EDEP YA HU! - Mehmed Zahid Kotku KS

Transkript

EDEP YA HU! - Mehmed Zahid Kotku KS
EDEP YA HU!
Mehmed Zahid Kotku
Mü’minlere Va’zlar
Vuslat: 1
Tasavvuf-Hikemiyat Serisi: 1
Isbn
978-605-61107-0-2
Basım Tarihi
Şubat 2010
Baskı / Cilt
Metkan Matbaası
Merkezefendi Mh. Yılanlı Ayazma Sk.
Örme İş Merkezi No:8/1
Davutpaşa - Zeytinburnu / İstanbul
Tel: (0212) 483 22 22
İç Tasarım
İrfan Güngörür
Kapak Tasarım
Sena İzgi
© Tüm yayın hakları
VUSLAT VAKFI’na aittir.
Kaynak gösterilerek
iktibas yapılabilir.
VUSLAT
Eğitim, Yardımlaşma,
Kültür ve Çevre Vakfı
www.vuslatvakfi.com
Şems-i Tebrizi Mah.
İstanbul Cd. No: 149/2
Karatay / Konya
Tel: +90 332 350 64 99
Mehmed Zahid Kotku
MÜ’MİNLERE
VA’ZLAR
İstanbul - 2010
İÇİNDEKİLER
Seyyid Mehmed Zahid Kotku (ks) Hazretleri Hakkında
Kısa Bilgiler, 7
ÖNSÖZ, 39
GİRİŞ, 45
MEVZULARA GİRİŞ, 55
DUÂLARDAN EVVEL OKUNULACAK KELİMELER, 77
DUÂ HUSUSUNDAKİ İHTİLAFLAR, 91
Duâların On Adabı Vardır, 108
Hazreti Aişe (Radiyallahu anha)’nın duâsı, 123
Hazreti Fatıma (Radiyallahu anha)’nın duâsı, 123
Ebubekir Sıddik (r.a.)’ın duâsı, 124
Büreyde el-Eslemi (r.a.)’ın duâsı, 126
Kubeysa b. Muharik’ın duâsı, 126
Ebu-d’Derda (Radiyallahü Anh)’ın duâsı, 127
Halil İbrahim (Aleyhisselam)in duâsı, 129
İsa (Aleyhisselam)’ın duâsı, 129
Hızır (Aleyhisselam)’ın duâsı, 130
Ma’ruf-ı Kerhi (Rahimehullah)’nın duâsı, 130
Adem (a.s.)’ın duâsı, 149
Mü’minlere Va’zlar
6
İBRAHİM EDHEM HAZRETLERİNİN DUA’SININ
TÜRKÇESİ, 155
TOPLU OLARAK ZİKİR ETMENİN FAZİLETLERİ, 213
KUR’AN-I AZÎMÜŞŞAN’I OKUYUP OKUTMANIN
LÜZUMU HAKKINDA, 221
NAMAZDAKİ DUALAR VE NAMAZ, 243
KÜÇÜK GÜNAHLAR, 315
Amma Âfât el-Yed İlleti Ba’duha Kebâiri ve Ba’duha
Sağâiri ve Ba’duha Mekruhun Gayri Mâ Zükerre Fil
Kebâiri ves-Sagairi, 440
Ve Amma Afâtü’l-Üzüni Elleti Bazuhâ Kebariün ve
Bazuhâ Seğâirün Fe Hiye İsna Aşereti, 449
Göz İle İlgili Günahlar, 454
Karnın (Midenin) Âfetleri, 458
Fercin Âfatları, 467
Ayakların Afâtı, 471
Bütün Bedenin Âfatı, 475
SON SÖZ, 547
CENÂB-I PEYGAMBER (S.A.V) EFENDİMİZİN
MUBAREK FEM-İ SAÂDETLERİNDEN SUDÛR
EDEN DUÂLAR , 561
Seyyid Mehmed Zahid Kotku (ks) Hazretleri
Hakkında Kısa Bilgiler
Dünyaya bir göz atınız. Huzur ve mutluluk adına neler görüyorsunuz?
İnsan huzur ve mutluluğu nasıl yakalayacak? Bu konu çoğumuzun bildiği bir gerçek ki, huzur ve mutluluğun merkezi,
itikat, amel-i salih ve iyi ahlak ile Allah sevgisi dolu bir kalbdir. Allah (CC)’ın yüce elçisi (sav) şöyle buyuruyor: “Dikkat
ediniz! İnsan vücudunda öyle bir et parçası vardır ki, o
iyi olursa bütün vücut iyi olur. Eğer kötü olursa, bütün
vücut bozulur. İşte, o et parçası kalbdir.” (Buhari)
Kalb, öyle harikulâde özelliklere sahip ki... Ancak Rabbimize
yönelmekle huzur buluyor. Çünkü kalbin yaratıcısı Allah-ü
Teâlâ... Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Dikkat ediniz! Kalbler ancak Allah (CC)’ı anmakla huzur ve sükûna kavuşur.” (Râ’d:28)
Allah (CC)’a yönelen bir kalbin sahibinde sevgi, merhamet, iyilik, hoşgörü gibi ulvî duygular gelişir. İç âlemi zenginleşir. Gönül âleminde nur meydana gelir ve sonunda huzur ve mutluluk iklimine yelken açar.
Kalbin bu ulvî yüksekliğe ulaşması için ehil kılavuzlara
ihtiyaç vardır. Kendisi bu noktaya ulaştıktan sonra, başkalarını da yükseltebilecek kemâlât ehline... Bu gönül mimarlarından biri de Gümüşhaneli Dergâhı’nın postnişinlerinden
Mü’minlere Va’zlar
8
Silsile-i Zeheb’deki Mürşid-i Kâmil Mehmed Zahid Kotku
rahmetullahi aleyhtir.
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nin naklettiklerine göre babaları O’na: “Oğlum Mehemmed!” diye hitap
edermiş. Soyadlarının ‘mütevazi’ manasına geldiği nüfus cüzdanının başına not edilmiş idi.
Tevellütleri; hicrî 1315, milâdî 1897 yılında Bursa
Şehrinde, kale içinde Türkmenzâde Çıkmazı’ndaki baba
evinde vaki olmuştur.
Ailesi
Babaları ve anneleri Kafkasya’dan 1297’de göç eden müslümanlardandır. Dedeleri Kafkasya’da Şirvan’a bağlı eski bir
hanlık merkezi olan Nuha’dandır ki burası dağ eteğinde, ipekçilikle meşhur, ahalisi müslüman, hâlen Azerî Türkçesi konuşulan bir yerdir.
Babaları İbrahim Efendi, Bursa’ya 16 yaşlarında iken gelmiş,
Hamza Bey Medresesi’nde tahsil görmüş, muhtelif yerlerde imamlık yapmış, Hazret-i Peygamber (sav) sülâlesinden bir Seyyid ve
mutasavvıftır. 1929’da 76 yaşlarında iken Bursa Ovasındaki İzvat
Köyü’nde vefat etmiş ve oraya defnolunmuştur.
Anneleri Sabîre Hanım da Seyyide’dir. Hocamız Mehmed
Efendi (ks) Hazretleri 3 yaşlarında iken muhterem anneleri yeni
bir kardeş dünyaya getirmiş ve lohusalık hali devam ederken
şehit olmuşlardır. Bursa’da bulunan Pınarbaşı Kabristanı’na
defnedilmişlerdir. Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nin muhterem anneleri ile ilgili hafızalarında kalan tek şey; muhterem
babalarının bir bayram öncesi eve gelirken yanında bir çift
pabuç getirmesi ve “Oğlum Mehemmed, annen sana bunları cennetten gönderdi” demesidir.
Mehmed Zahid Kotku
9
Bu anne ve babadan doğma ağabeyleri Ahmed Şâkir
(1308 – 1335) subaylık yapmış, Kudüs’te ve Çanakkale’de
bulunmuş, siperlerde hastalanmış ve 28 yaşlarında iken vefat
edip, Söğütlüçeşme mezarlığına defnolunmuştur. Aynı anneden bir küçük kardeşleri daha olmuşsa da çok yaşamamış ve
birkaç aylık iken vefat etmiştir.
Babalarının ikinci evliliği yine Dağıstan muhacirlerinden, Fatma Hanım’ladır. Ondan doğma üç kız kardeşleri olmuştur. Bunlardan Pakize Hanım’ın efendisi de, Bursa Ulu
Cami imamlarından ve İsmail Hakkı Tekkesi şeyhlerinden
merhum Ahmet Efendi (ks)’dir.
Bugünkü anlamda ipek böcekçiliği zanaatını Kafkasya’dan
Bursa’ya dedeleri getirmişlerdir. Kendileri çok köklü ve zengin bir aileye mensup olmakla birlikte tamamen zühd içerisinde yaşamayı şiar edinmişlerdi.
Tahsili
Mehmed Zahid Efendi (ks) Hazretleri ilk mektebi Oruç
Bey İbtidâîsi’nde okumuşlar, ardından Maksem’deki idâdîye
devam etmişler, sonra da Bursa Sanat Mektebi’ne girmişlerdir.
Bu esnada Birinci Cihan Harbi dolayısıyla 19 yaşlarında iken
27 Nisan 1916’da askere alınmışlar, senelerce askerlik yapıp,
birçok hastalıklar atlatmışlardır. Ordunun Suriye’den çekilmesinden sonra, binbir güçlükle İstanbul’a dönmüşlerdir.
23 Temmuz 1919 Cuma gününden itibaren 25. Kolordu
30. şubede yazıcı olarak vazifeye devam ettikleri, 1922 Martında
hala bu vazifede oldukları hatıra defterinden anlaşılmaktadır.
Tasavvufî ve Dinî Hizmetleri
Hoca Efendi Hazretleri (ks) İstanbul’da bulunduğu esnada çeşitli dini toplantılara, derslere, camilerdeki vaazlara de-
Mü’minlere Va’zlar
10
vam etmişlerdir. Bilhassa Seydişehirli Abdullah Feyzi Efendi
(ra)’yi çok sevdikleri anlaşılıyor. 29 Temmuz 1920 Cuma
günü, Cuma namazını Ayasofya Camii’nde edâdan sonra
Vilayet önünde bulunan Fatma Sultan Camii yanındaki
Gümüşhâneli Tekkesi’ne giderek Dağıstanlı Ömer Ziyâüddin
Efendi (ks)’ye intisâb eyleyip günden güne ahvalini terakki
ettirmişlerdir.
Ömer Ziyâüddin (ks) Hazretleri’nin, 18 Kasım 1921
(Hicri 1339) Cuma günü vefatından sonra postnişin-i irşâd
olan Tekirdağlı Mustafa Feyzi (ks) Efendi’nin yanında tahsil-i
kemâlâta devam etmişler, birçok defalar halvete girmişler, 27
yaşlarında hilâfetnâmeyle birlikte Râmuzü’l-Ehadis, Hizb-i
A’zam ve Delâilü’l-Hayrât icâzetnâmelerini de alarak Beyazıt,
Fatih ve Ayasofya Camii ve Medreselerinde derslere devam
etmişler, bu esnada hafızlıklarını da tamamlamışlardır. Aynı
zamanda hocasının işareti üzere muhtelif kasaba ve köylerde
dini hizmetler îfa etmişlerdir.
Mustafa Feyzi (ks) Hazretleri’nin vefatından sonra Bursa’ya
dönerek yerleşmişler ve evlenmişler, 1929’da vefat eden babalarının yerine Bursa Ovasındaki İzvat Köyünde 15–16 sene
kadar imamlık yaptıktan sonra, Bursa’da önce bir müddet
Veled Veziri Camisi’nde fahri hatiplik yapmışlar, daha sonra,
Üftade Camii Şerifi’nin imam-hatipliğine tayin edilerek, şehirde hisar içindeki baba evine yerleşip, burada, 1945’den
1952’ye kadar hizmet etmişlerdir.
1952 Aralık ayında, Gümüşhaneli Dergâhı Postnişini
eski tekke arkadaşı Kazanlı Abdülaziz (ks) Hazretleri’nin vefatı üzerine onun hizmet ettiği Zeyrek Çivicizade Camisi’nde
hizmete başlamışlar ve burada 1/10/1958 tarihine kadar vazife yapmışlardı. Daha sonra İskenderpaşa Camii Şerifi’ne
Mehmed Zahid Kotku
11
nakil olunmuşlar ve vefatlarına kadar da bu camide vazifeli
olarak kalmışlardır.
Ahirete İrtihalleri
Hocamız Mehmed Zahid (ks) Hazretleri, vefatından takriben bir sene kadar önce rahatsızlanmışlardı. Şiddetli ağrılarından sürekli olarak muzdariplerdi ve zor ayakta durabiliyorlardı. 1979 yazında uzun zaman kalmak üzere gittikleri
Hicaz’dan, ağır hasta olarak 1980 Şubat’ında dönmek zorunda kalmışlardı. 7 Mart 1980’de ameliyata girdiler ve midelerinin üçte ikisi alındı.
Ameliyattan sonra tedricen düzeldiler. Hatta 1980
Ramazanında hiç aksatmadan oruç tuttular, hatimle teravih kıldılar, vaaz ettiler, Hac mevsimi gelince de son haclarına gittiler. Orada rahatsızlıkları iyice nüksetmişti. Haccı
güçlükle ifadan sonra, 6 Kasım 1980’de İstanbul’a döndüler. 13 Kasım 1980’de (5 Muharrem 1401), Perşembe
günü gözyaşları ile uyur gibi bir halde iken ahirete irtihal eylediler.
Cenaze namazları 14 Kasım 1980 Cuma günü Süleymaniye
Camii’nde muhteşem, mahzun, vakur ve edepli bir cemm-i
gafir tarafından kılınarak, mübarek vücutları, Süleymaniye
Camii haziresinde, kendisinden feyz aldığı hocaları ve üstadlarının yanındaki istirahatgâhlarına defnolundular.
Vefatları İslâm Âleminde büyük üzüntüye yol açmış,
Suudi Arabistan’da, Kâbe’de, Kuveyt’te ve daha pek çok şehirde gıyablarında cenaze namazı kılınmıştır.
Vefat tarihi olan 13 Kasım 1980 tarihli takvim yapraklarında çok manidar ibareler yer alıyordu. Meselâ bunların
birindeki şu nazım şâyân-ı taaccübdür:
Mü’minlere Va’zlar
12
Arkamdan Ağlama
Öldüğüm gün tabutum yürüyünce
Bende bu dünya derdi var sanma!
Bana ağlama,”Yazık, yazık!” “Vah, vah!” deme!
Şeytanın tuzağına düşersen vah vahın sırası o zamandır.
Yazık yazık asıl o zaman denir.
Cenazemi gördüğün zaman “Elfirak, elfirak!” deme!
Benim buluşmam asıl o zamandır.
Beni mezara koyunca elveda demeye kalkışma!
Mezar cennet topluluğunun perdesidir.
Mezar hapis görünür amma,
Aslında cânın hapisten kurtuluşudur.
Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret!
Güneşle aya batmadan ne ziyan gelir ki?
Sana batma görünür amma
Aslında o doğmadır, parlamadır.
Yere hangi tohum ekildi de yetişmedi?
Neden insan tohumu için
Bitmeyecek, yetişmeyecek zannına düşüyorsun?
Hangi kova suya salında da dolu olarak çekilmedi?
Can Yusuf’un kuyuya düşünce niye ağlarsın?
Bu tarafta ağzını yumdun mu, o tarafta aç!
Çünkü artık hay-huy’un, mekânsızlık âleminin boşluğundadır.
Şemâil-i Şerifi
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri uzunca boylu,
iri kemikli, yapılıca, heybetli, pehlivan gibi bir zattı. Beyaz
tenli, dolgun pembe yanaklı, uzunca ak sakallı, geniş alınlı,
aralıklı kaşlı, irice başlı, gül yüzlü, sevimli, alımlı bir kimse
idiler. Gençken zayıf olduklarını, öksüzlükte yemek yerine yu-
Mehmed Zahid Kotku
13
murta içivererek böyle iri vücutlu olduklarını gülerek anlatırlardı. İlk görüşte insanda sevgi ve saygı uyandıran bir halleri
vardı. Tanıdığına tanımadığına selâm verir, güler yüz gösterir,
gönül alırlardı. İlk nazarda koyu kestane renkli görünen, fakat dikkatle bakılması imkânsız, esrarlı ve derin manalı gözleri vardı. Gözleri içinde kırmızılık, sırtlarında ve karınlarında
ise avuç içi kadar iri bir ben mevcuttu. Hafızaları çok kuvvetli idi, konuşmaları tatlı ve sâfiyâne idi.
Şahsiyetleri
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, çok kere halk
telaffuzu kullanır, karşısındakine söz fırsatı tanır, çok iyi bildiği bir şeyi bile sanki ilk defa duyuyormuş gibi yumuşak bir
tavırla dinler, manalı ve nükteli cevaplar verirlerdi. Sohbetleri
hoş, hutbeleri fevkalâde celâlli olurdu. Hutbe esnasında seslerini yükseltir, ordu önündeki bir komutan gibi celâdetle ve
irticalen konuşurlardı.
Kerametlerini gizler, kendilerini hiç belli etmez, kimsenin kusurunu yüzüne vurmaz, mütevazi, güler yüzlü, bakışlarıyla insanın içini okur, herkesin haline göre konuşur, kişinin bilmediği şeyi sorup mahcup etmezlerdi. Talebelerine ve
insanlara karşı alçak gönüllü davranır, onlara bir kardeş gibi
muamele ederlerdi. Öyle ki, bu duruma aldanan insanlar,
kendilerini nerede ise bir arkadaş gibi görürdü.
Çok temiz ve titizlerdi. Önüne bir şey damlasa “eyvah
kabahat ettik” derlerdi. Çoğu zaman sofralarında misafir bulunurdu. Hiçbir zaman hiçbir kimseye emir vermezlerdi.
Zengin fakir demez, herkesin davetine gider, gönül yaparlardı. Bazen de davetsiz gider, fakir yahut hastanın gönlünü
alır, dua ederlerdi. Sıkıldıklarını hiç belli etmezlerdi. “Aman
sakın bir kalp kırmayın, kırarsanız o size yeter de artar” der-
Mü’minlere Va’zlar
14
lerdi. Dostlarına vefaları emsalsiz idi; onları ziyaret eder, arar,
sorarlardı. Akrabalarına karşı vazifelerinde kusur etmez ve onlara karşı hiçbir yardımı esirgemezlerdi.
İnsanlarla konuşurken, gülümseyerek söz söylerler, kimseye doğrudan şöyle yap, şöyle yapma demezler, îmâ ile, misalle, dolaylı yoldan arzularını anlatırlardı. Dini mevzularda
olmayan suallere net cevap vermezlerdi.
Özel hayatlarında ev halkına karşı müşfik ve latifeli davranır, onlara doğrudan doğruya bir şey emretmez, “bir çay
olsa içeriz” gibi tabirler kullanırlardı. Hocamız (ks) Hazretleri,
daima telmih ve îmâ ile söylerler, anlaşılmazsa sabrederlerdi.
Midelerinin üçte ikisi alınacak hale geldiğinde bile, hastalıklarından hiçbir şikâyette bulunmamışlardı. Rahatsız oldukları, hacı annemiz tarafından kısa istirahatları sırasında çıkardıkları hafif sesle anlaşılabilmişti.
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri kimseye sert
muamele etmezler ve kimsenin gönlünü kırmazlardı. Kendileri
İslam’a aykırı olmayan hemen her teklife ‘peki’ derlerdi.
Gerçekleşmesi mümkün olmayan tekliflere bile peki demişler, vefatlarından kısa bir zaman önce de “Siz peki demesini
öğrenesiniz diye, olur olmaz tekliflerinize peki diyorum” buyurmuşlardır. “Pekey demesini öğrenmek lazım” ve “Arkadaşlık pekey demekle kaimdir” sözleri meşhurdur.
Tevâzu ve Teslimiyetleri
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri o kadar büyük
bir tevazu sahibi ve kendisini gizlemekte o kadar mahir idiler
ki; en iyi bildikleri bir mevzuyu dahi, muhatapları, Hocamız
Mehmed Efendi (ks)’nin bilmedikleri zannı ile uzun uzun
izah ederken, Hoca Efendi (ks) Hazretleri hiç seslerini çıkarmadan, onu sonuna kadar dinlerlerdi. Ziyaretlerinde bulun-
Mehmed Zahid Kotku
15
muş bir yabancı, Hocamız (ks)’ın tevazusunu ‘riyaya kaçmayan bir tevazu’ olarak nitelendirmiştir.
Kendileri; kerametleri zahir büyük bir mürşid-i kâmil ve
zamanın kutbu olmalarına rağmen, makamını ve kemâlâtını
gizlerler, normal insanlardan biri gibi görünürlerdi. Talebeleri
kendilerinin bu halinden çoğu zaman aldanır ve edebe muhalif laubaliliğe düşebilirlerdi. Gene bu tevazu sebebiyle insanlar
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’ni cana yakın bulur,
kendisinden çekinmez ve O’na yaklaşır, istediği suali içinden
veya dışından sorardı. Suallerin cevapları, soranı mesul mevkide bırakmamak için net olmaz, dolaylı olurdu.
Tasavvufu çok iyi biliyor, ne muazzam mutasavvıf, ne
kadar üstün bilgili adam, denmesini hiç mi hiç istemezlerdi.
Bilen bilmeyen herkese kapılarını açık tutmak için tevazuyu
hiç terk etmemişlerdi. Her görenin O’nu bir köy imamı
zannetmesine bayılırlardı. Hocamız Mehmed Efendi (ks)
Hazretleri’nin zamanın kutbu oldukları, pek çok kişinin harikulade hallerine şahit olmaları ile son zamanlarında anlaşılabilmiştir. Seyyid oldukları ise ancak vefatlarından sonra
öğrenilebilmişti.
Daima herkese kapıları açıktı. Günün beş vakti Hocamız
Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’ni görebilmek O’nun sohbetinde bulunabilmek mümkündü. Hiç bir kimseyi kapılarında
bekletmemişler ve kapılarından geri çevirmemişlerdi. Kendisine
ulaşamayan fakat bir şey sormak isteyen veya bir müşkülü olana
da, onu hiç kırmadan, ona en ufak bir külfet vermeden ulaşmasını bilirler, bunu da büyük bir gizlilik içinde yaparlardı ki
bunların çoğu vefatlarından sonra ortaya çıkmıştır.
Birini dinlemekte, maddi ve manevi derdine çare aramakta çok cömert olmakla beraber, fevkalade maddi sıkıntılar içinde olduklarında dahi, ihtiyaçlarını hiç kimseye söyle-
Mü’minlere Va’zlar
16
memişlerdi. Kimseden, kimse için de para ve diğer yardımlar
hususunda aracı rolüne girmemişlerdi. Kimsenin işine, eşine,
aşına, mesleğine, meşrebine, gelirine, giderine, evine barkına,
vasıtasına, makamına, mansıbına, giyimine, kuşamına, varlığına, yokluğuna ne karışır ve ne de özenirlerdi.
Bir keresinde Mekke-i Mükerreme’de kendisine sadaka
vermek isteyen bir yabancının verdiği parayı kabul etmişler
ve yakınları hayretle nedenini sorduğunda “biz o parayı almasaydık, o kişi her sadaka verişinde ‘acaba reddedilir miyim’ diye
tereddüt edecekti” buyurmuşlar, o sırada oradan geçen bir ihtiyaç sahibine, paranın üzerine birkaç mislini de koyarak tasadduk etmişlerdir.
Kıskançlık ve çekememezlik sanki lügatlerinden tamamen
silinmişti. “Ben falancadan ders almak istiyorum” diyene de
iltifatkâr davranarak o kimseye nasıl ulaşacağını ince ince ve
zevkle anlatırlardı. Daima gönüllere Allah (CC) sevgisi nakşetmeyi gaye edindikleri, her tavırlarından anlaşılıyordu.
Hanımlara ders tarifi yapmaktan son derece çekinmişlerdi. Zaruret hallerinde ancak karı-kocaya, baba-kıza veya
yanında muhterem validemizi bulundurarak odanın dışında
oturan bir hanıma ders tarif ettiklerine rastlanmıştı. “Sen bu
tarif ettiklerimizi hanımına da anlat, o da derslere devam etsin” dedikleri de olmuştu. Hanımlara cihad olarak; kocalarına hizmet etmeyi ve evlerine sahip çıkmayı, çocuklarını iyi
bir müslüman olarak yetiştirip terbiye etmeyi, dedikodulardan son derece uzak durarak, civarına İslam’ı yaymaya çalışmayı tavsiye ederlerdi.
Sünnete Olan Bağlılıkları
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri hizmetleri ve
sohbetleriyle olduğu kadar yaşantısıyla da insanlara İslamî bir
Mehmed Zahid Kotku
17
hayatın nasıl olması gerektiğini göstermişlerdi. Muhterem
Ali Ulvi Kurucu Rahmetullahi Aleyh, Hocamız Mehmed
Efendi (ks) Hazretleri’nin kendisini en çok etkileyen yönünü
“Sünnetleri ihya etmek, Peygamber gibi yaşamak... Yani hal
ve hareketlerini Efendimiz (sav)’e uydurmak...” şeklinde anlatıyordu. “Sanki Rasulullah (s.a.v)’ı görüyor da, O nasıl hareket ediyorsa öyle hareket ediyorlardı” diyordu.
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, kendi üstadlarına fevkalâde saygılı ve bağlı idiler. Kadîm dostları, üstadlarının meclisine gittiklerinde Hoca Efendi (ks) Hazretleri’nin
diz üstü oturup, baş eğip hiç ayak değiştirmeden edeple oturduklarını anlatırlar. Bu bağlılıkla ilgili olarak, Aziz Efendi
Hazretleri (ks) 1950 senesinde aşağıdaki menkıbeyi aktarmışlardır:
“İki arkadaş vardı, bunlar Cuma namazlarını Hocaları
Mustafa Feyzi (ks) Hazretleri’nin kıldığı camide kılmak isterlerdi.
O Hazret de Cuma’yı ya Beyazıt, ya da Ayasofya Camii’nde kılardı. Bu arkadaşlar Cuma vakti, önce Beyazıt Camii’ne gelirler, kapıdaki deri perdeyi kaldırıp içeriyi koklarlar, Hocalarının
kokusunu alırlarsa içeri girerler yoksa Ayasofya’ya giderlerdi.”
Bu iki arkadaştan birinin Hocamız Mehmed Efendi (ks)
Hazretleri olduğu bilinmektedir. Nitekim Rasulullah’la (sav)
rabıtalı olanlara has olan bu koku, Hocamız Mehmed Efendi
(ks) Hazretleri’nden de yakınındakiler tarafından defaten duyulmuştur.
Gece ve sabah ibadetlerine çok riayet ederler, talebelerini
de bunlara teşvik ederlerdi. Ziyaretlerine gelene sormadan cevabını verir, istemeden ihtiyaç sahibinin muhtaç olduğu şeyi
bağışlarlardı. Gönüllere ve rüyalara Allah’ın izni ile tasarrufları vardı. Bereket gittikleri yere yağar; bolluk O’nunla beraber gezer, en ücra, en kıtlık yerlere O gelince nimet dolardı.
Mü’minlere Va’zlar
18
Beraberinde seyahat edenler, tevafuklara, tecellilere, maddî
ve manevi hallere ve ikramlara gark olur, hayretlere düşerler,
parmaklarını ısırırlardı.
Bütün ihvanı içinde belki de kendilerini en iyi anlayan
ve ona göre davranan da muhterem eşleri Hacı Annemiz
Hazretleri olmuştur. Günlük oturdukları mindere bir kez bile
-velev ki çocuk dahi olsa- başkasını oturtmaz, Hoca Efendi
(ra) hakkında fevkalade titizlenir, başkaları tarafından -çok
yakın aile bireyleri de olsa- özel eşyalarının kullanımına izin
vermezlerdi. Hoca Efendi Hazretlerine (ra) ve ihvana karşı
cansiperane hizmeti ibadet bilirler, yaz-kış soğuk-sıcak demeden her gelene yemek hazırlarlar, kahvaltı ikram ederlerdi. Çayın o kutlu hanede kaç kez demlendiği bilinmezdi.
Bunları yaparken özellikle 1960 yıllarında her gün dışarıda
maltız yakılır, yemekler orada pişer, çay orada demlenirdi.
Ömürleri boyunca evlatları ve torunları tarafından muhterem Hacı Annemiz Hazretlerinin bir kez yattıkları, uyudukları görülmemiştir. Bir kez bile olsa ‘yoruldum’, ‘bittim’ gibi
bir şikâyetlerine şahit olunmamıştır. Bunları burada bir vefa
örneği olsun diye arz etmeyi borç biliriz.
Şunu da kanaati acizanemiz olarak uygun bulduk ki böyle
bir mürşidin arkalarında onlara hizmet ve vefada sanki bir
Hatice-i Kübra validemizin 20. asırdaki ruhdaşını gördük demek abartılı olmasa gerektir.
Talebelerini Yetiştirme Tarzları
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri gerçekten milletimize Mürşid-i Kamillik örneği göstermek üzere yetiştirilmiş gibi, faaliyetlerini ülfetin tesisi için sürdürmüşlerdi. Var
gücü ile enaniyeti terke, her şeyde Allah (CC)’ın rızasını ara-
Mehmed Zahid Kotku
19
yarak O’nun sevgili bir kulu olmaya, dedikodu ve gıybet etmemeye, milletin birliği ve beraberliği için çalışmaya kararlı
bir şekilde hiçbir nefesini boşa geçirmeden gece gündüz gayrete soyunmuşlardı.
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri dersini dinleyenlere yeni bir şey anlatıyorsa, sanki kendileri de yeni öğrenmiş gibi anlatırlar ve “bugün bir eserde yeni bir şeye rastladım” derlerdi. Böylece dinleyenler için tatbik hususunda geç
kalınmadığını, bu yaşlarında olmalarına rağmen kendilerinin
de yeni öğrendiklerini üstü kapalı olarak söylemiş olur ve bu
hâl üzere talebelerini eğitirlerdi.
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, ele aldığı bir
kimseyi terbiye edip yola getirinceye kadar büyük bir sabırla
çalışırlardı. İlk zamanlarda kusurlarına müsamaha ederler, yıllarca çalışır, yarı yolda bıkıp bırakmazlardı. “İnsanları ıslahın
bir kaç lâfla ve münakaşa ile değil, hâl ile ayrıca sabır ve çalışmakla olacağını” buyurmuşlardı.
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nin sohbetlerindeki buluşlara teşbihlere hayran kalmamak mümkün olmazdı. Çok uzun ve derin düşünürler, bir ayetin, bir hadisin
üzerinde haftalarca, aylarca durup konuştukları olurdu. 1980
senesinde tedavi görmekte oldukları kum havuzunun içerisindeyken söylemiş oldukları şu sözler, sâlikin Allah (CC) yolundaki görevini harikulade bir tasvirle anlatmaktadır:
“Süluktan murad, eriştiği mertebede sineğin kanadına değmeyen dünya ve içindeki mülevveslikten uzak olmak kaydı ile
müsterih bir zevkle yaşarken, vasıl olamadığı mertebeler için
işte şu kum taneleri adedince gam çekmekten ibarettir.”
Bu yolun ilme dayandığının şuuru içinde kesbî ve vehbî
ilimlerde zirveye erişmişlerdi. Nitekim bir talebesine “Evladım,
Mü’minlere Va’zlar
20
işte bu Kur’an-ı Kerim bize tam 30 yılda sure sure değil, sayfa
sayfa değil, âyet âyet değil, kelime kelime yutturuldu.” buyurdukları nakledilmektedir
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, en katı kalpli bir
kimseye dahi nazar etseler veya o kimse vaaz ettikleri camiye ya
da sofrasına olsun, bir kerecik getirilse, kalbi yumuşardı.
Sosyal ve Ekonomik Yaşamdaki Etkileri
Mehmed Zahid Efendi (ks) Hazretleri yalnız ‘gönüller sultanı’ değildi. O aynı zamanda güzel ülkemizin manevi ve maddi
kalkınmasını ve güçlenerek İslam âlemine örnek olmasını isteyen ve bunu canı gönülden teşvik eden bir dava adamı idi.
Bireysel kazanımların bir araya getirilerek ‘toplum yararına’ yatırımlara dönüştürülmesini işaret ve teşvik ederlerdi.
“Bu kapının önünde cemaatin dizdiği otomobillerden rahatsız oluyorum, rahatsız oluyorum! ... Yabancı diyarlara ekmek parası için giden işçilerin o diyarlara gitmemesi var iken
buna mecbur kalınması beni üzüyor. O getirilen otomobillerin yerine atölyeler, fabrikalar kurulsa ve aç susuz vatandaşlara
iş bulunsa, hem onlar İslam diyarında yaşama imkânı bulur,
hem de biz, yabancıların kölesi olmazdık” buyurmuşlardı.
Birçok konuşmalarında, Hocamız Mehmed Efendi (ks)
Hazretleri, ekonomik yönden, özelikle de küçük sanayi ve ağır
sanayide, dışarıya bağımlı olmamak için sanayileşmek gerektiğini dile getiriyorlardı. Türkiye’nin ekonomik bağımlılığının,
kültürel bağımlılığı getireceğini misallerle izah ediyor ve bunun da Batı’ya tutsaklık anlamına geldiğinin şuuru ile müslümanların kalkınması için birleşmeyi, bir ibadet gibi algılamalarını istiyor ve “teşebbüsler, şirketleşerek yapılırsa daha kalıcı,
daha güçlü, daha heybetli ve daha güzel olur” diyorlardı.
Mehmed Zahid Kotku
21
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretlerinin Türkiye’nin
sorunlarına getirdikleri çözüm önerileri, sadece düşünce
düzleminde kalan fikirler değildi. Meselâ millî sanayimizin kurulmasını gündeme getirmişler, bilâhare incelemelerde bulunmak üzere yurt dışına çıkmışlar ve böylece bir tabu gibi görünen yerli sanayinin kurulmasıyla
ilgili korkuların aşılmasına yardımcı olmuşlardı. Bizzat
teşvikleriyle kurulan ve zamanında Avrupa’nın en büyük fabrikaları olan tesisler bu bağlamda güzel, canlı birer örnektir.
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, mevki, makam ve para tutkunu olmaktan kurtarmaya çalıştığı insanları bir yandan da Türkiye’nin yönetimine talip olmaya yönlendiriyorlardı. Çünkü güzel yurdumuzun ancak mevki ve
makam düşkünü olmayan insanlar eliyle kalkındırılabileceğine inanıyorlardı.
Ahlâkıyla, yaşantısıyla, tebessümüyle, yaratılanı Yaratan’dan
dolayı seven ve kucaklayan felsefesiyle gönülleri fetheden
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, hayatın her anına
‘inancın’ hâkim olması için çalışmışlar, geriye imzalı imzasız birçok eser bırakmışlardır. Vakıflar, dernekler, ticari kuruluşlar, çeşitli yayınlar, her kademeden talebeler...
Hocamız (ks) Hazretlerinin, vefatlarından bir hafta
önce, hacdan dönerken Medine-i Münevvere’de yaptıkları
bir konuşmadaki şu sözleri O’nun yaşam felsefesinin hem
bir özeti, hem de sevenlerine bıraktığı mirasıdır:
“Ne dervişlikte, ne şeyhlikte, ne imamlıkta iş yok. İş,
Allah (CC)’ın rızasını kazanabilmekte. İş, Allah (CC)’ ın
rızasını kazanabilmekte... İş, Allah (CC)’a sevgili kul olabilmekte.”
Mü’minlere Va’zlar
22
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretlerinden
Nasihatler
“Sen amellerin işlendiği ve fakat hesap sorulmadığı şu
zamanda fırsat eline geçmişken değerlendirmeye bak. Amel
işlemenin mümkün olmadığı, orada işlense de beş para etmeyeceği, pişmanlıklarla yerin göğün inleyeceği ve fakat hesap sorulacağı, hesap görüleceği, dönüşü olmayan ahiret mekânına
doğru gidiyorsun. Şuurlu ol, akıllı ol. Aklını güzel işler yapmakta kullanmaya bak. Büyüklerimizden ibret al. Boşa zaman geçirme ey aziz kardeş”
“İnsan dakikada ortalama 18 defa nefes alıyor. Her nefesinde Allah (CC)’a karşı zimmetlenmiş olur. Kalp atışları
ise normal olarak dakikada 72 adettir. Şu halde sen ey kardeş, her dakika 72 kere sana bu atışı temin eden Rabbini anmaya mecbur değil misin? Bu şuurda yaşamalısın. Bir günde
24 saat ve 1440 dakika var. Şu hale göre günde 26,000
defa ‘Allah’ diyesin ki nefeslerinin karşıtı kadar Rabbini zikretmiş olasın. Kalbinin atışlarını düşünecek olursan günde
104,000 defa Rabbini anabilmelisin. Biz öyle veliler tanıyoruz ki Rabbimizin yeryüzünde ‘Rahmet’ olarak vazifelendirdiği peygamberler adedinden fazla ‘Allah’ demeyi kendi nefislerine borç bilmişler, yani günde 125,000 defa Rablerini
anmışlar. İşte bunların duaları sayesinde bu ülkenin pek
çok yerine kâfirler girememiş, karşılarında hiçbir fiziki ve
maddi güç olmamasına rağmen, korkularından ülkeye girmelerine fırsat bulamadan def olup gitmişlerdi. Çanakkale
niçin geçilemedi bir düşün. Karşılarında daima ehl-i zikrin
duaları vardı. Her dua kâfirin tepesinde mermi gibi işlem
görmedi mi? İşte bu zikirler seni öyle bir sevgili kul haline
Mehmed Zahid Kotku
23
getirir ki 4 dakikada bir derece yani takriben saatte 1700
km hızla dönen şu dönek dünya senin ayaklarının altında
döner de sen dönmezsin aziz dostum, sen döndürülmezsin
aziz kardeş. Herkes dönek olsa da gene sen dönek olamazsın. Yalan dünya içindekilerle döne döne ömrünü yitirir de
sen dönmezsin! Sen dönmezsin! Rabbinin sevgili kulu olarak
şu fâni dünyada kimseye zarar vermeden ömrünü tamamlar, arkandan dualar edilen biri olur gidersin. Allah (CC)
seni ya ‘Allah’ demen veya birine ‘Allah’ dedirtmen için yarattığını hiç hatırından çıkarmamalısın. Sen böyle olmaya
devam edebilsen, Rabbin senin ayağını dünyaya bastırmaya
kıyamaz. Şunu hatırından çıkarma ki Cenab-ı Hakk’ın gizlediği ‘İsm-i Azam’ senin içindedir. Bul onu çıkar. Göreyim
seni. Bu Rabbimin taahhüdüdür. İsmi A’zam senin içinde
olur da hiç Rabbim seni incitir mi? Senin burnunu bile kanatmayacağı gibi... ‘Ya Sâriye! İle-l Cebel!’ dediğinde 1500
km mesafeden sesini duyurur. İşte meydan!”
“İnsanlarla iyi geçinmek istiyorsan kimseyi tenkit etme!
Fakir zengini, zengin fakiri tenkit etmeye kalkmasın. Halkın
sevdiğini halka şikâyet etmeyin. (Halkı kandıranların halka
anlatılması ise ibadettir). Kimsenin işine, gücüne karışma!
Dedikodu yerlerinde bulunma! Kardeşlerinizi sık sık ziyaret
ederek ‘acaba hangi hizmetinde bulunabilirim, hangi işine
yarayabilirim’ düşüncesini sakın terk etmeyin. Bu düşünce,
sizin muhabbetinizi artıracaktır”
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretlerinin, 1980’deki
son haclarında Mekke-i Mükerreme’de bir ‘veda hitabeti’
niteliği taşıyan şu konuşması çok manidardır:
“Buralarda bin sevap işleniyor. Bir taraftan da bin günah işleniyor. Hâlbuki bir anlık cihad kırk hacdan efdaldir.
Mü’minlere Va’zlar
24
Bir anlık nefis ile mücahede (büyük cihad) ise seksen nafile hacdan efdâldır. Büyük cihad ise ancak halvetlerle olur.
‘Allah’ demekten daha büyük ibadet mi olur? Halvette her
nefeste ‘Allah’ deme alışkanlığı edinirsin. Halvet cami, mescid
gibi yerlerde olduğu gibi evde de olur. Buralara gelmek yerine
yılda üç defa, yani Ramazanın son on gününde, Zilhicce’nin
arife günü dâhil on gününde, Muharrem’in ilk on gününde
halvet usullerine uygun olarak bir yerde geçirmenizi, orada
ne yapacağınızı da Gümüşhaneli Ahmed Ziyâüddin Efendi
Hazretleri’nin (ra) eserlerini okuyarak öğrenmenizi tavsiye
ediyorum. Bir daha toplu olarak buralara gelemeyiz. Toplu
olarak da bulunacağımızı zannetmiyorum. Ne dervişlikte ne
imamlıkta, ne şeyhlikte iş yok, iş Allah (CC)’ın rızasını kazanabilmekte, iş Allah (CC)’ın sevgili kulu olabilmekte. Allah
(CC)’ın rızası ise devamlı günahlardan kaçarak ve ibadetlerle öğrenilir. Çok bilmek hüner değil. Her ilmin üstünde
ilim vardır. Çok paranın da hesabı çoktur. Kuvvete sahip olmak da hüner değil, hüner o kuvveti, o ilmi, o parayı Allah
(CC)’ın emrinde kullanabilmektedir.
İlim, edeb ve takvayı beraber yürütün. Gönlünüze şeytanı sokmamaya çalışın, çıkarması çok zordur. Gümüşhanevi
(ks) Hazretleri, günahları ihtiva eden kitaplarını -Necatü’l
Gâfilîn’i- her salike 1000 defa okuturlardı. Siz de okuyun.
Buralara farz hac için veya başka maksatla gelinecekse, ceplerinizi iyice doldurarak gelin. Sakın kimseye sığınmayın.
Onun bunun yardımı ile hac etmeye kalkmayın. Yerlerde sürünür gibi hac yapmayın. İbadetiniz bitince de hemen memleketinize dönün.”
Mehmed Zahid Kotku
25
Evrad-ı Şerif’in İnşası
Aziz Kardeşlerim!
Bu güne kadar pek çok dua kitapları yayınlanmıştır.
Abdûlkadîr Geylâni, Ahmed Rufâi, Hasan-ı Şazeli, Muhammed
Bahaüddin Nakşibendî Hazretleri gibi daha nice büyüklerin tertip ettikleri günlük, haftalık evrâd kitapları inceden inceye tetkik
edilerek şu an evlerde, mescitlerde takip edilmekte olan ‘evrad-ı
şerîf’ meydana gelmiştir. Bu tarzdaki yedi günlük evrâdı bir daha
meydana getirmek imkânsızdır. Bu Kur’an evradına ilaveten;
Buhari, Tirmizi, Cami’us-sagir, Ramuz ve diğer hadis kitaplarındaki Peygamber Efendimiz (sav)’in mübarek dudaklarından dile gelmiş zikir ve dualarla üstad-ı muhteremimiz Ahmed
Ziyaeddin Gümüşhanevi (ks)’nin tertip ve bizlere emanet ettikleri iki binden fazla sayfalık üç kitaptan seçme dua ve zikirler
alınmıştır. Dikkat etmelisin ki senin oradan buradan duyarak
biçimlendirdiğin dualar bunların yerini tutmaz. Sen bu evraddaki duaları usulüne uyarak oku. Cenab-ı Hak muhtaç olduğun ve olacağın her şeyi bilir. Onları dilediği zaman sana ihsan
eder. Her kim ki bu evradı salih bir niyetle, ihlâsla okusa, Allah
(CC)’ın izni ile muradına kavuşur. Bu evrad-ı şerifi günü gününe ve Allah (CC)’dan ümidini kesmeden sürekli olarak okumaya devam etmelisin. Niyetinin halis ve saf olmasına dikkat
et. Allah (CC), canı gönülden okuyacağınız evrad-ı şerifin feyiz ve bereketini sizden ve bizden eksik etmesin.
Bu evrad-ı şerif ile beraber; Allah (CC) bizlere müslüman
olarak yaşamayı, müslüman olarak ölmeyi sonsuza kadar cennette sâdât efendilerimiz ile beraber kalmayı nasib etsin.
Mehmed Zahid Kotku (ks)
Mü’minlere Va’zlar
26
Üstadımız Mehmed Zahid Efendi (ks) Hazretleri, tertib
ettiği bu muazzam eser olan ‘Evrad-ı Şerif’ ile bir kimsenin
ilaveten hangi namazları kılacağını, namazlardan sonra hangi
sureleri okuyacağını, hangi zikirleri yapacağını, rabıta çeşitlerini anlatmıştır. Kendisi, kimsenin bir kelime dahi ekleyemeyeceği zarafette, sanki ‘Halidiyye’ ye merbut yepyeni bir
‘Zahidiyye’ nin karkasını teşkil edercesine, efradını cami, ağyarını mani olan bu ‘Evrad-ı Şerif’ i inşa etmişlerdi.
Mehmed Zahid Kotku
27
Mehmed Zahid Kotku (ks) Hazretlerinin
Altın Silsile-i Şerifleri
Silsile-i Zeheb
1. Başımızın tacı, gönüllerimizin tabibi, dünya ve ahiret şefaatçimiz, hidayetimizin, gözlerimizin ve letâifimizin nuru,
yaratılmışların en üstünü:
Seyyid-i Kainat Hz. Muhammed Mustafa (sas)
Sıddıkiyye
2. Peygamber Efendimiz (sav)’in en sadık ve mağara arkadaşı, ashabın en üstünü, Sıddıkıyye’nin kurucusu:
Hz. Ebubekir Sıddık (ra)
3. Peygamber Efendimiz (sav)’in kendi ailesine severek dâhil
ettiği:
Hz. Selman el-Farisi (ra)
4. İmamların imamı:
Hz. Kasım İbn-i Muhammed (ra)
5. İmamların rehberi:
Hz. Cafer-i Sadık (ra)
Tayfuriyye
6. Kutupların kutbu:
Hz. Beyazid el-Bestami (ks)
7. Evliyalar kutbu:
Hz. Ebu’l-Haseni’l-Harakani (ks)
Mü’minlere Va’zlar
28
Haceganiyye
8. Kutupların kutbu:
Hz. Ebû Ali el-Faremedi (ks)
9. Kutupların kutbu:
Hz. Yusuf el-Hemedani (ks)
10. Kutupların kutbu:
Hz. Abdülhalık el-Gûcdüvani (ks)
11. Evliyanın kutbu:
Hz. Arif er-Rivgeri (ks)
12. Evliyanın kutbu:
Hz. Mahmud İncir el-Fağnevi (ks)
13. Evliyanın kutbu:
Hz. Ali Ramiteni (ks)
14. Evliyanın kutbu:
Hz. Muhammed Baba es-Semmasi (ks)
15. Evliyanın kutbu:
Hz. Emir Külâl (ks)
Nakşibendiyye
16. İmamların imamı, kutupların kutbu, Silsile-i Zeheb’in
sürekli düzenleyicisi, Abdülhalık el-Gûcdüvani’nin
kabri şeriflerinden tarikatın bütün boyutlarını ve özellikle ‘hâfî’ zikrinin inceliklerini tahsil eden, sürekli feyiz ve nur kaynağı
Hz. Şah-ı Nakşbend Muhammed Bahaüddin Üveysi
el-Buhari (ks)
Mehmed Zahid Kotku
29
17. Nakşibend Hazretleri’nin damadı şerifi ve evliyanın
kutbu
Hz. Alâeddin Attâr (ks)
18. Evliyanın kutbu:
Hz. Yakub el-Çerhi (ks)
19. Evliyanın kutbu:
Hz. Ubeydullah Ahrâr (ks)
20. Evliyanın kutbu:
Hz. Muhammed Zahid (ks)
21. Evliyanın kutbu:
Hz. Muhammed Derviş (ks)
22. Evliyanın kutbu:
Hz. Hacegi el-Emkenegi (ks)
23. Evliyanın kutbu:
Hz. Muhammed Baki (ks)
Müceddidiyye
24. İkinci bin yıl yenileyicisi, evliyanın kutbu, tarikatı şeriattan her boyutu ile ayırmadan; yeniden ırk, dil, coğrafi
tüm farklılıkları İslam’a endeksleyerek projelendiren:
Hz. İmam Rabbani Müceddid-i Elf-i Sani Ahmed
Faruk es-Serhendi (ks)
25. İmam-ı Rabbani’ nin oğlu, evliyanın kutbu, urvetü’lvüska:
Hz. Muhammed Masum (ks)
26. Evliyanın kutbu:
Hz. Şeyh Seyfüddin (ks)
Mü’minlere Va’zlar
30
27. Evliyanın kutbu:
Hz. Seyyid Nur Muhammed el-Bedvâni (ks)
28. Evliyanın kutbu:
Hz. Şemsüddin Cân-ı Cânân Mazhar (ks)
29. Evliyanın kutbu:
Hz. Şeyh Abdullah ed-Dehlevi (ks)
Halidiyye
30. Evliyanın kutbu, açık ve gizli ilimlerde iki kanat sahibi,
efendimiz, rabıta şeyhimiz, hâfî zikirlerin tümünü yeniden tanzim eden:
Hz. Mevlânâ Ziyâüddin Halid el-Bağdadi (ks)
31. Mevlânâ Ziyâüddin Halid el-Bağdadi’nin özel olarak yetiştirdiği, tarikatların efendisi, kutupların kutbu:
Hz. Ahmed İbn-i Süleyman Halid Hasen eş-Şami (ks)
Ziyaiyye
32. Evliyanın ve ariflerin kutbu, yardımcısı ve ellerinden
tutanı, kendisine ulaşanların, kendisinden ne zaman
olursa olsun yardım bekleyenlerin rehberi, yol göstericisi, Rahmân’ın ahlâkı ile teçhiz edilmiş, Kur’an’ın terbiye ettiği, Rasulullah’ın sünnetini ve yolunu yaşayan ve
gösteren, ilim ve irfan kaynağı her türlü olgunluğa, kemalin zirvesine yerleştirilmiş ve genellikle ‘Büyük Şeyh
Efendi’ diye anılan:
Hz. Ahmed Ziyâeddin el-Gümüşhanevi (ks)
33. Büyük Şeyh Efendiden (ks) özel olarak rehberlik eğitimi
ile teçhiz edilmiş, Silsile-i Zeheb’de Allah (CC)’a dayanmanın, yönelmenin istikametinden zerre miktar sapma-
Mehmed Zahid Kotku
31
yan, tüm evliyanın, ariflerin, âlimlerin kutbu olmasını
bilen:
Hz. Hasan Hilmi el-Kastamoni (ks)
34. Büyük Şeyh Efendiden (ks) özel olarak rehberlik eğitimi
ile teçhiz edilmiş, evliya ve ariflerin kutbu, gizli ve açık
ilimlerin iki kanadı:
Hz. İsmail Necati ez-Zağferanboli (ks)
35. Büyük şeyh Efendiden (ks) özel olarak rehberlik eğitimi ile teçhiz edilmiş, evliyanın, ariflerin, âlimlerden
tarikata muhabbet besleyenlerin kutbu, arif yetiştirmekte Büyük Şeyh Efendiye en yakın hizmetkâr,
Kur’an, Hadis hafızı:
Hz. Ömer Ziyâüddin ed-Dağıstani (ks)
36. Büyük şeyh Efendiden özel olarak rehberlik eğitimi
ile teçhiz edilmiş bulunan, evliyanın, ariflerin, kemali olanların ve silsileye muhabbet besleyenlerin
kutbu:
Hz. Mustafa Feyzi İbn-i Emrullah et-Tekfurdaği (ks)
37. Mustafa Feyzi Hazretleri’nden çok özel eğitimle feyiz yollarını öğrenen, kutubların, ariflerin kutbu:
Hz. Hasib es-Serezi (ks)
(Vefatı: 15/05/1949)
38. Mustafa Feyzi Hazretleri’nden çok özel eğitim gören kutupların, ariflerin, kemal sahiplerinin kutbu ve yol göstericisi
Hz. Abdülaziz el-Kazani (ks)
(Vefatı: 02/11/1952)
Mü’minlere Va’zlar
32
Zahidiyye
39. Mustafa Feyzi Hazretleri tarafından çok özel bir eğitimle
yetiştirilmiş olan, Kur’an ve Hadis hafızı olmakla beraber, Seyyidliğini gizleyebilen, kutubların, ariflerin, hocaların, kemâl sahiplerinin kutbu, silsileye muhabbet besleyenlerin yol göstericisi, zikri ve rabıtaları ve hatta Hatmi
Hace’yi çok basitleştirerek tasavvufta ilerlemek isteyenlerin ayırt etmeden elinden tutanı, yardıma ihtiyacı olana
Allah (CC)’a borç verir gibi koşanı
Hz. Mehmed Zahid İbn-i İbrahim el-Bursevi (ks)
(Vefatı: 13/11/1980)
Silsile-i Zeheb’de bulunanların bariz vasıfları nasıldı?
Onlar Allah ve Rasulüne ve silsiledeki büyüklerine saygılı, anlayışı yüksek, kavrayışı eşsiz kimselerdi. Kalplerinden
dünya sevgisi çıktıktan sonra, Letâiflerindeki tüm kirlilikler
tevfik nurlarının süpürgesi ile temizlenmişti. Onlar; müridlikten, arifliğe, ebrarlığa, zâhidliğe, sahib-i ahvâle çok süratle
gelmiş kimselerdi. Onlar erbain fırınlarında, istiğfar ateşinde
tevfik alevi ile hidayet sıcaklığında sırat-ı müstakim mayasıyla
pişirilmiş kimselerdi. Onlar yal dervişini, kal dervişini kollarının arasında muhabbet ateşinde pişirip hâl dervişine döndürmek için çalışır Allah dostları ile.
Ebûbekir (ra) buyurdular ki:
− Ölümü her an hatırlayalım.
− Allah ve Rasulünün sakınılmasını emrettiklerine yaklaşmayalım.
− Dünyada, nefislerimizi Rabbimizin rehin aldığı şuuru içinde olalım.
Mehmed Zahid Kotku
33
−
Ecellerimiz gelmeden, dünyada ahiret için yarışalım.
Selman (ra) buyurdular ki:
Selman (ra)’ın son nefesine yakın bir halde ellerini yüzüne kapayıp hıçkırıklar içinde ağlarken Sâd bin Ebi Vakkas
(ra) ziyaretine gelmiş ve niçin bu kadar ağlıyorsun? demişti.
Selman (ra) da:
− Rasulullah’ın huzuruna giderken nasıl ağlamayayım.
Vasiyetini tutamamış bir ümmet olarak utanıyorum.
O Rasul bana buyurmuştu ki: “Sizin dünyadaki
azığınız, binek bir hayvanın üstünde yolculuk etmekte olanın yanındaki azığı kadar olmalıdır”
Ben ağlamayayım da kim ağlasın be kardeşim diye
cevap verdiler.
Cafer-i Sadık (ra) buyurdular ki:
− Yaratılmayanın peşine düşüp de harap olmayalım.
Onun peşine düşersen yorulursun fakat gene de ona
kavuşamazsın.
− Ya Şeyh, Rabbimizin yaratmadığı nedir?
− Dünyada müslüman için rahatlıktır.
Gel şu yaratılmayan rahatlığın peşine takılmayalım.
Abdulhalık el-Gûcdüvani (ra) buyurdular ki:
− İnsanların hor görmesini, rağbet ve teveccühüne tercih edelim.
− Dünyaya aldanmayıp, ölüme hazırlıklı olalım.
− Ahiret ilmini dünya bilimine, ahireti tümü ile dünyaya tercih edelim.
− Allah’ın rızka kefil olduğunu hiç hatırdan çıkarmayalım.
Mü’minlere Va’zlar
34
−
−
Çok gülerek kalbi öldürmeyelim.
Allah’tan gayri hiçbir şeyden ve kimseden korkmayalım.
Şahı Nakşibend (ra) buyurdular ki:
− Dünyanın şöhretinden, izzetinden ilişiğimizi keselim.
− Halkın itibarından ve vereceği mertebelerden vazgeçelim.
− Başkalarının müptelâ olduğu dünyalığın bizden uzaklaşmasından dolayı Rabbimize şükrü artıralım.
− Bize verilmeyeceğini bildiğimiz bir şeye karşı hür olduğumuzu, verilmesini çok istediğimiz şeyin ise kölesi olduğumuzu hiç hatırımızdan çıkarmayalım.
− Bu yolda vücud perdesinden daha büyük ve daha
güçlü perde olmadığını düşünelim.
− Kendi can ve cismimize karşı muhabbeti silelim.
− Dünyayı ebedî hayatın saadetine vesile kılmak, ahiretin tarlası haline getirmek suretiyle yaşanmaya değer ömür geçirmek mümkündür.
− Amellerimizde sürekli azîmeti seçelim.
− Farz ve sünnetlere, nafilelere bütün gücümüzle sarılalım.
İmamı Rabbânî (ra) buyurdular ki:
− Allah’a karşı yalvarıcı, kalbi kırık ve O'na her an sığınıcı olalım.
− Nefsimize büyüklük ve üstünlük pâyesi vermeyelim.
− Dünya sevgisi bütün hataların başıdır. Dünya adamlarından, onlarla sohbetten uzak duralım.
− Gıybetten, kötü zandan, kendi nefsine başkasının
kötü zan beslemesinden olabildiğince uzak duralım.
Mehmed Zahid Kotku
35
−
−
Günah ve mekruhlardan göze gelen simsiyah şualar
seninle Rabbinin arasını açar. O halde gözü haram
ve mekruhların her türlüsünden koruyunuz.
Dünyayı ebedî hayatın saadetine vesile kılmak, ahiretin tarlası haline getirmek suretiyle yaşanmaya değer yapıya kavuşturmak mümkündür.
Mevlâna Halid (ra) buyurdular ki:
− Dünyada ömür sürerken ölümü, ahiret hallerini ve
bunların gerçek sahibini hep hatırda tutalım.
− Allah’ın hoşnut olduğu evliyanın kalplerinde yer
edenler büyük devlete konmuştur.
− Bedeni beslemeye çalışandan, makam ve mevki sahibi olmak isteyenden, bidat sahiplerinden, gösterişe
kapılanlardan mümkün mertebe uzakta bulunalım.
− Fıkıh ve ilm-i sahih ile sürekli ilgilenelim.
− Başkasına hiçbir şekilde yük olmayalım.
Gümüşhaneli Ahmed Ziyaeddin (ra) buyurdular ki:
− İhlâs ile islâh etmek dünya sevgisinin terkine bağlıdır.
− İsraftan ve israf edenlerden uzak duralım.
− Yüksek ve görkemli binalara, insanların özendiği bineklere, aşırı her türlü ziynete itibar etmeyiniz.
− Diyarı küffara ait kefere sözlere, kaplara, giyim kuşama, yiyeceklere, ev eşyalarına özenmeyelim.
− Âlim ve ebeveynden gayrisinin elini öpmeyelim.
Kimseye boyun eğmeyelim. İhtiyacımızı kimseden
talep etmeyelim.
Mehmed Zahid (ks) buyurdular ki:
− İdarecilikte şu üç hususa dikkat edelim:
Mü’minlere Va’zlar
36
•
•
•
−
−
−
−
−
−
−
−
Daima adaletle muamele ediniz.
Müşavirleri Allah’a itaat edenlerin arasından seçiniz.
Emaneti, Allah ve Rasulüne itaat edenler arasından
ehillerine veriniz.
Allah’a kulluktan alıkoyan her şey dünyadır.
Dünyayı sevmek demek, zevk ve sefa âlemlerine dalarak müptelâ olmak demektir.
Büyüklerimiz dünyada süs, saltanat, her türlü ziynet
eşyalarının hiçbirine iltifat etmemişlerdir.
Dünyanın aldatıcı cazibelerine kapılıp da güzel amellerden, ibadet ve taatten mahrum bir şekilde yaşamaktan şu aciz canımızı korumalıyız.
Dünyada evliya gibi yaşamak istiyorsan:
• Merhamet sahibi olmalısın.
• Selâmet-i sadır sahibi olmalısın.
• Sehaveti- nefis sahibi olmalısın.
Def-i mefâsid, celb-i menâfiden evlâdır.
Bir kimsenin mülkünde O’nun izni olmaksızın tasarruf etmek caiz olmadığına göre ve "mülk Allah’ındır"
diyorsak, O’nun mülkünde O’na isyan ederek, O’na
itaat etmeyerek yaşamak hiç mi hiç caiz değildir.
Silsile-i Zeheb'dekiler;
• Rabıta çeşitleri
• Gizli zikir çeşitleri
• İlmî sohbetler ve irşadlar
• İlmî risaleler, ilmi kitaplar ve evrâd ile çalışmalarını sürdürdüler.
Mehmed Zahid Kotku
37
Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, Hocamız Mehmed
Efendi (ks) Hazretleri’nin derecâtını ulyâ eyleyip, biz aciz-ü
nâcizleri de füyûzat ve şefaatından feyizyab-u nasibdâr buyursun...
Âmin, bihürmeti Seyyidil-Mürselîn ve alihî ve sahbihî ve
men tebiahüm biihsânin ilâ yevmid-dîn, vel-hamdü lillâhi
rabbil-àlemîn.
.
ÖNSÖZ
Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdulillahi Rabbil Alemin Vessalatu Vesselamü ala
Muhammedin ve alihi ve sahbihi ecmain.
Bu okuyacağımız evrâdı Kur’an-iye Üsame (R.A.)’nin
Rasulüllah (S.A.V.) Hazretlerinin emri şerifleri ile Kur’ an-ı
Azimuşşan’dan tertib ettikleri yedi günlük evrâdtır. Şöyle
ki: Üsame (R.A.) bir vakitler Acemistan’ın İsfahan şehrine
gitmişler. O gün orada (Karamıta) denilen sapık bir mezhep
hakim bulunmakta imiş. Mübarek ve muhterem Üsame
Hazretlerini hapsetmişler ve sabrı tükeninceye kadar da işkencede bulunmuşlar. Bir Cuma gecesi rüyasında Rasul-ü
Ekrem (S.A.V.) Hazretlerini görmüşler. Ve Rasul-ü Ekrem
(S.A.V.) Hazretleri;
Mü’minlere Va’zlar
40
Ya Muhammed b. Üsame; Kalk ve Mushaf’ı Şerifi al ve
ondan yedi evrat çıkar. Haftada hergün için bir vird-i mahsusu
tertip eyle. Ve hergün o virdi oku. Muhakkak sen hapisten
çıkar ve bu halinden daha güzel bir hale erişirsin.
Cuma günü için Kur’an-ı Azîmûşşan’da bürhan bütün
hamde taallük eden âyetleri, Cumartesi günü Kur’an’daki
bütün istiğfar âyetlerini, Pazar günü Kur’an’daki bütün tesbih âyetlerini, Pazartesi günü bütün tevekkül âyetlerini, Salı
günü bütün selâmet âyetlerini, Çarşamba günü bütün tehlil
âyetlerini, Perşembe günü de Kur’an-ı Azimüşşan’da mevcut
bütün duâ âyetlerini topladıktan sonra bu yapacağı evrâdı günü
gününe okuması tavsiye olunmuş. Ve mübarek zat Peygamber
Efendimizin emirlerine imtisâlen bu evrâdları hazırlamışlar
ve okumağa başlamışlar. Biiznillâhi teâlâ Cenâb-ı Hakk da
tesirini halk edip hapisten çıkıp kurtulmuşlar. Binaenaleyh
her kim ihlas ile her hangi bir niyet üzerine okusalar mutlaka
muratları Allah Teâlâ’nın izniyle hâsıl olacağında hiç şüphe
edilmemelidir. Sonra bir çok evrâdlar vardır ki, Meselâ; Abdülkadir Geylânî’nin, Ahmed Rufâ-i Hazretlerinin, Hasan
Şâzelî’nin, Muhammed Bahâeddin Nakşibendî hazretlerinin
ve daha nice büyüklerin tertip ettikleri günlük ve haftalık
evrâdlar vardır. Fakat bu yedi günlük yedi Kur’ an evrâdı gibi
bir evrâd-ı azim daha meydana getirmenin imkanı yoktur.
Onun için bunun kıymetini iyi bil. Ve her günkü evrâdı,
günü gününe oku; niyetini hâlis kıl. Cenâb-ı Hak senin
muhtaç olacağın her şeyi bilir ve sana mükâfatı da ihsan eder.
Yeter ki, sen hemen onun yolunda olasın, emirlerine muti
ve yasaklarına da uzak olasın. Sonra emirlerini ve yasaklarını
belle ve mutlaka etrafındaki insanlara ve bâhusus komşularına
bunları öğretmeğe çalış. Bunu yapmadığın takdirde Hakk’ın
Mehmed Zahid Kotku
41
yolunda bulunmuş olmazsın. Bunu da iyi bilesin, bu da
Cenâb-ı Peygamberin tavsiyeleridir.
Ahmed b. Hanbel’in “Müsned” inde Üsame b. Zeyd
(R.A.)’ın hadisleri meyânında olsa gerektir. Fakat hepimizin
bildiği bir Âyet-i Kerîme vardır ki, meâlen şöyledir:
“Ey iman edenler! Kendinizi ve aile halkınızı ateşten
koruyun ki, onun tutuşturucusu insanlarla taşlardır.”(Tahrim
66/6)
Yani insanların evvela kendilerini sonra da kendi yakınlarını, dünya ve âhiret ateşinden kurtarmağa çalışmak
başlıca vazifelerinden olmakla, evlâdına da güzelce öğretip
emr-i ilâhî ve emr-i Resûlullah-ı güzelce tutmak, yine Allah
(Azze ve Celle) Hazretlerinin yasaklarını ve günahları belleyip
onlardan kaçmak, efrad-ı ailesiyle yakınlarını dost ve ahbablarını bâhusus komşularını, kendisinin yaptığı, hayırlı şeyleri
yapmağa, günah ve yasak şeylerden kaçındırmaya çalışmak
mecburi vazifelerimiz arasındadır. Çünkü Müslümanlık nasîhatle
kaimdir, denilmektedir. Şu halde Cehennemin ve Dünyanın
azâbından kurtulmak ve başkalarını kurtarmak her Müslüman'ın
vazifesi değilmidir? Bu okuduğumuz duâlar ve yaptığımız ve
yapacağımız bütün ibâdetlerin Hakk'ın huzurunda kabûle
şâyan olabilmesi için bütün günahlardan tamamiyle sıyrılıp
kurtulmak gerekir. Bir de tasavvuf’u ahlâk kitabında yazılan
kötü huylarda bu günah kitabında yazılı olan günahlardan
hiçte aşağı değildir. Mesela, bir eşkiya dağda yol keser, hırsızlık
yapıp para kazanır, bir diğeri de şehirde oturduğu yerde seni
lafıyla kandırıp, paralarını kolaylıkla alır. Şimdi bunların her
ikiside eşkiya, biri gizli, biri de aşikar. İkisi de biri birinden
tehlikeli. İşte günahlar da böyle, birisi aşikar günah: Zina,
kumar, katil gibi, biri de: Kibir, riyâ, hased ve sair gizli günah.
Mü’minlere Va’zlar
42
Bunların hepsinden sakınmak ve kaçınmak nasıl lâzımsa,
ibâdetlerin de kabûlü için mutlaka bütün büyük ve küçük
günahlardan ve bütün yaramaz huylardan ve günahlardan, hele
para sevgisinden (kendini kurtarda göreyim seni) kaçınmak
lâzımdır. Allah cümlemizi muhafaza etsin. İnsan para sevgisine
ve günahlara müptela olunca artık gözler perdelenir. Hakkı
görmez olur. İşte o zaman gayri ihtiyarî bâtıla Hak, Hakka'da
bâtıl dedikleri artık hepimizin gözü önünde cereyan eden
hadiselerdendir.
Onun için aziz ve muhterem kardeşim. Bu duâları güzelce
yap, ibâdetlerini de yap, sonra da günahlardan hem kaç, hemde
başklalarını kaçındır. Müslümanlık ancak böyle yaşar. Müslümanlıkta
buna “Emri bil’ma’rûf nehyi ani’l-münker” denir. Müslümanlığın
can damarıdır Ma’rûf ile emir, münkerât ile nehiy etmek.
Sonra ikinci kısım Camiu’ s-Sagir’ de numaraları da başlarında
yazılı Cenâb-ı Peygamber Efendimizin mübarek fem-i saâdetlerinden
sudûr eden duâlardırki, hepimiz için baş tacıdır. Bunlara ilaveten
bazı meşhur duâlarda vardır. Bizleri duâdan unutmamaya vesile
olur ümidiyle sizlere takdim ediyoruz. Hak Sübhanehû ve Teâlâ
cümlemiz ve cümlenizden razı olsun. Amin.
Hazret-i Ebû Bekir Sıddık hazretlerinin bu Âyet-i Kerîme
hakkında buyurdukları meşhurdur. İnsanın gerek kendini ve gerekse
hemcinsini ateşten koruması ve kurtarması, ancak cihâd ve cihâda
yardım ile olacağından kimsenin şübhesi yoktur. Cihâddan ve ona
yardımdan kaçmak, hem İslâmın mahvına sebeb olur, hem de ta
Cehennemin içine tam düşülmüş olmasına sebep olur. Cihâdın
da mutlak küffar ile olması şart değil. Düşman ve küffar ile olan
cihâda, cihâd-ı asgar, yani küçük cihâd buyurdukları mâlumdur.
Asıl cihâd nefsini islah ile kâmil bir insan olabilmenin çarelerini
Mehmed Zahid Kotku
43
arayıp bulmak ve ona göre hareket edip dünyaya nümûne bir
müslüman olduğumuzu gösterebilmeğe çalışmaktır.
Onun için aziz kardeşim: Sana sözlerimi tekrar edeyim.
Müslümanlık bir taraftan ibâdet bir taraftan yasak ve günahlardan
kaçmaktır. İşte bunları öğren, ve mümkün olduğu kadar her
müslümana da öğretmeğe çalış. Yalnız ibâdetle kulluk tamam
olmaz. Her halde hem ibâdet, hem itikat hem nikâh, hem
de muamelatda (yani alış verişte) müslüman usûlünden ve
yolundan dışarı çıkma, ve bunu her müslümana söylemekten
de çekinme, vesselam. Zîra duâ (Muhhu’l-ibade) yani kulun
Allah Teâlâ’ya ilticası ve yalvarmasıdır ki kulun Hakk'a bundan
daha yakın olduğu bir hal yoktur. Bu da Cenâb-ı Hak’kın en
sevdiği bir haldirki; kulunu bu halde me’yûs ve mahzûn etmez.
Elbette ve elbette istediklerini fazlasıyle verir. Sen de bundan
gâfil olma, senin kendi uydurduğun duâ, duâ değil, asıl duâ
Hak’kın sana öğrettiği Kur’an duâlarıdır. Sen bu duâları can-ı
gönülden oku ve bizleri de duâlarından ayırma.
GİRİŞ
Bismillahirrahmanirrahim
Esselamü aleyküm ve rahmetüllahi ve berakatühü...
Aziz kardeşlerim, Müslümanlık yalnız ibâdetle kaim olmaz. “Evradı olmayanın varidatı da olmaz” derler. İyi bilki.
İslâm dininin beş esası vardır. Bunlardan birinin noksanlığı
dinden çıkmağa kafidir:
Birincisi i’tikaddır ki; en mühimidir. Bu hiç eksiklik kabul
etmez. Tafsilatı her ne kadar geniş ise de, (amentü) yi bilmek
ve ona inanmak bizim için kâfidir. Bunun da altı esası vardır.
Allah-ü Teâlânın sıfat-ı zâtiye ve sübûtiyesi ile birlikte; varlığına, evveli ve ahiri olmayıp herşeyi görüp bildiğine, güzelce,
şeksiz ve şüphesiz inanıp, iman ettikden sonra; meleklerine,
kitaplarına peygamberlerine, ahiret gününe ve öldükten sonra
Mü’minlere Va’zlar
46
dirileceğine, amellerin hak terazisinden geçeceğine, cennet ve
cehennemin varlığına, kader, hayır ve şerrin Allah’dan olduğuna
inanıp iman etmek i’tikadda kâfidir. Her ne kadar tafsilatları
geniş ise de izahı bunların dışında değildir.
İkincisi: Ameldir, namaz, oruç, hac, zekât ve kelime’i
şehadettir. Bunlar da ilmihal kitablarında izah edilmiştir.
Üçüncüsü: Nikâh meselesidir. Şer’an evlilik kimlerle, nasıl
olursa caiz olur ve kimlerle evlilik caiz olmaz ve boşanma
meseleleridir. Kadın ne zaman ve nasıl boşanır? Bunları bilmeğe taalluk eder ki bu da yine fıkıh ve ilmihal kitaplarında
yazılmıştır.
Dördüncüsü: Muamelat kısmıdır ki; ticaret, alışveriş
meselelerini hâvi olup kazancın nelerin ve ne gibi şeylerin
ne zaman helâl veya haram olduğunu bildirir. Bu da fıkıh
kitaplarında mezkurdur.
Beşinci kısım: Mücazattır ki; o da kanun ve nizamların
vazifesidir.
Bunları oku ve öğren. Binaenaleyh farz, vacip, sünnet,
müstehap, mübah, haram, mekruh, müfsit denilen şu sekiz
esası bilip ona göre hattı harekatını tanzim etmek, her mümin müvahhid için en evvel lâzım olan bir şeydir. Bunlar
aynı zamanda bu günkü medeniyet vasıtalarında kullanılan
makinelere benzetilecek olursa, -malum ya bazı kısımlar esasa,
bazıları da teferruata aiddir.- Meselâ; teferruata aid düğme
veya çark bozulursa, işlemezse ve bu arıza her nekadar sıkıcı
da olsa makinanın işlemesine mani olmaz Meselâ bir tayyare
yolculuğundasınız. Tayyarenin elektrik lambaları veya soğutma
ve ısıtma kısımları veya koltukları bozulsa; evet tayyaredekilerin
herhalde hoşuna gitmez fakat tayyarenin yine yerine selâmetle
Mehmed Zahid Kotku
47
gitmesinede mani olmaz. Fakat maazallah esas kısmından
bir çark kırılsa, kopsa veya işlemese; tayyare derhal düşme
tehlikesine maruz kalır. Tabii kırılan çark sebebiyle pervaneler
dönmez, havasını alıp veremez. Derken soluğu yerde alırlar.
Tayyarenin gövdesi iyi, fakat gerek çarkların birisinin
bozulması, gerekse benzinin bozukluğu ve gerekse kaptanın
hastalığı veya ölümü halinde, işin nereye varacağı hepimizce
malumdur. İman da tıpkı böyle bir uçağa, gemiye motora,
taksiye ve saate benzer. Ben müslümanım, pek iyi, gövde
güzel, fakat çarklar dönmüyorsa, pervaneler işlemiyorsa,
dümen bozuksa veya benzini ya yok veya adi ve pis benzin
ise uçamaz. Ya kaptanı yoksa hiç bir şeye yaramaz değil mi?
İman var; inanç bozuksa ve amel yoksa, iman var; muamelat
kısmı bozuksa, iman var; nikâh meselesi bozuksa eğer bir de
mücazat yani cezaları müstelzim kabahatleri var ise, halimiz
nice olur? Bak şimdi tayyare var amma makinesi bozuksa,
tayyare var benzini yoksa, tayyare var lâkin kaptanı yoksa veya
hasta veya sarhoş veya akılsız ise, tayyare var lakin dümen
bozuk, tayyare var amma ayakları tekerlekleri yoksa veya var
da bozuk açılmıyorsa şimdi sen söyle bu tayyare bu motor
bu otomobil bu taksi ve bu saat neye yarar? Bilmem acaba
yanlış mı düşünüyorum?
İmanım var inancım var demekle ne kadar övünür dururuz. Fakat onun işe yarayıp yaramadığına hiç de bakmayız.
Peygamberimizin bize öğrettikleri duâlardan birisi de, (Yarab!
Faide vermeyen ilimden, korkmayan gönülden, kabul olunmayan amelden, dinlenmeyen ve müstecap olmayan duâdan
sana sığınırım.) demesi nekadar güzeldir. Öyle değil mi aziz
kardeşim?
Mü’minlere Va’zlar
48
Bu dünyaya hergün bir sürü insanın gelip bir sürü insanın
da mezarlara konmakta olduğunu hepimiz görüp bilmekteyiz.
Eğer öldükten sonra iş bitti dersen iman ve İslâmdan çok uzak
olduğunu iyi bil. Böyle inançsız, müslümanım diyen erkekle
bir kızın evlenmesi caiz olmayacağı gibi böyle inançsız kızın
da bir müslüman erkekle nikâhlanması dinen katiyyen caiz
değildir. Çünkü nikâh ancak dindarlar arasında muteberdir.
Dinsizlerle nikâh mümkün değildir. Biz hıristiyan kızlarını
alabiliriz; çünkü onlar da bir kitap ve bir peygambere inanmışlardır. Fakat onlara kızlarımızı hiç bir suretle veremeyiz;
çünkü onlar bizim peygamberimize ve kitabımıza inanıp iman
etmemişlerdir. Biz ise bütün peygamberlere ve kitabIara inandığımız için onların kızlarını almaya hakkımız vardır. Onlar
ise bizim peygamberimize ve kitabımıza inanmadıkları için,
müslüman kız veya kadınla evlenemezler. Bu da münakâhât
meselesi içindedir. Dinden dönenlerin nikâhı hiçbir suretle
caiz ve kabil değildir. İslâm i’tikadlarına inanmayanlar müslüman sayılamaz.
Adının Ahmet veya Ali, Veli olmasının hiç faide vermiyeceğini her akl-ı selim sahibi iyi bilir. Şimdi şuna iyi dikkat et.
Demekki müslümanlık yalnız namaz ve oruçla hac ve zekâtla
olmuyor “İ’tikat hiç eksiksiz, sonra ameller sonra nikâh, sonra
ticaret ve muamelat kısmı birbirini tamamlıyor. Haramdan
mal kazanmak servet yapmak, hile hud’a yalanla içki satmak,
kumar oynatmak, hırsızlıkla rüşvetle veya gasp edip zorla
almak ve aldığını vermemek suretiyle kazanılan paralarla
müslümanlık taslamak, işe yaramayan bir sürü tayyare veya
otomobillerle övünmeye benzer, derlerse ne dersiniz?
Muamelat kısmına ahlâklar da dahildir. Müslüman,
kimseyi incitmeyen, herkesin kendisinin elinden ve dilinden
Mehmed Zahid Kotku
49
emin olduğu bir zat-ı muhteremdir. Herkese iyilik yapar,
yemez yedirir, giymez giydirir, kimsenin aleyhinde bulunmaz,
varlığı ile övünmez, kibir, haset, ucup, riya, hırs, kin, şöhret,
gadap, fitne, ve fesat ve emsali çirkin huylardan uzak; cömert,
cesur, mütevazi, haline razı, muhlis, Hakk’ın verdiğine razı,
şöhret ve gadaptan âri, kimseye kin tutmaz, müşfik, merhametli, herkese acır, iyilik yapar, kimsenin fenalığını istemez,
su-î zan etmez, hep hüsnü zan sahibidir. Ne aldanır ve ne de
aldatır, halim selim kibar, nâzik, edip, âlim, sâlih, zahid, abid,
müttaki bir kimse demektir. Şimdi sen de bu duâları oku ve
Hakka yalvar. İbâdet ve tâatını güzelce yap. Fakat i’tikadı,
muamelat ve münakehatı da ona uydur. Müslümanlık, Hakka
kullukla beraber, Hakkın mahluklarına şefkat ve merhametli
olmayıda emreder. ihmal edersen bir kanatlı kuş gibi uçamaz
ve kemâlâta ulaşamazsın...
Zemzemi içtikçe şöyle bir duâ okuyorduk:
ْ
ِ ‫اَ َّ ِا ِّ اَ َئ ُ َכ ِ ْ א َא ِ א ورِ ْز ً א وا ِ א ِ َ אء‬
ً
َ ً
ً َ
ْ
ً
َّ ُ
ٍ
ٍ َ ‫آء و‬
َ َ ‫ُכ ّ ِ َد‬
Tayyareye binerken aklıma geldi de ne güzel bir ilim.
Şimdi üç saat sonra İstanbul’a götürecek. Elbette büyük bir
ilmin semeresi... Sonra düşündüm: İstediğimiz ilim herhalde
bu ilim olmasa gerek, çünkü bu ilmin fâidesi ancak dünyadadır. Öldükten sonra sen tayyare yaptın, elektrik icad ettin,
mikropları buldun diye her halde bir mükafat vermezler. Orada
ancak iman ve amel-i salih faide verir. Bu tayyare ve saire ise
bir san’at ve bir ticaret metâıdır. İlm-i nâfi, olsa olsa insana
öldükten sonra da fayda verecek bir ilim olması gerektir. Bu da,
Mü’minlere Va’zlar
50
kulu Allahüzülcelal hazretlerine bağlayan bir ilimdir. Buna da
ilm-i ledün ve ilm-i nafî derler. Peygamberlerin ve ehlullahın
ilmi bu kabildendir. Cenâb-ı Feyyaz-ı Mutlak hazretleri bizlere
de sizleri de fazl-i keremiyle afvü mağfiret eylesin.
Peygamberimiz (S.A.V.)’in Cenâb-ı Haktan istediği her
hayırı biz de isteriz. Onun Hakk’a sığındığı bütün şerlerden,
biz de Hakk’a sığınırız. Hakkımızda hayırlar ihsan buyursun.
Dünya ve âhiretin bütün şerIerinden muhafaza buyursun
Amin. Bi hürmeti seyyid-il mürselin. Ve-l’hamdü lillahi
rabbi-l’ âlemin
DUÂ VE HAYATIMIZDAKİ ÖNEMİ
Çok muhterem kardeşlerim! Pek çok duâ kitapları olduğu
gibi “Delail-i hayrat, Hizb-i A’zam,” Abdülkadir ve Hasan
Şazeli, Rufaı (K.S.) hazretlerinin ve Nakş-ı Bend hazretlerinin ve sair velilerin duâları da meşhurdur. Fakat bunların bir
kısmı haftalık ve uzundur. Bu gün kardeşlerime hem kısa ve
hem de daha faideli olacağını ümid ile üstaz’ı muhterememiz
Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevı hazretlerinin tertip edip
bizlere emanet ettikleri, üç büyük cild ve iki bin sahifeyi
mütecaviz üç kitabdan aldığımız ve bunlara ilaveten Buharî,
Tirmizî, Câmi-us Sağîr, Et Tergiyb vet Terhib, bir de Ramuz
kitaplarından aldığımız istiğfarlar, tesbihler ve Kur’an-ı Azimüşanda Cenâb-ı Hakkın bizlere ta’lim buyurduğu duâlarla
hamde müteallik ayat’ı Kur’aniye ile tehlil ve tevhide aid kırk
adet ayat’ı Kur’aniyeyi ve bir de ilaveten evliyaların isimleri,
anıldığında rahmet-i İlahinin nazil olacağı cümlenin malûmu
olmakla, onları da eklemek suretiyle meydana gelen bu duâ
kitabını kardeşlerimizin istifadesine arzetmekle belki duâlarınız
Mehmed Zahid Kotku
51
ve Hakk’ın rızasına nail olmamıza sebep olur, diye yazmağa
cesaret ettim.
Her cahilin cesur olduğu hepimizin malumudur. Binaenaleyh görülecek kusurlarımızın affını, hataların tashihini
ulüvvü cenaplarınızdan reca ederim ..
Ve bu duâları okumağa başlamazdan önce abdest alır,
kıbleye karşı oturur evvela 25 istiğfar, bir Fatiha-i şerife ile
üç de İhlas’ı şerifi okuyup, Cenâb-ı Peygamber efendimizin
mübarek ruh-u şerifleri ile birlikte evlâd, ezvac, ashap ve
etbaının ruhu şeriflerine ve bilcümle peygamberan hazeratının ve mümin, müminat kardeşlerimizin ruhlarına hediye
ettikten sonra ölümünü güzelce düşün ve kabristanlarda
yatanları, akraba-i taallukatını düşün. Onların da her birisi bizlerden çok kuvvetli, zengin, âlim, âbid, kuvvet ve
kudret sahipleri kimselerdi. Bak bu gün onların hiç sesleri
çıkmıyor. Çürümüş gitmişler fakat başlarına dikilen taşlar
onları bizlere haber veriyor. “Aç gözünü bu dünya beka
alemi değil. Yarın senin de bizim gibi adın unutulacak mal
mülkün taksim olacak, sende nihayet burada bizler gibi
kalacaksın.” diyorlar. Münkereyn meleklerinin suallerini
ve ahval’i kıyameti şöyle gözünün önünden güzelce geçir.
Ve üstazından aldığın derslere ihmalsiz, dikkatle devam et.
Ve onu da unutma hatırından çıkarma. Bununla beraber
günahı mucip herşeyden ve her yerden son derece korkup
kaç. Ve iyi bil ki günahlar bir ateş ve bir zehirdir. İster ufak
ister büyük olsun sonra tevbe ederim diye şeytana uyup
aldanma. Alışılan şeyler ikinci bir tabiat halinde insanın
içine yerleşir. Bir daha çıkarması çok müşküldür. Bakın şu
sigarayı bırakabilen kaç kişi görürsünüz? Halbuki çok muzır
Mü’minlere Va’zlar
52
ve hiç de fâidesi yoktur. Mahlukat ve bâhusus Hakkın salih
kullarına karşı çok şefkatli merhametli olmağa da çalış.
Kemal-i edep ve saygıyle Kur’an-ı Kerim’in tilavetinden
sonra bu duâların mümkün olduğu kadarını her gün okumağa
gayret et. Hakka tazarru’ve niyaz eyle evrâdı olmayanın varidatı
olmaz derler. Her sabah Yasin-i Şerif oku ve ezberle. Öğle
vaktinde Sure-i Fethi’, ikindide Ammeyi, akşam İza Vakaa,
yatsıda Tebareke surelerini okumayı ve bunları ezberlemeyi
ihmal etme. Sonraları sabah ve akşam bunların hepsini birden
okuyuverirsin. Ve okurken ancak kendin işitebilecek kadar
sesini çıkar. Fazla ses çıkarma. Ve gözünle sessiz de okuma.
Cenâb-ı Hakkı hiç bir zaman hatırından ve gönlünden çıkarma. Ve Cenâb-ı Hakkın her bir hareketimizi görüp bildiğini
ve amellerimizin defterlerimize de yazıldığını (yani bir teyp
makinası gibi) unutma. Daima Hak sübhânehu ve teâlânın
rızası olduğu amelleri işle Gadabından son derece sakın.
Kimsenin aleyhinde bulunma. Ve kimseyi en ufak bir şekilde
incitmemeye dikkat et. Dedikodu yerlerinden gıybetden çok
sakın. Çünkü kazandığın sevaplar elinden boşu boşuna gider.
Cehennemin, kabrin azabından, dünya ve ahiret fitnelerinden,
ve Mesihi-d Deccal’ın fitne ve fesadından Allah celle ve alaya
sığınmak gerektir.
Cennete girip cemal-i ilahisini müşahedeye nail olmak
ise en büyük bir saâdettir. Bütün nimetlerin tükenip ölümün
gelip çattığı sırada mümine faide verecek ve onun saâdet ve
selametine sebep olan ibâdet ve tâatla beraber doğruluktan,
ihlâstan zerre kadar ayrılma. Ve bu fani dünyaya bel bağlayıp aldanma. Ve bu duâyı her namazın arkasından okumayı
unutma.
Mehmed Zahid Kotku
ِ َ ْ ‫اب ا‬
ْ ِ َ َ
ِ ِ َ ْ‫ِْ َ ِ ا‬
ِ
ْ ‫َّ َ َو‬
ِ
ّ َ ْ
ِ َ َ ْ ِ ‫ِا ِّ اَ ُ ُذ َِכ‬
َ َ ‫اب‬
َّ
ِ ِ
ِ ‫אت و‬
ِ
َ
َ َ ْ ‫ْ ْ َ ا ْ َ ْ ٰ َوا‬
ِ َّ َ‫ا‬
‫אل‬
َّ
53
ُ َّ ‫َا‬
ِ ‫و‬
َ
"Ey Allah'ım! Cehenemin azabından, kabrin azabından,
hayat ve mematın fitnelerinden ve Mesihi-d Deccalin şer
ve fitnesinden sana sığınırım. Cenâb-ı Peygamber (Sallahhü
Aleyhi Vesellem) hazretleri bu duâyı Ashab’ı kiram hazretlerine
bir sure ve bir âyet gibi ta’lim buyurduklarından, Pakistan
müslümanları bunları namazlarında tahiyyattan sonra okur
olduklarını da rivayet ederler. Cenâb-ı Hak (celle ve alâ)
hazretleri cümlemizin muiyni olsun. Dünya ve ahiret selamet
ve saâdetlerini ihsan buyursun. Sevdiği kimselerle ve sevdiği
amellerle ve bizlerden razı ve hoşnut olduğu halde ve hüsn-ü
hatimelerle ahirete göçen kullarından eylesin, amin! Bi hürmeti
mürselin ve sallahlahü alâ seyyidina Muhammedin ve alihi ve
sahbihi ecmaiyn vel Hamdü lillahi rabbil alemiyn.*
*
17 Mart, 197s (12 safer 1391).
MEVZULARA GİRİŞ
Bismillahirrahmanirrahim
Esselamü aleyküm ve Rahmetullahi ve berâkatühü.
Evvela üzerimize borç olan Cenâb-ı Hakka Hamdü senadan
ve Peygamberimize selâtu selamdan sonra derim ki:
Pek muhterem ve sevgili okuyucu kardeşlerim! Hepimiz pek iyi biliriz ki insan denilen bizler iki şeyden
mürekkebiz: Birisi et, kemik, kan vesair cismimizin,
cesedimizin meydana gelmesine bağlı olan şeyler; Birisi
de bu cismin harekete geçmesi için Cenâb-ı Hakkın bize
lutfettiği ruhumuzdur. Hayat bu ikisinin birleşmesiyle
başlar ve devam eder. Cesed olmazsa ruh olmaz. Yani
cesedsiz ruh bir iş yapamaz. Ve ruhsuz cesed de yine
böylece bir şeye yaramaz.
Mü’minlere Va’zlar
56
Binaenaleyh hayatın kıvamı ruh ile cesedin mevcudiyetine
bağlıdır. Cismimiz cesedimiz yaşamak için maddi gıdalara
nasıl muhtaç ise ruhumuzun da gelişmesi için manevi gıdalara
ihtiyacı vardır.
Binaenaleyh yalnız cesedIerini besleyip de ruhlarının
manevî gıdalarını veremiyenlerin halleri şöylece daha iyi
anlaşılır zannederim. CesedIerin muhtaç olduğu gıdaları veremiyenlerin hali ne olursa, ruhların gıdalarını veremiyenlerin
hali de aynıdır.
Sakın deme ki, işte bu kadar insan var. Bunların bir
kısmının maneviyattan hiç haberi bile yoktur. Ama pekâlâ
yaşıyorlar. Hatta bedevi ve vahşet halinde yaşayanlar da bu
devirde bile pek çoktur. Hele Afrika ve Hindistan gibi büyük
ülkelerde daima sürü halinde görülmektedir. Yamyam denilen
insan yiyenler de bunlardan değil mi? Lâkin yaşamak deyince
hayvanca yaşamak akla gelmemelidir. Zira insan bütün
mahlukatın en güzeli ve en mükemmelidir. İdraksiz, şuursuz
ahlâksız, hayasız bir hayat elbette müslümanın istediği bir
hayat olmasa gerek. Maalesef ruhen beslenmemiş insanlar
velevki “Müslümanım” dese bile ehli küfür ve müşrikler de
dahil olduğu halde beşeriyete çok zararlıdırlar.
Ehl-i küfrün bu günkü sanatlarının üstünlüğü bizi aldatmamalıdır. O san’atların en iyisini arı yapar. Bugün insan
san’atta henüz arının seviyesine bile erişememiştir. Şimdi arı
bu san’atın sahibidir diyerek baş tarafa mı oturtalım? Arı
yine hayvandır, yine hayvan... San ‘at hüner sahibi olmakla
insanlarla boy ölçüşmeğe hakkı varmıdır? Diğer hayvanlardaki
bütün meziyetler de böyledir. Çok koşar, çok uçar ve çok
sür’atli uçar ama yine hayvandır yine hayvan...
Mehmed Zahid Kotku
57
İnsanlık ise bambaşka bir meziyet, bir saâdet, bir devlettir
ki; o da ancak dinlerin en güzeli ve en sonuncusu olan “İslâm
Dini”dir. İnsan haddizatında çok da zayıf ve aciz de bir mahluktur. Yaradanımız olan Allahü (Teâlâ) hazretlerine her zaman
ve her yerde muhtacız. Ondan ilham almadan yardımı olmadan
bir şeye muvaffak olamayız. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi
ve sellem) hazretleri bile bunu bize duyurmak için nekadar çok
duâlar buyurmuşlar ve Hz. Allah'a ilticada bulunmuşlardır.
Bâhusus gece namazlarından sonra gece yarılarından sonra
herkes uykuda iken ve mübarek gün ve zamanlardaki duâları
ne kadar güzel ve tatlıdır. İnsan okumağa doyamaz.
Bize düşen mühim vazifelerden birisi de bu duâları güzel
güzel her sabah ve akşam okumağa devam etmektir.
Ma’lüm ya insan aciz bir mahluktur. Yardımsız yaşayamaz, hidâyet ise Allahü (Teâlâ)nın bir lutfudur. Ona mazhar
olabilmek ne büyük bir devlettir. O da Müslümanlığa her
bakımdan riayet etmekle beraber bu ve bunun gibi mevsûk
ve malum olan duâlara devam etmekle hem güzelleşir hem
de kuvvetlenir. Müslümanlık deyince şunu da iyice bilmek
gerekdir ki bu da beş bölümdür. ibâdetler ise bu beşten ancak
birisidir. Diğer dört de müslümanlığın icabı ve levazımatındandır. Bunların en mühimi de akaiddir. Bunu sakın yabana
atma, i’tikad sağlam ve dürüst olmazsa diğer dört her ne
kadar sağlam ve güzel olsa dahi kıymeti kalmaz. Makbul-ü
ilahî olamaz. Şunu sana bilmem şöylece anlatabilir miyim:
Peygamberimizin bir duâlarında:
“Yarab! Fâidesiz ilimden sana sığınırım”, buyurması ne
kadar şâyân-ı dikkattir. Bugün sayısı pek çok olan ilimler var.
Kimisinin sadece dünyada kendisine fâidesi vardır, başkasına
Mü’minlere Va’zlar
58
değil. Bazı bilgilerin fâidesi umumi olur. Lâkin fâidesi yine
dünyaya âiddir. Âhirete bir fâidesi yoktur. Belki ibâdet ve
tâattin mahrûmiyetinden nâşî zararı da büyüktür.
Halbuki bu ilimlerle ve sanatlarla meşgul olanları biz
medenî insanlar, müterakki memleketler diye medh eder dururuz ve onları da bir yandan taklit etmeğe çalışırız. Yukarıda
beyan olunan arı misalini unutma. Bu hünerler ve san’atlar
hiç de insanlıkla ölçülecek birşey değildir. İnsanlık ancak
İslâmiyettedir. Eğer her hüner ve bilgi sahibi iyi bir insan olsa;
Allah (C.C.) onları hiç zem eder miydi? Kur’an’ı iyi oku ve
iyi düşün. Sure-i Bakara’nın 159, 160, 161. âyetlerinde;
“Kafir oldukları halde dünya hayatına göz yumup ölenlere
karşı Allahü Teâlânın meleklerinin bütün insanların laneti
olsun”.
Bu ne demek? Allah (Teâlâ) bunlara neden bu kadar acı bir
lânet ediyor? Bunlarda biraz hayır olsaydı bu lanete müstahak
olmazlardı. Bu günkü Milli gazetede, Konya Milli Selamet
vekili Şener Battal: “Bu günkü gençliğin çektiği ıstırapların
ve memlekete yapmak istedikleri zararın başlıca sebeplerinden
birisi de; "Geçmiş iktidarların ihmalinden doğdu. Asıl suçlu!
Gençliği maneviyattan uzaklaştıran zihniyettir." Maneviyat
denilen ruhun, gıdasız kalıp mecalsiz kalmasıyla ancak ruh-u
hayvaninin tasarrufiyle insanca değil belki hakiki insanlığın
dışında bir hayat sürmelerinden ileri gelmekte olduğunu
beyan etmektedir." Ve bu hal üzerine hergün buna benzer
yazılar yazılıyor. Halbuki Kur’an-ı azimüşşanın 98. suresinin
6. âyetinde mahlukatın en şerlisinin ehli kitabın kâfirleriyle
müşriklerin olduğunu apaçık beyan etmekte iken bizlere ne
oldu bilmem. Hayat eğer ancak bu hayat-ı Dünya’dan ibaret
Mehmed Zahid Kotku
59
olsa dediğin doğru. Amma, hiç de öğle değil. Hayatın ancak
hayat-ı Âhiret olduğunu ve bu Dünya’nın da o Âhireti kazanabilmek için bir geçit, bir imtihan evi olduğunu bilmek
gerektir. Zira gerek Kur’an-ı Azimüşşan âhiretin ebedi ve daha
hayırlı olduğunu müteaddit âyetlerle beyan etmekte olduğu gibi
bütün peygamberler de bilfiil bunu göstermişlerdir. Cenâb-ı
Peygamber efendimiz her şey elinde olduğu halde bunların
hiç birisine tenezzül etmemişler. Bu hepimizce malumdur.
Hatta bir gün Hz. Ömer (Radiyallahü Anh) efendimiz
Peygamberimizi bir hasır üzerinde yatarken görmüşlerdi.
Hasır da mübarek vûcûdu şeriflerine iz etmişti Hazreti Ömer
dayanamadı da:
“Ya Resulallah müsade buyursanızda sizlerin istirahatleri
için şöyle şöyle bir şeyler tedarik etsek” diye kendilerine
arzedince,:
“Ya Ömer benim dünya ile ne ilgim var” diyerek dünya
saâdet ve saltanatlarına katiyyen iltifat etmemişlerdir.
Muhammed Buseyri hazretlerinin kasîde-i Bü’re şerhinde
Âbidin paşa ne güzel izah etmişlerdir...
‫َو َ َّ ِ ْ َ َ ٍ َا ْ َ אئَ ُ َو َ ٰ ى َ ْ َ ا ْ ِ َ אرِ ِة َכ ْ ً א‬
‫ُ ْ َف ْا َ َد ِم‬
َ
Beytinde….
“Ol Resul-i Ekrem (Sallallahü aleyhi ve Sellem) hazretleri
bazan açlıktan dolayı mübarek bağırsaklarının mahallini bağladı. Ve belinin mideye yakın olan yanlarındaki nazik cild-i
mübarekini taş altında toplayıp büktü”
Mü’minlere Va’zlar
60
Yani karınlarına taş bağlarlardı. Halbuki fahr-ı kâinat
dileseydi, açlık çekmek değil, dünya ve bütün nimetleri
efendimiz hazretlerine ihsan olunması gayet kolay iken,
bize örnek olmak üzere ibâdetlerime mani olur diye bütün
lezzetleri terketmiş ve açlığın şiddetinden mübarek beline taş
bağlamışlardı. Şimdi bunu görüyoruz ve biliyoruz. Sebebi,
işte o ruh-i insanideki meleki sıfatları kaybetmeyip bilakis
çoğaltmak için bunları bizlere örnek olmak üzere ihtiyar buyurmuşlardır. Hiç şüphesiz ki o mübarek i dünyanın bütün
nimetleriyle mütelezziz olsalar onların haline hiçbir değişiklik
gelmesine ihtimal yoktur. Bu halleri bizlere birer derstir. Ne
yazık ki anlamaktan çok uzak bulunuyoruz. O bizim baştan
beri anlatmak istediğimiz maneviyat ve ruhun gıdası verilip
beslenmedikçe insanların kemal ve olgunluk bulması mümkün
değildir. Bir taraftan nefse hakimiyet bir taraftan da ibâdet,
taât, zikrullah, duâ ve ilticalarla, Hak (sübhanehu ve Teâlâ'ya)
takarrüb neticesinde insanlık denilen devlet zuhur eder. İşte
bahtiyarlık o zaman başlar. Yoksa servetin çokluğu bilginin
bolluğu bunlar olmadıkça fayda vermez.
Bakın size o peygamber-i zişanın kemaline delâlet eden
bu kasidedeki bir beyti daha yazayım. Amma bunları okuyup hemen geçme hem çok düşün ve hem de üzerinde bir
haylice dur.
‫אل ا ُّ ُّ ِ ْ َذ َ ِ َ ْ َ ْ َ ِ َ َא َرا َ א َا َّ َ א‬
ُ َ ِ ْ ‫َو َر َاو َد ْ ُ ا‬
ٍ َ
َ
“Ve altundan olan yüksek dağlar ol kân-i seadetin meylini celb
için şiddetle arzu ve kendilerini fahr-i Kainat’ a arzeylediler.
Mehmed Zahid Kotku
61
Amma o Habib-i kibriya o dağlara ve alayiş-i Dünyaya
rağbet göstermemekle ulüvv-i Cenâb ve yüksekliğin nerede ve
nasıl olduğunu göstermiştir.”
Şerhinde ise, ol Rasul-i mücteba efendimizin sayısız
olan büyüklük ve meziyetlerini sayarken bir nebze de bunu
açıklamışlardı.
Bugün Arabistanda çıkan altun mesabesindeki petrol
ve bol miktardaki altunlar işte o gün Rasul-i Ekreme olan
muhabbetinden naşi teslimiyet-i kâmile ile bütün varlıklarını ona arzettikleri halde bak Resul-i Ekrem onlara nasıl
cevap verdi: Gerek dağların altunları ve yer içindeki gazların
ve cihanın sair alayişine muhabbet ve rağbet göstermeyip.
َ
ِ ِ ‫َ اُ ِ ْا‬
ُّ
diye üful edüp gidecek şeylerin hiç birisine
muhabbet etmeyip o altun dağlarına ve dünya saltanatına
aldananlara ruhaniyetin ulüvvü kadrini, yüksekliğini bihakkın
göstermiş olmaktadırlar. Çünkü:
ِ ِ ‫ة ِ ِء א‬
‫رِ ان ا‬
‫כ‬
َّ َّ َّ َ ْ َ ْ َ ُ ْ َ ْ ً َ َ ْ َ ْ ً َّ َ ْ َ َّ َ ْ َ
ِ َّ ‫ِ ا‬
َ
“İnsanlar hilkat itibariyle ve tabiatları iktizası rahatı
süsü ve lezzetli şeyleri, mevki ve saltanatları çok severler. Bu
emellerine nail olabilmek için, ta o çocukluk devresinden
başlayıp 25 ve 30 yaşlarına gelinceye kadar ömürlerini hep
bu uğurda feda ederler. Nihayet belki bir mevki ve saltanat
sahibi de olabilirler. Fakat ne yazıkki o rahatın ve lezzetlerin;
o saltanatların içerisinde saklanmış zehirli yılanları çiyanları;
çaresi bulunmayan öldürücü mikropları, bir türlü göre-
Mü’minlere Va’zlar
62
mezler ve görmek de istemezler. Eğer birisi çıkıp ta, “Ben
bu işi sizden daha iyi yaparım, siz şöyle bir köşeye çekilin
de istirahatinize bakınız dese”. kıyametler kopar. Artık ne
kadar çirkin, yaramaz iftira varsa hepsi meydana çıkar.
Zehirleri yuta yuta, adeta afyonkeşler esrarkeşler gibi, bir
türlü alıştıklarını bırakamazlar. Nekadar zararı olursa olsun
hiç kulak asmazlar. Sigara içenler ve içki içenler de böyle
değilmi? Onun için azizim, muhterem evladım, kardeşim
bu dünya gördüğümüz gibi bir yolcu geçididir. Burası durulacak yer değildir. Burası ancak âhiret saâdet ve selâmet
evini kazanabilmek için bir imtihan evidir. Buranın zevk ve
sefasına aldanırsan hakiki saâdeti ve selâmeti kaybedersin.
Bu zevk ve safa dediğin şey görüyorsun ya bir sürü elem ve
keder dolu. Sonra arkası da yok...
Bir gün ölüm gelip hepsini altüst edip gider vesselam
Binaenaleyh, Sen böyle sonu olmayan birşeye aldanma ve
Peygamberlerin yolundan, izinden kat’iyyen ayrılma. saâdet,
selâmet hepsi bunun içinde...” Bak şu beytin manasına
Nefsi emmare nice defa insana bir lezzet göstermiştir ki
o lezzet öldürücüdür.
O cihetten öldürücü ki insan onu bilmemiş ve bilememiş.
(Muhakkak zehir yağlı lokma içindedir.)
Şerh: Nefs-i emmare gaddare ve mekkare olduğundan
insanların helâkini mucip olan çeşitli acı ve ızdırap verici en
kötü şeyleri bile gayet güzel bir surette süslenmiş gayet leziz
şeylerle kendilerine tabi olanları zehirler ve ızdıraplara giriftar
eyler. Eğer sen bunu bilfiil görmek istersen, hilekar ve gaddarlara bak: Zulümlerini arttırdıkça kinleri artar ve ortalık berbat
Mehmed Zahid Kotku
63
olur. İşte o zalimler zehirlerini en tatlı yemekler içine koyup
insanı maddeten ve manen zehirler ve yok ederler.*
Şunu da yazmadan geçemeyeceğim. Çünkü yutturmak
istediği bu zehirleri hep nefs-i emmare vasıtasıyla icra eder.
Binaenaleyh her ne pahasına olursa olsun eğer insanca yaşamak istiyorsan
‫אك‬
َ َ ْ َّ ‫َو َ א ِ ِ ا َّ ْ َ َوا‬
َ َ َّ َ ‫אن َوا ْ ِ ِ َ א َو ِا ْن ُ َ א‬
ِ ِ َّ ‫ا ُّ َ َ א‬
ْ
Beyt-i şerifiyle, nefsin bütün arzularına ve insanın ta ebedi
düşmanı olan şeytana muhalefet edip, onların sözlerini
sana halis nasihat etseler bile; sen onlara inanıp itaat
etme. Bilakis “vasihima” emri üzerine isyan eyle. Çünkü,
nefs’i emmare tıyneti itibariyle helâl, haram, günah falan
tanımaz. Bütün canının istediklerini yemek ve eğlenmek
arzusu ile cehenneme kendisini hazırlar. Ve daima isyana
ve günahlara doğru süratle gider, Şeytan da yardımcısı
olunca artık zulüm, hased, intikam almak fırsatıyla neler
yapmaz. Nefsin tesiri ve zararı cisme ve akl-ı zâhiredir.
Şeytanın tezyînâtı ise kalp ve mânâyadır. Gerek cismin ve
gerekse kalbin harabiyyeti ile insan insanlıktan tamamiyle
çıkmış olur. Ondan sonrasını artık sen düşün.
Bu günkü ve yarınki dünyamızın çektiği ve çekeceği
bütün ıztırapların kökü, menbaı, kaynağı işte budur. Bununda asıl kökü dinsizliğe dayanır. O da yukarda zikrolunan lanete müstahak olur vesselam.
*
Abidin Paşa, Kaside-i Bürde Şerhi, s.30.
Mü’minlere Va’zlar
64
Şimdi size esas gayemiz olan duâdan ve duânın lüzumundan bahs edeceğim, biraz laf uzadı, geciktik. Cenâb-ı
(vacib-ü vücud) hazretleri Kur’an’ı azimüşşanın müteaddit
yerlerinde buyurmaktadır.
‫َ ْאد ُ ِ ا ِ כ‬
ُْ َ ْ َ َْ
Yani; “Siz bana ihtiyaçlarınızı ar’zedin, isteyin, yalvarın,
duâlar edin bende sizlerin duâlarına icabet edeyim, istediklerinizi vereyim.” buyurmasıyla bizleri duâlara teşvik etmektedir.
Çünkü bütün kaynaklar Zat-ı ecell’ü a’lanın yed-i kudretindedir. İstediği zaman herşeyi yapar kimse de karışamaz. Buna
binaen, Rasül-ü Ekrem (Sallallahü aleyhi ve Sellem) hazretleri
Cenâb-ı Hakk’a ençok yalvaran, duâ eden, iltica eden idi.
Ve bizlere iltica edip yalvarmanın hem ibâdet ve hem de
en büyük bir kuvvet ve silah olduğunu bildirmişlerdir. Ebu
Hüreyre (Radiyallahu Anh) den
ِ
ِ
ِ
ِ ‫َا ُّ אء‬
ِ
‫ات‬
ُ َ ‫ُح ا ْ ُ ْ ِ َو‬
ُ َ
َ ٰ َّ ‫אد ا ّ ِ َو ُ ُر ا‬
‫َو ْا َ ْر ِض‬
Hadis’i şerifine bir bak: ... duânın kendisi (hangi dil ile
olursa olsun) mümin kulun silahıdır.” Malumdur ki silah
düşmana karşı kullanılan öldürücü bir alettir. Yanında silahı
olan ve onu güzelce kullanmasını bilen kişi öyle olur olmaz
düşmandan korkmaz ve kaçmaz; icabında düşmanını yok
eder, öldürür. İşte tıpkı bunun gibi duâ da, insanın mânevi
düşmanlarını ve nefs-i emmaresini de öldüren pek büyük bir
kuvvettir. Nefs-i emmare silahtan, toptan, atomdan korkmaz.
Şeytan da böyle... Bunları korkutan şey ancak kulun Allahü
Mehmed Zahid Kotku
65
Teâlâyı lâyıkıyla yaptığı zikri ve duâlarıdır. Silahı kullanmanın nasıl usulleri, şartları varsa, duânın da tesiri için usul ve
şartları vardır. Bu usullere riayet edilmeden yapılan duâların
elbetteki bir faide veremiyeceği aşikardır.
Duânın kabulü için birçok şartlar zikredilmiştir. Bâhusus
evvela bütün günahlardan hakiki ve ciddi bir tevbenin lüzumu
herkesçe malumdur. İşte asıl iş bu tövbededir. Bu tövbe ağız ve
dilin yalnız (estağfirullah) demesiyle olmayacağı cümlece malumdur. Tövbe her neden yapılırsa yapılsın, o yapılagelen şeyi
bir daha yapmamak üzere evvel emirde bir nedamet lâzımdır.
Bu nedamet, tabii içten gelen tam bir ikrahtır. Ve bu fiilin bir
daha kat’iyyen tekerrür etmemesi de matluptur. Ve böyle güzelce
yapılan bir tövbeden ve tevbe namazından sonra yapılacak her
duâya Cenâb-ı (Vacibül vücud)un icabet buyuracaklarına hiç
şek ve şüphe yoktur. Onun için evvela ibâdeti lâyıkı veçhile yap;
sonra da kat’iyyen abdestsiz gezmeye alışma ve daima Cenâb-ı
Hak (sübhanehu ve Teâlâ) hazretlerine duâ ve ilticadan da ayrılma. Ve bu duâların en iyisi Cenâb-ı Hakk'ın peygamberleri
vasıtası ile Kur’an-ı azimüşşan da beyan buyurulan duâlardır.
Sonra da Peygamberimizin mübarek ağızlarından bizlere talim
sadedinde buyurulan duâlar olup, bunların her nekadar manalarını anlamazsak da, bu duâlarla iltica, yalvarmak, istemek
diğer duâlardan efdal ve âlâdır. Sonra bu duâlar:
a- Namaz arkasından,
b- Cum’a hutbesinin arkasından,
c- Ezan-ı Muhammed’inin arkasından,
ç- Gece yarılarında,
d- Sonra kandil gecelerinde, Kadir ve Bayram gecelerinde
ve esnay-ı muharebede yapılan duâlar da pek makbuldür.
Mü’minlere Va’zlar
66
Bâhusus Kur’an-ı Azimüşşanın hatminden sonra yapılan
duâlara bir de gözyaşları katılırsa, daha çok makbul olacağı pek
aşikârdır. Duâ yalnız müminin silahı değil, aynı zamanda dinin
de direği, göklerin ve yerin nuru olduğu beyan buyurulmuş
olması da şayan’ı dikkatdir. Yaptığımız evler, bazan ahşaptan
bazan da betondan yapılır. Bunları direksiz yapmak mümkün
olmadığı hepimizin bildiği şeydir. Binaenaleyh yapılan, bir
ev, bir cami, hatta alelade bir kulübe bile direksiz olamazsa
duânın nedemek olduğu daha iyi anlaşılır. Sonra karanlıkta hiç
birşey yapılamıyacağı ve hatta okunamıyacağı yine hepimizin
malumudur. Gözlerimiz her nekadar açık olsada karanlık
gecelerde bir şey göremediğimiz gibi, bazan sisli havalarda
vapurlarımızın da işlemediği gözlerimizin önündedir. Birşey
görmek okumak ve yazmak için nasıl ışığa, ziyaya, nura
muhtaç isek, duâya da böylece muhtaç olduğumuz aşikardır.
Duâdan mahrum olan kişi, karanlıklarda kalıp önünü bile
göremiyen ve ne yapacağını bilemeyen bir kişidir. Ne kendisi
hayatından istifade edebilir, ne de mensup olduğu cemiyet.
Zannedersem şimdi duânın ne kadar kıymetli ve mühim
olduğu daha iyi anlaşılabilir.
Duâlardan gafil olmayınız, acizlik getirmeyiniz. Zira duâ
eden Hakk’a yalvaran, ondan isteyen, hiç birkimse helâk
olmamıştır. Demekki duâsız kimseler Hakk'a yalvarmasını
beceremeyen zavallılar, helâke, mahva, yokluğa mahkum
kimselerdir ki; artık bunun ne demek olduğunu anlamamak
mümkün değildir. Kendisine duâ yolları, yalvarma ve iltica
yolları açılmış kimse için rahmet-i ilahiye kapılarının açıldığı
da pek aşikar bir şekilde belirtilmiş olmakla en güzel ve hatta
sevgi ile istenilecek şeyin ise afiyet olduğu yani hasetliklerden
ve belalardan selâmette olarak yaşamanın lüzumu da anlaşılmış
Mehmed Zahid Kotku
67
olmaktadır. Yine malumdur ki; hastalıklı ve çeşitli belalara
giriftar olmuş insanlardan da istifade mümkün olmadığı
gibi cemiyetin başına da bir yük olurlar. Bununla da kalmaz,
Hakk'a lâyık ne ibâdet edebilir ve ne de yalvarabilirler. Bazı
iptilalar vardır ki, maazallah insanı küfre kadar götürebilir.
Halbuki küfür zulmetin, karanlığın ta kendisidir. İman da
nurun aydınlığın kendisidir. Onun için zulmet, karanlık küfürle; iman da nur ile izah edilmiştir. (celle ve âlâ) müminlerin
velisi olup onları zulmetten, karanlıklardan aydınlığa yani
nura çıkarmış; kâfirlerin veIileri ise tağut, yani şeytan ve
putları olduğu ve bu da kâfirleri o güzel nurdan aydınlıktan
zulmete karanlıklara sürükledikleri ve bunların da binnetice
cehennem ehli oldukları belirtilmiştir.
Bundan dolayı her mümin-i müvahhid hemen ve her
zaman sıksık Cenâb’ı Hakk'a iltica edip hem sığınmak ve
hem de dünya ve âhiret saâdetleri için muhtaç olduğu her şeyi
istemekten hâli kalmamalıdır. Zira duâ aynı zamanda ibâdettir.
Ve hem de duâ gelen ve gelecek olan belalara da faydalıdır.
Onların def’ine sebep olurlar. Binaenaleyh ey Allahın kulları
duâya devam ediniz, ve biliniz ki: “Allah Teâlâ Hayy ve Kerim”
‫ا‬
ِ‫כ‬
ٌ َ ٌّ َ ُ َّ َ
dir. Kulunun ellerini açıpta ondan bir
şey istediği zaman onun duâsını kabul etmemezlik yapmaz
ve onun ellerini boş çevirmez. Binaenaleyh sizler hacetlerinizi
hemen ve yalnız Allahü Teâlâ hazretlerine arzediniz. Ve ondan
isteyiniz. Ve sakın Allahü Teâlâ hazretlerinin kullarına boyun
bükmeyiniz. Ve ihtiyaçlarınızı onlara katiyyen söylemeyiniz,
biliniz ki onlar da sizler gibi aciz mahluklardır. Bugün verse
de yarın ister. İstemese bile başa kakar. Kakmazsa da bir daha
kapınızı açmak istemez ve sizi görünce kaçar. Artık bunun
Mü’minlere Va’zlar
68
böylesine yüzsuyu dökmek yakışır mı? Allah Teâlâ ise istedikçe
verdiğini daima artırır ve ondan da razı olur. İmdi insan olan
böyle rahmeti bol bir Allah'ı bırakıp ta başkasına hiç halini
arzeder mi?
Baksanıza mukadderat-ı ilahiyeyi bile duâlar önler. O
takdirat-ı ilahiyeyi tahfif eder. Hafif geçer. Ömrün uzamasına iyilikler sebep olur ve günahlar dolayısiyla da rızkından
mahrum olur Kazayı ilahiyeden kaçmak mümkün değildir.
Fakat duâların gelmiş ve gelecek kaza ve belalara karşı geleceği
bilinmelidir. Bu suretle insanın dünyası da ahireti de gayet
rahat ve güzel geçer. Zira Cenâbı Hak (subhanehu ve teâlâ)
kullarının yalvarmasını ve istemelerini çok sever.
İbadetin efdali de, kulun yaptığı duâların kabulünü
beklemesidir, duâlar mutlaka kabul olur. Fakat bazan pek
çabuk netice alınır, bazan geç netice alınır ve bazan da âhirete
bırakılır. Bazan da onun başına gelecek bazı müsibetlerin
def’ine vesile olur. Ve hatta yarın kıyamet gününde Cenâb-ı
Hak kuluna sorar:
“Filan vakitte şöyle bir duâ etmiştin. Ben de sana
istediklerini vermemiştim değil mi?” der. Kul da:
— “Evet ya Rabbi” sonra Cenâbı Hak tekrar kuluna:
— İşte onu Cennette şöyle şöyle nimetler verilmek
için sakladım” deyince kul.
— “Ah!” Keşke hep istediklerim bu güne kalsaydı”
diye temennide bulunacaktır.
Binaenaleyh bizlere lâyık olan durmadan gece ve gündüz
hemen Cenâbı Hakk'a yalvarmaktır. Çünkü her zaman her
şeyde ona muhtacız. Onun yardımı olmadan hiçbir şeyde
muvaffak olmamıza imkân yoktur. Bunun için ne yapıp yapıp
Mehmed Zahid Kotku
69
Hazret-i Hakk'a yalvarmağa çalışmalıyız ki gerek Dünya ve
gerek ebedi alemimiz olan Âhiret’teki saâdetlere nail olalım.
Bak sana bir hadîs’i kudsîden özetler nakledeyim. (Fakat iyi
dinle ve dikkat et.) Cenâb-ı Hak (celle ve âlâ) buyuruyor ki
“Ey kullarım ben nefsime zulmü haram kıldım. Sizlerin arasında da haram kıldım. Öyle ise birbirlerinize
karşı katiyyen zulmetmeyiniz.”
(Burada bâhsolunan zulüm Cenâbı Hak hakkında muhaldir.
Çünkü zulüm başkasının mülkünde tasarruftan neş’et eder.
Halbuki bütün mülk içindekilerle beraber Hâlik’ı (zülcelal)
indir. Binaenaleyh onun hakkında zulüm tasavvur olunmaz.
Bu gibi sözler bizleri uyarmak içindir.) Yine buyuruyor ki:
“Ey kullarım sizin hepiniz delâlettesiniz ancak benim
hidâyet ettiklerim müstesna. Binaenaleyh benden hidâyet
isteyiniz ki, ben de sizi hidâyete nail kılayım.”
Malumdur ki; insan nefis ve şehvetin ve hevasının adeta
esiridir. Bunlar ise; insanı daima nefsani ve şeytanı yollara
sürükler. Bunların elinden kurtulmak da öyle kolay birşey
değildir. Binaenaleyh hak yolu bulmak ancak Cenâbı Hakk’ın
lûtfu hidâyeti ve ihsânı ile mümkün olur. Onun için benden
hidâyet isteyiniz ki ben de sizlere hidâyet edeyim buyurmuştur. Zira bu hidâyet nail olamayan kişiler tabiatıyla delâlette
kalırlar. Yine buyuruyor ki:
“Ey kullarım! Hepiniz açsınız; ancak benim yedirdiklerim müstesna. Binaenaleyh benden sizi doyuracak rızkı
isteyiniz ki ben de sizlere it’am edeyim.”
Yani insan kendim çalışıp kendim kazanıyorum ve elimin
emeğini yiyorum zanneder. Halbuki bu hatadır. Zira bu çalışma kuvvet ve kudretini veren odur. Eğer o bize bu kâbiliyeti
Mü’minlere Va’zlar
70
ihsân etmemiş olsa biz ne yapabilirdik. İşte hastahaneler ve
tımarhanelerdeki insanların halleri acaba bizlere nümunei
ibret olmaz mı? Binaenaleyh bizim bütün kazançlarımız Hak
(sübhaneh-u ve teâlâ) nın bizlere verdiği sermaye sayesindedir.
Öyle olunca kazandığımızı ve yediklerimizi veren odur. Değil
mi aziz kardeşim? tabii bundan hiç de şüphemiz yoktur.
Yine Hakk Teâlâ hazretleri buyuruyor ki: “Ey kullarım!
Hepiniz çıplaksınız; yalnız benim giydirdiklerim müstesna.
Öyle ise sizde benden giyecek şeyi isteyiniz ki ben de size
vereyim. Sizlerde giyinesiniz. Sizlerin giyinmesi yukarda
arzolunduğu gibi benim vereceğim kuvvet ve kudrete
lûtuf ve ihsâna bağlıdır. Öyle ise gaflet etmeyip daime
ihtiyaçlarınızı benden isteyin.”
“Ey kullarım sizler gece ve gündüz daima hata etmektesiniz. Ben ise bütün günahları affederim. Şimdi
benden mağfiret dileyiniz ki ben de sizleri mağfiret edeyim." (Çünkü Cenâb-ı Hak Gaffar - uz Zünup. Settar - ul
Uyubdur.) Günahlar ne kadar çok olursa olsun ve ne kadar
büyük olursa olsun af istendiği takdirde o affedicidir ve bazan
da günahları hasenata da çevirir yani sevaplar da verir.
"Ey kullarım! Sizlerin bana ne zararı dokunur ne de
fâidesi .. Ey kullarım sizin evveliniz de ahiriniz de ins ve
cininiz en iyi ve en müttaki bir kişinin kalbi üzere olsanız
bu benim mülkümde hiçbirşey ifade etmez. Ey kullarım!
Yine sizin evveliniz ve ahiriniz, ins ve cininiz sizin en
facir ve en kötü kişinin kalbi üzere olsanız bu da benim
mülkümde hiç birşey noksan etmez.” Yani bütün mahlukat
cinler de dahil ister iyi ve günahsız, daima ibâdet ve itaat üzere,
isyan ve kusur etmez olsalar, bunların benim mülküme hiç
Mehmed Zahid Kotku
71
bir şey katamazlar ve bilakis yine bütün mahlukat cinler de
dahil ta Adem (Aleyhisselam)dan beri gelen kullarım ne kadar
fena, günahkar, asi olurlarsa olsunlar onların bu halleri benim
mülkümde tek birşey noksan edemezler. Zarar da veremezler.
Binaenaleyh iyilikler ve kötülükler sizin kendinize aiddir ona
göre hareket ediniz demektir.
Yine buyurur ki:
“Ey kullarım! Sizin evveliniz ve ahiriniz ins ve cininiz
gayet geniş bir yerde toplanıp benden birşeyler isteseler;
ben bunların hepsine istediklerini veririm de bu benim
hazinemden bir şey eksiltmez. Şu kadarki bir iğneyi
büyük bir denize sokup çıkarsanız o iğne denizden ne
eksiltebilir?” (tabii hiç)
“Ey kullarım! Bu ancak sizlerin amelleridir (ki ben
onları sizler için saklıyorum.) Sonra onların mükafatlarını
-Sizlere çok fazlasıyla- vereceğim. Sizden herkim defter-i
amalinde yaptığı şeyleri hayır olarak görüyorsa, Allah azze
ve celle hazretlerine hamdetsin (şükretsin) Eğer defter-i
a’malinde yaptığı şeyleri hayır işlerden gayrı görüyorsa ancak
o zaman nefsini levm etsin. Başkasına kusur ve kabahat
bulmasın.” Malum, deniz gözümüzün gördüğü ve dünyanın
dörtte üçünü kaplayan büyük bir varlıktır. İğne ise hem cilalı
ona göre o kadar da ufak birşey, denizden ne eksiltebilir. Tabiri
çok manalıdır. Hatta biraz noksanlığını farzedecek olursak ki
mümkündür. Çünkü mahdut olan belirli bir şeyden ufak bir
kıl dahi koparmak bir noksanlıktır. Lakin Allah (sübhanehu
ve Teâlâ) hazretlerinin rahmet ve keremine hudut mu vardır
ki ona noksanlık isnat edilebilsin. Binaenaleyh mülk onundur. İçindeki canlı, cansız, maden, nebat, hayvanat ve bütün
Mü’minlere Va’zlar
72
insanlar ve göremediğimiz cinniler ve mikroplar dahi hepsi
onun mahlukudur. Öyle ise bizlere yaraşan bu varlıkların
sahibi rahmet sahibi rahman ve rahim olan Allah (celle ve âlâ)
ya layık bir kul olabilmek ve daima onun rızasını kazanmağa
gayret gösteren kullarından olmağa çalışmaktır. Bu da yine
Allah Teâlâ (ve takaddes) hazretlerinin tevfikine ve hidâyetine
muhtaçtır. Onun için bizleri yaratan, her nimetini bol bol
veren Hak (sübhanehu ve Teâlâ)ya, daima peygamberimizin
rehberliği altında onun da bizlere öğrettiği duâları hatta tesbih
ve istiğfarları ve zikrini de çok ederek yalvarmamız gerektir.
Çünkü bizim kalplerimiz ve gönüllerimiz açık olmadığı için
güzel duâlar yapmaktan mahrumuz. En güzel çare gerek
Kur’an-ı Azimüşandaki duâları, gerekse Resul-i Ekrem efendimizin bizlere tavsiye buyurdukları duâları mümkün mertebe
ezberlemek veya kitaplardan okumak suretiyle devam etmek
şarttır. Mesela imam Aliyyü-l Kâri hazretlerinin (Hizbül
a’zam, Delailülhayrat ve Hadislerle duâlar) gibi hazırlanmış
kitapları vird edinip hergün okumak gerektir. Cenâb-ı Hak
cümlemizin muiyni olsun!.. amin.
Tirmizi’nin ve ibni Macenin ettiği rivayette şunlar da
görülmekte: “Ölüleriniz ve dirileriniz, evveliniz ve ahiriniz
yaşınız ve kurunuz” ta’birleriyle ifade edilmektedir. Kendisinin
çok cömert ve macid olduğunu şeref ve azamet ikram ihsanın
nihayetsiz olan ve birşey murad ettiği vakit ona ol demesi
kâfidir. Derhal olur. Duâ tam bir ibâdettir. Çünkü kişi tam
manasıyla Allahü Teâlâ'ya kendisini bağlar. Ve öylece istemeğe
başlar ve bilir ki Cenâb-ı Hak her istediğini hem bilir, hem
de kulun yalvarmasını işitir. Ve ona icabet eder. Onun için
Cenâb-ı Hakk'a hem ihtiyaç zamanlarında duâ etmek caizse de
asıl duâ her zaman ve bâhusus rahatlık zamanlarında yapılan
Mehmed Zahid Kotku
73
duâlardır. Şiddetli ve müşkül zamanlarda duâsının kabulünü
isteyen kişinin bolluk ve rahatlık zamanında çokça duâ etmesi
tavsiye edilmiştir. Bâhusus Hazreti Enes (Radyallahü anh)ın
rivayeti çok sevindiricidir:
“Cenabı Hakk'ın şöyle buyurduğunu Cenâbı Resulüllahdan işittim:
“Ey Ademoğlu sen bana yalvarıp duâ ettiğin müddetçe senin bütün günahlarını afederim, de hiç umursamam,.”
Hele Enes (Radyallahü anh)ın şu hadisi ne kadar şayanı
dikkattir: “Resul-i Ekrem (Sallahü aleyhi ve sellem) hazretleri“Duâ ibâdetin halisidir, özüdür.”
ِ
‫אد ِة‬
َ َ ْ ‫اَ ُّ َ ُאء ُ ُ ا‬
kemiğin içindeki iliktir, o olmazsa insanın hayatı sona ermiş
demektir.” buyurmuştur.
Onun için iliği olmayan koyunu kurban etmek de makbul
değildir, bu iki şeyden neşet eder.
Birincisi. Allah Teâlâ’nın emrine imtisalen ona yalvarmak
ve iltica etmektir. Bu mahz-ı ibâdettir. Ve hâlistir.
İkincisi: Görür ki necat ve kurtuluş Allah’dan gayrı
herşeyden ümidini kesip Allah (Teâlâ)ya hâlisane duâ edip
halini ona arzetmekle olur. Saâdet ve selamet yollarını da
haktan ister. İşte bu da ibâdetten sayılır Amma sevap alma
bakımından. Yoksa ibâdet etmeden duâlarla ibâdet etmiş sayılmayacağı da malumdur. Yalnız duâ da şu vardır ki kulunu
Cenâb-ı Mevlaya yaklaştırır. Bu da tâatin aslıdır. Zira insan
kendisinin aciz olduğunu idrak edip Mevlasına iltica ile ona
takarrüb etmeğe çalışırsa ki, bu da tâatın bir nev’idir. Fakat
Mü’minlere Va’zlar
74
asıl tâat Allah Teâlâ’nın emrettiği ibâdetleri sünnetleriyle
beraber güzelce yapmaktır. Zira ibâdetsiz duâlar makbul-i
ilahi olamaz. Ve ibâdet ettiği müddetçe de Allah Teâlâ’ya
yalvarıyor demektir.
Duâların en güzeli, namaz kılarken okuduğumuz Kur’an
âyetleri ve ondaki duâlardır. Mesela Tahiyyattaki duâmız namaza başlarken okuduğumuz Sübhaneke ve Fatiha sureleri
tam bir duâdır. Kunut duâlarımız.
ِ
ِ
ِ ِ
ِ ِ
‫اب‬
َ َ َ ‫َر َّ َא آ َא ا ُّ ْ َ א َ َ َ ً َو ْا َ ة َ َ َ ً َو َא‬
ِ‫ا َّאر‬
Daha buna benzer ne kadar çok duâlar vardır ki biz bunları
hep namazlarımızda okuruz. Birde namazlarımızdan sonra
ayrıca tesbih ve duâlarımız daha vardır ki, en makbul duâlardır.
Bir de şu var ki Kur’an-ı Azimüşşanı okumağa devam eden
kimse her ne kadar hacetlerini Cenâb-ı Hakk'a arzetmeğe
vakit bulamasalar bile. Hazreti Allah (Sübhanehü ve Teâlâ)
kulunun hacetlerini o istemeden isteyeceklerinin en alâsını
verir. En güzel bir şekilde ihsan eder. Onun için İnsan bütün gücüyle gece gündüz demeyip Kur’an-ı Azimüşşan’ın
tilavetine devam etmelidir. Her ne kadar onun manalarını
anlayamasak da Allah (Teâlâ)nın kitabı olmak münasebetiyle
onu okumağa devam etmek en büyük saâdet ve iki cihanın
selâmetidir. Kur’ andaki ilk nazil olan âyet de: Alâk suresi
değil mi? İkra, “oku”
‫ِا ْ ْأ‬
َ
demektir. Binaenaleyh okuna-
cak çok şeyler varsa da en güzeli Kur’an-ı kerimi tecvid ile
birlikte güzel bir şekilde okumaktır. Bunun sevabına başka
Mehmed Zahid Kotku
75
bir şeyle erişmek mümkün değildir. Onun için evvelâ kendin, sonra ailen ve çocukların da üzerinde titizlikle dur, ne
pahasına olursa olsun öğren ve öğret ve öğrendiklerinle de
amel etmeğe çalış.
Et - Tergib ve't-Terhib’in 482. sahifesindeki 24 numaralı
hâdis de çok ehemmiyetli olduğundan onu da yazmadan
geçemiyeceğim: Cenâbı Peygamber efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) buyuruyorlar ki:
“Ey Ümmet-i Muhammed, sizi düşmanların şerrinden
necat verip kurtaran ve sizi onların ezalarından emin kılan ve rızıklarınızın bollanmasına ve genişlemesine sebep
olan şeye delalet edeyim mi? Gece ve gündüz daima Allah
Teâlâ'ya yalvarınız, duâ ediniz. (Ve ondan maddi ve manevi
ihtiyaçlarınızı isteyiniz) Çünkü duâ muhakkak müminin
silahıdır.”
Duânın şartlarından birisi de duâ etmezden evvel abdest
alıp, hiç olmazsa iki re’kat namaz kılmak, tevbe-i nasuh ile
tevbe etmek,
َ ْ َ ‫אن َر ِّ ْا‬
َ َ َ ُْ
diye başlamak zikrullah
ve tesbihler çekmek... Çokça salat ve selam getirmek,
ُ ْ َ ْ ‫َ ُ َ ُ ا ْ ُ ْ ُכ َو َ ُ ا‬
ِ ‫ٍء‬
ٌ َ ْ َ
‫َ ُه َ َ ِ َכ‬
ِ ّ ‫ُ َ َ َ ُכ‬
ِ ِ
ْ ‫َا َ َ ا َّ ا َّ ُ َو‬
‫َو‬
deyip sonra duâya başlamak. Ve duâdan sonra yine tesbih ve
salat’u selamlarla duânın kabulünü beklemek ve duâyı daima
tekrar etmekten çekinmemek lâzımdır.
DUÂLARDAN EVVEL
OKUNULACAK KELİMELER
Bir adamın şöyle dediğini Rasulüllah (Sallahü Aleyhi
Vesellem) efendimiz işittiklerinde buyurdular ki:
— Sen ism-i a’zam ile istedin. O ismi a’zam ki onunla
ne istenilirse verilir. duâlar kabul olunur. duâ şudur:
َّ ‫اَ َّ َכ اَ ْ َ ا َّ ُ َ ِا َ َ َا‬
ِ
ْ ‫َ ْ َو َ ْ ُ َ ْ َو َ ْ َ ُכ‬
ٌ ً
ُ َ ْ َ‫َا ْ َ ُ َכ ِאَ ِّ ا‬
‫ُ ا َّ َ ُ ا َّ ِ ى‬
َْ
‫َ ُ ُכ ُ ً ا َا‬
— Yine racül bir kişi şöyle diyordu:
‫َא َذا ْ َ َ ِل َو ْا ِ ْכ ِام‬
َ
ِّ ‫اَ َّ ُ َّ ِا‬
َ َ ‫َا ْ َ ْا‬
Mü’minlere Va’zlar
78
— Resul-i Ekrem (Sallallahü Aleyi ve Sellem) efendimiz:
“Senin duâna icabet olunmuştur. Hacetlerini Allah
Teâlâ’dan dile” buyurduğu Hâkim Ebu Ümame (radiyallahü
anh)den rivayetinde:
َ
ِ ِ ‫אاَر ا ا‬
َّ َ َ ْ َ
“Allah Teâlânın bir takım melekleri vardır ki her kim kaç
kerre (Ya erhammerrahimin)derse melek derki. “Erhammerrahimin olan Allah celle ve alâ sana ikbal eyledi, istediklerini
dile” buyurulmuştur.
Yunus (aleyhisselam)ın Kur’ an-ı azimüşşanda beyan
buyurulan duâsı da pek meşhurdur.
َ
ِ ِ
ِ ِ ‫א َ َכ ِا ِّ ُכ ْ ِ ا َّא‬
َ ُ
َ ْ َ َ ْ ‫َا َ َ ا َّ َا‬
“Senden başka ilah yoktur. Sen eksiklerden uzaksın,
yücesin, ben zalimlerden oldum.” (el-Enbiya, 87)
Bu duâyı herhangi bir müslim kişi okursa mutlaka duâsı
kabul olur. Bir kişi -duânın kabulü Yunus (aleyhisselam)a mahsus
değil mi?- diye sormuş da Cevaben Cenâb-ı Peygamber âyet’i
kerimenin alt kısmındaki
َ
ِ ِ ْ ْ‫ا‬
ُ
ِ ْ ُ ‫َو َכ ٰ ِ َכ‬
“İşte
biz insanları böyle kurtarırız” (el-Enbiya, 87) âyeti kerimesini
okuyarak, gerek duânın kabulü ve gamlardan kurtulmak bütün
müminlere şâmil olduğunu beyan buyurmuştur.
Aişe (Radiyallahü anha) validemizden bir rivayette bir
kul:
Mehmed Zahid Kotku
79
— Yarabbi Yarabbi! Yarab, diye Cenâb-ı Hakk’a seslenirse Cenâbı hak derhal
— (Lebbeyk) Kulum iste: İyi bilki istediğin verilecektir.
Bir rivayette “Rab kelimesi Allah Teâlâ’nın büyük
isimlerindendir”,buyurulmuştur. Secdelerde, ve beş vakit
namazın arkasında ve gece yarısından sonra yapılan duâlar
makbul duâlardır. Müslim hazretlerinin Ebu Hüreyre (radiyallahü anh)den olan rivayetinde:
“Kulun Allah celle ve âlâ hazretlerine en yakın olduğu
zaman secdede olduğu zamandır. Binaenaleyh o anda
duâyı çok ediniz” buyurulmuştur.
َ ْ َ ‫אن َر ِّ ْا‬
َ َ َ ُْ
Farz namazların secdelerinde üç veya beş kere tesbih etmek
(sübhanerabbiyel alâ) demek kâfidir. Nafile namazların secdesinde ise istediğin kadar uzatabilir ve duâlar edebilirsin.
Zira secde kulun gösterdiği en son bir Allah'ın huzurunda
güçsüzlüğünü ve acizliğini kabul etme alameti olduğu gibi sahibinin de ihlâsının kuvvetine delalet eder. Kulun Allah Teâlâ’ya
en yakın olduğu zaman onun secdedeki halidir. Binaenaleyh
en çok duâ edilecek bir yer ve bir zamandır gaflet olunmaması
lâzımdır. Bâhusus bu secdeler gece yarısından sonra olursa
daha makbuldür. Buhari, Müslim, Tirmizi ve Malik’in Ebu
Hureyre (Radiyallahü Ahn)dan bir rivayetlerinde,
"Cenab-ı Hak (Zülücelal vel ikram) hazretleri her gece
gecenin sonunda duâ edenlerin duâsını kabul edeceğini,
birşeyler isteyenlerin istediklerini vereceğini, mağfiret iste-
Mü’minlere Va’zlar
80
yenleri de mağfiret edeceğini" beyan buyurmuştur. Bununla
beraber bu gibi hacetleri olanlara “Yok mu isteyen vereyim;
duâ edenlere icabet edeyim: mağfiret talep edenlere mağfiret edeyim!” diye sabaha kadar nida etmektedir. Yine kulun
Cenâb-ı Hakk’a en yakın olduğu vakit gece yarısından sonra
herkesin uykuda ve gaflette olduğu bir zamandır ki gücün
yeterse o zamanda Allah (Teâlâ)yı zikredenlerden ol. Çünkü
duâların en makbul olduğu zaman gecenin sonu yani bizim
sahur ettiğimiz veya biraz daha evvelki vakittir. Bir de beş
vakit farz namazların arkasından yapılan duâlar da sonderece
makbul ve müstecaptır. Sonra şunu da iyi bil ki, duâlar mutlaka
kabul olurda yalnız acele etmemek lâzımdır. Ve sakın deme
ki, ben bu kadar duâ ettim de istediklerim olmadı diye duâyı
bırakma. Ya bilmediğimiz bazı sebeplerden naşi gecikecektir,
veya onun yerine daha âlâsı âhirette verilecektir, veya onun
yerine başa gelecek bir kaza gelmeyecektir. Yani bir felaketin
önlenmesine sebep olacaktır. Bir de duâ ederken öyle hazırlanmış kâfiyeli ezberlenmiş sözlerle yapılan duâları da Allah
(Celle ve A’la) Hazretlerinin kabul etmediğini bil, gönlünde
o duâda hazır olmasıdir. Yani gafletle yapılmamalıdır. İçinde
samimiyet ve ihlas ile hatta gözyaşları akıtarak yapılan duâlar
son derece makbul ve müstecaptır.
Duâya başlarken dikkat edilmesi lâzım gelen usuller:
1- Evvela Cenâb-ı Hakk'a hamd-ü sena ve Esma-i Hüsna
ile
َ
ِ ِ ‫א َا ُ א ُ א َ אح א َار ا ا‬
َّ َ َ ْ َ ُ َّ َ َ َ َ َ َ
“Ya Ehad!
Ya Samed! Ya Fettah! Ya Erhamerrahimin!” ve sair
Mehmed Zahid Kotku
81
buna benzer isimlerle ve Resûlullah efendimize salat
ve selam ile başlamak.
2- Seher vakitlerini, namaz vakitlerini, Ezan-ı Muhammedi
okunduğu zamanları gözetmek.
3- Sadakalar ve hayırlı işler işlediği ve namazdan sonraki
vakitleri tercih etmek.
4- Acele etmemek şartıyle, rıfk ve mülayemetle ve edep ile
istemek ve kabul olacağına inanmak.
5- İntikam hissiyle ve müslümanlara eza verecek bir tarzda
duâdan sakınmak, velevki kendi menfaati için olsa dahi
ve bütün günahlardan ve ezalardan sakınmak gerektir.
6- Dileğini çok yapmak ve ümidini kesmemek ve Allah
(Teâlâ)nın yardımını gözlemek.
7- Ellerini semaya doğru açıp edep ile istemek. Hatta bazan
koltuklarının altı görünecek derecede kaldır ve sakın
gözlerini semaya doğru dikme. Çünkü Allah (celle ve
âlâ) mekândan münezzehdir.
8- Kalbini de hazır edip gönül uyanıklığı ile duâ etmek ve
başka şeyler düşünmemek (Yani emirlerini yapmak ve
yasaklarından son derece kaçınmak ki; günahların hepsi
dahildir. Bunlar yapmadan gönül uyanıklığı katiyyen
olmaz.)
9- Kin, gadap, haset, şöhret ve şehvetten âri olarak, kötü dil
uygunsuz sözler kavga ve gürültülerden de uzak olmak
gerektir. Ve hem de gerek kendi veya malı veya maiyetindekilerin aleyhinde duâ etmemek.
10- Ana ve babasının rızasını almak onları hoşnut edip kızdırmamak ve onların duâsını almak. Mazlumun bedduâsından
Mü’minlere Va’zlar
82
korkmak çünkü mazlumun duâsıda reddolunmaz. Yani
kabul olunur demektir. Bu hususda şairlerin de birçok
şiirleri vardır. Onun için kim olursa olsun zulüm etmemek
gerektir. Üç duâ vardır ki katiyyen reddolunmaz; 1. Mazlumun duâsı, 2. Misafirin duâsı, 3. Valideynin evladına
duâsıdr. Ve bir de kardeşlerin birbirlerinin arkalarından
yaptıkları duâlardır.
Zira duâ kul ile Hâlik-i (Zülcelal) arasında rabıtadır. Ve
bu suretle Hâlikına her zaman ve her yerde muhtaç olduğunu
idrak ederek ona sarılmasının yegane yolu, onun emirlerine
imtisal ile birlikte yine tam manasıyla kurtulamadığını görüp,
(Aman Allahım beni bana bırakma, bir göz yumup açacak
kadar olsa dahi) diyerek tazarru ve niyaza başlar...
İşte bu sefer yaptığı ve yapacağı yalvarmalar Cenâbı
Hakkın ind-i manevisinde büyük lütuflara nail olmasına sebep olur. Bu sebeptendir ki Cenâbı Peygamberimiz (Sallahü
aleyhi vesellem) hazretleri de her gün yetmiş defa ve daha
ziyade istiğfar ederlerdi. Halbuki kendisinin gelmiş ve gelecek
günahlardan müberra olduğu halde ve affedildiği kendisine
tebşir edildiği halde, yine istiğfarlarını terk etmezler idi. Bizlere
de lâyık olan hergün sabah ve akşam istiğfarlara ve duâlara
devam etmektir. Bizlerin günahı ne kadar çok olursa olsun
af ve mağfiret ve rahmet-i İlahiyenin yanında zerre olamaz.
Çünkü Rahmet-i İlahiye o kadar geniştir ki akıl ve havsalamız
onu idrake kâfi değildir. Dünyanın başından sonuna kadar
gelen bütün mahluklar gerek insan olsun gerek cinnisi, yaşı,
kurusu ölüsü ve dirisi küçüğü ve büyüğü iyisi; kötüsü en iyi
bir kalp sahibi gibi, en iyi melekler gibi olsalar Cenâbı Hakk’ın
mülküne hiç birşey ilave edemedikleri gibi; yine bunlar en
şaki, kötü,fena kalpli şeytan gibi olsalar yine Cenâb-ı Hakk’ın
Mehmed Zahid Kotku
83
mülkünden bir şey eksiltemezler. Ve yine bu kadar mahlukat hep bir yere toplanıp Cenâb-ı Hakk'tan bir şey isteseler,
hepsine verir yine mülkünden rahmetinden bir şey eksilmez.
Mesela; büyük denizlere bir iğne sokulsa veya bir adam o suya
girse o sudan ne eksiltebilir? Tabii hiç demekten başka bir
şey denemez. Öyle ise ey mü min-i müvahid kardeş, daima
Cenâb-ı Hak’tan mağfiret dile ki, afvü mağfiret olunasın.
Ve ihtiyaçlarını her zaman ona arzet ki, korunup muhafaza
olunup sayısız nimetlerine mazhar olasın.
Bir seferde iken Cenâb-ı Peygamber efendimiz
ِ
َ َّ ‫اَ ْ َ ْ ُ ا‬
dediler. Biz de istiğfar eyledik. Buyurdular ki:
— Bu istiğfarı yetmişe tamamlayınız.
— Biz de tamamladık. Buyurdular:
— Erkek ve kadın hiçbir kul yoktur ki günde yetmiş
kere istiğfar ederse mutlaka Cenâb-ı Hak onun yediyüz
günahını mağfiret eder.
Günde yediyüzden fazla günah işleyen elbetteki haib-ü
hasir olacaktır. Adem (Aleyhissellam)’ın istiğfarları ise cümlece
meşhurdur. Lakin bu duâyı ona Cenâb-ı Hak telkin buyurmuştur. duâ da şudur ve Kur’an-ı Kerim de de yazılıdır. duâ
kitablarına da geçmiştir.
َ
ِ
ِ
ِ
َّ َ ‫َر َّ َא َ َ ْ َא َا ْ ُ َ َא َوا ْن َ ْ َ ْ ْ َ َא َو َ ْ َ ْ َא َ َ ُכ‬
ِ
َ ِ ‫اْ َא‬
Mü’minlere Va’zlar
84
“Rabbimiz biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz
ve bize acımazsan, muhakkak ziyana uğrayanlardan oluruz.”
(el-A'raf, 23)
Ve bir duâsı da şudur:
ِ
ِ َْ
ِ
ُ ْ َ َ ‫ْ َك َ ْ ُ ُ ًءا َو‬
‫ ُ َ א َ َכ‬U َ ْ ‫َא ِ ِ َ َ ِا َ َ ِا َّ َا‬
ْ
ِ ‫َ ْ ِ َ אر‬
ُ ْ َ َ ‫ُ ُ ًءا َو‬
ْ َ ْ
‫ ُ َ א َ َכ ا َّ ُ َو ِ َ ْ ِ َك‬U َ
ْ
َّ
ِ َْ
ُ
َُ ‫َ ُ ْ َ َ َّ إ َّ َכ َا ْر‬
َ ْ َ‫ِ َ َ ِا َ َ ِا َّ ا‬
َ ِ ‫ُ ْ َ א َ َכ ا َّ ُ َّ َو‬
ْ ‫َ א ْ ِ ْ ِ ِا َّ َכ َ ْ ُ ا‬
ْ ِ َ ‫ا َّ ُ َّ َو ِ َ ْ ِ َك‬
ِ ِ ‫ِا َّ َכ اَر ا ا‬
َّ ُ َ ْ
ِ
ْ َ َ ‫َ ْ ُ ُ ًءا َو‬
ِ‫ا ا‬
َّ
Günahlarından şikayet maksadiyle “Va zünübah! va zünübah!”
diye huzur-u Resulüllah’a bir kişi geldi ve bu sözünü birkaç
defa tekrarladı. Bunun üzerine Resulüllah (Sallallahü aleyhi
vesellem) buyurdular ki:
ْ
ِ
ِ
ِ
ٰ ‫اَ َّ ُ َّ َ ْ َ ُ َכ اَ ْو َ ُ ْ ُذ ُ ِ َو َر ْ َ ُ َכ اَ ْر‬
ِ
َ َ
“Allah'ım! Senin mağfiretin, bağışlaman, benim günahlarımdan çok daha geniş; rahmetin de amelinden daha çok
ümit vericidir.”
de. Sonra bunu üç kere söylettiler ve buyurdular ki:
Mehmed Zahid Kotku
85
— Haydi kalk muhakkak Allah Teâlâ seni mağfiret
eyledi.
İnsanoğlu bâhusus Müslümanlar Cenâbı Hakk'a duâ
edip yalvarırlar ve ümitlerini kesmezlerse, Hak (Sübhanehu
ve Teâlâ) hazretlerinin onların bütün hatalarına hiç bir
kıymet vermeden af ve mağfiret buyuracaklarına hiç şek ve
şüphe yoktur. Eğer bu günahlar bulutlara kadar ulaşsa da
sonra bana duâ edip istiğfar eylese yine mağfireti ilahiyeye
mazhar olacaktır. Ve yine bu günahlar yerleri dolduracak
kadar çok olsa dahi şirk koşmadıkça istiğfar ederek bana
mülâkî olursa ben de ona o kadar çok mağfiretle karşılarım.
Şirk çok büyük bir günahtır. Her günah af oluyorda şirk
af olmuyor. Taki şirkten vazgeçene kadar. Cenâb-ı Hakk’ın
işlerine karışmak da bir şirktir.
Şeytan-ı (aleyhillane) Allah'ın kullarını (sağ oldukları,
Ruhları, cesetlerinde bulunduğu müddetçe) iğfal edip azdıracağını ve dalalete düşüreceğini söyleyince:
“İzzet-i celalim hakkı için onlar istiğfar ettikleri müddetçe
ben de onları mağfiret edeceğim” buyurmuşdur ki kul daima
Cenâb-ı Hakk'a iltica edip sığınsın.
Malum ya çobanların koyunlarını bekleyen köpekleri
vardırki insanı hayvanı parçalarlar. Şeytan da tıpkı bu köpek
gibidir. Köpekten kurtulmak için çobana bağırır köpeklerden
beni kurtar dersinde, şeytandan kurtulmak için Allahu (Teâlâ
hazretlerine) yalvarabilirse hiç şüphesiz Allahü (celle ve âlâ)
da onu korur, ve muhafaza eder sen de selameti bulursun.
Binaenaleyh dertler pek çoktur. En mühimi günahlardır
şifalar da çoktur en güzel şifa günahlara tevbedir. Onun için
tevbenin şartları vardır. İlaçların şartları olduğu gibi en önce
Mü’minlere Va’zlar
86
pişmanlıktır. Bu pişmanlık içerden gelmedikçe dilin tevbe
etmesi faide vermez pişmanlığın gönüle gelmesi için evvel
emirde daima çok zikiredip çokça da düşünmek lâzımdır.
Evet dünyaya bir tarafdan gelip, bir taraftan gitmekte olan
bu insan akibetinin sonu nedir? Bu hususta Kur’an-ı Kerimde
yazılı olan âhiret hayatı hakkındaki bilgileri ve Rasulüllah
(sallallahü aleyhi vesellem) Efendimiz hazretlerinin ölümden
sonrası için bildirdiklerini iyi düşünüp ona göre harekatı tanzim
etmek gerektir. Ölümden sonra başına gelecekleri insan biraz
düşünse, yine nedamet için kâfidir. Mesela azaba müstehak
bir insanın öldükten sonra kabrinde hergün sabah ve akşam
vakitleri cehennemdeki yerlerini görmesi acaba yetmez mi
dersiniz? Bu ne felakettir. Sakın yavrum aldanıpta biz orada
çürüyüp toz toprak olduktan sonra bu nasıl olur deme. Allahü
(teâlâ)nın gücü, kuvveti iradesi takdiri öyle senin benim gibi
kişilerin anlayacağı güce göre bir şey değildir. Atom denilen
bir zerredeki kuvveti bu gün gözümüzle görüyoruz da bu
kuvveti bu kudreti bir zerrede halkeden Allah (celle ve âlâ
Hazretleri) senin dağılan vücudunun zerrelerinde o azabı
hissedip tadacak bir kuvvet bir kudret bir hayat halkedemez
mi, ne dersin? Şu ucu bucağı bulunmaz semanın hilkatine
iyi bak. Ayları, yıldızları, güneşi vs. si ile tepemizdeki gök
kubbeyi ne güzel süslemiş ve bu arada bize ışıklarını vererek
hayatımızın idamesine vesile olmuşlardır. Sakın bunlar da
tabiatın eseridir diyerek, büyük bir hataya düşmeyesin. Bak
bugün bu insanlar elleriyle yaptıkları füzeleri içindeki adamları ile kazma kürekle beraber aya gönderiyorlar. Hem gidip
taşından toprağından alıp geliyor. Şimdi sen buna -tabiatın
eseri- diyebilir misin. Nasıl diyeceksin; yapan meydanda...
Koca, muazzam fabrikalar çalışıyor. Mühendisler ölçüp bi-
Mehmed Zahid Kotku
87
çiyorlar ve günün birinde fırlatıp atıyorlar. Günlerce gidip
yine gelip yerine iniyor. Haydi, de bakalım tabiatın eseri!..
Efendim böyle saçma sözlere inanma. İşte şu gördüğün koca
kürenin ve içindekilerin yapıcısı, icatcısı herşeyi çok güzel
hesaplamış, hiç yanlış yok. Bir sahibi var: O da Allahü (Teâlâ
ve tekaddes hazretler)idir. Aya gidip gelen bir füzenin kendi
kendine gidip geleceğine inanmıyorsun da, sonsuz bu aleme
ne cesaretle tabiat diyecek kadar cür’etkarlık gösteriyorsun?
Bu ise hamakatin ta kendisidir.
İstiğfar haddizatında o kadar mükemmel ve muazzam
bir duâdır ki; emsali yok dense caiz. Herkim istiğfara devam
ederse Cenâb-ı Hak onu bütün kederlerinden gamlarından
hatta dertlerinden kurtarıp selamete erişdirir. Ve her darlık
ve sıkıntılarından halas eder ve hiç ummadığı yerlerden ona
rızıklar gönderir
ُ َْ
ْ
ِ
ُ ْ ‫َو َ ْ َ َّ ِ ا َّ َ َ ْ َ ْ َ ُ َ ْ َ ً א َو َ ْ ُز‬
ِ
ُ َ ْ ََ
“Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona işinde bir kolaylık
yaratır. ve onu ummadığı yerden rızıklandırır.” (et-Talâk, 2-3)
Bu âyet-i kerime mucibiyle her kim amel etse, Dünya ve
Âhiret saâdet ve selâmetlerine nail olurlar. Bu âyet-i kerime
ile amel olunsa bütün insanlara yeter. Hazreti Avf’un oğlu
düşmana esir olmuş babasıda Resulüllah efendimize şikayette
bulunmuş Cenâb-ı Peygamber efendimiz:
“Allahtan kork ve
ِ َّ ‫و َ َل و َ ُ َة ِا َّ ِא‬
َّ َ ْ َ َ
i çok oku”
buyurdular. O da buna devam etti. Az bir zaman sonra oğlu
Mü’minlere Va’zlar
88
yüz kadar deve ile evlerine avdet ettiler. Bir rivayette birçok
ganimetlerle ve mallar ile geldiler. Cenâb-ı Hak murad edince
herşey mümkün olur. Binanaleyh “defter-i amalinde çok
istiğfar bulunan kimseye müjdeler olsun” buyurulmuştur
. Kendisini Dünya ve âhiret süruru içersinde görmek isteyen amel defterlerinde istiğfarını çok eylesin. Herhangi bir
müslüman bir günah işlerse melek onu üç saat yazmaz
bekler; eğer bu müddet içinde günahından tevbe ederse o
günah onun defterine yazılmaz ve ondan dolayı kıyamet
günü azap görmez.
Bütün kalplerin muhakkak bir paslanması vardır. Bakırların paslandığı gibi. Ve bunun pasını silen şey ise istiğfardır.
Bu paslar günahlardır. Zikrullah ve istiğfara devam, bu pasları
silip gönülleri cilalandırır. Bu suretle de ibâdet ve tâata zevk-ü
şevki artar. Gönlü nurlanır. Artık günahlardan da korkup
kaçar. Zira aydınlık olan yerde pislik bulundurulmaz. Pislikler
ise ekseriya karanlık yerlerde olur. Herkim
‫ِا َّ ُ َ ا ْ َ ا ْ َ ُّ َم َو َا ُ ُب‬
َّ
ِ َ ‫ِا‬
ْ
ِ
ِ
ِ
َ َ ‫َا ْ َ ْ ُ ا َّ َ ا َّ ى َا‬
derse mağfiret-i ilahiyeye mazhar olur. Hatta harp meydanından korkup kaçmış olsa bile... (Et-Tergiyb ve Terhib
c. 2, S. 470) 12 nolu hadis).
Risale-i Kuşeyriyede, 141. sahifede duâ kısmında da şöyle
buyrulmaktadır: “Duâ ibâdetin muhhi; yani özü halisi
beyni gözü ve iliği” manalarını taşımakla bize çok şeyler
öğretmektedir. Malum ya kemiklerin içinde ilik kalmazsa
artık ölüm yaklaşmış demektir. O kimse de veya o hayvanda
Mehmed Zahid Kotku
89
hayır yok demektir. Bundan dolayı iliği kalmayan bir hayvanı
kurban bile caiz değildir. Bundan başka duâ:
a- Hacetlerin anahtarı,
b- İhtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını temin edip rahata kavuşturucu,
c- Muztar kalan zavallıların melcei,
ç- Ümitsizlere ümit bahş eden; şefkat ve merhamet kaynağı
(menbaı) dır.
Herkesin, zengin, fakir, dertli, dertsiz bütün ihtiyaçlıların
ihtiyacını görüp; tükenmez hazinesinden herkesin istediğini
veren bir kaadir’i mutlak, Hay. Kayyum olan Allah (celle
şanühu)dur. Derviş vari yaşamakta büyük bir nimettir,
eğer saltanat sahipleri hükümdarlar bizim nail olduğumuz
devleti bilmiş olsalar ordularını üzerimize sevk edip bunu
da elimizden almaya çalışırlar. Fakat ne yazık ki o mağrur
saltanat sahipleri gaflet içersinde derin bir uykuya dalmış
olduklarından bu gibi şeyleri düşünmeğe bile lüzum ve ihtiyaç görmezler. Ve Cenâb-ı zül Celal hazretleri de Kur’an-ı
Keriminde duâ etmek ihtiyacını duymayan bedbahtları zem
buyurmuştur.
Sehl bin Abdullah der ki: Cenab’ı Hak sübhanehu ve
Teâlâ halkı yarattıktan sonra onlara hitaben: “Benden necat
isteyiniz eğer bunu yapamazsanız benim kuvvet, kudret ve
kemal sıfatlarıma bakınız, bunu da yapamazsanız benim
kelamımı kitabımı Kur’an’ımı benden dinleyiniz. Bunu
da yapamazsanız benim kapımda bekleyiniz. Bunu da
yapamazsanız hiç olmazsa artık hacetlerinizi bana bildiriniz” buyurmuştur. Duâların kabul olunmasına en yakını
hâlen olan duâdır o da zaruret içerisinde kıvranan kimselerin
Mü’minlere Va’zlar
90
duâsıdır. Onun için hastaların, gariplerin, muhtaçların, misafirlerin, kimsesizlerin, harp esnasında sıkışan askerlerin duâları
müstecaptır. Abdullah isminde bir zat der ki:
“Bir gün bir kadın Cüneyd hazretlerine geldi ve oğlunun
gaip olduğundan bulunması için duâlarını rica ettiler. Cüneyd
hazretleri de.
— Git ve sabreyle, dediler.
Kadın ise müteaddit defalar gelip aynı ricada bulundu
ise de, Cüneyd hazretleri de aynı şekilde sabr’ı tavsiye ediyorlardı. Nihayet birgün kadın gelip artık sabrım takatım
kalmadı her şeyim tükendi ne’ olur lutfedip merhamet edip
evladımın bulunması için duâ ediniz deyince “hadi kadın
evine git çocuğun evine gelmiştir” buyurdular. Etrafında
olanlar Cüneyd'e sordular ki
— Bunu nereden anladınız. Buyurdular ki:
‫اَ َّ ْ ُ ِ ُ ا ْ ُ ْ َ ِا َذا َد َ ُאه َو َ ْכ ِ ُ ا ُّ َء‬
َّ
“Yahut duâ ettiği zaman darda kalmışsa kim yetişiyor da
kötülüğü (onun üzerinden kaldırıp) açıyor. Ve sizi (eskilerin
yerine) yeryüzünün hakimleri yapıyor.” (en-Neml, 62)
ayet-i kerimesinde buna açık işaret vardır. Sıkıntıya düşenler
Allah Teâlâ'ya candan halisane duâ ettikleri vakit muhakkak
ki duâları kabul olunur. Sonra kadın Cüneyd hazretlerine
gelip teşekkür etmiştir.”
DUÂ HUSUSUNDAKİ İHTİLAFLAR
Bazı ilim sahipleri, duânın aynı zamanda ibâdet olması
hasebiyle duâ etmek efdaldir demişler; zira duâda Allahu
(Teâlâ) nında hakkı vardır. Eğer duâsına icabet olunmasa
bile hâlikın hukukuna riayeten duâ efdaldır. Çünkü kulun
duâda kulluk ihtiyacını hâlikına duyurmak ve aradaki irtibatı muhafazası vardır, demişlerse de; bazıları halini saklayıp
sükut etmek ve Hakkın ceryan eden takdirine teslim olup
boyun bükmek, rıza göstermek daha efdaldir demişlerdir.
Vâsıtî hazretleri de “Hakk'ın, kendi hakkında cereyan eden
hükmüne rıza ve teslimiyet; başa gelen her türlü zaruret
ve ihtiyaçlara karşı gelip durmaktan daha hayırlıdır.” der.
İbâdetler, Kur’an okumalar, zikrullah yapmak suretiyle Cenâb-ı
Hakk'a ihtiyaçlarını arzetmeğe vakit bulamayanlara. “Ben
onlara isteyenlerin istediklerinden daha a’lasını veririm,”
Mü’minlere Va’zlar
92
buyurduğunu Cenâbı Peygamber efendimizden hadis’i kudsi
olarak nakil etmiştir.
Bir kısım ulema da, “Kişiye lâyık olan, diliyle duâ edip
kalbiyle de haline razı olmak suretiyle ikisini de cem etmesidir.”
demişlerdir ki en doğrusu da böyle olmak gerekir. Bununla
beraber vakitler, zamanlar, haller her zaman herkesde bir olmaz. Daima muhteliftir. Bazı hallerde duâ sükuttan efdaldir;
bazı ahvalde ise sükut duâdan efdaldir. Edep ise her ikisinin
haline göre harekettir. Zira, zamanın ilmi zamanında hasıl
olur. Binaenaleyh kalbinde hangi zamanda hangisine işaret
olunursa ona göre hareket etmek edep icabıdır. Sükûta işaret
varsa sükût evladır. duâya işaret varsa duâ etmek edeptendir.
Asıl hüner kulun Allahu Teâlâ ve tekaddes hazretlerinden hiç
bir zaman gafil olmamasıdır. Bâhusus duâ ederken ve birde
duâsında müslümanların fâidesi için veya Hakk(sübhanehu
ve Teâlâ)’nın hakkıçünse duâ etmek evladır. Eğer duâsı kendi
nefsinin hazzı içinse evla olan sükûttur. Sonra şunu da bilmek
gerektir ki, Allah(Teala ve tekaddes hazretleri) sevidiği kulunun
duâsını hikmeti iktizası te’hir eder. Ve Cibril (aleyhisselam)
a der ki “benim bu kulumun isteklerini verme (zira ben
onun duâ edip yalvarmasını seviyorum.” Bilakis sevmediği
kulların duâsında, “istediklerini veriniz çünkü ben onların
yalvarmasını sevmiyorum”... Hikaye olunur ki...
Yahya b. Said, isminde bir muhterem zat rü’yasında
Cenâb-ı Hakk’ı görmüş.”
“Yarab sana ne zamandan beri yalvarıyorum da istediklerimi vermiyorsun.” demiş. Cenâb-ı Hak da,
“Ya Yahya, çünkü ben senin sesini, yalvarmanı seviyorum,
verirsem bir daha yalvarmazsın ki.” Çok dikkate şayandır...
Allah (Teâlânın) gadap ettiği bir kul Allah (Teâlâ’ya) yalvarır.
Mehmed Zahid Kotku
93
Cenâb’ı Hak ondan iraz eder, tekrar yalvarır yine iraz eder.
Yine yalvarmağa istemeğe devam edince meleklerine buyurur
ki “Kulum benden gayrısına duâ etmekten çekindi. işte
bende onun duâsını kabul edip istediklerini verdim.”
Malik b. Dinar, Enes b. Malik’den bir vâkıa nakletmektedir: “Medine-i Münevvere ile Şam arasında ticaret yapan
bir zat kafileye iltihak etmez. Hakk'a tevekkül edip yalnız
başına mallarını götürürmüş. Bir seferinde Şam’dan Medine-i
Münevvere’ye giderken yolda hırsız eşkiyalar bunu yakalamışlar!
Mallarını alıp kendisini öldüreceklerini anlamış. Kurtulma
çaresi de bulamayınca,
“Müsade edin de bir abdest alıp namaz kılayım da sonra
ne yaparsanız yaparsınız.” demiş. Eşkiya da müsaade etmiş.
Abdest alıp dört rekat namaz kıldıktan sonra (Ya ved'ud... )
ُ ِ ْ ُ ‫ود َא َذا ْ َ ْ ِش ا ْ َ ِ ِ َא‬
ُ ِ ُ ‫ئ َא‬
ُ ‫ود َ َאو ُد‬
ُ ‫َ َאو ُد‬
‫אن‬
ٌ َّ َ ‫َא‬
َ ‫ اَ ْ َ ُ َכ ِ ُ رِ َو ْ ِ َכ ا َّ ِ ى َ َ اَ ْر َכ‬. ُ ِ ُ ‫אل ِ َ א‬
َ َ ‫َ ْ ِ َכ َو َا ْ َ ُ َכ َ ُ ْ َر ِ َכ ا َّ ِ ى َ َّ ْر َت ِ َ א‬
َّ ‫َ ْ ِ َכ َو ِ َ ْ َ ِ َכ ا َّ ِ ى َو ِ َ ْ ُכ َّ ّ ْ ٍ َ ِا َ َ ِا‬
ِ ْ ِ َ‫اَ ْ َ א ِ ُ اَ ِ ْ ِ א ِ ُ ا‬
ُ َ
ُ َ
diye üçkerre bu duâyı okumuş. Bir de baksa ki bir adam
yeşil elbiseli, elinde bir de mızrak ile hışım gibi geliyor ki
onu gören hırsız eşkiya şaşkın bir halde ona karşı koymak
istemişse de ona vurduğu bir darbe ile atından düşürmüş ve
o mal sahibine.
Mü’minlere Va’zlar
94
— “Al bu adamı istersen öldür” demiş. O da özür dilemiş.
Fakat eşkiya da zaten ödü patlayıp ölmüş. Mal sahibi.
— “Sen kimsin yahu, benim bu ıssız yerde imdadıma
yetişdin?” diye sorunca o da, “ben üçüncü semanın meleklerinden bir meleğim” diye söylemiş.
Aldıkları emir üzerine imdadına geldiğini ve her kim bu
duâyı okursa onun da imdadına erişilüp her türlü sıkıntı,
şiddet, meşakkat olursa olsun onlardan kurtulacağını da
beyan buyurmuşdur.
İşte sana ufak bir misal. Onun için, duânın ehemmiyeti
pek büyüktür.
Binaenaleyh hiç bir zaman gaflet edipte duâyı elden bırakma. Zira duâda hem ibâdet sevabı vardır; hem de çaresiz
dertlere çare vardır.
Yakup, adlı bir devlet reisi bir zaman hastalanmış, derdine de bir çare bulunamamış. Nihayet aciz kaldığı bir anda,
kendisinin Sehl b Abdullah isminde bir muhterem zata baş
vurması teklif edilmiş o da naçar peki deyip gitmiş, derdini
anlatmış. Onun duâsı bereketiyle hastalık zail olmuş. Hasta
buna mukabil bir dolu kese altun hediye etmek istemişse de
Sehl b. Abdullah hazretleri bunu kabul etmemişler. Çünki
kendilerinin ma’nevi kuvvet ve kudreti bunların çok hem de
pek çok fevkinde idi. Tabiatiyle tenezzül edemezlerdi.
Fakat duâdan evvel o vali beye şöyle demiştir: “Sizin
idareniz altındaki mahpus hanelerde birçok mazlumlar yatmaktadr. Evvela bunların serbest bırakılması lâzımdır.” ve
mahpuslar kurtulduktan sonra duâ etmişler. Çünkü zulum ile
birlikte duânın fâidesi olmayacağı yukarda da geçmişti. Sehl
hazretlerinin duâsı da şöyle: (Allahım ona musibetin zilletini
Mehmed Zahid Kotku
95
taddırdığın ve gösterdiğin gibi tâatının da izzetini göster.
Ve bunun derdini gider. Hastalığından kurtar.)
İşte duâ bu kadar içten gelen bir duâ olduğu ve bu duâyı
eden de salih bir kimse olduğundan duâsı derhal kabul olmuştu. (kimbilir ne kadar zaman doktorların elinde ızdırabı
kesilmemiş ve iyi de olamamıştı) Şimdi ise iki cümleden ibaret
bir duâ ile hem ıztırabı gitmiş ve hem de rahata kavuşmuştur.
Binaenaleyh duâ, bulunmaz bir kimya, bir saâdet ve bitip
tükenmez bir sermayedir. İnsanları hem ızdırap ve sıkıntıdan
kurtarır hem de umulmadık devletlere nail eder. Bu sebepten
sen hiçbir zaman duâyı elinden bırakma. Çünki duâ hacetlerin
anahtarıdır. Bu anahtarın anahtarı da lokmanın helal olmasına
bağlıdır. Lokma helâl olmazsa ne kadar uğraşsanız yine
boştur. Çünkü duânın kabulünün şartlarından birisi de,
Allah Teâlâ’nın emirlerine itaat etmektir. ibâdet nasıl lâzımsa
helâl lokma da öylece lâzımdır.
Yahya b. Muaz der ki: “Yarabbi ben sana nasıl duâ edebilirim çünkü günahım ve isyanım çok; fakat, duâyı nasıl
bırakabilirim ki sen ise kerimlerin kerimisin.” duâ ederken
gönlünün de Allah ile olması gerektir. Gönülsüz duâda
makbul değildir.
Leys hazretIerinden hikâye olunur ki: İbni Nâfi bir körü
görmüş ki körlüğü gitmiş. Demiş ki:
— Nasıl oldu da körlükden kurtuldun?
Cevaben.
— Rüyamda bana birisi şöyle bir duâ öğretti:
ِ ُّ ‫א ِ ا‬
‫אء َא َ ِ ً א ِ َ ْ َ َ ُאء‬
َ
ُ َ َ ُ ِ ُ ‫َא َ ِ ُ َא‬
Mü’minlere Va’zlar
96
diye duâyı söylemiş Ben de sabahleyin bu duâyı aynen okudum.
Allah (celle ve alâ) da onun gözlerini kendisine vermiş.
Üstaz, Eba Ali Dekkak hazretlerinin gözleri ağrımış ve
bir çok günlerde gözlerine uyku gelmemiş yani hastalığın
şiddetinden uyuyamamışlar ve bu yorgunluktan bir sabah
şöyle biraz dalmışlar bir zat kendisine.
— (Allah kuluna kâfi değil midir?) demiş, birde uyanmış
ki ne gözlerinde ağrı kalmış ne de birşey... Ve bir daha da göz
ağrısı görmedim diyor.
Ahmed b. Hanbel (Rahimehullah) hazretIerini âhirete
göçettikten sonra rüyada görmüşler ki cennette altun nalın
giymişler. “Ya Ahmed. İşte Cennet gir” denmiş o da kemali
selamette cennete girmiş. Bu birkere Süfyan Sevri hazretlerinin
duâsı bereketıyle bir de Kur’an Allah Teâlâ’nın kelamıdır, sözünde sebatının mükâfatıdır. Zira onun zamanının münafıkları
onu Kur’an (mahluk kelamıdır) demesi için çok dövmüşlerdir. Hatta vücudundan kanlar fışkırmış ise de o yine Hakk'ı
söylemekten korkmamış ve Kur’an kelamüllahdır demekten
vazgeçmemiştir. Mükâfatı da elbette cennet olmuştur. Duâ
insanın ihtiyacını hazreti Allah'a izhar eylemesi, bildirmesidir.
Fakat Allah Teâlâ yine bildiğini yapacağında şüphe yoktur.
Âmme’i nâsın duâsı söz ile zahidlerin duâsı fiilleriyle ariflerin
duâsı ise halleriyledir.
Abdullah b. Mubarek hazretleri diyor ki: “Ben elli senedir Allah’a duâ etmedim ve hiçbir kimsenin benim için duâ
etmesini istemedim.” Zira bu hakkındaki takdirat-ı ilahiyyeye
rızasının ve hakka teslimiyetinin son derece yüksek oluşunun
alâmetidir. Yoksa duâya ihtiyacım yok demek değildir. Zira
büyükler daima Hakk’ın hükmüne razı ve teslimiyet-i tâmme
ile teslim olmuş kimselerdir. Duâ aynı zamanda bir mektup
Mehmed Zahid Kotku
97
gibidir. Veya telgraf veya telefon misali. Hak (Sübhanehü ve
Teâla) ile muhaberenin devamı o kişinin afiyetinin güzelliğine
alâmettir demişler. Günahkârların ve ızdırap sahiplerinin duâsı
ve ağlamaları, onların mektuplarıdır. Bazıları da asıl duâ günahların terki ile olur demişler. Gönüllere verilen duâ iştiyakı,
onlara verilecek atâ ve ihsanlardan daha mühimdir. Duâ huzuru
celbeder. Atâ ve ihsanlar da onları şuna buna vermekle meşgul
eder. Elbette Hak kapısında bekleyip durmak, halk ile meşgul
olmaktan efdaldir. (Duâlarda başkalarından duâ istemek yakışmaz. Herkesin kendi halini Hak (celle ve ala)ya kendisinin
arzetmesi daha layıktır. Vasıtaya lüzum yoktur.) demişlerse de
herkes duâ etmesini bilemez. İçinde de birşey yoktur. Herhalde
vasıtaya ihtiyaç olsa gerektir. Ki hepimizin başı sıkıldığı vakit
büyüğümüze iltica ile duâsını talep etmekte olduğumuz da
aşikardır. Cenâb-ı Hak hepimize gönlü açık, kendisine candan
yalvarma kabiliyetini lutf ve ihsan buyursun amin!
Bir zamanlar Basra vilayetinin halkı İbrahim Edhem hazretlerine müracaat ederek duâlarının kabul olunmadığı şikayet
etmişler. Halbuki Cenâb-ı Hak duâların kabul olunacağına
dair vâdi vardır, deyince İbrahim Edhem hazretleri cevaben
buyurmuşlar ki.
- SİZİN ON ŞEYDEN NAŞİ KALBLERİNİZ ÖLMÜŞTÜR. TABİATİYLE DUÂLARINIZ KABUL OLUNMAZ.
Birincisi:
ُ َّ َ ‫ُ ْ ُ ْ َ َ ْ َא ا َّ َ َ َ ْ ُ َ ُّدوا‬
Mü’minlere Va’zlar
98
Yani. “Siz Allah'ı biliyoruz diyorsunuz da onun
haklarını hiç de eda etmiyorsunuz” yani, ibâdet ve tâat
etmediğiniz gibi.
İkincisi:
ِ ِ ْ َ َ َ ‫آن‬
ْ
َ ْ ْ َ ْ ُ ْ ‫َ َأ ُ ُ ا‬
Yani: “Sizler Kur’ an okuyorsunuz ve lâkin Kur’ an
ile amel etmiyorsunuz (Kur’anın emirlerine ve nehiylerine
riayet etmiyorsunuz.) Bir kısmınız namaz kılsa da oruç tutsa
da yalan söylemekten, mallarınızı fahiş fiyatla satmaktan, haramlara bakmaktan ve haram şeyleri dinlemekten, kadınlarınızı
ve kızlarınızı çıplak gezdirdiğinizden, gıybetten, şehvetten,
şöhretten, gadap ve haset, kin gütmekten, ana baba komşu
hakkı, dost hakkı, insan ve hayvan haklarına riayetsizliğinizden ve bunun emsali günahlardan kaçmadığınızdan, elbette
duânız makbul olmaz.
Üçüncüsü:
‫ِا َّد َ ُ ُ َّ ا ُ ِل َ َّ ا َّ ُ َ َ ِ َو َ َّ َ َ َ ْ َ ُ ا‬
ْ َ
ْ
ْ ْ
َّ
ِِ ِ
َّ ُ
Yine, "Sizler “Biz Resulüllahı seviyoruz” dersiniz de
sünnet-i Resûlüllah ile hiç de amel etmezsiniz Ne sakalınız
var ne bıyığınız.”
Sünnet yalnız sakal ve bıyık ile değil birçok sünnetler
var ki hiçbirisini yapmıyorsunuz. Meselâ yatarken abdestli ve namazlı yatmak, geceleri kalkıp namaz kılmak,
Mehmed Zahid Kotku
99
pazartesi, perşembe günleri ayın onüç, ondört, onbeşinci
günleri oruç tutmak, fukara ve muhtaçları gözetmek,
yemek yerken yerde yemek, bir kap yemek, evvela tuz
ile başlamak, daima sağ eliyle yemek, oturup sağ ayağını
dikmek, karnını doyurmadan daha iştahı varken kalkmak,
acıkmadıkça yememek, günde bir veya iki defa yemek v.s.
gibi şeylere dikkat etmiyorsunuz. Hele misvak kullanmak
yerine, Avrupa’nın fırçasını kullanmak ne kadar çirkindir.
Hele “selam” yerine “günaydın” demek hiç olur mu? Selam
vermek sünnet, almak da farzdır. Hem selam kardeşine
Haktan selamet istemektir. Afiyet istemek, dert, belâ ve
musibetlerden halas olmasını istemektir. Bu da ne büyük
bir iltifattır. Hiç günaydın demeğe benzer mi? Elbette
bunlar yapılmayınca duâlar da kabul olunmaz.
Dördüncüsü:
‫אن َ ُ ُّو ُכ َ َ ا َ ْ ُ ُ ُ ُه‬
َ ُ ْ َّ ‫ُ ْ ُ ُ إ َِّن ا‬
ْ
"Şeytan düşmanınızdır. Bunu bildiğiniz halde ona
uymaktan vazgeçmiyorsunuz." Nefislerinizin arzusuna ve
şeytan-ı aleyhilla’nenin arzularına uymak, kahvehanelerde
ve gazinolarda, sinema ve tiyatrolarda, pilajlarda envai çeşit
rezaletleri irtikab ile şimdi bir de radyo televizyon gibi ömrü
mahveden oyunlara iltifat eden kimsenin artık duâsı kabul
olunur mu ne dersiniz? Sen ömrün ne demek olduğunu
hiç de bilmiyorsun. İnsanın yüzbinlerce lirası serveti malı
kaybolsa Cenâb-ı Hakkın izniyle yine telâfisi mümkündür
ve zayi olan ömrün bir dakikasını acaba telâfi mümkün
müdür? Biraz düşünürseniz elbette bulursunuz. Bu, kıymetli paha biçilmez ömrü zayi ettiğinize çok da pişman
Mü’minlere Va’zlar
100
olursunuz fakat ne çareki bir daha ele geçmesi mümkün
değildir. Binaenaleyh ey aziz kardeşim sen bu ömrü boşa
zayi etmemek için gayret et ve boşa geçirdiğin günler için
ağlayıp sızlamağa bak. Sonu selâmet olur.
Beşincisi:
‫ُ ْ ُ َا َّ ُכ ُ ْ َא ُ َن ِا َ ا ْ َ َّ ِ َ َ َ ْ َ ُ ا َ َ א‬
ْ
ْ
ْ
Yani: "Cennete müştak ve aşıkız dersiniz de, cennete
girmeğe lâyık olmağa istihkak kesbetmeğe çalışmıyorsunuz." Çünkü cennete girmek kolay birşey değildir. Sonra
cennetteki köşkler saraylar bağlar bahçeler hep burada yapacağımız salih ameller neticesinde olacaktır. Hem bir taraftan
salih ameller yapmak bir taraftan da günahlardan korunup
kaçınmak lâzımdır ki, o amel-i salihler yanmasın. Evi yapmak kolay birşey değildir; Fakat bazan bir kibrit dahi onun
yanıp yok olmasına yetip artar. Günahlar da tıpkı bir kibrit
gibidir. Cenâb-ı Hak cümlemizin amellerini mahvolmakdan
korusun. Amin.
Altıncısı:
‫אر َ َ َ ْ ِ ُ ا ِ ْ َ א‬
‫א نا‬
‫اכ‬
ْ َ َّ َ ُ َ َ ْ ُ َّ َ ْ ُ ْ ُ
"Siz: "Cehennemden korkuyoruz", diyorsunuz ve
lâkin onun ateşinden hiç de kaçındığınız yok."
Çünkü haramdan ve onun çeşitli azabından korkan insan herhalde hem ibâdetine devam edip hem de azabı mucip
günahlardan kaçar ve sakınır. Yalnız cehennemden korkmak
veya onun azabından korkmak hiç de kâfi değildir. Bu ancak
Mehmed Zahid Kotku
101
duygusuz insanların halidir. Halbuki insan Hak (sübhanehu ve
teâla) hazretlerinin darılmasından, gadabından ve hatta ondan
uzak kalmaktan, feyzinin kesilmesinden, rahmetinden mahrum
olmaktan çekinir de son derece edebe riayetle hareket etmeğe
dikkat eder. İnsan için asıl olan cehennemden ve onun ateşinden
değil, Hak (sübhanehu ve Teâlâ) hazretlerinden korkmasıdır. Zira
cehennem mahluktur, ne kadar yakıcı olursa olsun mahluktan
değil hâliktan korkmak lâzımdır. Cenâb-ı Hak (celle ve alâ)
gönüllerimize (Allah) celle celaluh korkusunu versin. (Allahdan
korkmayandan kork) derler ya pek doğrudur.
Yedincisi:
ِ
ُ َ ‫ُ ْ َ ْ اَ َّن ا ْ َ ْ َت َ ٌّ َ َ ْ َ ْ َ ُّ وا‬
"Hepiniz: "Ölüm haktır" der de ölüm için bir hazırlık
yapmamışsınızdır." Hazırlık, kefen veya cenaze parası değil belki
âhiretin ebedî olduğunu idrak edip Hak(celle ve alâ)nın rızasını
kazanacak say’ü gayret etmektir. Bu ise öyle dil ile söylemekle
olmaz. Belki tam kâmil olgun bir müslüman olmak yani Hakkın
istediği ve razı olduğu bir şekilde Kur’an-ı Azimüşşan’ın bütün
emirlerine harfiyyen riayet edip Peygamberimiz (Sallallahü aleyhi
vesellem) in de sünnet-i seniyyelerine tamamiyle uymakla ancak
mümkündür. Bunuda sen sakın kolay birşey sanma, çok dikkatli
çok gayretli olmak lâzımdır. Eğer Allahu (Teâlâ hazretleri) tevfikini
refik ederse o zaman herşey kolay olur vesselam.
Sekizincisi:
ِ ‫ِب ا‬
‫כ‬
‫אس و כ‬
ِ
‫ِا‬
َّ
ُْ َ ُُ ُْْ ََ َ
ُُ َُْْ َ ْ
Mü’minlere Va’zlar
102
"İnsanların ayıplarıyla meşkul olursunuz da, kendi
ayıplarınızı terk edip onları izâle etmeye çalışmazsınız."
İşte bugün bu, pek mühim bir dert, bir musibet hatta
bir felaket ki, emsali bulunmaz. Hepimizin dünya kadar
ayıpları, günahları, kusurları, hataları, noksanlıkları var da,
bunların hiç birisinin bile izalesine, islahına çalışmayız da
bütün gayretimizle, kardeşlerimizin hem ayıplarını, kusurlarını ifşa etmekle kalmayıp belki birçok da hususi surette
tertiplenmiş ve düzenlenmiş bir sürü iftiralar, yalanların da
düzenlendiği görülegelmektedir. Sonra müslümanlığı, bu
kadar küçülten huylar maalesef bir birimizin yüzüne bile
bakmaya imkân bırakmamaktadır. Bu hal ise müslümanlığa
değil insanlığa bile aykırıdır. Hakiki bir müslüman bu gibi
adiliklere katiyyen tenezzül etmediği gibi, insanlıkla da hiç
barışmaz. Müslümanlık, insanlığın en üstün noktasıdır.
İnsanlıkta tekemmül eden bir kimse, bizzarure iman ve
İslâmiyetle müşerref olur. Biz ise hem müslümanız deriz,
hem kardeşiz deriz de, şu yaptığımız çirkin hareketleri, emin
olunuz deliler bile yapmaz. Bu gibi hareketlere tenezzül edenler
emin olunuz ki, hakiki müslümanlıktan çok uzaktırlar. Yalnız
biz de müslümanız diye hem kendilerini aldatırlar hem başkalarını... Cenâb-ı Hak cümlemizi bu gibi sahtekar insanların
şerlerinden korusun. Amin. Bu gibi insanların bulunduğu
cemiyetler rahmet-i ilahiyeden mahrum olur. Burada hem
(gıybet) denilen, laf taşımak hem de nemmam denilen kötü
huylar da mevcuttur.
Musa (aleyhisselam) zamanında kıtlık olmuş yağmur duâsına
çıkmışlar fayda etmemiş ve sonra Cenâb-ı Hak Musa (aleyhisselama), “içinizde nemmam var, yani, laf götürüp getirenler var
onları içinizden çıkarın da öyle duâ edin”. buyurmuş. Gıybet’te
Mehmed Zahid Kotku
103
en büyük günahlardandır. Müslümanlık birbirimizi kardeş etmiş,
öyle olunca biz birbirimizi candan sevmekle mükellefiz. Müslümanlar bir ceset gibidir, bir bina gibidir, bütün azalar birbirinin
yardımcısıdır. Binalar da öyle birbirlerine kenetlenmiştir ki, ka’tiyyen
birbirinden ayrılmaz. Öyleyse ey müslüman kardeş! Sen de kardeşsin öylece sarıl. Halbuki eski hıristiyanlıktan bize geçen kötü
huyların başında hasetle gadap gelmektedir. Haset sevapları yok
eder, gadap da dini... Herkes cennete girmeğe hevesli ve aşıktır,
fakat iman sahibi olmadıkça hiçbir kimse cennete giremeyecektir.
Birbirlerini sevmeyen kimseler de hakiki iman sahibi olamazlar.
Şimdi bizim hangi hareketimizin müslümanlığa uyduğunu görmek mümkündür? Namaz kılarız, oruç da tutarız. Belki Hacca
da gitmişizdir velâkin müslüman kardeşlerimizin aleyhinde bilir
bilmez konuştuğumuz sözleri de hiç kâle bile almayız. İcabında
kendimizi haklı çıkarmağa da çalışırız. Mehmet Akif’in dediği
gibi. “Müslümanlık galiba göklerdedir.” İnsanlar bu dünyada
ancak Allah (celle ve a’lâyı) tanımak ve onu zikredip ibâdet ve
tâatını yapmak, emirlerini tutmak ve yasaklarından kaçmak suretiyle dindar olur. Dünya bir geçiddir buradan gidenlerin sayısını
bilmek bile mümkün değildir. Hepimiz buranın misafiriyiz. Asıl
vatanımız âhirettir. Ya Cennet veya cehennemdir. Biz burada
cehennemi değil cenneti kazanmağa çalışmamız lâzım gelirken
maalesef dünyanın çok çabuk geçen hayatına, zevkine, saltanatına
aldanıpta kardeşler arasında hiç istenmeyen çekişmeler, niza’lar,
kavga gürültüler, birbirlerinin aleyhinde görülmedik şekilde
iftiralar, propagandalar (nekadar çirkin birşey) olduğunu çok
acı bir şekilde görmekteyiz. Bunların yegane sebebi imansızlık,
âhiret mes’uliyetinden korkmamak; daha doğrusu âhirete imanı
olmadığının alâmetidir. Cenâb-ı Mevla cümlemizi razı olmadığı
bütün yanlış hareketlerimizden emin ve muhafaza eylesin. (Amin).
Mü’minlere Va’zlar
104
Bizlere de tam kâmil bir insanlık ve İslâmlık ve İslâmca yaşama
imkanlarını bahşeylesin. (Amin). Bihürmeti seyyidil mürselin.
Dokuzuncusu:
‫اَ َכ ْ ُ َ ْ َ َ ا َّ ِ َ َ َ ْ ُכ وا َ َ َ א‬
ْ
ْ
ْ
ُ
"Allah'ın nimetlerini yersiniz, fakat o nimetler için
Allah'a şükretmezsiniz."
Bu da bizim umumi derdimiz ve kusurumuzdur. Malumdur
ki ni’meti verene karşı şükür etmeği yani teşekkürü borç biliriz.
Fakat asıl nimetleri verenin Hazreti Allah olduğunu bilmemek
mümkün müdür? Bize yapılan ufak bir yardımı bir iyiliği ömür
boyunca unutmaz, o iyilik eden kimseye daima teşekkür etmeği
vazife sayarız da bizi doğuran analarımıza karşı da çok kusurlu
oluruz. Asıl hayat, canı, fikri, kemali, kuvvet ve kudreti, ilmi,
görüp işitmeği, bütün duygularımızı veren Allah Teâlâ’ya karşı
borcumuz yokmuş gibi bir şükür bile aklımıza gelmemektedir.
Şükür malum olduğu gibi ancak Allah Teâlâ’nın emirlerine imtisalen mümkün olur. Bu şükürler yapıldığı müddetçe nimetlerin
daima artacağı ve bu sebeple saâdet ve selamete erişileceği de
malumdur. Aksi takdirde ise, nimetler elden gider ve dolayısıyle
saâdet ve selametten de mahrum kalınır.
Onuncusu:
‫אب כ‬
ُْ َ ُ َ َ ُْ
َ ْ ‫אכ ْ َ َ ْ َ ْ َ ِ ُ و َ َכ‬
ُ َ ْ َ ْ ُ ْ َ ‫َد‬
"Ölülerinizi defnediyorsunuz da, hiç ibret almıyormusunuz. Sizin duâlarınız nasıl kabul olunur."
Mehmed Zahid Kotku
105
Yani; mevtalarınızı eş ve dostlarınızı hatta ana ve babalarınızdan ölenleri kendi ellerinizle mezara koyup ve sonra gelip
mirasını taksim edip bazen de kavgalarla neticelenen bu halden
hiç kimse ibret almamaktadır. Bugün ölenin mirası taksim
olunurken yarında kendi mirasının taksim olunacağını hiç de
hesab edememektedir. Ölüm haddizatında insanın Mevlasına
kavuşacağı ilk merhale ve noktadır. İyiliklerle amel-i salih ile ve
iman ile ahirete göçen insanların durağı mezar değil cennettir.
Mezar ise o cennetin ilk kapısıdır. Mamafih cehennemin de
kapısı orasıdır. İmansız gidenler ve imana muhalif hareketlerle
âhirete göçenlerin yerinin ise cehennem olacağından hiç şüphe
yoktur. Binaenaleyh müminin asıl karargahı olan ahirettir.
Orada iki yer vardır. Birisine cennet birisine cehennem derler. Ehl-i imanın yeri cennet, ehli küfrün, yani imansızların
yeri de cehennem olduğunu bilmek gerektir. Bu yerler işte
şu içinde bulunduğumuz dünyada kazanılır. Dünya saâdet
ve selamet ve ebedi nimetlerin kazanılacağı imtihan yeridir.
İster iman eder ve imanın icabınca amel eder cenneti kazanır
isterse imansız ve küfür içinde yaşar. Sonra da cehennemi
kazanırsın "mezar ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya
cehennem çukurlarından bir çukurdur.” Buna göre hareketlerimizi tanzim edebilmeğe alışmak elbette en mühim ve
en evvel vazifelerimizdir Dünyaya, dünyaya olan ihtiyacımız
kadar çalışmak, ahirete de ahirette olan ihtiyacımız kadar
çalışmak gerektir.
Dünya fani, ahiret ise bakidir. Cenâbı Hak cümlemizi iyi
düşünen hak ve hakikati görebilen ve ona uyan batılı da batıl
bilip ona uymamak suretiyle Hakkın muhafızı ve müdafii ve
kendsinin de razı olacağı kullarından eylesin. Amin!
Mü’minlere Va’zlar
106
İbrahim Ethem hazretlerinin Tezkiretül Evliya kitabında
da pekçok ve meşhur hikayeleri vardır. Sen de bu İbrahim
Ethem hazretlerini lalettayin gelişigüzel bir orta adamı
sanma. O büyük varlıklarını kuvvet ve saltanatını Allah
yolunda terk edebilen ve nihayet bir dervişliğe razı olup,
ekmeğini ancak elinin emeği ile kazanan ve hak hukuka
son derece riayetkar ve Allah Teâlâ’nın emrinden katiyyen
dışarı çıkmamağa çalışan bir bahtiyardır. Mevla cümlemizi
şefaatine nail eylesin. Bak bu günün insanları baş olabilmek
için adeta birbirlerini yercesine çalışıyorlar da o mubarek de
onları terk ile Hakka dönüyor. Şimdi biraz da bu hususta
İmam-ı Gazali’nin İhya-ı Ulumündeki söylediklerini yazmağa çalışacağım. “Biiznillahi Teâlâ ümid ederimki Allah
Teâlâ gönüllerimizi kendisine çevire,
Evvel duânın faziletleri hakkında âyet’i kerimeleri şöylece
sıralamıştır.
‫َو ِا َذا َ َ َ َכ َ ِאدى َ ِ ّ َ ِא ِّ َ ِ ٌ اُ ِ ُ َد ْ َ َة ا َّ ا ِع‬
َ
ِ ِ
ِ ‫ِاذاد‬
‫אن‬
ُ َ ََْْ َ َ َ
Bakara suresi 186. âyet “Kullarım! Sana benden sordukları zaman bilsinler ki süphesiz ben onlara yakınınm.
Benden isteyenin duâ ettiğinde duâsını kabul ederim.
Artık onlar da benim davetime icabet etsinler.”
َ
ِ
ِ
ِ
َ ْ ُ ْ ‫اُ ْد ُ ا َر َّ ُכ ْ َ َ ُّ ً א َو ُ ْ َ ً ا َّ ُ َ ُ ُّ ا‬
“Rabbinize gönülden ve gizlice duâ edin Muhakkak
o aşırı gidenleri sevmez.” (A'raf suresi: 55 ayet)
Mehmed Zahid Kotku
‫ون‬
َ ُ ِ ‫َ َ ْ َ ْכ‬
َ ِ
ِ َّ ‫و َ َאل ر ُכ اد ِ اَ ِ َ ُכ ِا َّن ا‬
ُ ْ ُ ُّ َ
ْ َ ْ
َ
ْ
ِ ِ
ِ ‫دا‬
َ َ َّ َ َ ‫אد َ َ ْ ُ ُ َن‬
َ َ ْ َ
Ve “Rabbınız bana duâ edin ben de sizin duânıza
icabet edeyim buyurdu!”
Bana ibâdet etmekten geri olanlar hakir olarak cehenneme yakın zamanda dahil olurlar (yani girecekler.)”
El-Mü'min 60
‫ُ ِ ْاد ُ ا َّ َ َا ِو ْد ُ ا ا ْ ٰ َ َا ًّא َ א َ ْ ُ ا َ َ ُ ْا َ ْ َ ُאء‬
َّ
ٰ ْ ُ ْ‫ا‬
İster Allah diyerek duâ etsinler ister Rahman ikisi de
Allahü teâlânın esma-i hüsnasıdır. (İsra suresi âyet 110)
Hadis’i şerifler:
ِ
ِ
ِ
Muhakkak duâ ibâdettir. ‫אد ُة‬
َ َ ْ ‫ا َّن ا ُّ َ אء ُ َ ا‬
yani ibâdetten sayılır. Kul kendisinin hâlikını idrak edip ona
tam manasıyle bağlanıp yalvarması ibâdettir. Çünkü ibâdet
kulun Hâlikına merasim’i mahsus ile ilticasıdır. Duâ da böyle
bir merasime lüzum kalmadan kulun doğrudan doğruya Allah
Teâlâ'ya ilticasıdır.
“Bana duâ edin sizlere icabet edeyim.”
‫اُ ْد ُ ِ ا ِ כ‬
ُْ َ ْ َ َْ
Duâ ibâdetin özü, kökü, iliğidir.
107
Mü’minlere Va’zlar
108
ِ
‫אد ِة‬
َ َ ْ ‫َ ُאء ُ ُّ ا‬
ِ ُّ ‫َ ا ِ و َّ ِ ا‬
‫אء‬
َ
َ
َ
َ َ َّ َ َّ
ُّ َ‫ا‬
‫َ ٌ اَ ْכ َم‬
ْ
َ
َ َْ
Allah Azze ve Celle Hazretlerinin katında duâdan
daha kıymetli hiçbirşey yoktur.
ِ ٍ
ِ ِ
ٌ ْ ‫ا ُّ َ אء ا ْ ٰ ى َ َث ا َّ א َذ‬
ِ
ُ َ ُ َ َّ ُ ٌ ْ َ ‫َ َّ ُ َ ُ َوا َّ א‬
ِ ُ‫َ ْ ِ ئ‬
ُ
َ
ِ
ُ ٌ ْ َ ‫َ ُ َوا َّ א‬
َ
َ ْ َ ْ ‫ِا َّن ا‬
َُُْ
Muhakkak kul üç şeyden birini almakdan şaşmaz: Ya
duâsı sebebiyle günahı bağışlanır, yahut peşin bir mükafat
alır veyahut ahirette kendisi için hayırlara, mükafatlara
nail olur.
َ ‫ُ ِ ُّ َا ْن ُ ْ َئ‬
‫ِج‬
َ
َ ‫َّ َ َ َ א‬
َ ْ ‫אر ا‬
ُ َ
‫َ ُ ا ا َّ َ َ َ א َ ِ ْ َ ْ ِ ِ َ ِא َّن ا‬
ِ ْ ‫و َا ْ َ ُ ا ْ אد ِة ِا‬
َ ََ
َ
Allah Teâlânın faziletinden isteyiniz. Allah celle vealâ
kendisinden istemeği sever. ibâdetlerin efdali ferahlığı
beklemekdir.
Duâların On Adabı Vardır:
1- Şerefli vakitleri aramak: Arefe günü, Ramazan ayı gece
ve gündüzleri ve gecelerde seher vakti gibi, Cenâb-ı Hakk’ın
Kur’an’ı Azimüşşanda seher vakitlerinin kıymetini beyanı
sadedinde
Mehmed Zahid Kotku
109
‫ون‬
َ ُ ِ ْ َ ْ َ ْ ُ ِ‫َو ِ ْא َ ْ َ אر‬
“Onlar seher vakitlerinde istiğfar ederlerdi.” diye medh
buyurmuştur. (ez-Zâriyat, 18)
ِ
َ ْ َ َ ِ ‫אء ا ُّ ْ َ א‬
َ َّ
ِ ْ
ِ
ُ َ ْ َ َ َ ‫َو‬
ِ
ُ َ ُ ْ َ‫َ א‬
‫ُכ َّ َ َ ٍ ِا َ ا‬
ْ
ِ ِ ‫ِ ِ َ ُ ُل و‬
َّ َ
َ
ِ ُ ‫َئ‬
ِ ِ ُ‫َ א‬
ْ
َْ ْ َ
َ ‫َ ْ ِ ُل ا َّ ُ َ َ א‬
‫َ ُ ُ ا َّ ِ ْا‬
ْ
Buna istinaden olsa gerek Yakup (aleyhisselam) yada çocuklarının Yusuf (aleyhisselam)'u kuyuya atıp da -kurt yedi- diyerek
babalarına karşı yaptıkları bu yanlış hareketlerinden naşî
Yakup (aleyhisselam)
ِ
ِّ ‫َ ْ َف اَ ْ َ ْ ُ َ ُכ ْ َر‬
“Sizler için Cenâb’ı Hakh'tan mağfiret dilerim” buyurdular. (Yusuf, 98) Bu duâsını sabahın seher vaktinde yaptılar
ve çocukları da amin diye babalarının duâsına iştirak ettiler.
Cenâb’ı (celle ve alâ) da Yakup (aleyhisselam)a (Vahiy) buyurup
onları mağfiret etmekle beraber hem de “nebilerden kıldım”
diye rahmetinin büyüklüğünü göstermiştir.
2- Şerefli vakitlerden birisi de, İslâm ordusu ile küffar
ordusunun karşılaştığı vakitlerdir ki gök kapısı açılır. Biri de
hafif hafif, tatlı tatlı yağmur yağdığı vakitlerdir. Bir diğeri de
farz namazın arkasından yapılan duâlardır ki, gök kapıları açılır
yani duâlar kabul olunur demektir. Binaenaleyh bu vakitleri
ganimet bilip duâdan gafil olmayınız. Zira namaz vakitleri
Mü’minlere Va’zlar
110
günün en hayırlı saatleridir. Namazlar da o zamanlarda kılınır. Namazlarınızın arkasından duâ etmeği ihmal etmeyiniz.
ِ ‫ْا َ َذ‬
‫ان َو ْا ِ َ א َ ِ َ ُ ُّد‬
َ ْ َ ‫َا ُّ َ ُאء‬
َ
Şerefli vakitlerden biri
de: (Ezan ile kaamet arasındaki vakitde yapılan duâlardır
ki kat’iyyen red olunmaz.)
ِ
ُ ُ َ ْ ‫ا َّ אئ ُ َ ُ َ ُّد َد‬
“Oruçlunun duâsı da red olunmayacağı” da müteaddit
hadislerle beyan olunmakda olduğu malumdur. Vakitlerin
şerefi hallerin şerefine râcidir. Mesela seher vakti kalplerin
berrak teşvişden halî ve halis olduğu bir vakittir.
ٌ ِ ‫َا ْ َ ُب َ א َ ُכ ُن ا ْ َ ْ ُ ِ ْ َر ِّ ِ َ َّ َو َ َّ َو ُ َ َ א‬
‫َ אَ ْכ ِ وا ِ ِ ا ُّ َ َאء‬
ُ
(Kulun Allah celle ve alâ hazretlerine en yakın olduğu
secdede bulunduğu zamandır. Secdede Allah Teâlâ ya çok
duâ ediniz.)
ِ ‫آن ر‬
ِِ
َ
‫اכ ً א اَ ْو َ א ِ ً ا َ אَ َّ א ا ُّ ُכ ُع‬
َ َ ْ ُ ْ ‫ا ّ ُ ِ ُ اَ ْن اَ ْ َ أ ا‬
ِ ِ ‫َ ِّ ا‬
ِ ِ ُ ِ ‫د َא‬
َ ْ ُ ُ ُّ ‫ا َّ َّب َ َ א َ َو َا َّ א ا‬
ُ َ
ِ
‫אب כ‬
‫אء ِא ِ ان‬
‫ِא‬
ْ ُ َ َ َ َ ْ ُ ْ َ ٌ َ ُ َّ َ َ ُّ
Ben (Ruku ve secdelerde Kur’an okumakdan men
olundum. Rükuda Allah Teâlâyı ta’zim ediniz.
Mehmed Zahid Kotku
(Subhane rabbiyel azim)
ِ ِ ْ ‫אن ر ِ ا‬
َ ََّ َ َ ْ ُ
111
deyiniz.
Secdede ise duâda cehdediniz fazla gayret gösteriniz. Çünkü
secde hali duâların kabulüne müsaid ve daha evladır.)
3- Kıbleye dönerek koltuklarının altı görünecek kadar
ellerini kaldırıp duâ etmektir. Zira Rasul-i Ekrem’in Arafatta
kıbleye dönerek akşama kadar duâda bulundukları rivayet
olunmaktadır.
ْ
ِ ِ ْ ‫َ ْ ِ ِ ْ َ ِ ِه ِا َذ َار َ ُ ا َا‬
ْ
‫َ ُّد َ א ِ ْ ا‬
ً
ُ
ِ
ْ َ ٌ ِ ‫ا َّن َر َّ ُכ ْ َ ٌّ َכ‬
ِ َ ‫ِا‬
ْ
Muhakkak ki sizin Rabbiniz Hay ve Kerim dir. Kulun
ellerini kaldırıp birşeyler istediği vakit onların elini boşa
çevirmekten haya eder.
ResuI-i Ekrem Efendimiz duâ için ellerini kaldırdığı vakit
koltuklarının altındaki beyazlık görünürdü. (ve yine mu’cizat-ı
peygamberidendir ki koltuklarının altında tüy bulunmazdı.)
Duâ sırasında semaya bakmak doğru değildir. Zira Cenâb’ı
Hakk haşa sanki gökte imiş gibi bir tevehhüme düşmemek
için de semaya bakmakdan men etmişlerdir. “Gözlerinizin
nuru, zivası alınır” buyururlardı. Rasul-i Ekrem hazretleri
duâ buyurdukları zaman ellerini birleştirir ve iç kısmını da
yüzlerine karşı çevirir ve duâ bitince yüzlerini ve vücud-ü
şeriflerini sığarlardı.
4- Duâ ederken fazla yüksek sesle yapılmamasını tavsiye
ederlerdi. Çünkü Allah Teâlâ ne sağır ne de gaibdir ve Kur’an-ı
ِ
Kerimde ‫כ و َ ُ َ א ِ ْ ِ א‬
َ
َ َ َ َ ِ ْ َ ْ َ َ ‫ َو‬buyurmuştur.
(el-İsra, 110) Yani, “Namazında ne fazla bağır ve ne de
Mü’minlere Va’zlar
112
sesini pek fazla gizle” yani orta derecede okunması tavsiye
edilmektedir.
Zekeriya (Aleyhisselam) da duâsını gizlice yaptığı için
Cenâb-ı Hak onu da şu suretle medh buyurmuştur.*
‫ِ*ا ْذ َ ٰאدى َر َّ ُ ِ َ ًاء َ ِ ًّא‬
ً َ ْ ُ ‫*اُ ْد ُ َار َّ ُכ ْ َ َ ُّ ً א َو‬
Rabbini gönülden tazarru ve gizlice yalvarınız** buyurulmaktadır. Diğer bir âyet’ i kerimede de:
َ
ِ
ِ
ِ
َ ْ ُ ْ ‫اُ ْد ُ َار َّ ُכ ْ َ َ ُّ ً א َو ُ ْ َ ً ا َّ ُ َ ُ ُّ ا‬
“Rabbinize tazarru ile birlikde hem gönülden hem
de gizli olarak kimseye duyurmadan duâ ediniz. Kimseyi
rahatsız etmeyiniz. Uykuda olanları da uyandırmayınız.
Çünki Allah Teâla aşırı gidenleri ve hududu tecavüz edenleri sevmez”. (Araf 55)
Sonra duâda zorlanıp tekelllüf ile en birbirine benzer
elfaz-ı müteradife ve kâfiyeli yapılan duâlardan Allah Teâlâ
hoşlanmaz. Onun için Cenâb’ı peygamber efendimiz
‫َ ِ ُכ َا ْن َ ُ َل‬
ْ
‫ِا َ َ א َ ْ َ ْ ٍل‬
ْ
*
**
ِ ُّ ‫ِ ا‬
‫אء َ َ ُ َا‬
ُ َّ ‫ِا‬
َ
َ ْ َّ ‫אכ ْ َو ا‬
‫َا َّ ُ ِا ِّ َا ْ َئ ُ َכ ا َ ْ َّ َ َو َ א َ َب‬
َّ
َّ
Meryem Sûresi, âyet 3.
Araf Suresi: âyet 55.
Mehmed Zahid Kotku
ِ
ِ
ْ َ ‫َو َ َ ٍ َو اَ ُ ُذ َِכ َ ا َّאرِ َو َ א َ َّ َب ا َ ْ َ א‬
ٍ َ َ ‫َ ْ ٍل َو‬
buyurmuştur. Yani "Sizler secî denilen yapmacık duâlardan
sakınınız. Ve Allah'ım senden cennetini ve beni cennetine
yaklaştıracak söz ve amelleri bana nasib etmeni isterim.
Cehennemden ve beni cehenneme yaklaştıracak kavil ve amelden sana sığınırım." demeniz kâfidir. Külfetli sözleri aramak
münasip olmaz. İçinden gelen sade duâlar daha makbuldür.
Zira bir zaman bir kavim gelecek; gerek duâlarda, gerek
taharette haddini tecavüz eden mubalağalarda bulunacaktır.
Binaenaleyh siz bunlara uymayınız. Bazı büyüklerimiz duâları
çok kısa tutmuşlar hatta yedi kelimeyi geçmemişlerdir.
Efendimiz (S.A.V.) Hazretleri bir duâlarında;
ِ
َ َ ‫َ ْ َم ا ْ ُ ُ د‬
‫ا ْ ُ ِ َ ِא ْ ُ ُ ِد‬
ُ ِ ُ ‫ُ َא‬
َ َّ َ ْ ‫َ ْ َم ا ْ َ ِ ِ َوا‬
‫ِد َوا ُّ َّכ ِ ا ُّ ُ ِد‬
ِ
ِ
ٌ ‫ٌ َو ُد‬
َ ْ َ ‫ود َوا َّ َכ‬
َ ْ َ ‫اَ ْ َئ ُ َכ ْا‬
ُ ُّ ‫ا ْ َ َ َّ ِ َ ا‬
‫ِا َّ َכ َر‬
buyurmuşlar. “Yarab senden o korkulu âhiret gününde
emniyet, ebediyyet gününde cenneti ve sana yakın olan
mukarrabinlerle olmayı, rüku ve sücud sahibi ve ahidlerini
ifa eden zümreden olmak isterim. Muhakkak sen rahimsin; kullarına hem acırsın hem de seversin ve dilediğini
istediğin gibi yaparsın.”
113
Mü’minlere Va’zlar
114
Binaenaleyh duâlarda seçme sözlerle kendini beğendirmek
için değilde Hazret-i Allah’a lâyık bir şekilde huzur, huşu ve
tezellül ile duâ edilmelidir.
6- Duâ ederken Hudû ve huşu içinde Allah (Celle ve ala
hazretlerin)den korkarak ve kabulünü ümid ederek istediği
şeyde de israr ederek duâ etmelidir. Hak (sübhanehu ve Teâlâ
hazretleri) bu gibi muhterem zatları Kur’an-ı Kerimde şöyle
zikretmektedir:
ِ َ ْ ‫אرِ َن ِ ا‬
‫ات َو َ ْ ُ َ َא َر َ א‬
ُ َُ
ً
َْ
‫َو َر َ א‬
ً
ُ ‫َا َّ ُ ْ َכא‬
“Onlar hayırlı işlere koşarlar ve birbirlerini geçmeye çalışırlar.
Aynı zamanda sevaplara, hayırlı işlere rağbet edip azabından
da korkarIar, duâ ederler.” (el-enbiya 90)
Ve sure-i A’rafın 55. âyetinde
ً َ ْ ُ ‫َا ُد ُ َر َّ ُכ ْ َ َ ُّ ً א َو‬
buyurulmuştur ki yalvarmanın en güzel ve uygun şeklinin
“Gizlice can’u gönülden yapılması” olduğu bildirilmiştir.
Elbette şarlatanlıkla yapılan duâlar ne kadar makbul olur
bilmem. Bugün bu da çok revaçtadır. Hatta hususi duâcılar
ihdas edilmiş olduğu da görülegelmekte, bu da artık bir sanat
haline geldiğinden o mübarekler de cem’iyetlerde uzun uzun
duâlar ederek herkesi mest etmeğe çalışırlar; amma Allah
Teâlânın katındaki makbuliyeti ne olur bilmem. Cenâb-ı
Hak kulunun duâsını da çok sevdiğinden onlara bazı ibtilalar
Mehmed Zahid Kotku
115
verir ki bu sebeble duâlarda bulunsunlar ve bazan istediklerini
hemen vermez ki duâlardan hemen kesilmesinIer.
7- Duâda azimli ve kabulünde ümitli bulunmak da
gerektir. Peygamber Efendimiz Hazretleri de bizleri şöylece
uyarmaktadır:
‫ا ْ ِ ِ ِاذا ِ ئ ا‬
َّ ُ َّ َ َ ْ َ
َّ
ْ
َ َ ‫َ ِ َ ْ ِ ِم ا ْ َ ْ َئ‬
ِ
ُ َّ َ‫ا َذ َاد َ א ا‬
‫ْ ِ ِا َذا ِ ْئ‬
‫ا כ‬
ْ ُ ُ َ َ ْ ُ ََ
َ ‫ْار‬
Duâ ettiğiniz zaman, - "Allah'ım dilersen beni mağfiret et, dilersen bana merhamet eyle" demesin. İstediklerinizi kati surette
istesin.
Zaten onu icbar edecek hiçbir kuvvet yoktur. Duâ ettiğinizde kabul olunacağına büyük ümitle bekleyin. Çünkü;
onun kabulü Allah Teâlâ içi kolaydır. Ve hem de gafletle duâ
etmeyiniz, çünkü gafletle olan duâları Cenâb’ı Hak kabul
etmez.
8- Duâ ederken istediklerinizi üç defa tekrar ederek,
isteyiniz. Çünkü Peygamberimiz de istedikleri şeyi üç kere
isterlerdi. Duâların gecikmesinden dolayı üzüntü duymayınız. İstediğiniz şey kabul olunupta verildiği zaman şöyle duâ
ediniz:
ِِ
‫אت‬
ُ َ ِ ‫َا ْ َ ْ ُ َّ ا َّ ِ ى ِ ِ ْ َ ِ ِ َ ِ ُ ا َّ א‬
Eğer duâların kabulü gecikirse o zaman da
ِِ
ٍ
‫אل‬
َ ِ ّ ‫اَ ْ َ ْ ُ َّ َ َ ُכ‬
Mü’minlere Va’zlar
116
demek lâzımdır.
9- Duâya besmele ile başlamalı ve yalnız
ِ ِ ‫ِ ِ ا َّ ِ ا ْ ِ ا‬
ْ
ٰ َّ
َّ
demekle kalmayıp
‫אب‬
ِ َّ َ ْ ‫ُ ْ َ אَ َن َر ِّ ا ْ َ ِ ِ ا‬
ّ
َ
demeği de unutmamalıdır. Zira peygamberimiz her ne zaman
duâ etseler
‫אب‬
ِ َّ َ ْ ‫ُ ْ َ אَ َن َر ِّ ا ْ َ ِ ِ ا‬
ّ
َ
ile başlarlardı. Sonra duânın başında ve sonunda Rasul-i Ekrem
efendimize salevat’ı şerife getirmeği unutmamalıdır. Çünkü
salat-u selam muhakkak kabul olurda arasındaki duâlar kabul
olmasın olmaz mutlaka onlar da kabul olunur.
10- Duânın kabul olmasında asıl âmil olan batınî edebdir
O da tevbe etmek yani günahları bırakmak, helallaşmak, helal
lokma yemek ve bütün himmetini Allah Teâlâ'ya bağlamaktır.
Musa (aleyhisselam) zamanında bir kıtlık olmuş, duâya
üç gün çıktıkları halde (Duâlar kabul olmamış olacak ki)
yağmur yağmamış. Bunun üzerine Musa (aleyhisselam) "cemaatın içinde nemmam denilen, lâf taşıyan bir kimse vardır.
Bunun için duânız kabul olmaz!” der. Bunun üzerine hepsi
birden tövbe ve duâ ederler. Derhal rahmet-i ilahi nazil olur.
Hiç şüphesiz buna benzer çok hadiseler vardır. Günahdan
kurtulmak da bir cemaat için pek kolay birşey değildir.
Mehmed Zahid Kotku
117
En iyisi duâ yapmazdan evvel bir gusul abdesti al hiç
olmassa iki rekat namaz kıl, güzelce tevbe ettikten sonra
ِ َ ‫ر ِب ا ْ א‬
َ ّ َ
ِِ
ِِ
ْ َ ‫َوآ َو‬
َ
ِ َّ ِ
ُ ْ َ ْ َ‫ْ ٰ ِ ا َّ ِ ِ ا‬
ٍ
ِِ
َّ َ ُ ‫َّ َ ُم َ َ َ ّ َא‬
ِ
َ َ ْ َ‫ا‬
َّ
‫ِ ْ ِ ا َّ ِ ا‬
‫َوا َّ ٰ ُة َوا‬
de sonra
‫אب‬
ِ َّ َ ْ ‫ُ ْ َ אَ َن َر ِّ ا ْ َ ِ ِ ا‬
ّ
َ
diyerek duâya başla. Nihayetinde salavat-ı şerife getirip, Cenâb-ı
Hak’tan duâlarınızın kabulünü rica ediniz. Hazreti Allah (celle
ve alâ hazretleri) hepimizin duâlarını kabul eyleyip bizlerden
razı olduğu halde hüsn-ü hatimelerle kendisine kavuşan
bahtiyarların zümresine ilhak eylesin -âminSüfyan-ı Sevrî anlatıyor: “Ben-i İsrailde yedi sene kıtlık
olup hiç yağmur yağmamış. Kıtlıktan çöplüklerdeki leşleri
yiyecek kadar kötü vaziyete düşmüşler. Hatta çocuklarını bile
yemişler. Bu vaziyette dağlara çıkıp Allah Teâlâ’ya duâ etmişler
fakat Allah Teâlâ onların bu niyaz ve duâlarını kabul etmeyip
Peygamberlerine şöyle vahiy etti:
“Eğer bana doğru yürümekten ayaklarınız dizlerinize kadar
sürtülse elleriniz semaya değecek gibi yüksek dağlara tırmansanız ve duâdan dilleriniz de yorulsa kul haklarını ödemedikçe
duâlarınıza icabet etmem. Ve ağladığınıza acımam.”
Mü’minlere Va’zlar
118
Bunun üzerine onlar da kul haklarını ödediler, ve birbirleriyle helallaştılar. Allah Teâlâ da rahmet ve bereketini inzal
buyurdu.
Malik bin Dinar (K.S.) da şöyle diyor: “Yine Beni İsrail
devrinde vâkî kıtlık zamanında duâya çıkmışlardı. Allah Teâlâ
onların peygamberlerine şöyle buyurdu: “Sen onlara haber ver
pis beden ve haram ile dolmuş mide ve kana bulaşmış elleriyle
benim karşıma çıkmış ve benden rahmet istiyorlar. Halbuki
bu vaziyette rahmet şöyle dursun ancak benim gadabımı ve
benden uzaklığı kazanırlar. Bu hallerinden vazgeçsinler ki onlara rahmet vereyim.” Ve bunlara benzer daha dört beş vak’a
zikretmişlerdir.
Rahmet-i ilahiye pek boldur. İltica edilince ve tövbekar
da olunca ve kusur kabahatler de itiraf olunup ve merhamet
istenince Cenâb-ı Hak çok Rahim çok Kerim çok da Raufdür.
Kullarının duâsını kabul eder. Bizler de nihayetsiz nimetleriyle
de perverde olduğumuzuda itiraf ederiz. Ya rabbi şüphesiz çok
günahkârız. Kusurlarımızı itiraf ediyoruz bizim günahlarımızı
affeyle, zira senden başka bizim günahlarımızı af edecek kimse
yoktur. Ancak sen varsın, aman Allahım sevdiğin kulların ve
çok sevdiğin peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa
(Sallallahü aleyhi ve sellem)in hürmetine bizi ona bağışla. Ve şu
istediklerimizi lütuf ve ihsan eyle. Bizleri afiyetten de ayırma.
-Amin- (Fazla malumat isteyenin İmam Gazali’nin İhya-u
Ulumüd’din’in birinci cildindeki duâ kısımlarını okusunlar)
Bir de Risale-i Kuşeyriyede duâ kısmının sonunda zikrolunan
bir hadiseyi yazmayı faideli buldum, şöyleki: (Gözlerden akan
yaşlar saklı olan hadiselerin nasıl tercümanı ise nefeslerimizde
kalplerde saklanan gizli hallerin tercümanıdır). Duâ günahları
Mehmed Zahid Kotku
119
terk etmekle beraber dillerin herşeyden daha ziyade sevgili
olan Allah (celle ve âlâya) iştiyakını beyan eder.
Duâya izin verilmesi, kişinin Cenâb-ı Hakk'a daima
tazarru ve niyazda bulunması, ona verilecek atâ ve ihsanlardan daha hayırlı ve önemlidir. Ve duâ huzuru celbeder. Duâ
hayâ lisanı ile Hakk'a dönmek ve ona teveccühdür. Bundan
naşi bazı kimseler bana da “duâ ediniz” dedikleri vakit senin
Allah Teâlâ ile arana vasıta koymaklığın doğru değildir. Yani
duânı kendin yapman daha evlâdır. mamaafih bazı hüsn-ü
zan olunan kimselerden duâ talep olunur amma yine insan
kendi halini Hâlikına arzetmesi, ona olan iştiyakını, muhabbetini sevgisini artırır.
Nitekim (Takî) isminde bir zat·ı muhterem bir kadın gelip
oğlunu Rumların esir ettiğini ve kendisinin de sonderece muzdarip olduğunu gece gündüz gözüne uyku girmediğini beyan
eder. O zatın merhametini celb edip, duâsını rica eder. Mubarek
zat da “peki siz gidiniz İnşaallah Cenâbı Hakkın rahmet tecellisi
zuhur eder diye kadını selametlemiş ve kendiside bir müddet
murakabede bulunduktan sonra dudaklarını kımıldatarak
birşeyler söylemiş duâ etmiş. Az bir müddet sonra, esaretten
kurtulmuş olan çocuk da hadiseyi şöylece nakletmiş: “Ben
bazı rum padişahlarının elinde diğer esir cemaatlerle birlikte
bulunuyordum. Bizi padişahın adamları hizmet için sahralara
götürüp çalıştırıyorlardı. Ayaklarımızda zincir bulunuyordu. Bir
gün işten geldik, akşamdan sonra bizi gözetleyen muhafızlarla
beraber iken onların gözü önünde benim ayağımdan zincirler
çözüldü ve yere düştü. (Bu saat kadının Takî hazretlerine ricaya
geldiği ve o zatın da duâ ettiği zamana tesadüf ettiği zaman
olduğu da anlaşılmıştır). Hemen muhafız bana karşı bağırıp
zinciri kırdın diye çıkıştı. Ben ise hayır ben kırmadım o koptu
Mü’minlere Va’zlar
120
dedim. Hayret ettiler. Çünkü ne kopması mümkün ne de
açılması. Demircileri getirip tekrar tamir edip benim ayağıma
taktılar ise de ben birkaç adım atar atmaz zincirler yine ayrılıp
ayağımdan çıktı. Bunlar da aciz kalıp papazlarını çağırdılar”
Bana: "senin annen varmı?" diye sordu. Evet var dedim. “Onun
hayır duâsına mazhar olmuşsun Allah Teâlâ senin salıverilmeni
istiyor. Biz seni artık mümkün değil zaptedemeyiz! dediler. Ve
bana mümkün olan yol ihtiyacımı da vererek beni kasabama
kadar da birtakım muhafızlarla birlikte götürüp salıverdiler.”
duâların ne kadar mühim olduğunu şu ufacık hadise bize pek
büyük ders ve ibretlerle anlatmaktadır.
Cenab-ı Hak (sübhanehu ve Teâlâ) kendisine layık olan
kullarının arasına bizleri de kabul edip rızasını kazanabilecek
hayırlı amellere de muvaffak eylesin. Bi hurmeti seyyidi-l
murselin (Risale-i Kuşeyri; ilmi tasavvuf, 144 duâ babı).
Müslümanların her hal-ü kârda birbirlerine yardımcı olmaları hem Cenâb’ı Hakkın emri hem de Rasulüllah efendimizin
müteaddit hadisleriyle sabittir. Bir de kulun Allah Teâlâ’nın lutuf
ve ihsanına nail olabilmesi için yardıma muhtaç durumdaki
müslüman kardeşinin yardımında bulunması gerekir. Gerek
bedenen ve gerekse malen yardımları her kesin yapabilmesi
pek kolay birşey değildir. Çünkü cibilliyeti insaniyye çok
muhteliftir. Kendisine daima yardım olunmasını ister de
kendisi bir yardıma çağırıldığı vakit kaçar. Fakat yapılacak
duâda ne zarar var ne de para istenir ve ne de emek var yalnız
kardeşinin saâdet ve selameti için duâ edip Cenâb-ı Hakk'dan
birşeyler istemek de zor mu? Yine Rasul-i Ekremin
ِ ِ َ‫ِن ا‬
َْ
ِ ُ ْ ‫ِن ا ْ ِ אدام ا‬
َْ
َْ َ َ َ َْ
ِ َّ َ‫وا‬
ُ
Mehmed Zahid Kotku
121
“Allah Teâlâ kulunun yardımcısıdır. Kul, kardeşinin yardımında bulunduğu müddetçe.” Bundan ders alabilirsek ne
mutlu sana ve bana.
Şimdi biraz da okunması lâzım ve mühim duâlardan
bazılarını yazmak istiyorum. Cenâb-ı Hak hem okuyanlara
ve hem de bizlere kolaylık ihsan buyursun Amin... Hazret’i
Peygamber efendimizin sabah namazını kıldıktan sonra farzdan
evvel okuduğu duâ şudur:
‫اَ َّ ُ ِا ِّ اَ ْ َئ ُ َכ َر ْ َ ً ِ ْ ِ ْ ِ َك‬
َّ
Yani: “Allahım gönlümü sana bağlayacak ve darma
dağınık halimi biraraya toplayacak dağınık ve parçalanmış
işlerimi birbirlerine yaklaştıracak, kötü itiyat ve fitnelerden
beni koruyacak, dilimi islah edecek, batınımı koruyacak ve
zahirimi yükseltecek amelimi temizleyip artıracak, yüzümü ak
edecek, rızana ulaştıracak ve her kötülükten beni koruyacak
olan rahmetini senin fazlından isterim. Allahım bir daha küfre
düşmiyecek şekilde sadık ve yakîn bir imanı dünya ve ahirette
de lütuf ve kereminin en yüksek mertebesine beni ulaştıracak
olan rahmetini senden isterim. Allahım kazalarda sabır ve
kurtuluşu, şehidler mertebesini said tabakasından olan iyilerin
yaşayışını, düşmanlara galip gelmeği ve peygamberlere arkadaş
olmağı senin fadlından isterim. Allahım her nekadar hayırlısını
bilmezsem ve amelim kusurlu ise de bütün dileklerimi sana
arzeder ve senden yardım dilerim. Ve yalnız senin rahmetine
muhtacım. Ey gönüllere şifa verip bütün dertlere derman olan
Allahım... Büyük kudretinle birbirine yaklaşmış iki denizin
suyunu birbirine yek diğerine karıştırmadığın gibi, cehennem
azabından helak oldum diye feryad etmekten ve kabirin fitnesinden beni koru.
Mü’minlere Va’zlar
122
Allahım istemesemde veyahut hak etmesem de kusur ettiğim
ve amelleri işlemede ziyana uğradığım ve kullarından herhangi
birine va’dettiğin ve ya vereceğin her türlü iyilikleri candan arzular
ve onları senin fazlından isterim. Ya Rabbel Alemin. Allahım bizi
sapan, saptırandan değil hidâyette olup hidâyete ulaştıranlardan
ve düşmanlarına uzak olup dostlarına yaklaşanlardan, sana
kulluk edenlerden, senin rızan için sevip, isyan edenlere rızan
için husumet besleyen kullarından eyle... Allahım ben dilimin
döndüğü kadar duâ ediyorum kabul sendendir. Kabul eyle...
Ben elimden geleni yapıyorum. İ'timadım sanadır. Biz Allah
içiniz ve ona yöneleceğiz. Kuvvet ve kudret ancak azamet sahibi
olan Allah'ındır. Kıyamet gününde emniyet, âhiret gününde
de ahdini yerine getirip rüku ve sücüd eden abidler ile beraber
cennetini senden isterim. Kerem ve ihsanına nihayet olmayan,
dostluk edenlere sonsuz sevgisi olan ve dilediğini istediği gibi
yapan sensin.
Ey izzet ridasına bürünüp herkese galip olan Allah'ım,
seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ey ululuk ve yücelik
ridasına bürünerek kullarına fazlını ve ihranın esirgemeyen
Allah'ım. Seni tesbih eder noksan sıfatlardan takdis ve tenzih
ederim. Ey takdis ve tenzihe ancak kendisi lâyık olan Allahım
seni hertürlü noksanlardan tenzih ederim. Ey fazl-ı kerem
sahibi Allahım seni tesbih ederim. Ey kudret ve kerem sahibi
olan Allahım seni tesbih ederim. Herşeyi ilminde toplayan
Allahım. Allahım kalbimi, kabrimi, gözümü, kulağımı,
derimi, tenimi, kanımı, kemiğimi, önümü ardımı. sağımı
solumu, alt ve üstü mü büyük nurun ile tenvir eyle. Beni
nurlandır ve nurumu artır.”
Mehmed Zahid Kotku
123
Hazreti Aişe (Radiyallahu anha)’nın duâsı:
ِ
ِِ
ِِ
ُ ْ َ ‫َ א ِ َوآ ِ َ א‬
َْْ
ِ ِّ ‫اَ َّ ِا ِّ اَ َئ ُ َכ ِ ا ْ َ ِ ُכ‬
َ
ْ
ْ
َّ ُ
َ‫ِ ْ ُ َو َ א َ ْ ا‬
Hz. Aişe Validemize “Bütün duâların manalarını içine
toplayan cümlelerle duâ et. Ve duâ ederken de şöyle söyle:
Allahım dünya ve âhirette bildiğim ve bilmediğim bütün
iyilikleri senden ister, bildiğim ve bilmediğim hal ve gelecekete yani dünya ve âhirette bütün kötülüklerden sana
sığınırım. Allahım cennetini ve cennete götürecek o cennete
yakîn edecek yaklaştıracak güzel söz ve işleri ve amelleri,
tâatları, senden ister, cehhenneme sürükleyecek söz iş ve
amellerden ve hareketlerden sana sığınırım. Allahım kulun ve rasulün Muhammed (Sallallahü aleyhi ve Sellem)
in senden istediği hayır ve iyilikleri ben de senden ister
ve Allahım benim için takdir ettiğin her şeyin sonunun
hayırlı olmasını senden ve senin merhametinden dilerim.
Ey merhamet edenlerin en merhametlisi...”
Hazreti Fatıma (Radiyallahu anha)’nın duâsı:
Rasul-i ekrem (S.A.V.) Hazretlerinin kızı Fatıma’ya öğrettiği duâ şudur: “Ya Fatıma, şu tavsiyemi dinlemekten
seni ne men ediyor?” yani dikkatle dinle de bunu her zaman
oku...
ِ َْ
َ ‫َ ِ ُ َ َ ِכ ْ ِ ِا‬
ِ
ِ
ْ
ُ َّ ‫َ ْא ُכ‬
ِ
ْ َ‫َא َ ُّ َא َ ُّ ُم ِ َ ْ َ َכ ا‬
ِ َ‫َ َ َ ٍ وا‬
ْ َ َْ ْ
‫‪Mü’minlere Va’zlar‬‬
‫‪124‬‬
‫‪Ey Hay, kayyum olan Allah'ım bütün işlerimi dü‬‬‫‪zeltmeni ve bir an bile beni kendi başıma bırakmamanı‬‬
‫‪rahmetine sığınarak senden isterim.‬‬
‫‪Ebubekir Sıddik (r.a.)’ın duâsı:‬‬
‫َا َّ ُ ِا ِّ َا ْ َئ ُ َכ َ ُ َ َّ ٍ َ ِ ِ َכ‬
‫ّ‬
‫َّ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫َכ ِ َ ِ َכ‬
‫َ ِّ َכ َو ٰ‬
‫َو ُ ٰ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ُ ٰ َوا ْ ِ ِ ٰ َو َز ُ رِ َد ُاو َد َو ُ ْ َ אن ُ َ‬
‫ا َّ ُ َ َ ْ ِ َو َ َّ َ َو َ َ ْ ِ ْ اَ ْ َ ِ َ َو ُ‬
‫ِכ ّ ِ َو ْ ٍ اَ ْو َ ْ َ ُ‬
‫َاو َ َ ٍ‬
‫אء َ َ َ ُ َا ْو َ ِאئ ٍ َا ْ َ َ ُ َا ْو َ ِ ٍ َا ْ َ َ ُ َا ْو َ ِ ٍ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫ّ‬
‫َا ْ َ َ َاو َ ّ ٍ‬
‫آل َ َ ْ َ ُ َو َا ْ َئ ُ َכ ِِא ْ ِ َכ ا َّ ِ ى َا ْ َ ْ َ ُ َ َ‬
‫ْ ُ ْ‬
‫َ َّ ا َّ ُ َ َ ِ َو َ َّ َواَ ْ َئ ُ َכ ِِא ْ ِ َכ ا َّ ِ ى‬
‫ُ ٰ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ َ ْ َ ِ ِ اَ ْر َز َاق ا ْ ِ َ ِאد َواَ ْ َئ ُ َכ ِِא ْ ِ َכ َو َ ْ َ ُ َ َ‬
‫ْا َ ْر ِض َ א ْ َ َ َّ ْت َواَ ْ َئ ُ َכ ِِא ْ ِ َכ ا َّ ِ ى َو َ ْ َ ُ َ َ‬
‫ِ ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ا َّ ٰ َ ات َ א ْ َ َ َّ ْ َو َا ْ َئ ُ َכ ِא ْ َכ ا َّ ى َو َ ْ َ ُ‬
‫אل َ َאر ْ و َا َئ ُ َכ ِِא ِ َכ ا َّ ِ ى َا َ َّ ِ ِ‬
‫َ َ اْ ِ ِ‬
‫ْ َ‬
‫ْ‬
‫َ ْ‬
‫ْ َ‬
‫َ‬
‫َ ُ َכ َواَ ْ َئ ُ َכ ِِא ْ ِ َכ ا َّא ِ ِ ْا َ َ ِ ا َّ َ ِ ا ْ ِ ْ ِ‬
‫ْ‬
‫ا ْ ُ َ َّ ِل ِ ِכ َא َِכ ِ ْ َ ُ ْ َכ ِ َ ا ُّ رِ ا ْ ُ ِ ِ َواَ ْ َئ ُ َכ‬
‫و ِا ا ِ‬
‫َ َْ َ‬
‫َو ُرو ِ َכ‬
‫َ ِ ِ َכ‬
‫َو ِ َ ْ َر ِاة‬
‫َّ ٍ َ َّ‬
Mehmed Zahid Kotku
ِ ِ
ِ
ِ ْ َّ ‫אر َو َ َ ا‬
َ َ َ ْ ‫ِא ْ َכ ا َّ ى َو َ ْ َ ُ َ َ ا َّ َ אرِ َ א‬
ِ ِ ‫َ אَ ْ َ و ِ َ ِ َכ و ِכ ِ ِآئ َכ و ُ رِ و ْ ِ َכ ا ْ َכ‬
َْ
َ
َ ْ َ
َ َ َ َ
ِ
ِ ‫آن وا ْ ِ ْ ِ ِ و َ ْ ِ َ ِ َ ِ ود‬
َ َ
ْ ُ
َ
َ َ ْ ُ ْ ‫اَ ْن َ ْ ُز َ ا‬
َ
‫َو َ ْ ِ َو َ َ ِ ى َو َ ْ َ ْ ِ َ ِ ِ َ َ ِ ى ِ َ ْ ِ َכ َو ُ َّ ِ َכ‬
َ
ِ ِ ‫َ ِא َّ َ َل و َ ُ َة ِا َّ َِכ آ اَر ا ا‬
َّ َ ْ َ ُ
َّ َ َ ْ َ
Allahım! Peygamberin Muhammed (s.a.v.) dostun
İbrahim, sırdaşın Musa, kelime ve ruhun olan İsa hürmetine; Musa’ya inen Tevrat, İsa’ya inen İncil, Davud’a inen
Zebur, Muhammed (s.a.v.)’e inen Kur’an hürmetine bütün
peygamberlerine yaptığın vahiy hürmetine, mahlukatın
üzerindeki kaza ve takdirini senden isteyenlere verdiğini
fakir ettiğin zenginler ve zengin ettiğin fakirler, hidâyete
ulaştırdığın sapıklar hürmetine; Musa aleyhisselâma
bildirdiğin, kulların rızıklarını verdiğin; yeryüzünü,
hareketten sükûna erdirdiğin dağlarını ayakta tuttuğun
arş-ı a’zamını taşıdığın ism-i A’zam'ın hürmetine; Kur’an-ı
Kerim’de nazil olan Samed, Ehad ve Tahir isimlerinin
hürmetine, gündüzleri aydınlatıp geceleri karartan ismin
hürmetine, Azamet’i Kibriya ve Nur’i Celâlin hürmetine;
senin kudretinle Kur’an-ı Kerim’i okuyup onu anlamayı
bütün vücuduma duyurmayı ve bütün hareketlerimi
ona uydurmamı senden dilerim. Kuvvet ve kudret ancak
sendendir. Ya Erhamerrahimin...”
125
Mü’minlere Va’zlar
126
Büreyde el-Eslemi (r.a.)’ın duâsı:
Rasul-i Ekrem (Sallallahü aleyhi ve Sellem) Büreyde
(R.A.) e şöyle demiştir:
“Ya, Büreyde! Allah Teâlânın hayır muradettiği kimseye
ta’lim buyurduğu duâyı sana öğreteyim mi? Büreyde (R.A.)
da:
— “Öğret ya Rasulallah” deyince Rasul-i Ekrem bu
duâyı öğretti:
ْ ُ ‫َ ْ ِ َو‬
‫אى‬
َ َ ِ‫ُ ْ َ ٰ ر‬
ِ َ ِّ ‫ِ و ِا‬
َ َّ
ٌ
‫אك‬
َ َ ِ‫ر‬
‫ْا ِ ْ َ َم‬
ِ ‫َذ ِ ٌ َ َא‬
ِ ِ‫ا ا‬
َ
َّ
ٌ ِ َ
ِ ِ ‫ِ َא‬
َ
ِ
ِّ َ َ ٌ َ
ِ ِ ْ ‫َ َא‬
ِ ََِ
ّ
ِ َ ْ ‫َوا‬
ِّ ‫ِ َو ِا‬
‫אار‬
َ َ َْ َ
ِّ ‫َّ ِا‬
ِ َْ‫ا‬
ْ
ِّ ‫َّ ِا‬
ُ َّ ‫َا‬
َ ‫ِا‬
ُ َّ ‫َا‬
(Allahım ben zayıf ve aciz bir kimseyim, rızanı tahsil için
beni kuvvetlendir. Beni daima iyiliğe götür. Son emelimi
İslâmiyet kıl... Allahım! Ben acizim, sen beni kuvvetlendir.
Ben zelil bir kimseyim sen beni izzetlendir. Ben fakirim
sen beni zenginleştir. Ya erhamerrahimiyn... )
Kubeysa b. Muharik’ın duâsı:
Birgün Kubeysa Rasul-i ekreme:
— Yaşım ilerledi birçok şeylerden kaldım yapamaz aciz
bir hale düştüm.
Bana birşeyler öğret ki onlardan istifade edeyim. Bunun
üzerine Rasul-i ekrem:
Mehmed Zahid Kotku
127
— “Dünyalığın için akşam namazını müteakip üç
kere
َ ‫َ َ ْ َل َو‬
ِ ِ ْ ‫َّ ِ ا‬
َ
ِ ِ ْ‫ا‬
َ
‫אن ا‬
َ َ ْ ُ ‫אن ا َّ ِ َو ِ َ ْ ِ ِه‬
َ َ ُْ
ِ ِ َ ْ ‫ُ َّ َة ِا َّ ِא َّ ِ ا‬
ّ
de ve buna devam et, çünkü buna devam eden felç ve cüzzam
gibi hastalıklardan, elem ve kederden emin olur. Âhiretin için
de şu duâyı oku:
ِ ُ ْ ‫َ ْ ِ َك َواَ ِ ْ َ َ ِ ْ َ ْ ِ َכ َوا‬
َّ
ِ
‫َر ْ َ ِ َכ َو َا ْ ِ ْل َ َ َ َכא َכ‬
َ َّ
ْ
ْ
ِ
ِ
َّ
ِ ِ ‫اَ َّ ا‬
ْ َّ ُ
ََ
“Allahım bana kendi katından hidâyet ihsan eyle,
kendi fadl u kereminden ihsan eyle, rahmetini bana akıt
ve bereketinden bana inzal eyle” Sonra devamla şöyle buyurmuştur: “Bu duâya kim devam ederse kıyamet gününde
kendisine cennetin dört kapısı açılır. İstediği kapıdan
içeriye girer.”
Ebu-d’Derda (Radiyallahü Anh)’ın duâsı:
Birgün Ebud Derda’nın mahallesinde de yangın çıktı.
Kendisine haber verdiklerinde
— Benim evimi Allah yakmaz dedi.
Koş yetiş diye üç kere haber verdikleri halde her üçünde
de aynı sözü söyledi. Hakikatte yangın onun evine yaklaşınca
ateş söndü. Bu vaziyeti kendisine haber verene:
— “Ben bunu biliyordum” dedi. Bunun üzerine:
Mü’minlere Va’zlar
128
— (Ne acîp ifadelerin var) diye kendisine sorduklarında.
— Ben Resul-i Ekrem’in şöyle dediğini işittim:
“Gece ve gündüz şu duâya devam eden kimseye hiç
birşey zarar vermez.”
‫اَ َّ ُ اَ ْ َ َر ِّ َ ِا َ َ اَ ْ َ َ َ َכ َ َ َّכ ْ ُ َواَ ْ َ َر ُّب ا ْ َ َش‬
ْ
َّ
ْ
َُّ ‫ا ْ َ ِ ِ َ َ ْ َل َو َ ُ َّ َة ِا َّ ِא ِّ ِ ا ْ َ ِ ِ ّ ا ْ َ ِ ِ َ א َ َאء ا‬
ِ َ ٍ َ ِ ّ ‫אن و א َ َ אء َ ُכ َا َ َا َّن ا َّ َ ُכ‬
‫כ‬
َ َ
ْ
ُ ْ ْ َ ْ ْ َ ْ ََ َ َ
ٌ
‫ِכ ّ ِ َ ٍ َ ْ ً א َوا ْ ٰ ُכ َّ َ ٍ َ َ ًدا‬
‫وان ا ا אط‬
ْ
ْ ُ َ َ َ ْ َ َ َّ َّ َ َ
ٍ
َ ْ َ‫اَ َّ ُ َّ ِا ِّ اَ ُ ُذ َِכ َ ْ َ ِّ َ ْ ِ َو ِ ْ َ ِّ ُכ ّ ِ َدآ َّ ا‬
ٍ ِ َ ِ ‫آ ِ ٌ ِ א ِ ِ و ِا َّن ر‬
ٍ ِ َ ‫اط‬
َ َّ َ َ َ
ُْ
َ
"Allahım! Sen benim Rabbimsin, senden başka
ibâdete lâyık kimse yoktur. Sana güveniyorum; ümidim
sana ve senin rahmetinedir. Arş-ı a’zamın rabbi de sensin.
Kuvvet ve kudret ancak ulu olan Allahın’dır. Dilerse olur
dilemezse olmaz. Allah Teâlânın herşeye kâdir olduğunu
bilirim. Onun ilmi her şeyi kaplamış ve herşeyi olduğu
gibi, bilir. Allahım! kendi kötülüğümden ve herşeyin (ki
yürür ve hareket eder) zararından sana sığınırım. Çünkü
onların sahibi ve hâlikî sensin. Rabbimin yolu da en
doğru yoldur."
‫اط َر ِّ َכ ُ ْ َ ِ ً א‬
ُ َ ِ
Mehmed Zahid Kotku
129
Halil İbrahim (Aleyhisselam)in duâsı:
ِ
ِ
ِ
ُ ْ ْ ‫َ ٌ َ א ْ َ ْ ُ َ َ َّ ِ َא َ َכ َوا‬
ّ ِ ِ ‫َ ا ِ َכ َو ْار ُز ْ ِ ِ ِ َ َ َ ً َ ْ َ ُ َ א‬
‫َو َ א َ ِ ْ ُ ِ ِ ِ ْ َ ِ َئ ٍ َ א ْ ِ َ א‬
ّ
ْ
‫َ ُ ٌر َر ِ َو ُد‬
ِ ‫ود َכ‬
ٌ
ٌ
ٌ
ٌ ِ َ ‫ٰ َا‬
ْ ِ‫ِ َכ َور‬
ِ ‫َ ِْ א‬
َ ّ
‫ِ ِا َّ َכ‬
‫َا َّ ُ ِا َّن‬
َّ
ِ ِ ِ
َ ْ َ
‫َو َز ِّכ َ א َو‬
Yarabbi içine girdiğimiz şu gün yeni bir yaratıktır. Bu
günü bana ibâdetle başlat. Mağfiret ve rızan ile neticelendir. Bugün de bana iyilikler yapmamı nasib eyle. Onları
benim için arttır ve çoğalt. Bugün de yapmış olduğum
hataları bağışla. Sen mağfiret, merhamet, dostluk ve kerem sahibisin.
İsa (Aleyhisselam)’ın duâsı:
ِ
ِِ
ْ ‫َا َّ ُ َّ ا ّ َا ْ َ ْ ُ َ َا ْ َ ُ َد ْ َ َ א َا ْכ َ ُه َو َ َا‬
‫ا‬
‫אار وا‬
‫ِ ِى ِ ِه وا‬
ْ ُ ُ ْ َ ْ َ َ َْ َ َ ُ َْ ْ َ َ ْ َ َ ُ َْ َ َ َْ
‫ِ َ َ ِ َ َ َ ِ َا ْ َ ِ ِ ّ َا َّ ُ َ ُ ْ ِ ْ ِ َ ُ ِّو َو َ ُ ُء‬
َّ
َ َ
‫َ ِ ِ َو َ َ ْ َ ْ ُ ِ ِ ِ ِد ِ َو َ َ ْ َ ِ ا ُّ ْ א‬
َ
َ
‫اَ ْכ َ ِّ َو َ ُ َ ِّ ْ َ َ َ ْ َ َ َ ُ ِ َא َ َא َ ُّ ُم‬
ْ
ََ
ُّ
َّ
‫ِ ُכ‬
‫َ ِ ًא‬
"Allahım, istediğimi almağa, istemediğimi de def’e kadir
olamadığım halden sabaha çıktım: Sevk ve idarem senin elinde
Mü’minlere Va’zlar
130
amelimin mes’ulü olarak sabahlamış haldeyim. Benden daha
fakir kimse de yoktur." (Yani en fakir bir kimseyim.)
"Allahım! Benimle düşmanımı sevindirme. Dostumu da
mahcup etme.İbadette bana kusur ettirme. Bütün gay’em
dünya olmasın. Bana acımayanı bana musallat etme. Yâ Hayy
yâ Kayyum...
Hızır (Aleyhisselam)’ın duâsı:
Hızır ile İlyas (Aleyhimesselam) her hac mevsiminde bir
araya geldiklerinde şu duâyı okuyarak ayrılırlarmış:
ٍ
ِ
َ ْ
‫ْ ِ ُف‬
ُّ ‫َ א َ َאء ا َّ ُ ُכ‬
َ َ ُ َّ ‫َ א َ َאء ا‬
ِ َّ ‫ِ ا َّ ِ א َ אء ا َّ َ ُ َة ِا َّ ِא‬
ُ َ َ
َْ
َّ
ِ َّ ‫ِ ا َّ ِ א َ אء ا َّ ا ْ َ ُכ ُّ ِ ِ ا‬
َ
َ ُ ُْ ُ َ َ
ِ
ُ َّ ‫ا ُّ َءا َّا‬
(Bismillah Allah ne dilerse o olur. Kuvvet ve kudret
ancak Allah’ındır. Allah neyi dilerse o olur. Her nimet
Allah’ındır. Hayırın tamamı Allah'ın yed-i kudretindedir.
Allah neyi dilerse o olur. Fenalıkları kötülükleri insanlardan def eden ancak Allah’dır.)
Her kim sabahleyin bu duâyı üç kerre okursa yangından,
boğulmaktan ve hırsızlardan Allah’ın izniyle emin olur.
Ma’ruf-ı Kerhi (Rahimehullah)’nın duâsı:
Muhammet b. Hasan şöyle anlatıyor: Ma’ruf’u Kerhi
bana,
Mehmed Zahid Kotku
131
— Sana on cümle öğreteceğim, beşi dünya beşi de âhiret
içindir. Bunlar ile kim duâ ederse Allah (celle ve alâ) onun
duâsına icabet eder, kabul eder dedi. Ben:
— Yazayım mı? dediğim zaman
— Hayır ben nasıl Bekr b. Hani'sin tekrar tekrar okumasıyle ezberledimse, Sana da tekrar tekrar okuyarak ezberletirim
dedi.” duâ şudur:
ِ ِ ِ َّ ‫ِ ا‬
ِ
ُ َّ ‫َ ْ ِ َ ا َّ ُ ُ ْ َ א َ ْ ِ َ ا‬
ُ
َ ْ َ
َ َ ٰ َ ْ َ ِ ‫ا ْ َכ ِ ُ ِ َ א َا َ َّ ِ َ ْ ِ ا ْ َ ِ ُ ا ْ َ ِ ُّى‬
َ
َّ
ٍ
ِ
ِ ‫َכאد‬
ِ
َ
ْ َ ُ َّ ‫َ ْ ِ َ ا َّ ُ ا‬
ُ َّ ‫ِ ُ ء َ ْ ِ َ ا‬
ِ َ ‫ِ ا َّ ا ُؤ ُف ِ ْ َ ا ْ َئ‬
ِ ‫ا‬
‫َ ْ َ ا ْ َ ْ ِت‬
ْ َ
ُ َّ
َّ ُ َ ْ َ
ِ ‫ِ ا ْ َ ِ َ ْ ِ ا َّ ُ ا ْ َכ‬
ِ ْ َ ‫אب‬
ِ َ ِ ْ‫ِ ْ َ ا‬
ْ
ُ
َ
َ
ِ َ ِ ْ ‫ا َّ ا َّ ِ ُ ِ ْ َ ا‬
َ ْ ِ ُ ِ َ ْ ‫ان َ ْ ِ َ ا َّ ُ ا‬
ُ
ِ ِ
ِ ِ
ِ
َ ُ ‫ا ْ ّ َ اط َ ْ ِ َ ا َّ ُ َا َ َ ا َّ ُ َ َ َ ْ َ َ َّכ ْ ُ َو‬
ِ ِ ْ ‫ر ُّب ا ْ ِش ا‬
َ
َ
َْ
Dinim için Allah bana kâfidir. Dünyalığımı için Allah
bana kâfidir.Bütün mühim işlerim için kerim olan Allah
bana kâfidir. Bana haksızlık etmek isteyenlere hilim ve
kuvvet sahibi olan Allah kâfidir. Bana kötülük düşünenler
için de şedid olan Allah, kâfi, Ölüm halinde merhamet
sahibi olan Allah’ım bana kâfi Kabir sualinden beni esirgeyicek olan Allah'ım bana kâfi Hesap vaktinde kerem
Mü’minlere Va’zlar
132
sahibi olan Allah'ım bana kâfi, Mizan başında lutuf sahibi olan Allah’ım bana kâfi, Sırat üzerinde herşeye kâdir
olan Allah’ım bana kâfi, kendisinden başka ilah olmayan
Allah’ım bana kâfi. O büyük rabbim kafi. O büyük arşın
Rabbidir. Ben ona tevekkülü ettim. Yani bağlandım...
Ebu’d Derda’dan rivayet olunmuştur:
“Herkim günde yedi kerre;
‫َ ْ ِ ا َّ ُ َ ِا َ َ ِا َّ ُ َ َ َ ِ َ َ َّכ ْ ُ َو ُ َ َر ُّب ا ْ َ ِش‬
ْ
ْ
َ
ِ ِ ْ‫ا‬
َ
ayetini okusa ahiret ile alakalı işlerini Allah Teâlâ hazretleri
kolaylaştırır.”
Manası: (Eğer onlar yüz çevirirlerse, de ki:) Allah bana
yeter. Ondan başka ibâdete lâyık kimse yoktur. Yalnız ona
güveniyorum. O arş-ı azîmin Rabbi’dir.
Bu duâları Hasan’ın oğlu Muhammed’e öğreten Ma’ruf’ı
Kerhi (R.H.) hazretlerinin aslen anası ve babası nasrani, yani
hıristiyan imişler. Çocuklarını mektebe vermişler. Mektebin
papazı çocuğa Allah’ın üç olduğunu söylemiş. Ma’ruf hazretleri ise o çocukluk halinde: “-Hayır öyle şey olmaz. Allah
birdir,” demiş, bunu üzerine papaz çocuğu dövmüş. Çocuk
da mektepten kaçmış. Ve Ali b. Musa er Rıza (Rahimehullah)
-ki o devrin imamlarındandır- nın elinde müslüman olmuş,
babasının evine dönmüş ve onların da müslüman olmalarına
sebep olmuştur. Vefatından sonra rü’yada görülmüş ki (arşın
altında) Hazreti Allah (celle ve alâ) meleklerine:
— “Bu kimdir” diye sormuş. Onlar da:
Mehmed Zahid Kotku
133
— Siz bilirsiniz ya Rabbi - demişler. Cenâb-ı Hak da:
“O bana olan aşk muhabbetinden nâşi kendini gaib etmiş
Ma’ruf-u Kerhidir. Ancak bu halden, bana mülâkî olduğu
zaman ayılır”. buyurmuş...
Ma’ruf’ı Kerhi (Rahimehullah) der ki: - Bana Dâvud Tâi’nın bazı eshabı.
"Sakın Allah Teâlâ'ya tâatı terk etme. Müslümanlara
hizmeti vazife bil ve onlara daima nasihat eyle" diye vasiyet
eylediler.
Yine Ma’ruf (Rahimehullah) hazretlerini vefatından sonra
rüyada görmüşler ve.
Allah Teâlâ hazretleri sana ne muamelede bulundu diye
sormuşlar. Cevaben;
— Mağfiret’i İlahiyeye mazhar olduğunu söylemiş Rüyayı
gören yine sormuş:
“Bu mağfiret zühdün ve veraın sebebiyle mi? demiş— Hayır ben Semmâk’in mev’izesinden aldığım dersle ki
fukaraya bakmak, sevmek ve muhabbet etmektendir, demiş ve
şöyle nakletmeğe başlamış: “Ben birgün Kûfe sokaklarından geçiyordum. Bir de gördüm ki İbni Semmâk İnsanlara vaaz ediyor ve
şu cümle kulağıma geldi (Her kim Allah Teâlâ'dan tamamiyle
yüz çevirip uzaklaşırsa Allah Teâlâ da ondan bilcümle yüz
çevirip uzaklaşırsa. Ve her kim Allah Teâlâ’ya yönelirse Allah
Teâlâ da rahmetiyle o kuluna yönelir. Ve halkın gönüllerini o
kula çevirir. Allah Teâlâ ona merhamet eder.) Bu sözler bana
çok tesir etti. Ben de her işimi bırakıp Allah Teâlâ hazretlerine
yöneldim. Bir de Ali b. Musa er Rıza hazretlerine hizmet ederdim.
Ölüm hastalığında kendisinden vasiyyet istenmiş, o da:
Mü’minlere Va’zlar
134
— “Öldüğüm zaman sırtımdan çıkardığınız gömleğimi
tasadduk ediniz, ben dünyaya çıplak geldim gine çıplak gitmeyi
isterim.” demiş. Bir gün hayatında oruçlu olduğu halde bir saka
yani su dağıtan adam şöyle diyormuş:
— “Her kim suyumdan içerse Allah ona rahmet eylesin”
Bunun üzerine sakadan suyu alıp içmiş. Yanındakiler:
— Oruçlu değilmişiniz deyince
— Evet oruçluyum fakat bu sakanın duâsını almak
ümüdiyle içtim. Yarın bir oruç daha tutarım demiş.
Çünkü nafile oruçları icabında bozmak caizdir. Bu zat
Bağdat’lılarca çok meşhur, duâsı pek makbul kabri de ziyaretgahdır. Ve kabrinin ziyareti de dertlilere, hastalara mücerreb
şifadır. Cenâb-ı Hak, cümlemizi Ehlullahı seven kullarından
eylesin amin.
Bu zatın. İbni Semmâkin vaazından aldığı nasihatte: Fukaraya
bakmak ve onları sevmek ve muhabbet etmek idi. Ma’ruf-ı Kerhi
Hz. de dünyadan elini çekip tam manasıyle Allah Teâlâ'ya ikbal
etmiş ve fakr’u zarureti tercih etmiş olduğundan bir nebze de fakirlikten bahsetmeyi arzu ettim. Her ne kadar fakirliğe liyâkatimiz
yoksa da onları sevmeği vazife bilmemiz için onların hallerinden
mevkilerinin ve ind-i ilahideki kıymetlerinin yüksekliğinden biraz
olsada anlatmak ve anlamak bakımından münasip görmekteyim.
Faydalı olacağını zannederek yazmayı münasip görüyorum. Evvela fakirlik denince elde avuçta mutlaka birşeyin olmaması gibi
birşey hatıra gelmemelidir. Çünkü Hak (celle ve alâ) bir âyet-i
kerimesinde ‫ اَ ْ ُ ا ْ ُ َ اء‬diye bizleri fukara zümresine idhal
ُ
etmiştir. Çünküَ fukaraُ nasıl zenginlerin yardımına muhtaç, ise
bütün insanlar da hatta bütün mahluk ve mevcudat Cenâb-ı
Hakkın her an lütfuna ve ihsanına muhtaç olduğundan onlara
Mehmed Zahid Kotku
135
da fakir denilmektedir. Fakir haddizatında bir şeyi olmayan
kimseye denirse de doğrusu hiç kimsenin birşeyi yok demekdir.
Çünkü, nihayet elde kalmayan servet hiç bir zaman servet ve
varlık sayılmaz. İşte hepimizin her zaman gördüğümüz hadiseler
meydanda. Kim malını - “benim malımdır, servetimdir, mutlaka götüreceğim” diyebilmiştir? Giderken sessiz sedasız bırakıp
gitmektedir. Buna şimdiye kadar kimsenin itirazı olmamış ve
olmayacaktır. Şu halde o elinde olan senin değil ancak sana bir
emanettir. Onu güzel bir şekilde kazanır ve kullanırsan ona göre
muamele olunursun. Ya cenneti veya cehennemi kazanırsın. Bu
servet senin için insanlığın için, müslümanlığın için bir mi'yar
bir ölçüdür. Harvurur harman savurursan elbette cezasını göreceksin. Cenâb-ı Hak bunu sana onun için vermemiştir. Zuafa,
fukara ve mesakinin de onda hakları olduğu gibi memleketin
ve milletin de ayrıca hakları vardır. Memleketin muhtaç olduğu
hürriyet, selâmet ve saâdet hep o paraların hayırlı yerlere harcanmasına bağlıdır. Yoksa-bu benim malımdır deyip de enva’ı çeşit
lüzumsuz israfa kapılarak paraları harcayanları Allah Teâlâ'nın
sevmediğini Kur’an’ı Azimü- Şan’ın müteaddit yerlerinde beyanla
ِ
ِ
ِ
َ ِ ْ ُ ْ ‫ا َّن ا َّ َ َ ُ ُّ ا‬
buyurmuştur .
Bazan İstanbulumuzun bazı semtlerinde görülen ve bu
gün de bir enkaz yığını halinde bulunan köşklere tesadüf
edilmektedir ki, o süslü taşları ve malzemeleri ta İtalya’dan
kimbilir ne masraflarla getirilmiş, millet parası memleket
serveti böylece hem yabancıların kesesine girmiş ve hem de
memleketin istikbali için lâzım gelen yüksek sanayi de bu
suretle ihmal edilmiştir. Bunun acısını bugün ve yarın hepimizin çekmekte olduğunu da pek açık surette görmekteyiz. İşte
bunlar hep dinini bilmemekten ve memlekete acımamaktan,
nefsinin esiri ve kölesi olmaktan başka birşey değildir. Asıl
Mü’minlere Va’zlar
136
fakirlik işte budur. Yoksa bir adam aç kalmış ve ölmüş olsa
ne lâzım. O cennete gider. Dünyanın meşakketinden bir an
evvel kurtulmuş olur. Fakat memleket ve millet böyle midir?
Onun için hepimize lâzım olan şey en evvel dine iyi sahip
olup güzel dindar bir müslüman olmak, dilinden ve elinden
hiçbir müslüman hatta hiç bir mahluku rencide etmemek
ve elinden geldiği kadar müslümanlığa fâideli yardımlarda
bulunmak ve onlara daima nasihatlarda bulunarak millet
ve memleketin teâli ve terakkisi gayesinde olmaktır. Bunun
hıristiyan Avrupanın değil; İslâmiyetin emirleri olduğunu iyi
bilmelidir. Fakirlik hiç bir zaman korkulacak birşey değildir.
Belki istenilecek bir devlettir. Bak insanların bu dünyaya
gelişlerinin başlıca sebebi, bu mülkün sahibi Allah Teâlâ
hazretlerini bilmek ona lâzım gelen kulluk vazifelerini lâyık’ı
veçhile yapmağa çalışmaktır. Bu iş ise öyle görüldüğü gibi
kolay ve basit bir şey değildir. Allah Teâlâ Hazretlerini bilmek,
O'na lâzım gelen kulluk vazifelerin; lâyık, vechile bile bilmek
ve O'na tam bir gönül ile kulluk yapabilmek, öyle dünyaya
dalmak ve dünya işleriyle meşgul olup başını kaşıyacak vakit
bile bulamayan kimselere kolayca nasip olan bir şey değildir.
Onun için gayeleri çeşitli olan kimselerin buna muvaffak
olabilmeleri adeta muhaldir. Belki bazı müstesnalar bulunabilir. Fakat o da kıyas olunamaz. Gönüllerin Allah (teâlâ)
hazretlerine tam manasıyle dönebilmesi lâzımdır ki; Allah
(teâlâ) da o kuluna tam manasıyle rahmet, bereket, ilim, amel
ve ma’rifetini ihsan buyursun. Bunlar ise yani marifet-i ilahi,
insanın kendi çalışmasıyle elde edilemez. Mutlak ve mutlak
Allah Teâlânın lutuf ve ihsanına bağlıdır.
Yerdeki mahsullerin kemâle gelişi gökten gelecek olan
yağmura bağlı ise insanın da kemâle ulaşması yine Allah
Teâlâ’nın rahmetine lutuf ve ihsanına bağlıdır. Yoksa kendi
Mehmed Zahid Kotku
137
kendine kalırsa dalalet çukurlarına düşüp hem kendini ve
hem de etrafındakileri mahvü perişan eder. Cenâb’ı Hak
cümlemizi hıfz-u himayesinden bir an dahi olsa ayırmasın.
(âmin)
Fakirlerin, -bir kerre- zenginlerden beş yüz sene önce
cennete gireceği Ebu Hüreyrenin rivayet ettiği şu hadisle
sabittir:
‫ِ אئَ ِ َ ٍאم‬
ِ ِ ْ َ ‫ُ ُ ا ْ ُ َ اء ا ْ َ َ َ ْا‬
ِ َ ِ ‫אء‬
َُ
ْ
ْ َّ َ ُ َ
َ
Miskin o değildir ki... kapıları dolaşır da ona bir iki lokma
veya bir iki hurma verilir.” buyurmuş da
— Öyleyse miskin kimdir diye sorulmuş:
— Kendisinin ihtiyacını giderecek birşeyi olmazda
halkd’an istemekten utanır, halini saklar da kimse anlamaz.
Nasdan utanması Hak sübhanehu ve Teâlâ’dan utanmasındandır.” diye izah etmişlerdir. Fakirlik evliyaların şiarı olduğu
gibi asfiya denilen saf kimselerin ziynetini Hak (sübhanehu
ve teâlânın has kullarından muttaki ve enbiyaları için seçip
ihtiyar ettiği en güzel bir yol, aynı zamanda hakiki fakirler
Cenâb-ı Hakkın esrarının da hamili olmakla beraber,
halkın muhafaza ve merzuk olmasına sebep olurlar.
Yine (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hazretlerinin beyanlarında da:
ِ
ِ ‫אכ‬
َ َ ْ ‫ُ ُّ ا‬
ِ ِ ْ‫م ا‬
َ ٰ َ َْ
ِ
َّ َ ْ ‫ا‬
ِ َّ ‫אء ا‬
ُ َ
ِ
‫אح‬
ُ َ ْ ‫ٌ َو‬
َ ُ ْ ُ ِ َّ ُّ
ِ
َ ْ ٍ ْ َ ِ ّ ‫َ ُכ‬
‫َوا ْ ُ َ ِاء ا‬
َ
Mü’minlere Va’zlar
138
“Herşeyin bir anahtarı vardır. Cennetin anahtarı da
sabırlıları, fakir ve miskinleri sevmektir. Cünkü onlar yevm’i
kıyamette Allah Teâlâ'nın halisleridir.” buyurulmuştur.
Bir zat İbrahim Ethem hazretlerinin kendilerine onbin
dirhem ikram olarak hediye etmek istemişlerse de İbrahim
Edhem hazretleri “Bunu bana vermekle ismimi fukara divanından sildirmek istiyorsunuz.” diye kabul etmemiştir.
Demekki fakirlik ne kadar kıymetli.
Bazıları büyük laflar söyleyip - eğer İbrahim Ethem hazretleri bizim zamanımızda olsaydı biz onu saltanatında bu
kemale eriştirirdik- derler. Fakat boş sözdür. Zira kul hakiki
kulluğa eriştiği vakit Hakk'ın takdirine tamamıyle razı olur.
Şeytan-ı aleyhil’la’nenin en çok sevindiği üç şey vardır:
Birincisi: Haksız yere insanı öldürmek,
İkincisi: Küfür üzerine ölmek,
Üçüncüsü de: Fakirlik korkusu olan kalpdir.
Binaenaleyh fakirlere de lâzım olan da, şu üç şeyi muhafaza etmektir.
I- Sırrını muhafaza,
II- Feraîzı ilahiyeyi
III- Fakirliğini korumaktır. Cenâb-ı Hak (celle ve alâ)
hazretleri. Musa (Aleyhisselam)a vahiy buyurmuştur ki, “Fakirleri gördüğün vakit onların hayır duâlarını iste” Nitekim
muhtaçlar zenginlerden istedikleri gibi sende fakirlerden duâ
iste demektir. "Eğer bunu yapamazsan sana öğrettiğim
herşeyi toprağın altına göm” demiş; bunlar bizlere nekadar
ibretâmizdir. (Zenginlerin meclisininde oturmaktansa bana
yüksek bir damdan düşüp parçalanmak daha iyidir) demişler.
Zira (Aleyhisselam) efendimiz buyurmuşdur ki:
Mehmed Zahid Kotku
139
"Ölüler meclisinden sakınınız.”
— Ya Resûlallah o ölüler kimlerdir diye sormuşlar ..
— “Zenginler” diye cevap vermişlerdir.
Binaenaleyh sadık bir fakir hiç bir zaman halini ve zaruretini mahluktan kimseye bildirmez.
Bakınız Cenâb-ı (zülcelâl hazretleri) Musa (Aleyhisselam)
a vahyediyorki;
— "Ya Musa istermisin yarın yevm-i kıyamette bütün
insanların hasenatı kadar hasenatın olsun" demiş. O da
cevaben
— Evet ya Rabbi isterim deyince.
— Öyle ise hastaları ziyaret et, ve fakirlerin elbiselerini temizle.
Bunun üzerine Musa (A.S.) her ayın yedi gününü fakirlere ayırır onları arar bulur, üst ve başlarına bakar, hastaları
ziyaret edip onların ihtiyaçlarını gidermeğe çalışırmış. Acaba
ders olarak bu bize yetmez mi dersiniz?
Sehl b. Abdullah der ki: 5 huy insanlık cevheridir.
1- Fakir olduğu halde kendilerini zengin gibi göstermeğe
çalışanlar,
2- Aç olduğu halde tokmuş gibi görünenler,
3- Mahzun ve kederli olduğu halde mesrur ve sevinç
izhar edenler,
4- Aralarında adavet ve düşmanlık olduğu halde dostluk
ızhar edenler,
5- Geceleri kaim gündüzleri saim oldukları halde zafiyet
göstermeyenler ve hallerini saklayanlardır.
Mü’minlere Va’zlar
140
Tabiatıyle bu gibi insanlar hem ind-i İlahide ve hem de
insanların sevdiği makbul kimselerdir. Bu gibi hakiki fakir
fakirliğini mezara kadar muhafaza etmesi gerekir. Bir vakit
fakirliğe devam edip sonra dünyaya rağbet edip dönmek
makbul birşey olmadığı gibi belki de fukara defterinden silinmelerine icabettirir. “Fakirlik mi efdaldir yoksa zenginlik mi?
diye sorulunca, asıl ölçü sabır ve şükürdür demişler.” Fakir
olan sabredemezse kıymeti yoktur. Zengin olanda elbette
şükrünü eda edemezse onun da kıymeti yoktur.
Herkesin takdir-i İlahiye razı olması en büyük bir devlettir. Onun için Cenâb-ı Hak cümlemizi razı olduğu amelleri
işleyip, razı olmadığı amellerden muhafaza eylesin. Amin.
Fakire şu dört şey çok lâzımdır. Bunlar olmazsa büyük
tehlikelere düşebilir.
Birincisi: Ona lâzım olan ilim şeriat'tır.
İkincisi: Haramdan ve şüpheli şeylerden korunmalıdır.
Üçüncüsü: Ona meşekkatlere tahammül edecek ilmi
yâkin veya ayn-el’ yâkin gerekir
Dördüncüsü: Zikrullah da onun ünsiyeti ettiği dostu
olmalıdır. Bunlardan mahrumiyet herkes için beladır.
Haberde vaki olduğu veçhile: Herkim bir zengine
zenginliğinden naşi tevazu gösterirse onun dininin üçde
ikisi gider; Eğer gönlü ile de tevazu ederse bütün dini
gider” demişler. Onun için Rasul’i Ekrem efendimiz,
— Ölüler meclisinde oturmaktan sakınınız buyurmuşlar,
— Ölüler kim ya Rasulallah deyince
‫اَ ْ َ ْ ِ ُאء‬
َ
— “Kendini bilmeyen zenginlerdir” demişler.
Mehmed Zahid Kotku
141
Bennanî Mısrî hazretleri naklediyor:
“Ben Mekke-i Mükerreme’de Harem’i Şerif de oturuyordum. Yanımda bir genç oturuyordu. Birisi geldi onun önüne
bir kese dolusu para bıraktı. O zat,
— Ben istemem dedi. O da,
— Fakirlere dağıtırsın deyip bırakıp gidince o zat onların
hepsini orada dağıttı. O zatı akşam üstü gördüm ki evlerden
dileniyordu. Yanına sokulup dedim ki:
— O paraları dağıtırken hiç olmazsa bir miktar kendinize alıkoysaydınız de böyle dilenmeseydiniz olmaz mıydı
dedim.
— Evet fakat bu vakte kadar yaşayacağımı bilmiyordum.
diye cevap verdi.”
Allah (celle ve alâ) hazretleri cümlemizi hakikatlere ulaşan
kullarından eylesin. Amin.
Ebu Hafs diyorki: “Fukaralık sahih olmaz: Ona almaktan ise vermek daha efdal olmadıkça... “Sevri hazretleri şöyle
buyuruyor: “Fakir birşeyi olmadığı vakit sükut eder. Kimseyi
rahatsız etmez kendisine birşeyler verilirse onu da hemen dağıtır
ve başkalarını tercih eder, çünkü cömertlik var iken vermek
değildir. Bunu herkes yapar, asıl hüner kendin muhtaç olduğun zaman verebilmektir.” Cüneyd-i Bağdadi (K.S.) hazretleri
şöyle diyor: “Fakire rast geldiğin vakit ona rıfk ile muamele et;
çünkü rıfk onun seninle ünsiyet etmesine vesile olur. İlminle
ona mülakat etme zira, hakiki fakiri ilminle karşılarsan, o fakirler ateşte eriyen kalay gibi erirler buyurulmuş. Sen kendinin
ind’i İlahideki kıymetini bilmek istersen fukaraların senden razı
olup olmadığına bak. Eğer senden razı iseler Hak Sübhanehu
ve Teâlâ Hazretlerinin senden razı olduğunu bil.”
Mü’minlere Va’zlar
142
Ebu Cafer isminde bir zat-ı muhterem demircilik yapar
ve hergün bir dinar kazanırmış. Her gün de oruç tutarmış.
Aldığı yevmiyesini hemen fakirlere tasadduk eder “fukaranın
alameti yokluğun da sükut, varlığında da onu başka muhtaçlara vermektir” dermiş.
Fakir birşey bulamadığı vakit enaz üçgün sabreder. Dördüncü
gün ancak kifayet miktarı birşeyler isteyebilir demişler.
Hayru-n’Nessac der ki: “Ben bir mescide girmiş idim,
beni gören bir fakir eteğime yapışıp,
— Derdim büyüktür bana lutfediniz” diye bana yalvarmaya başladı.
— Derdin nedir? Diye sordum.
— Belalardan kurtuldum afiyete eriştim. dedi.
Bir de baktım ki meğer fakirliği gitmiş, kendisine bolca
dünyalıklar ve varlıklar gelmiş. Binaenaleyh fakirlere müjdeler
olsun ki Dünyada sultanlar onlardan vergi istemezler. Âhirette
de Allah (celle ve alâ) onlardan hesap sormaz.
İbrahim Edhem hazretlerinin şu sözünü yazmadan
yapamıyacağım: O mülkünü terk edip, derviş olup, derviş
vari yaşamaya başlayınca bazı kimseler onu kınamışlar. O da
“Eğer padişahlar hükümdarlar bizim nail olduğumuz devleti
bilmiş olsalar ordularını üzerimize sevk edip bunu da elimizden almağa kalkarlardı diye cevap vermiş. Haddizatında bu
nimet öyle bir nimettir ki bunun kadr-ü kıymetini herkesin
bilmesi mümkün değildir. Zira bunu ancak erbabı bilir, her
meslekte öyle değilmidir?*
*
Bunlar İmam Kuşeyri’nin Risale-i kuşeyrisinde 146. ila 149. sahifesi
içerisinden seçilerek alınmış kıssalardır.
Mehmed Zahid Kotku
143
Şimdi yine aynı zatın (Kitabü-l Minen) ismindeki kitabının 144. sahifesinde şöyle yazılmaktadır: “Evliyalardan
bir cemaat Suveyş kanalı kenarındaki Mukattam dağında
ikamet ederler, yiyecekleri ise ancak o dağın otları ile sabahın tatlı ve hayat veren havası olmakla beraber, bunlar her
akşam namazını Mekke-i Mükerreme de kutbun arkasında
kıldıklarını da ifadesine katmıştır.” Bizim bunda hiç bir
şüphemiz olmaz. Çünkü kudret’i ilahînin ceryanına tabi ve
razı olan bu gibi kimseleri Cenâb-ı Hakk hikmeti ile böyle
yaratmıştır. Bunların dünya ve dünya işleriyle hiç bir alakası
yoktur. Adeta herbirisi bir melek. Yalnız bütün ömürlerini ve
vakitlerini Allahu Teâlânın emirlerine itaat ve yasaklarından
ictinap etmekle geçirir olduklarından Hak (sübhanehu ve
Teâlâ) hazretleri bunlara böyle akılları durduran kerametler
lutf ve ihsan ettiğinden, Tayy-ı mekân ve gönüllerde dolaşan
esrarı, gizlilikleri bilir. Açlığa ve susuzluğa tahammülleri olmakla beraber Hakk'ın rızası başlıca emelleri ve gayeleridir.
Onlar için ölmek ölmek Allah'ın rızası dışına çıkmaktan
evladır. Dünya işleriyle hiç alakaları yoktur.
Onun için İmam Şafii hazretleri: “bu gibi fakirlerle her
hangibir iş için istişare etmeyiniz çünkü bunların dünya işlerine
akılları ermez” buyurmuştur. Sonra dünyaya dalmış âhireti
unutmuş zenginlerle de istişare etmeyiniz zira dünyaya olan
hırslarından nâşi gönülleri kararmış olduğundan hayır ve şerri
seçemezler demiştir. Bu zikrolunan fakirlik ayrı bir tarikattır.
Her tarikat gibi bu da bugün yok olmuş gibidir. Bunlar Hakka
vuslatı; açlıkta sabır ve tahammüldedir derler ve en aşağı üçgün aç kalmadıkça hallerini kimseye bildirmezler, hatta böyle
bir cemaat bir memleketten geçerken içlerinden birisi açlık
ve susuzluğun tesiriyle sokağa atılmış bir karpuz kabuğunu
alıp onun suyundan istifade etmek istediğini gören Şeyhi:
Mü’minlere Va’zlar
144
“Sen bizim aramızdan çık çarşı pazarlarda dolaşıp para kazan
yoksa bu yol senin yolun değildir.” diye onu kovmuştur. Bu
taife herkesin korkup kaçtığı cüzzamlı hastalardan kaçmazlar
ve bilakis bunları evlerine götürüp tedavi bile ederler Rufaî
hazretleri de böyle cüzzama tutulmuş bir köpeği ki, bunu ehli
belde kovmakta iken onu almış bir sahraya götürüp ona hususi
bir gölgelik yapıp, orada kırk gün onu tedavi etmiş yaralarını
yıkamış, ilaçlamış ve nihayet köpek de iyi olmuş. Sonra da
beraberce memleketine gelmişler. Bak Hakkın nice kulları var
sen bunlara hüsn-ü zan et, ve bu sözleri yabana atma.
Yine İmam Şa’rani hazretleri diyor ki: Kalbin gönlün kötü
ve yaramaz huy ve ahlâklardan ve mezmüm sıfatlardan naşi
bozulmasının sebeblerini şöyle anlamaktadır:
— Ulema-i amillin olan zatların gönüllerine Cenâb-ı
Hak tarafından beş şey verilir.
1. İlim,
2. Hilim,
3. Hikmet,
4. Haşyetûlllah,
5. Keremdir,
Evliyaullahın kalbine de yine Cenâb’ı Hak tarafından
beş şey verilir:
1. Sukut,
2. Zikir,
3. Fikir,
4. Nur,
5. Ziyade akıl. Bu nimetler açlık ve gece namazlarına
devamın mükafatıdır.
Mehmed Zahid Kotku
145
Gafillere de beş şey verilir:
1. Gaflet,
2. Sehv (unutmak ve yanılmak)
3. Gülme
4. Rahatı sevme
5. Uykudur.
Münafıkların kalbine de beş şey verilmiştir:
1. Hevay-u heves,
2. ibâdete kuğuy,
3. Habâset ve,
4. Hiyle ve,
5. Nifaktır. Bunlar da bütün kötü huyların anasıdır.
Teferruatı pek çoktur.
Onun için Aliyyüş Şazeli hazretleri,
“Siz, Rabinizin evi olan kalplerinizi iyi gözetleyiniz.
Oraya Rabbinizin razı olmayacığı hiç bir şeyi sokmayınız,
onu iyi bekleyiniz. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın, kulun ancak
gönlüne baktığını unutmayınız. Habis olmak, yalancı,
şeytanı işler hilekarlık, necaset ve murdarlık; çirkinlik ve
denîliktir.”
Cenab-ı Hak cümlemizi bu gibi yaramaz huylardan
muhafaza buyursun.
Amin.
Bu hususda Ankara’daki Hacı Bayram-ı Veli (K.S.) hazretlerinin hulefasından Lamîî dedenin buyurduğu da çok
şayan-ı dikkattir.
Mü’minlere Va’zlar
146
Pak eyle gönül çeşmesini ta durulunca.
Dik tut gözünü gönlün gönlüne göz olunca.
İnkarı ko, dil destisini ol çeşmeye tutdur.
Ol abısefa bahş ola, tâ bu desti dolunca,
Çün Hak seni gönül kapısına bekçi etti.
Dur kapıda, gayrı koma ta anı anda bulunca
Sen çık oradan hanesini sahibine ver.
Bîşek gelir Allah evine, sen savulunca
Evvel koma kim, sonra çıkarmak güç olur güç
Şeytan çerisi hane-i kalbe koyulunca.
Binaenaleyh herkes gönlünü en güzel bir şekilde gözetleyip
gönlünü gayet temiz bir şekilde tutmak mecburiyetindedir.
Herkim bu husus da gafil davranıp da gönlünün bekçiliğini
iyi yapmazsa netice itibariyle pek büyük zararlara giriftar
olur. Hele bir kalbe ahlâk-ı mezmumeler girip yerleştikten
sonra onları çıkarmak ne kadar müşküldür. Onun için ilk
vazife bunları gönüle sokmamaktır. (Bir memleket düşman
işgaline maazallah uğrasa onu çıkarmak, kötü çirkin fena
huyları çıkarmaktan... daha kolaydır.) Demişlerdir ki; pek
doğru olsa gerek. İnsanın hayatında yaşadığı ve alışa geldiği
iyi veya fena huylar tabiat-ı saniye dedikleri gibi insanda
kökleşip kalır. Bizim dedelerimizden kalma bir darb-ı meselede (Onu teneşir temizler) derlerdi. Yani bu hal onun
ölümüne kadar ondan çıkmaz demektir. Her ne kadar tevbekar olsa dahi alıştığı adeti kolayca bırakamaz. Tecrübeler
de bunu böyle göstermektedir. Cenâb-ı Hak (sübhanehu
ve Teâlâ) cümlemizi iyi güzel Hak (Teâlâ)nın razı olacağı
güzel ahlâklarla yetişip ve o güzel hal üzere Hakk'ı gören
kullarında eylesin. Amin.
Mehmed Zahid Kotku
147
Fakirlik yolu ile Hakk'a vuslat pek kolay bir iş değildir.
O yolu tercih etmekten Hakk'ın sıfatı olan zenginliği tercih
daha makbul olsa gerektir. Yalnız öyle zenginlik ki; onunla
Hak rızası murad olunur. Bilumum hayırlara canla başla
iştirak eder. Her zaruret sahibinin imdadına yetişir. Günah
yollarına ve israflardan son derece sakınır. Bununla beraber
büyüklenmez gururlanmaz. Kimseye üstünlük satmaz. Verdiğini başa kakmaz. Cami, mescit ve talebe-i ultima yardım
eder. Muhtaç ve gariplere kimsesizlere bakar, yardım eder.
Kimseyi incitmez. Son derece mütevazi bir zengine can kurban. Bunların da helaldan olması şarttır. Zaten haram paralar
hayırlara yaramaz. Sahibini de nihayet cehenneme sürükler.
Biz böyle zenginlik değil hem kendini cennete götürecek ve
hem de mahlukatın işine yarayacak zenginliği isteriz. Yoksa
israflara boğulmuş, günahlara dalmış hak yolunu unutmuş,
kendini beğenen zengin değil...
Ebu Bekir Sıddik (Radiyallahü anh) başta, Osman
Zin-Nureyn, Avf (Radiyallahü anhüma), İmam A’zam
hazretleri, Meşayıh-ı Nakşı bendiden Abdülhalik (Gucduvanı) hazretleri, Übeydullah-el Ahrar hazretleri ve bunların
emsali olan zat-ı muhteremler gibi, dünya ve dünyanın
hiç bir malı bunların gönüllerine girmemiş, kendilerini
ancak Hakkın bir vekili bilerek sırası geldikçe icabında
hepsini birden feda etmeğe hazır ve muheyya olan zevat-ı
muhteremler ki; bir taraftan memleket ihtiyaçlarına ordusuna donanmasına, havasına bunlar yetişirler. Bir taraftan
da memleketin manevi cephesi olan camiilerin yapımı ve
medreseler de bulunanların tahsil ve terbiyelerinin hep
zenginlik ile olacağından hiç kimsenin şüphesi yoktur.
Bir fakir ne kadar kemâle ulaşırsa ulaşsın, ne kadar çok
keramet izhar ederse etsin bütün hayatı ancak ve ancak
Mü’minlere Va’zlar
148
şahsına mahsustur. Fakat zenginliğin hayat-ı ammeye faydası
olduğu için (Hayrün nas men yenfeunnas)
ِ
‫אس‬
َ َّ ‫َ ْ ُ ا َّאس َ ْ َ ْ َ ُ ا‬
hadis-i şerifine mazhariyyetinden nâşi efdaliyeti tahakkuk
etmiş olur. Bununla beraber fakiri de yine yabana atmamak
lâzımdır. Çünkü netice Hakk'ın tecellisine bağlıdır.
Allah (celle ve alâ hazretleri) o çeşid fakirleri sever ve
onların hürmetine yağmurlar bereketler verir. Düşmanlara
karşı nusretler verir. Gelecek birçok afetleri def eder, onların
duâsıyle birçok hastalar şifa bulurlar. Ki; bunlar dertlerine
çareyi doktorlardan ilaçlardan bulamamışlardır. Şu halde
hepsine de lüzum var demektir. Zenginsiz de olmaz fakirsiz
de olmaz. Gördüğümüz birçok hastalar, deliler, sakatlar da
böyledir. Bunlardan ders ve ibret alıp Hak (celle ve alâ) ya
şükretmek gerektir. Biz de öyle olsa idik halimiz nice olurdu
demek lâzımdır. Yoksa (Haşa) onları ayıplamak hiç bir insana
yakışmaz. Bu alem Allah (Teâlâ hazretler)inin mülküdür. Saltanat onundur. İsterse burasını da cennet gibi yapar. Hastasız
fakirsiz dertsiz ve meşakkatsiz bir alem olurdu. Fakat hikmetlerine akıl erdirmek mümkün değildir. Binaenaleyh burası bir
dar-ı imtihandır. Kazananlara ne mutlu vesselam.
Şimdi gelelim duâlarımıza:
(ATABETÜ-L'GULÂMIN) DUÂSI: Vefatından sonra
rüyada görülen bu zat bu duâlar sebiyle cennete girdiğini
söylemiş.
Mehmed Zahid Kotku
َ ِ ُ ‫اَ َّ ُ َّ َא َ ِאد َى ا ْ ُ َ ِّ َ َو َאاَ ْر َ َ ا ْ ُ ْ ِ ِ َ َو َא‬
ِ َ
ِ ِ ْ ‫َ َ َك َذا ْ َ َ ِ ا‬
‫ات ا ْ َ א ِ ِ َ ِا ْر‬
َ
َ
ْ
ْ
َ َ
ِ‫َوا ْ ُ ْ ِ ِ َ ُכ َّ ُ َا ْ َ ِ َ َوا ْ َ ْ َא َ َ ْا َ ْ אر‬
َ
ْ
ِ
ِ
ِ ِ ِ
ِ
َ ّ ّ ‫َوا ْ َ ْ ُزو َ ا َّ َ اَ ْ َ ْ َ َ ْ َ ْ َ ا َّ ِ ِّ َ َوا‬
ِ
ِ ِ
ِ
ِ
َ َ ‫אر َّب ا ْ َ א‬
َ َ َ ‫َوا ُّ َ َ اء َوا َّ א َ آ‬
— Ey dalâlete düşenlere hidâyet eden, günahkârlara merhamet eden, hatalara düşenlere mühlet veren Allahım! Büyük
tehlikelere düşen kullarına ve bütün müslümanlara merhamet
eyle. Ve bizleri nimetlerine nail olan nebiler, sıddîkler, şühedâ
ve salihin kullarından, merzuk eylediğin hayırlı kullarından
eyle. Amin.
Adem (a.s.)’ın duâsı:
Aişe validemiz, buyuruyor ki:
“Allah celle ve âlâ hazretleri Adem (A.S.) duâsının kabulünü murad ettiğinde Adem (A.S) beyt’i Şerifi yedi kere tavaf
etti, sonra da iki rek’at namaz kılıp şöyle dedi:
ِ ‫ِر‬
َ ْ َ ْ َ ْ ‫َא‬
‫ِ ِ ُذ ُ ِ ا‬
َّ ُ َّ َ
ْ
‫ا‬
‫ِאد א‬
َ َ ْ َ َّ َ ً َ
ِ ِ َ ‫اَ َّ ِا َّ َכ َ َ ِ ِ ى و‬
َ َ َ ّ ُ ْ
َّ ُ
ِ ‫وَ َ א‬
َ َ ُ ْ َ
ْ ‫َ אَ ْ ِ ِ ُ ٰ ِ َو َ ْ َ ُ َ א ِ َ ْ ِ َ א‬
‫ِا ِّ اَ ْ َئ ُ َכ ِا َ א ًא ُ א ِ َ ْ ِ َو َ ِ ًא‬
ُ َ
149
Mü’minlere Va’zlar
150
ِ ِّ ‫َ ور‬
َ َ َّ ‫ِا‬
ُ َ ْ َ َ ‫ِ َא‬
َ َ َّ َ ُ َ ْ َ ‫אכ‬
َّ ‫אن ا َّ ِ َوا ْ َ ْ ُ ِ َّ ِ َو َ ِا َ َ ِا‬
َ َ ْ ُ ‫ِ ْכ َ ِام‬
ِ ِ ْ ‫و َ َ َل و َ ُ َة ِا َّ א َّ ِ ا ْ ِ ِ ا‬
َ
َ
َ ّ َ
َّ َ ْ
ِ
ِ ِ َ َّ َ‫ا‬
ُ َ ُ
‫َא َذا ْ َ َ ِل َو ْا‬
‫ا وا اכ‬
ُ َ ْ َ ُ َّ َ ُ َّ
Adem (A.S.)’ın duâsını tercümesi. “Allahım gizli ve aşikar
her halimi bilirsin. Benim özürümü, kabul eyle. Hacetlerimi de
bilirsin. Sen istediklerimi de ve nefsimden geçenide bilirsin, beni
mağfiret eyle. Allahım ben senden öyle bir iman isterim ki, o
imanı bizzat sen kalbime işleyesin yerleştiresin, içime işlesin ve
bir de doğru bir yakın ki; ilmelyakin, aynel yakin, Hakkalyakin
olsun, onu isterim. Hatta ben bileyim ki, bana yazmadığın ve
takdir etmediğin şey olmaz. Ne olursa ancak senin takdirinle
olur, böyle bir yakin isterim. Bir de bana taksim ettiğin rızka
razı olmayı isterim. Ya ze’-l celali ve’l ikram.”
Allah (celle ve âlâ hazretleri) vahy buyurdular ki “Ben
seni mağfiret ettim. Her kim senin zürriyetinden senin yaptığın bu duâ ile duâ ederse muhakkak onu da af ederim ve
gamlarını ve kaygılarını ve fakirliği onların içinden alır ve her
tacirin ticaretinden daha âlâ ticaretler ihsan eder ve o dünyayı
istemediği halde zorla dünya nimetlerine gark ederim.”
HAZRET-İ ALİ (KERREM ALLAHÜ VECHEHU) NİN
DUÂSI: Peygamberimiz (Salallahü Aleyhivesellem) den rivayet
olunan duâdır. Buyurmuşlar ki: “Allah Teâlâ hazretleri zat-ı eccelli
a’lasını temcid eder, senalar eder ve buyururlar ki:
َ ْ ‫ِا َّ َכ َا ْ َ ا َّ ُ َر ُّب ا ْ َ א َ ِ َ ِا َّ َכ َا ْ َ ا َّ ُ َ ِا َ َ َا َّ َا‬
‫ا ْ َ ا ْ َ ُّ ُم‬
ُّ
‫‪Mehmed Zahid Kotku‬‬
‫‪151‬‬
‫ا ِا َّ َכ اَ ْ َ ا َّ َ ِا َ اَ َّ اَ ْ َ ا ْ ِ ا ْ ِ‬
‫َ‬
‫َ ُّ َ‬
‫ُ‬
‫ِا َّ َכ اَ ْ َ ا َّ ُ َ ِا َ َ اَ َّ اَ ْ َ َ ْ َ ِ ْ َو َ ْ ُ َ ْ‬
‫ِا َّ َכ َا ْ َ ا َّ ُ َ ِا َ َ َا َّ َا ْ َ ا ْ َ ُ ُّ ا ْ َ ُ ُر‬
‫ئ ُכ ّ ِ َ ٍ َو ِا َ َכ َ ُ ُد‬
‫ِا َّ َכ اَ ْ َ ا َّ ُ َ ِا َ َ اَ َّ اَ ْ َ ُ ْ ِ ُ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫ِا ا ا ا ِ ا ِכ‬
‫ِا כ ا ا‬
‫َّ َ َ ْ َ َّ ُ َ َ َ َ َّ َ ْ َ ْ َ ُ ْ َ ُ‬
‫ا ِ‬
‫ِا َّ َכ َا ْ َ ا َّ ُ َ ِا َ َ َا َّ َا ْ َ ا‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫ٰ‬
‫َّ ُ‬
‫َّ‬
‫ِا َّ َכ اَ ْ َ ا َّ ُ َ ِا َ َ اَ َّ اَ ْ َ َ א ِ ُכ َ ْ ِم ا ِّ ِ‬
‫ِا ا ا‬
‫ِا כ ا ا‬
‫א ِ ا ِ وا ِ‬
‫َّ َ َ ْ َ َّ ُ َ َ َ َ َّ َ ْ َ َ ُ ْ َ ْ َ َّ ّ‬
‫ِا َّ َכ َا ْ َ ا َّ ُ َ ِا َ َ َا َّ َا ْ َ َ א ِ ُ ا ْ َ َّ ِ َوا َّאرِ‬
‫ِا َّ َכ َا ْ َ ا َّ ُ َ ِا َ َ َا َّ َا ْ َ ا ْ َ ا ِ ُ ْا َ َ ُ ا ْ َ ْ ُد ا َّ َ ُ‬
‫ا َّ ِ ى َ َ َّ ِ ْ َ א ِ ً َو َ َو َ ً ا‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫ِا َّ َכ َا ْ َ ا َّ ُ َ ِا َ َ َا َّ َا ْ َ ا ْ َ ُد ا ْ ِ ْ َ א ِ ُ ا ْ ْ ْ ِ‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫وا َّ אد ِة ا ْ ِ ُכ ا ْ ُ ُّ وس ا َم ا ْ ْ ِ ا ْ ِ‬
‫َّ ُ ُ ُ ُ َ ْ ُ‬
‫ُ‬
‫َ َ َ َ‬
‫ئ ا ْ ُ َ ِّ ُر‬
‫אر ا ْ ُ َ َכ ِّ ُ ا ْ َ א ِ ُ ا ْ َ אرِ ُ‬
‫ا ْ َ ِ ُ ا ْ َ َّ ُ‬
‫אل ا ْ ُ ْ َ ِ ُر‬
‫ِا َّ َכ َا ْ َ ا َّ ُ َ ِا َ َ َا َّ َا ْ َ ا َّ ُ ا ْ َכ ِ ُ ا ْ ُ َ َ ُ‬
‫ِ‬
‫אء وا ْ ِ‬
‫ِ‬
‫אر ا ْ َ ُ ا ْ َכ ِ ُ َا ْ ُ ا َّ َ َ َ ْ‬
‫ا ْ َ َّ ُ‬
‫ِا َّ َכ اَ ْ َ ا َّ ُ َ ِا َ َ اَ َّ اَ ْ َ اَ ْ َ ُ ا ِّ َّ َوا ْ ٰ‬
‫ُ‬
Mü’minlere Va’zlar
152
ِ ْ َ ْ ‫ِا َّ َכ اَ ْ َ ا َّ ُ َ ِا َ َ َا َّ اَ ْ َ ا ْ َ ِאد ُر ا َّز ُاق َ ْ َق ا‬
َ
ِ َ ِ َ ْ ‫وا‬
َ
Tercümesi: Allah Teâlâ Hazretleri her gün kendi
zatını sena ederek şöyle buyuruyor. “Ben âlemlerin
Rabbi olan, Allah'ım, Ben Hayy,Kayyum olan Allah'ım.
Ben kendisinden başka ilah olmayan Allah'ım. Ululuk
ve azemet bana mahsustur. Benden başka ibâdete lâyık
kimse yok. ibâdete lâyık olan bir Allah'ım. Doğurmadım, doğmadım. Af ve mağfiret eden ancak benim her
şeyi icad eden ve her şey kendisine dönecek olan, Aziz,
Hakim, Rahman, Rahim sıfatlarının sahibi, ceza gününün Maliki; Hayrı, şerri, Cennet, cehennemi yaratan
zatında, sıfatında ortağı olmayan, tek olup kimseye
ihtiyacı olmayan eş ve evlad edinmeyen bir ve tek olan,
kapalı ve açık her şeyi bilen, Melik, Kuddûs, Selâm,
Mü’min, Müheymin, Aziz, Cebbar, Mütekebbir, Hâlık,
Musavvir, Kebir, Müteal, Muktedir, Kahhar, Halim,
Kerim olan Allah ancak benim. Öğülmeye ve ta'zime
yaraşan da benim. Gizli ve saklı her şeyi bilirim. Her
Şeye gücü yeten, rızkı da veren, yaratıklar ve tabiatlarının fevkinde olan yine benim.”
Bu esmayı okumak isteyenler evvela şuna dikkat etmelidir:
Bu Cenâb-ı Hakkın kelâmıdır. Hak (Subhanehu ve Teâlâ)nın
(ben) dediği yerde bizim (sen) dememiz lâzım geldiğini ifade
etmişler, bu duâ ile kim duâ ederse sacidîn, muhbitîn olarak
yazılır ve Muhammed (Sallallahü Aleyhi Veselem), İbrahim,
Musa, İsa ve diğer nebiler ile Dâr’ül-Celâl'de komşuluk eder.
Yer ve gökteki âbidlerin sevabı verilir.
Mehmed Zahid Kotku
153
Allah Teâlâ Muhammed Mustafa efendimiz hazretlerine
ve her seçkin kullarına da rahmet eylesin. Amin.
SÜLEYMAN B. MUTEMER'İN DUÂ VE TESBİHİ:
Yunus b. Âbid Rum diyarında şehit düşen bir zatı rüyasında görmüş ve ona:
— “Âhirette gördüğün en faziletli amellerden bana haber
verir misin? demiş. O şehid de ona:
“İbni Mutemerin tesbihlerini gördüm.” diye cevap vermiş.
Duâda şudur.
‫אن ا َّ ِ َوا ْ َ ْ ُ ِ َّ ِ َو َ ِا َ َ ِا َّ ا َّ ُ َوا َّ ُ اَ ْכ َو َ َ ْ َل‬
َ َ ُْ
َُ
ِ
ِ ِ
ِ ِ
َ ُ ‫ َ َ َد َ א َ َ َ َو َ َ َد َ א‬. َ ْ ‫َو َ ُ َّ َة ا َّ َא َّ ا ْ َ ِ ّ ا‬
ِ
ِ ِ
ِ
َ ْ ‫َ א ٌ َوزِ َ َ َ א َ َ َ َوزِ َ َ َ א ُ َ َ א ٌ َو ْ َ َ א َ َ َ َو‬
‫َ א ُ َ َ א ِ ٌ َو ِ ْ َ َ ٰ َ ا ِ ِ َو ِ ْ َ اَ ْر ِ ِ َو ِ ْ َ ٰذ ِ َכ‬
ِ ِ ‫אف ٰذ ِ َכ و َ د َ ْ ِ ِ وزِ َ َ ِ ِ و ْ ر‬
َ َ ْ َ‫َوا‬
َ َ َ
َ
َ ْ َ َٰ ُ َ
َْ
ِ ‫ٰ و ِا َذار‬
‫َو ِ َ َاد َכ ِ َ א ِ ِ َو َ َ َ رِ َ ُאه‬
َّ
َ
َ
َ
َ
ْ
ْ
َ
ِ ُ ْ َ ِ ِ ‫و َ د א َذ َכ ه‬
‫و د א‬
‫ِ א‬
ُ
َُ َ َ َ َ
ُْ َ َ ََ َ ٰ َ َ ِ َ
ٍ َ َ ‫ٍ و ٍم و‬
ِ ‫َذ‬
‫ٍو ٍو‬
‫وه ِ َ א َ ِ ِ כ‬
‫اכ‬
ُ
ْ َ ْ َ َ َ ُ ُ َ ْ َ َ َ َ ِّ ُ
ُ
َ
ٍ َ‫אس وا‬
ِ َ ْ َ ‫אت و َ ٍ و َ َ ٍ ِ ْا‬
ِ ‫و א ٍ ِ ا א‬
َ َّ َ َ َ َ
َ
َ َ
َ ّ
ْ
ِ َ ‫ْ א و ْا ِ ِة واَ ْכ‬
َ َ
َ َ َ
‫َ َ ْ َ ُ آ ِ ُه‬
ُ
ُّ ‫ِا َ اَ َ ٍ اَ َ َ ا‬
‫َ َ ْ َ ِ ُ َا َّو ُ ُ َو‬
ٍ ‫ِ ْا ِאد ِ َا‬
َ ْ
َ َ
‫ٰذ ِ َכ‬
Tercümesi: "Allah Teâlâ hazretleri her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir Hamd (Allah celle ve alâya) mahsustur.
Allah’tan başka ilah yoktur. Allah Teâlâ her şeyden yücedir.
Günahlardan rucu ve ibâdete teveccüh ancak yüce ve Azim
olan Allah'ın yardımı iledir. Bu kelimeleri Allah Teâlâ'nın
yaratmış olduğu ve yaratacağı mahlukların adedince, yaratmış
olduğu ve yaratacaklarının ağırlığınca, yaratmış olduğunun ve
yaratacaklarının dolusu kadarınca göklerin ve yerlerin dolusu
kadarınca ve bunların misli kadar tekrar eder söylerim. Bu
tesbihleri mahlukatın adedince, arşın ağırlığınca rahmetinin
enginliği kadar kelimelerin adedince rızasına erinceye ve benden razı oluncaya kadar, dünyanın yaratıldığı günden bugüne
kadar, mahlukatın onu andığı kadarınca ve bundan böyle
kıymete kadar her sene her ay her hafta ve her gün ve her gece
saatlerin her birinde her nefeste ebediyyen, bir ebedden diğer
ebede, dünya ebedinden âhiret ebedine ve bütün bunlardan
daha fazla evvel, eksilmez ve âhiri gelmez sonu alınmaz bir
şekilde bu kelimleri söyler ve tekrar ederim."
İBRAHİM EDHEM
HAZRETLERİNİN DUA’SININ
TÜRKÇESİ
— Merhaba ey bereketli olan yeni gün, ve ey kâtip ve
şahidimiz! Bugün bizim bayramımızdır. Şu söylediklerimizi
bizim için yazınız. Hamîd ve Mecîd olan, yaratıkları üzerinde
dilediği gibi hüküm eden Allah’ın ismiyle Allah’ a hamdederim.
Onun huzuruna çıkacağımı tasdik ederim. Onun azametini
itiraf ederek günahlarımdan istiğfar ederim. Onun rububiyeti
karşısında saygı ile eğilir ve ondan başka ilâhları da reddederim.
Ancak kendisine arz-ı ihtiyaç ile ona tevekkül eder ve ona
bağlanırım. Allah’ım melekleri, hamele-i arş’ı, peygamberleri ve bütün yaratıkları şahit tutarım ki; ibâdete lâyık olan;
ortağı, dengi ve benzeri olmayan ancak O'dur. Muhammed
(S.A.V.) onun kulu ve Resûlüdür. Cennet, cehennem, Havz,
şefaat, münkir nekir meleklerinin sualleri haktır ve gerçektir.
Mü’minlere Va’zlar
156
Allah’ın va’di de hak vaîdi de haktır. Huzur-u muhasebe
görmek de haktır. Kıyametin geleceğinden ve bütün ölülerin
dirileceğinden hiç şüphem yoktur. Bu i’tikad üzere yaşıyorum.
İnşallah bu i’tikad üzerine de ölecek ve bu imana sahip olarak
dirileceğim. Allah’ım! Sen benim Rabbimsin; beni yaratan
sensin, senden başka ibâdete lâyık kimse yoktur. Ben senin
âciz bir kulunum. Gücümün yettiği kadar sana verdiğim söz
üzereyim. Allah'ım kendi kusurlarımdan ve hariçten gelecek
kötülüklerden sana sığınırım. Allah’ım ben isyan ile kendime
zulmeden bir kimseyim. Senden başka kimse günahları mağfiret
edemez. Bütün kusurlarımı sen mağfiret eyle. Allah’ım! Beni
güzel ahlâklı bir insan seviyesine ulaştır; güzel işlere senden
başkası hidâyet edemez. Bütün kötülüklerden beni uzaklaştır; muhakkak bunu da senden başkası yapamaz, ancak sen
yaparsın. Emrinde ve hizmetindeyim. Bütün iyilikler senin
kabza-i kudretinde ben ancak sana istiğfar eder ve sana tevbe
ederim. Allah'ım! gönderdiğin peygamberlere ve inzal ettiğin
kitablara inandım, ve iman ettim.
ِ ‫ْا ُ ِ ِ و َ آ ِ ِ و‬
َ َ ّ ّ
ّْ َ َ
ِ ‫و ِ ْ א و َ َا ْ ِ ِאئ‬
َ َ ُ ُ َ َ
َ
ِ
َ َ
ِ ِ َّ ‫َ ّ ِ َ َ ُ َ َّ ِ ا‬
َّ
ّ
ِ َ ‫א َכ ِ ا َ א َ ِ َכ‬
ً
ً
ِِ
ْ َ‫َو ُر ُ ا‬
ُ َّ ‫َا‬
ِ َ
ْ
Allahım Habibinin havzından kana kana içmeği nasip
eyle ve bir daha ebediyen susamamak üzere, bizi o habibinin
zümresine hor ve zelil olmamak üzere ve ahdini bozmamak;
şeksiz olarak, fitnesiz bizim üzerimize gadap olunmadan ve
dâllin’den de olmayarak haşreyle. Allah’ım beni dünya fitnelerinden koruyarak senin sevdiğin ve razı olduğun şeyleri
Mehmed Zahid Kotku
157
yapmağa muvaffak eyle. Halimi düzelt. Kelime-i tevhid üzere
dünya ve âhirette beni sabit kıl. Kusurlu da olsam beni saptırma. Noksan sıfatlardan seni tenzih, takdis ve tesbih ederim;
Ey yüce ve ulu Allah’ım.
Yâ Bâri, yâ Rahim, yâ Azîz, yâ Cebbâr! Ey her köşesiyle
göklerin kendisine tesbih ettiği Allah’ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ey bütün dalgalarıyle denizlerin kendisini
tesbih ettiği Allah’ım! Seni her türlü noksanlıklardan tenzih
ederim. Ey kendi dilleri ile balıkların kendisini tesbih ettiği
Allah’ım! Seni tesbih ederim. Ey bütün burçları ile yıldızların
kendisini tesbih ettiği Allahım! Seni Tenzih ederim. Ey kökü,
gövdesi, dalları ve meyveleri ile ağaçların kendisini tesbih ettiği Allah’ım! Seni takdis ederim. Ey, yedikat yer ile yedi kat
göklerin içinde bulunanlar ile beraber kendisini tesbih ettiği
Allahım! Seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim. Sen
her türlü noksanlıklardan münezzeh ve bütün kemâl sıfatlar
ile mevsufsun, seni tesbih ederim. Mahlukatından seni tesbih
eden herşey gibi ben de seni tesbih ederim. Sen çok mübarek
ve âlisin. Seni tekrar tekrar tesbih ederim. Ya Hayy, ya Kayyum,
ya Âlim, ya Halîm seni tesbih ederim Senden başka ibâdete
lâyık ma’bud yoktur. Sen birsin; şerikin de yoktur. Hem öldürür, hem diriltirsin. Sen ise ölmeyen Layemut bir dirisin.
Bütün iyilikler senin elinde ve sen her şeye kadirsin."
Bu tesbihleri ve duâları gördük. Hepsi çok güzel. Elbette
Allah’ü Teâlâ’nın bahtiyar ve sevgili kulları bundan başka
bir şey de demezler. Bizim ise bunları bulup söylememiz,
yalvarmamız mümkün olmamaktadır. Bütün hünerimiz
bunların taklit ile yaptıkları duâları tekrar etmemizden ibarettir. Halbuki hepimizin o Allah-ü (Celle ve âlâ)nın kullarıyız
dolayısıyla bizim de onlar gibi güzel duâlar yapabilmemiz
Mü’minlere Va’zlar
158
mümkündür. Bu da tabii Allah (celle ve alâ)ya ancak yakınlık
nisbetinde olabilir. Halbuki bizler ise Hakka yakınlık şöyle
dursun günahlara batmış kendilerini beğenen mağrur ve
isyan yollarından dönmeyen biçareleriz. Ancak yapacağımız
şey onların duâsını takliden Hazreti Allah’a yalvarabilmektir.
Bunu da yapabilirsek bu da bize yeter zannederim. Fakat asıl
iş, şu hadis-i şerifin manalarına dikkat buyurulmasını rica
edeceğim: Cenâb-ı Peygamber efendimiz Hazret-i Allah’a
kasemle buyuruyor ki:
“İmansızların cennete girmesi mümkün değildir.
Ancak iman ederlerse cennete girebilirler. İman ise öyle
pek kolay ve basit birşey değildir."
Evet La ilahe illahlah diyen herkes mümindir. Fakat
bu kadar bir iman kâfi değildir. Bunu kemâle ulaştırmak
hepimizin en başlıca bir gayesi olmalıdır. Hepimiz pekiyi
biliriz ki, kemâle ulaşmayan hiçbir mahsul ve hiçbir meyve
kimsenin matlubu değildir. Eğer bilmeyerek aldığınız kavun
karpuz ve saire ham ise, olmamış ise ne kadar canımız sıkılır;
hem verdiğimiz paraya acırız, hem de çektiğimiz emeğe. İşte
kemâle ulaşamayan müminin hali de tıpkı böyledir. Bakınız
(S.A.V.) hazretleri sonra buyuruyorlar ki:
“Müminlerin birbirlerini sevmedikçe kâmil olgun bir
müslüman olmalarına imkân yoktur.”
Malum ya sevmek hemen öyle kuru bir lafla olmayacağı
cümlece aşikardır. İnsanların ve bâhusus müminlerin birbirini
sevmesi demek. Ona lâzım olan yardımı yapması, elinden
tutması, okutması, doğruyolu göstermesi, ondan hiç bir suretle
ayrılmaması her zaman her yerde onunla beraber olmasıdır.
Bunlar hep sevginin alametlerinden ve icabındandır . Zira
bizler müslüman müminiz. Binaenaleyh ta ezelde Cenâb-ı Hak
bizi kardeş yaratmış ve Kur’an’ı keriminde sure-i Hucurat’ta
(Müminler ancak kardeştirler) buyurmuş. Öyle ise bizim
Mehmed Zahid Kotku
159
birbirlerimizle olan muamelemiz tıpkı öz kardeşlerin muamelesi gibi olmalıdır. Ve hatta daha da üstün olmalıdır. Çünkü
bu kardeşlik Allah-ü Teâlâ’nın ezeldeki kardeşliğidir. Öyle bir
anadan ve bir babadan gelme kardeşliğe elbette benzemez.
Aynı zamanda bizim müslüman olmamız dolayısıyle yer
yüzündeki bütün müslümanlarla yek vücuduz. Arada katiyyen
ayrılık olamaz. Mesela şarkta ve ya garpta olan bir müslümanın
ıztıraplarından, eleminden, kederinden, sıkıntısından, yeryüzündeki bütün müslümanlar manevi rabıta dolayısıyle hepsi
ıztırap içinde olurlar. Nasıl ki vücudun bir tarafında ki ağrı
ve sızıdan bütün vücut rahatsız olursa; müslümanın da aynen
böyle olması gerekir. Çünkü Cenâb-ı Peygamber efendimiz”
“Müminler bir ceset gibidir.” buyurmuşlar. Komşusu ve
akrabası cemiyyeti ile milleti ile ve bütün müslümanların
dertleriyle ilgili olmayan müslümanın vay haline demek çok
azdır. Böyle müslümanlık sofuluk, dervişlik katiyyen olamaz.
Hele bir de müslümanlar arasında ayrılık, ikilik ihdas edenlere
ne demek lâzım bilemem.
Biraz da insan etrafından ders alabilse ne mutlu ona.
Meselâ, Almanlar birçok, dükalıklarda ayrı ayrı yaşarlarken
sonra birleşip kocaman dünyaya ferman okuyan pek de zengin bir millet haline geldiler de, bu gün de bizim milyona
yakın işçimiz maalesef onların memleketinde hizmetkarlık
yapmaktadırlar. Acaba bu acı bizim için yetmez mi dersiniz?
Bir yanda Amerika o da bir çok ufak ufak devletler iken
birleşip bir büyük Amerika olmuş. Bu gün dünya işlerinde
en büyük rol oynamakta. Gemisi, tayyaresi, bütün tekniği
sanayisi, akılları durduracak kadar ilerde. Bak Aya bile gidip
gelebiliyorlar. Birlik ve beraberliğin daima büyük faideler
te’min etmekte olduğuna kimsenin şüphesi yoktur.
Mü’minlere Va’zlar
160
Yine bakınız gökten yağan yağmurlar tek tek yere
düşerler. Sonra toplanıp dere, nehir haline gelip akarlar.
İcabında bunlardan istifade edip içme sularımızı sağlarız,
bağlarımızı tarlalarımızı sularız, bunlardan büyük büyük
göller meydana getirebilirsek ki bugün onlara baraj diyorlar. Ufaklı büyüklü bu barajların memleket için ne
kadar mühim faideleri olduğu saymakla bitmez. Bir kere
elektrik istihsali ile memleketin sanayii gelişir. Evlerimiz,
sokaklarımız nura ışığa kavuşur. Sonra tarlaları yazın kurak
zamanlarda sulayarak mahsullerimizin artmasını ve güzel
olmasına, çok olmasına da sebep olur. O zaman tabiatiyle
hem kendimiz yer ve içeriz ve hem de muhtaç olan dış
memleket halkına satar; halkımızda, devletimiz de zengin
ve müreffeh bir hayata nail olur. Ondan sonra da artık
başkalarının yardımına hem ihtiyacımız kalmaz hem de ele
bakmak zilletinden bir an evvel kurtulmuş oluruz. İşte gayet
sathi bir görüşle, bu kadar faide hep bu tek taneciklerin
bir araya gelmesi ile olduğunu artık inkara mahal kalmaz
zannederim. Amma ne yazık ki biz bunları bildiğimiz halde
yine de bir araya gelip toparlanamıyoruz.
PEYGAMBER (S.A.) EFENDİMİZİN GEREK NAMAZDA VE GEREKSE SAİR ZAMANLARDA OKUDUĞU BAZI DUALAR
Helaya girerken şunu okumayı unutma.
ِ ُ ْ ‫ا َّ ِ وا ِ ِ وا‬
ِ ْ ِ َ ْ ‫ِ ا ْ ِ َ ا ّ َّ ْ ِ َا‬
ْ ِ ِ َ ْ ِّ َ
‫َّ َאن ا‬
ْ
َّ
َِ
َّ
‫ا‬
ِ ‫َِכ‬
‫ُذ َא‬
ِ ِ
ْ
‫اَ َّ ُ ِا ِّ اَ ُ ُذ‬
َّ
ِ
ُ َ‫”اُ ْو“ ِ ْ ِ ا َّ ا‬
ُ ْ‫ا‬
Mehmed Zahid Kotku
161
Heladan çıkarken de bunu oku:
َ َ ‫اَ ْ َ ْ ُ ِ َّ ِ ا َّ ِ ى اَ ْذ َ َ َ ِ ّ َ א ُ ْ ِذ ِ َواَ ْ ِ ْכ‬
َّ
ِ َْ ‫א‬
ِ ‫ا כ ر א و ِا כ ا‬
ُ َ َ
ُ َ ْ َ ْ َ َ َ َّ َ َ َ َ ْ ُ
Zira yemekleri yerken nasıl Cenâb-ı Hakk’a duâ ediyoruz.
"Bu nimetleri elhamdülillah bize lütfetdin, yedirdin, doyurdun ve bu sularıda içirip kandırdın. Vücutlarımıza kuvvet
ve kudret ihsan buyurdun. Sana sonsuz şükürler olsun yâ
Rabbi! Olmayanlara da lutf ve ihsan eyle yâ rabbi!" demek
borcumuzdur. Bunu dememekle O Hakkın nimetlerinin
şükrünü yapmamış sayılırız.
İkinci bir nimet daha vardır ki insanlar bundan gafildirler.
Eğer o yediğimiz yemeklerin artıklarını çıkaramazsak nasıl
hasta olur, doktor doktor aranırız. Yemek ne kadar mühimse
def-i hacet de o kadar mühimdir. Onun için onun duâsını
belle ve oku, heladan çıkarken de böylece okursun.
Sonra da misvakını kullanmayı sakın unutma. Çünkü
misvâk ile alınan bir abdestle kıldığın namaz misvâksız kıldığın
namazdan yetmiş misli fazla sevap vardır.
Ve buna müteallik duâları da okursun. Bu duâların manalarını
da bilmek mühimdir. "Hamd o Halık’ı Zül’celal Hazretlerine
mahsusdur ki; bana zarar verecek olan kazuratı benden
giderdi. Ve bana faide verecek olan kısmını da vücudumda
alıkoydu." Eğer yediklerimizin hepsi çıksa tabii yaşayamayız. Çıkmasa yine yaşayamayız. Fakat O Allah ne büyük bir
Allah’dır ki o yediklerimiz o çeşitli - göremediğimiz ve bilemediğimiz fabrikalardan tasfiye olarak geçer. Kimi kana kimi
sıdiğe kimi de bağırsaklarımız vasıtasıyle (işe yaramayanları)
Mü’minlere Va’zlar
162
dışarıya itilir. Biz de bunları tabii gibi görür. Ehemmiyetini hiç
de düşünmeyiz. Binaenaleyh, yemeklerinizden sonra duâsını
nasıl yapıyorsak bunun duâsı da böyledir.
Sofralardan duâ yapmadan kalkmak çok cahilce bir harekettir. Bu günün hıristiyanları bile yemek duâsını yemeğe
başlamadan yaparlar. Biz ise, El hamdülillah, müslüman olduğumuzdan naşi yemeğe başlarken Bismillahirrahmanirrahiym
der ve yeriz. Eğer besmelesiz yenirse; o yemeğe şeytan da
iştirak eder. Ve böylece bereketi ve faydası zâil olur. Yemekten kalkarken de mutlaka "ElhamdülilIah", demeli yedikten
sonra da güzelce bir duâ etmelidir. İster Arapça duâlardan
olsun ister Türkçe.
"Yâ Rabbi! Sana çok şükür. Bizi müslüman yarattın.
Bunu pişirenlere getirenlere ve hizmet edenlere ve yiyenlere
Allah'ın rahmeti ve bereketi üzerlerine olsun. Ni’met-i celilullah, berekat-ı halîlüllah, şefaat ya Resulallah. Ahirete
göçenlere rahmet, sofradakilere bereket ve uzun ömürler
ve hayırlı bereketler ve bol rızıklar ihsan buyursun" gibi
duâları, çocuklara da yaptırıp "Amin" demeğe alıştırılmalıdır.
Yemekten kalkınca elini ağzını da güzelce yıkamalıdır. Hele
akşam yemeklerinden sonra bulaşık ağızlarla yatılırsa şeytanların onlara musallat olmalarından korkulur.
ABDEST DUALARI
Abdest almağa niyet eder: -Yarab senin rıza-i şerifin için
abdest almağa niyet eyledim- der.
Ve ellerini yıkamağa başlarken
‫اَ ْ َ ْ ُ ِ َّ ِ ا َّ ِ ى َ َ َ ا ْ َ َאء َ ُ ا َو َ َ َ ْا ِ ْ َ َم ُ ًرا‬
ً
Duâsını okumayı unutma.
Sonra ağzını yıkarken de:
Mehmed Zahid Kotku
ِ ِ
‫ِאد ِ َכ‬
َ َ ِ ْ ُ ‫َ َ اَ َداء ذ ْכ ِ َك َو ُ ْכ ِ َك َو‬
dersin.
ّ ِ ِ ‫اَ َّ ُ َّ َا‬
Burnunu yıkarken de:
َ ‫ِ ْ َ ِ ِ َ א َو‬
ِ ْ ‫ِ وار ُز‬
ْ َ َّ
ِ ِّ ‫َ ا‬
‫ان‬
َ
َ
ِ ِ
ِ
َ ْ ‫ْ َرائ َ ا‬
ِ ‫ُ ِ ْ ِ َرا‬
ِ ِ‫اَ َّ اَر‬
ْ َّ ُ
Yüzünü yıkarken:
‫ْ َو ْ ِ ِ ُ رِ َك َ ْ َم َ ُّ ُو ُ ُه اَ ْو ِ ِאئ َכ‬
َ
َْ
‫ِّ ْد َو ْ ِ ِ ُ ُ ِ َ ْ َم َ ْ َ ُّد ُو ُ ُه اَ ْ َ ِائ َכ‬
ِ
ّ َ َّ
َ َُ
ُ َّ َ‫ا‬
‫َو‬
dersin. Sağ kolunu yıkarken de:
‫ِ َ א ًא َ ِ ا‬
ً
ِ ِ‫ِ ِ ِ و א‬
ْ َ َ
َ
ِ ‫َا َّ ُ َا ْ ِ ِ َכ َא‬
َّ
Sol kolunu yıkarken de:
‫َ ُ ْ ِ ِ ِכ َא ِ ِ ِ َ א ِ َو َ ِ ْ َو َر ِاء َ ْ ِ ى‬
‫َو َ ُ َ א ِ ِ ِ َ א ًא َ ِ ً ا‬
ْ
‫ا‬
َّ ُ َّ َ
Başına mesh ederken de:
ِ َّ ِ ‫َכא ِ َכ و َا‬
َ
ََ
‫ِا َّ ِ ُّ َכ‬
ْ
َ َ ‫اَ َّ ُ َّ َا ِ ْ ِ ِ َ ْ َ ِ َכ َواَ ْ ِ ْل‬
َّ
َّ ِ َ ‫َ ْ َ ِ ّ ِ َ ْ ِ َכ َ ْ َم‬
ِ
163
Mü’minlere Va’zlar
164
Kulaklarını yıkarken de:
ِْ
‫ِ َ ا َّ ِ َ َ ْ َ ِ ُ َن ا ْ َ ْ َل َ َّ ِ ُ َن‬
َ
ُ َ َ ْ ‫َا‬
َ ْ ‫َا َّ ُ َّ ا‬
Boynunu mesh ederken de:
َ
ِ
ِ ْ َ ‫ا אرِ وا‬
ِ
ِ َ‫ر‬
َّ
َ
ْ َ
َ َ
ِ ِ َ َّ ‫ا‬
ْ ِ ْ ‫َا‬
‫ا‬
َّ ُ َّ َ
Sağ ayağını yıkarken:
ِ ِ ‫َ ا‬
‫اط َ ْ َم َ ِ ُّل ِ َ ْا َ ْ َ ُام‬
َ َّ َ َ َ ْ ِّ َ َّ ُ َّ ‫َا‬
َ ّ
ِ‫ِ ا َّאر‬
Sol ayağını yıkarken:
ِ ِ ‫َ ا‬
ِ َ َ ‫َا َّ ِا ِّ َا ُذ َِכ َا ْن َ ِ َّل‬
‫اط َ ْ َم‬
َ
ُ
ّ
َّ ُ
َ
ِِ
ِ
َ ‫َ ِ ُّل َ َا ْ َ ُام ا ْ ُ َא‬
dualarını okursun. Abdestin bitince şehadet getirir, "Sübhanekeyi" okur, sonra da:
ِ ِ ْ ‫ِ ا ا ِ وا‬
َ ِ ِّ َ َ ُ ْ ‫َ ا‬
َ ْ َ َ َّ َّ َ
َ َ ِ َّ ‫ِ َ ِאد َك ا َّ א ِ ِ َ َوا ْ َ ْ ِ ِ َ ا‬
‫ْ ُف َ َ ِ َو َ ُ َ ْ َ ُ َن‬
ْ
ْ ْ
َ
ِْ
َ ْ ‫ُ َّ ا‬
ِ ِْ
ْ
َ ْ
َّ ‫َا‬
‫َوا‬
Mehmed Zahid Kotku
165
Gece yatmağa hazırlandığında:
Evvela bir namaz kıl. Hem de abdestini tazele. Hiç olmazsa
dört rek’at namaz kıl. Birinci rekatta (Fatiha’dan sonra) âyet-el
Kürsiyi, ikinci rekatta Amenerresulü’yü, üçüncü rekatta Surei
Hadid’in başından altı veya on âyet oku. Dördüncü rekatta
da Surei Haşr’ın sonundaki üç âyeti oku. Sonra yatarken de
şöyle duâ et:
َ ‫ِ ْ ِ َכ َر ِّ َو َ ْ ُ َ ْ ِ َو َِכ اَ ْر َ ُ ُ ِا ْن َا ْ َ ْכ‬
ِ َْ
‫َ א ْ ِ َ א َو ْار َ ْ َ א َو ِا ْن اَ ْر َ ْ َ َ א َ א ْ َ ْ َ א‬
ْ
ِ ِ ‫ِ א َ َ ُ ِ ِ ِ אد َك ا‬
َ َ
َ
ْ َ
َّ
‫اَ َّ ُ ِا ِّ اَ ْ َ ْ ُ َ ْ ِ اَ َ َכ َو َ َّ ْ ُ اَ ْ ِ ى ِا َ َכ‬
ْ
ْ
َّ
َ َ ْ َ ‫ت َ ْ ِ ى ِا َ َכ ر ْ ً ور ْ ً ِ ْ َכ َ ْ َ َ و‬
ُ ْ َ ْ ‫َو َا‬
َ َ
َ
َ َ َ َ َ ْ
‫ِכ ا َّ ِ ى اَ ْ َ ْ َ ِ َ ِ ِ َכ ا َّ ِ ى‬
َ َ ‫ِ ْ َכ ِا َّ ِا َ ْ َכ آ َ ْ ُ َِכ‬
ّ
َ ْ َ ‫َا ْر‬
Sonra sağ tarafına yat. Geceleri uyandıkça istiğfar ve tesbihi
unutma. Bâhusus uzun gecelerde erken yat, gece namazlarını
kılmaya çalış. Sabahleyin mümkün mertebe erken kalkmağa
alış. Sabahın temiz havasından istifade edersin. Hem şu duâyı
okumayı unutma.
ِ‫ا َّ ِ ى اَ ْ א َא َ ْ َ َ אاَ َ א َ َא َو ِا َ ِ ا ُّ ُ ر‬
ْ
َ
ُ ْ َ ْ ‫ْ َ َ ا ْ ُ ْ ُכ ِ َّ ِ َوا ْ َ َ َ ُ َوا ْ ِכ ْ ِ َ ُאء َوا‬
ِ َّ ِ
ُ ْ َ ْ َ‫ا‬
َ‫اَ ْ َ ْ َא َوا‬
Mü’minlere Va’zlar
166
َ ‫אر َو َ א َ َכ َ ِ ِ َ א ِ َّ ِ َ َ א‬
ُ َ َّ ‫َو ْا َ ْ ُ َوا َّ ْ ُ َوا‬
ِ ِ ‫َא َ َ ْ ِة ْا ِ َ ِم و َכ‬
َ ْ َ ْ ‫َو ْ َ ُه َ َ ِ َכ َ ُ َا‬
ْ
َ َ
َ
َ َ ‫ْا ِ ْ ِ ِص َو َ َ ِد ِ َ ِ ِّ َא ُ َ َّ ٍ َ َ ْ ِ ا َّ َ ُم َو‬
ِ ‫ِ َّ ِ َا ِ َא ِا ا‬
‫َ ِ ا َّ َ ُم َا َّ ُ ا ْ َ ْ َا َّو َل َ ْ ِ َא‬
ْ َ َْ
َّ
‫ٰ َ ا َ َ ً א َواَ ْو َ َ ُ َ َ ً א َوآ ِ ُه َ َ א ً א ِ ْ َ ِ َכ‬
َ
َ
‫َאاَ ْر َ ا ِ ِ َ اَ َّ ُ ِا ِّ اَ ْ َئ ُ َכ َ ٰ َ ا ا ْ ْ َم‬
َ
َّ
َْ
َّ َ
‫َو َ َ א َ ْ َ ُه َو َا ُ ُذ َِכ ِ ْ َ ِ ٰ َ ا ا ْ ْ َم َو َ ِ َ א َ ْ َ ُه‬
َ
َْ
ّ
ّ
‫َر ِّب اَ ُ ُذ َِכ ِ َ ا ْ َכ َ ِ َو ُ ِء ا ْ ِכ ِ َر ِّب اَ ُ ُذ َِכ‬
َ
ٍ َ َ ْ ِ
ٍ َ َ ‫اب ِ ا َّאرِ َو‬
َ ْ ‫اب ِ ا ْ َ ْ ِ َ ِا َ َ ِا َّ َا‬
ِِ
ِ
ِِ
َ ‫ُ ْ َ א َ َכ ا ّ ُכ ْ َ َ ا َّא‬
Bu duâ kitabının 7-8 sahifelerinde de yazılıdır.
Sabah namazını mutlaka mühim bir mazeret olmadıkça
muhakkak camide kıl. Bence mahalle camisi daha efdaldir.
Büyük camilerde cemaat çok olur. Belki sesi güzel imam
efendiler de olur. Amma mahalle camiinde mahalle halkının
toplanması ve camiye gelip gelmeyenlerin belli olması için
mahalle camiini seçmek daha efdaldir. Hem cami komşuları
ile tanışmak, buluşmak ve dertleşmek ve cami ve mahalle
komşularının hallerini görüşmek, muhtaçları fakirleri tanıyıp
yardım etmek, hiç olmazsa haftada bir kere de komşu cami
ve cemaatlerini de ziyaret edip onlarla konuşmak mahalle ve
Mehmed Zahid Kotku
167
memleket işlerini elbirliğiyle yapmak, birbirlerinin fikirlerinden
istifade etmek faydalı olur ve bu arada sakın ola mücadeleye
meydan vermek, ukalalık taslamamak, hemen benim dediğim
olsun diye kimsenin hatırını yıkmamak, büyüklük katiyyen
taslamamak, ufak gördüğün insanların sözlerine de hürmet
etmek İslâmın şiarındandır. Yine merhum Erzurumlu İbrahim
Hakkı Hazretlerinin ma’rifetnamesindeki altı dersi unutma:
“Az ye, az iç, az uyu, az konuş çok tefekkür eyle ve çok da
zikir eyle. Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler.”
Hazinet-ül-Esrar da ve Gazzalinin İhya-i ulumun’da her
gün ve her gecenin ayrı ayrı namazları yazılıdır. Bak oradan
oku ve öğren.
EFENDİMİZ (S.A.V.)’İN NAMAZDAKİ DUALARI
ŞÖYLEDİR:
Mescide giderken okunacak duâ:
“Allah'ım! kalbimi, gözümü, kulağımı, dilimi, sağ ve sol
ön ve ard, alt ve üstümü nurlandır. Allah'ım! bana nur ver.
Allah'ım! senden isteyenler aşkına ve senin rızan uğruna attığım bu adımlar hürmetine... Çünkü ben küfran-ı ni’met ve
gösteriş için çıkmadım. Ancak gadabından korkarak ve rızanı
umarak çıktım. Beni cehenneminden koru. Ve, günahlarımı
mağfiret et. Zira senden başka kimse günahları mağfiret
edemez. Ancak sen mağfiret edersin.”
Bir ihtiyacın için evinden çıktığın zaman bunu oku:
"Bismillah. Ey Rabbim! Zulüm etmek ve zulüm olunmaktan
cehaletten ve techil edilmekten, unutmak ve unutulmaktan
sana sığınırım."
"Bismillahirrahmanirrahim. Kuvvet ve kudret ulu ve
yüce olan Allah’a mahsustur. İtimad ancak onadır." Salevat’ı
şerifden sonra: “Allah’ım bütün günahlarımı mağfiret et ve
Mü’minlere Va’zlar
168
rahmet kapılarını bana aç.” ve sağ ayağın ile mescide gir.
Mescidde gayıp ettiği şeyi arayanı gördüğün zaman --İnşaIlah
onu bulamaz- de. Rasul-i Ekrem böyle emir buyurdu.
SABAH NAMAZININ SÜNNETİNDEN SONRA
İBNİ ABBAS'IN (R. ANHUMA) RİVAYET ETTİĞİ
DUAYI OKU.
ِ ْ َ ‫اَ َّ ُ ِا ِّ اَ ْ َئ ُ َכ َر ْ َ ً ِ ْ ِ ْ ِ َك َ ْ ِ ى ِ َ א‬
َّ
ّ ِ َ َ َ ِ ْ ‫َو َ ْ َ ُ ِ َ א َ ْ ِ َو َ ُ ُّ ِ َ א َ ْ ِ َو َ ُ ُّد ِ َ אا‬
‫َو ُ ْ ِ ُ ِ َ א ِد ِ َو َ ْ َ ُ َ ِאئ ِ َو َ ُ ِ َ א َ א ِ ِ ى‬
ْ
ِ
ِ
ِ
‫אر ْ ِ ى‬
ُ َ ِ ُ ِ ْ ُ ‫َو ُ َ ّכ ِ َ א َ َ َو ُ َ ِّ ُ َ َ א َو ْ ِ َو‬
‫َو َ ْ ِ ُ ِ ِ َ א ِ ْ ُכ ّ ِ ُ ٍء َا َّ ُ َا ْ ِ ِ ِا َ א ًא َ ِאد ً א‬
َّ
‫אل ِ َ א َ ِ َف َכ ا َ ِ َכ‬
‫َو َ ِ ًא َ َ َ ْ َ ُه ُכ ْ َو َر ْ ً َا‬
ُ
َ
ْ
َ
ٌ
ِ َ َ ْ‫ا‬
‫آء‬
َ ْ َ ‫ِ ا ُّ ْ َ א َو ْا ِ َ ِة َا َّ ُ َّ ِا ِّ َا ْ َئ ُ َכ ا ْ َ ْ َز‬
‫َو َ َאزِ َل ا ُّ َ َ ِاء َو َ َ ا ُّ َ َ ِاء َوا َّ ْ َ َ ْا َ ْ َ ِاء‬
ْ
َ
ِ ِ ْ َ ‫و ا َ َ َ ْا‬
‫אء اَ َّ ُ ِا ِّ اُ ْ ِ َل َِכ َ א َ ِ َو ِا ْن‬
َ
َّ
َُ َ
َ ‫ت ِا‬
ُ ْ َ َ ْ ‫َ ُ َ َر ْا ِ َو َ َّ ْ ِ َ ِ َو َ ُ َ َ َ ِ َوا‬
ِ‫אכא ِ ْا ُ ُ ُ رِ ِو َא َ א ِ ا ُّ ُ ور‬
‫َر ْ َ ِ َכ َ אَ ْ َئ ُ َכ‬
َ
َ
َ
‫اب ا َّ ِ ِ َو ِ ْ َد ْ َ ِة‬
ِ َ َ ْ ِ ِ‫َכ َ א ُ ِ َ َ ا ْ ُ ر‬
ُ
ْ ُ
‫‪Mehmed Zahid Kotku‬‬
‫‪169‬‬
‫ا ُّ ُ رِ َو ِ ْ َ ْ َ ِ ا ْ ُ ُ رِ اَ َّ ُ َّ َ א َ ُ َ َ ْ ُ َر ْأ ِ َو َ ُ َ‬
‫ِ و َ َ ُ ْ ِ ِ واُ ِ ِ ِ‬
‫ْ َ ْ ٍ َو َ ْ َ ُ‬
‫َُْ َ َ‬
‫َ ْ ْ ُ َ َ ْ َ‬
‫َا َ ً ا ِ ْ ِ ِאد َك َا ْو َ ٍ َا ْ َ ُ ْ ِ ِ َا َ ً ا ِ ْ َ ْ ِ ًכ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ ِא ِّ اَ ْر َ ُ ِا َ َכ ِ ِ وا ئ כ אرب ا א ِ ا‬
‫ْ‬
‫َ َ ْ َ ُ َ ُ َ َ َّ ْ َ َ َ َ َّ ُ َّ‬
‫ا ْ َ ْ َא َ ِאد َ ُ ْ َ ِ َ َ َ א ِّ َ َو َ ُ َ ِّ َ َ ًא‬
‫ْ‬
‫َْ‬
‫ِ َ ْ َ ِائ َכ َو ِ ْ ً א ِ َ ْو ِ ِאئ َכ ُ ِ ُّ َ ُ ِ َכ َ ْ َا َא َ َכ‬
‫ّ‬
‫َ‬
‫ِ ْ َ ْ ِ َכ َو ُ َ ِאدى ِ َ َ َاو ِ َכ َ ْ َ א َ َ َכ ِ ْ َ ْ ِ َכ‪.‬‬
‫اَ َّ ُ ٰ َ ا ا ُّ َ ُאء َو َ َ َכ ْا ِ َ א َ ُ َو ٰ َ ا ا ْ ُ ْ ُ َو َ َ َכ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫َّ‬
‫ا ْ ُ ْכ َ ُن َو ِا َّא ِ َّ ِ َو ِا َّא ِا َ ْ ِ َرا ِ ُ َن َو َ َ ْ َل و َ ُ َّ َة ِا َّ‬
‫ِא َّ ِ ا ْ ِ ِ ا ْ ِ ِ ‪ِ .‬ذى ا ْ ِ ا َّ ِ ِ و ْا َ ِ ا ِ ِ‬
‫َ ّ َ‬
‫َْ‬
‫َ ْ َّ‬
‫م اْ ِ ِ‬
‫ِ‬
‫َوا ْ َ َّ َ َ ْ َم ا ْ ُ ُ د َ َ‬
‫اَ ْ َئ ُ َכ ْا َ ْ َ َ ْ َ َ‬
‫ا ْ ُ َ ِ َ ا ُّ ُ ِد َوا ُّ َّכ ِ ا ُّ ُ ِد ا ْ ُ ِ َ ِא ُ ُ ِد‬
‫َّ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫אن ا َّ ِ ى‬
‫ود َو َا ْ َ َ ْ َ ُ َ א ُ ِ ُ ‪َ َ ْ ُ .‬‬
‫ا َّ َכ َر ٌ َو ُد ٌ‬
‫אن ا َّ ِ ى َ ْ ِ‬
‫َ َ َّ َ ِא ْ َ ْ ِ َو َ َכ َّ َم ِ ِ ‪َ َ ْ ُ .‬‬
‫ََ‬
‫אن ِذى‬
‫אن ِذى ا ْ َ ْ ِ َوا ِ ّ َ ِ ‪َ َ ْ ُ .‬‬
‫ا َّ ْ ِ ُ ِا َّ َ ُ ُ ْ َ َ‬
‫ِ‬
‫َ ِ‬
‫ِ ِ‬
‫ُכ َّ َ ٍ ِ ِ ْ ِ ِ ‪.‬‬
‫ا ْ َّ ة َوا ْ َכ َ م‪َ ْ ُ .‬‬
‫אن ا َّ ى اَ ْ َ‬
‫ْ‬
Mü’minlere Va’zlar
170
‫اَ َّ ُ ا ْ َ ْ ِ ُ ًرا ِ َ ْ ِ َو ُ ًرا ِ َ ِ ى َو ُ ًرا‬
ْ
َّ
‫ِ َ ْ ِ َو ُ ًرا ِ َ َ ِ ى َو ُ ًرا ِ َ َ ِ ى َو ُ ًرا‬
ِ
ِ ِ ِ ‫ِ َ ِ و ُ را ِ د ِ و ُ را‬
ْ ‫َא َو ُ ًرا‬
ْ
ً َ َ
ً َ
ِ ِ
ِ
ِ ‫َ ى و ُ را‬
ْ َ ‫َو ُ ًرا‬
ً َ َّ َ َ ْ َ
َ ْ َ ‫َ ْ َو ُ ًرا‬
ِ ‫ اَ َّ زِ د‬. ِ َ ِ ‫ِ א ِ و ُ را ِ َ ِ و ُ را‬
ْ َّ ُ
ْ ْ ً َ
ْ ْ ً َ
َ
ِ َّ ‫אت ا‬
ِ ِ ‫ُ را و َا ِ ِ ُ را وا ْ ِ ُ را َا ُذ َِכ‬
ْ َ ً
ُ ً
َ ْ َ ً
َ
ِ ‫ا א‬
‫אت َواَ ْ َ ِאئ ِ ُכ ِّ َ א ِ ْ َ ِ َ א َذ َراَ َو ِ ْ َ ِ ُכ ّ ِ ِذى‬
َّ َّ
ّ
ّ
‫َ ٍ َو ِ ْ َ ِ ُכ ّ ِ َدآ َّ ِ آ ِ ٌ ِ َא ِ ِ َ א ِا َّن َر ِّ َ ْ ِ ى‬
َ
ّ
ّ
ٍ ِ َ
ٍ ِ َ ‫اط‬
َ
ُْ َ
“Allah'ım! Gönlümü sana bağlayacak, darma dağın
halimi bir araya toplayacak, dağınık ve parçalanmış işlerimi birbirlerine yaklaştıracak, kötü i’tiyad ve fitnelerden
beni koruyacak, dilimi islah edecek, batınımı koruyacak,
zahirimi yükseltecek, amelimi temizleyecek, artıracak, yüzümü ak edecek, rızana ulaştıracak ve her kötülükten beni
koruyacak olan rahmetini senin fazlından dilerim.”
“Allah’ım! Bir daha küfrü düşünmeyecek şekilde
sadık ve yakin bir imanı, dünya ve âhirette de lütuf ve
keremin en yüksek mertebesine beni ulaştıracak olan
rahmetini senden isterim. Allah’ım! Kazalarda sabır
ve kurtuluşu, şehitler mertebesini, iyiler yaşayışını,
düşmanlara galip gelmeği ve peygamberlere arkadaş
olmayı senin fazlından isterim.”
Mehmed Zahid Kotku
171
"Allah'ım her nekadar hayırlısını bilmezsem de ve
amelim kusurlu ise, bütün dileklerimi sana arzeder, senden yardım dilerim. Yalnız senin rahmetine muhtacım. Ey
gönüllere şifa verip bütün dertlere derman olan Allah’ım!
Büyük kudretinle birbirine yaklaşmış iki deniz suyunu
yek diyerine karıştırmadığın gibi cehennem azabından
helâk oldum diye feryad etmekten ve kabrin fitnesinden
beni koru."
"Allah'ım! İstemede veya hak etmede kusur ettiğim ve
kullarının herhangi birine vadettiğin veya vereceğin her
türlü iyilikleri candan arzular ve onları senin fazl’ından
isterim.”
"Allah’ım! bizi sapan ve sapdıranlardan değil, hidâyette
olup hidâyete ulaştıranlardan, düşmanlarından uzaklaştırıp dostlarına yaklaştıranlardan, sana kulluk eden, senin
rızan için sevip isyan edenlere rızan için husumet besleyen
kullarından eyle."
Allah'ım ben dilimin döndüğü kadar duâ ediyorum;
kabulü sendendir sen kabul eyle. Ben elimden geleni
yapıyorum, i’timadım sanadır. Biz Allah içiniz ve ona
yöneleceğiz. Kuvvet ve kudret ancak azamet sahibi olan
Allah’ındır. Kıyâmet gününde emniyeti, ahdini yerine
getirip, rükü ve secde eden iyiler ile beraber cenneti senden isterim."
"Kerem ve ihsanına nihayet olmayan, dostluk edenlere
sonsuz sevgisi olan ve dilediğini dilediği gibi yapan sensin.
Ey izzet ridasına bürünüp herkese galip olan Allah’ım! Seni
noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ey ululuk ve yücelik
rıdasına bürünerek kullara fazl ve inamını esirgemeyen
Allah'ım! Seni tenzih eder, noksan sıfatlardan takdis ederim. Ey takdise, tenzihe ancak kendisi lâyık olan Allah’ım!
seni her türlü noksanlıklardan tenzih ederim. Ey fazl-u
Mü’minlere Va’zlar
172
kerem sahibi Allah’ım! Seni tesbih ederim. Ey kudret ve
kerem sahibi olan Allah’ım! Seni tesbih ederim. Her şeyi
ilminde toplayan Allah’ım."
"Allah’ım! Kalbimi, kabrimi, gözümü ve kulağımı,
derimi, tenimi, kanımı kemiğimi, önümü ardımı, sağımı
solumu alt ve Üstümü, büyük nurunla tenvir eyle. Beni
nurlandır ve nurunu artır.”
Namazdaki en büyük ve güzel duâ fatiha-i şerifedir.
Salevat-ı şerifelerin de en güzeli tahiyyatta okuduğumuz
salevatı şerifelerdir.
Peygamber efendimizin rükuda iken okudukları duâ
da şöyledir:
‫ِ ْ ِ َك َ ْ ِ ى‬
ُ ْ َ ‫ُ َو َِכ آ‬
ِ
ْ َ َ َ َ
ِ َ َ ِ ِ ْ َّ َ
َ
ْ
ِ ً ‫ِا ِّ اَ َئ ُ َכ ر‬
ْ
َ ْ َ
َّ
ْ َ َ ‫َّ َ َכ َر َכ ْ ُ َو َ َכ‬
ِّ ‫َو َ َ ْ َכ َ َ َّכ ْ ُ َا ْ َ َر‬
ِ
ْ ‫َو َ ْ َو َ َ ِ َو َ אا‬
ِِ
ِ
َ َ ‫َّ َر ِّب ا ْ َ א‬
ِ ِ
ُ َّ ‫ِ ْ ا َّ َا‬
ُ َّ ‫ِ َ א َ ْ ِ َا‬
ُ ْ َ ْ ‫َو َ َכ َا‬
ِّ ُ ‫َو َ َ ِ ى َو‬
Rukudan kalkınca okudukları duâ:
ِ
ِ
ِ
ِ
‫ات‬
َ ٰ َّ ‫ا َّ ُ َ ْ َ َ ُه َر َّ َא َ َכ ا ْ َ ْ ُ ْ َ ا‬
ِ َّ ‫َا َ ا‬
ِ
ِ
‫אء‬
َ
ْ ُ ْ َ ٍ ْ َ ْ َ َ ‫َ ْرض َو ْ َ َ א َ ْئ‬
‫ْ ِ َا َ َّ َ א َ َאل ا ْ َ ُ َو ُכ ُّ َא َ َכ َ ٌ َ َ א ِ َ ِ َ א‬
ْ
ْ
ُّ َ ْ ‫َ َو َ ُ ْ ِ َ ِ َ א َ َ ْ َ َو َ َ ْ َ ُ َذا ْ َ َ ِ ْ َכ ا‬
ِ
َ َ
ْ ‫ِ ْ َا‬
َ ْ ‫َوا‬
‫ا‬
َْ ْ َ
Mehmed Zahid Kotku
173
Secdede okudukları duâ:
َ َ َ ُ ْ َ ْ ‫ُ َو َ َכ َا‬
‫אر َك‬
َ َ َ َ ‫َّ َ ْ َ ُ َو َ َ َ ُه‬
ِ ‫ِادى و َ א‬
َ َ ‫َ َ َ َכ‬
َ َ
‫َو ٰ َ ا‬
َ ْ َ‫َّ ا‬
ِ ْ َ ِ ‫َواَ ُ ُء‬
‫ْ ِ ا ُّ ُ َب ِا‬
ُ
َّ
ََ
َ
ْ َ ‫ت َو َِכ آ‬
ُ ْ َ َ ‫َا َّ ُ َّ َ َכ‬
َ ‫َو ْ ِ َ ِ َّ ِ ى َ َ َ ُ َو َ َّ َر ُه َو‬
ِِ
َ َّ ُ َّ َ‫ا َّ ُ اَ ْ َ ُ ا ْ َ א َ ا‬
ِ ِ
ِ
َ ‫َوآ َ َ َِכ ُ َ ادى اَ ُ ُء ِ ْ َ َכ‬
ِ ِ ِ
ِ َْ َ
َ ُ ْ َ َ ‫َא‬
ُ َّ ‫َ א ْ ْ َ א‬
İki secde arasında okudukları duâ:
ِ ِ ‫وا‬
ْ َ
ِِ‫و א‬
َ َ
ِ ْ ‫وار ِ وار ُز‬
ْ َ
ْ َ ْ َ
ّ ِ َ ُ ْ ‫َوا‬
ِ ِ ْ ‫َا َّ ا‬
َّ ُ
ْ
Herhangi bir meclisten dağılırken şu duâyı oku ve
bunları ezberle:
َ ْ ‫َا ْن َ ِا َ َ ِا َّ َا‬
ِ َْ
ُ ْ َ َ ‫ًءا َو‬
َ ْ َ‫َب ِا َّ ا‬
ُ ِ ْ ‫ُ ْ َ א َ َכ ا َّ ُ َّ َو ِ َ ْ ِ َك َا‬
ِ
ِ
ِ
ُ ُ ْ َ ‫َا ْ َ ْ ُ َك َو َا ُ ُب ا َ ْ َכ‬
ُ ُّ ‫َ א ْ ِ ْ ِ َ ِא َّ ُ َ َ ْ ِ ُ ا‬
Allah'ım! Seni tesbih eder ve sana hamd ederim Senden
başka ibâdete lâyık kimse olmadığına şehadet eder, senden
mağfiret dilerim ve sana tevbe ederim. Günah işledim,
Mü’minlere Va’zlar
174
nefsime zulmettim, sen beni avf eyle; çünkü günahları
ancak sen mağfiret edersin.
Çarşıya çıkarken okunacak duâ:
ُ ْ َ ْ ‫اَ َّ ا َّ ُ َو ْ َ ُه َ ِ َכ َ ُ َ ُ ا ْ ُ ْ ُכ َو َ ُ ا‬
ِ ّ ‫ت ِ َ ِ ِه ا ْ َ ْ ِ َو ُ َ َ َ ُכ‬
ُ ُ َ َ ٌّ َ َ ُ ‫َو ُ ِ ُ َو‬
َِ ٍ َ
ْ
ٌ
ِ
َ َ ‫َا‬
ِْ ُ
Allah birdir, şeriki ve naziri yoktur. Mülk onundur.
Hamd ona mahsusdur. Öldüren de dirilten de odur.
Kendisi ölmeyen bir diridir. Hayır elindedir. O her şeye
kâdirdir.
Bu duâya devam ile
Çarşıda okunacak duâ:
‫ا ُّ ِق و‬
ََْ
‫ ا‬.‫ِ א ِ א‬
َّ ُ َّ َ َ َ ّ
‫َ ْ َ ً َ א ِ ًة‬
َ
‫اَ ْ َئ ُ َכ َ ٰ ِ ِه‬
َْ
َ ‫ُذ َِכ ِ ْ َ ِّ َ َאو‬
‫َ ِ َ א َ א ِ ًة َا ْو‬
َ
َ
ِّ ‫ِ ْ ِ ا َّ ِ اَ َّ ُ َّ ِا‬
ِِ
ِ
ُ َ‫ اَ َّ ُ َّ ا ّ ا‬.‫َ א َ א‬
ِ ُ‫َا ِّ َا ُذ َِכ َا ْن ا‬
ُ
Bismillâh Allah’ım! Bu çarşının ve bu çarşıda olanların
iyi taraflarını senden diler ve kötülüklerinden de sana sığınırım. Allah’ım! Burada yalan ve yemin ile karşılaşmaktan
ve zararlı alış verişten sana sığınırım.
Eğer borcu varsa,
Mehmed Zahid Kotku
‫ِ َ ْ ِ َכ‬
ِ ِ ْ ‫ا ِ َכ وا‬
‫ِ ِכ‬
َ
ََ ْ َ َ َ َ
‫اك‬
َ َ ِ ْ َّ َ
ْ َّ ُ َّ َ‫ا‬
َ ِ ‫اכ‬
"Allah’ım helâl rızkın ile beni haramlardan koru ve fazl’ı
kereminle beni başkalarına muhtac etmekten kurtar."
Yeni elbise giydiği zaman:
‫ٰ ِ ِه ا َّ ْ َب َ َ َכ ا ْ َ ْ ُ َا ْ َئ ُ َכ‬
‫ِ َ א ُ ِ َ َ ُ َواَ ُ ُذ َِכ ِ ْ َ ِ ِه‬
ْ
ّ
ِ
ُ َ َ ُ ‫َو َ ِّ َ א‬
َِ
ْ َ ‫َا َّ ُ َّ َכ‬
َ ‫ْ َ َ ْ ِ ِه َو‬
"Allah’ım! Bu elbiseyi bana sen giydirdin. Sana hamd
ederim. Bu elbiseyi sıhhatli olarak giymeyi, iyi işlerde
eskitmeyi senden isterim ve bu elbisenin şerrinden, şerli
yerlerde kullanılmasından da sana sığınırım."
Hoşlanmadığı bir şeyi gördüğü vakit:
ِ ِ ‫א‬
‫آت‬
ّ َّ َ ْ َ ْ َ َ
ِ َّ ‫َّ ِא‬
ِ َ
‫אت ِا َّ َا ْ َ َو‬
َ َ
‫َ َ َ ْ َل َو َ ُ َّ َة ِا‬
ْ ‫َא‬
ْ ‫ِا َّ َا‬
ِْ َ
َ
‫ا‬
َّ ُ َّ َ
"Allah!ım! İyilikler veren sen, kötülükleri de yok
eden yine sensin, kuvvet ve kudret ancak azamet sahibi
ulu Allah'ındır."
Yeni ayı gördüğün vakit:
175
Mü’minlere Va’zlar
176
ِ‫ا‬
ِ ِ ‫َ َא ِ ْא َ ِ و ْا‬
ِ ِ ‫אن وا‬
َ َ ْ
ْ َ ُ َّ َ
ّ ْ َ
ْ ‫َ ِم وا َّ ْ ِ ِ ِ َ א ُ ِ ُّ َو َ ْ ٰ َوا‬
ٍ
ِ
ُ ْ َ ‫ُ َر ِّ َو َر ُّ َכ ا َّ ُ َ َل ُر ْ َو َ ْ ٍ آ‬
‫ِا ِّ اَ ْ ِئ ُ َכ َ ٰ َ ا ا َّ ْ ِ َو َ ا ْ َ َ رِ َواَ ُ ُذ‬
َْ
َْ
ِ ْ َ ْ ‫َِכ ِ ْ َ ِ َ ْ ِم ا‬
ّ
ِ َ ‫وا‬
َ َّ َ
ِ
ْ َّ َ َ ْ
.‫ِ َ א ِ ِ َכ‬
‫ا‬
َّ ُ َّ َ
ِ
ْ ‫َو ْا‬
َ َْ
‫ا‬
َّ ُ َّ َ
"Allah'ım! Bu ayı emniyet ve selâmetle, iman ve
İslâmiyetimizin devamıyle geçirmemizi nasip eyle. Ey ay!
Benim ve senin rabbımız Allah'tır. Bir de hakkımızda hayırlı
bir ay ol. Senin içinde iyi işler görelim. Seni yaradana iman
ettim. Bir de Allah'ım! mukadderatımın hayırlısını ve bu
ayın hakkımızda hayırlı olmasını senden diler ve mahşer
gününün dehşetinden sana sığınırım." (Fakat duâdan evvel
üç kere ALLAHÜ EKBER demeyi de unutma.)
Şiddetli rüzgar estiği vakit:
‫َא ِ َא‬
‫و‬
‫ِا ِ ا ئ כ‬
‫ا‬
ِ ‫ٰ ِ ِه ا‬
ََْ َ ِ ّ
َ ْ َ َ ُ َ ْ َ ّ َّ ُ َّ َ
‫َو َ َ אاُ ْر ِ َ ْ ِ ِ َو َ ُ ُذ َِכ ِ ْ َ ِ َ א َو َ ِ َ א ِ َ א‬
َْ
ّ
ّ
ِ ِ ْ َ ِ ‫و َ ِ אاُر‬
ْ َّ َ
"Allahım! Bu rüzgârın hayrını ve içinde olan hayrı ve
bununla gönderdiğin iyilikleri senden ister, kötülüğünden
ve getirdiği kötülüklerden sana sığınırım."
Bir Müslümanın vefatını duyduğun vakit:
Mehmed Zahid Kotku
‫ِا َّא ِ َّ ِ َو ِا َّא ِا َ ِ رِ ا ِ ُ َن َو ِا َّא ِا َ رِ ِّ َא َ ُ ْ َ ِ َن‬
ُ
ْ
"Biz Allaha aidiz ve elbette ona döneceğiz." ve bir de
"ve şüphesiz biz Rabbimize döneceğiz." ve bir de Allah'ım!
Bu ölüyü iyiler arasında yaz, kitabını a’la’i illiyyinde kıl.
Geride kalanlara hayırlı halefler ver. Ecrinden bizi mahrum etme. Bundan sonra bizi ibtila etme. Onu ve bizi
mağfiret eyle."
Sadaka verdiğin vakit:
ِ ْ ‫ر َא َ َ ْ ِ א ِا َّ َכ َا ْ َ ا ِ ا‬
َّ َّ َّ َ
ُ َ ُ َّ
"Ey Rabbimiz! Bizden şu hizmeti kabul buyur. Muhakkak ki sen hem işitir hem de bilirsin."
Bir işe başlanacağı vakit:
‫ا َ ْ َ א ِا َّ ِאا َ َر ِّ َא َرا ِ َن‬
ُ
ًْ
‫َ ً َو ِ َ َא ِ ْ َا ْ ِ َאرِ َ ً ا‬
َ
َ ‫َ ٰ َر ُّ َא اَ ْن ُ ْ ِ َ َא‬
ِ ِ
ْ ‫َر َّ َא آ َא ْ َ ُ ْ َכ َر‬
"Umulur ki, Rabbimiz, ona bedel bize daha hayırlısını
verir. Muhakkak biz Allah'a rağbet edenleriz. Ve Rabbimiz
bize kendi indinden rahmet ver ve bu işimizden bizim
için doğru yolu, doğru ahlâk, doğru i’tikad nasip eyle.
Malımıza ve dinimize zarar verecek yerleri ve işleri bize
bildir. Aklı ve idrakimizi kavî ve metin kıl."
‫َ ْ رِ ى َو َ ِّ ِ َا ْ ِ ى‬
ْ
ِ ‫ر ِب ا ْ ِ ح‬
ْ
ّ َ
"Rabbim, göğsümü genişlettir ve işimi kolaylaştır."
Gökyüzüne bakdığın zaman da şunu oku:
177
Mü’minlere Va’zlar
178
ِ
ِ
ِ‫اب ا َّאر‬
َ َ َ ‫ً ُ ْ َ א َ َכ َ َא‬
ِ
‫אء ُ و ً א َو َ َ َ ِ َ א‬
َ َّ ‫ا‬
ُ
‫ً א َو َ َ ا ُ ِ ا‬
ً
ً
‫َ א َ َ ْ َ ٰ َ ا َא‬
ِ َ
ِ
َ َ ‫ا َّ ى‬
‫ِ ا‬
َ
‫َر َّ َא‬
‫אر َك‬
َ ََ
"Ey Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Seni
tesbih ederim. Bizi cehennemin azabından koru. Ve yine
Allah’ın şanı âlâdir. O ki, gökte burçları ve ziyasıyle gündüzleri aydınlatan güneş ve nuru ile gece karanlığını izale
eden ayı yarattı."
Gök gürlediğinde hamd ile:
ْ
ِ ُ ‫ِ ا ُ ِ ِ ِه وا ْ َ ِئ َכ‬
ْ َّ ُ ّ َ ُ
َ َ
ْ َ
َِِ ِ
َ َ ُْ
ْ َ ‫אن‬
"Bulut ve meleklerin kendisini tesbih ettiği Allah
Teâlâ’yı noksan sıfatlardan tezih ederim."
Şimşek çaktığı zaman bunu oku:
َ ْ َ ‫ِכ َو َ ُ ْ ِ ْכ َא ِ َ َ ا َِכ َو ِ َא‬
َ َ َ ِ ‫َ َ ْ ُ ْ َא‬
‫ٰذ ِ َכ‬
‫ا‬
َّ ُ َّ َ
"Allah’ım, bizi gadabınla öldürme, gadabınla da helak
etme ve bize helâkden evvel âfiyet ver."
Yağmur yağarken bu duâyı oku:
ِ
ِ
َ ْ َ ُ ْ َ ْ ‫َ ًئא َو َ ْ ً א َא ً א اَ َّ ُ َّ ا‬
‫اب‬
ٍ َ َ َ َ ُ ْ َ ْ َ َ ‫ْ َ ٍ َو‬
ْ
‫اَ َّ ُ ا ْ ِ َא‬
َّ
‫َر‬
Mehmed Zahid Kotku
179
"Allah’ım! Bu yağmuru bizlere kârlı ve faideli kıl.
Yarabbi bunu azap yamuru değil rahmet yağmuru kıl."
Birşeye kızdığın hiddet anında oku:
ْ َ
ِ ِ ‫َ َ َ ْ ِ و َا‬
‫اَ َّ ُ ا ْ ِ ِ ذ ِ واذ‬
ْ ْ َ ْ َ َْ
َّ
ْ َ
ْ
ِ َ َّ ‫ا‬
ِ ِ ‫אن ا‬
ْ
َّ
"AlIah’ım! Günahlarımı mağfiret et. Gönlümü ve
hiddetimi teskin et ve beni şeytanın şerrinden koru."
İnsanlardan korktuğun vakit:
ْ
ِ ‫ِا َّא َ ُ َכ ِ ُ رِ ِ و َ ُذ َِכ‬
‫ا‬
ُ
َ ْ
ُ َ ْ
َّ ُ َّ َ
ِ ِ‫ُ ور‬
ْ
ُ
"Allah’ım, sana onları havale eder ve kötülüklerinden
sana sığınırım."
Muharebe sırasında bunu oku:
ُ ِ ‫اَ َّ ُ َّ َا ْ َ َ ُ ِ ى َو َ ِ ِ ى َو َِכ اُ َ א‬
"Allah’ım, yardımcım sensin, itimadım sanadır. Senin
yardımınla muharebelerde dövüşürüm."
Kulak çınladığı vakit şunu oku:
ِ َ ِ
ْ
ِ ‫َذ َכ‬
‫ذכ ا‬
َ ْ َ ُ َّ َ َ َ
"Beni iyilikle yadedeni. Allah zikretsin yani, Allah da
onu hayırla yadetsin."
Mü’minlere Va’zlar
180
İstediklerinin kabul olduğunu gördüğün vakit bunu
oku:
ِ ِ ‫َا ْ ُ ِ َّ ِ ا َّ ِ ى ِ ِ ِ و َ ِ ِ َ ِ ا א‬
‫אت‬
َ َّ ُّ
َ َ َّ َ
ْ َ
"İzzet ve celaliyle, iyilikleri tamam olan -yani istediklerimi veren- Allah Teâlâ’ya hamdolsun."
Duâsının geciktiğini görünce şöyle der:
ِِ
ٍ
‫אل‬
َ ِ ّ ‫َا ْ َ ْ ُ َّ َ َ ُכ‬
"Her halükârda Allah Teâlâ’ya hamdederim."
Akşam ezanı okunurken:
‫ات ُد َ ِאئ َכ‬
َ َ
ِ
ِ
ِ
ِ
َ َ ‫َا َّ ُ َّ ٰ َ ا ا ْ َ َאل َ ْ َכ َوا ْد‬
ْ ‫אر َ َ אرِ َك َو َا‬
ِ ‫ِכ ا َ כ ا‬
‫ر‬
‫و‬
َ ْ َ َْ َ ُ ْ َ َ ٰ َ َ َ ُ ُ َ
"Allah’ım! Bu, gecenin gelişi ve gündüzün gidişi, sana
davet edenin sesi ve namaza hazır olmaktır. Beni mağfiret
etmeni senden dilerim."
Sıkıntı zamanında:
‫ِ َك‬
ٍ
ِ ‫ِا‬
ِ ِ ‫ِ َك وا اَ ِ َכ َא‬
‫ك وا‬
‫ا‬
َ ُ ْ َ
ْ َ ُ ْ َ َ ُ ْ َ ّ َّ ُ َّ َ
َ
ٍ
ُ َ َ َّ ِ ‫אص ِ َّ ُ ْכ ُ َכ َ ْ ٌل‬
ُ ‫אؤ َك َا ْ َئ ُ َכ‬
َ
ْ ‫ِכ ّ ِ ا‬
ِ ِ
ِ
ُ َ ْ َّ َ ‫ُ َ َ َכ َ َّ ْ َ ِ َ ْ َ َכ اَ ْواَ ْ َ ْ َ ُ כ َא َِכ اَ ْو‬
‫َا َ ً ا ِ ْ َ ْ ِ َכ اَ ْو ِا ْ َ ْ ُ َت ِ ِ ِ ِ ْ ِ ا ْ َ ِ ِ ْ َ َك‬
ْ
ْ
َ
ِ
Mehmed Zahid Kotku
ِ
ِ
ّ َ ‫َ ْ رِ ى َو َ َء‬
ِ
ّ َ
‫آن َر ِ َ َ ْ ِ َو ُ َر‬
َ ْ ُ َ ‫اَ ْن َ ْ َ َ ا‬
‫אب ُ ْ ِ َو‬
َ َ ‫َو َذ‬
"Allah’ım! Ben senin kulunum. Kulun ve cariyenin
oğluyum. Hayatım, boynum, alnım kabza-i kudretindedir. Benim için hükmün cari, hakkımdaki kazan mahz-ı
adalettir. Kendi zatını adlandırdığın Kur’ ân-ı Kerîm'inde
bildirdiğin kullarının herhangi birine öğrettiğin veya ilmi
gaybından bildirdiğin Esma-i Hüsna hürmetine. Kur’
ân-ı Kerîmin, gönlümün baharı göğsümün nuru, gam ve
gussamın cilası, elem ve kederlerimin giderilmesine vesile
olmasını senden dilerim."
Rasul-i Ekrem: “Her kim bu duâyı okursa, Allah teâla
onun sıkıntısını giderir; yerine neş’e ve sevinç verir.” buyurmuştur.
Senin ve başka birisinin bir yeri ağrıdığı, sancılandığı
zaman, Rasul-i Ekrem’in öğrettiği şu duâyı oku.
ِ ِ ‫א‬
‫آت‬
‫و‬
ّ َّ َ ُ َ ْ َ َ َ َ
ِ َّ ‫َ ُ َة ِا َّ ِא‬
َّ
ِ َ
ْ َ‫אت ِا َّ ا‬
َ
‫َ َ ْ َل َو‬
ِ
َ ْ ‫َ َ ْ ِא‬
َ ْ َ‫ِا َّ ا‬
‫ا‬
َّ ُ َّ َ
Ve şehadet parmağını o ağrıyan yere "Bismillahirrahmanirrahim" deyip koy, ve şu duâyı oku ve bunu her defasında
elini kaldırıp yedi kere tekrer eyle.
‫َ ِ َ َא ِِא ْذ ِن َر ِّ َא‬
ِ ْ ‫ِ َא‬
َْ
َ
ِ
‫ات‬
َّ َ
ِ ْ ِ ‫ُ اَر ِ َא‬
ْ َ
َ ُ
َ ْ َ ْ ُ ‫َ ًא َو‬
ُْ
َ
ِ َّ ‫ِ ِ ا‬
ْ
ِ َّ ‫ِ ِ ا‬
ْ
181
Mü’minlere Va’zlar
182
‫ت‬
‫ِ ْ َ ِ َ אا ِ ُ َواُ َ ِאذ ْر‬
ّ
‫ِ ْ َ ِ َ אا ِ ُ َواُ َ ِאذ ْر‬
ّ
ِ ِ ‫َّ ِ و ُ ْ ر‬
َ َ
ِ ِ ‫َّ ِ و ُ ْ ر‬
َ َ
‫اَ ُ ُذ ِ َ َّ ِة ا‬
‫َا ُ ُذ ِ َ َّ ِة ا‬
Müşkülat karşısında şu duâyı oku:
‫اَ َّ ا َّ ُ َر ُّب ا ْ َ ِش‬
ْ
ِ
‫ات َوا َّ ِ َو َر ُّب‬
َ
ْ
ِ
ِ
َ َ ‫َا‬
ِ ‫ِا ا ا ِ ا‬
ُ َ ْ ُّ َ ْ ُ َّ َّ
ِ ِ ِ
ٰ َّ ‫َا َ َ ا َّا َّ ُ َر ُّب ا‬
ِ ‫ا ْ َ ِش ا ْ َכ‬
ْ
ِ
َ َ ‫َا‬
ِ ْ‫ا‬
َ
Uykuya yatacağın zaman taze abdest al, hiç olmazsa dört
rekat namaz kıl. Mümkünse birinci rekatta Fatiha’dan sonra
âyet-el Kürsi’yi ve altındaki iki âyeti de oku. İkinci rekatta
Amenerrasülü’nün üzerindeki iki âyet ile birlikte sonuna
kadar oku. Üçüncü rekatta yine Elhamdan sonra sure-i Hadidin başından altı veya on âyet oku. Dördüncü rekatta yine
Fatiha-i şerife’den sonra Sure-i Haşr’ın nihayetindeki -her sabah
namazdan sonra mihrabiyede okunan Hüvallahüllezi’den üç
âyet oku. Sonra sağ tarafına yatmadan evvel de 34 Allahü
ekber, 33 sübhanallah, 33 elhamdülillah dedikten sonra bu
bu duâyı da oku:
ِ‫ْ א َא َ ْ َ َ א َا َ א َ َא َو ِا َ ِ ا ُّ ُ ر‬
ْ
َ
ِ َّ ِ ‫ْ ُכ ِ َّ ِ وا ْ َ ُ وا ْ َא ُن‬
ُّ َ َ َ َ
ُ
ِ ِ ‫َא َ ِ ْ ِة ْا ِ َ ِم و َכ‬
َ ْ َ ْ
ْ
َ َ
َ
ٍ
‫ِو‬
‫ا‬
‫ِِא‬
َ َّ َ َ ْ َ َ ُ َّ َّ َ َّ َ ُ َ ّ َ ِ
‫َا ْ َ ْ ُ ِ َّ ِ ا َّ ِ ى َا‬
ْ ‫اَ ْ َ ْ َא َوا ْ ِ َ ا‬
‫َوا ْ ِ َّ ُة َوا ْ ُ ْ َر ُة ِ َّ ِ َا‬
‫ْا ِ ِ َ ِص َو َ َ ِد‬
‫‪Mehmed Zahid Kotku‬‬
‫‪183‬‬
‫אن ِ َ ا ْ ُ ْ ِ ِכ ا‬
‫אכ َ‬
‫َو َ َ ِ َّ ِ ِا ْ َ ا ِ َ َ ِ ً א َو َ َ‬
‫َ َ َّ ُ َّ‬
‫ت َو ِا َ َכ‬
‫َِכ َا ْ ِ َ َو َِכ َا َ ْ َא َو َِכ َ ْ َ َאو َِכ َ ُ ُ‬
‫ْ‬
‫ا ْ َ ِ ُ َا َّ ُ َّ ِا ِّ َا ْ َئ ُ َכ َا ْن َ ْ َ َ َא ِ ٰ َ ا ا ْ َ ْ ِم ِا َ ُכ ّ ِ‬
‫ِ‬
‫َ ٍ و َ ُذ َِכ اَ ْن َ ح ِ ِ‬
‫ٍِ‬
‫ْ ََ َ‬
‫ْ َ ُ‬
‫ُ ًء اَ ْو َ ُ َّ ُه ا َ ُ ْ‬
‫א‬
‫َ ِא َّ َכ ُ ْ َ َو ُ َ ا َّ ِ ى אכ ِא و‬
‫َ َ َّ ُ ْ َّ ْ ِ َ َ ْ َ ُ َ َ َ ْ ُ ْ‬
‫ِ‬
‫ُ ُכ ِ ِ ِ‬
‫ِא אرِ‬
‫ُ ْ ٰ ا ٰ َا َ ٍ ُ َ َّ ‪َ .‬ا َّ َُّ‬
‫َّ َ ُ َّ َ ْ ُ ْ‬
‫ِ‬
‫َ א ِ َ ْا ِ ْ َ ِ‬
‫אح َو َ א َ ا َّ ْ ِ َ َכ ًא َوا َّ ْ َ َوا ْ َ ََ‬
‫ُ ْ א ًא اَ ْ َئ ُ َכ َ ٰ َ ا ا ْ ْ ِم َو َ َ א ِ ِ َواَ ُ ُذ َِכ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َْ‬
‫َْ‬
‫َ ِ ِه و َ ِ א ِ ِ ِ ِ ا َّ ِ א َ אء ا َّ َ ُ َة ِا َّ ِא َّ ِ‬
‫َ ْ ّ َ ّ َ‬
‫ْ‬
‫َ َ ُ َّ‬
‫א َ אء ا َّ ُכ ُّ ُ ٍ ِ ا َّ ِ א َ אء ا َّ ا ْ َ ُכ ُّ ِ ِ‬
‫َ‬
‫َ َ ُ‬
‫َ َ ُ‬
‫ْ َ‬
‫ُْ ُ َ‬
‫ا َّ ِ َ א َ َאء ا َّ ُ َ َ ْ ِ ُف ا ُّ َء ِا َّ ا َّ ُ َر ِ ُ ِא َّ ِ َر ًّא‬
‫َو ِ ْא ِ ْ َ ِم ِد ًא َو ِ ُ َ َّ ٍ َ َّ ا َّ ُ َ َ ِ َو َ َّ َ ِ ًّא َر َّ َא‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ َ َא َ َ َّכ ْ َא َو ِا َ َכ َا َ َא َو ِا َ َכ ا ْ َ ِ ‪َ .‬ا َّ ُ ِا ِّ َا ُ ُذ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫َّ‬
‫ُ‬
‫אك ِ ْ َ َ ِ َכ َو ِ ُ َ א َ ِ َכ ِ ْ ُ ُ َ ِ َכ َو َا ُ ُذ‬
‫ِِ َ َ‬
‫َ اَ ْ َ ِ ُ اَ ْن اَ ْ َ ُ َ َ ًאء َ َ َכ‬
‫َِכ ِ ْ َכ‪ .‬اَ َّ ُ َّ ِا ِّ‬
‫ْ‬
‫َو َ ْ َ ْ ُ َو َ ِכ ْ اَ ْ َ َכ َ א اَ ْ َ َ َ َ َ ْ ِ َכ‪.‬‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫‪Mü’minlere Va’zlar‬‬
‫ِ‬
‫ات َو َر َّب‬
‫اَ َّ ُ َّ ِ ْ ِ َכ اَ ْ َ َאواَ ُ ُ‬
‫ت‪ .‬اَ َّ ُ َّ َر َّب ا َّ ٰ َ‬
‫ْا َ ْر ِض َو َر َّب ُכ ّ ِ َ ٍ َو َ ِ َכ ِ َ א ِ َ ا ْ َ ِّ َوا َّ ٰ ى‬
‫ْ‬
‫و ْ ِ َل ا َّ ر ِاة و ْا ِ ْ ِ ِ وا ْ ُ ِ‬
‫آن َا ُ ُذ َِכ ِ ْ َ ِ‬
‫ْ َ َ‬
‫َ ُ‬
‫ّ‬
‫َ ْ‬
‫ُכ ّ ِ ِذى َ ِ ى َو ِ ْ َ ِ ُכ ّ ِ َدا َّ ٍ اَ ْ َ اَ ِ ٌ ِ َא ِ ِ َ א‪.‬‬
‫َ‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫ِ‬
‫اَ ْ َ ْا َ َّو ُل َ َ ْ َ َ ْ َ َכ َ ْ ٌ َواَ ْ َ ْا ُ َ َ ْ َ‬
‫َ ْ َ َك َ ْ ٌ ‪َ .‬و َا ْ َ ا َّא ِ ْ َ َ ْ َ َ ْ َ َכ َ ْ ٌ َو َا ْ َ‬
‫ِ ّ ا َّ و َا ْ ِ ِ‬
‫ِا ْ ِ‬
‫ِ‬
‫َ‬
‫ا ْ َ א ُ َ َ ْ َ ُدو َ َכ َ ْ ٌ‬
‫ْ َ َ‬
‫ِ َ ا ْ َ ْ ِ اَ َّ ُ ِا َّ َכ َ َ ْ َ َ ْ ِ َواَ ْ َ َ َ َّא َ א َ َכ‬
‫َّ‬
‫َ َ א ُ َ א َو َ ْ א َ א‪ .‬اَ َّ ُ ِا ْن اَ َ َّ َ א َ א ْ ِ َ َ א َو ِا ْن اَ ْ َ َ א‬
‫َْ‬
‫َ‬
‫َّ‬
‫ْ‬
‫َ א ْ َ ْ َ א‪َ .‬ا َّ ُ ِا ِّ َا ْ َئ ُ َכ ا ْ َ ِ َ ِ ا ْ َ א ِ ِ ا ُّ ْ א‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َّ‬
‫َو ْا ِ ِة َא ْ ِ َכ َر ِّ َو َ ْ ُ َ ْ ِ َ א ْ ِ ِ َذ ْ ِ ‪.‬‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫اَ َّ ِ ِ‬
‫אد َك‪ .‬اَ َّ ُ َّ اَ ْ َ ْ ُ‬
‫َ َ ا َ َכ َ ْ َم َ ْ َ ُ َ َ َ‬
‫ُ َّ‬
‫َ ْ ِ ِا َ َכ َو َو َّ ْ ُ َو ْ ِ ِا َ َכ َو َ َّ ْ ُ َا ْ ِ ى‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫ت َ ْ ِ ى ِا َ َכ ر ْ ً ور ْ ً ِا َ َכ َ ْ َ َ‬
‫ِا َ َכ و َا ْ َ ْ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ َ‬
‫َ‬
‫َ ْ‬
‫ْ‬
‫َو َ َ ْ َ َאء ِ ْ َכ ِا َّ ِا َ ْ َכ آ َ ْ ُ ِِכ َא َِכ ا َّ ِ ى اَ ْ َ ْ َ‬
‫َو َ ِ ِّ َכ ا َّ ِ ى اَ ْر َ َ ْ‬
‫‪184‬‬
Mehmed Zahid Kotku
185
Uykudan uyandığın zaman da bunları oku:
‫َا ْ ْ َא َو َا ْ َ ا ْ ُ ْ ُכ‬
َ
َ
Ve duâları hem sabah ve hem akşamları oku. Yalnız
akşamları okurken:
‫ا ْ ُ ْ ُכ‬
َ ْ ‫اَ ْ َ ْ َא َو َا‬
yerine dersin, sonra bu duâyı okursun.
Aynaya bakarken bu duâyı okursun:
ِْ ِ
ِ ِ
ِ ِ ْ ِ ‫َا َّ َا‬
ْ َ ْ ‫َا َ ِّ ا َّ א َ אت ا َ ْ َכ َوا‬
ْ َّ ُ
ِ ُ ِ ُ ‫אل ِا َ َכ ُ ُ ِ ِ ِا َ َכ ُز ْ ٰ و‬
ِ ْ َ ‫ِאَ ِ ْا‬
ّ َ
ُّ
َ
ْ َ
ْ
ْ
ِ
ِ ِ َ ‫ً ا اَ َئ ُ َכ‬
ِ
‫َو اَ ْ َ ْ ِ َك‬
ْ ُ ‫ْ َ َ َכ‬
ْ
َ ُْ
ُ
‫ اَ ْ َ ْ ُ ِ َّ ِ ا َّ ِ ى‬. ِ َ ِ َ ْ َ َ ‫َ َ ْ ِ ِ َواَ ْد ُ َك‬
َ
‫َ ّٰ ى ْ ِ َ َ َّ َ ُ َو َכ َم ُ َر َة َو ْ ِ َو َ َّ َ َ א‬
َّ
ِ ِ ْ‫و َِ ِ ا‬
َ
َ َ َ
ُْ َ
Canlı birşey aldığın vakit boynundan tutarak bu duâyı
okursun:
‫َ א ُ ِ َ َ َ ِ َواَ ُ ُذ َِכ‬
‫ِا ِ ا ئ כ ه و‬
‫ا‬
ْ
َ ْ َ ُ َ ْ َ َ ُ َ ْ َ ّ َّ ُ َّ َ
ِ َ َ ِ ‫ِ َ ِ ِه و َ ِ א‬
ُ َّ َ ّ ْ
ْ َ
Mü’minlere Va’zlar
186
Yeni evlenenleri görünce böyle söyle:
ٍ َ
ْ
ِ ‫ُכ א‬
ِ
َ َ
َ َ ْ َ َ َ َ ‫אر َك ا َّ ُ َכ َو َאرِ َك َ َ ْ َכ َو‬
‫אر َك ا َّ ُ ِ َا ْ ِ َכ َو َ א ِ َכ‬
َ َ
Bu duâları yazmakla bitirmek belki mümkün olamayacaktır. Çünkü pek çoktur. İnsanın bütün hayatındaki muhtaç
olduğu en mühim şey duâsıdır. Her gün ve anın yerine göre
ayrı ayrı duâları vardır, hem de her şahsın duâsıda yine ayrıdır.
Birinin yaptığı duâ diğerine uymayabilir. İşin en kolay tarafı
yine yapacağın duâları yap ta, en sonra deki “Yarab, peygamberimin yaptığı duâlara beni de müşterek kıl ve onun
senden istediği bütün hayırları ben de senden isterim. Ve
onun sana sığındığı bütün şerlerden ben de sana sığınırım.
Hayırları lûtfeyle, şerlerden muhafaza buyur.” dersin sonra
Hizbi A’zam’daki Aliyyülkari hazretlerinin duâlarını da okumağa
çalış ve daha sonra Abdülkadir Geylani hazretlerinin Hasan-i
Şazeı’i Hazretlerinin, Rüfai hazretlerinin duâları da pek meşhurdur. Bunları da bırakma. Ve hele Delâil’i Hayratı da oku.
Hem salevat-ı şerifeleri okumuş olursun hem de içinde pek
güzel duâlar vardır. Onlardan da istifade edersin. Malum yâ
duâya ihtiyacımız; ekmeğe ve suya olan ihtiyacımızdan daha
fazladır dersem beni sakın ayıplama. Çünkü duâlar gelmiş
ve gelecek bütün kazaları önler. Bu da yine Hak sübhanehu
Teâlâ’nın bir takdiri ve bir hükmüdür.
Allah’ın takdirinden kaçılmaz diye gaflete düşme. İyi bak.
Cenâb’ı Hak, her yarattığı mahlukuna kendisini koruyabilecek
bir de müdafaa kuvvet ve kudreti vermiştir. Bizim de yegane
müdafaa ve korunma silahımız duâdır. Sen bunu sakın yabana
Mehmed Zahid Kotku
187
atma. İnsan kendini beğenir ve kendine ne kadar güvenirse
güvensin yine acizdir. Öyle haller karşısında kalır ki, Allah'a
sığınmaktan başka çaresi kalmaz. İşte o zaman duâ etmesini
bilemiyorsa çok yazık olur.
Allah'sızlara bakıpta kendini ateşe atma. Öyle ruhsuz ve
duygusuz mahluklar pek çoktur. Onlara bakıp aldanma.
Sen müslümansın Peygamberinin sözünden çıkma. Bak O,
“Duâ mü’minin silahıdır” diyor. ibâdetin hem anahtarı hem de
özüdür. Hakka iltica ne büyük devlet ve ne güzel bir ni’mettir.
Kulun Halık'ına el açıp bel bağlaması ve gözlerinden yaşlar
akıtıp halini arzetmesi ve gönlünü de ona bağlayıp iltifatına
intizar etmesinin zevkine, tadına, neş’esine acaba hiç doymak
mümkün müdür? O anda mahlukunun Halık'ı ile sohbetinin
lezzetine doyum olur mu? Cenâb-ı Hak cümlemizi mağfiret-i
İlahiyyesine mazhar buyurup kapısında boynu bükük elleri
havada dilleri duâda olan sevgili bahtiyar kullarından ayırmasın, bizleri de o sevdikleri hürmetine sevdiği ve razı olduğu
kullarından eylesin amın. Bi hürmeti seyyidi- İl’mürselin.
Velhamdiilillahi rabi-l alemin Salevatullahi ve selamühü ala
Muhammedin ve ala allihi ve sahbihi ecmaiyn.
Şimdi sen şu benim nasihatlerimi can kulağı ile tekrar
dinle: Evvela istiğfarı dilinden bırakma. Her gün Rasul-i
Ekrem efendimizin ve bütün geçmiş sadat efendilerimizin
ruhlarına üç ihlas bir fatihayı hediyye etmeği unutma. Sonra
ölümünü gözünün önünden ayırma, büyüklerimizin ma’nevi
huzurlarında daima dur ve Hak (sübhanehu ve Teâlâ)’nın
ma’nevi huzurunda olduğunu unutma. Biz onu her ne kadar
görmez isek de o bizi daima görmekte ve bizleri mürakabe edip
gözetmekte olduğunu da unutma. Allah görür, bilir, işitir, her
şeye gücü yeter, her günkü vazifeni ona göre yapmağa çalış
Mü’minlere Va’zlar
188
ve bil ki bir gün bunların hepsini bırakıp Hakk'ın huzuruna
gideceğimizi hatırdan çıkarma. Hergün en aşağı yüz istiğfar
hem de sabahlı akşamlı olsun İstiğfarı da şöyle yap:
‫ا ْ َ ُّ ُم‬
ُّ
ِ
ُ َّ ‫ِ َ ا َ َ ا‬
َ ْ ‫َّ ُ َ ا‬
ْ ‫ْ ِ َ َة َوا‬
‫ا َّ َ ا ْ َ ِ ا َّ ِ ى َ ِا َ َ ِا‬
َ
ِ ِ
َ ْ ‫ا َ ْ َواَ ْ َئ ُ ُ ا َّ ْ َ َ َوا‬
ِ ِ ‫ُ ا َّ اب ا‬
َّ ُ َّ َ
ِْ
ُ
‫ُب‬
َ ْ ‫َا‬
ُ َ‫َوا‬
Sonra yüz kerre (Allah) kelimesini hafifçe lisanınla
söyle. Sonra yüz kerre (lailahe iIIallah)ı yine hafifçe lisanınla
söyle.
Sonra yüz kerre salevat-ı şerife oku. En iyisi Ettehiyyatta
okuduğumuz Allahümme Salli ile Allahümme Bariktir.
Sonra yüz kerre de “Külhüvallah” suresini yine lisanınla
oku ve acele etme, bundan sonra Allah Teâlâ’yı hatırından
çıkarmamak üzere daima öyle zikir ile ve bütün günahlarından
böylece kaç. Ve bunları mümkün oldukça sabah namazından
sonra işrak vaktine kadar camide veya namaz kıldığın yerde
oturup sonra iki rekat işrak namazını kılıp öyle çıkarsan hiç
eksiksiz bir hac ve umre sevabını alacağını bil. Öğle namazına
bir saat veya kırkbeş dakika kalıncaya kadar duha namazını
unutma. 9, 10, 11 rasında kıl. Akşamdan sonra da dört veya
altı rekat Evvabın namazını bırakma. Yatarken beheme hal
taze abdest alıp dört rekat namaz kılmadan yatma. Geceleri
mümkün oldukça “Teheccüt namaz”larını kılmağa çalış. Öğle
ve yatsı namazlarının son sünnetlerini de dört rekat kılmağa
gayret et. Borç namaz ve borç oruçlarını varsa onları da
mutlaka kaza etmeğe çalış. Hatta nafile namazlarını da borç
Mehmed Zahid Kotku
189
namazlarınla ödemeğe çalış. Kimsenin işine gücüne karışma.
Dedikodu yerlerine katiyyen sokulma. Gıybete hiç müsaade
etme. Kimsenin ayıbını ne gör, nede söyle. İnsanın kendi
kusuru ve aybı kendine hem yeter hem artar. Kusur görmek
istiyorsan kendi kusurlarını gör ve onları düzeltmeğe çalış.
Sonra ana baba haklarının affı için perşembe gecesi akşam
ile yatsı namazı arasında iki rekat namaz kıl. Her rekatında
bir Fatiha, beş âyet-el Kürsi, Kul euzüleri de beş defa okumak suretiyle kıl. Namazdan sonra-yirmibeş kere istiğfar
ile yirmibeş kerede salevat ı şerife oku ve bunların sevabını
ana babana hediye eyleyesin. Haklarını eda etmiş ve onlara
ihsan ve ikram etmiş olursun. Bunları bir kere daha tekrar
edeyim: Namazlarını cemaatle kılmağa çalış Duha, Evvabin
namazını, yatarken dört rekat gece namazları, borç namaz ve
oruçlar her günkü dersini de unutma, atlatma. Yüz istiğfar,
yüz Allah, Yüz “lailahe illallah” yüz Salavat-ı Şerife, yüz İhlas-ı
şerif. Bunları lisanınla hafifçe kendin işitecek kadar sesli oku.
Sonra içinden sessiz olarak huzur ile Allah zikrine devam
eyle. Öğle ve yatsının son sünnetlerini de dört rekat kılmağa
çalış. Dedikodu ve gıybetten son derece sakın. Kimsenin işine
gücüne karışma.
ُ ْ َ ْ ‫َ ِا َ َ ِا َّ ا َّ ُ َو ْ َ ُه َ َ ِ َכ َ ُ َ ُ ا ْ ُ ْ ُכ َو َ ُ ا‬
ِ ٍ
‫כ‬
‫ِ و ِ و‬
ٌ َ ْ َ ِّ ُ َ َ َ ُ َ ُ ُ َ ْ ُ
‫אن ا َّ ِ َوا ْ َ ْ ُ ِ َّ ِ َو َ ِا َ َ ِا َّ ا َّ ُ َوا َّ ُ َا ْכ‬
َ َ ُْ
َُ
ِ ِ ْ ‫و َ َ َل و َ ُ َة ِا َّ א َّ ِ ا ْ ِ ِ ا‬
َ
َ
َ ّ َ
َّ َ ْ
Mü’minlere Va’zlar
190
‫אن ا َّ ِ ا ْ َ ِ ِ َو ِ َ ْ ِ ِه‬
َ َ ْ ُ ‫אن ا َّ ِ َو ِ َ ْ ِ ِه‬
َ َ ُْ
ِ
ٌ َّ َ ُ ُ ِ ُ ْ ‫َا ْ َ ْ ِ ُ ا َّ َ ِا َ َ ِا َّ ا َّ ُ ا ْ َ ِ ُכ ا ْ َ ُّ ا‬
ِ
ِ ِ َ ‫אد ُق ا ْ َ ْ ُ ْا‬
َ َ َّ ‫َر َ ُل ا‬
İhlas-ı şerifi ve bunları her gün yüz kere okumağı tavsiye
eden peygamberimiz (Sallallahii aleyhi ve sellem) dir. Yüz kere
"Lailahe illaIlahı" okumak da yine peygamberimizin tavsiyeleri
içindedir. Bununla beraber hak sevgisi ve hak korkusu senin
mizanın olsun. Bak bakalım ibâdetlere ve tesbihlerine sevgin
ve devamın ne kadardır. Bu sevgine alâmettir. Bir de haramlardan, günahlardan kaçmana bak. Namahremlere bakmana. Ve
onlarla ünsiyetine bak. Bu da Allah'dan korktuğuna alamettir.
Allah (celle ve alâ)ya karşı sevgisi olmayanın ve ölümüne korkusu olmayanın ibâdetleri de o kadardır. Allah (celle ve alâ)ya
sevgisi tam olan dünyaya rağbet edemez. Ve Allah Teâlâ’dan
hakkıyla korkan da ibâdetlerde kusur edemez, günahlardan son
derece korkup kaçar. Bu sevgiyi ve korkuyu temin ise ancak
zikrullah ve Kur-an-ı Azimüşşana devamla temin edilebilir.
Fakat ne yazık ki bu günün bilginlerinden bazıları tarikat
aleyhinde idare-i kelam etmekten bilaperva ağızlarına geleni
söylemekten çekinmedikleri gibi erbab-ı tarika karşıda bir
husumet beslemekte oldukları hallerinden bellidir.
(Şeriat bize kafidir) dedikleri halde şeriatın emirlerine
karşı da riayetleri o kadardır. Belki onlar müslümanlığı kendi
nefs-i hevalarına uygun olarak tatbik etmek isterler. İsraftan
korkmaz. Kadın erkek sohbetleriyle birlikte yaşamayı severler.
Süsü ve saltanat ve çalımlamayı bilirler. Sakal salmaktan ödleri
kopar. Misvak kullanmak yerine fırça tercih eder. Televizyona
Mehmed Zahid Kotku
191
bakmayı mübah addeder. Ömrünü zayi etmekten kaçınmaz ve
korkmaz. Zikrullah işine gelmez. Tesbihat ile evrâd ile vaktini
değerlendirmek istemez; laklakıyyatı sever. Gece sohbetleri çok
hoşuna gider. Sabah namazlarına, cemaate mecbur olmasa
çıkmak istemez. Hemen evinde kılmakla iktifa eder. Sonra
da erbab-ı tarikata karşı dili bir karış ve belki bir arşın. İnsan
biraz da sahib-i insaf olsa ne kadar iyi olur.
Alim olmak büyük bir nimettir. İlmi ile amil olmak da
daha büyük bir devlettir. Hiç bir ilim sahibi diğer bir ilim
sahibini zem etsin, tenkid etsin, yersin olacak birşey midir?
Daha doğrusu bu gibi kimselere sahib-i ilimdir demek caiz
olmasa gerektir. Tarikatlarda değil de tarikata girenlerde bazı
kusurlar görülmekte ise de bu tarikatın kabahati değil o tarikat
idarecilerinin kabahatidir. Nasıl ki birçok müslümanlarda da
çok çeşitli kabahatler vardır. Şimdi bunların bu kabahatlerini
müslümanlığa mı yükleyelim. Müslümanlığı tam manasiyle
görmek istersen menakıb-ı evliyaları oku. Tezkiret-ül evliyaları
oku. Bak müslümanlığa... Nasıl hizmet etmişler, nasıl cihat
ve mücahedelerde bulunmuşlar. Açlığa, susuzluğa-, çıplaklığa nasıl tahammül etmişler. Şimdi sen kalk da ehl-i tarikin
aleyhinde konuş. Bak ehl-i tarikin vazifelerine. Hergün yüz
istiğfar eder? Peygamberimizin ve bütün peygamblerlerin ve
bütün ehli imanın ve ustadlarının ruhlarına hediyyeden sonra
peygamberimizin emrine imtisal ve
‫ُכ ُّ َ ْ ٍ َذ ِائ َ ُ ا ْ َ ْ ِت‬
“Küllü nefsin zaikatülmevt” fermanına ittibaen ölümü
çok güzel ve derince tefekkür ederler. Acaba sen de bunları
hiç hatırlar mısın?
Mü’minlere Va’zlar
192
Yine peygamberimizin emrine imtisalen ulema-i kiram
zev-il’ ihtiram olan büyüklerin huzurlarında öyle dururlar.
Sonra hakka teveccüh-ü tam ile teveccüh edip zikrullaha devam
ederler. Az yer ve içer ve az konuşur ve herkese hüsn’ü zan
ile, büyüklerine karşı hürmetkar ve küçüklerine karşı daima
şefkat ile hareket eder ve bütün müslümanları hakiki kardeş
bilerek son derece hürmet, saygı ve sevgi izhar ederler. İcap
ederse yemezler, yedirirler. Giymezler, giydirirler. Sonra kendilerini dahi Hakkın huzurunda bilirler. Hakkın emirlerine
muhalefetten son derece korkarlar.
Peygamberimizin sünnetlerine de son derece riayet etmeğe
gayret ederler. Sen söyle şimdi. Bunların hangisi fena ve şeriata muhalif. Sonra çok rica ederim başka birşey kalmadı da,
hemen bu tarikatlara hücumu vazife edindin? Yoksa bütün
tahsilinizin gayesi bu mudur? Bak müslümanlık da elden
nasıl gidiyor? Meyhane, kumarhaneler, gazinolar, sinamalar,
danslar, balolar hele o yazın ki çıplaklık rezaleti hele hele bir
de deniz hayatı, canım beyefendi senin başka hiç bir işin
kalmadı da her taraf sütlimanken aman bu tarikatlar nereden
başımıza çıktı? Bu tembelleri ne yapıp yapıp yok etmek lâzım
çalakalem. Muhterem kardeş bak bu memlekette ne kadar
kızılbaş, ne kadar çingene, ne kadar da namaz kılmayan ve
hatta namaz kılmasını da bilmeyen ve hatta ne kadar da müslüman düşmanı var. Bir de müslümanım deyipte öldükten
sonra hayatın ve her şeyin sona erdiğini ve bir daha dirilme,
cennet cehennem terazi mizan olmadığını iddia edenleri,
hatta Allah-ü (zülcelali) inkar edenleri görmüyor musunuz,
her işiniz bitti de hemen bu tarikatlar mı kaldı? Aziz kardeş,
muhterem kardeş sorarım sana insaf ile doğru söyle. Senede
kaç gün nafile oruç tutarsın ve ne kadar nafile namaz kılarsın,
Mehmed Zahid Kotku
193
ve geceleri teheccüt namazı kılar mısın? yemeğin, giymen ve
yatağın ve odan ne dereceye kadar müslümanlığa uygundur?
Hanımın, kızın, oğlun müslümanlığa ne kadar sadıktırlar?
Hatta bir de kendimizi hakiki İslâm terazisine korsak acaba
müslümanlığımız kaç gramdır? Suceta müslüman olmak, hacı
olmak derviş olmak kolay Fakat Hak (celle ve alâ)nın sevdiği
ve razı olduğu bir kul bir müslüman olmak öyle kolay bir şey
mi? Şimdi kendimizi bırakıp da, (zaten perişanlığımız yetip
artıyor.) bir de müslümanların kalplerini kırıp onları rencide
etmek bir müslümana yakışır mı? Sonra şunu da iyi bilmek
gerekir ki; bu gibi yazılar ve propogandalar ancak bizim
aleyhimize olur ve müslümanlar bizden soğurlar. Tarikatlar
yine yollarına devam ederler.
Lütfen bakınız acaba tarikatlar ne için yasak edildi? Hiç
düşünür müsünüz? Çünkü salabet-i diniyyeye sahipdirler
kolayca bölünmezler. Canlarını feda ederler, dinlerinden dönmezler. Sen bugünkü çıplaklık hayatına ne diyeceksin, haydi
bakalım elinden geliyorsa bu hususta bir neşriyat yapta görelim.
Eğer hakiki müslüman isen müslümanlığa zarar veren şeyleri
açıkca söylemen yazman lâzım değil mi? Ne olur bir de içki
aleyhinde bir şeyler yaz. Hem de bugün memleketi kavuran
faizin aleyhinde konuş bakalım. Hele bir de o dinsizlere çatta
görelim seni. İnsaf, insaf muhterem kardeşlerim. Şüphesiz
ki bizler tarikatlara layık kimseler değiliz bunu i’tiraf etmek
mecburiyetindeyiz. Fakat tarikatlar emr-i İlahi ve sünnet-i
Peygamberiden başka birşey değildir.
Tarikatın en birinci umdesi, esası Allah-ü (Teâlâ ve
tekaddes hazretler)ini zikretmektir. Bu da Kur’an’ı azimüşşanın emri olduğundan ve peygamberimizin ef ’ali
harekatı ve akvali ile sabittir. Bütün hadis kitabIarında
Mü’minlere Va’zlar
194
pek açıkça bildirilir. Bu âyet ve hadislere karşı hâlâ direnip
belki kendisinin küfrüne veya büyük günahlara girmesine
sebep olacak bu gibi hallerden şiddetle içtinabı vazife bilesin. Daha doğru hareket etmiş oluruz değil mi? Cenâb-ı
Vacib’il vücud hazretleri Kur’an’ı Azimüşan’ın müteaddit
yerlerinde zikr’i ilahi’nin lüzumu ve hem de çok zikir
edilmesini beyan buyurmakla az zikiredenlerin ancak
münafıklar olduğu beyan sadedinde (Terğip, vet terhib’in
ikinci cildinin 393. sahifesinden) otuz adet, toplu olarak
zikir hakkında da ondört Hadis-i Şerif beyan etmiş ve zikr-i
ilahinin faideleri hakkında yirmi kadar hülasa yapmıştır.
Ben de sana bunlardan bazılarını yazayım (Sure-i ahzap
da 41. ve 42. âyette):
‫َאاَ ُّ َ אا َّ ِ َ آ َ ُ ا ا ْذ ُכ وا ا َّ َ ِذ ْכ ا َכ ِ ا َو َ ِ ُ ُه َ ْכ ًة‬
ّ
َ
ً
ً
ُ
ً ِ َ‫َوا‬
Sure-i Ra’d’in 28. âyetinde şöyle buyuruluyor:
ِ َّ ‫ِ ِ ْכ ِ ا َّ ِ َا َ ِ ِ ْכ ِ ا‬
ْ ُُ ُُ
‫َ ِئ ُّ ا ْ ُ ُ ُب‬
ِ
ِ
ُّ ‫َا َّ َ آ َ ُ ا َو َ ْ َ ئ‬
ْ َ
Surei –Ankebut’un 45. âyetinde şöyle:
‫َّ َ َة ِا َّن ا َّ َ َة‬
َُ ْ َ ُ َّ ‫َّ ِ َا ْכ َ ُ َوا‬
‫אب َو َا ِ ِ ا‬
ِ َ ‫اَ ْ ُ َ אاُو ِ اَ َ َכ ِ َ ا ْ ِכ‬
ْ َ
ِ َ َ ْ‫ِ ا‬
‫אء َوا ْ ُ ْ َכ ِ َو َ ِ ْכ ا‬
َ ٰ َْ
ْ
ُ
‫َ א َ ْ َ ُ َن‬
Mehmed Zahid Kotku
195
Sure-i Necm’in 29. âyetinde:
ِ َّ ‫َ َ َ ِ ا‬
ِ
ِ
َ
ْ َ ‫َ َא ْ ِ ْض َ ْ َ ْ َ َ َّ َ ْ ذ ْכ ِ َא ) َ א َّن‬
‫َواَ ْ َض َ ْ ِذ ْכ ِ ِه( َو َ ُ ِ ْد ِا َّ ا ْ َ َة ا ْ ُّ ْ א‬
َ
ْ
ٰ
َ
Hele Taha suresinin 124. âyetinde İ’raz kelimesi daha
açıkça beyan edilerek:
‫َو َ ْ َا ْ َض َ ْ ِذ ْכ ِ ى َ ِא َّن َ ُ َ ِ َ ً َ ْ ًכא َو َ ْ ُ ُه‬
َ
ُ
ِ ِ
ٰ ْ ‫َ ْ َم ا ْ ٰ َ َا‬
İşte birçok fetvaları bilaperva verenler eğer erbab-ı tarikattan olsalardı bu gibi tehlikeli fetvaları vermekten İctinab
ederlerdi.
Şimdi ben sana bunların isimlerini yazamam. Fakat muhakkak bunların kimler olduğunu sizler daha iyi bilirsiniz.
Dün vaaz ve ders kürsülerinde bilgilerini gösterirken bak
sonra neler oldu? İşte bu onların ilerisini göremeyen körlük
alameti değil midir? Kör olmak için gözden mahrum olmak
icabetmez. İşte ayat-ı ilahilere inanmayanlar ve uymayanlar
da asıl kör bunların olduğu âyet-ı ilahiyede ne güzel bildirilmiştir. Hele alt tarafını da oku. İşte bu gün de mekteblerden
fakültelerden mezun olmuş koca koca diplomaları ellerinde
nice namaz kılmayan ve kötü i’tiyatlarını bırakmayan ne kadar müslüman istersiniz? Şimdi kabahat müslümanlıkta mı?
Yoksa müslümanlığı tatbik edemeyen bizim gibi zavallılarda
mı? Hele Meş’at-il’haramda yani Müzdelife’de inzal olunan
bir âyet’ i celilede:
Mü’minlere Va’zlar
196
Bakara 200. ayet
‫َا ْو‬
‫وه‬
ُ
‫כ ِ כ ِ כ آ אءכ‬
ْ ُ َ َ ْ ُ ْ َ َ َّ
‫ْ َ ِ ا ْ َ ِام َوا ْذ ُכ‬
َ
ُ
ْ
‫َ ِ َذا َ َ ُ َ َא ِ َכ ُכ َ א ْذ ُכ وا ا‬
ْ
ْ ْ
ُ
ِ
ِ
َ ْ ‫ َ א ْذ ُכ ُ وا ا َّ َ ْ َ ا‬.‫َا َ َّ ذ ْכ ً ا‬
‫َכ َ א َ ٰ ُכ‬
Bakara 198. ayet.
Hele şu âyete bir bakınız:
َ َ ‫َ א ْذ ُכ ُ ا َّ َ ِ َ א ً א َو ُ ُ ًدا َو‬
َ َ ‫ون ا َّ ِ َ َ א ً א َو ُ ُ ًدا َو‬
َ ُ ‫ْ ُכ‬
ِ
ِ
‫ات َو ْا َ ْر َض َر َّ َא‬
َ ٰ َّ ‫َ ْ ِ ا‬
ِ
ِ
ِ‫اب ا َّאر‬
َ َ َ ‫ً ُ ْ َ א َ َכ َ َא‬
‫َ ِא َذا َ َ ُ ا َّ َ َة‬
ُ ْ
ِ َّ ‫ َا‬... ‫ِכ‬
َ
ُْ ُُ
‫ون‬
َ ُ َّ ‫ُ ُ ِ ِ ْ َو َ َ َכ‬
‫َ א َ َ ْ َ ٰ َ ا َא‬
İbni Abbas hazretleri de bunu izah da “gece gündüz
karada denizde, seferde hazerde zenginlik ve fakirlik hasta
ve sağlam, gizli ve aşikar bütün vakitlerde bila istisna zikr-i
İlahiden ibâdetten, namazdan geri kalmayın. Abdestin yerine
zaruret hallerinde teyemmümü, hastalık hallerinde yatağında
oturduğu yerde hatta yattığı yerde namaz kılmayı tavsiye etmişler” Denizde su üstünde nasıl namaz kılınacağı yazılmıştır.
Binaenaleyh bunları beyandan sonra münafıkların hallerini
beyan sadedinde de:
Nisa 142. ayet:
َ ُ ‫َو َ َ ْ ُכ‬
ً ِ َ َّ ‫ون ا َّ ِ ِا‬
َ
Surei A’rafın 25. âyetinde:
ِ ِ ِ ْ ‫ون ا‬
َ ‫َوا ْذ ُכ ْ َر َّ َכ ِ َ ْ ِ َכ َ َ ُّ ً א َو ِ َ ً َو ُد‬
ْ
ِ
ِ
ِ
ِ ِ ِ ‫אل َو َ َ ُכ ْ ِ َ ا ْ َא‬
َ ‫ا ْ َ ْ ل ِא ْ ُ ُ ّو َو ْا‬
Mehmed Zahid Kotku
197
İnşaaIlah bunlar bize bir ders olabilir de biz de Allah’ü
(Teâlâ ve tekaddes hazretleri)ni can-ü dilden her zaman
zikretmek şeref-i devletine nail oluruz. Buhari ile Müslim’in,
Ebu Hüreyre’den naklettikleri şu hadisi iyi mütelea etmeyi
Cenâb-ı Hak cümlemize nasiybetsin. Bir nolu hadisin baş
kısmında:
ِ
ِ
ُ َ َ ‫ اَ َא ْ َ َ ِّ َ ْ ى ِ َواَ َא‬.
ِ ‫ِا َذا َذ َכ‬
َ
‫و‬
‫لا‬
hadisin alttarafını yazmıyorum. Çünkü herkesin bildiği ve
okuduğu bir hadistir. Fakat şunun üzerinde hepimizin titizlikle durması gerekir: O ne ni’mettir ki; kul Allah diyor. Hak
(sübhanehu ve teâlâ), tevfikim, rahmetim, hidâyetim her türlü
yardımımla beraber ben seninleyim.
Buradaki maiyyetin:
‫כ ا אכ‬
‫و‬
ْ ُ ُْ َ َ َْ ْ ُ َ َ َ ُ َ
Hadid 4. ayeti celilesindeki maiyyetten has bir maiyyet olduğu
bildirilmiş olmakla beraber:
ِ ِ ‫اَ ْ َ ُ ْا‬
َ ْ ‫אن اَ َّن ا َّ َ َ َ َכ َ ْ ُ َ א ُכ‬
َ
İmanın efdâl, nerede olursan ol, Alah'ın seninle beraber
olduğunu bilmendir.
Hadis-i şerifinde zikr olunan maiyyet işte ancak Allah-ü
(Teâlâ ve tekaddes Hazretleri)ni çok zikir edenlerin nail olacağı bir devlet ve saâdettir. Cenâb’ı hak hemen cümlemizi
bilâ istisna hakiki ehl-i tarik zümresine idhal buyursun da
içimizden dilimizden zikrini eksik etmeyip, emirlerine imtisal
edip, yasaklarından da sonderece kaçan kullarının arasına
bizleri de kabul buyursun. Amin.
Mü’minlere Va’zlar
198
İbni Mace’nin zikrettiğini dört numaralı hadis:
ِ ‫َذ َכ‬
‫ َا َّא َ َ َ ِ ى ِا َذا‬.‫ِا َّن ا َّ ِ َ َّ َو َ َّ َ ُ ُل‬
ُ
َ
ْ
َ
‫َو َ َ َכ ْ َ َ َ ُאه‬
َّ
Tirmizi’nin Abdullah b. Büsr R. anh dan rivayet ettiği
şu hadis: Biri Resulüllah efendimize gelip:
Ya Resulallah İslâmdaki şeriat yolları çoğaldı. (Zannedersem
bu zat biraz da ihtiyarlamış olacak ki) bana birşey söyle ki;
ben onu yapayım. O zaman Cenâb-ı Peygamber efendimiz
o zata karşı buyurmuş.
ِ َّ ‫َ ُال ِ א ُ َכ ر ْ אً ِ ِ ْכ ِ ا‬
ََ
َ
َ
Dilin daima Allah'ın zikri ile yaş kalsın.
Ne kadar canlı dersiniz. O kadar canlı işte. İçinden ve
dilinden Allah-ü Teâlâ ve tekaddes hazretlerinin zikrini sakın
bırakma. Ne dilinden ve ne de gönlünden zikri bırakan gafillerden olma. Ah Yarab! Bizleri dünyaya aldanıp zikrini
hemen muvakkat saatlerde yapıp kaçanlardan etme; etme
yarab! Etme yarab!
Muaz b. Cebel’in rivayeti de pek güzeldir: Rasul-i Ekrem
efendimize “Amellerin hangisi daha ziyade Allah-ü Teâlâ’ya
sevgilidir?” diye sorulduğu zaman
ِ َّ ‫َا ْن َ ت و ِ א ُ َכ ر ْ ِ َذ ْכ ِ ا‬
ْ ٌ َ
َ َ َ ُ
Dilin Allah'ın zikri ile yaş iken vefat etmendir, buyurmuşlar.
Bunu sakın sen kolay birşey sanma. Nefis peşimizde
şeytan da beraber.Dünyanın bu günkü durumunu da düşün
Mehmed Zahid Kotku
199
de bakalım bu vaziyette kaç kişi bulabilirsin. İnsanın tabii
arasıra Allah dediği olacaktır. Dilin daimi bir şekilde zikrullah ile meşgul olması dolayısıyle gönlünde öylece işlemesidir.
Yoksa gafletle yapılan ve gönüllere işlemeyen zikir zikir
değildir. İbni Ebi-d’Dünya Ebil Muharik (Radiyallahu anh)
dan mürselen rivayet ettiği şu hadise bakınız: İnsanın adeta
bayılacağı geliyor:
Mirac gecesinde Resul’u Ekrem efendimiz arş’ı âlâ'nın
nuru içerisinde gömülmüş kaybolmuş bir zatı görmüşler.
Yanındakilere sormuş:
— Bu kimdir? acaba bir melek midir?
— Hayır demişler. O zaman
— Bir nebi midir? demiş ona da
— Hayır demişler. O zaman.
— Öyleyse o kimdir? deyince;
bu kişi kalbi Allah'ın mescitlerine bağlı ve aynı zamanda
valideynine karşı da asi olmayan ve onları hiç bir şekilde
incitmeyen ve rahatsız etmeyen bir kişidir demiş.
Bu ise ne büyük bir nimettir ki: Allah-ü (Teâlâ ve tekaddes hazretler)i kendisini zikreden ve hatırından çıkarmayan
ve yaramaz işlerde bulunmayan bahtiyarlara lütfetmektedir.
Hak (sübhanehu ve teâlâ hazretler)i bizleri de onların zümresinden eylesin Amin.
Yine bakınız çok şayan-ı dikkattir: Bir zat yüz köleyi azat
edip hüriyetlerine kavuşturmuş. Kimbilir ne kadar mühim
bir para vermiştir. Çünkü ben bir vakitler sormuştum. Bir
köle kaç paraya alınabiliyor? Ortalama beş bin lira demişlerdi.
Bunun değeri yirmi sene evvel. Bu günkü değeri beşyüzbin
lira kadar eder ki, şu an kaç milyon derseniz bilmem.
Mü’minlere Va’zlar
200
Ebu’d Derda hazretleri diyor ki: “Evet çok para ve güzel
bir hareket. Bunun alâsı ve efdali ise gece ve gündüz sarsılmayan devamlı bir imanla beraber, sizden birinizin lisan’ı ile
Allah-ü Teâlânın zikirleriyle sabit ve daim olması daha alâ ve
efdaldir.” buyurmuşlardır.
Yine Ebu’d Derda’nın Resul-i ekremden rivayet ettiği 9
nolu hadis çok şayan-ı ehemmiyettir. Efendimiz hazretleri,
“Bize, amellerinizin en hayırlısını ve Hak (sübhanehu)nin
indinde medhe lâyık en temizi ve derecelerinizin en yüksek
olanını, altun gümüş gibi kıymetli şeylerin infakından daha
mühimi, düşmanlarla çarpışıp sizlerin onların boyunlarını
vurması ve onların sizlerin boyunlarını vurmaları yani sizleri
şehit etmelerinden daha hayırlısını haber vereyim mi?” diye
sorunca Ashab-ı kiram da
- Evet buyur ya Resullallah- demişler. Bunun üzerine
Rasul-i Ekrem efendimiz de
- “Zikrullah” buyurmuşlar
Muaz b. Cebel (R.A.) diyor ki: “İnsanı Allah Teâlânın
azabından koruyup necat verecek zikrullahdan başka birşey
yoktur.” demişlerdir. Hakim:
İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olanıdır.
ِ َّ ‫اب ا َّ ِ ِ ِذ ْכ ِ ا‬
ِ َ َ ْ ِ
ْ
ٰ ْ َ‫َ א َ ْ ٌ ا‬
“Bu hadis sahih seneddir” der. Bazı kendini beğenenler vardır
ki, bu hadise dil uzatırlar.
ِ
‫אس‬
َ َّ ‫َ ْ ُ ا َّאس َ ْ َ ْ َ ُ ا‬
dır derler. Evet onu kimse inkar etmez lâkin insan şöyle
salim bir fikirle düşünürse; bu gibi haberleri yayanlar dikkat
Mehmed Zahid Kotku
201
edilirse yine hep zakirun tabakasıdır. Allah yolunda infak-ı,
harplerde ön saflarda yer alıp şehadet mertebesine nail olmak için can atanlara bakınız. Bunlar hep Hak celle Teâlâyı
çok zikredenlerdir. Zira Hakkı zikr ede ede artık hakla hak
olmuş artık onun gözüne ne para, ne servet, ne dünya ve ne
de dünya lezzetlerinin hiç birisinin zerre kadar yeri yoktur.
Binaenaleyh bu o demek değildir ki (paraları sakla düşmanın
da karşısına çıkma. Allah de otur. Sen yine bunların en üstün
mertebesindesin.) Allah-ü a’lem bissavap.
Fakat insan derki; bunlardan maksat Hakka tam manasıyla teslim olup ver dediği yerde hepsini vermek, öl dediği
yerde hemen tereddütsüz ölüvermektir. Bunu kolay mı zannedersin. Bunu ancak Hak ile hak olan yapabilir. O da yine
ancak ve ancak Hak (celle ve alâ)yı durmadan zikri daimî ile
zikreden zakirlerdir. Bunu idrak edemiyen zavallılar da ise;
hemen tenkid, hemen i’tiraz hazır. Allah (Celle ve alâ) cümlemizi Hakk'ı candan seven ve zikrini dilinden bırakmayan
ve gönlünden çıkarmayan bahtiyarların arasından ayırmasın.
Abdullah b. Amr (Radiyallahü anhüma)’ın rivayet ettiği şu
hadis de çok mühimdir: Malumya hayatta her gün bütün eşya
değişmekte, kirlenmekte eskimekte ve yok olup gitmektedir.
Bu değişen kirlenen eskiyen şeylerin temizlenmesi yıkanması,
tamir edilmesi gerektir. Bunların en naziği ve en kıymetlisi ise
gönüldür. Binaenaleyh bu günkü dünyanın fitne ve fesadına
nefsin, şehvetin şeytanın iğvası her zaman kirlenmeğe maruz
kalan o kıymetli kalbimizin islahı ve temizlenmesi hepimizce
matluptur. Tabii esvaplarımız çamaşırlarımız da böyle değil
mi? Bunları kirlendiği zaman nasıl yıkayıp temizliyorsak aynı
bunun gibi kalplerimizi de daima temiz tutmak en başlıca
vazifemizdir.
Mü’minlere Va’zlar
202
Zira üstümüz kirlendiği vakit insanlardan utanıp ve kaçıyoruz. Sırf onlar bizim kirli pis halimize vakıf olmasınlar diye.
Halbuki gönüllerimizin Allah (Teâlâ)nın nazargahı, baktığı,
gözlediği bir mahal olduğunu bilmemiz onu daha da ziyade
temiz tutmağa gayret etmemiz tabidir. Halbuki Cenâb-ı
Hak kulunun ne malına ve ne boyuna posuna güzelliğine
ve çirkinliğine bakmaz. Onun baktığı yer kalptir. Gönüldür.
Orasının daima temiz olmasını ister. Orası nazargah-ı ilahi
olduğundan orada başka şeylerin olmasını istemez. Onun
muhafazası herşeyden daha mühimdir. Onun için Mevlana,
Mollacami hazretlerinin olduğu beyan olunan farisi beytinde
gönlün muhafazasını elinde tutabilen bahtiyarların en büyük
hacılığı yapmış olduklarını beyan sadedinde:
ِ
ِ
ِ
ِ
ْ ‫َ َ ْ ُ ُ ا َ ُ َ رِ ُכ ْ َو َا َ َا ْ َ א ُכ ْ َو َכ‬
‫ِכ َو ِ א ِ ُכ‬
‫َ ْ ُ ِا‬
َ
ُ
ُ
ُ
ْ َّ ْ
ُ
ِ
َ َّ ‫ا َّن ا‬
Allahü Teâlâ sizin suretlerinize ve işlerinize bakmaz ancak
kalplerinize ve niyetlerinize bakar.
beytini terennüm eylemiştir. Hakikaten senelerdir hacca
gider geliriz de bir türlü insanlık denilen o güzel nimete nail
olabildiğimiz yok. Yine eski tas eski hamam tabiriyle, orada
yıkanır günahlardan arınır, gelince yine daha büyük günahlara
giriftar olduğumuz, inkar kabul etmez görünen hadiselerdendir. Binaenaleyh en mühim şeyi, gönlün muhafazası ve
hakimiyetidir. Bunun da yegane çaresi, nefsin mertebelerini
aşıp; Mutmeinne. Radiye ve Merdiyye mertebelerine ulaşabilmeğe çalışmak farz değil de ya nedir?
İnsana insanlığı tanıtan ve insanlığın yüksek mertebelerine ulaştıran şeyin ancak zikrullah olduğunu biraz evelki
hadis-i şerifte ne güzel beyan buyurmuştur. Sonra bir de
Mehmed Zahid Kotku
203
Hak (sübhanehu ve Teâlâ) ile onun maiyyetinde olabilmek
de ayrıca bir nimettir ki, başka nerede bulunabilir? Bir insan
bir bakanın ve bir kralın, bir padişahın bir Reis-i cumhurun
huzurunda bulunduğu müddetçe kendini nasıl bahtiyar addeder ve bunu makam-ı iftiharla fırsat buldukça övünerek
söylemekten birtürlü kendini alamaz. Şimdi bir de insan
düşünürse ki, bütün varlıkların ve bütün mevcudatın sahibi
olan ve kendisine ölüm erişmeyen her şeyi görüp bilen ve
herşeye gücü yeten Kadiri mutlak hazretlerinin huzurunda
olmanın acaba tadına doyum olur mu dersiniz?
ِ
ِ
ِ
ِ
ْ ‫َ َ ْ ُ ُ ا َ ُ رِ ُכ ْ َو َا َ اَ ْ َ א ُכ ْ َو َכ‬
‫ِכ َو ِ א ِ ُכ‬
‫َ ْ ُ ِا‬
َ
ُ
ُ
ُ
ْ َّ ْ
ُ
ِ
َ َّ ‫ا َّن ا‬
Bundan da anlıyoruz ki; nazargah-ı ilahi olan kalbi her
türlü çirkab-ı ma’siyetten ve her türlü yaramaz boş kuruntu
vesveselerden son derece muhafaza edip, zikrullah ile onu
cilalandırmak vazifelerimizin başındadır. Güzel ve son derece
kıymetli birşeyin muhafazası sizin ellerinize emanet edildiği
zaman nasıl o muhafazaya dikkat edilir. Halbuki o ne de olsa
fani bir dünya metaıdır. Asıl korunulacak şey ise; ebediyeti
bize kazandıracak olan ve Hak sübhanehunun de nazargahı
olan kalb ne altuna ne de yakuta değişilir. O canım gönlü
kalbi muhafaza edip Haktan gayriyi oraya sokmamak için
yapılan gayretler, çalışmalar farz değil de ya ne dir? Pek sevgili
ve aziz kardeşlerim.
İnsanın vatanına düşman tecavüz ettiği zaman onu korumak
için cihâd farz değil midir? Bir toprak parçasının muhafazası
için cihat farz olur da o Allah evi olan gönlün muhafazası
Mü’minlere Va’zlar
204
hiç farz olmaz mı? dersiniz? Malum ya cihatta düşmana karşı
kuvvet kâfi gelmediği takdirde bütün müslümanların; kadın,
erkek, yaşlı, ufak, büyük, yakında, uzakta herkese farz-ı ayn
olur. Devletin topladığı asker düşmana yeterse, ne ala. Fakat
kuvvetin kâfi gelmediği zaman, bütün müslümanlara her
kadın ve erkeğe cihat farz-ı ayn olur. Bundan anlıyoruz ki, bu
nefis ve şeytan gözle görülmeyen ve elle tutulmayan bir düşmandır. Hem de mağlubiyeti çok müşküldür. Çünki bunlara
ölüm erişmez. Toptan, tüfekten, atomdan, tayyareden falan
korkmazlar. Bunların korktuğu bir şey varsa, o da mülkün
sahibi olan Allah (Teâlâ)ya ve onun emirlerine sımsıkı sarılıp,
zikrullahtan bir an bile gafil olmağa vabestedir.
(İki karpuz bir koltuğa sığmaz) derler. Hem dünya hem
âhireti kazanmak kolay bir şey midir? Tabiatı ile dünya ihtiyaçlarını yemek içmek barınacak v.s. ihtiyaçların da temin
için sıkıntılara karışmak mecburiyetindeyiz. Hem zikrullahtan
gafil olmamak ve hem de dünya ihtiyaçlarını temin ise uzun
bir sülûk mektebine girip oradaki dersleri bilahere tatbika
muvaffak olmakla olur. Onun için senede hiç olmazsa bir kırk
gününü bu sülûke ayırıp devam etmelidir. Yoksa-ben sülûk
ettim-veyahut-bana sülûk falan lâzım değil- demek boş ve
yaramaz sözlerdir. İnsanın kendi aczini bilmesi kadar hüner
olmaz. Bu gün memleket şeyh ile dolu fakat sülûk denince
hiç birisinin işine gelmeyen bir derttir. Kimisi bidattır der,
kimisi ise aldırmaz. Böyle bir çöküntü sürüp gider. Pek aziz
kardeşim. Bizim üstadımız Gümüşhaneli dergahı postnişini
Mustafa Feyzi hazretleri tam yirmi dört sene sülûke devam
etmişler. Buna benzer daha neleri var. Cenâb-ı Hak bizlere
de insaf versin de fırsatları kaçırmadan insan-ı kâmil olmağa
bizleri muvaffak kılsın. Amin.
Mehmed Zahid Kotku
205
Abdullah b. Ömer’in Peygamberimizden rivayet ettiği
hadis şöyledir:
ِ
ِ
ِ
ْ ‫ َو َ א‬. َّ ‫َ א َ َ ا ْ ُ ُ ِب ذ ْכ ُ ا‬
ِ
ِ ِ
‫אد‬
ُ َ ِ ْ ‫ َ א ُ َاو َا‬. َّ ‫ْ ذ ْכ ِ ا‬
ِ
ِِ
َ َ ْ َ َّ َ ْ َ ِ ‫َ ْ ِ َب‬
َ ‫َ َ א َ ً َواَ َّن‬
ِ َّ ‫اب ا‬
ِ َ َ ْ
‫ َو َ ْ اَ ْن‬:‫َ َאل‬
ٍ َ ِ ّ ‫ِ ُכ‬
ْ
ِ
ٰ ْ َ‫ٍ ا‬
ِ َّ ‫ِ ِ ا‬
َ
‫ِا َّن‬
ْ َ
ِ
Kirlenen paslanan körleşen her şeyin bir temizleyici ve parlatıp cilalandırıcısı var olduğundan, kararan
paslanan kirlenen kalbin de pasını giderip parlatan ve
cilalandırıp gayet güzelleştiren şey zikrullah olduğu beyan
edilmektedir.
Gönül malum ya iç alemidir. Çok da büyüktür. Dil ise;
dış alemindendir. Binaenaleyh lisan ile yapılan zikirler eğer iç
alemine intikal edemeyip yalnız dilde kalırsa, bu zikir kalbin
cilalanmasına kafi gelmeyeceği anlaşılmaktadır. Onun için
zikrin iç alemine intikali şarttır. Murakabeler tefekkürler bu
iç aleminin uyanmasına başlıca sebeplerdendir.
Ondan dolayı tefekküre çok teşvik olunup bir saat
tefekkür bazan bir sene; bazan de altmış senelik nafile
ibâdetlerden hayırlı ve efdal olduğu bildirilmiştir. Zikrin
kalbe geçtiğinin alameti kişinin hareketleriyle ölçülür. O
kimse ibâdete karşı haris olmakla beraber günahların her
nev’inden ve hatta en ufak bir kerahetten bile son derece
korkup kaçar. İçi ve dışı hakiki bir sevgi ile dolu olmakla
beraber Haktan korkusu da o nisbette fazladır. Emr-i ilahiye
imtisal edip yasaklardan kaçmasıyla beraber peygamber
(S.A.V.) Hazretlerinin de sünnetlerine pek ziyade bağlı ve
riayetkardır. Gece namazlarına devamla az yemek, az konuşmak, az uyumak ve kimseyi incitmemek herkese lâyık
olduğu hürmet ve saygıyı göstermekte de pek ileridirler.
Mü’minlere Va’zlar
206
Onun için büyüklerin menakıpleri okunduğu vakit insan
onların hallerine imrenmekle beraber gayri ihtiyari onlara
karşı bir sevgi ve muhabet de hasıl olmaktadır. Bundan
dolayı zikirlerin hepsi haktır. Hepsi de güzeldir. Hiç birisine i’tirazımız yoktur. Lakin Nakşi zikri daha güzel, daha
ala ve daha efdaldir, hatta yetmiş derece. Çünkü zikirlerini
gönülden yaparlar. Kimse bilmez. Hatta melekler de bilmez.
Yalnız melekler onların manevi zikirlerinin kokusu ile onları
tanırlar. Ve meclislerine gelip zikirlerine iştirak ederler. Bu
zikire devamla bütün vücutta zikre iştirak ederek zikrullaha muvaffak olurlar. Ve böylece kendilerinin fenâfillah ve
bakâbillah halleri zuhur eder. Bundan sonra ancak hilafete
nail olabilirler. Yoksa öyle rüya ile veya keşif ile hilafet
vermek ve posta oturmak caiz olmasa gerektir. Bugün
Üveysıyyim diyerek rüyada bana şeyhim izin verdi diyerek
şeyh’lik yapmağa kalkmak delilikten başka birşey değildir.
Onun şöhrete ne kadar muhabbeti olduğunu bu hali izhar
etmektedir. İnsanın kâmil olması başka, başkalarını kemale
ulaştırabilmesi de başkadır. İnsan kendini biraz beğenipte
şeyhlik yapmağa kalkışıp bazı safdil insanların başına toplanmasıyle de gururlanması tabiidir. Bundan sonra... Allah
cümlemizi aff-ı mağfiretine mazhar buyursun. Haddini bilen
kullarından eylesin amin.
Hazret-i Nakş-i Bend hazretlerinin çektiği çileleri ve
riyazetleri hele Abdülkadir Geylani hazretlerinin Bağdat çöllerindeki halvet ve çileleri adeta tahammül olunacak birşey
değil gibi geliyor. Fakat bir onlardaki azme bak bir de bizim
hazırlop şeyh oluşumuza bak. Böylebir şey teklif ederseniz
hemen cevap hazır.
Mehmed Zahid Kotku
207
— Efendim halvetlerde şöhret vardır. Biz halvetleri dışarda
yaparız.diye hem kendilerini hem de başaklarını da aldatırlar.
Bir de bid’at diye iftiralarda bulunurlar. O peygamber-i ahir
zamanın Hira dağındaki halvetlerini hiç hatırlarına bile getirmezler. Acaba kaç sene ramazan-ı şerifteki itikafı yaptınız?
(Efendim vazifelerimiz çok halkın irşadıyle meşgul olmak
dolayısıyle fırsat bulamıyoruz.) Acaba bizim vazifelerimiz
Peygamber (S.A.V.) in hizmetinden daha mı çok idi? Hasbünallahü ve ni’me-l’vekil.
Hadis’i şerifin alt tarafı daha çok manalı İnsanları Allah
Teâlânın azabından kurtaran necat veren şeyin zikrullah
olduğunu bildirilince ashab-ı kiram hazeratı.
— Fisebilillah yapılan cihattan da mı? diye sorulunca
— Eğer kılıncı kırılıncaya kadar döğüşse yine zikrullah
hem efdaldir ve hem de azab-ı ilahiden kurtarıcıdır.
Bir rivayette “meğer birinci kılıncı kırılır, ikinci kılıcı
ile döğüşür o da kırılır. Üçüncü kılıncı da kırılırsa o zaman
bu mücahede fisebilillah efdal ve ala olur”.
Bilmem dikkat buyuruluyor mu? Askere gidip her ölene
biz hemen şehit deyiveriyoruz. Bunların ehl-i iman olup
olmadıklarına hiç bakmayız. Şehadette en evvel iman şarttır.
Eğer böyle olmazsa kâfirlerin de harpte ölenlerine şehit demek
mi lâzım? Abdest almasını bilmez namaz kılmasını bilmez,
Kur’an okumasını bilmez. Vay bizim halimize. Eğer biliyor
da yapmazsa o da fena. Nasip olursa biraz ilerde namaz kılmayanların halini de yazmağa çalışacağız: Ne kadar çirkin
olduğunu hiç olmazsa öğrenmiş oluruz. Tirmizi hazretlerinin
Ebu Said el-Hudr-i Hazretlerinden rivayet ettiği 11 No lu
hadis çok dikkate şayandır.
Mü’minlere Va’zlar
208
Peygamberimiz efendimizden sormuşlar:
— “Allah'ın kullarının ind-i ilahide derece itibariyle
en efdal olanı kimdir?” demişler: de (S.A.V.) hazretleri:
— Allah Teâlâ hazretlerini çok zikredenlerdir- buyurmuşlar Soran zat
— “Fisebilillah - Gazilerden demi?-” demek isteyince — Eğer kılıcı kırılıncaya kadar küffar ve müşriklerle
dövüşse ve kanIara boyansa dahi yine Allah Teâlâyı çok zikir
edenler derece itibariyle daha efdaldir. cevabını almış.
ً َ ‫ون ا َّ َ َכ ِ ً ا اَ ْ َ َ ِ ْ ُ َد َر‬
َ ُ ‫אن ا َّ ِכ‬
َ ‫َ َכ‬
buyurmuşlardır. 25. hadisle Ebu Musa (R.A.) dan rivayet
olunur ki (S.A.V.) hazretleri buyururlar ki:
“Bir adam evinde oturup para dağıtıyor. Biri de oturmuş
Allahü Teâlâyı zikrediyor. Şimdi bunlardan Allah-ü Teâlâ’yı
zikreden o paraları dağıtandan efdaldir.”Bir rivayette ise;
“zikrullahdan daha efdal sadaka olmaz” buyurmuşlardır.
Bununla beraber bizim başımıza musallat olan yakamızı bırakmayan bir nefis ve bir de şeytan vardır ki, bunların elinden
kurtulmak öyle her baba yiğidin işi değildir. Buna ancak:
hakiki, muhlis çok zikir edenler ve zikir etmesini öğrenen ve
onu tatbik edebilen bahtiyarlar muvaffak olabilirler. Yoksa
gelişigüzel her zakir buna muvaffak olamaz. Onun için zikir
denilince çok zikir de yanında şart konulmuştur. Zira şeytan-ı
aleyhi’la’ne insana ve bâhusus müslümana musallattır. Ağzını
açmış, adem- oğlunun kalbi üzerine konmuş bekler. Eğer
zikir ediyorsa, büzülür çekilir. Eğer zikirden gafil ise onu yutar. Yani o artık şeytanın elindedir. İstediği gibi oynatır. Yani
Mehmed Zahid Kotku
209
(af ederseniz misalde münakaşa olmaz derler.) Hayvanların
ağızlarına gem vurulduğu zaman, artık o hayvan onun elinde,
ne tarafa istenirse o tarafa sevkeder. Çingenlerin koca ayılara
hüküm ettikleri gibi, şeytan da zikirden gafil olanlara böylece
hüküm eder demektir 22 numaralı hadisin hülasası,
Mücahidlerin salihlerin namazdakilerin zekat verenlerin
hac edenlerin sadaka verenlerin içinde en büyük ecri alanların kimler olduğu sorulduğu zaman Allahü Teâlâyı çok zikir
edenler buyurmuş.
Ummü Enes (R.A.) rivayetinde onlara Cenâb-ı Peygamber
efendimiz, “Allah-ü Teâlâ’yı çok zikir ediniz. Muhakkak
Allah-ü Teâlâ hazretlerini zikir ederek ona mülaki olmak
amellerin Hak (Sübhanehu ve Teâlâ)ya en sevgilisidir.
Bu Ümmü Enes Resulüllaha hizmet eden Enes b. Malik
değildir, başka bir ravidir. Hele şu 28. hadis pek manalıdır.
Ebu Hüreyre’den rivayet olunmaktadır: “Allah-ü Teâlâ’nın
zikrini çok yapmayanlar imandan beridirIer” yani uzaktırlar. Bu nekadar mühim. Sakın sen kalkıp bunları te’vil etme
veya-zayıftır, senedi şöyledir, böyledir- demeğe çalışma; Bak
tam otuz adet, 14 adet de toplu zikir hakkında toplam 44
adet hadisi muhterem zat toplamış kitabına yazmış, belki
bazılarının zaifi olsa dahi onlar birbirlerini kuvvetlendirmezler
mi dersiniz? Yalnız zikrullah denince ödümüz kopmasın. İşte
dünyamızın hali. Her gelen yükünü alıp gitmektedir. Sen de
bende muhakkak sıramız gelince gideceğiz. Şimdi bu kadar
kıymetli bir zikrullahı bırakıpta fani olan ve ölünce bizimle
gelmeyen metaı ne edeceksin. Bir de bizleri boylu boyunca
günahlara sokan haramları irtikap ettiren, faizlere bulaştıran
dünyayı mı istersin, yoksa seni nefsin, şehvetin, şeytanın elinden
koruyan ve kurtaran Allah'ü (Celle ve alâ)nın zikrini mi?
Mü’minlere Va’zlar
210
İmam Gazali’nin şu sözü çok hoşuma gider: (Dünyaya
muhtaç olduğun kadar dünyana, ahirete muhtaç olduğun
kadar da ahiretine çalışmayı tavsiye etmektedir.) Dünyaya
ihtiyacımız her nekadar çok olursa olsun, muvakkat ve
fanidir. Ahiret ise hem bakî ve daimîdir. Hiç insan faniye
bakiyi değiştirir mi? Bazı muhterem kimseler vardır ki bu
gibi teşviklerin pek hoşlarına gitmemesi bakımından, bu
hadislere i’tiraz ederler. Cesaretle inkara kadar kalkanları da
her zaman buluna gelmektedir. Bunların inkârlarının zararları
kendilerinedir. Kafile yine yoluna devam eder.
28 nolu hadisdeki “imandan beridirler” lafzı Allahü
a’lem imanda kâmil değildirler-demektir. Yoksa büsbütün
imansız demek değildir. Yalnız cennete her ehli iman gibi
girerler de, kâmiller ilk önce girerler. Yine 10 ve 20. hadis-i
şeriflerde ise “Hak Teâlâyı o kadar çok zikir edersiniz ki,
hatta o kadarki, sizi görenler bunlar mecnun derler.”
Yani size deli deninceye kadar zikre devam ediniz. Onların
bu sözlerine kulak da asmayınız. Diğer rivayette-mecnunyerine-mürai? kelimesi gelmiştir. Bu ne mürai adam derler.
Ne derlerse desinler. Size yakışan Allah-ü Teâlâ’nın zikrine
devamdır. Müslim’in Ebu Hüreyreden rivayet edilen şu hadisIe
bahsimizi bitirmiş olalım:
“Resulullah (Sallahü Aleyhi ve Sellem) hazretleri Mekke
yolunda iken CÜMDAN denilen bir dağa uğradılar.
— Yürüyünüz -Bu Cümdandır. Buradan Müferridun
Sebkat etmişlerdir.
— Bu müferridun ne demektir? diye sordular.
— Allah-ü Teâlâ’yı çok zikredenlıer, diye cevap verdiler.
Mehmed Zahid Kotku
211
Herhalde bu kadar izahat kâfidir hatta çoktur. Cenâb-ı
Hakkın lutuf ve inayeti ve ihsanı ikramı, üzerlerimize olsun
da Hak (celle ve alâ hazretleri) zikr-i daimi zikreden kullarının
arasına bizleri de kabul buyursun ve cümlemizi sevdiği ve razı
olduğu kullarından eylesin amin. Bihürmeti seyyidil mürseliyn.
Salevâtûllahi ve selâmühu aleyhi ve aleyhim ecmaiyn.*
*
Tergıyb ve Terhib, c. II., s. 292-400
TOPLU OLARAK
ZİKİR ETMENİN FAZİLETLERİ
İmam Buhari ile İmam Müslim’in Hazret-i Ebu Hüreyre
(Radiyallahü anh)’den rivayet ettikleri hadis-i şerifte, Resûlullah
(S.A.V.) hazretleri buyuruyorlar ki:
Cenab-ı Hakk’ın bir takım melekleri vardır ki zikir
meclislerini aramak üzere gezerler. Bir kavmi zikr eder
oldukları halde bulurlarsa hemen diğer arkadaşlarını
da davet edip -geliniz aradığımızı bulduk- diye derhal
toplanır o zâkirleri kanatlarıyla ihata ederler ve dünya
semasına kadar dolarlar. Onlarla beraber otururlar. (Bu,
meleklerin Ben-i Ademin ve onların zikirlerini dinlemeğe ne
kadar muhabbetleri olduğunu göstermektedir). Cenâb-ı Hak
(sübhanehu ve Teâlâ) meleklerine sorar ki:
Mü’minlere Va’zlar
214
— İbadım ne diyorlar? (halbuki kendisi hepsini ve her
şeyi bildiği halde bu sorgusu bizleri irşad içindir) Melekler
de derler ki— Seni tesbih ve tekbir ve tahmid ve temcid ediyorlar.
Cenâb-ı Hak Yine buyurur ki
— Onlar beni gördüler mi? Melekler yine cevaben— Hayır ya Rab vallahi seni görmediler. Yine Cenâb-ı
HAK— Eğer görselerdi nasıl yaparlardı? (veya nasılolurdu
onların hali?)
Melekler cevaben— Eğer görmüş olsalardı ibâdetleri daha şiddetli tahmidleri de şiddetli ve tesbihlerini de çok ederlerdi.
— Onlar benden ne istiyorlar?- deyince melekler de
— Senden cennetini istiyorlar.
— Onlar benim Cennetimi gördüler mi ki?
— Hayır ya Rab vallahi görmediler.
— Eğer görmüş olsalar halleri nasıl olur? Eğer onlar
cenneti görseler ne yaparlar? cevaben.
— Cennetin için hırsları çok artar. Ve onu talepte de
çok fazla şiddetli olurlar. Ve pek büyük gayret gösterirlerdi.
Yine Cenâb-ı Hak meleklerine.
— Kullarım nelerden sakınıyorlar? -Melekler de— Nardan yani cehennem ateşinden.
— Onlar o cehennem ateşini gördüler mi?— Hayır vallahi görmediler. Cenâb-ı Hak yine
— Eğer görseler ne yaparlardı? Melekler de
— Eğer onlar o cehennemi görmüş olsalar son derece
şiddetle kaçarlar, korkuları da o nisbette artardı. Bunun
üzerine Cenâb-ı Hakda buyuruyor ki:
Mehmed Zahid Kotku
215
“Ey meleklerim siz şahit olunuz ki, ben onları mağfiret
eyledim.” deyince meleklerden birisi.
— O zikir meclisinde onlardan olmayıp ancak bir iş
ve hacet için onların arasında bulunanlar var. Derlerse de
Hak celle ve ala.
— Onlar öyle bir kavim ve cemaat dirler ki; onların
arasında bulunanlar ve oturanlar şaki olmaz. Ve rahmet-i
ilahiden uzak olmazlar. Yani hepsi mağfiret-i ilahiyeye nail
ve mazhar olup rahmet-i ilahiyeye erişirIer. Yine buyurur ki
Enes (Radiyallahu Anh) ın Rasulullah (allalahu Aleyhi
ve Sellem) den rivayetinde
— “Hiç bir kavim yoktur ki Allah Teâlâ hazretlerinin
zikri için toplanır ve zikir ederlerse (ki; bunların muratları
da, ancak Allah'ü Teâlânın rızası için ise) mutlaka semadan
bir münadi mağfur olarak kalkınız, muhakkak seyyiatınız da
hasenata tebdil etti diye tebşiratta bulunur.”
Taberani’nin buna yakın bir rivayet i vardır: Sehl b.
Hanzale (R.A.) (Sallalahü aleyhi ve Sellem)in
— Her bir kavim ki, (Allah azze vecelle hazretlerinin)
zikri için bir mecliste oturur, zikr-i ilahiden sonra dağılırlarken onlara denir ki; Muhakkak AIlah-ü Teâlâ sizleri
mağfiret eyledi ve hem de seyyiatlarınız hasenate tebdil
eylediği halde...
Diğer hadis-i şerifler de hemen hemen bunlara yakin bazen
daha ziyade bazen da daha kısa olarak naklolunmaktadır.
Mü’minlere Va’zlar
216
Zikir meclislerinin riyazü-l cennet olduklarını yani cennet
bahçeleri mesabesinde olduğunu unutmayınız ve buralara
rast geldiğiniz zaman hemen bunların arasına girip oturunuz.
Sabah ve akşam, daima Allah'ü Teâlâ’nın zikri ile meşgul
olmayı da vazife bilin. Zira o Hakk rızası için toplanıp zikir
edenler dağıldıkları zaman, hem mağfurinden olurlar ve hem
de seyyiatları hasenata tebdil olunduğu gibi, pek büyük mükafatlara mazhariyetlere de erişirler. Rahmetli Gümüşhaneli
Hazretleri, bazı dertlerinin veya hastalıklarının giderilmesi
için müracaat edenlere cemaate devamı tavsiye ederlermiş
diye dinlemiştim. Kulun İndaIlahdaki kıymetinin ölçüsü.
Kulun Allah-ü Teâlâ’nın rızası için yaptığı amellere, ibâdetler
ve zikirlere göredir. Yani kendisi Allah (Teâlâ)yı ne kadar
seviyor onun zikrine ne kadar devam ediyorsa Allah-ü Teâlâ
da onu o kadar sever. Bu tabii bir şeydir. Bizlerin arasında da
bu böyle değil midir? Sevdiğimiz kadar seviliriz Yalnız Allah-ü
Teâlâ’nın sevgisi bizim sevgimize mukaddemdir. Yani o bizi
sevmedikçe, bizim onu sevmemiz mümkün olmaz. Halbuki
o bizi sevmiş ve yaratmış. (Lehül hamd). Bir de iman İslâm
nimetiyle in’am ve ihsanda bulunmuş olduğundan, artık bundan sonrası bizim üzerimize borç olan: Vazifelemizi lâyıkıyle
yapmağa kalmıştır. Binaenaleyh birtakım kimseler vardır ki
Nebilerden ve şehidlerden olmadıkları halde yüzlerindeki
nur bütün bakanların gözlerini kamaştırır. Nebiler ve şehitler
onun nail olduğu devlete ve kurb-i ilahiye mazhiriyetlerine
gıpta ederler. Bunların kimler olduğu Rasulüllah efendimize
sorulduğu vakit:
- Bunlar müteaddit kabilelerden ve başka başka memleketlerden Allah-ü Teâlâ’nın zikri için toplanmış kimseler olup
konuştukları zamanda da sizin hurmaların iyilerini seçtiğiniz
Mehmed Zahid Kotku
217
gibi onlar da sözlerin böylece iyilerini seçip konuşurlar. Sadece
zikrullah ile Kur’an-ı Kerim ve ehadis-i nebevilerle meşgul
olurlar. Buyurmuştur. Bunu Ebu’d Derda hazretlerinin, şu
hadisi daha güzel bir şekilde anlatmaktadır:”
Resul-i Ekrem (Sallallahü aleyhi vesellem) hazretleri:
Kıyamet gününde Cenâb-ı Hakk bir takım, kavmi ba’s
eder ki, yüzleri nur içinde, inciden minberler üzerinde oldukları halde bütün insanlar bunlara gıpta ederler. Halbuki,
bunlar ne nebilerden ne de şehitlerdendir. Bunu dileyen bir
a’rabi dizleri üzerine oturup.
- Ya rasulallah bunları bizlere bildirin ki, biz de onları
bilelim.- deyince, (S.A.) hazretleri:
- Onlar Allahü Teâlânın rızasını kazanmak için bir birlerini
seven müteaddit kabile ve memleketlerden Allahü Teâlânın zikri
için toplanıp zikredenlerdir, diye bunlar bize tanıtılmış oldu.”
Müslim’in ve Tirmizi’nin Ebu Hüreyre ve Ebu Said
(Radiyallahü Anhüma) dan yapdıkları rivayette, bu iki zatın
peygamberimiz (S.A.V) in şu sözlerine şahit olduklarını da
beyan buyurulmuştur.
“Bir kavim Allahü Teâlâ’nın zikri için otururlarsa; onları
melekler ihata edip rahmet-i ilahiyeye gark olup üzerlerine
sekine vekar ve rıza-i ilahi olup, Cenâb-ı Hak indindeki
melaike-i mukarrabine onları zikreder.
Bakın benim şu kullarıma her işlerini bırakıp benim zikrim için toplanmışlardır deye medh-ü sena buyurur.” Tirmizi
hazretlerinin Enes (R.A.) dan rivayet ettiği hadis de:
ِ ِ ِ ُ ‫ِا َذا ر‬
‫אض ا ْ َ َّ ِ َ َאل‬
ُ َ ِ‫אض ا ْ َ َّ َ َ ْאر َ ُ ا َ א ُ ا َو َ אر‬
َ ْ ََْ
ِ ‫ِ َ ُ ا ِ ّ ْכ‬
Mü’minlere Va’zlar
218
Zikr halkalarının hakikaten cennet bahçelerinden bir
bahçe olduğu erbabı tarafından müşahede olunmaktadır.
Bir insan kendi kendine ne kadar zikir ederse etsin;
cemaatle halka halindeki zikrin tadını bir türlü alamaz.
Mesela hergün kendi kendine yüz bin zikir yapsa cemaatle
yaptığı yüz veya bin zikir onun yüz bininden daha hayırlı
ve efdaldir. Her ne kadar yalnız başına gizlice yapılan zikre
riyadan hali ise de ihlas olduktan sonra cemaatle zikrin
hiçbir zararı olmadığı gibi fâidesi de o nisbette çoktur.
Onun için fırsat buldukça toplu olarak bir miktar
Kur’an-ı Azimüşşan okunur, bir miktar bir nasihat kitabı
okunur, bir miktar da zikrullah yapılır. Biraz da salevat-ı
şerife getirildikten sonra:
َ ْ ‫َ ِا َ َ َا َّ َا‬
‫ْ ِ َك َا ْ َ ُ َا ْن‬
‫َك َواَ ُ ُب ِا َ َכ‬
ْ
ُ
َ ِ ‫ُ ْ َ א َ َכ ا َّ ُ َّ َو‬
ِ ْ َ‫ا‬
َ ْ
Duâsı da üç kere okunarak dağılınır. Hatm-i Hace yapılabiliyorsa daha çok a’la olur. Bu duâyı:
ِْ َ
ُ َ
ِ
ُ َّ ‫َ א‬
ِ ِ ْ ‫َא‬
ِ َْ
ُ ْ َ َ ‫ُ أً َو‬
ْ
َ ْ َ‫ا ُّ ُ َب ِا َّ ا‬
ِ
ُ ْ َ
ilave ederlerse daha a’la olur. Bu duâların meclisde vaki
olan hatalara keffârat olacağı da ayrıca beyan olunmuştur.
Şunu da bilmek gerektir ki; herhangibir mecliste insan bir
müddet oturur da sonra orada bir zikrullah veya bir Kur’an
okunmadan ve salevât-ı şerife getirmeden ayrılırsa, o meclisin
Mehmed Zahid Kotku
219
kimse için yevm-i kıyamette bir nedamet ve hüsran pişmanlık meclisi olacağını da unutmamak lâzımdır. Zira Cenâb-ı
Hakk'ın kendisine ihsan buyurduğu sağlık ve afiyet ömür
akıl ve zekânın icabı bunları ve sayısız nimetleri kendisine
bahşedeni anmak ve onu rızasını kazanıp âhiretin saâdet ve
selâmet evlerinde yerlerini almaktır. Bunun aksi ise; çok cahilane bir hareket olup netice itibariyle nedameti mucip olur.
Bir daha da telafisinin mümkün olamıyacağı cümlenin de
malumudur. Cenâb-ı Hak cümlemize intibahlar nasip etsin
de ömürlerimizi boş yere nefs-i hevâya uyarak zayi etmekten
muhafaza buyursun amin.
KUR’AN-I AZÎMÜŞŞAN’I
OKUYUP OKUTMANIN
LÜZUMU HAKKINDA
... ‫ خ م ت ه ن‬. ُ َ َّ َ ‫آن َو‬
َ ْ ُ ْ ‫َ ْ ُ ُכ ْ َ ْ َ َّ َ ا‬
Sizin en hayırlınız Kur'an'ı Kerimi öğrenen ve öğretendir.
Osman b. Affan (R.A.)’dan rivayet olunan bu hadis,
Kütüb-i Sitte’nin hepsinde de yazılıdır. İnsanların hayırlısı
ve efdalinin kim olduğunu ve insanların en çok ne üzerinde
durmalarını ve neyi bilip bildirmelerinin lâzım geldiğini şu
hadis-i şerif bize pek açıkça beyan etmektedir. Bu günün insanı hemen bütün ömrünü dünya tahsillerine harcamakta,
daha sonra da Avrupa mekteplerinde onların dillerini ve
ananelerini öğrenip memIeketimize getirerek o temiz ve
Mü’minlere Va’zlar
222
çok nezih olan her şeyimizi bozarak ve bizi bugünkü hale
getirmişlerdir. Tabii her milletin her kavmin bir meziyeti
vardır. Bunların iyisini alıp kötüsünü bırakmak lâzım gelirken,
bilâkis kötüleri alıp iyileri almamış ve hiç kulak bile asmamış
olduğumuz meydandadır.
Bakınız daha dünkü yahudi, bugün memleketine bir
tayyare fabrikası kurmuş ve tayyaresinin de uçuş merasimini
göstermekte olduğu görülmektedir. Biz ise hala kırk milyonuz
diye övünür dururuz da evlatlarımız Avrupada işçilik, ameleIik
yapmakta ve biz daha hala yine, bütün muhtaç olduğumuz
askeri ve milli ihtiyaçlarımız ve hatta yiyeceklerimiz için onlara
adeta avuç açmaktayız. Toplar yapıp İstanbul surlarını döven,
gemilerini karadan yürüten Anadolu Hisarını o günkü haliyle
üç ay gibi kısa bir zamanda tamamlayan Türk milleti bak bugün ne halde. Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u zapteddikten
sonra camisini, bütün külliyesiyle birlikte tamamladığı ve
tedrisata başladığı zaman ders hocalarına yevmiye bin akçe
verdiğini ingiliz tarihçisi tarihinde yazmış. Birçok İngilizce
Fransızca, Almanca kitaplar Türkçeye çeviriIdiği halde, bu
ingiliz tarihçisinin Fatih Sultan Mehmed hakkında yazdığı
eseri Türkçeye çevirmek ihtiyacı maalesef duyulmamıştır. Bir
cihetten de iyi olmuş. Çünki o ingiliz Fatih hakkında bazı
yanlış fikirler de beyan etmiş. Bugün Akşemsettin hazretlerinin torunlarının onsekizincisi olan, sabık Vali ve meb’us bir
zat-ı muhteremin şimdi bu eseri hem Türkçeye çevirmekte
ve hem de hataları tashih etmekte olduğunu duyunca çok
sevindim. İnşaIlah yakında çıkar da hepimiz istifade ederiz.
Şimdi mühim olan; bizim tarihçiIerimizin bunları bilmesidir.
(Her halde bizim tarihimize bunlar) mufassalen geçmiştir.
Mehmed Zahid Kotku
223
Fakat ne yazık ki; bugün bunlardan istifade edilebilecek pek
az kimseler mevcuttur.
Şurası herhalde çok mühimdir: Fatih bir taraftan toplar
icad edip gemilerini karadan yürütecek kadar bir kuvvet ve
kudrete sahip iken diğer taraftan ma’neviyatın en mühim rol
oynıyacağını bildiğinden hemen camisinin yanına kocaman bir
üniversite kurup din tedrisatına çok büyük bir paye ve kıymet
vermiş olacak ki; her hocaya bin akçe vermek ne demektir?
Bu gün bile dünya’nın hiçbir köşesinde böyle bir harika görülmemiştir. Bugünki din adamları olan hocalarımızın dünkü
ve bugünki halleri ma’lumdur. Ve bunlarla hâlâda kimsenin
ilgilendiği yok. Avrupa memleketlerinden gelen talebelere
İngilizce, Fransızca, Almanca biliyor diye, nasıl kıymet verip
yüksek maaşlarla yüksek mevkileri veriyoruz da bir hoca
efendiyi en düşük hatta çöpçü ve amele sınıfından da daha
aşağı maaşIarla istihdam etmeğe utanmıyoruz. Sonra ölümüz
de dirimiz de her zaman onlara muhtaç olduğumuz ve pekçoklarımızın da hocaları oldukları halde ölçümüz bugünkü
okullarımızdır. Eğer oradan bir diploması yoksa dünyanın
bilgisini bilse yine hiç kıymeti yoktur. Halbuki bu gün okuduğumuz bütün bilgilere rağmen ahlâksızlığın önüne geçme
imkanı bulunamamakta, her tarafta hırsızlık, zina, kumar,
eşkiyalık, hilelerin enva-i çeşidi gözlerimizin önünde.
Sade bir yağ bulmak, sade süt içmek hatta sade bir bal
bulmak vs. ne kadar müşküldür. Parası ne kadar pahalı olursa
olsun ve yine yağlara patates vs. gibi şeyleri karıştırmakta bazı
maddelere taş ve kum koyarak ağırlığını temin etmekte, bir
sürü yasak eşyayı memlekete çeşitli yollardan sokmaktayız,
üstelik bunların önüne geçebilmek için birçok fuzuli memur,
polis, jandarma kullanmak mecburiyetinde kalıyoruz. Bu da
Mü’minlere Va’zlar
224
bizim büyük külfetlere katlanmamıza sebep oluyor Rahmetli
Fatih insanları ilme teşvik, bir miktar fazla maaş vermekle,
bunların toptan önüne geçmeyi hedef etmiş ve ordularımız
düşman memleketlerini muhasara ve zapt ettikleri sıralarda
bile helâle harama nekadar dikkat edilmişki, hıristiyan bağ
ve bahçelerinde yenen meyvelerin paraları ağaçların dallarına
bir çıkı içinde bağlanır imiş. Tabii bu kadar doğruluğu ve
dürüstlüğü gören hıristiyan halk da kolaycacık teslim olup ve
birçokları da müslüman olurmuş. İşte bu gün İstanbul’umuzu
süsleyen camilerimizin bir çok kısmı bu sonradan müslüman
olan kumandanlık mevkilerine kadar yükselen zatların eserleridir. İşte Aksarayda Hacı Muratpaşa camii de bunlardan
biridir. Bunların kardeşleri Avrupa memleketlerinde prensIik
yaparlarken onlar da İslâmiyeti seçip bizlere bu yadigarları
emanet etmişlerdir. Maalesef bir devir geldi ve bunları yok
etmek için çalışan çok oldu, kendileri gitti. O mabetler yine
kaldı. Elbette kıyamete kadar da kalacaktır. Çünkü bu din
Allah-ü (celle ve âlâ’nın) bizlere lutfettiği bir dindir.
Bize insanlığı öğretmekle beraber Allahü Teâlânın varlığını
birliğini her şeyi görüp bildiğini ve her şeye gücü yeter olduğunu
öldürmek ve yaratmanın kendisine mahsus olduğunu, o kitab-ı
Mübiyn olan Kur’an-ı Azımüşşan da dünya ve âhiretimize
ait herşeyi pek güzel ve açık bir şekilde bildirmiştir. Bize,
düşmanlarınıza ve benim düşmanlarım olan dinsizlere karşı
uyanık olup, onları her zaman korkutacak derecede onlardan
daha ziyade kuvvetli ve hazır olmamızı emrederken, topu falan
yerden, silahları filan yerden, uçakları falan yerden almak ve
bunlara avuç dolusu para vermek hiç yakışırmı? Onları hep onlar
yapsınlar, biz de onlardan alalım. Hiç olacak şeymi? Ecdadımız
pek az zamanda koca koca donanmalar yapıp denizcilerimizin
Mehmed Zahid Kotku
225
şöhretlerini Dünyaya gösterirken bugün de bak halimize.
Ne desek boş. Bir avuç Yahudi daha dün devlet kurdu. Bak
bugün o tayyare fabrikasını kurmuş, uçağını çıkarmış, yoksa
yarın biz de ondan mı alacağız? Allah esirgesin. Bir an evvel
dinimize dönüp evlatlarınıızı müslüman olarak yetiştirmek ve
Fatih’in yaptığı gibi yapıp işi kısa yoldan halletmek lâzımdır.
Biz dinimize ve din hocalarımıza kıymet vermedikçe ne yapsak
boşunadır. Çünkü dünya hergün şiddetini artırmakta zamanlar
değişmektedir. Değişmeyen dindir. İşte bugün bir sürü insan
gözlerini zenginlerin mallarına dikmiş, hazır lop arıyorlar.
Bunları da hiç korkmadan çekinmeden açıkça konuşuyorlar,
çeşitli fitneler koparıyorlar. Bu zenginlerin elinden mallarını
fabrikalarını evlerini alalım hep beraber olalım diye feryad-u
figan ediyorlar; öyle zannederim ki; bu gün bu zihniyette
olanlara rey verenlerin çoğu müslümanlıkla hiç alakası olmayan betbahtlardır. Müslüman görünüpte yine bunlara reyini
veren insanda da hiç müslümanlık olmadığı aşikardır. Allah
korusun şimdi bir de Masonluk var. O da Avrupa hayranı
çıplaklık ve Avrupalı gibi olabilmek sevdasında bu da komünist
kadar korkulu şuursuz bir tabaka. Deden müslüman, baban
da müslüman, sen de müslümansın ha... Neden mason oldun? Bir yahudi dolabına girdin, hiç kimseyi aldatma doğru
söyle (Sen müslüman mısın?) Eğer müslümanım diyorsan
ne diye mason oldun? Müslümanlıkta ne yok ki; yardımın
en iyisini en güzelini emreden müslümanlık değilmi? Mason
cemiyetlerine herhangi bir şekildeki velev ufak bir sözle dahi
olsa en ufak bir yardım etmek ve onlardan yine en ufak bir
yardım beklemek hangi müslümana yakışır? Biz seni bunun
için mi okuttuk? Keşke sen bir çoban ve bir amele olaydın
da müslüman olaydın. Masonluğun yüksek derecelerine
Mü’minlere Va’zlar
226
erişenleri hep görüp biliyoruz ki; müslümanlığa tam zıt ve
müslümanlığı yıkmağa kasdeden bedbahtlardır. Şimdiye kadar bunu yapmağa çalışanlar çok çıkmış fakat hepsi yıkılmış
parçalanmış. Elhamdülillah İslâmiyet yine ayakta. Çünki İslâm
dini Allah-ü Teâlâ’nın bize ihsan ettiği bir dindir.
Muhafızı da yine odur. Şimdi sen okuduğun Kur’an’a iyi
bak. Kuran'ı Kerim ne diyor sen ne yapıyorsun. Eğer âhiret
yok diyor inanmıyorsan bir kere müslüman değilsin. O zaman
hiç olmazsa ekmeğini yediğin milletin hakkına hukukuna
riayetkâr ol. Müslüman olmamız dolaysıyle şu okuduğumuz
“Elhamın” manasını anlayabilsek bu da bize yetecektir. Yalnız
şunu daha açık söylemek lâzımdır ki; bid’at denilen i’tikadta
bozuklukla beraber bir de dinsizlerin yardımcısı olan zavallılar
başlarını secdeden kaldırmasalar ve camilerden çıkmasalar
bile, Allah-ü Teâlâ onların hiçbir ibâdetlerini kabul etmez.
Ne haclarını ne zekatlarını ve ne de oruçlarını.
Hadis kitaplarında ve i’tikat kitaplarımızda pek açık bir
şekilde belirtilmiştir. Onun için Cenâb-ı Hakkın emirlerine
uymakdan daha emin ve güzeli yoktur. Müslüman olan muhakkak ölümden sonrasını da düşüneceğinden hiç bir zaman
küfrün yardımcısı olamaz.
Kıyafetleri bile insana çok acaip gelmektedir. Sonra Allah
esirgesin bir de Peygamberimize iftira ederek “o da saçlarını
uzatırmış” diyorlar. Peygamber (S.A.V.) in her şeyi pek temiz ve pek güzel idi. Onun saçları kulaklarının yumuşağını
geçmezdi ve sonra onu çok güzel tarar ve ikiye ayırırlardı.
Görenler hayran kalırlardı. Bazen darma dağınık saçlı gelenleri huzurlarına bile kabul etmezlerdi. Binaenaleyh bütün
çirkin ve iğrenç hallerin önüne geçmek İslâmiyeti iyi bilmek,
Mehmed Zahid Kotku
227
Kur’an-ı Kerimi iyi bilmek, Peygamber efendimizin hadislerini
iyi bilmeğe vabestedir. Bilmekle beraber amelde şarttır. Bilip
amel etmeyenin bilmeyen cahilden farkı yoktur. Belki cahilden daha fenadır. Çünkü onun her işi halka örnektir. Cahil
kimse kulak asmaz. Amma alim öyle değildir. Binaenaleyh
âlimi ilmiyle âmil olacak bir seviyede yetiştirmek gerekir. Yoksa
şimdiki mektepler gibi herkesi kendi keyfine bırakıp isteyen
namaz kılar, isteyen kılmaz kimse de buna karışmaz. Bugün
birçok Yüksek İslâm Enstitüsü’nden çıkıp gelenlerin bazıları
gerek askerlik hallerinde ve gerekse sair vazife anında namaz
kılmadıkları halkın gözünden kaçmamaktadır ve böylelerin
din adamı yetiştiren okuldan çıktığını bilenlerce kendilerine
karşı bir samimiyyet beslenmediği de görülegelen hadiselerdendir. Biz böylesine yüksek paralar vererek kürsilerimizi
doldursunlar diye değil, hakiki din adamları, bilgileriyle amil,
büyüklerine saygılı küçüklerine şefkatli, şeriate ve tarikata
sadık kimselerin yetişmesini ister ve bekleriz. Bunu şayet
idareciler yapmazsa erbab-ı servetin bir araya gelerek milli bir
vazife bilerek yapmaları lâzımdır. İşte bugün pekçok camiler
halk tarafından yapılırken bunların içinde hakiki ve candan
vazife görecek kimseleri de yetiştirmek ve bunlara halkın eline
bakmaktan kurtarıp zamanın ihtiyaçlarına uygun müreffeh
bir hayata da sahip olmalarını temin etmek yine dini ve milli
borçlarımızdandır vesselam.
Bugün tamamiyle aksi bir hal zuhur etmiş, camiler birer
bahane ile kapatılmış, altındaki vakıflar satılmış, medreseler
tamamiyle kapatılmış, kıyıda bucakta okumak ve okutmak
isteyenler baskınla yakalanarak mahkemelere ve hapishanelere atılmış. Aman ya Rabbi ne acı manzara. Acaba Fatih
Mü’minlere Va’zlar
228
bunları görseydi ne yapardı? Elhamdüllillah o günlerde geçti
camiler açık, medreselerin yerlerine kur ‘an kursları, İmam
Hatip mektepleri, enstitüler, dini fakülteler açıldı. İnşallah
daha ziyade inkişaflar da olur. Binaenaleyh. Her müslüman
ana ve babaya ricam şudur ki, çocuklarına -her ne pahasına
olursa olsun- dinlerini öğretip dindar bir nesil yetişmesine
çalışmalıdır. Yoksa işin sonu felakettir.
Dünya mallarını kazanmak için hırslarımızın sonu ölümle
nihayet bulacak. Bu kazanıp geriye bıraktığımız servet bizim
başlıca düşmanımız olup ne kabirde ve ne de ahiret aleminde
yakamızı bırakmıyacaktır. Dünya bilgilerine sahip olup
Kur’andan ve dinden nasipleri olmayanlar da böyle kabir,
âhiret azaplarına müstahak olacaklar ve cezalarını çekecektirler.
Bu günkü bilginlerin çoğu da âhirete inanmamakta, ölümle
herşeyin biteceğine sahip olduklarından yaptıkları bütün fenalıklardan ve günahlardan ve mes’uliyet-i maneviyeden zerre
kadar korkmamaktadırlar. Onun için herkesin başına bir polis
ve bir jandarma koysak yine işin içinden çıkamayız. Çünki
o polis ve jandarma da nihayet bir insandır. O da aldanacak
ve iş çıkmaz bir yola girecektir. Evet dinsizler diyarında ve
hıristiyanlar aleminde işler pek ala yolunda gidiyor diyecek
olursak ona da deriz ki - biz müslümanız ve müslümanca
yaşamak isteriz, ve bu güne bakma. Bakalım yarın o dinsizlerin hali nice olacaktır.
Binaenaleyh bize yakışan Kur’an’ımızı güzel okumak
ve ona layık olduğu saygıyı göstermektir. Bakınız; Osmanlı
devletinin ilk kurucusu olan Osman Gazi Hazretleri bir
eve misafir olmuş. Yatak odasında duvarda Mushaf-ı Şerifi
görünce sabaha kadar hürmeten ve tazimen yatamamış. Bu
Mehmed Zahid Kotku
229
hürmetinden naşi kendisine büyük zaferler verilerek bu vatanı
bizlere emanet etmişlerdir.
Eski Türk beylerinden Muzafferüddin Gökbörü (Erdilhakimi) ismindeki bir beye bir mevlid-i şerif yazılıp hediye
etmişler. O da ona mukabil o günkü sarı altınlardan bin tane
vererek müslümanların dinlerine nekadar saygılı olduklarını
bilfiil göstermişlerdir. Bizim ise mevlide olan saygımız meydanda.
Bir insanın Kur’an-ı Kerim okumasının herşeye bedel
olduğunu beyan sadedinde; (Arapların en güzel malları olan
develer olduğundan) Peygamber, (S.A.) hazretleri onları ilme
teşvik sededinde buyurmuşlar ki:
“Buthan veya Akin denilen mahalleye gidip hiç eziyetsiz
ve günahsız, akrabalar arasında bir geçimsizlik ve dargınlık
ve rahatsızlık falan olmadan, iki güzel genç kuvvetli deveyi
almak sizi sevindirir mi? (veya böyle iki deveye sahip olmak
ister misiniz, sever misiniz?) deyince tabi hep birden.
— Evet ya Rasulallah hepimiz böyle bir nimete mazhar
olmayı severiz.” demeleri üzerine bakın Cenâb-ı peygamberimiz ne buyurdu:
— “Sizden birinizin hergün sabahleyin mescide gidip
Allah-ü Teâlânın kitabından iki âyeti okuyup öğrenmeniz
veya okumanız sizin iki kuvvetli genç deveye nail olmanızdan
daha hayırlıdır,” buyurmaları ne kadar şayan-ı dikkatdir.
Çünkü Kur’an-ı Azimüşşan Allahü Teâlâ'nın kitabıdır.
Emirler, yasaklar onundur. Bizim saâdet ve selametimiz ona
bağlıdır. İşte Kur’ana bağlı kaldığımız müddetçe, fütuhatlar, memleketimizdeki asayiş, rahatlık ve bolluk, o nisbette
ucuzluk da hasıl olur. Bizim devrimizde bile unun okkası üç
Mü’minlere Va’zlar
230
ila dört kuruştu. Şeker ikibuçuk kuruş. Bir teneke yağ 15
kuruş bir ekmeğin okkası bir kuruş, buğdayın vs mahsulatın
fiyatları da buna göre idi. O zaman yüz sarı lira maaş ikiyüz
sarı lira, ne demektir? artık sen hesap eyle. Bu gün bir altın
sekizyüz lira diyorlar. Fatihin hocalarına verdiği bin akçeyi
de siz hesab edin.
Hadis-i şerifi bir daha şöyle gözden geçirelim:
“Sizin en hayırlınız ve en efdaliniz Allahü celle ve âlanın
kitabı olan Kur’an-ı azimüşşanı öğrenip sonra öğretendir.”
Peygamberimiz (S.A.V.)’in malumatı çok geniştir Bu
günkü her türlü teknikten ve ilimIerden de haberi vardır.
Bununla beraber bizlere tavsiyesi Kur’an-ı Kerimi okumak,
öğrenmek sonra da okutup öğretmek olmuştur. Zira Bütün
ilimler Kur’an-ı Azimüşşan içinde mevcuttur. Ulum-ün
evvelini ve âhirini öğrenmek isteyen Kur’an okusun ve öğretsin. Fakat maalesef masonlardan Kur’ an-ı terceme edenler
çıkmış komünistlerden de çıkmıştır. Yüzden fazla terceme
olduğunu işitiyoruz. Kur’an yalnız lafızlardan, kelimelerden,
cümlelerden ibaret bir basmakalıp kitap değildir. Onun bir
adı da nurdur.
Nuru ancak nuru olanlar nurları nisbetinde anlarlar.
Nursuzlar ise hiç birşey anlayamazlar. O terceme edenlerden
bir kısmı da zamanımızdaki bildiğimiz insanlardan olmakla
beraber kırdıkları potların hesabı yoktur. Gözümüz vardır.
Fakat nur olmazsa, aydınlık olmazsa o göz neye yarar? Bilgi
var fakat nuru yoksa ne yapalım o tercemeleri? Binaenaleyh
bir âyet bellemek bir devlettir, ikisi, üçü ilâ ahir... büyük
devlet ve nimettir. Cennetin en yüksek makamları da Kur’an
bilenlerin makamı olacaktır.
Mehmed Zahid Kotku
231
Öyle ise şimdi hangi ilmi tercih edeceksin. Yolunu kendin
seç. İyi bil ki Kur’ana bağlılığın nisbetinde Dünya’da Ahiret’te
de rahat edeceksin. Sen o kâfirlerin saltanatına bakıpta aldanma.
Onlarda ne dünya huzuru ne de ahiret nimetleri vardır. Belki·
dünyada azap içindedirler. Bazı hayvanlar vardır; buz içinde
yaşarlar. Ve onu hayat zannederler. Bazı ateş de de ölmeyen
mikropların olduğunu da duyuyoruz. İşte onların hayat-ı
tıpkı böyledir.
Mümin her nekadar sıkıntılı olsa dahi yine Allah’ına
kulluğu bırakmaz.
Onu zikirden hali kalmaz. Dünya saltanatına hiç kıymet
vermez. Yeter ki; Allah ondan razı olsun. Onun için onun
bize gönderdiği kitabı daima okumakla huzura kavuşur ve
rahat ederiz. Bunun üzerine Allahü Teâlâ ona ummadığı
yerden bol rızıklar ihsan eder, ve hem de ihtiyaçlarını
Cenâb-ı Hakka arzetmeden Hak Teâlâ onun isteyeceklerinden daha âlâsını ona gönderir. Ve Hak Teâlâ hazretlerinin
kelâmını faziletini ifadeye kimsenin gücü yetmez. Çünkü
Allah-ü Teâlâ’nın kelamının sair kelamlar üzerine fazileti
Hak (subhanehu ve Teâlâ) hazretlerinin kullarının üzerine
olan fazileti gibidir. Yani biri; Halık-ı zülcelâl lâyemut, kâdir-i
mutlak bütün mavcudatın ve varlıkların sahibi in’am ve ihsanı
bitmez tükenmez; biri de hem aciz, hem mahluk, hem de her
an ölüme mahkum. Yani aradaki fark kıyas kabul edilemez.
Öyle ise; aziz kardeşim, hem sen öğren, hem de çocuklarını
katiyyen ihmal etme, Kur’an okunmayan evlerde ne rahat, ne
huzur ve ne de selâmet bulunamaz. Ne kadar çok çalışsan ve
para kazansan ne sana ve ne mirasçılara hayrı, fâidesi olmaz.
Otomobile kurulmak, evinin içini ziynetlendirmek, paraları
israf etmek, bir surur bir saâdet değilmidir? diyecek olursan
Mü’minlere Va’zlar
232
ben derim ki: saâdet, iç huzuru gönlün selameti, Hakkın
rızasını kazanmaktadır. Bir saâdet ki, onda Hakkın rızası
yoktur; kibir gurur ve haram günahlarla doludur. O hiç bir
zaman saâdet değildir. Belki o saâdetin altında insanın ebedi
felaketleri saklanmış ve gizlenmiş olduğundan onun acısı ve
ızdırabı çok geçmeden kendisini gösterecektir. Fakat o zamanki nedamet ve pişmanlık da faide vermeyecektir. Onun
için sen Allah-ü Teâlâ’nın emrine uy, yasaklarından kaçın ve
Kitab-ı ilahîyi elinden bırakma. Bak o sana ne paha biçilmez
nimetler ihsan edecektir. Dünya nimetlerinin hepsi fânidir.
Can vermenin öyle kolay bir şey olduğunu sanma. Sonra
âhirete iman yalnız müslümanların değil; hıristiyanların da
âhirete imanı vardır. Binaenaleyh ahiretteki büyük felaketleri
unutma. Her gün sabah ve akşam hiç olmazsa yüz kere tövbe
et ve Kur’anı okumadan, namazını kılmadan işine koşma.
Evinde çocuklarına ve ailene karşı şefkatli ve merhametli ol.
Onların İslâmdışı yaşamalarına göz yummak onlara merhametsizlik ve şefkatsizIik alâmetidir. Zira ibâdetlerde sonsuz
feyiz ve bereketler vardır.
Onlardan mahrumiyet kadar acı bir şey yoktur. Binaenaleyh evlatlarına merhameti olan ana ve babaların bu hususda çok titiz olmaları iktiza eder. Gerek Avrupa’da, dinsiz
mekteplerinde okuyan çocukların ve dinsizler muhitinde
oturan kimselerin dindar olabilmeleri çok güç olmakla
beraber, dünya zevk-ü sefasını isteyen kimselerin de yine
tam bir dindar olmaları güçtür. Sen yine kendi aklınla
ölçmeğe kalkma. Senin kantarın bu ağırlığı çekmez. Sana
düşen vazife; Kur’ana sarıl emrini tut. Yasağından kaç. Çocuklarını da böyle alıştırmanı senden rica ederim. Şayet sen
bu memleketin evladı ve bu dinin saliki isen bunu yaparsın.
Mehmed Zahid Kotku
233
Zira memleketin selameti de içinde yaşayan insanların iyi
olmalarına bağlıdır. Dinsizler ise; hiç bir zaman iyi insanlar
olamazlar. Çünkü Cenâb-ı Hak kitabında - mahlukların en
şerlisinin dinsizler- olduğunu beyan buyurmuştur. (Sure-i
Beyyinenin altıncı âyeti (Kur’anın 598 sahifesinde) “Artık sen
bunlardan ne beklersin.” (7. âyetinde ise) "Mahlûkatın
en hayırlısı ehli iman ve amel-i salih işleyenler" olduğu
bildirilmektedir.
Elbette dileğimiz Allah-ü Teâlâ’nın medh-ü sena buyurduğu iyi kimselerin, ancak ve ancak ehl-i iman ve amel-i salih
işleyenlerin, zümresine dahil olmamızdır. Cenâb-ı Hak fazlı
keremiyle cümlemize lütuf buyursun âmin.
Bakınız Kur’anı iyi, dürüst, güzel ve kolayca okuyan bir
kimselerin peygamberler ve melaike-i mukarrabiyn ile beraber
olacakları gibi, azimle, zorlukla okumaya çalışanların da ecri
iki kat olacaktır.
Bak peygamberimiz (S.A.V.) hazretlerinden bir vasiyyet, bir
nasihat isteyenlere Cenâb-ı peygamberimizin cevabı: (Allah-ü
Teâlâ’dan korku üzerine olup, itaata devam ve kitabıyle amel ve
sünnet-i Rasul üzere olmak) ki bütün hayırların başı budur.”
“Hikmetin başı Allah korkusudur” Buna devam üzere ol.
Sonra bir vasiyet ve nasihat daha istendiği zamanda Kur’anı
azimüşşanın tilavetine devam et. Çünkü senin için yer yüzünün
bir nurudur. Semada yani âhirette senin için saklanıp baki
kalan mahvolmayan yok olmayan bir hazine ve bir nurdur.
6 numaralı hadis de geçtiği gibi, insan ne kadar yalvarsa ve
çeşitli duâlar etse ona verilecek şeylerin en âlâsı ve en güzelini
Cenâb-ı Hak Kur’an okuyanlara ve Kur’anla meşgul olanlara
vereceğini vaad buyurmuştur. Öyle ise; Kur’an’la meşgul ol-
Mü’minlere Va’zlar
234
mak amellerin ve kazançların en kıymetlisi olduğundan, ona
çok hem de pek çok ehemmiyet vermek lâzımdır. Bugün ise,
maalesef gençlerimizin Kur’an okuyabilmelerinin ne kadar
müşkül ve zor olduğunu her zaman müşahede etmekteyiz,
sanki Kur’an okumak yalnız hocalara ve hafızlara mahsusmuş gibi, halkımız bu hususta pek lakayd kalmaktadırlar.
Bundan dolayı çocuklarını ya yüksek mekteplerde okutup
memur yapmak, ve yahut ticarete alıştırmak üzere erbab-ı
ticaretin yanına verip ticarete alıştırırlar. Bu da tabii çok iyi
bir şeydir. Çünkü insanın elinin emeğini yemesi kadar tatlı
ve güzel bir şey yoktur. Davud (aleyhisselam) tebdil-i kıyafetle
halka- Davut nasıl kişidir? veya Davudu nasıl bildirirsiniz?
diye sorarmış. Tabii herkes- iyidir diye medh edermiş. Bir
gün bir melek insan kıyafetinde onun yolu üzerinde durmuş
ve Davut (A.S.) geçerken buna da sormuş. “Davudu nasıl
bilirsiniz? O melek:
— Çok iyidir. Yalnız şukadar var ki Beytül malden yiyor- demiş.
Bunun üzerine Davud (A.S.) demircilik sanatını öğrenerek
badema elinin emeğini yemiş. Süleyman (A.S.) da öyle elinin
emeğini yiyenlerdendir. Bütün peygamberler hepsi ellerinin
emeklerini yemişlerdir. Bizim Peygamberimizin de geliri
cihâddan alınan ganaim idi ki, bu da en helal maldır. Ticaret
ve sanat erbapları milletin parasına göz dikmeden ve hatta
milletin parasına, hazinesine yardımda bulunmak bu suretle
devletinde daha kuvvetli olmasına sebeb olmak bakımından
san’at ve ticaret, helalından olmak şartıyle çok güzeldir. Fakat
dinini, ibâdetini ve Kur’anını da ihmal etmemek şartıyle. Zira
Kur’an-ı Azimüşşan hem şefaat eder hem de şefaati indi-i
ilahi de makbuldur, red olunmaz. Aynı zamanda müslüman
Mehmed Zahid Kotku
235
olduğu halde Kur’an-ı Azimüşşanın emirlerine uymazsa bunlar
için de davacıdır. Kur’an’la amel edenleri cennete çeker, götürür. Kur’an-ı Azim okumayıp onunla amel etmeyenleri ve
Kur’an okunurken münasebetsiz hareketlerde ve kötü sözlerde
bulunanları cehenneme sevkeder sürüp götürür. Kur’an-ı
Azimüşşanı okuyanlara kıyamet gününde şefaat edeceği de
muhakkaktır. Kur’an-ı Kerimi okumakla beraber onunla amel
eden kimselerin ana ve babalarına da kıyamet gününde öyle
bir taç giydirilecek ki, onun ziyası Güneşin Dünya evlerine
verdiği ziyadan daha ahsen ve güzel olacağından, bir de Kur’an
ile amel edenler hakkındaki zannınız ne olacaktır? Şüphesiz
onların taçları evvelkilerin iki misli olur ve Cenâb-ı Hakk’a
en çok yakin olmağı elde edenler Kur’an-ı azimüşşanı okuyup amel edenlerdir. Kur’an-ı Azimüşşanı okumasını bilenler
kıyamet gününde okuyabildikleri kadar yüksek makamlara
nail olacaklar en çok bilenler en üstün sevap ve makamlarının sahipleri olacaklardır. Hased haddizatında mezmum
olmakla beraber iki yerde cevaz verilmiştir. Lâkin bunun
adı hased değil gıpta olsa gerektir. Birisi: Kur’an’ı öğrenmiş
gece gündüz daima okur. Buna gıpta ile -keşke bende böyle
olsaydım- diye özenenler.
Birisi: de Allahü Teâlâ ona mal vermiş o da hak yolda
onları infak etmektedir. Malı olmayan bir kişi de “ah benim
de böyle servetim olsaydı da ben de bunun gibi infak etseydim” diye özenenlerdir.
Üç kişi vardır ki, kıyamet gününün şiddet ve haşyeti
onlara dokunmayacak ve hesaba da çekiImeyeceklerdir.
Bununla beraber miskden tepeler üzerinde, kokular içinde,
halk hesaptan kurtuluncaya kadar istirahat-ı kâmile üzere
bulunacaklardır.
Mü’minlere Va’zlar
236
Birisi: daima Allahü (celle ve âlâ)nın rızası için Kur’an
okuyanlar. İkincisi: cemaatin kendisinden razı olduğu bir
imamla, beş vakit müslümanlara namaza davet eden müezzinler.
Üçüncüsü: de bir işçi kişi ki, Cenâb-ı Hakk'ın emirlerini
yapmakla beraber iş sahibinin işini de eksiksiz yapanlar...
Cenâb-ı peygamber efendimiz çok adette bir cemaati bir tarafa
gönderirlerken bunlardan her birisinin Kur’an’dan bildiklerini
okumalarını istedi. Herkes Kur’andan bildiğini okudu. Sıra
genç bir adama geldi. Efendimiz ona sordu:
— Sen ne biliyorsun ey kişi? O da,
Ben de şu şu âyetleri veya sureleri, bir de Sure-i Bakarayı
biliyorum deyince: Efendimiz Hazretleri,
Sure-i Bakarayı da biliyorsun ha? deyince genç,
— “Evet” dedi. O zaman Rasulullah (S.A.V) efendimiz:
— Haydi git. Sen o cemaatin emirisin. buyurdular. Acaba
bu günün idarecileri bunları hiç düşünmezler de senin hangi
mektepten, okuldan şehadetnamen var diye ona bakarlar.
Gavur okullarından çıkar, birkaç da gavur lisanı bilirsen
kıymetin ona göredir. Kur’anın kıymetini ancak müslüman
olanlar bilir. Allahü celle ve alâ bizi af etsin de Kur’an’nımızın
kıymetini bilenlerden eylesin.
Amma ne yazık ki; ne bilginler dünyaya aldanıp bu
gün Kur’an ahkamı ile amel kafi gelmez deyip, kâfirlerin
kanunlarının alınmasına cevaz verdiler. Kendilerini Dünya
metaı için cehenneme attılar. Halbuki Kur’an ilmi, ulumun
evvelini ve ahirini cami’dir. Bunun nasıl söyleyebildiler İnsanın
aklı duruyor. Allah cümlemizi her nevi dalâletten; nefsin, şeh-
Mehmed Zahid Kotku
237
vetin, şeytanın ve şeytan kılıklı insanların, cinlerin şerrinden
muhafaza buyursun. âmin.
Bakınız Kur’an-ı Azimüşşan Cenâb-ı Hakk’ın bir ziyafet
sofrasıdır. Bu ziyafet-i ilahiyeyi kabul edip gücünüz yettiği kadar
amel ediniz. Bu Kur’an, kopmayan ve insanları Hakk'a eriştiren
sağlam bir ip ve gayet açık parlak bir nurdur ve baştanbaşa
şifadır. Hem iç gönül alemine hem de beden, ceset alemine
ona sarılanları korur. Hem dünya azabından hem de ahiret
azabından korur olmakla beraber Cenâb-ı(zülcelal) Hazretlerinin insanlardan kendine mahsus kulları vardır. Bunlar da
ehl-i Kur’andır ki, (ehlüllah-i hassa) denir. Ne mutlu bunlara
ve ne yazık Kur’an’dan mahrum olanlara.
Kur’an okuyanlar bütün ihtiyaçlarını Allah'ü zülcelal’den
istemeleri gerektir. Kur’an okuyamayan Allah-ü Teâlâ’nın
kullarının birşey istemeleri ve beklemeleri kadar çirkin ve
abes birşey yoktur. Kur’an-ı azümüşşan’ı okuyup helalına ve
haramına dikkat edenleri Hak Teâlâ cennetine koyacağı gibi
ehl-i beytinden cehennemlik on kişiye de şefaat edecektir.
Sonra Kur’an okuyanlar yaşları ne kadar olursa olsun hiç bir
zaman bunamazlar.
Bundan üç veya dört sene evvel Medine-i Münevvere de
bu günki imamların da hocası olan bir zatı gördüm. Ve kendisine hayran oldum. Bu zat 120 yaşında imiş. Şuna dikkat et,
bir kişinin sabahleyin gidip kitabullahdan bir âyeti öğrenmesi
ona yüz rekat nafile namaz kılmaktan daha hayırlıdır. Yine
sabahleyin gidip ilimden bir mes’eley-i diniyyeyi öğrenmesi,
ister, amel etsin, ister etmesin. Bunun da bin rekat nafile
namaz kılmaktan efdal olduğu buyrulmuştur. Zannedersem,
Kur’an-ı Azimüşşan hakkında, bu kadar malumat kâfidir. Daha
fazla malumat isteyenler İhya-i Ulum’a ve İmam Şa’rani’nin
Mü’minlere Va’zlar
238
ve sairenin eserlerine müracat etsinler. Binaenaleyh Kur’an-ı
Azimüşşandan içlerinde bir şey bulunmayanlar karanlık harap
olmuş bir eve benzetilmiştir.
İnsan müslüman olur da ve bir müslüman memleketinde
doğarda, camisi, hocası olur da o kimse ki Kur’anı öğrenmez,
onun hâli de haraptır. Her şeyi de haraptır. Hele Kur’anı
küçük iken öğrenmiş, sonra da okumasını unutmuş ise vay
onun hâline. En büyük bir günah olmakla beraber kıyamet
gününde de elleri kesik olarak haşrolunacaktır. Yani elleri
hayırdan boş ve hacetsiz kendini müdafaa edemiyecektir.
Hepimizce malumdur ki; Allah-ü Teâlâ Hazretleri bu Kur’an-ı
Kerimi bizlere, dünya ve âhiret saâdetlerini kazanabilmemiz
için göndermiştir. Ona uyulmadıkça bu da mümkün olmaz.
Binaenaleyh Kur’ana uymak ve ona tabi olmak ancak onun
emirlerini dinlemekle mümkündür.
Allah (celle ve alâ) ya itaat ve Rasulüne itaat nasıl borcumuzsa Kur’ana itaat de aynı şekilde borcumuzdur. Kur’an bize
der ki (Ey ehli iman, eğer sizler ehl-i kitaptan bir fırkaya, bir
taifeye itaat eder onlara uyarsanız onlar sizi imandan sonra
küfre ref ederler.*
Yani iman, İslâm ile müşerref olunduktan sonra, ehl-i
kitap olan Hıristiyan ve Yahudilere uymak maazallah insanın imandan çıkmasına sebep olur. Mürted denilen, kestiği
yenmeyen, gavurun gavuru olur da; bunun da farkına bile
varmaz. Hala kendisini müslüman zanneder.
Ehl-i bid’atın ibâdetleri kabul olmayıp tereyağından veya
yaş bir hamurdan kıl çekip çıkarıldığı gibi, yani gayet suhuletle
dinden çıkar da haberi bile olmaz. Zira iman ile küfür bir
*
Ali İmran, 100
Mehmed Zahid Kotku
239
arada yaşamaz. Çünki iman nur, küfür zulmettir. Nasıl gece
olunca; gündüzün nuru gayıp oluyorsa, küfrün yolunu tutup
gidenlerin ve onların yaptıklarını yapmağa çalışanlar hep bu
kabildendir. Mesela tesettür hiristiyanlarda yoktur. Halbuki
eski arabistan hıristiyanları ve yahudileri de tesettürlü idiler.
Onların kitaplarında tesettür vardır. Bu günkü kadınların
çıplaklık halleri hep hıristiyanlığı takliddir. Onların bir çok
adetleri haberimiz olmadan bizim malımız olmuştur. Mesela
Fotin, yelek, ceket, pantolon, şapka, kıravat, frenk gömleği,
kilot, atlet ev eşyalarının çoğunun adı - büfe gardrop, vitrin,
salon-salömanje, tren, otomobil buna benzer yüzlerce eşya
adlarıyla birlikte bize malolmuş. Ne yazık bunları kendi dilimize çevirmek bile aklımıza gelmemiş. Bu taklitcilik değil
de ya nedir? Binaenaleyh Kur’an-ı Azimüşşanı okumak ayrıca
bir sevap ise asıl olan onun manalarına nüfuz edip, Cenâb-ı
Hakk'ın bize neler dediğini iyi anlayıp, ona göre insanın
kendisine yön vermesidir. O bize “benim kitabıma emrime
uyun tâbi olun, buyurmuş.
"Düşmanların sözlerine hareketlerine katiyyen uymayın"
dediği halde biz de onların hareketlerini beğenir ve onlar gibi
olursak arada ne fark kalır? Mesela bu günkü saç ve sakallar; birde utanmadan Peygamberimizin de saçları uzunmuş
demeye sıkılmıyorlar. Öyle ise bindörtyüz seneden beri sen
neredeydin? Bu gün gavurlardan görüp de onu beğendin ve
kendini onlara benzettin. Benzettiğin şey bir şeye benzese ne
ala. Adeta insanlık sıfatından çıkmış, korkunç ve iğrenç bir
manzara. Bu da bizim ne adam olduğumuzun ve taklitçiliğimizin bir başka nümunesi. Ne acı ki, dün Filistin’e yerleşen
Yahudi, bu gün tayyaresini yaptı (gözümüzün önünde de) Altı
yüz, yedi yüz, bin senelik devletiz diyoruz da dedelerimizden
Mü’minlere Va’zlar
240
miras kalan tezgahlar, fabrikalar bugün muattal bir halde.
Hâlâ da bol bol öğünüp duruyoruz. Bize Kur’an demiyor mu
ki: Siz her zaman, sizin ve benim düşmanlarımı korkutacak
derecede mükemmel ve muazzam her çeşit tekniğe, kuvvete,
âlât ve edevatta; top, tüfeğe, gemiye, tanka, tayyareye ve saireye sahip olunuz. Bu emr-i hiç mi duymadın? Tabii işimize
gelmiyor. Bize dans, balo, sinema, tiyatro v.s. zevkler lâzım.
Bunlarla kim uğraşacak? Hanımlar istedikleri gibi, beylerde
istedikleri gibi hür bir hayata kavuşsunlar da, öyle düşmanları
korkutacak kuvveti hazırlamağa ne hacet? İşte Amerika’dan
hazır hepsi geliyor. Heyhat zehirden şifa beklemek ne kadar
yanlışsa, kâfirlerden yardım beklemek de o kadar ve daha
fazla yanlış ve zararlıdır. Şimdi başımıza bir de sol derdi çıktı.
Herkes hazıra konmak için bekliyor. Allah akıl fikir versin.
Biz nüfusda Çine de benzesek yine buyuz vesselam. Bugün,
gelişmiş ülkelerin çalışarak büyük fabrikalara ve işletmelere
sahip olduğunu gerçeğini onların teknolojik gelişmelerini
görmüyor ve istemiyorlar da, hemen akıllarına Ruslar gibi malı
mülkü her şeyi vatandaşın elinden almak suretiyle sanki her
tarafın fabrika, bolluk, ferahlık, iş sahası, fevkalade, olacağını
zannediyorlar. Ah aziz kardeşim bir de onlara benzemeye
çalışan, Araplara bak. İşte yanımızdaki Irak, Suriye, Mısır v.s.
leri ne yaptılar ve ne yapıyorlar. Yine başkalarına muhtaçlar.
Sen bunları görmüyor musun? İşte bizim de halimiz böyle
mi olsun istiyorsun? Elbise değişmekle, nizam değişmekle,
inkılaplarla, ihtilallerle iş olmaz. Kafaların değişmesi ve muhakkak İslâm esaslarının kâim olması, herkesin dürüst, doğru;
yalan, hiyle bilmeyen dinine devletine sadık olması ve Kur’
an-ı azime uyarak dinsizlikten ve dinsizlerden de kaçarak
Mehmed Zahid Kotku
241
elbirliği ile çalıştığımız zaman çok rahat, selamet ve emniyet
içersinde yaşayacağımıza hiç şüpheniz olmasın.
Avrupayı taklit etmeğe başladığımız zamandanberi hiç
bir muzafferiyet kazandığımız olmamış, bilakis; dedelerimizin kendi elleriyle yaptıkları aletlerle kazandıkları, Dünyanın
dörtte birine hakim vaziyetimiz nerede? Bir ucu şark bir ucu
garp, Cebel-i Tarıktan tutun da bütün Afrika kıt’asının şimal
sahilleri en güzel yerleri, Cezayir’i, Fas’ı, Libyas’ı Mısır’ı, Suudi Arabistan’ı, Suriye, Ürdün, Lübnan, Kuveyt, Katar, Irak,
Kafkasya, Sudan, Yemen, Amman, Bosna-Hersek, Üsküp,
Manastır. Yanya İşkodra, Selanik, Sofya, Filibe, Romanya
ve daha nereleri; bunlar hep bizim değil miydi? Dedelerimiz
buraları Avrupalıları taklit ederek mi aldılar yoksa; Fatih,
top yaparken, malzemesini Avrupa devletlerinden mi istedi?
Türkün dehası herşeye yeter. Gemilerini de karadan yürümedi
mi? Yalnız bu iş için, kuvvetli kudretli dimağlar, kafalar lâzım.
Başa şapka değil ne geçirsen boş. O başın içini iman ve İslâmla
doldurmanın gerek olduğunu anlamayı Cenâb-ı Hak bizlere
nasip ve müyesser eylesin. Amin.
NAMAZDAKİ DUALAR VE NAMAZ
Evvela namazın dinin direği olduğunu bilmek lâzımdır ki,
namazın lüzumuna kail olup namazını terk etmeden devamlı
kılsın? Namaz bir gâye ve maksada ulaşmak için kılınmaz. O
ancak Allahü Teâlâ’nın emri olduğundan Onun rızasını kazanabilmek için kılınır. Namaza başlamak için evvela güzel bir
abdest alınır. Burada bütün azalarınızın ayrı ayrı, güzel güzel
duâları vardır. Camiye girerken sağ ayakla duâsını okuyarak
girer. Namaza başlarken “Allahü ekber” diye başlar. Daha ilk
sözü ile Allah-ü Teâlâ’nın herşeyden büyük olduğunu söyler.
Sonra “sübhaneke”yi okur. Tesbih hamd ve sena ile tevhit’den
ibaret bir duâdır. Sonra Elhamdülillahi Rabbil alemiyn suresini
okur. Cenâb-ı Hakk'a hamdden, rahman ve rahim olduğundan, din gününün sahibi olduğunu ve ibâdete ancak ona
yaptığımızı ve ondan istiâne ve yardım istediğimizi ve doğru
yolu ki, (o yol peygamberlerin yoludur). Onu isteyip gadab-ı
Mü’minlere Va’zlar
244
ilahiyeye uğrayan Yahudilerle, dalliyn olan hıristiyanların yolları olmasın diye hergün kırk defa huzur-ı Rabbil aleminde
yalvarıp dururken bak şu sözümüze bir de bak yaptıklarımıza.
Böyle şuursuz kimselerin işleri hiç ileri gider mi? Japonya
büyük zenginlerine rağmen hala eski adet ve an’anelerini
bırakmamış; kaşık çatal yerine o çubuklarını bir türlü bırakamıyorlar. Ve yine gerek Japon ve gerek Çin yazıları pek çok
hurufattan ibaret olduğu halde. O an’anelerini ve geçmişlerini
terk edemiyorlar. Japonlar bugün de dünya ticaretine hemen
hemen hakim vaziyette. Biz bunları görmüyor hemen bolşevik
olalım- diyoruz. Cenâb-ı Hak ve feyyaz-ı mutlak hazretleri
içlerimizi ve dışlarımızı nuru ile nurlandırsın da emirlerine
son derece muti ve münkad eylesin. Ve yasaklarından da o
nisbette kaçan bahtiyar kullarından eylesin.
Malumdur ki; günahlar bir zehir ve bir de ateştir. Yapılan hayırlı amellerin sevaplarını yakıp kül eder. Zehir de
malum; o da insanı öldürür. Günah ise manevi bir zehirdir.
Müslümanın maneviyatını öldürür feyzini keser. Değirmene
su gelmeyince; değirmen nasıl dönmezse feyz-i ilahi kesilince de insan öyle muallakta kalır. Binaenaleyh bir taraftan
Allah Teâlâ'ya beraber yalvarıp duâlar ederken; bu duâların
makbuliyeti içinde bilcümle günahlardan sakınmak ve kaçınmak lâzımdır. Onun için kısacıkda olsa, bu günahları
şöylece sıralamak uygun olacaktır: Günah demek Cenâb-ı
Hakk’ın razı olmadığı şeyler demektir ki; ister küçük günah olsun, ister büyük günah olsun muhakkak bunlardan
kaçınmadıkça ve korunmadıkça insanın kemale ulaşması
ve olgunlaşması mümkün olmaz. Her nekadar ibâdet ve
tâat ve riyazat sahibi olursa olsun. Zira günahlar hem ateş
ve hem de zehirdir.
Mehmed Zahid Kotku
245
İnsan ne kadar kuvvetli yemekler yerse yesin bir parça zehir
onun ölümüne kâfidir. Sen istersen bu zehirlere mikrop de.
Binaenaleyh ateş yakar, zehir mutlaka öldürür. Mümine lâyık
olan her ne pahasına olursa olsun günahlardan sonderece uzak
kalmaktır. Tercümesi Şifaü-l’ Müminin kitabında zikrolunan
büyük günahları yüzyirmibeş olarak zikretmektedir. Halbuki
bazı ulemaya göre oniki, bazısına göre 150; bazısı da 700 e
kadar saymışlardır. Bunlar;
Birincisi: En mühimi küfürdür. Gerek inkar, gerek
cehalet ve gerekse şek ve şüphe üzerine olan küfürdür. Küfür
üç nevidir:
a- Cehalet yüzünden,
b- İnat yüzünden.
c- Biri de iman ettiği halde şer’a ta’zimi vacip olan bir
emre tazim etmeyip istihfaf eylerse şeriat-ı mutahhare ol ademin iddiasında bulunduğu müslümanlığa ve tasdika i’tibar
etmeyip onun küfrüne hüküm eder. Bu küfür maazallah onun
bu vakte kadar yaptığı bütün amelleri mahveder. Hanımı boş
olur. Hacca gitmişse yeniden gitmesi borç olur. Tevbesiz ölürse
ebediyyen cehennemde kalır. Tazimi vacip olan şeyleri istihfaf
etmek mesela Kur’an-ı azimüşşan yazılı bir kağıdı veya Allah
Teâlâ’nın ismi yazılı bir belge, peygamberimizin ismi yazılı bir
kağıdı necasete atmak ve Kur’an-ı azimüşşandan bir âyet-i celile
hakkında şüphe etmek Kabe-i muazzama veya hac ef’alinde
ve hey’et-i ma’rufesi hakkında namaz, oruç ve sair ahkâm
şer’iyye hakkında şek ve şüphede bulunmak, helali haram ve
haramı da helal itikad etmek küfür olduğu gibi peygamberimiz (Sallallahü aleyhi vesellemi) ve diğer peygamberlerin şanlı
alilerine yaramaz kelime söylemek küfürdür. Ekser-i ülema
bu gibi kimseler katlolunur ve tövbesi kabul olunmaz demiş-
Mü’minlere Va’zlar
246
ler. Ve buna benzer çirkin sözlerle beraber mesela abdest ve
namaz senin karnını doyurmaz veya bir cemaati güldürmek
için ülema vaiz din hocalarını istihfaf, taklit eylese kâfir olur.
demişlerdir ki Cenâb-ı Hak cümlemizi böyle münasebetsiz
fiil ve hareketlerden muhafaza buyursun: Amin.
İkincisi: Zina’dır. nikâhlısı olmayan bir kadına fi’li şeni
işlemek, büyük günahlardandır. İster müslüman ol ister kâfir.
İnsan kendi efrad-ı ailesine işlenmesini hoş görmediği bir
fenalığı başka bir kimsenin aile efradına yapmağa kalkması
cehaletin ve vahşetin en büyük delilidir. Ve bu gibi kimselere
şuursuz deli demekten başka söz bulunamaz. Kocası olmayan
bir kadına zina ne kadar büyük günah ise, kocalı kadına daha
büyük günahtır. Bazı ulemaya göre; zinanın vebali katl, yani
adam öldürmekten daha fenadır. Zina edenlerin ahiretteki
azapları çok şiddetlidir. Dünyada ise; evli değil bekar ise yüz
değnek vurulur. Eğer evli kimseler bu işi işlerse recm olunur.
Yani taşlanarak öldürülür. (Göz zinası, kulak zinası, dil zinası
gibi azaların da zinası vardır) diye Kütüb-ü Fıkhıyyede yazılmıştır. Cümlemizi Cenâb-ı Hak muhafaza buyursun amin.
Üçüncüsü: Livâta’dır. Eğer karısı ve kölesi olsa dahi
yine günah-ı kebâirdendir. Eğer adet ederler ise katlolunur.
Bu işi yapan veya yaptıran kimseler her ikisi de katlolunur.
Bazı ülema ateşte yakılmasına kadar gitmişlerdir. Ve kimisi
duvar yıkılarak altında öldürülür veya minare gibi yüksek
yerden atılıp üzerine de taş atılarak öldürülür, demişler. Yere
batırılan Lut kavminin helakine sebep olmuştur. İmam Malik
(Radimehullah)’e göre mutlaka recm olunur demişler.
Dördüncü’sü: Şarap içmek: Her nekadar az olsa ve sarhoş
olmasalar dahi günah-ı kebâiri irtikab etmişlerdir. Zira katresi
yani; damlası dahi haramdır. Bununla beraber içkiyi içen, içene
Mehmed Zahid Kotku
247
veren, içkiyi alan ve satan, onu sıkan ve sıktıranlar, taşıyan
hammallarla hammallara yardım edip arkalarına kaldıranlar
ve parasını yiyenlere Allah-ü Teâlâ lânet eder. Zina edenlerle
içki içenlerden Allah-ü Teâlâ imanı tenzih eder çıkarır. İnsanın
elbisesini sırtından çıkardığı gibi. İçki her fenalığın da başıdır.
Her içki şaraptır. Her şarabın damlası bile haramdır. Binaenaleyh haramdan hiç bir şekilde ne faide ve ne de şifa olur.
İnsana verilen ve en büyük nimet olan aklın, muvakkat bir
zaman dahi olsa, kayıp olup gitmesi ile gayet çirkin hadiselerin
zuhuru her zaman görülegelen olaylardandır.
Şarap içene İslâm hukukunun hükümlerine göre; seksen
değnek-had ceza sopası vurulur. Hem de fakirliğe ve hastalıklara sebep olur.
Beşincisi: Bir müslümanın içki içen, kumar oynayan ve
emsali haramları irtikab eden insanlarla ve menhiyatla iştigal eden fasık ve facir kimselerle bir arada oturması günah-ı
kebâirdendir. Kahvehane, gazino, sinema, tiyatro ve deniz
kenarlarındaki alemlere bir müslüman kişinin katılması kadar
ayıp, günah ve kabahat, yoktur. Müslümana düşen vazife bu
gibi yerlere alışan müslümanları oralardan kurtarmak lâzım
iken, onun da bunların arasına katılması af olunmaz bir
kabahat ve günahtır. Çünkü huylar sâridir. Bir de bakarsın
ki o güzel kimse bir gün onlara katılmış ve onlarla beraber
olmuştur.
Altıncısı: Hırsızlıktır. Başkasının malını izni olmadan
çalmaktır. Hırsızın İslâm Hukukunda cezası elinin kesilmesidir.
Bakın bu gün Suudi Arabistan’da bu Kanun-u ilahi tatbik
edilmeğe başlandıktan beri herkesin malı ve canı emniyet
içersindedir. Hatta sarraflar namaz vakti paralarını olduğu gibi
bırakıp camiye giderler. Kimse de meteliğine bile elleşemez.
Mü’minlere Va’zlar
248
Çalınan mal her nekadar ufak dahi olsa yine hırsızlıktır ve
haramdır ve günah-ı kebâirdendir. Mesela bir hurma dahi
olsa. Hırsız çaldığı malı sahibine vermedikçe tevbesi kabul
olmaz. Sahibi ölmüşse varislerine vermek lâzımdır. Mirascısı
da yoksa fakirlere veya hayır yerlerine sahibi nâmına verilir.
Yedincisi: Katildir. Haksız yere kölesi ve çocuğu da olsa
ama kasten öldürmekdir ki; günah-ı kebâirdendir. Bunların
yerleri Cehennemdir. Allahü Teâlâ'nın gadabı ve la’neti
üzerlerinedir. İbn-i Abbas hazretleri mümini katleden katilin
tevbesi kabul olunmaz demiştir. Katli helaldir der ise küfre
düşer,fakat sonradan hatasını anlıyarak tövbe ederse ki tevbe
kapısı daima açıktır.
Yani memleketimizde bulunan hıristiyanları, isyan etmedikleri müddetçe öldürmek günah-ı kebâirdendir. Haksız yere
Allahü Teâlâ’nın yarattığı eşref-i mahlukat olan bir insanın ve
bâhusus bir müslümanı öldürmek Allahü Teâlâ’nın yaptığı bir
binayı yıkmak demektir ki; Kabey-i Muazzamayı yıkmaktan
daha büyük bir günah işlemiş olur. Evlatların öldürülmesi
ise; iki türlüdür:
Birisi: Eski zaman cahiliyye kıtlık yüzünden ve bazen da
ar etmek yüzünden onları çocuk iken öldürmeleridir.
Bâhusus kız çocukları hakkında daha fazlaca olurmuş.
Onları diri diri mezara gömerlermiş.
Bir ölüm daha vardır ki; bu diri gömülmekten daha
fenadır. Zira bu gömülen çocuk haksız yere öldürüldüğünde
yeri cennet olur. Bir de onu maneviyatsız, dinsiz, imansız
yetiştirmek vardır ki; bunun manevi ölümü daha büyüktür.
Çünkü: neticesi dinsiz olduğu için, yeri ebedi cehennemdir.
İster inan ister inanma. Bu böyledir. Binaenaleyh eğer senin
Mehmed Zahid Kotku
249
müslümanlıkta azıcık nasibin varsa çocuğuna mutlaka dinini
öğret, ve yaptırmağa çalış.
Onu fani dünya hayatını kazansın diye gayret eder okutursun. İmdi ahiret hayatının kazanılmasına neden gayret sarf
etmeyeceksin. Bu da ana ve babanın başlıca ve en mühim
vazifelerindendir.
Hem okutacak ve hem de onu kötü adetlerden, günah
işlerden ve yerlerden de koruyacaksın. Bu vazifelerini yapmadığın
için yarın ağır mes’uliyetinden kendini kurtaramazsın.
Sekizincisi: Haramlığını i’tikad ederek ekşimiş hurma
suyunu içmek günah-ı kebâirdendir. Diğer ekşitilmiş her su
da böylece haramdır. Bir içkinin ki, çoğu insanı sarhoş eder,
onun azı da haramdır
Dokuzuncusu: İffetli bir erkek veya hanıma; ya zâni veya
zâniye veyahut çocuklarına veled-i zina gibi çirkin isnatlar ve
iftiralarda bulunmak günah-ı kebâirdendir. Bu isnadı yapan isbat
edemediği takdirde kendisine seksen değnek vurulmak üzere
cezalandırılır. Halbuki bu gün yapılan çok çirkin iftiraların cezası
ne olacak? Eğer isnad olunan o fiil hakikaten işlemiş olsalar bile
yine günah-ı kebâirdir. İnsana yakışan ayıpları örtmektir. Cezanın en şiddetlisi zina edenler sonra içki içenleri sonra namuslu
kimselere zina ile iftirada bulunanlarındır. İmamı A’zama göre;
Bu gibi iftiralarda bulunanlar tövbe etseler bile şehadeti yani
şahitliği ebediyyen kabul olunmaz demiştir.
Onuncusu: Gördüğü bir hususta şehadet için çağırıldığı
zaman şahitlik yapmaz ve saklarsa; bu da günah-ı kebâirdir.
Bildiğini, bildiği halde söylememesi bir çok hakların zayi olmasına sebep olacağı gibi hak sahibine de ayrıca zulüm etmiş
olacağından günahı kebîreyi irtikab etmiş olur.
Mü’minlere Va’zlar
250
On birincisi: Bir kişinin bilmediği halde biliyorum diye
yalancı şahitlik yapması da günah-ı kebiredir. Şehadeti yapmayan hak sahibine zulüm etmiş olduğu bu da hak sahibinin
hakkının zayi olmasına sebep olacağı gibi, hem yalan ve hem
de müslümanın zararına hareket ettiği için iki günah kazanır.
Yalancı şahitler üç suretle günahkar olur demişlerdir:
Birincisi: yalan söylediği için,
İkincisi: zalime yardım ettiği için,
Üçüncüsü: de mazlumun zararına sebep olduğu için.
On ikincisi: Geçmişteki bir fiil için bir kimsenin kasten
yemin etmesine yemin-i gâmus derler. Günahlara dalan,
batan kimse demektir. Sahibini dünyada günaha, ahirette
cehenneme daldırdığı içindir.
Mesela: Bir adam işlediğini bildiği halde işlemedim diye
yemin etmiş ve tüccarların mallarının pahasını tayin ettikleri
zaman, yalan yere yemin etmesi gibi, gelecekteki bir iş için yemin
etse de, yemini bozsa veya kâzip olsa; bunun cezası keffarettir.
Bu yalanlarda başkalarının hakkının zayi olmasına sebep olmasının cezası cehennemdir. Çünkü İslâmiyyet kardeşliktir. Ona
riayet etmesi lâzım gelirken bazı menfaatlere aldanarak hakkın
zâyi olması veya batılı hak etmek gibi işlerde bulunarak dinde
hürmetsizlik ve istihfaf etmesi ve yalan yere yemine cüret etmesi,
şiddetli azaba uğramasına sebep olur. Hıristiyanlar hakkındaki
yeminin hükmü aynı cezayı müstelzimdir.
On üçüncüsü: Gasbdır. Zor ile başkasının malını almağa
derler ki; günah-ı kebâirdir. Velev ki aldığı şey çok ufak olsa
dahi. Mesela: Üzüm veya hurma tanesi gibi... Tarlaları sürerken komşunun tarlasının az bir yeri kendi tarlasına katsa yine
günah-ı kebiredendir. Bu aldığı yerler kıyamet gününde onun
sırtına yüklenir ve yedi kat yerlerin dibine batırılır. Her kim
Mehmed Zahid Kotku
251
haksız olarak komşusunun tarlasından bir yer alsa kıyamet
gününde o yerin toprağını mahşer yerine taşımakla emrolunur.
Bu teklif ona ceza olarak yapılır. Taşıması mümkün olmayan
bir şeyi yapamayınca azabı o nisbette ağır olacaktır.
On dördüncüsü: Küffar ile muharebe esnasında ve dövüştüğü zamanda sebat edemeyip ve bir özürü yok iken düşman
önünden kaçmak da günah-ı kebiredir. Bunlar Cenâb-ı Hakkın
gadabına uğramakla beraber yerleri de cehennem olur. Yedi
tehlikeden sakınmak gerektir.
1- Şirktir.
2- Sihirdir.
3- Haksız yere adam öldürmektir,
4- Faizi yemektir,
5- Harp yerinden kaçmak,
6- Yetim malı yemek,
7- Namuslu kimseleri namussuzlukla iftirada bulunmaktır.
Muharebede düşmandan kaçmak ancak arkadaki büyük
kıt’alara iltihak etmek şartıyle ve bir de düşman adet itibariyle
bire ikiden fazla ise ve mutlaka düşman elinde katl olunacağını
bilen kimsenin firarı günah-ı kebire değildir. Ehl-i İslâma karşı
küffara casusluk yapan müslümanın hali düşman karşısından
firar eden müslümanın halinden daha fenadır. Bilmemki acaba
mason denilen zümre ki hıristiyan ve Yahudi ağı olan ve bu
şekle girenler bunlardan daha fena değilmidirler?
On beşincisi: Faiz parası yemek. Faiz: Alışveriş eden iki
kişiden birisi için şart kılınan fazlaya denir. Mesela; bir kile
buğdaya bir kilede fazla almak ki, bu fazlaya riba yani faiz derler. Para bozdurmak için verdiğiniz yüz kuruşa veya yüz liraya
Mü’minlere Va’zlar
252
doksanbeş kuruş veya doksanbeş lira verir ki, sana eksik olarak
verdiği para onun için haram bir kazançtır. Veya birisinden üç
ay sonra vermek için aldığınız; mesela yüz lirayı - verirken yüz
on veya yüz yirmi lira vermek de faiz, alan için de veren için de
faiz olur ki iki tarafa da haramdır. İkinci nevi faiz mesela yüz
kuruşu bakkalınıza bozdurmak isterseniz onun yanında doksan
kuruş vardır. Şunu al on kuruşu da sonra veririm der. Siz de
razı olursanız işte bu da bilinmeyen hiç de dikkat edilmeyen
bir nevi faizdir. Üçüncüsü de veresiye satışlarda görülür.
On altıncısı: Yetim malı yemektir: Su-i hatimeye sebeptir.
Yetimin malını yemek günah-ı kebâirdendir. Bazı ulemaya
göre; imansız ölmeğe sebeptir demişler. Ancak yetimin velisi
olan zat fakir ise ve yetimin malını muhafaza için uğraştığı
kendi ticaretinden alıkoyyorsa, hizmeti kadar ücret almasında
vebal yoktur demişler. Fakat veli olan zat zengin ise; o zaman
yetimin malından yemesi günah-ı kebâirden olur. Yine yetimin
babası, dedesi ve vasısi olan anası için yeter miktarda yetimin
malından nafakalanmaları vacip olur. Yetimin velisi yetimin
taamını birleştirip yemeleri ve misafirlerine de yedirmeleri
caizdir. Şu kadar ki; her zaman yedikleri adetten fazla olmaya.
Adetten fazla misafir için birşey hazırlanırsa caiz değildir. Ve
yetime hüsn-ü muamelede bulunmakla emrolunmuştur.
Yetime kendi evladına yaptığı gibi muamele de bulunmak
gerektir.
On yedincisi: Rüşvet yemek günah-ı kebâirdendir. Bir iş
sahibinin meram ve maksadını icra ettirmek için vereceği paraya
rüşvet denir. Rüşveti alana ve rüşveti verene, aracıya olmak üzere
üçüne de lanet olunmuştur. Yalnız rüşveti veren kimse kendisine
teveccüh eden bir zulmün def’i için verirse; kendisi mes’ul olmazsa
da alan ve vasıta olan günah-ı kebâiri işlemiş olur.
Mehmed Zahid Kotku
253
Hakkı iptal veya müstehak olmadığı emeline vasıl olmak
için, veya bir Müslümana eza ve cefa için verirse; alan da veren
de vasıta olan da fasık ve lanete müstahak olur.
On sekizincisi: Ana ve babaya asi olmak günah-ı
kebâirdendir. Cenâb-ı Hak anaya ve babaya lutuf ile beraber
ikram ve ihsanı emretmiştir. Onların suallerine verilecek
cevapta sertlik göstermemeli ve onlara hiddetle bakmamalı.
Yüzlerine karşı bağırmamalı. Belki kölenin efendisi yanındaki
gibi tezellülane hareket etmeli. Onlara şefkat ve muhabbet
izhariyle rızalarını tahsil etmeğe çalışmalıdır. Onlara “öf”
demeyi bile men eden Allahü (celle ve ala) onların ihtiyarlık
devrelerinde çocuklara benzer hareketlerine karşı, çocukluk
devrelerinde onların size gösterdiği şefkat ve muhabbeti,
sizlerinde aynı; hatta daha fazlasıyla göstermeniz lüzumunu
bildirmektedir. Ana ve baba hakkı pek mühimdir. Onlara
yapılan saygısızlığın cezası da o nisbette büyük olacağından hiç şüphe yoktur. Bu hususta yazılan eserleri müteala
buyurmanızı tavsiye eder ve ana, baba, dede, nine gibi
büyüklere son derece hürmetkâr olmanızı ve onları hayat
ve mematlarında daima hayırla yadetmenizi vazife olarak
kaydederim.
On dokuzuncusu: Ana baba ve sair nikâhı haram olan
akrabay-ı taallukatının ne halde olduklarını araştırmamak
günah-ı kebâirdendir.”
Akraba-i taallukatla alakayı kesmek elbette büyük bir
günahtır. Üç kimsenin cennete girmesi memnudur.
Birisi: Şarap içenler,
Diğeri: Akraba ile sılayırahim etmeyenler ve Biri de: Sihri
tasdik edenlerdir.
Mü’minlere Va’zlar
254
Sılay-ı rahim, bizzat evlerine gidip misafir kalmak, hal
hatırlarını sormak, muhtaç iseler yardımda bulunmak olduğu gibi, onlara hediyeler götürmek ve mektuplaşmakla da
mümkün olur. Amca, dayı, teyze ve halaların da ana ve baba
mevkiinde olduklarını unutmamak ve ona göre hürmet ve
saygı göstermek vaciptir demişler.
Yirmincisi: Allah Teâlâ’nın Resulüne her ne niyetle
olursa olsun kasden yalan isnad etmek büyük günahtır.
İsterse ibâdete teşvik veya günahlardan korkutmak için olsa
dahi Resulüllah’ın söylemediği bir şeyi “o böyle dedi demek”
büyük günahtır. Resulüllah’ın söylemediği birşeyi Rasulüllah
söyledi diyenlerin yeri cehennemdir. Okuduğu hadisleri
yanlış okumak veya yanlış anlatmak da böyledir. Maazallah
Resulüllah, haram veya haramı helal kıldı diye kasden yalan
isnatta bulunmak küfrü muciptir demişler.
Yirmi birincisi: Ramazan-ı Mübarekde helâldır demez
de kasden orucunu yerse büyük günahtır.
Eğer helaldır derse kâfir olur. İslâmın şartını inkâr etmiş
olduğundan kâfir olmakla beraber bütün yaptığı hayırlı işler
de mahvolur. Haccı ve nikâhıda batıl olur. Tecdid-i iman ve
tecdid-i nikâh etmeden karısı kendisine helâl olmaz. Her kim
ramazan-ı şerifte özürsüz, rahatsız ve hastalıksız olduğu halde
“oruçu yerse bütün ömrünü oruç tutsa bu bir günün orucunun yerini tutmaz. Feraiz-i ilahiler bir bütündür biribirinden
hiç ayrılmazlar. Esasat-ı İslâmiyeden herhangi birisini terketse;
inanmasa, diğerleri de ind-i ilahide kabul olunmaz. Bir günlük
orucun kazasında yine bir gün oruç tutar. Fakat geceden niyet
edip de sonradan onu bozarsa bunun keffareti 61 gün arası
bozulmadan oruç tutmaktır. Mesela: bir ayı tutupta sonra
bir gün yerse o otuz gün boşa gider. Yine yeniden 61 güne
Mehmed Zahid Kotku
255
başlamak lâzımdır. Fakat özürsüz ramazan-ı şerifde aşikare
orucunu yiyen kimsenin dini islâmı istihza ve farz olan
orucun farziyetini inkar olacağından katli lâzımdır demişler. Halbuki eski devirlerde hıristiyanlar bile ramazan-ı şerifte
alenen yemek yemezler ve hatta çocuklarına tenbih ederler ve
şayet söz dinlemezlerse döverlermiş.
Yirmi ikincisi: Ölçüyü, kantarı, terazisini eksik yapmak günah-ı kebiredendir. Eksik tartıp eksik ölçenler sure-i
Mutaffifiynde (veyl) kelimesiyle tehdit edilmektedirler. Her
hangi bir kavimde beytül mal denilen ganimet malından çalmak ve her halde haddi tecavüz etmek zuhur ederse, Allahü
Teâlâ onların kalplerine bir korku ilka eder. Bir kavimde zina
aşikar olursa; orada ölüm çok olur. Ölçülerini eksik yaparsa
rızıkları noksan olur. Haksız kan çok akar. Kavgalar, öldürme
hadiseleri doğar.
Bir kavim yine ahdini bozarsa Allah da onlara düşmanı
musallat eyler.
Binaenaleyh terazi ve ölçüsünü doğru yapmayanlar bir
nevi hırsızlık yaparak haram kazanç temini ile çocuklarını
da haramla beslediği için ne kendisinden ve ne de çocuklarından, ne kendisi ve ne de cemiyyet bir hayır göremez. Bile
bile bir dirhem hatta bir tane bile eksik tartmak yine haram
ve büyük günahtır. İçki parası da böylece haramdır. Cenâb-ı
Hak bütün ümmet-i Muhammedi dine sadık ve hürmetkar
ve muti kullarından eylesin, amin.
Yirmi üçüncüsü: Namazı vaktinden evvel kılmak da
büyük günahtır.
Çünkü namaz vakitleri muayyendir. Vakit girmeden kılınan
namaz caiz değildir. Vaktinden sonra kılmakta özürsüz olursa
o da büyük günahtır. Namazı vaktinde kılmanın çok fazileti
Mü’minlere Va’zlar
256
vardır. Muhakkak mümkün mertebe namazı cemaatle kılmağa
çalışmalıdır. Tek başına namazIa, namaz borcunu ödemiş olsan
dahi vacip kuvvetinde olan cemaati bırakmak caiz değildir.
Cemaatle namaz kılanlar geçim darlığından, kabir azabından
kurtulurlar. Amel defterleri sağ taraflarından verilir ve sırat
köprüsünü de şimşek sür’atiyle geçerler. Hesap olunmadan
cennete girerler. Namazı vaktinde kılmayanların ömürlerinden
bereket gider. Yüzlerinde iyilerin siması kalmaz. duâları kabul
olmaz. Ölürken çok fena şekilde ölürler. Azap-ı kabre duçar
olurlar. Kıyamet günü ilk hesap namazdan olacaktır. Namaz
hesabı dürüst olanların diğer amellerinin hesabı da dürüst olur,
ve kurtulur. Bilakis namaz hesabı kötü olanların diğer amelleri
de bozuk olacağından perişan olup gider. Cenâb-ı Hakk'ın
en çok sevdiği ameller evvela vaktinde kılınan namaz, sonra
ana babaya ikram ve ihsan, sonra da fi sebilillah cihâddır.
Özür-ü şer’isi yok iken kasten bile bile namazın terki bazılarına göre; küfür ve bazıları da günah-ı kebâiredir demişler.
Özrü şer’isi yani hastalık, baygınlık sebebiyle kılamayanlar,
oturdukları yerde, yattıkları yerde veya ima ile kılmalıdırlar.
Şayet kılamadıkları olursa; onu da derhal kaza etmeli ve af
dilemelidir. Hazretlerden birisine doktor: Yüzünü yıkama ve
namaz kılma, yani eğilme demiş, o da, ölüme terk olurum
da Allahın emrini bırakamam, demiş.
Yirmi dördücüsü: Namazı kasten vaktinden tehir etmek: Mesela:öğleyi İkindi vaktinde, İkindiyi ‘akşam vaktinde
kılmak gibi, büyük günahtır.
Büyük, şiddetli azaba müstahak olmalarına sebep olur,
namazın vaktini tehir etmek bütün bütün terk manasına
olmayıp vaktini geçirmek diye tefsir etmişlerdir ki; çok
Mehmed Zahid Kotku
257
büyük günahtır. Ve müslümanın namaza gayreti ve dikkati
olmadığının alametidir.
Yirmi beşincisi: Özürsüz orucu vaktinde tutmayıp başka
zamana bırakmak da günah-ı kebiredir. Yani Ramazan-ı
şerifte tutamadığı bir günlük orucu ramazandan sonra hemen
kaza etmesi lâzım gelirken tehir etmesi de büyük günahtır.
Zira özürsüz Ramazan-ı şerifte oruç tutmayan kimseye fasık
denir. İş bu fıskdan kurtulmak için hemen kaza edip tevbe
etmelidır. Namaz, Zekat ve Hac da böyledir. Tehir iyi değildir.
Ecel bakarsın ansızın geliverir. İnsan vasiyet etmeye bile vakit
bulamaz. Vasiyet etse bile bu devirde kim tutuyor?
Yirmi altıncısı: Zekâtın vacip olduktan sonra eda
etmeyerek özürsüz te’hiyri ve özürsüz terki günah-ı
kebâirdendir. Zekatını vermeyenler müşrik diye zikrolunmuştur. Karada ve denizde malların telef olup zayi olması
ancak zekatların verilmemesinden Neş’et eder olduğu gibi
fukara-i müsliminin hakkı olan zekatı vermeyenlerin de
yeri cehennemdir” buyurulmuş. Zira seni zengin eden Allah
(celle ve alâ) hikmeti iktizası, onu fakir kılmış. Acaba seni
de onun gibi bir fakir olarak yaratsa idi elinden ne gelirdi?
Mesela, şuur noksanlığı, sıhhat noksanlığı, zeka noksanlığı,
olsa ve çalışma kabiliyetin de olmasan ne yapabilirdin? Sakın - bu zenginlik benim sa’yimin, zekamın, kuvvet ve
kudretimin neticesidir- ben geceleri bile uyumaz, çalışır
dururum- deme. Bunlar hep cahil sözüdür. Sen, sen isen
ölmede göreyim seni. Bizi yaratan Allah’ü (celle ve ala) bu
kuvvet ve kabiliyyeti ihsan etmiş de servet sahibi olmuşuz:
Hiç hastahanelere, tımarhanelere yetimhane ve dulhanelere
gitmedin mi? Bak onlar da senin gibi insan. Belki senden de
Mü’minlere Va’zlar
258
kuvvetlileri var. Fakat hiç bir işe yaramaz durumdalar. Allah-ü
(Teâlâ) bunları ibret olarak yaratmıştır.
Bir göz ki ibret olmaya nazarında
Ol düşmandır sahibinin baş üzerinde mısraı nekadar
yerindedir. Binaenaleyh sana bu serveti veren Allahü (Teâlâ)
ya şükür borcunu vaktinde ver de fukaranın duâsını al ve
hem de Allah-ü Teâlâ senin malını o nisbette hem artırır ve
hem de korur.
80,18 gr. has altına veya 13,75 adet tam altın liraya (bu
kadar paraya) sahip olan kimse, zengin addedilir. Yani on
dört sarı altundan yirmibeş kuruş eksik.
Zekâtını vermeyenlerin azabı elbette şiddetli olacaktır.
Çünki: merhametsizlik alametidir. İşte bugün kopan fitnelerin
bu yüzden olduğu da inkar edilemez. Öyle ise; dünyanın huzurunu kaçıran bu haller hep zekâtlarını vermeyen zenginlerin
yüzünden olduğuda muhakkaktır. Halbuki; ilk müslümanların
zekâtlarından maada bütün servetlerini bile Hak yolunda feda
ettikleri malum. Ebu Bekir Sıddık gibi diğer bir kısmı zekâtını
fazlasıyla verir, geri kalan servetini hayırlara harcamak için
saklardı. “Yalnız zekâtını vermekle iktifa edenler bahil” adını
alırlar buyurulmuş. Artık vermeyenlere ne denecek bilmem.
Altun ve gümüş eşyalara da çatal bıçak tabak v.s. gibi eşyalara
da zekât vardır. Yalnız kadınların süsleri için kullandıkları
altun, küpe ve bilezikler ticaret niyeti olmadıkça zekat olmaz.
Zekâtta niyet şarttır. Fakat bunu malından ayırdığı vakit yapar.
Ve bu benim zekâtımdır der. Fukaraya verirken bu benim
zekâtımdır demesi şart değildir.
Yirmi yedincisi: Hacc-ı şerifi, muktedir olduğu halde,
hâlâ edâ etmeyerek terk günah-ı kebâirdendir.
Mehmed Zahid Kotku
259
Namaz bedenen bir ibâdettir. Oruç bedenen bir ibâdettir.
Zekat malen bir ibâdettir. Hac ise; hem malî ve hem de
bedeni bir ibâdettir. Sağlam olduğun ve malî kudretin de
bulunduğu halde Hacca gitmemek pek büyük günahtır.
Çünki hacda pek çok menfaatler ve ibretler vardır. Hem o
İslâmın fışkırdığı yerleri görmek ve hemde muhtelif insanlarla muhtelif memleket halkı ile temaslar neticesi birçok
şeyler öğrenilir veya öğretilir. Dünyanın nasıl olduğunu
kitablardan değil, bilfiil görmüş olur. Sonra günahlarından
tamamıyle arınır, duâları da makbul olur. Beytullahdaki
bir ibâdetin yüz bin derece fazla sevabı olduğunu, oradaki
hayırların sevabı aynı derecede çok olduğu gibi, o ihram
içinde tavafın, sa’yin, Arafat’taki yalvarmaların acaba tadına
doyum olurmu? yalnız şuna çok dikkat lâzımdır ki; ihrama
giren bir insanın nasıl esvaplarından soyundu ise bütün
varlıklarından, benliklerinden öylece soyunup, kimsede
kusur, kabahat görmeyip ancak kendi hata ve kusurlarının
islahiyle meşgul olması ve fuzuli masraflardan sakınıp bu
paraları fakir fukara ve hayrat-ı hasenata harcaması ve dedikodu gibi şeyleri yapmaktan son derece sakınarak Kur’an
okumak, zikrullah ile meşgul olmak ve kimseyi hor ve hakir
görmiyerek rıza-i ilahiyye tahsile çalışmak, muhtaçlara daima
yardım etmek insanın şiari olmalıdır. Sonra Hac her zaman
nasip olan bir devlet değildir Ömründe bir kere gidiyorsun.
Onun için namazın şartları, usülleri varsa haccın da farz ve
vacip sünnetleri vardır. Bunları hac kitaplarından iyi öğren
ve bilenlerin yanından ayrılma ve daima sor.
Elbiseni soyunduğun gibi benliğini bırak. Kurban kestiğin
gibi nefsini, nefsani arzularından kes ve kurtar.
Mü’minlere Va’zlar
260
Kurbanı kesmek kolay, fakat nefsini kesmek onun elinden
kurtulmak pek müşküldür. Şeytanı taşladığın gibi içindeki
şeytanı da öyle taşla ve öldür ki, Haccın hac olsun.
Yirmi sekizincisi: Haksız yere bir müslümanı ve hatta
bir zımmi’yi dövmek günah-ı kebâirdendir. Her kim bir
müslümanı haksız yere yaralarsa, incitirse, döverse, Allah-ü
Teâlâ ona gadap eder ve dünyada insanlara yaptıkları azap
kadar da ahirette onlara azap yapar. Haksız yere dövülenlere
yardım edip onları kurtarmak gerektir. Aksi takdirde oraya
lanet yağar. Hele bu zulüm ana ve baba hakkında, belde-i
haramda yani Mekke-i Mükerreme veya Medine-i Münevverede yapılırsa günahı o nisbette büyük olur. Zaten müslim
demek herkesin onun elinden ve dilinden salim olduğu,
selamette kaldığı bir insandır. Müslüman kimseyi incitmez,
darıltmaz; fenalık yapmaz ve bilakis herkese yardım eder,
acır merhamet eder, iyilik yapar, herkesi sever herkes de onu
sever. Mübarek, muhterem, nurlu, Haktan korkan. Hakkı
seven, ibadat ve tâata müdavim bir kimsedir. Müslümanım
iddiasında bulunanların da böyle olması gerektir.
Yirmi dokuzuncusu: Ashab-ı Kiramdan birisine sebbetmek de günah-ı kebirdendir.
Hazret-i Ebu Bekir ve Hazreti Aişe validemize sebbetse
küfürdür. Cenâb-ı Vacibü'l-vücut hazretleri Kur’an-ı Azımüşşan
müteaddit yerlerinde bu zevat-ı muhteremeyi medh ve sena
buyurmuş, en sonunda da (Radyallahü anhüm ve radu anh)
buyurmuştur. Artık bunun üzerine kimsenin ağzını açıp da
söz söylemesi mümkün değildir. Eğer müslüman ise. Müslüman değilse biz ona karışmayız. Onların cezasını verecek
olan Allah-ü (celle ve alâ)dır. Ashab-ı kiram arasındaki ihtilafa
karışmamalı. Onlar birer ictihada mebnidir. Bize düşen onları
Mehmed Zahid Kotku
261
sevmek ve hürmetle yadetmektir. Allah'a ve ahirete iman eden
kimse Ensara buğz etmez. Benim ashabıma sebt etmeyiniz
nefsim yed-i kudretinde olan Allah-ü Celle ve alaya kasem
ederim ki, sizden biriniz Uhud dağı kadar olan altun infak
etmiş olsanız onların infak ettiği bir madde veya yarısı
kadarına erişemezsiniz. O mübarek peygamber (S.A.V.)’e
erişmiş iman etmiş onun uğrunda malını ve canını feda etmiş
İslâmın gelişmesine ve yayılmasına vesile olmuş o bahtiyarlara
dil uzatmak ve onları tenkid etmek doğrusu delillikten başka
birşey değildir. Müslümana yakışan onlara karşı hürmetkar ve
saygılı olmaktır. Cenâb-ı Hak cümlemizi bu gibi fitnelerden
muhafaza buyursun, amin.
Otuzuncusu: Ulema-i kiram hazeratının ve hamele-i
Kur’an olan zevatı muhteremeyi de zem ve gıybet günah-ı
kebâirdendir. İnsan olmak münasebetiyle ulema da olsa
hamele-i Kur’an da olsa hatadan salim olmak mümkün değildir. Hatalardan ancak büyük evliyalar, mahfuzdurlar. Herkes
evliyanın büyüklerinden olmağa muvaffak olamaz. Nefs-i
şeytan hepimize musallatdır. Bunlarda ve hatta hepimizde
görülen hata kusur kabahatler ve birbirlerimizi zem etmek ve
gıybet etmek müslümanlığa hiç yakışmaz. Biz birbirimizin
ayıp ve kusurlarımızı örtmekle memuruz. Binaenaleyh Ulema-i
kiram hazareti da beşerdir, birçok kusurları da olabilir. Fakat
onların ilim hususunda göstermiş oldukları sa’yi gayrete bakarak yapmış oldukları bu büyük hizmete karşı onları zem
ve gıybet değil belki medh’ü sena edip hürmet ve saygı ile
anmamız lâzım gelirken insanlık ve müslümanlık hilafına
onları zem ve gıybet etmek elbette günahtır. Hem de büyük
günahtır. Kur’an âyetleri buna şahittir. Bir hadis’i kuds’ide
buyurulmuş ki:
Mü’minlere Va’zlar
262
(Bir kimse benim velilerimden birisine ihanet yahut
adavet ederse bilsin ki, ben onunla muharebedeyim) işte
bundan daha şiddetli vaid olmaz. Birkimse ki: Allah-ü Teâlâ
ile harb etmeye kalkarsa; elbette helak olacağı malumdur. Aynı
zamanda ulemânın eti zehirdir. Onları zemedenlerin kalpleri
ölür. Cesetleri ne kadar yaşarsa yaşasın kıymeti yoktur. Hak
(sübhünehu ve Teâlâ) cümlemizi yaramaz fiilerden muhafaza
buyursun amin.
Otuz birincisi: İnsanların kusur ve kabahatlerini bir
zalim kimseye haber vermek günah-ı kebâirdendir. Çünki
müslümanın dövülmesine ve eza cefa edilmesine sebep olur.
Fakat başkasının ırzına, malına, canına, tasallut etmek isteyen kimseyi de idarecilere haber vermek mendup ve belki
de vaciptir. Fakat müslümanlar Kur’an okuyorlar, mevlid
okuyorlar, zikir yapıyorlar diye veya din ilmi öğreniyor diye
haber verenlerin hali çok hem de pek çok acıklıdır.
Otuz ikincisi: Deyyusluktur: Bir erkeğin hanımı ile veya
mahremlerinin birisi ile fasık bir adamı bir arada görüpte halleri
üzre terketmeğe deyyusluk derler ki, günah-ı kebâirdendir.
Üç kimsenin cennete giremiyeceği bildirilmiş. Bunlardan,
Birisi: ana ve babaya asi olanıdır.
İkincisi: deyyus veya pezevenk denilen mahremini kıskanmıyan adam, Üçüncüsü: de kendisini erkeklere benzeten
kadın. Cennete giremeyen insanın yerinin cehennem olacağı
herkesce malumdur. Valideynine asi olmak, deyusluk yapmak, kendini erkeklere benzetmek, insanlık sıfatlarıyle bağdaşmayan çok çirkin huylardan olmakla günah-ı kebireden
addolunmuştur.
Mehmed Zahid Kotku
263
Otuz üçüncüsü: Pezevenklerdir. Yani karısı veya mahremi ile diğer bir yabancı erkek arasında arabuluculuk
yapan kimseye denir ki, günah-ı kebâirdendir.
Bu, adiliği, cinayeti irtikab eden, şuursuz, akılsız, beyinsiz
kimseye denilir. Deli demek daha doğru olacak. İnsan ancak
namusu, iffeti ve hayası ile insandır. Bu dahi alçakca yapılan
hareketlere alet olan kimse büyük günah işlemesinin yanında
ayrıca insanlıkta nasibi olmayan kimse demektir. Cenâb-ı Hak
cümlemizi muhafaza buyursun! Amin.
Otuz dördüncüsü: Emr-i ma’ruf iyiliklerle emr ve
fenalıklardan men’etmemek de günah-ı kebâirdendir.
Şeriatın emrettikleri ibadat-u tâat, hayır, hasenatlarla
emretmek ve aynı zamanda yine şeriatımızın istemediği
günah, haram ve yasaklardan da men etmekle mükellefiz.
Şayet bunları yapmazsak elbette şeriatın ve dinin elden
gitmesine sebep olacağımızda büyük günah işlemiş oluruz.
İdarecilerin vazifesi de olarak bu hükm’ü ilahiyeyi tatbik
etmektir. Sonra bunların adına kanun nizam denmiş. Her
ne derlerse desinler. Allah-ü Teâlâ’nın emirlerine inkıyada
idareciler memurdurlar. Ulema-i kiram yalnız va’z ve nasihatleriyle telkine çalışırlar, halk da emirleri dinlemeyen ve
yasaklardan kaçmayanlara içlerinden buğz eder. Demişler
ki, bu da imanın en zayıfıdır. Din-i - İslâmın devamı em’r-i
ma’ruf, nehy-i ani ‘l münkere bağlıdır. İhmal edilirse fesat
artar beldeler harabolur, kullar da helâk olur.
Otuz beşincisi: Sihri öğrenmek, öğretmek veya sihir
ile amel etmek günah-ı kebâirdendir. Bir rivayette sihre
i’tikad ve amelini icra etmek küfürdür demişler. Sihir yapanın
tevbesi de makbul değildir. Sihir yaptığı sabit olursa; katlolunur buyurmuşlardır.
Mü’minlere Va’zlar
264
Otuz altıncısı: Kur’an-ı Azimüşşanı öğrendikten
sonra yüzüne okuyamayacak kadar unutmak günah-ı
kebâirdendir.
Bu tabii öğrendiği o güzel kelam-ı ilahiyi ihmal edip
okumadığından neşet eder ki:
— Her kim kur-an-ı Azimüsşanı okuduktan sonra
onu unutursa kıyamet gününde eli kesik olarak mülaki
olur. Yani hayırlardan eli kesik kimse gibi. Bazı ulemâya göre
Kur’anı unutmak ahkamiyle ameli terk etmektir demişler.
Malumdur ki; Kur’an-ı azimüşşan ehline ve Kur’an ile amel
edenlere şefatçidir ve aynı zamanda Kur’an’dan i’raz edenler
hakkında davacıdr. Şefaati red olunmadığı gibi dava ettiği
kimselerde yakalarını kurtaramazlar. Cenâb-ı Hak cümlemize
hidâyetler eylesin de Kur’anı daima okumak ve mucibi ile
amel etmek nasib eylesin âmin.
Otuz yedincisi: Büyük veya küçük, canlı hayvanı ateşte
yakmak günah-ı kebâirdendir.
O hayvan ister eti yensin ve isterse eti yenmiyen tabakadan
olsun. Yalnız yakmaktan başka çare bulunmayan hayvanların
yakılmasına cevaz verilmiştir.
Otuz sekizincisi: Kadının hükmı-i şe’r’i ile bir özrü
yokken kendini kocasına teslimden kaçması, günah-ı
kebâirdendir.
Özür, farz olan Ramazan orucunda, hayız ve nifas halinde
ve bir de takat getirilemiyecek kadar hasta olmasıdır. Bundan
gayrı kadın her haliyle kocasına itaat etmekle mükelleftir. Erkeğin kadın üzerindeki hakkı pek büyüktür. Emri dinlemezse
lanete müstahak olur.
Otuz dokuzuncusu: Bir insanın, günahının çokluğundan nâşi, Allah-ü Teâlâ’nın rahmetinden ümidini kesmesi
Mehmed Zahid Kotku
265
günah-ı kebâirdendir. Cenâb-ı Hak Erhamürrahimindir.
Rahmetinin sonu yoktur. Kullarına rahmetinden ümit kesmemeleri tavsiye olunmuştur. Allah-ü Teâlânın rahmetinden
ümidi ancak kâfirler keser. Bir kimse - Ya erhamerrahimiyndiye veya -Yarab diye veya ekramelekremiyn diye münacatta
bulunsa Cenâb-ı Hak onun günahlarına bakmadan kulunun
duâlarını kabul eder. Cenâb-ı Hakkın rahmetinin sonu olmadığı halde, bizleri uyandırma bakımından hakkın yüz rahmeti
vardır. -Bu kesretten kinayedir.- Bu yüz rahmetten, yeryüzüne
kıyamete kadar gelecek mahlukata bir rahmet verilmiştir ki;
bütün mahlukatta görülen şefkat bu bir rahmetin eseridir.
Kıyamet gününde bu bir rahmetten geri kalan 99 rahmet
eklenir, o zaman bu yüz rahmetin nasıl tecelli edeceğini akıl
ve hafsala ihata edemez. Günahlardan korkmamak olmaz.
Fakat bununla beraber Allahü Teâlâ’nın da rahmetinden bilkülliye ümit kesmek de olmaz. Onun için pek büyük günahtır
denmiş. Bize düşen vazife günahlarımızdan korkmak, aynı
zamanda rahmetinden ümit kesmemektir. Korku ile reca karın
kardeştir. Birisi olur birisi olmazsa olmaz. Havf ile reca kuşun
iki kanadı gibidir. Bir kanatla nasıl uçulmazsa yalnız ümit ve
yalnız korku kâfi değildir. Her ikisinin denk olması lâzımdır.
Yalnız sıhhatli zamanda korkunun galip olmasını ve hastalık
zamanında recanın galip olmasını muvafık bulmuşlardır.
Kırkıncısı: Allahü Teâlâ’nın mekir azap ve gadabından
emin olmak da günah-ı kebâirdendir.
Bir kuluna ma’siyet üzere olduğu halde Allahü (Teâlâ)
hazretleri ona istediklerini veriyorsa buna istidrac derler ki,
bir nevi azaptır. Dışarısı parlak, içi ateş doludur. Cenâb-ı Hak
kulunu yaratmış, sıhhat ve afiyet ihsan buyurmuş. Yediği ve
içtiği o çeşit çeşit nimetlere karşı daima tefekkür ve azemet-i
Mü’minlere Va’zlar
266
ilahiyenin ve namütenahi nimetlerin karşısında ibadat-u tâat
ve sair hayırlarla meşgul olması şükür etmesi lâzım gelirken
bilakis isyan vadilerin de ömr-ü azizini zayi etmesi kadar
acınılacak bir şey yoktur. Bu, insanda havfullah olamadığının
alâmetidir.
Kırk birincisi: Halâl addetmeyerek ve zaruretsiz ölmüş hayvanın etini yemek haramdır ve günah-ı kebâirdendir.
Zira ölen hayvanın kanı damarlarında taaffün neticesinde
ağır hastalıklara ve uygunsuz hallerin zuhuruna sebep olduğu
beyan olunmaktadır.
Kırk ikincisi: Halâl addetmeyerek ve zarurette olmadığı halde hınzır (domuz eti) yemek haramdır ve günah-ı
kebâirdendir. İnsanın yediği şeyler insanın bedeninde bir
cevhere munkalip olacağından bizzarure ol gıdanın cinsinden
insanda kötü fena vasıf safiyet ve ahlâk peydâ olur. Hınzırın
tabiatıyse dişisini kıskanmamakla beraber menhiyyat ve kabih
şeylere haris olduğundan hınzırın etinin yenmesini haram
oluşu o kötü huylarının insanlara geçmemesi için denmiştir.
Bunu yeme adeti olan hıristiyanların halleri de meydandadır.
Fenalıkları işlemekte ve karılarını hiç bir surette kıskanmamaktadırlar. Diğer mikrop işleri ayrı. Bugünkü fen de, her
ne kadar onları öldürmeye çalışsa da yine bir kısım fena
mikropların yaşadıkları sabit olmuştur. Asıl mesele mikropta
değil, belki o kötü ve çirkin şeyleri yiyenlerde zuhurudur ki,
nizam-ı alemi bozar.
Kırk üçüncüsü: Nemimedir: Kötü ve mekruh olan
kerih görünen sözü nakleden kimseye nemmam denir.
Günah-ı kebâirdendir. İki tarafı birbirine çatıştırmağa sebeb
olur. İnsana yakışan, böyle bir söz söylenmiş olsa bile onu
teville hayra vesile olmak daha güzel, yatıştırıcı bir şekilde
Mehmed Zahid Kotku
267
davranmaktır. Nemmamlarla, iki taraf arasında bozucu söz
taşıyanlar nikâhı sahih ile doğmamışlardır. Nâsı ayıplayanlardan
gıybet edenler; fesat için sa’y edenler; ara bozucu söz taşıyan
zalimler; kendisini ayıplayanlara bende kusur kabahat yok
diyerek kendisini çok iyi tanıtmak isteyenler, kendilerinin
kıyamet gününde köpek suretinde haşrolunacakları rivayet
edilmektedir. Nemmamı asla tasdik etmemek ona nasihat
etmek ve hatta ona buğz etmek, sözü naklolunan kimseye
suizan etmemek nemmamın sözünü araştırmamak, ve nemmamın sözünü başkasına nakletmemekle de mükellefiz.
Kırk dördüncüsü: Kumar oynamak: kumar şer bir
oyundur ki; galip mağluptan bir şey alır ki günah-ı
kebâirdendir.
Cenab-ı Hak Kur’an-ı azimüşşanında hem de şarap
âyetinde bunlara ricis adını vermiş ve şeytan ameli olduğunu
bildirmiştir. Bir çok zararı vardır. Bir kere çalışmaktan kalırlar. Geçimlerini kumar denilen haramdan temine çalışırlar.
Çalışsalar da dürüst çalışmazlar. Sonra tatlı tatlı oturur kavga
gürültü ile kalkarlar. Uykusuz kalırlar. Vakitlerini haram yerde
zayi ederler ne kendilerine, ne de ailelerine ve ne de cemiyete
yararlar. Bunların yerlerinin cehennem olduğu bildirilmiştir.
Alışmak suretiyle terki güç olan bir masiyet ve bir musibettir.
Hatta ev eşyalarını ve hatta hanımlarının ve çocuklarının ihtiyaçlarını bu yolda harcarlar. Netice olarak hırsızlığa sevkeder
ve belki de sonu da ölümle biter. Allahü (celle ve alâ) cümlemizi ve çocuklarımızı da hatta bütün insanları bu dertten
kurtarsın. Gel kumar oynayalım demek bile günahtır. Yalnız
bu söz için sadaka ve keffaret vermek icabeder. Dama, tavla,
iskanbil dedikleri oyunlar da bu kabildendir. Hatta evlerde
çocukların oynadıkları yüzük oyunu da böyledir.
Mü’minlere Va’zlar
268
Kırk beşincisi: Bağy-i mal, din, ırz, namus hakkında
yeryüzünde fesat ve zulüm etmek: İnsanları ızdıraba, ihtilal
ve ihtilafa mihnet ve belaya düşürecek ef’al ve akvale sevketmek, ve nâsın anlamadıkları sözü söylemek; zaif kavillerle fetva
vermek ve hatta ihtiyar kadınların tecvit bilmediklerini bildiği
halde tecvitsiz Kur’an okumalarının ve namaz kılmalarının
caiz olmayacağını söylemek, onların büsbütün namaz kılmamalarına sebep olacağından fesaddan addedilmiş ve günah-ı
kebâirden sayılmıştır. Kârun’un yere batışı da yeryüzündeki
fesattandır. Hatta vaaz ve nasihatlerde de çok dikkatli olup
nası ibâdetten soğutucu hareketlerden ve sözlerden son derece
sakınmalıdır. Mesela: Teravih namazını kılmayan bir kişiye
oruç da tutma” demek “namazı sair zamanda kılmıyorsun,
ramazanda kılmanın ne faydası var, namazı ta’dil-i erkan ile
kılmıyorsun böyle namazı hiç kılma, gibi sözler hem ayıptır
hem de günah..."
Kırk altıncısı: Hekimin hakdan UdûI etmesi Kur’an-ı
Kerim’den çıkarılan ahkam-ı ilahiye ile hükmetmeyip
nefsinin muktezasıyla hükmetmesi günah-ı kebâirdendir.
Ahkam-ı ilahiyye ile hüküm etmeyen hakimlerin veballeri,
günahları ma’lum olduğundan, eslafın pek çoğu hakim olacaksın diye zorlandıkları halde hapislere dayaklara razı olarak
hakimliği kabul etmemişlerdir. İmamı A’ zam hazretleri
bunlardan birisidir.
Kırk yedincisi: Adam öldürmek, yol kesmek, eşkiyalık
yapmak günah-ı kebâiredendir. Hem malı alır hem de adamı
öldürürlerse günah üstüne günah işlemiş olacaklarından, (-yol
kesmek, mal almak, adam öldürmek gibi-) hem gasb yapmış
olurlar hem de kâtil olurlar. Onun için dünyada ve ahirette
azab-ı azim vardır. Mal almak ve adam öldürmek cinayetini
Mehmed Zahid Kotku
269
işleyenler kâtil olduklarından i’dam olunurlar. Katl olunanın
velisi af etmiş olsa bile katl cezası sakıt olmaz. Eşkiya yalnız
mal almışsa eli ve ayakları kesilir. Yalnız korku vermek suretiyle
yol kesenler sürgün edilir. Kaçan eşkiya tutulmadığı takdirde
görüp tutanların öldürmesine izin verilir demişler. Sürgün
etmek cezası hapis etmek cezası ile tevil olunmuştur.
Kırk sekizincisi: Zıhardır. Zıhar fıkhi bir kelimedir.
Bir insan hanımına sen benim anamın arkası gibisin- diye
söylemesi ki buna zıhar denir. Anasının bütünlüğünü ifade
eden her azasına teşbih de böyledir. Bunu söyleyen kimseye
hanımı haram olur. Keffaret yapmayınca hanımı kendisine
helal olmaz. Keffaret ya bir köle veya cariye azadetmek veya
60 gün arası kesilmeden oruç tutmak veya 60 fakire sadaka-i
fıtra miktarı para vermektir. Bu annelerin yüksek kıymetlerini
ifadede çok belîğdir. Annenin ne demek olduğunu bu hadise
pek güzel anlatır zannederim.
Kırk dokuzuncusu: İsrar. Küçük günahlara devam
ve ısrar büyük günahtır. İsrar ile küçük günah olmaz.
İstiğfar ile büyük günah kalmaz. Küçük günahı büyük
yapan israr hakkında ihtilâf olunmuş, küçük günahlar
kişinin ibâdet ve tâatına galebe ederse; bu israrla günah-ı
kebâirden olur. Bir insan irtikab ettiği bir günahı tekrar
işleyeceğine azîmli ise; bu kebâirden olur demişler. Bazen
ufak kıvılcım denilen ateş bir evi ve mahalleyi yaktığı kül
ettiği görülen ve bilinen şeylerdendir. Mesela, bir sigara da
kerahat olduğunda ittifak vardır. Yirmi sigara yirmi kerahat
eder, sekiz kerahet bir günahtır. Günah küçük olsa dahi
mütemadiyen ve hergün içildiği için bu israr değil midir?
İsrar ise büyük günahtır. Şu halde biriken günahlarla acep
halimiz ne olur? Kerahetten korkmayan tabiatiyle ve küçük
Mü’minlere Va’zlar
270
ne de büyük günahlardan kaçacak korkacak değildir. İnsan
herhangi bir şeye alışırsa onu terketmek çok güç olur. Sonra
o alıştığı şey evvela günah iken bir de bakarsınız mübah
gibi kullanmaktan çekinmez, kaçınmaz ve korkmaz hale
gelir. Oyun oynayanları seyir ede ede bir de bakarsınız o
da alışmıştır. Maazallah...
Ellincisi: Günah olan şeylere yardım günah-ı kebâirdendir.
Günahlara teşvik de böylece günah-ı kebâirdendir. Maâsiyete
rıza masiyettir. Hazret-i Allah (celle ve alâ) Hazretleri Kur’an-ı
Kerim’inde ihsan ve hususunda yardıma teşvik etmekle maasi
ve adavete yardımı men etmiştir.
Elli birincisi: İnsanlar için şarkı veya gazel gibi şeyleri
teganni etmek günah-ı kebâirdendir. Kendi kendine söylemek
de mekrûhtur. Tegânni zamanı bitirir. Suların otları bitirdiği
gibi. Ve yine bir insan teganni ile sesini yükseltse; Cenâb-ı
Hak onun omzularına iki şeytan gönderir. Bu şeytanlar adam
teganniden vazgeçinceye kadar kafalarıyla, ayağının topuğuyla
ol adamın göğsüne vururlar. Düğün ve bayramlar da, ulema
arasında ihtilaf olunmuştur. Sevap olan terkidir demişler.
Elli ikincisi: Gerek hamamda ve gerekse insanların arasında keşf-i avret mutlaka haramdır ve günah-ı
kebâiredir. Avret mahallini açan kimse gerek erkek, gerek
kadın, gerek yaşlı, gerek genç olsun ve hazır olan kimseler
dahi, gerek mahremi olsun gerek ecnebi olsun keşf-i avret
etmek haramdır, günah-ı kebâirdendir. Ve hamamdan gayrı
yerde ve namazda ve yalnız halde keşf-i avret etmek haramdır, caiz değildir. Tedavi, sünnetlik ve lohusalık hallerinde
ma’zurdur. Erkekler göbeği altından diz kapağının altına kadar
mahallerin kaffesi haramdır. Kadınlar ise; kadınlar yanında
bile göbeğinden dizi altına kadar olan yeri, erkekler yanında
Mehmed Zahid Kotku
271
ise kaffe-i azası haramdır. Namazda yalnız ellerin içiyle yüzü
haram olmayıp bunlardan maada azasının cümlesi haramdır.
Hatta kadınların bu âzâlardan mâada yerleri namazda açık
olsa namazları sahih olmaz demişler ve hatta kadınların
kabristanda çürümüş kemiklerine bakmak, yapışmak caiz
değildir. Aynı zamanda kadınların erkekler yanında açması
caiz olmayan azasını hıristiyan kadınlarının yanında açması
da caiz değildir.
Elli üçüncüsü: Bahillikdir. Vâcip olan zekâtını fıtrasını, kurbanını ve borcunu saklayıp vermemek günah-ı
kebâirdendir. Nezrini yapmamak ve mahsulünün öşrünü
üzerine borç olanların haklarını vermemek dahi bahillikdir.
Hatta zekatını veripte mürüvvet babından olan hayırları
işlememek de bahillikden sayılmıştır.
Elli dördüncüsü: Hazreti Ali (kerremallahü vecheyi),
Ebubekir ve Ömer (Radiyallahu Anhuma) hazretleri üzerine
tafdil etmek de günah-ı kebâirdendir. Zira Rasul-i Ekrem
(S.A.V) hazretleri Ebu Bekir Hazretleriyle Hazreti Ömer’e
iktida edilmesiyle emir buyurmuştur. Gerek bu ve gerek sair
ehadis-i nebeviyeye ittibaen sıra evvela Hazreti Ebubekr, sonra
Hazreti Ömer, sonra Hazret-i Osman ve sonra da Hazret-i
Ali efendimizindir. Ehl-i sünnet itikadı da bunun üzerinedir.
Hazreti Ali efendimizi (Şeyheyn) üzerine takdim ise rafizilerin
mezhebidir ki, merduttur.
Elli beşincisi: Nefsini katl veya azasından bir azayı
itlaf etmek, yok etmek günah-ı kebâirdendir. Katl-i nefis
her ne suretle olursa olsun mesela: silahla, bıçakla, asmak,
zehir içmek, yüksek minareden atlamak bunların hepsi birdir
günah-ı kebâirdendir. Zira her kim kendini böyle öldürürse
Mü’minlere Va’zlar
272
kıyamet günü cehennemde aynı şekilde ebediyyen azap olunacağı bildirilmiştir. Allah muhafaza buyursun.
Elli altıncısı: İşediği zaman bedenini ve elbisesini sidik
sıçramasından muhafaza etmemek de günah-ı kebâirdir.
Ayakda işemek de buna sebeptir. Çünki namazın esası taharettir. Necasetli elbise ile namaz kılındığında kabir azabına da
müstahak olunur. Taharet esnasında gerek bevlde ve gerekse
diğer taharete güzelce taharetlenmek, elbise ve bedenini kirletmemek lâzım iken orada necaset kalsa bu dahi sidikten
kendini korumayanlara dahildir. Kabir azabının çoğu bu
temizliğe dikkat etmeyenleredir. Bâhusus umumi yerlerdeki
helalara belki insan temiz girip pis çıkar. Onun için ya mağazasında hususi bir mahal olmalı veya çok dikkatli olmak
gerek. İstibra ve istinca zamanında avret yerlerini açmaktan
çok sakınmalıdır.
Elli yedincisi: Sadaka veren kimse sadakayı alan
kimsenin başına kakması; “-ben sana şunu verdim bunu
verdim” diyerek yaptığı iyilikleri saymak ve nefsince sadakayı alan kimseye karşı bir meziyet görmeğe derler ki
günah-ı kebâirdendir.” Bunlar yaptığı hayırların ve iyiliklerin sevabını yok eder. Zira tasadduk ettiği malı ona veren
ve başkasına verdirmeğe iktidar veren ancak Cenâb-ı Haktır.
Buna mukabil şükür etmesi lâzım gelirken her ne suretle olursa
olsun utandırmağa dair yapılan herşey sevabını hem imha
eder hem de Cenâb-ı Hak kelam-ı kadiminde men ettiği gibi
efendimiz hazretleri de başa kakan valideynine asi olan ve içki
içenlerin cennete giremeyeceklerini beyan buyurmuşlar. Ve
bir de Allah-ü Teâlâ kıyamet gününde üç kimsenin yüzüne
bakmaz. Verdiklerini başa kakan, elbisesini uzun eden ve içki
şarap içen. “Allah korusun.”
Mehmed Zahid Kotku
273
Elli sekizincisi: (Allah-ü Teâlâ hayır ve şerri takdir etmez
demek yani kaderi tekzip etmek günah-ı kebâirdendir.
Buna Mezheb-i kaderiyye derler. Bu taife kadere inkâr ile
hayır olsun şer olsun-kul fiilinin hakkıdır- der. Eğer Hak
Teâlâ, kul üzerine şer ve ma’siyeti halk ve takdir etmiş olsa
ol ma’siyet için o kula azap etmesi caiz olmaz derler. Cebriye
de bunun aksini iddia edip kulda asla kuvvet yoktur. Hayır
ve şer ne işlerse cümlesini Mevlanın kudretiyle mecburi
işler derler. Bu mezheplerin ikisi de batıldır. Kaderi inkar
edenler bu milletin mecusisidir. Eğer hasta olsalar ziyaret
edilmemeleri ve cenazelerine gidilmemesi çok calib-i dikkattir.
Ehl-i sünnet itikadında hayır ve şer her ne varki olursa olsun
cümlesi Allah-ü Teâlânın takdir ve iradesiyle olur. Takdir-i
ilahi olmaksızın hiç bir şey meydana gelmez. Kul hiç bir
zaman fiilinin halikı olamaz vesselam. Asla kulda hiç bir
kudret olmayıp mecburi işlenişlerini de doğru olmadığı da
her akıl-ı selim sahibine malumdur.
Altmışıncısı: “Kulların işlerini kendilerine isnat etmeleri
günah-ı kebâirdendir.” Cennab-ı Hakkın izni olmadıkça hiç
bir kimsenin, hatta hiç bir zerrenin bir şeye kadir olmadıkları
ehl-i sünnet i’tikadıdır. Hakkın müsaadesi olmadan şunu şöyle
yaptım bunu da böyle yaptım demek Kaderiye mezhebidir.
Yukardaki gibi: Kur’an-ı Azimüşşan bunları açıkca beyan
eder. Her şeyin halikı Allahtır. Allah’tan başka bir Malik mi
var? Kulları ve kulların bütün harekatını yaratan ve her şeyi
yaratan Allah (sübhanehu ve teâla) olup ondan başka halık
yoktur. diye i’tikad etmek lâzımdır. Halik-ı (zülcelal)’in irade-i
ezeliyyesi taalluk etmedikçe hiç birşey olamaz. Bu meseleye çok
dikkat edip ne kaderiyye mezhebine ne de cebriyye mezhebine
kaymamalıdır. “Ben yaptım ben ettim” deme kendine isnat
etmek ve benlik vadisine, düşmek de çok tehlikelidir. Her
Mü’minlere Va’zlar
274
işin Allah-ü Teâlâ’nın izniyle ve iradesiyle, takdiriyle olacağına
iman etmek gerektir.
Altmış birincisi: Kahini, müneccimi, Arrafiyi tasdik
etmek de, günah-ı kebâirdendir. Bizim kapı kapı dolaşan
hanımların ve beylerin kulakları çınlasın. Kahin; gaibden haber veren kimseye denir. Müneccim yıldıznamelerden ahkam
çıkaranlara, Arraf da; “eşyayı çalanları meydana çıkarırım” diye
iddiada bulunan kimseye denir. Bazıları arraf sihirbaz demektir
demişler, hangisi olursa olsun bunları tasdik etmek haramdır
ve günah-ı kebâirdendir. Müneccime de kahin diyen olmuştur.
Bir kimse kahine, müneccime, arafa, sihirbaza gitse de onları
tasdik eylese veya iman eylese Hazreti peygambere inzal olunan
şeyi yani, Kur’anı inkâr etmiş olur ki, kâfir olur.
Altmış ikincisi: Zahir-i şer’iyyede nesebi belli olan
bir kimseye ta’n etmek yani ol mümini ırz ve namusunu
ayıplayacak söz söylemek günah-ı kebâirdendir.” Bazıları
o tan olunan müminin babasını başka babaya hamletmekdir
demişlerdir. Mutlaka insana ta’n etmek ne suretle olursa olsun
haramdır. Zira ta’n ezadır. Mümine nesep cihetinden eza etse
en büyük bir ezadır. İki sınıf insan vardır ki, bu hareketler
küfre mucib hareketlerdendir. Birisi nesebe ta’n eden, birisi
de ölü için medhiyeler söyleyip ağlayandır. Ağlamadan, yine
onun bazı evsafını sayıp dökmek de haramdır.
Ölü için yemek, ziyafet, helva vesaire yapmak caiz değildir, menhidir.
Altmış üçüncüsü: Mahluk için kurban kesmek haramdır
ve günah kebâirdendir.” Böyle mahluk için kesilen kurbanın
etini yemek de haramdır. Zira Allahü Teâlâ'nın ismi şerifinin
gayrile kesilen hayvan ölü hükmündedir. Ölü hayvan etini
yemek haram olduğu gibi kesilen hayvan büyük olsun küçük
Mehmed Zahid Kotku
275
olsun horoz ve tavuk gibi namına kesilen kimse ister nebi ister
veli olsun caiz değildir. Nebiyy-i zişan için ve evliya-ı izam için
kurban kesmek caiz olmadığı halde nasdan birisinin şerefine
kesilen kurban da tabii hiç caiz değildir. Allahü (celle ve alâ)
nın isminin gayrısına, kurban kesmek veya ismiyle kul ismini
birleştirmek suretiyle de kurban kesmek de caiz değildir ve
etini yemek de haramdır.
Müminin kurban keserken sehven, unutarak (bismillah)
demeden kesse maz’ur olması hasebiyle hayvanın etini yemek
mubahtır ve caizdir. Fakat (bismillah) ve “bism-i Muhammed” diyerek kesilen hayvan, Musa ve İsa namına kesmek,
Kabe namına peygamberimiz namına veyahut padişahlar ve
emsali büyükler için ve yollarda karşılayıp onların şerefine,
veya cin peri için kurban kesmek kat’iyyen caiz değildir, eti
haramdır. En güzel kesilen kurban ancak ve ancak Allah
rızası için kesilir, ba’dema sevabı istediği kimsenin ruhuna
hediyye etmektir.
Altmış dördüncüsü: Elbisesinin eteğini uzun edip
sokakta gezerken onu yere doğru salıvermek günah-ı
kebâirdendir.
Birincisi: Sokaklarda pislikten muhafazası mümkün
olmaz.
İkincisi: kibir zaten haramdır. Elbise de hattı vasatt topuklara
kadar olmakdır. Bundan ziyadesi ifrattır. Bir insan için nefsine
ucup verecek şeyi giymesi ve onunla çalımlanması haramdır.
Hatta parmağına takdığı veya boynuna takdığı kıymetli şeylerle
ucup gelirse kendini beğenirse varlığı ile iftihar ederse bunlar
da haram olur. Çünki kibir ve ucup son derece sakınılacak
mezmum sıfatlardandır. Ve bunlardan korunarak bu gibi şeylere
Mü’minlere Va’zlar
276
meydan vermemek lâzımdır. Çünki kalbinde zerre miktarı kibir
olan Cennete giremiyecektir, diye buyurulmuştur.
Altmış beşincisi: Bir kimse için evlâdını dalalet
yollarına kötü ve fena adet an’anelere ve çirkin sözlere
alıştırması günah-ı kebâirdendir. Zira insan evladını en
iyi bir şekilde yetiştirmeğe mecburdur. Evladına öğretip
onu camiasına ısındırmak ve alıştırmak, devamını temin
etmek, Kur’anını lâyık-ı vechile öğretmek, emirlerine ve
yasaklarına karşı çocuğu uyarmak her ana ve babanın
başlıca vazifelerindendir. Çocuklarımızın sokakta top
oynamalarına, konu komşuyu rahatsız etmelerine engel
olmalıyız. Çalgı ve müziğin usullerine kendilerini kaptırmamağa da dikkatli olmaları lâzımdır. Sonra evlat deyip
geçme. Onun dünya istikbalinin temin için babaların nasıl
gayret gösterdikleri nasıl masraflara katlandıkları malûm.
Buna mukabil evlatlarını dindar yetiştiremezlerse bunun
mesuliyetini tabiatiyle ebeveyn üzerine alacaktır. Şu da
hepimizin malûmudur ki onlar bizlerin yerine bırakılan
birer emanet-i ilahidir. Yaptıkları ve yapacakları bütün
hayır işlerinde ebeveynine de aynı sevap olacağı gibi,
yaptıkları günah işlerden ve yaramaz hallerinden de aynı
şekilde müteessir ve müteezzi olacakları da malûmdur.
Dinsiz olarak yetişirse artık bunun vebaline nasıl tahammül
olunacaktır bilemem. Erkeklerin kadın kıyafetine kadınların da erkek kıyafetine girmesi kat’iyyen caiz değildir ve
menhidir. Herkesin evinde bulunan hanımlarını ve çocuklarını namaz ile ve İslâmi hayatı yaşamaları için Allah-ü
Teâlâ'nın emrini duyurması ve tatbik etmesi lâzımdır.
Sonra herkim evladını şarap içen kimseye verirse onu
cehenneme eliyle sevketmiş olacağından evlenecek kızlara
da müslüman koca aramaları vaciptir. Dinsizlere verilirse
Mehmed Zahid Kotku
277
nikâh batıldır. Hükmü yoktur. Her ikisinin dindar olmaları şarttır. İmansız kimselere kızlarını vermek kat’iyyen
caiz değildir. Bu günün nazikliğini iyi düşünmeli imansız
kızlarıda kat’iyyen almamalıdır. Her nekadar münevver
olursa olsun. Çünki nikâh sahih olmaz. Ma’lum nikâh
iman ile meşruttur. Abdest olmayınca namaz nasıl sahih
olmazsa İman olmayınca da nikâh sahih olmaz.
Halbuki İslâmdan evvelki devirlerde bâhusus Araplar
arasında evlatlarını diri diri gömenler olurmuş. O masum
çocuklar, haksız yere öldürüldükleri için bunun cezasını ana
ve babaları çekecektir. Fakat masum çocuk İnşaallah cennete
gidecektir. Fakat bugün maalesef dinsiz olarak yetişen evlatların
yeri tabiatiyle cehennem olacak. Ve ebeveyninin yerinin neresi
olacağını onlar düşünsün. Bugün biz, evlatlarını öldürenleri
ayıplarken bak kendimiz ne hale geldik.
Altmış altıncısı: Kötü bir yol ve bir çığır açmak şeriatta
olmayan şeyleri icad ve ihdas edip meydana getirmeye bid’at
dedikleri gibi kötü yol açmak da günah-ı kebâirdendir. Bu
açılan yol İslâmın istemediği bir yol ise ve bu yola gidenlerin
bütün veballeri bu yolu açanın defterine geçmekte olduğunu
bilmek gerektir. Mesela: Kahvehaneler, gazino ve sinema, dans
ve balolar, denizlere kadın erkek karışık girmek, meyhane ve
kumarhanelerde hep (setr-i seyyie) yani kötü çığır, avret yerlerinin açılması, yarıçıplak gezmek ve bunlara benzer hadiseler
hep aynı günaha dahildir. Bugünün müslümanı bunlara hiç
kulak asmaz ve müslümanlığı kendi keyf ve arzusuna göre
olsun ister. Böyle müslümanlık olmaz vesselam. Halbuki günah ne kadar büyük olsa dahi aff-ı mercüdur. Fakat kötü yol
açmak suretiyle kazanılan günahlar daima artmakta ve devam
etmekte olduğundan günahlar da birer çığ gibi büyümektedir.
Mü’minlere Va’zlar
278
Cenâb-ı Hak cümlemizi kötü yol açmaktan ve hakkın rızası
olmadığı bütün yollardan muhafaza buyursun, amin.
Altmış yedincisi: Bir müslümanın müslüman kardeşini silah, bıçak ve sair demir aletleriyle, velev şakadan
olsun, korkutmak günah-ı kebâirdir. Hatta bir kimsenin
yanında bulunan eşyasından haberi olmaksızın latife yoluyla
da olsa saklayıp o zatı telaşa düşürmek ve korkutmak da bu
kabildendir.
Herkim kardeşini demir vesair birşey ile tehdit eylese,
melekler, o kimseye la ‘net eder. Tâ o fiilinden vazgeçinceye
kadar. Müslümanı korkutmayınız. Muhakkak müslümanı
korkutmak büyük bir zulümdür. Mümin kardeşini her neşekilde olursa olsun korkutanı Allahü Teâlâ yevmi kıyamette
korkularından emin kılmaz. Tabii bunlar hepimizce malumdur.
Yalnız şu kadar var ki bazı kimseler bu gibi huysuzluklardan
adeta lezzet alırcasına irtikap ederler.
Altmış sekizincisi: Ahir kimseyle mücadele ve niza
etmek günah-ı kebâirdendir. Mezheplerin müdafileri hasmını utandırmak ve kendini faziletini izhar kastiyle olduğu
surette, günah-ı kebâiri işlemiş olur. Buna husumet-i batıla
derler. Lakin mücadeleden murat bir hakkın meydana çıkması içinse mendup ve caizdir. Ahurin söylediği kimsenin
ya lafında veya manasında söyleyeni tahkir ve kendi meziyet
ve zekasını izhar eylemek üzere i’tiraz etmeğe derler ki, bu
dahi kebâirdendir. Hakikatını lâyıkîle bilmediği şey üzere
mücadele ve husumet eyleyenlere Cenâbı Hak gadap eyler.
Ta o mücadeleden vazgeçinceye kadar. Mümin-i müvahhide
lâzım olan hak kelâmı işittiği vakit onu tasdik ve batıl sözü
işittikte eğer umuru dine müteallık ise batıl olduğunu isbat
Mehmed Zahid Kotku
279
ile ve batılı isbat etmektir ki, vacip olur. Haram derecesinde
olan mücadele ile mürâi nur-i imanı söndürür.
Mücadeleyi haklı olduğu halde bile terketmek efdaldir.
Ekseriya kardeşler arasında nefreti mucip olacak derecede
ayrılıklar olduğu görülegelmektedir ki, ekseriya bunu biraz
dünya ilmine vakıf olanlar meziyetlerini izhar için ikidebir
mücadelelere girişirler. Ve sonra da birçok herzeler doğar.
Bilseler bile gururları süküta razı olmaz vesselam.
Altmış dokuzuncusu: Kölesinin zekerini keserek onu
tıvaş etmek yani hadım etmek, erkeklikten mahrum etmek
kebâirdendir. Köle ister ufak olsun ister büyük zekerini kesme
gerek zulmen olsun ve gerek başkasına daha pahalı satmak
için olsun haramdır. Yalnız eti yenen hayvanların semiz
olmaları için burmak ve hayalarını çıkarmak caizdir. Zekeri
kesilen köle erkeklikten çıkmayacağı için; onların mahremi
olmayan hanımlara bakması caiz olmadığı gibi; kadınlarla
beraber oturması da caiz değildir. Kadınların bu hadım olan
erkeklerden kaçmamaları da haramdır.
Böyle kimsesiz zuafa ve garip kimseler (ki yardımcıları yalnız
Allah'tır). bunlara zulmedenlere Hakkın gadabı şiddetli olur.
Hatta bunlara zulmetmek değil belki insanlık icabı daha fazla
şefkat, merhamet göstermek ve hatta yediğinden yedirmek,
giydiğinden giydirmek ve takatları fevkinde iş göstermemekle
de mükellef bulunurlar ve böyle yapmadığı takdirde, onları
satmak evlerde kullanmamak daha evladır.
Yetmişincisi: Yine köle ve cariyesinin azalarından
birisini kesmek günah-ı kebâirdendir. Onlar köle olmakla
fakir ve zaif olmakla müslümanlıktan çıkmış değildirler. Ve
müslüman, kardeşindir. Amma Allah-ü Teâlâ sizleri zengin
Mü’minlere Va’zlar
280
etmiş ve onlara galip kılmış olmakla, onlara yapılan bu gibi
haksız zulümlere razı olmaz.
Köle kardeşinizdir. Kardeş muamelesi yapınız. Sonra
Hakkın la’netine müstahak olursunuz.
Yetmiş birincisi: Yine insanın köle ve cariyesine eza
etmesi kuvvetinin gücünün yetmediği ağır işleri teklif etmesi haramdır, günah-ı kebâirdir. Merhametsizlik alâmetidir.
Kabahat ve kusurlarını daima af etmek hatta günde yetmiş kere
dahi olsa yine afv ile muamelede bulunmak müslümanlığın
şiarı, insanlığın iktizasıdır; efendiliğin şiarıdır.
Yetmiş ikincisi: İn’am ve ihsan gördüğü kimseyi medh-ü
senâ etmek lâzım olduğu halde bu şükrü ifa etmeyip inkar etmek günah-ı kebâirdendir. Şükür Hakk'ın hakkıdır.
Fakat vasıta ile sana ihsan eden kimseye teşekkür gerekir.
Çünki in’am ve ihsan gördüğü kimselere teşekkür edemeyen
(Allahü celle ve ala)ya da şükür edemez buyurulmuştur. Aza
şükür etmesini bilmeyen çoğa da edemez. İnsanlara teşekkür
edemiyen Hakka da şükür edemez. Allah-ü Teâlâ’nın nimetlerini anmak şükür sayılır. Bunun terki ise küfran-ı ni’mettir,
cemaat rahmettir, ayrılık da azaptır. Cenâb-ı Hak şu ümmet-i
Muhammede birliği nasip eylesin.
Ümmet-i Muhammet muhtelif milletlerden mürekkeptir.
Ya biz bir kavim ve bir milletiz. Yazık değil mi bizlere. Bir
takım partilere bölünmüş haldeyiz hiç birisi diğerini beğenmez
durumda Allah acısın halimize.
Yetmiş üçüncüsü: Nasın suya ihtiyacı olduğu sırada
nehir ve dere sularından kendi ihtiyacından gayrısını
menedip, nâsı susuz bırakmak kebâirdendir. Men olunan
sular dere sularıdır. İnsanlar üç şeyde müşterektir. ot su ateş.
Bunların paraları da haramdır.
Mehmed Zahid Kotku
281
Bunlar umum nâs için meta olur. Kendi menfati için
mani olmaya kalkmak haramdır günahtır. Hatta kendi kazdığı
kuyunun suyunun fazlasını bile men edemez. Hayvanları
sulamak için arazisini sulamak için hakkı vardır.
Yetmiş dördüncüsü: Bütün günah ve kabâyih ve hiyaneti içine alan zulme meyil demektir ki; bunları Mekke-i
Mükerremede işlemek günah-ı kebâirdedir. Her ne kadar
ufak olsa dahi. Mekke-i Mükerreme de nâsın muhtaç olduğu
şeyleri pahalı satmak da böyledir.
Nâsı dövmek ve hatta karısı dahi olsa günahı kebâirdendir.
Zira o mahalli mübarekenin şerefine mebni sevaplar nasıl yüz
bin oluyorsa günahlar da ne kadar ufak olsalar dahi böyle
büyür. Orada adeta melek gibi kimseyle itişmemek, başkalarının hata ve kusurlarıyle onları müaheze etmeyip kendi
kusurlarının islahına çalışmalıdır.
Yetmiş beşincisi: Bir kavmin söylediklerini onların izni
olmadan dinlemeye tehassüs derler haramdır ve günah-ı
kebâirdendir. Böyle rızasız söz dinleyenlerin kullarına eritilmiş
kalay akıtılacağı da ceza olarak bildirilmektedir.
Yetmiş altıncısı: Nâsın ahvalini teftiş ve ayıplarını
tahkik etmeğe tecessüs derler ki, kebâirdendir.
Yetmiş yedincisi: Tavla ve dama oynamak ve oynamağa
azmetmek de kebâirdendir. Bunlarla oynamak insanın en
aziz ve kıymetli ömrünü boş yere zayi ettiği gibi oynayanlar
fasıktır ve şahadetleri de red olunur ki, ne kadar acı bir lekedir.
Sonra bu oyunları oynatanlar eğer namaz kılan tabakadan ise
irin ve hınzır kanına ellerini bulaştırmış oldukları halde namaz
kılarki bu da makbul bir namaz olmaz demişlerdir.
Yetmiş sekizincisi: Yedi taşla çukurlara atılarak oynanan oyuna “MİFKALETÜ” diyorlar ki, oynamak günah-ı
Mü’minlere Va’zlar
282
kebâirdendir. Bu oyunu satranç veya tavla oyununa teşbih
etmişlerdir. Hangisi olursa olsun, ömr-ü azizin boş yere zayiinden başka hiç birşeye yaramayacağından ve hem de insanı
ibadat-ı tâattan ve cemaatten de alıkoyacağından günah-ı
kebâirden addedilmiştir. İnsana gereken, kulluk vazifesini ifa
edip, ömrü zayi eden herşeyden kaçmaktır.
Yetmiş dokuzuncusu: Haramlığı icma-i ümmetle sabit
olan her bir oyun ve her lehviyatı çalmak ve öttürmek
günah-ı kebâirdendir. Düdük, zurna, ud, saz ve bunlara
benzer ne kadar alat-ü edevat varsa ki, insanı hem ibâdetten
alıkoyan ve hem de insanın nefsaniyetini ve şehveti takrik eden
ve günahlara sokan şeyler ki âyet-i kerimede (melahi) lafz-ı
fısk-ı fücur meclislerinde çalınmaları itiyad olunan bilumum
çaıgılara şamildir. Bunların tarifi İhyayı Ulumda daha geniş
olarak vardır.
Seksenincisi: Bir müslümanın diğer bir müslümana
- Ya kâfir demesi de kebâirdendir. Bu söz eğer doğru
çıkarsa yani o müslim kâfir ise; ne ise; eğer kâfir değilse;
söylediği - kâfir sözü- söyleyene gider. Bu takdirde insan, din
kardeşinin küfrünü veya kendi küfrünü iltizam etmiş olur
ki; büyük günahtır. Kardeşinin küfrüne zahip olan kimsenin
cezalandırılması lâzım gelir demişlerdir. Yahudi veya hristiyan
demek de böylece günah-ı kebâirdir. Kardeşine küfür isnat
etmek onu öldürmek demektir vesselam.
Seksen birincisi: Birkaç hanımı olan kimsenin hanımları arasında her bakımdan yemek, giyinmek, ev, vesaire
bakımından adalete riayet etmemesi günah-ı kebâirdir.
Adalet her şeyde şarttır. Bâhusus aile efradı arasında daha
ziyade dikkat edilmesi lâzım olan birşeydir. Birkaç hanımı
Mehmed Zahid Kotku
283
olupta adalete riayet edemiyen kimse kıyamet gününde bir
tarafı tutmaz olarak sakat olduğu halde haşr olunacaktır.
Seksen ikincisi: Eliyle Menisini çıkartmak (nakihul
kef) derler ki, günah-ı kebâirdendir. Yalnız bekar olanlar
şehvetini teskin için olursa mazurdur.
Telezzüz için olursa hem günahtır hem de vücuda çok
zararlıdır. Ruha zararı ise daha büyüktür.
Seksen üçüncüsü: Helal itikad etmeksizin hayzlı ve
lohusa halinde iken hanımına zevcesine muameleyi cinsiyye
icra etmek de günah-ı kebâirdendir. Bu benim zevcemdir,
ne zaman istersem muamele-i zevciyyede bulunurum dese
küfründen korkulur demişler.
Seksen dördüncüsü: İnsanların her zaman muhtaç
oldukları yiyeceklerin, gıdanın pahalı olmasına sevinmek ve kebâirdendir. Çünki bunlara bila istisna herkes
muhtaçtır. Herkesin pahalı olan muhtaç olduğu şeyi alması
mümkün olmaz. Bu ise ekseriya bunları alıp satan tüccarların
yapageldikleri işlerdir. Umumun zararını istemek, pek büyük
mezmum bir sıfattır.
Ucuzluğa mahzun olmak da haramdır. İkisi de bir yola
çıkar. Elindeki zahireyi pahalı zamanda satıp, ucuzlayınca
satmayıp saklamağa ihtikar denir.
İhtikar, yalnız zahireye mahsus olmayup insanların muhtaç
oldukları herşeye şamildir demişlerdir.
Kendi mahsulü ise; bir senelik ihtiyacını alıkoyup bakisini satmak evladır demişler. Hatta esvaplar da kumaşlar da
böyledir derler.
Seksen beşincisi: Esrar yaprağı, bizim haşhaş dediğimiz
şeyden çıkarılan bir maddedir ki, bunu içenlerin akılları
Mü’minlere Va’zlar
284
başlarından gidip, bir hülya alemine dalıp, kendilerinden
geçer ve ne yaptıklarını ve ne yapacaklarını bilemeyecek
şuursuz bir hale düşerler.
Şarap içkisi bazan sahibine cömertlik ve şecaat ve neş’e
tevlid ettiği halde, bu afyon denilen habis ise, insanda ne şuur,
ne sıhhat, ne şecaat bırakır. Bilakis bedende uyuşukluk fikirde
durgunluk, sükut; uyku ve hamiyetsizlik hasıl eder, derler.
Hayvana yedirilmesi de haramdır. Esrar necistir, rengi
sarartır, kanı ifsad eder. Bedeni sıhhati bozar. Son nefeste
kelime-i şehadeti söyleyememesinden korkulur. Afyonun 120
kadar maddi ve manevi zararı vardır demişler. Cenâb-ı Hak
cümle ümmet-i Muhammedi bu gibi afatlardan muhafaza
buyursun. Şu biraya nerde ise artık helal demeğe az birşey
kaldı. Bizim ülkemizde biz müslümanken bu serbest satılıyor
ve içiliyor da halbuki bugün gavur Amerikada ise bunun da
içki gibi olduğunu ve serbest satılmadığını öğrenince insan
ne kadar üzülmektedir.
İnsanı, çok içtiği takdirde sarhoş eden her şeyin azı da,
damlası da haramdır.
Seksen altıncısı: Hayvanın gerek fercine ve gerek dübürüne yani gerisine ve yabancı kadının dübürüne yani
gerisine fiili şen’i icra etmek günah-ı kebâirdendir. Kendi
ailesine bu livata muamelesi yapan kişinin akıbeti yukarda
geçmişti. Ecnebiye de yapılan fiil- şenînîn ukûbet derecesi
daha şiddetlidir. Helal i’tikad ederse küfrüne icmaan hükmolunmuştur. Cezası zina cezasından daha şiddetlidir. Mesela:
Minare gibi yüksek yerden baş aşağı atılır Ebu Bekir ve
Ali (R.A.), Abdullah b. Zübeyr, Hişam b. Abdülmelik ise
yakılmasını emir buyurmuşlardır.
Mehmed Zahid Kotku
285
Bu fiil-i şeniyi işleyenler her ikisi de katl edilir. Hayvanına
karşı bu fiili işleyenlerinin hayvanı da öldürülür, kesilir ve
gövdesi yakılır.
Hayvan başka kimsenin ise; bu fiili işleyene de tazmin
ettirilir, demişlerdir.
Seksen yedincisi: Âlimin ilmiyle amel etmemesi de
günah-ı kebâirdendir. Zira amelsiz ilim vebaldir. Ameli
olunmayan her ilim, sahibine vebaldir. Kıyamet gününde en
şiddetli azap ilmiyle amel etmeyen âlimlere olacaktır. Kürsülerde caka satarak eliyle koluyla işaretler yaparak çalım satan
ve ilmiyle amil olmayan âlimlerin vay haline.
Bu büyük günah Mekke-i Mükerreme'de ki ufak günahların büyük oluşuna benzetilmiştir. Onun içindir ki; Kürsü
tahtalarını kırarcasına yumruğunu vurup herkesi ikaza çalışan
vaiz efendinin bütün emekleri boşuna gitmektedir. Hele
şimdi bir de İmam-Hatip mekteplerinden ve Enstitülerden
mezun olup da namaz bile kılmayan ve Ezan-ı Muhammedi okunurken herkes Cuma namazına giderken bunların
top sahalarında top oynamaları ne kadar derseniz? o kadar
ayıptır. Bunlar yarın, bu millete hoca olacaklar heyhat, vay
halimize. Diğer taraftan bütün teknik mühendisi, mimar,
doktor, kimyagerler, madenciler, iktisadcılar ve sair bütün bu
münevver tabakanın tuttuğu istikamete bak. Bir de bizim din
adamlarımızın halini göz önüne getirecek olursak ağlamaktan
başka çaremiz kalmadığını görürüz.
Yalnız i’timadımız Allah-ü Celle ve alâya’dır.
Bizleri ve Türk milletini muhafaza buyursun. Fazl-ı keremi
luf-i inayetiyle.
Seksen sekizincisi: Gerek alırken ve gerek yerken yediği taamı ayıplamak, “bu iyi değildir,” demek günah-ı
Mü’minlere Va’zlar
286
kebâirdendir. Mesela: alacağı şeyi beğenmiyorsa bu da iyi
amma daha iyisi yok mudur? Varsa ondan veriniz demek
lâzım geldiğini büyüklerimiz beyân etmişlerdir.
Seksen dokuzuncusu: Davet olunan yemeğe bir masiyet
ve günah olmadığından, gitmemek günah-ı kebâirdendir.
Menhiyattan bir şey olduğuğunu anlarsa ki; bugün gerek
düğün ve gerek nişan cemiyetlerinde yapılan rezaletler göz
önünde olduğundan bu yerlere gitmemek ayrıca sevaptır.
Lakin davete icabet vacip kuvvetinde bir sünnet-i seniyyedir.
Oraya gitdikten sonra böyle bir menhiyat zuhur ederse ona
kulak asmadan yemeğini yersin. Sünnetin terki caiz olmaz
demişler. Nitekim cenaze namazlarında bazı münkiratlar
görülmektedir. Fakat bununla beraber cenaze namazının
terki caiz olmadığı gibi davetlerde de bazı kusurlar olur bu
kusurlar haram mahiyetinde değilse onlara kulak asmadan
yapılan ikramları yedikten sonra, Allah cemiyetinizi mubarek
etsin, deyip kalkar gidersin demişler.
Doksanıncısı: Zikrullah anında veya Kur’an okunduğu
zaman, tesbih ve tehlillerde onların âdâtına mutabık ve
mevzun olarak bilihtiyar kendi isteği ile lehv için raks
harekat izhar etmektir. Raks, harekat muzıka ile kalkıp
oynamağa derler. Fakat bu oyun öyle düğünlerde oynanan
oyunlara benzetilmemelidir. Her nekadar taklitçilikse de zikrin
tesirine kendilerini kaptıran zuafanın halleridir. Zikirde olgunlaşmış kimseler bu gibi şeyleri hoş görmezler. Zira günahtır.
Çünkü: ibâdette ağırbaşlı olmak gerektir. Bazen buna cezbe
adı takıp cezbeye geldi derler. Bu da hatalı bir sözdür. Çünki
cezbede insan kendini kaybeder. Yaptıklarından haberi bile
olmaz. Onun için o ma’zurdur. Fakat zayıf olan derviş onun
gibi yapmağa özenir. Bütün hareketleri kendinin mâfûmudur.
Mehmed Zahid Kotku
287
Bazen de aşka gelip bir de -Allah- diye bir feryad koparmaz
mı artık herkesin gözü bunu arar. Acaba bu aşık kimdir diye.
Halbuki; o aşık dediğimiz zat çok günah işlemiş bir zavallıdır.
Allah cümlemizi affetsin de o uydurmacılıktan bizi kurtarsın,
amin. Ciddi, sahih olanın öyle çalgıya veya söylenen sözlere
hiç ihtiyacı yoktur. Zira o, herzaman sekir, sevinç ve şuur
içindedir. Hak (sübhanehu ve Teâlâ) hakiki ve ciddi cezbeyi
bizlere de nasib eylesin, amin.
Doksan birincisi: Dünyaya muhabbet etmek, günah-ı
kebâirdendir. Dünyanın bir takım çok çabuk geçen hazIarına
kalbini bağlamak suretiyle dünyaya muhabbet eden, tabiatıyle
âhiretine zarar verir. İbadat ve tâatını, hayır, hasenatını, lâyıkı
vechile yapamaz. Bu suretle âhireti için zararlı olur. Evvela
cemaate devam edemez. İkincisi sabah namazlarına vaktiyle
kalkıp camisine gidemez. Kalkıp kılsa da yalnız kıldığı için
yine zarardır. Âhiretine muhabbet eden, tabiatıyle dünya nimetlerinden faydalanamaz. Onun için, onun da dünyası zararlı
olur. Dünyaya ihtiyacımız kadar dünyaya, âhirete ihtiyacımız
kadar da âhiretimize çalışmak, teraziyi iyi kullanabilmek ve
âhireti elden kaçırmamak gerektir.
Doksan ikincisi: Delikanlı genç, güzel yüzlü kimselere
ikinci defa şehvetle bakmak günah-ı kebâirdendir.
Çünki bu ikinci bakış Allah korusun insanı livataya sevke
sebep olabilir. Şehvetsiz bakmak da yine haramdır. Zira bu
bakışlarda bizim bilemediğimiz idrakimizin haricinde bir
kuvvet vardır ki o bizi zehirler. Bu sebepten buyurulmuş.
“Bakmak iblisin zehirli oklarından bir oktur.”
Herkim Allah korkusundan naşi bu bakmayı terkederse
ona öyle bir iman verilir ki; onun tadını kalbinde bulur.
Mü’minlere Va’zlar
288
Yemeklerin lezzetini sıhhatli kimseler ağızlarında buldukları gibi imanın lezzetini sağlam imanlılar kalplerinde ve
gönüllerinde bulurlar. Yemeklerin lezzetini bulanlar o sevdikleri yemekleri nasıl daima ararlarsa hakiki iman sahipleri
de ibâdetlerin tadına doyamazlar. Gündüzleri ibâdetlerini
yaptıkları halde geceleri de herkes uyurken veya dünya zevk’ü
safalarına kendilerini kaptırmış olanlara bilmukabil, Hakkın
rızasını elde edebilmek için gece ibâdeti yaparlar. Ağlarlar,
sızlanırlar, tazarru ve niyazın en güzellerini yaparlar. İşte
bunlar hep Hak Teâlâ'nın o kulunun günahlardan kaçmasına
karşı verdiği iman, nimet ve onun semeresidir. Sen bu göz
bakmasını yabana atma. Bunun yasak edilişindeki hikmetlere
aklımız ermez. Bize düşen Hakk'ın yasaklarına saygı gösterip
günahların her çeşidinden korkup kaçınmaktır. Ondan naşidir
ki, üç kimse kıyamet gününde cehennemi bile görmeyecekler,
yani azap olunmayacaklardır.
Bunlardan birisi:
Allah yolunda nöbet bekleyenler, hudutta düşman gözeticiler, askerlerle birlikte Hakk’ı gözleyen herkes dahildir.
İkincisi: Allah korkusundan naşi ağlayan gözler.
Üçüncüsü: de Allah-ü Teâlâ'nın haramlarından gözlerini
men eden bahtiyarlardır. Genç delikanlıların fitnesi kadınların fitnesinden daha şiddetli ve fena olduğu da ayrıca beyan
olunmaktadır.
Onun için bize gereken şey, haram mı, günah mı hemen
kaçmaktır.
Doksan üçüncüsü: Başkasının evine kapı deliğinden
aralığında ve sair görülen yerlerden bakmak da haramdır
ve günah-ı kebâirdendir.
Mehmed Zahid Kotku
289
Hatta ev sahibi o bakan kimsenin bakarken gözünü çıkarsa,
şer’an ödeme, kısas yapmak lâzım gelmez, demişler.
Bir kimse bir eve girmek istediği zaman evvela izin istemesi gerekir. Evvelce bu “selamün aleyküm” diye yapılırmış.
Şimdi ise kapıları çalmak ve zillere basmakla yapılmaktadır.
Eve girmek isteyen kimsenin -bu selam ve kapı çalmasından
önce- gözü evin içersine bakarsa o zata ceza olarak eve girmesine izin verilmediği gibi o zat, Allah ve resulüne de asi
olmuş olur.
Doksan dördüncüsü: Başkasının evine izinsiz girmek
de günah-ı kebâirdendir.
Yine bunun gibi etrafı duvarla çevrili bağ ve bahçelere
girmek de böyledir. Şu kadar ki; komşunun kıymetli bir
malı herhangi bir sebeple komşunun bahçesine düşse ve
komşu yine, sonra bunu vermeyeceğini ve inkar edeceğini
muhakkak bilirse, o zaman izinsiz girmesinde beis yoktur ve
caizdir demişler.
Doksan beşincisi: Fıskı zâhir olmayan yani bilinmeyen
kişiyi gıybet etmektir ki, günahı kebâirdendir.
Kardeşinin hoşlanmadığı kerih gördüğü çirkin sözleri
onu zem yolunda arkasından söylemektir. Amma fısk-ı zâhir
yani her türlü günahları alenen işlemekten kaçınmayan şahsın
aleyhinde konuşmak gıybet değildir demişlerdir.
Fakat bunun aksi olan diğer hallerini zikir ve beyan yine
haramdır. Dinleyenlerin bilmedikleri bir kavim ve bir cemaat
aleyhinde konuşmak gıybet değildir. Ve yine bir adamın şöhreti
mesela kanbur veya şaşı vesair buna benzer bir şeyle bildirmek
lâzım gelse bu da gıybet değildir. Ve yine bir zalimi zulmünden
naşi korumak ve o zalimi korkutmak için, ol zalimin zulmünü
sayıp dökse bu da gıybet sayılmaz. Ve lakin fıskı yani fasıklığı
Mü’minlere Va’zlar
290
bilinmeyen kimsenin kerih göreceği gördüğü ve güceneceği
söz söylemek kat’iyyen caiz olmayacağı gibi, büyük bir günah
işlemiş olur. Ve bu gıybet o kadar kötü bir şeydir ki, ölmüş bir
kardeşinin etini yemeğe benzetilmiştir. Aynı zamanda gıybet
ile nemime, yani söz taşıyan, burda duyduğunu hemen öteki
kimseye eriştirendir. Bu ara açmağa sebeptir. İman meyveleri
olan salih amelleri mahveder. Bu insanın hali, çobanın hayvanlarını beslemek için meyvalı ağacın dallarını kesmesine
benzer. Gıybet, din cihetinden olan ayıpların zikriyle olabileceği gibi, dünya cihetinden olan ayıpların zikriyle de olur.
Mesela; kamburdur, şaşıdır, topaldır gibi ve müminin nesebine
bir şey isnat etmekle olur. Sözünde, hareketında, elbisesinde,
evindeki noksanları zikretmekle de olur. Bir de işaret, ima ve
kitabetle de olur. Hele bazen korkunç sert bakışlar da Sûre-i
Hümeze’de de beyan olunduğu vechile pek fenadır. Cenâb-ı
Hak cümlemizi bu afatlardan muhafaza buyursun. Kendi
kusurlarımızın islahiyle meşgul eylesin, amin.
Doksan altıncısı: İsraftır. Günahı kebâirdendir. Allahü
Teâlâ'nın müsrifleri sevmediğini hemen hemen herkes bilir
zannederim. Şöyle tarif etmektedirler: Bir insanın geçinebileceği
mikdar mal ile kifaflanmağa kanaat etmeyip ziyade mallar
sarf ve harc etmeğe israf derler ki, pek büyük günahtır. Zira
hem kendini hem de efrad-ı ailesini ve hem de cem’iyyetini
mutazarrır etmektedir.
Kifaf miktarı maiyşete razı olmayıpta bir takım tayyibat-ı
mubaha ile iştigal ve itibar eden kimsenin tabii nefsi dünyaya,
ve dünya lezzetlerine meyil ve rağbet eder. Sonra da bu nefsi
bu lezzetlerden men edip geriye döndürmek çok zor olur.
Ve ibâdet yolları kapalı kalır. Bunlara hacet bırakmamak için
insan evvelemirde az şeye kanaat eylemeli. Malım ve param
Mehmed Zahid Kotku
291
çoktur diye velev ki mübahtan olsun, nefsin her istediğini
vermemek lâzımdır. Çünki âhirette mağfur olan yalnız kifaf
miktarı olup ondan ziyade olan sarfiyat için insan mesul
olsa gerektir. Çünki kıyamet gününde dört şeyin cevabını
vermedikçe yerinden kimse kımıldayamıyacaktır.
Onlardan birisi: Parayı nereden ve nasıl helal mi, haram
mı kazandığı, sonra da bu paraları nerelere hayırlara mı,
şerlere mi yoksa israfa mı harcadığı sorulup cevap alınacak
ve ona göre mükafat veya mucazat görecektir. Halbuki insan
canının her istediğini yemesi de israftan sayılmıştır. Öyle iken
bak bizim masraflarımıza ne kadar fuzulidir. Çünki kanaat
hemen hemen hiç kimse de kalmamış gibi en zaruret sahipleri bile bu israfa kendilerini kaptırdıkları için iki yakaları bir
araya gelmemektedir. Hele başta sigara, ondan sonra çay ve
kahve masrafları ve sonra da fuzuli evin süs eşyaları hepimizin belini bükmektedir. Çünki milyoner bir zat evini nasıl
süslerse biz de ona benzetmeğe çalıştığımız meydandadır.
Hele o düğünlerimizdeki israf... Bir de bugün adeta tam bir
Avrupa taklitciliği daha açık tabirle, hristiyanlık taklidi gelin
elbisesinden tutun da, nişanlar, düğün salonları, danslar, erkek
kadın karmakarışık oyunlar, aman yarabbi sen koru bizleri.
İsrafın en korkuncu, ömrün ve gençliğin israfıdır. Bundan
kendisini kurtarabilecek ancak evliya kimselerdir. Kıyamet
gününde sorulacak dört sorgudan;
İkincisinde: Gençliğini nerelerde çürüttün ve ömrünü
nerelerde zayi ettin? dedikleri vakit nasıl cevap verebileceğimizi bilemiyorum. Ömrümüzün hiç olmazsa geriye kalan
kısmının kıymetini bilebilsek yine ne mutluyuz diyeceğimiz
geliyor. Çünki insanın daldığı gafletten kurtulabilmesi denize
düşenin kurtulabilmesinden daha zordur. Çok acayipdir ki,
Mü’minlere Va’zlar
292
hayvan tabii bir kudret ve kuvvet ile kendi kendine yüzmesini bilir. At, köpek, manda ve saire hayvanlara yüzmeyi kim
öğretmiştir. “İnsanım” diyen zavallı kişiler boğulup giderler
de hala benliklerinden bir türlü vazgeçmezler. Bak dikkat et
insanım diyorsun şeyhlik ne olacakmış ben ilhamı şeyhden
değil Allah’dan aldım diyen zavallı, düştüğün denizden kendini
kurtar bakalım. Orada nasıl çabalarsın ve nasıl feryad edersin
-aman gelin beni kurtarın- dersin. Bak geçenlerde batan geminin
taifesi? Su üzerinde çalkalanırken onların imdadına erişenler
olmasa hepsi bir müddet sonra suda boğulup gideceklerdi. Sen
neden bu kadar inatlık edipde -ben şeyh istemem- diyorsun.
Öyle ise peygamberde isteme. Zira bugün peygamberlerin
vazifesini onlar yapmaktadırlar. Sen daha bir şey bilmiyorsun.
Hem kendini hem de başkalarını şaşırtıyorsun. Sana çok yazık
demekten başka birşey diyemeyiz. Senin ne kadar bilgin var
ki bu gün artık mezhep de tanımıyorsun. Herhalde İmam
A’zam, İmam Maliki ve İmam Şafii’yi de geçtin, maşaallah
sana. Sen o zaman peygamber (S.A.) e “niçin böyle muhtelif
kollar buyurdunuz?” diye sor “ihtilaf-ı ümmeti rahmettir” ne
demek? Sonra Cenâb-ı Hakk’a da sor bakalım sen bu insanları
ve dillerini niçin muhtelif kıldın? Hepsi bir ahenkde ve bir
dilde olsalardı, herkes birbiri ile daha iyi tanışır, bilişir herkes
her yere rahatça tercümansız gidip gelirdi. Ne diyeceksin aziz
kardeşim. Sen bu boş aklı bırak. Vahhabiliği iyi bir şey mi
sanıyorsun doğru söyle bu dinini kaç paraya sattın? Ve bu
yeni dini kaç paraya aldın bak bunların hesapları senin evdeki
hesabına hiç benzemez. Aklını başına al da müslümanların
gittiği yoldan ayrılma.
Sonra bak sen namaza niyaza karışıyorsun. “Bunlar biddattır”
diyorsun amma, kendinin mübtela olduğun bid’atlarla hiç meşgul
olamıyorsun. (Bak israftan ma’duttur her istediğin şeyi yemek)
Mehmed Zahid Kotku
293
Söyle bakalım nefsine ne kadar hakimsin, yalnız yemekte değil
ahir zamanda (yakın zamanda, yani çok uzak değil)·
“Benim ümmetimden birtakım erkekler gelecek bunlar
çeşit çeşit tatlı tuzlu yemekler yiyecekler ve yine çeşit çeşit sular
içecekler” Meyva suları, buzlu sular, gazozlar, portakal suyu,
üzüm suyu, nar suyu, limon suyu... bir çok envai çeşit sular
da içecekler. Ve de çeşitli renkli elbiseler giyecekler. Kıravatlar,
ütülü pantolonlar, pardüsüler ve sair yazlık, kışlık, gündelik,
bayramlık, seyranlık her bir ayrı ayrı renklerde gözleri kamaştıran gayet kıymetli ve pahalı kumaşlardan elbiseler, sonra
gayet güzel konuşmalar, edebiyat, fesahat, belağat, dinleyenler
hayran kalırlar, bir sürü eserler neşredip kendini teşhir edip,
aleme tanıtmağa çalışan ve bu arada da zehrini döken yılan
gibi, müslümanları zehirleyen ve fikirlerini şaşırtan eserlerinize
bakın, sonra da kendi hayatınıza bakın. Bakalım peygamberimizin sözlerine ne kadar uyuyorsunuz. Bak kaç çeşit esvabın
var. Günde kaç defa yemek yiyorsun her yedikçe de kaç kap
yiyorsun? Yılda ne kadar oruç tutuyorsun, geceleri ne kadar
teheccüt namazı kılıyorsun, bunların hesabını hiç yaptın mı?
Hemen bol bol atıyorsun. Müslümanlık senin dediğin gibi
“tesbihleri terkedelim, sünnetleri kılmayalım imamlara da
uymayalım”. olmaz. Sonra Allah kerim. Kerim amma kuyusu
da derindir kardeşim. Sonra bir baksana ki herkes yoldan
çıkmış çırılçıplak, meyhaneler, kumarhaneler, deniz âlemleri
senin elinden geliyorsa, bu günahlardan müslümanları kurtar.
Bunların hepsi hem dünyevi hem de uhrevi bir felaket yuvası
sen bunları hiçe sayıyor, hemen şu müslümanları nasıl vahhabi
yaparım, diye uğraşıyorsun.
Vahhabi olsak ne olacak, tesbih çekmeyeceğiz, sünnetleri kılmayacağız, tarikat ve mezhep tanımayacağız. Pekala
Mü’minlere Va’zlar
294
kumar oynarsak, içki içersek, çıplak gezersek, dans ve baloda
yaşarsak ne olur? Ben sana sorayım: Bu boynuna takdığın
kıravatı peygamber takar mı idi? O hiçbir zaman göğsünü
bile yani boğaz kısmını örtmemişler. Orasını hava alabilmek
için geniş bırakmışlar Evvela sen kendini şu ufacık bid’attan
kurtar; sonra şu giydiğin pantolonu beğeniyormusun, bu
bize nereden geldi?
Peygamberden mi, yoksa nereden? Yeter yeter kardeşim
müslümana elleşme. Müslümanlığı yaşamağa bak. Öyle laflarla
iş olmaz vesselam. Sonra biz düne kadar dedelerimizden miras
kalan şalvarı beğenmedik, yerine Avrupanın daracık pantolonunu aldık. Halbuki pantolon daima ütü ister ve müslüman
için en çabuk diz kapaklarından eskir. Şimdi yama da yok,
hemen yenisini... Halbuki bizim şalvarlarımız hem sıhhi hem
de iktisadidir. Bir şalvar en aşağı dört beş pantolonu eskitir.
Sonra şalvarını dikimi de kolaydır. Onu ev hanımı da kolayca
diker, israfın daha çok nevileri de vardır.
Doksan yedincisi: Bid’atlarda, günah-ı kebâirdir.
Bid’atlar iki kısımdır:
— Seyyie,
— Hasene.
Seyyie de iki kısımdır: Biri ilimde, biri de i’tikaddadır.
İbadat ve tâatta ziyade etmek veya noksan etmekle olur ki;
sahabe-i kiram hazretlerinden sonra, ibadat ve tâatlarda vaki
olan fazlalığa veya eksikliğe derler.
Peygamberimizin kavlen veya fiilen, sarahaten veya
işareten izin ve ruhsatı olmayan bir amele itaat-ı şer’iyyedir
diye i’tikad etmek veya asıl din ve şeriatten olan bir şeyi bir
ameli terk-i şer’idir diye terketmek, dinde noksan veya ziyade
Mehmed Zahid Kotku
295
olmakla, günah-ı kebâirden addolunmuştur. Buna ibâdette
bid’at denir.
Bir de i’tikadda bid’at vardır ki; bunun bazısı küfürdür.
Dirilmeyi veya kıyamet gününde toplanmayı inkar gibi veya
sıfat-ı İlahiye’den bir sıfatı nefyetmek ve alemin sonradan
yaradıldığına inanmamak ve “evveli yoktur” demek ve bazı
büyük günahlardan, kabir sualini inkar ve mi’rac-ı şerifi tasdik
etmemek gibi, bunlara i’tikadda bid’at denir. Bizim din ve
şeriatımız olmayan bir şeyi ihdas ederek ahkam-ı şer’iyyenin
içine idhal eden kimsenin bu uydurması şeriat indinde kabul
edilmeyerek sahibine red olunur.
Bu gibi bid’at sahipleri bid’atlarını terketmedikçe, ne
tevbeleri ne de ibâdetlerinin hiç birisi kabul olunmaz. (Allahü
Teâlâ hazretleri bid’at sahiplerinin tevbesini, bid’atını terk
edinceye kadar kabul etmez). Allahü Teâlâ Hazretleri bid’at
sahibinin ne orucunu, ne haccını, ne umresini ve ne de
cihâdını ila âhir kabul etmez, buyurulmuştur.
Amma yemek, içmek ve giymekde olan bid’atlar kebirden
olmayıp bunlar şer’an nehy olunmuş bir şeyin işlenmesine
sebep olursa veya şer’an bir fiilin terkine sebep olursa bu
bid’atlar mekruh olur.
Başına büyük sarık sarmak ve secdeleri lâyıkı vechile
yapmamak, ucup ve riyayı mucip olan şeyler ve esvaplar
giymek gibi demişlerdir ki; mekruh olan bu kerahatlerden
sakınmak gerektir.
Doksan sekizincisi: Hiyânetlik, günah-ı
kebâirdendir.
Hiyânetlik emanetlerde şer’i şerifin hilafına tasarruftur.
Mesela: emanet veya rehin olarak verilen malı ve eşyayı sahibinin
izni ve ruhsatı olmaksızın kullanmak günah-ı kebâirdendir.
Mü’minlere Va’zlar
296
Bir adama gizlice söylenen bir sözü saklamayıp, başkalarına
söylemek de hiyanetliktir. Allahü Teâlâ hazretlerinin emirlerini
ve yasaklarını tutmak da emanettir. Emirler, ibâdetler, yasaklar
da bilumum günahlardır. İbâdetlerini yapıp yasaklarından
korunup kaçan insanlar (müslümanlar) emanete riâyet etmiş
sayılırlar. Bilakis emirlerini tutmayan ve yasaklardan da kaçınmayan kimse emanet-i ilahiyeye hiyanetlik yapmış, Allah
ve Resulüne ve yevm-ı âhirete iman etmemiş sayılır. Ahdini
yerine getirmeyen kimsenin dini yoktur.
Yani dinde kemâli yoktur, demektir. İki kimse arasında
olan ahid ve misak vaki olduğunda, ahdini yerine getirmek
ve bir iş için meşveret yapıldığında en doğru olanın söylemesi
emanettir. Aksi hal ise hiyanettir.
Abdest alıp namaz kılmak, oruç tutmak, hac ve zekat gibi
vazife-i şeriyyeyi ifa etmek; bunların cümlesi emanettir. Allah
korusun, bunları yerine getirmeyenler de emanet-i ilahiyeye
hiyanetlik etmiş sayılır, diye kitaplarımızda yazılmıştır.
Doksan dokuzuncusu: Zalim emirlere ve vekillerine
sadakat göstemek günah-ı kebâirdendir.
Zulüm ile muamelede bulunan vali, ümera ve hakimlere
de yardımda bulunmak da büyük günahtır. Bilseniz bunları
dikkatle okumak ve üzerlerinde durmak ne kadar mühimdir.
Çünki zalim olan kimseler ne kadar zalim olurlarsa olsunlar;
etraflarından yardım görmeyince birşey yapamazlar ve bilakis
etraflarından nefret hislerini görünce büsbütün şaşırırlar. Tabiatiyle zulümlerini icra edemez hale gelirler. İşte her zamanın
firavunları vardır. Dünya hiç bir firavuna kalmamış. Bütün
firavunlar tarih kitaplarında ve çirkin eserleriyle meydandadırlar.
Şimdi o zata nasıl akıllı adam diyebilirsin, bu zalimlere alacağı
beş - on kuruş için dalkavukluk yapar. Dinini ve dünyasını
Mehmed Zahid Kotku
297
da satar. Milleti de bu suretle ızdıraplar içersine sokar. İnsan
hürdür ve hür olarak yaşamak da başlıca gayesidir.
İnsanın bu hürriyetini kısıtlayan kanunlarla, müslümanları
bâhusus rencide edenlere yardımda bulunan kimseler yarınki
ahiret gününde Cenâb-ı Hakka nasıl cevap verecekler? Mesela:
Allah diyen insanları tesbihleriyle, takkeleriyle hapisanelere
sürükleyenler, siz Kur’an okuyorsunuz veya okutuyorsunuz”
diye; veya minarelerde “neye Allahü Ekber diyorsunuz” diye,
“niye toplandınız zikrullah yapıyorsunuz” diye; sürü sürü insanları hapislere sevkeden zalimlere yardımcı olan kimselerin
her halde akılları olmasa gerektir.
Sen tımarhanede olan delilere sakın acıma. Onlar âhirette
sorgu görmeyecekler. Asıl acınacak deli, akılsız bu zalimlere
ve onların avanelerine yardımcı olanlardır. Malum zalimlere
yardım demek; onların işledikleri zulme yardımcı olmaktır.
Hatta zalime yardım şöyle dursun; onlara meyil, muhabbet
etmek de günahtır. Böyle zalimlere meyil, muhabbet ve onlarla sohbet ve onlara sadakat göstermek adeta budalalıktır
dersem, beni ayıplamayınız. Çünkü bütün fenalıklar bunun
üzerine konmaktadır. Zalimin zulmünü men etmek için
gayret göstermemiz lâzım gelirken, zalime yardımcı olmak
elbette affedilir bir günah değildir. Bir eserde şöyle birşey
gördüm: (Adam ölmüş, kabre konmuş, melekler hesap
kitap adamı dövmeğe başlamışlar adam feryad figan “beni
niçin dövüyorsunuz?” diye sormak mecburiyetinde kalmış.
“Çünki benim hiç kılmadığım namaz yok, orucumu da tutarım, hacca da gittim, zekatımı da verirdim. Artık beni ne
diye dövüyorsunuz.” deyince melekler - “sen falan zamanda
falan yerden geçerken bir zalim kişi bir garibi dövüyordu da
sen hiç alâkalanamadan veya onu kurtarmaya çalışmadan
Mü’minlere Va’zlar
298
başını çevirip görmemezlikten gelip geçtin. İşte bu sopalar
onun için.” Binaenaleyh zalime yardımcı olmamak gerekir,
insana yakışan zalimi zulmünden men etmeğe çalmaktır.
Zalimi Cenâb-ı Hak katiyyen sevmez. Allah'ın kullarını
Allah'ın evlerinden mescitlerinden ve orada Allahü Teâlâ'nın
zikrinden ve ibâdetinden men eden ve onları birer bahane
ile kapatan kimselerden daha zalim kim olabilir?” Yani en
zalim kimseler Allah-ü Teâlâ'nın zikrine ve ibâdetlerine mani
olmağa çalışan bedbaht kimselerdir. Camiler her ne kadar
açık olsa dahi, orada ibâdet etmeğe lâyık kimseleri yetiştirmemek ibâdethaneyi kapamak değil midir? ibâdethaneyi
ancak imanlı kimseler imar eder. İmanlı kimseleri yetiştirmeğe mani olanlar hep zalimlerdendir.
Aynı zamanda imanlı kimselerin yetiştirilmemesi ise,
ibâdethanelerin harabiyetine çalışan zümreye dahildir. Allaha,
yalanla iftira eden - “Oğlu var- kızı var” diyen hristiyanlar
gibi ve onlara benzeyenlerden daha zalim kim vardır? Allah-ü
Teâlâ'nın verdiği hükümlerle hüküm etmeyenler Kur’an-ı
Kerim’de üç sıfatla anılmaktadır: Kâfirun, zâlimun, fâsikun.
Zalime kıyamet gününde en ağır zulümatı karanlığı, felaketi
olacaktır. Yine ondan daha zalim kim olabiliyor ki; Allah-ü
Teâlâ’nın mübarek ismi anıldığı vakit, gerek vaaz ve gerek
nasihat anlarında onlardan i’raz edip, yüz çevirirler. Yani,
İslâmı istemeyenlerden daha zalim kim olabilir? Allah-ü
Teâlâ’nın zikrinden i’raz edenler için dar bir maişet ve bir
de kabir azabı vardır. Kıyamet gününde de kör, âmâ olarak
haşrolunacaklardır.
Şairin sözü de pek meşhurdur:
Zulmün topu var, güllesi var, kal’ası varsa;
Hakkın bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır.
Mehmed Zahid Kotku
299
Haccac-ı Zalimi de unutma (bak ne fena lakap)... (Zalimlere en ufak bir meyil ile meyletmeyiniz). Emr-i İlahi pek
kuvvetlidir. Çünki meyleden duvar, ağaç bina, minare yıkılmaya
mahkumdur. Binaenaleyh, zalimlere meyil İslâmiyetin mahvına
sebep olur. Ona göre dikkatli olmak gerektir vesselam.
Yüzüncüsü: Allah-ü Teâlâ’dan gayrıya secde etmek,
günah-ı kebâirdendir.
Secde tevazuun son hududur. Bu ancak kainatın sahibi
olan Allah-ü (Teâlâ ve tekaddes hazretlerilerine) mahsustur.
Ondan gayrısına yapılması kat’iyyen caiz değildir ve günahtır. Eğer secde yapılması lâzım gelse, kadının kocasına secde
etmesiyle, emir edileceği beyanı çok yerindedir. Allah-ü Teâlâ
kainatın halikıdır. Koca da kadının hamisi ve hafızıdır. Bunun
için ona son derece hürmetkar ve saygılı olması iktiza eder.
Bu suretle aile teşkilatı gayet nazikane ve edibane bir hayatla,
mes’ut ve bahtiyar olurlar.
Yüz birincisi: Az veya çok rızkındaki taksime, kendisine verilene şükretmemek de büyük günahtır. Evvela
nimetin büyüğü hilkatimizdir. Sonra sağlığımızdır. Ondan
sonra da rızkımız gelir. Bu da ezelden biz yaradılmazdan çok
evvel Cenâb-ı Hak herkesin rızkını taksim etmiştir. İşte bu
ezelde taksim olan rızık seni muhakkak bulur. Bu, az veya
çok ne olursa ona şükür, üzerimize borçtur. Verilene şükür
ettiğimiz müddetçe rızıklarımız artar. Ve bilakis şükürsüzlük,
nimetleri azaltır. Fakat sen bunu başkalarıyle kıyas etmeğe
kalkma. Sonra aldanırsın. Çünki taksimin nasıl olduğunu
kimse bilmez. Şükür ise; Allah’ın verdiği nimetlerle hasıl
olan kuvvet ve kudreti yine Allah’ın emrettiği ibadat-u tâatı,
hayratı ve hasenatı yapmakla olur. Yalnız (Yarabbi şükür)
demek kâfi değildir.
Mü’minlere Va’zlar
300
Bu olsa olsa lisanın şükrü olur. Matlup ise bedenin Hakk'a
teşekkürüdür ki; nimetlerin artmasına sebep bu şükürdür.
Sakın deme ki; şu kişiler ki, bütün gün ömürleri haramlarla,
fenalıklarla geçer. İbadat ve tâat da bilmezler ; fakat rızıkları
nerede ise başlarından taşacak. Sen rızkı hemen yemek ve
içmekde mi sanıyorsun? Allah-ü (celle ve ala) Kullarına ayrı
ayrı rızkı manevi verir. Ondan mahrum olduktan sonra
hayvanlardan ne farkı kalır? Hayvanların da çok yiyenleri ve
rahat yaşayanları vardır. Amma ne yazık yine hayvandır. Biz
ise müslümanca yaşamak ve müslüman olarak ölmek isteriz.
Allah-ü Teâlâ-elhamdülillah rızk-ı maddi ve hem de ma’nevi
rızıklarla merzuk eylemiş olduğundan şükrümüzün de bu
sebepten çok olması gerektir. Muhterem efendim, Allah-ü
Teâlâ’nın verdiği ni’metleri bir taraftan yedirenler ve hakka şükür
edenlerin, namazlarını dosdoğru kılıp sabırla oruç tutanların
sevabına nail olacağı gibi, aza şükür etmeyenin çoğada şükür
edemiyeceği gibi, Allah-ü Teâlâ’nın nimetlerinden bahsetmek
şükür, terki de küfürdür, diye birçok hadisler mevcuttur.
Yüz ikincisi: İnsanların renginde vesair azalarında
kusur bulup ayıplamak büyük günahtır.
Zira yaratan öyle yaratmış. Ona bakıp ibret almak
lâzımdır.
Meselâ, kanbur olarak yaratılmış birisini kanbur diye
ayıplamak çok çirkindir. Eğer seni de Allah-ü ‘Teâlâ öyle
kanbur yaratsa idi, ne yapabilirdin? diye düşün. Herşeyi de
buna kıyas et. Haline şükür eyle ve sakın kimseyi ayıplama.
Zaten ayıplayıcı olmak kadar çirkin birşey yoktur.
Büyük günahların da büyüğü; haksız yere bir müslüman
kişinin ırzını namusunu ihlal edici şekle de dil uzatılmasıdır.
Bu kadar büyük günah yoktur,
Mehmed Zahid Kotku
301
Yine kebireden maduttur, bir insanı günahlarıyle anmak.
Senin ayıpladığın şey nihayet kendi başına gelmedikçe de
ölmezsin. Bu da ayrı bir ceza.
"Kanlarınız mallarınız ırzlarınız ve namuslarınız
Mekke-i Mükerremenin hürmeti gibi, sizler üzerine de
haramdır." Yani birbirlerinizin ne mallarına, ne canlarına, ne
de ırz ve namuslarına tecavüz etmeyiniz. Çünkü kardeşsiniz.
Kardeş kardeşe daima iyilik yapmakla mükelleftir.
Ey dilleri ile iman edipte; iman henüz içlerine gönüllerine, kalplerine dahil olmayan cemaat, müslümanlara eziyet
etmeyiniz ve onları ayıplamayınız. Hatalarını kusurlarını
araştırmayınız. Bu nekadar güzel bir nasihattır. Eğer biz bu
nasihatlere uysak memleketimiz halkı çok rahat eder. Dedikodu kalmaz. Halbuki bugün ne hale geldik. Adeta bir
iftira kampanyası açılmış. İstediğin kadar yalan, iftira hazır.
Çünkü müslümanlık yok. Sonra âhiret korkusu yok. Herkes
zannediyor ki ne yaparsam kâr. Halbuki hiç de öyle değil.
Hep kabahat hakiki ve sağlam müslüman olmadığımızdan
ileri geliyor vesselam.
Yüz üçüncüsü: Cuma namazını bir kere özürsüz
terketmek günah-ı kebâirdendir. Eğer üç Cuma namazını
terkederse kalbi üzerine perişanlık, rüsva’lık mührü vurulup,
yardımsız bir halde bırakılır.
Artık o adamın kalbi hayır ve şerri, hak ile batılı farkedemez hale gelir.
İşte tıpkı böyle bugün -müslümanım- diyen milyonlarca
insanın müslüman düşmanlarını desteklemekte olduğu
apaşikârdır. Bu hususdaki ehadis-i şerifler pekçoktur. Kalbi tab
olunur (yani mühürlenir). “Kalbi münafık, kalbi gibidir.”
“Münafıklardan yazılır.” “İslam'ı arkasına atmıştır.”
Mü’minlere Va’zlar
302
Cuma namazını terkedenler, ya tevbe edip bu günün
fena adetlerinden vazgeçer; veyahut kalpleri üzerine mühür
vurulur. Ondan sonra da gafletten kendilerini kurtaramazlar.
Ve gafilûn zümresine girerler. Misafir, hastalara kadınlara cuma
farz değildir. Amma o günün öğle namazı farzdır. Fakat imkan
bulup cumayı kılarlarsa cum’aları sahih olur. “Cum’a namazının
farziyetini inkâr ederse o zaman da kâfir olur” demişlerdir.
Diğer namazların inkarı da böyledir. Yani küfürdür.
Yüz dördüncüsü: Selam, kelâm ve eşya gibi emanetleri
yerli yerlerine eda etmeyip, vermemek günah-ı kebâirdendir.
Çünkü: İslâmiyetin alâmettindendir. Emanetlere riâyet etmiyen
bir kişi kendisine yapılan i’timadı suistimal ederek emaneti
yerliyerlerine vermemesi itimadı sarsar. Hem de müslümanlığın istediği istikametten de ayrılmış olması münasebetiyle,
şan-ı İslâmiyete kir getirmesi yüzünden pek büyük bir hata ve
günah irtikab etmiş olur. Allah-ü (celle ve âlâ’nın) ve rasulü
Muhammed Mustafa (S.A.V) in kendisini sevmesini isteyen
kimse, sözü doğru söylesin. Emanetleri eda etsin ve komşusuna
eza etmesin. Ve yine (Emanete riayet etmeyenin imânı yok,
ahdinde durmayanın da dini yok) Ne sözdür bu. Lâkin kimin
kulağına girecek, kalp mühürlenmiş ise ne faide. Ne desen
boş. Bir de böyle hakikatleri arayacak şekilde yetişmemiş ise,
bu sözler ona kolayca faide vermez.
Yüz beşincisi: Va’dinde durmamak günah-ı
kebâirdir.
Meselâ; sana şunu alacağım veya şunu vereceğim, gibi
vaidlerde bulunup sonra onu yapmamak hem yalancılığı ve
hem de karşısındaki müslüman kardeşini aldatmış olması
dolayısıyle, iki, üç günah birden yüklenir. Bunun zıddı vadettiği her şeyde sadakat göstermesi ve sözünde durmasıdır.
Mehmed Zahid Kotku
303
Münafıklık alâmeti malum olduğu üzere üçtür. (Her nekadar
Oruç tutup namaz kılsa dahi ve kendisini müslüman zannetse
de yine münafıktır.)
1- (Konuşurken yalan söylemek,
2- Va’dinde durmamak,
3- Emanete hiyanetlik yapmak).
Ve yine:
— Dört şey kimde bulunursa halis münafıktır. Dördünden
biri olursa, onda da münafıklıkdan bir hisse var demektir.
Hattâ o birini bırakmadıkça münafıklıktan kurtulamaz.
Bir: Emanete hiyanetlik,
İki: Yalan söylemek,
Üç: Ahdinde, vadinde gadr etmek,
Dört: Hasmiyle çekişirken günah işlemek. Vermemek
niyetiyle yapılan vaadlerin günahı ise iki kat olur. Fakat va’dinde
bir emr-i zaruri hasebiyle va‘dini yapamazsa va’dinden hulf
etmiş sayılmaz. Lâkin o zaruret herkesce ve şeriatce kabul
olunan bir zaruret olması lâzımdır. Yoksa lâalettayin her şeyi
zaruret gibi göstermek de caiz olmaz.
Yüz altıncısı: İstihza, horlamak, hakir görmek, alay
etmek; günah-ı kebâirdendir. Aher kimseyi küçük görüp
ona hakareti icabeden ve i’ma eder yolda söz söylemeğe,
istihza derler ki; (ve ol şahsı maskaralığa almağa da sıhriyye
denir ki;) büyük günahtır. Kendisini büyük görmek ve istihza
ettiği insanı da küçük görmek demektir. Umulur ki; o istihza
ettiği kimse indallah da ondan daha kıymetli ve hayırlı bir
kuldur. Binaenaleyh kimse kimse ile alay etmemelidir. Fakat
ne yazıktır ki; küçük yaşlarında aldığı huylar insanlardan
kolayca ayrılmıyorlar. Bunlar tecrübelerle sabittir.
Mü’minlere Va’zlar
304
Seksen yaşına giren insan hala o çocukluğundaki hallerini,
şakalarını, alay ve istihzalarını bir türlü bırakamaz. Onun için
küçük yaşlarda tevbenin kıymeti pek mühimdir. İhmalide o
kadar fenadır.
Yarınki kıyamet gününde bu alaycı ve nas ile istihza
eden kimselere cennetten bir kapı açılıp “gelin girin diye
çağırılacaktır.” Fakat kapının yanına gelince kapı kapanacak
ve bu şekilde ceza oluncak ve nihayet kapı açılıp gel, gel diye
çağırıldığı halde gelmeyeceklerdir. İstihzalar sözle olduğu gibi
fiilen de olur.
İşaret ve i’ma ile gülmekle de olur. Her halde ağırbaşlı
olmak büyük bir’ devlettir.
Yüz yedincisi: Sultan kapılarına, yani devlet kapılarına
gitmek de, günah-ı kebâirdendir. Zulüm ile adeti olan sultan
kapılarına gidip onlardan yardım istemek, hizmet istemek
elbette günah-ı kebâirdendir.
Acaba bugün zulüm etmeyen hangi sultanı bulabilirsiniz.
Bugün okumakta olan yüzbinlerce talebenin, hep devlet kapılarından hizmet beklemekte oldukları görülmektedir. Tabii
bu işin vahametinin bilinmediğindendir. Sonra memurluk
tenbellik alâmetidir. Çalışıp alınteri ile kazanıp yemesi de zor
gelir. Onun için en kolay şey, (biraz okuyup zahmet çeker
sonra ömür boyunca rahat ederim) davası başta gelmektedir.
Fakat vebal kısmı hiç de göz önüne alınmaz. Çünki; bu vebalden ancak olgun müslümanlar korkar. Öyle namaz, niyaz,
olmayan müslümanın bir korkusu olmaz.
O Allah'a yakın olmuş, uzak olmuş, akıllının işi değildir.
O hemen karnını doyursun zevkine baksın. İşte o zaman hayvanlar bu gibi insanlardan daha faideli olurlar. Çünki; insanın
eti yenmez sütü içiImez, derisi kullanılmaz, hemen toprağa
Mehmed Zahid Kotku
305
gömülür gider vesselam. Hayvanın ise; eti yenir, sütü içilir.
Yününden, derisinden, hatta kemiklerinden boynuzlarından
ve hatta bağırsakların da istifade edildiği görülmekte ve bilinmektedir. Şimdi o ulvi, bazen de meleklerden bile üstün
olan insanlık nerede biz nerede? İnsan hacı olur, hoca olur,
profesör olur, bey paşa olabilir amma insan olmak çok zor
mu çok zor. Yani Allah-ü Teâlâ’nın sevip, razı olduğu insan
ki ona kâmil insan denir. Matlup olan da bu insanlık ve bu
müslümanlıktır. Yoksa sıra müslümanı, sıra insanı olunca, o
zaman hayvanlar daha ziyade puan kazanmaktadırlar. Bak
İmam A’zam gibi bir zat, o kadar bilgisi ile, kadılığı ne için
kabul etmedi, hapishanelere düştü, sopalar yedi yine kabul
etmedi? Ölümü ihtiyar etti ve memurluğu istemedi. Sen ve
ben bugün onları da beğenmiyoruz; vah vah bizlere...
Bak Süfyan-ı Sevri isminde bir alim o da bir mezhep
sahibi imiş. Bir gün ders okuturken posta bir mektup getirmiş. Mektup Harun-Reşid’den geliyormuş. Okumuş meğer
Harun Reşidle evvelce kardeş olmuşlar. Harun Reşid halife
olunca etraf civardan bir sürü dalkavuk hacı, hoca tebrike
gelmişler. Bu sırada Harun Reşit kardeşliğinin gelmemesinden
üzülerek bu mektubu yazmış. Mektubunda da ziyaretçilere
olan ikram ve ihsanından bahsetmiş. Bunun üzerine Süfyan-ı
Sevrı, yazdırdığı mektupta:
“Bu beytülmale hangi hakla tasarruf ederek bu ihsanları
yaptığını ve Allah’tan korkmadan beytülmali zayi ettiğin; hatta
kendi parandan dahi yapsan bu da israftır! Hak sübhanehu
buna razı olmaz,” diye çok acı bir mektup yazdırıp postacıya
vermiş.
Şimdi bilmem sen ne dersin. Yüz milyonlarca liralar bir
şeref uğruna harcanıyorda kimsenin tüyü bile kıpırdamıyor,
Mü’minlere Va’zlar
306
heyhat. Halbuki bugün ne kadar diyebilirsin. Devlet kapılarına
ancak onlara nasihat etmek, doğru yolu göstermek, Allah'ın
emirlerini ve yasaklarını bildirmek için gitmek lâzım gelirken;
nerede böylesi... Başına bela istersen söyle. Asılanlar niçin
asılmış, Sor ve düşün.
Hele Atıf hocanın idamı, daha onun gibi neler... Birgün
Bayezid camiine sabah namazına gidiyordum. Polisler bizi
yoldan çevirdi. Ne var diye baktım meğer meydana sehpalar
dizilmiş. Beyaz gömlekliler belki ondan fazla kimselerdi. Hepsini birer birer asıverdiler. Artık kabahatleri ne idi bilemeyiz.
Henüz o zaman İstanbul’da saltanat devri idi. İşte insanlar
kendilerine yaramayanları böylece imha ederler de zerre kadar
müteessir olmazlar. Haccac-ı Zalim de böyle değilmiydi? Sen
artık ne diye bu memuriyete özenir durursun. Ticaret ve sanat
kadar tatlı birşey var mıdır? Hele o toprakla meşgul olup,
insanlara, hayvanlara maddi hayatın mahsülü olan meyveleri
yetiştirmeleri ne kadar hoştur. Sabahın erken vakitlerinde tarlasında, o kuşların cıvıltısı içinde, sabahın da tatlı bahar havası
ile namazını kılıp, işine başlaması yokmu? Buna doyummu
olur? Sen bu güzel canım hayatı bırakta, havası bozulmuş,
küçük bir köy halkı gibi bir bina içine doldurulmuş binalara
git rahat yok, huzur yok -Ah bir pazar olsa da şöyle bir hava
almağa çıksak. Amma nereye çıkacaksın her yer dopdolu. O
köyün havasını bulmağa imkan mı var? Biraz zor. Fakat zevki
tattımı; rahatı hiç bir şeyde bulunmaz.
Onun için ey aziz kardeşim, memuriyete hiç özenme. Ticaret, sanat, ziraatte hayat vardır, saâdet vardır, selamet vardır.
Hele kanaatin de olursa paşaların paşası, beylerin beyi, senden
daha a’lası yoktur. Gafil ve cahillerle sohbet insana darlık verir.
Avcılık yapmak gaflete sebep olur. Sultan kapılarına müracaat
Mehmed Zahid Kotku
307
fitnelere uğratır. Sultanlara yaklaştıkça Allah’ın rahmetinden
o nisbette uzak olur. Yani rahmet-i ilahiden mahrum kalır.
Bunları iyi oku ona göre hareket eyle aziz evladım.)
Yüz sekizincisi: Dünya ve dünya şöhreti ve nasın teveccühünü murad ederek ilim öğrenmek günah-ı, kebirdendir.
İlim ancak Cenâb-ı Hak hazretlerinin rızasını kazanmak ve
ümmet-i Mühammede dinlerini öğretebilmek için öğrenilir.
Bu yolu bırakıp da dünyanın ve dünya şöhretini ve nasın
kendisine ikbalini murad etmek elbette günah-ı kebâirden
addolunur.
Zira dünya haddizatında bir cifeye benzetilmiş olup
bunu talep hiçbir ilim sahibine yakışmaz. Dünyanın bütün
lezaizi zikrullah ve zikrullaha tealluk eden ilim ve ibadat-ü
tâat-ı ilahiye dururken dünyaya ve ehli dünyanın arzularına
uyarak, dünyaya meyletmek ve muhabbet duymak büyük
kabahattir. Herkim ilme ulemaya yaklaşmak ve muarızları ile
mücadele veya nasın kendisine teveccühünü muradetse Allahü
Teâlâ bu gibi ilim sahiplerini cehenneme idhal eder. Ve yine
(herkim Allah-ü celle ve alâ’nın rızasından gayrı bir maksatla
ilim öğrenmek isterse cehennemde yerini hazırlasın. Bunları
iyi dinlemeli sonra da ona göre hareket etmeli.
Yüz dokuzuncusu: İlm-i şer’iyi öğrendikten sonra
dünya sevgi ve zinet ve şöhretlerini arzu etmek, günah-ı
kebâirdendir.” Din ilmi hususiyle bütün ilimlerin ve sevilenIerin
üstünde bir ni’met-i uzmadır. Buna nail olduktan sonra tekrar
dünya zevk ve şehvetlerine iltifat edip de ilmi bırakmak, en
büyük kabahat ve günahtır. Çünki elindeki ni’metin kadrini
bilmeyip ve onunla dünyayı ve zevklerini elde edemeyince,
onu hakir görerek bırakması elbette affolunmaz bir kabahattir.
Allah-ü (Celle ve alâ) cümlemizi korusun.
Mü’minlere Va’zlar
308
Bir vakitler ilim adamlarına çok hakaretler edildi, maaşları
kesildi. Onlara rağbet eden olmadı. Hatta mahpuslara atılanların
sayısı belirsiz idi. Adamcağız hoca olduğuna; şeyh olduğuna
pişman idi. Türlü türlü iftiralar, bahanelerle mahkemelere sevk
olunup, hapse atılanlar ve orada inleye inleye ölenlerin sayısı
belli değil. Halkın gözünden düşürmek için ne lâzımsa yapılıyordu. Hele gösteri günlerinde, temsiller de hoca efendilerin
çocukları uzun sopalarla döverek okuttukları teşhir olunuyor ve
hele nikâh kıyışları çok acayip kılıklarla alay mevzu oluyordu.
Bunu gören hoca efendiler, artık meslek değiştirmekten başka
çare yoktur diye boyuna meslek değiştirirlerdi.” Halbuki sabretseler sonu elbette selamet olacaktır. Çünki havalar ne kadar
kararsa bozulsa fırtınalar kopsa; bir müddet sonra yine açılıp
gül gülistan olduğunu cümlemiz görürüz Bizce malumdur.
Binaenaleyh ilim sahibine yakışan her ne kadar rağbet görmese
ve tahkir de olunsa mesleğini muhafaza etmesidir. Bu ilmin
şanındandır. Cenâb-ı Hak ehl-i ilmi hiç bir zaman bırakmaz.
Ona bilinmedik yollardan ferahlıklar verir vesselam.
Yüz onuncusu: Bir kişinin koca ile karının arasını
açarcasına fitne ve fesat eylemesi günah-ı kebâirdendir.
Ya kadında gözü vardır; kendisi almak için, veya bir
başkasına vermek için yapılan bu gibi iğrenç hadiseler, elbette
değil müslümana, insan olan hiçbir kimseye yakışmaz. Senin
karını böyle aldatsalar senin vicdanın buna razı olur mu?
elbette olmaz. Öyleyse sende başkasının hanımını aldatmağa
çalışma. Büyük günahlara girer ve cezanı bulursun.
Yüz on birincisi: Zâlimin yüzüne gülmek ve ona
sadakat izhar ederek onunla dostluk yapmak da günah-ı
kebâirdendir. Zalime nasihat edip onu zulümden vazgeçirmek icabederken; bilakis zalimin yüzüne gülmek, onunla
Mehmed Zahid Kotku
309
dostluk etmek, onunla birlikte olmak, onun yaptığı zulumü
hoş görmek demektir. Zulümde onunla müşterek olmaktır.
Zira zulüm ehli ve onların avaneleri cehennemdedirler. Bir
emir, içeceği şarapları döken alim bir zatın arslanların önüne
atılmasını emretmiş. Zalimin avanesi de hemen zavallıyı
arslanların önüne atmışlar, atmışlar amma Alim de hemen
namaza durmuş. O aç arslanların alime hiç birşey yapmadığını
görünce o zalim de tövbekar olmuş. Zira Allah’tan korkandan
herşey korkar. Onun için ecdadımızın az kuvvetlerle, büyük
düşman kuvvetlerini tarumar ettikleri hepimizin malumudur.
Dünkü Çanakkale ve Yunan savaşları ortada.
Yüz on ikincisi: Müslüman kardeşi için şer murad
ederek uyumak da günah-ı kebâirdendir. Mesela: “sabah
olsunda ona şöyle yaparım böyle ederim”, diye şer kasdederek
yatması bile günah kazanmasına kafidir. Halbuki Müslüman;
müslüman kardeşi için daima hayır murad etmekle memurdur. Binaenaleyh böyle kötü niyetlerle yatanların, ta sabaha
kadar defterlerine günah yazılır. Ve bütün gece şer içinde
geçer. Çünki mümin, niyetiyle cezalanır. Hayır niyet ederse
hayır görür, şer niyet ederse şer görür. Binaenaleyh (Mümin
olamaz o kimse; kendisi için istediği hayırları; mümin kardeşi
için istemez ise.) Ne dersiniz bu hepimize güzel bir ders ve
nasihat değil mi? Cenâb-ı Hak hepimizi kardeşlerine hayır
isteyen ve hayır işleyen kullarından eylesin amin.
Yüz on üçüncüsü: Yalan olduğunu bildiği halde kardeşinin aleyhindeki konuşmayı dinleyip, süküt etmek de
günah-ı kebâirdendir.
Bunda iki vebal vardır: Birisi, yalanı tasdik edip yalancıya fırsat vermek, birisi de müslüman kardeşinin aleyhinde
konuşmaya, plâna ortak olmaktır. Müslümana düşen vazife;
Mü’minlere Va’zlar
310
bu kardeşini müdafaa ile beraber, o yalancı müfteriye de,
-Allah’tan kork, böyle yalan söyleme”- diye onu ikazdır. Yoksa
süküt edip onu tasdik değildir.
Bak (herkim, yanında Müslüman kardeşi gıybet olur da
gücü yettiği halde ona yardım etmezse; Allah da onu dünya
ve ahirette zelil eder) ne kadar acıdır. Halbuki her yerde ve her
zaman müslüman müslümanın yardımcısıdr. Gıybet ise en
ağır bir günah olmakla beraber buna dikkat eden müslüman
ise pek az görülmektedir. Allah cümlemizin muîyni olsun.
Yüz on dördüncüsü: Müslüman kardeşinin kabih,
çirkin, ayıplı bir halini, bir rahatsızlığını işitip de sevinmek günah-ı kebâirdendir. Zira Müslülümanlar bir vücut
gibi kardeş kardeştirler. Gerek, günaha müteallik olsun ve
gerekse, sair rahatsızlıklara mebni ona acımak ve müteessir
olup ve hatta ağlamak yerine, sevinmek elbetteki iyi birşey
değildir. (Ve hem de herkim müslüman kardeşine isabet eden
bir musibetten naşi sürur sevinç izhar ederse iyi bilmelidir ki;
Allah (celle ve ala) ona afiyet verip kurtarır da yerine o sevinç
ve sürür duyan, kimseyi müptela kılar.) Bundan anlaşılıyor
ki; âherin musibetine sevinmek ol musibet ve belayı üzerine
çekmek demektir.
Yüz on beşincisi: Bir kimse için başka bir kimsenin
hanımına hediye göndermek veya gizlice bazı latifelerle
taltif etmek günah-ı kebâirdendir. Halbuki o kişinin bu
hareketi ilerde vaki olacak büyük fesadın mukaddemesi
demektir. Bundan dolayı neticesi büyük fesatlara sebep olan
hareketler, günah-ı kebâireden addolunmuş ki, buna cesaret
edilemesin.
Mehmed Zahid Kotku
311
Yüzonaltıncısı: Yanlarında üçüncü bir kimse olmadan
yabancı bir kadınla bir adamın yalnız bir yerde bulunması
da günah-ı kebâirdendir.
Zira bu hal o zaman olmasa bilahere ileride fesad-ı azimenin vukuuna sebep olur. Zira:
(Kadınlarla halvetde kalmadan, kaçınınız. Zira bir
erkekle bir kadın yalnız kaldıkları vakit mutlaka şeytan
araya girer. (Yani onların fikirlerini bozar ve günaha girmelerine sebep olur.)
Bir adamın çamura bulanmış bir hınzıra sürünmesi omuzlarının kendisine helal olmayan bir hanıma sürünmesinden
hayırlıdır) buyurulmuş. Nedersiniz. Bu günkü hayata...
Yüz on yedincisi: Allah-ü Teâlâ’nın ta’zim buyurduğu
şeyi, ufak ve ehemmiyetsiz ve yine Allah-ü Teâlâ’nın ufak
kıymetsiz, küçük gördüğü şeyi büyütmek, ona ta’zim
etmek günah-ı kebâirdendir.
Zira böyle yapan kimse Allhah-ü Teâlâ’nın işini beğenmeyip, aksini iltizam etmek; Cenâb-ı Hakk’a açıkça muharebe i’lanı kadar büyük olduğundan, hareketin batıl olduğu
meydandadır. Bunları sen iyi düşün.
Yüz on sekizincisi: Bir adamın, görmediğini “gördüm”,
demesi, duymadığını “duydum” demesi, bilmediğini bilyorum iddiasında bulunması günah-ı kebâirdendir.
Zira bunlar, yalancılıktır. Yalan, haramdır. Halbuki insanın her işittiğini söylemesi bile caiz değildir. Nerede kaldı
ki, duymadığını duydum, görmediğini gördüm, bilmediğini
biliyorum demesi. Bu hem cehlinin meydana çıkmasına ve
hem de yalancı olarak tanınmasına sebeb olur.
Mü’minlere Va’zlar
312
Yüz on dokuzuncusu: Erkeğin her ne suretle olursa
olsun kendini kadına benzetmesi ve kadının da yine her ne
suret ve şekilde olursa olsun kendisini erkeğe benzetmesi
günah-ı kebâirdendir.
Hatta erkeğin sesini bile kadın sesine benzeterek ince bir
ses çıkarması, kadının da erkek sesi gibi ses çıkarmaları ve hatta
erkeklerin ferace, çarşaf ve pantolonlarını giyip onların başını
örttükleri gibi örtmesi, kadının başına fes veya sarık, şalvar
veya cübbe giymesi, erkek gibi kalın seda çıkarması kendilerini
erkeklere benzetmek demektir). (Resül-i Ekrem bir kadının
erkekler gibi kılınç kuşanmış olduğunu görünce - Kendini
erkeklere benzeten kadınlara, yine kendilerini kadınlara benzeten erkeklere lanet buyurmuştur) Çok mühimdir.
Yüz yirmincisi: Allah-ü Teâlâ’nın ismi şerifinden gayrı
bir şeyle yemin etmek günah-ı kebâirdendir. Ve her kim:
Allah-ü Teâlâ’nın mubarek ismi şerifinden gayrı bir şeyle yemin
ederse; Allah-ü (celle ve ala)ya şerik koşmuş olur. Şirk ise af
olmayan günahlardandır. Mesela: - Ben falan işi işlersem kâfir
olayım, veya buna benzer sözler söylemesi Allah'ü Teâlâ'dan
gayrıya yemindir. Sonra işlersem kâfir olayım deyipde, sonra
da işlerse; veya geçmiş zamanda işlediğini bildiği bir şeyde,
(kafir olayım ki işlemedim) derse kendinden korkulur. Tehlikeli bir sözdür, kaçınmak gerektir.
Yüz yirmi birincisi: İşçinin ücretini vermemek veya
tehir etmekde günah-ı kebâirdendir.
İşçinin pazarlık mucibince işini bitirdikten sonra ücretini
bir bahane ile vermemek tabiatıyla insanlığa ve İslâmlığa yakışmayan çirkin bir harekettir. Elinden gelirse, onun hakkını
daha fazlasıyle verip onu memnun etmek insanlık iktizasıdır.
Böyle yapmayıp bir de ücretini vermemesi elbette büyük bir
Mehmed Zahid Kotku
313
günahtır. Hem işçinin gözü kalır ve hem de emeğinin hakkını alamaz ki; bu da büyük bir zulümdür. Peygamberimizin
(Sallallahü Aleyhi Vesellem) kıyamet günündeki hasımlarından düşmanlarından birisi de işçinin ücretini vermeyenler
olacaktır.
Yüz yirmi ikincisi: İki kimse beynini (arasını) bozmak
için çalışmak da günah-ı kebâirdendir.
Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından
üç kimse lanetlenmiştir.
Birisi: Ana ve babasının rızasından yüzünü çeviren;
İkincisi: Karı koca beyninde fesat ve fitne ilka edip kadını
boşandırmak sonra o karıyı kendi almak, isteyen,
Üçüncüsü: Müminler beyninde buğz, haset ve adavet ilka
etmeğe çalışan kimseler ki; lanete müstahak olmuşlardır.
Hakikaten bu günkü fitnelerin hemen hepsinin bu fitneci
kimselerin elinden dilinden ve yazılarından kopmakta olduğu
görülen gelmektedir. Çünki; bunların hemen hiç birisinin
dinle diyanetle günahla alâkaları yoktur. Bütün gayeleri
yalnız dünyalıklarıdır. Onun için helâl, haram demeden;
yalan doğru, hak, bâtıl tanımadan gayelerine hizmet etmeğe
çalışırlar ki, yalnız bizim için değil bütün beşeriyet için bir
felâket yuvasıdırlar.
Yüz yirmi üçüncüsü: Bir adamın dinkardeşine -”Ya
mürai” diye söylemesi günah-ı kebâirdendir.
En kolay şey, hemen birisine biraz kızdık mı ilk sözümüz:
— “Bırak şu mürai herif -” demektir. Fakat tam kırk
senelik amelinin mahv ve iptaline sebep olur. Mümin, kardeşine karşı daima hüsnü zan ile memurdur. Herkesi mümin,
Mü’minlere Va’zlar
314
müttaki bilmek ve salahhane tesbit etmek icabederken; bilakis
ona riyakarlığa tesbit etmek "Ya mürai" diye söyleyerek hem
günah-ı kebâir ve hem de kırk senelik amelin mahvına sebep
olması elbetteki çok acı birşeydir. Zira riya âhiret ameliyle
dünyayı muradetmeğe derler. Kalben olacak şeydir. Bunu da
Allah’dan gayrısı bilmez. Binaenaleyh bilmediği şeyi mümin
kardeşine “yâmürâi” diye söylemesi bir sû-i zan alâmetidir.
Bu da yasaktır.
Yüzyirmidördüncüsü: Karı-koca süt emen çocuğunu,
veya süt annelerin baktıkları çocuklarını vakti gelmeden
zaruretsiz memeden kesmeleri, günah-ı kebâirdendir.
Zira süt emen çocuğun süt emmek hakkı iken, ufak tefek
bahanelerle onu sütten kesmek o çocuğa zulümdür. Süt anne
ise, o da mukavelesine riayet etmediği ve çocuğu hakkından
mahrum ettiği cihetle günah-ı kebâiri irtikap etmiş olur.
Çünki; annenin sütü kadar çocuğa faideli bir gıda yoktur.
Neşvüneması, akıl ve zekâsı sonra eksik kalır. Bunun vebali
de onu sütten vaktinden evvel kesenleredir.
Yüzyirmibeşincisi: Nass, bana iyi desinler ve bana büyük adam desinler, bu gözle baksınlar, diyerek kendinde
olmayan bir hali ızhar etmek büyük günahtır.
Perişanlık alâmetidir. Dininde, ihlasında amelin az olsa
da sana yeter.
Hâlis olmak insanın içi ile dışının bir olmasıdır. Sözü
ile hareketi uygun olmasıdır. İçi başka dışı başka, münafıklık
alametidir. Kendisinde olmayan bir hali izhar ise, yalancılık
ve riyakarlıktır. Cenâb-ı Mevla cümlemizi bu sayılan (125)
büyük günahlardan ve bundan sonra sayılacak olan küçük
günahlardan muhafaza buyursun, Amin.
KÜÇÜK GÜNAHLAR
Birincisi: Bakması câiz olmayan kimselere bakmak,
günah-ı sağairdendir.
Kıyamet gününde her göz ağlayacaktır. Yalnız üç kişi
müstesna.
Birisi: Bir göz sahibi ki, Allah’ın haram kıldığı kadınlara
bakmaz ve gözlerini yumuverir.
İkincisi: Allah yolunda, gerek muharebelerde ve gerekse
tahsili-i ilmişeriyyede uykusuz kalıp nöbet bekler veya derse
çalışır. (Düşmanı gözetlemek gibi.)
Üçüncüsü: de Allah korkusundan naşi ağlayıp gözlerinden az da olsa su çıkaranlar. Ve haram olan güzel kadınlara
şehvetle bakanların da gözlerine kıyamet gününde kurşun
döküleceği beyan olunmaktadır. Çünki bu bakışlar bilahare
büyük günahlara da sebep olmaktadır.
Mü’minlere Va’zlar
316
İkincisi: Bakması haram olan kimseyi şehvetsiz öpmek
günah-ı sağairdendir. (Şab-ı emred) delikanlıları da öpmek
böyledir. Şehvetle öpse büyük günah olur. Çünki zina, ellerin
tutmasıyle, ayakların zina mahalline gitmesiyle, ağızların zinası
da öpmekle olur buyurulmuştur.
Üçüncüsü: Az bir şehvet sebebiyle, menisini eliyle
getirmek günah-ı sagairdendir.
Hanımının eliyle de olsa yine günahtır. Belki bekar olupta
şehvetinin galebesi ile, büyük günah işlemekten korkan kimse,
lezzetlenme gibi bir hal olmayup, ancak şehvetini teskin için
olursa müsaade varsa da; bedene büyük zarar i’ras edeceğinden,
bundan kaçınmak evladır.
Dördüncüsü: Şehvetsiz başkasının hanımına yapışmak
haramdır.
Genç ihtiyar müsavidir.
Zira beş şeyi yapan cennetliktir:
1- Konuşurken doğru konuşmak, doğru söylemek,
2- Ahdini yerine getirmek,
3- Emanetleri eda etmek,
4- Ferçlerini muhafaza etmek, günahlara bakmamak için
gözlerini yummak.
5- Ellerinizle kimseyi incitmemekdir.
Beşincisi: Gerek genç ve gerek ihtiyar kadınla te’nha
hali ve başka kimselerin bulunmadıkları yerde bulunmak
caiz değildir. Haramdır.
Bu kadın veya erkek sütkardeşi olsalar veya kayınvaldesi
olsa dahi, bu halvetler caiz değildir. Allahü (celle ve alâ)ya ve
ahiret gününe inanıp, iman eden kimse, başka bir mahremi
Mehmed Zahid Kotku
317
olmadan, ecnebi, yabancı bir kadınla yalnız kalmasın, kadınlarla yalnız kalmaktan sakınınız. Çünki üçüncüsü şeytan
olacaktır. Sizi büyük günahlara düşürür.
Altıncısı: Hayvanlara bile olsa, la’net etmek caiz değildir. Zira Lânet’in Manası: Allah’ın rahmetinden uzak ol
demektir. Halbuki bütün eşya Hakkın rahmetine muhtaçtır.
Öyle ise; la’net edici olmayınız. Bir kimse mümin kardeşine
la’net ederse büyük günah işlemiş olur.
Yedincisi: Hadd-i şer’iden bir hadd icab etmeyen, zaruri
ve zaruri olmayan yalanı söylemek de günah-ı kebâirdir.
Amma haddi-şeriyi mucip yalanı söylese, günah-ı kebâir olur.
Şarap içmeyen kimseye, şarap içti, diye yalan şehadet edip,
haddi şer’i vardır demek gibi. Lakin bir emr-i zaruri vukuunda
veya ahare büyük zararı mucip bir halin zuhurunda söylenen
söz günah değildir. Mesela: bir katil, bir adamı öldürmek kasdı
ile aradığı ve nereye gittiğini sorduğu zaman, gittiği mahalli
bildiğini saklayıp, başka tarafı göstermek günah değildir.
Belki birini öldürmekten, diğerini ölmekten kurtardığı için,
bu yalan günah değildir. Muharebelerde yalan söylemek, iki
mümin kardeşinin arasını bulmak için yalan söylemek caizdir, ve şer’idir. Fakat emr-i zaruri olmadıkça yalan söylemek
kat’iyyen haramdır, ve menhidir. İnsan doğru da olsa yalanı,
şakayı, mücadeleyi terk etmedikçe insanı kâmil olamaz.
Sekizincisi: Bir müslümanı söyledikleri doğru bile
olasa şiir ile hicvetmek günahtır, haramdır.
Hiciv, bir adamı şiirle zem etmektir. Zikrettiği adamın
ayıbını, gerek sarahaten söylesin ve gerekse ta’riz ve kinaye
tarikiyle söylesin yine haramdır. Hatta hicviyesinde zikrettiği
ayıplar, ister o adamda bulunsun ister bulunmasın, hicvinde
sadık dahi olsa yine haramdır. Hicviyesinde yalan varsa o
Mü’minlere Va’zlar
318
zaman iki günah işlemiş olur. Bu hiciv nasın ırzına, dinine,
aklına ve ahval-i sairesine mal ve eşyasına taarruz ile de olur.
Halbuki biz müslümanlar, birbirlerimizin ayıp ve kusurlarını örtmekle ve onların ırz, namus, şeref ve haysiyetlerini
muhafaza, müdafaa ile memurken, bunun hilafına onun
şan, şerefini lekeleyecek her hat ve harekât, büyük bir günah
olmakla beraber insanlık ve İslâmiyete de hiç sığmayan çirkin
bir harekettir. Yalnız düşmanlar için hiciv söylemek caizdir.
Efendimizin şairi Hassan (Radiyallahü Anh)a "Ya Hassan
müşrikleri hicveyle" diye emir buyurmuşdur.
Dokuzuncusu: Nasın evlerinin içine bakmak ve onların
hareketlerine muttali olmak haramdır.
Eğer kasden bakarsa o zaman günah-ı kebâir olur. Ev
sahibi bakanın gözünü bakarken vurup çıkarırsa, birşey lâzım
gelmez; cezasını bulmuş olur. Bu bakan ister erkek olsun ister
kadın olsun müsavidir.
Onuncusu: Özr-ü şer’i olmadan bir müslümanla üçgün
küs olmak haramdır.
Amma zararlı bir kimse olmak dolayısıyle zararından ve
şerrinden korunmak için nadiren dargınlık günah değildir.
Fakat bunu bahane ederek, herkesle bir zarar hissiyle
küsmek suizandır, doğru olmaz. Müslümanların birbirlerine
arkalarını dönmeleri, küsmeleri, hasetlik yapmaları, buğz
etmeleri kat’iyyen caiz değildir.
"Ey Allahın kulları kardeş olunuz ve kardeşçe yaşayınız,
birbirlerinize katiyyen küs durmayınız.” Kendi kusurunu gör
ve onun islahına çalış.
Başkasında sakın kusur arama. Sonra aldanırsın vesselam.
Mehmed Zahid Kotku
319
Onbirincisi: Hakikatını bilmediği şeyde muhasama
ve muhakemeye kıyam etmek haramdır.
Dava vekilleri gibi. Çünki bunlar vekil olduklarından, asıl
iş sahipleri gibi işin hakikatına malumatları yoktur. Bittabi
hasmına galip gelebilmek için yalanları irtikap edeceğinde
de şüphe yoktur. Halbuki bunun makbul birşey olmadığı
malumdur. İş sahibinin de hakikatı doğruca anlatması işine
gelmez. Onun için kaçamak yollardan kurtulmaya bakar. Bunu
da, dava vekili alacağı para mukabilinde kurtarmağa çalışır.
Maazallah bir katili, bir hırsızı, bir sarhoşu, bir kumarbazı, bir
muhtekiri, bir müfteriyi, bir caniyi, bir zalimi müdafaa edip
kurtarmağa çalışmak, bilmem ne kadar doğru olur?
Onikincisi: Bir işin künh ve hakikatına malumatı
olsa bile, hakk-ı şeriata riayet etmeksizin âher kimse ile
muhasama etmek günahtır, haramdır.
Husumet diye kelamda inat etmeğe derler ki, bunun ile
aherin malını ahz ve istilâ eder ve maksuduna nail olur. Eğer
nail olursa maksudu batıl olur, veya hasmını kahr ve tenkil
etmek üzere muhasama ederse bunların cümlesi haramdır.
Fakat bunlardan ârî olarak husumet, batıl olmayıp hak olur.
Husumet içinde eziyet verici kelime olmayarak ve hasmiyle
de adavet ve düşmanlık üzere olmayıp; mücerret muhasaması
hakkını almaktan ibaret olursa, o zaman husumet mubah
olur.
Onüçüncüsü: Bir müslümanın kendi isteği ile gülmesi
menhidir.
Kendi ihtiyarı elinde iken gülmemeyi tercih etmeyip
gülmesi, sıfat-ı mezmumedendir. Çünki az gülmek ve belki
hiç gülmemek ve çok ağlamak lâzım gelirken, ihtiyarı elinden
Mü’minlere Va’zlar
320
gitmiş gibi gülmek küstahlıktır. Amma görülen acayip şeyden
naşi ihtiyar olmayarak gülmesi haram değildir.
Üç kimse vardır ki; Allah’ın azabına müstahaktır.
I - Acıkmadan yemek,
2 - Uykusu yok iken uyumak,
3 - Lüzumsuz yere gülmek.
Gülmesi çok olan kendi kıymetini düşürür. Boş sözleri
ve latifesi çok olanın büyüklüğü gider. Mizahı, latifesi çok
olanın da vekarı gider. Aç karnına su içmek kuvvetinin yarısını
giderir. Çok konuşanın da hatası çok olur.
Ondördüncüsü: Huzuzat-ı nefsaniye ve dünya nimetlerinden bulunan şeyleri gaybederek, elinden gitmesinden dolayı
mahzun olup ağlamak, ah edip teessüf etmek haramdır.
Elinden giden dünyalıklar için ağlayıp sızlamak nasıl günah ise,
naim-i dünyanın o kimseye çokca gelmesinden sevinmesi de,
hep cahillik alameti olup, âkil kimse bâtın ve zâhirini daima
âhiret işlerine sarfetmesi lâzım gelir. Çünki dünya malları ne
olursa olsun fânidir. İnsan gibi... Fakat ibâdât ve tâât daima
baki ve sahibi ile beraberdir. Ahirette’de. Binaenaleyh çabuk
elden gidecek meta’a elden gitti diye hüzün ve keder şöyle
dursun, bunlara iltifat bile etmez. İnsan o kimsedir ki, taş
ile altun yanında birdir. Onun için, giden dünya için meyus
olmayınız. Verilen nimetler için de sevinmeyiniz vesselam.
Onbeşincisi: Kibir haramdır.
Fakat yürümesinde ve sair harekatında; kibir alameti
olarak iki tarafa sallana sallana yürüyerek böyle kendisini,
nefsini büyüterek, yürüyüşünde kibirli ve gururlu yürümesi
caiz değildir. Nihayet Hakk’ın gadabına uğramasına sebep
olur. Zira yevmi - kıyamette böyle esvaplarını sürükleyerek
Mehmed Zahid Kotku
321
veya çekerek kirletenlerin yüzlerine, Allahü Teâlâ'nın bakmayacağı da aşikardır.
Onaltıncısı: Erkeklerin ipek elbise giymeleri, altın ve
gümüş eşya kullanmaları haramdır.
Hatta parmaklarına takılan altın yüzükler de caiz değildir.
Gümüş yüzüklerin de birbuçuk dirhemden fazlası yine
haramdır. Bunlar erkek çocuklara da haramdır. Vebal, günah ana ve babasına yazılır. Dünyada ipekli elbise giyenler,
ahirette cennete girseler bile, ipekli elbise giyemiyeceklerdir.
Bunlar erkeklere haram, kadınlara helaldır buyurulmuş. Fakat
kadınlarımız da tevazuan kullanmazlarsa, büyük hanımlık
yapmış olurlar.
Onyedincisi: Fasık bir kimse ile bir müddet oturmak
günah-ı sağairden, adet edip daima düşüp kalkarsa kebâir
olur.
Fasık diye; tâat-ı ilahiden huruc eden, yani ihadat-u
tâat yapmadığı gibi günahları irtikab eden, içki içen, kumar
oynayan, ömrünü boş yerlerde israf eden, dans ve balodan
çekinmeyen, deniz banyolarında kadın erkek karışık oturan
ve denize girenlerle ve buna benzeyen sair fısk ve günahları
irtikab edenlere denir. Zira huylar saridir, yani birbirine çabuk
geçen hastalıklardandır. Onun için onlarla oturmayı i’tiyad
eden kimse, hiç farkına varmadan, bakarsınız ki, bir gün onları
bile geçmiştir. Allah'ın velilerinden gayrısını dost edinmeyiniz.
Allahü (Teâlâ)nın zikrinden i’raz edenlerden yani, ibâdât ve
tâattan uzak olanlardan siz de i’raz ediniz. Uzak olunuz. Ancak
müminle dost ol ve yemeğini de müttaki kimselere yedir ki,
hem dünyada hem de ahirette sana fâidesi olsun. Ve bir de,
Mü’minlere Va’zlar
322
kötü, günahkar insanlarla dostluk etmek, ateşten bir parçadır.
Dostluğu fayda vermez. Ve sözlerinde de durmazlar.
Onsekizincisi: Kerahat vakitlerinde namaz kılmak caiz
değildir. İsterse cenaze namazı olsun. Bu da yirmi vakittir
demişler. Secde-i tilavet de böyledir. Bunun üç vakti: Gün
doğarken, zeval vakti, bir de gün batarkendir. Gün doğarken bir veya iki mızrak boyu ki; otuz veya kırkbeş dakika
demektir. Zevalde böyle akşam da böyledir. Halbuki şafaktan
sonra ancak sabahın süneti kılınır. Başka namaz mekruhtur.
Fakat borç namazlar, güneş doğuncaya kadar, sabah namazının farzından evvel de sonra da kılınır. Zira borçlardan bir
an evvel kurtulmak gerektir. Bu üç vakıtten gayrı evkat-ı
kerahette sünnet veya nafile namaz kılınmaz. Velakin farz
namazlar ve borç namazlar eda edilir. Şafaktan sonra, güneş
doğduktan sonra, akşam ezanı okunduktan sonra, ve akşam
namazından evvel, cuma günü hutbe okunurken, cuma için
kamet olunurken ve bayram günleri bayram namazından
evvel ve bayram hutbeleri okunurken, gün tutulduğu zaman
küsuf namazı, yağmur duâsı için namaz, hac için okunan
hutbe esnasında, ikindi namazı kılındıktan sonra akşam
ezanı okununcaya kadar nafile veya sünnet namaz kılmak
caiz değildir. Sebebi Efendimizin:
"Şafaktan sonra işrak vaktine kadar, sabah namazının
sünnet ve farzından başka namaz kılınmaz ve ikindi namazından sonra güneş batıncaya kadar nafile namaz kılınmaz”
buyurmuş olmasıdır. Ve yine bayram günleri, bayram namazından evvel nafile namaz kılınmaz. Ve Kurban bayramında
da namazdan evvel kurban kesilmez. Ancak bayram namazı
kılamayan köyler müstesna, Güneş tam zevaldeyken namaz
Mehmed Zahid Kotku
323
mekruhtur. Yalnız cum’a günleri müstesnadır. Çünki hergün
cehennem kızdırılır, yalnız Cuma günü müstesnadır.
Ondokuzuncusu: Bayram ve eyyam-ı teşrik denilen
günlerdeki, -senede beş gündür- oruç tutmak caiz değildir.
Zira bu günler Cenâb-ı Hakkın kullarına ziyafet
günleridir. Yemeyi içmeyi terkedip oruç tutması tabiatıyle
münasip olmaz. Nuh (aleyhisselam) bütün yıl tutmuştur.
Yalnız bayram günleri tutmamıştır. Eyyam-ı teşrik; yeme,
içme ve zikir günüdür.
Yirmincisi: Camilere necaset idhal etmek, üzerlerinde
necaset bulunması ihtimali olan deli ve çocukları sokmak
caiz değildir, günahtır.
Zira mescidler hayırlı yerlerdir. Camilerin, ındallah da
hürmet ve kıymeti vardır. İbadullahın da bunlara hürmet
göstermesi lâzımdır. Temizliğine yalnız müezzinlerin veya
kayyumların değil, bütün cemaatin elbirliği ile gayret göstermesi lüzumu aşikardır. Bugün kilise ve havralara yapılan
temizlik adeta dillere destan gibi söylenmekde iken, maalesef
bizim gerek büyük camilerimizin hali adeta utanç verecek bir
şekildedir. Hele büyük camilerimizin, bahçeleri, çocuklarımızın
top oyunu haline getirilmiş, söylenirseniz derhal sizi pişman
ederler ki, ne deseniz boştur. Halbuki kilise bahçeleri ne kadar
muntazam, çiçeklerle süslü olduğu görülmektedir. Memleket
bizim olduğu halde niçin ehemmiyet veremediğimize akıl
erdiremiyorum. Allah Teâlâ cümlemize hidâyet ve tevfikler
ihsan buyursun.
Yirmibirincisi: Elbise ve bedenine necaset bulaştırmak
ve yine herbir kıymetli şerefli i’tibarı olan her şeye necaset
bulaştırmak haramdır.
Mü’minlere Va’zlar
324
Ve günahı kebîredir demişler. Bunlar hem nezafete muhalif ve hem de ziyanına sebeptir. Halbuki en temiz giyinen
ve en temizi yiyen müslüman olması lâzım gelirken, böyle bir
müslümanın gerek elbisesinin ve gerekse bedeninin pis olması,
veya pisliğe bulaştırılması, aklın tecviz edemeyeceği şeylerdir.
Fakat o pisliklerdendir ki; abdest ettiği yani, def-i hacette güzelce taharetlenmeyen ve işediği vakit güzelce kurulanmayan
kişilerin, gerek üstleri ve gerekse bedenleri daima pistir. Ve
o elbiselerle namaz bile caiz olacağı şüphelidir. Çünki günde
kimbilir kaç defa helaya gider de, güzelce temizlenir ve taharet
bezleriyle kurulanır, maalesef. Bir çok evlerde taharet bezleri
de bulundurulmamaktadır ki, pek acıdır. Ve bazı yerlerde ise
kağıt kullanılmaktadır ki, daha büyük bir hatadır.
Yirmiikincisi: Gerek def-i hacet esnasında ve gerekse
işeme esnasında kıbleye karşı yüzünü veya arkasını çevirmek haramdır.
Kapalı yerde olsun açık yerde olsun yine haramdır. Zira
kıbleye karşı ta’zimsizlik ve hürmetsizlik vardır. Ve hem de
Efendimiz hazretleri,
"Gaita (büyük) ve gerek bevl esnasında kıbleye önünüzü
veya arkanızı vermeyiniz. Lâkin ya şarka veya garba dönünüz"
buyurmuştur. Binaenaleyh evlerimizin hela taşlarını koyarken
buna göre konmasına dikkat etmelidir. Bina yapanlar bunları
düşünecek kadar diyanet sahipleri olmadıklarından, işlerine
nasıl gelirse öyle yaparlar. O zaman bunun tashihi her halde
sizin üzerinize olacaktır. Siz de kulak asmazsanız ömür boyu
günaha girersiniz.
Yirmiüçüncüsü: Hamamlarda, kimsenin görmediği
yerlerde avret mahallini açmak haramdır. Sair mahallerde
açmak da böyle haramdır.
Mehmed Zahid Kotku
325
Lakin insanların göreceği yerlerde avret mahallini açarsa
günah-ı kebâir irtikab etmiş olur. Avret mahalli, erkekler için
göbekten diz kapağının altına kadardır. Kadınlarda ise, bütün
vücutları avrettir. Evvelce kadınlar için hususi deniz hamamları var idi, tahta perdelerle örtülü idi. Şimdi ise; bila perva
her yerde soyunup denize girmekten sakınmıyorlar. Halbuki
denize bu kadar bayılmak caiz değildir. Zira Memleketimizin
iç taraflarında yaşayan ve denizi de hiç görmeyen ve bilmeyen
kimseler olduğu unutmamalıdır. Sonra denizden maddi bir
istifade edeyim derken, ruhunuz ve ma’neviyatınız mahvolur.
Artık işe yaramaz hale gelirsiniz. Faide ancak Allah-ü (Teâlâ)
nın emirlerine uyup yasaklarından kaçmakla olur. Evet belki
vücudunuz bir çok istifadelerde bulunur. Amma manevi
zararını düşünürseniz çok zararlı çıkarsınız vesselam. Yine
maalesef bu Avrupa hayranlığı nedir? Bütün iffet ve şehvet
mahalleri pervasızcasına, hiç sıkılmadan teşhir edilmekten de
çekinilmediği göz önündedir. Halbuki müslüman hatunlar
çok nezih ve çok temiz ve çok da kıymetli olan namus,
şeref, iffet alameti olan tesettürü terkederek, onun yerine
manto diye adlandırdığı, veya çarşaf diye üzerinde titizlikle durdukları kıyafetlerin bugün hiç kıymeti yoktur.
Asıl tesettür hanımefendinin evinde oturup evinin ve
çocuklarının hizmetiyle meşgul olması lâzım gelirken;
her ne şekilde sokağa çıktığı an bu tesettür yok olmuştur.
Zira tesettürden murat, kadının erkekler tarafından herhangi
bir tecavüze uğramamasıdır. Böyle olunca, kadının dışarıda
görülmesi, çarşı pazarı gezmesi, evinin ihtiyaçlarını almak
için şu veya bu dükkanlara gitmesi ve bu arada onun felakete
uğramasına sözü ile gözü kafidir. Bir de yüzü açıksa tamam.
İster manto giysin ister çarşaf. Asıl gaye kadının korunmasıdır.
O çarşaf ve manto içinde oynanan oyunlar, dolaplar, herkesin
Mü’minlere Va’zlar
326
malumudur. Binaenaleyh, cennetin anahtarı ayakları altında
olan annelerin, bu hususa çok titiz ve çok dikkatli olmaları
lâzımdır. Evlatlarımızı okutacağız diye, onları yirmi yaşlarına
tecavüz eden bir zamana kadar, erkek çocuklarla birlikte
hemhal olmalarına göz yuman babalara ne dersiniz?
Yirmidördüncüsü: Zaruret yok iken, abes yere avret
mahallini açmak haramdır. Kimse görmese bile Allah-ü
Teâlâ’dan utanmak gerekir. Efendimiz hazretleri:
"Kendi baldırını kimseye gösterme. Ölü veya diri kimsenin
de baldırına bakma", buyurmuştur. Hatta gusul esnasında
bile. mümkün olan herşeyle korunup; avret yerlerini kimseye
göstermemelidir. Yine maalesef hamamlarda ve denizlerde bu
usule riayet eden kalmamıştır. Çünkü sokakda bile yarıçıplak
gezmekten artık kimse çekinmemektedir.
Bundan hemen tecavüze uğramak gibi birşey anlaşılmamalıdır. Evet koyun ile kurdun bir arada geçineceği bir devir
mi geldi yoksa? Ateşle barut birbirleriyle anlaştılar mı? Bu
Allahu (Teâlâ)nın emri ve hem de tabiatın icabıdır. Çünki;
Cenâb-ı Hak kadın ile erkeğin arasında bir alaka halketmiştir de, bu alem o nizam içinde birbirleriyle ünsiyet edip
geçinirler. Avrupa Hiristiyanlarının bugünki haline aldanma
ve imrenme. O küfrü ihtiyar edenlerin, yeri cehennemdir.
Mahlukatın da en şerlileridir. Onun san ‘at ve maharetine,
Aya gidip geldiğine de aldanma. Rabiatü-l Adeviye kadarda
mı düşünemedin. Onu kandırabilmek için bir büyük zat
havalarda uçmuş, denizlerde yürümüş Rabia hatun bunların
hiç birisine iltifat etmemiş ve şöyle cevap vermiş. "Havada en
adi sinekler de uçmakta, denizde, balıklar da yüzmekde, şeytan
ise bir anda şark ile garp arasında gidip gelmektedir." Asıl
marifet bu mülkün sahibi Allah (celle ve alânın) razı, hoşnut
Mehmed Zahid Kotku
327
olduğu, sevdiği bir kul olabilmektedir. İşte her gelen nöbetini
savıp gitmektedir. Hani senin sevgili baban, dedeciğin hani,
o sevgili annen hani, o annenin annesi? Bak, ibret gözüyle
bak. Sen bu dünyaya boy göstermeğe gelmedin. Geldiğin
gibi gideceksin. Bir hıristiyan gibi mi gitmek istersin, yoksa
Allah’ın razı olduğu bir müslüman gibi mi? İyi düşün yolunu
ona göre seç.
Yirmibeşincisi: Oruçlu, akşam iftar etmeyip ertesi
günün orucuna niyet etmeğe savm-i visal diyorlar ki, bu
günah-ı sağairdendir.
Caiz değildir. Bizim dinimiz herkesin isteğine göre değil,
peygamberimizin emirlerine uymakla olur. Bunu da peygamberimiz men ‘etmiştir.
Hem de bilahere bazı zafiyetler dolaysıyle ibadat-ü tâatdan
kalmak tehlikesi de vardır.
Her şeyin iyisi, peygamber efendimize uymaktır vesselam.
Yirmialtıncısı: Keffaret yapmadan müzâheret olunan
kadına yakin olmak ve hatta öpmek de caiz değil, günah-,
sağairdendir. Bu müzâheret, erkeğin karısının azalarından
birisini, nikâhı kendisine haram olan anasına, kızkardeşine
halasına ve teyzesi gibi kimselerin, bakması haram olan arkasını ve baldırların karnın ve sair bakması haram olan yerlerini,
karısının azalarından birisine benzetmesine derler. Ve böyle
söylemesine (zıhar) derler ki, buna ceza olmak üzere 60 gün
oruç tutmak, veya, 60 fakire fidye sadakası vermek, veya bir
köle azad etmekle mükelleftir borçludur. Bunu yapmadıkça
hanımına yakın olamaz. Bu müslümanlık da, anne ve akrabanın
kıymetinin ne kadar yüksek olduğuna başlıca delildir.
Mü’minlere Va’zlar
328
Yirmiyedincisi: Muhacire olmayan bir kadın, yanında
kocası, babası, kardeşi, oğlu gibi mahremleri olmadığı
halde, onsekiz saatlik mesafeye valnız başına gitmesi haramdır. Yola çıkan hatun ister genç, ister yaşlı olsun müsavidir.
İster ibâdet için -hac gibi- ister ziyaret için olsun, katiyyen
caiz değildir.
Süt kardeşi veya damadı olsa, zamanımızda bunlarla
yola çıkmak da caiz değildir. "Allah’a ve yevmi ahirete iman
eden hiç bir kadına helal olmaz ki, üç günlük ve daha ziyade,
yalnız başına sefer ede. Meğer yanında babası veya kocası
veya oğlu veya kardeşi veya mahremlerinden birisi ola" başka
türlü caiz değildir. Burada hem kadının muhafazası ve hem
de erkeklerin fitneye düşmemeleri ve günaha girmemeleri
de mevzu bahistir. Yabancıların kadınlarla yolculukları her
nekadar emniyet altında olsa dahi emri peygamberi ile
yasaklanmıştır. Zira fitnelere hudud yoktur. Sevap kazanıyorum diye birçok günahlara girerler de haberleri bile olmaz.
Yukarda da anlattığımız gibi ibâdetler birer kuvvet kaynağıdır.
Günahlar da zehir yuvasıdır. Çok kuvvetli ve besili kimse,
biraz zehir alınca nasıl dayanamadan ölüyorsa, günahlar da
böyledir. Netice peygamberimizin sözlerine itaattir. Hazreti
Aişe (Radyallahü anha) validemiz, peygamberimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ahirete intikalinden epey sonra hacca
gitmeyi murad etmişler. Hazreti Ömer, (R.A.)dan o zaman
halife olma münasebetiyle izin istemişlerse de, Hazreti Ömer
razı olmamış ve izin vermemiş. Nihayet münasip bir zamanda
hazırlanmalarını emretmiş ve kendilerini muhafazaya iki
kimseyi memur etmişler. Birisi devenin önünde, birisi de
arkasında nihayet Mekke-i Mükerreme’ye varmışlar. Hazreti
Ömer (R.A.) muhafızlara,
Mehmed Zahid Kotku
329
— Bunları gece yarısı götür, tavaflarını ve saylerini tenha
bir zamanda yaptırıp, bulundukları yerde birisi dışarda birisi
de kapıda bekçi olarak bulundur.
Sen o zamanı bir düşün, bir de şimdiki zamanı, Allah
cümlemizin muini olsun vesselam.
Yirmisekizincisi: Almayacağı malın kıymetini artırmak
için fiyatına zam etmek haramdır. Çünkü; bir nevi hiyledir.
Birisini sevindirmek suretiyle alıcıyı zarara sokmak vardır.
Kaldıki mümin kendisine istediği iyiliği başkasına yapmakla
da mükelleftir. Heyhat şimdi müslümanlık çenede, yani lafda.
Allah cümlemizi razı olduğu kullarından eylesin. Aziz kardeş
hedefin hemen hakkın rızası olsun.
Yirmidokuzuncusu: İhtikar da haramdır.
Bâhusus insan ve hayvan yiyeceği olan ve hatta giyeceği
şeylere, insanlar muhtaç iken, satmayıp fiyatı daha fazla
olsun diye malı saklamağa derler. Yiyecek ve içecek daha
mühim olduğundan, Arpa, buğday, un gibi şeyleri, şeker,
et, yağ peynir, de bunlara ilave edilirse ki, insanlar bunlara her zaman muhtaçtır. Onun için bunları saklayanlara
mel’un adı verilmiştir. Kendi menfaati için âharin zararını
isteyen kimseye bundan başka ad da yakışmaz. Yalnız
mahsul sahibi rençber, malını kendi çoluk ve çocuğu için
saklasa, muhtekir sayılmaz demişler. Fakat mahsul fazla
ise ve nasın da ihtiyacı varsa, o zaman satmazsa, hükümet
onu elinden alır ve satar. Muhtekirin en kötüsü zahire
ucuzlayınca mahzun ve pahalı oldukça sevinen kimsedir
ki, tam ehl-i dünya demektir.
Otuzuncusu: Bir adam başkasının pazarlık ettiği mala
sahip çıkıp, onun da pazarlık yapması haramdır.
Mü’minlere Va’zlar
330
Pazarlık üzerine pazarlık, alıcıyı kandırıp caydırmak,
“ben sana bundan daha iyisini ve ucuzunu da alırım” demek
de, pazarlık üstüne pazarlık sayılır. Velakin aldanmak veya
aldatmak gibi bir hal vuku’unda kardeşini zarardan vikaye
için yaparsa, bu da caizdir ve iyidir:
Alıcı ile satıcı bir işte mutabık kaldıktan sonra, birisi gelip
alıcıya “sen, bunu alma ben sana daha ucuz veririm,” diye caydırıp,
yapılan pazarlığı bozmasıdır ki, çirkinliği herkesce malumdur.
Otuzbirncisi: Bir hatunu almak üzere birisi talip olup,
oda yani velisi vereceğine söz verdikten sonra diğer talibin
zuhuru ile ol hatunu istemesi caiz değildir.
Bu hal tabii pazarlık üzerine pazarlık gibidir ki, memnu’dur.
Caiz değildir. Hatta istediğini bildiği halde, söz kesilmede
dahi araya başkasının girmesi tabiatıyle memnu’dur. Bazıları
bunu kebâirden saymışlardır.
Otuzikincisi: Şehir halkının taama ihtiyacı olduğu
bir zamanda köylünün satmak üzere getirdiği malı şehir
halkından birisi gelipde “O köylüye, ben bu malı senin için
ziyade pahalıya satıveririm” demesi, ve bu zahireyi köylü
için satması haramdır.
Yalnız ucuzluk ve bolluk zamanlarda caizdir demişler.
Otuzüçüncüsü: Şehir ve kasabaya mal getirerek satmak
isteyen bir köylünün elinden daha ucuz alabilmek için
şehir dışında, yollarda bekleyip, köylü piyasayı bilmeden
elinden ucuza malı almak câiz değildir.
Halbuki köylü de şehire geldikten sonra piyasayı öğrenir, ucuz sattığını anlayınca; alışverişi bozup bozmamakda
muhayyerdir, demişlerse de, bugün için mümkün olmayan
bir şeydir. En iyisi şehre getirir, piyasaya göre ucuz ve pahalı
Mehmed Zahid Kotku
331
satmak daha doğrudur, böylece alan günahtan kurtulur, satan
da aldanmamış olur.
Otuzdördüncüsü: Bir adam; sattığı koyun, keçi, inek,
makülesi hayvanın sütlerini sağmadan, memelerini sütlü
gösterip pahalıya satmak caiz değildir. Bu da bir nevi hiledir. Fakat bunları bilenlerde azdır. Yapanlara Allah'ü Teâlâ
insaf versin. Cümle hilekârlar bizden değildir ve hile edenlerin
yeri cehennemdir. Çünki hilenin hiç bir nev’i müslümana
yakışmaz.
Otuzbeşincisi: Cuma ezanı okunurken alış veriş haram
olduğu gibi, caminin dışında yani evinde veya dükkanında,
okuduğu Kur’an-ı kerimi bile bırakıp ezanı dinlemesi
lâzımdır böyle yapmazsa mekruhtur.
Yani cuma vakti mümkün oldukça ezandan evvel camiye
girmek veya Kur’an dinlemek veya tefekkür etmek lâzımdır.
Bunu yapmadığı halde ezan vakti bile alış verişle meşgul olmak emr-i ilahiye muhaliftir. Çünki; ezan okunur okunmaz
derhal her işi bırakıp camisine namaz kılmak için gitmek,
Allahü (Teâlâ)nın emridir. Bunu yapmadığı takdirde emr-i
ilahiyi dinlememiş olur ağır davranması hiç bir müslümana
yakışır birşey değildir. "Bütün cefânın cefâsı, küfür, nifak,
Ezan-ı Muhammediyeyi işitibde, bu davet-i ilahiyeye icabet
etmeyenleredir" buyurulmuş.
Otuzaltıncısı: Ceriyeleri henüz buluğa erişmemiş
evlatlarından ayırıp satmak da haramdır.
Ya ikisini birden bir kişiye satar, veya ikisini de satmazsın.
Anne ile evladı ayırmak caiz değildir. Baba ile evladı
ayırmak caiz değildir. Yalnız kendi kendine yiyebilen ve taharetini yapan sabıyi veya deliyi anasından veya babasından
ayırmak caiz demişler.
Mü’minlere Va’zlar
332
Satmak caiz olmadığı gibi ayrı ayrı memleketlerde bulundurmak da caiz değildir. Karısı ile çocuğunu ayırmak
da caiz değildir. Süt emmekten müstağni olmayan hayvan
yavrularını dahi analarından ayırıp satmak mekruhtur. Ve
merhametsizlik eseridir.
Otuzyedincisi: Ayıp malın ayıbını saklayarak satmak
da haramdır.
Hatta ayıbı belli olmasa bile, ayıbını söylemek lâzımdır.
Mesela suya sokarak malın ağır çekmesini sağlamak buğdayın
yaşlığını saklamak ve her şeyin iyisini üstüne koyup, kötüsünü
altına saklamak caiz değildir.
Manavlara Allah selamet versin. Tablaya güzel güzel
dizerler, arkaya bozuk, ezik, çürükleri saklarlar. Bakar imrenirsiniz, bir okka alırsınız, eve gidince bir de bakarsınız ki; o
gördüğünüz meyvalara hiç de benzemez. "Hilekarlar bizden
değildir, malını satarken ayıbını söylemeyerek satanlar, Allahü
Teâlâ'nın gazabına düçar olurlar ve melekler de mütemadiyen
ona la’net ederler."
Otuzsekizincisi: Zaruretsiz köpek beslemek.
Bak aziz kardeş görüyor musun? Avcı olanların, ziraat ile
uğraşanların veya koyun besiciliği yapanların dışında evde veya
işyerinde köpek beslemeleri günahtır ve haramdır. Evini hırsızdan,
ve ekinlerini ve koyunlarını korumak için saklamak caiz demişlerdir.
Fakat lüzumsuz, süs için köpek besleyenlerin hergün amellerinde
iki kırat eksilir. Her kırat Uhut dağı kadardır. Bir de kelp olan eve
melekler girmeyeceğinden ve onların hane sahiplerine istiğfar etmelerinden de mahrum kalacakları cihetle, lüzumsuz köpek saklamak
caiz görülmemiştir. Ve belki meleklerin la’netine müstehak olur.
Otuzdokuzuncusu: Parasız ve namaz vakitlerini geçirmeden oynanan satranç oyunu günah-ı sağairdendir.
Mehmed Zahid Kotku
333
Eğer para olursa veya namaz kaçarsa o zaman günah-ı
kebâir olur. Cenâb-ı Hakkın hergün kuluna 360 nazarı vardır
ve satranç oynayanlara bundan bir nasip yoktur. Yarınki yevm-i
kıyamette en şedid azap bu satranç oynayanlara olacaktır. Bir
kimsenin elinde ateşi sönünceye kadar tutması, daha hayırlıdır.
Bu santranç oyununu oynamaktan.
Kırkıncısı: Bir müslümanın, bir müslümana para ya
da mal ile peşin veya veresiye şarap satması haramdır.
Şarap Müslime göre; (intifa) olunur mal değildir. Bakınız
bir müslümanın, şarap satan bir müslümandan alacağı olan
parayı şarap parasından verse, o adam alacağını almış sayılmaz.
Allah-ü (celle ve alâ), Kur’an-ı Keriminde şarabın haramlığını
bildirdiği halde, peygamberimiz de şarab içene ve içene verene,
(verene saki diyorlar), satana, alana, suyunu sıkana, taşıyan
hammala ve hammalın arkasına yardım edip kaldıranlara
ve parasını yiyenlere lanet etmişlerdir).
Bak Müslümanın şarap parasından borcunu ödeyemediği anlaşıldı. Fakat bir hiristiyanın sattığı şarap parası, onun
malıdır. Ondan borcunu ödeyebilir demişler. Aradaki farkı
gördünüzmü? İslâmiyet ne kadar nezihdir. İçkiyi içmek şöyle
dursun, içkiyi taşıyan hammala bile yardımı tecviz etmemiştir. Hatta kendi satmaz fakat bir kâfire sattırırsa bu da tecviz
edilmemiştir ki, bir hiledir.
Kırkbirincisi: Şarap satmak nasıl haramsa, şarap almak
da aynı şekilde haramdır.
Çünkü Cenâb-ı Peygamber efendimiz şarap ticaretini
men buyurmuştur.
Kırkikincisi: Şarap saklamak da haramdır.
Mü’minlere Va’zlar
334
Gerek hanesinde ve gerekse hariçte olsun, az veya çok
olsun haramdır.
Talha (R.A.) birgün Rasulullah (S.A.V.) efendimize:
- Ya Rasulallah yanımdaki yetimler için şarap aldım ne
buyurursunuz diye sorduklarında "Şarabı dök, akıt, kabını
da kır" buyurmuşlardır.
Binaenaleyh müslümanın evinde bile şarap bulundurması
caiz görülmemiştir. Ancak şarabı sirke yapmak için saklamak
caiz demişler.
Kırküçüncüsü: Bir adam bir lokmayı yani çok az bir
şeyi bile sirkat etmesi haramdır.
Çünkü bu az birşeyi sirkat etmesi, onun ahlâken çok
düşük olduğunun alâmetidir. Çaldığı çokca bir şey olursa;
günah-ı kebâir olur. Hatta kapalı yerden aldıysa, elini de kesmek lâzımdır."Bir alet-i harp çalıp eli kesilen veya bir ip çalıp
eli kesilen hırsıza, Allah lanet etsin" buyurulmuştur. Burada
(beyda) kelimesi demirden mamul bir nevi alet-i harp olup,
kıymeti dolayısıyle elinin kesilmesine sebep olur.
Kırkdördüncüsü: Kur’an okumak, hadis okumak ve
zikrullah yapmak için ücret şart koşmak haramdır.
Mesela hatm-i Kur’an veya hatm-i tehlil ve zikrullah için
ücret almak ve bunu şart koşup parasını alıp yemek caiz değildir.
Ve böyle ücretle okutturulan Kur’andan, edilen ve ettirilen zikrin
dünyevi ve uhrevi hiç bir fâidesi yoktur. Belki zararı vardır. Şöyleki: Rasul-i Ekrem (S.A.V.) efendimiz hazretleri buyurmuşlardır
ki: Herkim nasın malını yemek için Kur’an okursa, kıyamet
gününde yüzü etten ari çıplak bir kemik iskeleti olarak, yani
korkunç bir şekilde haşrolunucaktır demiştir.
Mehmed Zahid Kotku
335
Ve yine herkim okuduğu Kur’anı ücret alarak okursa,
dünyada acele hasenatını almış olur. Ve yevm-i kıyamette
Kur’an onunla huccetini izhar ile galebe eder. Yani hakkını
alır. Fakat, rıza-i bari için okuyup da sevabını hediye eder. Ona
da hediye namına bir şey verirlerse onu almakda beis yoktur
demişlerdir.
Kırkbeşincisi: Ayakda özürsüzken işemek ve sidik
kabını odasında saklamak haramdır.
Ayakta işemek birçok zararları olduğu gibi, üzerine de
sidik sıçratmış olacağı için namazına da mani olabilir.
Oturarak işemekte ise bu korku olmamakla beraber,
bazı faideleri de vardır derler ve sidiği kap içinde odasında
saklamak, oraya meleklerin girmemesine sebep olur. Çünkü
Efendimiz menetmişlerdir.
Gusülhanede işemek de iyi değildir. Hemen bütün vesveseler bundan gelir. Üç şey cefadandır: Birisi, ayakda işemek,
namazı bitmeden alnını silmek ve secdesinde üfürmek veya
“puf” demek gibi.
Kırkaltıncısı: Gusülhane ve hamamda gusül ettikleri
mahalde ve yer de bulunan deliklere işemek haramdır,
günahtır. Zira delikler haşerat yuvasıdır. Onları da mutazarrır
etmemek lâzımdır.
Kırkyediincisi: Nâsın gelip geçtiği yerlere, su mecralarına ve nasın oturacağı gölgelik mahallere, ağaç altlarına
işemek veya pislemek haramdır. Zira buralardan nas istifade
eder. Onun için buraların temiz tutulması lâzım gelirken
bilakis pisliklerle kirletmek tabii müslümana da insana da
yakışmaz.
Lanet olunmağa sebep olan üç şeyden korkunuz.
Mü’minlere Va’zlar
336
Biri: herkesin oturup dinleneceği ve güneşin sıcağından
korunup, istirahat edeceği yerlere def-i hacet etmek, bunun
gibi yollar üzerine, suların aktığı yerlere, veya nasın toplandıkları yerlere ve yolların ortasına ve ötesine berisine, neresi
olursa olsun insanlara zarar veren her yere def’i hacet etmekten
sakınılmalıdır.
Kırksekizincisi: Namaz kılarkan laübalice ve güzelce
giyinmeden, esvabını omuzlarına alarak namaz kılmak ve
hatta boyun atkılarını da namaz esnasında boyunundan
çıkarmamak ve öyle namaz kılmak mekruhtur denilmiştir.
Herhalde namazı çok önemli ve ehemmiyetli kılmalıdır.
Kırkdokuzuncusu: Cünüp olan kimsenin gerek cami
içinde ve gerek cami dışında, ezan okuması ve kaamet getirmesi caiz değildir. Bunlar namazın mukaddimesidir. Ezan
ve kaamette temiz olmak gerekir namazdaki gibi taharet ve
kıbleye dönmek şarttır. Binaenaleyh namaz gibidir. Dikkatli
olmak gerektir.
Ellincisi: Camilere velev geçmek için olsa dahi cünüp
ve hayızlı olarak girilmesi haramdır.
Zira mescidlere girmek, cünüp ve hayızlılara helal olmaz.
Ellibirincisi: İhtisar; yani namaz kılarken sağ elini
sağ böğrüne sol elini sol böğrüne koyarak namaz kılmak
günahtır.
Bu adet evvelce yapılıyormuş ki, onu Cenâb-ı Peygamberimiz men buyurmuşlardır.
Mehmed Zahid Kotku
337
Bugün böyle namaz kılan yoktur. Namaz İslâmın en
birinci alameti ve nişanesidir. İnsan namazı nisbetinde
müslümandır. Yani namaza olan dikkati, devamı, hudu ve
huşu’u müslümanlıkdaki olğunluğunu gösterir. Herkim kıldığı namazı, kalbi dünyadan boşalmış olduğu halde, Hakka
teveccühle kılarsa, ve namazın erkan ve usulüne riâyet eder
ve vakitlerine de, sünnetlerine de riayetle kılarsa, bu zat mümindir. Yani kâmildir.
Kıyamet gününde kul, ilk önce namazdan sual olunacaktır.
Namazını güzelce vekitlerinde, taharetle ve sünnetlerine riayetle
kıldı ise kurtulur. Felaha erişir. Eğer namazını kılmamış veya
eksik, dikkatsiz kılmış, taharete ve sünnetlere uygun şekilde
bazan kılmış bazen de kılmamış ise bu zat büyük bir husran
ve zarar içersinde kalır ki; telafisi artık mümkün değildir.
Cenâb-ı Hak (celle ve ala) ümmet-i Muhammede hidâyet ve
tevfikına refik buyursun da namazlara lâzım gelen ihtimamı
göstersinler.
Elliikincisi: Namazda elbisesini ihram gibi bağlamak
caiz değildir.
İhramla namaz, ancak Hac günlerine mahsustur. Dünyadan ayrılmanın alameti ölü gibi kefene sarılmış olduğu halde
bulunmak suretiyle, nefsin ıslahına medar olur. Elbisesini
çıkarmış, ihrama girmiş bir kimsenin dünyayı da içinden
öyle çıkarması lâzımdır derler.
Elliüçüncüsü: Namaza aykırı bir vaziyetde ve lakin
namazı ifsad etmeyen hareketler de haramdır.
Mesela: Namazda elbisesiyle veya bedeniyle oynamak,
şurasını burasını kaşımak gibi ki, bir veya iki defası afv olup,
üçüncüsü ise namazın fesadına sebep olur.
Mü’minlere Va’zlar
338
Üç şey vardır ki; Allahü Teâlâ bunları sevmez. Bunlar
mekruhtur. Birisi; Oruçlu iken münasebetsiz söz söylemek,
İkincisi: Namazda şurası burası ile oynamak,
Üçüncüsü de mezarlıklarda gülmektir. Çünki mezarlıklar
ağlanacak yerlerdir. Orada yemek, içmek ve gülmek hatta
konuşmak bile caiz değildir. Orası intibah yeridir. Yarın gideceğimiz ve orada çürüyüp perişan olacağımız yerdir. “Orası ya
cennet bahçesidir ya da cehennem çukurudur.” Ders alınacak
yerdir. Orada gülen ve konuşanların akılları yok demektir.
Ruhsuz bir insana ne yazık Yarabbi!
Ellidördüncüsü: Namaz kılan insan yüzünü kıbleden
çevirmesi günahtır, haramdır. Eğer göğsünü de kıbleden
çevirirse namazı bozulur. Dikkat etmek lâzımdır. Gözü ile
de iki tarafa bakmak caiz değildir. Çünkü; namazda iltifat,
yani iki tarafına bakınarak iltifatta bulunursa, Cenâb-ı Hak
bunların namazını reddeder, yani kabul etmez. Çünkü; bu
adamın kıldığı namazdan haberi yoktur demektir. Çünki
namaza “Allahü Ekber” diye girmek ve Halık-ı (Zülcelâl)in
huzur-u manevisinde bulunmak lezzetinden haberdar olmayan
kişi iki tarafına bakınır.
Siz bir büyüğün huzuruna girdiğiniz zaman onun karşısında başka birşeyle meşgul olabilir misiniz. Binaenaleyh
vazifen, hedefin Allah’tır. Ve onun rızasıdır. Divanında ona
göre bulunmak lâzımdır.
Ellibeşincisi: Camilerde konuşmak, alışveriş yapmak
günahtır, memnudur, haramdır.
Ancak i’tikafa girmiş olan mu’tekif için konuşmak caizdir.
Fakat camilere girerken “i’tikafa niyet ettim demek” sünnettir.
Bunu yap. Camide bulunduğun müddetce i’tikaf sevabını
alırsın ve hem de konuşmaların (inşaallah) affa uğrar. Camiler
Mehmed Zahid Kotku
339
yalnız ibadat, tâat, zikir ve namaz için bina olunmuş olup,
hayırlı yerlerden maduttur, tâatın gayrı kelam söylemek caiz
olmayacağı ma’lumdur. "Âhir zamanda birtakım kavim, mescidlerinde dünya kelamı konuşurlar ve Allah için bir gayeleri
ve hacetleri yoktur ve yine yakında ahir zamanda bir kavim,
camilerde halka halka toplanıp otururlar. Fakat bütün maksatları dünyadır. Sakın siz onlarla oturmayınız. Muhakkak
onların AIlahü Teâlâ icin bir hacetleri, dilekleri yoktur."
Halbuki; bugün artık buna dikkat eden ve riayet eden
hemen hemen yoktur. Hele Harem-i şerifler, çok dikkatli
olunması gereken yerlerdir. Her zaman ele geçmez.
Ellialtıncısı: İbâdet olmayan şeyleri mescidde işlemek
haramdır.
San’at, ticaret, kazanç, terzilik ve hatta para ile Kur’an
yazmak ve buna benzer şeyleri cami-i şerifde yapmak caiz
değildir. Camilerde para ile su satmak da caiz değildir. Yalnız
hayır yapmak isteyenler, su satana parasını verip -”Sen bu
suyu camilere git dağıt” dese bu caiz olur. Mekke-i Mükerreme ve (Medine-i Münevvere)deki su satanların vay haline.
Fakat hac vakti kalabalık münasebetiyle zaruret vardır. Bu
zaruretler bazı mahzurları mübah kıldıkları cihetle inşallah
affa mazhar olunur.
Çocuklara para ile Kur’an ve saire dersleri öğretmek de
caiz değildir demişler. Caminin 14 kadar adabı vardır. Camiye
girerken sağ ayağı ile girip
1- (Allahümmeftahlena ebvabe rahmetike) der, sonra (Esselamü aleyna min Rabbina ve ala ibadillahissalihiyn)
demek.
2- Oturmazdan evvel namaz vakti değilse, iki rek’at tahiyyat-ı
mescid namazı kılmak.
Mü’minlere Va’zlar
340
3- Mescidde hiç bir suretle bağırmamak,
4- Saf arasına girip kimseye eziyet etmemek,
5- Safları yarıp ileri gitmeğe çalışmamak,
6- Mescidde tellal bağırtmamak,
7- Alışveriş yapmamak,
8- Dünya kelamı söylememek,
9- Hakkı çok zikretip, gaflet etmemek,
10- Oturacağı yeri için kimse ile çekişmernek,
11- Tükürmemek,
12- Parmaklarını çıtlatmamak,
13- Ceza dayağı vurmamak,
14- Namaz kılanın önünden geçmemek ve benzerlerinde
sakınmak gerekir.
Elliyedincisi: Oruçlunun hanımına fercinin gayrı yerleri,
butlarına, koltuklarına, karnına cima muamelesi haramdır.
Öpmesi de böyledir. Ve bunlar inzal vaki olmadığı surettedir.
Eğer inzal vaki olursa hem orucu bozulur ve hem de haramı
irtikab etmiş olur. Hem de kaza lâzım olur. Eğer fercine cima
ederse, inzal vaki olduğu takdirde, hem kaza hem de keffaret
lâzım gelir.
Ellisekizincisi: Zekâtı malının kötüsünden vermek
haramdır. Zekât malî bir ibâdettir. Bedeni ibâdetlere nasıl
dikkat ve ehemmiyet vermek lâzımsa, zekât da öyledir. Meselâ;
kırk koyundan bir tanesini verecek. Âlâsını istemeyiz amma
ednâsı da olmamalıdır. (Hayru-l umûrü evsatühâ) olmak üzere
ortasından vermek iktiza ederken, en adisini vermek Cenâb-ı
Hakkın kendisine lutfettiği mal kısmetinin kıymetini bilme-
Mehmed Zahid Kotku
341
mesi ve aynı zamanda fukaraya da zulüm etmiş olacağından
günah addedilmiştir.
Ellidokuzuncusu: Hayvan keserken eziyet etmek, kör
bıçakla kesmeğe çalışmak veya kesmeğe yatırdıktan sonra bıçağı
bilemeğe çalışmak, kesme yerine sürükleyerek götürmek ve
buna benzer hareketlerle hayvana eziyet etmek haramdır.
Altmışıncısı: Suda arkası aşağı, karnı yukarı gelen
ölmüş balığı yemek haramdır.
Zira su içinde ölen balığın, yenmesi helal olmaz. Balığın
su içinden çıktıktan sonra ölmesi onu kesmek gibidir ki; o
zaman yemesi helal olur.
Altmışbirincisi: Kokmuş etleri ve yemekleri yemek
haramdır. Yemesi mübah olan hayvan etleri veya yemekler
kokması sebebiyle necis olmuş olur. Bunu yemek vücuda ve
mideye büyük zararlar i’ras eder. Gıda olmaktan çıkar, kısmen
zehirlemeler hasıl olur. Sakınmak gerektir. Buzdolaplarında
da uzun zaman bekletilen yemekler de nefasetini kaybeder ve
faideleri de gider. Boşuna emek olur. Buzlu sular da zarardan
başka bir şey değildir.
Altmışikincisi: Eti yenen hayvanların bevil mahalli,
hayaları ve aralarında bulunan ve beze tabir olunan
nesneleri, ödleri, fercleri ile zekerini ve dübürü ile akan
kanlarını yemek kat’iyyen haramdır.
Efendimiz (S.A.) hazretleri hayvandan 7 şeyin yenmesini
kerih görmüşlerdir, onlar da yukarda yazılıdılar.
Altmışüçüncüsü: Ekmekçi, kasap ve çarşı esnafının sattıkları ekmek, et, ve sair erzakın fiyatında fahişlik vuku’u
bulmadıkca, bunlara narh koymak caiz değildir.
Mü’minlere Va’zlar
342
Lakin esnaf et ve ekmeğin kıymet-i hakikiyesine tecavüz
ederler, fahiş fiyatla sattıkları surette halkı zarardan korumak
için narh vaz ‘edilmesi caizdir. Narh icabederse bütün eşyaya
vaz’ olunabilir demişlerdir.
Altmışdördüncüsü: Mükellef kadının ana ve babasının
izni olmadan mühürsüz ve şahitsiz nikâhları caiz değildir.
Velisinin izni olmadan akile ve baliğa kadını nikâh etmek,
sahih ve nafiz olsa bile günah-ı sağairdendir. Eğer küfüv
gayrısına nikâh edilmişse çocuk getirmedikçe i’tiraz etmeğe
velisinin hakkı vardır. Ve küfvünün gayrı nikâh edilmiş ise
nikâhın ademi -cevazı ile fetva verilir. Mihirsiz ve şahitsiz
nikâh kıyılması dahi câiz değildir. Şahitler âdil olmasa dahi
kıyılan nikâh caiz değildir.
Âdil demek hasenatı seyyiatına galip gelen kimsedir.
Hasenatı az, günahı çoksa, o adil olmaz.
Nikah da, fetva kitaplarında şahideyn-i adli tabiri vardır
ki, herkesin şahitlik yapmağa kalkması doğru değildir. Akile
baliğa hatunların nefislerine tasarrufları caiz olduğundan,
velilerin izni olmasa bile, kendi kendilerine küfüv olursa
nikâhı sahih olur. Dengi değilse o zaman velisi i’tiraz edebilir
denmiştir. Müslümanlıkta evlilerin küfüv olması, gerek şeref
bakımından gerekse diyanet bakımından şarttır. Mesela:
müslüman olmayan kadın veya erkek, müslüman olan bir
kadın veya erkekle evlenemezler? Yahudi ve hristiyanların
kızlarını almak caizdir. Velakin onlara kızlarımızı vermek
kat’iyyen caiz değildir. haram-i kat’iydir. Zira biz onların
kızlarını alırız. Çünki hem Musa (A.S.) a inanırız ve hem de
İsa (A.S.) a inanırız. Binaenaleyh kızlarını almağa hakkımız
vardır. Velakin onlar bizim peygamberimize inanmadıkları
için kızlarımıza denk olamadıklarından nikâhları sahih ol-
Mehmed Zahid Kotku
343
maz. Müslümanım diye geçinen imansızlara da müslüman
kızları verilemez.
“Ben de müslümanım” diyip de kızını Yahudiye veren
adama ne dersiniz.
Altmışbeşincisi: Bir adam mehir tesmiye etmeksizin
birisine, kızımı sana verdim, kızkardeşini bana vermek
üzere şartıyla kıyılan nikâh sahihdir. İman Şafiiye göre ise
sahih değildir. Hanefiye göre keraheten sahih olursa da, olur.
Bu suretle mihri tesmiyesi vacip olur.
Altmışaltıncısı: Zevcesini gerek taharet ve gerekse
hayızlı halinde boşamak günah-ı sağairdendir.
Zira ekseriyetle boşandıktan sonra pişmanlıklar olagelmekte
olduğu vechile çocuklar da varsa, nikâhı islah ve tedariki
mümkün olur. Birden ziyade üç talak ile birden boşamakta
ise, bir daha tamiri ve islahı mümkün olamayacağından
pişmanlıklarda fayda vermez. Çocuklar da pişman olurlar
vesselam. Talak üç nevi üzerinedir:
1- Ahsen,
2- Sünni,
3- Bid’i dir.
Ahsen olan talak, cima’ etmediği taharet halinde rici
olarak bir kere boşamaktır.
Sünnî olan, boşama halinde hayızdan kesilmiş hatunu
va’ty’den sonra boşamaktır.
Bid’ı talak da bunlara uymayan ve birden fazla üç talak
ile boşamaktır ki, bir daha dönüşü yoktur. Halbuki "evleniniz
ve boşamayınız. Zira boşanmakta arşın bile titrediği" zikr
olunmaktadır.
Mü’minlere Va’zlar
344
Altmışyedincisi: Talak-ı ric’i ile karısını boşadıktan
sonra müddet içersinde karısına müracaat hakkı vardır.
Ve bu müracaatı söz ile yapması lâzım gelirken, fiili ile
kadına müracaatı mekruhtur.
İddet içersinde nikâhı baki olduğundan her zaman müracaat edebilir.
Lakin bunun söz ile olması gerekir. “Haydi artık gel bakalım”
demesi gibi.. İmam Şafiiye “fiille müracaat olmaz” demiştir.
Altmışsekizincisi: Meclislerde sokaklarda halkın toplandıkları yerlerde yellenmek, sada ile koku çıkarmak
sağairdendir ve çok ayıptır.
Zira bu hal kabahat ve hayasızlıktır. Haya ise imandandır.
Altmışdokuzuncusu: Hanımını dört ay müddetle vat’iy
etmemek yani ona yakın olmamak ve cima etmemek üzere
yapılan yemindir. Sağâirdendir.
Günahtır. Dört ay karısına yaklaşmazsa bir talakı - bayin
ise boş olur. Dört aydan evvel karısına yaklaşır ve mücameat
ederse talak vaki’ olmaz, yalnız yemin için keffaret etmesi
lâzımdır.
Yetmişincisi: Bir adamın evlatları arasında adaletsizlik
yapması caiz değildir.
Yalnız evlatları çok olup da bazısı ilim ve salat cihetinden
diğerlerinden üstün olsa yalnız bu ilim ve salah halinden
naşi ona ikramda, fazla birşeyler verirse ve bu hal diğerlerin
de ilim ve salaha teşvik için olursa, o zaman memduh ve
makbuldür.
Efendimiz (S.A.) hazretleri "Allah Teâlâ'dan korkun ve
evlatlarınız arasında adalet ediniz? Size yapılan iyilikleri sevdiğiniz gibi" Yani siz de evlatlarınıza böylece ihsan ediniz ve
Mehmed Zahid Kotku
345
adaletten ayrılmayınız. Hatta çocuklarınızı severken bile
birini diğerinden ayırmayınız. Birisini nasıl öperseniz
ötekini de öylece öpünüz. Herşeyde olduğu gibi evlatlar
arasında da adaletten ayrılmayınız, buyurmuşlardır.
Yetmişbirincisi: Kadıların, hakimlerin, hasımlar arasında
müsavata riayet etmemesi günah-ı sağairdendir.
Mesela: Birisine iltifat edip diğerine etmemesi, birine
kıyam edip diğerine bakmaması; birinin sözünü dinleyip,
diğerini dinlememesi ve birisini taama davet edip diğerini
etmemesi ve bununla beraber meclisde vakarını muhafaza
etmekle beraber meclis haricinde dahi kimse ile şaka ve latife
etmemesi ve şahitlere şehadet yolunu göstermesi ve hasımlardan birisinin bilmediği bir lisanla konuşması hakimliğin
adabına muhaliftir.
Yetmişikincisi: Emirin ve malının çoğu haramdan
olduğunu bildiği kimsenin hediye ve ihsanlarını kabul
etmesi günah-ı sağairdendir.
Zalim emirlerin ekser malları, ekseriya İslâmlardan ve ahaliden haksız yere zor ile alınan mallardan ibaret olduğundan,
bunları kabulde büyük vebal ve günah vardır. Fakat o verilen
hediye ve ihsanları alıp, müstahak olan fukaraya vermek daha
aladır. İmam Şafii hazretleri Harun-Reşitten aldığı ihsanların
hemen bir kuruşunu bile bırakmadan fukaraya dağıtmış.
Hazret-i Ömer’in oğlu da, hazreti Aişe (R.A.) da, ve bunlara
iktida eden zevat hep böyle yapmışlardır. Âhir zamanda
insanların fitneci sultanların kapılarına, onlardan birer nasip
veya bir şeyler almak için birikecek olanlar, iyi bilmelidirler
ki, onlara verdikleri kadar da, verdikleri kişilerin dinlerinden o
kadar alırlar. Bunun için çok dikkatli olmak gerektir. Bu ehl-i
Mü’minlere Va’zlar
346
takvaya göredir. Lakin ayni haram olan şeyden vermedikçe,
fetvaca onun alınması caizdir.
Yetmişüçüncüsü: Ekseri malı haramdan olduğu bilinen
kimselerinde taamlarını yemek caiz değildir.
Ekseri malları, mingayrı vechi - şer’i ibadullahdan alınan mallardan olduğundan ve istihkaklarında hem fazla ve
hem de hariç aldıklarından, şüpheli taam olduğu ihtimaline
mebni, onlardan uzak kalmak evladır. Zira bir lokma haram
yiyenin kırk günlük namazı kabul olmamakla beraber, 40
günlük duâsı da kabul olunmaz. Her et ki haramdan hasıl
olur: Onun hakkı cehennem olur. Yani ateştir. Muhakkak bir
lokma haram, dahi vücudu yer bitirir. Şüphelerden kaçınanlar
dinini ve ırzını muhafaza eder, Selamete erişir. Hak cümlemizi
muhafaza buyursun, amin.
Yetmişdördüncüsü: Gasb, sahibinin rızası olmadan,
zorla alınan araziden olduğu bilinen mahsulü yemek
sâgairdendir. Sahibinin elinden cebren alınan araziden hasıl
olan mahsul, her zaman yine eski sahibine mahsusdur. Her
ne kadar el değiştirirse değiştirsin. Hatta ölümlerden sonra
mirasçılara düşen mal dahi, yine eski sahibine aitdir. Değerinden çok aşağı alınan çiftlik, bağ ve bahçeler de (gaspedilmiş
arazidan) sayılır. Bu emval vereseye intikal etse dahi, yine
eski sahibinin malıdır. Bazı cehabire ve zalim kişiler, böyle
zuafanın malları gasb etmekle, mal kat’iyyen onların olamaz.
Bütün yedikleri haramdır. Helal ile haram toplandığı zaman,
mutlaka haram galebe çalar. Allah korusun, amin...
Yetmişbeşincisi: Haram malı galib olan kimsenin davetine, özürsüz olarak icabet etmek segairdendir.
Amma, icabet etmediği takdirde kendisine adavet olunacağı
bilinirse, bu özre mebni, gitmesi haram olmaz. Lakin böyle
Mehmed Zahid Kotku
347
zalim ve fasıkların taam ve da’vetine icabet etmekden, Resulü
Ekrem efendimiz hazretleri men buyurmuşlardır.
Yetmişaltıncısı: Gasb olunmuş arazide, abdest almak
ve namaz kılmak için dahi olsa, girmek caiz değildir.
Çünkü bu, mal sahibinin rızası olmadan, aharin mülküne
girmekdir. "Her kim zulmen bir karış yer alsa, muhakkak onların boyunlarına yedi kat yer takılarak, haydi
taşı bakalım gibi, takat getiremeyecekleri şekilde ta'zıb
olunurlar" tehdidi karşısında, böyle arâzî-yi mağsubeye
girmekten kaçınmak gerektir.
Yetmişyedincisi: İzni olmaksızın başkasının malına
girip, gezib yürümek seğairdendir.
İster ev, ister tarla, bağ ve bostan olsun, sahibinin izni
olmadıkca, bunlara, girmek caiz değildir. Amma burası
ekilmemiş kuru toprakdan ibaretse, ve etrafında duvar ve
hendek gibi başkalarının girmesine mani birşey yoksa, oraya
girmesi bir özre mebni olursa, ve mal sahibine de bir zararı
dokunmazsa, girmekde beis yokdur derler. Lakin etrafı duvarla çevrili mahale girmek caiz değildir. Zimmilerin yani
hristiyanların arazisinde namaz kılmak mekruhdur. Fakat,
müslümanın sürülmemiş tarlasında namaz kılmak caizdir.
Çünkü müslüman bundan memnun olur. Kendi malından
başkalarının istifadesini nı’met bilen mü’minin malına girip,
onun mahsülünden, meyvasından ve hatta taamından yemek ve
belki mahsulünden koparıp evine götürmek caizdir. Dostunun
evine girip taamını ısıtıp yemesi vakı’dır buyurmuşlar hatta
paralarından da istifade edenler olmuşdur. Ev sahibi, akşam
geldiğinde bunu duyunca, sevincinden hizmetkarını azad
edip taltif ettikleri, (İhya’ül-ulum) da zikr olunmaktadır. Fakat
bugün o müslümanı bulmak ne büyük bahtiyarlıkdır.
Mü’minlere Va’zlar
348
Resulü Ekrem (Sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz
hazretlerinin şu hadisi - şerifleri de şayanı - dikkattir. "Âgâh
ve mütenebbih olunuz. Zulm etmeyiniz. Hiç bir müslümanın malı size helâl olmaz, ancak onun izni ve nefsinin
memnuniyeti ile olur." Binaenaleyh hiç bir kimsenin mülküne izinsiz girmek ve yürümek caiz olmaz. Zira izinsiz, hiç
kimsenin malında tasarruf olunmaz. Hatta ğasb olunan eve
girip namaz kılmak bile caiz değildir. Yemeğe davet etseler
bile, gidip yemek caiz değildir. Acaba bugün ucuz kira ile
oturup evden çıkmayanların hali nice olur derseniz? Kanunlara
dayanıp kirayı artırmaz. Mal sahibinin hakkını hiç hesaba
katmaz. Acaba böyle oturmalar helal olur mu dersiniz?
Yetmişsekizincisi: Kuyruk, kulak veya burun gibi
hayvanın bazı a’zasını, bütün bütün kesmek günahdır,
seğairdendir. "Herkim ruh sahibi bir mahlukun azasını
böylece keserse, kıyamet gününde, onun a’zasından kesilmek
suretiyle cezalanacaktır." Birgün Resulü ekrem efendimiz,
(S.A.V.) yüzüne dağ vurulmuş (yani kızgın demirle dağlanmış)
bir merkebi gördüler, ki burnundan kan akıyordu.
"Bunu kim yaptıysa Allah ona la’net etsin" diye bedduâ
ettiler. Sonra hayvanlara dağ vurmaktan ve hatta insan yüzüne
vurmadan men ve nehiy buyurdular. Yani hiç kimsenin böyle
işlere teşebbüs etmemesi tavsiye edilmiştir.
Yetmişdokuzuncusu: Muharebede esir edilen kâfiri,
müslümanlıktan hıristiyanlığa dönen mürtedleri, kendilerine tövbe etmeleri ve müslümanlığa geri dönmeleri
tavsiye edilmeden öldürmek günahı - segairdendir.
Fakat öldürenlere kısas ve diyet lâzım gelmez. Zira Resulü
ekrem efendimiz, hazreti Ali (Kerremallahü vecheye)
Mehmed Zahid Kotku
349
"Senin elinde bir kişinin hidâyete erişmesi, şark ile
ğarb arasındaki küffârın katlindan hayırlıdır." buyurmuşlardır. Bu gibilere İslâm olmaları için üç gün mühlet verilmeli
ve İslâmiyyet hakkında bir şübheleri varsa, onun da izalesine
çalışmalıdır.
Seksenincisi: Dininden dönen kadını öldürmek caiz
değildir, haramdır. Belki tövbe edinceye kadar habs olunur.
Ve İslâmiyete cebr olunur
Çünkü:
"Kadınlarla çocukları öldürmeyiniz" diye nehiy buyurulmuştur.
Seksenbirincisi: Namazda okunan secde âyetinin secdesini namazdan sonraya bırakmak mekruhdur.
Namazda iken yapılmayan tilavet secdelerini, namazdan
sonra yapmak caiz olmaz. Zira edası kâmil olarak vacib olmuş,
namazdan, sonraki secde ise nakıs olduğundan, ebediyyen
kaza olunamaz. Bazı ulemaya göre secde-i tilaveti namazda
iken eda edemeyenler, namazdan sonra sehvi-secde yapsınlar,
caizdir buyurmuşlardır:
Seksenikincisi: Secde-i tilavetleri, ister namazda ister
namaz haricinde olsun, okuyan ve dinleyenlerin bunu
yapmaması, vacibi terk sebebiyle günahkar olurlar.
Secde-i tilavet Kur’anın ondört yerindedir. Secde âyetleri şu
cüzlerdedir. (9-13-14-15-16-17-19-19-21-23-24-27-30-30)
Namazda daima muayyen bir süreyi okumak veya mazeret
ve unutmak gibi olmadan, sürelerin arasını bir süre atlayarak
okumak mekruhdur. Fakat bu kerahet farz namazlar içindir.
Nafile namazlarda değildir. Başka süre bilmeyenler ve öğrenme
imkânı da olmayanlar, bildikleri süreleri tekrar ederek okur
ve kılarlar. Amma genç ise mutlaka öğrenmelidir. Namazda
Mü’minlere Va’zlar
350
mesela, birinci rekatda, (Elemtereyi) okuyup, ikinci rekatde
(Liilafiyi) atlayıp (Ereeytelleziyi) okumak veya birinci rekatde
(lii’lafiyi) okuyup, ikinci rekatde, üstündeki (elemtereyi)
okumak, yani aşağıdan yukarıya doğru okumak, veya birinci
rekatde (sure-i asrı) okuyup, ikinci rekatde hemen altındaki
(veyliin likülli nümezetin) süresini okumak, yani ikincide
birinciden daha uzun bir sure okumak mekruhdur. Mesela,
sabah namazlarında (sure-i hucura) dan (sure-i buruca) kadar,
öğle ve ikindi namazıyla yatsı namazında (sure-i burucdan)
(elem neşrah lekeye) kadar olsa, akşam namazlarından da
(Vettini) den nihayete kadar okunur. Yatsı namazından ikinci
rekatda (sure-i asrı) okumak mekruhların içindedir.
Seksenüçüncüsü: Cenazeyi kolları arasında tutmak
da mekruhdur.
Belki, kollarında onar adım olarak kırk adım götürmesi
gerekir, çünkü "Herkim cenazeyi kırk adım götürürse, kırk
büyük günahı afv olur" (Hilafen lişşafii) buyurulmuşdur.
Seksendördüncüsü: Bir kabre erkek dahi olsa, iki veya
üç kişiyi koymak mekruhdur. Amma zaruret olursa, kaç tane
olsa caizdir. Yalnız aralarını toprakla ayırmak lâzımdır.
Seksenbeşincisi: Cenazeyi mescidin içine sokarak namazını kılmak caiz değildir. (Hılafen lişşafii) Yalnız cenaze
dışarıda, cemaatin bir kısmı cami’ de bir kısmı da cenazenin
yanında olduğu halde kılınırsa caizdir demişler. Fakat Medinei-Münevvere’de ve Mekke-i Mükerreme’de görüyoruz ki, bütün
cemaat haremi-şerifde iken, cenazeyi içeriye getirip, namazını
pek a’la kılıyoruz. Herhalde İmam-ı a’zamın devrinde de böyle
idi ki, buna ı’tiraz etmek caiz değildir demişler, fekat dinleyen
olmamış. Yalnız, cenaze mescidin kapısına konup, imam ve
cemaat içeride olsalar, bu da ihtilaflıdır. Namazı kılınmadan
Mehmed Zahid Kotku
351
defn olunan cenaze, şişib kokmadan üzerine namaz kılmak
caizdir. Halen harbde öldürülen tâgî ve eşkiyaların, yolcu
soyanların üzerine namaz kılınmaz. Bu başkalarına ibret
olmak içindir. Fakat harbden sonra katl olunurlarsa, tövbe
etmişlerdir ihtimaline mebni namazları kılınır (Men salla ala
meyyiti fi-mescidi cemaaten fela ecre lehu) İmamı-a’zamın
kavli bu hadis-i şerif e imtisalendir.
Seksenaltıncısı: Suretlere karşı veya üzerinde suretler
bulunan halılar üstünde namaz, kılmak caiz değildir. Suret
zaten iyi değildir. Kelb ile suretin bulunduğu yere meleklerin
girmeyeceği de herkesin malumudur. Bugün ise, bunlara çok
kıymet ve ehemmiyet verilmeyip, gelin güveği resimleri de dahil
olduğu halde, evlerin içleri bir resim sergisi gibi donatılmaktadır. Buralara melekler nasıl girerler bilemem artık? Meleklerin
girmedikleri yerler ise; şeytanların dolacağı da aşikardır.
Seksenyedincisi: Dişleri altın ile kaplamak, bağlamak
haramdır. Bu diğer imamlarca caizdir. Eğer altın yerine gümüş
olursa müttefikan caizdir.
Seksensekizincisi: Altın ve gümüşden yapılan kablar,
erkek ve kadın için de haramdır. Bunlar sahan, leğen, kaşık, çatal ve saire gibi. Fakat kadınların ziynetine müteallik,
kullandıkları yüzük, küpe, iğne ve bilezik, ister gümüşden
ister altından olsun, kullanmaları caizdir. Erkekler için yalnız
dirhem mikdarı gümüşden yüzük istimali caiz olub, bunlardan
maada gerek altından ve gerekse gümüşden yapılan şeylerin
istimali caiz değildir. Altın saat ve köstek, gümüş saat ve
köstekleri kullanması da caiz değildir. Bunları kullanmayıp,
fakat evinde bulundurması caiz isede, bundan da sakınmak
lâzımdır. İpekli elbise, atlas kumaş, altın ve gümüş kablardan
yiyib içmek doğru birşey değildir. İnsan firavunlar gibi ziynete,
Mü’minlere Va’zlar
352
süse kendini kaptırıp, memleket da’vasını unutarak, fukara ve
zuafanın haklarını, böyle süs eşyalarına harcayıp zayı’ etmek,
herhalde müslümanlık da’vasında bulunan kimselere yakışmayacağı cümlenin ma’lumudur.
Seksendokuzuncusu: Erkeklerin birbirlerinin ağzını,
yüzünü, başını veya azasından bir yeri öpmek caiz olmadığı gibi, kadınların da birbirlerini böyle öpmeleri câiz
değildir. Üzerinde ince bir gömlek bulunan kimse ile sarılıp
muanaka etmek haramdır. Şehvetten naşi olmayıp ikram
kasdıyla olursa, veya muanaka edenlerin yani birbirlerine sarılanların üstlerinde bir kaç kat elbise olursa, o zaman haram
olmayıp mübah olur. Bir döşekde iki erkeğin yatması da caiz
değildir. Her ne kadar biri baş diğeri ayak tarafında yatsa dahi
caiz değildir. Kız olsun oğlan olsun, on yaşındaki çocukların
bir yerde yatmaları da caiz değildir. Alim, fazıl kimselerin,
adil padişahların ellerini öpmek teberrüken caiz isede, bazı
ulema, “bunlardan ğayrisinin elini öpmek yokdur” demişlerdir.
Dostların ellerini öpmek yokdur, mekruhdur. Muhabetten
çocukların yanaklarını ve merhameten ana ve babanın başlarını ve şefkaten kız kardeşin yüzünü ve şehveten hanımının
ağzını ve tahıyyeten mü’minlerin ellerini ve diyaneten Hacer-i
Esvedi öpmek vardır. Ka’be-i-Muazzamanın eşiğini, Mushaf-ı
Şerifi öpüp yüzüne sürmek vardır.
Doksanıncısı: Kölelerin boyunlarına zincir takmak
haramdır. Arkasında olursa beis yokdur.
Zinciri boyuna takmak adeti, zalimler adeti ve kâfirler
ukubeti olduğundan, insanı ve sair mahlukatı ateşe atıb yakmak
nasıl haramsa, böyle zincir takmak da haramdır.
Doksanbirincisi: Fitne ve fesad ehline ve kâfirlere silah
satmak haramdır. Ve yine onlara mushafı-şerif ve kütüb-ü
Mehmed Zahid Kotku
353
şer’iyyeyi satmak caiz değildir. Zira bunlara silah satmak, onlara
yardımdır. Halbuki, Cenâb-ı Hak, ehl-i fesada ve düşmanlara
yardım etmeyiniz buyurur. Yardım ancak müminIere, takva
üzerine caizdir.
Saz, tanbur, düdük ve bunlara benzer çalgı aletlerini yapanlara ağaç satmak da haramdır. Ta’zimi vacib olan Kur’an-ı
Azımüşşan ile kütübü - şer’ıyyeyi ki, biz bunları ellerimize
abdestsiz bile alamayız, bunların kâfirlere satılması, onların ise
bu mukaddes kitablarımıza karşı hürmet ve ta’zimsizlikleri ve
taharetsizlikleri ve hatta ı’tikadsızlıkları sebebiyle, satmak veya
vermek caiz olmadığı her akl-ı selim sahibine malumdur.
Fakat beş on kuruş fazlaya satacağım diyen satıcılara da
Allahü (Teâlâ) insaf ve merhamet ve takva versin amin...
Doksanikincisi: Kâfire, zındıka, mürtede, önce selam
vermek caiz değildir. Haramdır, Zirâ selâm - selamette ol,
âfiyette ol - demekdir. Kâfire, zındıka, mürtede ; küfür, zındıklık
ve mürtedlikde bakî kaldığın halde yaşa - demekdir ki; böyle
duâ elbette caiz değildir. Bazı ulema ihtiyaç zamanında küffara
selam vermekde beis yokdur demişlerse de, bu pek doğru
olmasa gerekdir. Onlara sabahlarınız veya akşamlarınız hayır
olsun demek daha münasibdir. Mücerred küfrü için, kâfire
ta’zimen selam vermek küfrü mucibdir demişlerdir. Mecusi
olana, (yâ üstaz) diye hıtabda bulunmak da böyledir. Onların
verdikleri selama karşı ise, yalnız (aleyküm) lafzıyla mukabele
olunur. Müslümanlarla kâfirler bir yerde bulundukları zaman,
yalnız İslâmı kasd ederek selam vermek lâzımdır demişler
Doksanüçüncüsü: Erkekliğin alameti olan zekeri veya
hayaları çıkarılmış olan köleleri hizmette kullanmak,
günahı segairdendir. Eti yinen hayvanları vurmak veya
hayalarını çıkarmak caiz ise de, insanda caiz değildir. Ve eti
Mü’minlere Va’zlar
354
yenmeyen hayvanların da hayalarını çıkarmak veya burmak
caiz değildir.
Doksandördüncüsü: Büyüklerin giymesi haram
olan ipekli elbiseleri, erkek çocuklara da giydirmek caiz
değildir.
Haramdır. Çocuklar ma’sum olduğundan vebal ve günah
ana ve babalarına ait olur. Hazreti Peygamber efendimiz birgün bir elinde ipek bir elinde de altın olduğu halde çıkıp(bu
iki şey, yani ipekle altın, ümmetinin erkeklerine haram,
kadınlarına ise helaldır) buyurmuşlardır.
Doksanbeşincisi: Bir adamın, kendi kendine türkü
söyleyip teğanni etmesi haramdır.
Böyle kimselerin şehadeti makbul olmaz. Amma hanende
ve sazendeler gibi, alemi eğlendirmek için türkü söyler ve
teğanni ederse, o zaman günah-ı kebairi irtikad etmiş olur.
Zira teğanniler, kalbde nifak bitirir, suyun otları bitirdiği
gibi. Va’zı tazammün eden eş’ar ve ebyatı okumak mübahdır. (Vecd sahih olmaksızın, tegannileri dahi dinlemek caiz
değildir) demişlerdir.
Doksanaltıncısı: Bir ibâdete başlandıkdan sonra, bir
özr-ü şer’i yok iken, ol ibâdeti bozmak ve iptal etmek de
haramdır.
Mesela, tuttuğu orucu özürsüz bozmak veya başladığı
namazı, kezalık, özürsüz bozmak gibi, Bilahare bunların
kazası lâzım gelir. Eğer farz orucu özürsüz bozarsa, 60 gün
kefaret orucu tutmak lâzım gelir, veya 60 fitreyi fakirlere
vermek icab eder.
Doksanyedincisi: Bir adam aklı eren bir kimsenin
yanında zevcesine muamele-i Cinsiyede bulunmak, velevki
Mehmed Zahid Kotku
355
onlar uykuda olsalar bile caiz değildir, hayasızlıkdır. Haya
ise imandandır. Bazıları; hayvanatın yanında bile muamele- i
cinsiye caiz değildir demişlerdir.
Doksansekizincisi: Ta’zime müstehak olmayan emir
geldiğinde, istikbal etmek haramdır.
Emirin adamlarına da istikbal böyledir. Onlara istikbal,
onlara meyil ve muhabbetin alâmetidir. Bu da emri - ilahi ile
yasaktır. Müfessirin-i kiram, onlara edna, yani; az bir meyil ile
bile meyl etmeyiniz diye tefsir etmişlerdir. Onların kıyafetine
girmek, ve onların zikrine yani hatıralarına tazim etmek,
onlara ta’zimden ma’duddur, haramdır. Bir yerden geldikleri
vakit karşılamağa çıkmak ve onlarla sohbet, muhabbet etmek,
yemek ve içmek de böyledir demişler.
Doksandokuzuncusu: Ezan-ı Muhammediyi işitdikden
sonra, özrü olmadığı halde cami-i şerife ve cemaate daha
vakit vardır diyerek, ağırdan almak ve kamet vaktine kadar
yerinde beklemek de seğairdendir.
Ezanı işittikten sonra değilde, belki ezandan biraz evvel gidip
ön safda yerini almak ve ezanı cami’de dinlemek gerekirken;
ezanı işitdikten sonra geç kalanlarla, cemaate gelmeyenlerin
hali nice olur, bilemem?
Yüzüncüsü: Oruç olduğu için veya misafiri için olmayıp, sırf kendi oburluğundan naşi, doydukdan sonra da
yemek haramdır, israfdır.
Ve iki taraflı zarardır. Azı tefrit, çoğu da ifrat olduğundan,
(Her işin hayırlısı ortasıdır), kaidesine riayeten, ne az yiyib zaif
düşerek ibâdet edememek ve kendini evhamlara kaptırmak;
ne de çok yiyip, midesini, kalbini, böbreklerini yormaktan
kaçınmalıdır. Hem çok yemekde kasvet-i kalb vardır. Bu
durumda ibâdet ve tâat tam ve dürüst olarak yapılamaz.
Mü’minlere Va’zlar
356
Azalarda fitneler uyanır, yaramazlıklar başlar. Karnı aç olanın
sair azaları tok olur. Bilakis, karnı tok olanın sair azaları aç
olup, kendi nefsani arzularını icraya zorlarlar. ibâdetde halvet
ve lezzet bulamazlar. Yemek yerken, insan telezzüz için değil,
belki ibâdet ve tâate kudret ve kuvvet hasıl olsun diye, yemek
müslümanların ahlâkındandır. Zira (Müslüman bir bağırsakla
yer, kâfir ve münafık ise, yedi bağırsakla yer) denilmiştir, ki
müslüman ancak ibâdet edebilecek kadar bir kuvvet hasıl
olsun diye yer. kâfir ve münafık ise tıka basa yer demekdir,
"Adem oğlu, kendi karnından daha şerir bir kabı doldurmamışdır. Yemeğe muhtaç olduğu zaman, midesini
üçe bölmeli; birini yemeğe, birini suya, birini de nefes
almağa bırakmaIıdır. Nasın âhirette en çok azab göreni
en çok tok olanlarıdır" buyurulmuştur. Bu tavsiyelere uyan
insan sıhhatli yaşar.
Yüzbirincisi: Acıkmadan, zaruretsiz, yemek ve içmek
haramdır.
Misafir için yemek de zaruretden sayılmıştır. Yani karnı
tok bile olsa, misafirinin yemesi için, onunla birlikte yemek
haram değildir. Acıkmadan yemek haram olduğu gibi, her
gördüğünü alıp yemek de israftır. Peyyemek haram olduğu
gibi, her gördüğünü alıp yemek de israfdır. Peygamberlerinden sonra, bu ümmetde en evvel hâdis olan şey, tokluk
olmuşdur; çünkü karınları tok olanların, vücudları semizler,
amma kalbleri zayıflar ve şehvetleri süratle artar. Ve yine üç
kişi vardır ki Allahü Teâlâ’nın gazabına müstahak olurlar:
Bunlar, acıkmadan yiyenler, uykusu gelmeden uyumaya
çalışanlar ve lüzumsuz yere gülenlerdir. Böylece tokluğun
zararı ve açlığın faydaları beyan buyurulmuştur.
Mehmed Zahid Kotku
357
Yüzikincisi: Alim kimselerden ve adil, zahid sultanlardan gayrısinin ellerini öpmek günah-ı segairdendir.
Bunlardan başkasının ellerini öpmenin caiz olmadığı
evvelce de zikr olunmuşdur. Yalnız İslâmiyete tazimen, sair
müminlerin de ellerini öpmenin caiz olduğunu ulema-i kiram
beyan buyurmuştur. Burada haram denilmesi, öyle diyen
ulemanın sözüne binaendir.
Yüzüçüncüsü: EI ve baş ile selam vermek caiz olmadığı
gibi, karşılaştığı kimseye selam vermeden söze başlamak
da caiz değildir.
Evvelâ selâm sonra kelâmdır. Nasârânın selâmı ellerini
ağızlarına götürmek koymak, yahudinin selâmı, el ile işaretdir.
Mecusilerin selâmı, eğilmek, Arabın selâmı, (hayyen’k-âllah)
duâsı, müslümanların selamı ise, (Esselamü aleyküm) dir.
Yüzdördüncüsü: Kur’an okuyan kimsenin, babası ile
hocasından başkaları için ayağa kalkması haramdır.
Yemek yerken de böyledir.
Yüzbeşincisi: Yeni aldığı cariyesini, hamile olup olmadığını bilmeden münasebet-i cinsiyyede bulunmak caiz
değildir, haramdır.
Yüzaltıncısı: Mücerred vehim ve şek sebebiyle, Allahü
Teâlâ hazretlerine ve müminlere su-i zanda bulunmak
haramdır.
Ve belki günah-ı kebâirdendir. Su-izandan çok sakınmak
lâzımdır. Muhakkak ki; bazı zanlar günahdır. Su-izandan
çekinin, çünkü zan, sözlerin en yalanıdır. Kötü söz söylemek
haram olduğu gibi, o adama kalben su-izan etmek de haramdır. Halbuki müslüman daima kardeşi için hüsn-ü zanla
me’murdur. Kötü halini gördüğü zaman, onu örtbas etmeye
Mü’minlere Va’zlar
358
çalışır. Ve onu hiç bir zaman mahcub olacak bir duruma
sokmaz. Gözüyle görmediği şeyleri iftira edip söyleyenlere
ne demek yakışır bilmem. Bunlar müslümanlıkdan uzak
kimseler olmakla beraber insanlıkdan da uzak olduklarından
hiç şüphe yoktur.
Yüzyedincisi: Hased, bazılarına göre günah-i, kebâirdendir.
Bir adama Cenâb-ı Hakkın verdiği nimetlerin zevalını yani
onun elinden gitmesini istemek ve murad etmeğe derler.
Çok fena ve kötü bir huydur, ve haramdır. Bundan sonra,
o adama gelecek olan nimetin gelmemesini istemek dahi haseddendir. O nimet ister dini, ister dünyevi olsun; o adamın
selahı, hayrı bilinirse, o zaman o adamdan bunların zevaIini
istemek haramdır, kötü ahlâkdır. Velâkin mansıblar vardır
ki; o zat için hayırlı değildir. Sala-ı hal değil bilakis dünya ve
belki dünya cihetinden yıkımını mucibdir. Onun o felaketden
kurtulması için elindeki nimetin, devlet, mansıb veya mevkı’in
elinden gitmesini istemek haram değildir. Hased ne de olsa,
ahlâk-ı zemimelerden olduğundan, herkimde bulunursa, kendi
kendisini yer bitirir. Tıpkı bunun gibi "Hased, hasenatı da
yer bitirir, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi".
Yüzsekizincisi: Kibirdir: Kibir ki, gayrin üzerine ulviyyet, ve büyüklük iddia etmekden ibaretdir. Bu da hased gibi
büyük, çirkin, fena bir huydur. Mezmum âhlakların başındadır. Bazı ulemaya göre günah-ı kebâirdendir. Hased nasıl
sevabları mahv ederse, kibir de öyledir. Kibir ancak Allah-ü
(Teâlâ)ya mahsustur. Kullarından her kim tekebbür ederse
Allah-ü (Teâlâ)nın gazabına uğrar. Bir adam ahar kimselerin
kendisine ayağa kalkmasını, hizmetkarların arkasından yürümesini istemesi ve dostlarının ziyaretine gitmemesi. Hasta ve
ma’lullerdan çekinip uzak kalması, aba ve adi kumaşlardan
Mehmed Zahid Kotku
359
elbise giymemesi, hep kibirden ileri gelir. Akran ve emsalinin
kendi üzerine üstün olmalarını istememek de kibirdendir,
derler. Bir zerre kibir kimde olursa, Cehennem’de yanmadıkça Cennet’e girmesi mümkün olmaz. Halbuki insan biraz
düşünse, ibtidası nasıldı, sonu da ölüm değil mi? O toprak
altındaki halini biraz düşünse, katiyyen kibir edebilir mi? Kibri
ancak mezarlıkdaki ölülere yap da dersini al. Bak mezar taşı
kimbilir kaç seneliktir, bak duruyor. Fakat oraya gömülen
insan, cenaze çokdan çürümüş, toprağa münkalib olmuş, ne
bilen var ne tanıyan. Artık kibrin nerede kaldı. Şimdi mağrur
olda göreyim seni. Bunu iyi düşün de, bu kibri bırak. Tevazu
sahibi ol. Kibirliler daima alçalırlar. Tevazu sahibIeri de daima
yükselirler. Bu kaide, umumidir, asla değişmez.
Yüzdokuzuncusu: Ucübdür. Ucüb ki, insanın kendisini
beğenmesine derler.
Şöyle ki; nail olduğu dünya ve ahiret nimetlerini, hakikı
nimet sahibi olan Allah-ü (Teâlâ)ya izafe etmeyi unutup, bu
nimetleri gözünde büyüterek mağrur olmaya ve onlara meyil ve muhabbet etmeye derler ki, fena huylardan ve ahlâki
mezmumedendir. Bazıları bunu da hased, kibir gibi büyük
günahlardan saymışlardır. Mesela, ibadat ve tâat işlemek ve
günahlardan kaçıp korunmak, helaldan dünya nimetlerine
nail olmak, sıhhat ve afiyeti, hep Cenâb-ı Hakk’ın ihsanını,
tevfikini, lutuf ve inayetini, ve bütün bunları kendisine izafe
edip ucüblenmesi, mahzı-cehil ve ğafletden neşet eder. İlim,
amel, can, mal, akıl ve irfan cümle nimetler, mün’ım-ı hakiki
olan Cenâb-ı Vâcib-ül vücud, Allah-ü (Teâlâ) hazretlerinin
verdiğini bilip şükretmek lâzım gelir.
Üç şey mühlikatdandır. Kendisine uyulan bahillik,
kendisine tabi olunan hevâ ve kişinin kendisini beğenme-
Mü’minlere Va’zlar
360
sidir. Ve bir de "Ucüb muhakkak yetmiş senelik ibâdeti
batıl kılar". Yani işe yaramaz eder. Bazı ulema ucübü, insan
kendisini aynı felahda ve kemalde bilip, gayri kimselere noksan
sıfatla bakmakla tefsir etmişler, bazıları da, insan kendisini
gayet yüksek bir mertebede görüp, o mertebeye başkalarını
layık görmemekle tefsir etmişlerdir.
Yüzonuncusu: Çalgı dinlemek ve çalgı meclisinde
oturup bunlarla telezzüz etmek haramdır. Bunların herbiri
ayrı ayrı günahtır. Bazı ulema bunları kebâirden saymışlardır.
Çalgı dinlemek günahdır. Çalgı meclisinde oturmak fıskdır.
Fasıklık alametidir. “Bunlarla telezzü, eğer helal i’tikad
edilirse, küfürdür." Bu hadis-i şerif mealidir.
Yüzonbirincisi: Özr-ü şer’i olmadığı halde gerek erkek gerek kadın, cünüb olan kimsenin camide oturması
haramdır.
Hayız ve nifas halinde olan loğusa kadınların da mescide girmesi ve oturması da böyledir. Caiz değildir. Dikkat
edilmesi lâzımdır.
Yüzonikincisi: Bir müslümanın gıybet olunduğu veya
aybı zikr olunduğu meclisde bulunub da, mümkün olduğu
mertebe ona yardım etmez ve onları ta’yib etmeyip süküt
ederse, onların günahlarına iştirak etmiş olur ve onlarla
beraber günaha girer.
Halbuki yine müslümanın vazifesidir ki müslüman kardeşini hem müdafaa ve hem de muhafaza etmesi ve onu bu
gibi fenalıklardan kurtarmaya çalışması şarttır. Zira "Herkim
müslüman kardeşine arkasından yardım ederse, Allahü Teâlâ
da ona dünya ve âhirette yardım eder" Binaenaleyh ve süküt
edib -bize ne derlerse,- onlar ölmeden evvel AIlah-ü (Zü-l
celal) hazretlerinin ikabına uğrarlar. Bu da bize bir dersdir
Mehmed Zahid Kotku
361
ki, müslüman kardeşlerimizi daima himaye etmek üzerimize
borçdur. Halbuki bugün bunun tam zıddı görülmektedir ki;
bir müslüman ayıplanırken herkes onun ayıbına iştirak edip,
ona birşey ilave etmekden çekinmemekdedirler. Yapmayınız
ayıptır, günahtır diyen de yok vesselam.
Yüzonüçüncüsü: Ölüm ve hastalık gibi musibetler
isabet ettiği zaman, bağıra bağıra ağlamak haramdır.
Amma savtsız, sessiz ağlamak ve gözünden yaş akıtmakta
beis yoktur. Cenâb-ı Peygamber (Sallallahü aleyhi ve sellem)
efendimiz hazretleri, mahdüm-ü alileri İbrahim’in vefatı
sebebiyle ağladıkları ve eshab-ı kiramın Uhud şehidleri için
ağladıkları da vakı’dır. Nesebe ta’n ve ölülerin iyiliklerini ve
bazı mallarını sayarak ağlamak, çok çirkin bir adet-i kabihadır. Musibet zamanında insanın yüzünü dövmesi haramdır. Yüzünü tırnaklamak, üstünü başını yırtmak, yüzünü
karalamak, saçını başını yolmak, başına toprak dökmek ve
bilhassa kadınların bazısının, ölünün adet ve ahlâkından bahs
ile ağlaşmak katıyyen caiz değildir. Bu gibi ahlâkı-cahilyyeyi
işleyenler bizlerden değil.
Yüzondördüncü: Bir adamın kendisini istemeyen
kavme imam olması caiz değildir, haramdır. Bazıları bunu
kebâirden addetmişlerdir. Cenâb-ı Peygamber efendimiz:
Üç kimsenin namazı kabul olunmaz. Yani Allah-ü Teâlâ
hazretleri kabul etmez.
Birincisi: Kendisini istemeyen kavme imam olmak,
İkincisi: Namazı vakti geçtikten sonra kılmak,
Üçüncüsü: Hür bir kimseyi köle olarak kullanmak. İmamı
istememek, onun şer’an bir kusuru yoksa, o gibi imamların
imametini, bazı ulema tecviz etmişlerdir.
Mü’minlere Va’zlar
362
Yüzonbeşincisi: Hutbe esnasında konuşmak, tesbih
çekmek, salavat-ı şerife okumak, emr-i ma’ruf veya nehy-i
ani-I münker yapmak caiz değildir. Namazda söz söylemek
haram olduğu gibi, hutbe okunurken de süküt edib dinlemek ve dinler gibi oturmak, cemaatin üzerine vacibdir.
Hılafına hareket, Cum’anın sevabını giderir. Cum’a günü
hutbe okunurken konuşanların misali, kitab taşıyan merkebe
benzer. Yani merkebin taşıdığı kitapdan haberi olmadığı gibi,
bu adamda kıldığı Cum’a namazından haberi yoktur. Cum’a
namazı esnasında, yanında konuşan kimseye “sus” diyenin bile
Cum’ası gitmiştir. Cum’a namazına geç kalıbda, cami’de cemâati
çiğneyerek ön saflara geçmek isteyenin de vay haline. Fakat
ön safda boş yerler bırakılmış ise, kabahat bırakanların olur.
Cum’a günleri cemaati bol olan cami’lerde bu da mümkün
değildir. Ön safa geçmek iyidir, ancak erken gelmek şartıyla.
Sonradan gelip de herkesi çiğneyerek geçmek, geçenin ahireti
için çok fenadır. Çünkü mü’minlere ezadır. Mü’mine eza ise
haramdır. Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevverede
mecburen yapılan bu hareketler inşaaIlah afv olur.
Yüzonaltıncısı: Cami’lerde, ileri saflara gececeğim,
diyerek cemaatin omuzlarına ve eteklerine basarak aralarından geçmek haramdır.
Saflarda bulunan iki kişinin arasına girip, onları sıkıştırmak caiz değildir. Amma cami-i şer’ife giripte oturacak
yer bulamayan, ileride boş yer gördüğü zaman bu boş yere
geçmek için, zaruri olarak, safları geçip o boşluğa gitmesi
caizdir, demişlerdir. Bu hal yalnız Cuma’ya mahsus olmayıp,
her zaman da böylece caiz değildir. Dikkat edilmesi ve camiye
vaktinde gidilmesi lâzımdır.
Mehmed Zahid Kotku
363
Yüzonyedincisi: Cami-i şerifin gerek üstüne ve gerekse
dört tarafına necaset ve pislik atmak haramdır.
Zira müslümanların cami’leri muhterem ve mukaddesdir. Onların mümkün mertebe içini ve dışını temiz tutmak,
her müslümanın vazifesidir. Yalnız müezzin ve kayyumlara
bırakmak kâfi değildir. Yüksek kubbeleri ve etraf-ı erbaasını
temizlemek, yalnız bir iki kişinin kârı değildir. Elbirliği lâzımdır.
Mesela Cum’a günleri veya cumartesi, pazar günleri ki bu
günler tatil günleridir, hiç olmazsa öğleden evvel veya sonra,
bu hizmeti hane halkıyla birlikte canla başla, kimi camları
temizler, kimi kapıları temizler, boyarlar, pırıl pırıl yaparlar.
İnşaallah Cenâb-ı Hak da onların gönüllerini ve işlerini hem
düzeltir hem parlatır, hem de çoğaltır. Hatta cami-i şerife
soğan sarımsak gibi kokulu şeyleri yiyipte gitmek caiz olmadığı herkese ma’lumdur. Acaba sigaranın kokusu, soğan ve
sarımsağın kokusundan daha hafif midir?..
Yüzonsekizincisi: Sokaklara, insanların gelip geçtikleri
yerlere, necaset, hayvan leşleri ve insanların iğreneceği
şeyleri atmak caiz değildir.
Bunlar hep insanlara eza ve cefa veren şeylerdir. Bu da
tabii olarak haramdır. Bunlara yani böyle eza veren şeylere,
balgamlı tükrüklerde, hatta sigara izmaritleri de dahil olabilir.
İnsan evini ve evinin etrafını temiz tutmakla nasıl mükellef ise,
sokakların da temiz tutulması müslümanlığın icabıdır. Halbuki
bugün görüyor ve öğreniyoruz ki, avrupa memleketlerinde
sokaklar ve umumi yerler pek temizdir. Hiç kimse oralara
birşey atmaz ve atana da mani olur. Kenarlarda çöp kutuları
vardır. Herkes elindeki çöpü o kutulara atar. Bu suretle de
hem temizlik sağlanmış olur, hem de oralara konacak birkaç
temizleyiciden başka yerlerde istifade edilir. Sonra çok ayıp olan
Mü’minlere Va’zlar
364
birşey varsa o da, çocuklarla birlikde büyüklerde de görülen
vaki'dir ki, o bahçelerinde olan çiçek, meyva ve yemişlere
musallat olurlar ve oradaki meyvalardan, çiçeklerden sahibine
tatmak bile nasıb olmadan bitirirler. Hele o sokaklardaki top
oynamalar, bunlar bizlerin umumi terbiyelerimizin ne kadar
düşmekte olduğunu pek açık bir şekilde göstermektedir. Bu
kabahat kısmen ana ve babalara ait ise de, büyük bir kısmı
da okullardaki öğretmenlerin çocuklara vermek istedikleri
terbiyenin ne kadar gevşek ve alâkasız olduklarının alametidir. Halbuki bütün dünyada bunlar yasaktır. Hatta bu
gibi terbiyesizliklere Allah’ın ve insanların la’netiyle beraber,
müslümanlara yollarında eza edenlere, müslümanların la’neti
vacib olur buyurulmuştur.
Yüzondokuzuncusu: Yedi yaşını geçen oğluyla bir yatakta yatıp uyumak haramdır. On yaşına varan oğlan ve kız
çocuklarını bir yerde yatırmayıp yataklarını ayırmak lâzımdır.
Yedi ve on yaşındaki erkek çocukların analarıyla bir yatakda
yatmaları, ve yabancı kadınlarla da, yabancı kimselerle de bir
yerde yatmaları caiz değildir. Kız çocuklarının anasıyla bir arada
beraber yatmasında mahzur yoksa da babasıyla yatması caiz
değildir. Binaenaleyh çocuklar yedi yaşına geldikleri zaman
namazIa emr olunurlar. “On yaşına geldiklerinde namazını
kılmaz, ihmal ederse, dövmek ve yataklarını ayırmak”
Resûlullah’ın emridir.
Yüzyirmincisi: Cünüb, hayız ve loğusalık hallerinde,
gerek erkek ve gerek kadının Kur’an okumaları ve okutmaları haramdır.
Hatta bir âyet dahi olsa caiz değildir. Abdestsiz olarak
Kur’an-ı Kerimi ezberden okumak caiz isede, velakin Mushaf-ı
Şerifi eline alamaz, ancak bir peşkir veya mendil ile tutabilir.
Mehmed Zahid Kotku
365
Fakat cünüb iken hiç bir suretle okumasına müsaade edilmemiştir. Öyle ise derhal gusül etmek veya teyemmüm etmek
lâzımdır ki, namazını kılabilsin ve Kur’anını okuyabilsin.
Hılafı caiz değildir.
Yüzyirmibirincisi: Küberâ dedikleri büyük kimselerin,
zenginlerin ve zâlimlerin nail oldukları nimetleri hatırlayıp
saymak havz-ı bâtıldır. Havz-ı bâtıl, günahlar hakkında
söz söylemekten ibaretdir ki, haramdır ve câiz değildir.
Mesela: İçki meclislerindeki fisk ve fücurlardan, dans ve
balo rezaletlerinden bahs etmek iki kere günahdır. Bir kere
evvela o yapdığı günahı almıştır. Şimdi bir daha onu hatırlayıp
anlatmak ikinci bir günahtır. Ayrıca da insan günahını saklamak mecburiyetindedir. Saklamayıp da onu açıklaması ayrıca
günahdır. Ancak bu gibi konuşmalar, dinleyenleri uyarmak
ve böyle günahlardan, fiillerden korumak ve kurtarmak için
olursa caizdir.
Kur’ an-ı Azımüşşan-ı okumayı bırakıp da bir takım hikaye kitablarını ve hatta büsbütün zararlı kitabIarı, komünist,
mason ve dinsizlerin kitablarını okumak ve onlardaki yalan
ve uydurma şeyleri bellemeye kalkmak, ve bir çok türküler,
gazeller, şarkılar, maniler, hep havz-ı batıldandır. Bunlarla
meşgul olacağına, dinine, dünyasına, gerek şahsı ve gerek
amme menfeatine yarayacak şeylerle meşgul olmak, elbette
daha hayırlı ve daha a’lâdır.
Binaenaleyh memleketin en çok zarar gördüğü şeylerden
biri de, çayhane, kahvehane, kıraathane ve gazino gibi yerlerdir ki, ömürler buralarda tamamen boşa gider zâyi olurda,
kimsenin haberi bile olmaz. Bu hususda işsizlerle emeklilerin
büyük rolleri vardır. Çünkü eğlenecek vakit geçirecek yer
ararlar. Ekmek parası kazanmaya ihtiyaçları yoktur. Devlet
Mü’minlere Va’zlar
366
baba bol bol para veriyor. Bunları harcayacak yer aramak
lâzım. Halbuki; bunlar için en güzel yer kütüphanelerimizdir.
Maalesef orada da bunlardan kimseyi bulamazsınız. Hem
dünyayı ve hem de ahireti kazanabilmek için en büyük fırsat
emekliliktir. Fakat ne yazık. Cenâb-ı Hak cümlemize insaf ve
merhamet versin ve tevfikat-ı sübhaniyesine eriştirsin. Kıyamet
gününde insanların, en büyük hataya düşenleri, en çok batıl
şeylerle meşgul olanlarıdır...
Yüzyirmiikincisi: Zikrinden gerek kendi ve gerekse
başkaları için fayda olmayan sözleri söylemek, malaya’ni
kabilindendir.
Yani faydasız sözlerdir. Ve ömrün ziyan’ına başlıca sebeblerden biridir.
Her zayıatın telafisi mümkündür. Fakat ömrün ziyanının çaresi olmadığı ma’lumdur. Ömür sür’atle akan bir
suya benzer. Kaçan dakikaların değil, saniyelerin bile telafisi
mümkün değildir.
Akıl o değildir ki; şunu bunu her oyunda yener, fakat
âhirete birşey yok. Asıl akıl odur ki; ahiretini dünyası için
zâyi etmez. Dünyasını da âhireti için terk etmez. Dünyada ne ekerse ahirette onu biçecektir. Dünyada hasene
âhiretde de hasene ister. Allahü (Celle Ala)nın gösterdiği
İslâm yolu, yolların en güzeli, Peygamberimizin yolu da
yine yolların en güzelidir. Her israf haramdır. Hem de
zayıattandır. Fakat ömrün israfı, her israftan daha acıdır.
Hatta bugün insanların, dünyaları için âhiretlerini feda
ettikleri, görülen acıların en acısıdır. Dünya denilen şu
müvakkat bir zamandaki rahatlığı için, ebedi hayatı ve
ebedi rahatlığı terk etmesi, olsa olsa cahilliğin en bariz
bir alâmetidir. Bu dünya tabiatın eseri değil, bir Allah’ın,
Mehmed Zahid Kotku
367
Hay ve Kayyum olan tek yaratanın eseridir. Bunu birazcık düşünsek kâfidir. Başındaki şapkanın veya ayağındaki
ayakkabının da tabiatın eseri diyen biri çıksa, sen onada
“evet öyle” mi diyeceksin? yoksa, Birader bunlar şu kadar
tezgahlarda çalışan kimselerin yapdığı şeylerdir mi diyeceksin? Ufak bir bina, ufak bir levha ve yine ufacık bir
tabloyu görünce “bu kimin eseridir?” diye soruyorsun,
bu koskoca kainat içindeki akılları durduran mahlukat
ve mevcudatı, öyle bir -tabiatin eseridir- deyib geçmek
caiz midir? Kim ne derse desin, Allahü Teâlâ'nın kullarına
verdiği bir akıl ve bir zekâ vardır ki; bunlar çalıştığı zaman
pek güzel anlaşılır. “Bu mülkün sahibi ancak Allah’dır” der,
iman ve İslâma girer ve onun emirlerine kendini uydurmaya çalışırsın. Bugün Avrupa’da pek çok münevverlerin
İslâm ile müşerref olduklarını, pek a’la hepimiz görmekte
ve duymaktayız. Senelerce gavurluğa hizmet etmiş, anası
gavur babası gavur olduğu halde o, müslümanlığı seçsin
de, bu müslüman memleketinde, anası, babası müslüman
olan bir şahıs müslüman olmasın, müslümanlığa düşman
gözüyle baksın, ve müslümanlığı istemesin, doğrusu bu
felaketlerin felaketi, tehlikelerin en tehlikelisi, zehirlerin en
zehirlisi değil de nedir? Müslümanlık en mükemmel bir
dindir. En büyük bir ni’metdir. En kıymetli paha biçilmez
bir servettir. Bunu elden kaçırmak kadar büyük bir acı
tasavvur olunamaz vesselam. "İnsanların en cok günah
sahibi olanları, en çok boş ve faydasız söz söyleyenleridir" buyurulmuşdur.
Yüzyirmiüçüncüsü: Kendisine faydası olmayan sözleri
söylemek haram olduğu gibi, söylemek de faydası olan
Mü’minlere Va’zlar
368
sözleri söyledikten sonra fazla ve ziyadesini söylemek de
haramdır.
Acaba dikkat edilir mi? Bugün bizim konuştuklarımızın
ne kadarı faydalıdır? Sohbet diye toplandığımız zamanlarda
bile kazanılan günahların hesabı yoktur. Tekrarına lüzum
olmadığı takdirde fazla sözden sakınmak ve ihtisara riayet
edib, az konuşmak müstehabdır. (Müjdeler olsun ol kimseye
ki; sözün fazlasını tutar. Malının fazlasını ise infak eder)
(İmam-ı Gazali hazretIeri derki, şimdi dünya tersine döndü.
Şimdi herkes malını sımsıkı tutar, sözünü de bol bol sarf eder,
işte bu da bizim dünyamız zafiyetimizin eseridir.
Yüzyirmidördüncüsü: Medh ve senada ifrat etmek, fazla
ileri gitmek haramdır. Onun için Resulü Ekrem efendimiz,
meddahların yüzlerine toprak serpilmesini tavsiye buyurmuşlardır. Bu da medhin ne kadar fena birşey olduğunu beyana
kafidir. Bir insanın yüzüne karşı medh edilmesi, onu ma’nen
ve maddeten helâk etmektir. Bir insanın diğer bir kimseyi itidal
dahilinde medh etmesi caiz isede, medh olunan kimseye ucüb
ve kibir gibi şeylerin gelmemesi şarttır. Resulü Ekrem efendimizin, Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali (rıdvanullahi aleyhim)
ecmain hazratını medh ettikleri sabittir. Fakat bunların hiç
birine ucüb gelmeyeceği de ma’lumdur. Eğer medh olunan
fasık ve facir ise veya çok genç ise, bunların da medihleri katiyyen caiz değildir. Fasıkı medh etmek; fasikın fiskını, zalimin
zulmünü artırır. Medhe lâyık olmayan kimseleri medh etmek
yalancılıktır, dalkavukluktur. Medhe lâyık olan kimseleri, ifrata
kaçmadan, ancak bildiklerini söylemekden ibaretdir. Mesela;
şöyle namaz kılar, böyle oruç tutar, ve böyle sadaka verir gibi
şeyleri, fazla ve eksik olmadan söylemek caizdir.
Mehmed Zahid Kotku
369
Yüzyirmibeşincisi: Zorlanarak, tekellüf ile söz söylemeğe ve kendisini beğendirmeğe ve başkalarına üstünlük
taslamak için fesahat ve belağata özenerek, söz söylemeye
çalışmağa derler ki; mezmum ve fena bir huydur ve haramdır. Cenâb-ı Peygamber efendimiz de, bu gibi huylara
sahib olanlara helâkle dua buyurdukları gibi.
"Bana en mebğuz ve meclis cihetinden benden en uzak
olanlardan birisi de bunlardır" buyurmuşlardır. İnsana olduğu
gibi görünmek ve göründüğü gibi olmak en münasib bir
haldir. Uydurmacık ve yapmacıklar, her yerde ve her şeyde
mezmumdur.
Yüzyirmialtıncısı: Kafiyeli ve birbirine sonları uygun,
müsecca ve sanatlık söz söylemek için zahmet cekip, tekellüf etmek günah-ı segairdendir. Amma mevhibe-i İlahi
olarak, tabiat-i şı’riyyesi olanın, fesâhat ve belâğat üzere söz
söylemesi makbûl ve merğubdur. Tekellüf ile şiir söylemek de
böyledir. Tekellüfsüz ve kimsenin hiciv ve zemmi olmaksızın,
arap şairlerinden Hassan’ın söyledikleri gibi söylemek müstahsendir. Allahü (Teâlâ) zorlanarak söz söylemeye çalışanları
sevmez ve buğz eder olduğu da ma’lumdur.
Yüzyirmiyedincisi: Kabih olan ve açıkca zikri ayıp olan,
çirkin, yaramaz olan umuru, ibarat-ı sariha ile beyan ve
ta’bir caiz değildir. Bu gibi şeylerin işarat ve kinaye tarikıyla
beyan edilmesi lâzımdır.
Mesela: “senin karın” demeyip, (senin çocuklarının annesi) demek gibi.
Vacibi-l vücud hazretleri de Kur’an-ı Azimüşşan’da
münasebet-i beşeriyyeyi açıkca değil, (lems) kelimesiyle irade
ederek bizlere edeb ta’lim buyurmuşlardır.
Mü’minlere Va’zlar
370
(İslamda fuhş ve tefehhüşün yeri yoktur. Muhakkak, çirkin
ve ayıp olan utandırıcı sözleri söylemek haramdır. İslâmda
nasın en güzeli ahlâken en güzel olanıdır.) diye çirkin ve ayıb
verici, utandırıcı sözleri söylemek haramdır.
Yüzyirmisekizincisi: Seb etmek (sövmek) âhar, kimseye
güceneceği sözü söylemek, sövmek ve levm etmeğe derler
ki haramdır.
Mesela, “ey kâfir”, “ey zani”, demek de caiz değildir. Ölüye,
hayvana, zamana, mekana, sövmek haramdır. İnsana yaraşan,
lisanını daima kibar, nazik ve iyi şeylere alıştırarak konuşmak,
çirkin, yaramaz sözlerden daima sakınmaktır. En iyisi zikir,
tesbih ve tehlile alıştırmaktır, ki, bunların hüsnü hatimeleri
umulur. Bil’akis kötü ve çirkin sözlere dillerini alıştaranların
da su-i hatimelerinden korkulur.
Yüzyirmidokuzuncusu: “Ey cahil, ahmak adam”
diyene, “cahil sensin, ahmak da sensin” demek caiz
ise de, “Ya zani” diyen kimseye karşı da, “zani sensin
demek asla caiz değildir. Müslümanın sebbi füsuk, ve
onunla mukabele küfürdür.
Yüzotuzuncusu: Bezyüllisan kötü söz mecnun gibi
kendi, kendine konuşan, yahut kimsenin anlayamayacağı gibi söz söyleyen kimseye (bezyüllisan) derler ki
bu haramdır. Ve hafif akıllı ve vesveseyi mucibdir. Bazı
ulema bezyüllisanı, (müstehcen olan sözü açıkça söylemeye)
derler diye tavsif etmişlerdir. Herşeyde haya lâzımdır.
Konuşurken de edeb ve hayaya riayet ederek, çirkin söz
söylemekten kaçınmalıdır.
Yüzotuzbirincisi: Kim olursa olsun lâtife ve şakada
ifrat edib, ileri gitmek caiz değildir, haramdır.
Mehmed Zahid Kotku
371
Zira sonraları iş kavga ve gürültülere müncer olur. Boş
yere araların açılmasına sebeb olur.
"Kul hakikat-i imana erişemez, taki şaka, latife, yalanı ve
haklı dahi olsa mücadeleyi terketmedikce" Bunlar çok güzel
nasihatlerdir. İnsan daha küçük yaşlarda, bâhusus ebeveyn ve
üstazlar ve öğretmenlerin, bu hususlarda çocuklara çok faydalı
olması gerektir. Çünkü alışanlar, bu huyların çirkin olduğunu
sonradan anladıkları halde terk etmeleri çok zordur.
Yüzotuzikincisi: Sırrı ifşa etmek, söylenmesi istenmiyen
gizli sözleri ve halleri ifşâ etmek, ızhar etmek, başkalarına
söylemek de haramdır.
Gerek efrad-ı aile arasında, gerek yabancılar arasında
söylenmesi ve duyulması istenmeyen şeyleri söyleyip duyurmak, duyulmasını istemeyen kişilere eza ve cefadır. Bir de
gizli tutulması istenilen söz, aynı zamanda bir emanettir. Bu
sırrı ifşa etmekle emanete hıyanet etmiş olur. Meclislerdeki
sözlerde emanettir. Onların da ifşası yasaktır, haramdır. Yalnız
o meclisdeki sözler haram olan katI-i nefs, zina veya hırsızlığa
aid olursa, o zaman bunları, bu fenalıkları yaptırmamak için
lâzım gelen yerlere haber vermek meşru’dur.
"Meclisler emanettir. Yalnız şu üç şey müstesnadır.
-haram olan kan akıtmakdan, haram olan zinadan,
haksız yere başkasının malını gasb etmekden bahsedilen
meclisler." Zaten bunlar haramdır. Bunlara her zaman mani
olmağa çalışmak mü’minlerin vazifesidir.
Yüzotuzüçüncüsü: Va ‘dinde durmamak haramdır. Ve
münafıklık alametidir. Birisine, sana şunu vereceğim diye
va’d ettiği şeyi zamanı gelince vermemek, sözünde durmamaktır. Va’dinden hulfdür. Söz verirken, vermemeyi kasd ederek
söz vermekde münafıklıkdır. Cenâb-ı Hak, vaidlerini yerine
Mü’minlere Va’zlar
372
getirmeyi, kullarına emir buyurmuş, Peygamber efendimiz
de,”Va’d, ödenmesi vacib olan bir borç gibidir.” buyurmuş
ve, “belki de efdaldır,” diye ümmetini va’dlerini ifaya teşvik
etmişlerdir. İnsanlık ve müslümanlık icabı da böyledir. Ancak
çocukları ağlatmamak ve hanımların ezasından kurtulmak
için ve harblerde düşmana karşı yalanlara ruhsat verilmiştir.
Herhalde ma’zeret-i meşrua olmadıkça sözden dönmemek
şiar-ı İslâmiyedendir. Münafıklığın alameti üçdür: (Her ne
kadar namaz kılıp oruç tutsa da, ve kendisini müslüman
zannetse de, münafıklıktan kendini kurtaramaz.)
"Konuşurken yalan sölyemek, va’dinden hulf etmek,
emanete hıyanet etmek" bunların üçü de bir kimsede bulunursa tam münafık, ikisi olursa, üçde iki, birisi varsa üçde
bir münafık demektir. Allah cümlemizi bu çirkin huylardan
muhafaza buyursun amin.
Yüzotuzdördüncüsü: Gazab, (Din ve şeri’ate dokunan
şeylerin gayrisinde gazab) etmek haramdır.
Amma din ve şeri’ate dokunan bir münkeratı gördüğünde, i’tidal şartıyla gazab etmek ve onları tekdir ve tevbih
etmek; muktedir olursa o münkeratı ortadan kaldırmaya
gayret etmek lâzımdır. Gazab halinde i’tidali geçmek caiz
değildir. Gazab haddizatında nehy edici birşey değildir. Gazab olmazsa insan haklarını muhafaza ve müdafaa edemez.
Nefis ve şehvetine meyl eden kimsede gazab olmazsa, o
kimse şehvetine esir olur. Nefsi hakkında gazablanmamak
nur-u imanı söndürür. İnsan gazablandığı zaman ayakda ise
oturmak, oturuyorsa yatmak, ve (euzübillah) deyip süküt
etmek, abdest almak veya yıkanmak gibi şeylerle gazabı
söndürmek efdal-i a’maldır. Gazab, delilikden bir parçadır.
Gazabını yenemiyen kimse şeytanın maskarası olur. Şeytan,
Mehmed Zahid Kotku
373
çocukların topla oynadığı gibi, bu gibi insanlarla oynar.
Binaenaleyh gazabını def’eden kimseden, Allah'ü (Teâlâ)
hazretleri de azabını def’eder.” “Dilini tutanın, Allah'ü
Teâlâ da ayıblarını örter” olduğunu buyurmuşlardır.
Yüzotuzbeşincisi: Ailesinin ferdlerinin namus, iffet ve
ırzları hakkında hamiyetsizlik de haramdır.
Arslanın yavrusunu kıskandığı gibi, aile ve efrad-ı ailesinin ırz, namus, şeref ve haysiyyetinin muhafazasına gayret
göstermemek caiz olmadığından, her Mü’min ve Müvahhidin
efrad-ı ailesini kıskanması lâzım olan sıfatlardandır. Bu hususda
Peygamberimiz: Eshab-ı kiramıdan (Sa’d) hazretlerinin gayretli
olduğunu bildirirken, kendisinin daha gayretli olduğunu ve
Allah'ü Teâlâ hazretlerinin daha ziyade gayretli olduğunu”
beyan buyurmuşlardır.
Yüzotuzaltıncısı: Zekâtı, müddeti gelince vermemek
haramdır.
Zira zekat, Cenâb-ı Hakkın bahş etmiş olduğu servet,
mal, hayvanat ve sairenin içinde fukaranın hakkı olan kırkda
birdir ve verilmesi farz kılınmıştır. Bunu vaktinde vermeyip,
fukaranın hakkından istifade etmeğe kalkmak, tabiidir ki; hem
ayıp hem de günahtır. Sizin paralarınızı başkaları kullansalar
razı olur musunuz? Siz razı olsanız dahi, Allah-ü (Celle Alâ
hazretleri) ve Resulü Ekreminin buna razı olmadıkları gibi, o
fukara da buna hiç razı olmaz. Şu halde, kullandığınız paranın
bir kısmı fukaranın hakkı olarak faydalandığınızı bilmeniz
lâzımdır. Sonra zekâtı te’hir değil, belki vakti gelmeden evvel
vermek adab-ı İslâmiyyedendir. Hem de fakiri sevindirmek
kadar faziletli ne vardır. Zekâtın te’hirinde ise, günahı ile
beraber pek çok aratlar da vardır. Bir kere bu hal, cimriliğe
alamettir. Başka bir kusur aramaya lüzüm kalmaz. Çünkü
Mü’minlere Va’zlar
374
cimrilik yetip artar. Hem dünyası berbad olur hem de âhireti.
Zekâtlarını te’hir edenler böyle olunca, ya hiç vermiyenlerin
hali, acaba nasıl olacaktır. Zekatı vermemek veya te’hir etmek,
o servet sahibi için felaketidir vesselam.
Yüzotuzyedincisi: Özürsüz cemaati terk etmek haramdır.
Düşman korkusu, hastalık, ve ma’lüllük gibi ma’zeretler
olmadıkça, cemaati ehemmiyetsiz birşeymiş gibi terk
etmek hiç caiz değildir. Terk eden haram irtikab etmiş
olur. CemaatIe namaz kılmak, sünnet-i mükkede diyenler
varsa da, ekseri Hanefi ulemasınca vacibdir. Zaten sünnet
diyenler de, vacib kuvvetinde bir sünnettir, derler. Vacibin
terki ise büyük günahdır. Halbuki cemaat farzdır diyenler
de vardır. (İmamı Sevri’ye göre, İmam-ı Hanbelinin mezhebinde de böyledir). Bunların mezhebine göre evlerinde
yalnızca kıldıkları namaz sahih değildir derler. Bizim
mezhebimize göre, hastalıklardan maada, şiddetli yağmur,
fırtına, çamur ve şiddetli karanlıklar, sis gibi haller cemaate mani olan özürlerdendir. Borçlusundan korkmak da
özürdür. Fasık imamlarla, bid’at sahibi ve bozuk mezheb
sahibi olan imamlara iktida asla caiz değildir. Cefanın,
küfrün, nifakın en kabası, ezan-ı Muhammediyi işitip
de ona icabet etmeyenlerindir. Mü’mine bedbahtlık,
yaramazlık ve ümidsizlik cihetinden yetip artar, müezzinin ezanını işitirde ona icabet etmezse. Nekadar
acıdır. Halbuki müslümanın namazı ne kadar mühimdir.
Evvela insanı intizama alıştırır. İntizam ise herkes için en
önemli birşeydir. Muntazaman sabahları kalkar. Havanın
en temizinden en güzel bir şekilde istifade eder.
Sonra abdestini almış üzerindeki uyuşukluğu atmıştır.
Arkasından camisine gider. Müslümanlarla birlikte tam bir
Mehmed Zahid Kotku
375
sessizlikle Hakkın huzuruna durur. Okunan Kuran-ı Azimüşşanın verdiği zevk ve neşe içerisinde onu dinler. Tesbihat, tahmidat, ve tekbiratını bir vecd ve huzur içinde bitirip, ellerini de
huzur-ü ehadiyyete açıp ihtiyaçlarını can-ü gönülden arz eder
ve sonra yine tam bir huzur ve neşe ile vazife-i ubudiyyetini
yapabildiğinden, Hak (Sübhanehu ve Teâlâ) hazretlerine şükr
ederek evine gelir. Birde bakarsınız ki, içi, dışı, gönlü, gözü
gayetle mesrur, evi ni’metlerle dolmuş, sofralar kurulmuş, çocuklar etrafına toplanmışlar, hepsi de mesrur, Allahü (Celle ve
Alâ hazretleri) de onlara lutfünü, ihsanını, bereketini bol bol
vermektedir. Artık o evin saâdetine doyum olur mu? dersiniz.
Namaz hakkındaki fazaili ve kılmayanlar hakkındaki felaketi,
anlatan Tergib ve Terhib adındaki hadis kitabının 174 den
512 inci sayfasına kadar tam 338 sayfa bilgi vardır. Tabiatiyle
bu ufacık esere onları sığdırmak mümkün olamaz. Yalnız sen
kardeşime tavsiyem; bu mülk Allah'ü Teâlâ’nındır. Kim ne derse
desin azıcık düşünürsen bana hak verirsin. Binaenaleyh o, bir
şeriki ve misli olmayan ve herşeyi yaratan, kuvvet ve kudret
sahibi, görür, işitir ve bilmediği hiç birşey yoktur. Babası ve
evladı yoktur. Her noksan sıfatlardan münezzeh ve her kemal
sıfatlarıyla muttasıfdır. Bizim ve bütün mevcudat ve mahlukatın yaratıcısıdır. Onun sözünü dinlemekten, gösterdiği yoldan
gitmekten daha güzel birşey olamaz. Hayvanlar bile görmez
misin sahiblerini nasıl tanırlar ve hizmet ederler de, insan bu
kadar mükemmeIiyetine karşı sahibini, halıkını, razıkını, bu
güzel vücudu kendisine vereni, (deli değil, hasta değil, ma’lul
değil, böyle iken) halikını tanımasın hiç olur mu? Sakın sen
o tanımayan güruhdan olma. Tarihe iyi bak, böyle inatçılar
çok gelmiştir. Fakat hepsi de Hakkın gazabına uğrayarak helak olup gitmişlerdir. Onlar bizlere bir ibret nümunesidirIer.
Sen bunu tekrar tecrübeye kalkma. Zira tecrübe olunan şey
Mü’minlere Va’zlar
376
bir daha tecrübe olunmaz. Ancak buna deliler teşebbüs eder,
başkaları değil.
Yüzotuzsekizincisi: Çarşı ve sokaklarda ve umumi
yollarda durup konuşmak, alışveriş yapmak günahdır ve
haramdır.
Bugün buna da riayet eden hemen hemen kalmamıştır.
Eğer belediye memurları olmasa, adeta çarşı ve pazarlardan
geçmek mümkün olmayacaktır. Yollar umumun hakkıdır.
Onu kısıtlamağa kimsenin hakkı yoktur. Herkesin serbestce
geçmesi için yapılmıştır. Onları işgale kimsenin hakkı yokdur. Öyle zorla işgal olunan yerlerden kazanılan paralardan
da hayır gelmez. Hatta Gemlik ve İzmir gibi, bazı memleket
halkının bilhassa kadınlarının akşam üstleri, hava almak veya
konuşmak için olsun, kapılarının önüne çıkıp oturmaları da
çirkin bir adetdir. Sanırım ki; bu gavurlardan kalma bir adet
olsa gerek.
Yüzotuzdokuzuncusu: Taassub, darıldığı birine kin
bağlamak, heva ve hevesine uyarak diğer mezheblerin
sahiblerine, ta’n eder yolda söz söylemek haramdır.
Dört mezhebe ehl-i sünnet denir. Dördü de hakdır.
Ta’n ve teşni’ etmek haramdır. Hem de ayıptır. Zira Resul-ü
Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hazretIeri, bazı mesail-i
diniyyede ruhsatla, bazısında da azimetIe, bazısında da
şiddetle ve bazısında da kolaylıkla amel buyurmuşlardır.
Dört mezheb sahibi, herbirerleri Hazret-i Peygamberin bu
günâ ef’al, ak’val ve harekâtlarına ittiba’ buyurdukları cihetle
temessük etmiş olduklarından, cümlesine hak nazarıyla
bakıp, her birerlerinin eshabı diğerine taassub etmemek
lâzıme-i diyanetdendir. Teaddüd-ü hak meselesi bu bab
da cari değildir. Çünkü; bu meselede hakkın umuma göre
Mehmed Zahid Kotku
377
oluşudur. İnsanlar’ın bazısı zayıf bazısı kavi, bazısı bilgin,
bazısı da cahildir ve renkleri de ayrıdır dilleri de. Amma
hepside aynı insandır. Değişiklik yokdur. Teaddüd de
yokdur vesselam. Binaenaleyh insana yakışan, kimseye kin
tutmayıp, herkesle güzelce tatlı tatlı geçinmektir. Kusuru
daima kendisinde aramak, başkalarının kusurlarını afv
edici olmak şeair-i İslâmiyedendir.
Yüzkırkıncısı: Müslümanların zimmilere, “ya kâfir, ya
müşrik” demesi de haramdır. Kâfiri, zimmiyi kabul ettikten
sonra onun ırzı, malı ve herşeyi her suretle taarruzdan masun
ve mahfuz olacağı gibi, hiç bir güceneceği şeyi onun hakkında
yapmamak da lâzımdır. Zira Resulü Ekrem efendimizin
"Herkim zimmiye eza ederse ben onun hasmıyım.
Ben herkime hasm olursam kıyamet gününde onunla
muhasame ederim" buyurmuşdur. Bir Peygamber ki bir
kişiye hasm olursa, artık o kimsenin kurtulmasına imkan
olmayacağı cümlece ma’lumdur. Binaenaleyh zimmilere ezadan
son derece sakınmak gerektir.
Yüzkırkbirincisi: Cenâb-ı vacibi-I vücud hazretlerine
(Arş-ı azımike ızzi mak’adiyediyetihi ev ya mak’adihi)
demek günahdır. Ve haramdır.
Cenab-ı Hakkın izzeti, kadim olan izzet sıfatının, hâdis
olan, yani sonradan yaratılan arşa nisbeti, arş-ı azıme teallukunu
ibham, yani şübhesini uyandırdığından haram olmaklığının
hikmeti budur. (mak’ adil-ızzi min arşike) demek de haşa,
Cenâb-ı Hakka oturma isnadı lâzım geldiğinden ötürü, bu
gibi şüpheli duâlardan ictinab etmek lâzımdır.
Yüzkırkikincisi: Evliya, enbiya ve Kabe hakkı için
Cenâb-ı Hak’dan birşey istemek mekruhdur.
Mü’minlere Va’zlar
378
Zira hiç bir mahluk, ister enbiya ister evliya olsun, Allahü Teâlâ üzerinde hiç bir hakkı yoktur ki; onu yad ederek
duâ etsin. Amma zatın hakkı için veya; enbiya, evliya, veya
Ka’be hürmetine demek suretiyle duâ etmek caizdir. Hatta
dilencilerin (Allah hakkı için veya Allah rızası için) diyerek
dilenenlerine, sadaka vermemek gerektir demişlerdir. Çünkü;
o dilenci, fani olan dünyayı celb için Cenâb-ı Hakkın hakkını ve rızasını vasıta edişi layık olmayan birşeydir. Onun
için Allah rızası için isteyenler mel’undur buyurulduğu gibi,
isteyeni de men’ etmek lâzımdır demişlerdir. Yalnız ihtiyaç
ve zarureti bulunduğu halde böyle duâ ediyorsa, onu men’
etmek yoktur. Yani ihtiyacı bilinene yardım edilip, dilenciliği
adet edenleri de men’ etmek lâzımdır. Cenâb-ı Hak kimseyi
zaruretde bırakmasın amin.
Yüzkırküçüncüsü: Haccı te’hiri de haramdır. Hac farz
olduktan sonra o sene gitmeyi te’hir etmekle, -özr-ü şer’isi
yoksa- haramı irtikab etmiş olur. Velakin özr-i şer’isi varsa,
her ne kadar günahkar olmazsa da, hac farizasını ifada gösterilen gevşeklik, belki o paraların elden gitmesi veya yolların
kapanması veya hastalıklar veya ölüm gelip çatarda borçlu
olarak ahirete gitmek gibi bir çok mahzurları vardır.
Onun için farziyyet tahakkuk eder etmez hemen gitmeye
çalışmalıdır ki, ecir ve mükafatı ve hatta dünyalığı da o nisbetde
artar. Sonra her zaman gitmeyi ister ve aşkı artar. Muhabbet
artar, imanı kuvvetlenir. Namazına niyazına, helala, harama
dikkati artar. Daima kastı, gayesi hakkın rızasını kazanmak
olur. O zaman en büyük devlete mazhar olmuş olur. Cenâb-ı
Hak cümlemize hemen her sene gidip ziyaretler nasib ve
müyesser eylesin, amin.
Yüzkırkdördüncüsü: Müdahene dir ki; haramdır.
Mehmed Zahid Kotku
379
Measi ve menhiyyatı görüpde, bir zarar olmadan men’ine
muktedir olan kimsenin, o menhiyatı men’ etmeyip süküt
etmesine ve emr-i dinde za’fiyet ve fütür göstermesine, müdahene derler ki haramdır. Zira hakkı söylemekten çekinen
kimseye, dilsiz şeytan demişlerdir. Halbuki mü’minlerin din
işlerinde bilhassa salâbet ve metanet göstermeleri lâzım gelirken
gevşeklik göstermeleri caiz olmaz. Çünkü gevşeklik, bilahara
bir çok şeylerden ta’viz vermeye, daha sonraları da bir çok
menhiyatı, bu sefer kendi işlemeğe başlar. Daha sonra da,
dinini de unutur maazallah imanını da. Çünkü cibilliyet-i
insaniyede nefs-i hevaya uymak meyli vardır. İşte bugünkü
halimiz bunun belirli alametidir. Mesela; televizyon saatlerinde
ezan okunur, kulak asan olmaz. Camiye gitmeyi istese de
gidemez. Sonra oradaki çirkin manzaraları göre göre kalb de
kararır. Tabii sonra hiç işe yaramaz bir hale gelir. Adı müslümandır, fakat müslümanlıkdan üzerinde eser göremezsiniz.
Maazallah, daha sonra müslümanlığa zararlı da olmaya başlar
ki, büyük felaketdir. İnsanın müslümanlıktaki tekamülü kolay
birşey değildir. Her ne kadar okumuş, dinini diyanetini iyi
bilirse de, eğer düşüp kalktığı veya hizmet ettiği yerler, müslümanlık gayesine uygun yerler değillerse, birgün bakarsınız
ki, o müslüman kimse ne hale gelmişdir. O zaman haline acır,
ağlarsın. Onun için müslümanlığı muhafaza etmek isteyenlerin,
herhalde zararlı yerlerden kaçınmaları şarttır. Levm edenlerin
levminden çekinmeyerek, Allah yolunda mücahede etmekle
emr olunduğumuzu unutmamak ve bir de hakkı söylemek,
her ne kadar zor ve acı da olsa onu söylemek lâzımdır. Yoksa
dilsiz şeytan olunur.
Yüzkırkbeşincisi: Şühriyye’dir. Bir adamın kendisini
hayırlı, duâIı ve başkasını, küçük ve hakir görüp onunla
Mü’minlere Va’zlar
380
istihzâ etmesi, maskaralığa alması ve tövbe ettiği aybını
hatırlatarak onu utandırması haramdır.
İstihza, söz ile hareket ile ve işaretle ima ile de olur. Hazreti Allah (Celle Alâ,) sure-i Hucurat da bu gibi hareketleri
men buyurmuşlardır. Bu, tabii her akl-i selimin sevmediği
ve istemediği; çirkin ve yaramaz huylardandır. Fakat buna
alışan zavallılar bu hallerden bir türlü vaz geçemezler, ta
teneşir tahtasına kadar. Cenâb-ı Hak cümlemizi bu sayılan
mezmum huylardan, ahlâklardan muhafaza buyursun ve
bunların yerlerine güzel ahlâk, güzel huy, güzel edeb ve güzel
hüsn-i muaşeretler ve hepisinden daha a’lası olan güzel din
ve Hak (Sübhanehu ve Teâlâ)nın razı olacağı güzel ameller
nasib ve müyesser eylesin. Son nefese de cümlemize iman-ı
kâmil ile âhirete göçmek nasib ve müyesser kılsın. Cehennem
azabından, kabir azabından, dünya ve ahiret fitnelerinden,
ve şerr-i olan Mesih’u-d deccalın fitnesinden de muhafaza
buyursun. Hem kendisine hem de cemiyyete faydalı olmak
isteyen her kardeşe, acizane bu hediyemizi maa-l kusur takdime
cesaretimden naşi bizleri müahaze etmemeleri ve görecekleri
kusurIarımızı da aczimize bağışlamaları ricasıyla 120 günah-ı
kebâir ve 145 de segair olarak ceman 269 günah ki, bunların
hep derece derece, insanın insanlığını kemiren birer zehirli
mikrob olduklarını arz eder cümleye seadet ve selamet-i
dareyn dilerim. Ve cümlemizi Allahü (Celle Ala)ya emanet
eylerim... ve bizleri de hayır duâlarınızdan unutmamanızı
ayrıca dilerim...
13/6/975 (5 Cemaziyelevvel 1395)
Mehmed Zahid Kotku
381
GÜNAHA SEBEP HALLER
Bu yazılardan gayri âyet-i kerime ve hadis-i şerifelerden
me’huz olan bir takım meâsi vardır ki, bunların bazısı kebir,
bazısı seğair ve bazısı da küfrü mucibdir. Kebâiri (K) seğairi (S)
küfrü mucib olanları da (F) harfleriyle işaret olunmuştur.
Birincisi: Riyâ (F.K) Buna bazı ulema şirkdir, küfürdür
demişler. Bazıları da, günah-ı kebâirdendir demişlerdir. (F)
harfi küfre (K) harfi de günah-ı kebâire işaretdir. Âhiret ameliyle, dünya menfeatini murad etmeye derler. Mesela, amel-i
âhiretten olan namaz, oruç, zekât gibi ibâdet ve tâati Allah
rızası için işlemeyip, belki dünya menfeatlerini kasd ederek
işlemeye, riya derler ki, haramdır. Böyle yapan kimseye riyâkâr,
mürâi derler ki; ind-i ilahide makhur ve menfurdur. Amelleri
külliyen mahv ve iptal eden measinin birisi de riyâdır. Pek
büyük ahlâk-ı reziledendir. Şirk-ı hafiden saymışlardır. Tasavvufi ahlâk kitabında, bu hususda geniş ma’lumat vardır.
Ayet-i celilelerde mürâiler için, azab-i elim olduğu beyan
buyurulmaktadır. Buna mukabil ihlas, medh-ü sena buyurulmuştur. İhlas hakkında, yine ahlâk kitabımızda oldukca
geniş ma’lumat vardır.
Resulü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz
hazretlerine, “Necat nerededir?” diye sorulmuş, cevaben
"Kişinin Allah'ü Teâlâ'ya tâat etmesi ile beraber, nasın teveccühünü murad etmemesidir" buyurmuşlardır. Bir adam kendi
kendine kaldığı zaman, ibâdet ve tâatde gevşeklik göstermesi ve
insanlar arasında bulunduğu zaman neşeli bulunması; kendisi
medh ve sena edildiğinde amelini artırıp, zem edildiğinde amelini azaltması, mürâilik âlametidir demişlerdir. Nefis insanlarda
Mü’minlere Va’zlar
382
olduğu müddetce, insanın kendisini riyadan kurtarabilmesi pek
müşküldür. Onun için daima Cenâb-ı Hakka yalvarıp,
(Ya rab sevmediğin ve razı olmadığın her amelden ve bilhassa kibir, gurur, hased, hırs, şehvet, riya ve nefse uymakdan
ve riyakarlıktan sana sığınırım. Sen bizleri hıfz-ı hımayenden
zerre miktarı ayırma) diye her beş vakit namazda, diğer duâlar
gibi bunu da unutmamak lâzımdır.
İkincisi: Cehil: Her müslim ve müvahhidin üzerine,
bilmesi vacib olan i’tikad, amel ve muamelata dair ilimleri
bilmemek, kebâirdendir. "ilmi taleb her müslim üzerine
farzdır" buyurulmuştur. İlmi taleb için gerekirse Çine kadar
gitmek lâzım geldiğine dair hadis-i şerif vardır. Bu ilmin hangi
ilim olduğuna, ulema arasında ihtilaf çıkmış ve her biri bir
günâ tefsir etmişlerse de, hulasası, her mü’min kendisine bilmesi lâzım ve vacib olan namaz, oruç, zekât, hac ilimIeriyle
beraber, i’tikadını tashih etmek ve bir de, kazancının helal ve
haramını iyice öğrenip, yiyip içtiğinin helâl olmasına dikkat
edip haram olan şeylerden ve bütün yasaklardan, sakınmak,
bunlardan yememek, içmemek, satmamak, kumar oynamamak ve oynatmamak, sinemacılık yapmamak, faiz almamak
ve vermemek ve riya olan gösterişlerden ve bütün günah
kitaplarında sayılan günahlardan ve çirkin ahlâklardan ne
varsa, onları da öğrenip kaçınmak ve iyi ahlâklarla mütehallık
olmak için, ahlâk kitaplarını okumak ve bu suretle cehilden
kurtulmak gerektir. Çünkü:
(Allahü Teâlâ hazretleri cehil üzerine kimseyi aziz etmediği
gibi, ilimle de hiç kimseyi zelil etmemiştir.) Bu hadis-i şerif,
ilmin de, cehlin de derecelerini beyana kifayet eder. Cehil
hakkında bir çok eserler de mevcud” dur. İnsan dünyasına
Mehmed Zahid Kotku
383
ait bir çok bilgileri bilirde, eğer dini ilimleri bilmiyorsa, yine
cahil sayılır vesselam.
Üçüncüsü: Küfran-ı Ni’met’u-IIah: (K) Kulun kendisine verilen ni’metleri görmemesi ve ondan gafil olub
Cenâb-ı Hakka, verdiği bu ni’metlerden naşi şükr etmemesi,
küfrân-ı ni’metdir, haramdır. Ve günah-ı kebâirdendir.
Bunun zıddı ise verilen ni’metlere şükr etmektir. Bazıları,
verilen ni’metlere karşı isyan etmemektir, demişlerdir. Bazıları da, ni’meti görmeyip, (ni’meti veren) Allahü Teâlâ'dan
olduğunu görmektir. Ni’metlere şükr edildikçe, ni’metler
artacağı gibi, küfrân-ı ni’met edenlere de azab-ı İlahinin şiddeti
beyan buyurulmuştur. Resulü Ekrem efendimiz de, ni’met-i
İlahiyyeyi haber vermek, anlatmak, zikr etmek, hatırlamak
ve hatırlatmak şükür olduğu gibi, bunun aksi olarak, verilen
ni’met-i İlahiyyeleri hiç anmamak, onlardan bahs etmemek
ve görmemeği de, küfran-ı ni’met saymışlardır.
Cemaatte ise; daima rahmet, ayrılıklarda da azab-ı İlahi
olduğu bildirilmiş bulunduğu halde, bugünkü dünya alemi
kendi elleriyle kendilerini nasıl azaba itmektedirler. Aman
gelin biz hep bir milletiz, birleşelim, ayrılık, particilik falan
yapmayalım, derseniz, kıyametler kopar. Çünkü fikir ayrılıkları,
bilahire cisimlerin de ayrılığına sebeb olur. Sen Avrupalılara
bakıpta i’tiraz etme. Bak sana ufak bir tecrübe. Elin kesildiği
zaman orada bir acı hasıl olur ve o yara kapanmadıkça da
acı kesilmez. Bunun neden olduğunu hiç düşündün mü?
İşte bu acıma ve sızlama, birliğin bozulup ikiye ayrılmasındandır ve birleşmedikçe ağrı ve acı durmaz, devam eder.
İşte tıpkı bizim halimiz de böyledir. Bâhusus müslümanlığı
bize ta ‘rif ederlerken, bütün müslümanların bir cesed ve
bir vücud gibi olduğu ve bazan bir bina gibi olması lâzım
Mü’minlere Va’zlar
384
geldiği bildirilmektedir. Cesedlerin parçalanması nasıl acı
akıbetler doğurursa, binanın taşları söküldüğü vakit nasıl
yıkılırsa, bölücülük de tabii böyledir. Bazan çabuk yıkılır,
bazan da biraz geç yıkılır. Amma muhakkak yıkılır. Cesed
de muhakkak işe yaramaz hale gelir veya ölür vesselam.
Onun için iman ve İslâmiyet bir ni’mettir. Sağlık ve afiyet
bir ni’mettir. Bilgi bir ni’mettir. ibâdet ve tâat bir ni’mettir.
Ne kadar saysak bitiremeyiz. Cenâb-ı Hak, vermiş olduğu
bütün ni’ metlerin kadir ve kıymetini bilip şükrünü ifa eden
bahtiyar kullarından eylesin amin...
Dördüncüsü: Essuhtu li-l kazai (FK) Bir kimsenin
muradı hasıl olmaması sebebiyle, Cenâb-ı Hakk’ın kaza
buyurduğu emrin gayrisini zikr ederek darılıp, gazablanmağa (suht) derler: ki; bazı ulema “günah-ı kebâir” ve
bazısı da “küfürdür” demişlerdir. Mizâca ve tabiata muvafık
olmayan kazay-ı İlâhînin vukû’a gelişinden telaş göstermeye
(Tezaccür) derlerki, bunların ikisi de fena huylardandır. Halbuki müslüman, gerek menfaat gerek mazarrat, gerek hayır
ve gerek şer, kendisine isabet eden her emr-i İlahiye ve kaza-i
İlahiye tıyb-i nefsle teslim ve inkıyad etmek ve tab’ına müvafık olmayan işlerde bile, zahiren ve batınen i’tiraz etmemek
durumundadır.
Bir hadis-i kudside, Hak Celle ve Alâ hazretleri buyurur
ki:
"Her kim benim kazama razı olmaz, belama da sabr
etmezse, benden başka kendilerine Rab arasınlar" diye
tehdidde bulunmuştur. Binaenaleyh, kullara düşen şey, kazay-ı
İlahiye ye razı olup, hılafından sakınmakdır.
Beşincisi: Elceze’u (F.K): Bir adamın kendisine isâbet
eden musibetlere dert ve meşakkatlere tahammül ve ketm
Mehmed Zahid Kotku
385
etmeyib, kavlen ve fi’len ızhar ederek âhar kimseye şikâyet
etmesi haramdır. Buna bazıları küfür, bazıları da günah-ı
kebâirdir demişlerdir. Feryad-ü figan ile başkalarına şekvada
bulunmamak, sabır ve tehammülün neticesidir. Sabrı olmayan
kimseler tabiatiyle bu gibi şikayetleri yapıp, herkesi de rahatsız ettikleri gibi, ellerine de birşey geçmeyeceği ma’lum;dur.
Halbuki sabr edildiği takdirde, Cenâb-ı Hakkın sabırlı kullarına va’d ettiği hesapsız ecirlere ve mükafatlara nail olacağı
gibi, musibetleri saklayıp kimseye şikayet etmediği takdirde,
mağfiret-i İlahiyeye mazhar olacağı da ayrıca bildirilmişdir.
Altıncısı: Hubb’ü-z zalemeti ve-l fesekati (K) Zâlimlere
ve fasıklara muhabbet etmek ve onlara az dahi olsa meyl
etmek günah-ı kebâirdendir. Zira Cenâb-ı Hak zalimlere
meyl etmemeyi emr etmiş olduğu halde onlarla düşüp kalkmak emr-i İlahiye karşı gelmek olacağından, bunun günah-ı
kebirden olmasında şübhe yoktur. Hatta böyle zalim kimselere, münafıklara, “efendim” diyerek ta’zim göstermekten,
Peygamber efendimiz ümmetini nehiy buyurmuşlardır:
"Münafık bir kimse kavmi arasında seyid ittihaz olunmuş
ise, ancak Cenâb-ı Hakkı kızdırmış olursunuz" diye ümmetine
tenbihde bulunmuştur. Bunun zıddı, (hubbü fillah) ve (buğzu
fillah) dır. Fasık ve facire isyan ve ahare de zulmü sebebiyle
ona buğz etmektir. Velâkin fâsık ve zâlim tövbekar olsalar, o
zaman bunlara muhabbet etmek lâzımdır. Hubbü fillah ve
buğzu fillahın mizânı budur. Bir adama, fiskı halinde ettiğiniz
buğuzunuz buğzu fillah olduğundan, o adamın fiskından tövbe
ederek ıslah-ı hal ettikden sonra, buğz gidip yerine muhabbetin
gelmesi lâzımken bir muhabbet gelmezse, o zaman eskiden
ettiği buğzu fillah olmayıp, belki nefsani olarak onun zatına
buğz etmiş olursunuz ki, bu da haramdır.
Mü’minlere Va’zlar
386
Yedincisi: Buğz’u-s Salihin (K) ve-I Ulema. Ulemaya ve
salih kimselere buğz etmek haramdır ve günah-ı kebâirdendir.
Bunun zıddı, onlara Allah için muhabbet etmektir. Zira kişi
sevdiği kimselerle haşr olunacakdır. Bunun için daima salih,
abid, alim kişilerle düşüp kalkmak ve onlara muhabbet etmek,
mü’minlere lâyık olan makbul sıfatlardandır. Bil’akis bunlara
buğz ve adavet de ebedi husrandır. Allah'ı sevenler, herhalde
onun sevdiği âlim ve salih kimseleri de sevecekleri aşikar
birşeydir. Ve yine Allâhü Teâlâ’nın sevmediklerini sevmemek
ve Cair-i İslâmiye ve insaniyedendir, vesselam.
Sekizincisi: Kalbini makam ve mansıblara ta’lik edip
nefsinin şehvet sahibi olmasını istemesi günah-ı kebâir
olduğu gibi; vücudunun sıhhatini ve hayatının idamesini
Cenab-ı Hak’tan bilmeyip, taam, şarab ve ilaçlardan bilmesi,
kalbini esbab-ı zahireye bağlaması, günah-ı kebâirdendir. Bunun zıddı, tevekkül üzere olup, vücudunun kıvamı, sıhhat ve
afiyetini, Cenâb-ı Hak’tan bilmektir. Yemek yemeden doymak,
ateş olmadan yakmak mümkün olmadığından, “esbabına
teşebbüs, tevekküle mani değildir” demişlerdir. Bunların
en kötüsü hubb-i cahdır. Halbuki insanlar, buna karşı çok
zaifdırlar. Hemen her okuyanın gayelerinden başlıcası bir
makama erişebilmek için gayret sarf etmekdir ki, boşa bir
emekdir. Tehlikeleri ve afetIeri pek çoktur. Akıllı kimse bu
gibi şeylerle başını derde sokmaz, vesselam.
Dokuzuncusu: Havf’ü-z zem (K) Başkalarının zemminden korkmak, günah-ı kebâirdendir haramdır.
Çünkü bu korku insanları birçok hayırlardan men’ eder.
Mesela: Namaz kılanları istihza eden bir kavm içinde bulunan
bir mü’min, “beni istihza ederler” korkusuyla namazı terk
etmesi, “nasın teveccühünü kaybederim”, yahut “mevkiime
Mehmed Zahid Kotku
387
noksan gelir,” havfiyle me’mur bulunduğu ibâdeti terk etmesi
gibi, bunların hepsi de büyük birer günahdır. Mü’mine lâzım
olan, her yerde, her zaman insanların ne zem ve ne de medhine
kulak asmadan me’mur olduğu ibâdet ve tâati, vakti vaktinde
yapmakla beraber Cenâb-ı Hakkın kurbiyetini kesb edeceği
her bir ef'al-i haseneyi icrada kimsenin medh ve zemmine
bakmadan icra ve eda etmesi gerektir.
Onuncusu: El-inad (K) Birşeyde inad etmek günah-ı
kebâirdendir.
Ve ahlâk-ı mezmumelerin başıdır. İnad diye, hak sözü
ve hak kelamı kabul etmemeye ve o kelâmın hak olduğunu
biIdikden sonra, inkâr etmeye derler. Çok fena bir huydur.
Bu gibi insanlar hem Cenâb-ı Hakka asi olurlar ve hem de
hakdan mahrum olurlar. Bu inad, riyâdan, kinden, hasedden
ve tama’dan neş’et eder. Âd, Semud, ve Lut kavimlerinin
helakleri, hep hakkı görüp bildikleri halde inatlarında sebat
etmelerinden ileri gelmişdir. Yunus (aleyhisselam)ın kavmi ise,
hakkı gördükden sonra eski hallerinde inad etmeyip, tövbe
ve istiğfar etmeleri sebebiyle necata nail olmuşlardır. Onun
için mü’mine lâyık olan, hakkı görünce kabul edip, inkara
kalkmamakdır.
Onbirincisi: Essalefü (K) Kendisini tezkiye edip
meşakkatli işleri görmeye kudretli olduğunu izhar etmesidir. İnsan kendi nefsini medh-ü sena etmeye, kendi
kötülüğünü ve aybını izhar edenlere buğz etmeye derler
ki, kebâirdendir.
Kendisinin aciz olduğunu bildiği halde, meşakkatli işlere
kudret izhar etmeye ve yalan sözlere ehemmiyet vermeksizin, “inanırlar mı, inanmazlar mı” demeden, düşünmeden,
umur-ü garibeden haber vermek dahi, salefdir. Salef, yalandan
Mü’minlere Va’zlar
388
ve ucübden neş’et eder. Ve nifak da bundan hasıl olur. "Her
kim ben alimim derse, o cahildir" buyurulmuştur. Cenâb-ı
Hakkın Kelam-ı Kadiminde "kendinizi medh etmeyiniz"
buyurmuş olduğunu unutmamak lâzımdır.
Onikincisi: Hubb-ü medhıhı (K) Âharin medhine
muhabbet etmek günah-ı kebâirdendir. Ve haramdır.
Zira bu muhabbet, medh edenin söyledikleri sözlere aldanıp; insan kendisinde kemal his edip, onunla telezzüz hasıl
etmekden ibaret olur. Halbuki bu telezzüz dünyaya aid mal,
mülk ve makam gibi şeyler olup, bunlarla telezzüz ise, hakkın
sevmediği dünyaya meyil ve muhabbet etmesinden ileri geldiğinden, haramlığında şübhe yoktur. Eğer bu, kemâlât ilim ve
amel gibi, kemâlât-ı uhreviyyeden ibaret olsa dahi, bunlardaki
ihlas ile beraber, bazı şartların bulunup bulunmaması mechul
olduğu gibi, amellerin habt olması yani mahvolması, tehlikesi
de mevcud olduğundan, bunlara güvenip aldanmak ve bunlara
iltifat etmek aklın kabul etmediği şeylerden olup, bazan da
şerre ve isyana münkalib olmak ihtimaline mebni, “benim
ilmim ve amelim vardır”, diye mağrur olmak şeytanlıktır.
İnsan böyle bir kemâlâta nail olsa bile, onların cümlesi Hak
(Celle ve Ala)nın tevfiki ve hidyetiyle hasıl olduğundan, böyle
kuru laflara iltifat etmeyip, daima Cenâb-ı Hakdan havf ve
haşyet üzere bulunması lâzımdır.
Onüçüncüsü: (K.S.) Nefsini, dünyadan istediği, beğendiği, alışageldiği, ülfet ettiği şeylerden men edemeyip,
hevay-ı nefsine tabi olmaktır. Buna günahı kebâirdendir
demişlerse de, bazıları da seğairdendir demişlerdir.
Yaratılış itibarıyla, nefsin daima kötü, fena ve yaramaz
işleri emr edip, isyan yollarına sapması ve istediği şeylerin
haramlardan olması sebebiyle; ona istediğini vermek ne kadar
Mehmed Zahid Kotku
389
fena ve ne kadar günahdır. Hatta işlenmesi ve yapılması mübah olan ve günah olmayan şeyleri yemek, içmek ve giymek
veya şuraya buraya gezmelere gitmek, ehli hakka yakışmayan
ve netice itibarıyla insanları günahlara sürükleyen ve zevk-ü
safaya alıştıran işlerden olmakla, bunlardan dahi uzak kalmak
lâzımdır. Çünkü; nefisler daima, alıştıkları şeyleri hem bırakamazlar, hem de ileri götürmeye çalışırlar. Bu suretle de büyük
günahlara giriftar olurlar. Nihayet birgün ölüm gelipde onu
yakalayınca, pişmanlığın da fayda vermiyeceği bedihidir. Onun
için büyüklerimiz, ruhsatlardan daima kaçıp, azimetle amel
etmeyi emir buyurmuşlardır. Evet her ne kadar bazı şeylerde
ruhsata izin varsa da, bu ruhsatlar bazan aşırı gidip, insanları
günahlara soktukları da malumdur. Biraz geçmişlerimizi ve hatta
Eshab-ı kiramın devrini ve bilhassa Resul-ü Ekrem efendimizin
hallerini düşünecek olursak, hatalarımızın ne kadar büyük
olduğunu anlamakta güçlük çekmeyiz zannederim. ResuluIlah
(Sallallahü aleyhi ve sellem) hazretlerinin hayatında, mübarek
karınlarını arpa ekmeğiyle bile doyurmadıkları hepimizin
malumudur. Sonra gerek hane-i saâdetlerinde ve gerek hususi
hayatlarında, zarruri ihtiyaçlarının ne kadar mahdud olduğu
bilinmektedir. Yatağı gayet basitti, yemeğini yerde yer ve o da
gayet basitti, hiç bir zaman gurura, sürura, zevka, meyyal bir
halleri de bulunmamıştır. Daima âhireti düşünür, Dünyaya
hiç kıymet vermezlerdi. Ümmeti olan bizlere yakışan, ona
uymak ve onun yolundan ayrılmamaktır. Halbuki Resûlullah
efendimizin günlerce, aç kaldıkları ve hane-i seadetlerinde de
aylarca ocak yanmadığı, ancak süt ve hurma ile iktifa ettikleri
buna karşı da, günah şöyle dursun, bütün gün ve gecelerini
ibâdet, tâat ve tesbihle geçirdikleri ve her halleri ile tam bir
sabır içerisinde, Cenâb-ı Hakk’ın ihsanlarına razı oldukları ve
bu suretle de cennetin yüksek makamlarına nail oldukları da
Mü’minlere Va’zlar
390
şüphesizdir. Nefsin istediği şeyler mübah şeylerden ise, bunun
dahi ancak kifayet miktarı olup, fazlasından mesul olunacağı
gibi, vebali ve günahı da vardır. Veya günaha sürükleyicidir.
Onun için mü’min ve müvahhide yakışan, nefsinin hevasına
uymayıp, oldukça ve elden geldiği kadar ona muhalefet etmekle beraber, ibâdetde ve kabahatta hep onun istediğinin
hilafını yapmaktır. ibâdetin yalnız farzlarında nefsin hiç yeri
yoktur. Farzlar mutlaka ifa edilecekdir. Bazan nefis insanı
gece ibâdetlerine ve sabaha kadar uykusuz kalmaya teşvik
eder ve bazan da bütün gün oruç tutmaya çalışır ki, ya sabah
namazından mahrum edecek veya zayıflatıp, hastalandırıp
büsbütün ibâdetten mahrum etmek içindir ki,bu da nefsin
hıylelerindendir. Onun için onun istediğinin tersini yapmak
suretiyle onu yıldırmak gerektir. Çünkü; nefsin gözünün doymasına ihtimal yoktur. Her istediği oldukça, bitmez tükenmez
istekler birbirini takib eder. Ve sahibi de aciz ve çaresiz kalır.
Onun için imam-ı Busayrî (rahmetullahi aleyh) kaside-i bürdesinde ve (hilefetü-n nefs ve-ş şeytan ve a’sımühd) diye nefis
ve şeytana muhalefeti tavsiye etmişdir. Zira nefs-i hevaya tabi
olmak insanı Allah yolundan çıkarır olduğundan, yerlerinin
cennet olmasını isteyen bahtiyarlar, nefislerini arzularından
men’ etmeleri lâzımdır. Aksi takdirde nefs-i hevasının esiri
olarak dünya ve ahiretini zayı’eder, vesselam.
Ondördüncüsü: (K.S.) Taklid: Huccetsiz, delilsiz, tahkıksiz mücerred hüsn-ü zan sebebiyle, amelde, kavilde,
i’tikadda başkalarına iktida ve taklid etmek caiz değildir.
Ve günah-ı kebâirdendir.
Bazıları da segairdendir demişlerse de, huccet ve burhana
müstenit olan amel ve i’tikada, taklidi denmez. Eğer bu
gayr-ı taklid i’tikat’da olursa, icmalen olsun, nazar ve istidlale
Mehmed Zahid Kotku
391
müracaatle taklidden kurtulmak lâzımdır. Ehl-i sünnet ve-l
cemaat mezhebine göre mukallidin imanı her ne kadar sahih
ise de, i’tikatda mukallid olanların üzerine vacib olan, nazar
ve istidlalı terk etmelerinden dolayı günahkar olduklarından
şübhe edilemez. Amelde adil olan ulemanın sözünü ve ma’lum
olan mütedeyyin zevatın kitabını taklid etmek caiz ise de, her
ulemanın ve her kitabın sözleriyle amel etmek katıyyen caiz
değildir. Ve bâhusus bilinmeyen ve şimdiye kadar işitilmemiş
şeylerde, “şu şöyle demiş, şu şöyle yazmış, felan da böyle yazmış” diye onları taklid etmek katiyyen caiz değildir. Böyle şaz
olan kavillere i’tibar ve i’timad olunamaz, sahibi her ne kadar
meşhur kimse olsa dahi caiz değildir.
Onbeşincisi: Tûl-ü emel: (K) Tul-ü emel günah-ı,
kebâirdendir.
Bunun sebebi ya cehildir veya hubb-i dünyadır. Yani
dünyayı sevmektir.
Bir adam, dünya ve dünyanın şehevatıyla ve lezaiziyle
ünsiyet ederse, sonra bunlardan ayrılmak, o kimseye çok
zor gelir. Ölümden ve ölümü düşünmekden imtina eder. Ve
daima dünyalıklarını ister. Bu sebeble daima dünya lezaiz ve
şehevatını, binalarını, tezyinatını ve emsali şeylerle ömrü-azizini
zayi edip giderken, birgün ansızın ölüm gelip onu yakalar
da; artık gafletine, ve fani şeylerle boşu boşuna uğraştığına,
kimbilir nasıl nedametIer hasıl olmuştur. Fakat hepsi boş, o
nedametin ölmeden evvel olması gerekdi. Yalnız tûl-ı emel,
İslâmın kalkınması için vakıflar bırakmak, tahsiI-i ulüm-i şer’i
edebilmek, İslâma beldeler kazandırmak, ibâd-ı müslimine hayat
verici neşriyat yapabilmek gibi hayırlar için olursa, o zaman
makbuldur ve aynı ibâdettir. Ve geçmişdeki büyüklerimize
iktidadır. Ümmet-i Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Mü’minlere Va’zlar
392
üzerine en çok korkulan belalardan, iptilâlardan, felaketlerden
en tehlikelisi, nefs-i hevaya uymak ve bir de tul-ü emeldir
İnsan ne kadar yaşasa da gönlü bir türlü ihtiyarlamaz derler.
Hele şu iki şeyden, yaş 80 veya 90, o hala tulüemel peşinde,
şuda olsa, bu da olsa diye uğraşır durur. Halbuki konuşmaya
bile mecali kalmamıştır. Birisi de mal sevgisidir. Bunlar ahiret
için yani Hakkın rızasını kazanmak ve ümmet-i Muhammedin faydalanması için olursa, ne mutlu ona, eğer kendi nefsi
içinse, ne yazık demekden başka çaremiz yoktur.
Onaltıncısı: Tama: (K) Ümur-i dünya ve mal-ı dünya ya
tama edip çoğaltmaya çalışmak, günah-ı kebâirdendir.
Bunun zıddı kanaattır. İnsanlar mala iltifat etmeyip ve
nasıl olursa olsun diye helal ve haramına bakmadan mal
kazanmağa haris olmayıp, gerek taamda ve gerek libasda ve
gerek binalarda zaruret mikdarı ile iktifa etmesi ile kanaat hasıl
olur. Eğer dünyalığının kesretini arzu eder ve emelini ona
göre uzatırsa, "Azze men kanaa, zelle men tamaa" kelimat-i
hikmetiyyesi mucibince, kanaatdeki izzeti gayb edip, ziIIet
taamına düşmüş olur. Bu hırs ve tama’ onu kötü huylara ve
münkerat ve menhiyata çeker götürür. Hırsa ve tamaın fenalığı
hakkında, Peygamberimiz (S.A.V) şöyle buyurur:
"Eğer adem oğlu için iki vadi dolusu altın olmuş olsa,
ona bir üçüncüsünün daha ilavesini taleb ederdi. Adem
oğlunun içini ve gözünü ancak toprak doyurur. Tövbe
edenlerin ise tövbelerini Allah kabul eder" Bu meşhur olan
ve hemen herkesin bildiği bir hadisedir, ve nümuneleri de her
zaman gözlerimizin önünde cerayan etmektedir.
"Ve yine müjdeler olsun o kimseye ki, İslâma hidâyet
olunmuş ve hayatı, yaşayışı, mikdar-ı kifaye’ye kanaat iledir." Belki bunlar bize acaib gibi gelirse de, hakikat böyledir,
Mehmed Zahid Kotku
393
İnsanın kısmeti nasıl olursa olsun sahibini bulacağına bizim
kanaatimiz vardır. Bizim boğazımızdan geçmeyecek olan
diğer mal ve mülk, bizim değil mirasçılarındır. Başkalarının
istifadesi için, insanın âhiretini ğayb edib, hüsrana düşmesi
kadar hangi acı olabilir? Tabii evlatlarına faydalı olabilmek
fena değildir. Fakat tamahsız ve hırssız olan gelirlerden olursa
ne mutlu. Onun içindir ki "Sizler kazançlarınızı güzel ve
helaldan kazanmaya dikkat ediniz. Çünkü, muhakkak
hiç bir kul yoktur ki, dünyadaki rızkını tamamlamadan
ayrılsın. Her kula yazılan, takdir edilen rızık onu bulur.
Ve hiç bir kul dünyadan ayrılmaz, hattâ o istemediği halde
bile ona rızkı kendi gelir" Ma’lumdur ki bu, siz oturunuz,
rızkınız ayağınıza gelecektir, çalışmanıza lüzüm yoktur demek
değildir. Bazı sofular bunu tecrübe için, kimsesiz çöllerde
dolaşarak Hakkın tecellisini görmek istemişler. Bu hususda
tasavvufi ahlâk kitabında uzunca tafsilat vardır. Binaenaleyh
rızkın seni araya, araya bulacaktır. Hırs ve tamahın sana zarardan başka bir faydası yoktur vesselam.
Onyedincisi: Et-Tezellülü’li-d’ Dünya: (K.S.) Dünya
işleri için mahluka tezellül, tevâzu’ ve temelluk etmek
haramdır.
Bazıları buna kebâir ve bazıları da sağair demişlerdir. Zaruretsiz olarak amirlerin, zenginlerin ve hakimlerin kapılarına
gitmek ve büyüklerle, ulularla mülakat esnasında, selam alıp
verirken, rüku’ eder gibi eğilip bükülmek tezellülden sayıldığı
gibi; zalemenin karşısında da ayakda durmak ve onların el ve
eteklerini öpmek dahi tezellüldendir. Fakat gerek ev işlerinde
yemek kablarını yıkamak ve yalamak ve yere düşen kırıkları
toplamak, fukara ve mesakin ile oturup kalkmak, san’at işlemek, alış veriş yapmak, ve hatta ücretle başkalarının işlerinde
Mü’minlere Va’zlar
394
çalışmak, (gerek rençberlik ve gerekse sair işlerde olsun) bunlar
tezellül değil, belki makbul olan tevazu’dandır. Mesela, gücü
yettiği halde ücretle başkalarına iş yapmaktan kaçınmak ve
nafakasını temin edemeyip zarurette kalmak, âdet-i cebabire
ve mahzâ kibirdendir. Lâkin hocasına ve ilminden istifade
edeceği kimselere temelluk, tezellül etmek caizdir. "Zengine
zenginliğinden naşi tevazu’ gösterenin dininin üçde ikisi
gider" buyurulmuştur.
Onsekizincisi: El-hıkdü (F.S.) Hıkd diye; başka bir
adam için kalbinde kin ve adavet tutup, fırsat beklemeye
ve onu istiskale ve ondan nefrete devam ile ona buğz
etmeye ve şer murad etmeye derler.
Buğz ettiği kimse bunun hakkını yemiş veya ona bir çeşit
zulüm etmiş işe o zaman bu hıkd (kin) haram olmaz. Velakin
hakkını alamadığı halde afv ederse ve kinini kalbinden atarsa
daha efdaldır. Hakkını almağa muktedir olduğu halde afv
ederse daha ziyade efdaldır. "Hiç bir mal sadaka vermekle
eksilmez. Ve afv edenlerin daima izzetleri artar" olduğu gibi;
"Şa’ban ayının onbeşinci gecesi olan berat gecesinde, Cenâb-ı
Hak kullarının hallerine muttali’ olduğundan, o gece istiğfar
edenlere, mağfiret ve merhamet isteyenlere, rahmetini ibzal
buyurup, ehl-i hıkdın istedikleri ise tehir oluyor, ta barışıncaya
kadar verilmiyor" buyurulmuştur ki; kin hiç bir zaman iyi
birşey olmayıp, ancak deveye yakışır, derler. Yani kin hayvan
sıfatıdır. İnsana yakışmaz, vesselam.
Ondokuzuncusu: El-Şematatü: (K.S.) Düşmana isabet eden musibete ferahlanıp sevinmeye derler ki, gayet
mezmum bir sıfattır. Bilhassa, bu musibetin gelişini
kendi keramet-i nefsiyyesine ve duâsının kabulüne atfederse daha fenadır. Halbuki, böyle musibete sevinmekden
Mehmed Zahid Kotku
395
ise; kendi hakkında bir mekir olmaklığından korkmak ve
mahzun olmak ve o musibetin o adamdan izalesine duâ
etmesi lâzımdır. Fakat o musibet kendisine erişen kimse eğer
zalim bir kişi ise, o musibet onu zulmünden men’ eder ve
ahar zalimlere de ibret olacak olursa, o zaman onun ferahı,
zulmün izalesi için olmuş olacağından, haram olmayıp; belki
bila şübhe caizdir. Lakin ekseriyetle görülen birşey varsa o
da, bu gibi musibetlere sevinenler, ekseriya kendisine yapılan
haksızlığın cezasıdır, diye bir de övünürler. Halbuki Resul-ü
Ekrem (S.A.V.) efendimizin "Kardeşinin musibetine sakın
sevinme ki, sonra Allah-ü Teâlâ hazretleri ona afiyet
verir ve seni de onun gibi bir derde mübtela kılar" da
nereden geldiğini anlayamazsın. Binaenaleyh musibetlere
sevinmek insanlara yakışmadığı gibi, mü’min ve muvahhid
bir müslümana hiç yakışmaz.
Yirmincisi: El-Adavetü: (K.S.) Mü’min, kardeşini
dünya için veya huzuzat-ı nefsaniyesi için terk edip, adavet
etmek haramdır.
Bazıları buna kebâirdendir, demişlerdir. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hazretleri "Hiç bir mü’minin, mü’min
kardeşine üç günden fazla küs kalması helal olmaz. Üç günden.
sonra ona mülâkî olduğunuz zaman selam verin, eğer selâmı
alırsa ikinizde me’cur olursunuz, almazsa o günahkar olur"
buyurmuşlardır. Fakat ahiret için yani günahlarından naşi
onu terbiye için küserse caizdir demişlerdir.
Yirmibirincisi: El-Cübünü: (S) Cübün korkaklıkdır.
insan kendisine gelen haksızlıkları ve eziyetleri defetmeye
gayret etmeyip, ehemmiyet vermemesidir ki mezmumdur,
günahdır. İnsana yakışan her türlü eziyetlere ve bâhusus şeref,
haysiyet, namus, iffetsizlik hallerinde gayrete gelib bunları
Mü’minlere Va’zlar
396
men’ etmeye çalışması ve sonra da bu eziyetleri yapanlardan
intikam almaya kalkması şecaattir ki, makbul, memduh ve
mergubdur. Belki muhafaza-i din ve dünya için lâzımdır.
Muharebelerde olan şecaat gibi. İş korkaklara kalırsa, ne din
kalır ne de dünya. O zaman tam bir zillet ve tam bir esirlikden
başka çare kalmaz. Allah muhafaza buyursun.
Cenab-ı Peygamber efendimiz de duâlarında, Korkaklıkdan ve sıkılıkdan Allahü (Teâlâ)ya sığınırlardı. Zira korkaklık,
hanımının, çocuklarının ve sair akrabalarının muhafazasında
hamiyyetsizlik ve gayretsizlik olacağı gibi, nefsinin zem ve
hakaretine de tahammül edeceği ve m’ünkerat anında süküt
edib sesini çıkaramayacağı da ma’lumdur. Yine mü ‘mine
yakışan sıfatlardan birisi de ve belki de en mühimmi, gerek
düşmanlara karşı ve gerekse haksızlıklara karşı şiddetli ve
mukavemetli olup, dostlara karşı da bilakis çok rahim olması
iktiza eder. Şecaatin aşağısı korkaklık ve fazlası da ifratdır. Ne
yapdığını bilmez derecede kızmak, her ikisi de mezmumdur.
Herşeyin ortası makbul olduğu gibi, şecaat de, Cübün ile
tehevvürün ortasıdır. Makbulu da budur. Binaenaleyh korkaklara düşen vazife, kendilerini şecaate alıştıracak usulleri
tatbik edip korkaklıkdan kurtulmaktır.
Yirmiikincisi: El-Gadrü: Gadr, l’lan etmeksizin küffarla olan ahdi bozmakdır. Veya nas ile ettiği mukaveleyi
bozmakdır ki, haramdır. Buna bazıları günah-ı kebâir,
bazıları da küfürdür demişlerdir. Gadrin fenalığını herkes
bilir. Gadrin zıddı ahdi muhafaza etmektir. Yani verdiği sözü,
ahdini tutmak ve yerine getirmektir. Bazan da bu kişinin
zararına olabilir. Bazan sattığı malı, piyasanın çabuk çabuk
değişmesiyle, o mal çok bahaya çıkar, işte o zaman verdiği
söze riayet ederek, eski pazarlık üzere vermesi, ahda riayettir.
Mehmed Zahid Kotku
397
Halbuki bugünkü tüccarların çeşitli bahanelerle ahitlerini
bozdukları hep görülen şeylerdendir. Fakat hiçde makbul bir
ahlâk değildir. Dervişânın da şeyhleriyle ettikleri muahede de
böyledir. Muhafazası vacibdir. Salikin şeyhinden ğayrısinin
meclisine gitmesinin caiz olup olmadığı da ihtilaflıdır. Diğer
gideceği şeyh hakikaten şeyh-i kâmil ise, oraya gitmesi caizdir
demişlerse de, şeriatleri ayrı iki Peygamber arasında, veyahut
iki kocalı karıya benzeterek, caiz değildir demişlerdir. Yani
bir dervişin iki şeyhe hizmet etmesini ve gidip gelmesini hoş
görmemişlerdir. Mürid iki kısımdır. Biri terbiye için, biri
de sohbeti dinlemek içindir. Binaenaleyh sohbet müridinin
müteaddid sohbetlere gitmesinde beis yoktur demişlerse de,
bu da çeşitli yemekleri yiyip mi’desini bozan adama benzer
vesselam...
Yirmiüçüncüsü: Et-Tıyeretü: (S.F.) Bazı şeyleri meş’um
addetmek ve onu kötülüğe hamletmek haramdır. Bazıları
buna küfür de demişlerdir. Bazıları da, (tatayyürü); insanın
kendisine menfeat celb eder ı’tikadı üzere olmakdır diye tefsir
etmişlerdir. Mesela: yola giden bir kimsenin önünden kuş
uçsa, tavşan geçse, “işim rast gitmeyecekdir” diye i’tikad etmesi
(Tatayyür) olduğu gibi, başka bir hadisenin hususunda işim
rast gidecekdir i’tikadı da caiz değildir. Binaenaleyh hayır ve
şer, fayda ve zarar, cümlesi ilm-i İlahi ve kudret-i sübhani ile
vuku bulup, hiç bir kimse gerek hayır ve gerek şer, gerek fayda
ve gerek zarara muktedir olamayacağından, insanın başına ne
gelirse, hepisi kudret-i rabbanıye ve hikmet-ı kazay-ı rabbanıye
hamd edip, öyle kuşun uçmasından, tavşanın geçmesinden
birşey hasıl olmaz, diye i’tikad etmek lâzımdır. Kuş uçmak için
tavşan geçmek için ve karınlarını doyurmak için uğraşırlar.
İnsanlara ne hayırları ne de zararları dokunur.
Mü’minlere Va’zlar
398
Yirmidördüncüsü: Hubbü’l-mal (K) Huzuzat-ı nefsaniye-i
dünyeviyye ve şehvaniyesi için mala muhabbet etmek
ve onun çokluğuna kalbini meylettirmek haramdır ve
günah-ı kebâirdendir. Amma sadaka vermek ve kendi zaruri
ihtiyaçlarını gidermek bir borç ve üzerine düşen nafakalar
için vacib olan bu borçları yerine getirebilmek için istemek
ve mala muhabbet etmek, haram değilse bile mezmumdur.
Mal ve evlatlar fitne oldukları gibi, bunların hayırlı yerlerde
ve hayırlı işlerde kullanılması ve evlatlarını da hayırla terbiye
edip, ılm-ü irfan sahibi yapmak da büyük ecirler olduğu
cümlece ma’lumdur. Fakat Muhakkak ki; her ümmetin bir
fitnesi vardır. Ümmet-i Muhammed’in fitnesi de en çok malda
olduğu görülegelen şeylerdendir. Bugün hayırlara yarayan
paralara olan ihtiyacımız, kendimizin ekmek ve yemeğe olan
ihtiyacımızdan daha çok fazladır. Yalnız şu kadar varki; bu
paralar nefsin arzularını tatmin için olmayıp, din ve devletin
ihyası, müdafaası ve muhafazası uğrunda harcanması çok zaruridir. Nefislerimizin arzularına harcanan paralara acımak hatta
ağlamak lâzımdır. Çünkü halimiz her zaman meydandadır.
Ne bir top nede bir tank veya bir uçak yapacak fabrikamız
nede yapmaya kudretimiz vardır. Eldeki bütün malzemeler
gün geçtikçe eskimekte ve modaları da geçmektedir. Nihayet
işe yaramaz hale gelmektedirler. Her zaman bunları sık sık
değiştirmeye hem gücümüz yetmez hem de paramız. Bak
batan bir harp gemisini almak kolay birşey mi? Halbuki
ecdadımız, zamanında bunların hepisini yapmışlar. Sen o
Fatih’in oğlu değil misin? Bir taraftan yapdığı gemileri karadan
yürütürken bir tarafdan da o koca kal’eleri yıkacak topları
döküyor. (Hayrü-I mali ma enfaka fi sebilillah) olduğunu
artık hepimizin öğrenmemiz lâzımdır. Bunlar kağıtlarda ve
duvarlarımızı süsleyen levhalarda mahbus kalmakta ve bazan
Mehmed Zahid Kotku
399
da okuyup geçmekteyiz. Biraz olsun onların üzerinde durmak
ne aklımıza nede işimize gelmemektedir. Maazallah birgün
memleket müdafaa edilemeyecek hale gelirse, artık o zaman
senin ve benim ne kıymetimiz kalır. Bugünün müdafaasının
da öyle palavralarla olamayacağı da ma’lumdur. Onun için
elinden geldiği kadar az ye ve az iç de artan paralarını devlet
ve millet müdafaasına harca. Ve ilim kal’asını da unutma.
Her tarafın uçakla, topla, tankla, zırhlılarla dolsun. Fakat ilim
ve iman olmayınca bunlarında faydası olmaz. Herşey bugün
ilimle olmakdadır. İlimsiz din ve İslâm, ruhsuz beden gibidir.
İlim de amel de şarttır. Kuru kuruya “ben müslümanım”
demek fayda etmez. Her da’vanın isbatı lâzımdır. İslâmın
iman davası da ameldir. Amelsiz iman ve İslâm meyvasız
ağaca benzer. Cenâb-ı Hak cümlemize hidâyet ve tevfik ihsan
buyursun, amin.
Yirmibeşincisi: Hırs: (S) Başkalarının “nail olduğu
ni’metleri temenni etmek ve kendisinin nail olduğu ni’metleri
dahi ğayriden bilmek haramdır ve günah-ı Segairdendir.
Mevlanın kendisine verdiği ni’metlere kanaat etmeyip, nasın
elinde olan mala göz dikmek ve onu istemek, temenni etmek
rahatsızlığını istemektir. Çünkü; bu ahlâk kendisinde olan
kimse için gece gündüz rahat yoktur. “Acaba dünyayı celb
edebilir miyim?” ümidiyle bütün vaktini icray-ı san’ata ve
ticarete hasr edip, ömr-i azizini ifna ve yok eder. Halbuki yine
takdir-i ilahiden başka, her kimin ki gayesi ahiret olursa
(Hakkın rızasını kazanmak suretiyle) Cenâb-ı Hak onun
zenginliğini kalbinde kılar. Bütün dağınık işleri derli toplu
olur. Bunun için her işi kolay olur. Bereketli olur. Her ne
kadar kendisi dünyayı istemez olsa da, dünya ona koşa
koşa gider. O da rahat eder. Eğer o kimsenin gayesi dünya
ise; Cenâb-ı Hak onun fakrini iki gözünün arasına koyar
Mü’minlere Va’zlar
400
ve bütün işlerini dağınık kılar. Ve kendisine, dünyadan
ancak takdir olunan gelir, Başka değil. Binaenaleyh bütün
emekleri hem boşa gider hem de ömr-i azizi, o canım kıymetli
ömrü boşu boşuna zayı’ olup gider. Hem de insan oğlunda iki
haslet vardır ki; kendisi ihtiyarlarda bu huyları ihtiyarlamaz.
Daima gençlik halindedirler. Bunlardan birisi hırs, diğeri de
tul-i emeldir. Halbuki; şöyle gayet sathi olarak düşünecek
olursak ne kadar yanlış hareket ettiğimiz meydana çıkar.
Tarih hepimizin gözümüzün önündedir. Halkı bırak, dünya
hükümdarlarını bir göz önüne getirirsek, iyileri de, firavunları
da hepsi bu fani dünyayı bırakıp gitmişler ve hepsi de asılları
olan toprağa münkalib olmuşlar, yalnız isimleri dillere destandır.
Emeline erişmiş hiç birini bulamazsınız. Binaenaleyh siz bu
dünyaya baha biçilmez kıymetli ömrünüzü zayi’ etmek için
mi geldiniz? Hiç kendinize acımaz mısınız? Hem müslümanlık
taslar hem de ne büyüklerin sözlerini dinler, nede yollarında
gidersiniz. Yarın Azrail (aleyhisselamın) eline düşdüğü zaman
acaba hangi nedameti onu kurtarabilecekdir?
Aziz kardaş; hırsı, emeli, tama’ı bırakda Allah’a dön.
Emirlerini vaktinde yapmaya çalış. Zikrini, fikrini de ona
göre ayarla. Yoksa nedametler kimseye fayda etmemiştir. Sen
de iyi düşün. Bu fani olan aldatıcı dünyaya kendini kaptırıp,
sonra pişman olma.
Yirmialtıncısı: Es-Sahafetü: Akıldaki hıffet ve za’fiyet,
rekâket ve sehafet bulunan kimseye denir. Aklındaki za’fiyete
binaen, kendisini İslâmın istediği Şeriat-i İslâmiye üzere
idare edemez olan kimsedir. Erkeğin kerem ehIi, ihsan ve
ikram sahibi olması, onun Allah-ü Teâlâ'nın yasaklarından
korunma kabiliyetine göredir ki, ona takva sahibi denir.
Kerem adı ancak bunlara lâyıktır. Kişinin mürüvveti de aklı
Mehmed Zahid Kotku
401
ile ölçülür. Aklın ölçüsü de yine o zatın, Allah-ü TeaIa’nın
emirlerine ve yasaklarına uyması nisbetindedir. Biri de hasebidir ki, o da ahlâkının güzelliğine bağlıdır. Hasebi, nesebi ne
olursa olsun, onun ölçüsü de ahlâkıdır. Şöyle böyle pek büyük
bir insanın evladı olmak para etmiyor. Eğer ahlâkı düzgün
değilse. Fakir bir kimsenin evladı da, ahlâkı sayesinde, pek
büyüklerin mevkilerini işgal edebilir ve ismi de, cismi de dillere
destan olurcasına yükselir, köleleri seyyid yapar. Ahlâksızlık
ise, seyyidleri köleliğe düşürür. Onun için en mühim kazanç,
insanın kendisinin hidâyete ulaşmasına vesile olacak bir ilme
nail olmasıdır. Bu ilimden maksad herhangi bir ilim değil,
hidâyete erişmesine vesile olacak olan ilim veya onu kötü
durumlardan, felaketlerden, dalalet yollarından kurtaracak bir
ilimdir ki, en güzel bir kazançtır. Sonu olmayan bu dünyada
en mühim şey, insanın evvela kendisini dalalet çukurlarından kurtarıp hidâyete ulaşmasına sebeb olacak ilmi arayıp
bulmasıdır. Yoksa kendisini boş ve faydasız ilimlerle meşgul
edip mahv eder. Zira insanın aklı doğru olmadıkça, Hak ile
batılı seçemedikce, dininin doğru olması mümkün değildir.
Buna binaen, insanın vücudu zayıflayıp iş yapamaz hale gelince, nasıl ki kuvvetlenme ihtiyacını anlayıp, çare aramaya
başlarsa, aklı da zayıflayıp günahlardan kaçamaz hale gelince,
bu aklın da kuvvetlenmesi için evvela vücuddaki hastalığın
izalesi, sonrada beslenmesi şarttır. Hastalık oldukça beslenme
fayda vermez. Bazı hastalıklar beslenme sayesinde yenilebilirse
de hastalık baki oldukça ona beslenme kafi gelmez. Yine hastalık onu yıkar. Aklın beslenmesi de böyledir. Evvela günah
yollarının tamamıyla kapanması ve buna mukabil ibâdet ve
tâat kapılarının tamamıyla açılmasıyla mümkün olur. Halbuki Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Mecidinde (mallarınızı süfehava
vermeyiniz) diye emr ederken, bak şu bizim yapdıklarımıza.
Mü’minlere Va’zlar
402
Kendimiz de adeta o sefihlerin yerlerine kaim olup, bütün
bütüne şaşkıncasına mallarımızı haram yerlere, haram olan
çalgı ve emsaline harcamakda, adeta yarış halindeyiz. Bir çok
bahanelerle evlerimizi lüzumsuz eşyalarla doldurmakta ve
süslemekte olduğumuz artık inkar edilemez hale, gelmiştir.
İşte bunlar hep sefihliğin, aklın zaifliğinin alametleridir ki,
akılsızlık demektir. Bunun izalesi de pek kolay değildir. Tövbe-i
nasuh ile beraber Hak-Sübhanehu ve Teâlâ'ya tam bir dönüş
ile beraber, sünen-i Peygamberiye de tam bir itaat ve inkıyad
ve ittiba’la mümkün olur. Cenâb-ı Hak cümlemizi emirlerine,
muti’ ve Peygamberimize tam ma’nasiyle teslim olup, ittiba’da
kusur etmiyen bahtiyar kullarından eylesin, amin.
Yirmiyedincisi: El-Batâletü: (K) Ahirete aid ibâdetlerinde
ve kemâlât-ı islâmiyeyi kazanmaya sa’y-ü gayretde ve
mücahede ve riyazatlerde tenbellik ve battallık göstermek
haramdır ve günah-ı kebâirdendir.
Dünya ni’metlerini ki; çabuk elden gider, sonu da yoktur.
Onun için tenbellik edenler de makbul değildir. Kendisinin
ve çocuklarının, efrad-ı ailesinin, başkalarının ellerine bakmaması için onların ihtiyaç ve nafakalarını te’min etmek ve
bunun için elden gelen çalışmayı yapmak, vezâif-i insâniye
ve İslâmiye iktizası olduğu halde, tenbellik edib yapmazsa,
elbetteki mes’ul olacaktır. Halbuki dünya fanî, âhiret ise
bakî ve ebedidir. Binaenaleyh; âhiret için çalışmak, ibâdet ve
tâatlerde kusur etmemekle beraber, bilhassa geceleri teheccüd
namazlarında ve gündüzün oruçlarındaki fayda ve faziletler
saymakla bitip tükenmez. Cenâb-ı Hak cümlemizin gönüllerini uyandırıp ahiret saâdetini kazanmağa çalışan kullarından
eylesin, amin...
Mehmed Zahid Kotku
403
Yirmisekizincisi: El-Aceletü: (S) Maksad ve meramına
nail olmak için teenni ile hareket etmeyip, acele etmek
de haramdır.
Gerek acele ve gerekse sebebIeri terk etmek mezmumdur.
Akıllı kimselerin işi değildir. Hem de acelenin şeytandan
olduğu, ağır ve teenni ile hareketin ise Allah-ü (Teâlâ)nın
istediği bir hareket olduğundan, Kur’anı okumakta bile aceleyi
men’e hususunda (ve la’te’cel) buyurulmuştur. Acelede çok
hatalar olagelmektedir.
Hataların tashihi ise pek müşküldür. Bunun için acelecilik
hiçde makbul sayılmamıştır. Evlerde bile acele ile yapılan işlerde,
bir çok şeylerin kırılıp zayi’ olduğu bilinen şeylerdendir.
Yirmidokuzuncusu: Et- Tesvif’ü-I Amel: (S) Hayırlı
işlerde ağır davranıp, te’hir etmeye tesvif derler ki, şer’an
mezmumdur.
Mesela hac vakti geldiğinde, sıhhati ve varlığı müsaid olan
zatın, imkanlar da mevcud iken, bu sene dursun da şu işimi
de bitireyim diye te’hir etmesi; namaz vakitlerinde cemaate
erkenden gitmesi lâzım gelirken, te’hir edib cemaati kaçırması
ve buna benzer şeylerde ağır davranması, gayretsizlik alametidir. Ehemmiyetsizmiş gibi görünür bir hal alması, tabiatiyle
bir çok hayırlı işlerden mahrum kalmasına da sebeb olur. Bu
kimseler dünya işlerinde de muvaffak olamazlar. Ömürleri
sıkıntılar içerisinde geçer. Çocuk çolukları da perişan olurlar.
Halbuki, Cenâb-ı Hak(Zül-celal) hazretleri:
"Hayırlı işlerde birbirinizle adeta müsabaka ediniz, birbirinizi geçmeye çalışınız" diye emr ederken, bugünkü işi yarına
bırakmak elbette akıllı kimselerin işi değildir. Ölmezden evvel
tövbe etmek, salih ve hayırlı işlerde müsabaka edercesine
gayret göstermek ki, yarının ne olacağı meçhuldur, hastalık
Mü’minlere Va’zlar
404
gelir, ölüm gelir, musibetler gelir, umulmadık hadiseler olur,
onun için hayırlı işleri yapmakta acele ediniz. Allahü (Teâlâ)
nın çok zikriyle aradaki rabıtayı te’min ediniz. Gizli ve aşikar
sadakaları da çok ediniz ki, rızkınız bol ve düşmanlarınıza
karşı da yardım olunasınız. Öyle ise hayırlı amelleri ağır değil,
müsabaka ile acele etmemiz lâzımdır.
Otuzuncusu: El-Fezazetü: (S) Fezazat diye, katı kalbli
ve merhametsiz olan ve mahlukata karşı şefkat ve merhameti olmayan kimseye derler. Bunun mukabili yumuşak
kalbIi olup, başkalarına karşı bile yapılan ezadan müteessir
ve müteezzi olarak, o kimselere acıyıp merhamet eden ve o
ezânın giderilmesine çalışan kimsedir. Cenâb-ı (Zül-Celâl)
hazretleri, Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Selleme):
"Eğer sen katı kalbli olsaydın, etrafındaki insanlar dağılırlar
ve artık yanında kimseleri bulamazdın" buyurması bunun en
bariz delilidir. Merhamet edene merhamet olunacağı gibi,
merhametsize de kimse merhamet edip acımaz, ve hem de
merhamet sahibi olmayanlar ise ancak şâkilerdir buyurulmuşdur. Cenâb-ı Hak bizleri de, Peygamberimiz gibi yumuşak
kalbli ve merhametli eylesin, amin.
Otuzbirincisi: El-Vekahatü: (K.S.) Vekaha, utanmayıp
kabih ve kötü şeylere günahlara cüret etmeye derler ki,
haramdır.
Bazıları buna kebâir, bazıları da segairdendir demişlerdir, Bunun zıddı hayadır ki, kabih olan şeyleri işlemekden daima korkup,
nefsini muhafazaya ihtimam göstermektedir. Hayânın efdali, Hak
(sübhanehu ve Teâlâ hazretleri)nden utanmadır, kulunu münasebetsiz
yerlerde ve işlerde görmemesidir. Sonra meleklerden ve insanlardan
da utanmak gerekdir ki; ma’siyet yerlerinde onu görmesinler. Velakin
ezan okumak, çıplak ayakla yürümek, misvak kullanmak, yemek
Mehmed Zahid Kotku
405
kablarını sünnetlemek, parmaklarını yalamak ve bunlara benzer
sünnetleri yapmakdan utanmak caiz değildir. Bunları yapmamak
belki kibir ve gurur alâmetidir. Allah’tan utanmayıp kuldan utanmak
ise en büyük günahtır.
Hayâ imandandır. Ehl-i imanın yeri de cennettir. Kötü
sözler, çirkin ve hayasız işler, ezadan ve cefadan sayılır. Bunların
yeri de cehennemdir. Fuhuş nerede olursa orada çirkinlik; haya
nerede bulunursa, orası da ziynetIi olur. Hak Teâlâ cümlemizi
hayasızlıkdan muhafaza buyursun, amin.
Otuzikincisi: El-Hüznü fi emri’d Dünya: (K.S.) Dünyadaki ni’metlerden, mallardan, mahsullerden, ticaretlerden
fevt ettiği, elinden kaçırdığı şey üzerine acınıp mahzun
olmak caiz değildir.
Buna bazıları kebâirden ve bazıları de segâirdendir demişlerdir. Böyle dünya ni’metlerinin gayıb olmasından naşi
teessüf etmek ve dünya ni’metlerinin kendisine çok gelmesinden de ferahlanmak iyi değildir, fenadır. Zira bunlar dünya
sevgisinden ibârettir ki; mahzâ cehildir. Âhireti murad eden
kimselere lâyık olan, ibâdat ve hasenâta devam edip, kemalâta
ulaşmaya ve ruhaniyyetini kuvvetIendirmeye çalışmaktır...
Hak (Sübhanehu ve Teâlâ) hazretleri.
"Fevt edib ğayıb ettiklerinize esef etmeyin. Verilen
ni’metlerle de sevinmeyin. Belki bu sebeble Allah-ü
Teâlâ'ya, kulluğunuzu arttırın ve rızasını kazanmaya
calışın" buyurulmuşdur.
Otuzücüncüsü: El-Havfü fi Emri’d-Dünya: (K) Kendisine erişecek olan bir musibetten, sevmediği, kerih
gördüğü şeylerden kalbin münkabız olmasıdır. Dünya
işlerinden birşeyin fevt olmasından korkmak gibi. Mesela
sadaka vermekle malım noksanlaşır, kendim aç kalırım,
Mü’minlere Va’zlar
406
fakir olurum gibi düşünerek korkmak gibi ki, günah-ı
kebâirdendir.
Bu korku, insanın dünya mallarından kaybedip, elinden kaçırdığı şeylerden mahzun olmasından başkadır. Zira
hüzün geçmiş de olan birşey içindir. Korku ise, gelecekde
olacak şey içindir. Her ikisi de haramdır. Yani geçmişdeki
zayi olan şey için hüzün, veya gelecekdeki birşeyin fevti,
elden kaçması ve ziyaı korkusudur ki, her ikisi de haramdır.
Bu korku ya fakirlik veya hastalık veya hırsızlık ve bunlara
benzer mahluklardan korkmasıyla olur. İnsanın fakirlikden
korkması afv olunmaz bir kabahattir. Çünkü fakirlik büyük bir ni’mettir. Ve saâdet alametidir. Peygamberlerin ve
salik kimselerin yoludur. Bundan korkmak mezmum bir
sıfattır. Fakirlik insanı bir çok israflardan ve günahlardan
korur. Cenâb-ı Hakka karşı daima boynu bükük, kalbi
mahzundur. Yani kırık kalblidir. Dünyaya karşı iltifatları
yokdur. Olanla iktifa edip, ancak Hakka kulluk etmeye ve
rızasını kazanmaya çalışırlar. Sonra korkunun hiç bir faydası
da yokdur. Takdir-i İlahide mukadder olan şey seni nasıl
olsa bulacakdır. Binaenaleyh hemen kulluğa bel bağlayıp,
Mevlanın verdiklerini, elden geldiği kadar yine Allah yoluna
sarf etmeye nefsini icbar edip, alışdırmalı ve bahıllikden,
korkaklıkdan kurtulmaya çalışmalıdır.
Cenab-ı Peygamber efendimiz hazretleri, bahıllikden
de korkaklıkdan da daima Allah'a sığınmışlardır. Fakirlik
korkusuyla malını sarf etmiyen kimse, şeytanın silahına
itibar etmiş olur. Zira şeytanın en kuvvetli silahı, mü’minIeri
fakirlik ile korkutmasıdır. Bir insan sadaka verirken, onun
eline, eteğine, saçına, sakalına tam yetmiş şeytan sarılır.
“Aman verme bak senin çocukların var, hastalık var, sana
Mehmed Zahid Kotku
407
şu lâzım, bu lâzım" diyerek insanı hayırlardan men etmeye
çalışırlar. Halbuki Hak (Sübhdnehu ve Teâlâ) hazretIerinin,
en az bire on vereceğinden hiç şübhemiz yokdur. Sonra asıl
senin malın, senden önce âhirete yolladıklarındır. Yoksa
elinde kalan senin değil, belki mirascılarının veya daha başkalarınındır. Onun için akl-ı selim sahıbi kişi, parasını bir
an önce ahırete yollayıp rahatına bakar. Sonra “benim için
şunu yapın, bunu yapın, bir de hac ettirin” diye vasıyyete
lüzum kalmadan, kendi işini kendin gör ve çocuklarını da
vebalde bırakma. Onlarda böyle şeylere alışmasınlar. Ve
sonra sana da duâ etsinler vesselam.
Otuzdördüncüsü: El- Gişşü: (K) Yapdığı nasıhati
halisane yapmayıb, başkalarına şer isabet etmesinden
sakınmayan ve kendisinde bir nevi’ hıyanetlik bulunan
kimsenin haline (Gıll-ü ğış) derlerki, haramdır ve günah-ı
kebâirdendir.
Mesela: Ayıblı meta’ın aybını saklamak suretiyle ahare
satmak veya ücret mukabili vermek ve buna benzer hainlik
etmek, borç yerine özürlü mal vermek, gıll-ü gışten ibaretdir
ki haramdır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in, bir
buğday yığını üzerine uğrayıb, mübarek elini yığına sokduğunda yaş olduğunu görünce, (Bu nedir?” diye sormuş),
sahiblerinin,
— Yağmur ısabet etti ya Resulallah diye cevab vermesi
üzerine,
— Öyle ise bunu herkesin görüb bilmesi icin neden
üstüne koymadınız? diyerek "Hıyanetlik edenler bizden
değildirler" buyurmuşlardır. Bir malın ayıbı varsa onu
ızhar etmek, gizli ayıbları varsa onu da bildirmek lâzım
ve vacibdir. Fazla pahalı mal satmak da ğıll-ü ğışdendir.
Mü’minlere Va’zlar
408
Bazı ulema, fazla fiata mal satmayı ki, başkalarının on liraya sattığı malı ondörtbuçuk liraya satmaya, (gabnüfahiş)
dir demişlerdir. Bazı tahfif ediciler varsa da, gaddarlık iyi
birşey değildir. Yine bir malın hakiki kıymeti budur, sizin
verdiğiniz kıymetinden azdır diye malını medh ederek satmak da ğıll-ü ğışdır demişlerdir. Hiyle ve hud ‘alar, ğıll-u
ğışdan ma’duddur. Ve haram-ı kat’i ile haramdır. Bundan
kurtulmanın çaresi "Nefsim yed-i kudretinde olan Allahü
Teâlâ'ya kasem ederim ki, hiç bir kimse nefsi icin sevdiğini
din kardeşı icin de sevmedikce mü’min olamaz" yani olgun
mü’min sayılamaz. Bu hadis-i şerif bütün işlerimizde tam
bir ölçü olması lâzım gelirken, maalesef gazete sütünlarında,
takvimlerde hemen hemen her bilginin dilinde söz var, lakin
öz yok. Söz var sadakat yok. Söz var amel yok. Söz var fakat
iman? Mü’min ve müslüman kişi kendi nefsi için her neyi
severse ve layık görürse, mü’min kardeşine da onu layık
görüp, kendi istemediğini de başkasına layık görmemek ve
istememekdir. Ah müslümanlık ne kadar kolay ve ne kadar
da zordur, vesselam...
Otuzbeşincisi: El-ünsü bi Mahluki: (S) Gerek insanlar
ve gerek hayvanlarla veya malları, mülkleriyle (ünsiyet)
edib, onlardan ayrılınca vahşet ve korku duymak haramdır. Zira mahlük ile ünsiyet, vakt-i azizini yağmaya
vermekden ibarettir. Mal, meta ve mülkü ile ünsiyet ise,
dünyaya meyil ve muhabbetten ibarettir. İkisinin de haram
olduğundan şübhe yokdur. Bunlardan ayrıldıklarında vahşet
hasıl olması, kulluğunu layıkı vechile yapamaması ve Hakkın
zikriyle meşgul olub, zikrullah ile ünsiyet etmemesinden
ileri gelmektedir. Çünkü; nefis daima kendisiyle ülfet ve
ünsiyet edecek bir şey arar. Eğer zikrullah ile ünsiyet ederse,
başka bir şey aramaz. Eğer zikrullah ile ünsiyet edememiş
Mehmed Zahid Kotku
409
ise, muhakkak eğlenecek bir şey arar. Mesela zikrullahdan
ğafil olanların, kahvehane, gazino, deniz ve saire gibi eğlence yerlerini aramaları ve oralara gidib vakitlerini boşu
boşuna oyun ve eğlencelerle hatta haram ve günah şeyleri
seyr etmekle geçirmeleri gibi, çok acınacak hadiselerdendir.
Evet zikrullahdan nasibi olmayan bir kimsenin dahi, bu gibi
yerlere gidib vakitlerini öldürmek, gafletin ve dolayısıyla
günahların en büyüğüdür. Zira bu adam henüz ömrün
ve vaktin kıymetini bilememişdir. Eline geçen altını veya
yakutu veya incileri sokağa döküb gezen adam bundan
daha iyidir. Çünkü zayi ettiği şey dünya meta’ıdır. Belki
de onun için hayırlıdır da. Çünkü o paralarla umulurki;
çok büyük tehlikeli işlere girer de boylu boyunca günahlara
batardı. Mesela bankacılık yapıp, faizle para vermesi gibi.
Fakat ömrün ve vaktin zıya’ı hiç bir suretle telâfi edilemez
olduğu herkesce ma’lumdur. Bakınız.
"Her, kim sabaha erişirde, maksad ve gayesi Allah’dan
ve onun rızasından gayri birşey için olur ise, Allah-ü
Teâlâ’dan ona hiç birşey verilmez. Ve onun o günkü hayatı,
Allah icin değildir." Ve yine
"Bir kimse müslümanların seadet ve selameti icin
gayretde bulunmaz ve ihtimam göstermezse, o da müslümanlardan değildir."
Mevlanın rızasından gayri şeylerle meşgul ve rızâ-ullahın
gayri yola giden ve ümmet-i Muhammed ile alakasını kesib,
onların terakki ve tealisine hizmet etmiyenleri Allah-ü Teâlâ
sevmez ve bilakis rızâu-llah yolunda ve ümmeti-Muhammedin
bütün işleriyle candan alâkadar olup, din ve dünyaları için
lâzım gelen gayreti göstermeleri gerekdir ki, Allah-ü (Teâlâ)
da onlardan razı olsun ve dünya ve âhiretlerini de mes’ud
kılsın, amin...
Mü’minlere Va’zlar
410
Bismillahirrahmanirrahim
Vakt-i seher feryadımız.
Arşa çıkar efgânımız.
Herdem hatadır kârımız,
Yessir Lena hayre’l-umûr.
Senden erişmese emân.
Oldu kamu işler yaman.
Yâ sahib-i kevn-ü mekan
Yessir lena hayre'l-umür.
Biz kulların bîkes garib.
Lutfundan etme bî-nasıb.
Yâ bâkı ve Hay ve Mücib.
Yessir lena hayre’l-umur.
Bir aceb, onulmaz derdim var benim.
Derde derman buldum elhamdülillah.
Açıldı sır babı, şeyhim yüzünden.
Can sefalar buldu şirin sözünden.
Mâsivâ tozunu gönül yüzünden.
Tevhid ile sildim elhamdülillah.
Gerçi önce katlandım cevr-i cefaya.
Lâkin sonra erdim zevk-ü sefaya.
Vasıl oldum Muhammed Mustafaya.
Ölmezden evvel öldüm elhamdülillah.
Şeyhimin yüzünden perde açıldı.
On sekiz bin aleme NUR saçıldı.
Mehmed Zahid Kotku
411
Lâ-mekân şehrine oldem geçildi.
Fena-fillah oldum elhamdülillah.
Ey aşık-i didâr ulu yezdâna gönül ver, a canım.
Ağyâra değil, candaki cânâna gönül ver a canım.
Maşuka visal-i bezm-i seherlerde uyanda a canım.
Uşşakı yakan ateş-i sûzâna gönül ver a canım.
Bezminde hazân olmayacak neşe dilersen a canım:
Âlemle fenâ bulmayacak cânâ gönül ver, ey canım:
Yaşlar dökerek derdine derman arayorsan, ey canım:
Her derde deva hazreti Kur’ana gönül ver, ey canım.
Mahbûb-ü Hudâ, Şah’ -i Rüsül, Server-i âlem a canım.
İnsanlığa rehber, Peygamber-i zîşâna gönül ver a canım.
Kesafet bırakan izleri silde, ey canım.
Vicdanların âvizesi; imana gönül ver ey canım.
Her zerrenin Allah diyen âhengini duy da canım.
Milyarca dilin andığı Sübhana gönül ver ey canım.
Gözden boşanan sel gibi yaşlarla yıkan da ey canım.
Gündüz geceden doğmada mademki cihanda canım.
Mutlak doğacak, fecr-i dirahşâna gönül ver ey canım.
Allah’ a dönüş şevkını ruhunda yaşat da canım.
Her hükm-ü adalet yüce divâne gönül ver ey canım.
İrfanda tekamül eğer ulvi ise sence a canım.
Gökden yere inmiş yüce fermana gönül ver ey canım.
Gafletle geçen günlere göz yaşları dökde a canım.
Manalı tekamüldeki seyrâna gönül ver ey canım.
Dön Rabbına ey ruh-u revan dindiği anda canım.
Her anı saâdet dolu gufrana gönül ver ey canım.
Mü’minlere Va’zlar
412
Essalatü vesselam aleyke ya resulallah, Kerimallah,
rahimallah, Hak lailahe iIIallah{ Habiballah, Muhammed
Resulüllah.
Devri doluydu zulm ile. Geldi cihane ilm-ile.
Yıkdı gururu hılm ile.
Ateş-i küfrü söndüren. Zulmeti nura döndüren.
Ah-ü enini dindiren.
Parladı nür-ü rahmeti. Koydu inanca vahdeti.
Çekdi bütün meşakkati.
Sarsdı cihanı gür sesi. İns-ü cin oldu ma’kesi.
Hakka çağırdı herkesi.
Ruhları nura ğark eden. Dehri sürura gark eden.
Nâsı huzura ğark eden.
Essalatü vesselam aleyke yâ resûlallah, Habibalah, Kerimallah, Rahimallah. Hak lailahe iIIaIIah, Habiballah, Nebiyyallah
Muhammed resulüllah.
Otuzaltıncısı: (El-Hıffetü fil-Aza-i ve’l Etvârî)
Tarz, etvar ve a’zâsında hıffet göstermek haramdır.
Hıffet, ağırlığın mukabiIi (hafiflik) dir. Vekâr, temkin
mukabili; yani vekârsızlıkdır. İnsana yakışan vekâr üzere bulunup, harekat ve sekenatında hadd-i itidali tecavüz etmemek
lâzımdır. Mesela; kollarını sallaya sallaya yürümek, koşarcasına
yürümek, lakırdı söylerken eliyle, başıyla işaret ederek konuşmak ve bâhusus zamana vâızları gibi (va’z ederken çok göze
çarpar hareketlerle) vâz etmek, hele Mekke-i Mükkereme ve
Medine-i Münevverede va’z eden hocalarımızın hareketleri
doğrusu pek acıdır, Hoca denilen zatın çok ağır başlı, temkinli,
Mehmed Zahid Kotku
413
oturaklı olması ve konuşma sırasında sinamadaki oyuncuları
taklid edercesine hareketler yaparak konuşmak, elbette hem
fayda vermez hem de haram ve günahdır, hem de hocanın
şerefini haleldar eder. Cenâb-ı (vacib’ül-vücud) hazretlerinin,
Kuran-ı Mecidinde, yürümekde ve söylemekde kullarına i’tidal
tavsiye etmekte olduğu malumdur.
Otuzyedincisi: (Ettemerrüd’ü ve’l-i ba’d) Bir adam icin
kendisinin üstünde bulunan kimsenin nasihatini kabul
etmemek, onu dinlememek haramdır.
Bazıları buna günah-ı kebâir ve bazıları da küfürdür
demişlerdir.
Otuzsekizincisi: (El-Gabavetü ve’-I Beladetu).
Zira din nasihat ile kaimdir. Bunu Cenâb-ı Peygamber
efendimiz (Eddinü-n Nasiha) diyerek, üç kere tekrar etmişlerdir. Bundan anlaşılıyor ki din-i mübin-i Ahmediye’nin
ayakda kalması nasihata bağlıdır. Nasihat için de nasihat
edebilecek bir ilme ihtiyacımız tabiidir. "Din nasihatle
kâimdir" denilirken, din ilimle kâimdir demekdir... Zira
ilimsiz nasihat olmaz, nasihatsiz de müslümanlık olmaz.
Çünkü; herkes âlim olamaz. Her meslek ayrı ayrı bilgilere
muhtaçdır. Her meslek sahibi kendi mesleğini bilir. Binaenaleyh, müslümanlığı öğrenmek için de din mesleklerinde
çalışanların sözlerini dinlemek mecburiyetindeyiz. İşte
kendisini büyük görüp bu nasıhatleri dinlememek, büyük
günahdır. Yalnız bilmek hiç bir zaman kâfi gelmemektedir.
Tatbik sahası da ayrıdır. Bilmemek başka, bilip de yapmamak
daha başkadır. Her ikisi de ayrı ayrı günahdır. Bu nasihat,
bütün Peygamberlerin, ulema-i kiramın, ehl-i ilmin ve ehlullahın, hal ve şanlarıdır. Nasıhat ile ümmet-i Muhammedi
ıhya edib âhiret yollarına sevk ederler.
Mü’minlere Va’zlar
414
Kabul edenler seadet-i uzmaya nail olub, nasihati kabul
etmiyenler de küfür, tuğyan ve isyan içerisinde, evvelce helâk
olanlar gibi helâk olub giderler. Onun için mü’mine ve müslümana lâyık olan, yapılan nasihatı kabul edip mucibince
amel etmek gerektir, vesselam.
Otuzdokuzuncusu: (El-Şerehü) (oburluk)
Hayrı ve şerri idrak edemez derecede ahmaklık ve şaşkınlık etmek haramdır. Bu bir nevi’ hem cahillik hem de
körlükdür. İkisi de tabiatiyle haramdır. Zira her türlü fenalıklar bunlardan doğar. Yukarıdan beri sayılan fenalıkların
hemen başı budur. Binaenaleyh izalesine cehd ve gayret edib,
insanın kendisini bu belay-ı azimden kurtarması vacibdir...
Bugünkü insanların çoğu bu derde müptela olduklarından,
bâtılı ve şerri destekledikleri gözlerimizin önündedir. Ve
bu gibiler hep "biz biliriz, biz doğru yoldayız," diye feryad
etmekte olduklarını da hepimiz görmekteyiz. İşte bu hal,
gabavetin ve beladetin yegane eseridir. İnkâre hiç lüzum
yok. İnsan zerre kadar düşünse hatasını bulmakta güçlük
çekmez zan ederim.
İnsanların ellerinden mallarını almak ve onları esirler
gibi çalıştırmak mı iyidir? yoksa serbest bırakıp, hürriyetini
muhafaza ile, insanca çalışıp terakki etmesi mi iyidir? Ben köle
oldukdan sonra yer gök altın olsa bana ne faydası var. İnsan
ancak hürriyetiyle insandır. Hürriyeti elinden gidince, bu
sefer onun da diğer mahluklardan farkı kalmaz. Gabavetin bir
ma’nası da ferasetsizlikdir. Mü’minin ise feraseti vardır. Anlayış,
seziş, idrak, yarını görmek, ilerisini tahmin etmek, hatayı,
kusuru, kabahati, daha evvelinden anlamak, iyiyi, kötüyü,
hakkı, batılı, hayrı ve şerri anlayıp seçmek, hep feraset işidir.
İşte insan bundan mahrum olunca kör gibi olur. Hayrı şer,
şerri de hayır görmeye başlar. Tam bir şaşkınlık. Binaenaleyh
Mehmed Zahid Kotku
415
bunu gidermeye çalışmak ve hakka yalvarıp kudret ve kuvvet
istemek, insanlık şanıdır.
İmam-ı A’zam hazretlerinin İmam-ı Ebu Yusuf’a şöyle
söylediği rivayet olunur. "Ya Yûsuf, sen şaşkın bir kimse
idin. Lâkin senin tahsili ilme devamın, seni bu şaşkınlıktan
kurtardı." Demekki, bu derdin en büyük çaresi ulum-ü diniyyeye çalışmaktır. Zira diğer ilimler insanların körlüğünü
artırmaktan başka bir şeye yaramazlar. İstersen bak bugünün
profösörlerine, bâtılı nasıl destekliyorlar. Elbette artık bundan
da dersini alamazsan, sana söz kâr etmez demektir. Bu sebebden İsa (aleyhisselamın) şu sözleri ne kadar haklıdır. "Ölüleri
diriltmekden âciz kalmadım. Lâkin ahmakların ilacından âciz
kaldım" Diye bize bu hakikatleri göstermiş oluyorlar.
Otuzdokuzuncusu: (El-Şerehü) (oburluk)
Yemeğe, içmeğe ve cimâa haris olmak, haramdır. Zira
bunların üzerine kesretle devam etmek, mezmumdur. Bazıları
bunların adını anmağı bile kerih görmüşlerdir. Resulü Ekrem
(sallallahü aleyhi ve sellem) hazretleri:
"Benim ümmetimin şerlileri ve en önce Cehenneme sevk
olunacak olan hakir ve zelili, ol kimselerdir ki, yedikleri vakit
doymaz ve mal cem ettikleri vakit de; yeter artık demezler"
buyurmuşdur ki, ömürlerini bu suretle yemek, içmek, para
ve mal toplamakla zayi ederler ve âhirete boş elle giderler.
Kırkıncısı: (El- Humud)
Humud, yime, içme, cima gibi müştehiyat-i mübahiyeden
aciz ve kasır kalmağa derler.
Eğer cima etmeğe kudretsizliği zafiyetinden ve taam
yememesi de mide ve sair bir uzvunun hastalığından ileri
geliyorsa, bunu doktorlara müracaatla tedavisine bakmalıdır.
Eğer evli değil ve midesinde ve sair bir hastalığı yoksa, bu da
Mü’minlere Va’zlar
416
ona Allah-ü (Teâlâ)ın bir takdiri olub, bunların külfetinden
kurtulmuş olur. Ve bu suretle ibâdete fazla vakit ve imkanlar
bulur. Kendisini ta’ciz edecek kimse de olmadığından huzur
ve rahatı iyi olur. Fakat imkân bulup da ibâdet edeceğim,
diye evlenmemek pek büyük bir hatadır. Zira "insanların en
şerlisi bekarlardır" buyurulmuştur. Eğer o bekar her ne kadar
abid, salih bir kimse olsa dahi, kendini şerden kurtaramaz.
Çünkü hakkın verdiği o şehvet, onu hiç bir zaman rahat
bırakmaz. Ve akla hayale gelmedik günahlara sokar. Çaresi
ancak meşru bir surette evlenmektir. Rezzak Allahdır. Allah-ü
(Teâlâ)nın helal kıldığı rızıklardan onları mahrum etmeye
kimsenin hakkı yokdur. Lâkin herşeyin ifratı mezmumdur.
Bundan evvelki günahda zikr olunduğu gibi, ifrat ve tefritin
ortası olan itidalden ayrılmamak gerekdir. Çünkü nefis gözü
doymayan bir mahlukdur. Yedikcede azmak adetidir. Onun
için gemini elden bırakmamak lâzımdır. Azgın atları ancak
gemler zabt eder. Bir kere gemi azıya alırsa, onun hakkından
gelmek mümkün olmaz. Nefisin ise, o azgın attan daha azgın
olduğu unutulmamalıdır.
Kırkbirincisi: Israr (Measide ısrar)
Measiye ısrar, measiye kasden devam demekdir ki;
haramdır.
Kasdla beraber bir kere sudur etmiş olsa dahi,yine ısrar
sayılır. Zira kasd mevcuddur ve nedamet de yokdur. O bir
kere olan günahda ısrardır. Günahlarda nedamet, pişmanlık olduğu müddetce günde yetmiş kere de olsa, yine ısrar
sayılmaz. Zira nedametler hem tövbedir, hem de yapdığına
pişmanlıkdır. Umulur ki bir daha yapmaz. Masıyete ısrarın
günahı çoktur. Çünkü ma’sıyet, ne kadar ufak olsa dahi,
ısrarla kebir, yani büyük günah olur. Büyük günahlar, tövbe
ile mahvolduğu gibi, küçük günahlar da devamlı olunca,
Mehmed Zahid Kotku
417
onlar da büyük günahlardan olurlar. Günahlardan kurtulmak
çok müşküldür. Onun için işlememeğe çalışmalıdır. Bir kere
alışılırsa, Allah muhafaza eylesin, artık bir hastalık haline gelir.
Nasıl ki top oynayan gençler, bir çok tehlikelere düştükleri
halde, yine oyunlarını bırakamazlar, zira alışkanlık çok fenadır.
Onun için hatayı idrak edip güzel bir tevbe-i nasuh ile tövbe
ederek, eski dostlarını terk ile beraber müstakim, dürüst,
musaIli, derviş dostlar bulmak, onlarla haşr olmak, namaz ve
niyazına çok dikkatli olarak, Hakkın da yardımını istemelidir,
vesselam. Tövbe edenlerin günah işlememiş gibi olduğunu da,
unutmamalıdır. Bir tarafdan tövbe eder ve günaha devam
ederse, o zaman Cenâb-ı Hakla istihza etmiş olur.
Kırkikincisi: (El-Cerbezetü)
Cerbeze, müteşabihat âyetleriyle ve kader bahisleriyle
ve bilinmesi mümkün olmayan ince işleri öğreneceğim,
hakikatlerine muttali olacağım, diye aklı ve fikrini istimal
etmeğe derler ki, muhal olan şeylerle iştiğal kabilindendir.
Bunlarla uğraşmak haramdır.
Bunun ilacı, Cenâb-ı Hakk’ın bize verdiği ilmin azlığıdır.
Misali şudur.
Yüz kilo tartan bir kantarla bin kiloluk bir şeyi tartmağa
çalışmak gibidir. âyetlerin te’vilini, ancak Allahü (Teâlâ)
hazretleri bilir. Cerbezelik yapıpta, aklın ermesine imkan
olmayan şeylerle uğraşıp günahlara girmek, elbette akl-ı selim
sahibinin işi değildir. İşte müslümanlıkta türeyen 73 fırka,
bu suretle olmuştur. Fekat bunun 72 si dalalete düşmüşler
ve yalnız ehl-i sünnet ehli-i cennet olarak kalmıştır. Cenâb-ı
Hak cümlemizi aklımızın ermediği şeylerle uğraşmaktan
muhafaza buyursun, amin.
Kırkücüncüsü: (El-Nifak)
Mü’minlere Va’zlar
418
Nifak, gerek ahlâk ve gerek itikad cihetiyle, içi dışına, ve
dışı içine, uymamaklıktır. Mesela, bir kimseye zahirde dostluk
gösterip, içinden ona adavet etmektir. Yahut diliyle bir şey va’d
edib’ içinden o va ‘dini yerine getirmemek niyetinde bulunmak gibi, buradaki nifakdan murad, sözde ve ahlâkda olan
nifakdır. Amma i’tikadda nifak olursa, neuzübillah küfürdür.
İmam-ı Taberaninin rivayet ettiği hadis-i şerifde,
Hazreti Ömer’in (radıyallahü anh) oğluna demişler ki,
- Biz ümeralarımızın huzurlarına giriyor birşeyler söylüyoruz. Oradan çıkdığımızda o söylediklerimizin gayrisini
söylüyoruz, deyince; İbni-Ömer (Radiyallahü anhüma).
Biz bunu Resulüllah efendimizin zamanında nifakdan ad
ederdik buyurmuşlardır. Nifak günah olduğu gibi yalancıyı
tasdik de nifakdandır, demişler.
Kırkdördüncüsü: (El-fitnetü) Fitne; faide-i diniyye
olmayan yerlerde, ibadullahı mihnet ve meşekkate, ihtilaf
ve iztıraba, düşürmeğe derler ki haramdır.
Büyük günahdır. Nası birbirine düşürüp, hakları gasb,
iftira ve bühtan gibi şeylerle yekdiğerine zulmettirmek, veya
hükümet üzerine ayaklandırmak, gibi ki; bunlar çok fena
şeylerdir. Ve çok fena ve vahim âkıbetler doğurmakta olduğu
da görüle gelmektedir. İmam olan kimsenin, cemâatin ağırına
gidecek derecede uzun okuması da bu kabildendir. Va’z ve
nasihat erbabının, nâsın anlayamadıkları sözleri söylemeleri
veya söylediği mes’eleyi cemâate anlatırken, hata etmesi,
kavl-i zaif ve kavl-i metruk ile fetva vermesi ve mesela tecvid
bilmeyen, ister köylü, ister şehirli olsun “tecvidsiz namaz sahih
değildir” demesi, hep fitnedendir. Zirâ tecvid bellemek zamanı
geçmiş, ağzında dişi kalmamış, yaşlanmış bir kimseye tecvid
öğretmek kolay bir şey midir? Sonra bu adam namazı terk
Mehmed Zahid Kotku
419
ederse ki; (benim namazım madem ki sahih olmuyormuş)
vebâl kimin olacak? Onun için nâsa ancak akıllarının ereceği
kadar konuşmamız için (Kellim’in-nâse alâ kaderi ukulihim)
buyurulmuşdur.
DİĞER GÜNAHLAR
Âyât ve ehâdisden alınan, bazısı kebâir, bazısı sağair,
bazısı da, tahrimen mekruh olan ve saâair ve kebâir günahların içinde olmayan günahlardır. Büyük günahlar (K)
sağairler (S) mekruhlar (M) harfleriyle işaret edilmişdir ki,
40 adeddir.
Birincisi: (Havf ’ül-Küfür) Küfründen korkulan
söz demekdir (K) (Söylediği söz sebebiyle, ol ademin
küfründen korkulur, yani, ol söz o ademi küfre yakın
kılar.) Bu gibi sözleri söylemek büyük günahdır. Meselâ;
"sen bana dünyada arpa ver, ben de sana âhiretde buğday
vereyim" sözünü söylemek gibi, ki Cenâb-ı Hakkın azimdir
dediği ahıreti hafif, ehemmiyetsiz, kıymetsiz, bir şeymiş gibi
ad etmek, sayılmış, ve Fukahay-ı ızâm hazretleri, buna benzer
sözleri, bin kadar elfaz-ı küfürden saymışlar ve müslümanları,
bu gibi sözlerden men ve nehy etmişlerdir. Bu zamanda bile,
ekseriyetle rast geldiğimiz bazı yarım bilginler, Resûlullahın
hadisi şeriflerine iltifat etmeyib, "Kur’ anda varmı? varsa
âyetleri oku, Kur’andan delil getir," gibi ukalalık etmekte
oldukları görülegelmektedir ki bu sözleri söylemeğe cür’et
edenler, tövbe ile beraber tecdid-i iman ve tecdid-i nikâh ile
emr olunurlar demişlerdir.
İkincisi: (El-Hatâü) (S.K.) Hatâ, sevabın zıddıdır ki,
kasdı olmaksızın bir adamın günah işlemesi gibi, bunun
hükmü yalnız tövbe ve istiğfar ile emr olunur. Doğru
zannıyla yanlış fetva vermek de hatadan sayılmışdır.
Mü’minlere Va’zlar
420
Üçüncüsü: (El-Kizbü) (K) Birşeyin bulunduğu halin
gayrısıyla, o şeyden haber vermekdir ki yalandır. Ve günah-ı
kebâirdendir.
Mesela, gelmeyen bir kimseye, geldi demek gibi. Bir de
işittiğinden eksik veya fazla söylemek de yalandan sayılmıştır.
Bu yalan kasden olmazsa, yemin-i lağvin ma’füv olduğu gibi,
bu da ma’fudur. Amma kizib kasden olursa, kat’ıyyen haramdır.
âyet-i kerimelerde, yalancılar için acı bir azab olduğu açıklanmışdır. Bir de kulun kemâle ulaşması, yani kemal-ı imane
nail olması mümkün olmaz, hatta şakayı, yalanı, mücadeleyi,
terk etmedikce. Mücadelede her ne kadar haklı da olsa, yine
terk etmesi lâzımdır. Çünkü neticede müslümanlarla ara açılır, küslük hasıl olur. Birbirlerinin yüzlerine bakmaz olurlar.
Birbirlerinin aleyhinde konuşmalar olur. Velhasıl çirkin, ayıp
ve günahdır. Fakat ukalalara laf anlatmak, deveye hendek atlatmakdan zordur. Mücadele, ekseriya kendini ve kendi re’yini
beğenmekden ileri gelir. Mücadelede karşısındakini tahkir,
tezyif ve hor görmek gibi günahlarla beraber yalan söyleyen
diller de vardır buyurulmuşdur. Hak Teâlâ hazretleri cümlemizi
bunlardan ve bilhassa yalancılıkdan korusun, amin.
Dördüncüsü: (Et- Ta’riz)... Ta’riz, zahir kelamdan hadis
ve mütebadir olub, herkesin anlayamayacağı ma’nanın
gayrisini murad ederek, söylenen sözdür. Fakat lügaten,
konuşanın muradına dahi ihtimali olan kelamı söylemeğe
ta’zir derler. İnsan yalan söylemeye mecbur olduğu yerde,
ta’rizi ihtiyar etmek caiz isede, zaruret olmayan yerlerde ta’riz
haramdır. Zira mahz-ı yalandır. Yani yalandır. Buna dolambaçlı
yalanda derler. Mesela, eve gelen bir kimse ile görüşmemek
için, evde yoktur dedirtmek yerine, onu camide veya filan
yerde bulabilirsiniz dedirtmek gibi, ifade ettirirler. Yalandan
Mehmed Zahid Kotku
421
kurtulmak için şu dört şeye dikkat etmek lâzımdır: İnşaallah,
maşaallah, belki, umulurki, gibi sözlerle mümkün mertebe
insan kendini kurtarmağa çalışmalıdır. Tehlikeli ve korkulu
yerlerde ta’riz mübahdır demişlerdir.
Beşincisi: (El-Hata-ü fit-Tabir) (S) Ta’birde hata, günahdır. Bu hata, hakimin hükmünde, kıssalarda, misallerde,
de olur. Mesela, duâ eden kimse, “enbiya ve evliya hürmeti
için” diyecek yerde, “enbiya ve evliya hakkı için” demek, veya
anan ve baban başı için, diye duâ etmek ta’birde hatadandır.
Bizlere kıssa ve hikayeleri nakılde bile takdim ve te’hirden, ve
karıştırmalardan, ilavelerden, yanlışlık yapmakdan, sakınmamız
tavsiye olunmuşdur ki, hatalardan muhafaza olunabilsin.
Altıncısı: (Nifak-ı Kavli) (K) Birisin’ medh ve sena,
ve onun hakkında güyâ ızhar-ı muhabbet ettiği halde,
içinde onun hılafını saklamağa nifak-ı kavli derler ki,
haramdır. Ve günah-ı kebâirdendir. Lisanıyla medhü senâ
eylediği kimseye, kalbinde buğz ve adavet etmek, mü’minin
şanından değildir. Bu hal hased ve adavetten neşet eder. Yalancıyı tasdik etmek de nifak-ı kavli’dır. Âhir zamanda bunlar
istediğimizden fazla bol ve mebzuldur. Adeta kimseye i’timad
edilecek gibi değil. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in
bu hususdaki buyurukları da şayanı dikkatdir:
"Elbette nâsın üzerine bir zaman gelecekdir ki, o zaman
eğer gökden bir taş, yâ fâcire bir kadının veya bir münafık
erkeğin üzerine düşer" buyurulması, o zamanda halis mü’min
bulmanın ne kadar güç olacağını bildirmektedir.
Yedincisi: (El-Emr’ü bil’-Münker ve Nehyi ani’I-Ma’ruf) (K)
Hayırlı işler emr ve münker olan şeyleri de nehy etmek ıktıza ederken, bilakis kötü şeyleri emr ve iyi, hayırlı
Mü’minlere Va’zlar
422
işlerden men etmek, herkesin malumu vechile, elbetteki
haramdır ve günâh-ı kebiredendir.
Ve münâfıklar sıfatıdır. Zira münâfıklar, birbirlerinin yardımcısı olub, münkerat ile emr edip, hayırlardan men etmek,
onların sıfatlarındandır. Başkalarına zulm ile emr etmek ve
zalimlere söz ile yardım etmek dahi, bu fiilde dahildir. Bunun
zıddı, gücü yettikce hayırlarla emr edib, münker olan ne kadar
kötü, fena şeyler varsa, onlardan da men’ etmeğe çalışmak,
mü’minlerin hem borcu hem de vazifesidir.
Sekizincisi: (El-Kelamu fi’s-Selati) Namazda ister az, ister
çok, ister Arabça, ister başka bir dilden olsun; konuşmak,
söz söylemek haramdır, günahdır, mekruhdur.
Namazdaki Kur’an duâlarından ve hadıs-i şerifle bildirilen dualardan gayri, şer’an okunması caiz olmayan duaları
okumak, ve namaz içinde okunmasına müsaade edilmeyen
tesbih, tehlil ve zikirde bulunmak, (Bâhusus farz namazlarda
olursa) namazda iken başkasının selâmına, “aleyküm selam”
demek, (bir iki harfle cevab mekruhtur,) bütün cümle halinde
konuşmak, namazı ifsad eder. O vakit katiyyen haram olur.
Günah-ı kebiredir. İbâdet iptal olur. Yani yok olur, mahvolur,
battal olur. Bunu da Cenâb-ı Hak "Amellerinizi iptal etmeyiniz" diye nehy buyurmuşdur. Bu gibi namaz ve oruçların
tekrar tutulması ve kılınması lâzımdır. Eğer Ramazan orucunu
bozarsa 61 gün ceza olarak oruc tutması vacibtir.
Dokuzuncusu: (Ed-Düa-ü ala Müslimin) (K) Bir müslimin aleyhine şer ile, kötülük ile duâ etmek haramdır,
günah-ı kebâirdendir.
Bilhassa “imansız olasın, küfr ile gidesin” gibi düalar, çok
tehlikelidir.
Mehmed Zahid Kotku
423
Çünkü bir müslümanın küfrüne râzı olmak, o duâyı
yapanın da küfrüne hüküm etmişlerdir. Zira "küfre rıza küfürdür" kaidesine mebnî, insanın kendi nefsine, ehlü ıyâl ve
evladlarına, böyle kötülük ile duâ etmesi pek kötü ve fenadır.
Ana ve baba duâsı, ya kabul oluverirse, o zaman ne kadar
nedamet etse fayda vermez. Bu yanlış duânın zararını kendi
çeker. Onun için insan daima kendisine ve gerek efrad-ı ailesine ve bâhusus evlatlarına hayırlı duâlar etmeli, bunun şeair-i
insaniye ve İslâmiyeden olduğunu unutmamalıdır. Bâhusus
bu duâları yaparken, meleklerin de bizim için duâ ettiklerini
hatırdan çıkarmamalıdır. Şu halde, başkalarına yaptığımız
duânın faydası yine kendimize ait oluyor, demekdir. Bizim
duâmız başka, meleklerin duâsı da başkadır değil mi? Zalime,
ancak zulmü kadar duâ edilirse caizdir demişlerse de, zulmü
tecâvüz etmemek lâzımdır.
Onuncusu: (Ed-Düa-ü liz-Zâlimi vel-Kâfiri) (K) Zahm
ile kâfire, “Mevla sana ömürler versin, çok yaşayın, Mevla
muradlarınızı versin” diye duâ etmek haramdır. Günah-ı
kebâirdendir.
Zirâ zâlim ile kâfire, böyle duâ etmek zulmüne, küfrüne
razı olmakdır.
Kâfire ve zâlime, mevlâsızlara, "tevbe ve iman nasib
etsin" diye dua kafidir. "Herkim zâlime, bâtıl hareketleriyle
hakkı kaydırmak için uğraşan kimseye, her ne suretle yardım
ederse, ondan Allah'ü Teâlâ'nın ve Resulünün, himmeti uzak
olur, yani himayesi beridir." diyerek, bizi kâfire zâlime dua
etmekden nehy buyurmuşlardır.
Onbirincisi: (Tefsirül-Kur’ân bi Re’yihi) (K) Velev
isâbet olsun. Kendi re’yine ve hevâyı hevesine göre Kur’an-ı
Azimüşş’anı tefsir etmek haramdır.
Mü’minlere Va’zlar
424
Ve bu vechile yapdığı tefsir, ma’nay-ı hakikiye müvafık ve mutabık olsa dahi, makbul olmayıp red olunur,
merduddur. "Herkim Kur’âna kendi re’yi ile ma’nâ
verirse hatâdır. Ve herkim, Kur’âna ilmi kâfi gelmediği
halde bir mâna verirse, cehennemde yerini hazırlasın".
Bu nehiy müteşabihata aitdir. Cami-i Kuran değildir.
Müteşabihatın tefsirini, ancak Allah-ü Teâlâ bilir. Diğer
kısımlarını, Arapçaya hakkıyla vâkıf, sebebi nüzülünü,
nasih ve mensuhunu, mecaz ve hakikatini ve sair luzumlu
ilimIeri bilenler için ve daha muhimmi imanı tam olanlar,
Kur’anı tercüme edebilirler. Mesela hıristiyan arabIardan
da tercüme edenler, siyer kitabı yazanlar ve İslâmdan bahs
edenler de olur. Kendisinde iman, inanç ve amel olmayan
insanların yapdıkları tefsirler, tercümeler de o kadar olur.
Bazan aralara sıkıştırılmış, çok tehlikeli cümleler de bulunabilir. Onları okuyanların, çok dikkatli olmaları lâzım
gelir. Mesela Felemenkli doktor Duzinin siyeri içinde, o
kadar tehlikeli ve İslâm ile kabil-i te’lif olmayan şeyler var
ki, bunları ancak erbabı bilir. Buna karşı yazılan reddiyeler
de, herkesin eline geçerde okuyabilirmi? O da ayrı bir dert.
Binaenaleyh, ben Arabçayı ana dili gibi bilirim demek de
fayda vermez. Ebu Cehil, Ebu Leheb, ve emsali de Arabçayı pek iyi bilirlerdi amma, ahkam çıkarmaya muktedir
müctehidin-i ızam ve ayardaki kimselerin tefsirleri gibi,
bunları bilmiyenlerin, Kur’anı tefsire kalkmaları caiz değildir. Buradaki nehiyden murad da budur.
Onikincisi: (Süâl-ül-mal) (S) İhtiyaç ve zarureti olmayan kimselerin başkalarından mal ve menfeat-i dünyeviye
taleb vesüâl etmesi haramdır.
Mehmed Zahid Kotku
425
Mevki, me’muriyet, makam istemek ve böyledir. Ve bu
istemek yalnız mala münhasır olmayıb, başkalarından hizmet
beklemek ve istemek de böyledir. Hususan, sabilerden yani ufak
çocuklardan, başkalarının hizmetkarlarından, hizmet istemek
hiç caiz değildir. Kendi çocuğunu hizmette kullanabilir. Hasta
veya ma’lül olup da çalışmaya gücü yetmeyen ve bir günlük
yiyeceği bulunmayan kimse, başkalarından sadaka ve saire
istemesi caizdir. “Ev işlerinde hanımefendi, yetişkin talebesini
işinde kullanabilir, fakat henüz büluğa erişmemiş talebeyi,
ancak velisinin izniyle işinde kullanabilir.” En kabih ve çirkin
isteme ise; Allah için veya Allah rızası için istemekdir ki, bu
gibilere la’netle duâ etmişlerdir. Kadının kocasından sebeb-i
şer’i olmaksızın boşanmasını istemesi de, böylece haramdır;
Haram olan isteklerindendir.
Onücüncüsü: (Süâl-ül Avâmin ammâ la Yeblüğü
Fehmühüm) (S) Avamü-nâsın, akıl ve fehimleri ermiyen
şeylerden sormaları câiz değildir, haramdır.
Allahü Teâlânın zatından, kaza ve kaderden ve bunlara
benzer şeylerden sormak da böylece günahdır. Ve hem de
sormakta fayda da yokdur. Belki zarar vardır. Aklın ermediği
herşey de böyledir. Aklın ermediği saati bile karıştırırsan
bozarsın. Bazan da ta’mir kabul etmez, zarar görürsün, buna
kıyas eyle.
Ondördüncüsü: (Kelâmü Zi’l-lisâneyn) Aralarında
adâvet olan iki kimseye gidib, lakırdı söylemeye derler.
Bu da bir kaç veçhiledir.
Birincisi, herbir hasma gidip, onların herbirine, kendi
muradlarına muvâfık söz söylemekle olur.
Mü’minlere Va’zlar
426
İkincisi, herbirisinin lakırdısını diğerine nakil ve ifade
ile olur.
Üçüncüsü de, herbirerlerinin yekdiğerlerine ettikleri
adavette haklı olduklarını söylemekle ve herbirisine yardım
ederim, diye va’d etmekle olur. Bu da nifakı icab eder. Bunların cümlesi haram ve günahdır. Böyle iki yüzlü insanlar,
kıyamet gününde ateşden iki dilli olarak cezalanacaklardır.
Yani iki yüzlülük yapanların cezaları da, o nisbette büyük
olur.
Onbeşincisi: (Eş-Şefaat’ü-Seyyietü) (S) Kötülük eden
insana şefaat edip, veya adeta hakkında icrası lâzım gelen
cezadan kurtarmak, veya kötülük eden kimseye mutlaka
sahabet edib himaye etmek haramdır.
Mesela; hırsız veya serhoşun kabahatleri tebeyyün ettikten
sonra, bunlara şefaat etmek hem haram hem de günahdır.
Zira bunlara şefaat, bu gibi fenalıkların çoğalmasına sebeb
olacağı gibi, (Allah-ü Teâlâ)nın da emirlerine muhalefet
etmekdir. Halbuki; bunun yerine iyi güzel şeylere şefaat,
daha a’la ve evladır. Bir adamın kadılığa, hakimliğe ve mal-i
vakıf ve mal-iyetim üzerine ta’yini için şefaatte bulunmak,
şefaat-i seyyiedendir. Ve ehli olmayan kimseye imametlik,
müezzinlik ve müderrislik ve buna benzer işlerin verilmesi
için, şefaatte bulunmak şefaat-i seyyiedendir. Zira sebebi
cehilden ve dünyevi tama’dan ve şeriat-i mutahhereyi mübalatsız, ehemmiyetsiz görmek demekdir. Akrabay-ı teallükatına muhabbetinden naşi, layık olmadıkları halde, onlara
vazife bulmak gayreti yerine, Cenâb-ı Hakdan sevab murad
etmek hususunda, insan kendi nefsine muhabbet etmek daha
evla ve âladır. Şefaat-i seyyieler, mezmum, haram ve günah
Mehmed Zahid Kotku
427
olmakla, şefaat-i haseneler de makbul ve memduh ve ayni
zamanda sevablıdır. Yalnız insanın yapdığı şefaatin, hayırlı
veya seyyielimi olduğunu idrak etmesi lâzımdır. Bu feraseti
olmazsa, yani hayır ile şerri ayırd edemezse, iş tehlikeli olur.
Sakın sen deme ki, hayır ile şer bilinmez mi? Evet bu gün
hepimizin gözü önündedir ki, yüzde yüz şer olan tarafa,
insanların nasıl akın ettikleri pek açıkca görülmekte olduğundan, meselenin ehemmiyeti o nisbette büyümekte, ve
bazılarının şerre hayır demekten çekinmedikleri meydandadır.
Bir misal de, kanunen suç sayılıp hapse atılanların, nasıl afv
edilip, hapisden çıkarıldıkları da, ma’lum ve meşhurdur. Ya
Rab bizleri hakkı hak bilip hakka uyanlardan, ve batılı batıl
bilip onlardan ictinab edenlerden eyle, amin.
Onaltıncısı: (Gılzat-ül-Ke’lam) Nas ile kelam eder ve
onlara nasihat ederken, rıfk ile söz söylemeyip de, unf ile,
şiddetle, sertlikle söylemek haramdır. Hususiyle kalabalık
mahalde olursa, ırz ve namusu haleldar edici, incitici ve eza
verici, sözlerden son derece sakınmak lâzımdır. Lakin, kefereye, zalimlere, ehl-i bid’ate, rıfk ile muamele fayda vermezse,
o zaman sertce, ağır ve acı konuşmak caizdir demişlerdir. Ve
Cenâb-ı Hakk’ın emri de "vağluz alayhim" böyledir. Bunlara
merhamet etmek, acımak, şefkat ve şefaat de caiz değildir.
Çünkü cibilliyet denilen huy, daima iktizasını yapmaktan çekinmez. Bu suretle de cemiyet, bunların yüzünden her zaman
rahatsız olur. Bunlardan başka yerlerde, tatlı dilli, güleryüzlü
olmak müstehabdır. Zira Resulü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) efendimize, bir zat sordu ki,
Cennete girmeyi mucib olan şeyler nelerdir? Efendimiz
cevaben "it’âmuttaâm ve ifşâü’s Selâm ve hüsnü kelâm"
buyurdular.
Mü’minlere Va’zlar
428
Sofrası açık olup fukaraya, yolculara ve dostlarına daima
yemek yedirmek ve bilip bilmediği herkese selâm vermek
ve konuşurken tatlıdil, güleryüz ve güzel sözlü olmaktır.
Cenâb-ı Hak cümlemize böyle olmak nasib ve müyesser
eylesin, amin.
Onyedincisi: (Et-Tekellümü Indel-ezan) (S) Ezân ve
ikâmet zamanlarında, zaruretsiz olarak kelâm söylemek,
hatta her şeyi bırakıp Kur’ân bile okuyorsa, durub dinlemek lâzım iken, bunları yapmazsa haramdır.
Ezan ve ikameti dinleyen kimseye selâm vermek bile caiz
değildir. Selâm verseler de, “aleyküm selâm” demenin vacib
olub olmadığı ihtilaflıdır. Ezanı işiten kimseye, müezzinin
dediğini demek lâzımdır. Ve bu da hemen camiye gitmekle
olur. Ezan-ı Muhammedi şiar-ı İslâmiyeden pek mühim bir
mevkî işgal eder. Ona hürmet ve saygı gösterenler, büyük
mükafatlara nail olurlar. Bayezid-î Bestami hazretlerinin zamanında, ümmi bir demircinin kutubluğu tahakkuk etmiş.
Bayezid hazretleri de bu zata sormuş ki.
Bu devlete ne sebeble nail oldun? Cevaben,
Ezan-ı Muhammedi okunurken, çekici elimde kaldırmış
olduğum halde ezan bitinceye kadar elimi indirmez öylece
dururdum. O ağır topuzu böylece muhafaza ettiğimin mükafatı
olsa gerekdir” demiş. Ve bir de, Mekke-i Mükerremeye gelen
suyu halife Harunü-l Reşidin karısı Zübeyde hatun getirtmiş.
Kendisini cennette görmüşler,
— Bu mükafata ne sebeb oldu demişler. Cevaben o da,
— O suyun gelmesi için çalışan işçileri, bir gün ezan
okunurken sükuta da’vet ettim ve işi durdurdum, işte buna
mukabil bu devlete nail oldum demişdir. Yani bugün Mekke-i
Mehmed Zahid Kotku
429
Mükerremeyi sulayan suyun getirilmesinden değilde, ezan-ı
Muhammediyeye olan saygı ve hürmetten naşi olduğunu
bildirmek istemişlerdir. Cenâb-ı Hak da bizleri, dinimize ve
bâhusus ezanlarımıza hürmet ve saygı gösterenlerden etsin
amin.
Onsekizincisi: (Et-Tekellümü inde-I Cimâ) Hanımıyla
muâmeley-i cinsiyye esnasında konuşmak, gülmek, günah-ı
seğairdendir.
Zira bu esnada dünyaya gelmesi muhtemel olan evladın,
o andaki hadiselerle alâkalı olarak teşebbül etmesi, dolayısıyla
evlatların iyi veya kötü olmaları, ana ve babanın o andaki
durumlarına bağlıdır. O anda ana ve baba eğer huzur içinde
bulunabilirlerse, evlad evliya olur demişlerdir. Mescidde, cenaze arkasında, helada, söz söylemek de caiz değildir. Cima
anında söz söylemek, çocuğun dilsiz olmasına iffet yerlerine
bakmak da, yine çocuğun kör olmasına sebeb olduğu gibi,
unutganlık getirmeğe de sebebdir derler.
Ondokuzuncusu: (Et- Tekellümü ınde Kırâeti Kur’ani)
(S) Kur’an okunurken konuşmak haramdır. Zirâ, Kur’anı
dinlemek ve süküt üzere olmak vâcibdir.
Kur’an-ı Azimüş-şanı okumak sünnet, dinlemek ise farzdır. Yani farzı kifayedir. Ma’nasını ister bilsin, ister bilmesin,
ister namazda ister namaz haricinde olsun, dinlemek borçtur.
Ve lâkin insanlar işleriyle meşgul iken birisi Kur’an okusa,
bunun günahı okuyana aittir. Amma Kur’an okunurken
işiyle meşgul olup da, Kur’anı dinlemese, günahı sonradan
işe başlayanın üzerinedir. Cehren Kur’an okuyanlara selâm
vermek mekruh olduğu gibi, ilim müzakere edenlere de
selam vermek mekruhdur. Farzı kifayelerde, bazılarının din-
Mü’minlere Va’zlar
430
lemesiyle diğerlerinden günah sakıt olursada, dinlememek
herhalde müslümana yakışmaz. Cenaze namazları da böyledir.
Bazılarının kılmasıyla diğerlerinden sakıt olsa dahi, karşıdan
seyre bakar gibi seyirci olmak, doğrusu hiç bir müslümana
yakışmaz. Ayakkabıyı çıkarmak yok, rükü ve secde de yok,
hani nerede o yenilikciler?
Yirmincisi: (Kesretü-l Yemin) (S) Yemin etmek, haddi
zatında çok küçüklükdür. İnsan ne diye yemin etsin. Doğru
sözlü bir kişi, yemin etmeye neden macbur olsun. Yemin
kendini bilmeyen zuafa takımı içindir. Kendisini bilen kolayca yemin etmez. Vakıa Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) de yemin etmişlerdir. Fekat onların yemini bizim
gibi değil, "Nefsim yed-i kudretinde olan Allah hakkı için"
gibi cümleler kullanırlardı. Bazı kimselerin verdikleri binlerce lira için, isbat hususunda yemin teklif olunduğu halde,
Cenâb-ı Hakkın ism-i şerifine hürmeten ve ta’zimen yemin
etmedikleri ve (yanarsa param yansın ben Allahın ismini dünya
metaına değişemem”) dedikleri çok görülmüşdür. Öyle sokak
ve pazar satıcılarının, (Allah muhafaza buyursun) bol bol
yemin ettikleri, hep cehalet eseridir. Ve bu yemin edenlerin
ekserisi, sahtekarca yemin ettiklerinden ötürü, onlardan alış
veriş etmemek daha evladır.
Yirmibirincisi: (Süalü-I Emâretü vel-Kuzatü ve-s Şefaatü
leha) (S) Cah, mansıb ve kadılık istemek, ve bunlar için
şefaat etmek haramdır. Ve bazıları buna günah-ı kebâir
de demişlerdir.
Bu gibi vazifeler, me’murları tarafından seçilerek, sana şu
vazifeyi veriyoruz, derler. Cenâb-ı Hak tarafından takdir edilen
iş ne kadar ağır olursa olsun (Allahü Teâlâ)nın yardımıyla onu
pek güzel yapar. Lâkin kendi arzusuyla bir yere gelirse, kendi
Mehmed Zahid Kotku
431
haline bırakılır ve hakkın ona yardımı olmaz. Emirliğin evveli
nedamet, ortası garamet, sonu da yevmi kıyamette azabtır.
Yani me’muriyet esnasında kılamadığı namazları, tutamadığı
orucları, hacları ve sair zimmetine geçirdiği borçları, ödemek
külfetine ma’ruz kalır. Velhasıl her istemek memnudur, bâhusus
me’muriyet istemek en fena şeydir.
Yirmiikincisi: (ihafetü mü’min) (S) Her ne suretle
olursa olsun bir mü’mini korkutmak, ve istemediği şeyi
zorla yapdırmaya çalışmak günahdır.
Zorla malını sattırmak ve zorla kızını başkasına nikâh
ettirmek gibi. Herkim bir müslümanı haksız yere korkutursa,
Cenâb-ı Hak kıyamet gününde onu korkutur. Bu cihettendir
ki bir mü’minin, velev şaka kabilinden olsa dahi, onun abasını,
kebesini, ayakkabısını saklamak da bu kabildendir.
Yirmiüçüncüsü: (Es-süâlü an hallin ve tahâretin)
Herhangi birşeyin, helâl ve haram veyâ temiz veyâ necis
olup olmadığını, meydanda bir emâre ve alâmet olmadan,
kendisinin çok inceleyen eshâb-ı vera’dan olduğunu his
ettirmek için, ev sahıbinden veyâ mal sahıbinden, o şeyin temizliği, pisliği ve helallığı hakkında sorgu sormak
haramdır.
Çünkü eşyada asıl olan teharettir. Ve bu kaideye riâyet
lâzım edendir. Mesela, bir mü’minin sattığı malın veya hediye ettiği şeyin hal ve şanından süal etmek, veya da’vet eden
kimsenin taamının helâl ve haramlığını araştırmak, veya kendisine içmek için veya abdest almak için aldığı suyun temiz
olup olmadığını, veya seccadenin teharetinden sormak caiz
değildir. Eshab-ı kiram hazratının i’timad ettikleri gibi. Ve
lâkin fiskı zahir olan kimsenin eşyasından sormak ve ihtiyat
etmek evladır demişlerdir.
Mü’minlere Va’zlar
432
Yirmidördüncüsü: (El-Mizâhü ve-I Medh) Âhar kimse
ile latife etmek, şakalaşmak, ve yine her kimseyi medh
veyâ zem etmek haramdır.
Mizah haddizatında mübahdır, amma latifede yalan olur
ve ahari korkuya düşürürse, o vakit caiz değildir. Başkasının
ayakkabısını veya ceketini saklamak gibi ki adam eşyasının
çalındığını zan ederek korkması nevinden şeyler. Birisini medh
etmek beş şarta bağlıdır.
1- İnsana kendi nefsini, evladü-iyalini, ana ve babasını,
akrabasını, talebelerini ve eserlerini, medh etmek doğru
değildir.
2- Medh ederken ifrat derecede mübalağa etmek, yalan ve
riya karıştırmak, caiz değildir.
3- Medh olunan kimse fasık olmamalıdır. Zira fasıkın medhinden Allahü Teâlâ hazretleri razı olmaz.
4- Medh olunan kimseye kibir, gurur ve ucüb gelmemelidir.
Eğer bu hallerden biri olursa o kimseyi helak etmiş olur.
5- Zina ve livataya sebeb olacak halde, onun gençliğinden,
güzelliğinden, medhü-sena etmek de caiz değildir. Bunlardan başka, müstesna hallerde caiz ise de, ihtiyatı elden
bırakmamak lâzımdır. Ve amma bir kimsenin zemmi,
ekseriya yalan ve gıybeti de tazammün edeceğinden, katıyyen caiz değildir, haramdır. Bunun gibi, bir kimsenin
yemek ve elbisesinden, hayvan ve evinden, zem etmek
de, kibirden neş’et eder olduğundan, katiyyen haram ve
caiz değildir.
Yirmibeşincisi: (Et- Tekellümü maa şabbetin ecnebiyyeti) (S) Alışveriş ve şehadet gibi zaruret olmadıkca,
ecnebi bir hatunla konuşmak haramdır.
Mehmed Zahid Kotku
433
Hatta aksırsa dahi ona, (YerhamükaIlah) demek caiz
değildir. Ve bunun gibi, ecnebi hatunlara selam vermek,
ve selamlarını cehren almak caiz değildir. Amma ol
hatun selam verirse, (aleyküm selamı) gizlice söylemek
vardır. Allah Teâlâ hazretleri bizleri ve bütün ümmet-i
Muhammedi korusun amin. Genç bir kadının, yine genç
bir erkekle konuşması da haramdır. Zira, zinanın birçok
öncüleri vardır ki; bunlar, Allah korusun, insanı zinaya
sürüklerler. Hiç olmazsa insanı, zina günahına sokarlar.
Mesela, erkek ve kadın gözlerinin birbirlerine bakmaları,
kulakların birbirlerinin sözlerini dinlemeleri, dillerin birbiriyle konuşmaları, ellerin birbirleriyle tokalaşması, ayakların
zina mahalline gitmesi, kalbin, gönlün, nefsin hevasına
uyması ve zinayı temenni etmesi, bunların hepisi zinadan
ma’duddur. Fercin bunları ya tasdık edib büyük günahlara
girmesi, veya salabet-i diniyyesiyle karşı koyup, bu büyük
felaketten kurtulması mümkün isede, göz zinası olan erkek
ve kadının birbirlerine ne kadar samimi olurlarsa olsunlar
bakışları, bilahare büyük felaketler doğurageldiği, her zaman görülegelen hadislerdendir. Konuşmalar ve temaslar
da böyledir. İnsan ne kadar mütedeyyin olursa olsun, Hak
Teâlâ Hazretleri bu bakışları yasak etmiştir. Elbette bunda
bizim bilmediğimiz nice hikmetler vardır.
Cahillik yapıpta veya kendine güvenipte, bu emirleri
dinlemeyenler; bu bakışlarıyla ve görüşmeleriyle, ne büyük
günahlara sebeb olurlar. Bazan kızlıkları da elden gider. Halbuki bugünkü nişanlar, düğünler, merasimler, hep Avrupayı
taklidden başka birşey olmadığından, bu gibi mahzurlar, hiç
de göz önüne alınmadan, (artık nişanladık ya herşey mübah,
gezer tozar eğlenir birbirlerini tanırlar) derken bakarsınız
Mü’minlere Va’zlar
434
birgün bir bahane ile ayrılırlar. Bu arada kim bilir ne kadar
günahlar kazanılmışdır. Bu konuda pek yakında dinlediğim
bir hadiseyi ibret için yazıyorum.
Nişanlılar kendi kendileriyle evlenmişler, herşey olub
bitmiş, fekat nişan da bozulmuş. Kayınvalide “Ölürümde
kızımı bu herife vermem diye tutturmuş.” Halbuki erkek
pek müslüman kimse idi. Fekat nefsin o andaki şiddetine
tehammül herkes için mümkün olurmu? Fırsat bu fırsat
demiş, günahı falan unutmuş, böylece olanda olmuş. Şimdi
de ayrılık zaruret olunca, Her ikisi zinadan mahkümdürler.
Kanun-ü ilahi cezaları bozar. Meydan deyneği, fakat kim
yapacak. Eğer bu işi evliler yapsalardı cezaları recimdir, yani
taşlanarak öldürmekdir. Zira iffet, namus, şeref, haysiyet, kadar kıymetli birşey yoktur. Bunların ihlali ölümden beterdir.
Onun muhafazasına son derece ehemmiyet verilerek, sebeb
yolları kapatılmıştır. Bu bir haksızlık değil, kulun tam bir
saâdet ve selameti içindir. İffet elden gittikden sonra yaşamanın hiç bir kıymeti kalmaz. Konya meb’usu Vehbi efendi,
“Ahkamı-Kur’aniye” adlı eserinde, bunu pek güzel tavsıf edib
demişdir ki, “... kadın, erkek yanında, lodosun karşısındaki
kar gibi erir.” Yani lodos denilen sıcak esen rüzgarın, veya
güneşin harareti karşısında kar nasıl erirse, kadın da böyledir.
Cenâb-ı Hak her yarattığını çeşitli ve müstesna güzellikler,
zenginlikler, hünerler ve cazibelerle yaratmışdır ki bunlara
tehammül mümkün olmaz. Ancak ve ancak Allahü (Teâlâ)
nın emirlerine uyarak, yasaklardan korunup kaçınmak şarttır.
Allahü (Teâlâ) hazretleri cümlemizi nefsin, şeytanın, şehvetin
ve sevmediği bütün şeylerin tesallutundan muhafaza buyursun
ve sevdiği, razı olduğu, hayırlı amelleri de nasib ve müyesser
eylesin, amin.
Mehmed Zahid Kotku
435
Yirmialtıncısı: (Esselamü ala zimmi) İslâm hukukunda
ve İslâmın Fıkhi hükümlerine göre Zimmilere ibtidâen
selam vermek haramdır. Zimmi diye İslâm memleketinde
oturan ve vergilerini verip kanunlarına tabi gayr-i müslimlerdir.
Bunlara selam vermek caiz olmadığı gibi hıristiyan kâfirlere
de selam vermek caiz değildir. İhtiyaç anında ise; selam vermekde beis yokdur, demişlersede, o zaman (sabahlar veya
akşamları hayrolsun) demek daha ehvendir. Fiskı zahir olan
günahkarlara da selam vermek, çalgıcı ve şarkıcılara da selam
vermek haramdır. Güvercin uçuran kimseye selam verilmez
demişlerdir. Eğer hıristiyan selam verirse, ona yalnız (aleyküm)
ile cevab verilir, selam söylenmez. Cenâb-ı Hak cümlemizi
uyandırsın amin.
Yirmiyedincisi: (Esselâmü alâ Mütegavvıtı) (S) Def-i
hâcet eden kimseye, yani (yüz numaradaki halde) selâm
vermek câiz değildir. Yalnız oraya girerken (Yâ Rab hubüs
ve necisden sana sığınırım) der. Ve heladan çıkarken de bize
zarar veren kazuratı giderdiğin ve fayda veren kısmını da
alıkoyduğundan dolayı sana hamd eder ve mağfiretini dilerim) dersin ki, bu da bizim için bir borçdur. Çünkü hemen,
hayvanlar gibi, ihtiyacını bitirip ayrılmak, onlara mahsustur.
İnsan olana bu da bir ni’metdir. Bunun kadrini, kıymetini
bilmek lâzımdır. O da, ona hamd ile olur. Allah esirgesin, ya
ishal olupta devam etse neticesi ölüm olmaz mı? Kabız olup
def-i hacet edemese, yine neticesi vahim olmaz mı? Bu iki
felaketten insana emniyet verip sıhhatini muhafaza etmesi,
ne büyük devlettir. Onun için şu ufacık duâ çok mudur;
Faydası yine bize değil midir? Bevl eden, yani işeyen kimseye
de selam vermek ve almak caiz değildir.
Mü’minlere Va’zlar
436
Yirmisekizincisi: (Vel-Iznü bimahüve Ma’sıyyetün) Bir
adam hanımına, şer’an gitmesi caiz olan yerlerin gayrısına
gitmesine izin vermesi haramdır.
Mesela; bir hatunun ihtiyacı olmadığı halde evden
çıkmasına izin vermesi gibi. Şer ‘an gitmesi caiz olan yerler
şunlardır: Anasını, babasını ziyaret etmek, hasta olduklarında
onlara bakmak, bir musibet anında ta’ziye etmek, gibi. Koca,
karısının muhtaç olduğu mesail-i şer’iyyeyi öğrenmeli veya
camilere gidib va’z ve nasihat dinlemeleri için çıkmalarına izin
verilmişdir. Ebelerin ve cenaze yıkayan hanımların da cenaze
yıkamak için çıkmalarına müsaade vardır. Hacca gidecek hanımların yanlarında mahremlerinden biri bulunduğu halde
gitmelerine müsaade vardır. Mahremleri, babası, ağabeysi,
kardeşi, amcası, dayısı, gibi mütedeyyin oldukları takdirde,
bunlarla hacca gitmeleri caizdir. Mahremsiz olarak diğer kadınlarla birlikde gitmeleri, katıyyen caiz değildir. Hele ikinci
hac, mahremsiz katiyyen caiz değildir. Bu cihet dört mezhebde
de haramdır. Cenâb-ı Hak bu gibi kadınlara insaf versin.
Evinin çarşı işlerini görecek kimsesi olmayan hanımların da,
ev ihtiyaçları için çıkmağa izin vardır. Bunlardan başka bir
şekilde, hanım efendilerin sokağa, çarşı ve pazara, çıkmaları
münasib görülmemişdir. Hele bugünlerde görülen hadiseler çok
acıdır. Beyefendi evinin masraf parasını hanımefendiye verir,
kendisi evinin ihtiyacıyla hiç de alakalanmaz. Hanımefendi
çarşı pazar yiyecek, giyecek neler lâzımsa alır getirir. Halbuki
bu hiç de doğru değildir. Evin erkeğine de yakışmaz, erkekliğe
de. Erkeğin vazifesi, bütün dış işlerini temamıyla yapmak ve
hanımefendi de, iç işlerini yapmakla memurdurlar. Dışarı
işlerdi de hanımın üzerine yüklendiği vakit, işler tersine gider
vesselam. Bu ise hem ayıp, hem de günahtır.
Mehmed Zahid Kotku
437
Yirmidokuzuncusu: (Vet - Tenâci (S) Üç kişi bir yerde
otururken, ikisi bir araya gelib üçüncüden gizli birşeyler
konuşmaları haramdır.
Cemaat dört, beş kişi veya daha fazla olursa; beis yokdur
demişlerse de, yine gizli konuşmalar, ekseriya insanları huylandırır. Evhama ve hayâlâta kaptırır. Mahzun ve mükedder
olmasına sebeb olur. Hele bulundukları yerlerden bazı kimseleri dışarı çıkarmak çok ayıptır. İki yabancı kadın bir yerde
bulundukdan sonra, birisi kocasına veya başka bir erkeğe onu
anlatması, vasf etmesi, de haramdır. Bu sebebden namuslu,
iffetli, hanımların kendilerini facire, fasika, olan mesturesiz,
namazsız, niyazsız, kadınlara da göstermeleri caiz değildir. Hele
hıristiyan kadınlarına görünmek, hiç de caiz değildir. Bakınız
müslümanlık, hanımları nasıl vikâye etmektedir. Bunun iki
mahzuru vardır.: Birisi “üzüm üzüme baka baka kararır”
derler. Yani Hıristiyanlık adet ve ananesi, yavaş yavaş içimize
işler demekdir. Çünkü bir müddet sonra birde bakarsınız ki,
sanki bizim eskiden halimizmiş gibi sarılırız. Sonra bir daha
ondan ayrılmamız da mümkün olmaz.
Bugünkü adetlerimizin çoğu da onlardan geçmedir. Kırk
mevlüdünden tutunda bütün nişan, evlenme ve düğünlerdeki
bütün çirkinlikler, içkiler hep onlardan geçen adetlerdendir.
Onun için hakiki bir müslümanın hıristiyanlarla dostluk
kurması ve onların evlerine gidib gelmeler, dine de dünyaya
da büyük zararlar getirir. İkincisi de; dinine çok zararlı olur.
Onların üzerindeki küfrün zulmeti imanın nurunu söndürmeye çalışır. Karanlık basınca aydınlık nasıl ğayb olursa, insan
farkına bile varmadan, küfrün usûl ve ananelerini benimsemeye
başlamaz mı? Efendim şöyle sadıklar, şöyle çalışırlar, yalan felan
bilmezler, işleri gayet intizam dahilindedir, kimseyi aldatmayı
Mü’minlere Va’zlar
438
bilmezler, daha neler neler. Sanki bizler onların yanında bir
hiçden ibaretiz. Allah korusun, bunlar hep müslüman kaidelerine uymamanın cezasıdır.
Otuzuncusu: (İftitâhu ednâ ınde kelâm-i a’lâ) (S) Bir
meclisde âlim ve fâzıl kimseler varken, onlardan evvel ednâ
olan kimselerin söze başlamaları haramdır.
Hocasının yanında talebenin, Şeyhinin yanında dervişin
konuşmaları, hatta ustanın yanında çırağın da konuşması
böylece memnudur. Zira meclisleri tezyin, ulema ve fudalanın
hakkıdır. Cahil ve edna olanlara, süküt edib onları dinlemek
yakışır. Alimin yerine cahilin, üstadın yerine talebenin şeyhın
yerine dervişin, oturması da yasaktır. Bunların sözlerini red
etmek, yolda giderken önlerine geçmek, onlardan izinsiz söz
söylemek ve yanlarında fazlaca oturmak, konuşmak, melalet
anlarında onlara sorgu sormak, kapılarını çalmak, ve her
ne suretle olursa olsun onları rahatsız etmek, incitmek caiz
değildir. Gerek taleb-i ulum ve gerekse dervişane yakışan,
ustazlarının rızasını kazanmak ve herbir emirlerine imtisal
edib müsareat etmek lâzımdır. Hatta büyüklerin bulunduğu
yerde, birde, “efendim namaz vakti geldi geçiyor”, gibi sözler
söylemek, edebe muhalifdir.
Otuzbirincisi: (Ve kelamü’d-dünya ba’de TuIûülfecri) (M) Sabahın şafak vakti doğdukdan sonra, sabah
namazını kılıncaya kadar dünya kelamı etmek haramdır,
Mekruhdur.
Çünkü bu vakit mübarek bir vakitdir. ZikruIlah ve tefekkür
ile geçirilecek bir zaman iken, bunlarla iştigal etmeyip de, dünya
kelamı etmek, vakt-i mübareki zayî etmek demekdir. Helada
ve kazay-i hacet sırasında ve bevl esnasında söz söylemek de
mekruhdur. Zira bunlar hakkında nehiy vardır.
Mehmed Zahid Kotku
439
Otuzikincisi: (Ve kat’i-kelam ğayrihi) (M) Başka bir
kimse konuşurken lakırdısını kesmek, yahud kendi konuşup dururken birdenbire kelamını kesmek ve bunun
gibi şeyleri zaruretsiz yapmak mekruhtur.
Hususen, kitab ve fıkıh okurken bunları kestirmek, daha
ziyade mekruhtur. Hatta bu haldeki kimselere selam vermek
bile mekruhtur. Kur’an okuyan ve duâ eden, tefsir ve hadis
okutan ve nâsa hıtab eden kimseki, (bu Cum’a hutbesi gibi
değil, bazı ihtiyaç sebebiyle bugün bizim konferans dediğimiz
konuşma olsa gerek) bu esnada bir şahsa iltifat edib, havayic-i
beytiyesinden birşey emr etmiş olsa, zaruret olmayan yerlerde
bunlar dahi caiz olmayıp, ders meclisinde va’z meclisinde
oturan kimselerin dahi sükut üzere olmaları, başkalarıyla
lakırdı etmeleri caiz değildir. Bu da su-i edebtir. Saygısızlıktır.
Maalesef bazı kendini beğenenlerin ve laf sevenlerin adetleridir.
Çok fenadır.
Otuzüçüncüsü: (Ve reddü tabiin, kelame metbuihi
(K)
Metbuun kelâmını, tâbi olan kimsenin red etmesi ve
ona mukabele edip, muhalefet etmesi haramdır, günah-ı
kebâirdendir.
Bu redd-i kelâm, tâbi olduğu insanın dediğinin zıddını
yapmak, veyahud meşru olan emirde onun kelâmını kabul
etmemek, ve ona itaat eylememekle olur. Raiyyenin yani halkın, vali, kadı ve sultanın meşru olan emirlerine itaati kabul
etmemek ve bunların yasaklarından sakınmamak gibi, evlad
anasının ve babasının ve köle efendisinin, talebe hocasının,
kadın kocasının, cahiller alimlerin sözlerini tutmamaları da
böyledir. Böyle hareket eden kimseleri şer’an ta’zir lâzım gelir
demişler.
Mü’minlere Va’zlar
440
AMMA ÂFÂT EL-YED İLLETİ BA’DUHA
KEBÂİRİ VE BA’DUHA SAĞÂİRİ VE
BA’DUHA MEKRUHUN GAYRİ MÂ
ZÜKERRE FİL KEBÂİRİ VES-SAGAİRİ
Bunlar da 33 tanedir. El ile ma’sıyet ki; zikr olunduğu
vechile kalb ve lisan ile olan kebâir ve sağairin ğayri ile olarak
burada zikr olunan ma’sıyatin adedi 33 tanedir. Bazısı kebâir,
bazısı seğair ve bazısı da mekruhdur.
Birincisi: (Nebş’ül-kabri) (K) Meyit kabre defn olundukdan sonra kefenini almak veya başka bir sebeble ol
meyvitin kabrini açmak, günah-ı kebâirdendir. Burada
meyyitin hukukuna riayetsizlik vardır. Bir meyit kabre defn
olunduktan sonra, aradan gerek az ve gerekse çok zaman
geçmiş olsun özür olmadıkça, kabrin açılması caiz değildi.
Hâmile hâtun defn olundukdan sonra, karnındaki çocuğun
diri olduğu bilinirse, kabir açılıp o kadının karnından çocuğun
çıkarılması caizdir. Ölü başkasının mülküne izinsiz olarak
gömülürse, mülk sahibi muhayyerdir. İsterse onu mülkünden
çıkartır. İsterse kabri düzeltir, üzerine ekin eker. Amma meyyit
toprak olduktan sonra, o kabre başkasının defni caiz olur. Ve
üzerine ekin ekmek, bina yapmak da caizdir demişler.
İkincisi: (El-Ğululü) Gulul diye, müslüman gazilerinin
hakkı tealluk eden ganimet malından almağa derler ki,
hıyânetlikdir ve günâh-ı kebâirdendir.
Bir nevi hırsızlıktır. Bir adama emanet olarak verilen
maldan veya paradan, vakıf maldan ve yetim malından, almak
da haramdır. Her ne kadar az da olsa caiz değildir.
Mehmed Zahid Kotku
441
Üçüncüsü: (Ahzü Zekât ve Fitretü) (K) Muhtaç
olmayan kimsenin zekât alması, sadaka, fitre ve nezir,
kefaret ve lukatayı alması, ve kabul etmesi haramdır. Ve
günâh-ı kebâirdendir.
Zirâ bunlar fukaranın hakkıdır. Bunları zengin olan ve
ihtiyacı olmayan kimselerin alması, fukaranın hakkına tecavüz
demektir. Yolda bulunan mahlûkta derler. Sahibi bulunmadığı
takdirde beytülmale verilmesi lâzımdır.
Dördüncüsü: (Vel-ahzü min vakf-i bâtıl) (S) Bâtıl olan
vakıfdan yemek haramdır. Zirâ aslı bâtıl olan şeylerin fer’i
ve cüz’ü de haramdır.
Mesela, vâkf edenin, ettiği vakfı şarta ve ölümüne izafe
etmemesi gibi. Amma vâkıfın mevtine izafe edilirse o zaman
vasıyyet hükmünde olur. O zaman ondan yemek caiz olur.
Ve vakf edenin şartına uymadan, onun vakfından yemek
de caiz olmaz. Çünkü vakf edenin koyduğu şartlar, şeriatin
hükümleri ve esasları gibidir. Kimsenin onları değiştirmeye
hakları yoktur. Onlara uymak herkes için vacibdir. Hılâfından
son derece sakınmak gerektir.
Beşincisi: (Ve’ı’tâ-i zekât ilâ usulihi ve füruihi) Bir adam
kendi zekâtını, ve sadakay-ı fıtrini, nezir ve kefaretini;
kendi usul ve füruuna vermesi yani anası, babası, dedesi,
ninesi, evlatları ve torunlarına ve şer’an nafakası üzerine
vâcib olanlara vermesi câiz değildir haramdır.
Amma fakir olan kardeşine, amca ve dayısına, hala ve
teyzesine vermek caizdir. Ve efdaldır.
Altıncısı: (Vel-ahzü min beytül-mali) Beytülmalden
ihtiyaçdan ziyade para ve mal almak câiz olmaz.
Mü’minlere Va’zlar
442
Esasen beytülmalden para almağa ehil olmayanların
alması caiz değildir. Akıl hastalarının ve bunakların malını
yemek caiz değildir.
Yedincisi: (Vel i’tâi Ii’r-Riyâ vel-Ma’sıyeti (K) Riyâ ile,
yani gösteriş için verilen sadaka, veyahud ma’siyet için ve
ma’sıyet yerlerine harcayacak kimselere, az veyâ çok para
vermek haramdır ve günâh-ı, kebâirdendir. Zira onların
ma’sıyetlerine yardımdır. Cenâb-ı Hak da, günah yerlere yardım
etmekden kullarını men’ etmiştir. Her nevi’ oyun yerlerine ve
oyun aletlerine para vermek, hem israfdır, hem de haramdır.
Oralara gitmek, ayrıcada günahdır. Riya dedikleri ahlâk, şirk-i
hafîden ma’duddur. Ne verdiği paranın, ne kıldığı namazın,
ve ne de tuttuğu orucun, ındi - ilahide makbuliyeti olmaz.
Sekizincisi: (Ve intiza’u gârimin) Borçlunun firârına
sebeb olmak haramdır. Zira alacaklının alacağını ibtale sebeb
olur. Bu suretle alacaklıya zulüm etmiş olur. Bunun da haram
olduğunda şübhe yoktur.
Dokuzuncusu: (Ve teşbik’il-Esâbi’i fil-Mescidi) Gerek
mescidde ve gerekse mescide giderken, parmaklarını birbirlerine sokup kilitlemek haramdır.
Zira mescide giderken, insan hükmen mescidde gibidir, ve
mescidde namazda gibidir. Mescidde ve namazda el kilitlemek
şübhesiz caiz değildir. Parmaklarını çıtlatmakta böyledir. Ve bu
adet Lut kavminden kalmıştır. "Sizden biriniz abdest alır, ve
onu da güzel eder, sonra mescidi kasd ederek evinden çıkarsa,
parmaklarını kilitlemesin, çünkü o muhakkak namazdadır"
yani namazda gibidir. Allahü a’lem bis-sevab.
Onuncusu: (Ve Messü Hâizin ve Nüfesâe ve Muhdisin
bil-Kur’âni) (S) Hayız ve loğusa olan kadınların, ve abdesti
Mehmed Zahid Kotku
443
olmayanların, mushaf-ı şerifi tutmaları ve dokunmaları
câiz değildir.
Ayet-i Kur’aniye yazılı olan şeyleri dahi, tutmak ve yapışmak da böyledir. Yani caiz değildir, haramdır. âyet yazılı
levhaları tutmak da böylece haramdır. Zira Kur’an-ı Azimüş’şanı
ancak temiz, tahir ve abdestli olanlar tutabilirler. Başkaları
için caiz olmaz. Ve böyle âyet yazılı şeylerle helaya girmekde
caiz değildir.
Onbirincisi: (Ve ahzü mal-i Gayrin bilâ iznihi) (S) Bir
kimsenin izni olmaksızın faydalanıp, sonra yerine vermek
üzere malını almak haramdır.
Velevki o mala noksan gelmese bile yine haramdır. Mesela odun kesmek için baltasını almak, yükünü taşımak için
hayvanını almak, başkasının ayakkabısının giymek gibi. Zira
bunlar mal sahibinin türlü türlü vesveselerine sebeb olur. Bu
da tabii caiz olmayan birşeydir. "Âgâh ve mütenebbih olunuz
da, birbirlerinize zulm etmeyiniz. Ve iyi biliniz ki hiç bir
müslimin malı diğerine helal olmaz. Ancak kendisinin rızası
ve izni ve hoşnutluğu ile olur" buyurulmuştur.
Onikincisi: (Vel-kazeu) (S) (Kaza’) diye insanın başının bazı yerini tıraş edip bazı yerini etmemeğe derler ki;
haramdır. Bu rafızilerin adetidir ve bidattir. Zira "başınızdaki
saçları, ya temâmen kesdiriniz veyâ temâmen bırakınız, bazısını
kesib bazısını bırakmak bidattir" buyurulmuş ve nehy edilmişdir. Kadınlar başlarını, erkekler sakallarını tıraş ettirmeleri ve
sakalın bir kabzasından azını kesmeleri haramdır. Kadınların
saçlarını kesmeleri kocalarının izni ve arzusuyla da olsa yine
haramdır. Çünkü masiyettir. Ve masiyete izindir. Binaenaleyh
iznin kıymeti yoktur. Kadınların saçlarını kesmeleri, bir adamın
Mü’minlere Va’zlar
444
elini ve burnunu kesmek gibidir. Tırnak kesintilerini ve kesilen
kıllar ve tıraş da dökülen saçları helaya atmak, gusülhaneye
atmak haramdır. Hastalık zuhurune sebebtir demişlerdir.
Onüçüncüsü: (Ve Kat u’ş-Şevketi vel Haşiş’ür-Rutbeteyni
ale’I-Kabri) (S) Kabristanda biten yeşil ve taze otları kesip
koparmak haramdır.
Kabristandaki ağaçları kesmek de böyledir. Zira bunların
orada yatan mevtalar için tesbih ettikleri hakkında rivayet
vardır. Binaenaleyh onları kesmek, mevtaların tesbihlerini
kesmek demektir. Kurularını kesmek caizdir. Ölünün kabrini
açmanın haram olduğu tekrar beyan olunur.
Ondördüncüsü: (Ve idhalü’l-ısbii fi’d dübüri) (S) İnsan
kendi dübrürüne veyâ fercine parmağını sokması haramdır.
Velevki istincâ ânında olsun, yine haramdır. Oruçlu olduğu
halde parmağını sokarsa orucu bozulur. İadesi lâzımdır. Bazı
ulemaya göre gusül bile icab eder demişlerdir. Bazı ulemaya
göre ise (oruç da bozulmaz, gusül de icab etmez) demişlerdir.
Velakin ihtilafdan sakınmak lâzımdır. İstinca zamanında sağ
eli kullanmak da caiz değildir. Sümkürmek de böyledir. Sağ
eli hiç bir zaman münasebetsiz işlerde kullanmamalı ve kirli,
pis ve necis şeyleri, daima sol el ile yapıp, sağ eli yemek içmek
ve Mushaf’ı Şerif gibi şeyleri tutmakda kullanmalıdır. Elbise
ve ayakkabılarını giyerken de sağdan başlamak, çıkarırken de
soldan çıkarmak adabdandır.
Onbeşincisi: (Vel-imsâkü an Halâsı’I-Mazlumi ınde’IKudreti) (S) Bir mazlumu, zâlimden kurtarmaya, kudreti
varken, kurtarmakdan nefsini alıkoymak, yani kurtarmamak haramdır. (Kişi kardeşine zalim de olsa, mazlum da olsa
herhalde yardım etsin. Zalim ise onu zulümden-men’ etsin,
Mehmed Zahid Kotku
445
ki ona yardımdır. Mazlum ise, ona da yardım etsin). Bunu
yapmamak elbette hem insanlığa hem de müslümanlığa
yakışmayan bir çirkinliktir.
Onaltıncısı: (Vel-imsâkü an Kassü’I-Ezfâr) Tırnaklarını
uzatıb kesmemek mekruhdur. Ve hem de o kimselere fakirlik
iras eder. Hem de şeytanların oralara yerleşip oturmalarına
sebeb olur. Ve dahi "Herkim koltuklarının altını temizlemezse,
tırnaklarını kesmezse, bıyıklarını kısaltmazsa o kimse bizden
değildir" yani, benim sünnetlerimi işlemeyenler benim has
ümmetimden olamazlar, buyurulmuştur.
Onyedincisi: (Vel-imsâkü an Kesri Tanbur ve sâir Alât-i
lehvin ındel Kudreti) (S) Tanbur ve sâir âlat-i lehvi kırıp
iptâl etme’ye kudreti olan kimsenin, bunları kırıp iptal
etmemeleri haramdır.
Mesela; içki içen müslümanın içkisini dökmeğe iktidarı
olan kimsenin, o içkiyi dökmekten çekinmesi de haramdır.
Zimmınin içkisini dökmeye hakkımız yoktur. Kim dökerse,
ödemesi lâzımdır. Amma müslümanın içkisini dökse birşey
lâzım gelmez.
Onsekizincisi: (Vel-imsâkü an Ref’ıl-lakiti vel-Iükati)
Yolda bulduğu çocuğu veya malı, zayı olur korkusu olduğu
halde, bunları alıp kaldırmamak haramdır.
Lekit diye yolda bulunan çocuğa, lükata da yine bulunan
mala denir.
Yolda böyle birşey bulup da almadığı takdirde zayı olacağını
anlarsa, o zaman bunları alıp kaldırmak ve ilan edip sahibini
aramak, bulunmadığı takdirde de beytülmale teslim etmek
lâzım gelir. Hemen bulması sebebiyle, o mal o adama helâl
olmaz. Yemek veya giymek caiz değildir. Eğer bulan fakir ise
Mü’minlere Va’zlar
446
kendisinin faydalanması caiz olduğu gibi, başka fakire vermesi
de caizdir demişlerdir ..
Ondokuzuncusu: Vel-imsâkü an Refi’z-Zâlimi vel-hayvan)
Her nerede olursa olsun zâlimin zulmünden, ve hayvanatı
da, aharın malını ve nefsini telef etmekden ref’ ve men’
etmeğe kudreti varken, ref’ ve men, etmemesi haramdır.
Mal ve nefsini batmakdan, suya düşüp boğulmaktan, veya
yükseklerden düşüp helak olmaktan, muhafaza etmemesi de
haramdır. Hatta namazda, dirhem mikdarı kıymeti olan birşeyin çalındığını gördüğü zaman, namazı bozup o malı hırsıza
kaptırmamak lâzımdır. Bir hıristiyan, müslüman olmasını
istediği zaman, namazda olsa dahi, derhal namazı bozup o
zimmi hıristiyana iman ve İslâmı telkin etmek lâzımdır. Üç
kuruş kıymeti olan birşeyin ateşten kurtulması, veya suya
düşüp ğayıb olmasından korkulduğu zaman, namazı bozmak
caizdir demişlerdir, O zamanki üç kuruş herhalde bugünkü
beş on lira demektir. Görüyor musunuz? Malın ve canın muhafazasına ne kadar önem verilmiştir. Halbuki bugün eğlence
yerlerinde harcanan ve tamamıyla israf olan paraların, nasıl
zayı olduğu çok açık bir şekilde görülmektedir. Bu paraların,
memleket faydalarına harcanması ne kadar yerinde olurdu. Ve
bunun yapılmaması, sırf ahlâk düzenimizin bozuk olduğunu
göstermezmi?
Yirmincisi: Vel-imsâkü an Keffi’s-Sıbyân vel Mevâşi
(S) Güneş battıktan sonra kız ve erkek çocukları, buzağı,
oğlak ve kuzu gibi hayvanları içeriye almamak haramdır.
Onları vikaye ve muhafaza bakımından borcumuzdur.
Yirmibirincisi: Ve Hatemün lir-Ricâli biğayrı’I-fıddâ-i
(M) Erkeklere dirhem mikdarından az gümüşün gayrısından yüzük ittihaz etmek haramdır. Altından, demirden,
kalaydan, pirinçden yüzük yaptırmak gibi, bunlar da haram-
Mehmed Zahid Kotku
447
dır. Demirden yüzük ehl-i cehennemin ziyneti olduğu gibi
altın yüzük ise ehl-i cennetin ziyneti olduğundan, dünyada
mu’minlere haram kılındı ki, ahirette bu ni’metten mahrum
olmasınlar . Fakat yüzük hakkında muteber olan halkasıdır.
Kaşı ta’bir olunan üst kısmı zümrütten, yakuttan, elmas ve
sair mücevherattan olsun, onları kullanmak da zarar yoktur.
Yalnız kibir ve ğururdan sakınmak lâzımdır. Yüzüğü sağ veya
sol parmağa takmakta beis yoktur.
Yirmiikincisi: (Vel-imsâkü an iğlâkı’l-Bâbi) (M) Gecenin evvelinde evinin, dükkânının ve odasının kapısını
kapamamak haramdır. Zira yabancı, serseri veya hırsızlardan
vikaye, ev sahibinin vazifesidir. Bunu ihmal caiz değildir. Sen
vazifeni yap, sonra Allah'a emanet et demişlerdir.
Yirmiüçüncüsü: (Vel-imsâkü an itfâü’s-Sirâci) Mü’mine,
mumunu, kandilini ve her nevi ateşini söndürmemek
haramdır.
Zira bunlardan her çeşit fenalıklar, ve bâhusus yangın
tehlikesi her zaman görülmektedir. Mesela, kontakların açık
bırakılan elektrik ceryanlarından neşet ettiği ma’lumdur.
Yirmidördüncüsü: (Vel-imsâkü an Tahmiri’l-inâi (M)
Akşam olduğunda bütün su, yağ, ve yemek kablarının
ağızlarının kapatılmaması da günahdır.
Kapatacak birşey yoksa, onların ağızlarına, Besmele-i Şerif
ile birer değnek uzatmak gerekdir. Zira senenin bilinmeyen
bir gününde, illet, dert, veba, gibi hastalıklar nüzül eder, ve
açık kablara tesadüf eder korkusuyla hiç bir gece ve belki de
hiç bir zaman kabların ağızlarını açık bırakmamak lâzımdır.
Hem sıhhat bakımından hemde adabı İslâmiyeye riayet bakımından evladır.
Mü’minlere Va’zlar
448
Yirmibeşincisi: (Ve-ihlâkü Mâli’l-ğayr ve Nakzuhu) (K)
Başkasının malını helâk etmek onu bozup yıkmak ve şer’i
lüzum olmadığı halde, yine başkasının malını ayıplamak
günahdır. Ve hemde günâh-ı kebâirdendir.
Aharin malını yakıp helak etmek, evinin veya dükkanının
bir tarafını bozup yıkmak, veyahud hayvanının kuyruk ve
kulağını kesmek ve ayıplı kılmak gibi; hulasa başkalarının
mallarında vech-i şer’i olmaksızın tasarruf caiz değildir. Belki
onların mal ve canlarını, kendi malı ve canı gibi muhafaza
etmek İslâmın emirlerindendir.
Mehmed Zahid Kotku
449
VE AMMA AFÂTÜ’L-ÜZÜNİ ELLETİ
BAZUHÂ KEBARİÜN VE BAZUHÂ
SEĞÂİRÜN FE HİYE İSNA AŞERETİ
Yani amma kulak ile olan günahlar kebâir ve seğair olarak
on ikidir, demekdir.
Birincisi: (İstimâ-ul-Gınâ) (K S) Teğanni ile söylenen
çalgı ve herşeyi dinlemek fisk, ve ğınâlarla, çalgılarla, telezzüz etmek küfürdür. Bazısı günahın seğairden olduğuna kail
olmuşlarsa da, devam ile kebâir olacağında şübhe yoktur. Fakat
İmam-ı A’zama göre çalgıyı dinlemek fisk ve onunla telezzüz
küfürdür. Yani hoşlanıp daima isteyip durmak, nihayet insanı
küfre kadar götürür. Cüneydi - Bağdadi (rahmetullahi aleyh)
demişdir ki, Çalgıyı nefsani olarak dinlerler. Fakat zahitlere
göre ise mübahtır. Zira bunlar çalgılarla nefsani değil ruhani
lezzetler kesb ederler ve mevlaya daha sür’atle giderler. Ariflere
göre ise müstehabdır. Zira bunların kalbIeri hayat-ı tıybe nail
olmuşlardır. Çalgı, bilakis bunlardaki gönül alemini coşturur.
Ve Hakka vuslatlarına sebeb olur. Nisan yağmurunun balığın
karnında inci, yılanın karnında zehir olduğu gibi.
İkincisi: (Ve istimâu’I-Kur’âni Mimmen yakreü bilahnin
ve Hatâin). Lâhin ve hata ile okunan Kur’ân-ı Azimüş-şanı
dinlemek de hatadır, günahdır, câiz değildir.
Kur’an-ı Kerim’i dinlemek farz-ı kifâyedir. Amma
doğru ve güzel güzel lahınsiz ve tegannisiz olursa. Amma
lahn ve teğanni ile ve tecvide riayetsiz olarak okunan,
ve birde kendini beğendirmek için medlere riayetsizlik
yaparsa, o zaman o Kur’anı dinlemek caiz olmaz. Zira
(çok Kur’an okuyanlar vardır ki Kur’an onlara la’net eder.)
Birisi Kur’ana saygısız olup tecvidine uygun olmayarak
Mü’minlere Va’zlar
450
okunursa, biri de, okuyan adama zâlim veya kâzib, “Allahın
la’neti yalancılara olsun” diye okuduğu âyetlerin hükmüne
müstehak olmuş olacağından kendi kendine la’net etmiş
olur. Böyle okunan Kur’anı dinlemek caiz olmaz. Bir de
gerek büyük ve gerekse küçük camilerde, sesini boğazını
yırtarcasına bağırarak okumak ve zikr etmek de bunları
dinlemek de meşru’ değildir.
Üçüncüsü: (Ve istimâ’u kelâm-ü şâbbeti ecnebiyyeti)
(S) İhtiyaç olmayan yerde genç yabancı bir hâtunun
sözlerini dinlemek ve işitmek câiz değildir. Hatta bunlara
selam verip, cehren selam almak da caiz olmadığı, yukarıda da zikr olunmuşdu. Bu genç hanımlar aksırmış olsalar
bile, onlara “yerhamükallah” demek vacib olmadığı da zikr
olunmuştu. Zira selamlar sözleri cezb eder, ve sözler de uzar,
muhabbetler teessüs eder ve nihayet işin sonu zinaya kadar
gider, demişlerdir. Çünkü gözlerin ma’nalı bakışları, sözlerdeki
tatlılıklar, ellerin birbiriyle musafahası, hep zinanın öncüleridir.
Binaenaleyh sakınmakdan başka çare yoktur. Kadın eşyaları
satanların Allahü Teâlâ yardımcıları olsun. Hele doktorların
halleri daha tehlikelidir. Eskiden hanımlar erkekleri yanlarında
olmadan doktora çıkmazlardı ve hem de böyle soyunmak
falan da yoktu.
Dördüncüsü: (Adem-i istimâ’ıl-Kur’ânı) (S) Lahn
olmaksızın ve ehlinin okuduğu Kurâ’nı dinlememek
haramdır.
Okunan Kur’anı dinlemek vacibdir, Farz-ı kifâyedir.
Ve büyük ibâdettir. İnsanlar meşgul olduğu zaman, Kur’an
okumanın günahı okuyana aittir. Ve lâkin Kura’n okunurken
dinlemeyip de işine gitmenin günahı, dinlemeyene ait olduğu
ma’lumdur. Kur’an okunduğu vakit, huşu ile onu dinlemeyi,
Allah'ü Teâlâ emr etmiştir.
Mehmed Zahid Kotku
451
Beşincisi: (Ve Adem-i İstimâ’ül-Hutbetü) Şartlarını
uygun olarak okunan hutbeyi dinlememek haramdır.
Gerek cuma ve gerek bayram ve gerekse nikâh hutbelerini
dinlemek farzdır. Cemaat çok olup ta hutbeyi işitemese bile,
yine işitir gibi süküt edip dinlemek lâzımdır . Yanındakilerle
konuşmak caiz değildir. Zira hutbe namaz gibidir. Namaz
içinde konuşmak haram olduğu gibi, hutbe anında da konuşmak haramdır. "Herkim ki; kıldığı namaz onu fuhşiyattan ve
münkerattan nehy ve men etmiyorsa, o kimse ancak Allahü
Teâlâdan uzaklığı ziyade eder" Onun için müslüman, çok
müteyakkız olup, daima kendini kontrol etmeli ki bakalım
Allahü Teâlâ'ya, yakınlık ve rızasına müvafık hareket ediyor
mu? yoksa Hakkın ğazabını çekiyor ve onun rahmetinden
uzaklaşıyor mu? diye kendini hesaba çekmelidir. Cenb-ı Hak
cümlemize uyanıklıklar versin ve rızay-ı bariyi kazanmağa
ğayret eden bahtiyarlar zümresine ilhak buyursun amin.
Altıncısı: (Ve Adem-i istimâ’ul-Emir vel-kadi velVâlideynine (K), Vâli ve kadının ve ana ve babanın meşru’
olan emirlerine ve nehiylerine itâat etmemek hâramdır,
ve günahtır.
Hemde günah-ı kebâirdendir. Çünkü bunlara itaati Allahü Teâlâ hazretleri emir buyurmuştur. "Cennete en evvel
girecek olanlardan birisi kölelerdir, ki; Allah ve Resulüne ve
efendilerine itaat edenler" Binaenaleyh Cennet yolu itaatten,
Cehennem yolu da isyanlardan geçmektedir vesselam. Cenâb-ı
Hak cümlemizi Hakka ve Resulüne ve ana ve babalarına ve
büyüklerine muti olan kullarından eylesin amin.
Yedincisi: (Ve ademi İstimâu Hıtabil Üstâzi (K) Bir
talabenin, üstâzının sözünü ve hıtabını dinlememesi,
haram ve günahı-kebâirdendir.
Mü’minlere Va’zlar
452
Dinleyib de mucibiyle amel etmemek de böyledir. Kadının erkeğinin, kölenin efendisinin sözünü dinlememesi
ve itaat etmemesi haramdır. Başkasının bazı hatasından naşi
özür dilediği zaman, o meşru özrü kabul etmemek de caiz
değildir. Yani dilenen özürleri kabul etmelidir. Hatta şeytan
aleyhilla’nenin firavnle olan bir konuşması sırasında, "Ey firavn senden, benden daha fena kimse var mıdır?" sorusunun
cevabını yine kendisi vererek "evet senden ve benden daha
kötüsü ve fenası şu insandır, ki; kendisinden özür dilenildiği
halde onu kabul etmeyen" demiştir.
Sekizincisi: Ve Adem-i istimâ’ul-Kâdi, Kelâmü’IHasmeyni (K) Kadı zat, yani hakim olan kimse, iki hasmın
da’valarını ve ifadelerini güzelce dinleyip de ona göre hüküm
vermesi lâzım gelirken, ikisini birden dinlememesi haramdır.
Ve günah-ı kebâirdendir. Adalete riayetsizliktir. Tabii bu da
haramdır.
Dokuzuncusu: (Ve Adem-i istimâ’ul-Müfti Kelâm’elMüstefti) Fetva isteyen veyâ soran bir kimse, velevki miskin
de olsa, onun sözünü dinlemek, sorduğu şeye lâyıkı vechile
cevab vermemek haramdır, günah-ı kebâirdendir. Tabiidir
ki; bu hareketler, ehl-i ilme hiç de yakışmayan hareketlerdir.
Zenginlere iltifat edip, fukara ve mesakine ehemmiyet vermemek elbette hiç bir ehl-i ilme yakışan şeylerden değildir.
Allah muhafaza buyursun.
Onuncusu: (Ve Adem-i İstimâ’u Ülü’I-Emri ve Şekv’elMazIumü) (K) Ülülemr olan zâta mazlumun şevkasını
dinlememek haramdır, günâh-ı kebâirdendir.
Çünkü zaten vazifesi, mazlumu zalimden kurtarmak ve
adaleti te’mindir. Bunu yapmamak tabiatiyle günah olmakla
beraber, memleketin asayişi de berbad olur. Gücü yeten her
gaddar ve zalim, meydanı boş bulunca neler yapmazlar.
Mehmed Zahid Kotku
453
Onbirincisi: Muztar bir halde bulunan ve birgünlük
yiyeceği bulunmayan dilencinin sözünü dinlememek de
günahdır.
Zira müslümana yakışan, muhtaç olduğunu bildiği kimseye yardım edip,hatırını hoş etmek, İslâmın şiarındandır,
Bunu yapmamak elbette günahdır. Bâhusus komşu olursa, o
zaman daha mühimdir. Çünkü kendisi tok olup da komşusu
aç olanlar aleyhinde acı tehdidIer vardır.
Onikincisi: Büyüklerin ve zenginlerin zuafâ ve fukarayı hakir görerek, onların sözlerini dinlememesi de
günahdır.
Zira büyüklüğün ve zenginliğin şanı, fukara ve zuafayı
hımaye ve muhafaza, ve onlara iltifat edip gönüllerini almak,
ve ihtiyaçlarını gidermektir. Çünkü müslümanlıkta zengin
ile fakir, kavi ile zaif müsavidir. Adeta bir cesed ve bir bina
gibidirler. Hep birbirilerini desteklemekle mükellef ve muvazzafdırlar. Bunu yapmadıkları takdirde, Cenâb-ı Hakkın
kendilerine vermiş olduğu ni’metlere küfran etmiş olurlar.
Bunu iyi bilmeli ve unutmamalıdır ki; bu ni’metleri veren hep
Allah’dır. Eğer seni de onlar gibi yapsaydı ne gelirdi elinden?
Sakın, “ben bilirim, ben yaparım, ben çalışırım,” diye kendini
aldatma. Bak o da senin gibi bir insan, hele tımarhanelerdeki
zavallıları iyi düşün. Seni zengin eden Allah-ü Teâlâ onu da
fakir kılmış, seni kavi ve seni bilgin yapan Allah onu da zaif
ve fakir yaratmış, bunları kendinden bilme, sonra pişman,
çok pişman olursun. Takdir-i Hudaya razı ol ve o Allah'a
çok şükret ki, seni de öyle ele bakanlardan etseydi ne gelirdi
elinden?
Mü’minlere Va’zlar
454
GÖZ İLE İLGİLİ GÜNAHLAR
Gözün âratı da sağâir günahlardan olarak beştir.
Birincisi: Fukarâ ve zuafâya hakâret gözüyle bakmak
günahdır, kibir alâmetidir. Başkasını hakir görmek, kendisini
beğenmekden ve büyük görmekden ileri gelir. Halbuki insana
yaraşan, daima kendini hakir görmektir.
O gördüğü insan, ister fakir ister miskin olsun. Zira
fakirlik yüksek bir mertebedir. Hep büyükler fakirliği ihtiyar
etmişlerdir.Zira zenginlikde Cenâb-ı Hakka tam teveccüh
kolay olmaz. Çünkü; dünya işleri, onu Hakka yönelmekden
alıkoyar. Bununla beraber biraz da zengin olunca; tabiatiyle
bir gurur ve bir kibir istila eder. Ondan sonra da kendisini
kurtarmak imkanını bulmak çok müşkül mü olur çok
müşkül. Bunlar hergün gözlerimizin önünde ceryan etmektedir. Bir de şuda çok dikkat ister "insana şer olarak kâfidir,
müslüman bir kardeşini tahkir etmesi" Buna delil isterseniz,
İstanbul ve her memleketin semtlerine dikkat ediniz, hiç bir
fakir mahallesinde, semtinde, acaba bir zengin evi bulabilir
misiniz? Şayet öyle müstesna birkaç eve rastgelseniz bile, onlarda müvakkatdır. İlk fırsatta mutlaka kaçacak ve zengin bir
muhite yerleşecekdir. Fakir mahalleler, ne kadar havadar ve
suyu da güzel olsa dahi, zengin gelip orada oturmaz. Ezanı da
olmasa, camisi de olmasa, onun için mühim değildir. Mühim
olan şey emsaline ve zevkine uygun olmasıdır. Bugünkü bina
fiatlarının çok artmasına sebeb de, yine zenginlerdir. Çünkü
emsalini bulunca, zevkine de uydu mu, fiyatına kim bakar.
Yine zavallı fakir, biraz ucuz olsun diye uğraşır, zenginin ise
aklının işi bile değildir. Belki fiyatının yüksekliği ile de iftihar
eder, övünür durur. Tabii şimdi bu zat-i muhterem, fakirin
Mehmed Zahid Kotku
455
yüzünü bile görmek istemez. Siz ne derseniz deyiniz. Fakat şu
ne kadar calib-i dikkattir. "Bir kişinin, kardeşinin yüzüne şevk
ile bakması, benim mescidimde bir sene i’tikâfdan hayırlıdır."
Cenâb-ı Peygamber efendimiz, müslümanların birbirlerine şevk
ve muhabbetle bakmalarının bile, ne kadar hayırlı olduğunu
beyan etmektedirler. I’tikaf her zaman olursa da, sünnet olanı,
Ramazan-ı şer’fin yirmisinden sonra, Cuma namazı kılınan
her mescidde, niyet ile beraber, geceli gündüzlü kalınmasıdır.
Yemeler, içmeler mescidde; ancak zaruri ihtiyacı ve birde abdest almak için çıkılabilir, sevabı pek büyüktür. Hanımlar da
evlerindeki namazgahlarında girebilirler. Bu güzel hizmeti de,
yine ancak fakirler yapabilirler. Zenginlerin işlerinden ayrılıp,
bir mescide kapanıp kalmaları, adeta onlara göre cinnettir. O
vereceği beş on kuruş zekâtını gözünde büyütürde büyütür.
Böyle cami’lerde, mescidlerde i’tikafa lüzum görmezler. Lakin
Avrupa memleketlerini görmek ve zevklerini tatmin için on
gün değil aylarca kalırlar. Çok paralar da harcarlar. Bir sürü
günaha da girerler. Sonra fakire artık nasıl baksın "Efendim
o da çalışsın. Onlara yardım, onları tenbelliğe teşvikdir"
derler. Daha neler neler. Cenâb-ı Hak cümlemizin muini
olsun vesselam.
İkincisi: Zaruret olmadığı halde ma’sıyet ve münkerâta
bakmak gözün âfâtındandır ve günahdır.
Günah yerleri herkesce malumdur. Sayısı da pek çoktur.
Müslüman buralara ne sokulur, ne de gider. Buralar ancak
kendini bilmez zevk-u sefa düşkünlerinin işidir. Hem dünya
kadar paralar harcalar ve hem de bir o kadar da günaha
girerler. Bununla beraber yine “haftanın tatil günü gelsede
oralara gitsem” diye düşünürler. Hem “iktisad edib üç kuruş
artırayım da, başıma bir ev alayım” veya “bir iş sahibi olayım”
Mü’minlere Va’zlar
456
diye de düşünmez. Mütemadiyen oralara gidip nefsini tatmine
çalışırlar. Hele yaz günlerinde arabası olan hemen herkes bir
tarafa çekilir. Kadın erkek karma karışık o deniz kıyılarını
görmeyin. Aman Allahım bu nasıl müslümanlık? Artık vaâz
ve nasihat kime?
İnsanda, en mühim olan a’za gönüldür. Bunun yolları
göz, kulak, ağız ve bir de tefekkürle buralara akıtılan şeylerdir.
Bunu bir havuza benzetirseniz, bu havuza akan sular, eğer pis
ve fena şeylerse tabiatiyle bunlar bu havuzda birikirler. Binaenaleyh bu havuzdan alacağınız su, işte o kirli ve kokmuş, pis
sudur. Hiç işinize yaramaz. Fakat bu havuza ne kadar güzel
ve temiz sular akıtırsanız, istediğiniz zamanda onları alabilir
ve faydalanırsınız. Onun için kap içinde ne varsa onu akıtır
derler. Pekmez olan kapdan pekmez, bal olan kapdan da bal
çıkar ve bilakis o kabın içine zehirIi birşey koydu iseniz, o
zamanda zehir çıkacakdır .Bunun için insan, sözlerinden nasıl
adam olduğunu pek a’la belli eder. Eğer güzel şeyler söylüyorsa
ki onun gönlünün güzelliklerle dolu olduğuna alâmetdir. Eğer
yaramaz, çirkin ve günaha müteallık sözler söylüyorsa, onun
da içinin bozukluğuna hükm olunur vesselam.
Aziz kardeş! Onun için bu güzel cevheri kirletme ve temiz
tutmayı vazife bil. Allah-ü Teâlâ hazretlerinden daima hulus ile
yardımını ve hıfz-ı hımayesinde kalmayı canı yürekden iste. Zira
insan, göz, kulak ve gönülden mes’ul olacaktır. Hak (Sübhanehu
ve Teâlâ) hazretlerinin emirlerindendir ki, gözleri günahı mucib
olacak herşeye karşı kapamak ve iffetlerini muhafaza etmek
lâzımdır. Cenâb-ı Hak cümlemizin mu’ıni olsun amin.
Üçüncüsü: Gökten bazan şehab denilen yıldız düşmesine gözü dikip bakmak da, gözlere zarar olduğundan
sakınılması gerekdir.
Mehmed Zahid Kotku
457
Dördüncüsü: Dünya umuru hususunda, kendisinden
üstün olanların hallerine imrenerek bakmak da günahdır.
Ve gözün afatındandır. Mümine yakışan, dünya umurunda
kendinden aşağısına bakmak, ahiret işlerinde ise kendisinden
ileri olanlara bakıp onlarla yarış etmeye çalışmakdır. Ve rahatlık da bundadır. Çünkü takdir-i Huda ne ise öyle olacağında
şübhe yoktur. Herkes üzerine düşen vazifeyi yapar, sonra
Allah-ü Teâlâ ne takdir ettiyse ona da razı olur, rahat eder,
selamete erişirsiniz vesselam.
İki huy vardır ki, her kimde bulunursa, şakir ve sabir olarak
deftere geçer. Ve bilakis bu iki huy, kendisinde bulunmayanlar,
şâkir ve sâbir yazılmazlar. Bunlardan birisi: Din hususunda
hayırlı ameller işleyenlere bakıb onlar gibi olmağa çalışmak.
Diğeri: Dünya işlerinde ise, kendinden aşağılarına bakıp
Allah-ü (Teâlâ)nın kendisine vermiş olduğu ni’metlere hamd
etmekdir. Tevfik Cenâb-ı Hakdandır.
Beşincisi: Namazda gözleri yummak mekruhdur. Zira
kıyam da iken secde yerine, oturduğu zaman dizleri üzerine ve
secdede iken burnunun yanlarına bakmak gerekdir. "secdede
yani namazda gözlerinizi yummayınız. Çünkü bu Yahudilerin
işidir." Bize de onların yapdıklarını yapmak yakışmaz olduğu
cümlece malumdur.
Mü’minlere Va’zlar
458
KARNIN (MİDENİN) ÂFETLERİ
Karnın yani mi’denin afetleri, evvelce zikr olunanlardan
başka 34 adettir.
Birincisi: Misâfir olan kimsenin ev sâhibinden hayâ
etmemesi günahdır. Zira ev sahibi, misafiri için elinden
geldiği kadar hizmet etmekde ve bazı masraflara da katlandığı
halde, misafirin de buna karşı edeb ve terbiye dairesinde oturması lâzım gelirken, evin etrafını teftiş, eşyaları kontrol, gelip
gideni ve halkını gözetleme gibi, terbiye hılafı hareketlerde
bulunmak caiz değildir günahdır. Misafire gösterilen yerde
oturmak ve kendisine yapılan ikramı kabul edip, ev sahibine
külfet etmemek lâzımdır.
İkincisi: Gerek kadınlar ve gerekse erkekler için altın
ve gümüş kaplardan yemek yemek günahdır. Su içmek de
böylece günahdır. Bunlar büyüklük taslamak, kibir ve gurur
alametleridir. Aynı zamanda bu altın ve gümüş umum insanların ticaret meta’ıdır. Bunları böyle kaplara intikal ettirib
ev eşyası veya süsü yapmak, hatta parmaklara yüzük olarak
takmak bile caiz görülmemişdir. Binaenaleyh böyle altın ve
gümüş kaplardan yiyip içenler iyi bilmelidirler ki; bu tatlı
sular ve canım yemekler, onların karınlarında ateşe çevrilecek
ve bu cezayı daha dünyada iken tadacaklardır.
Üçüncüsü: Zikir meclislerinde, mevlütlerde vesâir
yerlerde altın ve gümüş buhurdanlıklar içerisinde öd ağacı
yakmak mekruhdur.
Gül suyu serpmek de böyledir.
Sanatkarların böyle buhurdanlık, gülabdanlık yapmaları
da caiz değildir.
Mehmed Zahid Kotku
459
Dördüncüsü: Ziyâfet yemeklerinde oyun ve lehviyat
varsa, o yemeği yemek günâh-ı seğâirdendir.
Böyle da’vetlere gitmemek lâzımdır. Düğün da’vetlerine
icabet etmek vacibdir. Yalnız orada günaha müteallık birşey
olmazsa. Eğer varsa gitmemek lâzımdır. Gittikden sonra
böyle bir hal zuhur ederse, (eğer def’ıne gücü yeter ve def’
edebilirse ne a’la), def’ edemeyeceğini bildiği zaman, oradan
usulcacık kaçması lâzımdır. Avam-ı nasdan ise; yemeği yeyip
oturmaması lâzımdır. Yemekler her ne kadar helal ise de,
oradaki münkerat ve günahlar sebebiyle o yemeğin yenmesi
günah-ı seğairden sayılmışdır.
Beşincisi: Gösteriş ve riyâkârlıkla hazırlanan taam
yemek de haramdır.
Zira riyakar adamların hallerini beğenmek oluyor ve
onlara zımnen yardımcı olunmuş oluyor, ki, bu da ayrıca
bir ma’sıyetdir. Fakat bu riyayı anlamak müşküldür. Ya kendi
i’tiraf eder veya zann-ı galib ile anlaşılırsada, böyle bir alâmet
olmadığı zaman hemen su-i zanna kapılıp, bu yemek riyakârane
yapılmıştır diye yememek de caiz değildir.
Altıncısı: Besmelesiz yemek yiyip su içmek ve meyva
yemek günahdır.
Zira Besmele-i Şerife taamın sünnetidir. Taamın bereketine
ve şeytanın yememesine sebeptir . Yemek yerken (bismillah
demek) lâzımdır ve sünnettir. Eğer bir telaş sebebiyle yemeğe
başlarken unutulursa, yemeğin sonunda (Bismillahi fi evvelihi
ve ahirihi) demek lâzımdır. Yemekden kalkarken de (Elhamdülillah) demek yine sünnetdir. Başkalarına da örnek olmak
üzere cehren söylemekde müstehabdir. Bir taamın haram
olduğunu bildiği halde, besmele çekmek küfrü mucibdir,
Mü’minlere Va’zlar
460
demişler. Mesela kumarbazların ve içki satanların ve faizden
geçinenlerin ve eşkiyanın yemekleri gibi.
Yedincisi: Yemeği sol el ile yemek câiz değildir. İçmek
de böyledir.
Kur’an-ı Kerim, hadis ve fıkıha aid olan kitapları, da sol el
ile alıp vermek caiz değildir. "Sol el ile yemeyiniz ve içmeyiniz.
Çünkü şeytan aleyhilla’ne sol eliyle yer ve sol eliyle içer" Yani
sizde kendinizi ona benzetmeyiniz. Sağ elleri mübarek yerlerde
kullanıp, sol elleri de taharet yerlerinde kullanılması gerektir.
Bir özre ve bir rahatsızlığa mebni olursa, o zaman ma’zur sayılır.
Veya sol eliyle yardım ederse beis yokdur demişlerdir.
Sekizincisi: Müşrikin kabından yemek yemek günahdır. Zira müşriklerin kablarının temizliğine i’timad olunmaz.
Bununla beraber onların kablarından yemek caiz değildir
demişlerdir. Amma daima günah ile yemek ise, insan kalbinin kararmasına ve ahlâkının bozulmasına sebeb olur. Bir de
onlar yemeklerinde içki de bulundururlar. O zaman büsbütün
fena olur. Allah muhafaza etsin. Zira küffar ile dostluk caiz
değildir, her ne şekilde olursa olsun.
Dokuzuncusu: Cünüb olan kimsenin ellerini ve ağzını yıkamadan yemesi ve içmesi mekruhdur. Necaset-i
hükmiyye ile necisdir. Yıkamadan veya yıkanmadan yemek
caiz değildir.
Onuncusu: Vücuduna zarar olan her nev’i şeyi yemek
haramdır.
Bunların bir kısmı insanı öldürücüdür, bunlar katiyyen
haramdır ve günah-i kebâirdendir. Bir kısmı da öldürmez
amma, vücuda zarar verir, toprak ve çamur gibi. Bir kısmı
da bazı kimseye fayda, bazılarına da zararlıdır. Bunlardan da
kaçınmak lâzımdır. Mesela: bazı kimselere yumurta dokunur,
Mehmed Zahid Kotku
461
balık dokunur, bal da dokunur, bunları mizacına göre tertib
etmek gerekdir.
Onbirincisi: Sokakda, yolda, kabristanda, cenâzede
yemek yemek mekruhdur.
Ve cenaze yanında gülmek de böylece mekruhdur. Sokakda veya yolda yemek yemek insanlık şeref ve haysiyetine,
vakarına, münasip değildir. Kabristanda yemek ise; büyük
bir gaflet ve saygısızlık alâmetidir. Buralarda yatan nice bilgin, nice zengin, nice kumandanlar, beyler, paşalar, bak hep
sessiz sadasız yatmaktadırlar. Bunları iyi düşün ve bunlardan
ibret al da Allaha dön, onun emirlerine mut’i, yasaklarından
uzak olmağa çalış ki; insanlığın ne demek olduğunu o zaman
anlarsın.
Onikincisi: Ölünün vefat ettiği günü veya gecesi veyâ
haftasında hatta kırkında, miras taksim olunmadan hazırlanan yemekleri yemek mekruhdur. Hele yetim varsa
hiç câiz değildir. Cenaze sahibinin yemek ve helva gibi
şeyleri vermesi caiz olmaz, çünkü yemek yedirmek sevinç ve
sürur alametidir. Cenaze evinde ise; matem vardır, yemekle
uğraşmak elbette caiz olmaz. Yalnız komşu ve akrabaların,
cenaze evine yemek götürmeleri müstahsendir. Ve adab-ı
İslâmiyedendir .
Onüçüncüsü: Yemek sofrasına konulan yemeğin ortasından veyâ başkalarının önlerine isabet eden yerlerden
yemek mekruh ve su-i edebdir. Meyvalarda olursa istediği
yerden almakda beis yokdur. Yemeklerin ortasına Hak tarafından bereket nazil olur. Bunu hemen almak sofranın bereketten mahrum kalmasına sebeb olur. Ömer İbni Seleme’ den
rivayet olunur ki, "Ben çocuk idim. Resûlullah efendimizin
odasında dolaşıyordum, yemek zamanlarında elim sofradaki
Mü’minlere Va’zlar
462
sahanların etrafında dolaşırdı. Bunu gören Resulü Ekrem
(sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz:
"Ey çocuk Bismillah de, sonra önünden ye" buyurdular.
Ondan sonra artık hep önümden yer oldum. Huzur-u Peygamberiye bir tabak hurma gelmiş, huzurlarında bulunan
(Aküraş) ismindeki zate (istediğin gibi ye) buyurmuşlardır ki;
meyvalardan seçerek yemenin cevazına delildir, demişlerdir.
Ondördüncüsü: Erkek ve kadın için tunçdan, bakırdan
yapılıp da, kalaysız olan kaplardan yemek mekrûhdur .
Bugünlerde gazetelerde okuduğumuz bir haberde, bir
düğün yemeğinde, kalaysız kablarda pişirilen yemekden yiyen
150 kadar insanın zehirlenip hastaneye kaldırıldığı bildirilmekde idi. Kalaysız kabdan yemek caiz olmadığı gibi, kalaysız
gönülden de fayda değil zarar hasıl olur. Kalaysız gönülden
murad, zikrullahdan bihaber kalblerdir. Çünkü zikrullah,
kalblerin hem kalayı hemde cilasıdır. Zikrullahdan haberi
olmayan gafiller, gerek kendileri ve gerekse etrafları için zararlı
olacağından, kalaysız kabdan yemek yiyip zehirleneceklerinden
şübhe yokdur.
Onbeşincisi: Cenâze yanında ve kabristanda gülmek
de mekruhdur.Ülemâ, meşâyıh ve küberâ yanlarında
gülmek de mekruhdur. Cenaze ve kabristanda gülmenin
abesliğini söylemeye lüzum yoktur. Orasının ibret mahalli
olduğu evvelce de söylenmişdi. Bu afv olunmaz gaflet ne
büyük bir gafletdir ki; ahiretin göz önüne serildiği bir yerde
bulunurda ahireti düşünemezse, artık ona ne demek lâzım
olduğunu siz söyleyiniz. Böylesinin ya ahirete inancı yok veya
ölümü temamıyla unutmuş kimsedir. Büyüklerin yanında
gülmek de, onların hakkında yapılması lâzım gelen ta’zimat
Mehmed Zahid Kotku
463
ve tekrimata muhalifdir. Ve belki de gönüllerinin kırılmasına
sebeb olur ki; bu da o gülen kimseye ceza olarak kafi gelir,
bir daha belini düzeltemez derler.
Onaltıncısı: Yemek yerken ağzını sofra üzerine ve
yemek sahanına karşı uzatmak da mekruhdur.
Zira yemek yiyenlerin tiksinmesine mucib olur. Onun
için yemek yerken ağzını sahana ve yemek kabına doğru
uzatmamalıdır ve besmeleyi de unutmamalıdır.
Onyedincisi: Hâcet olmadıkça eti bıçakla kesmek de
mekruhdur.
Zira Resûlullah efendimiz "Eti bıçakla kesmeyiniz çünkü
böyle yapmak acemlerin (yabancıların) adetidir." buyurmuşdur. Lâkin siz eti yerken ısıra ısıra yiyiniz. Çünkü bu kolay
hazm olur ve vücuda pek yarar. Ekmeği de lüzum olmadıkca
kesmemek iyidir.
Onsekizincisi: Bir tarafı kırılmış bardağın, kırık tarafından birşey içmek de mekruhdur.
Zira Resûlullah efendimiz böyle kırık bardaklardan su
içmemeyi tavsiye buyurmuşlardır. Kırık bardaklar ekseriya
pislik ve mikrobu sakladıklarından yıkamakla temizlenmesi
de mümkün olmaz. Tabiate de muhalifdir. İnsan içdiği şeyi
tatlı tatlı içemez.
Ondokuzuncusu: Gerek yemek ve sofra kablarına ve
gerekse yemekIere üfürmek mekruhdur. Meyvalara da üfürmek böyledir. Gerek tozlarının gitmesi ve gerekse soğutmak
kasdıyla olsun, üfürmek mekruhdur. Sebebi de ma’lumdur.
Yirmincisi: Su bardağına ve sair yiyecek ve içecek
kablarına nefesini salıvermek de mekruhdur.
Mü’minlere Va’zlar
464
Çünkü; o kabları nefesinin kokusuyla kokutmuş olacağından, kendisi içinde başkaları içinde memnuniyeti mucib
olmaz. Bu aynı zamanda Peygamber efendimiz tarafından
nehy edilmişdir.
Yirmibirincisi: Su içtiği zaman, bir defada ve bir
nefesde içmekde mekruhdur. Bunun sıhhi zararları malumdur. Ve Efendimiz hazretlerinin (Develer gibi suyu birden
içmeyiniz. İçerken besmeley-i şerife çekiniz. Bitince de Allaha
hamdediniz) yani (elhamdülillah) deyiniz, diye bizleri irşad
buyurmuşlardır.
Yirmiikincisi: Yemek yerken ellerini yemek kabının
içine silkmek mekruhdur.
Zira hem taamı istihfaf hem de başkalarını o taamı yemekden iğrendirerek men etmek vardır ki; müslümana değil,
insan adını taşıyan hiç bir kimseye yakışmaz.
Yirmiüçüncüsü: Yemek sofrası ortadan kaldırılmazdan
evvel doydum diyerek sofradan kalkmak da mekruhdur.
Gelen bir kimse için veya birisinin ihtiyacı için de sofradan
kalkmak caiz değildir, demişlerdir. Zira "sofra ortada durdukça
melaikeler sizlere duâ ederler" . Yemek yemeye ihtiyacı varken,
yani karnı doymadan kalkmak, velevki namaz için dahi olsa,
yine mekruhdur.
Yirmidördüncüsü: Ekmek oldukdan sonra sofrada
yemek beklemek, katık beklemek de mekruhdur. Çünkü,
ekmek başlı başına bir gıdadır. Hele has buğday ekmeği olursa.
Onun için "Ekmeğe ikram ediniz çünkü o göklerin ve yerin
berekatıdır" "Herhangi bir kavim ekmeği hafif görürse, Allah'ü
Teâlâ hazretleri onları açlığa mübtela kılar." Yani ekmeğe ikram
edib, onu hor ve hakir görmeyiniz demekdir.
Mehmed Zahid Kotku
465
Yirmibeşincisi: Cemiyetle yemek yendiği vakit, başkalarının lokmalarına bakmak ve onun yüzüne de bakmak
mekruhdur. Başkalarının lokmalarını nasıl çiğnediklerini
gözetlemek de mekruhdur. Yemek yiyenin yüzüne bakmak,
onun utanmasına sebep olacağı gibi, lokmaları gözetmek de
arada soğukluğa sebep olur demişlerdir.
Yirmialtıncısı: Küffar ve zalemenin kazdığı yollardan
gelen suyu içmek de mekruhdur. Küffar ve zalemenin yemeğini yemek de, zaruret olmadıkça mekruhdur. Su haddi
zatında mübahdır. Fakat küffar ve zalemenin ekser emvali
haramdan olduğu için, başka su varken o sudan içmemek
evladır, yemek de böyledir.
Yirmiyedincisi: İçi görünmeyen kabdan, bardağa dökmeden birşey içmek de mekruhdur. Testi, kabak ve benzeri
içerisi görünmeyen kabların içerisinde belki zararlı birşey olur
diye, içmeyi men etmişlerdir. Herkesin içtiği yerden içmeyip,
ağzını bardağa değdirmeden, suyu ağzına dökerek içmek de
doğru değildir. Kibir alâmetidir.
Yirmisekizincisi: Cemiyyetle yemek yerken, korkunç
ve kederli şeyleri söylemek de mekruhdur. Sükut etmek
de caiz değildir. Belki tatlı sözlerle, insanların irşadına yarar
sohbetler taamın adabındandır.
Yirmidokuzuncusu: Sofrada bulundurulması lâzım
olan tuzu, ekmeğin üzerine koymak veyâ ekmeği, yemek
sahanının altına koymak da mekruhdur. Çünkü ekmeğe
ikram ile memuruz. Bu haller ise ikrama uygun düşmez.
Otuzuncusu: Açlıkdan ölünceye kadar yemeyi ve içmeyi
kesmek günâh-ı kebâirdendir. Cum’aya ve cemaate gidemeyecek kadar zafiyet, de günah-ı kebâirdendir. Zira nefsini
Mü’minlere Va’zlar
466
tehlikeye ilkâ etmektir ki; bu da Allah'ü Teâlâ'nın emirlerine
muhalifdir. Nefsini helâkten kurtaracak kadar yemek içmek
farzdır. Namazı ayakta kılabilecek kadar yemek müstahabdır. "Mü’ min-i kavi, ehabbü ilallahi, minel mü’mini’z-zaifi"
Kuvvetli mü’min Allah'ü Teâlâ'ya, zaif olan mü’minden daha
sevgilidir. demekdir. "Nefsin senin bineğindir, ona rıfk ile
muamele eyle" lâkin ibâdet ve tâatden aciz kalmamak şartıyla,
nefsini aç bırakmak da, fazilet vardır.
Otuzbirincisi: Anasına ve babasına âsi olan yerde,
yemeyi ve içmeyi terk etmek günâh-ı kebâirdendir.
Mesela bir kişinin babası veya anası, evladım şunu ye,
şunu da iç dedikleri halde onları yememek ve içmemek
gibi. Zira anaya ve babaya şeriate muhalif olmayan yerlerde,
emirlerine itaat etmek ve hatta Üstazının ve şeyihinin ve
ülülemri olan büyüklerin, şer’a muhalif olmayan sözlerini
dinlemek, lâzımken, böyle yemek ve içmek gibi şeyleri, velevki
tok olsa dahi, teberrüken emirlerine imtisalen biraz olsun
yiyerek onları memnun etmek, insanlık, İslâmlık ve evladlık
vazifelerindendir.
Mehmed Zahid Kotku
467
FERCİN ÂFATLARI
Fercin yukarıda zikr olunanlardan, yani kebâir ve segairden
mâada on afatı vardır. Cümlesi segairdendir.
Birincisi: Hayız ve loğusa olduğu zaman da zevcesinden
gömlek altından menfeatlenmek, yani cinsi muamelede
bulunmak haramdır.
Çünkü hiç bir erkeğin hanımına bu hallerde yakın olması
caiz değildir.
Yalnız böyle zamanlarda nefsine hakim olamayanların,
ancak gömlek üzerinden faydalanması caizdir. Veya göbekden
yukarı ve dizden aşağı olan mahallerden de istifade edilirse
de, göbekden aşağı ve dizden yukarı mahallerden istifade caiz
değildir. Çünkü buraları yasak mevzilerdir. Onlara yaklaşmak
caiz olmaz.
İkincisi: Cimâa tehammülü olmayan küçük hanımına
cimâ etmek de haramdır. Cimâ sebebiyle hasta olacak
hanımına da cimâ yine haramdır. Tabii bu hanımına karşı
merhametsizlik olur. Halbuki mü’minin sıfatlarındandır ki,
"İman cihetinden ekmel olan mü’min, huy ve ahlâk cihetinden en güzel olan ve ehl-i iyalına lutf ile rıfk ile muamele
edendir" buyurulmuşdur.
Üçüncüsü: Kazâ-ı hâcet zamanında aya veyâ güneşe
karşı ve hatta kıbleye, karşı yüzünü çevirip oturmak günahdır. Fakat bir hail olursa, bulut ve duvar gibi, o zaman
günah olmaz demişlerdir.
Dördüncüsü: İstibrâ etmeksizin aldığı cariyeye cimâ’
etmek câiz değildir. Hatta öpmek ve yapışmak da caiz değildir. İnsanın yeniden aldığı kadın köleye cariye derler. Buna
Mü’minlere Va’zlar
468
bir ay, bir hayız görünceye kadar, yakın olmak caiz değildir.
Yani rahımde çocuk olup olmadığını anlamak içindir.
Beşincisi: Kıymetli şeyleri taharet bezi olarak kullanmak ve onlarla taharetlenmek câiz değildir.
Günahdır. Mesela kıymetli mendil, havlu, çevre gibi şeylerle
istinca caiz olmadığı gibi, pamuk gibi şeylerle de caiz değildir.
Yenilen ve giyilmesi lâzım olan şeylerle, ve mak ‘ada zarar verebilecek kemik, kamış, billur, kömür, desti kırıkları gibi şeylerle
de istinca caiz değildir. Kemik, hayvan tersi, hayvan yiyeceği
olan ot ve ağaç yapraklarıyla da, istinca caiz değildir. "Tezek
ve kemiklerle istinca etmeyiniz. Zira bunlar kardaşınız olan
cinlerin gıdasıdır" buyurulmuşdur. Bundan başka, başkasının
suyu ile, bezi ile, taşı ile de istinca caiz olmaz.
Altıncısı: Muktedir olduğu halde zevcesiyle cinsi
muâmelede bulunmamak veyâ nâdir olarak bulunmak
günahdır, câiz değildir.
Bunun kesreti de matlub değildir. "Muhakkak senin cesedinin senin üzerinde bir hakkı vardır." Hanımının da senin
üzerinde bir hakkı vardır. Ziyaretcilerin de senin üzerinde bir
hakkı vardır. Bu haklara riayet hepimizin başlıca vazifelerimizdendir. Malum cesed, bir bineğe benzer. Ona bakılmazsa zaif
düşer, seni taşıyamaz ve senin işlerini göremez. Binaenaleyh
vücudumuza, sıhhatimize, onu ırfâne yetiştirecek şekilde tahsiline, riayet etmek mecburiyetindeyiz. Sonra hayvanlardan
aşağı duruma düşeriz.
Halbuki insan, cesediyle insan değildir. Belki ruhuyla
insandır. Ruhen tekemmül etmemiş ve kalbleri cilalanmamış
olan kimselerin cesedleri, sıhhatleri ne kadar güzel olursa olsun
insanlıkdan mahrumdur. İnsanlık en büyük bir şeref ve devlettir.
Mehmed Zahid Kotku
469
Onu yazık etmek kadar acı birşey olamaz. Sizin çok kıymetli
birşeyiniz zayi olsa, Allah esirgesin eviniz yansa, dükkanınız
yansa, vapurunuz batsa, daha neler neler, fakat bir zaman sonra
bakarsınız ki, Allahü Teâlânın verdiği kuvvet ve kudretle hepsi
telafi olmuş belki daha iyisine nail olmuşsunuzdur. Fakat insanlık
hiç de böyle değildir. Onun zıya’ı ölüm demekdir. İş ölümle de
bitmez. Ondan sonraki sorgu ve hesab daha korkunç ve daha
acıdır. Zira Hak (Sübhanehu ve Teâlâ) hazretleri bizlere verdiği
bu kuvvet ve kudreti, bilgileri ve servetleri nereden kazanıp,
nereye harcadığımızın hesabını vermeden kimse yerinden kımıldamayacakdır. Onun içindir ki, kalaysız kaplardan yenen
nefis yemekleri yiyenler için, nasıl zehir olup onları zehirliyorsa,
gönülleri cilalanmamış insanlardan da istifade edilemez. Belki
kalaysız kaptan yiyip zehirlenenler gibi. Bu gibi insanların
beşeriyete zararlı oldukları işte bugünde hepimizin gözleri
önündedir. Solcu ve anarşistler de bunların birer nümunesidir.
Çünkü devlete itaatsizlik büyük günahlardandır. İnsan Allah’dan
korkmadıkça, büyüklerine karşı saygısı ve sevgisi olmadıkça,
nasıl insan olacaktır. İnsan bir çok hünerlerin sahibi olabilir,
göklere de çıkar, aya da gider. Bunların hepsi ilmin çerçevesi
içindedir ve o ilmi veren de Allahdır. İnsanlık ise bunların çok
üstündedir. Arıya bir baksana, ne güzel bal yapar. Daha bu
kadar güzel bir balı Avrupalı henüz yapamamışdır. Şimdi arı
bu kadar güzel bal yapıyor diye başımıza taç mı yapalım. Arı
yine arıdır. Yine uçan bir hayvandır . Yani yine hayvan oğlu
hayvandır, vesselam. Bal yapmakla hayvanlıkdan çıkmamıştır
ve çıkamazda. Şimdi sen Avrupalının bu kadar sanatına hayran
olubta, ona kıymet ve paye vermeye kalkma, o yine gavur oğlu
gavurdur. Yani mahlukatın en aşağısı, en fenası ve en şerlisidir.
(Lem yekün suresini iyi oku)
Mü’minlere Va’zlar
470
Yedincisi: Zevcesinin izni olmaksızın cimâ esnasında
meninin inzâl vuku’ bulacağı sırada, menisini zevcesinin
rahmine dökmeyip, dışarıya dökmesidir ki; günahdır.
Sözde çocuk olmasın diye yaparlar bunu. Eğer her meniden
çocuk olsaydı dünya almazdı. O bir takdir-i Hudadır. O zaman münasebat-i cinsiyye, ancak şehvani ve hayvani arzulara
dayanır ki, bu da müslümanlıkda makbul birşey değildir.
Sekizincisi: İhtiyarlık ve hastalık gibi özrü olmayanların, sünneti terk etmesi günahdır. Kadınların da sünnet
oldukları Arabistan beldeleri gibi bir yerde olurlarsa, onların
da sünnet olması lâzımdır. Zira beş şey vardır ki fıtratdandır.
Sünnet olmak, avret yerlerini tıraş etmek, bıyıkları kesmek,
tırnakları kesmek, koltuk altlarını yolmakdır. Bu beş şey
fıtrat-i İslâmiyyedendir.
Dokuzuncusu: Mescid ve musallâya yakın olan yerlere
bevl etmek (işemek) günahtır.
Şerefi olan her mekana ve insana, daima lâzım olan
mahallere, bevl etmek de böyledir. Mesela; insanların oturup
dinleneceği yerlere, gölgeliklere, ağaç altlarına, işemek de böyledir. Kuyu ve çeşme kenarlarına bevl etmek de böyledir. Fare,
yılan deliğine, karınca yuvasına, rüzgara karşı ve kabristanda
bevl etmek, yol kenarına ve çadır civarına gerek işemek ve
abdest etmek de caiz değildir.
Mehmed Zahid Kotku
471
AYAKLARIN AFÂTI
Ayakların afâtı, yukarıda zikr olunanlardan maada onbeşdir. Bunlar günah-ı seğairlerdendir.
Birincisi: Ma’sıyet meclislerine gitmek günahdır. İsterse
o ma’sıyeti işlesin, isterse işleyenlere bakmak için gitmiş olsun.
Mesela kahvehanelerde oynanan iskambil ve sair oyunları,
ister oynasın ister onları seyr etsin birdir. Deniz kıyıları da
böyledir. Velhasıl ma’sıyet olunan yerlere gitmek günahdır.
Ma’sıyet işlerse o da ayrıca günahdır.
İkincisi: Ana babasının izni olmaksızın cihâda gitmek
câiz değildir.
Velevki anası ve babası kâfir olsalar dahi. Çünkü ana ve
baba hakları çok büyükdür. Onların izni olmadan düşman
ile harbe gitmek bile caiz değildir. Haramdır. Artık çocuklar
iyi düşünsünler. Ana ve babanın hizmete ihtiyaçları olduğu
zaman, oğullarının onları bırakıp hacca gitmelerine bile ruhsat
yokdur. Eğer hizmete ihtiyaçları yoksa o zaman serbestdirler.
Zira "Ana ve babanın veya herhangi bir adamın evladına
merhamet nazarıyla bakması, onun için makbul bir hac sevabı
vardır" demişler. Şimdi sen olda ana ve babana karşı ne kadar
saygılı olmanın lâzım geldiğini iyi belle.
Üçüncüsü: Tehlikesi olan yola gitmek günahdır. Fırtınalı günlerde ufak gemilerle veya kayıklarla denize açılmak,
yakın da olsa bir yere gitmek, eşkıyanın bulunduğu yollara,
canavarların bulunduğu mahallere gitmekte böylece günahdır.
Çünkü bunlarda her zaman için tehlike vardır. Cenâbı Hak
da tehlikelerden kendimizi korumayı emretmişdir.
Dördüncüsü: Tâun, vebâ ve sâir bulaşıcı hastalıkların
bulunduğu yerlere girmek veyâ oralardan çıkmak (Kaç-
Mü’minlere Va’zlar
472
mak) câiz değildir. Bunlardan Peygamberimiz (sallallahü
aleyhi ve sellem) efendimiz hazretleri bizleri men’ etmişdir.
Yalnız düşmandan veya korkulu vak’alardan naşi oralara iltica etmek caizdir. Ve bir de kemal-i İslâmiyete ulaşmış ehl-i
yakın ki, eşyada müessir ancak kadir-i mutlak hazretleridir
diye inananlar, girip çıkmakda müstesnadırlar.
Beşincisi: Da’vetsiz ziyâfetlere gitmek câiz değildir.
Günahdır.
Da’vetsiz meyyitin vasıyyetine gitmek de böyledir. Ve yine
meyyitin iskat-i salat için ölünün akrabası değilse da’vetsiz
gitmek caiz değildir. Çünkü böyle da’vetsiz yemeklere gidenler
hakkında "hırsız olarak girmiş ve yağmacı olarak çıkan kimse
gibidir" buyurulmuş ki, bir nevi’ haram demekdir. Ve bu hal
şerefsiz kimselerin halidir.
Uyku halinde veya uyanık iken ayaklarını kıbleye ve
Mushaf-ı Şerife karşı uzatmak günahdır. Şer’an ta’zımi üzerimize borç olan bu gibi şeylere hürmetsizIik elbette caiz olmaz.
Ve bunlara hürmet nisbetinde feyizyab olunur.
Altıncısı: Zaruret olmadıkça mezarlıkda yürümek
günahdır. Yalnız Kuran okumak ve Sure-i Tekasürü okumak
suretiyle yürümek caizdir demişler. "Bir adamın ateş üzerine
oturup üstünün yanması daha hayırlıdır, kabir üzerine oturmakdan" buyurulmuşdur. Heybe içinde kitab varken hayvanın
üzerine binmek caiz olduğu gibi, alt katta mushaflar varken
üst katta oturmak da caizdir.
Yedincisi: İster mahremi, ister yabancı, kadınlar arasından geçmek de günahdır.
Zira ResuluIlah (sallallahu aleyhi ve sellem) efendimiz
men’ buyurmuşlardır. Tabiatin fesâdına unutkanlık ârız olur.
Mehmed Zahid Kotku
473
Şehvetin ziyadeleşmesine sebeb olur. Daha başka mazarratları
da vardır.
Sekizincisi: Kadınların cenâzeye tabi’ olması, yani
cenâzeyle birlikte gitmesi, az bir mikdar olsa dahi günahdır, caiz değildir.
Kadınların kabir ziyaretine gitmeleri de caiz değildir. Bunlar hakkında la’net vuku’ bulmuşdur. Bazı âlimler erkeklerle
karışma ve tehlike olmadığı hallerde cevaz vermişlerdir.
Dokuzuncusu: Kabristana gidip kabir üstünde oturmak günahdır.
Kabrin üzerinde gezmek gibi, isterse bu kimse kabristana
veya türbelere bakanlardan olsun. Hem orada yatan mevtaya
ve hem de oturana eza edilmiş olur.
Onuncusu: Bir insanın seferden geldiği zaman ev
halkına haber vermeden ansızın eve girmesi günahdır.
Bir müjdeci veya başka birşeyle haber vermek adabdandır. Ve
efendimiz hazretlerinin emridir. Kadın kendini toplar, taranır,
efendi de buna göre temizlenip gelir ve Allahü Teâlâdan o
gece hayırlı evlad isterler.
Onbirincisi: Gündelikci veyâ aylıkcı kimsenin, işinde
devamlı surette çalışmayıp oturması câiz değildir, günahdır.
Yalnız namaz vakitlerinde, namaz kılacak kadar bir zaman
işini bırakabilir . Sair zamanlarda işine devam etmemesi, ücretin
kendisine helal olmamasına sebeptir, demişlerdir.
Onikincisi: Evinin iç işlerini ve hizmetlerini hanımefendinin görmemesi ve yapmaması da günahdır.
Güzel geçim, erkeklerin dışarı işlerinde çalışıp, maışetlerini temin etmesi nasıl vazıfesi ise, hanımefendilerin de evin
Mü’minlere Va’zlar
474
iç işlerinde, temizlik, dikiş, yama, çocuklara bakma, yemek
pişirme, çamaşır yıkama gibi işleri yapmaları ile güzel geçim
hasıl olur. Beyefendi evin ihtiyacını yetiştiremezse, hanımefendi
de evin iç işlerini ihmal eder, gezme veya başka lüzumsuz
şeylerle meşgul olursa, elbette orada güzel geçim denilen şey
bulunamaz. Ve bundan her ikisi de mes’ul olurlar.
Mehmed Zahid Kotku
475
BÜTÜN BEDENİN ÂFATI
Bütün bedenin afatı yukarıda zikr olunanlardan başka
kebâir ve segair ve mekruh olmak üzere 174 adettir.
Birincisi: Kölelerin ve câriyel’erin isyân olmayan
yerlerde ve işlerde, efendilerine itâat etmemeleri günâh-ı
kebâirdendir.
İkincisi: Kâfir ve zimmi dahi olsa komşusuna eziyet
haramdır. Ve günah-ı kebâirdendir. Komşunun hanımına
bakmak, komşuya zarar verecek derecede binasını yükseltmek
gibi. Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurmuşlar ki,
"Allah'a kasem ederim ki; Mü’min değildir. Allaha kasem
ederim ki; mü’min değildir." Eshab-ı kiram hazretleri.
Kimdir o ya Resulallah, cevaben Resûlullah efendimiz,
"şol kimsedirki, komşusu onun şerrinden emin olmaz". Bu
ders hepimize büyük, hemde çok büyük bir dersdir. Komşu
ile güzel geçinmek hem insanlık, hem de müslümanlık bakımından çok lüzumludur. Komşu icabında akrabadan daha
yakın olur. Mesela akrabalarınız var amma herbiri bir yerde,
her nevi hastalık, felaket, yangın, ölüm hallerinde, imdada
yetişen en evvel komşudur. Büyüklerimiz bizlere nümüne
olarak komşularına, hıristiyan dahi olsalar bile yine haklarına
çok riayetkar olmuşlardır. Mesela hazreti Hasan veya Hüseyin
(radıyallahü anhüma) efendilerimizin evinden, Yahudi komşusunun lağımı geçiyormuş, birgün lağım patlamış, Yahudi
komşuda ziyarete gelmiş, pis kokuyu duyup.
— Niçin bana haber vermediniz? deyince.
— Ceddim bana komşuya eza etmemekle beraber
komşunun ezasına tehammül eylememi emr etmişdir. Bunu
duyan Yahudi hemen müslüman olmuşdur. Biz ise bütün
gün komşularla kavga edersek hiç yakışır mı? Komşu belki
Mü’minlere Va’zlar
476
fenadır amma Yahudiden de fena değildir ya. Sabrın sonu
selametdir, vesselam.
Üçüncüsü: Kasden, bile bile, namazı terk etmek
günâh-ı kebâirdendir.
Unutsa veya uykudan uyanamasa veya ima ile kılacak
kadar kudreti olmasa o zaman mazur sayılır. Çünkü "Bilerek
bir vakit namazın terki, açık bir küfürdür" "Kul ile şirkin
arasında alamet, namazın terkidir. Herkim kasden, bilerek
namazı terk ederse, muhakkak şirk etmiş olur." Namazı terk
ile kılmaya, kılmaya bu hal onu küfre kadar götürür ve küfre
yakın kılar. Onun için günah-ı kebâirdendir.
Dördüncüsü: Namazı kılmamak nasıl günah-ı kebâir
ise, abdest almamak da ayrıca günah-ı kebâirdir. Hemde
abdest a’zalarını güzelce yıkamak şarttır. Buna riayet etmez ve
abdest a’zaları kuru kalırsa, bu da ayrıca günahdır.
Beşincisi: Guslü terk etmek günah-ı kebiredir. Kadın,
erkek cünüb olan kimsenin vücudunun hiç bir yerinde kıl
kadar kuru yer kalmamak şartıyla usulü vechile gusl etmek
vacibdir. Hemde gusl ederken avret yerlerini kimseye göstermemeye çok dikkat etmelidir. Avret yerlerini göstermek, o
da ayrıca günahdır. Sonra yalnız su dökünmek kâfi gelmez.
Herhalde birde vücudunu ovalamak lâzımdır. Zira her kılın
dibinde cenâbet vardır. Onun için bütün vücudu ovalayarak
yıkamalı ve hiç bir kuru yer bırakmamalıdır. Kulakların içlerine
ve göbek çukurunun içine su vermekde dikkatli olmalıdır.
Altıncısı: Yabancı bir kadına eliyle temas etmek günah-ı,
kebâirdendir.
Gerek şehvetle olsun gerek şehvetsiz, o hatun ister genç,
ister yaşlı olsun yine haramdır. Zira bir tarafta şehvet bulunursa
Mehmed Zahid Kotku
477
hürmet-i müsahereyi mucib olur. Musahere diye akraba olmak,
hısımi olmak, damad olmak, güveyi olmak, gibi şeylerdir ki,
bunlara mani’ olur demekdir. Hem de hakkı olmadan bir
kadının elini tutmak, kıyamet gününde avucunun içine bir
ateş parçası konulmasına sebebdir. Bu yüzden bütün mahlukat
içinde rezil ve rüsva olur.
Yedincisi: Fâsid bir alışverişle aldığı evde veyâ zorla
zabt edib oturduğu binâda oturmak haramdır.
Kiracı ise zorla kirasını vermeden veya artırmadan, ev
sahibinin rızası olmadan oturmak günah-ı kebâirdendir.
"Herkim bir karış yeri zulmen ele geçirirse kıyamet gününde
o yer onun boynuna takılır yedi kat yerin dibine kadar" yani
hemen o aldığı yer değil belki o yerin yedi kat altına kadar
hepisi onun boynuna takılırda çek bakalım azabını derler.
Buna göre, evleri gasb edib oturanların vay haline. Tabii
dükkanlarda böyle, artık halleri nasıl olur bilmem?
Sekizincisi: Karı ve kocanın hukuk-u zevciyyete riâyet
etmemeleri günahdır.
Erkeğin vazıfesi, evinin ve çocuklarının ihtiyaçlarını te’min
etmesi, vaktinde evine gelip çoluk çocuğuyla birlikde yemekte
bulunması ve çocuklarının tahsil ve terbiyeleriyle alâkadar
olmasıdır. Buna mukabil hanımefendi de evinin temizliği,
çamaşırı, yemeği ve bütün ev işlerinde vazifesini yapması ve
beyinden izinsiz evden çıkmaması, hatta izinsiz nafile oruç
tutmaması bile kocanın haklarındandır. Abdest, gusül, namaz
ve oruca müteallık mes’eleleri öğrenip hanımına öğretmesi de
kocanın vazifelerindendir.
Dokuzuncusu: Kölesi ve câriyesi hakkında kötü huyluluk edib, onlara ezâ ve cefâ etmek günahdır.
Mü’minlere Va’zlar
478
Onuncusu: Kötü kimselerle arkadaş olmak ve bunlarla, velevki az bir zaman dahi olsa bir yerde oturmak
günahdır.
Zira insan ma’siyete ve haramlara böyle sürüklenir.
Bunlar zikrullah ve ibâdetden de alıkoyarlar ve fenalıklara
teşvik ederler. İyi insanlarla oturmanın misali, misk kokusu
satan kimselerin dükkanına girenler gibidir ki, oranın güzel
kokularından istifade ederler. Kötü insanlarla oturanların
misali de, demirci dükkanına girenler gibidir ki, oranın
pis havasını alırlar ve belkide, kıvılcımlar üzerlerine isabet
etmek suretiyle üstlerini de yakmış olurlar. Tabii bu misaldır,
fakat hakikat bugün herkesin gözü önündedir ve her kişi
dostunun dini üzerindedir. Bu ne kadar güzel bir düsturdur.
Yine kişi sevdiğiyle haşr olunacakdır ve yine kişi kendisini
kime benzetiyorsa; ondandır. Öyle ise; bize düşen, kimlerle
dost, ahbab, kardaş olduğumuza dikkatle bakmamız lâzımdır.
Çünkü o kimselerle haşir, neşir olacağımız anlaşılmaktadır. Bu kimseler ki; imanları vardır fakat amelleri yokdur,
ahlâkları çirkindir. Belki içki içerler veya kumar oynarlar veya
faizden korkmazlar, belki zina da ederler. Bu gibi kimselerle
dostluk bizlere yakışmazsa, dinsizlerle, masonlarla, sol fikirli
anarşistlerle dostluk ne kadar doğru olur bilmem? Bunun
takdirini siz okuyucu kardeşlerime bırakırım. Bir de insan,
oğlunu everirken veya kızını gelin ederken, kime verdiğine
dikkat etmesi lâzım değil mi? Hemen yüksek tahsillidir veya
fabrikası vardır, apartman müteahhididir, diye bir ahlâksıza
veya bir dinsize kız vermek veya kızını almak doğru mudur?
ve şer’an caizmidir? İyi düşünmeli. Evet hıristiyan, yahudi
kızlarını almak caiz olduğundan, büyüklerden çok kimseler
almışlardır. Zira bir peygambere, bir kitaba ve bir Allaha
-yanlış da olsa- imanları vardır. Fakat biz onlara kızlarımızı
katiyyen veremeyiz. Çünkü onlar bizim Peygamberimize
Mehmed Zahid Kotku
479
iman etmiş değillerdir. Biz alırız, çünkü bütün peygamberlere imanımız vardır. Cenâb-ı Hak cümlemize Hak yolunu
ve doğruyu göstersin ve o yolda daim ve sabit kılsın amin.
Bunların altında dünya sevgisi yatar. Bunlar da insanları
kendilerine çekecek çok yol vardır. İnsan ise tabii olarak
dünya hayatını sever. Onun için birgün bakarsın sen de
olmuşsun, vesselam.
Onbirincisi: Başkasının yerine oturmak ve iki kişinin
arasına girip oturmak günahdır. Mesela bir adam oturduğu
yerden kalkıp gitse, eğer tekrar gelecekse oraya başkasının
hemen oturması caiz değildir. Başka oturulacak yer varken iki
kimse arasına girip oturmak da böylece caiz değildir. Böyle
hareket ahlâk-ı İslâmiyeye muğayirdir.
Onikincisi: Rüku edercesine eğilib selam vermek
veyâ selam almak da câiz değil günahdır. Eğer şerrinden
korkulur bir kimse ise, birazıcık eğilmeye müsaade edenler
de olmuşsada, ehl-i takvaya hiç de yaraşmayacağı cümlece
ma’lumdur.
Onüçüncüsü: Gerek nazardan korunmak ve gerekse
kocalarının muhabbetini celb için kadınların boyunlarına
takdıkları boncuk nev’inden olan şeylere (Temime) derler
ki, böyle sihir nev’inden olan şeyler ve erkeklerin kollarına
vücudlarına yaptırdıkları döğme denilen, iğne ile delip kan
çıkardıkları ve üzerine boya nev’inden birşey dökerek orada
yapılan resim baki kalır; kurt dişi, çaylak tırnağı, çitlenbik
ağacı çatalı, gibi güyâ nazar için çocukların başlarına takılan
şeylere de yine (Temime) denir ki; hepsi de câiz değildir,
haramdır.
Onbeşincisi: Hayvan üzerinde iken uzun boylu durup
konuşmak veyâ uzun yoldan sonra hayvanı dinlendirmek
Mü’minlere Va’zlar
480
için üstünden inmek lâzımken, inmemesi de günahdır.
Çünkü hayvana acımamak merhametsizlikden ileri gelir.
Onaltıncısı: İki üç ve daha ziyade kimselerle yolculuk
yapıldığı zaman, hemen içlerinden birini (emir) seçerler.
Ve herkes ona uyar. Namazlarını da o kıldırır. Her işlerini onun izniyle yaparlar. Emirden izinsiz iş yapmak,
haramdır. Bu hususda Nebiyy-i zişan efendimizin de emirleri
vardır. Binaenaleyh hem ev içinde hem de ev haricinde buna
dikkat edilmesi pek makbul olur. Evlerdeki geçimsizliğin başı,
bu emre uyulmadığından ve herkesin kendi başına buyruk
olduğundan naşidir.
Onyedincisi: Yanında borcunu ödeyecek kadar parası
olduğu ve alacaklısı da istediği halde borcunu vermemek
günahtır.
Ve buna "matlu’l-ğaniyy" derler. Bu tabiatiyle alacaklıya
karşı bir zulüm ve bir de ahlâksızlıktır. Herkesin birbirine
ı’timadını ğayb etmesine sebeb olur, ahenk bozulur. Buna
sebeb olanlar da günaha girerler.
Onsekizincisi: Düğün yemeğini terk etmek günahdır.
Evlenenlerin, velev bir koyun kesmek suretiyle dostlarını
çağırıb zıyafet yapması Peygamberin de emridir. İmkânı
olanların bunu yapmaları gerekdir. Halbuki düğünlerde
ne fuzuli masraflar olurda, ona katlanılır. Fakat bir koyun
kesip ziyafet yapması zor gelir. Gelini alıp hemen bal ayı
deyip kaçarlar ki; bu da çok ayıptır, ve günahdır. İnsan o
mübarek günlerini otellerde geçirsin, ne kadar çirkin bir
hareketdir.
Ondokuzuncusu: Namazda ta’dil-i erkânı terk etmek
de günahdır.Vâciblerden birinin terki yine günahdır.
Mehmed Zahid Kotku
481
T’adil-i erkân, namazın rüku ve sucudlarını acele edilmemesi, ve hatta Kura’nın acele ile okunmaması, namazın
erkanıdır. Bunun aksini yapmak caiz değildir. Rüku güzelce
yapmak ve hiç olmazsa üç kere (sübhanerabbiyelazim)
demek ve sonra rüku’dan kalkıp hemen secdeye gitmeden
hiç olmazsa bir kere (sübhanerabbiyelazim) diyecek kadar
ayakta durmak efdal ise de, rüku de okuduğu kadar yani üç
kere (sübhanerabbiyelazim) diyecek kadar ayakta durmak
ki, buna (Kavme veya kıyam) derler, efdaldır. İşte bunları
terk etmek namaza hürmetsizlikdir. Ve günahdır. Namaz
ne kadar ağır ve huşu ile kılınırsa o kadar sevabı ve fazileti
çok olacağında şüphe yoktur.
Yirmincisi: Özürsüz yani hastalığı falan yokken yüzü
üstüne yatmak, uyumak câiz değildir. Arka üstü yatmak
Peygamberin ahlâkı, sağ veya sol tarafa yatmak da mu’minlerin
hali, yüz üstü yatmaksa kuffara aittir. Ve mezmumdur. Ebu
Zer hazretleri der ki;
- Ben karnımın üstüne yatmıştım, Resulü Ekrem (sallallahü
Teâlâ aleyhi ve sellem) hazretleri beni gördüler. Ve bana,
(Ya Cüneyd-i, Bu yatış ehl-i cehennemin yatışıdır) buyurdular. Bu haber bizlere böyle yüzüstü yatmanın doğru
olmadığını bildirmektedir.
Yirmibirincisi: Cemâatle kılınan namazlarda safları
düzeltmemek ve safların arasında açık yer bırakmak
günahdır.
Namazda safların doğruluğu kalbIerin doğruluğuna ve
bilakis safların eğri büğrü olması da, cemaatin kalblerinin
bozukluğuna delalet eder. Ve bir de saflarda açık yer varsa
geride kalanlardan birinin orayı doldurması lâzımdır. Safların
bozukluğu kalblerin ihtilafına sebep olur. Ve muhakkak Al-
Mü’minlere Va’zlar
482
lahü Teâlâ hazretleri ve melekleri saflar arasındaki boşlukları
dolduranlara duâ eder ve rahmet-i ilahiyeye mazhar olurlar.
Yirmikincisi: Cemaatle namaz kılarken imama muhalefet edip, ondan evvel rüku’a gitmek ve ondan evvel
rüku’dan kalkmak, kezâlik secdeye de ondan evvel gidip,
önce kalkmak gibi şeyleri yapmak günahdır.
İlk tekbiri alırken (Allahü ekber) lafz-ı celilinin (r) harfini
imamdan evvel söylese bu adamın imama uyması sahih olmaz
demişlerdir. İmamdan evvel rüku eden veya imamdan evvel
secdeden başını kaldıran kimsenin tekrar rüku ve sücuda
dönmesi lâzımdır. Çünkü namazda imama uymak vacibdir.
Bunun aksini yapanlar imama muhalefet etmiş sayılırlar. Binaenaleyh imamdan evvel başlarını kaldıranların, başlarının
köpek başına çevrilmesinden korkulur ve bundan emin de
olamazlar. Bu namazlar esâsen kabul olunsa dahi, ekseri ulema
bu namazların iadesi tarafına gitmişlerdir. Fakat cemaatin tekbiri
imamın tekbirinden sonra olmasına çok dikkat lâzımdır.
Yirmiüçüncüsü: Üzerlerinde farz namaz,oruc, hac ve
zekât gibi borçlar varsa, onları ödememek ve kazâ etmemek günahdır.
Ve bunların sayısını bilmezse tahminen “şu kadar sene
veya şu kadar gün” diye ve tertibe de riayetle “en evvel üzerinde kalan” mesela “sabah namazının farzına, sonra en evvel
üzerimde kalan öğle, ikindi, akşam, yatsı ve vitir namazlarının
kazasına” niyet edip kılarak, bir günlük borcunu ödemiş olur.
Sünnetler kaza edilmez. (Üç şeyin eda ve muhafazasına riayet
edenler, Allahü Teâlânın hakikaten hak velisi olup, bunları terk
edenler de yine Cenâb-ı Hakkın hakiki düşmanı addedilmişdir. Bu üç şey de: Namaz, oruc ve cünüblükden gusüldür.)
Mehmed Zahid Kotku
483
"Herkim herhangi bir sebeble namazı unutup kılamadıysa
veya uyuyup kaldıysa, aklına gelince hemen kılsın, bu da
onun kefaretidir." Binaenaleyh namaz ve oruç pek mühim
bir erkandır. Eda edenlerin dünya ve ahirette pek büyük
ni’metlere nail olacaklarından hiç şüphe olmadığı gibi, vaktinde eda edemiyenler ve kazasına da müvaffak olamayanlar
ise, dünya ve ahiret hüsranına müstehak olurlar. Allahü Teâlâ
hazretleri cümlemizin muini olsun, amin.
Yirmidördüncüsü: Nezirlerini yapmamak günahdır.
Mesela “şu işim olursa fukaraya şunları vereyim, bir kurban keseyim, şu kadar oruç tutayım”, gibi nezirleri mümkün
olduğu halde yapmamak günahdır. Hem sözünde durmamış
olur hem de va’dinde. Cenâb-ı Hak da ahdinizi ve nezirlerinizi
yapmayı emr eder.
Yirmibeşincisi: Ramazan bayramından evvel verdiğimiz,
gerek kendimiz ve gerekse çocuklarımız için, sadaka-i fitri
terk etmek günahdır.
Hatta hizmetkârları, köleleri için de vermek lâzımdır. O
köle kâfir dahi olsa demişlerdir. Sadaka-i fitir vacibdir. Vacibi
terk elbette günahdır. "Sadaka-i fitir her, hür ve köleden,
büyük ve küçük, Yahudi ve Nasrani dahi olsalar veya Mecusi
de olsalar, buğdaydan yarım sağ, hurma ve arpadan bir sağ"
verilmesi emr olunmuştur .
Yirmialtıncısı: Kurban bayramı günü mali kudreti
olduğu halde kurbanını kesmemek de günahdır.
Vakti olanın çocukları için de kesmemesi günahdır demişlerdir. Kadınlara da vakitleri yani mâli durumları müsaid
ise kurban vacibdir. Bu kurbanlar hem Sırat köprüsünden
geçmemize ve hem de kurtulmamıza sebeb olur. Hem de
Mü’minlere Va’zlar
484
fukara ve ev halkı sevinirler. Bu sürûr da insana yeter ve artar.
Allahü Teâlâ hazretleri cümlemizi hayırlı amellere muvaffak
kılsın, amin.
Yirmiyedincisi: Bir adam birşey üzerine yemin etsede
sonra yapsa, ol kimseye yemin kefâreti lâzım geldiği gibi,
hatâ ile bir adamı öldürse, ölenin veresesine vereceği diyetden başka, yaptığı katlin kefâreti icâb eder.
Hanımının bir uzvunu anasının veya kız kardeşinin bir
uzvuna benzetse (zıhar) denilen kefâret lâzım gelir. Ramazan
ayında kasten orucunu yerse, buna da kefaret lâzım gelir. Yemin kefâreti, on fukarayı doyurmak veya arka arkaya üç gün
orucdur. (zıharın) ve orucun kefareti de; 60 gün birbiri arkasına
oruc tutmakdır. Oruç tutamazsa 60 fakire birer ramazan fitresi
verilir. İşte bunları yapmamak da ayrıca günahdır.
Yirmisekizincisi: Düşmanla muharebe olurken harbe
gitmemek de günahdır. Seferberlik i’lânında ise gitmemek günah-ı kebâirdendir. Ve katıyyen haramdır. Zira "bir
müddet harp saflarında düşmanla fisebilillah döğüşmek 60
senelik nafile ibâdetden hayırlıdır." buyurulmuştur. Halbuki
fisebilillah harbin çok nevi’leri vardır. Ve her zaman düşmanla
harp de olmaz. Halbuki biz heran ve saatde gerek nefsimizle
ve gerekse mensub olduğumuz cemiyet içerisinde, daimi bir
surette mücadele ve muharebe halindeyiz. Hatta evlerimiz içinde
yetiştirdiğimiz evladlarımız ve ailelerimizle de mücadelemiz
devam etmekde olduğunu unutmamak lâzımdır. Bunu ihmal
ettiğimiz gün mağlubiyetimizin tahakkuk ettiği gündür.
Yirmidokuzuncusu: Namaz kılmayan hâtunu evinde
saklamak, tutmak günahdır.
Mehmed Zahid Kotku
485
Zira namaz kılmayan hatun, ısrarla ma’sıyet içerisindedir. Halbuki böyle ma’sıyette muzır olanlarla görüşmek,
bir yerde bulunmak haram olduğu için, böyle günahkar bir
hatunla oturmakdaki günah da bundan ileri gelmektedir.
Çünkü amden, kasden, bile bile namazı terk etmek günah-ı
kebirdendir. Hatta daha ileri gidip küfürdür diyenler de
vardır. Binaenaleyh böyle tarik-i salat olan bir namazsızı ki,
adüvvallah olduğu biraz evvel beyan olunmuşdu, bunlarla
muaşeret etmek, gece gündüz onun yüzüne bakmak, musalli
bir mü’mine layık değildir. Hatta kefaretini verecek parası
olmasa dahi, Allahü Teâlânın rahmetine sığınarak borçlu
olmak daha evladır demişlerdir.
Otuzuncusu: Kur’ân, tefsir, hadis ve fıkıh kitablarını
yastık yapıp başının altına koymak günahdır. Yalnız hırsızdan
saklamak ve korumak için olursa beis yoktur, demişlerdir.
Otuzbirincisi: Bir adam kendi oynamadığı halde evinde
oyun aletlerini saklarsa günahtır. Ve haramdır. Oynarsa
ayrıca günahı vardır. Bu gibi çalgı ve oyun aletlerini almak ve
bunları öğrenmeye çalışmak, yasaktır. Bunların ticaretinde de
hayır yokdur. Ve parası da haramdır, buyurulmuşdur.
Otuzikincisi: Fırtınalı havalarda yüzme bilmeyenlerin
gezmek için kayığa veya ticaret için gemiye binip dışarılara
gitmesi câiz değildir. Lâkin cihâda, hac yoluna gemiye binip
gitmek caizdir demişlerdir.
Otuzüçüncüsü: Hevây-ı nefsi için kuş beslemek ve
onun ötüşüne ve seyrine bakıp, zevk almak, için kuşu
kafesde saklamak günahdır.
Tavuk, hindi veya kaz gibi hayvanları beslemek caizdir.
Hevay-ı nefse, zevka, şehvete müteallik bütün şeyler de böylece günahdır.
Mü’minlere Va’zlar
486
Otuzdördüncüsü: Bakkal, kasab, ekmekci, manav
gibi satıcı esnafa bir mikdar para verip, bilâhare onlardan
aldığı şeyleri, verdiği paradan keserek ödetmek suretiyle,
alış veriş câiz değildir.
Bir nevi’ faiz vardır. Ma’lum bunda iki taraf için de
menfeat vardır. "Her ödünç verilen şey bir menfeat temin
ediyorsa o faizdir" buyurulmuş. Sonra bunda ikinci bir zarar
da vardır, ki belki bu sefer fırsat elde olduğundan satacağı
malı değerinden fazlaya verir, ve deftere de istediği gibi yazar,
ve bir gün (alacağınız bitmişdir, efendim) der, siz de sesinizi
bile çıkaramazsınız.
Otuzbeşincisi: Zorla âharın malını a’lan kimseden
mal almak ve bu maldan menfeatlenmek ve ondan yemek
haramdır, günahtır, câiz değildir.
Zira iki tarafın rızası yokdur. Binaenaleyh bunu yemek
helal ve tiyb olmaz demişlerdir.
Otuzaltıncısı: Müsrif olan ve günahlara harcayacağı
yakinen bilinen kimseye sadaka vermek haramdır, câiz
değildir.
O sadaka, her ne kadar az olsa dahi yine caiz değildir
demişler. Çünkü sadaka, mesarif-i şeriyyesini tesviyeden aciz
olan fukaranın zaruretini gidermek için meşru’ kılınmışdır.
Yoksa ma’sıyete sarf edilmiş olur ki; bu Allahü Teâlâ'nın
emirlerine muhalifdir.
Otuzyedincisi: Câmi içlerinde sadaka vermek câiz
değildir.
Ancak mescidin bir kenarında oturmuş, fakr-ü zarureti
ma’lum kimselere sadaka vermekte beis yoktur demişler.
Otuzsekizincisi: Üzerinde Kur'andan yazı bulunan
eşyaya hürmet ve riâyet etmemek günahdır. Her nerede
Mehmed Zahid Kotku
487
olursa olsun yazılı birşeyi gördüklerinde ona hürmeten kaldırmak, ayak basmayacak bir yere koymak ve lâzım gelen
saygıyı göstermek müslümanlık vecibesidir.
Otuzdokuzuncusu: Vel-inetü: (îne): Bir zaruret sâhibinin,
varlıklı bir kimseden ödünç para istemesidir. O adama param
yok lakin şu malı sana satarım, sen de benden alırsın, sonra
aldığın malı bana tekrar istediğim fiata peşin parayla satar, sen
de böylece bana borçlu olursun” der. Mesela yüz kuruşa sattığı
malı o adamdan seksen kuruşa geri alır, bu suretle adam da
yüz kuruş borçlu kalır. Aradaki yirmi kuruş gizli faizdir. Bunun adını (îne) diyorlar, ki güya faiz almıyormuş, yaptığı alış
verişmiş, fakat bu halis fazidir ve buna hiyleli faiz demek doğru
olacak. Faizcilerin icad ettikleri bir hiyle yoludur. Onun için de
haramdır ve günahdır. Siz böyle hiyleli faiz yollarında kazanç
temin eder ve ziraat bahçelerini i’mar için öküzün kuyruğuna
yapışırda ziraate razi olur, cihâdı terk ederseniz. Allahü Teâlâ
da sizlere öyle bir zül verirki, dininize dönmedikce o zülden
kurtulamazsınız. Çalışmadan para kazanmak gayesiyle faizi icad
etmişlerdir. Bu yüzden memlekette her türlü sıkıntı ve pahalılık,
darlık husule gelmesine yegane sebeb faizdir. Zengin kazanır,
fakat sıkıntıyı fakir çeker, halk çeker, Mesela, yüz liraya alacağınız bir ayakkabıya faiz sebebiyle on veya yirmi liranın ilavesi
tabiidir. O zaman bu yirmi faizi siz ödeyorsunuz ve ayakkabıyı
yüzyirmi liraya alıyorsunuz. O halde faiz parası, parayı alandan
değil malı alandan çıkıyor. Ve bu suretle herşeyde o nisbette
pahalı oluyor. Onun için Cenâb-ı Hak faizi haram kılmıştır.
Kazancında hiç de hayır yoktur. Çünkü fukaranın hakkı geçmiştir, cezasını elbet bulacaktır.
Kırkıncısı: Yanlışlıkla başkasının malını kullanarak
faydalanmak haramdır, günahdır. Mesela: kendi tesbihi
Mü’minlere Va’zlar
488
zannıyla başkasının tesbihini veya mendilini veya ayakkabısını
veya elbisesini kullanmak caiz değildir. Sahibi ma’lum ise
hemen ona geri vermek vacibdir. Sahibi belli değilse o zaman
sokakda bulunan ğayıb olmuş mal gibi beytü’l-male teslim
olunur, kullanılamaz.
Kırkbirincisi: Kabristanda kandil yakmak haramdır
ve hem de israftır.
Bazı yol üzerlerinde bulunan kabristanlara kandil yakarlar,
ki oradan geçenler bu ışıkdan faydalansınlar diye. Fakat bugün her yer elektirik ışığı ile aydınlıktır, artık mum yakmak
iki katlı haramdır. Kabristanlarda, türbelerde namaz kılmak
da mekruhtur. Ehlullah ve ulemanın kabirlerinde kandil
yakmak caizdir.
Kırkikincisi: Bir kimsenin bağışladığı hibeden dönmesi câiz değildir.
İki taraf razı olursa beis yokdur. Veya hakim hükm ederse
caizdir. Bu ehl-i takvaya yakışmaz ve caiz de değildir, fakat
ehl-i fetvâ caizdir demişler.
Kırküçüncüsü: Yol üstünde oturmak câiz değildir.
Zira yollar umumun istifadesi için açılmışdır. Oturmak caiz
olmazsa, oralara dükkan yapıp herkesi müşkülata düşürmek
hiç caiz olurmu?
Kırkdördüncüsü: Esnerken ağzı açmak câiz değildir.
Eğer namazda esnerse sağ eliyle ağzını kapar, namaz haricinde
ise sol eliyle ağzını kapamak gerekdir.
Kırkbeşincisi: Güneşde veyâ vücudunun yarısı güneş
yarısı gölge arasında oturmak, câiz değildir.
Kırkaltıncısı: Zikir, ilim veyâ taâm halkalarının ortasına girip oturmak da câiz değildir.
Mehmed Zahid Kotku
489
Kırkyedincisi: Bıyıklarını “bektaşi bıyığı” dedikleri
gibi, uzatmak câiz değildir.
Çünkü bıyıkları kesmek ve sakalı uzatmakla emr olunmuşuzdur.
Kırksekizincisi: Önünde insanın düşmesine mâni olacak
birşey olmadan dam üstünde yatmak câiz değildir.
Çünkü uyku sebebiyle düşmek tehlikesi vardır.
Kırkdokuzuncusu: Ellerini yemekden sonra yıkamadan
yemek kokulu eller ve ağızla yatmak ta câiz değildir.
Ellincisi: Sefer yolu olan üç günlük yola yalnız başına
ve hatta iki kişi olarak bile gitmek câiz değildir. Belki dört
salih kimse olarak yola devam etmek ahsendir.
Ellibirincisi: Soğan ve sarımsak yiyenin mescide ve
sâir toplantı yerlerine gitmesi câiz değildir. Zira o koku
herkesi rahatsız eder.
Elliikincisi: Dört aylık çocuğu düşürmek günah-ı
kebâirdendir. Zira dört ayda çocuğa ruh nefh olunur. Artık
onu düşürmek katil olmak demekdir. Dört aydan evvel olan
düşüklerin günahı bir derece aşağıdır. Mal ve hayvanata da
bakmayıp helâkine sebeb olmak da günahdır.
Ellüçüncüsü: Gün doğarken veyâ batarken, akşam
ile yatsı arasında, özrü yokken uyumak câiz değildir. Ve
günahdır. Uyku yedi vechiledir. Biri gaflet uykusudur; Zikir
meclislerinde uyumak, ikincisi, şekavet uykusudur; namaz
vakitlerinde uyumak, üçüncüsü, La’net uykusudur. Sabah
vakti uyumak, dördüncüsü, ukubet uykusudur, şafakdan
sonra uyumak, beşincisi, rahatlık uykusudur, öğleden sonra
uyumak, altıncısı rahmet uykusudur; ikindiden sonra uyumak,
yedincisi hasret uykusudur, cuma gecesi uyumak.
Mü’minlere Va’zlar
490
Ellidördüncüsü: Avret yerlerinde ve koltuk altlarında
olan tüyleri, kılları kırk güne kadar kesmeyip uzatmak
caiz değildir, günahdır. Onbeş günde bir kere temizlemek
efdaldır. Kırk günden fazla kesmemek daha fazla günahtır. Beş
şey fıtratın icabıdır. Sünnet olmak, avret yerlerini tıraş etmek,
bıyıkları uzatmayıp kesmek, kırpmak, tırnakları kesmek,
koltuk altlarını tıraş edip temizlemek, hem İslâmın hem de
temizliğin icabıdır . Yapmamak günahdır.
Ellibeşincisi: Malını bir memeketde, efrad-ı ailesini
başka memleketde bulundurmak haramdır. Zira kendini,
fikrini, kalbini dağınıklığa düşürmeye sebeb olur. Bu da onun
güzel bir ibâdet edebilmesine mani olur. Zira Allahü Celle ve
Alâ hazretleri buyuruyor ki, "Ey adem oğlu, benim ibâdetimi
güzelce yapabilmen için kalbini dünya meşgalesinden hali ve
boş kıl ki; ben senin sadrının içini zenginlikle doldurur ve
fakir yollarını tamamıyla kaparım, rahat edersin. Eğer böyle
yapmazsan ellerini, yani seni meşgul ederim. Çalışmakla
beraber fakirlikden de bir türlü kurtulamazsın." Ömrün de
boşuna zâyi olur, rahatlık da göremezsin demekdir. Onun
için çok ve dağınık işler makbul değildir. Büyük bir su ne
kadar parçalara ayrılırsa o kadar zayıflar, kuvvetini ğayb eder
olduğu herkesce ma’lumdur.
Ellialtıncısı: At, katır, merkeb etini yemek ve sütlerini içmek haramdır. Yırtıcı hayvanların etini yemek ve
sütünü içmek de böyledir. Atın etini yemek de mekruhdur
demişlerdir.
Elliyedincisi: Tavuk, inek ve koyun gibi hayvanlardan
necâset yiyenlerin etini hemen kesip yemek câiz değildir.
Belki bu gibi hayvanlar üç dört gün habs edilerek sonra kesmek
Mehmed Zahid Kotku
491
daha uygundur demişler ki; tavuk bâhusus necaset karıştırıp
yediği görülen ve bilinen birşeydir. Amma hususi evlerde
necaset bulunmadığı takdirde hemen kesip yemek olur.
Ellisekizincisi: At,eşek, deve, sığır gibi hayvanların dişilerini, zürriyetlerini almak için erkek hayvanlara çekerler
ve bundan, erkek hayvan sâhıbi dişi hayvan sâhibinden
bir ücret alır ki; bu da haramdır. Şer ‘an bundan naşi para
almak caiz değildir.
Ellidokuzuncusu: Boş, sâhibsiz sahrâlarda olan kuyuyu satmak ve yine zirâat etmek şartıyla suyu ve araziyi
satmak câiz değildir. Çünkü böyle şartla satış bey’i ifsad
eder. Sahradaki kuyuda umuma aittir, kimse onu satmağa
kalkamaz.
Altmışıncısı: Kim olursa olsun ve nerede olursa olsun,
bir adamın kendi ihtiyacından fazla olan suyu satması
câiz değildir. Ehl-i İslâm üç şeyde müşterekdirler. Su, ot, ve
ateş. Sahıbsiz yerde bulunan su, ot, ve ateş demekdir, yoksa
kendi mülkünde olan ot da, su da, ateş de kendisine aitdir.
İster satar, ister dağıtır.
Altmışbirincisi: Hayvan mukabili et satmak câiz değildir.
Cahiliyyet adetindendir. Mesela kesilmiş koyunun etinden beş
kilo eti, canlı kuzuya mukabil satmak gibi. Ve veresiye olarak
hayvanı hayvan mukabili satmak da caiz değildir.
Altmışikincisi: Arpa, buğday vesâire gibi mahsulü satandan teslim almadan başkasına satmak câiz değildir.
Çünkü evvela aldığını ölçmek veya tartmak lâzım gelirken, bunu yapmadan satmak ve alanın da kezalik ölçerek
veya tartarak alması lâzım gelirken bunu yapmadan almakla,
fazla veya noksan ihtimali olan bu alış verişin birde faizden
hali olmamasıdır ki, caiz kılınmamıştır.
Mü’minlere Va’zlar
492
Altmışüçüncüsü: Sütlü hayvanlar satılacağı zaman, çok
sütlü imiş gibi görünmesi için sütünü sağmadan satışa
çıkarmak câiz değildir.
Bir nevi’ hiyle ve yalancılıktır ve alıcıyı aldatmaktır. Onun
için yasak kılınmışdır ·
Altmışdördüncüsü: İnsanın elini ve ağzını yakacak
derecede sıcak yemeği yemesi câiz değildir. Bu hem hastalıklara sebep olur hem de yemeğin bereketi olmaz.
Altmışbeşincisi: Kabri kireç ve harc ile yapmak, kabrin
üzerine büyük veyâ küçük bina yapmak câiz değildir,
israfdır, yazıkdır. Belki bu paralar hayır ve hasenata, fakir
ve fukaraya, ilim cemiyetlerine teberru edilse daha güzel
olur. Çünkü o yapılan mezar ve binanın ölüye hiç bir faydası
yoktur. Ölmeden kabir yeri almak ve onu hazırlamak da caiz
değildir.
Altmışaltıncısı: (uzak veya yakın bir yerde olsun) evine
gelirken gece vakti gelmek câiz değildir.
Amma zaruri geç kalan vapur, tren ve otobüslerle geldiği vakit bir mecburiyettir. Fekat daha evlası geleceğini
mektup, telgraf veya başka bir şekilde haberdar etmek daha
doğrudur. Zira evin halinin ve kadının perişan bir şekilde
görülmesi elbette doğru olmaz. Onun için mecburi olarak
evine gelmiş bile bulunsan hanımın yanına gitmemek daha
layık ve evladır.
Altmışyedincisi: Ac ve susuz hayvanı ölünceye kadar
haps etmek günahtır, câiz değildir.
Yılan ve akreb gibi muzır hayvanları böyle açlıkla öldürmek caizdir. Arının balını almak için ve kozanın içindeki
ipek böceğinin öldürülmesine de cevaz vermişlerdir. Çünkü
bunlardan başka türlü istifade edilir mi?
Mehmed Zahid Kotku
493
Altmışsekizincisi: Mezar taşlarına yazı yazmak ve mezarların üzerine ve yazılı mezar taşlarının üzerine basmak
câiz değildir,
Hürmetsizlikdir. Mezartaşına ancak mevtanın adını yazmak
karidir. AIlahü Teâlâ'nın isimlerinden veya Kur’andan birşey
yazmak veya (Lâilâhe ilallah veyâ hüvel-bâki) gibi yazıları
yazmak caiz değildir. Sonra birgün onların ayaklar altında
çiğneneceğini unutmamak lâzımdır.
Altmışdokuzuncusu: Gerek uykuda ve gerekse uyanıkken bir ayağını diğer ayağının üzerine koymak haramdır,
caiz değildir. Mütekebbir ve küffar adetidir.
Yetmişincisi: Sağ eliyle zekerini tutmak günahdır.
Çünkü sağ eller Kur’anı tutmak ve yemek yemek gibi şerefli
işlerde kullanılır. Sol el de taharet esnasında kullanılır. Bunlara
dikkat gerektir.
Yetmişbirincisi: Tek ayakkabıyla yürümek, yani ayakkabısının birini giyip diğerini giymeden sokakda yürümek
caiz değildir. Ya ikisini birden giymeli veya ikisini birden
çıkarmak lâzımdır.
Yetmişikincisi: Daima saçını ve sakalını taramak ile
meşgul olmak mekruhdur.
Böyle hareket edenin hafif akıllılığına veya sefihliğine hami
olunur. Arasıra taramak adabdandır. İfrat ve tefritten ictinab
lâzımdır. Hem ayakda değil otururken taramak lâzımdır.
Yetmişüçüncüsü: Gerek sahrâlarda ve gerekse bahçesinde olan meyveyi gece koparmak mekruhdur.
Gerek ağacın üzerinde ve gerekse yerden koparsın caiz
değildir. Zira dalların kırılmasına veya zehirli bir böceğin bulunmasına veya ham meyvaları koparmak gibi çeşitli zararları
Mü’minlere Va’zlar
494
olabilir. Herhalde mecbur olmadıkça gece koparmakta kerahet
vardır. Tarlada bulunan mahsulünü gece eliyle veya aletle yolmak ve koparmak, biçmek de caiz değil, mekruhdur. Misafir
için hazır olan taamı koyup ikram etmek, hanede olmayan
taam için tedarik edeceğim diye zorlanmamak evladır.
Yetmişdördüncüsü: Yüzü üstüne kapanır derecede
eğilerek yemek ve necaset yiyen hayvana binmek, sağ veya
sol tarafına dayanarak yemek ve içki içilen meclislerde
oturmak câiz değildir. Bunlar hakkında peygamberimizin
nehyi vakı olmuşdur.
Yetmişbeşincisi: Sabahleyin güneş doğmadan evvel,
alış veriş etmek de mekruhdur. Zira bu vakitler zikir, fikir
ve ibâdet vakitleridir. Böyle ibâdeti haseneyi terk edip, adi
şeylerle meşgul olmak, dünyaya muhabbetin alâmetidir. Ya
günah şeylerle meşgul olmak ne kadar fenadır.
Yetmişaltıncısı: Yavrusunu, küçükken satayım diye koyun
beslemek, herkese ve her yerde yani, şehirde ve köyde de
olsa câiz değildir, mekruhdur. Bunda hem hayvanın ziyan
olmasına hem de, büyüdüğü zaman ondan daha çok fayda ve
istifade olunacağına göre, daha doğar doğmaz az bir zaman
içinde derisi kıymetli olurmuş diye satmak günahdır. Hem
de anasını evladından ayırmak ayrıca günahdır.
Yetmişyedincisi: Kesilen hayvanın ölmezden evvel
başını kesip vücudundan ayırmak veya boynunun iki
tarafındaki damarları kesmemek haramdır ve günahdır.
Zira hayvana zahmet vardır ve merhametsizlikdir.
Yetmişsekizincisi: Kaplan postu üzerinde oturmak
haramdır. Kibir iras eder. Kibir alâmeti olan her bir seccade
ve minder gibi şeylerin üzerine oturmak da böyledir.
Mehmed Zahid Kotku
495
Yetmişdokuzuncusu: Namazda olsun ve haricinde olsun
veyâ uykuda olsun ağzını birşeyle kapamak mekruhdur.
Seksenincisi: Yaptırdığı binâyı ihtiyacından fazla ve
yüksek ve muhkem yaptırmak günahdır. Dünyaya meyil
ve muhabbetin alâmetidir ve ömrü, serveti boşa zayi etmektir.
Bugünkü taş devrindeki gibi gayet mükemmel ve yüksek binalara paraları harcamaktansa, bunları ihtiyaca kafi derecede ve
gayet basit hemde az masrafla yapıp, artan paralarla, elbirliğiyle,
muhtaç olduğumuz fabrikaları inşa ederek, ordu, devlet ve
millet ihtiyaçlarını temin etmeğe çalışsak, hem vatan evlatları
Avrupalıların kapılarına gidip çalışmak bahasına ahlâklarını
bozmazlar ve hem de memleketde bol bol iş bulabilirler. Bugün bir ruh hastası geldi. Kur’an okumasını bilirmisin? diye
sordum. Bilmem dedi. Namaz kılar mısın, dedim. Hayır dedi.
Yaşı otuzu geçkin. Din mekteblerinin lüzumuna, devamına
ve çoğalmasına nasıl lüzum var meydanda. Paraları binalara
harcayıpda vatan evladlarını böyle cahil bırakmak olurmu?
Bunun için ihtiyaçdan fazla bina yapanlar, yarın kıyamet
gününde onları sırtlayıb taşımakla mükellef olacaklar ki;
dünyada iken servetlerini ihtiyaç yerlerine değil, böyle dünya
ziynetlerine harcadıklarının cezasını çekeceklerdir.
Seksenbirincisi: İnsanın içi görünecek derecede ince
elbise giymesi, veya pek kalın veyâ pek uzun veya pek
kısa giymesi haramdır. Bu gibi elbiselerden sakınıb ı’tidale
riayet ile (bütün işlerin hayırlısı ortasıdır) hikmetine uymak
daha evladır. Resûlullah efendimiz hazretleri bunlardan bizleri
men’ buyurmuşlardır.
Seksenikincisi: Arife gününde ve sonraki bayram
günlerinde ki, hac vazifesinin yapıldığı bugünlerde, umre
yapmak haramdır. Hacdan evvel umre diye buna derler.
Mü’minlere Va’zlar
496
Yoksa senenin her gününde umre yapılabilir. Arefe ve bayram
günleri müstesna olmak şartıyla.
Seksenüçüncüsü: Müvakkat nikâh (müt’a) nikâhı câiz
değildir. Bu nikâh nesh edilmiştir. Yani hükmü kaldırılmıştır.
Bir hatunu bir haftalık, onbeş günlük, bir aylık, bir senelik
diye müvakkaten nikâhlamak caiz değildir.
Seksendördüncüsü: Fâsık ve fâcir olduğu bilinen kimseye genç delikanlı kölesini satmak haramdır. Zira fasıkın
günah işlemesine sebeb olur.
Seksenbeşincisi: Haram olduğunu bildiği nesneyi
yerken veyâ içerken unutarak veyâ sehven evvelinde Bismillah ve sonunda da elhamdülillah dilemek haramdır.
Bile bile derse Allah muhafaza etsin kafir olur demişlerdir.
Zira harama besmele denmez.
Seksenaltıncısı: Hanımıyla mülâabe etmeden muâmelât-ı
zevciyede bulunub cimâ etmek mekruhtur. Kadının şehveti
tamam olmadan ayrılmak doğru değildir. Bu âcizlik alâmeti
ve kadına da ezâdır. Kişide üç şey vardır ki âcizlik alâmetidir.
Tanışmasını sevdiği kimseye mülâki olurda, onun ismini ve
nesebini öğrenmeden ayrılır. İkincisi kardaşı ona ikram ederde,
o ikramı kabul etmez. Üçüncüsü cariyesine yakın olurda cariyenin nefsini hoşlandırmadan ve onunla oynaşmadan kendi
nefsini tatmin edip, o kadının nefsinin de tatmin olmasını
beklemeden ayrılmaktır, buyurulmuşdur ki; pek doğrudur.
Zira her nefsin hakkı vardır. Kendi haceti bitince hanımında
hacetinin bitmesini beklemek lâzımdır.
Seksenyedincisi: Bindiği atın eğerinin üstüne kırmızı
birşey örterek binmek seğâirdendir. Zira kibir ve gurur
alametidir.
Mehmed Zahid Kotku
497
Seksensekizincisi: Arslan, kaplan, kurt ve sair yırtıcı
hayvan derilerinden ma’mul ve benzerleri şeylerle evleri
döşemek câiz değildir. Zira bunlar acemlerin bindikleri ve
kullandıkları şeylerdir ki, (Herkim kendisini kime benzetirse
onlardandır) kaidesini unutmamak lâzımdır. Maalesef bugün
bu kaide hemen temamıyla unutulmuş durumdadır. Avrupavari yaşamak artık umuma sirayet etmiş bir adetdir. Hak
cümlemizi korusun.
Seksendokuzuncusu: Yeniden ev yaparken temele
kurban kesmek câiz değildir. Kesilen hayvanın eti dahi
yenilmez. Kurban ancak Allah için kesilir. Binaenaleyh temellere kurban keserken, Cenâbı-Hakkın kendisine lutf ettiği
bu ni’mete şükren ve yine yalnız Allah için kesiler ve eti de
orada çalışın işciye verilir.
Doksanıncısı: Ölülere söğmek caiz değildir. Kim olursa
olsun haramdır. Velevki cinni de olsa.
Doksanbirincisi: Cumâ günü oruç tutmak mekruhtur.
Çünkü o gün mü’minlerin bayramıdır. Lakin cumaertesi
veya perşembeyi de eklerse, yani o günlerde de oruç tutarsa
caizdir demişlerdir.
Doksanikincisi: Arefe günü oruç tutmak da mekruhtur.
Bu arefeden kasd kurban bayramının arefesidir. Hacılar için
demekdir. Zira arefe günü, duâ ve ibâdet günüdür. O gün zaif
düşüp düadan ve sair ibâdetlerden mahrum kalınmasın diye
nehy olunmuşdur. O gün zaif düşmeyip, ibâdetde ve duâda
kusur etmeyeceğini bilen için oruç tutmak caizdir demişler.
Doksanüçüncüsü: Ramazan gününde şek olunca, o
günün orucu da mekruhdur. Yalnız ayı kendisi görürse, o
zaman yalnız kendi nefsine oruç farz olur. Şahid olmadığı
Mü’minlere Va’zlar
498
için başkalarına farz değildir. Fakat başkaları için o gün nafile
olarak tutmak caizdir demişlerdir.
Doksandördüncüsü: Yalnız cumartesi günü oruc tutmak da mekruhtur.
Diğer günlerden de eklerse o zaman caizdir.
Doksanbeşincisi: Yaşını küçük zan etsinler diye dişciye
incilettirmek seğâirdendir. Hem halkın takdirini değiştirmek,
hem de dünyaya meyil ve muhabbetin alametidir. Boş yere
vaktını zayı etmekdir ki; en büyük hatadır.
Doksanaltıncısı: Harbin ğayri yerlerde saç ve sakaldaki
beyaz kılları koparmak câiz değil günahdır, seğâirdendir.
Çünkü o beyazlar mü’minin nurudur. Koparmak caiz değildir.
Herhangi bir müslümanın İslâmlık devrindeki beyazlıklarından
naşi, ona herbir tüyü için bir hasene verilir. Ve herbir tüyüne
bir derece yükseltilir. Ve herbir tüyüne bedel hataları kaldırılır,
yani afv olunur. Muharebelerde düşmana genç görünmek
için koparmak caizdir.
Doksanyedincisi: Câmi ve mescidlerde mutlaka yer
ayırıp orasını kendisine tahsis etmesi câiz değildir, mekruhdur. Zira camilerin heryeri muhteremdir. Hiç bir kimseye
mekân olmaz.
Doksansekizincisi: Önlerinden çekib götürdüğü deve
ve katırların arasından yürümek câiz değildir. Çünkü bir
tehlikeye uğramasından korkulur.
Doksandokuzuncusu: Cenâze namazını kabristanda
veyâ kabir aralarında kılmak, veyâ hâil yani duvar gibi bir
mânia olmadan kabirlere karşı namaz kılmak câiz değildir.
Kabirler üzerine basmak veya oturmak da caiz değildir.
Yüzüncüsü: Şalvar, don gibi şeyleri ayakda giymek
mekruhdur. Bunları oturarak giymek lâzımdır.
Mehmed Zahid Kotku
499
Yüzbirincisi: Su içine işemek, tükürmek, mü’mine
ezâ herşeyi su içine atmak câiz değildir. Su akarsu ise necis olmaz amma ondan herkes nefret eder ve su gibi aziz bir
ni’mete ihanet edilmiş olur.
Yüzikincisi: Bir adama kelb, kurt, tilki gibi hayvan adı
takmak câiz değildir. Tabii güzel adlar herkesin makbulüdür.
Çirkin adlar da herkesce menfurdur, sakınmak gerekdir.
Yüzüçüncüsü: Hiç bir kimsenin Peygamberimiz (sallallahü
aleyhi ve sellem) efendimizin ismi şerifi olan Muhammed
ismiyle, künyesi olan EbülKâsımı birleştirip Muhammed
Ebü’l-kâsım denilmesi caiz değildir. Ya yalnız Muhammed
veya yalnız Kâsım denirse beis yoktur demişler.
Yüzdördüncüsü: Namazda iken başının saçını toplayıp
takkesinin veyâ fesinin içine koymak câiz değildir. Zira
bir elle yapılan bu hareket, her ne kadar namazı bozmazsada
kerahatden hali değildir. İki eliyle yaparsa namaz ifsad olur.
Yüzbeşincisi: Cenâzede yüksek sesle ağlayan ve sayha
eden olursa, o cenâzede onlarla birlikte gitmek câiz değildir.
Böyle cenazelerde, bağıra bağıra medhiye söylemek ve sayha
edib bağrıb çağırmak da men olunmuştur.
Yüzaltıncısı: Kadının, kocasının izni olmadan gerek
evinde ve gerekse dışarıda yabancı erkeklerle konuşması
câiz değildir. Zira kadının sesi de mahremdir ve hem de
şehvettir. Başkasına işittirmesi caiz değildir. Bu konuşmalar
bilahare büyük günahlara yol açar, maazallah.
Yüzyedincisi: Kitaba ve mektuba ve ta’zimı lâzım
olan her yazının üzerine üflemek ve nefesini salıvermek
mekruhtur. Zira yazıların bozulmasına ve kağıdların kirlenmesine sebeb olur. Bâhusus el yazması kitapIara son derece
Mü’minlere Va’zlar
500
ihtimam şarttır. Mektub yazılırken imzayı başa koymak ve
yazıyı nefesiyle değil rih veya toprak cinsinden bir şeyle veya
kurutma kağıtlarıyla kurutmak lâzımdır.
Yüzsekizincisi: Meyvelerdeki kurtları aramak ve bakmak mekruhdur.
Eğer kurt olsa bile meyvesiyle beraber yenmesinde beis
yoktur. Meyvede kurt görülürse o zaman onu çıkarıp atmakta
beis yoktur.
Yüzdokuzuncusu: Müşriklerle musafaha etmek, onlarla
merhabalaşmak ve dostluk ızhar etmek, onlara kinâye tarikıyla söz söylemek, ve onlardan ümid tutmak haramdır.
Buna bazıları segair ve bazıları da kebâirdendir demişlerdir,
müşrike ta’zimi müş’ır olan her sözü söylemek caiz değildir.
Belki onlara yakınlık göstermek bile caiz olmadığı halde, onlarla
müsaraha etmek ve merhaba demenin haram olduğu aşikardır.
"Mü’minler hiç bir zaman kâfirleri dost edinmezler"
Yüzonuncusu: Evinin duvarlarını ipekli kumaşlarla
kapamak kerâhat-i tahrimiye ile mekruhdur. Başka şeylerle,
mesela halı gibi şeylerle örterse tenzihen mekruhdur. Hepisi
de acem adetidir, sakınmak ve kaçınmak gerekdir.
Yüzonbirincisi: Câmi ve mescidleri yol yapıp geçmek
haramdır. Oralar ancak ibâdet ve i’tikaf yeridir, yol değildir.
Bizim yeraltı camii gibi, halk bir tarafdan girib, diğer taraftan
çıkar. Böyle iki kapılı olması müslümanların her iki tarafdan
kolayca camiye girebilmeleri içindir. Yoksa yol olsun diye
değildir. Bunu icad edenler mes’uldurlar.
Yüzonikincisi: Gerek hayvanın boynunda olsun, gerek
duvarda asılı bulunsun ve gerek ip ucunda asılı olsun, evin
içinde ziynet ve oyun için zil dedikleri şeyi bulundurmak
Mehmed Zahid Kotku
501
seğâirdendir. Böyle evlere girmekden ve kafilelere arkadaş
olmakdan men’ olunmuştur.
Yüzonüçüncüsü: Selât-ü teheccüdü, yani gece namazını terk etmek mekruhdur. İki rekatdan oniki rekata kadar
kılınabilir. Yatmazdan evvel kıldığınıza kıyamülleyl derler.
Teheccüd ise gece yattıkdan sonra kalkıp kılmak ve tekrar
yatmakla olur. Kılınması çok sevab ve sünnet-i seniyyedir.
Hele bir vakit kılıp sonra terk edenler pek büyük hata işlemiş
olurlar. Devam edilen her ibâdeti de terk edivermek böylece
mezmumdur. Meselâ bir vakit Zikrullaha devam edip sonra
terk etmek gibi.
Yüzondördüncüsü: Zaruret olmadıkca cenâzeyi gece
gömmek caiz değildir. Arabistanda sıcak sebebiyle cenazeleri saklamak mümkün olmadığından, akşamdan sonra da
gömdükleri veya kafilelerin durmaması yüzünden, zarureten
caizdir demişler.
Yüzonbeşincisi: Sütlü olan koyunu veyâ inek ve deve
gibi hayvanları kesmek de günahdır. Çünkü sütlü ineğin eti
hoş olmaz ve sütünden de mahrum olunur. Bu bir kayıptır.
Yüzonaltıncısı: Mevtâları hayrın gayrısıyla zikretmek ve
onlar için hayır duâ etmemek günahdır. "Mevtalarınızı hayır
ile zikr ediniz" emrine uyarak bütün ümmet-i Muhammedin
mevtalarını hayır ile yad edip aleyhlerinde konuşmayınız, zira
bir faydası yokdur.
Yüzonyedincisi: Sultanlarınıza, padişahlarınıza, reis-i
cümhurlarınıza ve bütün âmirlerinize seb etmeyiniz,
söğmeyiniz. Kötü söz söylemek günahdır. Eğer bunlar fasık,
zalim ve köle olsalar dahi, yine onlara salah ile duâ’dan başka
haklarında şöyledirler, böyledirler diye söylemek caiz değildir.
Zira "Eimmenize fesad ile duâ etmeyiniz. Çünkü onların
iyiliği sizin iyiliğiniz, onların fesadı sizin fesadınızı mucibdir".
Mü’minlere Va’zlar
502
Eimmenize söğmeyiniz ve onlara salahları için duâ ediniz.
Çünkü onların salah halleri sizlerin salah hallerinize sebebdir"
öyleyse vay zamanın anarşist gençlerine.
Yüzonsekizincisi: Zamana sövmek günahtır. Zaman
(dehr) diye ta’bir olunmaktadır. Dehir kelimesi ise, esma-ı
ilahiden olduğuna dair bir hadis-i zikr edilmişdir. O halde seb
küfr addedilmiştir. Luğatde zamana dehir derler. Zamandaki
bazı hadiseler dolayısıyla zamana seb, zamanları halk elen
Allahü Teâlâ'ya râcı’ olduğundan katıyyen caiz olmaz.
Yüzondokuzuncusu: Humma denilen hastalıklara seb
etmek seğâir günahlardandır. Hastalıklar insanların günahlarını dökmek ve mertebe-i şehadete eriştirmek bakımından
menfeatlı ve hayırlı birşey olduğundan, şükr etmek lâzımken
seb etmek küfran-ı ni’met kabilindendir.
Yüzyirmincisi: Diliyle değilde eliyle işâretle selam
vermek câiz değildir, mekruhtur. Yahudi ve Nasaraya uymakdır. "Kendilerini bizden başkalarına benzetenler bizden
değildir. Yahudi ve nasaraya benzemeyiniz." Çünkü yahudilerin selamı el ile parmakla, Nasaranın ise, el ile yaptıkları
bildirilmişdir. Uzakta bulunan bir kimseye el ile işretde beis
yoktur demişler.
Yüzyirmibirincisi: Herhangi bir yemeği ve bu kimin
yemeği olursa olsun koklamak câiz değildir. "Hayvanların
yediklerini kokladıkları gibi sizde yemekleri koklamayınız."
Yüzyirmiikincisi: Kendisinin yiyemediği yemekleri
fukaralara vermek veyâ yedirmek günahdır. Kokmuş ve
ekşimiş yemekler gibi. Zira it’am ancak Allah içindir. Elbette
böyle ekşimiş ve kokmuş veya lâyık olmayan yemekleri vermek hiç caiz olamayacağı aşikardır. "Yiyemediginiz yemekleri
Mehmed Zahid Kotku
503
fukaralara vermeyiniz" "İhlas ile olmayan amelleri Allah kabul
etmez. Ancak ihlaslı amelleri kabul eder".
Yüzyirmiüçüncüsü: Gerek insan ve gerekse hayvan için
olsun gılzat, sertlik ve şiddet göstermek haramdır.
Herhalde kabahatli dahi olsalar yumuşaklıkla muamele
etmek daha evladır. Rıfk herşeye ziynet verir. Şiddet ise çirkinlik verir.
Yüzyirmidördüncüsü: Fâsık ve fâcirlerin ellerinde
olan dünya ni’metlerine ğıbta edib, onun mislini istemek
günâh-ı seğâirdendir. "Azabdan korunmak ekseriya yoksullukla olur" Varlıklar, ni’metler iki kısımdır. Birisi; insanları
meâsiye sevk eder, günah işlemelerine ve dolayısıyla Hakdan
uzak olmalarına sebeb olur. İkincisi de kibir ve gurura sevk
eder. Bu daha büyük günahtır. Bunlardan mahrum olunca
tabiatiyle insan günahlardan da uzak kalır. Hem de kibir ve
gurur yerine inkisar-ı kalb hasıl olur ki bu da ayrıca pek büyük
bir ni’metdir. Zenginlerde pek bulunmaz. Sonra dünya işlerinde daima kendinizden aşağılara bakıp Allahü Teâlâ'ya şükr
edesiniz. Ahiret hususunda da sizlerden fazla ibâdet edenlere
bakıp onlara benzemeye çalışasınız. Dünya hayatı gözümüzün
önündedir. Kimseye kalmayan bu dünyayı istemek akılsızlık
alâmetidir. Hayat ancak ahiret hayatıdır.
Yüzyirmibeşincisi: Hastaları, su, yemek, ve ilaç içmesi
için zorlamak mekruhtur. Zira Hazreti Allah onları yedirir
ve içirir, yani onları himaye eder, korur. Yemeğe ve içmeğe
ihtiyacları olmaz. Onun için korkmayın demektir.
Yüzyirmialtıncısı: Sokaklarda pişirilip hazırlanan
yemekleri yemek mekruhtur. Hem başkasının gözleri kalır,
hem de nezafete dikkat edilmez. Hele bu devirde kimbilir etleri
Mü’minlere Va’zlar
504
nasıl ettir, yağları da nasıl yağdır, Allah bilir. En mükemmel
lokantalar bile böyledir. Çünkü insanlar zengin olmağa çok
harisdirler. Oldukca ucuza mal alıp pahalıya satmağa çalışırlar.
Hem de bu, iktisada son derecede zararlıdır. O bir lokanta
yemeği ile bir ev halkı belki bir hafta geçinebilir. Hem de
lokantalar kendini bilmezlerin yeridir dersem beni ayıplamayınız. Çünkü benim babam bana çarşıdan yemek yememeyi
tavsiye etmişdir. Pek muztar kalırsan ekmek, peynir, zeytin,
helva insana yetip artar. Hem israf haramdır deriz, hem de
en büyük ve pahalı lokantalara ve otellere gideriz.
Yüzyirmiyedincisi: Va’z ve nasihat gibi hayırlı yer olmadığı halde, çok konuşmak günahdır. Zira zaman ömrün
hırsızıdır. Ömür, saniyesine kıymet biçilemeyen bir ni’met-i
uzmâdır. Onu laklakıyat ile geçirmek kadar zararlı birşey olmasa gerektir. Onun için her toplantı yeri, kahvehane, gazino
ve sinemalar gibi yerler, ömrün ve vaktin çalındığı yerlerdir.
Beş lira veya beşyüz lirayı gayb etseniz geceleri uykunuz kaçar,
nerede düşürdüm, diye düşünür durursunuz da, bu ömrün
ziyaını hiç düşünmezmisiniz? Herşeyin telâfisi mümkün fakat
ömrün telâfisi mümkün değildir. "Vakit nakittir." derler. Onun
için Allahü Cellealaya çok yalvaralım ki bizleri doğru yoldan
ayırmasın. Çünkü ömrün kıymeti o zaman bilinir.
Yüzyirmisekizincisi: Kabirler üzerindeki taşlara yazılan
yazıları okumak da mekruhdur. Zira insana unutkanlık
getirir.
Yüzyirmidokuzuncusu: Birbiri ardınca giden deve,
katır, at gibi hayvanların arasından geçmek günahtır.
Isırılmak veya tekmelenmek korkusu ve tehlikesi vardır.
Selâmet aralarından geçmemektedir. Bugün de sıra ile gelen
otomobillerin arasından geçmek daha tehlikelidir. Biraz sabır
lâzımdır ve kâfidir.
Mehmed Zahid Kotku
505
Yüzotuzuncusu: Kehleyi, yani (biti) öldürmeden toprağa atmak günahtır. Zira toprakda yaşayamaz ve zoruzoruna
ölür. Böyle olmakdansa öldürüp atmak daha evladır.
Yüzotuzbirincisi: Reyhan ve nar ağaçlarının köklerinden misvak yapıp kullanmak da günahtır. Zira bunlar
insanlarda ağrı ve sancılara sebeb olurlar, demişlerdir. Misvakın
bir karışdan fazlası ve iki ucuyla da misvaklanmak ve misvaki
emmek iyi değildir, körlük getirir derler. Yattığı yerde misvak
kullanmak da insanın dalağını büyütür. Yere korken başaşağı
koymak lâzımdır. Düz koymamalıdır.
Yüzotuzikincisi: Zemzemden başka her yenilen ve
içilen şeyleri ayakda yiyip içmek de mekruhtur. Zira şeytanın seninle ortak olmasına sebep olur. Sakın bunları inkâra
kalkma, sonra çok zarar görürsün.
Yüzotuzüçüncüsü: Müşrik ve müsriflerin su kablarından
zaruretsiz alıp içmek mekruhtur. Artık başka şeylerini alıp
yemek nasıl olur, sen düşün. Onlarla iş yapanlar ve dostluk
kuranların vay hallerine. "Biz müşriklerin hiç birşeyini kabul
etmeyiz." Çünkü müşrikde din olmadığı için, ondan daima
uzak kalmak lâzımdır. Bütün maddi ihtiyaçlarımızı kendimiz
te’min edip, onlara muhtaç olmamamız başta gelir. Maalesef
bugün onlara ne kadar muhtaç duruma gelmişiz. Halbuki
bizde onlardan daha güzel ve sağlam akıllı insanlarız. Onlara
uşak olmak, köle olmak, muhtaç olmak yakışır mı?
Yüzotuzdördüncüsü: Elbisesi varken namazı yalnız
don veya peştemal ile kılmak mekruhdur. Fakat başka
elbisesi yoksa o zaman caiz olur. Çünkü zaruretler mahzurları
mübah kılar.
Yüzotuzbeşincisi: Yellenen bir insanın yellendiğini
işiten kimsenin etrafındakileri de güldürmek için gülmesi
Mü’minlere Va’zlar
506
mekruhtur, günahtır. Çünkü; hata ve kusurları örtmek vazifemizken gülmek ve güldürmek hiç caiz olmaz.
Yüzotuzaltıncısı: Arzularının husuli için veya bir fenalıkdan kurtulmak için nezir etmek mekruhtur. Mesela,
“şu işim hasıl olursa bir kurban keseyim” veya buna benzer
nezirler adamak caiz değildir. Sen hayırlarını Allah için yap,
ötesine karışma vesselam.
Yüzotuzyedincisi: Yalnız başına bir evde yatmak caiz
değildir, mekruhtur. İster şehir ister köy olsun, ister yaşlı
ister genç olsun, evham ve hayalata kapılır, başı derde girer.
Onun için yalnız yatmaktan men’ olunmuştur.
Yüzotuzsekizincisi: Kiralanan ev veya dükkan gibi
yerlerin fiyatı ve müddeti bilinmeden kira sahih olmaz,
haramdır, caiz değildir.
Yani ben senin evini veya dükkanını kiraladım demek
kafi değildir. Böylece akid tamam olmaz. Belki “senin şu evini
veya dükkanını şu kadar kuruşa ve şu kadar müddetle” - bir
ay, bir sene, beş sene gibi -- müddet ta’yini şarttır. Ev sahibi
de verdim derse akid sahih olur. Ödünç alınan bir hayvanla
şuraya kadar gidip gelmek şartıyla hayvanını bana verirmisin
der, o da verirse, oraya kadar gidip gelir. Bu arada hayvana
bir zarar gelirse bundan mes’ul olmaz velakin dediği yerden
başka yere de gider ve orada hayvana bir zarar gelirse, o zaman
zararı ödemek mecburidir.
Yüzotuzdokuzuncusu: Gözünü çıkarmak ve kaplan
postu üzerinde oturmak haramdır. Göz çıkarılmaz, kim
gözünü çıkarır? Acaba bunları yapanlar mı vardı ki böyle
yazmışlar?
Yüzkırkıncısı: Un öğütmek için değirmene götürülen
buğday ve arpadan değirmenciye hak vermek caiz değildir.
Mehmed Zahid Kotku
507
Fakat bu umumi bir dertdir. Her yerde böyle yapılagelmektedir.
Ya bilmediklerinden veya işlerine öyle geliyorda ondan, bir
adet haline gelmişdir. Bu sebebden mekruhdur demişlerdir.
Yüzkırkbirincisi: Sekir verici herşeyi yemek ve içmek
haramdır. İnsana gevşeklik ve zaaf veren şeylerde böyledir.
Afyon kullanmak da haramdır, fakat namaz kılanın üzerinde
bulunursa namazı sahihdır. Amma şarabı içmek haram olduğu
gibi üzerinde taşımak da caiz değildir ve kıldığı namaz sahih
olmaz. İnsana zarar veren her nevi’ içki böyledir.
Yüzkırkikincisi: Mescidlerde övünmek zalimlerin
halidir; haramdır.
Hatta bu mescidlerin dışında da haramdır. Mescidde
yapmak daha kötüdür. Mescide yakışan tevazu’dur.
Yüzkırküçüncüsü: Mushaf-ı şerif yanında bulunduğu
halde küffar memleketine gitmek günahtır. Belki düşman
kitabımıza karşı bir saygısızlık yapar tehlikesinden naşi olsa
gerekdir.
Yüzkırkdördüncüsü: Meyvalı ağaçların altına, bahçe
ve bağlara def’i hacet etmek haramdır. İşemek de böyledir.
Nehir kenarlarına ve su içlerine dahi işemek ve tegâvvut caiz
değildir.
Yüzkırkaltıncısı: Meyve konan tabak içerisine, meyvesini
yiyip çekirdeğini koymak caiz değildir. Etini yiyip kemiklerini de yemek sahanının içine koymak da caiz değildir.
Yüzkırkaltıncısı: Ecnebi, yabancı kadınların yanında
uyumak haramdır. Zira bazı fesadi hallerin zuhuruna sebeb
olur.
Yüzkırkyedincisi: Ehl-i hevâ ve batıl mezheb sahipleriyle ihtilafa düşmek haramdır. Günah-ı kebâirdendir.
Mü’minlere Va’zlar
508
Zira bunların mezheblerinin batıl olduğunu beyan etmeye
herkesin gücü yetmez, iktidarı yokdur. Öyle birkaç mes’ele
bellemekle bu hal edilmiş olmaz. Sonra hem kendisinin
büyük bir hataya düşmesine sebep olur, hem de onları
ilzam edemeyişi de ayrı bir dertdir. Amma onların mezheblerinin batıl olduğunu edillesiyle beyan etmeye muktedir
olan alimIerin, onlarla mücadele etmeleri, hakkı ızhar
cihetinden lâzımdır.
Yüzkırksekizincisi: Nasıl olursa olsun ve nereden
gelirse gelsin, ufak olsun büyük olsun düşmanla karşılaşmağı temenni etmek günahdır. Çünkü; neticenin ne
getireceği mechuldur. Bazan büyük dert ve belalara giriftar
olunmasına sebep olur. Düşmanla karşılaşdığınız zaman
da sakın korkup kaçmayın. Deyin ki "Yarab sen bizim de
onların da Rabbısın. Bizim kalblerimiz de onların kalbleri
de senin elindedir. Ancak senin yardımınla biz onlara galib
geliriz duâsını okuyup yerlerinizde durunuz. Ne zamanki
onlar size yaklaşırlar, o zaman Allahü Ekber diye tekbir
getirip hücum ediniz. Tozu dumana karıştırarak saldırınız
ki, düşman neye uğradığını bilmeyip şaşırsın. Öyle bahadır,
cesur, atılgan olunuz demekdir. Allahü a’lem.
Yüzkırkdokuzuncusu: Ahitlerini bozan kavimle veya
ferdle oturmak caiz değildir. Ahdini bozanı Allah da sevmez
Peygamber de. Ahdinde durmayanın imanı yokdur, yani çok
za’ıfdır. Ahdini bozan müslüman da olsa, onunla oturmak
yine caiz değildir. Zaten küffar ile müşrikler ile oturmak caiz
olmadığı gibi, ahdini bozan kâfirle de hiç oturulmaz. Ancak
ben seninle olan ahdimi bozuyorum diye haber vermek
lâzımdır. Ahdini bozanın mezarratı yine kendi nefsinedir.
Bu gibi kimselerle oturmak değil, selam bile vermek caiz
değildir demişler.
Mehmed Zahid Kotku
509
Yüzellincisi: Cüzzam illetine mübtela olan kimseye
çokca bakmak günahtır. Cüzzam, miskinlik denilen bir
dertdir. Bütün vücudun mizacı bozulur. Ve bedende çıbanlar
çıkar. Bazan a’zalar çürüyüb dökülür. İşte illet sahibine dikkatli, dikkatli bakmayınız. Eğer konuşmanız icab ediyorsa,
hiç olmazsa bir mızrak boyu uzakdan konuşunuz. Birbirinize
yakın olmayınız demektir. Bir rivayette arslandan kaçar gibi
kaçınız da denilmişdir. Hakikaten cüz’amın mikrobu da arslan
şeklinde imiş. Dikkatli ve çok bakmak, o cüzam hastalığına
tutulan kimseye hem ezadır hem de insan kendini onun
üzerine üstün görmesi ve onu tahkir gibi oluşundan olsa
gerekdir ki; ona çok bakmayınız buyurulmuşdur.
Yüzellibirincisi: Nasdan birşey istemek günahtır. Velevki
at üstünde giden bir kimsenin kamçısı düşse bile, onu bana
alıverin demek yoktur, inip kendisi alsın. Zira başkalarına
iş emir etmek nası izac eder, bıktırır. İnsan için, kendi işini
kendi görmek ve insanlardan birşey istemeksizin idarenin
yoluna bakmak ve düçar olacağı zaruretlere de sabr etmek
kadar iyi birşey yoktur.
Yüzeliiikincisi: İnsanlardan şehir, kasaba ve köylerden
uzak yerlerde zahire anbarları yapmak iyi değildir. Hem
hırsızlara yol açar hem de çeşitli tehlikelere ma’ruz kalabilir.
Binaenaleyh, kendinizi ellerinizle tehlikelere atmayınız, ve
tehlikelere sebep olmayınız.
Yüzelliüçüncüsü: Mü’min ve müttekinin ğayri kimselere muhabbet ve kardaşlık duygusuyla yemek yedirmek
günahtır. Zira "Sohbetin ancak mü’minle olsun ve yemeğini
de ancak mütteki kimseler yesin" lâkin tasadduk tarikıyla
yedirmek caizdir. Hatta kâfire bile misafirlik suretiyle yemek
yedirmek caizdir. Doğrusu çok mühim.
Mü’minlere Va’zlar
510
Yüzellidördüncüsü: Evli kadınların kocalarından izin
almadıkca nafile oruc tutmaları caiz değildir. Farzlarda
yani Ramazan-ı Şerifde tutulan oruca kimse karışamaz. Buna
kocanın da sözü geçmez. Razı olmasa dahi orucu tutmak
vacibdir lâzımdır. Kadın kocasının arzusuna uymazsa üç büyük günah işlemiş olur. Bu uymadan maksad nefsini teslim
etmezse demekdir.
Yüzellibeşincisi: Sahibi olmayan arazide, mera denilen
otlaklarda koyunların, hayvanların otlamalarına mani’
olmak günahtır. Sahibi olan arazide, sahibinin izni olmadıkca hayvan otlatılamaz. Arazi sahibinin isterse onları men’
etmeğe hakkı vardır.
Yüzellialtıncısı: Gerek binek üstünde ve gerek yaya
olarak yürürken sağa sola bakarak yürümek günahtır.
Yollarda yürürken önüne bakarak yürümek daha evladır
ve daha uygundur.
Yüzelliyedincisi: Kadın veya erkekden avret mahalleri
açık olana selam vermek günahdır. Selam bir ibâdet ve bir
duâdır. Ma’sıyet ile ibâdet bir arada olamayacağı cümlece
ma’lumdur. Erkeğin avreti göbeğinden diz kapaklarına kadar
olan yerlerdir. Kadının ise bütün vücudu avretdir. Ellerle
yüzün müstesna oluşu zaruretden naşidir. Hamamlarda namaz kılmaktan ve bir de avretleri açık olan kimselere selam
vermekden men’ olunmuşuzdur.
Yüzellisekizincisi: Yakını olsa bile selam vermeden
gelen kimsenin, eve girmesine izin vermek mekruhtur.
Zira "selam vermeyen kimseye, eve girmesine izin vermeyiniz" ve yine "söze başlamayın, her kim selam vermeden
söze başlarsa, ona da cevab vermeyiniz" buyurulmuştur.
Ma’lum olduğu üzre selam esma-i hüsnadandır. Selamı
Mehmed Zahid Kotku
511
vermekle kardaşlarımıza en büyük duâyı yapmış oluyoruz.
Bu hayırlı duâyı yapmaktan kaçınmak kadar abes birşey
yokdur. Paralı ve zahmetli bir iş de değildir. Yalnız dudaklarınızın kımıldamasıyla olacak pek kısa ve ma’nası da pek
derin bir duadır. Selam, selametden gelir. Yani Allahü Teâlâ
hazretleri her nevi ayıp, kusur, rahatsızlık ve noksanlardan
ve ârızalardan, eksiklikden, dert, bela ve musibetlerden
salim kılsın, emin eylesin demekdir. Sen de öyle her türlü
kusurlardan ve noksanlardan, dert, bela ve musibetlerden
salim olasın, emin olasın, rahatlıkla, afiyetle, selametle
yaşa, yaşa, yaşa, vesselam. Şimdi bu duâ bırakılırda, bunun
yerini bonjur, mersi, aydın, günaydın demenin hangisi
tutar? Hem ayıp hem günah. Altını, yakutu bırakıp da,
çocukların oynadığı boncuklarla değiştirmeğe benzer. Belki
daha aşağısına. Bu bir kere Allah emri, sonra Peygamberimizin emirleri, daha ne diyeceksin ey kardaş.
Yüzellidokuzuncusu: Zaruretsiz, sırf dünya menfeati
için emirlere ve onların vekillerine yakın olmak günahtır.
Bunlar dünya mevkıleriyle meşguldurlar. Bunlara gidip nefsini
zelil etmek yakışmaz. CibiIliyeti insaniye de, dünyaya meyil
ve muhabbeti sevdiğinden, o da bu dünya ni’metlerinden
faydalanmak ister ki; bu da tabii iyi birşey değildir. Böyle
tehlikelerden korunmak için, bu gibi dünya adamlarını dünya
menfeatleri için ziyaret etmek doğru sayılmamıştır. Ve günahtır
denilmiştir. Ancak onlara nasihat etmek ve hatalarını tashih
için gidilirse caizdir demişler.
Buraya kadar saydığımız günahlar Hâdimî merhumun
Tarikati Muhammediye şerhi Barikasında ve Fetâvây-ıZeyniyede, Vikâye, Nihâye, Kavati’ ve Tebeyy’ünül-meharim
adlı kitablarla, Nısabül-ihtisab ve Ihyaül Ulumdan alınmışdır.
Mü’minlere Va’zlar
512
ZEVÂCİR'DE ZİKREDİLEN GÜNAHLAR
Buraya kadar yazılan günahların ekserisi Hanefi mezhebi
üzerine olup bundan sonrakilerde Şâfii mezhebi üzerine olan
İbni Haceri’l Mekki Haysemi hazretlerinin “Zevacir” adlı
kitabından alınmış ve dört mezhep üzerine beyan olunan
günahlardır. Ve bunlar muhtasar olarak yazılmışdır.
1- Şirk-i Ekber,
2- Küfür,
3- Riyâ,
4- Süm’a,
5- Gazab-ı Batıl,
6- Hased,
7- Kibir,
8- Ucüb,
9- Hile,
10- Hıyânet,
11- Nifak,
12- Zulüm,
13- Kibirle halkdan ı’raz,
14- Mâlâya’niye dalma,
15- Tama,
16- Fakirlikten korkma,
17- Kadere râzî olmamak,
18- Zenginlere ta’zim,
19- Fukarayı fakirliklerinden nâşi istihzâ,
20- Dünyaya haris olup, dünya için başkasına nefsâniyet
etmek,
21- Dünyalığa sevinip öğünmek ve ferahlamak,
Mehmed Zahid Kotku
513
22- Haram olan şeylerle nas için ziynetlenmek,
23- Büyüklerin kötü huylarını hoş görmek ve sükût etmek,
24- Kendi nefsinin ayıplarını görmeyip halkın ayıplarıyla
uğraşmak,
25- Nı’met-i ilahiyeyi unutmak,
26- Din-i ilâhinin gayrisi için gayret göstermek,
27- Şükrü terk etmek,
28- Kazâya râzî olmamak,
29- Hukûk-i ilâhiyi ve Emr-i ilahîyi âdi iş gibi görmek,
30- Allahın kullarını maskaralığa almak,
31- Onlara zelil ve hakir gözüyle bakmak,
32- Nâsa mekir ve hiyle eylemek,
33- Dünya hayatını murad etmek,
34- İnad edip hakkı kabul etmemek,
35- Müslüman ve mü ‘mine su-i zan etmek,
36- Nefsinin istemediği hakkı işittiğinde yahud sevmediği ve
buğz ettiği kimseden işittiğinde hakkı kabul etmemek,
37- Ma’siyete ısrar etmek,
38- Ma’sıyet ile sevinmek,
39- Dünya hayatına razî olmak,
40- Dünya hayatına meyl edip dayanmak,
41- Allahı ve ahıreti unutmak,
42- Nefsi için gazab etmek,
43- Batıl nesne ile nefsine yardım etmek,
44- Mevlanın mekrinden korkmamak,
45- Allah’ın rahmetinden ümid kesmek,
46- Mevlâya sû-i zan etmek,
47- Dünya için ilim tahsil etmek,
Mü’minlere Va’zlar
514
48- Ehli olan kimseye ilmi öğretmemek,
49- İlmiyle âmil olmamak,
50- Kur’an, ilim ve ibâdetde haksız ve zaruretsiz yere davada
bulunmak,
51- Ulemanın hakkını zâyi etmek,
52- Ulemaya ta’zimi terk etmek,
53- Ulemayı istihfaf etmek,
54- Mevlâya ve Resul’üne yalan isnad etmek,
55- Kötü ve bid’ati seyyieyi ıhdâs edib, ümmet içine bırakmak,
56- Sünnet-i Peygamberiyi terk etmek,
57- Kaderi tekzib etmek,
58- Ahdine vefâ etmemek,
59- Zalemeye ve fiska muhabbet etmek,
60- Salihlere buğz etmek,
61- Evliyaullaha adâvet edib buğz etmek,
62- Dehre seb etmek,
63- Hakkı gazablandıracak söz söylemek,
64- Muhsinin nı’metini inkâr etmek,
65- Peygamberimizin ism-i şerifleri anıldığında salât-ü selâmı
terk etmek,
66- Katı kalpli ve merhametsiz olmak, ihtiyac sahiblerinin
imdâdına yetişmemek,
67- Günah-ı kebâire razî olmak,
68- Ve ona yardım etmek,
69- Fuhş ve şerirliğe devam etmek ve herkesin onun şerrinden
korkması,
70- Altın ve gümüşü damgalanmışken onları
kırmak,eksiltmek,
Mehmed Zahid Kotku
515
71- Altın ve gümüşün içine başka şeyler karıştırıp kalp akçe
yapmak,
72- Altın ve gümüş kaplardan yiyip içmek,
73- Kur’anı ve belki Kur’andan bir harfi ezberledikten sonra
unutmak,
74- Başkalarıyla mücadele etmek, üstünü başını sidikden
sakınmamak,
75- Abdestin ve guslün farzlarından birini terketmek,
76- Zaruretsiz olarak avret mahallini açmak,
77- Peştemalsız hamama girmek,
78- Hayız halinde hanımına cima’ etmek,
79- Namazın terkini kasd etmek,
80- Namazın tehirini kasd etmek,
81- Namazın vaktini özürsüz takdim etmek,
82- Etrafında korkuluk olmayan damda yatıp uyumak,
83- Namazın vaciblerinden bir vacibi terk etmek,
84- Kadınlar başlarına eğreti (Peruk) saç takmak,
85- Ve bu takma sanatını öğrenmek,
86- Vücuduna ve kollarına nişan ve nakış yaptırmak,
87- Ve bunu yapmayı öğrenmek,
88- Dişlerini bağlamak, süs için kaplatmak,
89- Ve bu ilmi öğretmek,
90- Namaz kılanın önünden geçmek,
91- Namazı cemâatle kılmamağa ittifak etmek,
92- Kendisinin imam olmasını istemeyen kavme imam olmak,
93- Safları kesmek, yani aralarını açık bırakmak,
94- Safları düzgün etmemek,
95- İmamdan evvel yatıp kalkmak,
Mü’minlere Va’zlar
516
96- Namaz kılarken semâya bakmak,
97- Namazda iki tarafına bakmak,
98- Namazda iki elini böğrüne koymak,
99- Kabristan ve türbeleri mescid yapmak,
100- Kabristanda kandil yapmak,
101- Türbelere ta’zim etmemek kebâirdendir,
102- Türbelerin etrafında dolaşmak,
103- Kabrin üzerine yapışıp yuzünü gözünü sürmek,
104- Kabre karşı namaz kılmak,
105- Yalnız yola gitmek,
106- Kadınlar (erkeksiz) sefer mıkdarı yola gitmek,
107- Yoldan tavşan geçdi diye geri dönmek,
108- Özürsüz Cuma namazını terk etmek,
109- Mutlaka halkanın ortasına oturmak,
110- Nasın omuzlarını atlayarak önlere geçmek,
111- Erkeklerin halis ipek elbise giymesi,
112- Ekserisi ipek olan elbiseyi özürsüz olarak giymek,
113- Yüzünden gayri altın ve gümüş ziynetlerle süslenmek,
114- Erkekler her ne suretle olursa olsun kendilerini ses ve
hareketlerini kadınlara benzetmesi,
115- Keza kadınların da kendilerini erkeklere benzetmesi,
116- Kadınların ince elbise giymesi,
117- Giydiği elbisenin yenleri ve etekleri uzun olması,
118- Söylerken ve yürürken kibirlenmek,
119- Sakalını zaruretsiz siyaha boyatmak,
120- Yağmuru buluttan ve yıldızdan bilmek,
121- Musibet zamanında yüzünü yırtıp yanaklarını dövmek,
122- Üstünü başını yırtıp bağıra çağıra ağlamak,
Mehmed Zahid Kotku
517
123- Ve bu ağlayanları dinlemek,
124- Yüzünü tıraş edip kıllarını koparmak,
125- Musibet zamanında ah vah ile helake duâ etmek,
126- Ölünün kemiklerini kırmak,
127- Kabir üzerinde oturmak,
128- Kabirlerin üstünü mescid edinmek,
129- Kadınların kabristanı ziyaret etmeleri,
130- Kadınların cenazeyle beraber gitmeleri,
131- Okuyuculuk (Üfrükcülük) etmek, muska ve boncuk
kullanmak.
132- Likâullahı istememek, (Allah'a kavuşmak)
133- Zekat vermemek,
134- Zekatı özr-i şer’i yokken tehir etmek,
135- Fakir olan borcluyu sıkıştırmak veya haps ettirmek,
bencillik etmek,
136- Doğruluk yerine hıyanetlik etmek,
137- Öşür ve zekatın daha fazlasını almak,
138- Muhtac olmayan fakirin çokluk için dilenmesi
kebâirdendir,
139- Dilencinin dilendiği kimselere ısrarla eza etmesi,
140- Yakını ve akrabası olan kimselerin zaruretlerinden naşi
istedikleri seyi, iktidarı varken vermemek,
141- Sadakayı başa kakmak,
142- İhtiyaç zamanında fazla suyunu vermemek,
143- Halkdan gördüğü ni’meti inkâr etmek, Hakkın verdiği
ni’metleri de inkâra sebeb olur,
144- Dilencinin cennetden ğayri Allah rızası için istemesi,
145- Allah rızası için isteyen kimseyi men etmek,
Mü’minlere Va’zlar
518
146- Ramazanda bir günün orucunu terk etmek,
147- Cima veya ğayrı bir sebeble özürsüz olarak orucunu
bozmak,
148- Ramazanda bozduğu ve tutmadığı orucun kazasını tehir
etmek,
149- Kocası varken, kocasının izni olmadan nafile oruc tutmak,
150- Bayram ve tekbir günleri oruc tutmak,
151- Nezr ettiği ı’tikâfı terk etmek,
152- Cimâ sebebiyle ı’tikafı iptal etmek,
153- Mescidde cima etmek,
154- Hacca kudreti varken ölümüne kadar terk etmek,
155- İhramda olan hacının cima etmesi,
156- Hacının yemesi mübah olan hayvanları öldürmesi,
157- Vahşi hayvanı kasden bilerek öldürmek,
158- Kocalarının izni olmadan kadınların nafile hac ve umre etmeleri,
159- Beyt-i Haramı helâl ittihaz etmek,
160- Harem-i Şerifde haramı helâl addetmek,
161- Medine-i Münnevvere halkını korkutmak,
162- Medine-i Münevvere halkına kötülük, murad etmek,
163- Harem-i Şerifde, zaten olmayan birşeyi ihdas etmek,
164- O hadesi işleyen ehl-i bid’ati orada tutmak, durdurmak,
165- Harem-i Şerifin ağacını kesmek ve otunu yolmak,
166- Kudreti olan kimsenin kurbanını kesmemesi,
167- Kurban derisini satmak,
168- Canlı hayvanın azalarından birini kesmek,
169- Hayvanın yüzünü çizmek,
170- Hayvanı nişangah yapmak (kurşun atmak gibi)
Mehmed Zahid Kotku
519
171- Yemekliğin ğayrisi için hayvanı katl etmek,
172- Hayvanı keserken merhametsizce kesmek,
173- Allahın isminin ğayriyle kesmek,
174- Bir avı avladıkdan sonra her kim tutarsa helâl olsun
deyib salıvermek,
175- “Meliklerin meliki” diye ad takmak,
176- Haşhaş, afyon, (benc) denilen (afyona benzer ot) anber, zağferan ve cevzetü’ttayyib gibi sekir veren şeyleri
yemek,
177- Akan kanı, domuz etini, ölmüş hayvan etini ve benzerlerini yemek,
178- Bunlar ölüm derecesinde aç olanlar için mustesna, diğerleri için günâh-ı kebâirdendir,
179- Canlı hayvanı ateşte yakmak,
180- Necis olan ve nefreti mucib olan ve mazarratı olan şeyleri
yemek,
181- Hür olan insanı satmak,
182- Faiz yemek,
183- Faizden hasıl olan malını başkalarına yedirmek,
184- Faizcinin katipliğini yapmak,
185- Faizcinin şahidi olmak,
186- Faiz kazanmak için çalışmak,
187- Faizciye yardım etmek ve hiyle kullanmak,
188- Erkek hayvanı dişisinden men’ etmek,
189- Fasid alışverişle haram ve ihtikârla kazanılan malı yimek,
190- Anasıyla henüz ufak olan çocuğunun aralarının ayırıp
satmak, yani anasını başkasına çocuğunu başkasına
satmak,
Mü’minlere Va’zlar
520
191- Şarab yapacağını bildiği bir kimseye, yaş veya kuru üzüm
ve emsalini satmak, günah-ı kebâirdendir,
192- Fisk ve fücur edeceği yakinen bilinen kimseye (şab-i
emred) köleyi satmak,
193- Kezalik fasik bir adama, baliğa olmayan cariyeyi satmak,
194- Saz, tanbur, ud, ve sair lehiv aletlerini yapanlara ağaç
satmak,
195 – Harbi olan kâfire silah satmak,
196- Şarab içen kimseye şarap satmak,
197- Afyon ve esrar içen kimseye bunları satmak,
198- Almayacağı malın pahasını kasden arttırmak,
199- Almak üzere pazarlıkda olan iki kişinin arasına girip
pazarlığı bozmak,
200- Satmak üzere olanın satışını yani pazarlığını bozmak,
201- Satacağı hayvanın sütünü sağmadan pazara ve sair bir
hiyle ile satmak,
202- Yalan yere yemin ederek malını satmak,
203- Hiylekârlık yapmak,
204- Ölçüleri fazla veya noksan ölçmek,
205- Menfeat temini için başkasına ödünç para vermek,
206- Vermemek niyyetiyle mal ve saire almak,
207- Muztar olmadığı halde ve borcunu ödeyecek durumda
olmadığı halde borç istemek,
208- Vakti olduğu halde borcunu ödememek,
209- Yetim malı yemek,
210- Haram yerlere mal ve para sarf etmek,
211- Zımmi de olsa komşuya eza etmek,
212- Hacetten fazla, kibir ve gurur için bina yapmak,
Mehmed Zahid Kotku
521
213- Yolları ve sınırları değiştirmek,
214- Âmayı yoldan çıkarıb şaşırtmak,
215- Çıkmaz sokaklara izinsiz tasarruf etmek,
216- Caddelerde gelib geçenlere zarar verecek şekilde tasarruf
etmek
217- Müşterek olan duvarı örf ve adetin haricinde kullanmak,
218- Ödemesi lâzım gelen bir malı, kudreti varken ödemekten
kaçmak,
219- İki şerikin birinin diğerine hıyanetlik etmesi,
220- Vekil olan kimse müvekkili aleyhine ve zararına hareket
etmesi,
221- Varislerden birisi için veya yabancı bir kimse için, yalan
yere borç ikrâr etmek,
222- Hasta olan kimsenin borcunu söylememek,
223- Veya kendisine bırakılan emaneti söylememek,
224- Babası olmadığı halde bir kimseye “bu benim babamdır”
demesi,
225- Veya babasını inkar edip “bu benim babam değildir”
demesi,
226- Ödünç aldığı hayvanı hangi işde kullanacaksa o işin
ğayrisinde kullanmak,
227- Veya hayvanı izinsiz almak,
228- Veya ödünç aldığı hayvanı müddetinden fazla kullanmak,
229- Başkasının malını zorla almak,
230- İşinde kullandığı işçinin ücretini tehir etmek,
231- Veya işcinin hakkını vermemek,
232- Arafatda, Müzdelifede, Minada ev yapmak,
233- Umuma ve hususa ait olan araziyi, faydalanmakdan,
ihya etmekden, cadde ve yollardan, cami ve mescidler-
Mü’minlere Va’zlar
522
den, tekke ve zaviyelerden, madenlerden ki, (görünür
ve görünmez) insanları men’ etmek,
234- Evinin veya dükkanının yanında olsa bile, umuma ait
bir yeri satmak,
235- Veya kiraya vermek,
236- Mübah olan bir suyu zabt edib gelen geçeni o sudan
men’ etmek,
237- Vakıfın şartına muhalefet etmek,
238- Şartını ifa etmeden, bulduğu mala tasarruf etmek,
239- Bulduğu malın sahibi çıkdığı halde malını vermemek,
240- Bulduğu malı ilan etmemek,
241- Vasıyyetde, kendisini veya varisleri zarara sokmak,
242- Rehine, emânete veya kira ile aldığı mala ve sair emânetlere
hiyanetlik etmek,
243- Evlenmeyi terk etmek,
244- Yabancı kadına şehvet nazarıyla bakmak,
245- Ecnebi hatuna şehvetle yapışmak,
246- Yabancı kadınla kimsesiz olarak beraber kalmak,
247- Şehvetle ve kötü fikirle şab-i emret delikanlıya bakmak,
248- ve ona eliyle değmek,
249- Ve onunla yalnız kalmak,
250- Başkalarını ğıybet etmek,
251- Veya ğıybet edenlere rıza ile sükut etmek,
252- Birbirlerine yakışmayan sözlerle lakap takmak,
253- Bir müslümanla istihza edib maskaralığa almak,
254- İki kimse arasında lakırdı taşımak,
255- İki yüzlülük etmek,
256- İftira ve bühtan etmek,
Mehmed Zahid Kotku
523
257- Aklı başına gelen kızı, küfvü yani dengi istediği halde
velisinin vermemesi,
258- Bir kız için söz kesilmek üzere iken gidib ona talib
olmak,
259- Bir kadını kocasından soğutmak,
260- Kocayı karısından soğutmak,
261- Neseb veya süt emmek cihetinden veya musahere cihetinden mahremi olan hatuna nikâh akd etmek,
262- Üç talak ile boşandıkdan sonra hulleye razı olmamak,
(tekrar almak için yapılan çaredir)
263- Üç talak ile boşanan kadını hulle ve mutâvaat etmek,
264- Bir adam zevcesiyle olan muamelâtı ifşa etmek, yani
dışarıya söylemek,
265- Zevcesini arkasından kullanmak,
266- Yabancılar arasında karısına cima’ etmek,
267- Mihrini istediği vakit vermemek niyyetiyle bir kadını
nikâhla almak,
268- Gerek büyük ve gerek küçük canlı hayvan resmi yapmak,
268- Davetsiz başkasının yemeğine gitmek (tufeyli),
269- Karnı doydukdan sonra daha fazla yemek istemek,
270- Kendisine za’rarı olduğunu bildiği halde çok yemek,
271- Yemesine ve içmesine çok taam hazırlamak,
272- İki karılı adamın, karısının birini diğerine tercih etmesi,
273- Kadının haklarından bazılarını men’ etmek, (mihir ve
nafaka gibi)
274- Kadının da kocasının haklarından birini men’ etmek,
275- Garaz-ı şeri olmadan bir müslüman kardaşıyla üç günden
ziyade küsmek,
Mü’minlere Va’zlar
524
276- Mümin kardaşıyla karşılaşdığı vakit yüz çevirmek,
277- Birbirlerine buğz ve adavet etmek,
278- Kadınların süslenerek ve kokulanarak sokağa çıkması,
279- Kocasının izni olmadan kadının özürsüz olarak evinden
çıkması,
280- Sebebsiz olarak kadının kocasından ayrılmak istemesi,
(boşanmak) günah-ı kebâirdendir,
281- Pezevenklik ve deyyusluk etmek,
282- Talâk-ı ric’i ile boşadığı kadına, mürâcaat etmeksizin
cima etmek günah-ı kebâirdendir,
283- Bir kimse hanımına dört aydan fazla (vat’) etmiyeceğine
yemin etmek.
284- Karısının bir uzvunu anasının veya kızkardeşininkine
benzetmek,
285- Namuslu kimselere ya (zani veya zaniye) diye iftira
etmek,
286- Bu sözleri söyleyenleri da’va etmemek,
287- Müslümana sövmek.
288- Anasına ve babasına sövdürecek derecede bir müslümanın
ırzına dil uzatmak,
289- Müslümana la’net etmek,
290- Kişinin kendi evladına “bu benim evladım değildir”
demesi,
291- Bildiği halde kendi babasından başkasına bu benim
babamdır demesi,
292- Bir müslümanın nesebine dil uzatıp ta’n etmek,
293- Zinadan doğurduğu çocuğu başkasının nesebine sokmak,
294- Boşanan kadının müddeti hakkında hıyanetlik etmek,
Mehmed Zahid Kotku
525
295- Iddetini beklemek hükmü şeri iken ve özr-ü şerisi yokken
hanesinden çıkmak,
296- Kocası ölen kadının ıddet beklediği zaman, terki lâzım
gelen ziynetini terk etmemesi,
297- Yeni aldığı cariyeyle hayız müddetini beklemeden cima
etmek,
298- Karısının nafakasını ve elbisesini, mesağ-ı şeri yokken
vermeyip men’ etmek,
299- Ehl-i iyal ve evlatlarını zayi etmek,
300- Anasına ve babasına asi olmak,
301- Akrabasıyla alakasını kesmek,
302- Başkasının kölesini “bu benim azatlımdır” diye iddia
etmek,
303- Köle ve cariyeyi efendisinin aleyhine ifsad etmek,
304- Köle ve câriyenin efendisinden kaçması,
305- Hür olan kimseyi köle diye kullanmak,
306- Köle ve cariyenin efendisinin hizmetinden kaçması,
307- Efendinin, köle ve cariyenin ihtiyaçlarına bakmaması,
308- Kölelerine güçlerinin üstünde iş göstermek,
309- Köle ve cariyeyi devamlı dövmek,
310- Hayalarını çıkarmak ve zekerini kesmek,
311- Hayvanları da sebebsiz yere iğdiş etmek,
312- Hayvanları birbirleriyle döğüştürmek,
313- Günahsız bir müslümanı veya zımmiyi amden katl
etmek günah-ı kebâirdendir,
314- Her ne sebeble olursa olsun intihar etmek,
315- Bir müslümana, küfrünü murad etmiyerek, yalnız söğmek kasdıyla (kâfir) demek,
Mü’minlere Va’zlar
526
316- Haram olan katle veya katlin mukaddematına yardım
etmek,
317- Katl esnasında hazır olupta, onu yani katl fi’lini def’etmeye
kadir iken bunu yapmamak,
318- Bir müslüman veyâ zimmiyi haksız yere dövmek,
319- Bir müslimi silah ve saire ile korkutmak,
320- Kendisine küfr olmayanın sihir yapması,
323- Sihir yapmasını istemek,
324- Falcılık ve bakımcılık yapmak,
325- Gayıpdan haber vermek,
326- Kuş uçmasından, tavşan geçmesinden kötülük beklemek,
327- Yıldızlardan ahkâm çıkarmak,
328- Falcıya gidib sözlerini tasdik etmek,
329- Kuş ötmesinden veya geçmesinden veya inmesinden
iyilik veya kötülük bilmek,
330- Ufak taşlarla ve kahve fincanlarıyla fal açmak,
331- Gayıpdan haber vereni ve falcıyı tasdik etmek,
337- Yıldıza bakanlara gidib yalanlarını tasdik etmek,
333- Hükumdarlara ve padişahlara asi olmak ve isyan etmek,
334- Garaz-ı dünyeviyeden dolayı padişahla ve hükümdarla
olan ahdini bozmak,
335- Kendisinin lâyık olmadığı ve hıyanet edeceğini bildiği
halde, imamet ve emirliği kabul etmek,
336- Bu emâreti ve emirliği ele geçirebilmek için para sarf
edib, harc etmek,
337- Umur-u müslimine fasık ve facir olan kimseyi ta’yin
etmek.
Mehmed Zahid Kotku
527
Bu ne kadar dikkate şayandır, Allah ve Peygamber tanımayan veya Allah ve Peygamberin gösterdiği yolda gitmeyip,
günah ve isyan vadilerinde dolaşan, ibâdet ve tâatten mahrum
olan, gönülleri tamamıyla kararmış, zevk ve sefalarına daImış,
aşıkların ve milletin işleriyle ne kadar alâkadar olabileceklerini
pek iyi düşünmeli de seçim fırsatını bir ganimet bilip, bilgisine
veya servetine veya kuvvet ve kudretine değil, belki dinine
bağlılığı nisbetinde vicdanı temiz, ahlâkı mazbut, vatanını,
Allah ve Peygamberini seven kimseleri seçmenin daha ma’kul
olacağı zannındayım. Çarşıdan aldığınız bir domatesin, bir
patlıcanın bir kavun ve karpuzun iyisini seçmesini isterizde;
dört sene başımızda idareci olarak kalacak kimselerin, şunun,
bunun propağandasına aldanıp da din, Allah ve Peygamber
düşmanlarını başımıza seçip getirmek hiç akıllı insanlara
yakışır mı? dersiniz.
338- Salih ve müstekim kimseleri vazifelerinden azl edib
uzaklaştırmak,
339- Salih ve müstekim olmayan kimseleri iş başlarına ta’yin
edip kullanmak,
340- Hükümdar ve emirlerin, hakimIerin ve memurların, tabeasında ve maiyyetinde olan kimselere zulm etmesi,
341- Ve haklarında hiyanetlik ve hiyle yapmaları,
342- Hükümdarların ve ümeranın, saraylarında halktan uzak
kalıp, halkın işlerine bakılmaması,
343- Mallarını yemek ve onları dövmek gibi şeylerle müslümanlara zulm etmek,
344- Gücü yettiği halde mazlumları zalimlerin ellerinden
kurtarmamak,
Mü’minlere Va’zlar
528
345- Zalimin zulmüne razı olmak. Ve zalimlere yardımcı
olmak,
346- Zalemeye ahir kimseleri şikayet etmek,
347- Kabahat sahiblerini cezadan kurtarmaya çalışmak,
348- Borçluya, alacaklının alacağını ödettirmemek
kebâirdendir,
349- Bir müslümana, (ya kâfir veya adüvvallah) demek,
350- Hudud-u ilahide şefaat etmek,
351- Bir müslümanın gizli ayıplarını aramak, ve onu rezil,
rüsvay etmek,
352- Salihler kisvesi altında günahları ve fenalıkları irtikab
etmek,
353- Hudud-u ilahiyeyi ikamede müdahene eylemek,
354- Zina etmek,
355- Hayvanlara tasallut etmek,
356- Yabancı kadınara dübüründen yanaşmak,
357- Kadın, kadına avret mahallerini dokundurmak,
358- Bir recülün ölmüş karısına yanaşmak,
359- Velisiz ve şahitsiz kıyılan nikâhla karısına yanaşmak,
360- Müvakkat nikâhla alınan kadına zina etmek,
361- Zina ettiği kadını evinde saklamak,
362- Hırsızlık etmek,
363- Yol kesicilik etmek,
364- İnsanları korkutmak,
365- Şarab içmek,
366- Şarabdan gayri müskiratı bir damla bile olsa içmek,
367- Şarab ve sair müskiratı yapmak ve yaptırmak,
368- Şarab ve sair müskiratı içmek için taşımak,
Mehmed Zahid Kotku
529
369- Şarab ve sair müskiratın hammallığını yapmak,
370- Başkasına içmesi için vermek,
371- Başkasına içirmek için çalışmak,
372- Bütün bunları almak ve satmak,
373- Bunların parasını yemek,
374- Bunlardan birini evinde saklamak,
375- Öldürmek için bir ma’sumun üzerine saldırmak,
376- Bir ma’sumun malını gasp etmek için üzerine saldırmak,
375- Bir ma’sumun ırzına geçmek için üzerine saldırmak,
378- Bir ma’sumu korkutmak için üzerine saldırmak,
319- Bir delikden komşusunun evini gözetlemek,
380- Ve komşusunun hanımına gizlice bakmak,
381- Bir kavmin, istemedikleri halde sözlerini dinlemek,
382- Erkek, kadın büluğa kadar sünnet olmayı terk etmek,
383- Cihada gitmeyi terk etmek,
384- Cihadı terk edib kaçmak ve hududlarda nöbeti terk
etmek,
385- Kudreti olan kimsenin emri ma’ruf ve nehyi anilmünkeri
terk etmesi,
386- Sözü fi’line uymamak,
387- Kendisine verilen selamı almamak,
388- İnsanların kendisini görünce ayağa kalkmalarını sevmek
ve iftihar etmek,
389- Muharebede bir veya iki kâfirden kaçmak,
390- Taun hastalığının bulunduğu yerden kaçmak,
391- Ganimet malından birşey alıp gizlemek,
392- Kendisine aman verilen kimseye zulm edip katl etmek,
393- Te’kebbüre’n veya müsabaka için, koşu için at beslemek,
Mü’minlere Va’zlar
530
394- İleri geçen para almak şartıyla ok atışmak,
395- Ok atmasını öğrendikden sonra terk etmek,
396- Yalan yere yemin etmek,
397- Doğru olsa bile çok yemin etmek,
398- Allahdan gayrisine yemin etmek,
399- Eğer şu işi işlersem kâfir olayım demek,
400- Veyahud İslâmdan uzak olayım demek,
401- Veyahud Peygamberden beri olayım demek,
402- Yalan yere İslâmın gayri millete yemin etmek,
403- Nezrini yerine getirmemek,
404- Kadılığı kabul etmek,
405- Başkasını kadı kılmak,
406- Haksız olarak kadılık istemek,
407- Korkusundan ve cehlen hükmetmek,
408- Batıla yardım etmek ve göz yummak,
409- Kadıyı veya başkalarını, Hakkın gazab edeceği şeyle razi
kılmak,
410- Rüşvet almak,
411- Batıl için rüşvet vermek,
412- Rüşvet alanla veren arasında tevassut etmek,
413- Hükmettiğine mukabil para almak veya vermek,
414- Şefaat ettiği için hediye kabul etmek,
415- Batıl nesne için husumet etmek,
416- Taksimde adalet etmemek,
417- Kıyamet takdirinde ifrat veya tefrit etmek,
418- Yalan yere şehadet etmek ve bu yalan şehadeti kabul
etmek,
419- Özürsüz, şehadeti yapmamak,
Mehmed Zahid Kotku
531
420- Kendisinde (had) ve zarar olan yemini söylemek,
421- Şarab içen kimselerle ve fasıklarla oturmak,
422- Ulemanın ve fukahanın fasıklarla oturması,
423- Kumarın her nev’ini oynamak, iskambil, tavla, satranç
ve saire gibi,
424- Dama ve tavla oynamak,
425- Bu oyunlar sebebiyle namazı vaktinden çıkarmak veya
kavga etmek,
426- Veter dedikleri çalgıyı çalmak,
427- Ve onu dinlemek,
428- Düdük çalmak ve onu dinlemek,
429- Kevbe dedikleri şeyi çalmak ve onu dinlemek, (Saz nev’i)
430- Aşık olduğu bir genç delikanlıyı medh etmek,
431- Meçhul kadınların güzelliğini veya fuhşiyatını anlatmak,
432- Bunları şiir ile söylemek,
433- Bir müslümanı şiirle hivic veya zem etmek,
434- Fuhşiyata aid şiir söylemek,
435- Zemmi müştemil şiir söylemek,
436- Şiirde cahili alim ve fasikı de adil kılmak,
437- Örf ve adetde olmayan sözleri söylemek,
438- Ekseri vakitlerini şiire harcayıp kazanç temin etmek,
349- istediğini vermiyen kimseyi zemde mübalağa etmek,
440- Küçük günahlara, tâatine ğalib derecede devam etmek,
441- Tövbeyi terk etmek,
442- Ehl-i Medineye buğz etmek,
443- Eshab-ı kiramdan birine söğmek,
444- Hakkı olmayan birşeyi ahardan da’va etmek,
445- Azad ettiği köle veya cariyeyi hizmetinde kullanmak.
Mü’minlere Va’zlar
532
HANEFİ MEZHEBİNE GÖRE DİĞER GÜNAHLAR
Buraya kadar İbni Haceri’l-Mekki Heysemi’nin günahları
tamamlandı.
Bundan sonra Hanefi mezhebine ait evvelce yazılanlardan
maada günahlar yazılacakdır. Zikr olunacak muharrematın
bazıları yukarıda zikr edilmiş ise de, burada tekrar zikri,
meası ve muharrematın ehemmiyetine binaen, (Hâdimî)
hazretleri, Berikasında buyurduğu "Allahü Teâlânın haram
kıldığı şeylerden bir zerresini terk etmek, yer ve gök ehlinin
ibddetinden hayırlıdır." İns ve cin, ibâdetlerinin hayırlı
olması, haramIara son derece ehemmiyet vererek dikkatli
bulunması ve çok uyanık olmak lâzım geldiğinden, Üstaz-ı
muhterem efendi bunların tekrarındaki faydaları mülahaza
ederek yazılmasını tensib buyurmuşlardr. (Rahmetullahi
aleyhim ecmain).
Birincisi: Ellerinde bulunan dünya ni’metlerine tamaen
hakimler, valiler, zenginler, amirler ve âsî günahkarların evlerine
ve yanlarına gitmek.
İkincisi: Büyüklerle ve zenginlerle karşılaşdığında, secde
eder derecesinde eğilmek.
Üçüncüsü: Zalemeye (zalimlere) mülaki olduğunda,
huzurlarında durup, el ve eteklerini öpmek.
Dördüncüsü: Çok şey almak için az birşey hediye etmek,
(düğünlerde olduğu gibi).
Beşincisi: Bir günlük yiyeceği olan kimsenin kendisi için
dilenmesi, başkası için olursa zararı yokdur.
Altıncısı: İlmin ğayrisi çin temelluk etmek.
Yedincisi: Malını denize veya ateşe atmak,
Mehmed Zahid Kotku
533
Sekizincisi: Kendisinden faydalanılmaz derecede malını
kırıp parçalamak,
Dokuzuncusu: Faydasız yere malını harcayıp zayi etmek,
Onuncusu: Meyva ve mahsulunu vaktinda toplamayıp
telef etmek,
Onbirincisi: Hayvanat ve hizmetkârlarını emin yerlerde
saklamayıp, helâke bırakmak.
Onikincisi: Bunları sıcak ve soğuktan muhafaza etmiyerek
elbise ve yemeklerine bakmamak.
Onüçüncüsü: Malın topladıkdan sonra muhafazasına
dikkat etmeyip zayi etmek,
Ondördüncüsü: Yağ, meyva ve taamın fazlasını bir
muhtaca vermeyip dökmek.
Onbeşincisi: Kapları güzelce temizlemeden ve yemek
artıklarını iyice sıyırmadan yıkamak.
Onaltıncısı: Ekmek kırıntılarını toplamamak.
Onyedincisi: Pirinç kalıntılarını iyice toplamamak.
Onsekizincisi: Üst ve başını eskitecek veya yakacak şeylerden muhafaza etmemek,
Ondokuzuncusu: Yıkanmada sabunu çok kullanmak,
yağ ve ışıkları çok kullanmak,
Yirmincisi: Muhtaç olmadıkça malını kıymetinden
aşağıya satmak veya noksan kiralamak,
Yirmibirincisi: Veya ziyadeye satmak veya kiraya vermek.
Yirmiikincisi: Cenazenin kefenini sünnetten fazla yapmak, yani üçden.
Yirmiüçüncüsü: Abdest’de ve gusül’de suyu fazla harcamak
ve üçden fazla yapmak,
Yirmidördüncüsü: Günah işlemek isteyen kimseye yol
göstermek.
Mü’minlere Va’zlar
534
Yirmibeşincisi: Zalimlere ve yardımcılarına yol göstermek
ve onlara yardımcı olmak.
Yirmialtıncısı: Haksız olduğu halde onun da’ vasını
almak. (da’va vekilleri gibi)
Yirmiyedincisi: Ve böyle kimselere mesail-i zaifeyi ve terk
olunmuş meseleleri öğretmek, zamanın müftileri gibi.
Yirmisekizincisi: Lahn ve teğanni ile veya ücret mukabili
Kur’an okumak, zikir ve duâ etmek,
Yirmidokuzuncusu: Kur’an, Ettahiyat, Salavât ve Kunut
duâlarını ve vacib olan şeyleri öğrenmemek.
Otuzuncusu: Kabul edeceğini sandığı kimseye nasihat
etmemek ve doğru yolu göstermemek,
Otuzbirincisi: Lüzumu halinde fetvayı ve ta’limi terk
etmek,
Otuzikincisi: Ahkâm-ı Kur’aniyye ile hükm etmemek.
Otuzüçüncüsü: Selam alıp vermeyi terk etmek. (Zamanımızda olduğu gibi),
Otuzdördüncüsü: Va’z ve nasihatları, emr-i ma’rufu ve
nehyi ani-I münkeri dinlememek.
Otuzbeşincisi: Ehli olsun olmasın bir kimsenin kadı
veya evkafa mütevelli olması, ve sair makamlara geçmesi için
şefaatci olmak,
Otuzaltıncısı: Ehli olmayan kimsenin, imam ve müezzinliğe ve Kur’an kurslarına ta’yinine şefaatci olmak.
Otuzyedincisi: Gizli olan mektuplara veya gizli emanet
yerlere bakmak.
Otuzsekizincisi: Hastanın yüzüne çokça bakmak ve sağa
sola bakmak ve hastaya gözünü dikmek,
Otuzdokuzuncusu: Kabahatsiz kimseyi korkutmak ve
bir müslümana gözünü dikip bakmak.
Mehmed Zahid Kotku
535
Kırkıncısı: Bir kimse diğer kimseyi âlimdir, sâlihdir,
velidir zannıyla verdiği sadakayı, kendisi böyle değilken bu
hediyeleri almak.
Kırkbirincisi: Vakıfın şartı hilafına, vakf-ı sahihden
almak.
Kırkikincisi: Kur’anda bildirilen sekiz kimseden maadasının beytülmaldan alıp yemesi.
Kırküçüncüsü: Başkasının hizmetkârından, efendisinin
izni olmadan hediye almak.
Kırkdördüncüsü: Deli ve bunak ve sar’alı (Bayılan)
kimselerden ve çocuklardan birşey almak.
Kırkbeşincisi: Ölü hayvan eti, kan, şarab, sidik gibi necis
olan şeyleri yiyip içmek.
Kırkaltıncısı: Kedi, köpek ve sair hayvanlara vermek
için bile olsa, ölmüş hayvanı, kan ve şarabı, sidik ve diğer
necasetleri yüklenmek.
Kırkyedincisi: Sofradan baki kalan taamı bitirmeden
kaldırmak.
Kırksekizincisi: Canlı hayvanı nişan alarak ona kurşun
atmak.
Kırkdokuzuncusu: Hikâye tarikıylenin gayrisinde, kelime-i
küfür, yalan, gıybet, iftira gibi haram sözleri yazmak.
Ellincisi: Abdestsiz Kur’an yazmak.
Ellibirincisi: Haram olduğu bilinen malı alıp satmak,
hediye veya sadaka olarak vermek.
Elliikincisi: Büyük hayvan suretlerini görünce onları
yok etmemek.
Elliüçüncüsü: Âharin malını ve hayvanını öldürmeye
kasd eden zalimi def’ etmemek.
Ellidördüncüsü: Haram olan nesneyi yemek.
Mü’minlere Va’zlar
536
Ellibeşincisi: Altın ve gümüş kaşık ile yemek yemek ve
altın gümüş mil ile göze sürme çekmek ve altın ve gümüşden
kalem ve divit ittihaz etmek.
Ellialtıncısı: Altın ve gümüş tepsi üzerinde yemek yemek.
Elliyedincisi: Ağız ve burnundan çıkan şeyleri kıble tarafına
veya mescide atmak.
Ellisekizincisi: Su içdikden sonra su kabını sağındakinden
izin almadan soldakine vermek.
Ellidokuzuncusu: Masa gibi yüksek yerde taam yemek
ve haram mer’ada otlayan koyunun etinden yemek.
Altmışıncısı: Ekmeği sofra ile beraber kaldırmak. Zira
sofrada taam döküntüsü gibi şeylerin ekmeğe bulaşması
ihtimali vardır. Bundan hürmetsizIik çıkar.
Altmışbirincisi: Cum’aya, cemaate, ta’lim ve taallüme,
öğrenip öğretmeye, farz olan hacca ve cihâda gitmemek.
Altmışikincisi: Emr-i ma’ruf ve nehyi anilmünker yapmamak.
Altmışüçüncüsü: Aciz olan kimsenin hacetine koşmamak.
Altmışdördüncüsü: Mevtayı ğasil ve definde ve kefenleyip
kabre götürmekte tenbellik etmek.
Altmışbeşincisi: Bir müslümanı kâfir ve zalimden, yırtıcı
hayvandan, ateşden, su ve rüzgar gibi tehlikelerden kurtarmamak.
Altmışaltıncısı: Düşmek, batmak ve yanmak gibi tehlikelerde bir malı helâkden kurtarmamak.
Altmışyedincisi: Zaruret olmadığı halde zalemeyi, ümera
ve kadıları davet edip getirmek.
Altmışsekizincisi: Bir müslümana kötü ad takmak ve o
adla çağırmak.
Altmışdokuzuncusu: Gücü yetmediği halde muhafızlık
ve nazırlık istemek ve sünnetle farz arasında konuşmak.
Mehmed Zahid Kotku
537
Yetmişincisi: Hamamda zarûretsiz olarak âzâsını oğdurmak.
Yetmişbirincisi: Kurban kesmeye kudreti olanın, tasadduku vacib olan malı almaması.
Yetmişikincisi: Hayvan suretleri yapmak, nereye olursa
olsun.
Yetmişüçüncüsü: Her türlü çalgıyı, davul, zurna, tanbur
gibi çalgıları çalmak, yalnız kadınlara zilsiz tef caizdir.
Yetmişdördüncüsü: Güvercin ile oynamak. (Bunların
şahitliği de kabul olmaz).
Yetmişbeşincisi: Başka’sının malını gizlice saklamak.
Yetmişaltıncısı: Silah atmasını ve kullanmasını öğrenmemek
Yetmişyedincisi: Bedene zarar verici şeyleri içmek.
Yetmişsekizincisi: İçinde yenmesi caiz olmayan şeyler
bulunan nesneyi yemek.
Yetmişdokuzuncusu: Kurban bayramında namazdan
evvel yemek yemek, başı açık olarak ve bir yere dayanarak
yemek.
Seksenincisi: Kendisine hürmet göstermeyen kimse ile
dostluk etmek.
Seksenbirincisi: Kocasından izinsiz nafile oruç tutmak.
Seksenikincisi: Yenmesi lâyık olmayan taamı fukaraya
yedirmek.
Seksenüçüncüsü: Henüz karnında bulunan, hayvanın
yavrusunu satmak.
Seksendördüncüsü: Mesela, “ben sana şunu bin kuruşa
sattım, sen de bana bin kuruş ödünç ver”, yahud “bana filan
şeyi satmak şartıyla” pazarlık etmek yasakdır.
Seksenbeşincisi: Yanında mevcud olmayan malı satmak.
Seksenaltıncısı: Zaruretsiz kendini veya hayvanını eliyle
yaralamak.
Mü’minlere Va’zlar
538
Seksenyedincisi: İnsan veya hayvanın yüzüne eliyle vurmak.
Seksensekizincisi: özrü olmadan evlenmeyi terk etmek.
Seksendokuzuncusu: Baş tıraşını kırk günden fazla
geciktirmek.
Doksanıncısı: Avret yerini örtecek bir şey olmadan
helaya girmek.
Doksanbirincisi: Zaruret olmadıkça yatsı namazından
evvel az dahi olsa uyumak.
Doksanikincisi: Yatsı namazından sonra lüzumsuz konuşmak.
Doksanüçüncüsü: Yüzüne nakış yaptırmak ve çizdirmek.
Doksandördüncüsü: Eğreti saç (peruk) kullanmak.
Doksanbeşincisi: Cınbız ve saire ile yüzünün kıllarını
koparmak.
Doksanaltıncısı: Dişlerini biletmek, sadaka dağıtmak
için verilen paradan hisse almak.
Doksanyedincisi: Sünnet-i müekkedeleri terk etmek.
Doksansekizincisi: Vakfa, vakıf işlerine nazır olmak.
Doksandokuzuncusu: Nazıra ve nazırın yapdığı işlere
bakmak.
Yüzüncüsü: Nazırın emvalinde tasarruf etmek.
Yüzbirincisi: İşe alacağı adamlar hakkında tezkiyeyi terk
etmek.
Yüzikincisi: Cenâb-ı Hakkın ve Peygamberlerin isimlerine
ta’zimi terk etmek.
Yüzüçüncüsü: Zarurette kalan acizlerin istememesi.
Yüzdördüncüsü: Peygamberimizin ism-i şeriflerini duyduğu
zaman ta’zimi terk etmesi, salavat-i şerife getirmemesi.
Yüzbeşincisi: Fasıkın da’vetine gitmek.
Yüzaltıncısı: Dünyaya meyil bakımından çiftlik ittihaz
etmesi.
Mehmed Zahid Kotku
539
Yüzyedincisi: Malına tamaan ihtiyar kadınla evlenmek.
Yüzsekizincisi: Sokağa çokca çıkmak.
Yüzdokuzuncusu: Genç kız ve oğlanlarla konuşmak.
Yüzonuncusu: Dükkanlara gidip oturmak, evlere de gidip
oturmak ve malaya’ni ile vakit geçirmek de öyledir.
Yüzonbirincisi: Bir evde iki karısını cem edip oturtmak.
Yüzonikincisi: Kendisi için ve başkası için acele etmek
yalnız dört yerde caizdir derler.
Yüzonüçüncüsü: Dünya metaına bel bağlamak.
Yüzondördüncüsü: Başkalarını şaşırtmak ve süküt edib
cevabsız kalmak niyyetiyle mahcub edici sualler sormak.
Yüzonbeşincisi: Kadınlar gerek kendileri ve gerekse kız
kardeşleri için lüzumsuz olarak talak istemek.
Yüzonaltıncısı: Memuriyet ve fetva için şefaat etmek
veya şefaat istemek.
Yüzonyedincisi: Parmağına demirden, bakırdan, tunçdan
yüzük takmak.
Yüzonsekizincisi: Evlerde Kur’an okumamak, namaz
kılmamak, zikir yapılmamak suretiyle mezarlığa, kabristana
benzetmek.
Yüzondokuzuncusu: Alim ve vaizlerin gayrisinin hikaye
ve kıssa nakletmeleri.
Yüzyirmincisi: Nas arasında veya tenhada gülmek.
Yüzyirmibirincisi: Sakaların elinden su içmek.
Yüzyirmiikincisi: Nas ile çokca muaşeret etmek, yani
muhabbet etmek.
Yüzyirmiüçüncüsü: İnsanları veya onlardan birini beğenmemek.
Yüzyirmidördüncüsü: Babasının veya anasının veya başka
bir kimsenin arkasından bağırıp çağırmak.
Mü’minlere Va’zlar
540
Yüzyirmibeşincisi: İrşad niyeti olmaksızın ehl-i heva ile
bir yerde oturmak
Yüzyirmialtıncısı: Hanımını döven bir kimeseye ne için
döğdüğünü sormak.
Yüzyirmiyedincisi: Yakını dahi olsa nasa ihtiyaç göstermek.
Yüzyirmisekizincisi: Çamurdan yapılan taneleri iki
parmak arasına koyup atmakla oynamak.
Yüzyirmidokuzuncusu: Başkalarına iftira ve bühtan
etmek.
Yüzotuzuncusu: Henüz biçilmemiş yeşil buğdayı, halis
buğdaya satmak.
Yüzotuzbirincisi: Birşeyi karanlıkta, veyahud başka
birşeyin içine koyarak eliyle, dikmiş, yapışmış yerini tutarak,
muhayyerliği kaldırmak suretiyle satmak.
Yüzotuzikincisi: Tarlalarda hasıl olan mahsulun yarısı
veya üçte biri, yahut dörtte biri gibi pazarlıkla ekin ekmek.
Yüzotuzüçüncüsü: Biri tarla ve tohum verip diğeri de
işlemek üzere hasıl olan mahsulun bazısı ona verilmek suretiyle ekicilik etmek.
Yüzotuzdördüncüsü: Eğeri üzerinde kırmızı ipekden
yastık olan ata binmek.
Yüzotuzbeşincisi: Deve ve koyunun karnındaki yavruyu
satın almak.
Yüzotuzaltıncısı: Kırmızı elbise giymek.
Yüzotuzyedincisi: Kudreti olduğu halde evlenmemek.
Yüzotuzsekizincisi: Secdede üflemek.
Yüzotuzdokuzuncusu: Kedi eti yemek veya satıp parasını
yemek.
Yüzkırkıncısı: Henüz olmamış hurmayı yemek veya
satmak, çağlalar da böyledir.
Mehmed Zahid Kotku
541
Yüzkırkbirincisi: Çıplak olarak yürümek ve çıplak
oturmak.
Yüzkırkikincisi: Sırrını, mahremi olsa dahi başkasına
söylemek.
Yüzkırküçüncüsü: Parmaklarını çatlatmak ve ayırmak.
Yüzkırkdördüncüsü: Siyahın gayri ile sakalını boyamak.
Yüzkırkbeşincisi: Başkalarına ta’n etmek ve çirkin sözler
söylemek.
Yüzkırkaltıncısı: Başkasına zulüm ve zarar etmek.
Yüzkırkyedincisi: Kuru hurmayı yaş hurmaya, kuru
üzümü yaş üzüme katarak satmak.
Yüzkırksekizincisi: Birbirlerine mal atmakla satış, veya
alıcı olan satıcıya bir taş attığı vakit, satmak vacibdir diye olan
eski bir alış veriş usulü ki memnudur.
Yüzkırkdokuzuncusu: Almayacağı bir malın karşısındaki
alıcıyı zarara sokmak için fiyatını artırmak.
Yüzellisincisi: Mevtanın iftihar edilecek hallerini yad
ederek ağlamak.
Yüzellibirincisi: Namazda ayaklarını sağ tarafdan çıkararak
veya dizlerini dikerek oturmak.
Yüzelliikinicisi: Zorla müslümanların malını yağma
etmek yahut ganimet malını taksimden alıp kaçmak.
Yüzelliüçüncüsü: Kurt ve sair yırtıcı hayvandan kurtulup,
kesilmeden evvel ölen hayvanın etini yemek.
Yüzellidördüncüsü: Bir avı tutup bağladıktan sonra ok
veya kurşun atarak öldürmek ve yemek.
Yüzellibeşincisi: Tavşancıl kuşunun tuttuğu avı yemek.
Zab denilen yediyüz sene su içmeden yaşayan hayvanın etini
yemek.
Yüzellialtıncısı: Henüz olmamış hurmayı yemek.
Mü’minlere Va’zlar
542
Yüzelliyedincisi: Kadınların saçlarını omuzlarının üzerine
dökmesi ve salıvermesi.
Yüzellisekizincisi: Cariyelerin saçlarını örmesi.
Yüzellidokuzuncusu: Cum’a günü hutbe okunurken
bacaklarını esvabıyla veya eliyle karnına bağlayıb oturmak.
Yüzaltmışıncısı: Mezmum olan şiir söylemek.
Yüzaltmışbirincisi: Kadınların yabancılara ziynetlerini
ve elbiselerini göstermesi.
Yüzaltmışikincisi: Deniz koyununun yünüyle, ipekden
yapılan kumaş elbise giymek.
Yüzaltmışüçüncüsü: İşçinin ücretini bildirmeden çalıştırmak.
Yüzaltmışdördüncüsü: Kuşlardan tırnaklı ve pençeleri
olan kuşları yemek.
Yüzaltmışbeşincisi: Veresiyeyi veresiye satmak veya alacağının vakti gelince onu tecilen âhare satmak.
Yüzaltmışaltıncısı: Henüz yetişmemiş mahsulü başağında
iken satmak.
Yüzaltmışyedincisi: Erkek hayvanın menisini ve dişi
hayvanın karnındaki yavruyu satmak.
Yüzaltmışsekizincisi: Elinde mevcud olmayan altını ve
gümüşü satmak.
Yüzaltmışdokuzuncusu: Mescid-i şerifde (had) vurmak.
Yani ceza sopası.
Yüzyetmişincisi: Atı ve sair hayvanları iğdiş yapmak.
Yüzyetmişbirincisi: Parayı, paraya fazlasıyla satmak haramdır. Cinsi cinsine olmazsa caizdir, mesela, altını gümüşe
satmak gibi.
Yüzyetmişikincisi: Dişleri olan yırtıcı hayvanı yemek.
Yüzyetmişüçüncüsü: Erkek hayvanı dişiye çekmekle,
erkek hayvan sahibinin para alması.
Mehmed Zahid Kotku
543
Yüzyetmişdördüncüsü: Hurmanın üç dört senelik mahsulünü satmak.
Yüzyetmişbeşincisi: Diri koyunu et mukabili satmak
veya yaş hurmayı kuru hurmaya satmak.
Yüzyetmişaltıncısı: Havadaki kuşları, denizdeki balıkları
satmak.
Yüzyetmişyedincisi: Afetten emin olmadan ham meyveleri satmak.
Yüzyetmişsekizincisi: Dişi deve, koyun, inek, keçi gibi
sütlü hayvanları sütünü sağmadan satmak.
Yüzyetmişdokuzuncusu: Köylünün satmak üzere getirmekde olduğu malını yolda bekleyip almak.
Yüzseksenincisi: Ta’limli olmayan köpeği ve hınzır denilen
hayvanı satmak.
Yüzseksenbirincisi: Hacamet için olmadan, küçük kafa
denilen yeri tıraş ettirmek.
Yüzseksenikincisi: Bina yaptırdığı vakit (cin) korkusundan kurban kesmek.
Yüzseksenüçüncüsü: Hayvanı bir yere kapayıp aç susuz
öldürmek.
Yüzseksendördüncüsü: Hıristiyan, nusayri arablarının
kesdiği hayvanın etini yemek. Bu, müşriklerden nasara dinine
girenler demekdir.
Yüzseksenbeşincisi: Ben sana şunu bin kuruşa sattım,
sen bana bin kuruş ödünç ver diyerek mal satmak.
Yüzseksenaltıncısı: “Peşin olursa bin; veresiye olursa
binikiyüze olur”, diye iki şartla mal satmak.
Yüzseksenyedincisi: Pirinçden mamul zili çalarak oynamak.
Yüzseksensekizincisi: Düdük, kaval ve emsali çalgıları
çalmak.
Mü’minlere Va’zlar
544
Yüzseksendokuzuncusu: nikâhdan gayri yerde tef çalmak.
Yüzdoksanıncısı: İki erkek veya iki kadının bir yorgan
altında yatması.
Yüzdoksanbirincisi: İlaç için kurbağayı öldürmek.
Yüzdoksanikincisi: Ezası olmayan herhangi bir hayvanı
öldürmek.
Yüzdoksanüçüncüsü: Zağferan ile boyanmış elbiseyi
giymek.
Yüzdoksandördüncüsü: İmam olanın bir arşın yükseklikde bir yerde durması, cemaatin aşağıda kalması, hatta bizim
mihrabl’ardaki bile doğru değildir. Fekat imam efendilerin
bazılarının boyları kısa olunca, hareketleri cemaat tarafından
görülmez diye biraz yükseltilmesine müsaade edilmişdir.
Yüzdoksanbeşincisi: Namazda secdeden kalkarken sol
eli üzerine zaruretsiz dayanarak kalkmak.
Yüzdoksanaltıncısı: Aybı olmadan sikkey-i müslimni
kırmak. Sikke, paraların üzerine vurulan damga aleti olduğu
gibi, mevlevi dervişlerinin başlarına giydikleri uzunca bir
külaha da denir.
Yüzdoksanyedincisi: Bir adama yaramaz adlar takmak.
Yüzdoksansekizincisi: Mecusilerin yani ateşe tapanların
kesdikleri hayvanları ve onların köpeklerinin tuttukları avın
etini yemek.
Yüzdoksandokuzuncusu: Cariyelerin kazançlarını, yemek,
İkiyüzüncüsü: İddia ve iftiharla hazırlanan yemeği yemek.
İkiyüzbirincisi: Kuru hurmanın kendisini açmak ve yaş
hurmanın kabuğunu soymak.
İkiyüzikincisi: Karıncaları ve ufak böcekleri öldürmek.
İkiyüzüçüncüsü: Kadınları arkalarından kullanmak.
Mehmed Zahid Kotku
545
İkiyüzdördüncüsü: Hüccacın Harem-i Şerifde düşürdükleri şeyleri kendisine mal etmek için kaldırmak.
İkiyüzbeşincisi: Kılıncı kınından çıkmış olduğu halde
birbirlerine vermek.
İkiyüzaltıncısı: Bir kimsenin oturduğu yerden kalkar
kalkmaz hemen oraya oturmak.
İkiyüzyedincisi: İmam olan kimselerin daima müezzinlikte yapmaları.
İkiyüzsekizincisi: Kendisinin giydirmediği kimsenin
elbisesine el sürmek yani elini kurulamak. İzni olmadan başkasının mendil, peşkir ve sair eşyasına el sürmek yasaktır,
İkiyüzdokuzuncusu: Namazda iken saçını kulaklarının
yumuşak yerine kadar indirmek.
İkiyüzonuncusu: İnsanın alet-i tenasülünü veya hay’alarını
kesmek. Uyuyan veya konuşan kimselerin arkasında namaz
kılmak.
İkiyüzonbirincisi: İşeyeceği varken namaza durmak.
İkiyüzonikincisi: Kadının yanında mahremi yokken
sefer miktarı yola gitmek.
İkiyüzonüçüncüsü: Kesilen hayvanı ölmeden yüzmeye
çalışmak.
İkiyüzondördüncüsü: Bir adama “harb” veya “velid” gibi
münasebetsiz ad takmak.
İkiyüzonbeşincisi: Namaz kılan çocuğu ön safa geçirmek.
İkiyüzonaltıncısı: İzni olmadan iki kişinin arasına girmek.
İkiyüzonyedincisi: Zararı olmayan çekirgeleri öldürmek.
İkiyüzonsekizincisi: Süt emen kuzuyu ve küçük kuzuları
kesmek.
İkiyüzondokuzuncusu: Gece vakti kurban kesmek.
İkiyüzyirmincisi: Kuyulardan ve vakıf mahallerden nası
men’ etmek.
Mü’minlere Va’zlar
546
İkiyüzyirmibirincisi: Kölenin hakkını vermemek ve
ırzına tecavüz etmek.
İkiyüzyirmiikincisi: İzin almadan başkasının evine
girmek.
İkiyüzyirmiüçüncüsü: Ana, baba ve sair akraba ile
konuşmayı terk etmek, yani onlarla konuşmamak haramlardan ma’duddur, bunlar hakkındaki tafsilatı yazmaya lüzum
görmedik. Çünkü bunlar müslümanlar tarafından bilinen
şeylerdir. Allahü Teâlâ hazretlerinin izniyle bu kitab burada
tamam olmuşdur.
Esselâtü vesselamü ala seyyidina ve nebiyyina Muhammedin
ve al alihi ve eshabihi’l-berere’til-kiram. Hicri 1310 senesinde
bu kitap temam olmuşdur. Ve altı senede bitmişdir. Bu da
bunların ne emekle meydana geldiğini göstermektedir. Biz ise
bu hazır eserleri okumaya bile tenezzül etmiyoruz. Halbuki
muhterem ve mübarek zatlar, bunları bin kere okusanız da ve
yine tekrar tekrar okumanızda çok faydalar vardır demişler.
Meşhur bir söz vardır (ettekrarü hasen velev ke yüzseksen)
demişler ki, hafızlar ve hoca efendiler de derslerini ne kadar
çok tekrar etmekdedirler. Bizler de bu eseri ve buna benzer
sair din eserlerini çok tekrar etmemizde fevaid-i kesıre olduğundan, Cenâb-ı Hak cümlemize okumak ve okuduklarımızla
amel etmek nasib eylesin amin.
Şimdi bir hanım kardaşımız geldi. HanımIarı sünnet cemiyetine
da’vet etmekde, fekat bir tarafdanda mehter takımı çalgısını çalıb
ma’lum olan çalımlarını yapacaklar, hanım kızlarımız da bunları
seyr edecekler. Allah korusun, işte bu zamanın sofuluğu da bu
kadar. Şayan-i ibrettir. Bir tarafdan sünnet-i seniyye icra edilir,
diğer tarafdan da günahlar. Her iki zıd bir arada birleşir mi?
SON SÖZ
Bu yazılan günahları sakın yabana atma. Bunların herbiri
bizim en kıymetli a’zamız olan kalbin kemâle ulaşmasına en
büyük manilerdir. İnsanın insanlığı herkesin ma’lumudur ki
cesedi ile değil gönlü iledir. Kalp, ruh, akıl, gönül, bunlar ayrı
ayrı isimlerdir. Fekat hepisinin ma’nası birdir. Cesed, maddi
varlıkların eseridir. Esasları toprak, su, ateş ve safradır. Bunlar
ise hep yokluğa mahkum şeylerdir. Onun için ölümle neticelenen bu hayat yine aslı olan toprağa rücu’ eder. Bundan
kimse müstesna olamamışdır. Fakat insan, yalnız maddenin
mahsulü değildir. Cenâb-ı Hakkın namütenahi olan kudret
ve kuvvetinin eseri olarak insanı iki zıd ile birleştirmiştir.
Nasıl kar ile ateş birleşir mi? Lâkin Cenâb-ı Hakkın buz ile
ateşden yaratılan mahlukları vardır. İşte Kudret-i İlahiyye
insanda bunu bilfiil göstermişdir. Mülk alemi olan bu alem
ile melekut alemi olan ruhlar alemi insanda toplanmış, kalp,
Mü’minlere Va’zlar
548
ruh, sır, hafi, ahfa denilen kudsi varlıkları da bu insanın kalbi
içerisine sıkıştırmış, biri maddi diğeri ma’nevi olan bu ikinin
birleşmesinden insan meydana gelmişdir.
İşte bu safveti ve bu güzelliği muhafaza edebilen bahtiyarlar
cennet ile tebşir buyurulduğu gibi, bu paha biçilmez serveti,
ni’meti, devleti ğayb edib zevkü sefasına dalan bedbahtlar
cehennem ile korkutulmuşdur. Ne acıdır ki, pek mükemmel
olarak yaratılan insanın namütenahi paha biçilmez ni’metleri
zayı’ etmesiyle beraber telafisi de mümkün olmayan kıymetli
hayatını boş yere harcaması ne kadar çirkindir. Ve ne kadar
acıdır.
Ma’lum ya her zayiatın telafisi mümkündür. Fekat hayat zayıatı kadar büyük bir felaket yoktur. Onun içindir ki,
vakitlerin zayı edilmemesi hakkında çok mühim kitaplar,
eserler yazılmış ve nihayet, “vakit keskin bir kılıncdır sen onu
kullanamazsan o seni keser öldürür” demişlerdir.
Şimdiki insanların, bu günün çeşitli zevk ve safa yollarında
verdiği ömür zayiatı ise ne kadar mühimdir. Ondan yapılacak
istifadelerin ne kıymeti vardır. Televizyonun insan hayatına
kasd eden herhangi bir canavardan farkı yokdur. Bir kere namaz kılmış olsanız dahi, onu bırakıpta cemaate gelemezsiniz.
İkincisi; gece yarılarına kadar onu seyr etmekle vaktiniz geçer.
Gecenin en kıymetli saatlerinde Hakka ibâdetten mahrum
olursunuz. Üçüncüsü, sabah namazına belki de kalkamazsınız.
Çünkü uykunuzu alamamışsınızdır. Kalksanız bile camiye
gidemezsiniz. Çünkü vakit kalmamıştır. İşte sizlere üç büyük
günah. Cenâb-ı Hakkın size bahş etmiş olduğu o temiz gönül
aynasını bu suretle kirletmiş ve karartmış olursunuz. Artık
gitgide gönül temamıyla gönüllükden çıkmış olur. İşte o za-
Mehmed Zahid Kotku
549
man yalnız diğer hayvanlardan farkı kalmaz. Belki onlardan
da aşağı mertebeye düşer. Çünkü o mertebedeki insandan,
zarardan başka hiç bir fayda görülemez. Halbuki hayvanatın
etinden, sütünden, yağından, derisinden, tüyünden hatta
kemiklerinden dahi istifade edilegeldiği görülmekdedir. Halbuki insan maddi ve ma’nevi mülk ve melekut alemlerinin
birleşmesiyle meydana gelmiş gayet kıymetli bir ruha sahiptirki
bütün ulum bunun içine doldurulmuştur.
Baksanıza, Adem (aleyhisselamı) Cenâb-ı Hak yarattıkdan
sonra ki Adem (aleyhisselam) bilmediği, görmediği bir aleme
gelmişdir - Cenâb-ı Hak onu meleklerle bir imtihana çekti.
Ve meleklere sordu,
— Buna ne derler? ve bu nedir? diye eşyayı gösterdi. Melekler ızhar-ı acz edib, bilmediklerini beyan etmeleri üzerine
Adem (aleyhisselama) sordu. O bütün eşyanın isimIerini ve
neye yarayacaklarını birer birer beyan ederek, Ademin efdaliyyeti tehakkuk etmiş oldu. İşte bugün gördüğümüz bütün
terakki asarı Cenâb-ı Hakkın kullarına verdiği ilmin eseridir.
Bu ise maddi kısımdır. Ölüme mahkumdur. İnsanla beraber
bunlarda ölürler. Binaenaleyh, sen pek muhterem ve alicenab
bir mahluksun. Öyle toprakların altında çürüyüp kokmaya
müstehak değilsin. Belki siz ebediyet aleminin, gözlerin
görmediği kulakların işitmediği ve beşerin hatır ve hayaline
sığmayan o cennet. ni’metlerinin varisisin. Onları bırakıpta
nereye gidiyorsun?
Ah canım kardaşım, biraz güzel düşün. Düşmanların ve
dinsizlerin sözlerine kendini kaptırıpda bu sonsuz ebediyet
alemini, cenneti ve cennetteki ni’metleri ve müşahede-i Cemal-i
İlahiyeyi, bu fani dünyanın zevklerine feda edip, o topraklar
Mü’minlere Va’zlar
550
altında zayi olma. Sana verilen bu lutf-i ilahi o kadar büyüktür
ki, bizlerin havsalalarımız bunu idrakden çok acizdir. Hazreti
Ali (Kerremallahü Veche) bunu bize şöyle duyurmaktadır.
"Sen kendini ufak birşey sanma. Sen o kadar büyüksün ki
bütün alemler sende dürülmüş içine konmuş pek büyük bir
alemsin" buyurmuşdur.
Başta Peygamberler olmak üzere bütün harikaların üstündeki mu’cizeleri (Mu’cizeler) kitabından oku. Bütün Peygamberlerin mu’cizeleri bizim ‘Peygamberimizde mevcuddur.
Dağıstanlı Ömer Ziyaeddin hazretlerinin (Mu’ cizeler) adlı
kitabında yazılıdır.
Denizin Musa (aleyhisselam)a yol vermesi, yani sular
açılıp Musa (aleyhisselamın bütün avanesiyle geçdikden sonra,
arkasından (Firavun) da geçmek isterken suların kapanıp,
Firavun ve askerlerini helak etmesi, İbrahim (aleyhisselam)ı
ateşin yakmaması, İsmail(aleyhisselam)ı bıçağın kesmemesi,
Peygamber efendimizin (Mi’racları) ki bunları bilmeyen
yokdur. Bunlarla sana birkaç misal göstermek istedim. Bir
de Eshab-ı kiramın menakıbini mutlaka oku ve tekrar tekrar
oku. Hazreti Ömer (radıyallahü anh) Medine-i Münevverede
hutbe okurken, İrana harb için gönderdiği ordunun Acem
ordusu tarafından muhasara olunmak üzere olduğunu görüp,
ordusunun kumandanına, hutbe esnasında (ya Satiye dağa
çekil dağa çekil) diye seslenmesi ve bu sesi oradaki kumandanın duyması ve bu suretle ordusunu kurtarması ki o zaman
ne telgraf, ne telefon var, fakat ruhaniyet sahipleri için zaten
bunlara ihtiyaç yokdur. Zira hem o uzak mesafeleri görürler
hem de melekler gibi imdada yetişirler. Bu Cenâb-ı Hakkın
her insana verdiği bir Iutuf ve ihsandır. Bunu zayi eden, körleten ancak bizim günahlarımızdır. Eğer biz bu günahlardan
Mehmed Zahid Kotku
551
arınmış olsak, bu gibi fevkalade haller her zaman bizlerde de
zuhur eder.
Bahriye memurlarından Mustafa Fevzi efendinin yazmış
olduğu eserlerden biri olan Kastamonulu Hasan Hilmi hazretlerinin menakıbIerinden bir tanesini yazayımda insanlık ne
imiş bak. “Bu zat Gümüşhaneli hazretlerinin ilk haIifesidir. 36
ve 37 inci sayfalarında şöyle der. Geyvede sakin imişler. O zatı
muhteremin kerametleri herkesce de pek meşhur imiş. Ona
intisab için yola çıkan arkadaşlar şöyle bir karara varmışlar:
Eğer şeyh efendi onlara içlerinde sakladıkları şeyleri bilirse
kendisine intisab ederiz derler - Huzur-u şeyhe varınca şeyh
efendi onlara içlerinde sakladıkları şeyleri isimleriyle beraber
birer birer anlatınca hepisi hayretlere düşerler. Ve derslerini
alıp giderler. Sen bunu ne zan edersin. İşte Cenâb-ı Hakkın
bizlere lutf ettiği ruh-u insanidir .
İşte bu ruhla insanın içini dışını pek güzel okurlar. Çünkü
ruha hiç bir mani yokdur. Bu hadiseler bir değil, bin değil,
Tezkeretü-l Evliyayı oku.
Abdülkadir Geylani hazretlerinin, Rüfa’ı hazretlerinin,
Nakşıbend Mehmed Bahaeddin, Gümüşhaneli hazretlerinin
menakıblerini çok dikkatle oku, seni nasıl hayretlere düşürür. O
zaman sen de kendinin kim olduğunu anlar ve Allahü Teâlânın
buyruklarına sımsıkı sarılır ve yasaklarından da öylece kaçarsın
ki ta’rif edilemez. Çünkü o yasaklar ki günahlardır. Senin bu
kemâle ulaşmana ve aynanın tertemiz olmasına başlıca manilerdir. Onun içindir ki insanlığımız da o nisbette düşük ve zaifdir.
Bu sefer o güzel cevherimizi zayi ederek, insanlığımızın yerini
hayvan-ı natık dedikleri mertebeye düşürmek revayı hakmıdır?
İşte o zaman cennetin yerine cehennemi tercih etmek gibi bir
Mü’minlere Va’zlar
552
delilik, bir şuursuzluk zahir olmaktadır ki bunu kendi elimizle
hazırlamış olmamızdan dolayı kimseye de birşey demeye hakkımız olmasa gerekdir. Cenâb-ı Hak cümlemizi nefsimizin
şerlerinden ve şeytan aleyhillanenin şerrinden, sevmediği razı
olmadığı kullarının şerrinden emin ve muhafaza buyursunda,
bizlere verilen gönül, kalp, ruh, akıl, irfan ni’metlerinin kadir
ve kıymetini bilerek, dinini başkalarına öğüt vermek için değil,
belki kendini ıslah etmek için ve Cenâb-ı Hakkın razı olduğu
sevgili ve bahtiyar kullarının arasında yer alabilmek için gayret
gösteren kullarından eylesin amin.
Bu sebeble İmam-ı Birğivı hazretleri gibi bir çok ulema-ı
zevi’l-ıhtiram hazratının da bir zerre günahı terk etmek, ins ve
cin veya yer ve gök ehlinin nafile ibâdetlerinden hayırlıdır buyurmaları ne kadar şayanı dikkattir. Zira günahın ufaklığının ve
küçüklüğünün hiç kıymeti yokdur. Asıl olan o günahı işlemeyi
men’eden Zat-i Ecell-i A’laya olan isyandır. İşte bunun için küçüğü, büyüğü olmaz. Asıl ma’rifet bu günahlardan uzak olmak
ve bunlara alışmamaktır. Bunu da iyi pek iyi bilmek gerekdir
ki günahlar insanlığımızın baş düşmanıdır. Vatan düşmanlarını
Allahü Teâlâ'nın izniyle kovmak her zaman mümkündür. Çünkü
görünür ve tutulur ve bizim gibi can sahibleridir. Her ne kadar
zor olsa dahi azmin elinden birşeyin kurtulmadığı tarihimizce
de sabittir. Fakat ma’nevi düşmanlarımız olan nefis ve şeytan,
görülür ve tutulur bir cisim olmadıklarından ve hıyleleri de
sayısız derecede çok olduğundan, bunların ellerinden o güzel
ruh ve gönlümüzü kurtarmak ne kadar zor ve müşkül olduğu
her insaf sahibi için ma’lumdur.
Bunun içindir ki, her zaman Halık-ı zülcelal hazretlerine
tazarru ve niyaz ederek hıfz-ü hımayesine sığınmdak mecburiyetindeyizdir vesselam...
Mehmed Zahid Kotku
553
İnsan gönlünün en birinci ve en mühim düşmanının şeytan
olduğu cümlenin malumudur. Bu şeytan aleyhilla’nenin gönüle
girmesinin yollarının çokluğuna nazaran en mühim iki yolu
vardır. Bunlardan biri hased diğeri de hırsdır. Bu iki kötü huy,
diğer kötü huyları da birer birer peşine takıp götürür. Hırs, Adem
(aleyhisselam)ın cennetten çıkmasına, hased de çocuklarının yer
yüzünde işledikleri ilk cinayettir. Hırsın peşinden ğazab, şehvet,
kibir, kin, gurur, hasedin arkasından ise bunlara benzer bir çok
kötü huylar, fenalıklar birbirlerini ta’kiben toplanırlar. Herbiri
koca koca ordular halinde insanoğluna taarruza başlarlar. Zavallı insan yalnız başına bu kadar çok düşmanla başa çıkmanın
imkanı olmadığını görünce, Halik-ı Zülcelale ve onun sevgili
ve bahtiyar kullarına müracaat ederek yardımlarına başvurur.
Fakat bunların herbirinin ayrı ayrı yolları vardır. Ve bugün bu
yollar hep bozulmuş, erbabı da hemen hemen kalmamış gibidir.
Önüne gelen, çenesi biraz kuvvetli olan herkes bir şeyh olmuş,
etrafına bir takım zuafay-ı müslimini toplamış oldukları halde,
ne Allah yoluna ne de Peygamberimizin yoluna ve sünnetine
uyan görülmemektedir. Dervişlikden maksad, hemen şu kadar
zikir çekmek değildir. Belki maksad-ı a’la, Hakkın rızasını kazanabilecek hal ve hareketler, ahval ve ahvallerdir. İnsanın sözü
özüne uymazsa, gökde uçsa bile ne kıymeti vardır. Rabia’tu-l’
Adeviyye sultan hanımın sözü ne kadar dikkate şayandır. Gökde
uçan birini görünce, “o da hünermi”demiş, “Cenab-ı Hakkın
yarattığı hayvanlardan kuşların ve sineklerin de uçtuğunu
görmüyor musunuz?”
Bir istikâmetin bin kerâmetten efdal olduğunu acaba
bilmeyen varmıdır?
Fakat ne yazık ki bugün insanlar hâlâ keramet peşinde
dolaşmakdadırlar. Asıl keramet (Festekim) emrine uyarak
Mü’minlere Va’zlar
554
Hakkın razi olduğu kulların arasına girebilmektedir. Bu da
ancak bu yazılan günahlardan temamen uzak olmağa vabestedir. Yani günahlardan kendini kurtaramayan bizim gibi
zavallıların işi değildir. Onun içindir ki gece gündüz daima
Halık-ı zulcelaI hazretlerine tazarru’ ve niyaz ile yalvarmak,
kapısından ayrılmamak, ağlaya sızlaya Hak (Sübhanehu ve Teâlâ)
hazretlerinin himayesini ve lutfunu istemekdir. Bizlere yakışan
budur. Herkesi kendimizden üstün ve hayırlı görebilmek de
ayrıca bir ihsan-ı İlahidir. Yoksa insan kendini hiç bir zaman
benlikden kurtaramaz. Kimisi bilgisine, kimisi kuvvetine,
kimisi de servetine mağrur olarak helâk olup giderler.
Bu felaketten kurtulmak için yegane çare bu yazılan
günahlardan korunmak ve kaçınmakla hasıl olur. Cenâb-ı
Hakkın da Kuran-ı Keriminde medh ve sena buyurduğu
müttaki kulları işte bu günahlardan kaçan ve korkanlardır. Bu
suretle müttaki kullardan teşekkül eden cem’iyyetler daima
huzur ve rahat içerisinde yaşarlar. Herkes biribirlerinin yardımında bulunur, iyiliğine çalışır. Kimse kimsenin aleyhinde
bulunmaz ve fenalığını da istemez. Hiç şübhesiz bu da en
büyük bir ni’metdir. Cenâb-ı Hak cümlemizi iyi huylar ve
iyi ahlâklarla mütehallık olanlardan eylesin, amin...
Eshhab-ı kiramdan Enes ibni Malik hazretlerinin annesi,
Resulü Ekrem efendimiz hazretlerinden bir nasihat talebinde
bulunmuşlar. Cenâb-ı Resul (sallallahü aleyhi ve sellem)
efendimiz de ona ilk tavsiye ve nasihat olarak (measıyi -yani
günahları- terk eyle) buyurmuşlardır ki ne kadar yerindedir. Zira
günahların herbiri birer ma’nevi pislik ve necaset olduğundan
ve insanın asıl ma’rifet-i İlahiye merkezi olan o güzel kalbi,
gönülü kirletirler, işe yaramaz hale getirirler. Ma’lumdurki:
dışımızı yıkamak kolaydır. Her ne kadar pislenirse pislensin
Mehmed Zahid Kotku
555
bir hamama girer, bir çamaşır değişir, tertemiz olup çıkarız.
Fakat gönlün temizlenmesi ne kadar müşküldür. O yıkanmakla filan katıyyen temizlenemez. Onun yıkanması ancak,
alışdığı günahları bir daha işlememek şartıyla terk etmekle
olur. Bunun ise ne kadar zor olduğu herkesce ma’lumdur.
Onun için en mühim şey bu günahlara alışmamaktır.
Bakınız bir şişenin içerisine pislik dolsada biz onu temizlemek istesek, şişenin dışını ne kadar yıkarsak yıkayalım,
içindeki pislik durdukca o şişenin temiz olmasına imkân
yoktur. Ne zamanki içindeki pisliği temamen çıkarıp sonra
da yıkarsak, işte o zaman temiz olacağı, yine hepimizin pek
iyi bildiği şeydir. Bu hususda Cenâb-ı Peygamber efendimizin
ilk emirleri ve tavsiyeleri, nasihatleri, measiyi terk etmek oldu.
Measi ayni zamanda zehirli mikroblardan daha tehlikeli bir
iç kanseridir.
İmanlı insan neden ölürse ölsün, gam, keder değildir.
Asıl dert imansız veya ahlâksız veya (şirk) içerisinde olarak
ölmektir. Günahlar ise (maazallah) birgün bakarsınız ki insanın insanlığı elinden gitmiş, artık ne olduğu bilinmeyen bir
canavar olmuştur. İşte bu hale düşmemek için Cenâb-ı Hak,
Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz hazretleri,
günahları terk etmeyi tavsiye buyurmuşlardır. Bunun üzerine
(hicretin hangisi efdaldir) diye soran Ebu Zer (radıyallahü anh)
cevaben (seyyiatı terk etmekdir) buyurmuşlardır. Bunlardan
anladığımıza göre ibâdet iki kısımdır.
Biri: Emr olunduklarımızı yapmak;
Diğeri: de yasaklardan, günahlardan kaçmaktır. Ma’lumdur
ki, hernevi ibâdet ne kadar zor dahi olsa, namaz,oruc, hac,
zekat, gece ibâdetleri, rıyazatlar, insan alışdıkca kolaylaşırlar.
Fakat ma’siyetleri terk ve bâhusus alışıldıktan sonra onları
Mü’minlere Va’zlar
556
bırakmak nefse en zor ve ağır gelen şeylerdendir. Onun için
Cenâb-ı Peygamber efendimiz evvela ma’sıyeti terk ile, sonra
da feraızi eda ile, daha sonra da Allahü Teâlânın zikrini çok
yapmakla emir buyurmuşlardır. Zira ibâdetin tadı ve lezzeti,
ancak ma’siyeti terk ettikden sonra anlaşılacağı gibi, zikrullahın da fezaili, lezzeti, muhabbeti kezalik ma’siyetin terki ve
ibâdetlerin güzelce yapılmasından sonra anlaşılır. ibâdetler
sünnetlerle birlikde güzelce yapılmadan ve günahlarda temamıyla terk edilmeden ve ma’siyetlerle alaka kesilmeden,
zikrullahdan lâyıkı vechile istifade edilemez.
Bütün kötülüklerin başı hased ve hırsdır. Hased sevabları
mahv eder.
Hırs da insanın gözünü kör, kulağını sağır eder buyurulmuşdur. Bu iki kötü huy milletlerin, kavimlerin, cemaatlerin
helak olmasına başlıca sebep olmuştur. Dün böyle olduğu
gibi bugün de böyle yarın da böyledir. Binaenaleyh, bu iki
kötü huydan kurtulmak herkes için şarttır. Hangi millet ve
kavimden olursa olsun bu helak muhakkaktır. Çünkü kör
bir gözle ve duymaz bir kulakla ki bunlar hakikaten insanlarda mevcuddur, gözü görür ve kulağı da işitir, fakat hak
ve hakikati görecek gözünün nuru olmadığı gibi hakikatleri
duyacak bir kulağa da malik değildir. Bütün gayesi hiyanet
ve cinayettir. Göz görmeyince, kulak işitmeyince, gönül de
merhamet, şefkat denilen ni’metlerden mahrum olup eseri
bulunmazsa, o zaman diğer varlıklardan farkı kalmadığı
gibi belki zararlıların en zararlısı, şerlilerin en şerlisi olmak
tehlikesine düşer. İşte buna ma’nen ölüm derler ki, cesetlerin
ölümünden daha çok beterdir. Zira cesetlerin ölümü ile iyilik
ve kötülük hepsi nihayet bulur. Fakat ma’nen ölümde ise,
şerler daima temadi eder. Ve etrafındakileri mutazarrır eder,
Mehmed Zahid Kotku
557
rahatsız ve huzursuz hale getirir. Artık herkes onun ölümünü
bekler, ölsede kurtulsak derler.
Nuh (aleyhisselam) gemisini yaptıktan sonra içine aldıklarının arasında, bakmışki şeytan aleyhilla’ne de orada,
gemiden onu kovup çıkarmak isteyince Şeytan, bana ilişme,
ben sana beş şey öğreteyim demiş.
Birincisi; bu gemidekilerin bedenleri seninle amma, içleri
benimIedir.
Ben buradan çıksam da çıkmasam da böyledir. Bu beş
şeyden en mühim bir hased biri de hırsdır demiş. Hased amelleri mahv eder, yok eder. Hırs da, sahibini kör ve sağır eder.
Yalnız kör olsa bir dereceye kadar, velakin aynı zamanda hem
sağır hem: de dilsizdirler. Yani artık bunlarda katiyyen hayır
bulunmaz. İstersen etrafına şöyle dikkatle bir bak. Eğer biraz
basiretin ve nurun varsa, muhakkak bunları görürsün. Bu sefer
arslandan kaçar gibi kaçmakdan başka çaren kalmaz. Arslan
denince hepimiz korkarız. Şöyle ifade edersek daha kolayolacak zan ederim. Yaratılan hiç bir mahluk yokdur ki boşuna
yaratılmış olsun. Muhakak her birinin beşeriyet için bir faydası
ve Iüzumu vardır. Fakat biz bunları henüz anlamış değiliz de,
onlara hor bakarız. Huylarımız da böyledir. Demindenberi
zem ettiğimiz şehvet, gazab, kin, hased, hırs, ve emsalinin de
o hayvanlar gibi lüzumları vardır, ki Cenâb-ı Hak onları da
yaratmışdır. Çünkü şehvetsiz insan yaşayamaz. Gazab olmasa
İnsan hakkını müdafaa edemez. Yalnız hasedin yeri gıbtadır.
Yani, (Va Rab ona verdiğin gibi bana da ver) der . Yoksa ondan
alda bana ver demez. Hırs olmazsa hayatta terakki olmaz, asıl
hüner bunları ı’tidal dairesinde kullanmakdır. Nasılki vücudumuzdaki adalet (denge) bozulunca, ya ateş artar yanarız veya
rutubet artar donarız. Ondan sonra doktor doktor dolaşırız.
Mü’minlere Va’zlar
558
İşte hüner, vücudu nasıl ı’tidal dairesinde kullanmak vazifemiz
ise, yiyecek ve içeceklerimize, sıcaktan, soğuktan korunmaya
ve birde vücudumuza, sıhhatimize zarar verecek herşeyden ve
hatta mikroblardan da aynı şekilde korunmak boynumuzun
borcudur. Korunmadığımız takdirde hayat hakkımız zayı’ olur
gider. Bunun gibi, huylarımızı da i’tidal dairesinde kullanmak
ve bize zarar verecek derecede ifrata kaçmamak gerekdir, ki
o zaman tıbki sıhhati bozulan insan gibi yataklara düşüp
inlemeye başlar bizlere verilen ni’metlerin imandan sonra en
büyüğü akıldır. Fazla söz söylemeye lüzum yok, işte deliller,
zarardan başka hiç bir faydaları yokdur. Maalesef milletin bir
çok paraları da onlar için heba olup gidiyor. Eğer tımarhaneler olmasa onların elinden kurtulamayız. Şimdi sen söyle,
bir sarhoşun bu deliden ne farkı vardır. Hiç bir iradesine de
hakim değildir. Sözleri de deliler gibi saçma sapandır. Aklın
kıymetine paha biçmek kimsenin elinden gelmezken, insan
bu güzel cevherini bir içkiyi veya bir afyonu ve sair bunlara
benzer şeyleri içipte, hem hayatını hemde ma’neviyatını yok
etmek, acaba hiç bir akıllı insana yakışırmı? Şunları içiyormuş,
bunlar hep laf, onun azının da zarar olduğu bugün artık temamıyla tesbit edilmiş durumdadır. İ’tiraza lüzum yok. İster
dindar ister dinsiz ol, sana verilen mevhibe-i İlahiye olan akıl
ni’metini, böyle Hakkın yasak ettiği içki ile, müvakkat da olsa
ihlal edib, çileden çıkardığın için muhakkak ki mesul olacak
ve cezanı göreceksin. İşte dikkat eyle, o bir yudum içki senin
aklını nasıl gideriyorsa, ı’tidali tecavüz eden huylarda böylece
insanı insanlıkdan çıkarır olduğuna inan.
Gerek gazab gerek şehvet ve gerekse hırs ve emsali, belki
aklı gideren içkiden daha çok fenadır. Çünkü içkiden bir
müddet sonra ayılır, aklın başına gelir, belki de yaptıklarına
Mehmed Zahid Kotku
559
pişman olur ve belki de tövbe eder bir daha içmezsin. Fakat
haddi tecavüz eden ifrat derecesine varan gazab ve hırslardan
ayılmak ve kurtulmak, herkese nasib olmaz. Artık onun kötü
huylarını ancak teneşir temizler demişlerdir.
Onun için bunların hepisi günah adı altında zikr edilmektedir. Cenâb-ı Hak (Celle ve Ala) cümlemizin muini olsun,
dünya ve ahiretimize zarar veren bu günahlardan hepimizi
muhafaza buyursun, ve bu hususda vakı’ olan kusurlarımızın
da afvini recâ eyler, cümlemizin de afv-i İlahiye ye mazhar
olabilmemizi Cenâb-ı Vacibi’l Vücud hazretIerinin sonsuz ve
nihayetsiz olan rahmetinden dilerim. Ve sallallahü ala seyyidina
Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Vel-hamdülillah
Rabbil-alemin...
26/8/1975
18 Şaban 1391
İskender Paşa Cami-i Hadimi
Mehmet Zahid Kotku
CENÂB-I PEYGAMBER (s.a.v)
EFENDİMİZİN MUBAREK FEM-İ
SAÂDETLERİNDEN SUDÛR EDEN
DUÂLAR
ٍ ‫ا‬
‫ة‬
‫ة‬
‫ُذ‬
.‫َا َّ ُ َ َ َ َا َّ َ َ ْا ِ ِة‬
ْ
ْ
َّ
َ
ِ ‫رِز َق‬
‫آل ُ َ َّ ٍ ِ ا ُّ ْ א ُ ًא ا‬
ْ َْ ْ‫ا‬
َ
ٍ ّ . ِ َّ ُ‫َا َّ ُ ا ْ ِ ِ ْ ُ ْ ِو َ ِت ِ ْ ا‬
َّ
ْ
ِ
ِ
‫ ا‬.‫אج‬
ُّ َ ْ ‫ا ْ ْ َ ْ َ ِّ َو َ ِ ا ْ َ ْ َ َ َ ُ ا‬
ٍ
ِ ِ
ِ ِ
ُ َ َّ َ ُ ‫َر َّب َ ْ ِ َ َو َכאئ َ َوا ْ َ ا َ َو‬
‫ وا أ ا‬. ِ‫َِכ ِ َ ا َّאر‬
‫ا‬
َّ ُ َّ َ
‫ا‬
َّ ُ َّ َ
‫ا‬
َّ ُ َّ َ
‫‪Mü’minlere Va’zlar‬‬
‫اَ َّ ُ َّ ِا ِّ اَ ُ ُذ َِכ ِ ْ ِ ْ ٍ َ َ ْ َ ُ َو َ ِ ٍ‬
‫ٍ‬
‫‪ .‬ا ٍ‬
‫َو ُد َ آء َ ُ ْ َ ُ‬
‫َا َّ َا ِ ِ ِ ِכ ًא و َ َّ ِ ِ ِכ ًא و َا ُ ِ ِ‬
‫ُ َّ ْ‬
‫ْ‬
‫َ َ‬
‫ْ‬
‫َ ْ ْ‬
‫ا ِ ِ‬
‫ِ‬
‫َ ِ‬
‫אכ و ِان أَ‬
‫ز ِة ا‬
‫ا‬
‫אء‬
‫ُ ْ َ ْ َ َ ِ َ َّ ْ َ ْ َ ْ َ َ ِ ْ َ َ َ َ ْ‬
‫اب ْا ِ ِة‪ .‬ا‬
‫َ ْ ُ ا ُّ ْ َ א َو َ َ ُ‬
‫َ‬
‫ِا ِ ا ئ כ ِ ا ِ כ ِ ِ א ِ‬
‫ِ وא‬
‫ا‬
‫َ َّ ُ َّ ّ َ ْ َ ُ َ َ ْ َ ْ ُ ّ َ َ ْ ُ ْ ُ َ َ َ ْ‬
‫وا ذ ِכ ِ ا ِ כ ِ ِ א ِ‬
‫ا‬
‫ِ وא‬
‫َ ْ َ ُ َ َ ُ ُ َ َ َّ ّ ُ ّ َ َ ْ ُ ْ ُ َ َ َ ْ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ ِ‬
‫ِ‬
‫َا ْ َ ْ ‪َ .‬ا َّ ُ َّ َا ْ ْ َ א َ َ َא ْا ُ ُ رِ ُכ ّ َ א َو َا ِ ْ َא ْ‬
‫أ أر אة‬
‫اب ْا ِ ِة‪.‬‬
‫ِ ْ ِى ا ُّ ْ א َو َ َ ِ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ا א ى‬
‫َا َّ ُ َאرِ ْك ِ ُ َّ ِ ِ ُ ُכ رِ َ א‪.‬‬
‫َّ‬
‫ة‬
‫אرِك ِ ُ َّ ِ ِ ُ ُכ رِ َ א َ ْ َم ا ْ َ ِ ِ ‪ .‬ا‬
‫َا َّ ُ َّ َ ْ‬
‫ِ ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫َ ِ‬
‫ا َّ ُ َّ ا َّ َכ َ ْ َ َא ْ َا ُ َא َ א َ َ ْ ُכ ُ ا َّ َِכ َا َّ َُّ‬
‫ة‬
‫َ אَ ْ ِ َא ِ ْ َ א َ א ُ ِ َכ َ َّא‪ .‬ا‬
‫ْ‬
‫ا ا ِ‬
‫ِ אق ا رض ِ א ا‬
‫א ِאن א ِ א‬
‫َ َّ ُ َّ ْ ُ َ ْ ً َ َّ َ َ َ َ َْ ُ َ َ ْ َ ْ َ ْ ً َ َّ ُ َّ‬
‫ة‬
‫ا‬
‫אכ‬
‫َכ َ א اَ َذ ْ َ ُ َ َ ا ًא َ אَ ِذ ْ ُ َ َ ا ً‪ .‬وا‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫َُْ َ ُ‬
‫‪562‬‬
‫‪Mehmed Zahid Kotku‬‬
‫‪563‬‬
‫اَ َّ ُ ِا ِّ َا ُ ُذ‬
‫َّ‬
‫وِ َْ ِ‬
‫ُْ َ ُ َ ْ‬
‫ِ ۤ‬
‫ْ ٰ‬
‫ِ‬
‫َا َّ ُ َّ ْار ُز ْ ُ َّ َכ َو ُ َّ‬
‫ِ‬
‫א ر َز ْ ِ ِ‬
‫َ َ َ‬
‫َّ א اُ ُّ َ א ْ‬
‫ِ‬
‫ِ ِ‬
‫َو َ ُ‬
‫אزو ْ َ َ ّ َّ א اُ ُّ‬
‫ا‬
‫َِכ ِ ْ َ ْ ٍ‬
‫َ َ ْ وِ‬
‫َُ َ‬
‫ُ ِء ْا َ ْر ِ ِ ‪.‬‬
‫َ ْ َ وِ د ٍ‬
‫آء َ‬
‫َ ُ َ ْ َُ‬
‫ْ ِ ْ ٍ َ َ ْ َ ُ َا ُ ُذ َِכ‬
‫ة‬
‫ا‬
‫َْ ِ‬
‫َ ْ َ ُ‬
‫ْ ُ ًة ِ‬
‫َ ُ َّ‬
‫َ ْ َ ا ًא ِ‬
‫ْ َ ُ َ‬
‫ُ ُّ ُ‬
‫ِ َא‬
‫ا‬
‫ِ‬
‫ْ َ َك َا َّ َُّ‬
‫ِ‬
‫ُ ُّ َا َّ َُّ‬
‫ِ َ א ُ ِ ُّ ‪.‬‬
‫اَ َّ ا ْ ِ ِ َذ ْ ِ وو ِ ِ دارِ ى و אرِ ْك ِ‬
‫َ‬
‫ََ‬
‫َ َ َّ ْ‬
‫ُ َّ‬
‫ْ‬
‫ة‬
‫رِ ْز ِ ‪ .‬ا‬
‫اَ َّ‬
‫اَ َّ‬
‫ِ‬
‫اَ ُ ُذ َِכ ِ َزو ِ‬
‫ال ِ ْ َ ِ َכ َو َ َ ُّ ِل َ א ِ ِ َכ‬
‫ْ َ‬
‫َ‬
‫ُ َّ‬
‫َو ُ ْ َ ِة ِ ْ َ ِ َכ َو َ ِ ِ َ َ ِ َכ‪ .‬ا‬
‫ِا ِ ا ذ ِכ ِ‬
‫ْ َכ ِ‬
‫ات ْا َ ْ َ ِق و ْا َ ْ ِ‬
‫אل‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ َّ ّ َ ُ ُ َ ْ ُ َ‬
‫وا ْ َ ْ ِ‬
‫ز אد‬
‫ال َو ْا َ ْد َو ِاء‪.‬‬
‫َ‬
‫َ‬
‫اَ َّ ُ َّ َ ِّ ْ ِ ِ َ ْ ِ َو َ َ ِ ى َوا ْ َ ْ ُ َ א ا ْ َ َ‬
‫ارِث ِ ِ ّ‬
‫ة‬
‫َوا ْ ُ ِ َ َ َ ْ َ َ َ ِ َو ُ ْ ِ ْ ُ ِ َ ْرِى‪ .‬ا‬
‫ْ‬
‫‪Mü’minlere Va’zlar‬‬
‫اَ َّ ُ َ ِ ِ ا ْ َ ْ َت ِا َ َ ْ َ ْ َ اَ ِّ َر ُ ُ َכ‪.‬‬
‫َّ ّ‬
‫ُ‬
‫ى‬
‫أ אכا‬
‫َا َّ ُ َّ ِا ِّ‬
‫ا‬
‫َ َّ ُ َّ‬
‫ا‬
‫َا َئ ُ َכ ِ‬
‫אى َو َ ِ َ ْ َ َى‪.‬‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ْ َ ْ َ َ َآء اُ َّ ِ َ ْ ً ِ َ ِ ِ َכ ِא َّ ْ ِ‬
‫ده ا‬
‫َوا َّא ُ ِن‪ .‬ا‬
‫ا‬
‫اَ َّ ُ ِا ِّ اَ ْ َئ ُ ًכ َر ْ َ ً ِ ْ ِ ْ ِ َك َ ْ ِ ى ِ َ א َ ْ ِ‬
‫َّ‬
‫َو َ ْ َ ُ ِ َ אاَ ْ ِ ى َو َ ُ ُّ ِ َ א َ ْ ِ َو ُ ْ ِ ُ ِ َ א َ ِאئ ِ‬
‫ِ‬
‫ِِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫אر ْ ِ ى‬
‫َو َ ْ َ ُ ِ َ א َ א ى َو ُ َ ّכ ِ َ א َ َ َو ُ ْ ِ ُ ِ َ ُ‬
‫ٍء اَ َّ اَ ِ ِ‬
‫ِ ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ُ َّ ْ‬
‫َو َ ُ ُّد ِ َ אاُ ْ َ َو َ ْ ُ ِ َ א ْ ُכ ّ ِ ُ‬
‫אل ِ َ א َ َف‬
‫ِا َ א ًא َو َ ِ ًא َ ْ َ َ ْ َ ُه ُכ ْ ٌ َو َر ْ َ ً اَ َ ُ‬
‫َ‬
‫َכ ا ِ َכ ِ ا ُّ ْ א و ْا ِ ِة اَ َّ ِا ِّ اَ َئ ُ َכ ا ْ َ َز ِ‬
‫َ َ‬
‫َ َ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫ُ َّ‬
‫َ‬
‫اْ َ َ ِ‬
‫אء َو ُ ُ َل ا ُّ َ َ ِاء َو َ ْ َ ا ُّ َ َ ِاء َوا َّ ْ َ َ َ‬
‫ْا َ ْ َ ِاء اَ َّ ُ ِا ِّ اُ ْ ِ ُل َِכ َ א َ ِ َ ِא ْن َ ُ َر ْا ِ‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫ت ِا َ ر ِ َכ َ אَ َئ ُ َכ א َ א ِ‬
‫َو َ ُ َ َ َ ِ ا‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ْا ُ ُ رِ َو َא َ א ِ ا ُّ ُ ورِ َכ َ א ُ ِ َ َ ا ْ ُ رِ اَ ْن‬
‫ُ‬
‫ُ ْ‬
‫َ‬
‫‪564‬‬
‫‪Mehmed Zahid Kotku‬‬
‫‪565‬‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ُ ِ ِ ِ ْ َ َ ِ‬
‫اب ا َّ ِ َو ْ َد ْ َ ة ا ُّ ُ رِ َو ْ‬
‫َ‬
‫ِ ِ‬
‫ا ْ ُ ُ رِ َا ّ ُ َّ َ א َ ُ َ َ ْ ُ َر ْا ِ َو َ ْ َ ْ ُ ْ ُ َّ َو َ ْ َ ْ ُ ْ ُ‬
‫َ ْ َئ َ ِ ِ ْ ِ ْ ٍ َو َ ْ َ ُ َا َ ً ا ِ ْ َ ْ ِ َכ َا ْو َ ْ ٍ َا ْ َ‬
‫ُ ْ ِ ِ اَ َ ً ا ِ ْ ِ ِאد َك َ ِא ِّ اَ ْر َ ُ ِا َ َכ ِ ِ َواَ ْ َئ ُ َכ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫א َذاا ْ ِ ا َّ ِ ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ َ ْ َ َכ َ َ‬
‫אر َّب ا ْ َ א َ َ اَ َّ ُ َّ َ‬
‫َْ‬
‫َو ْا َ ْ ِ ا َ ِ َا ْ َئ ُ َכ ْا َ ْ َ َ ْ َم ا ْ َ ِ ِ َوا ْ َ َّ َ َ ْ َم‬
‫َّ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ا ْ ُ ُ د َ َ ا ْ ُ َ َّ ِ َ ا ُّ ُ د ا ُّ َّכ ِ ا ُّ ُ د ا ْ ُ َ‬
‫ِא ُ ُ ِد ِا כ ر ِ ودود و ِا כ‬
‫א ِ ا‬
‫َّ َ َ ٌ َ ُ ٌ َ َّ َ َ ْ َ ُ َ ُ ُ َ َّ ُ َّ‬
‫ا ْ َ ْ َא َ ِאد َ ُ ْ َ ِ َ َ َ آ ِّ َ َو َ ُ ِ ِّ َ ِ ْ ً א‬
‫َْ‬
‫ِ َ ْو ِ ِۤئ َכ َو َ ُ ًّوا ِ َ ْ َ ِائ َכ ُ ِ ُّ ِ ُ ِ َכ َ ْ َا َ َכ‬
‫ّ‬
‫ٰ‬
‫َّ‬
‫َو ُ َ ِאدى ِ َ َ َاو ِ َכ َ ْ َ א َ َ َכ اَ َّ ُ ٰ َ ا ا ُّ َ ُآء َو َ َ َכ‬
‫ْ‬
‫َّ‬
‫ْا ِ א ُ و َ ا ا ْ ُ و َ َכ ا ْכ َ ُن اَ َّ ا ْ ِ‬
‫ُ‬
‫َ َ َ ٰ‬
‫ُ َّ ْ َ‬
‫ُْ َ َ ْ‬
‫ُ ًرا ِ َ ْ ِ َو ُ ًرا ِ َ ِ ى َو ُ ًرا َ َ َ َ َّي َو ُ ًرا‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫ِ ْ َ ْ ِ َو ُ ًرا َ ْ َ ِ ِ َو ُ ًرا َ ْ َ َ א ِ َو ُ ًرا‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ َ ِ‬
‫ِ‬
‫َو ُ ًرا ْ‬
‫ْ ْ‬
‫َو ُ ًرا ْ َ ْ َو ُ ًرا ْ َ ْ‬
‫َ ِ ى و ُ را ِ‬
‫ِ ى و ُ را ِ َ ِ ى و ُ را ِ‬
‫َ‬
‫َ ً‬
‫َ ً‬
‫َ ً‬
‫َ‬
‫َ َ‬
‫ِ َِ‬
‫‪Mü’minlere Va’zlar‬‬
‫ِ‬
‫َ ْ‬
‫ََ‬
‫ِِ‬
‫اْ َ‬
‫َا َّ‬
‫ا ِ‬
‫ِ َو ُ ًرا ِ َد ِ َو ُ ًرا ِ ِ َא ِ ا‬
‫َ َّ ُ َّ َ ْ ْ‬
‫אن ا َّ ِ ى‬
‫ُ ًرا َواَ ْ ِ ِ ُ ًرا َوا ْ َ ِ ُ ًرا ُ ْ َ َ‬
‫َّ َ ِא ْ ِ ِ و َ َאل ِ ِ‬
‫אن ا َّ ِ ى َ ِ َ ا ْ َ ْ َ َو َכ َم‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ّ َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َّ‬
‫אن ِذى‬
‫אن ا َّ ِ ى َ َ ْ َ ِ ا َّ ْ ِ ُ ِا َّ َ ُ ُ ْ َ َ‬
‫ُْ َ َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫َ ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫אن ِذى‬
‫אن ذى ا ْ َ ْ َوا ْ َכ َ م ُ ْ َ‬
‫ْ ِ َوا ّ َ ِ ُ ْ َ‬
‫אس‬
‫ا ْ َ َ ِل َو ْا ِ ْכ ِام‪ .‬ا‬
‫َ‬
‫َ َ ِכ ْ ِ ِا َ َ ْ ِ‬
‫َ ْ َ َ َ ْ ٍ َو َ َ ْ ِ ْع ِ ِ ّ‬
‫ُ َّ‬
‫َ א ِ َ َ א َا ْ َ َ ِ ‪ .‬ا‬
‫ْ‬
‫ِْ‬
‫اَ َّ ا ِ َ ُכ را وا ْ ِ‬
‫َ ُ ًرا َوا ْ َ‬
‫ً َ ْ َ‬
‫ُ َّ ْ َ‬
‫ِ‬
‫ِ اوِ ا ِ ا ِ‬
‫אس َכ ِ ا‪ .‬ا ار‬
‫َّ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َْ‬
‫ُ‬
‫ً‬
‫ً‬
‫اَ َّ ُ ِا َّ َכ َ ْ َ ِِא َ ٍ ِا ْ َ ْ َ ْ َ ُאه َو َ ِ ٍّب ِا ْ َ َ ْ َ ُאه َو‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫َ َא َ ْ َ َכ ِ ْ ِا َ ٍ َ ْ َ ُ ِا َ ْ ِ َو َ َ ُر َك َو َاَ َ א َ َכ َ َ‬
‫اَ َ ٌ َ ُ ْ ِ َכ ُ ِ ِ َ َאر ْכ َ َو َ َ א َ َ ‪.‬‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫ِ‬
‫ة‬
‫אن‬
‫َ َכ َ‬
‫َ ْ ِ َא‬
‫اَ َّ ُ ِا َّ َכ َ ْ َ ُ َכ َ ِ َو َ ى َ َכא ِ َو َ ْ َ َ ِ ى‬
‫َّ‬
‫ُ ّ‬
‫ٰ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫و َِ ِ‬
‫َ َ ْ ٰ َ َ ْ َכ َ ْ ٌ ْ اَ ْ ِ ى َواَ َא ا ْ َ אئ ُ‬
‫َ َ َ‬
‫‪566‬‬
‫‪Mehmed Zahid Kotku‬‬
‫‪567‬‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ا ْ َ ُ ا ْ َ ُ ا َ ُ ْ َ ُ ا ْ ُ ْ َ ُ ا ْ ُ ْ ُ ا ْ ُ ُّ‬
‫ا ْ ُ ْ َ ِ ُف ِ َ ْ ِ ِ َا ْ َئ ُ َכ َ ْ َ َ َ ا َ ِ ْ ِכ َ َو َا ْ َ ِ ُ ِا َ َכ‬
‫ْ‬
‫ا ْ ِ َ َאل ا ْ ُ ْ ِ ِ ا َّ ِ ِ َواَ ْد ُ َك ُد َ َאء ا ْ َ ِאئ ِ ا َّ ِ ِ‬
‫َ ْ َ َ َ ْ َ َכ َر َ ُ ُ َو َ א َ ْ َ َכ َ ُ ُ َو َد َّل َ َכ‬
‫َ‬
‫َْ‬
‫ِ ْ ُ ُ َو َر ِ َ َכ اَ ْ ُ ُ اَ َّ ُ َ َ ْ َ ْ ِ ِ ُ َ ِאئ َכ َ ِ ًّא‬
‫َ‬
‫َّ‬
‫َو ُכ ْ ِ َر ُؤ ً א َر ِ ً א َא َ ا ْ َ ْ ئُ ِ َ َو َא َ ا ْ ُ ْ ِ َ ‪.‬‬
‫َْ‬
‫َْ‬
‫אس‬
‫ا‬
‫ات َ ْ ِ َא َواَ ِّ ْ َ ْ َ ُ ُ ِ َא َوا ْ ِ َא ُ ُ َ‬
‫اَ َّ ُ َّ اَ ْ ِ ْ َذ َ‬
‫ا َ ِم و َ ِ َא ِ ا ُّ ُ ِ‬
‫אت ِا َ ا ُّ رِ َو َ ِ ّ ْ َא ا ْ َ َ ا ِ َ‬
‫َ‬
‫َ ّ‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫َ א َ َ ِ ْ َ א َو َ א َ َ َ ‪ .‬اَ َّ ُ َאرِ ْك َ َא ِ اَ ْ َ א ِ َא‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫َواَ ْ َ אرِ َא َو ُ ُ ِ َא َواَ ْز َوا ِ َא َو ُذرِّ َّא ِ َא َو ُ ْ َ َ َא ِا َّ َכ‬
‫ْ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ ِ‬
‫اب ا َّ ُ َوا ْ َ ْ َא َ אכ ِ َ َ ْ َ َכ ُ ْ َ‬
‫َا ْ َ ا َّ َّ ُ‬
‫د‬
‫ِ َ א َ א ِ ِ َ َ َ א َواَ ِ َّ َ א َ َ َא‪ .‬ا‬
‫ْ‬
‫اَ َّ ِا َ َכ اَ ْ ُכ َ َ ُ ِ و ِ َّ َ ِ َ ِ و ا ِ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ ََ‬
‫َّ‬
‫ُ َّ ْ‬
‫َ ا ِ‬
‫אس َא َا ْر َ ا ِ ِ َ ِا َ َ ْ َ ِכ ُ ِ ِا َ ُ ُ ٍّو‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َّ‬
‫َ َ َ َّ ُ ِ اَ ْم ِا َ َ ِ ٍ َ َّ ْכ َ ُ اَ ْ ِ ى ِا ْن َ َ ُכ ْ َ א ِ ًא‬
‫ْ‬
‫‪Mü’minlere Va’zlar‬‬
‫َ اَ َّن َ א ِ ِ َכ اَ ْو َ ُ ِ اَ ُ ُذ ِ ُ رِ‬
‫َ‬
‫َْ‬
‫ات َو ْا َ ْر ُض‬
‫ِ ا َّ ِ ى اَ َ َآء ْت َ ُ ا َّ ٰ َ ُ‬
‫אت َو َ َ َ َ َ ِ َا ْ ا ُّ ْ א َو ْا ِ ِة‬
‫ُّ ُ َ ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ ُ‬
‫َ َ َ اُ א ِ‬
‫َ‬
‫َ َّ‬
‫َو ْ ِ َכ ا ْ َכ ِ‬
‫َواُ ْ ِ َ ْ َ ُ ا‬
‫َا ْن َ ِ َّ َ َ َ َ َכ َا ْو ُ ْ ِ َل َ َ َ َ َ َכ َو َ َכ‬
‫َ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫َ ّٰ َ ٰ َو َ َ ْ َل َو َ ُ َّ َة ِا َّ َِכ‪.‬‬
‫ا‬
‫ْ ُْٰ‬
‫ْ‬
‫ا ا‬
‫َا َّ وا ِ ً َכ ا ِ ِ ا ْ ِ ِ‬
‫ُ َّ َ َ َ َ َ‬
‫اَ َّ َכ א ْ َ َ ْ ِ َ ِ ُ ُ ِ‬
‫َ ّ ْ‬
‫ُ َّ َ َ َّ‬
‫اَ َّ ُ ا ْ َ ْ ِ ِ ْא ِ ْ َ ِم َ ِאئ ً א َوا‬
‫َّ‬
‫َ א ِ ً ا َوا ْ َ ْ ِ ِ ْא ِ ْ َ ِم َرا ِ ً ا َو‬
‫و َ אِ‬
‫َ َ‬
‫َواَ ُ ُذ‬
‫ً ا َا َّ ُ‬
‫ِ‬
‫َِכ ْ‬
‫َّ ِا ِّ‬
‫ُכ ّ ِ‬
‫‪.‬‬
‫ا‬
‫د‬
‫ْ َ ْ ِ ِ ْא ِ ْ َ ِم‬
‫َ ُ ْ ِ ْ ِ َ ُ ًّوا‬
‫اَ ْ َئ ُ َכ ِ ْ ُכ ّ ِ َ ٍ َ َ ِائ ُ ُ ِ ِ َك‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫د‬
‫َ ٍ َ َ ِائ ُ ُ ِ ِ َك‪ .‬ا‬
‫َ‬
‫ّ‬
‫ِ ِ‬
‫אت َر ْ َ ِ َכ َو َ َ ِائ َ ْ ِ ِ َכ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ٍ وا ْ َ ِ َ ِ ُכ ّ ِ ِ ٍ وا ْ َ َز ِא ْ ِ‬
‫َ َّ‬
‫َ ْ‬
‫َ‬
‫ّ َ ْ‬
‫اَ َّ ُ ِا َّא َ ْ َئ ُ َכ‬
‫َّ‬
‫َوا َّ َ َ َ ِ ْ ُכ ّ ِ‬
‫َوا َّ ِ ِאة ِ َ ا َّאرِ ‪.‬‬
‫ُ‬
‫ِا ْ‬
‫ا‬
‫ا‬
‫د‬
‫‪568‬‬
‫‪Mehmed Zahid Kotku‬‬
‫‪569‬‬
‫ث‬
‫اَ َّ ُ َّ اَ ْ ِ ْ ِ ِ َ ْ ِ َو َ َ ِ ى َ َّ َ ْ َ َ ُ َ א ا ْ َ ارِ َ‬
‫ِ ى وا ْ ِ ِ‬
‫ِ ِ ّ و א ِ ِ ِ ِد ِ و ِ‬
‫َ َ‬
‫َّ ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫ْ‬
‫ََ ِ‬
‫َْ ِ‬
‫ِِ‬
‫ّٰ ِ ِ ِ ِ‬
‫َ ْאرِ ى اَ َّ ُ َّ ا ّ اَ ْ َ ْ ُ‬
‫َ‬
‫َُ‬
‫َ‬
‫ِا َ َכ و َ ْ ُ َا ِ ى ِا َ َכ وأَ ْ َ ْ‬
‫ت َ ْ ِ ى ِا َ َכ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ َّ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫َو َ َّ َ َو ْ ِ ِا َ َכ َ َ ْ َ َ َو َ َ ْ ٰ ِ ْ َכ ِا َّ ِا َ َכ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫آ َ ْ ُ ِ ُ ِ َכ ا َّ َ ى َا ْر َ ْ َ َو ِِכ َא َِכ ا َّ َ ى َا ْ َ ْ َ ‪.‬‬
‫َ‬
‫ا‬
‫ر‬
‫اَ َّ ُ َّ ِا ِّ اَ ُ ُذ َِכ ِ َ ا ْ َ ْ ِ َوا ْ َכ َ ِ َوا ْ‬
‫َوا ْ ْ ِ َوا ْ َ ِم َوا ْ َ ْ َ ِة َوا ْ َ ْ َ ِ َوا ْ َ َ ِ َوا‬
‫ُ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫َوا ْ َ ْ َכ َ َواَ ُ ُذ َِכ َ ا ْ َ ْ ِ َوا ْ ُכ ْ ِ َوا ْ ُ ُ‬
‫ِ وا ِ ِ‬
‫ِ ِ‬
‫ِ ِ‬
‫آء َواَ ُ ُذ َِכ‬
‫َوا ّ َ אق َوا ّ َ אق َوا ُّ ْ َ َ ّ َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ا َّ َ َوا ْ َ َכ َوا ْ ُ ُ ن َوا ْ ُ َ ام َوا ْ َ َ ص َو َ‬
‫ا ّ אء أ‬
‫ْا َ ْ َ ِאم‪) .‬ك( وا‬
‫اَ َّ ُ َّ ِا ِّ‬
‫ود ٍ‬
‫אء‬
‫َ َُ‬
‫ا َّ ِ ُ‬
‫َا ُ ُذ َِכ‬
‫وَْ ٍ‬
‫َُْ َ ُ َ‬
‫وِ ا ِ‬
‫َ َ ْ َ‬
‫ُْ ِ‬
‫ِ ّ َّ ِ‬
‫ِق‬
‫ِ‬
‫ِ ِئ‬
‫ّ‬
‫ِ‬
‫ٍ‬
‫ْ َ ْ َ َ ْ َ ُ َو َ ْ ٍ َ َ ْ َ ُ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫َ َ ْ َ ُ َو َ ا ْ ُ ِع َ א َّ ُ ِْئ َ‬
‫א َ ِ َ ِא َّ א ِْئ ِ ِ‬
‫ِ‬
‫ا ْ ِ َא َ ُ َو َ‬
‫َ َ‬
‫َ‬
‫‪Mü’minlere Va’zlar‬‬
‫ا ْ َכ َ ِ َوا ْ ْ ِ َوا ْ ُ ِ َو ِ َ ا ْ َ ِم َواَ ْن اُ َر َّد ِا َ اَ ْر َذ ِل‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫אل و‬
‫ا ِ وِ ِ ِا‬
‫اب ا ْ َ ِ َو ِ ْ ِ ْ َ ِ ا ْ َ ْ א‬
‫ْ ُ ُ َ ْ ْ َ َّ َّ َ َ َ ِ ْ‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫אت اَ َّ ُ َّ ِا َّא َ ْ َئ ُ َכ ُ ُ ًא اَ َّوا َ َ ُ ْ ِ َ ً ُ ِ َ ً‬
‫َوا ْ َ َ‬
‫ِ‬
‫ِ ِ َכ اَ َّ ِا َّא َ َئ ُ َכ ِائ ْ ِ ِ َכ و ْ ِ ِ‬
‫אت‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ ُ َ‬
‫ُ َّ‬
‫ََ َ َ َ‬
‫اَ ْ ِ َك َوا َّ َ َ َ ِ ْ ُכ ّ ِ ِا ْ ٍ َوا ْ َ ِ َ َ ِ ْ ُכ ّ ِ ِ ٍ َوا ْ َ ْ َز‬
‫ّ‬
‫د‬
‫ِא ْ َ َّ ِ َوا َّ َ א َة ِ َ ا َّאرِ ‪ .‬ا‬
‫اَ َّ ُ ا ْ َ ْ اَ ْو َ َ رِ ْز ِ َכ َ َ ِ ْ َ ِכ ِ ِ ِ ّ َوا ْ ِ َא ِع‬
‫َ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫אئ‬
‫ُ ْ ِ ى‪.‬‬
‫َا َّ ِا ِّ َا َئ ُ َכ ا ْ ِ َّ َ وا ْ א ِ َ ِ د ْ אى و ِد ِ و َا ِ‬
‫َ ْ‬
‫ُ َ َ َ‬
‫ْ‬
‫َ َ َ‬
‫ُ َّ‬
‫ِ‬
‫ر ِ وآ ِ رو ِ وا َ ْ ِ ِ‬
‫ْ‬
‫َو َ א َا َّ ُ َّ ا ْ ُ ْ َ ْ َ َ ْ َ ْ َ َ ْ‬
‫ِ ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ َى و ِ َ ْ ِ‬
‫َو َ ْ َ َ א َو ْ‬
‫َ ْ َ َّ َ ْ‬
‫َ ْ َ‬
‫אس‬
‫َ ْ ِ َو َا ُ ُذ َِכ َا ْن اُ ْ َ َאل ِ ْ َ ْ ِ ‪ .‬ا‬
‫ِا ِ ا ئ כ ِا א א א ِ‬
‫ا‬
‫َ َّ ُ َّ ّ َ ْ َ ُ َ َ ً ُ َ ُ‬
‫אכ َ ِ ور ِّ ِ‬
‫َ ُ ِ ِ ِا‬
‫َ َ‬
‫َّ َ َ َ ْ‬
‫ُ‬
‫ِ َא َ َ ْ َ ِ ‪ .‬ا‬
‫َِْ‬
‫َ ّٰ اَ ْ َ َ اَ َّ ُ‬
‫ِ اْ ِ َ ِ‬
‫َ َ‬
‫‪570‬‬
‫‪Mehmed Zahid Kotku‬‬
‫‪571‬‬
‫אك ِ َ ْ ِ‬
‫اَ َّ ُ َّ ِا َّن ِا ْ َ ا ِ َ َכ َ‬
‫אن َ ْ ُ َك َو َ ِ ُ َכ َد َ َ‬
‫َ َّכ َ ِא ْ َ َ َכ ِ َو َا َא ُ َ َّ ٌ َ ْ ُ َك َو َر ُ ُ َכ َا ْد ُ َك ِ َ ْ ِ‬
‫ِ ِ‬
‫ا ْ ِ َ ِ َا ْن ُ אرِ َك َ ِ ِ ِ‬
‫אر ْכ َ‬
‫ُ ّ ْ َو َ א ِ ْ ْ َ َ א َ َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُْ‬
‫ا‬
‫ٍّ ر‬
‫ِ َ ْ ِ َ َّכ َ َ َ ا ْ ِ َכ ِ َ َכ َ ِ ‪.‬‬
‫َ‬
‫َ ْ‬
‫ِ ِ ِ‬
‫ِِ‬
‫َا َّ ُ َّ ا َّن ا ْ َ ا َ َ َّ َم َ َّכ َ َ َ َ َ َ א َ َ ا ً א َوا ّ َ َّ ْ ُ‬
‫ا ْ َ ِ َ َ َ א َ َ َ ْ َز َ َ א اَ ْن َ ُ َاق ِ َ א َد ٌم َو َ ُ ْ َ ْ ِ َ א‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ِ َح ِ َ َ ٍ‬
‫אل َو َ ُ ْ َ ِ َ א َ َ ًة ِا َّ ِ َ ْ ٍ َا َّ ُ َאرِ ْك‬
‫ٌ‬
‫َ‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫َ َא ِ َ ِ َ ِ َא اَ َّ ُ َאرِ ْك َ َא ِ َ א ِ َא‪ .‬اَ َّ ُ َאرِ ْك َ َא‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫ا ْ َכ ِ َכ ِ وا َّ ِ ى َ ْ ِ‬
‫ِ‬
‫ا ُّ ْ َ א َا َّ ُ َّ ا ْ َ ْ َ َ َ َ َ َ َ ْ َ‬
‫ِ ِ ِه א ِ ا ْ ِ َ ِ ِ‬
‫و َ َ ْ ِا َّ َ ِ َ َכ ِ‬
‫אن‬
‫ٌ‬
‫َ ْ َ‬
‫ْ ٌ َ‬
‫َ َ َ َ‬
‫رى‬
‫ٍ ا‬
‫َ ْ َ א ِ َ א َ ّٰ َ ْ ُ ُ ۤ ا ِا ْ َ א‪ .‬ا‬
‫ّ‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫اَ َّ ُ ِا ِّ اَ ُ ُذ َِכ ِ َ ا َכ َ ِ َوا ْ َ ِم َوا ْ َ ْ َ ِ َوا ْ َ ْ ِم‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫اب‬
‫اب ا ْ َ ْ ِ َو ِ ْ ِ ْ َ ِ ا َّאرِ َو َ َ ِ‬
‫َو ِ ْ ِ ْ َ ِ ا ْ َ ْ ِ َو َ َ ِ‬
‫ا َّאرِ َو ِ ْ َ ِ ِ ْ َ ِ ا ْ ِ ٰ َواَ ُ ُذ َِכ ِ ْ ِ ْ َ ِ ا ْ َ ْ ِ‬
‫ّ‬
‫و َا ُ ُذ َِכ ِ ِ ْ َ ِ ا ْ ِ ِ ا َّ ِ‬
‫אل َا َّ ُ َّ ا ْ ِ ْ َ ِ ّ‬
‫ْ‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ َא אى ِא ْ ِ‬
‫אء َوا َّ ْ ِ َوا ْ ِد َو َ ِّ َ ْ ِ ِ َ ا ْ َ َא َא‬
‫َ َ‬
‫َ‬
‫ََ‬
‫‪Mü’minlere Va’zlar‬‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫َכא َ َّ ا َّ ب ْا َ ُ ِ ا َّ َ ِ‬
‫َو َא ْ َ ْ َو َ ْ َ‬
‫َ‬
‫ْ ُ‬
‫ُ‬
‫َْ‬
‫אئ‬
‫אى َכ َ א َא َ ْ َت َ َ ا ْ َ ْ ِ ِق َوا ْ َ ْ ِ ِب‪.‬‬
‫َ َא َ َ‬
‫ْ‬
‫ِ‬
‫ِِ‬
‫ِِ‬
‫ِِ‬
‫ِ‬
‫ِِ‬
‫اَ َّ ُ َّ ا ّ اَ ْ َئ ُ َכ َ ا ْ َ ْ ِ ُכ ّ َ א ِ َوآ ِ َ א َ ْ ُ‬
‫ِ ْ و א َ َا َ و َا ُذ َِכ ِ ا َّ ِ ُכ ِّ ِ א ِ ِ ِ وآ ِ ِ ِ‬
‫َ‬
‫ُ ََ ْ ْ ْ َ ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ّ‬
‫َ א َ ِ ْ ُ ِ ْ ُ َو َ א َ اَ ْ َ اَ َّ ُ ِا ِّ اَ ْ َئ ُ َכ ِ ْ َ ِ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫َّ‬
‫א ِئ َ َכ ِ ِ ُ َك و َ ِ َכ واَ ُذ َِכ ِ َ ِ א א َذ ِ ِ‬
‫ْ ّ َ َ‬
‫َ ُّ َ ُ‬
‫َ َ‬
‫َْ‬
‫َ ُ َك َو َ ِ ُّ َכ َا َّ ُ ِا ِّ َا ْ َئ ُ َכ ا ْ َ َّ َ َو َ א َ َب ِا َ َ א‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫ِ ْ َ ْ ٍل اَ ْو َ َ ٍ َواَ ُ ُذ َِכ ِ َ ا َّאرِ َو َ א َ َب ِا َ َ א‬
‫ْ‬
‫َّ‬
‫ٍ‬
‫ِ‬
‫ٍ‬
‫ْ َ ْ ل اَ ْو َ َ ٍ َواَ ْ َئ ُ َכ اَ ْن َ ْ َ َ ُכ َّ َ َ آء َ َ ْ َ ُ‬
‫א‬
‫ا‬
‫אئ ر‬
‫ِ َ ا‪.‬‬
‫ًْ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِِ‬
‫אر َك‬
‫اَ َّ ُ َّ ا ّ اَ ْ َئ ُ َכ ِא ْ َכ ا َّא ِ ا َّ ِّ ِ ا ْ ُ َ َ‬
‫ْا َ ِ ِا َ َכ ا َّ ِ ى ِا َذا د ِ َ ِ ِ َا َ و ِا َذا ِئ ْ َ ِ ِ‬
‫ُ‬
‫َْ َ ُ‬
‫َ ّ ْ‬
‫ِ‬
‫ِ َ ِ ِ ر ِ َ و ِا َذا ا ْ ِ َ ِ ِ‬
‫ْ ُ ْ‬
‫َ ْ َ‬
‫اَ ْ َ ْ َ َوا َذا ا ْ ُ ْ ْ‬
‫אئ‬
‫َ ْ َ‪.‬‬
‫َّ‬
‫اَ َّ ُ َّ َ ْ آ َ َ ِ َو َ َّ َ ِ َو َ ِ َ اَ َّن َ א ِ ْئ ُ ِ ِ ُ َ ا ْ َ ُّ‬
‫ِ ْ ِ ْ ِ َك َ אَ ْ ِ ْ َ א َ ُ َو َو َ َ ُه و َ ِّ ْ ِا َ ْ ِ ِ َ َאء َك َو َ ِ ّ ْ‬
‫‪572‬‬
‫‪Mehmed Zahid Kotku‬‬
‫‪573‬‬
‫َ ُ اْ َ‬
‫َ א ِ ْئ‬
‫َ אء و َ ْ ِ‬
‫َ ََ ْ ْ ُ‬
‫ِ ِ ا ْ ُّ ِ‬
‫ُ‬
‫َُ َ‬
‫ْ ِ َو َ‬
‫ْ ِ ْ ِ َك‬
‫ُه‪.‬‬
‫ِ ِ و‬
‫ْ ُ َ ّْ ََْ ََْْ‬
‫אכ ِ َ א َ ُ َ َو َ َ ُه َو َا‬
‫َ ْ ْ‬
‫אذ‬
‫اَ َّن‬
‫ِْ‬
‫ُْ َ‬
‫َا َّ ُ َ ْ آ َ َ َِכ َو َ ِ َ َا ِّ َر ُ ُ َכ َ َ ِ ْ ِا َ ِ ِ َ َאء َك‬
‫ّ‬
‫ْ‬
‫َّ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫َو َ ِ ّ ْ َ َ ْ َ َ َאء َك َواَ ْ ْ َ ُ َ ا ُّ ْ َ א َو َ ْ َ ْ ُ ْ ُ‬
‫َِכ َو َ ْ َ ْ َا ِّ َر ُ ُ َכ َ َ ُ َ ِّ ْ ِا َ ْ ِ ِ َ َאء َك َو َ ُ َ ِ ّ ْ‬
‫א‬
‫َ َ ِ َ َ َאء َك َو َכ ِ ّ َ ُ ِ َ ا ُّ ْ א‪.‬‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫אت ِ ْا َ ْ ِ َو َا ْ َئ ُ َכ َ ِ َ َ‬
‫َا َّ ُ َّ ِا ِّ َا ْ َئ ُ َכ ا َّ َ َ‬
‫ِ‬
‫ِ ِ‬
‫אد ِ َכ َواَ ْ َئ ُ َכ‬
‫ا ُّ ْ َواَ ْ َئ ُ َכ ُ ْכ َ ْ َ َכ َو ُ ْ َ َ َ َ‬
‫ِ َ א ًא َ ِאد ً א َو َ ْ ً א َ ِ ً א َو َا ُ ُذ َِכ ِ ْ َ ِّ َ א َ ْ َُ‬
‫َواَ ْ َئ ُ َכ ِ ْ َ ِ َ א َ ْ َ َواَ ْ َ ْ ِ َك ِ َّ א َ ْ َ ِا َّ َכ‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫اد اوس‬
‫َا ْ َ َ َّ ُم ا ْ ُ ِب‪.‬‬
‫ُ‬
‫ِ‬
‫اَ َّ ُ َّ ا ْ َ ْ ُ َو َِכ آ َ ْ ُ َو َ َ ْ َכ َ َ َّכ ْ ُ َوا َ ْ َכ اَ َ ْ ُ‬
‫ِ‬
‫َو َِכ َ א َ ْ ُ َا َّ ُ َّ ِا ِّ َا ُ ُذ ِ َّ ِ َכ َ ِا َ َ ِا َّ َا ْ َ‬
‫ِ‬
‫ِ ِ‬
‫ِ‬
‫ُ ِ‬
‫ت ا ْ ُّ َو ْا ْ ُ‬
‫اَ ْن ُ َّ اَ ْ َ ا ْ َ ُّ ا َّ ى َ َ ُ‬
‫אس‬
‫َ ُ ُ َن‪ .‬ا‬
‫‪Mü’minlere Va’zlar‬‬
‫اَ َّ ُ َ َכ ا ْ َ ْ ُ َכא َّ ِ ى ل و ا ِ א ل ا‬
‫َ ُ ُ َ َ ْ ً َّ َ ُ ُ َ َّ ُ َّ‬
‫َّ‬
‫אى َو َ َ א ِ َو ِا َ َכ َ َ ِ‬
‫َ َכ َ َ ِ َو ُ ُ ِכ َو‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ِا ِ ا ذ ِכ ِ‬
‫َو َ َכ َر ِّب ُ ا ِ ا‬
‫اب ا ْ َ ِ‬
‫َ َّ ُ َّ ّ َ ُ ُ َ ْ َ َ ِ ْ‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِِ‬
‫ِ‬
‫َو َو ْ َ َ ا َّ ْ رِ َو َ َّאت ْا َ ْ ِ َا َّ ُ َّ ا ّ َا ْ َئ ُ َכ ْ‬
‫َ ِ א َ ِ ِ ِ ا ِ אح واَ ُذ َِכ ِ َ ِ א َ ِ ِ ِ‬
‫َّ ُ َ ُ‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫ْ َ‬
‫ْ َّ‬
‫ا‬
‫ّ ر‬
‫ا ِ ُ‪.‬‬
‫ّ‬
‫אِِ‬
‫ِ‬
‫ِى و א ِِ‬
‫َ َ‬
‫َّ ا َّ ا ْ ِ‬
‫ُ َ‬
‫ِ ِ َا ْ َ ْ ُ‬
‫ِ‬
‫َ َ ِ ى َوا ْ‬
‫אن‬
‫ُ ا ْ َכ ِ ُ ُ ْ َ َ‬
‫ِِ‬
‫ِ‬
‫َّ َر ِّب ا ْ َ א َ َ‬
‫َا َّ ُ َّ َ‬
‫ا ْ َ ارِ َ‬
‫ث ِ ِّ‬
‫ِ‬
‫َر َّب ا ْ َ ْ ش ا ْ َ‬
‫َا َّ ُ َا ْ ِ َ َא ِ ْ َ ْ ِ َכ َ א َ ُ ُل َ َ َא َو َ َ َ َ א ِ َכ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َّ‬
‫َو ِ ْ َא َ ِ َכ َ א ُ ِّ ُ َא ِ ِ َ َّ َ َכ َو ِ َ ا ْ ِ ِ َ א ُ ِ ِّ ُن‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ َא ِ ِ‬
‫אت ا ُّ ْ א َو َ ِّ ْ َא ِאَ ْ َ א ِ َא َوا ْ َ אرِ َא َو ُ َّ ِ َא‬
‫َ ْ ُ َ‬
‫َ‬
‫א َا َא وا ْ ا ْ ارِ َ ِ‬
‫ث َّא َوا ْ َ ْ َ ْ َر َא َ َ َ ْ‬
‫َ ْ َْ َ َ ْ َ ُ َ‬
‫אدا َא َو َ َ ْ َ ْ ُ ِ َ َא‬
‫َ َ َ َא َوا ْ ُ ْ َא َ َ َ ْ َ َ‬
‫َ‬
‫ِ ِد ِ َא َو َ َ ْ َ ا ُّ ْ א َا ْכ َ ِّ َא َو َ َ َ َ َ ْ ِ َא‬
‫ْ‬
‫َ ََ‬
‫َو َ ُ َ ِّ ْ َ َ َא َ ْ َ َ َ ُ َא‪ .‬ا‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫َ َ‬
‫َ ِا َ َ ِا‬
‫َُْ‬
‫ا َّ ِ‬
‫‪574‬‬
‫‪Mehmed Zahid Kotku‬‬
‫‪575‬‬
‫اَ َّ ا ْ َ ِ ِ א َّ ِ و ِّ ِ א ْ َ ِ وزِ د ِ‬
‫َ ْ‬
‫ْ‬
‫َ َ ُ‬
‫َ َ َْ َ َ ْ‬
‫ُ َّ‬
‫ِِ‬
‫ِ ِ‬
‫ٍ‬
‫ِ‬
‫אل َا ْ ِ‬
‫َ ْ ً א َا ْ َ ْ ُ َّ َ َ ُכ ّ ِ َ אل َو َا ُ ُذ ِא َّ ْ َ‬
‫ة‬
‫ا َّאرِ ‪ .‬ا‬
‫َا َّ ا ْ ِ اُ ِ‬
‫ْ‬
‫ُ َّ ْ َ‬
‫َ ِ َ َ َכ َو َا ْ َ‬
‫َا َّ ُ َّ ِا ِّ‬
‫َא ُ َ َّ ُ‬
‫ُِْ ٰ‬
‫َا ْ َئ ُ َכ َو َا َ َ‬
‫ِِ‬
‫ا ّ َ َ َّ ْ ُ‬
‫ِ اَ َّ ُ َّ َ‬
‫َا َّ ُ ِا ِّ َا‬
‫َّ‬
‫ِ‬
‫َو ْ‬
‫אَِ‬
‫َا َّ ُ َّ َ‬
‫ِ َ َ ِ ى اَ‬
‫اَ ُذ َِכ ِ‬
‫ُ‬
‫ِ ِ‬
‫ُ ُ ْכ َ َك َواُ ْכ ُ ذ ْכ َ َك َو َا َّ ِ ُ‬
‫ة‬
‫ُ َو ِ َ َכ‪ .‬ا‬
‫َّ‬
‫ٍ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫َّ ُ ا َ ْ َכ ِ َ ِ ِّ َכ ُ َ َّ َ ِ ِ ّ ا َّ َْ‬
‫ِا َ َכ ِا َ َر ِّ ِ َ א َ ِ ٰ ِ ِه‬
‫ْ‬
‫אن‬
‫َ ِّ َ ُ ِ ‪.‬‬
‫َّ‬
‫ِ ْ َ ِ َ ْ ِ َو ِ ْ َ ِ َ َ ِ ى‬
‫ّ‬
‫ّ‬
‫כ‬
‫َو ِ ْ َ ِ َ ِ ِ ‪.‬‬
‫ّ ّ‬
‫ُ ُذ َِכ‬
‫َ ِ ِ אِ‬
‫ّ َ‬
‫ِ‬
‫ِ َ ِ َا َّ א ِ ِ ِ‬
‫ُ َّ َ‬
‫َ‬
‫َ ْ َا َّ ُ‬
‫َّ ُ َّ ِا ِّ اَ ُ ُذ َِכ ِ َ ا ْ ُכ ْ ِ َوا ْ َ ْ ِ اَ‬
‫ْ َ َ ِ‬
‫اب ا ْ َ ْ ِ َ ِا َ َ ِا َّ اَ ْ َ ‪ .‬اَ‬
‫اَ َّ ُ َّ ِا ِّ ا ْ َئ ُ َכ ِ َ ً َ ِ َّ ً‬
‫ُ ْ ٍ َو َ َ א ِ ٍ ‪.‬‬
‫אِِ‬
‫َّ َ‬
‫َّ ُ َّ ِا ِّ‬
‫כة‬
‫وِ‬
‫ِ و دا‬
‫َ َ ً َ َّ ً َ َ ًّ َ ْ َ‬
‫ا‬
‫‪Mü’minlere Va’zlar‬‬
‫اَ َّ ُ ِا َّن ُ ُ َ َא َو َ َ ارِ َ َא ِ ِ َك َ ُ َ ِّ ْכ َא ِ ْ َ א َ ًئא‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َّ‬
‫א ٍ‬
‫َ ِא ًذا َ َ ْ َ ٰذ ِ َכ ِ ِ َ א َ ُכ ْ اَ ْ َ َو ِ ُ َ א‪.‬‬
‫َّ‬
‫َا َّ ُ ا ْ َ ْ ِ َ ْ ِ ُ ًرا َو ِ ِ َ א ِ ُ ًرا َو ِ َ َ ِى ُ ًرا‬
‫َّ‬
‫ِ‬
‫ِ ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ُ ًرا َو َ ْ َ َ אرِى ُ ًرا َو ْ‬
‫ُ ًرا َو َ ْ َ‬
‫َو َ ْ‬
‫َ ْ ِ ُ ًرا َو ِ ْ َ ْ ِ ُ ًرا َو ِ ْ اَ َ א ِ ُ ًرا َو ِ ْ َ ْ ِ ُ ًرا‬
‫َوا ْ َ ْ ِ ِ َ ْ ِ ُ ًرا َواَ ْ ِ ِ ُ ًرا‪ .‬ا אس‬
‫ْ‬
‫َا َّ َا ِ ِ ِ ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫د ا َّ ى ُ َ َ ْ َ ُ َا ْ ِ ى َو َا ْ ْ‬
‫ُ َّ ْ ْ‬
‫אى ا َّ ِ ِ َ א َ َ א َ َواَ ْ ِ ْ ِ آ ِ ِ ا َّ ِ ِ َ א‬
‫َ ُد ْ َ َ‬
‫َ َ‬
‫ِ‬
‫אد ًة ِ ِ ُכ ّ ِ َ ْ ٍ َوا ْ َ ِ‬
‫َ َ אدى َوا ْ َ ِ ا ْ َ َ א َة زِ َ َ‬
‫ة‬
‫ا ْ َ ْ َت َرا َ ً ِ ِ ْ ُכ ّ ِ َ ٍ ‪ .‬ا‬
‫ّ‬
‫אف َواَ ْ ِ ٰ ‪.‬‬
‫اَ َّ ُ َّ ِا ِّ ِا ْ َئ ُ َכ ا ْ ُ ٰ ى َوا ُّ ٰ َوا ْ َ َ َ‬
‫د‬
‫ا‬
‫ر ِ وآ ِ رو ِ وا ْ ِ‬
‫َ ْ َْ َ‬
‫َ‬
‫َا َّ ُ َّ ا ْ ُ ْ َ ْ َ‬
‫אب‬
‫َا َّ ُ َّ ا ْ َ ْ ُ َّ َכ اَ َ َّ ْا َ ْ َ ِאء ِا َ‬
‫َّ‬
‫ِ‬
‫َا ْ َ َف ْا َ ْ َ אء َ ْ ِ ى َوا ْ َ ْ َ ِ ّ‬
‫َوا ْ‬
‫َא‬
‫َ ِ ّ ِد ِ ‪.‬‬
‫َ ْ َ ْ َ َכ‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫אت ا ُّ ْ א‬
‫َ‬
‫َ‬
‫‪576‬‬
‫‪Mehmed Zahid Kotku‬‬
‫‪577‬‬
‫َא َّ‬
‫ُْ‬
‫َا َّ ُ‬
‫ْ ِق ِا َ ِ َ ِאئ َכ َو ِا َذا اَ ْ ْر َت اَ ْ َ اَ ْ ِ ا ُّ ْ א ِ ْ ُد ْ א‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ אَ ْ ِ ر ِ ِ‬
‫א כ ا אئ‬
‫אد ِ َכ‪ .‬ا‬
‫ْ ََ َ‬
‫ْ َْ‬
‫ِ ا ُ وا ْ ِ‬
‫ِا ِّ َا ُذ َِכ ِ‬
‫ا‬
‫ِ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َّ‬
‫َْ‬
‫َّ‬
‫ّ‬
‫َ ُ‬
‫ا َّ ئُ ُل‪.‬‬
‫ا‬
‫אئ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِِ‬
‫َا َّ ُ َّ ا ّ َا ْ َئ ُ َכ ا ّ َّ َ َوا ْ َّ َ َو ْا َ َ א َ َ َو ُ ْ َ‬
‫ا ْ ُ ُ ِ َوا ِ َ א ِא ْ َ َ رِ ‪ .‬ا‬
‫ّ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ ِ‬
‫ِ ِ‬
‫ِ‬
‫ِِ‬
‫اَ َّ ُ َّ ا ّ اَ ُ ُذ َِכ ْ َ ْ م ا ُّ ء َو ْ َ ْ َ ا ُّ ء َو ْ‬
‫ِ‬
‫ِ ِ‬
‫א ِ ِ ا ِء و ِ אرِ ا ِء ِ‬
‫َ ْ َ‬
‫ُّ‬
‫ُّ‬
‫َ א َ ا ُّ ء َو ْ َ‬
‫א‬
‫َدارِ ا ْ َ َ א َ ِ ‪.‬‬
‫אك ِ ْ َ َ ِ َכ َو ِ َ َ א َ א ِ َכ‬
‫اَ َّ ُ َّ ِا ِّ اَ ُ ُذ َِכ ِ ِ َ َ‬
‫ِ ْ ُ ُ َ ِ َכ َواَ ُ ُذ َِכ ِ ْ َכ َاُ ْ ِ َ َ ًאء َ َ ْ َכ اَ ْ َ‬
‫אئ‬
‫َכ َ א اَ ْ َ َ َ َ َ ْ ِ َכ‪.‬‬
‫ْ‬
‫َا َّ ُ َ َכ ا ْ َ ْ ُ ُ ْכ ا َو َ َכ ا ْ َ ُّ َ ْ ً‪.‬‬
‫َّ‬
‫ً‬
‫ة‬
‫َا َّ ُ َّ ِا ِّ‬
‫ا ْ َّ َ ُّכ‬
‫כ‬
‫َا َئ ُ َכ ا َّ ِ َ َ א ِ َכ ِ ْا َ ْ ِ‬
‫אل َو ِ ْ َق‬
‫َ‬
‫َ َ ّ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ة‬
‫ِ َ َ َכ َو ُ ْ َ ا َّ ِّ َِכ‪ .‬ا‬
‫ْ‬
‫‪Mü’minlere Va’zlar‬‬
‫ِ ِ ْכ ِ َك وار ُز ْ ِ‬
‫َ ْ‬
‫َ ً ِِכ َא َِכ‪.‬‬
‫ً ِ ِا ٍ‬
‫אن َو ِا َ א ًא ِ ُ ْ ِ‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫َ ٌح َو َر ْ َ ً ِ ْ َכ َو َ א ِ ً َو َ ْ ِ ًة‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ة‬
‫َ ا ًא‪ .‬ا‬
‫اَ َّ ُ ْ َ ْ َ َ א ِ َ َ ْ ِ‬
‫َّ‬
‫ِ‬
‫َر ُ َכ َو َ‬
‫َا َّ ِا ِّ َا َئ ُ َכ ِ‬
‫ْ‬
‫ُ َّ‬
‫ُ ُ ٍ َو َ َ א ً א َ ْ َ ُ ُ َ‬
‫ِ ْ َכ َورِ ْ‬
‫اك‬
‫اك َو َا ْ ِ ْ ِ ِ َ ْ َ َ‬
‫אك َ ّٰ َכ َא ِّ َا َر َ‬
‫َا َّ ُ َّ ا ْ َ ْ ِ َا ْ َ َ‬
‫אرِك ِ ِ‬
‫َو َ َ ْ ِ ِ ِ َ ْ ِ َ ِ َכ َو ِ ْ ِ ِ َ َ ِאئ َכ َو َ ْ‬
‫ََ َ‬
‫رِك َ ّٰ َاُ ِ َّ َ ْ ِ َ َ א َا َّ ْ َت َو َ َ ْ ِ َ َ א َ َّ ْ َ‬
‫وا ْ ِ َאى ِ َ ْ ِ‬
‫َو َا ْ ِ ْ ِ ِ َ ْ ِ َو َ َ ِ ى‬
‫َ‬
‫َ ْ َ‬
‫وا ْ א ا ْ َ ِ ِ‬
‫َ َ ِ و َارِ ِ‬
‫ِ‬
‫ارِث ّ َوا ْ ُ ِ َ َ َ ْ َ َ‬
‫َ ْ َ ُ َ َ‬
‫ة‬
‫ِ ِ َ ْאرِى َواَ ِ ِ ٰ ِ َכ َ ِ ‪ .‬ا‬
‫ْ‬
‫َّ‬
‫َا َّ ُ َّ ا ْ ُ ْ ِ ِ َ ْ ِ ِ ُכ ّ ِ َ ِ ٍ َ ِא َّن َ ْ ِ َ ُכ ّ ِ‬
‫َ ِ ٍ َ َ َכ َ ِ َو َا ْ َئ ُ َכ ا ْ ْ َوا ْ ُ َ א َ א َة ِ ا ُّ ْ א‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫ُ َ‬
‫ٌ‬
‫ة‬
‫َو ْا ِ ِة‪ .‬ا‬
‫َ‬
‫אق و ِ ِ ا ِ ِ‬
‫אء و ِ א ِ‬
‫َِ َِْ ِ ِ ِ‬
‫ا‬
‫َ َّ َ َ‬
‫َ ا َّ َ َ َ‬
‫َ َّ ُ َّ ّ ْ‬
‫ِ َ ا ْ ِכ ْ ِب َو َ ْ ِ ِ َ ا ْ ِ َ א َ ِ َ ِא َّ َכ َ ْ َ ُ َ ِآئ َ َ ْا َ ْ ُ ِ‬
‫ِ‬
‫ا ً ا‬
‫ور‪ .‬ام‬
‫َو َ א ُ ْ ا ُّ ُ ُ‬
‫َא َ َ َכ َو َא َ َ‬
‫‪578‬‬
‫‪Mehmed Zahid Kotku‬‬
‫‪579‬‬
‫اَ َّ‬
‫ا‬
‫َا َّ‬
‫اَ َ‬
‫َ ِ َّא َ ِ‬
‫ارز ِ‬
‫ُ َّ ْ ُ ْ َ ْ ْ َ َ ْ‬
‫ُّ ُ ِع ِ ْ َ ْ ِ َכ َ َ َا ْن َ ُכ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫אכ‬
‫َو ْا َ ْ ُاس َ ْ ا‪ .‬ا‬
‫ً‬
‫َ‬
‫א ِ ِ ِ ُ ْ ر ِ َכ و َاد ِ ْ ِ ِ‬
‫َ ْ‬
‫ُ َّ َ‬
‫َ‬
‫ِ ِ َא ِ َכ وا ْ ِ ِ‬
‫َ‬
‫ِ َِْ َ َ‬
‫َ ْ‬
‫ا‬
‫אכ‬
‫ا ْ َ َّ َ ‪ .‬ا‬
‫اَ َّ ُ َّ اَ‬
‫َو‬
‫اَ َّ ُ َّ ِا ِّ‬
‫َْ ِ ِ‬
‫אن ا ْ َ ْ ِ ِ ُ ُرو ِف‬
‫َ‬
‫َن ا ُّ ُ ُع َد ً א‬
‫ا‬
‫ر ِ َכ وا ْ ِ‬
‫َ‬
‫َ ْ َ‬
‫ِ‬
‫َوا ْ َ ْ َ َ ا َ ُ‬
‫ْ ِ ِ ِא ْ ِ ْ ِ و َز ِ ِ ّ ِא ْ ِ ْ ِ واَ ْכ ِ ِ‬
‫َ ْ‬
‫َ ّ‬
‫َ ِّ ْ ِ ِא ْ َ א ِ ِ ‪ .‬ا ا אر ا‬
‫َ‬
‫اَ ْ َئ ُ َכ ِ ْ َ ْ ِ َכ َو َر ْ َ ِ َכ َ ِא َّ ُ َ َ ْ ِ ُכ ُ َ א‬
‫د‬
‫ِا َّ َا ْ َ ‪ .‬ا‬
‫ِא َّ ْ ٰ ى‬
‫َا َّ ُ َ َّ ً َرِ َ َآء ِ َ א َو َ ُ ْ َ ً ‪.‬‬
‫َّ‬
‫אכ ٍ َאه َ א ِ‬
‫اَ َّ ِا ِّ اَ ُذ َِכ ِ َ ِ ٍ ِ‬
‫ُ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َْ ُ َ َ‬
‫ُ َّ‬
‫ِ ِ‬
‫ِ‬
‫َ ْ َ א ا ْن رِ أَى َ َ َ ً َد َ َ َ َאوا ْن َر َاى َ ِّ َئ ً َا َذا َ‬
‫ى‬
‫ا‬
‫ا אر‬
‫ً‬
‫ا‬
‫َو َ ْ ُ ُ‬
‫َ א‪ .‬ا‬
‫‪Mü’minlere Va’zlar‬‬
‫اَ َّ ُ ا ْ ْ ِ ِ ُذ ُ ِ و אى כ א ا ا ِ ِ وا‬
‫َّ‬
‫َ َ َ َ ُ َّ َ َ َّ ُ َّ َ ْ ْ َ ْ ُ ْ‬
‫ْ‬
‫و ْ ِ ِ ِ א ِ ِ ْا َ ْ ِ‬
‫אل َو ْا َ ْ َ ِق َ ِא َّ ُ َ َ ْ ِ ى ِ َ א ِ ِ َ א‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َو َ َ ْ ِ ُف َ ِ َئ َ א ِا َّ َا ْ َ ‪ .‬ا ا א‬
‫ّ‬
‫ِ ْ ِ َכ ا ْ َ ِ و ُ ْ ر ِ َכ َ ا ْ َ ْ ِ َا ِ ِ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ َ‬
‫َا َّ ُ َّ َ‬
‫ْ‬
‫א ِ َ ا ْ א َة َ ا ِ‬
‫َو َ َ َّ ِ ِا َذا َ ِ ْ َ‬
‫َ َ ْ‬
‫ََ‬
‫ًْ‬
‫و َا َئ ُ َכ َ ْ َכ ِ‬
‫ا ْ َ א َة َ ا ِ‬
‫ََ‬
‫َا َّ ُ َّ َ ْ‬
‫َ‬
‫ًْ‬
‫ا َ ِ وا َّ אد ِة و َا َئ ُ َכ َכ ِ َ ْا ِ ْ َ ِص ِ‬
‫َ َ َ ْ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫אو ا ْ َ َ ِ َواَ ْ َئ ُ َכ ا ْ َ ْ َ ِ ا ْ َ ْ ِ َو ا ْ ِ ٰ‬
‫ا ِّ َ َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫َو َا ْ َئ ُ َכ َ ً א َ َ ْ َ ُ َو َا ْ َئ ُ َכ ُ َّ َة َ ْ ٍ َ َ ْ َ ُ‬
‫ِ‬
‫َواَ ْ َئ ُ َכ ا ِّ َ א ِא ْ َ َ אء َو اَ ْ َئ ُ ًכ َ ْ َد ا ْ َ ْ ِ َ ْ َ‬
‫ا ْ َ ْ ِت َو َا ْ َئ ُ َכ َ َّ َة ا َّ َ ِ ِا ٰ َو ْ ِ َכ َو ا َّ َق‬
‫َ‬
‫ِا َ ِ َ ِאئ َכ ِ َ ِ َ اء ِ ٍة و َ ِ ِ ِ َّ ٍ‬
‫َّ َ ُ َّ َ‬
‫َْ ُ‬
‫ْ‬
‫َز ِ َّא ِ ِ َ ِ ْا ِ ِ‬
‫אن َو ا ْ َ ْ َא ُ َ ا ًة ُ ْ َ ِ َ ‪.‬‬
‫اَ َّ ُ َّ ّ‬
‫َ‬
‫אر א‬
‫ِ‬
‫َا َّ ُ َّ َر ِّب ِ ْ ِ َ‬
‫ِ ْ َ ِ ا َّאرِ‬
‫ّ‬
‫َو ِ َכ ِאئ َ َو َر َّب ِا ْ ا ِ َ َا ُ ُذ َِכ‬
‫َ‬
‫وِ‬
‫אئ‬
‫اب ا ْ َ ِ ‪.‬‬
‫َ ْ َ َ ِ ْ‬
‫‪580‬‬
‫‪Mehmed Zahid Kotku‬‬
‫‪581‬‬
‫اَ َّ ِا ِّ َا ُذ َِכ ِ َ َ ِ ا ُّ ْ َא و َ َ ِ ا ْ ُ ِو و َ א َ ِ‬
‫ُ‬
‫َ َ َ ّ ََ‬
‫ْ َ‬
‫ُ َّ‬
‫ْا َ ْ َ ِاء‪ .‬ا‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِِ‬
‫اَ َّ ُ َّ ا ّ اَ ُ ُذ َِכ ْ َ َ َ ا َّ ْ ِ َو َ َ َ ا ْ َ ُ ِّو َو ْ‬
‫ارِ ْا َ ِ ِ و ِ ِ ْ َ ِ ا ْ ِ ِ ا َّ ِ‬
‫אس‬
‫אل‪ .‬ا‬
‫ّ َ ْ‬
‫َّ‬
‫ََ‬
‫َ‬
‫اَ َّ ُ ِا ِّ اَ ُ ُذ َِכ ِ َ ا َّ ِ ّدى َوا ْ َ ْ ِم َوا ْ َ ِق َوا ْ َ ِق‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َو َا ُ ُذ َِכ َا ْن َ َ َ َ ِ ا َّ َא ُن ِ ْ َ ا ْ َ ْ ِت َو َا ُ ُذ‬
‫ْ‬
‫َّ‬
‫َِכ َا ْن َا ُ َت ِ َ ِ ِ َכ ُ ْ ِ ا َو َا ُ ُذ َِכ َا ْن َا ُ َت‬
‫ً‬
‫َ ِ אً‪ .‬ا ا‬
‫َا َّ ِا ِّ َا ُذ ِ ِ ِ ا ْ َכ ِ ِ وا ِ َכ ا ْ ِ ِ ِ‬
‫ُ َ ْ‬
‫َ‬
‫َ ْ‬
‫ُ َّ‬
‫ا כ ا‬
‫ا‬
‫ا ْ ُכ ْ ِ َوا ْ َ ْ ِ ‪.‬‬
‫َا َّ ُ َ ُ ْ رِ ُכ ِ َز َ א ٌن َو َ ُ ْ رِ ُכ‬
‫َّ‬
‫َو َ ُ ْ َ ْ َ א ِ ِ ِ َ ا ْ َ ِ ِ ُ ُ‬
‫َواَ ْ ِ َ ُ ُ اَ ْ ِ َ ُ ا ْ َ ِب‪.‬‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫اَ َّ ُ َّ ْار َ ْ ُ َ َ ِאئ اّ َّ ِ َ َא ُ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ون اَ ِאد ِ‬
‫َ َ ُو َ َ‬
‫َو ُ َّ َو ُ َ ّ ُ‬
‫َ‬
‫ِ ِاْ ِ‬
‫َاز َ א ًא َ ُ ْ َ ُ‬
‫َ ُ‬
‫ُ ُ ب ْا َ َ א ِ ِ‬
‫ُ‬
‫ُُ ْ‬
‫ِ‬
‫ِ ى اَ َّ ِ‬
‫َن ْ َ ْ‬
‫אس‪.‬‬
‫َ َ א ا َّ َ‬
‫َ‬
‫‪Mü’minlere Va’zlar‬‬
‫اَ َّ ُ َّ ِا ِّ‬
‫اَ َّ ُ َّ ِا ِّ‬
‫اَ َّ ُ َّ ِا ِّ‬
‫َِכ ِ‬
‫اَ َّ ُ َّ ِا ِّ‬
‫اَ‬
‫َا‬
‫َا‬
‫اَ ُذ َِכ ِ ِ ِ ا ِ ِ‬
‫אء واَ ُذ َِכ ِ‬
‫َ ُ‬
‫ُ‬
‫ْ َْ َّ‬
‫ٍ‬
‫اب ا ْ َ ِ ‪.‬‬
‫َ َ ِ ْ‬
‫اَ ُ ُذ َِכ ِ َ ا ْ َ ْ ِ َوا ْ ِ َّ ِ َوا ِ ّ َّ ِ َواَ ُ ُذ َِכ‬
‫ة‬
‫ِ ْ اَ ْن اَ ْ ِ اَ ْواُ ْ َ ‪ .‬ا‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫اَ ُ ُذ َِכ ِ َ ا ْ ُ ِع َ ِא َّ ُ ِْئ َ ا َّ ِ ُ َواَ ُ ُذ‬
‫ة‬
‫ا ْ َ א َ ِ َ ِא َّ َ א ِْئ َ َ ا ْ ِ َא َ ُ‪ .‬ا‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫אق وا ِ ّ َ ِ‬
‫ِ ِ‬
‫אق َو ُ ِء ْا َ ْ ِق‪.‬‬
‫اَ ُ ُذ َِכ َ ا ّ َ َ‬
‫ة‬
‫ا‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِِ‬
‫ِ ِ‬
‫ِ‬
‫َّ ُ َّ ا ّ اَ ُ ُذ َِכ َ ا ْ َ َ ص ا ْ ُ ُ ن َوا ْ ُ َ ام َو ْ‬
‫َ ِ ِ ْا َ ْ َ ِאم‪ .‬ا‬
‫ّ‬
‫َّ ا ْ ِא ْ ِ َ ِ ِ‬
‫א ْ َ ِ َّכ ِ ِ‬
‫َ‬
‫َْ َ َ َ‬
‫ُ َّ ْ َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ا ْ َכ ِ ‪ .‬ا‬
‫ََ‬
‫אس ْ ِ ا ْ ْא ِس ِا ْ ِ َا ْ َ ا َّ א ِ‬
‫َّ رب ا ِ‬
‫ُ َّ َ َّ َّ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ َ א ِ ِا َّ اَ ْ َ اَ ْ ِ َ َ ًאء َ ُ ِ ِאد ُر َ َ ً א‪ .‬ا‬
‫‪582‬‬
‫‪Mehmed Zahid Kotku‬‬
‫‪583‬‬
‫ا‬
‫َ َّ ُ َّ‬
‫ا‬
‫َ َّ ُ َّ‬
‫وا‬
‫َ ُْ‬
‫َر َّ َא آ ِ َא ِ ا ُّ ْ א َ َ َ ً َو ِ ْا ِ ِة َ َ َ ً َو ِ َא‬
‫َ‬
‫َ‬
‫اب ا َّאرِ ‪ .‬ا‬
‫َ َ َ‬
‫ِا ِّ اَ ُ ُذ َِכ ِ َ ا ْ َ ِّ َوا ْ ُ ْ ِن َوا ْ َ ْ ِ َوا ْ َכ َ ِ‬
‫ْ ِ وا ْ ِ و َ ْ ِ ا ِّ و َ َ ُ ا ِ ِ‬
‫אل‪ .‬ا‬
‫َ َ َ ّ َ‬
‫َ ُْ َ‬
‫اَ َّ اَ ِ ِ ِ ِכ ًא و َا ِ ِ‬
‫َ ْ‬
‫ُ َّ ْ‬
‫ْ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫אכ ِ ‪.‬‬
‫ُز ْ َ ة ا ْ َ َ‬
‫اَ َّ ُ َّ ِا ِّ اَ ُ ُذ َِכ ِ َ ا ْ َ ْ ِ َوا ْ َכ َ ِ َوا ْ ُ ْ ِ َوا ْ ُ ْ ِ‬
‫اب‬
‫َوا ْ َ ِم َو َا ُ ُذ َِכ ِ ْ َ َ ِ‬
‫اب ا ْ َ ْ ِ َو َا ُ ُذ َِכ ِ ْ َ َ ِ‬
‫َ‬
‫ِ ِ ِ‬
‫ِ‬
‫אت‪ .‬ا‬
‫ا َّאرِ َو َا ُ ُذ َِכ ْ َ ا ْ َ ْ َ َאوا ْ َ َ‬
‫ِ‬
‫َا َّ ُ ِا ِّ َا ُ ُذ َِכ ِ ْ َ َ ِ‬
‫اب ا ْ َ ْ ِ َو َا ُ ُذ َِכ ْ‬
‫َّ‬
‫ِ ِ ِ‬
‫ِ‬
‫אت َو َا ُ ُذ‬
‫َ َ ِ‬
‫اب ا َّאرِ َوا ُ ُذ َِכ ْ ْ َ ا ْ َ َ َאوا ْ َ َ‬
‫َِכ ِ ِ ْ َ ِ ا ْ ِ ا َّ ِ‬
‫ة‬
‫אل‪ .‬ا‬
‫ْ‬
‫َ ُ‬
‫َّ‬
‫َا َّ ُ ِا ِّ َا َّ ِ ُ ِ ْ َ َك َ ْ ً ا َ ْ ُ ْ ِ َ ِ ِ َ ِא َّ َ א َا َא َ َ َ َא ُّ َ א‬
‫َّ‬
‫ٌ‬
‫ُ ْ ِ ٍ آ َذ ْ ُ ُ اَ ْو َ َ ْ ُ ُ اَ ْو َ َ ْ ُ ُ اَ ْو َ َ ْ ُ ُ َ א ْ َ ْ َ א َ ُ َ َ ًة‬
‫ة‬
‫َو َز َכא ًة َو ُ َ ً ُ َ ِ ُ ُ ِ َ א ِا َ َכ ْ َم ا ْ ِ َ ِ ‪ .‬ا‬
‫ْ‬
‫ٰ‬
‫ْ‬
‫ّ‬
‫ِ ِכ ًא وا ُ ِ‬
‫ْ‬
‫َ ْ ْ‬
‫ا‬
‫ِ‬
‫‪Mü’minlere Va’zlar‬‬
‫اَ َّ ُ ِا ِّ اَ ُ ُذ َِכ ِ ْ ا ْ َ ْ ِ َوا ْ َכ َ ِ َوا ْ ْ ِ َوا ْ َ ِم‬
‫ُ‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫ِ ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫آت َ ْ ِ َ ْ َ ا َ א‬
‫َو َ َ ِ‬
‫اب ا ْ َ ْ ِ َو ْ َ ا َّ َّ אل َا َّ َُّ‬
‫َو َز ِّכ َ א اَ ْ َ َ ْ ُ َ ْ َز َّכא َ א اَ ْ َ َو ِ ُّ َ א َو َ ْ َ َ א اَ َّ ُ َّ ِا ِّ‬
‫َا ُذ َِכ ِ ِ ْ ٍ َ َ و ِ َ ْ ٍ َ ْ َ و ِ َ ْ ٍ‬
‫ُ‬
‫َ ُ َ ْ‬
‫َْ ُ َ ْ‬
‫ْ‬
‫ٍ‬
‫ِ‬
‫ا‬
‫אب َ َ א‪ .‬ز‬
‫َ َ ْ َ ُ َو ْ َد ْ َ ة َ ُ ْ َ َ ُ‬
‫اَ َّ ُ ا ْ ِ ِ َ ِ َئ ِ َو َ ْ ِ َو ِا ْ ا ِ ِ اَ ْ ِ ى‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َو َ א َا ْ َ َا ْ َ ِ ِ ِ ِ ّ َا َّ ُ ا ْ ِ ِ َ َ ِئ َو َ ْ ِ ى‬
‫ُ‬
‫َّ‬
‫ْ‬
‫ِ ِ ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ ِ‬
‫َو َ ْ َو ِ ّ ى َو ُכ ُّ ٰذ َכ ْ ى اَ َّ ُ َّ ا ْ ْ َ א َ َّ ْ ُ‬
‫َو َ א َا َّ ْ ُ‬
‫ت َو َ א َا ْ َ ْ ُ َا ْ َ ا ْ ُ َ ِّ ُم َو َا ْ َ‬
‫ت َو َ א َا ْ َ ْر ُ‬
‫ا ْ ُ َ ِ ّ َواَ ْ َ َ َ ُכ ّ ِ َ ٍ َ ِ ‪ .‬ا‬
‫ْ‬
‫ٌ‬
‫ُ‬
‫اَ َّ اَ ْ َ َ َ ْ َ َ ْ ِ‬
‫َواَ ْ َ َ َ َّא َ א َ َכ َ َ א ُ َ א‬
‫ُ َّ‬
‫و א א ِان ا‬
‫א و ِان ا א א ِ א ا‬
‫א א‬
‫َ َ ْ َ َ ْ َ ْ َ ْ َ َ َ ْ َ ْ َ َ ْ َ َ َّ َ َ ْ ْ َ َ َ َّ ُ َّ‬
‫ِا ِّ اَ ْ َئ ُ َכ ا ْ َ א ِ َ ‪ .‬ا‬
‫‪َ .‬כ َ َ ُ ا ْ َ ِ ا ْ ُ ْ ِ ِ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫אج َ ِآئ ِ َ َ َ ُ ‪١٣٩٤ .‬‬
‫ِا َ َر ِّب ا ْ َ ِ ُ اَ ْ َ ِ‬
‫َ‬
‫‪584‬‬

Benzer belgeler