı hâllere teşmil edilmeyeceği kabul edilmiş, uyum ve
kararlılık gösteren Askerî Yargıtay ve Yargıtay kararlarında da aynı
görüş ve uygulamanın sürdürüldüğü görülmüştür.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 4.2.1985 tarihli ve 8/171-51 E.K.
sayılı kararında, “Yalnız sanık lehine temyiz yoluna başvurulduğunda,
karardaki sanık aleyhine yorumlanması ve uygulanması mümkün
hususların düzeltilmemesi sanık için müktesep hak oluşturmuştur.
Müktesep hakkı sadece ceza miktarına hasretmek kanun vazıı
aksini irae etmediği hâlde, doğmuş bir hakkın doğduğu andan itibaren
hüküm ve netice tevlit etme niteliğini değiştirmek ve kısıtlamak olur. Bu
değiştirme ve kısıtlama gerekçede vurgulanan müktesep hak kavramına
ters düşer ... Ceza Genel Kurulunun 15.3.1971 gün ve 4/48 sayılı
kararında; ‘CMUK’un 326/2 nci maddesindeki hüküm sözünü sadece
kapsadığı ceza miktarı yönünden değil, ilk hükümdeki uygulamalar
yönünden düşünerek geniş anlamak gerekir,’ 31.4.1949 gün ve 171 sayılı
kararında ise; ‘Maznun lehine tecelli eden bir hatanın tazammum ettiği
hukukî neticeler tevessülatta bulunmadıkça değiştirilemez’ denilmek
suretiyle bu görüş benimsenmiştir.”
Yine, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 22.2.1982 tarihli ve 376-99
E.K. sayılı, 19.06.1967 tarihli ve 114-162 E.K. sayılı, 13.4.1964 tarihli ve
154-167 E.K. sayılı kararlarında; CMUK’un 326/2’nci maddesindeki
hüküm sözünü, sadece kapsadığı ceza miktarı yönünden değil, ilk
hükümdeki uygulamalar yönünden düşünerek geniş anlamak gerektiği,
ilk hüküm sanık tarafından temyiz edilmeyerek kesinleşmiş olsa idi
293
durum ne olacak idiyse, lehe temyizin bu durumu (Cezayı değil)
değiştirmemesi gerektiği kabul edilmiş bulunmaktadır.
Diğer taraftan, sadece sanığın temyizi üzerine bozulan önceki
hükümde cezanın ertelenmiş olmasının, sanık yönünden kazanılmış hak
oluşturduğu konusunda duraksama bulunmamaktadır. Nitekim Askerî
Yargıtayın ve Yargıtayın uyum ve kararlılık gösteren içtihatları da bu
doğrultuda bulunmaktadır. (As.Yrg. 3’üncü Dairesinin 17.4.2001 tarihli
ve 290-285 sayılı, Yargıtay 2’nci Ceza Dairesinin 27.10.1993 tarihli ve
11635-11601 sayılı, 20.3.1984 tarihli ve 2606-2950 sayılı, 4’üncü Ceza
Dairesinin 14.2.1990 tarihli ve 306-742 sayılı, 5’inci Ceza Dairesinin
10.10.1980 tarihli ve 3225-3294 sayılı, 6’ncı Ceza Dairesinin 25.10.1990
tarihli ve 5750-8074 sayılı kararları bu doğrultudadır.).
Bu itibarla, sanık hakkında tesis olunan ilk mahkûmiyet hükmü ile
ilgili olarak, sadece sanık lehine temyiz yoluna başvurulması nedeniyle,
tayin olunan hapis cezası adlî para cezasına çevrildikten sonra, ne suretle
olursa olsun ertelenmesine karar verilmesinin, erteleme yönünden sanık
bakımından kazanılmış hak oluşturduğu sonucuna varılmış ve Askerî
Yargıtay Başsavcılığının itirazının kabulüne, Daire ilamının
kaldırılmasına ve hükmün sanığın cezanın ertelenmesi yönünden
kazanılmış hakkının gözetilmemesi noktasından bozulmasına karar
verilmiştir.
294
ASMKYUK
Mad. 227
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/191
K. No. : 2008/183
T.
: 6.11.2008
ÖZET
Haklarında verilecek cezalarının bozmaya konu edilen
cezalardan daha ağır olması hâllerinde sanıkların her hâlde
dinlenilmeleri, CMK’nın 307/2’nci maddesinin son cümlesi ve
ASMKYUK’nın 227/4’üncü maddesinin ikinci cümlesinde açık
ve tartışmasız bir şekilde ifade edilmesi nedeniyle, bozmaya
uyulmayıp direnme kararı verilmesi hâlinde dahi, hükmün
aleyhe bozulması durumunda sanıktan bozmaya karşı
diyeceğinin sorulması zorunludur.
Daire ile askerî mahkeme arasında ortaya çıkan ve Daireler
Kurulu önüne getirilen uyuşmazlığın konusu, sanığın sabit görülen
eylemlerinin vasfına ilişkindir.
Daire; 10.9.2001-1.4.2003 tarihleri arasında yakalanmakla son
bulan izin tecavüzü suçunu işlemesinin ardından, 4.4.2003 tarihinde
birliğine teslim edilen ve bir gün sonra görev mahâllini terk ederek
25.8.2003 günü yakalanan sanığın, izin tecavüzü ve firar suçlarını
işlediği sonucuna varmış iken,
Askerî mahkeme; bu eylemlerin tek bir izin tecavüzü suçunu
oluşturduğunu kabul etmek suretiyle eski hükümde direnmiştir.
Daireler Kurulu önüne getirilen uyuşmazlığın konusu bu
çerçevede ifade edilse de, yargılama aşamalarında Ceza Yargılaması
Hukuku kurallarının ihlâlini sonuçlayan herhangi bir aykırılık bulunup
bulunmadığının da öncelikli mesele olarak incelenmesi gerekmektedir.
Sanık P.Er S.K.’nın yargılama konusu eylemlerinin sadece izin
tecavüzü suçunu oluşturduğuna ilişkin mahkûmiyet hükmünün, askerî
savcı ve adli müşavir tarafından sanık aleyhine temyiz edildiği, temyiz
incelemesini yapan Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin sübuta eren
eylemlerin ayrı ayrı izin tecavüzü ve firar suçlarını oluşturduğu sonucuna
vararak, mahkûmiyet hükmünü sanık aleyhine bozduğu ortadadır.
295
Askerî mahkeme; hükmün sanık aleyhine bozulmasının ardından
yapmış olduğu duruşmalarda, sanık Ter.P.Er S.K.’nın Askerî Yargıtay
bozma kararına karşı beyanının tespiti için ilgili istinabe mahkemesine
talimat yazılmasına karar vermiş, bu adresten temin edilemediği
gerekçesiyle de ASMKYUK’nın 227/Son maddesi gereğince sanığı
duruşmalardan vareste tutup, yokluğunda sürdürdüğü yargılama faaliyeti
sonucunda (Direnmek suretiyle), sanığın mahkûmiyetine karar vermiştir.
Oysa, CMK’nın 307/2’nci maddesinin birinci cümlesi, ve 353
sayılı ASMKYUK’nın 227/4’üncü maddesinin ilk cümlesi,
bulunamamaları nedeniyle bozmaya karşı beyanları tespit edilemeyen
sanıklar hakkında yargılamaya devam edilerek yokluklarında hüküm
tesisine imkân sağlamış ise de; haklarında verilecek cezalarının bozmaya
konu edilen cezalardan daha ağır olması hâllerinde sanıkların her hâlde
dinlenmeleri, CMK’nın 307/2’nci maddesinin son cümlesi ve
ASMKYUK’nın 227/4’üncü maddesinin ikinci cümlesinde açık ve
tartışmasız bir şekilde ifade edilmiştir.
Konu, CMK’nın 307’nci maddesinin gerekçesinde, “Ancak
bozma sanığın aleyhine, diğer bir anlatımla verilecek ceza, bozmaya
konu olan cezadan daha ağır ise, avukatının gelip bozmaya karşı
görüşünü açıklamış olması durumunda da, sanığın herhâlde mahkeme
önünde veya istinabe yoluyla dinlenilmesi zorunludur.” biçiminde
açıklanmıştır. Böylece sanığa bozma ilamında belirtilen ve aleyhe sonuç
doğuracak olan hususlarda beyanda bulunma, kendisini savunma ve bu
konulardaki delillerini sunma olanağı tanınmalıdır. Bu hüküm, savunma
hakkının sınırlanamayacağı ilkesine dayanan ve uyulmasında zorunluluk
bulunan buyurucu kurallardandır.
Bozmaya uyulmayıp, direnme kararı verilmesi hâlinde dahi,
aleyhine hüküm içeren bozma kararına karşı sanığın diyeceklerinin
tespitinin zorunlu olduğu, inceleme konusu olayımızla benzer nitelikteki
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 17.11.2005 tarihli ve 2005/41-95
E.K.; 15.4.2004 tarihli ve 2004/1-63 E.K.; 12.10.1989 tarihli ve
1989/213-213 E.K.; 26.12.1985 tarihli ve 1985/135-165 E.K.; Yargıtay
Ceza Genel Kurulunun 13.4.2004 tarihli ve 1-64/90 E.K.; 23.9.2003
tarihli ve 8-210/222 E.K.; 5.2.2002 tarihli ve 1-417/153 E.K.; 15.5.2001
tarihli ve 6/94-97 E.K.; 3.10.2000 tarihli ve 5/168-178 E.K.; 11.6.1996
tarihli ve 1-122/129 E.K.; 26.12.1994 tarihli ve 2-345/363 E.K.;
30.5.1994 tarihli ve 6-132/155 E.K.; 25.10.1993 tarihli ve 7-254/275
E.K.; 29.06.1992 tarihli ve 5/174-199 E.K.; 19.11.1990 tarihli ve 259/275
E.K.; 17.4.1989 tarihli ve 5/194-148 E.K.; 31.10.1988 tarihli ve 9/404415 E.K.; 26.1.1987 tarihli ve 7/306-1 E.K. ve 15.12.1986 tarihli ve
296
1/218-586 E.K. sayılı emsal nitelikteki kararlarında tereddütsüz bir
biçimde kabul edilerek, hükmün aleyhe bozulması durumunda sanıktan
bozmaya karşı diyeceğinin sorulmasının yasal zorunluluk olduğu
vurgulanmıştır.
Bu itibarla; sanığın savunma hakkının kısıtlanması sonucunu
doğuran bu hukuka aykırılık nedeniyle, direnme hükmünün 353 sayılı
Kanun’un 207/3-H ve 227/4’üncü maddesinin ikinci cümlesi gereğince,
sair hususlar incelenmeksizin usul yönünden bozulmasına karar
verilmiştir.
297
ASMKYUK
Mad. 227
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/205
K. No. : 2008/206
T.
: 25.12.2008
ÖZET
İlk hükümde, sanığın hizmete ilişkin emir tekrar edildiği
hâlde yerine getirmemek suretiyle emre itaatsizlikte ısrar
suçunu işlediği kabul edilip, bu yönde gerekçe gösterilmişken,
hükmün bozulması üzerine direnilerek tesis olunan hükümde,
“Emrin yerine getirilmesini söz veya fiili ile açıkça reddetme”
eyleminin de gösterilerek gerekçenin genişletilmesi; keza, ilk
hükümde yer alıp gerekçesi de gösterilen TCK’nın 53’üncü
maddesi uyarınca yapılan uygulamaya direnilerek tesis olunan
hükümde hiç yer verilmemesi karşısında, incelemeye esas son
hükmün direnme hükmü niteliğini taşımayıp, Dairece tesis
olunan bozma ilamına “Eylemli uyma” (Sebat) sonucu verilmiş
yeni bir karar olduğu sonucuna varılmıştır.
Daire ile askerî mahkeme arasında ortaya çıkan uyuşmazlık
konusu incelenmeden önce, Dairenin bozma kararı üzerine askerî
mahkemece yeniden tesis olunan hükmün direnme hükmü niteliğinde
olup olmadığının tartışılması gerekmektedir.
Askerî mahkemece kurulan 15.9.2006 tarihli ilk mahkûmiyet
hükmüne ilişkin kısa kararda ve gerekçeli kararın hüküm fıkrasında,
sanığın hizmete ilişkin bir emir tekrar edildiği hâlde yerine getirmemek
suretiyle emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği kabul edilmiş ve bu
yönde gerekçe gösterilmiştir. Yine kısa kararda ve gerekçeli kararın
hüküm fıkrasında, sanığın 5237 sayılı Kanun’un 53/1 ve 2’nci maddeleri
uyarınca aynı maddenin 1’inci fıkra a, b, c ve d bentlerindeki haklardan,
mahkûm olduğu cezasının infazı tamamlanıncaya kadar yoksun
bırakılmasına karar verilip, bu yönde gerekçe gösterildiği görülmüştür.
Oysa, bozma kararından sonra kurulan ikinci hükümde, ilk
hükümde direnildiği belirtildikten sonra, ilk hükümden farklı olarak,
“Hizmete ilişkin bir emir tekrar edildiği hâlde yerine getirmemek”
298
şeklinde gösterilen ve Askerî Yargıtay 2’nci Dairesi tarafından incelenen
ilk gerekçeye ek olarak, “Dosyadan açıkça görüleceği üzere Üsteğmen
Y.’nin görüşmesi sonrasında Yüzbaşı Ş. tarafından emir tekrar edilmiştir.
Aradan geçen bir, bir buçuk saatlik süre sonrasında her iki tanığın emri
iletmiş olmasına rağmen sanığın mesaiye gelmeye yönelik olumlu bir
davranışı olmamıştır. Bu hâli ile ASCK'nın 87/1’inci maddesinin 2’nci
cümlesindeki ‘Emrin yerine getirilmesini söz veya fiilî ile açıkça
reddetme’ eylemi sanığın fiili ile gerçekleşmiştir. Seçimlik iki şartta
sanık için oluşmuştur. Emir makul sürede tekrarlanmış, sanık bu
tekrarları algılamış, ayrıca gerekli çabayı mesaiye katılmak için
göstermeyerek fiili ile emri yerine getirmeyi reddetmiştir.” şeklinde yer
alan ifadeyle, “Emrin yerine getirilmesini söz veya fiilî ile açıkça
reddetme” eylemi de gösterilerek ilk gerekçe genişletilmiş, keza ilk
hükümde yer alıp gerekçesi de gösterilen TCK’nın 53’üncü maddesi
uyarınca yapılan uygulamaya hiç yer verilmemiştir.
353 sayılı Kanun’un 227’nci maddesinde düzenlenen “Direnme
kararının” özellikleri konusunda Kanunda herhangi bir açıklık
bulunmamakta ise de, Yargıtay ve Askerî Yargıtayın yerleşik
uygulamalarında kabul edildiği üzere; bir hükmün direnme hükmü olarak
kabul edilebilmesi için, önceki hükümle direnmeye ilişkin hükmün aynı
olması gerektiği benimsenmektedir. Bu bağlamda, bozma kararı
doğrultusunda işlem yapılması, bozmadan önce tartışılmayan hususların
bozmadan sonra tartışılması, dosyaya yeni kanıtlar eklenip bunlara
dayanılması, ilk kararda olmayan yeni ve değişik gerekçelerle hükme
varılması “Bozmaya eylemli uyma” (Sebat) sonucu yeni bir kararın tesis
edildiğinin göstergesi olup, hükmün direnme niteliğini yitirmesi
sonucunu doğurmaktadır.
Yapılan açıklamalar ışığında mahkûmiyet hükmü incelendiğinde;
sanığın hizmete ilişkin emir tekrar edildiği hâlde yerine getirmemek
suretiyle emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği kabul edilip tesis olunan
ilk hükümde bu yönde gerekçe gösterilmişken, hükmün bozulması
üzerine yeniden tesis edilen hükümde, gösterilen ilk gerekçeye ek olarak
“Emrin yerine getirilmesinin söz veya fiilî ile açıkça reddetme”
eyleminin de gösterilmesi suretiyle gerekçenin genişletildiği
görülmektedir.
Oysa ki, Dairesince incelenmeyen bir gerekçenin doğrudan
doğruya ve ilk kez Daireler Kurulunda incelenmesi olanaklı değildir.
Nitekim, Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 22.5.1997 tarihli ve
1997/79-77 Esas-Karar sayılı kararı ile Yargıtay Ceza Genel Kurulunun
299
23.01.2007 tarihli ve 2006/9-939 Esas, 2007/7 Karar sayılı kararı da bu
doğrultuda bulunmaktadır.
Diğer taraftan, mahkûmiyetin yasal sonucu olması nedeniyle,
sanığın TCK’nın 53/1’inci maddesinde sayılan haklardan yoksun
bırakılması hususunda bir karar verilmesi zorunlu değil ise de; bu
maddenin uygulanmasına karar verilmesi hâlinde, artık söz konusu bu
uygulamanın da inceleme konusu yapılacağı hususunda duraksama
bulunmamaktadır.
Bu bağlamda, ilk hükümde yer alıp gerekçesi de gösterilen
TCK’nın 53’üncü maddesi uyarınca yapılan uygulamaya, hükmün
bozulması üzerine direnilerek tesis olunan hükümde hiç yer verilmemesi
karşısında, ilk mahkûmiyet hükmü ile direnilerek tesis edildiği belirtilen
son mahkûmiyet hükmünün aynı olduğunu söylemek mümkün
görülmemektedir.
Bu itibarla, ilk hükümde, sanığın hizmete ilişkin emir tekrar
edildiği hâlde yerine getirmemek suretiyle emre itaatsizlikte ısrar suçunu
işlediği kabul edilip, bu yönde gerekçe gösterilmişken, hükmün
bozulması üzerine direnilerek tesis olunan hükümde, “Emrin yerine
getirilmesini söz veya fiili ile açıkça reddetme” eyleminin de gösterilerek
gerekçenin genişletilmesi, keza, ilk hükümde yer alıp gerekçesi de
gösterilen TCK’nın 53’üncü maddesi uyarınca yapılan uygulamaya
direnilerek tesis olunan hükümde hiç yer verilmemesi karşısında,
incelemeye esas son hükmün direnme hükmü niteliğini taşımayıp,
Dairece tesis olunan bozma ilamına “Eylemli uyma” (Sebat) sonucu
verilmiş yeni bir karar olduğu sonucuna varıldığından, dava dosyasının
temyiz incelemesi için Dairesine gönderilmesine karar verilmiştir.
300
ASMKYUK
Mad. 243
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
1’inci Daire Kararı
E. No. : 2008/969
K. No. : 2008/968
T.
: 26.3.2008
ÖZET
353 sayılı Kanun’un 5530 sayılı Kanunla değişik
243’üncü maddesine göre, temyiz incelemesinden geçmeden
kesinleşmiş karar ya da hükümlerde, Millî Savunma Bakanının
ileri sürdüğü nedenler yerinde görülerek, maddî hukuka
ilişkin uygulamadaki esaslı yanlışlıklar ile savunma hakkını
kaldırma veya kısıtlama sonucunu doğurmuş hükme etkili olan
usul hataları tespit edildiğinde, kanun yararına bozma kararı
verilecek olup; Askerî Yargıtay ve Yargıtayın yerleşmiş
görüşüne göre, hâkimin kanaat ve takdirine ait fiilî
sorunlardan dolayı bu yola gidilemeyeceğinden, fiilin sübutu
kapsamında delillerin takdir ve değerlendirilmesi yönünden
ileri sürülen kanun yararına bozma isteminin kabulü mümkün
değildir.
7’nci Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 15.6.2001 tarih
ve 2001/249-573 sayılı hükmü ile terhisli J.Komd.Onb. Ş.K.’nin
25.5.1999 tarihinde Ord.Astsb.Çvş. H.Ö. (1996-98)’ye yönelik olarak
üste fiilen taarruza teşebbüs suçunu işlediği kabul edilerek eylemine uyan
ASCK’nın 91/1 (az vahim hâl cümlesi) ve 765 sayılı TCK’nın 59/2’nci
maddeleri gereğince sonuç olarak beş ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına karar verildiği; hükümlüye 3.12.2001 tarihinde tebliğ
edilen bu hükümle ilgili olarak sanığın vekaletini üstlenen Av. A.K.
tarafından 14.12.2001 tarihinde Nevşehir Asliye Ceza Mahkemesi
Hâkimine havale ettirilen bir dilekçeyle temyiz isteminde bulunulması
üzerine, 7’nci Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 26.12.2001
tarih ve 2001/586 Müt. sayılı duruşmasız işlere dair kararıyla kanunî
süresi dışında yapılan temyiz isteminin reddine karar verilmesi ve itirazı
kabil bu karara karşı sanık ve müdafiin itiraz başvurusu yapmamalarının
ardından, mahkûmiyet hükmüne 11.12.2001 tarihinde kesinleştiğine dair
301
1.7.2003 tarihinde şerh verilerek infazı için yazı yazıldığı, bu suretle
mahkûmiyet hükmünün Askerî Yargıtayda incelenmeksizin kesinleştiği
anlaşılmaktadır.
Millî Savunma Bakanının kanun yararına bozma isteminde
“Hükümlünün 25.5.1999 tarihinde görev dönüşü girdiği banyodan
çıkarılmak istenmesine karşı gelmesi nedeniyle durum kendisine
bildirilen mutfak nöbetçi astsubayı Ord.Astsb.Çvş. H.E.’nin banyoya
gelerek niçin banyodan çıkılmadığını sorduğu esnada, hükümlünün
mağdura doğru yürüyerek bir yumruk salladığı, ancak araya girenlerin
engellemesi nedeniyle bu yumruğun mağdura isabet etmediği şeklinde
gerçekleşen ve maddî vakıa olarak Askerî Mahkemece de aynen kabul
edilen olayda,
Askerî Mahkemece, soruşturma ve kovuşturma sırasında mağdur
astsubayın olay anında üzerinde rütbesini gösterir üniforma ve işaretinin
bulunmadığına yönelik iddialar konusunda bir değerlendirmede
bulunulmadığı, hâlbuki olay tanıklarının mağdurun banyoya üzerinde
hâkî fanila olduğu hâlde geldiğini, rütbesinin bulunmadığını, astsubayın
kendi birliklerinden olmadığını söyledikleri, mağdurun da ifadesinde,
banyoya fanila ile gelmekle birlikte kolunda nöbetçi subay kolluğu ve
belinde palaskaya takılı tabancasının olduğunu beyan ettiği, dava
dosyasındaki tüm bilgi ve belgeler değerlendirildiğinde hükümlünün suç
tarihinde mağdurun kendisinin üstü olduğunu bildiğine dair şüpheden
uzak kesin ve inandırıcı delillerin bulunmadığı kanaatine ulaşıldığı,
hâlbuki ASCK’nın 91’inci maddesinde düzenlenen suçun oluşabilmesi
için sanığın üstü olduğu kendisince malum bir şahsa karşı eylemi
gerçekleştirmiş olması gerektiği hâlde dava konusu olayda bu unsur
şüpheli kaldığından, şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince
hükümlünün mahkûmiyeti cihetine gidilmemesi gerekirken yazılı şekilde
hüküm kurulmasının hukuka aykırılık oluşturduğu” belirtilerek
mahkûmiyet hükmünün bozulması talep edilmiştir.
Kanun yararına bozulması istenilen mahkûmiyet hükmünün
gerekçesinde, iddia özetlendikten sonra deliller ve münakaşası başlığı
altında, “sanığın sorgu ve savunmaları ile birlikte tanıkların beyanları,
vaka kanaat raporu, olay tespit tutanağı ve dosyada mevcut bil cümle
yazılı bilgi ve belgeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde; Mardin
J.Özl.Hrk.Grp.K.lığı emrinde görevli olan sanığın olay günü görev
dönüşünde birlikte görev yaptığı arkadaşlarıyla Tugay Kh.Bölüğüne ait
banyoda kendi banyo saatleri olmadığı hâlde banyo yaparlarken, banyoyu
boşaltmaları için banyo görevlisinin yaptığı ikaza uymamalarının
ardından durum kendisine bildirilen mutfak nöbetçi subayı Astsb.
302
H.Ö.’nün banyoya geldiği, orada bulunan askerlere banyoyu
boşaltmalarını emrettiği, mağdurun niye banyodan çıkılmadığını sorduğu
sırada sanığın üstü olan mağdura karşı yürüyerek bir yumruk sallamak
suretiyle fiili taarruzda bulunmak istediği, fakat araya girenlerce sanığın
yumruğunun engellenerek mağdura gelmediği, böylece sanığın üste fiilen
taarruza teşebbüs suçunu işlediği yönünde vicdanî kanıya varıldığından
eylemine uyan ASCK’nın 91/1’inci maddesinin az vahim hâl fıkrası
uyarınca cezalandırılmasına karar verildiği” belirtilmiş ve az vahim hâl
cümlesinden ve asgari hadden ceza uygulaması ile cezadan takdiri
indirim gerekçeleri açıklanmıştır.
Millî Savunma Bakanınca ileri sürülen kanun yararına bozma
istemi, delillerin değerlendirilmesinde ve takdirinde hataya
düşüldüğünden bahisle mahkûmiyet hükmünün bozulması yönündedir.
İncelemenin bu aşamasında ‘kanun yararına bozma’
müessesesinin konumuzla ilgili hüküm ve kuralları incelendiğinde;
Bilindiği gibi, öğretide ‘olağanüstü temyiz’ denilen ve mülga
1412 sayılı Ceza Muhakemesi Usul Kanunu’nun 343’üncü maddesinde
‘yazılı emir’ adı ile yer verilip, 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309 ve 310’uncu maddelerinde
‘kanun yararına bozma’ adıyla yeniden düzenlenen bu olağanüstü yasa
yolu, 353 sayılı Kanun’un 243’üncü maddesinde de mülga CMUK’un
343’üncü maddesiyle aynı doğrultuda düzenlenmiş idi.
Çağdaş hukukta egemen olan gelişmelerden hareketle
hazırlanarak yürürlüğe giren, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu, 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun
Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun, 4/12/2004 tarihli ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun hükümlerinin,
353 sayılı Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununu
da etkilemesi nazara alınarak hazırlanan ve 353 sayılı Kanunda köklü
değişiklikler yapan 5530 sayılı Kanunla, 353 sayılı Kanun’un yazılı emir
konusunu düzenleyen 243’üncü maddesi tamamıyla değiştirilerek, 5271
sayılı CMK’nın ‘kanun yararına bozma’ başlıklı 309’uncu maddesi ile
‘Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının kanun yararına başvurması’ başlıklı
310’uncu maddesi hükümleri, 353 sayılı Kanun’un sözü edilen 243’üncü
maddesinde bir arada CMK ile aynı doğrultuda yeniden düzenlenmiştir.
29/6/2006 tarihli ve 5530 sayılı Kanun’un Hükümet Tasarısı
gerekçesinde, “Düzenleme ile Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309 ve
310’uncu maddelerine paralel değişiklik yapılmaktadır. Bu kapsamda;
303
1. Madde başlığı, düzenlemenin içeriğine uygun olarak
değiştirilmekte,
2. Davanın esasını çözen hükümlere ilişkin kanun yararına
bozmanın yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyeceğine dair kurala
istisna getirilmekte ve bozmanın, savunma hakkını kaldırma veya
kısıtlama sonucunu doğurmuş usul işlemlerine ilişkin olması hâlinde,
kararı veren hâkim veya mahkemenin yeniden yargılama yapıp önceki
mahkûmiyetten daha ağır olmamak koşuluyla yargılama sonucuna göre
hüküm kuracağı öngörülmekte,
3. Millî Savunma Bakanının başvuruda bulunduğu hâller hariç
olmak ve bir mahkûmiyet hükmünün içerdiği cezanın kaldırılması veya
hükümlüye daha hafif bir cezanın verilmesi gerektiği hâllerle sınırlı
olmak üzere, Askerî Yargıtay Başsavcısına da kanun yararına olarak
Askerî Yargıtaya resen başvurabilme yetkisi getirilmektedir.” şeklinde
açıklama yapılmıştır.
Kanun yararına bozma, Askerî Yargıtay (Yargıtay) denetiminden
geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümlerin, hukuka aykırılık
yönünden Askerî Yargıtayca (Yargıtayca) denetlenmesi için, kural olarak
Millî Savunma Bakanınca (Adalet Bakanınca) ve istisnaen Askerî
Yargıtay Başsavcısınca (Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısınca) başvurulan
olağanüstü bir yasa yoludur.
Kanun yararına bozma, yazılı emir müessesesi ile ilgili
hükümlerde olduğu gibi, karar ve hükümlerde hukuka aykırılık hâllerinde
söz konusu olup, bozma isteminde yasal nedenlerin mutlaka belirtilmesi
gerekmektedir. Öte yandan, Askerî Yargıtay, inceleme sırasında, kanun
yararına bozma isteminde belirtilen nedenlerle bağlı olup, ileri sürülen
nedenlerin dışına çıkarak gördüğü diğer yasaya aykırılıkları bozma
nedeni yapması olanağı bulunmamaktadır.
CMK’nın 309’uncu maddesine ilişkin Hükümet Tasarısı madde
gerekçesinde, “Olağanüstü temyiz de denilen bu kanun yoluna, istinaf
veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşmiş bulunan kararlarda,
gerek maddî hukuka ve gerek usul hukukuna ilişkin aykırılıkların
giderilmesi için başvurulabilir. Böylece Kanun’un eşit uygulanması ve
sanığın aleyhine olmamak koşuluyla, hukuka aykırılıkların, toplum ve
birey açısından hukuk yararına giderilmesi amaçlanmıştır.” denilmiştir.
Yazılı emir müessesesi ile ilgili kararlar irdelendiğinde de,
uygulamadaki esaslı yanlışlıklar ve esas ve hükme etkili olan usul
hatalarının bozma konusu yapılabileceğinde uyum ve kararlılık
bulunduğu gözlenmektedir. (Yargıtayın 26.10.1932 tarih ve 1932/29-12
sayılı ve 20.5.1957 tarih 1953/5 Esas 1957/13 Karar sayılı İçtihadı
304
Birleştirme Umumî Heyet kararları, CGK. 15.10.1984 tarih 7/45-314
sayılı, CGK. 3.11.1986 tarih 9/275-488 sayılı, CGK. 10.12.1990 tarih
4/305-328 sayılı, CGK. 25.6.1996 tarih ve 1996/145-157 sayılı, As.Yrg.
Drl .Krl. 30.3.1995 tarih ve 1995/34-35 sayılı kararları)
Öte yandan, yazılı emir yolu, yasaların bir örnek ve eşit
uygulanması amacını, kesin hüküm dokunulmazlığına üstün tutan, bu
yüzden de çarpıcı hukukî aykırılıkları konu edinen olağanüstü ve sıra
dışı bir yasa yolu olup, kanuna muhâlefet hâlinin ciddi boyutlara varması
gerektiği, delillerin değerlendirilmesinde yanılgıya düşüldüğü ileri
sürülerek yazılı emir yoluna başvurma olanağı bulunmadığı, uyum ve
kararlılık gösteren yargı kararlarıyla yerleşmiş bir uygulama hâline
gelmiştir. Bu cümleden olarak;
- Fiilin sübutu yönünden delillerin takdiri noktasından yazılı emir
isteminin dinlenmemesi gerekir. Yazılı emrin, sübutun takdiri konusunda
işletilmesi sakıncalar doğurur. (Yargıtay 2.CD. 9.3.1963 tarih ve 1830/
2325 sayılı kararı)
- CMUK’un 307 ve 308’inci maddelerinin kapsadığı her yasaya
aykırılık nedeninin yazılı emir yoluna konu edilebileceği kabul edilemez.
Yazılı emre başvurulabilmesi için yasaya aykırılığın çok ciddî olması
gerekir. Erteleme gibi kabul edip etmemek mahkemenin takdirine bağlı
istekler hakkında verilen karar yazılı emre konu olamaz. (Yargıtay CGK.
8.4.1985 tarih 4/453-201 sayılı kararı)
- 26.10.1932 tarih ve 29/12 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında
kanuna aykırılık hâlleri açıklanmış ve bunların uygulamadaki esaslı
yanlışlıklar ile esasa etkili usul hatalarından ibaret olduğu belirtilmiştir.
Olayla ilgili tüm deliller toplanıp değerlendirmesi yapıldıktan sonra
verilen ve Yargıtayca incelenmeksizin kesinleşen beraat hükmüne ilişkin
olarak, takdirde hataya düşüldüğünden ve eksik soruşturma ile hüküm
kurulduğundan bahisle yazılı emir yoluna başvurma imkanı yoktur.
(Yargıtay CGK. 25.1.1988 tarih 2/94-171 sayılı kararı; Yargıtay CGK.
28.4.1986 tarih 6/35-278 sayılı kararı)
- Gerek yargılama yasası ve gerek maddî hukuk kurallarına
aykırılık hâllerinde yazılı emir yoluna başvurulabilmesi olanaklı olmakla
beraber, hâkimin kanaat ve takdirine ait fiilî sorunlardan dolayı bu yola
gidilemeyeceği Yargıtayın yerleşmiş görüşüdür. Yazılı emir kesinleşen
hükümlere karşı gidilebilen bir yasa yolu olduğundan, takdire yönelik
işlemler yazılı emir konusu sayılırsa, kesin hüküm müessesesi yara alır,
böyle bir duruma yol açmak yargılama yasasına kesin aykırıdır.
(Yargıtay CGK. 10.12.1990 tarih 4/305-328 sayılı kararı)
305
- Olayla ilgili tüm deliller toplanıp değerlendirilmesi yapıldıktan
sonra verilen ve Askeri Yargıtayca incelenmeksizin kesinleşen
mahkûmiyet hükmüne karşı delillerin değerlendirilmesinde hataya
düşüldüğünden bahisle yazılı emirle bozma yoluna gidilemez.
(As.Yrg.Drl.Krl. 27.12.1990 tarih ve 1990/156-152 sayılı kararı)
- İncelenen dosyada, tüm kanıtların toplanıp takdir, tercih ve
değerlendirilmesi yapıldıktan sonra verilen ve yasa yollarına
başvurulmaksızın kesinleşen beraat ve tayin olunan cezanın ortadan
kaldırılmasına ilişkin hükümde, kanıtların takdirinde hataya
düşüldüğünden ve cezanın ortadan kaldırılmasının yasaya aykırı
olduğundan bahisle yazılı emir yoluna başvurma olanağı yoktur. Çünkü
ortada yasaya aykırılık hâli bulunmamaktadır. Mevcut kanıtların farklı
değerlendirilmesinden kaynaklanan bir uyuşmazlık hâli söz konusudur.
Bu nedenle yazılı emir yolu ile inceleme yapılması mümkün değildir.
(Yargıtay CGK. 18.2.1991 tarih 4/10-45 sayılı kararı)
- Gerekçe, kanıtların irdelenmesi gibi maddî olguların
değerlendirilmesiyle ilgili konular yazılı emirle bozmanın kapsamı
dışındadır. Yargıtayın hukukî sorunlarla ilgili bozma yetkisi de olağan
temyiz yoluna oranla çok sınırlıdır. (Yargıtay 4.CD. 27.3.1992 tarih ve
1407-2211 sayılı kararı)
- Yazılı emrin konusunu dosyadaki kanıtların sanığa yüklenen
suçun sübutuna yeterli olup olmadığı hususu oluşturmaktadır. Yazılı
emrin konusu hukuka aykırılıkların giderilmesi olunca; ayrıntıları
26.10.1932 tarih ve 29/12 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile Ceza
Genel Kurulunun 28.4.1986 tarih ve 35/278 sayılı kararında, kanuna
aykırılık hâlleri açıklanmış ve bunların uygulamadaki yanlışlıklar ile
esasa etkili usul hatalarından ibaret olduğu belirtilmiştir. İnceleme
konusu davada olduğu gibi olayla ilgili tüm kanıtların toplanıp
değerlendirilmesi yapıldıktan sonra verilen mahkûmiyet kararına ilişkin
olarak kanıtların takdir ve tercihinde yanılgıya düşüldüğünden bahisle
yazılı emir yoluna başvurma olanağı yoktur. ( Yargıtay CGK. 25.10.1993
tarih 1/260-281 sayılı kararı)
- Ancak yazılı emir kurumunun yasamızda yer almasının nedeni
CMUK’un 343’üncü maddesinin gerekçesinde; kamu yararı,
mahkemelerin dikkatini çekmek ve mağduriyetleri önlemek olarak
açıklandığından, esası etkilemeyecek boyuttaki usul hataları nedeni ile
kararın bozulması bu amaca ve "kesin hüküm" kavramına aykırı
olacağından, bozmanın kapsamını "işin esasına etkili usule aykırılık"
ölçüsü ile sınırlamak gerekir. (As.Yrg.Drl.Krl. 30.3.1995 tarih ve
1995/34-35 sayılı kararı)
306
- Olağanüstü bir yasa yolu olan yazılı emirle bozma
müessesesinin konusunu oluşturabilen yasaya aykırılık hâlleri, kurumun
doğal gereği olarak, olağan yasa yolu olan temyiz nedenlerine göre dar
ve kısıtlı tutulmak suretiyle kesin hükmün otoritesi korunmuş olur.
Somut olayda yazılı emirle bozma istemine konu olan sorgunun
CMUK’un 135’inci maddesine uygun biçimde yapılmaması olağan yasa
yolu olan temyizde usulî bir bozma nedeni olarak kabul edildiği hâlde,
olağanüstü yasa yolu olan yazılı emirle bozmada korunması gereken
kesin hükmün otoritesi nedeniyle bozma nedeni oluşturamaz. Sözü edilen
aykırılık, hükmün esasına tam ve doğrudan doğruya etkili, kesin hükmün
otoritesini kaldıracak bir usul aykırılığı niteliğinde görülmediğinden,
bozma isteğinin reddine karar verilmelidir. ( Yargıtay CGK. 25.6.1996
tarih 145/157 sayılı kararı)
- Elbette ki mahkemece yapılan her türlü kabul, değerlendirme ve
uygulamanın olağan temyiz incelemesinde,Yargıtayca dikkate alınıp her
yönüyle inceleneceği tabi olmakla beraber, olağanüstü bir yargı yolu olan
“yazılı emir” yoluyla yapılan incelemenin kanunla çizilen sınırlar
içerisinde yapılabileceği ve bu incelemenin mahkemelerin delil
değerlendirmelerini hele kast unsuruna ilişkin değerlendirmeleri
kapsamadığı da yasal bir gerçektir. Diğer bir deyişle mahkemelerce
delillerin değerlendirilmesi sonucu varılan hukukî gerçeğin, sırf bu
değerlendirmedeki hata nedeniyle yazılı emir yoluyla ortadan
kaldırılmasına kanun müsaade etmemiş ve uygulama da bu yolda
gelişmiştir. (As.Yrg.Drl.Krl. 27.12.1990 tarih ve 1990/156-157 ve
9.5.1996 tarih ve 1996/74-69 sayılı kararları)
şeklinde kararlar tesis edildiği görülmektedir.
Yukarda yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, 353 sayılı
Kanun’un 243’üncü maddesinde 5271 sayılı CMK hükümleri paralelinde
yeniden düzenlenen ve ‘yazılı emir ile bozmanın’ yerini alan ‘kanun
yararına bozmaya’ ilişkin hüküm ve kuralların bir olağanüstü temyiz yolu
olan müessesede esasta büyük değişiklik yaratmadığı, yazılı emirle
bozma yönünden yargı kararlarıyla yerleşen uygulama ve öğretideki
görüşlere yeni metinde yer verildiği, sadece davanın esasını çözen
hükümlerden olan mahkûmiyet hükümlerine ilişkin olarak yargılamanın
tekrarlanması yasağına istisna getirilerek, bozmanın savunma hakkını
kaldırma veya kısıtlama sonucunu doğurmuş usul işlemlerine ilişkin
olması hâlinde cezada kazanılmış hak kuralı gözetilerek yeniden
yargılama yapılmasına olanak tanındığı görülmektedir.
353 sayılı Kanun’un 5530 sayılı Kanunla değişik 243’üncü
maddesine göre, Millî Savunma Bakanının ileri sürdüğü nedenler yerinde
307
görülerek, temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş karar ya da
hükümlerde, maddî hukuka ilişkin uygulamadaki esaslı yanlışlıklar ile
savunma hakkını kaldırma veya kısıtlama sonucunu doğurmuş hükme
etkili olan usul hataları tespit edildiğinde, kanun yararına bozma kararı
verilecek olup; bozma nedenleri,
- (4’üncü fıkra A bendi) Davanın esasını çözmeyen kararlara
(yargılamanın durması, askerî yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik
olmayan görevsizlik, yetkisizlik, hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararları) ilişkin ise, hâkim ya da mahkeme gerekli inceleme ve
araştırmayı yaparak yeniden karar verecektir. Bu durumda yeni kararın
aleyhe sonuç doğurması mümkündür.
- (4’üncü fıkra B bendi) Mahkûmiyet hükmünde hükme esas
olarak saptanan işlemlerde hükmü etkileyecek nitelikte hukuka aykırılık
varsa ya da savunma hakkını kaldırma veya kısıtlama sonucunu
doğurmuş hükme etkili olan usul hatası söz konusu ise, hüküm belirtilen
hukuka aykırılığın giderilmesi için bozulacak ve yeniden yapılacak olan
yargılama sonunda tesis olunacak hükmün mahkûmiyet olması
durumunda ceza önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır
olamayacaktır.
- (4’üncü fıkra C bendi) Davanın esasını çözen mahkûmiyet
dışındaki hükümlere (beraat, davanın reddi, davanın düşmesi, ceza
verilmesine yer olmadığı, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, askerî yargı
dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik hükümleri) ilişkin ise,
aleyhte etki yapmamak üzere hukuka aykırılığın belirtilmesiyle
yetinilecek ve yeniden yargılama yapılmak üzere bozma kararı
verilemeyecektir.
- (4’üncü fıkra D bendi) Mahkûmiyet hükmünde maddî hukuka
ilişkin esaslı yanlışlıklar mevcutsa, hata cezanın tamamen kaldırılmasını
gerektiriyorsa cezanın kaldırılmasına ve daha hafif bir cezanın
verilmesini gerektiriyorsa bu cezaya Askerî Yargıtay doğrudan
hükmedecek ve yargılanmanın tekrarlanması mümkün olamayacaktır.
Yukarda yapılan açıklamalar ışığında inceleme konusu davaya
dönüldüğünde; Askerî Yargıtayın kanun yararına bozma isteminde
belirtilen nedenlerle bağlı olma ve ileri sürülen nedenlerin dışına çıkarak
gördüğü diğer yasaya aykırılıkları bozma nedeni yapamama ve hatta
işaret edememe mecburiyeti kapsamında konu incelendiğinde, Millî
Savunma Bakanınca ‘hükümlünün suç tarihinde mağdurun kendisinin
üstü olduğunu bildiğine dair şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delillerin
bulunmadığı ve bu nedenle şüpheden yararlandırılarak hakkındaki
mahkûmiyet hükmünün kaldırılması gerektiği’ ileri sürülmüş olup, bu
308
istemin 243’üncü maddenin 4’üncü fıkra (D) bendi kapsamında ileri
sürüldüğünde bir kuşku bulunmamaktadır. Diğer bir deyişle, istem, ileri
sürülebilecek bir diğer neden olan 4’üncü fıkra (B) bendi kapsamında
olmayıp, davada irat ve ikame olunan delillerin değerlendirilmesinde hata
yapıldığından ibarettir. Oysa, yukarda ayrıntılarıyla belirtilen kararlarda
açıklandığı üzere, hâkimin kanaat ve takdirine ait fiili sorunlardan dolayı
bu yola gidilemeyeceği Askerî Yargıtay ve Yargıtayın yerleşmiş
görüşüdür. Fiilin sübutu kapsamında delillerin takdir ve
değerlendirilmesi yönünden ileri sürülen istemin kabulü mümkün
olmadığından, kanun yararına bozma isteminin reddine karar verilmiştir.
309
ASMKYUK
Mad. 254
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/45
K. No. : 2008/38
T.
: 7.3.2008
ÖZET
Hükümlü hakkındaki mahkûmiyet hükmünün infazının
devamına, infazın durdurularak hükümlünün tahliye edilmesi
yönündeki askerî savcılık talebinin reddine ilişkin duruşmasız
işlere dair karar, 353 sayılı ASMKYUK’nın, 5530 sayılı
Kanun’un 59’uncu maddesiyle değişik 254’üncü maddesi
kapsamında verilmiş bir karar olduğundan, bu karara karşı
yapılan itirazı incelemeye de, aynı maddenin son fıkrası
uyarınca Askerî Yargıtay yetkilidir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; hâlen cezası infaz edilmekte olan
hükümlünün, 5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesiyle değişik 5271
sayılı CMK’nın 231’inci maddesinin 5 ilâ 14’üncü fıkralarında
düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması müessesesinden
yararlanıp yararlanmayacağı konusunda ve buna bağlı olarak öncelikle
infazın durdurulması ve tahliye istemi üzerine askerî mahkemelerce
verilen kararlara karşı itiraz merciin en yakın askerî mahkeme mi yoksa
Askerî Yargıtay mı olduğu konusunun tespitine ilişkindir.
Daire; hükümlünün, 5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesiyle
getirilen değişiklikten, (Bunun bir usul hukuku kuralı olduğu
gerekçesiyle) istifade edemeyeceğini belirterek tahliye talebini reddeden
askerî mahkeme kararına karşı yapılan itirazı, 353 sayılı Kanun’un
202/2’nci maddesi gereğince en yakın askerî mahkemenin incelemeye
yetkili olduğunu kabul ederken,
Başsavcılık; askerî mahkeme kararında, 5728 sayılı Kanunla
getirilen hükümlerin uygulanması ile ilgili lehe kanun değerlendirmesini
içeren bir yorum yapıldığını, dolayısıyla mahkûmiyet hükmünün
yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama hâlinin söz
konusu olduğunu, 353 sayılı Kanun’un 254/Son maddesi uyarınca bu
310
karara yönelik itiraza Askerî Yargıtayın bakması gerektiğini belirterek,
Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
5271 sayılı CMK’nın 231’inci maddesinin 5 ilâ 14’üncü
fıkralarında düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması
müessesesinin, 5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesiyle yapılan
değişiklikle uygulama alanı genişletilmiştir. Buna göre;
Bir sanık hakkında yapılan yargılama sonunda, Anayasanın
174’üncü maddesinde koruma altına alınan inkılâp kanunlarında yazılı
suçların dışındaki bir suçtan dolayı, iki yıl veya daha az süreli hapis veya
adlî para cezasına hükmolunmuş ise;
 aha önce kasıtlı bir suçtan dolayı mahkûm olmamış bulunması,
 Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve
davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği
hususunda kanaate varılması,
 Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın,
aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen
giderilmesi,
Hâllerinde, sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri
bırakılması müessesesi uygulanabilecek,
Sanık beş yıllık denetim süresi içerisinde, yeni bir suç işlemediği
ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davrandığı
takdirde, açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak, davanın
düşmesine karar verilebilecektir.
5530 sayılı Kanun’un 61’inci maddesiyle değişik, 353 sayılı
Kanun’un Ek-1’inci maddesi ile CMK’ya yapılan genel atıf nedeniyle bu
müessesenin askerî yargıda da uygulanacağı bir gerçektir.
5728 sayılı Kanun’un; yürürlüğe girdiği tarihte kesinleşmiş ve
infazı devam etmekte olan hükümlere nasıl uygulanacağı, Geçici 1’inci
maddenin 2’nci fıkrasında “Bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten önce
kesinleşmiş ve infaz edilmekte olan mahkûmiyet kararları hakkında, lehe
kanun hükümleri, hükmü veren mahkemece 13.12.2004 tarihli ve 5275
sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 98 ilâ
101’inci maddeleri dikkate alınmak ve dosya üzerinden incelenmek
suretiyle belirlenir. Ancak, hükmün konusunun herhangi bir inceleme,
araştırma, delil tartışması ve takdir hakkının kullanılmasını gerektirmesi
hâlinde inceleme, duruşma açılmak suretiyle yapılabilir.” şeklinde
düzenlenmiştir.
Bu maddede genel kanun olarak atıf yapılan, 5275 sayılı
CGTİHK’nın;
311
Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın
hesabında duraksama başlığı taşıyan 98’inci maddesinde;
“(1) Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek
cezanın hesabında duraksama olursa, cezanın kısmen veya tamamen
yerine getirilip getirilmeyeceği ileri sürülür ya da sonradan yürürlüğe
giren kanun, hükümlünün lehine olursa, duraksamanın giderilmesi veya
yerine getirilecek cezanın belirlenmesi için hükmü veren mahkemeden
karar istenir.
(2) 16’ncı madde gereğince cezanın ertelenmesi isteminin reddi
hâlinde de aynı hüküm uygulanır.
(3) Yukarıdaki fıkralar uyarınca yapılan başvurular cezanın
infazını ertelemez. Ancak, mahkeme olayın özelliğine göre infazın
ertelenmesine karar verebilir.”
Birden fazla hükümdeki cezaların toplanması başlığını taşıyın
99’uncu maddesinde;
“(1) Bir kişi hakkında hükmolunan her bir ceza diğerinden
bağımsızdır, varlıklarını ayrı ayrı korurlar. Ancak, bir kişi hakkında
başka başka kesinleşmiş hükümler bulunur ise, 107’nci maddenin
uygulanabilmesi yönünden mahkemeden bir toplama kararı istenir.”
Hastanede geçen sürenin cezadan indirilmesi başlığını taşıyan
100’üncü maddesinde;
“(1) Cezanın infazına başlandıktan sonra hastalık nedeniyle
hükümlünün ceza infaz kurumundan hastaneye kaldırılması hâlinde
burada geçirdiği süre cezadan indirilir.
(2) Ancak, cezanın infazını durdurmak için hükümlü, hastalığına
kasten neden olmuşsa bu hükümden yararlanamaz. Bu hâlde Cumhuriyet
savcısı mahkemeden bir karar verilmesini ister.”
Hükümleri yer almakta, İnfaz sırasında verilecek kararların merci
ve usulü başlıklı 101’inci maddesinde de 98, 99, ve 100’üncü maddeler
uyarınca mahkemeden alınması gerekli kararların duruşma yapılmaksızın
verileceği, cezaların toplanması kararını hangi yargı mercilerinin
vereceği ve bu kararlara karşı itiraz yoluna gidilebileceği düzenlenmiştir.
Aynı konular, özel bir kanun olan 353 sayılı ASMKYUK’nın,
5530 sayılı Kanun’un 59’uncu maddesiyle değişik, “Cezaların yerine
getirilmesi sırasında alınması gereken kararlar ve bu kararlara itiraz”
başlığını taşıyan 254’üncü maddesinde;
“Cezaların yerine getirilmesi sırasında, hüküm kesinleşmeden
önce gerçekleşen şahsî hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran hâller
nedeniyle geçirilmiş süreler ile hastanede geçen sürenin cezadan
indirilmesine, değişik hükümlerdeki cezaların toplanmasına ve
312
mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında
duraksamaya ilişkin bir karar alınması gerekirse, hükmü veren askerî
mahkemeden karar istenir. Bu kararlar duruşma yapılmaksızın verilir.
Karar verilmeden önce askerî savcı ve hükümlünün görüşlerini
yazılı olarak bildirmeleri istenebilir.
Hükmü veren askerî mahkeme kaldırılmış ise ona en yakın askerî
mahkeme karar verir.
Yukarıdaki fıkralar uyarınca yapılan başvurular cezanın infazını
ertelemez. Ancak, mahkeme olayın özelliğine göre infazın ertelenmesine
veya durdurulmasına karar verebilir.
Bu kararların askerî mahkemelerden verilmesi hâllerinde, askerî
savcı ve teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıta komutanı ve askerî
kurum amiri ile hükümlü ve varsa müdafi bir hafta içinde itiraz
edebilirler.
İtiraz üzerine Askerî Yargıtay karar verir.” şeklinde
düzenlenmiştir.
Madde gerekçesinde de belirtildiği üzere, 1.6.2005 tarihinde
yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK ve 5275 sayılı CGTİHK hükümleri
dikkate alınmak suretiyle, 353 sayılı Kanun’un 251, 252 ve 253’üncü
maddeleri yürürlükten kaldırılarak, 254’üncü madde bu şekilde yeniden
düzenlenmiştir.
353 sayılı ASMKYUK’nın 254/1’inci maddesi bir usul hükmü
olarak, 5275 sayılı CGTİHK’nın 98, 99 ve 100’üncü maddeleri dikkate
alınmak suretiyle yeniden düzenlenirken; söz konusu maddelerin
içerikleri tekrarlanmadan, 98’inci maddenin madde başlığı aynen
alınarak, 99’uncu maddenin madde başlığı farklı bir ifade tarzıyla
yazılarak, bu iki maddede düzenlenen hususlarla ilgili olarak askerî
mahkemeden karar istenebileceği görüşü benimsenmiştir. 100’üncü
maddenin madde başlığında ve içeriğinde sadece hastanede geçen
sürenin cezadan indirilmesi düzenlendiği hâlde, bununla yetinilmeyip,
şahsî hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran hâller nedeniyle geçirilmiş
sürelerin cezadan indirilmesi de 254/1’inci maddeye dâhil edilmiştir. Bu
nedenle, 353 sayılı ASMKYUK’nın 254/1’inci maddesinde “...
mahkûmiyet hükmünün yorumunda ve çektirilecek cezanın hesabında
duraksama ...” şeklinde yer alan cümlenin, 5275 sayılı CGTİHK’nın aynı
başlık altında düzenlenen 98’inci maddenin 1 ve 2’inci fıkralarındaki
durumların tamamını kapsadığının kabulü gerekir. Nitekim 353 sayılı
ASMKYUK’nın 244/1’inci maddesindeki “... Bu Kanunda ve Askerî
Ceza Kanun’unda aksine hüküm bulunmadığı takdirde cezalar ve
güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesinde, 13.12.2004 tarihli ve 5275
313
sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un ilgili
hükümleri uygulanır.” hükmü de, bu kabul tarzının doğru olduğunu
göstermektedir.
Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Mahkemesi itiraz konusu
kararında; askerî savcılığın, öncelikle infazın durdurulması ve
hükümlünün tahliyesine karar verilmesi istemini reddederken, 5728 sayılı
Kanun’un 562’nci maddesiyle getirilen değişikliğin, bir usul hukuku
kuralı olduğu gerekçesi ile hükümlünün kesinleşmiş mahkûmiyet
hükmüne uygulanamayacağını kabul edip infazın devamına karar
vermekle, söz konusu mahkûmiyet hükmü ile ilgili olarak, sonradan
çıkan 5728 sayılı Kanun’un lehe kanun olmadığına, hükümlünün cezasını
çekmesi gerektiğine dair değerlendirme ve yorum yapmış olduğundan,
itiraz konusu duruşmasız işlere dair bu kararın sonuç bölümünde de
belirtildiği üzere, Askerî Mahkemece bu şekilde tesis edilen kararın, 353
sayılı ASMKYUK’nın 254’üncü maddesi kapsamında verilmiş bir karar
olduğu kabul edilmelidir.
Bu açıklamalar ışığında ihtilâf konusuna bakıldığında; ortada
askerî mahkemece verilmiş ve kesinleşmiş olup hâlen infazı devam
etmekte olan bir mahkûmiyet hükmünün mevcut olduğu, bu hükmün
infazı sırasında, 8 Şubat 2008 tarihinde yürürlüğe giren 5728 sayılı
Kanun’un 562’nci maddesiyle, CMK’nın 231’inci maddesinin 5’inci ve
14’üncü fıkralarında yapılan değişiklik nedeniyle, hükümlünün, hükmün
açıklanmasının geri bırakılması müessesesinden yararlanma olasılığının
bulunduğu gerekçesiyle, askerî savcı tarafından, hükmün infazının
durdurulmasına karar verilmesinin istendiği, askerî mahkemece
duruşmasız işlere dair kararla istemin reddine ve dolayısıyla infazın
devamına karar verildiği, bu karara karşı hükümlü tarafından, söz konusu
yasadan yararlanması gerektiği ve dolayısıyla infazın durdurulmasına
karar verilmesi isteğiyle itirazda bulunulduğu görülmektedir. Bu
durumda, 353 sayılı Yasa’nın 254’üncü maddesi kapsamında, cezanın
yerine getirilmesi sırasında, cezanın çektirilip çektirilmemesi konusunda
bir ihtilâfın doğduğu ve buna ilişkin olarak askerî mahkemece verilen
karara karşı itiraz merciinin, anılan maddenin son fıkrası uyarınca Askerî
Yargıtay olduğu kabul edilmiştir.
Nitekim, Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin 29.2.2008/732-590;
3’üncü Dairesinin 28.2.2008/638-504 ve 4’üncü Dairesinin 29.2.2008/
501-386 tarihli, Esas ve Karar sayılı ilamlarında da; infazı devam eden
hükümlüler hakkında, 5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesinin
uygulanıp uygulanmayacağı yönünde verilen kararların, 353 sayılı
Kanun’un 254’üncü maddesi kapsamında verilmiş birer karar olduğu ve
314
bu kararlara karşı yapılan itirazın da Askerî Yargıtayca inceleneceği
kabul edilmiştir.
Açıklanan nedenlerle; Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askerî
Mahkemesinin itiraz konusu, hükümlü C.S. hakkındaki mahkûmiyet
hükmünün İnfazının devamına, infazın durdurularak hükümlünün tahliye
edilmesi yönündeki askerî savcılık talebinin reddine ilişkin duruşmasız
işlere dair kararının, 353 sayılı ASMKYUK’nın, 5530 sayılı Kanun’un
59’uncu maddesiyle değişik 254’üncü maddesi kapsamında verilmiş bir
karar olduğu ve bu karara karşı yapılan itirazı incelemeye de aynı
maddenin son fıkrası uyarınca Askerî Yargıtayın yetkili olduğu sonucuna
varıldığından; Askerî Yargıtay Başsavcılığının itirazının kabulü ile
Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin aksi yöndeki 27.2.2008 tarihli,
2008/731-589 Esas ve Karar sayılı kararının kaldırılmasına, dava
dosyasının itiraz incelemesi yapılmak üzere anılan Daire Başkanlığına
gönderilmesine karar verilmiştir.
315
ASMKYUK
Mad. 254
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/88
K. No. : 2008/89
T.
: 15.5.2008
ÖZET
Hapis cezasından çevrilme ödenmeyen adlî para
cezasının TCK’nın 50/6’ncı maddesi uyarınca kısa süreli hapis
cezasına çevrilmesine dair askerî mahkemece verilmiş karar,
353 sayılı Kanun’un 254’üncü maddesi kapsamında
(Çektirilecek cezanın hesabında duraksama ya da cezanın
kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilmeyeceğinin ileri
sürülmesi nedeniyle) verilmiş bir karar olmayıp, hükümlünün
kesinleşen adlî para cezasının infaz edilememesi nedeniyle bu
cezanın nev’i değiştirilmek suretiyle infazın sağlanmasına
yönelik bir karar olduğundan, bu tür kararlara karşı yapılan
itirazı incelemeye, 5530 sayılı Kanun’un 41’inci maddesiyle
değişik 353 sayılı Kanun’un genel itirazı düzenleyen 202’nci
maddesinin 2’nci fıkrasına göre, en yakın askerî mahkeme
görevlidir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; ödenmeyen adlî para cezasının
TCK’nın 50/6’ncı maddesi uyarınca kısa süreli hapis cezasına
çevrilmesine dair askerî mahkemece verilmiş kararlara karşı yapılan
itirazı inceleme merciinin, Askerî Yargıtay mı, yoksa en yakın askerî
mahkeme mi, olduğuna ilişkindir.
Daire; infaz edilecek cezanın cinsi ve miktarı bakımından ortaya
çıkan duraksama nedeniyle ihtiyaç duyulan bu tür kararlara yönelik itiraz
merciinin, Askerî Yargıtay olduğunu kabul edip itirazı inceleyerek sonuç
kararı tesis ederken,
Başsavcılık; 353 sayılı Kanun’un 254’üncü maddesi kapsamına
girmeyen ödenmeyen adlî para cezasının hapse çevrilmesi kararlarına
yönelik itirazları inceleme merciinin, aynı Kanun’un 202/2’nci maddesi
316
ve fıkrası uyarınca en yakın askerî mahkeme olduğunu ileri sürerek,
Daire kararına itiraz etmiştir.
Uyuşmazlık konusu, adlî para cezasının zamanında ödenmemesi
nedeniyle kısa süreli hapis cezasına çevrilmesine ilişkin olarak yerel
askerî mahkemece tesis olunan duruşmasız işlere ait karara karşı yapılan
itirazı incelemeye hangi yargı merciinin görevli olduğuna dair yapılan
inceleme ve değerlendirmede;
Daireler Kurulunun 7.3.2008 tarihli, 2008/45-38 Esas ve Karar
sayılı kararında ayrıntılı olarak izah edildiği üzere, 5275 sayılı
CGTİHK’nın Birinci Kitap, Dördüncü Kısım, Sekizinci Bölümde
“İnfazla İlgili Kararlar” başlığı altında 98 ilâ 101’inci maddelerde yapılan
düzenlemelerin benzerinin, 5530 sayılı Kanun’un 59’uncu maddesiyle
değişik 353 sayılı Kanun’un “Cezaların yerine getirilmesinde alınması
gereken kararlar ve bu kararlara itiraz” başlığı altındaki 254’üncü
maddesinde, 5275 sayılı CGTİHK’nın 98, 99 ve 100’üncü maddelerinin
başlıkları tekrarlanmak (Atıf yapılmak) suretiyle ele alındığı, 353 sayılı
Kanun’un 254/1’inci maddesinde “Çektirilecek cezanın hesabında
duraksamaya ilişkin bir karar alınması”ndan, 5275 sayılı CGTİHK’nın
98’inci madde başlığında aynı şekilde “... Çektirilecek cezanın hesabında
duraksama”dan bahsedildiği, 98’inci maddenin 1’inci fıkrası da “... veya
çektirilecek cezanın hesabında duraksama olursa, cezanın kısmen veya
tamamen yerine getirilip getirilmeyeceği ileri sürülür ise ... ” hükmünü
içerdiği,
5275 sayılı CGTİHK’nın İkinci Kitap, Birinci Kısım, Birinci
Bölümde “Adlî para cezasının infazı” başlığı altındaki 106’ncı
maddesinde, TCK’nın 52/1’inci madde ve fıkrasında belirtilen usule göre
tayin olunan adlî para cezasının infazının, 5237 sayılı TCK’nın 50/1’inci
maddesinde kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımların (Adlî para
cezası dâhil), aynı maddenin 6 ve 7’nci fıkralarında ise bu tedbirlerin
infaz şeklinin düzenlendiği,
Keza, 1.3.2008 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı gün
yürürlüğe giren 5739 sayılı Kanun’un 4 ve 5’inci maddeleriyle, 5237
sayılı TCK'nın 50/6 ve 5275 sayılı CGTİHK’nın 106/9, 10’uncu madde
ve fıkralarında yapılan değişiklik gerekçesinde “... Hükmolunan hapis
cezasının seçenek yaptırım olarak adlî para cezasına çevrilmesine rağmen
bu cezanın süresinde ödenmemesi hâlinde, bu cezanın infazıyla ilgili
olarak 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanun’un 106’ncı maddesi hükümlerinin uygulanmasına imkân tanınmış
olacaktır.” denilmek suretiyle, 5237 sayılı TCK'nın 50/6’ncı madde ve
fıkrasına aykırı düşmeyen, 5275 sayılı CGTİHK’nın 106’ncı maddesi
317
hükümlerinin, kısa süreli hapis cezasından çevrilme adlî para cezalarının
infazı sırasında da uygulanacağının kabul edildiği,
Gözetilip, 5275 sayılı CGTİHK’nın 98 ilâ 101’inci (Dolayısıyla
353 sayılı Kanun’un 254’üncü) maddelerinde yer alan düzenlemelerle,
5237 sayılı TCK'nın 50/6 ve 5275 sayılı CGTİHK’nın 106’ncı
maddelerinde yer alan düzenlemelerin ayrı ayrı konulara ilişkin olduğu
anlaşılmakla;
Hükümlünün, 25 gün hapis cezasından çevrilme 500 YTL adlî para
cezasını, kendisine yapılan tebligata rağmen 30 gün içerisinde ödemediği
için, bu adlî para cezasının TCK’nın 50/6’ncı maddesi uyarınca hapis
cezasına çevrilmesine ve infazda koşullu salıverme hükümlerinin göz
önünde bulundurulmasına ilişkin 1’inci Ordu Komutanlığı Askerî
Mahkemesince tesis olunan 25.1.2008 tarihli, 2007/441 Esas ve 2008/16
Karar sayılı duruşmasız işlere ait kararının; 353 sayılı Kanun’un
254’üncü maddesi kapsamında (Çektirilecek cezanın hesabında
duraksama ya da cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip
getirilmeyeceğinin ileri sürülmesi nedeniyle) verilmiş bir karar olmayıp,
hükümlünün kesinleşen adlî para cezasının infaz edilememesi nedeniyle
bu cezanın nev’i değiştirilmek suretiyle infazın sağlanmasına yönelik bir
karar olduğu, dolayısıyla bu tür kararlara karşı yapılan itirazı incelemeye,
5530 sayılı Kanun’un 41’inci maddesiyle değişik 353 sayılı Kanun’un
genel itirazı düzenleyen 202’nci maddesinin 2’nci fıkrasına göre en yakın
askerî mahkemenin görevli olduğu sonucuna varıldığından (Askerî
Yargıtay 2’nci Dairesinin 22.4.2008/1095-1089; 3’üncü Dairesinin
27.11.2007/ 2551-2548 ve 4’üncü Dairesinin 4.3.2008/502-444 tarihli;
Esas ve Karar sayılı ilamlarında benzer görüşlere yer verildiği de
gözetilerek), bu doğrultudaki Askerî Yargıtay Başsavcılığının itirazının
kabulü ile Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin 8.4.2008 tarihli, 2008/10781075 Esas ve Karar sayılı kararının kaldırılmasına, söz konusu itiraz
hakkında karar vermeye en yakın askerî mahkeme görevli olduğundan,
Askerî Yargıtayca karar tesisine yer olmadığına, dava dosyasının itirazı
inceleyecek olan en yakın askerî mahkemeye gönderilmek üzere 1’inci
Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesine iadesine karar verilmiştir.
NOT : Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 10.7.2008 tarihli,
2008/137-143; 17.7.2008 tarihli 2008/147-147; 17.7.2008 tarihli
2008/152-152 Esas ve Karar sayılı kararları da bu yöndedir.
318
ASMKYUK
Mad. 254
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/149
K. No. : 2008/149
T.
: 17.7.2008
ÖZET
Askerî savcılığın, 5728 sayılı Kanun’un 562’inci maddesi
ile değişik CMK’nın 231 ve 5728 sayılı Kanun’un Geçici
1/2’nci maddeleri gereğince hükümlünün durumunun gözden
geçirilip,
hükmün
açıklanmasının
geri
bırakılıp
bırakılmayacağı ve infazın durdurulup durdurulmayacağı
hususunda karar verilmesi yönündeki istemi üzerine, askerî
mahkemece, infazın devamının hükümlünün mağduriyetine
neden olabileceği değerlendirilerek infazın durdurulmasına,
bu karar kesinleşmedikçe bu aşamada hükmün açıklanmasının
geri bırakılması hususunda bir karar verilmesine mahâl
bulunmadığına karar verilmiş olduğu anlaşılmış olup; bu
durumda, içeriği itibarıyla CMK’nın 231’inci maddesinde yer
alan “Hükmün açıklanmasının geri bırakılması” hükmü ile
ilgili olarak tesis edilmiş olan bu kararın, 353 sayılı Kanun’un
5530 sayılı Kanun’un 59’uncu maddesiyle değişik 254’üncü
maddesi kapsamına giren ve cezanın yerine getirilmesi
sırasında, çektirilecek cezaya ilişkin duraksamayı gidermeye
yönelik olan bir karar niteliğinde bulunduğu ve belirtilen
maddenin son fıkrası gereğince bu tür kararlara karşı yapılan
itirazları inceleme yerinin Askerî Yargıtay olduğu kabul
edilmiştir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; 48’inci Motorlu Piyade Tugay
Komutanlığı Askerî Mahkemesinin, hükümlü hakkındaki cezanın
infazının “8.2.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun’un
562’nci maddesinin hükümlü lehine hukukî bir durum yarattığı ve
hükmün infazına devamın hükümlünün mağduriyetine neden olabileceği
ve ileride telafisi onarılmaz zararlar meydana getirebileceği” gerekçesiyle
319
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un
98/3 ve 101’inci maddeleri gereğince durdurulmasına ilişkin 13.2.2008
tarihli ve 2008/38 evrak, 2008/34 müt. sayılı duruşmasız işlere ait
kararına karşı 48’inci Motorlu Piyade Tugay Komutanlığı Askeri
Savcılığınca yapılan itirazı inceleme merciinin belirlenmesine ilişkindir.
Daire; İnfazın durdurulup durdurulmayacağı yönündeki istemin
353 sayılı Kanun’un 254’üncü maddesinde düzenlenen “Mahkûmiyet
hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama”
niteliğinde bulunmadığı, infazın durdurulması kararına yönelik itirazın
aynı Kanun’un 202/2’nci maddesi gereğince en yakın askerî mahkeme
tarafından incelenmesi gerektiği sonucuna vararak, itiraz hakkında
Askerî Yargıtay tarafından karar verilmesine yer olmadığına karar
vermişken;
Başsavcılık; Hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusu ile
ilgili infazın durdurulmasının infazda tereddüdün varlığını gösterdiğini,
bu nedenle itirazı inceleme görevinin Askerî Yargıtaya ait olduğunu ileri
sürmektedir.
Askerî mahkemenin infazın durdurulmasına ilişkin olarak verdiği
duruşmasız işlere ait karara askerî savcı tarafından yapılan itirazın,
Askerî Yargıtay tarafından mı, yoksa en yakın askerî mahkeme
tarafından mı incelenmesi gerektiğinin belirlenmesi bakımından
öncelikle itiraz kurumuna ilişkin yasal düzenlemelerin incelenmesi
gerekmektedir.
Olağan bir kanun yolu olan itiraz, 353 sayılı Kanun’un 202, 203
ve 204’üncü maddelerinde düzenlenmiş iken, 5.10.2006 tarihinde
yürürlüğe giren 29.06.2006 tarihli ve 5530 sayılı Kanunla 203’üncü
madde yürürlükten kaldırılıp 202/2’nci maddesine, “Bu Kanunda aksine
hüküm bulunmayan hâllerde yapılacak itirazları en yakın askerî
mahkeme inceler” şeklinde bir fıkra eklenmiştir.
26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, 4.11.2004
tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanun’unun Yürürlük ve Uygulama
Şekli Hakkında Kanun, 4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu ve 13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun hükümlerinin, 353 sayılı
Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanun’unu da
etkilemesi nazara alınarak hazırlanan ve 353 sayılı Kanunda köklü
değişiklikler yapan 5530 sayılı Kanunla, Ceza Muhakemesi Kanun’unda
bulunan hükümlerin tekrarına gerek görülmeyerek 353 sayılı Kanun’un
ilgili hükümlerinin yürürlükten kaldırılması ve askerî yargıda
uygulanmasına ihtiyaç bulunmayan hükümler hariç olmak üzere Ceza
320
Muhakemesi Kanun’una atıf yapılması yolu tercih edilmiş, 5530 sayılı
Kanun’un 61’inci maddesiyle değişik, 353 sayılı Kanun’un Ek-1’inci
maddesi ile CMK’ya yapılan genel atıf nedeniyle bu müessesenin askerî
yargıda da uygulanacağı kabul edilmiştir.
Sözü edilen yasal değişiklikler doğrultusunda, 353 sayılı Kanun
kapsamında, Askerî Yargıtayın itiraz mercii olarak bakacağı işler, temyiz
isteminin reddi konusuna ilişkin 214’üncü madde ile cezaların yerine
getirilmesi sırasında alınması gereken kararlara ilişkin bulunan 254’üncü
madde olarak gösterilmiştir.
Daha önce 353 sayılı Kanun’un 251, 252 ve 253’üncü
maddelerinde yer almışken, bu kez 5530 sayılı Kanun’un 62’nci
maddesiyle yürürlükten kaldırılarak 254’üncü maddede yeniden
düzenlenen “Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek
cezanın hesabında duraksama”, “Birden fazla hükümdeki cezaların
toplanması” ve “Hastanede geçen sürenin cezadan indirilmesi”
olgularının itiraz merci ile ilgili kural dışında aynen 5275 sayılı Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 98, 99 ve 100’üncü
maddelerinde düzenlendiği görülmektedir.
29.6.2006 tarihli ve 5530 sayılı Kanun’un 59’uncu maddesiyle
yeniden düzenlenen, “Cezaların yerine getirilmesi sırasında alınması
gereken kararlar ve bu kararlara itiraz” başlıklı 353 sayılı Kanun’un
254’üncü maddesinin 1’inci fıkrası; “Cezaların yerine getirilmesi
sırasında, hüküm kesinleşmeden önce gerçekleşen şahsi hürriyeti
sınırlama sonucunu doğuran hâller nedeniyle geçirilmiş süreler ile
hastanede geçen sürenin cezadan indirilmesine, değişik hükümlerdeki
cezaların toplanmasına ve mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya
çektirilecek cezanın hesabında duraksamaya ilişkin bir karar alınması
gerekirse, hükmü veren askerî mahkemeden karar istenir. Bu kararlar
duruşma yapılmaksızın verilir.” 3’üncü fıkrası; “Yukarıdaki fıkralar
uyarınca yapılan başvurular cezanın infazını ertelemez. Ancak, mahkeme
olayın özelliğine göre infazın ertelenmesine veya durdurulmasına karar
verilebilir.” hükmünü içermektedir.
5728 sayılı Kanun’un; yürürlüğe girdiği tarihte kesinleşmiş ve
infazı devam etmekte olan hükümlere nasıl uygulanacağı, Geçici 1’inci
maddenin 2’nci fıkrasında “Bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten önce
kesinleşmiş ve infaz edilmekte olan mahkûmiyet kararları hakkında, lehe
kanun hükümleri, hükmü veren mahkemece 13.12.2004 tarihli ve 5275
sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 98 ilâ
101’inci maddeleri dikkate alınmak ve dosya üzerinden incelenmek
suretiyle belirlenir. Ancak, hükmün konusunun herhangi bir inceleme,
321
araştırma, delil tartışması ve takdir hakkının kullanılmasını gerektirmesi
hâlinde inceleme, duruşma açılmak suretiyle yapılabilir.” şeklinde
düzenlenmiştir.
Bu maddede genel kanun olarak atıf yapılan, 5275 sayılı Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un;
Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın
hesabında duraksama başlığı taşıyan 98’inci maddesinde;
“(1) Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek
cezanın hesabında duraksama olursa, cezanın kısmen veya tamamen
yerine getirilip getirilmeyeceği ileri sürülür ya da sonradan yürürlüğe
giren kanun, hükümlünün lehine olursa, duraksamanın giderilmesi veya
yerine getirilecek cezanın belirlenmesi için hükmü veren mahkemeden
karar istenir.
(2) 16’ncı madde gereğince cezanın ertelenmesi isteminin reddi
hâlinde de aynı hüküm uygulanır.
(3) Yukarıdaki fıkralar uyarınca yapılan başvurular cezanın
infazını ertelemez. Ancak, mahkeme olayın özelliğine göre infazın
ertelenmesine karar verebilir.”
Birden fazla hükümdeki cezaların toplanması başlığını taşıyın
99’uncu maddesinde;
“(1) Bir kişi hakkında hükmolunan her bir ceza diğerinden
bağımsızdır, varlıklarını ayrı ayrı korurlar. Ancak, bir kişi hakkında
başka başka kesinleşmiş hükümler bulunur ise, 107’nci maddenin
uygulanabilmesi yönünden mahkemeden bir toplama kararı istenir.”
Hastanede geçen sürenin cezadan indirilmesi başlığını taşıyan
100’üncü maddesinde;
“(1) Cezanın infazına başlandıktan sonra hastalık nedeniyle
hükümlünün ceza infaz kurumundan hastaneye kaldırılması hâlinde
burada geçirdiği süre cezadan indirilir.
(2) Ancak, cezanın infazını durdurmak için hükümlü, hastalığına
kasten neden olmuşsa bu hükümden yararlanamaz. Bu hâlde Cumhuriyet
savcısı mahkemeden bir karar verilmesini ister.”
Hükümleri yer almakta, infaz sırasında verilecek kararların mercii
ve usulü başlıklı 101’inci maddesinde de 98, 99 ve 100’üncü maddeler
uyarınca mahkemeden alınması gerekli kararların duruşma yapılmaksızın
verileceği, cezaların toplanması kararını hangi yargı mercilerinin
vereceği ve bu kararlara karşı itiraz yoluna gidilebileceği düzenlenmiştir.
Aynı konular, özel bir kanun olan 353 sayılı ASMKYUK’nın,
5530 sayılı Kanun’un 59’uncu maddesiyle değişik, “Cezaların yerine
322
getirilmesi sırasında alınması gereken kararlar ve bu kararlara itiraz”
başlığını taşıyan 254’üncü maddesinde;
“Cezaların yerine getirilmesi sırasında, hüküm kesinleşmeden
önce gerçekleşen şahsî hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran hâller
nedeniyle geçirilmiş süreler ile hastanede geçen sürenin cezadan
indirilmesine, değişik hükümlerdeki cezaların toplanmasına ve
mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında
duraksamaya ilişkin bir karar alınması gerekirse, hükmü veren askerî
mahkemeden karar istenir. Bu kararlar duruşma yapılmaksızın verilir.
Karar verilmeden önce askerî savcı ve hükümlünün görüşlerini
yazılı olarak bildirmeleri istenebilir.
Hükmü veren askerî mahkeme kaldırılmış ise ona en yakın askerî
mahkeme karar verir.
Yukarıdaki fıkralar uyarınca yapılan başvurular cezanın infazını
ertelemez. Ancak, mahkeme olayın özelliğine göre infazın ertelenmesine
veya durdurulmasına karar verebilir.
Bu kararların askerî mahkemelerden verilmesi hâllerinde, askerî
savcı ve teşkilatında askerî mahkeme kurulan kıta komutanı ve askerî
kurum amiri ile hükümlü ve varsa müdafi bir hafta içinde itiraz
edebilirler.
İtiraz üzerine Askerî Yargıtay karar verir.” şeklinde
düzenlenmiştir.
Madde gerekçesinde de belirtildiği üzere, 1.6.2005 tarihinde
yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK ve 5275 sayılı CGTİHK hükümleri
dikkate alınmak suretiyle, 353 sayılı Kanun’un 251, 252 ve 253’üncü
maddeleri yürürlükten kaldırılarak, 254’üncü madde bu şekilde yeniden
düzenlenmiştir.
353 sayılı ASMKYUK’nın 254/1’inci maddesi bir usul hükmü
olarak, 5275 sayılı CGTİHK’nın 98, 99 ve 100’üncü maddeleri dikkate
alınmak suretiyle yeniden düzenlenirken; söz konusu maddelerin
içerikleri tekrarlanmadan, 98’inci maddenin madde başlığı aynen
alınarak, 99’uncu maddenin madde başlığı farklı bir ifade tarzıyla
yazılarak, bu iki maddede düzenlenen hususlarla ilgili olarak askerî
mahkemeden karar istenebileceği görüşü benimsenmiştir. 100’üncü
maddenin madde başlığında ve içeriğinde sadece hastanede geçen
sürenin cezadan indirilmesi düzenlendiği hâlde, bununla yetinilmeyip,
şahsî hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran hâller nedeniyle geçirilmiş
sürelerin cezadan indirilmesi de 254/1’inci maddeye dahil edilmiştir. Bu
nedenle, 353 sayılı ASMKYUK’nın 254/1’inci maddesinde “...
mahkûmiyet hükmünün yorumunda ve çektirilecek cezanın hesabında
323
duraksama ...” şeklinde yer alan cümlenin, 5275 sayılı CGTİHK’nın aynı
başlık altında düzenlenen 98’inci maddenin 1 ve 2’inci fıkralarındaki
durumların tamamını kapsadığının kabulü gerekir. Nitekim 353 sayılı
ASMKYUK’nın 244/1’inci maddesindeki “... Bu Kanunda ve Askerî
Ceza Kanun’unda aksine hüküm bulunmadığı takdirde cezalar ve
güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesinde, 13.12.2004 tarihli ve 5275
sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un ilgili
hükümleri uygulanır.” hükmü de, bu kabul tarzının doğru olduğunu
göstermektedir.
Açıklanan yasal düzenlemeler ışığında itiraz konusu yönünden
yapılan incelemede; askerî savcılığın, 5728 sayılı Kanun’un 562’inci
maddesi ile değişik CMK’nın 231 ve 5728 sayılı Kanun’un Geçici
1/2’nci maddeleri gereğince hükümlünün durumunun gözden geçirilip,
hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağı ve infazın
durdurulup durdurulmayacağı hususunda karar verilmesi yönündeki
istemi üzerine, askerî mahkemece, infazın devamının hükümlünün
mağduriyetine
neden
olabileceği
değerlendirilerek
infazın
durdurulmasına, bu karar kesinleşmedikçe bu aşamada hükmün
açıklanmasının geri bırakılması hususunda bir karar verilmesine mahâl
bulunmadığına karar verilmiş olduğu anlaşılmış olup; bu durumda içeriği
itibarıyla CMK’nın 231’inci maddesinde yer alan “Hükmün
açıklanmasının geri bırakılması” hükmü ile ilgili olarak tesis edilmiş olan
bu kararın 353 sayılı Kanun’un 5530 sayılı Kanun’un 59’uncu
maddesiyle değişik 254’üncü maddesi kapsamına giren ve cezanın yerine
getirilmesi sırasında, çektirilecek cezaya ilişkin duraksamayı gidermeye
yönelik olan bir karar niteliğinde bulunduğu ve belirtilen maddenin son
fıkrası gereğince bu tür kararlara karşı yapılan itirazları inceleme yerinin
Askerî Yargıtay olduğu kabul edilmiştir.
48’inci Motorlu Piyade Tugay Komutanlığı Askerî Mahkemesinin
itiraz konusu, hükümlü H.T. hakkındaki mahkûmiyet hükmünün
infazının durdurulmasına ilişkin 13.2.2008 tarihli ve 2008/38 evrak,
2008/34 karar sayılı duruşmasız işlere dair kararının 353 sayılı
ASMKYUK’nın, 5530 sayılı Kanun’un 59’uncu maddesiyle değişik
254’üncü maddesi kapsamında verilmiş bir karar olduğu ve bu karara
karşı yapılan itirazı incelemeye de aynı maddenin son fıkrası uyarınca
Askerî Yargıtayın yetkili olduğu sonucuna varılmıştır.
NOT: Daireler Kurulunun 17.7.2008 tarihli, 2008/148-148;
26.6.2008 tarihli, 2008/140-130; 17.07.2008 tarihli, 2008/161-153 Esas
ve Karar sayılı kararları da bu yöndedir.
324
ASMKYUK
Mad. 256
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E. No. : 2008/2153
K. No. : 2008/2148
T.
: 18.11.2008
ÖZET
Adliye mahkemelerinden farklı olarak yargılama
giderlerinin Millî Savunma Bakanlığı bütçesinden ödenmesi
gerekirken, somut olayda askerî mahkemede yargılanmış olan
sanıkların mahkûmiyetlerine karar verilmiş olması nedeniyle,
ayrıca baro tarafından atanan müdafilerine yapılacak
ödemelerin yargılama gideri olarak sanıklara ödettirilmesine
karar verilmesi mahkûmiyet hükümlerinin bozulmasını
gerektirmiştir.
Askerî mahkemece; sanıklar B.K. ve M.Ş.’nin 22.12.2006
tarihinde ve sanık D.B.’nin 12.1.2007 tarihinde, emre itaatsizlikte ısrar
suçunu işledikleri kabul edilerek, her birinin ayrı ayrı ASCK’nın 87/1
(birinci cümlesi) ve TCK’nın 62’nci maddeleri gereğince, yirmi beş gün
hapis cezasıyla cezalandırılmasına; yasal imkânsızlık nedeniyle seçenek
yaptırımlara çevirme ve erteleme taleplerinin reddine; tutuklulukta
geçirdikleri
sürelerin
TCK’nın
63’üncü
maddesi
uyarınca
mahkûmiyetlerinden mahsubuna; Ankara Barosunca; sanıklar B.K. ve
M.Ş. müdafii olarak görevlendirilen Av. C.M.’ye, her bir sanık için ayrı
ayrı olmak üzere “soruşturma aşaması için” 130’ar YTL (toplam 260
YTL) müdafii ücreti ve 2 YTL 60 YKr mutat zorunlu yol gideri,
“kovuşturma aşaması için” 220’şer YTL (toplam 440 YTL) müdafii
ücreti ve 7 YTL 80 YKr mutat zorunlu yol gideri ödenmesine; D.B.
müdafii Av.G.S.’ye “soruşturma aşaması için” 130 YTL müdafii ücreti
ve 2 YTL 60 YKr mutat zorunlu yol gideri, “kovuşturma aşaması için”
220 YTL müdafi ücreti ve 5 YTL 20 YKr mutat zorunlu yol gideri
ödenmesine; karar kesinleştiğinde, müdafilerine ödenmesine karar
verilen 355 YTL 20 YKr’nin yargılama gideri olarak sanıklar B.K. ve
M.Ş.’ye ve 357 YTL 80 YKr’nin ise yargılama gideri olarak D.B.’ye ayrı
ayrı ödettirilmesine karar verilmiştir.
325
Hükümler, müdafiiler ve sanık D.B. tarafından sebep
gösterilmeksizin süresinde temyiz edilmiştir.
Tebliğnamede; hükümde usul ve esas yönlerinden herhangi bir
isabetsizlik bulunmadığı belirtilmekle beraber; somut olayda sanıklara
müdafi tayini için 353 sayılı Kanun’un 87’nci maddesindeki şartların
bulunmadığı, sanıkların talebi üzerine 5271 sayılı CMK’nın 147’nci ve
5320 sayılı Kanun’un 13’üncü maddesi uyarınca baro tarafından avukat
görevlendirildiğinin anlaşıldığı, anılan madde gereğince görevlendirilen
müdafilere müdafi ücretinin Bakanlık bütçesinden ödeneceğinin
düzenlenmiş olması karşısında, kanuna mutlak aykırılık teşkil eden
mahkûmiyet hükmünün uygulama bakımından bozulması yönünde görüş
ve düşünce bildirilmiştir.
Yapılan incelemede; birliği komutanlığınca, birlik içinde cep
telefonu ve sim kartı kullanmanın ve bulundurmanın yasak olduğuna dair
emrin daha önce tebliğ edilmiş olmasına rağmen, sanıklardan B.K. ve
M.Ş.’nin 22.12.2006 tarihinde ve sanık D.B.’nin 12.1.2007 tarihinde
kışla sınırları içinde cep telefonu bulundurduğunun belirlendiği, böylece
hizmete ilişkin emrin gereğini yerine getirmemek suretiyle emre
itaatsizlikte ısrar suçunu işledikleri dosya kapsamındaki kanıtlardan
anlaşılmaktadır.
Askerî mahkemece; sanıkların, tüm unsurları ile oluşan atılı
suçlardan, yasal, inandırıcı ve yeterli gerekçelerle, yazılı olduğu şekilde
cezalandırılmalarında hukuka aykırılık bulunmamakta ise de, yargılama
gideri olarak sanıklara ödettirilmesine karar verilen müdafi ücretleri ve
zorunlu giderlerle ilgili olarak yapılan muhakeme işlemleri
incelendiğinde; soruşturma evresinde sanıkların sorguları saptanırken,
talepleri üzerine 5271 sayılı CMK’nın 147/1-c maddesi gereğince Ankara
Barosunca sanıklara müdafi görevlendirildiği müdafilerin kovuşturma
evresinde de görev yaptıkları görülmektedir.
Konu ile ilgili düzenlemelere bakıldığında, 5271 sayılı
CMK’nın;
1. 191’inci maddesinde “sanığa yüklenen suç hakkında
açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğunun ve 147’nci
maddede belirtilen diğer haklarının da bildirileceği”,
2. 147’nci maddesinde, diğer haklarının yanı sıra “...
Müdafii seçme hakkının bulunduğu ve onun hukuki yardımından
yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır
bulunabileceği, müdafii yardımından faydalanmak istediği takdirde
kendisine baro tarafından bir müdafii görevlendirileceği”,
326
3. 149’uncu maddesinde, “şüpheli veya sanığın soruşturma
ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin
yardımından yararlanabileceği, soruşturma ve kovuşturma
evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli ve sanıkla görüşme,
ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda
bulunma hakkının engellenemeyeceği ve kısıtlanamayacağı”,
4. 150’nci maddesinde “şüpheli veya sanığın müdafii
seçebilecek durumda olmadığını beyan etmesi hâlinde istemi
üzerine bir müdafii görevlendirileceği” hususlarının öngörüldüğü
anlaşılmaktadır.
Bu yasal düzenlemeler kapsamında şüpheli veya sanığın,
müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan etmesi ve istemesi
durumunda, başkaca bir koşul aranmaksızın kendisine bir müdafii
görevlendirilmesinin zorunlu olduğu açıktır.
CMK’nın 324 ve 325’inci maddelerinde; avukatlık ücretinin
yargılama giderlerinden sayılacağı ve cezaya veya güvenlik
tedbirine mahkûm edilmesi hâlinde avukatlık ücreti de dahil bütün
yargılama giderlerinin sanığa yükleneceği kabul edilmiştir.
CMK’nın 150/4’üncü maddesinde “zorunlu müdafilikle ilgili
diğer hususların, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak
çıkarılacak yönetmelikte düzenleneceği” ve yine 5320 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanun’unun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki
Kanun’un 13’üncü maddesinde “CMK gereğince soruşturma ve
kovuşturma makamlarını istemi üzerine baro tarafından
görevlendirilen müdafi ve vekile, avukatlık ücret tarifesinden ayrık
olarak, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü de alınarak Adalet ve
Maliye Bakanlıkları tarafından birlikte tespit edilecek ücretin,
Adalet Bakanlığı bütçesinde bu amaçla ayrılan ödenekten
ödeneceği; Bu ücretin yargılama giderinden sayılacağı; Bu madde
uyarınca yapılacak ödeme ve uygulamaya ilişkin usûl ve esasların,
Türkiye Barolar Birliğinin görüşü de alınmak suretiyle çıkarılacak
yönetmelikte belirleneceği” öngörülmüştür. Bu atıflar nedeniyle
Adalet Bakanlığınca hazırlanarak 2.3.2007 tarihli ve 26450 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanmış ve aynı tarihte yürürlüğe girmiş
bulunan “Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafii ve
Vekillerin Görevlendirilmeleri İle Yapılacak Ödemelerin Usul Ve
Esaslarına İlişkin Yönetmelik”in 5/1’inci maddesinde “şüpheli veya
sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi isteneceği, müdafi
seçebilecek durumda olmadığını beyan etmesi durumunda
görevlendirilecek müdafie yapılacak ödemelerin yargılama
327
giderlerinden sayılacağı ve mahkûmiyeti hâlinde kendisinden tahsil
edileceği hususu hatırlatılarak talep ettiği takdirde barodan bir
müdafi görevlendirilmesi isteneceği” hususları düzenlenmiştir.
Tüm bu yasal ve idari düzenlemelere nazaran adlî yargıya
tabi olup adliye mahkemelerinde yargılanmakta olan bir sanığın,
müdafi seçebilecek bir durumda olmadığını beyan etmesi hâlinde ve
talep ettiği takdirde, Barodan görevlendirilecek müdafie yapılacak
ödemelerin yargılama giderlerinden sayılacağı ve mahkûmiyeti
hâlinde kendisinden tahsil edileceği ortadadır.
Ancak durum, askerî yargılama sisteminde farklı
düzenlenmiştir. 353 Sayılı Kanun’un;
5530 sayılı Kanun ile değişik ve 5.10.2006 tarihinde
yürürlüğe girmiş olan Ek 1’inci maddesinde “Bu kanunda aksine
hüküm bulunmayan hâllerde, Ceza Muhakemesi Kanun’unun adlî
kontrole ilişkin 109 ilâ 115, değerlendirme raporu yetkisine ilişkin
166 ve istinafa ilişkin 272 ilâ 285’nci maddeleri hükümleri hariç
olmak üzere, diğer hükümleri askerî yargıda da uygulanacağı”,
“Yargılama giderleri” başlığını taşıyan 256’ncı maddesinde
ise “Askerî mahkemelerde görülecek davaların ve askerî makamlar
aracılığı ile uygulanacak cezaların giderlerinin Millî Savunma
Bakanlığı bütçesinden ödeneceği” öngörülmüştür. Bir başka anlatım
ile yargılama giderlerinin Millî Savunma Bakanlığı bütçesinden
karşılanacağı düzenlenmiştir.
Görüldüğü gibi askerî yargı sisteminde yargılama
giderlerinin karşılanma biçimi özel olarak 353 sayılı Kanunda
düzenlendiği için bu konuda Ceza Muhakemesi Kanunu ile
Yönetmelik hükümlerinin uygulanamayacağı ortaya çıkmaktadır.
Sanığın talebi üzerine görevlendirilen müdafie yapılacak
ödemenin niteliği, yani yargılama gideri sayılıp sayılmayacağı
hususunda 353 sayılı Kanunda bir düzenleme bulunmamakla
beraber Ek 1’inci maddesinin atfı ile CMK’nın 324’üncü maddesine
bakıldığında avukatlık ücretinin ve 5320 sayılı Kanun’un 13’üncü
maddesine bakıldığında bu maddeye göre müdafie ödenmesine
karar verilecek ücretin de yargılama giderlerinden sayılacağı
öngörüldüğü cihetle, askerî mahkemede yargılanmakta olan bir
sanığa tayin olunacak zorunlu müdafie yapılacak ödemenin de
yargılama giderlerine dahil olacağı ve Millî Savunma Bakanlığı
bütçesinden karşılanacağı belirlenmektedir.
353 sayılı Kanun’un “müdafii ücreti” başlıklı mülga (5530 sayılı
Kanun ile yürürlükten kaldırılmış) 92’nci maddesinde “askerî
328
mahkemece tutulan müdafie tarifesine göre Devlet Hazinesinden ücret
verileceği, hükümlüye Hazinenin rücu hakkının olacağı” düzenlenmiş ise
de; bu madde hükmü 5530 sayılı Kanun’un 62’nci maddesi ile
yürürlükten kaldırılırken yerine özel bir düzenleme getirilmediği gibi
yargılama giderleri konusunda 353 sayılı Kanun’un 256’ncı maddesi tek
başına kalmıştır. Anılan 256’ncı madde de, (Ek 1’inci maddesi ile
beraber) avukatlık ücreti de dahil tüm yargılama giderlerinin Millî
Savunma Bakanlığı bütçesinden karşılanacağını öngörmektedir.
Yukarıda
ayrıntılı
olarak
irdelendiği
üzere,
adliye
mahkemelerinden farklı olarak yargılama giderlerinin Millî Savunma
Bakanlığı bütçesinden ödenmesi gerekirken, somut olayda askerî
mahkemede yargılanmış olan sanıkların mahkûmiyetlerine karar
verilmiş olması nedeniyle, ayrıca baro tarafından atanan müdafiilerine
yapılacak ödemelerin yargılama gideri olarak sanıklara ödettirilmesine
karar verilmesi, 353 sayılı Kanun’un 256’ncı maddesine aykırılık teşkil
ettiğinden (Askerî Yargıtay 2’nci Dairesinin 25.3.2008 tarihli ve
2008/813-814 sayılı ilamı da aynı doğrultudadır), yargılama giderlerinin
sanıklara ödettirilmesine yönelik usûl hatası yönünden mahkûmiyet
hükümlerinin bozulmasına karar verilmiştir.
Ayrıca, hükümden sonra, 8.2.2008 tarihli Resmî Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesi ile
değişik 5271 sayılı CMK’nın 231’inci maddesi uyarınca; atılı suçla ilgili
olarak bozmadan sonra yapılacak yargılama sonucunda, Askerî
Mahkemece, atılı suç nedeniyle, hükmün açıklanmasının geri bırakılıp
bırakılmayacağı konusunda değerlendirme yapılması gerekliliğine işaret
edilmiştir.
329
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 24
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
3’üncü Daire Kararı
E. No. : 2008/2032
K. No. : 2008/2031
T.
: 22.7.2008
ÖZET
İddianamenin iadesine ilişkin duruşmasız işlere ait
kararda, maddi olayın sübutuna ve sanığın iddianamede
belirtilen eyleminin suç teşkil etmeyeceğine dair ihsası rey
oluşturacak biçimde delillerin değerlendirilmesi yapılarak,
ardından, “...Şüphelinin mahkememizce açıklanan tekâsülü
dışında başka bir tekâsülü yoksa kastının tamamen intihara
yönelik olması sebebiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair
karar verilmesi gerekirken iddianame tanzim edilmiş olması
...” şeklinde, davanın esası hakkında önceden kesin yargı
(hüküm) niteliğinde bir kanaat açıklamasında bulunulmuş
olması karşısında, artık hâkimin tarafsızlığından söz
edilemeyeceğinden, askerî savcının haklı ve yerinde görülen
hâkimin reddi isteminin, kanuna aykırı olarak reddolunması
suretiyle, reddi talep edilen hâkimini hükme katılmasının
sağlanması, 353 sayılı Kanun’un 207/3-C maddesine göre
hukuka kesin aykırılık oluşturmaktadır.
6’ncı Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığının 19.1.2007 tarihli,
2007/221-30 Esas ve Karar sayılı iddianamesiyle, sanığın, 5.10.2006
günü “mazarratı mucip nöbet talimatına aykırı hareket etmek” suçunu
işlediği iddia olunarak, ASCK’nın 136/1-C maddesi uyarınca
cezalandırılması ve Hazine zararının 353 sayılı Kanun’un 16’ncı maddesi
uyarınca tazmin etmesi istemiyle kamu davası açılmış,
Yapılan yargılama sonunda, Askerî Mahkemece, yüklenen suçun
unsurları itibarıyla oluşmadığı kabul edilerek, hazine zararının takibi
saklı kalmak kaydıyla, sanığın beraatine karar verilmiştir.
Hüküm, Askerî Savcı tarafından “Askerî Mahkemenin
iddianamenin iadesine ilişkin kararının son paragrafında ‘ ...
kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi gerekirken iddianame
330
tanzim edilmiş olması sebebiyle ...’ ibaresi mevcuttur. Bu ibare hâkimin
görüşünü yansıtmakta olup ihsası rey teşkil etmektedir. Duruşmada
yaptığımız hâkimin reddi talebimiz reddedilmiş olup, temyiz etmek
gereği hâsıl olmuştur.
ASCK’nın 136’ncı maddesinde ifadesini bulan mazarratı mucip
nöbet talimatına aykırı hareket etmek suçu kasten veya tekâsülen
işlenebilen bir suçtur. Nöbet talimatları önceden kendisine tebliğ edilen
sanık kurma kolunu çekip bırakmanın ve tetiğe basmanın nöbet
talimatına aykırı olduğunu bildiğinden, hizmet nedeniyle kendisine
teslim edilen tüfeğine mermi sürerek patlatmasının, ASCK’nın 136/1-C
maddesinde yazılı suçu oluşturduğu kanaatindeyiz.” şeklinde beyanda
bulunularak, süresinde ve sanık aleyhine temyiz edilmiştir.
Tebliğnamede, gerekçeli hükmün ve duruşma tutanağının başlık
kısmı ile kısa karar bölümüne askerî savcı olarak farklı isimlerin yazılı
olduğu, duruşmaya katılan askerî savcının kimliği konusunda tereddüt
yaratan bu durumun 5271 sayılı CMK’nın 232’nci maddesinin 2’nci
fıkrasının (b) bendine aykırılık teşkil ettiği belirtilerek, usul yönünden
bozma isteminde bulunulmuştur.
Yapılan incelemede;
1-Hâkimin reddi isteminin reddedilmesine ilişkin kararla ilgili
olarak yapılan temyiz incelemesinde;
6’ncı Kor.K.lığı Askerî Savcılığının 19.1.2007 tarihli, 2007/22130 Esas ve Karar sayılı iddianamesiyle;
“ ... Mazarratı mucip nöbet talimatına aykırı hareket etmek suçu
kasten veya tekâsülen işlenebilen bir suçtur. Dosyanın incelenmesinde,
şüphelinin intihara teşebbüs ettiğine dair bilgiler mevcut ise de;
şarjöründeki ilk mermisi manevra mermisi olan silahını karın boşluğuna
dayayarak ateş etmesi tekâsülen hareket ettiğini göstermektedir.
Şüpheliye nöbet genel ve özel talimatının, silah konusunda dikkat
edilecek hususların değişik tarihlerde tebliğ edildiği, şüphelinin
5.10.2006 günü 10.00-12.00 saatleri arasında 3 No.lu kule nöbetçisi
olduğu, nöbeti esnasında G3 piyade tüfeğinin manevra mermisiyle bir el
ateş ettiği, 7,62 mm G3 piyade tüfeği manevra mermisinin birim fiyatının
0,95 YTL olduğu, bu suretle ‘mazarratı mucip nöbet talimatına aykırı
hareket etmek’ suçunu işlediği, şüpheli ve tanık ifadeleri, tutanak, fiyat
bildirimi ve dosyada mevcut diğer delillerle anlaşıldığından”
Denilerek, sanığın, ASCK’nın 136/1-C maddesi uyarınca
cezalandırılması ve 0,95 YTL tutarındaki Hazine zararını, 353 sayılı
Kanun’un 16’ncı maddesi uyarınca tazmin etmesi istemiyle kamu davası
açılmıştır.
331
6’ncı Kor.K.lığı Askerî Mahkemesinin Hâk.Kd.Yzb. M.K.’nın
katılımıyla tek hâkim tarafından verilen 12.2.2007 tarihli, 2007/4001-8
evrak ve karar sayılı duruşmasız işlere ait kararıyla;
“ ... Şüphelinin 5.10.2006 tarihinde 10.00-12.00 saatleri arasında
3 No.lu kule nöbetçisi iken, daha önceden hazırladığı anlaşılan kendi not
defterinin altı sayfasını kapsayan intihar notu bırakarak boş şarjörü
çıkarıp ilk mermisi manevra mermisi olan dolu şarjörü takıp karın
bölgesine ateş etmek suretiyle intihara teşebbüs ettiği, ancak olay anında
yaşadığı psikoloji sebebiyle ilk dolu merminin manevra mermisi
olduğunu unuttuğundan intihar amacını gerçekleştiremediği, anılan tüm
tanık beyanları ile şüphelinin savunmasında ittifakla ortaya konulmuştur.
Bu hâlde şüphelinin tekâsülü esasen manevra mermisi olan dolu
şarjörün ilk mermisinin gerçek olduğunu düşünmek şeklinde
gerçekleşmiş olup, bu tekasülü sebebiyle amaçladığı intihar eylemini
gerçekleştiremediği açıktır.
Eyleme ilişkin olarak şüphelinin silahından boş şarjörü çıkarıp,
dolu şarjörü takıp kurma kolunu çekip bırakması eylemlerinin tamamının
tekâsülen değil, iraden gerçekleştiği anlaşılmakla, Askerî Savcının
şüphelinin eyleme ilişkin tekâsülünün eylemin hangi kısmına ait olduğu
olaylar izah edilirken dosyada mevcut deliller ile ilişkilendirilerek
açıklanmadığından anlaşılmamıştır.
Bu kapsamda eğer şüphelinin mahkememizce tespit edilen
yukarıda açıklanan tekâsülü dışında başka bir tekâsülü yoksa kastının
tamamen intihara yönelik olması sebebiyle kovuşturmaya yer olmadığına
dair karar verilmesi gerekirken iddianame tanzim edilmiş olması; eğer
yukarıda zikredilen tekâsül dışında başka bir tekâsül unsuru mevcut ise
bunun 5271 sayılı CMK’nın 170/4’üncü maddesi gereğince olaylarla
ilişkilendirilerek ortaya konulması iddianamenin iadesi olarak kabul
edilmekle,”
Denilmek suretiyle, maddi olayın sübutuna ve sanığın
iddianamede gösterilen eyleminin suç teşkil etmeyeceğine dair ihsası rey
oluşturacak biçimde davanın esası hakkında değerlendirmeler yapılarak,
5271 sayılı CMK’nın 170 ve 174’üncü maddeleri gereğince,
iddianamenin iadesine karar verilmiştir.
Bu karara, Askerî Savcı tarafından süresinde itiraz edilmekle,
5’inci Zırhlı Tugay Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 7.3.2007 tarihli,
2007/283-90 Müt. sayılı duruşmasız işlere ait kararıyla, itirazın kabulüne
ve 6’ncı Kor.K.lığı Askerî Mahkemesinin iddianamenin iadesine ilişkin
duruşmasız işlere ait kararının ortadan kaldırılmasına kesin olarak karar
verilmiştir.
332
Bu aşamadan sonra, 6’ncı Kor.K.lığı Askerî Mahkemesinde
görülen davanın 19.3.2007 tarihli ilk duruşmasında, sanığın sorgusuna
başlanılmadan önce, Askerî Savcı tarafından “İddianamenin iadesi
kararına itiraz dilekçesinde de belirttiğimiz üzere, iddianamenin iadesi
kararında ihsası rey oluşturacak ifadeler vardır.” şeklinde beyanda
bulunularak, 5271 sayılı CMK’nın 24/1’inci maddesi uyarınca hâkimin
reddi isteminde bulunulması üzerine.
6’ncı Kor.K.lığı Askerî Mahkemesinin 19.3.2007 tarihli,
2007/1727-51 Evrak ve Karar sayılı duruşmasız işlere ait kararıyla,
Askerî Savcının, sanık A.C. hakkında mazarratı mucip nöbet talimatına
aykırı hareket etmek suçundan açılan kamu davasının duruşma hâkimi
Hâk.Kd.Yzb. M.K.’yı reddi isteminin reddine karar verilmiştir.
Bu karar, Askerî Savcı tarafından, 353 sayılı Kanun’un 44’üncü
maddesi gereğince hükümle birlikte temyiz edilmiştir.
353 sayılı Kanun’un 5530/61 sayılı Kanun ile değişik Ek 1’inci
maddesinin yollamada bulunduğu 5271 sayılı CMK’nın “Hâkimin reddi
sebepleri ve ret isteminde bulunabilecekler” başlığını taşıyan 24’üncü
maddesinin 1’inci fıkrası “Hâkimin davaya bakamayacağı hâllerde reddi
istenebileceği gibi, tarafsızlığını şüpheye düşürecek diğer sebeplerden
dolayı da reddi istenebilir.”, 2’nci fıkrası “Cumhuriyet savcısı (askerî
savcı); şüpheli, sanık veya bunların müdafii; katılan veya vekili, hâkimin
reddi isteminde bulunabilirler.” hükmünü içermektedir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 170’inci maddesinin 1
ve 2’nci fıkralarında, kamu davasını açma görevinin, Cumhuriyet savcısı
(askerî savcı) tarafından yerine getirileceği, soruşturma evresi sonunda
toplanan delillerin, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturması
hâlinde; Cumhuriyet savcısının (askerî savcının) bir iddianame
düzenleyeceği; 3’üncü fıkrasında, görevli ve yetkili mahkemeye hitaben
düzenlenecek iddianamede nelerin gösterileceği belirtildikten sonra,
4’üncü fıkrasında “İddianamede, yüklenen suçu oluşturan olaylar,
mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır.” denilmektedir.
5353 sayılı Kanun ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 174’üncü
maddesine göre, mahkeme tarafından, iddianamenin ve soruşturma
evrakının verildiği tarihten itibaren on beş gün içinde soruşturma
evresine ilişkin bütün belgeler incelendikten sonra, eksik ve hatalı
noktalar belirtilmek suretiyle, 170’inci maddeye aykırı olarak düzenlenen
iddianamenin Cumhuriyet başsavcılığına (askerî savcılığa) iade edilmesi
mümkündür.
Somut olayda, 6’ncı Kor.K.lığı Askerî Mahkemesinin
Hâk.Kd.Yzb. M.K. tarafından verilen 12.2.2007 tarihli, 2007/4001-8
333
evrak ve karar sayılı duruşmasız işlere ait kararıyla, sanık (Ter.) J.Er
A.C.’ya yüklenen suçu oluşturan olayların, mevcut delillerle
ilişkilendirilerek açıklanması istenilerek, 5271 sayılı CMK’nın 170 ve
174’üncü maddeleri uyarınca, iddianamenin Askerî Savcılığa iade
edilmesi sırasında, hâkimin tarafsızlığını şüpheye düşürecek biçimde
önceden görüş (kanaat) bildiren açıklamalarda bulunmaktan,
değerlendirme yapmaktan kaçınması gerekmesine rağmen, yukarıda
ayrıntılı bir biçimde açıklandığı üzere; maddi olayın sübutuna ve sanığın
iddianamede belirtilen eyleminin suç teşkil etmeyeceğine dair ihsası rey
oluşturacak biçimde delillerin değerlendirilmesi yapılarak, ardından, “ ...
Şüphelinin mahkememizce açıklanan tekâsülü dışında başka bir tekâsülü
yoksa kastının tamamen intihara yönelik olması sebebiyle kovuşturmaya
yer olmadığına dair karar verilmesi gerekirken iddianame tanzim edilmiş
olması ...” şeklinde, davanın esası hakkında önceden kesin yargı (hüküm)
niteliğinde bir kanaat açıklamasında bulunulmuş olması karşısında, artık
hâkimin tarafsızlığından söz edilemeyeceğinden, Askerî Savcının haklı
ve yerinde görülen hâkimin reddi isteminin, kanuna aykırı olarak
reddolunması suretiyle, Hâk.Kd.Yzb. M.K.’nın hükme katılmasının
sağlanması, 353 sayılı Kanun’un 207/3-C maddesine göre hukuka kesin
aykırılık oluşturduğundan, hükmün bozulmasına karar verilmesi
gerekmiştir.
2-Duruşmaya katılan Askerî Savcının kimliği konusunda tereddüt
bulunup bulunmadığı konusunda yapılan incelemede;
Tebliğnamede de belirtildiği gibi; gerekçeli hükmün başlık
kısmında Askerî Savcı olarak Hâk.Kd.Ütğm. E.A.’nın ismi yazılı
olmasına rağmen, kısa karar bölümünde Hâk.Kd.Yzb. V.Ç.’nin isminin
yazılı olduğu; duruşma tutanağının başlık kısmında da Askerî Savcı
olarak aynı şekilde Hâk.Kd.Ütğm.E.A.’nın, hüküm fıkrasında ise
Hâk.Yzb. V.Ç.’nin isminin yazılı bulunduğu görülmektedir. Duruşma
tutanağında her iki Askerî Savcının birden duruşmaya katıldıklarına
veya duruşma sırasında yer değiştirdiklerine dair bir kayıt yer
almadığından, duruşmaya hangi Askerî Savcının katıldığı, duruşmaya
katılan askerî savcının kimliği konusunda tereddüt oluşturan ve 5271
sayılı CMK’nın 232/2-(b) maddesine aykırılık teşkil eden bu durum da,
hükmün bozulmasını gerektirmiştir.
Usule ilişkin her iki bozma sebebi karşısında, davanın esası
hakkında bir inceleme ve değerlendirme yapılmamıştır.
334
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 34, 230, 223
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/66
K. No. : 2008/66
T.
: 17.4.2008
ÖZET
Hükmün gerekçesinin bulunmaması ya da yeterli
olmaması ile gösterilen gerekçenin dosyanın içeriğine uygun
düşüp düşmemesi ayrı ayrı hususlar olup, gösterilen
gerekçenin dosyanın içeriğine uygun düşmemesi hâlinde
hükmün esastan bozulması gerekir. Askerî mahkemenin
gerekçe yazış tarzına ve mantığına göre, iddianamede yer alan
113 kalem malzemeye, ATO fiyatları baz alındığında neden
fazla ödeme yapıldığının ayrıca tartışılmamış olması bozmayı
gerektirir bir noksanlık olarak görülmemiştir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; askerî mahkemenin sanıklar
hakkında tesis ettiği beraat hükümlerinin gerekçesinin, yeterli ve hukuka
uygun olup olmadığına ilişkindir.
Daire; askerî savcılığın iddianamede yer alan iddiaları, askerî
mahkemece gerekçeli hükümde hiç tartışılmadan, genel bazı ifadelerle
sanıklara atılı suçların unsurları itibarıyla oluşmadığının kabulünün,
Anayasanın 141/3, 5271 sayılı CMK’nın 34/1 ve 353 sayılı Kanun’un
207/3-G maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle beraat hükümlerini
bozarken,
Başsavcılık; askerî mahkemece, sanıklar hakkında atılı suçların
unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle verilen beraat hükümlerinin, yasal
olan zorunlu gerekçeyi ihtiva ettiği görüş ve düşüncesiyle Daire kararına
süresinde itiraz etmiştir.
Öncelikle bu konudaki yasal düzenlemeleri gözden
geçirdiğimizde;
T.C. Anayasasının 141/3 madde ve fıkrasında “Bütün
mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” ilkesine yer
verildiği,
335
Hüküm tarihinde askerî yargı yönünden de yürürlükte bulunan
5271 sayılı CMK’nın;
34/1’inci madde ve fıkrasında “Hâkim ve mahkemelerin her türlü
kararı, karşı oy dâhil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında
230’uncu madde göz önünde bulundurulur. Kararların örneklerinde karşı
oylar da gösterilir.”
230’uncu maddesinde;
“(1) Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde aşağıdaki hususlar
gösterilir.
a) İddia ve savunmada ileri sürülen görüşler.
b) Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan
ve reddedilen delillerin belirtilmesi;
c) Ulaşılan kanaat,
(2) Beraat hükmünün gerekçesinde, 223’üncü maddenin ikinci
fıkrasında belirtilen hâllerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi
gerekir. ...”
“223’üncü maddesinde;
(1) Duruşmanın sona erdiği açıklandıktan sonra hüküm verilir.
Beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirine
hükmedilmesi, davanın reddi ve düşmesi kararı hükümdür.
(2) Beraat kararı;
a) Yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması,
b) Yüklenen suçun hukuka aykırı fakat bağlayıcı emrin yerine
getirilmesi suretiyle veya zorunluluk hâli ya da cebir veya tehdit etkisiyle
işlenmesi,
c) Yüklenen suç açısından failin kast veya taksirinin
bulunmaması,
d) Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmesine rağmen, olayda
bir hukuka uygunluk nedeninin bulunması,
e) Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması,
Hâllerinde verilir. ...” hükümlerinin yer aldığı görülmektedir.
Askerî mahkemece gerekçeli hükümde; iddia, esas hakkındaki
mütalâa, sanıkların sorgu ve savunmaları, müdafiilerin savunmaları, tanık
beyanları, bilirkişilerin beyan ve raporları özetlenerek anlatıldıktan ve
yazılı belgeler sıralandıktan sonra, bu kararın 4 ilâ 13’üncü sayfalarına
aktarılan “Delillerin değerlendirilmesi ve kabul” bölümünde açıklanan
gerekçelerle, sanıklara atılı suçların unsurları oluşmadığından
beraatlerine, Hazine zararının takip ve tahsilinin takdir ve ifası için
kararın kesinleşmesini müteâkip ilgili evrak suretlerinin çıkartılarak
Eskişehir İl Muhakemat Müdürlüğüne gönderilmesine karar verilmiştir.
336
Askerî mahkeme; söz konusu beraat hükümlerini tesis ederken,
1’inci HİBM. K.lığı Muhammen Bedel Tespit Komisyonu başkan ve
üyesi olarak görev yapan sanıkların; alınacak malzemenin niteliği, tahsis
edilen ödeneğin miktarı ve tahsis tarihi dikkate alındığında, suç tarihinde
yürürlükte olan 2886 sayılı Devlet İhâle Kanunu’nun 51’inci maddesinin
(a) ve (c) bentlerine göre, ita amirinin onayını almak suretiyle pazarlık
usulüyle ihâle kararı almalarında ve buna göre ihâle dosyaları
hazırlamalarında bir usule aykırılık bulunmadığı, pazarlık usulü ile ihâle
yöntemini tercih eden sanıkların, zorunlu olmamasına rağmen yine de
Eskişehir Ticaret ve Sanayi Odası ile beşi Ankara’dan olmak üzere sekiz
firmadan piyasa araştırması yaptıkları ve ayrıca 2’şer yerde ilân
verilmesine dair ita amirinin onayını aldıkları, ihâlesi yapılan işin
aciliyeti ve zamanın yetersizliği nedeniyle Genelkurmay Başkanlığının
16.5.2001 tarihli emrinde belirtilen 10 ayrı makam ve merciiden
sorulmak suretiyle piyasa araştırması yapılmamasının, sanıkların kasta ve
kusura yönelik ceza sorumluluğunu belirleyici olamayacağı, keza
pazarlık usulü ile yapılacak bir ihâlede belirlenecek fiyatla, başka ihâle
yöntemiyle belirlenecek fiyatın mukayese edilerek kamu yararı ya da
zararının belirlenemeyeceği, bu nedenlerle 5237 sayılı TCK’nın 257/1-2
madde ve fıkralarında düzenlenen memuriyet görevini kötüye kullanmak
ve memuriyet görevini ihmal suçlarının unsurlarının oluşmadığı
gerekçelerine dayanmıştır. Gösterilen gerekçeler ile verilen hükümler
arasında herhangi bir çelişki bulunmamaktadır. Askerî mahkemenin
gerekçe yazış tarzına ve mantığına göre, iddianamede yer alan 113 kalem
malzemeye, Ankara Ticaret Odası fiyatları baz alındığında neden fazla
ödeme yapıldığının ayrıca tartışılmamış olması bozmayı gerektirir bir
noksanlık olarak görülmemiştir. Hükmün gerekçesinin bulunmaması ya
da yeterli olmaması ile gösterilen gerekçenin dosyanın içeriğine uygun
düşüp düşmemesi ayrı ayrı hususlar olup, gösterilen gerekçenin dosyanın
içeriğine uygun düşmemesi hâlinde hükmün esastan bozulması gerekir.
Açıklanan nedenlerle, askerî mahkemenin gösterdiği bu
gerekçeler 5271 sayılı CMK’nın 230/2 ve 223/2-c maddelerinde
öngörülen kriterleri taşıdığı sonucuna varıldığından, Askerî Yargıtay
Başsavcılığının itirazının kabulü ile Askerî Yargıtay 4’üncü Dairesinin
26.2.2008 tarihli, 2008/262-333 Esas ve Karar sayılı kararının
kaldırılmasına, temyiz incelemesine devam edilmek üzere dava
dosyasının anılan Daire Başkanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
337
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 52, 222
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/58
K. No. : 2008/87
T.
: 15.5.2008
ÖZET
1) Aynı birlikte görevli olan sanık için ayrı, tanıklar için
ayrı talimat yazılmak suretiyle, tanık beyanlarına karşı
sanığın kendisini savunma ve tanıklara soru sorma imkânı
ortadan kalktığı için savunma hakkının kısıtlandığının kabulü
gerekir.
2) Tanıkların bir arada dinlenmeleri hâlinde
birbirlerinden etkilenmeleri ya da çekinmeleri sebebiyle
gerçeği anlatmamaları ihtimali bulunduğundan, aradan uzun
zaman da geçse bu şekilde dinlenen tanıkların yeniden usulüne
uygun
şekilde
dinlenilmeleri
icap
eder.
Tanıkların
dinlenmesiyle ilgili söz konusu kural, kamu düzenine ilişkin
bir usul hukuku düzenlemesi olduğundan, mutlaka uyulması
gerekir. Bu tanıkların, mevcut adreslerinde bulunamaması
hâlinde önceki ifadelerinin okunulması ile yetinilmesine,
önceki ifadeleri yoksa tanıklıklarından vazgeçilmesine karar
verilebileceği kuşkusuzdur.
3) Tanığın istinabe ifadesi okunurken, istinabe duruşma
tutanağının tarih ve sayısının askerî mahkeme duruşma
tutanağına
yanlış
yazılması
maddi
hata
olarak
değerlendirilmelidir.
Daire ile askerî mahkeme arasında ortaya çıkan ve Daireler
Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık;
1) Aynı birlikte görevli sanık için ayrı, tanıklar için ayrı talimat
yazılması nedeniyle aynı oturumda dinlenilmemeleri konusunun
savunma hakkını kısıtlayıp kısıtlamadığına,
2) İstinabe mahkemesince tanıkların CMK’nın 52/1’inci maddesine
uygun şekilde dinlenildiğine dair duruşma tutanağında bir tespit
338
bulunmamasına rağmen, usulüne uygun şekilde dinlenildiklerinin kabul
edilip edilmeyeceğine,
3) 3.11.2004 tarihli ve 2004/327 sayılı talimat duruşma tutanağı ile
ifadesi alınan tanık F.E.’nin askerî mahkemede ifadesi okunurken,
“1.11.2004 tarihli ve 2004/329 Tal. sayılı istinabe tutanağıyla tespit
edilen yeminli ifadesi okundu” denilmesi nedeniyle bu konuda kuşku
yaratılıp yaratılmadığına, ilişkindir.
Daire; aynı birlikte görevli sanık için ayrı, tanıklar için ayrı talimat
yazılmak suretiyle sanığın savunma hakkının kısıtlandığı, tanıklar S.Ö.,
İ.Ö., O.B. ve R.K.’nın bir arada dinlendiği, tanık F.E.’nin istinabe
mahkemesince alınan ifadesi okunurken kuşku yaratıldığı, gerekçeleriyle
beraat hükmünü usul yönünden hukuka aykırılık nedeniyle bozarken,
Askerî mahkeme; ilk bozmadan sonra tanık ifadeleri gönderilerek
sanıktan ne diyeceğinin sorulduğu, hakkında beraat kararı verilen sanığın
savunma hakkının kısıtlandığından bahsedilemeyeceği, sanığın da böyle
bir savunmasının bulunmadığı, tanıkların bir arada dinlenildiğine dair bir
tespitin bulunmadığı, yorum yoluyla bu sonuca varıldığı, bu aşamadan
sonra tanıkların tek tek ifadelerinin alınıp, bu ifadelere karşı sanıktan ne
diyeceğinin sorulmasının yargı faaliyetine bir şey katmayıp, yargılamayı
uzatacağı, bu usulü eksikliklerin esasa ve neticeye bir etkisi olmadığı
gerekçeleriyle beraat hükmünde direnmiştir.
1- Sanığın savunma hakkının kısıtlanıp kısıtlanmadığına ilişkin
inceleme;
İlk başlangıçta aynı birlikte görevli olan sanık için ayrı, tanıklar
için ayrı talimat yazılmak suretiyle, tanık beyanlarına karşı sanığın
kendisini savunma ve tanıklara soru sorma imkânı ortadan kalktığı için
savunma hakkının kısıtlandığının kabulü gerekir. Nitekim askerî
mahkeme de ilk bozmadan sonra bunu kabul edip, tanık beyanlarını
talimata eklemek suretiyle bu beyanlara karşı sanığın savunmasını
almıştır. Askerî mahkemece, hakkında beraat kararı verdiği sanığın
savunma hakkının kısıtlandığının düşünülemeyeceği ileri sürülmüş ise
de; askerî savcı tarafından, sadece sanık lehine olan usul kurallarına
aykırılık nedeniyle değil, sübuta yönelik sanık aleyhine de temyize
gelindiğinden askerî mahkemenin bu görüşü hukuka uygun
bulunmamıştır. Ancak direnmeye ilişkin beraat hükmünün aşağıda izah
edildiği şekilde tanıkların usulüne uygun şekilde dinlenmemesi nedeni ile
bozulmasından sonra, bozmaya karşı sanığın sorgu ve savunması
alınırken duruşmadan bağışık tutulmasını talep etmesi ve devam eden
duruşmaları takip etmemesi hâlinde yeniden dinlenecek tanık beyanlarına
339
karşı ne diyeceğinin sorulmasına mevcut usul yasası yönünden gerek
görülmemiştir.
Tanık F.E.’nin istinabe ifadesi okunurken, istinabe duruşma
tutanağının tarih ve sayısının askerî mahkeme duruşma tutanağına yanlış
yazılması ise maddi hata olarak değerlendirilip bozma nedeni olarak
kabul edilmemiştir.
2- Tanıkların usulüne uygun olarak dinlenip dinlenmediğine ilişkin
inceleme;
Askerî mahkemece tanıklar İ.Ö., S.Ö., O.B. ve R.K.’nın
dinlenmelerine dair yazılan talimat üzerine, Özalp Asliye Ceza
Mahkemesince düzenlenen 1.11.2004 tarihli ve 2004/329 Tal. sayılı
istinabe duruşma tutanağının, “Belli gün ve saatte duruşmaya mahsus
salonda celse açıldı. Tanık yoklaması yapıldı, tanıkların hazır olduğu
anlaşıldı, başka gelen yok, açık yargılamaya devam olundu” şeklinde
başlayıp, ardından sırayla tanıklar S.Ö., İ.Ö., O.B. ve R.K.’nın kimliğinin
ve ifadesinin tespit edildiği, tanık yoklamasından sonra tanıkların
duruşma salonundan dışarı çıkarıldığına, keza sırası gelen tanığın
duruşma salonuna alındığına dair bir tespitin duruşma tutanağında yer
almadığı görülmektedir.
353 sayılı Kanun’un mülga 178’nci maddesinin “Tutanak
duruşmada geçen bütün vakaları ... kapsar; ve duruşmada yargılama
usulünün esaslı kurallarına uyulduğunu da açıkça gösterir.” hükmünü,
mülga CMUK’un 226/1’inci maddesinin “Tutanak kısaca duruşmanın
cereyanı ile neticelerini ve muamele usulünün esaslı merasimine riayet
olunduğunu vuzuhla gösterir.” hükmünü, CMK’nın 222/1’inci maddesi
ise “Duruşmanın nasıl yapıldığı kanunda belirtilen usul ve esaslara uygun
olarak yapılıp yapılmadığı, ancak tutanakla ispat olunabilir. Tutanağa
karşı sahtecilik iddiası yöneltilebilir.” hükmünü içerdiği dikkate
alındığında, tanıkların yukarıda izah edildiği şekilde dinlenilmeleri; gerek
1.11.2004 tarihinde yürürlükte olan 353 sayılı Kanun’un 61’inci
maddesinin atıfta bulunduğu CMUK’un 54/1’inci maddesindeki “Her
tanık, ayrı ayrı ve sonradan dinlenecek tanıklar yanında bulunmaksızın
dinlenir.” hükmüne, gerekse 5.10.2006 tarihinden itibaren yürürlükte
olan 353 sayılı Kanun’un Ek-1’inci maddesindeki genel atıf nedeniyle
yürürlükte olan CMK’nın aynı mahiyetteki 52/1’inci maddesi hükmüne
aykırılık teşkil etmektedir.
Nitekim benzer bir dava dosyasında Askerî Yargıtay Daireler
Kurulu; 28.12.2006 tarihli, 2006/183-183 Esas ve Karar sayılı kararı;
yazılan talimat üzerine ifadeleri istinabe suretiyle saptanan tanıkların
ifadelerinin yer aldığı “... Duruşma tutanağı incelendiğinde; tanıkların
340
duruşmaya gelip gelmediklerinin tespitinden sonra duruşma salonundan
çıkarılıp, ifadelerinin; her birinin ayrı ayrı ve sonraki tanıklar yanında
bulunmaksızın tespit edildiğine dair bir kaydın duruşma tutanağında yer
almadığı görülmektedir. ... CMK’nın 221 ve 222’nci maddelerinin amir
hükümlerine göre, her bir tanığın ayrı ayrı ve sonraki tanıklar yanında
olmaksızın dinlenilmesi gerektiğine ilişkin olan usulün temel kuralına
(CMK Md. 52) uyulduğunun duruşma tutanağında mutlaka belirtilmesi
gerekmektedir. Zira, duruşmanın kanunda belirtilen usul ve kurallara
uygun olarak yapılıp yapılmadığı konusu ancak duruşma tutanağı ile
ispat olunabilecektir. Bu itibarla, askerî mahkemenin, istinabe suretiyle
dinlenmiş bulunan dört tanığın usulüne uygun olarak ayrı ayrı dinlenmiş
olduğunu kabul ederek ... direnmesi yerinde görülmemiştir.” şeklindedir.
Tebliğnamede de işaret edildiği üzere, tanıkların bir arada
dinlenmeleri hâlinde birbirlerinden etkilenmeleri ya da çekinmeleri
sebebiyle gerçeği anlatmamaları ihtimali bulunduğundan, aradan uzun
zaman da geçse bu şekilde dinlenen tanıkların yeniden usulüne uygun
şekilde dinlenilmeleri icap eder, tanıkların dinlenmesiyle ilgili söz
konusu kural, kamu düzenine ilişkin bir usul hukuku düzenlemesi
olduğundan, mutlaka uyulması gerekir. Bu tanıkların, mevcut
adreslerinde bulunamaması hâlinde önceki ifadelerinin okunulması ile
yetinilmesine, önceki ifadeleri yoksa tanıklıklarından vazgeçilmesine
karar verilebileceği kuşkusuzdur.
Açıklanan nedenlerle, askerî mahkemenin; tanıklar İ.Ö., S.Ö., O.B.
ve R.K.’nın, usulüne uygun şekilde dinlenildiklerine dair bir tespitin
istinabe duruşma tutanağında yer almamasının, bu tanıkların usule aykırı
olarak dinlenildiğini göstermeyeceğine ve bozma sebebi sayılmaması
gerektiğine dair direnme gerekçeleri hukuka uygun ve isabetli
bulunmadığından, sanık hakkında direnilmek suretiyle verilen 1.3.2007
tarihli, 2007/306-69 Esas ve Karar sayılı beraat hükmünün, askerî
savcının temyizine atfen ve resen tebliğnamedeki görüş doğrultusunda
bozulmasına karar verilmiştir.
341
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 147, 150, 156
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/4
K. No. : 2008/4
T.
: 3.1.2008
ÖZET
Sanığın istinabe yoluyla alınan sorgu ve savunmasında,
savunmasını müdafi huzurunda yapmak istediğini beyan
etmesi üzerine müdafi görevlendirilmesi, sanığın isteğine bağlı
ve sadece istinabe duruşmasına mahsus olarak yapılan bir
müdafi tayini işlemi olup, daha sonra sanığın bu talebinden
vazgeçmesine yasal bir engel bulunmadığından, ikinci istinabe
duruşmasında müdafi istemediğine dair beyanının, önceki
müdafi
talebinden
vazgeçtiği
şeklinde
anlaşılması
gerektiğinden
ve
esasen
kendisine
baro
tarafından
görevlendirilecek bir avukatın yardımından ücretsiz olarak
yararlanabileceğinin hatırlatılmış olması ve dava konusu
olayda müdafi görevlendirilmesi zorunluluğunun mevcut
olmaması karşısında, askerî mahkemece kendisine yerel
barodan bir müdafi istenmemesinde hukuka aykırı bir durum
bulunmamaktadır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; askerî mahkemece, barodan sanık
için müdafi istenmesinin gerekip gerekmeyeceği, dolayısıyla sanığın
savunma hakkının kısıtlanıp kısıtlanmadığı konusuna ilişkindir.
Daire; sanığın, istinabe mahkemesindeki 6.11.2006 tarihli ilk sorgu
ve savunmasını müdafi huzurunda yapması üzerine, daha sonra
kovuşturmayı yürüten askerî mahkemece, sanık için yerel barodan bir
müdafi istenmemesinin ya da sanığın istinabe mahkemesindeki 17.1.2007
tarihli ikinci sorgu ve savunmasında müdafi talebinde bulunmaması
üzerine, en azından sanığın müdafi isteyip istemediği hususunun kesin
olarak belirlenmemesinin savunma hakkının kısıtlanması sonucunu
doğurduğunu kabul ederek hükmü bozarken,
342
Başsavcılık; sanığın, istinabe mahkemesindeki 15.1.2007 tarihli
ikinci sorgu ve savunmasında, müdafi istemediğini açıkça beyan etmiş
olması nedeniyle, askerî mahkemece sanık için müdafi talebinde
bulunulmamasının yasaya aykırı bir yönünün olmadığını ileri
sürmektedir.
Dosya içeriğine göre, sanığın sorgu ve savunmasının, iki kez
yazılan istinabe talimatı uyarınca, Karahâllı Asliye Ceza Mahkemesince
yasal hakları hatırlatılmak suretiyle 6.11.2006 ve 17.1.2007 tarihlerinde
olmak üzere iki kez tespit edildiği ve buna ilişkin tutanakların 7.3.2007
tarihli duruşmada ayrı ayrı okunup yargılamaya devamla hüküm
kurulduğu görülmektedir.
Şüpheli veya sanığın ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi ile
ilgili yasal düzenlemelere baktığımızda, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun;
İfade ve sorgunun tarzı başlığını taşıyan 147/1-c madde ve
bendinde; “Müdafi seçme hakkının bulunduğu ve onun hukukî
yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır
bulunabileceği, kendisine bildirilir. Müdafi seçecek durumda olmadığı ve
müdafii yardımından faydalanmak istediği takdirde, kendisine baro
tarafından bir müdafi görevlendirilir.”
Müdafiin görevlendirilmesi başlığını taşıyan 150’nci maddesinin
ilk hâlinde “(1) Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda
olmadığını beyan ederse, istemi hâlinde bir müdafi görevlendirilir.
(2) Şüpheli veya sanık on sekiz yaşını doldurmamış ya da sağır
veya dilsiz veya kendisini savunacak derecede malûl olur ve bir müdafii
de bulunmazsa istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
(3) Üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan
dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda ikinci fıkra hükmü
uygulanır.”
150’nci maddenin, 6.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Kanun’un 21’inci
maddesiyle yapılan değişiklikten sonraki hâlinde; “(1) Şüpheli veya
sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık müdafi
seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi hâlinde bir müdafi
görevlendirilir.
(2) Müdafi bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini
savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi
aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan
dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.
343
(4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar
Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikte belirlenir.”
Müdafiin görevlendirilmesi başlığını taşıyan 156’ncı maddesinde;
“(1) 150’nci maddede yazılı olan hâllerde, müdafi;
a) Soruşturma evresinde, ifadeyi alan merciin veya sorguyu yapan
hâkimin istemi üzerine,
b) Kovuşturma evresinde, mahkemenin istemi üzerine,
Baro tarafından görevlendirilir.
(2) Yukarıda belirtilen hâllerde müdafi soruşturmanın veya
kovuşturmanın yapıldığı yer barosunca görevlendirilir.” hükümlerinin,
Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin
Görevlendirilmeleri ile Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin
Yönetmeliğin;
7’nci maddesinde; “(1) Müdafi veya vekilin görevi:
a) ....
b) Kovuşturma evresinde; yargılamanın yapıldığı il veya ilçe
dışında yargılamayı gerektirir görevsizlik veya yetkisizlik kararı, esasa
ilişkin hükmün kesinleşmesi ya da davanın nakline karar verilmesi,
........ hâllerinde sona erer.
(2) Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince soruşturma ve
kovuşturma makamlarının talebi üzerine görevlendirilen müdafi veya
vekil azledilemez.”
10’uncu maddesinin 10’uncu fıkrasında; “Cumhuriyet savcılığı
veya mahkemenin talebi üzerine istinabe işlemi sırasında görevlendirilen
müdafi veya vekile tarifede yazılı ücretin yarısı ödenir.” hükümlerinin,
Yer aldığı görülmektedir.
150’nci maddeye ilişkin Hükümet Tasarısı Gerekçesinde “Madde,
ceza soruşturmasında veya davasında avukat atanmasıyla ilgili temel
esasları içermektedir. Aslında ceza davasında bir avukattan
yararlanabilmesi temel bir haktır. Ancak bunun sağlanması, ülkenin
koşullarıyla orantılıdır.
Maddeye göre avukatın seçilmesi ve atanması şüpheli veya sanığın
iradesine bağlıdır. Ancak adı geçenler bu seçimi yapabilecek durumda
değillerse, istemleri hâlinde kendilerine 156’ncı madde uyarınca avukat
seçilir ve atanır.
İkinci fıkra zorunlu olarak avukat atanmasını gerektiren hâlleri
göstermektedir. Bunlar şüpheli veya sanığın;
1) On sekiz yaşını doldurmamış,
2) Sağır veya dilsiz,
3) Kendisini savunamayacak derecede malul olmasıdır.
344
Bu kişilerin avukatı yoksa bunlara istemleri aranmaksızın avukat
atanacaktır.”
Şeklinde açıklamalar yapılmış,
Maddenin Komisyon Gerekçesinde de; “Tasarının 150’inci
maddesi, başlığı ‘Müdafiin görevlendirilmesi’ şeklinde değiştirilmek,
maddeye üçüncü fıkra olarak, belli bir cezanın üzerindeki suçlarda
zorunlu müdafiliği öngören bir düzenleme eklenmek suretiyle kabul
edilmiştir.” denilmiştir.
5560 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde; “... Geçen zaman
içerisinde yukarıda bahsedilen kanunların (5271 sayılı CMK dâhil)
uygulanmasında bazı maddeler yönünden tereddütlerin oluştuğu, farklı
uygulamaların yapıldığı, uygulama birliği sağlayacak Yargıtay
içtihatlarının da henüz oluşmadığı görülmüştür.
İşte kanun teklifiyle, yukarıda bahsedilen hususlarda ortaya çıkan
tereddütlerin giderilmesi ve ihtiyaçların karşılanması amaçlanmıştır.”
denildikten sonra,
5271 sayılı CMK’nın 150’nci maddesinin değiştirilmesiyle ilgili
madde gerekçesinde; “Maddenin birinci fıkrası uygulamada şüpheli veya
sanığın müdafisi bulunup bulunmadığı ve müdafi seçebilecek durumda
olup olmadığına bakılmaksızın kendilerine müdafi tayin edilmesi yoluna
gidilmesi göz önünde bulundurularak, öncelikle, şüpheli veya sanıktan
kendisine bir müdafi seçmesinin isteneceğine ilişkin açık düzenleme
yapılmış, şüpheli veya sanığın müdafi seçebilecek durumda olmadığını
beyan etmeleri hâlinde ise, bu konuda talepte bulunmaları şartıyla,
müdafi görevlendirileceği hüküm altına alınmıştır.
İkinci fıkrası ise, 5237 sayılı Kanunla uyum sağlamak amacıyla
değiştirilmiştir.
Üçüncü fıkrada yapılan değişiklikle, istem aranmaksızın müdafi
görevlendirilmesi uygulamasının etken hâle getirilmesi amaçlanmıştır.
Birinci fıkraya göre, anılan fıkrada öngörülen şartların gerçekleşmesi
kaydıyla, herhangi bir ceza sınırlamasına tabi olmaksızın müdafi
görevlendirilmesi ise, her zaman mümkündür.
Maddeye eklenen dördüncü fıkra, Türkiye Barolar Birliğinin
görüşü alınmak suretiyle Adalet Bakanlığı tarafından yönetmelik
çıkarılmasını öngörmektedir. Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar
yönetmelikte gösterilecektir. Söz konusu yönetmelikte zorunlu vekillikle
ilgili düzenlemelere de yer verilecektir.” şeklinde açıklamalar yapılmıştır.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 150’nci maddesinin
gerek ilk hâli, gerek 5560 sayılı kanunla yapılan değişiklikten sonraki
hâli, gerekse bunlara ilişkin gerekçeler birlikte dikkate alındığında;
345
maddenin birinci fıkrasında, şüpheli veya sanığın müdafi seçebilecek
durumda olmadığını beyan etmesi ve istemde bulunması hâlinde (Aynı
Kanun’un 156’ncı maddesine göre, kovuşturma evresinde mahkemenin
istemi üzerine, kovuşturmanın yapıldığı yer barosunca) bir müdafi tayin
edileceği, ikinci ve üçüncü fıkralarında sayılan hâllerde ise şüpheli veya
sanığın istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirileceği öngörülmüştür.
Sanığın, yaşı, sağlık durumu ve hakkında isnat olunan suçun bir
aydan bir yıla kadar hapis cezasını gerektirdiği dikkate alındığında,
hukukî durumunun 5271 sayılı Kanun’un 150/1’inci madde ve fıkrası
kapsamına girdiği konusunda tereddüt bulunmamaktadır.
5271 sayılı CMK’nın 156/1, 2; 150/4’üncü maddeleriyle,
Yönetmeliğin 7/1-b ve 10/10’uncu maddeleri birlikte ele alınıp
değerlendirildiğinde de; kovuşturma evresinde müdafiin, mahkemenin
istemi üzerine kovuşturmanın yapıldığı yer barosu tarafından
görevlendirileceği, yargılamanın yapıldığı il veya ilçe dışında
yargılamayı gerektirir şekilde görevsizlik, yetkisizlik kararı ya da
davanın nakline karar verilmesi hâlinde müdafiin görevinin sona ereceği,
keza istinabe işlemi sırasında görevlendirilen müdafiin görevinin de o
işlemle sınırlı olduğu anlaşılmaktadır.
Sanığın, Karahâllı Asliye Ceza Mahkemesinde istinabe yoluyla
alınan 6.11.2006 tarihli sorgu ve savunmasında; savunmasını müdafii
huzurunda yapmak istediğini beyan etmesi üzerine, anılan Mahkemece
duruşma salonu dışında hazır bulunan Uşak Barosu avukatlarından Av.
R.T.’nin huzura alınıp müdafi olarak görevlendirilmesi; sanığın isteğine
bağlı ve sadece istinabe duruşmasına mahsus olarak yapılan bir müdafi
tayini işlemi olup, daha sonra sanığın bu talebinden vazgeçmesine yasal
bir engel bulunmadığından, 17.1.2007 tarihli ikinci istinabe
duruşmasında; müdafi istemediğine dair beyanının, önceki müdafi
talebinden vazgeçtiği şeklinde anlaşılması gerekir. Keza sanığın müdafi
talebinden vazgeçtiği tarihte askerî mahkemece yerel barodan henüz bir
müdafi istenmediği için, bu vazgeçme azil anlamına da gelmeyecektir.
Nitekim, 1412 sayılı CMUK’un yürürlükte olduğu dönemde, 5271
sayılı CMK’nın 150/1, 2’nci madde ve fıkralarına benzer hükümler
içeren 138’nci maddesinin uygulanmasıyla ilgili olarak,Yargıtay Ceza
Genel Kurulunun 14.12.1999/5-300; 312 tarihli, Esas ve Karar sayılı
kararında “3842 sayılı Yasa ile değişik CYUY’nin 138’nci maddesi
gereğince, Baroca görevlendirilen müdafilerin bu görevleri, sanığın
avukat istemediğine ilişkin bildirimi de nazara alındığında, 18 yaşını
bitirmesi ile sona ermiştir. Baroca görevlendirilen müdafilere verilmiş bir
vekâletname dosyada mevcut değildir. Bu nedenle, davada sıfatı olmayan
346
avukatın süresinden sonra yaptığı temyiz isteği üzerine temyiz incelemesi
yapılması olanaksızdır.” denilmiştir.
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 6’ncı maddesinde; her sanığın
kendini savunmak veya kendi seçeceği bir müdafi tayin için malî
imkânlardan mahrum bulunuyor ve adaletin yararı gerektiriyorsa,
mahkeme tarafından tayin edilecek bir avukatın yardımından ücretsiz
yararlanma hakkına sahip olduğu düzenlemesi yer almaktadır.
Açıklanan nedenlerle; sanığın 17.1.2007 tarihli istinabe
duruşmasında, müdafi istemediğini beyan etmekle önceki müdafi
talebinden vazgeçtiği, askerî mahkemece kendisine yerel barodan bir
müdafi istenmemesinde hukuka aykırı bir durumun bulunmadığı ve
esasen kendisine baro tarafından görevlendirilecek bir avukatın
yardımından ücretsiz olarak yararlanabileceğinin hatırlatılmış olduğu ve
dava konusu olayda “adaletin yararı” için mahkemece müdafi
görevlendirilmesi zorunluluğunun mevcut olmadığı sonucuna
varıldığından, Askerî Yargıtay Başsavcılığının bu doğrultudaki itirazının
kabulü ile Daire kararının kaldırılmasına, temyiz incelemesine devam
edilmek üzere dava dosyasının Daireye iadesine karar verilmiştir.
347
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 147
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/27
K. No. : 2008/27
T.
: 28.2.2008
ÖZET
Bir başka suçundan dolayı kapalı ceza evinde hükümlü
bulunan ve resmî yazı ile celp edilmesi üzerine bu kurum
yetkilileri tarafından duruşma günü istinabe mahkemesine
gönderilmiş olan ve 5271 sayılı CMK’nın 147/1-a maddesi
hükmü gereğince kimliğine ilişkin soruları doğru olarak
cevaplandırmakla yükümlü bulunan sanığa, duruşmanın
başlangıcında kimliği ile ilgili çelişkili beyanda bulunması
üzerine, bu yükümlülüğü hatırlatılmaksızın, keza duruşmada
hazır bulundurulan kişinin yargılanan sanık olup olmadığı
konusundaki kuşkunun giderilmesine yönelik olarak kapalı
cezaevindeki kayıtlara göre gerekli araştırma yapılmak ve
talimat evrakındaki kimlik bilgileri karşılaştırılmak suretiyle,
huzurdaki kişinin sanık olduğunun belirlenmesi hâlinde,
kimliği konusunda çelişkili beyanda bulunmasına rağmen,
kimlik tespitinin evrak üzerinden yapılarak ve talimat gereği
olarak bozma ilamı da sanığa tebliğ edilip bozmaya karşı
diyeceklerinin tespiti ile talimatın ikmal edilmesi gerekirken,
bu hususların yerine getirilmediğine ilişkin istinabe tutanağına
itibarla, başka bir suçtan ceza evinde hükümlü olduğu bilinen
sanık hakkında uygulanma olanağı bulunmayan 353 sayılı
Kanun’un 227/Son maddesi gereğince yargılamaya devam
olunarak hakkında mahkûmiyet hükmü kurulması, sanığın
savunma hakkının kısıtlanmasına neden olduğundan, usul
yönünden kanuna aykırılık teşkil etmektedir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; hükmün usul yönünden hukuka
aykırı olarak kurulmuş olup olmadığına ilişkindir.
348
Daire; istinabe mahkemesinin talimatı üzerine duruşmada hazır
bulundurulan ve kimlik bilgileri konusunda tereddüt bulunmayan sanığın,
kimlik bilgileri konusunda farklı beyanlarda bulunmak suretiyle, açık
olarak ifade etmemiş olmakla birlikte savunma yapmaktan kaçındığının
kabulü ile söz konusu eksikliğin bozmayı gerektirir nitelikte olmadığını
kabul ederken;
Başsavcılık; istinabe mahkemesince, sanığın kimlik tespitinin
hukuka uygun olarak yapılmadığını, keza sanığın; bozma ilamına karşı
beyanı tespit edilmeksizin ve istinabe mahkemesine getirilen kişinin
gerçekten sanık olup olmadığı dahi aydınlatılmaksızın yargılamaya
devam edilmesinin savunma hakkının kısıtlanmasına yol açtığını, bu
itibarla, somut olayda uygulama yeri bulunmayan 353 sayılı Kanun’un
227/Son maddesi gereğince yargılamaya devam olunarak kurulan
mahkûmiyet hükmünün usul hatası nedeniyle hukuka aykırı olduğunu
ileri sürerek Daire kararına itiraz etmiştir.
Askerî Yargıtay bozma ilamının tebliği ile diyeceklerinin tespiti
amacıyla askerî mahkemece yazılan talimat üzerine, Hatay 3’üncü Asliye
Ceza Mahkemesinde icra edilen 17.7.2006 tarihli istinabe duruşmasında,
sanığın kimlik bilgileri ile ilgili olarak tutarlı açıklama yapmaması
nedeniyle, duruşmaya son verilip talimatın bilâ ikmal mahâlline iadesine
karar alındığı, askerî mahkemece de, 1.8.2006 tarihli duruşmada, sözü
edilen talimatın iade edilmiş olduğu belirtilerek, dosya üzerinden sanığın
kimliğinin tespit edilip, 353 sayılı Kanun’un 227/Son maddesi gereğince,
sorgu ve savunmasının tespit edilemediği ve mahkemece de huzuruna
gerek görülmediği açıklandıktan sonra, sanık hakkındaki duruşmalara
yokluğunda devam edilmesine karar verilerek, bozma ilamı karşısında
savunması yerine geçmek üzere dosyadaki ifadeleri okunmak, askerî
savcının da bozma ilamına karşı diyecekleri tespit edilmek suretiyle
bozma ilamına uyulmasına karar alınıp yargılamaya devamla sanık
hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmuş ise de;
Bir başka suçundan dolayı Hatay Kapalı Ceza Evinde hükümlü
bulunan ve resmî yazı ile celp edilmesi üzerine bu Kurum yetkilileri
tarafından duruşma günü Hatay Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmiş
olan ve 5271 sayılı CMK’nın 147/1-a maddesi hükmü gereğince
kimliğine ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmakla yükümlü
bulunan sanığa, duruşmanın başlangıcında, kimliği ile ilgili çelişkili
beyanda bulunması üzerine, bu yükümlülüğü hatırlatılmaksızın, keza,
duruşmada hazır bulundurulan kişinin yargılanan sanık olup olmadığı
konusundaki kuşkunun giderilmesine yönelik olarak Hatay Kapalı Ceza
Evindeki kayıtlara göre gerekli araştırma yapılmak ve talimat
349
evrakındaki kimlik bilgileri karşılaştırılmak suretiyle, huzurdaki kişinin
sanık olduğunun belirlenmesi hâlinde, kimliği konusunda çelişkili
beyanda bulunmasına rağmen, kimlik tespitinin evrak üzerinden
yapılarak ve talimat gereği olarak bozma ilamı da sanığa tebliğ edilip
bozmaya karşı diyeceklerinin tespiti ile talimatın ikmal edilmesi
gerekirken, bu hususların yerine getirilmediğine ilişkin istinabe
tutanağına itibarla, başka bir suçtan ceza evinde hükümlü olduğu bilinen
sanık hakkında uygulanma olanağı bulunmayan 353 sayılı Kanun’un
227/Son maddesi gereğince yargılamaya devam olunarak hakkında
mahkûmiyet hükmü kurulması, sanığın savunma hakkının kısıtlanmasına
neden olduğundan, Başsavcılığın aynı yöndeki itirazının kabulü ile,
Dairenin düzeltilerek onama kararının kaldırılmasına, sanığın temyizine
atfen ve resen usul yönünden kanuna aykırı bulunan hükmün, 353 sayılı
Kanun’un 221/1’inci maddesi gereğince bozulmasına karar verilmiştir.
350
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 150
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/20
K. No. : 2008/20
T.
: 21.2.2008
ÖZET
1) 5530 sayılı Kanun ile değişik 353 sayılı Kanun Ek
Madde 1 ile 5271 sayılı CMK’ya yapılan atfın, CMK’nın
150’nci maddesinin tamamını ve bu madde uyarınca çıkarılan
Yönetmeliği (Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve
Vekillerin Görevlendirilmesi ile Yapılacak Ödemelerin Usul ve
Esaslarına İlişkin Yönetmelik) de kapsamaktadır.
2) Sanığın kendi isteği ile müdafi talebinden vazgeçtiği,
atılı suçla ilgili yürütülen soruşturma ve kovuşturma işlemleri
ile sanığa atılı fiil ve suç vasfı dikkate alındığında, adaletin
selâmetinin
askerî
mahkemece
yeni
bir
müdafi
görevlendirilmesini gerektirmediği sonucuna varıldığından,
Askerî Yargıtay Başsavcılığınca, mahkûmiyeti hâlinde müdafi
ücretinin kendisinden alınacağına dair sanıktaki bilginin
yanlış olduğu konusunda kendisine açıklama yapılmamış
olmasının savunma hakkını ihlâl ettiği gerekçesiyle yapılan
itiraz, yerinde görülmemiştir.
3) Daireler Kurulunca, Başsavcılığın usule ilişkin itirazına
bağlı kalmaksızın, hüküm; sübut, vasıf, takdir ve uygulama
yönlerinden de incelenebilecektir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın talebi üzerine askerî
mahkemece tayin edilen müdafie ödenecek ücret ile ilgili olarak,
mahkûmiyet hâlinde sanığa rücu edilip edilemeyeceği konusunda sanığın
aydınlatılmamasının savunma hakkını kısıtlayıp kısıtlamadığı konusuna
ilişkin ise de;
A- İtiraz aşamasında, 8.2.2008 tarihli ve 26781 sayılı Resmî
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı “Temel Ceza
Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı
351
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 562’nci maddesiyle,
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231’inci maddesinin 5 ve
14’üncü fıkralarında değişiklik yapılarak “Hükmün açıklanmasının geri
bırakılması” müessesesinin uygulama alanının genişletilmesi ve dava
dosyasının da bu kapsamda görülmesi üzerine, kurulda, “Bu değişikliğe
göre dava dosyasının mahkemesince takdir ve değerlendirilmesi
açısından, Askerî Yargıtayca hiçbir inceleme yapılmaksızın hükmün
öncelikle bu yönden bozulması” gerektiğine dair görüş ileri sürmesi
karşısında, bu konuda yapılan inceleme ve müzakere sonucunda;
5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesiyle değişik, 5271 sayılı
CMK’nın 231’inci maddesinin 5-14 fıkralarında düzenlenen “Hükmün
açıklanmasının geri bırakılması” müessesesinin; Ceza Muhakemesi
Kanununda düzenlenmiş olmasına rağmen, mülga 647 sayılı Kanun’un
6’ncı maddesinde düzenlenen “Cezaların ertelenmesi” müessesesine
kısmen benzediği, madde içeriği ve sonuçları itibarıyla kişi özgürlüğü ile
doğrudan ilişkili bulunduğundan, maddî ceza hukukunu da ilgilendiren
bir müessese olduğu, bu nedenle CMK’nın 231’nci maddesinin 14’üncü
fıkrasında belirtilen suçların haricinde kalan bir suçtan dolayı, 8.2.2008
tarihinden önce askerî mahkemelerce tesis olunan, sonuç olarak iki yıl
veya daha az hapis veya adlî para cezasına ilişkin mahkûmiyet
hükümlerinin temyiz edilmesi hâlinde, Askerî Yargıtayca yapılacak
temyiz incelemesinin her yönden (Görev, usul, sübut, vasıf, takdir,
uygulama yönlerinden) yapılması gerektiği, örneğin; askerî mahkemece
görevsizlik kararı verilmesi gereken bir davada görevsizlik dışında bir
hüküm kurulmuşsa, usul hukukuna ilişkin mutlak bozma sebebi sayılan
kurallara aykırı davranılmışsa, mahkûmiyet için yeterli delil olmadığı
veya zamanaşımı söz konusu olduğu hâlde mahkûmiyet kararı verilmişse,
suç vasfı yanlış belirlenmişse ya da ceza tayin edilirken sanığın kişiliğine
ve dosya içeriğine uygun düşmeyecek şekilde ve derecede ceza tayin
edilmişse, Askerî Yargıtayca hükmün öncelikle bu yönlerden bozulacağı
kuşkusuzdur. Bu itibarla, temyiz incelemesi sırasında, CMK’nın 231’inci
maddesinde yapılan söz konusu değişiklikten önce kurulmuş olan iki yıl
veya daha az hapis ya da adlî para cezasına ilişkin mahkûmiyet
hükümlerinde usul, sübut, vasıf, takdir ve uygulama yönlerinden bir
isabetsizliğin görülmemesi hâlinde, bu aşamada gündeme gelen
“Hükmün açıklanmasının geri bırakılması” konusunun takdir ve
değerlendirilmesinin, hüküm mahkemesince yapılabilmesi bakımından,
hükmün bozulması gerekeceği sonucuna varıldığından, ileri sürülen söz
konusu usul meselesi; kuruldaki bazı Üyelerin “İşin esasına girilmeden,
hükmün CMK’nın 231’inci maddesinde yapılan değişiklik karşısında,
352
hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusunun mahkemesince
teemmülü bakımından, hükmün öncelikle bu yönden bozulması”
gerektiğine ilişkin karşı görüşleri nedeniyle bu şekilde aşıldıktan sonra
sürdürülen incelemede;
B- Daire, sanığın talebi üzerine askerî mahkemece tayin edilen
müdafie, 5271 sayılı CMK’nın 150/4’üncü maddesinin verdiği yetkiye
istinaden çıkarılan Yönetmelik uyarınca ödenen ücretin, mahkûmiyet
hâlinde sanığa rücu edilerek alınabileceği gerekçesiyle sanığın müdafi
isteğinden vazgeçmiş olmasının savunma hakkını kısıtlamadığını kabul
ederken,
Başsavcılık, askerî mahkemelerde görülen davalarda, askerî
mahkemece isteğe bağlı ya da zorunlu olarak tayin edilen müdafie
ödenecek ücretin, yargılama giderleri kapsamında 353 sayılı Kanun’un
256’ncı maddesi uyarınca Millî Savunma Bakanlığı bütçesinden
ödeneceğini, yanlış bilgiye sahip olduğu için müdafi isteğinden vazgeçen
sanığa bu konuda açıklama yapılmamasının savunma hakkını
kısıtladığını ileri sürerek, Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
İhtilâf konusu yargılama faaliyetine baktığımızda;
Sanığa hazır bulunduğu 5.2.2007 tarihli duruşmada 5271 sayılı
Yasa’nın 147’nci maddesinde belirtilen haklarının hatırlatıldığı, bunun
üzerine sanığın açıklama yapmaya hazır bulunduğunu fakat müdafi talep
ettiğini bildirdiği, askerî mahkemece de sanığa barodan avukat
görevlendirilmesi için müzekkere yazılmasına, duruşmanın 19.2.2007
tarihine bırakılmasına, karar verildiği, baroya yazılan müzekkere üzerine
Av. E.A.K.’nın sanığa müdafi olarak tayin edildiği, sanık müdafiinin
19.2.2007 tarihinde yapılacak duruşmaya katılamayacağına, mazeretinin
kabul edilerek yeni duruşma gününü kalemden öğrenmesine dair mazeret
dilekçesi verdiği, bunun üzerine sanık müdafiinin mazeretinin kabulüne,
duruşmanın 19.3.2007 tarihine bırakılmasına, yeni duruşma gününü
kalemden öğrenmesine karar verildiği, sanık müdafi Av. E.A.K.’nın
19.3.2007 tarihli duruşmaya da katılmadığı, bunun üzerine söz alan
sanığın, her ne kadar müdafi talep etmiş ise de, hem müdafiin iki celsedir
duruşmalara gelmemesi, hem de mahkûm olması hâlinde müdafi ücretini
kendisi karşılaması gerektiği için müdafi talebinden vazgeçtiğini,
savunmasını şimdi yapacağını beyan etmesi üzerine sanığın müdafi
bulunmaksızın savunmasının tespit edildiği, müdafi talebinin geri
çekildiğinin de baro başkanlığına bildirildiği dosya içerisinden
anlaşılmaktadır.
Bu konudaki yasal düzenlemelere göz attığımızda:
353
5530 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önce 353 sayılı
Kanun’un;
87/1’inci maddesinde, “Sanık 15 yaşını bitirmemiş olur ve sağır
veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede beden ve akılca sakat
bulunursa ve müdafi de yoksa kendisine askerî mahkemece bir müdafi
tutulabilir.”
92’nci maddesinde, “Askerî mahkemece tutulan müdafie
tarifesine göre Devlet hazinesinden ücret verilir.
Hükümlüye, hazinenin rücu hakkı vardır.”
256’ncı maddesinde, “Askerî mahkemelerde görülecek davaların
ve askerî makamlar aracılığı ile uygulanacak cezaların giderleri, Millî
Savunma Bakanlığı bütçesinden ödenir.”
Mülga 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun;
138’nci maddesinde, “Yakalanan kişi veya sanık müdafi
seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi hâlinde baro
tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık on
sekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini
savunamayacak derecede malûl olur ve bir müdafii de bulunmazsa talebi
aranmaksızın kendisine bir müdafi tayin edilir.”
146/1’inci maddesinde, “Baro tarafından tayin edilen müdafie,
görevin ifasından doğan masraflar hariç avukatlık ücret tarifesinden ayrık
olarak bu tarifenin hazırlanış yöntemine göre tespit edilecek ücret ödenir.
İleride yargılama giderleri ile mahkûm olan sanıklardan müdafie ödenen
ücreti ödeyebilecek durumda olanlara Türkiye Barolar Birliğinin rücu
hakkı vardır.”
407’nci maddesinde, “Mahkûmiyet hâlinde hukuku amme
davasının hazırlanması masrafları da dâhil olmak üzere bütün masraflar
mahkûma tahmil olunur. Hüküm katileşmeden mahkûm ölürse
mirasçıları masrafları ödemekle mükellef değillerdir.”
1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun;
5560 sayılı Kanun’un 21’nci maddesiyle değişik 150’nci
maddesinde;
“(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi
istenir.Şüpheli veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan
ederse, istemi hâlinde bir müdafi görevlendirilir.
(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini
savunamayacak derecede malûl veya sağır ve dilsiz ise, istemi
aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
354
(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan
dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.
(4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar
Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak Yönetmelikte gösterilir.”
324/ (1)’inci maddesinde, “Harçlar ve tarifesine göre ödenmesi
gereken avukatlık ücretleri ile soruşturma ve kovuşturma evrelerinde
yargılamanın yürütülmesi amacıyla Devlet hazinesinden yapılan her türlü
harcamalar ve taraflarca yapılan ödemeler yargılama giderleridir.”
325’nci maddesinde, “(1) Cezaya veya güvenlik tedbirine
mahkûm edilmesi hâlinde, bütün yargılama giderleri sanığa yüklenir.
(2) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması ve cezanın
ertelenmesi hâllerinde de birinci fıkra hükmü uygulanır.
(3) Yargılamanın değişik evrelerinde yapılan araştırma veya
işlemler nedeniyle giderler meydana gelmiş olup da, sonuç sanık lehine
ortaya çıkmış ise, bu giderlerin sanığa yüklenmesinin hakkaniyete aykırı
olacağı anlaşıldığında mahkeme, bunların kısmen veya tamamen Devlet
hazinesine yüklenmesine karar verir.
(4) Hüküm kesinleşmeden sanık ölürse, mirasçılar giderleri
ödemekle yükümlü tutulmazlar.”
5271 sayılı CMK’nın 150/ (4)’üncü madde ve fıkrası uyarınca
çıkarılan “Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin
Görevlendirilmesi ile Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin
Yönetmelik’in (2.3.2007 tarih ve 26450 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe girmiştir.);
5/(1)’inci maddesinde, “Şüpheli veya sanıktan kendisine bir
müdafi seçmesi istenir. Müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan
ederse, görevlendirilecek müdafie yapılacak ödemelerin yargılama
giderlerinden sayılacağı ve mahkûmiyet hâlinde kendisinden tahsil
edileceği hatırlatılarak talep ettiği takdirde barodan bir müdafi
görevlendirilmesi istenir.”
8’inci maddesinde, “(1) Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince
baro tarafından görevlendirilen müdafi veya vekile Avukatlık Asgarî
Ücret Tarifesinden ayrık olarak hazırlanacak ... Tarife gereğince
ödenecek meblağ Adalet Bakanlığı bütçesinde bu amaçla ayrılan
ödenekten karşılanır.
(2) Müdafi veya vekilin görevi gereği yaptığı zorunlu yol
giderleri ayrıca ödenir.
(3) Müdafi veya vekile tarife gereğince ödenen meblağ ile yol
giderleri yargılama giderlerinden sayılır.”
Şeklinde düzenlemelerin yapıldığı görülmektedir.
355
353 sayılı Kanun’un Birinci Kısım On ikinci Bölümde,
“Savunma” başlığı altında düzenlenen;
85’inci maddesi, 5530 sayılı Kanun’un 27’nci maddesiyle “Savaş
hâlinde müdafilerin sayısı sınırlandırılabilir.” şeklinde değiştirilmiş,
askerî mahkemelerin bulunduğu yerlerde avukatlık veya dava vekilliği
yapacak kimse bulunmaması hâlinde kimlerin müdafi tayin edileceğine
ilişkin 86’ncı maddesi aynen muhafaza edilmiş, “Askerî mahkemece
müdafi tutulması” başlıklı 87’nci, “Müdafiin görevini yapmaması hâlinde
uygulanacak işlem” başlıklı 88’inci, “Müşterek savunma” başlıklı
89’uncu, “ Müdafiin evrakı incelemesi” başlıklı 90’ncı, “Tutuklunun
müdafi ile görüşmesi” başlıklı 91’inci ve “Müdafi ücreti” başlıklı 92’nci
maddeleri, 5530 sayılı Kanun’un 62’nci maddesiyle yürürlükten
kaldırılıp, 5530 sayılı Kanun’un 61’inci maddesiyle değişik 353 sayılı
Kanun’un Ek Madde 1 ile “Bu kanunda aksine hüküm bulunmayan
hâllerde, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun adlî kontrole ilişkin 109 ilâ 115,
eğerlendirme raporu yetkisine ilişkin 166 ve istinafa ilişkin 272 ilâ
285’nci maddeleri hariç olmak üzere diğer hükümleri askerî yargıda da
uygulanır.” şeklinde Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine atıf
yapılmıştır.
Yukarıda kronolojik sırayla izah edildiği üzere, gerek 353 sayılı
Kanunda, gerek 1412 sayılı CMUK’da, gerekse 5271 sayılı CMK’da,
birbirine benzer şekilde mahkemelerce isteğe bağlı ya da zorunlu olarak
görevlendirilen müdafiler ile bunlara yapılacak ödemelerin ayrı, diğer
yargılama giderlerinin ayrı müesseseler hâlinde, bu kanunların farklı
kısımlarında düzenlendiği konusunda kuşku bulunmamaktadır.
5530 sayılı Kanun’un 62’nci maddesiyle, 353 sayılı Kanun’un
Birinci Kısım On ikinci Bölümde “Savunma” başlığı altında düzenlenen
87, 88, 89, 90, 91 ve 92’nci maddeleri yürürlükten kaldırılırken, yine
5530 sayılı Kanun’un 61’inci maddesiyle değişik 353 sayılı Kanun’un Ek
Madde 1 ile bu konularda 5271 sayılı CMK’ya atıf yapılmıştır. Bu atıf
CMK’nın, “Müdafiin görevlendirilmesi” başlığı altındaki 150’nci
maddesinin; (1), (2) ve (3)’üncü fıkralarında düzenlenen, mahkemece
isteğe bağlı ya da zorunlu olarak müdafi görevlendirilmesiyle sınırlı
kalmayıp, aynı maddenin 4’üncü fıkrasındaki düzenlemeyi, dolayısıyla
bu fıkraya göre çıkarılan Yönetmelik hükümlerini de kapsamaktadır.
Mahkemece isteğe bağlı ya da zorunlu olarak görevlendirilen müdafi ile
bu müdafie yapılacak ödemelerin usul kanunlarında ayrı bir müessese
olarak düzenlendiği dikkate alınıp, bu konuda 353 sayılı Kanun’un Ek
Madde 1 ile CMK’nın 150’nci maddesine atıf yapıldığı kabul edildiğine
göre, aynı maddenin (4)’üncü fıkrasıyla ilgili bir sınırlama
356
getirilmediğinden, söz konusu atfın CMK’nın 150’nci maddesinin
(4)’üncü fıkrasını kapsamadığını kabul etmek yasa koyucunun amacına
ve hukuk mantığına uygun düşmeyecektir.
Bu nedenlerle, 5530 sayılı Kanun’un Ek Madde 1 ile 5271 sayılı
CMK’ya yapılan atfın, CMK’nın 150’nci maddesinin tamamını ve bu
madde uyarınca çıkarılan Yönetmeliği de kapsadığı kabul edilmiştir.
Keza, “İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına
İlişkin Sözleşme” (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi)’nin, “Adil
yargılanma hakkı” başlığı altında düzenlenen 6’ncı maddesindeki
haklardan biri de, 3’üncü fıkranın c) bendinde “Kendi kendini savunmak
veya kendi seçeceği bir savunmacının yardımından yararlanmak ve eğer
savunmacı tutmak için malî olanaklardan yoksun bulunuyor ve adaletin
selâmetini gerektiriyorsa mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para
ödemeksizin yardımından yararlanabilmek” şeklinde düzenlenen, müdafi
yardımından yararlanma hakkıdır. Bu düzenleme, Anayasanın 90/Son
maddesinin ikinci cümlesine göre usul kanunlarından önce uygulanması
gerekmekte ise de; Bir avukatın yardımından ücret ödemeksizin
yararlanmak için söz konusu bent de; malî olanaklardan yoksun olma ve
adaletin selâmetinin gerekli kılması koşulları arandığından, somut
olayda; sanığın kendi isteği ile müdafi talebinden vazgeçtiği, atılı suçla
ilgili yürütülen soruşturma ve kovuşturma işlemleri ile sanığa atılı fiil ve
suç vasfı dikkate alındığında, adaletin selâmetinin askerî mahkemece
yeni bir müdafi görevlendirilmesini gerektirmediği sonucuna
varıldığından, Askerî Yargıtay Başsavcılığınca, mahkûmiyeti hâlinde
müdafi ücretinin kendisinden alınacağına dair sanıktaki bilginin yanlış
olduğu konusunda kendisine açıklama yapılmamış olmasının savunma
hakkını ihlâl ettiği gerekçesiyle yapılan itiraz, yukarıda izah edilen
nedenlerle yerinde görülmediğinden reddine karar verilmiştir.
C- Askerî Yargıtay Başsavcılığının usule ilişkin itirazının reddine
karar verilmesi ve Dairece hükmün incelenerek itiraza konu ilamla
onanmış olması karşısında, Daireler Kurulundaki incelemenin itirazla
bağlı olup olmadığı, hükmün; sübut, vasıf, takdir ve uygulama
yönlerinden de incelenip incelenmeyeceği konusunda yapılan müzakere
sonunda;
353 sayılı Kanunda, Askerî Yargıtay Daireler Kurulunda
yapılacak incelemeyle ilgili özel bir düzenleme yapılmamış olması
nedeniyle, Daireler Kurulunda itiraz incelemesi sırasında da; 353 sayılı
Kanun’un “Temyiz” başlığı altında düzenlenen 205-227’nci maddeler ile
“Askerî Yargıtayca incelemelerin konusu” başlığı altında düzenlenen,
5530 sayılı Kanun’un 50’nci maddesiyle değişik “Askerî Yargıtay temyiz
357
dilekçe, beyan ve lâyihasında ve tebliğnamede ileri sürülen hususları ve
bunlar dışında kalan hükmün esasına dokunacak derecede hukuka aykırı
hâllerin bulunup bulunmadığını inceler” şeklindeki 222’nci maddesinin
uygulanması gerektiği kabul edilmiştir.
Daireler Kurulunun 9.5.2005/54-51; 16.2.2006/18-35 ve 1.6.2006
/126-129 tarihli, Esas ve Karar sayılı kararlarında; Daireler Kurulunca
itiraz incelemesi sırasında, daha önce Dairenin temyiz incelemesinden
geçmiş olan konularda tespit edebildiği hukuka aykırı durumları, itiraz
tebliğnamesinde belirtilen gerekçelerle sınırlı kalmaksızın inceleyip
bozma sebebi yapabileceği kabul edilmiştir.
353 sayılı Kanun’un 224’üncü maddesine benzer bir düzenleme
içeren CMK’nın 308’inci maddesinin gerekçesinden, Ceza Genel
Kurulunun, itiraz sebepleriyle bağlı kalmaksızın kararı usul ve esas
yönünden inceleyebileceği anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, Daireler Kurulunca, Başsavcılığın usule ilişkin
itirazına bağlı kalmaksızın, hükmün; sübut, vasıf, takdir ve uygulama
yönlerinden de incelenebileceğine karar verilmiştir.
D- Hükümde, usul, sübut, vasıf, takdir ve uygulama yönlerinden
yapılan inceleme sonunda herhangi bir isabetsizlik görülmemekle
birlikte, itiraz aşamasında 8.2.2008 tarihli ve 26781 sayılı Resmî
Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren “Temel Ceza
Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 562’nci maddesiyle,
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Hükmün açıklanmasının
geri bırakılması” müessesesi ile ilgili 231’inci maddesinin 5 ve 14’üncü
fıkralarında değişiklik yapılarak, bu müessesenin uygulama alanı
genişletildiğinden, atılı suçun vasfı, tayin edilen ceza ve sabıkasının
bulunmaması dikkate alındığında, sanığın durumu bu düzenleme ve
değişiklik kapsamına girdiğinden, bu konunun mahkemesince takdir ve
değerlendirilmesi için hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
358
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 191
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
3’üncü Daire Kararı
E. No. : 2008/1385
K. No. : 2008/1383
T.
: 13.5.2008
ÖZET
Maddi olayla ilgili açıklama ile sanık hakkında tatbik
olunacak kanun maddesi ihtiva etmeyen yetkisizlik kararının
iddianame yerine geçmek üzere okunması yeterli olmadığından
ve suç teşkil eden maddi olayın ne şekilde
gerçekleştiğini
ve sanık hakkında uygulanması istenen kanun maddesini
gösteren iddianamenin de okunması gerektiğinden, duruşmada
iddianamenin okunmaması CMK’nın 191/3-b maddesine aykırı
ve aleniyet ilkesinin ihlali niteliğinde olduğu gibi, aynı
zamanda 353 sayılı Kanun’un 207/3-F maddesi anlamında
kesin hukuka aykırılık oluşturmaktadır.
Askerî mahkemece; sanığın, 11.4.2007 tarihinde emre itaatsizlikte
ısrar suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın 87/1 (Birinci cümlesi) ve
TCK’nın 62’nci maddeleri gereğince, yirmi beş gün hapis cezası ile
mahkûmiyetine, yasal imkânsızlık nedeniyle herhangi bir seçenek
yaptırıma çevirmeye ve ertelemeye yer olmadığına karar verilmiştir.
Bu hüküm, sanık tarafından kanunî süresi içerisinde, sebep
gösterilmeksizin temyiz edilmiş; Başsavcılık tebliğnamesinde, usul
yönünden hukuka aykırı bulunan mahkûmiyet hükmünün bozulmasına
karar verilmesi istenilmiştir.
Yapılan incelemede,
Askerî mahkemece; sanığın, suç tarihinden önce imzası
karşılığında tebliğ edilen “kışla dahilinde cep telefonu bulundurmanın ve
kullanmanın yasak olduğu” şeklindeki hizmete ilişkin emre rağmen,
11.4.2007 tarihinde birlik içerisinde cep telefonu bulundurup konuşma
yapmak suretiyle emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği kabul edilerek,
yazılı olduğu şekilde mahkûmiyetine karar verilmiş ise de;
359
Temyiz edilebilir nitelikteki, sınıf ve rütbe yönünden verilen
yetkisizlik kararları ile görevsizlik kararlarının, iddianamemin bütün
hukuki sonuçlarını doğurmasına karşın, incelemeye konu davada bu
kapsamda bulunmayan ve maddi olayla ilgili açıklama ile sanık hakkında
tatbik olunacak kanun maddesi ihtiva etmeyen yetkisizlik kararının
iddianame yerine geçmek üzere okunmasının yeterli olmadığı, suç teşkil
eden maddi olayın ne şekilde gerçekleştiğini ve sanık hakkında
uygulanması istenen kanun maddesini gösteren iddianamenin de
okunması gerektiği, 27.12.2007 tarihinde yapılan hüküm duruşmasında
iddianamenin okunmamasının CMK’nın 191/3-b maddesine aykırı ve
aleniyet ilkesinin ihlali niteliğinde olduğu gibi, aynı zamanda 353 sayılı
Kanun’un 207/3-F maddesi anlamında kesin hukuka aykırılık
oluşturduğu anlaşıldığından, mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar
verilmesi gerekmiş, bozma sebebi karşısında esasa ilişkin inceleme ve
irdeleme yapılmamıştır.
360
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 196
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/76
K. No. : 2008/82
T.
: 8.5.2008
ÖZET
CMK’nın 196/(2)’nci maddesi gereğince, istinabe edilen
mahkemede sanığın sorgusunun tespit edildiği duruşmada
Cumhuriyet
savcısının
hazır
bulunma
zorunluluğu
bulunmamakla birlikte, sözü edilen madde hükmü gereğince
sorgu
için
belirlenen
günün
Cumhuriyet
savcısına
bildirilmesinin zorunlu olduğu, ancak duruşma gününün
C.Savcısına bildirilip bildirilmediği hususu dava dosyasından
anlaşılamadığı gibi, C.Savcısı duruşmaya katılmamış ise,
istinabe
tutanağının
Cumhuriyet
savcısı
tarafından
görüldüğüne dair (görüldü) şerhinin de bulunmadığı, buna
karşılık istinabe tutanağında geçen “Cumhuriyet savcısı,
talimat mahkemesine iade olunsun, dedi.” cümlesinin,
Cumhuriyet savcısının duruşmaya katılıp katılmadığı
hususunda tereddüt yarattığı ve bu durumun CMK’nın
196/(2)’nci maddesine aykırılık oluşturduğu sonucuna
varılmıştır.
Daire ile askerî mahkeme arasında ortaya çıkan ve Daireler
Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında tesis
edilen mahkûmiyet hükmünün noksan soruşturma ile tesis edilip
edilmediğine ilişkin ise de;
Sanık müdafiinin temyizine atfen yapılan incelemede; sanığın,
Askerî Yargıtay bozma ilamına karşı diyeceklerinin tespit edildiği
Safranbolu Asliye Ceza Mahkemesinin 30.10.2006 tarihli ve 2006/406
sayılı istinabe duruşma tutanağının başlığında 5271 sayılı CMK’nın
220/(1) c maddesi gereği, duruşmaya katılan Cumhuriyet savcısının adı
ve soyadına yer verilmediği görülmüştür.
CMK’nın 196/(2)’nci maddesi gereğince, istinabe edilen
mahkemede, sanığın sorgusunun tespit edildiği duruşmada Cumhuriyet
361
savcısının hazır bulunma zorunluluğu bulunmamakla birlikte, sözü edilen
madde hükmü gereğince sorgu için belirlenen günün Cumhuriyet
savcısına bildirilmesinin zorunlu olduğu, ancak duruşma gününün
C.Savcısına bildirilip bildirilmediği hususu dava dosyasından
anlaşılamadığı gibi C.Savcısı duruşmaya katılmamış ise, istinabe
tutanağının Cumhuriyet savcısı tarafından görüldüğüne dair (görüldü)
şerhinin de bulunmadığı, buna karşılık istinabe tutanağında geçen
“Cumhuriyet savcısı, talimat mahkemesine iade olunsun, dedi.”
cümlesinin, Cumhuriyet savcısının duruşmaya katılıp katılmadığı
hususunda tereddüt yarattığı ve bu durumun CMK’nın 196/(2)’nci
maddesine aykırılık oluşturduğu sonucuna varıldığından, askerî
mahkemenin, dairenin bozma ilamına karşı direnerek tesis ettiği
10.4.2007 tarihli ve 2007/572-287 Esas ve Karar sayılı mahkûmiyet
hükmünün usul yönünden bozulmasına oybirliğiyle karar verilmiş,
bozma nedeni karşısında sair temyiz sebeplerinin incelenmesine gerek
görülmemiştir.
362
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 212, 213
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/19
K. No. : 2008/19
T.
: 14.2.2008
ÖZET
Ceza yargılamasında asıl olan, öncelikle maddî gerçeğin
tüm yönleriyle ortaya konulması ve ardından hukukî niteleme
yapılması olduğundan; özellikle sanığın soruşturma safhasında
birlik komutanlığınca saptanan ikrara ilişkin ifadesinin nasıl
elde edildiğinin, olayın ortaya çıkarılış biçiminin ve sanığın
sorgu ve savunmasında belirtilen hususların doğru olup
olmadığının her türlü kuşkudan uzak bir biçimde karşılanması
bakımından, tanıkların ifadelerine yeniden başvurularak
anlatımları arasındaki farklılıkların giderilmesi, sanığın sorgu
ve savunmasına ait tutanaklar da gönderilmek suretiyle,
tutanakta imzaları bulunanların ifadelerine başvurularak
olayın ortaya çıkarılış biçimine, sanığın hazırlıktaki ikrarının
nasıl elde edildiğine ve sanığın sorgu ve savunmasında ileri
sürdüğü hususlara yönelik bilgi ve görgülerinin nelerden
ibaret olduğuna ve mağdurun bulunabileceği adreslerinin
yeniden araştırılarak, olaya ilişkin ifadesinin belirlenmesinden
sonra ortaya çıkacak delil durumuna göre kanıtların yeniden
değerlendirilerek hüküm kurulması gerekir.
Daire ile askerî mahkeme arasında ortaya çıkan uyuşmazlığın
konusu, üstünün bir şeyini çalmak suçunun sübutu açısından noksan
soruşturma bulunup bulunmadığına ilişkindir.
Daire; sanığın mağdura ait cüzdanı ve içindeki 140 milyon
TL’sını çaldığını gören kimsenin olmaması, çalınan cüzdanın Er S.E.’nin
parkasının cebinde bulunması, sanığın kovuşturma safhasındaki sorgu ve
savunmasında, birlik komutanlığınca alınan ve ikrara yönelik ifadesini
S.E. ve A.B. isimli erlerin tehdit ve baskıları üzerine verdiğini ve bu
nedenle soruşturma safhasındaki ifadesini kabul etmediğini söylemesi,
tanık olarak dinlenilen S.E. ve A.B.’nin yeminli anlatımları arasında
363
olayın ortaya çıkarılış biçimine yönelik farklılıkların giderilmemiş olması
ve ayrıca mağdur Onb. S.H.’nin birlik komutanlığınca bildirilen adresi
Kayseri/Felahiye olduğu hâlde, ifadesinin saptanması için Kayseri Asliye
Ceza Mahkemesine talimat yazılması nedeniyle cevap gelmemesi üzerine
tanıklığından vazgeçilmesi karşısında; özellikle sanığın hazırlıktaki
ikrarının nasıl elde edildiğinin her türlü kuşkudan uzak bir biçimde
açıklığa kavuşturulması bakımından mağdur Onb. S.H. ile olayla ilgili
tutanak hazırlayan ve ifade alan bölük Astsb. M.G.’nin tanık olarak
dinlenilmesinin ve tanıklar S.E. ile A.B.’nin anlatımları arasındaki
farklılıkların giderilmesinden sonra ortaya çıkacak sonuca göre kanıtların
yeniden değerlendirilerek hüküm kurulması gerektiğini belirterek,
mahkûmiyet hükmünün noksan soruşturma yönünden bozulmasına karar
vermiş iken;
Askerî mahkeme; “Tanıklar A.B. ve S.E.’nin ifadelerinin, olayın
oluşumu hakkında yeterli delil olarak görüldüğü, bu nedenle başka
delillerin araştırılmasına ihtiyaç duyulmadığı; mağdur S.H.’nin,
dosyadaki ifade tutanağında belirtilen adresine talimat yazıldığı, tanığın
doğru adresinin bu adres olduğu, adresin hatalı olduğu, bilinen adresin
Kayseri ilinin merkezinde bulunduğu, bu adreste eniştesi Ş.Ş.’nin
oturduğu, tanığın burada olmadığının tespit edildiği, Kayseri/
Felahiye’nin tanığın nüfusa kayıtlı olduğu yer olup, muhtemelen yazıda
sehven Felahiye yazıldığı, bu değerlendirmelere göre de tanık için ayrıca
Kayseri/Felahiye’ye talimat yazmanın bir faydasının olmayacağı”
şeklindeki gerekçe ile önceki mahkûmiyet hükmünde direnilmesine karar
vermiştir.
Uyuşmazlık konusuna ilişkin olarak yapılan incelemede; Onb.
S.H.’ye ait cüzdanı ve içindeki 140 milyon TL’sını çaldığını gören
kimsenin olmaması, çalınan cüzdanın Er S.E.’nin parkasının cebinde
bulunması, sanığın, sorgu ve savunmasında, birlik komutanlığınca alınan
ve ikrara yönelik ifadesini S.E. ve A.B. isimli erlerin tehdit ve baskıları
üzerine verdiğini söylemesi, tanık olarak dinlenilen S.E. ve A.B.’nin
yeminli anlatımları arasındaki, olayın ortaya çıkarılış biçimine yönelik
farklılıkların giderilmemiş olması ve ayrıca mağdur Onb. S.H.’nin,
dosyada mevcut Kayseri adresinde eniştesinin oturduğu, bu adreste
kendisinin bulunamaması nedeniyle ifadesinin saptanamaması üzerine
353 sayılı Kanun’un 148’inci maddesi gereğince tanıklığından
vazgeçilmesi karşısında; özellikle sanığın soruşturma safhasında birlik
komutanlığınca saptanan ikrara ilişkin ifadesinin nasıl elde edildiğinin,
olayın ortaya çıkarılış biçiminin ve sanığın sorgu ve savunmasında
364
belirtilen hususların doğru olup olmadığının her türlü kuşkudan uzak bir
biçimde karşılanması bakımından;
Tanıklar S.E. ile A.B.’nin ifadelerine yeniden başvurularak,
anlatımları arasındaki farklılıkların giderilmesi; sanığın sorgu ve
savunmasına ait tutanaklar da gönderilmek suretiyle tutanakta imzaları
bulunan Astsb.Üçvş. M.G., Astsb.Üçvş. S.Ç. ve Astsb.Kd.Bçvş. A.H.’nin
ifadelerine başvurularak, olayın ortaya çıkarılış biçimine, sanığın
hazırlıktaki ikrarının nasıl elde edildiğine ve sanığın sorgu ve
savunmasında ileri sürdüğü hususlara yönelik bilgi ve görgülerinin
nelerden ibaret olduğuna ve mağdur Terhisli Onb. S.H.’nin
bulunabileceği adreslerinin yeniden araştırılarak olaya ilişkin ifadesinin
belirlenmesinden sonra ortaya çıkacak delil durumuna göre kanıtların
yeniden değerlendirilerek hüküm kurulması gerekirken; askerî
mahkemece, mevcut kanıtların atılı suçun sübutu için yeterli olduğundan
bahisle ilk hükümde direnilmek suretiyle mahkûmiyet hükmü tesis
edilmesinde isabet bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Ceza yargılamasında asıl olan, öncelikle maddî gerçeğin tüm
yönleriyle ortaya konulması ve ardından hukukî niteleme yapılmasıdır.
Mahkemece, yukarıda belirtilen hususlar tamamlanıp araştırılmadan nihaî
hükme varılması hukuka aykırı bulunduğundan, direnilmek suretiyle tesis
edilen mahkûmiyet hükmünün noksan soruşturma yönünden bozulmasına
karar verilmiştir.
365
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 212
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/21
K. No. : 2008/21
T.
: 21.2.2008
ÖZET
Mağdurun ifadeleri ile sanığın savunmaları arasındaki
farklılık karşısında; olayın tek görgü tanığının birlik
ifadesinde sanığın savunmasını doğrular şekilde ifade verdiği,
istinabe mahkemesince alınan yeminli ifadesinin ise yetersiz ve
hazırlık
ifadesinden
farklı
olduğu
hâlde
çelişki
giderilmediğinden, bu tanığın olayı hatırlayamaması hâlinde
hazırlık ifadesi de okunmak suretiyle ayrıntılı yeminli ifadesi
alınmadan (Tanığın yeminli ifadesinde sanığın savunmasını
doğrulaması hâlinde, 5237 sayılı
TCK'nın 21/1’inci
maddesinde “Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast,
suçun kanunî tanımındaki unsurların bilinerek ve istenerek
gerçekleştirilmesidir.” şeklindeki kastın tanımı dikkate
alındığında, sanığa atılı amiri tehdit suçunun manevî
unsurunun oluştuğundan bahsedilemeyeceğinden), amiri tehdit
suçundan mahkûmiyet hükmü kurulması noksan soruşturma
teşkil etmektedir.
Keza sanığın, olayın devamında söylediği iddia olunan
ve tanık tarafından doğrulanan, “Bana niye farklı
davranıyorsunuz, beni vurun da kurtulayım (ya da beni niye
dışarı çıkartıyorsunuz), ben o ... çocuğu muyum” şeklindeki
sözlerin, 477 sayılı Kanun’un 47’nci maddesi kapsamında
“amire saygısızlık” disiplin suçunu oluşturup oluşturmaması
da, amiri tehdit suçunun oluşup oluşmamasına bağlı
olduğundan, amire hakaret suçundan verilen beraat
hükmünün de bozulmasına karar verilmiştir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı amiri tehdit suçunun
sübuta erip ermediği ve buna bağlı olarak sanığın odadan çıkarılırken
366
söylediği “Beni niye dışarı çıkartıyorsunuz, ben o... çocuğumuyum”
sözlerinin 477 sayılı Kanun’un 47’nci maddesi kapsamında amire
saygısızlık suçunu oluşturup oluşturmadığı konularına ilişkin ise de;
İtiraz aşamasında, 8.2.2008 tarihli ve 26781 sayılı Resmî
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı “Temel Ceza
Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 562’nci maddesiyle,
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231’inci maddesinin 5 ve
14’üncü fıkralarında değişiklik yapılarak “Hükmün açıklanmasının geri
bırakılması” müessesesinin uygulama alanının genişletilmesi ve dava
dosyasının da bu kapsamda görülmesi üzerine, Kurulda, bu değişikliğe
göre dava dosyasının mahkemesince takdir ve değerlendirilmesi
açısından, Askerî Yargıtayca hiçbir inceleme yapılmaksızın hükmün
öncelikle bu yönden bozulması gerektiğine dair görüş ileri sürmesi
karşısında, bu konuda yapılan inceleme ve müzakere sonucunda;
5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesiyle değişik, 5271 sayılı
CMK’nın 231’inci maddesinin 5-14 fıkralarında düzenlenen “Hükmün
açıklanmasının geri bırakılması” müessesesinin; Ceza Muhakemesi
Kanununda düzenlenmiş olmasına rağmen, mülga 647 sayılı Kanun’un
6’ncı maddesinde düzenlenen “Cezaların ertelenmesi” müessesesine
kısmen benzediği, madde içeriği ve sonuçları itibarıyla kişi özgürlüğü ile
doğrudan ilişkili bulunduğundan, maddî ceza hukukunu da ilgilendiren
bir müessese olduğu, bu nedenle CMK’nın 231’inci maddesinin 14’üncü
fıkrasında belirtilen suçların haricinde kalan bir suçtan dolayı, 8.2.2008
tarihinden önce askerî mahkemelerce tesis olunan, sonuç olarak iki yıl
veya daha az hapis veya adlî para cezasına ilişkin mahkûmiyet
hükümlerinin temyiz edilmesi hâlinde, Askerî Yargıtayca yapılacak
temyiz incelemesinin her yönden (Görev, usul, sübut, vasıf, takdir,
uygulama yönlerinden) yapılması gerektiği, örneğin; askerî mahkemece
görevsizlik kararı verilmesi gereken bir davada görevsizlik dışında bir
hüküm kurulmuşsa, usul hukukuna ilişkin mutlak bozma sebebi sayılan
kurallara aykırı davranılmışsa, mahkûmiyet için yeterli delil olmadığı
veya zamanaşımı söz konusu olduğu hâlde mahkûmiyet kararı verilmişse,
suç vasfı yanlış belirlenmişse ya da ceza tayin edilirken sanığın kişiliğine
ve dosya içeriğine uygun düşmeyecek şekilde ve derecede ceza tayin
edilmişse, Askerî Yargıtayca hükmün öncelikle bu yönlerden bozulacağı
kuşkusuzdur. Bu itibarla, temyiz incelemesi sırasında, CMK’nın 231’inci
maddesinde yapılan söz konusu değişiklikten önce kurulmuş olan iki yıl
veya daha az hapis ya da adlî para cezasına ilişkin mahkûmiyet
hükümlerinde usul, sübut, vasıf, takdir ve uygulama yönlerinden bir
367
isabetsizliğin görülmemesi hâlinde, bu aşamada gündeme gelen
“Hükmün açıklanmasının geri bırakılması” konusunun takdir ve
değerlendirilmesinin, hüküm mahkemesince yapılabilmesi bakımından,
hükmün bozulması gerekeceği sonucuna varıldığından, ileri sürülen söz
konusu usul meselesi; işin esasına girilmeden, hükmün CMK’nın
231’inci maddesinde yapılan değişiklik karşısında, hükmün
açıklanmasının geri bırakılması konusunun mahkemesince teemmülü
bakımından, hükmün öncelikle bu yönden bozulması gerektiğine ilişkin
görüşler nedeniyle aşıldıktan sonra sürdürülen incelemede;
Daire; sanığa atılı amiri tehdit suçunun tüm unsurları itibariyle
oluştuğunu kabul ederek mahkûmiyet hükmünü onadıktan sonra; olayın
oluş şeklini dikkate alarak silahla bölük komutanının odasına giren
sanığın, tehdit teşkil eden “Ya sen beni vur, ya ben seni vuracağım”
sözlerinin devamı mahiyetinde söylediği, “Sen de kurtul ben de
kurtulayım, bana niye farklı davranıyorsun, ben o... çocuğumuyum”
şeklindeki sözlerin ise, öfkeyle söylenmiş sözler olduğunu, ayrı ve özel
bir kasıtla söylenmediğini, eylemin bir bütün hâlinde amiri tehdit suçunu
oluşturduğunu kabul edip, amire hakaret suçundan hüküm kurulmaması
gerektiğine işaret ederek, bu suçtan kurulan beraat hükmünü de
onamıştır.
Başsavcılık ise; sanığın savunmasının aksi ispatlanamadığından,
amiri tehdit suçundan kurulan mahkûmiyet için yeterli ve kesin delil
bulunmadığını, bu konuda ciddî bir şüphenin hâlen varlığını
sürdürdüğünü; sanığın olayın devamında söylediği, mağdur ve tanık
beyanlarıyla doğrulanan “Beni niye dışarı çıkartıyorsunuz, ben orospu
çocuğumuyum” şeklindeki sözlerin ise, 477 sayılı Kanun’un 47’nci
maddesi kapsamında amire saygısızlık disiplin suçunu oluşturup, disiplin
mahkemesinin görevine girdiğini ileri sürerek Daire kararına süresinde
itiraz etmiştir.
Dosyadaki delil durumuna göre; olay öncesi sanığın, ertesi günle
ilgili çarşı izni talebinin, Bölük Komutanı J.Ütğm. Ç.B. tarafından kabul
edilmeyip, davranışlarını düzeltmesi, disiplinli olması konusunda
uyarılarak odadan çıkması istendiğinde, odadan çıkan ve Bölük
Komutanı’nın bu davranışına sinirlenen sanığın, temin ettiği yarım
dolduruştaki bir G-3 piyade tüfeği ile 10 dakika kadar sonra tekrar Bölük
Komutanı’nın odasına girdiği sabit olmakla birlikte, bu aşamadan
sonrasıyla ilgili olarak sanık ve Bölük Komutanı farklı anlatımlarda
bulunmuşlardır.
Sanık; hazırlık ifadesinde, silahın ortasından tutarak odaya
girdiğini, namlu kendisine, dipçik Bölük Komutanı’na dönük vaziyette
368
silahı masaya bırakıp “Artık dayanamıyorum, komutanım beni vurun, siz
de kurulun ben de kurtulayım” dediğini, bu sırada odaya giren
Uzm.J.Çvş. Ş.A.’nın masanın üzerindeki silahı aldığını ve kendisini
dışarı çıkardığını, bu arada sinir krizine girip hastahaneye kaldırıldığını
beyan etmiş; istinabe suretiyle saptanan sorgu ve savunmalarında da,
olayı özetleyerek benzer şekilde anlatmıştır.
Mağdur J.Ütğm. Ç.B.; hazırlık ifadesinde, odayı terk eden sanığın
10 dakika sonra kapıyı çalmadan elinde G-3 piyade tüfeği ile içeri
girdiğini, bu sırada telefonla görüştüğünü, aceleyle telefonu kapatıp
ayağa kalktığını, sanığın da yanına kadar yaklaşıp tüfeği elinde çapraz
tutuşta tutarken “Ya sen beni vur, ya ben seni vuracağım” diye
bağırdığını, sanığa yaklaşıp tüfeği elinden alarak, namlu odanın kapısını
dipçik de kendisini gösterecek şekilde masanın üzerine bıraktığını, tüfeğe
dolu şarjörün takılı olduğunu, elinden silahı aldıktan sonra sanığın 1-2
adım gerileyerek “Ya sen beni vur, ya ben seni vuracağım, sen de kurtul
ben de kurtulayım, bana niye farklı davranıyorsun, ben o ...
çocuğumuyum” şeklinde bağırarak el kol hareketleri yapmaya
başladığını, kendisi masanın başında ayakta beklerken, kapıda gördüğü
Uzm.J.Çvş. Ş.A., J.Komd.Er M.S. ve J.Bçvş. T.E.’ye sanığı alıp
sakinleştirmelerini söylediğini, Uzm.J.Çvş. Ş.A.’nın silahı masanın
üzerinden alıp, J.Komd.Er M.S.’ye verdiğini, bu sırada sanığın
bağırmaya, tuhaf hareketler yapmaya devam ettiğini, Uzm.J.Çvş. Ş.A. ile
J.Bçvş. T.E.’nin sanığı alıp götürdüklerini anlatmış,
İstinabe suretiyle saptanan 13.7.2004 tarihli yeminli ifadesinde;
sanık içeri girdiğinde silah kalça seviyesinde yere paralel ve namlusu
kendisini gösterir şekilde olduğunu, bu sırada telefonla konuştuğu için
aceleyle telefonu kapatıp ayağa kalktığını, bu arada sanığın, kendisinin
yanına kadar yaklaşıp, tüfeği de elinde çapraz tutuşa yakın bir vaziyette
tutarak “Ya sen beni vur ya ben seni vuracağım, sen de kurtul, ben de
kurtulayım, bana niye farklı davranıyorsun, ben o ... çocuğumuyum?”
şeklinde bağırıp, bulunduğu yerde el kol hareketleri yapmaya başladığını,
elinden silahı alıp namlu kapıyı dipçik kendisini gösterir hâlde masanın
üzerine koyduğunu, silahın yarım dolduruşta olduğunu, kısa süre içinde
Uzm.J.Çvş. Ş.A., J.Komd.Er M.S. ve J.Bçvş. T.E.’nin odaya geldiğini,
onlara sanığı alıp sakinleştirmelerini söylediğini, Uzm.J.Çvş. Ş.A.’nın
masanın üzerinde bulunan silahı alıp J.Komd.Er M.S.’ye verdiğini,
sanığın yine bağırmaya devam ettiğini beyan etmiştir.
Tanık Uzm.J.Çvş. Ş.A.; birlik ifadesinde; 8.11.2003 günü saat
12.00 civarında sanığı elinde silahla bölük komutanı odasına doğru
giderken gördüğünü, silahı ne yapacağı sorusuna cevap vermeyince
369
hareketlerinden şüphelendiğini, Bölük Komutanı’na zarar verebileceği
düşüncesiyle hemen içeri girdiğini, silahın masanın üzerinde şarjör takılı,
namlu kapıyı, dipçik de Bölük Komutanını gösterir vaziyette durduğunu,
Bölük komutanı’nın da ayakta telefonla konuştuğunu gördüğünü, sanığın
“Bana niye farklı davranıyorsunuz, beni vurunda kurtulayım” diye
bağırdığını, masanın üstünden silahı alıp kapının dışında duran
J.Komd.Er M.S.’ye vererek silahlığa götürmesini söylediğini, silahta
dolu şarjör takılı olduğunu, namluyu kontrol etmediğini, sanığı alıp idarî
işlem odasına götürdüğünü, bu sırada sanığın sinir krizi geçirdiğini beyan
etmiş,
İstinabe yolu ile saptanan, ancak tanıklar toplu dinlendiği için
değerlendirmeye alınmayan yeminli ifadesinde, olayı hazırlık ifadesine
benzer şekilde anlatmış;
Aynı tanık istinabe yolu ile saptanan 13.7.2004 tarihli yeminli
ifadesinde de; olay günü Bölük İdari Kısıma girerken, sanığı elinde
silahla kapıda gördüğünü, İdarî Kısma girince sanığın kendisine ait silahı
olmadığı aklına geldiği için, herhangi bir olay çıkmasın düşüncesiyle
hemen Bölük Komutanı’nın odasına girdiğini, içeri girdiğinde silahın
masanın üstünde, namlusu kapıyı, dipçiği Bölük Komutanını gösterir
hâlde durduğunu ve dolu şarjörün takılı olduğunu gördüğünü, sanığı
tutup dışarı çıkardığını, bu sırada sanığın “Beni niye dışarı
çıkartıyorsunuz, ben o ... çocuğumuyum?” diyerek bağırdığını, silahı da
masanın üstünden alıp askere verdiğini beyan etmiştir. İstinabe
mahkemesince “Tanığın hazırlık ifadesi okundu. Benzer mahiyette
olduğu görüldü” denilmekle yetinilmiştir.
Tanıklar J.Bçvş. T.E. ve J.Komd.Er M.S. ise; aşamalardaki tüm
ifadelerinde, Bölük Komutanı’nın odasına girmediklerini, orada cereyan
eden olayı görmediklerini söylemişlerdir.
Görüldüğü üzere mağdur J.Ütğm. Ç.B. ifadelerinde; sanığın,
silahla odasına girdiğinde kendisinin telefonla konuştuğunu, telefonu
bırakıp ayağa kalkarak sanığın elinden silahı alıp masaya kendisinin
koyduğunu iddia ederken, sanık tüm savunmalarında ısrarla silahı
masanın üzerine kendisinin koyarak “Artık dayanamıyorum, komutanım
beni vurun, siz de kurtulun ben de kurtulayım” dediğini ileri sürmektedir.
Tanık Uzm.J.Çvş. Ş.A. ise birlik ifadesinde, odaya girdiğinde silahın,
masanın üzerinde namlu kapıyı gösterir hâlde durduğunu ve Bölük
Komutanı’nın ayakta telefonla konuştuğunu gördüğünü, sanığın da
“Bana niye farklı davranıyorsunuz beni vurunda kurtulayım” diye
bağırdığını duyduğunu anlatarak sanığın savunmasını doğrular şekilde
ifade verdiği, istinabe mahkemesince alınan 13.7.2004 tarihli yeminli
370
ifadesi ise, yetersiz ve hazırlık ifadesinden farklı olduğu hâlde çelişkinin
giderilmediği görülmektedir.
İddia konusu olayın tek görgü tanığı olan Uzm.J.Çvş. Ş.A.’nın,
olayı hatırlayamaması hâlinde hazırlık ifadesi de okunmak suretiyle,
özellikle silahı masanın üzerine kimin koyduğunun tespiti önem arz
ettiğinden, odaya girdiğinde Bölük Komutanı’nın telefonla konuşup
konuşmadığı, sanığın Bölük Komutanı’na karşı hangi sözleri söylediği ya
da bağırdığı konularında ayrıntılı yeminli ifadesi alınmadan (Tanığın
yeminli ifadesinde sanığın savunmasını doğrulaması hâlinde, 5237 sayılı
TCK’nın 21/1’inci maddesinde “Suçun oluşması kastın varlığına
bağlıdır. Kast, suçun kanunî tanımındaki unsurların bilinerek ve istenerek
gerçekleştirilmesidir.” şeklindeki kastın tanımı dikkate alındığında,
sanığa atılı amiri tehdit suçunun manevî unsurunun oluştuğundan
bahsedilemeyeceğinden) sanık hakkında amiri tehdit suçundan noksan
soruşturmayla mahkûmiyet hükmü kurulduğu; keza sanığın, olayın
devamında söylediği iddia olunan ve tanık tarafından doğrulanan “Bana
niye farklı davranıyorsunuz, beni vurunda kurtulayım (ya da beni niye
dışarı çıkartıyorsunuz), ben o ... çocuğumuyum” şeklindeki sözlerin, 477
sayılı Kanun’un 47’nci maddesi kapsamında amire saygısızlık disiplin
suçunu oluşturup oluşturmaması da, amiri tehdit suçunun oluşup
oluşmamasına bağlı olduğu, sonucuna varıldığından, Askerî Yargıtay
Başsavcılığının itirazının kabulüyle, Askerî Yargıtay 4’üncü Dairesinin,
mahkûmiyet ve beraat hükümlerinin onanmasına ilişkin kararının
kaldırılmasına, amire tehdit suçundan verilen mahkûmiyet hükmünün
sanığın temyizine atfen ve resen, amire hakaret suçundan verilen beraat
hükmünün de askerî savcının temyizine atfen ve resen, 353 sayılı
Kanun’un 221/1’inci maddesi gereğince ayrı ayrı bozulmasına karar
verilmiştir.
371
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 216
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/63
K. No. : 2008/64
T.
: 17.4.2008
ÖZET
Son kararın tartışılması aşamasında, askerî savcının
esas
hakkındaki
mütalâasını
bildirmesinden
sonra,
yargılamaları
yokluklarında
yürütülen
sanıkların,
savunmaları yerine geçmek üzere dava dosyasında bulunan
önceki tüm ifadelerinin okunması gerekirken, esas hakkındaki
mütalâanın bildirilmesini müteakip, sanık müdafiinin esas
hakkındaki savunmasını yapmasıyla yargılamaya son verilerek
hükümlerin kurulması, iddia ve savunmada silahların eşitliği
ilkesine aykırı olup savunma hakkını kısıtlayıcı nitelikte
bulunduğu gibi, bu durumda usul hukukunun esaslı
kurallarından olan sözlülük ve aleniyet (Açıklık) ilkelerinin
gereklerine uygun bir yargılama yapıldığından da söz
edilemez.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; askerî savcının esas hakkındaki
mütalâasını bildirmesini müteakip, duruşmada hazır bulunmayan
sanıkların, savunmaları yerine geçmek üzere, dosyada bulunan önceki
beyanlarının okunmasının gerekip gerekmediğine ilişkindir.
Daire; sanıkların, usulüne uygun olarak duruşmadan vareste
tutuldukları, sanık Er S.S. müdafiinin, duruşmaya katılarak esas
hakkındaki savunmasını yaptığı, sanıkların ve sanık S.S. müdafiinin
savunma haklarının kısıtlandığını temyiz sebebi olarak ileri sürmedikleri,
söz konusu usule aykırılığın nispî butlan niteliğinde olup, savunma
hakkının özüne ve hükmün esasına etkili olmadığı gerekçesiyle, bu
noksanlığı bozma nedeni saymayıp, mahkûmiyet hükmünü, hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasının mahkemesince değerlendirilmesine
olanak sağlanması için bozarken;
372
Başsavcılık; yargılamaları yokluklarında yürütülen sanıkların,
askerî savcının esas hakkındaki mütalâasını bildirmesinden sonra,
savunmaları yerine geçmek üzere dosyada bulunan önceki ifadelerin
okunmamasının, iddia ve savunma açısından silahların eşitliği ilkesine,
keza kovuşturma evresinin sözlülük ve açıklık ilkelerine aykırılık teşkil
ettiğinden mutlak bozma nedeni oluşturduğu ve hükmün öncelikle bu
yönden bozulması gerektiği gerekçesiyle, Daire kararına süresinde itiraz
etmiştir.
Dava dosyası incelendiğinde, sorgu ve savunmaları istinabe
yoluyla tespit edilen sanıkların duruşmalardan vareste tutulmalarını talep
etmeleri üzerine, duruşmalardan vareste tutulmalarına karar verilerek
yargılamanın yokluklarında sürdürüldüğü, 22.11.2006 tarihli duruşmada
esas hakkındaki mütalâasını bildiren askerî savcının, sanıkların
iddianame uyarınca cezalandırılmalarını talep etmesi üzerine, sanık S.S.
müdafiine esas hakkındaki savunmasını hazırlayıp bildirmesi için
duruşmanın 20.12.2006 tarihine ertelendiği, 20.12.2006 tarihli
duruşmaya sanıkların katılmadığı, sanık S.S. müdafiinin katıldığı, talik
ve heyet değişikliği nedeniyle yargılamanın tekrarlandığı, müdafiye söz
verilip esas hakkındaki savunmasını yaptığı, ardından dosya incelenip,
heyetin karar vermek üzere gizli müzakereye çekildiği ve inceleme
konusu hükümlerin verildiği görülmektedir.
Uyuşmazlık konusunun çözümü ile ilgili yasal düzenlemelere
baktığımızda:
Hüküm tarihinden önce yürürlükte bulunan 353 sayılı Kanun’un
160’ıncı maddesi;
“Delillerin ikamesi ve tartışması bittikten sonra söz davacıya ve
davaya katılana, onlardan sonra da iddiasını bildirmek üzere askerî
savcıya ve daha sonra da sanığa verilir.
Askerî savcı, sanığa, sanık ve müdafii de davacıya cevap vermek
hakkına sahiptir.
Duruşmayı yöneten askerî hâkimin müsaadesi ile davacı da cevap
verebilir. Son söz sanığındır.” şeklinde iken;
353 sayılı Kanun’un, 5.10.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5530
sayılı Kanunla değişik Ek-1’inci maddesinin atıfta bulunduğu 5271 sayılı
CMK’nın 216’ncı maddesinin;
“(1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla
katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya
kanunî temsilcisine verilir.
(2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin
veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanunî
373
temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin
açıklamalarına cevap verebilirler.
(3) Hükümden önce sonsöz, hazır bulunan sanığa verilir.” şeklinde
ve esas itibariyle önceki düzenlemeyle paralellik arz eder nitelikte yeniden
düzenlendiği görülmektedir. Her iki düzenleme arasındaki tek fark, önceki
düzenlemede, “Son söz sanığındır.” şeklindeki kuralın, yürürlükte
bulunan düzenlemeyle, “Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa
verilir” şekline dönüştürülmesinden ibarettir.
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 17.5.2007 tarihli, 2007/68-62
Esas ve Karar sayılı kararında da açıklandığı üzere;
Öğretide, son kararın tartışılması bölümü olarak nitelendirilen bu
aşamada, iddia ve savunma makamlarının “Esas hakkında” mütalâalarını
bildirecekleri belirtilmektedir.
“… Son soruşturma safhasının dar manadaki duruşma devresi
bitince, yani deliller ortaya konulduktan ve tek tek tartışıldıktan sonra,
sonuç çıkarma devresinin birinci bölümü olan tartışma bölümüne sıra
gelir … Tartışma bölümünün kabulüne sebep, hükmün kolektif
verilmesini sağlamak için taraflar uyuşmazlığı çözecek olan bir
yargılama makamına ışık tutmak üzere son kararın nasıl olması
gerekeceği hakkındaki mütalâalarını bildirme imkânının verilmesidir. Bu
mütalâalara ‘esas hakkında mütalâa’ denile gelmektedir. Savcılık son
kararın nasıl olması gerektiği hakkındaki görüşünü bu esas hakkındaki
mütalâası ile (Buna esas hakkında iddia da denilmektedir) açıklayacak ve
artık şüphesi kalmayıp mahkûmiyet kararı verilmesini düşünüyorsa,
ancak o zaman sanığın cezalandırılmasını isteyecektir. Ondan önceki
mütalâaları son kararı esas almadığından ceza isteme niteliğinde
değildir… Kanun tartışmanın hangi sıraya göre yapılacağını göstermiştir.
... görülüyor ki önce iddia makamını işgal edenler, sonra müdafaa
makamını işgal edenler konuşacak, mütalâalarını bildireceklerdir. …”
(Kunter/Yenisey, Ceza Muhakemesi Hukuku, 13. Bası 2005, S. 10221024).
“… Deliller ortaya konulduktan ve tek tek tartışıldıktan sonra,
duruşma devresinin tamamı üzerinde bir tartışma açılır. İddia ve savunma
makamları, uyuşmazlığı çözecek olan yargılama makamına ışık tutmak
üzere son kararın (hükmün) nasıl olması gerektiği hakkında tüm
oturumları değerlendirerek görüşlerini bildirirler … İddia makamı esas
hakkındaki mütalâasını bitirdikten sonra, savunmasını yapmak üzere,
sanığa söz verilecektir (CMUK m. 251/1). Yasada müdafie söz verileceği
gösterilmemiştir. Müdafii toplumsal savunma yaptığı için, belirtmeye de
gerek yoktur. Müdafiin son savunmayı yapması, silahların eşitliği
374
ilkesince zorunludur ve uygulamada müdafii son savunmayı yapmaktadır
…” (Centel/Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 2. Bası, 2003, S. 522).
“… Delillerin tartışılması aşaması, duruşma aşamasında çok
önemli bir role sahiptir. Çünkü kural olarak mahkemeye getirilip
mahkeme önünde tartışılmayan delillerin hükme esas alınması mümkün
değildir. Son karar devresinden önce bu aşamada taraflar son kez
hükmün nasıl olması gerektiğini o ana kadar toplanan delillere
dayanarak, yani gerekçelendirerek açıklarlar. Kanun bu aşamada söz
sırasının nasıl olacağını düzenlemiştir … Savcının hükmün nasıl olması
gerektiğine dair görüşüne ‘Esas hakkında mütalâa’ denilmektedir ...
Savunma da esas hakkındaki savunmasını bu aşamada açıklar ...”
(Doç.Dr. V. Ö. ÖZBEK, Yeni Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Anlamı,
2005, S. 841-842).
Yasal düzenleme, öğreti ve uygulama, askerî savcının esas
hakkındaki mütalâasını bildirmesinden sonra, yargılama yokluğunda
yürütülen sanığın savunması yerine geçmek üzere önceki ifadelerinin
okunmasını müteakip hüküm kurulmasını gerektirmektedir. Son karara
yönelik askerî savcının esas hakkındaki mütalâası karşısında, evrensel ve
anayasal nitelikte bir hak olan savunmaya olanak tanınmaksızın bir
yargılama yapılması ve hüküm kurulması düşünülemez. Savunma
hakkının önemi ile iddia ve savunma açısından silahların eşitliği ilkesi
yanında; esas hakkındaki mütalâaya karşı, sanığın da esas hakkındaki
savunmasını yapmasıyla bu aşamada taraflar mütalâaları ile son kararın
verilmesine, yani sonuç çıkarılmasına katılmaktadırlar. Yargılama ve
sonuç çıkarma ya da hüküm verme bu yönüyle kolektif bir çabayı
gerektirmektedir. Sanığa savunma olanağının tanınması için huzurda
olup olmamasının da önemi bulunmayıp, huzurda olmayan sanık
açısından önceki tüm ifadelerinin okunması gerekmektedir. Zira, ancak
duruşmada söylenen, açıklanan ya da okunan hususların hükme alınacağı
kuşkusuzdur.
Diğer taraftan; yargılama yokluğunda yürütülen sanık hakkında,
askerî savcının esas hakkındaki mütalâasını bildirmesinden sonra, sanığın
savunması yerine geçmek üzere dosyada mevcut önceki ifadeleri
okunmaksızın hüküm kurulması, başka bir anlatımla yargılamanın iddia
(Esas hakkında mütalâa) ile sonlandırılıp hükme varılması, ceza
yargılamasının kovuşturma evresine ilişkin önemli ilkelerini oluşturan
“Sözlülük” ve “Aleniyet” (Açıklık) ilkeleriyle de bağdaşmamaktadır.
Kovuşturma evresinde yargılama konusunun tümüyle tartışmaya
açılmasını, söylenmemiş herhangi bir sözün kalmamasını, hükmün
duruşmada söylenen veya okunanlara dayanmasını, kamunun ve
375
tarafların her türlü yargılama faaliyetinden haberdar olmasını veya böyle
bir olanağa sahip bulunmasını ve böylece yargılamanın ve ceza adaletinin
daha etkin bir şekilde kontrolünü öngören ve bu yönüyle kamu düzenini
ilgilendiren anılan ilkelere aykırılık ise mutlak bozma nedeni
oluşturmaktadır.
Açıklanan nedenlerle; son kararın tartışılması aşamasında, askerî
savcının esas hakkındaki mütalâasını bildirmesinden sonra, yargılamaları
yokluklarında yürütülen sanıkların, savunmaları yerine geçmek üzere
dava dosyasında bulunan önceki tüm ifadelerinin okunması gerekirken,
esas hakkındaki mütalâanın bildirilmesini müteakip, sanık S.S.
müdafiinin esas hakkındaki savunmasını yapmasıyla yargılamaya son
verilerek hükümlerin kurulması, iddia ve savunmada silahların eşitliği
ilkesine aykırı olup savunma hakkını kısıtlayıcı nitelikte bulunduğu gibi,
bu durumda usul hukukunun esaslı kurallarından olan sözlülük ve
aleniyet (Açıklık) ilkelerinin gereklerine uygun bir yargılama
yapıldığından da söz edilemeyeceği sonucuna varıldığından; Başsavcılık
itirazının kabulü ile Dairenin, en son aşama olan hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasının mahkemesince değerlendirilmesine olanak
sağlanması için mahkûmiyet hükmünü bozmasına ilişkin kararının
kaldırılmasına; sanıklar hakkındaki mahkûmiyet hükümlerinin usul
yönünden ayrı ayrı bozulmasına karar verilmiştir.
376
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 225, 230
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/65
K. No. : 2008/75
T.
: 1.5.2008
ÖZET
1) Askerî mahkemece, sanığın kendisince malûm ve
muayyen olan emre rağmen, birlik (kışla) sınırları içerisinde
cep telefonu bulundurduğu iddiasının (maddî olayın) sınırları
genişletilmeden, cep telefonu yasağı olan kışla içerisinde
kantin kasasında değil, aynı gün koğuşlar bölgesinde sanığın
üzerinde cep telefonu bulunduğu kabul edilmek suretiyle
sadece cep telefonunun kışla içerisinde bulunduğu yerin
değiştirilmiş olması olayın teferruatı ile ilgili olup,
iddianamede yazılı olayın esasını değiştirmediğinden ve
genişletmediğinden, 5271 sayılı CMK’nın 225/1’inci maddesini
ihlal etmemektedir.
2) Askerî mahkemenin iddia konusu olayda dayandığı
deliller ile vardığı sonucun birbiriyle uyuşmaması, CMK’nın
230/1’inci madde ve fıkrasının (b) ve (c) bentleri kapsamında
usule aykırıdır.
Ayrıca,
suç
tarihine
ilişkin
olay
tutanağının
getirtilmemesi ve terhis belgesinde yazılı bulunan 14 gün
disiplin cezasının sanığın hangi eyleminden dolayı verildiğinin
araştırılmaması da noksan soruşturma teşkil etmektedir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; askerî mahkemece, iddia konusu
eylemin değiştirilerek ve iddianamede açıklanmayan şekilde
genişletilerek mahkûmiyet hükmü verilip verilmediğine ilişkindir.
Daire; askerî mahkemece, suç oluşturduğu iddia olunan eylemin
değiştirilerek ve iddianamede açıklanmayan şekilde genişletilerek
mahkûmiyet hükmü verilmesinin CMK’nın 225/1’inci maddesine
aykırılık teşkil ettiği gerekçesiyle mahkûmiyet hükmünü bozarken,
377
Başsavcılık; askerî mahkeme hükmünde, sanığın kendisine tebliğ
edilen emre aykırı olarak 16.12.2006 tarihinde birlik içerisinde cep
telefonu bulundurduğu kabul edilip, iddianamede yer alan eylemin
değiştirilmesinin ve genişletilmesinin söz konusu olmadığını ileri sürerek
Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
İddianamede; “... Cep telefonu bulundurmanın ve kullanmanın
yasak olduğuna dair birlik komutanlığının 105 No.lu Günlük emrinin
şüpheliye tebliğ edildiği, 16.12.2006 tarihinde yapılan kontrol sırasında
şüphelinin sorumlusu olduğu kantin kasasında cep telefonunun tespit
edildiği, şüphelinin bu şekilde kendisi için malûm ve muayyen hâle gelen
hizmete ilişkin emre uymayarak, kışlada cep telefonu bulundurmak
suretiyle emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği ...” iddia edilerek,
eylemine uyan ASCK’nın 87/1’inci maddesinin birinci cümlesi uyarınca
cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır.
Askerî mahkemece; gerekçeli hükümde maddî olay, “... Dava
konusu olan cep telefonu bulundurma eyleminin ise 16.12.2006 tarihinde
sanığın üzerinde koğuşlar bölgesinde ele geçirilen cep telefonu olduğu, ...
sanığın ve tanıkların beyanları karşısında cep telefonunun kantin
içerisinde ele geçirildiğine dair iddia da mesnetsiz kalmıştır ... Sanık olay
günü kendince malûm ve muayyen olan emre rağmen birlik içerisinde
cep telefonu bulundurduğu ...” şeklinde kabul edilmiştir.
İzah edildiği üzere, askerî mahkemece, sanığın kendisince malûm
ve muayyen olan emre rağmen, birlik (kışla) sınırları içerisinde cep
telefonu
bulundurduğu
iddiasının
(maddî
olayın)
sınırları
genişletilmeden, cep telefonu yasağı olan kışla içerisinde kantin
kasasında değil, aynı gün koğuşlar bölgesinde sanığın üzerinde cep
telefonu bulunduğu kabul edilmek suretiyle sadece cep telefonunun kışla
içerisinde bulunduğu yer değiştirilmiştir. Bu farklı kabul tarzı olayın
teferruatı ile ilgili olup, Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 2.3.2006
tarihli, 2006/67-55 Esas ve Karar sayılı kararında da açıklandığı gibi,
iddianamede yazılı olayın esasını değiştirmediği ve genişletmediği,
dolayısıyla hüküm tarihi itibariyle 353 sayılı Kanun’un Ek-1’inci
maddesindeki genel atıf nedeniyle yürürlükte olan 5271 sayılı CMK’nın
225/1’inci maddesini de ihlâl etmediği sonucuna varıldığından, Askerî
Yargıtay Başsavcılığının bu konuda isabetli bulunan itirazının kabulü ile
Askerî Yargıtay 2’nci Dairesinin 27.2.2008 tarihli, 2008/463-453 Esas ve
Karar sayılı kararının kaldırılmasına karar verilmiştir.
Askerî Yargıtay 2’nci Dairesinin anılan bozma ilamında “...
İddianame ile dosyadaki delillere uygun eylemin uyuşmadığı
anlaşılmaktadır ... Terhis belgesinin incelenmesinden sanığın disiplin
378
cezası ile cezalandırıldığı belirlenmiştir ...” şeklinde tespitlere de yer
verilmiştir.
Dava dosyasındaki deliller gözden geçirildiğinde;
Tanık Ütğm. M.Y.’nin, 16.12.2006 günü Tb.Nöb.Sb. olarak görevli
olduğunu, koğuşta tek başına devriye görevi yaparken sanık A.B.’nin
davranışlarından şüphelenip üzerini aradığında, bir adet cep telefonu
bulup, daha sonra tutanak ile Bl.K.na teslim ettiğini, ertesi günü sanığın
yeniden cep telefonu yakalattığını duyduğunu,
Tanık Yb. N.A.’nın, olay günü koğuşları kontrol ederken, kilitli
olan bir koğuşun kapısını açtırdığını, içeride sanık ile bir arkadaşının
sigara içtiğini, şüphelenip arama yapınca, yatakların altında sanığa ve
arkadaşına ait birer cep telefonu bulduğunu, daha önce de çarşı izninden
dönen sanığın üzerinde bir cep telefonu bulunup tutanak düzenlenmiş
olduğunu,
Tanık Astsb. E.D.’nin, Tb. K.nının nöbetçi olduğu gün kendisinin
de Bl.Nöb.Sb. olarak görevli olduğunu, Tb.Komutanının koğuşta bulup
gönderdiği sanığa ait (iki adet) cep telefonunun tutanağını düzenlediğini,
Tanık Ütğm. O.O.’nun, sanığın Bl.K. olduğunu, sanığın üzerinde
16.12.2006 tarihinde ele geçen cep telefonu hakkında işlem yaptığını,
Beyan ettikleri; dava dosyasında, Astsb.Çvş. E.D. tarafından
düzenlenen ve her ikisi de 17.12.2006 tarihli olan tutanakların birinde,
sanığın üzerinde yapılan aramada Nokia 2300 marka cep telefonu ve
Telsim sim kartının bulunduğunun belirtildiği, diğerinde yine sanığın
üzerinde yapılan aramada Nokia 3310 marka cep telefonu bulunduğunun
belirtildiği; terhis belgesine de “2’nci Mknz.P.Tb.K.lığının 17.12.2006
gün ve Per: 7200-717-6/2404 sayılı emri ile ‘Disiplinsiz tutum ve
davranışlarından’ dolayı tabur komutanı tarafından 14 (on dört) gün oda
hapsi cezası ile cezalandırılmıştır. Terhis tarihi 31.12.2006 tarihine
uzamıştır.” şeklinde şerh düşüldüğü görülmektedir.
Mevcut delil durumuna göre; 17.12.2006 tarihli olay tutanaklarının,
Tb.K.Yb. N.A. tarafından 17.12.2006 günü yapılan arama sırasında
koğuşta yatakların altında bulunan sanığa ve arkadaşına ait cep
telefonlarıyla ilgili olup, 16.12.2006 tarihinde sanığın üzerinde bulunan
cep telefonu ile ilgisinin bulunmadığı anlaşılmaktadır. İddia konusu olay,
Ütğm. M.Y. tarafından 16.12.2006 tarihinde koğuşlar bölgesinde sanığın
üzerinde bulunan cep telefonuna ilişkin olmasına rağmen, askerî
mahkemece gerekçeli hükümde, bu tanığın beyanına itibar edilmeyip,
(Bl.K.Ütğm. O.O.’nun duyuma dayalı beyanlarında olayları karıştırması
nedeniyle) 17.12.2006 tarihli aramayı yapan Tb.K.Yb. N.A.’nın
beyanları karara esas alınmıştır. Askerî mahkemenin iddia konusu olayda
379
dayandığı bu deliller ile vardığı sonuç birbiriyle uyuşmadığı için
CMK’nın 230/1’inci madde ve fıkrasının (b) ve (c) bentleri kapsamında
usule aykırılık teşkil ettiğinden; keza, 16.12.2006 tarihli olay tutanağının
getirtilmemesi ve terhis belgesinde yazılı bulunan 14 gün disiplin
cezasının hangi eyleminden dolayı verildiğinin araştırılmaması da noksan
soruşturma olarak değerlendirildiğinden, Başsavcılığın itirazına ve
sanığın temyizine atfen ve resen mahkûmiyet hükmünün bozulmasına
karar verilmiştir.
380
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 226
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E. No. : 2008/1870
K. No. : 2008/1842
T.
: 24.9.2008
ÖZET
1) Askerî mahkemece TCK’nın 29’uncu maddesi
uyarınca haksız tahrikten indirim yapılmayacak olması
nedeniyle cezanın arttırılması ihtimaline binaen CMK’nın
226’ncı maddesi uyarınca ek savunma hakkı verilmesi
gerekirken, bu hak tanınmadan, TCK’nın 29’uncu maddesinin
uygulanmaması suretiyle belirtilen şekilde cezalandırılması,
sanığın
savunma
hakkının
kısıtlanması
sonucunu
doğurmuştur.
2) Her ne kadar 5237 sayılı TCK’nın 52/2’nci maddesi
ile bu maddenin gerekçesinde, “diğer şahsî hâller”den neyin
kastedildiği hususunda bir açıklık bulunmamakta ise de;
maddenin açıklanmasında bunun sanığın ekonomik gücüne
etki eden diğer özel durumlar olarak anlaşılması ve kişinin
malvarlığı, bakmakla yükümlü olduğu aile bireylerinin sayısı,
yaşı, eğitim durumları ve geliri ile karşılaması gereken nafaka
kabilinden
daimi
ödemeleri
gibi
şahsi
hâllerinin
araştırılmasından sonra bir gün karşılığı adlî para cezasının
belirlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır..
Askerî mahkemece; sanığın, 24.4.2007 tarihinde asta müessir fiil
suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın 117, TCK’nın 62 ve 50’nci
maddeleri gereğince, 750 YTL adlî para cezası ile cezalandırılmasına;
TCK’nın 52/4’üncü maddesi uyarınca hükmolunan adlî para cezasının
aylık 10 (on) eşit taksitte ödenmesine; taksitlerden birinin zamanında
ödenmemesi hâlinde geri kalan kısmın tamamının tahsil edileceğinin ve
ödenmeyen adlî para cezasının hapse çevrileceğinin sanığa ihtaratına
karar verilmiştir.
Bu hüküm, sanık tarafından sebep gösterilmeksizin temyiz
edilmiştir.
381
Yapılan incelemede; Elazığ Kabul Toplama Merkez
Komutanlığında görev yapmakta olan sanığın, 24.4.2007 tarihinde
nizamiye nöbetçisi iken tuvalete gitmek üzere kendisinden izin alıp,
tuvalet ihtiyacından sonra kantine giden P.Er Y.G. hakkında geç gelmesi
nedeniyle tutanak tuttuğu, P.Er Y.G.’nin bu tutanağı imzalamak
istememesi, bölük komutanı yanında imzalamak istediğini söylemesi
üzerine, mağdura tokat attığı ve tekmeyle nizamiye dışına attığı, bu
suretle asta müessir fiil suçunu işlediği kabul edilerek yazılı oluğu şekilde
hüküm kurulmuş ise de;
1- Sorgu ve savunmasının tespiti maksadıyla yazılan talimat
uyarınca, Samsun 1’inci Asliye Ceza Mahkemesinde, 8.10.2007 tarihinde
yapılan duruşmada; kimliği tespit edilen sanığa, talimat ekinde bulunan
iddianamenin okunduğu, CMK’nın 147/1’inci maddesindeki haklarının
hatırlatıldığı, sanığın haklarını anladığını, ifade vereceğini belirttikten
sonra kendisine daha önceden iddianame tebliğ edilmediği hâlde
savunma için bir haftalık yasal hazırlık süresinden yararlanma hakkı
olduğu hatırlatılmadan sorgusunun tespit edildiği görülmektedir.
5.10.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5530 sayılı Kanun ile değişik
353 sayılı Kanun’un Ek-1 maddesi delaletiyle CMK’nın 176/4 ve
190’ıncı maddelerinde, iddianamenin tebliği ile duruşma günü arasında
bir haftalık süre bulunması, şayet bu süreye uyulmamış ise hâkim
tarafından sanığa bu nedenle duruşmaya ara verilmesini isteme hakkı
olduğunun hatırlatılması gerektiği hükümleri yer almaktadır.
Bu itibarla; mahkemece, iddianamenin tebliği ile duruşma günü
arasında geçmesi gereken bir haftalık yasal süre geçmeden, bu durum
sanığa hatırlatılarak duruşmanın tehir veya talikini istemeye hakkı olduğu
sanığa bildirilmeden saptanan sorgusu esas alınarak hüküm kurulması,
savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup, 353 sayılı Kanun’un
207/3-H maddesi gereğince yasaya mutlak aykırılık oluşturmaktadır.
Sanığın sorgusunun, 8.10.2007 tarihli duruşmada hakkında haksız
tahrik hükümlerinin uygulanmasını isteyen iddianame uyarınca tespit
edildiği, 1.11.2007 tarihinde yapılan duruşmada ise, huzurda bulunmayan
sanığın vareste tutulmasına karar verildiği, sanık hakkında mahkûmiyet
hükmünün verildiği 5.11.2007 tarihli karar duruşmasının sanığın
yokluğunda yapıldığı, dolayısıyla askerî mahkemece TCK’nın 29’uncu
maddesi uyarınca haksız tahrikten indirim yapılmayacak olması
nedeniyle cezanın arttırılması ihtimaline binaen CMK’nın 226’ncı
maddesi uyarınca ek savunma hakkı verilmesi gerekirken, bu hak
tanınmadan, TCK’nın 29’uncu maddesinin uygulanmaması suretiyle
belirtilen şekilde cezalandırılması, sanığın savunma hakkının kısıtlanması
382
sonucunu doğurmuştur. Bu nedenlerle hükmün usul yönünden
bozulmasına karar verilmiştir.
2- Mağdur P.Er Y.G.’ye karşı işlediği asta müessir fiil suçu ile
ilgili olarak, sanığın müsnet suçtan asgarî hadden ceza tayin edilmesinde
ve tayin edilen hapis cezasının adlî para cezasına çevrilip
taksitlendirilmesinde isabetsizlik bulunmamakla birlikte;
5237 sayılı TCK’nın “Adlî para cezası” başlıklı 52’nci
maddesinin 2’nci fıkrasının “En az yirmi ve en fazla yüz Türk Lirası olan
bir gün karşılığı adlî para cezasının miktarı, kişinin ekonomik ve diğer
şahsî hâlleri göz önünde bulundurularak takdir edilir” hükmü karşısında,
bir gün karşılığı ödeyebileceği para miktarının belirlenmesinde kişinin
“ekonomik” ve “diğer şahsi hâlleri” gibi iki ayrı kriterin birlikte dikkate
alınması gerektiği açıktır.
Her ne kadar 5237 sayılı TCK’nın 52/2’nci maddesi ile bu
maddenin gerekçesinde, “diğer şahsî hâller”den neyin kastedildiği
hususunda bir açıklık bulunmamakta ise de; maddenin açıklanmasında
bunun sanığın ekonomik gücüne etki eden diğer özel durumlar olarak
anlaşılması ve kişinin malvarlığı, bakmakla yükümlü olduğu aile
bireylerinin sayısı, yaşı, eğitim durumları ve geliri ile karşılaması
gereken nafaka kabilinden daimi ödemeleri gibi şahsi hâllerinin
araştırılmasından sonra bir gün karşılığı adlî para cezasının belirlenmesi
gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Bu açıklamalardan sonra somut olaya dönüldüğünde, askerî
mahkemece “sanığın ekonomik durumuna etki eden diğer şahsî
hâlleri”ne ilişkin herhangi bir araştırma yapılmaksızın sanık hakkında
asta müessir fiil suçundan hükmolunan kısa süreli hapis cezasının,
“sanığın ekonomik durumu ve suçun işlenmesindeki özeliklere göre”
şeklindeki soyut gerekçeyle asgarî hadden uzaklaşılarak bir gün karşılığı
30,00 YTL üzerinden adlî para cezasına çevrilmesi yasaya aykırı
bulunduğundan, hükmün bu nedenle de bozulması gerekmiştir.
3- Hükümden sonra 8.2.2008 tarihli Resmî Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına
Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 562’nci maddesi ile değişik 5271
sayılı CMK’nın 231’inci maddesi uyarınca; atılı suçla ilgili olarak
yapılan yargılama sonucunda hükmolunan cezanın tür ve süresine göre
hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağı hususunda askerî
mahkemece yeniden değerlendirme yapılması bakımından mahkûmiyet
hükmünün bozulmasına karar verilmiştir.
383
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 230
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/24
K. No. : 2008/23
T.
: 21.2.2008
ÖZET
1) Suç tarihinin Nisan 2003-21.6.2004 olarak tespiti
mümkün iken, (21.6.2004 tarihinde soruşturmaya başlandığı
hâlde) 2004 yılının tamamını kapsar şekilde “2004 yılı” olarak
belirlenmesi hatalıdır.
2) Gerekçeli kararda, dava dosyasındaki delillerin
özetlenmesi veya sıralanması yeterli olmayıp, sübuta ve
uygulamaya dayanak teşkil eden delillerin açıkça gösterilerek,
deliller arasında çelişki ve farklılıklar bulunduğu takdirde,
hangi delile ne sebeple itibar olunduğunun, diğerinin hangi
sebeple kabul edilmediğinin, iddianamede sanığa atılı olayın ya
da olayların hangi delillere göre sabit kabul edildiğinin, makul
ve dosya içeriğine uygun gerekçelerle izah edilmesi gerekli
olup, bu nitelikteki bir gerekçeli hükmün, kamunun
bilgilenmesini, tarafların ikna olmalarını, temyiz denetiminin
kolaylaşmasını,
yargılamanın
güvenilirliğini
ve
adil
yargılanma ilkesinin gerçekleşmesini sağlayacağı aşikârdır. Bu
itibarla, hükmün gerekçeden yoksun olması, 353 sayılı
Kanun’un 207/3-G madde ve bendi gereğince kanuna mutlak
aykırılık teşkil etmektedir.
Daire ile askerî mahkeme arasında ortaya çıkan ve Daireler
Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; askerî mahkemenin
gerekçeli hükmünde gösterdiği gerekçenin 5271 sayılı Kanun’un
230’uncu maddesinde öngörülen hususları taşıyıp taşımadığı konusuna
ilişkin ise de;
İtiraz aşamasında, 8.2.2008 tarihli ve 26781 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı “Temel Ceza Kanunlarına
Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 562’nci maddesiyle, 5271 sayılı
384
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231’inci maddesinin 5 ve 14’üncü
fıkralarında değişiklik yapılarak “Hükmün açıklanmasının geri
bırakılması” müessesesinin uygulama alanının genişletilmesi ve dava
dosyasının da bu kapsamda görülmesi üzerine, kurulda, bu değişikliğe
göre dava dosyasının mahkemesince takdir ve değerlendirilmesi
açısından, Askerî Yargıtayca hiçbir inceleme yapılmaksızın hükmün
öncelikle bu yönden bozulması gerektiğine dair görüş ileri sürmesi
karşısında, bu konuda yapılan inceleme ve müzakere sonucunda;
5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesiyle değişik, 5271 sayılı
CMK’nın 231’inci maddesinin 5-14 fıkralarında düzenlenen “Hükmün
açıklanmasının geri bırakılması” müessesesinin; Ceza Muhakemesi
Kanununda düzenlenmiş olmasına rağmen, mülga 647 sayılı Kanun’un
6’ncı maddesinde düzenlenen “Cezaların ertelenmesi” müessesesine
kısmen benzediği, madde içeriği ve sonuçları itibarıyla kişi özgürlüğü ile
doğrudan ilişkili bulunduğundan, maddî ceza hukukunu da ilgilendiren
bir müessese olduğu, bu nedenle CMK’nın 231’inci maddesinin 14’üncü
fıkrasında belirtilen suçların haricinde kalan bir suçtan dolayı, 8.2.2008
tarihinden önce askerî mahkemelerce tesis olunan, sonuç olarak iki yıl
veya daha az hapis veya adlî para cezasına ilişkin mahkûmiyet
hükümlerinin temyiz edilmesi hâlinde, Askerî Yargıtayca yapılacak
temyiz incelemesinin her yönden (Görev, usul, sübut, vasıf, takdir,
uygulama yönlerinden) yapılması gerektiği, örneğin; askerî mahkemece
görevsizlik kararı verilmesi gereken bir davada görevsizlik dışında bir
hüküm kurulmuşsa, usul hukukuna ilişkin mutlak bozma sebebi sayılan
kurallara aykırı davranılmışsa, mahkûmiyet için yeterli delil olmadığı
veya zamanaşımı söz konusu olduğu hâlde mahkûmiyet kararı verilmişse,
suç vasfı yanlış belirlenmişse ya da ceza tayin edilirken sanığın kişiliğine
ve dosya içeriğine uygun düşmeyecek şekilde ve derecede ceza tayin
edilmişse, Askerî Yargıtayca hükmün öncelikle bu yönlerden bozulacağı
kuşkusuzdur. Bu itibarla, temyiz incelemesi sırasında, CMK’nın 231’inci
maddesinde yapılan söz konusu değişiklikten önce kurulmuş olan iki yıl
veya daha az hapis ya da adlî para cezasına ilişkin mahkûmiyet
hükümlerinde usul, sübut, vasıf, takdir ve uygulama yönlerinden bir
isabetsizliğin görülmemesi hâlinde, bu aşamada gündeme gelen
“Hükmün açıklanmasının geri bırakılması” konusunun takdir ve
değerlendirilmesinin, hüküm mahkemesince yapılabilmesi bakımından,
hükmün bozulması gerekeceği sonucuna varıldığından, ileri sürülen söz
konusu usul meselesi; Kurulda işin esasına girilmeden, hükmün
CMK’nın 231’inci maddesinde yapılan değişiklik karşısında, hükmün
açıklanmasının geri bırakılması konusunun mahkemesince teemmülü
385
bakımından, hükmün öncelikle bu yönden bozulması gerektiğine ilişkin
görüşler nedeniyle aşıldıktan sonra sürdürülen incelemede;
Daire, askerî mahkemenin gerekçeli hükmünde gösterdiği
gerekçelerin sübut ve uygulama yönünden yasanın aradığı nitelikleri
taşımadığı gerekçesiyle hükmü bozarken,
Askerî mahkeme, ilk bozmadan sonra gerekçeli hükümde sanığın
eylemlerinin tek tek değerlendirildiğini, mahkemenin kararının CMK’nın
230’uncu maddesinde aranan şartları taşıdığını, ileri sürerek bozmaya
karşı direnmiştir.
Dosya ve askerî mahkemenin gerekçeli hükümleri incelendiğinde;
Her üç gerekçeli hükümde, iddia ve savunma yazılıp, yazılı deliller
sıralanarak, tanık beyanları özetlendikten sonra; “Sanık İ.T., görevini
yaptığı sırada emri altında bulunan erlerden değişik zamanlarda çeşitli
hediyeler istemiş ve almıştır. Olayın mağduru tanıklar hem kendi
verdiklerini hem de arkadaşlarının verdiklerini duyduklarını istikrarlı bir
şekilde anlatmışlardır. Sanık bölükte görevli hemen hemen bütün
erlerden bir şeyler istemiş ve çoğundan almıştır ... Sanık herkesten hediye
istemiştir. Bunu isterken de memuriyet nüfuzunu suiistimal etmiştir.
Şahsî çıkarı için nüfuzunu defalarca kötüye kullanmıştır. Erlerin ortada
hiçbir sebep yokken sanık hakkında bir takım iddialarda bulunmaları
mümkün değildir. Sanığa isnat olunan suç tüm tanık beyanlarından
anlaşılarak sübuta ermiştir ...” şeklinde soyut bir değerlendirme
yapılmıştır.
İddianamede sanığa 15 olay isnat olunmaktadır. Askerî mahkemece
bu olaylardan hangilerinin, hangi tanık anlatımları ile sabit görüldüğünün
tartışılması gerekirken, böyle bir tartışma yapılmaksızın, tanık
beyanlarına genel bir atıf yapılarak, sanığa atılı fiillerin sübuta erdiğinin
kabul edilmesi, “Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar”
başlıklı 5271 sayılı CMK’nın 230/1’inci madde fıkrasının b) bendinde
düzenlenen “Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas
alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi ...” ve c) bendinde düzenlenen
“Ulaşılan kanaat, sanığın suç oluşturduğu sabit görülen fiili ve bunun
nitelendirilmesi ...” hükümlerine aykırı düşmektedir.
Tanıkların olayları bir delil sıfatıyla anlatması başka şey, bu
anlatılanların askerî mahkemece kabul edilip edilmemesi ise başka bir
şeydir. Örneğin tanıklardan M.A., E.S., M.E., F.Ö. ve Ü.A. iddianamede
yer almayan olayları da anlatmışlardır. Askerî mahkemenin gerekçe
yazma biçimine göre bu olayların da mahkûmiyete dâhil edilmesi
gerekir. Oysa iddianamede yer almayan ve savunması alınmayan
eylemlerden dolayı sanığın sorumlu tutulması mümkün değildir. Keza Er
386
M.Ç., sanığın kendisine maddî yardımda bulunması ve iyi davranması
karşılığında izinden dönerken ona 3 kg. ceviz içi, 2 kg. üzüm pekmezi, 2
kg. üzüm şurubu ve 7 kg. kivi getirdiğini beyan ettiği, ancak gerekçeli
hükümden, sanığa atılı bu fiilin ne şekilde ASCK’nın 115/2’nci maddesi
kapsamında değerlendirildiği de anlaşılamamıştır.
İlk bozmaya uyulduktan sonra yazılan 31.8.2006 tarihli ikinci
gerekçeli hükümde, bozma doğrultusunda gerekçeli hüküm yazılması
gerekirken, sübuta ve suç vasfına yönelik savunmanın kabule değer
görülmediğine dair husus dışında, adeta direnme gerekçesi yazılması da
bozmaya uyma kararıyla bağdaşmamaktadır.
Sanığa isnat olunan olaylardan hangilerinin, hangi tanık beyanları
esas alınarak sabit görüldüğü tartışılmadığı için, hangi tanık beyanlarına
neden itibar edilmediği de tartışılmamıştır. Öte yandan, 21 tanıktan sanık
lehine ifade verdiği belirtilen 2-3 tanığın anlatımlarına, somut ve dosya
içeriğine uygun düşen gerekçelerle değil, soyut, genel ve kişisel bilgiye
dayanan ifadelerle itibar edilmediği belirtilmiştir. Bu şekildeki bir
değerlendirmenin de, CMK’nın 230/1’inci madde ve fıkrasının b) ve c)
bendelerinde yer alan hükümlere aykırı düştüğü sonucuna varılmıştır.
Askerî mahkemece, suç tarihinin, net bir şekilde tespitinin imkânsız
olduğu, kararın başında 2004 yılı olarak yazıldığı belirtilmiştir.
Tanık beyanlarına baktığımızda;
Er V.S., Birlik ifadesinde, sanığın talebi üzerine Haziran 2004
tarihinde CD-ROM aldığını,
Çvş. Ö.K., birlik ifadesinde, arkadaşlarının hediye alırsa rahat
edeceğine dair önerisi ile Şubat 2004 tarihinde 1 adet kazak ve 1 adet
gömlek alıp sanığa verdiğini,
Er S.S., askerî savcıya verdiği ifadesinde, izin dönüşü Aralık 2003
tarihinde 1 adet triko kazak getirip sanığa verdiğini,
Er E.S., askerî savcıya verdiği ifadesinde, izin dönüşünde 3 kg.
ceviz içi ve 2 kg. pestil getirip sanığa verdiğini,
Er F.Ö., birlik ve savcılık ifadelerinde, Mart 2004 tarihinde 1 çift
ayakkabı, Haziran 2004 tarihinde de üç adet mobilya tel zımbası getirip
sanığa verdiğini,
Çvş. T.İ., savcılık ifadesinde, sanık istediği için izin dönüşü bir
kutu bisküvi getirdiğini,
Er N.K. birlik ve savcılık ifadelerinde, Nisan (veya Kasım) 2003
tarihinde Adidas eşofman takımı, Nisan 2004 tarihinde de F.B. forması,
çocuk ayakkabısı, kilim motifli yastık takımı getirdiğini,
387
Er R.Ö., birlik ifadesinde, ilk uyku takımı 2004 yılı Mayıs ayı
başında, ikinci uyku takımını da 14-16 Haziran 2004 tarihinde getirtip
verdiğini,
Tarih belirterek ya da izinden bahsederek anlatmaktadırlar.
Dosyadaki yazılı delillerden de sanığın, M.A.’dan istediği oto
lastiklerinin 30.9.2003 tarihinde geldiği, Er R.Ö.’den istediği ikinci uyku
setinin de 3.6.2004 tarihinde iade edildiği, 21.6.2004 tarihinde de sanık
hakkında soruşturmaya başlanıldığı anlaşılmaktadır.
Bu tespitlere göre suç tarihinin Nisan 2003-21.6.2004 olarak tespiti
mümkün iken, mahkemece suç tarihinin (21.6.2004 tarihinde
soruşturmaya başlandığı hâlde) 2004 yılının tamamını kapsar şekilde
2004 yılı olarak belirlenmesi de hatalı bulunmuştur.
Askerî mahkemenin direnme gerekçesinde, CMK’nın 230’uncu
maddesi hükmü yazılarak, kararın bu maddede aranan şartları taşıdığı
belirtilmiş ise de;
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 27.1.2005 tarihli, 2005/8-10
Esas ve Karar sayılı kararında da belirtildiği üzere, dava dosyasındaki
delillerin özetlenmesi veya sıralanması yeterli olmayıp, sübuta ve
uygulamaya dayanak, teşkil eden delillerin açıkça gösterilerek, deliller
arasında çelişki ve farklılıklar bulunduğu takdirde, hangi delile ne
sebeple itibar olunduğunun, diğerinin hangi sebeple kabul edilmediğinin,
iddianamede sanığa atılı olayın ya da olayların hangi delillere göre sabit
kabul edildiğinin, makul ve dosya içeriğine uygun gerekçelerle izah
edilmesi gerekli olup, bu nitelikteki bir gerekçeli hükmün, kamunun
bilgilenmesini, tarafların ikna olmalarını, temyiz denetiminin
kolaylaşmasını, yargılamanın güvenilirliğini ve adil yargılanma ilkesinin
gerçekleşmesini sağlayacağı aşikârdır. Bu itibarla hükmün gerekçeden
yoksun olması, 353 sayılı Kanun’un 207/3-G madde ve bendinde kanuna
mutlak aykırılık olarak düzenlenmiş bulunmaktadır. Diğer yandan, Hava
Eğitim Komutanlığı Askerî Mahkemesinin bir başka direnme kararıyla
ilgili olan Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 13.4.2006 tarihli,
2006/85-89 Esas ve Karar sayılı kararında belirtildiği üzere, dosya
incelendiğinde askerî mahkemenin vardığı sonuca ulaşmanın, yukarıda
izah edilen niteliklerden yoksun olan gerekçeyi yasal anlamda geçerli
hâle getirmeyecektir.
Açıklanan bu nedenlerle, askerî mahkemenin direnmeye ilişkin
hükmünün, sübuta yönelik gerekçesinin bu nitelikleri taşımadığı,
CMK’nın 230/1’inci madde ve fıkrasının b) ve c) bendi hükümlerinde
öngörülen hususları karşılamadığı, dolayısıyla 353 sayılı Kanun’un
207/3-G madde ve bendi kapsamında gerekçeden yoksun olduğu
388
sonucuna varıldığından, direnilerek tesis edilen mahkûmiyet hükmünün,
müdafiin temyizine atfen ve resen, tebliğnamedeki görüşe uygun olarak
bozulmasına karar verilmiştir.
389
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 230
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/92
K. No. : 2008/90
T.
: 15.5.2008
ÖZET
1) Sanık müdafiin, gerek 15.5.2007 tarihli duruşmadaki
sanığın yeniden gözlem altına alınması hususundaki gerekse
son duruşmada bildirdiği esas hakkındaki savunmasında
sanığın durumunun GATA Profesörler Kurulunda ele alınması
yönündeki talebi hakkında bir karar verilmemesi ve bu
hususun gerekçeli hükümde karşılanmaması, CMK’nın 230/1-a
madde ve bendine aykırıdır.
2) Sanığın adlî müşahede işleminin, noksan bilgi ve
belgeye istinaden yapıldığı ve sağlık kurulu raporunun da,
tanzim edildiği 4.4.2007 tarihinde yürürlükte olan TSK Sağlık
Yeteneği
Yönetmeliği
hükümlerine
göre
düzenlendiği
anlaşıldığından; sanığın daha önceki tüm mahkûmiyet
hükümleri ile bu hükümlerin infazına dair evrakın onaylı
örneklerinin getirtilmesinden sonra, sanığa atılı suçların
tarihleri dikkate alınarak ve TSK Sağlık Yeteneği
Yönetmeliğinde 23.12.2004 tarihinde yapılan değişiklikten
önceki Hastalık ve Arızalar Listesinin 17’nci maddesi B
diliminin 1’inci fıkrası hükmü de gözetilerek, suç
tarihlerindeki cezai ehliyetinin ve askerliğe elverişlilik
durumunun incelenip belirlenmesi gerekir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan uyuşmazlık; sanığın,
temyiz incelemesine konu olan firar ve izin tecavüzü suçlarından dolayı,
5728 sayılı Kanunla değişik CMK’nın 231/5-14 madde ve fıkralarında
düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumundan
yararlanması ile ilgili talebin, CMK’nın 231/6 madde ve fıkrasının (a)
bendi uyarınca reddine karar verilebilmesi için, önceki izin tecavüzü
suçuna ilişkin mahkûmiyet hükmünün ve şartla salıverme kararının
onaysız fotokopilerinin yeterli olup olmadığına ve CMK’nın 231/6-a
390
madde ve bendi uyarınca sanığın önceki mahkûmiyet hükmü
değerlendirilirken, temyizen incelenen dava dosyasındaki suç tarihlerinin
mi, yoksa hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verildiği
tarihin mi, esas alınacağına ilişkindir.
Daire; dosyada onaysız örneği bulunan sanığın önceki mahkûmiyet
hükmü ile bu hükme ilişkin infaz belgelerinin onaylı örnekleri
getirtildikten sonra, atılı suçlar yönünden hükmün açıklanmasının geri
bırakılması konusunun değerlendirilmesine olanak sağlanması açısından
mahkûmiyet hükümlerini bozarken,
Başsavcılık; temyizen incelenen dava dosyasındaki suçlarından
dolayı hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verildiği
(verileceği) tarih esas alınarak, önceki mahkûmiyetin kesinleşme tarihine
bakıldığında, sanığın iddia konusu her üç suçundan dolayı CMK’nın
231/5-14 madde ve fıkralarında düzenlenen hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kurumundan yararlanamayacağı, hükümlerin onanması
gerektiği gerekçesiyle Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
Her ne kadar Daire ile Başsavcılık arasındaki uyuşmazlık, hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanmasına yönelik ise
de, usul ve esas yönlerinden yapılan inceleme sırasında;
1) Sanık müdafiin 15.5.2007 tarihli duruşmada, “Sanığın eylemleri
gözetildiğinde askerliğe elverişli bulunmadığı kanaatindeyiz, bu nedenle
sanığın yeniden gözlem altına alınarak veya GATA Profesörler
Kurulundan görüş alınarak yeniden incelenmesini talep ediyoruz”
şeklindeki istemi üzerine, duruşma sonunda “4- Belgelerin gelmesini ve
bilirkişi mütalaasının (askerlik hesabıyla ilgili) alınmasını müteakip
sanığın yeniden gözlem altına alınması hususundaki talebin
değerlendirilmesine” dair karar alınmasına rağmen gerek bu konuda ve
gerekse müdafiin 6.11.2007 tarihli son duruşmada bildirdiği esas
hakkındaki savunmasında sanığın durumunun GATA Profesörler
Kurulunda ele alınması yönündeki talebi hakkında, bir karar verilmemesi
ve bu hususun gerekçeli hükümde karşılanmaması CMK’nın 230/1-a
madde ve bendine aykırı bulunmuştur.
2) Diğer taraftan, sanığın adlî müşahedesi sonucu düzenlenen
16.4.2007 tarihli adlî raporda; temyiz incelemesine konu olan 1-11 Ocak
2002 tarihleri arasında işlediği izin (hava değişimi) tecavüzü suçuna
ilişkin mahkûmiyet hükmü ile temyiz edilmemekle kesinleşen 18-19
Ocak 2002 tarihleri arasında işlediği disiplin cezaevinden firar suçundan
dolayı verilen (150 YTL adlî para cezasına) mahkûmiyet hükmünün
dikkate alınmadığı, yine disiplin mahkemesince verilip kesinleşen 15 ve
25 günlük oda hapsi cezalarından bahsedilmesine rağmen, bu cezalarının
391
infazına ilişkin dosyadaki belgelerin dikkate alınmadığı, keza daha
önceki izin tecavüzü suçundan mahkûmiyetine ilişkin 11.9.2001/1394540 tarihli, Esas ve Karar sayılı hükmün kesinleşme şerhi taşıyan
örneğinin ve infaz evrakının onaysız fotokopilerinin adlî müşahede
işleminden sonra dosyaya girdiği, dosyada bulunan kıt’a anketi formları
ile psikiyatrik muayene ve tedavi işlemlerinin değerlendirildiğine dair bir
ifadenin yer almadığı, dolayısıyla sanığın adlî müşahede işleminin,
noksan bilgi ve belgeye istinaden yapıldığı ve sağlık kurulu raporunun
da, tanzim edildiği 4.4.2007 tarihinde yürürlükte olan TSK Sağlık
Yeteneği Yönetmeliği hükümlerine göre düzenlendiği anlaşılmaktadır.
Dosyadaki mahkûmiyet hükmü ile bu hükmün infazına dair evrakın
onaylı örneklerinin getirtilmesinden sonra, yukarıda izah edilip daha önce
dikkate alınmayan tüm bilgi ve belgeler de gözetilmek suretiyle, sanığa
atılı suçların tarihleri ve TSK Sağlık Yeteneği Yönetmeliğinde
23.12.2004 tarihinde yapılan değişiklikten önceki Hastalık ve Arızalar
Listesinin 17’nci maddesi B diliminin;
“1. Kronik nitelik kazanmış antisosyal kişilik, madde bağımlılığı,
Açıklama: Bu fıkraya gireceklerin; antisosyal kişilik bozukluğu
tanısı alması, biri askerî mahkemece verilmiş olmak üzere en az üç
antisosyal eylemlerinden dolayı almış oldukları cezaların (Disiplin
mahkemelerince verilmiş cezalar dâhil) infaz edilmesine rağmen
iyileşmeyerek, bozukluklarının kronik nitelik kazanmış olması, askerlikle
uyumlarının bozulması ve bu niteliklerinin kıt’a anketi veya resmî
belgelerle saptanarak sağlık raporlarında belirtilmesi gereklidir.”
şeklindeki birinci fıkrası hükmü de gözetilerek, sanığın suç tarihlerindeki
cezaî ehliyetinin ve askerliğe elverişlilik durumunun incelenip (Ör.:
Sanığın 20.12.2004 tarihinde sağlık kuruluna çıkması hâlinde, hakkında
nasıl bir rapor düzenleneceği de sorulmak suretiyle) belirlenmesi
gerekirken, bu hususlara riayet edilmeden adlî müşahede işleminin
yapılıp, adlî rapor ve sağlık kurulu raporu düzenlenmesi noksan
soruşturma olarak değerlendirilmiştir.
Askerî mahkemece, sanık hakkında müteaddit (iki ayrı) firar ve izin
(hava değişimi) tecavüzü suçlarından dolayı kurulan mahkûmiyet
hükümleri, yukarıda açıklanan nedenlerle usul ve noksan soruşturma
yönlerinden hukuka aykırı bulunduğundan, Askerî Yargıtay
Başsavcılığının itirazına atfen ve resen Askerî Yargıtay 4’üncü
Dairesinin 1.4.2008 tarihli, 2008/673-676 Esas ve Karar sayılı kararının
kaldırılmasına, müdafiinin temyiz istemine atfen ve resen sanık
hakkındaki her üç mahkûmiyet hükmünün, 353 sayılı Kanun’un
392
221/1’inci maddesi gereğince usul ve noksan soruşturma yönünden ayrı
ayrı bozulmasına karar verilmiştir.
393
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 230-231-232
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/179
K. No. : 2008/170
T.
: 23.10.2008
ÖZET
Bozma
kararına
hangi
nedenlerle
uyulmadığı
belirtilmeden,
yasal
ve
yeterli
direnme
gerekçesi
gösterilmeden, önceki kararın aynen tekrarı ile yetinilmesi
hukuka aykırı görülmüştür.
Daire ile askerî mahkeme arasında ortaya çıkan ve Daireler
Kurulu önüne getirilen uyuşmazlığın konusu, sanığa atılı asta müessir fiil
suçunun sübuta erip ermediğine ilişkindir.
İnceleme konusu uyuşmazlık bu çerçevede ifade edilse de,
hükmün usulüne uygun bir direnme gerekçesi içerip içermediği hususu,
Kurulumuzca öncelikli mesele olarak tartışılmıştır.
Askerî mahkemece tesis edilen ilk görevsizlik hükmünde; sanığın
astı durumundaki mağduru yakasından tutarak duvara yasladığı, bu kişiye
karşı cismani eza verecek ya da sıhhatini ihlale yönelik herhangi bir
eylemde bulunmadığı, mevcut delil durumu itibarıyla sanığın eyleminin
477 sayılı DMK’nın 55’inci maddesinde düzenlenen ‘astına kötü
davranmak’ şeklindeki disiplin suçuna vücut verdiği açıklanmış; hükmün
aleyhe temyiz edilmesi üzerine dairece yapılan incelemede, sanığın astına
hakaret edip, akabinde yakasından tutarak itmesinin mağdur açısından
olumsuz bir etkiye sebep olduğu, bu yönüyle de eylemin bir bütün
hâlinde asta müessir fiil suçunu oluşturduğu kabul edilmiştir.
Askerî mahkeme, daire ilamında yazılı sübuta yönelik bozma
gerekçelerine ne sebeplerle itibar edilmediğine ve bozma kararından
farklı bir
hukuki nitelendirmeye
gidilmesinin hangi nedenlere
dayandığına ilişkin herhangi bir açıklamaya yer vermeksizin, eski
hükümde direnmiştir.
Oysa, Anayasanın 141 ve CMK’nın 34/1’inci maddeleri
gereğince mahkeme kararlarının gerekçeli olması zorunludur. Hükmün
gerekçeyi içermemesi, 353 sayılı ASMKYUK’nın 207/3-G maddesi
394
uyarınca ‘hukuka kesin aykırılık’ hâli oluşturmaktadır. Gerekçenin
yargısal uygulamalarda, hükmün dayanaklarının akla, hukuka ve dosya
içeriğine uygun açıklanması olarak ifade edilmesi sebebiyle; bu izahatın
dosyadaki bilgi ve belgelerin yerinde değerlendirildiğini gösterir biçimde
geçerli, yeterli ve yasal olması zorunludur.
Yasal, yeterli ve geçerli bir gerekçeye dayanılmadan karar
verilmesi, yasa koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi uygulamada
da keyfiliğe yol açacaktır.Keyfiliği önlemek, tarafları tatmin etmek,
sağlıklı bir hukuki denetim yapılmasına olanak sağlamak için, hükmün
gerekçeli olması gerekmektedir.
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun yerleşik uygulamalarına
göre, bozulmakla bir karar tamamen ortadan kalkacağından, askeri
mahkemece CMK’nın 230, 231, 232 ve ASMKYUK’nın 207’inci
maddelerinin belirlediği esaslar dahilinde yeniden hüküm kurulması ve
bunun gerekçelerinin gösterilmesi zorunludur.
İncelenen dosyada, askerî mahkemece önceki hükümde
direnilirken, bu ilkeler doğrultusunda işlem yapılmamış, direnme
nedenleri gösterilmemiş,
bozma kararına niçin uyulmadığı
açıklanmayarak, bozulan kararın tarihi ve sayıları değiştirilmek suretiyle
yeniden ve aynen yazılmasıyla yetinilmiştir.
Bu itibarla, bozma kararına hangi nedenlerle uyulmadığı
belirtilmeden, yasal ve yeterli direnme gerekçesi gösterilmeden, önceki
kararın aynen tekrarı ile yetinilmesi hukuka aykırı görülmüş ve direnme
hükmünün bu nedenlerden dolayı bozulmasına karar verilmiştir.
395
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 231
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/34
K. No. : 2008/31
T.
: 7.3.2008
ÖZET
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu,
CMK’da düzenlenmiş olmasına rağmen, maddî ceza hukuku
ile de ilgili olup, sanıklar lehine sonuç doğurması olasılığı
bulunduğundan, CMK’nın 231’inci maddesinde 8.2.2008
tarihinde yapılan değişiklikten önce karar verilip de, temyiz
nedeniyle Askerî Yargıtayda bulunan ve CMK’nın 231’inci
maddesinin 14’üncü fıkrasında sayılan suçların dışında kalan
bir suçtan dolayı verilmiş iki yıl veya daha az süreli hapis ya
da adlî para cezasına ilişkin mahkûmiyet hükümlerine ait dava
dosyalarıyla ilgili temyiz incelemesinin, normal bir temyiz
incelemesinde olduğu gibi hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilmesi aşamasına gelmeden önceki
safhâlarla ilgili olması nedeniyle, hükmün öncelikle usul,
sübut, vasıf, takdir ve uygulama yönlerinden, bu sırayla
incelenmesi ve bu yönden bir isabetsizliğin görülmemesi
hâlinde, en son aşamada hükmün açıklanmasının geri
bırakılması konusunun takdir ve değerlendirilmesinin hüküm
mahkemesince yapılmasına olanak sağlanması bakımından
hükmün bozulması gerekmektedir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; temyiz aşamasında 8.2.2008
tarihinde yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesiyle
değişik, 5271 sayılı CMK’nın 231/5-14’üncü madde ve fıkralarında
düzenlenen “Hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kurumunun,
mahkemesince takdir ve değerlendirilmesine olanak sağlanması
bakımından, Dairece hükmün, diğer yönlerden temyiz incelemesi
yapılmadan sadece bu yönden mi bozulacağı, yoksa hükmün usul, sübut,
396
vasıf, takdir ve uygulama yönlerinden de incelenmesinin gerekip
gerekmediğine ilişkindir.
Daire; hükmün verildiği tarihten sonra yürürlüğe konulan yasa
değişikliği ve sanık hakkında belirlenen ceza miktarı gözetilerek;
öncelikle, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip
verilmeyeceğinin, mahkemesince tartışılıp değerlendirilmesine olanak
sağlanması bakımından hükmü öncelikle bu yönden bozarken,
Başsavcılık; normal bir temyiz incelemesi gibi hükmün; usul,
sübut, vasıf, takdir ve uygulama yönlerinden incelenip, bu sıra ve
esaslara uygun olarak verilip verilmediğinin saptanmasından sonra, 5728
sayılı Kanun’un 562’nci maddesiyle değişik, 5271 sayılı CMK’nın
231’inci
maddesi
hükümlerinden,
sanığın
faydalanıp
faydalanamayacağının değerlendirilmesi bakımından hükmün bozulması
gerektiği görüşü ile Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
5271 sayılı CMK’nın 231’inci maddesinin 5 ilâ 14’üncü
fıkralarında düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu,
8 Şubat 2008 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı “Temel
Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 562’nci maddesiyle
yapılan değişiklikle uygulama alanı genişletilmiştir. Buna göre;
Bir sanık hakkında yapılan yargılama sonunda, Anayasanın
174’üncü maddesinde koruma altına alınan inkılâp kanunlarında yazılı
suçların dışındaki bir suçtan dolayı, iki yıl veya daha az süreli hapis ya da
adlî para cezasına hükmolunmuş ise;
 Daha önce kasıtlı bir suçtan dolayı mahkûm olmamış bulunması,
 Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve
davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği
hususunda kanaate varılması,
 Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın,
aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen
giderilmesi,
Hâllerinde, sanık hakkında ‘hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kararı’ verilebilecek,
Sanık beş yıllık denetim süresi içerisinde yeni bir suç işlemediği ve
denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davrandığı
takdirde, açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak, davanın
düşmesine karar verilecektir.
5530 sayılı Kanun’un 61’inci maddesiyle değişik, 353 sayılı
Kanun’un Ek 1’inci maddesiyle CMK’ya yapılan genel atıf nedeniyle bu
397
kurumun (CMK’nın 231’inci maddesinin) askerî yargıda da uygulanacağı
bir gerçektir.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, yargılamada
hükmün açıklanması sırasında dikkate alınması gereken, davayı ve cezayı
ertelememekle birlikte, hükmün açıklanmasını erteleyen, kurulan
hükmün sanık hakkında hiçbir hukukî sonuç doğurmamasını ve beş yıllık
denetim süresi içinde kasten bir suç işlenmemesi ve denetimli serbestlik
hükümlerine uygun davranılması şartına bağlı olarak davanın düşmesine
karar verilmesini sağlayan yeni bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır.
5560 sayılı Kanunla ilgili TBMM Adalet Komisyonu Raporunda,
“Yürürlükten kaldırılan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu ile 647 sayılı
Cezaların İnfazı Hakkında Kanundaki düzenlemesi itibarıyla, erteleme,
bir koşullu atıfet kurumu niteliği taşımakta idi. Buna göre, deneme süresi
içerisinde yeni bir suçun işlenmemesi hâlinde, ‘mahkûmiyet vaki
olmamış’ sayılmakta idi. Keza, erteleme, sadece hapis cezası açısından
değil, ‘ertelemenin bölünmezliği’ kuralı gereğince, diğer bütün ceza
hukuku yaptırımları bakımından da, kural olarak, aynı sonucu
doğurmakta idi. Buna karşılık 5237 sayılı Türk Ceza Kanun’unun
sisteminde ise, erteleme, sadece hapis cezasına özgü bir infaz rejimi
olarak düzenlenmiştir. Bu bakımdan, yeni sistemde artık ‘ertelemenin
bölünmezliği’ kuralından söz etmek mümkün değildir. Hapis cezası
açısından bir infaz rejimi olarak kabul edilen ertelemede, hükümlü,
denetim süresi zarfında kasıtlı yeni bir suç işlemediği ve kendisine
yüklenen yükümlülüklere uygun davrandığı takdirde, hakkında
hükmolunan ‘hapis cezası’ infaz edilmiş sayılacaktır. Şayet hakkında
hapis cezasının yanı sıra ya da sadece adlî para cezasına veya güvenlik
tedbirlerine hükmedilmişse, adlî para cezası ve güvenlik tedbirleri
bakımından erteleme söz konusu olmayacaktır. Bu durum, ertelemeyi
hükümlü açısından, yürürlükten kaldırılan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu
sistemindeki düzenlemeye nazaran daha ağır sonuçlar doğuran bir kurum
hâline getirmiştir. Bu nedenle kurumlar arasındaki dengeli geçişi
sağlamak amacıyla, Türk Ceza Hukukuna ilişkin yeni mevzuatımızda,
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının, bir kurum olarak
düzenlenmesi bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır.” denilmiş olması da bu
görüşü doğrulamaktadır (Dönem: 23, Yasama Yılı:2, TBMM S. Sayısı:
56).
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, Ceza
Muhakemesi Kanununda düzenlenmiş olmasına rağmen, bu kararın
verilmesi ile birlikte sanığın beş yıllık denetim süresine tabi tutulduğu, bu
süre içinde kasıtlı bir suç işlemediği ve denetimli serbestlik tedbirine
398
ilişkin yükümlülüklere uygun davrandığı takdirde, açıklanması geri
bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak, dava zamanaşımı süresi dolmadan
davanın düşmesine imkân verdiği, sanığı hapse girmekten kurtardığı ve
adlî sicil kaydına geçmemesini sağladığı dikkate alındığında, bu
yönleriyle bu kurum maddi ceza hukuku düzenlemelerini de
içermektedir.
Prof.Dr. Erdener YURTCAN, “Hükmün Açıklanmasının Geri
Bırakılması Açısından 5728 sayılı Yasa (www.adalet.org.)” adlı ders
notunda “Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının CMK’da yer
alması, bu kurumun bir ceza normu içerdiğini ortadan kaldırmaz. Önemli
olan, bir normun hukukî niteliğidir, yoksa hangi yasada yer aldığı
değildir. Bu konuda sonuç açıktır. Hükmün açıklanmasının geri
bırakılması, bir suç failinin ceza evine girmesi/girmemesi konusudur. Bu
niteliği ile de bir ceza normudur ve TCK’nın 7/2’nci maddesi
çerçevesinde uyarlama yargılamasına açıktır ...” şeklinde açıklama
yapmıştır.
Açıklanan nedenlerle; hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kurumu, CMK’da düzenlenmiş olmasına rağmen, maddî ceza hukuku ile
de ilgili olup, sanıklar lehine sonuç doğurması olasılığı bulunduğundan,
CMK’nın 231’inci maddesinde 8.2.2008 tarihinde yapılan değişiklikten
önce karar verilip de, temyiz nedeniyle Askerî Yargıtayda bulunan ve
CMK’nın 231’inci maddesinin 14’üncü fıkrasında sayılan suçların
dışında kalan bir suçtan dolayı verilmiş iki yıl veya daha az süreli hapis
ya da adlî para cezasına ilişkin mahkûmiyet hükümlerine ait dava
dosyalarıyla ilgili temyiz incelemesinin, As.Yrg.Drl.Krl.’nun 21.2.2008
tarihli, 2008/20-20; 2008/21-21; 2008/23-22; 2008/24-23 ve 2008/26-24
Esas ve Karar sayılı kararlarında da kabul edildiği üzere, normal bir
temyiz incelemesinde olduğu gibi hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilmesi aşamasına gelmeden önceki safhâlarla ilgili
olması nedeniyle hükmün öncelikle usul, sübut, vasıf, takdir ve uygulama
yönlerinden, bu sırayla incelenmesi ve bu yönden bir isabetsizliğin
görülmemesi hâlinde, en son aşamada hükmün açıklanmasının geri
bırakılması konusunun takdir ve değerlendirilmesinin, hüküm
mahkemesince yapılmasına olanak sağlanması bakımından hükmün
bozulması gerektiği sonucuna varıldığından, Askerî Yargıtay
Başsavcılığının bu doğrultudaki itirazının kabulü ile, Askerî Yargıtay
1’inci Dairesinin hükmün öncelikle bozulmasına ilişkin 20.2.2008 tarihli,
2008/436-438 Esas ve Karar sayılı kararının kaldırılmasına, temyiz
incelemesine devam edilmek üzere dava dosyasının anılan Daire
Başkanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
399
NOT: Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun, 13.3.2008, 2008/35-42;
13.03.2008, , 2008/36-43; 13.3.2008, 2008/37-44; 13.3.2008, 2008/38-45;
7.3.2008, 2008/39-32; 7.3.2008, 2008/40-33; 7.3.2008, 2008/41-34; 7.3.2008,
2008/42-35; 7.3.2008, 2008/43-36; 7.3.2008, 2008/44-37; 27.03.2008, 2008/4653; 20.3.2008, 2008/49-47; 20.3.2008, 2008/50-48; 20.3.2008, 2008/51-49;
20.3.2008, 2008/52-50; 20.3.2008, 2008/53-51; 20.3.2008, 2008/54-52;
27.3.2008, 2008/55-55; 27.3.2008, 2008/56-56; 27.3.2008, 2008/57-57;
17.4.2008 tarihli ve 2008/64-65 Esas ve Karar sayılı kararları da bu yöndedir.
400
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 231
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/60
K. No. : 2008/59
T.
: 3.4.2008
ÖZET
İtiraza konu Daire ilamında, hükmün usul, sübut, vasıf,
takdir ve uygulama yönlerinden de incelenerek, bir
isabetsizliğinin bulunmadığı görüldükten sonra, hükmün
açıklanmasının geri bırakılması konusunun takdir ve
değerlendirilmesinin hüküm mahkemesince yapılmasına
olanak sağlanması bakımından hükmün bozulmasına karar
verilmiş
olduğu
görüldüğünden,
Askerî
Yargıtay
Başsavcılığınca yapılan itirazın reddine karar verilmiştir.
Daireler Kurulunca çözümlenmesi gereken konu; askerî
mahkemece tesis edilen mahkûmiyet hükmünün CMK’nın 231/514’üncü madde fıkralarında düzenlenen “Hükmün açıklanmasının geri
bırakılması” hususunun, mahkemesince teemmülü bakımından
bozulmasından önce, hükmün diğer yönlerden de incelenip
incelenmediğinin belirlenmesine ilişkindir.
Dosyadaki delil durumuna göre, sanığın 12.8.2006-1.12.2006
tarihleri arasında yakalanmakla sona eren izin tecavüzü suçunu işlediği
açıkça anlaşılmakta olduğu gibi, esasen bu konuda bir ihtilâf da
bulunmamaktadır.
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 21.2.2008 tarihli, 2008/2020; 2008/21-21; 2008/23-22; 2008/24-23 ve 2008/26-24 Esas ve Karar
sayılı kararlarında da kabul edildiği üzere, mahkûmiyet hükmünün
“Hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusunun mahkemesince
teemmülü bakımından bozulması”ndan önce hükmün, normal bir temyiz
incelemesinde olduğu gibi, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilmesi aşamasına gelmeden önceki safhâlarla ilgili olması
nedeniyle öncelikle usul, sübut, vasıf, takdir ve uygulama yönlerinden
incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
401
Bu açıklamadan sonra inceleme konusuna dönüldüğünde; her ne
kadar Başsavcılık, iş bu dava dosyasında Dairece diğer yönlerden temyiz
incelemesi yapılmadan, hükmün, doğrudan doğruya “Hükmün
açıklanmasının geri bırakılması konusunun mahkemesince teemmülüne
olanak sağlaması bakımından” bozulmuş olmasının kanuna aykırı
olduğunu ileri sürerek Daire ilamına karşı itirazda bulunmuş ise de;
Askerî Yargıtay 2’nci Dairesinin itiraza konu 20.2.2008 tarihli ve
2008/378-378 Esas ve Karar sayılı ilamı incelendiğinde, Dairece, “…
yapılan incelemede, sanığın acemi eğitimini tamamlamasını müteakip
4.8.2006 tarihinde yol süresi dahil olarak gönderildiği 7 gün süreli
dağıtım izninden 12.8.2006 tarihinde dönmesi gerekirken makul bir özrü
bulunmadan 1.12.2006 tarihinde döndüğünün, buna göre 12.8.2006 1.12.2006 tarihleri arasında izin tecavüzü suçunu işlediğinin tüm dosya
kapsamından anlaşıldığı …” şeklindeki kabul ve gerekçeye yer verilmiş
olduğu ve dolayısıyla hükmün usul, sübut, vasıf, takdir ve uygulama
yönlerinden de incelenerek, bir isabetsizliğinin bulunmadığı görüldükten
sonra, hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusunun takdir ve
değerlendirilmesinin hüküm mahkemesince yapılmasına olanak
sağlanması bakımından hükmün bozulmasına karar verilmiş olduğu
görüldüğünden, Askerî Yargıtay Başsavcılığınca yapılan itirazın reddine
karar verilmiştir.
402
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 231
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
3’üncü Daire Kararı
E. No. : 2008/1117
K. No. : 2008/1118
T.
: 22.4.2008
ÖZET
Sanık bakımından, idari ve mali tüm sonuçları
karşılaştırıldığında, 5271 sayılı CMK’nın 5728 sayılı Kanun ile
değişik
231’inci
maddesinde
düzenlenen
hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kurumu, 647 sayılı Kanun’un
6’ncı maddesinde düzenlenen cezanın ertelenmesine göre daha
lehedir.
Sanık hakkındaki 7.7.2005 tarihli, 2005/493-463 Esas ve Karar
sayılı mahkûmiyet hükmünün, Dairemizin 27.2.2007 tarihli, 2007/446445 Esas ve Karar sayılı ilamı ile, uygulama yönünden bozulması
üzerine, bozma kararına uyularak yeniden yapılan yargılama sonunda;
Askerî Mahkemece; sanığın, 16.4.2004 tarihinde memuriyet
görevini ihmal suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın 144’üncü
maddesi delaletiyle 765 sayılı TCK’nın 230/2, 59/2, 647 sayılı Kanun’un
4/1 ve 5/2’nci maddeleri gereğince, 1.650 YTL adlî para ve iki ay on beş
gün memuriyetten yoksun kalma cezası ile cezalandırılmasına,
memuriyetten yoksun kalma cezası yerine ASCK’nın 34/1’inci maddesi
gereğince, sanığın iki ay on beş gün açığa çıkarılmasına, ancak, sanığın
kazanılmış hakkı gözetilerek, iki ay on beş gün açığa çıkarılma feri
cezasının infazına yer olmadığına, hükmolunan asli ve feri cezaların, 647
sayılı Kanun’un 6/1’inci maddesi gereğince ertelenmesine, 765 sayılı
TCK’nın 94’üncü maddesi gereğince ihtarat yapılmasına, 625 YTL
Hazine zararının, 353 sayılı Kanun’un 16’ncı maddesi gereğince sanıktan
tazminen tahsiline, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun Ek 1 sayılı tarifesi
gereğince, 33,70 YTL nispi harç alınmasına karar verilmiştir.
Hüküm, sanık tarafından özetle; görevini ihmal etmediği,
tabancanın kaybolmasının kendi şahsi hatasının ve ihmalinin değil,
çalıştığı birimin kadrosunun yetersiz olmasının ve TMK’nın hatalı
kurulmasının sonucu olduğu, kaybolan tabanca ile K.K. Denetlemesi
403
nedeniyle atış yapıldığı tarihte Ankara’da görevde olduğu, bu nedenle,
atış alanında bulunan kendisine zimmetli tabancanın takip ve kontrolünü
yapmasının beklenemeyeceği, tek görevinin mal sorumluluğu olmadığı,
suç kastıyla hareket etmediği, 1977 model 335414 seri numaralı vizör
marka tabancanın amortisman bedeli düşüldükten sonra tespit edilen
Hazine zararının yüksek olduğu ileri sürülerek;
Müdafii tarafından da, kararın haksız, yersiz, usul ve kanuna
aykırı olduğu ileri sürülerek, süre tutum dilekçesiyle;
Süresinde temyiz edilmiştir.
Tebliğnamede, sanığın, CMK’nın 5728 sayılı Kanun’un 562’nci
maddesi
ile
değişik
231’inci
maddesinden
yararlanıp
yararlanamayacağının
değerlendirilmesi
bakımından
hükmün
bozulmasına karar verilmesi istenilmiştir.
Yapılan incelemede;
Dairemizin bozma kararında da belirtildiği gibi, K.K.K.lığının
10.8.1998 tarihli emri ile Per.Ok. ve Eğt.Mrk. Öğr. ve Kurs Tb.
Sb./Astsb.Kurs Bl. İdari İşler Astsubayı olarak atanan ve 31.8.1998
tarihinde göreve başlayan sanığın, 14.10.1998 tarihinde yapılan devir
teslim işlemleri sonunda, aralarında dokuz adet 7,65 mm. çaplı vizör
marka tabancanın da bulunduğu bazı askerî malzemeyi el senetleri ile
teslim aldığı, bu malzemenin Bölük Malzemeliğinde muhafaza edildiği
ve malzemeliğin anahtarının sadece sanıkta bulunduğu, malzemenin
muhafazası, bakımı, takip ve kontrolünden sanığın sorumlu olduğu,
16.4.2004 tarihinde yapılan haftalık silah sayımı sırasında, Malzemelikte
ayrı bir sandıkta kilitli olarak muhafaza edilen tabancalardan, 335414 seri
numaralı 7,65 mm. çaplı vizör marka tabancanın eksik olduğunun
anlaşıldığı, Birlik Deposunda ve diğer birliklerde yapılan tüm aramalara
rağmen tabancanın bulunamadığı, söz konusu tabancanın en son 2004
yılı Ocak ayının ilk günlerinde yapılan periyodik bakım sonrasında sanık
tarafından silah sandığına konulmuş olduğu, sanığın 16.4.2004 tarihine
kadar haftalık olarak yapılması gereken sayımları yapmadığı, sayım
raporlarını ise tam olarak düzenleyip ilgili komutanlıklara gönderdiği,
tabancanın kaybolması nedeniyle 625 YTL Hazine zararı meydana
geldiği, böylece sanığın memuriyet görevini ihmal suçunu işlediği maddi
olay olarak sübut bulmaktadır.
Sanığın, aşamalardaki sorgu ve savunmalarında, Bölük zimmetini
yeterli süre içerisinde sayarak teslim aldığını, Bölük Deposunun
anahtarının kendisinde olduğunu, Depodan malzeme çıkışını bizzat
kendisinin yaptığını, izine veya dış göreve giderken Depo anahtarını
Bölük Komutanına teslim ettiğini, uzun süreli dış göreve gitmediğini,
404
tabancaların çift kilitli sandıklarda muhafaza edilmeleri nedeniyle
kaybolma ihtimalinin bulunmadığı düşüncesiyle, çoğunlukla tabanca
sandıklarını saymaksızın sayım raporlarını hazırladığını, 2004 Ocak ayı
başında fabrikadan gelen ekip tarafından yapılan bakım sonrasında
tabancaları tek tek sandığa koyduğunu, 16.4.2004 tarihine kadar geçen
süre içerisinde tabancaları saymadığını ve bakım için silah kademeye de
götürmediğini beyan etmiş olması; askerî mahkemece dinlenilen
bilirkişinin yeminli mütalaasında, sanığın, L-101 Ordu Mal Yönetmeliği,
K.K. Devamlı Emirler Muhtırası ve K.K.Y. Birlik İkmal Yönergesinde
düzenlenmiş olan, zimmetindeki Ordu mallarının bakım, kontrol ve
muhafazası görevini ihmal ettiği ve tabancanın kaybından sorumlu
olduğu yönündeki mütalaası, amortisman bedeli düşüldükten sonra 625
YTL Hazine zararı meydana geldiğine ilişkin 2 No.lu Bakım Merkezi
Komutanlığı Fiyat Tespit Komisyonunun raporu karşısında, sanığın ve
müdafiinin temyiz sebepleri kabule değer görülmemiştir.
Askerî mahkemece; karar yerinde irdelenip değerlendirilen
delillere ve edinilen vicdani kanaate göre, yasal, haklı ve inandırıcı
gerekçelerle, sanığın, oluş şekli yukarıda açıklanan eyleminin sübutuna
ve sübuta eren eyleminin memuriyet görevini ihmal suçunu
oluşturduğuna ilişkin kabulde, lehe kanun değerlendirmesi yapılarak, 765
sayılı TCK’nın 230/2’nci gereğince ve asgari hadden ceza tayininde,
takdiri hafifletici sebep göz önünde bulundurularak indirim
uygulanmasında, hapis cezasının adlî para cezasına çevrilmesinde ve
ertelenmesinde usul, sübut, vasıf, takdir ve uygulama yönlerinden hukuka
aykırılık bulunmadığından, sanığın ve müdafiinin tüm temyiz sebepleri
kabule değer görülmemekle birlikte;
Hükümden sonra 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5728 sayılı
Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 562’nci
maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 231’inci maddesinde yapılan değişiklik
nedeniyle, sanık bakımından 647 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesinde
düzenlenen cezanın ertelenmesinin mi yoksa CMK’nın 231’inci
maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının mı
lehe olduğunun değerlendirilmesi gerekmektedir.
647 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesi gereğince sanık hakkındaki
cezanın ertelenmesi durumunda, 765 sayılı TCK’nın 95/II’nci maddesi
gereğince, “Cürüm ile mahkûm olan kimse hüküm tarihinden itibaren beş
sene içinde işlediği diğer bir cürümden dolayı evvelce verilen ceza
cinsinden bir cezaya yahut hapis veya ağır hapis cezasına mahkûm
405
olmazsa, cezası tecil edilmiş olan mahkûmiyeti esasen vaki olmamış
sayılır.”
Buna göre, 647 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesi gereğince
ertelenmiş bir cezaya ilişkin hükmün kesinleşmesi hâlinde, mahkûmiyet
hükmü, hüküm tarihinden itibaren beş sene süresince varlığını
korumakta, adlî sicile kaydedilmekte ve hükümlünün, bu süre içerisinde
işlediği diğer bir cürümden dolayı evvelce verilen ceza cinsinden bir
cezaya yahut hapis veya ağır hapis cezasına mahkûm olmaması
durumunda, sürenin sonunda vaki olmamış sayılmaktadır.
Mevzuatımıza ilk kez 3.7.2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk
Koruma Kanunu ile giren ve 6.12.2006 tarihli ve 5560 sayılı Kanun ile
5271 sayılı CMK’nın 231’inci maddesine eklenen fıkralarla genel bir
usul hukuku kurumu olarak düzenlenmiş olan “hükmün açıklanmasının
geri bırakılması”, yargılamada hükmün açıklanması sırasında dikkate
alınması gereken, davayı ve cezayı ertelememekle birlikte, hükmün
açıklanmasını erteleyen, kurulan hükmün sanık hakkında hiçbir hukuki
sonuç doğurmamasını sağlayan, beş yıllık denetim süresi içinde kasten
bir suç işlenmemesi ve denetimli serbestlik hükümlerine uygun
davranılması şartına bağlı olarak davanın düşmesine karar verilmesini
sağlayan yeni bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır.
Her iki kurumda da beş yıllık bir deneme/denetim süresi
bulunmakta olup, bu sürenin öngörülen şartlara uygun olarak geçirilmesi
hâlinde; ceza ertelenmiş ise, mahkûmiyet vaki olmamış sayılmakta,
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş ise,
açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak davanın düşmesine
karar verilmektedir. Bu sonuçlar dikkate alındığında ve hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi hâlinde, CMK’nın
231/8’inci maddesi gereğince, sanık hakkında, beş yıllık denetim süresi
içerisinde, bir yıldan fazla olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği
süreyle denetimli serbestlik tedbirine hükmedilebilecek olması nedeniyle,
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu sanık aleyhine gibi
görünmekle birlikte, lehe veya aleyhe kanun değerlendirmesini, her iki
kurumun bütün hukuki sonuçlarını, hatta idari ve mali sonuçlarını da
dikkate alarak belirlemek gerekmektedir.
Öncelikle, sanığın, 647 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesi gereğince
ertelenmiş bir cezaya ilişkin mahkûmiyet hükmünün kesinleşmesinden
sonra, beş yıllık deneme süresi içerisinde yeni bir suç işlemesi ve evvelce
verilen ceza cinsinden bir cezaya yahut hapis veya ağır hapis cezasına
mahkûm olması durumunda, 765 sayılı TCK’nın 95/II’nci maddesi
gereğince, her iki cezanın da infazı söz konusu olacaktır.
406
Oysa, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi
durumunda, sanığın beş yıllık denetim süresi içerisinde yeni bir suç
işlemesi hâlinde, mahkeme CMK’nın 231/11’inci maddesi gereğince
hükmü açıklayacak; ancak, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine
getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek, cezanın yarısına kadar
belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı
hâlinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek
yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü
kurabilecektir.
Diğer yandan, 647 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesi gereğince
ertelenmiş bir cezaya ilişkin mahkûmiyet hükmünün, feri cezalar
bakımından da sanık aleyhine olduğu görülmektedir. Örneğin, sahtecilik
suçu nedeniyle 765 sayılı TCK’nın 347 veya 356’ncı maddesi gereğince
mahkûmiyetine karar verilen sanığın, Türk Silahlı Kuvvetlerinden
çıkartılmasına karar verilmemiş ve verilen hapis cezası adlî para cezasına
çevrilerek ertelenmiş olsa bile, ASCK’nın 30/1’inci maddesi gereğince,
resen Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilebilecektir.
Ayrıca, idari ve mali sonuçlar bakımından karşılaştırma
yaptığımızda da, 647 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesi gereğince ertelenmiş
bir cezaya ilişkin mahkûmiyet hükmünün, sanık aleyhine olduğu
anlaşılmaktadır. Nitekim, herhangi bir cürümden dolayı mahkûmiyetine
karar verilen sanık bir subay ise, cezası adlî para cezasına çevrilmiş ve
ertelenmiş olsa dahi, Harp Akademilerine kabul edilmeyecek (Harp
Akademileri Yönetmeliği, madde 38/2); askerî hâkim sınıfına kabul
olunmayacak (Askerî Hâkim Adaylarının Seçimi ve Yetiştirilmesi
Hakkında Yönetmelik, madde 6/3); asteğmen veya erbaş ya da er olarak
askerlik hizmetini yapmakta ise, terhisini müteakip sözleşmeli subay
veya uzman erbaş olarak Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev alamayacak
(Sözleşmeli Subay ve Astsubay Yönetmeliği, madde 6/8; Uzman Erbaş
Yönetmeliği, madde 6/ı); subay, astsubay veya uzman erbaş ise, eğitim
ve öğrenim için yurtdışına gönderilmeyecektir (TSK. Yurtdışı Eğitim ve
Öğrenime Personel Gönderme Esasları Yönergesi (MY-52-2 (A), 2 nci
bölüm, madde 5).
Sanık hakkında herhangi bir suçtan hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilmesi durumunda ise, CMK’nın 231/5’inci
maddesindeki “hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün
sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.” hükmü
gereğince, yukarıda belirtilen idari sonuçlarla karşılaşmak söz konusu
olmayacaktır.
Uygulamada da, Askerî Yargıtay 2’nci Dairesinin 20.2.2008
407
tarihli, 2008/358-363 Esas ve Karar sayılı ilamı ile, hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kurumunun sanığın daha lehine olduğu
belirtilerek, müteselsilen memuriyet görevini kötüye kullanmak suçundan
verilen ve 647 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesi gereğince ertelenen adlî
para cezasına ilişkin mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar
verilmiştir (Ayrıca, hangi kurumun sanık lehine olduğuna ilişkin açık bir
değerlendirme yapılmamakla birlikte, Askerî Yargıtay Daireler
Kurulunun 13.3.2008 tarihli, 2008/28-39; 1’inci Dairesinin 12.3.2008
tarihli, 2008/665-718; 20.2.2008 tarihli, 2008/492-492 ve 2008/391-393;
5.3.2008 tarihli, 2008/677-659; 2’nci Dairesinin 5.3.2008 tarihli,
2008/540-689; 4’üncü Dairesinin 26.2.2008 tarihli, 2008/336-334;
25.3.2008 tarihli, 2008/614-616; 26.2.2008 tarihli, 2008/387-377;
Yargıtay 7’nci Ceza Dairesinin 19.2.2008 tarihli, 2006/14424-2008/1363
Esas ve Karar sayılı ilamları ile, adlî para cezasına çevrilmiş ve
ertelenmiş mahkûmiyet hükümlerinin, CMK’nın 231’inci maddesi
kapsamında hükmün açıklanmasının geri bırakılması yönünden
değerlendirilmesi bakımından bozulmasına karar verilmiştir).
Açıklanan nedenlerle, 5237 sayılı TCK’nın 7’nci maddesinde
belirtilen, “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan
yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun
uygulanır ve infaz olunur.” amir hükmü çerçevesinde, sanığın, daha
lehine olduğu anlaşılan 5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesi ile değişik
5271 sayılı CMK’nın 231’inci maddesinde düzenlenen “hükmün
açıklanmasının geri bırakılması” kurumundan istifade edip
edemeyeceğinin askerî mahkemece değerlendirilmesini temin
bakımından, mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar verilmesi
gerekmiştir.
408
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 231
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/91
K. No. : 2008/86
T.
: 8.5.2008
ÖZET
Askerî mahkemenin inceleme konusu olan ve 5728 sayılı
Kanun ile değişik CMK’nın 231’inci maddesi gereğince
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve hükmün
infazının durdurulmasına ilişkin duruşmasız işlere ait kararı
ile birlikte, mahkûmiyet hükmü sanık hakkında hiçbir hukukî
sonuç doğurmayacağından, artık infazı kabil bir hükmün
varlığından ve cezanın çektirilip çektirilmemesi konusunda bir
uyuşmazlık doğduğundan söz etmek mümkün olmadığından ve
infaza ilişkin olmayan bu karar 353 sayılı Kanun’un 254’üncü
maddesi
kapsamında verilmiş bir karar niteliğinde
bulunmadığından, bu karara yönelik itirazı inceleme mercii en
yakın askerî mahkemedir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; 3’üncü Ordu Komutanlığı Askerî
Mahkemesinin, 5728 sayılı Kanun ile değişik CMK’nın 231’inci maddesi
gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve hükmün
infazının durdurulmasına ilişkin Duruşmasız İşlere Ait Kararına karşı
yapılan itirazı inceleme merciinin belirlenmesine ilişkindir.
Daire; 5728 sayılı Kanun ile değişik CMK’nın 231’inci maddesi
gereğince hükmün açıklanmasına karar verilmesi durumunda ortada
infazı gereken bir hükmün bulunmadığı, dolayısıyla cezanın çektirilip
çektirilmemesi konusunda bir ihtilâfın bulunmadığı ve buna bağlı olarak
itiraza konu kararın 353 sayılı Kanun’un 254’üncü maddesi kapsamında
olmadığı gerekçesiyle, bu karara karşı yapılan itirazın en yakın askerî
mahkemede incelenmesinin gerektiği sonucuna vararak, itiraz hakkında
bir karar verilmesine yer olmadığına karar vermiş iken;
Başsavcılık; 5728 sayılı Kanun’un Geçici 1’inci maddesinin 2’nci
fıkrasının açık hükmü karşısında, itiraza konu olan kararın “Çektirilecek
409
cezanın hesabında duraksama” nedeniyle tesis edilmiş infaza ilişkin bir
karar niteliğinde olduğu ve bu karara yapılan itirazı inceleme görevinin
Askerî Yargıtaya ait olduğu görüşü ile Daire kararına itiraz etmiştir.
Uyuşmazlık konusu olayda, 8.2.2008 tarihli Resmî Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesi ile
5271 sayılı CMK’nın 231’inci maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle,
hükümlü hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin
hükümlerin uygulanıp uygulanmayacağına ve infazın durdurulup
durdurulmayacağına ilişkin karar verilmesinin talep edilmesi üzerine,
3’üncü Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 13.2.2008 tarihli ve
2008/181-65 evrak ve karar sayılı Duruşmasız İşlere Ait kararıyla,
hükümlünün, CMK’nın 231’inci maddesinin 6’ncı fıkrasında belirtilen
şartları taşıdığı belirtilerek, aynı Mahkemenin 28.12.2006 tarihli,
2006/604-535 Esas ve Karar sayılı hükmündeki gibi tekrar ceza tayin
edildikten sonra, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve
28.12.2006 tarihli, 2006/604-535 Esas ve Karar sayılı hükmün infazının
durdurulmasına karar verildiği görülmektedir.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, 19.12.2006
tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 5560
sayılı Kanun’un 23’üncü maddesiyle, 5271 sayılı CMK’nın 231’inci
maddesinin başlığı “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının
geri bırakılması” şeklinde değiştirilmek ve maddeye 5 ilâ 14’üncü
fıkralar eklenmek suretiyle başlangıçta, soruşturulması ve kovuşturulması
şikâyete bağlı suçlardan dolayı hükmolunan, bir yıl veya daha az süreli
hapis veya adlî para cezalarıyla sınırlı olarak uygulamaya konulmuştur.
5271 sayılı CMK’nın 231’inci maddesinin (5)’inci fıkrasında
“Hükmün açıklanmasının geri bırakılması” tanımlanmaktadır. Buna göre,
hükmün açıklanmasının geri bırakılması, öncelikle bir hüküm
kurulmasını gerektirmektedir. Hüküm kurulduktan sonra, kurulan bu
hükmün, sanık hakkında, yükümlülüklere uyduğu takdirde belirli bir süre
hukuki sonuç doğurmayacağı anlamına gelen hükmün açıklanmasının
geri bırakılması kararı da verilebilecektir. Bu durumda kurulan hükmün
hukuki sonuç doğurması belli bir süreye ve bazı şartlara bağlı
kılınmaktadır.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, yargılamada
hükmün açıklanması sırasında dikkate alınması gereken, davayı ve cezayı
ertelememekle birlikte, hükmün açıklanmasını erteleyen, kurulan
hükmün sanık hakkında hiçbir hukuki sonuç doğurmamasını, beş yıllık
denetim süresi içinde kasten bir suç işlenmemesi ve denetimli serbestlik
hükümlerine uygun davranılması şartına bağlı olarak açıklanması geri
410
bırakılan hükmün ortadan kaldırılmasına ve davanın düşmesi kararının
verilmesine olanak sağlayan yeni bir kurum olarak karşımıza
çıkmaktadır.
CMK’nın 231/12’inci maddesine göre hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına ilişkin kararların itiraza tabi olduğunda kuşku
bulunmamaktadır. Çözümlenmesi gereken husus, bu kararlara karşı
yapılacak itirazı inceleyecek merciin neresi olduğudur.
Askerî Yargıtayın yerleşik kararlarında, kesinleşmiş mahkûmiyet
hükümleriyle ilgili olarak, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
ilişkin taleplerin reddine veya hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
yer olmadığına karar verilmesi hâlinde, askerî mahkemece verilmiş ve
kesinleşmiş olup hâlen infazı devam etmekte olan mahkûmiyet hükmü
varlığını koruduğundan ve ortada infazı kabil bir hüküm söz konusu
olduğundan, bu gibi durumlarda cezanın çektirilip çektirilmemesi
konusunda bir ihtilafın doğduğu ve buna ilişkin olarak verilen karara
karşı itiraz merciinin, 353 sayılı Kanun’un 254’üncü maddesinin son
fıkrası gereğince, Askerî Yargıtay olduğu kabul edilmektedir.
29.6.2006 tarihli ve 5530 sayılı Kanun’un 59’uncu maddesiyle
yeniden düzenlenen, “Cezaların yerine getirilmesi sırasında alınması
gereken kararlar ve bu kararlara itiraz” başlıklı 353 sayılı Kanun’un
254’üncü maddesinin 1’inci fıkrası; “Cezaların yerine getirilmesi
sırasında, hüküm kesinleşmeden önce gerçekleşen şahsi hürriyeti
sınırlama sonucunu doğuran hâller nedeniyle geçirilmiş süreler ile
hastanede geçen sürenin cezadan indirilmesine, değişik hükümlerdeki
cezaların toplanmasına ve mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya
çektirilecek cezanın hesabında duraksamaya ilişkin bir karar alınması
gerekirse, hükmü veren askerî mahkemeden karar istenir. Bu kararlar
duruşma yapılmaksızın verilir.” 3’üncü fıkrası; “Yukarıdaki fıkralar
uyarınca yapılan başvurular cezanın infazını ertelemez. Ancak, mahkeme
olayın özelliğine göre infazın ertelenmesine veya durdurulmasına karar
verilebilir.” hükmünü içermektedir.
3’üncü Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinin inceleme konusu
olan ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin duruşmasız
işlere ait kararı ile birlikte, mahkûmiyet hükmü sanık hakkında hiçbir
hukukî sonuç doğurmayacağından, artık infazı kabil bir hükmün
varlığından ve cezanın çektirilip çektirilmemesi konusunda bir
uyuşmazlık doğduğundan söz etmek mümkün değildir. Dolayısıyla,
infaza ilişkin olmayan bu karar 353 sayılı Kanun’un 254’üncü maddesi
kapsamında verilmiş bir karar niteliğinde bulunmamaktadır. Her ne
kadar, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildikten sonra,
411
hükmün infazının durdurulmasına da karar verilmiş ise de; bu karar,
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olmasının
doğal ve zorunlu bir sonucu olup, bu husus kararın infaza ilişkin bir karar
olduğu sonucunu doğurmamaktadır.
Bu nedenlerle, 353 sayılı Kanun’un 202’nci maddesinin 2’nci
maddesinin 2’nci fıkrası gereğince bu karara yönelik itirazı inceleme
merciinin en yakın askerî mahkeme olduğu, itiraz hakkında Askerî
Yargıtayca bir karar verilmesine yer olmadığı sonucuna varıldığından;
Başsavcılığın aksi yöndeki itirazının reddine karar verilmiştir.
412
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 231
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/79
K. No. : 2008/68
T.
: 17.5.2008
ÖZET
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, af
müessesesi olarak değil, daha önce kasti bir suçtan
mahkûmiyeti bulunmayan (İlk kez suç işleyen) sanık yönünden
bir atıfet kurumu olarak ceza hukuku sistemimize girmiş
olması nedeniyle, hükümlünün adlî sicil kaydında yer alan
önceki mahkûmiyet hükümlerinin (Kesinleşme tarihleri
itibariyle bu aşamada varlıklarını sürdürdüğü dikkate
alınarak), bu kurum kapsamına girdiğine dair araştırma
yapılmasına gerek görülmediğinden; hükümlü hakkında,
önceki mahkûmiyetlerinden dolayı CMK’nın 231/6 madde ve
fıkrasının
(a)
bendinde
öngörülen
objektif
koşul
gerçekleşmediği için, diğer koşulların gerçekleştiğinin
araştırılmasına da gerek bulunmadığından; hükümlünün
hukuki durumu ve tesis edilen kararın niteliği dikkate
alındığında, askerî mahkemenin duruşmasız işlere dair kararla
hükmün infazının devamına karar vermesinde hukuka aykırı
bir durumun bulunmamaktadır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; hükümlünün daha önce kasıtlı bir
suçtan mahkûm olmuş olmasının, CMK’nın 231/6 madde ve fıkrasının
(a) bendine göre hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı
verilmesine engel teşkil edip etmediği ve hükmün konusunun herhangi
bir inceleme, araştırma, delil tartışması ve takdir hakkının kullanılmasını
gerektirmesi hâlinde, incelemenin duruşma açılmak suretiyle
yapılabilmesi hususunda mahkemenin bir takdir hakkının bulunup
bulunmadığı konularına ilişkindir.
413
Daire; hükümlünün daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmuş
olmasının, CMK’nın 231/6 madde ve fıkrasının (a) bendine göre,
inceleme konusu izin tecavüzü suçu ile ilgili davada, hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesine engel teşkil edeceğini,
ayrıca hükmün konusunun; herhangi bir inceleme, araştırma, delil
tartışması ve takdir hakkının kullanılmasını gerektirmesi hâlinde,
mahkemenin duruşma açıp açmamak konusunda takdir hakkının
bulunduğunu kabul ederek, Askerî Mahkemenin hükmün infazına devam
olunmasına dair verdiği duruşmasız işlere ait karara yapılan itirazı
reddederken,
Başsavcılık; hükümlünün, adlî sicil kaydında belirtilen
mahkûmiyet hükümlerinin de 5728 sayılı kanunla değişik 5271 sayılı
CMK’nın 231’inci maddesinin kapsamına girdiğini, adlî sicil kaydındaki
bu mahkûmiyetleri hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararı verilmesi hâlinde, inceleme konusu izin tecavüzü suçundan
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilmesi için
CMK’nın 231/6 madde ve fıkrasının (a) bendindeki engelin ortadan
kalkacağını, bu nedenle Askerî Mahkemenin duruşma açarak,
hükümlünün adlî sicil kaydında yazılı mahkûmiyet hükümleri hakkında
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilip verilmediğini
araştırması gerektiğini, askerî mahkemenin inceleme, araştırma ve takdir
hakkının kullanılmasını gerektiren bu konuda duruşma açmak zorunda
olduğunu (takdir hakkının bulunmadığını) ileri sürerek Daire kararına
süresinde itiraz etmiştir.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, 19.12.2006
tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 5560
sayılı Kanun’un 23’üncü maddesiyle, 5271 sayılı CMK’nın 231’inci
maddesinin başlığı “hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri
bırakılması” şeklinde değiştirilmek ve maddeye 5 ilâ 14’üncü fıkralar
eklenmek suretiyle başlangıçta, soruşturulması ve kovuşturulması
şikayete bağlı suçlardan dolayı hükmolunan, bir yıl veya daha az süreli
hapis veya adlî para cezalarıyla sınırlı olarak uygulamaya konulmuştur.
5560 sayılı Kanunla ilgili TBMM Adalet Komisyonu raporunda,
hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusunda “Yürürlükten
kaldırılan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu ile 647 sayılı Cezaların İnfazı
Hakkında Kanundaki düzenlemesi itibarıyla, erteleme, bir koşullu atıfet
kurumu niteliği taşımakta idi. Buna göre, deneme süresi içerisinde yeni
bir suçun işlenmemesi hâlinde, ‘mahkûmiyet vakî olmamış’ sayılmakta
idi. Keza, erteleme, sadece hapis cezası açısından değil, ‘ertelemenin
bölünmezliği’ kuralı gereğince, diğer bütün ceza hukuku yaptırımları
414
bakımından da, kural olarak, aynı sonucu doğurmakta idi. Buna karşılık
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun sisteminde ise, erteleme, sadece hapis
cezasına özgü bir infaz rejimi olarak düzenlenmiştir. Bu bakımdan, yeni
sistemde artık ‘ertelemenin bölünmezliği’ kuralından söz etmek mümkün
değildir. Hapis cezası açısından bir infaz rejimi olarak kabul edilen
ertelemede, hükümlü, denetim süresi zarfında kasıtlı yeni bir suç
işlemediği ve kendisine yüklenen yükümlülüklere uygun davrandığı
takdirde, hakkında hükmolunan ‘hapis cezası’ infaz edilmiş sayılacaktır.
Şayet hakkında hapis cezasının yanı sıra ya da sadece adlî para
cezasına veya güvenlik tedbirlerine hükmedilmişse, adlî para cezası ve
güvenlik tedbirleri bakımından erteleme söz konusu olmayacaktır. Bu
durum, ertelemeyi hükümlü açısından, yürürlükten kaldırılan 765 sayılı
Türk Ceza Kanunu sistemindeki düzenlemeye nazaran daha ağır sonuçlar
doğuran bir kurum hâline getirmiştir. Bu nedenle kurumlar arasındaki
dengeli geçişi sağlamak amacıyla, Türk Ceza Hukukuna ilişkin yeni
mevzuatımızda, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının, bir kurum
olarak düzenlenmesi bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır.” şeklinde
gerekçelere yer verilmiştir. (Dönem: 23, Yasama Yılı:2, TBMM
S.Sayısı:56).
TBMM Adalet Komisyonu raporundaki gerekçeden; hükmün
açıklanmasının geri bırakılması Kurumunun, cezaların ertelenmesi ile
ilgili mülga 647 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesindeki düzenlemeden,
5275 sayılı TCK'nın 51’inci maddesindeki düzenlemeye dengeli geçişi
sağlamak amacıyla; Türk Ceza Hukuku mevzuatında (Kısmen mülga 647
sayılı Kanun’un 6’ncı maddesine benzer şekilde) bir atıfet kurumu olarak
ele alınıp düzenlendiği anlaşılmaktadır.
Daha sonra 8.2.2008 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı
gün yürürlüğe giren 5728 sayılı “Temel Ceza Kanunlarına Uyum
Sağlamak Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” un 562’nci maddesiyle, 5271 sayılı
CMK’nın 231’inci maddesinin 5 ve 14’üncü fıkralarında değişiklik
yapılarak, T.C. Anayasasının 174’üncü maddesinde koruma altına alınan
inkılâp kanunlarında yer alan suçlar dışında kalan başka bir suçtan dolayı
hükmolunan, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezaları
hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi
olanağı sağlanmak suretiyle bu kurumun uygulama alanı genişletilmiştir.
5728 sayılı Kanun’un TBMM Genel Kurulunda görüşülmesi
sırasında, 17.1.2008 günü saat 15.29’da başlayan ikinci oturumda verilen
bir önerge üzerine Kanun’un 562 (tasarının 611)’inci maddesi oylanarak
kabul edilmiş, önerge olarak verilen madde gerekçesi de “Hükmün
415
açıklanmasının geri bırakılması müessesesine işlerlik kazandırmak ve
müessesenin uygulanmayacağı suçları belirlemek ...” şeklinde kabul
edilmiştir (TBMM’nin 51’inci Birleşimin İkinci Oturumuna ait 17.1.2008
tarihli tutanak).
Görüldüğü üzere, 5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesinin
gerekçesinde de, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun,
Türk ceza hukuku mevzuatında ilk kez düzenlenme amacının muhafaza
edildiği, ancak bu kurumun uygulanmasına işlerlik kazandırmak
(uygulama alanının genişletilmek) istendiği anlaşılmaktadır.
Hükümlünün; inceleme konusu olan izin tecavüzü suçunun
niteliği, suç tarihi ve bu suçundan dolayı hükmolunan cezasının miktarı,
5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesiyle değişik, 5271 sayılı CMK’nın
231’inci maddesinin 5 ilâ 14’üncü fıkralarında düzenlenen hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kurumu kapsamına girmekte ise de, bu
kurumdan yararlanabilmesi için ayrıca hükümlü açısından CMK’nın
231/6 madde ve fıkrasında öngörülen;
“a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış
bulunması,
b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum
ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği
hususunda kanaate varılması,
c) Suçun işlemesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın,
aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen
giderilmesi”
Koşullarının oluşmasının gerektiği; (a) bendindeki ilk koşuldan
ise bu kurumun, daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûmiyeti olmayan (İlk
defa suç işleyen) sanık hakkında uygulanabileceği sonucu çıkmaktadır.
Dosyadaki adlî sicil kaydına göre, daha önce hükümlünün;
Hırsızlık suçundan paraya çevrilip ertelenmiş ve 6.9.2005
tarihinde kesinleşmiş ilk mahkûmiyetinin,
Yine hırsızlık suçundan hapis cezası verilip ertelenmiş ve
23.12.2005 tarihinde kesinleşmiş ikinci mahkûmiyetinin,
Ayrıca cinsel taciz suçundan adlî para cezasına çevrilip 1.5.2007
tarihinde kesinleşmiş üçüncü mahkûmiyetinin,
Bulunduğu hususu, hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde
anlaşılmaktadır.
Bu durumda, 5271 sayılı Kanun’un 231/6 madde ve fıkrasının (a)
bendinde yer alan “sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış
olması” koşulunun (objektif koşulun), hükümlü açısından gerçekleştiğini
söylemek mümkün değildir.
416
5728 sayılı Kanun’un Geçici 1’inci maddesinin 2’nci fıkrasında
“Bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten önce kesinleşmiş ve infaz
edilmekte olan mahkûmiyet kararları hakkında, lehe kanun hükümleri,
hükmü veren mahkemece 13.12.2005 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 98 ilâ 101’inci
maddeleri dikkate alınmak ve dosya üzerinden incelenmek suretiyle
belirlenir. Ancak hükmün konusunun herhangi bir inceleme, araştırma,
delil tartışması ve takdir hakkının kullanılmasını gerektirmesi hâlinde
inceleme, duruşma açılmak suretiyle yapılabilir” şeklinde uygulamayla
ilgili bir düzenleme getirilmiştir.
Hükümetin teklif ettiği kanun tasarısındaki söz konusu fıkra metni
TBMM’de aynen kabul edilmiştir. Bu fıkra ile ilgili hükümet tasarısının
gerekçesinde; “Maddenin ikinci fıkrasıyla, bu Kanun yürürlüğe girdiği
tarihten önce kesinleşmiş ve infaz edilmekte olan mahkûmiyet kararları
hakkında, hükmü veren mahkemece 13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 98 ilâ
101’inci maddeleri dikkate alınmak suretiyle lehe kanun hükümleri
belirlenecektir. Düzenlemeyle, öncelikle cezası infaz edilmekte olan
mahkûmiyet hükümlerinin bu Kanun’un lehte hükümlerinin gecikmeye
yer verilmeksizin hükmü veren mahkemece inceleme olanağı
sağlanmıştır. Bu amaçla da incelemenin dosya üzerinden yapılması esası
belirlenmiştir. Ancak, hükmün konusunun herhangi bir inceleme,
araştırma, delil tartışması ve takdir hakkının kullanılmasını gerektirmesi
hâlinde inceleme, duruşma açılmak suretiyle yapılabilecektir. Bu istisnaî
düzenlemeyle, Yargıtayın yerleşmiş içtihatları da dikkate alınarak
maddede yer alan koşulların bulunduğunun değerlendirilmesi hâlinde,
inceleme işlemi, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun’unun duruşmaya
ilişkin hükümleri dikkate alınarak yerine getirilecektir.” şeklinde
açıklamalar yapılmıştır. (Dönem: 22,Yasama Yılı:4, TBMM S.Sayısı:
1235, sayfa 110, 272, 402))
5728 sayılı Kanun’un, kesinleşip infaz edilmekte olan mahkûmiyet
hükümlerine nasıl uygulanacağına ilişkin geçici 1’inci maddesinin 2’nci
fıkrası ile bu fıkranın gerekçesinden; hükmü veren mahkemece,
incelemenin dosya üzerinden yapılması esasının belirlendiği, ancak
istisna olarak, ele alınacak hükmün konusunun herhangi bir inceleme,
araştırma, delil tartışması ve takdir hakkının kullanılmasını gerektirmesi
hâlinde, Yargıtayın yerleşmiş kararları da dikkate alınarak CMK’nın
ilgili hükümlerine göre duruşma açılarak inceleme yapılmasının kabul
edildiği anlaşılmaktadır.
417
Açıklanan bu düzenlemeler karşısında; hükmün açıklanmasının
geri bırakılması kurumu, af müessesesi olarak değil, daha önce kasti bir
suçtan mahkûmiyeti bulunmayan (İlk kez suç işleyen) sanık yönünden bir
atıfet kurumu olarak ceza hukuku sistemimize girmiş olması nedeniyle,
hükümlünün adlî sicil kaydında yer alan önceki mahkûmiyet
hükümlerinin (Kesinleşme tarihleri itibariyle bu aşamada varlıklarını
sürdürdüğü dikkate alınarak), bu kurum kapsamına girdiğine dair
araştırma yapılmasına gerek görülmediğinden; hükümlü hakkında, önceki
mahkûmiyetlerinden dolayı CMK’nın 231/6 madde ve fıkrasının (a)
bendinde öngörülen objektif koşul gerçekleşmediği için, diğer koşulların
gerçekleştiğinin araştırılmasına da gerek bulunmadığından; keza askerî
savcılığın infazın devam edip etmeyeceğine ilişkin talebi üzerine, askerî
mahkemece infazın devamına karar verilirken hükümlünün, hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasından yararlanamayacağı konusuna
kararda gerekçe olarak yer verildiğinden; hükümlünün hukuki durumu ve
tesis edilen kararın niteliği dikkate alındığında, askerî mahkemenin
duruşmasız işlere dair kararla hükmün infazının devamına karar
vermesinde ve bu karara karşı yapılan itirazın Askerî Yargıtay 2’nci
Dairesinin 12.3.2008 tarihli, 2008/733-688 Esas ve Karar sayılı ilamı ile
reddedilmesinde hukuka aykırı bir durumun bulunmadığı sonucuna
varıldığından, Askerî Yargıtay Başsavcılığının daire ilamına karşı yaptığı
itirazın 353 sayılı Kanun’un 224’üncü maddesi gereğince reddine karar
verilmiştir.
NOT: Daireler Kurulunun 8.5.2008 tarihli, 2008/80-83;
17.4.2008 tarihli, 2008/81-69; 1.5.2008 tarihli, 2008/86-80 29.5.2008
tarihli, 15.5.2008 tarihli, 2008/87-88; 2008/93-94; 15.5.2008 tarihli,
2008/94-91; 26.6.2008 tarihli, 2008/95-123; 5.6.2008 tarihli, 2008/99101; 5.6.2008 tarihli, 2008/102-102; 5.6.2008 tarihli, 2008/105-104;
29.5.2008 tarihli, 2008/106-97; 5.6.2008 tarihli, 2008/112-106;
19.6.2008 tarihli, 2008/113-114; 26.6.2008 tarihli, 2008/120-125; 19.
6.2008 tarihli, 2008/125-119; 19.6.2008 tarihli, 2008/129-120;
26.6.2008 tarihli, 2008/130-128; 10.7.2008 tarihli, 2008/134-141;
3.7.2008 tarihli, 2008/135-132; 26.6.2008 tarihli, 2008/140-130;
3.7.2008 tarihli, 2008/141-133 Esas ve Karar sayılı kararları da bu
yöndedir.
418
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 231
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E. No. : 2008/1506
K. No. : 2008/1506
T.
: 27.5.2008
ÖZET
Adlî sicil kaydında, sanığın, 2918 sayılı Kanun’un 36’ncı
maddesine aykırı davranmaktan üç ayrı hafif para cezasına
mahkûm edildiği ve kesinleşen bu hükmün yerine getirildiği
görülmekte ise de; 13.11.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5252
sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli
Hakkında Kanun’un 5349/3 sayılı kanun ile değişik 7’nci
maddesiyle, kanunlarda hafif hapis veya hafif para cezası
olarak
öngörülen
yaptırımlar
idari
para
cezasına
dönüştürüldüğünden ve 31.3.2005 tarihinde yürürlüğe giren
5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 2’nci maddesinde,
Kanun’un, karşılığında idari yaptırımlar uygulanmasını
öngördüğü haksızlıklar kabahat olarak tanımlandığından,
sanığın sabıka kaydındaki mahkûmiyetleri kabahat niteliğine
dönüşmüş olması nedeniyle kasıtlı suça ilişkin kabul
edilemeyeceğinden, CMK’nın 231’inci maddesinde düzenlenen
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasından yararlanması
mümkündür.
Askerî mahkemece; sanığın, 27.2.2005 tarihinde P.Onb. F.K.’ya
karşı üste fiilen taarruz suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın 91/1(az
vahim hâl cümlesi), 92, TCK’nın 29/1 ve 62/1’inci maddeleri gereğince,
bir ay yedi gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Sanık, olayın Onbaşı F.’nin tahriki üzerine meydana geldiğini,
ona beraat kararı verildiğini, cezanın para cezasına çevrilmesi gerektiğini
belirterek, hükmü yasal süresi içerisinde temyiz etmiştir.
Tebliğnamede; hükmün onanması yönünde görüş bildirilmiştir.
Yapılan incelemede;
Sanığın, Adana Orduevi Müdürlüğü emrinde askerlik görevini
yapmakta olduğu, 27.2.2005 günü saat 14.00 sıralarında kısım komutanı
419
tarafından P.Onb. F.K.’ya terasın temizlenmesi amacıyla verilen emir
doğrultusunda, Onbaşının subay restoran bölümünde görevli garson erleri
yanına çağırarak terasa götürürken kasa görevlisi olan sanık P.Er O.K.’ya
da gelmesi konusunda emir verdiği, sanığın yeterli fırça olmadığını
belirterek almak üzere restorana gidip dönmesi üzerine Onb. F.’nin
sanığın yanına gelerek “Pezevenk, siktir git” şeklinde hakaret etmesi
üzerine tartışmanın şiddetlendiği ve sanığın üstü olan Onbaşı’ya iki kez
yumruk ile vurduğu, tanık beyanları ve dosya kapsamıyla maddi olay
olarak sübuta ermekte olup, mahkemenin kabulü de yöndedir.
Askerî mahkemece, karar yerinde yazılı olduğu şekilde, yasal,
haklı ve inandırıcı gerekçelerle, sanığın üste fiilen taarruz suçunu
işlediğinden bahisle, alt sınırdan, haksız tahrik hükümleri uygulanarak,
takdiri indirime de gidilmek suretiyle, tayin olunabilecek en az ceza ile
cezalandırılmasına, yasal imkânsızlık nedeniyle hapis cezasının adlî para
cezası ya da diğer seçenek yaptırımlardan birine çevrilmemesine ve
ertelenmemesine ilişkin hükümde herhangi bir
isabetsizlik
görülmediğinden, sanığın temyiz sebepleri kabule değer bulunmamakla
birlikte;
Her ne kadar, tebliğnamede sanığın bu suçtan önce başka bir
suçtan sabıkasının bulunduğunu gösteren adlî sicil kaydı nedeniyle,
hakkında 5728 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanmasının mümkün
olmadığı belirtilerek hükmün onanması talep edilmiş ise de; dosya
Dz.41’de mevcut adlî sicil kaydı incelendiğinde, sanığın 2918 sayılı
Kanun’un 36’ncı maddesine aykırı davranmaktan üç ayrı hafif para
cezasına mahkûm edildiğinin anlaşıldığı, Uşak 1’inci Sulh Ceza
Mahkemesinin 18.9.2001 tarihli kararı ile 125.382.800 TL hafif para
cezasına mahkûm edilip 5.2.2002 tarihinde kesinleşen bu hükmün yerine
getirildiği görülmekte ise de; 13.11.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5252
sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında
Kanun’un 5349/3 sayılı Kanun ile değişik 7’nci maddesi ile “kanunlarda
‘hafif hapis’ veya ‘hafif para’ cezası olarak öngörülen yaptırımlar, idari
para cezasına dönüştürülmüştür . ” şeklinde bir düzenleme getirildiğinden
ve 31.3.2005 tarihinde yürürlüğe giren, 5326 sayılı Kabahatler
Kanunu’nun 2’nci maddesinde “Kabahat deyiminin, Kanun’un,
karşılığında idarî yaptırımlar uygulanmasını öngördüğü haksızlık
anlaşılır” denildiğinden, sanığın sabıka kaydına göre mahkûmiyetlerinin
kasıtlı suça ilişkin olmayıp, kabahat niteliğine dönüşmüş olması
karşısında, hakkında 5728 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması
mümkün olduğundan, Başsavcılığın görüşüne iştirak edilmemiştir.
Hükümden sonra, 8.2.2008 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak
420
aynı gün yürürlüğe giren 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum
Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’un 562’nci maddesi ile değişik 5271 sayılı
CMK’nın 231’inci maddesi uyarınca; atılı suçla ilgili olarak yapılan
yargılama sonucunda hükmolunan cezanın tür ve süresine göre hükmün
açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağı hususunda askerî
mahkemece değerlendirme yapılmasını temin bakımından, mahkûmiyet
hükmünün bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.
421
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 231
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E. No. : 2008/1472
K. No. : 2008/1466
T.
: 28.5.2008
ÖZET
Sanığın 1992 ve 1997 yıllarında iki ayrı asta müessir fiil
suçundan dolayı mahkûm edildiği belirlenmekle beraber,
1.6.2005 tarihinde 5352 sayılı Adlî Sicil Kanunu’nun 18’inci
maddesi ile yürürlükten kaldırılan mülga 3682 sayılı Adlî Sicil
Kanunu’nun 8’inci maddesi uyarınca, bu iki mahkûmiyetin
(adlî sicile işlenmemiş olsa bile) hukuken adlî sicilden
çıkartılması koşullarının oluşmuş olabileceği kuvvetle
muhtemeldir. Bu durumda da sanığın CMK’nın 231/6-a
maddesindeki gibi “daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm
olmuş bulunma” konumundan kabul edilemeyeceği, fakat
durumunun “b” ve “c” bentleri çerçevesinde değerlendirilip
takdir edilebileceği ortadadır.
Müsnet suçtan dolayı daha önce verilen mahkûmiyet hükmü,
sanık tarafından temyiz edilmiş ve Askerî Yargıtay 2’nci Dairesinin
21.3.2007 gün ve 2007/510-496 sayılı ilamı ile uygulama gerekçesindeki
isabetsizlik sebebiyle bozulmasına karar verilmiştir.
Bozma ilamına uyularak yürütülen yargılama sonunda askerî
mahkemece; sanığın “asta müessir fiil” suçunu işlediği kabul edilerek,
ASCK’nın 117/1 (Teşdiden) ve TCK’nın 62’nci maddeleri uyarınca 1 ay
20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Bu hüküm; sebep gösterilmeksizin sanık tarafından süresinde
temyiz edilmiştir.
Tebliğnamede; uygulama gerekçesindeki isabetsizlik nedeniyle
(ve ayrıca CMK’nın 231’inci maddesinin uygulanabilme koşullarının
bulunmadığına işaret edilmek suretiyle) hükmün bozulması yolunda
görüş ve istem bildirilmiştir.
Yapılan İncelemede;
422
Isparta 40.P.A.Çvş.Eğt.Tb.K.lığında 28.2.2005 tarihinde meydana
gelen olayda Takım Komutanı olan sanığın, içinde özel eşyaları bulunan
bir çantayı taşıması için mağdur P.Er N.Ö.’ye verdiği, bir süre sonra
sanığın bu çantasını istettiğinde mağdurun o özel çantayı acemi bir er
aracılığıyla sanığa yolladığı, çantasının bizzat mağdur tarafından
getirilmemesine sinirlenen sanığın, yanına çağırdığı mağdurun yüzüne iki
tokat ve eline tekme attığı, mağdurun bu olaydan dolayı sinir krizi geçirip
bayıldığı toplanan kanıtlardan anlaşılmakta olup böylece sanığın, “asta
müessir fiil” suçunu işlediğinin kabul edilmesi isabetli bulunmuştur.
Temel ceza belirlenirken “...Sanığın daha önce iki kez asta
müessir fiil suçundan dolayı yargılanarak mahkûmiyetine karar verilmiş
olmasına rağmen aynı suçu işlemiş olmasına ve eylemini mağdura hem
tokat hem de tekme ile vurmak suretiyle gerçekleştirmesine nazaran suçta
kastının ağırlığı gözetilerek” alt sınırdan uzaklaşılmasında da yasaya
aykırılık ve takdir zaafı görülmemiştir.
Tebliğnamede, her ne kadar temel cezanın saptanmasında alt
sınırdan uzaklaşılırken gösterilen gerekçelerin yasal kriterlere uymadığı
görüşü ortaya konulmuş ise de; “sanığın mağduru tokat ve tekme ile
dövmüş olduğu” yönünde mahkemece esas alınan gerekçe öncelikle 5237
sayılı TCK’nın 61/1-a maddesinde yer alan “suçun işleniş biçimine”
uygun düşen bir değerlendirmedir. Öte yandan tam olarak ifade
edilmemiş olmakla beraber maruz kaldığı eylem nedeniyle mağdurun
sinir krizi geçirmiş olması ve suçun işlenme şekli birlikte ele alındığında
sanığın çok basit bir sebepten ötürü müsnet suça konu fiilî fütursuzca
gerçekleştirmiş olması da sanığın “kasta dayalı kusurunun ağırlığını”
ortaya koymaktadır. Şu hâlde, alt sınırdan uzaklaşılmak suretiyle ceza
belirlenmesinde gösterilen gerekçe ve değerlendirmelerde yasaya
aykırılık ve takdir zaafı bulunmadığı sonucuna varılmakla
tebliğnamedeki aksi görüşlere iştirak olunmamıştır.
Ancak; vasfı, işlenme tarihî ve hükmolunan ceza süresi yönünden
“asta müessir fiil” suçunun 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5278 sayılı
Yasa’nın 562’nci maddesi ile değişik CMK’nın 231’inci maddesindeki
“hükmün açıklanması geri bırakılması” müessesesinin kapsamına
girdiğinde bir kuşku yoktur. Anılan yasa maddesine göre “hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına” karar verilebilmesi için “sanığın daha
önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması” (a bendi);
“mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve
davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği
hususunda kanaate varılması” (b bendi) ve “suçun işlenmesiyle
mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hâle
423
getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi” koşullarının
gerçekleşmesi gereklidir.
“Daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunmak” şartı
ilk ve objektif koşuldur. Bu kapsamda sanığın konumuna bakıldığında
6.4.2005 tarihli adlî sicil kaydına göre sanığın herhangi bir sabıkası
görünmemektedir. Gerekçeli hüküm ile K.K.Personel Başkanlığı sabıka
kaydına nazaran sanığın 1992 ve 1997 yıllarında iki ayrı asta müessir fiil
suçundan dolayı mahkûm edildiği belirlenmekle beraber, 1.6.2005
tarihinde 5352 sayılı Adlî Sicil Kanunu’nun 18’inci maddesi ile
yürürlükten kaldırılan mülga 3682 sayılı Adlî Sicil Kanunu’nun 8’inci
maddesi uyarınca bu iki mahkûmiyetin (adlî sicile işlenmemiş olsa bile)
hukuken adlî sicilden çıkartılması koşullarının oluşmuş olabileceği
kuvvetle muhtemeldir. Bu durumda da sanığın CMK’nın 231/6-a
maddesindeki gibi “daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmuş
bulunma” konumundan kabul edilemeyeceği, fakat durumunun “b” ve
“c” bentleri çerçevesinde değerlendirilip takdir edilebileceği ortadadır.
Şu hâlde bu konuda tebliğnamede aksi yönde ortaya konulan görüş ve
değerlendirmelere iştirak edilmemiştir. Bu itibarla, sanığın geçmişteki
anılan iki mahkûmiyetinin akıbeti ve sonuçları araştırılıp “a” bendindeki
koşulun olumlu olarak gerçekleştiğinin belirlenmesi hâlinde sanığın
durumunun “b” ve “c” bentlerine göre değerlendirilip hakkında “hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına” karar verilip verilmeyeceğinin
irdelenmesi gerektiğinden, hükmün bu noktadan bozulmasına karar
verilmiştir.
424
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 231
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/96
K. No. : 2008/99
T.
: 5.6.2008
ÖZET
Dosyadaki adlî sicil kaydına göre, daha önce sanığın;
İstanbul 1’inci Çocuk Mahkemesinin 8.10.2003 tarihli,
2001/1177 Esas ve 2003/562 Karar sayılı gerekçeli hükmü ile;
765 sayılı TCK'nın 430/2, 2253 sayılı Kanun’un 12/2-2,
TCK’nın 59, 647 sayılı Kanun’un 4, TCK’nın 40, 2253 sayılı
Kanun’un 38’inci maddeleri gereğince 750.000 TL ağır para
cezasıyla cezalandırılmasına ve cezasının ertelenmesine; 765
sayılı TCK’nın 415/1, 2253 sayılı Kanun’un 12/2-2, TCK’nın
59, 647 sayılı Kanun’un 4, TCK’nın 40, 2253 sayılı Kanun’un
38’inci maddeleri gereğince 3.000.000 TL ağır para cezasıyla
cezalandırılmasına ve cezasının ertelenmesine karar verildiği,
her
iki
hükmün
16.10.2003
tarihinde
kesinleştiği
anlaşıldığından; 15.7.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5395
sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun 48’inci maddesiyle
yürürlükten kaldırılan 2253 sayılı Çocuk Mahkemelerinin
Kuruluşu, Görev ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
38’inci maddesine göre, cezaları ertelenen hükümlünün
(sanığın), anılan maddenin 2’nci fıkrasına göre bir yıldan üç
yıla kadar deneme süresine tâbi tutulacağı öngörüldüğünden,
söz konusu mahkûmiyet hükümlerinin verildiği tarihte
yürürlükte olan 2253 sayılı ÇMKGYUK’nın 38/1-4 maddesi
hükümleri ile deneme süresi içinde suç işlenmemesi ve tabi
tutulduğu koşullara uyması hâlinde mahkûmiyetin (765 sayılı
TCK’nın 95/2’nci maddesine göre) esasen vaki olmamış
sayılacağı hükmü dikkate alınmak suretiyle, anılan kararının
getirtilerek, sanığın ne kadar deneme süresine tabi tutulduğu,
deneme süresinde bu ertelemenin kalkıp kalkmadığı
araştırılıp, 5352 sayılı Adlî Sicil Kanunu’nun Geçici 2’nci
maddesinin atıfta bulunduğu 3682 sayılı Adlî Sicil
425
Kanunu’nun 8’inci maddesi hükümleri de gözetilerek, sanığın,
temyiz incelenmesine konu olan hizmete mahsus eşyayı kasten
tahrip etmek suçunu işlediği 4.2.2006 tarihinde, adlî sicil
kaydındaki mahkûmiyetlerinin silinmesi şartlarının oluşup
oluşmadığı değerlendirildikten sonra, hükmün açıklanmasını
geri bırakılması konusunda bir karar verilmesi gerekir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; 5728 sayılı Kanun’un 562’nci
maddesi ile değişik CMK’nın 231/5-14 madde ve fıkralarında
düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB)
kurumundan sanığın yararlanması ile ilgili talebin, CMK’nın 231/6
madde ve fıkrasının (a) bendi uyarınca reddine karar verilebilmesi için,
adlî sicil kaydında yazılı mahkûmiyet hükümlerine ait bilgilerin yeterli
olup olmadığına, bu konuda askerî mahkemece değerlendirme
yapılmasına gerek bulunup bulunmadığına ilişkindir.
Daire; 5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesiyle, CMK’nın
231’inci maddesinde yapılan değişiklik sonucu, sanık hakkında HAGB
kararı verilip verilemeyeceğinin belirlenmesi yönünden mahkûmiyet
hükmünü bozarken;
Başsavcılık; adlî sicil kaydına göre daha önce kasıtlı bir suçtan
mahkûmiyeti bulunduğu anlaşılan sanığın, CMK’nın 231/6-a maddesi
hükmü karşısında, temyiz incelemesine konu olan hizmete mahsus eşyayı
kasten tahrip suçundan dolayı, herhangi bir takdir hakkının
kullanılmasına
gerek
kalmaksızın
HAGB
kurumundan
yararlanamayacağını, mahkûmiyet hükmünün onanması gerektiğini ileri
sürerek, Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
Dosya içerisinde mevcut bilgi ve belgelere göre askerî mahkemece;
sanığın, 4.2.2006 tarihinde hizmete mahsus eşyayı kasten tahrip etmek
suçunu işlediği kabul edilerek, eylemine uyan ASCK’nın 130/1, TCK’nın
62, 50/1-a ve 52/2’nci maddeleri gereğince, 1.500 YTL adlî para
cezasıyla cezalandırılmasına, sebebiyet verdiği 106,20 YTL Hazine
zararının ASCK’nın 130/3’üncü maddesi uyarınca tazminine ve 492
sayılı Harçlar Kanununa göre 12,20 YTL nispî harç alınmasına dair
kurulan hükümde, hüküm (21.11.2006) tarihi itibariyle, usul, sübut, vasıf,
takdir ve uygulama yönlerinden bir isabetsizlik bulunmadığı gibi, bu
konularda Daire ile Başsavcılık arasında bir ihtilaf da mevcut değildir.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, 19.12.2006
tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 5560
sayılı Kanun’un 23’üncü maddesiyle, 5271 sayılı CMK’nın 231’inci
426
maddesinin başlığı “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının
geri bırakılması” şeklinde değiştirilmek ve maddeye 5 ilâ 14’üncü
fıkralar eklenmek suretiyle başlangıçta, soruşturulması ve kovuşturulması
şikayete bağlı suçlardan dolayı hükmolunan, bir yıl veya daha az süreli
hapis veya adlî para cezalarıyla sınırlı olarak uygulamaya konulmuştur.
Daha sonra 8.2.2008 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı
gün yürürlüğe giren 5728 sayılı “Temel Ceza Kanunlarına Uyum
Sağlamak Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” un 562’nci maddesiyle, 5271 sayılı
CMK’nın 231’inci maddesinin 5 ve 14’üncü fıkralarında değişiklik
yapılarak, T.C. Anayasasının 174’üncü maddesinde koruma altına alınan
inkılâp kanunlarında yer alan suçlar dışında kalan başka bir suçtan dolayı
hükmolunan, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezaları
hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi
olanağı sağlanmak suretiyle bu kurumun uygulama alanı genişletilmiştir.
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 17.4.2008 tarihli, 2008/79-68
Esas ve Karar sayılı kararında ayrıntılı olarak izah edildiği üzere,
Kanunun gerekçesinden; hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kurumunun, cezaların ertelenmesi ile ilgili mülga 647 sayılı Kanun’un
6’ncı maddesindeki düzenlemeden, 5275 sayılı TCK'nın 51’inci
maddesindeki düzenlemeye dengeli geçişi sağlamak amacıyla; Türk Ceza
Hukuku mevzuatında (Kısmen mülga 647 sayılı Kanun’un 6’ncı
maddesine benzer şekilde) bir atıfet kurumu olarak ele alınıp
düzenlendiği anlaşılmaktadır.
Her ne kadar 1.3.2008 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe giren 5739 sayılı Kanun’un 1’inci maddesiyle ASCK’ya
eklenen Ek 10’uncu maddesinde, “Bu Kanunda yazılı suçlarla ilgili ...
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231’inci maddesinin beş ilâ
on dördüncü fıkraları uygulanmaz” hükmüne yer verilmiş ise de, temyiz
incelemesine konu olan hizmete mahsus eşyayı kasten tahrip etmek
suçunun 4.2.2006 tarihinde işlenmiş olması nedeniyle, TCK’nın 7/2’nci
maddesi hükmü dikkate alınarak, sanık hakkında CMK’nın 231/514’üncü madde ve fıkraları uyarınca inceleme yapılmıştır.
Sanığın; inceleme konusu olan askerî eşyayı kasten tahrip etmek
suçunun niteliği, suç tarihi ve bu suçundan dolayı hükmolunan cezasının
nev’i ve miktarı, 5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesiyle değişik, 5271
sayılı CMK’nın 231’inci maddesinin 5 ilâ 14’üncü fıkralarında
düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu kapsamına
girmekte ise de, sanık hakkında bu hükmün uygulanabilmesi için
CMK’nın 231/6 madde ve fıkrasında öngörülen;
427
“a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış
bulunması,
b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve
davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği
hususunda kanaate varılması,
c) Suçun işlemesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın,
aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen
giderilmesi”
Koşullarının oluşmasının gerektiği; (a) bendindeki ilk koşuldan ise
bu kurumun, daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûmiyeti olmayan (İlk defa
suç işleyen) sanık hakkında uygulanabileceği sonucu çıkmaktadır.
Adlî Sicil Genel Müdürlüğü arşiv kayıtları esas alınarak, resmî bir
belge olarak düzenlenen dosyadaki adlî sicil kaydına göre, daha önce
sanığın;
12.7.1999 tarihinde işlediği 765 sayılı TCK’nın 430/2 ve 415/1’inci
maddelerine muhâlefet suçlarından dolayı, İstanbul 1’inci Çocuk
Mahkemesinin 8.10.2003 tarihli, 2001/1177 Esas ve 2003/562 Karar
sayılı gerekçeli hükmü ile;
1) TCK’nın 430/2; 2253 sayılı Kanun’un 12/2-2; TCK’nın 59; 647
sayılı Kanun’un 4; TCK’nın 40; 2253 sayılı Kanun’un 38’inci maddeleri
gereğince, 750.000 TL ağır para cezasıyla cezalandırılmasına ve
cezasının ertelenmesine karar verildiği,
2) TCK’nın 415/1; 2253 sayılı Kanun’un 12/2-2; TCK'nın 59; 647
sayılı Kanun’un 4; TCK'nın 40; 2253 sayılı Kanun’un 38’inci maddeleri
gereğince, 3.000.000 TL ağır para cezasıyla cezalandırılmasına ve
cezasının ertelenmesine karar verildiği, her iki hükmün 16.10.2003
tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır.
15.7.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5395 sayılı Çocuk Koruma
Kanunu’nun 48’inci maddesiyle yürürlükten kaldırılan 2253 sayılı Çocuk
Mahkemelerinin Kuruluşu, Görev ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 38’inci maddesine göre, cezaları ertelenen hükümlünün
(sanığın), anılan maddenin 2’nci fıkrasına göre bir yıldan üç yıla kadar
deneme süresine tâbi tutulacağı öngörüldüğünden,
Söz konusu mahkûmiyet hükümlerinin verildiği tarihte yürürlükte
olan 2253 sayılı ÇMKGYUK’nın 38/1-4 maddesi hükümleri ile deneme
süresi içinde suç işlenmemesi ve tâbi tutulduğu koşullara uyması hâlinde
mahkûmiyetin (765 sayılı TCK’nın 95/2’nci maddesine göre) esasen vaki
olmamış sayılacağı hükmü dikkate alınmak suretiyle, İstanbul 1’inci
Çocuk Mahkemesinin anılan kararının getirtilerek, sanığın ne kadar
deneme süresine tâbi tutulduğu, deneme süresinde bu ertelemenin kalkıp
428
kalkmadığı araştırılıp, 5352 sayılı Adlî Sicil Kanunu’nun Geçici 2’nci
maddesinin atıfta bulunduğu 3682 sayılı Adlî Sicil Kanunu’nun 8’inci
maddesi hükümleri de gözetilerek, sanığın, temyiz incelenmesine konu
olan hizmete mahsus eşyayı kasten tahrip etmek suçunu işlediği 4.2.2006
tarihinde, adlî sicil kaydındaki mahkûmiyetlerinin silinmesi şartlarının
oluşup oluşmadığı değerlendirildikten sonra, HAGB konusunda bir karar
verilmesi gerektiği sonucuna varıldığından, Dairenin kararı da sonuç
itibariyle isabetli olduğundan, Başsavcılığın aksi yöndeki itirazının
reddine karar verilmiştir.
429
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 231
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
3’üncü Daire Kararı
E. No. : 2008/1647
K. No. : 2008/1676
T.
: 17.6.2008
ÖZET
Sanığın adlî sicil kaydında yabancı ülke mahkemelerince
verilmiş iki ayrı mahkûmiyeti bulunduğundan, sözü edilen
mahkeme kararlarının Türkçe tercümesinin getirtilerek dava
dosyasına dahil edilmesi suretiyle, 5271 sayılı CMK’nın 5728
sayılı Kanun ile değişik 231’inci maddesi gereğince, sanık
hakkında hükmolunan cezanın tür ve süresine göre, hükmün
açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağı hususunda
değerlendirme yapılması gerekir.
Askerî mahkemece; sanığın, 19.11.2007 tarihinde emre
itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın 87/1 (Birinci
cümlesi) ve TCK'nın 62’nci maddeleri gereğince, yirmi beş gün hapis
cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Hüküm, sanık tarafından sebep gösterilmeksizin ve süresinde
temyiz edilmiş; tebliğnamede, sanığın, CMK’nın 5728 sayılı Kanun ile
değişik 231’inci maddesinden yararlanıp yararlanamayacağının
değerlendirilmesi bakımından hükmün bozulmasına karar verilmesi
istenilmiştir.
Yapılan incelemede;
Sanığa, erbaş ve erlerin kışla içerisinde cep telefonu
bulundurmalarının ve kullanmalarının yasak olduğuna ilişkin emrin
17.8.2007 tarihinde tebliğ edilmesine rağmen, 19.11.2007 tarihinde
koğuşta bir adet cep telefonu bulundurduğunun tespit edildiği, böylece
güvenlik, genel disiplin ve istihbarata karşı koyma yönlerinden hizmete
ilişkin olan emrin gereğini hiç yerine getirmeyerek emre itaatsizlikte ısrar
suçunu işlediği maddi olay olarak sübut bulmaktadır.
Askerî mahkemece; hukuka uygun, haklı ve inandırıcı
gerekçelerle, sanığın, asgari hadden temel ceza tayin edilip, takdiri
hafifletici sebep göz önünde bulundurularak cezasından gerekli indirim
430
yapılmak suretiyle mahkûmiyetine karar verilmesinde usul, sübut, vasıf,
takdir ve uygulama yönlerinden hukuka aykırılık bulunmadığından,
sebepsiz temyiz istemi kabule değer görülmemekle birlikte;
3002 sayılı Türk Vatandaşları Hakkında Yabancı Ülke
Mahkemelerinden ve Yabancılar Hakkında Türk Mahkemelerinden
Verilen Ceza Mahkûmiyetlerinin İnfazına Dair Kanun’un “Yerine
getirme kararı” başlıklı 6’ncı maddesi, “Mahkemece yabancı ülkede
verilen mahkûmiyet kararının aşağıda belirtilen şekilde yerine
getirilmesine en geç 15 gün içinde karar verilir.
1-Yabancı mahkeme kararında sübutu kabul edilen suça, Türk
kanunlarına göre verilmesi gereken ceza müeyyidesi veya bu suça en
yakın ceza müeyyidesi tayin olunur. Bu suretle tayin edilen ceza miktarı
yabancı mahkeme kararında tayin edilmiş ceza süresini geçemez. Fiil
Türk hukukuna göre daha hafif cezayı gerektirdiği takdirde müeyyide
buna göre tayin olunur.
2-Yerine getirmeyi isteyen devlette tutuklulukta veya
hükümlülükte geçen süreler cezadan mahsup edilir.
Yerine getirme kararının verilmesi sırasında cezadan mahsup
işlemi yapılmamış veya mahsup şartları daha sonra ortaya çıkmışsa bu
hâllerde de mahkemece gerekli karar verilir.”;
“Yerine getirme” başlıklı 8’inci maddesi ise;
“Kesinleşen yerine getirme kararları genel hükümler dairesinde
infaz olunur ve adlî sicile kaydedilir.” hükümlerini içermektedir.
Sanığın, dosya dizi 23’teki adlî sicil kaydında yabancı ülke
mahkemelerince verilmiş iki ayrı mahkûmiyeti bulunduğundan, adlî sicil
kaydında sözü edilen mahkeme kararlarının Türkçe tercümesinin
getirtilerek dava dosyasına dahil edilmesi suretiyle, 5271 sayılı CMK’nın
5728 sayılı Kanun ile değişik 231’inci maddesi gereğince, sanık
hakkında hükmolunan cezanın tür ve süresine göre, hükmün
açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağı hususunda Askerî
Mahkemece değerlendirme yapılmasını temin bakımından, mahkûmiyet
hükmünün bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.
NOT: 3.Dairenin 03.06.2008 tarihli, 2008/1587-1586 Esas ve
Karar sayılı kararı da bu yöndedir.
431
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 231
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/144
K. No. : 2008/144
T.
: 17.7.2008
ÖZET
Askerî mahkemece; 11.2.2008 tarihli, 2007/530 Esas ve
2008/A-12-39 Karar sayılı (İlk) DİAK ile hükümlünün,
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumundan, birlik
disiplininin ağır derecede ihlal edilmiş olması nedeniyle
zararın giderilme koşulu oluşmadığından yararlanamayacağı
gerekçesiyle,
mahkûmiyet
hükmünün
infazına
devam
olunmasına dair tesis edilen karara, hükümlü tarafından
yapılan itirazı incelemeye Askerî Yargıtayın görevli olduğu,
Askerî
Yargıtayca
yapılacak
itiraz
incelenmesi
sonuçlanmadan, aynı askerî mahkemece on sekiz gün sonra
29.2.2008 tarihli, 2007/530 esas ve 2008/A-12-139 Karar sayılı
(İkinci) DİAK ile hükümlü hakkında hükmün açıklanmasının
geri
bırakılması
kararı
verilebileceği
gerekçesiyle
mağduriyetine
sebebiyet
verilmemesi
için
infazın
durdurulmasına dair tesis edilen karar; CMK’nın 231/5-14
madde ve fıkralarında düzenlenen hükmün açıklanmasının
geri bırakılması kapsamında bir karar olmayıp, tedbir
mahiyetinde verilmiş bir karar olduğundan, 11.02.2008 tarihli
ilk DİAK’yı ortadan kaldırmadığı, bu ilk DİAK’nın hukuki
varlığını sürdürdüğü, bu karara karşı yapılan itirazı esasen
askerî mahkemenin inceleme yetkisinin de bulunmadığı
birlikte değerlendirildiğinde, Askerî Yargıtayca itiraz
incelemesi yapılacak bir kararın mevcut olduğu (İtiraz
konusunun kalmadığına dair bir hâlin oluşmadığı) sonucuna
varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, askerî mahkemece tesis olunan;
432
29.2.2008 tarihli ikinci DİAK karşısında, 11.2.2008 tarihli ilk DİAK’ya
yapılan itirazın konusuz kalıp kalmadığına ilişkindir.
Daire; Askerî Mahkemece tesis olunan, infazın durdurulmasına dair
29.2.2008 tarihli ikinci DİAK karşısında, mahkûmiyet hükmünün
infazına devam olunmasına dair 11.2.2008 tarihli ilk DİAK’ya yapılan
itirazı, konusu kalmadığı gerekçesiyle reddederken,
Başsavcılık; askerî mahkemece ikinci DİAK ile, hükümlünün
itirazının Askerî Yargıtayca incelenmesi sonuçlandırılıncaya kadar,
mağduriyetinin önlemesi amacıyla sadece infazın durdurulmasına
yönelik bir karar verildiğini, ilk DİAK’nın hukuki varlığını
sürdürdüğünü, ileri sürerek Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
Askerî mahkemece; 11. 2.2008 tarihli, 2007/530 esas ve 2008/A12-39 karar sayılı (İlk) DİAK ile hükümlünün, HAGB kurumundan,
birlik disiplininin ağır derecede ihlal edilmiş olması nedeniyle zararın
giderilme koşulu oluşmadığından yararlanamayacağı gerekçesiyle,
mahkûmiyet hükmünün infazına devam olunmasına dair tesis edilen
karara, hükümlü tarafından yapılan itirazı incelemeye, Askerî Yargıtay
Daireler Kurulunun 29.6.2008 tarihli, 2008/140-130 Esas ve Karar sayılı
kararı gözetilerek Askerî Yargıtayın görevli olduğu, Askerî Yargıtayca
yapılacak itiraz incelenmesi sonuçlanmadan, aynı askerî mahkemece on
sekiz gün sonra 29.2.2008 tarihli, 2007/530 esas ve 2008/A-12-139 karar
sayılı (İkinci) DİAK ile hükümlü hakkında HAGB kararı verilebileceği
gerekçesiyle mağduriyetine sebebiyet verilmemesi için infazın
durdurulmasına dair tesis edilen karar; CMK’nın 231/5-14 madde ve
fıkralarında düzenlenen HAGB kapsamında bir karar olmayıp, tedbir
mahiyetinde verilmiş bir karar olduğundan 11.2.2008 tarihli ilk DİAK’yı
ortadan kaldırmadığı, bu ilk DİAK’nın hukuki varlığını sürdürdüğü, bu
karara karşı yapılan itirazı esasen Askerî Mahkemenin inceleme
yetkisinin de bulunmadığı birlikte değerlendirildiğinde, Askerî
Yargıtayca itiraz incelemesi yapılacak bir kararın mevcut olduğu (İtiraz
konusunun kalmadığına dair bir hâlin oluşmadığı) sonucuna
varıldığından, Askerî Yargıtay Başsavcılığının isabetli görülen itirazının
kabulü ile Askerî Yargıtay 4’üncü Dairesinin 27.3.2008 tarihli,
2008/737-659 Esas ve Karar sayılı kararının kaldırılmasına, hükümlü
tarafından yapılan itirazın incelenmesine devam edilmek üzere dava
dosyasının Askerî Yargıtay 4 üncü Daire Başkanlığına gönderilmesine
karar verilmiştir.
433
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 231
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
3’üncü Daire Kararı
E. No. : 2008/2143
K. No. : 2008/2255
T.
: 8.10.2008
ÖZET
Adlî sicil kaydına göre, daha önce kasıtlı bir suçtan
mahkûmiyeti bulunmayan ve emre itaatsizlikte ısrar suçu
nedeniyle kişilerin veya kamunun somut (maddi) olarak
herhangi bir zarara uğramasına sebep olmamış bulunan sanık
hakkında askerî mahkemece, sanığın eylemi nedeniyle bozulan
askerî disiplinin yeniden tesis edilmesi mümkün görülmediği
ve dolayısıyla suçtan önceki hâle getirme olanaksız
olduğundan ve ASCK’nın 47/A ve Ek 8’inci maddesiyle
getirilen engeller nedeniyle cezasının ertelenmesi mümkün
olmayan bir suçla ilgili olarak, 5271 sayılı CMK’nın 5728
sayılı Kanun ile değişik 231’inci maddesi gereğince, hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına mahâl olmadığı şeklinde
gösterilen
uygulama
gerekçesi
yasal
ve
isabetli
bulunmamaktadır.
Askerî mahkemece; sanığın, 1.1.2008 tarihinde emre itaatsizlikte
ısrar suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın 87/1 (birinci cümlesi) ve
TCK’nın 62’nci maddeleri gereğince, yirmi beş gün hapis cezası ile
cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Hüküm; yasal süresi içinde sanık tarafından, sebep
gösterilmeksizin temyiz edilmiştir.
Tebliğnamede,
uygulama
yönünde
bozma
isteminde
bulunulmuştur.
Yapılan incelemede,
15.P.Er Eğt. Tug. 22.P. Eğt.A. 2.Hava Eğt.Tb. 120 mm Havan
Eğt. Bl. K.lığı emrinde askerlik hizmetini yaptıktan sonra hâlen terhisli
bulunan sanığın, 1.5.2007 tarihinde imza karşılığı tebliğ edilen, kışla
içinde cep telefonu bulundurulmasının ve kullanılmasının yasak
olduğuna dair, birliğin muhabere ve fiziki güvenliğinin sağlanması ile
434
disiplinin teminine yönelik hizmete ilişkin emri hiç yerine getirmediği ve
1.1.2008 tarihinde koğuşlar bölgesinde yapılan kontrolde P.Tğm.V.K.
tarafından üzerinde cep telefonu bulundurduğunun tespit edildiği
anlaşılmakla, ASCK’nın 87/1’inci maddesinin ilk cümlesi kapsamına
giren emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği maddi olay olarak sübut
bulmaktadır.
Askerî mahkemece, karar yerinde gösterilen yasal ve haklı
gerekçelerle, sanığın üzerine atılı suçun oluştuğunun kabulüyle, alt sınır
üzerinden temel ceza tayin edilmek ve takdiri indirim hükmü
uygulanmak suretiyle yazılı olduğu şekilde mahkûmiyetine karar
verilmesinde isabetsizlik görülmemekle birlikte;
5271 sayılı CMK’nın 231’inci maddesinin 6’ncı fıkrasına göre,
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;
a-Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış
bulunması,
b-Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum
ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği
hususunda kanaate varılması,
c-Suçun işlenmesiyle mağduru veya kamunun uğradığı zararın,
aynen iade, suçtan önceki hâle getirmek veya tazmin suretiyle tamamen
giderilmesi gerekmektedir.
Dosya içeriğine ve adlî sicil kaydına göre, daha önce kasıtlı bir
suçtan mahkûmiyeti bulunmayan ve emre itaatsizlikte ısrar suçu
nedeniyle kişilerin veya kamunun somut (maddi) olarak herhangi bir
zarara uğramasına sebep olmamış bulunan sanık P.Er M.P.hakkında
askerî mahkemece sanığın eylemi nedeniyle bozulan askerî disiplinin
yeniden tesis edilmesi mümkün görülmediği ve dolayısıyla suçtan önceki
hâle getirme olanaksız olduğundan ve ASCK’nın 47/A ve Ek 8’inci
maddesiyle getirilen engeller nedeniyle cezasının ertelenmesi mümkün
olmayan bir suçla ilgili olarak, 5271 sayılı CMK’nın 5728 sayılı Kanun
ile değişik 231’inci maddesi gereğince, hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına mahâl olmadığı” şeklinde gösterilen uygulama gerekçesi
yasal ve isabetli bulunmadığından hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
NOT: 3. Dairenin 08.10.2008 tarihli, 2008/2409-2318;
15.10.2008 tarihli, 2008/2376-2387 Esas ve Karar sayılı kararları da bu
yöndedir.
435
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 231
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/172
K. No. : 2008/158
T.
: 9.10.2008
ÖZET
Reşit olmayan mağdure ile müteselsilen mayubiyeti
müstelzim şekilde rızaen cinsî münasebette bulunmak ve bu
kimseyi evlenme maksadıyla alıkoymak suçlarından dolayı
sabıkaları bulunan sanığın, 19.10.2004 tarihinde kesinleşen bu
hükümlerin ardından, mağdure ile evlenmesi sebebiyle
cezalarının çektirilmesinin 765 sayılı TCK’nın 434’üncü
maddesi gereğince ertelenmesine karar verilmiş ise de, söz
konusu düzenleme, belirli koşulların gerçekleşmesi hâlinde
sadece kesinleşmiş cezanın infazının ceza zamanaşımına kadar
durdurulmasına imkân sağlamakta, sanığın kusurlu bir
hareketiyle boşanmaya sebep olması hâlinde cezanın
çektirilmesini öngörmektedir. İnfisahi şart görünümündeki bu
düzenlemenin, kesinleşerek adlî sicil kaydına geçen kasıtlı
suçları geçmişe etkili olarak ortadan kaldırmayacağı açıktır.
Bu itibarla, kasıtlı suç niteliğindeki eylemleri sebebiyle
kesinleşmiş mahkûmiyet kararları bulunan sanığın, CMK’nın
231-6/a maddesinin amir hükmü gereğince hükmün
açıklanmasının
geri
bırakılması
müessesesinden
yararlanmasına yasal imkân bulunmamaktadır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlığın konusu; reşit olmayan mağdure ile
müteselsilen mayubiyeti müstelzim şekilde rızaen cinsî münasebette
bulunmak ve bu kimseyi evlenme maksadıyla alıkoymak suçlarından
dolayı sabıkaları bulunan sanığın, sonradan mağdure ile evlenmesi
sebebiyle hakkındaki cezaların (765 sayılı TCK’nın 434’üncü maddesi
gereğince) çektirilmemesini sağlamasının, bu suçların kasıtlı bir suç
olarak kabulüne ve buna bağlı olarak da hükmün açıklanmasının geri
436
bırakılması müessesesinin uygulanmasına objektif yönden engel teşkil
edip etmeyeceği noktasındadır.
Daire; 765 sayılı TCK’nın 434’üncü maddesinin tatbik edilerek
hükmolunan cezaların çektirilmesinin ertelenmesinin, CMK’nın 231’inci
maddesinin öngördüğü kasıtlı bir suçtan mahkûm olmama koşuluna
aykırı düşmediği sonucuna varmış iken,
Başsavcılık; adlî sicil kaydına geçen mahkûmiyet kararlarının
kasıtlı birer suç olması nedeniyle, sanık hakkında hükmün
açıklanmasının geri bırakılması müessesesinin objektif şartının
gerçekleşmediğini ileri sürerek, aksi doğrultudaki Daire ilamına karşı
itirazda bulunmuştur.
Konya’daki birliğinde askerlik hizmetini sürdüren J.Er S.T.’nin;
26.8.2006 günü saat 24.00 itibarıyla 2 günü yol olmak üzere toplam 7
gün süreyle kanunî izne gönderildiği, geçerli bir mazereti bulunmayan
sanığın, izin süresini geçirmek suretiyle 3.9.2006-14.9.2006 tarihleri
arasında yakalanmakla son bulan izin tecavüzü suçunu işlediği sabit olup,
tesis edilen mahkûmiyet hükmünde esasen hüküm tarihi itibarıyla
herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, 19.12.2006
tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 5560
sayılı Kanun’un 23’üncü maddesiyle, CMK’nın 231’inci maddesinin
başlığı “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri
bırakılması” şeklinde değiştirilmek ve maddeye 5 ilâ 14’üncü fıkralar
eklenmek suretiyle başlangıçta, soruşturulması ve kovuşturulması
şikâyete bağlı suçlardan dolayı hükmolunan, bir yıl veya daha az süreli
hapis veya adlî para cezalarıyla sınırlı olarak uygulamaya konulmuştur.
Daha sonra 8.2.2008 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı
gün yürürlüğe giren 5728 sayılı “Temel Ceza Kanunlarına Uyum
Sağlamak Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” un 562’nci maddesiyle, CMK’nın
231’inci maddesinin 5 ve 14’üncü fıkralarında değişiklik yapılarak, T.C.
Anayasasının 174’üncü maddesinde koruma altına alınan inkılâp
kanunlarında yer alan suçlar dışında kalan bir suçtan dolayı hükmolunan,
iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezaları hakkında hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi olanağı sağlanmak
suretiyle bu kurumun uygulama alanı genişletilmiştir.
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 17.4.2008 tarihli, 2008/79-68
Esas ve Karar sayılı ilamında ayrıntılı olarak izah edildiği üzere,
Kanun’un gerekçesinden; hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kurumunun, cezaların ertelenmesi ile ilgili mülga 647 sayılı Kanun’un
437
6’ncı maddesindeki düzenlemeden, 5275 sayılı TCK'nın 51’inci
maddesindeki düzenlemeye dengeli geçişi sağlamak amacıyla; Türk Ceza
Hukuku mevzuatında (Kısmen mülga 647 sayılı Kanun’un 6’ncı
maddesine benzer şekilde) bir atıfet kurumu olarak ele alınıp
düzenlendiği anlaşılmaktadır.
Her ne kadar 1.3.2008 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe giren 5739 sayılı Kanun’un 1’inci maddesiyle ASCK’ya
eklenen Ek 10’uncu maddesinde, “Bu Kanunda yazılı suçlarla ilgili ...
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun’unun 231 inci maddesinin beş ilâ
on dördüncü fıkraları uygulanmaz” hükmüne yer verilmiş ise de, temyiz
incelemesine konu olan izin tecavüzü suçunun 3.9.2006-14.9.2006
tarihleri arasında işlenmiş olması nedeniyle, TCK’nın 7/2’nci maddesi
hükmü dikkate alınarak, sanık hakkında CMK’nın 231/5-14’üncü madde
ve fıkraları uyarınca inceleme yapılmıştır.
Adlî sicil kaydının incelenmesi sonucunda sanık J.Er S.T.’nin; reşit
olmayan bir kimse ile müteselsilen mayubiyeti gerektirir şekilde rızaen
cinsî münasebette bulunmak ve bu kimseyi kendi rızasıyla alıkoymak
suçlarından dolayı, 765 sayılı TCK’nın 416/3, 80, 418/2, 59/2, 430/2 ve
59/2’nci maddelerinin tatbikî suretiyle toplam 13 ay 10 gün hapis
cezasına mahkûm edildiği, 19.10.2004 tarihinde kesinleşen bu
hükümlerin ardından, mağdure ile evlenmesi sebebiyle cezalarının
çektirilmesinin 765 sayılı TCK’nın 434’üncü maddesi gereğince
ertelenmesine karar verildiği görülmektedir.
Mülga 765 sayılı TCK’nın 3038/1 sayılı Kanunla değişik 434’üncü
maddesinin 1’inci fıkrası “Kaçırılan veya alıkonulan kız veya kadın ile
maznun veya mahkûmlardan biri arasında evlenme vukuunda koca
hakkında hukuku amme davası ve hüküm verilmiş ise cezasının
çektirilmesi tecil olunur. ” hükmünü içermektedir.
Bu düzenleme Anayasa Mahkemesinin 11.11.2004 tarihli ve 25640
sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 25.3.2004 tarihli ve 2001/478 Esas,
2004/38 Karar sayılı kararlarıyla iptal edilmiştir. Maddenin konuluş
gerekçesi, doktrin ve yargısal kararlarda, namus ve şerefi ihlâl edilen
kadının uğradığı mağduriyetin giderilmesini temin edecek biçimde
evlenmeyi kolaylaştırmak ve bu surette kurulmuş olan ailenin huzur ve
sükununun yapılacak ceza kovuşturması sebebiyle bozulmasını önlemek
olarak açıklanmıştır. (Prof.Dr. Ayhan ÖNDER, Türk Ceza Hukuku Özel
Hükümler 1991, s. 334).
Düzenleme, belirli koşulların gerçekleşmesi hâlinde sadece
kesinleşmiş cezanın infazının ceza zamanaşımına kadar durdurulmasına
438
imkân sağlamakta, sanığın kusurlu bir hareketiyle boşanmaya sebep
olması hâlinde cezanın çektirilmesini öngörmektedir.
İnfisahi şart görünümündeki bu düzenlemenin, kesinleşerek adlî
sicil kaydına geçen kasıtlı suçları geçmişe etkili olarak ortadan
kaldırmayacağı açıktır.
Bu itibarla; kasıtlı suç niteliğindeki eylemleri sebebiyle kesinleşmiş
mahkûmiyet kararları bulunan sanığın, CMK’nın 231-6/a maddesinin
amir hükmü gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılması
müessesesinden yararlanmasına yasal imkân bulunmadığından, konuya
ilişkin Başsavcılık itirazı doğrultusunda Daire ilamının kaldırılmasına ve
diğer yönleri itibarıyla isabetsizlik bulunmayan mahkûmiyet hükmünün
onanmasına karar verilmiştir.
439
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 231
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/157
K. No. : 2008/160
T.
: 16.10.2008
ÖZET
Adlî Sicil Genel Müdürlüğü arşiv kayıtları esas
alınarak, resmî bir belge olarak düzenlenen ve içeriğindeki
bilgiler konusunda kuşku bulunmayan, 15.11.2007 tarihli adlî
sicil ve arşiv kaydına göre, 14.8.1986 doğumlu olan sanığın,
daha önce, 22.9.2001 tarihinde işlediği hırsızlık suçundan
dolayı, Hatay Sulh Ceza Mahkemesinin 20.1.2003 tarihli ve
2001/1314 Esas-2003/29 Karar sayılı hükmü ile; 765 sayılı
TCK'nın 491/1, 522/1, 523/1, 55/3 ve 59/2; 647 sayılı Kanun’un
4/1 ve 6; TCK’nın 94’üncü maddeleri gereğince, 75.928.320 TL
ağır para cezasıyla cezalandırılmasına karar verildiği, bu
hükmün 5.2.2003 tarihinde kesinleştiği dikkate alındığında,
765 sayılı TCK’nın 95/2’nci maddesinde öngörülen beş yıllık
süre geçmeden emre itaatsizlikte ısrar suçunu işleyen sanık
açısından, 5271 sayılı Kanun’un 231/6’ncı madde ve fıkrasının
(a) bendinde yer alan “Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan
mahkûm olmamış olması” koşulunun (objektif koşulun)
gerçekleştiğini söylemek mümkün değildir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; CMK’nın 231/6’ncı maddesinin (a)
bendinde yer alan koşul yönünden değerlendirme yapılabilmesi
açısından, dosyada mevcut adli sicil kaydında yer alan mahkûmiyet
hükmünün yeterli görülüp görülmeyeceğine ilişkin bulunmaktadır.
Daire; dosyada bulunan adli sicil kaydına göre, kasıtlı suçlardan
mahkûmiyeti bulunduğu anlaşılan sanığın, mahkûmiyetine ilişkin
hükümlerin getirtilerek 5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesiyle değişik
CMK’nın 231/5-14 madde ve fıkralarında düzenlenen hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasının mahkemesince değerlendirilmesine
440
olanak sağlanması bakımından, usul, sübut, vasıf, takdir ve uygulama
yönlerinden hukuka aykırı bulmadığı mahkûmiyet hükmünü bozmuş;
Başsavcılık; dosyada mevcut adli sicil kaydına göre, daha önce
kasıtlı suçtan mahkûm edildiği anlaşılan sanığın, CMK’nın 231/6’ncı
maddesinin (a) bendinde öngörülen koşulu taşımaması nedeniyle, Daire
kararının kaldırılmasına, mahkûmiyet hükmünün onanmasına karar
verilmesi görüş ve düşüncesiyle Daire ilamına süresinde itiraz etmiştir.
Dosya içeriğine göre, hükümde itiraz konusu husus dışında usul,
sübut, vasıf, takdir ve uygulama yönlerinden bir hukuka aykırılığın
bulunmadığı görülmüştür.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, 19.12.2006
tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 5560
sayılı Kanun’un 23’üncü maddesiyle, CMK’nın 231’inci maddesinin
başlığı “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri
bırakılması” şeklinde değiştirilmek ve maddeye 5 ila 14’üncü fıkralar
eklenmek suretiyle, başlangıçta, soruşturulması ve kovuşturulması
şikayete bağlı suçlardan dolayı hükmolunan, bir yıl veya daha az süreli
hapis veya adli para cezalarıyla sınırlı olarak uygulamaya konulmuştur.
5560 sayılı Kanunla ilgili TBMM Adalet Komisyonu Raporunda,
hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusunda “Yürürlükten
kaldırılan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu ile 647 sayılı Cezaların İnfazı
Hakkında Kanundaki düzenlemesi itibarıyla, erteleme, bir koşullu atıfet
kurumu niteliği taşımakta idi. Buna göre, deneme süresi içerisinde yeni
bir suçun işlenmemesi hâlinde, ‘mahkûmiyet vaki olmamış’ sayılmakta
idi. Keza, erteleme, sadece hapis cezası açısından değil, “ertelemenin
bölünmezliği” kuralı gereğince, diğer bütün ceza hukuku yaptırımları
bakımından da, kural olarak, aynı sonucu doğurmakta idi. Buna karşılık
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun sisteminde ise, erteleme, sadece hapis
cezasına özgü bir infaz rejimi olarak düzenlenmiştir. Bu bakımdan, yeni
sistemde artık “ertelemenin bölünmezliği” kuralından söz etmek
mümkün değildir. Hapis cezası açısından bir infaz rejimi olarak kabul
edilen ertelemede, hükümlü, denetim süresi zarfında kasıtlı yeni bir suç
işlemediği ve kendisine yüklenen yükümlülüklere uygun davrandığı
takdirde, hakkında hükmolunan ‘Hapis cezası’ infaz edilmiş sayılacaktır.
Şayet hakkında hapis cezasının yanı sıra ya da sadece adli para cezasına
veya güvenlik tedbirlerine hükmedilmişse, adli para cezası ve güvenlik
tedbirleri bakımından erteleme söz konusu olmayacaktır. Bu durum,
ertelemeyi hükümlü açısından, yürürlükten kaldırılan 765 sayılı Türk
Ceza Kanunu sistemindeki düzenlemeye nazaran daha ağır sonuçlar
doğuran bir kurum hâline getirmiştir. Bu nedenle kurumlar arasındaki
441
dengeli geçişi sağlamak amacıyla, Türk Ceza Hukukuna ilişkin yeni
mevzuatımızda, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının, bir kurum
olarak düzenlenmesi bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır.” şeklinde
gerekçelere yer verilmiştir (Dönem: 23, Yasama Yılı: 2, TBMM S.
Sayısı: 56).
TBMM Adalet Komisyonu raporundaki gerekçeden; hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kurumunun, cezaların ertelenmesi ile
ilgili mülga 647 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesindeki düzenlemeden,
5275 sayılı TCK'nın 51’inci maddesindeki düzenlemeye dengeli geçişi
sağlamak amacıyla; Türk Ceza Hukuku mevzuatında (Kısmen mülga 647
sayılı Kanun’un 6’ncı maddesine benzer şekilde) bir atıfet kurumu olarak
ele alınıp düzenlendiği anlaşılmaktadır.
Daha sonra, 8.2.2008 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı
gün yürürlüğe giren 5728 sayılı “Temel Ceza Kanunlarına Uyum
Sağlamak Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 562’nci maddesiyle, CMK’nın
231’inci maddesinin 5 ve 14’üncü fıkralarında değişiklik yapılarak, T.C.
Anayasasının 174’üncü maddesinde koruma altına alınan inkılap
kanunlarında yer alan suçlar dışında kalan bir suçtan dolayı hükmolunan,
iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezaları hakkında hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi olanağı sağlanmak
suretiyle bu kurumun uygulama alanı genişletilmiştir.
5728 sayılı Kanun’un TBMM Genel Kurulunda görüşülmesi
sırasında, 17.01.2008 günü saat 15.29’da başlayan ikinci oturumda
verilen bir önerge üzerine Kanun’un 562’nci (Tasarının 611’inci)
maddesi oylanarak kabul edilmiş, önerge olarak verilen madde
gerekçesi de “Hükmün açıklanmasının geri bırakılması müessesesine
işlerlik kazandırmak ve müessesenin uygulanmayacağı suçları belirlemek
...” şeklinde kabul edilmiştir (TBMM’nin 51’inci Birleşiminin İkinci
Oturumuna ait 17.1.2008 tarihli tutanak).
Görüldüğü üzere, 5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesinin
gerekçesinde de, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun,
Türk Ceza Hukuku mevzuatında ilk kez düzenlenme amacının muhafaza
edildiği, ancak bu kurumun uygulanmasına işlerlik kazandırmak
(Uygulama alanının genişletilmek) istendiği anlaşılmaktadır.
Her ne kadar, 1.3.2008 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe giren 5739 sayılı Kanun’un 1’inci maddesiyle ASCK’ya
eklenen Ek 10’uncu maddesinde, “Bu Kanunda yazılı suçlarla ilgili ...
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231’inci maddesinin beş ilâ
ondördüncü fıkraları uygulanmaz” hükmüne yer verilmiş ise de; temyiz
442
incelemesine konu olan emre itaatsizlikte ısrar suçunun 30.10.2007
tarihinde işlenmiş olması nedeniyle, TCK'nın 7/2’nci maddesi hükmü
dikkate alınarak, sanık hakkında CMK’nın 231/5-14’üncü madde ve
fıkraları uyarınca inceleme yapılması mümkün görülmektedir.
Ancak, sanığın, hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kurumundan yararlanabilmesi için CMK’nın 231/6’ncı maddesinde
öngörülen;
“a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış
bulunması,
b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum
ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği
hususunda kanaate varılması,
c) Suçun işlemesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın,
aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen
giderilmesi”
Koşullarının, sanık hakkında oluşması gerekmektedir.
Öte yandan, CMK’nın 231/6’ncı maddesinin (a) bendinde yer
alan ilk koşuldan, bu kurumun, daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûmiyeti
bulunmayan, diğer bir deyişle, ilk defa suç işleyen sanıklar hakkında
uygulanabileceği sonucu çıkmaktadır.
Adlî Sicil Genel Müdürlüğü arşiv kayıtları esas alınarak, resmî bir
belge olarak düzenlenen ve içeriğindeki bilgiler konusunda kuşku
bulunmayan, 15.11.2007 tarihli adli sicil ve arşiv kaydına göre,
14.8.1986 doğumlu olan sanığın (Vukuatlı nüfus kaydı), daha önce;
22.9.2001 tarihinde işlediği hırsızlık suçundan dolayı, Hatay Sulh
Ceza Mahkemesinin 20.1.2003 tarihli ve 2001/1314 Esas-2003/29 Karar
sayılı hükmü ile; 765 sayılı TCK'nın 491/1, 522/1, 523/1, 55/3 ve 59/2;
647 sayılı Kanun’un 4/1 ve 6; TCK’nın 94’üncü maddeleri gereğince,
75.928.320 TL ağır para cezasıyla cezalandırılmasına karar verildiği, bu
hükmün 5.2.2003 tarihinde kesinleştiği,
20.6.2001 tarihinde işlediği hırsızlık suçundan dolayı, Hatay
5’inci Asliye Ceza Mahkemesinin 16.10.2001 tarihli ve 2001/727-1083
Esas-Karar sayılı hükmü ile; 765 sayılı TCK'nın 493/1, 493/5, 522, 523
ve 40; 2253 sayılı Kanun’un 12/2 ve 38; 647 sayılı Kanun’un 4 ve 5’inci
maddeleri gereğince, 949.104.000.- TL ağır para cezasıyla
cezalandırılmasına ve cezasının ertelenmesine karar verildiği, bu hükmün
de 11.12.2003 tarihinde kesinleştiği,
Hususu, hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde anlaşılmaktadır.
15.7.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5395 sayılı Çocuk Koruma
Kanunu’nun 48’inci maddesiyle yürürlükten kaldırılan 2253 sayılı Çocuk
443
Mahkemelerinin Kuruluşu, Görev ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 38’inci maddesine göre, cezaları ertelenen sanığın, anılan
maddenin 2’nci fıkrasına göre bir yıldan üç yıla kadar deneme süresine
tabi tutulacağı öngörüldüğünden,
20.6.2001 tarihinde işlediği hırsızlık suçundan kurulan
mahkûmiyet hükmünün verildiği tarihte (16.10.2001) yürürlükte olan
2253 sayılı ÇMKGYUK’nın 38/1-4 maddesi hükümleri ile deneme süresi
içinde suç işlenmemesi ve tabi tutulduğu koşullara uyması hâlinde
mahkûmiyetin (765 sayılı TCK’nın 95/2’nci maddesine göre) esasen vaki
olmamış sayılacağı hükmü dikkate alındığında; söz konusu suçun,
kesinleşme tarihinden (11.12.2003) üç yıl geçtikten sonra işlenen atılı suç
bakımından, 5271 sayılı Kanun’un 231/6’ncı madde ve fıkrasının (a)
bendinde yer alan koşul açısından değerlendirilmesinin mümkün
olmadığı anlaşılmaktadır.
Ancak, sanığın 22.9.2001 tarihinde işlediği hırsızlık suçundan
kurulan mahkûmiyet kararının kesinleşme tarihi (5.2.2003) esas
alındığında, 765 sayılı TCK’nın 95/2’nci maddesinde öngörülen beş
yıllık süre geçmeden emre itaatsizlikte ısrar suçunu işleyen sanık
açısından, 5271 sayılı Kanun’un 231/6’ncı madde ve fıkrasının (a)
bendinde yer alan “Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış
olması” koşulunun (objektif koşulun) gerçekleştiğini söylemek mümkün
değildir.
Bu itibarla, sanık hakkındaki temyiz incelemesine konu emre
itaatsizlikte ısrar suçunun niteliği, suç tarihi ve cezanın miktarı itibarıyla
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için,
CMK’nın 231/6’ncı madde ve fıkrasında öngörülen koşullardan (a)
bendindeki “Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış
bulunması” şeklindeki objektif koşulun, ek araştırma yapılmasına gerek
görülmeksizin gerçekleşmemiş olması karşısında, sanığın, hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kurumundan yararlanamayacağı
sonucuna varıldığından;
Askerî Yargıtay Başsavcılığının bu doğrultudaki itirazının kabulü
ile Askerî Yargıtay 4’üncü Dairesinin 25.3.2008 tarihli ve 2008/601-603
Esas ve Karar sayılı bozma ilamının kaldırılmasına, sanığın kabule değer
görülmeyen sebepsiz temyizinin reddiyle, usul, sübut, vasıf, takdir ve
uygulama yönlerinden hukuka uygun bulunan mahkûmiyet hükmünün
onanmasına karar verilmiştir.
444
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 231
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/164
K. No. : 2008/163
T.
: 16.10.2008
ÖZET
5271 sayılı Kanun’un 231/6’ncı madde ve fıkrasının (a)
bendinde yer alan, “Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan
mahkûm olmamış olması” hükmünde mahkûmiyetten
bahsedildiği gözetildiğinde, bu mahkûmiyetin kesinleşmesi
yeterli olduğundan, hükümlere ilişkin infaz evrakının
araştırılmasına gerek bulunmamaktadır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; daha önce hakkında kesinleşen
mahkûmiyet kararı bulunan sanık hakkında, CMK’nın 231/6’ncı madde
ve fıkrasının (a) bendinde öngörülen objektif koşul kapsamında yapılacak
değerlendirme öncesinde, mahkûmiyet kararlarının infazının tamamlanıp
tamamlanmadığının araştırılıp araştırılmayacağına ilişkindir.
Daire; 16.6.1998-3.4.2000 tarihleri arasında işlediği firar
suçundan tayin edilen cezanın infaz edilerek 1.8.2000 tarihinde şartla
tahliye edildiği, bihakkın tahliye tarihinin 28.1.2001 tarihi olduğu,
sanığın bihakkın tahliye tarihinden önce, 17.10.2000-9.9.2001 tarihleri
arasında izin tecavüzü suçunu işlediği anlaşıldığından, bu hükümlerin
infazının tamamlanıp tamamlanmadığının tespitinden sonra, CMK’nın
231/6’ncı madde ve fıkrasının (a) bendine göre yapılacak
değerlendirmenin, mahkemece yapılması gerektiği görüşüyle,
mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar vermişken;
Başsavcılık; 5271 sayılı Kanun’un 231/6 madde ve fıkrasının (a)
bendinde yer alan “Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış
olması” koşulunun (Objektif koşulun), daha önce kasıtlı suçlardan
mahkûm olan sanık açısından gerçekleştiğini söylemenin mümkün
olmadığı gibi, ayrıca diğer koşulların araştırılmasına da gerek
bulunmadığını, sanığa atılı mükerrer firar suçunun tüm unsurlarıyla
oluştuğunu öne sürerek, Daire ilamının kaldırılması ve mahkûmiyet
445
hükmünün onanmasına karar verilmesi görüş ve düşüncesiyle, Daire
ilamına süresinde itiraz etmiştir.
Dosya içeriğine göre, hükümde, itiraz konusu husus dışında usul,
sübut, vasıf, takdir ve uygulama yönlerinden bir hukuka aykırılığın
bulunmadığı görülmüştür.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, 19.12.2006
tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 5560
sayılı Kanun’un 23’üncü maddesiyle, CMK’nın 231’inci maddesinin
başlığı “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri
bırakılması” şeklinde değiştirilmek ve maddeye 5 ila 14’üncü fıkralar
eklenmek suretiyle, başlangıçta, soruşturulması ve kovuşturulması
şikayete bağlı suçlardan dolayı hükmolunan, bir yıl veya daha az süreli
hapis veya adlî para cezalarıyla sınırlı olarak uygulamaya konulmuştur.
5560 sayılı Kanunla ilgili TBMM Adalet Komisyonu raporunda,
hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusunda “Yürürlükten
kaldırılan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu ile 647 sayılı Cezaların İnfazı
Hakkında Kanundaki düzenlemesi itibarıyla, erteleme, bir koşullu atıfet
kurumu niteliği taşımakta idi. Buna göre, deneme süresi içerisinde yeni
bir suçun işlenmemesi hâlinde, “mahkûmiyet vaki olmamış” sayılmakta
idi. Keza, erteleme, sadece hapis cezası açısından değil, “ertelemenin
bölünmezliği” kuralı gereğince, diğer bütün ceza hukuku yaptırımları
bakımından da, kural olarak, aynı sonucu doğurmakta idi. Buna karşılık
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun sisteminde ise, erteleme, sadece hapis
cezasına özgü bir infaz rejimi olarak düzenlenmiştir. Bu bakımdan, yeni
sistemde artık “ertelemenin bölünmezliği” kuralından söz etmek
mümkün değildir. Hapis cezası açısından bir infaz rejimi olarak kabul
edilen ertelemede, hükümlü, denetim süresi zarfında kasıtlı yeni bir suç
işlemediği ve kendisine yüklenen yükümlülüklere uygun davrandığı
takdirde, hakkında hükmolunan “hapis cezası” infaz edilmiş sayılacaktır.
Şayet hakkında hapis cezasının yanı sıra ya da sadece adlî para cezasına
veya güvenlik tedbirlerine hükmedilmişse, adlî para cezası ve güvenlik
tedbirleri bakımından erteleme söz konusu olmayacaktır. Bu durum,
ertelemeyi hükümlü açısından, yürürlükten kaldırılan 765 sayılı Türk
Ceza Kanunu sistemindeki düzenlemeye nazaran daha ağır sonuçlar
doğuran bir kurum hâline getirmiştir. Bu nedenle kurumlar arasındaki
dengeli geçişi sağlamak amacıyla, Türk Ceza Hukukuna ilişkin yeni
mevzuatımızda, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının, bir kurum
olarak düzenlenmesi bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır.” şeklinde
gerekçelere yer verilmiştir (Dönem: 23, Yasama Yılı: 2, TBMM S.
Sayısı: 56).
446
TBMM Adalet Komisyonu raporundaki gerekçeden; hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kurumunun, cezaların ertelenmesi ile
ilgili mülga 647 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesindeki düzenlemeden,
5275 sayılı TCK'nın 51’inci maddesindeki düzenlemeye dengeli geçişi
sağlamak amacıyla; Türk Ceza Hukuku mevzuatında (Kısmen mülga 647
sayılı Kanun’un 6’ncı maddesine benzer şekilde) bir atıfet kurumu olarak
ele alınıp düzenlendiği anlaşılmaktadır.
Daha sonra, 8.2.2008 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı
gün yürürlüğe giren 5728 sayılı “Temel Ceza Kanunlarına Uyum
Sağlamak Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 562’nci maddesiyle, CMK’nın
231’inci maddesinin 5 ve 14’üncü fıkralarında değişiklik yapılarak, T.C.
Anayasası’nın 174’üncü maddesinde koruma altına alınan inkılâp
kanunlarında yer alan suçlar dışında kalan bir suçtan dolayı hükmolunan,
iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezaları hakkında hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi olanağı sağlanmak
suretiyle bu kurumun uygulama alanı genişletilmiştir.
5728 sayılı Kanunun TBMM Genel Kurulunda görüşülmesi
sırasında, 17.1.2008 günü saat 15.29’da başlayan ikinci oturumda verilen
bir önerge üzerine Kanun’un 562’nci (Tasarının 611’inci) maddesi
oylanarak kabul edilmiş, önerge olarak verilen madde gerekçesi de
“Hükmün açıklanmasının geri bırakılması müessesesine işlerlik
kazandırmak ve müessesenin uygulanmayacağı suçları belirlemek ...”
şeklinde kabul edilmiştir (TBMM’nin 51’inci Birleşiminin İkinci
Oturumuna ait 17.1.2008 tarihli tutanak).
Görüldüğü üzere, 5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesinin
gerekçesinde de, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun,
Türk Ceza Hukuku mevzuatında ilk kez düzenlenme amacının muhafaza
edildiği, ancak bu kurumun uygulanmasına işlerlik kazandırmak
(Uygulama alanının genişletilmek) istendiği anlaşılmaktadır.
Her ne kadar, 1.3.2008 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe giren 5739 sayılı Kanun’un 1’inci maddesiyle ASCK’ya
eklenen Ek 10’uncu maddesinde, “Bu Kanunda yazılı suçlarla ilgili ...
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun’unun 231’inci maddesinin beş ilâ
on dördüncü fıkraları uygulanmaz” hükmüne yer verilmiş ise de; temyiz
incelemesine konu olan mükerrer firar suçunun 27.4.2004-1.11.2004
tarihleri arasında işlenmiş olması nedeniyle, TCK’nın 7/2’nci maddesi
hükmü dikkate alınarak, sanık hakkında CMK’nın 231/5-14’üncü madde
ve fıkraları uyarınca inceleme yapılması mümkün görülmektedir.
447
Ancak, sanığın, hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kurumundan yararlanabilmesi için CMK’nın 231/6’ncı maddesinde
öngörülen;
“a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış
bulunması,
b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum
ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği
hususunda kanaate varılması,
c) Suçun işlemesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın,
aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen
giderilmesi”
Koşullarının, sanık hakkında oluşması gerekmektedir.
Öte yandan, CMK’nın 231/6’ncı maddesinin (a) bendinde yer
alan ilk koşuldan, bu kurumun, daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûmiyeti
bulunmayan, diğer bir deyişle, ilk defa suç işleyen sanıklar hakkında
uygulanabileceği sonucu çıkmaktadır.
Dava dosyasında bulunan, onaylı kararların içeriğinden, sanığın
daha önce;
16.6.1998 - 3.4.2000 tarihleri arasında işlediği firar suçundan
dolayı, Güney Deniz Saha Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 22.6.2000
tarihli ve 2000/887-425 Esas-Karar sayılı hükmü ile;
ASCK’nın 66/1-a ve 765 sayılı TCK’nın 59/2’nci maddeleri
gereğince, on ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verildiği, bu
hükmün 18.7.2000 tarihinde kesinleştiği,
17.10.2000-9.9.2001 tarihleri arasında işlediği izin tecavüzü
suçundan dolayı, Güney Deniz Saha Komutanlığı Askerî Mahkemesinin
3.12.2001 tarihli ve 2001/1213-867 Esas-Karar sayılı hükmü ile;
ASCK’nın 66/1-b ve 765 sayılı TCK’nın 59/2’nci maddeleri
gereğince, on ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verildiği, bu
hükmün de 28.3.2002 tarihinde kesinleştiği,
Hususu, hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde anlaşılmaktadır.
Açıklanan bu düzenlemeler karşısında; firar ve izin tecavüzü
suçlarından tesis olunan mahkûmiyet kararlarının kesinleşme tarihi esas
alındığında, daha sonra mükerrer firar suçunu işleyen sanık açısından,
5271 sayılı Kanun’un 231/6’ncı madde ve fıkrasının (a) bendinde yer
alan “Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış olması”
koşulunun (Objektif koşulun) gerçekleştiğini söylemek mümkün değildir.
Diğer taraftan, Kanunun anılan hükmünde mahkûmiyetten
bahsedildiği gözetildiğinde, bu mahkûmiyetin kesinleşmesi yeterli
olduğundan, hükümlere ilişkin infaz evrakının araştırılmasına gerek
448
bulunmamaktadır. Kaldı ki, sanığın daha önce işlemiş olduğu firar ve izin
tecavüzü suçlarından tesis olunan mahkûmiyet hükümlerinin infaz
edildiği, dava dosyasında bulunan onaylı şartlı tahliye kararlarının
içeriğinden anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, sanık hakkındaki temyiz incelemesine konu mükerrer
firar suçunun niteliği, suç tarihi ve cezanın miktarı itibarıyla hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için, CMK’nın
231/6’ncı madde ve fıkrasında öngörülen koşullardan (a) bendindeki
“Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması”
şeklindeki objektif koşulun, ek araştırma yapılmasına gerek
görülmeksizin gerçekleşmemiş olması karşısında, sanığın hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kurumundan yararlanamayacağı
sonucuna varıldığından;
Askerî Yargıtay Başsavcılığının bu doğrultudaki itirazının kabulü
ile Askerî Yargıtay 4’üncü Dairesinin 1.4.2008 tarihli ve 2008/656-675
Esas ve Karar sayılı bozma ilamının kaldırılmasına, sanığın kabule değer
görülmeyen temyiz sebeplerinin reddiyle, usul, sübut, vasıf, takdir ve
uygulama yönlerinden hukuka uygun bulunan mahkûmiyet hükmünün
onanmasına karar verilmiştir.
449
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 231
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/170
K. No. : 2008/164
T.
: 16.10.2008
ÖZET
1) Mütemadi (Kesintisiz) suçlarda, suçun, temadinin
sona erdiği (Kesintinin başladığı) tarihte tamamlanmış olduğu
hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Diğer taraftan,
CMK’nın 231/6’ncı maddesinin (a) bendinde “Daha önce
kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması” şeklinde
tanımlanan
koşuldaki
mahkûmiyet
ile
“Kesinleşmiş”
mahkûmiyet kararının işaret edildiği hususunda da bir
uyuşmazlık bulunmamaktadır. Temyiz incelemesine konu
edilen izin tecavüzü suçunu işlemeye başlayan sanığın, bu
süreçte 6136 sayılı Kanuna muhâlefet suçunu işlediği ve bu
suçtan tesis olunan mahkûmiyet kararının kesinleştiği, ancak,
izin tecavüzü suçunu kesintiye uğratma iktidarına sahip
olduğu hâlde, bu suçunu işlemeye devam ettiği görülmektedir.
Bu itibarla, mahkûmiyet kararının, CMK’nın 231’inci
maddesinin
6’ncı
fıkrasının
(a)
bendi
kapsamında
değerlendirilebilmesi için, itiraza konu edilen suçun
temadisinin sona erdiği (Kesintinin olduğu) tarihten önce
kesinleşmiş olmasının yeterli kabul edilmesi gerekmektedir.
2) Adlî sicil kaydında yer alan ve temyize konu edilen
izin tecavüzü suçundan önce işlendiği hususunda kuşku
bulunmayan 6136 sayılı Kanuna muhâlefet suçundan tesis
olunan
mahkûmiyet
hükmünün,
CMK’nın
231/6’ncı
maddesinin
(a)
bendi
kapsamında
değerlendirilip
değerlendirilmeyeceğinin tespiti yönünden, 5352 sayılı Adlî
Sicil Kanunu’nun Geçici 2’nci ve mülga 3682 sayılı Adlî Sicil
Kanunu’nun 8’inci maddeleri uyarınca, söz konusu
mahkûmiyet
hükmünün
(ceza
zamanaşımının
değerlendirilmesi yönünden) infaz edilip edilmediğinin, ayrıca
450
bu hükmün adlî sicil kaydından çıkartılmasına karar verilip
verilmediğinin araştırılması gerekmektedir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; mütemadi (Kesintisiz) suçlar
yönünden hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağı
hususunda karar verilirken, CMK’nın 231/6’ncı madde ve fıkrasının (a)
bendinde öngörülen objektif koşul kapsamında, daha önce mahkûm
olunan suçun kesinleşme tarihinin değerlendirilmesinde, mütemadi suçun
başlangıç ve bitim tarihlerinden hangisinin ölçüt olarak kabul
edileceğine, bu sorunun çözümünden sonra da, somut olayda, önceki
mahkûmiyet kararının silinip silinmediğinin, kaldırılıp kaldırılmadığının
araştırılmasının gerekip gerekmediğine ilişkindir.
Daire; atılı suçu işlemeye başladığı tarihten sonra ve temadinin
bitim tarihinden önce kesinleşmiş mahkûmiyeti bulunan sanık hakkında,
aradan geçen süre itibarıyla, anılan hükmün getirtilerek dava dosyasına
konması, yasaklanmış hakların iadesi için gerekli şartlarının oluşup
oluşmadığının, sabıka kaydının silinip silinmediğinin, kaldırılıp
kaldırılmadığının araştırılması ve sabıkaya konu suç bakımından
CMK’nın 231’inci maddesinin uygulanıp uygulanmayacağının irdelenip
değerlendirilmesi bakımından hükmün bozulmasına karar vermişken;
Başsavcılık; sanığın, temyiz incelemesine konu olan izin tecavüzü
suçunu işlemeye başladıktan sonra kesinleşen önceki mahkûmiyeti
sebebiyle, temyiz incelemesine konu olan izin tecavüzü suçundan dolayı,
CMK’nın 231/(6)-a maddesindeki objektif koşulun gerçekleşmediğini, bu
nedenle sanığın HAGB kurumundan yararlanamayacağını öne sürmüş,
Daire ilamının kaldırılması ve mahkûmiyet hükmünün onanması görüş
ve düşüncesiyle, Daire ilamına itiraz etmiştir.
Dosya içeriğinden, hükümde itiraz konusu husus dışında, usul,
sübut, vasıf, takdir ve uygulama yönlerinden bir hukuka aykırılığın
bulunmadığı görülmüştür.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, 19.12.2006
tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 5560
sayılı Kanun’un 23’üncü maddesiyle, CMK’nın 231’inci maddesinin
başlığı “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri
bırakılması” şeklinde değiştirilmek ve maddeye 5 ilâ 14’üncü fıkralar
eklenmek suretiyle, başlangıçta, soruşturulması ve kovuşturulması
şikâyete bağlı suçlardan dolayı hükmolunan, bir yıl veya daha az süreli
hapis veya adlî para cezalarıyla sınırlı olarak uygulamaya konulmuştur.
451
5560 sayılı Kanunla ilgili TBMM Adalet Komisyonu raporunda,
hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusunda “Yürürlükten
kaldırılan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu ile 647 sayılı Cezaların İnfazı
Hakkında Kanundaki düzenlemesi itibarıyla, erteleme, bir koşullu atıfet
kurumu niteliği taşımakta idi. Buna göre, deneme süresi içerisinde yeni
bir suçun işlenmemesi hâlinde, ‘mahkûmiyet vakî olmamış’ sayılmakta
idi. Keza, erteleme, sadece hapis cezası açısından değil, ‘ertelemenin
bölünmezliği’ kuralı gereğince, diğer bütün ceza hukuku yaptırımları
bakımından da, kural olarak, aynı sonucu doğurmakta idi. Buna karşılık
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun sisteminde ise, erteleme, sadece hapis
cezasına özgü bir infaz rejimi olarak düzenlenmiştir. Bu bakımdan, yeni
sistemde artık ‘ertelemenin bölünmezliği’ kuralından söz etmek mümkün
değildir. Hapis cezası açısından bir infaz rejimi olarak kabul edilen
ertelemede, sanık, denetim süresi zarfında kasıtlı yeni bir suç işlemediği
ve kendisine yüklenen yükümlülüklere uygun davrandığı takdirde,
hakkında hükmolunan ‘hapis cezası’ infaz edilmiş sayılacaktır. Şayet
hakkında hapis cezasının yanı sıra ya da sadece adlî para cezasına veya
güvenlik tedbirlerine hükmedilmişse, adlî para cezası ve güvenlik
tedbirleri bakımından erteleme söz konusu olmayacaktır. Bu durum,
ertelemeyi sanık açısından, yürürlükten kaldırılan 765 sayılı Türk Ceza
Kanunu sistemindeki düzenlemeye nazaran daha ağır sonuçlar doğuran
bir kurum hâline getirmiştir. Bu nedenle kurumlar arasındaki dengeli
geçişi sağlamak amacıyla, Türk Ceza Hukukuna ilişkin yeni
mevzuatımızda, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının, bir kurum
olarak düzenlenmesi bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır.” şeklinde
gerekçelere yer verilmiştir (Dönem: 23, Yasama Yılı: 2, TBMM S.
Sayısı: 56).
TBMM Adalet Komisyonu Raporundaki gerekçeden; hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kurumunun, cezaların ertelenmesi ile
ilgili mülga 647 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesindeki düzenlemeden,
5275 sayılı TCK’nın 51’inci maddesindeki düzenlemeye dengeli geçişi
sağlamak amacıyla; Türk Ceza Hukuku mevzuatında (Kısmen mülga 647
sayılı Kanun’un 6’ncı maddesine benzer şekilde) bir atıfet kurumu olarak
ele alınıp düzenlendiği anlaşılmaktadır.
Daha sonra, 8.2.2008 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı
gün yürürlüğe giren 5728 sayılı “Temel Ceza Kanunlarına Uyum
Sağlamak Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 562’nci maddesiyle, CMK’nın
231’inci maddesinin 5 ve 14’üncü fıkralarında değişiklik yapılarak, T.C.
Anayasası’nın 174’üncü maddesinde koruma altına alınan inkılap
452
kanunlarında yer alan suçlar dışında kalan bir suçtan dolayı hükmolunan,
iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezaları hakkında hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi olanağı sağlanmak
suretiyle bu kurumun uygulama alanı genişletilmiştir.
5728 sayılı Kanun’un TBMM Genel Kurulunda görüşülmesi
sırasında, 17.01.2008 günü saat 15.29’da başlayan ikinci oturumda
verilen bir önerge üzerine Kanun’un 562’nci (Tasarının 611’inci)
maddesi oylanarak kabul edilmiş, önerge olarak verilen madde gerekçesi
de “Hükmün açıklanmasının geri bırakılması müessesesine işlerlik
kazandırmak ve müessesenin uygulanmayacağı suçları belirlemek ...”
şeklinde kabul edilmiştir (TBMM’nin 51’inci Birleşiminin İkinci
Oturumuna ait 17.1.2008 tarihli tutanak).
Görüldüğü üzere, 5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesinin
gerekçesinden, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun,
Türk Ceza Hukuku mevzuatında ilk kez düzenlenme amacının muhafaza
edildiği, ancak bu kurumun uygulanmasına işlerlik kazandırmak
(Uygulama alanının genişletilmek) istendiği anlaşılmaktadır.
Her ne kadar, 1.3.2008 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe giren 5739 sayılı Kanun’un 1’inci maddesiyle ASCK’ya
eklenen Ek 10’uncu maddesinde, “Bu Kanunda yazılı suçlarla ilgili ...
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231’inci maddesinin beş ilâ
on dördüncü fıkraları uygulanmaz” hükmüne yer verilmiş ise de; itiraz
incelemesine konu edilen izin tecavüzü suçunun 2.2.1994-9.2.2006
tarihleri arasında işlenmiş olması nedeniyle, TCK'nın 7/2’nci maddesi
hükmü dikkate alınarak, sanık hakkında CMK’nın 231/5-14’üncü madde
ve fıkraları uyarınca inceleme yapılması mümkün görülmektedir.
Ancak, sanığın, hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kurumundan yararlanabilmesi için CMK’nın 231/6’ncı maddesinde
öngörülen;
“a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış
bulunması,
b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum
ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği
hususunda kanaate varılması,
c) Suçun işlemesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın,
aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen
giderilmesi”
Koşullarının, sanık hakkında oluşması gerekmektedir.
Bu bağlamda, CMK’nın 231/6’ncı maddesinin (a) bendinde yer
alan ilk koşuldan, bu kurumun, daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûmiyeti
453
bulunmayan, diğer bir deyişle, ilk defa suç işleyen sanıklar hakkında
uygulanabileceği sonucu çıkmaktadır.
İtiraz incelemesine konu olan ve sanığın 2.2.1994-9.2.2006
tarihleri arasında işlediği kabul edilen izin tecavüzü suçunun, mütemadi
(Kesintisiz) bir suç olduğu ve bu nitelikte olan suçlarda, suçun, temadinin
sona erdiği (Kesintinin başladığı) tarihte tamamlanmış olduğu hususunda
tereddüt bulunmamaktadır. Diğer taraftan, CMK’nın 231/6’ncı
maddesinin (a) bendinde “Daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış
bulunması” şeklinde tanımlanan koşuldaki mahkûmiyet
ile
“Kesinleşmiş” mahkûmiyet kararının işaret edildiği hususunda da bir
uyuşmazlık bulunmamaktadır. Nitekim, CMK’nın 231’inci maddesinin
6’ncı fıkrasının (a) bendinin gerekçesinde bu husus, “Mahkûmiyetin
kesinleşmiş olması aranacaktır” şeklinde ifade edilmiştir (Cumhur
ŞAHİN-İzzet ÖZGENÇ, Türk Ceza Hukuku Mevzuatı, Adalet Bakanlığı
yayını, Mart 2007, B. 1, s. 615).
Adlî Sicil Genel Müdürlüğü arşiv kayıtları esas alınarak, resmî bir
belge olarak düzenlenen 5.4.2006 tarihli adlî sicil ve arşiv kaydına göre,
9.12.1971 doğumlu olan sanığın (Vukuatlı nüfus kaydı), daha önce;
13.4.1995 tarihinde işlediği 6136 sayılı Kanuna muhâlefet
suçundan dolayı, Eyüp 1’inci Sulh Ceza Mahkemesinin 04.05.1995
tarihli ve 1995/274-367 Esas-Karar sayılı hükmü ile;
6136 sayılı Kanun’un 13/3; 765 sayılı TCK’nın 59/2, 72 ve 40;
647 sayılı Kanun’un 4’üncü maddeleri gereğince, 3.250.000 TL ağır para
cezasıyla cezalandırılmasına karar verildiği, hükmün 16.5.1995 tarihinde
kesinleştiği,
hususu, hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde anlaşılmaktadır.
Somut olayda, öncelikle, 13.4.1995 tarihinde işlenen ve
mahkûmiyet hükmü 16.5.1995 tarihinde kesinleşen 6136 sayılı Kanuna
muhâlefet suçunun, CMK’nın 231’inci maddesinin 6’ncı fıkrasının (a)
bendi kapsamında, itiraza konu olan ve 2.2.1994-9.2.2006 tarihleri
arasında işlendiği sabit olan izin tecavüzü suçundan önce işlenip
işlenmediğinin, diğer bir deyişle sanığın izin tecavüzü suçundan önce
kesinleşmiş mahkûmiyetinin bulunup bulunmadığının belirlenmesi
gerekmektedir.
Mütemadi (Kesintisiz) suçların temel özelliği, hareketin neden
olduğu neticenin belirli bir süre devam etmesidir. Diğer bir ifadeyle,
kesintisiz suçta devam eden, sona ermeyen şey sonucun kendisidir ve söz
konusu sonuç devam ettikçe suç da işlenmektedir (İÇEL K.- SOKULLUAKINCI F.-ÖZGENÇ İ.-SÖZÜER A.-MAHMUTOĞLU F. S.-ÜNVER
Y., Suç Teorisi, Eylül 2000, B. 2, s. 69). Diğer taraftan, mütemadi olan
454
bir suç, failin hareket ve neticeyi devam ettirmek iktidarının ortadan
kalkması ile sona erer (DÖNMEZER S.-ERMAN S., Nazarî ve Tatbikî
Ceza Hukuku, C.1, Şubat 1987, İstanbul, B. 10, s. 377).
Öte yandan, mütemadi (Kesintisiz) suçlarda, eylemin
gerçekleştirilmesi ile işlenmeye başlanan suç, kesintinin olduğu tarihte
işlenmiş kabul edilmektedir.
Mütemadi suça ilişkin yapılan açıklamalar ışığında somut olaya
dönüldüğünde; temyiz incelemesine konu edilen izin tecavüzü suçunu
işlemeye başlayan sanığın, bu süreçte 6136 sayılı Kanuna muhâlefet
suçunu işlediği ve bu suçtan tesis olunan mahkûmiyet kararının
kesinleştiği, ancak, izin tecavüzü suçunu işlemekte olan sanığın,
kesintiye uğratma iktidarına sahip olduğu hâlde, bu suçunu işlemeye
devam ettiği görülmektedir.
Bu itibarla, mahkûmiyet kararının, CMK’nın 231’inci maddesinin
6’ncı fıkrasının (a) bendi kapsamında değerlendirilebilmesi için, itiraza
konu edilen suçun temadisinin sona erdiği (Kesintinin olduğu) tarihten
önce kesinleşmiş olmasının yeterli kabul edilmesi gerekmektedir.
Nitekim, 5237 sayılı TCK’nın 66/6’ncı madde ve fıkrasında
kesintisiz suçlarda zamanaşımının kesintinin başladığı tarihten itibaren
işlemeye başlayacağı öngörülmüştür. Keza, 4616 sayılı 23 Nisan 1999
Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıvermeye, Dava ve
Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun’un uygulanması sırasında da,
kesintisiz suçların 23.4.1999 tarihinden sonra da devam etmesi
(Kesintinin bu tarihten sonra gerçekleşmesi) hâlinde, suç kesintinin
başladığı tarihte tamamlanmış sayıldığından, bu durumdaki sanık veya
sanıklar hakkında söz konusu Yasanın lehe hükümlerinin
uygulanmaması, Askerî Yargıtayın yerleşmiş bir uygulamasıdır.
Bu nedenlerle, temyiz incelemesine konu edilen ve mütemadi
(Kesintisiz) suç niteliğini taşıyan izin tecavüzü suçu, temadinin sona
erdiği 9.2.2006 tarihinde tamamlandığından, bu tarihin esas alınıp,
sanığın daha önce kesinleşmiş bir mahkûmiyetinin bulunup
bulunmadığına bakılmasının gerektiği sonucuna varılmakla, 9.2.2006
tarihi esas alınarak, sanığın, 13.4.1995 tarihinde işlediği 6136 sayılı
Kanuna muhâlefet suçunun, 16.5.1995 tarihinde kesinleştiği
gözetildiğinde,
sanığın
kesinleşmiş
önceki
mahkûmiyetinin
bulunduğunun kabulüne karar verilmiştir (Askerî Yargıtay Daireler
Kurulunun 3.7.2008 tarihli ve 2008/142-134 E.K. sayılı,10.7.2008 tarihli
ve 2008/110-136 E.K. sayılı, 17.7.2008 tarihli ve 2008/150-150 E.K.
sayılı kararları da aynı doğrultuda bulunmaktadır.).
455
Sanığın, temyize konu edilen izin tecavüzü suçundan önce 6136
sayılı Kanuna muhâlefet suçunu işlediği oyçokluğuyla kabul edildikten
sonra, adlî sicil ve arşiv kaydında yazılı sabıka kaydının CMK’nın
231/6’ncı madde ve fıkrasının (a) bendi kapsamında değerlendirme
yapılabilmesi bakımından, hukuki varlığını sürdürüp sürdürmediği
yönünden yapılan incelemede;
1.6.2005 tarihinde yürürlükten kaldırılan 765 sayılı TCK’nın ceza
zamanaşımını düzenleyen 112’nci maddesinde; “... Beş seneye kadar
ağır hapis veyahut hapis veya muvakkat sürgün veya muvakkaten
hidematı ammeden memnuiyet cezalariyle ağır cezayı nakdî hükümleri
on sene geçmesiyle ortadan kalkar”,
113’üncü maddesinde ise; “Hükümlerde müruru zaman hükmün
katileştiği veya infazın herhangi bir suretle inkıtaa uğradığı günden
itibaren işlemeğe başlar”,
Hükümleri yer almaktadır.
Dava dosyasında bulunan 5.4.2006 tarihli adlî sicil ve arşiv
kaydında, 16.5.1995 tarihinde kesinleşen mahkûmiyet hükmünün infaz
edildiğine dair bir bilgi yer almamaktadır. Bu itibarla, adlî sicil ve arşiv
kaydının düzenlendiği tarih itibarıyla, söz konusu mahkûmiyet
hükmünün ceza zamanaşımına uğramış olmasının ihtimal dahilinde
olduğu görüldüğünden, bu hususun araştırılması gerekmektedir.
Diğer taraftan, 25.5.2005 tarihli ve 25832 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanarak, 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5352 sayılı Adlî Sicil
Kanunu’nun 18’inci maddesi ile 3682 sayılı Adlî Sicil Kanun’un
yürürlükten kaldırıldığı hüküm altına alınmış, yine bu Kanun’un 9’uncu
maddesinde Adlî Sicil bilgilerinin nasıl silineceği düzenlenmiştir.
Kanun’un yürürlük tarihinden önceki adlî sicil kayıtları haklarında
yapılacak işlemler de Kanun’un Geçici 1 ve 2’inci maddelerinde hüküm
altına alınmıştır.
5352 sayılı Adlî Sicil Kanunu’nun Geçici 1’inci maddesinde; “Bu
Kanunda öngörülen adlî sicil sistemi ile mevcut kayıtların bu kanuna
uyarlanması bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş yıl içinde
tamamlanır.”
Geçici 2’nci maddesinde ise; “(1) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihte, Adalet Bakanlığı Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce
toplanmış olsun veya olmasın, suç tarihi itibarıyla bu Kanunun yürürlük
tarihinden önceki kayıtlar hakkında, 3682 sayılı Kanuna göre süre
yönünden silinme koşulu oluşanlar silinir; diğer kayıtlar için bu Kanun
hükümlerine göre işlem yapılır. Anayasanın 76’ncı maddesi ile özel
kanun hükümleri saklıdır.
456
(2) Birinci fıkra gereğince işlem yapılarak arşive alınan kayıtlar
hakkında, 3682 sayılı Kanun’un 8’inci maddesinde öngörülen sürelerin
dolduğu veya ertelenmiş olan hükmün esasen vaki olmamış sayıldığı
hâllerde bu tarih esas alınarak, Anayasanın 76’ncı maddesi ve özel
kanunlarda sayılan suç ve mahkûmiyetler dışındaki kayıtlar için ilgilinin,
Cumhuriyet başsavcılığının veya Adlî Sicil ve İstatistik Genel
Müdürlüğünün talebi üzerine hükmü veren mahkemece veya talep edenin
bulunduğu yer asliye ceza mahkemesince arşiv kaydının silinmesine
karar verilir.” hükümleri yer almaktadır.
Ayrıca, mülga 3682 sayılı Adlî Sicil Kanunu’nun 8’inci maddesi;
“Cezanın çekildiği veya ortadan kalktığı veya düştüğü tarihten itibaren;
....
c) Beş yıl veya daha az ağır hapis veya hapis veya ağır para
cezasına mahkûmiyet hâlinde diğer bir cürümden dolayı beş yıl içinde,
Evvelce verilen ceza cinsinden bir cezaya veya daha ağır bir
cezaya mahkûm olunmadığı takdirde ilgilinin, Cumhuriyet savcısının
veya Adalet Bakanlığı Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünün talebi
üzerine hükmü veren mahkemece veya talep edenin bulunduğu yer asliye
ceza mahkemesince duruşma yapılmaksızın adlî sicildeki kaydın
çıkartılmasına karar verilir. Ertelenmiş olan hükmün esasen vaki olmamış
sayıldığı hâllerde ise, bu tarih esas alınır. Bu kararların bir örneği Adalet
Bakanlığı Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğüne gönderilir.
Kanunlarda yapılacak değişiklikler sonucu suç olmaktan çıkarılan
veya idari nitelikte cezaya dönüştürülen suçlarla ilgili bilgiler Adalet
Bakanlığı Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce resen adlî sicil
kayıtlarından çıkartılır.” hükmünü içermektedir.
Bu itibarla, 5352 sayılı Adlî Sicil Kanunu’nun Geçici 2’nci ve
mülga 3682 sayılı Adlî Sicil Kanunu’nun 8’inci maddeleri uyarınca, söz
konusu 6136 sayılı Kanuna muhâlefet suçundan tesis olunan mahkûmiyet
hükmünün (ceza zamanaşımının değerlendirilmesi yönünden) infaz edilip
edilmediğinin, ayrıca bu hükmün adlî sicil kaydından çıkartılmasına
karar verilip verilmediğinin araştırılması gerekmektedir.
Dolayısıyla, adlî sicil kaydında yer alan ve temyize konu edilen
izin tecavüzü suçundan önce işlendiği hususunda kuşku bulunmayan,
6136 sayılı Kanuna muhâlefet suçundan tesis olunan mahkûmiyet
hükmünün, CMK’nın 231/6’ncı maddesinin (a) bendi kapsamında
değerlendirilip değerlendirilmeyeceğinin tespiti yönünden araştırma
yapılmasında zorunluluk bulunmaktadır.
Her ne kadar, Adlî Sicil kaydında yazılı mahkûmiyet hükmünün,
yasaklanmış hakların iadesi kurumu kapsamında araştırılmasına gerek
457
bulunmamakta ise de; yukarıda açıklanan nedenlerle, askerî mahkemenin
izin tecavüzü suçundan tesis ettiği mahkûmiyet hükmünü, hükmün
açıklanmasının
geri
bırakılması
hükümlerinin
uygulanıp
uygulanmayacağının irdelenip değerlendirilmesi yönünden bozan Askerî
Yargıtay 2’nci Dairesinin 16.7.2008 tarihli ve 2008/1848-1832 E.K.
sayılı ilamında isabetsizlik bulunmadığından, Askerî Yargıtay
Başsavcılığının itirazının reddine karar verilmiştir.
NOT: Daireler Kurulunun 3.7.2008 tarihli, 2008/142-134;
10.7.2008 tarihli, 2008/110-136; 16.10.2008 tarihli, 2008/174-165 ve
16.10.2008 tarihli, 2008/180-166 Esas ve Karar sayılı kararları da bu
yöndedir.
458
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 231
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E. No. : 2008/1961
K. No. : 2008/1952
T.
: 21.10.2008
ÖZET
Adlî sicil kaydı bulunmayan ve vaka kanaat raporunda,
uyum problemi yaşadığı ve son zamanlarda görevini yerine
getirmek için gayret sarf ettiği ileri sürülen sanığın;
hakkındaki kesinleşmemiş mahkûmiyet hükmü gerekçe
gösterilerek, “..Suç işlemekteki ısrarı ve bu anlamdaki
olumsuz kişiliği” nedeniyle daha sonra suç işlemeyeceği
yönünde olumlu kanaat edinilemediğinden bahisle hakkında
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmediği
belirtilmiş
ise
de;
mahkûmiyet
hükmünün
henüz
kesinleşmemiş olması, mahkûmiyet kararına konu izin aşımı
suçunun sekiz gün süreli ve kendiliğinden dönmekle son
bulması, bu suçtan yargılaması sırasında parasızlık nedeniyle
birliğine katılamadığını beyan etmiş olması hususlarıyla, vaka
kanaat raporundaki olumlu görüş ve sanığın duruşmalarda iyi
hâl içinde olduğunun saptanması
hususları birlikte
değerlendirildiğinde;
CMK’nın
231’inci
maddesinin
uygulanmaması doğrultusundaki gerekçenin yeterli olmadığı
kabul edilmiştir.
Askerî mahkemece; sanığın, 27.1.2008-2.2.2008 tarihleri arasında
yakalanmakla son bulan mehil içi firar suçunu işlediği sabit görülerek;
ASCK’nın 68 ve TCK’nın 62/1’inci maddeleri uyarınca, sonuç olarak bir
ay yirmi gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve takdiren hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmiş; bu
hüküm, sanık tarafından, sebep gösterilmeksizin temyiz edilmiştir.
Mevcut kanıtlara göre; İstanbul’daki birliğinde askerlik görevini
yapmakta olan sanığın, 27.1.2008 tarihinde çıkmış olduğu çarşı izninden
aynı gün saat 17:00’ye kadar dönerek kıtasına katılması gerekirken firar
ettiği, 2.2.2008 tarihinde saat 04:00 sıralarında Okmeydanı Eğitim ve
459
Araştırma Hastanesi Kantininde uyumakta iken, hastane güvenlik
görevlisinin kendisini sorgulaması ve Hastane polisine teslim etmesi
üzerine kıtasıyla yapılan görüşmede firar hâlinde olduğunun belirlendiği
ve inzibat komutanlığına teslim edildiği ve böylece anılan tarihler
arasında atılı suçu işlediği anlaşılmakta olup; kanıtlara ve hukuka uygun
olarak gösterilen gerekçelerle mahkûmiyet kararı verilmesinde esas
itibarıyla bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Ancak; adlî sicil kaydı bulunmayan ve vaka kanaat raporunda,
uyum problemi yaşadığı ve son zamanlarda görevini yerine getirmek için
gayret sarf ettiği ileri sürülen sanığın; hakkındaki kesinleşmemiş
mahkûmiyet hükmü gerekçe gösterilerek, “..Suç işlemekteki ısrarı ve bu
anlamdaki olumsuz kişiliği” nedeniyle daha sonra suç işlemeyeceği
yönünde olumlu kanaat edinilemediğinden bahisle hakkında hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmediği belirtilmiş ise de;
mahkûmiyet hükmünün henüz kesinleşmemiş olması, mahkûmiyet
kararına konu izin aşımı suçunun sekiz gün süreli ve kendiliğinden
dönmekle son bulması, bu suçtan yargılaması sırasında parasızlık
nedeniyle birliğine katılamadığını beyan etmiş olması hususlarıyla, vaka
kanaat raporundaki olumlu görüş ve sanığın duruşmalarda iyi hâl içinde
olduğunun saptanması hususları birlikte değerlendirildiğinde; CMK’nın
231’inci maddesinin uygulanmaması doğrultusundaki gerekçenin yeterli
olmadığı kabul edilmiş ve hükmün bu sebeple bozulmasına karar
verilmiştir.
460
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 231
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/154
K. No. : 2008/173
T.
: 30.10.2008
ÖZET
Sanıkların lehine olacak şekilde adlî sicil kaydında dahi
yer almayacağı düzenlenen sırf askerî suçlardan verilen
mahkûmiyet kararlarının, adlî sicilde yer almamalarına
karşın, adlî sicilde yer almaları hâlinde silinme koşullarının
gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin, evleviyetle ve kıyasen
belirlenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, sırf askerî
suçlardan verilen ve adlî sicilde yer almayan mahkûmiyet
kararlarının, adlî sicilden silinme koşullarının oluşup
oluşmadığının kıyasen tespiti bakımından, öncelikle infaz
edilip edilmediğinin belirlenmesi gerekir.
Bu itibarla, “emre itaatsizlikte ısrar” ve “firar”
suçlarından verilip 3.3.1994 tarihinde kesinleşen mahkûmiyet
hükümlerine dair infaz belgelerinin getirtilerek, daha sonra
sanığın CMK’nın 231’inci maddesinin 6’ncı fıkrası
hükümlerinden yararlanıp yararlanmayacağı konusunda
mahkemesince değerlendirme yapılması gerekir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunda
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında “emre itaatsizlikte
ısrar” ve “firar” suçlarından verilip 3.3.1994 tarihinde kesinleşen
mahkûmiyetlerin, 26.2.2004 tarihinde işlediği suç nedeniyle, herhangi bir
değerlendirilmeye tabi tutulmadan CMK’nın 231’inci maddesi 6’ncı
fıkrasının (a) bendinde öngörülen koşulun oluşmasına engel olup
olmadığına ilişkindir.
Daire; kuvvet sabıka kaydına göre, daha önce kasıtlı birer suç
olan “firar” ve “emre itaatsizlikte ısrar” suçlarından verilip 3.3.1994
tarihinde kesinleşmiş iki mahkûmiyetinin bulunduğu anlaşılan sanık
hakkında, CMK’nın 231’inci maddesinin 6’ncı fıkrasının (a) bendinde
öngörülen koşulun (Objektif şartın) gerçekleşmemiş olması nedeniyle,
461
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinin mümkün
olmadığını kabul ederken,
Başsavcılık; “firar” ve “emre itaatsizlikte ısrar” suçlarından
verilip 3.3.1994 tarihinde kesinleşen mahkûmiyet hükümlerine dair
gerekçeli hükümler ve infaz belgelerinin getirilerek, 26.2.2004 tarihinde
adlî sicilden silinme koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespit
edilmesi, daha sonra sanığın CMK’nın 231’inci maddesi hükümlerinden
yararlanıp yararlanmayacağı konusunda mahkemesince değerlendirme
yapılması gerektiğini ileri sürerek Daire ilamına süresinde itiraz etmiştir.
Dosya içeriğine göre, hükümde itiraz konusu husus dışında usul,
sübut, vasıf, takdir ve uygulama yönlerinden hukuka aykırılığın
bulunmadığı görülmüştür.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, 19.12.2006
tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 5560
sayılı Kanun’un 23’üncü maddesiyle, CMK’nın 231’inci maddesinin
başlığı “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri
bırakılması” şeklinde değiştirilmek ve maddeye 5 ila 14’üncü fıkralar
eklenmek suretiyle, başlangıçta, soruşturulması ve kovuşturulması
şikâyete bağlı suçlardan dolayı hükmolunan, bir yıl veya daha az süreli
hapis veya adlî para cezalarıyla sınırlı olarak uygulamaya konulmuştur.
5560 sayılı Kanunla ilgili TBMM Adalet Komisyonu raporunda,
hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusunda “Yürürlükten
kaldırılan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu ile 647 sayılı Cezaların İnfazı
Hakkında Kanundaki düzenlemesi itibarıyla, erteleme, bir koşullu atıfet
kurumu niteliği taşımakta idi. Buna göre, deneme süresi içerisinde yeni
bir suçun işlenmemesi hâlinde, “mahkûmiyet vaki olmamış” sayılmakta
idi. Keza, erteleme, sadece hapis cezası açısından değil, “ertelemenin
bölünmezliği” kuralı gereğince, diğer bütün ceza hukuku yaptırımları
bakımından da, kural olarak, aynı sonucu doğurmakta idi. Buna karşılık
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun sisteminde ise, erteleme, sadece hapis
cezasına özgü bir infaz rejimi olarak düzenlenmiştir. Bu bakımdan, yeni
sistemde artık “ertelemenin bölünmezliği” kuralından söz etmek
mümkün değildir. Hapis cezası açısından bir infaz rejimi olarak kabul
edilen ertelemede, hükümlü, denetim süresi zarfında kasıtlı yeni bir suç
işlemediği ve kendisine yüklenen yükümlülüklere uygun davrandığı
takdirde, hakkında hükmolunan ‘Hapis cezası’ infaz edilmiş sayılacaktır.
Şayet hakkında hapis cezasının yanı sıra ya da sadece adlî para cezasına
veya güvenlik tedbirlerine hükmedilmişse, adlî para cezası ve güvenlik
tedbirleri bakımından erteleme söz konusu olmayacaktır. Bu durum,
ertelemeyi hükümlü açısından, yürürlükten kaldırılan 765 sayılı Türk
462
Ceza Kanunu sistemindeki düzenlemeye nazaran daha ağır sonuçlar
doğuran bir kurum hâline getirmiştir. Bu nedenle kurumlar arasındaki
dengeli geçişi sağlamak amacıyla, Türk Ceza Hukukuna ilişkin yeni
mevzuatımızda, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının, bir kurum
olarak düzenlenmesi bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır.” şeklinde
gerekçelere yer verilmiştir (Dönem: 23, Yasama Yılı: 2, TBMM S.
Sayısı: 56).
TBMM Adalet Komisyonu Raporundaki gerekçeden; hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kurumunun, cezaların ertelenmesi ile
ilgili mülga 647 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesindeki düzenlemeden,
5275 sayılı TCK'nın 51’inci maddesindeki düzenlemeye dengeli geçişi
sağlamak amacıyla, Türk Ceza Hukuku mevzuatında (Kısmen mülga 647
sayılı Kanun’un 6’ncı maddesine benzer şekilde) bir atıfet kurumu olarak
ele alınıp düzenlendiği anlaşılmaktadır.
Daha sonra, 8.2.2008 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı
gün yürürlüğe giren 5728 sayılı “Temel Ceza Kanunlarına Uyum
Sağlamak Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 562’nci maddesiyle, CMK’nın
231’inci maddesinin 5 ve 14’üncü fıkralarında değişiklik yapılarak, T.C.
Anayasasının 174’üncü maddesinde koruma altına alınan inkılap
kanunlarında yer alan suçlar dışında kalan bir suçtan dolayı hükmolunan,
iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezaları hakkında hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi olanağı sağlanmak
suretiyle bu kurumun uygulama alanı genişletilmiştir.
5728 sayılı Kanunun TBMM genel kurulunda görüşülmesi
sırasında, 17.1.2008 günü saat 15.29’da başlayan ikinci oturumda verilen
bir önerge üzerine Kanun’un 562’nci (Tasarının 611’inci) maddesi
oylanarak kabul edilmiş, önerge olarak verilen madde gerekçesi de
“Hükmün açıklanmasının geri bırakılması müessesesine işlerlik
kazandırmak ve müessesenin uygulanmayacağı suçları belirlemek ...”
şeklinde kabul edilmiştir (TBMM’nin 51’inci Birleşiminin İkinci
Oturumuna ait 17.1.2008 tarihli tutanak).
Görüldüğü üzere, 5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesinin
gerekçesinden de, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun,
Türk ceza hukuku mevzuatında ilk kez düzenlenme amacının muhafaza
edildiği, ancak bu kurumun uygulanmasına işlerlik kazandırmak
(Uygulama alanının genişletilmek) istendiği anlaşılmaktadır.
Her ne kadar, 1.3.2008 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe giren 5739 sayılı Kanun’un 1’inci maddesiyle ASCK’ya
eklenen Ek 10’uncu maddesinde, “bu Kanunda yazılı suçlarla ilgili ...
463
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231 inci maddesinin beş ilâ
ondördüncü fıkraları uygulanmaz” hükmüne yer verilmiş ise de; temyiz
incelemesine konu olan emre itaatsizlikte ısrar suçunun 26.2.2004
tarihinde işlenmiş olması nedeniyle, TCK'nın 7/2’nci maddesi hükmü
dikkate alınarak, sanık hakkında CMK’nın 231/5-14’üncü madde ve
fıkraları uyarınca inceleme yapılması mümkün görülmektedir.
Ancak, sanığın, hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kurumundan yararlanabilmesi için, CMK’nın 231/6’ncı maddesinde
öngörülen;
“a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış
bulunması,
b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum
ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği
hususunda kanaate varılması,
c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın,
aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen
giderilmesi”
Koşullarının, sanık hakkında oluşması gerekmektedir.
Öte yandan, CMK’nın 231/6’ncı maddesinin (a) bendinde yer
alan ilk koşuldan, bu kurumun, daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûmiyeti
bulunmayan, diğer bir deyişle, ilk defa suç işleyen sanıklar hakkında
uygulanabileceği sonucu çıkmaktadır.
Dava dosyasında bulunan, onaylı gerekçeli karar içeriğinden,
sanığın daha önce;
21’inci Jandarma Sınır Tugay Komutanlığı Askerî Mahkemesinin
16.2.1994 tarihli ve 1994/133-26 esas-karar sayılı hükmü ile;
13.7.1993-9.8.1993 tarihleri arasında işlediği firar suçundan
dolayı, ASCK'nın 66/1-a ve 765 sayılı TCK’nın 59/2’nci maddeleri
gereğince, on ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına,
5.9.1993 tarihinde işlediği emre itaatsizlikte ısrar suçundan
dolayı, ASCK'nın 87/1’inci maddesinin ilk cümlesi ve 765 sayılı
TCK’nın 59/2’nci maddeleri gereğince, bir ay yirmi gün hapis cezasıyla
cezalandırılmasına,
Mahkûmiyet hükümlerinin TCK’nın 71’inci maddesi uyarınca
içtima ettirilerek, neticeten on bir ay yirmi gün hapis cezasıyla
cezalandırılmasına karar verildiği,
Bu hükümlerin 3.3.1994 tarihinde kesinleştiği,
Hususu, hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan, dava dosyasında bulunan Kara Kuvvetleri
Komutanlığı Tayin Daire Başkanlığının 13.7.2004 tarihli yazısı ekinde
464
gönderilen ceza listesi içeriğinde, firar ve emre itaatsizlikte ısrar
suçlarından tesis olunan toplam on bir ay yirmi gün hapis cezasının
infazının yapılarak, şartla tahliye kararı verildiğinin yazılı olduğu, ancak,
infaza ilişkin belgelerin dava dosyasında bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Ayrıca, Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce düzenlenen
5.7.2004 tarihli belgeye göre, sanığın adlî sicil ve arşiv kaydı
bulunmamaktadır.
1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5352 sayılı Adlî Sicil
Kanunu’na göre; adlî sicil ve arşiv kaydı olmak üzere ikili kayıt sistemi
getirilmiş, adlî sicildeki kayıtların silinmesi, genel olarak infazın
tamamlanması, şikâyetten vazgeçme veya etkin pişmanlık, zamanaşımı
ve genel af koşullarına bağlanmış ise de, adlî sicilden silinerek arşiv
kaydına alınan kayıtların silinmesi; kaydın girilmesinden itibaren seksen
yılın geçmesi, sanığın ölümü, fiilin suç olmaktan çıkarılması ve
olağanüstü kanun yoluna başvurulması sonucu verilen beraat veya ceza
verilmesine yer olmadığı kararı verilmesi koşullarına bağlı kılınmıştır.
Öte yandan, 5352 sayılı Adlî Sicil Kanunu’nun Geçici 1’inci
maddesinde; “Bu Kanunda öngörülen adlî sicil sistemi ile mevcut
kayıtların bu Kanuna uyarlanması bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren beş yıl içinde tamamlanır.”
Geçici 2’nci maddesinde ise;
(1) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, Adalet Bakanlığı Adlî
Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce toplanmış olsun veya olmasın, suç
tarihi itibarıyla bu Kanunun yürürlük tarihinden önceki kayıtlar hakkında,
3682 sayılı Kanuna göre süre yönünden silinme koşulu oluşanlar silinir;
diğer kayıtlar için bu Kanun hükümlerine göre işlem yapılır. Anayasanın
76’ncı maddesi ile özel kanun hükümleri saklıdır.
(2) Birinci fıkra gereğince işlem yapılarak arşive alınan kayıtlar
hakkında, 3682 sayılı Kanun’un 8 inci maddesinde öngörülen sürelerin
dolduğu veya ertelenmiş olan hükmün esasen vâki olmamış sayıldığı
hâllerde bu tarih esas alınarak, Anayasanın 76’ncı maddesi ve özel
kanunlarda sayılan suç ve mahkûmiyetler dışındaki kayıtlar için ilgilinin,
Cumhuriyet başsavcılığının veya Adlî Sicil ve İstatistik Genel
Müdürlüğünün talebi üzerine hükmü veren mahkemece veya talep edenin
bulunduğu yer asliye ceza mahkemesince arşiv kaydının silinmesine
karar verilir.” hükümleri yer almaktadır.
Bu bağlamda, sanığın lehine hükümler içeren ve suç tarihi
itibarıyla somut olayda uygulanması gereken mülga 5682 sayılı Adlî Sicil
Kanunu’nun 4778 sayılı Kanun’un 31’inci maddesi ile değişik 8/1-(c)
maddesinde; “Cezanın çekildiği veya ortadan kalktığı veya düştüğü
465
tarihten itibaren; ... beş yıl veya daha az ... hapis ... cezasına mahkûmiyet
hâlinde diğer bir cürümden dolayı beş yıl içinde, ... evvelce verilen ceza
cinsinden bir cezaya veya daha ağır bir cezaya mahkûm olunmadığı
takdirde ... adlî sicildeki kaydın çıkartılmasına karar verilir. ...” hükmü
yer almaktadır.
Yasal düzenlemeler dikkate alındığında, adlî sicil kaydında yer
alan ve temyize konu edilen suçtan önce işlendiği hususunda kuşku
bulunmayan mahkûmiyet hükümlerinin, öncelikle infaz edilip
edilmediğinin müteakiben, CMK’nın 231/6’ncı maddesinin (a) bendi
kapsamında (Objektif koşul) değerlendirilip değerlendirilmeyeceğinin
tespiti yönünden, adlî sicil kaydından çıkartılmasına karar verilip
verilmediğinin ya da adlî sicil kaydından çıkartılması koşullarının oluşup
oluşmadığının araştırılmasının gerektiği açıktır.
Diğer taraftan, ilgili makamlarca istendiğinde verilmek üzere adlî
sicile geçirilen, bu hâliyle sanıkların aleyhine durum yarattığı hususunda
kuşku bulunmayan suçlardan tesis olunan mahkûmiyet hükümlerinin,
infazından sonra Kanunda belirtilen koşulların oluşmasıyla adlî sicilden
silinmesi mümkün olabilmektedir. Bu durumda, silinen mahkûmiyet
hükmünün, CMK’nın 231/6’ncı maddesinin (b) bendinde yer alan
sübjektif koşul kapsamında değerlendirilmesi mümkün ise de, CMK’nın
231/6’ncı maddesinin (a) bendinde yer alan objektif koşul kapsamında
değerlendirilemeyeceği açıktır.
Ancak, mülga 5682 sayılı Adlî Sicil Kanunu’nun 4/A maddesine
göre; askerî mahkemelerce tesis olunan, disiplin cezaları ve sırf askerî
suçlar dışındaki ceza mahkûmiyetleri adlî sicile kaydedilebilmektedir.
Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde, adlî sicil
kaydında yer almayan ve temyize konu edilen suçtan önce işlendiği
hususunda kuşku bulunmayan, sırf askerî suçlardan (Firar ve emre
itaatsizlikte ısrar suçlarından) tesis olunan mahkûmiyet hükümlerinin söz
konusu olduğu görülmektedir.
Salt olarak, kanuni düzenlemeler dikkate alındığında, adlî sicile
geçirilmeyen sırf askerî suçların, doğal olarak adlî sicilden silinmesi de
mümkün görülmemektedir. Ancak, söz konusu bu düzenlemenin amacı,
sırf askerî suçlardan verilen mahkûmiyet kararlarının adlî sicile
geçirilmesini önleyerek, sanık aleyhine durum yaratılmamasıdır.
Bu durumda, sanıkların lehine olacak şekilde adlî sicil kaydında
dahi yer almayacağı düzenlenen sırf askerî suçlardan verilen mahkûmiyet
kararlarının, adlî sicilde yer almamalarına karşın, adlî sicilde yer almaları
hâlinde silinme koşullarının gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin, (Adlî
sicile kaydedilen mahkûmiyet kararlarının koşulları oluştuğunda
466
silinebilmesi karşısında) evleviyetle ve kıyasen belirlenmesi
gerekmektedir. Bu bağlamda, sırf askerî suçlardan verilen ve adlî sicilde
yer almayan mahkûmiyet kararlarının, adlî sicilden silinme koşullarının
oluşup oluşmadığının kıyasen tespiti bakımından, öncelikle infaz edilip
edilmediğinin belirlenmesi gerekir.
Bu itibarla, “emre itaatsizlikte ısrar” ve “firar” suçlarından verilip
33.3.1994 tarihinde kesinleşen mahkûmiyet hükümlerine dair infaz
belgelerinin getirtilerek, daha sonra sanığın CMK’nın 231’inci
maddesinin 6’ncı fıkrası hükümlerinden yararlanıp yararlanmayacağı
konusunda
mahkemesince değerlendirme
yapılması gerektiği
anlaşıldığından, Askerî Yargıtay Başsavcılığının itirazının kabulüne,
Daire ilamının kaldırılmasına ve mahkûmiyet hükmünün CMK’nın
231’inci maddesi uyarınca değerlendirme yapılması yönünden
bozulmasına karar verilmiştir.
467
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 231
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/185
K. No. : 2008/181
T.
: 6.11.2008
ÖZET
Adlî sicil kaydında herhangi bir sabıkası bulunmayan
sanık Er hakkında, 28.5.2007-13.6.2007 tarihleri arasında
kendiliğinden dönmekle son bulan izin tecavüzü ve 15.6.20072.7.2007 tarihleri arasında kendiliğinden dönmekle son bulan
firar suçlarını işlediği iddiası ile kamu davası açılmış; kendi
beyanına göre izin süresi içerisinde reşit mağdureyi zorla
kaçırmaktan dolayı adlî takibata uğramış birlik komutanlığı
tarafından düzenlenen kıta anket formunda, sanığın görev ve
sorumluluktan kaçmak için çok fazla yalan söylediği, her
fırsatta vazifeden kaçmaya çalıştığı ve hareketlerinde samimi
olmadığı belirtilmiş olması karşısında, gerekçede açık ve
yeterli biçimde ifade edilmemesine karşın, taşıdığı olumsuz
kişilik özellikleri ve suç işlemeye müsait yapısı sebebiyle
sanığın
hükmün
açıklanmasının
geri
bırakılması
müessesesinden yararlandırılmamasının sonuç olarak isabetli
olduğu değerlendirilmiştir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlığın konusu, sanık hakkında hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına ilişkin olarak gösterilen
gerekçenin isabetli olup olmadığı noktasındadır.
Daire; HAGB müessesesinin tatbikine yer olmadığına ilişkin
gerekçenin yetersiz olduğu sonucuna varmış iken;
Başsavcılık; uygulanma gerekçelerinin sanığın kişiliği ve dosya
içeriğine uygun düştüğünü ileri sürerek, bozma ilamına karşı itirazda
bulunulmuştur.
Şırnak’taki birliğinde askerlik hizmetini sürdürdüğü 11.10.2007
tarihinde on gün süre ile kanuni izne gönderilen ve bakiye iki günlük yol
468
müddetinden yararlandırılan sanık P.Er M.K.’nın, meşru bir mazereti
bulunmamasına karşın izin süresinin geçirdiği ve 24.10.2007-15.11.2007
tarihleri arasında yakalanmakla son bulan izin tecavüzü suçunu işlediği
sabit olup, bu konuda yargılama makamları arasında herhangi bir
uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, 19.12.2006
tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 5560
sayılı Kanun’un 23’üncü maddesiyle, CMK’nın 231’inci maddesinin
başlığı “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri
bırakılması” şeklinde değiştirilmek ve maddeye 5 ila 14’üncü fıkralar
eklenmek suretiyle başlangıçta, soruşturulması ve kovuşturulması
şikâyete bağlı suçlardan dolayı hükmolunan, bir yıl veya daha az süreli
hapis veya adlî para cezalarıyla sınırlı olarak uygulamaya konulmuştur.
Daha sonra 8.2.2008 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı
gün yürürlüğe giren 5728 sayılı “Temel Ceza Kanunlarına Uyum
Sağlamak Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 562’nci maddesiyle, CMK’nın
231’inci maddesinin 5 ve 14’üncü fıkralarında değişiklik yapılarak, T.C.
Anayasasının 174’üncü maddesinde koruma altına alınan inkılap
kanunlarında yer alan suçlar dışında kalan bir suçtan dolayı hükmolunan,
iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezaları hakkında hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi olanağı sağlanmak
suretiyle bu kurumun uygulama alanı genişletilmiştir.
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 17.4.2008 tarihli, 2008/79-68
Esas ve Karar sayılı kararında ayrıntılı olarak izah edildiği üzere,
Kanun’un gerekçesinden; hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kurumunun, cezaların ertelenmesi ile ilgili mülga 647 sayılı Kanun’un
6’ncı maddesindeki düzenlemeden, 5237 sayılı TCK'nın 51’inci
maddesindeki düzenlemeye dengeli geçişi sağlamak amacıyla, Türk Ceza
Hukuku mevzuatında (Kısmen mülga 647 sayılı Kanun’un 6’ncı
maddesine benzer şekilde) maddi ceza hukukunu da ilgilendiren bir atıfet
kurumu olarak ele alınıp düzenlendiği anlaşılmaktadır.
Her ne kadar 1.3.2008 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe giren 5739 sayılı Kanun’un 1’inci maddesiyle ASCK’ya
eklenen Ek 10’uncu maddesinde, “Bu Kanunda yazılı suçlarla ilgili ...
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231 inci maddesinin beş ilâ
ondördüncü fıkraları uygulanmaz” hükmüne yer verilmiş ise de, itiraz
incelemesine esas izin tecavüzü suçunun 24.10.2007-15.11.2007 tarihleri
arasında işlenmesinden dolayı, 5237 sayılı TCK'nın 7/2’nci maddesi esas
469
alınmış ve sanık hakkında CMK’nın 231/5-14’üncü maddeleri uyarınca
inceleme yapılmıştır.
Atılı izin tecavüzü suçunun niteliği, suç tarihi ve suçtan dolayı
hükmolunan hapis cezasının miktarı, 5728 sayılı Kanun’un 562’nci
maddesiyle değişik CMK’nın 231’inci maddesinin 5 ilâ 14’üncü
fıkralarında düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kurumunun uygulama kapsamına girmekte ise de, bu kurumdan
yararlanabilmesi için ayrıca sanık açısından CMK’nın 231/6’ncı madde
ve fıkrasında öngörülen;
a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış
bulunması,
b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum
ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği
hususunda kanaate varılması,
c) Suçun işlemesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın,
aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen
giderilmesi,
Koşullarının bulunması gerekmektedir.
Askerî mahkeme; hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer
olmadığına ilişkin kararının gerekçesini, “Sanığın evvelce kasıtlı suçlar
işlemesi nedeniyle yeniden bir suç işlemeyeceği yönünde olumlu bir
kanaate ulaşılamadığı” şeklinde sübjektif kritere dayandırmıştır.
Dava dosyasında yer alan bilgi ve belgelere göre, adlî sicil
kaydında herhangi bir sabıkası bulunmayan sanık P.Er M.K.’nın;
1.12.2006 tarihinde askere alınmasının ardından 2’nci Hava Kuvveti
Komutanlığı Askerî Savcılığının 16.8.2007 tarihli ve 2007/1442-773 E-K
sayılı iddianamesi ile 28.5.2007-13.6.2007 tarihleri arasında
kendiliğinden dönmekle son bulan izin tecavüzü ve 15.6.2007-2.7.2007
tarihleri arasında kendiliğinden dönmekle son bulan firar suçlarını
işlediği iddiası ile kamu davası açılmıştır.
Sanık; izin tecavüzünde bulunmasını müteakiben iradesine aykırı
biçimde cereyan eden tesadüfi gelişmeler sonucu 15.11.2007 tarihinde
yakalanmış ve kendi beyanına göre izin süresi içerisinde reşit mağdureyi
zorla kaçırmaktan dolayı adlî takibata uğramıştır.
Birlik komutanlığı tarafından düzenlenen kıta anket formunda;
sanığın görev ve sorumluluktan kaçmak için çok fazla yalan söylediği,
her fırsatta vazifeden kaçmaya çalıştığı ve hareketlerinde samimi
olmadığı belirtilmiştir.
470
Açılan kamu davalarının akıbeti konusunda herhangi bir bilgi
bulunmamakla birlikte, sanık, hakkındaki isnatların doğru olduğunu
huzurda kabul etmiştir.
Tüm bu değerlendirmeler ışığında; gerekçede açık ve yeterli
biçimde ifade edilmemesine karşın, taşıdığı olumsuz kişilik özellikleri ve
suç işlemeye müsait yapısı sebebiyle sanığın hükmün açıklanmasının geri
bırakılması müessesesinden yararlandırılmamasının sonuç olarak isabetli
olduğu değerlendirilmiş ve Başsavcılığın yerinde görülen itirazı
doğrultusunda bozmaya ilişkin Daire ilamının kaldırılmasına, usul ve
esas yönlerinden hukuka uygun olan mahkûmiyet hükmünün onanmasına
karar verilmiştir.
471
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 231
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E. No. : 2008/2064
K. No. : 2008/2083
T.
: 12.11.2008
ÖZET
Sanığa ait sabıka kaydının incelenmesinde, 9.9.1996
tarihinde işlediği hırsızlık suçundan dolayı; 765 sayılı
TCK’nın 493/1, 2253 sayılı Kanun’un 11/2 ve 10/1’inci
maddeleri uyarınca, sanığın tedbiren velisine teslimine karar
verilmiş ise de, 8.1.1986 tarihinde doğmuş olan ve fiilî işlediği
sırada 11 yaşını doldurmamış olduğu anlaşılan sanığın bu
eylemlerinin, 765 sayılı TCK’nın 53 ve 5237 sayılı TCK’nın
31’inci
maddeleri
hükmüne
göre
sabıka
olarak
değerlendirilmesi mümkün bulunmamaktadır.
Askerî mahkemece; sanığın, arkadaşının bir şeyini çalmak suçunu
işlediği sabit görülerek; ASCK’nın 132, TCK’nın 62, 50/1-a, 52/2 ve
52/4’üncü maddeleri uyarınca, sonuç olarak 3000 YTL adlî para cezası
ile cezalandırılmasına, cezanın yirmi eşit taksitle alınmasına, taksitlerden
birinin zamanında ödenmemesi hâlinde kalanının tamamının bir defada
alınmasına, ödenmeyen para cezasının hapis cezasına çevrilmesine karar
verilmiş; bu hüküm, sanık müdafii tarafından; sanığın suç kastı
bulunmadığı, arkadaşının cebinden aldığı paranın azlığının göz önünde
bulundurulması gerektiği ileri sürülerek temyiz edilmiştir.
Dosyada mevcut belgelere göre; Samandağı İlçe Jandarma
Komutanlığı emrinde askerlik görevini yapmakta olan sanığın, 25.7.2007
tarihinde, arkadaşı E.A.’nın yemekhanedeki sandalyeye asılı ceketinin
cebinden 100 YTL almak suretiyle atılı suçu işlediği anlaşılmakta olup;
yasaya ve kanıtlara uygun olarak gösterilen gerekçelerle ve alt sınırdan
ceza tayiniyle yazılı şekilde mahkûmiyet kararı verilmesinde esas
itibarıyla bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Ancak; 8.2.2008 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe
giren, 23.1.2008 tarih ve 5728 sayılı Kanun’un 562’nci maddesiyle,
CMK’nın 231’inci maddesinde yapılan değişiklik sonucu, sanık hakkında
472
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip verilmeyeceğinin
değerlendirilmesi gerekmektedir.
Sanığa ait sabıka kaydının incelenmesinde; 9.9.1996 tarihinde
işlediği hırsızlık suçundan dolayı; 765 sayılı TCK’nın 493/1, 2253 sayılı
Kanun’un 11/2 ve 10/1’inci maddeleri uyarınca, sanığın tedbiren velisine
teslimine karar verilmiş ise de; 8.1.1986 tarihinde doğmuş olan ve fiilî
işlediği sırada 11 yaşını doldurmamış olduğu anlaşılan sanığın bu
eylemlerinin, 765 sayılı TCK’nın 53 ve 5237 sayılı TCK’nın 31’inci
maddeleri hükmüne göre sabıka olarak değerlendirilmesi mümkün
bulunmamaktadır.
Bu nedenle mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar
verilmiştir.
473
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 231
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E. No. : 2008/2137
K. No. : 2008/2131
T.
: 12.11.2008
ÖZET
CMK’nın 231’inci maddesi hükümlerinin uygulanma
ihtimaline binaen, sanığa usulüne uygun olarak bildirim
yapılmak suretiyle Hazine zararının ödeyip ödemeyeceği
açıklıkla ortaya konmadan, sanığın bu zararı ödememiş olduğu
aleyhine değerlendirilerek hakkında hükmün açıklanmasının
geri bırakılması kararının verilmemesine gerekçe yapılması,
ayrıca; sanığın cezasız kalmasının askerliğini severek yapan
askerler bakımından haksızlık sayılacağı gibi soyut ve gerçek
dışı
değerlendirmelerle
sanık
hakkında
hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmemiş olması
hukuka aykırı bulunmaktadır.
Askerî mahkemece; sanığın, kendisini askerliğe elverişsiz hâle
getirmeye teşebbüs suçunu işlediği sabit görülerek; ASCK’nın 79/1,
TCK’nın 35/2 ve 62/1’inci maddeleri uyarınca; sonuç olarak, 2 ay 15 gün
hapis cezası ile cezalandırılmasına, eylemi nedeniyle sebebiyet verdiği 1
YTL Hazine zararının 353 sayılı Kanun’un 16’ncı maddesi uyarınca
tazminen tahsili hakkının saklı tutulmasına karar verilmiş; bu hüküm,
sanık tarafından, lehine olan hükümlerin uygulanmamış ve buna ilişkin
gerekçenin gösterilmemiş olmasının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek
temyiz edilmiştir.
Mevcut kanıtlara göre; Akçay’daki birliğinde askerlik görevini
yapmakta olan ve kendisine silah verilmesi uygun görülmemiş olan
sanığın, 30.11.2005 tarihinde, eğitim istirahatı sırasında, P.Er F.Ç.’nin
tuvalete gitmesi sırasında silahını ve teçhizatını kendisine vermesinden
istifade ederek, bu kişiye ait hücum yeleği içindeki dolu şarjörden bir
adet mermiyi aldığı, daha sonra anılan kişiyle birlikte oturdukları sırada
aldığı silahı doldurup ateş etmek suretiyle kendisini sol ayağından
yaraladığı, eylemi sonucu askerliğe elverişsiz hâle gelmediği ve böylece
474
atılı suçu işlediği kabul edilerek yazılı şekilde mahkûmiyet kararı
verilmiş ise de;
1- Silah sesi duyduğunda silahı sanığın elinde gördüğünü ilk defa
mahkemedeki ifadesinde beyan eden tanık H.K.’nın, aksi yöndeki
soruşturma ifadesiyle bu ifadesi arasındaki çelişkinin giderilmemiş
olması, CMK’nın 212’nci maddesine aykırılık teşkil etmektedir.
2- P.Er F.Ç.’nin tuvalete gitmesi sırasında silahıyla birlikte
teçhizatını da verip vermediği hususunda, bu kişiyle sanığın ifadeleri
arasındaki çelişkilerin giderilmemiş ve bu konuda P.Er F.Ç.’nin
beyanlarına itibar edilmiş olmasına ilişkin gerekçenin gösterilmemiş
olması hukuka aykırı bulunmaktadır.
3- 353 sayılı Kanun’un 16’ncı maddesi uyarınca, dava konusu
edilmiş olan Hazine zararının tazminine karar verilmesi gerekirken,
Hazine zararının tazmini hakkının saklı tutulmasına karar verilmiş
olması, anılan madde hükmüne aykırı bulunmaktadır.
4- CMK’nın 231’inci maddesi hükümlerinin uygulanma
ihtimaline binaen, sanığa usulüne uygun olarak bildirim yapılmak
suretiyle Hazine zararının ödeyip ödemeyeceği açıklıkla ortaya
konmadan, sanığın bu zararı ödememiş olduğu aleyhine değerlendirilerek
hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının
verilmemesine gerekçe yapılması, ayrıca; sanığın cezasız kalmasının
askerliğini severek yapan askerler bakımından haksızlık sayılacağı gibi
soyut ve gerçek dışı değerlendirmelerle sanık hakkında hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmemiş olması hukuka aykırı
bulunmaktadır.
Bu nedenlerle mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar
verilmiştir.
475
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 231/5
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E. No. : 2008/2229
K. No. : 2008/2226
T.
: 2.12.2008
ÖZET
Somut olayda hükümlünün durumu 5237 sayılı TCK’nın
32/1’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek hakkında ceza
tayinine yer olmadığına, güvenlik tedbiri uygulanmasına,
toplum açısından tehlikeliliğinin ortadan kalktığının veya
önemli ölçüde azaldığının anlaşılmasına kadar yüksek
güvenlikli sağlık kurumunda tedavi altına aldırılmasına, bir
aylık süreler ile hakkında sağlık kurulu raporu tanzim
edilerek gönderilmesine karar verilmiş bulunması karşısında,
“hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kurumunun
hükümlü hakkında uygulanması hukuken mümkün değildir.
Muharebe Hizmet Destek Eğitim Komutanlığı Askerî
Mahkemesinin 7.8.2006 tarihli ve 2006/567-498 sayılı kararı ile
hükümlünün, 24.4.2001-11.10.2005 tarihleri arasında, mükerrer firar
suçunu işlediği sübuta ermekle birlikte, durumunun TCK’nın 32/1’inci
maddesi kapsamında olması nedeniyle hakkında ceza tayinine yer
olmadığına, güvenlik tedbiri uygulanmasına, toplum açısından
tehlikeliliğinin ortadan kalktığının veya önemli ölçüde azaldığının
anlaşılmasına kadar yüksek güvenlikli sağlık kurumunda tedavi altına
aldırılmasına, bir aylık süreler ile hakkında sağlık kurulu raporu tanzim
edilerek gönderilmesine karar verilmiş, bu hüküm, taraflarca temyiz
edilmediğinden 15.8.2006 tarihinde kesinleşmiştir (Dz.46).
İnfaz aşamasında, 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5728 sayılı
“Temel Ceza Kanunlarına Uyum Sağlamak Amacıyla Çeşitli Kanunlarda
ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un
562’nci maddesi ile CMK’nın “Hükmün Açıklanması ve Hükmün
Açıklanmasının Geri Bırakılması” başlıklı 231’inci maddesinde
değişiklik yapılması neticesinde, Muharebe Hizmet Destek Eğitim
Komutanlığı Askerî Savcılığının talebi üzerine, Muharebe Hizmet Destek
476
Eğitim Komutanlığı Askerî Mahkemesinin itiraza konu duruşmasız işlere
ait kararı ile “Ceza verilmesine yer olmadığına dair kararın hüküm
niteliğinde olmadığı, hükümle birlikte uygulanan güvenlik tedbirlerinin
mahkûmiyet hükmü olarak anlaşılmasına olanak bulunmadığı”
belirtilerek, Askerî Savcılığın talebinin reddine karar verilmiştir.
Bu karar hükümlünün bilinen adresinde ikamet etmediği ve
tebligatın yapılamadığı görülmesine rağmen, hükümlüye tebliğ
edilmeksizin kesinleştirilmiş ise de, hükümlünün hakkında verilen kararı
öğrenmesi üzerine, 16.9.2008 tarihinde Mahkeme Kalemine ulaşan
dilekçesiyle, bu duruşmasız işlere ait karara; “5728 sayılı Kanundan
yararlanmak istediğini” ileri sürmek suretiyle itiraz ettiği anlaşılmaktadır.
Yapılan incelemede;
5271 sayılı CMK’nın 231’inci maddesinde düzenlenmiş bulunan
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanabilmesi
için aynı maddenin 5’inci bendine göre yapılan yargılama sonunda,
hükümlü hakkında iki yıl veya daha az süreli hapis cezasına veya adlî
para cezasına hükmedilmesi gerekmektedir.
Somut olayda hükümlünün durumu 5237 sayılı TCK’nın
32/1’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek hakkında ceza tayinine
yer olmadığına, güvenlik tedbiri uygulanmasına, toplum açısından
tehlikeliliğinin ortadan kalktığının veya önemli ölçüde azaldığının
anlaşılmasına kadar yüksek güvenlikli sağlık kurumunda tedavi altına
aldırılmasına, bir aylık süreler ile hakkında sağlık kurulu raporu tanzim
edilerek gönderilmesine karar verilmiştir.
Hükümlü hakkında, 5237 sayılı CMK’nın 231/5’inci madde ve
fıkrasında belirtilen şekilde bir mahkûmiyet hükmünün verilmemiş
bulunması karşısında, “hükmün açıklanmasının geri bırakılması”
kurumunun hükümlü hakkında uygulanması hukuken mümkün değildir.
Bu itibarla; Askerî Mahkemenin “infazın durdurulmasına ve
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığı şeklinde karar
verilmesi yönündeki talebin reddine” dair kararı sonuç itibarı ile doğru
olduğundan, hükümlünün kabule değer nitelikte bulunmayan itirazının
reddine karar verilmiştir.
477
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 232
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/18
K. No. : 2008/18
T.
: 14.2.2008
ÖZET
Mahkûmiyet hükmünün verildiği duruşma tutanağının
tüm sahifelerinin askerî hâkim ve tutanak kâtibi tarafından
imzalanarak mühürlenmiş olması, bilâhare yazılan 3 sahifeden
ibaret gerekçeli hükmün tüm sahifelerinin mühürlü ve tutanak
kâtibi tarafından imzalı olması ve diğer sahifelerinin duruşma
hâkimi tarafından imzalanması karşısında, sadece birinci
sahifesinin duruşma hâkimi tarafından imzalanmamış olması
beşerî bir hata ve dikkatsizlikten kaynaklandığından, bu
durum hükmü etkileyecek ve bozmayı gerektirecek nitelikte
bir hukuka aykırılık oluşturmamaktadır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık;
Gerekçeli hükmün bir sahifesinde hâkimin imzasının
bulunmamasının bozmayı gerektiren, hükmü etkileyecek nitelikte bir
hukuka aykırılık olup olmadığına ilişkindir.
Daire; 5271 sayılı CMK’nın 232/4’üncü maddesi hükmüne göre
duruşma hâkimi tarafından imzalanması gereken dosyadaki gerekçeli
hükmün bir sahifesinde hâkimin imzasının bulunmamasının; infaz
esnasında imzanın tamamlanma imkânının olması, yargılamanın
hızlandırılması ve usul ekonomisi hükümleri de dikkate alındığında
bozmayı gerektiren, hükmü etkileyecek nitelikte bir hukuka aykırılık
oluşturmadığını kabul ederken;
Başsavcılık; gerekçeli hükmün birinci sahifesinin duruşma hâkimi
tarafından imzalanmamasının, 5530 sayılı Kanunla değişik 353 sayılı
Kanun’un Ek-1’inci maddesi atfı ile 5271 sayılı CMK’nın 232/4’üncü
maddesi gereğince esasa etkili usul hatası teşkil ettiğini ve hükmün usul
yönünden bozulması gerektiğini ileri sürerek Daire ilamına süresinde
itiraz etmiştir.
478
Dosyadaki delil durumuna göre, sübutunda kuşku bulunmayan ve
esasen bu konuda bir ihtilâf da bulunmayan, sanığın 28.4.2007 tarihinde
işlediği emre itaatsizlikte ısrar suçundan dolayı ASCK’nın 87/1 (Birinci
cümle) ve 5237 sayılı TCK’nın 62’nci maddeleri gereğince tesis edilen
25 gün hapis cezasına ilişkin mahkûmiyet hükmünün verildiği duruşma
tutanağının tüm sahifelerinin askerî hâkim ve tutanak kâtibi tarafından
imzalanarak mühürlendiği, bilâhare yazılan 3 sahifeden ibaret gerekçeli
hükmün tüm sahifelerinin mühürlü ve tutanak kâtibi tarafından imzalı
olduğu, ancak delillerin değerlendirildiği ikinci sahifesi ile hüküm
fıkrasının bulunduğu üçüncü sahifesinin duruşma hâkimi tarafından
imzalanmasına rağmen, sadece birinci sahifesinin duruşma hâkimi
tarafından sehven imzalanmadığı, bu sahifede, sanığın kimlik
bilgilerinin, iddia ve mütalâa ile sanığın sorgu ve savunmasının yer
aldığı, birinci sahifedeki bu bilgilerin ise imzalı olan duruşma tutanakları
ve dosya kapsamı ile uyumlu olduğu, gerekçeli hükmün diğer
sahifelerinin imzalanmasına rağmen birinci sahifenin duruşma hâkimi
tarafından imzalanmamış olmasının beşerî bir hata ve dikkatsizlikten
kaynaklandığı, bu durumun, hükmü etkileyecek ve bozmayı gerektirecek
nitelikte bir hukuka aykırılık oluşturmadığı sonucuna varıldığından,
Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin 16.1.2008 tarihli ve 2008/43-105 sayılı
onama ilamına karşı, Askerî Yargıtay Başsavcılığınca yapılan, hükmün
usul yönünden bozulması gerektiğine ilişkin itiraz yerinde
görülmediğinden reddine;
İtiraza atfen hükmün; 5271 sayılı CMK’nın; 5728 sayılı
Kanun’un 562’nci maddesi ile değişik 231’inci maddesi uyarınca,
‘Hükmün açıklanmasının geri bırakılması’ konusunun mahkemesince
teemmülü bakımından bozulmasına karar verilmiştir.
479
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 232
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/72
K. No. : 2008/77
T.
: 1.5.2008
ÖZET
Askerî mahkemece, katılanın olaydan hemen sonraki
davranışlarını ve ruhsal yapısını yansıtan tanıkların
kovuşturma aşamasında yeminli olarak dinlenilmemesi ve bu
tanıkların beyanlarının sanığa atılı suçun sübutu yönünden
değerlendirilmemesi noksan soruşturma teşkil etmektedir.
Daire ile askerî mahkeme arasında ortaya çıkan ve Daireler
Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında atılı
suçtan mahkûmiyet kararı verilebilmesi için, dosyada bulunan delillerin
yeterli olup olmadığına ilişkindir.
Daire; dosyada mevcut delillerin, sanık hakkında atılı suçtan
mahkûmiyet kararı verilmesi için yeterli olduğu gerekçesiyle beraat
hükmünü bozarken,
Askerî mahkeme; sanığa yüklenen eylemin, sübut yönünden en
azından şüpheli kaldığı, mahkûmiyete yeterli kesin ve inandırıcı deliller
bulunmadığı gerekçesiyle beraat hükmünde direnmiştir.
Askerî mahkemece; sanık hakkında atılı suçtan dolayı delil
yetersizliği nedeniyle beraat hükmünde direnilirken, tanık B.K.’nın
beyanlarının; diğer tanık M.H. ve İ.T.’nin beyanlarına üstün tutmayı
gerektirecek haklı ve hukuka uygun bir neden bulunmadığı, kaldı ki tanık
B.K.’nın beyanlarının adlî muayene raporlarına da uyumlu olmadığı
gerekçelerine dayanılmış ise de;
Hazırlık soruşturması sırasında İlçe Jandarma Komutanı tarafından
tanık sıfatıyla ifadelerine başvurulan;
J.Er İ.Y.’nin, olay saatinde karakol bahçesinde nizamiye nöbetçisi
olduğunu, ilk önce karakolun üst katından bağırış-çağırışmalar
duyduğunu, ardından sanık ile katılan F.M.’nin bahçeye çıktıklarını, daha
sonra F.M.’nin ağlayarak elinde cep telefonu ile bahçe kapısına doğru
yürüdüğünü,
480
J.Er Y.Y., bağırışma sesleri üzerine bahçeye çıktığını, sanığın,
katılan F.M.’nin arkasından “Dur esas duruşa geç” diye bağırdığını,
katılan F.M.’nin yürürken “Ağlayarak bana kimse vuramaz” şeklinde
bağırdığını, dört beş adım gittikten sonra da “Bana vurmaya hakkınız
yok, hakkımda gerekli işlemi yapın” diyerek cevap verdiğini,
Beyan ettikleri dikkate alındığında, katılan F.M.’nin olaydan
hemen sonraki davranışlarını ve ruhsal yapısını yansıtan bu tanıkların
kovuşturma aşamasında, askerî mahkemece yeminli olarak
dinlenmemesinin ve sanığa atılı suçun sübutu yönünden
değerlendirilmemesinin noksan soruşturma teşkil ettiği sonucuna
varıldığından, askerî savcının ve katılan vekilinin temyizlerine atfen ve
resen, askerî mahkemenin direnmeye ilişkin 15.5.2007 tarihli, 2007/440178 Esas ve Karar sayılı beraat hükmünün bozulmasına karar verilmiştir.
481
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 232
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/166
K. No. : 2008/180
T.
: 6.11.2008
ÖZET
Hüküm ve kararların duruşmayı yöneten askerî hâkim,
subay üye, üye hâkim ve tutanak kâtibi tarafından ayrı ayrı
imzalanmasının usulü bir zorunluluk olduğundan, bilirkişi
atamasının yapıldığı 9.12.2003 tarihli duruşma tutanağında
üye hâkim imzasının bulunmaması ve bu duruşma tutanağında
yazılı usulü işlemlerin sonraki celselerde yöntemine uygun
şekilde yenilenmeden, Kanun’un bilirkişinin tayin ve
dinlenilmesine ilişkin amir hükümlerine aykırılık teşkil eden
uygulamaların hükme esas alınması hukuka aykırıdır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulu
önüne getirilen uyuşmazlığın konusu, bilirkişi tayinine ve yemin
verdirilmesine ilişkin ara kararının, duruşmaya katılan üye hâkim
tarafından imzalanmamasının hükmün bozulmasını gerektirecek bir
hukuka aykırılık teşkil edip etmediği noktasındadır.
Daire; bu eksikliğin hükmün bozulmasını zorunlu kılan bir usul
hatası oluşturduğu sonucuna varmış iken,
Başsavcılık; üye hâkimin imzasının bulunmadığı celsede yapılan
işlemin nihaî sonuç içermediğini, bu kararın her zaman
değiştirilebileceğini ileri sürerek, karara itirazda bulunmuştur.
Dava dosyasına göre; sanığın kaybına sebebiyet verdiği iddia
olunan askerî malzeme tutarının belirlenebilmesi için, 9.12.2003 tarihli
duruşmada Lv.Bnb. T.K.’nın bilirkişi olarak tayinine karar verilerek
huzura alındığı, kimlik tespitinin yapıldığı, bilirkişiliğe ve yemine engel
hâli olmadığının duruşma tutanağına geçilmesinin ardından usulüne
uygun şekilde yemin verdirildiği, raporunu hazırlayabilmesi için mehil
tanınmasını müteakiben de duruşmanın 27.1.2004 gününe bırakıldığı,
ancak tutanağının bilirkişi tayin ve yemin verdirilmesine ilişkin ara karar
482
bölümünün duruşmaya katılan üye hâkim tarafından imzalanmadığı
anlaşılmaktadır.
Ceza muhakemesi hukukunda “Hemen uygulama” ilkesinin geçerli
olması nedeniyle, işlemlerin yargılama tarihinde yürürlükte olan yasaya
göre yapılması esastır. 353 sayılı ASMKYUK’nın yukarıda açıklanan
usulü işlemin yapıldığı 9.12.2003 tarihinde yürürlükte olan mülga
180/2’nci maddesinde; “Hüküm ve kararların buna katılan askerî
mahkeme kuruluna dâhil olanlar tarafından imzalanacağı” öngörülmüş,
madde metninde ara veya nihai kararların bu uygulamanın dışında
tutulduğunu akla getirilebilecek istisnai bir hükme yer verilmemiştir.
Bu yönüyle kanun; hüküm ve kararların duruşmayı yöneten askerî
hâkim subay üye, üye hâkim ve tutanak kâtibi tarafından ayrı ayrı
imzalanmasının usulü bir zorunluluk olduğunu öngörmüştür.
Madde metninde hükümden ayrı olarak kararlar ifadesin yer
verilmesi ise, 353 sayılı Kanun’un duruşmanın yapıldığı tarihte
yürürlükte olan mülga 162’nci maddesinde sayılan yargılamayı
sonuçlandıran (Beraat, mahkûmiyet, düşme gibi) kararlar dışında, ayrıca
yargılama faaliyetlerinin sürdürülmesine yönelik (Tutuklama, sanıktanık-bilirkişi celbi, bir delilin iradından vazgeçme gibi) ara kararlarının
da askerî mahkeme kurulu üyelerince imzalanması gerektiğini ortaya
koymaktadır.
Keza, 353 sayılı Kanun’un duruşmanın yapıldığı tarihte yürürlükte
olan mülga 177’nci maddesinin duruşma tutanaklarının duruşmayı
yöneten askerî hâkim ve tutanak katibi tarafından imzalanmasının yeterli
olduğuna ilişkin düzenlemesinin, hüküm ve ara kararlarını içeren
duruşma tutanakları için geçerli olmadığı, hükümlerin ve ara kararların
mutlak surette duruşmaya katılan kurul üyeleri ve tutanak kâtibi
tarafından imzalanması gerektiği Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun
22.9.1988 tarihli ve 1988/80-93, 28.1.1993 tarihli ve 1993/10-8,
12.12.1996 tarihli ve 1996/181-181 Esas ve Karar sayılı ilamlarında da
açık bir biçimde kabul ve ifade edilmiştir.
Dosya içeriğinden anlaşılacağı gibi, 9.12.2003 tarihli celsede
huzura alınarak yemini verdirilen ve mütalâasını hazırlayabilmesi için
kendisine süre tanınan bilirkişinin 27.1.2004 tarihli duruşmaya
gelmediği, 30.3.2004 tarihli karar duruşmasına iştirak ettiği, askerî
mahkemece de herhangi bir kimlik tespiti yapılmadan, bilirkişiliğe ve
yemine engel hâli olup olmadığı irdelenmeden, yemini de verdirilmeden
mütalaasının alındığı ve dava dosyasına konulan bu mütalâanın
mahkûmiyet hükmüne doğrudan dayanak yapıldığı görülmektedir.
483
Açıklanan durum çerçevesinde; 9.12.2003 tarihli duruşma
tutanağında yazılı usulü işlemler, sonraki celselerde yöntemine uygun
şekilde yenilenmemiş ve Kanun’un bilirkişinin tayin ve dinlenilmesine
ilişkin amir hükümlerine aykırılık teşkil eden uygulamalar hükme esas
alınmıştır.
Bu itibarla; Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin askerî mahkeme
hükmünü belirtilen nedenlere dayalı olarak bozmasında kanuna aykırı bir
yön ve isabetsizlik görülmediğinden, Başsavcılığın yerinde bulunmayan
itirazının reddine karar verilmiştir.
484
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 237
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E. No. : 2008/190
K. No. : 2008/191
T.
: 27.11.2008
ÖZET
1) Kamu davasına katılan sıfatını alabilmenin en önemli
koşulu suçtan doğrudan zarar görme hâli olduğundan, sanığın
hukukî irdelemesi yapılan eylemleri ile müteveffa erin ölüm
olayı arasında herhangi illiyet bağı bulunmamasından dolayı,
müteveffanın annesinin ve babasının (Yargılama konusu
eylemden) doğrudan zarar gören kişi olarak kabulü mümkün
değildir.
2) Askerî aracın araç komutanı olan sanığın, suç
tarihinde günlük servis hizmetini tamamlamalarının ardından,
kışlaya dönmek üzere hareket hâlinde iken, araç şoförüyle
konuşarak aracı durdurup, ellerinde kazma, kürek ve sair
edevat bulunan 36 askerin ve başlarındaki uzman çavuşun
araca binmelerini sağlaması şeklinde gerçekleşen davranışının,
ellerinde tahkim edevatları ile yürüyen askerlerin bir an önce
kışlaya götürülmesi amacıyla yapıldığının ve bu nedenle askerî
hizmete aykırı bir yön içermediğinin gözden uzak tutulmaması
gerektiği gibi; başlarında iki uzman çavuşun bulunduğu sırada
sanığın araca binen askerleri teker teker sayıp, kapasite
kontrolü yapması beklenemeyeceğinden, sanıkta bu yönüyle de
talimatlara aykırı hareket etme şuur ve iradesinin
bulunmadığının kabulü zorunludur.
Daire ile askerî mahkeme arasında ortaya çıkan ve Daireler
Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlığın konusu; sanığa isnat
olunan emre itaatsizlikte ısrar suçunun sübuta erip ermediği
noktasındadır.
Daire; sanığın eylem bütünü içerisinde suç işleme kastıyla hareket
etmediği sonucuna vararak, aksi yönde değerlendirmelerle tesis edilen
mahkûmiyet hükmünü bozmuş iken,
485
Askerî mahkeme; atılı emre itaatsizlikte ısrar suçunun tüm yönleri
itibariyle oluştuğunu kabul ederek eski hükümde direnmiş ve
mahkûmiyet kararı vermiştir.
5’inci Komd.A.K.lığının güzelleştirme ve ağaçlandırma konulu
emri gereğince, Top.Atğm. Ö.K.’nın emir ve komutasında, aralarında
Top.Er E.E.’nin de bulunduğu muhtelif bölüklerde görevli otuz altı erbaş
ve er ile P.Uzm.Çvş. B.M., Top.Uzm.Çvş. İ.G., P.Uzm.Çvş. D.Ş. ve
Hv.Svn.Uzm.Çvş. F.A.’nın Anadolu Öğretmen Lisesi kuzeyinde bulunan
arazinin otlarının temizlenmesi, büyük taşlarının ayıklanması ve ağaç
dikimine hazır hâle getirilmesi için görevlendirildikleri, tüm personelin
26.10.2004 tarihinde, Top.Atğm. Ö.K.’nın emir ve komutasında, yaya
olarak ağaçlandırma bölgesine hareket ettikleri ve saat 16:00’a kadar
çalıştıkları, saat 16:15 sıralarında Atğm. Ö.K.’nın emir ve komutayı
P.Uzm.Çvş. B.M.’ye devrederek görev yerinden ayrıldığı, müteakiben
Uzman Çavuşlar D.Ş. ve F.A.’nın da izin alarak görev bölgesinden
uzaklaştıkları, otuz altı erbaş ve er ile P.Uzm.Çvş. B.M. ve
Top.Uzm.Çvş. İ.G.’nin saat 16.20 civarında ağaçlandırma sahasından
birliğe doğru yürümeye başladıkları, kışlaya 1 km mesafe kaldığı esnada
öğrenci servis hizmetiyle görevlendirilmiş olan, P.Onb. M.K.E.’nin sevk
ve idaresindeki, 133060 plâkalı kapalı MAN aracının yol kenarında
ilerlemekte olan askerlerin yanından geçerken, araç komutanı sanık
P.Onb. M.A.’nın talimatıyla durduğu, sanığın araçtan inerek P.Uzm.Çvş.
B.M. ile görüştüğü, ‘Alaya gidiyorsanız araç boş, sizi götüreyim’ dediği,
Uzm.Çvş. B.M.’nin de kabul etmesi üzerine otuz altı erbaş ve er ile
Uzm.Çvş. İ.G.’nin ellerindeki kazma, kürek, çapa gibi malzemelerle
birlikte, orta kapıyı kullanmak suretiyle araca bindikleri, Uzm.Çvş.
İ.G.’nin emir vererek herkesin oturmasını, ayakta kimsenin kalmamasını
söylediği, E.E.’nin aracın orta kısmındaki oturma yerlerine oturduğu,
kalabalık olmasından dolayı birkaç kişinin ayakta kaldıkları, bu hâliyle
aracın arka tarafında araç muhafızı H.S. ile birlikte otuz sekiz kişinin
bulunduğu, aracın ikaz düğmesine basılarak hazır olduklarının
bildirilmesi üzerine, araç şoförünün aracı hareket ettirdiği, birkaç saniye
sonra Er E.E.’nin oturduğu yerden kalkarak arka kapıya doğru yöneldiği,
kapıya yaslanarak kapı kolundan tuttuğu, 100 metre kadar bu şekilde
gidildikten sonra, araç şoförünün, yaklaşık 25-30 km süratle sürdüğü
aracının vitesini değiştirdiği, vites değiştirilmesini müteakip aracın
birden hızlandığı ve araçta sarsıntı meydana geldiği, hemen akabinde de
aracın arka kapısının açıldığı ve Top.Er E.E.’nin sırt üstü yere düştüğü,
düşme sonucu yaralanan E.E.’nin yapılan tüm tıbbî müdahâlelere rağmen
486
kurtarılamadığı sabit olup, esasen bu konuda herhangi bir uyuşmazlık
bulunmamaktadır.
Oluş biçimi yukarıda özetlenen olay nedeniyle, askerî mahkeme
sanığın emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediğini kabul ederek
mahkûmiyet hükmü kurmuş, bu hüküm ölen E.E.’nin anne ve babasının
vekili tarafından, davaya katılma istemlerinin kabul edilmemiş olmasının
hukuka aykırı olduğu öne sürülerek temyiz edilmiştir.
1) N.E. ve M.E. vekilinin temyiz istemi ile ilgili olarak yapılan
incelemede;
353 sayılı Kanun’un 206 ve CMK’nın 237/2’nci maddeleri
gereğince temyiz istemi hakkında yapılacak incelemede öncelikle,
katılma talebinde bulunanların buna hakları olup olmadığı, yargılama
konusu yapılan eylem ile ilgili olarak suçtan zarar gören kişi olup
olmadıkları hususlarının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
‘Suçtan zarar 

Benzer belgeler