turizm coğrafyası

Transkript

turizm coğrafyası
Cihan Altun
TURİZM COĞRAFYASI
BÖLÜM 1: TURİZM VE REKREASYON COĞRAFYASI
Uzun yıllardır gösterdiği gelişme hızı nedeniyle turizmin 21. yüzyılın en büyük ekonomik faaliyeti
olacağı şeklinde tahminler yapılmaktaydı. Dünya Turizm ve Seyahat Konseyi’nin (WTTC) “dünyanın en
büyük endüstrisi, refah ve istihdam yaratan en büyük işvereni” şeklinde değerlendirdiği turizm, bir
hesaba göre, “her üç saniyede bir yeni iş olanağı” yaratmaktadır.
Dünya turizm gelirleri ve turist sayısındaki artış 2001 yılına kadar tahminleri hep doğru çıkarmıştır:
Uluslararası turizm 1950’den 2000’e kadar yüzde 2692 oranında büyümüş; 1950’de dünyada
uluslararası turizme katılanlar sayısı yalnızca 25.3 milyon, turizm gelirleri de 2 milyar $ iken, 2000'de
uluslararası turist sayısı 698 milyon, turizm gelirleri de 476 milyar $ dolayına yükselmiştir.
Hatta 11 Eylül olayları nedeniyle hem turist sayısı hem de gelirlerinde bir azalmanın yaşandığı
2001’de bile bu gelirler 462.2 milyar $, bir başka hesaba göre de günde 1.3 milyar $ olmuştur.
Uluslararası turizmde büyüme 2001’den sonra da süregelmiş ve 2008 yılında toplam turist sayısı 919
milyona kadar çıkmış, gelirler de 941 milyar $’ı aşmıştır.
Ancak, 2010’a doğru küresel ölçekte kriz olarak anılan ekonomik sorunlar dönemi, genel eğilimin
uzun vadede yükselme olacağı beklense de, turizmi olumsuz etkilemiştir: 2009’da bir önceki yıla göre
yüzde 4’ün üzerinde bir azalmayla turist sayısı 880 milyona inmiştir. 2012 yılında tekrar düzelmeyle 1
milyar eşiği geçilerek turist sayısı 1.035 milyara, turizm gelirleri de 1.075 trilyon $’a çıkmıştır (2014 yılı
içinse tahminler gelişmelerin yükselme şeklinde olacağıdır).
Turizm örgütleri turizmin ekonomi üzerindeki doğrudan ve dolaylı etkilerinin dünya ekonomisinin
yüzde 11’ine eriştiğini, halen toplam istihdamın %8’i (200 milyon Kişi) tuttuğunu ancak yakın bir
gelecekte 250 milyon istihdama erişileceğini (dünya toplamının %9’u) ve ekonomideki payının da
yüzde 11.6 olacağını da tahmin etmektedirler.
İç turizm ise, Dünya Turizm Örgütü’ne göre, uluslararası turizmden on misli daha büyük bir hacme
sahiptir ama istatistik elde etmenin güçlüğü yüzünden bu hacmi belirlemek çok zordur.
Örneğin Çin’de iç turizme katılım sayısının yaklaşık 1.2 milyara eriştiği ve bu bakımdan Çin’in
dünyanın en büyük iç pazarı haline geldiği sanılmaktadır.
Dünyada ulusal ve uluslararası turizme, bir başka deyişle iç ve dış turizme harcanan paranın da 4
trilyon $'ı aştığı hesaplanmaktadır. Bir karşılaştırma yapılırsa, bu harcamalar yine bütün dünyadaki
askeri harcamaların 1980’lerde iki, 1990’larda da dört katından fazla olmuştur (2009’da askeri
harcamalar 1.5 trilyon $ idi).
Dünya tüketici harcamalarının yüzde 15'e yaklaşan bir bölümünü tutan turizme 1985’de yapılan
harcamalar bile bu faaliyet için yapılan geleceğe yönelik tahminlerin 14 yıl önce gerçekleştiğini ortaya
koymuştu.
1
Cihan Altun
Bununla birlikte, 2001 yılında önceden tahmin edilemeyen bir terslik, 11 Eylül 2001’de Amerika
Birleşik Devletleri’ndeki Dünya Ticaret Merkezi olan ikiz binalara ve Pentagon’a yapılan saldırı, dolaylı
ve dolaysız yollarla, belki de en çok turizmi etkiledi.
Hava yolculuğuna karşı doğan kuşkular, insanların evlerinden ya da en azından ülkelerinden ayrılma
korkusu yolculukların sayısını azaltırken, doğal olarak, konaklama tesislerine olan talepleri de
düşürmüş ve turizm bu durumdan büyük zarar görmüştür.
2000’li yıllarda turizmi en azından bölgesel ölçekte etkileyen başka olaylar da olmuştur: örneğin
İngiltere’de başlayıp yayılan koyunlardaki şap hastalığı bölgeye gelen turist sayısını azaltmış,
güneydoğu Asya’da 2004’de meydana gelen büyük deprem ve tsunami turist ölümlerine yol açarken
bölge turizmini de kitlesel ölçekte etkilemişti.
Kuş gribi SARS ise Asya ve Pasifik’te başlangıçta daha çok turist sayısını azaltan sonuçlar yaratmıştır
(2007 Nisanında olduğu gibi). Domuz gribi de daha kısa süreli fakat daha yaygın olarak turizm
üzerinde olumsuz bir etken olmuştu.
Son olarak da 2008’den itibaren içine girilen küresel kriz dönemi ve Ortadoğu’da meydana gelen
toplumsal ayaklanmalar turizm üzerinde bölgesel olumsuz bir etki yaratmıştır. Bununla birlikte,
uluslararası turist sayısındaki uzun dönemli artış trendinin belirtildiği gibi sürmesi beklenmektedir.
Turizm, küreselleşmeyi toplumsal ve ekonomik açılardan kolaylaştıran ve önemli bir uluslararası mali
yanı da olan faaliyettir. Büyük boyutlara varan dünya dış turizm harcamaları birçok ülke bütçesinin
dengelenmesinde önemli bir rol oynamaktadır.
Örneğin 1991’den itibaren, turizm, dünyanın ekonomik bakımdan en gelişmiş ülkesi A.B.D.’nin bile
döviz girdisi sağlayan en büyük faaliyeti haline gelmiş ve bu ülkeyi turizm gelirlerinde dünyada ilk
sıraya yükseltmiştir.
Bazı küçük ülkelerde bu durum daha da belirginleşmektedir: Örneğin Florida açıklarındaki adalar
ülkesi Bahamalar, turizmin yalnızca 313 bin nüfusa sahip küçük bir Karayip ülkesine nasıl zenginlik
getirebileceğine iyi bir örnek oluşturur: 1950’lerde ancak 100 bin kişinin ziyaret ettiği Bahamaları
günümüzde nüfusunun beş mislinden, 1.5 milyon dolayında turist ziyaret etmekte ve bunlar 2.4
milyar $’ın üzerinde bir gelir getirmektedirler.
Turizm, artık çok büyük ölçüde küreselleşmiş konaklama tesislerine (özellikle oteller ve tatil köyleri)
yapılan yabancı yatırımlarla da üç boyutta birden (toplumsal-mekânsal ekonomik) küreselleşmeye
katkıda bulunur. Bu katkının her zaman olumlu olduğunu söylemeye, doğal olarak, olanak yoktur.
Turizmin üç grupta toplanan bu etkileri çok çeşitlidir ve genelde de toplumsal bakımdan olumsuz yanı
daha ağır basmaktadır: Turizm döviz getirip ödemeler dengesine katkıda bulunurken, bir yandan da
kişi başına ortalama geliri günde 2 $’ın altında olan Haiti (650 $), Nepal (490 $), Nijer (360 $) ve
Liberya (190 $) gibi ülkelerin insanları ile kişi başına ortalama geliri 85,380 $ olan Norveçli, 70,350 $
olan İsviçreli, 42,150 $ olan Japon ya da 47,140 $ olan Amerikalıyı karşı karşıya getirmektedir.
Turizm, başka hiçbir faaliyetin yapamayacağı şekilde, Birinci ve Üçüncü Dünyaları, geçici bir süre de
olsa birleştirmekte; bu durum da her iki tarafta -ev sahibi ve misafirler- çoğu kez kültür şokuna yol
açabilmektedir.
2
Cihan Altun
Gelişmekte olan Ülkelerin çoğunda bu iki farklı düşünce yapısının (Birinci ve Üçüncü Dünyalılık)
taleplerinin karşılanması gibi büyük bir güçlük de ortadadır: Bir yanda, yerel halkın yoksulluk kısır
döngüsünden kurtulmak yolundaki haklı istekleri vardır; bunu yapabilmenin yollarını görür fakat
deneyim ve kaynak eksikliğinden dolayı başarılı olamaz.
Diğer yanda ise, gidilen ülkenin sahip olduğu coğrafi kaynağı (çöl ya da dağ ya da kabile) sanki oraya
ayak basan ilk insanlar kendileriymiş gibi gezip-dolaşıp, görmek isteyen, bir dereceye kadar seçkin
sayılabilecek bir ziyaretçi grubunun o alanın sahip olduğu fakat kabul etmeye yanaşmadıkları
rahatsızlık veren koşullarını kendi talepleri doğrultusunda ortadan kaldıracak kolaylıkların getirilmesi
şeklindeki talepleri vardır.
Her iki grubun beklentilerini karşılayacak çözümün bulunması mümkün olabilecek mi? sorusunun
yanıtı zor görünüyor.
1.2.REKREASYON
Günümüzün dünyada en önemli faaliyetlerinden birisi haline gelen turizm birçok faktörün karşılıklı
etkileşimi sonucu ortaya çıkmıştır.
Bu faktörlere geçmeden önce turizmi meydana getiren seyahat olgusunun, çok geniş kapsamlı bir
faaliyetler çeşitliliği oluşturan rekreasyonun bir yönü olduğunu belirtmek gerekir.
Rekreasyon, çok kısaca, insanların “varoluş (uyuma-yeme-içme vb.) ve geçim (çalışma, işe gidiş-geliş,
çocuklar için okul, kadınlar için ev işleri vb.) için gerekli olanın dışındaki tüm zamanlar” olarak
tanımlanan boş zamanlarında yaptıkları faaliyetleri ifade eden bir kavramdır.
Gerek rekreasyona duyulan ihtiyaç gerekse bu ihtiyacın giderilmesi için yaratılan kolaylıklar
sanayileşme ve şehirleşmenin ortaya çıkardığı sonuçlardır. “Rekreasyon”, tam anlamıyla
tanımlanamasa da, turizm ve rekreasyon coğrafyasındaki en temel kavramdır.
İçinde bulunduğumuz yüzyıl boyunca araştırıcılar ve filozoflar birbiri ardına çeşitli tanımlar ileri
sürerek “rekreasyonu açıklamaya çalışmışlarsa da hiç birisi geniş bir kabul görmemiştir. Bununla
birlikte, uygulamada “rekreasyon” gözle görülebilir çok çeşitli belirli arazi kullanılış şekillerini ve yine
çok sayıda belirli faaliyet gruplarını ifade eder.
Rekreasyon dar anlamda da alınmamalıdır: “Turizm”, “boş zaman”, “spor”, “oyun” ve bir ölçüde de
“kültür” ile iç içe geçmiştir; birçok şekli olan tek bir olgu da değildir rekreasyon.
Farklı katılımcıların farklı lokasyonlarda kendilerine farklı doyumlar sağlayacak her biri farklı
kaynakların kullanımına talep gösterdiği on binlerce farklı olgudur. Rekreasyon kaynaklarını ve
kullanımlarını adlandırmak, tasvir etmek ve sınıflandırmak hem çok karmaşık ve güçtür hem de
önemlidir.
Rekreasyon, coğrafyacı Jean Gottmann’ın (1975) da dediği gibi, “insanın beden ve zihnini
dinlendirmek, tazelemek ihtiyacı”dır.
Böylece de, rekreasyon, “kendisine bağlı hiç bir zorunluluk olmayan herhangi bir faaliyet” olarak
kabul edilebilir.
3
Cihan Altun
Rekreasyonu farklılaştıran faaliyetin kendisi değil, onunla birlikte olduğu kabul edilen “davranışlar”
dır.
Yani, bazıları için dinlenme olan bir faaliyet başka bazıları içinse meslek ya da iş olabilmektedir.
Rekreasyonda coğrafi farklılıklar önem taşır. Donmuş bir dağ gölü de tropikal bir plaj da rekreasyon
kaynağı olabilirken, hava kirliliğinin bulunmadığı dağlık alanlar kadar hava kirliliğinin yüksek düzeyde
olduğu ama çok çeşitli çekiciliklere sahip bazı büyük şehirler de aynı derecede arzulanan mekânlar
olabilmektedir.
İnsanlar doğal ortamların sessizliğini istedikleri kadar, kalabalıkları ya da arkadaş gruplarını da ararlar.
Yani, insanın kendisini “tazelemesi bunu gerçekleştireceği ortam ile de sıkı sıkıya ilişkilidir.
Son olarak, hem rekreasyonu hem de gerçekleştirildiği alanları içine alan Glikson’ın (1956) tanımıyla
bitirelim:
“Rekreasyon, nasıl olursa olsun, insan yaşamının canlandırılması demektir; aynı zamanda insanın
biyotik ve fiziksel çevresindeki yaşamın da iyileştirilmesini ifade eder. Canlandırmak ve canlanmak
rekreasyonun gerçek anlamı içinde görülmelidir ve rekreasyon da ancak bu çift anlamıyla
gerçekleşebilir”.
Buna göre, yalnızca insanın değil, insanla birlikte çevresinin de canlandırılması ya da yeniden
yaratılması gerekliliği üzerinde durulmaktadır ki bu da ancak insanın yaşam yerini bir süre
değiştirmesiyle -rekreasyonel seyahat ya da turizmle- çok daha iyi bir şekilde gerçekleşebilecektir.
İnsanı canlandıran rekreasyonel seyahat, aynı zamanda onun varış yerinde de iyileştirmeler
gerektirdiği için farklılık yaratacak, fiziksel çevre ve sonuçta da toplumsal çevre üzerinde etkili
olacaktır.
1.2.1.Rekreasyon Faaliyetlerinin Özellikleri
Rekreasyon faaliyetleri çeşitli şekillerde ayrılabilmektedir.
Genellikle “kapalı” ve “açık” mekânlarda sürdürülmelerine göre ayrılabildikleri gibi, “katılımcı” ve
“izleyici” olarak gerçekleştirilmelerine göre “aktif” ve “pasif” olarak da ayrılabilmektedir.
Aslında rekreasyon faaliyetleri için yapılan ve daha sık kullanılan ayırım “şehirsel” ve “kırsal” şeklinde
olandır. Ancak, hemen belirtmek gerekir ki günümüzde artık açık havada yapılabilen birçok
rekreasyon faaliyeti kapalı mekânlarda da sürdürülebildiği gibi, daha önce kapalı mekânda yapılan
birçok faaliyet artık açık mekânlara da taşınmıştır.
Örneğin futbol, tenis, buz pateni vb. faaliyetler kapalı mekânlarda da aynı ilgiyi çekmekte, senfoni
orkestrası konserleri açık havada bile verilebilmektedir; hatta kumsallar ve deniz dalgaları kapalı
mekânlarda yapay olarak yaratılabilmektedir.
Ayrıca da, bunlar hem şehirsel alanlarda hem kırsal alanlarda yer alabildiklerinden, aslında,
rekreasyon faaliyetleri arasında mekânsal açıdan kesin bir ayırım yapmak giderek güçleşmektedir.
4
Cihan Altun
1.2.1.1.Şehirsel Alanlar
Şehirlerde yer alan rekreasyon faaliyetleri kısa süreli boş zamanlarda ve insanların kendi yakın
çevrelerinde bulabilecekleri faaliyetlerdir. Bunların lokasyonları, aynen perakende ticaret
faaliyetlerinde olduğu gibi, müşterilerinin konut ya da işyerlerine yakın olmayı gerektirir.
Bu grup içinde yer alan sinemalar, tiyatrolar, eğlence yerleri, kapalı ya da açık spor tesisleri, müzeler,
sanat galerileri, çeşitli nitelikteki parklar, hayvanat bahçeleri vb. gibi çok çeşitli kolaylıklar “açık” ve
“kapalı mekân” rekreasyon faaliyetleri için seçenekleri arttırmaktadırlar.
Şehirsel rekreasyon alanlarının eğlenme ve kültürel faaliyetlerle iç içe olan ve kapalı mekânlarda
gerçekleştirilenleri özellikle ülkelerin gelişmişlik dereceleriyle orantılı olarak “büyük iş yatırımları”
halinde örgütlenmekte ve şehrin belirli bir kesim ya da kesimlerinde toplanma eğilimine girmektedir:
Örneğin İstanbul’un Beyoğlu, Londra’nın West End semtleri gibi, hemen her büyük şehrin eğlence
kolaylıklarının toplandığı en az bir semti bulunur. Bir tür “eğlendirme ticareti” olan bu faaliyetler, her
ülkenin ekonomik düzeyine ve şehrin büyüklüğüne göre değişen ölçek ve çeşitliliktedirler.
Söz konusu faaliyetler az nüfuslu ve satın alma gücü düşük halkın yaşadığı yerlerde ise daha basit
şekilde olurlar. Bu tür rekreasyon alışkanlıklarının basit biçimlerine en iyi örnek Batı ülkelerinden
örneğin İngiltere’de “pub”, Almanya’da “bierhaus” olarak da anılan birahaneler, Fransızların
“café”leri ile 16. yüzyıldan beri ülkemizde halkın en önemli ve çoğu kez de tek rekreasyon kaynağı
olan ama artık önemini yitiren ve değişime uğrayan “kahvehane”lerdir.
Kahvehanelerimiz artık kaybolmaya yüz tutmuşken, dünyanın modern büyük şehirlerinde olduğu gibi
küresel markalardaki “café”ler yaygınlaşmıştır.
Geçmişte kahvehanelerde sürdürülen geleneksel bazı kumar oyunlarına at yarışları vb. gibi yenileri de
eklenmiş, hatta bunlarla ilgili özel mekânlar yaratılmıştır. Büyük kumarhanelerde (casino) büyük
ölçekli kumar oyunları yanında, küçük çaplı ve gelir düzeyi çok yüksek olmayan nüfus arasında da
kumar tutkusunun artması, şehirsel alanlarda bunların toplu olarak oyun oynayabilecekleri özel
büyük mekânlar yapılmasına yol açmıştır. A.B.D.’de, dar gelirliler için özellikle Kızılderililerin tekelinde
olan “bingo” salonları, Avrupa’da da yeni tür kart oyunları meraklılarının bir araya geldikleri ayrı
mekânlar iyice yaygınlaşmıştır.
Ülke geliştikçe ve şehir büyüdükçe, miktar ve çeşitleri de artan rekreasyon faaliyetleri metropoliten
alanlarda sinemalar, tiyatrolar, gece kulüpleri yanında, sanat galerileri, kaliteli müzik ve tiyatro
olayları, hayvanat bahçeleri-akvaryumlar gibi yerlerin de eklenmesiyle rekreasyon faaliyetlerinde
büyük bir çeşitlenme ve bunlara karşı talep artışı gözlenmektedir; hatta birçok metropoliten alanda
nüfus artış hızına paralel bir gelişme gösteremediklerinden, yetersiz bile kalmaktadırlar.
Aslında talep şehirsel rekreasyonun türünü de belirlemektedir. Şehirlerde de bahçe ya da çiçeklerle
uğraşmak önemli bir boş zaman faaliyeti halini aldığından, Garden Center denilen özelleşmiş
mağazaların ya da büyük alışveriş ünitelerinde (süper ve hipermarketlerde) bahçe donanımları
reyonlarının sayısı da hızla artmaktadır.
5
Cihan Altun
Şehirlerdeki değişik seçenekler halinde fastfood’dan başlayıp lüks lokantalara kadar uzanan yemeiçme kolaylıkları da talep tarafından teşvik edilmektedir. Yeme-içmenin rekreasyon içindeki payı hem
zaman hem de harcamalar bakımından gittikçe artmaktadır.
Örneğin, Fransız İstatistik Enstitüsü’nün (INSEE) yaptığı bir araştırmaya göre, Fransızlar 1987’den
itibaren rekreasyon amaçlı yemeğe 13 dakika daha fazla zaman ayırarak bu süreyi günde 2 saat 13
dakikaya çıkarırken, dışarıda yemek yeme alışkanlığını da arttırmış bulunmaktadırlar.
Bazı rekreasyon türlerinde ise talep bazen de arz tarafından yaratılır: Örneğin opera ve bale büyük
ölçüde arzın yarattığı bir taleptir; özellikle de verilen hizmetin düzenli ve kaliteli olması durumunda
talep bir çığ gibi büyüyebilmektedir.
Bu gibi hizmetlerde potansiyel talep okullar/üniversiteler, televizyon ya da diğer kitle iletişim
araçlarıyla da arttırılabilmektedir. Bu tür faaliyetler, o faaliyetten elde edilebilecek gelirle
karşılanamaz. Birahaneler, kulüpler, pop konserleri, futbol maçları ticari bakımdan başarı sağlarken,
tiyatrolar, halk spor merkezleri aynı başarıyı elde edemezler.
Sanat gösterilerinden elde edilecek gelirin de maliyeti karşılaması olanaksızdır; örneğin bir senfoni
orkestrasının konseri büyük bir salon, çok sayıda becerili müzisyen ve bunların çalgıları ile başka bazı
pahalı donanımları gerektirir. Bunun anlamı da, faaliyetin maliyetinin halkın bir koltuk için ödeyeceği
bedel düzeyinde olamayacağıdır; bu nedenle devlet ya da özel kurumlardan destek gerekir.
Zaten bu yüzden de sanat ve spor gösterileri yirminci yüzyılın neredeyse ortalarına kadar yalnızca
“seçkin” sınıfa hitap etmişti.
Bununla birlikte, şehirlerde ve daha büyük metropollerde bu tür rekreasyon kolaylıklarının önce
yaratılması, sonra sayılarının arttırılma ve desteklenmeleri, söz konusu şehirsel alanın kalitesinin
artmasını da sağlayacaktır.
Şehir içi kapalı ya da açık mekânlarda kültür ve eğlenceye yönelik rekreasyon faaliyetleri özellikle
Merkezi İş Alanları’ndaki arazi kullanımında ve şehir nüfusunun hareketliliğinde büyük rol oynadığı ve
dev bir endüstri haline geldikleri için şehir coğrafyası açısından da önem taşırlar.
Şehirsel rekreasyon alanlarında yapılan harcamalar da çok büyük toplamlara ulaşmıştır. Örneğin
A.B.D.’nde kişi başına ortalama 2,816 $ olduğu sanılan (toplam harcamaların yüzde 8.7’si) bu tür
rekreasyon harcamalarının, kitap-dergi vb. alımı dahil, 2007 yılında toplam 841 milyar $’ı bulduğu ve
bu harcamalardan eğlence sektörüne 120 milyar $ gittiği hesaplanmıştır.
Yine aynı şekilde, harcamalar yanında katılımlar da ülkelerin gelişmişlik düzeyiyle paralel bir durum
göstermektedir. Örneğin 2003-2004’de Avustralya’da müzeleri ve sanat galerilerini ziyaret sayısı 31.2
milyonu bulmuştu.
Bu ülkede film izlemek için toplam 79.4 milyon sinema girişi yapılmış (kişi başına 4.1), 14.6 milyon kişi
konserlere ve tiyatrolar giderken, diğer sanat festivalleri de 1.5 kişinin ilgisini çekmişti –Avustralya
nüfusunun yalnızca 20 milyon olduğunu unutmamak gerekir!
6
Cihan Altun
Buna karşılık, gelişmekte olan bir ülke olan Türkiye’de 1984-1985 sezonunda tiyatroya gidenlerin
sayısı 777 binden 1993-1994 sezonunda 360 bine;
Sinemaya gidenlerin sayısı 20.3 milyondan 11.1 milyona düşmüştü –üstelik de Türkiye nüfusu 10
milyona yakın bir artış gösterdiği halde!
Nüfus miktarıyla orantılı olmasa da, yapılan çeşitli düzenlemelerle (festival ve turnelerle) bu tür
faaliyetlere katılanların sayısında yakın yıllarda bir artış ve biraz da değişim gözlenmektedir:
TUİK verilerine göre 2007-2008 sezonunda gösterilen yabancı ve yerli filmleri izleyenler sayısı 31
milyon, devlet ve özel tiyatrolarda yerli ve çeviri oyunları izleyenler sayısı da 3.3 milyonun üzerinde
gerçekleşmiştir.
Opera ve bale seyirci sayısı (325,364) hâlâ çok düşük düzeydedir.
“Açık hava” rekreasyon talebini karşılayan yeşil ve açık alanlar da aynı derecede önemli şehirsel
rekreasyon mekânlarını oluştururlar. Şehirlerin hızla betonlaşması ve dolayısıyla da arazi fiyatlarının
artmasının bu tür alanları geriletmesi ve iyice azaltması konuya çevresel açıdan yaklaşımı da gerekli
kılar.
Açık hava rekreasyon talebini karşılayacak ister boş olsun, ister spor talebini karşılamaya yönelik ya
da isterse yeşil alan şeklinde ayrılmış olsun şehirlerdeki bu tür alanlar “şehirsel açık alanlar” olarak
anılır ve çeşitli mekân ölçeklerinde değişik büyüklük ve niteliklerde olabilirler. Örneğin sokak
ölçeğindeki açık alanlar evlerin bahçeleri ve binaların terasları gibi kullanımlardır.
Avlular, yol kenarlarındaki -çoğu kez çiçeklendirilmiş- boşluklar semt ölçeğindeki açık alanlardır ve
küçük çaplı eğlenme/dinlenmeye yöneliktirler. Bunlar arasında okul bahçeleri, küçük oyun alanları da
yer alırken, sık sık 4 hektardan küçük parklar da eklenmektedir. Şehir düzeyindeki açık alanlar koruma
fonksiyonunu da üstlenirler; 4-40 hektar arasındaki parklar, spor sahaları, varsa göl ve akarsu kıyıları
bu kapsamdadır. Bölgesel ölçekte açık alanlar ise artık kırsal alan sayılırlar; çoğu kez de bunlar şehirsel
büyümeyi durdurmak amacıyla tasarlanmışlardır (örneğin “yeşil kuşak”lar).
Şehirsel açık alanların kişi başına büyüklükleri ve taşıma kapasiteleri ise değişiktir:
Yerel açık alanlar:
Semt parkı: kişi başına olması gereken en az büyüklük 0.8 ha;
Oyun alanı: 800 kişiye olması gereken en az büyüklük 4.12 ha.
Bölgesel açık alanlar:
Stadyum: 10,000 kişiye 1 adet;
Doğal park/orman: 40,000 nüfusa 1 adet (en az büyüklük 40 ha);
Panayır (fuar): Her şehirde bulunmalı;
Botanik ve hayvanat bahçesi: Her metropoliten alanda bulunmalı.
7
Cihan Altun
KAMU AÇIK MEKÂNLARININ HİYERARŞİK DÜZENİ
Uluslararası ölçütlere göre, şehirlerde kişi başına 6.4 m2 spor alanı bulunması, tüm açık alanların da
kişi başına 12 m2 olması gerektiği hesaplanmıştır –bu ise şehirsel alanın üçte bire yakın bir kısmı
kadar tutmaktadır (yalnızca şehir parkı yüzde 10 ya da 100 kişiye 1 ha).
Ancak bu ortalamanın tutturulduğu yerlerin sayısı çok azdır. Şehirsel açık alan talebini karşılamada en
büyük yük şehir parklarındadır. Bir şehrin tüm nüfusunun bunlara erişebilmesi, bu tür parkların
önemle korunmasını zorunlu hale getirmektedir.
Dünyanın büyük şehirlerinin, örneğin İstanbul’un Gülhane Parkı, Emirgân Parkı gibi ün kazanmış bir ya
da daha çok parkı vardır: Central Park New Yorkluların, Grant Park Chicagoluların, Hyde Park (ve
başka çok sayıda park) Londralıların, özellikle de şehrin baskısı altındaki yoksul, özürlü ya da şanssız
insanlarının rahatlayabilecekleri; kapalı işyerlerinde çalışanların, kısa süre de olsa, temiz hava
alabilecekleri yerlerdir.
Bununla birlikte, şehirsel alanlardaki arazi fiyatlarının artması bu tür alanların sayılarının azalmasına
yol açmaktadır. A.B.D. ve İngiltere gibi bazı ülkelerde ise “özelleştirme”den dolayı parkların kötü zarar
görmesinden kaygılanılmaktadır.
Dünyanın değişik yerlerinde parkların popülariteleri aslında hızla artmakta; ancak, mekân darlığı
çeşitli çözüm arayışlarına götürmektedir. Örneğin Barselona’da yeni bir “ring road” (çevre yolu) yerin
altına inşa edilmiş ve üzeri daha sonra bir park yaratılmak üzere platformlarla kaplanmıştır; benzer
uygulamalara örneğin Amsterdam gibi başka şehirlerde de geçilmiştir. Yolun, toplumu bölmek yerine,
aslında, onları birbirine bağlamaya hizmet vermesi gerektiği üzerinde durulmuştur.
8
Cihan Altun
Birkaç m2’lik minicik parkların bile şehirlerin her tarafına yayılmaları durumunda, hızla çekim
merkezleri olmaya başladıkları gözlenmiştir. Fransa’da, 1950’lerde dünyanın diğer büyük
şehirlerinden daha az parka sahip olan başkent Paris’te de şimdi yeşil alanların önemi daha iyi
anlaşılmıştır:
Örneğin Seine nehrine komşu eski bir otomobil fabrikasının yerinde “Parc Citroën” yaratılmıştır. Bu
parkta manolya ağaçları, egzotik seralar ve mevsimlik renk temaları halinde ayrı ayrı bahçeler
oluşturulmuştur. Almanya’da da Freiburg’un Weingarten’i gibi, eğitim fonksiyonları da ağır basan,
parklar “ecostation” denilen alanlar yoluyla birçok faaliyeti bir arada sürdürmektedirler.
“Singapur Modeli” ise, Asya’nın küçük kaplanlarından birisi olan Singapur’un modern bir serbest
pazar ekonomisiyle açık kamu mekânlarının nasıl bağdaştırdığına ilginç bir örnek oluşturur. Bu şehirdevlette yakın zamanlara kadar 1000 kişiye ancak 0.8 ha park düşmekteydi; bu yüzden de parklara
büyük miktarda harcama yapılmaya başlandı.
Singapur, çok küçük sayısız “mahalle” parkı ile, akarsular ve koruluklar gibi özellikler üzerinde
merkezileşen daha büyük bazı “bölgesel” parklara sahiptir; birçok yatırımcı da tenis kortları, yemeiçme kolaylıkları, bisiklet kiralama yerleri gibi işletmelerle bu parkları desteklemektedirler.
Aynı zamanda, parklar periyodik olarak gözden geçirilmekte; buna gerekçe olarak da “halkın zevki
zaman içinde değişime uğradıkça, bu değişime ayak uydurmak gerektiği” gösterilmektedir.
1.2.1.2.Kırsal Alanlar
Kırsal (ya da açık hava) rekreasyon faaliyetleri, aslında kırsal kökenli değil, tersine şehirden çıkmışsa
da, geniş arazi kullanımı ve bazı doğal özellikler gerektirdiklerinden, ancak kırsal alanda yapılabilen
rekreasyon faaliyetleridir.
Yukarıda sözü edilen bölgesel ölçekteki (genelde 400 hektardan büyük) parklar, özel çiftlikler,
koruluklar, boş kıyılar, hayvanat bahçeleri, botanik bahçeleri, hatta bu kapsamların hiçbirisine
girmeyen boş kırsal alanlar, yapay kanallar, baraj gölleri vb. bunlar arasında yer alırlar.
Böylece, yine açık alanda yapılabilen, fakat doğal ortamdan ayrılarak insan-yapısı mekânlar gerektiren
futbol, tenis, kriket vb. türde şehir içinde de yapılabilen rekreasyon faaliyetleriyle aralarındaki temel
farkı kırsal rekreasyon faaliyetlerinin en önemli özelliklerinin “doğal ortam” gerektirmeleri oluşturur.
Mekân üzerinde yarattıkları büyük değişimler ve bunlarla uğraşmak için büyük nüfus kitlelerini
harekete geçirmeleri yüzünden, kırsal ya da şehir dışı açık hava rekreasyon faaliyetleri coğrafyacılar
için giderek gelişen bir ilgi alanı haline gelmiştir.
Bu faaliyetler:
(a)Şehirlerde ya da yakınında, rekreasyona ayrılmış -örneğin parklardaki piknik yerleri, balık tutulacak
yerler ya da büyük spor alanları gibi- geniş açık alanlarda kısa süreli boş zamanlarda yapılabilecek
rekreasyon faaliyetleri;
(b)hem kısa hem de uzun süreli tatillerde şehir dışı alanlarda yapılabilecek her tür dinlenme faaliyetini
içine almaktadır.
9
Cihan Altun
Kırsal rekreasyon faaliyetleri gelişmekte olan ülkelerde toplumun gelir düzeyi yüksek olan kesiminin
kırsal alanlarda inşa ettirdikleri ve daha çok yakın mesafe içinde yer alan ve kısa süreli boş zamanlarda
kullandıkları ikinci evler-tatil evleri çevresinde gerçekleştirdikleri, denize-göle girmek, balık tutmak ve
benzeri gibi küçük çaptaki faaliyetlerden oluştukları halde, gelişmiş ülkelerde çok sayıda insanın
katılabildiği, çok çeşitli türlerden oluşan ve büyük harcamaların gerçekleştirildiği dev bir endüstri
haline gelmiştir.
Örneğin Avrupa’daki turizm faaliyetleri içinde kırsal alanlarda geçirilen tatillerdeki rekreasyon
faaliyetleri önemli bir yer tutmaya başlamıştır.
Bazı ülkelerde bu oran oldukça yüksektir: Örneğin Fransa’da kış tatillerinin yüzde 30’u, yaz tatillerinin
de yüzde 24’ü kırsal alanlarda geçirilmekte; ülkeye gelen yabancı turistlerin de üçte biri kırsal alanları
tercih etmektedir.
Bu yüzden de kırsal alanlardan daha iyi yararlanma yönünde çeşitli kurumların işbirliğine gidilip kırsal
çevrenin kalitesinin yükseltilmesine çalışılırken, aynı zamanda, korunmasının da sağlanması üzerinde
epey zamandır durulmaktadır.
10
Cihan Altun
Kırsal alanlarda geçirilen boş zamanlarda kırsal rekreasyon faaliyetlerinden birisiyle faal olarak
uğraşma da önemli bir yer tutar:
Örneğin İngilizlerin yaklaşık 1,5 milyonu ciddi bir yürüyüş türüyle (hiking ya da yamaç yürüyüşü); her
bir kategoride yaklaşık yarım milyon kişi olmak üzere, bisiklet, balık tutma, ata binme, dağa tırmanma
gibi diğer önemli kırsal rekreasyon faaliyetleriyle geçici olarak değil, sürekli uğraşmakta; buna karşılık,
mağaracılık ve paraşütle atlama gibi macera türü rekreasyon faaliyetleri daha az kişiyi kendilerine
çekmektedir.
A.B.D.’nde de açık alan gerektiren herhangi bir sporu yapanların sayısı 2007’de yaklaşık 265 milyon
kişi olmuş ve kadınların sayısı erkekleri geçmişti (129 milyon erkek, 136 milyon kadın).
Bu faaliyetlerin gerektirdiği araç-gereç, giyim eşyaları, spor malzemeleri yapımının doğurduğu dev bir
endüstri ve bunlarla uğraşan dev küresel firmalar ortaya çıkmış ve yapılan harcamaların boyutları da
çok artmıştır:
Örneğin Amerikalılar 2008’de spor malzemelerine 87.3 milyar $ harcama yapmışlardı.
1.2.2.Rekreasyon-Mesafe İlişkisi
Kırsal rekreasyon faaliyetleri gerek tatil süresi gerekse rekreasyon alanlarının yakınlık ya da uzaklığına,
yani mesafesine göre değişmektedir. Hafta ve yıl içinde rekreasyona ayrılabilir zamanın değişik
uzunlukta olması, farklı hareket tiplerinin yarattığı farklı kalıpların birbirinden ayırt edilmesini
kolaylaştırır. Günlük, hafta sonu ve yıllık tatillerde gidilecek yerlere karşı olan eğilimler de böylece
belirlenebilir. Rekreasyon planlamasında da gidilecek yere olan yolculuk önem taşır.
Rekreasyon, bir anlamda da, bir yerden başka bir yere gitmek ya da yer değiştirmek demektir. İster
bir cadde karşıdan karşıya geçilsin isterse dünyanın her hangi bir uzak yerine tatile gidilmek istensin,
rekreasyonun birçok türüne erişmek için belirli bir mesafe içinde hareket etme zorunluluğu vardır.
Aslında durağan sayılan diğer rekreasyon türlerinde de belli bir mesafe kat etmek gerekir: Evde kitap
okumak için bile ya kitaplıktan ya da bir kitapçıdan kitap almak; televizyon seyretmek için de önce
onu edinecek yere gitmek gerekir.
Rekreasyonda hareketin ya da mesafenin merkezi önemi olduğu ortaya konulmuştur.
Kısa süreli tatillerde yolculukta fazla zaman harcanmak istenmemesi nedeniyle, genellikle şehre yakın
günlük gidilip-gelinecek yerler tercih edilir. Yolculukta birkaç saatten çok zaman harcamaya istekli
olmak ise hafta sonu tatilleri için mesafe sınırını daha genişletirken, ev dışında bir-iki gece geçirecek
olanlar ise daha da uzağa gitmektedirler.
Bir coğrafi kaynağın çekiciliğine göre -örneğin kıyının uzun ve geniş ya da karayolunun hızlı gidiş-gelişi
kolaylaştıracak nitelikte olması gibi- bu kuşak daha da genişleyebilmektedir.
Hafta sonu kuşağının genişliği şehirsel merkezin büyüklüğüyle de ilişkilidir; geçilmesi gereken şehirsel
alan çok genişse, zorunlu olarak metropoliten alan içinde ya da yakınında kalmak gerekebilmektedir.
Ancak, günümüzde ulaşım araçlarındaki gelişmeler ve yollardaki iyileştirmeler yanında, mesafe
algılama kavramı da oldukça değişmiştir.
11
Cihan Altun
Gerçekten de, araştırmalara göre genellikle, zaman mesafe olarak 2 saate kadar olan bir araba
kullanma mesafesi (160-200 km) göze alınmakta, daha fazlası arzu edilmemekteyse de, günümüzde
bazı rekreasyonistler bunun çok ötesindeki mesafeleri bile kat edebilmektedirler.
Bu mesafe şehirlerin büyük kısmında göze alınırken, bazen farklılıklar da gözlenmektedir; örneğin
Torontolular ve Almanya’da birçok şehirde yaşayanlar 50-100 km arasını tercih etmektedirler. Bu
mesafenin ötesi artık ülkenin içinde bir başka yer ya da uzaklarda, örneğin, Avrupa, Asya ya da
Afrika’da bir başka yer olabilmekte; böylece “rekreasyonel seyahat” de denilen “turizm” olayı
meydana gelmektedir.
“Tatil yapma”, “seyahat”, “rekreasyonel seyahat” genellikle “turizm” ile eş anlamlı olmadıkları halde ayırım yapmak kolay olmadığı için- bir kabul edilirler.
Seyahatin ne şekilde olacağı da tatil gezisine çıkanın -turistin- kendi tercihine, gelir düzeyine, eğitim
durumuna, tatilden ne beklediğine ve boş zamanın uzunluğuna bağlı olacaktır.
1.3.REKREASYONEL SEYAHAT: TURİZM
“Turizm” sözcüğü İngilizcenin sözcük dağarcığına ilk kez 1800'lerde girdi; ancak Latince kökeninin
geçmişi çok daha eskilere gitmektedir; 1830'larda Almancada da yaygın olarak kullanılmaya başladı.
Ünlü yazar Stendhal'in Memoires d'un Touriste (Bir Turistin Anıları, 1838) adlı eserinden sonra
"turist” sözcüğünün de yaygınlaştığı söylenir. Ama faaliyet olarak turizm, tıpkı rekreasyon gibi, çeşitli
şekillerde tanımlanmıştır.
En basit anlamıyla “dinlenmek ve tatil geçirmek amacıyla yolculuğa çıkmak”tır. Ancak, dinlenmek ve
tatil geçirmek dışındaki amaçlarla yapılan seyahatlerin de turizmin kapsamı içinde kalması daha
karmaşık tanımlara da götürmüştür:
“Yabancıların geçici ya da sürekli olarak iş tutma ve para kazanma amacına bağlı olmayan konaklama
ve yolculuklarından doğan ilişkiler bütünüdür” şeklindeki tanım bunlardan birisidir. Turizm coğrafyası
da söz konusu olay ve ilişkilerin mekânsal açıklaması ile ilgili bilim dalıdır.
Turizm olayının meydana gelebilmesi için
(a) seyahatin devamlı oturulan, çalışılan ve günlük ihtiyaçların sağlandığı yerler dışına yapılması;
(b) konaklama sırasında genellikle turizm işletmelerinin ürettiği mal ve hizmetlerin talep edilmesi;
c) gidilen yerdeki konaklamanın geçici olması gerekir.
Gerek turist tanımı (kimlerin turist sayılacağı) gerekse konaklama süresinin tanımı (ne kadar
kalınabileceği) farklılıklar gösterir.
Kimlerin turist sayılabileceğiyle ilgili tanımlama ilk kez 1937’de Birleşmiş Milletler tarafından “24 saat
ve daha fazla bir süre kalmak üzere oturduğu ülkeden başka bir ülkeye seyahat eden herhangi bir
kişi” olarak benimsenmişti.
12
Cihan Altun
Turist tanımının bir ülkeden başka bir ülkeye geçenleri, yani dış seyahatleri esas alması turizmin
hacminin hesaplanmasında sürekli olarak bazı sorunlar yaratmıştır. Bu nedenle, ülke içi seyahat
yapanların da turizm olayına katıldıkları ve turist olarak nitelenebilecekleri de tartışılmıştır.
Gerçekten de, Dünya Turizm Örgütü (World Tourism Organization) 1981’de turizmin yukarıda
sıralanan amaçlarına uygun olarak, en az 24 saat kalmak ama bu sürenin 1 yılı da geçmemesi
koşuluyla bulunduğu yerden bir başka yere gidenlerin turist, 24 saatin altında kalacak olanların da
ziyaretçi olarak tanımlanmasını benimsemişti.
Nitekim WTO’nun 1991’de yaptığı ve yayınladığı turizm tanımı da çok genel bir niteliğe bürünmüştür:
“Kendi olağan çevresinin dışında bir yere, belirlenmiş bir süreden daha az kalmak üzere giden ve ana
amacı ziyaret ettiği yerde para kazanılan bir faaliyetin denenmesi dışında seyahat etmek olan bir
kişinin faaliyetleri”.
Bazı ülkeler ise iç seyahatler için, bu tür seyahati turizm olarak kabul etmekle birlikte, değişik tanımlar
kullanmaktadırlar. Örneğin, A.B.D.'nde turizmle ilgili komisyon tatil amacıyla evinden 80 km'den
uzağa gidenleri turist olarak nitelerken, A.B.D. Sayım Bürosu, en az 160 km uzağa seyahat edenleri
ziyaretçi olarak nitelemekteydi.
Ancak, turist ve ziyaretçi terimlerinin birbiri karşılığı olarak kullanıldığı da açıkça anlaşılmaktadır.
Kanada'da da değişik eyaletlerde, A.B.D.'ndekine benzer tanımlamalara gidilmiştir. Aslında “iç
turizm”, turizm faaliyetinin temel taşı olma özelliğini sürdürmekte ve dünyada -veri elde etme olanağı
çok kısıtlıysa- da toplam turist hacminin yüzde 90'ının iç turizm hareketinden doğduğu da
hesaplanmaktadır. Dünya Turizm Örgütü, bu bağlamda, iç ve dış turizmle ilgili terimleri hem
çeşitlendirmeye hem de açıklığa kavuşturmaya çalışmıştır. Buna göre:
Uluslararası turizm; bir ülkenin ülke dışıyla bağlantılı turizmini ifade eder. Bir ülkeye bir başka ülkede
oturanlar tarafından yapılan ziyaretler ile o ülkede yaşayanların ülkeleri dışına yaptıkları ziyaretleri
kapsar.
İç turizm; bir ülkede yaşayanların kendi ülkelerinde başka yerlere yaptıkları ziyaretlerdir.
Ülke-içi turizm; iç turizm ile ülkeye dışarıdan yapılan ziyaretleri birlikte kapsayan kavramdır (bir ülke
içindeki konaklama kolaylıkları ve çekiciliklerin oluşturduğu turizm pazarı da denilebilir).
Ulusal turizm; iç turizmle birlikte o ülkeden dışarıya yapılan turizm ziyaretlerini kapsar (ülke halkının
seyahat acenteleri ve havayolları için oluşturduğu pazar).
Birleşmiş Milletler İstatistik Komisyonu, Dünya Turizm Örgütü’nün Ottawa International Conference
on Travel and Tourism Statistics adlı toplantısının ardından “Recommendations on Tourism Statistics”
başlığı altında hazırladığı bir dizi öneriyi Mart 1993’de kabul ederek turizmin dünya ekonomisi
üzerindeki etkisinin incelenmesinde yeni bir adım daha atmıştır.
Kabul edilen tanıma göre turizme katılarak seyahate çıkan herkes, Dünya Turizm Örgütü’nün (WTO)
önerisine uygun olarak, “ziyaretçi” şeklinde anılacaktır;
bu bakımdan “ziyaretçi” terimi bütün turizm istatistikleri sisteminin temel kavramı haline
gelmektedir.
13
Cihan Altun
Ziyaretçiler “uluslararası ziyaretçiler” ya da “iç ziyaretçiler” olarak gruplanabilecektir.
Uluslararası ziyaretçiler de 24 saatten çok kalanlar ve ziyaret ettikleri ülkede bir gece geçirmeden aynı
gün geri dönenler (günübirlikçi) olarak ayrılabilirler.
İç ziyaretçiler ise kendi ülkesi içinde bir başka yere 12 ayı geçmeyecek bir süre için giden, seyahat
amacı ziyaret olan kişileri ifade etmektedir. Bunlar da, aynen uluslararası ziyaretçiler gibi, geceleyen
ziyaretçiler ve günübirlikçiler olarak ayrılabilmektedir.
Seyahat eden birisinin “ziyaretçi” ya da “turist” ve “günübirlikçi” olarak nitelenebilmesi için bazı
özelliklere sahip olması gerekir.
Buna göre:
(1) Ziyaretçiler (ya da turistler):
Ziyaret edilen ülkeye aşağıdaki nedenlerden birisiyle gelip, 24 saatten çok kalan ziyaretçilerdir:
(a) rekreasyon, tatil, spor, sağlık, inceleme, din;
(b) iş, aile, arkadaş, misyon, toplantı gibi amaçlardan bir ya da daha çoğuyla yolculuk yapanlar.
(2) Günübirlikçiler (ekskürsiyonistler): Ziyaret edilen ülkede 24 saatten az kalanlardır; bunlara yolcu
gemisiyle gelenler dahildir.
Turist sayılamayacak olanlar ise;
(a)bir yabancı ülkede oturmak üzere göçmen ya da mülteci olarak o ülkeye giden kişiler;
(b)bir işte çalışmak için –anlaşmalı ya da anlaşmasız- bir ülkeye giriş yapanlar; diplomat ya da ordu
mensubu niteliğinde bir başka ülkeye gidenler;
(c)okumak üzere başka ülkeye giden gençler ve öğrenciler;
(d)sınır bölgelerinde yaşayıp da çalışmak üzere komşu ülkeye gitmek için sınır geçenler;
(e)bir ülkeden, yolculuk 24 saatten uzun sürse bile, durmaksızın geçenler;
(f)bir yıldan uzun süreli kalmak üzere bir ülkeye gidenler.
Görüldüğü gibi, hangi tür seyahatin turizm sayılabileceği ve kime turist ya da ziyaretçi denilebileceği
hususu, sıralanan koşullar arasında ayırım yapmanın güçlüğü karşısında, oldukça esnek kalmaktadır.
14
Cihan Altun
1.3.1.Turist Sayımı
Tanımlardaki esneklik turist ya da ziyaretçilerin sayılmalarına da yansımakta ve bu da turizmin
incelenmesinde karşılaşılan sorunların başında gelmektedir. Bunun yanında, turistler geçici ve son
derece hareketli bir nüfus kitlesi oluşturduklarından, istatistiksel kesinlik ve doğruluk sağlanmaya
çalışılmasında istatistiksel örnekleme yöntemlerinin kullanılışını son derece güçleştirmektedirler.
Böylece, turizm olayının hacmi, akışı, ölçeği ve etkisi gibi özelliklerinin yerelden küresele kadar farklı
coğrafi ölçeklerdeki durumunu ölçmede temel olacak turizm istatistiklerinin elde edilmesi önemli bir
sorun olmaktadır.
Normal olarak, turist ya da ziyaretçilerin üç özellikleri
(a) uluslararası sınır geçmeleri,
(b) kendi paralarını gittikleri ülke parasıyla değiştirmeleri ve
(c) herhangi bir yerde konaklamaları
onların sayısını belirlemede kullanılan yolları oluşturur.
Turizm hareketlerindeki sınır varışları turist sayımı için en uygun olandır. Sınır varışları pasaportlar,
vizeler, giriş-çıkış kartlarıyla yapılmaktadır.
Ancak, bazı ülkeler arasında (örneğin özellikle 1995 Schengen Anlaşması’ndan sonra artık belgesiz
dolaşımın başladığı AB ülkeleri (Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Fransa, Almanya, Portekiz ve İspanyaarasında, İskandinav ülkeleri ve A.B.D. Kanada arasında) sınır geçişlerinin serbest olması, bu tür bir
sayımın gücünü ortadan kaldırmaktadır.
Ayrıca, bu tür sayım yapılan ülkelerde bile sınır geçişlerinin bireylere değil, giriş-çıkışlara göre
yapılması, bir ülkeye birden çok giriş yapan ya da kendi ülkesinden birden çok kez çıkmış görünen
kişinin (örneğin bir iş adamının) birden çok ziyaretçi ya da turist sayılmasına yol açmaktadır.
Ayrıca, iç turizmin hacmini belirlemek de bu sistemle mümkün olamamaktadır.
Turist sayımında kullanılan ikinci yöntem olan geceleme miktarının belirlenmesinde de çok çeşitli
güçlükler söz konusudur.
Birincisi, sınır geçişi yapanlarla, ticari ya da özel konaklama kolaylıklarını kullanarak geceleme
yapanların sayıları birbirinden farklıdır. Ülkeye ya da bölgeye gelen ziyaretçilerin tümü ticari
konaklama tesislerini kullanmayabilecekleri gibi, birden çok tesiste kalanların ayrı ayrı turist olarak
görünmeleri de bir yanlışlığa yol açabilecektir.
Geceleme sayısı turizmin hacmi hakkında bir fikir verebilirse de, bir ülke ya da bölgeye gelen turist
sayısının belirlenmesine elverişli değildir. Döviz bozdurma işlemleri yoluyla turizmin hacmini ölçmek
ise, birçok ülkede bankalar dışında da döviz bozdurulabilmesi ve bunların beyan edilmemesi, bazı
ülkelerde karaborsanın işlerliğini koruması -hatta daha önemli olması- gibi nedenlerle hemen hemen
mümkün değildir; bu yol ancak ülke ya da bölgeye giren döviz miktarını kabaca gösterebilir.
15
Cihan Altun
Turizm istatistikleri tam, doğru ve kesin bir kaynak oluşturmuyorlarsa da, turizm olayının hacim ve
ölçeğinin belirlenmesinde, ülke ve bölgeler arasında karşılaştırmalar yapılabilmesinde tek kriter
oldukları da bir gerçektir. Bu bakımdan, iç turizmin değil ama uluslararası turizmin incelenmesi için en
cesaret verici durumlardan biri, bol miktarda elde edilebilir veri bulunmasıdır.
1.3.2.Turizmde Talep ve Güdüler
Genelde seyahat “kişilerin herhangi bir amaçla ve herhangi bir süreyle farklı coğrafi konumlar
arasında yer değiştirmesi” olarak anlaşılır. Seyahat, herhangi bir ülke ya da bölge içinde olabileceği
gibi bir ya da daha fazla ülkeyi de kapsayabilir (uluslararası).
Turizm ise seyahatten daha sınırlı anlamı olan bir harekettir; aşağıda değineceğimiz belirli nedenlerle
dinlenmeyi hedefleyerek belirli türde seyahatlerin gerçekleştirilmesi turizm olurken, bu seyahatleri
yapanlar da turist olarak nitelendirilmektedirler.
Ancak, turizm araştırmalarında yanıtı aranan temel sorulardan birisi “turistler niçin seyahat eder?”
sorusudur. Kolaylıkla yanıtlanamayacak bu soruyu daha genişleterek “onları sürekli yaşama alanlarını
bırakıp başka yerleri ziyaret etmeye teşvik eden nedir acaba? Seyahat davranışlarını koşullandıran,
gidecekleri yer tercihini, izleyecekleri güzergâh ve uğraşacakları etkinlikleri belirleyen faktörler
nelerdir?” diye sormaktadır. Bu sorular yalnızca mekânsal etkileşimlerle ilgili konuları ortaya
çıkarmakla kalmaz, aynı zamanda da coğrafyacıları daha fazla soru sormaya götürür:
Turistler neden yolculuğa çıkarlar?
nereye giderler?
ne zaman giderler ve gidecekleri yere nasıl giderler?
Bu temel konular turizm olgusunun yer aldığı ya da geliştirileceği yerlerde mekânsal karmaşık ilişkileri
de olan konulardır ve bu tür yerlerin “kitlesel turizm”e mi yöneleceği yoksa “bireysel turizm”e
dayanan dar tabanlı bir turizm faaliyeti mi geliştireceklerinin belirlenmesinde büyük önem taşır.
Kısacası, turizm talebinin anlaşılması turizmin gelişme nedenlerinin, belirli destinasyonlara kimin
egemen olduğunun ve müşteri pazarına nelerin çekici gelebileceğinin ortaya konulabilmesi için bir
başlangıç noktası oluşturacaktır. Coğrafyacılar talebin genelde mekânsal yanıyla ilgilenmekle birlikte,
bireylerin seyahat etme güdüleri ile bunu gerçekleştirme becerileri arasındaki ilişkiler açısından da
talep üzerinde durmaları gerekmektedir.
Turizm, ister ülke içinde isterse ülke dışında gerçekleştirilsin, belirli bir zamansal ve parasal maliyete
yol açar. Bir tatil gezisine karar vermeden önce, kişinin buna ayıracak boş zamanı olması gerekir.
Seyahat için yeterli uzunlukta ayrılabilir boş zamanının olması da tatile çıkılmasını tek başına
sağlayamaz; kişinin bu seyahati gerçekleştirebilmek için, aynı zamanda, masrafları karşılayabilecek
ayrılabilir gelirinin de olması gerekir.
Her ikisinin de uygun olması durumunda bile kişinin seyahate çıkma kararı üzerinde eğitim düzeyi ve
kültür, ailevi durumu, yaşı, içinde yaşadığı ortam vb. gibi sayısız faktör etki yapacaktır.
Turizm ve boş zaman faaliyetlerinin başlıca belirleyicileri olan kişisel gelir ve boş zamandaki artışın her
ikisi de sanayileşmiş ülkelerde, özellikle de son 3040 yıl içinde büyük değişimler göstermiştir.
16
Cihan Altun
Sanayi Devrimi öncesi “boş zaman” kavramı henüz belirginleşmemişti: Tüm çalışanlar kısa süreli boş
zamanlarında ancak yorgunluklarını giderebiliyorlar; buna karşılık, her hangi bir zorunlu işte
çalışmayan zengin ve asiller içinse seyahat bugünkü anlamında olduğu gibi boş zamanda
gerçekleştirilecek bir olay değil, başlı başına bir “iş” oluyordu.
1900’lerden beri çalışma haftasının sürekli kısalması yanında, ücretli tatillerin süresi de sürekli
uzamıştır. Örneğin Batı Avrupa’da yüzyılın başında ortalama 60 saat olan bir çalışma haftası
günümüzde 38-40 saat (Almanlar 38, Fransızlar ve İngilizler 39 saat) dolayına kadar inmiştir.
1960'lardan önce, İngiltere'de çalışan nüfusun yarısı bir hafta ya da daha az ücretli tatile sahipti;
1970'lerin sonlarına doğru, Avrupa ülkelerinde çalışan nüfusun tümü, resmi tatillere ek olarak, üç
hafta ya da daha uzun bir ücretli tatil hakkı kazanmışlardı (Almanya’da 6 hafta, İngiltere’de 5 hafta,
Fransa’da 5 haftadan çok, İsveç’te 5-6 hafta).
Dünyanın diğer yerlerinde de insanların işten arta kalan boş zamanları gittikçe uzamaktadır. Örneğin
A.B.D.’nde haftada 40 saat çalışan birisinin 11 gün resmi tatil ve 12 gün tatil izni vardır.
Japonlar ise iş haftasını 42 saate indirmişlerdir ve ücretli tatil hakları (20 gün bayram, 16 gün ücretli
izin) da Amerikalılardan daha fazladır. Ortalama olarak verilen bu boş zaman miktarları, bekleneceği
gibi, her meslek grubunda aynı değildir.
Özellikle hizmetlerde çalışanlar gittikçe daha az boş zamana sahip olurken, serbest meslek sahipleri
(özellikle küçük işyerleri olanlar), araştırmacılar, “beşincil/kuiner faaliyetler” grubunda yer alan karar
vericiler vb. boş zamanlarının belirsiz ve sınırlı olması nedeniyle, turizme değişik şekillerde (iş
seyahatleriyle) ve daha az katılabilmektedirler.
Turistik konaklama tesislerinde çalışanlar ise başkaları için boş zaman olan –akşamları, hafta sonları,
yaz ayları ve diğer tatiller- devrelerde çalışırlarken, işçi, memur gibi yasal sınırlarla belirlenmiş tatilleri
olanların ise turizme ayrılabilecek daha çok boş zamanları bulunmaktadır.
Günümüzde çalışan nüfusun önemli ve giderek büyüyen bir bölümü, bu kez teknoloji sayesinde,
geçmişte olduğu gibi, evle işyerini birleştirmiş bulunmaktadırlar. Bu da, boş zaman kavramı ve
miktarını değişime uğratacak, turizm olayını da -belki de şeklini değiştirerek- büyük ölçüde
etkileyebilecek bir gelişmedir.
Var olan boş zamanını turizme ayırabilmesi için insanların ayrılabilir gelirlerinin de olması gerekir. İşsiz
birisinin çok bol miktarda boş zamanı olduğu halde, seyahate çıkmaya ekonomik gücü yetmeyecektir.
Boş zaman artışı, gelir artışı olmadan bir yarar sağlayamaz; hatta ünlü ekonomist Keynes’in teorisine
göre “insanların çoğu gelirlerinin artmasını boş zamanlarının artmasına tercih ederler”.
Bazı insanların yıllık izinlerinde de başka bir işte çalışması (Japonların yaptığı gibi) ya da fazla mesailer
bunun delilidir. Ancak, gelirler arttıkça rekreasyon ve turizme yapılan harcamalar da artar.
Bundan başka, gelir düzeyi yüksek olanlar arasında pahalı rekreasyon harcamaları yapılırken, dış
turizme katılım ve birden fazla tatil ya da seyahate çıkma eğilimi de ortaya çıkar.
Gelir düzeyi düşük olanlar ise daha çok pasif rekreasyon faaliyetleriyle uğraşırken, iç turizme ve düşük
fiyatlı paket turlarla gerçekleştirilen dış turizme katılabilmektedirler.
17
Cihan Altun
Turizmde talebi belirleyen diğer faktörler arasında nüfusun yaş, eğitim ve benzeri özelliklerini ifade
eden demografik yapısı da yer alır. Örneğin toplumun daha iyi eğitim görmüş kesiminin seyahat
eğilimi daha fazladır ve daha sık seyahat eder. Özellikle yüksek eğitimliler arasında yabancı ülkelere
karşı ilgi daha fazladır; ekoturizmle de bu grup uğraşır.
Uzun mesafelere, daha maceralı yolculuk türlerine katılanlar ise gençler, en çok da 25-34 yaş
grubunda yer alanlardır. Ayrıca, gençler uzun mesafeli tatillerinde, daha çok yer görebilmek ve
deneyimlerini arttırmak için daha uzun süre kalma eğilimindedirler, Yaşlılar, kısmen güçlerinin kısmen
de gelirlerinin azalması nedeniyle daha az seyahat ederler. Yaşlıların zengin olan kesimi (whoopies)
için lüks gemi ya da tren yolculukları yapma şeklinde tatil faaliyetleri geliştirilmiştir. Dünya nüfusunun
gittikçe yaşlanması ve yaşlıların büyük bir paya sahip olmaya başlamaları, turizm acentelerini bu
kesime yönelik düzenlemeler konusunda harekete geçirmiştir: Eskortlu turlar (turistlerin yanlarına
yardımcı verilmesi), kış aylarında sıcak bölgelere yolculuklar, sağlık turları düzenlenmesi bunlar
arasındadır. Özellikle 50-59 yaş grubunda çocuk sorununun azalması, gelirlerin artması seyahate
katılmayı büyük ölçüde teşvik etmektedir.
Küçük çocuklu aileler tatilde daha az seyahat etme eğilimi taşırken (bir nedeni de tatilin maliyetidir);
bu grup tatile çıktığında da RV (recreational vehicles) denilen karavanları ya da çadırlı tatil kamplarını
tercih etmektedir. Çocuklu ailelerin, ayrıca, okul nedeniyle tatile çıkabilecekleri süre de hem kısa
olmakta hem de yılın belirli bir kısmıyla sınırlı bulunmaktadır. Ailevi nedenler sık sık seyahati
kısıtlayan faktörlere dönüşmektedir. Küçük çocukları olan aileler, evde yaşlı hastası olanlar ve benzeri
gibi engelleri olanlar daha seyrek olarak tatile çıkabilirler; hastalık, yetersizlik, yaşlılık gibi kendi
sınırlamaları olanlar genelde seyahate çıkamazken, yaşlıların çoğu yemek-yer-yatak değiştirme gibi
etkenler nedeniyle sınırlanırlar. Seyahate ilgi duymamak ise evde kalma arzusunun ağır basmasıdır ve
çok çeşitli faktörler sonucunda ortaya çıkmaktadır:
Alışılmış günlük yaşamı değiştirmek istememek, yolculuktan nefret etmek, insanlarla karşı karşıya
gelmekten sıkılmak vb. gibi. Örneğin korku gibi bazı psikolojik faktörler nedeniyle de insanlar seyahat
etmede isteksiz davranırlar -kendi evinin güvenliğini terk etme korkusu, yabancı yerlerde bulunma ve
onların dillerini anlamama korkusu, suyolu ya da havayoluyla seyahat korkusu bunlar arasındadır.
Turizme katılmayı teşvik eden faktörler yerine getirildiğinde, seyahatlerin gerçekleştirebilmesi için
ziyaret nedenleri ve yer tercihleri söz konusudur. “Tatil geçirme” dışındaki başka birçok seyahat türü
de turizmin içine girmektedir:
Din: Kişi, hacı olmak üzere kutsal yerlerden birisine gitmek isteyebilir –Müslümanlar yaşamlarında en
az bir kez Mekke’ye gitmek; Hindular Ganj kıyısını (özellikle Benares’i), Hıristiyanlar ve Museviler
Kudüs’ü mutlaka ziyaret etmek isterler.
İş: İşlerinin bir parçası olarak insanlar uluslararası ilişkileri geliştirmek, konferans, toplantı ve fuarlara
katılmak amacıyla seyahat edebilirler.
Arkadaş ve akraba ziyareti: Toplumsal bağlarını sürdürmek isteyenler göç ya da iş nedeniyle başka
ülkelerde yerleşmiş yakınlarını ya da kendi ana ülkesindeki akrabalarını zaman zaman ziyaret etme
isteğiyle seyahat edebilirler.
18
Cihan Altun
Spor ve kültürel temaslar: Uluslararası spor olaylarında kültürel organizasyonlarda yer almak ya da
seyirci olarak katılmak üzere de seyahat edilebilir –Olimpiyat Oyunları, Dünya Kupası maçları ya da
Cannes Film Festivali bunlar arasında en tanınanlarıdır.
Tatil geçirme: Evden uzaklaşmak amacıyla bir tatil gezisine çıkmak şeklinde, insanlar güneşli ya da
karlı yerlere, merak ettiği gelenek-görenekleri, değişik mutfakları deneyebilecekleri yerlere giderler.
İnsanları seyahate çıkmaya zorlayan ve güdüler olarak sınıflandırılan ihtiyaçlar turizme katılacak
kişinin yaşam tarzından doğar. Bazı boş zaman ve rekreasyon faaliyetleri bu ihtiyaçlardan bazılarını bir
ölçüde karşılayabilir. Turizmin özelliği ise kişinin bu ihtiyaçlarını evden, günlük ortamından uzakta
karşılamayı vaat etmesidir. Bu yüzden de, kişi üzerinde eve dayalı boş zaman ve rekreasyon
faaliyetlerinden daha etkilidir.
Buradan yürüyen bazı araştırıcılar yalnızca iki nedenden ötürü turizme katılma eğilimi doğduğunu ileri
sürerler:
(1) Kaçma arzusu ve (2) başarma arzusu.
Kaçma arzusu; insanların evden uzağa farklı çevrelere gitmesine yol açan “itici” faktörler olarak;
“başarma arzusu” da insanları belirli bazı destinasyonları kendi taleplerine göre tercih etmeye
götüren “çekici” faktörler olarak alınırlar.
Gray (1970) de seyahat güdülerini, bu bağlamda, yalnızca ikiye ayırmaktadır: Yeni ve farklı şeyler
görme arzusu olan Wanderlust ve kendi ortamından daha güzel yerlere gitme arzusu olan Sunlust.
İtici ve çekici faktörleri belirlediği de söylenebilecek bu ayırımda Wanderlust amacıyla seyahat
edenler kültürel turizmi tercih edenler, birden çok destinasyonu ziyaret edenler ve bu yüzden de
uzun mesafelere gidebilenlerdir. Buna karşılık, Sunlust olanlar yerel olarak elde edebildiklerinden
daha farklı ve daha iyi koşulları arayanlar oldukları için, bu koşullar arasında daha sıcak iklimleri
(deniz-güneş-kum turizmi) tercih edenler olduğu gibi, kayak için daha soğuk koşullar, güzel
manzaralar ya da tarihsel yerler gibi başka coğrafi kaynaklar da aynı derecede tercih edilebilmektedir.
Bunların talepleri iç turizm ve kısa mesafeli yolculuklarla da karşılanabilmektedir.
1.3.3.Turizm Şekilleri ve Turist Tipleri
Turizm, çok sayıda birbirinden farklı seyahat şekillerini içine alır. Turizmin şekli turistler tarafından
yaşanan deneyimlere katkıda bulunur ve ev sahibi toplumla bunların ortamları üzerindeki etkileri de
belirler. Turizm çeşitleri ve şekilleri üzerine çoğunlukça benimsenen hiç bir sınıflandırma olmamakla
birlikte, birçok yazar çeşitli turizm tipolojileri için önerilerde bulunmuşlardır. Örneğin aşağıdaki
değişkenler kullanılarak bazı turizm şekilleri sıralanmıştır:
Cinsiyete göre; turizmin kadın ve erkekler tarafından tercih edilen şekilleri;
Ulaşım aracına göre; kara, deniz ya da havayoluyla turizm gibi;
Coğrafi konuma göre; uluslararası ve iç turizm;
Fiyat ve toplumsal sınıfa göre; lüks ve orta sınıf için;
Yaşa göre; gençlik ve yetişkin turizmi.
19
Cihan Altun
Mevcut sınıflandırmalar ancak bir fikir verme amacına yöneliktir. Bununla birlikte, Cohen (1972) ise
turizm endüstrisine katılma düzeyi ve ev sahibi toplumla ilişkileri açısından turist tiplerini alarak bir
ayırıma gitmektedir. Cohen’in tipolojisi bireysel güdüleri önemli kabul etmekte ve turist deneyimleri
ve turistlerin rolünü dört grup altında toplamaktadır:
1. Ayrı (Drifter): Kendi gezilerini kendileri planlayan, turizm çekicilikleriyle temastan kaçınan ve ev
sahibi toplumun üyeleriyle birlikte yaşayan turistlerdir.
Ev sahibi kültürle hemen hemen tümüyle bütünleşirler; onlarla yemeği, barınağı ve alışkanlıkları
paylaşırlar. Bu tür turizm türüne, genelde daha önce pek gidilmemiş yerlere ilk kez gidenlerin
oluşturduğu “öncü turist” denilenler katılmaktadırlar.
2. Araştırıcı (Explorer): Genellikle kendi gezilerini kendileri planlarlar ve popüler turizm
çekiciliklerinden olabildiğince kaçınırlar. Ev sahibi toplumla kaynaşma arzusuna rağmen, hâlâ kendi
ülkesindeki ortamının kendi etrafında yarattığı “çevresel köpük” ya da “fanus” içinde kalma
durumundadır;
bu nedenle turist rahat konaklama tesislerini kullanır; kendi normal hayat tarzının temel özelliklerini
sürdürür ve ev sahibi toplumla tam olarak bütünleşemez. Bu grupta kendi belirli amacı nedeniyle
seyahat edenler özellikle dikkati çekerler –örneğin bazı iş adamları ya da din ya da sağlık nedeniyle
seyahat edenler gibi.
3. Bireysel kitle turisti: Seyahat acentesinin sağladığı birçok hizmeti kullanır; ancak, tur planı tümüyle
onlar tarafından hazırlanmamıştır. Turist gidilecek yerler ve zaman üzerinde söz sahibidir.
Gerekli büyük rezervasyonların ise tümü seyahat acentesi tarafından ayarlanmıştır. Bu tür turist de
kendi “köpük” ya da “fanus”u içinde kalır ve ev sahibi toplumla çok az kaynaşır. Bu gruba rekreasyon
amaçlı turistler yanında iş amaçlılar da girer; kültürel ya da eğitsel turizm faaliyet şekilleri daha ağır
basar.
4. Organize kitle turisti: En az maceracı olan turist tipidir. Seyahat acentesi tüm tur programını bir
paket halinde hazırlar; yolculuk güzergâhını, nerelerde durulacağını ve konaklanacağını planlar ve
rehber sağladığı gibi, tüm ana kararlar da acente tarafından alınır.
Bu tür turistler ev sahibi toplumdan tamamen ayrı kalırlar; hatta kendi alışık oldukları bazı mal ve
hizmetler gidilen yere de taşınır –İngilizlerin çay, bira, fish & chips gibi mal ve hizmetlerinin
İspanya’nın Akdeniz kıyısındaki kitle turizm alanlarına taşınması gibi.
Kitle turizmi, rekabet edebilir bir fiyatla ve turistin organizasyona minimum düzeyde katılımıyla
satılacak bir paket tatil şeklindeki seyahat endüstrisine büyük bir bağımlılık gösterir. Bu sektöre
rekreasyon yapan turistler egemendir ve bu tür tatiller seçtikleri destinasyona ilk kez gideceklerin
tercihidir.
Belirlenen turist tiplerinin mekânsal bakımdan da ayrışma gösterdikleri izlenir; ”araştırıcı”lar daha
uzak bölgelerle ilgilenirken, “organize kitle turistleri” en popüler turizm alanlarını ziyaret ederler.
Potansiyel turistin gerçek turist haline dönüşmesi ise onların toplumsal ve ekonomik durumlarına
bağlıdır. Ayrılabilir gelir, ayrılabilir zaman, ailesel özellikler ve benzerleri de seyahate çıkma
güdülerinin gerçekleşmesinde etkili olan faktörlerin başında gelir.
20
Cihan Altun
BÖLÜM 2: TURİZMİN TEMEL UNSURLARI: ÇEKİCİLİKLER
Herhangi bir yerin (ya da ülkenin) turist çekebilme potansiyeli üç şeye bağlıdır: Turizmin temel
unsurları ya da turizmin arz kaynakları denilen bu üç şey çekicilikler, erişim ve konaklamadır. Bunların
yeterliliği ve de organizasyon turizmde gelişmenin temellerini oluştururlar.
Çekicilikler, turizmin yer seçiminde rol oynayan coğrafi kaynaklardır ve turistin bir alanı ziyaret etme
isteğini doğururlar; ulaşım ve iletişim hizmetleri erişimi sağlayarak bu ziyareti gerçekleştirirler;
konaklama da, kendisine ekli diğer kolaylıklarla birlikte, turistin gidilen yerde ağırlanmasını sağlar.
Bunlara bir de altyapıyı eklemek gerekir ki bu da temel işlevlerin yerine getirileceği garantisini verir.
Dünyada turistleri kendisine çekecek coğrafi özelliklerin neler olduğunu belirlemek kolay değildir.
Hangi tip iklimler hangi tür turizm faaliyeti için daha uygundur ya da hangi kıyı tipleri ya da hangi
coğrafi görünümleri turistler daha çekici bulurlar; turizmin gelecekteki gelişmesi için hangi tarihsel,
doğal ve kültürel kaynakların potansiyel önemi vardır ve bunların dünyadaki dağılışları nasıldır?
Sorularının cevapları aranır durulur.
2.1.KLİMATİK KAYNAKLAR
Turistler, tatillerini iyi geçirebilmek için, gittikleri yerin iklim koşullarında fiziksel bir rahatlık elde
edebilmelidirler. İster aktif isterse pasif olsun, tatil süresince yapmayı tasarladıkları rekreasyon
faaliyetlerini de rahatsızlık duymadan gerçekleştirebilmelidirler.
Aslında, iklim bir tatil destinasyonu için başlı başına bir çekicilik oluşturabilmektedir. İklimin çeşitli
unsurlarının turist üzerindeki etkisi de farklı şekillerdedir. Bunlardan bazılarına yakından bakmak,
çeşitli iklim faktörlerinin turizm ve turistle ilişkisini değerlendirmede kolaylık sağlayacaktır. Sıcaklık ve
nispi nem: İnsan bedeninin 36.5⁰C olan ortalama sıcaklığı fiziki bir zorlanmayla ya da bir ısı gücüyle
(örneğin parlak güneş ışığı) karşı karşıya kalındığı zaman, terlenmediği takdirde bir saat içinde 20C
daha artar.
Havanın nem tutma becerisi onun nispî nemliliğine bağlıdır. Eğer nispî nem çok yüksekse, örneğin
yüzde 70’in üzerindeyse, hava derinin üzerinden onu serinletecek miktarda nemi alamayacak ve
vücudun gittikçe daha çok ısınmasıyla insan kendisini rahatsız hissedecektir.Nispî nemin fazlalığı ise
hava sıcaklığı 26°C iken kalp krizi riskini arttıracaktır; buna karşılık, kuru havada sıcaklık 36°C’ye
yaklaşsa bile böyle bir tehlike çok daha düşük ka­lacaktır.
Bu bakımdan, yüksek sıcaklıklarla yüksek nispî nemin birlikte mey­dana gelmesi turizmin gelişmesine
önemli bir iklim engeli oluşturur. Tatil faaliyetleri yalnızca binalar ve ulaşım araçları gibi kapalı
mekânlarla sınırlı kalamayacağından, buralardaki air condition sistemleri de bu konuda tam bir çözüm
olamayacaktır. Dünyanın ekvatoral bölgeleri, bu yüzden, turizm bakı­mından fazla gelişme
gösterememişlerdir.Sıcak hava koşulları, havanın kuru olması durumunda, doğrudan güneş
ışınlarından korunulduğu sürece daha dayanılabilir olmakta ve terle kaybedilen su dışarıdan telafi
edilebilmektedir.
Çöl iklim koşullarının yarattığı asıl rahatsızlık ve tehlike, vücudun aşırı ısınması kadar, terlemeyle olan
su kaybıdır da. Bununla birlikte, gerek macera turları gerekse paket turlar artık sıcak çöllerin
erişilebilir durumdaki kenar kısımlarına doğru iyice alansal genişleme kazanmış ve örneğin Büyük
Sahra’da tatil Kuzey Afrika’ya düzenlenen paket turlarının bir parçası haline gelmiştir.
21
Cihan Altun
Rüzgâr: İnsanların hafif bir giyimle dolaşabilecekleri sıcaklık dereceleri 160C-180C’nin üzerinde kalan
sıcaklıklardır (çıplakken sıcaklığın 30 C’nin altına inmesiyle insan üşümeye başlar). Vücut, sıcaklığın
100 C’ye düşmesiyle üşümeye başlar; rüzgârla birlikte sıcaklık kaybı daha da artar. Rüzgâr, nemin cilt
üzerinden buharlaşma hızını arttırmakla kalmaz, aynı zamanda da ısının deriden kaybolarak çevredeki
havaya karışma hızını da arttırır. Bu yüzden de bir esinti aşırı ısınmayı azalttığı gibi, yüksek
sıcaklıklarda rahatlama da sağlar; ancak, vücudun hızla üşümesine ve bu kez düşük sıcaklıklarla
bağlantılı rahatsızlıklara yol açar. Kutup bölgelerinde ve yüksek dağlık alanlarda hava sıcaklığı yılın
büyük kısmında donma noktasında ya da yakınındadır. Bu tür koşullarda, rüzgârın serinletici etkisi, kış
spor faaliyetleri için bu tür alanların elverişliliğini azaltabilir. Kıyılarda ise özellikle sörfçüler için
elverişli bir durum yaratır. Turistin seçtiği faaliyet ne olursa olsun, tatil ancak hava güzelse verimli
olacaktır. Turistler ziyaret ettikleri yerde olabildiğince iyi bir havayı garanti altına almak isterler; yılın
diğer zamanlarında havanın nasıl olduğu onları ilgilendirmez. Bu nedenle de, turizmciler için, güneş
ışığı, bulutlu günler ve yağış gibi unsurların yıllık toplam özelliklerinden çok, turizm sezonu boyunca
sergiledikleri durum önemlidir.
Yağış: Dünyada en çok turist çeken önemli turizm alanlarının büyük kısmı Kuzey Yarıküresi’nde yer
alır. Bu yarıküredeki her hangi bir tatil yeri yaz ayları boyunca (haziran-eylül) kurak ve güneşli bir
iklime sahip olması durumunda daha çekicilik kazanırken, Güney Yarıküredekilerde ise, aynı çekicilik
buranın yaz ayları olan aralık-şubat ayları boyunca söz konusu olmaktadır. Suptropikal ve Akdeniz
iklimleri, yaz ayları boyunca hemen hemen hiç yağışın düşmediği kurak ve uzun bir yaz mevsimiyle
tanınırlar. Aslında, yağışın miktarı ve mekânsal dağılımı aynı iklim tipinde bile, topografyanın yağış
üzerindeki etkisi nedeniyle, yerel değişkenlik gösterir.
Bu duruma özellikle dağlık alanlarda daha çok rastlanır; yükseltinin yol açtığı bu yağışlara orografik
yağışlar denir. Turizm için yağışın yapısı önemlidir. Turizmde, uzun ve kurak yaz ayları boyunca (yani
Akdeniz’de ve suptropikal bölgelerde) düşen kısa süreli sağanak yağışlar, Batı Avrupa’nın ılıman iklimli
bölgelerinde sık sık rastlandığı gibi, uzun süreli kapalı hava ve hafif yağışlara her zaman tercih
edilirler.
Bulutluluk: Turizm faaliyetlerini ilgilendiren ve yağışla da ilişkili olabilen bir durumdur. Bazı yerlerde,
örneğin Kaliforniya kıyısı boyunca gözlendiği gibi, serin deniz sularının üzerinden geçen sıcak havayı
serinletmesi ve sisli-puslu bir ortam yaratması ama hava akımının karaya varması sırasında çok az
yağış meydana gelmesi gibi, yüksek oranda ve uzun süreli bulutluluk ya da sis gözlenebilir. Buna
karşılık, bazı ekvatoral iklimler çok yüksek miktarda toplam yağış almalarına rağmen, her gün, gün
içinde güzel güneşli dönemlere sahip olabilmektedirler.
Güneş ışığı: Bu, ölçülmesi belki de en zor olan iklim özelliğidir. Bazı tatil yerleri güneş ışığıyla ilgili
kayıtlarında aşırı iyimser olabilmektedirler; hatta birçok ülke “yılda 3000 saatten fazla güneşli gün”
gibi sloganlarla reklâm yaparlar. Güneş ışığının süresini ölçmedeki güçlüğün nedeni de günlük toplam
güneşli saatlerin miktarının, değişik enlemlerin özelliklerine göre, gün ışığı saatlerini geçemeyeceğidir.
Güneşli saatleri yağış ve bulut örtüsünün olduğu zamanlar da kısaltır.
Aynı şekilde, hava kirliliği güneş ışığının netliğini engeller, hatta bazen (örneğin Los Angeles’da olduğu
gibi) kirlilik örtüsü smog yaratarak güneş ışığının yeryüzüne tamamen varmasını engeller. Ayrıca,
mikroklimatik koşullar da bir yeri bölgesel bütünlük için geçerli olan koşullardan ayırabilir. Bu
nedenle, turizmde yer seçiminde güneşlenmeyi sağlamak üzere, özellikle havuzların yüksek binaların
gölgesinde kalmayacak şekilde tasarlanması gerekir.
22
Cihan Altun
2.2.DÜNYA İKLİM BÖLGELERİ VE TURİZME UYGUNLUKLARI
Giyim-kuşam, iklimin etkisini hafifleterek mikro-klimatik alanlarda daha rahat yaşanmasını
sağlayabilmektedir. Bu hem sıcak hem de soğuk iklim koşullarına sahip alanlar için geçerlidir;
Örneğin çöl göçebe halklarının (Bedeviler) ve Nijeryalıların geleneksel giysilerinin onları aşırı güneş
ışığından koruyacak ama cildi de serin tutacak bir geçirimliliğe sahip olacak şekilde tasarlanmış olması
gibi. Soğuk koşullarda da giyim vücuttan ısı kaybını engelleyerek bu kez ters yönde etkili olur. Dünya
iklim bölgeleri de, insanın rahat yaşama koşulları ve bu koşulları sürdürmek için gerekli giyinme
miktarı göz önüne alınarak, turizm açısından yeniden gözden geçirilebilirler.
Sıcaklık bakımından 5 iklim kuşağı ele alınarak bunların her biriyle belirli bir giyim-kuşam miktarı
arasında bağlantı kurulmuştur.
2.2.1.Sıcak İklimler: Minimum Giyinme Kuşağı
2.2.1.1.Ekvatoral İklimler
Sıcak iklim bölgeleri sahip oldukları yağış kalıbına göre değişiklikler gösterirler. Bunlardan ekvatoral
iklimler 10 kuzey ile 10 güney enlemleri arasında yer alırlar ve sıcak iklim kuşağının tam ortasını
oluştururlar. Sıcaklık 26 C’nin üzerinde ve nispî nem yüzde 75’den fazladır; yıl boyunca yoğun yağış
vardır –özellikle öğleden sonları şiddetli bir şekilde meydana gelir.
Nem ve sıcaklık açık hava rekreasyon faaliyetlerini güçleştirdiği için, turistler açısından çekici olmayan
bu iklim koşullarına rağmen, belirli bazı turizm şekillerinin geliştirilmesiyle, ekvatoral bölgelere de
turistlerin gelmesi sağlanmaktadır.
Ekvatoral bölgelerde yer alan bazı alanlar da turizmde ün kazanmışlardır. Örneğin şehirdevleti
Singapur tipik bir ekvatoral bölge ülkesidir. Air-condition olmayan yerlerde neredeyse nefes
alınamayan Singapur’da, bölgenin stratejik konumu nedeniyle, İngilizler kurdukları ticaret üssünü
1819-1942 arasında ellerinde tutmuşlardı; liman faaliyetlerinin gelişmesiyle de burası daha sonra
Güneydoğu Asya’nın bir iletişim ve ticaret merkezi haline geldi.
Şimdi ise yalnızca Güneydoğu Asya’nın değil, dünyanın önemli bir uluslararası havayolu merkezi
durumundadır. Gelişmiş olan iş turizmi yanında, kısa süreli kalışlar için de önemli bir düğüm
noktasıdır. Air-condition yardımıyla turistlerin bir-iki günlük kalışlara katlanabildiği Singapur’da
modern çarşılar bile üstü kapalı ve klimalı inşa edilerek kalış süresi uzatılmaya çalışılmaktadır.
23
Cihan Altun
2.2.1.2.Tropikal İklimler
Genellikle 23 C’nin üzerinde, orta yoğunlukta yaz yağışlarına ve daha serin ya da daha kurak
denilebilecek bir kış mevsimine sahip sıcak iklimlerdir. 10 - 25 kuzey enlemleri arasında yer alırlar.
Doğu ve Güney Asya, Batı Afrika kıyısı, Karayipler, Meksika kıyıları ve Hawaii bu iklim koşullarına sahip
bölgelerdir. Güney Yarıküredeki karşıtı (10-24 güney) olan kuşak Avustralya’nın kuzeyi, Mauritius ve
Madagaskar, Güney Amerika kıyısının bazı kesimleri ve Güney Pasifik Adaları’nın büyük kısmını içine
alır. Okyanus adaları ve kıtaların doğu kıyısı lokasyonları yıl boyunca yağış alma eğilimindedirler;
ancak yağışlar yaz maksimumu gösterirler ve en önemlisi de daha çok yaz aylarında meydana gelen ve
hurricane, siklon ya da tayfun olarak bilinen çok şiddetli tropikal fırtınalara sahne olurlar.
Kuşak içinde kalan kıtaların batı kıyılarında kalan lokasyonlarda daha kurak bir kış mevsimi ve daha
yoğun yaz yağışları vardır. Güney ve Doğu Asya’nın muson iklimleri, kış kuraklığının uzadığı ve yazın
nemli sağanak yağışlı özellikleriyle daha ekstrem durumlar gösterirler. Muson iklimleri şiddetli siklon
fırtınalarının da tehdidi altındadırlar. Bu bölgede yer alan tipik turizm merkezi Jamaika’dır. Bu Karayip
adasının doğu kıyısı tipi bir tropikal iklimi vardır. Başkent Kingston’da yağış yıllık ortalama 870 mm
dolayındadır (tropikal iklime göre düşük kalan bir değer).
Jamaika’da en nemli aylar mayıs-ekim arasıdır. Buna rağmen, ziyaretçilerin çoğu temmuz ve ağustos
yaz aylarında gelirler. Nemli mevsimin geri kalan zamanlarında (mayıs/haziran ve eylül/ekim)
Jamaika’da turist sayısı son derece düşüktür. Kış ziyareti içinse ocak-nisan arası tercih edilir.
Jamaika’da turizm gelişim düzeyi, 1988 Eylül’ünde Hurricane Gilbertın Jamaika’yı vurmasından sonra,
yakın zamanlara kadar, oldukça düşük kalmıştır. Saatte 170 km hızla gelen kasırga, Karayipleri geçerek
Yucatan Yarımadası’na varıncaya kadar 500 can almış ve milyarlarca $’lık hasara yol açmıştı. Hugo
kasırgasının da 1989’da yaklaşık aynı güzergâhı izlemesi ama daha çok Monserrat, Guadalup, Virjin
Adaları ve Porto Riko’da San Juan’a zarar vermesi de olumsuz etkinin sürmesine yol açmıştı.
Jamaika, kasırga tehlikesini sürekli hesaba katarak turizm tatil yerlerini yeniden inşa etmiştir. Kasırga
mevsimi temmuz-ekim arasıdır ama çok büyük olasılıkla turizm sezonuna denk gelecek şekilde,
ağustos ve eylülde vuku bulmaktadır.
Aynı iklim kuşağı içindeki Avustralya’nın Darwin şehri de, Karayipler’deki kadar çok sık vuku bulmasa
da, kasırganın birkaç kez yerle bir ettiği bir yerleşmedir. Kuzey Toprakları’nın başkenti Darwin’de
turizm mevsimliktir ve daha çok Kuzey Toprakları’nda kıyıdan içerideki Ulusal Parklara yapılan
turlardan oluşmaktadır.
Kasım-nisan arasında (Güney Yarımküre yazı) meydana gelen yaz yağışları çok yoğundur ve yolları
kapattığı için turistlerin yolculuklarını olanaksızlaştırır. Darwin’den içerilere yapılacak safarilerin ve
diğer yolculukların çoğu, bu nedenle, mayıs-ekim arasında düzenlenir. Bu aylarda hava koşulları sıcak
ve kurak olduğundan, rahatlık bakımından çok uygun değilse de, nispî nem oranının düşük olması her
tür faaliyeti ve macera tatillerini kolaylaştırmaktadır. 1974’de Tracy Siklonunun yerle bir ettiği şehir
tümüyle yeniden inşa edilmiştir. Darwin’in tropikal iklimi muson tipine yakınlık göstermekte; ancak,
Hindistan Yarımadası’nda olduğu gibi, Kuzey Yarıküredeki kadar ekstrem özellikler taşımamaktadır.
24
Cihan Altun
2.2.1.3.Tropikal İklimin Diğer Tipleri
Tropikal iklim kuşağı içinde kalan kıtaların batı kenarlarındaki özellikler bunlardan birisidir. Örneğin
Batı Afrika kıyısındaki Banjul (Gambiya) ve Meksika’nın batı kıyısındaki Acapulco birçok benzer iklim
özellikleri taşımaktadırlar. Yağışlar yazın daha çok düşmekte (musonlardaki kadar yoğun olmadan);
hiç bir bölge siklonlara maruz kalmamakta ve kurak kış mevsimi kışın güneş, deniz ve kum tatili
arayanlar için idealdir. Bununla birlikte, 116 yıl aradan sonra 1997’de Meksika’nın bu kesimi ilk kez
karla tanışmıştı. Bir başka sıcak kuşak örneği de denizsel (okyanus) tropikal iklimdir. Hawaii ve Cook
Adaları gibi Pasifik adaları topografyaya ve mutlak lokasyonlarına bağlı olarak değişik miktarlarda
yağış alırlar. Tüm yıl boyunca yağış almalarına ve oldukça yüksek nem oranına rağmen, bu adalar
daha gevşek, rahat “deniz-güneş-kum” tatillerine uygun düşmektedirler. Denizden esen rüzgârlar
iklimi daha rahat yaşanabilir kılsa da, bu adalarda turizmin gelişmesi, genelde izole durumda oldukları
için, daha çok erişilebilirliğe bağlı durumdadır.
2.2.1.4.Sıcak Çöller
Ortalama sıcaklığın 33 C’nin üzerinde olduğu, günlük maksimumun 37 C’nin üzerine çıktığı bu
bölgelerde sürekli güneş ışığı vardır. Güneşten korunmak için bir miktar giyinme gerekiyorsa da, bu
gevşek ve hafif olmalıdır. Sıcak çöller aslında hiç yağış almayan yerlerdir. Kışlar yaz ayları kadar sıcak
değildir ama tüm mevsimlerde gece-gündüz farkı çoktur. Geceler kış aylarında donmaya yol açacak
kadar soğur; gündüzleriyse sıcaklık hızla yükselir. Yaz aylarında gölgede 45 C maksimum sıcaklık
kaydedilir. Nispî nem oldukça düşüktür (yüzde 30, hatta daha az) ve kuru sıcağın verdiği rahatsızlığı
sık sık esen güçlü rüzgâr daha da arttırır. Sıcak çöllerde turizm iki açıdan sınırlanır: Yazın gündüz
sıcaklıkları çok yüksektir, kışın da gece sıcaklıkları rahatsızlık verecek kadar çok düşer. Her zaman için
su kaybı, gözlerde ve burunda rahatsızlıklara yol açarak bir tehlike oluşturur; sık Aralıklarla likit
alınmadığı taktirde de gerçek bir tehlikeye dönüşür. Bununla birlikte, turizm çöl koşullarında da
mümkündür; örneğin, Nil Vadisi’ndeki eski Mısır sit alanlarına, en sıcak dönemden kaçınılarak
(Aswan’da haziran-ağustos arası ortalama sıcaklık 33 C’ye çıkar) gemi yolculukları ve turlar
düzenlenmektedir.
2.2.1.5.Kurak Kuşaklar
Sıcak çöllerin kenarlarında da sıcak bölgeler yer almaktaysa da, buralarda yıllık yağış 250 mm
dolayında meydana gelebilmektedir. Bunlara iyi bir örnek Avustralya’nın ortasındaki, toprakların
renginden dolayı “kızıl merkez” denilen alanda yer alan Alice Springs’dir. Avustralya’nın ünlü
simgeleri Ayers Rock (ULURU) ve Olgalar Ulusal Parklarına yakınlığı, Alice Springs’in turizmde
gelişmesine yol açmıştır. Alice Springs’de aylık sıcaklık ortalaması 28 C’nin üzerine çıkmaz ama
günlük sıcaklık değişimleri çok fazladır. Bu da turistlerin güvenliği bakımından sorunlar yaratır.
Örneğin Ayers Kayacına tırmanma, sıcak çarpmasından kaçınmak için, havanın nispeten serin olduğu
sabahları yapılmalıdır. Yakın yıllara kadar Ayers Kayacına tırmanma sırasında 27 kişinin sıcak
çarpması, sıcaktan dolayı kalp krizi ve düşmelerden dolayı öldüğü belirlenmiştir. Safari ya da daha
fazla enerji harcanan geziler dışında (bunlar nisan-eylül arasında yapılır) yıl boyunca, klimalı araçlarla
turlar düzenlenir. Yağış turistleri ender olarak rahatsız ederse de, kurak bölgelerde arasıra gelen
yağışlar tehlikeli olabilmektedir. Hiç yağışın olmadığı birkaç yıllık dönemden sonra ani ve kısa süreli
sağanak yağışlar geniş alanlarda su baskınlarına ve yolların zarar görmesine yol açar. 1988’de
Paskalya tatili döneminde Alice Springs’de böyle bir durum meydana gelmiş ve turistler otellerin
damlarından helikopterlerle kurtarılmıştı.
25
Cihan Altun
2.2.2. Ilıman Orta İklim Kuşağı
Bu kuşaktaki iklim koşulları turizm için insanın rahatlığı ve faaliyetin yıl boyunca sürdürülebilirliği
bakımından en uygun olanlardır. Ortalama aylık sıcaklıklar kışın 10 C ile yazın 25 C arasında değişirse
de, yazın günlük maksimum 30 C’yi sık sık geçer.
Nispî nem genellikle faal tatilleri sürdürebilecek kadar düşük olmakla birlikte, maksimum sıcaklıkların
yüksekliği gün ortasında bir dinlenme (siesta) arası vermeyi gerektirir. Kışlar yazlardan daha serinse
de, hiç bir zaman çok soğuk değildir (kış ortalaması 60C’nin altına düşmez). Bu tür iklimler 25-40
kuzey ve 25-40 güney enlemleri arasında meydana gelirler. Ilıman orta kuşak iklimlerinin özellikleri
lokasyonlara göre değişir. Kıtaların batı kıyılarında sıcak, kurak yazları ve kış yağışlarıyla klâsik Akdeniz
iklimi görülürken, kıtaların doğu kenarlarında yıl boyunca kıyılardan esen yağış yüklü rüzgârlarla
karşılaşılır ve yıl boyunca yağışın daha düzenli dağıldığı daha nemli bir iklim özelliği vardır.
2.2.2.1.Akdeniz İklimi
Bu iklimin dünyada görüldüğü yerler arasında en geniş olanı Akdeniz havzasıdır ve burayı çevreleyen
kara kitlelerinin etkisi iklimin ekstrem özelliklerini vurgulamaktadır: Yaz aylarında sıcaklık dünyanın
diğer Akdeniz iklim bölgelerindekinden çok daha fazla yükselmekte ve kış aylarında da (Akdeniz’in
kuzey kesimlerinde) gece sıcaklıkları arada sırada donma meydana gelecek kadar düşebilmektedir.
Benzer şekilde, Akdeniz Havzası’nın orta kesimlerinde yaz kuraklığı, yine dünyanın diğer Akdeniz iklim
bölgelerindekinden çok daha uzun olabilmektedir. Bu farklılıklar özellikle yazın güneş tatilleri
bakımından bölgeyi turizme daha uygun kılmaktadır. Akdeniz iklimi için turizm açısından önem
taşıyan birçok yer örnek verilebilir. Ancak biz Antalya’yı alırsak, Antalya, Akdeniz Havzası’nın
sıcaklıkların batıdan doğuya doğru gittikçe daha arttığı doğu kesimine yakın yer almaktadır. Temmuz
ve ağustosta, turizm sezonunun zirve aylarında, sıcaklık 28.1 C’ye varır ama maksimum 44 C’ı
aşabilmektedir. Güneş ışığı yıllık toplam süresi 3022 saattir. En güneşli aydaki toplam süre 377 saattir
(kıyaslamak gerekirse, Londra’da 203 saat).
Nispî nem oldukça düşük olduğundan (temmuz-ağustos zirve aylarında yüzde 58-59) nemli tropikal
bölgelere göre daha katlanılabilir bir ortam bulunmaktadır. Bu nedenle de güneş-deniz-kum paket
tatilleri gelişmiştir. Yakın sayılabilecek dönemde, özellikle de Güney Antalya Turizm Projesi
kapsamında hızlanan konaklama tesisleri yapımı bölgeyi turizmde en önemli konumlardan birisine
getirmiştir. Akdeniz Havzası dışında, dünyanın diğer yerlerinde Akdeniz ikliminin biraz değişikliklerle
var olduğu alanlarda da turizm açısından çekicilik olduğu gözlenir. Örneğin Sydney (Avustralya)
Akdeniz’e çok benzeyen, biraz daha serin ama daha nemli ve yağışın yıl boyunca daha düzenli dağılım
gösterdiği yerlerdendir. Dünyanın önemli turizm merkezlerinden birisi olan Florida ise daha çok
ılıman iklimle tropikal iklim arasında bir geçiş kuşağı gibi görünür ama genelde ılıman iklim tipleri
arasında kabul edilmektedir. Ancak güney ucuna doğru tropikal iklim özellikleri egemendir; merkezi
olan Miami’nin maksimum sıcaklık değerleri ise tropikal bölgelerinkine daha çok yaklaşmaktadır. Tüm
yıl boyunca turizme çok uygun olan Florida’nın önemli bir özelliği –onu Akdeniz Havzası’ndan ayıranturizmde zirvenin kış aylarında meydana gelmesidir (A.B.D.’nin kuzeyinden kışı geçirmeye gelenler
nedeniyle); yabancı turistler ise nisan-ağustos arasındaki aylarda gelirler. Kış aylarında ortalama
sıcaklık 20.5 C ve yağış aylık 50 mm’nin altındadır. Yaz aylarında yüksek yağış miktarı ve nemliliğe
rağmen, Miami (ve bütünüyle Florida) mevsimsiz bir turizm destinasyonudur.
26
Cihan Altun
2.2.3. Serin Orta İklimler
Daha çok Batı Avrupa ile özdeşleşmiş iklim tipleridir. Aylık ortalama sıcaklıklar kış ortasında 00C’den
yaz ortasında 160C’ye kadar değişir ve yalnızca yaz aylarını daha pasif turizm faaliyetlerine uygun
kılar. Dünyanın turist gönderen en önemli ülkeleri bu klimatik kuşakta yer alırlar ve buralardan çıkan
turistler, kendi içinde bulundukları iklimin tersine, daha rahat, daha sıcak iklimleri ararlar.
Bu bölgeyi kapsayan iklimler kesinlikle soğuk geçen bir kış mevsimine sahiptir ve yağış bütün yıl
boyunca meydana gelir. Batıda kalan kıyı kesimlerinde yağışlar kışın zirveye varır; yıllık sıcaklık
aralıkları oldukça düşüktür.
Bu iklimler aynı zamanda da ani sıcaklık değişiklikleri ve bulutluluktaki değişkenlikle de kendilerini
belli ederler. Yağış düzeyi ve bulutluluk en batıda kalan kesimlerde en fazladır; içerilerde azalır.
Oturmuş bir sıcak havadan yaz ayları boyunca söz edilebilmekle birlikte, bunun zamanı önceden
belirli bir kesinlikle tahmin edilemez.
Turistler ise, tatillerini planlarken ve rezervasyon yaparken, bekledikleri hava koşulları bakımından
belirli bir garanti isterler ve bu yüzden de önceden tahmin edilen, güneşli, sıcak Akdeniz ülkelerininki
gibi iklimleri tercih ederler. Serin orta iklim bölgelerinin iç kesimlerinde ise sıcaklık farkları çok
yüksektir (300C’ye kadar çıkabilir).
Bu iklimin hiç bir varyasyonu, temmuz ve ağustos zirve ayları dışında, iklim bakımından (başka
bakımlardan uygun olabilir) turizme elverişli değildir. Bu iklim kuşağı turist çekenden çok turist
gönderen önemli alanları içine alır. Eski kıyı turizm merkezleri ise, dünyanın diğer yerlerinde daha
çekici iklimlerde yer alan ve sayıları gittikçe artan tatil merkezleriyle rekabette zorlandıkları için
ziyaretçi kaybı yaşamakta ve daha kısa süreli rekreasyon ziyaretlerine uğramaktadırlar.
2.2.4. Soğuk İklimler: Maksimum Giyinme Kuşağı
Bu kuşakta ortalama sıcaklık, yılın en az yarısında, 6 C’nin altındadır. Kış günleri çok kısa, yaz günleri
ise çok uzundur. Yazlar (Haziran-Ağustos) kısa ve serin geçerken, mevsim aniden yazdan kışa geçer.
Bu tür alanlar manzara ve doğayla ilgili faaliyetlere meraklı olanlar için uygun olabilir; fakat yine de
tatil sezonu son derece kısadır. Bu kuşağın kıtasal iç kesimlerinde iklim koşulları daha da ekstremdir;
kış soğuğu daha şiddetli (donma noktasının altında, -30C) meydana gelirken, yazın sıcaklık 19C’ye
kadar çıkabilmektedir.
2.2.4.1. Arktik ve Polar İklimler
Daima soğuk olan bu iklim kuşağında ortalama 6C sıcaklık bile yalnızca üç ay vuku bulmakta ve diğer
zamanlar son derece soğuk iklim koşulları yaşanmaktadır. Tundra kesimlerinde kar örtüsünün
bulunmadığı kısa bir zaman dilimi yaşanmakta; fakat daha kuzeyde süreklilik kazanmaktadır.
Kuzey Kutbu bölgesine gelecekte özel turizm türleri geliştirilebilecektir; Güney Kutbu’na ise bazı turlar
zaten düzenlenmektedir. Ancak potansiyel sınırlıdır ve çevreciler de zaten bu alanların zarar
görmesine karşıdırlar.
27
Cihan Altun
2.2.4.2. Dağ İklimleri
Dağlık bölgeler genelde yer aldıkları bölgenin klimatik rejimine tabidirler: Kurak bölgelerde yer alan
dağlar kurak olurken, tropikal kuşaktakiler yerel mevsimlik kalıba uygun olarak yağış alırlar. Bununla
birlikte, yükselti dağlardaki iklimi etkiler; bu da başlıca üç yönden olur:
(1)Sıcaklık üzerinde yükseltinin etkisi: Deniz seviyesinden yükseldikçe
sıcaklık düşer;
Örneğin Alplerde kuzeye bakan yamaçlarda her 100 metrede 0.75C azalma olur.
Zirvedeki gerçek sıcaklık ise iki değişkene bağlıdır: Dağın yüksekliği ve dağın alt kesimindeki hava
sıcaklığı (enlem tarafından belirlenir). Böylece, Ekvator’da 5500 m’nin üzerinde kalan yerler yıl
boyunca karla kaplı olacak kadar soğuktur. Ekvator’dan daha serin iklimlere doğru uzaklaşıldıkça “kar
hattı” da daha aşağılara inecektir.
(2) Hava basıncı üzerinde yükseltinin etkisi: Yükselti arttıkça hava daha hafifler; örneğin 5500 m’de
hava basıncı deniz seviyesindekinin yarısı kadardır ve böyle bir ortamda da daha az oksijen bulunur.
Bu yüzden de 2500-3000 m’de insanlar nefes almada zorluk çekerler ve “dağ hastalığı” diye bilinen,
enerji gerektiren hiçbir hareketin yapılamadığı letarjik duruma gelirler.
Birçok kayak merkezi de bu yükseltilerde yer almışlardır; örneğin 3750 m’de yer alan Colorado’daki
Aspen ve 3300 m’deki Veil ile diğer kış sporları merkezlerine gelen 18 milyon ziyaretçinin yüzde 25’i
dağ hastalığı (uyuma güçlüğü, su kaybı, baş ağrısı, mide bulantısı, kusma vb. gibi belirtilerle kendini
gösterip, bazen felç ve ender olarak da ölüme yol açabilir) çekmektedirler.
(3) Yağış üzerine yükseltinin etkisi: Dağlar genelde etraflarındaki düz alanlardan daha çok yağış alır.
Bunun nedeni havanın yamaçlar boyunca yükselirken serinlemesi, havadaki nemin yağış meydana
getirmek üzere yoğunlaşmasıdır.
Özet olarak, dağlar genelde daha serin, daha nemlidir ve yüksek kesimlerde çevredeki düzlüklerden
daha az rahattır. Bununla birlikte, birçok dağlık bölge önemli turizm destinasyonları halindedirler.
Birincisi, sıcak, nemli, ekvatoral ve tropikal iklimlerde dağlar serinlikleriyle bir çekicilik oluştururlar.
İkincisi, dağlardaki manzaralar, uygun olmayan hava koşullarında bile, turistlere çekici gelir.
Gerçekten de, Alplerdeki birçok turizm merkezinde yaz ziyaretçilerinin sayısı, dağlar en nemli
dönemlerinde oldukları halde, kış ziyaretçilerininkini aşar.
Son olarak, dağlar kış sporları için geliştirilebilirler. Kayak sporu özel iklim koşulları gerektirir: iyi bir
kar kalitesi (kuru ve gevşek), bol güneş ışığı, az rüzgâr, yeterli uzunlukta bir kış mevsimi (en az 120
gün) ve kayakla ilgili temel yatırımları (liftler, towlar, oteller vb.) ekonomik açıdan haklı kılacak bir kar
örtüsü. Ek olarak da, planlanan tatil merkezinin, insanların dağ rahatsızlıklarını hissetmeyecekleri bir
yükseltide inşa edilmesi gerekir. Yükseltinin, örneğin 2000 m’nin üzeri gibi fazla olduğu yerlerde kar
yağışı yalnızca bol değil, aynı zamanda da sıcaklık düşük olduğundan daha uzun süre yerde kalır.
Bu özellikler en çok Avrupa’da Alplerde gözlenir. Burada kar sonbaharda ve kış başında düşer; ancak,
daha sonra yüksek basınç dağ sıralarına çok soğuk, güneşli ve oturmuş bir havayı uzun süre kalmak
üzere getirir. Çok soğuk olsa da, açık hava güneş ışınlarının yoğunluğundan çok az kaybederek etkili
olmasını sağlar ve ziyaretçiler için hoş bir ortam oluşur.
28
Cihan Altun
Dağlık bölgelerdeki kayak koşullarında yerel olarak büyük değişkenlikler olabilmektedir: Karın miktarı
ve kalitesi ile yerde kalma süresinin uzunluğu yamaçtan yamaca değişecektir. Benzer şekilde, bir
vadinin bir kesimi, yerel hava dolaşımına bağlı olarak diğerinden daha fazla rüzgâr alabilir. Bu
nedenle, dağlarda kurulacak turizm merkezlerinde tüm bu faktörlerin göz önüne alınması gerekir.
Bununla birlikte, teknolojinin gelişmesiyle kayak merkezlerinde “kayak makineleri” yardımıyla +4º
derece sıcaklıkta bile kar yağdırmak mümkün olmakta, kış turizm sezonunu açmak için ilk kar yağışını
beklemek artık pek gerekmemektedir. “Kar topları” olarak anılan bu makineler pistleri her an
kayılabilir durumda tutabilmektedir. Zaman zaman doğan kar sıkıntısı nedeniyle Türkiye’de de Uludağ
gibi kış sporları merkezlerinde bu uygulamaya gidilmektedir. Yine de bunların ancak yerel ölçekte,
küçük alanlarda gerçekleştirilebilen ve sıcaklığın belirli bir dereceye kadar düşmesini de gerektiren
önlemler olduğu, dağlardaki geniş alanlar için ise işlerlikleri bulunmadığını belirtmek gerekir.
Fransız Service d’Etude de l’Amenagement de la Montagne’ye (Dağcılık hizmet birimi) göre en ideal
kayak alanı, pist çeşitliliğine olanak sağlayan bir sirk vadisidir. Böylece, kayak pistleri konaklama ve
diğer kolaylıkların bulunduğu merkezde birleşecekler, bu da kayakçıların kayak alanının her tarafına
hemen erişebilmelerini sağlayacaktır. Vadilerdeki pistlere ise büyük yerleşme merkezlerinden
ulaşmak daha kolaydır; çünkü sirkler yüksek maliyetli yol yapımı gerektirmekte ve bu maliyet de
ancak büyük bir pazar söz konusu olduğunda göze alınabilmektedir.
Kayak pistleri için yamaç eğimleri de önemlidir. Yeni başlayanlar için 15 dereceden az, orta
derecedekiler için 15-25 derece ve iyi bilenler için de 25 dereceden yüksek eğimler uygun olmaktadır.
Bunların dikey uzunlukları da tercihleri belirler; örneğin A.B.D.’nin kuzeydoğusunda 500 m, Batı
Avrupa ülkelerinde de 1000-1200 m’dir.
2.3. KIYIYLA BAĞLANTILI KAYNAKLAR VE DENİZ
Dünya nüfusunun büyük kısmı için tatil demek deniz kıyısına gitmek demektir. Hem iç hem de dış
turizmde geleneksel olarak en popüler yerler kıyılar, en popüler tatil şekli de “güneş-deniz-kum”
paket tatilleridir. Bu yüzden, iklimden sonra turizm için en önemli coğrafi kaynakları kıyının yapısı ve
kalitesi oluştururken, plajlar da başarılı ve eğlenceli bir tatil geçirmede en önemli rolü oynarlar.
Turist, ilk ve her şeyden önce yüzmeye ve güneş banyosu yapmaya uygun temiz, kumsalı olan bir plaj
arar. Tehlikeli olabilecek dalgaların, gelgit olayının olmaması da istenir.
Birdenbire derinleşen bir deniz de boğulma olaylarını arttırdığı için, tehlikeli sayılır. Buna karşılık, düz
(80’den az bir eğim), en az 75 m uzunluk ve 15 m genişlikte bir plaj ideal sayılmakta ve çok sayıda
tatilciyi birden konaklatabilmektedir. Ayrıca, plajın gerisinde gölgelik ve tercihen ağaçlık bir kuşak
bulunması, insan gürültüsünden uzak, doğal rahatsız edicilerden (zehirli böcekler, sivrisinekler,
yılanlar vb.) arınmış olması gerekir. Turist ya da turizm acentesi açısından plaj ya da denize
erişebilirlik hayati bir önem de taşır. Olabildiğince plaja yakın, otel yapımına uygun düz arazinin
çekiciliği büyüktür. Kıyının uzun dönemli istikrarı da bu tür yatırımlar açısından önemlidir; dalga
erozyonu olasılığı arazinin ve yatırımın değerini belirleyecektir.
Denize dayalı sörf, dalma, yelkenli tekne kullanma ve benzeri gibi özelleşmiş su sporları, buna ek ya
da tamamen tersi özellikler gerektirebilirler. Örneğin sörfe en uygun plajlar kumsala doğru yavaş
yavaş ilerleyen, düzenli ve oldukça büyük dalgalara ihtiyaç gösterir.
29
Cihan Altun
Küçük yelkenli tekneler, deneyimsiz kullanıcıların da kendilerini güvende hissedebilecekleri korunmalı
sakin bir deniz gerektirirler. Deneyimli yatçılar diğer bazı tekne meraklıları gibi yanaşabilecekleri
kolaylıkların bulunmasını ya da demir atacakları derin denizleri ararlar.
Dalma meraklıları temiz, deniz canlılarının bol olduğu suların peşindedirler. Meraklılar, bu nitelikleri
herhangi bir yerde bulmaktan hoşlanmakla birlikte, ideal konum mükemmel bir tatil için en iyi yüzme
ve güneş banyosu yapılabilecek plajlar boyunca uzanan kıyılar olmaktadır. Görüldüğü gibi, kıyı ve
plajın fiziksel özellikleri turizm açısından yaşamsaldır. Bu özellikler şöyle sıralanabilir:
2.3.1. Plajın Yapısı
Kıyılar açısından bu en önemli niteliktir. Kumsal bir plaj en çekicisi olurken, bataklık ya da kumsalı
olmayan bir plajın turizm açısından kullanımı çok düşük düzeydedir. Plajın kumsal yapısının meydana
gelebilmesi için doğal olarak kayacın da önemi vardır.
Yumuşak kumtaşı rüzgâr ve dalganın etkisiyle kolayca kırılabilerek plaj için kum yaratabilirken,
kireçtaşı (kalker) da, tersine, arkasında yuvarlak nodüller bırakarak eriyip denize gidecektir.
Hırvatistan’ın Dalmaçya kıyılarındaki daha saf kireçtaşları ne kum ne de çakıl üretir; bu yüzden de kıyı,
esas olarak, çıplak kayalardan oluşur.
Bununla birlikte, olaya dünya ölçeğinde bakıldığında, kumlu, nemli toprak ve çakıllı plajların bölgesel
bir kalıp oluşturdukları görülür. Taşlı yapıdaki plajlara daha çok yüksek enlemlerde rastlanır ve bunlar,
esas olarak, son on bin yıldan fazla zamandır ya da halen mevcut buzullarla bağlantılıdır.
Nemli topraklar ya da bataklık kıyılar daha çok Ekvator’a yakın yer alırlar. Sıcak, nemli ekvatoral
iklimin mevcut kayaların hızla kimyasal ayrışmasına izin vermesi, hızla bataklık koşullarının oluşmasına
yol açar. Ekvatoral bölgedeki büyük akarsular da (örneğin Amazon ve Kongo gibi) bu duruma büyük
katkıda bulunurlar. Her ne kadar bu tür iklimlerin bulunduğu kıyılar turistler için çok çekici olmasa da,
sıcak iklim kuşağında da turistler için çekici bazı plajlar bulunmaktadır –mercan kıyıları gibi.
Tropiklerde sıcak suların temiz ve sığ olduğu yerlerde mercanlar bol miktarda gelişebilir ve deniz
tarafından belirli yerlere yığılarak çok çekici kıyılar meydana getirirler; tropikal mercan adaların beyaz
kıyıları bunun tipik örneğidir.
Avustralya’nın Queensland kıyısı açıklarındaki Büyük Set Resifi dünyanın en görkemli canlı mercan
alanıdır (ikincisi de Karayiplerde Belize kıyılarında); bu yüzden mercanlar, balıklar, süngerler ve başka
deniz canlılarını izlemeye, dalış yapmaya gelen turistlere bu olanakları bol bol sunar.
Kumsal kıyılara en çok 200-400 Kuzey ve Güney enlemleri arasında rastlanır. Bu kuşak ise yaklaşık
olarak turizme en uygun iklim tiplerinin (tropikal ve orta kuşak iklimler) bulunduğu kesime denk
düşmektedir.
Dünyanın bu kesiminde dalga ve akıntıların özellikleri de kıyıda kumların yığılma eğilimini arttırır.
Bununla birlikte, nemliliğin kayacın kimyasal çözümüne izin vermeyecek kadar çok düşük olduğu yarı
kurak ve çöl alanların bazı kıyı kesimlerinde çakıl taşlı plajlar oluşabilir.
30
Cihan Altun
2.3.2.Dalgalar
Turistlerin yaz aylarında güvenli ve zevkli bir tatil geçirmeleri için dalga büyüklüğü ve yapısı da önem
taşır. Gelgit ve akıntılarla birlikte dalgalar plaj ve kıyı oluşturacak ya da bunları aşındıracak süreçleri
belirlemede rol oynarlar. Bununla birlikte, bu süreçleri kontrol eden faktörün yine iklim olduğunun
altını çizmek gerekir; çünkü dalgaların kendisi de deniz yüzeyindeki rüzgâr hareketi tarafından
yaratılırlar.
Bazı iklim tiplerinde rüzgâr diğerlerinden daha fazladır; daha rüzgârlı alanların bazıları ise 40-60
enlemleri arasındaki serin iklim bölgelerinde yer alırlar. Bu enlemler de büyük fırtınaların meydana
geldiği kuşaktır. Sık sık meydana gelen fırtınalar ve rüzgârlar kıyılarda tahribat ve erozyon yaratacak
şekilde büyük bir gürültüyle düşen büyük enerji yüklü dalgalar yaratırlar.
Fırtına dalgaları denilen bu dalgalar falezler, mağaralar ve benzeri gibi dramatik kıyı şekillerini
meydana getirirler. Erozyon da plajları yaratacak ve düzeltecek şekilde kumları alır götürür. Fırtına
dalgaları kısa, dik ve hızlıdır; birinci dalga devrini tamamlamadan ikincisi kırılarak bunu izler.
Bu da sörf alanı içinde yüzmeyi zorlaştırır ve hatta tehlikeli hale getirir. Kış aylarında dalgalar 7 m’nin
üzerine çıkabildikleri için en yüksek su seviyesine kadar olan bina ve diğer yapılara büyük zarar
verebilirler. Yaz aylarında ise hava koşulları genelde daha sakindir ve yüzme ya da başka kıyı
sporlarına uygun koşullar oluşur.
Siklon denilen şiddetli fırtınalar da, Karayipler’deki hurricaneler gibi, tropikal kuşakta meydana gelir.
Bunlar daha yüksek enlemdekilerden daha fazla zarara yol açmakla birlikte, fazla sık meydana
gelmezler ve daha lokalize olurlar.
Orta enlemlerde ise şiddetli rüzgârların yarattığı dalgalar okyanuslar üzerinde, havuza atılan bir taş
gibi dışarı doğru yayılarak dünyanın daha az rüzgârlı iklimlerine doğru sokulurlar. Bu yayılma,
rüzgârların esas doğduğu yerlerden binlerce kilometre uzaklıktaki kıyılarda kırılan dalgalar meydana
getirir.
Bu çalkantı da, alçak enlemlerde (00-400) çevrede, hiç rüzgâr bulunmadığı zamanlarda bile kıyılarda
dalgalara yol açar. Güney Pasifik’te devamlı şiddetli esen batı rüzgârları güney Pasifik’teki merkezden
dışarı doğru yayılarak dev dalgalar yaratırlar. İşte bu dalgalar sörf sporunun en iyi koşullarıdır.
En popüler sörf plajları kıyıyla dalgaların buluştuğu yerler olan Kaliforniya, Hawaii, Güney Afrika ve
Avustralya’nın doğu kıyılarıdır. Ancak, en önemli gelişme alanları Avustralya’nın doğu kıyısında
Sydney’deki Bondi Beach ve Brisbane’in güneyinde Gold Coast adını taşıyan 40 km uzunluğunda bir
kıyı şerididir; Gold Coast’un merkezi kesimindeki kıyı Sörfçüler Cenneti (Surfer’s Paradies) adını
taşımaktadır.
Biraz önce de belirtilen, dünyanın 20-40 enlemleri arasında yer alan kıyıları ise deniz kıyısı turizmine
en uygun faktörlerin bir araya toplandığı kıyılar olarak ortaya çıkar.
En iyi iklimler, bol kum ve bu kumu dünyanın en büyük kumsallarını yaratmak üzere kıyılarda
biriktiren düzenli ve yumuşak dalgalar burada yer alırlar. Sert kayaçlar ve falezlere daha az rastlanır.
31
Cihan Altun
2.3.3. Gelgit
Denizlerdeki su kütleleri üzerinde ayın çekim etkisi sonucu meydana gelen gelgit sırasında, su
seviyesinin en yüksek ve en alçak olduğu zamanlardaki fark dünyanın çeşitli yerlerinde değişik
olmaktadır. Okyanuslarda genellikle 2 m kadar olan bu fark, kıyı çizgisinin kıta içine fazla girdiği
yerlerde çok daha artar. Örneğin İngiltere’de Avon nehri ağzında ilkbaharda 16.3 m’ye kadar çıkar.
Turizm açısından gelgitin önemi, en yüksek ve en düşük seviyeler arasındaki farkın plajın genişliğini de
belirlemesidir -fark ne kadar büyükse plaj da o kadar geniş olur.
Denizin aşındırıcı gücü gelgit sınırları içinde daha geniş bir alana yayılır ve deniz geniş, çok yumuşak
bir eğimi olan bir plaj platformu meydana getirir. Bu durum, plajda daha geniş bir mekân elde
edilebilmesi yüzünden, her ne kadar turizm için ilk bakışta bir avantaj gibi görünse de, diğer yandan
da denizin en düşük seviyesinde kıyıdan çok fazla geri çekilmesi ve turistlerin denize erişmek için çok
uzun bir mesafe yürümek zorunda kalmaları sonucunu doğurur. Ayrıca, denize erişildiğinde de
yüzmek için oldukça sığ kalması da söz konusudur.
Gelgitin etkili olduğu alanlarda bir sorun da denizin yükselmesinin hızla ve beklenmedik bir zamanda
turistleri yakalayabilmesidir. Hızla yükselerek sonra geri çekilen sular çoğu kez tehlikeli gelgit
akıntılarıyla bağlantılıdır. Bunlar bazı kıyı kesimlerinde daha da etkili olarak yalnızca yüzme için değil,
tekneler için bile tehlike yaratmaktadır. Gelgitin bir yararı sahili temizlemesi, çöpleri alıp
götürmesidir. Akdeniz gibi çok düşük bir gelgit olayının yaşandığı kapalı denizlerde bu temizliğin
insanlar tarafından yapılması gerekmektedir.
2.3.4. Kapalı Denizler
Dünyanın kapalı denizleri “korunmalı denizler” olarak kabul edilirler. Bunlar okyanuslara bağlantısı
olan fakat büyük kara kütleleriyle (örneğin Akdeniz gibi) ya da bir adalar grubuyla (Meksika Körfezi
gibi) bunlardan ayrılmış su kütleleridir. Bunlar, okyanuslara göre oldukça küçük kaldıkları için ayın
etkisinin -gelgit- daha az olduğu denizlerdir. Bu denizler, ayrıca, büyük dalgaların etkisinden de
uzaktırlar ve ancak kış aylarında küçük çaplı dalgalar söz konusudur.
Bu durum yalnızca yerel hava koşullarının geçici olarak yarattığı daha büyük dalga olaylarıyla bozulur.
Aşındırıcı gücü olmayan dalgaların bulunduğu, güvenli, kumsalı olan plajlara –yani mükemmel bir
turist ortamına- bu denizlerin kenarlarında sık rastlanır.
Kapalı denizler korunmalı yapılarından dolaylı kazançlı çıkıyorlarsa da, biraz önce de belirtilen,
sirkülasyonun daha az olması ve suyun okyanuslara kolayca karışamaması nedeniyle kirlenme daha
kolaylıkla meydana gelir ve bazı lokasyonlarda kirlilik daha da çok toplanma eğilimine girer. Bu,
özellikle Akdeniz için önemli bir sorundur. 1980’lerin sonlarında kuzey Adriyatik kıyılarındaki tatil
merkezleri kirlilikten büyük zarar görmüşlerdi.
Bir plaj ne kadar çekici olursa olsun, erişilebilirliği sağlanmadıkça ve gerisinde turizm kolaylıklarının
alabileceği arazi bulunmadıkça gelişmesi güç olacaktır. Bu da plajın arazi şekillerine göre konumuna
bağlıdır. Her şeyden önce alan yeterli genişlikte olmalıdır; plajın gerisinde gölgelik-ağaçlık bir
koruyucu alan olması en arzu edilenidir.
32
Cihan Altun
2.4. MANZARA VE DOĞAL YAŞAM KAYNAKLARI
Daha çok kırsal alanlarla özdeşleşen bu kaynakları ziyaret etmek isteyenler, kıyı turizmine
yönelenlerden daha karmaşık ve çeşitli güdülerle hareket ederler. Bunların başında da “dünyanın
doğal harikaları”nı görmek arzusu gelir. Doğanın muhteşem görüntülerinin yaratıldığı büyük şelaleler,
volkanik özellikler, mağara ve kaya formasyonları gibi jeolojik şekiller bunlar arasında yer alırlar. İkinci
olarak, insanlar kırsal alanları kırsal mekân gerektiren bir rekreasyon faaliyetini sürdürmek için
kullanmak isteyebilirler; yelkenli, kano kullanma, atıcılık, dağa tırmanma, kayak vb. gibi faaliyetler
ancak kırsal alanda gerçekleştirilebilir ve burada, manzaradan çok, kullanılacak kaynağın niteliği ön
plana çıkar. Buna karşılık, ata binme, bisiklet kullanma ve yürüyüş gibi faaliyetler içinse manzara daha
ağır basar. Üçüncü olarak, belirli bir destinasyona varmaktan çok, bir tur halindeki turizm
yolculuklarında bölgenin kırsal manzaralarını ve yerleşmelerini görmek de çekiciliği arttıracaktır.
Dördüncü olarak, şehirsel çevrenin baskısından kurtulup, şehir dışı bir yaşam tarzını denemek de
istenebilir (çiftlik tatilleri gibi). Son olarak da, yalnızca zevk için etrafı seyretmek amacıyla da kırsal
alanda bulunmak istenebilir.
Dünyanın 7 Doğal Harikası
Dünyanın 7 Doğal Harikası olarak günümüzde şunlar kabul edilmektedir:
(1) Tibetlilere göre Chomolungma ve Nepallilere göre de Sagarmatha olan dünyanın en yüksek dağı
EVEREST.
(2) 1919’da Grand Canyon National Park olarak koruma altına alınan BÜYÜK KANYON (Arizona,
A.B.D.).
(3) Yakın jeolojik tarihte önemli bir yeri olan, 1943’de Mexico City’nin 322 km batısında bir mısır
tarlasında patlayarak ortaya çıkan ve dünyaya ilk kez bir volkanın doğuşunu gözleme fırsatını veren
PARICUTIN (bir yıl içinde 335 m’ye yükselmiş, yavaş yavaş akan lavlarıyla iki yıl içinde de Paricutin
kasabasını kaplamıştır).
(4) Rio de Janeiro şehrinin üzerine kurulduğu, tepelerle çevrili RIO DE JANEIRO KÖRFEZİ. Buraya gelen
ilk İspanyol denizciler Guanabara Körfezi’ni gördüklerinde dev bir akarsu sanmışlar ve geldikleri ayın
adını vererek “Ocak Nehri” -Rio de Janeiro- demişler. Günümüzde son derece yapılaştığı halde,
Körfezi çevreleyen tepelerin güzelliği hâlâ geçerliliğini korumaktadır.
(5) Dünyanın en kolay bozulabilecek ve en uzun alan kaplayan doğal özelliği, Avustralya’nın
kuzeydoğu kıyısı boyunca 2,000 km uzantısı olan BÜYÜK SET RESİFİ. Kristal berraklığındaki denizin
dibinde onbinlerce yıldır biriken mercanlar ve bağlantılı başka deniz canlılarının yaşama alanı.
(6) Zambezi Nehri’nin ağır ağır akarken birdenbire bir kayanın üzerinden 100 m aşağıdaki bazalt
havzaya dökülmesiyle meydana gelen VICTORIA ŞELALESİ (ilk kez 1855’de İskoç misyoner David
Livingstone tarafından görülmüştü); yerli dilindeki adıyla "Mosi oa Tunya" (“gürüldeyen duman”).
(7) Gökyüzünü esrarlı şekillerle bezeyen, palet gibi boyayan “AURORA”lar; daha bilinen adlarıyla
kuzey -borealis- ve güney -australis- ışıkları. Geceleri, yerkürenin manyetik alanıyla etkileşime giren
güneş rüzgârlarındaki partiküllerin neden olduğu görüntülerdir; İskandinavya’nın en kuzey
kesimlerinde muhteşem görüntüleriyle çıplak gözle izlenebilirler.
33
Cihan Altun
2.4.1.Coğrafi Mekân Unsurları
1) Araziyi meydana getiren ve biçimlendiren yer şekli ve jeoloji; yer şekli, aynı zamanda, kırsal
turizmin dayandığı birçok özelliğin (mağaralar, tırmanılacak tepeler, kayak için dik yamaçlar vb.)
varlığı ya da yokluğunu da belirler. Coğrafi görünümün bir diğer önemli fiziksel elemanı da bu
görünümü şekillendiren nehir, göl ve iç deniz biçimindeki sudur.
(2) Doğal bitki örtüsü ve bununla bağlantılı hayvanlar. Dünya ölçeğinde bakıldığında, ekvatoral
bölgelerdeki tropikal yağmur ormanlarından başlayıp Afrika savanlarına, kutup bölgelerinin arktik
ekosistemlerine kadar uzanan bir çeşitlilik söz konusudur. Doğal bitki örtüsü ve hayvan yaşamının
(flora ve fauna) dünya iklim kalıplarıyla yakından ilişkili olduğu açıkça ortadadır. İnsanın pek dokunma
olanağı bulamadığı yer şekilleri ve bitki örtüsü halen dünyanın yaban yaşamı bölgeleri ve doğal coğrafi
görünümlerini oluşturmaktadır.
(3) Coğrafi görünümün üçüncü elemanı insanın varlığıdır. Tarım ve ormancılık uygulamalarıyla doğal
bitki örtüsünün büyük kısmı insan tarafından değişime uğratılmış; yollar, binalar, enerji hatları ve
başka insan yapısı yapay unsurlar coğrafi görünüme eklenmiştir.
Bu üç temel coğrafi eleman bazı durumlarda tek başına egemen olabilmektedir. Tropikal yağmur
ormanlarında da bitki örtüsü bütün başka elemanları örter. Bununla birlikte, genelde üç elemanın
birlikte bileşim oluşturduklarına daha sık rastlanır. Hangisinin daha çekici olduğunu ise belirlemek
güçtür; bunu ancak turist ya da ziyaretçinin kendi algıları ve tercihleri yapacaktır.
2.4.1.1.Yer Şekilleri ve Tercihler
Turistlerin coğrafi görünüm bakımından tercihlerinin özellikle nispî rölyefi fazla, arızalı bir yapıya
dayanan manzaradan yana olduğu anlaşılmaktadır. Nispî rölyefi (bir alandaki, örneğin vadi tabanı gibi,
en alçak yerle en yüksek tepe arasındaki fark; mutlak rölyef ise deniz seviyesinden olan yükselti)
yüksek olan bir yerin özelliklerine bir başka boyut olarak su da eklenirse bu çekicilik daha da
artmaktadır.
Örneğin dağların binlerce metreden birdenbire denize indikleri Norveç fiyortları bu tür coğrafi
görünümün klâsik örnekleri arasında sayılmaktadırlar; Colorado nehrinin dümdüz Colorado çölünde
yaklaşık 1.5 km derinliğinde keserek oluşturduğu boğaz olan Büyük Kanyon (Grand Canyon) yüksek
nispî rölyefiyle dünyanın en tanınan görüntülerinden birisidir.
Daha düz alanlar uzun mesafelerde manzara oluşturmadıkları için genelde sıkıcı olarak algılanırlarsa
da, bazı durum ve zamanlarda bu tür yerleri ziyaret etmekten hoşlananların sayısı da artar.
Yer şekilleri açısından, araştırmalara göre, en çok tercih edilenler dağlardır -yükseklik ne kadar
fazlaysa manzara çekiciliği de o kadar artmaktadır. Her ne kadar ana ülkenin yer şekilleri de bu tür
tercihler üzerinde etkili oluyorsa da (örneğin düz bir ülke olan Hollanda’da halkın en çok biraz daha
tepelik olan Limbourg’u tutması gibi), genelde düz alanlar tatilcilerin tercihlerinde en alt sırada yer
almaktadır.
34

Benzer belgeler