Sayı 5 - İbrahim Çeçen Vakfı

Transkript

Sayı 5 - İbrahim Çeçen Vakfı
İbrahim Çeçen Vakfı; bugüne kadar
9.000’e yakın gence karşılıksız burs
verdi, onların başarılarını gururla
izledi, mutluluklarına ortak oldu.
sayı 05
haziran 2013
Mezun olmuş eski bursiyerlerimiz
şimdi Türkiye’nin ve dünyanın birçok
yerinde başarılara imza atıyor.
SİZ de sağlayacağınız katkıyla
geleceğimizin gençlerine umut
olabilirsiniz.
Sen de 1 Bursiyer Okut !
Bir gencin bir yıllık üniversite burs
bedeli 2.340 TL. Yani 9 ay boyunca,
ayda sadece 260 TL katkı sağlayarak
bir genci okutabilirsiniz.
Başarılı ve okumak isteyen ancak
imkansızlıklardan dolayı güçlük
çeken gençlere umut olabilirsiniz.
Haydi bir bursiyer de SİZ okutun,
onlara umut olun…
IC Vakfı
“Sen de 1 Bursiyer Okut Projesi”ne
katılmak için Vakfımızın
0312. 417 82 64 numaralı
telefonundan veya
[email protected] ‘den
bilgi alabilirsiniz.
3. BOĞAZ KÖPRÜSÜ ve KUZEY MARMARA OTOYOLU PROJESİ
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
1
sayı 05
haziran 2013
Yayın Sahibi
İbrahim Çeçen Vakfı adına
Ayşe Günseli Çeçen
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Aslı Türkan Çeçen
Yayın Koordinatörü
Dr. Meral Dinçer
Yayın Danışmanları
Aysel Çeçen Başbuğ
Ruhi Yamaner
Zeynep Çeçen
Koordinatör Yardımcıları
Ayça Köktürk
Neslihan Arslan
Dergi Tasarımı
Ersin Deniz Durum
Yayın İdare Yeri
Kızılırmak Sokak No:31 Kocatepe
Kızılay / ANKARA
Tel.(0312) 417 82 64
Fax.(0312) 417 82 96
www.icvakfi.org.tr
Baskıya Hazırlık ve Baskı
Majans Ofset Tasarım Reklam Ltd. Şti.
Kazım Karabekir Cad. 7/40 İskitler/ANKARA
Tel.(0312) 384 06 04 Fax.(0312) 384 06 10
www.majansofset.com
Yayın Türü
Yaygın Süreli Yayın
Dergideki reklamların sorumluluğu firmalara, yazıların
sorumluluğu yazanlarına aittir. Bu yayının bir bölümü
ya da tamamı yapımcısının izni olmaksızın çoğaltılmaz
ve tekrar yayınlanamaz.
Kapak: 3. Boğaz Köprüsü ve Kuzey Marmara Otoyolu
Projesi (Render)
Merhaba,
İbrahim Çeçen Vakfı olarak 5. sayımızla yine
sizlerleyiz. Yoğun proje çalışmalarıyla geçen bir
dönemin ardından; 610 bursiyerimizin kimi mezun
oldu, kimi bir üst sınıfa geçmenin keyfiyle tatile girdi.
Japonya Büyükelçiliği işbirliği ile Ağrı’nın Tutak ilçesi
Suvar Köyü’ndeki ilköğretim okulunun tadilatına
başladık. Okulun yeni öğretim yılına hazır olması için
heyecanlanıyoruz.
Köy okullarına ayrı bir önem veriyoruz ve
önümüzdeki süreçte de bu projeleri arttıracağız.
Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi’nin uluslararası
faaliyetlerine bu sene daha fazla katkıda bulunmaya
çalıştık. Üniversitenin mezuniyet töreninde gençlerle
coşkuyu birlikte paylaştık, fakülte birincilerine,
sporda başarılı olan öğrenci ve akademisyenlere
ödüller verdik.
Bu sene Ağrı İli’nin Turizm Potansiyeli konulu
bir araştırma projesi yarışması düzenliyoruz ve
yarışmada derece alacak projelerin de Ağrı’nın
turizmini canlandıracağına inanıyoruz.
Ve tüm IC Holding ailesi olarak onur duyduğumuz
İstanbul’a 3. Köprü Projesi… IC İçtaş-Astaldi
konsorsiyumu ile yapımına başlanan Kuzey Marmara
Otoyolu projesi kapsamında İstanbul Boğazı’na
yapılacak olan 3. Köprü temeli görkemli bir törenle
atıldı. 2 yıl sonra bitimi planlanan 3. Boğaz Köprüsü,
Çağdaş Türkiye’nin Simgesi olacak. Tüm bursiyerler
adına Sayın İbrahim Çeçen Bey ile ne kadar
gururlansak az.
Dr. Meral Dinçer
IC Vakfı Müdürü
içindekiler
4
3. Boğaz Köprüsü ve Kuzey Marmara Otoyolu Projesi
12
IC Bomonti
16
IC Holding 2012 Değerlendirme Toplantısı
18
Ankara Bursiyer Toplantısı
21
Korunmaya Muhtaç Çocuklar İçin Çocuk Evleri
22
Ağrı Bursiyer Toplantısı
24
Japonya İle Ağrı Suvar Köy Okuluna Destek
26
Köy Okullarına Destekler
29
Yourvid Yes Digital ‘‘AB’’ Projesi
30
Söyleşi, Öğretmen Esra Özel
34
AİÇÜ Uluslararası Faaliyetler
38
AİÇÜ Yayınları
40
Söyleşi, Yaşar Bayar
44
AİÇÜ’nün Liselilere Tanıtımı
45
Yaşar Döngel AİÇÜ’de
46
AİÇÜ’nin Genç Yazar ve Şairleri
48
AİÇÜ Sosyoloji Bölümü Araştırma Çalışması
50
AİÇÜ Spor Başarıları
53
“Ağrı IC Cup” İbrahim Çeçen Tenis Turnuvası
54
AİÇÜ Mezuniyet Coşkusu
56
AİÇÜ Bilim Şenlikleri
58
AİÇÜ, Bursiyerimiz Mehmet Demirhan’ın Konuşması
60
IC Vakfı’ndan Afrika’ya Destek
61
Bursiyerlerimizden
76
Mezun Bursiyerlerimizden
86
Timur Özkan, Burkina Faso
90
IC Gönüllüleri
96
Söyleşi, Dr. Aylin Löle
98
Erasmus Mektupları
102
Yurtdışı Yüksek Lisans Bursiyerlerimiz
106
IC Vakfı’na Patnos Gazeteciler Derneği’den Ziyaret
108
Gürsel ve Nezahat Çeçen İlkokulu’nda Bilim Fuarı
110
Sarp’ın Umudu
04
18
54
86
3. BOĞAZ KÖPRÜSÜ
ve KUZEY MARMARA
OTOYOLU PROJESİ
4
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
5
T.C.
Ulaştırma Denizcilik ve
Haberleşme Bakanlığı
TCK
Karayolları
Genel Müdürlüğü
3. BOĞAZ KÖPRÜSÜ ve KUZEY MARMARA OTOYOLU
IC İçtaş - Astaldi Konsorsiyumu ile yapılacak Kuzey
Marmara Otoyolu Projesi ve proje kapsamında yer alan
İstanbul Boğazı üzerinde yapılacak 3. köprünün inşaatı,
taşımacılığın ve ticaretin geleceği olarak görülüyor.
1973 yılında faaliyete geçen Boğaziçi Köprüsü ve 1988
yılında tamamlanan Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nden
sonra İstanbul Boğazı’na yapılacak 3. köprü, ilklerin
köprüsü olarak adlandırılıyor.
Proje ismi
: Kuzey Marmara Otoyolu Projesi
İşletme sahibi
: IC İçtaş – Astaldi Konsorsiyumu
İşe başlama tarihi
: 2013
Hedeflenen iş bitiş tarihi
: 2015
Yapım dahil işletme süresi : 10 yıl 2 ay 20
Yatırım maliyeti
: 4.5 milyar TL
İşin kapsamı
: Odayeri - Paşaköy arasında toplam yaklaşık 115 km
otoyol ve bağlantı yolu ile 3. Boğaz Köprüsü’nün yapımı
•Üzerinden 8 şeritli karayolu ve 2 şeritli tren yolu
aynı seviyede geçecek. Yüksek mühendislik ve
teknoloji ürünü olacak köprü, gerek estetik gerekse
teknik özellikleriyle dünyanın sayılı köprüleri
arasında yer alacak.
•Köprü çoğunluğu Türk mühendislerden oluşan bir
ekip tarafından inşa edilecek.
•59 metrelik genişliği ile dünyanın en geniş
köprüsü olacak.
•1408 metrelik ana açıklığı ile üzerinde raylı
sistem olan dünyanın en uzun asma köprüsü
ve 320 metreyi aşan yüksekliği ile dünyanın en
yüksek kuleye sahip köprüsü olacak.
T.C.
Ulaştırma Denizcilik ve
Haberleşme Bakanlığı
6
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
TCK
Karayolları
Genel Müdürlüğü
3. BOĞAZ KÖPRÜSÜ ve KUZEY MARMARA OTOYOLU
7
KUZEY MARMARA OTOYOLU VE 3. BOĞAZ KÖPRÜSÜ PROJESİ
İlklerin köprüsü
Çoğunluğu Türk
mühendislerden oluşan bir
ekip tarafından inşa edilecek,
yüksek mühendislik ve
teknoloji ürünü olacak 3.
Boğaz Köprüsü üzerinden 8
şeritli karayolu ve 2 şeritli
tren yolu aynı seviyede
geçecek. Gerek estetik gerekse
teknik özellikleriyle dünyanın
sayılı köprüleri arasında yer
alacak.
İlklerin köprüsü olacak 3.
Boğaz Köprüsü, 59 metrelik
genişliği, 1408 metrelik
ana açıklığı ile üzerinde
raylı sistem olan, dünyanın
en uzun ve en geniş asma
köprüsü olacak. Köprünün bir
başka ilki ise 320 metreyi aşan
yüksekliği ile dünyanın en
yüksek kuleye sahip köprüsü.
3.Köprü: Çağdaş Türkiye’nin
simgesi
2013 yılında yapımına
başlanan ve 2015 yılında
tamamlanması hedeflenen
3. Boğaz Köprüsü, Kuzey
Marmara Otoyolu projesinin
Odayeri – Paşaköy kesiminde
yer alacak. Köprü üzerindeki
raylı sistem, Edirne’den
İzmit’e kadar yolcu taşıyacak.
Marmaray ve İstanbul Metrosu
ile entegre edilecek raylı
sistemle Atatürk Havalimanı,
Sabiha Gökçen Havalimanı ve
yeni yapılacak 3. Havalimanı
da birbirine bağlanacak
Kuzey Marmara Otoyolu
ve 3. Boğaz Köprüsü, “Yap,
işlet, devret’ modeliyle
gerçekleştirilecek. 4.5
milyar TL yatırım bedeline
sahip projenin yapım dahil
işletmesi, 10 yıl 2 ay 20
günlük süre ile IC İçtaş
– Astaldi Konsorsiyumu
tarafından yapılacak. Bu
süre sonunda Ulaştırma
Bakanlığı’na teslim edilecek.
Kuzey Marmara Otoyolu ve
3. Boğaz Köprüsü Projesi,
2023 yılında dünyanın en
büyük 10 ekonomisinden
biri olmayı hedefleyen
Türkiye’yi bu hedefine daha
da yaklaştıracak ve çağdaş
Türkiye’nin simgelerinden biri
olacak.
3. Köprünün konsept
tasarımı ise yapı mühendisi
“Fransız köprü üstadı” olarak
nitelendirilen Michel Virlogeux
ile İsviçreli Ti Engineering
firması tarafından ortak olarak
yapıldı.
Köprü tasarımı konusunda
dünyanın en tecrübeli
isimlerinin başında gelen
Virlogeux’nun imzasını
taşıyan birçok önemli köprü
bulunuyor. Bunlardan
bazıları: Portekiz’in başkenti
Lizbon’daki Tejo Nehri’nin
üzerinden geçen ve 17.2
kilometrelik uzunluğuyla
Avrupa’nın en uzun
köprülerinden olan Vasco da
Gama Köprüsü, Fransa’da,
yapıldığı 1 Ocak 1995’ten
sonra dört yıl süreyle
dünyanın en uzun asma
köprüsü unvanının sahibi olan
Seine Nehri üzerinde kurulu
olan Normandiya Köprüsü.
Uluslararası Köprü ve Yapı
Mühendisliği Birliği Ödülü’ne
2 kez layık görülen deneyimli
mühendis, ayrıca 1977’den
beri École Nationale des
Ponts et Chaussées, Centre
des Hautes Étudesdu Béton
Armé et Précontraint gibi
çeşitli eğitim kurumlarında
ders veriyor; deneyimini ve
bilgisini gençlerle paylaşıyor.
3. KÖPRÜNÜN TEMELİ,
GÖRKEMLİ BİR TÖRENLE ATILDI
IC İÇTAŞ – Astaldi Konsorsiyumu ile yapılacak Kuzey Marmara Otoyolu
Projesi kapsamında yer alan ve ilklerin köprüsü olarak adlandırılan 3.
köprünün inşaatı için temeller atıldı. Temel atma töreni, İstanbul’un
fethedildiği gün olan 29 Mayıs’ta gerçekleştirildi. Temel atma törenine;
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım,
Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci ve Egemen Bağış, İstanbul Valisi
Hüseyin Avni Mutlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş,
Karayolları Genel Müdürü Mehmet Cahit Turhan, IC Holding Yönetim
Kurulu Başkanı İbrahim Çeçen katıldı. Dünyanın üzerinde demiryolu
bulunan en uzun, en geniş ve en yüksek kuleye sahip asma köprüsünün
ismi: Yavuz Sultan Selim Köprüsü oldu.
8
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
9
IC İÇTAŞ – Astaldi
Konsorsiyumu ile yapılacak,
taşımacılığın ve ticaretin
geleceği olarak görülen 3.
Köprü ve Kuzey Marmara
Otoyolu Projesi inşaatında
temel atıldı. İş başlangıcından
itibaren 36 ay içerisinde
bitirilmesi öngörülen 3. köprü,
İstanbul Boğaz köprülerinde
yaşanan araç fazlalığını
azaltacak. Yoğunluktan dolayı
oluşan ekonomik kayıpları
en aza indirgeyecek. Mevcut
iki köprü üzerinde yaşanan
trafiği azaltarak zamandan
tasarruf sağlayacak. Gerek
estetik gerekse teknik
özellikleriyle dünyanın sayılı
köprüleri arasında yer alacak.
“3.köprünün ismi: Yavuz
Sultan Selim” 3. köprü temel
atma töreninde görüşlerini
bildiren Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül, konuşmasında
köprünün adını da açıkladı.
Gül; “İstanbul, tarihinde
birçok büyük olaya şahit oldu.
Bu o günlerden biri. İstanbul,
boğazıyla bir zenginlik.
İki kıtanın bu kadar yakın
olduğu bir yerde ulaşımı da
düşünmek gerekiyor. Boğaz’da
yer alacak 3. köprü mukaddes
emanetleri bize devreden
Yavuz Sultan Selim’in adını
taşıyacak.” şeklinde konuştu.
“Sihirli sözcükler: Güven ve
istikrar” TBMM Başkanı Cemil
Çiçek, Türkiye’nin yakın
geçmişte borç alan bir ülke
durumundan büyük bütçeli
projelere imza atan bir ülke
haline geldiğini belirtirken;
“Boğaz’da yer alan 2 köprü de
devlet tarafından yapılmıştı.
Aradan geçen zaman
içerisinde özel sektör,
Dünyanın üzerinde demiryolu bulunan en uzun, en
geniş ve en yüksek kuleye sahip asma köprüsünün
ismi: Yavuz Sultan Selim Köprüsü oldu.
hızlı tren, köprü yapımı gibi
projeler yapacak noktaya
geldi. Burada sihirli sözcükler:
Güven ve istikrar. Türkiye’nin
geleceği aydınlıktır.”
görüşlerinde bulundu. “Tarih
yazmaya devam ediyoruz.”
Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan, 3. köprünün 29
Mayıs İstanbul’un Fethi’nin
560. yılı kutlamalarına
rastlaması nedeniyle
konuşmasına Fatih Sultan
Mehmet’i anarak başladı.
Başbakan Erdoğan,
“Osmanlı padişahının
karanlık çağı kapatıp,
aydınlık çağı açmasının
560. Yıl dönümünde sizi
selamlıyorum. Bu anı bir
eserle taçlandırıyoruz.
Ecdadımızdan aldığımız
ilhamla bizler de tarih
yazmaya, tarihe eserler
bırakmaya devam ediyoruz.
İstanbul’da her 7 tepede 7 eser
var ama bugünkü İstanbul’a
7 eser yetmiyor. Boğaz’ın 3.
10
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
gerdanlığını da çok kısa bir
süre sonra burada göreceğiz.
Artık İstanbul’un içinde ağır
vasıtalar görmeyeceğiz.
Bağlantı yollarıyla bu köprü,
çok farklı bir görünüm
sergileyecek. Bu köprü
aynı zamanda çevreyi de
koruyacak. KMO’nun ve
3. köprünün; İstanbul’a,
Türkiye’ye, tüm dünyaya
hayırlı olmasını temenni
ediyorum” dedi. Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan
konuşmasının ardından,
kürsüye IC Holding Yönetim
Kurulu Başkanı İbrahim
Çeçen, Astaldi Yönetim Kurulu
Başkanı Paulo Astaldi ve
Hyundai Başkan Yardımcısı
KyungHo Park’ı davet ederek
köprünün teslim tarihinin
29 Mayıs 2015 olması için
ortaklardan söz aldı.
“3. köprüyle trafik çilesi
sona erecek” Ulaştırma,
Denizcilik ve Haberleşme
Bakanı Binali Yıldırım ise
projenin İstanbul’un Fethi
ile aynı tarihte başladığını
hatırlatırken; “İstanbul
büyük bir günü yaşıyor.
İstanbul’un fethinin 560.
yıldönümünde Boğaz’a
yeni bir inci takıyoruz. 14
milyon İstanbullu, 74 milyon
Türk vatandaşı olarak bu
gururu yaşıyoruz. 3. köprü,
mevcut 2. köprü üzerinden
yapılan seyahatleri, eziyet
olmaktan kurtaracak ve zevke
dönüştürecek. Kapasitesi
günlük 250.000 araç olan
Boğaziçi ve Fatih Sultan
Mehmet köprülerini günde
600.000 kişi kullanıyor.
Bu da akaryakıt ve zaman
kaybına yol açıyor. 3. köprü
ile birlikte FSM köprüsünde
yaşanan ağır vasıta trafiği
sona erecek. Köprülerdeki
trafik çilesi sona erecek.” dedi.
“Ekonomik katkıda bulunacak”
İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanı Kadir Topbaş
ise yaptığı konuşmada
projeye Başbakan Recep
11
Tayyip Erdoğan’ın vizyonu doğrultusunda
başlanıldığını belirtirken; yapılacak olan 3.
köprünün, dünyada iki kıtayı birleştiren tek
kent olan İstanbul’a ekonomik olarak katkıda
bulunacağının altını çizdi. “Dünyanın sayılı
köprülerinden biri olacak” IC Holding Yönetim
Kurulu Başkanı İbrahim Çeçen ise; “Bugün
bu güzel şehrin iki yakasını ve iki kıtayı
birleştirecek, birçok özelliği ile dünyada ilk
ve tek olan 3. Boğaz Köprüsü’nün temelini
atmanın heyecanını yaşıyoruz. Tarihe tanıklık
ediyoruz. Bu köprü, tasarımı ve teknik
özellikleri ile dünyanın sayılı köprüleri
arasında yer almakla kalmayacak, yüksek
mühendislik ve teknoloji ile yapılan bir sanat
yapıtı olarak tarihteki yerini alacaktır. 3.
Boğaz Köprüsü, dünya üzerinde 4’er şeritli
karayolu ve 2 şeritli ray sisteminin geçtiği;
en geniş, en uzun ve en yüksek kuleye sahip
asma köprüsü olacak, ve çoğunluğu Türk
mühendislerden oluşan bir ekip tarafından
inşa edilecektir. Sayın Başbakanım „3. köprü
benim hayalimdir’ demiştiniz. Benim için de
bu projenin şerefi her türlü maddi kazancın
ötesindedir.” dedi. Konuşmaların ardından
mehteran takımı ve havai fişek gösterisi
yapılırken, protokol sahneye davet edildi
ve köprünün ayağına bırakılmak üzere
hazırlanan mektup okundu. Sonrasında
temsili temel atma töreni düzenlendi.
Toplamda yaklaşık 115 km otoyol ve bağlantı
yolu ile 3. Boğaz Köprüsü, KMO projesinin
Odayeri – Paşaköy mevkiinde yer alacak.
Köprü üzerindeki raylı sistem Edirne’den
İzmit’e kadar yolcu taşıyacak. Marmaray ve
İstanbul Metrosu ile entegre edilecek raylı
sistemle Atatürk Havalimanı, Sabiha Gökçen
Havalimanı ve yeni yapılacak 3. havalimanı da
birbirine bağlanacak.
59 metrelik genişliği ile dünyanın en geniş köprüsü olacak.
12
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
13
IC Yatırım Holding A.Ş 1994 yılından bu
yana sürdürdüğü köklü turizm yatırımlarına
bir yenisini ekledi.
İstanbul’un en büyük,
Avrupa’nın ise en büyük
10 şehir otelinden biri
olan Hilton Bomonti
Otel ve Kongre Merkezi,
turizm sektörünün 2023
hedeflerine de katkıda
bulunacak.
IC Yatırım Holding A.Ş, 250 milyon Euro’luk
yatırım bedeliyle, İstanbul’un en büyük
oteli ve konaklamalı kongre merkezi olarak
inşa ettiği İstanbul Bomonti Otel ve Kongre
Merkezi’ni işletmek için dünyanın en tanınmış
otelcilik markalarından Hilton Worldwide ile
anlaşma imzaladı.
İnşaatı tamamlanmak üzere olan 35 katlı otel
kulesinde toplam 829 standart ve süit oda, 4
bin 500 metrekarelik fitness ve SPA alanı, açık
ve kapalı yüzme havuzları yer alıyor. Projenin
kongre merkezi kısmında ise 2 bin 500 ve
800 kişi kapasiteli 2 balo salonu ve 32 adet
toplantı salonu yer alıyor.
14
Otelin vizyonu ve iç dizaynı
GA Design of London’a ait
şehre kazandırılması
hedefleniyor
Otelin vizyonunun
oluşturulması ve iç dizaynı
dünyanın en prestijli otel
tasarımı şirketlerinden GA
Design of London firması
tarafından yürütülüyor. Otelde
butik mağazaların yanı sıra,
sembolik dünya mutfakları
ve içecek seçenekleri de yer
alacak. Tüm gün açık restoran,
lobi bar ve muhteşem çatı
barı ile yerel ziyaretçiler ve
yabancı misafirler için farklı
bir alternatif yaratacak olan
otel, Hilton Worldwide’ın
küresel tecrübesi ile Hilton
standartlarına uygun olarak
inşa ediliyor.
Merkezin inşa edildiği
alanın içerisinde bulunan
ve bulunduğu semte ismini
veren; İstanbul’un kültürel
mirasının simgeleşmiş
binalarından biri olan 120
yıllık, tarihi Bomonti Bira
Fabrikası’nın ise restore
edilerek kültür-sanat ve
eğlence merkezi olarak şehre
kazandırılması için çalışmalar
sürdürülüyor. Tarihi Bomonti
Bira Fabrikası otel ve kongre
merkeziyle aynı kampüs
içerisinde yer alıyor.
120 yıllık Bomonti Bira
Fabrikası’nın kültür ve
eğlence merkezi olarak
İmza töreninde bir konuşma
yapan Bomonti Uluslararası
Kongre Turizm Yatırımları
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
Serhat Çeçen: Avrupa’nın
en büyük 10 şehir otelinden
birini inşa ediyoruz
Ticaret A.Ş Yönetim Kurulu
Başkan Yardımcısı Serhat
Çeçen, dünyanın en önde
gelen markalarından Hilton
Worldwide ve dünya çapında
bilinirliğe sahip Hilton
Hotels & Resorts markası ile
otel işletmesi konusunda
işbirliği yapmaktan mutluluk
duyduklarını belirterek,
projeyle ilgili şu bilgileri
verdi:
“İstanbul’un en büyük oteli ve
en büyük konaklamalı kongre
merkezi olan tesisimiz,
Avrupa’nın da en büyük
şehir otelinden biri olacak
ve Türkiye’nin 2023 hedefi
olan 50 milyon turist, 50
milyar dolar gelir hedefine
katkıda bulunacak. İstanbul
artık bir kongre şehri olarak
da dünyanın ilgisini çekiyor.
ICCA verilerine göre İstanbul,
en popüler kongre şehirleri
15
sıralamasında 9’uncu sıraya
yerleşti. IC Holding olarak
turizm sektöründeki en
büyük yatırımımızı yaparak,
İstanbul’un en büyük
konaklamalı kongre merkezini
inşa etmekten gurur
duyuyoruz. Yaklaşık 1000
kişiye istihdam sağlayacak
olan merkezimizi 2013 yılının
son çeyreğinde hizmete
açmayı planlıyoruz. Bu arada,
proje sahamızın içerisinde
yer alan tarihi Bomonti Bira
Fabrikası binalarını da, eşsiz
yapısal ve mimari özelliklerini
koruyarak bir kültür-sanat
ve eğlence merkezi haline
getirebilmek için yatırımcılarla
görüşmelerimiz devam ediyor.
Şehrimize böyle bir merkez
kazandırmaktan da büyük
onur duyacağız.
taşı olacak Hilton İstanbul
Bomonti Otel ve Konferans
Merkezi’ni işletmek üzere
anlaşma imzalamış olmaktan
memnunuz” dedi ve
konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Hilton İstanbul Bomonti
Otel & Konferans Merkezi
oda sayısı ve toplantı salonu
büyüklüğüyle şehirde inşa
halindeki en büyük otel.
Hilton Worldwide, kimisi
aktif kimisi ise geliştirilme
aşamasında olan 41 oteli ile
1955 yılından bu yana gururla
Türkiye pazarında. Güçlü
duruşumuzun son örneğini
de yeni otelimizle bir kez
daha gösteriyoruz. Otelimizin
dünya standartlarındaki
konferans olanaklarının
İstanbul’da uluslararası
yeni konferansların
düzenlenmesine katkı
sağlamasını bekliyoruz.”
Simon Vincent: İstanbul’da
düzenlenecek uluslararası
konferanslara katkı
sağlayacak
Fabrikanın dönüşüm
projesini ünlü mimar Han
Tümertekin yapıyor
Hilton Worldwide Avrupa
Ortadoğu ve Afrika Başkanı
Simon Vincent törende bir
konuşma yaptı. Vincent,
“İstanbul’da yeni bir kilometre
2007 yılında Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından
açılan ihale sonucunda, IC
Yatırım Holding’in grup
şirketi Bomonti Uluslararası
Kongre Turizm Yatırımları
Ticaret A.Ş.’ye, 60.250.000
TL bedelle, 49 yıllık irtifak
hakkı verilen alanın toplamı
166.015 metrekare. 12.715
metrekaresi Bomonti
Bira Fabrikası’na ait olan
alanın geri kalan 153.300
metrekaresine ise otel ve
kongre merkezi inşa ediliyor.
Tarihi 120 yıla dayanan
Bomonti Bira Fabrikası
binalarının kültür, sanat ve
eğlence merkezine dönüşüm
projesini ünlü mimar Han
Tümertekin yapıyor. Henüz
konsept dizayn çalışmaları
devam eden proje, Anıtlar
Yüksek Kurulu tarafından
onaylanmış durumda.
Otel ve konferans merkezi,
Avrupa yakasından Asya’ya
muhteşem bir manzaraya
sahip olan 35 katlı görkemli
bir kulede yer alıyor. Taksim
Meydanı’na yaklaşık üç
kilometre mesafede olan
merkez, hem kurumsal
misafirler için hem de şehrin
zengin tarih, kültür, sanat ve
eğlence dünyasını görmek
için gelen konuklara ideal bir
mekan olmaya aday.
IC Holding 2012 Değerlendirme Toplantısı
“IC Holding 2012-2013 Yıllık
Değerlendirme Toplantısı” tüm
bağlı şirket yöneticilerinin
katılımı ile Ankara Hilton
Oteli’nde gerçekleştirildi.
Başlangıçtan Bugüne
IC konulu kısa bir film
gösteriminin ardından Enerji
Grubu adına Yusuf Baykan,
16
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
Altyapı Grubu’ndan ICF’le
ilgili Abdullah Keleş, Zafer
Havalimanı İşletmesi ile ilgili
Nedim Uzunkaya, Çeşme ve
Karasu Limanı ile ilgili de
Kemal Saatçioğlu, Turizm
Grubu’ndan İçtur adına
Dalım Avcı, Turizm ile ilgili
Derya Billur, Bomonti için
Noyan Kitapçı, İçtaş ile ilgili
Atilla Gökçe, WHSD Projesi
için Mete Demir, III. Köprü
Projesi için Mustafa Cılız,
Treysan içinTolga Akdağ,
IC Holding için ise Birkan
Özen’in sunuşlarının yanı
sıra Vakıf Müdürü Dr. Meral
Dinçer’de Vakıf’ta yapılanları
ve yapılacakları anlatan bir
sunuş yaptı.
17
ANKARA’DAKİ BURSİYERLERİMİZLE TOPLANDIK
Ankara’daki hem eski, hem de bu sene aramıza katılan yeni
bursiyerlerimizle bir araya geldik...
İbrahim Çeçen Vakfı olarak
Ankara’daki hem eski, hem
de bu sene aramıza katılan
yeni bursiyerlerimizle, 23
Mart Cumartesi günü Holiday
Inn Otel’de bir araya geldik.
Bu toplantımıza, eskiden
Vakfımızın bursiyeri olmuş
ve günümüzde kaymakam,
avukat, doktor, mühendis,
öğretmen olarak görevlerini
sürdüren bazı mezun
bursiyerlerimizin de katılması
bizleri ayrıca sevindirdi.
Onların yıllar geçse de
Vakfımızı unutmamaları, bu
seneki yeni bursiyerlere güzel
örnek olmaları ve birlikte
proje yapma arzuları bizlere
bambaşka bir güç verdi.
18
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
Buluşma Toplantımıza
Vakfımızın Yönetim Kurulu
Başkanı Günseli Çeçen
ve Başkan Yardımcısı
Aslı Çeçen’in katılımıyla
bursiyerlerimiz onları
tanıma olanağı buldu. Bu
buluşma toplantısında
amacımız, birlikte neler
yapabileceğimizi konuşmak,
tanışmak, kaynaşmak,
ileride gerçekleştireceğimiz
projelerde birlikte hareket
etme yollarını aramaktı.
IC Vakfı Yönetim Kurulu
Başkanı Günseli Çeçen, Vakfın
eski ve yeni bursiyerlerine
hitaben, açılış konuşmasını
yaptı. Konuşmasında,
bursiyerlerimiz ile bir
arada olmanın mutluluğunu
yaşadığını belirten Günseli
Çeçen, IC Vakfı’nın hepimiz
için kocaman bir aile
olduğunu, kapımızın her
konuda tüm bursiyerlere açık
olduğunu, onların başarıları
ile gururlandığımızı ve IC
Vakfı desteklerinin artarak
uzun yıllar devam edeceğini
vurguladı.
Bursiyer toplantımız, IC Vakfı
Müdürü Dr. Meral Dinçer’in
konuşması ile devam etti.
Meral Dinçer, IC Vakfı ve IC
Holding’i tanıtıcı bir sunuş
yaptı. Sunumunda, IC Holding
Yönetim Kurulu Başkanı
19
Sayın İbrahim Çeçen’in, IC Holding
bünyesindeki şirketlerinin tarihçesini,
faaliyet alanlarını, yurt içi ve yurt
dışındaki güncel projelerini tanıttı. IC
Vakfı’nın kuruluş amacı, Sayın İbrahim
Çeçen Bey ve ailesinin eğitime verdiği
önem, tüm vakıf faaliyetlerinde
ön planda olan gönüllülük esası,
bursiyer öğrencilerimizle ve mezun
bursiyerlerimizle paylaşılan diğer
önemli konulardı. Tüm katılımcıların,
Dr. Meral Dinçer’in anlattığı ‘’İbrahim
Çeçen gönüllülüğünün’’, hayatları
boyunca kendilerine yol gösteren
önemli bir örnek olacağı, dinlerken
gözlerindeki ilgiden görünüyordu. IC
Holding’in bünyesindeki şirketleri,
tarihçelerini, faaliyet alanlarını, geçmiş
ve gündemdeki projelerini anlatan
tanıtım filminin izlenmesinin
ardından, bursiyerler
kendi görüş ve önerilerini
dile getirdiler, mezunlar
ise geçmiş tecrübelerini
paylaştılar. Dr. Meral Dinçer,
katılımcılara tek tek söz
vererek, onların görüşlerini,
düşüncelerini sunmalarına,
ayrıca kendilerine özel ilgi
alanlarını diğer katılımcılar
ile paylaşarak, kendilerini
her anlamda ifade etmelerine
olanak sağladı. Tüm bu
paylaşımların ardından,
ikramlarımız için verilen
arada, bursiyerlerimiz,
birbirleriyle tanışma,
kaynaşma ve yeni
arkadaşlıkların temellini
atma imkanı buldu.
Toplantının 2. oturumunda
TRT Haber Spikeri Fulin
Arıkan, “İletişimde Beden
Dilinin Önemi” konulu çok
keyifli ve ilgi çekici bir sunuş
yaptı. Beden dilini nasıl
kullanmamız gerektiği, hem
iş, hem kişisel hayatımızda,
pozitif ve kendine güvenli
bir duruş sergileyebilmemiz
için yapmamız ve
kaçınmamız gerekenleri
bursiyerlerimize aktarırken,
salona ve konusuna
hakimiyeti ve sempatisi ile
Fulin Arıkan, bizleri hem
20
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
bilgilendirdi, hem de çok
keyifli zamanlar yaşattı.
Ankara Üniversitesi’nden
Yrd. Doç. Dr. İlker Özdemir
ise “Sözlü ve Yazılı İletişim”i
bizlere aktardı. İletişimde
sözlü ve yazılı iletişimin,
kendini her alanda
‘’doğru’’ ifade edebilmenin
önemini ve temel yollarını
bursiyerler ile paylaşırken,
en büyük gücümüz olan
‘’samimiyetimizin’’, bizlere
hem profesyonel, hem iş
hayatımızda açacağı kapıları,
akılda kalacak örneklerle
aktardı.
IC Vakfı olarak, yeni ve
mezun bursiyerlerimiz ile bir
arada olmanın mutluluğunu
yaşadık. Bursiyerlerimiz ile
etkin iletişimimiz, onların
düşünceleri, görüşleri
ve farklı yetenekleri,
bizlerin de ufkunu açıyor…
Önümüzdeki süreçte, farklı
konulardaki toplantılarımız
ve paylaşımlarımız devam
edecektır.
IC Vakfı olarak hedefimiz,
daha çok İletişim, daha
çok dayanışma, daha
çok etkinlik… Sevgili
bursiyerlerimiz ile birçok
projede işbirliği diyoruz…
21
KORUNMAYA MUHTAÇ HER ÇOCUĞUN BİR ‘’EV’’İ OLSUN!
Bizler, IC Vakfı olarak, TC Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı iş birliği ile,
korunmaya muhtaç çocuklar için ‘’çocuk evi ‘’açtık. Sizler de yapabilirsiniz!
KORUNMAYA MUHTAÇ ÇOCUKLAR İÇİN ‘’ÇOCUK EVLERİ’’
Toplumumuzun sosyal,
ekonomik ve kültürel
yapısındaki değişim sürecine
(son yıllarda yaşanılan gelir
dağılımındaki dengesizlik,
işsizlik oranının artması,
köyden kente göçle birlikte
sosyal ve ekonomik
sorunlarda artış) paralel
korunmaya muhtaç çocuk
sayısında artış, Ülkemizde
korunmaya muhtaç çocuklara
verilen en yaygın hizmet
modelimiz olan kurum
bakımı hizmetinin tekrar
yapılandırılması ihtiyacını
beraberinde getirmiştir.
Hızla gelişen ve Avrupa
Birliği’ne katılarak toplum
refahının yükseltilmesini
hedefleyen Ülkemizin bu
amaçları doğrultusunda
Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı olarak kendi
hizmet politikamızı
yeniden gözden geçirmek
gerekliliği doğmuştur. Bu
nedenle korunmaya muhtaç
çocuklar alanında halen
hizmet verdiğimiz toplu
yaşanılan kuruluşlar yerine
çocuk evi adı altında en
çok 6-8 çocuğun barınıp
yaşamlarını sürdürebileceği,
temel gereksinimlerinin
karşılanabileceği,
toplu yaşamın getirdiği
olumsuzlukları yaşamadan
çocukların kendine güvenli,
geleceğe güvenle bakabilen,
kendisini buna azami
düzeyde hazırlayan ve
gelecek kaygısını en aza
indirgemiş, arkadaşlık,
komşuluk ve mahalle
gibi kavramları doyasıya
yaşayarak öğrenebilecek,
toplumla iç içe ve toplumun
gerçeklerini bilerek
ayakları üstüne basabilen
bir gençlik yetiştirmek
amacıyla yeni bir bakım
modeli yaygınlaştırılmaya
başlanmıştır.
Bu anlamda hayata geçirilen
ve çocuğun yüksek yararı
açısından gerekli olan ‘Çocuk
Evleri’ ile; her ilin sosyalkültürel ve fiziksel yapısı,
çocuk yetiştirmeye uygun
bölgelerinde, tercihen il
merkezinde, okullara ve
hastanelere yakın bağış olarak
alınan ve özellikle lojman
olarak kullanılan apartman
dairesi veya müstakil
dairelerde 0-18 yaş grubu
6 - 8 çocuğun bir ev ortamı
yaratılarak korunma ve bakım
altına alınan çocukların
bedensel ve psiko-sosyal
gelişimlerinin, eğitimlerinin
ve bir meslek sahibi olarak
topluma yararlı kişiler olarak
yetiştirilmelerinin sağlaması
hedeflenmiştir.
İlk çocuk evi Ankara İl Sosyal
Hizmetler Müdürlüğüne bağlı
Çevre Eğitim Sağlık Sosyal
Yardımlaşma Vakfı ile işbirliği
protokolü ile 2000 yılında
Ankara İlinde açılmıştır.
Uygulamanın son derece
başarılı olması, sağlıklı,
kendine güvenli, kendisiyle
barışık çocuklarımızın
yetişmesi sonucu bu
hizmet 2005 yılı içerisinde
yaygınlaştırılmaya başlamıştır.
Her Çocuk evinde 1 ev
sorumlusu ve 3 bakım
elemanı çalışmaktadır. Bakım
elemanları 24 saat nöbet
tutmakta 3 günde bir göreve
gelmektedirler. Ev sorumlusu
Sosyal Çalışmacı, Psikolog,
Çocuk Gelişim Uzmanı veya
Öğretmen olabilmektedir.
Bakım elemanları ise en az lise
mezunu olup Çocuk Gelişim
mezunu veya bu sertifikaya
sahip olmalıdır.
IC VAKFI olarak, korunmaya
muhtaç çocuklarımızın, güzel
bir evde ve aile ortamında
yaşamaları, toplumun
ve sosyal hayatın içinde,
aile sıcaklığını hissederek
büyümelerine ufacık bir
katkı sağlamış olmanın
mutluluğunu yaşıyoruz ve tüm
gönüllüleri bu hizmete davet
ediyoruz.
İBRAHİM ÇEÇEN VAKFI
AĞRI’DAKİ BURSİYERLERİYLE TOPLANDI
22
Bugüne kadar Türkiye’nin her
ilinden ihtiyacı olan başarılı
9000 üniversite öğrencisine
karşılıksız burs vererek
mezun eden IC İbrahim Çeçen
Vakfı, bu yıl da 610 öğrenciye
burs veriyor. Ağrı’da da 300
bursiyeri bulunan Vakıf
bursiyerlerine her ay 260
TL veriyor ve burslar mezun
olana kadar sürüyor.
İbrahim Çeçen Üniversitesi.
Tamamı devlete bağış
niteliğinde olan Ağrı İbrahim
Çeçen Üniversitesi’nde fiziksel
olarak kampüs ve binaların
yapılarak bağışlanmasının
yanı sıra, İbrahim Çeçen
Vakfı bilimsel, sosyal ve
kültürel anlamda üniversiteyi
destekleyen projelerin
çalışmalarını sürdürüyor.
Eğitim, sağlık, spor, kültür,
sanat konularında çalışmalar
sürdüren ve yaptırdığı 5
ilköğretim okuluyla da eğitime
destek veren İbrahim Çeçen
Vakfı’nın eğitime sağladığı
katkının en belirgin göstergesi
ise Ağrı’da yaptırdığı Ağrı
Türkiye çapında 610
üniversite öğrencisine
burs veren, Ağrı’da da 300
bursiyeri bulunan İbrahim
Çeçen Vakfı Ağrı’daki
bursiyerleriyle İbrahim
Çeçen Üniversitesi’nde bir
araya geldi. Toplantıda,
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
önceki yıllarda Vakfın
bursiyeri olmuş doktor,
mühendis, avukat, öğretmen
gibi çeşitli kademelerde
görevlerini sürdüren mezun
bursiyerlerin de katılması
toplantıya ayrı bir anlam
kattı. Buluşma toplantısında
bursiyerler tanışıp kaynaşarak
gerçekleştirilecek projelerde
birlikte neler yapabileceğinin
yollarını aradılar.
Toplantıda konuşan İbrahim
Çeçen Vakfı Müdürü Dr.
Meral Dinçer ”Vakfımız
bursiyerlerine büyük önem
vermektedir, bu seneki
bursiyerlerimizle birlikte
çeşitli projeler yaparak,
23
IC İBRAHİM ÇEÇEN VAKFI TÜM
TÜRKİYE’DE 610 BURSİYER OKUTUYOR
onlara eğitim ve kişisel
gelişim kursları düzenleyerek
paylaşımımızı arttıracağız.
Bir sivil toplum kuruluşunun
gönüllük esasıyla hiçbir
karşılık beklemeden bursiyer
okutması kadar anlamlı
ne olabilir? Vakfımız da
bursiyerleriyle büyük bir
ailedir, mezun bursiyerlerimiz
hayata atıldıktan sonra
da onlardan kopmuyor,
iletişimimizi sürdürüyoruz”
dedi.
Dr. Meral Dinçer sunuşunda
İbrahim Çeçen’in hayatından,
kişiliğinden ve iş
başarılarından söz ederek,
IC Holding’in İstanbul’a 3.
Köprü, Zafer Havalimanı,
Ordu Giresun Havalimanı,
Antalya havalimanı,
Rusya’daki St.Petersburg
Otoyolu ve Havalimanı,
Bulgaristan Burgaz ve Varna
Havalimanları, Eskişehirİstanbul Hızlı Tren,
İstanbul’un en büyük otel ve
kongre merkezi gibi birçok
projelerinden bahsetti.
Vakfın eğitime ayrı bir önem
verdiğine dikkati çeken
Dr. Meral Dinçer sözlerine
şöyle devam etti: “Bugüne
kadar 9000’i aşkın mezun
bursiyerimiz bulunuyor,
onların artık Türkiye’nin
değişik konumlarda hizmet
etmeleri bizlere gurur veriyor.
Ağrı İli bizim için ayrı bir
önem taşıyor, İbrahim Çeçen
doğduğu şehre bölgenin en
güzel üniversitesini yaptı,
ancak bundan sonra da
Vakfımız aracılığıyla Ağrı
İbrahim Çeçen Üniversitesi ile
işbirliği içinde farklı projelere,
gençlere, akademisyenlere
destek vermeye devam
edeceğiz” .
Üniversiteden sonra Ağrı’da
önemli değişimler başladığına
dikkat çeken Meral Dinçer
“İnanıyoruzki bu üniversite
Ağrı’nın ekonomik, kültürel
gelişiminde ve kalkınmasında
lokomotif olacaktır” dedi.
Daha sonra bursiyerler
kendi görüş ve önerilerini
dile getirdiler, mezunlar
ise geçmiş tecrübelerini
paylaştılar. Konuşmalardan
sonra AİÇÜ Halk Dansları
ekibinin güzel bir gösterisinin
ardından Grup Hayyam’ın
keyifli dinletisiyle bursiyerler
müziğin eşliğinde halay
çekerek birbirleriyle tanışma
ve kaynaşma imkanı buldu.
JAPONYA BÜYÜKELÇİLİĞİ - IC VAKFI ORTAKLIĞINDA
KÖY OKULLARINA DESTEKLER
AĞRI SUVAR KÖY OKULUNA DESTEK
Japonya Büyükelçiliği ve IC
Vakfı, eğitime destek için
bir araya geldi. Ağrı İbrahim
Çeçen Üniversitesi Sosyoloji
Bölümü öğretim Üyesi Yrd.
Doç. Dr. Coşkun Taştan’ın
öncülüğünde projelendirilip,
‘’Japonya Büyükelçiliği Hibe
Projesi’’ kapsamında başvuruda
bulunduğumuz ‘’Ağrı Suvar
Köy Okulunun Yenilenmesi’’
projemiz, yüzlerce proje
içinden seçilerek, bu büyük ve
anlamlı desteğe hak kazandı.
24
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
Mart ayında Japonya
Büyükelçiliği’nde, Japonya
Büyükelçisi Sayın Kiyoshi
Araki ve İbrahim Çeçen Vakfı
Yönetim Kurulu Başkanı
Günseli Çeçen ile Japonya
Büyükelçiliği Yerel Projelere
Hibe Programı kapsamında
2013 yılında uygulanacak olan
projemizin sözleşme imza
töreni gerçekleşti.
Projemizin amacı, Ağrı İli
Tutak İlçesine bağlı Suvar Köyü
İlköğretim Okulu’nun tadilatını
yaparak, ihtiyaç duyulan tüm
eksikleri giderme, yenileme,
ısınma sistemi ekleme, dış
mekan ve çevre düzenlemesi
yaparak, çağın gereklerine ayak
uydurabilmiş bir eğitim yuvası
yaratmaktır.
Suvar Köyü İlköğretim Okulu,
faaliyete geçtiği 1960 yılından
bu yana, hiçbir tadilat ve
yenileme görmemiştir. Ağrı İli
uzun süren kış aylarında – 40
dereceye kadar soğukların
yaşandığı bir bölgedir. Mevcut
25
Ağrı Tutak İlçesi,
Suvar Köyü İlkokulu
için Japonya ile el ele…
hali ile sağlıklı bir eğitim dönemi,
maalesef ne öğrenciler, ne
de öğretmenler için mümkün
değildir.
Projemiz başarı ile
tamamlandığında okul; iç ve
dış mekan kullanımı ile, eğitim
ve öğretime tam anlamıyla
elverişli hale gelecektir. Ayrıca
bu iyileşme sayesinde yoksulluk
ve zor doğa şartları nedeniyle
dışlanmışlık hissi içerisindeki
köy nüfusunun sosyalleşmesine
katkıda bulunulmuş olacaktır.
İbrahim Çeçen Vakfı olarak, Suvar
Köyü’nde oluşturulacak örnek
bir okul ile amacımız, tüm köy
okullarının, çocuklarımızın hak
ettiği bir eğitim yuvası olmasıdır.
Proje detayları için IC Vakfı
Müdürü Dr. Meral Dinçer, Proje
Koordinatörü Ayça Köktürk, Yrd.
Doç. Dr. Coşkun Taştan; Ağrı
Valisi Dr. Mehmet Tekinarslan,
Tutak Kaymakamı Murat Beşikçi
ve Tutak İlçe Milli Eğitim Müdürü
İsa Şipal’le görüşerek, Suvar Köyü
İlköğretim Okulu’nda gerekli
incelemelerde bulunmuşlardır.
Desteklerinden dolayı kendilerine
teşekkür ederiz.
Okulun yenilenme inşaatı
çalışması başlamış olup, hızla
devam etmektedir. Sevgili
öğrencilerin önümüzdeki öğretim
yılına yepyeni okullarında
başlamaları ve dergimizin bir
sonraki sayısında, örnek bir
‘’Suvar Köyü İlköğretim Okulu’’
resimlerini sizlerle paylaşmak
için sabırsızlanıyoruz…
KÖY OKULLARINA DESTEKLER
VAKFIMIZ AĞRI
SULUCA KÖYÜ
İLKOKULU TÜM
ÖĞRENCİLERİNE
AYAKKABI GÖNDERDİ
Zahide Yetiş ve Op. Dr. Aytuğ
Kolankaya’ nın sunduğu Doktorum,
Ağrı’ da öğrencilerle buluştu!
DOKTORUM, 7 Mayıs Salı günü
canlı yayında Ağrı, Patnos’ a
bağlandı ve Çavuş Köyü’nde
bulunan Çavuş İlköğretim Okulu
öğrencileriyle ekran başındaki
izleyicileri tanıştırdı. Bir süre
önce Doktorum’ a mail atarak,
250 öğrencinin öğrenim gördüğü
okullarındaki kısıtlı imkânlardan
ve okulun ihtiyaçlarından Kanal D
Doktorum Programı’nı haberdar
eden okul müdürü Arif Muzaffer
Kul çağrısına yanıt buldu. Yoğun
bir hazırlık sürecinden sonra
Doktorum’ un temin ettiği
yardımlar İstanbul’dan yola çıktı.
Biz de İbrahim Çeçen Vakfı
olarak, okulun destek çağrısına,
öğrencilerimiz için yepyeni bir
bilgisayar odası hazırlayarak ve
10 bilgisayar göndererek katkıda
bulunduk. Çavuş İlköğretim
Okulu’ndaki öğrencilerin
sevinçlerine ortak olduk.
26
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
IC Vakfı, köy okullarına destek olmaya devam ediyor…
Ağrı Patnos İlçesine bağlı Suluca Köyü İlköğretim Okulu,
160 öğrenci nüfusu ile 1974 yılından beri eğitim ve
öğretime, zor ekonomik koşullar ve doğa şartlarına
rağmen, köy öğretmenlerinin üstün gayretleri ile devam
etmektedir.
Bu özveriye IC Vakfı olarak bir nebze katkıda bulunmak
için, Suluca Köyü İlköğretim Okulu’nun tüm öğrencilerine
ayakkabı hediye ettik. Sevgili çocuklarımızın yüzünü
gülümsetebilmek, en büyük mutluluğumuzdur.
KANAL D DOKTORUM
PROGRAMI’NDA AĞRI PATNOS
TUTAK KÖYÜ İLKÖĞRETİM
OKULUNA IC VAKFI’NDAN
BİLGİSAYAR ODASI DESTEĞİ
27
KÖY OKULLARINA DESTEKLER
DİŞLERİMİ SEVİYORUM, DİŞLERİMİ FIRÇALIYORUM
Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi
Eğitim Fakültesi Sınıf
Öğretmenliği Bölümü 3.Sınıf
öğrencileriyiz. 2012-2013
Eğitim Öğretim yılı bahar
dönemi Topluma Hizmet
Uygulamaları dersinde
hocamız Yrd. Doç. Dr. Zübeyir
SALTUKLU’nun teşviki ve
yönlendirmesiyle projeler
yapmaya karar verdik. Ders
hocamızın bize sunmuş
olduğu projeler arasından
“Dişlerimi Seviyorum” projesini
uygulamaya karar verdik.
Günümüz sağlık problemlerinin
başında yer alan ağız ve
diş sağlığı ile ilgili bir proje
hazırlamayı hedefledik.
Projemizin kapsamı, Ağrı iline
bağlı merkez 3 köy okuluna
ağız ve diş sağlığı hakkında
bilgi vermek ve her öğrencimizi
küçük yaştan itibaren diş
sağlığının önemi hakkında
bilgilendirmekti. Bunun için
öncelikli hedefimiz projemizi
yansıtacak slogana karar
vermekti. Ders hocamız Yrd.
Doç. Dr. Zübeyir SALTUKLU
ile yaptığımız görüşmeler
sonucunda projemizi
“DİŞLERİMİ SEVİYORUM,
ÖĞRETMENİMİN SÖZÜNÜ
DİNLİYOR, DİŞLERİMİ
FIRÇALIYORUM.” adı altında
gerçekleştirmeyi kararlaştırdık.
Daha sonra öğrencilerimize
diş sağlığının önemini
yaratmak için her birine bir
diş fırçası ile diş macunu
hediye etmeyi planladık. Bu
doğrultuda İbrahim Çeçen
Vakfı ve Ağrı Ağız Diş Sağlığı
Merkezi ile yapmış olduğumuz
görüşmelerde projemizin
amacını belirttiğimizde,
bizlere her türlü desteği
sağlayacaklarını bildirdiler.
Bu doğrultuda İbrahim Çeçen
Vakfı 100 adet diş fırçası ile
diş macunu ve Ağrı Ağız ve
Diş Sağlığı Merkezi 50 adet diş
fırçası ile diş macunu vererek
her iki kuruluşumuzdan
toplamda 150 adet diş fırçası
ile diş macunu temin ettik.
Seçmiş olduğumuz 3 köy
okuluna Rektörlüğümüzün
bize sağlamış olduğu araçla
16.05.2013 tarihinde projemizi
gerçekleştirmek adına yola
koyulduk. Bu kapsamda ilk
önce Kumlugeçit ve Yoncalı’ya,
ardından da Yığıntepe’ye
her öğrenci için diş fırçası
ile diş macunu götürdük.
Köy öğretmenlerinin ve köy
öğrencilerinin bizleri samimi,
içten ve sıcakkanlılıkla
karşılaması aramızda etkili
bir iletişimin gerçekleşmesini
sağladı. Onların farkında
olmamız, onları unutmamamız
onları mutlu kıldığı kadar
bizleri de mutlu kıldı. Projemiz
doğrultusunda önceden
hazırlamış olduğumuz video
ve slâyt gösterileri ile sevgili
öğrencileri bilgilendirdik.
Yine arkadaşlarımızla kendi
aramızda toplamış olduğumuz
bir miktar maddiyatla köy
okullarına spor faaliyetleri için
toplar, temizlik malzemeleri,
kitap seti, her öğrenciye
dağıtılması için bayraklar ve
balonlar hediye ettik.
Almış oldukları hediyeler
karşısında sevgili öğrencilerin
sevinçleri görülmeye değerdi.
Umarız bu projemiz, bu konuda
yapılacak daha nice projeye
ön ayak olmakla beraber köy
okullarının farkına varmamızı
da sağlayacaktır. Yine bu
projeyi gerçekleştirirken
koruyucu hekimliği, halk
sağlığını, öğrenci ağız
sağlığının önemi üzerinde bir
farkındalık oluşturmayı amaç
edindik.
Projemizde emeği geçen; başta
ders hocamız Yrd. Doç. Dr.
Zübeyir SALTUKLU’ya, İbrahim
Çeçen Vakfı’na, Ağrı Ağız Diş
Sağlığı Merkezi’ne, bize araç
tahsis eden Rektörlüğümüze,
misafir eden okullarımızın
eğitim kadrosuna ve emeği
geçen arkadaşlarımıza
teşekkürlerimizi sunar ve
sağlıklı bir yaşam dileriz…
DOLAKLI KÖYÜ
KÖY OKULLARINA DESTEKLER
Goethe bir sözünde şöyle
der “İnsanın bir şeyi sevmesi
için onu ve onu öğreteni
sevmesi gerekir”. Ben de
diyorum ki öğretmen olmak
öğrencilerin kalplerine
önce sevgi tohumcukları
ekmek, sonra meyvelerini
toplamaktır. Bunun yanında
Doğu Anadolu’da öğretmen
olmak, öğretmenler gününde
saçındaki tokasını öğretmenine
uzatan minicik parmakları
öpmektir, küçücük parmaklarla
uzatılan tandır ekmeğini
yemektir, öğrenciler üşümesin
diye mont papuç dilenmektir,
Doğu Anadolu’da, Ağrı
Doğubayazıt’ta öğretmen olmak
miniklerine yardım toplamak
için koşturmaktır. Kısacası
Ağrı Doğubayazıt’ta öğretmen
olmak yokluğu reddetmektir.
Yokluğu reddederken bizden
yardımlarını esirgemeyen
IC Vakfı’na ve Sayın İbrahim
ÇEÇEN’e bizleri burda yanlız
bırakmadıkları için kendim,
öğrencilerim ve de İlçe Milli
Eğitim Müdürümüz adına
sonsuz teşekkürlerimizi
sunarım.
Dolaklı Köyü Okul Öncesi
Öğretmeni Öznur ÇEVİK
AĞRI
DOĞUBEYAZIT
İLÇESİ 75.YIL
İLK VE ORTA
ÖĞRETİM
OKULU’NA
MERDİVEN
KORKULUĞU…
Ağrı’nın zor doğa koşulları ve
ekonomik şartları, köy okulları
öğrencileri ve öğretmenleri için
maalesef eğitimi güçleştiriyor.
Bizler, IC Vakfı olarak, köy
okullarının ve öğretmenlerinin
her zaman yanında ve
destekçisi olmaya devam
edeceğiz.
28
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
Ağrı Doğubeyazıt İlçesi 75.Yıl
İlk ve Orta Öğretim Okulu
Müdürü Yasir Yılmaz’ın,
vakfımıza çağrısı cevapsız
kalmadı. Yasir Yılmaz’ın
bizlere belirttiği, okul
içindeki korkuluların kısa
olması nedeni ile merdiven
boşluklarına düşen ve bu
nedenle ciddi sağlık sorunları
yaşayan birçok öğrencinin
olması, IC Vakfı’nı hemen
harekete geçirdi ve okulun
korkulukları yenilendi. 75. Yıl
Okulu öğrencilerinin güvenle
okullarına gidebilmesine aracı
olan, özverili öğretmenlerine,
IC Vakfı olarak teşekkür ederiz.
29
YOURVID YES DIGITAL PROJESİ
AVRUPA BİRLİĞİ EĞİTİM VE GENÇLİK PROGRAMLARI
‘’YOURVID YES DIGITAL / LLP ‘’
ULUSLARARASI PROJESİ TOPLANTISI İTALYA’DA DÜZENLENDİ
Avrupa Birliği Eğitim ve
Gençlik Programları Merkezi
Başkanlığı’nca, Hayat Boyu
Öğrenme Programı (LLP)
Leonardo Da Vinci (LdV)
Yenilik Transferleri (IT) Proje
Faaliyetleri kapsamında,
İSPANYA - CECE Spanish
Confederation of Training
Centers in Spain Koordinatör
Kuruluş olmak üzere,
İTALYA - Centro Studi e
Formaziones Villa Montesca ,
YUNANİSTAN – The University
of Patras , ROMANYA –
Colegiul Tehnic Matei
Basarab eğitim kurumları ve
TÜRKİYE’yi temsilen İbrahim
Çeçen Vakfı ortaklığında
geliştirilen ‘’Yourvid YESdigital
(2012-1ES1-LEO05-49498)
başlıklı uluslararası projenin
2.toplantısı, 8 – 9 Nisan
2013 tarihlerinde İtalya’da
düzenlendi. Projenin İtalya
Ortağı, Doğa ve Kültür
Varlıklarını Koruma Eğitimi
amacıyla İtalya’nın küçük ve
güzel şehri Citta Di Castello’da
kurulmuş, tarihi eğitim
enstitüsü ’’Centro Studi e
Formaziones Villa Montesca’’
toplantının ev sahipliğini
üstlendi.
Toplantıya IC Vakfı’nı temsilen
Yourvid Yes Digital Proje
Koordinatörü Ayça Köktürk
ve Ağrı İbrahim Çeçen
Üniversitesi Öğretim Üyesi
Yrd. Doç. Dr. Süleyman Aydın
katıldı.
Avrupa Ülkeleri’nin
Meslek Yüksek Okulları ve
Meslek Liseleri Öğretmen
ve Öğrencilerine, çeşitli
seminerler, eğitimler,
eğitici video gösterimleri,
kurslar ve yarışmalar
düzenleyerek, enerji israfını
önleme konusunda bilinci
arttırmayı amaçlayan projenin
detaylarını: http://www.
youyesdigital.eu proje resmi
sitesinden takip edebilirsiniz.
Enerji israfını engellemenin,
geleceğimiz için en önemli
yatırım olduğu hepimizce
bilinen bir gerçektir.
‘’Bir Çalıkuşu Hikayesi’’
ÖĞRETMEN ESRA ÖZEL İLE ‘’KÖY ÖĞRETMENLİĞİ’’ ÜZERİNE
Kısaca kendinizi tanıtır
mısınız?
İbrahim Çeçen Vakfı
olarak, köy okullarına
verdiğimiz önem, bir
köy öğretmeni ile sohbet
ederek, köy öğretmeni
olarak yaşadıklarını
birinci ağızdan dinleme
ve sizlerle paylaşma isteği
uyandırdı.
Çok güzel, çok sevgi
dolu, genç ve başarılı
bir eğitimci ESRA
ÖZEL… Eğitim hayatının
ardından, ‘’Gönüllü
Olarak Doğu’da Köy
Öğretmeni’’ ünvanı
ile başladığı meslek
hayatına, MEB Merkez
Teşkilatı’nda Uzman
Öğretmen olarak devam
ediyor… Kendisi bizlere
köy öğretmenliğini
anlattı, tecrübelerini
paylaştı, kalbini açtı…
30
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
Aile bireylerinin neredeyse
tamamının üç kuşaktır
öğretmen olduğu bir ailede
büyüdüm. Üniversitede lisans
ve yüksek lisans eğitiminin
ardından, öğretmenlik
mesleğine ilk adımı
Ardahan’ın Damal ilçesinde
attım. Ardahan’dan sonra
Edirne’ye, oradan da MEB
Merkez teşkilat birimlerinden
Eğitim Teknolojileri Genel
Müdürlüğü’ne (EĞİTEK)
atandım. EĞİTEK’te üç yıl
boyunca Eğitimde Fatih
Projesi başta olmak üzere
kurum bünyesinde yürütülen
proje ve faaliyetlerin tanıtım
hizmetleri; dergi editörlüğü;
jüri üyeliği, basın çalışmaları
vs. gibi birçok görevin yanı
sıra yeni adıyla YEĞİTEK olan
genel müdürlükte medya grup
koordinatörlüğü görevini
yürüttüm. Şuanda ise Hayat
Boyu Öğrenme Projesi, Yetişkin
Eğitimi Projesi, Okullar Hayat
Olsun ve Öğrenme Şenlikleri
projeleri başta olmak üzere
birçok faaliyetin yürütücüsü
olan Hayat Boyu Öğrenme
Genel Müdürlüğü’nde Uzman
Öğretmen olarak görevime
devam ediyorum.
Tabii sadece çalışmak yeterli
olmuyor. Aynı zamanda
da kişisel gelişiminize
katkı sunacak girişimlerde
bulunmak gerekiyor ve siz bu
disiplini ilk olarak öğrencilik
hayatınızda kazanıyorsunuz.
Öğrenci iken branşım gereği
ulusal ve uluslararası birçok
resim, baskı vs. yarışmalarına
katıldım ve ödüller aldım. Bu
ödülleri meslek içi yaptığım
çalışmalardan dolayı aldığım
ödüller izledi ve iş hayatıma
paralel olarak eğitimimi de
devam ettirdim. Bitirdiğim
yüksek lisansın ardından şu
anda ise ikinci üniversite
olarak Kamu Yönetimi
okuyorum.
Gönüllülük sizin için nedir?
Hangi duygu ve düşünce
ile Doğu’da gönüllü olarak
öğretmenlik yapmaya karar
verdiniz?
Gönüllülük, kendiniz için
yaptıklarınızın kat kat fazlasını
hiçbir karşılık beklemeden,
çevrenizdekiler başta olmak
üzere, içinde yaşadığınız
toplum için yapmaktır ve
gönüllük esasıyla çalışmayı
gerektiren mesleklerin başında
da öğretmenlik gelmektedir.
Ben ilk atamamda tüm
tercihlerimi Doğu Anadolu
Bölgesi’nde yer alan il ve
ilçelerden yana kullandım.
Çünkü bir öğretmenin, okulda
kazandırılan mesleki bilgileri
taze iken ve mesleğe ilk
atılmanın verdiği heyecanı
varken doğuda görev yapıp,
oradaki çocuklarımıza
hizmet etmesi gerektiğini
düşünüyorum.
İlk gittiğinizdeki izlenimlerinizi
paylaşır mısınız?
Tabii ki benim hiç bilmediğim
bir coğrafyaydı. Karadeniz’de
doğup büyümüş birisi olarak
bitki örtüsünden iklim
koşullarına, yaşam şeklinden
konuşulan dile kadar bambaşka
bir dünyanın içinde varolanları
anlamlandırıp, uyum
sağlamaya çalıştım. Aslında
31
özde her şeyin aynı olduğunu
zamanla fark ediyorsunuz
fakat ilk başta siluetleri farklı
olan bu semboller size, “Alice
Harikalar Diyarında” adlı
hikâyenin ana karakteri olan
Alice’nin, bir gün bahçede
oynarken gördüğü tavşanın
peşinden koşarken, tavşanın
girdiği bir deliğe girmesiyle
tanıştığı dünya karşısında
yaşadıkları gibi hissettiriyor
ve zamanla, aslında bir rüyada
değil de gerçek yaşamın içinde
olduğunuzu görüyor, onlarla
birlikte büyüyorsunuz.
Çok genç bir bayan öğretmen
olarak en büyük zorluklar
nelerdi? Bu zorluklara
tahammül ettiren güzellikler
nelerdi?
Ben bu soruya çevremde olan
tüm genç meslektaşlarımı da
düşünerek cevap vereyim,
Genç öğretmenler olarak
uzak memleketlerden gelip,
bir yandan ayakta durup, bir
yandan da faydalı olmaya
çalışmak en büyük zorluk
tabii ki. Özellikle de öğrencilik
hayatından çıkıp, yeni bir
role bürünmek ve bu rolün
size yüklediği sorumlulukları
sırtlanmak bazen ağır
gelebiliyor. Fakat meslektaşlar
arasında dayanışma varsa
ve yerel yönetimlerle, okul
yönetimleri sizi sahiplenip,
okul çevresinin desteğini
alabiliyorsanız bu süreci
sıkıntısız atlatıyorsunuz. Bir
de öğrencilerinizin sizi en
az ana-babaları kadar sevip;
gözlerindeki öğrenme ışığını,
size ihtiyaçları olduğunu
gördüğünüz anda, karşınızda
aşılamayacak zorluk kalmıyor.
Bulunduğunuz okulda etkili
bir öğretim yapabilmek için
gerekli araç-gereç, fiziksel
ortam ve öğretim malzemeleri
yeterli düzeyde miydi? Zaman
içinde kişisel çabalarınızla
neler değişti?
Bildiğiniz üzere her dersin
farklı malzemeleri, ders
metodları var ve müfredat,
öğrenme ortamlarında
bulunan hazır materyallerin
yanı sıra; öğrencilerin hayal
güçlerini geliştirecek, tasarım
kabiliyetlerini artırıcı,
araştırmacı kimliklerine
katkı sunabilen faaliyetler
yapılmasına da olanak
sağlıyor.
Mesleğimin ilk yıllarında
Bilişim Teknolojileri sınıfları
vardı ve öğrencilerime
elektronik içerikler ve
sunumlar hazırlayarak
onların köylerindeki
küçük dünyalarına bir kapı
açmaya çalıştım. Şimdi ise
Eğitimde Fatih Projesi ile
köyden kente tüm çocuklar
istedikleri bilgiye, zaman
mekân farkını hissetmeksizin
aynı anda ve her sınıftan
ulaşabiliyor. Bu ve bunun gibi
çağı yakalayan gelişmeler,
sadece çocuklarımızın
eğitim hayatlarına katkı
sunmuyor, aynı zamanda
öğretmenlerimizi de sürekli
yenilenmeleri gereken bir
ortamın içine sürüklüyor.
Bir yandan da uygulama
yapmanız gereken, yaparakyaşayarak öğrenme modelini
kullanacağınız ortamlar
oluşturmanız gerekiyor. Bu
noktada da okulların fiziksel
ortamlarının dışına çıkmak ve
çevreden faydalanabilmek çok
önemli. Benim görev yerimde,
çocuklarımızın ailelerinin gelir
kaynakları genel olarak tarıma
ve hayvancılığa dayalıydı.
Öğrencilerin temel giyim,
kırtasiye gibi ihtiyaçları devlet
ve yerel yönetimler tarafından
karşılanıyordu fakat bizim,
sürekli tüketime dönük
ihtiyaçlarımız oluyordu. İşte
burada öğretmenin çevre
şartlarını doğru kullanması,
okul dışı enerjiyi okul
Farklı kuruluşlarla projeler
yaptık.
Veliler ve çevre ile ilişkiler
nasıldı, zaman içinde nasıl
değişimler oluştu?
içerisine kanalize etmesi,
öğretmenin kişisel çabasıyla
yokluğu aşmasını sağlıyor.
Görsel Sanatlar ile Teknoloji
ve Tasarım Derslerinde,
doğal malzemeler kullanıp
ilçe esnafının desteğini aldık.
Kimi zaman atık malzemelerle
çalıştık ve çocuklar evlerinde,
bahçede, sokakta kolayca
bulabilecekleri malzemelerle
büyük işler ortaya koydular.
Kimi zaman da eskimiş bir
badana fırçası ve küçük
çubuklarla bir düzine
suluboya fırçası yaptık,
üretimimize ara vermemek
için. Bir kız öğrencimin
okuma azmini, kardeşlerine
olan desteğini, küçük bir
odada yaşayan dokuz
kişilik ailesini, zor şartlar
içerisinde hayata sıkı sıkıya
tutunuşunu; yerel yönetimin
ve yönetmen olan eşimin
desteğiyle bir belgesel filme
dönüştürüp, tüm Türkiye ile
paylaştık.(BİR DESTE GÜL ADLI
BELGESEL) Tabii ki o süreçte
yaşadıklarımız arasından
bunlar kısa kısa örnekler ve
bu derginin okurları şu an bu
küçük paylaşımları okurken,
Türkiye’nin dört bir köşesinde
belki de bu duruma benzer
binlerce örnek yaşanıyor.
32
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
Saptanan eksikliklerle ilgili,
sizlere gelen destekler nasıldı?
Ülkemizin gelenekleri zengin,
köklü bir geçmişe sahip ve her
zaman yardımlaşma duygusu
ile hareket ediliyor. Bu durum
hem sosyal hayat içerisinde,
hem de devlet eliyle yapılan
hizmetlerde karşımıza
çıkıyor. Bir hayırseverin
bireysel olarak, yardıma
muhtaç kişilere ulaşması
ya da STK’lar aracılığıyla
yardımlar yapılmasının
temelinde de birlik ve
beraberlik ruhu yatıyor ve
ülkemizin çocuklarına, kimi
manevi desteğiyle, kimi maddi
desteğiyle sahip çıkıyor. Biz
de bu noktada, çocuklarımız
ve yardımseverler arasında,
ortaya çıkan bu büyük
enerjinin doğru kanalize
edilebilmesi için bir köprü
görevi görüyoruz. Ben
meslek hayatım boyunca
bu noktayı hep çok
önemsedim ve devletin
halka hizmetini destekleyen
bu iyi niyetli girişimlerin
sürekli olması için yapılan
çalışmalarda yer aldım.
Yarışmalar, olimpiyatlar,
yardım kampanyaları gibi
girişimlerden faydalandık.
Görev yerim olan Damal
İlçesi’nin yöreye has farklı
bir dokusu vardı. İlk defa
karşılaştığım bir kültürdü ve
geldiğim günden itibaren hep
öğrenmeye çabaladım. Sürekli
okuldan kalan zamanlarda,
öğrencilerimi evlerinde
ziyaret ettim. Bayramlarımızı
beraber kutladık, aynı sofraya
oturduk, birlikte ürettik ve
paylaştık. Onların çocukları
benimde çocuklarımdı ve
böylece onların dışarıdan
gelene olan ön yargılarıyla,
bizlerin yeni bir duruma karşı
olan çekincelerimiz ortadan
kalktı.
Sınıfta çocukları disipline
etmekle ilgili problemlerle
karşılaşıyor muydunuz?
Sevgi, saygı, hoşgörünün
olduğu bir ortamda, herhangi
bir disiplin problemiyle
karşılaşma olasılığınız çok
düşüktür. Özellikle de böyle
küçük yörelerde, kendilerine
küçük bir dünya kurmuş
çocuklara öğretmenlik
yapıyorsanız…
Farklı yetenekleri ve
potansiyelleri olan öğrencileri
nasıl keşfettiniz, nasıl
değişimler gözlemlediniz ve
ilişkileriniz devam ediyor mu?
Her ne kadar eğitim-öğretim
süreci tek ve bütün bir yapı
gibi görünse de, aslında
içerisinde farklı değişkenleri
olan çoklu bir sistemdir.
Bireysel farklılıkların ön
planda tutulduğu metotlar ile
öğrencilerinize yaklaşmanız
gerekir. Sanat dersleri gibi
çocukların hayal güçlerinin
ve yeteneklerinin daha ön
planda olduğu derslerde bu
33
Her sabah
uyandığında,
sadece
bir kez
Destegül’ü
hatırla!
Senin için
çok şey
değişecek...
potansiyelleri keşfetmek
daha kolay oluyor. Zaman
içerisinde kiminin spor
alanında, kiminin sanatta,
kiminin ise sosyal branşlarda
ya da sayısal alanda başarılı
olduğunu görüyoruz
ve bizde alanımızda
geliştirebileceğimiz
öğrencilere destek
olup, diğer konularda
yetenekli öğrencileri
diğer meslektaşlarımıza
yönlendiriyoruz. Benim
hala görüştüğüm eğitim
süreçlerine dolaylı ya
da doğrudan katkıda
bulunduğum birçok
öğrencim var ve biz bir
aileyiz. Bunun genele
yayıldığını ve her öğretmenin
her yıl sadece bir öğrencisini
dahi kazanabildiğini,
sahiplendiğini düşünürsek;
yılda yaklaşık olarak dokuz
yüz bin öğrenciyi kazanmış
oluruz ve bu ihtimal bile
bir öğretmenin özverisiyle
ortaya çıkan dev potansiyeli
gözler önüne seriyor.
Köy öğretmeni olmanın
farkı, önemi nedir?
Köy öğretmenlerimizin
motivasyonunu arttırmak
ve köy okullarında eğitimi
güçlendirmek için neler
yapılmalı?
Zorlukla mücadeleyi,
farklılıkları tecrübe etmeyi,
hazır bulmak yerine
üretmeyi ve şükretmeyi
öğreniyorsunuz. Bu
bölgeler, öğretmenin bu
artıları kazanmasında
büyük bir öneme sahip.
Fakat öğretmene özel bu
bölgelerde; lojman gibi
maddi katkı sağlayacak
destekler ve bölgesel
özelliklerin dikkate alındığı
projeler, öğretmenlerimize
çeşitli ödüllendirmeler
yapılarak; vakıf ve
derneklerinde desteğiyle
işbirliği sağlanması, genç
öğretmenlerimizin bu
bölgeleri tercih etmelerinin
yanı sıra uzun süre
kalmalarını da sağlayacaktır.
Bakanlığımızın her geçen
yıl daha da ileriye giden
bir ivmeyle yükselişi ve
Bakanımız Sayın Nabi
AVCI’nın iletişimci kimliği
ile pozitif yaklaşımları
vasıtasıyla, son dönemde
meslektaşlarımın
motivasyonunun arttığını
gözlemliyorum. Ayrıca
yapılacak yeni uygulamalar
ve sahada çalışan
öğretmenlerin isteklerinin
dikkate alınması da tüm
meslektaşlarım adına
yaşanan önemli gelişmeler
arasında. Milli Eğitim
Bakanlığı’nın kendi içinde
yaptığı iyileştirmelerin yanı
sıra, öğretmeni destekleyici
çalışmalara ağırlık
verilmesinin; işbirliğine açık
girişimlerde bulunulup, tüm
kurumları bütünleyici bir
yapı ortaya konmasının ve
Bakanlığımızın kapılarının
ardına kadar açık olmasının
da öğretmenlerimizin
mesleğe daha özverili
yaklaşmasını sağlayacağını
ve eğitime katkı sunacak
hayırsever girişimlerin
artmasını ümit ediyorum.
Bu konuda duyarlılığı
çok yüksek olan ve köy
öğretmenlerinin sesine
her zaman kulak verip,
ihtiyaçlara yetişmeye çalışan
IC Vakfı Kurucusu, Kıymetli
İbrahim Çeçen Bey’e ve
tüm vakıf çalışanlarına,
teşekkürlerimi ve saygılarımı
sunarım.
AİÇÜ ULUSLARARASI FAALİYETLER
Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi ABD’de..
ABD’de araştırma faaliyetleri yürüten
Türk araştırmacıların Türkiye Araştırma
Alanı’ndaki son gelişmelerden haberdar
olmaları ve Türkiye’ye dönerken
faydalanabilecekleri burs ve destek
programları hakkında bilgilendirilmeleri
amacı “Hedef Türkiye Çalıştayları”na
6-8-10 Nisan 2013 tarihlerinde Houston,
Raleigh ve Atlanta şehirleri ev sahipliği
yaptı.
Çalıştaylara katılan AİÇÜ Rektörü Prof.
Dr. İrfan Aslan ve Rektör Yardımcısı
Prof. Dr. Telat Yanık ABD’de araştırma
yapan gençlere Ağrı İbrahim Çeçen
Üniversitesi hakkında bilgi vererek
üniversiteye davet ettiler.
Çalıştaya katılan araştırmacılardan
üniversitemizde akademisyen olmak
için talepler gelmeye başlamıştır.
AİÇÜ AKADEMİSYENLERİ, ABD ORLANDO UCF ÜNİVERSİTESİ KONGRESİ’NDE
34
Amerika’nın Florida Eyaleti
Orlando şehrindeki UCF
Üniversitesi’nin Kamu
Yönetimi Bölüm Başkanı
Prof. Naim Kapucu Bey’in
Orlando’da Uluslararası bir
Konferans teşkil edildiğini
ve bu konferansa
özet göndermemizin,
özetimizin kabul
edilmesi halinde
katılmamızın Ülkemiz
ve Üniversitemizin
tanıtımı ve bilgi alış
verişi noktasında
çok yararlı ve faydalı
olacağını ifade ettiler.
Bunun neticesin de
2 ayrı Fakülteden
meslektaşım İ.İ.B.F
‘den Yrd. Doç. Dr.
Nuri OK Bey’le beraber
iki ayrı bildiri özeti
gönderdik.
önemli ve çok ülke katılımlı
Uluslararası bir konferansa
Üniversitemiz, Ağrı ve
Ülkemizin tanıtımı adına,
akademik yenilikleri görme,
tatbik etme adına gelişme,
Bildiri özetlerimizin kabul
edilip, iştirak etmemiz için
davetname gönderdiler.
Bu davetnamelerle beraber
saygıdeğer Rektörümüz Prof.
Dr. İrfan ASLAN beyin fikir ve
desteklerine müracaat ettik.
Değerli Rektörümüz böylesi
yeniliklerden yararlanma
adına katılmamızın çok yararlı
olacağını Üniversite olarak
bize yolluk ve gündelik olarak
yardımcı olacaklarını, katılım
ücreti olarak da her zaman
Üniversitemizin yanında olan
ve desteğini esirgemeyen IC
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
Vakfı’na müracaat etmemizin
yararlı olacağını ifade ettiler.
Bunun üzerine Üniversitemiz
ve IC Vakfı’nın desteği ile
konferansa şevkle iştirak edip,
Üniversitemizi ve şehrimizi en
güzel şekilde temsil ettiğimiz
kanaati ile ülkemize
dönmüş olduk.
Böylesi bir konferansa
iştirak etmenin, bilgi
birikim paylaşımının,
farklı ülkelerden
farklı insanların
tecrübelerini ülkemize
ve üniversitemize
taşıyarak aynı zaman
da memleketimizin
güzide müessesesini
de yurtdışında temsil
ve tanıtmanın önemli
ve faydalı olduğunun
gururunu yaşamış
bulunmaktayız.
Başta Üniversitemiz Rektörü
Prof.Dr. İrfan ASLAN Bey’e, IC
Vakfı Kurucusu saygıdeğer
İbrahim ÇEÇEN Bey ve tüm
vakıf çalışanlarına teşekkür
eder saygılarımızı sunarız.
AİÇÜ Yrd. Doç. Ramazan Uslu
35
Bosna
Hersek
Uluslar
Arası
Türk
Dili ve
Edebiyatı
Kongresi
Ağrı İbrahim Çeçen
Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesi Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü Öğretim
Üyesi Yrd. Doç. Dr. Mustafa
AYDEMİR ve Öğretim
Elemanları Arş. Gör. Bahri
KUŞ, Arş. Gör. Burak
ARMAĞAN ve Arş. Gör. Oğuz
ERDOĞAN International
Burch University tarafından
17-19 Mayıs 2013 tarihleri
arasında Bosna Hersek’te
düzenlenen Uluslar Arası Türk
Dili Ve Edebiyatı Kongresine
Üniversitemizi temsilen
bildirili olarak katılmışlardır.
Belarus’tan AİÇÜ’ye Ziyaret
Belarus Ulusal Bilimler
Akademisi’nden
(National Academy
of Science of BelarusNASB) Dr. Aliaksandr
SLUKVIN üniversitemiz
kampüsü ve merkezi
laboratuarında
incelemelerde
bulunmuştur.
Ziyareti sonucunda
Üniversitemiz
Rektörlüğü ve
NASB arasında
MOU anlaşması
hazırlık çalışmaları
başlatılmıştır.
Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi
Bulgaristan’da
Geçen yıl Antalya’da
düzenlediğimiz “Akademik
Gelişim Semineri” dolayısıyla
Bulgaristan’dan The Library
Studies and Information
Technologies Üniversitesi
yetkililerini davet etmiş
ve Ağrı İbrahim Çeçen
Üniversitesi arasında
karşılıklı işbirliği protokolu
imzalanmıştı.
Şimdi de Library Studies and
Information Technologies
Üniversitesi(SULSIT)’nin resmi
daveti üzerine AİÇÜ Rektörü
Prof. Dr. İrfan Aslan, Rektör
Yardımcısı Prof. Dr. Telat
Yanık, Öğretim Üyesi ve IC
Vakfı Müdürü Yrd. Doç. Dr.
Meral Dinçer Bulgaristan’ın
başkenti Sofya’ya gitti.
36
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
Üniversitenin rektör, rektör
yardımcıları, dekanlarıyla bir
araya gelinen toplantıda Ağrı
İbrahim Çeçen Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. İrfan
Aslan üniversiteyi tanıtarak
karşılıklı işbirliği yollarından
bahsettikten sonra, Yrd. Doç.
Dr. Meral Dinçer İbrahim
Çeçen’in bugüne kadar yaptığı
işlerden söz ederek, IC
Vakfı’nın çalışmalarını anlattı.
Daha sonra Rektör Yardımcısı
Prof. Dr. Telat Yanık
üniversitenin akademisyenleri
ve öğrencilerine Ağrı İbrahim
Çeçen Üniversitesi’ni tanıtıcı
detaylı bir seminer sundu.
Rektör Prof. Dr. Stoyan
Denchev’in evsahipliğinde
gerçekleştirilen bu gezi
dolayısıyla heyet Milli Eğitim
Bakan Yardımcısı Petya
EVTIMOVA’yı da ziyaret etti.
Plovdiv (Filibe)’e de giden
heyet, Üniversite’nin Kültürel
ve Tarihi Miras Bölümü
akademisyenlerinden Doç. Dr.
Evgeni Velev’in resim sergisi
ve kitap imza törenine katıldı.
Anastas Sanat Galerisi’ndeki
sergiye Filibe Başkonsolos
Yardımcısı İmren Çamlıklı da
katıldı.
Ağrı İbrahim Çeçen
Üniversitesi ile The Library
Studies and Information
Technologies Üniversitesi
arasında karşılıklı işbirliğinin
temelleri atılmış oldu.
37
ROMANYA ve SLOVENYA’DAN ÖĞRETİM ÜYELERİ AĞRI’DA
Romanya Piteşti Üniversitesi
Ekonomi Fakültesi İşletme
Bölümünden Dr. Tomescu
Grengutza İLEANA ile Dr. Isac
NİCOLETA ve Slovenya Primorska
Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Coğrafya Bölümünden Doç. Dr.
Stanco PELC, ERASMUS Programı
Öğretim Elemanı Hareketliliği
kapsamında, Ağrı İbrahim
Çeçen Üniversitesi’ne geldiler.
Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Telat
Yanık’ın başkanlığında ağırlanan
akademisyenlere IC Vakfı Müdürü
Dr. Meral Dinçer de eşlik etti.
Misafir akademisyenler, 5
günlük program kapsamında
çeşitli etkinliklere katılarak,
üniversitelerini tanıtan sunuşlar
yaptılar. Doğubayazıt’a da
ziyaretlerde bulunan misafir
akademisyenler, programlarının
son gününde Prof. Dr. Telat
YANIK’la birlikte kampüste ağaç
diktiler.
Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Fas’ta
25-28 Nisan 2013
tarihleri arasında
YÖK Başkanı Prof. Dr.
Gökhan ÇETİNSAY’ın
da katılımlarıyla Fas’ın
Casablanka şehrinde
gerçekleştirilen toplantı
ve fuara Ağrı İbrahim
Çeçen Üniversitesi’ni
temsilen Rektör Prof. Dr.
İrfan ASLAN ve Rektör
Yardımcısı Prof. Dr. Telat
YANIK katılmışlardır.
Fuarda gençler,
üniversitemizle yakından
ilgilenerek, okuma
koşulları hakkında
detaylı bilgi almış
olup, üniversitemize
başvurular başlamıştır.
Murat KURT 1976 yılında Tokat’ta doğdu.
İlk ve ortaöğrenimini Amasya ve Tokatta
tamamladı. 1995 yılında Atatürk Üniversitesi
Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Biyoloji
Öğretmenliği bölümünü kazandı. 1999
yılında aynı bölümden mezun oldu. Aynı yıl
Erzurum da öğretmenlik yapmaya başladı.
Öğretmenliğe devam ederken aynı zamanda
Atatürk Üniversitesinde yüksek lisans ve
doktora eğitimini tamamladı. MEB’de 13 yıl
biyoloji öğretmeni olarak çalıştıktan sonra
2012 yılında Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi
Eğitim Fakültesi Fen bilgisi Öğretmenliğinde
Yrd. Doç. Dr. olarak çalışmaya başladı.
Yazarın ‘Genel Histoloji Atlası’ isimli
bir kitabı, çeşitli ulusal ve uluslararası
dergilerde yayınlanmış makaleleri,
kongrelerde sunulmuş bildiri ve posterleri
vardır. Evli ve iki çocuk babasıdır.
BİYOLOJİ EĞİTİMİNDE ÇOKLU ZEKÂ KURAMI VE
MOTİVASYON STİLLERİ Kitabı Yayınlandı
Ağrı İbrahim Çeçen
Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Fen Bilgisi Öğretmenliği
akademisyenlerinden Yrd.
Doç. Dr. Murat Kurt’un kitabı
Vakfımız tarafından AİÇÜ
yayını olarak kitap haline
getirildi.
Çoklu zekâ kuramı, öğrenciyi
merkeze alan, öğrencilerin
bireysel farlılıklarına
ve baskın zekâ alanlarına
dolayısıyla kendilerine
özgü öğrenme stillerine
uygun etkinlik, materyal
zenginliği sunan, öğretmeni
rehber konumuna getiren
öğrencilerin özelliklerini
ve nasıl öğrenebileceklerini
eğitimcilere gösteren bir
eğitim yaklaşımıdır.
Çoklu zekâ kuramı, zekâya
ve öğrenmeye farklı bir bakış
38
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
açısıyla bakan, aktif
öğrenmeyi destekleyen
bir kuramdır. Biyoloji
dersinde, çoklu zekâ kuramı
uygulamasının öğrencilere
çok çeşitli öğretim yaşantıları
sunması açısından önemlidir.
İlköğretimden üniversiteye
kadar öğrenciler tarafından
biyoloji konularının
doğru algılandığı ve
kavrandığı söylenemez.
Aynı şeyler ‘Canlıların
Sınıflandırılması
ve Biyolojik Çeşitlilik Ünitesi’
için de söylenebilir. Bu
konunun öğrenciler tarafından
zor anlaşılan konular arasında
olduğu yapılan çalışmalar ile
gösterilmiştir.
Bu araştırma çoklu zekâ
kuramı öğretim etkinliklerinin
biyoloji dersinde başarıya
etkisini araştırdığı için
önemlidir. Bu araştırma,
Türkiye’de biyoloji
dersinde çoklu zekâ kuramı
ile motivasyon stilleri
etkileşimi üzerine yapılan ilk
araştırmalardan biridir.
Ağrı ilinde ise bu alanda
yapılan ilk araştırmadır.
Bu çalışmanın sonuçları,
araştırmacılar, eğitim
yöneticileri, öğretim programı
geliştirme ve ders kitap
yazımında görevli uzmanlar
ve öğretmenler tarafından
kullanılabilecektir.Karar
alma mevkisinde bulunan
eğitim yöneticileri, öğretim
programlarının geliştirilmesi
ve ders kitabı yazımında
bulunan uzmanlar bu
araştırma sonuçlarından
yararlanabilirler.
39
1955 yılında Bayburt’un Bayraktar köyünde
doğdu. İlk tahsilini kendi köyünde, orta tahsilini
Samsun’da tamamladı. 1975 yılında Erzurum Atatürk
Üniversitesi Edebiyatı Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümüne girdi. 1979 yılında bu fakülteden mezun
oldu 1978–79 yılları arasında bir yıl Erzurum Pancar
Kooperatifinde çalıştı. 1980 yılında Bayburt Ticaret
Lisesi Edebiyat Öğretmenliğine atandı. 1981 yılının
24 Kasım’ında naklen atandığı Ağrı İmam Hatip
Lisesi Edebiyat öğretmenliği görevine başladı. 1985
yılına kadar bu okulda Edebiyat öğretmenliği, Md.
Başyardımcılığı ve Müdür vekilliği görevlerinde
bulundu. 1985-1990 yılları arasında Ağrı Taşlıçay
Lisesinde Müdür olarak görev yaptı. 1990 yılının
Haziran Ayında Ağrı Eğitim Yüksekokuluna Öğretim
Görevlisi olarak girdi. 1991 yılında başladığı
Lisansüstü çalışmalarını 1998 yılında tamamladı.
1996 yılında atandığı Ağrı Eğitim Fakültesi Beden
Eğitimi ve Spor Bölümü Başkanlığını 2000 yılına
kadar devam ettirdi. 2000 yılında Eğitim Fakültesi
Türkçe Eğitimi Bölümü Başkanlığı ve 2002 yılının
Şubat ayında atandığı Dekan Yardımcılığı görevlerini
halen yürütmektedir.
Şiir yazmaya lise yıllarında başladı. “Olmadı İşte” şiiri
onun tanınmasına sebep oldu. Hece ile şiir yazmayı
sevmektedir. Bu kitap ilk şiir kitabıdır, akademik
çalışmalarını içeren kitapları baskıya hazırdır. Birçok
hakemli ve diğer dergilerde yazıları yayımlanmıştır.
HÜZÜN VE GÖZYAŞI Şiir Kitabı Yayınlandı
Ağrı İbrahim Çeçen
Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Türkçe Eğitimi Bölümü
Başkanlığı ve Dekan
Yardımcılığı görevlerini
yürüten Yrd. Dr. Müzahir
Kılıç’ın şiir kitabı “Hüzün ve
Gözyaşı” Vakfımızın desteği
ile yayınlandı. Dr. Müzahir
Kılıç şiir için şunları söyledi:
Şiir nedir? Ölçülü bir yazı mı,
yoksa ahenkli sözler mi? Şiir
bunların
ikisi, ama ikisi de değil. Şiir
apayrı bir şey. İnsanın iç
dünyasından kopup gelen
bir çağlayan. Şiir; bir yaşama
biçimi. Şiir, duyguları
paylaşma biçimidir.
Çünkü şair, duygu yüklüdür.
Hissiyatına ortak birilerini
arar, bu onu rahatlatır.
Volkanik dağın patlaması,
lavlarını dışarı atması gibidir.
Şiir yazmak özel bir
yetenektir. Allah, her insana
duygu yüklemiş olabilir ama
duygularını şiirsel
ifade etme ayrı bir yetenektir.
Şiirin tarifi yapılabilir mi?
Şiirin birçok tarafı yapılmış
olabilir. Hiçbiri
şiiri tam olarak tarif edemez.
Çünkü hiçbir şair aslında bir
diğerine benzemez.
Eğer benzerlik varsa taklit
vardır. Şiirin iki yönü var: biri
duygu bir diğer teknik.
Biri birinden önde değildir.
İkisi birbirini tamamladığı
zaman mükemmel
şiir ortaya çıkar. Teknikten
kastımız. Ölçü değildir. Ölçü
şiire renk veri, bu
demek değildir ki, ölçüsüz
şiirler basit şiirlerdir.
Şaire iki şey lazım biri
malzeme, biri ustalık…
Malzeme iyi olur usta iyi
olmazsa bina iyi olmaz. Usta
iyi olur, malzeme olmazsa
yine bina iyi olmaz.
İkisi birbirini tamamlayan
asli unsurlardır. Usta mahir
olmalı, eserin baştan
savma yapmamalı. Şiir sanatı,
dikkat isteyen bir sanattır. Bir
şiirde lüzumsuz
tekrarlar, yerinde olmayan
benzetmeler, ahenk ve ölçü
zorlamaları. 46 beden
birine 52 beden elbise
giydirmeğe benzer. Beden de
elbise de birbirine liyakatli
olmalı. Ölçüler tam alınmalı,
terzi maharetli olmalıdır.
Şair, nasıl yazar? Şair
bana göre üç şeye yazar:
Yaşadıklarına, gözlemlerine
ve hayallerine… En güzel şiir
yaşamak ve yazmak üzere
vücuda getirilmiş şiirdir.
Yaşar Bayar’la Şiir Üzerine Söyleşi
Yaşar Bayar; 1958 Yılında Erzurum’da doğdu. İlk,
Orta ve Yükseköğrenimini Erzurum’da tamamladı.
Türkçe, Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği ve Okul
Müdürlükleri yaptı. Erzurum Gençlik ve Spor il
Müdürlüğü ve İl Milli Eğitim Müdürlüğünde Şube ve
İlçe Müdürü olarak görev yaptı. Halen Ağrı İbrahim
Çeçen Üniversitesi’nde Kütüphane ve Dokümantasyon
Daire Başkanı olarak görev yapmaktadır. Çeşitli
Kültür- Edebiyat ve Eğitim Dergilerinin Editörlüğünü
yaptı. Aynı dergilerde makale, deneme, hikâye, şiir,
desen ve araştırmaları, yayınlandı. Şiir ve makale
yarışmalarında ödüller kazandı. Evli ve üç çocuk
babasıdır.
Eserleri:1- Mektebin Bacaları; 1985 (Tiyatro
Oyunu) 2- Fatihler Vurdukça Bizanslar Düşecektir;
1990 (Tiyatro Oyunu) 3- Kuşlara İnanılmaz; 1995
(Televizyon Oyunu) 4- Çocuknâme; 1996 (Televizyon
Oyunu) 5- Mehmet Akif Ersoy ve Çanakkale Şehitleri;
1983 (Koreografi) 6- Arza Ne Hacet Halimiz Ayandır;
1982 (Mânâ ve Zafer Mektupları) 7- Şehirleşmede
İnsanî Ölçü ve Jakobenlik; 2004 (İslâm Geleneğinden
Günümüze Şehirleşme, Beledî Yapımızın Tarihî
Serüveni ve Çözüm Teklifleri 8- Zemherîde Gül
Muştusu; 2005 (Na’t/Deneme) 9-Bir Ömrün Gizli
Tarih; 2009 (Şiir) 10-Lirik Bir Gazeldir Ev; 2010
(Konut ve Yerleşmenin Modernleşme Süreci)
11-Şehrin Eylül Fotoğrafları; 2010 (Kültür Retoriği
Bağlamında Şehir ve Medeniyet Okumaları) 12-Aşkın
Zimmet Vakti; 2013 (Şiir)
40
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
41
Şiir yolculuğunuz nasıl
başladı?
Hiç kuşkusuz güzellik
kavramını sorgulayan ilk
insan Hz. Âdem’di. İlk
insan Yer’deki varlığı ile
beraber, çevresindeki eşyayı
ve çeşitli hissedişlerini
sorgulamaya başladı. Bir
“seyyah” gibi, âlemi temaşa
ederek gördüklerine çeşitli
anlamlar yüklemeye çalıştı.
İnsan tabiatında olan bu
düşünme ameliyesi, o
zamandan şimdiye kadar
nitelik değiştirmeden
devam etti. Bugünün insanı
da “Ben neyim? Çevremde
gördüklerim nedir? Varlık
âleminin bu kadar ince
bir sanatının olmasını
nasıl yorumlayabiliriz?”
sorularının cevabını arıyor.
Sanat ve estetiği bu soruların
oluşturduğu denklem
bütünlüğü içerisinde
düşünmemiz gerektiği
kanaatini taşıyorum. Şimdi
varlıktan başlayarak,
güzele; oradan da Cemal-i
Mutlak’a uzanan yol, benim
izlemek istediğim şiir
yolculuğumdur. Etkilendiğiniz şair ve yazarlar
oldu mu? Varsa kimlerdir?
Türk şiirinde “dünden bugüne”
gelenekle ilişkisini sürdürmüş
olanların bir soyağaçları var.
Benim “sahih şairler” diye
adlandırdıklarımdır bunlar.
Yahya Kemal ve Ahmet
Haşim’in ve Sezai Karakoç
birleşmesinden oluşan bir
soyağacı! Bugüne geleneği
sürdüren şairlerin bu
soyağacının başlangıcındaki
büyük anaları Haşim’se, büyük
babaları Yahya Kemal’dir;
Karakoç’tur ya da tersi…
Şiir akımları, şiirde biçim, öz
konusunda neler söylemek
istersiniz?
Şiir, mukaddes bir arayışın
adıdır. Bir şairin şiiriyle
yapması gereken en önemli
ödev; fenomen temelinde
verili olan şey’lerin dışına
taşarak, metafizik olanı
tırmalamak ve yakalamaktır.
Gerçek şair, bu olgunun
endişesiyle sürekli
kıvranacaktır. Ancak böyle
bir sıçramayla söz konusu
olabilecek bu tür kavrayış
biçimi, derin bir iç-görü
sayesinde irreel ve irrasyonel
bir “şair dünyası”’ tasarımıyla,
şiiriyet yüklü ifâdelerle
dışlaşabilir ve şair için tek
bir hakikat varsa, o da budur.
Mananın da lafzın da kapalı
olması ama şiirde bir müziğin
ve kelimeler arasında güzel
bir ahengin bulunmasını
tercih ederim… Niçin şiir yazıyorsunuz?
Niçin şiir söylediğimi kendime
çok sordum. Yıllar sonra el
yordamıyla yürüyebildiğim
yolda, kendi mâcerâmı
yakalamak istediğimi
seziyorum: Kendimin
peşindeyim. Şiir bir vâsıta;
“yolun Nereye” diyenlere,
“Kendime” diyemediğim için,
“Şiire” diyorum.
Şiirimiz ve edebiyatımızın
geleceğine ilişkin
düşünceleriniz nelerdir?
Günümüzde yazılmakta olan
şiire baktığımızda şairin şiir
algısıyla yoğun bir çıkmazın
kıskacında olduğunu görürüz.
Hikmete yönelik vurgu, bu
şiirden çıkarılmış, şairin bir
kısır döngü içinde devinip
durduğunu, açmazların,
ilginç sözlerin, kopuk ifade
biçimlerinin, sürekli bir
rahatsızlığın, iç sıkıntıların,
iç bunalımların, ruhsal
krizlerin şiir biçiminde şiir
cümleleriyle dile getirildiğini
görürüz. Aslında şöyle
bir baktığımızda geleneğe
bütünüyle ters düşen akımlar,
yönelişler, denemeler sonunda
mutlaka tükenip gitmiştir.
Servet-i Fünun, Toplumcu şiir,
Garip, İkinci Yeni... Bugün
edebiyat tarihinde yerlerini
almışlarsa da bir daha
dönülmesi düşünülmeyecek
denemelerdir. Buna karşılık,
Tanzimat’tan bu yana,
kendisine yönelen saldırılara
rağmen, divan şiiri her
zaman bir damar bularak
mutlaka filizlenmiştir.
Yani Yahya Kemal’in o ünlü
mısraındaki: “Bir meş’aledir
devredilir elden ele” sözü
gerçekleşmiş, şiirin meş’alesi
günümüze kadar elden
ele geçmiş ve gelecekte de
daima başka ellerde yanacak,
sönmeyecektir. Şiirin hayat felsefenize kattığı
anlamlar nedir?
Günlük yaşantının
alışılmışlığını, ülfet perdesini
yırttığımız oranda kâinatın
esrarlı güzelliği bizi hayret ve
hayranlık derinliklerine çeker.
Bu derinliklerin cazibesine
kapılabilmek için ne akademik
bir kariyer gerekir, ne de çok
fazla bilgi. Yeter ki bir çocuk
bakışıyla, önyargısız bir
yaklaşımla, gönül saflığıyla
bakabilsin insan, her şeye,
cemalî ve celalî güzelliklerin
derûnundan kopardığı
çiçeklerle süslesin hayatını.
Eşyada tecelli eden estetiğe
kayıtsız kalan insan, hakiki
güzellikten yoksundur.
İnsanın yaptığı sanatı, eşyada
tecelli eden sanattan daha
yüksek gören kimse de müthiş
bir yanılgı içindedir.
Gök gürültüsündeki, buluttaki,
kıştaki, soğuktaki, gurbetteki,
ölümdeki, musibetlerdeki
hikmet güzelliklerini de
görebilmelidir insan.
Evini, masasını, yazısını,
öyküsünü, romanını,
resmini, hattını, ebrusunu,
şiirini, bestesini, giyimini,
yürüyüşünü, iletişimini
güzelleştirebilmelidir aynı
zamanda. Her estetik,
aslında aşkın olan’a çağrıdır.
Sonsuzluğunun yankısı
olarak nitelendirdiğimiz
estetik, bizi aşkın güzelliği
görmeye davet etmekte,
bize ebedi imlemektedir.
İmanın “bir hüsn-ü mücerred
ve münezzeh” olduğunu
düşündüğümüzde ise,
tecessüsümüzü dıştan
içe doğru uçurmuş, bilinç
kuşumuzu yaratılmışlığın
gizine yöneltmiş oluruz.
İnsanın latifeleri özgünlüğünü
korudukça, hayat karşısında
estetik tavır alacaktır.
Hayat karşısında estetik
tavır alabilen ve bu
tavrını koruyabilen insan,
kendi özgürlüğünü de
koruyabilecektir. İnsanın
kendisine ve başkasına zarar
vermemesi bağlamında
özgürlüğünü tadabilen
kimse, duyarlıklıklarını
güzel davranışlara, sözlere
dönüştürebilir.
Estetiği bulmamıza imkân
veren bir varoluş şarkısını
duyuyor, insan dışındaki
diğer canlıların böyle bir
kaygı ve imkâna sahip
olamayışlarını bu noktadan
değerlendiriyoruz. İşte bu
yüzden şiir yazan kanguru,
öykü yazan sincap, resim
yapan zürafa yok. Yaşadığımız
dünyada ve içimizde sürekli
çatışmalar yaşarken “estetik
olan”ı nasıl bulabileceğiz? Bu
çatışmalardan güzel sonuçlar
güzel sonuçlar çıkarmak ve
sonunda-hatta başında ve
içinde-İbrahim Hakkı’nın
dediği gibi “Mevla görelim
neyler/Neylerse güzel eyler”
demek mümkün olabilecek
mi? Bu hususta bir gezinti
yapmamız gerekecek. Bu meyanda şiirin hayat
felsefeme kattığı anlamları;
aşk, hürriyet, yaşayış ve
ölüm gibi varolmanın
dinamitlendiği noktalardaki
trajik espriyi, irrasyonele ve
absürde bulanmış Mutlak’ı
zaptetmek olarak dile
getirebilirim. Gittikçe şiirde
bunu yapmak istiyorum.
Şiirde gerçeklik ve soyutluk
hakkında düşünceleriniz
nedir?
Bu mesele üzerinde edebiyat
tarihinin belki de en ciddi
tartışmaları yapılmıştır.
Tartışmaların temelinde
ise genelde, okuyucuya
verilecek bir fikrî mesajın
olup olmaması yatar.
Fakat bu noktada genelde
gözden kaçırılan bir husus
vardır. Okuyucuya fikrî
bir mesaj veriyor diye, bir
şiir iyi veya kötü değildir.
Bir şiirin iyi’liği, metnin ne
kadar şiir sanatına yakın
durduğuyla alâkalıdır. Fakat
bir eserin estetik mânâda
42
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
şiire has bütün özellikleri
bünyesinde bulundurması,
onun büyük bir eser olduğunu
göstermeyebilir. Klâsik
saydığımız eserlerin genelinde
semantikle estetik atbaşıdır.
Valery’nin: “Şiirin içinde fikir,
elmanın içindeki gıda kadar
saklı olmalıdır.” sözü belki
de bu husustaki meselelerin
çözümüne ışık tutacak
mahiyettedir. Elma yerken ilk
başta ondaki gıda değerini
pek düşünmeyiz; fakat elmayı
yediğimizde onun birçok
güzelliğiyle birlikte gıda
değerinden de istifade etmiş
oluruz. Şiirde yalnız fikrî
mesajı önemsemek, elmayı
sadece gıda hususiyetiyle
değerlendirmek gibi bir
şeydir. Şiirde bir fikir
propaganda hâlinde değil de,
telkinle verilebilirse daha
tesirli olur diye düşünüyorum.
Zaten bir dünya görüşü şiirle
öğretilemez. Hâsılı iyi şiir
ancak kuvvetli bir irfanî temel
üzerine yükseltilebilir. İlham
şaire yazmak isteği ve şevk
verir. Yalnız sağlam şiirlerin
yolunu açmaz. Şiirde kelimelerin gücü
hakkında düşünceleriniz?
Kelimeler birer semboldür;
asıl ise, kelimelerin işaret
ettiği dünyadır. Şiirin
vasfını, o dünyayla kurduğu
bağlantının sahihliği belirler.
Bu bağlantı noktasında
kelimeler birer unsur olarak
çıkar karşımıza. Kelimelerin
şiirde kullanımı, onlara
yüklediğimiz yeni mânâlar
ve bu mânânın kuşatıcılığı
da çoğu zaman yazılan şiirin
akıbetini belirler. Günlük
hayatta belirli bir mânâsı ve
kullanımı olan kelimeleri,
sanatkârın kendine has bir
şekilde kullanması, dil’i, “söz”
seviyesine yükseltir. Şiir sizin için ne ifade ediyor?
Şiir benim için, anonimdil’in cenderesinden sıyrılıp
derunî-dil’de söyleşebilmeyi
ifade ediyor. Ruhumuzun
en dip bucak bölgelerinden,
en belirsiz, en tanımsız, en
ürkütücü coğrafyalarından
tınılar getiriyor bize şiir. Bu
tınılar bize aşina geliyor,
ama tam da kavrayamıyoruz
neredendir bu tanışıklık. Şiir
fâş olduğunda şairini bile
hayrete düşüren bir şeydir.
Kendi tecrübeme dayanarak
söylüyorum tabii bunları. Kimi
şiirlerim bitip de onları tekrar
okuduğumda hayrete, dehşete
düştüğüm anlar vardır: Yani
nereden çıktı şimdi bunlar?
Bütün buları ben yazmış
olamam!
Şiir (kelimenin hakkını vererek
söylersek) “olağanüstü” bir
tecrübedir. Eskilerin ilham
dedikleri, herkesin meşrebine
göre bir ad verebileceği
“o şey” şairi şiir yazmaya
yönlendirdiğinde, tekinsiz
ve harikulade bir alana adım
atmış oluyor şair. Şiir bir
esinle, esintiyle “geliyor”, şair
“gelen”i misafir edebileceği
uygun ortamı hazırlamışsa,
benliğini “gelen”e yaraşır bir
ortam haline getirebilmişse,
algının kapılarını sonuna
kadar açabilmişse onu içeri
buyur edebiliyor. Buradan
itibaren “yeryüzünde buluş
derdimiz”e dair bir söyleşiye
kulak misafiri oluyoruz.
Şiirlerde tematik çalışmaya
önem veriyor musunuz?
Yoksa konular kendiliğinden
mi oluşuyor ve tematik
baktığınızda çalışmalarınıza
seçimlerinizdeki yoğunlaşma
hangi konulara?
Beden-ruh çelişkisinin
Müslüman açısından
trajik bir durum ürettiğini
söyleyebilirim. Nefsimizle
vicdanımız arasında
yaşadığımız çatışma...
Ben tematik bağlamda
gerçek trajediyi üretmeyi
yeğliyorum... Trajediye
hakiki anlamda kavuşmayı
43
arzuluyorum. Sonsuz bir
hayata namzet olarak
yaratılan insanın dünyevi
tercihlerindeki trajiği
anlatmayı... Hakikate
sağırlaşan insanın dramını
yansıtmayı... Dünyevî olanla
uhrevî olanı tercih zorunda
bırakılan insanın seçim
güçlüğü de kendiliğinden
oluşuyor zaten... Şiirde gelmek istediğiniz yer
nedir?
Anladığımız mânâdaki şiirin
muhterisi değilim. İnsan
elinden çıkan şiirden ziyade,
kozmostaki hakiki şiirdir
beni alâkadar eden. İnsanın
da, içine doğduğumuz
hayatın da haddizatında bir
şiir, dahası şiirin bir parçası
olduğunu düşünüyorum.
Kâinattaki işleyişe, âhenge,
insanın yaratılıştan itibaren
dâhil edildiği serüvene
baktığımızda, insan elinden
çıkan şiirin, bu muhteşem
işleyiş ve şiir karşısında
çok zayıf kaldığını görürüz.
İnsanın şairliği bir taklit
konumundadır. O, muhtaç
olduğu sonsuzluğu arayan
ve bu yolda ağıtlar yakan;
türküler, şarkılar söyleyen
bir yolcudur. İçine doğduğu,
fakat ülfetin perdelediği
şiir ummanına kavuşmak
için kabiliyeti nispetinde
derecikler, arklar açmaya
çalışan biridir o. Şairin içinde
ve dışında, bu şiir ummanına
ezelden beri akıp duran hâl ve
durum ırmakları vardır. Yüreği
ihtizaza getiren bir hâdisenin
basıncıyla şairin iç ırmağı,
bu dış ırmaklardan biriyle,
bağlantı kurma teşebbüsüne
geçer. İnsan, âlem-i sağîr
(küçük âlem) olarak tarif
edilir. Şairlerin içlerindeki
ırmaklarla, dışlarındaki
ırmaklar arasında bağlantılar
kurması, insanın neden
âlem-i sağîr olduğunu çok iyi
gösterir. Şairler kelimeleri
vasıta yaparak dâhil oldukları
o ırmaklarda yıkanırlar. Ama
sürekli akıp gidemezler aynı
his ve durum ırmağında.
Hâdiselerin değişmesine
paralel olarak devamlı yeni
hâl ve durum ırmaklarına
atlarlar. Bu durum sürer
gider şairin hayatı boyunca.
Valery’nin “Güzel olan hiçbir
şey, hülâsa edilemez” sözünü
şimdi daha iyi anlıyorum.
Yaşantımız, estetikten, güzel
eylemden nasibini aldıkça
güzelleştirecek bizi; ondan
yoksun kaldıkça çürüyen,
küflenen bir varlık olarak
kalacağız. Dirilerin gözünü
rahatsız eden bir kabir
deliğini kapatmak da bir güzel
eylemdir, mavera ile ilişiğini
kesmeyen bir öykü yazmak
da; bir güzel söz söylemek de,
bir şiir okumak ve yazmakta
da. Doğulu bir tutumunuz/
tutkunuz var. Şiirlerinizde
doğu motiflerine, imgelerine
yer veriyorsunuz. Sizde doğu
ve batı denince hangi hisler
uyanıyor, doğuya bu meyliniz
ve masalların illa ki doğulu
olması isteğiniz neden?
Bir zamana ve bir coğrafyaya
ve bir dilin içine doğuyoruz.
Bulunduğunuz zamanı
ve mekânı göz önünde
bulundurmadan şiir yazmanız
mümkün değildir. Şiir
hiçbir şekilde zamandan ve
mekândan münezzeh olamaz.
Ben Frenklerin “Ortadoğu”
diye adlandırdıkları,
Cihanşümul artığı bir
coğrafyada yaşıyorum.
Elbette Doğulu bir tutumum/
tutkum olacak, bundan
daha doğal bir şey olamaz.
Dilimiz bu coğrafyanın iki
kadim diliyle (Arapça ve
Farsça) harmanlanarak engin
bir dil haline gelebilmiştir,
bunu hiç unutmayalım.
Dil ırkçılığı yapanlar
Türkçeyi zavallılaştırdı,
zavallılaştırıyor. Camus’nün
“absurd”ünü “uyumsuz”
diye, “nihilizm” kelimesini
“yoksayıcılık” diye
“Türkçeleştiren” tuhaf
insanlar çıkıyor ortaya.
Bugün Türkçe şiirde yaşanan
tıkanmaların pek çok
sebebi olabilir. Ama hep
göz ardı edilen bir sebep
var: Bir zamandan sonra
Türkçe şiirin Arap ve İran
şiiriyle olan bağı kasten
koparılmıştır. Oysa bunlar
mevcudiyetleri birbirleriyle
organik ilişkilerine bağlı şiir
kollarıdır. Sütkardeşlerdir,
aynı çınarın dallarıdır. Arap
ve İran şiiri olmadan Türkçe
şiir yetim sayılır. Bugün
kaçımızın koskoca Arap
coğrafyasında ve İran’da
yazılan şiirden haberi var?
Şam’da, Bağdat’ta, Kudüs’te,
Isfahan’da, Tebriz’de,
Kahire’de, İskenderiye’de,
Marekeş’te, Trablus’ta bugün
şiir yazılmıyor mu? Oralarda
şairler yaşamıyor mu? Neden
bizi hiç ilgilendirmiyor
oralarda üretilen sanat?
Kıbrıs şiiri gibi olmayan bir
şey üzerine şiir dergilerinde
dosyalar hazırlarken,
dibimizdeki İran şiiri neden
bize hiç dokunmaz? Bu
kör bakışımızın ideolojik
sebeplerini konuşmak çok
uzun sürer. Ancak, kasten
önümüze konulan bariyerler
bir zaman gelecek aşılacak. Bu
coğrafyadaki üç büyük dilin
özgürce söyleşisi taptaze bir
atılım oluşturacak.
AİÇÜ, LİSELİ ÖĞRENCİLERE ÜNİVERSİTEYİ TANITIYOR
Ağrı İbrahim Çeçen
Üniversitesi Sürekli Eğitim
Merkezi (SEM) tarafından,
Milli Eğitim İl Müdürlüğü ile
ortaklaşa gerçekleştirilen
‘Engelsiz Üniversite’ projesi
kapsamında, kentteki
liselerde eğitim - öğretim
gören öğrenciler üniversiteyi
tanımaya yönelik ziyaretler
yaptılar.
Üniversiteyi yakından tanıma
imkânı bulan öğrenciler,
kampüs gezisinin ardında
44
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
Nezahat Çeçen Konferans
Salonu’nda SEM Müdürü
Öğr. Gör. Mustafa ÖZTÜRK
tarafından Türkiye’deki engelli
ve engellilerin toplumla
bütünleşme sorunlarını
anlatan konferanslara
katılıyor.
Her hafta 2 farklı lisenin
ağırlandığı üniversitede
öğrenciler, üniversitesi
kampüsünü, fakülte
binalarını, amfi ve sınıfları,
laboratuvarları, çok amaçlı
spor salonunu, merkezi kantin
ve kafeteryaları gezerek
üniversiteyi yakından tanıma
imkânı buluyor.
IC VAKFI’nın sunduğu çanta,
defter, kalem, anahtarlık gibi
hediyelerini alan, kampüs
gezisi sonrası Merkezi
Yemekhane ve Kafeteryada
öğlen yemeğini yiyen
öğrenciler, burada Rektör Prof.
Dr. İrfan ASLAN’la biraraya
geliyorlar.
45
AİÇÜ’de düzenlenen
Kariyer Günleri
etkinliğine katılan
ICF Airports Yönetim
Kurulu Üyesi Yaşar
DÖNGEL, iş yaşamında
dikkat edilmesi
gerekenlerle ilgili
olarak üniversiteli
gençlere bilgiler verdi.
Fen Edebiyat Fakültesi
Konferans Salonu’nda
gerçekleştirilen
söyleşiye Rektör Prof.
Dr. İrfan ASLAN, Rektör
Yardımcıları Prof.
Dr. Fahri BAYIROĞLU
ile Prof. Dr. Mehmet
BİBER, akademisyenler
ve öğrenciler katıldı.
Söyleşide iş yaşamı
ve kariyer planlama
ile ilgili bir konferans
veren Yaşar DÖNGEL,
Üniversitenin henüz
yeni bir eğitim kurumu
olmasına karşın
kuruluşundan bu yana
birçok projeye imza
attığını, birkaç yıl
içerisinde diğer büyük
üniversiteleri geride
bırakacağına inandığını
söyledi.
İş yaşamından örnekler
vererek konuşmasını
devam ettiren DÖNGEL,
öğrencilere geleceğe
yönelik plan kurma,
bunlar için uygulama
alanı oluşturma
ve hedef belirleme
konularında nelere
dikkat edilmesi
gerektiği noktasında
tavsiyelerde bulundu.
İş hayatında
karşılaşılan fırsatların
iyi değerlendirilmesi
gerektiğinin altını
çizen DÖNGEL,
“Hayat yolculuğunuza
yönelik bir planlama
yapın. Vizyon
ve misyonunuzu
belirledikten sonra
hedef, strateji, eylem,
uygulama, kontrol
ve değerlendirme
aşamalarınızı belirleyin
ve mutlaka uygulayın.
Bütün bunlardan sonra
iletişim becerilerinizi
mutlaka geliştirin.
İletişimdeki yetersizlik,
tüm olumlu yönleri
götürebilir. Unutmayın,
her yeni fırsat, yeni
bir iş kapısıdır” diye
konuştu.
ICF YÖNETİM KURULU
ÜYESİ YAŞAR DÖNGEL
İŞ YAŞAMINDAKİ
DENEYİMLERİNİ
GENÇLERLE PAYLAŞTI
AİÇÜ’nin Genç Yazar ve Şairleri
İlk kitabım “Başlangıç”
adında bir öykü kitabıydı.
Toplamda 3 baskı yaptı.
İkinci kitabım da “Yalın Ayak
Düşler” adında bir roman.
1992 doğumlu Mesut Yılmaz, ilk ve ortaokulu, doğup büyüdüğü
Siirt’in Kurtalan ilçesinde tamamlamıştır. Liseyi Siirt Atatürk
Anadolu Lisesi’nde bitiren yazar, Ağrı İbrahim Çeçen
Üniversitesi Rehberlik Ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü 3.
Sınıf öğrencisidir.
Üç uzun öyküden oluşan ilk kitabı yazara birçok başarıyı da
beraberinde getirmiştir. 2010’dan bu yana çeşitli gazete ve
dergilerde köşe yazarlığı yapmakta olan yazar, “25 Yazar
25 Öykü” projesi bünyesinde yer alan “Zihinlerden Beyaz
Düşünceler” adlı öykü kitabındaki 25 yazardan biridir.
Yalın Ayak Düşler’de
taşrayı keşfe çıkan bir
aydının yaşadıkları
anlatıyor. Bu keşif
aynı zamanda içsel
âlemlerimize doğru da
gerçekleşiyor. İnsan
kendini tanıdıkça
dış dünyayı daha
iyi anlayacaktır
kuşkusuz. İdealist bir
yazar olan Ferit, bir
Anadolu kasabasına
yeni romanına
konu bulabilmek,
sıradan insanların
günlük yaşantılarını
derinlemesine tahlil
edebilmek amacıyla
gider. Burada
yaşayacaklarından
habersizdir elbette.
Daha sonraları kaderinin
tecelli edişine, şaşırıp
kalmış bir zihinle
şahitlik eder. Artık o, bir
yazar değil; anlaşılmaz
bir dizi olayın
kahramanı olmuştur.
Ferit’i yabancı gibi
değerlendirmeden
içlerine alan kasaba
insanları her ne kadar
masum ve iyi niyetli
46
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
olsalar da Ferit’in kendi
romanının sayfaları
arasında kaybolmasına
engel olabilecekler
mi acaba? Yalın Ayak
Düşler’de insanı insan
olduğu için sevebilmeye
dair ipuçları var. Farklı
etnik kökenden insanlar
bir potada ancak sevgi ve
hoşgörü ile eriyebilirler.
‘Kin gütmeden,
ötekileştirmeden, yan
yana ve omuz omuza,
kardeşçe yaşamak;
sadece Cennet ahalisinin
niteliği olmamalı. Bizler
dünya gurbetimizde de
bunu başarabilmeliyiz.
Komşusu ile iyi geçinen,
onun dinini ya da
milliyetini kendisi
için sorun görmeyen
engin gönüllü insanlara
ihtiyacımız var. Mesut
Yılmaz bu türden iyi
niyet sahibi kimseleri,
kötülerle bir arada
resmederek iyiliğin
yüceliğini gözler önüne
seriyor. Tıpkı sabahın,
geceyle iç içeliğinden
ötürü daha da aydınlık
görüldüğü gibi.
47
Çetin’e Mektup
bir çocuk yüzü semaya dönük
bir çocuk düşüyor ellerinden imgenin
ellerinde saklı bir kaderi terk ediyor
şiirin ve vahyin emzirdiği iz
bel bağlamak neydi ki şiir kuşanmış çocuk
eğreti yaslandığımız dünya bir rüya
ihlal edilmiş sınırlarıyız kendimizin
ezberliyor birbirini insan ve eşya
hatırla! unutmak istilasıdır kalbimizin
yan yana yürekler kümeleniyor aşka
Burak KÖSE
Mayıs 1988’de Erzurum’da doğdu. İlk ve orta
öğrenimini Erzurum’da tamamladı. 2006 yılında
Erzurum Anadolu Güzel Sanatlar Lisesinden
mezun oldu. 2013 yılında Ağrı İbrahim Çeçen
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim Öğretmenliği
Bölümünden mezun oldu. 2008 yılında Balıkesir
Üniversitesinin düzenlediği şiir yarışmasında
başarı ödülü aldı. Gerçek Hayat, Ada, Mavi Yeşil,
Kara Kalem, Eliz, Süveyda gibi dergilerde deneme
ve şiirleri yayımlandı. Halen Ağrı İbrahim Çeçen
Üniversitesi Basın ve Halkla İlişkiler Bürosunda
çalışmaktadır. Kuşlar Kaderle Uçar, yayımlanmış
ilk kitabıdır.
Kendi şiirim üzerine konuşmak çok zor benim
için… Kitapları, kitaplığımı süsleyen şairlerin
şiirleri için bile ahkâm kesebilen ben için, bu bir
hayal kırıklığı olarak düşünülmekle birlikte, şiirin
varlığıyla karşı karşıya olan insanın, -aslında
her insanın, mutlak bir cevap veremeyeceği ve
bundan da şikâyet edemeyeceği bir durum. Özeti
şudur ki, şiir; üzerine yüzyıllardır konuşulan,
yazılan ve düşünülen bir meta. O, olması gereken
şekilde, olması gereken yerde kendini onarırken,
yüzyıllardır akan bu ırmağın doldurduğu deltada,
ben; söyleyeceklerimle birlikte bir kum tanesiyim.
Farkındalık güzeldir, yerini bilmek daha güzel…
Allah, bizi, İstila edilmiş kalplerden korusun…
“İBRAHİM ÇEÇEN’İN ÜNİVERSİTEYE
YATIRIMLARI HAKKINDA AĞRI HALKININ VE
AİÇÜ ÖĞRENCİLERİNİN TUTUM, KANAAT VE
BEKLENTİLERİNİN TESPİT EDİLMESİ SAHA
ARAŞTIRMASI” TAMAMLANDI
Ağrı İbrahim Çeçen
Üniversitesi Sosyoloji
Bölümü, Üniversite’nin
Ağrı’ya olan katkılarını
şehir halkının ve üniversite
öğrencilerinin bakış açısıyla
değerlendirmek amacıyla saha
araştırması gerçekleştirdi.
Sosyoloji bölüm başkanı Yrd.
Doç. Dr. Coşkun TAŞTAN
tarafından yürütülen ve AİÇÜ
öğrencilerinin anketör olarak
istihdam edildiği araştırma,
sosyoloji biliminin imkânlarını
kullanarak tamamen nesnel
bir biçimde, belirli yöntem
ve teknikler çerçevesinde
gerçekleştirildi. (Niceliksel ve
niteliksel yöntemlerin birlikte
kullanıldığı Araştırmada güven
düzeyi % 92 olarak hesaplandı
(hata marjı: % 5; örneklem
hacmi 306). Ağrı halkının
ve AİÇÜ öğrencilerinin
üniversite hakkındaki bilgi,
görüş ve kanaatlerini ortaya
koymak amacıyla hazırlanan
çalışma, Erzurum yolu
üzerindeki kampus alanının
fiziksel yapısının öğrenciler
ve halk tarafından nasıl
değerlendirildiğini ortaya
koydu. Bununla beraber
araştırma üniversitenin
şehrin sosyal, kültürel ve
ekonomik dokusuyla ne
ölçüde kaynaşabildiğini ortaya
koydu. Halkın ve öğrencilerin
gelecekte şehre yapılabilecek
yatırımlar konusunda fikir ve
beklentilerinin de araştırıldığı
çalışma, yatırımcılara
ve Ağrı’ya hizmet etmek
isteyenlere belirli ölçüde
fikir verebilecek öneriler de
sunmaktadır.
48
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
Raporunun IC Holding
yönetim kurulu başkanı
İbrahim Çeçen’e sunulduğu
araştırmanın bazı önemli
bulguları şöyledir:
Halk anketinin ortaya çıkardığı
bulgular
•Ağrı halkının ekonomik
bakımdan kendilerini nasıl
gördüklerini ortaya koymayı
amaçlayan “Aylık geliriniz
bakımından kendinizi nasıl
görüyorsunuz?” sorusuna
halkın % 59’u “orta”, % 1’i “çok
iyi” ve % 4’ü” çok kötü” cevabı
vermiştir. (Bu soruda amaçlanan,
halkın nesnel olarak gelirleri
bakımından sınıflandırılması değil,
sübjektif biçimde halkın kendi
kendini hangi sınıfa koyduğunu
tespit etmektir.)
•Halkın % 93’ü, yatırım
yapmaya imkânları olsa
Ağrı’ya yatırım yapmayı tercih
edeceklerini ifade etmiştir.
•Ağrı il merkezinde yaşayan
halkın % 39’unun kampus
alanını (uzaktan veya
yakından) hiç görmemiş
olduğu ortaya çıkmıştır. Geri
kalanların bir kısmı (% 34)
kampus alanını yakından
görmüş; diğer bir kısmı ise (%
27) uzaktan gördüğünü ifade
etmiştir.
•Kampüsü görenlere, fiziksel
görünüm bakımından
(binaların estetiği ve
çevre düzenlemesi için)
10 üzerinden kaç puan
verebilecekleri sorulmuş,
tüm cevaplayıcıların verdiği
puanların ortalaması 8,32
olarak hesaplanmıştır.
•Halkın, bugüne kadar
İbrahim Çeçen’in üniversite
için ne kadar yatırım yaptığı
konusunda tahminleri
istenmiştir. Halkın % 45’i
“fikrim yok” cevabı vermiştir.
% 23’lük bir kesim “10 milyon
TL ve yukarısı”; % 14’ü ise “1
milyon TL ve aşağısı” şeklinde
tahminde bulunmuştur.
•“Sizce İbrahim Çeçen’in
Ağrı’ya üniversite kurarken
öncelikli amacı ne olabilir?”
sorusuna halkın % 26’sı
“eğitimin ilerlemesine katkıda
bulunmak”; % 22’si “Ağrı’ya
hizmet etmek ve vefa borcunu
ödemek”; % 21’i ise “sosyoekonomik kalkınma sağlamak”
cevaplarını vermişlerdir.
•“Sizce Ağrı’daki üniversitenin
Ağrı’ya en büyük yararı
nedir?” şeklindeki açık
uçlu soruya halkın % 42,8’i
“ekonomiyi geliştirmektedir”;
% 18,6’sı “eğitim seviyesini
geliştirmektedir”; % 13,1’i
“sosyo-kültürel gelişimi
sağlamaktadır” cevabı
vermiştir. Geri kalanlar farklı
cevaplar arasında dağılım
göstermektedir.
•“İbrahim Çeçen’in Ağrı’daki
üniversiteye yaptığı yatırımlar
ile ilgili olarak yanlış olduğunu
düşündüğünüz şeyler
nelerdir?” sorusuna halkın
% 67,3’ü “herhangi bir yanlış
göremiyorum” cevabı vermiştir.
% 19,8 “fikrim yok” cevabı
verirken, geri kalanlar “beşeri
kaynaklar ihmal edilmiştir” (%
3) ve “tıp fakültesinin olmaması
büyük eksikliktir” (% 3) gibi
cevaplar vermişlerdir.
49
Öğrenci anketinin ortaya
çıkardığı bulgular
•Öğrencilerin % 61’i ekonomik
durumlarını “orta” olarak
tanımlarken, % 1,9’u “çok
kötü”; % 3,8’i “çok iyi”; %
27,6’sı “iyi”; % 5,7’si “kötü”
olarak nitelendirmiştir.
•Öğrencilerin % 90,5’i
İÇ Vakfı’nı bilmektedir.
Öğrenciler arasında İÇ
Vakfı’nı tanıyanlar onu en çok
burs faaliyetleri dolayısıyla
tanıdıklarını ifade etmiştir.
•“Ağrı’da kurulan üniversite,
Ağrı’ya yapılabilecek en
iyi yatırımdır” cümlesine
öğrencilerin % 59’u “kesinlikle
katılıyorum” cevabı vermiş;
% 24,8’i “katılıyorum”; %
2,9’u “emin değilim”; % 5,7’si
“katılmıyorum”; % 7,6’sı
“kesinlikle katılmıyorum”
cevabı vermiştir.
•“Ağrı’daki üniversitenin
Ağrı iline en büyük yararı
nedir?” sorusuna, halk gibi
öğrencilerin de çoğu ekonomik
kalkınma ile ilgili cevaplar
vermiştir (% 67 oranında
öğrenciler, üniversitenin
eğitim ve bilim dışındaki
işlevlerine işaret ederek bu
soruyu cevaplamışlardır).
Ağrı’ya hiçbir yararı yok
diyenlerin oranı % 0,6 (binde
6) olarak tespit edilmiştir.
•Öğrencilerin % 22,9’u “en
kullanışsız bina” olarak MYO
binasını göstermiştir.
•Öğrencilerin önemli
çoğunluğu, şehirde ve
kampus alanında sosyal
mekânların yetersizliğinden
şikayet etmektedir. Eğitim
fakültesi haricindeki binaların
içerisindeki kantin alanlarının
çok küçük olduğunu; kampus
içerisinde açık alanlarda
sosyal mekânların ve
dinlenme, grup halinde ders
çalışma alanlarının yetersiz
olduğunu belirtmişlerdir.
Ayrıca kampus ile şehir
alanında ulaşımın hâlâ
bir sorun olduğu; kampus
içerisinde yaya yollarının
kullanışsız olduğu yönünde
görüş bildirenlerin oranı da
fazladır.
•Öğrencilerin, kampus
alanındaki yapılanmaya
(bina işlevi, yapı estetiği
vb. bakımdan) 10 üzerinden
verdikleri puanların
ortalaması 6,47 olarak
hesaplanmıştır. Çevre
düzenlemesine verilen
puanların ortalaması ise yine
10 üzerinden 5,77’dir.
•Öğrencilerin % 65,7’si
“İbrahim Çeçen’in üniversiteye
yaptığı yatırımlarla ilgili
olarak yanlış olduğunu
düşündüğünüz şey nedir?”
sorusuna “hiçbir yanlış
göremiyorum” cevabı
vermiştir. “Fikrim yok”
diyenlerin oranı % 13,3’tür.
Geri kalanlar, “öğrenci
kapasitesi hesap edilmeden
yapılanmaya gidilmiştir” (%
3,8) gibi cevaplar etrafında
kümelenmektedir.
•Öğrenciler gelecek yıllarda
Ağrı’ya yapılacak yatırımlar
planlanırken, en çok Ağrı’da
sosyal mekânlara (eğlence,
dinlenme, barınma, yemek
yeme vb) alanlara yatırım
yapılmasını beklemektedir.
AİÇÜ SPOR BAŞARILARI
ÜNİVERSİTEMİZ POTADA DESTAN YAZDI
Üniversitemiz Erkek Basketbol
Takımı, Gümüşhane’de
düzenlenen 2. Lig Basketbol
Grup Müsabakalarını
namağlup tamamlayarak,
şampiyon oldu.
Türkiye Üniversite Sporları
Federasyonu tarafından
Gümüşhane’de düzenlenen
50
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
2. Lig Erkek
Basketbol
Müsabakaları
Grup
Şampiyonasında
Üniversitemizle
birlikte, Van
Yüzüncü Yıl
Üniversitesi,
Siirt Üniversitesi,
Bayburt
Üniversitesi,
Bingöl
Üniversitesi,
Gümüşhane
Üniversitesi,
Erzincan
Üniversitesi, Kars Kafkas
Üniversitesi ve Kilis 7 Aralık
Üniversitesi erkek basketbol
takımları katıldı. Oldukça
çekişmeli ve yoğun tempoda
geçen müsabakalarda Erkek
basketbol Takımımız, tüm
maçlarda oyunları baştan
sona önde tamamlayarak
rakiplerine şans tanımadı.
Final maçında Van Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Erkek Basketbol
Takımı ile karşılaşan
Takımımız, tüm periyotları
önde götürdüğü müsabakayı,
8 sayı farkla 59-51 kazandı.
Turnuvayı namağlup bitirerek
kupanın sahibi olan basketbol
takımını kutlayan Ağrı
İbrahim Çeçen Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. İrfan ASLAN,
“Her alanda başarı çıtasını
yükselten üniversitemiz,
sporda da üst sıralardaki
yerini sağlamlaştırmaktadır.
Üniversitemizin gelişim
ruhuna yakışır bir oyun
sergileyen öğrencilerimizi
ve antrenör hocalarımızı
kutluyorum. Elde edilen
başarı, gelecek yıllardaki
şampiyonluklara da zemin
hazırlayacaktır” dedi.
51
Üniversitemizin Erkek Basketbol Takımı
evinde ağırladığı Dicle Üniversitesi Erkek
Basketbol Takımı karşısında bir ara 17
sayı geriye düştüğü maçı, son saniyelerde
bulduğu basketle 81 - 80 kazanmayı
başardı. Müthiş bir geri dönüşe imza
atan takımımız, bu galibiyetle Türkiye
Üniversiteler Ligi Finallerinde mücadele
etmeye hak kazandı.
Çok Amaçlı Spor Salonunda oynanan
ve akademik ve idari personelimiz ile
öğrencilerimizin tribünleri doldurduğu
maç, oldukça heyecanlı anlara sahne
oldu. Maça oldukça hızlı başlayan
Dicle Üniversitesi karşısında oyunu
bırakmayan Erkek Basketbol Takımımız,
maçın ikinci yarısında bir ara farkın 17
sayıya kadar çıkmasına rağmen müthiş
bir performans sergileyerek maçtan galip
ayrılmasını bildi. Bitime sadece saniyeler
kala bulduğu basketle öne geçen ve
karşılaşmayı 81-80 kazanan Takımımız,
Gençlik ve Spor Bakanlığının düzenlediği
Üniversiteler Basketbol Ligini başarıyla
tamamlayarak Türkiye Üniversiteler
Ligi Finallerinde mücadele etmeye hak
kazandı.
Öğrencilerimizden Isparta’da Büyük Başarı
Üniversitemiz Beden Eğitimi ve Spor
Yüksekokulu 3. Sınıf Öğrencisi Sevilay
EYTEMİŞ, Türkiye Üniversite Sporları
Federasyonu tarafından Isparta’da
düzenlenen Türkiye Üniversiteler Kros
Şampiyonasında 1. oldu.
Her yıl Türkiye Üniversite Sporları
Federasyonu tarafından düzenlenen
Türkiye Üniversiteler Kros Şampiyonasına
bu sene Süleyman Demirel Üniversitesi
ev sahipliği yaptı. Erkek ve bayan
kategorilerinde birbirinden zorlu
yarışların yapıldığı şampiyonada
Türkiye’nin dört bir tarafından 36
üniversite yer aldı. Üniversitemiz
şampiyonaya Yrd.Doç.Dr. Metin
BAYRAM liderliğinde 6 sporcu ile katıldı.
Bireysel ve takım halinde gerçekleşen
yarışlarda üniversitemiz erkek takımı
4. olurken, bireysel yarışlarda Beden
Eğitimi ve Spor Yüksekokulu öğrencisi
Sebahattin YILIDIRIMCI 4. oldu. Bayanlar
kategorisinde ise yine Beden Eğitimi
ve Spor Yüksekokulu 3. Sınıf Öğrencisi
Sevilay EYTEMİŞ 6 bin metre kros
yarışında 1. olarak önemli bir başarı elde
etti.
EV SAHİPLİĞİNİ YAPTIĞIMIZ BADMİNTON TURNUVASI SONA ERDİ
Üniversite Sporları
Federasyonu’nun
organizasyonuyla
Üniversitemiz Çok Amaçlı
Spor Salonunda 7 üniversite
takımının katılımıyla
gerçekleştirilen Badminton
2. Lig Müsabakaları sona
erdi.
Üniversitemiz, Atatürk,
Erzincan, Yüzüncü Yıl,
İnönü, Recep Tayyip Erdoğan
ve Dicle Üniversitelerinin
badminton takımlarının
katıldığı müsabakalar,
Erzincan Üniversitesi ile Van
100. Yıl Üniversitesi arasında
oynan final müsabakası ile
sona erdi. Bugün oynanan
final müsabakasında
Erzincan Üniversitesi, Van
100. Yıl üniversitesini
3-2 yenerek, turnuvanın
şampiyonu oldu ve gelecek
yıl birinci ligde mücadele
etmeye hak kazandı.
Turnuvada üçüncülüğü
ise Recep Tayyip Erdoğan
Üniversitesini 3-2 mağlup
eden Dicle Üniversitesi
kazandı. Öte yandan
ferdi bireylerde yapılan
final müsabakalarında
erkeklerde Van 100. Yıl
Üniversitesi adına Ergin
ÇETİNER, bayanlarda ise
Erzincan Üniversitesi adına
Busenur KORKMAZ birinci
olarak gelecek yıl ferdi
bireylerde üniversitelerini
birinci ligde temsil etme
hakkı kazandı. Müsabakalar
sonunda yapılan ödül
törenine Rektör Yardımcımız
Prof. Dr. Mehmet BİBER,
Genel Sekreterimiz Ali Fuat
AÇIKGÖZ, akademisyenler
ve öğrenciler katıldı.
Takımlarda ve bireyselde
dereceye giren sporcular
kupa ve madalyalarını
Rektör Yardımcımız Prof.
Dr. Mehmet BİBER ve Genel
Sekreterimiz Ali Fuat
AÇIKGÖZ’ün elinden aldılar.
ÖĞRENCİLERİMİZ ILGAZ’DA FIRTINA GİBİ ESTİ
Üniversitemiz öğrencilerinden Yonca Karademir, Ilgaz
Dağı’nda Türkiye Üniversite Sporları Federasyonu
tarafından düzenlenen 6. Türkiye ve Üniversitelerarası
Kayaklı Koşu ve Sprint Yarışlarında, Türkiye birincisi
oldu. Yarışlarda, Üniversitemiz Bayan takımı genel
toplamda Türkiye ikincisi, Erkek takımımız ise Bayrak
Koşusunda Türkiye üçüncüsü oldu.
Türkiye Üniversite Sporları Federasyonu tarafından 20122013 programı kapsamında Türkiye Üniversiteler Kayaklı
Koşu Şampiyonası ve Uluslararası Kayaklı Koşu Kupası,
Ilgaz Kadın Çayırı Yıldıztepe Kayak Merkezi’nde yapıldı.
Kadın ve erkeklerde 10 ülkenin temsilcileri, Türkiye’den
Ağrı İbrahim Çeçen, Hacettepe, Atatürk, Abant İzzet
Baysal, Anadolu, Artvin Çoruh, Bayburt, Cumhuriyet, Gazi,
İstanbul, Kafkas, Kastamonu, Marmara, Niğde, Ortadoğu
Teknik, Süleyman Demirel, Uludağ, Yüzüncü Yıl ve
İstanbul Bilgi üniversiteleri katıldı. 27 Şubat’ta sona eren
yarışmalarda yaklaşık 200 sporcu, mesafe (serbest), sprint
(serbest) ve bayrak kategorilerinde kıyasıya mücadele etti.
Yarışlarda Üniversitemiz adına yarışan Beden Eğitimi ve
Spor Yüksekokulu 2. sınıf öğrencisi Yonca Karademir,
Bayanlar 5 km Klasik Kayaklı Koşu ve 1500 Sprint
Yarışlarında Türkiye birincisi oldu.
Üç gün süren yarışlarda Üniversitemiz Bayan takımı genel
toplamda Türkiye ikincisi, Erkek takımımız ise Bayrak
Koşusunda Türkiye üçüncüsü oldu.
52
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
53
“Ağrı IC Cup” İbrahim Çeçen Tenis Turnuvası
Tenis Federasyonu ve Ağrı
Tenis Kulübü’nün düzenlediği
25 bin dolar ödüllü
Uluslararası Büyük Kadınlar
IC Cup Turnuvası’nda tek
kadınlarda Belaruslu Ilona
Kremen şampiyon oldu.
Şampiyonluk kupasını ve ödül
çekini Ağrı Valisi Mehmet
Tekinarslan’ın elinden alan
Kremen, çok mutlu olduğunu
ifade ederek, Ağrı’nın
kendisine şans getirdiğini
söyledi.
Kremen, “Burada bize
desteklerini esirgemeyen
Ağrı halkına çok teşekkür
ediyorum. Ağrı insanını çok
sevdim, burada olmaktan
çok mutluyum. Gelecek yıl
Ağrı’da tekrar bir turnuva
düzenlenirse buraya
gelmekten büyük memnuniyet
duyarım. Ağrı’dan güzel
anılarla ayrılmanın
mutluluğunu yaşıyorum” diye
konuştu.
Turnuva kapsamında 18
ülkeden yaklaşık 100
sporcunun Ağrı’ya geldiğini
ifade eden Vali Mehmet
Tekinarslan, “Tenis, gerçekten
insana huzur veren ve
dinlendiren bir spor. Herhangi
bir hırçınlığın, kavganın
olmadığı, ihtiyacımız olan
spor dallarından biri. Bunun
için Ağrılılar olarak tenise
daha çok sahip çıkmamız
lazım. Bu turnuvaya değerli
hemşerimiz İbrahim Çeçen
Bey’in ismini vermek istedik.
Çünkü güzel işler yapan
insanların isimleri yaşasın
istiyoruz” dedi.
Ağrı’nın son 3 yıldır
düzenlenen tenis
organizasyonlarıyla teniste
marka şehir olma yolunda
emin adımlar attığını belirten
Ağrı Tenis Kulübü Başkanı
Kasım Kaya da Ağrı’nın Doğu
ve Güney Doğu Anadolu
bölgelerinde tenis alanında
kendini ispatlamış, gerek
oyuncu kapasitesi gerekse
alt yapısıyla tenis camiasının
saygısını kazanmış bir şehir
olduğunu ifade etti. Bundan
sonraki hedeflerinin gelecek
yıllarda Ağrı’da daha büyük
organizasyonlara imza
atmak olduğunu belirten
Kaya, tenis sporunu başta
Ağrı olmak üzere tüm
Türkiye’de yaygınlaştırmak
için gerekli her türlü çabayı
gösterdiklerini dile getirdi.
ÖĞRENCİLERİN MEZUNİYET COŞKUSU
Üniversitenin düzenlediği
1. Bilim, Kültür, Sanat ve
Spor Şenlikleri muhteşem bir
finalle son buldu. Çok Amaçlı
Spor Salonunda düzenlenen
törende, 1468 öğrencimiz
mezuniyet heyecanı yaşadı.
Öğrenciler, mezuniyet
coşkularını keplerini havaya
atarak kutladı.
54
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
Bu yıl ilki düzenlenen
Bilim, Kültür, Sanat ve Spor
Şenlikleri, 5 gün boyunca
çeşitli etkinliklere sahne
oldu. Şenliklerin son
gününde düzenlenen törende
fakülte ve yüksekokullarını
dereceyle bitiren ve yıl
içinde Üniversite Sporları
Federasyonun düzenlediği
çeşitli branşlardaki yarışlarda
üniversitemizi temsil eden ve
derece alan öğrencilerimizle
birlikte şenlikler boyunca
emeği geçen akademisyenler,
Üniversitemiz ve IC Vakfı
tarafından ödüllendirildi.
Çok Amaçlı Spor Salonunda
düzenlenen program,
55
Üniversitemizin Halk
Oyunları Ekibinin
gösterisiyle başladı.
Rektör Yardımcımız Prof.
Dr. Mehmet BİBER, Eğitim
Fakültesi Dekanımız Prof.
Dr. Kazım KÖKTEKİN,
IC Vakfı Müdürü Dr.
Meral DİNÇER, İdari ve
Akademik Personelle
birlikte öğrencilerimizin
ve ailelerinin katıldığı
tören oldukça renkli
görüntülere sahne oldu.
Üniversitemizden
Fakülteler bazında
Ümmügülsüm
YEŞİLBAŞ en yüksek
not ortalamasıyla
mezun olurken, Zerrin
EDEMEN ikinci, Mehmet
DEMİRHAN ise üçüncü
olarak mezun oldu.
Yüksekokullar bazında
Nur ÇELİK birinci olarak
mezun olurken, Cihat
AKTÜRK ikinci, Semra
BORA üçüncü olarak
okulundan mezun oldu.
Meslek Yüksekokulları
bazında Mücella ENGİN en
yüksek not ortalamasına
sahip öğrenci olarak
mezun olurken, Yasin
GÜR ikinci, Mukaddes
TAŞDEMİR üçüncü en
iyi not ortalamasıyla
mezun oldu. Öğrencilere
Üniversitemiz ve IC Vakfı
tarafından çeşitli ödüller
verilirken, öğrenciler
ödüllerini Rektör
Yardımcımız Prof. Dr.
Mehmet BİBER, Eğitim
Fakültesi Dekanımız Prof.
Dr. Kazım KÖKTEKİN,
IC Vakfı Müdürü Dr.
Meral DİNÇER ve
Eğitim Fakültesi Dekan
Yardımcımız Yrd. Doç.
Dr. İsmail BAŞTEPE’nin
elinden aldılar.
Ödül törenlerinin
ardından bu yıl
mezuniyet heyecanı
yaşayan tüm
öğrencilerimiz büyük bir
coşkuyla keplerini havaya
atarak mezuniyetlerinin
haklı gururu yaşarken,
salonun tribünlerini
dolduran ailelerin ve
öğrenci arkadaşlarının
yoğun alkışlarını aldılar.
Gece, müzik ve eğlence
ile sona erdi.
1. Bilim, Kültür,
Sanat ve Spor
Şenlikleri
Ağrı İbrahim Çeçen
Üniversitesi’nde bu yıl ilki
gerçekleştirilen Bilim, Kültür,
Sanat ve Spor Şenliklerde
klasik batı müzik dinletisinin
yanı sıra, futsal ve masa tenisi
müsabakalarında birinciler
ödüllerini aldı.
Nezehat Çeçen Konferans
Salonunda düzenlenen
gecede Atatürk Üniversitesi
Kazım Karabekir Eğitim
Fakültesi Güzel Sanatlar
Bölümü akademisyenleri ile
öğrenciler, klasik batı müziği
konseri verdi. Akademisyen,
idari personel ve öğrencilerin
yoğun ilgi gösterdiği gecede,
Müzik Bölümü sanatçıları ve
öğrenciler birbirinden güzel
eserleri seslendirdi. Gece, Öğr.
56
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
Gör. Rafayel MEMEDALİYEV’e
plaket takdimi ile sona erdi.
Şenlikler kapsamında Sağlık
Yüksekokulundaki spor
salonunda yapılan masa
tenisi turnuvasına 32 sporcu
katıldı. Oldukça çekişmeli
geçen turnuvada dereceye
giren öğrencilere madalyaları
verildi.
Öte yandan Çok Amaçlı Spor
Salonunda yapılan Fakülte
ve Yüksekokullar Arası Bilgi
Yarışmasına 15 öğrenci katıldı.
Her Fakülte ve Yüksekokulu
3’er öğrencinin temsil ettiği
bilgi yarışmasına Fen Edebiyat
Fakültesi, Eğitim Fakültesi,
İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi, İslami İlimler
Fakültesi, Sağlık Hizmetleri
Meslek Yüksekokulu ve
Sağlık Yüksekokulu katıldı.
Oldukça heyecanlı geçen
ve renkli görüntülere sahne
olan yarışmalarda İslami
İlimler Fakültesi en fazla
puanı toplayarak, yarışmanın
birincisi oldu.
Ayrıca şenlikler boyunca ayrı
ayrı etkinliklerde Ağrı’daki
anaokulu öğrencilerine
bilimsel deneylerle gösteriler
sunan ‘Mucit Amca’ olarak
bilinen Melih YALÇINLİ’ne,
Akademik ve İdari Personel
için gerçekleştirdiği son
gösterisinin ardından, Rektör
Yardımcımız Prof. Dr. Mehmet
BİBER tarafından teşekkür
plaketi verildi.
57
BİLİM, KÜLTÜR, SANAT VE SPOR ŞENLİKLERİ KAPSAMINDA
YAPILAN SPOR MÜSABAKALARINDA KUPALAR SAHİPLERİNİ BULDU
AİÇÜ 1. Bilim, Kültür, Sanat
ve Spor Şenlikleri kapsamında
yapılan spor müsabakalarında
şampiyonlar belli oldu.
Şenlikler kapsamında Çok
Amaçlı Spor Salonunda
yapılan fakülteler arası
voleybol final müsabakasında
Eğitim Fakültesi ile Beden
Eğitimi Spor Yüksekokulu
(BESYO) karşılaştı. Çekişmeli
geçen maçın ilk setini BESYO
alırken, ikinci setini Eğitim
Fakültesi öğrencileri kazandı.
Üçüncü sette Eğitim Fakültesi
öne geçerken, dördüncü sette
BESYO seti alarak, durumu 2-2
yaptı. Son sette, 3-2 öne geçen
Eğitim Fakültesi, voleybol
müsabakasında şampiyon
olurken, BESYO ikinci, Meslek
Yüksekokulu ise üçüncü oldu.
Basketbol final
müsabakalarında Beden
Eğitimi Spor Yüksekokulu
(BESYO) ile İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi, birincilik
için mücadele etti. Maçın ilk
setini 17-2 önde kapayan
BESYO takımı, ikinci seti 28
- 15, üçüncü seti 45 - 22 ve
son seti 60 – 29 kazandı. Maç
boyunca üstünlüğünü koruyan
BESYO takımı, şampiyon
olurken, ikinci İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi, üçüncü ise
Meslek Yüksek Okulu oldu.
Maç sonrası şampiyon olan
takımlar kupalarını Rektör
Yardımcıları Prof. Dr. Fahri
BAYIROĞLU ve Prof. Dr.
Mehmet BİBER’den aldılar.
Merkezi yerleşkedeki
Rektörlük binası önünde
Rektör Prof. Dr. İrfan
ASLAN’ın başlattığı atletizm
müsabakasına 50’si kız toplam
130 öğrenci katıldı. BESYO’lu
öğrencilerin yer aldığı
yarışlarda, sporcular kıyasıya
mücadele etti. Atletizm
yarışlarında 1500 metre
kızlarda Aybuke Argın birinci,
Ebru Kızılkurt ikinci, Derya
Yılmaz ise üçüncü oldu.
Üç bin metre erkeklerde Saim
Yılmaz birinci olurken, Şaban
Nurioğlu ikinci, Feyyaz Keler
ise üçüncü oldu. Çekişmeli
geçen yarışlar sonrası Çok
Amaçlı Spor Salonunda
gerçekleştirilen törende
ilk üçe giren sporculara
madalyaları takdim edildi.
NEZAHAT ÇEÇEN
TARAFINDAN
GÖNDERİLEN 500 ÇAM
FİDANI TOPRAKLA
BULUŞTURULDU
İbrahim Çeçen Beyin eşi
Nezahat ÇEÇEN’in katkıları
ile 500 çam fidanı toprakla
buluşturuldu.
Yaklaşık 60 bin ağacın
renklendirdiği Ağrı İbrahim
Çeçen Üniversitesi kampüsü
gün geçtikçe daha geniş
bir yeşil doku kazanıyor.
Kampüsünde onlarca türdeki
ağacı barındıran Üniversite, IC
Vakfı tarafından sağlanan 500
çam fidanıyla yeşil dokusunu
daha da zenginleşti. Dört yıl
gibi kısa bir zamanda 60 bine
yakın ağacın dikildiği kampüs,
adeta Ağrı’nın akciğerleri
konumunda.
Nezahat ÇEÇEN, merkezi
yerleşkenin yeşil dokusunu
daha da zenginleştirmek için
sağladıkları katkıdan mutluluk
duyduklarını belirtirken, Ağrı
İbrahim Çeçen Üniversitesi
öğrencilerini yeşille iç içe
modern bir kampüste hayal
ettiklerini belirtti.
TÜRKÇE EĞİTİMİ BÖLÜM BİRİNCİSİ
MEHMET DEMİRHAN’IN KONUŞMASI
“İnsana hiçbir şey öğretemezsin;
öğrenmeyi ancak kendi içinde bulacağını öğretebilirsin.”
“GALİLEO”.
58
Bireyin aldığı eğitim, bilgi
birikimi, disiplini, yaşadığı
çevre ve bu çevrenin sosyoekonomik durumu, yazılı
ve görsel basının etkisi, aile
ve toplum ilişkileri kişiliğin
gelişmesinde belirleyici birer
etmendir.
öncülük ederek daha iyi
bir eğitim kadromuzun
oluşmasında yardımcı
olacaklardır; çünkü yöremizin
eğitim anlamındaki en büyük
sorunu birikimli ve deneyimli
hocalarımızdan yıllardır
mahrum kalmasıdır.
Bir toplumun dinamikleri
olan gençlik için bu bağlamda
üniversite eğitimi, çok
mühimdir. Özellikle de eğitimöğretimin bütün boyutlarıyla
epey geç ulaştığı bölgemiz
için olmazsa olmaz şart,
medeniyet penceresinden
dünyayı temaşa etmek,
tarihten getirdiğimiz sağlam
temelli kültürel birikimle
medeniyetin gelişimine
katkıda bulunmaktır.
İnanıyorum ki üniversitemiz
bünyesinde yetişen
öğrencilerimiz bilgi ve
beceri mahiyetinde gayret
gösterdikçe, başta sayın
rektörümüz olmak üzere
hocalarımız bu çalışmalara
İnşallah güçlü yeni nesiller
yetiştireceğiz ve bu nesli
yetiştirmek zorundayız; çünkü
gençlik manevi ve kültürel
değerlere epey uzak bir hayat
tarzı benimsemeye devam
ederse yaşadığımız toplum
için herhangi bir gelecekten
bahsetmemiz mümkün
olamaz.
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
Öğretmen, izafi olmayan
ve sınır teşkil etmeyen bir
kâinata hükmeden insandır ve
tesirinin nerede biteceği asla
bilinmez. Diğer mesleklerden
ayrı olarak öğretmen ruh
ustasıdır, verdiği eğitim ve
bilgilerle geleceğin güvenli
ve sağlam ellere teslim
edilmesini sağlar. Bir neslin
mirasını, bir evvelki nesil
tayin eder. Bu bakımdan,
istikbalimizi birer öğretmen
olarak bizler inşa edeceğiz.
Geleceğimizin tuğlaları
çocuklarımız, harcı ise onlara
aktardığımız kültürümüz,
ahlakî davranışlarımız, bilgi
ve görgülerimizdir Eğer
geleceğimizin, kuvvetli ve
kudretli olmasını istiyorsak,
bu harcımıza dikkat etmeliyiz.
Başta İbrahim Çeçen
Üniversitesi’nin bütün
öğrencileri, özelde de
eğitim fakültesindeki
öğrenci arkadaşlarım adına
bizlere bu kampusu kurup
Ağrı’ya bilimsel ve kültürel
anlamda katkı sağlayan
kıymetli iş adamımız Sayın
İbrahim ÇEÇEN’e, bizleri
çabalarıyla aydınlatan
saygıdeğer hocalarımıza ve
üniversitemizin bünyesinde
bizlere emekleri geçen
herkese şükranlarımı ve
saygılarımı sunuyorum.
59
Afrika’ya Yola Çıkan İyilik Gemisi’ne
IC Vakfı’ndan Destek
Ekonomi Bakanı Zafer
Çağlayan, Batı Afrika
ülkelerinden Nijer, Moritanya
ve Senegal’e un ve şekerden
oluşan gıda yardımı götürecek
‘İyilik Gemisi’ni, düzenlenen
törenle Mersin Limanı’ndan
Afrika’ya uğurladı.
60
ediyoruz ki, bu sevkiyatla
ihtiyacı olan insanlara, en
kısa süre içinde dağıtılacak ve
amacına ulaşacaktır” dedi.
Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’ın başkanlığında
Ocak ayında düzenlenen
Afrika seyahati sırasında
gündeme gelen ‘İyilik Gemisi’,
Ekonomi Bakanı Zafer
Çağlayan’ın katılımıyla yola
çıktı. Başbakanlık TİKA ve
Türk Kızılayı’nın desteği, Orta
Anadolu İhracatçılar Birliği
bünyesindeki Un ve Unlu
Mamuller Tanıtım Grubu’nun
organizasyonu ile başlatılan
kampanya kapsamında
firmalar un ve şeker, 13 firma
da nakdi yardımda bulundu.
Bu firmalar arasında IC Vakfı
da yer aldı.
Afrika’ya özel bir önem
gösterildiğini ve dünyanın
her neresinde olursa olsun
yardıma muhtaç olan bütün
ülkelere ve insanlara aynı
duyarlılık içinde her geçen
gün yardımını artırdığına
dikkat çeken Çağlayan,
“Ülkemizde günde 101 milyon
ekmek üretiliyor ve bunun 95
milyonu tüketiliyor. Her gün
6 milyon ekmek çöpe gidiyor.
6 milyon ekmek demek yılda
2 milyar ekmek demektir. 2
milyar ekmek de yaklaşık 1
milyar dolara yakın bir meblağ
demektir. 1 milyar doların
çöpe gitmek yerine ihtiyacı
olan bu ülkelere, insanlık
alemine gitmesinin ne anlama
geldiğini sizlerin takdirine
bırakıyorum.”
Mersin Limanı’nda
Mersin Valisi Hasan Basri
Güzeloğlu’nun da katıldığı
törende konuşan Ekonomi
Bakanı Çağlayan, “Bu gemi
20 milyon liradan fazla
şeker ve undan oluşan gıda
malzemesini şimdi ihtiyacı
olan kardeşlerimize götürecek.
Bu gemide Moritanya ve
Senegal’e ayrı ayrı 2 bin ton
şeker gidiyor. Nijer’e 2 bin 750
ton şeker, 2 bin 950 ton da
un sevk ediyoruz. Öyle umut
2010’da yapılan bir
araştırmada dünyada
obeziteden ölen insanların
sayısının 3,4 milyon
olduğunun tespit edildiğine
işaret eden Çağlayan, “3,4
milyon insan obeziteden
hayatını kaybederken açlık
ve yoksulluğun olduğu
ülkelerde 1 milyon insan da
yeterli beslenememekten,
açlıktan hayatını kaybetmiş.
Böyle bir dünyada yaşıyoruz.
Böyle bir dünyada yapılan
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
bu yardımların, verilen bu
desteklerin ne kadar önemli
hale geldiğini bu istatistik
ortaya koyuyor.” ifadelerini
kullandı.
Türk Kızılayı Genel Başkan
Vekili Nihat Adıgüzel de
Kızılay’ın 5 yılda dünyanın 72
ülkesindeki insanlara hizmet
götürdüğünü belirterek,
“Bugün Nijer, Moritanya ve
Senegal’i de buna eklersek bu
sayı 75 ülkeye ulaşacak. Afrika
ülkeleri hayat mücadelesi
veriyor. O ülkelerle
aramızdaki kilometreleri
sevgiyle aşıyoruz.
Desteklerimiz devam edecek”
dedi.
Un ve Unlu Mamuller Tanıtım
Grubu Yönetim Kurulu
Başkanı Turgay Ünlü ise
Nijer, Moritanya ve Senegal’in
insanlık adına büyük bir
trajedinin yaşandığı ülkeler
olduğunu kaydederek,
yaptıkları bu yardımla bu
insanlara bir nebze olsun
katkıda bulunmak istediklerini
söyledi.
Konuşmaların ardından,
Bakan Çağlayan tarafından
kampanyaya destek veren
firma temsilcilerine ve IC
Vakfımız Müdürü Dr. Meral
Dinçer’e de katkılarından
dolayı plaket verildi. Törenden
daha sonra ‘İyilik Gemisi’ Batı
Afrika’ya doğru yola çıktı.
61
BURSİYERLERİMİZDEN
Açelya Ceylan ELMAS
Hacettepe Üni. Mühendislik Fak.
Jeoloji Müh. 4.sınıf
Bursiyerimiz
Beypazarı...
Hacettepe Üniversitesi
Jeoloji Mühendisliği 3.sınıf
öğrencisiyim. Bölüm dersimiz
olan Saha Jeolojisi dersi
kapsamında Beypazarı’na
çıkmış olduğum araziden
bahsetmek istiyorum. Doğa
ile iç içe olmanın bana vermiş
olduğu huzuru ve geçirdiğim
güzel dakikaları sizler ile bu
şekilde paylaşmanın heyecanı
içindeyim.
Beypazarı Ankara’dan 100 km
uzaklıktadır. Beypazarı’nın
bulunduğu lokalite 15 MY
sene önce karasal akuatik bir
bölge idi buna bağlı olarak
günümüze kadar uzanan
Trona yani soda yatakları
Beypazarı’nı ticari açıdan
önemli kılmakta. Bir doğal
güzellik olan İnözü Vadisi,
Türkiye’nin 184 Önemli
Doğal Kuş Alanı’ndan bir
tanesidir. Verilen rakamlara
göre 100’ün üzerinde kuş,
türü, 60’ın üzerinde kelebek
türü vadi üzerinde bir arada
yaşamaktadır. Bunların bir
çoğu nesli tükenmekte olan
türlerdendir. Kara Leylek,
Bıyıklı Doğan, Kara Çaylak,
Kuzgun, Gökardıç İnözü
Vadisi üzerinde görülebilecek
62
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
türlerden bazılarıdır.
Yakın tarihimizde ise İnözü
Vadisi Beypazarı halkının
yazlarını geçirdiği bağ
evlerinin bulunduğu bir bölge
olmuştur. Hatta bu bölgeye
has bir konak mimarisi bile
oluşmuştur. Evliya Çelebi’nin
seyahatnamesinde bahsettiği
tatlı kavunlar bu bölgede
yetişmektedir. Bunun yanında
4 km’lik İnözü Vadisi’nde
yöresel
yemekleri
yiyebileceğiniz
restaurant
bulunmaktadır.
Vadi geziniz
esnasında
göreceğiniz
yerler:
Boğazkesen
Kümbeti,
Yediler
Türbesi ve Sabagöz Vadisi’dir
Beypazarı merkezinde
çok ünlü olan Gümüşçüler
Çarşısı sizi karşılayacaktır.
Görülmesi gereken bir diğer
yer ise İmaret Meydanı’dır.
Beypazarı’nın sahip olduğu
değerleri korumak ve
yaşatmak adına düzenlenmiş
bir sokaktır. Beypazarı el
sanatlarını yaşatmaya çalışan
tüm zanaatkarlara burada
ufak dükkanlar verilmiştir.
Bu dükkanlar tarihi konaklar
arasında yer aldığından
dokuyu bozmaması amacıyla
ufak Beypazarı evi görüntüsü
verilmiştir. Kent Tarihi Müzesi
ve Halk Evi’nin de burada
olması İmaret Meydanı’nı
daha da önemli kılıyor.
Beypazarı’nın kuzeyinde bir
yamaçta bulunan Yaşayan
Müze gerçekten beni çok
etkilemişti. Çünkü müzecilik
anlayışını korumaktan
ziyade geleneği ve kültürü
amaçlıyor.Yaşayan Müze’nin
içerisinde göreceğiniz bazı
aktiviteler şunlardır: Ebru,
Hat Sanatı, Ihlamur Baskı,
Kurşun Dökümü, Türk
kültüründe kahve ve şerbet
kültürü, Türk Masalları
Anlatımı, Hacivat-Karagöz
Perde Oyunu, Çocuk oyunları,
oyuncakları ve aktiviteler.
Aleaddin Sokak küçük ama
şirin Beypazarı’nın en gözde
mekanı.Orada ev hanımlarının
kendi elleriyle yapmış
olduğu yaprak sarmasının
tadı hala damağımda. Satış
yapan Beypazarlı hanımların
aksanlı konuşmaları çok
hoşuma gitmişti:) Bu sokaktan
ayrılırken aklınızda bir cümle
kalıyor ‘’Ünlü Beypazarı
Baklavası... 80 Gatlı Yemesi
Pek Datlı’’
Şehirlerin en yüksek
noktalarına genelde Hıdırlık
deniliyor ve Hıdırlık Tepesi de
Beypazarı’nı tüm detaylarıyla
gözler önüne seriyor.
Beypazarı’na yolunuz düşerse
muhakkak bu tepeyi de
görmelisiniz yorgunluğunuzu,
yudumladığınız çayınızla
mimarisine hayran kalacağınız
bu küçük şehri izlerken
atacağınıza eminim... Umarım
sizlerde benimle aynı
duyguları paylaşırsınız ve
yolunuz bir gün Ankara’nın
küçücük ama şirin ilçesi
Beypazarı’na düşer.
63
Emin ÖZDEMİR
Hacettepe Üni. İ.İ.B. Fak.
Sosyal Hizmet Bölümü 3.sınıf
Bursiyerimiz
Ve Hüzün Karışır Akşama...
Bir badem ağacı kurur uzak
diyarlarda… Ve ben onun yasını
tutarım akşamın erkenden
sokak aralarına indiği vakitlerin
birinde. Güneş, yaşanmış bir
günü daha alıp yanına çekip
giderken bu şehirden, bana
pişmanlıkların ağır yükü
ve üstüne ismini yazdığım
bir buğulu cam kalır geriye.
Pencereden ötesi acımasız
sonbahar olur ve yetim
kalmış hayaller üşümeye
başlar köşe başlarında. Rafa
kaldırılmış sevdalar üşür, ben
üşürüm.
Cam kırıkları ve elmaslar…
Divane olmuş bir adam... İşte
ben oralarda bir yerde ömrümün
geri kalanını sonbahar
gecelerine dağıtıyorum. Yıldız
düşürmek umuduyla ellerimin
arasında sıkıştırdığım taşlar…
Devrik cümlelerin, kirli hislerin
ellerinden yediğim zehirli bal…
Bana kalan ise avuçlarımdan
düşen yalandan umutlar ve
zehrin amansız sancısı…
Baharlar müjdelemiştin ya,
doğruydu. Nisan yağmurları
mayıs çiçeklerini getirmişti.
Ama ben aldandım. Bir
bakmakta batmışım da kalbimi
hala yerinde sanıyorum.
Dedim ya o divane tüccar
benim diye. Elmas fiyatına
cam kırıkları alıyorum inadına.
Üşüyen sokak lambalarının
solgun ışığını, hatırını bile
sormaya çekindiğim güneşlere
değişen o serseriyim işte. O
Ağustos gecesi kayan yıldız
sendin, biliyordum. Benim
gözlerim hala kapı aralıklarında
olsa da, sen o gece gitmiştin.
Baharlar biriktirip susuz
kuyularda, uzak visallere hasret
duymakla tükendim yıllar
yılı. İşte bu yüzden gelmem
gerek artık. Bu sonbahar son
olmalı, bu son yanılgı olmalı
hayatımda. Sana gelmeliyim…
Akşam soğuk bir duvar olur,
yıkılır üstüme… Devrilen solgun
zamanların, kırık hayallerin
enkazı altında çaresiz kaldım.
Mevsim yalnızlık, mevsim
sensizlik... Ölümdür mevsim
şimdilerde. Yusuf’un kuyusu
kadar derin bir geçmişin
karanlık vadilerinden... Uzak
yollardan, uzun yıllardan
geliyorum. Kabul et, sen de
kalayım artık. Hiç bu kadar
üşümemiştim, kır çiçekleri hiç
bu kadar ezilmemişti buralarda.
Kuytu köşelerde saklanıyor aşığı
olduğum rüzgârlar, birer birer
kuruyor badem ağaçları. Hüznü
ağırlaştı ayrılıkların, visal ise
mülteci bir düş sadece. Meftunu
olduğum suretler sessizce
kayboluyor takvim sayfaları
arasında. Yürek yangınlarımı
kar tanelerinin nakışlarına…
Hasretlerimi pencere
kenarlarına bırakıyorum.
Hayallerimi çatlamış aynalara
bırakıp geliyorum. Terk edip
pamuk tarlalarında toprağın
kokusunu sana göç ediyorum.
Yanıma bir kelebeğin ömrünü
alabildim sadece, yüküm zaten
ağır... Tut ellerimden, bırakma
bir daha...
Sonbahar oldum şimdilerde.
Yaprak yaprak kavuşmaktayım
toprağa. Yağmurlara
karışıyorum artık, firak kokulu
rüzgârlar gibi esmeye başladım
ürkek ikindi vakitlerinde. Çürük
tahtım sarsılıyor, yıkılıyor
saltanatım bugünlerde. Bir
soğuk toprak… Bir karanlık
asır... Ve bir Ankara sabahı…
Islanıyorum sürekli, çaresiz
kalmışlığın o hırçın hüznü
yağıyor üstüme. Kaybettiğim
ömrümü arıyorum şu virane
şehrin sokaklarında. Zihnim
bulanık… Kapalı günlerin
elemiyle geçmişin derin
vadilerine karışıyorum. Aman
ver geleyim artık, buralar soğuk.
Çok üşüyorum. Kalbim kanıyor,
ruhum derbeder… İzin ver, alıp
başımı sana geleyim.
Bitmek üzere olan uzun bir
masal... Uğrunda bir ömür
tüketilen hayaller... Ve ben…
Bir toprak damlı evin en kuytu
köşesinde unutulmaya terk
edilmek üzereyim. Ağustos
sıcağı görmüş badem ağacı
gibi hala ayaktayım. Ama
yorgunum artık. Yenildim,
kaybettim… Vazgeçiyorum
yıldızları saymaktan, böğürtlen
çiçeğinin emaneti olan yürek
yangınında savrulmaktan.
İflasın eşiğindeyim, düşüyorum.
Tutar mısın ellerimden.
Hayatım bir kırlangıç öyküsüdür
benim. Sonu hicran, sonu
ayrılıktır... Ben asi rüzgârlardan
bana kalan hüznümü bir badem
çiçeği umuduyla hasret türküleri
gibi dost bilmişim kendime.
Kavuşmayı, vuslatı yaslı bir
çocuğun sabahyıldızı kadar
uzak hayali... Bitmez soğuk
gecelerini gurbetlerimin mesken
tutmuşum ben. Mevsimlerim
hep kalbi buruk bir serseri
hazan... Bir Haziran akşamında
mevsimlik işçilerin çatlamış
elleriyle sardığı kanayan acımı,
bu şehrin emaneti olan avare
sevdamı ağırlaştırılmış müebbet
bilip beklemeye hüküm
giymişim ben...
Ben bu akşam iyi değilim. Çok
sevdiğim Cumartesi günlerinin
akşamüstü efkârları var yorgun
bedenimde. Kavuşmak da
olmadı bende, unutmak da
olmadı hiç. Sevdayı hasret
bilmenin verdiği sonsuz
ümitsizliklerim var benim. Çıkıp
gelsen ya bu akşam… Bu inadına
yorgun kaldırımlarda sensizlik
estiren Haziran akşamında
kapımı çalan sen ol işte. Gel ki,
seni ömrümden düşen yıllara,
hasretler yağdıran mevsimlere
inat nasıl da sokak lambaları
hüznüyle, sessizce beklediğimi
gör yar. Bitirmeden ceplerimde
biriktirdiğim ümitlerimi, gel
işte...
Emrah BAYRAM
Ağrı İbrahim Çeçen Üni. Sosyal Bil. Fak.
Türkçe Öğretmenliği. 3.sınıf
Bursiyerimiz
Yaşamdan Kareler...
64
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
65
Fecri YILDIRIMCİ
Yıldız Teknik Üni.
Mimarlık Fakültesi 1.sınıf
Bursiyerimiz
Yeşil Mimari...
Yeşil söylem, doğayı
gideri olan birer makine
yüklenebilme, uyum yeteneği
sömürmeye, kirletmeye
haline gelmiş.Ayrıca sanayi
yüksek binalar tasarlanması.
dayalı süreç ve teknolojileri
devriminden sonra binalarda
reddeden, çevre ve insan
konforu yapay olarak
dostu bir yaklaşım. Çünkü,
çeşitli mekanik sistemlerle
bu teknolojiler, bizler ve
geliştirmişler ve bu da sera
gezegenimizin geleceği
etkisine, atmosferin, suyun,
açısından önemli riskler
toprağın kirlenmesine
oluşturmakta. Dünya
ve ekolojik dengelerin
kaynaklarının beşte ikisini
bozulmasına yol açmaktadır.
tüketen ve atmosferik
kirlenme yaratan binalar,
çevre sorunları çerçevesinde
öncelikli alanlardan. Mimarlık
alanında, 70’li yıllardan
Aslında doğru olan, hem
kullandığı enerji, kaynak ve
süreçlerle hem de atıklarıyla
doğaya zarar vermeden iklim
- Çevreye ve insanlara zarar
vermeyen, sınırlı kaynaklara
dayanmayan malzemelerin
tercih edilmesi.
- Uzun ömürlü, onarımı ve
yenilenmesinin kolay olması.
- Bina ve insanların sağlığı
ön plana alınarak doğal
havalandırma, doğal
aydınlatmayı zenginleştiren
tasarım yapılması.
ve çevresiyle bütünleşecek,
-vb...
sağlıklı ve konforlu binalar,
Bu şekildeki bilinçli
yani “yeşil binalar” üretmek.
yaklaşımlarla içeride
Yaşadıkları bölgeye, mevsime,
kullanıcısına, minimum
çevredeki doğal olaylara göre
enerji ve maliyet karşılığında
“Yeşil Mimarlık” binanın,
gerekli tepkiler veren ve aynı
maksimum üretkenlik,
doğuşundan ölümüne kadar
zamanda kökleriyle toprağa
konfor ve sağlığı sunmak,
bütün sistemleriyle biyosferin
tutunma görevi gören ağaçlar
dışarıda ekolojik sistemle
ekolojik sistemlerine entegre
gibi çevreyle uyumlu binalar
dost ve doğal çevreye saygılı
olabileceği, tasarrufa,
üretmektir.Ama bu günkü
çözümlerle, sürdürülebilir bir
dönüştürerek tekrar
binalar sadece ağacın toprağa
geleceğe katkıda bulunacak
kullanmaya ve çevreye
tutunma görevini görüyorlar.
yapılar üretilecektir.
zararlı atık üretmemeye özen
Yeşil yapıların gerektirdikleri ;
itibaren önemi kavranan
enerji korunumu çevreci
görüşlerle daha etkin bir içerik
kazanmakta.
gösteren yaklaşımlar olarak
değerlendirilebilir.
Sanayi devrimi sonrasında
makineler, adeta
insanoğlunun doğaya
hakimiyetinin sembolü haline
gelmiş, böylece binalar da
Artık 21. yüzyılda binaların
- Bina ve çevresindeki doğal
örnek alacağı model,
ekosistem ve biyolojik
makineler değil canlı birer
çeşitliliğin korunması.
ağaç gibi olmalı. Bu yüzyıl,
- Dayanıklı, uzun ömürlü,
tamiratının ve yenilenmesinin
kolay olması.
sanayi devrimi söylemlerinden
koparak, ekoloji ve enerji
duyarlılığına sahip bir
toplumu olmanın gereklerini
tıpkı örnek aldıkları makineler
- Zaman içindeki değişimlere
ve fırsatlarını yakalamış bir
gibi geri dönüşümü olmayan,
göre yeniden değerlendirme
mimarlığın, kök saldığı bir
trenler, uçaklar gibi sadece
ya da yeni işlevler
yüzyıl olmalı.
Mehmet DEMİRHAN
Ağrı İbrahim Çeçen Üni.
Türkçe Eğitimi Bölümü 4.sınıf
Bursiyerimiz
Servet-i Fünun Romanında Hayal-Gerçek,
Özet
Bu makalede Türk romanının
gelişimi hakkında genel
bir bilgi verilip Servet-i
Fünun romanında hayal
gerçek çatışmasının önemini
vurgulamak için Halit
Ziya Uşaklıgil’in Mai ve
Siyah romanında renkler
incelenmiştir. Burada genel
olarak göze çarpan iki ana renk
vardır: Mai ve siyah. Mai Servet-i
Fünun yazarlarının hayallerini
siyah ise hakikatleri yani
gerçekleri simgelemektedir.
Hayal ve gerçeğin çatışması
sonucunda gerçek daha baskın
gelir. Yani hayaller gerçeğin
gölgesinde kalırlar.
Giriş
Türk edebiyatına roman
Tanzimat döneminde
Fransızca’dan yapılan çevirilerle
girdi. Bu çevirilerden ilki Yusuf
Kamil Paşa’nın Fenelon’dan
yaptığı Terceme-i Telemak’tır.
Daha sonra adı bilinmeyen
bir çevirici Victor Hugo’nun
ünlü romanı Sefiller’i (Les
Miserables) çevirdi. 1860–1880
yılları arasında başta Fransız
yazarlar olmak üzere birçok
batılı yazarın eseri Türkçe’ye
çevrildi. Edebiyatımızda ilk
yerli roman Şemseddin Sami’nin
Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı
eseridir. Şemseddin Sami’den
sonra Ahmed Mithat Efendi
romanlarıyla Türk romanının
gelişmesine katkıda bulundu.
Türk romanı asıl Tanzimat
döneminde gelişme göstermeye
başladı.
Tanzimatın birinci dönem
yazarları daha çok Fransız
Romantizm akımını örnek
almışlardır. Bu dönem yazarları
Émile Zola gibi yazarların
kötümser determinizmi yerine,
dönemin değişen Osmanlı
toplumuna daha çok hitap eden
konuları tercih etmişlerdir.
Bu durum, Taner Timur’un
66
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
Ahmet Mithat Efendi’den yaptığı
alıntıda şöyle geçmektedir; “Bu
zamanın tabii romancılarına
bakılacak olursa dünyada ve
bahusus dünyanın Fransa
denilen kısmında ve hele
Fransa’nın Paris denilen yerinde
insani erdemlerden hiçbir eser
kalmamış olması lazım gelir.” Bu
nedenle dönemin romanlarında
daha çok romantik aşklar ve
yanlış batılılaşma ana tema
olarak ön plana çıkmaktadır.
Recaizade Mahmut Ekrem’in
Araba Sevdası adlı eseri yeni
teknikler kullanılan Batılı
anlamda türüne en yakın
ilk Türk romanıdır. Servet-i
Fünun edebiyatı döneminde
usta romanlar ve usta yazarlar
kendilerini gösterdiler. “Sanat
sanat içindir” tezini savunan
bu yazarlar aşk ve acıma
gibi konuları işlediler. Halit
Ziya Uşaklıgil bu dönemin en
önemli romancısı sayılır. Mai
ve Siyah (1900) adlı romanı
günümüzde de en başarılı Türk
romanlarındandır.
Mai ve Siyah, romanın
başkahramanı olan Ahmet
Cemil’in şahsında “Servet-i
Fünun neslini” (Edebiyat-ı
Cedide topluluğunu) anlatan
bir romandır. Servet-i Fünun
edebiyatının en önemli
romancısı olan Halit Ziya
Uşaklıgil, bu romanında Servet-i
Fünun yazar ve şairlerinin
tamamını değil, her yönüyle
onları temsil edebilecek Ahmet
Cemil tipini yaratmış, onun
hayatını, dünya görüşünü,
kişiliğini, kültürünü, sanat
anlayışını anlatmıştır.
Halit Ziya Uşaklıgil, hatıralarını
kaleme aldığı Kırk Yıl adlı
eserinde Mai ve Siyah’ın konusu
ve romanın başkahramanı
Ahmet Cemil hakkında şunları
söyler: “Bunu (Mai ve Siyah’ı)
başka türlü tasarladım.
O zamanın hayatından,
idaresinden, memlekette
teneffüs edilen zehirle dolu
havadan mustarip, hastalıklı
bir genç, kısacası devrin bütün
hayalperest yeni nesli gibi bir
bedbaht tasvir etmek isterdim
ki, ruhunun bütün acılarını
haykırsın, coşkun bir delilikle
çırpınsın ve bütün emelleri
parmaklarının arasından kaçan
gölgeler gibi silinip uçunca, o
da gidip kendisini, ölmek için
saklanan bir kuş gibi, karanlık
bir köşeye atsın. Bu gençte bir
aşk yıldızı, bir sanat hayali
olacaktı ve bunların arasında
bir sarhoş gibi yıkıla yıkıla,
o duvardan bu duvara çarpa
çarpa çekilip gidecek, nihayet
bir kovukta sinip can verecekti,
mavi hayaller içinde yaşamak
için yaratılmışken, siyah bir
uçuruma yuvarlanacaktı.”
Mai ve Siyah sözcükleri
semboliktir. “Mai” (mavi),
hayal ve ümitleri; “siyah” ise,
hayal kırıklıklarını, hayatın
gerçeklerini, maddî tarafını
temsil eder. Bu hayaller ve
hayal kırıklıkları, romanın
başkahramanı Ahmet Cemil’e
aittir. Yani Servet-i Fünun
şair ve yazarlarına aittir.
Roman realizm (gerçekçilik)
ve romantizm (hayalcilik)
arasında gidip gelmekte, hatta
romanın çoğu yerinde gerçek
ağır basmaktadır. (Mai ve siyah
önsöz sayfa 9–10)
Ahmet Cemil’in en büyük
hayali tanınmış bir edebiyatçı
olmaktır. “Henüz yirmi iki
yaşında, bütün kalbiyle yalnız
bir ümidin gerçekleşmesini
beklemekte… Şöhret bulmak,
edip olmak, herkesçe tanınmak,
bugün o kadar acılıklarına göğüs
vermek için hayatını zehirlediği
edebiyat âleminin bir gün
yüksek zirvelerine çıkmak.” (Mai
ve siyah sayfa 39)
Ahmet Cemil’in ikinci hayali,
yakın arkadaşı Hüseyin
Nazmi’nin kız kardeşi Lâmia
ile evlenmektir. Ahmet
67
Cemil’in Hüseyin Nazmi
ile olan arkadaşlığı ta okul
yıllarına uzanır. Ahmet Cemil,
arkadaşının Erenköy’deki
köşküne sıkça gidip gelir. Bu
arada Lâmia’ya karşı kalbinde
küçük kıpırdanmalar başlar.
Ahmet Cemil plâtonik bir
aşk yaşar. Onun yaşadığı
aşktan çok, bir hayaldir. Zira
Ahmet Cemil için bu küçük
kız, sadece sevgi değildir;
yetişmek istediği bir hayat
tarzı, refah seviyesidir. Ahmet
Cemil, Lâmia’nın bir subayla
evleneceğini öğrenince hayal
kırıklığı yaşar. Çekingen biri
olduğu için, duygularını içinde
yaşar, Lâmia’ya açmaya cesaret
edemez.
Ahmet Cemil, Lâmia’yı elinden
kaçırınca tam anlamıyla yıkılır.
Hayatındaki her şey bir anda
önemsizleşir. Ahmet Cemil’in
en büyük hayali, şiirlerini
bir kitapta toplamak, herkes
tarafından tanınan, beğenilen
bir edebiyatçı olmaktır. Ahmet
Cemil, şiirlerinin çoğunu
Lâmia’ya duyduğu aşkla
yazmıştır. Lâmia olmayınca,
şiirlerini topladığı eserinin de
artık hiçbir anlam ve önemi
kalmaz. Ahmet Cemil şiirlerinin
yazılı olduğu defteri sobaya atıp
yakar.
“Ah! Bu eseri? Fakat şimdi ona
ne lüzum var? O artık ölmüş
bir çocuğun boş ve soğuk
gömleğinden başka bir şey
miydi? Ah! Bu eser! Bir vakitler
bunun için neler kurmuş, ondan
neler beklemiş idi!” “Fakat şimdi
mademki artık Lâmia elinden
kaçıyor, mademki onu kendisine
bırakmıyorlar ve bütün o aşk
rüyası bir yalandan başka bir
şey değilmiş, o hâlde buna ne
lüzum var?” (Mai ve siyah sayfa
381–382)
Ahmet Cemil’in diğer bir hayali
ise, kız kardeşi İkbal’in evlenip
mutlu bir yuva kurmasıdır.
Ancak Ahmet Cemil’in bu hayali
de gerçekleşmez. Kız kardeşi
İkbal, Mir’at-ı Şuûn gazetesinin
ortaklarından Tevfik Efendi’nin
oğlu Vehbi Bey’le evlenir. Vehbi
Bey, karısına karşı çok kaba
ve kırıcı davranır, eve sürekli
sarhoş gelir, başka kadınlara
gider, evin hizmetçisine
sarkıntılık eder. Ahmet Cemil’i
kandırarak evi ipotek ettirir.
İkbal’in yüzü, evlendikten sonra
bir kez olsun gülmez. Vehbi Bey
bir tartışma sırasında hamile
olan İkbal’in karnına sert bir
tekme atar. İkbal çocuğunu
düşürür, çok kan kaybettiği
için ölür. Ahmet Cemil’in
kız kardeşiyle ilgili kurduğu
hayaller gerçeğin acı yüzüyle
silinip gider.
Mai ve Siyah romanı, mavi bir
gecede bârân-ı elmasla (elmas
yağmuruyla) başlar, siyah bir
gecede bârân-ı dür-i siyahla
(siyah inci yağmuruyla) son
bulur. Romanın sonunda tüm
hayalleri birer birer yıkılan
Ahmet Cemil, İstanbul’dan
ayrılıp uzak şehirlere gitmeye
karar verir. Annesi ve Seher’le
birlikte vapura binerler. Ahmet
Cemil, vapurun güvertesinde
yine gökyüzünü seyre dalar.
Fakat bu kez gökyüzü, kara
bulutlarla örtülmüştür. Bu
yüzden gecenin rengi siyahtır.
Ahmet Cemil, bu karanlık
geceye, siyah gökyüzüne
baktığında bu kez “bârân-ı
dürr-i siyah” (siyah inci
yağmuru) sözünü kullanır. “O
vakit vapurun kenarına, tahta
kanepenin üzerine oturdu;
dirseğini dayadı, başını
avucunun içine koydu; akşamın
serin bir rüzgârı ile saçları
uçuşarak gözlerinin önünde
hazırlanan geceye bakmaya
başladı. (…) Bu siyah bir gece
idi… Öyle bir gece ki gökler
bütün kandillerini söndürerek
denizlere bilinmezlik âleminin
gizli şeylerini dökmek için
hazırlanmış gibiydi. (Mai ve
siyah sayfa 397)
Mai ve Siyah romanında
birtakım zıtlıklardan
kaynaklanan çatışmalar yaşanır.
Romanda yaşanan çatışmaları
şu şekilde sıralayabiliriz: “eski
şiir – yeni şiir”, “hayal – gerçek”,
“imkân – imkânsızlık”.
1. Eski Şiir- Yeni Şiir Çatışması
Bir şair olan Ahmet Cemil yeni
şiir anlayışını temsil ederken,
Raci eski şiir anlayışını temsil
eder. Eski şiir anlayışını
savunan Raci, her fırsatta
Ahmet Cemil’in karşısına dikilir,
kıskançlığının da etkisiyle şiirini
olumsuz yönde eleştirir. Raci’yi
sadece Ahmet Cemil değil, hiç
kimse sevmez. Hiç yeteneği,
bilgisi olmadığı halde şair
olmaya çalışır, şairlik taslar.
2. Hayal- Gerçek Çatışması
Romanda yaşanan diğer bir
çatışma ise, “hayal – gerçek”
zıtlığından doğan çatışmadır.
Romanın adı da buradan gelir.
Ahmet Cemil’in roman boyunca
yazmaya çalıştığı eseri, mai ve
siyah sembolü üzerine oturur.
Romanda Ahmet Cemil’in
şiirlerinden oluşan eserinde
“mai”, hayal ve ümitleri;
“siyah” ise hayatın gerçeklerini
sembolize eder. Servet-i Fünun
neslinin eserlerinde -şiir,
mensur şiir, roman, hikâye…vazgeçemedikleri temalardan
biri hayal – gerçek zıtlığı ve bu
zıtlıktan doğan çatışmalardır.
Mai ve Siyah’ta bu çatışma
Ahmet Cemil merkezlidir.
Ahmet Cemil romantik bir
şairdir. Onun edebiyatçı
olmak, şöhrete ulaşmak
gibi hayalleri vardır. Kısaca
Ahmet Cemil, içinde yaşadığı
Süleymaniye’deki küçük evin
sosyal ve ekonomik şartlarının
çok ötesinde bir dünyaya kanat
açmak ve orada kendisine
yepyeni bir dünya kurmak
ister. Ancak böyle bir dünyaya
ulaşmak için maddî imkânların
uygun olması gerekir. Hâlbuki
Ahmet Cemil, babasının
ölümüne kadarki döneminde
hayatın maddî tarafını,
zorluklarını, acı gerçeklerini
bilmeden yaşamıştır. Yaşadığı
her gün yeni bir sıkıntıyla
tanışır. Fakat yine de
hayallerinden, ümitlerinden
kopamaz. Romanın son
bölümlerinde gerçek, hayale
karşı galip gelir. Hayallerinin
birer birer yıkılması karşısında
çaresizlikten kıvranan Ahmet
Cemil, artık kendisi için hiçbir
anlamı kalmayan eserini de
yakar, derin bir ümitsizlik
içinde İstanbul’dan kaçar.
Mavi bir gecede mavi hayaller
ve ümitlerle başlayan roman,
siyah bir gecede hayatın acı
gerçekleriyle son bulur.
3. İmkân- İmkânsızlık Çatışması
Romandaki diğer bir çatışma ise
“imkân – imkânsızlık” zıtlığıdır.
Bu çatışma, Ahmet Cemil’in
sahip olduğu imkânların çok
üstünde bir hayal dünyasına
ulaşma hırsından kaynaklanır.
Dar gelirli bir ailenin çocuğu
olan Ahmet Cemil, babasının
ölümünden sonra ciddi anlamda
bir maddî imkânsızlık yaşar.
Ailesinin geçimi boynuna biner.
Ailesinin geçimini sağlamak
için çalışmak, para kazanmak
zorundadır. Tercümeler yapar,
Mir’at-ı Şuûn gazetesinde çeşitli
konularda yazılar yazar. Günde
on altı saat çalışmasına rağmen,
istediği maddî imkânlara
kavuşamaz. İmkân – imkânsızlık
çatışması, Ahmet Cemil ile
Hüseyin Nazmi arasında belirgin
bir şekilde yaşanır. Ahmet
Cemil, Süleymaniye’de küçük
bir evde yaşarken, Hüseyin
Nazmi, Erenköy’de geniş ve
lüks bir köşkte yaşar. Bu köşkte
Hüseyin Nazmi’nin çok zengin
bir kütüphanesi vardır. Ahmet
Cemil ailesini geçindirmek
için sürekli çalışmak zorunda
olduğu için kitap okumaya, şiir
yazmaya pek vakit bulamaz.
Hüseyin Nazmi’nin böyle bir
sorunu yoktur.
Sonuç
Türk edebiyatına roman
Tanzimat edebiyatı birlikte
girmiş asıl gelişimini Servet-i
Fünun edebiyatı döneminde
tamamlamıştır. Batılı tarza
en yakın roman bu dönemde
yazılmıştır. Servet-i Fünun
yazarları batıyı örnek aldıkları
için dilleri oldukça ağırdır. Bu
dönemde romanlarıyla ön plana
çıkan Halit Ziya Uşaklıgil’dir.
Uşaklıgil Mai ve Siyah adlı
romanında Ahmet Cemil
tiplemesiyle aslında Servet-i
Fünun yazarlarının hayallerini
anlatmaktadır. Çünkü Servet-i
Fünun yazarları genelde hayal
dünyasında yaşarlardı. Ama
hayal gerçek karşısında sürekli
yenik duruma düşerdi. Halit
Ziya da bu durumu romanında
aksettirmeye çalışmıştır. Sonuç
olarak servet-i Fünun edebiyatı
Divan edebiyatı gibi tüm
Vedat GÜNEŞ
Ağrı İbrahim Çeçen Üni.
Sınıf Öğretmenliği 3. Sınıf
Bursiyerimiz
HASUNİ MAĞARALARI
Günümüzde belirli ve hemen
hemen herkesin bildiği,
bilmese bile ismini duyduğu
tarihi yerler vardır. Peki ya hiç
görmediklerimiz veya ismini
bile duymadığımız tarihi yerler.
İşte tarihi Hasuni Mağaraları
da gizli kalmış o yerlerden bir
tanesi. Belki bazılarınız bu ismi
hiç duymamışsınızdır.
Hasuni Mağaraları,
Diyarbakır’ın Silvan ilçesinin
7 km. doğusunda ve tarihi
Malabadi Köprüsü ile
Hasankeyf yol güzergahında
yer alıyor.
Mezolitik (orta taş dönemi)
dönemdeki ilk yerleşim
yerlerinden biri olan
Hasuni Mağaraları’nda
kayalar düzleştirilerek yol
68
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
ve merdivenler yapılmış.
Mağaralarda sarnıçlar, su
havuzları, kaya kiliseleri ve
atölyeler yer alıyor. Kimisinin
tavanında halka şeklinde
oyuklar, kimisinin tabanında
oyuklar bulunuyor. Bazılarının
duvarında raf gibi küçük nişler
görülürken, bazılarında ise
muntazam bir şekilde yapılmış
merdivenler göze çarpıyor.
Tam kentin ortasından her
eve uğrayarak geçen su kanalı
bu kentin ne kadar güzel inşa
edildiğini kanıtlıyor. Hasuni
Mağaraları Kültür ve Tabiat
Varlıkları Kurulunca koruma
altına alınmış.
Bu gizli kalmış yer sizleri
bambaşka duygulara
sürükleyecek.
topluma seslenmeyip küçük
bir topluluğa seslendiği için
kısa sürede ortadan kalkmıştır.
Ama unutulmamalıdır ki Türk
edebiyatında en güzel roman,
hikâye örnekleri bu dönemde
verilmiştir.
KAYNAKÇA
1. UŞAKLIGİL, Halit Ziya (2009).
Mai ve Siyah, Özgür yayınları,
İstanbul
2. MORAN, Berna (1990). Türk
Romanına Eleştirel Bir Bakış
(cilt1), İletişim Yayınları, İstanbul
3. BEYRELİ, Latif (2006). Yazılı ve
Sözlü Anlatım, Pegem Yayıncılık
(2. baskı), Ankara
4. http://www.turkcebilgi.
com/servet-i_f%C3%BCnun/
ansiklopedi (12.04.2010)
5. http://www.yenimakale.
com/edebiyat/84-halit-ziyausakligilin-mai-ve-siyah-romani.
html (03.05.2010)
69
Ramazan KURT
Ağrı İbrahim Çeçen Üni.
Türkçe Öğretmenliği 4.sınıf
Bursiyerimiz
Dilsiz Duygular...
Yeri göğü ve dünyayı yaratan,
mucize denilecek sayıda ırk
ve buna paralel olarak da
ten yaratmıştır. İnsanlar ten
ve ırklarına göre ise bin bir
çeşit dil ortaya çıkarmıştır.
Dil ayni toprağı, aynı bölgeyi,
aynı kasabayı ve belki
de aynı evi paylaşanların
birbirlerilerini anlayabilmeleri
için kullandıkları bir iletişim
aracıdır.
Yeryüzünde yaşayıp diğer
canlılardan düşünme
ve konuşma özelliğiyle
ayrılan biz insanlar, bu dil
renkliliğinin, güzelliğinin
sanırım farkında değiliz.
Neden mi? Toprağımızı
koruyalım diye bayrağımıza,
bayrağı korumak için dile,
dili korumak için ırkımıza
sıkı sıkıya sarılıyoruz. İşte
tam bu serüvende öyle bir hal
alıyoruz ki ırkçı olduğumuzu
fark edemiyoruz. En güzel, en
zengin, en köklü, en eski ve
daha nice enler benim dilimde
deyip duruyoruz. Benim dilim
senin dilini döver(!) der gibi.
Belki de haklıyız? Belki de bizi
yaratan bu rengârenkliliğin
içinde ıssız bir yerde,
yapayalnız, kendi özünden
çıkmış, solduğu halde dik
durmaya çalışan kurumuş bir
gül olalım diye yarattı(!)
Gel demiş Mevlana, ne olursan
ol, kim olursan ol, ırkın, dinin,
dilin ne olursa olsun yine
de gel. Yeter ki ayni vicdana
sahip ayni yüreği taşıyalım…
Yunus Emre, dünyaya dar
bir perspektiften bakmayı
gaye edinmiş kişilikleri kıt
insanlara, ne de güzel bir
uyarıda bulunmuştur.
“Yetmiş iki millete bir gözle
bakmayan,
Halka müderris olsa da Hakka
asidir.”
İnsanlık, dünyadaki her
güzelliği sahiplenmeyi,
kucaklamayı öngörüyorken,
bizi dar bir kalıba girmeye
sevk eden mantığın ölçütü
ne olabilir acaba? Engin bir
ufka sahip olmak, engin bir
ruhu taşıyabilme erdemine
eşdeğerdir. Ama bakış
açısı dar insanlar, ruhun
mutlu olabilme sınırlarını
zorlama kabiliyetine
mazhar olamadıkları için
mutluluğu, çevresinde görüp
duyduklarından ibaret olarak
yaşamaya mahkûm kalırlar…
Siz hiç dilini bilmediğiniz
birini sevdiniz mi? Ya da, siz
hiç doğuştan işitmemiş(işitme
engelli), sadece işaret diliyle
anlaşabileceğiniz birini
sevdiniz mi? İşte İbo ile Elif
sevdi…
İbo, Türkçe bilmeyip, Arapça
ve Kürtçe bilen Suriyeli bir
Kürt. Elif, doğuştan işitme
engelli, Türkçeyi bile pek
fazla bilmeyen sadece işaret
diliyle iletişim kurabilen
Ankaralı bir Türk. İlk görüşte
birbirlerine sıkı sıkıya
bağlandılar. Yüreklerine
dokunmuşlardı birbirlerinin.
Birbirlerine sevgilerini nasıl
anlatacaklarını bilemiyorlardı.
İbo ne Türkçe biliyordu ne
de işaret diliyle duygularını
tercüman edebilecek
seviyedeydi. Elif ise Türkçe,
Kürtçe, Arapça, İngilizce ve
Almanca konuşacak bir dile
bile sahip değildi. Sadece
elleri ve gözleriyle yani jest ve
mimikleriyle ve yani yüreğinin
diliyle konuşabilirdi. İbo
elleriyle bir şeyler anlatmaya
çalışıyor, Elif anlamasa da
anlamış tepkileri veriyordu.
Elif bir şey anlatmaya çalışınca
İbo hangi duyguyla tepki
vereceğini bile bilmiyordu.
Ama seviyorlardı birbirlerini
ve sevgi konuşturuyordu
yüreklerini…
Peki, onları buluşturan
neydi? İbo, Suriye’nin iç
çatışmalarından bezmiş,
kendi canını kurtarabilmek
için Almanya’ya sığınmış bir
mülteciydi. Elif ise Avrupa
birliği projesiyle Almanya’ya
belirli bir süre eğitim görmek
için gelmişti. Birbirlerini anca
on gün görebildiler. Sonra
Elif Türkiye’ye döndü İbo ise
sığındığı Almanya’da kaldı.
Peki, bu sefer aralarına giren
mesafeler sevgilerini bitirmiş
miydi? Hayır. Yaklaşık iki
senedir uzaktan uzağa iletişim
kuruyorlar. Belki de hiç
kimsenin bilmediği, ikisinin
yüreğinden kopan dilleriyle...
‘’Tenlerimizin rengi farklı
olsa da, gözyaşlarımızın
rengi aynıdır.’’ diyen ne güzel
demiş. Ayni şeye gülüp,
ayni şeye ağlayan, kızan,
hüzünlenen, kahkaha atan
milyarlarca insanız. Ayni
dili konuşmasak bile ayni
duygulara sahibiz. Yeter ki
taşıdığımız ve attığına emin
olduğumuz bir kalbe sahip
olalım, ona dokunacak çok kişi
olacaktır.
Mikail KIRBOĞA
Hacettepe Üni. Mühendislik Fak.
Otomotiv Müh. 3. Sınıf
Bursiyerimiz
MISIR...
Artık rutine
bağlayan otostop ile
seyahatlerimden birinde
istikametim İstanbul
idi... Daha önceki
seyahatlerimde tanıştığım
bir arkadaşımın daveti
ile Küçükçekmece
gölü’nde kalabalık bir
ekiple Photosafariye
çıkmıştım. Hayatımı
spontane bir şekilde, bir
elimi makinemi tutmak
için, öbürünü de otostop
çekmek için kullandığım
dönemlerden birinde
yine hiçbir planım yokken
telefonum çaldı ve o gün
Mısır’a gitmeye karar
verdim. Akşam biletimi
alıp bir gün sonra kendimi
Kahire’nin sıcak ikliminde
bulunca hayatı bazen
akışına bırakmanın daha
iyi olacağını biliyordum...
70
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
71
Ma’al-ish
İlk gün öğrendiğim tek bir
kelime vardı ve bütün bir ay
boyunca bana en çok lazım
olan kelime de bu olacaktı!
-“Ma’al-ish”
Bu kelime sihirli kapıları
açan, bütün belalardan,
musibetlerden kurtaran muska
gibi birşeydi.
Türkçesi “afedersiniz” demek
olan bu sözün Mısır’daki
karşılığı bambaşka idi..
Her yıl milyonlarca turistin
geldiği ve çok güzel paralar
bırakıp sadece piramitlerotel-camiler arasında mekik
dokuduğunu bildiğim için ben
işin daha zor ve heyecanlı
kısmını tercih edip halkın
içine karıştım. Elime fotoğraf
makinemi alıp iki günümü
Tahrir Meydanı’nda geçirdim.
Makinemi almak isteyen oldu,
tehdit eden oldu, üzerime
yürüyen oldu..
edenler oldu..
Tek kelime!, “Ma’al-ish”
Mısır’a gideceklere en çok
lazım olan şeyi verirken, hep
sıkıntılar yaşadığım algısını
oluşturmak istemem.
Piramitler’de etrafımı saran
insanlar, para koparmaya
çalışanlar, polisle tehdit
Tek kelime “Ma’al-ish”
Yaklaşık 3 milyon kadar
insanın yaşadığı mezar evlere
girdim, national geographic
muhabirlerinin rehberlerle
girdiği evlerin içine kadar
girdim. Sıkıntılar oldu tabi..
Ama yine aynı kelime! “Ma’alish”
KÜMES
Kahire’de insanların ne
kadar samimi olduklarını
anlatmaya kelimeler
yetmez zannediyorum.
Mesele iş yapmaya gelince
kazıklanacağınızı baştan bir
kabullenin derim, ama insani
AL FISHAWY
Merhum Mehmet Akif’in
Mısır’da yaşadığı yıllarda
vaktini geçirdiği asırlık Al
Fishawy kahvesine birçok
gece gitme fırsatım oldu.
Meşhur Han-ı Halil Çarşısının
içinde, hemen yanı başında
Mescid-i Huseyn –içinde Hz
Hüseyin’in mübarek başının
olduğu söylenir- ve karşısında
El Ezher Camisi ve Üniversite
binasının olduğu bir yerdedir..
Geceleri onlarca değişik
milletten insanın geldiği,
herkesin nargilesini çekip geç
saatlere kadar sohbet ettiği
72
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
münasebetlerde bunun tam
tersini görürsünüz..
Bir iş vesilesiyle tanıştığım
iki genç girişimci ile biraz
muhabbet kurduğumda beni
hemen yaşadıkları şehir olan
Ben-i Süveyf’e davet ettiler.
Başta nezaketen söylenmiş bir
ve onlarca tarihi ayna ile iç
mekanın inanılmaz sofistike
edildiği mistik bir yerdir Al
fishawy..
Heeni isminde bir mühendis
ile tanışmıştım Al fishawy’de.
Dünya siyasetinden tutun, aile
ilişkilerine kadar her konuda
sohbet ediyorduk. Yanından
hiç ayırmadığı sudoku
kitabını alır yarışma yapardık
aramızda. Yolunuz düşerse
garsona sorun, rahatlıkla
bulursunuz, benden de bir
selam götürün..
Al fishawy’nin içinde olduğu
Han-ı Halil çarşısı kesinlikle
görülmeye değer enfes
davet olduğunu düşündüm
fakat sonra tren biletimin bile
alındığını görünce, hemen
çantamı sırtlayıp gittim. Gün
boyu birçok yere gittikten
sonra akşam yemeğinde
bu yolcu için hazırladıkları
menüde 1 ördek, 6 tavşan ve 6
güvercin vardı.
hediyeliklerin bulunduğu bir
yerdir ama istisnasız bütün
satıcılar turist kazıklamaya
proglamlandığı için onları
bizim pazarlık yöntemleriyle
bunaltmadan dönmeyin
derim. Tesbit ettiğim en
uygun fiyat oranı 4’e 1’dir.
Yani 400 cüney isterlerse 100
cüneyden fazla vermeyin,
ikinci üründe sizin pazarlık
yapacağınızı hesaba katarak
fiyatı 16 katına çıkarabilirler,
siz ikinci üründe 16’ya 1’lik
oranla pazarlık açın ki iyice
korksunlar.. Her yerde Ağrı’lı
olduğumuzu göstermekten
geri durmayalım..
73
PİRAMİTLER
Mısır denince herkesin ilk
aklına gelen yer haliyle
Piramitlerdir. Nitekim bizim
de öyle oldu ve ilk hafta sonu
Cuma namazından sonra
gittik, bir de ne görelim
kocaman taş yığınları...
Başka da bişey yok inanın,
ama gitmişken fotoğraf
çektirmeden ve de fotoğraf
çekmek için hoplayıp zıplayan
insanları da çekmeden
dönmedik..
Hatta merak edenler için
söylüyorum, Piramitlerden
BIRQASH DEVE PAZARI
Kahire’den ayrılmadan hemen
önceki gün eski bir kitapta
adı geçen Birqash deve
pazarına gitmek istedim. Fakat
sorduğum hiçbir Mısırlının
en ufak fikri yoktu. Biraz
araştırmadan sonra buldum
ve sabahın 5’inde bir araba
kiralayıp oradan tanıştığım
bir arkadaşımla yola çıktık..
Kuzey Sudan’dan 40 gün süren
bir yolculuktan sonra getirilen
onlarca türden binlerce deve.
Muhabbeti hoş, misafirperver
insanlar ve develer.. Şunu
kesinlikle söyleyebilirim ki
birinin içine dahi girdim ama
hiçbir şey yoktu.
Onun yerine Tahrir
meydanında bulunan Kahire
müzesini kesinlikle tavsiye
ederim. Rehberler daha ilk
gözlerine kestirdikleri an
peşinizi bırakmazlar, fakat
rehbersiz de çok anlamsız
gelecektir. Mümkün mertebe
para kaptırmadan, bir yolunu
bulmakta fayda var..
İlk gittiğimde ısrarla
rehberlik yapmak isteyenleri
başımdan savıp bir süre
etrafı gözlemleyip benim
Kahire’ye gidip de o develeri
yakından görmeden dönmek
büyük eksiklik olurdu..
TANTA, BEN-İ SÜVEYF,
İSKENDERİYE
Kahire anlatmakla bitmez
fakat arada değişiklik olsun
diye kargaşadan uzak şehirleri
de gezmeye çıkmıştık. Kimi
zaman araba kiraladık,
kimi zaman trene bindik.
İskenderiye Kütüphanesi,
Deniz Feneri, Balık Müzesi,
Saray ve daha görülmeye
değer nice güzel yerler..
gibi dolaşan bir Japon
görmüştüm. Önce yetkili bir
rehberden fiyat alıp, sonra
japon arkadaşla da konuşup
sıkı bir anlaşma sonunda çok
ucuz bir ücretle gezme imkanı
bulmuştum müzeyi. Üstelik
pazarlık üzerinden bir de
ücreti ikiye bölmüştük, haliyle
karlı çıkmıştım.
Rehber olmadan
Tutankhamun’un o
harika mezarını ve
hikayesini tam anlamıyla
öğrenemeyebilirdim. Bu da
gideceklere ekstra tavsiyeler..
Tanta’da Ahmet Yesevi Cami
görenleri hayran bırakan enfes
mimarisi ve oralarda meftun
Mübarek insanlarla dolu
yerler..
Beni Süveyf’te soğan ve
sarımsak pazarlarında çok
düşük ücretle çalışan fakat
yüzlerinde safi bir mutluluk
olan kız çocukları, erkek
çocukları.. ve bereketin
resmedilmiş hali olan
topraklara sahip yerler..
Derler ki, Nil’in suyundan içen
bir gün döner bir daha içer..
Öyle zannediyorum ki Nil beni
yeniden çağırıyor..
74
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
75
ANKARA BAROSU
AĞRI DAĞI’NIN
ZİRVESİNDE
ile konuştum. Bana gerekli
desteği ve bilgiyi aktardı.
Böylece kesin olarak Ağrı
Dağı’na gidebiliyordum. Ağrı
Dağı’nda olan Hasan Hoca’yı
aradım ve 21 Ağustos 2012’de
Ağrı’ya yola çıktım. 22’sinde
Doğubeyazıt’a vardım.
MEZUN BURSİYERİMİZ
2007’den itibaren sürekli
aklımda doğduğum yer
olan Ağrı Dağı’na tırmanma
fikri vardı. Ancak ekipman
sıkıntısı, tecrübe eksikliği,
tırmanış vakitlerinde çalışıyor
olmam gibi nedenlerle
bir türlü Ağrı Dağı’na
gidemiyordum. Profesyonel
olarak ilk defa Kaçkar
Tırmanışı yapmıştım. Baro
Yönetiminin Doğa Sporları
ve Dağcılık Kulübünün
kurulmasına izin vermesinden
itibaren Ağrı Dağı’na tırmanış
yapmayı aklıma koymuştum.
Kulüp eğitmenimiz Hasan
Hüseyin Boğaz ile bir gün
otururken Ağrı Dağı’nda
bu sene mihmandarlık
yapacağını ve gelmek istersem
beni de dağ tırmanışına
dahil edebileceğini söyledi.
Bunun üzerine kulübün
üyelerinden Av. Abdullah Koç
76
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
Gerekli izinler için
sorumluluklarımızı
tamamladktan sonra, minibüs
ile Ağrı Dağı’nın eteklerinde
olan Çevirme Köyü’nün
yukarısı olan 2200 metreye
geldik. Burada çantalarımızı
katırcılara bıraktık. Onlar
çantalarımızı 3200 kampına
getirecekti. Biz de küçük
çantalarımızla 3200 kampına
yola çıktık. Hava sıcaktı ancak
arada bir rüzgar gelip terimizi
soğutuyordu. Nihayet kamp
yerine vardık ve çadırlarımıza
yerleştik. O gün orda
geceleyecektik. Ağrı Dağı’nda
birçok dağcı turist olmasından
dolayı 3200 kampı kalabalıktı.
Kamp sorumlusu Çevirme
Köyü’nden Müjdat Bey hoş
sohbeti ile bizleri ağırladı ve
birlikte hazırladığımız akşam
yemeğimizi yedik. Sonra
Eğitmenimiz Hasan Hüseyin
Boğaz, dil rehberi Serkan
Tosun, kamp sorumlusu
Müjdat Bey ve Müjdat Beyin
yardımcıları ile beraber bir
arada oturup ateş yaktık.
Kamp yerinden Doğubeyazıt
muhteşem gözüküyordu.
Müjdat’ın müzikleri ve kendi
söylediğimiz parçalarla
çoştuk. Ankara’nın rakımına
alıştığımdan 3200’de uykum
gelmiyordu. Ancak bir iki saat
uyuyabildim.
İkinci gün, kahvaltı sonrası,
ağır tempoda 4200 kampına
tırmanmaya başladık. Öğleden
sonra 4200 kampına vardık.
Burada muhteşem bir manzara
vardı. Bulutlar ayaklarımızın
altında idi. Solumuzda
küçük Ağrı Dağı, tepemizde
Ağrı Dağı’nın zirvesi,
önümüzde dağın eteklerinde
Doğubeyazıt, uçsuz bucaksız
ovalar, uzakta Tendürek Dağı
gözüküyordu.
Rakım beni biraz zorluyordu.
Kafamın derisi sanki
uyuşmuştu. Normalde
tırmanış yapılırken 4200
çıkıldıktan sonra 3200
kampına geri dönüş yapılır ve
bir sonraki gün kamp atılmak
üzerek tekrar 4200 kampına
çıkılır ve kamp atılır. (Buna
YÜKSEK İRTİFAYA UYUM
SAĞLAMA / A-klimatizasyon
deniliyor.) Böylece vücut
kendini oranın basıncına ve
77
Av. Adem KOÇ
Ankara Üni.
Hukuk Fak.
Mezun Bursiyer
‘‘Ankara Barosu
Doğa Sporları ve
Dağcılık Klübü
Başkanı’’
oksijenine göre ayarlar ve
akut dağ hastalıkları riski
önlenir. Ancak grubumuzun
hepsi profesyonel olduğu ve
daha önce 7 binlik dağlara
tırmanış yaptıklar için aklimat
yapmama kararı aldılar ve
ikinci gün direk 4200 kampına
kamp atıldı. Ancak ben yüksek
rakıma alışık olmadığımdan
başım ağrıyordu, uykum
gelmiyordu. 4200 kampında
vücudumun zirve için
zorlanmaması amacıyla
bireysel olarak 4200’den
yaklaşık 4600’e kadar tırmanış
yapıp geri döndüm. Böylece
kendime biraz güven geldi.
4200 kampında dinlendikten
sonra, gece hazırlıklarımızı
yaptık ve zirve tırmanışına
başladık. Hava açık ancak
çok soğuktu. Yine de
gökyüzündeki yıldızların
ve Doğubeyazıt’ın
ışıkları içimizi ısıtıyordu.
Elimizi uzatığımızda
dokunabileceğimiz kadar
yakın gözüken ay, bize yol
arkadaşlığı yapıyordu. Zirveye
doğru gittikçe sert ve soğuk
havayı iyice hisstemeye
başladık. Ellerimin donmaması
için sürekli parmaklarımı
hareket ettiriyordum. Çok
zorlanıyordum ama zirve
yapmaya da kararlıydım.
4900 metreye geldiğimizde
buzul başlamıştı. Benim
kafam artık uyuşmuştu. Buzul
bir tepe gördüm dedim ki
tamamdır artık zirveye geldik.
Meğerse zirve değilmiş.
Yolumuz sağa doğru kıvrıldı.
Aklimizasyon sürecini tam
olarak yaşamadığım için vücut
dengelerim sağlanmamıştı.
Baş dönmesi ve mide bulantısı
yaşadım. Bunlar akut dağ
hastalığı belirtileri idi.
Bunun sonucunda komaya
giriliyordu. Bununla ilgili
öğrendiğim tebdirleri aldım.
Çok zorlanmama rağmen zirve
yolunda yürümeye devam
ettim.
Ve sonunda zirveye
ulaşmıştık! 5137 m.
Ekibimizin zirvenin mutluluğu
ve gururu muhteşemdi. Ben de
zirve yaptım ve Klübümüzün
flamasını çıkarttım, zirve
fotoğrafı çektirdim. Güneş
tam olarak doğmamıştı ama
sabahın aydınlığı vardı. Artık
dönüş zamanıydı…Tekrar
uzun bir yürüyüş ardından
Doğubeyazıt’a ulaştık ve
tırmanışımızı tamamlamış
olduk. Böylece ben de ilk
defa Ağrı Dağı’na çıkmış olma
mutluluğunu yaşadım.
ANKARA BAROSU
DOĞA SPORLARI VE DAĞCILIK KULÜBÜ
ERCİYES DAĞI KIŞ TIRMANIŞI
28 Aralık 2012 günü gece
23:30’da Ankara Tandoğan’da
ekibimizle buluştuk ve
aracımıza malzemelerimizi
yükledik. Ankara Zirve
Dağcılık ekibi ile beraber
faaliyet yapacaktık. Zirve’nin
ekibi ile toplamda 18 dağcı
olarak yola koyulduk ve
sabahın erken saatlerinde
78
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
Erciyes’te idik. 4-5 saatlik
bir yürüyüşün ardından
kamp alanımıza ulaştık ve
çadırlarımızı kurduk.
Ben, Abdullah Koç ve Yeliz
arkadaşımız olarak üç kişi
aynı çadırda kalacaktık.
Çadır arkadaşlarımızla kar
suyundan çayımızı yaptık.
Abdullah bize meşhur
kavurmalı bulgur pilavını
yaptı. Kaşık eksikliğinden iki
kişi aynı kaşıktan yedi. Pilav
muhteşem olmuştu. Çadır
sohbeti harikaydı. Ben ara
ara çadırın kapısından etrafa
ve gökyüzüne bakıyordum.
Etrafta bizim çadırlardan
başka hayat belirtisi yoktu.
Gökyüzü de yıldızlarıyla beni
79
kendisine aşık etmişti.
Gece tekrar yola koyulduk
ve rotamızı Sırt rotası olarak
belirledik. Hörgüç kayasından
geçip zirveye ulaşacaktık. Sırt
rotası çok uzun ve yorucu
idi. Sırt’tan devam ederken
sağımızda Erciyes’in krateri,
solumuzda da derin uçurum
vardı.
Sabaha doğru Hörgüç
kayasına ulaştık. Buradan ip
ile geçecektik. Ancak çok kar
yağmıştı. Hörgüçten geçmek çok
riskli idi. Mecburen alternatif
bir yol bulmak zorunda idik.
Kayanın (dağın) etrafını dolaşıp,
öylece zirve sırtına çıkacaktık.
Alternatif geçiş biraz zorlu oldu.
Teknik tırmanış ile ve Abdullah
Bey’in özverili liderliği ile burayı
geçtik.
Sabahın rüzgarı da beni
zorluyordu. Zorluğa rağmen
rüzgarın izi kalbimde yer
etmişti ve zirve yapmaya
kararlı idim, hörgücü aşabilen
arkadaşlar da kararlı idi.
Ovalar, dağlar, ışıklarıyla
gözüken Kayseri, bulutlar
ayaklarımızın altında idi.
Sabah güneş bulutların
üstünde usulca doğduğunda
biz bulutların üstündeydik.
Sabah güneş muhteşem bir
güzellikle doğdu ve bize
merhaba dedi. Zirve 3917 m.
Hayatımda böyle bir güzellik
görmemiştim. Sırf bu kesit
için bile olsa Erciyes’e çıkmaya
değer...
Sonrasında aşağı inmeye
başladık. Ancak geldiğimiz
rotadan dönmek istemiyorduk.
Çünkü sırt rotası çok uzun
ve yorucu idi. Bu sefer daha
tehlikeli ama kısa olan Şeytan
rotasından dönüşe geçmeye
karar verdik. Bu kısım çok dik
ve çığ riski olan bir rota idi.
Şeytan rotasından temkinli
şekilde indik ve kamp alanına
ulaştık.
Yine zirve yapmanın keyfi ile
Ankara’ya döndük. Böylece
Ankara Baro’su ekibi olarak
(Hasan Hüseyin Boğaz, Av.
Abdullah Koç, Av. Adem Koç,
Av. Melek San) zor ama keyifli
bir kış tırmanışını yaptık.
İnsan bir kuş misali: dün
Erciyes Zirvesi’nde idik, şimdi
ise Ankara Adliyesi’ndeyiz.
Daha nice tırmanışlara...
Adem Yavuz IRGATOĞLU
Ankara Üni. İletişim Fak.
Gazetecilik mezunu
Ankara Pursaklar Belediyesinde
Basın ve Halkla İlişkiler
Problemlerinden arın(dırıl)mış bir gençlik
MEZUN BURSİYERİMİZ
Günümüz gençliği üzerine
yazılan yazıların birçoğunda
“Gençliğin problemi” konusu
işlenmektedir. Bu yazıların
temelde oluşturduğu rahatsızlık
ise gençliğin hep bir problemle
ilişkili olarak anlatılmasıdır.
Bu nedenle biz de başlığımızı
“Problemlerinden arın(dırıl)mış
bir gençlik” olarak belirlemeyi
uygun gördük.
Buradaki amaç; gençliğin
problemlerinden arınmış
veya arındırılmış olmasıdır. O
nedenle artık “Problemli gençlik”
değil de “Problemlerinden
arın(dırıl)mış bir gençlik” teması
üzerine yazı yazmanın daha
doğru olacağını düşünüyoruz.
En azından böyle bir gençliğin
de var olduğu bilincinden
yola çıkarak, gençliğin
problemlerinin asıl kaynağına
bakmakta fayda olacağını
umuyoruz.
12 ile 24 ya da 15 ile 25
yaşları arasındaki insanların
genç olarak nitelendirildiğini
düşünecek olursak, genel bir
bakış açısıyla bu dönemin
çocukluk ile erişkinliği bir
birine bağlayan bir köprü
olduğunu ifade edebiliriz. Bu
yaşlar arasındaki gençliğin
kapsamında çocukluk
döneminin geride kaldığı;
ancak yetişkinliğin henüz
belli bir noktaya ulaşmadığını
görmekteyiz. Bunu da bir
“belirsizlik çağı” olarak ifade
etmek yanlış olmasa gerek.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın bir
yazısında UNESCO’nun ergenlik
dönemi tanımı şu şekilde yer
alıyor: “Cesaretin çekingenliğe,
macera isteğinin rahata üstün
geldiğini çağ.”
Bu dönem aynı zamanda
gençliğin bir arayış içinde
olduğu dönemdir. Bu belirsizlik
dönemini (arayış dönemi)
Tarhan şöyle ifade etmektedir:
“Ergenlik dönemindeki genç
80
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
kendini arayıp bulma ve
kanıtlama, sabah işyerindeyken
az çok bunalım geçirir. Bazı
gençlerde bu bunalım karmaşa
ve akıl sağlığı bozulmasına
kadar varabilir.”
Haylazlık, gözü karalık
bunalımlar, çatışmalar,
öfkeler, kaygılar, bu dönemin
özellikleridir. Tatlı hayaller,
idealler, ilk sevgiler, sıkı
arkadaşlıklar bu dönemde
yaşanır. Kendine yol çizme
amacını belirleme, cinsel
kimliğini oturtma, insan
ilişkilerini düzene koyma
içerisindedir. Benlik kavramı
ve benlik sınırları belirsizdir.
‘Ben kimim’ sorusunu çok sorar.
Bu dönemde din, uyruk, iş,
yer değiştirmeler çok yaşanır.
Yani bu çağın, hayat için bir
hedefin arandığı, meslek,
kariyer arayışlarının olduğu;
ailevi rollerin üstlenildiği
veya üstlenilmesi için gerekli
olan kişilik özelliklerinin
kazanılmaya çalışıldığı,
dolayısıyla sorumlulukların
daha da arttığı bir dönem
olduğunun akılda tutulması
gerekir. Özellikle bu
derginin içeriğini oluşturan
genç kardeşlerimizi de
düşündüğümüz zaman evet
sizler idealleri olan gençlersiniz.
Kimlik bunalımı
Burada bir de kimlik bunalımı
çeken gençlerin yaşam
alanlarındaki sıkıntıları baş
gösterir. Kimlik bunalımı
çeken bir genci düzenli
hayat sıkar. Gençler çoğu
kez ‘başkasına’ benzemek
istemez ve bundan nefret
eder. Yani ne kendi olabilir
ne de bir başkası! Uzmanlar
kimlik bunalımı yaşayan
gençlerde şu davranışların
veya alışkanlıkların olduğunu
tespit etmektedir: “Alkol,
sigara, maddeye kolayca
yönelir. Böylece yalancı bir
güven duygusu oluşur. Üstün
ve başarılı görünme arzusunu,
kıskançlığı, kuşkuculuğu bir
süre uyuşturucu ile avutmaya
çalışır. Grup baskısını üzerinde
çok hisseder. Aidiyet duygusu
ile toplumsal değerleri hiçe
sayabilir.” Gençler bu durumdan
başarıyla kurtulmak isterler.
Bu psikoloji ve sorumluluk
içinde bulunan gençliğin,
toplum varlığındaki sağlam bir
gelişmesinin nasıl olabileceğine
yönelik bir soruya cevap aramak
gerekiyor.
Buna ise şu cevabı vermek
mümkündür: Gençliğin her türlü
problemleri çözüldüğü vakit,
toplumdaki sağlam bir gelişme
gerçekleşebilir. Bu soruya cevap
verirken şöyle bir soruyu da
sormak lazım: Bir toplumun
geleceğini yok etmenin en
kısa ve en etkin yolu nedir? Bu
soruya birçoğumuzun cevabı
“ gençliği dejenere etmek”
şeklinde olacaktır.
Yozlaşan bir gençlik toplumu
yok eder
Evet, haklısınız! Bir toplumu
yok etmek için en etkili silah,
gençliği dejenere etmektir.
Aslında buraya kadar
yazdıklarımız, günümüz
gençliğine atfedilen veya
onlarda var olduğu kanaatine
varılan problemin kaynağı
hakkında az da olsa bilgi
vermektedir. Eğer yukarıdaki
ifadelerden sonra da günümüz
gençliğinin problemlerinin
kaynağının ne olduğuna devam
edecek olursak, bu da bize
bu problemin sebebi olarak
‘gençliğin içinde yaşadığı
toplumu’ gösterecektir. Yani
gençliğin asıl problemi içinde
bunduğu toplumun yapısından
kaynaklanmaktadır
Bu noktada Peygamberimizin
çocuklarımıza karşı
sorumluluğumuzu-görevimizi
hatırlatan hadis-i şerifini
81
bir kez daha düşünmekte
ve anlamakta fayda vardır.
“Çocuklarınıza güzel
davranıp, iyilikte ve ikramda
bulununuz; onları en güzel
şekilde terbiye ediniz.” (İbn
Mace, Edeb, 2/368). Bu hadis-i
şerifi okuyup, bundan derin
anlamlar çıkarmak isteyenlerin
karşısına şöyle sorular çıkabilir:
Toplumumuzdaki büyükler,
gençlere karşı görevlerini tam
olarak yapıyor mu? Ailedeki
ebeveynler çocuklarına karşı
görevlerini yerine getiriyor mu?
Eğitim-öğretim alanında da
öğretmen ve okul fonksiyonu,
istendiği ölçüde icra ediyor mu?
Çevresel anlamda baktığımızda
gençlerin içinde yaşadığı
çevre, onların maddi ve manevi
yönden yetişmesine uygun mu
veya ne kadar uygun?
Yönetim anlamında ise devlet,
gençlerine sahip çıkıyor
mu veya ne kadar sahip
çıkıyor? Gençliği yetiştirmede
benimsenen ölçüler ve eğitim
düsturları, onların yetişebilmesi
için hangi seviyededir?
Gençliğin rol model alarak
öğrendikleri nelerden ibarettir?
Gençlik nereye doğru ilerliyor
ve geleceğimizi hangi yönde
şekillendiriyor? Bu sorular
yarınımızı tayin edecek en
önemli sorulardan sadece
birkaçıdır. Herkes kendince
bu sorulara cevap ararken biz,
gençlik dönemine bakalım.
Gençlik dönemi
Gençlik dönemi aynı zamanda
bağımsızlık ve topluma karışma
çağıdır. Bu dönemde gençlerin
evden koptuğu, kaçtığı, çevreye
yöneldiği görülmektedir.
Gençler evden veya aileden
uzaklaşarak, kendi yaşıtlarıyla
kaynaşmak isterler ve gençlerin
bu yönde eğilimleri olur. Tam
da bu noktada gençlerin bir
kimlik arayışına girdikleri
görülür. Gençler kendilerini
sorgulamaya başlar ve bir
değerlendirme içine girerler.
Buradan itibaren kendilerini
ispatlamak ister ve yeniliklerle
ileriye doğru atılmaya başlarlar.
Bu atılım döneminde gençleri
etkileyen bazı faktörler
karşımıza çıkmaktadır.
Bunlardan birkaçını şöyle
sıralayabiliriz: aile, arkadaş
grubu, okul ve eğitim, çevre
ve kitle iletişim araçları (TV,
internet) vb. Şüphesiz bu
faktörlerin her birinin ayrı birer
sorumluluk alanı vardır.
Ailenin çocuklarına karşı
sorumluluklarını- görevini
(Türk-İslam kültürü
açısından) şöyle ifade
edebiliriz: çocuklara güzel
bir isim koymak, onları
ekonomik güçleri oranında
besleyip büyütmek, onlara iyi
bir terbiye vermek -terbiye
verirken de kendilerinin de
bu konu da örnek olmaları
gerektiğini unutmamak- dinî
bilgileri öğretmek, hayatlarını
kazanacakları yolları göstermek,
eğitimlerini sağlamak,
onları ibadete alıştırmak ve
evlendirmektir…
Bir diğer faktör –belki de
gençlik dönemindeki en etkili
olanı- arkadaş grubudur.
Yaşıtlarından oluşan bu gruplar,
aynı zamanda birbirlerini
etkileyebilme özelliklerine
sahiptir. Arkadaşlarıyla
birlikte olmayı tercih eden
gençler, tutum ve davranışları
ile birbirlerini etkilerler.
Bunu da bir atasözünden
hatırlayabiliriz: “Üzüm üzüme
baka baka kararır.” Arkadaşlık
hakkındaki bir diğer söz de
“Bana arkadaşını söyle, sana
kim olduğunu söyleyeyim.”
özdeyişidir. Bu ifade de iyi
arkadaş seçilmesi gerektiğinin
önemi vurgulamaktadır. Yeni
Akit gazetesi yazarlarından
Sibel Eraslan’ın Yeni Akit’e veda
ettiği yazısında yer alan bir
cümleyi de arkadaşlığın önemi
açısından buraya aktarmak
istiyorum.
Eraslan, “Allahaısmarladık”
başlıklı yazısında “Arkadaşlığı
dünyaya değişmedim, hiç
değişecek de değilim... Arkadaş,
hayatın anlamı ve gramajıdır
benim için, hatta cennet
hayali…” ifadesini kullanıyordu.
( 9 Şubat 2011). Arkadaşlık
herkes için farklı anlamlar taşısa
da her birinde yatan anlam
büyük önem arz etmektedir
aslında.
Gençlik üzerinde etkili olan
eğitim faktörü
Günümüz gençliğinin
problemlerine dinimizin ortaya
koyduğu çözüm yolları içinde
en önemlilerinden birinin eğitim
olduğunu hatırlatarak, gençlik
üzerinde etkili olan okul ve
eğitim faktörüne bakalım. Bu
faktör hem gençleri eğitir hem
onların birer görevli ‘yaşlılarla’
etkileşime geçmelerini sağlar.
Böylece okul, ferde eğitim
verir ve onu topluma hazırlar.
Topluma hazırlanan gençler,
model aldıkları kişileri okulda
seçmeye çalıştıkları gibi
mesleklerini de bu dönemde
seçmeye veya bunun hayalini
kurmaya başlarlar. Bu nedenle
dinimiz İslâm; ilme, eğitime
ve öğretime büyük önem
vermiş ve bunda herhangi bir
cinsiyet ayrımına gitmemiştir.
Bu da eğitimin ve eğitimdeki
fırsat eşitliğinin önemini
göstermektedir.
Dini ilimlerle pozitif ilimlerin
bir arada öğrenilmesi gençliğin
en büyük zenginliklerinden
bir olacaktır. Kalpteki iman ile
kafadaki bilgilerin bütünleşmesi
gerekir. Bunu gerçekleştirebilen
bir gençliğin problemlerinden
arınmaması için ciddi bir engel
gözükmemektedir.
Peygamberlik tarihinin bir
eğitim öğretim tarihi olduğunu
düşünerek, güçlülüğün insanı
büyüleyebilen bir durum
olduğunu anlamak gerekir.
“Ancak güç, hak çerçevesinde
kaldığı müddetçe kıymetlidir.
İnanmanın sevmekle başladığı
malumdur. Sevgi ise sevene
tabi olmayı gerektirir.” Böyle bir
eğitim, “kişinin davranışlarında
onun yaşantısı yoluyla ve bir
maksada bağlı olarak istenilen
değişmeyi meydana getirme
sürecini” gösterir.
Evet, sevgili gençler! Durmuş
Tatlılıoğlu’nun bir makalesinden
alıntı yapacak olursak, “Eğitim,
eğitmek ve yetiştirmek anlamına
gelir. İbn-i Sina, eğitimi, taş
üzerine nakışlar yapmaya,
Gazali ise, yabani ısırgan otlarını
ayıklayan bir bahçıvanın
faaliyetine benzetmektedir.”
Eğitimin bir de okutulan kitap
boyutu var tabii ki. İnsanlara
okuyup yazma öğretilmektedir
ancak esas önemli olanın kitap
okuma şuurunun kazandırılması
ve “faydalı kitapların”
okutulmasıdır.
Yeniliklerin yayılmasının,
bilgilerin hedef kitle ile
paylaşılmasıyla olanaklı
olduğunu düşündüğümüzde,
kitle iletişim araçlarının (KİA)
gençlik üzerindeki etkileyici
faktörü karşımıza çıkmaktadır.
Bu paylaşmayı sağlayan
ortam ve araçların tümüne ise
iletişim kanalı deniyor. İletişim
kanallarına ihtiyaç olduğu
gibi bu iletişim kanallarının
da nasıl kullanılacağı çok
önemlidir. Neyin, nerede,
hangi şartlar altında, nasıl ve
ne için kullanılacağı çok iyi
bilinmelidir!
Tarihi şahsiyetlerin hayatlarını
okuyun
Bunların yanı sıra bir de tarihi
şahsiyetlere bakıp, o gençlerin
özelliklerinden çıkarmamız
gereken çok önemli derslerin
olduğunu bilmeliyiz. İlhami
Günay’ın ‘Doktora Tezi’nden
oluşan “Kur’ân’da Gençlik
ve Gençler” isimli kitabında,
İslam’da gençlerin ahlaki
eğitiminin temellendirilmiş
prensipleri yer alıyor. Günay, bu
prensipleri şöyle özetliyor:
“İnsanlara ahlaklı davranmak,
onların menfaatlerini kendisine
tercih etmek, adalet, doğruluk,
cesaret gibi prensiplerle
donanmak, her türlü
aşağılıktan arınmak, insanlara
faydalı olmak, hata işlemesi
durumunda tövbe ve o hatayı
terk ederek temizlenmektir.”
Aslında bugün ne kadar da
ihtiyacımız var böyle bir
gençliğe. İşte böyle bir gençlik
yetişmesini arzulamaktayız.
Günay’ın kaleme aldığı
kitabın ilerleyen sayfalarında
peygamberlerin gençliğine
ilişkin önemli bilgiler yer alıyor.
“Hülasa Kur’an-ı Kerim’de, Hz.
İbrahim, Yusuf, Musâ, Yahyâ,
İsâ (a.s), Hz. Muhammed ve
Ashab-ı Kehf gibi gençlerin, aile
ve cemiyetlerinde şahsiyetlerini
bozabilecek engellere rağmen
öne çıkan özellikleri, dini kişilik
mükemmellikleridir.
Şahsiyetleri genelde ailede
şekillenmiştir. Günümüzdeyse
‘Hayatını yaşa!’ sloganı genci,
ailesi ve çevresiyle derin
çatışmalara, uyuşturucu
bağımlılığına ve cinsel
sapmalara götürmüştür. Modern
hayatın hâlâ ferdi kutsaması,
aile ve cemiyeti hesaba
katmaması üzücüdür. Ancak
cehalet ve siyasi mülahazalarla
kişiliksiz, silik ve tâbi nesiller
yetiştirmek de ülke gücünü
atıl hale getirmektedir.” Evet,
“kişiliksiz genç” yetiştirmek
ülke gücünü atıl (tembel) hale
getirmektedir.
Hz. Muhammed’in sabrı
konusunda, O’nun ana öksüzü,
baba ve dede yetimi kalması
yeterli bilgiyi vermektedir. Hz.
Yahyâ’nın ilim-hikmet, kalp
yumuşaklığı, temizliği, takvâsı,
ebeveyne saygısı, merhamet
ve sabrı, beşeri ilişkileri
kolaylaştıran unsurlardır.
Fedakârlığın zirve ismi de
Hz. İbrahim’dir. Hz. Musâ’nın
mazlumları himayesi. Hz. Ebu
Bekir’in sözünün eri olması.
Hz. Yusuf’un nefsine hâkim
82
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
olması, Hz. Ali’nin cesareti…
Allah, canlılar arasında konuşma
kabiliyetini insana lütfetmiş
ve bu imtiyazı kullanmanın
kaidelerini de belirlemiştir. O
halde konuşalım sevgili gençler!
Bunlar: güzel, bilgiye
dayalı, doğru, nazik,
yumuşak konuşmak; katı
ve kaba olmamak şeklinde
gerçekleşmelidir.
Yine konuyla bağlantılı olarak
bir de merhum Necip Fazıl’ın
vasiyetini hatırlatmakta fayda
var. Necip Fazıl’ın vasiyetinin
bazı bölümlerinde “Dininin,
dilinin, beyninin, ilminin,
ırzının, evinin, kininin,
öcünün davacısı bir gençlik...”
diye devam eden o anlamlı
cümlelerle gençliğin tasviri
yapılmaktadır. Yaşadığını
söyleyen bir Üstad’ı bir daha
“yaşat”an gençlik yetişmesi
O’nun en büyük isteklerinden
biriydi. Dudaklardan onun
yazdıkları ve onun güzellikleri
dökülmektedir. Umut dolu bir
gençlik duruyor karşımızda.
“Ben bir genç arıyorum
gençlikle köprübaşı!” diyen
Üstad, gençlerin nasıl olması
gerektiğini özetliyordu aslında.
Mustafa Kemal Atatürk de “Ey
yükselen yeni nesil, gelecek
sizindir. Cumhuriyeti biz
kurduk; onu yükseltecek
ve sürdürecek sizsiniz.”
diyerek, gençlerin önemini
vurgulamıştır. Burada Nurettin
Topçu’yu atlamak haksızlık
olur. Özellikle yeni neslin,
daha doğrusu bir kaygısı olan
gençlerin yollarının muhakkak
Nurettin Topçu durağına
uğraması ve nasiplerine
ne düşerse O’ndan bir şey
devşirmeleri gerekmektedir. Birbirimize muhabbet
besleyelim
Bir genç için değiştirilmesi
en zor olan husus inanç
konularıdır. Kendi inanç
ve yaşantısının, muhatabın
üzerinde hayranlık uyandırması
ve derin muhabbetin kurulması
gerekir. Belki de bunun için
sadece çağrı yapmak yetmez.
Gençlere, “kendi kendilerine
saygı duymalarını sağlayacak
güce muhtaç oldukları ve buna
kavuşmanın tek yolunun da
Allah’a yönelmek olduğu”
hatırlatılmalıdır.
“Dünyanın lezzeti ve eğlencesini
terk edip, gençliğini Allah’a
itaat içinde geçiren gence Allah
doksan dokuz sıddık sevabını
verir.” (Hayat Ölçüleri, Yusuf
Ömeroğlu). Hayata farklı bir
pencereden bakan, sadeliği
en ince çizgide yaşayan,
kadınların temsilcisi, kulluk
denince tutmakta olan Hz. Aişe,
Fatıma ve Zeyneb bn. Cahş gibi
şahsiyetlerin gençlikleri de
birer örnektir. “Sevinç, şiddet
ve zorluğu aynı anda yaşayan
Aişe Validemiz, olup biten
her şeyi takip ediyor, gelecek
nesiller adına birer hatıra olarak
anlatmaya hazırlanıyordu.”
(Hazreti Aişe, Dr. Reşit
Haylamaz).
Asil bir nesil yetiştirmek,
insanlığın en ulvi bir duygusu
ve saadetidir. İstiklal Marşı’nın
şairi, milli şairimiz olarak
bilinen merhum Mehmet Âkif’in
de öne çıkan ve gençlerimize
örnek gösterilmesi gereken en
önemli vasfı bir düşünce ve
hareket adamı olmasıdır. Âkif,
idealindeki gençliği “Âsım’ın
Nesli” olarak nitelendirmektedir.
Âsım; Âkif’in ana hatlarını
ayrıntılı olarak çizdiği ideal
bir gençliktir. Bu gençlik
vatanını, milletini, değerlerini
ve tarihini seven; haksızlığa
tahammülü olmayan, haksızlığa
karşı susmayan, haykıran ve
bunu düzeltmeye çalışan bir
gençliktir. Güçlülüğünü şahsi
çıkarları için değil; ülkesi,
milleti, toplumunun yararları
ve geleceği için kullanan bir
gençliktir. Kavgacıdır ama
toplumun yararına olan kavgacı.
Âkif, Safahat’ta Âsım’ı fiziki ve
ruhi portresi ile anlatmaktadır.
“Asım’ın nesli diyordun ya…
nesilmiş gerçek. İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek.”
Evet, gençler! Bizler zulmü alkışlayamayız… Zalimi ise asla
sevemeyiz… Birilerinin keyfi
için geçmişe kalkıp sövemeyiz…
Peygamberlerin asaleti, Akif’in
Asım’ı, Necip Fazıl’ın gençlik tanımı Atatürk’ün beklentisi olan
bir gençlik temenni ediyoruz.
Son söz…
Eğer mazideki şerefli yerimizi
yeniden kazanmak, ihtişam
dönemimizi bir daha yaşamak
ve milletler arası platformda
denge unsuru olmayı
arzu ediyorsak, öncelikle
zamana hâkim olmanın
yollarını araştırıp, zaman
sermayesinin zerresini dahi
heder etmemeli ve onu en iyi
şekilde değerlendirmeliyiz.
Bunu de gençliğimize
aşılamalıyız. Tarihimizi
göz önüne alarak zafer
sarhoşluklarına kapılmadan,
umut dolu gençlikle yolumuzda
yürümeliyiz…
83
Menduh KAHRAMAN
Elektrik Grup Şefi
Rönesans İnşaat
Azerbeycan
Azerbaycan’da bir ustamız
bizi evine yemeğe davet etti.
Vardığımızda ahşap ve yığma
taştan, güzel bahçeli bir kasaba
evi karşıladı bizi. İlkokul
yaşlarında bir kızı ve bir oğlu
vardı evde ustanın. Çocukların
yaşam sevinçlerinde, misafir
karşısındaki utangaçlıklarında
ve her hallerinde biraz kendi
geçmişimi buldum. Adeta zaman
tünelinde, kendi geçmişime
bir yolculuk fırsatıydı benim
için. Çağırdım çocuklari, aldım
karşıma, Tehran ile Şahane.
Çocuklara İbrahim Çeçen’i
anlattım. Eğitim hayatının
zorluklarıyla başa çıkmış,
başarılı olmuş, iş hayatına
atılmış, kazandıklarıyla hep
kendi gibi eğitim süreci
zorluklarını yaşayan gençlere,
çocuklara yardım etmeyi
düstur etmiş İbrahim Çeçen’i
ve IC Vakfı’nı anlattım. Tehran
ve Şahaneye yârim saatleri
olduğunu, İbrahim Çeçen ve IC
Vakfı’nı düşündüklerinde neyi
hayal ediyorlarsa onu resme
dökmelerini istedim.
Yarım saat sonra Tehran ve
Şahane resimlerini getirdiler.
Resimlerindeki tema güneş, su,
ve çiçekler işlenmişti, üstüne
itina ile İbrahim Çeçen ve IC
yazılmıştı. Aslında baktığım
resimler hayatin tam da
kendisiydi, toprak kokan bir
bahar vardı, güneşe ve suya
muhtaç çiçekler vardı. Tehran
ve Şahane’ye teşekkür edip,
kendi yaptıkları resimleriyle
beraber fotoğraflarını çektim.
Ve dönüp kendi çocukluğuma,
uçurum kıyısı gençlik günlerine
baktım, düşmek ile kalmak
arasında gecen bulutlu günler,
gençliğim ki bahar çiçekleri
kadar muhtaçtı güneşe.
Güneş gibi kutsal bir meşale
olup gençliğime ve benim gibi
binlerce öğrenciye ışık tutan
İbrahim Çeçen ve IC; ekilen
bahar çiçekleri sizin sayenizde
yeşerdi, artık dört mevsim yedi
iklimde, yurdum ve dünyanın
her bir yerinde o tohumlar
koca koca ağaçlar oldular.
Her birinin altında yeni yeni
çiçekler yeşermeye başlayacak
ve emin olun ki her bir bahar
çiçeğinin üzerinde İbrahim
Çeçen ve IC yazıyor olacak.
Sönmemek üzere yakılan bu
kutsal meşale nesilden nesile
ışık olup hayat verecek bahar
çiçeklerine, yine ve yeniden..,
her birisinin üzerinde İbrahim
Çeçen yazacaklar...
MEZUN BURSİYERİMİZ
Bahar Çiçekleri
ÖDÜLLERİ
İBRAHİM ÇEÇEN VAKFI
AĞRI İBRAHİM ÇEÇEN ÜNİVERSİTESİ
1. ARAŞTIRMA PROJE YARIŞMASI
AĞRI İLİ’NİN
TURİZM
POTANSİYELİ
Son Başvuru Tarihi
SEÇİCİ KURUL:
Dr.Mehmet Tekinarslan – Ağrı Valisi
5 Ekim 2013
Prof.Dr. İrfan Aslan – Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr. A.Akın Aksu – Akdeniz Üniversitesi, Turizm Fakültesi Dekanı
Osman Ayık – Türkiye Otelciler Federasyonu Başkanı
Serhat Çeçen – IC Holding Yönetim Kurulu Üyesi
Günseli Çeçen – IC İbrahim Çeçen Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı
Abdullah Keleş –ICF Airports Yönetim Kurulu Üyesi
Dr.Meral Dinçer – IC İbrahim Çeçen Vakfı Müdürü
www.agri.edu.tr
ÖDÜLLER
Birincilik: 10.000 TL
İkincilik: 8.000 TL
Üçüncülük: 6.000 TL
(Eserlerin kitap halinde yayınlanması)
www.icvakfi.org.tr
Yarışma Şartnamesi IC Vakfı'ndan veya [email protected]’den temin edilebilir.
Başvuru : İbrahim Çeçen Vakfı, Kızılırmak Sokak No:31 Kızılay-ANKARA
Tel.(0312) 417 82 64 - Faks.(0312) 417 82 96
85
YARIŞMANIN AMACI
Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi her yıl geleneksel
olarak farklı bir konsept (bilimsel araştırma, edebiyat,
sanat v.b.) ve konuda yarışma düzenleyecektir. Bu yıl
düzenlenecek yarışma “Araştırma Proje” dalında olup,
“Ağrı İli’nin Turizm Potansiyeli” konusunda tüm Türkiye’den
araştırmacılar katılabilir. Amaç Ağrı İli’nin var olan
turizminin canlandırılması, sorunların giderilerek, eksiklerin
ve yapılması gerekenlerin ortaya çıkarılması ve hayata
geçirilebilecek, uygulanabilir projelerin tespit edilmesidir.
YARIŞMA KONUSU
Araştırma Proje yarışmasının konusu “Ağrı İli’nin Turizm
Potansiyeli’dir. Yarışmaya katılan eserler Ağrı İli’nin genel
turizm potansiyeli ile ilgili olabileceği gibi, sadece belli bir
turizm konusuna yönelik de olabilir.
KİMLER KATILABİLİR?
Araştırma Proje yarışmasına tüm Türkiye’den araştırmacılar
katılabilir. Yaş sınırlaması yoktur.
ÖDÜLLER:
Birincilik
:10.000 TL İkincilik
: 8.000 TL Üçüncülük
: 6.000 TL Ödüller İbrahim Çeçen Vakfı tarafından verilecek ve ayrıca
kitap halinde yayınlanacaktır.
YARIŞMAYA KATILIM KOŞULLARI:
-Her araştırmacı yalnızca 1 (bir) araştırmasıyla yarışmaya
katılabilir.
-Araştırmalar A4 boyutunda dosya kâğıdının bir yüzüne,
bilgisayarda 12 punto “Times New Roman” yazı karakteriyle
yazılmalıdır. Araştırmanın ve yazanın adı araştırmanın
başında belirtilmelidir.
-Araştırmanın uzunluğu 30 sayfadan az olmamalıdır. (Daha
fazla olabilir)
-Yarışmaya gönderilen yapıtlar hiçbir yerde tamamen veya
kısmen yayımlanmamış ve daha önce herhangi bir yarışmaya
katılmamış olmalıdır.
-Araştırmalar belirtilen konuda olacaktır.
-Araştırmaların bilimsel yazım kuralları çerçevesinde
yazılmış olmasına ve özellikle uygulanabilirliğine ve hayata
geçirilebilirliğine bakılacaktır.
-Yarışmaya katılan yapıtlar iade edilmeyecektir.
-Yayımlanan eserler için ayrıca bir telif ücreti ödenmeyecektir.
-Yazarlar, yarışmaya katılan eserlerinin ödül kazansın ya
da kazanmasın yayınlanmaya değer bulunması halinde,
bir telif hakkı iznine gerek kalmaksızın Ağrı İbrahim Çeçen
Üniversitesi tarafından kitap haline getirilmesini kabul etmiş
sayılırlar.
-Ödül kazanan araştırmalar Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi
tarafından İbrahim Çeçen Vakfı desteğiyle bir kitap halinde
yayınlanacak ve ödül alanlara 10’ar adet verilecektir.
-Ödül kazanan öyküler dışında jüri uygun gördüğü takdirde,
ödül kazanamayan ancak kitapta yer almasını uygun gördüğü
araştırmaları da seçebilir.
YAPITLARIN GÖNDERİMİ
-Araştırma hem yazılı, hem de CD halinde gönderilecektir.
-Yapıtlar iadeli taahhütlü posta veya kargo ile IC İbrahim
Çeçen Vakfı, Kızılırmak Sok. No: 31, Kızılay-Ankara
adresine gönderilecektir. Bu tarihten sonra gelecek yapıtlar
değerlendirmeye alınmayacak, e-posta ile gönderiler kabul
edilmeyecektir.
Yarışmaya katılan araştırmanın yanı sıra yazarının özgeçmişi
ile adres, telefon, e-posta adresi de gönderilecektir..
-Yarışmaya katılanlar, şartname koşullarını kabul etmiş
sayılacaktır.
-Yarışmaya gönderilen araştırmalar seçici kurul tarafından
incelenerek, değerlendirilecektir.
YARIŞMAYA SON BAŞVURU TARİHİ
Yarışmaya en son katılım tarihi 5 Ekim 2013’tür.
YARIŞMA SONUCUNUN AÇIKLANMASI ÖDÜL TÖRENİ
Yarışma sonucu Ekim 2013’te açıklanarak, törenle ödüller
verilecektir.
VAKFIMIZDA NİKAH HEYECANI
IC Vakfı Koordinatörü
Ayça Köktürk ile
Türk Hava Kurumu
Üniversitesi Öğretim
Üyesi Martin Jones,
26 Mayıs 2013 günü,
Türk Japon Vakfı Kültür
Merkezi’nde hayatlarını
birleştirdiler. Gelinin
nikah şahitliğini, IC
Vakfı Yönetim Kurulu
Başkanı Sayın Günseli
Çeçen ve IC Vakfı
Yönetim Kurulu Başkan
Yardımcısı Sayın Aslı
Çeçen yaptı.
IC Vakfı olarak,
JONES çiftini kutluyor,
kendilerine ömür boyu
mutluluklar diliyoruz.
FAKİR AMA ONURLU İNSANLARIN ÜLKESİ
BURKINA FASO
Yazı ve Fotoğraflar: Timur ÖZKAN
Eski adı Yukarı Volta olan
Burkina Faso, komşusu
Gana’daki Volta gölüne
dökülen, Beyaz Volta’nın
Kırmızı ve Siyah Volta
adlı kolarının bulunduğu
bölgede kurulmuş. Ülke
yerel dilde “Onurlu İnsanlar
Ülkesi” anlamına gelen
adını 1984’de almış. 12
milyonluk ülke nüfusunun
1 milyonunun yaşadığı
başkent Ouagadougau’nun
(Vagadugu olarak okunuyor,
kısaca Vaga olarak anılıyor)
adı ise insanlarınşeref ve
saygı kazandığı yer anlamına
geliyor.
Mossiler çoğunlukta olmak
üzere Dagaari, Dyula, Lobi,
Marka, Gurunsi, Senoufo, Bobo
86
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
vb 50’den fazla kabileden
oluşan ülkenin bilinen tarihi
11. yüzyıla kadar uzanıyor.
Tarih boyunca dört büyük
uygarlık kuran Mossiler
19. Yüzyılda Fransızların
egemenliğine girerler. 1960’da
bağımsızlığını ilan eden
Yukarı Volta için bu defa
birbirini takip eden darbeler
dönemi başlar. Son olarak
1982’de iktidara gelen ve
“Afrika’nın Che’si” olarak
nitelendirilen Sosyalist Devlet
BaşkanıThomas Sonkara’yı,
daha 38 yaşında iken
öldürerek koltuğuna oturduğu
ve kendisinin en yakın üç dava
arkadaşından biri olan Blaise
Compaere’nin iktidarıhalen
devam ediyor.
Dünyanın en fakir ve
ortalama insan ömrünün en
kısa olduğu ülkelerinden
biri olarak tanınan Burkina
Faso’nun nüfusu, etnik yapısı
ve dini profili hakkındaki
bilgiler çelişkili. Türkiye’de
okuduklarımızı bir kenara
bırakarak sadece yerel
kaynaklara bakacak olursak;
kendisi Mossi kökenli ve
Müslüman olan rehberimiz
Money’e göre 12 milyonluk
ülkede, diğerleri Animist
olmak üzere 8 milyon
Müslüman ve 3 milyon
Hıristiyan yaşıyor. Burkina
Faso’nun turistik haritalarında
yer alan bilgilere göre ise
durum şöyle; Animistler %
65, Müslümanlar % 25 ve
Hıristiyanlar % 10.
87
Ouagadougau, kentin
ortasında bulunan
havaalanının kuzeyindeki
“eski” ve güneyindeki “yeni”
kent (Ouaga 2000) olmak
üzere iki bölüm halinde
gezilebilir. Otelimiz Les
Palmiers’in de bulunduğu
eski kent merkezinin
sokaklarında dolaşarak
gezmeye başladığımız
Ouagadougau’daki ilk
duraklarımız Büyük Pazar,
Büyük Cami, Katedral ve
Tiyatro oluyor. Bir Cuma
gününe denk gelen gezimizde
Cuma Namazıiçin caminin
çevresindeki sokaklara taşan
tamamı siyah Müslümanlar
kadar Katedral’de denk
geldiğimiz ayine katılan gene
tamamı siyah cemaat Afrika’ya
özgü görüntüler oluşturuyor.
Ülkede 3 milyon nüfusa
sahip Mossilerin liderinin
sarayı dışardan bakınca
sıradan bir görünüşe sahip
ancak her Cuma sabah 7’de
gerçekleştirilen seremoniler,
ülkenin her tarafından bu
seremonileri izlemeye gelen
yerel halk tarafından ilgiyle
izleniyormuş. Saat farkıyla
kaçırdığımız seremoni bizim
için de ilginç olabilirdi.
Burkina Faso’nun üstü açık,
sahnesi ve oturma yerleri
ahşap tiyatrosu da yerel
kültürü tanımak açısından bir
diğer seçenek olabilir.
Burkina Faso sinema
endüstrisi açısından
Afrika’nın Bollywood’u
olarak tanınıyor. Burada
düzenlenen film festivalinin
(FESPACO) gerçekleştirildiği
Cine Burkina ile tarihi Cine
Oubri de Ouagadougau’da
gezilecek yerler arasında not
edilebilir. Ouagadougau’da iki
müze bulunuyor. Ziyaretçisi
olmadığı için kapalıolan
Ulusal Müze’den sonra
gittiğimiz Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın içindeki Müzik
Müzesi’nde ise ülkenin
dört farklı bölgesinden
toplanan geleneksel müzik
enstrümanları sergileniyor.
Afrika’nın pazaryerleri
her zaman çok renklidir.
Quagadougau’nun pazarları
diğerleri kadar renkli
sayılmasa da yerel hakkı
tanımak için mutlaka
gezilmeli. Üstelik burada
fotoğraf makinelerine
memnuniyetle poz veren
kadınlar ve çocuklar (en
azından şimdilik) para
istemiyorlar. Burkina Faso’da,
sokaklardaki bisiklet ve
motosiklet fazlalığının
yanısıra kasksız motosiklet
sürücüleri ile bazen ikisi
birden olmak üzere başlarında
sepetlerini, sırtlarında
bebeklerini taşıyan kadınlar
da ilginç Afrika görüntüleri
oluşturuyorlar.
Burkina Faso’da bronz ve
ahşap işleri başta olmak üzere
el sanatları çok gelişmiş.
Daha önce kent merkezinde
gördüğümüz küçük bir açık
hava atölyesinde sadece
88
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
bronz heykeller yapılıyordu.
Ouagadougau’nun görülmesi
gereken yerleri arasında
sayılan Sanatçılar Köyü’nde
ise; her birinde ahşap, bronz,
tel, kumaş, deri, resim vb ayrı
bir sanatın yapıldığı evlerde
üretilen süs, dekor, hediyelik
veya anı eşyaları üreticilerden
ve/veya köyün mağazasından
satın alınabiliyor.
Kuşkusuz yaşam standartları
açısından Ouagadougau bir
Avrupa kenti değil, hatta
değil Avrupa’nın, Asya’nın
veya Afrika’nın pek çok
ülkesinin de gerisinde ama
Avrupa standartlarında
restoran ve gece kulüpleri
de yok değil. Aynı zamanda
ahşap el işleri ticareti de
yapan Fransız Mathias
Lafon’un işlettiği Restoran
Gondwana’nın salon, çadır
veya bahçe seçeneklerinin
her birinde Akdeniz,
Gurunsi veya Moritanya
89
mutfaklarından yemekler
tadılabilir, Mathias’ın zengin
koleksiyonundan ahşap
heykeller satın alınabilir.
Yemek sonrası için, yerel
halkın da gittiği Havana veya
Golden adlı gece kulüpleri
tercih edilebilir.
Burkina Faso’nun başkent
Quagadougau dışında
gezilebilecek yerleri arasında;
komşu Mali’nin Djenne
kentindeki camiden sonra
dünyanın ikinci büyük kerpiç
yapısı olan Ulu Cami’nin
bulunduğu (Fildişi Sahili
sınırındaki) ikinci büyük
kent Bobo Dioulasso (Burkina
Faso’da Müziğin başkenti
olarak tanınıyor), güneyde
Gaoua bölgesinde yer alan
UNESCO listesindeki gizemli
LoropeniHarabeleri ile
kadınlarının kök boyalarla
süslediği geleneksel evleriyle
meşhur Animist Gurunsi
kabilesinin (Gana sınırındaki)
köyü Tiebele sayılabilir.
Moritanya’nın ayrılmasından
sonra sayıları 15’e düşen Batı
Afrika Birliği’nin üyelerinden
olan Burkina Faso’nun para
birimi Batı Afrika Frankı. (1
BAF=650 Avro) BAF buradan
başka Benin, Gine Bissau,
Fildişi Sahili, Mali, Nijer,
Senegal ve Togo olmak
üzere toplam sekiz ülkede
kullanılıyor. (tam adıyla Batı
Afrika Ülkeleri Ekonomik
Topluluğu’nun diğer üyeleri
ise şunlar: Gana, Gambiya,
Gine, Liberya, Nijerya,
Sierra Leone ve Yeşil Burun
Cumhuriyeti)
Türkiye ile (-) 2 saat farkı
bulunan Burkina Faso’nun
resmi dili Fransızca, çok
yaygın olmasa daİngilizce
konuşan bulunabiliyor.
THY’nin Burkina Faso seferleri
Nijer’in başkenti Niamey
üzerinden yapılıyor. 6 saatte
geldiğimiz Niamey’de, Nijer
yolcularını bıraktıktan sonra
bir saat kadar daha uçarak
Ouagadougau’ya ulaşıyoruz.
Dönüşte ise, daha önce
Nijer’in İstanbul yolcularını
almış olarak Ouagadougau’a
gelen THY buradan İstanbul’a
doğrudan ve altı saatte
uçuyor. Burkina Faso, Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlarına
vize uyguluyor. Gece
geldiğimiz Burkina Faso’da
75 Avro gibi oldukça yüksek
bir ücret ödediğimiz vize
işlemleri için (iki fotoğrafla
birlikte) havaalanında
bıraktığımız pasaportlarımızı
bir tam gün sonra geri
alabiliyoruz. Burkina Faso’ya
gidecekler için son bir not;
Sarıhumma aşınızı yaptırmayı
ve aşı karnenizi yanınızda
getirmeyi unutmayın,
gerçi karnesi olmayanları
geri çevirmiyorlar ama
havaalanından pasaportlardan
önce aşı karneleri kontrol
ediliyor…
İŞ HAYATI YEME BENİ!
Üniversite döneminin en
kaygılı yılı genelde son
yıldır: Bir taraftan “mezun
olma” telaşı, bir taraftan
“beklentiler”in artması, bir
taraftan da bizi kovalayan
“arkadaşlardan ayrılma”
hüznü… İşin en acı tarafı da
ilk özgeçmişi oluşturmaya
başlarken ortaya çıkar: Tüm
öğrencilik hayatımda neler
yapmışım / yapmamışım
diyerek kendimizle yüzleşmek
zorunda kalırız.
Y kuşağı olmanın / olmak
zorunda kalmanın bir etkisi
olsa gerek, günümüzde
bireylerden çok şey
bekleniyor. Yani çamurda
büyüyen çocuklardan olmak
yerine biraz “balkon çocuğu”
olmaya itiliyoruz. Bir açıdan
yaklaştığımızda aslında
süreç çok iyi ilerliyor çünkü
bilinçli bir toplum olma
yolunda daha sağlıklı adımlar
atılıyor. Ancak doğrunun
diğer tarafından baktığımızda
sorumluluklarımızın istem
dışı arttığını görüyoruz.
Sanki görünmez bir el
sürekli“kendinizi geliştirin”
der gibi bizi çimdikliyor. Peki,
mutluluktan sarhoş bir şekilde
yaşarken bir cimcikleme ile
uyanmamak / uyandırılmamak
için neler yapmamız
gerekiyor?
“Seveceğin bir iş seçersen
yaşamında bir gün bile
çalışmış olmazsın.” demiş
Konfüçyüs. Bu nedenle iş
hayatında bir başlangıç
yaparken ya da kendimize
daha temiz bir sayfa
açmaya çalışırken mutlu
olabileceğimiz iş alanını seçip,
bu alanda profesyonelleşmeye
başlamak her zaman daha
büyük ve daha sağlam adımlar
attırıyor. Ağırlıklı genç, işsiz
ve üniversite mezunu olan
bir toplumda yaşadığımızı
düşünürsek, ancak kendimizi
kendimize doğru ifade
ettiğimiz takdirde sorunsuz
bir “seçim” yaşayacağımızı
söyleyebilirim. Kendimize
ayna tutmanın / tutabilmenin
dışında destek alarak da
profesyonel hayatımızda
güzel başlangıçlar yapabiliriz.
Üstelik bu konuda
rehber öğretmen, kariyer
danışmanı, tercih uzmanı
vs. gibi deneyimli kişilerden
alınabilecek destek dışında,
piyasada kariyer planlamasını
doğru yapabilmemizi
sağlayacak pek çok dergi /
gazete / makale mevcut.
Ayrıca üniversite yıllarında
yapılan zorunlu / ihtiyari
stajların, yarı zamanlı
çalışmaların kaygısız
bir gelecek konusundaki
katkıları da tartışılamaz.
Tüm bu çalışmaların en
büyük getirisi, ne yapmak
istediğimiz dışın da aslında
ne yapmak istemediğimizi
de bize göstermesidir. Gülse
Birsel, “Hayatınız boyunca
yapacağınız en büyük hata,
üniversite / yüksek lisans
/ doktora bitirip 27 yaşına
geldikten sonra iş aramaktır.”
der ve bence çok doğru söyler.
İsterseniz en iyi üniversiteden
mezun olun, iş hayatını bir
nebze bile koklama fırsatına
sahip olamadıysanız maalesef
değerlendirilme süreciniz
sekteye uğruyor. Bu nedenle
okul içerisinde aktif olmak,
yaz dönemlerini stajlar /
yarı zamanlı çalışmalarla
geçirmek her zaman bizi bir
adım öne taşıyor. Stajlar ve
sosyal aktiviteler dışında
da iş dünyasını yakından
takip etmek gerekiyor.
İngilizce seviyemiz, staj / iş
deneyimlerimiz dışında fark
yaratabilmek adına neleri
bilmemiz gerektiği aslında
ilanlarda satır aralarında
yer alabiliyor. Bu nedenle
tüm iş arama motorlarından,
size uygun olsun olmasın,
ilan takibini şiddetle tavsiye
ediyorum.
İmkânlarımız daha geniş
olsa da, dediğim gibi Y
kuşağı olmak kolay değil.
İş dünyasında yarattığımız
farklılıkları görmek isteyen
İK profesyonelleri ile karşı
karşıyayız artık. Bizler
için “geleceğin efendileri”
olacağımız iddia ediliyor ve
bu nedenle bizden beklenenler
giderek artıyor. Eğer “gel
işim” diyebilmek istiyorsak
bireysel“gelişim” şart artık.
Lütfen naylon stajlardan, bir
seminere katılmak yerine
daha tatlı gelen uykulardan
:) uzak duralım. Yaptığımız
her kaçamak, geleceğimizde
yaratabileceğimiz bir farklılığı
da bizden çalıyor.
Merve Karalioğlu // İnsan Kaynakları Uzman Yardımcısı
90
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
91
STAJ DEDİĞİN NEDİR Kİ?
Kavurucu yaz sıcaklarının
yaklaşması, öğrenciler için
ister gönüllü ister zorunlu
olsun, staj döneminin de
gelip çattığının habercisi.
Şimdiye kadar ders çalışıp
arkadaşları ile vakit geçiren
bireyler olarak staj yapmak
şu aşamada zor geliyor
olabilir. Ben de bu nedenle
stajın hayatımızdaki önemini
vurgulamadan geçmek
istemedim.
Evet, staj çok önemli! Hele ki
günümüz koşulları içerisinde.
Hem (benim de içinde
bulunduğum) Y kuşağı hem
de (yakın gelecekte üniversite
ve iş hayatına adım atacak,
şu an eğitim süreci devam
eden) Z kuşağı için. Çünkü
her iki kuşak da ciddi bir
karmaşık denkleme sahip.
Yani çok fonksiyonlular.
Aynı anda pek çok şeyi
yapabilme yetilerinin dışında
hemen hemen her şeye sahip
oldukları için gelecekte
ne istediklerini rahatlıkla
kestirebilecek bir yapıya
da sahip değiller. Sıkılgan
demiyorum ama olayları,
konuları, hatta enerjilerini
daha çabuk tüketebilen bir
yapıya sahipler. Bu durumun
avantajları olduğu gibi
(çok fonksiyonlu olmaları
mesela) dezavantajları da
var. Dezavantajı da bence
burada yatıyor. Üniversite
seçiminde bile tereddütlüler.
Kendi kuzenimden
biliyorum. Bir rockstar olmak
istemenin dışında tiyatro
yapabileceğine emin olmuş
ve aynı zamanda mühendislik
de okumak istemişti. Tabi
bir de mezun olduğunda
topuklu ayakkabılarını giyerek
çalışmak istiyordu .Evet,
anlatırken çok şirin geliyor,
hafiften gülümsüyorsunuz
da… Ancak olaya hayatını
geçindirmek için yıllarca
yapacağı iş olarak bakınca
endişeleniyorsunuz.
Bulunduğunuz sistem de
yeteneklerinize yönelmek
yerine çoktan seçmeli
sorulardan oluşuyorsa daha
vahim bir durum içerisinde
kalabiliyorsunuz.
Eğitim sistemimizi
yargılamayacağım burada
ama halen seçim yapamamış,
gözünü kapattığı zaman
yapmak istediklerini
göremeyen kişilerseniz
ya da çevrenizde böyle
bireyler varsa, kendinize
/ çevrenizdeki bireylere
en makul ve yapılabilinesi
yüksek olan yatırım stajdır.
Bahsettiğim şey özgeçmişleri
doldurmak için yapılan
naylon versiyonlar değil
tabi ki. Ancak staj dönemi,
kişinin kendini bulması ve
o atmosferi soluması için
bulunulmaz bir fırsat. Üstelik
artık Aiesec gibi uluslar arası
kuruluşlar, erasmus, yaşam
boyu öğrenme kapsamında
Ulusal Ajans’ın desteklediği
programlar da mevcut. Yani
hem sevebileceğiniz işi hem
de farklı kültürleri bir arada
görebilme fırsatı oldukça
fazla. Bir de artık üniversite
ayrımının da çok fazla
kalmadığını keşfediyorum.
Yani lütfen tedirgin olmayın.
Sadece ODTÜ’lüler ya da
Boğaziçi’liler staj yapabilme
imkanına sahip değil. Başarılı
bir kapak yazısı ve referans
mektubu tüm bu sıkıntıları
çözebilecek kadar kuvvetli.
“Fotokopi çekiyorum.” diye
de bir hayıflanma durumu
var. Şöyle düşünelim, sınav
notlarını bile kırtasiyeye
çektiren bir kadro olarak o
makinenin nasıl kullanıldığını
başka nerede öğrenebiliriz
ki . Hem siz ne kadar iyi
fotokopi çekerseniz size
verilen sorumluluk o kadar
artabiliyor. Kendimden de
örnekle detaylandırabilirim
isterseniz. Staj yaptığım
kurumda tabiî ki fotokopi
çekerek ve scannerdan
kağıtları geçirerek işe
başladım. Excelde isimleri
A’dan Z’ye sıralamayı da
burada öğrendim. Zamanla
sorumluluklarım arttı. Şu an
fotokopi çektiğim kurumda
çalışıyorum. Hem de alanında
önder bir firmada hem de
değer verdiğim / değer
gördüğüm bir yöneticiyle… Bir
de sevdiğim işi de yapıyorum.
Yani keyifliyim, huzurluyum.
Çoğu “sabah uyandığında
ayakları geri geri yürüyerek
işe gelen insanlar”dan farklı
bir dünya yaşıyorum.
Tamam, ben staja
başladığımda ne istediğimi
biliyordum. Bu nedenle stajım
bana ne istediğimi değil
nasıl yapmam gerektiğini
öğretti. Bence bir başkasına
da “ne yapmak istediğini” ya
da“ne yapmak istemediğini”
öğretebilir.
Bol “değer”li günler,
Merve Karalioğlu // İnsan Kaynakları Uzman Yardımcısı
Dijital Fotoğrafçılık
Dijital fotoğrafçılığa giriş
yapmak isteyen bir kişinin
ilk yapması gereken şey pek
tabi ki bir dijital fotoğraf
makinesi almaktır. Burada en
önemli nokta nasıl bir dijital
fotoğraf makinesi almamız
gerektiğidir. Sadece anı
yakalamak istiyorsak, ışık
kontrolü veya teknik konular
ilgimizi çekmiyorsa kompakt,
cebimizde taşıyabileceğimiz
bir makine alınabilir. Ya da
cep telefonumuzda bulunan
yüksek megapikselli bir
kamera işimizi görebilir. Fakat
fotoğrafta teknik detayların
kontrolünü elimizde tutmak
ve teknik açıdan daha detaylı
fotoğraflar yakalamak
istiyorsak kesinlikle DSLR
dediğimiz çok fonksiyonlu
makinelerden almamız şart.
DSLR makineler giriş, orta ve
profesyonel olarak üç ayrı
92
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
kategoride değerlendirilir.
Dijital fotoğrafçılığa hobi
olarak başlayacak kişi
fiyat olarak uygunluğuyla
bilinen giriş seviyesi bir
makine satın alabilir. DSLR
makinelerin fiyatları kompakt
makinelerden biraz daha fazla
olsa da piyasada bir dizüstü
bilgisayar fiyatıyla hemen
hemen eşdeğerdir. Hatta
ikinci el hatasız bulacağınız
bir makine de işinizi görebilir
ve fiyat konusunda tasarruf
etmenizi sağlayabilir. Fakat
unutulmamalıdır ki ikinci
el bir DLSR almak kesinlikle
daha önce tecrübe edinmiş
olmayı gerektirir. Bu sebeple
etrafınızda tecrübeli, bu
işlerden anlayan bir kişi yoksa
tek başınıza ikinci el bir cihaz
almanızı önermiyorum.
Makinemizi aldık şimdi
sıra makinemizle ne
çekmek istediğimize karar
vermeye geldi. Bu konuda
kendinize kesin sınırlar
koymamanız gerektiğini
baştan söylemeliyim. Bu
durumun en büyük sebebi
dijital fotoğrafçılığın engin bir
deniz olmasıdır. Bu denizde
yol aldıkça yeni şeyler
öğrenecek ve yeni tekniklerle
karşılaşacaksınız. Başlarda
ilginizi çekmeyen konular
yeni teknikleri öğrendikçe
hoşunuza gidebilir. Bu yüzden
tavsiyem dijital fotoğrafçılığa
başlarken bütün fotoğraf
türlerinden örnekler üzerinde
durmanız ve bu durumun
keyfini çıkarmanızdır. Şimdi
de sıra geldi fotoğraf türlerine.
Fotoğraf türleri konusunda
kısa kısa bilgiler vererek
dijital fotoğrafçılığın keyifli
dünyasındaki yolculuğumuza
devam edelim.
93
İlk durağımız doğa, manzara
fotoğrafçılığı…
Doğanın eşsiz güzelliklerinin
fotoğraflandığı fotoğrafçılık
türüdür. Doğa fotoğrafları
çekilirken daha çok geniş
açılı objektifler tercih edilir.
Gündoğumu ve günbatımında
çekilen doğa fotoğraflarının
büyüleyici atmosferi her
daim etkileyici olmuştur.
Fakat doğanın eşsiz renklerini
barındıran bu zamanlarda
fotoğraf çekebilmek ciddi bir
hazırlık gerektirir. Örneğin
güneş hangi pozisyondan
saat kaçta doğacak? Çekim
yapılacak yerde hangi tür
objektif kullanılmalı? vb
sorular önceden bilinmeli ve
fotoğrafını çekmek istediğimiz
yere önceden gidilip hazırlık
yapılmalıdır. Bu yüzden
özellikle doğa fotoğrafçılığıyla
ilgileniyorsanız uykusuz
günler sizi bekliyor
diyebilirim. Ama bunun
yanında ortaya çıkan sonucu
düşünürsek inanın buna
değer…
detaylarını ortaya koyması
ve insanlara farklı açılardan
bakma olanağı tanıması
açısından fotoğraf severlerin
bir hayli ilgisini çekmektedir.
Örneğin bir arının tüylerini
veya bir kar tanesinin
dokusunu inceleyebilmek bu
fotoğraflarla mümkündür.
Portre fotoğrafları,
çoğumuza göre bir kişinin
omuz hizasından yukarısı
veya vesikalığa yakın
fotoğraflarının çekilmesi
olarak bilinir. Halbuki portre
bunları kapsamakla birlikte
ayrıca bireyin kimliğini,
karakterini, kişiliğini,
duygularını ve o anı ifade
eder. Portre fotoğrafçıları
model aldıkları kişiyi iyi
analiz etmek zorundadır
Bu sebeple portre fotoğrafı
çekmek istiyorsanız etkili
bir iletişime sahip olmanız
işinizi kolaylaştıracaktır..
Modelin mimikleri, gülüşü,
verdiği doğru açı, ışığı
nasıl aldığı, bakışları ve
daha birçok özelliği iyi
analiz edilmelidir. Kolay
gibi gözüken bu hususlar
portre fotoğrafçılığının belki
de en zor yanıdır. Portre
fotoğrafçılığında genel olarak
50mm ve 85mm lensler
kullanılır. Bunun yanında
birçok profesyonel, portre
fotoğrafı çekerken telefoto
diye tabir edilen lensleri de
kullanmaktadırlar.
Makro fotoğrafçılık…
Portre fotoğrafçılığı…
Makro fotoğrafçılık, detay
olgusu üzerinden yola
çıkarak, insanlara görmeye
alışkın olmadıkları bir
dünyanın kapısını aralar.
Bu fotoğrafçılık türü hemen
hemen her gün gördüğümüz
canlıların veya objelerin
Ancak artan lens ve ekipman
maliyetleri yanında çok sabır
gerektirmesi de eklenince
makro fotoğrafçılığa merak
duyan çoğu fotoğrafçı bu
merakını ve ilgisini ne
yazık ki kaybetmektedir.
Makro fotoğrafçılığında
makro lensler kullanılmakla
birlikte tavsiyem eğer makro
çekmekte kararlıysanız
bunun yanında muhakkak
bir üç ayak (Tripod) satın
almanızdır. Alacağınız bu üç
ayak, fotoğraf makinenizin
titremesini engelleyecek,
keskin ve net fotoğraflar elde
etmenizi kolaylaştıracaktır.
Dijital fotoğrafçılık daha bir
çok detayı, tekniği ve türü
içinde barındırmaktadır.
Yazının ortalarında da
belirttiğim gibi bu engin
denizde yeni şeyler
öğrendikçe kendinizi
daha çok kaptıracak ve
birbirinden keyifli anlar
yaşayacaksınız. Üstelik
hobi olarak başlayacağınız
bu aktiviteden ileride para
kazanmanız da mümkün.
Çevrenize baktığınızda dijital
fotoğrafçılığa hobi olarak
başlayıp ciddi paralar kazanan
ve geçimini bu sayede
sağlayan birçok kişi görmeniz
mümkün. Kim bilir bu belki
siz de olabilirsiniz...
Rıfat Atasay // Terminal Supervisor, Fraport IC İçtaş Antalya Havalimanı
Şanghay İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ
1996 yılında ismini de aldığı
Çin’in Şanghay kentinde Çin
Halk Cumhuriyeti, Rusya
Federasyonu, Kazakistan,
Kırgızistan ve Tacikistan’ın
katılımıyla kurulan Şanghay
Beşlisi adlı örgüt, 2001
yılında Özbekistan’ın da
dahil olmasıyla Şanghay
İşbirliği Örgütü adını almıştır.
Kapladığı 300 milyon m2
toprak ile tüm Avrasya
bölgesinin 3/5’ine tekabül
eden ŞİÖ, dünya nüfusunun
da 1/4’ünü teşkil etmektedir.
2005’te Hindistan, Pakistan
ve İran’ın da gözlemci üye
statüsüyle örgüte iştirak
etmesinin ardından, ŞİÖ’nün
fiziksel kapasitesi devasa
boyutlara ulaşmıştır.
Sovyetler Birliği’nin
dağılmasından sonra ortaya
çıkan ve bölge devletlerinin
hepsinin müdahil olduğu
7000 kilometrelik sınır
problemini çözmek için
94
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
kurulan örgüt, herhangi bir
askeri kuvvetin müdahalesine
gerek duyulmadan bu sorunu
çözme başarısını göstermiştir.
Uluslararası sistemin önemli
sorunlarından biri olan ve
genellikle savaş yoluyla
çözülen sınır problemlerinin
bu şekilde geride bırakılması
örgüt üyelerini farklı alanlarda
işbirliğine gitmek noktasında
da cesaretlendirmiştir.
Çin Halk Cumhuriyeti ve
Rusya Federasyonu yönetici
eliti, bu süreci enerji
kaynakları açısından dünyanın
en stratejik bölgelerinden biri
olan ve jeopolitik teorileri
tarafından dünyanın kalpgahı
olarak gösterilen Orta
Asya’daki gelişmelerin üçüncü
tarafların müdahalesine izin
vermeyecek şekilde kendileri
tarafında çözümlenmesi için
bir fırsat olarak görmüştür.
Tarihsel ve jeostratejik açıdan
Çin Halk Cumhuriyeti ve
Rusya Federasyonu tarafından
sıkıştırılmış bir konumda
bulunan Orta Asya devletleri
ise bölgede yaratılacak
güç dengesiyle beraber
oluşacak stabilizasyonun
kendi yararlarına olacağını
düşünerek bu oluşuma dahil
olmuştur.
2001 yılında, bir diğer Türki
Cumhuriyet Özbekistan’ın
katılımıyla beraber ismini
Şanghay İşbirliği olarak
değiştiren örgüt, yeni birliğin
hedefleri şu şekilde deklare
etmiştir:
a)Örgüt üyeleri arasındaki
komşuluk ilişkilerini ve
karşılıklı güven duygusunu
güçlendirmek
b)Ekonomik, politik,
bilimsel, teknolojik, kültürel,
eğitsel, enerji, iletişim ve
çevre gibi konularda örgüt içi
işbirliğini sağlamak ve teşvik
etmek
95
c)Bölgesel barışı, güvenlik
ve istikrar ortamını sağlamak
için hep birlikte hareket etmek
d)Demokratik, adil ve
rasyonel bir uluslararası
politik ve ekonomik düzen
kurulmasını sağlamak
Eski Sovyet coğrafyasında
bulunan devletlerde ardı
ardına meydana gelen
renkli devrimlerin, Batılı
güçler tarafından organize
edildiğini düşünen birlik
üyeleri, benzer bir durumu
yaşamamak için, kısa
zamanda kendi aralarındaki
entegrasyonu güçlendirecek
hamleler yapmıştır. İktisadi,
hükümetimiz, ŞİÖ’yü Batı
dünyasına önemli bir
alternatif olarak görmektedir.
2005 yılında Sn. Erdoğan’ın
Rusya ziyareti sırasında
Vladimir Putin’e gözlemci
üye olarak örgüte katılma
arzusunu bildirmesinden
sonra, aynı yıl içerisinde
Cumhurbaşkanı sn. Abdullah
Gül de Çinli meslektaşı Hu
Jintao’ya bu talebi aktarmıştır.
Türk akademik dünyası ve
kamuoyunun, konuya dair
bilgi eksikliği o dönemki
tartışmaların kısır bir
şekilde ilerlemesine sebep
olsa da, aradan geçen süre
olmuştur. Halbuki Türk
milleti, tarihsel kökenleri
ve kültürel bağları ile
Doğu yarımkürenin de bir
parçasıdır. Sahip olduğu
devasa potansiyelini doğru
yönetebilmesi durumunda,
hedef olarak koyduğu “Asya
Yüzyılı” idealine ulaşması
mümkün olan ŞİÖ, Türkiye’nin
de 2023 vizyonuna giden
yolda önemli bir partneri
olabilecek konumdadır.
Son tahlilde, başta IC Vakfı
bursiyerleri olmak üzere,
Türk gençliği kendisini yeni
oluşacak dünya düzenine
göre yetiştirecek hamleleri
sosyal, bilimsel ve kültürel
alanlarda atılan adımlar
meyvelerini hızlı bir şekilde
vermiş ve özellikle ABD’nin
Orta Asya’daki etkisi asgari
seviyeye çekilmiştir.
Şanghay İşbirliği Örgütü’nün
Türkiye gündemine girmesi
ise, AK Parti hükümeti
döneminde gerçekleşmiştir.
Geleneksel Türk Dış Politikası
konseptinin aksine, proaktif
hamleler yapan ve bölgesel
bir güç olma arzusunu
hemen her platformda dile
getiren Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan liderliğindeki
zarfı içerisinde ŞİÖ’ye
olan ilgi artmıştır. Avrupa
Birliği’nin diğer ülkelere göre
Türkiye’nin adaylık sürecini
çok daha adaletsiz bir şekilde
yürüttüğünü savunan Sn.
Erdoğan, 2012 yılında Putin’e
üye olarak kabul edilmeleri
durumunda AB hedefinden
vazgeçeceklerini bildirmiştir.
Aynı yıl içerisinde ise, Türkiye
örgütün diyalog partneri
olarak kabul edilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti
kuruluşundan itibaren,
dış politika karar
mekanizmalarının yüzü
her zaman Batı’ya dönük
yapmalıdır. Halihazırda
kendi holdingimiz de dahil
olmak üzere, Türkiye’deki
birçok firmanın ŞİÖ örgütü
üyesi ülkelerle önemli ticari
ilişkileri bulunmaktadır. Siyasi
otoritelerin yakınlaşmasıyla
beraber, ticaret hacminin
daha da artacağı aşikardır.
Dolayısıyla, Çince ve Rusça
gibi diller bilmek, bu ülkeler
üzerine uzmanlaşmaya
çalışmak, mezuniyetiniz
sonrasında bir parçası
olacağınız rekabetçi iş
dünyasında size büyük artılar
sunacaktır, zira bu yüzyıl fark
yaratanların yüzyılı olacaktır.
Savaş KARADAĞ // Treysan İstanbul Bölge Sorumlusu
2. SOSYAL
SORUMLULUK
OKULU KİTABI
Gazeteci Dr. Aylin
Löle, ‘Kurumsal
Vatandaş’lığıyla örnek
olan şirketleri ‘Sosyal
Sorumluluk Okulu’ adlı
kitabında buluşturdu…
Türkiye ekonomisine
yön veren şirketlerin
‘sosyal sorumluluk’
projeleri ‘Sosyal
Sorumluluk Okulu’
adıyla kitap oldu.
Akşam Gazetesi
ekonomi muhabiri
Dr. Aylin Löle’nin her
Pazar yayınlanan
röportajlarından
derleyerek bir araya
getirdiği Türk Telekom
Bir gazeteci olarak çeşitli basın
kuruluşlarında çalışmışsınız,
ekonomi servislerinde
görev almışsınız, 3 yıldır da
Sosyal Sorumluluk bölümü
hazırlıyorsunuz. Bu sosyal
sorumluluk konusuna
yönelmenizin sebebi neydi?
Nasıl oldu?
1995 yılında üniversite
ikinci sınıf öğrencisiyken
Dünya Gazetesi’nde ekonomi
muhabiri olarak başladığım
gazeteciliğe halen devam
ediyorum. Şirketlerin sosyal
sorumluluk projeleri genellikle
haftasonu eklerinde geniş
olarak yer bulur, ekonomi
sayfalarında ise özel bir
lansman yapmadıkları
takdirde tek sütuna 5 santim
olarak tabir ettiğimiz kısa
şirket haberi olarak yer alır. Bu
gözlemden hareketle yaklaşık
3.5 yıl önce konuyu yayın
yönetmenim İsmail Küçükkaya
ve ekonomi müdürüm Mehmet
Ali Ergün’e götürdüm. İkisi
de sosyal sorumluluk köşesi
yapmam konusunda beni
yüreklendirdiler. Böylece ilk
kez bir günlük bir gazetenin
ekonomi sayfalarında sosyal
sorumluluğa düzenli ve geniş
bir bölüm açılarak, farklı bir
vizyon ortaya koyuldu.
96
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
Onların destek vermesiyle
‘Sosyal Sorumluluk’ başlığı
altında ilk röportajımı Limak
Holding Yönetim Kurulu
Başkanı Ebru Özdemir’le
yaptım. Ve o tarihten bu yana
kesintisiz olarak her pazar
Akşam Gazetesi’nin ekonomi
sayfalarında Türk ekonomisine
yön veren şirketlerin sosyal
sorumluluk projelerini detaylı
olarak anlatan röportajlara
imza atıyorum…
Sizce “Sosyal Sorumluluk”
nedir? Nasıl yapılabilir?
“Hayırseverlik”le “sosyal
sorumluluk” arasında ne gibi
farklar var?
Sosyal sorumluluk konusunda
danışmanlık hizmeti veren
Benchmark’ın kurucusu
Fadile Paksoy’un kulağıma
küpe yaptığım bir sözü var.
“Köyünüze çeşme yaptırmak,
kurumsal sosyal sorumluluk
değil, hayırseverliktir” diye…
Türkiye’de hayırseverlik ve
kurumsal sosyal sorumluluk
birbirinin içine geçmiş
kavramlar… Bilerek veya
bilmeyerek birbirlerinin yerine
kullanılıyor. Sadece kavramsal
olarak değil uygulamada da
karışıklıklara neden oluyor
sponsorluğunda çıkan
kitapta Akfen Holding,
Citibank, Coca-Cola
İçecek, Doğuş Otomotiv,
IC Holding, İş Bankası,
Limak Holding, Migros,
Novartis, PepsiCo ve
Türk Telekom olmak
üzere 30 şirketin
sosyal sorumluluktaki
yol haritalarına yer
veriliyor. Urban
Kitap’tan yayınlanan
Sosyal Sorumluluk
Okulu’nun editörlüğünü
Gülay Altan Barbaros,
kapak tasarımını
Funda Öztürk ve sayfa
tasarımlarını ise Ender
Eren yaptı.
bu anlayış… Bu topraklarda
yüzyıllara dayanan bir
hayırseverlik geleneği var…
Toplumun DNA’sına işlemiş
bu… Kesinlikle kültürel olarak
çok etkileyici ve takdir edilesi
bir gelenek. Oysa günümüz
şartlarının getirdiği kurumsal
sosyal sorumluluğun içeriği
bambaşka… Bulunduğunuz
toplumdaki ihtiyaçları doğru
belirleyip, paydaş haritanızı
ve bu konudaki talepleri
tespit edip, doğru, tabana
yayılan, sürdürülebilir,
kaynakların doğru kullanıldığı
projeler yapmak gerçekten
çok önemli… Bence bunlar
kurumsal sosyal sorumluluğun
hayırseverlikten en önemli
farkları…
Türkiye’de sosyal sorumluluk
bilincini diğer ülkelere göre
kıyaslarsanız, ne durumda
görüyorsunuz?
Kurumsal sosyal sorumluluk
karnesine yıldızlı pekiyi
yazdıran şirketlerin sayısı
hızla artıyor. Kurumsal sosyal
sorumluluk anlamında sadece
Türkiye’de değil imza attıkları
projelerle yurtdışında da
göğsümüzü kabartan şirketler
yok değil. Bunun ölçütü
97
de Türkiye’de hayata geçirilen
projelerin uluslararası platformda
aldığı ödüller… İyi örneklerin her
zaman yol göstereceği, çarpan
etkisi yaratacağı kanaatindeyim.
Ama madalyonun bir de öbür yüzü
söz konusu. Türkiye’de şirketlerin
kurumsal sosyal sorumluluk
anlamında daha gidecek daha
çok yolu var… Kurumsal sosyal
sorumluluk Türkiye’de henüz yeni
yeni keşfediliyor. Kurumsal sosyal
sorumluluğun önce ‘kendi kapısının
önünü temiz tutmak’ olduğunun
farkına varan, iş süreçlerini buna
göre organize eden, çevreye duyarlı,
insan haklarına saygılı, etik ve
sürdürülebilir üretim konusunda
rüştünü ispat eden şirketlerin
sosyal sorumluluğu da işlerinin
doğal bir parçası haline getireceğine
inanıyorum. Dolayısıyla şirketler
önce kendi iş süreçlerini iyileştirip,
ondan sonra sosyal sorumluluk
konusunda doğru bir şekilde yol
alacak.
Önemli kurumların, özel sektör ve
sivil toplum kuruluşlarının sosyal
sorumluluk alanında faaliyetlerde
bulunması topluma ne gibi faydalar
sağlar?
Devlet, özel sektör ve STK’ların
elele verdiği sosyal sorumluluk
projelerinin yarattığı sinerjiye
gerçekten çok inanıyorum. Hem
kaynakların etkin kullanımı hem de
geniş kitlelere ulaşması açısından
bu sac ayağının oturmasını önemli
buluyorum. Özel sektörün devletle
el ele verdiği ve yanına da doğru
STK’yı aldığı projelerin çok daha
etkili olduğunu düşünüyorum.
En son çıkardığınız kitapta önemli
kuruluş yetkilileriyle görüşerek
yaptıkları sosyal sorumluluk
faaliyetlerini anlatmışsınız. Bu
kitabın amacı başkalarına örnek
oluşturmak, yol göstermek miydi?
Bu benim sosyal sorumluluk
konusunda yayınladığım ikinci
kitap. İlkini de Akşam Gazetesi’ndeki
sosyal sorumluluk röportajlarımdan
derleyerek hazırlamıştım, ismi
Kurumsal Vatandaş’tı… Geçtiğimiz
günlerde Urban Kitap’tan Türk
Telekom sponsorluğunda çıkan
‘Sosyal Sorumluluk Okulu’ adlı
kitabımın önsözü ‘Verba docent,
exempla trahunt… diye başlıyor.
‘Kelimeler öğretir, örnekler yol
gösterir…’ Ben de bu sözden
hareketle, alanındaki en iyi sosyal
sorumluluk projelerini bu kitapta
bir araya getirmeye çalıştım. Malum,
kaynaklar sınırlı, ihtiyaçlar çok…
Ama el ele verildiğinde organize
ve sürdürülebilir, projelerle
oluşturulacak ‘mucizeler’ de bir o
kadar çok. Bu kadar uzun süredir
sosyal sorumluluk röportajları
yapıp bu konuda uzmanlaşınca,
şunu gördüm, iyi örnekler sadece
takdir toplamıyor, umut, cesaret
ve aynı zamanda harekete geçme
motivasyonu da veriyor. Kalplere
dokunan, samimi işler, ‘Biz de
yapmalıyız’ diyenlerin sayısını
katlıyor… Bu kitapla ben de
şirketleri sosyal sorumluluk projeleri
yapmaları konusunda küçük de olsa
motive edebilirsem ne mutlu bana…
Gözlemlerinize göre Türkiye’deki
kişi ve kuruluşlar en çok hangi
konularda sosyal sorumluluk
projeleri yapıyorlar?
Türkiye’de sosyal sorumluluk
projelerinin odağında eğitim var…
Çünkü bu konuda ne yapılırsa
yapılsın hala çok ihtiyaç var. Örneğin
IC Holding Yönetim Kurulu Başkanı
ve İbrahim Çeçen Vakfı kurucusu
İbrahim Çeçen de eğitim konulu
sosyal sorumluluk projeleriyle örnek
alınması gereken isimlerden biri…
Bugüne kadar 5 okul yaptıran, 8 bin
öğrenciye karşılıksız burs sağlayan
daha da önemlisi doğup büyüdüğü
toprakları unutmayıp oraya bir
üniversite kazandıran İbrahim Bey’in
bu konudaki içten çabası gerçekten
takdire şayan. Eğitimin dışında ise
çevre, spor, sağlık ve kültür-sanat
projeleri ağırlıkta… Ancak kişisel
ilgi alanım da olan girişimcilik,
kadın, mikro kredi ve yerel kalkınma
projelerini ise hevesle ve takdirle
izliyorum…
“Sosyal Sorumluluk” bilincini
geliştirmek için Sizce neler
yapılmalıdır?
Sosyal sorumluluk bilincinin
çocuk yaşta aşılanması gerektiğini
düşünenlerdenim… Bu yüzden
ister sanat, ister eğitim, ister çevre
isterse spor olsun hangi alanı
seçerseniz seçin sosyal sorumluluk
konusunda öncelikle çocukları ve
gençleri bilinçlendirmek, farkındalık
yaratmak çok önemli… Bu yüzden
ihtiyaçların doğru belirlendiği,
kaynakların doğru kullanıldığı ve
doğru hedef kitleye ulaşılan ne
kadar çok sosyal sorumluluk projesi
yapılırsa sosyal sorumluluk bilinci
de o denli çabuk geliştirilir…
Dr. Aylin Löle kimdir?
Marmara Üniversitesi
İletişim Fakültesi Gazetecilik
Bölümü mezunu. Marmara
Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü’nde Basın
Ekonomisi ve İşletmeciliği
konusunda yüksek lisans
yaptı. Yine Marmara
Üniversitesi’nde Basın
Ekonomisi ve İşletmeciliği
alanında doktora çalışmasını
2012 yılında tamamladı. 1995
yılında Dünya Gazetesi’nde
başladığı gazeteciliğe
sırasıyla Kanal E Televizyonu,
Business Week, Capital,
Power Dergisi ve Vatan
Gazetesi’nde devam etti.
CNBC-e Business’da
yazıları yayınlandı. Platin
Dergisi’nin 2 yıl boyunca Yazı
İşleri Müdürlüğü görevinde
bulundu. 2007 yılından beri
Akşam Gazetesi’nin ekonomi
servisinde çalışmaya devam
ediyor. Akşam Gazetesi’nin
ekonomi sayfalarında 3.5
yıldır her pazar yayınlanan
‘Sosyal Sorumluluk’ adlı
bölümü hazırlıyor. 2008
yılında MÜSİAD yılın ekonomi
kulisi yazısı ödülünü kazanan
Löle’nin 2005 yılında TOBB
sponsorluğunda, İş’te
Kadının Gücü, 2011 yılında
Limak Holding ve Turkcell
sponsorluğunda çıkan
‘Kurumsal Vatandaş’, 2013
yılında da Türk Telekom
sponsorluğu’nda yayınlanan
‘Sosyal Sorumluluk Okulu’
adlı üç kitabı bulunuyor. Löle,
Bahçeşehir Üniversitesi
Sürekli Eğitim Merkezi’nde
2 dönem devam eden
sertifika programı‘Sosyal
Sorumluluk Okulu’nun da
koordinatörlüğünü yürüttü.
TC Avrupa Birliği Bakanlığı AB Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı
(Hayatboyu Öğrenme ve Gençlik Programları Türk Ulusal Ajansı) Erasmus Program Koordinatörlüğü
Erasmus programı, yükseköğretim kurumlarının birbirleri ile işbirliği yapmalarını teşvik etmeye yönelik bir Avrupa
Birliği programıdır. Yükseköğretim kurumlarının birbirleri ile ortak projeler üretip hayata geçirmeleri; kısa süreli
öğrenci ve personel değişimi yapabilmeleri için karşılıksız mali destek sağlamaktadır. Programın amacı Avrupa’da
yüksek öğretimin kalitesini artırmak ve Avrupa boyutunu güçlendirmektir. Erasmus programı, üniversiteler arasında
ülkelerarası işbirliğini teşvik ederek; öğrencilerin ve eğitimcilerin Avrupa’da karşılıklı değişimini sağlayarak;
programa katılan ülkelerdeki çalışmaların ve alınan derecelerin akademik olarak tanınması ve şeffaflığın gelişmesine
katkıda bulunarak bu amacı gerçekleştirmeye çalışmaktadır.
Program, sunduğu hareketlilik olanağı ile Avrupa halklarının birbirlerini algılamasındaki önyargıların yükseköğretim
çevrelerinde kırılmasına hizmet etmektedir. Erasmus programı ile 1987’den günümüze kadar 1,5 milyondan fazla
yükseköğretim öğrencisi, başka bir Avrupa ülkesinde öğrenim hayatının bir dönemini geçirmiş; o ülkenin insanlarını
ve kültürünü de tanıma imkanı elde etmiştir. Program 2012 yılı itibariyle 3 milyon öğrencinin Erasmus öğrencisi
olmasını hedeflemektedir. Detaylı bilgi için: www.ua.gov.tr
İşte Erasmus programıyla Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi’nden giden öğrencilerden gelen mektuplar:
ERASMUS MEKTUPLARI
Polonya’dan Merhaba...
Gamze Serel SERTKOL
Ağrı İbrahim Çeçen Üni.
İlköğretim Matematik
Öğretmenliği
Erasmus programına katılma
amacım farklı kültürden insanlarla
tanışmak ve yabancı dilimi
geliştirmekti. Beni buralara
getiren en önemli nedenlerden
biri de hayat hakkında deneyim
kazanmak isteğimdi. Başlangıçta
biraz tedirgin olsam da burada her
şeyin yolunda gitmesini sağlayınca
yaşadığım tedirginliğim muazzam
bir tecrübeye dönüştü. Erasmus
öyle bir program ki; hayatta uzun
vadede edinebileceğimiz tecrübeyi
5 ay içerisinde yaşayabilirsiniz.
Bu program, yaşamınız boyunca,
bilgi ve niteliklerinizi geliştirmek
için imkânlar sunar ve toplumda
meydan gelen değişikliklere uyum
sağlamanızı kolaylaştırır. Erasmus
insanın kendini yenilemesi ve
geliştirmesi için güzel bir fırsattır.
Ve İngilizcenizin yanında gittiğiniz
ülkenin dilini de öğrenme
fırsatını yakalıyorsunuz. Farklı
kişileri ve kültürleri tanımak,
farklı yorumları dinlemek, farklı
konularda tartışmak gerçekten çok
güzeldi. Burada tanıştığım insanlar
ve onlarla geçirdiğim zamanlar
güzeldi. Erasmus benim için eğitim
ve eğlenceyi bir arada yaşatan bir
paylaşım programıydı.
Olumsuz durumlara gelince; işin
içinden çıkamadığım çok zamanlar
olmuştur. Ama hepsi benim için
anlamlı ufak şeylerdi. Dipte kalma
korkusu ya da başlangıçların
verdiği endişe ve en belirgin
98
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
olarak yaşayacağınız yalnızlık
duygusu… Evet, hepsini teker
teker hissettim ben. Ve elbette
böyle şeyler olmalıydı. Sorunsuz
hayat hiçbir yerde yoktu. Ama
zaten işte tam bu durumlarda,
yalnız kaldığınızda en güzel
kararı alabilmek, sizin kendinizi
bulmanızı ve mutlu olmanızı
sağlıyor. Sözlükteki, ihtiyacınız
olan saklı kelimeyi bulmak gibi…
Sorunlar yaşamayı istemelisiniz
ve bundan korkmamalısınız.
Hayatınıza artık sizin yön verebilir
olduğunuzu görebilmeniz için. İşte
insanın vizyonunun da gelişmesi
denen şey bu olsa gerek…
Erasmus bana neler katmadı
ki… Yorum yapabileceğim,
gözlemleyebileceğim o kadar
olaylar ve deneyimler yaşadım ki.
Başka bir ülkede yaşamış olmanın
öz güven duygusunu hissettim en
başta. Ve ülkeler arası Avrupa’da
gidişler ucuz olmasından, başka
ülkelere korkusuzca sırtıma
çantamı alıp birçok yerleri gezdim
bu özgüvenle. Bazen yalnız bazen
de burada tanıştım arkadaşlarla
beraber. Ben bu programa
dâhil olduğum süre içerisinde
Erasmus ruhunu, kültürlerarası
yakınlaşmayı, kabul edilmeyi,
farklılıklara hoşgörüyle yaklaşmayı
kişiliğime kazandırmış olmanın
gurunu taşıyorum. Erasmus bana
başka maceralara atılma gücü
de verdi. Belki de imkânlarımı
99
sağlayabilirsem lisansüstü
eğimimi Avrupa’da almayı
ve ülkeme daha verimli
olabileceğimi düşümdüm. Bir
de insanın yalnız kalınca çok
güzel yemekler yapabileceğini
öğrendim mesela, farklı
yöre yemeklerini de tatma
ve öğrenme fırsatım oldu.
Buranın sistemine göre
zamanlamayı öğrendim, çünkü
bunu öğrenmesem sürekli
otobüslerin arkasında koşmak
zorunda kalıyordum.
Herkes kendi yaşam
koşullarına ve hayallerine göre
değiştirir yaşadıklarını. Ben
bunları hissettim ve yaşadım.
Hayatımın unutulmaz bir
parçasıydı Erasmus, ben
size gördüğüm güzellikleri
ya da kaldığım ve gezdiğim
şehirleri anlatmak istemedim.
Çünkü bunları sizin görmeniz
ve yaşamanız çok farklı ve
daha anlamlı olacaktır. Yani
asıl şunu söylemeliyim size;
buradan döndüğünüzde
elinizde kalacak olan şey,
tam olarak elle tutulur, gözle
görülür şeylerin ötesindeki
şeyler olacak…
Hayal dünyamın gerçeklik
sansürü ile tanıştığı zamandı
benim yurtdışına çıkmam.
Çünkü yalnız kaldığım
savaş başlamıştı benim
için. Sizin gibi hayal ettiğim
Avrupa’yı avuçlarımın içinde
hissettiğim an benim için
tarif edilmez bir duygu
yaşadım. Çünkü hayallerin
gerçekleştiği ilk nokta,
heyecan verici ve en güzel
anlardır. Benim kurduğum
hayali gerçekleştirme
fırsatını Erasmus programa
ve birçok isme borçluyum.
En başta benim ve benim
gibi arkadaşlarımın adına
bu muazzam tecrübeyi
kazanmamızı sağlayan
öncelikli olarak kendi
üniversitemin saygı
değer rektörü Sayın
İrfan Arslan’a sağladığı
olanaklardan dolayı, sonra
da biz öğrencilere maddi
ve manevi desteklerinden,
bizden hiçbir yardımını
esirgemeyen Sayın İbrahim
ÇEÇEN‘e çok teşekkürlerimi
sunmak ve IC Vakfı’na
saygılarımı ve teşekkürlerimi
iletmek istiyorum. Daha
sonra çalışmalarıyla olsun
kişiliğiyle olsun her şekilde
idol olarak seçtiğim ve
çok saygı duyduğum
saygı değer hocalarıma
başta olmak üzere Sayın
Mustafa GÜRBÜZ hocama,
bana verdiği emeklerden
dolayı çok teşekkür ederim.
Kısacası Eğitim maceram
için emeği geçen herkese
teşekkürlerimi sunuyorum.
Erasmus Programı’na katılmak
geleceğim için yaptığım en
önemli manevi bir yatırımı
oldu. Ve umarım ilerde bana
maddi ve manevi desteklerini
sunan saygı değer insanların
güvenlerini ve emeklerini boşa
çıkarmam. TEŞEKKÜRLER…
ERASMUS MEKTUPLARI
Romanya’dan
Mektup Var.
Her ne kadar Türkiye’den
çok da uzaklaşamamış gibi
hissetsem de, Romanya
insanıyla, mimarisiyle,
inancıyla, iklimi ve şu çok eski
model tramvaylarıyla; farklı.
Çoğunluk sakin, sessiz, kendi
halinde ve aşırı yardımsever,
sanat aşığı insanlar.
Yaşlılar oturacak diye
tramvayda, otobüste, metroda
gençlerin hiç oturmayıp ayakta
beklediğini görmek, ulaşım
araçlarında biletinizi basmayı
unuttuğunuz (ya da belki
kullanmayı bilmiyorsunuzdur)
için sizden 100 lei (50 tl ederki bu bir öğrenci için hayati
önem taşıyan bir miktardır)
isteyen kontrolörler,
aceleniz olduğu zaman
ışıkları beklemeden karşıya
koştuğunuzda kornaya basıp
“turkish/turcuaica (tur-ku-aykı)” diye bağıran şoförler.
Yaşadığım şehir - Oradea-
100
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
Hediye Tenzil TAŞTAN
AİÇÜ Sınıf Öğretmenliği
4. Sınıf
Macaristan’a 10 km. minikozmopolit bir yer. Çok
çeşitli etnik kökeni içinde
barındırıyor. Burada yaşayan
Macar, Boşnak, Hırvat, Sırp,
Rumen ve Türklerle tanıştım.
Tabi tanıştığım, Erasmusla
faklı ülkelerden gelenler hariç.
Gelir gelmez ilk yaptığım
hocalarımla tanışmak oldu.
(Sonra da bir aylık, öğrenciye
yarı fiyatına, sınırsız ulaşım
kartı almak…) Okulda
ciddiyet, saygı ve samimiyet
hakim. Hocalarla tanıştıktan
sonra bütün dersler Rumence
olduğu için vize ve finaller
için bir ya da ikişer İngilizce
proje aldım her dersten.
Hepsini programlayıp
düzenledikten sonra,
sıra geldi Güzel Sanatlar
Fakültesi’ne…
Resim ve piyano kursları
için diğer fakültelere gidip
hocalarla tanıştım hepsi
öğrencilerin bireysel çalışma
saatlerinde gelebileceğimi
söylediler. Çok mutlu oldum.
Her hafta bu kurslara
gidiyorum. Projelerim
ve makaleler üstünde
çalışıyorum. Sanat Galerilerine
gidiyorum (Rumenlerin sanat
aşkı beni şaşırtıyor). Romanya
daha schengen vizesine dâhil
olmadığından faklı ülkelere
gidebilmek için Bükreş’ten
herhangi bir Avrupa ülkesi
vizesine başvurmanız
gerekecek ki bu da masraflı ve
yorucu bir süreç.
Sevgili Annem babam,
kardeşlerim; çok kıymetli
öğretmenlerim tüm
arkadaşlarım, bana destek
veren İbrahim Çeçen Vakfı
hepinizi çok özledim ve sizleri
çok seviyorum. Temmuz’da
Ağrı’dayım.
101
Avrupa Gönüllü Hizmeti
Avrupa Gönüllü Hizmeti (EVS)
Avrupa Gönüllü Hizmeti (AGH
ya da EVS), resmi tanımıyla
“’İstediğiniz bir AB ülkesinde
sosyal içerikli bir projede
2-12 aylık süreler dahilinde
yer almanızı sağlayan bir
etkinliktir. Dil eğitimini de
(% 5) içeren Avrupa Gönüllü
Hizmeti 18-30 yaş arasındaki
tüm gençlerimize açıktır.
AGH’nin amacı, Avrupa
Birliği’nin içinde ve dışında
çeşitli şekillerdeki gönüllü
faaliyetlere gençlerin
katılımını desteklemektir. Bu
eylem kapsamında gençler
bireysel olarak ya da gruplar
halinde kâr amacı gütmeyen,
Katowice tren istasyonunda
mentorumu beklerken
buldum. Eylül’den Haziran’a
kadar sürecek bu dokuz ay,
önceleri gözümde büyüse ve
en kısa zamanda Türkiye’ye
geri dönmek için can atsam
da; şu an diyorum ki bu dokuz
ay nasıl geçti hiç anlamadım
ve keşke hiç bitmeseydi!
Burada bir kadın derneğinde
diğer 3 gönüllü arkadaşımla
birlikte “’toplumsal cinsiyet ve
kadın-erkek eşitliği” üzerine
bir projede çalışıyorum. Bu
dokuz ay boyunca birçok
lisede bu konuyu öğrencilere
açıklayıcı sunumlar/
workshoplar yaptık; birkaç
başlıyordu. Proje kapsamında,
gönüllülerle kaynaşma amaçlı
düzenlenen etkinliklere
katıldım. Avrupa’nın her
yerinden benim gibi gönüllü
olarak gelmiş birçok gençle
tanışıp çok mükemmel
arkadaşlar edindim. Yine
AGH sayesinde sahip
olduğumuz vizelerimizle
sadece Polonya’yı görmekle
kalmayıp diğer Avrupa
ülkelerine de küçük geziler
yaptık. Bu da bir çoğumuz
için belki bir daha elde
edemeyeceğimiz mükemmel
bir fırsattı. AGH’nin yararları
sadece bununla da bitmiyor
tabi, bu dokuz ayın sonunda
ücretsiz faaliyetlerde yer
alırlar. “
Ama bunu bir kenara
bırakacak olursak halihazirda
8 aydır bir projede gönüllü
olarak çalışan biri olarak
AGH; hayatınızın 1 yılını
çok eğlenerek –aynı
zamanda çok şey öğrenerekgeçirebileceğiniz ve bunu
yaparken hemen hemen hiçbir
para ödemediğiniz muhteşem
bir deneyimdir. Üniversiteden
mezun olmaya hazırlandığım
ve iş hayatına atılmaya çok
da hevesli olmadığım 2012
yilinda AGH’den haberdar
oldum ve elimden gelen en
hızlı şekilde motivasyon
mektubumla CV’mi hazırlayıp
başvurularımı göndermeye
başladım. Birçok olumsuz
cevaptan sonra, en sonunda
Polonya’dan kabul aldım ve
sonraki 3 ayın içinde kendimi
elimde devasa bavulumla
üniversitede kadın sorunları
hakkında film gösterimleri,
tartışmalar ve kendi
ülkelerimizi/kültürlerimizi
tanıtan aktiviteler düzenledik.
Bunların dışında feminist bir
kurumda calismanin gereği
olarak kadına şiddete tepki
göstermek adına tüm dünyada
yapılan “One Billion Rising”
etkinliğini bulunduğumuz
bu küçük şehirde ilk defa
biz düzenledik. Kadınlar
Günü için, Meme kanserine
dikkatleri çekmek adına
bazı aktiviteler düzenledik.
‘Kadin ve toplumsal cinsiyet’
konusuyla ilgili olduğum bu
aktivitelerin hepsinde yer
almak, benim icin büyük bir
ayrıcalıktı.
Ama AGH demek sadece
çalışmak demek de değil;
her hafta ofiste çalışmamız
gereken 30-36 saatin
dışında asıl eğlenceli kısım
Avrupa Komisyonu imzalı, bu
süre boyunca öğrendiğiniz,
tüm dünyada geçerliliği olan
Youth Pass sertifikasını da
elde etmiş olacağım ve tahmin
edilebileceği üzere bu CV’mde
ve iş hayatımda bana büyük
yarar sağlayacak.
İşte bu yüzden, tüm bu
mükemmel deneyimler
ve geçirdiğim bu güzel
zamanlar için Ulusal
Ajans’a, tabii ki gitmemde
büyük yardımları dokunan
ve ben Polonya’dayken de
hala yardımlarını hiç eksik
etmeyen sevgili gönderen
kuruluşum IC Vakfi’na
minnettarım. Tüm gençlere,
kendi ayaklarının üstünde,
tamamen farkı insanlarla
yaşamanın/ çalışmanın/
her şeyi paylaşmanın nasıl
bir deneyim olduğunu
görmelerini kesinlikle tavsiye
ediyorum.
AVRUPA
DÜNYA’NIN EN BÜYÜK KÖYÜ;
YURTDIŞI YÜKSEK LİSANS
Mehmet BEKTAŞ
Porto Üniversitesi
kahvaltısıyla başlayıp, akşam
da kimyevi enjektelerle gıda
ihtiyaçlarını karşıladıkları
farklı bir dünyadır.Evet bize,
bu durum varmış gibi bir
gösteri sunuluyor fakat geri
kalanını biz inşa ediyoruz
ya da yılların medya veya
projeksiyonel gösterimi bize
bunu yaptırıyor.Avrupa ve
halkının farklı olduğu bariz
bir gerçektir. Ancak, bize
gösterilen ya da gördüğümüz
şekilde değildir.
Köy diyorum çünkü, maddi ve
manevi her türlü yasalarıyla
kendilerine dönük kolaylıklar
sağlayan bir köy heyeti ve
halkı mevcuttur.
Avrupa bize göre; lüksün
ve abartının baş gösterdiği,
insanların elmas ve altından
yapılmış elbiseleri giyinip
gezindiği ve sabah kapsül hap
102
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
Kıtanın herhangi bir ülkesinde
yediğiniz bir yemeğin
kahvesini, arabanıza binip
saatler sonra sorunsuz bir
şekilde,farklı bir ülkede
yudumlayabilirsiniz. Ayrıca
ülkeden ayrıldığınızı ya da
ikinci bir ülkede olduğunuzu
ancak,tabela ve levhalardan
anlayabilirsiniz.Kıta
devletlerinin, ‘birbirleri için’
yaptıkları anlaşmalar bu
kolaylıkları sağlıyor ki ‘Avrupa
Birliği’ başta olmak üzere,bu
gibi birlik ve topluluklar
bunun en büyük göstergesidir.
Bu birlik maddi (para
birimi,ticaret,ulaşım,iletişim)
ve manevi (din,dil,sosyo-
kültürel,hukuk) beraberlikleri
sunmaktadır. Dolayısıyla
kıtanın birçok ülkesinde kendi
evinizdeki yaşamınızı devam
ettirebiliyorsunuz. Ülkelerarası dil-iletişim trafiği;halkın
birçok sayılı ülkenin dilini
bilmesiyle çözülmüştür.
Sonuçta sınırlar kendiliğinden
görünmez bir hâl almıştır.
Avrupa Birliği Ülkeleri’nden
herhangi birinden alınan
vize-giriş izni ,aynı zamanda
Avrupa Ülkeleri’nin birçok
ülkesine seyahat edilebilir
anlamını taşımaktadır. Bu
serbest seyahat ve yaşam şekli
caydırıcı hukuk kurallarıyla
belirlenmiş ve halk bilinç(li)
lendirilmiştir.Aynı zamanda
her kesimden insana hitap
etmek ve ülke(ler) tanıtımının
yapılması için, onlarca
uluslararası eğitim-kültürelsiyasi program ve anlaşmalar
yapılmıştır.
Batı Ülkeleri ya da Milleti’nin
büyük bir kısmı, Oryantalist
(doğu) Ülkeleri’ne nazaran
çok daha sade bir hayat
sürdürmektedir. Özellikle
geniş bir kitlesi, aile içi
103
yaşam tarzlarında sadece
kullanılabilinecek gereklilikte
eşya barındırmaktadır. Tabi
bu cümlelerimin istisnaları
mevcuttur. Ama genel profil
sade ve çok yüke sahip
olmadan yaşama arzusudur ve
bu umursamaz yaşam şekilleri
onları birer modacı ve öncü
yapmaktadır.
Gönül ister ki biz de; sahip
olduğumuz değerler ve
özümsemiş olduğumuz kalıtım
parçalarını koruyalım ve köklü
birer gerçek olan, ‘’olanımızı’’
gösterebilelim. Aslında hakkı
yememek lazım ki, gösteripsergiliyoruz ama eksikyanlış ya da kendi özünden
bir şey bırakılmamışçasına
değiştirilmiş bir vaziyette
sunum yapmayı tercih
ediyoruz. Yaptıkça da mevcut
halimiz biz Doğu Devletleri’ni
bizlikten uzaklaştırıyor. Bu da
içler acısı bir gösteridir ve en
azından korumayı başaralım,
kâfidir deyip gösterme
faslından vazgeçiyorum.
Peki bu ‘köy’ modelini din,
dil, kültür ve siyasi bağ olarak
yakın hatta zaman zaman
bir olduğumuz toplum ve
devletlerle yapabilir miyiz
diye soruyorum kendime…
Sonra; resmiyette birbirlerini
kabul etme ve tanımada
sancı yaşayan, birbirlerine
tahammül edemeyen hatta
daha da ötesi,birbirlerini
tanımayan toplum ya da
devletler nasıl olur da
aynı ‘Köy Muhtarlığı Çatısı’
altında ve aynı mühür ile
iş yapabilsinler? Peki ya
olma, yapma ihtimali çok
mu olasılıksız dersiniz?
İlk görünen alenilik ‘evet
zor’dur demekten alamıyoruz
kendimizi.
Çünkü bu, bu kadar kolay
olmaz-olamaz-olmamalı
kararlılığı sürdürül(düğü)
üyor ki,hakikaten olması
imkansızdır. Tabi aynı
zamanda birliktelikleri de çok
istediğimizi ifade-i avazız.
Bulunduğumuz çağ birliği ve
kökeni yaşatma duygusunu
daha da görünür hale
getirmiştir. Yalnızlık, önceki
zamanlarda ‘içe dönüklüğü’
getirirken artık ‘kendi içinden
çıkamama döngüsü’ olarak
değişip giriftleşmiştir.
Dolayısıyla ülke yalnızlığına
düşülmemesi için (içinde ise
eğer, fazla bocalamadan),
her kıtadan yukarıda dile
getirdiğim benzerliklerdeki
devlet ya da milletlerle
bir arada olma fırsatı
kaçırılmaması gerekmektedir.
Şayet böyle bir birliktelik
de; Asya (özelikle)-AvrupaAfrika üçgeni dahilinde bir
Birlik Mahallesi’nin oluş(turul)
ması kaçınılmazdır. Bunun
yolu da benlik(ego) hırsını
söküp,yerine biz( r )liktelik
duygu-hissiyat köklerini
sulayıp yetiştirmekten geçer.
‘‘Bilgiyi aldığınız kabın
şekline bakmayınız’’ Hadis-i
Şerif’lerindeki bakışla zamana
ayak uydurup,zamanı ve
fırsatları değerlendirmek
gerek ve alenidir...
Mehmet ÇİFTÇİ
Porto Üniversitesi
YURTDIŞI YÜKSEK LİSANS
TÜRKİYE AŞIĞI BİR PORTEKİZLİ
Beşiktaş ve İstanbul BB’nin
eski teknik direktörü Carlos
Carvalhal ile daha önce
Türkiye ve Türk Sporu üzerine
röportaj yapmıştım. Çok
sıcakkanlı ve samimi olan
Carlos Carvalhal’in Türkiye ile
ilgili düşüncelerini sizler ile
paylaşmak istedim.
- Türkiye ve Türk insanı
hakkında görüşleriniz
nelerdir?
Türkiye’de yaklaşık 1,5 yıl
kaldım. Türkiye’yi seviyorum,
herkese her zaman Türkiye’de
yaşamayı sevdiğimi
söylüyorum. Türk insanının
yaşam şeklini seviyorum;
ve Türk kültürü hakkında
pozitif şeyler düşünüyorum.
16,17 ay kendimi sanki
kendi evimde gibi hissettim.
Türkiye’de geçirdiğim
günler çok güzeldi. Umarım
Türkiye’ye geri dönerim. Öyle
ki 30 günlük tatilimin çoğunu
eşimle Türkiye’de geçirdik,
böylece insanlar Türkiye’yi
nasıl sevdiğimi hayal
edebilirler.
- İstanbul sizin için neyi ifade
ediyor?
104
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
İstanbul benim ikinci şehrim.
Arkadaşlarıma şunu söyledim,
Braga’da çok iyi arkadaşlarım
olmasına rağmen eğer ailem
Braga’da yaşamıyor olsaydı
İstanbul’da yaşardım. Ailem
dışında Braga’da kalmamı
gerektiren pek nedenim yok.
- Türk Futbol’u hakkındaki
düşünceleriniz nelerdir ?
Şunu söyleyebilirim
Türkiye’de futbolun iki yüzü
var birincisi, Türkiye de
çok iyi teknik direktörler,
takımlar, futbolcular var. Lig
zorlu geçiyor Galatasaray
evinde Karabük Spor’a
kaybedebiliyor. Futbolun bu
yönü çok iyi ama bir de Türk
futbolunun diğer yüzü var.
Portekiz ile karşılaştıracak
olursam Portekiz’de paramız
yok çünkü ekonomik kriz
içerisindeyiz ve Avrupa
kupalarına Portekiz’in 6 takımı
katılıyor, bu nasıl oluyor,
bunu nasıl açıklayabiliriz.
Ben her iki ülkeyi de
iyi tanıdığım için şunu
diyebilirim Türkiye’nin temel
sorunu alt yapı sorunudur.
Türkiye’de genç oyuncular
çok yetenekli fakat taktik alt
yapıları yok. Yüksek seviyede
oynadıklarında problemlerle
karşılaşıyorlar. Bence
Türkiye alt yapı sorununu
çözmeli. Eğer Türkiye, bu
alt yapı sorununu çözerse
önümüzdeki 10 yıl içerisinde
bu konuda dünyada en iyi 5
ülkeden biri olur.
-Türk yemeklerini beğendiniz
mi, hangi Türk Yemeğini daha
çok seviyorsunuz?
Geçen hafta gerçek Türk
kahvaltısını keşfettim ve
ancak kahvaltının yarısını
yiyebildim. Türk mutfağı
muhteşemdir tıpkı Portekiz
mutfağı gibi.
-Son olarak sizi sevenlere ve
Türkiye’ye Türkçe bir şeyler
söylemek ister misiniz?
Geleceğin ne getireceğini
bilmiyorum ama Menajerim
Ahmet Bulut’a Türkiye’de
çalışmak istediğimi
söylüyorum. Umarım
Türkiye’de tekrar çalışırım
çünkü Türkiye’yi gerçekten
çok seviyorum.
105
Zeynep Eryılmaz
Atatürk Üni. Fen Fakültesi Kimya Bölümü Mezun Bursiyerimiz
Amsterdam’da Buz Gibi
Ama Güzel Bir Gün....
Hollanda gezim bitti şimdi
sadece fotograflar ve güzel
anılar var... Bu da o anıların
hatıralarından biri... Her
bakışta mutlu eden geçmişe
götüren tatlı bi anı kaldı
bende... Ve gerçekten özlenen,
özlenmeye değen... Şimdi
bana kattıkları benlerle
gidişimin... Çalışmalarım,
gezdiğim gördüğüm yerler,
gözlemlerim... Burda master
seminerimde Utrecht
Üniversitesinde yaptığım
çalışmaları anlattım ve
gördüğüm tepkiler, tebrikler
gidişimi çok daha anlamlı
kıldı. Ayrıca orda doktora
yapma olanağı kazandım. Çok
ayrı bir tecrübeyle çok başka
şekilde şimdi kendi diyarımda
beklemedeyim... Rüzgar gibi
gelip geçen o güzel 5 ayı
özlemekte ve anmaktayım...
Kısacası unutmadığım anılara
5 aylık bir zaman dilimi
eklendi... Emeği geçen vakfıma
da teşekkürlerimi borç
bilirim...
TED
ULUSLARARASI
ANKARA
GENÇLİK
FORUMU
İbrahim Çeçen Vakfı’nın
sponsorları arasında olduğu,
ev sahipliği ise TED Ankara
Koleji Vakfı Özel Lisesi
tarafından yapılan ilk
uluslararası Ankara Gençlik
Forumu gerçekleştirildi. Yurt
dışından ve ülkemizden pek
çok katılımcının katkılarıyla
gerçekleştirilen konferansta
yer alan aktivitelerin bir
kısmı her gencin kendi
ülkesinin tanıtımını yaptığı,
yöresel giysi ve yemeklerle
kültürlerini paylaştığı “Avrupa
Köyleri”, katılımcıların
birbirini yakından tanıma
fırsatı bulduğu takım
oluşturma çalışmaları ve
Avrupa odaklı konuların
tartışıldığı komite oturumları
oldu. Ekonomik, sosyal ve
kültürel konuların tartışıldığı
ve çözüme ulaştırıldığı
bu 5 günlük konferansın
başkanlığını ise 27 yaşındaki
Anar Kucera üstlendi.
IC VAKFI’NA AĞRI PATNOS GAZETECİLER DERNEĞİ’DEN ZİYARET
Ağrı Patnos İlçesi Gazeteciler
Derneği Başkanı Faruk Yavuz ile,
Anadolu Ajansı Patnos Muhabiri
İ.Emre Savman, Patnos Çağrının
Sesi Gazetesi Yayın Yönetmeni
Zafer Yalçın Feyzioğlu, Patnos
Gazeteciler Derneği Başkan
Yardımcısı Bahadır Kılıç ve
Patnos Gazeteciler Derneği
Genel Sekreteri Mehmet Yılmaz,
Ankara’ya gelerek, İbrahim Çeçen
Vakfı’na nezaket ziyaretinde
bulundular.
Patnos Kaymakamı Üzeyir Yılmaz
ve Patnos Gazeteciler Derneği
adına Başkan Faruk Yavuz,
Patnos İlçesi’ne katkılarından
dolayı Sayın İbrahim Çeçen
Bey’e ve IC Vakfı’na teşekkür
plaketlerini, Vakıf Müdürü Dr.
Meral Dinçer’e sundular.
106
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
Gürsel ve Nezahat Çeçen Ortaokulu
2012 - 2013 karne töreni Kaymakam, Belediye Başkanı, Daire amirleri
ve velilerimizin katılımıyla gerçekleşti.
108
TÜBİTAK Bilim Fuarları, 20122013 Eğitim-Öğretim yılı
içinde önceden belirlenen
1000 pilot okuldan biri olan
Gürsel ve Nezahat Çeçen
İlkokulu’nda 16-17 Mayıs
2013 tarihinde düzenlendi
Milli Eğitim Bakanlığı ile
TÜBİTAK arasında imzalanan
ve TÜBİTAK Bilim ve Toplum
Dairesi tarafından yürütülen
“Eğitimde İşbirliği Protokolü”
kapsamında ülkemizde bilim
kültürünün geliştirilmesine
yönelik olarak TÜBİTAK Bilim
Fuarları Destekleme Programı
açılmıştır.
açılışı Kaymakam Yusuf
KARALOĞLU, Belediye Başkanı
Vezir DUMANLI ve Yüksekokul
Müdürü Sebahattin KARANLIK
tarafından yapılmıştır.
Bu kapsamda yapılan
fuarda 20 proje sergilendi.
Öğretmenlerin öncülüğünde
öğrencilerin hazırladığı
projeler katılımcılardan
yoğun ilgi görmüştür. Fuar
Fuar, Kaymakam, Belediye
Başkanı, Garnizon Komutanı,
İl Şube Müdürleri, İlçe Daire
Amirleri başta olmak üzere
halkın da yoğun katılımı ile
gerçekleşmiştir.
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
Okul Müdürü Mehmet
ÜŞEKCİOĞLU “Öğrencilerimizin
yaptığı çalışmalar her türlü
araştırma, icat ve hayatı
kolaylaştırıcı buluş gibi pek
çok proje ile özverili bir
çalışma olmuştur. Refahiye’de
Okulumuzda TÜBİTAK Bilim
Fuarının düzenlenmesi
hepimizi çok mutlu etti.
Katılım ve ilgi beklenenin
üstünde olmuştur” dedi
Gürsel
ve
Nezahat
Çeçen
İlkokulu’nda
Bilim Fuarı
sarp’in umudu !
Canavan hastalığını daha
önce duydunuz mu? Dünyada
7.000’in üzerinde ender
hastalık olduğunu ve bu
hastalıklardan birinin de
genetik ve ölümcül Canavan
Sendromu olduğunu biliyor
muydunuz?
Canavan (Türkçe okunuşu
kanavan), beyni etkileyen
progresif yani ilerleyen,
genetik ve ender bir
hastalıktır. Bu hastalığın
etkisi, beyinde salgılanan
miyelin adı verilen bir
enzimin üretimini durdurur ve
santral sinir sistemini tahrip
eder. Bilinen herhangi bir
tedavisi olmadığı için nöroloji
yakın takibini gerektirir.
Canavan hastalığı ile dünyaya
gelmiş bebekler, yutkunma,
yeme, görme, duyma oturma,
konuşma ve ayakta durma
gibi hayati fonksiyonlarının
hiçbirisini yerine getiremezler.
110
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
Yaşam boyunca “AnneBaba” kelimelerini dahi
heceleyemeyen Canavan
Hastaları, hayatlarını
ilk 3 ila 10 yıl arasında
kaybetmektedirler. Bu süre
zarfında görme yeteneklerini
kaybederek, kısacık ömürleri
karanlığa gömülmekte,
değişiklik gösteren kasılmalar
ve nöbetler geçirerek yaşam
savaşlarını sürdürmektedirler.
Bu hastalıkla edindikleri
diğer zayıflık, bağışıklık
sistemlerinin sınır seviyede
güçsüz olmasıdır. Çoğu
Canavan hastası bebek,
hayatının ilk aylarında
akciğer enfeksiyonu (zatürre
- pnömoni) nedeni ile
kaybedilmektedir.
Sarp’ın Umudu Derneği Nasıl
Kuruldu?
4 yıl önce dünyaya gelmiş,
Sarp ve Doruk ikizlerden
Sarp’a Canavan hastalığı
teşhisi konduğu günden
itibaren, o ve ailesi bu çok
nadir görülen ölümcül hastalık
ile bir mücadeleye girişti.
Sarp’ın doğumundan sonra,
ailesinin arayışları ile Amerika
ve Avrupa ülkelerinden
edindiği, dayanışma
görgüsünü ilerletmek ve
genlerine UMUT kazınmış
olan Sarp bebeğin hayatını
kolaylaştıran tüm malzeme
ve cihazları ülkemizde
yaşayan diğer bebeklere de
sağlayabilmek; ailelere aynı
zamanda psikolojik destek
de verebilmek amacıyla 6
Kasım 2012’de Sarp’ın Umudu
Derneği kuruldu.
Dernek yöneticileri mevcut
durumu ve derneğin
amaçlarını şöyle açıklıyor :
‘’Ülkemizde çeşitli nedenlerle
ve çeşitli engellilik
derecelerinde olmak üzere 8,5
milyon engelli nüfusu olduğu
111
bir gerçektir. Bu nüfusun
yaklaşık 2 milyonu ağır engelli
olarak nitelendirilen %80’in
üzerinde engel derecesine
sahip ve süreğen hastalıklı ,
yani tedavisi olmayan ve ağır
fonksiyon kayıpları nedeni ile
bakımı için başkasına muhtaç
bebek ve çocuklardır.
halihazırdaki mevzuatta
ağır engelliler yararına
pozitif ayrımcılık esas
tutularak,çocuklarımız ve
aileleri lehine iyileştirmeler
yapılmasını sağlamak
amaçlarına hizmet
etmektedir.’’
Özellikle tedavisi olmayan,
ender ve genetik hastalıklar
nedeniyle evlerinde
yataklarına ve çeşitli cihazlara
bağlı yaşayan çocuklarımız
için, şimdiye dek yapılan
çalışmalar ve girişimler
ne yazık ki oldukça kısır
kalmış; özellikle Canavan
hastalığı ile ilgili, bugüne dek
ülkemizde hiçbir girişimde
bulunulmamıştır.
Kuruluş tarihinden bugüne
dek geçen kısa sürede,
derneğe başvuran 22’si
Canavan hastası, 32 genetik
hastalıklı ve ağır engelli
çocuğun ihtiyaçlarını
karşılamak için çırpınan
Sarp’ın Umudu Derneği;
halihazırdaki yasal
mevzuattaki eksikler ve
bebeklerin ihtiyaçları
konusuda başta Sağlık
Bakanlığı ve Çalışma ve
Öyle ki, sağlık sektörü
çalışanlarının dahi ilk kez
duydukları Canavan hastalığı
gibi ilerleyen ve şimdilik
tedavisi olmayan bu hastalıkla
uğraşan aileler dahi ne
yapmaları gerektiğini tam
olarak bilmemektedirler.
Sosyal Güvenlik Bakanlığı
olmak üzere, AKP
Engelliler Koordinasyon
Merkezi ve çeşitli
kurumlarla görüşmelerini
gerçekleştirmeye devam
ediyor.
Derneğimiz, hem hasta
yakınlarına, sağlık sektörüne
ve topluma Canavan gibi
ender ve genetik hastalıklar
hakkında detaylı bilgi
verebilmek ; hem bu
hastalıklar nedeniyle maddi
ve manevi büyük bir yükün
altında kalmış ailelere destek
vererek onlarla yardımlaşmak
ve dayanışmak; hem de
Canavan Hastası Bebekler için
Ne Yapılabilir? :
Sarp’ın Umudu Derneği,
başta Canavan hastası ve bu
nedenle, kısa yaşamlarını
ağır engelli olarak geçirmek
zorunda olan bebeklerin
ailelerinin üzerindeki
ekonomik sıkıntıları
hafifleterek, onların
bebeklerine endişesiz,
kaygısız sadece sevgilerini
verebilmeleri için gerekli her
türlü girişimde bulunmaya
devam ediyor. Dernek
yetkilileri projelerinin
kapsamı ve sponsor arayışları
konusunda şu bilgileri veriyor:
‘’ Çocuklarımızın olmazsa
olmaz aylık giderlerinden
ilk kalemi fizyoterapi
eğitimi olarak görmekteyiz.
Çünkü sağlıklı çocuklar
nasıl haftada 5 gün
okulda eğitim alıyorlarsa,
bizim çocuklarımızın da
öncelikle beden eğitimlerini
sağlayabilmek , ilerde
oluşabilecek skolyoz,kas ve
iç organ hasarları gibi ağır
riskleri bertaraf edebilmek için
fizyoterapi almaları büyük
önem taşıyor.Halihazırdaki
mevzuat, bu çocukların
haftada sadece 2 saat ve
rehabilitasyon merkezlerinde
FTR almalarına müsaade
ediyor. Oysa bağışıklık
sistemleri sınır seviyede
güçsüz olan çocukların
evlerinden annelerinin
kucağında,çeşitli vasıtalarla
ve sadece haftada 2 saat
rehabilitasyon merkezlerine
giderek bu eğitimi almaları,
zaten zor olan hayatlarını
güçleştirmekten başka bir işe
yaramıyor. Oysa bu çocukların
en az haftada 3 gün ve sadece
evlerinde fizyoterapi almaları
şart !
İkinci en önemli konumuz,
özellikle mideden beslenen ve
traekostomili bebeklerimizin,
aylık sarf malzemeleri konusu.
Çocuklarımız sağ olduğu
müddetçe her ay, gastrostomi
butonu,tüpü,hortumu,steri
lizasyon için gerekli distile
su,steril spanch, izotonik
sıvılar, enjektörler,kateterler,
beslenme poşetleri
, ayrıca traekostomi
kanülleri,aspiratör sondaları,
mama setleri , maske,
eldiven,ağız bakım çubuğu,
mama ve bebek bezi gibi
kalemlerden oluşan ve
ailelerin maddi anlamda
sürekli olarak gider kaleminde
bulunan malzemeler
bunlar.Çok basit bir örnek
vermek gerekirse, mideden
60cc›lik çam uçlu enjektörle
beslenen çocuklarımız var.
Bu enjektörlerin tanesi 5
TL .Günde 35 TL sadece bu
enjektör için harcanıyor.
Ayrıca 5 ve 10 cc ‹lik
enjektörlerle de ilaçlar yine
mideden veriliyor. Ailelerimiz
ekonomik olmak adına bu
enjektörleri yıkayıp tekrar
tekrar kullanıyor.Oysa en
küçük bir bakterinin o minik
bedenlere vereceği hasarı
tahmin etmek hiç de zor değil.
Ne yazık ki bir kerelik bir
yardım, ailenin biraz nefes
almasına yarasa da , süreklilik
arz etmeyen her yardım gibi
yetersiz kalıyor.
Üçüncü önemli konu cihaz
ve ekipmanlar. Dinamik
oturma sistemi; ayakta durma
cihazı olarak isimlendirilen
stander cihazı; taşınabilir
aspiratör cihazları; taşınabilir
oksijen konsantratörü
;ancak yurt dışından temin
edilebilecek, yutkunma
112
İÇTEN BAKIŞ › HAZİRAN 2013
fonksiyonunu yitirmiş ve
bu nedenle akciğerlerine
kaçan tükürükleri öksürterek
yukarı atan olarak kabaca
tanımlayabileceğimiz Vest
cihazı;banyo setleri;boyunluk
ve el / ayak splintleri gibi
cihaz ve ekipmanlara devlet
desteği ya hiç yok, ya da
çok az. Oysa bu cihazlar
olmadan yatağa bağlı ve yok
sayılan bu çocukların daha
konforlu yaşama şansları da
ellerinden alınmış oluyor.
Her biri gerçekten çok pahalı
olan bu cihaz ve ekipmanları
edinebilmek için ise tek yol
bunları sponse edebilecek
kaynak bulabilmek.
Son olarak özellikle tüm
günlerini çaresizce çocuklarına
adamış annelerimizin
psikolojik olarak müthiş bir
yıkım içinde hayatlarına
devam etmeye çalışmaları
konusu var. Biz ,annelerimiz
için ayda iki kez onları
evlerinde ziyaret ederek hiç
olmazsa yarım saat onlara
psikolojik destek verebilecek
gönüllü psikolog ve psikiyatr
arayışındayız. Önceliğimiz
hasta çocuklarımızın anneleri
elbette ancak evde varsa
sağlıklı kardeşlere de bu
psikolojik desteği vermek
istiyoruz. Çünkü anneler
genel olarak geleceğe ‘’ben
ölürsem ona kim bakar?’’;
sağlıklı kardeşler de ‘’ anneme
babama bir şey olursa
kardeşimin yükü bana mı
kalacak?’’ endişesi ile sağlıksız
bir şekilde hayatlarına devam
etmekteler.
Görüyorsunuz ki oldukça ağır
bir sorumluluğun altındayız.
Ancak , biliyoruz ki bugüne
kadar evlerinden dışarı
çıkamadıkları ve yatağa ve
cihazlara bağlı kaldıkları için
görmezden gelinen, ömürleri
kısa olduğu için yok sayılan
bebeklerimizi hiç olmazsa
iyi ve özenli bir bakımla çok
daha uzun süre hak ettikleri
konforda yaşatmamız
mümkün. Ayrıca zaten
hasta bir çocuğun ebeveyni
olarak, manevi sıkıntılar
içinde boğulan ailelerin
üzerindeki maddi yükü de
biraz olsun kaldırmakla,
onlara evlatlarına sadece
sevgilerini verebilme imkanı
tanımak da mümkün..Hatta
evdeki sağlıklı kardeşlerin
eğitim ve yaşam olanaklarını
iyileştirerek onlara daha iyi bir
gelecek sağlamak da mümkün.
Sadece gerçekten özveri ile
çalışmamız ve imkanı olanlara
ulaşabilmemiz gerekiyor. ‘’
‘’Mobil Çocuklar Projesi’’,
‘’Ekipman Değişim Projesi’’
gibi mikro projelerini
hayata geçirmiş olan dernek
yetkilileri, hem bu projelerin
sürdürülebilirliğini sağlamak
hem de makro projelerini
hayata geçirebilmek için
kaynak arayışında olduklarını
belirterek ,’’Canavan hastalığı
ve benzeri genetik hastalıkla
dünyaya gelen bebekler
için günümüzde destek tedavisi
vermek dışında yapılabilecek
tıbbi bir müdahele yoktur.
Ailelerinin yapabileceği
tek şey, bebeklerinin zorlu
hayatlarını cihaz ve
ekipmanlar yardımı ile
olabildiğince kolaylaştırmaktır.
Sarp, kendisi ve diğer
engelli çocuklar için, Sarp’ın
Umudu Derneği aracılığı ile,
yaşamak için UMUT arıyor ve
yardım severleri umut olmaya
çağırıyorlar.
www.sarpinumudu.org.tr
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
İbrahim Çeçen Vakfı; bugüne kadar
9.000’e yakın gence karşılıksız burs
verdi, onların başarılarını gururla
izledi, mutluluklarına ortak oldu.
sayı 05
haziran 2013
Mezun olmuş eski bursiyerlerimiz
şimdi Türkiye’nin ve dünyanın birçok
yerinde başarılara imza atıyor.
SİZ de sağlayacağınız katkıyla
geleceğimizin gençlerine umut
olabilirsiniz.
Sen de 1 Bursiyer Okut !
Bir gencin bir yıllık üniversite burs
bedeli 2.340 TL. Yani 9 ay boyunca,
ayda sadece 260 TL katkı sağlayarak
bir genci okutabilirsiniz.
Başarılı ve okumak isteyen ancak
imkansızlıklardan dolayı güçlük
çeken gençlere umut olabilirsiniz.
Haydi bir bursiyer de SİZ okutun,
onlara umut olun…
IC Vakfı
“Sen de 1 Bursiyer Okut Projesi”ne
katılmak için Vakfımızın
0312. 417 82 64 numaralı
telefonundan veya
[email protected] ‘den
bilgi alabilirsiniz.
3. BOĞAZ KÖPRÜSÜ ve KUZEY MARMARA OTOYOLU PROJESİ