Sayı 3 - WordPress.com

Transkript

Sayı 3 - WordPress.com
Aytül KASAPOĞLU*
HOCAM SELÇUK CANER ĠLE BĠR SÖYLEġĠ
Ankara Cumhuriyet Lisesinin karizmatik öğretmenlerinin baĢında gelen
Selçuk Caner
edebiyat kolu öğrencilerinin önce psikoloji daha sonra sosyoloji ve felsefe derslerine girerdi.
Kanımca minyon yapısına karĢılık
çok muntazam vücut hatları ve dimdik duruĢu ilk
hatırlananlar arasındadır. Hiç oturmadan sıraların aralarında dolaĢarak çok iyi hazırlandığı
belli olan derslerimizi adeta nefes almadan anlatırken
bu anlatıĢ tarzının ve ses tonunun
gözümüzde daha da büyürdü. Onun
çok etkileyici olduğunu itiraf etmeliyim.
Bir çok
hocamızın bezgin ve yorgun tavırları karĢısında onun heyecan ve Ģevkle ders anlatıĢı bizleri
adeta mest ederdi. Ayrıca o zamanlar önce derslerde acele ile notlar tutulur ve sonra evde
temize çekilirdi. Daha doğrusu notları fotokopi etme imkanı olmadığı için, benim gibi bazı
derse ilgi duyanlar evde renkli kalemlerle ders notlarımızı itina ile temize çeker ve sonra
arkadaĢlarımıza verirdik. Ben aradan 43 sene geçmesine rağmen 1967-1968 yıllarındaki
felsefe ve mantık defterlerimi hala saklamaktayım. Hatta Üniversite yıllarımda bunlardan
yararlandığımı bile hatırlıyorum. Çünkü Selçuk Hocam gerçekten son derece sistematik
olarak ders anlatır, not tutmamıza olanak sağlar, dersi derste öğretirdi. Ayrıca fen derslerimde
de belirli bir baĢarı göstermiĢ olmakla birlikte, sosyoloji ve felsefe notlarımın her zaman çok
yüksek olması ve Selçuk Hocam tarafından baĢarılı olduğumun vurgulanması beni son derece
gururlandırıyordu. Daha doğrusu beğendiğiniz kiĢi tarafından takdir edilmenin verdiği haz
bambaĢkaydı. Anlatılması güç duygular aleminde yüzdüğümü ve hayaller kurduğumu
anımsıyorum.
Bugün 2011 yılından geriye baktığımda aslında Selçuk Caner‟in derslerdeki hali ve tavrının
beni çok etkilediğini, onun gibi olmak isteğiyle sosyoloji okuduğumu daha iyi anlıyorum.
Çünkü 1968 yılında ODTÜ dıĢında merkezi olarak yapılan üniversite sınav sonuçları
geldiğinde sosyal puanımın daha yüksek olduğu ortaya çıkmıĢtı. O yıllarda da Ģimdi olduğu
gibi önce puanlar gelir daha sonra tercihler yapılırdı. Benim puanımın Hukuk Fakültesini de
tuttuğunu gören rahmetli babam
hukuk okumamda ısrarlı olduğunda ona karĢı çıkarak
kaydımı Tıp Fakültesi dıĢındaki bölümleri pek tanınmayan Hacettepe Sosyoloji Bölümüne
yaptırmıĢtım. Hatta bu yüzden ailem ile aram açılmıĢ ve anneannemin yanında kalmaya
*Prof. Dr., Ankara Üniversitesi DTCF Sosyoloji Bölüm BaĢkanı
1
baĢlamıĢtım. Oldukça baĢarılı ve severek okuduğum Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji
Bölümünden 1973 yılında yüksek lisans derecesi ile mezun oldum. ÇeĢitli kamu
kuruluĢlarında çalıĢtıktan sonra 1978 yılında DTCF Sosyoloji Bölümüne asistan olarak
girdiğimde sınav jürimde olan Fatma TaĢkıngöl BaĢaran‟ın Selçuk Caner „in akrabası
olduğunu ve Selçuk Hocamın ondan etkilenerek DTCF‟ye geldiğini öğrenince hem ĢaĢırdım
hem de çok mutlu oldum. Artık bu kadar tesadüf olamaz diye düĢünürken, Selçuk Caner
Hocam ile Arkent/Burhaniye‟de yazlık komĢusu olduğumuz ortaya çıktı. Onlar Martı
Koyunda biz Gemiyatağı Koyunda idik.
Son 30 yıl içinde sadece hoca ve öğrencisi diyalogu içinde merhabalaĢırken birden benim 61
hocamın da 83 yaĢına ulaĢmıĢ olmasının verdiği telaĢ ve biraz da sorumluluk bilinciyle
kendisinden randevu alarak aĢağıda özetlediğim mülakatı yaptım. Hocamı bu görüĢme
oldukça yordu ama hiçbir zaman heyecanını kaybetmeyen bu Cumhuriyet çınarını daha iyi
tanımak fırsatını bana vererek çok mutlu etti. ĠĢte bu yazı böyle bir paylaĢım duygusunun
sonucudur.
Kısa özgeçmiĢ
Babası Selanik/Rumelili,
annesi Midillili olan Selçuk Caner
15 ġubat 1928 Ġzmir
doğumludur. Batı tarzı eğitimden geçtiğini belirtirken, özellikle ilk okulda mandolinle batı
müziği parçaları çalmayı öğrendiklerini hatta Mösyö Prosen‟ den müzik dersi aldıklarını
anımsamaktadır.
1945-46 öğretim döneminde
Ġzmir Kız Lisesinden mezun olan Selçuk Caner, felsefe
öğretmeni Vedide Baha Pars‟dan etkilenerek felsefe okumaya karar verir. Vedide Baha Pars
Columbia Üniversitesinde felsefe okumuĢtur ve aynı zamanda Ġzmir Kız Lisesinin de
müdürüdür. O sıralarda Dil – ve Tarih Coğrafya Fakültesinde baba tarafından kuzeni Aygen
Ertur ve anne tarafından kuzeni Fatma TaĢkıngöl (BaĢaran ) de okumaktadır. Ankara‟da ilk
yıl halasının yanında kalır. Ġkinci sınıfta iken o sıralarda Ankara‟da görevli olup mesleği
asker olan eĢiyle evlenerek eğitimini sürdürme olanağı bulur. Sınavlar o zamanlar iki yılda bir
yapılmaktadır.
Selçuk Hocam, DTCF‟de yaĢanan 1947 Tasfiyesi sırasında üniversiteye baĢlamıĢ ve 1951
yılında mezun olmuĢtur. Bölümde
Profesör Prat‟ın
Ġngilizce olarak verdiği dersler bir
yardımcısı tarafından Türkçe‟ ye çevrilmektedir. Behice Boran, Niyazi Berkes, Mehmet
2
Karasan‟dan sosyoloji;
Nusret Hızır , Necati Akder‟den felsefe
ve Ġlahiyattan gelen
Pprofesör Hamdi Ragıp Atademir‟ den de mantık dersleri alır. Mubahat Küyel, Sevim Tekeli
ve Fatma TaĢkıngöl ise bölüm asistanlarıdır. O sırada bazı ünlü isimler de DTCF „ de
öğrencidir. Örneğin Özden Ġnönü gibi. Her öğrencinin bir seminer hazırladığı dönemlerdir.
Ayrıca Ġngilizce seçmeli ders olarak okutulmaktadır. Nitekim aldığı iki Ġngilizce dersi daha
sonra ortaokulda Ġngilizce hocası olmasına olanak sağlar. Hatta bir yıl Ġngiltere‟ye gitmesine
de vesile olur.
Hocalarla ilgili anılar:
Felsefe Bölümüne felsefe hocası olmak üzere geldiği için daha fazla onlarla ilgili anılarını
paylaĢtığını düĢündüğüm hocama göre:
Nusret Hızır : “Felsefe Tarihi hocamızdı. Sol tandanslı olduğu söylenirdi. Babacan ve
yardımcı olduğu için kendisinden bitirme tezimi alınca arkadaĢlarım hayret ettiler ve nasıl
tez aldın dediler. Oysa ben, evli bir öğrenci olarak bir an önce mezun olmak istemekteydim.
Aydınlatıcı bir hoca olduğu için derslerine bayılırdım; ayrıca tezime çok yardımcı oldu ve
mezun olabildim ” demektedir.
Necati Akder : “Çok detaycıydı, kafayı yerdik. Derslerde kitaptan okur gibiydi, pek
anlaĢılmazdı.”
Hamdi Ragıp Atademir : “Amiyane bilgiler anlatırdı. Adeta lise dersi gibi ders verirdi. Mantık
dersinde o kadar aynı Ģeyleri tekrar ederdi ki, ezberlemiĢtik artık. Ayrıca “d” harfini telaffuz
edemezdi, “tıĢarda” derdi.”
Behice Boran:” Ġlk yıl dersimize geldi. Toplumda tekamül, değiĢim, evrim üzerinde çok
dururdu. Dersleri tahtaya tablo çizerek karĢılaĢtırmalar yaparak anlatırdı.”
3
Mesleki yaĢantı
1951 yılında DTCF Felsefe Bölümünden mezun olduktan sonra 1952 yılında kızı Candan
dünyaya gelir. Ġlk çalıĢma yaĢamına eĢinin görevi nedeniyle gittiği Ezine /Çanakkale
Ortaokulunda bir yıl ek ders ücretli olarak Ev Ġdaresi dersi vererek baĢlar. Ankara‟ya tayin
olduklarında ise Gazi Terbiye Kız Öğretmen Okulunda kısa süreli meslek dersi öğretmenliği
yapar. Burada Eğitim Psikolojisi ve Eğitim Sosyolojisi derslerini verir. Daha sonra yine
eĢinin tayini nedeniyle gittiği Konya Lisesinde bitirme sınavlarında mümeyyiz olursa da
tekrar Ankara‟ya gelir.
27 Mayıs 1960 Ġhtilaline kadar TED Ankara Kolejinde felsefe
hocalığı yapar. 1960 yılında TED‟den istifa ederek eĢinin tayin edildiği Erzurum‟a gider ve
1965 yılına kadar burada çalıĢır. Daha sonra 1965 yılında felsefe hocası olarak geldiği
Ankara Cumhuriyet Lisesinden 1978 yılında emekli olur.
Erzurum Lisesindeki anıları oldukça zengin
ve etkileyicidir.”Mesleki hayatımda felsefe
hocası olduğum için etraftan bana çok imtiyazlar verildi. A ! Hocam siz yaparsanız dediler.
Hiç unutmam Erzurum Lisesi Kültür Gecesi düzenledim. Ziya Gökalp‟in Türkçülük anlayıĢı
ve Atatürk arasındaki iliĢkileri göstermek istedim. Müdürümüz tarihçi Ali Rifat Ergeçe bana
dikkat et! Irkçılığa kaçma dedi. Ona bizde siyaset olmaz dedim. Davul ve zurna eĢliğinde
halk dansları ekibi getirdim. Erzurum Barı çaldırdım. Tüm Erzurum halkı gelmiĢti.” diye
anlatırken son derece gururluydu.
Öte yandan yine Erzurum‟da olduğu yıllarda “Atatürk Üniversitesinde Sosyoloji Bölümü
kurmak üzere ABD/ Nebreska‟ya yollayalım dediler ama gitmedim. Sanırım daha sonra
baĢkalarını gönderdiler” der.
Selçuk Caner’den DTCF’de öğrenci iken yaĢadığı sorunlara yönelik yanıtlar :
ÇeĢitli
psikolojik,
toplumsal,yasal
sınırlamalar
nedeniyle
her
konunun
derslerde
tartıĢılamaması ve aktarmacılık yönü ağır basan eğitim yüzünden ülke gerçeklerine yönelik
eğitim yapılması konusunda :
“18 yaĢında gitmiĢtim. Hiç siyaset ile ilgim yoktu. Felsefe Bölümü dördüncü kattaydı. AĢağı
katlarda kıyametler kopuyordu. Fatma Ablama (TaĢkıngöl)
bunlar nedir dediğimde sen
4
oralara gitme dedi ve ben hiç gitmedim. Hocalarımız derslerde hiç ülke gerçeklerine
değinmezlerdi. Ödleri kopardı.”demektedir.
Buradan 1947 tasfiyesinin etkilerini anlamak mümkün olmaktadır. Öyle ki, fazlaca ülke
gerçeklerine yöneldikleri için sakıncalı bulunan hocalarının soruĢturulduğundan habersizdir.
Ayrıca, Yurt ve Dünya ile
Adımlar
dergilerinin izlerinin kısa zamanda silindiği
“Çıkardıkları dergileri duydum ama görmedim” Ģeklindeki ifadesinden anlaĢılmaktadır.
Sosyologluğun salt bir meslek olmaktan öte bir yaĢam tarzı olduğunun bilincinde olunması
konusunda . “Her gittiğim yerde
Ġzmir Alsancaklı olduğumu unuttum. Hep pozitif
düĢündüm” diyerek bir sosyolog olmanın ötesinde bir öğretmen olarak mesleğine kendini
adadığını belirtmiĢtir.
Bölümde yeterli sayıda sosyoloji dersi açıldığı kanısında olan Caner, Behice Boran, Niyazi
Berkes ve Mehmet Karasan‟ dan aldığı dersleri anarken ve “onlar komünist değillerdi”
demiĢtir. Buna karĢılık bölümde konunun uzmanı olmayan kiĢilere ders verdirilmesini önemli
bir sorun olarak gördüğünü belirtirken “Necati Akder bilgili değildi” vurgusunu yapmıĢtır.
Lisans eğitiminin mezuniyet sonrası mesleki uygulamalara yönelik olmaması ve bölüm ile
mezunları istihdam eden kuruluĢlar arasındaki iliĢkiler
düĢüncelere sahiptir.
konusunda ise, oldukça olumsuz
DTCF‟nin bir çok bölümü o yıllarda öğretmen yetiĢtirmek üzere
kurulmasına rağmen felsefe bölümünde pedagojik formasyon dersleri ve staj olanağı
bulunmamaktadır: “Ben bankada memur olmayacaktım. Lisede felsefe hocası olacaktım.
Ancak derslerde formasyon ile ilgili bir Ģey kazanamadık. Kuramsal bilgiler verdiler. Ben
Ankara‟da iken Gazi Terbiye Enstitüsünde Eğitim Psikolojisi ve Eğitim sosyolojisi derslerini
kendi kendime hazırlanarak, öğrenerek verdim. Bizim zamanımızda staj yoktu.”
Eğitimin adeta yüksek bir lise anlayıĢında sürdürüldüğü görüĢüne itiraz ederek, “Lise gibi
değildi. Baskı yoktu. Okudum ve yeni bilgiler öğrendim ve çok faydalandım.” diyerek bu
konuda önemli bir sorun yaĢamadıklarını ifade etmiĢtir.
Seçmeli ders sayısının bölümde önemli bir sorun olduğunu ve sadece Ġngilizce derslerini
seçmeli aldıklarını belirtmiĢtir. Ancak gerek ortaokul Ġngilizce dersi hocalığı hakkını elde
5
etmesinde gerekse Londra‟ya gitmesinde bu derslerin katkısını belirtmekten de geri
durmamıĢtır.
Derslerde konuların kolaylıkla politik, ideolojik boyutlara indirgenebilir olması konusunda:
“Hiçbirisine kaymadım. Hepsini öğrendim. Atatürk milliyetçiliğine yakın olduğum için, onun
dıĢına çıkmadım, ona taptım.” değerlendirmesini yapmıĢtır. Cumhuriyetin ilk kuĢaklarının
sahip olduğu bu duygular onların Atatürk Devrimlerinin taĢıyıcısı olma misyonuna sahip
olduklarının önemli göstergelerindendir.
Sosyoloji alanında elde edilmiĢ bilgilerin çok hızlı değiĢip geçerliklerini yitirmesi konusunda
ise: “Gerçek çok hızlı değiĢiyordu. Oysa biz hızlı değiĢmiyorduk. O bizim dıĢımızda
kalıyordu” diyerek son derece gerçekçi bir yorum getirmiĢtir. Evet ne yazık ki, değiĢmeye
ayak uyduramayanlar arasında eğitimliler de bulunmaktadır.
Sosyoloji kelimesinin zihinlerde uyandırdığı çağrıĢım ve yarattığı imaj konusunda hiç sorun
yaĢamadığını Ģöyle ifade etmiĢtir: “Herkes arkadaĢım oldu; çok güzel vakit geçirdik.”
AnlaĢılan Selçuk Caner lise felsefe öğretmenliği kimliğinin toplumda saygın bir konum elde
etmek için yeterli olduğu dönemlerde mesleki yaĢamını sürdürmüĢ Ģanslı bir kiĢiydi.
Genel olarak sosyoloji eğitimin amacının belirsiz olması konusunu da fazlaca sorun
etmediğini Ģu ifadelerinden çıkarmak mümkün görünmektedir:” Derslerde
çok geniĢ,
evrensel bilgiler verildi. BaĢı sıkıĢan bize gelirdi.” Aslında bu yanıtlarda onun felsefe hocası
kimliğinin ağır bastığını göz ardı etmemek gerekmektedir.
Sosyologlardan beklenen niteliklerin belirsiz olması konusunda da benzer bir yanıt vermesi
değerlendirmemizi güçlendirmektedir: “Sosyologlardan beklenen konusunda bilgim yoktu.
Lise hocası olarak derslerde teorik olarak benden
bekleneni verdim.” Aynı Ģekilde
“Ülkedeki sosyolog sayısı ile de ilgilenmedim. Öğretmenlik
yaparım diye düĢündüm”
Ģeklindeki yanıtı da onun 1946 daki felsefe hocası olmak hedefi ile son derece tutarlıydı. O
aldığı sistematik ve bilimsel eğitim sonucunda kazandıklarını öğrencilerine aktarmayı
öğrenmiĢti. Bunun dıĢına çıkmak ihtiyacı duymamıĢtı. Ama bu söylemine rağmen o örnek bir
kiĢiliğe sahipti. Bu kiĢilik yapısı bile tek baĢına etkileyici olmasına yeterliydi.
6
Derslikler, kantin ve tuvalet gibi alt yapı sorunları olmadığını “ Öğrenci sayısı 25-30 kadardı.
Derslik ve tuvalet sorunu yoktu” diye ifade etmiĢtir.
Türkçe
kaynak kitapların azlığı sorununa gelince, konunun son derece pratik olarak
çözümlendiğini Ģu sözlerinden anlamak mümkündür: “Derslerde yabancı kaynaklardan çeviri
notlar okutulurdu. ArkadaĢlar steno ile not tutar ve basarlardı.”Buna karĢılık kitap satıĢ
yerlerinde yeterli kitap bulunmayıĢının önemli bir sorun olduğunu belirtmiĢtir.
Yönetmeliklerin sık değiĢmesi sorunu yaĢamadıklarını, “Derslerde hocalar imza alırdı. Ġki
yılda bir de sınava girerdik. Derse girer, imzamı atar eve dönerdim.” Sözleri ile ifade eder.
Evli olarak okuyan Selçuk Caner‟in sorun olarak görmediği bir çok konunun çok uzun yıllar
sonra 1968‟ de tüm dünyada yaĢanan
gençlik hareketleri ve boykotlarla değiĢtirildiği
bilinmektedir.
Öğrencilerin barınma sorunu konusunda da Ankara dıĢından gelenlerin yurt sorunu olduğunu
ve bugün yıkılan eski Hacettepe Mahallesindeki kiralık evlerde kaldıklarını belirtmiĢtir.
Kantin ve yemekler konusunda da fazlaca fikri olmadığını Ģu sözlerinden anlıyoruz: Evli
olarak okuduğum için kantine hiç gitmedim. Hiç okulda yemek yemedim.” Aslında o yıllarda
bugünkü gibi geniĢ ve zengin kafeterya olanaklarının bulunmadığını tahmin etmek güç
değildir.
Kat bakımı ve temizliği konusunda :“Sadece öndeki ana bina vardı. Bu bina yeni ve
bakımlıydı. Öğrenci sayısı da az olduğundan fazlaca temizlik sorunu da yaĢamazdık.” ġu
anda mevcut olan ek dil ve kütüphane binaları çok sonraları yapılmıĢtır.
Bölüm içi öğrenci diyalogunun iyi olduğunu belirtmekle birlikte “Bölümde beĢ Ġzmirli
öğrenciydik” Ģeklinde küçük grup dinamiğine dikkat çekilmektedir. Ayrıca evli olduğu için
burs ve kredi konularında da bilgi sahibi değildir.
7
Fatma TaĢkıngöl BaĢaran ile ortak iki yon
Bunlardan ilki her ikisinin de birer yıl Londra/ Ġngiltere‟ye çok küçük yaĢta çocuklarını
bakıcılara bırakarak gidecek kadar cesur olmalarıdır. Ġkincisi ise, her ikisinin de iki önemli
teklifi ret edecek kadar ailelerine düĢkün, fedakar kadınlar olmalarıdır. Selçuk Caner Atatürk
Üniversitesi için Nebraska‟ya, Fatma BaĢaran da Hasan Tan‟ın ODTÜ‟ye geçme teklifini ret
etmiĢlerdir. Bu onların ayrıca dönemleri için ne kadar seçkin ve kaliteli olduklarının da
göstergesidir. Onlar önemli ve aranan kiĢilerdir. EĢlerinin de hakkını yememek gerekir :Onlar
son derece hoĢgörü sahibi olgun insanlardır. Her ikisini de gerek Emekli Mühendis Ġlhan
BaĢaran gerekse Emekli Albay Caner‟i Ģahsen tanıdığım için bu değerlendirmeyi yapmakta
sakınca görmüyorum.
Aslında hocalarımın her ikisinde ortak olan bir çok özelliğin bende de bulunduğunu
söyleyebilirim. Benim de çevremde hakkımda bazı degerlendirmeler yapıldığında özellikle
bu yönlerimi daha iyi anlamaktayım. Öte yandan, Selçuk Caner bugün 83 yaĢında olmasına
rağmen halen dimdik, yazlıkta iken hergün denize girerek yüzme sporu yapan, ev iĢlerini
kendi gören, burada bir parantez açmam gerekirse haberli gittiğim için evde kek piĢirerek
elleriyle ikram eden, bir çok yaĢıtının aksine devamlı bir yardımcıya ihtiyaç duymayan,
saçları ve elleri bakımlı , son derece dıĢa dönük, güncel siyasetle ilgili, bilgili ve zeki bir
kadın. Hocam ile bu görüĢmemizden sonra, geleceğe daha umutla bakmaya kendime söz
verdim. Belki ben de onun gibi olabilirdim. Ama bunun epeyce zaman ve çaba
gerektireceğini, özellikle son 10 yılda fazla mutfağa girmediğimi düĢününce daha iyi
algıladım. Bu durumda 83 yaĢında birinin evde kek piĢirmesi fikrinin bile bana olağanüstü
geldiğini bilmem anlatmama gerek var mı?
Sonuç
“Cumhuriyet fikri bizi çıldırtırdı. Ġftihar ediyorduk. Gururluyduk” cümleleri onun idealist
bir kiĢi olduğunun en açık kanıtıdır. O bildiği ve inandığı yolda yürümüĢ, bir çok öğrenci
yetiĢtirmiĢtir. Örneğin gazeteci Emin ÇölaĢan, Prof.Dr. Ali Oto ve Prof. Dr.. Erkmen Böke
bunlar arasındadır. KarĢımdaki örnek kiĢi bazı eksik yönlerine rağmen genelde kendilerine
sağlanan eğitimi yeterli gören ve DTCF‟ den 25 yıl
önce kurulmuĢ bulunan Ġstanbul
Üniversitesindeki Sosyoloji Bölümü ile karĢılaĢtırıldığında Bölümünün düzeyini çok yüksek
8
değerlendirmesini yapabilen bir Cumhuriyet aydınıydı. Kendisini örnek alarak üniversitede
sosyoloji eğitimi gördüğüm için kendimi ne kadar bahtiyar hissettiğimi anlatmama aracı
olduğu için
hocama ne kadar teĢekkür etsem azdır. Özellikle Hocamla
derinlemesine
görüĢmek ve eski anılarını paylaĢmak çok özel
böylesine
ve güzeldi. Herkese
hocalarıyla çok geç olmadan sağlıklı günlerinde görüĢmelerini tavsiye ederim.
Arkent/Burhaniye
11.Ağustos 2011
9
Hüseyin ĠZMĠR*
Kitap-Eleştiri
GÜNAHKÂRLAR ORMANINDA DĠN VE EMEK
-EMEĞİN TEVEKKÜLÜ’NE DAĠR BĠR ĠNCELEME-
Sabır edebiyatının ilginç bir yanı vardır; tevekkülü baĢtan kabul eder. ÇalıĢma
koĢulları içinde insan belli direniĢ kanalları geliĢtirmeye çalıĢmadıkça, bu tevekkül ya da bu
sabırlılık hali, geleceğe ütopik gözlerle ve hep bir umut yanılsaması ile bakmasına sebep olur.
Umut, “Ģu anda” tam olarak bulunduğu ve “anlık” bir deneyimin parçası olduğu için, umut
etmenin geleceğe aitliğinden kurtulmasının getireceği “idrak” iĢçinin içinde bulunduğu
koĢulları dönüĢtürmesine olanak tanır. Yasin Durak‟ın Emeğin Tevekkülü adlı araĢtırması, bu
yüzden
dindarlık
ve
dindarlığın
iĢçi-iĢveren
iliĢkilerindeki
araçsal
niteliklerine
odaklanmaktadır. Gündelik hayatın sürdürülmesinde önemli bir role sahip olan din, çalıĢma
koĢullarının sürdürülmesini sağlaması ve emek piyasasına hâkim olması nedeniyle de bu sefer
bir “dil hapishanesi” olarak karĢımıza çıkmaktadır. Durak‟ın (2011) vurgusu emek
piyasasındaki
kültürel
hegemonyanın
devamını
sağlayan
ve
yeniden
üreten
mekanizmalarından bir tanesi olan “din olgusu”nun aynı zamanda bir baĢkaldırı retoriğine de
sahip olduğu yönündedir.
KuĢkusuz, “bir Ģey” insanın elinde farklı Ģekillerde kullanılabilir. Çünkü “insan
doğası” tarihsel olarak değiĢkendir. ÇeliĢkilerin “anlık” bir deneyimle yeryüzünde olduğunun
görülmesi, dini retoriğin de yeryüzünde vücut bulmasını sağlayacaktır. “Çünkü göklerde
büyük armağanınız vardır” (Luka 6:20-23) niĢanı öte dünya vurgusunun yanı sıra gündelik
hayatı kontrol eden söylemi de içererek, Dante‟nin (2001: 69) “günahkârlar ormanını”
uzakta/ufukta kalan bir “Ģey” olarak gösterir. Fakat Durak‟ın (2011) incelediği çalıĢma
iliĢkilerindeki çeliĢkiler göstermektedir ki, bu “uzakta/ufukta kaldığı” söylenen günahkârlar,
efendileri kapitalist olan bir tanrının melekleri olarak iktidarlarını gündelik hayatı sarmalayan
sömürü stratejileri ile beslemektedir. Durak (2011) bunu “gülümseyen sömürü” olarak ifade
eder. MeĢruluğunu gündelik hayatın her alanına yayan dinsel retorik, ortak bir kültürün
sözleĢmelerini, emek piyasasındaki iĢlerliğine göre kimi zaman rasyonel manipülasyonları
kimi zaman da “ütopik uzlaĢımları” ortaya çıkarmaktadır. Bu uzlaĢmaların ütopikliğinin
yarattığı yanılsamalar sayesinde beklentiler öylesine ters-yüz olmuĢtur ki, iĢverenler iĢçilere
her olumlu yaklaĢımlarını üretimi sekteye uğratan bir taviz olarak görürken, iĢçiler dini bütün
patronlarının izniyle, kültürel hegemonyayı iĢverene yakınlıklarını bir tür “kazanç” olarak
görmektedir. Dini retoriğin etkinliği bu tek taraflı bağımlılık iliĢkisinin gizlenmesi için hayati
*Ankara Üniversitesi DTCF Sosyoloji Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi
10
derecede önemlidir. Ancak Durak‟ın (2011) araĢtırma verileri göstermektedir ki bu bağımlılık
karĢılıklı bir iliĢki biçimi olarak anlaĢılmalıdır. Yani manipülasyonun dilini oluĢturan
dindarlık bir yaĢam biçimi olarak hem iĢçinin hem iĢverenin tâbi olduğu kültürel bir kimliktir.
Bu yüzden iĢçi, iĢverenin dindarlığından Ģüphe ettiğinde iĢvereninin dini retoriği meĢruluğunu
kaybetmektedir. Bu meĢruiyet kaybı, iĢçinin dünya algısında bir dönüĢümü mümkün kılabilir
ve bir baĢkaldırı imkânının kapısını açabilir.
Gündelik hayatı yönlendiren din olgusu bu günahkâr hayatın korunmasına olanak
tanımaktadır. ĠĢçinin çıkarının iĢverenin çıkarı ile özdeĢleĢtiği kültürel hegemonyanın bir
görüntüsünü sunan dini retorik, özdeĢliğin sınıfsal görüntüsünü de sunabilmektedir. ĠĢverenin
kullandığı dil iĢe alım ve iĢten çıkarmalarda, bir ödev bilinci geliĢtirilmesinde ve enformel
çalıĢma iliĢkilerinin düzenlenmesinde iĢçinin itaatini kolaylaĢtırmaktadır. Neo-liberal
politikaların yönlendirdiği çalıĢma koĢulları içerisinde esneklik ve enformel iliĢki ağlarının
meĢruluğunu sağlayan dinsel manipülasyon en iyi Ģekilde KOBĠ‟lerde gözlemlenebilir. Bu
yüzden Durak‟ın (2011) Konya Organize Sanayi Bölgesi‟nde küçük iĢletmelerdeki sınıf
iliĢkilerini analiz ederken, neo-liberal emek piyasasının meĢruluğunun dinsel motivasyonla
sağladığına yaptığı vurgu önemlidir. ĠĢçi ve iĢverenin kurduğu iliĢki ve iliĢkinin dilini
oluĢturan “dindarlığa” odaklanmak, bir yaĢam biçimi olarak dindarlığın sosyo-ekonomik
getirilerini de analiz etmeyi gerektir. Thompson‟ın (2006: 452) çalıĢmayı “iĢçinin asıldığı haç
olarak” yorumlaması, dindarlık ekseninde kurulan disiplin, gözetim, zaman, esneklik gibi
çalıĢmanın merkezinde yer alan öğeleri denetleyen, düzenleyen dinin araçsallığını anlamak
bakımından önemlidir.
Ġslamcıların kapitalizmle barıĢması ve dünya nimetlerini keĢfetmeleri kimi kesimlerce
Ġslam ProtestanlaĢması olarak değerlendirilmekteydi. Buna bağlı olarak Ġslam tasavvuru ile
neo-liberal sistemin kaynaĢması, Weberyen ifadesi ile dini düĢünce sisteminin değiĢikliğine
bağlanmaktaydı. Yani dinin ekonomik kalıpları yönlendirdiği varsayımı, bir öncül olarak
değerlendirilmekteydi. Buna karĢın Durak‟ın (2011) yüz yüze görüĢmeler sonucu elde ettiği
veriler göstermektedir ki; iĢverenlerin rasyonel olana yaptığı vurgu toplumsal koĢulların
geliĢtirdiği bilince karĢılık; iĢçilerin de Ģükür, sabır, tevekkül etmeye yaptıkları vurguda sahip
oldukları toplumsal koĢulların bir bilinç geliĢtirdiğini ortaya koymaktadır. Ayrıca çalıĢma
iliĢkilerinde “Ģimdiye” gönderme yapan iĢveren, bu iliĢkiler içinde “sonraya” gönderme yapan
iĢçi ile farklı bir sınıfsal konumda bulunmaktadır. Ortak bir kültürel kimlik olarak sahip
oldukları inanç sistemi modern dünyanın sınıfsal iliĢkilerini gizleyebilir, ancak bu gizleniĢ
iĢverenin çalıĢma üzerine kullandığı dini referansla iĢçinin sabır ve Ģükür üzerine kullandığı
dini referansın çatıĢmaları ortaya çıkarmasıyla görünürlük kazanacaktır. Durak‟ın (2011)
11
görüĢmeler sonucu elde ettiği veriler, kullanılan dini referansların farklılıklarını ortaya
koymaktadır.
Durak‟ın (2011) kitabı, son zamanlarda artan sınıf tartıĢmalarına bir katkı niteliği
sağlamakta, aynı zamanda iĢçi sınıfının yapısal tanımını sorgulayan/sorgulatan bir yaklaĢımın
kazanılmasında okuyucuya yardımcı olacak niteliktedir. ĠĢçi sınıfını homojen olarak gören
yaklaĢımın kaçırdığı “bir” noktaya dikkat çeken Durak, okuyucunun uzun yıllar
faydalanabileceği bir yapıtı düĢünce dünyasına kazandırmıĢtır.
Sonuç olarak; Durak‟ın kültürel hegemonyayı oluĢturan retoriğin yıkıcı bir etki
doğurabilecek bir retorikle yer değiĢtirebileceğine yaptığı vurgudan hareketle denilebilir ki,
“anlık” kıvılcımlar “sokakta kazanılacak dünyanın fitili”ni ateĢleyebilir. Bir baĢka ifadeyle,
ebabil kuĢlarının filleri yenmesini sağlayan mistik yardım, aslında tarihsel anın kendisinden
baĢka bir Ģey değildir.
KAYNAKÇA
Dante, Alighieri (2001) İlahi Komedya: Cehennem, çev: Feridun Timur, Ankara: Milli Eğitim
Bakanlığı Yayınları.
Durak, Yasin (2011) Emeğin Tevekkülü: Konya‟da İşçi-İşveren ilişkileri ve Dindarlık,
Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları.
Kitabı Mukaddes ġirketi (1999) İncil (Sevindirici Haber), Ġstanbul: Ohan Matbaacılık
Thompson, E.P (2006) İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu, çev: Uygur KocabaĢoğlu, Ġstanbul:
Birikim Yayınları.
.
12
Ali ACAR*
Wall Street’i ĠĢgal Et Hareketi
GiriĢ
2011 yılında yerkürenin çeĢitli yerlerinde bir dizi toplumsal hareket patlak verdi.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde görülen toplumsal hareketler hükümetleri yıktı (ve
belki de rejim değiĢikliklerine yol açtı). Bu nedenle, bir bahar (Arap Baharı) veya bir yeni
baĢlangıç olarak nitelendirildi bu ülkelerde ortaya çıkan hareketler. Arap Baharı, yerkürenin
çeĢitli bölgelerinde ortaya çıkan toplumsal hareketleri de bir biçimde etkiledi dersek yanılmıĢ
olmayız. Bu kapsamda, örneğin Ġsrail, Ġspanya, Ġtalya, Yunanistan, Ġngiltere, son olarak ve
uzunca bir zamandır ABD‟de görülen toplumsal harekette bu etkilenmenin izleri görülebilir.
Her ne kadar dinamikleri ve itkileri farklı olsa da bütün hareketleri birleĢtiren temel
özelliğin sosyal, siyasal, ekonomik vb. sıfatlarla nitelendirilebilecek olan “adalet” talebi
olduğu söylenebilir. Onları ayıran husus ise, bu adalet taleplerini talep etme biçimleri ve
hareket bazında belli bir adalet talebinin ön planda olmasıdır. Yani, örneğin Arap Baharı
denilen hareketler bakımından baskıcı rejim değiĢiklikleri, bu anlamda siyasal adalet (veya
demokrasi) talebinin ön planda olduğu görülürken, sayılan diğer örneklerde daha çok sosyal
ve ekonomik adalet taleplerinin öne çıktığı söylenebilir.
Bu hareketler içinde ABD‟de ortaya çıkan ve “Wall Street‟i ĠĢgal Et” olarak
sloganlaĢan hareket, uzunca bir süredir devam etmesi nedeniyle dikkatleri çekiyor ve
dünyanın süper gücünün ya da imparatorluğunun sistemini sorgulamaya uzanıyor. Hareketin
baĢlangıcı olarak kaydedilen 17 Eylül 2011‟de, hareketin web sayfasında yayınlanan “Bu 17
Eylül Günü Ilımlı Bir Eylem Çağrısı (A Modest Call to Action on this September 17th)”
baĢlıklı bildiride, hareketin ılımlı olarak nitelendirilen maksatları beĢ madde altında
sıralanıyor (www.occupywallst.org). Bildiride özgürlük vurgusu ve talebi ile birlikte özel
mülkiyet eleĢtirisi ve ulus devletlerin küresel Ģirketlerle iĢbirliği içinde oluĢturdukları baskıcı
düzen eleĢtirisi yapılıyor. Bunu takip eden yine beĢ maddelik eylem planında ise, adeta ılımlı
niteliği aĢan devrimci bir çağrı yapılıyor. Örneğin bu kapsamda, iĢçilere grev yapmanın
dıĢında iĢ yerlerine el koymaları ve iĢyerlerini demokratik bir Ģekilde yeniden örgütlemeleri
salık veriliyor. Ancak çağrıda, bildirinin hareketin içinde yer alan herkesi bağlamadığı, sadece
bildiriyi yayınlayanlara ve onun arkasında duracak olanlara yönelik olduğu belirtiliyor.
Bu bakımdan hareketin içinde homojen bir örgütlenmenin ve ortak tek bir talebin
13
*Ankara Üniversitesi DTCF Sosyoloji Bölümü Doktora Öğrencisi
olmadığı söylenebilir. ĠĢte bu gerekçeyle, harekete yöneltilen eleĢtirilerin odağında, hareketin
açık bir talebinin olmaması yer alıyor (Krugman, 2011). Yine aynı gerekçeyle eleĢtiriyi bir
adım öteye taĢıyanlar ise, John Buell‟un (2011) aktardığı üzere hareketi bir yığın olarak
nitelendiriyor. Öte yandan, hareketi olumlayanlardan ve hareketin içinde yer alanlardan
bazıları hareketi, “bir politik topluluk anlamında baskı altına alınan halk‟ın (res publica)
dönüĢü” olarak (Brown, 2011), bazıları baĢka bir dünyanın tahayyül edilemeyeceğine yönelik
“tabunun yıkımı” olarak (Žižek, 2011) ve bazıları da sonuç ne olursa olsun daha Ģimdiden
“fantastik bir baĢarı” (Wallerstein, 2011) olarak nitelendiriyorlar.
Hareketi Doğuran Bazı Etkenler
Sosyolog Michel Wieviorka, daha “Wall Street‟i ĠĢgal Et” hareketi ortaya çıkmadan
önce yazdığı bir makalesinde, 2008 yılında patlak veren küresel (finansal) krizin, “Wall
Street‟i ĠĢgal Et” hareketi gibi toplumsal hareketler doğurabileceğini öngörmüĢtü (2010: 35).
Bu öngörüsünde haklı çıktı Wieviorka. Peki bir siyaset bilimcinin (Brown‟un, 2011) sorduğu
üzere “Wall Street‟i ĠĢgal Et” hareketi gibi bir hareket neden daha önce değil de 2011
sonbaharında patlak verdi.
Wendy Brown bu konuda ABD özelinde bazı etkenler sıralıyor. Örneğin, neoliberal
politikalar karĢısında bir umut olarak görülen ve seçim kampanyasını “Evet, yapabiliriz”
üzerinden yürüten Obama‟nın, neoliberal deregulasyon politikaları karĢısında en ufak bir çaba
gösterememesini önemli bir etken olarak sayıyor. Ayrıca, iĢsizlik oranlarının daha da artmıĢ
olması, maaĢlarının gittikçe düĢmesi, ipotekli kredi sistemi ile ev alanların borcunu
ödeyememesi - ki bu aynı zamanda finansal krizin ekonomik sebeplerinden biri olarak
gösteriliyor- nedeniyle evlerinin haczedilmesini ve bunun yoksulluğu artırmıĢ olması sayılan
etkenler arasında yer alıyor. Ayrıca Brown, küresel bir dalga halinde yayılan toplumsal
hareketleri de (ilham verici Arap Baharı, Ġspanya‟daki Indigados hareketi gibi) diğer etkenler
arasında sayıyor. Kısacası, diğer etkenlerle birleĢen yoksulluğun giderek artmıĢ olması 2011
sonbaharında bu hareketin patlak vermesine neden oldu (ya da sağladı demek daha doğru
belki de) diyor Brown.
Analiz: Kriz Sosyolojisi ya da Krizoloji
Bir sosyolog bu hareketi nasıl anlayıp analiz edebilir? Elbette ki hareketin birçok yönü
üzerinde durulabilir. Örneğin, hareketin örgütlenme Ģekli -ki Arap Baharı ülkelerindeki
hareketler için kullanılan klavye devrimi benzeri bir benzetme ABD için de kullanabilinir ve
14
sanal alemin veya siber ağın gücü denilebilir-, eylem biçimi, grup dinamikleri ve talepleri
inceleme konusu yapılabilir ve hareketin geleceği hakkında fikir edinilebilir. Öte yandan bir
sosyolog, hareketi doğuran toplumsal ve sosyo-ekonomik faktörleri inceleme konusu
yapılabilir ve ilk sıralananlarla sentez içinde bir değerlendirme yapabilir. Bu son söylenen
bakımından, sosyolojide temel öneme sahip bir kavram analiz aracı olarak kullanılabilir: kriz.
Yukarıda da kendisine atıf yaptığımız Sosyolog Michel Wieviorka‟ya göre kriz
kavramı, sosyolojinin ortaya çıktığı ilk zamanlardan beri, onun temel kavramlarından biri
olagelimiĢtir. Sosyoloji, kriz durumlarına çözüm arama giriĢimlerinin bir ürünü olarak ortaya
çıkmıĢtır da denilebilir. Nitekim sosyolojinin kurucuları arasında kabul edilen Comte, Fransız
Devrimi sonrası ortaya çıkan toplumsal kargaĢa durumunu anlamaya ve analiz etmeye yönelik
bir çabanın içinde olmuĢtur. Öte yandan sosyolojinin ilk temsilcilerinden olan Durkheim‟da
krizin karĢılığı anomi kavramıdır. Durkheim penceresinden bakıldığında anomi (veya kriz),
“bir sistemin iyi iĢlememesi, tıkanması ve kontrol edilemez bir Ģekilde değiĢmesi ve bunun
sonucu hayal kırıklığı ve korkuya bağlı olarak insan davranıĢlarında tepkilerin ortaya
çıkması” olarak tanımlanmıĢtır (2011: 36-37) Örneğin bir davranıĢ olarak bazı intihar türleri,
anomi durumunda insan davranıĢında görülen tepkilerden biridir.
Öte yandan Marx‟ta ve Marksizm‟de de kriz kavramı ve onun analizi önemli bir yer
tutmaktadır. Marx için kapitalist sistemdeki kriz, “iĢçi sınıfına düĢen kırıntının bile garanti
edilmemesi” anlamına gelmektedir (Easterling, 2003). Ve Marksizme göre kriz, asıl olarak
kapitalist üretim biçimi içindeki çeliĢkilerden doğar ve bu sebeple yapısal veya sistemik bir
sorundur. Buradan hareketle Samezō Kuruma, Kapital‟in aynı zamanda bir kriz teorisini
ihtiva ettiğini söylemektedir (1936).
Amerika‟da patlak veren ve finansal olarak nitelendirilen krizin de, temelde kapitalist
sistemde ortaya çıkan krizlerden biri olduğu söylenmektedir. Dönemsel olarak kaçınılmaz
olan kapitalist sistem içindeki buna benzer krizler daha 1800‟lerin baĢında patlak vermiĢ,
1890‟larda, 1929‟da ve 1970‟lerde ortaya çıkan krizlerle devam kendini dönemsel olarak
göstermiĢtir. Anılan dönemlerde ortaya çıkan krizlerin temel dinamiğinin ise, birikim olgusu
(krizi) olduğu ifade edilmektedir. Kar güdüsüyle hareket eden kapitalist, birikim, yani kar
sağlanana kadar sistemi (yeniden) üretmiĢ, yani krizden çıkıĢ yolları bulmuĢtur. Tekrar
birikim sağlanamadığı noktada ise baĢka bir kriz patlak vermiĢtir. Bunun sonucu olarak da
kapitalist sistem, birikimi sağlayacak yeni metalar üretmek durumunda kalmıĢtır. Nitekim,
daha önceki üç döneme benzer Ģekilde, 1990‟ların ortalarından itibaren baĢ göstermeye
baĢlayan kriz, çıkıĢ yolu olarak neo-liberal politikaların devlet eliyle yayılmasını sağlamaya
çalıĢmıĢtır.
15
Bu politikaların bir sonucu olarak, 1995 kurulan Dünya Ticaret Örgütü tarafından
diğer küresel aktörlerle birlikte idare edilen neo-liberal politikalar, devletlerin hizmet sektörü
de dâhil bütün sektörlerini (tarım dahil olmak üzere) serbest piyasaya açmasıyla krizden çıkıĢ
yolu aramıĢtır. Türkiye‟de de bir dönem meĢhur olan yapısal uyum programları olarak bilinen
programlar, IMF eliyle uygulanan neo-liberal politikaların uygulanma araçları olmuĢtur.
Türkiye‟de bu sürecin en belirgin sonuçları, devlet hizmetlerinin peyderpey piyasaya
açılmasıyla (posta ve telefon hizmetlerinden sağlık hizmetlerine kadar) ve özelleĢtirme
politikalarıyla kendini göstermiĢ ve göstermeye de devam etmektedir.
Ancak 2008 yılında baĢ gösteren ve etki ve sonuçları hala devam eden krizin ise,
sonuçları itibariyle diğer krizlere benzemekle birlikte bir yönüyle onlardan ayrıldığı da
belirtilmektedir. Buna göre, 2008 krizinin asıl olarak bir tüketim krizi olarak ortaya çıktığı
söylenmektedir. Ġndirgemeci bir yaklaĢımla analiz çabasına giren ekonomik temelli analizler,
2008 krizini hazırlayan asıl faktör olarak Amerika‟daki mortgage (ipotekli kredi) sistemi
göstermektedirler. Bu analize göre, kriz insanların ödeyemeyecekleri faizlerle (subprime) ve
kitlesel olarak ev satın almalarıyla baĢlamıĢ ve daha sonra bu borçları ödeyememeleriyle
noktalanmıĢ, sonucunda ise insanlara kredi veren kredi kuruluĢları ve bankalar iflas
etmiĢlerdir. Bu kriz, küreselleĢen bir finansal sistemde dünya geneline yayılmıĢ ve bütün
ülkeleri etkilemiĢtir. Aslında 1980‟lerden itibaren ABD ve Londra eksenli oluĢturulan küresel
finansal sistemin, mortgage patlaması olarak nitelenen krizi doğurduğu, bu yönüyle mortgage
sisteminde patlak veren krizin bir neden değil sonuç olduğu da ifade edilmektedir (Gowan,
2009: 7-8).
YaĢanan krizin sonucunda, serbest (!) piyasa iliĢkilerine müdahale eden devletler,
batmak üzere olan banka ve finans kuruluĢlarını kurtarmak için finansal destek sağlamıĢ,
vergi gelirleri sermaye Ģirketlerini kurtarmak için harcanmıĢtır. Bunu Amerika dahil bütün
devletler yapmıĢtır. Bu kez de, bir kartopu etkisiyle devam eden kriz, devletleri vurarak,
onların borçlarını döndüremez bir duruma girmesine neden olmuĢtur. Ġspanya, Ġtalya ve
Yunanistan‟da temel kriz dinamiğinin bu olduğu söylenmektedir.
ĠĢte adalet talepleri de bu noktada kendini göstermiĢtir. Kitleler, devletlerin sermaye
Ģirketlerini kurtarmaya yönelik ve kitlelerin taleplerini göz ardı eden politikalarına karĢı
haykırıĢlarını dile getirmiĢlerdir.
Olası Sonuçlar
Bu krizin olası sonuçları ne olabilir diye sorulduğunda, bir öngörüde bulunmanın zor
olduğu söylenebilir. Ayrıca, ülkeden ülkeye değiĢen dinamikler, tek bir öngörüde bulunmayı
16
zorlaĢtırmaktadır. Ancak olası senaryoları sıralayabiliriz. Bu kapsamda, örneğin seçim
hükümetlerinin - en azından bazılarının- toplumsal taleplere, popülist de olsa bir karĢılık
vermeyi seçerek sermayeyi kurtarmak üzere değil halk temelli ekonomi politikaları
benimseyebilecekleri, aksi halde toplumsal krizin derinleĢeceği, yani toplumsal hareketlerin
daha fazla derinleĢerek krizden çıkıĢ yolu için kendi tercihlerini (ve belki de Ģiddet yoluyla)
dayatabileceği söylenebilir. Bu sonucu istemeyecek olan kapitalist sistem, bir uzlaĢma zemini
bulmayı yeğleyecektir. Bu yönde söz konusu hareketi kendi lehine döndürmeye çalıĢan
Amerikan BaĢkanı Obama, belli düzeyde kalmak kaydıyla harekete göz kırpacak eylem ve
söylemlerde bulunmuĢtur. Bunun, olgusal düzeyde Amerikan siyasetini belirleyecek kalıcı bir
göz kırpma mı olacağı yoksa sadece geçici ve dönemsel bir strateji mi olacağı henüz net değil.
ġu anda görülen, Amerikan hükümetinin geçici de olsa bir çözüm üretmek için uygulamaya
koyduğu planda, istihdamı artırıcı birtakım önlemler almaya baĢladığıdır.
Öte yandan, Avrupa‟da ise, serbest piyasa gerekleri doğrultusunda bir takım önlemler
alındığı görülmektedir. Bu bağlamda, baĢta devletin sağlık ve sosyal güvenlik harcamaları
olmak üzere, sunulan kamu hizmetlerinde piyasa mantığının egemen olmaya baĢladığı
görülmektedir. Emeklilik yaĢını artırma politikaları da bunun bir sonucudur. Ayrıca sosyal
devlet ilkesi gereği uygulanan politikalardan da önemli oranda bir geriye gidiĢ görülmektedir.
Gözlemlenen bu farkın, Avrupa ve Amerika‟daki sosyal (refah) devlet uygulamalarının
farklılığından kaynaklandığı belirtilebilir. Bu anlamda Avrupa ölçeğinde sosyal devlet iyice
tükenmeye yüz tutmaktadır.
Dolayısıyla, küresel ölçekte olgusal bir değiĢim olup olmayacağını kestirmek güç.
Bunun ötesinde, ortaya çıkan krizin kapitalizmin sorgulanmasına götürecek bir noktaya varıp
sistemin dönüĢüp dönüĢmeyeceğini söylemek de zor. Ancak, en azından bu yönde toplumsal
bir bilinç düzeyinin artmakta olduğu söylenebilir. Bu anlamda olgusal düzeyde kesin bir dille
yapılabilecek bir belirleme varsa eğer o da, artık, piyasanın kendi kendini düzenlediği ve
görünmez bir elin varlığı safsatasına kat‟a inanılmaması gerektiğidir. Bu durum, devletin
piyasa aktörlerini kurtarma teĢebbüsünde iyice ortaya çıkmıĢtır.
Mike Davis‟in bir öngörüsünü aktarmak gerekirse, bu kriz 1929‟dan sonra Avrupa‟da
görülen milliyetçi duygularla desteklenen yarı otokratik ticaret bloklarının oluĢmasını
tetikleme potansiyeline sahiptir (2011:6) Bu da, devletlerin kendi içine dönmesine veya
eĢdeğer ülkeler arasında yeni blokların oluĢmasına neden olabilecektir. Böylelikle bazı
devletler, kriz sorumlusu olarak kendi dıĢındaki unsurları aramak suretiyle, milliyetçi
duyguların pekiĢmesine yol açabilecek, bu da küresel düzeyde siyaseti etkileyebilecektir.
Aslında bu öngörüye yönelik somut veriler olduğu da görülmektedir. Mesela Almanya‟da
17
Muhafazakâr Parti‟nin Avrupa Birliği‟nde çıkma talebi ya da Almanya‟nın Avrupa‟nın
finansörü olmasını istemeyenler bu öngörüyü desteklemektedir.
Yukarıda aktarılan belirlemelerden sonra denilebilir ki sosyoloji; ortaya çıkan bu yeni
toplumsal hareketlerle daha fazla ilgilenecektir. Bunu yaparken de baĢta ekonomi olmak
üzere, tarih gibi diğer disiplinlerden faydalanma ihtiyacı hissedecektir.
Yararlanılan Kaynaklar
“A
Modest
Call
to
Action
on
this
www.occupywallst.org/article/September_Revolution
September
17th”
(2011),
Buell, John (2011), “Occupy Wall Street‟s Democratic Challenge”, Theory&Event, Vol. 14,
Nr. 4, 2011 Supplement
Davis, Mike (2011), “Spring Confronts Winter” New Left Review, Vol. 72 (Nov- Dec), s. 5-15
Easterling Stuart (2003), “Marx's theory of economic crisis” International Socialist
Review, Issue
32,
(November–December
2003)
http://www.isreview.org/issues/32/crisis_theory.shtml
Gowan, Peter (2009), “Crisis in the Heartland” New Left Review, Vol. 55 (Jan-Feb), s. 5- 29
Krugman, Paul (2011), “Confronting the Malefactors” The New York Times, 6 Ekim, 2011
Kuruma; Samezō (1936) “An Overview of Marx‟s Theory of Crisis” Journal of the Ohara
Institute for Social Research, translated for marxists.org by Michael Schauerte,
http://www.marxists.org/archive/kuruma/crisis-overview.htm
Wieviorka, Michel (2010), “Sociology in Times of Crisis”, (Fransızca‟dan Ġngilizce‟ye
çeviren Kristin Couper) in Facing an Unequal World- Challenges for a Global Sociology
(Vol. 1- Introduction, Latin America, and Africa, s. 35-47). Tapei: Institute of Sociology,
Academia Sinica.
Wallerstein, Immanuel (2011), “The Fantastic Success of Occupy Wall Street”,
www.iwallerstein.org
Žižek, Slavoj, (2011), “Slavoj Žižek Speaks at Occupy Wall Street: Transcript”
http://www.imposemagazine.com/bytes/slavoj-zizek-at-occupy-wall-street-transcript
18
TOPLUMSAL HAREKETLER TARTIġMASI ĠÇĠN KISA BĠR GĠRĠġ
Polat S. ALPMAN1
I
Toplumsal düzen konusu sosyolojinin erken dönemlerinde olduğu kadar günümüzde
de geçerliliğini koruyan konulardan biridir. Toplumun nasıl kurulduğu, kendini nasıl
sürdürdüğü, sürekliliğini nasıl koruduğu yönündeki meraklar, sadece sosyolojide değil sosyal
bilimlerin birçok alanında tartıĢmaya değer görülmüĢtür. Toplumun iĢleyiĢinde ve
devamlılığını sürdürmede çatıĢmanın oynadığı rol toplumsal düzenliliğin anlaĢılmasında
önemli bir uğrak olarak kabul edilebilir. Bir olgu olarak toplumsal hareketler, toplumsal
düzenin çatıĢmalarla sürdürüldüğü yolundaki kanaatleri güçlendiren ve aynı zamanda politik
bir varlık olarak toplumun yeniden değerlendirilmesini sağlayan önemli konulardan biridir.
Bu açıdan bakıldığında toplumsal hareketler bir çatıĢmayı, düzenlilik içerisinde bulunan
toplumun kendi içinde yaĢadığı çatıĢma durumunu, mücadele etme ve direnme stratejilerini
ifade eder. Bu ifade bir baĢka açıdan bakıldığında, toplumsal hareketleri toplumsal değiĢimin
dinamiklerinden biri olarak değerlendirmektedir.
Kuramsal açıdan bakıldığında toplumsal hareketlerin belirli evrelerden, deneyimlerden
geçerek bir itiraz, çatıĢma, reddetme davranıĢı olarak ortaya çıktığını öne sürebiliriz. Herhangi
bir toplumsal sorunla karĢılaĢma sürecinde soruna iliĢkin tepkilerin kolektif ve örgütlü hale
gelmesi
bu
tepkiyi
kiĢisel
olmaktan çıkartarak
toplumsal
hareketlerin içerisinde
değerlendirilmesini sağlar. Herhangi bir toplumsal sorunla karĢılaĢanların verdiği bireysel
tepkilerin kolektifleĢmesi süreci aynı zamanda toplumsal çatıĢmanın da dinamiklerinden
biridir. Böylelikle kiĢiler düzeyinde sürdürülen itiraz ve reddetme, kolektif bir düzeye taĢınan
toplumsal çatıĢmaya dönüĢür. Toplumsal hareketler kiĢisel itiraz, reddetme süreçlerinden
kolektif ve örgütlü çatıĢma sürecine geçerken öncelikle çatıĢmaya konu olan unsuru
sorunsallaĢtırır. SorunsallaĢtırma aĢaması aynı sorundan dolayı mağduriyet hissi yaĢayan
kiĢilerin, grupların, örgütlerin, birliklerin ittifak oluĢturması ve ortak hareket etmesini
1
Ankara Üniversitesi, DTCF, Sosyoloji Bölümü, Doktora Öğrencisi.
[email protected]
19
beraberinde getirir. Bu beraberlik farklı konularda birbirlerine muhalif olan kiĢiler ya da
gruplar arasında da gerçekleĢebilir. Burada asıl vurgulanması gereken nokta toplumun farklı
kesimlerinin bir biçimde güçlerini birleĢtirerek sembolik, somut ya da ikisini de kapsayan
eylemlerle itirazlarını dile getirmesidir. Toplumsal direncin ekonomik ya da politik olarak
iĢleyen sürece doğrudan müdahalesini içeren ve bu yönüyle alternatif bir ekonomi ya da
siyasetin olanaklarını tartıĢmaya açan toplumsal hareketlerin her zaman söz konusu hareketin
lehine sonuçlandığını ifade etmek mümkün değildir. Yine de bu somut durum açısından
bakılarak toplumsal hareketlerin, toplumun kendisini korumasının/savunmasının bir yolu
olmadığı söylenemez.
II
Toplumsal hareketler, toplumsal değiĢimin ürettiği sosyal rahatsızlıkların dıĢa vurumu
olduğu kadar toplumsal grupların taleplerini ve ihtiyaçlarını da ifade etmesinin yollarından
biri olarak kabul edilebilir. Kolektif davranıĢın örneği olarak toplumsal hareketler aynı
zamanda benzer kültürel yönelim içerisindeki bireylerin, söz konusu kültürden ilham alan
toplumsal eğilimleri kontrol etmeyi amaçlayan aktörlerin hareketidir.2 DayanıĢmanın ürettiği
dinamizmle ilerleyen toplumsal hareketler, çatıĢma aracılığıyla itiraz ettiği sistemin
dayatmalarına kolektif olarak direnir.3 Ancak toplumsal hareketler konusunda „kolektif
davranıĢ‟ vurgusunun tonu konusunda farklı açıklamaların bulunduğunu ifade etmek gerekir.
Kolektif davranıĢın “kısa süreli ve genellikle organize olmayan” kiĢilerce sergilendiğini buna
karĢın toplumsal hareketlerin “daha uzun süreli, daha organizeli ve daha spesifik hedeflere
sahip” olduğu öne sürülmektedir. Kolektif davranıĢın, toplumsal hareketlerin bir özelliği
olmaktan daha çok bir kitle davranıĢı olarak gören bu yaklaĢım toplumsal hareketleri “kolektif
eylem yoluyla [söz konusu toplumsal değiĢim ile ilgili] bilinçli destek ya da direnç gösteren
örgütlü grup” hareketi4 olarak değerlendirmektedir.
Tilly on sekizinci yüzyılla birlikte ortaya çıkan toplumsal hareketlerin tekil giriĢimleri
aĢarak etkileĢimli kampanyalar olarak yürütüldüğünü ifade ederek toplumsal hareketlerin bir
2
Alain Touranie, “Toplumdan Toplumsal Harekete”, Yeni Sosyal Hareketler, (Haz: Kenan Çayır), Ġstanbul:
Kaknüs Yayınları, 1999, 43-45.
3
Alberto Melluci, “ÇağdaĢ Hareketlerin Sembolik Meydan Okuması”, Yeni Sosyal Hareketler, (Haz: Kenan
Çayır), Ġstanbul: Kaknüs Yayınları, 1999, 85-88.
4
Diana Kendall, Sociology in Our Times, 8th ed., Wadsworth Cengage Learning: USA, 2010.
20
yandan hareketin programı olarak diğer yandan hareketin gerekliliğini içeren kimlik ve
duruĢ olarak üç ayrı alanı birleĢtiren bir süreç olarak ele alır. Böylelikle programın, kimliğin
ve duruĢun hareketin içerisinde yer alan ve talep sahibi olan insanlar için belirleyici önemi
oluĢur. Öyle ki hareketin içinde bulunduğu aĢamaya göre insanların ona dahil olma veya
ondan uzaklaĢma eğilimleri belirginleĢir. Tilly bu duruma ek olarak demokratikleĢmenin
toplumsal hareketleri olumlu etkilediğini ve siyasi giriĢimlerle doğrudan iliĢkili olduğunu
ifade eder. Genel anlamda toplumsal hareketler model alma, iĢbirliği ve iletiĢim kanalları
aracılığıyla yaygınlaĢabilir. Kendiliğinden ortadan kalkabilir ya da bir politik alternatif haline
gelebilir. Toplumsal hareketler gerek yapılanma biçimleri gerek içerisinde yer alan kiĢiler ve
talepleri bakımından evrilebilir.5
Toplumsal hareketlerle ilgili tanımlamaların çeĢitliliğine rağmen, genel özelliklerine
bakıldığında toplumun önemli bir kısmını doğrudan ilgilendiren, gündelik hayatını olağan
akıĢını etkileyen toplumsal sorunların giderilmesi için bireylerin inisiyatif almasını gerektiren
ve ortak bir eylemi içeren özellikler ön plandadır. Toplumsal sorunların temel kaynağı ise
toplumsal değiĢimden etkilenen toplumsal yapı ve iĢleyiĢin bir önceki toplumsal durumun
ihtiyaçlarını karĢılayamadığı gibi mevcut durumdaki ihtiyaçları da karĢılayamamasıdır. Bu
nedenle toplumsal hareketlere iliĢkin tanımlamaların önemli bir kısmında emek iliĢkilerinin
eksende olduğu toplumsal formasyondaki değiĢimler ve bu değiĢimlere yönelik organize
edilmiĢ tepkiler kastedilir. Ortak çıkarların bir araya getirdiği kitleselleĢme doğal olarak bir
dayanıĢma ve grup dinamiğini de üretmektedir. Ortak bir ideoloji etrafında örgütlenildiğini
ifade etmek abartılı olarak kabul edilse bile en azından ortak bir söylemsel çerçevenin
hareketin içerisinde yer alanlara sirayet ettiği söylenebilir.
Bu
söylemsel
çerçevenin,
bugün
farklı
coğrafyalarda
ve
birçok
olayda
gözlemlenebildiği gibi, farklı kesimleri içermesi ve birleĢtirmesi mümkündür. Bu durum
kapitalist toplumsal formasyon içerisinde toplumsal dönüĢümler ile küreselleĢmenin iç içe
geçtikleri ve birbirilerinden ayrıldıkları alanları göstermesi bakımından anlamlıdır. Bunun bir
diğer anlamı toplumsal hareketlerin kapsamının ve sınırlılıklarının popüler kültürden eğitime,
siyasetten göç ve kimlik sorunlarına kadar uzanan geniĢ bir yelpazede yeniden
değerlendirilmesinin gerekliliğidir. Toplumsal hareketler bağlamında bu değerlendirmenin
5
Charles Tilly, Toplumsal Hareketler, çev: Orhan Düz, Ġstanbul: Babil Yayınları, 2004: 29-33.
21
baĢlangıç noktası, sosyal bilimler içerisinde oldukça steril bir biçimde yapılagelen
küreselleĢme okumasının yeniden ele alınmasıdır.6
III
Toplumsal hareketler üzerine yapılan çalıĢmaların önemli bir kısmında „yeni
toplumsal hareketler‟ kategorisi bulunmaktadır. Toplumsal hareketlerin önüne eklenen „yeni‟
sıfatı 1960‟ların ortasından sonra ortaya çıkan toplumsal hareketleri, kendisinden önceki
hareketlerden ayırmak için kullanılmaktadır. Buna göre „toplumsal hareketler‟ olarak
kategorize edilen hareketlerin tükenmesiyle birlikte ortaya çıkan yeni direniĢ biçimi
kastedilmektedir. Yeni toplumsal hareketler tanımı, iĢçi sınıfı hareketinin çözüldüğü, çıkar
gruplarının çatıĢmaları etrafında Ģekillenen ve genellikle merkezi, bürokratik, gizli-açık
iktidar talepli, esnek olmayan ve hiyerarĢik özelliklere sahip toplumsal hareketlerin çözüm
üretemediği, kitleselleĢemediği bir durumun karĢıtını/alternatifini ifade etmektedir.
Offe‟ye7 göre neoromantizm, antipolitik hareketler, yeni popülizm, yeni protesto
hareketleri vb. kavramlarla ifade edilen yeni toplumsal hareketlerin tümü “alternatif
hareketler” olarak kavramsallaĢtırılabilir. Ancak bu kavramsallaĢtırma mevcut durumu
tanımlamak için yeterli değildir. CoĢkun8 ise sosyal bilimler içerisinde böyle bir konsensüs
arayıĢının anlamlı olmakla birlikte her zaman olanaklı olmadığını ve aynı olguyu farklı
düĢünürlerin farklı biçimlerde kavramsallaĢtırdığını ifade ederek yeni toplumsal hareketler
kavramının yaygınlığından ve “analiz kolaylığı sağladığından” dolayı tercih edilebileceğini
ifade eder.
Eski toplumsal hareketlerden yeni toplumsal hareketlere geçilmesinin nedenlerine
üzerine çok sayıda açıklama yapılmaktadır. Yeni toplumsal hareketlerin ortaya çıkıĢıyla ilgili
6
KüreselleĢmenin birçok farklı bağlamda eleĢtirel bir değerlendirilmesi için bkz: Hayriye ErbaĢ, Küreselleşme,
Kapitalizm ve Toplumsal Dönüşümler, Ankara: Palme Yayıncılık, 2009.
7
Claus Offe, “Yeni Toplumsal Hareketler: Kurumsal Politikanın Sınırlarının Zorlanması”, (Ed. Kenan Çayır),
Yeni Sosyal Hareketler / Teorik Açılımlar, Ġstanbul: Kaknüs, 1999: 59-61.
8
CoĢkun‟a göre “Toplum bilimlerinde kullanılan kavramlar arasında her zaman bir uzlaĢma olmaması nedeniyle
çalıĢmaya temel olan bazı kavramların açıklanması gereklidir. … belirtilmesi gereken önemli noktalardan biri
Ģudur: “Yeni toplumsal hareketler” (Habermas, Offe, Laclau ve Mouffe) kavramı yerine zaman zaman “kimlik
yönelimli paradigma” (Touraine, Castells, Cohen), “yurttaĢlık sonrası hareketler” (Jasper) ya da “yeni değerler
yaklaĢımı” (Inglehart, Cotgrove) gibi kavramlar” kullanılmaktadır.
Mustafa Kemal CoĢkun, Demokrasi
Teorileri ve Toplumsal Hareketler, Ankara: Dipnot, 2007: 7.
22
en yaygın açıklama “genellikle ileri kapitalizmin ya da geç modern dönemin ürünü olarak”9
ortaya çıkan endüstri sonrası toplumsal formasyona uygun, onun ihtiyaçlarını ve itirazlarını
dile getirebilme iradesine sahip bir toplumsal hareket olarak ortaya çıkmıĢ olmasıdır. Bu
noktada Crossley,10 yeni toplumsal hareketlerle ilgili en önemli sorunun yeni olanın ne
olduğunun tespit edilmesi olduğunu ifade eder. BaĢta Habermas olmak üzere Touraine ve
Melluci üzerinden yeni çağın ya da yeni bir dönemin içerisinde bulunan toplumların
taleplerini ifade etmek ve ihtiyaçlarını karĢılamak yeni bir toplumsal harekete gereksinim
duyduklarını öne sürer. Bu nedenle Marx ve Marksist literatürün toplumsal değiĢme
konusunda büyük önem atfettikleri proletaryanın, devrimci özne olmak Ģöyle dursun siyasal
pratikler aracılığıyla toplumsal yaĢama entegre olduğu ifade edilir.
Yeni toplumsal hareketler kuramcılarının birçoğuna göre eskinin iĢçi sınıfı hareketi ve
bu hareketinin talepleri 1960‟lardan sonra giderek geçersiz hale geldi. Toplumun tüm
kesimini kapsamadığı gibi bu taleplere sahip olduğu öne sürülen iĢçi sınıfının bile ciddiyetle
mücadele edeceği bir sınıf çatıĢması kalmadığı için, yeni toplumsal hareketler, eski toplumsal
hareketlerin taleplerinin ekseni olan iktisadi çıkarlar temasını aĢar ve daha demokratik, daha
katılımcı, daha eĢitlikçi talepleri içerir. Claus Offe11 toplumsal hareketlerdeki eski – yeni
farklılığını aktörler üzerinden açıklarken Ģu farka dikkat çeker: eski toplumsal hareketler grup
dinamiğiyle hareket eder ve çatıĢmalara doğrudan taraf/muhatap olarak dahil olurdu.
Ekonomik taleplerin ön planda olduğu ve ekonomik büyümenin, maddi ilerlemenin ve
özgürlük gibi konuların büyük ölçekli ve resmi kimlikli örgütler aracılığıyla talep edilmesi
söz konusuydu. Oysa yeni toplumsal hareketler grup davranıĢı sergilemekten uzak topluluklar
aracılığıyla gerçekleĢmektedir. Eskinin ekonomik büyüme anlayıĢının yerine insan hakları,
kimlik mücadelesi, çevre sorunları gelmiĢtir. Bireysel özerklik sadece bir talep değil aynı
zamanda yeni toplumsal hareketlerin zayıf örgütsel hiyerarĢisinin ve enformel karakterinin
temel bileĢenidir. Bir baĢka ifadeyle;
…yeni sosyal hareketlerin genel niteliklerini Ģu Ģekilde belirtebiliriz:
9
M. K. CoĢkun, Demokrasi Teo…
10
Nick Crossley, Making Sense of Social Movements, Buckingham - Philadelphia: Open University Press, 2002:
149-151.
11
Claus Offe, “Yeni Toplumsal Hareketler: Kurumsal Politikanın Sınırlarının Zorlanması”, (Ed. Kenan Çayır),
Yeni Sosyal Hareketler / Teorik Açılımlar, Ġstanbul: Kaknüs, 1999: 66-68.
23
1.
Yeni
sosyal
hareketler,
ekonomik
olmayan
taleplere
de
yönelmiĢlerdir.
2- Yeni sosyal hareketler, eski bürokratik örgütlenmelerden farklı
olarak anti bürokratik bir biçimde yapılanmaya baĢlamıĢtır.
3- Yeni sosyal hareketler, liderlik anlayıĢı ve bir kahraman
önderliğinde birleĢme yerine, gönüllülük esası ile süreçte eĢit yönetim
hakkına sahip aktivist birliktelikleri olarak ortaya çıkmıĢtır.
4- Yeni sosyal hareketler, iletiĢim teknolojilerindeki geliĢmelerden
sonuna kadar faydalanmaktadır. Bu hareketlerin yayılması ve
kapsamının
geniĢlemesi
gerçekleĢmiĢtir.
bu
geliĢmelere
paralel
bir
Ģekilde
12
IV
Modern dünyanın ürettiği çeĢitli değerler ve olanaklar karĢısında toplulukların ya da
toplumların bu değer ve olanaklara karĢı mesafeleri günümüzde isyan olgusunu çeĢitli
biçimlerde gündeme getirmektedir. Bir baĢka ifadeyle küreselleĢen pazar ve enformasyon
teknolojileri farklı toplumların gündelik yaĢamlarını sadece kültürel tüketim kalıpları
düzeyinde birbirine benzemekle kalmadı, aynı zamanda kitlelerin siyasal ve ekonomik
alanlarda da eĢitliği/benzerliği talep ettikleri bir süreci beraberinde getirdi.
Bu açıdan bakıldığında yeni toplumsal hareketler, toplumsal eĢitsizliklerden ve
ayrımcılıktan sadece doğrudan değil dolaylı olarak etkilenen kitlelerin de dahil olduğu
hareketler olarak kabul edilebilir. Taleplerindeki farklılıklar, örgütlenme ve mücadele
farklarına rağmen toplumdaki egemen güçlerle/odaklarla mücadele etmenin kitleselleĢmiĢ
biçimi olarak kabul edilebilir.
Yeni toplumsal hareketlerin bugün için ne derece yeni olduğu tartıĢmalı bir konudur.
Eski – yeni gibi tipleĢtirmeler aracılığıyla açıklanmaya çalıĢılan hareketleri ortaya çıkaran
motivasyonlar kadar hareketin örgütlenme ve kendini ifade etme biçimi de tartıĢılmaktadır.
Toplumsal hareketler konusunda çalıĢanların önemli bir kısmı eski ve yeni toplumsal
12
Y. Cemalettin Çopuroğlu; Beyzade Nadir Çetin, “Yeni Sosyal Hareketler Paradigması Bağlamında
Türkiye'deki KüreselleĢme KarĢıtı Grupların Birbirleriyle ve Dünyadaki KarĢıtlarla KarĢılaĢtırılması”, Sosyoloji
AraĢtırmaları Dergisi, Cilt: 13 Sayı: 1 – Bahar, 2010: 73-74.
Online
EriĢim:
http://www.sosyolojidernegi.org.tr/dergi/pdf/copuroglu_cetin_yeni_sosyal_hareketler.pdf
[03.02.2012: 20.45]
24
hareketlerin arasında süreklilikten daha çok kopuĢ olduğu düĢüncesinde olmasına rağmen
Bora13 yeni toplumsal hareketlerin “tanımladığı sorun alanları, talep içerikleri bakımından”
eski toplumsal hareketlerle tarihsel bağlarını iĢaret ederek, politik taleplerinin ve ideolojik
argümanlarının
“1960‟ların
sosyalizan/anarĢizan”
hareketleriyle
olan
benzerliklerini
vurgulamaktadır. Toplumsal hareketlerin yeni olarak sıfatlandırılmasının her ne kadar belli bir
tarihsel konjonktürde anlamlı bir iması olsa da 1990‟lardan sonra geliĢen hareketleri yeni
olarak tanımlamamızı sağlayan kriterlerin neler olması gerektiği üzerinde tartıĢılması gereken
bir konudur.
BaĢta Laclau ve Mouffe14 olmak üzere yeni toplumsal hareketler üzerine çalıĢanların
önemli bir kısmı tarafından sınıfın sosyalist siyasetten ve sosyal bilimlerin gündeminden
düĢürülmesi gerektiği ve yeni toplumsal hareketleri, geçmiĢte sınıf mücadelesinin taĢıdığı
değerleri taĢımaya çağıran bir paradigma savunulmaktadır. Sınıf kategorisinin Ortodoks
yorumunun ürettiği sığ tartıĢmaların, sınıfsal çıkar ve sınıf bilinci gibi kısmen metafizik ve
donuk kavramların günümüz toplumları için geçerliliğinin kalmadığı ve ideal bir sınıf
hareketinin toplumsal dayanaklarının ve olanaklarının bulunmadığını öne sürülmektedir.
Reel sosyalizmin ürettiği tüm çeliĢkileri atlamadan ve eleĢtiriye dahil ederek fakat
ürettiği değerleri de dikkate alarak; sınıf bilinci ve sınıfın somut gerçekliği tartıĢmalarını
akılda tutarak, sınıf siyasetinin yeniden değerlendirilmesi15 –belki bugün daha çok mümkün.
Ekolojik hareketler, kadın hareketleri, cinsiyet ya da LGBTT hareketleri, etnik hareketler,
nükleer karĢıtı hareketler gibi direniĢ pratiklerini sınıf paradigmasından bağımsız olarak
değerlendirmek ya da bu hareketleri sınıf hareketlerinin karĢısına yerleĢtirmek yerine bütün
bu direniĢ kümelerinin sınıfsal iliĢkiler ve sınıf temelleriyle bir arada değerlendirilmesi
yüzeysel yorumlamaların ĢaĢılığından olduğu kadar aĢırı soyutlamanın bulanıklaĢtırıcılığından
korur.
13
Tanıl Bora “Yeni Toplumsal Hareketler‟e Dair Notlar”, Birikim 13 (Mayıs), 1990: 43.
14
Ernesto Laclau, Chantal Mouffe, Hegemonya ve Sosyalist Strateji, çev: Ahmet Kardam, Ġstanbul: ĠletiĢim,
2008.
15
Kimlik hareketleri üzerinden yükselen yeni toplumsal hareketlerin sınıf eksenli eleĢtirisi için bkz: Hayriye
ErbaĢ, Mustafa Kemal CoĢkun, “Sınıf Kimliğinden Kültürel Kimliğe: Fark/Kimlik Politikalarının YükseliĢi”,
(der: Hayriye ErbaĢ), Fark/Kimlik, Sınıf, Ankara: EOS, 2007: 5-22.
25
Sevgi TAġKIN*
KUĞU ÇIĞLIĞI
Ray Bradbury‟ye olan derin hayranlıkla ve
Bilge Karasu‟yu sevgi ve hasretle anımsarken…
Uzun sürmüĢ bir günün akĢamında yorgun bacaklarını dinlendirmek için yatağın üzerine
uzanıp, eline gazeteyi alıyor adam. Önce karikatürlerine bakıyor. Sevdiği birkaç köĢe
yazarının yazılarını okuyor. Güncel haberlere göz atıyor. Spor sayfasındaki baĢlıklara göz
gezdiriyor. En sonunda ilanlara geliyor sıra. Bir heykel sergisi varmıĢ. Bir de müzayede. Üç
gün sonra da bir caz festivali baĢlıyor. Adam sen de. Gitmeye ne vakti ne de parası olacak
da sanki yine.
Aslında ne yarın dünden farklı olacak ne de bir sonraki hafta bu haftadan. Sıkıcı, mutsuz ve
ölesiye bitkin görünüyor adam. YaĢamın kendisinden bezmiĢ. Bunların hepsini öyle
derinde, içte bir yerlerde hissediyor ki adam; hiç bir zaman dile getiremiyor bile. En
sonunda üĢenmekten vazgeçip ayağa kalkıyor. Gazeteyi umursamazca yere bırakıyor.
Soyunup duĢa giriyor. DuĢtan çıkıyor. Üzerinde bornozuyla yeniden yatağa uzanıyor.
Televizyonu açıyor. Gece çok yavaĢ ilerlemekte ve yine uykusu yok. Oysa sabah her
zamanki gibi erken kalkıp iĢe gitmek zorunda. Bir sonraki gün de. Daha sonraki günler de.
ÂĢık olduğunu sandığı için evlendiği kiĢiye söz verdiği için girmiĢti bu iĢe. Oysa ağız
mızıkası çalarak hayatını kazanmak isterdi ömrü boyunca. Bir müzik grubuna katılmak
üzereydi o sıralar. Ülkeyi dolaĢacaklardı baĢtan baĢa. Belki daha sonra baĢka ülkeleri de.
Parasız pulsuz ve çok mutluydu ve sadece sevdiği kadın da mutlu olsun diye maaĢlı bir iĢe
baĢladı. Kadın gerçekten de baĢlangıçta mutlu oldu. O da mutluydu iĢte çünkü sırf bu
yüzden, onu mutlu ediyordu sevdiği kadını ya daha ne istemeliydi bu hayattan değil mi? Ne
garip, o iĢe baĢlayalı sekiz yılı geçmiĢ. Oysa boĢanalı tam dokuz ay oldu bugün.
Televizyonda tanıtım reklamları baĢlamıĢ. Sandığından da geç saat olmuĢ demek ki. Bir
kitap ve CD seti satıĢını ilan ediyorlar. Daha önceden ilgisini çekmiĢti de alamamıĢtı.
Yerdeki gazeteye uzanıp alelacele telefon numarasını yazıyor sayfalardan birinin üstüne
daha sonra sipariĢ vermek için. “Hemen arayın” diyor televizyondaki ses. “Yarın geç
kalmıĢ olabilirsiniz…”
Telefona uzanıyor. Numarayı çeviriyor. Uzun çalıĢlardan sonra kapatmak üzereyken karĢı
taraftan olağanüstü yumuĢaklıkta bir kadın sesi yanıt veriyor:
“Alo, kimsiniz?”
“Ben…Ģey için…kitap seti için aramıĢtım da”
26
*Bolu Abant Ġzzet Baysal Üniversitesi Öğretim Görevlisi
“Burası aradığınız yer değil.”
“Pardon, yanlıĢ oldu.”
YanlıĢ numarayı çevirdiğini anlayıp telefonu kapatıyor. Ama duyduğu sesi aklından
çıkaramıyor. Bu dünyadan olamayacak kadar güzel, bir o kadar da yalnız ve hüzünlü bir
tını. Gazetenin üzerinde not almıĢ olduğu numarayı kontrol ediyor. Son numarası yanlıĢmıĢ.
Tekrar arama tuĢuna basıyor tedirgince.
“Buyrun?”
“Ben…biraz önce…bakın rahatsız ediyorum ama sizinle biraz konuĢabilir miyiz?
Benim…”
“Aklınız çok karıĢık bu gece ve yalnızsınız. Bütün insanlar gibi. Ama sizi uyarıyorum.
KonuĢmak hiçbir Ģeyi değiĢtirmeyecek.”
“Yine de biraz sohbet edelim, ne olur!”
“Ne hakkında konuĢmak istiyorsunuz ki?”
“Her Ģeyden ve hiçbir Ģeyden söz edelim biraz. Yeter ki sesinizi duymayı sürdüreyim.”
O gece baĢlayan telefon konuĢmaları on gün sürüyor. Hergün. Sadece gecenin aynı
saatinde…sadece konuĢmalar. Adam her sabah, dört saatlik uykusundan uyanıp iĢine
gidiyor. AkĢam, kaldığı pansiyon odasına geri gelip duĢunu alıyor. Telefonun baĢına
geçiyor ve neredeyse sabaha yakın, konuĢmalarını bir sonraki gece sürdürmek üzere
telefonu kapatıyorlar. Adamın içi kırık bir aĢk duygusuyla dolu. Kendinden bile gizlediği.
Örtük. Yaralı. Hiç bulamayacağını sandığı bir yakınlık kaplıyor benliğini kadınla
konuĢurlarken. Her Ģeye rağmen çok geç kalmıĢ bir aĢk bu. Kimseye hissettirmiyor telefon
arkadaĢının kendisine verdiği heyecanı ve yaĢama tutkusunu nasıl yenilediğini.
Kendisinden bile saklamak için mücadele ediyor adam bu duyguların içinde kıpırdanıĢlarını
anladıkça. Ġçinden bir ses engelliyor onu. Bu, gerçek olmaktan çok uzakta bir güzellik
çünkü. GeçmiĢ deneyimlerinden bunu çok iyi biliyor. YaĢamın olağan akıĢı durmaksızın
öğütüyor her Ģeyi an be an.
Son akĢam telefon edince kadın, “Çok geç aradın beni” diyor ağlamaklı. Adam, “O geceye
dek varlığının farkında bile olamazdım ki” diye yanıtlıyor kırgın sesiyle. Dayanamayıp onu
görmek istediğini söylüyor. Buna itiraz edeceğinden emin. Haklı çıkıyor. Kadın telaĢlı,
titreyen bir sesle bir daha kendisini asla aramamasını söyleyip telefonu kapatıyor. Bir kuğu
çığlığı bu. Adam hayatında ilk ve son kez bir kuğu çığlığı duyuyor. Kulaklarından çok
kanının içinde. Ses tellerinde.
27
Ertesi gün, aynı telefon numarasını çeviriyor korkarak. Gün ıĢığında ilk kez. KarĢıdan bir
erkek sesi yanıtlıyor: “Ġyi günler, Resim ve Heykel Müzesi. Size nasıl yardımcı olabilirim?”
Adam ĢaĢkın, korkmuĢ, alelacele kapatıyor telefonu. Bütün gün ofiste oturup tek bir iĢ
yapamıyor. SersemlemiĢ gibi gözlerini tek bir noktaya dikip bakıyor sabitlenmiĢ halde.
Elleri, sürekli çekmecelerden birinin arkasında bir yerde gizlemekten vazgeçip önlere
kaydırdığı parlak, gümüĢ kaplı mızıkayı okĢuyor. Adam ofisten çıkıp gidiyor paydos
vaktinden biraz önce o akĢam. Kimseciklere “HoĢçakalın, iyi akĢamlar” demeden. Bütün
arkadaĢları arkasından bakakalıyor. Çünkü adam bu kabalığı o güne dek hiç kimseye hiç
yapmamıĢ çalıĢma hayatı boyunca.
Müzenin kapanma saatinden birkaç dakika önce içeri süzülüp girintilerden birine
saklanıyor. Son görevli de etrafı üstünkörü kontrol ettikten sonra kapıları kilitleyip gidince
saklandığı yerden çıkıyor. Telefonun yanındaki siyah mermerden bir kadın heykelinin
yanına yaklaĢıyor. Gölgede kalan yüzü, tutkulu bir soluk sesiyle tutuĢuyor.
Ertesi gün, müzeyi gezen biri genç, biri orta yaĢlı iki kadın, bir heykelin önünde duruyorlar.
Heykelin yanındaki plakada “ÖzyaĢamöyküsü” yazıyor. Boyalı sarıĢın olanı, arkadaĢına
dönüp “Gördün mü?” diyor. “Ne insanlar var; gazetede okumuĢtum. Bu heykelleri yapmıĢ
olan kadın heykeltraĢ, „Yalnızlığım elle tutulacak hale geldi artık; içten bir aĢkı, yaĢarken
hiç bulmayı baĢaramadım ve hiçbir zaman bulamayacağımı da anladım çünkü öyle bir Ģey
yokmuĢ. Bu da bana gösterdi ki her Ģey anlamsız‟ diye son bir mektup bırakıp öldürmüĢ
kendini. Bu yaptığı da son heykeliymiĢ. KendisiymiĢ, otoportre gibi yani” diyor. Kürk
mantolu geçkince olan diğer kadının çıngıraklı kahkahası salona yayılıyor. “Ayol deli
misin? Sen ne anlatıyorsun kuzum? ġuna baksana!”
Pencereden giren günbatımı ıĢıklarının, çiğ spot parlamalarıyla öldürülemeyen gizemi, çok
güzel ve pürüzsüz, beyaz damarlı siyah mermerden yapılma bir heykelin üzerine vuruyor.
Gövdeleri, kuĢkuya yer bırakmayacak bir Ģekilde aĢkla birleĢmiĢ, kollarını sıkıca birbirine
sarmıĢ bir kadın ve bir erkek silueti. Görevli bağırıyor: “Değerli ziyaretçiler, sergi
salonumuz bugünlük kapanıyor. Yarın yine bekleriz.”
28
MAMAK BÖLGESĠNDE YAġANAN KENTSEL DÖNÜġÜM
AÇIKGÖZ Ali
AKĠ Gözdenur
ÇINAR Sefa
EKER Hülya
GENÇTÜRK Özge
ĠTĠK Tuğba
KAVAS Berivan
KILIÇ Esma
KUġ Pelin
POLAT Ezgi
SÜMER Mustafa Doğacan
ANKARA, 2012
Ġçindekiler
BÖLÜM 1
GĠRĠġ ....................................................................................................................................... 30
1.1 PROBLEM ..................................................................................................................... 37
1.2 AMAÇLAR .................................................................................................................... 40
1.3 ÖNEM ............................................................................................................................ 40
1.4 YAKLAġIM VE SAYILTILAR .................................................................................... 40
1.5 SINIRLILIKLAR ........................................................................................................... 41
1.6 YÖNTEM ....................................................................................................................... 41
1.6.1 ARAġTIRMA TĠPĠ .................................................................................................. 41
1.6.2 ARAġTIRMA TEKNĠĞĠ ......................................................................................... 44
29
1.6.3 ARAġTIRMANIN KAPSAMI ................................................................................ 45
BÖLÜM 2
BULGULAR VE TARTIġMA ................................................................................................ 46
2.1 Gecekondu Hayatı Yeni Bir BaĢlangıç ........................................................................... 46
2.1.2 Gecekondunun YapılıĢı ve Bu Süreçte Kullanılan Emeğin Türü ............................ 48
2.1.3 Gecekonduda Sosyal Hayat ..................................................................................... 51
2.2 Apartman Hayatı Ve Kentsel DönüĢüm Sürecinde Sosyal ĠliĢki Ağlarındaki DeğiĢim . 55
2.2.1. Apartman Hayatı Ve Hayat ġartlarındaki DeğiĢim................................................. 55
2.2.2 Sosyal ĠliĢkilerdeki DeğiĢim .................................................................................... 57
2.2.3 Kentsel DönüĢümle YaĢanan Maddi Sıkıntılar ........................................................ 60
2.2.4 Kentsel DönüĢüm Sürecinden Memnun Olup/Olmama Durumu ............................ 61
2.3 Kentsel DönüĢüm Süreci Ve Bürokrasi .......................................................................... 62
2.4 Gecekondu Ve Apartman YaĢamına Yönelik Algılar .................................................... 67
BÖLÜM 3
SONUÇ VE ÖNERĠLER ......................................................................................................... 69
KAYNAKLAR ......................................................................................................................... 72
EK1: FOTOĞRAFLAR ........................................................................................................... 75
BÖLÜM 1
GĠRĠġ
Göç, en genel tanımıyla insan hareketliliğidir. Bu hareket mekânlar arası ve zaman
boyutlu bir hareketlilik olabileceği için bu açıdan birçok etmeni de barındırmaktadır. Göç
kavramı, göç edilen yerdeki kalıĢ süreleri, göç edenlerin özelliklerinin yanı sıra psiko-sosyal
etkileri ve uyum sorunlarını da içerdiği için pek çok yönüyle ele alınmalıdır (Buz,2004).
“Göç; bireylerin gelecek yaĢantılarının, ya bir bölümünü ya da tamamını geçirmek üzere bir
30
yerleĢim biriminden diğerine yerleĢmek amacıyla yapmıĢ oldukları coğrafi nitelikli yer
değiĢtirme ve yeni bir sosyo-kültürel çevreye girmesi sürecidir”(Kolukırık, 2006).
Türkiye‟de özellikle iç göçler önemli bir olgu olarak karĢımıza çıkar. Kırdan kente
gerçekleĢtirilen göç, kültürel, toplumsal ve ekonomik anlamda değiĢmeyi hızlandırdığı için
olumlu ve olumsuz sonuçlara neden olan bir olgudur. Bu açıdan kırdan kente gerçekleĢen göç
bireyin serbest iradesinin etkisinden daha çok güdümlü olarak gerçekleĢir. Çünkü, güdümlü
göçü devletin sosyal, ekonomik, güvenlik gibi çeĢitli konularda aldıkları kararların hayata
geçirilmesi sonucunda nüfusta meydana getirdikleri mobilite oluĢturmaktadır.
Türkmentekin (1973)‟ e göre göçün önemli olumsuz sonuçları söz konusudur. Bu
olumsuz sonuçların içerisinde kentlerde konut ve gecekondu problemi de yer almaktadır (akt.
Es, AteĢ, 2004: 210). Türkiye‟ de gecekondu II. Dünya SavaĢı sırasında ortaya çıkmıĢtır ve
yasalar tarafından yapımı yasaklansa da 1948, 1953,1960 ve 1983 yıllarında yapılan
araĢtırmalar gecekondu sayısının giderek arttığını (25-30 binden 1.5 milyona) saptamıĢtır
(KeleĢ, 2004: 493).
Bakıldığında kentleĢmenin nedenlerinden biri olan göçü etkileyen güçler aynı
zamanda gecekondulaĢmanın da nedenlerini oluĢturmaktadır. Oktik (1997)‟ e göre yanlıĢ
tarım politikaları, parçalanmıĢ topraklar, hızlı makineleĢme, köylünün gelirinin ve yaĢam
düzeyinin düĢüklüğü köylüyü köyden iten sebeplerdir. Kongar (2002)‟ a göre kentin iĢ
imkanları, yüksek ücret, kentin kültürel değerleri, büyük kentlerin eğitim ve sağlık hizmeti
köylüyü kente çeken sebeplerdir (akt. Mutlu, 2007: 10).
1960‟ a kadar Türkiye‟ de gecekondu dar gelirli aileler tarafından zorlu koĢullar
altında, ufak yardımlarla yapılan “masum” barınma ihtiyacını karĢılamak maksadıyla
yapılmıĢtır. Bu dönemde gecekonduların kiralanması kolay rastlanır bir durum değildir. 1960
– 1970 yılları arasında gecekonduların kiraya verilmesi yaygınlaĢmıĢ ve gecekonducu baĢka
gecekondu inĢa ederek kendi ihtiyacının fazlasından kira geliri elde etmeye baĢlamıĢtır. 1970
31
– 1980 yıllarında gecekondulaĢma tamamen ticarileĢmiĢ ve dar gelirli aileler için arsa
sağlayan ve yapı malzemelerini de temin ederek gecekondu inĢa edip satan firmalar türemiĢtir
(KeleĢ, 2004: 502-503).
Göç toplumsal bir harekettir ve toplumsal sonuçları vardır. Toplumsal yapıdaki
değiĢim ve dönüĢüm Kıray (2000)‟ın da belirttiği gibi, aniden gerçekleĢmez; değiĢim bir
süreçtir. Bu değiĢimde rol alan en önemli etkenler birisi de mekânda yer alan ekonomik ve
sosyal yapının yanı sıra ekonomik yapıda giderek hâkim olan sektör ve bu sektörün
gereksinim duyduğu yeni üretim biçimidir. GeliĢmekte olan geç kapitalistleĢmiĢ ülkelerin
kentleĢme süreci ile geliĢmiĢ ülkelerin kentleĢme sürecindeki en önemli fark bu noktada
ortaya çıkmaktadır. GeliĢmiĢ ülkelerde tarihsel süreç içinde sanayileĢme ve kapitalizmin
geliĢmesine bağlı olarak ortaya çıkan kentleĢme süreci, geliĢmekte olan ülkelerde ağırlıklı
olarak kırdan kente bir nüfus hareketi biçiminde gerçekleĢmektedir. Bu sürecin açık
göstergesi ise bu ikinci ülkelerde kentsel hizmetler sektörünün sanayinin önüne geçmesidir.
DönüĢüm sürecinde mekânı, toplumsal yapıyı, iĢbölümü, uzmanlaĢma ve örgütlenmeyi
önemli ölçüde etkileyen bu farklılık geliĢmekte olan ülkelerin kentleĢme sürecinde
gözlenmektedir.
Sayın (1994)‟a göre toplumsal evrime göre çok kısa dönemlerde gerçekleĢen, oluĢumu
gözlenebilen, doğruluğu anlaĢılabilen, biçim ve içerik dönüĢümlerine verilen addır.
Toplumsal değiĢmenin nedenleri çok farklı olabilir. Ġçsel ve dıĢsal olarak ikiye ayrılır. Ġçsel
nedenler toplumun iç dinamiklerinden kaynaklanır, toplumu meydana getiren üyelerin
etkinlikleri, toplumun ekonomik, siyasal, hukuksal, dinsel, ideolojik, toplumsal vb.
etkenlerinin değiĢmesi ve geliĢmesidir. DıĢsal nedenler toplumun diğer toplumlarla olan
iliĢkilerinden kaynaklanmaktadır. Bu iliĢkiler kültürel, siyasal, ticari vb. olabilir. Kısaca,
toplumsal değiĢme geçici ve kısa süreli olmayan bir biçimde,
bir toplumun toplumsal
örgütünün yapısını ve iĢleyiĢini etkileyen, tarihin gidiĢini değiĢikliğe uğratan, zaman içinde
32
gözlenebilen değiĢime denir. Ayrıca Sayın (1994) toplumsal değiĢmede rol oynayan etkenleri
Ģu Ģekilde üç gruba ayırmıĢtır.
A.
Demografik Etkenler:
Durkheim‟ın öne sürdüğü bu etken insanlar arasında
iĢbölümünün geliĢmesi toplumlarda köklü Ģekil ve içerik değiĢikliklerine yol açmıĢtır.
ĠĢbölümü sayesinde mekanik dayanıĢma üzerine kurulan geleneksel toplumdan, organik
dayanıĢma üzerine kurulan sanayi toplumuna geçiĢ gerçekleĢmiĢtir. Demografik etken
ahlaksal yoğunluğa neden olur. ĠĢbölümünün geliĢmesi uygarlık düzeyinin yükselmesini
belirleyen temel etkenlerden birisidir. Nüfus ve nüfus yoğunluğunun artması insanlar arası
iliĢkinin yoğunlaĢmasını sağlar.
B.
Teknik Etkenler: Reisman‟ın ileri sürdüğü bu kavram bir diğer önemli etkendir.
Kömürün ve elektrik enerjisinin kullanılması sanayi devriminde ortaya çıkmıĢ, teknolojideki
değiĢmeler toplumda sanayileĢmeyi ve kentleĢmeyi doğurmuĢtur bu da verimliliğin
yükselmesini, ulaĢımın ve bildiriĢimin artmasına neden olmuĢtur. Teknolojik devrimin
etkisinde kalarak toplumsal yaĢamla ilgili aile yaĢamı, sanat, edebiyat, siyasal tutumlar vb.
derinlemesine ve geniĢlemesine köklü değiĢimlere uğramıĢtır. Kırsal yapıyı kökten
değiĢikliklere uğratmıĢ, eski geleneksel kültürün yıkılıp, dağılmasına yol açmıĢtır. Kitle
iletiĢim araçları ise kiĢisel ve aile yaĢamımızın maddi ve kültürel yönlerini değiĢime
uğratmıĢtır. Günümüzde teknik etkenlerin, bilim ve teknik devriminden söz edilebilir.
Yüzyıllar boyunca üretim boyunduruğunda kalan insan, bilimsel ve teknolojik devrim
sayesinde özgürlüğüne kavuĢmuĢtur.
C.
Ġdeoloji: Ġdeoloji bir toplumun ve ya grubun durumunu betimlemeye, açıklamaya,
anlatmaya ve ya haklı göstermeye yarayan ve kapsamlı bir biçimde değerlerden esinlenerek
bu grubun, bu toplumun tarihsel eylemine yön veren; açık ve genel olarak örgütlenmiĢ
yargıların ve fikirlerin sistemidir. ÇağdaĢ sosyolojide, ideolojinin gerçek ve açık ideoloji
oluĢturduğu gibi, yanlıĢ bir ideoloji oluĢturabileceği de göz ardı edilmemelidir. Ġdeoloji aydın
33
bilince katkıda bulunduğu için toplumsal değiĢmenin bir etkenidir. Toplumsal değiĢmeyi bu
yönüyle ilgilendirir.
YaĢanan toplumsal değiĢmenin ekonomik odaklı sonuçları da meydana gelmektedir.
Yoksulluğu insanlar kendi kültürleri çerçevesinde belirlemektedir. Göreli yoksulluğu tam
olarak anlayabilmek için mutlak yoksulluğun ne demek olduğunu belirtmek gerekmektedir.
Mutlak yoksulluk kavramı fiziksel olarak hayatı devam ettirebilmek için gerekli temel
koĢullara sahip olamama durumudur. Yeterli beslenme, barınma ve giyecek ihtiyacını
karĢılanamayan insanlar için mutlak yoksulluk kavramı kullanılır. Mutlak yoksulluk
kavramının evrensel bir geçerliliği vardır. Göreli yoksulluk kavramında ise yoksulluk kültürel
olarak tanımlanır. Göreli yoksulluğu savunanlar için evrensel bir yoksulluk kavramı yoktur.
Her toplumun öncelikleri farklıdır ve bazı toplumlarda çok önemli olarak görülen Ģeyler diğer
toplumlarda lüks olarak algılanabilir(Giddens, 2008:386 )
Kırdan kente göçün artmasıyla birlikte kentlileĢme kavramı ön plana çıkmaktadır.
KentlileĢme, temelde insanların kentle bütünleĢmesini ifade eder. BütünleĢme kavramı
genelde, bir nüfus grubunun daha büyük bir nüfus grubuyla kaynaĢması anlamına gelir.
KentlileĢme, kentleĢme akımıyla birlikte ortaya çıkan toplumsal değiĢme ile göç edenlerin,
maddi-manevi yaĢam tarzlarında, değer yargılarında ve toplumsal iliĢkilerinde değiĢim ve
dönüĢümlerin gerçekleĢmesi sürecidir (KeleĢ,
1980; 70). Sezal (1992)‟ nin deyiĢiyle
kentlileĢme, “kırlılıktan uzaklaĢma, organize edilmiĢ sosyal hayata geçiĢ” olarak da ifade
edilebilir. BütünleĢmenin veya kentlileĢmenin psikolojik, kültürel, toplumsal ve ekonomik
olmak üzere en azından iki boyutta gerçekleĢtiği söylenebilmektedir. Eğer kentin psikolojik,
kültürel ve toplumsal yapısı ve kırın yapısı çok farklı değilse bütünleĢme kolay olmaktadır.
Eğer yapılar farklı ise kent yaĢamına uyum sağlayamama sorunu ortaya çıkmaktadır
(Göymen, 1983; 81).
34
Kırdan kente göç edenlerin bu bütünleĢme ve uyum süreçlerini açıklamada “ekonomik
mekân” ve “sosyal mekân” kavramları önemlidir. KentlileĢen insan da “ekonomik bakımdan
kentlileĢme” ve “sosyal bakımdan kentlileĢme” olarak iki tür değiĢim olduğunu söyleyebiliriz.
Ekonomik bakımdan kentlileĢme; KiĢinin geçimini tamamen kentte veya kente özgü iĢlerle
sağlayacak duruma gelmesiyle gerçekleĢir Sosyal bakımdan kentlileĢme; Kır kökenli Ģahsın
her türlü konularda kentlere özgü tavır ve davranıĢ biçimlerini, sosyal değer yargılarını
benimsemesi ile gerçekleĢmektedir. Aynı zamanda ekonomik ve sosyal alandaki kır insanının
kent insanına dönüĢme süreci, ülkedeki toplumsal yapısındaki değiĢme ve dönüĢme
süreçleriyle paralellik gösterir (Es, 2010).
Göçle birlikte yeni bir sosyalizasyon süreci yaĢanmaktadır. Ġnsan tarihsel olarak içinde
bulunduğu toplumun kültürel norm ve değerlerini öğrenerek sosyal bir varlık haline gelir.
Sosyalizasyon süreci yaĢam boyu devam eden bir süreçtir. Bir toplumun kültürü, dil
vasıtasıyla bireylere aktarılır. Yeni doğan çocuğa doğduğu andan itibaren toplumda inĢa
edilmiĢ olan kültür öğeleri öğretilir. Sosyalizasyon evrensel bir nitelik taĢır fakat bunu
öğretme yöntemi ve nelerin öğretileceği bir toplumdan diğerine kültürel olarak farklılık
gösterir(Adak,2000).
Her toplum içinde bireylerin davranıĢları, sosyalizasyon ajanları ve onların yarattığı
kültürel atmosfer etkisinde toplumun üyesi haline getirilmek için yönlendirilir. Samimi ve
duygusal iliĢkilerin daha yoğun yaĢandığı aile, arkadaĢ ve akrabalık grupları bireyi etkileyen
alt kültürlerin yaĢandığı ortamlardan en önemlileridir. Bunların dıĢında eğitim kurumları, kitle
iletiĢim araçları, meslek kuruluĢlar da bireyin toplumsallaĢma sürecinde rol almaktadır. Bu
durumda kiĢi; bir yandan üyesi olduğu alt kültürün bilgi birikimini ve değerler sistemini, diğer
yandan da kurumlaĢmıĢ kültürel sistemin öğelerini iç içe özümsemektedir (Önür 1998:32).
Göçle birlikte yaĢanan değiĢmeler bir hareketlilik meydana getirir.
35
Hareketlilik, toplumun kendi içindeki dinamizmini ifade eden veya nüfusu meydana
getiren fertlerin toplum içindeki pozisyon değiĢimlerini belirten bir kavramdır. Toplumda
bireylerin, zümrelerin veya kültür unsurlarının, tabakalaĢma da, ya da sosyal mekânda yer
değiĢtirmesini ifade eder. Dikey, yatay, nesiller arası vb. olmak üzere çeĢitli ayrımlarla
incelenebilmektedir.
“Dikey hareketlilik bir kiĢi ya da topluluğun aynı kuĢakta veya kuĢaklar arasında
toplum için görev-meslek ve dolayısıyla statü bakımından iniĢ ve yükseliĢini ifade eder.
Fakat, günümüzde, özellikle alt tabaka mensupları için bu yükseliĢ pek kolay olmamaktadır.
Köken, çevre, gelenek, iktisadî ve kültürel Ģartlar gibi etkenler, onların hareketliliğini
engelleyebilmektedir. Bu engelleri kısmen de olsa bertaraf etme vasıtalarına ulaĢma imkânı,
üst tabakaların çok daha kolay istifade ettikleri hal olarak kalmaktadır.” (“Sosyal
Hareketlilik”)
Hane halkının daha iyi fiziki çevrede yaĢaması da dikey hareketlilikle ilgili
olabilmektedir. Kendilerini alt tabakaya mensup görüyorlarken fiziki çevre açısından daha iyi
bir yere geçmeleri kendilerini bir üst tabakaya ait hissetmelerini sağlayabilmektedir. Bundan
dolayı gecekondu hayatından apartman hayatına geçmek dikey hareketlilik kavramıyla
bağlantılıdır. Burada önemli olan „algı‟dır. (“Sosyal Hareketlilik”)
Kuo (1976)‟ ya göre göç bireyin sadece fiziki ayrılıĢını ifade etmemekte bunun
yanında bireyin daha önceden alıĢtığı bir takım kurallardan, haklardan ve sosyal etkileĢim
örüntülerinden ayrılmasıdır. Bireyin alıĢtığı ortamdan ayrılması onun yalnızlık, kendini
değersiz görme ve yabancılaĢma gibi duyguları yaĢamasına neden olabilmektedir(akt. Doğan
1988 :34)
Giddens(2004) ‟e göre 21. yüzyılda öyle bir dönem yaĢanmaktadır ki, bireyler artık
caddede yürürken ilerde bir tanıdıklarını görseler bile selamlaĢmaktan çekinmekte,
36
tanıdıklarıyla karĢılaĢmamak için mümkünse karĢı kaldırıma geçmeye çalıĢmaktadırlar
(Giddens, 2004: s. 91).
Berger (1993)‟ e göre bu durum sosyolojide yeni tartıĢma alanları açmakla birlikte
herkesin toplumsal yardımseverlik duygularından uzaklaĢtığını ve sadece kendi bireysel
çıkarına odaklanıp çevreden izole olduğu toplumlarda kendi baĢına hareket eden atomların
düzensizliği görülmektedir. Böylesine bir düzensizliğin sonu ise toplumsal çözülmedir
(Berger, 1993).
Kentsel dönüĢüm; toprağın ve binaların geri kazanımı, kentsel çevrenin iyileĢtirilmesi,
yerel alanların daha iyi ve vatandaĢların katılımıyla yönetilmesi ve kamu fonlarının hem
bölgeyi yeniden kazanmak, hem de daha fazla özel yatırım çekmek için kullanılması yoluyla
kötüleĢen yerleri canlandırma gibi durumları kapsar (Giddens, 2009: 10- 64).
1.1 PROBLEM
Gürkan (2000)‟ e göre kırsal kesimden göçenler kentlerdeki nüfusun artmasıyla
istihdam konusunda da sıkıntı yaĢarlar. Sanayi ve hizmet sektöründe iĢ bulmakta zorluk
çekilmesi yalnızca göç ve meslek sorunu değildir. Bu durum aynı zamanda toplumun yaĢam
biçimini değiĢtirmesi anlamına gelmektedir (akt: Mutlu, 2007: 13).
Mutlu(2007) „ye göre, gecekondu olgusunu sadece kırdan göçen ailelerin konut
ihtiyacının ortaya çıkardığı bir olgu olarak görmek konunun toplumsal yanını kaçırmamıza
neden olur. Toplumsal olarak gecekondular aynı zamanda bir yaĢam tarzı olarak vardır.
Gecekondu aileleri üzerine yapılan pek çok çalıĢma da, bu aile yapısının maddi ve manevi
yaĢam tarzları açısından hem köy, hem de kent tipi bir aile yapısı gösterdiği görülmüĢtür
(Yasa,1970: 9). Göç olgusunun yalnızca insanların hareketliliği değil aynı zamanda kültür,
yetenek ve sermayenin de fiziki mekan üzerindeki hareketliliği anlamına geldiği
bilinmektedir. Aynı Ģekilde, göç hareketleri hem göç edilen yeri, hem de gelinen kenti etkiler.
Dolayısıyla, göçle gelen insanlar kendileri çevreden etkilenip değiĢtikleri gibi çevrelerini de
37
etkileyip değiĢtirmektedir. Göçmenler yalnızca iĢsizlik, barınma gibi sosyal sorunlar
yaĢamamakta aynı zamanda duygusal, düĢünsel yani bir takım psikolojik sorunlar da
yaĢamaktadır. Bu sürecin her zaman sosyal bütünleĢmeyle sonuçlandığı söylenemez.
Özellikle farklı sosyo-kültürel mekanlardan aynı kente göç eden kitleler sosyal bütünleĢme
sorunu yaĢayabilmektedir. Sonuç olarak, her ne kadar kente gelindiğinde çeĢitli sorunlarla
karĢılaĢılsa da, kente gelenlerin asıl amaçları, kentin sosyo-ekonomik ve kültürel
imkanlarından yararlanmak ve kentli gibi tüketerek kentle bütünleĢmektir (ġenyapılı, 2000:
166).
Es (2004)‟e göre, gecekondulaĢma ile birlikte bazı olumsuz sonuçlar ortaya
çıkmaktadır. Bunlar ekonomik ve kentleĢme ile ilgili sorunlar ve sosyo-kültürel sorunlardır.
Öncelikle ekonomik sorunlar ele alınacak olursa; kırdan kente göç eden ailelerin kentte iĢ
bulma konusunda sıkıntı çekmesi ve gecekonduların yıkımında karĢılaĢılan zorluklar, yıkım
sonucu oluĢan ekonomik kayıp önemlidir. Kırdan kente göçün en önemli sebebi kır ile kent
arasındaki gelir farkıdır. Kent iĢ imkanlarının fazlalığı sebebiyle seçilir. Kente gelen
göçmenler gecekondu bölgelerine yerleĢir ve genelde vasıfları düĢük olduğundan modern
sanayi yerine geleneksel sanatlarda, küçük sanatlarda ya da enformel sektörde çalıĢırlar. ĠĢsiz
kalanların kente uyum sağlaması gecikir ve gayri meĢru yollarla para kazanmanın yolları
artar. Diğer bir olumsuz sonuç gecekonduların yıkılması ve milli ekonomik açıdan oluĢan
zarardır. Bu durum sosyal sorunlara da sebep olmaktadır. Gecekonduların imara aykırı
yapılması sebebiyle kentin görünümü açısından olumsuz bir görüntü meydana gelmektedir.
Kentin etrafı daha verimli değerlendirilebilecekken gecekondularla çevrelenir ve bu
bölgelerde çıkan uyumsuzluk kentlileĢememe sorununa neden olur. KentlileĢememe, sorunu
daha büyük boyuta taĢır (Es, AteĢ; 2004: 222).
KentlileĢmede zaman önemli bir unsurdur. Kentte kalıĢ süresi uzadıkça uyumun daha
fazla gerçekleĢtiği, dolayısıyla kentlileĢme eğiliminin de arttığı varsayılmaktadır. Bunun yanı
38
sıra, köyle bağlantısını koparmayan, geleneksel alıĢkanlık ve iliĢki ağlarını sürdürmekte ısrarlı
olan göçerlerin kentlileĢemedikleri, ne kentli ne de köylü oldukları, arada kalmıĢ bir yaĢamları
olduğu öne sürülmektedir (Aydoğan, 1997; 547).
Göçmenlerin kentlileĢme düzeylerini ele alan iki farklı görüĢ karĢımıza çıkmaktadır.
Bu görüĢlerden ilki, Wirth (2002)‟ nin öncülüğünü yaptığı kentlileĢme anlayıĢıdır. Bu görüĢe
göre kentleĢme; geleneksel değerleri ve iliĢkilerin önemini yitirerek ortadan kalkmasına
götüren dönüĢtürücü bir süreçtir. KentlileĢme de göçmenin geleneksel değer ve
alıĢkanlıklarını kenara bıraktığı, kentsel yaĢam pratiklerini benimsediği bir süreçtir. Bu
süreçte kentlilik kimliği kazanıldığı gibi eski geleneksel kimlik de yok olur Ġkinci görüĢ, kente
göçen köylülerin “kentleri köyleĢtirdikleri” temeline dayanmaktadır (akt. KeleĢ, 2004; 545).
Bu bakıĢ açısı da kentlileĢme sürecini, göç edenlerin kentlerde toplandıkları gecekondu
alanlarında,
köydeki
yaĢamlarını
kente
taĢıdıkları
ve
sürdürdükleri
Ģeklinde
yorumlamaktadırlar. Ġki görüĢ de çeĢitli açılardan eleĢtirilmektedir. Temel eleĢtiri ilk görüĢ
için “kesin bir köy ve kent ayrımı” yapıyor olması Ģeklindeyken, ikinci görüĢ de “kent
değerlerini soylulaĢtırma” Ģeklinde eleĢtiriliyor.
KeleĢ (2004)‟ e göre kentsel dönüĢüm sürecine bakıldığında kentlerde var olan
dönüĢümün kendiliğinden oluĢan bir süreç olarak gerçekleĢmediği görülür, aksi Ģekilde ele
almak doğru değildir. Bu dönüĢüm dıĢarıdan yapılan bir müdahaledir ve sosyal, ekonomik,
siyasal ve kültürel amaçlarla gerçekleĢtirilmektedir. Akar (2006)‟ a göre yaĢam kalitesini
arttırmak amacıyla yapılan kentsel dönüĢümlerin olacağı gibi bazı durumlarda bunun olumsuz
etkiler de olabilmektedir. Kentsel dönüĢümlerin plansız Ģekilde ve sosyal etkiler göz ardı
edilerek uygulanması durumunda fiziksel, sosyal, çevresel ve ekonomik çöküntüye neden
olabilmektedir(akt. Sağır, 2009: 61-62).
Bu çalıĢmanın problemi kentsel dönüĢüm sürecinde olan ve önceden gecekonduda
yaĢayan insanların apartman yaĢamına uyumda karĢılaĢtıkları güçlüklerdir.
39
1.2 AMAÇLAR

Kentsel dönüĢüm sürecinde, sosyal iliĢki ağlarında ne gibi değiĢiklikler
yaĢanmaktadır?

Gecekondunun yapılıĢ aĢamasında katılımcılar hangi tür emek kullanmıĢlardır?

Kentsel dönüĢüm sürecinde katıımcıların bürokrasiyle olan iliĢkileri nasıldır? Ġkna
sürecinde neler yaĢanmıĢtır?

Katılımcıların gecekondu ve apartman yaĢamına yönelik algıları nelerdir?
1.3 ÖNEM
Bu araĢtırma, Mamak‟ta tıpkı tüm Türkiye‟de yaĢandığı gibi hızlı yaĢanan kentsel
dönüĢüm sürecini yaĢayanların, bu sürece yönelik öznel algılarını öğrenmek, anlamak ve birer
sözlü tarih örneği olarak kaydedebilmek açısından önemlidir. Mamak ve benzer özelliklere
sahip kentsel bölgelerde yaĢanan bu dönüĢüm süreci bu bölgelerde yaĢanan gecekondulaĢma
sürecinin ve bunun tarihinin bir süre sonra unutulmasına neden olacaktır. Yapılan bu çalıĢma
bu tehlikeye dikkat çekebilecek ve bunu engelleyebilecek niteliktedir ve bundan dolayı önem
arz etmektedir.
1.4 YAKLAġIM VE SAYILTILAR
Wallace ve Wolf (2004)‟a göre çağdaĢ sosyoloji kuramları metodolojik bakımdan
tümdengelimli (dedüktif) ve ya tümevarımlı (endüktif) olmak üzere iki farklı düĢünüĢ
biçimine sahiptir. ĠĢlevselcilik, Frankfurt okulu haricindeki çatıĢma kuramcıları ve rasyonel
seçim kuramcıları tümdengelimli iken, simgesel etkileĢimcilik ve fenomenolojik sosyolojide
40
tümevarımcı düĢünüĢ egemendir. Tümevarımcı kuramcılar ilke olarak niceliksel tekniklerden
hoĢlanmazlar.
Simgesel etkileĢimcilik bireyin içsel duygu ve düĢüncelerinin yanı sıra kiĢilerin
toplumsal davranıĢı üzerine odaklanmıĢtır. Buna bağlı olarak simgesel etkileĢimcilik insan ve
toplum konusuna tümevarımlı, niteliksel, mikrososyolojik ve sosyal psikolojik bir
yaklaĢımdır. Simgesel etkileĢimci yaklaĢım çözümle yaparken insanlar arasındaki küçük çaplı
iliĢkileri temel alır. Bireyler dıĢ güçler karĢısında pasif konumda değildir. Her bir birey kendi
hareketlerini yorumlama, değerlendirme, tanımlama ve kendi davranıĢlarını etkin bir biçimde
inĢa etme hakkına sahiptir (Wallace ve Wott, 2004).
1.5 SINIRLILIKLAR
Bu araĢtırma, Türkiye‟de gecekondu yaĢamı ve kentsel dönüĢümün gecekondu
sakinlerine kazandırdığı tecrübe ve algılar üzerine yoğunlaĢmıĢtır. AraĢtırma Türkiye‟de
kentsel dönüĢümün ekonomik sistem, sosyal yapı ile iliĢkileri ve bağlantıları gibi konuları
kapsayacak Ģekilde geniĢletilebilir.
AraĢtırma Ankara Üniversitesi, Sosyoloji bölümü Nitel AraĢtırmaya giriĢ kapsamında
yapılmıĢ ve bu sebeple sınırlı bir zaman ve mekanda belli sayıda katılımcıyla
gerçekleĢtirilmiĢtir.
1.6 YÖNTEM
1.6.1 ARAġTIRMA TĠPĠ
Bu araĢtırma nitel bir araĢtırmadır. Bryman(1988)‟a göre, nicel olarak nitelendirilen
araĢtırmalar temelde pozitivizmle uyuĢumludur belirli karakteristikleri taĢımaktadır. En
belirgin karakteristiklerini sıralarsak; bu araĢtırmalar her Ģeyden önce nesnel, genellenebilir,
geçerli ve güvenilir bilgi elde etme amacını güderler. AraĢtırma stratejisi bu temel özelliklere
41
göre biçimlenir. Bu tür araĢtırmaların mantıksal yapısı, genel teorilere ve bu teorilerden
çıkarılan hipotezlere sahip olmakla kavramsallaĢtırılır (akt. KuĢ, 2009: 105).
Nitel olarak adlandırılan araĢtırmalar ise daha farklı paradigmalara dayalı olarak
yürütülmektedir. Guba ve Lincoln(1994) nitel araĢtırmaya temel olan alternatif paradigmalara
pozitivizm, postpozitivizm, eleĢtirel teori ve inĢacılık olarak adlandırırlar (akt. KuĢ, 2009:
105).
Mayring(2000)‟e göre nitel araĢtırmanın temelinin oluĢturan beĢ belirgin ilke
Ģunlardır:

Özneye iliĢkinlik: araĢtırma sorularının muhatabı olan öznelerin, araĢtırmanın kalkıĢ
noktası ve esası olması gerekliliği.

AraĢtırma öznesinin betimlenmesine önem verilmesi, olgunun kapsamlı bir
betimlemesinin yapılması.

AraĢtırma olgusun yorumlanması: insan bilimlerinde olgu hiçbir zaman açık değildir,
yorumlanması gerekir.

Öznenin/olgunun bir laboratuar ortamında değil, doğal ortamda incelenmesi.

Sonuç çıkarılmasından bir genelleme sürecinin anlaĢılması: her bir durum için
genelleme dayanaklarının adım adım oluĢturulması.
Mayring(2000), nitel düĢüncenin istikrarlı bir inĢası için on üç dayanak belirler:
a.Tekil Olaya ĠliĢkinlik: Ġnceleme sonucunda araĢtırma amacının tek tek olayların
önemini görmezden gelerek, konudan uzaklaĢması muhtemeldir. Bu sebeple, bunların tekrar
tekil olaylara bağlanarak iliĢki kurulması ve çözümlemeye dahil edilmesi araĢtırmanın
niteliğinin geri kazanılmasını sağlar.
42
b.Açıklık: Kuram ve yöntemlerde açık olunmalı, araĢtırma süresince değiĢen/geliĢen
amaç ya da sorular doğrultusunda kuram da yöntem de yenilenmelidir, yeniden
yapılandırılmalıdır.
c.Yöntem Denetimi: Tüm amaçlar açıkça ortaya konulmalı ve geçerli gerekçelerle
açıklanmalıdır. Belgelerle denetim kuralların iĢleyiĢi açısından oldukça önemlidir.
d.Öngörü: AraĢtırmacının nesnelliği ya da öznelliği ile alakalı bir basamaktır. Fikirler
her evrede açıkça ortaya konulmalı ve bu fikirlerin her aĢamayı etkileyiĢi takip edilmelidir.
e. ĠçebakıĢ: Empati yapma, yorum yapma yeteneğinin kullanılması anlamına gelir.
Denetlenerek kullanıldığında araĢtırmanın bilgilerini zenginleĢtirir.
f. AraĢtırmacı-Olgu EtkileĢimi: Hem araĢtırmacı hem olgu araĢtırma süreci içinde
gerek konudan, gerekse birbirlerinden etkilenerek dönüĢüme uğrarlar. EtkileĢim sürecinde
değiĢime uğrayan araĢtırmacı ve öznelerin kendileri de nitel araĢtırmanın verilerine dahildir.
g. Bütünlük: Bireysel ayrılıklar nitel araĢtırmanın temel gereği de olsa yaĢam alanları
ve kiĢisel fikirlerle birleĢtirilerek bir bütün halinde yorumlanmalıdır.
h. Tarihi Süreklilik: Olgunun tarihi geliĢimi ve incelenen güne kadar geçirdiği tüm
dönüĢümler dikkate alınmalıdır.
ı. Sorun Yönelimi: Ġncelenebilirlik algısı ile bağlantılıdır. Pratik ile teorinin birleĢtiği
günlük hayat araĢtırmaya yansıtılmalıdır.
j. Argümantatif GenelleĢtirme: Sınırlı nicelleĢtirme de denilebilir. Ġncelenen her olayın
gerekçeleriyle birlikte genel geçerliğinden bahsedilmelidir.
k. Tümevarım: Tekil olaylardan yola çıkılarak yapılan denetlenebilir genellemeyi ifade
eder.
l. Kural ArayıĢı: Genel geçer yasalar yerine olayın öznelliğine dayalı kurallaĢtırma
yapmak, nitel araĢtırmaların gereğidir.
43
m. NicelleĢtirilebilirlik: Olayın biricikliği dikkate alınarak, nitel analizler dahilinde
elde edilen sonuçların genelleĢtirilmesinde nicelleĢtirme önemli bir koĢuldur.
1.6.2 ARAġTIRMA TEKNĠĞĠ
Bu araĢtırma, nitel araĢtırma tekniklerinden sözlü tarih tekniğiyle hazırlanmıĢtır. Sözlü
tarih, geçmiĢteki deneyimlerin, tanıklıkların, anlatıcının izni alınarak sansürsüz bir biçimde
kayıt altına alınması, deĢifrelenmesi ve arĢivlenmesi olarak tanımlanır. Sözlü tarih, bir
araĢtırma ve tarihi anlama yöntemidir. Bu yöntemle, bireylerle görüĢülerek anıları,
deneyimleri kayıt altına alınır ve tarihi açıdan önemli olan sözlü kaynaklar belgelenir. Sözlü
tarih, bireysel tarihle toplumsal tarihin çakıĢma noktasıdır. Bilimsel disiplinden çok bilimsel
yöntemdir, ancak disiplin olarak tarihe yakındır ve antropoloji ile benzerlik gösterir. Çünkü,
sözlü tarih çalıĢması salt kayıt etme eylemi değildir. GörüĢme hazırlığı, görüĢme süreci ve
görüĢme sonrası “katılımcı gözlemcilik” tekniklerini de kapsayan bir anlama eylemini
gerçekleĢtirme sürecidir. Sözlü tarihçiler antropologlara benzer biçimde bir kiĢi ya da grubun
davranıĢ kültürünü, onunla aralarında kurdukları iliĢki içinde yaĢayarak anlamaya çalıĢırlar ve
böylece kaydedilen sözlerini tamamlayan raporlar oluĢtururlar. Ancak aradaki fark Ģudur;
antropologlar bu iĢlemi yıllara yayılan sürelerde yaparlar, sözlü tarihçiler ise saatlere bağlı
olarak yaparlar (TÜSTAV).
Sözlü tarih, hem disiplinler arası, hem de çağlar arası bir yerde durmaktadır. Bir
yandan tarih yazımının en “arkaik yöntemi-malzeme alanı”, diğer yandan da modern
zamanların donanımlarını kullanarak (ses veya görüntü kayıt cihazlarıyla yapılabilen) en
“modern” yöntemlerinden biri olmuĢtur (Hall, 1996).
Sözlü tarihte amaç, geçmiĢ hakkında bilgi edinmektir. Biyografik yaĢam öyküsünde ise amaç,
kiĢinin geliĢimi hakkında bilgi sahibi olmaktır. Her ne kadar bireyin bakıĢ açısından dünyayı
anlamaya daha az önem verse de, sözlü tarihin yaĢam öyküsü ile birçok açıdan benzer yönü
44
vardır. Verilen bilgiler son derece özneldir ve hafıza tarafından etkilenir. Fakat Loomis‟e
(1987) göre; son deneyimlerin hafızayı tahriĢ ettiği ve bilginin değersizleĢtiği yönündeki
tartıĢmalar sonucunda Ģunlar söylenmektedir: “GeçmiĢe dönüldüğünde anıların bozulması çok
fazla değildir. Ayrıca böylelikle sözel tarihçinin yapıcı rolü ile baĢka türlü hiçbir zaman
ulaĢılamayacak tarihsel bilgiler kayıt edilmiĢ olur.” (akt. Hall, 1996) .
1.6.3 ARAġTIRMANIN KAPSAMI
Bu çalıĢma kentsel dönüĢüm sürecinde gecekondu yaĢamından apartman yaĢamına
geçmiĢ toplam beĢ ev kadını olan katılımcılarla görüĢülerek yapılmıĢtır. 11 görüĢmeci
tarafından yapılan araĢtırmada, bazı katılımcılarla iki görüĢmeci, bazıları ile ise üç görüĢmeci
görüĢmüĢtür. Yapılan ön görüĢmelerde katılımcıların yaĢam deneyimlerini dinlemek
istediğimiz belirtilmiĢtir. Esas görüĢmede ise iki veya üç görüĢmecinin tek kiĢi ile
görüĢmesinin avantajı, görüĢmenin günlük sohbet havasında geçmesinin sağlanmasıdır.
GörüĢmeci ve katılımcının arasındaki diyalog gecekondu ve apartman hayatını anlatabilmesi
için zemin oluĢturması açısından önemlidir.
GörüĢme sırasında katılımcıların tamamı görüĢmeciler
tarafından ses kaydı
alınmasına izin vermiĢlerdir. Her bir görüĢme ortalama olarak 50 dakika sürmüĢtür. DeĢifre
aĢamasında görüĢmecilerin kendi anlatıları herhangi bir düzeltme yapılmadan orijinal haliyle
verilmiĢtir. Bu sözlü tarih görüĢmesi sırasında yapılan kayıtlar, sonradan dinlenerek metin
haline getirilmiĢtir. Daha sonraki aĢamada ise bu metin sosyolojik kavramlarla iliĢkileri
kurulmaya çalıĢılmıĢtır. Ayrıca katılımcıların sadece anlattıkları değil yüz mimikleri,
gözlerinin dolması, yaĢanan sessizlikler de bu çalıĢmada dikkate alınmıĢtır.
45
BÖLÜM 2
BULGULAR VE TARTIġMA
2.1 Gecekondu Hayatı Yeni Bir BaĢlangıç
Ankara‟ da Mamak gibi bir gecekondu semtinin oluĢtuğu tarihlerde özeğe uzak yerlerde
yerleĢimlerin yoğun olduğu bilinmektedir. Bu bağlamda Mamak Doğukent kısmı Ankara
Büyük ġehir Belediyesi‟nin belirlemiĢ olduğu kentsel dönüĢüm ve geliĢim proje alanlarından
biridir. Bu kapsamda gecekondu bölgeleri birçok ailenin göç ederek geldiği yerler olarak
bilinmektedir. Bu ailelerden biri olan Çınar ailesinden 50 yaĢında, ev hanımı olan Narin Çınar
bu bölgeye gelme hikayelerini Ģu Ģekilde belirtmiĢtir:
Ben köyden yetiştim, çocukluğumuz köyde yetiştik, orada büyüdük. Oradan tekrar aynı
köyümüzde evlendim. Evlenince Kırıkkale‟ye geldim. Bir buçuk yıl Kırıkkale‟de kaldım.
Tekrar eşim askere gitti, ben tekrar köye gittim. Köyden askerden geldikten sonra
Kırıkkale‟ye geldik. Eşim şeker fabrikasına işe girdi güvenlik görevlisi olarak. Orada bir iki
yıl çalıştı. Çalıştıktan sonra tekrar Hacettepe Hastanesi‟ne nakil olarak geldi, orada çalıştı.
Ben ev hanımıyım. İlkokul mezunuyum. Yani herhangi bir yerde bir iki üç yıl çocuğa baktım,
çalıştım. Kızım üniversite okudu. Amasya‟da okudu. Şimdi hemşire. Görevini aldı, evlendi,
İstanbul‟da. Oğlumda burada Ankara Üniversitesi‟nde Sosyoloji okuyor.
(…)Şehre ilk zaten eşim 85‟in nisanı, Nisanın 13‟nde iş başı yaptı. İş başı yaptığı günde biz
taşındık. Aynı gün yani eşim işe gitti, biz Kırıkkale‟den eşyamızı aldık geldik kayınbabamla
aynı günde.
Göçün bireylerin gelecek yaĢantılarının ya bir bölümünü ya da tamamını değiĢtirdiği
bilinmektedir. Evli ve beĢ çocuklu olan Seyran Sarıca Ankara‟ya gelme nedenlerini ve
gecekonduya geçiĢlerini Ģu Ģekilde anlatmıĢtır:
Ankara‟ya Çorum‟dan göç ettik. Fakat ben önce Sungurlu‟ya gelin geldim.
Sungurlu‟da kocamın ailesiyle beraber gecekonduda yaşadık. Orada eşimin ailesiyle beraber
yaşadığımız için evin sorunları beni çok rahatsız etmiyordu. Çünkü orası benim kendi evim
değildi. Sonra da Ankara‟ya yerleştik. İlk buraya geldiğimizde Boğaziçi‟nde yapılmış olan bir
gecekonduyu satın aldık ve on üç yıl orada oturduk. Sonra Sincan‟a taşındık. Dokuz yıl başka
46
gecekondu da oturduk. Son olarak Mamak‟a taşındık. Eşim müteahhitlik yaptığı için onun
yapımında yardım ettiği apartmandan bir daire aldık.
Büyük Ģehre gelme nedenleri birçok aile gibi iĢ imkanlarıdır. Katılımcılardan 60 yaĢında,
ev hanımı olan Gülten Atalay ise Ankara‟ da doğmuĢ fakat kendi anne babasının kökeni farklı
bölgelerden göç etmiĢtir.
Adım Gülten Atalay burada Firdevs diyorlar. Eskiden böyle hemen nüfus kağıdı
alınmıyordu. Adım farklı bilinir o nedenle. 60 yaşındayım. Doğma büyüme buralıyım,
Karaağaç köyüydü eski adı buranın. Sonradan mahalle, daha sonra ise belediyelik oldu.
Babam buralı, annem Çubukluydu. Eşim de Ankaralı, babası Kayserili. Eşim 13 yaşında
gelmiş Ankara‟ ya. Kayseri‟yi hiç görmemiş ve kütüğü burada. Eşim memurdu, Büyükşehir
belediyesinden emekli oldu. Ben hiç çalışmadım, ev hanımıyım. Babam çok erken vefat etti.
Annemle ben kalmıştık, kardeşim çok küçüktü o nedenle erken evlendim. Buralarda eskiden
öyleydi herkes küçük yaşta evlenirdi. 17 yaşımda evlendim. 43 sene oldu evleneli. Üç
çocuğum var, iki kız bir erkek. Kızlarım da ev hanımı, çalışmıyorlar. Oğlum servis şoförlüğü
yapıyor. Torunum var yanımda bir tane ona bakıyorum( oğlumun çocuğu). Hepsinin evi yeri
ayrı.
Gülten Atalay‟ın eĢi lise mezunudur. Çocuklarının üçünün de üniversite mezunu olması
ailede dikey mobilitenin gerçekleĢtiğini göstermektedir:
Büyük kızım Konya Karaman‟ da işletme okudu. Diğer kızım Kırıkkale‟ de işletme okudu,
şimdi İstanbul‟ da yaşıyor beğendiği istediği biri ile evlendi. Evlilik yaptı ama ikisi de iş
başvuruları yapıyorlar. Oğlum bir oğlu var liseyi bitirdi, dershaneye gidiyor, ama biraz
rahatsız. 3 yıldır lenf kanseri, o nedenle ona çok özen gösteriyoruz. Küçük kızımın bir oğlu
var liseyi bitirecek bu yıl.
Katılımcı daha önce kendisinin erken yaĢta evlilik yaptığını ve görücü usulü ile evlendiğini
söylemiĢtir. Kızlarının kendi istedikleri kiĢilerle evlendiğini büyük memnuniyetle dile
getirmiĢtir. Devrin değiĢtiğini ve kendisinin evlendiği zaman bu kadar seçme özgürlüğünün
olmadığını belirtmiĢtir.
Katılımcılardan 30 yaĢında ve üç çocuk annesi olan Rabia Seyfi gecekondu hayatının
baĢlangıcını Ģöyle anlatmıĢtır:
Gecekondudan apartmana taşınalı dört ay oldu. Taşındığım gecekondu da Mamak‟taydı,
mahalleden mahalleye geçmiş olduk. Benim göç sürecim olmadı çünkü babam otuz dokuz
yıldır Ankara‟da. Ben burada doğdum, burada büyüdüm, burada evlendim, burada anne
oldum. Çok genç yaşımda, görücü usulüyle evlendim çünkü annem beni okutmadı, “Kadın
kısmı okumaz!” diye ilkokuldan sonrasına yollamadı. Ben ilkokul mezunuyum, eşim de liseden
47
terk. Eşim servis şoförlüğü yapıyor. Çocuklarım dokuz, beş ve üç yaşındalar. En büyüğü kız, o
okula gidiyor. Diğer oğlanlar benimle birlikte evde.
Katılımcının eğitim konusunda kendini tanıtırken takındığı tavır, gecekonduda
büyümüĢlüğün verdiği imkansızlıkların etkisi altındadır. Ailelerin cahilliği yüzünden genç
insanların hayatları farklı Ģekillenmekte ve bu insanlar atfedilmiĢ hayatları yaĢamak zorunda
kalmaktadır. Sadece eğitim süreci değil, evlilik tercihleri de bu doğrultuda belirlenmektedir.
Gecekondularda yaĢanan „belirlenmiĢlik‟, hayatı adeta insanlara verilen bir hediyeymiĢ gibi
sunmakta ve kiĢisel yaĢam seçeneklerini göz ardı etmektedir.
2.1.2 Gecekondunun YapılıĢı ve Bu Süreçte Kullanılan Emeğin Türü
Türkiye‟de gecekondu dar gelirli aileler tarafından zorlu koĢullar altında daha çok aile
ve yakın çevre tarafından desteklenilerek yapılmıĢtır.
Annemler satın almış gecekonduyu buraya geldiklerinde. Dedemden aldıkları parayı
kullanmışlar, o zamanlar devletten kredi falan çekmek yokmuş. Gecekonduyu tamir ederken
de teyzemler falan yardıma gelmiş, kendi başlarına yapmışlar düzeltmişler oturmuşlar.
Rabia Seyfi‟nin gecekondu yapımında aile içi emeğin kullanıldığını, aile içinden borç
alarak yaptıklarını söylemiĢtir. Gülten Atalay ise gecekondunun yapılıĢı sırasında yaĢadıkları
zorluklardan bahsederken duygulanmıĢ, gözleri dolarak o günleri anlatmıĢtır:
Gecekondu hayatımızla ilgili çok şey var anlatacak. O kadar sıkıntılı günlerdi ama, çok
güzeldi yine de. Gecekondumuz iki katlıydı. Üç oda bir salon, mutfak banyo tamdı yaptığımız
gecekonduda. Bugünkü gibi hatırlıyorum, Ramazan Bayramına üç gün vardı. Ayaklarım ve
ellerim yanmıştı kireçten komşum bazen de eşim yediriyordu yemeğimi. Sadece dış kapımız
vardı, camlar yoktu.
Havalar da serinlemeye başlamıştı, sonbahara girmek üzereydik.
Komşuya gittim anlattım havalar soğuyacak eve giremiyoruz kapı pencere yok dedim.
Onunda biriktirdiği kömür parası varmış. Kömürü bir ay sonra da alsam olur dedi ve
parasını bize verdi. Hemen eve geldim, “Satı abla bana para verdi hemen camcıya söyle”
dedim eşime. Bayramdan önce hemen pencere ve camlar takıldı. Kullanılmış pencere kapı
almak zorunda kaldık. Biz boyadık eşimle kullanılacak hale getirdik. 10 yıl kadar böyle
oturduk.
Gecekondu yapılırken annem bile yardım etmedi, çok perişandık, oruç tutuyordum. Ağustosun
sıcağında harç karıyordum. Eşim kızdı oruç tutma ev bitsin dedi. Başlarda çok zordu, aylığı alınca
yiyecek misin ev mi tutacaksın, yetmiyordu. Gecekonduda 21 yıl oturduk, sonra yarısını belediye
48
yarısını da okul aldı arsanın. Çıkmak zorunda kaldık. Çünkü evimiz yıkıldı. Sonra gecekonduda
oturduk. 14- 15 yıl oldu ev yıkılalı.
KonuĢmalardan gecekondunun yapımında aileden veya diğer akrabalardan destek
alınmadığı anlaĢılmaktadır fakat zor zamanda komĢunun yardım etmesi büyük bir
minnettarlıkla anlatmıĢtır. Burada komĢuluk iliĢkilerinin güçlü, aile iliĢkilerinin ise oldukça
zayıf olduğu görülmektedir.
Katılımcılardan 64 yaĢında ev hanımı olan AyĢe AĢık gecekondusunun yapımını bizzat
kendilerinin üstlendiğini aktarmıĢtır. ĠnĢa sürecinde baĢka gidecek yerleri olmaması içlerinde
bulundukları yoksulluğu açık bir biçimde göstermektedir. Gecekondunun yapımı sırasında,
kendi imkanlarını zorlayarak ve komĢularından borçlanarak hayatlarını sürdürmüĢlerdir:
Ay, hiç sorma nasıl yaptık. (Güldü) Perişan bir vaziyette yaptık. Öyle para yok, bir şey yok.
Zorluklan, borçlan, dertlen, yaptık. Yıktık. Geri yaptık. Diyebilirim ki, dört kere yıktık.
Yıkıcılar yıktı. Mesela bundan elli sene önceyi düşünün. Kırkbeş sene oturdum sade orada.
Öyle yaptık. Ondan sonra iyi oturuyorduk orada. Daire gibiydi, çok güzeldi. Bu sefer
mahalle, tamamen Kayaş‟a kadar yıkıldı orası. Belediye aldı, TOKİ aldı. Üç sene oldu, daha
yapmadılar da. Bilmiyom, başlamadılar da nasıl olacak?
Borç aldık. Yazdırdık. Taksitlen aldık. Çoğunlukla taksitle aldık herşeylerimizi. Priketti,
çanaktı; ne bileyim, biliyor musunuz? Keresteyi, kapı, pencereyi taksitlen aldık. Onları öyle
ödedik, yaptık. Tabi bir zorluklan yaptık haliylen.
Her sene inşaat olurdu. Her sene. E, anca yapıyorduk. Bu sene bir yeri yapıyorduk, bir
sonraki sene bir diğer yeri yapıyorduk. Bir kerede yapıp çıkamadık ki. Olmadı yıktık bir daha,
bir kökünden. Yeniden yaptık. Her yaz bir inşaatımız oluyordu.
O‟nun da (katılımcının eşi) cumartesi, pazar oluyordu. Senelik izinlerinde yapıyorduk
çoğunlukla. Kendi de usta olduğu için gece gündüz demiyorduk, çalışıyordu. Mesela gece
geliyordu, bazen şu pencereyi açacağız veya değiştireceğiz. Yapıyorduk.
İlkin bir oda bir araydı. Sonra çoğalttık, iki oda bir ara yaptık, üç oda bir ara yaptık.
Olmadı, dedik en iyisi bir yıkalım. Çünkü biz hazine diye yaptık. Sonrada mal sahibi çıktı.
Tabi, mal sahibi çıkınca normal tapusunu aldık. Sonra imar gelince imar tapusunu aldık.
Bunları ödedik bir de. Sonra olmadı, tapusını alıp çıkınca, kökünle beraber yıktık evi. Ondan
sonra yaptık bir yaz boyu yaptık evi. Üç oda bir salon; daire gibiydi evim. Banyo, tuvalet
hepsini tam tekmil, mutfak yaptık. Güzel yerlerini hep kalebodur, marley yaptık. Oturuyorduk,
güzeldi. Yolumuz kötüydü. Kış oldu mu araba çıkmazdı bizi oraya, tepeye yukarıya. Samsun
köprüsünün karşısı hemen... Yıkıldı. Derdik yıkılsa keşke bura. Gitsek buradan derdik. Tabi
49
kış oldu mu kalakalırdık. Araba inmezdi aşağıya. Öyle böyle, yıkıldık. Yıkıcı geldi,
boşaltacağız dediler.
Katılımcılardan Narin Çınar ise gecekonduyu nasıl yaptıklarını ve yaparken çektikleri
sıkıntıları Ģu Ģekilde anlatmıĢtır:
Tabi yokluk mücadelesini çok çektik. Yeri geldi ekmek alamayacak para bulamadığımız
zamanlar oldu. Yeri geldi yakacak odun, kömür alamadığımız zamanlar oldu(…)
Gecekonduyu yapmak için borç aldım, bilezik buldum. Yani eşten, dosttan yani şöyle borç
olarak yardım aldığım oldu. Ama yalnız bir başıma yaptırmadım. İki tane kaynım vardı.
Beraber üçümüz bir olduk, evi yaptırdık. Yani bir tarafta kaynım oturdu, bir tarafta da ben
oturdum gecekonduda. Öyle yani evimiz pek ahım şahım iyi bir yer değildi. Önümüzde
bahçesi, yeşilliği vardı. Bu taraftan kaya. Zannedersin ki burada normal insan yaşayamaz
derdin yani o evimizi görseydin öleydi. Ama şöyle evimin içi huzurluydu, mutluydum. Hiç
evimin kötü olduğu gözüme gözükmüyordu yani(...)İlk önce ben göçtüm. Önce ben taşındım,
geldim. Kırıkkale‟den buraya göçtüm. Tekrar kaynım bekardı, yanıma geldi. Benim yanımda
büyüdü. Büyük kaynım yanıma geldi, o yanımda durdu. O büyüdü hani evlendi, o kış yurt
dışına gitti. Tekrar öbür küçük kaynım geldi, o da aynen benim yanımda durdu. Yani ben
öndeş oldum, ben vesile oldum, ben evlendirdim. Yani ne diyim ben beraberde aynı çatı
altında 12 yıl oturduk(…)Gecekondu hayatında tabi sıkıntılı günler çok yaşadım. Suyumuz
kışın çok donardı. Borular hep açıktan giderdi, donardı. Ee haliyle ısıtma problemi illaki
yani. Sadece bir yere bir soba kuruyordum. Ancak oturduğum yer ısınıyordu, öbür taraflar
ısınmıyordu. Bazen oluyordu hepimiz bir arada yatıyorduk çocuklarla falan. Tabi
gecekondunun hayatı sıkıntılı yani. Mutlaka ki bazı sıkıntılar oluyor. Bazen oluyordu çatı, ev
akıyordu. Çatı kırık oluyordu, kiremit, ev akıyordu.. Yani gecekondun hayatı zor yani illa ki.
Isıtma yani kömür kullanıyorduk. Odun, kömür kullanıyorduk.
Gecekondunun yapılıĢ aĢamasında akrabalık ve komĢuluk iliĢkilerinin ön plana çıktığı
görülmektedir. Alındığında evin durumunun ne kadar kötü olduğu katılımcının “Gecekonduyu
aldığımızda çok kötü yani şey gibiydi affedersiniz hayvanların barınağı gibi bir yerdi.”
cümlesinden anlaĢılmaktadır. Katılımcının sık sık “Allah‟a şükür, çok şükür” gibi ifadeler
kullanması bir göreli refah örneği sayılabilir ve dinin özellikle yoksul kesimler için bir sığınak
görevi gördüğü anlaĢılmaktadır. Katılımcının çok sıkıntı çektiği ama bunları yaĢaması
gereken bir Ģey olarak gördüğü söylenebilir. Katılımcının aile tipi bir geniĢ aile örneğidir.
Gecekonduyu yaparken yardımcı olan kayınbiraderleri ile 12 yıl aynı çatı altında
oturmuĢlardır.
50
On üç yıl kendilerinin satın aldığı gecekonduda yaĢayan Seyran Sarıca, gecekondu hayatını
daha erken terk etmedikleri için piĢman olduğunu net bir Ģekilde dile getirmiĢtir.
Gecekondunun yapılıĢ aĢamasında aile içi emeğin kullanıldığını özellikle dile getirmiĢtir ve Ģu
Ģekilde devam etmiĢtir:
Gecekonduyu eşimin halasının kızıyla ortak aldık. Ev satın aldığımızda pek iyi durumda
değildi. Biz kendi çabamızla tamir etmeye, eksiklerini tamamlamaya çalıştık. Banyosu yoktu
evin, tuvaleti dışarıdaydı onları hallettik. Antresi yoktu onu yaptırdık soğuk olur diye. Eşim
işten geliyordu duvarlarını örüyordu, ben de tuğlaları ve harcı taşıyordum. Baya emek verdik.
Benim eşimi o zaman dışarılara göreve gönderiyorlardı. Maddi olarak zor durumdaydık.
Maddi olarak görümcemden yardım aldık. Benim takılarım vardı onları bozdurdum. İki
bölümdü ev, bizim taraf iki oda bir salondu. Tabi onun tarafı biraz daha güzeldi, o daha çok
para vermişti. Gecekonduda önceleri hayat çok zor değildi. Zaten benim dört sene çocuğum
olmadı o yüzden rahattım. Akrabamızla güzel geçiniyorduk. Sanki bir ev gibiydik, samimiydik.
Elektriğimiz, suyumuz beraberdi. Hiç bir sorun, bir çekişme yaşamazdık. Sonra onun
çocukları büyüdü, sen de sıkışma deyip bize biraz para verdi biz de evden çıktık. Memnun
ayrıldık yani birbirimizden. Tek pişmanlığımız gecekonduya çok para harcayıp sonra daireye
geçmemizdir. Keşke daireye daha önce geçseymişiz. Gerçekten çok rahat ettik.
Anlatıcı eĢi ile çalıĢtıklarını söylerken yüzünde yorgunluk ya da kızgınlık ifadesi
gözlenmemiĢtir. Katılımcının anlattıkları ve tavırları eĢi ile iyi bir dayanıĢma içinde
olduklarını göstermektedir.
2.1.3 Gecekonduda Sosyal Hayat
Gecekonduda sosyal hayatı belirleyen Ģey genelde evlilik ve komĢuluk iliĢkileridir.
Katılımcılardan Rabia Seyfi gecekondudaki sosyal hayatını Ģöyle ifade etmiĢtir:
Biz, teyzemler, dayımlar, ananemler hepimiz bir oymaktaydık. Sabahtan akşama kadar
beraberdik. Onlar bize, biz onlara sürekli gider gelirdik. Benim çocukluğumun çoğu teyzemin
evinde geçti. Onlar da gecekondudaydı, hep görüşürdük. Kalabalık bir aileydik biz, kimsenin
kimseden gizlisi saklısı yoktu. Ama evlilik çok etkiledi. Şimdi bayramdan bayrama bile zor
görüşüyoruz. Evlilik bekarlık gibi değil, bağlar kopuyor.
Tam da bu noktada medeni durumun sosyalizasyonu, en az apartmanlaĢma süreci kadar
etkilediğini öğreniyoruz. Evliliğin yaĢanan iliĢkileri temelinden sarstığı gerçeği daha çok
psikolojik ya da bireysel bağlamlarla açıklanabilir bir durum olsa da, göz ardı edilmemesi
geren bir gerçektir. Görücü usulü evliliklerde “baba evine geri dönememe” sendromu
51
gecekondu mahalleleri için çok daha sert sınırlarla çizilmiĢ bir kabulleniĢtir. Çünkü okulunu
okuyamamıĢ, neredeyse tüm kadınlar “Namusum ve çocuklarım her Ģeyin önünde gelir.”
diyerek, hayatlarını baĢkalarının gerçeklerine teslim etmektedirler.
Rabia Seyfi bu kopuĢun nedenini ise iç çekerek Ģöyle açıklamıĢtır:
Eşler birbirine uymuyor, anlaşmazlık çıkıyor. Ben teyzemin kızıyla bir yatakta büyüdüm
ama şimdi onun kocası çok fazla görüşmek istemediği için birbirimizi ancak bayramdan
bayrama görür olduk. Neticesinde kocası ne diyebilir? Araya da soğukluk giriyor işte böyle.
Birbirimizin evini bile görmedik hala, teyzemlerde buluşuruz o da ayda yılda bir. Evlilik çok
başka bir hayat. Namusumdur çocuğumdur deyip her şeyi yaşıyor insan.
Evlilik sosyalizasyon sürecinin, gecekondu yaĢamının ve alıĢılmıĢlıkların temelini
apartman hayatına geçmeden önce sarmıĢtır. KonuĢmasının devamında Rabia Seyfi biraz da
hüzünlü bir yüz ifadesi ile eskisi gibi görüĢemediklerini belirtmiĢtir.
Özel bir durum olmasına gerek yoktu. Biz her ekmeği beraber bölüşürdük, aynı sofrada
yemek yerdik. Öğle yemeği bizdeyse, akşam yemeği teyzemlerdeydi. Hepimiz bir oymaktaydık.
Evlerin kapıları ayrıydı ama hayatlarımız birdi. Şimdi ben o yemeğini yediğim, evinde
çocukluğumu geçirdiğim teyzemi bayramdan bayrama görüyorum. Onun haricinde ancak
teyzem hasta olacak da o zaman gideceğim ben de. Ben üçüncüyü doğurduğumda geldi
teyzem, en son o zaman gördüm. Allah korusun, bir ölüm olursa gitti geldi olur. Normal
zamanda “Çıkıp da bir oturmaya gideyim.” olmuyor, zaten vaktim yok. Kızım okulda, iki
küçük evde benim başımda ne ara işimi ayarlayayım da gezmeye gideyim?
Eskiden olsa hiç üşenmezdik, Beraber yapılan her şey eğlenceli gelirdi. İftarı burada yer,
sahur için ta Kayaş‟a yürüdük teyzemin evine. İftardan sonra bir çıkardık, uyumadan
dinlenmeden ailecek teyzeme sahura. Araba fazla geçmezdi, her yere yürürdük. Şimdi ancak
telefonla haberleşir olduk. Eskiden yürüdüğümüz yolları hiç gidemez olduk. Çok değişti
ilişkilerimiz.
Burada yine apartmana geçmeden önce ve evlilikten sonra iliĢkilerin zaten zedelendiğinden
bahsedilmektedir. Gecekondu yaĢamı süresince akrabalık bağlarının çok sıkı olduğunun altı
özellikle çizilmiĢtir. Fakat dikkat edilmesi gereken husus, medeni durumun değiĢmesi ile
birlikte gecekondu hayatının zorluklarının ikiye katlanmıĢ olmasıdır. Bahsedilen bu
sosyalliğin, aslında “zorunlu sosyalleĢme” olduğu gerçeği gün ıĢığına çıkmıĢtır. Ayrı bir eve
sahip olunduğunda alınan sorumluluklar dolayısıyla, akrabalık iliĢkilerinin bireysel yaĢamları
katlettiği sonucuna varılmıĢtır.
Gülten Atalay büyük bir mutluluk ve özlemle gecekondudaki sosyal hayatını anlatırken
gecekondu hayatının bütünleĢtirici etkisi üzerinde durmuĢtur:
52
Komşuluk ilişkilerimiz çok güzeldi. Söğüt ağacımız vardı, işini bitiren gelir hep birlikte
otururduk. Cenazeleri cenazemiz olurdu, doğumlarımız birdi hiç ayırt etmezdik.
Yardımlaşmayı çok severim. İkindi vakitleri özellikle her gün bir komşunun evinin önünde
otururduk. Ben çay yapayım derdim, diğeri kısır yapardı hep birlikte otururduk evin önünde.
Hala ararım bacım diyerek konuşuruz. Bir araya gelmeye çalışıyoruz. Ama biri
gecekondudan çıkınca uzaklara gitti. Gecekondularda hala oturan eski komşularım var. Eski
günleri yad edelim bir araya gelelim diye konuşuruz. Gecekonduda komşuluk ilişkilerimiz çok
güzeldi. Komşuma kömür geldi mi hemen yardıma giderdim, diğer komşuları da çağırırdım.
Hiç kimse bunu yük olarak görmezdi. Onlar da bana gelirdi yardıma. Bahçeye kazan koyup
su kaynatırdık. Çamaşırları yıkardık bahçede.
KomĢuluk iliĢkilerinin sıcaklığından bahsederken gözleri dolmuĢtur ve o günleri büyük bir
özlemle anlatmıĢtır. Gecekondu yaĢamında hala kırsal alıĢkanlıkların sürmekte olduğu ve de
bunun gecekondu hayatında bütünleĢtirici etkisinin olduğu görülmektedir. Ailenin apartmana
geçmesiyle bu alıĢkanlıkların zorunlu olarak kaldırılması sonucu iliĢkilerde zayıflamalar
görülmüĢtür.
Gülten Atalay gecekondudaki bazı komĢuları ile hala görüĢmekte olduğunu dile getirmiĢtir
ve konuĢmasına Ģu Ģekilde devam etmiĢtir:
Gecekondudayken samimi olduğum komşularımdan biri geçen bayram çocuklarıyla geldi. Biz
gecekonduda yaşarken eşi vefat etmişti ve çocuklarıyla yalnız kalmıştı. Eşi yeni vefat ettiğinde biri
gece kapısını çalmış. Hemen bize geldi durumu anlattı. Korkmuş çocukları küçüktü, eşim de korkma
sen ben sabaha kadar ayaktayım rahat uyu dedi. Geçen bayram bunları anlattı hala. Minnet
duyduğunu söyledi. Gece hangi vakit olursa olsun, hastalansak yardıma koşardık hemen. Komşuların
gelinlerini bile hastaneye ben götürürdüm doğuma. Kendi evladımdan ayırt etmezdim.
Bundan yaklaĢık 40 yıl kadar önce gecekonduda yaĢarkenki sosyal hayatını anlatırken
yüzünde büyük mutluluk ve özlem gözlenen Gülten Atalay Ģöyle devam etmiĢtir:
Şimdi sosyal hayatım yok ama eskiden sinemaya giderdim. Çocuklar küçüktü. Açık hava
sineması vardı Mamak‟ ta. Haftanın iki günü de hanımlar matinesi olurdu. İki seans olurdu.
Eşimi işe gönderince bilet almaya giderdim hemen. Komşuların bazıları ilk seansa giderdi.
Çocuklarım küçüktü, onların yemeklerini yedirirdim sonra 10- 15 komşum toplanıp giderdik.
Genelde çarşambaları olurdu. Sabah 10‟ da ve 12‟ de olurdu. Çok güzeldi çok eğlenirdik.
Kayınvalidemle oturduğumuz zamandaydı. Buraya gelince gidemedim artık. Birkaç kez
götürdüm çocukları sonra tedirgin oldum. Önceki kadınlar matinesiydi, rahattı ortam ama
sonra erkekler de vardı bağırıp çağırıyorlardı film izlerken. Bu rahatsız etti beni. Gitmedim
53
bir daha da. Tiyatroyu bilmem ama şimdi bazen televizyonda bu filmi gördüm sinemada
izledim diye eski günleri hatırlıyorum, çocuklarım şaşırıyorlar.
Burada katılımcı gecekondudayken sosyal hayatının olduğunu, özellikle apartman hayatına
geçtikten sonra sosyal aktivitesinin olmadığını belirtmiĢtir. Apartman hayatı bireyin sosyal
açıdan izole olmasına neden olmuĢtur. Kadınlar gecekondu hayatında ev dıĢında
sosyalleĢebilecekleri bir ortam bulabilmektedir. AlıĢılanın aksine kadınların toplanıp
sinemaya gitmesi bile söz konusudur. Ġnsanların hepsinin birbiriyle muhabbeti vardır.
Yabancı olunan insanlar veya yabancı kalınan mekanın etkisiyle kadınların daha çok eve
kapandığı görülmektedir. Bu durum sosyal değiĢmenin bir yönü olarak ele alınabilir.
Gülten Atalay‟ın aksine diğer bir görüĢmeci olan Narin Çınar gecekondudayken pek bir
sosyal hayatının olmadığını belirtmiĢtir. Tek sosyal hayatlarının akrabaları ile birbirlerine
gidip gelmeleri Ģeklinde olduğunu ifade etmiĢtir. Gecekondudaki sosyal hayatla ilgili
düĢünceleri Ģu Ģekildedir:
Gecekonduda komşuluk hayatım yoktu. Hiç yani şurada bunalsam ben bunaldım diyip
kapısını açıp gireceğim bir komşum yoktu. Ama eltim vardı bak eltimle çok iyiydik. Onlarında
kendi akrabaları vardı. Zaten aramıyorduk komşuyu pek. İhtiyaç duymuyorduk, birbirimizi
anlıyorduk. Yaş farkı vardı. Ben 10 yaş büyüğüm eltimden. Ama yaş farkı olsa yinede
anlaşıyorduk yani. Komşuya pek gerek duymuyorduk. Akrabalarımla da 3 tane kardeşim var,
ablam var. Onlarla da her zaman düğünde, bayramda bir araya gelelim diyalogumuz yoktu.
Her an buluşurduk yani. Canımız istedi, gelirdik. Bende yatarlardı, kalırlardı. Aynı mahallede
oturuyoruz ama yinede gitmezlerdi. Biz oraya gittiğimizde bizde orada yatardık, kalırdık.
Yalnız çocuklarımız büyüdükten sonra haliyle dünya savaşı, geçim telaşı, okuma telaşı derken
kavga küslük şeyimiz yokta gidip gelmemiz biraz seğrildi yani. Sık gidip gelemiyoruz ama
daha önce çok gider, gelirdik. Ablam olsun, 3 tane kardeşim olsun, görümcelerim olsun
hepsiyle öyleyiz yani öyle bir kötü yani bir tartışma, kavgalı kimsemiz yok. Hepsiyle de
Allah‟a şükür iyiyiz yani.
Sosyal yönlü ihtiyacını daha çok eĢinin ailesiyle ve kendi ailesiyle gidermektedir. Aynı
mahallede çok yakın yerlerde oturmalarına rağmen gelen akrabaların yatıya kalması ne kadar
samimi olduklarını göstermektedir. Ama zamanla bu iliĢkilerin biraz aĢındığı görülmektedir.
KomĢuluk iliĢkilerinin geliĢmeme sebebi mahallede oturan komĢuların çoğununda kendi
akrabalarıyla yakın olmasıdır.
54
Gecekondudan daha erken çıkmadıkları için piĢman olduğunu ifade eden katılımcı Seyran
Sarıca aynı zamanda gecekonduda ki komĢuluk iliĢkilerinin akraba iliĢkilerinden daha ileri
düzeyde olduğunu Ģöyle ifade etmiĢtir:
Mahalledekilerle sık sık görüşüyorduk. Hala da görüşüyoruz yani ilişkilerimiz iyiydi. Hiç
değişmedi. Hatta komşularımızla daha sık görüşüyoruz çünkü annemizden babamızdan daha
çok emek verenler, yardım edenler oldu komşularımız arasından.
2.2 Apartman Hayatı Ve Kentsel DönüĢüm Sürecinde Sosyal ĠliĢki Ağlarındaki
DeğiĢim
2.2.1. Apartman Hayatı Ve Hayat ġartlarındaki DeğiĢim
Katılımcılardan Rabia Seyfi apartmana geçiĢle birlikte yaĢadıkları değiĢiklikleri Ģöyle ifade
etmiĢtir:
Apartmana geçince hayatımızda çok şey değişti. Gecekonduda soba kullanırdık çamaşırı
elimizde yıkardık. Gelen giden derdimiz hiç bitmezdi. Evimde, mutfağımda çok sıkıntı yaşadım
ben. Evimiz üç oda bir salondu; tek yerde soba yanardı. Hepimiz orada yatar, orada yer
içerdik. Kira ödemek de sıkıntılıydı. Annemin evinde rahat rahat yaşardım. Kira ne demekmiş
evlenince öğrendim. Ev sahibi kira isterdi; ama ev mi orası da kira vereceksin? Yedi sene
oturdum o evde. Sonra başka gecekonduya taşındık. Orada da sıkıntılar devam etti. Orada
pek kalmadan apartmana geçtik. Şimdi burada çok rahatım. Gelen gidenin belli, soğuk derdi
yok. Verdiğimiz kira fazla ama en azından kafam dinç.
ApartmanlaĢma süreci baĢladıktan sonra hayatlarda büyük değiĢiklikler olmuĢtur. Gerek
sosyal, gerek psikolojik anlamda anlatıcı, dairesine yerleĢtikten sonra yaĢama fırsatı bulduğu
huzurdan uzun uzun bahsetmiĢtir. Gecekondu hayatının sunduğu psikolojik ve fizyolojik
rahatsızlıklar aile yaĢamını da etkilemiĢ, anlatıcı eĢiyle olan iliĢkisinde sıkıntılar yaĢamıĢtır.
Gecekondunun sahip olduğu sosyal ortam ve sağlıksız yaĢam koĢulları sebebiyle çocuklarını
büyütmekte de sıkıntı çeken anlatıcı, apartmana geçmenin sadece ekonomik harcamaları
arttırdığını ama bu artıĢın da ulaĢılan refah seviyesine değeceğini belirtmiĢtir.
Gecekondudayken kaynanamla birlikle oturuyorduk. Sürekli kahvaltıya gelen birileri
olurdu ve akşama kadar gitmezlerdi. Rahat rahat işimi yapamadım, istediğim yere
55
gidemedim. Yedi sene bunalım yaşadım gecekonduda. Çok bunaldım insanlardan, kafamı
dinleyememekten. Şimdi çok rahatım ama kapıyı kilitleyip çıkıyorum. Gecekonduda insanlarla
ilgilenmek zorundaydık ama burada soranım yok, karışanım yok. Kaynanam da uzakta.
Evlenince çok başka oluyormuş. Ev işi, yemek, gelen giden bana bakıyor; çocuklar tepemde.
Mecbur evin derdini, tasasını sen çekiyorsun. Bekarlıkla evlilik arasındaki fark bir de üstüne
çocuklar insanı çok etkiliyor. Gecekondu zaten çok zor, evlilik de gelince üstüne katlandı.
Evlenmeden önce de gecekonduda yaşardım ancak annem bize sıkıntıları hiç belli etmezdi.
Ben de şimdi annem gibi oldum. Bir sorun olduğunda kendim halletmeye çalışıyorum, eşime
ve çocuklarıma belli etmiyorum.
Tam burada, „zorunlu sosyalleĢme‟ kavramına tekrar değinmek gerekir. Evlilik öncesi
hayatta yaĢanan sosyal iliĢkiler, evliliğin bireye yüklediği görevlerle birleĢince zorunlu
sosyalizasyon süreçlerine dönüĢmüĢtür. Gecekondu mahallesi zihniyeti rahat yaĢamları
sunarken, bireysel istekler kiĢilerin tekelinden çıkmıĢ, tüm mahallenin isteğine armağan
edilmiĢtir. „Özel hayat‟ kavramını hiçe sayan gecekondulaĢma apartman dairesine geçiĢle
birlikte iliĢkilerde izolasyon olgusuna dönüĢmüĢtür. YaĢanan bu „görece kentlileĢme‟ durumu
toplumsal hayatın refahını arttırmaktan çok, kiĢisel hayatların doğmasını sağlamıĢtır.
Katılımcılardan Rabia Seyfi apartmana geçiĢle beraber değiĢen hayat Ģartlarıyla ilgili
ayrıca Ģunları da söylemiĢtir:
Gecekondudayken hayat şartımız kötüydü. Ne bekarken ne evliyken doğru düzgün sokağa
çıkmazdık. Kızılay‟a gittiğimi hiç bilmem mesela. Her şeye çok heveslenirdik ama
yapamazdık. Şimdi kızıma söylüyorum benim yapamadıklarımı o yapsın diye ama onda da
heves yok. Okumuyor, çalışmıyor. Apartmanda büyüyor ya, kıymet bilmiyor hiç. Ama ben
okuyamadım onları okutacağım diyorum, zaten kocam da okusunlar istiyor. Bir varlığımız bu
üç çocuk işte. Sorduğunuz değişiklik benim için de oldu tabi ama benden de fazla çocuklarım
değişti. Önceden sokakta oynuyorlardı, ortancanın ağzındaki küfürün bini bir para. Evde
baba küfür etmez, anne etmez de bu çocuk bu küfürleri nerden öğrenir? Sokakta öğrenip gelip
evde bize söylüyordu. Çok hırçındı ama şimdi çok değişti. Küfür bitti, sokak yok. Evde oturup
oyun oynar, televizyonda çizgi film izliyor. Hepimizin hayatı bir yerlerden değişti işte.
Elde olan sosyal iliĢkilerin apartmanlaĢma ile tamamen değiĢmesi sonucunda doğan
memnuniyet anlatıcının sözcüklerinden anlaĢılmaktadır. Özellikle çocuklarının geleceği ile
ilgili hassasiyeti mevzusunda, apartmanlaĢmanın onlara çok daha iyi koĢullar sunduğuna
inanmakta ve bu koĢulları arttırmak için eĢiyle birlikte ellerinden ne gelirse yapmak için hazır
olduklarını belirtmektedir. Kendi annesinin yaĢadığı zorluklar sonucu ilkokulu bitirdikten
sonra okula gönderilmeyen anlatıcı, yapılan bu hatanın bilincinde ve üç çocuğunun da
56
okuması için uğraĢmaktadır. Gecekondu mahallesinde ya da apartman dairesinde; her nerede
olursa olsun geliĢen bilinç, daha verimli bir nesli vaat etmektedir.
Katılımcılardan Narin Çınar apartmana geçiĢle birlikte yaĢadıkları değiĢiklikleri Ģöyle
ifade etmiĢtir:
Apartmana gelince tabi insanların yaşamında bir değişiklik oluyor. Her şeyinde rahat
oluyorsun. İstediğin yerde oturuyorsun, istediğin yerde yatıyorsun. Tek bir odaya bağlı
kalmıyorsun ama gecekonduda öyleydi. Burada aç çeşmeyi sıcak su hazır istediğin kadar
duşunu al, hazır makine at çamaşırı yıka. Orda o zamanlarda makinede yoktu. Ben elde
yıkıyordum. İşte tabi o mücadeleleri orada yaşadık, buraya da geldik tabi bu rahatlığı
görünce „oh be‟ dedik. Dairenin hayatı bir başka oluyormuş.
Katılımcılardan AyĢe AĢık apartmana geçiĢle birlikte yaĢadıkları değiĢiklikleri Ģöyle ifade
etmiĢtir:
Gecekonduda yaşarken evde salçalar, reçeller yapardık. Pazara gider kendimiz seçerdik
sebzemizi, meyvemizi. Ama artık pazara gitmek yerine markete gitmeyi tercih ediyoruz. Daha
kolay geliyor insana.
Katılımcı AyĢe AĢık için eskiden hane içinde yapılmakta olan üretim artık yerini dıĢarıdan
hazır ürün teminine bırakmıĢtır. Gecekondudan apartmana geçiĢ hanede sadece yaĢam tarzını
değil ekonomik davranıĢları da değiĢtirmiĢtir.
2.2.2 Sosyal ĠliĢkilerdeki DeğiĢim
Katılımcılardan Rabia Seyfi apartmana geçiĢle beraber değiĢen iliĢkileri Ģöyle ifade
etmiĢtir:
Apartmanlarda ilişkiler daha güzel oluyor. Gecekonduda komşular geliyor, işinin olup
olmadığını önemsemiyorlar. Gecekonduda gelene hizmet mi edeceksin yoksa çocuklarla mı
ilgileneceksin? Yoksa akşamına kocanın gönlünü mü yapacaksın? Kocanın gönlünü yapacak
hal mi kalıyor? Ama mecbursun, yapmazsan “Sen beni istemiyorsun.” oluyor. Aile içindeki
ilişkilerin bile zarar görüyor. Ama burada öyle değil. Önce işimi bitiriyorum, sonra keyfime
bakıyorum. Rahatlıktan burada zaman çok çabuk geçiyor, gecekonduda yaşadığım zamanlar
iki ömür gibi geliyordu. Dışarıdan bakanlar sanki mahpusa girmişiz gibi düşünüyor
gecekondudan çıkınca ama öyle olmuyor. Ben gecekondu yüzünden hasta oldum, şimdi kafam
rahat.
Gecekondusu yıkılan insanların, hayatlarının ellerinden alındığı düĢüncesi son tahlilde bu
araĢtırma sonucunda görece yanlıĢ fikir olarak ortaya çıkmıĢtır. ġöyle ki, yaĢanan hayatlara
57
etik açıdan bakmak, yaĢanılan hayatların niteliğinden habersiz olmak anlamına gelmektedir.
Uzaktan yapılan yorumların akademik değeri olsa da, günlük yaĢam pratiklerinin bu
tahminleri ezip geçecek kadar ağır olduğu gerçeği ancak gecekondu hayatını yaĢamıĢ biri
tarafından anlatıldığında dikkate alınacak konuma ulaĢmaktadır. „Kentsel dönüĢüm‟ adı
altında gerçekleĢtirilen bu değiĢimler, sömürü sisteminden-müteahhitlerin insanları kandırma
çabası- arındırıldığına ve tabi ki kiĢisel isteklere bırakıldığında hak edilen hayatların
yaĢanmasının önündeki engeller kalkacaktır.
Katılımcılardan Gülten Atalay apartmana geçiĢle birlikte sosyal iliĢkilerde yaĢanan
değiĢiklikleri Ģöyle ifade etmiĢtir:
Gecekondudayken kapımı kilitlemezdim. Bakkal giderdim, komşuya uğrardım, evin önünde
çayımı içerdim öyle girerdim eve. Eşim birkaç kez kapıyı kilitlemiyorum diye kızdı bana öyle
alıştım kilitlemeye. Apartman geçtikten sonra birbirimizi göremez olduk. Akrabalar ancak
düğüne, cenazeye gelecek, onun dışında çok sıkı değiliz. Buradaki komşularımla eski
komşularım kadar da yakın değiliz. Üç gün evden çıkmasam kimse gelip nerdesin demez,
herkesin işi gücü var sonuçta. Apartmandakilerle bir araya gelemiyoruz gecekondudaki
kadar. Gecekondudayken bahçemizde meyve yetiştirirdik. Fazlasını satmazdık; komşularla
beraber kendi malları gibi yerdik. Pazara gitmeye bile gerek kalmazdı. Şimdi sebzeleri
kurutuyoruz, doğal almaya çalışıyoruz ama eskisi gibi olmuyor.
Katılımcı Gülten Atalay apartman hayatına uymada yaĢanan bazı sıkıntılar olduğundan
bahsetmiĢtir. KomĢuluk iliĢkilerinin apartmanda zayıflamasını iletiĢimin geliĢmesine
bağlamaktadır. Akrabalık ve komĢuluk iliĢkilerinin eskisi kadar sıcak olmadığından
bahsetmiĢtir. Sosyal açıdan iliĢkilerin zayıfladığı anlaĢılmaktadır. Apartman hayatında maddi
açıdan pek bir zorluk yaĢamamıĢlardır.
Katılımcılardan AyĢe AĢık ise apartmana geçiĢle birlikte sosyal iliĢkilerde yaĢanan
değiĢiklikleri Ģöyle ifade etmiĢtir:
Ankara‟da akrabalarımız var ama bayram, düğün veya cenaze olmadığı sürece pek sık
görüşemiyoruz. Fakat apartmana geçince komşuluk ilişkilerimiz çok fazla değişmedi. Yine
görüşüyoruz ama gecekondudaki gibi olması mümkün değil. Eski komşuluklar benim gözümde
öldü.
AyĢe AĢık‟ ın aktarımına göre göç sonucu belli ölçüde dağılma yaĢamıĢ ailesiyle olan
akrabalık iliĢkileri apartmana geçiĢinden sonra aynı Ģekilde devam etmiĢtir. Burada
katılımcının akrabalık iliĢkileri, akrabalarıyla ayrı yerlerde oturmalarından dolayı ulaĢım
güçlüğü ve uzaklık etrafında ĢekillenmiĢ, belirli dönemlerde veya akrabalık birbirine
ulaĢabildikleri dönemde devam etmiĢtir.
58
Katılımcının komĢuluk iliĢkileri ise gecekondudaki döneme göre çözülme göstermiĢtir.
Apartman hayatının bireyselliği ve eski komĢularla bağların kopması Giddens(2004)‟in
bahsettiği birbirinde uzaklaĢmaya sebep olmuĢtur. Eskiden daha kolay sürdürülen koĢuluk
iliĢkileri apartmana geçiĢle daha bireysel ve kopuk bir hal almıĢtır.
Katılımcılardan Narin Çınar apartmana geçiĢle birlikte sosyal iliĢkilerde yaĢanan
değiĢiklikleri Ģöyle ifade etmiĢtir:
Apartmanda komşularım gayet iyi. Aşağı, yukarı hepsiyle de görüşüyorum. Yani hepsiyle
merhabalaşıyoruz. Ama iki kişiyle daha samimiyiz. Ailecek gidip geliyoruz. Apartman geçince
akrabalarımızla olan görüşme durumumuzda da bir değişiklik yaşanmadı.
Katılımcı Narin Çınar‟ a göre apartmanda genel kabul olan kapalı kapılar ardında yaĢamak
düĢüncesinin aksine iliĢkilerin daha sıkı olduğu görülmektedir. En azından herkes herkesi
bilmektedir ve merhaba demektedir.
Katılımcılardan Seyran Sarıca apartmana geçiĢle birlikte sosyal iliĢkilerde yaĢanan
değiĢiklikleri Ģöyle ifade etmiĢtir:
İlişkiler değişti tabi burada. Dairede herkesi tanımanız, çok iyi olmanız mümkün değil.
Çok iyi dediğim sadece merhabalaşıyoruz insanlarla. Kimseye küslüğümüz yok ama
samimiyetimiz de yok yani. Sadece bir şey olunca, davet olunca gidiyorsun. Burada kafana
göre bir iki kişi bulunca görüşüyorsun. Fakat gecekondu da öyle değildi. Bütün mahalle
dışarıda bir arada oturup muhabbet edebilirdik. Gecekondunun komşuluğu daha sıcaktı.
Mahallede herkes birbirini tanırdı. Burada bazı apartmanlarda kimse kimseyi tanımıyor.
Bizim apartmandaki herkesi tanıyoruz, selamlaşıyoruz ama bizim akrabalarımızda var kimse
kimseyi tanımıyor. Giriyor, çıkıyor, birbirlerine selam vermiyorlar. Hangi dairede kimin
oturduğunu doğru düzgün hiç kimse bilmiyor. Gecekondunun komşuluğu güzeldi ama
apartmanın da şartları daha uygun. Gecekonduda bir göz odada oturuyorduk, sobayı
yakıyorduk. Çocuklar diğer odalar soğuk olduğu için üşüyordu. O yüzden hepimiz bir odada
yatıyorduk. Apartman bu açılardan daha rahat. Keşke daha önce apartmana taşınabilseydik
diyorum.
Katılımcı Seyran Sarıca için apartmanın fiziki Ģartlarının getirisi sosyal izolasyondan daha
değerli görünmektedir. Zaten apartmana daha erken taĢınmamıĢ olmanın piĢmanlığı devamlı
dile getirilmiĢtir. Katılımcı kendi apartmanındaki sosyal yozlaĢmayı çevresindeki diğer
insanların apartmanıyla karĢılaĢtırdığı için genellikle “buna da Ģükür” tavrını sergilemiĢtir.
59
2.2.3 Kentsel DönüĢümle YaĢanan Maddi Sıkıntılar
Katılımcılardan Rabia Seyfi apartmana geçiĢle yaĢanan maddi sıkıntılarla ilgili Ģunları
belirtmiĢtir:
Apartman yüzünden değil de, araba almak için kredi çektik. Şimdi hem araba kredisi
ödüyoruz hem de kira veriyoruz. Tabi gecekonduda daha az kira veriyorduk ama o aradaki
fark bu hayatı yaşamaya değer. Orada bir torba kömürü bedavaya alıyorduk, şimdi burada
gazı parasıyla alıyoruz ama rezilliği yok.
Ailesel bir karar sonucunda alınan araba için çekilen kredinin maddi yükü biraz
ağırlaĢtırdığını söyleyen anlatıcı, kiranın artıĢının yaĢadıkları hayatın kalitesindeki artıĢa
değeceğini üstüne basarak dile getirmiĢtir. Gecekondularda yaĢanan hayatların, bireysel
isteklerden soyutlanarak yaĢamak zorunda bırakılıĢı maddi olarak hiçbir değerle
ölçülemeyecek kadar önemli bir sorundur. Bu sebeple, yaĢanan zorluklara göğüs germek, o
zorluklar apartman dairesinde yaĢandığı sürece katlanılabilir niteliktedir.
Katılımcılardan AyĢe AĢık apartmana geçiĢle yaĢanan maddi sıkıntılarla ilgili Ģunları
belirtmiĢtir:
Yaşamımızın hiç farkı yok. Orada da aynı, burada da aynı. Tabi maddi olarak sıkıldık ilk
buraya gelince. Kira bizi baya etkiliyor üzerine azıcık kendimiz eklesek bile. Kiramızı eksik
veriyorlar tabi. Sen kaça tutarsan tut, 250‟ye ev mi var şimdi?
Katılımcılardan Seyran Sarıca apartmana geçiĢle yaĢanan maddi sıkıntılarla ilgili Ģunları
belirtmiĢtir:
Gecekondudayken durumumuz daha kötüydü bence. Çünkü borçlarımız vardı. Fakat orda
da giderlerimiz daha azdı. Buradaki harcamalarımız pek artmadı aslında. Apartmanda
alışkanlıklarımız değişti. Herkes sosyalleşmeye başladı. Gecekondudayken pazara giderdik
böyle büyük alışveriş merkezleri yoktu. Aylık alışveriş yapmak gibi bir alışkanlığımız yoktu.
Bir şeye ihtiyacımız olursa gidip alırdık. Şimdi büyük marketlere gidiyoruz, aylık
alışverişimizi yapıyoruz. Şimdi daha iyi daha hesaplı. Bir ay rahat ediyoruz. Gidiyoruz
çoluğumuzu çocuğumuzu gezdiriyoruz. Orada oyun oynuyorlar. Alışverişimizi yapıyoruz aynı
zamanda yemeğimizi de yiyoruz. Yani ben bu durumdan daha çok memnunum.
Seyran Sarıca için gecekondu hayatındaki maddi sıkıntı ev için ekstra giderlerin ve
borçların
olmasından
dolayıdır.
Apartmana
geçildiği
için
harcamalarda
artıĢ
gözlemlenmemiĢtir.
Dikkat edilmesi gereken bir konu da Ģudur; Katılımcı Seyran Sarıca apartmandaki
sosyalleĢme sorununa olduğuna destek verirken, Ģimdi apartmanda sosyalleĢmenin baĢladığını
60
ifade etmiĢtir. KonuĢmalardan da Ģu anlaĢılmıĢtır; Katılımcı sosyalleĢme derken alıĢveriĢe
gitmek, orada çocukların eğlenmesini sağlamak, yemek yemek gibi etkinlikleri kastetmiĢtir.
Buradaki sosyalleĢme, kapitalizme oyuncak olmuĢ bir sosyalleĢmeden baĢka bir Ģey değildir.
2.2.4 Kentsel DönüĢüm Sürecinden Memnun Olup/Olmama Durumu
Katılımcılardan Rabia Seyfi apartmanlaĢma sürecinden memnun olup olmamasıyla ilgili Ģunları
belirtmiĢtir:
Apartmandan çok memnunum çünkü gecekonduda oturan herkes çok zorluk çeker. Annem
de geçti daireye yaklaşık bir sene önce, annem de çok memnun. Çünkü daire rahat.
Gecekondunun özlenecek yeri mi var? Özlenmez çünkü evimiz güzel değildi, hep zorlukları
vardı. Burası mis gibi, rahat. Gecekonduda yaşadığımız bile belli değildi.
Katılımcılardan Gülten Atalay apartmanlaĢma sürecinden memnun olup olmamasıyla ilgili
Ģunları belirtmiĢtir:
Gecekonduda kışlar çok ağır geçerdi. Bu günlerde güzel, tüp derdimiz yok doğalgaz var
çok şükür. Eskiden gaz yağı vardı onunla su ısıtırdım, eşim kızardı bazen gaz yağını çabuk
bitirdin diye. Isınma açısından, temizliği açısından apartman rahat tabi. Gecekonduda
sabahtan çamaşıra otururduk, akşam üçe dörde kadar çamaşır yıkardım. Ekmeğimi kendim
yapardım. Komşuluk ilişkileri ve doğallık açısından gecekondu hayatını hiç bir şeye
değişmem. Gecekondu günleri gerçekten çok güzeldi.
Kentsel dönüĢüm açısından bakıldığında apartmana geçen bireylerin yaĢam standartları
yükseliyor. Fakat katılımcı Gülten Atalay‟ ın gecekondudaki sosyal iliĢkileri fazlasıyla
özlediği görülmektedir.
Katılımcılardan Narin Çınar apartmanlaĢma sürecinden memnun olup olmamasıyla ilgili
Ģunları belirtmiĢtir:
Gecekonduyu hatırladığım zaman aklıma komşuluk anılarım gelmiyor. Ama verdiğim
emekler aklıma geliyor. Çünkü çok mücadele ettim. Evi aldığımız zamanı hatırlıyorum bazen,
ürküyorum. Kendi kendime ben nasıl yaşamışım orda diyorum. Çöp atmak, çöpün toplanması
bile dertti... Çektiğim sıkıntılar, o mücadeleler aklımdan hiç çıkmıyor. Tabi o günlerde
yaşamak sorun. Bazen diyorum yani yaşamamız gerekiyormuş ki demek ki yaşadık. Allah‟ıma
çok şükür önünde yaşadık gençliğimizde ama inşallah yaşlılığımızda rahat oluruz.
Katılımcı Narin Çınar çöp atmanın bile zamanında çok büyük sorun olduğu söylemiĢtir.
Katılımcı gecekondunun ilk halini düĢündüğünde “Ben o evi aldığım hali şöyle bazen
61
düşünürüm, ürküyorum kendi kendime ben nasıl yaşamışım orda diyorum” sözleriyle
açıklamıĢtır. Apartmanda yaĢamayı bir sürü açıdan tercih ettikleri anlaĢılmaktadır. Ev
kadınlarının görevlerini, sorumluluklarını her ne koĢulda olursa olsun yapma zorunluluğu
hissettiği görüĢmecinin hasta olduğu halde çocuklarına yemek hazırlamak zorunda olduğunu
söylemesinden anlaĢılmaktadır. Bu toplumsal cinsiyetle kadınlara dayatılan görevlerinin onlar
tarafından ne kadar içselleĢtirildiğinin bir örneğidir.
2.3 Kentsel DönüĢüm Süreci Ve Bürokrasi
Katılımcılardan Gülten Atalay gecekondudan apartmana nasıl adım attıklarını Ģöyle
ifade etmiĢtir:
Önce bazı söylentiler çıktı, yıkılacak, yol büyüyecek dediler, eve bir şey yapamadık bu
nedenle. Arsadan çıkacaksınız dediler. Para karşılığı sizi borçlandıracağız, aylık 27 lira
ödedik, daha doğrusu eşim pek para konusuna beni karıştırmazdı. Ayrıntıyı bilmiyorum bu
nedenle. Bizim arsanın yarısını milli eğitim aldı, okul yapıldı yerine. Kalan yarısını ise devlet
aldı. Bize burayı aldık çıkın dendi. Başka yerden daire vereceğiz size dediler. Üç daire evimiz
oldu. Birini kızıma sattık, birinde oğlum diğerinde biz oturuyoruz. Milli eğitim almış, 25- 30
ev vardı hepsi yıkıldı.
Katılımcı arsanın alım sürecine iliĢkin onlara pek bir Ģey danıĢılmadığını biz aldık siz
çıkın dediklerini belirtti. Zorunlu olarak gecekondularını terk etmek zorunda kalmıĢlardır.
Burada kentsel dönüĢümün zorunlu yapıldığını görmekteyiz.
Katılımcılardan AyĢe AĢık kentleĢme süreciyle ilgili belediyenin ilk ne zaman
yaĢadıkları yere geldiği sorusu üzerine Ģunları söylemiĢtir:
Belediye, bir yol için gelirlerdi. Şikayet ederlerdi mahalleden. İmza toplarlardı. Yani
yolumuz yapılsın diye Belediye‟ye. Ne bileyim, işte suyumuz yok diye çok şikayet ederlerdi.
Erkeklerimiz toplanırdı. Biz toplardık imza. Böyle kağıda imzaları isimleri yazardık.
Götürürlerdi dilekçeyi oraya verirlerdi. Gelirlerdi, bakarlardı. “Ha tamam yapılacak
edilecek” derlerdi, giderlerdi. Gidiş o gidiş... Bir daha gelen ney olmazdı. Öyle böyle, öyle
böyle günlerimiz geçti ve kısa zamanda başladılar ölçmeye biçmeye, işaretlemeye. Dedik
herhalde yıkılacak buralar. Yıkıldı. Geliyorlardı. Geliyorlardı ama, tabi kolay olmaz onlar
içinde. Zor yani birden yapılır mı böyle şeyler? Yani kaç sene bizim oramız yıkılacak diye
bekledik biz.
AyĢe AĢık gecekonduların yıkılacağı haberinin geldiği süreci Ģu Ģekilde anlatmıĢtır:
62
Üç yıl oldu. Üç sene oldu ben buraya geleli. Direk buraya geldim kiraya. Yıkılacağı
bize hemen hemen bir sene önce geldi. Tabi, herkes cesaret edemedi vermeye. Kimisi
kandırılırsınız dedi, kimisi evleri alacaklar elinizden diye... Cesaret edemedi tabi ilk anda
insan yavrum. Sonra baktım gördük, olacak gibi değil; gari imzaladı amcan şeyi, gelen şeyi.
Ġkna olma sürecini anlatmaya ise Ģu Ģekilde devam etmiĢtir:
Olduk. Yıkılsın istiyorduk. Gari gidelim bizde dedik. Yolumuz yok yavrum. Yol var, ama
kışın araba çıkmıyor. Hasta olsan kalıyorsun. Hiç inmene imkan yok, sırtına alacan gidecen.
Hani öyle buz muz olsa, mümkün değil bizim oraya çıkman. Diyorduk yani yıkılsa hiç
gelişmedi mahallemiz. Hiç gelişmedi. Kırk beş sene durduk orada. Şöyle virane gibi oturduk.
Sonra geldiler işte, yıkılacak dediler. Daha da oturanlar var şimdi on, on beş hane. Biraz da
pürüzlü yerleri onların. Bizim pürüzümüz yoktu, tapulu olduğu için yerimiz. İmar tapumuz
vardı. Borçlanmadık da.
Katılımcı mahalle sakinlerinin belediye hizmetlerinden mahrum kalıĢlarına ses
çıkardığını; ancak bir sonuç alamadıklarını aktarmıĢtır. Katılımcının aktarımına göre belediye
görevlilerinin bölge ile asıl ilgilenmeye baĢlamaları Kentsel DönüĢüm Projesinin ön
çalıĢmaları ile baĢlamıĢ ve bunu takiben yıkım kararının mahalle sakinlerine resmi evrak
yoluyla bildirilmesi suretiyle olmuĢtur. Belediye görevlilerinin bu tavrı büyük bir bilgi
kirliliğine yaratmıĢtır. Burada katılımcı ve eĢi mahallenin izolasyonuna ve geliĢmemesini
gözlemleyerek bu mahalleden daha modern olacağı söylenen bir yere gitme kararı almıĢlar ve
buna yönelik olarak da belediyeyle anlaĢma yoluna gitmiĢlerdir. Kentsel DönüĢüm
Projelerinin genel söylemi olan toplumsal değiĢim vaadi gecekonduda yaĢayan insanlarda
yankı bulmuĢtur.
Katılımcı AyĢe AĢık asıl kentleĢme sürecini Ģu cümlelerle ifade etmiĢtir:
Kağıt geliyordu. Gelin anlaşın, gelin anlaşın... Tabi birkaç sefer ikaz ettiler. Sorduk,
öğrendik soruşturduk. Amcan da dedi, en iyisi vereyim. Bir kaç kişi de verdiydi. Çok yeniydi
daha verenler. Amcan da verdi, imzaladı. Ondan sonra gün tayin ettiler. Şu ayın şu gününde
suyunuzu, elektriğinizi kestirin diye. Tabi o zamana kadar burayı bulduk, evi. O ay kendimiz
verdik kirayı. Suyu kestirdik. Elektriği kestirdik. Ama tabı onlar muameleyi yürüyene kadar
bir ayı geçti. O ay kendimiz verdik kirayı, Belediye vermedi. Ertesi ay Belediye bağladı
şeyimizi. Amcanın şeyine yatırıyor, bankaya. Şimdi gidiyor amcan ayın ikisinde üçünde alıyor
parasını.
Belediyeye güvenme konusunda ise Ģunları söylemiĢtir AyĢe AĢık:
Ne bileyim güvendik işte. Herkes çok çok... Çok itirazlar oldu. Çok şeyedenler oldu.
Yani imzaladık; ama korka korka da imzaladık. Yani cesaret edemeye edemeye şey yaptık.
63
Kimisi dedi, vermezler. Kimisi dedi, kandırıyorlar. Kimisi dedi, evi elinizden alacaklar.
Canım beni niye kandırsın yani. Kandıracak ne var? Evimi yıkıp da beni mahalle meydanında
niye koysun? Bak üç senedir kiramı veriyor. Allah razı olsun. Tabi bende yurdumdan,
yuvamdan oldum mesela. Durup dururken değil ya. Bize oradan ev verecekler. Yüz
metrekareye anlaştık. Teslimatı söylemediler. Bilmiyorum, verilecek sözde. Yapıldı işte dört
beş tane bizden daha aşağıya. Üreyli‟ ye doğru, bilmem gördünüz mü? Dört beş tane ney bina
yapıldı, 17 katlı. Ama o mal sahiplerine verildi. Oranın sahiplerine verildi. Bizimki de
köprüye yakın olacak; ama tabi daha başlanmadı, üç sene oldu.
AyĢe AĢık evinizin olduğu yerden mi ev verecekler sorusunun cevabını ise Ģu Ģekilde
vermiĢtir:
Değil. Oraya veremez. Şöyle veremez: Aynı yerimize bizim daireyi yapamaz ki. Yani
onlar gibi olacak 17 kat, tepenin üstüne nereye? Bunu şimdi yaparsa düzlüğe yapacak...
İnşallah.
Katılımcıların anlattıklarından kendisinin ve çevresinin bu dönüĢüm sürecine karĢı bir
“güven” problemi olduğu anlaĢılmaktadır. Bu güven probleminin oluĢumunda bürokratik
sistemin yüz yüzelikten uzaklığı ve yazılı verilere dayalı iĢleyiĢi de etkilidir. Bölgede
yaĢayanlar kiminle muhatap olduklarını dahi bilmemektedirler. KarĢılarında tamamen tüzel
bir kiĢilik olarak belediyenin bürokratik örgütlenmesi vardır. Yetkili kiĢilerin kendilerini
açıkça ortaya koymamaları kadar, kentsel dönüĢümle ve bölge sakinlerinin yaĢayacakları bu
süreçler ile ilgili kendilerini bilgilendirme yoluna da gitmedikleri görülmektedir. Kendilerini
bir ikilem içinde bulan bölge sakinleri anlaĢma yoluna gitmekten baĢka bir çözüm
bulamamıĢlardır. Bunu yaparken de bunu bir “risk” olarak algıladıklarını belirtmiĢlerdir.
Katılımcının kendisi de risk aldığını düĢünerek gecekondusunu terk edip belediye ile anlaĢma
yoluna gitmiĢ ve bunun karĢılığında belediyeden her ay kira yardımı ve gelecekte yapılmasını
beklediği bir apartman dairesi almıĢtır. Her ne kadar belediyenin aylık bir miktar yardımda
bulunması kendisi için güven oluĢtursa da, binaların yapımına baĢlanmaması kendisinde
olumsuz bir algı yaratmıĢtır.
AyĢe AĢık kentleĢme sürecinde kiminle muhattap oldukları konusunda Ģunları
söylemiĢtir:
Buranın memurlarıyla görüştük. Müteahhit neyin yok orada. Onlar verecekler.
Müteahhite mi verecekler? Neyse biz şimdi TOKİ aldı diyoruz. TOKİ değil alan aslında.
Belediye TOKİ‟ye verecek şimdi. Müteahhitlere verecek; ama, nasıl verecek, kime verecek biz
bilmiyoruz. Bizimlen ilgisi yok. Bizlen işleri bitti. Biz suyu elektriği kapattık. Hiç kimseyi
görmedik belediyeden. Gitti amcan oraya, bir şey verdi. Kiramızı yatırıyor. Şimdi hiç bir yere
64
bir şey soramıyoz da, bilemiyoz da. Nereye soracan? Herkes biliyor ben gibi. Ha sonra, bir
daireler verdiler şeyden, Araplarda(?) yokuşun dibinde. Mesela biz bir karı bir koca
olduğumuz için, iki kişi bir oda bir salon verdiler. Yalnız salonun içinde mutak falan.
Amerikan tipi. E, ben oraya üç odanın eşyasını nasıl sığdırayım? İki oda verselerdi
gidecektik. Odanın birisine eşyamı yığacaktım, diğerinde de yatardık, salonda da otururduk.
Ama, iki oda vermediler. Bir oda bir salon. Odada da bir karyola bir de gardırop varmış,
başka bir şey sığmıyormuş. Ben görmedim Ama böyle verdiler bize, veririz dediler anlaşırken.
Ona da biz razı olmadık ben eşyamı nereye koyayım. Yalnız benim komşularımın çoğu gitti
oraya. Köye götürdüler eşyalarını köyleri vardı. Kardeşleri vardı, anneleri babaları vardı.
Köylere götürdüler fazla eşyaları, sade oturacak kadar eşya götürdüler. Orada oturanlar da
kirayı almıyorlar. Yakıt bedava, kira yok. Kira ödemiyorlar. Ev yapılana kadar. Ev yapıldı
mıydı anahtar teslimi, çıkacaklar oradan. Bizim için çok iyiydi; ama bir oda bir salon verince
gidemedik. Eşyamı atmam gerekti. Nereye koyayım ben? Bir de yanımızda çoluk çocuk
olsaydı, beş kişi olması gerekiyormuş ki iki oda versinler. Şimdi bile şu anda yazılsan, beş kişi
olmam gerekiyor benim. Verirse tabi ne zaman çıkarsa. Öyle oturanlar var orada, kirayı
almıyorlar. Yakıt bedava. Orada kalan komşularımızın evleri bir daire etmiyor. Daireyi
doldurmuyor. İddia ediyorlar, tabi mahkemeye verdiler. Ondan ertelendi tabi. Mal sahipleri
verdi mahkemeye. Diyorlar ki bize de versin bir daire. Mesela, ödemeyelim diyorlar,
metrekarem tutmuyor. Mesela benim yerim 211 metrekare çıktı. 250 metrekareye
doldurmamız gerekti, angaz paramızdan kestiler bizim beş milyar, doldurmamız için. Onların
doldurmyor yerleri hem de tapuları yok. Mesela senin 80 metrekare var, iki artı bir. 100
metrekare benim istediğim üç artı bir. 120 var onunda metrekaresi fazla olur. Ben 120 razı
olmadım yani, iki kişiyiz ne gereği var yani dedim. Hem de biraz daha ödememiz gerekti. E,
metrekaremiz tutmayınca, mesela 250 metrekareyi doldurmama lazım ben nasıl doldurayım?
211 metrekare çıktı benim yerim. 250 altı milyar mı ne, angaz paramızı verdiler bizim 12
milyar. Altı milyar nı kestiler, 250 metrekare dolması için o karede. Mesela 120‟yi alsaydım
angaz paramı hepten kesecekti. Napayım 120 metrekareyi? Ne kadar sürede bitcek hiç
bilmiyom.
AyĢe AĢık anlaĢmadan memnun olup olmadıkları konusunu ise Ģu cümlelerle ifade
etmiĢtir:
E memnunluğu, güzel evler ben yapılan evleri gördüm. Mesela o ev gibi olacak bize de
yapılıp verilirse. Güzel eve bir şey diyecek bir durum yok. 17 kat, çift asansörlü. Ama tabi ne
zaman yapacaklar bilmiyoruz. Tabi diyoruz bazen, yapılaydı diyoruz. Yok daha başlanmadı.
Oturduğumuz yerden de, rahatız burada. Komşularımız iyi. Ne bileyim kendi halimizde. Ev
65
yıkılsın dedik, daire olsun dedik. Gelişsin dedik mahallemiz, iyi olsun dedik. Her taraf kötüydü
yıkıldı. Kimsede bakmıyordu yıkılacak diye evlere, bahçeye. Virane gibi oldu evler hep.
İstedik yıkılmasını. Mecbur hep verecekler. Vermeyenler de on, on beş hane yok gibi. Onlar
da işte azıcık pürüzlü herhalde. Ama napacaklar verecekler onlar da. Şimdi iste şey
çıkartıyorlar: Anlaşırsa anlaşacak, anlaşmazsa koyacak bankaya parasını git paranı al
diyecek hükümet başka ne diyecek. Ne diyorlar ona bir şey diyorlar; ama bilmiyorum. Başka
türlü ne yapacak?
Kentsel dönüĢüm sırasında gecekonduda oturanların evlerinden çıkartılmıĢ ve bu evlerin
yapıldığı araziler el değiĢtirmiĢtir. Bu araziler dönüĢümü yürüten belediyeler tarafından değil
BaĢbakanlığa bağlı TOKĠ tarafından imar edilecektir. TOKĠ son bir kaç yılda giriĢtiği büyük
toplu konut ve kentsel inĢa projeleriyle, Türkiye‟nin lokomotif üretim sektörü olan inĢaat
sektöründe önemli bir yere sahip olmuĢtur. TOKĠ‟ nin son yıllarda giderek yükselen değeri ve
kar eden Ģirket profili TOKĠ uygulamalarının prestijini sağlayan en önemli etkendir.
Katılımcının da belirttiği gibi, her ne kadar kendilerine verilecek evlerin inĢası baĢlamamıĢ
olsa da önceden yapılmıĢ dairelere öncelikli olarak mal sahiplerinin yerleĢtirilmesi Mamak
Kentsel DönüĢüm Projesi için katılımcı gözünde olumlu bir bakıĢ uyandırdığı söylenebilir.
TOKĠ‟nin ve Belediyenin gecekondu bölgelerinden elde ettiği arazilerden büyük karlar
elde edebilecek olması bir diğer gerçekliktir. Gecekondunun üzerine kurulduğu arsanın
değerine bağlı olarak verilen evler ve tıpkı katılımcının aktardığı gibi verilen kotadan eksik
bulunan arsa sahiplerine ev hakkı sunulmaması, karlılığın Kentsel DönüĢüm Projelerinde
önemli bir yer tuttuğunu göstermektedir.
Katılımcılardan Narin Çınar ise yaĢadığı kentleĢme sürecini Ģu cümlelerle ifade etmiĢtir:
Ya biz hiç müteahhitle şeyimiz olmadı. Eşim emekli oldu. 20 milyar ikramiye verince
eşim dedi ki arsa alalım. Hani ben bu parayla ev alamam dedi. Bir yakınımızda amcamızın
oğlu var. Oraya oturmaya gitmiştik oraya da gidince dedi ki o amcamızın oğlu bizim bu
üstümüzü. Ya amcaoğlu dedi siz dedi gecekonduda çok sıkıntılar yaşıyorsunuz dedi, suyunuz
donuyor dedi, ısıtma şeyi oluyor dedi, araba dedi evin önüne tam yaklaşmıyor dedi. Ben dedi
hep dedi dairede oturup da seni böyle görünce üzülüyorum dedi. 45 milyar diyor dedi bizim
üstümüzü alalım 2 oda dedi. Bizde 2 oda olsun dedik alalım ilerde hani bu gecekondudan da
bir şey olursa satar büyük bir ev alırız dedik. Öyle oldu. Biz buraya geldik üste geldik, baktık.
Üste bakınca müteahhit dedi ki bura dedi benim değil, bura toprak sahibinin. Şimdi biraz
önce gelen Firdevs teyzelerin. O dedi satar satmaz onu bilemem dedi yalnız dedi buraya bakın
bir dedi. Buraya geldik, buraya da oğlumla geldik. Oğlumun çok hoşuna gitti burası hani
geniş dedi. Biz tekrar pazarlığa oturunca 63 milyar dediler, biz alamayız dedik, gittik.
66
Amcamızın oğlu sağolsun müteahhitle 57‟ye pazarlığı yapmış. Biz o şekilde aldık.
Müteahhitle ya da ev arama konumumuz hiç olmadı veya bu daire olmadı oraya bakalım o da
olmadı oraya bakalım hiç demedik. Kısmet buraymış yani bir anlık oldu. Bir anda burayı
aldık yani.
GörüĢmecinin daha evleri yıkılmadan apartmana taĢınması ve gecekonduya zaten
yıkılacak gözüyle bakması, gecekonduların apartmana dönüĢmesi sürecine olağan baktıklarını
ve benimsediklerini göstermektedir.
Son olarak katılımcılarımızdan Seyran Sarıca gecekondudan apartmana geçiĢini Ģu
Ģekilde aktarmıĢtır:
Biz evde yaşarken müteahhitle görüşme yada evi satmamız için görüşme durumu
yaşanmadı fakat şimdilerde böyle bir durum var sanırım. Şimdi evlerini TOKİ‟ ye
vereceklermiş.
Katılımcı gecekondusunu aynı zamanda akrabası olan ortağına devredip apartmana
geçtiği için gecekonduların tasfiye ediliĢ sürecine yeterince Ģahit olamamıĢtır.
2.4 Gecekondu Ve Apartman YaĢamına Yönelik Algılar
Katılımcı AyĢe AĢık gecekondu ve apartman yaĢamına yaĢamına yönelik algılarını Ģu
Ģekilde dile getirmiĢtir:
İyi de, gari gecekonduyu kaldıracaklar işte. Yani ne yapacaklar, yıkacaklar, düzene
girecek güzelleşecek her taraf. Gecekondunun görünümü bir türlü, dairenin görünümü bir
türlü...(…) Yanımız, yönümüz, karşılarımız her yanımız daire oldu. Bir kötü bizim ora
kaldıydı. Bizim ora gelişmedik bir yer kaldıydı. Yani herkeste istiyordu yıkılsa keşke
diyorlardı. Hepimiz diyorduk yıkılsa buralar diyorduk.(…) Gecekondular mesela yıkılıyor,
haliyle harap turap oluyor. Adamın olur yaparsan oturur. Yapmazsan yıkılır bir taraftan. E,
daire gene öyle değil tabi. Dairenin bakımı bir türlü oluyor, görünümü bir türlü oluyor. Sonra
rahatlık, gecekondu gibi değil. Odun alıyorsun, kömür alıyorsun, kufayı kaldıramıyorsun.
İlkin ben koyuyordum kufayı, koyamaz oldum. Sonra amcan ikimiz koymaya başladık kufayı.
Kömür çıkartıyorsun, odun çıkartıyorsun; çıkartamaz duruma geliyorsun yeri geliyor.
Katılımcı AyĢe AĢık‟ın Kentsel DönüĢüm Projesi ve apartmanlaĢma ile ilgili aktardıklar ve
kendisinin bu konudaki görüĢü büyük oranda olumludur. Kendisi bunu yaĢam standartlarında
ve mahallede bir geliĢme olarak algılamakta ve bu sebeple de dönüĢümü olumlu olarak
algılamaktadır. Mamak‟ın dönüĢümü kendisinin istediği gibi gecekondudan daha modern bir
yere taĢınmasını sağlamıĢ ve görece olarak yaĢam kalitesini arttırmıĢtır. Bunu noktada AyĢe
67
AĢık, gecekondulaĢma ile sağlıklı bir kentleĢmeden uzak kalmıĢ mahallesinin yıkılmasının ve
yeniden yapılmasının olumlu olduğu görüĢündedir. Ona göre bu mahallenin geliĢmesini
sağlayacaktır. Ancak, gecekonduda geçirdiği 45 sene ve gecekondusunu yapmak için verdiği
emek bu dönemi değerli kılmaktadır.
Katılımcı Seyran Sarıca‟ ya devletin insanların gecekondularını yıkarak yerlerine apartman
inĢa etmesi, gecekondularda yaĢayan insanları apartmana yönlendirmesinin nedeni ve bu
konuda ne düĢündüğü sorulduğunda Ģunları ifade etmiĢtir:
Herhalde insanlar daha rahat etsin, daha çok sosyalleşsin istiyorlar. Bir de şimdi
gecekondudan gelmiş insanlar apartmana uyum sağlayamıyorlar. Baya sıkıntı çekiyorlar,
komşularını rahatsız ediyorlar. Bir toplumda yaşıyorsan o topluma uyman gerekir. Ama yeni
gecekondudan gelen insan apartmana hemen uyum sağlayamıyor. Balkondan halıyı
çırpmaması gerekiyor fakat ben çırparım umurumda değil diyor. Bazı insanlar dinlemiyor
işte. Sanırım biraz eğitim lazım. İnsanlar nasıl uyum sağlaması gerektiğini bilmiyor. İnsanlar
bilgilendirilmiyor. Biz de uyum sorunu yaşadık tabi. Çocuklar gecekondudan sokakta
oynamaya alıştığı için onlar sorun yaşadı. Hemen alışmaları kolay değil. Evde oyun
oynuyorlar o yüzden gürültü oluyor. Anlayışsız komşu oluyor, kapıya geliyor. Sen de ters
davranıyorsun sorun oluyor. Yaşadım ben bu problemleri. O yüzden diyorum ki
gecekondudan apartmana geçenler gerçekten uyum sağlamak da sorun yaşıyorlar.
Katılımcı Seyran Sarıca gecekondudan apartmana geçenlerin uyum sorunu yaĢadığını,
apartmanda sıkıntı çıkardıklarını ve komĢularıyla sorunlar yaĢadıklarını ifade etmiĢtir. Bunu
gecekondudan gelenleri aĢağı gördüğü için söylememiĢ, aksine kendisinin de benzer uyum
sorunu yaĢadığını dile getirmiĢtir. Uyum sorunu zaten apartmana geçince sosyal izolasyona
maruz kalan eski gecekondu sakinlerinin ayrıca komĢularıyla tartıĢmasın da sebep olmaktadır.
Ayrıca burada kentsel dönüĢüm projelerinin bu konudaki eksikliklerini görmek mümkündür.
Gecekonduda kırsal yaĢam geleneklerini devam ettiren ailelerin apartmana sert bir geçiĢ
yapması, eskiye nazaran daha geniĢ olan sosyal ağ içinde sıkıntı çekmelerine sebep
olmaktadır.
68
BÖLÜM 3
SONUÇ VE ÖNERĠLER
Kente göç sonucu ortaya çıkan konut sorununu çözmek için yapılan gecekondular ve
ortaya çıkan gecekondulaĢma sürecinde, büyük oranda hane içi emek kullanılmıĢtır. Bunda
geleneksel dayanıĢma bağlarının da etkili olduğu katılımcılar tarafından aktarılmıĢtır. Gerek
akrabalık bağları, gerek hemĢehrilik iliĢkileri kiĢilerin gecekeondular kuracak yer bulmasında,
gecekonduların yapılmasında ve gecekonduda yaĢam sürecinde önemli bir yer tutmaktadır.
Gecekondu hayatında genel olarak düĢünülenin aksine hane içi üretimin çok yaygın olmadığı
görülmüĢtür. Geleneksel olarak evde yapılan üretimin yerine, ayni yardımla ihtiyaçlarını
gideren haneler ve bunları dıĢarıdan temin eden aileler de vardır. Gecekondularda bu
ürünlerin yapımı ve dıĢarıdan getirtilmesi kentsel dönüĢüm sonucu apartmana geçildiğinde
sona ermiĢ ve tamamen market ve pazarlardan temin edilmeye baĢlanmıĢtır. Bu dıĢarıdan
alım, apartmana taĢınmıĢ gecekondu sakinleri için bir sosyalleĢme iĢlevi de görmeye
baĢlamıĢtır.
Katılımcılar için gecekondu hayatında görülmekte olan sosyalleĢme, zorunluluk içeren
bir durumken, bu apartmanlaĢma sonucunda daha bireysel bir hal almıĢtır. Kimi katılımcılar
zorunlu sosyal iliĢkilerden daha bireysel bir iliĢki tiplerine geçildiğinde sorun yaĢamıĢlar, bu
69
değiĢimi olumsuz karĢılamıĢlar ve eski sosyal hayatlarına yönelik bir özlem içinde olduklarını
belirtmiĢlerdir. Diğer katılımcılar ise bu durumdan memnun olduklarını ve apartmanda içinde
bulundukları sosyalleĢme atmosferine daha olumlu yaklaĢmıĢlardır. ApartmanlaĢma,
mahremiyeti ve birey olmanın farkındalığını arttırmıĢtır. Katılımcılarda, gecekondu yaĢamının
alıĢkanlıkları apartmana geçiĢte hemen yok olmamıĢ, kimi eski alıĢkanlıklarını sürdürmeye
devam etmiĢ, bir kesimiyse apartman yaĢamına daha rahat adapte olabilmiĢlerdir. Bu uyum
sürecinde yaĢanan sıkıntılar haneler arası çatıĢmalara da neden olabilmektedir.
Katılımcılar genel olarak, gecekondu Ģartlarının apartmana göre kötü olduğunu
belirtmiĢler ve bazı katılımcılar geçiĢ sürecinde apartmandaki bu rahatlık sayesinde kentsel
dönüĢüme daha rahat uyum sağlayabilmiĢlerdir. Bu rahatlıklar, hem aileler için sosyal
olanaklar hem de lojistik kolaylıklar olarak ortaya çıkmıĢtır.
Kentsel dönüĢüm süreci, katılımcılar tarafından genel olarak olumlanmıĢtır.
Katılımcılar hem yapılan ve yapılacağı söylenen konutların kendilerine daha iyi yaĢam
koĢulları sağlayacağı inancındadırlar. Bu dönüĢüm onların sosyalleĢmesi açısından olumlu bir
iĢlev göreceği algısını yaratmıĢtır. Bu noktada katılımcıların belirttiği bir nokta, kentsel
dönüĢüm sürecinin tepeden inmeci ve gecekondu sakinleriyle bire bir iliĢki kurmadan
yürütüldüğüdür.
Belediye
ve
devlet
organları
gecekondu
sakinlerinin
hayatlarını
dönüĢtürürken bu insanlarla birebir iliĢki kurmamakta, birey ve vatandaĢ olarak
önemsememektedir. Ġnsanların gecekondularını terk etmesi kendi çevrelerini gözlemleri ile
yaygın olumlu ve olumsuz görüĢlere göre biçimlenmektedir. Belediye ve devlet gecekondu
sakinlerini bilgilendirmek için bir tahliye celbi göndermekten daha öteye gitmemiĢlerdir.
AraĢtırma sonucunda ortaya çıkan veriler, farklı alanlardaki veri aktarımının
arttırılması gerektiğini göstermektedir. Gecekondudan apartmana geçiĢ sürecinde yaĢanan
bürokratik aksaklıkların ortadan kaldırılması, dönüĢümle ilgili belirsizlik ve bilgi kirliliklerini
yok edecektir.
70
Bununla birlikte, kentleĢme sürecinde ki sosyalizasyon sorununun çözümüne iliĢkin
projeler yürütülmelidir. Özellikle gecekondu hayatını tecrübe etmiĢ kadın ve çocuklar için
sosyalleĢme süreçlerini sağlıklı bir biçimde tamamlayabilecekleri alanlar yaratılmalıdır.
Bu tip, kentsel dönüĢümün yaĢandığı bölgelerdeki insanların geçmiĢ yaĢamlarını yok
saymadan modern kent hayatına uyum sağlayabilmeleri toplum için büyük önem arz
etmektedir. Bu amaç doğrultusunda “mahalle güzelleĢtirme dernekleri” ve “mahalle müzeleri”
nin (Ġlyasoğlu & Soytemel, 2000: 38) kurulması hem mahalle sakinlerinin bireysel tarihlerinin
korunması ve aktarılmasında, hem de mahalle sakinlerinin ihtiyaçlarının duyurulmasında
faydalı olabilecektir.
Apartmana geçiĢ ile kimine göre iyi kimine göre kötü sayılan sosyal değiĢimler
yaĢanmıĢtır. Ancak bu süreçlerin ortak sıkıntısı sosyalleĢme alanlarının dar olmasıdır. Bu
sıkıntının çözümü için kentsel dönüĢüm bölgeleri yalnız barınmak maksadıyla planlanan
bölgeler olmamalı, o bölgede ikamet edenler için sosyal alanlar oluĢturulmalıdır. Bu, özellikle
bölgedeki kadın ve çocukların sosyalleĢmesi için gerekli bir eylem olacaktır. Amaç yalnızca
konut yapmak olduğu müddetçe, gecekondu alanı kendi içinde varlığını devam ettirecek ve bu
izolasyon kentsel dönüĢümden geçmiĢ bölgelerin geliĢimini de olumsuz yönde etkileyecektir.
Önemli olan, modern yaĢam koĢullarını sağlarken insanın sosyal bir varlık olduğunun bu tip
politikaları hazırlayan ve uygulayan otoritelerce unutulmaması ve bu gerçeğe bağlı hareket
edilmesidir.
71
KAYNAKLAR

Adak, N. (2001). Bir Sosyalizasyon Aracı Olarak Televizyon ve ġiddet, EskiĢehir‟de
Osmangazi Üniversitesi tarafından düzenlenen “Çocuk Edebiyatına ve Çocuk
Hekimliğine Yansıyan ġiddet Sempozyumu”nda bildiri olarak sunulmuĢtur.
http://www.yesevi.edu.tr/bilig/biligTur/pdf/30/3.pdf internet adresinden 31.12.2011
tarihinde edinilmiĢtir.

Aydoğan, F. (1997). Köyden Kente Göçün Ailenin Akrabalık ve KomĢuluk ĠliĢkileri
Üzerine Etkileri. Ankara: DĠE Yayınları.

Berger, P. (1993). Dinin Sosyal Gerçekliği (A. CoĢkun, Çev.). Ġstanbul: Ġnsan
Yayınları.

Buz,S.(2004). Zorunlu ÇıkıĢ Zorlu Kabul.(Birinci Baskı). Sığınmacılar ve göçmenlerle
dayanıĢma derneği.yayın no:5

Doğan, S., (1988) “Yurt DıĢı YaĢantısı Geçiren ve Geçirmeyen Lise Öğrencilerinin
Problemleri”, (YayınlanmamıĢ Doktora Tezi), Ankara: Hacettepe Üniversitesi.

Es, M.,& AteĢ, H. (2004). Kent Yönetimi, KentlileĢme ve Göç: Sorular ve Çözüm
Önerileri. Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi. Sayı: 48

Giddens, A. (2004). Modernliğin Sonuçları (E. KuĢdil, Çev.). Ġstanbul: Ayrıntı
72
Yayınları.

Giddens, A.(2008). Sosyoloji, Ġstanbul: Kırmızı Yayınları

Göymen, K. (1982). Kentle BütünleĢme Sürecinin Yönetsel Boyutu, Kentle
BütünleĢme. Ankara: TGAV Yayını.

Hall,D; Hall, 1.(1996) Practical Social Research, Londra: McMillan.

Ġlyasoğlu, A.,& Soytemel, (2000). Sosyolojik Bilginin Kaynağına DönüĢü: Semt
GiriĢimleri ve Sözlü Tarih AraĢtırmacılığı. Ulusal Sosyoloji Kongresi Bildirileri, 2838

KeleĢ, R. (2004). KentleĢme Politikası (8.Baskı). Ankara: Ġmge Kitabevi.

KeleĢ, R. (1980). Kent Bilimleri Terimler Sözlüğü. Ankara: TDK Yayınları.

Kıray Mübeccel B.(1999). Toplumsal Yapı ve Toplumsal DeğiĢme. Ankara: Bağlam

Kolukırık,S.(2006). Bulgaristan‟dan Göç Eden Türk Göçmenlerin DayanıĢma ve
Örgütlenme Biçimleri: Ġzmir Örneği. C.Ü. sosyal Bilimler Dergisi, Mayıs 2006 Cilt:30
No:1 1-13

KuĢ, E. (2007) Nicel-Nitel AraĢtırma Teknikleri, Ankara: Anı

Mayring, P. (2000) Nitel Sosyal AraĢtırmaya GiriĢ, (Çev. A. GümüĢ, M.S. Durgun),
Adana:Baki
73

Mutlu, S. (2007). Türkiye‟de YaĢanan GecekondulaĢma Süreci ve Çözüm ArayıĢları:
Ankara Örneği. (Yüksek Lisans Tezi). Ankara Üniversitesi/ Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Ankara. http://acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/1719/ internet adresinden 28.12.2011
tarihinde edinilmiĢtir.

Önür, Nimet (1998), Medya ve Eğitim, Atilla Yayıncılık, Ankara.

Sağır, A. (2009). Kentsel DönüĢümlerden Sosyal DeğiĢmelere: Pendik Belediyesi
Örneği. Akademik Ġncelemeler, Cilt: 4, Sayı: 2

Sayın, Ö. (1994). Sosyolojiye GiriĢ. Ġzmir: Üniversite kitapları

Sezal, Ġ.(1992). KentleĢme, Ġstanbul: Ağaç Yayınları.

Sosyal Hareketlilik. (Tarih yok), http://www.enfal.de/sosyalbilimler/s/056.htm internet
adresinden 28.12.2011 tarihinde edinilmiĢtir.

ġenyapılı,
T.
(2000).
Enformel
Sektör:
Devingenlikten
Durağanlığa/
GecekondulaĢmadan ApartmanlaĢmaya, Yoksulluk-Bölgesel ve Kırsal Yoksulluk
Kent Yoksulları. Ġstanbul: Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı.

TÜSTAV. (Tarih yok) TÜSTAV Sözlü Tarih Projesi Ġçin Ön Bilgiler

Yasa, Ġ. (1970). Gecekondu Ailesi: GeçiĢ Halinde Bir Aile Tipolojisi. AÜ SBF
Dergisi, 25, 9-18.

Wallace, R.,& Wolf, A. (2004). ÇağdaĢ Sosyoloji Kuramları. Punto Yayıncılık: Ġzmir
74
EK1: FOTOĞRAFLAR
75
Fotoğraf 1: GörüĢmelerin yapıldığı apartman
Fotoğraf 2: GörüĢmelerin yapıldığı apartmanın karĢısındaki gecekondu
76
Fotoğraf 3: Mamak‟ tan bir gecekondu manzarası
Fotoğraf 3: Mamak‟ tan bir gecekondu manzarası
77
Fotoğraf 4: Mamak‟ tan bir gecekondu manzarası
Fotoğraf 5: Mamak‟ tan bir gecekondu manzarası
78
Fotoğraf 6: Mamak‟ tan bir gecekondu manzarası
Fotoğraf 7: Mamak‟ tan bir gecekondu manzarası
79

Benzer belgeler