STAR - AK Parti
Transkript
STAR - AK Parti
BASIN ÖZETİ ■ ■ ■ fi,K FAF; l r A K PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI AKŞAM Ankara ile Washington arasındaki anlaşma gereğince Fethullah Gülenin Türkiye’ye iadesi kuvvetle muhtemel... Yapılması gereken tek şey dosyanın hazırlanıp talebin diplomatik yollarla gerekli makamlara iletilmesi. ABD, karar çıkana kadar Gülen'i tutuklayabilir. Kart vatandaşlık sayılmadığı için bu istisnadan yararlanması mümkün değil. Adalet Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanacak iade talebine ilişkin dosyada, yakalama kararının yanı sıra suç maddesi, suçun kanıtları ve maddi unsurları konusunda açıklama, suçun ABD ceza mevzuatındaki karşılığı, suçun zaman aşımına uğramadığına ilişkin bilgilendirme de yer alacak. İade talebi kabul edildirse Gülen, direkt uçuşla Türkiye'ye teslim edilecek. ABD Dışişleri yorumdan kaçındı İstanbul 1'inci Sulh Hâkimliği'nin, ABD'de yaşayan Fethullah Gülen hakkında 'silahlı terör örgütü liderliği' suçlamasıyla verdiği 'yakalama' kararının ardından sıra iade talebinde... Türkiye ile ABD arasında imzalanan 'Suçluların İadesi ve Ceza İşlerinde Karşılıklı Yardım Anlaşması' gereğince Gülen'in iadesinin önünde hiçbir engel yok. Bunun için Ankara'nın sadece anlaşmada yer alan şartları yerine getirerek dosya hazırlaması ve diplomatik yolla iade talebinde bulunması gerekiyor. Prosedürün tamamlanmasının ardından Gülen, anlaşmanın 9'uncu maddesi uyarınca Washington'dan karar çıkana dek kaçma ihtimaline karşı tutuklanacak. Gülen hakkındaki muhtemel tutuklama kararı, mahkemenin takdiriyle 'ev hapsi' olarak uygulanabilecek. GEÇİCİ TUTUKLAMA İSTENEBİLİR 1980 tarihli anlaşmada iade dosyasının hazırlık sürecinin uzaması ve iadesi istenen kişinin bu arada kaçmasını engelleyecek madde de bulunuyor. Türkiye, Gülen'in kaçmaması için 'geçici tutuklama' da talep edebilecek. Anlaşmanın 10'uncu maddesiyle ABD Adalet Bakanlığı'na gönderilmesiyle gerçekleşebilecek. ANLAŞMA TÜM SUÇLARI KAPSIYOR Anlaşma hükümlerine göre; 'geçici tutuklama' 60 gün uygulanabiliyor. Ankara'nın bu süre içinde iade dosyasını tamamlayıp diplomatik yolla ABD'ye göndermesi gerekiyor. 60 günlük süre, dosyanın hazırlanması için yeterli olmazsa iade isteyen ülke yeniden 'geçici tutuklama' da talep edilebiliyor. 'Suçluların İadesi Anlaşması'na göre; Gülen'in iadesi kuvvetle muhtemel... Çünkü anlaşma, 'siyasi ve askeri' suçlar dışındaki tüm suçları kapsıyor. Gülen hakkındaki yakalama kararı, 'silahlı terör örgütü liderliği' suçu kapsamında verildiği için ABD'nin bu talebi yerine getirmesi gerekiyor. YEŞİL KART KURTARMAZ Taraflar kendi ülke vatandaşlarını iade etmeme hakkına da sahip. Fakat Gülen'in sahip olduğu Yeşil Washington, Gülen'in iadesi mevzuunda sessiz kalmayı tercih etti. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jen Psaki, basın toplantısında "Türkiye Gülen'i ABD'den istedi mi? ABD, Fethullah Gülen'i iade eder" mi sorularına şöyle yanıt verdi: "Haberleri gördük. Politikamız gereği; Dışişleri Bakanlığı, iade taleplerine ilişkin yorum yapmaz. İade talebi yapıldığını onaylamaz ya da iade talebi yapılmış olduğunu inkâr etmez." Suç siyasi mi değil mi ona bakılacak Fethullah Gülen hakkındaki yakalama kararı kapsamında, İnterpol'ün 'kırmızı bülten' çıkarması için suçun siyasi olup olmadığına bakılacağı, kırmızı bülten çıkarılması halinde de ilgili ülkenin bunu değerlendireceği belirtiliyor. Konuya ilişkin değerlendirmede bulunan eski Cumhuriyet Başsavcısı Reşat Petek, "Kırmızı bülten çıkarılsa da kararın uygulanıp uygulanmaması konusu siyasi bir tavır. Gerek ABD, gerek Batı ülkeleri, yakalama kararı verilen suçun siyasi nitelikte olup olmadığına bakıyor. Örgüt eylemleri bu kapsamda değil ama düşünce, fikir özgürlüğü, siyasi muhalif olmasından dolayı yapılan bir işlem olup olmadığı tetkik ediliyor" dedi. İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Durmuş Tezcan ise şu açıklamada bulundu: "Kırmızı bülten çıkarılan kişi ile ilgili ilk yapılacak değerlendirme suçun siyasi veya siyasi suça bağlı adi suç olup olmadığına yöneliktir. Böyle bir durum olduğunda iade söz konusu olmaz. Suçun siyasi olup olmadığına ilgili hükümet karar verecektir. A K PARTİ AKŞAM* Sarıgül‘ün kozu ‘Ş iş i CHP'den milletvekili olmak isteyen Sarıgül, aday gösterilmemesi halinde Şişli'ye yüklenecek. Şişli’de sular duruldu gibi gözükse de işin aslı hiç de öyle değil. CHP kulislerinde milletvekilliği seçimlerinde Mustafa Sarıgül’ün Şişli’yi koz olarak kullanacağı konuşuluyor. İsminin açıklanmasını istemeyen bir CHP’li, Sarıgül’ün hedeflerini AKŞAM’a açıkladı. YALNIZ DEĞİL "Sarıgül'ün iki hedefi var. Biri CHP’den milletvekili olmak, ikincisi de seçimlerden sonra yapılacak CHP kurultayında genel başkan olmak. Sarıgül ile birlikte hareket eden 29 meclis üyesinin yapacakları Şişli’nin geleceğİni tayin edecek." OYUN YENİ BAŞLIYOR "Sarıgül ilk olarak Milletvekili olmak isteyecek. Daha sonra da CHP Genel Başkanı olmak isteyecek. Sarıgül partideki geleceğini Şişli’den dizayn edecek. İşler olumsuz giderse meclis üyeleri istifa ederek TDH’ye geçecekler.” Afşin-Elbistan, Karapınar-Ayrancı, Afyon-Dinar, Eskişehir-Alpu ve diğer sahalarda 18.500 MW yeni yerli santral kapasitesi ortaya çıkarıldı. Bu kapsamda 30 milyar dolarlık yatırım planlanıyor. Enerji yönetimi maden üretimindeki kazancını da 20 milyar dolara çıkarmayı hedefliyor. YAKLAŞIK 30 YIL YETER Afşin-Elbistan havzasında yeni termik santraller yapılması için düğmeye basıldı. 12 milyar dolarlık yatırımla bu havzada 5 bin MW kurulu güce sahip termik santral inşa edilecek. Maden Tetkik ve Arama Kurumu, Karapınar’da 1.8 milyar tonluk linyit rezervi keşfetti. 5 bin MW gücündeki termik santrale yaklaşık 30 yıl yetebilecek rezerve sahip sahada Atatürk Barajı’nın iki katı kadar elektrik üretilmesi hedefleniyor. Havzada 6 milyar dolarlık yatırım ile 3 bin MW gücünde termik santral kurulması planlanıyor. Dinar’daki 1 milyar tonluk kömür rezervinin elektrik üretiminde kullanılması hedefleniyor. Havzada 5 milyar dolar yatırımla 3.500 MW’lık termik santral yapılması öngörülüyor. Alpu’da keşfedilen 1.5 milyar ton linyit rezervi 8 milyar dolar yatırımla 6 bin MW termik santralle değerlenecek. Yapılacak termik santralle yıllık 2.5 milyar dolarlık doğalgaz ithalatının önüne geçilecek. İnönü'nün danışmanı Yakar'a darp Şişli Belediyesi’nde skandalların ardı arkası kesilmiyor. Geçtiğimiz Ekim ayında gerçekleşen ve yeni ortaya çıkan görüntülerde Başkan Hayri İnönü’nün danışmanı Boysan Yakar belediye binasında bir grup tarafından darp ediliyor. Video görüntülerinde Yakar, koridorda bir kişi ile görüşüyor. O sırada arkasından 6-7 kişilik bir grup yaklaşarak tekme ve tokatlarla saldırıyor. Yere düşen ve bir süre darp edilen Yakar, güvenlik görevlileri ve çevrede bulunanlar tarafından kurtarılıyor. Türkiye yerli kömürle para basacak Türkiye, yerli enerji kaynaklarına yönelik yatırımlarını artırıyor. Gülen örgütünün kuruluşu: Tahşiyeciler operasyonu 14 Aralık Operasyonunu yürüten İstanbul Başsavcılığı Gülen örgütünün kuruluş tarihini ve ilk silahlı eylemini, 16 ilde Tahşiye Grubu'na yönelik yapılan operasyonun tarihi olan, 22 Ocak 2010 olarak belirledi İstanbul Başsavcılığı'nın yürüttüğü 14 Aralık operasyonu, bugüne kadar "cemaat" ve "hizmet" adlarıyla anılan Fethullah Gülen yapılanmasının, terör örgütüne dönüşme tarihini de ortaya koyması açısından tarihi bir öneme sahip. Savcılık, örgütün oluşumunu 22 Ocak 2010 olarak belirledi. Bu tarihin belirlenmesinde, Tahşiye Grubu'na yönelik operasyon belirleyici etken oldu. 14 Aralık soruşturmasını yürüten Savcı Hasan Yılmaz'ın, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği'ne gönderdiği "yakalama kararı talebi"nde 2 tarih dikkat çekti. Savcılık, örgütün silahlı hale dönüşmesinin tarihi A K PARTİ olarak 22 Ocak 2010'u gösterdiği tespitlerini, yakalama talep yazısına da yansıttı ve böylelikle Gülen'in, "Silahlı terör örgütü kurma veya yönetme" suçunun tarihi de belirtilmiş oldu. Bu tarih Gülen hakkında 2008'de dönemin Ankara Başsavcı Vekilliği'nin yürüttüğü Gülen örgütü soruşturması açısından da önem taşıyor. Yargıtay, 2010 yılı öncesinde Ankara Başsavcılığı'nın yaptığı bu soruşturma sonunda verilen beraat kararını onamıştı. Bu nedenle İstanbul Başsavcılığı'nın 14 Aralık soruşturmasında suç tarihini 2010 öncesine çekmesi halinde hukuki bir çelişki ortaya çıkacaktı. Fethullah Gülen hakkındaki yakalama kararında, 22 Ocak 2010 tarihi, örgütün ilk silahlı eylemi olarak da yer aldı. İstanbul Başsavcılığı, Tahşiye Grubu'na 22 Ocak 2010'da 16 ilde yapılan operasyonu, örgütün ilk eylemi olarak kabul etti. DÖNÜM NOKTASI RÖPORTAJ İstanbul Başsavcılığı'nın yakalama talep yazısında dikkat çeken bir başka tarih ise 21 Ocak 2014 oldu. Başsavcılık Gülen'in bu tarihte, "İftira sonucu mağdurun hapis cezası dışında adli veya idari bir yaptırıma uğramasına neden olma" suçunu işlediğini belirledi. Başsavcılığın işaret ettiği 21 Ocak 2014 tarihinde Gülen, 17 ve 25 Aralık darbe girişimlerinden sonra ilk kez kamuoyunun karşısına çıkmıştı. Gülen ABD'de Wall Street Journal'a o tarihte verdiği röportajda, demokratik uygulamaların tersine döndüğünü ileri sürmüştü. BAKAN: KARAR BİZE ULAŞMADI Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Gülen için yakalama kararının bakanlığa ulaşmadığını, geldikten sonra da yasal çerçevede yapılması gerekenlerin yapılacağını belirtti. "Kimsenin suç işlemek, tuzak kurmak hakkı yoktur" diyen Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu ise Twitter'da paylaşım yapan "Fuat Avni"nin kim olduğunun araştırıldığını ancak henüz bulunamadığını belirtti. Sözünde durup istifa edecek mi? Kılıçdaroğlu'nun SSK Genel Müdürlüğü döneminde 18 akrabasını işe aldığı ortaya çıktı. Listede kimler yok ki? Gözler "İspat edilsin görevimi bırakırım" diyen CHP liderinde. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, "SGK'ya usulsüz atama yaptığımı ispat etsinler istifa ederim" sözleri sonrası 'torpil listesi' ortaya çıktı. Kılıçdaroğlu'nun, 'SSK Genel Müdürlüğü' döneminde 18 akrabasını, kuruma bağlı çeşitli yerlerde işe başlattığı iddia edildi. Kılıçdaroğlu'nun işe aldığı belirtilen isimler arasında kardeşinin oğlu da var, dayı oğlu da, amca kızı da... Kılıçdaroğlu'nun Genel Müdürlüğü döneminde göreve başlayanlar içinde 'Kılıçdaroğlu' soyadını taşıyan iki isim dikkat çekerken, CHP liderinin 'Karabulut' olan eski soyadını taşıyan çok sayıda ismin de SSK'da iş başı yaptığı belirlendi. HEM ANNE HEM DE BABA TARAFI Kemal Kılıçdaroğlu SSK Genel Müdürü'yken Tunceli Devlet Hastanesi'nde göreve başlayan Süphan Kılıçdaroğlu, amcasının torunu. Kocaeli Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü'nde çalışmaya başlayan Ali Naki Kılıçdaroğlu ise CHP liderinin kardeşinin oğlu. Kılıçdaroğlu'nun Emekli Sandığı ve SSK'da iş başı yapan akrabaları arasında hem anne hem baba tarafından yakınları var. Amcasının oğlu Ali Karabulut, Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Baştabipliği'nde, diğer amcasının oğlu Metin Karabulut da İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü'nde göreve başlamış. Amcaoğlu Burhan Uğur Karabulut, Antalya Atatürk Devlet Hastanesi'nde çalışırken; kızı Fethiye Karabulut Özdoğan, SGK Antalya Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü'nde görevlendirilmiş. (ANKARA) İŞTE TORPİL LİSTESİ - Evren Evrim Özdemir, Kocaeli Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü'ne alındı. Teyzesi Fatma Özdoğan'ın torunu. - Umut Rıza Gündüz, Antalya Devlet Hastanesi'nde iş başı yaptı. Dayısı Şükrü Gündüz'ün oğlu. A K PARTİ - Ali Karabulut, İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Baştabipliği'nde işe başladı. Amcası Musa Karabulut'un oğlu. - Burhan Uğur Karabulut, Antalya Atatürk Devlet Hastanesi'nde iş başı yaptı. Amcası Arslan Karabulut'un oğlu. - Metin Karabulut, İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü'nde görev yaptı. Amcası Mehmet Karabulut'un oğlu. - Bilsen Özdoğan, İstanbul Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü'nde göreve başlatıldı. Halası Güllü Özdoğan'ın oğlu Atilla Özdoğan'ın eşi. - Süphan Kılıçdaroğlu, Tunceli Devlet Hastanesi'nde işe alındı. Amcası Hüseyin Karabulut'un torunu. - Ali Naki Kılıçdaroğlu, Kocaeli Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü'nde işe alındı. Kardeşi Ali Kamer Kılıçdaroğlu'nun oğlu. - Sebahat Karabulut, İstanbul Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü'nde işe başladı. Halası Kıymet Karabulut'un oğlu Düzgün Karabulut'un eşi. - Düzgün Karabulut, İzmir'de SSK Göztepe Hastanesi'nde iş başı yaptı. Halası Kıymet Karabulut'un oğlu. - Murat Sağlam, İstanbul-Beyoğlu Bölgesi Kamu Hastane Birlikleri Genel Sekreterliği'nde görev aldı. Halası Kıymet Karabulut'un torunu. - Fethiye Karabulut Özdoğan, Antalya Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü'nde işe başlatıldı. Amcası Arslan Karabulut'un kızı. - Kemal Özdoğan, İstanbul Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Baştabipliği'nde iş başı yaptı. Halası Güllü Özdoğan'ın oğlu. - Beşer Özdağ, Kocaeli Derince Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde göreve başlatıldı. Halası Fatma Özdoğan'ın oğlu, Endercan Özdoğan'ın eşi. - Endercan Özdağ, Kocaeli-Derince Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde işe başlatıldı. Halası Fatma Özdoğan'ın oğlu. - Belgüzar Gündüz, Kırklareli Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü'nde çalışmaya başladı. Dayısı Hıdır Gündüz'ün eşi. - Suna Karabulut Taşkın, Tunceli Devlet Hastanesi'nde işe alındı. Amcası Hüseyin Karabulut'la aynı adı taşıyan oğlu Hüseyin Karabulut'un kızı. - Şeyda Gündüz, Antalya Devlet Hastanesi'nde çalıştı. Dayısı Umut Gündüz'ün oğlu Umut Rıza Gündüz'ün eşi (Dayısının gelini) MHP’yi sarsan kaset skandalı STV dizisinde işlenmiş Paralel örgütün yayın organı STV’de dizi ile ön operasyonun sadece Tahşiyecilere yapılmadığı, MHP’yi sarsan kaset skandalının da yine aynı kanaldaki dizide işlendiği ortaya çıktı. Paralel Yapı’ya yönelik 14 Aralık’ta gerçekleştirilen “Tahşiye” operasyonunun ana gövdesini, STV dizisi Tek Türkiye’nin senaryosu oluşturdu. Cemaat medyası da STV Ceo’su Hidayet Karaca’nın tutuklanmasıyla son bulan Tahşiye operasyonunu itibarsızlaştırmak için “Senaryo operasyonu” adını taktı. Önce Tahşiye operasyonu Oysaki “Tahşiye” operasyonu STV dizilerinin ilk müneccimliği değildi. 12 Haziran 2011 Genel Seçimleri öncesinde MHP yönetiminde 10 istifaya neden olan seks kaseti skandalından hemen önce de STV’nin Ergenekon olaylarını anlatan dizisi “Kollama”da kasetler uzun uzun anlatıldı. Ardından da MHP’yi ve Türkiye’yi sarsan kaset skandalı yaşandı. 14 Aralık Paralel Yapı Tahşiye Operasyonu’nun ana gövdesini, STV dizisi Tek Türkiye’nin “Tahşiye” senaryosu oluşturdu. Her şey Fethullah Gülen’in 6 Nisan 2009’daki Herkül.org sitesindeki Tahşiyeciler grubunu hedef alan sözleriyle başladı. Gülen’in bu konuşmasından sadece 3 gün sonra 9 Nisan 2009’da Tahşiyeciler terörist olarak gösterildi. 2010 yılında da tıpkı Tek Türkiye dizisinin, Tahşiye operasyonunda senarist, yönetmen ve Hidayet Karaca’nın ret ederek ortada kaldığı senaryosundaki gibi Tahşiye Grubu terör operasyonu gerçekleştirildi. A K PARTİ Gazeteport fark etti Fakat bu STV dizilerinin ilk operasyon faaliyeti değildi. 25 Mayıs 2011 tarihinde Gazeteport adlı internet haber sitesi, “Müneccim gibi dizi” başlıklı bir haber yayınladı. Aynı haberi Milliyet.com.tr gibi yayın kuruluşları da kullandı. Habere göre; “MHP’yi sarsan kaset depremi konusunun bir ay önce Samanyolu TV’de yayınlanan "Kollama’’ dizisinin 18 Mart’ta yayınlanan 120. bölümünde "Kaset olayları’’ konu ediliyor. HABERTÜRK Kılıçdaroğlu'ndan Fethullah Gülen yanıtı CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, 14 Aralık soruşturması kapsamında Fethullah Gülen hakkında yakalama kararı çıkarılmasına ilişkin soruyu yanıtladı Kılıçdaroğlu, Tunceli Eğitim Gönüllüleri ve Eğitimi Destekleme Derneği (TEGED) ile İzmir Tunceliler Platformu'nun, maddi imkandan yoksun öğrencilere burs sağlama amacıyla İzmir Arena'da düzenlediği etkinlikten ayrılışı sırasında, gazetecilerin sorularını yanıtladı. ABD o soruyu yanıtlamadı İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimliği tarafından 14 Aralık soruşturması kapsamında Fethullah Gülen hakkında yakalama kararı çıkarılmasına ilişkin soru üzerine açıklamalarda bulunanKılıçdaroğlu, şunları kaydetti: "Hiçbir zaman suçlu potansiyel suçlu veya olası suçluyu savunmak ya da yermek gibi bir düşünce içine girmedik. Bizim tek dediğimiz şudur; eğer bir yerde hukukun üstünlüğü varsa hukuk çerçevesinde sorgulama yapılırsa buna hiç kimsenin itiraz edeceğini sanmıyorum, biz de itiraz etmeyiz ama sırf intikam almak, öç almak duygusuyla eğer bir şeyler yapılıyorsa bu doğru değildir." DÖRT ESKİ BAKANLA İLGİLİ SORUŞTURMA KOMİSYONU Kılıçdaroğlu, "TBMM'de çalışmaları rapor aşamasına gelen Dört Eski Bakan ile İlgili Soruşturma Komisyonu'nun söz konusu bakanların yüce divana sevki yönünde görüş belirtmemesi halinde partisinin tutumunun ne olacağı" yönündeki soruya da şu karşılığı verdi: "Orada kamuoyu kararını vermiş durumda. Kimlerin suçlu olup olmadığını, kamuoyu biliyor. Parlamentonun orada yapacağı sadece usulen bir çalışmadır. Olması gereken şudur; dört bakanın da 'bizi yüce divana gönderin, biz aklanmak istiyoruz' diye bir düşünce ifade etmeleri gerekir. Olması gereken de budur. Geçmişte parlamentoda buna benzer olayları yaşadık." Kılıçdaroğlu, Tunceli Eğitim Gönüllüleri ve Eğitimi Destekleme Derneği (TEGED) ile İzmir Tunceliler Platformu'nun, maddi imkandan yoksun öğrencilere burs sağlama amacıyla İzmir Arena'da düzenlediği etkinlikten ayrılışı sırasında, gazetecilerin sorularını yanıtladı. ABD o soruyu yanıtlamadı İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimliği tarafından 14 Aralık soruşturması kapsamında Fethullah Gülen hakkında yakalama kararı çıkarılmasına ilişkin soru üzerine açıklamalarda bulunanKılıçdaroğlu, şunları kaydetti: "Hiçbir zaman suçlu potansiyel suçlu veya olası suçluyu savunmak ya da yermek gibi bir düşünce içine girmedik. Bizim tek dediğimiz şudur; eğer bir yerde hukukun üstünlüğü varsa hukuk çerçevesinde sorgulama yapılırsa buna hiç kimsenin itiraz edeceğini sanmıyorum, biz de itiraz etmeyiz ama sırf intikam almak, öç almak duygusuyla eğer bir şeyler yapılıyorsa bu doğru değildir." DÖRT ESKİ BAKANLA İLGİLİ SORUŞTURMA KOMİSYONU Kılıçdaroğlu, "TBMM'de çalışmaları rapor aşamasına gelen Dört Eski Bakan ile İlgili Soruşturma Komisyonu'nun söz konusu bakanların yüce divana sevki yönünde görüş belirtmemesi halinde partisinin tutumunun ne olacağı" yönündeki soruya da şu karşılığı verdi: A K PARTİ "Orada kamuoyu kararını vermiş durumda. Kimlerin suçlu olup olmadığını, kamuoyu biliyor. Parlamentonun orada yapacağı sadece usulen bir çalışmadır. Olması gereken şudur; dört bakanın da 'bizi yüce divana gönderin, biz aklanmak istiyoruz' diye bir düşünce ifade etmeleri gerekir. Olması gereken de budur. Geçmişte parlamentoda buna benzer olayları yaşadık." HABERTÜRK Askere MİT formülü Genelkurmay Başkanlığı’nın yasalaşmasını istediği ‘Asker paketi’ TBMM’ye gönderildi. TCK ve CMK’da yapılan değişiklikleri askeri yargı yasalarına taşıyan paketle oluşturulacak Askeri Hâkimler Kurulu (AHK) yeni atamalarla ‘askeri yargıyı’ yeniden dizayn edecek. TSK, MİT’te olduğu gibi sivil mahkemelerde yargılanma taleplerinin özel izne bağlanmasını sağlayacak. Askeri yargıda görevli hâkimlerin sicil ve aranma açısından dokunulmazlıkları olacak. Askeri Hâkimler Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın içerdi ğ i değ işiklikler özetle şöyle: SİVİLDE YARGILAMA İZNİ Askerlerin görevlerini yerine getirirken, görevin niteliğinden doğan veya görevle ilgili olmak şartıyla, görevin ifası sırasında işledikleri iddia olunan suçlardan dolayı adli yargının görevine giren konularda haklarında soruşturma yapılması, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları için Başbakan’ın, Jandarma Genel Komutanı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı için İçişleri Bakanı’nın, diğer personel için Milli Savunma Bakanı’nın iznine tabi olacak. AHK ATAYACAK Askeri Hâkimler Kurulu, Milli Savunma Bakanı ile bakanın teklifi ve Başbakan’ın onayı ile 1’inci sınıf askeri hâkimler arasından seçilen 4 üyeden oluşacak. HSYK’ya Adalet Bakanı’nın başkanlık etmesi gibi, Askeri Hâkimler Kurulu’nu yönetmek ve temsil etmek üzere Milli Savunma Bakanı Kurul’a başkanlık yapacak. Askeri hâkimlerle ilgili, mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, yıllık ve mazeret izinleri dışındaki her türlü izinleri verme, 1’inci sınıfa ayırma ve 1’inci sınıf olma, disiplin cezası verme ve disiplin cezalarını sicilden silme, görevden uzaklaştırma işlemleri bu kurulun görevi olacak. ERBAŞLAR SİVİL CEZAEVİNE Askeri şahıslar hakkında askeri ve adli yargı mahkemeleri tarafından hükmolunan hapis cezaları, askeri cezaevlerinde infaz edilecek. Ancak yükümlü erbaş ve erler hakkında, asker edilmeden önce işledikleri suçlardan verilen hapis cezaları, asker edildikten sonra işledikleri suçlardan verilen 1 yıl veya daha fazla süreli hapis cezaları, Adalet Bakanlığı ceza infaz kurumlarında çektirilecek. İnfaz sırasında tutuklu ve hükümlülerin üzerilerinde askerlik kıyafeti ve işaretleri bulunmayacak. SEFERBERLİK VE SAVAŞTA CEZA Türk Ceza Kanunu’nun hapis cezasının ertelenmesine ilişkin hükümleri, askeri suçlar hakkında da uygulanacak. Ancak “sırf askeri suçlardan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan netice cezanın 3 ay veya daha fazla süreli hapis cezası olması, fiilin disiplini ağır şekilde ihlal etmesi veya birliğin güvenliğini tehlikeye düşürmesi veya birliğin muharebe hazırlığını veya etkinliğini zafiyete uğratması veya büyük bir zarar meydana getirmesi, fiilin savaş veya seferberlikte iş lenmesi, daha önce sırf askeri bir suçtan dolayı mahkûm olunması” hallerinde hapis cezaları ertelenmeyecek. Buna göre verilecek ceza, suç seferberlik halinde işlendiği takdirde yarı oranında, savaş halinde ise bir kat artırılacak. ÖLÜM CEZASI AYIKLANDI Kıta, karargâh veya kurumlarda ya da görev esnasında veya görev yerlerinde uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma, kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmak suçlarını işleyen askeri şahıslar hakkında, TCK’nın bu suçlara ilişkin hükümleri uygulanacak. Askeri Ceza Kanunu’nda yer alan ‘ölüm’ cezaları, ‘ağırlaştırılmış müebbet hapis’ cezasına dönüştürüldü. SİVİLLER SADECE SAVAŞTA Askeri mahkemeler, asker kişiler tarafından işlenen askeri suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya A K PARTİ askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili işledikleri suçlara ait davalara bakacak. Bu kapsamda olsa dahi devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar adliye mahkemelerinde görülecek. Savaş hali haricinde, asker olmayan kişiler askeri mahkemelerde yargılanamayacak. İHANET SUÇLARI Genelkurmay Başkanlığı’nın bulunduğu yerde kurulan askeri mahkemenin özel yetkisi, kanunlardaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla general ve amiral rütbesindeki asker kişinin askeri yargıya tabi suçlarını, ayrıca Askeri Ceza Kanunu’nun “harp hıyaneti”, “milli müdafaaya hıyanet”, “milli mukavemeti kırmak” gibi suçlar, Genelkurmay Başkanlığı’nın bulunduğu yerde kurulan askeri mahkemede görülecek. ÖNLEME ARAMASI Tehlikenin veya suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla usulüne göre verilmiş askeri ceza mahkemesi kararı veya bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, komutanın yazılı emri üzerine, askeri mahallerde askeri hâkimler hariç kişilerin üstü, araçları, özel kağıtları ve eşyası aranacak, alınması gereken tedbirler alınacak, suç delilleri koruma altına alınarak kanun hükümlerine göre gerekli işlemler yapılacak. ARANAMAYACAKLAR Milletvekilleri, hâkimler, Cumhuriyet savcıları, askeri hâkimler, avukatlar, mülki idare amirleri ve Sayıştay meslek mensupları ile uluslararası sözleşmelerle yetkileri tanınmış kişi ve kuruluşların temsilcilerinin üstleri ve eşyaları, ağır ceza mahkemelerinin görevine giren suçüstü halleri dışında elle aranamayacak. Aracının, dışarıdan bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerinin açılması istenemeyecek. M İLLİYET Maraş katliamının yıldönümünde yoğun güvenlik önlemleri KAHRAMANMARAŞ’ta, ’Maraş Olayları’nın 36’ncı yıldönümü nedeniyle olası eylem ve gerginliğe karşı güvenlik güçleri tarafından yoğun önlemleri aldı. Kentte 1978 yılında 19-26 Aralık tarihleri arasında çıkan ve resmi kayıtlara göre 103 kişinin öldüğü ’Maraş Olayları’nın 36’ncı yıldönümünde yapılacak her türlü basın açıklaması, eylem ve yürüyüş valilik tarafından yasaklandı. Olası izinsiz gösteri ve gerginlik görülmemesi için kentte güvenlik önlemleri artırıldı. Anma etkinliğinin yapılması planlanan ancak valilik tarafından yasaklanan TCDD Gar alanı ile Erenler Derneği çevresinde polis tarafından yoğun güvenlik önlemi alındı. Kentin Osmaniye, Gaziantep ve Kayseri karayollarında da polis ve jandarmalar tarafından geniş güvenlik önlemi aldı. Kahramanmaraş’a çevre illerden gelecek gruplara yönelik kentin giriş noktalarında zırhlı araçlarla birçok uygulama noktası oluşturuldu. Denetim noktasına gelen yabancı plakalı ve toplu taşıma araçlarını durduran güvenlik güçleri, aradığı araçlarda bulunanları kimlik kontrolünden geçirdikten sonra yola devam etmelerine izin verdi. SABAH "Tayyip Erdoğan’ı öldüreceklerdi" İstanbul Cumhuriyet Savcısı Mehmet Demir: Tayyip Erdoğan'ı seçimle yenemeyeceğini anlayanlar için 2 seçenek vardı: Ya suikast ya da darbe. 17 Aralık işte o darbe girişimiydi İstanbul Cumhuriyet Savcısı Mehmet Demir, yapının mağdur ettiği isimlerden Tahşiye Yayınevi'nin eski sahibi Mehmet Nuri Turan ve Bünyamin Ateş, aHaber'de önceki akşam yayımlanan Deşifre programında Paralel Yapı'yı masaya yatırdı. İşte programda anlatılanlardan satır başları: Mehmet Demir: 17 Aralık bir darbe girişimiydi. Dış mihraklar, Erdoğan'ı seçim yoluyla indiremeyeceklerini, değiştiremeyeceklerini çok net olarak gördüler. Tayyip Erdoğan'ı seçimle indiremeyeceklerini anlayanlar için geriye 2 seçenek kalmıştı. Ya Erdoğan'ı vurup öldüreceklerdi ya da darbe ile düşüreceklerdi. Bütün plan, Erdoğan'a ve onun şahsında Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne diz çöktürmekti. . Mehmet Nuri Turan: Polis memuru bana "Sen Fethullah Gülen'i kızdıracak ne halt ettin?" dedi. Paralel Yapı'nın düzenlediği operasyon sonrasında ben de tutuklandım. Şeker hastası olduğumu A K PARTİ söyledim ve parasını vererek bir şeyler istedim ancak hiçbir şey verilmedi ve baygınlık geçirdim. Operasyon yapan paralel polisler bizi adam yerine koymadı. STAR Bünyamin Ateş: Paralel örgüt El-Kaide ile bağlantımızı bulamayınca adımızı değiştirdi. Biz Tahşiyeci değiliz, Müslümanız. Asla şiddet yanlısı değiliz. Biz "Allah katında İslam'dan başka din yok" dedik. Gülen rahatsız oldu. Bazı akrabalarımız bile bize inanmaz oldu. Gülen’i eleştirince, El Kaide ve IŞİD lideri suçlamasıyla üç kez operasyona maruz kalan, aralıklarla 4 yıl hapis yatan Halis Bayancuk, “Terör örgütü liderliği ile suçladılar. Ama iddialardan çok Gülen’i sevip sevmediğim soruldu. Tek suç delili bulamadılar. Hakkımı helal etmiyorum” dedi. SABAH Halis Bayancuk; Türkiye bu ismi ‘El Kaide Türkiye lideri’ iddia ve ifadesiyle duydu.. Önce 2008’de, sonra 2011’de ardından da 2014’te olmak üzere üç kez hapse konuldu. Suçlama ağırdı; ilk ikisinde ‘El Kaide Türkiye liderliği’.. son operasyonda ise ‘IŞİD Türkiye liderliği..’ İlkinde 13 ay, ikincisinde 2 yıl, üçüncü operasyonda ise 10 ay olmak üzere 4 yıl hapiste kaldı. Hakkındaki davalar sürüyor.. Bir kısmı Yargıtay’da.. Halis Bayancuk oldukça genç, yargılandığı günlerde bir savcının, ‘Bu yaşta nasıl El Kaide lideri oldun’ sorusunu unutabilmiş değil.. Kendisi ise suçlamaları reddediyor, ‘Ne biz El Kaide’yi, ne El Kaide bizi kabul eder’ diyor.. Kendisini ‘İslam Davetçisi’ olarak tanımlıyor ve cezaevinden çıktıktan sonra ilk kez bir gazeteye demeç veriyor. Halis Bayancuk yaşadığı üç operasyonda da 17 Aralık sonrası deşifre olan Paralel yapının kumpas kurduğunu ifade ediyor. Bayancuk, herşeyin Gülen’i eleştiren konuşmasından sonra başladığına vurgu yapıyor ve polis sorgularında en çok Gülen’i duyduğunu anlatıyor. ABD: Gülen için aynı prosedür uygulanır ABD'li kaynaklar, Fethullah Gülen için yakalama kararı çıkarılması konusunu SABAH'a değerlendirdi. Türkiye'den başvuru yapılması durumunda Adalet Bakanlığı prosedürlerinin uygulanacağını belirten yetkililer, ancak bu sürecin 'uzun bir süreç' olduğunu ifade etti. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, cuma günü Fethullah Gülen hakkında, "Silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek, iftira ve tehdit" iddiasıyla yakalama kararı çıkarttı. Kararda, suçlamalara ilişkin 'yeterli delil elde edildiği' belirtildi. ABD'li diplomatik kaynaklar da, 1999'dan beri ABD'nin Pensilvanya eyaletinde yaşayan Gülen hakkında 14 Aralık soruşturması kapsamında yakalama kararı çıkmasını SABAH'a değerlendirdi. Varsayımsal konularda yorum yapmayı tercih etmediklerini belirten kaynaklar, "Tüm suçluların iadesi taleplerinde Adalet Bakanlığı prosedürleri uygulanır. Bu genel bir uygulamadır. Tüm fiili başvurular aynı hukuki denetim sürecinden geçirilir. Standartlar her hükümet için aynıdır" ifadelerini kullandı. 'STANDARTLAR BELLİ' ABD Büyükelçiliği yetkilileri ise konuya ilişkin açıklama yapmayı tercih etmediklerini belirterek şunları söyledi: "Eskiden beri süregelen politikamız doğrultusunda, Amerika suçluların iadesi konusunda yorum yapmıyor. Ayrıca iade başvurusu yapılıp yapılmadığına ilişkin onaylamada veya yalanlamada da bulunmuyor" dedi. Halis Bayancuk: ‘Terör lideri’ yaptılar, ‘Gülen’ ile sorguladılar Mısır'daki eğitimden sonra 2006’nın sonunda Türkiye’ye dönen Halis Bayancuk, 2007’de Fethullah Gülen’i eleştirdikten sonra uğradığı 3 kumpasın hikayesini şöyle anlatıyor: “İlk operasyon 2008’de yapıldı, 13 ay cezaevinde kaldık sonra çıktık. Dosyada tek bir delil yoktu. Tape’ler üzerinden suçladılar. Mesela bana, ‘İnsanlar telefonda sana niye hoca diyor, bu örgüt lideri olduğunu göstermez mi?’ diyor. En ufak bir şey bulamamalarına rağmen, 600 kg. patlayıcı yakalandı, silah bulundu falan dediler. O zaman da emin olun yine eşimin ders notları ve kitap almışlardı. Hatta, savcının ‘Sanıkların suç işleme potansiyeli vardır’ gibi ifadesi de vardı. Türkiye’de sadece biz değil, Gülen cemaatine muhalif ya da farklı olan gruplara operasyon yapılıyor ve onlara El A K PARTİ Kaideci deniyor. Fakat bütün dosyaları inceleyebilirsiniz. Ceza verilen insanlara yönelik El Kaide ile ilgili tek bir delil yok. Bu çok ağır bir iddia.. Şunu çok tekrar edeceğim, bir ülkenin Başbakanına, cumhurbaşkanına bile çelme takmaya cesaret eden bir savcının, normal insanlara yapamayacağı bir şey yoktur.” El Kaide Türkiye lideri (!) “Evim basıldığında siz buradaydınız ve şahittiniz, kitaptan, kalemden, defterden başka ne gördünüz burada. Ama biliyorsun haber olarak ne dendi; patlayıcı, bomba, dokuman falan.. Bir önceki operasyonda kapı komşum şahittir yine, 500 kilo patlayıcı çıktığını söylediler, adam da biraz yerel mahalli bir adam, ağzı da bozuk, ‘Yahu ne 500 kilo patlayıcısı 500 kilo kitap çıktı evden’ diye tepkide bulundu. Bu insanlar nasıl bu kadar pervasızca insanlara iftira edebiliyorlar, siz o olayda şahitsiniz, burayı görmeseydiniz o haberlere inanacaktınız. Peki bu şekilde acaba kaç gruba, kaç kişiye zulmedildi.. Ki bu adamlar beni El Kaide Türkiye Sorumlusu olarak yansıtıyorlar basına, bir de diğer insanları düşünün. Girişi çok ciddi yapıyorlar sonrasında geri adım atamıyorlar, ‘bari bir ceza verelim’ diyorlar, ‘verelim’ dedikleri de en az 5 sene.. Tam 5 sene 8 ay ceza aldım. Birinci mahkumiyette bir yıl yattım çıktım, Yargıta’ya gitti, Yargıtay dosya eksikliğinden iade etti.. ” El Kaideci olmadığınızı biliyoruz “Polis sorgusunda, biri bana şunu söylemişti; ‘Biz senin El Kaideci olmadığını biliyoruz, hatta El Kaidecilerin seni sevmediğini de biliyoruz.’ Ben de Allah’tan korkmuyor musunuz demiştim. O da ‘yapacak bir şey yok’ demişti. 2011’in Nisan ayında ikinci operasyon oldu. El Kaide lideri ve silahlı terör örgütü kurmak suçundan yargılandım. Birinci operasyonda polisler, bana ‘10 -15 yıl hapistesin. En az 5 yıl hapistesin senden kurtuluyoruz’ demişlerdi. Hatta ‘İstersen sana kolaylık sağlayalım Afganistan’a git’ demişlerdi. Wikileaks belgelerinde yer alıyor: ABD’lilere bir brifingde, polis diyor ki; ‘Bunlar El Kaideci değil, ama biz yaptığımız operasyonları bu isim adı altında yapıyoruz.” Seyyid Kutub’un kitabı da suç “İkinci operasyonda el konulan kitaplar arasında, Seyyid Kutub’un ‘Yoldaki İşaretler’i vardı, Abdullah Azzam’ın kitaplarını, benim yazdığım kitapları suç saydılar. Bandrollü çıkardığım kitaplarımı, yasal dergimizi suç unsuru gördüler. Gözaltına alınan bir arkadaşımız emniyete götürülürken, polis arabada Gülen’in dersini anlatıyor.. Arkadaşımız, ‘Sizi de dinliyor olabilirler’ dediğinde polis, ‘Korkma, dinleyen de bizden’ diyor. Emniyette genelde, Gülen’le ilgili sorular sorulurdu. Bir keresinde polis, ‘Sen Hocaefendi’nin Buhari’yi ezbere bildiğini biliyor musun, onu dinledin mi, görüşleri için ne diyorsun?’ gibi sorular sormuştu.. Anladığım kadarıyla, bunlara bir ihale verilmiş bu da Ilımlı İslam.. 2011 operasyonunda 2 yıl cezaevinde kaldıktan sonra mahkeme başkanı değişti ve serbest kaldık. Hakim bana ‘Bu defa gizliliğe riayet etmişsiniz’ dedi. Ben de kendisine, ‘Hakim bey, ‘Eve gelirken çay al’ı TNT al’ diye, ‘baba’ ifadesine farklı anlam yüklerseniz ne yapabiliriz. Ben de artık telefon kullanmayı bıraktım’ dedim.” Yatak odası ile tehdit ediyorlar “Polis bana, evleri dinlerken, evler tek odadan ibaret değil demişti. Mahrem hayatla ilgili bir çok arkadaşıma tehditte bulunmuşlar. İnsanları mahrem konuşmalarıyla bile tehdit ediyorlar.” 24 YAŞINDA LİDER 1984 doğumluyum, aslen Bingöllüyüz. Diyarbakır’da doğdum. İmam hatip lisesini Diyarbakır’da tahsil ettik. Katsayı problemi vardı. Mısır’da 4 yıldan fazla kaldım. 2008 ve 2011’deki operasyonlarda ‘El Kaide lideri’ iddiasıyla, 2014’teki operasyonda ise IŞİD ve El Kaide lideri suçlamalarıyla yargılandım. Tek bir delil bulanabilmiş değil. ELEŞTİRİNCE DÜĞMEYE BASTILAR Gülen’in şahsından çok zihniyetine itirazımız vardı. 2007’de ‘Dinler arası diyalog’la, ilgili bir ders yapmıştım. Dinlerarası Diyalogun insanın itikadını bozacağını, bunun bir Vatikan projesi olduğunu söylemiştim. İkincisi; İslam dünyası kan ve işgal altında iken ‘Onun İsrailli çocuklara ağladım’ sözlerini eleştirmiştim. Üçüncüsü; din istismarcılığı yaptığını, İslam ümmetinin yanında neden görmediğimizi sormuştum. Çok geçmedi ilk operasyon yapıldı. Bunlar tabi kendileri gibi düşünmeyenleri potansiyel suçlu görüyorlar. Mesela Tahşiyecilerin lideri denilen Mehmed Doğan Hoca, o da Nurcu, ama onlar gibi düşünmediği için A K PARTİ kumpasa uğradı. Mesela Van’da savcı; ‘Senin Fethullah Gülen’le alıp veremediğin nedir?’ diye sormuştu.. Hanefi Avcı’nın bir sözü var ya; “Emniyette hukuksuzluk yapılırsa savcılıkta çözersiniz, orada yanlış olursa mahkemede, olmadı, Yargıtay’da.. Ancak baştan sona paralel ise, hakkınızı arayamıyorsunuz.” EN SON İHALE BANA KALDI Benden önce yazar Mustafa Kaplan’ı El Kaide lideri yapmışlardı. Tam bir komedi, Türkiye’de kaç El Kaide lideri var ve niye birbirlerini tanımazlar.. Bildiğim 6-7 kişi lider suçlamasıyla hapse girdi. En son ihale bana kaldı. Yaklaşık 4 yıl hapiste kaldım.. Somut bir delil ortaya konulmadı.. Yargılandığım iddialara ilişkin tek bir delil ortaya konulsun bu cezaları hak ettim diyeceğim. Allah’ın kaderine razıyım ama zulme razı değilim. Hakkımı helal etmiyorum. Cezaevlerinde 24 saat bu yapıya yönelik sürekli beddua yükseliyor. Onlara fikri, itikadi olarak muhalif olduğum için cezaevinde yattım. Ama hukukta bunun tanımı olmadığı için bize örgüt yaftası vurdular. Dergimiz var, yayınevimiz var, haber sitemiz var. inandığımızı insanlara bu yolla anlatıyoruz. Yazarak, anlatarak davetimizi yapıyoruz. TÜM DOSYALAR RAFTAN İNMELİ 2003 yılından itibaren açılmış tüm dosyaların yeniden görülmesi lazım.. Bir kurul kurulup yeniden ele alınırsa bir çok dosya bozulacaktır. Bütün dosyalar raftan indirilirse çok şeyin ortaya çıkacağını düşünüyorum. Araştırmalar Fırat’ın doğusuna geçerse, faili meçhullere yönelik paralel parmak bulunacak, pis işlere bulaştıkları da görülecektir. 2003 öncesi 90’lı yılların çirkinliklerinde de bunların parmağı var. Asıl orada eğitim alıp örgütlendiler. STAR Almanya'da ajan iddiasıyla tutuklanan 3 Türk görevliyle ilgili de önemli bilgilere ulaşıldı. TAKVİM'in edindiği bilgilere göre Paralel Yapı ile ilgili başlatılan çalışmalar yurt dışına da taşındı. Örgütün yurt dışındaki mali kaynakları da incelemeye alındı. Yurt dışında 20'yi aşkın ülkede faaliyet gösteren ve Almanya'da da temsilciliği bulunan TİKA'da Paralel yapının kadrolaştığı, ayrıca vakıf ve dernekler üzerinden de mali destek sağladığı iddiasını araştırmak üzere 3 kişi görevlendirildi. 3 ay önce M.T.G., A.D.Y. ve G.G. adlı görevliler, Almanya'da Türklerin yoğun olarak yaşadığı ve Paralel yapının aktif olduğu bölgelerde araştırma başlattı. TİKA ile vakıf ve derneklerdeki kadrolar mercek altına alındı. Aktif olan isimler ve para trafiğinin yürütüldüğü 700 nokta tespit edildi. Paralel yapının mali kaynaklarının araştırıldığını öğrenen paralel köstebekler harekete geçti. Köstebekler, Paralel yapının "mali kaynak" araştırmasını kamufle ederek Alman İstihbaratı BND'ye "Türk ajanlar ülkenizde faaliyet gösteriyor" diye bilgi uçurdu. KOBANİ'NİN İNTİKAMIYMIŞ! Bunun üzerine 7 - 8 Ekim'deki Kobani eylemlerinde Diyarbakır'daki çocuklara lastik yaktırıp haber yaptıran 5 Alman'ın ajanlık suçlamasıyla yakalanmasının rövanşını isteyen BND, Federal Mahkeme'ye 3 Türk görevli hakkında istihbarat servisi için çalıştıkları iddiasıyla yakalama kararı aldırdı. Darbe girişiminin yıl dönümü olan 17 Aralık'ta ise M.T.G. (58), A.D.Y. (58) ve G.G. (33) gözaltına alındı ve Federal Mahkemece tutuklandı. Böylelikle bir çok yurtdışı istihbarat örgütüne maşalık yaptığı iddia edilen Gülen örgütünün Almanya için de çalıştığı ortaya çıktı. STAR F-35 için 2 sipariş verildi 3 Türk’ü Alman makamlara paralel köstebek şikayet etti Almanya'da 3 Türk'ün ajanlık iddiasıyla tutuklanmasının arkasından paralel yapı çıktı. Örgütün Almanya'daki para akışını takip için görevlendirilen üç kişi, paralel köstebek tarafından ajan diye Alman makamlara şikayet edildi. Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, F-35 uçaklarının Müşterek Taarruz Uçağı Programı kapsamında geliştirme ve test faaliyetlerine devam edildiğini, millî mühimmatların da entegre edileceği F-35 savaş uçağının 2020’li yıllarda Türk Hava Kuvvetlerinin önemli bir muharip unsuru olmasının öngörüldüğünü, hâlihazırda ilk 2 uçağın siparişinin verildiğini söyledi. A K PARTİ 013-2023 vizyonu çerçevesinde Türkiye’nin dünya savunma sanayi alanında en gelişmiş 10 ülke arasına girmesi için çalıştıklarını söyleyen Yılmaz, Savunma Sanayi Müsteşarlığında halen yürütülen savunma projelerine ilişkin bazı bilgiler de paylaytı. FBI önceki dün, Sony'ye yönelik siber saldırılardan Kuzey Kore'nin sorumlu olduğu sonucuna varacak yeterli bilgiye sahip olduklarını açıklamıştı. Yılmaz, Altay tankından üretilen 2 prototipin denemelerinin devam ettiğini söyledi. Askerlerin mayın tehdidine karşı korunmasını sağlayan Kirpi Projesi kapsamında 614 araçtan 508 adedinin kabulünün gerçekleştiğini açıklayan Yılmaz, ATAK Projesi kapsamında 6 adet helikopterin teslimatının gerçekleştirildiğini 59 adet helikopterin de Türkiye’de üretileceğini anlattı. Putin: ’Yüzlerce Batılı ajan yakalandı’ STAR ABD, Kuzey Kore’nin Sony teklifini reddetti ABD, Sony’ye yapılan siber saldırının ortak soruşturulması için Kuzey Kore'nin yaptığı öneriyi reddederek, iddiasının arkasında durdu. ABD, Sony’ye yapılan siber saldırının ortak soruşturulması için Kuzey Kore'nin yaptığı öneriyi reddederek, iddiasının arkasında durdu. Kuzey Kore yönetimi, Sony'ye yapılan siber saldırının arkasında kendilerinin bulunduğu iddialarını yalanlayarak, suçsuzluklarını kanıtlamak için, ABD'ye saldırı hakkında ortak soruşturma teklifinde bulunmuştu. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi sözcülerinden Mark Stroh ise "ABD Soruşturma Bürosu’nun (FBI) açıklık getirdiği gibi, bu yıkıcı saldırıdan Kuzey Kore’nin sorumlu olduğuna yönelik güvenimiz tam. Kararın arkasında duruyoruz" diye konuştu. T Ü R K İY E Putin, "Rusya'yı kimsenin korkutamayacağı, izole edemeyeceği ve baskı altına alamayacağı gayet açık. Bunu kimse yapamadı ve yapamayacak" dedi. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Kremlin Sarayı'nda düzenlenen Federal Güvenlik Servisi (FSB) yıllık değerlendirme toplantısında konuştu. Ukrayna'dan tek taraflı bağımsızlığını ilan eden Kırım'ın Rusya'ya bağlanmasının ardında "bedel ödemeleri gerektiği" yönündeki açıklamaları sıklıkla duyduklarını belirten Putin, "Rusya'yı kimsenin korkutamayacağı, izole edemeyeceği ve baskı altına alamayacağı gayet açık. Bunu kimse yapamadı ve yapamayacak" dedi. Putin, bu tür girişimlerin yüzyıllar boyunca denendiğini anımsatarak, "Ancak hiçbir sonuç alınamadı ve şimdi de alınamayacak. Bununla birlikte biz bazı zorluklara ve toplumumuzun istikrarı, egemenliği ve birliğine gelecek her türlü tehditlere gereken cevabı vermeye hazır olmalıyız" ifadelerini kullandı. Yabancı servislerin Rusya'daki etkinliğinin arttığına vurgu yapan Putin, bu yıl 230'dan fazla yabancı servis çalışanı ve ajanı ortaya çıkarttıklarını söyledi. Putin ayrıca, 2014'te 8 terör eylemini önlediklerini ifade etti. Putin iş adamlarıyla bir araya geldi Kuzey Kore yönetiminin zarar verici ve kışkırtıcı eylemlerinin sorumluluğunu inkar etme noktasında uzun bir tarihe sahip olduğunu belirten Stroh, "Eğer Kuzey Kore hükümeti yardım etmek istiyorsa, suçlarını kabul ederler ve yarattıkları hasarı Sony’ye tazmin ederler" dedi. Sony firmasının, Kuzey Kore lideri Kim Jong-un'a suikast kurgusunu konu alan komedi filmi "Röportaj" nedeniyle "Barış Muhafızları (Guardians of Peace-GOP)" adındaki bilgisayar korsanlarının siber saldırılarına ve tehditlerine maruz kaldığı belirtilmişti. Şirket, siber saldırı üzerine filmin Noel'de planlanan gösterimini iptal etmişti. Öte yandan Putin, dün akşam Rusya'nın önde gelen iş adamlarıyla Kremlin Sarayı'nda düzenlenen yıllık değerlendirme toplantısında bir araya geldi. Putin, iş adamlarına ekonomik olarak zor durumdan geçtikleri bu dönemde işbirliği çağrısında bulundu. AKŞAM ETYEN MAHÇUPYAN Düşünmek isteyenlere Kasım sonunda yapılan Eğitim Kongresi’nin alt sloganı ‘bireyden insana’ idi. Yani bir anlamda ‘kötüden iyiye’. Birey bize empoze edilen değerdi, insan ise bizim kendi öz değerimiz. Gazetecilerin katıldığı panel ise ‘yeni yüzyılda evrensel ve yerel olmak arasında’ başlığını taşımaktaydı. Kongre’nin alt sloganı ile birlikte düşünüldüğünde evrenselin nispeten ‘kötü’, yerelin ise nispeten ‘iyi’ kategorisine karşılık geldiğini söylemek mümkündü. Bu bakışın günümüzde İslami kesimin ruh halini yansıttığını söyleyebiliriz. Özellikle genç kuşak uzun zaman başkalarının normuna ve yönlendirmesine göre yaşadığımızı, artık ‘kendimiz’ olmak istediğimiz mesajını veriyor. Muhtemelen geçmişle ilgili tespitleri doğru olduğu için gelecekle ilgili beklentilerinin de sağlıklı olduğunu düşünüyorlar. Ama öyle olmayabilir... Çünkü Türkiye’nin sorunu hiçbir zaman içinde olduğu kültürün ne derece ‘yabancı’ ya da ‘bizden’ olduğu değildi. Kendimizden, durumumuzdan hoşlanmadığımız ölçüde suçu ‘yabancıya’ atmayı tercih ettik. Ama aslında sorun normların yerli olmaması değil, bizim onları son derece yüzeysel şekilde benimsememizdi. Eğer daha derinlikli olabilseydik, söz konusu yabancı kültürü kendi kültürümüzle otantik ve özgün bir biçimde sentezleme fırsatını da yaratabilirdik. Ne yazık ki biz kendi kültürümüze de aynı yüzeysellik içerisinden baktık ve sonuçta ne Batıcılarımız ne de Gelenekçilerimiz kendi yerliliğimizi evrensel plana taşıyacak kanalları açamadı. Bugün verimliliğin değil yaratıcılığın, ezberciliğin değil özgünlüğün prim yaptığı bir dünyada yaşıyoruz. Bunun geri dönüşü o lm a yaca k. Oysa bizler hala verimlilik ve ezbercilik dünyasının klişelerinden kurtulabilmiş değiliz. Batının etkisi altında yoğrulup durmaktan, kişiliğimizi yıpratmaktan şikayetçiyiz. Ancak kurtuluşu hamasette arayan ataerkil bakıştan sıyrılmaktan da korkuyoruz. Geçmişte bir yerde bizi bekleyen bir kurtuluş formülü olduğuna inanıyor ve ona bir ana rahmine geri dönercesine sığınmak istiyoruz. Oysa bu istek büyüme korkusundan başka bir şey değil. Sebepler ne olursa olsun, artık bir toplum olarak çocuk kaldığımızı idrak etmenin ama bu gerçeğin altında ezilmeyip, üstesinden gelmenin zamanı. ‘Büyümek’ özeleştiriden beslenen bir özgüvene muhtaç ve son on iki yıllık dönem bu yolda ilerleyebilmenin psikolojik zeminini oluşturmuş durumda. Geleneği evrensel düzleme çekebilmek, o geleneğe yaklaşırken gelenekçilikten kurtulmayı gerektiriyor. Kendimize beğenmek üzere değil, anlamak üzere yaklaşmamızı ima ediyor. Bu ise bu topraklarda epeyce uzun bir zamandan bu yana unutulmuş olan bir başka olumlu geleneğin canlandırılması demek. Yani düşünce geleneğinin. Bizler düşünmeyi bilmiyoruz ve eğitim sistemimizde de öğretmiyoruz. Üretilmiş fikirlerin art arda dizilmesini ‘düşünmek’ sanıyoruz ve bu nedenle her düşünme süreci sonuçta basmakalıp şablonların tekrarından ötesini üretemiyor. Oysa eğer sonunda varacağınız noktayı biliyorsanız ona ‘düşünme’ denemez. Zaten eğer varılacak nokta belli ise düşünmeye ne gerek var? Düşünme bir bilmeme ve bilmediğini baştan kabullenme h a lid ir. Düşünme, düşüncelerin peşinden korkusuzca ilerlemek ve belirsizliğe razı olmak demektir. Düşüncenin düşüneni sürüklediği bir sisli yola kendini bırakma ce saretid ir. Bu yol ancak özgürseniz yürünebilir. Değilseniz kenara çöker dağarcığınızdaki fikirleri sabitleştirme kaygısına düşersiniz. Söz konusu özgürlük ‘düşünce özgürlüğünden’ farklıdır. Düşünce özgürlüğü düşüncenin serbestçe ifadesidir. Ama serbestçe ifade edilmesi bir düşüncenin özgür olduğunu göstermez. Bunun için zihnimizdeki kalıplardan sıyrılmak, kendimize mesafe alarak bakmak ve zihniyetimizi, bize doğal gelen ön kabullerimizi eleştirel süzgeçten geçirebilmemiz lazım. Eğer ‘okul’ diye bir kurum olacaksa, çocuklara bunu gerçekleştirecekleri ortamı sağlamakla yükümlü olmalıdır. Yanlış yapacak cesareti aşılayacak, özgünlüğü ve yaratıcılığı teşvik edecek bir kültür oluşturma misyonunu taşımalıdır. Böylesine özgür bir düşünme süreci ‘milli’ olabilir mi? B ilm iyoruz. Ama bilmemeye razı olmamız gerek. Bu topluma geleceğin ‘milli’ niteliğini özgürce belirleme şansını vermekten korkmamamız gerek. Demokratlaşarak kendi yerliliğimize bir şans yaratmamız gerek. Aksi halde o yerlilik bir yaratıcı kültürel ortam olarak işlevselleşemez. Unutmayalım, düşünmeye hazır değilsek ne anlamlı bir hikayemiz olur, ne de bu hikayeyi dinlemek isteyen ç ık a r . Not: Hasan Cemal bana çok kızmış. Unutmak istediğini hatırlattığım için. Dert e tm e s in . Nasılsa yine unutur. AKŞAM Kurtuluş Tayiz The end of the Cemaat Ekrem Dumanlı’nın serbest bırakılmasının ardından eline mikrofon alarak bir gruba seslendiği o trajik anı “Merkez sağda yeni bir lider yükseliyor” biçiminde okuyanlar oldu. Oysa algılayamadıkları şuydu; Fethullah Gülen hakkında yakalama kararının A K PARTİ çıkarılmasıyla birlikte Cemaat için de oyun bitmiş, perde kapanmış, izleyiciler ise salonu çoktan boşaltmıştı. Burada asıl trajik olan Ahmet Hakan Coşkun ve bir grubun arka sıralarda Cemaat’i ısrarla bir bis yapması için sahneye çağırması. Belki biraz zaman alacak ama çok geçmeden onlar da anlayacak; dün itibarıyla, Cemaat’in Türk siyasal hayatı üzerindeki ağırlığı sona erdi; Gülen’in son 10 yılda devlet içinde elde ettiği güç, elinden alındı. Gülen’in kendisi resmen “terör örgütü yöneticisi”, yönettiği grup ise “terör örgütü” konumuna düştü. AKŞAM Kuşkusuz bu gerçeği görmeyenlerin eski günlere tekrar dönüleceğini umut etmesi anlaşılmaz değil; zira Gülen’e büyük umut bağlamışlardı. Demokratik yöntemlerle elde edemedikleri gücü Gülen’in “sihirli kasetleri”yle elde edeceklerini sanıyorlardı. Sandıkta deviremedikleri hükümeti, Cemaatçi polis ve savcıların kumpaslarıyla devireceklerini düşünüyorlardı. Ama olmadı; 17-25 Aralık’ta darbeye kalkan Cemaat, bir yıl bile geçmeden yenildi. Devlet içine sızan paralel yapı mensupları, işledikleri suçlar ve düzenledikleri kumpaslar tek tek açığa çıkarılarak, devletten temizlenmeye başlandı. Örgütün lideri konumundaki Fethullah Gülen içinse dava açılarak hakkında yakalama kararı çıkarıldı. Seçilmiş hükümete karşı darbeye girişen bu yapıya hala umut bağlayanların anlamadığı, Gülen’in aktör olmaktan çoktan çıktığı gerçeğidir; bu körlük yüzünden de Ahmet Hakan Coşkun gibi isimler, her gün yeni bir kumpası açığa çıkan, kriminalize olan bu yapıdan “Merkez sağa yeni bir lider” çıkabileceğini düşünüyor. Ancak Batılılar bizim vesayetçi takımı kadar hayalperest değil; oldukça gerçekçiler. Onlar Gülen’in aktör olmaktan çıktığını çoktan fark ettiler. Bunun yol açacağı hasarı azaltmaya, yeniden organize olmaya çalışıyorlar. Bundan sonra yola Gülen ile devam edecek halleri yok. ABD, Almanya ve İsrail yeni bir değerlendirme yaparak Türkiye ile ilişkilerini yeniden yapılandıracaklardır. Fethullah Gülen’e yapılacak en sağlıklı öneri Cemaat’i kurtarmak için yönettiği istihbarat çetesini, paralel yapıyı dağıtıp Türkiye’ye dönmesi olabilir. Yargı karşısına çıkıp yeni bir başlangıç yapabilir. Hiçbir şey için geç değil; ama bunun kolay olmadığı da bir gerçek. 17-25 Aralık’tan sonra Cemaat’in tutumu “Ya hero, ya mero” oldu. Bir defa darbeye kalkınca geri dönüşü zor olur. Bunu bildiklerinden sonuna kadar gitmeyi ve sonuna kadar suça batmayı tercih ettiler. Ve sanırım hala tüm umutlarını, hükümetin devrilmesine bağlamış durumdalar; hükümet devrilirse kendileri için yeni bir dönemin başlayabileceğini sanıyorlar. Bunun çaresizce kapıldıkları bir umut olduğundan kuşku yok; bu yüzden de, öyle kolay kolay bu umudu terk etmeyeceklerdir; ama kendilerinin sonunu getirenin de bu ruh hali olduğunu belirtmek gerekiyor. “Ülkem” diyordu. Bu ülkeye sıkıntı vermesinin düşünülmesinin bile mümkün olmadığını tekrarlayıp duruyordu. Yeminler e t t i. “Dinim ve namusum üzerine söz veriyorum” dedi: -Huzursuzluk yaratmak istemiyorum. Gerekirse ömrümün geri kalan kısmını bir mağarada geçirebilirim. Öylesine inandırıcı konuşuyordu ki, “yazık” dedik, mazlum olduğunu düşündük; açıkçası üzüldük. Herkesin kaçtığı ve kimsenin yanına yaklaşamadığı bir dönemde, gazetede kendisine sayfalarca yer verdik. S o n ra . Güçlendi, palazlandı, medyaya da kollarını uzattı. Parayı basıp çevresindekilere gazeteler, televizyonlar satın aldırdı. İlk icraatı ise, kötü gününde kendisine el uzatan bizleri kovdurup işsiz bırakmak oldu. Hem de “kul hakkını” ayaklar altına alarak. Biz gittik, yerimize kurduğu paralel yapıya sorgusuz sualsiz biat eden insanlar geldi. O gün “huzursuzluk istemeyen” o adam, ülkeyi mikser gibi karıştırdı. Nasıl bir hırs ve ihtiras içinde olduğunu hep birlikte yaşadık ve gördük. Sözün k ıs a s ı. “Dini ve namusu üzerine verdiği sözlerin” tamamı uçup gitti! Emin Pazarcı Hadi gel teslim ol 1998 yılıydı. AKŞAM Gazetesi yazarları ile kendisini İstanbul’da ziyaret etmiştik. Sıkıntılıydı, çok zor günler yaşıyordu. Bir şeyler anlatabilmek ve mesaj vermek için kıvranıp duruyordu. Şimdi, kendi halime gülüyorum; ama gerçekten çok inandırıcıydı. Söylediklerinden hepimiz olağanüstü etkilenm iştik. Olmazdı, öyle bir insana bunlar yapılamazdı! Kendisini destekleyenlere o gün bizim aracılığımızla bakın ne diyordu: -Sakın ola kavga etmeyin. Bu ülkede kavga olmamalı. Ben kavgasız bir Türkiye istiyorum. Bu kadarla da kalmıyor, devam ediyordu: -Eğer bir gün beni vururlarsa, sakın kargaşaya sebebiyet vermeyin. “Hocamız öldü” deyin, götürüp gömersiniz bir yere. Zaman içinde çıtayı daha da yükseltti. Sözcükleri iyice süsleyip daha inandırıcı kılmak için çabaladı. Öyle ifadeler kullandı ki, o dönemde hakkında kötü bir düşünceye girecek kişi kendisinden utanırdı: -Cesedimin sürüklenerek dolaştırıldığını görseniz bile kesinlikle sokaklara inmeyeceksiniz. Oysa, artık sokaktalar. Emniyet’e ve adliyeye baskı için çevresini kuşattılar. Günlerdir bağırdılar, çağırdılar, A K PARTİ feryatlar ettiler. Demek ki, o gün söylediklerinin tamamı bir aldatmaca, bir oyunmuş! İtiraf etmeliyim ki, şimdi geçmişe dönüp baktığımda, hep aynı şeyleri düşünüyorum: -Gerçekten çok safmışız! 1998’deki sohbetimizde dönüp dolaşıp aynı ifadeleri kullanıyordu. Hiç unutmuyorum, “komplocular” diyor, başka bir şey söylemiyordu. Demek ki, bu “komplo” sözcüğü iç dünyasında iyice yerleşmiş! Bugün kendisi hakkında yakalama kararı verilme sebepleri arasında “masum insanlara komplo kurma” suçlaması da var. Nereden nereye? Bugün bir kanun kaçağı O. Hakkında yakalama kararı var. Oysa bir dönem sorgulanamaz bir put durumundaydı. İlginç bir grafik izledi hayatı. İnsanlar önce acıdılar kendisine, üzüldüler söylediklerini dinleyince. Sonra, pek çok insanın korktuğu, ürktüğü bir kimliğe büründü. İmparator görüntüsü vermeye başladı. Ve nihayetinde, kendisi ile birlikte pek çok insanı da büyük sıkıntıya sokan bir “kanun kaçağı” haline geldi. Artık o kadar iyi tanıdık ki O’n u . “Hadi gel teslim ol” demek son derece anlamsız! Biliyoruz ki, sonuna kadar direnecek. Hem de kendisine halen inanan insanları kullanıp sırtlarına basarak direnecek. O bitti bitmesine de, daha pek çok insanın hayatını bitirecek! HABERTÜRK Nihal Bengisu Karaca Cemaat tabanı nasıl ikna edildi? 17 Aralık’ın sene-i devriyesini birkaç gün önce idrak ettik. Bu günü “hırsızlar günü” haftayı da “hırsızlar haftası” olarak “kutlamayı(!)” planlayan ilginç insanlar vardı. Ama Fuat Avni hesabının bildirdiği operasyon haberleri şenlik ateşini bir parça örseledi. Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca etrafında inanılmaz bir dayanışma örneği sergilendi. Derken ilanlı imza kampanyaları, AB’li medya özgürlüğü kınamaları eşliğinde ne kadar Türkiye aleyhtarı, ne kadar Erdoğan ve AK Parti fobik çevre varsa hepsiyle kol kola giren bir Cemaat tabanı gördük. Tek bir Türkçe dövizin bile taşınmadığı, İngilizce sloganlarla dolup taşan fotoğraf kareleri, Türkçe’ye gönül verdiğini ileri süren bir hareketin son durumuna hüzünlü bir not düşüyordu. Hoş yazdıkları her twit’te “White House”u mention’layarak Türkiye’yi “teröre destek veren ülkeler” statüsüne aldırmaya çalışanlar, Freedom House’lara analiz sipariş edenler da Cemaat’in kurmay kadroları değil miydi? Kim derdi ki, “milliyetçi-muhafazakâr” olarak tanımlanan bir kadro, kendi kendisine bu kadar zulmedecek? Paralel yapı, yani Cemaat’in yönetici kadroları, kurmay aklı, dar kadrosu her zaman her küfeye olabildiğince çok yumurta koymaktan yana oldu. Bu yüzden sürekli sırtımızda yumurta küfeleri var denirdi. Bunun kazanımları korumak için sistemle yapılan mecburi bir uzlaşma değil, Cemaat’i büyütme tarzı olduğu sonradan anlaşıldı. Cemaat’in kurmay aklı, Cemaat’i büyütürken her meşrebe uygun şerbet vermeyi şiar edindi. Liberal ve demokratlara “AB” normları, polis için “Yusuf Gezgin” lakaplı manipülatörün “Sabatayistlere, kripto Ermeni ve Yahudilere” düşmanlık aşılayan yazıları, Aleviler için Abant’ta yapılan ve Diyanet’i tartışıp gerekliliğini sorgulayan etkinlikler, gayrimüslimlere dinlerarası diyalog çalışmaları diyeyim, siz anlayın. Ama bir de gözaltına alınırken “Vatan sağolsun” diye bağıran Ekrem Dumanlı gibi eski ülkücüler var. Milli duygulardan yoksun olduğu iddia edilemeyecek olan bir Cemaat tabanı olduğu gibi. Yüksel volümlü dinlerarası diyalog girişimlerinin taban nezdinde meşrulaştırılması için bir zamanların Vatikan İstanbul temsilcisi olan George Marovich’in “Cevşen taşıması” efsanesi muhtemeldir ki böyle bir taban-meşrulaştırma ilişkisi için gerekli görülmüştü. “Batıcı muhafazakâr” yetiştirme nosyonu, milli duyguları da olan mümin bir tabanla nasıl uyumlu hale getirildi dersiniz? “Türkiye’nin ancak Batı normlarından şaşmadan büyüyebileceği, gerçek vatanseverliğin yolunun Batı ile uyumlu olmaktan geçtiği” fikrinin aşılanmasıyla. “One Minute” ya da “Mavi Marmara” gemisiyle ilgili Cemaat içi anti propaganda mekanizması, İsrail ile ilişkilerin Türkiye’ye, vatana millete zarar verdiği argümanı üzerinden pazarlandı. Tıpkı, Türkiye’nin Ortadoğu açılımının ve İran ile ilişkilerinin Türkiye’ye çok ama çok zarar vereceği lansmanı gibi. Devamında iş “Büyük Türkiye fikri vatana millete zararlı” noktasına kadar geldi, malum. Aynı mantıkla 17-25 Aralık da “vatan” için elzem faaliyetler olarak tercüme edildi tabana. Yani karşımızda, yıllarca “Siz siyasetle ilgilenmeyin, büyüklerimiz ilgilenir” şiarıyla politize olmanın eşiğinde bırakılmış, “milli görüş” hariç her siyasi görüşe eğilip bükülebilir konumda olan bir kitle var. Kurmayların talimat ve manipülasyonları dışında sadece iki yasa var: Direkt ABD denilemediği için “AB normları-Batı ile uyumlu olma” şeklinde telaffuz edilen o hayati ilke ve “Pers nefreti”. Cemaat tarafından kabul edilebilir olmak için Müslüman olmak bile gerekmez iken, Cemaat’e karşı olmak, A K PABTf eleştirel tavır almak, çıkarlarını tehdit etmek Müslüman kabul edilmemeyi bile getirebilir. Zira bütün kavramları yer değiştirmiş durumdadır. Yerli otoriteyi küçümseyen global güç merkezleri esas kabul edilerek, millilik, vatanseverlik, ülke menfaatleri de; iyilik ve kötülük gibi ahlaki normlar da bu “güç merkezlerine” bağlılığı zorunlu kılacak şekilde tanımlanmıştır. Osmanlıca kelime ve Kurani ıstılahlarla ya da İngilizce söylenmesi fark etmez ama her yol Roma’ya çıkar, çıkmalıdır. “Devlet, ‘Ben nasıl örgütlendiysem, siyasi partiler de aynı şekilde örgütlensin’ anlayışıyla hareket etmiş. Örneğin bölge örgütlenmesi yok. Siyasi partilere, ‘Sende de olamaz’ diyor. Dikine hiyerarşik yapılanmasını partilere de dayatıyor.” Mısır’daki darbeye ses çıkarmayan, Rabia Meydanı’nda yüzlerce kişinin kurşuna dizilmesi karşısında susan Avrupa’nın, Cemaat’in sıkıntılarına sahip çıkması şaşırtıcı mıdır? Hayır. Asıl şaşırtıcı olan ABD’nin, Hocaefendi’yi iade etmesi olur. “ 1864’ten bu yana kullandığı il özel idaresi, köy idaresi yapısını 30 ilde kaldırdı. Yatırım İzleme Koordinasyon Başkanlığı aracılığıyla da vali her şeyi kontrol ediyor.” HABERTÜR “Yönetimde ve kararlarında esnek olmalı. Örneğin, eğitim programını genel merkezden ayrı kendi yapmalı. Örgütlerdeki görev değişimleri, görevden almalarda da il yönetimi öne çıkmalı.” Muharrem Sarıkaya İstanbul’a yeni düzen Nasıl bir örgütlenme yapısı düşündüğünü sorduğumda ise yanıtı şöyle oldu: PROJEDE PROBLEM İSKİ skandalından bu yana CHP, İstanbul’da bir düzen tutturamadı. Sadece, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı döneminde voltranı oluşturdu. O da fazla uzun sürmedi, seçimin sonuçlanmasıyla birlikte kargaşa yeniden hortladı. CHP Lideri Kılıçdaroğlu da kargaşayı sonlandırması için, milletvekili olabilmek için önseçim çalışması yapmakta olan Murat Karayalçın’ı İstanbul’a il başkanı olarak görevlendirdi. Göreve başladığı gün de “Hoş geldin seremonisiyle (Welcome cerenemy)” karşılandı; Şişli olayı patladı. Ayrıca “Projede Problem Odaklarında Örgütlenme Modeli” diye adlandırdığı yeni propaganda modelinden de söz etti. Açıklamasını da şöyle yaptı: “Düşüncelerimizi projelerle anlatmalıyız. Proje birtakım girdilerle değer yaratmak demektir, özünde sosyal demokrattır. Biz söylemlerden, soyuttan çıkmalıyız, projelerimizi ortaya koyarak halka gitmeliyiz.” İç çekişme içinde projelerini nasıl anlatacağını sordum. Partinin hukukunun yanında, disiplin uygulamalarının olduğunu da anımsattı. NEDEN GİTTİ? İsmi Ankara’yla bütünleşen Karayalçın’la dün sohbet ederken, “Neden İstanbul?” diye sordum, “Benim tercihim değil, Genel Başkan’ın kararı” yanıtını verdi. İstanbul’da nasıl karşılandığını sordum, gülerek “Hayret ve memnuniyetle. Zaten ‘Dakika bir gol bir’ oldu, Şişli olayı patlak verdi” dedi. İstanbul üzerinde bazı projeleri olduğunu da açıkladı. “Devlet dikine hiyerarşik örgütlenmesini siyasi partilerden de bekliyor” deyip devam etti: “İstanbul ile Hakkâri veya Artvin’in arasındaki fark sadece yönetim kurulu üye sayısında. Seçmen sayısı 10 milyon olan İstanbul’u aynı anlayışla yönetemezsiniz, yeni yapı olmalı.” ESNEK YÖNETİM Tartışılmasını istediği yeni örgütlenmeyi yönetim” olarak adlandırıp ekledi: Son çıkan “Bütün Şehir Yasası”nın bir nebze yeni örgütlenme yapısının yolunu açabileceğini de söyleyen Karayalçın, devamını şöyle getirdi: “esnek “Şişli’de bir çözüm sürecine girildiğini görüyorum” dedi, bu aşamada Şişli Belediye Başkanı’nın Nişantaşı’nda yılbaşı süslemesine karşı duran sözlerine de katılmadığını belirtti. “Esnaf katılımlı olarak süslenecekse niye olmasın? Ben olmamasını doğru bulmam” dedi. Karayalçın, şimdi “esnek yönetim” yapısına geçip, bazı yetkileri elinde toplayacak yeni yönetim yapısı için Genel Merkez’den izin bekliyor. Bakalım İstanbul karmaşasının içinden bir Ankaralı olarak nasıl çıkacak. A K PABTf SABAH Mehmet Barlas Yanlış bilgilere dayalı olarak fikir sahibi olmak... Siyaset ve düşünce hayatını klişeleşmiş sloganlara dayalı olarak sürdürmek ne kadar sağlıklıdır acaba? Örneğin "Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz" şeklindeki klişeleşmiş söylemi hatırlayın... Ve "Ya bilgi sandığımız şeylerin büyük bölümü, ezberletilmiş yanlış bilgilerden oluşuyorsa" ihtimalini bir düşünün. Örneğin Baltacı Mehmet Paşa ile Çariçe Katerina arasındaki ilişkinin özü seks değil de, rüşvet ise... Veya laikliğin içeriğindeki "İnanç ve ibadet özgürlüğü" bizim sloganlaştırdığımız "Din ile devlet işlerinin ayrılması" kadar ağırlıklı ise? Bunun gibi "Lozan değiştirilemez ve tartışılmaz" klişesini defalarca duymadık mı? Ama gerçek bilgiye ulaştığımızda görüyoruz ki, Lozan imzalandığında İtalya'nın olan 12 Adalar şimdi Yunanistan'ın... Lozan'da Kıbrıs İngilizlerindi, şimdi değil. Hatay Türkiye'nin değildi, şimdi Türkiye'nin... Boğazlar Rejimi Montrö'de değiştirildi. Batı Trakya'da Türkler duruyor ama İstanbul'da Rum kalmamış... Devletçilik sloganı Bir de "İslam'da şiddet yoktur" klişesini sık sık duyarken, El Kaide'yi, IŞİD'i, Taliban'ı "Siyasal İslam"dan nasıl soyutlayabileceğinizi düşünmüyor musunuz? Güncel siyasi sorunlarımızdan bir tanesi de "CHP'nin iktidar alternatifi olamayışı" değil mi? Bu sorunun bir öğesinin de CHP'nin değiştirilmez "6 Ok"undan, mesela "Devletçilik"ten kaynaklandığını düşünmüyor musunuz? 1960 sonrasında "Devlet Planlama Teşkilatı" kurulurken o dönemde Başbakan olan İsmet İnönü, Atilla Karaosmanoğlu'na "Türkiye'de kaç tane KİT var" diye soruyor... Mevcut İktisadi Devlet Teşekkülleri'nin ve iştiraklerinin sayısı söylenince şaşırıp "Neden bu kadar fazla" diyor. Bunun nedeni olarak, KİT üst düzey yöneticilerine ek gelir sağlanması için iştiraklerin yönetim kurullarına atamalar yapıldığı anlatılıyor... İnönü de bunun üzerine şu yorumu seslendiriyor: - Desenize bizim devletçilik dediğimiz şey dolapçılık haline gelmiş' Temel'in fikri... Mesela bu diyaloğu bilebilmek için Atilla Karaosmanoğlu'nun otobiyografisini ( İzmir Karşıyaka'dan Dünyaya, İş Bankası Yayınları, 2005) okumuş olmanız gerekiyor. Kısacası fikir sahibi olmanızı mümkün kılacak doğru ve gerçek bilgilere ulaşmak kolay değil. Bu yüzden çoğunluk içeriklerine fazla bakmadan klişeleşmiş sloganlara sarılmaz mı? Şimdi sosyal medyada dolaşan cümlelere takılıp, gerçek bilgiye ulaştıklarını düşünenler yok mu? Opera binasının kapısındaki afişe takılan Temel'in fıkrasını hatırlayın... Temel opera binasının müdürüne gitmiş ve "Ben burada oğlumun sünnet düğününü yapacağım, salonun kirası ne kadar" diye sormuş. Opera'nın müdürü gülmüş, "Mümkün değil efendim. Bu binada düğün, sünnet gibi etkinlikler yapılmıyor" diye cevap vermiş. Bu cevap Temel'i sinirlendirmiş, "Öyleyse kapıdaki afişte neden 'Bu gece Figaro'nun Düğünü var' diye yazıyor" diye bağırarak azarlamış operanın müdürünü. SABAH Sevilay Yükselir Doâru mu bu anlatılanlar? "Hala her yerdeler ve hala dipdiriler!" dediğim zaman bazıları; "Abartıyorsun... Artık o kadar değiller!" deyip zıplıyor. O kişiler zıplamaya devam etsinler, ben de yazmaya... Çünkü bu örgüt öyle sinsi ve öyle tehlikeli bir yapılanma oluşturmuş ki 40 yıldır bu topraklar üzerinde... İki operasyonla, bir iki dokunuşla bitmez! Bu örgütü bitirmek için daha çoookkk uzun bir yol var önümüzde. Bu sözlerimden verilen mücadeleyi küçümsediğim anlamı çıkmasın. Ben bazıları gibi "dağ fare doğurdu" demiyorum ama çok net bir biçimde "biz daha yolun başındayız" diyorum. Emniyet teşkilatında kritik noktalarda söz sahibi değiller belki ama binlerce müritleri hala bu teşkilatın içerisindeler. Aynı durum yargı camiası için de geçerli. HSYK ellerinden gitti. Yargıtay'daki yeni düzenlemeyle güçleri bitti ama kabul edelim ki hala savcı ve yargıç kimliği altında görev yapan binlerce maklubeci var. Ha keza üniversiteler, bakanlıklar, bankalar ya da bürokraside. Gün geçmiyor buralardan bu kirli yapıyı anlatan bir bilgi gelmesin! İşte onlardan biri! Çok önemli bulduğum için bu mektubu paylaşmak istedim. Çünkü bu örgüt gücünün büyük bir bölümünü de ülke ekonomisinde otorite kabul edilen kurum ve kuruluşlarda çevirdikleri film ve fırıldaklar sayesinde elde ediyor. Mektup BDDK'da görevli bir memurdan. Adı bende saklı. Aynen paylaşıyorum ve anlatılan olayların muhataplarından da cevap bekliyorum! "BDDK'ya idealist bir kişi olarak girdim. Yaklaşık 6 sene oldu her geçen gün ümidim azalıyor. Denetim mesleğini severek yapıyorum fakat denetimin içi boşaltılıyor. Denetimden sorumlu başkan yardımcılığını ve aynı zamanda da denetimden sorumlu kurum başkan yardımcılığı görevini sürdüren kişinin denetim ve risk yönetim daireleri ile yaptığı toplantıda söyledikleri beni şoka soktu! Açık açık aynen şunları söyledi: "Bankalarda denetim yapmayın! İyi reyting notları verin ve böylece kendinize zaman ayırır yorulmazsınız! Kredi A K PABTf incelemesi yapmayın. Bana kredi incelemesi ile gelmeyin!" Şaşırdım kaldım duyduklarım karşısında. Sanırım bunu böyle söylemesinin nedeni Bank Asya kredilerinin detaylı incelemesinin istenmemesi. Genel bir konuşma yaptı ama bu arada toplantıdaki herkese de Bank Asya ekibini de içerecek şekilde talimat vermiş oldu. Ama bu arada da bir bankanın adını sürekli zikrederek (adını yazmıyorum o bankanın); "Çok riskli!" deyip durdu. Neden o bankaya takıldı kaldı anlamadım. Bank Asya'nın bağlı olduğu denetim daire başkan vekili de;" Malum bankayı ne yapacağız bu sene? Bu bankayı denetleyip tekrar reyting vermeye gerek var mı?" türünden abuk bir soru sordu. Yani anlayacağınız BDDK'da bu yapı hala var ve korkusuzca, kendilerini siper ederek can hıraç Bank Asya'yı kurtarmak için çalışıyorlar! Bir de cemaatten olduğu aşikar olan kişilerden oluşan Ar-Ge ekibi denilen bir ekip oluşturdular. Yıllardır bu ekipteki kişilerin sayısını artırıyorlar ve bu ekip denetim anlayışı diye projeler üzerinde çalışıyorlar. Ancak her sene denetim anlayışını değiştiriyorlar. Yeni denetim dönemi başladı dediğimiz zamanda bütün anlayış değişti bir anda. Hepimiz şaşkınız. Anlayacağınız... BDDK Kurulu alenen devletle savaşan Paralel Örgüt'ün yanında saf tutan bu insanları görevde tutuyor." NOT: Yarın akşam '%100 Siyaset' programında gündem yaratacak bir dosyayı aralayacağız. Dönemin Başbakanı Erdoğan'ın Başbakanlık'taki çalışma ofisi ile Keçiören'deki özel ofisine konulan böceklerin kaynağını görüntülerle ekrana getireceğiz. Sakın kaçırmayın. SABAH Mahmut Övür Cemaatin ikinci adamını bilen var mı? Demokrasinin kurumsallaşmasını, basın özgürlüğünü, adil yargılamayı ve sivil siyaseti savunanların şu soruya samimiyetle cevap vermeleri gerekiyor: "Siyaset mi cemaat mi?" Son dönemde yaşadığımız iktidar- cemaat kavgasının bamteli burası... Bu şu nedenle önemli; karşımızda hesap veren bir yapı yok. Siyaset veya herhangi bir kurum, bugün yanlış yapsa eninde sonunda hesap vermekten kaçamaz. Ama cemaatin böyle bir derdi yok. Emniyetten yargıya, TSK'dan TÜBİTAK'a bürokrasinin kılcal damarlarına kadar giren, iş dünyasından medyaya her alanda örgütlenen bir cemaat yapılanmasından söz ediyoruz. MİT'i ele geçirmek istiyor, partileri dizayn ediyor ve yeri geldiğinde başta siyaset olmak üzere herkese müdahale ediyorlar ama hesap vermiyorlar. Açık toplumlarda böyle bir yapı olabilir mi? İster devletin idari yapısına, ister legal veya illegal bir partiye bakın hepsinde birinci, ikinci adamlar da sonuncu adamlar da bilinir. Cumhurbaşkanını da muhtarı da toplum tanıyor. AK Parti veya CHP'nin yöneticilerini de, kimin neden sorumlu olduğunu da toplum biliyor. Bırakın yasal partileri, PKK gibi illegal bir örgütün bile eş başkanları, eyalet sorumluları ortada. Şimdi gelin aynı soruyu cemaate soralım. Gülen Cemaati'nin ikinci, üçüncü adamını bilen var mı? Ya da böyle bir hiyerarşi olduğuna dair bir bilgisi olan var mı? Kimse bilinmiyor. İllerde, ilçelerde kimlerin görevli olduğunu da bilinen yok. Devlet kadroları çok daha vahim... Basında çıktı, "Emniyet imamı, TSK imamı, yargı imamı" deniliyor ama hiçbiri tanınmadığı gibi yasal bir pozisyonları da yok. Toplum, Gülen cemaatinin veya hareketinin temsilcilerinin kim olduğunu bilmiyor. Oysa siyasetin mahalle temsilcileri bile biliniyor. Karşımızda bırakın ikinci adamını birinci adamını bile tam bilmediğimiz bir yapı var. Ama ortak hareket ediyorlar, hatta bir ilin emniyet genel müdürü, cemaat imamı ziraat teknisyeninden izin almadan şehir dışına bile çıkamıyor. Bu kadar bilinmezi olan bir yapı, nasıl açık toplumun bir parçası olacak? Nasıl demokrasi, nasıl basın özgürlüğü üretecek? Dahası geçmişinde sahte belgeler üreterek haksız tutuklamalar yapan, kendi kadrolarına alan açmak için iftiralar atan bir yapı nasıl özgürlükçü olabilir? Bu yüzden başta cemaat mensupları olmak üzere herkesin "siyaset mi cemaat mi?" sorusuna cevap vermesi gerekiyor. Siyasetin ilk kez vesayet yapısından kurtulduğu bir dönemden geçiyoruz. Siyasetin alanının vesayetçi kurumlarca belirlendiği bu dönemi geride bırakırken, aynı şeyi hesap veremeyen bir yapının yapmasına en azından siyasetçiler izin vermemeli... Hukuk önünde hesap vermek bir yana, ya en azından 4 yılda bir halka hesap vermek için siyaset yapacaksınız ya da dini gerekleri yerine getirmek için cemaatçilik... Bu ikilemde asıl sınıfta kalanlar ise cemaat mensuplarından çok demokrat olmadıkları için sivil siyaset düşmanlığı yapan aydınlar ve siyasetçiler. SABAH Engin Ardıç Başbakan Sabri Bey Sevgili ağabeyim Aydemir Akbaş'ın canlandırdığı o unutulmaz kumarcı "Kolpaçino Sabri", o filmde şöyle "Bana imkan verilsin, İstanbul'u Las Vegas yaparım!" Bazı siyasi partiler de Türkiye'yi Monte Carlo yapmak için kumara kuvvet vermiş görünüyorlar. Eskiden politikacılarımızın kumar sevdası Anadolu Kulübü gibi fiyakalı yerlerde briç oynamak düzeyinde kalırdı. Artık kitlelere malolmuş, lümpenlere yönelmiş! Kumar A K PABTf oynatan ve büfeciye de yetmiş lira "tost parası" takan bir parti vardı... Milliyetçi irade Yükseliş Partisi diye bir parti daha varmış, MİYP, ilk defa duyduk, bu yüzden dört kere baskın yemiş, sonunda polis kapıyı kırıp bir daha basmış ve kumar oynayan 126 kişiyi yakalamış, oynatan 16 kişiyi de içeri almış. (Bunlar için ne zaman imza toplayacaksınız?) Aslına bakarsanız, Tuzluk Partisi başta olmak üzere Emine Ülker Hanım'in partisi de dahil, birçok küçük parti bir tür "nafile kumar" peşinde... Siyasi kumarı daha büyük çapta oynayan da var: HDP. Bunlar eskiden adaylıklarını bağımsız koyup meclise tek tek girerler, sonra toplaşırlardı. Şimdi Selahattin Demirtaş çok kararlı: 2015 seçimlerine parti halinde gireceklermiş. Demirtaş çok havalandı, cumhurbaşkanlığı seçiminde aldığı yüzde 9.76 oranında oya ve "solcu Türklerin de kendilerini desteklemesine" güveniyor. Bu seçmen kitlesinin kıyıcığında "Kürt bağımsızlığı isteyen marjinal liberallerimiz" de var ama esamileri okunmuyor. Evet, bir kumar oynuyorlar. Giremezlerse, bu kayıp AKP'ye fazladan 35-40 koltuk daha yazacak ve AKP yeni bir anayasa yapmak için gerekli 330'u bulacak! Çünkü AKP'nin şimdiden yüzde 48 oyu da garanti. Bazı utanmaz sosyologlar Hocaefendi'yi mutlu etmek amacıyla sanal cik cik ortamlarında "yüzde 37'ye düştü" diye bir yerlerinden sallasalar bile... Birçok gözlemci, Demirtaş'm cumhurbaşkanlığı seçiminde topladığı oyun son derece yanıltıcı olduğunu ve genel seçimde HDP'nin "geleneksel" yüzde 5-6 düzeyinde kalacağını söylüyor... Haşim Bey'in keyfine göre barajın aşağı çekileceğini de hiç sanmayın tabii. HDP meclise girerse ne yapacak? Çözüm süreci için AKP'ye yardımcı mı olacak, yoksa solcu olduğunu sandığı CHP ile anlaşıp yeni anayasayı ve başkanlık sistemini engellemeye mi çalışacak? Herhalde ikincisi. Buna da politika diyorlar. Giremezse, Kürt bebelerini sokağa döküp gene hır mı çıkaracak? Önümüzdeki seçimin en ilginç yanı budur. Başka da bir sürpriz yoktur ve olamaz. Dikkat ederseniz, en azılı CHP amigolan bile umutsuz, "biz artık 2019'a bakıyoruz" şeklinde konuşuyorlar. MHP de ne uzuyor ne kısalıyor. Bakalım seçmen de kumar oynar, tercihini Kolpaçino Sabriler'den yana mı kullanır? Hiç sanmam. Kürt meselesinin çözümü, HDP istese de istemese de bulunacaktır STAR Ahmet Taşgetiren Camianın dönüşümü Yargı sürecine ilişkin bir şey yazmayacağım, delil değerlendirmesi yapmayacağım. Peşin mahkumiyet veya aklama benim işim değil. Camia ile Hükümet arasındaki savaş sürecinin buralara gelmesi kaçınılmazdı. Camia adına gelinen nokta nedir? Bugün biraz buraya bakmak istiyorum. Önce Zaman gazetesi, sonra Çağlayan Adliyesi önündeki görüntüler Kamuoyunun tanık olduğu yeni Ekrem Dumanlı ve Camia profili. Bunlar "yeni" evet. En barız özelliği "savaşçılık." Böyle mi idi Camia 40 yıllık yürüyüşünde, yoksa yaşanan süreçte bu alana sürüklendi mi? Sürüklendi mı, yanı, iradı olarak seçmedi, sevk edildi o alana. Bu soru, en sıcak savaşın başladığı 1725 Aralıktan çok önceleri için de sorulabilir, mesela MİT Başkanına karşı operasyona karar verilmesi olayı için... Aslında Balyoz - Ergenekon davaları başlarken ve sürerken de Camia savaşçı özelliği ile arzı endam etti. O dönem Camia medyasına bakın, tam bir "misyon eylemi" içindedir. Aynı şekilde o dönem Emniyet ve Yargı boyutu da Camia'nın savaşçılık tercihi ile hareket etmiştir. Hatta daha önce de yazdım: GYV Başkanı Mustafa Yeşile "Camianın bu kadar gözü kara savcı ve yargıç yetiştirdiğini bilmiyordum" dedim, onun cevabı da "Ya öyle mi?" olmuştu. O dönem, Hükümet de, genelde askeri vesayet karşıtı tüm çevreler de, şaşırsalar da bu savaşçı duruşun yanında yer aldılar. Zaman zaman yaşanan hukuksuzlukların da "askeri vesayetten kurtulma adına" tolere edilebileceğine, hukuksuzluklara itirazın yakası ele geçen askeri vesayetin yemden bedenlenmesine yol açacağına hükmettiler. Ama o davalarda deyim yerindeyse staj yapan Emniyet ve Yargı bünyesindeki yapı, Camia'nın karar merkezlerinde nasıl bir tehdit değerlendirmesi yapıldı ise, bu defa halk oyu ile seçilmiş Hükümeti silkelemeye yöneldi. Tayyip Erdoğan'ın 30 Mart'a çıkamayacağı gibi bir gelecek öngörüsü içindeydiler. Ölecekti, delırecektı, bir şeyler olacaktı ama siyaset alanında varlığı silinecekti. Ancak bu "kader okuması" doğru çıkmadı. Tayyip Erdoğan için kader planı, silinmek yerme savaşmak olarak tecelli etti. Camianın Emniyet - Yargı yapılanması, Balyoz - Ergenekon operasyonunu sırtını Hükümete dayayarak yapmıştı. Bu defa, Hükümetle savaşacaktı ve Türkiye'de pek çok toplum kesiminin ahım almıştı. Ahi almanlar içinde bizatihi "islami kesim"in birçok oluşumu vardı. Kaldı ki savaşa soyunulan Ak Partinin kendisi de, önemli ölçüde dindar toplum tabanına dayanmaktaydı. Camia adına içme girilen savaş gerçekten taşınabilir bir savaş mıydı? Camianın beyin takımı oturup, "Tamam bu savaşı göze almalıyız, bunu sürdürebilecek güçlerimiz vardır, içerde dışarıda müttefiklerimiz vardır" gibi bir değerlendirme yapmışlar mıydı? Böyle bir savaşta dindar toplum kesimlerine dayanan bir siyasi yapıyı çökertmenin kendilerine ne kazandıracağını düşünmüşlerdi, "müttefik" olarak gördükleri iç - dış çevreler Ak Parti Hükümeti ile hangi niyetle savaşacaklardı ve bu Hükümeti çökertmenin onlar için anlamı neydi? Bir soru da şöyle sorulabilir: Acaba Camia bu savaşa farkında olmadan sürüklendi mı? Hükümet, Camia'nın bir takım çevrelerle işbirliği içine girdiğim gördü, onların oyununu bozmak için Camia'nın en hassas olduğu, mesela dersanelere karşı hamle yaparak onları açık alana çekti, sonra meydanlarda ağır suçlama ile, ardından tasfiye operasyonları ile ve nihayet Camianın sembol A K PABTf isimlerine yönelik soruşturmalarla savaşı tırmandırarak, Camianın en keskin görüntülerle ortaya çıkmasını sağladı. Çağlayan'daki Ekrem Dumanlı ve Camianın kitle görüntülerine gelinme süreci böyle mi oldu? Camia bugüne kadar "gövde"smı göstermiyordu. Çağlayan'da "gövde gösterisi" yaptı. Bundan soma Camia asla sessiz - sadasız hizmet yürüten bir hareket haline dönüşemez. Bütün alanlar, şüphe bulutlarının altında kalmıştır. Bugün herkes Ekrem Dumanlı'mn Çağlayan görüntülerim muhalif bir siyasi figür bağlamında görmek durumundadır. Yanında Ak Parti'den ayrılan İdris Naim Şahin, İdris Bal, Hakan Şükür ün, Oktay Ekşi'nin, beyanatlarıyla Kılıçdaroğlu'nun ve diğer bazı CHP aktörlerinin yer aldığı bir siyasi figür. Camia son görüntüleri ile aslında 30 Mart ve 10 Ağustos seçimlerinde örtülü olarak gerçekleştirdiği siyası işbirliğini faş etmiştir. Bunu da bilerek mi yapmıştır yoksa içme sürüklendiği savaşı kontrolden aciz kaldığı için mi, bunu da değerlendirmesi gerekiyor. Amerika'daki, Avrupa'daki bazı odaklarla işbirliği nasıl bir tercihtir? Ve Camia bu savaş sürecinde daha nerelere kadar savrulacaktır? Bana göre Camia büyük bir dramı yaşıyor. ?? Eğitim sektörü, eğitim klasik bir kamu hizmeti olmasa bile, bunun en iyi örneğidir. Eğitimin devlet tekeli olduğu ülkelere en iyi örnek de muhtemelen Türkiye’dir. Anayasanın değişmezlik kalkanı, Anayasaya aykırılığı iddia edilmezliği ile korunan Tevhid-i tedrisat kanunu da bu tekelin yasal çerçevesini oluşturmaktadır. Tevhid-i tedrisat kanunun kaldırılması ya da önemli bir ölçüde değiştirilmesi Türkiye eğitim sisteminin kanımca temel önceliğidir. Ancak, bir dizi nedenden, büyük ölçüde de siyasi kadroların siyasi risk almayı sevmemeleri nedeniyle, Tevhid-i tedrisat kanunu yürürlüktedir ve bir süre daha yürürlükte kalacaktır. Bu anayasal çerçevede, eğitimde devlet tekeli de bir süre daha başımızın derdi olmayı sürdürecek demektir. Yasalar her birimi sıkıca bağlarken özel okulları devlet tekeline karşı bir argüman olarak göstermek komiktir. STAR Eğitim tekeline karşı rekabet yasaları da etkin değildir. Eser Karakaş Öyleyse, yapılması gereken, bilmem böyle bir zarafet beklemek gerçekçi midir, eğitim tekelini yönetenlerin tüketicilerine yani vatandaşlarına karşı daha özgürce bir çerçeve içinde davranmalarıdır. Eğitim tekelini zarif kullanmak Tekeller kötüdür, her türlü tekel kötüdür. Başka bir ifade ile de, eğitimde tekel konumlarını kötüye kullanmamalarıdır. Tekeller toplumsal refahı düşürürler. Tam da bu refah azaltıcı etkileri nedeniyle özel mal ve hizmet üreten özel kesim ve kamu tekellerine karşı iki asırdır çok kapsamlı rekabet yasaları çıkarılmıştır, yargı bu konuda çok önemli kararlar üretmiştir. Bu alanda temel mesele “hakim durumun kötüye kullanılmasının” =abuse of dominant position= engellenmesidir. Dikkat edilebileceği gibi, rekabet hukuku hakim durumu değil, hakim durumun kötüye kullanımını engellemek, cezalandırmak istemektedir. Temel amaç da tüketiciyi, yurttaşı tekellerin kötü etkilerinden kurtarmaktır. Tekel olgusu, gerçeği ise sadece özel mal ve hizmet üretimi alanları ile sınırlı değildir. Kamu hizmeti olarak kabul edilen alanlarda da çok kapsamlı devlet tekeli vardır. Siyasi kadrolardan, her dönem için aynı şey, böyle bir özgürlükçü çerçeve beklemek hakkımız değil midir? Madem ki, kısa ve orta vadede eğitimde devlet bir tekel gücü kullanıyor ve bir süre daha kullanacak, bu gücün kötüye kullanımını engellemek için, mesela, “zorunlu” ibaresi ile başlayan dayatmalardan sıyrılmak düşünülemez mi? Kimse yanlış anlamasın, mesele sadece zorunlu “din kültürü ve ahlak bilgisi” dersi ile sınırlı bir konu değildir. Müfredat anlayışındaki tekel kaldırılamaz mı, okul müdürlerini, öğretmenleri sıradan bir memur olarak gören bakış değişip, okullara, evrensel hukuk ilkeleri dışına çıkmadan, kitap, müfredat, sınıf süsleme tercihi serbestisi tanınamaz mı? Şu temel gerçeği iyi görelim: Her tekel toplumsal refahı azaltır, eğitimde tekelin toplumsal refah maliyetleri ise buzdolabı, araba tekellerinin ürettiği refah azaltıcı etkilerden çok daha fazladır. % A K PABTf Madem bu berbat tekele mahkumuz, yöneticilerimiz bu tekeli lütfen biraz daha zarif kullansınlar, dayatmalardan mümkün olduğu ölçüde kaçınsınlar. STAR Mensur AKGÜN A B ’nin hiç mi suçu yok? Türkiye'nin AB'den duygusal ve siyasal olarak uzaklaştığı doğru, Eurobarometer verileri de, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamaları da aradaki mesafenin kanıtı niteliğinde. Belli ki Türkiye yönetenleri ve yönetilenleriyle artık AB'yi, AB liderlerinin ne dediğini pek dikkate almıyor, Volkan Bozkır her ne kadar aksini iddia etse de AB ile Türkiye'nin arası açılıyor, Umarız onun Milliyet Gazetesine verdiği röportajda belirttiği gibi bu açık Başbakan ve Cumhurbaşkanı 'mn ziyaretleri vesilesiyle kapanır, Ancak açığın kapanmama, Türkiye'nin her açıdan AB'den daha da uzaklaşma potansiyeli yüksek, ... Gerek Türkiye'nin kendi içinde yaşadığı hukukun üstünlüğü ilkesini sorgulatan, ifade özgürlüğü konusunda endişeler doğuran sorunlar, gerekse bu sorunları suiistimal etmek isteyecek Türkiye karşıtı ülke, siyasi parti ve grupların mevcudiyeti, doğuracağı sinerjiyle Türkiye'yi AB'den daha da çok uzaklaştıracağa benzer. Oysa bundan dört yıl önce TESEV bünyesinde gerçekleştirdiğimiz bir araştırmada Türkiye'nin yüzde 69ü AB'ye üye olmak istemekteydi, Bu oran Doğu Anadolu'da yüzde 87'ye, Güneydoğu Anadolu'da yüzde 91'e çıkmaktaydı. Şimdi ise benzeri bir soruya verilen cevapta destek yüzde 28'e düşmüş görünüyor, Artık İlerleme Raporları, zirve bildirgeleri, Genel İşler Konseyi açıklamaları gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında fazla yer bulmuyor. AB bürokrasisinin önde gelenlerinin eleştirileri zaman zaman ön plana çıkartılsa da, toplumsal ve siyasal ağırlığının olduğunu söylemek imkansız, AB, ne yazık ki bir kurum ve olgu olarak Türkiye üstündeki etkisini, referans noktası olma özelliğim kaybetti. Çünkü adaylığının 50'nci yılını hüzünle anan Türkiye üyelik umudunu yitirdi, "Kopenhag Siyasi Kriterleri" Türkiye için müzelik bir kavram haline dönüştü. AB itici, değiştirici, teşvik edici niteliğini uyguladığı sığ politikalarla bitirdi, Kıbrıs sorununun arkasına saklanan üye devletler Türkiye'yi uzakta tutmaya çalıştılar, Ama hep aynı mesafeyi koruyabileceklerini zannettiler, Yumuşak güçlerini, çekim cazibelerini kullanarak Türkiye'yi şekillendirebileceklerini, her şart altında etkileyebileceklerini sandılar, Ancak hayat ve siyaset bekledikleri gibi akmadı. Türkiye kendilerinden uzaklaştı, en önemli sorunlarının çözümünde dahi AB'yi dikkate alır bir tutum takınmadı, Şimdi de restleşme başladı, En yakın ortağımız olması gereken Almanya Türkiye'yi hasım gibi görüyor, dinliyor, dinletiyor, istihbarat elemanlarını tutukluyor, Halbuki Almanya'nın Türkiye'ye, Türkiye'nin de Almanya'ya ihtiyacı var, Ayrıca, Türkiye'nin demokratikleşmesini, insan hakları sorunlarını aşmasını isteyenler başta olmak üzere istikrarı, refahı önemseyen herkesin ve her kesimin AB çıpasma gereksinimi büyük, ... Avrupalı dostlarımız belki farkında değiller ama Türkiye istikrarsızlaşırsa AB de istikrarsızlasın Benzeri bizim için de geçerli, AB ile ilişkiler gerilirse, Türkiye her alanda zorlanır. İki tarafın da gelinen kritik eşiğin bir an önce idrakine varması gerek, Bizim siyaset erbabının gerilimi tırmandırmaktan kaçınması, AB'nin de Türkiye'yi cezalandırmak yerine cesaretlendirmek yolunda adım atması şart. İlk yapılması gereken de Kıbrıs sorununun çözülmesi ve çok geç olmadan, Türkiye'nin ekseni bu sefer gerçekten kaymadan, yeni müzakere başlıklarının açılması, böylece her ıkı kanatta da üyelik fikrinin canlanması, AB'nin de Türkiye'nin de sorunlarının olduğu doğru. Fakat müzakere için bu sorunların çözülmesini bekleyecek olursak, sorunlarımıza yeni sorunlar katabiliriz, STAR Orhan Miroğlu Memleketin Kürt partileri ve liderleri HEP'in kuruluşunu bir milat olarak kabul edersek eğer, o tarihten bugüne kadar kurulan ve kapatılan partilerin sayısı bir hayli fazla, HEP'in geleneği bugün HDP ve DBP'yle (Demokratik Bölgeler Partisi) temsil ediliyor, En etkili en güçlü parti hareketi budur. PKK'nin yarattığı siyasi miras üzerine inşa edilen bu hareket, bugün çözüm sürecinin de muhatabı durumundadır, Bunun dışında Kürt siyasi hareketinde 70'li yıllarda başlayan ayrışma döneminde kurulan TKSP'nin (Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi) eski kadrolarının yönetiminde siyasi çalışmalarını yürüten HAK-PAR (Hak ve Özgürlükler Partisi) var, Liderliğim yurt dışından dönüşünden sonra Kemal Burkayin yaptığı partinin genel başkanlığını bugün Fehmi Demir yürütüyor. Bir dönem aynı görevi Bayram Bozyel yürüttü, Kürt siyasetinde Sosyalist geleneği temsil eden bu hareket çözüm için federasyonu öneriyor, ama demokratik süreci de destekliyor, Egemen Kürt hareketinden ayrıldığı en önemli husus ise silahlı mücadele ve şiddet konusudur, HAKPAR silahlı mücadeleye ve şiddete karşı çıkıyor, Kürtlerarası münasebetlerin çoğalmasını ve bütün Kürt partilerinin çoğulculuğa önem vermesi gerektiğini düşünüyor, . .. KADER rahmetli Şerefattin Elçi tarafından kuruldu, Liberal, demokrat bir çizgiyi savundu, KDP'ye yakın olmaya gayret gösterdi ama IrakKDP nin siyasi desteğini alamadı, Şerefattin Elçi'nin vefatından sonra A K PABTf partinin başkanlığına Lütfü Baksi getirildi, Federal çözümü savunan partinin, durağan bir dönemden geçtiği söylenebilir, En azından HAK-Par ve diğer yeni kurulan iki Kürt partisinde gördüğümüz hareketlilik, bu partide görülmüyor diyebiliriz, PAK (Kürdistan Azadı Partisi) adıyla kurulan bir diğer Kürt partisi isminde 'Kürdistan' kelimesi geçiyor diye hukuki bir sorun yaşadı gibi, ama bu partiye de kuruluş belgesi verildi ve sorun aşıldı, DDKD (Devrimci demokratik Kültür Derneği) adıyla bilinen gelenekten gelen aydın ve siyasetçilerin öncülüğünde kurulan parti, federasyon ve bağımsızlık seçeneklerini gündemde tutacak bir siyasi tutumu benimsemiş görünüyor, Partinin kurucu genel başkanlığıKABEP 2006 nı Mustafa Özçelik yürütüyor, PAK' ve TKDP'nin kuruluşu, demokrasimiz adına, Kürt çoğulculuğu adına çok sevindiricidir, Her iki parti'nin adında Kürdistan' kelimesi geçiyor ve her iki parti de, demokratik reformları, çözüm sürecini desteklemekle beraber, Kürtlere statü talep ediyor ve nihai olarak bağımsız bir devlet için mücadele veriyor, . .. Ocak ayında kuruluşu tamamlanan ve adında 'Kürdistan' kelimesi geçen bir diğer parti de Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi'dir. Genel başkalığını Mehmet Emin Kardaş m yürüttüğü parti, bağımsızlığı savunuyor ama diğer Kürt partileri gibi, demokratik reformlara da mesafeli değil, TKDP'nin, Mesut Barzani'nin liderliğindeki KDP'yle bir ilişkisinin olmadığını da söyleyelim, İslami referanslara sahip, ama birçok bakımdan 'Kürdi' olan bir diğer parti de HÜDA-PAR'dır. HÜDAPAR 'da Kürtlerin devlet kurma hakkını savunmakla beraber, demokratik süreci de destekleyen, reformlara önem veren bir siyasi anlayışa sahip, uğradığı saldırılar ve seçimlere gösterdiği katılımla sık sık gündeme gelen ve tartışılan partinin genel başkalığını Avukat Zekeriya Yapıcıoğlu yürütüyor, HÜDA-PARin farklı kılan bir diğer husus da sadece Doğuda örgütlenmek ve siyasi çalışma yürütmek istemesi, Ekim olaylarında büyük bir mağduriyet yaşayan parti, Kürt İslami geleneğinden gelen grup ve akımları etkileme ve desteklerini alma gücüne erişmeye çalışıyor Kürt siyaseti üzerine yürütülen tartışmalarda akla gelen ilk parti kuşkusuz HDP'dir, Ama HDP'nin dışında da faaliyet gösteren ve yenileri kurulan Kürt partileri, gelecekte Kürtlerin önünde farklı siyasi seçeneklerin ortaya çıkacağını ve eğilimin çoğulcu bir siyasi ortamdan yana güçleneceğini gösteriyor, Kürt Partileri, ya da sivil toplumu ve Kürt aydınları çözüm sürecinde, seslerini yeteri kadar duyuramadılar, Çözüm sürecinde mufıataplık konusu çok tartışıldı, Ama muhataplığm 'dar ve sınırlı' bir noktada tutulduğuna dair kanaatler ve görüşler pek dikkate alınmadı, 6-8 Ekim olayları, bir bakıma bu politikanın çok da doğru olmadığını, çözüm sürecinde çoksesliliğe ve demokratik temsil ve katılıma, ihtiyaç duyulduğunu doğrulayan gelişmelere yol açtı, . .. Hükümet sözcüsü Bülent Arınç m HAK-PAR ve HÜDA-PAR'a yaptığı ziyaret bu bakımdan önemlidir. Ne yazık ki, ziyaretler, haftayı gözaltılarla geçiren Türkiye'de hak ettiği ilgiyi görmedi, 6-8 Ekim olayları çözüm sürecinin muhataplarını yeni bir muhasebe yapmaya zorladı, Hükümet uzun zamandır eleştirilen bir konuda nihayet farklı bir tutuma yöneleceğim bu ziyaretlerle ortaya koymuş oluyor. Bölgeye gittiğinizde sık sık duyduğunuz en önemli eleştirilerden biri, hükümetin sadece HDP/PKK'yı muhatap aldığı bunun dışındaki Kürt siyasi aktörlerini ve sivil toplumu görmezlikten geldiği yönündeydi. Ortalama kamuoyu kanaati şu şekilde ifade ediliyordu: Hükümet Kürt halkının haklarını ne Öcalan'la ne de başkasıyla görüşemez, Bu hakların muhatabı bizzat halkın kendisidir, Ama PKK'le ilgili sorunlar, silahsızlanma ve sonrasında da demokratik katılımın önünü açma, elbette ki, PKK ve HDP muhatap alınarak konuşulacak meselelerdir.' . .. Geçen hafta sonunda Mardin'de katıldığım bir panelde, dinleyicilerden biri şunları söylüyordu: 'Kimse benim temel haklarımı, bana sormadan müzakere konusu yapamaz, HDP de yapamaz, hükümet de yapamaz! Bu yaklaşımın genel kabul gördüğü çok açık, Sadece HDP/PKK üzerinden bir muhataplık ve müzakere sürecinde ısrar etmenin pek yürümediği bugün daha iyi görülüyor, Star'da ve bu köşede yazdığım yazılarda bu konuyu sık sık gündeme getirdiğimi hatırlıyorum, HDP/PKK, çözüm sürecinde neredeyse tek muhatap olarak görülmenin değerim doğrusu pek bilemedi, Tersine çözüm sürecinin istismarı üzerinden bir siyaset tarzı ortaya koydu, kendi dışındaki Kürt Partilerini ve muhalefeti, Türk sol hareketlerindeki küçücük grupları önemsediği kadar dahi önemsemedi, Öte yandan hükümet görülebildiği kadarıyla yeni ve doğru bir muhasebe yapıyor ve Kürt toplumuyla siyası manada ilişkilenmenin ve normalleşme sağlamanın, sadece HDP/PKK üzerinden olamayacağını sanki anlamış gibi görünüyor.. Umarım arkası gelir, ve HAK-PAR'm dışında, başka Kürt Partilerle de bir diyalog sürecine girilir, Bunun çözüm sürecine büyük fayda sağlayacağını ve çözüm sürecindeki siyasi tekeli kıracağını düşünüyorum, Ama yanlış anlaşılmasın, ben yukarıda kısaca sözünü ettiğim Kürt partilerini sadece çözüm süreci bakımında değil, Kürt toplumunun çoğulcu siyasi geleceği bakımından da önemsememiz gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca: Türkiye demokrasisi gele gele, Kürdistanin bağımsızlığının dahi savunulduğu ve bunun için partilerin kurulduğu bir aşamaya gelmişse, herkesin buna sevinmesi gerekir, A K PABTf STAR Halime Kökçe Yakup’un suçu ne? Şubat darbesi hepimizin gözü önünde olmuşken, failleri ' hayatta iken 28 Şubat davası neredeyse darbeyi aklama işine dönüştü. Failleri, "yine olsa yine yaparız" şeklinde küstahça ve meydan okuyarak verdikleri ifadelerinin ardından bir bir serbest bırakıldı. Paralel yapının müdafisi medya Ergenekon, Balyoz, Oda TV gibi içini kendi kadrolaşma amaçlan doğrultusunda failler üretecek şekilde suç isnaüanyla doldurdukları davalarda gösterdikleri cevvaliyeti 28 Şubat davasında göstermedi. "28 Şubat bin yıl sürecek" diyen dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu başta olmak üzere Çevik Bir, Erol Özkasnak, Güven Erkaya gibi darbenin bütün sembol isimleri hakkında takipsizlik kararı verildi. Dava adeta yürürken zaman aşımıza terk edildi Daha da garibi, failleri serbest bırakılırken mağdurları bir türlü 28 Şubat kabusundan uyanamadı. 14 yaşında üzerinde Mickey Mouse'lu tişörtttyle gözaltına alınarak tanıştığı devletin ceberut yüzü bir türlü Yakup Köse'nin yüzüne gülmedi. İdamla yargılandı, yaşı küçük olduğundan 16 yıl 8 aya sonra da 9 yıla mahkum edildi. Yakup o günü şöyle anlatıyor: "Manisalı çocuklarla biz aynı mahkemede yargılandık. Son davam da aynı güne denk geldi. Cezam açıklanınca 'Hakim amca benim Türkan ablam (Türkan Saylan) yok, Mükremin Abim (Yılmaz Erdoğan) yok ama yine de beraatımı istiyorum' dedim. Hakim ayağa kalktı 'Dışarıdaki insanların bizi yanıltacağını mı düşünüyorsun' diye çıkıştı.. Aynı gün bana idam onlara beraat verdiler." Onun hikayesi yargının bir intikam mekanizması olarak da işletilebildiğini görmek için biçilmiş bir kaftan. . .. Hayatından çalman 9 yılın hesabını sormaya kalktığında ise Bandırma Cezaevinde yattığı sırada gerçekleşen Noel Baba operasyonunda askere karşı isyan çıkarma suçundan 12 yıldır yargılandığını öğrendi. Operasyon sırasında cezaevinde değil hastanede olduğunu belgelediği halde... 25 Aralık operasyonunun akim kalmasını takiben ilginç kararlarıyla tanıdığımız Yargıtay 9. Dairesi bekleyen sayısız dosyanın arasından Yakup'unkini bulup ivedilikle onadı. Köse de AYM'ye başvurdu. Hani olağan hukuk yolları tükenmediği halde "fikir özgürlüğüne mani olmanın telafisi imkansız zararlara yol açacağı gerekçesiyle" diye twitter'a erişim engelinin kaldırılmasına karar veren AYM'ye... Yakup Köse'nin, hapiste geçecek yıllarmın telafisi mümkün olduğundan ya da "siyasi mesaj" değeri olmadığından, başvurusu hala AYM'nin tozlu raflarında bekletiliyor. Bu arada Yakup Köse 14 Aralık operasyonunun hemen ardından tutuklanarak Metris Cezaevine götürüldü. 25 Aralık operasyonu akamete uğrayınca da ilk akla gelen Yakup Köse davası olmuştu. Yakup adeta "paralel emniyetin ve yargının" intikam aracı haline getirildi. Herkesler Erken Dumanlı'nm şovuna odaklanmışken Yakup Köse'nin bitmeyen çilesinden kime ne, öyle değil mi? 'Nabi Hoca'ile bir 'Zarif akşam Bu ağır siyasi-adli gündemde önceki akşam ıçmde şiir olan müzik olan, söyleşi olan bir üç saat geçirdik. Başakşehir Mehmet Emin Saraç Kültür Merkezi'nde MrUı Eğitim Bakanımız Nabi Avcı dostu, 'ağabeyi' Cahit Zarıfoğlu'nu anlattı. Üstad şair Cahit Koytak, Cahit Carifoğlu için yazdığı şiirlerini okudu, Asaf Ekin ve grubu ise Zarifoğlu'nun şiirlerinden besteledikleri eserleri icra etti. 7 Güzel Adam dizisi ile popülerleşen mütefekkir şairlerimizden biri Cahit Zarifoğlu. Bilen biliyordu onu ama artık lise, ortaokul öğrencileri de tanış oldu Zarifoğlu ve on yıllardır sol liberal kesimin hegemonyası altındaki edebiyat kamusu tarafından dışlanan, Milli Eğitim müfredatına sokulmayan sadece 7 değil nice güzel şair ve yazarla... Erdem Beyazıt'a, M. Akif İnan'a, Alaeddin Özdenören'e, Necip Fazü'a sağlığında kapatılan kapılar ancak yem yeni açılabilmeye başlandı. O kapıları, hala üretebılıyorken Sezai Karakoçlara, Nuri Pakdil'e, İsmet Özel'e, Rasim Özdenören'e ve onların ağabeylik ettiği, onların kaleminden, dimağından beslenen genç edebiyatçılara da sonuna kadar açmalıyız. Onlar icabet etmekte gönülsüz davransalar bile genç nesillerin onları tanıması için ne gerekiyorsa yapmalıyız. Cahit Zarifoğlu ile anıları olan bir Milli Eğitim Bakanımız olduğu, olabildiği için çok şanslıyız. Çocukları alnından öpen, binalardan, sınavlardan çok çocukların dünyasını nasıl zengınleştırebılırızi dert eden bir Milli Eğitim Bakanımız var. Ne mutlu! TÜRKİYE Çağrı Erhan ABD ve Küba barışıyor Geçtiğimiz çarşamba günü ABD Başkanı Barack Obama ve Küba Başkanı Raul Castro eş zamanlı olarak yaptıkları açıklamalarla, iki ülke arasında yeni bir dönemin başladığını dünyaya ilan ettiler. Kanada ve Vatikan’ın arabuluculuğuyla 18 aya yakın sürdürülen gizli temaslar neticesinde,?1959’daki Küba Devrimi’nden?bu?yana?süren?gerilimin sonlandırılması konusunda mutabakata varıldı.?Yarım yüzyılı aşan anlaşmazlığın sebeplerini hatırlayalım. ABD’den sadece 200 km uzaktaki Küba adası, Washington yönetimlerinin her zaman ilgisini çekti. Daha ABD’nin kuruluş yıllarında “kurucu babalar”dan Thomas Jefferson, Küba’nın mutlaka ABD’ye katılması gerektiğini söylemişti. 19. Yüzyıl boyunca hemen her ABD Başkanı benzeri görüşleri dile getirdiler. Bu isteğin A K PABTf üç temel gerekçesi vardı. İlk olarak, Küba ABD’nin güvenliği için jeostratejik bir konumda bulunmaktaydı. ABD’ye saldırmak isteyen bir güç -ki o tarihlerde İspanya- Küba’yı bir sıçrama tahtası olarak kullanabilirdi. Diğer yandan, Karaibler bölgesini denetleyebilmek için de ABD’nin Küba’yı bir üs olarak elinde bulundurması gerekliydi. İkinci olarak, Küba şeker kamışı ve tütün üretimi açısından Amerikalı yatırımcıların dikkatini çekmekteydi. Son olarak, ABD’deki kiliseler de, Küba halkının İspanyolların zulmü altından mutlaka kurtarılmaları gerektiği yönünde Beyaz Saray’a ve Kongre’ye telkinlerde bulunuyorlardı. Bugüne kadar ispatlanamamış olsa da, 1898’de Havana limanına demirlemiş Maine isimli bir savaş gemisinin “İspanyol casuslarca havaya uçurulmasını” bahane eden ABD İspanya’ya savaş açtı. ABD’nin deniz aşırı bir “imparatorluğa” dönüşmesini sağlayacak bu savaş neticesinde, Filipinler, Porto Rico, Guam ve Küba İspanya’dan ABD’ye geçti. Kuzey Amerika’daki koloniler evvelce İngiltere’nin sömürge yönetiminden kurtulmak için bir mücadele yürüttüklerinden, ABD Küba’da bir “sömürge” yönetimi kurmadı. Ama bizim “manda idaresi” olarak isimlendirdiğimiz “protektora” tesis etmekten de geri durmadı. Aslında bu “protektora” basbayağı bir sömürge yönetimiydi. Küba’da para eden ne varsa Amerikalı yatırımcıların eline geçti. Küba’nın Anayasası ABD tarafından yazıldı. 1930’larda F.D. Roosevelt döneminde Küba üzerindeki baskıları hafifletmiş olsa da, Guantanomo bölgesinde toprağı doğrudan kendisine ait bir askeri üs bulundurma hakkından vazgeçmeyen ABD, Ada’daki Amerikan yatırımlarının da koruyucusu olmaya devam etti. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD ile SSCB liderliğindeki bloklar arasında Soğuk Savaş başlarken, ABD Latin Amerika ülkelerini önce Rio Anlaşması ardından da Amerikan Devletleri Örgütü (OAS) çatısı altında “komünist sızmalardan uzak tutma” politikası takip etmeye başladı. Küba da bu sistemin bir parçasıydı. Taa ki, ABD yanlısı Küba lideri Batista 1959’da Fidel Castro liderliğindeki komünist gerillalar tarafından devrilene kadar. Yeni yönetimin Küba’daki özel mülkiyeti millileştirmesine ve ABD yatırımcılarını ülkeden çıkmaya zorlamasına Washington tepki gösterdi. CIA Castro’ya defalarca suikastlar tertip etti. 1961’de CIA tarafından eğitilipdonatılan mülteci Kübalılardan oluşan bir “ordu”, Domuzlar Körfezi çıkartmasını yaptı. Castro bunları geri püskürttü. 1962’de meydana gelen bir gelişme ise sadece ABD-Küba ilişkileri açısından değil, dünya tarihi açısından bir dönüm noktasıydı. ABD’nin Türkiye’ye yerleştirdiği nükleer füzelere misilleme olarak SSCB de Küba’ya füze yerleştirmeye çalışınca dünya bir nükleer savaşın eşiğine geldi. Kennedy ve Hruşçov Üçüncü Dünya Savaşı çıkmadan birbirleriyle anlaştılar. Taraflar arasında “yumuşama” dediğimiz bir dönem başladı. Ama SSCB ile kontrollü bir yakınlaşma süreci içine giren ABD Küba ile asla barışmadı. SSCB ve Varşova Paktı yok olduktan, iki kutuplu dünya düzeni ortadan kalktıktan sonra bile ABD Küba’ya uyguladığı yaptırımları sürdürdü; vatandaşlarının bu ülkeye seyahatini, orada harcama yapmasını sınırlandırdı. Cumhuriyetçi ve Demokrat başkanlar Küba’yı “teröre destek veren ülkeler” listesinde tutmaya devam ettiler. Artık Obama Küba’yla “yeni bir sayfa” açmaktan söz ediyor. 2015 içinde karşılıklı olarak diplomatik temsilcilikler açılacak. Seyahat kısıtlamaları kaldırılacak. İki ülke de, casusluk yaptıkları gerekçesiyle tutukladıkları ABD ve Küba vatandaşlarını serbest bırakmaya başladılar bile. Kongre’de çoğunluğu ellerinde bulunduran Cumhuriyetçiler Obama’nın bu açılımına tepkili. Anlaşılan 2016 başkanlık seçiminde aleyhine bir koz olarak kullanmak istiyorlar. Yine de uzun soluklu bu kan davasının nihayet son buluyor olması Latin Amerika’da memnuniyetle karşılandı. Darısı 20. Yüzyıldan bugünlere miras kalan diğer anlaşmazlıklara. YENİ ŞAFAK Serdar Arseven Nereden bileceksiniz!.. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dedi ki; "Faizle mücadele başarısız olduğum konulardan biri oldu!" Sayın Erdoğan'ın "başarısızlık" dediği tabloya bak; Faiz lobisinin cebine gidecekken, Recep Tayyip Erdoğan hükümetleri tarafından ülkemizde kalması sağlanan para eski hesapla tam 1 kentilyon lira. Yeni para hesabı 1 trilyon lira!.. Sayın Erdoğan'ın Başbakanlığı döneminde faiz lobisi yok edilemedi ama faiz oranlarının geriye çekilmesinden dolayı hayli kayba uğratıldığı da ortada. Neyin başarı, neyin başarısızlık olduğunu tespit ederken, "geçmişle bugünü" kıyaslamanın da göz ardı edi|memesi lazım. GENÇLERLE BİRLİKTE! "Sohbet programında hitap ettiğimiz dostlara "Türkiye'nin hal ve gidişi hakkında ne ler düşündüklerini" "" r a " sorduk. beraar Orta yaş ve üze- ATS6V6I1 landılar. Gençler ise çoğunlukla karamsar, hallerinden memnun değil, şikâyetçi... Bu niçin böyle?.. Sohbet, sohbet... Bir kez daha gördük ki, gençlerimizin çok büyük bir bölümü yakın geçmişle bugün arasında mukayese yapabilecek durumda değil. Aileleri yeterince anlatmamış, öğretmenleri hiç anlatmamış ve demek oluyor ki bizler de görevimizi layıkıyla yapmamışız. Buralara gelen gençler bile yakın geçmişi bilmiyorsa, vay diğer gençlerin haline!.. Birileri "basın özgürlüğü" olmadığından filan bahsediyor... Ey gençler; bu ağabeyiniz yazısında ünlem işaretine yer verdiği için yargılanmıştır. "İnandık Paşam" lafının A K PABTf ardına "Ünlem" işareti taktın mı yandın!.. Şimdi... Ne ünlemi, sülale boyu küfür ediyor herifler, bu milletin gönlünde taht kurmuş bir "üder"e suç olduğunu bile bile hakaret ediyor. O sütü bozuk 28 Şubat sürecinde bunların binde birini üç pırpırlı çavuş için yazdığımızda alıp götürürlerdi. Biz o hallere hiç düşmedik şükür, bedelini ödemek pahasına hep dik durduk da. bir kısım "medya"daki kimi meslektaşlarımıza "it" muamelesi yaparlardı... Onlardan biri, "dönemin" Başbakan Yardımcısı'ndan yediği fırçalardan iyice bunaldığında "Efendim, hırsınızı alamadınızsa boks eldivenlerini getireyim de biraz dövün bari!" demişti. Gençler! Biz sizin gibiyken, her güne yeni bir zam haberiyle uyanırdık. Sırtımızda "büyük tüpler"... Islık çala çala çıkardık Münif Paşa Yokuşu'nu!.. Geceleyin kuyruklarda yer kapar, battaniyelere sarınmış halde tüp kamyonunu bekler, dereceye girip de tüpü kapmayı başardığımızda, o koca demir yığınını "kuş tüyü" gibi uçururduk. Mahalle bakkalı kralımızdı, tezgâh altından bir "margarin" versin diye az mı yalvarırdık rahmetli Tahsin Amcaya.. Siz bizim neler çektiğimizi nereden bileceksiniz; kaç yakınımızı SSK Hastanesi denilen batakhanelerde kaybettiğimizi nereden bileceksiniz!.. Siz bizim yüzde 5000'lik faiz oranlarına "gülüp geçtiğimizi" nereden bileceksiniz!.. Başörtüsüyle "pazara çıkmanın" bile yasaklandığını, kimi okul idarecilerinin (Mesela Aytaç KılınçÖğretmenin) çarşıda-pazardabaşörtüsüyle dolaştığı için görevinden alındığını nereden bileceksiniz!.. Başörtülü nineleri tedavi etmezlerdi; (Mesela rahmetli Medine Nine'ye yaptıkları gibi) "Başörtülüysen öl, sana ameliyat filan yok!" derlerdi. Siz sevgili gençler... Okulların, üniversitelerin kışlaya çevrildiği günleri... Çocukların. Milli Güvenlikçi komutuyla hazır ola geçirildiği günleri nereden bileceksiniz... Sizler yok iken medya patronları bu ülkenin Başbakanlarını pijamayla karşılarlardı. Medya genel yönetmenleri bu ülkenin devlet bakanlarına anaavrat küfrederlerdi. İşlerini görmeyen devlet bakanlarını, koskoca adamları "yeniden askere" aldırdıkları bile olmuştu. Girin bakın "Bahattin Şeker" kimmiş, başına ne için, neler gelmiş!.. Gençler; Siz bizim neler çektiğimizi nereden bileceksiniz?.. Anlatmadılar ki... Anlatmıyorlar ki... TÜRKİYE KAÇINCI?.. Bunu da bilmezsiniz... Ekonomi profesörü Unsal Ban hocamız söylemese, bizim de gözümüzden kaçmış olacaktı. Bundan on iki yıl önce, "tarımsal üretim" alanında "batmış" bir ülkeydik... Bugün... Prof.Dr. Unsal Ban'ın önümüze uzattığı tabloya göre (Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker'in hamleleri sayesinde) dünyada yedinci, Avrupa'da ise birinci sıradayız... Öyle dudak bükmeyin sevgili gençler; Siz, bizim bir litre ayçiçek yağı alabilmek için yedi saat boyunca "yağ kamyonu"nun yolunu gözlediğimiz günleri nereden bileceksiniz... Yedi saatlik bekleyişin ardından alabildiğimiz o bir şişe yağın da kullanılamayacak kadar "bozuk" olduğunu gördükten sonra... O "insafsız kamyoncunun" gelmişine, geçmişine ne övgüler düzdüğümüzü nereden bileceksiniz! YENİ ŞAFAK Hilal Kaplan Yakuo daha 14vasındavdı. Ailesiyle yemek sofrasında oldukları bir akşam evlerine baskın yapıldı. Ellerini arkadan kelepçeleyip, başına siyah bir çuval geçirerek karakola götürdüler. "Gidince görürsün aslanım nereye gittiğini!" açıklamasını yapmayı da ihmal etmediler. Yakup daha 14 yaşındaydı. Çırılçıplak soyup öldüresiye dövdüler. işkence dayanılmaz hale gelince de «Babanın da haberi var, «imzalasın, eve gelsin» dedi» yalanı eşliğinde «suç kağıdı»nı imzalattılar. Karakolda geçirdiği o gece, cebinde bir hafta sonra gitmek için para biriktirerek aldığı Sezen Aksu konserinin bileti vardı. Bir de geleceğe dair hayalleri ve ümitleri... Yakup daha 14yaşındaydı. Devlet Güvenlik Mahkemesi"nde yargılandı, isnat edilen suç İBDA-C terör örgütü mensubu olmak ve anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmek. Delil, Çeçenistan"la dayanışmak için katıldığı bir gösteri ve evinde bulunan bir dergi nüshası. Önemi yoktu, askerden brifing alan yargı mensupları emirleri yerine getiriyordu. Karar duruşmasından önce, küçücük oğlunun idamla yargılandığına inanamayan annesi Yakup"a Mickey fare baskılı bir tişört verdi. "Giy" dedi; belki seni böyle görünce çocuk olduğunu hatırlarlar... Hatırlamadılar. Hakim, hayatını kararttığı Yakup"un yüzüne bile bakmamış, "kalemini kırmıştı". Ne kadar desem az; Yakup daha 14yaşındaydı. idam cezası önce müebbete, sonra da 19 yıl hapis cezasına çevrildi. Dokuz sene hapis yattıktan sonra, AB"ye uyum yasaları çerçevesinde "erken" çıktı. Çocukken girdiği cezaevinden, 2005 yılında, 23 yaşlarında bir delikanlı olarakçıktı. Peki, kâbus bitti mi? Hayır. Devlet, yakasından düşmek bilmedi. Bu sefer de "Hayata Dönüş Operasyonunun Bandırma Cezaevi"ndeki versiyonu olan "Noel Baba Operasyonu" sırasında "cezaevinde silahlı isyan" çıkartmaktan, 18 yıl hapisle yargılandı. Üstelik cezaevi duvarında «bulunduğu» iddia edilen yanıcı ve kesici maddeler yüzünden suçlandıkları dönemde, Yakup ve suçlanan diğer arkadaşı, ağır yaralı olarak Eskişehir Cezaevi'nde bulunmasına rağmen... Yargıtay'da cezası onanırsa, hayatının en güzel yıllarını alan ceberrut devlet ve onun yargısı, bu sefer de karısı ve iki kızından ayırarak onu zindana sokacak. 28 Şubaf'ın failleri yargılanırken, 28 Şubaf'ın mağdurları birer birer cezalandırılmaya devam ediliyor. . .. Tam bir yıl önce yazdığım bu satırlarda ki öngörü maalesef gerçekleşti. Pınar Selek'in, üçüncü kez beraat etmesine rağmen, hakkındaki kararı bozup tekrar yargılanmasına karar veren Yargıtay 9. Ceza Dairesi, nazire yapar gibi tam da 25 Aralık2013 günü Yakup'un cezasını onamıştı. Aynı zamanlarda milletvekili Sebahat Tuncel hakkındaki mahkumiyet Köşe Y a zıla rı - 2 1 /1 2 /2 0 1 4 kararını da onayan Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin, başkanı hariç bütün üyelerinin 2010 referandumu sonrasında atanmış olması da bir tesadüf değil elbette. Yakup, geçtiğimiz hafta, yine hiç de tesadüf olmayan biçimde, Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca'nın gözaltına alınmasının ertesi günü, otobüsle eve giderken sivil polislerce tutuklanarak cezaevi ne kondu. Tvvitter'da önceki gün "O Fetullah Gülen buraya gelecek" diye yazmış olması ve altına Yakup tutuklandıktan sonra Gülencilerin 'oh olsun' minvalinde mesajlar döşenmesi meselenin kavranması açısından bir dipnottan çok daha fazlası... Rövanşizm, muhalifleri sindirme, basın özgürlüğü (Yakup, Milat Gazetesi yazarı) diye bağırıp çağıran güruh Yakup'u bile isteye görmezden gelmeye devam etse de 28 Şubat yargısının sembol mazlumlarından olan Yakup'a sahip çıkmaya devam edeceğiz. Biraz daha dayan Yakup, yıkılma sakın! A K PABTf