Startup Alaturka

Transkript

Startup Alaturka
Startup Alaturka
Yeni Girişimin Bizcesi
Mehmet Şen
2kere2beseder.com bloglarından derlemeler
Bir Arkansas Günlüğü
Önsöz
Dünya üzerinde büyük bir girişimcilik fırtınası esiyor. Girişimcilik yarışmaları, kamplar,
hızlandırma programları, seminerler, eğitimler derken kendimizi bir anda girişimcilik
fırtınasının içinde bulduk. İnternet ve mobil teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte yeni dünya düzenindeki yeni pastadan pay almak isteyen gelişmekte olan ülkeler bu işe girince biz
de onlarla birlikte kolları çoktan sıvadık.
Amerika’daki 2008 krizinden bu yana libarel Ekonomideki etmenler tartışıla dursun, artık
herkes Ekonomideki tıkanıklığı gidermek için yeni iş sahaları açma konusunda hem fikir.
Bunu da ancak yeni nesil girişimciler yetiştirerek giderebileceklerini düşündüklerinden
girişimcilik Üniversite’ler başta olmak üzere Devlet’lerin etkin kurumlarında kendine hızlıca yer bulmuştur. Silikon Vadisi’ndeki çılgın Teknolojik gelişmeler bu süreci tetiklemiş ve
tıkanıklığın çözümüne rol model olmuştur. Bir nevi digital devrimcilik diyebileceğimiz bu
süreçte acımasız kapitalist düzene karşı ilk defa bu kadar açıktan meydan okunmuş, rayından çıkan Ekonomiyi yerine oturtmak için ilk defa küresel düzeyde girişimcilik bu kadar
popüler olmuştur.
Her şeyden önce girişimcilik bir akıma dönüşmüş durumdadır. Bir akım oluştuğunda
taklitlerini başka ülkelerde de mantar gibi yayıldıklarını görmek bunun ispatıdır. Evet bu
bir akımdır ve unutmamalı ki daha önceki akımlar gibi girişimcilik akımı da geçicidir.
Zamanı geldiğinde büyük taşlar yerine oturunca, küçük taşlar da sadece arayı dolduracaktır. Fırtınalar yerini sessizliğe bıraktıktan sonra eski heyecan yerini daha profesyonel
ve kurumsal yapılara bırakacaktır. 90’lı yıllarda Kişisel Gelişim akımı da böyle olmuştu.
Amerika’dan ilk önce Avrupa’ya sonra Türkiye gibi başka ülkelere yayılmıştı. Kişisel Gelişim
akımı yerini sertifikalı uzmanlara bırakmış durumda. Sundukları çözüm de halktan ziyade
daha çok kurumsal danışmanlık alanlarında devam etmektedir.
Girişimcilik akımı da böyle olacak, şu anda gelişmekte olan ülkelerin Yeni Girişim’lere
(Startup) verdikleri desteklerin artmasıyla birlikte ihtiyaç duyulan standardı yakalayacak ve
bunun dışındaki girişimciler dışarıda kalacaktır. Gençlerin Yeni Girişim’leri büyük oyuncu
olmak yerine büyük oyuncular tarafından satın alınmak olacak. Çılgın girişimcilik akımını
standartizasyona kavuşturmayı başaran ülkeler Ekonomilerinde yeni girişimciler yetiştirerek yeni istihdam kapıları oluşturabilecek, Ekonomileri rahat nefes alacak ve dışa bağımlılık
azalacak. Milyar dolarlık şirketler oluşturarak arkadaki girişimcilere yeni rol modelleriyle
motivasyon verecek, dünyayla daha iyi rekabet edebilecektir.
Şu andaki dünya üzerindeki akıma aldanarak girişimciliğin yeni bir yenilikmiş gibi sunulması bir pazarlama aldatmacasıdır zira girişimcilik insanlığın tarihinden beri varolan bir
husustur ancak belki de hiç bu kadar suyu çıkmamıştır. İnsanların aşırı ilgisi girişimciliğin
kendisini bile yeni bir Ekonomi’ye dönüştürmüştür.
Bu kitapla birlikte siz de dünyada esen startup girişimcilik fırtınasının içeriğine vakıf olacak
ve özellikle Silikon Vadisi gibi dünyanın Teknoloji merkezinin kullandığı modelleri hakkında bilgi sahibi olacaksınız. Bu kitapta siz her şeyden önce Yeni Girişimin Bizcesi’ni görecek
ve neden Startup Alaturka dediğimizi daha iyi anlayacaksınız.
Bir Arkansas Günlüğü
Beş yıldan fazladır Arkansas eyaletindeki yaşamım boyunca dünya gündeminin her türlü
yönünü takip etmeye çalışıyorum. 2012 Ocak ayında düşüncelerimi insanlarla paylaşmaya
karar verdim. Uzun yıllar kafamda biriken şeyleri paylaşmak istiyordum.
2kere2beseder.com sitesini kurarak blog yazmaya başladım. Girişimcilik, liderlik, sinema,
ilişkiler, ve biraz da politika hakkında yazılar yazdım. İki sene sonra yüz altmışın üzerinde blog yazısına ulaşmıştım. Aradan geçen iki sene içinde en çok okunan yazım hiç
beklemediğim şekilde Startup Nedir yazısı olmuştu. Nedeni ise çok basitti. Google’da Startup Nedir yazdığınızda ilk olarak benim yazım çıkıyordu. Gerçekten de insanlar startup
konusunu merak ediyor, araştırıyor ve blog sayfamdan bana ulaşıyordu.
Bu nedenle daha çok kişiye ulaşması için farklı blog yazılarımı da içine katarak startup
(yeni girişim) meselesini etraflıca ele alıp kitaplaştırmaya karar verdim. Özellikle Türk
Kültürü’nü de işin içine katarak kendi çizgimizde startup fenomenini incelemeye başladım.
Bu kitap bloglarımın derlemesi olsa da pek çok konuyu yeni işliyorum. Yani buradaki
bütün konuları blog sayfamda bulamayabilirsiniz. Dolayısıyla blog yazılarımı okuduğunuz
halde burada farklı konular da okuyacaksınız. Yine de bloglarımı takip edenlerin daha çok
istifade edeceğini düşünüyorum.
Evet çevremizdeki inanılmaz Teknolojik gelişmeler karşısında sarsılan insanımıza bu işin
içeriği hakkında bilgi vermeyi ve bunu yaparken de Türk Kültürü ekseninde meseleleri ele
almayı kendime misyon edindim. Bundan dolayı bu kitaba Startup Alaturka dedim. Yani
Yeni Girişimin Bizcesi...
Bu kitap iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısmı motivasyon ağırlıklı olup startup kültürü
hakkında ön bilgi vermektedir. Aynı zamanda ABD kaynaklı başarı hikayelerindeki temel
modelleri tartışmaya açar. Silikon Vadisi’ni ve Hollywood dünyasını kopyalamak yerine
hangi metafizik temeller üzerinde çalıştıklarını göstermeye çalışır. Birinci kısımdan sonra
girişimciliğin temel metafizik dinamiklerini öğrenerek, korkunuzu yenecek ve derin sulara
açılmak isteyeceksiniz.
İkinci kısımda ise startup teknik olarak ele alınıyor. Her konunun sonu özetlendiği için
öğrendiklerinizi pekiştireceksiniz. ABD kaynaklı startup metodlarını daha yakından
görme fırsatını yakalayacaksınız. İkinci kısım size startupların (yeni girişim) nelere dikkat
etmesi gerektiği hakkında detaylı bilgi sunacaktır.
Kitabta anlatılan bütün modeller Alaturka mantığı üzerinden işlendiği için kendinizi bir
anda kitapla tartışıyor bulacaksınız. Ülkeler yerini artık güçlü şehirlere bıraktığını görecek,
yeniliğin (inovasyonun) hangi şartlar altında fışkırdığına tanıklık edeceksiniz. Bu kitabı
okuduktan sonra siz de artık bir startup kurmak isteyecek ve artık Türkiye’nin de kendine özgü startup kültürünü oluşturması gerektiğine ikna olacaksınız. Startup Alaturka ile
kendinizin de dev Ekonomiler oluşturabilme ihtimalini görerek heyecanlanacaksınız.Eğer
kitap hakkında düşüncelerinizi paylaşmak isterseniz bana 2kere2beseder.com adresinden
ulaşabilirsiniz.
I. Kısım
Mantığı çok abartmayın...
Bundan yirmi yıl sonra, yaptıklarından çok yapmadıklarından daha
fazla pişmanlık duyacaksın. Bu yüzden, halatlarını söküp at, güvende
olduğun limandan ayrıl, yelkenlerini rüzgarla doldur, araştır, hayal et,
keşfet.
- Mark Twain -
Giriş
2012 Ocak ayında Avustralya’da çıkan bir haberde bir hemşirenin ölüm döşeğindeki insanların en büyük pişmanlıklarını kitaplaştırdığını anlatıyordu. Sayısız hastayla görüşen Avustralya’lı hemşire ölümün en son demlerini yaşayanların itiraflarını kaleme almıştı. En büyük
beş pişmanlıklarının birinci maddesi şöyleydi.
Keşke başkalarının benden beklediği hayatı sürmek yerine düşlerimi gerçekleştirme cesaretim
olsaydı.
Hemşirenin kısa zaman içinde ahirete göç edecek hastalardan elde ettiği bu feryat bize
önemli bir gerçeği haykırıyordu. Onları pişmanlığa iten en büyük neden zamanında insiyatif almak yerine başkalarının hayatını yaşamış olmalarıydı. Ellerine geçen fırsatları değerlendirme cesaretini kendilerinde bulamamışlardı. Siz hayal kurup peşinden koşmazsanız
mutlaka başkalarının hayallerini yaşamak zorunda kalırsınız klişesini zihnimize tekrar
kazıyordu.
Kitap yazmak, kendi işini kurmak, okul açmak, başarılı bir Tenis Raket’i olmak, ünlü bir
Piyanist olmak, yurt dışında en iyi okula kabul almak, en iyi labaratuarlarda icatlar yapmak,
yeni bir dil öğrenmek, oyuncu olmak, Ressam olmak, iyi bir hatip olmak, Siyaset’e atılıp
ülkeyi yönetmeye aday olmak, Yönetmen olmak, sinema oyuncusu olmak, tutkulu bir Televizyon sunucusu olmak, insanların dertlerini çözen başarılı bir Psikolog olmak, dünyayı
dolaşmak, şarkıcı olmak, stand-up şovlarla insanları güldürmek, yurt dışında yaşamaya
karar vermek, sivil toplum kuruluşlarına katılıp yetimleri, fakirleri gözetmek...
Liste böylece uzayıp gider çünkü insanlar hayal etmeyi sever. Yukarıdaki söz konusu güzel
hayallerin en az birine herkes hemen hemen sahiptir ancak pek azı peşinden gidebilme
cesaretini gösterir. İçindeki çılgın ses bağırdığı halde türlü türlü bahanelerle o kutsal ses
bastırılır. Böylece kendi yüreğinin sesini duyamayanlar başka yüreklerin esiri olurlar.
Peşinden gidilmeyen, kovalanmayan hayallerin intikamı acı olur. Ölüm döşeğinde bile
olsa size kendisini itiraf ettirir. Özellikle başkalarının sizin hayallerini gerçekleştirdiğini
gördüğünüzde içiniz daha da burkulur.
Hayallerini tutkularıyla birleştirebilen ve ne pahasına olursa olsun peşinden gidenler ise cesaretlerinden ve gayretlerinden dolayı mükafatlandırılırlar. Hayat gerçekten de cesur olanın
tarafındadır. Ölüm önce savaştan kaçanların üzerine oklarını isabet ettirir. Sizden istenen
ise sadece cesur mangal gibi bir yürektir.
Bir şeyi gerçekten de istediğinizde onu gerçekleştirmek için hayat size fırsatlar verir. Hayatta en çok istediğiniz şey ile sınanırsınız. Sabrınız, azminiz, cesaretiniz her şeyiniz sonuna
kadar sınanır. Hayallerinizde samimi olup olmadığınız test edilir.
İçinizdeki çılgın sese kulak vererek hedeflerinizi sırasıyla gerçekleştirebilmeniz elbette
mümkün yalnız bu sesi sizin nasıl yorumladığınız her şeyden çok daha mühimdir.
Startup Çılgınlığı
Hayaller dedik çünkü şu anda cep telefonları, televizyonlar, uydular, bilgisayarlar hepsi bir
hayalle başladı. Hayatımızı derinden şekillendiren tekno şirketlerinin hepsi basit bir hayalle
yola koyuldular. Tekno şirketlerinin başlangıç aşamasına startup (yeni girişim) dedikleri
için de dünyanın en büyük ilgi odağı oldular. Bu kitapta hepimizin yakından tanıdığı Silikon Vadisi’ndeki başarılı Teknoloji firmalarının hayallerini başlangıç aşamasında hangi
modeller üzerinde kurduklarını göreceksiniz.
Startup ya da Türkçe karşılığı Yeni Tekno Girişim veya Yeni Girişim başlangıç aşamasındaki
Teknoloji şirketlerine deniyor. Bu kitapta startup firmalarının hangi yöntemleri izlediklerini
göreceksiniz. Serendiplik Modeli (Serendipity), Startup (Yeni Girişim), Yalın Girişim (The
Lean Startup), Teknoloji Yaşam Döngüsü (Technology Adoptation Lifecycle), Büyütme
Korsanlığı (Growth Hacking) gibi son dönemin popüler kavramlarını öğreneceksiniz.
Bütün bu kavramları açıklarken Türk kültürünü esas alarak Türkiye’nin bu kavramların
neresinde olduğu ile ilgili daha iyi analiz yapabilme kabiliyetine de kavuşacaksınız. Silikon Vadisi’nden çıkan başarılı modelleri öğrenirken Türk Kültürü’ne uyup uymadığını da
tartışacağız. Startup Alaturka dememizin amacı da körü körüne Amerika Birleşik Devletleri’nden aldığımız kavramların peşinden gitme alışkanlığımızı değiştirmektir.
Başka ülkenin kendi kültür dinamikleriyle oluşturmuş olduğu elbisenin herkese uymadığına şahit olacaksınız. Bununla birlikte başarılı tekno şirketlerin başlangıç aşamasında kullandıkları modelleri öğrenip hakklarını da teslim edeceğiz.
Evet şu an startup dünyanın en büyük çılgınlıklarından sayılıyor. 1970’lerden itibaren
Amerikalı genç girişimciler kendi hayallerinin peşinden koşarken dünyanın en büyük
Teknoloji merkezini de oluşturduklarının farkında değillerdi. Şu an için geldikleri noktayı
aşağıdaki tablodan rahatlıkla görebilirsiniz.
Tablodan da görüldüğü gibi Amerika’nın
büyük Teknoloji şirketlerinin yıllık
geliri başka ülkelere tekabül ediyor. Yani
Amerika Birleşik Devletleri kendi içinde
sayılı büyük şirketleriyle başka ülkelerin yıllık gelirine denk gelir elde ediyor.
Bankacılığıyla, çikolatalarıyla, saatleriyle
ünlü İsviçre bile ancak bir Apple ediyor.
İşte bütün bu işletmeler startup sürecinden geçip kozadan kelebeğe doğru
kanatlandılar. Bundan dolayı bu kitapta
startuplarla ilgili bütün önemli kavramların izahını da kendimize borç bildik.
Şirket
Apple
Microsoft
IBM
Samsung
Google
Oracle
Intel
Qualcomm
Amazon
Ebay
Yıllık Gelir
(milyar $)
427
206
186
156
154
120
117
85
81
48
Şirket vs. Ülke
Ülke
İsviçre
Tayland
Portekiz
İsrail
Mısır
Cezayir
Peru
Kazakistan
Bangladeş
Küba
Ve Şimdi
Gerçekten de startup çılgınlığına kayıtsız kalmak artık mümkün değil. Dünyada bu kadar
gelişmeler olurken Türkiye gibi başarıya aç bir ülkenin kayıtsız kalması kesinlikle mümkün
değil.
Amazon siparişleri eve drone’larla (insansız hava aracı) getirmek için son testlerini yapıyor.
Facebook dünyada İnternet erişimini yaygınlaştırmak için satellites drone’larını (İnsansız
Hava aracı Uydusu) duyurdu. Facebook ile rekabet eden Google başka bir drone firmasını
satın aldı. Onlarda gözünü İnternet dronelarına dikmiş durumda. Amaçları ise dünya nüfusunun üçte ikisini İnternet’e eriştirmek. Biz Türk’ler “İstikbal Göklerdir” sözünü sanırım
yeni anlıyoruz. Göklere hakim olmak için ille de askeri uçakları göndermek gerekmiyormuş.
Facebook, Google Internet Drone
Amazon Sipariş Drone
Dünyanın mobil çılgınlığı ise zaten malumunuz. Cep telefonsuz bir hayat artık mümkün
değil. Google ile Samsung arasındaki amansız rekabeti film izler gibi izliyoruz. Google
başkalarıyla rekabet etmeden yerinde duramıyor.
Bir yandan da 3D yani üç boyutlu yazıcılarla üretim endüstrisi değişmeye başladı. Artık
Boeing Hava şirketinin malzemesinin yüzde kırkı bu fabrikacıklardan üretiliyor. Hem araba
hem uçak olarak kullanılabilen araçlar bile startup şirketleri tarafından üretilmeye başlandı.
İnsan böbreğinin çalışmayan hali bile olsa 3D yazıcılarla üretilmeye başlanması da geleceğe
dair önemli ip uçları barındırıyor. Artık yeni iş alanları, yeni şirketler ve yeni bakış açıları
var.
Google artık evinizin içine bile girdi. Nest firmasını $3.2 Milyar’a satın alarak kendi uygulamanızdan evinizin termostatını kontrol edebilirsiniz. Twitter, Facebook, LinkedIn, Pinterest, Instagram, Snapchat, Whatsapp gibi sosyal medya çılgınlıklarını ise anlatmaya gerek
bile yok. Onlarsız hayat artık mümkün değil. E-Posta’mızı kontrol eder gibi artık onları da
kontrol etme ihtiyacı duyuyoruz.
Snapchat Facebook’un $3 Milyar’lık teklifini reddecek kadar özgüvene sahip gençlerin
varlığını da gösteriyor. Bu gençler büyük teklifi reddede dursun Facebook kısa süre sonra
Whatsapp’ı $19 Milyar’a satın alarak bütün herkesi şaşkına çevirmiş durumda. Daha önce
de popüler fotoğraf paylaşım uygulaması Instagram Facebook tarafından $1 Milyar’a satın
alınmıştı. Böylece Facebook Whatsapp’tan sonra çıtayı iyice yükseltmiş oldu.
Artık Özgeçmiş hazırlamak yerine LinkedIn yeterli oluyor. İş dünyasının büyük çoğunluğu
LinkedIn’e bağlı. Twitter insanlara sosyal protesto özgürlüğünü vererek dünya toplumlarını
şekillendirmeye devam ediyor. Ünlülerin fotoğraflarını anında Instagram’da takip ederek
aslında onların egolarını da takip ediyoruz.
Ebay ve Amazon geleneksel ticaretteki toptancı kavramını öldüreli zaten çok oluyor. Artık
her şey alıcıyla satıcı arasında gerçekleşiyor. Ticaretin dikeyi, yatayı, kulübü derken İnternet’te satın alınmayan şey kalmadı dersek abartmış olmayız.
Arabanızı kullanırken radyodaki sevdiğiniz bir şarkıyı detaylı tanımak için Shazam uygulamasını açıp kim olduğuna bakabilirsiniz. Shazam müziğin sesini algılayarak şarkıcının kimliğini, şarkının kendisini bir kaç saniye içinde gösteriyor. Yani gerçek zamanlı uygulamalar
ile merakınızı anında giderebilmeniz artık mümkün.
Uber uygulaması ile San Francisco’da taksi yerine daha iyi fiyatlarla araba kiralayabilirsiniz.
Artık taksi için uzun uzun beklemeye gerek yok çünkü araç paylaşım uygulamsı Uber size
kısa zamanda araç getiriyor. Uber’ın klon uygulamaları başka ülkelerde çoktan görücüye
çıkmış durumda. Airbnb ile de otel yerine kiralık bir daire kiralamanız mümkün. Onun da
klonları piyasayı doldurmuş durumda. Ara katmandaki büyük oyuncular yerini startupların
paylaşım modellerine bırakmış durumda.
Akıllı telefonlardan bankacılık, oyun, haberleşme, sosyal medya hayatın doğal bir parçası
haline geldi. Kimse size akıllı telefonunuz var mı diye sormuyor, neden yok diye soruyor.
Eğitim sistemi değişiyor, uzaktan öğrenmeyle insanlar master yapıyor, okul okuyor, ders
çalışıyor. Akraba ziyaretimizde selamla başlamak yerine wireless (kablosuz ağ) şifresi soranlar artık normal karşılanıyor. Daha karpuz kesecektik deseniz bile misafirin mazereti evde
yetiştirmesi gereken e-postalar oluyor.
Evet menfi ve müspet olarak hayatımız çılgın hayalcilerin azminden dolayı değişiyor, şekilleniyor, parlıyor, sönüyor, hızlanıyor. Artık beynimizin en ücra nöronları onların aletlerinden fışkıran içerikle doluyor. Gözlüğümüze (Google Glass), kol saatimize (Samsung Watch)
kıyafetimize ve hatta genetiğimize kadar göz dikmişler.
Artık bir tercih yapmak zorundayız. Ya koyunların kervanına katılacağız ya da çoban olacağız. Eğer başarabilirsek ana çiftliğin sahibi de olacağız. Çok daha ileri gitmek istiyorsak
kendi modellerimizi oluşturacak ve kendi kurallarımızı koyacağız. Ancak her şeyden önce
bu kadar gelişme karşısında enaniyeti bir tarafa bırakıp, hali hazırdaki sistemleri, modelleri,
yöntemleri öğrenecek ve bunun için de herkesten daha çok sabırlı olacağız.
Milyar dolarlar havalarda uçuşurken bütün bu gelişmelere tabii ki sessiz kalamayız. Bütün
bu gelişmeler gerçekten de başımızı döndürüyor. İlişkiler, düşünceler değişiyor, insanlar
kendisini ifade hürriyetine kavuşuyor. İlişkiler sosyal medyada yara alıyor, kimi paylaştığı
tweetten dolayı işten atılıyor, kimi yurt dışına bile sürülüyor. Kısacası her şey değişiyor ve
bizim de kendimizi acilen konumlandırmamız gerekiyor.
Serendiplik Modeli (Şans Havuzu)
Hayaller, hedefler, şirketler, startuplar dedik ve bunların çoğunun Silikon Vadisin’den çıktığını söyledik.
Peki bu kadar büyük başarının hiç bir modeli yok
mu? Şimdi biz de onlar gibi yatırımcıları, mucitleri,
yazılımcıları, girişimcileri bir araya getirirsek ve onlar için binalar yaparsak aynı başarıyı yakalayabilir
miyiz? Tabii ki hayır, hem de koskocaman çivili bir
HAYIR. Silikon Vadisi’ini inşaat sektörüne denk
görenlere ilk olarak yandaki kitabı okumalarını
tavsiye ediyoruz.
Get Lucky (Şanslı ol veya Şansı Yakala) şu ana kadar
okuduğum en iyi kitaplardan diyebilirim. Şansın
aslında planlanan bir yolculukta, mucizelerin yakalanabileceğini iddia ediyor ve örneklerle anlatıyor.
Adından da anlaşılacağı gibi “Planned Serendipity” yani planlanmış serendiplik (tesadüf,
şans) demektir ve sizin farkındalık gücünüzle oluşturmuş olduğunuz tesadüfler zinciridir.
Başarı, ilişkiler, buluşlar planlanan bir olgudan ziyade, nedenini bilmeden ve sorgulamadan
ancak cesaret ve kararlılık göstererek farkındalığınızla oluşturulmuş tesadüfler havuzunda
deneme yanılma yöntemleriyle elde edilen olay sonuçlarıdır diyor kitap.
Çok mu karışık oldu? O zaman en basit anlamıyla şöyle diyelim: Şans sizin risk alarak kendi
iradenizle oluşturabileceğiniz bir tesadüfler zinciri olabilir. Tesadüf dediğiniz şey zaten
zaten rastlantısal başı bozuk olaylar kümesi değildir. Tesadüf İlahi sevkiyatın beşeri adıdır.
Bir partide tanıştığınız birisiyle ilişkiye başlamanız, bir trafik kazasında hayat arkadaşınızı
bulmanız, arkadaşınızı ziyaretinizde duyduğunuz bir işe başvurup kabul almanız gibi olaylar rastlantı gibi gözükse de sebepler dairesinde sizin cüzi iradenizin de bir sonucudur
çünkü partiye gitmeyi siz kendiniz tercih ettiniz, arkadaşınızı ziyarete kendiniz karar verdiniz ve hayırsız gibi gözüken bir trafik kazasında da arabayı siz kendiniz kullanmayı tercih
ettiniz. Halk dilinde istemeyi vermeseydi vermeyi istemezdi diye tanımlanan cüzi irade kendi
isteğinizin bir sonucudur.
Eski dilde tevafuk şimdi de kısmet dedikleri kaderin cüzi irade boyutunda insanın yapabilecekleri sanıldığından da fazla. Bunun ilk şartı şansın ayağınıza kadar gelmesini beklemeyi
terketmektir. Sonra da kitapta değişik örneklerle anlatıldığı gibi şansın sadece hazırlıklı
olarak beklemek değil aynı zamanda belirsizlik havuzuna kendinizi bilinçli olarak atabilme
cesaretini gösterebilmenizdir. Yani şans insanların bildiğinin aksine sizin kendinizin planlayabileceği bir durum olabilir.
Planlanmış serendiplik bir bakıma başarının metafizik boyutudur. Başarılı insanların
hikayelerine baktığınızda hiç beklemedikleri anda ivme kazandıklarını görürsünüz. Bir
telefon, bir insan, bir konferans, bir kitap, bir alet, bir film veya bir çocuk uzun süredir
çalıştıkları bir konunun çözümü için ilham verebilir ve sonra da aniden hayatları değişir.
Tasavvufçular insan aleminin beş kısımdan kalp, ruh, sır, hafi ve ahfâ’dan oluştuğunu söylerler. İnsanın kendi metafizik boyutu kendisine kılavuzluk yapacak istidadlardan oluşur.
Onların dilini anlamak için ise hikmet dili gerekir. Bir şeyin arkasındaki gerçek nedenini
görebilme kabiliyeti, olayların anlamını kavrayabilme becerisi, isabetli karar verebilme
özelliği gibi insan ruhunun işin içinde olduğu metafizik zekaya hikmet dili denir.
Siz hikmet dilinin içinde ilham, içgüdü ve sezgiyi de insan ruhuyla birlikte ele alabilirsiniz
Ruhun mekanizmasını tartışacak değiliz ancak şunu söyleyelim ki ruhun merkezi olan
kalp değişik fonksiyonlarla donatılmıştır. İnsan sadece beyniyle düşünmez, ruhunu da işin
içine katarak karar verir ve ilham, üçgüdü, sezgi gibi ruhsal fonksiyonlarından istifade
eder. Unutmayın ki eğer çok ter döktüyseniz ve üzerinize düşen görevleri yerine fazlasıyla getirdiyseniz ruhsal paradigmalar devreye girer. Hızır ancak bir hikmet gereği kapınızı
çalar. Çevrenizde meydana gelen olaylar, objeler insanlar kullanılarak size yol gösterilmeye
çalışılır.
Hayatın işaret dilinden anlayabilmeniz için de hikmet dilinden anlayabilmeniz gerekir. Bazen rüyalarınız bile size yol gösterebilir. Bu meziyetler kişinin inancına, ruhsal hayatına ve
çevresine göre oldukça değişkenlik arzeden mevzulardır.
Bizi ilgilendiren kısmı ise girişimcilerin dışarıyı aşırı kopyalaması, gereksiz şekilde aşağılık
kompleksine girmesi ve kendisine değer vermemesine karşın onları itikad bozukluğundan
sakındırmaktır. Bunun için ise girişimcinin ilk önce işaret dilinden anlaması gerekir.
Serendiplik işte bu tarz metafiziğin hayata geçtiği ekosistemlerdir. Mesela Silikon Vadisi ve
Hollywood gibi ekosistemler iki büyük metafizik ortamdır. Bu ortamlarda işaret diline vakıf
başarılı hikayeler bulabilirsiniz. Biz sadece şunu söyleyelim ki bu tarz metafizik ortamlarda
ruhlar çarpışır, kıskanır, rekabet eder, etkileşime girer, üzülür, sevinir, özenir ve heyecanlanır.
Bundan dolayı kendi modelimize Startup
Alaturka diyoruz. Bir Türk startup girişimcinin ruhunu neler heyecana geçirebilir.
Gereksiz kıskançlık yerine paylaşımı nasıl
öğrenebilir? Çok fazla eleştiri hastalığını
nasıl tedavi edebilir? Hayal gücünü zenginleştirmek için hangi sanatları öğrenmelidir?
Gündemdeki saçma sapan siyasi kısır
tartışmalardan nasıl korunabilir? Nelerden
hoşlanır veya hoşlanmaz? Rekabet ederken
rakibini takdir etmeyi nasıl öğrenebilir?
Kendi ruhsal hayatına nasıl manevi zenginlik
katabilir? Egosunu nasıl yönetebilir? Yani kısaca kendisini tanıma yolları nelerdir ve nasıl
olmalıdır?
-Serendiplik modeli metafizik gerilim modelidir-
Startup Alaturka’yı keşfettiğimiz zaman kendi girişimcilik modelimizi de keşfetmiş olacağız. Bu kitapla biz sadece başlangıç yapıyoruz. Yine de işe serendiplik modelini anlamakla
başlayabiliriz. Bizim de kendimize yönelik şans havuzları oluşturabilmemiz gerekiyor. Kendi insanımızın ruhunu tetikleyecek şeyleri zamanla anlayıp sistemleştirebilmemiz gerekiyor.
Evet ilk önce serendiplik modelini hayata geçirmemiz gerekir çünkü ruh rahat ve risksiz
ortamda harekete geçemez. Ruhun harekete geçmesi ve fonksiyonlarını icra etmesi için
riskli, çoğulcu, etkileşimli, zengin ve heyecanlı ortamlar gerekir. Ruhun gerilmesi gerekir.
Ruh korkacak, acı çekecek, endişe edecek, kızacak, sevinecek, esneyecek, şişecek, coşacak
ve hırslanacak ki insan kendi bütün melekelerini de birlikte çalıştırabilsin. İşte planlı serendiplik insanı çoğulculuk ortamlarına sokarak ruhun bu ihtiyacını karşılayor ve kişiyi sonu
belirsiz fakat anlamlı bir yolculuğa çıkartıyor.
Metafiziğin çalışması için sizin kendinizi bilinçli olarak şans havuzuna bırakıp Kainatın
Sahibine güvenmeniz gerekiyor. Mucizeler limanda oluşmaz, denizin tam ortasında fırtınalı
zamanlarda oluşur. Totemler yapıp şirke düşmek yerine ruhunuzu Sahibine teslim ederek
Onun kararına rıza gösterebilirsiniz.
Neden mi? Çünki biz gerçekten de çok belirsiz bir dünyada yaşıyoruz. Karşımıza neyin
çıkacağından habersiz zavallı aciz insanlarız. Hiçbirimiz bir saniye sonrasını bilmiyoruz.
Konferanslarda, seminerlerde başarılı insanlar size gelecekten bahsetse de inanın onlar da
sonrasından habersiz yaşıyorlar. Bakmayın öyle konuştuklarına, onlar da aynen sizin gibi
geleceği planlamaktan aciz insanlar.
Ancak onları sizden ayıran en önemli yönleri kendilerini zamanında riskli şans havuzuna
bırakabilme cesaretini gösterebilmeleridir. Siz acabalarla vakit geçirirken onlar planlarını
programlarını yapıp kervan yolda düzülür deyip okyanusun içine balıklama atladılar.
İşte Get Lucky kitabında milyar dolarlık şirketlerin planlı şans havuzunu nasıl oluşturdukları anlatılıyor. Dünyayı değiştiren insanların en belirsiz ortamlardan nasıl fışkırdığına şahit
oluyorsunuz.
Kimler mi? Facebook, Twitter, Google, Pinterest, Microsoft, Apple, Amazon, 3M, Pixar ve
daha nice bilindik firmalar farklı niyetlerle yola
çıktılar ve farklı sonuçlar yakaladılar.
Her şeyin mükemmel olmasını beklemediler.
Yolda farklı imkanlarla karşılaştılar ve esneklikleri sayesinde kendi hayallerinin ötesinde
mükafatlandırıldılar. Onlar risk almayı seven ve
dünyanın dengesini aşırı derecede bozanlardan
oluşuyor. Dünyanın en zengin insanları oldular ve herkesin iştahını kabarttılar. Dolayısıyla
Risk alanlar her zaman zengin olamadılar fakat
dünyanın en büyük ilgi odağı oldular.
zengin olanlar hep risk alan insanlardan oluştu.
Silikon Vadisi’nin kendisi bile planlı tesadüfler
sonucu oluşmuş bir başarı hikayesidir. İşte insanların asıl yanıldığı nokta burasıdır. Silikon
Vadisi bir inşaat hikayesi değildir. Farkındalıkla tecrübenin biriktirildiği ve sonrasında neyin
geleceğini kendilerinin bile tahmin edemediği
delice bir metafizik ortamdır. İnsanlar Silikon
Vadisi’ndeki Ekosistemi tanımlarken toplama kampı gibi yatırımcıların, iş adamların,
yazılımcıların ve girişimcilerin bir araya getirilip inovasyona dayalı ürün geliştirildiği yer
olarak tanımlıyorlar.
Ekosistemin tarifi kesinlikle bu değildir.
Ekosistem dar bir alanda inovasyon gibi en
önemli ruhsal fonksiyonu icra edebilmek için
oluşturulmuş bilinçli belirsizlik ortamıdır.
Belirsizlik olacak ki endişe, korku, sevinç,
mutluluk, rekabet, hırs, kıskançlık, imrenme,
övülme, narsistlik gibi müspet ve menfi
duygular tetiklensin sonra da yenilikçi ürünler
fışkırsın.
- Silikon Vadisi Bu harita farklı şirketlerin eklenmesiyle halen
genişliyor.
Serendiplik modeli sadece Silikon Vadisi’ndeki şirketler için geçerli değildir. Mesela dünyaca ünlü Hollywood’taki oyuncuların yaşadığı hikayeler de tipik bir serendiplik modelidir.
Oyuncu adayının Los Angeles’ta bir ajans bulması en büyük belirsizliktir. Zamanını oyunculuk seçmelerine (audition) harcayarak ajans bulmaya çalışır. Bulduğu ajansın kendisine
ne zaman hangi filmde rol bulacağı ayrı bir belirsizliktir. Oyuncunun film setinde durumu
bile performansına göre her an değişebilir.
Bir filmde oynasa bile başka filmlere çağrılma olasılığı tamamen şartlara bağlıdır. Jennifer
Lawrence gibi bir oyuncu kısa zamanda Oscar da alabilir, Leonardo Di Caprio gibi yılların oyuncu Oscar’sız eve de dönebilir. Bir film oyuncusunun ortamı o kadar belirsizdir ki
kendisini büyük bir azimle ve iradeyle tamamen bir şans havuzuna bırakmıştır. Bu havuzda insanlarla etkileşimde bulunur, çalışır, çabalar ve elinden gelen bütün gayreti gösterir.
Bundan dolayı en ilginç hikayeleri Hollywood dünyasından duyarsınız. Onların hikayeleri
dünyanın en ilginç ve dinlemeye en değer hikayelerdir.
Bununla birlikte yıllarca Los Angeles lokantalarında çalışıp oyunculuk seçmelerini (audition) kovalayan insanlar da mevcut. Onlar da gerekli insan ağını yakalayamadıkları için
ve yanlış stratejilerden dolayı geride kaldılar. Yani planlı serendiplik için kendinizi şans
havuzuna bırakmanız da yetmiyor. Onun gerektirdiği hareket, esneklik, strateji, kararlılık,
çoğulculuk gibi şartlarını da yerine getirmeniz gerekir. Bazen de hayat size uygun olmadığınız bir alanı zorlamanın yersiz olduğunu söylemeye çalışır. Zira Vermezse Mabud
neylesin Sultan Mahmud sırrınca her şey Mevla’nın takdirine kalıyor ama bir kapı kapanıyor
farklı binlerce kapı açılıyor.
Yani ister Silikon Vadisi ister Hollywood, Amerika Birleşik Devletleri kendi metafizik ortamlarını oluşturmayı başarmıştır. Başka ülkelerin aynısını kendi ülkelerinde uygulamaları
kesinlikle mümkün değildir.
Bunun farkında olan Hindistan ise kendi Bollywood’unu oluşturmuş ve ürettikleri filmlerini tamamen kendi kültürel kodlarıyla hayata geçirmiştir. İsmini kopyalasa da Bollywood’da
çekilen filmler tamamen Hint Kültürü eksenlidir. Hint film sektörü yine eskiden olduğu
gibi ritme dayalı danslı filmler çekmeye devam etmektedir.
Bu kadar serendiplik modeli tartışmasından sonra şimdi de bir kaç örnek verebiliriz.
Amazon
Eğer siz Amazon’u halen kitap, dvd gibi parakende ürünler satışı yapan bir şirket olarak
görüyorsanız bakış açınızı şimdiden değiştirmelisiniz. Amazon şirketi artık bir Teknoloji şirketidir ve bunu da Bulut Teknoloji tabanlı (Cloud based Computing) sistemlerine
borçludurlar.
Amazon’un CEO’su Jeff Bezos her çalışanından kendi sisteminin başka platformlarla
konuşabileceği bir arayüz ister. İnsanlar doğal olarak web servisleri yazmaya başlarlar. Son
derece belirsiz olan bu süreç Bulut Teknolojisine kadar uzanır. Jeff Bezos çalışanlarına
tanıdığı zaman esnekliği şirketi hayallerinin ötesine taşır.
Bugün dünyanın konuştuğu Bulut Teknlojisine sahip şirketlerden biri Amazon’dur. Piyasada
Instagram’ın resimlerini Amazon’un Bulut Teknolojisinde depolayarak başladığı bilinmektedir. Bugün Amazon Cloud sistemleri girişimciler için vazgeçilmez bir imkandır.
Ayrıca Amazon aynı zamanda bir medya şirketidir. Amazon Prime ve Instan Watch ile
Netflix’e kafa tutabilecek film izleme imkanınız vardır. Hem de Sinema’da vizyondan yeni
kalkan en son filmleri bile izleyebilirsiniz. İşin ilginç tarafı da kendi rakibi Netflix’in film
sunucuları da Amazon tarafından karşılanmaktadır.
Amazon şimdi de dronelar (havasız sipariş aracı) üzerinde çalışıyor. Yakın gelecekte siparişlerinizi artık evinize dronelar getirecek ve lojistik alanında yeni bir çığır açılmış olacak.
Fedex gibi geleneksel lojistik yöntemlerin bu durumdan etkileneceği aşikar.
Ayrıca Amazon proje takımlarını startup kültüründe
çalıştırıyor. Bunun sebebi vurguladığımız aynı sebep
yani serendiplik.
Startuplar da son derece belirsiz ortamlar olduğu için
serendiplik modeline en yatkın modeldir hatta ta
kendisidir. Girişimcinin göz bebeği gibi kurduğu startupta serendipliğin gerektirdiği doğru metodlar uygulanırsa başarılı olmamak için bir sebep yoktur.
3M
Başka ilginç bir örnek ise her gün çalışma masamızda
kullandığımız postitlerin hikayesidir. 1960’ların sonlarına doğru 3M şirketindeki bilim adamlarından Dr.
Spencer Silver dünyanın en iyi yapışkanını üretmek
için laboratuvarda gecesini gündüzüne katıyordu.
Ancak en iyi yapışkan yerine hafifçe yapıştırılıp
çıkartılabilen bir yapışkan keşfedince hayal kırıklığına
uğramıştı. Dr. Spencer Silver kendisine göre başarısız
olduğunu düşünse de meslektaşı Art Fry bunun not
kağıdı için kullanılabileceğini ileri sürer.
Zira Art Fray eskiden klisenin ilahi korosunda kitap sayfalarını işaretleme ihtiyacı duyuyordu çünkü araya koyduğu her kağıt düşüyordu. Kısa zaman sonra ürünü farklı tüketicilere de
denettikten sonra aldıkları 90% lık iyi geri bildirimle birlikte ortaya milyon dolarlık farklı
bir sektör çıkmıştı.
Google
Sergey Brin ve Larry Page 1996’da doktora tezinde geliştirdikleri arama algoritmasını üç yüz
bin dolara satmak için büyük şirketlerin kapısını çalıyorlardı. Bir sonuç çıkmayınca Sequoia
Capital’den aldıkları yatırımla garajda kendi yollarını çizdiler. Ne var ki tam olarak nasıl bir
şey çıkacağını kendileri de bilmiyordu. İlk önce PageRank sonra da Matematikte 10 üzeri
100 anlamına gelen Googol ismiyle ilk çıkışlarını yapsalar da sonra Google ismini keşfettiler. Şirketin ne isminde, ne yapısında, ne büyüklüğünde ne de geleceğinde hiç bir fikirleri
yoktu sadece inandıkları bir arama motoru algoritmasıyla yola çıkmışlar ve karşılarına
çıkan sürprizleri değerlendiriyorlardı. İki yıl boyunca hiç kâr edemediler. Google Adsense
gibi şirketin %15 gelirini sağlayan reklam modellerini de yolda keşfetmişlerdi. Şimdi ise
Google artık sadece bir arama motoru değil, bütün alanlara nüfus etmeye çalışan, herkesle
rekabet etmekten çekinmeyen önemli bir Teknoloji şirketidir. Google aynı zamanda işe
yaramayan projelerini bir çırpıda çöpe atabilecek kadar esnek bir şirkettir. Google’ın batan
projeleri serendiplik modelinde esnekliğin nasıl olması gerektiği konusunda büyük dersler
içerir.
2005’te Facebook ve Twitter gibi şirketler henüz parlamamıştı. Mobilite çılgınlığı tam anlamıyla başlamamıştı. Google İnternet’in ağabeyi olmuş herkes onlardan bahsediyordu.
2005’te San Francisco’da Web Summit konferansına katılan Sergey Brin ve Larry Page’e
başarılarını neye borçlu oldukları sorulunca Brin şöyle diyordu. “Başarımıza katkı sağlayan
birinci faktör şans idi. Biz sadece yüreğimizi takip ettik ve araştırma alanında bulduğumuz
çok faydalı bir şeyi hayata geçirdik”
Tabii bu cevaptan program moderatörü ve katılımcılar memnun olmamıştı. Onlar daha
şatafatlı bir cevap bekliyordu. Halbuki Brin doğru söylüyordu çünkü onun kastettiği serendiplik havuzuydu. Güçlü bir algoritma ile yola çıkmışlar, yüreklerini ortaya koymuşlar ve
sürprizleri yolda keşfetmişlerdi.
Pixar
Steve Jobs denilince herkesin aklına Apple gelir
benim ise Pixar gelir çünkü Pixar’ın hikayesinden
daha çok hoşlanırım. Jobs kendi Apple şirketinden
atılınca kendine yeni bir misyon biçmiçti. Pixar
Animation Studios şirketini kurarak yeni bir çığır
açıyordu. Pixar meşhur Animasyon fimleriyle
tanınmıştı; Toy Story, Cars, The Incredibles, Finding Nemo, Monsters University gibi Animasyonlar
o zamanın CGI teknolojisiyle görücüye çıktığında
çok beğenilmişti. Bu hikayelerin yapım aşaması
ise tamamen serendiplik ortamıyla ilgiliydi. Pixar’ın ofis ortamı şirket kültüründe serendiplik için
önemli bir örnektir. Dolayısıyla Animasyonların
kendisine odaklanmaktan ziyade biz girişimcilerin
Toy Story
üretim ortamını anlamamız daha anlamlıdır.
Pixar ilk kurulduğunda üç ayrı binada yazılımcılar, grafikçiler ve yöneticiler olmak üzere
dağılmışlardı. Bu durum Steve Jobs’ın hoşuna gitmemişti. Jobs’a göre iyi bir ürün çıkartmak
için farklı departmanlarda çalışan insanların birbirleriyle etkileşimi gerekiyordu. Tek bir
animasyon filmi üzerinde hep birlikte çalışıyorlardı ama birbirleriyle etkileşime girmek için
ofis ortamları bunu sağlamıyordu. Jobs sonra ilginç bir çözüm buldu. İnsanların günlük
en çok ihtiyaç duyduğu kahve makinesinden tutun, toplantı salonları ve yemek masalarına
kadar hemen her şeyi üç odanın tam ortasına yerleştirtti.
Çalışanlar yemek kuyruğunda, kahve molasında, su içerken, yemek yerken birbirleriyle
karşılaşıyor ve spontane sohbet etmeye başlamışlardı. Toplantı odaları da burada olduğu
için etkileşim daha da arttıyordu. Dolayısıyla bu sosyal ortam kısa zaman içinde şirkette ihtiyaç duyulan sinerjiyi yaratarak beklenen verimi vermeye başladı. Farklı departmanlardan
insanlar da olsalar, bir CGI yazılımcısı ile grafikçi daha rahat iletişim kuruyor, yöneticiler
tam olarak animasyon filminden ne istediklerini daha rahat aktarıyordu. Sonuç muhteşemdi, çalışmalar, etkileşimler meyvesini vermiş ve ortaya Toy Story animasyon filmi çıkmıştı.
Jobs şirket kültüründe serendiplik modelini uygulamış ve tekrar başarılı olmuştu. Animasyon gibi maximum yaratıcılığın gerektirdiği bir alanda fikirler, düşünceler çarpışmalıydı ki ortaya iyi ürünler çıksın. Zira serendiplik spontane yaratılıcığın sistemleştirilmiş versiyonuydu. Steve Jobs’a göre şans her zaman hazırlanmış zihinlerin yanındaydı ve bunun için
ruhların ve fikirlerin birbireriyle çarpışması ve etkileşime girmesi gerekiyordu. Özellikle
tekil bir projede hep birlikte çalışanlar için merkezi sosyal ortam çok iyi bir çözümdü.
Yeri gelmişken değinelim. 1968’de üretilen kübik ofisler günümüze kadar format değiştirip
geldiyse de halen sosyallik namına bir çözüm sunmuyor. Steve Jobs’ın ofis ortamı ise kendi ihtiyaçlarına uygun üretilmiş bir çözümdü. Bütün ülkelerin halen kübik ofisleri tercih
etmesi ise tam bir Amerikanlaşma hikayesidir. Türkiye’nin kendi kültürüne özgün ofis ortamları geliştirebilmesi için ise yenilikçi girişimcilere ihtiyaç var. Bakalım bizi kendi içimize
kapatan bu lanet olası kübiklerden kim kurtarack.
Niyet Edilmeden Gerçekleşen Buluşlar (Unintentional Inventions)
Piyasada serendiplik modelinin farklı isimleri mevcut. Niyet Edilmeden Gerçekleşen Buluşlar (Unintentional Inventions or Discoveries) veya Kazara Buluşlar (Accidental Inventions).
Yukarıdaki iki tanım da aslında serendiplik modelinin aynısıdır. Yola farklı bir niyetle
çıkıp, yolda beklediğinden çok daha iyi ve farklı buluşlara deniyor. Hayatımızdaki pek çok
ürün ve servis aslında kazara gerçekleşen buluşlardır. Hepsinin ortak noktası ise daha önce
söylediğimiz gibi mükemmelliyetçilikten uzak durup kervanı yolda düzeltmeleridir. Kazara
Buluşlar’da neler yok ki. Aşağıdaki listede kazara yapılan buluşları göreceksiniz.
Mısır Gevreği (Corn Flakes)
Mikrodalga Fırın (Microwave)
Anestezi
X-Ray Cihazı
Viagra
Teflon
Penisilin
Post-it
DVD
Internet
Facebook
Amazon Bulut
Dondurma Külahı
Coca-Cola
Kibrit
E-Posta
Google
Mürekkep Püskürtücü Yazıcı (Ink-Jet Printer)
Sertleştirilmiş Plastik
Dondurma Külahı
Şampanya
Cips
Kâlp pili
Japon Yapıştırıcısı
Havai Fişek
Kuduz Aşısı
SMS
Konyak
Paslanmaz Çelik
Bing Bang Teorisi
Rosetta Stone (Yabancı Dil Öğrenme Newton Yerçeki Kanunu
Seti)
Naylon
Vazelin
Fosfor
Buzlu Dondurma
Kahve
Oyun Hamuru
Yapay Tatlandırıcı
Brendi
Kauçuk Lastik
Ağız Gargarası
Sakız
Kellik İlacı
Sprey Çamaşır Suyu
Cırt-cırt Bant
-Kazara BuluşlarBu liste aslında daha fazla uzuyor. Şans havuzunda insanların hayatını değiştirecek servisler
ve ürünler hayatın artık önemli bir gerçeği. Büyük bir cesaretle serendiplik modelini uygulayanların yolu açık olsun.
Serendiplik Modelini Oluşturmak Yeterli mi?
Peki Türkiye’de girişimciliğin henüz yeni trend olmaya başladığı bu zaman diliminde serendiplik modelini oluşturmak yeterli olur mu? Onu anladığımızda her şey yoluna girecek mi?
Elbette girmeyecek, hiç bir zaman büyük Ekosistemler tekil modellerin üzerinde kurulu
değildir. Serendiplik gibi şans havuzlarının oluşturulması zaruridir ancak bazı şeyler de
bireyin kendisiyle ilgilidir. Daha doğrusu neredeyse her şey bireyin kendisinde bitmektedir.
Amerika Birleşik Devletleri, İsveç, İsviçre, Almanya gibi zengin gelişmiş toplumlara baktığımızda bireysel olarak Türkiye gibi toplumlardan ciddi sosyolojik farklılıklar içerirler.
En büyük toplumsal fark güven ve saygı gibi görgü anlayışlarıdır. Yerlere çöp atmamak,
bankamatik sırasında gizliliğe saygı duyarak mesafe koymak, alış veriş yaparken mutlaka
teşekkürle cevap vermek, trafik kurallarına uymak, kuyruklarda sırasını beklemek, sınavlarda kopya çekmemek, tebessüm etmek, ders hocasının niyetini suistimal etmemek, vergisini
zamanında ödemek, yalan söylememek, öfke kontrolü gibi meziyetlerle gelişmiş toplumlar
gelişmekte olan toplumlardan daha öndedir.
Beş yıllık İsviçre ve yedi yıllık Amerika hayatımdan sonra artık bu farka yüzde yüz eminim. Gelişmiş toplumlar sistemlerini güven ve sıkı takip üzerinden yürütürler. Örneğin
Amerika’da her yıl TurboTax veya TaxAct sitesinden insanlar vergilerinin bir bölümünü
geri alırlar. Site size ilk önce mali ve sosyal durumlarınızla ilgili sorular sorar ondan sonra
da doldurduğunuz diğer formlardan yola çıkarak size ne kadar para verebileceğini hesaplar.
Soruları nasıl yanıtladığınız tamamen sizin insifiyatinizdedir. Sistem size son derece güvenir.
İsterseniz sistemi yalan cevaplarla kandırıp daha fazla para geri alabilirsiniz ancak bu suistimalin de bir çözümünü bulmuşlar. Sizin formlarınızı bir yıl boyunca takip ederek yanlış
formları cezalandırıyorlar. Bir keresinde TaxAct’te doldurduğum yanlış bir form yüzünden
daha sonra beş yüz dolar ceza ödemiştim. Şimdi doldururken daha dikkatli dolduruyorum.
Gelişmiş toplumlarda vergi gibi meseleler şakaya gelmeyen en ciddi konulardır. Kanunlar
gelişmiş ülkelerde sizi dürüstlüğe zorlasa da genel olarak bu tarz toplumların bizden daha
dürsüt olduğunu söylemek mümkündür.
Bir keresinde yaz tatilinde bir akrabamla birlikte Harput’a çıkıyoruz. Akrabam elindeki pet
su şişesini bitirdikten sonra arabanın penceresinden dışarı fırlattı. Ben ses çıkarmadım ama
bozulduğumu farkedince bana “Burası Amerika değil Mehmet!” diyerek anında savunmaya
geçti. “İyi ya burası senin ülken” desem de nafile. Henüz bireysel sorumluluğun toplumu çok
yakından ilgilendirdiğini kavradığımız söylenemez.
İsveç’ten bir yatırımcıyla yapılan röportajda İsveç’in nasıl olur da bu kadar az nüfusla dünya
çapında bu kadar büyük projeler çıkartabildiğini sorarlar. Yatırımcı şöyle cevap verir:
“Bizim kaliteli Üniversite’lerimiz var, zengin iş adamlarımız var, Devletimiz girişimciliğin
öneminin farkında ama bizi diğerlerinden asıl ayıran bunlar değil. Bizim en önemli
özelliğimiz bizim dürsüt olmamız ve birbirimize güvenmemiz. Biz bir sözleşme imzalayacağımız zaman birbirimize kazık atacağımızı düşünmeyiz, birbirimize son derece güveniriz.
Biri söz verdiğinde sözünü mutlaka tutar.”
Yukarıdaki ifadeler Türkiye için en azından şu anlık ne kadar uzak kavramlar değil mi? Bu
ifadeler Türkiye için kullanılsa kimsenin inanmayacağı son derece aşikar. Aslında biz kendimizi de biliyoruz ama bir türlü yüzleşemiyoruz. Türk toplumu ne yazık ki etik yönünden
çok parlak değil. İş yapacağımız zaman birbirimize güvenmiyoruz. Güven toplumu kesinlikle değiliz.
Halbuki kendimizle yüzleşsek her şey değişecek. Aynaya biraz baksak ve kendimizi düzeltme yollarını arasak bütün her şey tersine dönecek, talihimiz açılacak. Bir toplum kendini değiştirmeden Allah o toplumu değiştirmezmiş.
Bireysel değişime kapalı olduğumuz yetmezmiş gibi bir de bunun üstünü kapatmak için
farklı yollar deniyoruz. Örneğin yaptığımız en büyük hatalardan birisi ülke sorunlarını
sistemsel boyutta tartışmaktır. Yıllarca memlekette eğitim sistemini defalarca değiştirdik.
Hiç bir şey değişmedi, eğitim sistemimiz halen felç ve dünyanın en gerilerindeyiz. İyi de
mesela Yabancı Dil eğitimi halen neden yeterli değil? Parlamenter sistem mi olsun yoksa
yarı Başkanlık sistemi mi olsun, yoksa tam Başkanlık sistemine mi geçelim diye kendimizi
yedik bitirdik. Politikayı onlar mı yönetsin yoksa bunlar mı yönetsin ve daha neler neler.
Ülkenin gündemine bakın bir ceviz kabuğunu doldurmayacak tartışmalar yaşanıyor. Televizyonların büyük bir kısmı siyasi ve futbol tartışmalarının yapıldığı açık oturumları işliyorlar. Yorumculuk ve polemik kavgası Türkiye’nin en güzide mesleği olmuş.
İşte girişimcilikte de aynı hata yapılıyor. Melek yatırımcı, Risk Sermayeleri (Venture Capitalists), Üniversite ayağı ve girişimcileri bir araya getirdik mi bu iş tamamdır modundayız.
Türkiye’nin girişimcilik sistemini yine sistemsel düzeyde tartışıyoruz. Sanki milyon dolarları ortaya döktüğümüzde her şey düzelecekmiş gibi. Ayrıca girişimcilikle ilgili sistemsel
bazda konuşmadığımız şey kalmadı. Artık o kadar çok bir araya geliyoruz ki yüzümüz eskimeye başladı. Bence artık networking yapmaya da ihtiyaç kalmadı çünkü herkes birbirini
tanıyor zaten.
Binaenaleyh, girişimciliğin mana boyutunu ıskalıyoruz. Girişimcilikte mana köklerimizi
konuşanı duydunuz mu? Ecdadımızı bize hep asker diye tanıttılar, peki Atalarımız ne tür
girişimciliklerde bulundular? Havada uçmayı hayal eden ve dünya tarihinde kanatlarla uçan
ilk biz değil miydik? Noldu da hayallerimizden vazgeçtik? Matematiğin, tıpın ve kimyanın
temel formüllerini bulan Endülüs Emevi Devleti’ni neden neden kimse konuşmuyor? Bütün
buluşları kusura bakmasınlar ama Amerikalı’lara borçlu değil.
Eskiler anlayış, seziş ve kavrayış becerisine basiret derler. Basireti bağlanmış sözü de buradan gelir. Yani seçerlik, sorunların hakikatını bilebilme feraseti demek oluyor. Bundan
dolayı girişimcilik mevzusunda da körü körüne gitmemek için basiretimizin açılması adına
ilk önce doğru soruları sormamız gerekiyor çünkü doğru sorular doğru cevaplar getirir.
Asıl Sorulması Gereken Sorular
Yanlış sorular yanlış önermeleri beraberinde getirir.
YouTube’da İtalyan girişimcilerin birbirlerine sordukları soruları izlemiştim, bizimle birebir örtüşüyordu.
Biz niye Silikon Vadisi üretemiyoruz diye tartışıyorlardı. Demek ki dünyanın her yerinde aynı şekilde bir
Amerikan aşağılık duygusu var.
Onların başarıları karşısında insanlar büyük bir
şaşkınlık yaşıyor. Şaşkınlık ta yerini taklitçiliğe ve
kendinden uzaklaşmaya götürüyor. Yani bir bakıma
zincirleme kaza gibi. Bu yanlış soruların başlıcaları
şöyle:
Biz de bir Silikon Vadisi kurabilir miyiz, niye az
yatırımcımız var, girişimciler neden güzel projeler çıkartamıyorlar, yabancı sermayeyi nasıl çekeriz,
melek yatırımcı sayısını nasıl arttırız, girişimcilerimizin yaptığı en büyük on hata hangileridir?
Bu tarz sistemsel sorular bizim sorunlarımızı çözmemiz için yeterince yol göstermiyor.
Derinlerdeki sorunlarımıza ışık tutmuyor. Artık sormamız gereken soruları bireye indirgememiz gerekiyor. Bireyden sisteme bir yöntem takınmak lazım. Peki bunlar neler mi? O
zaman gelin buradan yakın:
Kendi insanımızı neler motive eder, doğruluk dürüstlük gibi erdemler girişimcilerimizde
gerçekten var mı, yatırımcının risk almak istememisinin sebebi girişimciye duyduğu güvensizlik olabilir mi, Türkiye’de takım oluşturmak neden bu kadar zor, herkesin kendi işini
kurmak istemesinde bir tuhaflık yok mu, girişimciler kendi aralarında bilgi paylaşımında
neden bu kadar zorlanıyor, rekabet ederken neden her yol mübah görülüyor?
Girişimciler gerçekten sevdikleri için mi bu yola atıldılar yoksa Silikon Vadisi’nin rüzgarına
kapıldıkları için mi, gerektiğinde başkasını nefsine neden tercih edemiyor, bencilliğin uçsuz
bucaksız girdabında neden hep bana hep bana diyor, kendisine neden güvenmiyor, egosunu
neden yönetemiyor, kafasını bir fikre taktığında ondan neden vazgeçemiyor, kendi fikrine
neden aşık oluyor?
Türk girişimcisi projelerin masada değil sahada olması gerekiğini bildiği halde buna cesaret edememesi ilginç değil mi, yoksa bu korku rızık endişesi mi, rızkın Mevla’dan geldiğini bildiği halde yatırımcıyı neden rızık kapısı olarak görüyor, kendi kültürü dünyanın en
mütevazi kültürüyken en küçük bir başarıda bu kadar çabuk nasıl şişebiliyor, rakibine kazık
atmayı neden mübah görüyor, onun başarısını takdir etmesini neden beceremiyor, yurt
dışındaki girişimcilik ortamlarına gittiği halde neden eski alışkanlıklarını bırakamıyor?
Türk girişimcisinin en çok zorlandığı ailevi ilişkileri girişimciyi duygusal boyutta ne kadar
etkiliyor, yeni bir Türk girişimcisinin akrabalarıyla arasında olması gereken ilişki hakkında
neden kimse bir laf etmiyor?
Türk girişimcisi neden diğer girişimcileri aşırı derecede kıskanıyor, başkalarının başarısını
neden takdir etmekte zorlanıyor, ekmeğin son kırıntısına kadar iktisat etmek Anadolu insanının özelliğiyken Türk girişimcisi neden har vurup harman savuruyor, peki bu acelecilik
nereden geliyor, bir hedefe neden kilitlenemiyor, sebat edemiyor, kendi Ataları sabır taşına
dönüştüğü halde kendisi neden sabretmesini beceremiyor?
İşin başlangıcında küçük ulaşılabilir hedefler koyması gerektiğini bildiği halde neden
kendisine dünyayı fethetme misyonu biçiyor, küçük düşünmenin önemini görmezden
gelip büyük düşünme tuzağına neden düşüyor, kendisini neden başkasına kanıtlama ihtiyacı hissediyor, yoksa bütün girişimciliği para, şöhret ve şan için mi yapıyor, başka başarı
hikayelerinden neden aşırı derece etkilenip hemen ümitsizliğe kapılıyor ve Türk girişimcisi
neden her şeyi bu kadar olumsuz düşünüyor?
Kendi kültürüne ait Ebru, Seramik, Kaligrafi gibi el sanatlarının hayal gücünü genişleteceğinin neden farkında değil, müzik aleti öğrenmeyi neden angaryadan sayıyor, hayal gücünü
zenginleştirmek için başka hangi yöntemlere ihtiyacı var, sosyal yardımlaşma aktivitelerine
neden zaman ayırmıyor, yetime fakire sembolik te olsa neden yardım etmiyor, Türk girişimcisinin sosyal sorumluluk hissi hangi düzeyde, yoksa başarılı girişimci olup medyanın
kendisi hakkında konuşmasını mı hayal ediyor, takım arkadaşlarına göstermesi gereken
esnekliği neden esirgiyor, onların hayatlarına neden zenginlik katmıyor, gaza neden çabuk
geliyor ve motivasyonunu neden çabuk kaybediyor?
Kısaca Türk girişimcisinin ruhu tam olarak ne hissediyor ve hayattan tam olarak beklentisi
nedir? Onu gerilime geçirecek şeyler nelerdir? Neyle mutlu olur, neler kendisini üzer? Kendi kültürel kodlarından nasıl istifade edebilir? Sezgi, basiret, feraset, ilham ve sır gibi önemli
değerlerin girişimcilik yolculuğunda neleri değiştirebileceğinin farkında mı, girişimcilik
yolculuğunda kader arkadaşını tanımada kalp gözü yeterli derecede açık mı, hayatının en
önemli yolculuğunda olayların arkasındaki hikmet perdesini aralayabiliyor mu?
Cevaplanması gerçekten de zor sorular. Bunların cevabını henüz tam olarak bilmiyoruz
ama en azından doğru soruları sorduğumuzu düşünüyoruz. Henüz girişimciliği ülkemizde
konumlandırabilmiş sayılmayız. Bundan dolayı gelecekte rol modelleriyle girişimciliğin
mana ufkunu bize gösterebilecek kahramanlara ihtiyacımız var.
Biz yine de yukarıdaki sorulardan yola çıkarak girişimcinin en çok sıkıntı çektiği ego ve
sabır konusunu ele alıp elimizden geldiğince aydınlatmaya çalışacağız.
Dilediğine hikmet verir, hikmet verilene ise pek çok hayır verilmiş
demektir. Ve bunu ancak üstün akıllılar anlar.
Kur’an-Kerim 2:269
Girişimcilikte Ego Faktörü
İnsana geçici süreliğine emanet olarak verilen ego
(enaniyet, ene, benlik) yanlış kullanıldığında girişimciye ciddi zarar verebiliyor. Doğru anlaşıldığında ise
girişimciye hız kazandıran en önemli şeffaf araçlardan
birisi haline geliveriyor.
Ego pek çok bilim dalı, din ve felsefe tarafından halen
tartışılan ve incelenen bir konudur. Ortak kanı ise egonun varlığı ve kullanımına göre getirdiği sonuçlardır.
Yani egonun kendisinden ziyade sonuçları daha çok ilgi
görüyor.
Ego aşırı sahiplenince sahibini dış dünyaya kapattığı,
doğru kullanıldığında ise dışarıya açtığı bilindiğinden
egonun kullanım tarzı büyük önem arzetmektedir.
Egonun yanlış kullanımı girişimcide büyük sorunlara
yol açmaktadır. Ego onlara yol gösterebilecekken tam
tersine bir yıkım makinesine dönüşebilmektedir.
Gerçekten de girişimcinin en çok zorlandığı kısım kendi egosunu yönetmesidir. Ego gerçekten de başarı için doğru yönetilmesi ve konumlandırılması gereken en etkili araçlardan
birisidir. Onun için mahiyetinin ve konumlandırılmasının da doğru yapılması gerekir.
Ego Nedir?
Peki egonun mahiyeti tam olarak nedir? Daha doğrusu onu fiziksel olarak tanımlayabilir
miyiz? Başarılı olmadan önce ve sonra ego neden farklılık gösteriyor? Onu doğru yönetmek
elimizde mi?
Evet bize göre ego insanın içinde Elif gibi dümdüz bir çizgidir. Yani ego eliftir. Ego, enaniyet kendisine karşılaştırma imkanı vermek için emanet edilen bir araçtan ibarettir. Onun
kullanılma iradesi insanın kendisine aittir. Eğer insan ne kadar küçük ve aciz bir varlık
olduğunu, kainatın ise ne kadar büyük ve ihtişamlı olduğunu anlarsa kendisini ona göre de
konumlandırabilir. Milyar dolarlık şirketler de kursa küçüklüğünü kendisine ait olmayan
büyüklük ile kıyaslayabildiğinden kendisine hakim olabilecek donanıma kavuşur.
İnsan gerçekten de Kainatta çok küçük bir yer işgal eder. Aynı zamanda aciz yaratılan insan ufak bir hastalıkta, ayrılıkta, ölümde ruhen ciddi anlamda sarsılmaktadır. Beş dakika
lavobada ihtiyacını karşılayamadığında çatlayabilecek donanıma sahiptir. Trilyonlarca
hücresinin içinde gerçekleşen harikulade kimyasal ve biyolojik reaksiyonlarından bihaber
bilinçsizce yaşamaktadır. Eliyle ne yeri yarabilir, ne de göğe uzanabilir. Zıpladığında çıkabileceği yükseklik hemen hemen bellidir, ihtiyaçları sınırsızdır. En önemlisi de üçte biri uyku
olan ortalama altmış yıllık geçici ömrünü hiç ölmeyecek gibi gafilce yaşamaktadır.
Yani kendi ölümü bile olsa unutma hastalığı onun en büyük zaafıdır. Bu kadar küçük ve
aciz olduğu halde etrafındaki muhteşem tabiat, okyanuslar, dağlar, gezegenler, yıldızlar ve
galaksiler bir o kadar kendisinden büyüktür. Hacim olarak kainatın içinde zerrenin zerresi
hükmündedir.
Bundan dolayı bu kadar büyüklüğü kendi küçüklüğüyle kıyas yapabilmesi için kendisine
ego emaneten verilmiştir. Ta ki kendi küçüklüğüne bakarak karşılaştırma yapsın, bir dürbün gibi etrafı izlesin, kainatın gizemlerini çözsün, bütün bu muhteşemliği gerçek Sahibi’ne
atfetsin. Koskoca kainatın büyüklüğünü kavrasın ve kendi küçüklüğünü ve acziyetini ikrar
edip enaniyet belasından kurtulsun.
İşte küçüklüğünün ve acizliğinin farkına varabilmesi için ego insana emaneten verilmiştir.
Evet ego aynen bir Elif gibi insanın içinde ip ince bir çizgidir. Bu çizgiyi kalınlaştırmak,
şişirmek veya saç teli kadar inceltmek kendi insiyatifindedir. Acziyetini, sonsuz ihtiyaçlarını
görüp kabullendiğinde Elif incelecek, elinde bir dürbün haline gelecek ve kainatı daha rahat
seyredebilecektir. Bu dürbün ile farklı alemleri yakınlaştıracak, benliğinden sıyrılarak onları seyre doyamacaktır. Büyüklük taslayıp acziyetini inkar ettiğinde ise ince çizgi zamanla kalınlaşacak, vücudunu kaplayacak, derken benliğini esir alacak insanoğlu bedenen ve
ruhen kendi egosuna yenik düşecektir.
O kadar şişecek ki kendi ayak ucunu bile göremeyecek hale gelecektir. Elif çok fazla şişip
kendisini kaplamasına neden olduğu için uzak mesafeleri görme kabiliyetini yitirecektir.
Hayatı kendi gördüğü gibi kabullenecek ve empati gibi yeteneklerden yoksun kalacaktır.
Halbuki ego insana kendi cüzi iradesini, ilmini ve sınırlı kudretini kendi dışındaki dünyada
kıyas edebilmesi için verilmiştir. Kıyas yapabilsin ki haddini bilsin ve yapabileceklerinin
sınırını anlasın. Başarılı olduğunda da küçüklüğünü hatırlayıp kendine hakim olabilsin.
Gelelim girişimcilik konumuza. Girişimcilik haddi zatında bir ruhsal yolculuktur ve ego girişimci
için en büyük imtihandır. Onu şişirdikçe uzağı
göremeyerek dışarıya kapalı hale gelecek, kendi
fikrine aşık olacak, kritiğe kapalı olacak, fikrinin
eşsiz olduğunu iddia edecektir.
Hatta biraz daha ileri giderek fikrinin tamamen
özgün olduğu ve şimdiye kadar başkası tarafından kesinlikle düşünelemediğini iddia edecektir.
Ne hikmetse şahsen fikrinin dünyanın en iyi
ve özgün olduğunu iddia eden çok sayıda Türk
girişimcisiyle tanıştım. Fikirlerinin çalınmaması için de paylaşmama reflekslerine de artık
çok alıştım. Yine de fikirlerini saklamaları da,
açıklayıp başımızı şişirmeleri de ayrı bir dert.
Egolu insanlar başkalarını bunaltırlar
Böylelerini dışarıda çok görürsünüz. Bu tarz girişimcilerin en kötü yönü de yolunacak bir
yatırımcı aramalarıdır. Zavallı yatırımcı hem parasını ona kaptıracak hem de girişimcinin
egosunun yol açtığı yıkımı birlikte yaşayacaktır. Bu durum yatırımcı için de geçerlidir.
Bu tarz egolu girişimcilerde böyle bir mükemmel fikir için hemen bir yatırımcı gereklidir.
Kendisi her zaman mükemmeldir, eleştirilmesine gerek yoktur, onun için yatırımcıyı baştan
haketmiştir. Yatırımcıyı bulduğunda çevresine bunu başarı hikayesi olarak gösterecek ve
havasından geçilmeyecektir. Proje başarısız olduğunda yaşadıkları en büyük yıkım fikrin
tutmaması değil, sürekli takdir beklediği çevresi tarafından tedip edilme duygusudur.
Sosyal medyanın da narsistliği tetiklediği bir devirde süper egolu girişimcilerin işi gerçekten
de zordur. Şişirilmiş egonun girişimcide yol açtığı tahribat bununla da sınırlı değil tabi ki.
Ego kalınlaştırılıp kocaman bir Ben’e dönüştürüldüğü için, yani bütün iyilikleri, harikuladelikleri sadece ama sadece kendisinde görebildiği için bencil muamelesi de görecektir. Sadece
kendisi başarılı olmalı, sadece kendisine ödüller verilmeli, TV’ler kendisinden bahsetmeli,
onun başarısı herkesin kulağında olmalı. Sosyal medya onu takdir etmelidir.
Benliğini doyururken aslında egosunu doyuran biri olduğunu farkına varamayarak zincirleme kazaya uğrayacak ve başkasının başarısını çekememe, aşırı eleştiri, sabırsızlık gibi
değişik hastalıklara yakalanacaktır. En kötü hastalığı da ne olacak biliyor musunuz, aşırı
derecede hızlı gaza gelecektir. Facebook’un hikayesini duyduğunda hemen onun gibi olmak
isteyecek, Silikon Vadisinin baş döndürücü milyon dolar hikayelerinin büyüsüne kendisini
fazlasıyla kaptıracaktır.
Halbuki kendisini sıfırlayıp Elif gibi düm düz bir çizgi olsaydı kendisine gizemlerin kapıları
sonsuza kadar açılacaktı. Elif çizgisi bir yandan kendisine anahtar olup dışarıdaki dünyanın
tılsımlarını açacak diğer taraftan da bir dürbün olup her türlü gizemi oturduğu yerden
temaşa edebilme imkanı verecektir. Her girişimciden önemli şeyler öğrenecek kendi eksikliklerini kapatabilecektir. Fikrini gerekli insanlara anlatıp şekillendirebilecek, son sözü
kendisinin değil dışarıdaki müşterinin, kullanıcının söylediğini herkesten evvel kavrayacaktır.
Böyle bir girişimci çok esnek olacak, kulağı ve gözü dışarıda olacak, dışarıya açıldığı için
manevra kabiliyetine ulaşacak ve ihtiyaç duyduğunda refleks kasını kullanıp yol kıvrımlarından uçurumlara düşmekten kendisini koruyabilecektir. Gerektiğinde bebek gibi
büyüttüğü fikrini baştan sona değiştirebilecek, teyit edilene kadar aktif sabırla bekleyecektir.
En önemlisi de başarıya ulaştığında bile CEO’luk makamını hizmet makamı olarak görecek, kendisini tekrar sıfırlayabilecektir. Para, makam onu hiç bir zaman şımartamayacak ve
emanetinin hakkını yerine getirmiş olacaktır.
Mütevazi girişimci esnek girişimcidir. Ürüne körü körüne aşık olmak yerine üzerindeki
hataları kabul eder. Kulağı daima müşteridedir, onun sözü kendisinin ürünü olur. Müşteriyi
memnun etmek için onun nazını çeker nabzını yoklar. Şirketin geleceğini kendi egosuna
teslim etmez. Gerektiğinde özür dilemesini bilir. En önemli değeri takım arkadaşlarıdır
onlara caka yapmaz Onlara verilmesi gereken değeri sonuna kadar verir.
Egonun en belalı kısmı ise narsistlik kişilik bozukluklarına kadar varmasıdır. Kendi
görüntüsüne aşık olarak tanımlanan narsistler egonun tavanını temsil ederler. Narsisizm
özseverlik olarak ta tanımlanır. Kişinin kendisine tapması diyenler de vardır. Egonun aşırı
derece depolanması ve nesnelere yönlendirilmesidir. Eskiden ayna narsistlerin en büyük
nesnesiyken şimdi de mobil cihazlardır. Gerekli ilgiyi görmek için sürekli selfie çekerler.
Plan ve hedeflerine ulaşmadıklarında ve yeterli ilgiyi görmediklerinde erirler, çökerler. Empatiden yoksun çağımızın en belalı kişilik bozukluklarından biridir narsisizm.
Psikolog’lara göre selfie’nin aşırı derecede kullanımı tipik bir narsistlik
hastalığıdır
Aşırı kıskançlık, kendini aşırı beğenme ve
haklı görme, övgüyle
beslenme, eleştirilere
karşı aşırı duyarlılık,
küstahlık, başkasını
çekememezlik, umursamazlık ve başarı için her
yolu mübah görme gibi
son derece tehlikeli özelliklere sahip narsistlik
günümüzün en büyük
hastalığıdır.
Bundan dolayı pek çok Psikolog ve Psikyatrist günümüzü “Narsistlik Çağı” olarak nitelendirir. Sosyal medya ve mobilitenin patlamasıyla narsistlik daha da yaygınlaşmıştır.
Ego şu sıralar narsistlikle birlikte altın çağını yaşamaktadır. İnsanın kendisini istediği
kadar ifade edebileceği alet adevat icat edildiği için narsistlik te büyük ölçüde birlikte
tetiklenmiştir. Ne yazık ki başarılı narsistler takım arkadaşları için en büyük imtihandır.
Narsistler ezmekten hoşlanan tiplerdir. İnsanları her zaman küçük gören zihin yapıları
olduğu için tahammülü zor insanlardır.
Ne ilginçtir ki girişimcilik seminerlerinde bu tarz kişilik sorunları es geçilmektedir. Daha
önce de belirttiğimiz gibi girişimcilik sistemsel olarak işlendiği için daha sonra kaçınılmaz
karakter çatışmaları yaşanmaktadır. Özellikle narsist bir girişimciyse o zaman partnerine,
yatırımcısına Allah sabır versin diyoruz. Belki de narsistlerle olan imtihan dünyanın en
büyük imtihanlarından biridir diyebiliriz.
İşte ego böyle bir şey, insanı narsist yapıp zıvanadan da çıkarır, melek yapıp göklere
de çıkartabilir. İnsanın tamamen kendi kullanımına göre arştan ferşe kadar değişkenlik arzeder. Ego belki de girişimcinin önündeki en büyük engeldir. Bu engeli aştığında
girişimciliğin belki en zor kısmını da aşmış demektir. Egodan sıyrılan benlik ilerideki
muhtemel hataların önüne geçerek zamanı gelir şirketteki herkesi bile kurtarabilir. Egosuna hakim insanlar toplantıyı, kollektif şuuru ve istişareyi kendilerinden önde tutarlar.
Topluca alınan kararlara mutlaka riayet ederler. Bütün herkesi bağlayan kararların kişisel
egolara kurban gitmeyecek kadar önemli olduğunun farkındadırlar.
Önemli projelere başkoymuş ve Türkiye başta olmak üzere dünyayı değiştirmeyi kendine
gaye edinmiş değerli Türk girişimcisi, ilk önce yatırımcıdan, Silikon Vadisinden, fikirden
başlamak yerine kendinden başlayabilirsin. Narsistlik gibi insanlara son derece zarar verecek hastalıklar yerine mütevaziliğinle herkese örnek olabilirsin.
Egonu elif gibi incelterek müşterini, takım arkadaşlarını ve yatırımcını daha yakından
tanıyabilirsin. Empatini geliştirebilir, insanların hayatına renk katabilirsin. Benlik duygularından sıyrılıp elindeki ip ince dürbünle evrenin gizemli noktalarını izleyebilir, Kainatın
tılsımlı bilmecelerini çözebilirsin. Unutma ki Elif gibi dimdik ol dememişler boşu boşuna,
bu işin ortası yok zira.
14 Ekim 2012’de Felix Baumgartner 39 bin metreden (stratosfer)
dünyaya atlayarak rekor kırmıştı. Bir kapsül içinde yükseldikten
sonra kendisini boşluğa bırakmış ve bütün dünyanın ilgisini çekmişti. Felix aslında en çok mütevaziliğiyle tanınır.
Bazen ne kadar küçük olduğunuzu anlamak için gerçekten çok yükseğe çıkmanız gerek.
Zenith Felix Baumgartner
Sabrın Gücü
Girişimcilerin yaptığı en büyük hatalardan
biri de bir projede yeterince sebat edemeyişleridir. Silikon Vadisi’ndeki başarı
hikayeleriyle gaza gelip kısa zamanda köşe
olmanın hayalleriyle yaşayanlar hep hüsrana uğramıştır. Sabır her girişimcinin
ihtiyaç duyduğu en büyük değerdir. Aşılmaz görülen yollar sabırla aşılmış, bitmek
bilmeyen çileler sabırla bitmiş ve başarı
sabırla yakalanmıştır. Zamanın sessiz
çıldırtıcılığına karşı hep sabır yardımcı
olmuştur. Sabrın değeri büyük çilelerden
sonra anlaşılmış ve çilekeş ruhlar sabrın
yakıcı atmosferinden sonra saflaşmıştır.
Arapça’da kabz ve bast denen insanın iki türlü ruh hali vardır. Bunlar sabrın iki mihenk
noktasını oluşturur. Kabz ruhunuzun türlü türlü nedenlerden dolayı daralması ve sıkışması
olurken, bast hali de son derece ferahlık, genişlik, sevinç ve sürur halini ifade eder. Kabz ve
bast insanların en büyük iki imtihanıdır.
Ancak (her iki halde de) sabır gösterip iyi ameller işleyenler müstesnadır. İşte onlara bir mağfiret ve büyük bir mükafat vardır. (Kuran-ı Kerim,11:11)
Ayeti Kerime’deki iki halde sabır göstermekten bahsediyor. Bast halinde sabır size ilginç gelebilir ancak insanların sadece kabz halinde sabretmelerini beklemek yanlıştır. Bast halinde
de şükür tavsiye edilerek sabır göstermeniz beklenir. Hatta bast halindeki sabrın kabz halinden çok daha çetin bir imtihan olduğu söylenir. İnsan başarıya ulaştığında takınması gerekli
tavır mütevazilik, şükür ve alçakgönüllülük olduğundan bast sabrın en zor yanını oluşturur.
Sabrın kabz ve bast halleri günümüz dünyasında pek az bilinen ve uygulanan bir değerdir.
Daha çok dış kaynaklı başarı hikayeleri Türk girişimcilerin itikat anlayışlarını bozduğu için
onlar da bir an önce başarılı olup aynen Amerikalı girişimciler gibi popüler olma arzusuyla yanıp tutuşmaktadır. Bu durum onların sabır gücünü dağıtmakta ve başarısızlığa yol
açmaktadır. Ayrıca Türkiye’de yeterince rol modeli olmadığı için başarıyı bile taklit etmek
normal karşılanır olmuştur. Bu tarz itikadi sorunları aşmamız için sabrın önemini girişimcilere her fırsatta anlatmamız gerekir.
Tekrar edelim, kabz hali kavram olarak ruhen tutukluluk, içe kapanma ve içinizin daralması
demektir. Bu durum genellikle sosyal hayatınızda sürekli ters giden bir şeyler olduğunda
meydana gelir. Ne yaparsanız yapın bir şeyler sürekli ters gider. Sıkıntılar üst üste birikir,
çileler yerini göz yaşlarına emanet eder, ruh sürekli kaygı ve endişeyle yanıp tutuşur öyle ki
insana bu sıkıntılı durumun hiç bitmeyeceğini sanır.
Sıkıntılar ve zorluklar o kadar birikir ki bir gün gelir kabz hali üzerinizden kaldırılır ve
sonunda beklediğiniz patlama meydana gelir. Birden her şey yoluna girmeye başlar. Hem
istediğiniz hedeflere teker teker ulaşırsınız hem de beklediğinizin üzerinde ödüllendirilirsiniz. Pek çok başarılı olmuş sanatçı, showmen, futbolcu, siyasetçi ve iş adamlarının hayatlarını incelediğinizde kabz halini derinden derine yaşadığını görürsünüz. Kabz halinin ne
kadar sürdüğü ise tamamen kişiye, olayların önemine göre değişkenlik arzeder. Biz şimdilik
girişimcilerin ilk olarak en çok zorlandığı kabz halini örneklerle ele alalım.
Beyazıt Öztürk
Beyazıt Öztürk radyo programcılığı ile başlayan hayat serüveninde bize yaşadığı türlü türlü
sıkıntıları anlatırken aslında bir nevi kabz halini tasvir ediyordu. Halbuki “r” harfini çıkaramadığı için ilk radyo programlarını sunma hakkı verilmemişti kendisine. Ancak sebat
ederek radyo programlarını değişik kanallarda sunmaya başladı ve İstanbul’a geldiğinde
bir taraftan radyo programlarına devam etti diğer taraftan da Kanal 6’da tv programlarına
başladı. Bu uzun ve yorucu günlerinde biz onu tam olarak tanımıyorduk ancak daha sonra
yılların en başarılı “Beyaz Show” programı gize gösterdi ki o da kabz halini yaşamış. Kabz
halindeki birikiminin büyük payı vardı başarısında. Beyaz bütün sıkıntılara sabretmiş, kabz
halinin dolmasını beklemiş ve sonunda büyük bir patlamayla başarıyı yakalamıştır.
Hakan Şükür
Kabz halini yaşayan tipik örneklerden biri de Hakan Şükür idi. 1996 yılının sezonu
başladığında bir türlü gol atamıyordu ve Fatih Terim onu sürekli ilk 11 de oynattığı için de
hem Hakan Şükür hem de Fatih Terim çok eleştiriliyordu. Hakan Şükür gerçekten çok zor
günler geçiriyordu. Ben bir Galatasaraylı taraftar olarak o zaman çok sıkılmıştım ve olanlara
bir türlü anlam veremiyordum. Ancak Hakan Şükür’ün kabz hali sona erince goller birbiri
adına gelmeye başladı. Galatasaray’ın 8-1 mağlup ettiği Altay maçında Hakan Şükür ligdeki
100. golünü atarak “Kral” lakabıyla anılmaya başlandı. Kral Milli Takım’a yaptığı katkılarıyla
daha sonra da kendinden hep söz ettirecekti. Hakan Şükür’ün yaşamış olduğu bu patlama
anının öncesindeki yaşadığı kabz hali ve göstermiş olduğu sabrın mükafatına hepimiz şahit
olmuştuk.
Joanne K Rowling
Beni derinden etkileyen hikayelerden birisi de Harry Potter kitabının yazarı Joanne Rowling’in hayatıdır. Bundan dolayı onun sabırla dolu hayat hikayesine biraz daha detaylı değinmek istiyorum.
Şu an J.K. Rowling olarak bilinen yazar küçüklüğünde fantastik hikayeler yazarak kız
kardeşine kendi ağzıyla okurmuş. Hikaye merakı hiç bitmemiş ve daha sonra esinleneceği
romanlar okumaya devam etmiş. 1990’da Manchester’dan London’a gittiği bir seyehatta
Harry Potter karakteri ve bu karakterin çevresindeki karakterlerleri ilham yoluyla aldığını
anlatan Rowling bu sıralarda en çok sevdiği annesini kaybetmiş.
Kendisinin anlattığına göre annesinin ölümü kendisini o kadar derinden etkilemiş ki Harry
karakterinin detayları konusunda annesinin ölümünden gelen kaybı ona ilham olmuş.
1992’de Portekiz’e İngilizce öğretmeni olarak gitmiş ve orada Portekiz bir televizyon habercisiyle evlilik yapmış. Kısa zaman içinde Jessica isminde kızları olmasına rağmen 1993’te
eşinden ayrılmış ve kızıyla birlikte İskoçya’daki kız kardeşinin yanına taşınmış. Bu sıralar o
kadar bunalımdaymış ki intihara bile teşebbüs etmiş.
Bir taraftan klinik depresyon tedavisi gören J.K. Rowling 3. kitabındaki ruh kabzedici
yaratık (“Dementors”) fikrini bu depresyonda edinmiş. Bir taraftan işsiz olan yazar Harry
Potter kitabını yazmayı hiç ihmal etmemiş ve çoğu zaman oluşturduğu karakterleri bunalımlı yıllarındaki ruh halinden yola çıkarak yazmış. Yazılarını yanında taşıdığı eski daktilo makinesiyle dışarıda cafelerde yazmış.
Harry Potter’ın ilk romanını Edinburgh’taki meşhur The Elephant House cafesinde yazmış.
Bir yandan tek başına kızına bakmak zorunda kalmış diğer taraftan da bütün enerjisini romanına ayırmış. Sonunda 1995’te “Harry Potter and the Philosopher’s Stone” ismindeki ilk
Harry Potter’ın romanını bitirmiş ve tam 12 yayın evine sunmuş ama hepsinden red cevabı
almış. 1 sene sonra £1500 karşılığında London’daki Bloomsbury yayın evinin editörü Barry
Cunningham yeşil ışık yakmış ve kitap ilk defa basılmış. Kitabın kabul edilme nedeni ise
daha ilginçmiş. Bloomsbury’nin başkanı ilk bölümünü sekiz yaşındaki kızı Alice Newton’a
okutmuş ve kızının beğendiğini gören başkan kitabın basılmasını kabul etmiş. Bloomsbury
yayın evi yine de J.K.Rowling’e günlük bir iş bulması gerektiğini, çocuk kitaplarının çok tutmadığı için çok ümitvar olmamasını öğütlemiş. Zaten Bloomsbury yayın evi kitabın sadece
1000 kopyasını basarak 500’ünü kütüphanelere göndermiş.
Beş ay sonra kitap Nestlé firması tarafından farkedilmiş ve Nestlé Smarties Book Prize ismiyle ilk ödülünü almış. Daha sonra İngiltere’de yılın en başarılı kitabı ödülüne layık
görülünce Amerika’daki Scholastic yayın evi de kitaba talip olarak “Harry Potter and the
Sorcerer’s Stone” adıyla Amerika’da basılmış. Kitabın Amerika’da basımı ile birlikte o kadar
çok geniş çocuk kitlesine ulaşılmış ve beğenilmiş ki J.K Rowling elde ettiği sonuca kendisi
bile inanmakta zorlanmış.
Kitap Hollywood’un ilgisi çekince yeni bir “teenager” (ergen) endüstrisinin doğumuna da
beraberinde getirmiş. Gerçekten de ABD’deki ergen Ekonomisi Harry Potter ile tam kıvamını bulmuş ve ondan sonra birbiri ardına ergen roman ve filmleri gün yüzüne çıkmış
(Twilight, Hannah Montana, Justin Bieber, Hunger Games, Divergent gibi).
Bir kitap bu kadar başarılı olur da Hollywood rahat durur mu hiç. Warner Bros. Pictures
kolları sıvayarak Harry Potter’ın ilk filmini 16 Kasım 2001’de “Harry Potter and the Sorcerer’s Stone” adıyla hayranlarının karşısına çıkardı. İlk haftada sadece Amerika’da $90 milyon
ulaşıldığında Amerika gençlik kültürünün format değiştirdiğinin sinyallerini de vermişti.
Harry Potter serisi hiç durmadı bundan sonra peş peşe filmleri yapılmaya devam edildi.
Rowling artık kitap yazarken filminin de çekileceğini hesaba katarak yazmaya başlamış.
Benim gibi yetişkinler filmi izlemese bile Harry Potter karakterini oynayan Daniel Radcliffe hafızalarımızdaki gözlüklü haliyle iyice yer etmişti. Harry Potter’ın küçük oyuncuları
gözümüzün önünde büyüdü. Onları şimdi görünce ne kadar çabuk büyüdü demeden kendimizi alamıyoruz.
Rowling daha sonra Harry Potter kitap serilerine devam ederek tarihteki gelmiş geçmiş en
çok satan kitap rekoruna da ulaşmıştı. J.K. Rowling’in şu anda yaklaşık 1 milyar dolar serveti mevcut ve İngiltere’de en zengin kadınlar listesinde yer alıyor. Kitapları şimdiye kadar
piyasada $15 milyar değer yarattı. 2011 yılına gelindiğinde 450 milyon kopyayla ve 67 dilde
tercüme edilmesiyle tarihte bir rekor kırmıştı.
J.K. Rowling her türlü bunalımı yaşasa da ve hayatın zorluklarıyla karşı karşıya kalsa da
yazmaktan hiç geri durmamış.tı Kitabı pek çok yayın evi tarafından reddedildiğinde bile
mücadelesine devam ederek hakkettiği yeri falasıyla kazandı. Ben yazarın kabz halindeki
göstermiş olduğu sabrın onu çok ileriye taşıdığını düşünüyorum.
Pek çok başarılı insanın acıklı hikayesinin arkasında hep kabz halini göreceksiniz. Gerçekten de bir yerde çok büyük başarı varsa, orada büyük bir dram da vardır. Yukarıdaki gibi
yüzlerce örnek gösterilebilir. Sonunda hepsi sabrederek bir patlama yapmış kimisi ulusal
çapta kimisi de bütün dünyada yankı uyandırmış.
Sabır göstermenin ruhsal bir zorluğu vardır. Çok büyük bir hedefe odaklanmışsanız eğer
muhtemelen kabz halini yaşayacaksınızdır. En büyük sabır imtihanını kabz halinde vereceksiniz ve istedikleriniz konusunda test edileceksiniz. Ancak sonunda yaşadığınız ruhsal
zorluklar, acılar birikecek ve bir gün meyvesini verecek, kabz hali sona erecek ve siz müthiş
bir patlama yaparak istediğiniz genişliğe ulaşabileceksiniz. Onlar ulaştılar, siz de ulaşabilirsiniz.
Her şey üstüne gelip seni dayanamayacağın
bir noktaya getirdiğinde, sakın vazgeçme...
İŞTE ORASI KADERİNİN DEĞİŞECEĞİ ‘NOKTADIR’
Mevlana Celaleddin Rumi
İnsanları Yanıltan Başarı Hikayeleri
Peki şöyle bir soru akla gelebilir. Bütün başarı hikayeleri kabz denilen ruh halinden mi geçiyor. Hayır, kabz hali genel bir durumdur ve piyasadaki bazı başarı hikayeleri kabz halinden
daha çok kısmet ve nasip yörüngeli olabilir. Kısmet faktörünü anlamayan pek çok girişimci
çok feci şekilde yanılabilmektedir.
Kısmet faktörüyle başarılı olmuş insanlar bir limana hiç bir zorlukla gelmeden direkt olarak
gemiye binen insanlara benziyorlar. Kabz haline maruz kalanlar da limana gelebilmek için
ormanları, dağları, bayırları aşmak zorunda kalanlar oluyor.
Kısmet aslında kismet olarak İngilizce’de de aynı anlamı olan bir kelime. Yalnız onlar bizim kadar kullanmıyor bu kelimeyi. Kismet sözcüğünü Amerikalı’lardan ilk defa Brad
Pitt’in oynadığı The Curious Case of Benjamin Button filminde duymuştum. Orada Kader
konusunu işlerken direkt olarak ne anlama geldiğini söylüyordu. Onun dışında yedi yıllık
Amerikan serüvenimde hiç kimseden duymadım. Bizim kendi kültürümüzde ise Kader
Kısmet sözcükleri halkın en çok kullandığı kavramlardan.
Yine de başka tanımlamalarla da olsa insanlar her kültürde kısmet ve nasibin farkına
varıyorlar. Yalnız son zamanlarda girişimcilik ekosisteminde kısmeti farkına varmadan
ilginç bir şekilde tanımlayanlar da var. “Doğru zamanda doğru yerde” diyerek girişimcilik
seminerlerinde kendilerinin bir türlü şanslı olduğunu ifade eden girişimciler görürsünüz.
Halbuki kısmeti tanımladıklarının farkında değiller.
Aslında bakarsanız bütün her şey kısmet eksenlidir. Bizim burada kastettiğimiz kabz haline
maruz kalmadan limandan ayrılan doğuştan yetenekli kısmetli girişimcilerdir. Siz bunlara
ballı kaymaklı girişimciler de diyebilirsiniz. Bizim kültürümüzde Yürü Ya Kulum şeklinde
de tabir edilirler.
En tipik örneği Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg’tür. Kabz halini yaşamadan ürünleri hızlıca tutmuş, geliştirici, yatırımcı dertleri çok olmamış ilginç bir kısmet hikayesidir.
Zuckerberg’ün girişimcilik özelliklerine baktığınızda gerçekten de başlangıçta aldığı her
kararda isabetlilik görürsünüz. Sanki bir yerlerden daha önce öğrenmiş de ona göre karar
veriyor. Gerekli liyakati daha önceden ısmarlama olarak öğrenmiş gibi. Facebook’un
hikayesi bundan dolayı pek çok girişimcinin yanılmasına sebep olmuştur. İçinde kısmet
faktörünü hesap edemeyen girişimciler aynen onun gibi bir sosyal network yaparak köşeyi
dönebileceklerini sandılar. Dolayısıyla pek çok hayalperest ve şöhretperest girişimcinin
yanılıp batmasına sebep oldu. Aslında iyi de oldu, piyasadaki sahte kurnaz girişimcilerin
elenmesine vesile oldu.
Başka bir örnek te Steve Jobs’ın hikayesidir. Kendisi fakirlik gibi sorunlar yaşasa da San
Francisco’da iyi arkadaş çevresi olan birisiydi. Üvey annesinin yanında klasik Amerikan
evinde yaşıyordu. Külüstür de olsa arabası vardı. Amerikalı’ların fakirlik edebiyatı bizim
Anadolu’daki peynir ekmekle karınlarını doyuran insanların önüne geçmeyeceği için onun
hikayesi sizi sakın yanıltmasın.
Steve Jobs’a devam etmeden önce şunu vurgulayalım. Kısmetli girişimcilerin hikayelerine baktığınızda ruh ikizlerine rahatlıkla ulaştıklarını görürsünüz. Kader ruh ikizlerini bir şekilde buluşturuyor. Bu durum nasipli girişimcilerde daha da belirgin. Takım
oluşturabilme gibi her girişimcinin zorlandığı şeyleri onlar tereyağından kıl çeker gibi
hallediyorlar. Başkaları gibi günlerce aramaktansa bir yerde kazara tanışıyorlar. Bazen en
samimi okul arkadaşı bazen de en eski iş arkadaşları olabiliyor. Bir telefon, bir görüşme
derken hemen birlikte yola koyuluyorlar.
Bill Gates en başta Paul Allen ile yolculuğuna çıkmış, Steve Jobs Steve Wozniak ile
tanışmış, Mark Zuckerberg her ne kadar etik dışı davranıp bazı takım arkadaşlarını satsa
da kendisini tamamlayan Dustin Moskovitz ile yola koyulmuştur. YouTube’ın kurucusu
Chad Hurley yakın arkadaşı Steve Chen’le video paylaşım furyasını patlatmış. Instagram’ın
kurucusu Kevin Systrom ise Mike Krieger ile milyar dolarlık başarı hikayesine adım atmıştır. Bu gençler bizim gibi deli dana gibi takım arkadaşı arama zahmetine girmemiştir.
Dolayısıyla Jobs’ın kaderi de Steve Wozniak ile değişmiştir. Steve Jobs Steve Wozniak ile
evin garajında işe başladıktan kısa süre sonra takımını genişletebilmiştir. Günümüzde ise
takım kurmak her şeyden zor. Günümüzde garaj hikayeleri artık yerini bulut teknolojilerine bıraktığı halde takım kurmak halen daha zor. Dolayısıyla Steve Jobs gibi Silikon Vadisi
mucitlerinin takım oluşturabilmesi pek çok insanın farkına varamadığı önemli bir kısmet
örneğidir.
Genç Applı şirketinin kısa zaman sonra da ürünleri tutunca, bir sene içinde yatırım bulup
yollarına hızla devam etmişlerdir. Popülist şekilde Apple hikayesini size dramatik olarak
lanse etseler de Apple Silikon Vadisi’nde hızlıca ekip kurabilme sonrasında da yatırım
bulup yoluna gidebilme imkanına kısa zamanda sahip bir şirketti. Steve Jobs işten atılıp
Pixar’ı kurduğunda bile hayallerini gerçekleştirmek için milyon dolarları vardı. Her zengin
hayalini gerçekleştirseydi zaten Jobs bu kadar popüler olmazdı. Onlara ballı kısmetli derken hafife aldığımız için söylemiyoruz, bilakis başkalarının hata yaparak öğrendiği şeylerin
onlarda doğuştan olduğunu ve hayatta liyakatlerine uygun yönlendirildiklerini söylemeye
çalışıyoruz.
Jobs’ın Pixar hikayesine daha önce değindiğimiz için burada sadece şunu söyleyelim; Pixar
bence Jobs’ın en iyi hikayesidir. Orada da takım oluşturabilme, doğru insanları doğru zamanda bulabilme kısmetleri görürsünüz. Bazı insanlar doğuştan liyakat sahibi olur bazıları
da hatalarla öğrenir ama sonuç hiç bir zaman değişmez. Kaderin size yol vermesi gerekir.
Steve Jobs ünlü mezuniyet konuşmasında değindiği noktaları birleştirmekle (connecting
the dots) aslında Kaderin onu nasıl sevk ettiğini itiraf ediyordu. Gerçekten de Steve Jobs’ın
bütün hikayesine baktığınızda sanki o da girişimciliğin en ince sırlarını doğuştan öğrenmiş
gibi. Siz bu kısmetli hikayelerin içine Bill Gates’i de katabilirsiniz. O da doğru zamanda
doğru yerde olanlardan ve daha niceleri.
Kısmetli hikayeler içinde sadece Silikon Vadisi hikayeleri yok elbet. Hollywood ve Müzik
endüstrisinde de durum farklı değil. İstisna olarak görülen kısmetli başarı hikayeleri hayatın her alanında mevcut. Bunları farkına varmakta yarar var.
Müzik endüstrisinde de en tipik örnek Taylor Swift’tir. O da kısmetli başarı hikayesine
sahip. 14 yaşında ergen çağında şarkı bestelemeye başlayan sanatçı Sony Music’in dikkatini
çekiyor ve işe alınıyor. 16 yaşında yani 2006’da kendi bestelediği “Our Song” County Music
kategorisinde bir ilke imza atarak ilk büyük çıkışını yakalıyor. Kendi besteleyip kendi söylediği için 2008 Grammy ödülüne layık görülüyor. Sonradan kendisinin besteleyip söylediği
şarkılarla çıkışını sürdürmeye devam ediyor. 2013’de 200 albüm arasından 274 hafta boyunca son 57 yılın en en çok beğenilen ilk 12 şarkı arasına girmeyi başarıyor. Taylor Swift şu
anda dünyanın en yetenekli genç şarkıcılarından biri olarak gösteriliyor. Taylor’ın hikayesi
o kadar ilginç ki besteleme kabiliyeti, tanıştığı önemli insanlar, sesi, güzelliği sanki eksiksiz
her şey yerli yerinde ve zamanında verilmiş gibi. Taylor Swift gibi ünlü şarkıcı olma hayalleri kuran o kadar çok genç Amerikalı var ki tariflere sığmaz. Keşke birileri onlara biraz
da kısmetle ilgili gerçekleri söyleseydi.
Yine Müzik endüstrisinden en tipik örneklerinden biri Justin Bieber’ın hikayesidir. Justin
Bieber için herşey YouTube da kendi koyduğu şarkısıyla başladı. 2008’de 1981 doğumlu
genç menejer ve yetenek avcısı olarak bilinen Scooter Braun (Talent Manager) tarafından
YouTube’da keşfedilen Justin Atlanta’ya davet edildi ve aralarında imzalanan sıkı sözleşmeden sonra 2009 yılında One Time şarkısıyla ilk önce Kanada’da en çok dinlenen ilk 10
şarkı arasına girmeyi başardı sonra da kısa zaman içinde Amerika’da popüler oldu.
Justin Bieber şimdi artık dünyaca tanınan ergen müzik ekonomisinin en popülist yıldızı.
Yeri gelmişken söyleyelim menejer Scooter Braun aynı zamanda Gangnam Style’ı meşhur
eden kişidir. Dolayısıyla kısmetli insanların önemli insanlarla nasıl tanıştığı gerçekten de
incelenmeye değerdir. Kim derdi ki YouTube’ta dünyanın en yetenekli menejeri tarafından
keşfedilecek, sonra da dünyanın en ünlü genç şarkıcısı olacak. Bazı insanlar işte doğuştan
liyakat sahibi oldukları için İlahi Kudretle turnikeye önceden giriyorlar. Onların kendilerini
yükselten insanlarla tanışması da İlahi sevkin bir sonucudur. Biz menejer, yatırımcı arayıp
ikna etmek için kendimizi yırtarken onlara bu insanlar kendileri ulaşıyor.
Tabii kısmetli insanların imtihanları daha ağır. Kabz dönemini tam anlamıyla geçirmedikleri için işin şükür boyutunu bilemiyorlar. Yani onlar direkt olarak bast (genişlik) ruh
halini yaşamaya başlıyorlar. Para, şöhret, ün, yatırımcı, menejer, şirket derken bir anda ivme
yakalayıp dünyanın en büyük ilgi odağı haline geliyorlar.
Bundan dolayı bu tarz kısmetli insanların hikayelerini yanlış yorumlayan genç idealistler
onlar gibi bir an önce başarılı olmak için çırpınıyorlar. Bazıları ümitlerini kaybedip geriye
dönüyor, kimisi de kabz dönemini geçirdiklerinin farkında olmayıp çabuk pes ediyor. Her
ne olursa olsun, insanların başarı ile mutluluğu ilişkilendirmeleri belki de yapılan en büyük
hatalardan. Dolayısıyla insanlara her iki halde de başarılı insanları örnek verirken çok dikkatli olmakta fayda var.
Amerika’nın şaşaalı başarı hikayeleri kimilerini baştan çıkartabiliyor. Genellikle itikad anlayışı zayıf olan insanlar bunlardan çok etkileniyorlar. Özellikle ergen yaştakilerin ruhları
fantaziyle, şan, şöhretle fazlasıyla yıkanıyor. Biz yetişkinler bile çok etkilenebiliyoruz.
Bütün Mesele Doğru İnsanı ve Doğru İş Modelini Bulmaktır
Serendiplik konusunu işlerken yeterli mi diye sorduk. Bireye indergeyerek ego, sabır ve
kısmet mevzularını ele aldık. İlahi tesadüflere yer açmadan mucizelerin oluşmadığını beyan
ettik. Dolayısıyla serendiplikle ilgili özetle şunu diyebiliriz ki serendiplikten beklenen asıl
nihai amaç doğru insanı ve doğru iş modelini bulmaktır. Yani bütün mesele budur. İster kabz
halinden sonra isterse kısmetli girişimci sınıfında olun farketmez amaç doğru insanlara ve
modellere ulaşabilmektir.
Her ne kadar da şans gibi gözükse de deneme yanılma yöntemleri, fikirlerin çarpışması,
hareketlilik, etkileşim derken belirsizlik havuzunda doğru insanlarla doğru ürünü ortaya çıkarmak ve onu doğru model üzerinde inşa etmek en büyük hedeftir. Bundan dolayı
yetenekli ve yaratıcı insanların bol olduğu riskli ortamlar doğru iş modelini bulmak için
önemli ortamlardır. Çoğulculuk bundan dolayı hayati öneme sahiptir. Bu sebeple çok farklı
insan kümelerinin birbirleriyle etkileşiminden çıkacak sinerjiyle insana yol gösteren pek
çok fırsat yakalanabilir.
Bazen mutfakta bile bunu yaşarsınız. Ne yemek yapacağınızı bilmemenize rağmen dolaptaki malzemelere bakıp bir tahminde bulunursunuz. Öyle olur ki sebzeleri karıştırıp yola
koyulursunuz ve hangi yemeği yaptığınızı bile bilmezsiniz. Bundan dolayı ne kadar çok
farklı malzeme çeşitliliği olursa şansınızı o oranda arttırırsınız. Yemeğin içine ruhunuzu da
kattınız mı onun lezzetine kendiniz bile şaşırırsınız. Amerikalı çiftçi arkadaşım bahçesinden topladığı değişik mantarları katarak bize çorba yapmıştı. Mantar çorbası dese de kullandığı değişik yöntemler yemeği oldukça farklı kılmıştı. Bekar evlerinde patatesin her türlü
yemeğini yapmak adettendir. Aslında o sırada hangi malzeme varsa patatesle karıştırılır
ve yemeğin ismi bile bilinmez. Bundan dolayı Allah patatesi bekarlar için yaratmış esprisi
meşhur olmuştur. Ayrıca istediğiniz kadar evde yemek malzemesi olsun, ancak doğru insanın pişirmesiyle yemek hayat bulur. Yemek onun ruhundan üflenen tuzla lezzetleşir.
Serendiplik hayatımızın her alanında var aslında. Festivallerde, partilerde, kokteylerde,
sinemada beklemediğimiz insanlarla tanışırız sonra hayatımız birden bire değişiverir.
Tanıştığınız insanlar eşiniz olur, sevgiliniz olur, arkadaşınız olur, işiniz olur. Doğru iş modellerini, doğu insanları bu tarz şans havuzlarında rastgele bulursunuz. Tesadüf ve rastlantı
desek te aslında bunlar da hayatınızdaki planın bir parçasıdır. Bazen kimileri size lütuf
olur kimileri de en büyük imtihanınız olur. Elif Şakak’ın deyimiyle kimileri gelince, kimileri
gidince size huzur verir.
Buradaki asıl önemli nokta doğru insanı bulmadan önce sizin doğru insan olmanızdır. Liyakat sahibi olmaya bakın ki Kader sizi doğru insanlarla eşleştirsin. Sonra da kendinizi şans
havuzlarına bırakabilirsiniz. İnsan genelde kendi frekansındaki insanlarla tanışır. Sonrası
ise Allah Kerim, eğer yeterince sebat ediyorsanız mükafatını alırsınız. Kısmetli girişimcilerin bile çok çalışmaktan başka çareleri yok. İnsana çalıştığından başkası yok. Başarılı insanlar da çok çalıştılar ve en önemlisi hayallerinden hiç vazgeçmediler. Onları başkalarından
farklı kılan sebat anlayışlarını yakından tanımak isterseniz birinci kısmın sonunda anlattığımız inatçı başarı hikayelerini okuyabilirsiniz.
Onlar Hiç Vazgeçmediler
Beyazıt Öztürk peltek dilinden dolayı radyo programından çıkartılmıştı. Beyaz şu anda 10
seneden fazladır Beyaz Şov TV programını sunuyor ve sayısız standup’ları var. Peltek dili
onu hayallerinden vazgeçirememişti.
Michael Jordan okulun Basketbol takımına alınmadığında odasına gidip hüngür hüngür
ağlamıştı. Ancak hayalleri üzüntüsünden daha büyüktü, hiç vazgeçmemişti, bir sonraki seneye kadar daha sıkı çalışıp okulun takımına girmeyi başarmıştı. Sonradan aldığı burslarla
birlikte kademe kademe kendini geliştirmesi kendisine Basketbol’da ben de varım dedirtmişti. Michael Jordan hayallerinden hiç vazgeçmemişti ve dünyanın en ünlü ve başarılı
basketbolcusu olmuştu.
Harry Potter kitabının yazarı Joanne Rowling boşanıp depresyona girmiş ve kitabı 12
yayınevi tarafından reddedilmişti. Ne yayınevleri ne de çok ilaçlarla atlatmaya çalıştığı ağır
depresyonu kendisini romanlarını yazmaktan alıkoymuştu. Onun ilacı vazgeçememekti.
Joanne Rowling’te şu an dünyada romanı en çok satılanlardan biri olarak dünya rekorunu
kırdı ve aynı zamanda Amerika’da başta olmak üzere bütün dünyada Ergenlik Ekonomisini
başlatan kişi oldu.
Kentucky Fried Chicken’ın kurucusu Harland David Sanders kızarmış tavuk formülünü kabul ettirene kadar 3000‘nin üzerinde geri çevrilmişti. Bu kadar red cevabından sonra halen
ilk satışını yapamamıştı. 50 yaşında yaşadığı derin hayal kırıklıkları onu yine de durduramamıştı. Şimdi onun kızarmış tavuklarını hepimiz severek yiyoruz.
Finlandıyalı oyun şirketi Rovio Entertainment 51. oyunlarını bitirdiklerinde asla pes etmemişlerdi, 52. oyunlarında Angry Birds mobil oyununu geliştirerek dünya çapında en
çok satılan oyunun mucidi olarak tarihe geçtiler. Oyun o kadar çok tutuldu ki, Hollywood
animasyon filmini yapmak için kolları çoktan sıvadı.
Bill Clinton Üniversite’nin ilk yıllarında Öğrencilik Temsilciliği için yarıştığı ilk seçimini
kaybetmişti çünkü okul arkadaşları onun çok “politik” olduğuna karar vermişti. İlk önce
Arkansas Valisi, sonra da Amerikan Başkan’ı seçilene kadar benimsediği politik duruşundan hiç ödün vermemişti.
Mimar Sinan profesyonel kariyerine başladığında 50 yaşındaydı. Yaşım geçti dememiş, hayalinin ve arzularının peşinden koşmaya devam ediyordu. Şu an halen Selimiye Camisinin
sırlarını çözmeye çalışıyoruz. Geride müthiş mimari eserler bırakacak ve yüzyıllar boyunca
kendisinden söz ettirecek bir üne kavuşmuştu.
Zurich Polytechnic Üniversitesi’sinin başvurusunu reddettiği kişi Albert Einstein idi. Onlara göre bu kişi bu Üniversite’ye layık değildi. Gerçekten de o zamanlar Matematik’i zayıf
olan Einstein bildiği yoldan hiç geri dönmedi. Bir yandan Matematik’teki açığını kapatırken, diğer taraftan da Fizik’in yeni kurallarını keşfediyordu.
Henry Ford’a daha hızlı at arabaları istediğini söyleyen insanlar onu dev otomotiv sektörünün mucidi olmaya ittiklerini hesaplayamamışlardı. Banka’ya kredi için başvurduğunda kredisini reddeden banka memuru ona araba gibi bir şeyin ancak geçici bir moda
olabileceğini söylemişti. Henry Ford odadan ayrılırken ona “bir gün bu yollarda at arabası
kalmayacak, tüm ulaşım otomobille sağlanacak” derken sadece banka memuruna değil
bütün dünyaya kendi vizyonundan zerre kadar vazgeçmeyeceğini haykırıyordu.
Thomas Edison 1868 de bir atölye kurdu ancak yaptığı elektrikli kayıt aygıtının patentini
satamayınca bir yıl sonra parasız ve borçlu olarak Boston’dan New York ‘a gitmek zorunda
kaldı. Kışları Florida’da geçiren Edison Henry Ford ile orada tanışmıştı. İki önemli büyük
endüstrinin mucitlerini kader buluşturmuştu ve iyi arkadaş olmuşlardı. Edison evlerimizi
ve iş yerlerimizi aydınlatacak ampul ün buluşundan önce tam 1000 (bin) kere başarısız
olmuştu. Ancak o da en yakın dostu Henry Ford gibi hayallerinden hiç vazgeçmemişti.
Brad Pitt genç lise delikanlısıyken Dallas dizisinde oynadığını biliyor muydunuz? YouTube‘tan izleyebilirsiniz. Peki kariyerine Hollywood sokaklarında tavuk kostümlerini
giyerek başladığını duydunuz mu? Evet Brad Pitt egoyu bir tarafa bırakmış Hollywood’un
en dibinden yukarıya doğru adım adım tırmanıyordu.
Çocuk yaşta Wushu Uzak Doğu sporunu öğrenen Jet Li, fakir bir ailenin çocuğuydu. Aynı
zamanda iki yaşında babasını kaybetmişti. Evde et bile yiyemeyecek kadar fakir olan Li
ailesi binbir zorluklar çekmesine rağmen Jet Li Wushu hayalinden hiç vazgeçmemişti.
Kendisini dövüş sanatlarına o kadar kaptırmıştı ki sayısız madalyalarla yirmili yaşlara
giriyordu. Daha önce on bir yaşında bir şampiyonada başarılı olan Jet Li Amerika’ya seyahet ödülü kazanmıştı. Yalnız bir sorun vardı İngilizce bilmiyordu. Günlük dört saat sıkı
İngilizce çalışarak bu sorununu kısa zamanda giderdi. Yirmili yaşlarda oyunculuğa soyunan Li Çin’de ilk filmi Shaolin Tapınağı ile Sinema dünyasına adım attı. O sıralar eşinden
boşandığı için zor günler geçiriyordu. Yine de hiç bir şey kendisini hayalinden vazgeçiremedi. Sonunda Hollywood’a adım atmayı başarıp dünyanın en büyük film yıldızlarından
biri oldu.
Evet bana çok başarılı birisini gösterin, ben size orada derin bir dram göstereyim. Hepsinin
acıklı, zorlu hikayeleri var ama onları diğerlerinden farklı kılan sabır, inat ve sebat duygusuydu. Eksiklikleri varsa onu giderme yollarını araştırdılar. Fakirlik, boşanma, reddedilmeyi onlar kadar bilebilir miyiz bilmiyorum ama bu insanlar hayatlarının en zor demlerinde bile hiç bir zaman durmadılar, çileyi çıra yapıp yaktılar, yükseldiler, sürekli çalışıp
daha iyisine talip oldular.
Onlar fikir saplantısında değildiler, sadece ne istediklerini iyi bildikleri için delice tutkularının peşinden koştular. Yeteneklerinin farkındaydılar, başkalarının kendilerini övmeleri
veya yermeleri önemli değildi. Onlar kendilerini iyi biliyordu zaten. Heves ile tutkuyu birbirinden ayırabilmişlerdi. Yaş, reddedilme korkusu, hayal kırıklığı, ego, depresyon, peltek
dil hiç bir engel hayallerinden daha önemli değildi. Onlar hiç vazgeçmediler, lütfen sen de
vazgeçme!
II. Kısım
Startup dedikleri...
Yapılmış küçük işler, planlanmış büyük işlerden çok daha iyidir.
- Peter Marshall -
Startup Nedir?
Dünyada inanılmaz bir girişimcilik rüzgarı esiyor. Kuluçka merkezleri, konferanslar, yarışmalar,
hızlandırma programları, seminerler, yatırımcılar, yarışmalar derken
Türkiye de bu kervana katılmış
bulunuyor. Bu kadar hızlı
gelişmelere kayıtsız kalmamız elbette mümkün değil. Ne var ki işin
henüz kavram boyutundayız.
Startup kelimesinin Türkçe karşılığı Yeni Tekno Girişim veya Yeni Girişim olarak geçse de
bunun henüz tam bir resmiyeti yok. Computer çağının başlangıcında da durum böyleydi.
Yeni çağın başladığını farkeden Türk Dil Kurumu Computer yerine Bilgisayar sözcüğünü
kullanarak önemli bir ilke imza atmıştı. Şimdi de yeni bir girişimcilik çağı başlıyor ve
“startup” gibi kavramları yerli yerine acilen oturtmamız gerekiyor. Şu an hali hazırda Yeni
Tekno Girişim veya Yeni Girişim tanımlamalarından daha iyisi bulunmuyor. Bu belirsizliken
dolayı biz bu kitapta bütün dünyanın en çok kullandığı startup kelimesini tercih edeceğiz.
Zaman zaman Yeni Girişim’de diyeceğiz.
Şu anda girişimcilik ekosisteminde startup kelimesi en popüler sözcüklerden. Yeni bir
girişime başlamış şirketler için kullanılıyor. Başlangıç aşamasındaki bu girişimler daha çok
tekno-şirketler oluyor. Yine de startup hızlı büyüme odaklı bütün şirket tipleri için geçerli
bir kavram. Teknoloji ağırlıklı şirketler daha hızlı büyümeye elverişli olduğu için ilk olarak
insanın aklına bu tarz şirketler geliyor. Bunun haricindeki şirket yapıları normal girişim
sayılıyor. Dolayısıyla startup dendiğinde hızlı büyüme odaklı, biraz popülist, kullanıcı ve
müşteri odaklı, kısa zamanda küçük kitleden büyük kitleye ulaşmayı hedefleyen başlangıç
aşamasındaki şirket türleri kastediliyor. Yani startup şirket türü yapısal nitelikle kendisini
normal bir girişimden farklılaştıran özelleştirilmiş bir kavramdır diyebiliriz.
Piyasada startup denildiğinde genelde bıyığı yeni terlemiş terü taze genç dinamik bir
tekno şirket akla geliyor. Facebook, Twitter, Instagram, YouTube, Airbnb, Whatsapp, Uber
piyasada en çok bilinen popülist örneklerden. Yine de durum öyle gözüktüğü gibi iç açıcı
değil. Startup şirketlerin binlercesi değişik sebeplerden dolayı batıyor.
Piyasada bu durum startup girişimcileri için bir çelişki sayılıyor. Büyük ihtimalle batabilecek bir şirket türüne gönül vermek platonik aşk olarak tanımlanıyor. Startup şirketin kendini piyasaya kabul ettirmesi, milyar dolarlık dev kurumsal bir şirkete dönüşmesi de mümkün. Bundan dolayı startup girişimcileri hayallerinden vazgeçemiyorlar ve oldukça belirsiz
bir maceraya atılıyorlar. Maceralarında startup dinamiklerini bilmeyen toy girişimciler
başarısız olduklarında geriye acıklı hikayeleri kalıyor. Bundan dolayı startup hikayelerinin
acıklı yönleri mutlu sonlardan çok daha fazla oluyor.
Startup normal şirket tipinden yapısal olarak son derece farklı dinamikler arzediyor. Startup büyük pazarı hedefleyen ve “pivot” denilen bir döngü eşiği üzerinde, iş planı yerine iş
modelini benimseyen ve iki üç genç amatör girişimci tarafından başlatılan sonu belirsiz bir
tekno şirket türüdür. Heyecanlı genç ekip pivot döngüsündeki ilk müşterileriyle veya servis
kullanıcılarıyla etkileşime geçerek iş modelini ispatlamaya çalışır.
Pivot döngüsündeki amaç prototipini hayata geçirerek modelin çalışırlığını ispatlamaya
çalışmaktır. Bu dönemde genellikle ürünü veya servisi müşteri veya kullanıcı şekillendirir.
Kullanıcıdan ürüne doğru akışı metriklerle iyi kontrol eden girişimciler pivot döngüsünden
çıkarak startup iş modelini, fikrini ispatlamış ve artık geniş kitleye açılabilme hakkına sahip
olmuş demektir.
Pivot döngüsündeki yaklaşım biçimine Yalın Girişim (The Lean Startup) denir. Yalın Girişimi daha sonra etraflıca ele alacağız. Yalın Girişim’de amaç pazardan ürüne doğru pivot
döngüsünü kırıp dışarı çıkabilmektir.
Bundan sonra startup elinden geldiğince hitap ettiği büyük pazarda müşteri kitlesini katlayarak hızlı bir büyüme hızını yakalamaya çalışacaktır. İki üç kişilik şirkete kısa zamanda
personel alımı yapılacak, takımlar oluşturulacak ve kurumsallığın gerektirdiği muhasebe,
insan kaynakları, hukuki prosedürler gibi departmanlar oluşturulacaktır. Bütün bu süreç bir
sene gibi kısa bir zamanda gerçekleşebilir. Yine de tam anlamıyla kurumsallaşmak zaman
alacaktır.
Startup’larda normal girişimlerin aksine iş planı yoktur. Müşteriyle veya kullanıcıyla direkt
olarak etkileşime geçilecek minimum ürün geliştirilir (MVP-Minimum Viable Product).
Onlardan geri dönecek bildirime göre ürün geliştirilmeye devam edilir. Dolayısıyla startup
son derece belirsiz koşullardan oluşur. Şirkette görev olarak herkes her şeyi yapar. Geleneksel iş yöntemlerinin aksine kuralları olmayan gerilla yöntemlerini benimseyen ve bunun
için bazen etik kurallarının dışına çıkmayı göze alabilen gözü kara şirket türüdür.
Yalnız şu var ki startup aynen aşk
gibi geçicidir. Bundan dolayı kısa
zamanda bir yatırımcı bulup evlilik yapmayı hedefler. İhtiyaç duyduğu yatırımı şirketinde kullanarak
büyüme hızına göre daha fazla
yatırım alma peşinde olur. Ancak bu
yatırım sürecini sadece araç olarak
görür. Yatırımı başarı veya amaç
olarak gören pek çok startup şirketinin öldüğü tespit edilmiştir.
Başarılı startup girişimcilerin hikayeleri başka girişimcilerin iştihasını kabartmaktadır.
Acaba ben de bir startup şirket kurup zengin, popüler olabilir miyim rüyalarına kapılan
girişimci bulmak artık sıradandır. Tutkularının peşinden gitmek yerine mutlaka bir startup
kurup zenginlik rüyaları beslemek sosyal bir etkilenme hastalığı olarak tanımlanıyor.
Kendine yabancılaşmanın başka türü olan bu tür durumlar toplumda mutsuz insanlar da
yaratıyor. Dolayısıyla startuplar artık gerçekten de çağımızın en popülist alanlarından. Ashton Kutcher ve Lady Gaga gibi Amerika’lı ünlülerin bile startup şirketlerine büyük yatırımlar yaptığını düşünecek olursanız, startuplar yıldızlardan bile daha popüler diyebiliriz.
Bundan dolayı başarılı startupların kendilerini kontrol edememeleri de aslında doğal
sayılıyor. Ne var ki girişimciden asıl beklenen tabii ki farklı. Başkalarına mütevaziliğiyle,
doğallığıyla ve güçlü karakteriyle örnek olabilecek girişimcilere su gibi ihtiyaç var. Bütün
bunları daha önce ele aldığımız için şu an es geçiyoruz.
Silikon Vadisi’nden fışkıran bu dev şirketlerin başlangıç aşamasında elbette ortak noktaları mevcut. Rahatlıkla yatırımcı bulabilme, takım için gerekli yetenekleri bulabilme gibi
ekosistemin bütün nimetlerinden istifade edebiliyorlar. Ne var ki bütün bu süreçler yıllar
süren bir birikimle oluşmuştu. Bundan dolayı başka ülkelerin acaba biz de bir Silikon Vadisi oluşturabilir miyiz argümanı son derece yanlıştır. Silikon Vadisi karşılaştırması yapmak
yerine onun niteliklerini ve modellerini öğrenmek bizim için en azından şu anda daha
akıllıcadır.
Bundan dolayı bu kitapta bir taraftan bu modelleri öğrenirken diğer taraftan da bize uymayan yönlerini de tartışmaya açacağız. Bu kitapta Türk kültürünün son derece farklılık
arzettiğini görecek ve neden Startup Alaturka dediğimizi daha iyi anlayacaksınız.
Özet
• Startup’ın Türkçe karşılığı Yeni Tekno Girişim veya Yeni Girişim olarak kullanılsa da
Türk Dil Kurumu tarafından henüz literatüre konulmamıştır
• Startup büyük pazarları hedefleyen küçük bir ekiple kısa zamanda büyüme potansiyeli
gösterebilen şirket türüdür
• Startup pivot döngüsünü aşmayı amaçlar, aştıktan sonra da büyüme hızını yakalar
• Startup geçicidir, sonsuza kadar startup olmaz, bir an önce kurumsallaşması gerekir,
yoksa ölür
• Startup girişimcilerinin başarılı hikayelerden etkilenmesi doğaldır ama asıl gaye ve olması gereken onların başkalarına rol olabilme hüviyetini taşımalarıdır.
• Silikon Vadisi karşılaştırması çok yanıltıcıdır. Bunun yerine en azından kavramsal olarak
Startup Alaturka’yı öneriyoruz.
Girişimcilik Startup Demek Değildir
“Girişim” kelimesi “startup” yerine kesinlikle geçmez. Bir bakkal, manav, lokanta da girişimdir ama hitap ettiği dar kitle ve ulaşabileceği büyüklük belli olduğundan startup
değildirler.
Startup piyasadaki küçük bir sorunu çözerek kullanıcı veya müşteriyi kendine bağımlı hale
getirir. Müşterinin ihtiyacını karşılamayan bir startup pivot döngüsü içinde kalarak ölebilir.
En azından ya aspirinle müşterinin acısı azaltılmalı ya da vitaminle kullanıcı tecrübesini
zenginleştirme yolları aranmalıdır.
Bundan dolayı startup’ların küçük net bir sorunu çözmeleri tavsiye edilir. Çanakkale On
Sekiz Mart Üniversitesi Doç Dr. Ali Şahin Örnek’in dediği gibi müşteri kuş gibi hassas bir
varlıktır. Aşağıda gördüğü küçük bir su birikintisine konar. Sevmedi mi uçar gider. Onu
ürkütmemek, tek çeşit yemle bile olsa doyurmak ve mutlu ayrılmasını sağlamak gerekir.
Öyle ki oradan her uçtuğunda aşağıda kendisine yönelik bir şeylerin olduğunu bilsin ve
tekrar konsun.
Müşterinin veya kullanıcının ihtiyacını düzgün karşılayan startup zamanla kendi kültürünü
oluşturarak dev bir ekonomiye dönüşür. İlk önce kardan adam yapmakla başlamak yerine
kar topunu yuvarlayarak işe başlar. Startup her zaman küçük başlar ve tekil basit bir soruna
odaklanır. Her ne kadar büyük pazarı hedeflese de ilk süreçte kısıtlı bir kitlenin sorununu
çözmekle işe başlar.
Pek çok startup başlangıç aşamasında büyük pazarlara hitap etmeye çalıştığı için batmıştır.
Startup kar topu gibi aşağıya yuvarlandıkça kendiliğinden büyüyen pazar dinamiğine sahiptir. Ortada hiç bir şey yokken direkt olarak büyük pazarlara ürün geliştirmek çocuksu bir
girişimci örneğidir. Bundan dolayı Google Plus büyük pazarın en küçük çocuğudur.
Bununla birlikte startup ille de tekno şirket demek te değildir. Eğer lokal küçük işletmeler
“Franchising” modelini benimseyip kısa zamanda ülke çapında zincirler oluşturabilirlerse
onlar da başlangıç aşamasında startup sayılırlar. Yani dar kitleyle başlayıp büyük pazarlara
talip, hızlı büyüme potansiyeline sahip başlangıç aşamasındaki şirketler de startup sayılırlar.
Franchising demişken, biz Türklerin
artık “başka şubemiz yoktur“ mantığından çıkıp, Franchising modeline
geçiş yapmamız gerekiyor. Yurt
dışına gelen Türk’ler bile değişmemekte halen direniyor. Bir lokanta
açıyor, yirmi yıl aynı yerde kalıyor.
Amerika gibi Franchising Fast Food
modellerinin vatanında Türk’ler halen aynı kalıyorsa bu durum modern
ekonomiyi, markalaşmayı ve onun
gerektirdiği kavramları tam benimsemeyişlerinin göstergesidir.
Ayrıca bilinenin aksine startup büyük firmaların da kullanabileceği kültür türüdür. Her ne
kadar startup için başlangıç aşamasındaki büyüme odaklı tekno şirket türü desek te meşhur
Amazon gibi dev firmalar kendi proje takımlarını startup kültüründe çalıştırmaktadır. Yani
startup yeri geldiğinde bir kültürel durum olabilir. Startupta takım üyeleri daha samimi ve
insiyatif odaklı oldukları için startup kültürü başka büyük firmaların tercih ettiği önemli
bir şirket kültürüdür.
Türkiye’nin artık startup’lara ihtiyacı var, girişimlere değil. Türk insanının da artık startup
mentalitesine kavuşması gerekiyor. Bundan dolayı Türk girişimcisi yetiştirirken startup’ın
yukarıda bahsedilen kavramları esas alınmalıdır.
İster yeni tekno şirket kurun ya da bir fast food zinciri, startup mantığı her ikisinde de
geçerlidir.
Özet
• Her girişim startup demek değildir
• Startup sayılması için büyük pazara talip olmalı ve hızlı büyüyebilmelidir
• Startup her şeye rağmen başlangıç aşamasında dar bir kullanıcı kitlesinin sorununu
çözmelidir.
• Startup daha çok tekno şirketler için geçerli model olsa da hızlı büyüyen bir lokanta zinciri de startup sayılır
• Startup aynı zamanda dev şirketlerin tercih ettiği bir şirket kültürüdür.
• Normal girişimciden ziyade Türk startup girişimcilerine ihtiyacımız var
Türk Startup’ların Sorunları
Peki Türkiye’de startup kültürü
oluşturabilmek gerçekten mümkün mü? Milyar dolarlık startupları bir gün biz de görebilecek miyiz? Bütün dünyaya örnek olabilecek
startuplarımız dünya medyası tarafından
konuşulacak mı? Biz de parmağımızla bir
Türk startupını gururla işaret edebilecek miyiz?
Aslında bu soruların cevabını kitabın birinci kısmında vermiştik. Biz yine de şu an için
Türk startupların sorunlarını çevresel ve bireysel olarak iki ana listede sıralamak mümkündür.
Türk Girişim Ekosistemindeki Sorunlar
• Startup’ların gelişmiş şehirlere özgün olması, Türk Startup’larının (Yeni Tekno Girişimler) daha çok İstanbul, Ankara ve İzmir’e hapsolunmaları
• Startup (Yeni Tekno Girişim) kültürünün Üniversite ve İş dünyasında henüz tam
karşılığının olmaması
• KOSGEB vb. TeknoPark şirketlerinin Startup şirket modeline uyumsuzluğu
• TeknoPark’taki imkanlardan daha çok belli seviyeye gelmiş şirketlerin istifade etmesi
• Melek Yatırımcı sayısının azlığı
• VC’lerin (Risk Sermaye Şirketleri) azlığı
• Ülkedeki Siyasi belirsizlikler ve aşırı gündem yoğunluğu
• Ülkenin Finansal yapısının zayıflığı, düşük Ekonomik göstergeler
• Yerli başarı girişimci modellerin azlığı
• Amerika’daki Geek kültürünün yanlış algılanması
• Girişimcilik ve Liderlik eğitimlerinin birlikte ele alınmaması, Liderlik eğitimlerinin girişimcilikte neredeyse hiç işlenmemesi
• Girişimcilik programlarının Psikoloji (Davranış Bilimleri) ile ele alınmaması
• İnsan Kaynakları Sorunu, Uygulama Geliştirici (Developer) bulabilmenin zorluğu,
Uygulama Geliştiricileri şirkette tutamama, çalışan sadakatsizliği
• Yetersiz sayıdaki Hızlandırıcı (Accelerator) programları, varolan hızlandırıcı programlarına ise sınırlı sayıdaki Üniversite’lerin destek vermesi
• Dışarıdaki Startup Kültürünün aşırı referans alınması, filtreden geçirilmeden Türk
Kültürü’nde uygulanmaya konulması
• Türk Startup şirketlerinde Yenilikçilik (İnnovasyon) sorunu, Silikon Vadisi’ndeki başarı
hikayelerini aşırı taklit, hayal gücüne inanmama, roman okumama, sanatla uğraşmama
• Devlet’te Startup şirketinin karşılığı olmaması. (Amerika’da C-Corp türünde Startup
şirket türleri gibi)
• Startup’ın (Yeni Tekno Girişim) ne olduğunu henüz bilmeyen yüzlerce Türk Devlet
Adamının mevcudiyeti.
Girişimcilerdeki Sorunlar
• Girişimcilerdeki İngilizce sorunu
• Girişimcilerdeki ego faktörü, ben her şeyi ben bilirim havaları, fikir paylaşım eksikliği,
aşırı özgüven ya da fazla özgüvensizlik, başka girişimcileri küçümseme hastalığı
• Fikrin çalınma korkusu, fikre aşık olma, takım kurmak yerine bireysel tercihler
• Takım üyelerinin birbirine güven sorunu
• Rekabetteki etiklik, dürüstlük eksikliği
• Takım üyeleri arasındaki dünya görüş farklılıkları
• İlk yatırımda bunu yedi düvele duyurma hevesi, erkenden ilgi odağı olma hastalığı,
şöhret tutkusu
• Etkisiz zaman yönetimi
• Tutku yerine hevesçi yaklaşım
• Yatırımcının desteğiyle girişimin tutacağına olan inanç
• Rızık meselesindeki itikat bozukluğu
• Pazarlamayı çok öne almak, organik büyümeye inanmamak
• Yalın Girişim metodlarını gereksiz görme, pazardan kullanıcı/müşteri geri bildirimine
göre tasarlamama, hayalperestlik dürtüsü
• Silikon Vadisi’ndeki girişimlerinden aşırı etkilenme
• Geleceğe aşırı odaklanarak şimdiyi kaçırma ve girişiminde anlam oluşturamama (vizyon-misyon dengesizliği)
• Yatırımcıları gerektiğinden fazla yerme veya büyütme
• Yanlış pazar hedefleri, Türk pazarına aşırı odaklanma, küresel hedefler oluşturamama,
küresel entegrasyon sorunu
Yukarıdaki çevresel ve bireysel sorunları etraflıca tartışmak münkün. Bu sorunlarımızı gidermek elbette zaman alacaktır. Şimdilik temel modelleri öğrenmek yeterli olacaktır.
Yalın Girişim (The Lean Startup)
Dünyada startup fırtınası devam ederken yeni modeller de kendini göstermeye başladı.
Bunlardan en önemlileri Yalın Girişim (The Lean Startup) olarak karşımıza çıkıyor. Bu
kavramın bütün dünyada bu kadar çok etki yapacağını kimse öngörememişti. Yalın Girişim (The Lean Startup) dünyada o kadar büyük yankı getirdi ki artık büyük bir akıma
dönüşmüş durumda.
Bizzat Eric Ries tarafından geliştirilen Yalın Girişim (The Lean Startup) özetle en az sermaye ile son derece belirsiz koşullarda ürünün veya hizmetin son kullanıcıya ulaştırılması olarak tanımlayabiliriz. Yani yeni özellikler eklemek yerine en az maliyetle üretilen
ürün üzerinden müşterinin geri dönüşümüne göre ürünün şekillenmesi, test edilmesi ve
ölçeklendirilmesidir.
Yalın Girişim müşterinin ihtiyacını karşılamak için (MVP = Minimum Viable Product) en
yalın ve sade ürünle bir an önce kullanıcılarından geri dönüşüm alma esasına dayanır. En
ilginç tarafı ise çözüm yerine probleme odaklanmak gerekliliğidir. Genelde girişimcinin
en büyük hatası problemi bildiğini varsayarak çözüme çok erken odaklanmasıdır. Halbuki
kullanıcının talepleri doğrultusunda problemi anlamaya çalışsa kafasındaki problemden
çok farklı bir problemle karşılaşacaktır. Yalın Girişim geleneksel modellerin aksine insan
odaklıdır ve kullanıcıdan ürüne doğru onun sorunlarını anlamaya çalışır.
Yalın Girişim‘de iş planı yerine iş modeli esastır. İş planı üzerinde zaman kaybetmek yerine
doğru iş modelini bulmak için “early adapters” dedikleri “erken benimseyenler” ile küçük
ama sisteme hızlı adapte olabilen kitleyi hedefler. Asıl amaç ürünün geliştirilmesinden
ziyade kullanıcı taleplerine göre sistemin ve platformun oluşturulmasıdır.
Kullanıcı deneyimlerini esas alan Yalın Girişim Kur-Ölç-Öğren (Build, Measure, Learn)
döngüsü üzerinde çalışır. İlk önce fikir geliştirilerek ürüne dönüştürülür, sonra ürün kullanıcıya sunularak verisel metrikler elde edilir. En sonunda da kullanıcı deneyiminden elde
eilden veriler değerlendirilerek döngünün kırılıp kırılmadığı tespit edilir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi bu döngüye kısaca “pivot” denir. Pivot döngüsündeki verimlilik ile eş zamanlı olarak ürün ve kullanıcı geliştirmedeki hızlılık oranına “çeviklik”
(Agility) denir. Yani mümkün olduğunda erken hata yapmak ve buna hızlıca cevap vermek
oldukça iyi bir şeydir. Bu hataları ölçümleyip, ders çıkartmak ve bunun doğrusunu yaparak
kullanıcı talebini hızlıca karşılamak gereklidir.
Kur (Build)-Ölç (Measure)-Learn (Öğren)
Pivot döngüsünü aşmak demek zaten doğru modeli bulmak ve gözle görülür kullanıcı
artışıyla birlikte sistemin rayına oturması demektir. Yatırımcılar artık genelde bu döngüyü
kırıp takımıyla birlikte işini büyütmeye başlayan girişimcilere yatırım yaparlar.
Dolayısıyla Yalın Girişim bir startup ekibinin olmazsa olmazlarındandır. Sadece ürüne aşırı
derecede odaklanarak geliştirilen hizmetler piyasaya çıktığında tuzla buz olabilme riski
taşırlar. Müşteriyle ilk temasın bir an önce olması, geri dönüşüme göre ürünün verya servisin en erkenden şekillendirilmesi gerekir.
Özet
• Yalın girişimde pivot döngüsüne odaklanılır ve müşteriyle ilk temas için MVP denilen
en sade ürün veya hizmet geliştirilir
• Pivot döngüsünde erken benimseyen (early adapters) kullanıcılar ile döngü kırılmaya
çalışılır
• Kur-Ölç-Öğren (Build-Measure-Learn) ile pivot döngüsünde kullanıcı deneyimi
ölçeklenir
• Startup girişimcisi ürüne aşırı odaklanmak yerine bir an önce müşteriyle temas etmenin
yollarını aramalıdır
Yalın Girişimde Küçük ve Sade Düşünmenin Önemi
Startup girişimcilerinin yalın girişimi uygularken yaptıkları en büyük hatalardan biri
büyük düşünme hastalığıdır. Projesini çok büyük kitleye endeksleyerek dünyaları fethetme
hastalığına kapılırlar. Özellikle kendilerini piyasanın büyük oyuncularıyla karşılaştırarak
ümitsizliğe kapılırlar.
Fark yaratmak adına ürünlerine yüzlerce özellik eklerler. Girişim modelinin adı Yalın Girişim ama olur size Karışık Girişim. Gerçekten de yurt dışında kaldığım süre zarfında kendim dahil Türk arkadaşlarımı Amerikalı arkadaşlarımla karşılaştırdığımda düşünce sistematiğimizin ne kadar farklı olduğunu bizzat gördüm. Siz ister kültür farkı deyin, isterseniz
eğitim sistemi deyin şöyle bir gerçek var: Türk’ler bir problemin çözümünü çok karışık
düşünüyor.
Master yıllarımda sunum için biz slaytları doldurup her şeyi açıklamaya çalışırken aynı
sınıftaki Amerikalı arkadaşlarım bir kaç slaytla sunumu özetleyebiliyordu. Startup girişimcileri için de durum farklı değil. Bir probleme odaklanma biçimini yakalamak için küçük
düşünmek gerekir. Problemin kendisine odaklanılmayan girişimlerin çoğu batmıştır. Küçük
düşünmek beraberinde odaklanmaya imkan verir ve başarının ilk anahtarını elinize teslim
eder. Küçük düşünmek probleme sade ve yalın çözümler bulabilme imkanı da verir. Küçük
düşünmek bir projenin, ürünün, sanatın ilk önemli adımıdır.
Google bir arama algoritmasıyla başlamıştı, Facebook okul arkadaşlarını bağlantıya
dönüştürme derdindeydi, Instagram fotoğrafları filtrelemeyle yola koyulmuştu, Twitter
durum güncellemesiyle gündeme gelmişti. Amazon kitap satışıyla başlamıştı. Microsoft
MSDOS gibi sadece komutlarla çalışan en basit işletim sistemleriyle piyasaya çıkmıştı. Şimdi hepsi milyar dolarlık devler oluverdiler. Bir probleme aşırı derecede odaklanarak kullanıcılarını ve müşterilerini memnun ettiler.
Ayrıca Yalın Girişimin sadece startup girişimlerine mahsus olduğu ön kabülü son derece
talihsiz bir değerlendirmedir. Yalın Girişim startuplar için elbette elzemdir ancak büyük
İşletmelerin de Yalın Girişimi uygulamaları gerekir. Bunun en bilindik örneği Apple firmasıdır. Tek dokunuşla gelen en önemli tasarım harikası akıllı mobil cihazları dünyanın kucağına itmiştir. iPhone, iPad gibi inovasyonlar Nokia gibi devlerin batmasına sebep olmuştur öyle ki Microsoft Nokia’yı $7.2 milyar dolara satın almıştır. Halbuki Nokia bir zamanlar
ne kadar büyüktü. Piyasanın büyük çoğunluğunu elinde bulunduruyordu. Nokia’nın batış
hikayesi inovasyon eksikliğini göstermek adına okul derslerinde işlenmesi gereken ibretlik
bir hikayedir. Nokia gibi daha nice büyük şirket inovasyon eksikliğinden batmıştır.
Dolayısıyla Yalın Girişim yeniliğin (inovasyon) en ilk şartıdır. Ortaya sade, sindirilebilir bir
ürün çıkacak ki insanlar hazmetsin, sonra tekrar kullanmayı göze alsın. Yapılan yüzlerce
araştırma göstermiştir ki kullanıcılar tekil şeylere odaklanmaktan daha çok hoşlanıyorlar.
Kendilerini adım adım yönlendiren basit uygulamaları seviyorlar. Özellikle milyonlarca
mobil uygulamanın olduğu şu devirde sadelik en büyük rekabet avantajıdır. Fark yaratmak
için deli dana gibi yeni özellikler eklemek gerekmez.
Yeri gelmişken önemli bir konuya da değinmek istiyorum. Örnek verirken sürekli Facebook, Instagram, Twitter vs. örnekler verdiğimiz halde startup girişimcilerine bu tarz projeleri tavsiye etmiyoruz. Bu tarz genel uygulamalar yerine girişimlerini dikeye kaydırmalarını tavsiye ediyoruz.
Mesela Medikal alanda sayısız ihtiyaçlar tespit etmek mümkün. Sağlık sektörünün ihtiyacını
giderecek yeni nesil projelerin ben büyük gelecek vaat ettiğini düşünüyorum. Aynı şekilde eğitim, telekomunikasyon ve tekstil alanlarında ciddi boşluklar var. Buralara odaklanıp
başkalarının göremediği ama sizin farkına varabileceğiniz imkanlar mevcut. Ayrıca mobilite
sadece cep telefonu demek değildir. Mobilite sizin birlikte taşıdığınız her şey demektir. Yani
gözlüğünüz, kıyafetiniz, çantanız, kol saatiniz, gömleğiniz, kolyeniz, kitabınız, hatta tamamen size ait olan saçınız, deriniz kısacası her taşınabilirlik mobilitedir.
Büyük firmalar insanların genetiğine kadar göz dikseler de piyasada herkese yer var. Microsoft İnternet’in önemini göremeyince Google yerini doldurdu, Google sosyal medyayı
hafife alınca Facebook çıktı, Facebook şeffaflığı önemsemeyince Twitter çıktı, Nokia yeniliği
kaçırınca Apple ve Samsung onları darmadağın etti, Google video alanında kendi ürününü
tutturamayınca YouTube firmasını satın aldı, Facebook iletişimi kendinden ibaret sanınca
Whatsapp’i satın almak zorunda kaldı, Netflix sadece ben varım kibrine bürününce Hulu,
Amazon piyasayı doldurdu, i-Tunes 99 centle tekil şarkı satmayı yeterli görünce Spotify,
Pandora, Shazam çıktı ve Apple firmasını köşeye sıkıştırdı, geleneksel oteller binalarını yeterli görünce Airbnb herkesin evini otele çevirerek onları zor durumda bıraktı, şehir taksileri insanları çok bekletince yerini Uber gibi uygulamalara bıraktı. Amazon e-kitap (e-book)
digital yayıncılığı ön plana çıkartarak geleneksel yayıncılığa büyük darbe vurdu.
Bu devirde büyük küçük farketmez, bütün işletmeler yenilik (inovason) eksikliğinden dolayı
piyasan da silinebilir, aynı şekilde yenilikle büyük oyuncuları yerinden de edebilir. Artık
piyasada herkese yer var yeter ki Yalın Girişim’de problemleri daraltarak küçük düşünsün
sonra da sade çözümlerle fark yaratmayı bilsin.
Özet
• Yalın Girişim’de küçük ve sade düşünmek sizi diğerlerinden farklı kılar
• Özellik ekleme yerine ana probleme odaklanmak ve sade çözümler üretmek gerekir.
• Türk girişimcileri halen çok karışık düşünüyor ama bunu aşmak elbette mümkün
• Yalın Girişimi sadece startuplar için değil büyük firmaların da tercih etmesi gerekir
• Nice büyük firmalar yeniliği sadelikte görmediği için batmıştır
• Artık bir Facebook yapmak yerine farklı sektörlerin dikeylerine odaklanmak lazım.
• Mobilite kendi üzerinizde taşıdığınız her şeydir.
• Piyasada herkese yer var, size de yer var yeter ki ürününüzü sadelikle tasarlayın
Yalın Girişim Türkiye’ye Uyar mı?
Hiç unutmuyorum, 2005 yılında Google YouTube sitesini $1.6 milyara satın aldığında Türk
forumlarında Türkiye’den bir YouTube çıkar mı tartışması başlamıştı. Daha sonra Facebook,
Twitter, Groupon, Instagram gibi Bilişim’de çığır açan firmalar da eklenince aynı tartışma
farklı boylamlarda devam etmişti.
Gerçekten de Silikon Vadi’sindeki firmalar dünyada önemli girişimcilik fırtınasının başlamasında öncü rol oynadılar. Ne zaman Amerika Birleşik Devletleri’nde bir fırtına çıksa
acaba bizden de çıkar mı tartışmasını yapmaktan kendimizi alamıyoruz. Bu kadar girişimcilik fırtınasından sonra aynı vadiden Yalın Girişim (The Lean Startup) modeli de çıkınca
dayanamadık ve olduğu gibi sahiplendik.
Evet bu sefer işin kaynağını bulmuş gibiydik, madem startup’lardan milyar dolarlık şirketler
fışkırıyordu o zaman bu başarının arkasında elbette iyi bir model olmalıydı. Eric Ries’ın
önemli tecrübeleriyle sistemleştirdiği The Lean Startup (Yalın Girişim) modeli başarılı startupların nasıl çıktığı ile ilgili önemli yöntemler ihtiva ediyordu.
Hemen Yalın Girişim ile ilgili her şeyi öğrenmeye başladık, seminerlerini verdik, kitabını
okuduk, kurucularını Türkiye’ye davet ettik, bundan böyle bu modeli uygularsak artık
bizden de çok başarılı startuplar çıkacaktı. Gerçekten böyle miydi? Silikon Vadisi’nde
çıkan bir model bütün ülkelere uyar mıydı? Yoksa yine oyuna mı geliyorduk? Amerika’nın
pazarlama tuzağına bir kez daha mı düşüyorduk?
Kanımca sorgusuz sualsizce Yalın Girişim’i alıp kabul etmek ileride muhtemel sıkıntılara
yol açacaktır. Bu sefer de başka bir ülkede dikilen bir kıyafet bize uymayacaktır. Uymuş gibi
gözükecek ama üzerimizde oldukça sırıtacaktır.
Tekrar edecek olursak Yalın Girişim kısaca en basit
prototip ürünü geliştirdikten sonra müşteriden ürüne
doğru bir geliştirme evresinden oluşur. Pivot denen
bu evrede doğru iş modelini bulabilmeyi öngörür.
Pivot dönemini geçtiğinizde de size startup fikrinizde
başarıyı vaadeder.
Yalın Girişim gerçekten de o kadar faydalıdır ki girişimcinin ileride yapacağı muhtemel hatalardan
alıkoyar. Girişimcinin ürüne aşık olma gibi hatalarını
yüzüne vurarak onu müşteriye odaklar. Pazardan
ürüne doğru onun daha sağlıklı yöntemler izlemesini
sağlar. Pivot döngüsünü nasıl aşacağını gösterir. Eric
Ries’ın Yalın Girişim (The Lean Startup) kitabından
her girişimci istifade edebilir. Buraya kadar sorun yok.
Yalın Girişim’in Kurucusu Eric Ries
Ancak asıl sorun bundan sonra başlıyor. Yalın Girişim’deki en büyük sorun pivot döneminde hitap edilen kitleyi erken benimseyenler (early adapters) olarak tanımlamasında
yatıyor. Yalın Girişim’de küçük bir kitle de olsa ürünü veya hizmeti hemen benimseyecek bir kitleden bahsediliyor. Bu kitlenin geri dönüşümüne göre ürünü şekillendirmek
amaçlanıyor. İyi güzel de asıl can alıcı soru şu: Erken Benimseyenler (Early Adopters) tam
olarak kimler oluyor?
Bu soruyu cevaplamadan önce şunu belirtelim. Silikon Vadisinin bizi heyecanlandıran
startup şirketlerinin Amerika Birleşik Devlet’lerinin gelişmiş şehirlerinden fışkırmaları tesadüf değildir. İyice baktığınızda erken benimseyenlere de burada ulaştıklarını görürsünüz.
Daha doğrusu insanların yeniliğe açık olduğu, yeni şeyleri denemekten zevk alan, liberal ve
açık görüşlü insanların yaşadığı ortamlar erken benimseyen kullanıcı tiplerini yakalamak
için önemli etkenler.
Dolayısıyla iyi startup şirketleri güçlü şehirlerden çıkıyor. Yalın Girişim gibi metodlar da
bu tarz şehirlerde daha fazla uygulanabilir oluyor. Aşağıda dünyada Startup kültürünün en
yaygın olduğu şehirleri göreceksiniz. 2014’e ait bir rapor henüz yok ancak Beijing (Çin),
İstanbul(Türkiye), Barcelona(İspanya), Amsterdam(Hollanda), Stockholm(İsveç), Denver(ABD), Austin(ABD) gibi şehirler bu listeye girmeye aday şehirler olarak anılıyor.
Silikon Vadisi
Tel Aviv
ABD
Israil
Los Angeles
Seattle
New York City
Boston
London
Toronto
ABD
ABD
ABD
ABD
İngiltere
Kanada
Vancouver
Kanada
Chicago
ABD
Paris
Fransa
Sydney
Avustralya
Sao Paolo
Brezilya
Moskova
Rusya
Berlin
Almanya
Waterloo
Kanada
Singapore
Singapur
Melbourne
Avustralya
Bangalore
Hindistan
Santiago
Şile
Startup Genome 2012 Infografik Raporu
Türkiye’de Yalın Girişimi konuşabilmek için
ilk önce başta İstanbul olmak üzere startup
kültürünün yerleşmesi gerekiyor. Startup
kültürü olmadan Yalın Girişim metodlarından bahsetmenin çok hükmü kalmıyor.
Türkiye’deki yetersiz sayıdaki yatırımcılar,
amatör girişimciler, Üniversite’lerin yetersiz
girişimcilik vizyonu, ülkenin yetersiz Finansal Sistemi ve Siyasi sorunlar yüzünden
İstanbul’da Startup kültürünün yerleşmesi
zaman alacağa benziyor.
Ancak şöyle bir gerçek var ki insanlar ülke
yerine artık güçlü şehirler seçmeye başladı.
Gelişmiş şehirler cazibe merkezi olunca
bütün ülkeyi etkileyen öneme sahip. Startup kültürü için de İstanbul güçlü şehir
adaylarından.
Ancak startup kültürünün yerleştiğini söylemek için henüz çok erken. Henüz dünyaca
ünlü startup şirketlerimizin olmayışı da bunun kanıtıdır. Ne zaman İsveç’in Skype, Spotify
veya SoundCloud gibi dünyaca kendini herkese kabul ettiren şirketleri çıkar işte o zaman
örneklerden yola çıkarak yorum yapabiliriz.
Evet artık başarılı Türk startup şirketlerinin çıkması gerekiyor. Eğer Türkiye İsveç gibi bunu
başarabilirse tahminlerin ötesinde farklı dev yeni ekonomiler oluşturulabilir ve İstanbul
saygınlığını sadece Turizm’den değil aynı zamanda Teknolojisiyle de pekiştirebilir.
İstediğiniz kadar startup organizasyonları yapın, seminerler düzenleyin, konferanslara
katılın eninde sonunda yurt dışından değerlendirirken elde sonuç var mı diye bakarlar.
Bundan dolayı acilen Türk gençlerine rol model olabilecek girişimcilere ve startup şirketlerine ihtiyaç var.
İstanbul Startup Kültürü sayesinde yenilikçi dev Ekonomiler oluşturmak mümkün
İstanbul’u Finans merkezi yapma vizyonu yarıda kaldı. Güzelim şehiri ikiden bölerek kanal
yapma rüyaları da politik söylemlerden öteye gitmedi. İstanbul için çok şey düşünüldü ama
beton projelerinden öteye hiç gidilemedi. İstanbul için ihtiyaç duyulan ise katma değerli,
yenilikçi tekno-şirketlerle dünyayı değiştirmek olmalıydı. Henüz geç te değil. Şehir dediğin
sadece turist çekmez, öğrenci de çeker, iş adamı da çeker, işçi de çeker, sporcu da çeker.
Turist bir ay kalıp gider ama öğrenci en az bir sene, işçi iki sene işveren de daha fazla kalabilir. Startup kültürü dünyanın her tarafından kalifiye insan çekebilir. Ne var ki Türkiye’nin en güçlü şehri İstanbul buna tam hazır değil. Ayrıca ülkenin ve gelişmiş şehirlerinin
oluşturmuş olduğu kültürler birbirinden farklılık arzettiği için startup kültürleri de ülkeden
ülkeye büyük farklılıklar arzediyor. Startup Weekend organizatörüyle konuştuğumda bana
Çin’deki girişimcileri heyecanlandırmakta zorlandığını söylemişti. İki günlük haftasonu
etkinliği olan Startup Weekend’ler dünyanın her yerinde düzenleniyor ama yakaladıkları
heyecan, sinerji ve ürünler de oldukça farklılık arzediyor. Bu elbette son derece normal bir
durum.
Amerika’daki Startup Weekend ile Çin’deki veya Türkiye’dekiler arasında uçurumlar olması
elbette doğal. Pazarlar farklı, insanlar, kültürler farklı olduğu için ürün veya servislerin
lokalde takılıp kalma riskleri büyük oluyor. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin güçlü şehir adayları Bilişim Teknolojilerini çok yaygın kullansa da Erken Benimseyenler sınıfına
giremeyebiliyor. Erken Benimseyenler sorununu daha sonra detaylı olarak inceleyeceğiz.
Şimdilik sadece biraz değinelim.
Yalın Girişim’in bahsettiği erken benimseyen kullanıcı tiplerini her yerde kolayca bulmak
mümkün değil. Yani bunun cevabını Yalın Girişim metodolojisi bize tam olarak veremiyor,
veremez de çünkü dediğimiz gibi her ülkenin kültürüne göre bu çok değişkenlik arzediyor.
Mesela Türkiye’de gerçekten de erken benimseyen kitle bulabilir misiniz? Türk’lerin Twitter’a 2 sene, Facebook’a 3 sene, WhatsApp’a 2 sene ve Instagram’a da 1 yıl sonra katıldığını
düşünecek olursanız İnternet alanında Türk’lerin “erken benimseyenler” olduğunu
söyleyebilmeniz gerçekten mümkün mü?
Silikon Vadisi’nde yeni Amerikalı arkadaşlar edindikten sonra erken benimseyenlerin kimler olduğu hakkında daha iyi kanaate sahip olmuştum. Gerçekten de Silikon Vadisi’ndeki
erken benimseyenler hangi yeni site veya mobil uygulama çıkarsa hemen deniyorlar, yeni
şeyleri denemekten oldukça zevk alıyorlar, içini dışını didik didik ediyorlar. Bunun Türkiye’de böyle olmadığını çok iyi biliyoruz.
Böyle bir kitlenin Türkiye’de hazır kıta beklediğini ve bundan dolayı Yalın Girişim’in Türkiye’ye uyduğunu söylemek şimdilik çok iddialı olur. Bunun bence tek bir istisnası olabilir o
da Yalın Girişim modelini mobil projelerde uygulamak. Türkiye’nin mobil çılgınlığını anlatmaya gerek yok. Ben Türk Bilişimi’nin mobil teknolojilerden yükseleceğini öngörüyorum.
Mobil uygulamalar Türkiye’de Yalın Girişim’den büyük projeler çıkarmak adına istisna bir
alan olarak duruyor.
İsveç’ten nasıl Skype, Spotify ve SoundCloud gibi müzik uygulamaları çıkıp kendisini bütün
dünyaya kabul ettirdiyse bunun bir gün Türkiye için de geçerli olacağını öngörüyorum.
Türkiye’nin bağrından da önemli Startup şirketleri çıkıp dünyaya kendisini kabul ettirecektir.
Türkiye’deki erken benimseyenleri yeterince tartıştık ancak büyük tabloyu henüz görmedik.
Elbette erken benimseyenler tek kullanıcı tipi değil. Ürüne veya servise uyum sürecinde
farklı kullanıcı tipleri de mevcut. İsterseniz gelin şimdi etraflıca Teknoloji Adaptasyon Yaşam
Döngüsü’ne (Technology Adoptation Lifecycle) göz atalım. Bu döngü bize kullanıcıların
uyum sürecindeki özellikleri ve kategorileri hakkında detaylı bilgi verecektir.
Özet
• Türkiye’de Yalın Girişim metodolojisi ile büyük projeler mobil teknolojilerden çıkabilir
yine de erken benimseyen kullanıcı tipinin Türkiye’de yeterli olduğunu söylemek şu an
için çok iddialı olur.
• Türkiye’nin yoğunlaştırılmış İstanbul Startup vizyonuna ihtiyacı var. İstanbul geleceğin
Teknoloji şehirlerinden olmaya aday şehirdir.
• Türkiye’den henüz dünya çapında Startup şirketi çıkmadı. Rol modeli olabilecek girişimcilere ve startuplara su gibi ihtiyaç var.
Teknoloji Adaptasyon Yaşam Döngüsü
- Yenilikçiler (Innovators) : Bu kullanıcılar pazarın sadece 2%’sini oluştururlar. Sırf Teknoloji olduğu için yeni şeyleri denemek isterler. Yeni bir platforum, ürün veya servis
çıktığında denemeden yaşayamazlar. Bir sonraki erken benimseyenler için önemli referanslar oluştururlar. Yenilikçiler Teknoloji Heveslileri (Technology Enthusiasts) olarak ta
adlandırılırlar.
- Erken Benimseyenler (Early Adopters) : En can alıcı kullanıcı tipleridir ve pazarın
15%’ini oluştururlar. Vizyonerler olarak ta adlandırılırlar. Bu kullanıcılar yeni çıkan ürünleri denemekten haz alan, bunun için zaman harcamayı göze alan, farklı duyguları tatmak
için ürünü denemekten çekinmeyenlerdir. Ürünü sevdiklerinde reklamını yapmayı kendilerine borç bilirler. Ancak tatmin etmesi yine de zor kullanıcılardır.
Ürün veya servise ilk ivmeyi verdikleri için hayati öneme sahiptirler. Her şeye rağmen
ürünün daha iyi olması için sırf gönüllü olarak ürün veya servisi test etmekten çekinmeyen
kullanıcılardır. Startup girişimcilerin bulmakta en çok zorlandığı kullanıcı tipleridir. Pek
çok startup firması başlangıç aşamasında bu erken benimseyenleri bulamadığı için batmıştır.
Erken benimseyenlerin ana akım pazara (mainstream market) akması için The Chasm
denilen boşluğu atlaması gerekir. Chasm (boşluk, kanyon) boşluğunu geçmek demek startup’ın en büyük uyum sorununu aşması ve ihtiyaç duyduğu ilk ana akım pazar kullanıcılarına ulaşması demektir. Chasm kullanıcıların adaptasyon sürecindeki en kritik eşik olarak
bilinir. İşte erken benimseyenlerin startuplarda en çok zorladığı kısım tam olarak burasıdır.
Teknoloji Adaptasyon Yaşam Döngüsü
Crossing the Chasm (Boşluğu Geçmek) kavramı ilk defa 1991 yılında Geoffrey Moore tarafından kitap haline getirilmiştir. 12 den fazla baskı ve 300 000’den fazla satış yapan kitap
dünyada çok büyük ilgi görmüştür. Crossing the Chasm (Boşluğu Geçmek) artık Vizyoner
(Erken Benimseyenler) ve Pragmatist (Erken Çoğunlukçular) kullanıcıların arasındaki
geçiş olarak tanımlanır. Burayı atlatan girişimler ana akım pazara girmiş sayılırlar.
Erken Çoğunlukcular (Early Majority): Pragmatistler olarak ta adlandırılan bu kullanıcılar pazarın 34%’ünü oluştururlar. Girişimin ilk ana akım pazarla tanıştığı yerdir. Bu
kullanıcılar vizyonlerlerin aksine menfaat endekslidirler. Ürünü almak için yeterli paraları
vardır. Nitelikten önce niceliğe önem verirler. Vizyonerler ürünün duygusal boyutunda
yaşarken Pragmatistler için her şey sayıdır ve bunun için imkanları varsa pazarlık yapmaktan çekinmezler.
Huysuz müşteri gibi gözükseler de verisel olarak girişimi pazarda şekillendiren önemli
kullanıcı grubudurlar. Gerekirse sevmedikleri ürünleri veya servisleri için dava açarlar.
Teknolojiye çok hızlıca uyum sağlayan ve girişimi profesyonelliğe zorlayan ilk gerçek pazar
kullanıcılarıdırlar. Bu kullanıcıları memnun eden girişimler gerçekten de pazarda kendine
yer bulurlar ve yine aynı kullanıcılar tarafından mükafatlandırılırlar.
Geciken Çoğunlukçular (Late Majority): Muhafazakâr kullanıcı olarak bilinen geciken
çoğunluk adından anlaşıldığı üzere teknolojiye çok sonra adapte olan ve hatırı sayılı süre
için servisi veya ürünü kullananlardır. Pazarın 34%’ünü oluşturan bu kullanıcılar üründeki
değişiklikleri çok sevmezler. Ürün veya servis artık işleyiş olarak rayına oturmuştur. Muhafazakârlar iyice şekillenmiş olan ürünü veya servisi kullanmaktan zevk alırlar. Ürünün
vermiş olduğu hizmetten doyum alan Geciken Çoğunlukçular üründe olacak büyük değişikliklere ciddi tepkiler verirler. Muhafazakârlar kullanıcı alışkanlıklarının değiştirilmesinden
hiç hoşnut olmazlar. Türk kullanıcılarının en çok yer aldığı grup türüdür. Erken Çoğunlukçulardan (Pragmatistler) etkilenerek ürünü kullanmaya başlarlar. Sonra da ürünü veya
servisi sahiplenerek uzun süre kullanırlar.
Tembeller (Laggards): Pazarın 15%’ini oluşturan Tembeller Teknolojiye en son adapte olan
gruptur. Şüpheciler olarak ta anılan bu kullanıcılar ürünün fiyatına, özelliklerine, kendisine
son derece hassastırlar. En ufak bir değişiklikte Teknolojiyi kullanmaktan vazgeçebilirler.
Bu kullanıcıları memnun etmek oldukça zordur, yine de herkesten etkilendikleri için ürünü
kullanmaya devam edebilirler.
Özet
• Teknolojiye uyum sürecinde Yenilikçiler, Erken Benimseyenler, Erken Çoğunlukçular,
Geciken Çoğunlukçular ve Tembeller olmak üzere 5 ana kullanıcı grubu vardır
• Erken Benimseyenler grubu en önemlisidir. Ürünü sırf sevdiği için ilk ivmeyi kazandıran gruptur
• Erken Benimseyenler’de The Chasm denilen Boşluk vardır. Bütün mesele Erken Benimseyenlerde bu boşluğu atlatarak ana akım pazara geçiş yapmasıdır
• Ana akım pazar Erken Çoğunlukçular, Geciken Çoğunlukçular ve Tembellerden oluşur
• Türk kullanıcıların çoğu Geciken Çoğunlukçu grubunda yer alırlar. Teknolojiye sonradan adapte olarak onu hayatının önemli bir parçası haline getirirler.
Dünyadan Örnekler
Yalın Girişim modeliyle başarılı olan yeni girişimlerin İnternet altyapısının ve eğitim
sisteminin güçlü olduğu ülkelerden çıkması tesadüf değil. Sadece 9 milyonluk nüfusa sahip
İsveç’ten Spotify, Soundcloud, Skype, Linux, MySQL, Ericsson, Ikea, Volvo gibi ünlü marka
ve şirketlerin çıkması bunun ispatıdır.
Gerçekten de İsveç’i iyi araştırdığınızda göreceksiniz ki çevresindeki aynı nüfusa sahip
Norveç, Danimarka gibi diğer İskandinav ülkelerinden çok daha fazla yenilikçi girişimcilik
yönleri var. İsveç’in kendisini diğer ülkelerden farklılaştırmasının en büyük nedeni İnternet
ve Eğitim sistemlerinin güçlü alt yapıları yanında mutlaka uluslararası kitleye odaklanma
tercihleri de yatmaktadır. Bunun yanı sıra toplumun son derece dürüst olması, insanların
birbirine güvenmesi, verilen sözlerin zamanında yerine getirilmesi gibi etik değerlere riayet
etmeleri başarılı olmalarında başka önemli etkenler.
Bunun başka bir örneği de 8 milyonluk nüfusa sahip İsrail. Çevresindeki Arap ülkeleriyle
kavgalı olan İsrail de küresel hedeflere odaklanmaktan başka çare göremiyor. Amerika’daki
lobi gücüyle birlikte bu zorunluluk pazar tercihini iyice pekiştiriyor.
İşin en ilginç tarafı da milyar dolarlık şirketler çıkartan Amerika’lıların aslında herkesin
bildiğinin aksine yerel hedefler koyması. Evet yanlış duymadınız, Amerikalı’lar aslında
Uluslararası hedef koyma ihtiyacı duymuyorlar. Dev Ekonomileri, 300 milyonluk İnternet toplumuna sahip olmaları ve İngilizce’nin zaten Anglo Sakson ırkı tarafından dünyaya
kabul ettirilmesi gibi nedenlerden dolayı Uluslararası pazara açılmak zaten kendiliğinden
oluyor. Sizi temin ederim Amerika’lı girişimcilerin çoğu İsveç veya İsrail’in aksine işin
başında sadece yerel pazarı hedefliyorlar.
Yani anlayacağınız bütün ülkelerin şartları farklı ama ortak yönleri eğitimli toplumu,
gelişmiş yargısı, güven toplumu, güçlü İnternet alt yapıları ve dolaylı veya dolaysız olarak
Uluslararası pazara açılmaları gibi nedenlerdir. İsveç bilinçli, İsrail ise zorunlu bir seçim
yapıyor, Amerika’nın seçim yapmasına bile ihtiyaç kalmıyor.
Peki biz Türk’ler ne yapıyoruz?
Bir kere Türkiye’de İnternet altyapısı istenen düzeyde değil. Diğer taraftan küresel projelerin
ihtiyaç duyduğu iyi İngilizce dil bilgimiz yok.
Başarılı İnternet sitelerimizin isimleri için bile halen zor Türkçe isimler seçiyoruz. İstediğiniz kadar yemeksepeti veya çiçeksepeti deyin, iyi paralar kazanın bu zor Türkçe isimlerle vizyonunuzu en fazla bölgesel olarak gerçekleştirebilirsiniz. Türkçe zor isimlerinin
yabancıların aklında kalması mümkün değil.
Beri taraftan küresel bir hedef koymak çoğu kimsenin aklına bile gelmiyor. Ayrıca Türkiye’de Türkçe’den tutun, kültürüne kadar çok değişik unsurlar mevcut. Lokal ihtiyaçları iyice
anlayıp ona göre çözümler üretmek gerekiyor.
Dolayısıyla Türk Startup şirketleri MENA (Orta Doğu ve Kuzey Afrika) bölgesini hedefliyor ancak bu elbette yeterli değil. MENA bölgesini hedef seçmemiz tamamen bir zorunluluktan ibaret. Yerli Türk dizilerinin Orta Doğu’da tutması bile ortak kültürel gibi nedenlerden dolayıdır. Yani rastlantısal ve zorunlu bir tercihten kaynaklanıyor.
MENA bölgesindeki ülkeler sırasıyla şunlardan oluşuyor; İsrail, Mısır, Türkiye, Ürdün,
Lübnan, Fas, Tunus, Cezayir, İran, Yemen, Suriye, Irak, Sudi Arabistan, Katar, Umman,
B.A.E, Kuveyt, Bahreyn ve Libya.
MENA bölgesi politik sorunlarla boğuşsa da son zamanlarda Türk dizileri, filmleri ve mobil
oyunları yok satıyor. Genç nüfusun MENA bölgesinde artması da bizim böyle bir modele
iten en önemli nedenlerden biridir. Türkiye Stateji Araştırmalar Enstitüsü‘ne göre bölgenin
nüfusu 2015 yılında 420.2 milyon, 2050 yılında ise 636.2 milyon olarak öngörülmektedir.
25-64 yaş çalışabilir nüfusun ise 116.7 milyondan 2050 yılında 326.5 milyona çıkacağı tahmin edilmektedir.
Bundan dolayı MENA modeli Türkiye’nin son zamanlarda yeni keşfetmiş olduğu önemli
bölgesel bir modeldir. Artık yatırımcılar ve iş adamları MENA bölgesi denildiğinde kayıtsız
kalmıyorlar. Özel sektör kendi dinamikleriyle bu bölgeyi keşfetmeye çalışıyor. Yine de
küresel pazarları da keşfetmek hepimizin dileği. Zor olsa da imkansız değil.
Özet
• Her ülkenin kendisine göre girişim ekosistemi mevcuttur
• Kendi ekosistemimizi ihtiyaçlarımıza göre kendimiz oluşturmalıyız
• Türkiye zorunlu ya da rastlantısal pazar tercihi yapıyor
• Şu an zorunlu olarak MENA bölgesel modelini tercih ediyoruz
• Küresel pazarı keşfeden henüz bir Türk startup şirketi yok
Steve Jobs’ın Ardından
Steve Jobs‘ın öldüğü aynı ay
bilgisayar dünyasının önemli
bir ismi Dennis Ritchie de
vefat etmişti. Dennis Ritchie
günümüzde kullandığımız
işletim sistemlerinin temelini
oluşturan “C” programlama
dilinin mucididir. Bilgisayar
dünyasının atalarından kabul
edilir.
Dennis Ritche - C Programlama Dilinin Mucidi
Steve Jobs’un ölümünün medyatik oluşu ve Dennis Ritchie’nin de hiç anılmayışı beraberinde ciddi bir tartışma başlattı.
Önemli bloglarda Dennis Ritchie’nin göz ardı edildiği, o olmasaydı Steve Jobs’ın da olamayacağı ve kendisine haksızlık yapıldığı ifade edildi. Dennis Ritchie’nin yaptığı icatlar
anlatılarak Steve Jobs’tan daha üstün olduğu ispatlanmaya çalışıldı. Tartışmalar o kadar
büyüdü ki, sosyal medyada Steve Jobs ve Dennis Ritchie karşılaştırmalı resimler paylaşıldı.
Özellikle bilgisayar dünyasındaki programcılar ve bilişimciler Dennis Ritchie’nin daha çok
anılması gerektiğini iddia ederek medyayı ikiyüzlükle suçladı.
Bana göre kendi sahasında iki dev insanı karşılaştırmak ikisine de haksızlık etmek anlamına gelir. Sanırım buradaki kafa karışıklığını mucit&yenilikçi kavramlarını açıklayarak
giderebiliriz.
Mucit (inventor, creator) bir şeyi sıfırdan keşfeden, başka insanların hiç düşünmediği bir
alet, ürün, algoritma veya formülü icat edene denirken, yenilikçi (innovator, developer) var
olan bir aleti, fikri, ürünü değiştirerek son kullanıcıya ulaştıran demektir.
Mucit ve yenilikçi‘nin görev tanımları son derece nettir. Mucit işin mutfağında çalışırken,
yenilikçi sahada top koşturan girişimcidir. Mucit yeni bir şey icat etmek için ter dökerken
yenilikçi var olan üzerinden eski köye yeni adet getirmek peşindedir. İkisi de aslında birbirini tamamlamaktadır. Steve Jobs ile Dennis Ritchie’nin karşılaştırmasında işte bu hata
yapılmaktadır. Steve Jobs ve Bill Gates gibi yenilikçiler olmasaydı biz son kullanıcılar Dennis Ritchie’nin icatlarından istifade edemeyebilirdik. Dennis Ritchie gibi mucitler olmasaydı yenilikçilerin üzerinde inovasyon yapabileceği bir ürün olmazdı.
Yenilikçi halkın düzeyine inen kişi olduğu için şöhret, şan ve şeref bu insanlara atfedilir.
Halkın önünde olduğu için medya tarafından yenilikçiler ön plana çıkartılır. Bu konumda
mucit doğal olarak genelde fakir veya orta düzeyde bir servete sahip olurken yenilikçi çok
zengin olabilir ve bu gücünü medyaya ve insanlara kabul ettirebilir.
Yenilikçi özellikle inovasyon yaptığı ürünü halkın düzeyine indirmek zorundadır. Bu
konuda ciddi sıkıntılar, kayıplar ve riskler yaşayabilir. Mucit ise labaratuarında veya
ofisinde bir iş üzerinde zaman harcadığı için halktan kopuktur, riski daha azdır ve zaten
onun öyle bir derdi de yoktur, daha doğrusu olmak ta zorunda da değildir.
Bu iki gurup ta son derece saygın insanlardan oluşur. Mucit yeni bir şey oluşturmak için
araştırma yapıp ter dökerken, yenilikçi son kullanıcının yani halkın dilinden anlamak zorundadır.
Ben mucit&yenilikçi karşılaştırmasını James Bond filmlerine benzetiyorum. Filmin başında James Bond bir labaratuara girer ve yanında bir mucitin yardımıyla kullanacağı silahları, ajan aletlerini ve özellikle sofistike bir şekilde donatılmış arabasını tanımaya çalışır.
Şu düğme ne işe yarar gibi bir klasik mizah sahneyi eklemeyi ihmal etmeyen Bond filmlerinde biz izleyiciler olarak ileriki sahnelerde bu silahları ve arabayı baştan tanımış oluruz.
Burada biz James Bond’u düşmanlarla mücadele eden bir kahraman gibi görürken ona
mücadelesi için hayati önemdeki alet adevatı sağlayan muciti es geçeriz. Halbuki burada
işin gizli kahramanlarından biri de mucittir.
Hayat işte ne yazık ki hep böyledir. Bir lokantada biz yemeğe ve iş yerinin sahibine odaklanırken mutfaktaki ahçıyı hiç akıl etmeyiz. Bence en iyisi bu gizli kahramanları yenilikçilerle karşılaştırmayı bırakıp, bu iki gurubu aynen James Bond filmlerindeki gibi bir arada
çalışmalarını sağlayabilecek ortamları hazırlamak olacaktır. Her ne kadar ikisi birlikte
çalışsa da biz yine de işin doğası gereği yenilikçiyi hep tek kahraman olarak göreceğiz.
Hem mucit hem de yenilikçiye sonsuz saygı duyan birisi olarak bu sefer sadece Dennis
Ritchie ve onun gibi gizli kahramanları saygıyla anıyor ve bize yaptıkları katkılarının
mükafatını diğer alemde almalarını diliyorum. Dennis Ritchie gibi kahramanları model
almak yerine sırf para ve şöhret uğruna yenilikçi olmak isteyenlerin kulakları çınlasın.
Özet
• Mucit Kâşif olurken Yenilikçi Girişimcidir
• Mucit ve Girişimcinin birlikte çalışabileceği ortamlar çoğu zaman çok iyi sonuçlar verir
• Girişimci popülist olduğu için ön planda gözükür ama bu Kâşif ’in önemini azaltmaz
• Bu sefer Steve Jobs yerine Bilgisayar alanında sayısız icatlar yapan Dennis Ritchie’yi
anıyoruz
Girişimciler için James Bond Modeli
James Bond filmlerini hepimiz biliriz.
Hollywood otuz yıldır farklı oyuncularla durmadan benzer senaryoları
kullanıyor. Aslında James Bond’un
en sevdiğim yönü bizim gibi girişimci
gençlere dersler içermesidir. İlk öncelikle James Bond devletin istihbarat
birimine bağlı bir ajandır.
Böyle olunca ithiyaç duyduğu alet, adevat ne varsa kendisine temin edilir. Çok sıkı
bir eğitimden de geçirildikten sonra görevini ifa etmeden hemen önce çılgın bir bilim
adamının labaratuarını ziyaret eder. Klasik senaryoda kendisine oradaki en son nesil silahlarını, aletlerini, arabasını tanıtan bilim adamı eşlik eder. Çoğu zaman bu ikili arasındaki
bu diyalog mizah içerir ve seyirciyi eğlendirir.
Genelde James Bond’a gerekli aleti temin eden çok zeki gözlüklü bir mühendistir. Daha
önceden bahsettiğimiz mucit-girişimci modelini oynayan bu iki zevat aslında birbirini
tamamlayan karakterlerdir. Yine de seyircinin gözünde doğal olarak her zaman James Bond
kahramandır.
Filmin ileriki sahnelerinde James Bond’un ne tür silahları kullanacağını bildiğimiz halde
nasıl kullanacığını merak ederiz. Derken James Bond sahaya çıkar, risk alır, meceraya atılır
ve kötü adamların peşinden ne pahasına olursa olsun kovalamaca başlar.
Filmde bizi asıl heyecanlandıran James Bond’un sahada nasıl mücadele ettiğidir. Her türlü
tehlikeyi korkusuzca aştığından onun kahramanlığına kilitlenir ve filmden zevk alırız.
James Bond macerasında kendisine verilen sofistike silahları da kullanarak filmin başıyla
sonu arasında bir bütünlük kurulur.
007 özel ajan James Bond aslında bir girişimcidir. Kimlerle mücadele edeceğini bilir ama
ne gibi tehlikelere maruz kalacağını sahada öğrenir. Her türlü arabası, silahı, bilgisayarı olmasına rağmen asıl güvendiği şey kendi yüreğidir. Kimi zaman yüksek binalarda
düşmanını kovalar, kimi zaman elindeki silah istediği gibi çalışmaz, kendisi bir çaresini
bulur, kimi zaman da çalıştığı takım arkadaşlarını bile kaybedebilir.
Yine de yılmaz, görevine devam eder. Gerektiğinde dövüşür ve kaslarını çalıştırmayı da
ihmal etmez. Yani kendisine verilen bütün aletleri bir araç olarak kullanır ama onlara tamamen güvenmez. Gerçekten güvendiği şey korkusuz yüreğidir. Hemen sahaya çıkan bir aptal
hiç değildir. Sahaya çıkmadan önce gerekli yetenekleri kazanarak çıkar. Kendisini yetiştirmeden sahaya çıktığında nasıl avlanacağını çok iyi bilir. Kafasında tek bir şey vardır o da
görevi. Yaralandığı da olur, bir kadınla imtihan edildiği de olur, dayak yediği de olur ama
hiç birine takılmayarak bir şekilde mücadelesine devam eder.
James Bond günümüz girişimcileri için çok tipik bir modeldir. Risk sermaye şirketleri,
melek yatırımcılar, startup weekendler, boot campler, devlet yardımları, Üniversite imkanları derken girişimciler asıl zaman geçirmeleri gereken sahayı ihmal ettiklerinden dolayı
James Bond modelini hatırlamakta fayda var. Genç girişimcilerin başarının sahada kazanılması gereken bir mücadele olduğunu unutmamalıdır.
Aslında girişimcilik zaten hep sahada kazanılan bir serüvendi. Hiç
bir zaman sadece masa başında
çalışılarak kazanılamadı. Masada veya labaratuarda üretilen
ürünler, aletler hedefine ulaşmak
için bir araç olmaktan öteye hiç
geçmedi. Bundan dolayı girişimci için müşteri geri bildirimi her
şeyden daha önemliydi.
Girişime başlarken bile bu en önemli kriterdi. Bundan dolayı müşteri veya kullanıcı geri
bildirimi ve ihtiyaçlarıyla başlamayan her türlü girişim müşteriyle ilk temasta tuz buz oldu.
Evet sahada yüreğine güvenen girişimciler her zaman aynen James Bond gibi daha başarılı
oluyordu ve bu kural hiç değişmedi. Günümüzde sadece teknolojinin iletişim imkanlarının
gelişmesiyle format değiştirdi o kadar. Bebek gibi büyüttüğü girişimini müşteriyle bir an
önce test etmeyen, kullanıcının geri dönüşümüne göre tasarlanmayan her girişim tarihe
karıştı.
Bundan dolayı sahada sıcak temasla yüreğini ortaya koyan girişimciler dünyayı değiştiren
insanlar oldular. Diğerleri yenilikçilikten kaçıp masa başına razı oldular, sadece dışarıdan
kopyala yapıştırla işin biteceğini sandılar. Sırf bu insanlardan dolayı girişimciliğin gerçekten
ne olduğu ile ilgili modeller birden bire türeyiverdi. Siz deyin Yalın Girişim ben diyeyim
James Bond modeli.
Özet
• Girişimcilik James Bond gibi sahada kazanılması gereken bir serüvendir
• Aynen James Bond gibi girişimci de teknik donanıma ihtiyaç duyar ve bunun için mutlaka bir teknik ekibe sahip olmalıdır
• Girişimci gerekli hazırlığını yaptıktan sonra sahada yüreğini ortaya koyarak mutlaka
risk almalıdır
• Girişimcilerin asıl zaman geçirmesi gereken yer sahanın kendisidir
• Gemiler limanda beklemek için yoktur, denize açılmak içindir
Büyütme Korsanı (Growth Hacker)
Silikon Vadisi’nin başını
çektiği büyük İnternet
ve mobil çağ çılgınlığı
bütün hızıyla devam
ederken karşımıza
yeni kavramlar da beraberinde çıkıyor. İlk
önce Lean Startup (Yalın
Girişim) metodojileri
çıkmıştı. Yalın Girişim’i
daha önce elimizden
geldiği kadar açıklamaya
çalıştık.
Uygulama Geliştirici
Büyütme Korsanı
Pazarlamacı
Şimdi de Growth Hacker kavramı yükselen trend olmaya başladı. Bütün girişimcilik
makalelerinde, bloglarda ve haberlerde Growth Hacking veya Growth Hacker kavramlarını
görmeye başladık. Aslında bu kavramlar son derece yeni olduğu için Türkçe karşılığını kendimiz vermek zorunda kalıyoruz. Growth Hacking için Büyütme Korsanlığı, Growth Hacker
için ise Büyütme Korsanı diyoruz.
Peki bu kavram nasıl oldu da bir anda bu kadar popüler oldu. Büyütme Korsanlığı (Growth
Hacking) 2010 yılında Sean Ellis tarafından ortaya atıldı. Facebook, Twitter, LinkedIn, Airbnb, Instagram gibi son derece başarılı İnternet ve Mobil şirketlerini inceleyen Ellis bu şirketlerin Büyütme Korsanları (Growth Hacker) tarafından ivme kazandığını iddia etti. İki yıl
boyunca bu kavram çok önemsenmedi ta ki ünlü blogçu Andrew Chew 2012’de bu kavramı
kendi blogunda iyice deşinceye kadar.
Andrew Chen Silikon Vadisindeki başarılı sosyal medya şirketlerini Büyütme Korsanlığı
yönünden tekrar ele alınca bu kavram dünyada birden bire yayılmaya başladı. Şu anda dünya çapında konuşulan kavram olan Büyütme Korsanlığı (Growth Hacking) o kadar tutuldu
ki Singapore’da ders kitaplarına çoktan girmiş bile.
Peki Growth Hacker Nedir?
İnsanları bu kadar heyecanlandıran yeni popüler kavram “Growth Hacker” tam olarak
nedir?
Ürün veya servis ilk fırından çıktıktan sonra gerekli kullanıcı kitlesini yakalaması için
genelde klasik metodlar kullanılır. Landing Sayfaları, E-Posta pazarlama, Facebook ve Twitter gibi sosyal medya araçlarıyla kitlesel pazarlama için en çok bilindik yöntemlerdir. Ne
var ki bu yöntemler genelde teknik olmayan insanlar tarafından kullanılıyor ve çoğu zaman
pek çok startup (yeni girişim) hüsranla sonuçlanıyor. İstedikleri kullanıcı kitlesini yakalayamadıkları gibi yatırımcının parasını da yakan yüzlerce startup hikayesi ile sonlanıyor.
İşte Büyütme Korsanları bu kısımda devreye giriyor. Büyütme Korsanları kitlesel pazarlama
ve sürdürülebilirlik sorununa merhem olan yeni nesil pazarlama korsanları olarak karşımıza çıkıyor. Klasik pazarlamacıların askine hem teknik hem de pazarlama yeteneklerine sahip insanlar olarak tanımlanıyor. Yani grafikten de görüldüğü gibi teknik bilgi ile pazarlama
arasında duran acayip yaratıklardır.
Yaptıkları şey ise kimsenin göremediği bilgi (data) ve metriklere ulaşarak, bunları yorumlayıp ürün üzerinde esnek değişiklikler yapabilen, gerekli büyük kullanıcı kitlesini yakalayarak bu kitleyi aynı platformda tutmayı başarabilen insanlara Büyütme Korsanı yani
“Growth Hacker” denir.
Kısacası eldeki verileri doğru ölçümleme yöntemleriyle deneysel olarak küçük kullanıcı
grubu üzerinde teyit ettikten sonra bunu geniş kullanıcı kitlesine de pazarlayabilen insanlardır da diyebiliriz.
Growth Hacking için verilen en tipik örnekler hepimizin aşina olduğu büyük İnternet ve
Mobil firmalarıdır. Airbnb, Twitter ve Facebook bilindik en başarılı örneklerden. Google+
ise Büyütme Korsanlığı’nın başarısız örneklerinden kabul ediliyor. Şimdi bunların üzerinden sırasıyla geçelim.
Airbnb
Growth Hacking için en çok verilen tipik örnek
Airbnb örneğidir. Airbnb bildiğiniz gibi otel
yerine daire kiralayabileceğiniz paylaşım sitesidir. Airbnb Craiglist entegrasyonu ile kiralık
evlerini kullanıcılar ve ev sahipleriyle hızlıca
buluşturabilmiştir.
Aslında Craiglist’in bununla ilgili herhangi bir API’si (Arayüz Kodu) yoktur ancak Airbnb
kimsenin ruhu bile duymadan Craiglist’in linklerini kullanarak kendi siteleri üzerinden
nasıl içerik gönderebileceklerini kendi uğraşları sonunda keşfetmiştir.
Bu tuhaf Craiglist entegrasyonu ile Airbnb kısa zamanda en başta New York’ta geniş kitle
tarafından duyulmuş sonra da başka şehirlere sıçrayarak daha geniş kitleye yayılabilmiştir.
Airbnb örneği teknik yöntemler ile pazarlama taktiklerinin buluşabildiği çok klasik bir
“Growth Hacking” örneğidir çünkü sadece pazarlama tecrübesine sahip bir insanın üstesinden gelemeyeceği teknik bir arayüz keşfedilmiş ve bunun sonuncuda da Airbnb geniş
kitleye ulaşmıştır. Başka bir deyişle şeytan detaylarda gizlidir deyiminin ne kadar doğru
olduğunu gösteren önemli örnektir. Andrew Chen’e göre Airbnb geleneksel pazarlama yöntemlerinden API pazarlama yöntemlerine geçişin ilk bilindik örneğidir.
Twitter
Growth Hacking için verilen başka tipik örnek ise herkesin bildiği malum kuş sitesi Twitter’dır. Herkes Twitter’ın
geleneksel medya reklamlarıyla (radyo,tv) geniş kitleye
ulaştığını ve bugünkü durumu onlara borçlu olduğunu
düşünür. Ben de öyle düşünüyordum, hatta Twitter’ı arabamda radyoda ilk nasıl duyduğumu hatırlıyorum. Twitter’ın geleneksel medyada çılgınca reklamı yapılıyordu.
Ancak işin aslı son derece farklılık arzediyordu. Twitter
gerçekten de medya vasıtasıyla geniş kullanıcı kitlesine
ulaşmıştı. Daha doğrusu üye sayısı patlamıştı.
Sorun şu ki bu kitle belli bir süre sonra meraktan girdiği bu platformu artık kullanmıyordu.
Twitter milyon üyelerin olduğu sosyal medya mezarlığına dönüşüyordu. Twitter’ın önünde
iki seçenek vardı. Ya medya reklam pazarlamasına devam edecekti ya da kullanıcıların
gerçek talepleriyle yüzleşecekti.
Sonunda kullanıcıların ilk girişindeki bilgilerini incelediler. Twitter’a ilk girdikleri anda
kullanıcıların yeterli sayıda takipçisi olmadığı için sıkılarak platformu terkettiğini anladılar.
Yaptıkları ölçüme göre ilk Twitter’a giren kişinin en az 5-10 arasında takipçisi olmalıydı.
Hemen değişikliğe gidip ilk kullanıcılar için varsayılan 5-10 takipçi özelliğini eklediler. Bu
formülü küçük bir kitle üzerinde denedikten sonra geniş kitleye açtılar. Bundan böyle insanlar Twitter’a girdiklerinde okuyabilecekleri ve oyalanabilecekleri yeterli sayıda tweet ile
karşılaştılar.
Twitter’ın Growth Hacking modelinde biz çok önemli bir şeyi öğreniyoruz. Siz istediğiniz
kadar geniş kitleye ulaşın, bu kitlenin orada sürdürülebilir bir ekosistemde tutulabilmesi de
ayrı bir mesele. Yani Twitter örneğinden Growth Hacking’in sadece büyüme stratejisi olmadığını anlıyoruz. Kullanıcı büyümesini sağlamak kadar onların orada zaman geçirbilmesini sağlamak ta Growth Hacker’ların görevi olduğunu anlıyoruz.
Facebook
Başka klasik bir örnek te hepimizin sinema
filminden bildiğimiz Facebook’un hikayesidir.
Genelde Facebook Üniversite’lerin teker teker
entegre edilmesiyle bilinir. Ancak şu var ki Facebook’taki kullanıcıların itici gücü fotoğraflar
olmuştur. Facebook ilk çıktığında fotoğrafsız bir
platformdu. Fotoğraf ekleme özelliğini ekleyince
Facebook kurucularının da beklemediği şekilde
ilgi artmış, başka sınıf, departman ve okuldaki
insanlar görsel olarak merak edilmiş ve sonunda
her yerde mantar gibi yayılmıştır.
Yani Facebook’un yayılmasında fotoğraf özelliği çok önemli verisel bir etken olmuştur.
Sadece fotoğraf değil, başka veriler de analiz edilerek kullanıcıların bütün giriş çıkışları incelenmiştir. Bunun için Facebook’un gerçek hikayesi aslında tamamen ölçümleme üzerine
kuruludur diyebiliriz.
Facebook’un kurucularından Dustin Moskovitz‘in söylediğine göre Silikon Vadisinde’ki
eve taşındıklarında bir milyon kullanıcıları varmış. Bu kullanıcıların hangi sayfada ne kadar süre harcadıklarını tespit ederek onların ilgi alanlarını keşfetmişler. Sayfa başı ziyaret
kalma süresi gibi veriler hangi sayfanın daha önemli olduğu hakkında gerçek veri sunmuş.
Dolayısıyla Facebook’un ilk geliştiricileri de bu sayfalara daha çok önem vermiş. Özellikle
profil sayfası bu önemli sayfaların başında gelmiş. Dustin’e göre filmdeki gibi partiler yerine zamanlarının çoğunu kod geliştirerek ve verilerini analiz ederek geçirmişler. Senede ise
sadece bir partiye katılıp eğlenmişler.
Google+
Google Plus ise Growth Hacking yaklaşımını benimsemeyip çuvallayan örneklerden. Growth Hacking’in nasıl olmaması gerektiği hakkında bize kayda
değer ip uçları sunan dev şirket. Zaten Google Plus
(Google+) ‘ın şu andaki içler acısı hali bunu açıkça
gösteriyor. Hollywood filmlerinde milyonların
olduğu hayalet kasabaları andırıyor. Şu an Growth
Hacking metodolijisine en çok ihtiyaç duyan şirket
Google’dır diyebiliriz. Acilen iyi bir Büyütme Korsanı’nı işe alıp sorunlarına çözüm bulmaları gerekiyor.
Deli dana gibi özellik ekleyeceklerine biraz da kullanıcıları dinleseler ve bizim Google+’ı
neden kullanmak istediğimize bir kulak verseler daha makbule geçecek. Google kadar
kullanıcı verisi elinde olan başka bir şirket yok. Bundan dolayı bunu başarmamaları için bir
neden de yok.
Şahsen Google+’ın arayüzünü, hızını ve teknik özelliklerini oldukça beğeniyorum. Diğer
sitelerden bu yönleriyle üstünlükleri var ama kullanıcıyı orada tutmak ayrı bir mesele.
Google+’da Çevreler (Circles) mantığını Bağlantı (Connection) mantığı üzerinden yapmaları bana göre yaptıkları en büyük hata. Çevreler’i tutku çemberi olarak tanınmlayıp
insanları ortak ilgi alanlarında bir araya getirselerdi şahsen ben Google+’ı kullanırdım.
Yine de Google Plus’ta tam olarak kullanıcıların talepleri neler bunu bilmiyoruz. Kendileri ellerindeki verileri kullanarak buna çözüm bulmak zorundalar. Google+’ı ancak iyi bir
Büyütme Korsanı (Growth Hacker) kurtarabilir.
Growth Hacking Başarının Tarifi Değildir!
Growth Hacking konusunda en çok yanlış bilinen konu ise firmanın başarısını tamamen
Growth Hacking’e bağlamak varsayımıdır. Yani Growth Hacking yaptıkları için şimdiki
duruma geldiler önermesi son derece eksik bir değerlendirmedir. Biz burada bir yaklaşım
biçiminin tarifini yapıyoruz başarının değil.
Bir firmanın başarı kriterleri çok boyutludur ve pek çok faktöre birden bağlıdır. Başarıyı
tamamen Growth Hacking’e indirgemek çok insafsız bir değerlendirme olacaktır. Ancak
kanımca başarısız olma sebepleri arasında Growth Hacking’i en başa koymamızda bir mahsur yoktur.
Evet bütün bu örneklerden sonra Büyütme Korsanlığı (Growth Hacking) için şu tanımlamayı
yapabiliriz.
Growth Hacking verisel metriklere dayanarak südürülebilir pazarlama
motoru oluşturabilmektir.
Özet
• Teknik yöntemlerle verisel kaynaklara dayanarak kullanıcı alışkanlık formülünü ortaya
çıkartan
• Bu veriyi ilk önce küçük bir kullanıcı kitlesiyle bütünleştiren
• Daha sonra da geniş kitleye yayarak platformun sürdürülebilirliğini sağlayan pazarlama
motoruna Büyütme Korsanlığı (Growth Hacking) denir. Bu yeteneğe sahip kişiye de
Büyütme Korsanı denir.
Büyütme Korsanı’nın Vasıfları
• Obsessif ve sabırlı; Körü körüne ürüne odaklanmak yerine uzun vadede ürünü kitleye
odaklamaya çalışan azimli, sebatlı, sessiz, çalışkan mahluk
• Öğrenmeye açık, yaratıcı, esnek; Ürünü hiç bir zaman yeterli görmeyen, yeni yöntemlerini teknik becerileriyle birleştirebilen
• İçgüdüsel, sezgisel, ruhsal; pazarlama stratejileri için kalbinin sesini dinleyen, sistem
sürdürebilirliğini ruhsal nöronlarıyla koklayabilen ve içgüdülerine verilerden sonra
güvenen
• Gerçekçi, gerillacı; Hedef odaklı ve hedefine ulaşmak için etik yöntemlerin dışına çıkmayı göze alabilecek kadar gözü kara cesur savaşçı

Benzer belgeler