ÇILGIN DENİZCİLER Okyanus adalarındaki demir yerlerinin
Transkript
ÇILGIN DENİZCİLER Okyanus adalarındaki demir yerlerinin
dünyanın ucuna yolculuk OSMAN ATASOY ARŞİPELDE SON YOLCULUK C abo Verde adalarında da farklı bir durumla karşılaşmıyoruz. Günü sallanmadan geçireceğimiz, gece acaba ölü denizler teknenin kıçını karaya mı döndürdü diye tasalanmadan uyuyabileceğimiz koyların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Okyanusun sonu gelmez ölü dalgaları, en korunaklı görünen koylara bile bir yolunu bulup giriyor. Sao Antaon adasının batısındaki Tarafal adlı koyun sakin olduğunu söylemişlerdi. Ancak koya girdiğimizde hiç de söylendiği gibi olmadığını gördük. Kuzeybatıdan gelen dev soluğanlar sahilde gümbürdeyerek kırılıyordu. Dalgalardan yükselen köpükler beyaz bir sis tabakası gibi sahilin üzerini kaplamıştı. Koyun ortalarında derinlik 30, 40 metre, demirlemek mümkün değil. Demirlemeye müsait 10 metrelik hat ise kıyıya çok yakın. Okyanus adalarındaki demir yerlerinin çoğunda aynı dertten mustaripiz. Hâlâ Gökova koylarının konforunu mu arıyoruz ne. Hâlbuki buralar Güney Ege koylarından ne kadar farklı. www.osmanatasoy.org ÇILGIN DENİZCİLER Ağır yolla sahile doğru sokulurken bir Fransız teknesinin buraya demirlemiş olduğunu hayretle gördük. Tekne sahile o kadar yakındı ki, önce dalgalarla kıyıya vurmuş sandık. Ölü denizlerin çukuruna girdiğinde tekne direk dibine kadar gözden kayboluyordu. Bazı Fransız denizciler risk almaktan, tehlikeli yerlere gitmekten sanki özel bir zevk alıyorlar. Anlaşılan bu da o gözü kara Fransız denizcilerden. Bizim içinse buraya demirlemek söz konusu bile olamaz. Tehlikenin varlığı çok açık bir şekilde görülüyor. Eğer demir tararsak, daha taradığımızın farkına bile varmadan soluğu karada alacağımız gün gibi açık. Bir sonraki demir yeri 126 mil güneyde, bir günlük yolda. Koydan çıkıp yelkenlerimizi basıyoruz. Eğer rüzgâr varsa soluğanların etkisi açık denizde hissedilmiyor. Güneş batınca hava kararıyor, bir süre sonra ise gecenin aydınlığı başlıyor. Uzaklar II, milyonlarca yıldızın aydınlattığı gök kubbenin altında kayarak sessizce yol alıyor. Büyük bir yunus sürüsü uzun süre tekneye eşlik ediyor. Gecenin sessizliğini bozan yegâne ses yunusların nefes alıp verişleri. Bazen içlerinden biri sudan fırlayıp bir süre havada asılı kalıyor, sonra “pat” diye tekrar karın üstü suya düşüyor. Okyanusun sonu gelmez ölü dalgaları, en korunaklı görünen koylara bile bir yolunu bulup giriyor. 138 MART 2010 MBY MBY MART 2010 139 dünyanın ucuna yolculuk OSMAN ATASOY BU ADADA KALAMAZSINIZ Faja d’Agua köyü... Fogo Adası’ndaki liman polisi evraklarımızı inceledikten sonra gözlüklerinin üzerinden bakarak başını salladı, “Siz ülkeden çıkış yapmışsınız, burada kalamazsınız.” Dediği doğruydu, Mindelo’dan ayrılırken Cabo Verde Cumhuriyeti’nden çıkışımızı yapmıştık. Çünkü güneydeki adalarda giriş-çıkış işlemleri yapılmıyordu. Ama biz bu adalara da uğramak istiyorduk. Bu adaları görmenin resmi yolu ise çıkış yapmadan gelmek, sonra da rüzgâra ve akıntıya karşı 100 mil geri dönüp pasaportları damgalatmaktı. Yani hiçbir yelkencinin göze alamayacağı bir yol… Ancak bunları karşımdaki üniformalı görevliye anlatıp kabul ettirmem mümkün değildi. “Ama biz bu güzel adayı görmek istiyoruz” dedim. Saatine bakarak, “Size 24 saat süre veriyorum o zaman” diye cevapladı. “Bu süre çok az, yetmez, üstelik teknede yapacak işlerimiz de var.” Sahiden de teknenin altını temizlemek, ikiz yelkenlerin kırılan gönderlerini tamir etmek gerekiyordu. Yaşlıca komiser teknede yapacak işlerimiz olduğunu duyunca rahatladı, “Kaç gün kalmak istersiniz?” TEKNE SİGORTASI Okyanus aşırı seyahatlere çıkan küçük tekneleri Türkiye’de sigorta ettirmek hâlâ kolay değil. Daha önceki yıllarda ise böyle bir şey mümkün dahi değildi. İlk seyahatimizde bütün çabalarımıza rağmen Uzaklar’ı sigorta ettirememiştik. Tek sigortamız yanımızda taşıdığımız nazar boncuklarıydı! Neyse ki her yana astığımız boncuklar koruma görevlerini eksiksiz yerine getirmiş, bir aksilikle karşılaşmadan seyahati tamamlamıştık. Bu seyahate çıkarken nazar boncuklarımız en kritik noktalarda gene görev başındaydılar. Ancak bu sefer, geleneksel olana ilaveten bir de modern korunma metodumuz vardı. Anadolu Sigorta tekneyi sigorta etmişti. Birkaç yazışmadan sonra süresi dolan sigortayı bir yıl daha uzattık. 140 MART 2010 MBY bir yere yazıyorlar, ne de belgesel hazırlamak için video çekiyorlar. Alçak gönüllü bu iki kız kardeşin, Amerikalıların her yıl ekstrem seyahatler yapan denizcilere verdiği, itibarlı ‘Blue Water Medal’ ödülünün sahibi olduğunu bile tesadüfen öğrendik. Fransa’da ülkenin deniz aşırı topraklarında çalışanlara çift maaş veriliyormuş. Bizdeki ‘mahrumiyet bölgesi’ durumunun bir benzeri… İkisi de matematik öğretmeni olduğundan bazen okyanus adalarında durup çalışarak biraz para biriktiriyor, sonra yollarına devam ediyorlarmış. UZUN YOL DENİZCİLERİ Uzaklar II, Brava adasının Faja d’Agua koyuna girerken önümüzde şekillenmeye başlayan yeşil vadiye büyülenmiş gibi bakıyorduk. Burası Cabo Verde’deki son durağımız olacaktı. Uzun yol denizcileri arasında kurulan arkadaşlıklar karadaki dostluklardan farklı oluyor. Aynı amaca yönelik insanlar arasındaki bir tür kader birliğine benziyor. Dünya denizlerinde O DA NE? Ertesi sabah derinden gelen bir homurtuyla uyandım. Yatağın üzerindeki kaporta kapağından başımı uzattığımda gözlerim fal taşı gibi açıldı. Kocaman bir geminin kıç güvertesi çelikten bir duvar gibi önümde yükseliyordu. Parmaklıklara yaslanmış siyahî bir yerli beni görünce bembeyaz dişlerini göstererek gülümsedi. Şortumu giyip havuzluğa fırladım. Sal Rei adlı yolcu gemisi limanın içinde manevra yapıyordu. Buraya bu boyutta bir geminin girebileceğine, kendi gözlerimle görmesem inanmazdım. Küçücük bir balıkçı barınağını andıran limana biz bile zorlukla girip baştan demir, kıçtan koltuk bağlanmıştık. Ama kaptan, o koca gemiyi minyatür limanın içinde kendi ekseni etrafında döndürüp o kadar ustalıkla rıhtıma yanaştırdı ki, hayran kaldım. Kaptanın maharetine diyecek yoktu, ancak gemi Uzaklar’ı sıyırırcasına manevra yaparken gene de yüreğim ağzıma geldi. Hafifçe değse bile büyük zarar verebilirdi. Aksi gibi sigortamızın süresi de birkaç gün önce dolmuştu. girerken önümüzde şekillenmeye başlayan yeşil vadiye büyülenmiş gibi bakıyorduk. Burası Cabo Verde’deki son durağımız olacaktı. Daha demir zincirimiz koyun lacivert sularına akarken ikimiz de aynı kanıya varmıştık; bir süredir üzerinde seyrettiğimiz arşipelin en güzel koyuna demirliyorduk. Yarım ay şeklindeki koyun dibinde, daracık bir kıyı bandında küçük bir köyün evleri uzanıyordu. Rengârenk boyanmış iki katlı taş evlerin hemen arkasında duvar gibi dimdik yükselen yamaçlar yeşil bir bitki örtüsüyle kaplıydı. Sarp tepelerin sivri zirveleri bulutlara değiyordu. Mor gölgeli girintilere dikilmiş mango, papaya ve muz ağaçlarının kokusu demir yerine kadar geliyordu. Kanarya Adalarında tanıştığımız Fransız kız kardeşlerin teknesi Maris Stella da buraya demirlemiş. Botu indirip o tarafa doğru kürek çekmeye başladık. SEKSTANT DERSİ Sibel ne zamandır sekstant kullanmayı öğrenmek istiyordu. Teknede sekstant var. Üstelik gerekli hesapların yapılmasına yarayan ‘Notik Almanak’ımız da mevcut. Her yıl yenisi çıkan Sibel, Jacqueline’in makinesinde minder kılıflarını dikti. İki kurt denizci, Christiane ve Jacqueline. Geçmişin küçük teknelerle ilgilenmeyen, onları dikkate dahi almayan sigortacılarının aksine, şirketin genel müdürü Mustafa Su bir de mesaj göndermek inceliğini göstermiş, “(…) Size kolaylıklar diliyorum. Yaptığınız işin öneminin farkındayız. İnşallah başarıyla ve sağlıkla bu seyahatinizi tamamlarsınız. (…)” ARTVİN’DEN FOGO’YA Okyanusun ortasındaki bu küçücük ve her yere uzak adada bir Türk’le karşılaşmak bizi pek şaşırtmadı. Dünyanın en ücra köşelerinde bile karşımıza bir Türk’ün çıkabileceği düşüncesine artık alışmıştık. Ancak Artvinli Mustafa Eren Uzaklar II’nin havuzluğunda ikinci çayını içerken hâlâ şaşkındı. “Fogo’da bir Türk teknesi ha…” diye söylenmeye devam ediyordu. Almanya’da mühendislik öğrenimi gören ve aynı zamanda dağcı olan Mustafa, adadaki volkana çıkan yürüyüş yolunun yapılması işinde çalışmak üzere buraya gelmiş. Tehlikeli doruklardan Sadece Cabo Verde’de yaşayan Passarrinha kuşu. Faja d’Agua koyu, Pasifik adalarına benziyor. Ekmek meyvesi. Uzun yol denizcileri arasında kurulan arkadaşlıklar karadaki dostluklardan farklı oluyor. Aynı amaca yönelik insanlar arasındaki bir tür kader birliğine benziyor. dolaşarak zirveye çıkan tel halatın döşenmesi oldukça uzun sürmüş. Issız dağ yamaçlarında aylarca çalışmış. İş bittikten sonra adadan ayrılmaya hazırlanırken güzel bir yerli kızına gönlünü kaptırmış. Karadeniz’in sarp yamaçlarından Almanya’ya, oradan da okyanusun ortasındaki bu minik adaya uzanan ilginç bir hayat hikâyesi... Mustafa adaya yerleştikten sonra kendi işini kurmuş. Marissa adlı eşiyle birlikte pansiyon işletiyorlar. Aynı zamanda dağ rehberliği yapıyor. Hayatından çok memnun... Üstelik yakında bir bebekleri olacakmış! Adalılar hakkındaki gözlemlerine bakılırsa çocuğunu huzurlu bir ortamda büyüteceği için de mutlu. Mustafa yerlilerin son derece barışçı bir yapıya sahip olduklarını şöyle anlatıyor, “Bizde kavga çıkarmak çok kolaydır, ama burada kimse kavga etmez, isteseniz de ettiremezsiniz.” EN GÜZEL KOY Uzaklar II, Brava adasının Faja d’Agua koyuna almanağın son baskısını SHOD Başkanı Tuğamiral Mustafa İpteş, eksik olmasın ta Kanarya Adalarına yollamıştı. Ancak ben yıllardır elimi sürmediğim sekstantı kullanmayı unutmuşum. Jacqueline’den rica ettik, bir gün gelip Sibel’e ders verdi, bana da unuttuklarımı hatırlattı. Sibel aldığı rasatlardan çıkardığı mevkileri haritaya koydu. Sonra GPS’i açıp kesin mevkiimizi aldık. Onu da haritaya geçtik. İkisi arasındaki fark sadece birkaç mil çıktı. İlk defa sekstant kullanan biri için gayet başarılı bir sonuç. Brava adasındaki son günler tekneyi ve kendimizi önümüzdeki uzun okyanus yolculuğuna hazırlamakla geçti. Güney Amerika’da ilk durağımız Brezilya olacak. Önümüzde bilinmezliklerle dolu 2 bin mile yakın bir okyanus seyri uzanıyor. Kısmetse birkaç gün sonra yola çıkıyoruz. MBY karayla kalıcı bağlarını koparmış, teknelerini evleri yapmış bir kitle dolaşıyor. Farklı kültürlerden ve yaş gruplarından gelen bu insanlar gittikleri her yeni limanda, koyda, demir yerinde birbirlerini buluyorlar. Kimse karşısındakinin milliyetini, dinini merak etmiyor. Bu tür özellikler onları ilgilendirmiyor bile. İlişkilerin temelini yardımlaşma oluşturuyor. Ama bu özünde çıkar taşımayan, katıksız türden bir yardımlaşma. Akşam bir teknenin havuzluğunda toplanmış sohbet eden denizciler, ertesi sabah herkesin bir başka yöne doğru yelken açacağını, belki de bir daha birbirlerini hiç görmeyeceklerini biliyorlar. İKİ KURT DENİZCİ Jacqueline ve Christian otuz dört senedir dünya denizlerinde dolaşıyor. İkisi de hiç evlenmemiş. Bu süre zarfında dünyanın çevresinde üç kere dönmüşler. 12 metre boyundaki alüminyum tekneleriyle Magellan Boğazı, Falkland Adaları, Kuzey Amerika, Japonya, Antarktika Adaları gibi klasik dünya seyahatlerinin rotaları dışındaki yerlere gitmişler. Şimdi dördüncü turlarını yapıyorlar. Ama bunu dünya seyahati olarak yapmıyorlar. Onlar sadece gidiyorlar… Kendilerini duyurmak, başka insanlara göstermek gibi bir gayret içinde değiller. Yaptıklarından bahsetmeyi sevmiyorlar. Ne Sibel sekstant kullanmayı öğreniyor. MBY MART 2010 141
Benzer belgeler
devamı... - OsmanAtasoy.org
Mustafa İpteş, eksik olmasın ta Kanarya Adalarına yollamıştı. Ancak ben yıllardır elimi sürmediğim sekstantı kullanmayı unutmuşum. Jacqueline’den rica ettik, bir gün gelip Sibel’e ders verdi, bana ...
DetaylıO gün Lauro Barcello`nun ofisine girdiğimizde
denizcilerin Sibel’i eleştirdiklerini duyunca şaşırıyorum. Fransız denizciler, “Bizim başımıza gelse hiç direnmezdik. Üzerimizde ne varsa çıkarır verirdik,” diyorlar. Hâlbuki ben Sibel’in doğru ola...
DetaylıSponsorluk, bu gibi uzun okyanus yolculuklarının ruhuna ters düşer
Seyahati” adlı kitabımda anlattım.) Ancak Uzaklar’ı yola hazırlamak için yola çıkmadan bir miktar daha desteğe
DetaylıDünyanın ucuna yolculuk
Hâlâ Gökova koylarının konforunu mu arıyoruz ne. Hâlbuki buralar Güney Ege koylarından ne kadar farklı. www.osmanatasoy.org
Detaylı