PDF

Transkript

PDF
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
2. ARAŞTIRMA GÜNLERİ
ARAŞTIRMA ÖZETLERİ
1) Çiğdem APAYDIN KAYA,Pemra ÜNALAN
ADOLESAN DÖNEMDEKİ ÇOCUKLARDA HİPERTANSİYON SIKLIĞI İLE BUNA ETKİ EDEN
FAKTÖRLER (MÜ Tıp Fakültesi,Aile Hekimliği AD)
GİRİS Eriskinlerde rastlanan hipertansiyon olgularından bir kısmının erken yaşlarda basladığı bilinmektedir. Bu
nedenle çocuklarda hipertansiyonun belirlenmesi ve erken yaslarda koruyucu önlemlerin alınması çok önemlidir.
AMAÇ Bu araştırmada Taşdelen bölgesinde ergenlik dönemdeki çocuklarda hipertansiyon ve şişmanlık sıklığı ile
bunlara etki eden faktörlerin araştırılması amaçlanmıştır.
METOD Araştırma İstanbul Taşdelen Beldesinde bulunan 2 ilköğretim okulunun 6.7.8. sınıfarında öğrenim gören
öğrenciler üzerinde gerçekleştirilen kesitsel bir araştırmadır. Son 1 saat içinde çay, kahve, sigara içmeyen, herhangi
bir yiyecek yemeyen öğrencilerin 15 dakika sessiz sakin bir ortamda dinlenmesi sağlandıktan sonra, aynı araştırıcı
tarafından sağ kollarından 2 dakika ara ile 3 kez kan basıncı ölçümleri yapıldı. Ardından çıplak ayak, sert düzgün bir
zemine basmış şekilde boy ölçümü ve 0,5 kg hassasiyetinde dijital bir tartı ile ağırlık ölçümü yapıldı. Son iki
ölçümünün ortalaması cinsiyet ve boya göre 95. persentil ve üstü olanlara 2-4 hasta sonra ikinci kez 2 dk ara ile 3
kez ölçüm yapıldı ve son iki ölçümün ortalaması cinsiyet ve boya göre 95. persentil ve üstü hipertansiyon olarak
tanımlandı. Ayrıca sosyodemografik özelliklerin ve hipertansiyonla ilgili olabilecek durumların (beslenme
alışkanlıkları, egzersiz yapma durumları, sigara içme, var olan hastalıkları, vs. sorgulandığı bir anket formu
uygulandı ve öğrencilerin son 3 gün yedikleri, içtikleri tüm gıdaları kaydettikleri bir form doldurtuldu.
Elde edilen verilerin analizi SPSS 11,5 paket programı kullanarak yapıldı. İstatistikse incelemelerde Independent t
testi, ki-kare testi ve Pearson korelasyon analizi ve lojistik regresyon analizi kullanıldı.
SONUÇLAR Çalısmaya 660 öğrenci katıldı (345 E, 315 K). Yaş ortalaması 12,55 + 0,97 idi. Hipertansiyon sıklığı
%5,9 (n=39) olarak saptandı ve kızlarda erkeklere göre istatistiksel olarak daha fazla idi (sırasıyla %3,5, %8,6;
p=0,008). Hipertansiyonla iliskili faktörler kız cinsiyet (p=0,01 OR=6,22 CI 1,534-25,198), vücut kütle indeksi
(p=0,008 OR 0,81 CI 0,699-0,947), proteinden alınan günlük enerji yüzdesi p=0,002 OR 0,703 CI 0,562-0,878)
olarak bulundu.
TARTISMA Bu çalışma, %5,9 olarak saptanan adolesan dönem hipertansiyonunun kilo artışının önlenmesine ve
günlük beslenme alışkanlığının değistirilmesine yönelik girişimler ile azaltılabileceğini düşündürmektedir.
12
2) Barıs KOCAOĞLU,James MARTİN,Selim ERGÜN, Mustafa KARAHAN,
İRRİGASYON SOLÜSYONUN DE⁄İSİK SICAKLIKLARDA KIKIRDAK METABOLİZMASINA ETKİSİ:
İNVİTRO DOMUZ KIKIRDAK ÇALISMASI (Ned Amendola Acıbadem Hastanesi, Ortopedi ve Travmatoloji Kliniği
Kadıköy,İstanbul.MÜ Hastanesi, Ortopedi ve Travmatoloji Kliniği Altunizade,İstanbul.Iowa Üniversitesi Hastanesi,Ortopedi ve Travmatoloji
Kliniği AD)
GİRİS Artroskopik irrigasyon solüsyon derecesinin kıkırdak üzerine etkisi daha önce termal kondroplastinin
etkilerinin araştırılması amacıyla irdelenmistir. Ayrıca daha soğuk artroskopik irrigasyon sıvısının postoperatis
inflamasyonu ve ağrıyı azaltıcı etkilerinden dolayı tavsiye edildiğine yönelik yayınlar mevcuttur. Bizim hipotezimiz
ise vücut sıcaklığından daha düsük sıcaklıktaki irrigasyon solüsyonlarının sanıldığı kadar Fizyolojik olmadığı ve
kıkırdak metabolizmasını düşürdüğü yönündedir.
METOD Domuz osteokondral eksplantları laboratuvar koşullarında kültüre edildi. Sonrasında eksplantlar
artroskopik irrigasyonu taklit edecek sekilde serum Fizyolojik irrigasyon solüsyon yatağına yerlestirildi. 16 adet
eksplant eşit olarak 4 gruba ayrıldı. Grup I, 4°C; Grup II, 24°C; Grup III , 32°C ve Grup IV ise 37°C solüsyon ile 2
saat süre ile irrige edildi. İrrigasyondan hemen sonra RNA ekspresyonu, laktat miktarı ve proteoglikan üretimi
araştırıldı. İstatiksel analiz yöntemi olarak Varyans analizi ve Dunn metodu kullanıldı.
SONUÇLAR 4 °C’de irrige edilen eksplantlarda daha düsük RNA ekspirasyonu, laktat üretimi ve proteoglikan
saptandı ve fark istatiksel olarak anlamlı bulundu. Grup II,III,IV arasında istatiksel olarak anlamlı bir fark
saptanmadı. Fakat Grup III ve IV deki RNA ekspresyonu ve proteoglikan üretimi diğer gruplara göre daha yüksek
bulundu. En yüksek laktat üretimine ise Grup IV de rastlanıldı.
TARTISMA Farklı artroskopik irrigasyon solüsyon derecelerinin kıkırdak metabolizması ve sağlamlığı üzerine
etkisi daha önce çalışılmamıştır. Bizim elde ettiğimiz bulgular gösteriyor ki soğuk irrigasyon solüsyonu kıkırdak
metabolizmasını azaltmaktadır. Bu bulgular kısa dönem etkileri göstermektedir. Sonuç olarak vücut sıcaklığına daha
yakın kullanılan irrigasyon solüsyonları soğuk olanlara göre daha Fizyolojiktir.
3)
Mehmet Onur ELBAŞI ,Semra KAHRAMAN,Hale KARAGÖZOĞLU,Mithat ERENUS,Emel EKŞİOĞLUDEMİRALP
SEBEBİ BELİRLENEMEYEN TEKRARLAYAN DÜŞÜKLERDE MAJOR HİSTOKOMPATİBİLİTE
KOMPLEKSİNİN (MHK) ROLÜ (MÜ Hastanesi Hematoloji-İmmünoloji BD Memorial Hastanesi IVS,Androloji ve Genetik
Bölümü MÜ Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum AD)
GİRİS Memelilerde hamilelikte, anneye ve fetusa ait immun sistemin yeterli ve doğru çalısması fetusun yaşsamını
devam ettirmesi için çok önemlidir. MHK (majör histokompatibilite kompleks), bütün omurgalılarda bulunur.
Gebeliklerde düsük sıklığının %15 olduğu, sebebi belirlenemeyen tekrarlayan düşüklerin (RSA) ise populasyonun
%1’inde görüldüğü bilinmektedir. Sebebi belirlenemeyen tekrarlayan düşüklerin patogenezi bilinmemekle birlikte,
semi-allojenik olan fetustaki gelişme geriliğinin, tekrarlayan düşüklerin ve fetus ölümlerinin immün aracılıklı
olduğu ve MHK’nın bu hastalıkta rol oynadığı düşünülmektedir.
AMAÇ Bu çalışmada; eşler arasındaki doku grubu benzerlik ya da farklılıklarının, sebebi belirlenemeyen düşükler
ile iliskisinin incelenmesi amaçlanmıştır.
METOD Hasta ve sağlıklı bireylerden alınan periferik kandan elde edilen DNA’lar ile HLA-A/B/C ve HLADR/DQ doku grubu tiplemeleri düşük rezolüsyonlu SSP-PCR yöntemi ile çalışılmıştır.
RSA tanısı konmuş 14 hastanın ve eşlerinin doku grubu tiplemeleri, sağlıklı doğum yapmış olan 16 kadın ve
eşlerinin doku grubu tiplemeleri ile karsılaştırmalı olarak incelenmiştir.
13
4)
Mehmet Onur ELBAŞI, Semra KAHRAMAN, Hale KARAGÖZOĞLU,Mithat ERENUS,Emel EKŞİOĞLUDEMİRALP
SEBEBİ BELİRLENEMEYEN TEKRARLAYAN DÜSÜKLERDE MAJOR HİSTOKOMPATİBİLİTE
KOMPLEKSİNİN (MHK) ROLÜ (MÜ Hastanesi Hematoloji-İmmünoloji BD Memorial Hastanesi IVS,Androloji ve Genetik
Bölümü MÜ Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum AD)
SONUÇLAR
• RSA hastalarında eşler arası doku grubu uyumları:
RSA hastası bireylerin tamamında esleri ile en az 1 doku grubu ortak bulunmuştur.
Çiftlerin %38,4’ünde 2 uyum, %15,3’ünde 3 uyum tespit edilmiştir.
• Kontrol grubundaki eşler arası uyum:
Çiftlerin %86,6’sı en az 1 ortak doku grubu saptanırken; %23‘ünde 3, %30,7’sinde ise 5 ortak doku grubu
saptanmıştır.
• RSA Hastalarında HLA-DR11 Yüzdesi:
Kontrol grubundaki bayanların ve erkeklerin %36,3’ünde HLA-DR11 alleli bulunurken, RSA grubundaki erkeklerin
%61,5’inde, HLA-DR11 alleli tespit edilmiştir.
RSA grubundaki bayanlarda HLA-DR11 alleli saptanmamıştır.
RSA Hastalarında HLA-C Yüzdesi:
RSA grubundaki bayanların %50’sinde, erkeklerin %70’inde HLA-Cw7 alleli tespit edilmiştir.
Buna karşın kontrol grubundaki bayanların %14,2’sinde HLA-Cw 7 alleli bulunurken, erkeklerde HLA-Cw7 alleli
saptanamamıştır.
YORUM
• Başlangıç verileri, RSA grubunda eş olmayan allel sıklığının kontrol grubuna göre istatistiksel anlamlı düzeyde
yüksek olduğunu göstermektedir (p<0.05).
• Doku grubu uyumundan çok doku gruplarındaki uyumsuzluk RSA grubunda belirgindir.
• RSA hastalarındaki HLA-Cw7 allel varlığının anlamlı yüksekliği HLA C’nin RSA’da rol alabileceğini
düşündürmekle birlikte bu bulgunun daha geniş bir grupta değerlendirilmesi gerekmektedir.
5) R.. C. KARDAŞ, S. ÖZGÜL,M. T. YAĞCI, H. BİLGİN,E. DEMİRALP, G. ŞENER
SIÇANLARDA RENAL İSKEMİ/REPERSÜZYON HASARINA KARSI BETULİNİK ASİTİN
KORUYUCU ETKİLERİ ( MÜ Tıp fakültesi Hematoloji-İmmunoloji BD MÜ Eczacılık fakültesi,farmakoloji AD)
AMAÇ Bu çalışmada, sıçanlarda renal iskemi/repersüzyona (İ/R) bağlı olarak gelişen oksidan doku hasarında; antineoplastik, anti-HIV, anti-malaryal ve anti-inflamatuvar etkiye sahip, doğal bir tripterpen olan betulinik asidin
koruyucu etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır.
GEREÇ ve YÖNTEM Çalışmamızda Sprague-Dawley cinsi sıçanlarda, anestezi altında sağ nefrekti yapıldı ve 15 gün
sonra sol böbrek pedikülü 45 dakika süreyle klempe edilerek iskemi yapıldı. Bu sürenin sonunda 6 saat repersüzyona
bırakılan hayvanlar (İ/R) dekapite edildi. Sırasıyla, İ/R ve İ/R + betulinik asit gruplarındaki sıçanlara serum fizyolojik ve
betulinik asit (250 mg/kg); iskeminin olusmasından 30 dakika önce ve repersüzyondan hemen önce olmak üzere iki kez
uygulandı. Depkapitasyon sonrasında, kan ve böbrek dokusu örnekleri alındı. Kanda; serum kreatinin, üre-nitrojen (BUN),
laktat dehidrogenaz (LDH) ve tümör nekroz faktörü a (TNSa) düzeyleri ölçüldü. Nötrofillerin bakterisidal fonksiyonun
bir göstergesi olarak ölçülen oksidatif patlama ve apoptozis tayin edildi. Böbrek dokularında malondialdehit (MDA),
glutatyon (GSH) ve miyeloperoksidaz (MPO) düzeyleri incelendi
BULGULAR Serum fizyolojik uygulanan İ/R grubunda; BUN, kreatinin, LDH ve TNS-· düzeyleri, kontrol grubuna göre
anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (p<0.001). Dokuda yapılan incelemelerde de, SF uygulanan İ/R grubunda GSH
azalırken (p<0.001), MDA düzeyleri (p<0.05) ve MPO aktivitesi (p<0.001) anlamlı olarak artmıstır. Biyokimyasal
parametrelerdeki bu değisikliklerin, betulinik asit uygulaması ile anlamlı olarak düzeldiği görülmüştür (p<0.05-0.01).
Lökositlerdeki flow sitometri çalışmalarında ise, apoptozun İ/R + betulinik asit grubunda İ/R grubuna göre anlamı
derecede azaldığı gözlemlenmiştir (p<0.01-0.001).
SONUÇ Renal İ/R hasarına bağlı olarak gelişen oksidatis hasarda betulinik asit, gerek serbest radikalleri süpürerek ve
gerek nötrofil infiltrasyonunu önleyerek koruyucu etki göstermistir.
14
6)
Burcu TÜZÜNER, İpek ERBARUT ,Nural BEKİROĞLU, Handan KAYA, Bahadır GÜLLÜOĞLU
MEMENİN İNVAZİV DUKTAL KARSİNOMUNDA c-erbB-2 AMPLİFİKASYONU
GİRİS c-erbB-2 (HER-2) tip 1 büyüme faktör reseptör (tirozin kinaz reseptör) ailesinin, üzerinde en iyi çalışılmış
üyesidir. 17. kromozom üzerine yerleşmiş olan bu protoonkogenin amplifkasyonu ya da aşırı ekspresyonu meme
kanserli hastaların yaklaşık % 15-25 kadarında saptanır ve kötü klinik gidis ile birliktedir.
AMAÇ Çalısmamızın iki amacı; 1) invaziv duktal karsinom tanısı alan hastalarda c-erbB-2 overekspresyonunun
ve amplifkasyonunun görülme oranının belirlenmesi ve, 2) bu olgularda östrojen reseptörü (ER), progesteron
reseptörü (PR) ekspresyonu, tümör histolojik derecesi, evresi ile c-erbB-2 amplifkasyonu arasındaki olası
istatistiksel ilişkinin sorgulanmasıdır.
MATERYAL-METOD İnvaziv duktal karsinom tanısı alan 133 olguda c-erbB-2 ampliskasyonu streptavidinbiotin horseradish peroksidaz yöntemi yanısıra floresan in situ hibridizasyon (FISH) yöntemi ile çalısılmıstır.
Histopatolojik prognostik parametreler olan tümör evresi, derecesi, lens nodu metastazı, hormon reseptörlerinin
immünekspresyonları ve c-erbB-2 immünekspresyonu yanısıra amplifkasyonu arasındaki iliski sorgulanmıstır.
BULGULAR İmmünhistokimyasal olarak c-erbB-2 ile 133 tümörün % 14’ü (19/133) 3+, % 9’u (12/133) 2+’dir.
c-erbB-2 ile süpheli (2+) olan 12 olgunun 8’inde FISH ile amplifkasyon gösterilmistir. Bizim hastalarımızda cerbB-2 amplifkasyon oranı % 20,3 olarak saptanmıstır. c-erbB-2 amplifkasyonu gösteren olguların % 33’ünün
(9/27) histolojik derecesi III, % 67’sinin (18/27) derecesi II’dir. Olguların % 67’si (18/27) evre II ve % 26’sı (7/27)
evre I iken, % 7,4’ü (2/27) evre III olarak bulunmustur. c-erbB-2 ampliskasyonu gösteren olguların % 63’ünde
(17Ğ27) ER - / PR - negatiftir.
SONUÇ Bu çalışmada memenin invaziv duktal karsinom tanısı alan hastalarda c-erbB-2 ampliskasyon görülme
oranı % 20,3 olarak bulunmuştur. c-erbB-2 amplifkasyonunun ER - / PR - negatifiği ile ilişkili olduğu gözlenmiştir
7)
Haldun AKOĞLU
ACİL SERVİSE SENKOP İLE BASVURAN HASTALARDA SERUMDA ÖLÇÜLEN S100B PROTEİN
DÜZEYİNİN BELİRLENMESİ, SENKOP ETYOLOJİSİ VE KISA-UZUN DÖNEM MORTALİTE VE
MORBİDİTE İLE İLİSKİSİ (MÜ Tıp fakültesi Acil Tıp AD)
AMAÇ Senkop, geçici süreyle bilincin kaybolduğu ve postural tonusun korunamadığı, herhangi bir tıbbi girişim
yapılmaksızın spontan olarak ve tamamen düzelen belirtiler bütününe denir (ACEP 2007).
S100B proteini, S100-kalmodulin-troponin süperailesine ait Ca+2, Cu+2 ve Zn+2 bağlayıcı bir protein olup
özellikle sinir sisteminde yoğunlukla bulunur. Travmatik beyin hasarında (TBH) yüksek bulunan S100B proteini
serum konsantrasyonları ile kötü prognoz arasında sıkı bir korelasyon olduğu yönünde yapılmış pek çok çalışma
vardır. Global hipoperfüzyon yapan senkobun da BOS S100B düzeylerini, ve serum S100B düzeylerini arttırması
gerektiği hipotezi ortaya atılmıştır. Bu amaçla senkop hastalarında serum S100B düzeylerinin yükselip
yükselmediğini belirlemek amacıyla çalışmamızı tasarlamış bulunmaktayız.
MATERYAL VE METOD 2005 yılı Haziran ayı başı ile 2007 yılı Ocak ayı sonu arasında Marmara Üniversitesi
Hastanesi Acil Tıp AD Acil Servisi’ne "bayılma" şikayetiyle başvuran tüm hastalar çalışma adayı olarak kabul
edildi. Başvuran 254 hastadan çalışmaya alınma kriterlerine uyan ve takibiyle beraber çalışmayı tamamlayan hasta
sayısı 62’dir. Tüm hastalar tüm demografik özellikleri, kantitatif EKG ölçümleri, radyolojik görüntüleme
sonuçları, acil senkop arastırması sırasında elde edilen bulgular ve S100B serum düzeyleri açısından hem
belirlenen senkop etyolojisine göre kendi aralarında hem de travma açısından eşleştirilmiş kontrolleriyle
karsılaştırıldı.
BULGULAR Lojistik regresyon analizi ile S100b pozitifliğine en çok katkıda bulunması ihtimali olan değişkenler
karsılaştırıldığında en çok katkıyı travma varlığının olup olmamasının yaptığı görüldü (p=0.006). Travma varlığı
s100b serum kalitatif değerinin tek basına pozitif çıkma olasılığına 6 kat katkıda bulunmaktaydı (Hosmer ve
Lemeshow Exp(travma)=5.998). Mortaliteyi hesaplamaya olanak sağlayacak belirgin bir S100B farkı tespit
edilmedi.
SONUÇ Serum S100B değerleri muhtemelen travmanın yarattığı astrositik salınım ve yapımın yanı sıra KBB
bütünlüğünün bozulmasıyla da yakından iliskilidir. BOS’daki yüksek S100B derisiminin serum değerlerini
etkilemesi için travma gibi KBB bozacak bir mekanizmaya ihtiyaç vardır. Senkop bu mekanizmalardan biri
değildir.
15
8)
Dilek YAZICI, Dilek YAVUZ ,Meral YÜKSEL, Beste ÖZBEN,Seda SANCAK,Oğuzhan DEYNELİ, Sema
AKALIN
TİP 2 DİABETES MELLİTUSU OLAN HASTALARDA CRP 1059GĞC GEN POLİMORSİZMİ SERUM
CRP DÜZEYLERİ VE KAROTİS İNTİMA MEDYA KALINLIĞIİLE İLİSKİLİ DE⁄İLDİR ( MÜ Tıp Fakültesi
Endokrinoloji ve Metabolizma BD,MÜ Tıp Fakültesi Sağlık Meslek Yüksek Okulu,MÜ Tıp Fakültesi Kardiyoloji AD)
Tip 2 diyabetin komplikasyonlarının etyolojisinde ateroskleroz önemli bir rol oynamaktadır. Sistemik bir
akut faz reaktanı olan C reaktif protein (CRP) aterosklerozun birçok basamağında yer alıp, diyabetiklerde
kardiyovasküler bir risk faktörü olarak kabul edilmektedir. CRP düzeyleri çevresel etmenler yanında genetik
yapıdan da etkilenmektedir. CRP’nin çesitli polimorfizmlerinin değişik hastalıklarda serum CRP düzeyleriyle ve
vasküler olaylarla iliskisi gösterilmiştir. Bu çalışmanın amacı Tip 2 diyabetik hastalarda CRP 1059G/C gen
polimorfizmini dağılımının ve bunun CRP düzeyleri ve karotis intima media kalınlığı (CIMT) ile iliskisinin
belirlenmesidir.
Çalışmaya 164 Tip 2 diyabetik hasta (yas:57>7; K/E:81/84) ve 151 kontrol (53>7; K/E:82/70) dahil
edilmiştir. Hastaların ortalama diyabet süreleri 8.9>6.5 yıldır. Çalışma gruplarının serum CRP ve kolesterol
düzeyleri belirlendikten sonra Doppler ekokardiyografi yöntemiyle CIMT ölçümü yapılmıştır. Çalışma gruplarının
periferik kanlarından izole edilen DNA’dan CRP 1059G/C gen polimorfizmi belirlenmiştir.
Tip 2 diyabetiklerde serum CRP düzeyi 4.3>6.6 mg/L iken, kontrol grubunda 2.5>2.3 mg/L olarak
bulunmustur (p=0.02). Diyabetiklerde CIMT ölçümleri (0.67>0.18mm) kontrollere (0.56>0.19mm) göre anlamlı
olarak yüksek bulunmuştur (p<0.0001). Diyabetik grupta CRP 1059G/C gen polimorfizmi dağılımı 151 kiside
(%92) 1059GG, 4 kiside (%3) 1059GC ve 9 kiside (%5) ise 1059CC tasıyıcılığı seklinde gözlenirken, kontrollerde
bu dağılım 133 kiside (%88) 1059 GG, 8 kiside (5%) 1059GC ve 10 kiside (%7) 1059CC olarak görülmüstür. Bu
dağılımlar arasında anlamlı bir fark yoktur. CRP 1059 C/G polimorfizm tasıyıcılığıyla serum CRP ve CIMT
ölçümleri arasında iliski bulunmamıştır.
Sonuç olarak Tip 2 diyabetik hastalarda kontrollere göre artmıs CRP ve CIMT düzeylerinin CRP’nin 1059
CĞG polimorfizm tasıyıcılığından bağımsız olduğu gözlenmektedir.
9) Emine BAŞ,Ahmet MİDİ,Bahadır GÜLLÜOĞLU,Handan KAYA
MEME KARSİNOMUNDA SENTİNEL LENS NODU BİYOPSİSİ
AMAÇ Sentinel lens nodu (SLN) yöntemi metastazın basladığı ilk direnajın olduğu lens nodunun selektis olarak
hedes alınması ilkesin edayanır. NegatiF bulunan SLN yüksek oranda diğer bölgesel lens nodlarında da metastatik
tümör olmadığını gösterir. Bu çalısmanın amacı metastatik SLN saptanması için uygulanan intraoperatis Frozen
kesitlerin güvenilirliğini ve yararlılığını arastırmaktır.
MATERYAL ve METOD Çalısmamızda gama probe tarayıcı nanocolloid saptanan ve patent blue birikimi ile
boyanan 93 SLN olgusu değerlendirilmiştir. Bu olgular frozen kesit ve sitolojik imprint ile değerlendirilmistir.
Tanılar kalıcı parafin kesitler ile karsılastırılmıstır. Süpheli frozen kesit ve hematoksilen-eozin boyalı parafin
dokular immünohistokimyasal yöntem ile tekrar gözden geçirilmistir.
BULGULAR 66 (%70,96) SLN olgusu metastaz negatif; 17 (%18,27) olgu frozen kesit sonucu metastatik olarak
saptanmıstır. Frozen sırasında negatif olarak bildirilen (yanlıs negatif) 10 olgu (%10,75) kalıcı kesitlerde
metastatik olarak bulunmustur. Bu bulguların ısığında frozen kesit yönteminin sensitivitesi %62,9 , spesifitesi
%100 bulunmustur. SLNmetastatik tümör içeren olguların %37’sinin (10/29) T1N1; %51,8’inin (14/29) T2N1
olduğu saptanmıstır. %77,7 (21Ğ29) metastatik SLN olgusunda östrojen ve progesteron reseptör ekspresyonu
pozitif bulunmustur.
SONUÇLAR
İntraoperatif frozen kesit uygulaması meme kanseri hastalarının büyük kısmında metastazı saptamada yanlıs pozitif
sonuçlar elde etmeksizin geçerli bir yöntemdir. %10 olguda parafin kesitlerde saptanan mikrometastazlar - ki bu
olgular frozen kasitlerde saptanamamaktadır - yüzünden aksiler lens nodu diseksiyonu için ikinci bir operasyona
alınırlar.
16