12.SAYI - Kumru Dergisi | Gaziantep
Transkript
12.SAYI - Kumru Dergisi | Gaziantep
12 KUMRU DERGĠSĠ NEFES Tarih Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi (üç ayda bir çıkar – ücretsizdir) (ISSN:1309–8608) Abdulhadi BAY Yıl: 3 Sayı: 12 Sahibi ve Yazı ĠĢleri Müdürü: Abdulhadi BAY Genel Yayın Yönetmeni: Gülhun ERTĠLAV Editör: Barbaros Hayrettin ERTĠLAV Halkla ĠliĢkiler: Ġsmail MERCAN Hukuk DanıĢmanı: Av. Abdulhadi BAY Yazı Kurulu: Abdulhadi BAY Gülhun ERTĠLAV Prof. Ġsa KAYACAN Yar. Doç. Dr. Behiye KÖKSEL Ekrem YALBUZ Suna BAY Yönetim Merkezi: Düğmeci Mah. Suburcu Cad. Ali Veli ĠĢhanı Kat 4 No:502 Tlf No: 0 342 231 49 19 Faks No: 0 342 221 16 88 Ülkemizde “Türk Dili”nin nasıl “lâl” edildiğini, iĢ yerlerinin isim tabelalarına bile bakarak görmek mümkündür. Sokaklarda, caddelerde yürürken baĢınızı kaldırıp bir bakın. Neler göreceksiniz? Türkiye‟de Türk Dili‟nin hâkimiyetini göremiyoruz. En ufak bir iĢ yerinin isminde bile yabancı kelimelerin yer bulduğunu, virüs gibi hayatın her alanına girdiğini görüyoruz. Yabancı kelimeler elini kolunu sallaya sallaya gezinmekte. En küçük bir oyuncak ithalatında bile gümrük uygulaması yapılırken, “Dil Gümrüğü” maalesef yok. 18-20 metrekarelik bir iĢyerinin üzerine yazmıĢlar; “Beyoğlu Foto Center”, ”Sport Center”, “Studio Modart”, “Börekchi”, “Limani Cafe” ... ġahinbey/GAZĠANTEP ĠLETĠġĠM: [email protected] http://kumrudergisi.com Temsilcilikler: Gülnare ESGERZADE – Azerbaycan Tamilla ABBASHANLI – Eskişehir Zehra YILMAZ – İstanbul Celal ÇALIK – Tekirdağ Harika UFUK – Adana Turgay COŞKUN - Hatay Baskı: Anıt Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti. 0.342.230 51 75 – GAZİANTEP Yayınlanan yazı ve şiirlerin yasal sorumlulukları yazarlarına aittir. Yayın kurulu yazılar üzerinde değişiklik yapabilir. Dergiye yayın için gönderilen yazı ve şiirler için telif hakkı ödenmez. - - - - - 1000 Adet BasılmıĢtır - - - - - say say bitmez. Bu iĢ yerlerine çalıĢma ruhsatı verilirken isminin “Türkçe” olmasına dikkat eden yok. Umurunda olan da yok zaten. Neden? Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Türk Dil Kurumu var bu memlekette. Dil, en etkin kültür taĢıma aracı değil midir? Öyleyse buradan sesleniyoruz; dilimize “Türk Dili‟ne sahip çıkınız.” Fransa‟da, Ġspanya‟da, Almanya‟da … durum nasıl, bizde nasıl? Çok derin ve çok kapsamlı olan bu konuya elbette ileride değineceğiz. ġimdilik baĢımızı kaldırıp bir bakalım istedik. Dilimiz umurumuzda olmadıktan sonra neden “Edebiyat Dergisi” çıkartıyoruz ki? Bir de adına Kültür, Edebiyat, Sanat Dergisi diyoruz. Okulların içinde, Adliyelerin içinde bile “ÇIKIġ” yerine “EXĠT” yazısı var. Burası Türkiye, lütfen dilimizi kirletmeyin, kirlettirmeyin. Dilimize sahip olalım. Ağzımız bozulmasın. Sayfa 1 12 ĠÇĠNDEKĠLER 1 ● Nefes …………………….….. Abdulhadi BAY 19 ● Abidin DEDE ……...…….. Sana Geliyorum 2 ● Ġçindekiler ………….….……………..… Kumru 19 ● Mustafa AYVALI ………....……….... Sorgu 3 ● Kadın AĢıklarımız …………..….. ÂĢık NurĢah 20 ● Geleneklerimiz–Göreneklerimiz/Suna BAY (Gaziantep oyunları) 4 ● Mustafa CEYLAN …….. Öldürülen ġairler (3) (Figâni) 22 ● Halil ġakir TAġÇIOĞLU ............................. ……….. Türkçe Giderse Türkiye Gider 6 ● Abdulhadi BAY ……………....… Bir Zamanlar 23 ● Bekir AKBULUT ….………..….… Soykırım 7 ● Gülhun ERTĠLAV …………. Kara Toprak Gibi 24 ● Gülnare ESGERZADE …….. Sana Benzer 8 ● Oraz YAĞMUR ………… ġehidin Son Nefesi 24 ● Enver HĠKMET …………….…… Ġnsanların 9 ● Oraz YAĞMUR ………………………...….…… …… Atatürk Türkmenistan‟a Nasıl Geldi 25 ● Mecit AKTÜRK ……………...… Olmaz mı? 10 ● Mehmet KINDAP .... Çanakkale Candan Kale 25 ● Gülsen TUNÇKAL …... ġiir Olup Aktın Yar 11 ● Ekrem YALBUZ ..… Ġncecikten Bir Kar Yağar 26 ● Anzaklı Ömer‟in Hikayesi 12 ● Tarık HAKAN ……………….…..………..……. ….. Suriye‟nin Türkmen CumhurbaĢkanları 28 ● Mehmet NACAR …………. Yıllarım Hüzün 28 ● Ahmet AYAZ ……...……... Ġlk Günden Beri 14 ● Harika UFUK …….….. Atalarından Emanettir 29 ● Zeki GÜL ….……………… Gece Süvarileri 14 ● Firuz MUSTAFA …………….……… Oxucum 29 ● Halil GÜLEL ….…………..… AĢığın Gönlü 14 ● Afak ġIHLI …………...... Sana Demeyeceğim 15 ● Ġlahe BAYANDUR …… Sevmek Menlik Değil 30 ● Tamilla Abbashanlı ALĠYEVA ……. …….. Hocalı Soykırımı 15 ● Ülker UÇQAR ………....…….. DanıĢ Menimle 33 ● ġahin YILMAZ ………. Benden Söylemesi 16 ● Aliye UYANIK …………………………....…….. …….. Gün Yüzü GörmemiĢ Hüzünlerim Var 34 ● Masal ..………………..…… Alibayramoğlu (EĢek BaĢı) 16 ● Nilüfer SARP ………..............…….. Bir Kadın 36 ● Feride LEMAN ………..…… SönmemiĢem 17 ● Zehra YILMAZ ……….….. Allah‟ını Seversen 36 ● Samire NUR …………………….... Razı Dil 17 ● Sevinç ESER ………….........…….. Viran AĢk 37 ● Aynure SEFEROVA ………… 18 ● Azimet IġIK …….….... Sevgi Ekmeye Geldim 18 ● Mehmet Ziya DĠNÇ ………....…….. Dirilsin Sayfa 2 ………….. Azerbaycan‟ın Neftçala ve Salyan Kentlerinden Toplanılan Hal Avratı Mitoloji Metinleri Üzerinde ÇalıĢmalar. KADIN ÂŞIKLARIMIZ 12 ÂġIK NURġAH (DurĢen MERT) 1954 yılında EskiĢehir ili Mihalıççık ilçesi Çardak köyünde dünyaya gelmiĢtir. Asıl adı DurĢen MERT‟tir. Çocuk yaĢlarından beri Ģiire ve âĢıklığa ilgi duymuĢtur. ÂĢık NurĢah1980 yılında gördüğü bir rüya ile âĢıklığa adım attığını, bu rüyada Seyitgazi Sülalesi‟nden saz aldığını ve badeli olduğunu açıklamıĢtır. ÂĢık meclislerinde erkek âĢıklarla atıĢma yapabilen bir kadın âĢıktır. ÂĢık NurĢah gelenek içerisinde oldukça aktif bir sanat yaĢamı geçirmiĢ, yurt içinde düzenlenen âĢıklar bayramı, festivallere katılmıĢ, yurt dıĢında da çeĢitli etkinliklere katılarak çok sayıda ödüller almıĢtır. Birçok kaset çıkarmıĢtır. 2004 yılında Hac Farizasını yerine getirmek için Hacca giden ÂĢık NurĢah (Türkü Ana) hacca gidince saz çalmayı bırakır. 7 yıl kendi deyimiyle eve kapanır. Daha sonra Diyanet BaĢkanlığından görüĢ alarak, tekrar sazını eline alır. FIRAT GEL DĠYOR Ben de düĢtüm Ģu sevdana yanarım Çağla Fırat yüreğimde taĢ Fırat Merhemsiz yaramda çıban kanarım Ağla Fırat yüreğimde taĢ Fırat Artık yoğum ben bu garip Ģehirde Gurbet elde yollar bana gel diyor Deniz varken boğulmak zor nehirde CoĢkun ırmak seller bana gel diyor Duyamazsın feryadımı yasımı EskiĢehir illerinde sesimi Malatya soluyan can nefesimi Dağla Fırat kederinden coĢ Fırat Doğu ozanları hep bana kardeĢ Hatta tüm ozanlar yanımda yoldaĢ Yapacağım gayri sazımla savaĢ Dost dost diyen teller bana gel diyor Gerçek misin rüya mısın bilemem Ağlatırsın yaĢım sensiz silemem YeĢil dağlarına DurĢen gelemem Eğle Fırat yollarında koĢ Fırat EĢref deryalara düĢtü boğuldu Karac‟oğlan Elif kız için öldü Çok aĢığın mezarları yok oldu Onun için çöller bana gel diyor Az mı sevdalara türkü yakıldın Boğazlara firkat oldun tıkıldın ġu NurĢah‟ın aklına da takıldın Bağla Fırat Ģu kendine boĢ Fırat Konya‟da Mevlana BektaĢ‟ta Hünkâr Urfa‟da da Halil Ġbrahim‟im var Ben NurĢah‟ım Yunus‟tan da belgem var Gel gel diyor eller bana gel diyor Sayfa 3 ÖLDÜRÜLEN ŞAİRLER (3) Mustafa CEYLAN 12 Figânî Ey ġiir! Biliyorsun ki, eĢeğe ters bindirip sokak sokak gezdirdiğin ve sonra öldürdüğün Figâni, son kurbanın değildi. O, Osmanlı döneminin ilk kurbanıydı... Figânilerin bitip tükeneceğini mi sanıyorsun? Figâniler bitmez, tükenmez elbette... Vezirler, krallar, despot idareler, halkın rızasının hilâfına karar vericiler, düzen-intizam dağıtmak adına zulüm, iĢkence ve eziyet dağıtıcılar yaĢadıkça, Figâniler de yaĢayacaktır. Ġbrahim PaĢaların icraatları ayyuka çıktıkça, Figânilerin söylemleri de çoğalacak. Çoğaldıkça da gündemin birinci sırasına oturacaktır. Çünkü, arada sen varsın. Figâni yi ölüme sürükleyensin. Alnına silinmez yazıyla mıhlanmıĢsın. Ne yaptı Figani? Söyler misin? Suçu ne idi? Figâni… 1505 yılında Trabzon da doğdu. Kendi gayretiyle Arapça ve Farsçayı öğrendi. Genç yaĢta seninle tanıĢtı. Seni yazmaya baĢladı. Ona Hüseynî mahlasını taktın. Ama bir süre sonra o mahlastan vazgeçti. Yine Figâni adını kullandı. Ġstanbul ve sen… ġiir ve Ġstanbul yani… Ayrılmaz ikilisiniz. Ayığı sarhoĢ edersiniz, baĢını döndürürsünüz bütün insanlığın ve kendinize âĢık edersiniz. Boğazıyla Ġstanbul, Boğaz suyu ıĢıltısına uzanan kasırların, servilerin, köĢklerin serin gölgeleriyle, yedi tepesinde yedi minaresiyle, tarihiyle bir efsunkâr güzel olan Ġstanbul ve sen Ģiir, kaç Ģairin kanına girdiniz… Sayısını siz dahi bilemezsiniz… Ulu hakan Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaĢayan Figâni, Ġstanbul‟un baygın gözlerinin içinde seninle sarhoĢ oldu hep ve sonunda içkiye müptelâ oldu. Toplumun kurallarına ters düĢtü. Saraya ve Osmanlı paĢalarına yakındı. Sen yakın ettin ey Ģiir onu saraya, sen Seninle senin dilinle bazen methiyeler düzdü ihsanlar aldı, bazen hicvetti sağı solu! Genç yaĢta Ģöhrete ulaĢtı… Edebiyat sohbetlerinin en parlak yıldızı oldu. Kanuninin Ģehzadeleri, Mustafa, Mehmet ve Selim‟in 1530 yılındaki sünnet düğününde yazdığı “SÜRĠYYE” kasidesiyle ününü daha da artırdı. Ne oldu artırdı da? ... Kıskançlıklar arttı. Kavgacı mizacı insanların düĢmanlığını kazanmasına sebep oldu. ġairin, ozanın kavgacısını seversin sen, korkusuzunu, gözünü budaktan sözünü makamdan esirgemeyenini, sonunda ölüm bile olsa Hakk‟ı ve hakikati haykıranı se- versin… Öldürülen Ģairler-ozanlar hep bu haykırıĢtan, hep feryat-figân oluĢlarından can verdiler. Susmadılar, susturmak için öldürüldüler… Bu sırada Kanuni‟nin Veziri Azam‟ı Pargalı Ġbrahim paĢa, Mohaç zaferinden dönüĢünde Budin‟den getirdiği heykelleri, kendi sarayının karĢısına, At Meydanına diktirmiĢti. Bu heykellere, halk tepki göstermiĢ, eskiden beri gelen Ġslâm ve put-heykel anlayıĢını, bu heykellere getirtip oturtmuĢtu. Elbette ki, toplumsal düzeni bozmak isteyenler de bu durumu tahrik etmiĢler, bunu fırsat bilip içten içe ayrık otlarını insanlar içine atmaya baĢlamıĢlardı. Sarayda, çarĢıda güncel konuydu Pargalı‟ nın heykelleri… ġair, ozan günceli yakalamalı. YaĢamak ve gelecek çağlara adını taĢımak istiyorsa bir Ģair günü ve günceli yaĢamalı, yakalamalı. ġair liderdir, düĢünce adamıdır. ġairlerdir devrimlerin önderi. ġairi olmayan devrime devrim denemez. ġair devrimin motor gücüdür. Bugünü yaĢamayan, bugünü Ģiir dilinde çağdaĢ bir anlayıĢla ve orijinal yepyeni imgelerle nakıĢlayamayan Ģair, ölü doğmuĢ Ģairlerin anasıdır. Bu bakımdan Ģairle tarihçi arasında bir benzerlik vardır. ġu kadarla ki, tarihçi taĢ gibidir, karton dillidir, tadı-tuzu yoktur yazdıklarının. Anın soğuk resmini yazıp geleceğe aktarırken, Ģair-ozan onun içine ruhunu, yüreğini ve halkın ortak aklını, nabzını, halkın can evini nakıĢlamıĢtır. ġairin geleceğe taĢıdığı olaylar mısraların süslü kaftanı arasındadır. ġairin tarihçiliği daha bir hoĢ ve daha bir güzel ve gizemlidir. Pargalının heykelleri… Resime, heykele ve Ģiire Ġslâm‟ı karĢı imiĢ gibi gösterenlere yazıklar olsun. Ġslâm güzelliği tercih eder, en güzel ve en mütekâmil din oluĢunda sanata ve sanatçıya evliyâlar mertebesine yakın bir makam veriĢindendir. Ona, art niyetli “yobaz” ve “karanlık kafalar” sanatı ve sanatçıyı yaklaĢtırmamak için asırlarca cahil toplumlarda ellerinden geleni yaptılar. Sanata “gâvurluk”, sanatçıya “gâvur” diyen anlayıĢ Ġslâmî anlayıĢ olamaz. “TaĢ, mermer, bronz, ağaç vb. gibi malzemeler kullanılarak yapılan üç boyutlu düzenlemelere heykel deniyorsa, yani heykelin figüratif olması bir zorunluluk değilse, Osmanlı dünyasında da mezar taĢlarından dikilitaĢlara, çeĢmelerden sebillere, selsebillere kadar aynı zamanda heykel niteliği taĢıyan binlerce düzenleme -üstelik fonksiyonel- göstermek mümkündür. Sayfa 4 Bir ressama poz vererek portresini yaptıran ilk Osmanlı padiĢahı Fatih‟tir. Ġstanbul‟a davet ettiği sanatçılar arasında heykeltıraĢların da bulunduğu biliniyorsa da, heykelini yaptırıp yaptırmadığı hakkında bir bilgimiz yok. Bildiğimiz, heykelini yaptıran ilk padiĢahın Abdülaziz olduğudur. Fransa seyahati sırasında bir büstünü, Ġstanbul‟da da at üzerinde bir heykelini yaptırarak Beylerbeyi Sarayına koydurmuĢtur. Bu heykel oradan Topkapı Sarayına, daha sonra, son halife Abdülmecit‟in BağlarbaĢındaki köĢküne götürülür. Bir süre sonra tekrar Beylerbeyi Sarayına taĢınan heykel, Cumhuriyetten sonra Topkapı Sarayı Müzesinde karar kılacaktır. Heykel sanatı bizde Sanayi-i Nefise Mektebi açıldıktan sonra yaygınlaĢtı. Bu mektebin heykeltıraĢlık hocası Yervant Oskan Efendi adında, Roma ve Paris‟te eğitim görmüĢ Ermeni bir sanatçıydı. Sanayi-i Nefise Mektebinin HeykeltıraĢlık ġubesine kaydını yaptıran ilk Müslüman öğrenci, dolayısıyla ilk Müslüman heykeltıraĢ Ġhsan Bey‟dir. Bir gün Barbaros Parkına yolunuz düĢerse orada bir heykel göreceksiniz; Yahya Kemal heykeli... Hüseyin Gezerin eseri olan bu heykel bir zamanlar Maçka Parkının kuytu bir köĢesindeymiĢ, fakat baĢına olmadık iĢler geldiği için buraya nakledilmiĢ. Dedi ki: “Dü Ġbrâhîm âmed be-dâr-ı cihân Yekî büt Ģiken Ģûd yekî büt niĢân.” (Ġki Ġbrahim geldi cihana, biri putları kırdı, Öbürü put dikti.) Bu mısralar dilden dile dolaĢmaya baĢladı. Herkes Figâni‟ye atfediyor ve bu iki mısrayı Figânî yazmıĢtır diyordu. Figanî ise, bunu kendisinin yazmadığını, ancak, “beyitteki dar-ı cihan terkibindeki dar kelimesi yerine ikinci mısrada put kelimesi geçtiği için “deyr” dense daha iyi olur” diyordu. Hattâ, bu beytin Gazneli Mahmut zamanında söylendiğine dair de rivayetler vardı. Her ne ise, halk böyle istemiĢti. Figânî‟ ye yakıĢtırmıĢtı. Bu yüzden, Pargalı Ġbrahim paĢaya gammazlanan Figâni‟yi Ġstanbul SubaĢısı Tahtakale‟de tutuklatmıĢ, eĢeğe ters bindirip, ibret olsun diye, sokaklarda dolaĢtırılmıĢ sonunda iskeleye götürüp dövülmüĢ ve 1532 baharında asılarak öldürülmüĢtü. Mustafa Ceylan‟dan; Ġki heykel diktim, tam iki heykel Yüreğimin ortasına; gel de yık. Toz et, parçala, savur küllerini Olmaz olsun Itırbanu ayrılık… Hüseyin Gezerin Yahya Kemal Anıtı baĢlıklı yazısında anlattığına göre, Maçka Parkındaki kaidesine oturtulmak üzere heykelin ceraskalla kaldırıldığı sırada civardaki apartmanlardan birinde oturan bir muhbir vatandaĢ durumdan vazife çıkararak telefona sarılıp Atatürk heykelini ipe çekiyorlar! diye polisi arar. Derhal olay yerine intikal eden polisler iĢin aslını öğrenince ihbarcı vatandaĢa söylene söylene çekip giderler. Aradan zaman geçer; heykeli gören bazı dostları, Ģairin bir harekette bulunacakmıĢ gibi boĢlukta duran sol elinin ne anlama geldiğini Hüseyin Gezere sormaya baĢlarlar. Bundan bir Ģey anlamayan sanatçı, gidip eserini görünce hayretler içinde kalır: Hırsızlar Ģairin bastonunu demir testeresiyle kesip götürdükleri için sol el anlamsız bir Ģekilde boĢlukta kalmıĢtır. Yerine önce bakırdan, sonra ağaçtan bastonlar yapılarak konur, fakat hepsi çalınır. Sonunda çare heykeli Barbaros Parkına nakletmekte bulunur. Aramıza okyanuslar dizmiĢsin Ġbrahim PaĢa‟nın heykelleri, koskoca Ġstanbul‟un, Ġstanbulluların dilindeydi… Canını da boĢ yere sen üzmüĢsün. Figâni durur mu? Günü ve günceli yakalayıp, halkın ortak nabzı olmalıydı. Giyin gel, karanlığın ıĢığını Gayri türkülerde yak âĢığını Koyma önüme sultan eĢiğini Olmaz olsun Itırbanu ayrılık. Belli, sen de bu hayattan bezmiĢsin. Yaralıyım biliyorsun kuĢ misal Son bulmasın Ģom dağlarda bu masal Çek kılıcın iĢte boynum gel de çal Olmaz olsun Itırbanu ayrılık. Gurbetleri alnına mı çizmiĢsin? Ġbrahim ol, Ver kararın, Derimi yüz. ……Nasıl olsa her ikimiz zeytin dalı bülbülüyüz. Ġki heykel diktim, tam iki heykel Yüreğimin ortasına; gel de yık. Tut ellerimi tut, bırakma sakın Sokul bana Itırbanu birazcık. Bak ki Figâniler kanımda yürür Durağan mendilde su bile çürür Biliyorsun âĢık, gözsüzken görür Sokul bana Itırbanu birazcık. Sere serpe saraylarda gezmiĢsin… 12 Bir zamanlar Mazide yürüyorken, baktım ki bir zamanlar Ne yanlıĢlar yapmıĢım, ne hatalar, ne zanlar Dört dörtlük kulum desem, yıllar beni yalanlar Mahcubiyetim arttı, anınca Yaradan‟ı Affet beni ya Rabb‟i, affet ey hanlar hanı Helalin hoĢluğuna gözlerimi kör etme Haramın boĢluğunda benliğimi eritme YanlıĢta bile bile, pervasızca yürütme YanlıĢların elbet yok, savunulacak yanı Affet beni yarabbi, affet ey hanlar hanı ġöyle, ibretle baktım, portakal dilim dilim Değer biçmek imkânsız servet dudağım, dilim Var olanı tespitten baĢka nedir ki bilim Sen bilirsin aĢkınla ateĢlerde yananı Affet beni yarabbi, affet ey hanlar hanı Dediğini yapmadık, düĢtük bin türlü derde Suçu sana yükledik, yazmıĢ dedik kaderde Kusurumuza bakıp, muhtaç etme namerde Kurtar bizi dertlerden, rahatlattır Ģu canı Affet beni yarabbi, affet ey hanlar hanı Çamuru mayaladın, bir damla su katarak Ġskeletini kurdun, kemikleri çatarak Gönlü tartısız verdin, aklı ise tartarak Akıldan ayrılınca, nefis yaptı talanı Affet beni yarabbi, affet ey hanlar hanı Abdulhadi BAY Sayfa 6 12 Kara Toprak Gibi Hava, su bizdendi gözyaĢı bizden Sevgiler doğurduk bir büyük gizden Ġsterim savrulsun üstüne külüm Biz aĢkı, sevdayı sende bulmuĢuz Senden bir parçayız, senden gelmiĢiz Bu yüzden seni hep ana bilmiĢiz Senin kucağından koklanmıĢ gülüm Bağrında açılmıĢ, orda ölmüĢüz Sadık yârimizsin bilmeyiz baĢka Bize kucak açtın inanıp aĢka Sana benziyorken her türlü halim Biz de sana uyup toprak olmuĢuz Uğrunda can vermiĢ, canlar almıĢız Koskoca cihana ünler salmıĢız Bazen de bağrında saklanmıĢ zulüm Orada ağlamıĢ, orda gülmüĢüz Senin adın kara, benimse bahtım Senden gelenlerle kurulmuĢ tahtım Eğer arı bensem, sendendir balım Hep senden boĢalıp senden dolmuĢuz Bazen anne baba, bazen oğulduk Uğrunda can verdik kana boğulduk ġehitlik diyerek taçlanmıĢ ölüm Yaren bahçesinde, birdik, solmuĢuz Bir gonca misali açılan güle Yürek sesi olup düĢmüĢsün dile Bağrında yatarken binlerce âlim Anladım karĢında aciz kulmuĢuz Gülhun ERTĠLAV Sayfa 7 12 ġehidin Son Nefesi Her taraf karanlık, DağbaĢı da görünmüyor. Dere kenarında asker Kanlar içinde yatıyor. Hayalinde ailesi: Babacığım! Yaram yürekden, Yaram derinden, Kazıver mezarımı. Zannetme öldü diye aniden, Ben yedinci ceset Altısı düĢman yanıdan. Anneciğim! Canım annem! GözyaĢına bağrını eritme. Benim ruhumu periĢan etme. Ay Yıldız kefenim oldu, Mert görsünler annemi de. Söyleyeyim son sözümü, Bilirsin, sokak sonunda OturmuĢ karağözlümü. Duysun böyle öldüğümü, Vatanı ve kendisini Candan aziz sevdiğimi. Üzülmesin! Tez unutsun! Vatansever bir yiğitle Düğün yapsın. Anneciğim! Canım annem!! Ay Yıldız kefenim oldu. Babacığım! Kazıver mezarımı! Dere suyu kızarırken Etraf kızarırdan erken. Oraz YAĞMUR Sayfa 8 12 Atatürk Türkmenistan’a Nasıl Geldi Çanakkale 18 Mart Üniversitesinin eski rektoru, bizim sevgili aksakalımız Abdurrahman Güzel beni kahraman Çanakkale‟ye davet etdi. Çanakkale savaĢlarının olduĝu toprakları gördüĝümde yüreĝim yerinden oynadı. Orası toprak deĝil. O Ģehitlerin kemiklerinden üretilmiĢ insan kanlarıyla sulanmıĢ mukaddeslik. O mukaddesliĝin baĢında büyük Atatürk duruyor. Ben Atatürk‟ü anlatan “Ben Atatürk” kitabımı orada yazmaya baĢladım. Yazdım, tamamladım, sonra derviĢe döndüm: çok kiĢiyi, kurumları, vakıfları rahatsız etdim. Kitabı bastırmaya imkan aradım. Benden para isteyenler de oldu. “Param olsaydı, ben dilenci gibi kapı çalarmıydım. Hemen bastırırdım. Atatürk‟ün kahrımanlıĝını Türkmenistanlıların hemen bilmesini, duymasını, görmesini istiyordum. Ama… Ama…” En sonunda Türkiye Cumhuriyeti‟nin AĢkabat Büyükelçiliĝine baĢ vurdum. “Atatürk‟ü seviyorlarsa kitabın basılmasına yardımcı olurlar.” Ama yanılmıĢım. Beni Ģirin sözlerle beslediler. Üç senelik derviĢlik beni yordu. Doĝrusu umudum çok incelmiĢdi. Kitabım masraflı, kalın kitap da deĝildi. Atatürk hakkında olduĝu için telif hakkını da istemiyordum. “Fukaralıga alıĢmıĢtık.” Bir gün eĝitim müĢaviri sayın Mustafa Turan evime telefon açtı. Ben onu tanımıyordum. “Sayın Oraz Yaĝmur, siz Atatürk hak-kında kitap yazmıĢ diye duydum. Bu güne kadar basılmamıĢ olmasına üzüldüm. Ben baĢarırsam, bastırırım. Ama sen kaç para istiyorsun?” dedi. “Bana para lazımlıĝı yok. Kitap basılırsa o yeter.” Ama o kiĢinin de bastırabileceĝine inanmıyordum. Mustafa bey yazılı CD‟yi aldı ve yaklaĢık on-on beĢ günden telefon açtı. “Kutluyorum. Eski bakan Köksal Toptan bey kitabı kabul buyurdular ve basmak kararı verdiler.” Ama kaç aylar geçdi, kitap gelmedi. Mustafa bey görev süresi tamamlayarak Türkiye‟ye döndü, kitap gelmedi. Ben yine unutuldum. Ama aylardan sonra hoĢ haber geldi. Benim nasıl sevindigimi tek Allah bilir. Böyle durumdayken AĢkabat Büyükelçisinin ikinci kätibi beni makamına çaĝırdı. Ben vardıĝımda o kiĢi elimi sıkarak: “Kutluyorum, kutluyorum Oraz bey! Siz Türkiye-Türkmenistan için büyük hizmetlerinizden ötürü Türkiye CumhurbaĢkanı‟nın Liyakat ödülüne layik görülmüĢsünüz. Bu ödül Orta Asya‟da ilk kez size . Oraz YAĞMUR veriliyor. Türk Dünyasında önce Azerbeycanlı Bahtıyar Vahabzade ödüllendirilmiĢdir. Sizi sayın CumhurbaĢkanımız Süleyman Demirel davet ediyor.” dedi. “En iyisi ödülü bana göndersinler, ben gitmek istemiyorum.” dedim. Diplomat bu cevabıma ĢaĢırarak “Neden Oraz bey?” diye sorarak beni ikna etmeye uĝraĢdı. Ama baĢaramadı. Benim Türkiye‟ye gitmememin nedeni bende normal ayakkabı yokdu. Sol tarafının altı uzun delikli, çokdan eskimiĢ, 46 ölçülü bot giyerek Çankaya köĢküne varmak zordu. Bende yeni ayakkabı için para yokdu, para bulunursa da 46 ölçülü ayakkabı bulmak imkansızdı. Bunu Ģık giysili diplomata anlatamam ki. Ama üç günden sonra dostlarım beni ikna etdiler. Gidiyorum, iĝne üzerinde yürüyerek gidiyorum. Her yerde, her saniyede benim altı delik botuma bakıyorlar. Çankaya köĢkünde büyük salonda Millet Vekilleri, Bakanlar, basın mensupları hepsi bana bakıyor. Yanıldım, bana deĝil, altı delik botuma bakıyor. Beni ilk sıranın ortalarında oturtdular. Yanımda bir sandalye boĢ duruyordu. KarĢımdan CumhurbaĢkanı sayın Süleyman Demirel geldi. Benimle selamlaĢdıktan sonra yanımda oturdu. Ben kendi botumu içe çekerek onun parlak ayakkabısına bakdım. “Yazarların CumhurbaĢkanlarından tek farkı, yazarların delik ayakkaplı olmalarıdır.” Beni sahneye davet etdiklerinde ayaklarımı kaldırmadan yürüdüm. Tören tamamlandıkta bana rehberlik yapan arkadaĢa: “ġimdi nereye gidiyoruz” dediĝimde o kiĢi gülümseyerek: “ÇarĢıya. Ayakkabı almaya.” dedi. “Görmesiz Ģeyleri görüyorsun.” “Görmezlik mümkün deĝil. Hem 46, delik de büyük.” Dolayısıyla, Çankaya köĢküne delik ayakkabı ile çıkan ilk ýazar ben oldum. Ödül aldıĝıma sevindim mi, fukaralıĝıma acıdım mı? Bunu bu güne kadar da bilemiyorum. Sayfa 9 12 ÇANAKKALE CANDAN KALE DüĢman geldi akın akın Ġngiliz‟ler yenilmezdi Tüm Dünya‟dan uzak yakın Nedir yenilgi bilmezdi Ne haldeler görün bakın Bilse Türk‟leri gelmezdi ...Milletime bakın hele ...Türkiye‟me bakın hele ...Çanakkale candan kale ...Çanakkale candan kale Al kınalı gelin kızlar Dünya haçlı ordusuyla Ağıtlara yürek sızlar Gemi gemi filosuyla Öksüz yetim kaldık bizler Tümen tümen topçusuyla ...Memlekete bakın hele ...Ne haldeler bakın hele ...Çanakkale candan kale ...Çanakkale candan kale Elvan elvan yirmisinde Allah Allah nidasıyla Sevdaları türküsünde Resûlullah sedasıyla Canı sırat köprüsünde Yiğit Hamza edasıyla ...Mehmet‟ime bakın hele ...Gönüllere bakın hele ...Çanakkale candan kale ...Çanakkale candan kale Diyarbakır Bitlis Van‟dan SavaĢın sarıĢın kurdu Edirne‟den Ardahan‟dan Atatürk‟ü yenmek zordu Vatan için geçer candan Ġnançla akılla vurdu ...Ulusuma bakın hele ...Bir destandır Çanakkale ...Çanakkale candan kale ...Çanakkale candan kale Mehmet Osman Hüseyin‟ler Atatürk‟üm sahne aldı Ölmek için tüm yeminler DüĢmanlara korku saldı Allah diye yer gök inler Artık o bir kahramandı ...Aslanlara bakın hele ...Atatürk‟e bakın hele ...Çanakkale candan kale ...Çanakkale candan kale OnbaĢıdır adı Seyyit Oluk oluk kan döküldü Var mı böyle babayiğit Mağrur bilekler büküldü Kuvvetine Dünya Ģahit DüĢman vatandan söküldü ...Yiğitlere bakın hele ...Candan kale Çanakkale ...Çanakkale candan kale ...Çanakkale candan kale Mehmet KINDAP ĠNCECĠKTEN BĠR KAR YAĞAR Sayfa 10 12 (ZeMahĢer) Ġncecikten bir kar yağar... Ağarır dağların baĢı Tozar Elif Elif diye... Ölüm uğrar her haneye. Deli gönül abdal olmuĢ... Dolanır dağları taĢı Gezer Elif Elif diye... Adı çıkar divaneye. Elif kaĢlarını çatar... Naz ehlini kırmaz âĢık Gamzesi sineme batar... Niçin diye sormaz âĢık Ak elleri kalem tutar... Yazılanı görmez âĢık Yazar Elif Elif diye... Zer saklanır viraneye. Evlerinin önü çardak... Gelen geçer konan göçer Elif‟in elinde bardak... Pir doldurur bade içer Sanki yeĢilbaĢlı ördek... Dalar gölden göle geçer Yüzer Elif Elif diye... ġavkı düĢer Ģelâleye. Karac‟oğlan eğmelerin... Cinasî’yi aldı hayret Gönül sevmez değmelerin... Sevenlerde kaldı gayret ĠliklenmiĢ düğmelerin... Güzelleri güzel seyret Çözer Elif Elif diye... Kul sığınır bahaneye. Karacaoğlan (ÂĢık Cinasî) (“ĠNCECĠKTEN BĠR KAR YAĞAR” Ģiirinde her iki bölüm yukarıdan aĢağıya ayrı ayrı okunduğu gibi soldan sağa dizeler birleĢtirilerek bir Ģiir olarak da okunabilmektedir. Bu tarz Ģiirler ZeMahşer diye adlandırılmaktadır.) Sayfa 11 12 SURĠYE'NĠN TÜRKMEN CUMHURBAġKANLARI Tarık HAKAN - Halep/Suriye 1- Mehmet Ali Âbid (1867-1939). 1867'de ġam'da doğdu. ġam ile Beyrut'ta okudu, Ġstanbul'a gidip Galatasaray'da okumasını tamamladı, sonra Paris'te hukuk okumasını bitirdi. Ġstanbul'a dönüp DıĢiĢleri Bakanlığı'nda görevlendirildi. Roma ve Avrupa yasalarını sonra Ġslam fıkhı ve usulünü okudu. 1908'de WaĢington'da Osmanlı Devletini temsil etti, 1920 yılında ise Fransızların eline geçen Suriye'ye döndü ve General Goro tarafından Maliye Bakanı olarak atandı. Türkçe, Arapça ve Fransızca mükemmel düzeyde bilirdi. Fransız Edebiyatı tarihi ve ekonomi uzmanıydı. Ayrıca iyi düzeyde Farsça ile Ġngilizce bilirdi. 30 Nisan 1932 tarihinde ġam Milletvekili oldu ve aynı yılın 11/06 tarihinde Suriye CumhurbaĢkanı olarak seçildi, 1936 yılında istifa edip Fransa'ya gitti. 1939'da Fransa'da öldü ve ġam'da gömüldü. 2- HaĢim Atası (1875-1960) Cumhuriyetin babası diye adlandırıldı. Ġki kez cumhurbaĢkanlık görevinde bulundu, 1.si 1936-1939 yılları arasındaydı, 2.si ise 1949'da baĢladı yalnız Edip Çiçekli devrimiyle kesilip 1954'te bir daha baĢlayarak 1955'te bitti. Ayrıca Suriye hükümetini iki kez kurdu. 1914'te Osmanlı Devleti tarafından Humus, Hama, Yafa, Baalbek ve Anadolu valisi olarak atandı. 1918'de Suriye Arap Krallığı'nın kuruluĢunu duyurdu ve krallığın anayasasını çizdi. 1920'de 2. Suriye BaĢbakanı olarak Hükümeti kurdu ve Fransız iĢgali nedeniyle bu görevi yalnız üç ay sürdü. Fransız‟ın yandaĢı olan ġa'b (Halk) Partisi'ne karĢı olarak 1927'de Vatanî Kitle Partisi'ni kurdu. Ordu subayları ile sol partilerinin güçlerini azaltmaya çaba harcadı ki iktidardayken Suriye'yi yansız bırakarak komünizm çatısından uzaklaĢtırdı. Arap liderlerinin tersine Cemal Abdunnasır'ı Mısır ve Arap ülkelerine lider olmasına yaĢta küçük ve toy (acemi) olduğunu görürdü ki Nasırîlere (Nasırcılara) karĢı sert davranarak birçok iĢlemler yaptı. 1950'de Bağdad AntlaĢması'na katılmak istedi yalnız Nasırcı subaylar engel oldular. Nasırcı olan BaĢbakan Sabri elAseli ile farklı görüĢte bulunarak onu Suriye'yi bir Mısır uydusu yapmaya çalıĢmasıyla itham etti ve görevinden ayırıp yerine Hıristiyan olan Faris elHuri'yi atadı. 3- Halid El-Azm (1903-1965) Ġlköğrenimini ġam ile Ġstanbul'da özel öğretmenlerden almıĢ, sonra ġam Ticaret Okulu'nda okumuĢ ve 1923'te ġam Üniversitesi'nde Hukuk Fakültesi'nden mezun olmuĢtur. HaĢim Atası ve ġükrü Kuvvetli ile iyi iliĢkisi vardı, yalnız siyasi görüĢleri HaĢim'in görüĢlerine daha yakındı ki Mısır ile birleĢmeye karĢı durdu. 1930'da Çimento devlet Fabrikasını ve 1935'te ġam Sanayi odasını kurdu. 1939'da ise dıĢiĢleri Bakanı olarak göreve baĢladı. Altı kez baĢbakanlık ve yirmiden çok kez bakanlık yaptı. 1941 yılında 8/Nisan-21/Eylül tarihleri arasında geçici olarak CumhurbaĢkanlık görevinde bulundu. 1963'te Baas devriminden sonra Lübnan'a gidip ölene değin orada kaldı. Baas Partisi devrim Meclisi ailesinden kalıt kalan bütün varlıklarına el koydu. Ilımlığıyla ün kazanmıĢ ki ġa'b(Halk) Partisi ile Vatanî Kitle'ye katılmaktan uzak durdu ve bunların her ikisinin iktidarda bulundukları dönemlerde hükümetler kurdu ve birkaç kez ġam milletvekili olarak seçildi. Zengin bir aileden olmasına rağmen Beyrut'ta yoksulluk içerisinde yaĢadı. Çünkü Baas onun bütün malını mülkünü ele geçirdi. 1964'te EnNehar Gazetesi'nde siyasî anılarını yayımlatmaya baĢladı ve bu anıların yayını ölümünden sonra devam etti. Beyrut'ta Ġmam Evzai'nin mezarının yanında gömülmesini ve cesedinin ġam'a alınmamsını vasiyet etti ki Baas rejimi cenazesini ve oradaki yandaĢları kuĢunla karĢılayacağını tahmin ediyordu. 4- ġükrü Kuvvetli (1891-1967) ġam'daki Anber okulunda sonra Ġstanbul'da okuyup 1912'de siyasal bilimleri lisansı aldı. Ġki kez cumhurbaĢkanlık görevinde bulundu ki 1.si 1943-1949 yıları arasında 2.si de 1955-1958 yılları arasında. Siyasî hayatını Vatanî Kitle Partisine katılarak baĢlatarak Fransız Manda yönetimine karĢı oldu, dolayısıyla Ervad Adası‟na sürüldü ve hakkında üç kez idam hükmü verildi ki Suudi Arabistan'a sığındı ve üç idam yargısından kurtuldu. 1936'da Vatanî Kitle'nin 1. hükümetine Savunma Bakanı olarak katılır. HaĢim Atası'dan sonra Vatanî Kitle Partisi'nin baĢkanlığına geçer. Ayrıca 1943'te ve 1955'te CumhurbaĢkanı olarak iki kez seçilir. Kendisinin döneminde Suriye Bağımsızlığına kavuĢur. 1. CumhurbaĢkanlık döneminde 1949'ta yerine devrimle Hüsnü Zaim geçer. 1958'de Mısır ile Suriye cumhuriyetlerini birleĢtirmesi amacıyla görevinden istifa ederek BirleĢik Arap Cumhuriyeti kuruldu ki Mısır CumhurbaĢkanı Cemal Abdunnasır bu yeni Cumhuriyetin baĢkanı olur. Bundan ötürü "Birinci YurttaĢ" diye adlandırıldı. 1967'de Beyrut'ta öldü, cesedi Suriye'ye götürüldü yalnız 1963 Baas Devrimi otoritesi ona resmî cenaze töreni yaptırtmadı. Onun döneminde 14 hükümet ve 6 baĢbakan görev almıĢtı. Sayfa 12 12 Dönemindeki hükümetler Ġkinci Dünya savaĢı nedeniyle ortaya çıkan pahalılık ve enflasyona karĢı mücadele gösterdiler, Lübnan ile iĢbirliğinde bulundular, ilk kez Ġngiltere ile Polisi silahlandırma anlaĢması imzaladılar, 1945'te Almanya ile Japonya'ya karĢı durdular, aynı yıl San Fransisko Konferansı'na katılıp BirleĢmiĢ Milletler örgütünün kurulmasına katıldılar ve Ġskenderiye BuluĢmasına katılıp Arap Ligi'nin kurulmasına katıldılar. 5- Hüsnü Ez-Zaim (1894-1949) 1894'te Halep'te doğdu. Babası Osmanlı ordusunda müftüydü. Kimi kaynaklar Kürt olduğunu gösterse de birçok kaynaklarda yalnız anasının Kürt olduğu geçer. Yalnız onu Ģahsen tanıyan bir kiĢi onun kökeni MaraĢ Türkmenlerinden olduğunu bize söylemiĢti. Kürt olsa da birçok araĢtırmalar Kürtlerin Türk olduğunu öne sürmektedir. 1921'de Fransız ordusuna katıldı. 2.dünya savasında Nazi Almanya'yı destekleyen FiĢi Hükûmeti ordusuna katıldı, dolayısıyla 1943'te askerî görevinden alınarak kendisine 10 yıl hapis cezası verildi. Yalnız Suriye bağımsızlığını kazandıktan sonra CumhurbaĢkanı ġükrü Kuvvetli tarafından affedilip orduya eski rütbesiyle döndürüldü ve Derzor Askerî Mahkemesi BaĢkanı olarak atandı. Sonra ġam'a Emniyet Güçleri Müdürü olarak atandı. 1948'de CumhurbaĢkanı ġükrü Kuvvetli kendisini Ordu Komutanı olarak atadı ve o yılda Filistin‟i kurtarmak amacıyla Ġsrail'e karĢı savaĢtı, dolayısıyla halk tarafından sevilmeye baĢladı, yalnız savaĢı kaybetme nedeniyle halk orduyu da siyasi iktidarı da Ģiddetle eleĢtirdi. 03-03-1949 tarihinde kendisini affeden ġükrü Kuvvetli'ye karĢı bir devrim düzenledi ve onu BaĢbakan Halit El-Azm ile birlikte tutukladı. 17Nisan tarihinde geçici bir hükûmet kurdu. Birçok düzeltmeler gerçekleĢtirmeye ve bürokrasiyi azaltmaya söz verdi yalnız baĢkanlık süresinin az sürmesi nedeniyle düzeltmelerinin çoğunu gerçekleĢtiremedi. Hükûmeti temizledi, ġam Üniversitesine en yeni yöntemleri getirtti, ġam'da bayat ekmek satan 12 fırıncıyı fırınları önünde kırbaçla vurdurdu, okumuĢ olan kadınlara oy hakkı verdi ve birtakım yasalar sundu ki bunların en önemlisi Medenî haller kanunudur. YurttaĢların Ģikâyetleri için bir divan ve rüĢvet sorgulama bürosu kurdu. Yeni anayasa düzenledi ve 26-06 tarihinde CumhurbaĢkanı olarak seçildi ve Muhsin elBerazi'ye hükûmet kurmayı teklif etti. Döneminde siyasetçilerin özgürlüğü azaldı ve 59 dergi ile gazeteyi kapatıldı. 13-08-1949 tarihinde kendisine karĢı Sami El-Hennavi tarafından bir devrim düzenlendi ve baĢbakanıyla birlikte idam edildi. 6- Edip Çiçekli (1909-1964) Hama'da doğdu. Selemiye Ziraat okulunda sonra ġam askerî okulundan mezun oldu. Doğu Fransız ordusuna katıldı, sonra Suriye ordusuna katıldı, 1945 Suriye'yi Fransızlardan kurtarma savaĢına katıldı. 1948'de Filistin savaĢında Yermûk Tugayının komutanlığını yaptı. Döneminde bütün partileri kapattı, dövize yapılan kontrolü iptal etti, orduyu daha çok silahlandırdı ve güvenliği artırdı dolayısıyla hısızlık olayları azaldı ve ülkede kedisinden önce yaĢanmayan bir güvenlik sağlanmıĢtır. Ġsrail'in en büyük düĢmanlarından birisi idi ki her gün iĢgal edilmiĢ yerlerden bir tepe kurtarıyordu ve bir gün "Suriye ordusunun önünde ġam'dan Halil'e giden yol açılacaktır" der. "Arap KurtuluĢu Hareki" adında ve döneminde tek olan bir parti kurdu. HaĢim Atası istifa ettikten sonra Edip Çiçekli Fevzi EsSilo'yu cumhurbaĢkanı olarak tayin eder. 1953'te de kendisi cumhurbaĢkanı olur. 1954'te istifa edip Brezilya'ya gider ve orada 1964'te Nevvaf Gazale diye bir Dürzi tarafından öldürülür. 7- Lüey Atası (1926-2003) Humus'ta doğmuĢ. 1948'de Humus Askeri eğitimini bitirip Ġsrail'e karĢı yapılan savaĢa katılır ve savaĢta bir parmağı kesilir. Edip Çiçekli'ye karĢı düzenlenen devrime katılır ki o dönemde Halep Askeri Polis BaĢkanıydı. Suriye ile Mısır'ın birleĢmesini savunanlardandı ki bundan ötürü 1963'te bağımsız hükûmeti deviren Baas devrimine katıldı, dolayısıyla devrim meclisi onu Orgeneral rütbesine yükselterek ordunun baĢına geçirildi. 23-03-1963 tarihinde cumhurbaĢkanı olarak atandı yalnız kendisine uygulanan baĢarısız bir devrimden sonra aynı yılın 27-07 tarihinde istifa etti. 8- Nureddin Atası (1929-1992) Humus'ta doğdu. 1955'te ġam'da Tıp Fakültesinden mezun oldu. Baas Partisi'ne katıldı. 1958'de bir sağlık ekibinin baĢında olmak üzere Cezayir devrimine katıldı. 1964'te içiĢleri bakanı olarak atandı. 1965'te cumhurbaĢkanlığı meclisi üyesi oldu. 1966'da hem Baas Partisi Genel Sekreteri hem CumhurbaĢkanı oldu ve bu iki görevini birlikte sürdürmekle 1968'de BaĢbakanlık görevine de geçti. 1970'te ordunun siyasetle uğraĢması nedeniyle bütün orunlarından istifa eder, yalnız tutuklanıp 22 yıl dar bir zindanda yargısız kalır (19701992) ve kanser hastalığına yakalanır, durumu çok kötüleĢince TeĢrin Askerî Hastanesine alınır ve dört ay sonra hastalığın gövdesinde yayılınca bırakılır. Tedavi amacıyla Paris‟e götürülür yalnız bir hafta sonra orada ölür ve Humus'ta gömülür. Sayfa 13 12 ATALARINDAN EMANETTĠR Türkçe'ne sahip çık, çok sev dilini, Dilin emanettir atalarından! Hor görme köyünü, güzel ilini, Ġlin emanettir atalarından! Tanı milletini, Ģanlı ordunu, Canından aziz bil, çok sev yurdunu, Fark etmen gerekir, kuzu kurdunu, Gülün emanettir atalarından! Vatanın bağrında karlı dağların, Bereket kaynağı yeĢil bağların, Tarihler boyunca Ģanlı çağların, Yolun emanettir atalarından! Harika milletle güzeldir seyran, Dağı, taĢı güzel, hayranım, hayran, Türkmen güzeli ver yayıktan ayran, Tülün emanettir atalarından! Harika UFUK SANA DEMEYECEĞĠM! Dünyanın mihneti benim olsa da, Bu inat kalbime ganim olsa da, Sensiz ömür sürmek zulüm olsa da Sana asla, asla, demeyeceğim! OXUCUM! Oxucum! Adın ne, soyadın nedir? Bilmirem... Di gel ki, sozüm senedir. Seni yüreğimle seslediğimi, AĢkını koynumda beslediğimi, Yıllarca yolunu gözlediğimi Sana asla, asla, demeyeceğim! Unvanın necedir? Nechedir yashin? Kishisen, ya qadın, ay canim-gözüm? Belke ishin-gücün bashindan ashir?.. Kalbimi buzlara döndüreceğim, Nağmeni sükuta göndereceğim, Arzu ateĢini söndüreceğim, Sana asla, asla, demeyeceğim! Bilmirem... Di gel ki, senedir sözüm. Sene bir sirr achim, mene qulaq as: Aqli olanların baxtı olmayir. Yüzümde tebessüm, gözümde elem, Hemdemim olacak kağıtla kalem. Seni sevdiğimi bilse de âlem Sana asla, asla, demeyeceğim! Eger vaxtin varsa derdleshek bir az, Ishi olmayanın vaxti olmayir. Firuz MUSTAFA Bakü / Azerbaycan Afak ġIHLI / Azerbaycan (Avrasya ve Rusya Yazarlar birligi üyesi) Sayfa 14 12 SEVMEK MENLĠK DEĞĠL Vallah sevmek menlik deyil, Men ondan zülüm çekmiĢem. Sevib əvvel yaĢatmıĢam, Yerinde ölüm əkmiĢəm. DanıĢ mənimlə söyəkndiyim ulu dağ sığınacağım müqəddəs köhül buğda kimi qollarında sovrulduğum bərəkətli yel DanıĢ mənimlə ən acı və ən Ģirin günlərimi gövdəsində daĢıyıan varlıq. nəfəsindəki isti olmasa donacaq həyat ölcək səhərlər Ģən Ģeytan dağ ətəklərində atılıb düĢən çoban aldadanların fərəsi ölcək dağdağan ağaclarında olub qalan inanc. DanıĢ mənimlə bağrımın baĢında yanan od bağrımın baĢında çapan at bağrımın baĢında çırpınan həvəsli həyat YaĢıl tarlanı biçmiĢem, ġerbeti zeher içmiĢem, Qıl körpüsünden keçmiĢem, Vallah sevmek menlik deyil. Yerden göye yol salmıĢam, Elim qoynumda qalmıĢam. DüĢünüb fikre dalmıĢam, Vallah sevmek menlik deyil. Bunun neyi doğru oldu... Xeyanet doğrumu yoldu? AlıĢdı cismim qor oldu. Vallah sevmek menlik deyil. Menim yolum hakk yoludu, Sevgim Allaha doğrudu. BeĢer evladı oğrudu, Vallah sevmek menlik deyil. Ilahe BAYANDUR (Azerbaycan) Olmasa səsin nəfəsin Dünyada böyük savaĢlara inanacağam olursa ama Nazm Hikmət kimi dar-darclıq sərdabalarda gündən gəlcəkdən və sevincdən qoĢaram sənə. Ülker UÇQAR (Ġran) Sayfa 15 12 Günyüzü GörmemiĢ Hüzünlerim Var Anamın teninden tenimi soyan EbeymiĢ adımı gülümser koyan Canımı bahĢeden rabbime ayan Günyüzü görmemiĢ hüzünlerim var Dilimin ucundan içime düĢen Kazmayla kürekle durmadan eĢen Gülerken ağlatan derdimi deĢen Günyüzü görmemiĢ hüzünlerim var Gözümün önünde erirken ülkem Boynunu zalime bükerken ilkem Bazen diyorum ki sallayıp silkem Günyüzü görmemiĢ hüzünlerim var Sevgiye adanmıĢ edilgen huysam ġairce sev diyor aklımı duysam Dost ile sohbette cahilsem toysam Günyüzü görmemiĢ hüzünlerim var Gülüp eylenmekte dolmuĢ miadım Dünyaya gelmeye olmuĢum nadim Hıçkırık misali tekrarı kadim Günyüzü görmemiĢ hüzünlerim var BOZOK KIZ canını eyle ki türap Yön bulsun insanlık olmasın harap Sızıp unutmaya çare mi Ģarap Günyüzü görmemiĢ hüzünlerim var BĠR KADIN HAYATTIR ASLINDA DıĢardan bakanlar fark edemezler AnlaĢılmaz derler kadın dünyası Erkekler bu fikri terk edemezler Onlarla doludur hayal deryası Erkeğin evinin baĢıdır kadın Anadır, bacıdır eĢidir kadın Suyudur, ekmeği aĢıdır kadın Analık yoğurur hilkat mayası Nazlı bir çiçektir gönülde açan Sevgiye yürüyen, nefretten kaçan Kanatsız melektir, yürekle uçan, Umut hayalidir, sevgi rüyası. Tertemiz bir kalple herĢeyi sever Oğlunu, kızını eĢini över Kadındır en güçlü çirkinliksavar Karanlığı yırtar gider ziyası Her kadın doğuĢtan biraz eziktir Her zaman gözyaĢı ona azıktır Fıtratı gereği kibar naziktir Sevgiyle dolmaktır NĠL‟in hülyası Nilüfer SARP Aliye UYANIK Sayfa 16 12 ALLAH’INI SEVERSEN Artık bana tek yaprak düĢmez sevgi dalından. Ne yapayım dört mevsim; hiç solmadan göversen! Vazgeçtim! Tatmam daha peteğinden balından. Sök sevgini kalbimden, Allah‟ını seversen. Bakmaya kıyamazken güllerinin alına, Yaban bülbüller konmuĢ narin, ince dalına. Ne karĢına çıkarım; ne papatya falına. Sök sevgini kalbimden, Allah‟ını seversen. Selâm verirsem; alma, sessizce geç yanımdan! Topla her neyin varsa, çık git gönül hanımdan. Bıktırdı çilen beni bedenimden canımdan. Sök sevgini kalbimden, Allah‟ını seversen. Ne kadar çabalasam; yolum yoluna çıkar. Sanki bir el tutar da ‟gel‟ der; kolumu sıkar. Sabrımın direncini gönlümün gücü yıkar, Sök sevgini kalbimden, Allah‟ını seversen. VĠRAN AġK Uzanma ellerime mahzun gözlerle bakıp, Kanıyor yüreğimin çığlıkları Yakma ciğerlerimi lâvlar misâli akıp. Esiyor zemheri hüznün Ġstersen yanağıma bir iki tokat çakıp; Gün kararıyor ay karanlık Sök sevgini kalbimden, Allah‟ını seversen. Öylece duruyorsun orda Bilmiyorum ne buldu? Gönlüm senden geçmiyor. Bir yanın kayıp öfkenden Onca yürek içinden birisini seçmiyor, Titriyor korkulası rüzgârın Ab-ı hayat olsa da el suyundan içmiyor. Esiyor yamacından gölgenin Sök sevgini kalbimden, Allah‟ını seversen. Ve parlıyor salkım söğütler Soruyorum kendime ‟hani gururun nerde? Diziliyor bir ızdıraba gece Yırtıldı mı yüzünde duran onurlu perde?‟ Kanıyor dinmeyen yaralar Kırsın aĢk zincirimi ustana emir ver de. Kırmızı bir Ģaraba tutsak Sök sevgini kalbimden, Allah‟ını seversen. Neyleyim olmayan ateĢi Son defa söylüyorum dinime, imânıma! Mehtaba eserken bulutlar Böyle inat edersen; gireceksin kanıma! Dalgalanırken mateminden ızdırap Kıyacağım elimle bil ki kendi canıma. Esmesin dost meltemi Sök sevgini kalbimden, Allah‟ını seversen. Ve yıkılsın viran aĢk Zehra YILMAZ Sevinç ESER Sayfa 17 12 SEVGĠ EKMEYE GELDĠM Sebepsiz değildir burda oluĢum Yüreklere sevgi ekmeye geldim Canı gönüldendir kalbe doluĢum Aydınlığa bir mum yakmaya geldim Atılan her ilmek sevgiyi örsün Varsın Fitne fücur aklını yorsun KardeĢlik bağımız bitimsiz sürsün Gönülden gönülle akmaya geldim Ruhlarda Ģeytanı kalplerde cini Gündemde tutulan anlamsız kini ġerre kucak açıp beslenen ini Kazma küreğimle yıkmaya geldim DĠRĠLSĠN Dostluğun ateĢi yakarken teni Soldurmaya gelen bende dirilsin. Fitneye kapılıp, öfkeyle beni Öldürmeye gelen bende dirilsin. Ġster camiye git istersen ceme Bu bizden o sizden ayrıdır deme DüĢlenen yarınlar gitmesin güme MeĢaleye kibrit çakmaya geldim ĠĢim olmaz benim zanla, ifritle Kimseyi doldurmam kötü niyetle Safi yüreğimi kinle nefretle Doldurmaya gelen bende dirilsin. Engeli eritir dostluğun sesi ÇıkıĢ hoĢ görüde zor neyin nesi Et tırnak gibiyiz var mı ötesi Ġkiliğe çizgi çekmeye geldim BaĢlara taç edip her tür sanıyı Gaddarca bir ruhla koyup tanıyı Dostça yaĢadığım onca anıyı Sildirmeye gelen bende dirilsin. “Aklın yolu birdir” duy güzel ilim Sende hayat bulsun Ģahlansın bilim Uyma bozguncuya yakanda elim Birlik ağacını dikmeye geldim Niyeti bozuklar, hür-imasızca Yersinler, arsızca ve simasızca Binbir çeĢit hüzne acımasızca Daldırmaya gelen bende dirilsin. Ġçimde büyüyen bitmeyen sızım Sivas denilince tutulur dizim KarıĢ karıĢ her yer bu vatan bizim Tecerden Dünyaya bakmaya geldim Ummanlara dönük yürek bordamı Ġzleyin an be an, halâ orda mı? Batmak için çeĢit çeĢit yordamı Buldurmaya gelen bende dirilsin. Ġnsanları üzmek değildir amaç Kem söz özündedir, dil ise araç IġIK ilginize bilin ki muhtaç Sizlere içimi dökmeye geldim Kem gözle ölçüp de hoĢ endazemi Hasetle izleyip dost yelpazemi Hem sayrıdır deyip, hem cenazemi Kaldırmaya gelen bende dirilsin. Azimet IġIK Mehmet Ziya DĠNÇ Sayfa 18 12 SANA GELĠYORUM AĢkın sevda Ģarabını Ġçtim sana geliyorum Ekinimi göceğimi Biçtim sana geliyorum Bilesin yar hallarımı Bekleyesin yollarımı Seni saran kollarımı Açtım sana geliyorum DolaĢtırdım kelebimi KarıĢtırdım tölebimi Bütün olan emeğimi Saçtım sana geliyorum Olmasın gülüme zarar Böyledir verdiğim ikrar Sıladan etmiĢim firar Kaçtım sana geliyorum SORGU Ağladım da güldüm seni Aradım da buldum seni Güzeller güzeli seni Seçtim sana geliyorum Gönül hicap duyarken yitik hatıralardan, Ne sen ne de turnalar döner meçhul diyardan. Umut etmek yaĢamsa kaygılarla birlikte, Atmak var Ģu bedeni hâĢâ! Hayâdan, ardan. Ak ellere kınalar yak BaĢa bağla telli duvak Yola düĢtüm yalın ayak Uçtum sana geliyorum Mihman edip kalbini vurulduğum her akĢam, Nâra banıp gönlümü gözlerde nem, dilde gam, Kan oturur dağlara kurĢun yer de bir ceylan, Mekândır ağyâr olan Ġstanbul veyahut ġam. Dedesultan naçar oldum Türlü derde düçar oldum EĢten dosttan kaçar oldum Göçtüm sana geliyorum Kervanlar kaldırıp da dalga dalga saçına, Sûret-i hayal edip geceyi soksam kına, Mermerleri öptüren seneler kemiriyor, Asıyor sevdamızı dağların yamacına. Abidin DEDE Her gün seni dilenip tan vakti saat beĢte, Fersah fersah yol alır kâh yerde, kâh güneĢte. “Dili yok ki Ģu kalbin ondan ne çok bizarım”, Nasıl anlatsam nasıl, bilmem ki! Öyle iĢte… Mustafa AYVALI Sayfa 19 GELENEKLERİMİZ / GÖRENEKLERİMİZ Suna BAY 12 AMMEL GOK / GELĠN GOK (ÇÖMÇE GELĠN) OYUNLARI “Ammel gok, gok, gok, Gelin gok, gok, gok” 1-AMMEL GOK OYUNU Gaziantep‟te Ekim ayında tarlalar sürülerek ekilmeye hazırlanır, bu tarlalara Ekim ayı sonundan baĢlayıp Kasım ayı süresince tohumlar (bider) ekilir, kıĢ mevsiminin de bol yağmurlu ve kar yağıĢlı olması için dua edilir. Eğer kıĢ mevsimi kurak devam eder, beklenen yağmurlar yağmazsa, kuraklıktan kurtulmak için yağmur duasına çıkılır. Yağmurların yağması, kuraklığın sona ermesi için yapılan duaların yanında gençlerin ve çocukların oynadığı oyunlar da vardır. Genç erkeklerle genç kızların ve çocukların oyunları birbirlerinden farklıdır. Genç erkeklerin yağmur yağması için oynadıkları oyuna “Ammelgok”, kız çocuklarının oyunlarına (davranıĢ Ģekli) “Gelin gok / Çömçe gelin” denir. diye seslenirler. Ev sahipleri de sesi duyunca, yatıyor olsalar bile kalkarak kapıya gelir ve gençlere yağ, bulgur ve hatta durumu iyi olanlar kuzu, oğlak, tavuk vererek onları dualarla yollarlar. Bu arada gençlerin üstüne fark ettirmeden kova ile su serperler, kovalar ile bol su serpmelerinin amacı bol yağmur yağması anlamındadır. Üzerlerine su serpilen gençler ıslanırlar. Kovalarla serpilecek sudan kurtulmak için gençler ev sahibinin elinde su kovasını görür görmez kaçarlar. Dalgın olup da kaçamayanlar ıslanmaktan kurtulamazlar. Sudan kaçmak için uyanık gençler her an tetikte olurlar. Genellikle oyuna ilk kez katılanlar ıslanırlar. Bu davranıĢları ile bol yağmurlar yağsın ve insanları bu Ģekilde ıslatsın isterler. Yağmur yağması için köyün yaĢlıları, genç delikanlılara ve köyün küçük çocuklarına “Ammelgok” (Gelin gok) oynamalarını söylerler. Çocuk ve gençlerden oluĢan bir grup “Ammel gok” oyununa çıkarlar. Bu oyun gündüz oynanmaz. AkĢam yemeğinden sonra gençler toplanarak kendi köylerinde bazen de çevre köyleri dolaĢmaya çıkarlar. Ġlk olarak hangi köyleri dolaĢacaklarını belirlerler, Köyde hemen hemen her evin önüne gidilir tekerlemeler söylenir. Tekerlemeler söyledikleri evlerden alacakları muhtemel bulgur, yağ koymak için kablarını da yanlarına alırlar. En yakın köye doğru yola koyulur köye yetiĢince evlerin avlusuna (hayat‟ına) yaklaĢarak hep beraber; Köyde gece geç vakitte olsa bile evlerinin kapılarına tekerleme söyleyerek gelen gençleri uykularından uyanarak savarlar( yani isteklerini karĢılarlar) Yatıyor olsalar bile yataktan kalkarlar. Çünkü bu genç delikanlıların “Ammelgok” sabaha karĢı saat 02:00,03:00 a kadar devam eder. Daha sonra aynı Ģekilde diğer köyleri de dolaĢan gençler sabaha karĢı kendi köylerine dönerler, köyden birkaç kadın gençlerin getirmiĢ olduğu bu malzemelerle pilav piĢirir gençlerde bu pilavı yedikten sonra yatarlar. Kuzuyu ise gündüz köyün yakınındaki “Kumru Dağı”na giderek kesip yerler. Sayfa 20 Suna BAY GELENEKLERİMİZ / GÖRENEKLERİMİZ 12 2 - ÇÖMÇE GELĠN OYUNU Toplarken arasıra Ģöyle tekerleme ile atıĢmalar da olur. Genç Erkekler( 14-17 yaĢ gurubu genellikle) köylere çıkarken birde iĢin çocuklar boyutu vardır. Çocuklar sadece kendi köylerinde bu oyunu oynarlar. BaĢka köylere gitmezler. Köyün yaĢlı kadınları Çömçe gelin yaparlar. Büyük bir çömçeye (kepçe) çubuklarla kol yapılır, bunun üzerine çeĢitli renkte bezler ve parlak simli tüllerle elbise yaparak süslerler, kepçenin yuvarlak kısmı da çömçe gelinin baĢı olur, aynı Ģekilde kepçenin baĢını da gelin baĢı gibi süslerler. “Sizin teke bizim teke Vermeyenin eĢeği nal dike”(öle) Çocukların bütün köyü dolaĢarak, topladıkları malzemelerle evin birinde tavuklu pilav piĢirilerek hep birlikte yenir. Bir tabak da havaya serpilir yağmur gibi, yağmur yağsın diye. Gaziantep‟in, Oğuzeli ilçesinin köylerinde ise bu oyun Ammil Gok adı ile bolluk ve bereket için oynanır. Bahar mevsimi gelip ekinler yeĢermeye baĢladığı zaman, köyün çocukları toplanır, ellerine bir kazan ve bir kova alırlar köydeki bütün evlerine tek tek gidilir hep bir ağızdan; Ammilgok, Ammilgok Vermeyenin çörteni yok diyerek tempolu bir Ģekilde bu tekerlemeyi tekrar ederek gittikleri her evden bir tabak bulgur bir yemek kaĢığı sadeyağ (tereyağ) toplanır. Eğer vermeyen olursa çocuklar tekerlemede söyledikleri gibi evin çörten‟ini kırarlar.( Çörten: Damın üstünde‟ki yağmur sularını, dam çevresindeki oluklardan alarak duvar temelinden uzağa akıtan, saçak kenarından dıĢarı doğru uzanan oluk.) Bu çömçe gelini ellerine alan çocuklar, kendi köylerinin içinde tek tek evleri dolaĢmaya baĢlarlar. Aynı zamanda ellerine tabak, kaĢık alan bu çocuklar kaĢıklarla metal tabaklara vurarak ses çıkartıp Ģu tekerlemeyi hep beraber tempolu bir Ģekilde tekrar ederler. “Gelingok, gok, gok Çekirdeği çok çok çok” Diyerek yağ, bulgur, tavuk, artık ev sahibinin gönlünden ne koparsa onu toplarlar. Bütün köyden toplanan bulgur ve yağ, köy halkından seçilen birkaç kiĢi tarafından pilav piĢirilir. Pilav piĢerken çocuklar pilav piĢen ocağın kapısının önünde maniler eĢliğinde hep beraber halay çekerler. Bu piĢen pilav köye tabak tabak dağıtılır çocuklar topluca sofra kurup birlikte yerler, en sonunda artan pilav köyün yakınındaki bir tarlaya bolluk ve bereket olsun diye saçılır. Gaziantep‟te hemen hemen bütün merkez ve ilçe köylerinde bu Çömçe gelin kültürü ufak tefek farklılıklar olmakla beraber, büyük ölçüde aynı Ģekilde oynanır. NOT: Bu yazının hazırlanmasında Zeynep PATOĞLU, Yeter PATOĞLU, Celal BAY, Tülay DEMEZ’in bilgilerinden faydalanılmıĢtır. Sayfa 21 AraĢtıran: Suna BAY 12 Türkçe Giderse Türkiye Gider Tertemizdi bizim topraklarımız, ġu ayrık otları bizde hiç yoktu... Gördük ki açınca yapraklarımız, AĢımız çoktu da bunca p.ç yoktu... Gezerdik hep dere kenarlarında, Yatardık asırlık çınarlarında... Çimerdik dupduru pınarlarında Deniz de pek çoktu ama "biç" yoktu... Küçük büyük bilir, sever, sayardık; Edepte, erkanda en üst ayardık... Bileni her daim baĢa koyardık; Arif, maruf pek çok, hiç bilgiç yoktu... Kırdılar tazecik dallarımızı, Anlamaz olduk biz dillerimizi... Bozdular o canım yollarımızı Dillerde köprü var, tek"biriç"yoktu... Bu kadar değildi hain, hıyanet Dostluk der dururdu din ve diyanet Tahsil isteyince çokluk nihayet; Okul pek çoktu da "kembiriç" yoktu... Biz Halep‟ de elli arĢın atlardık! Endazeyle pazen ölçer katlardık... Ayak, karıĢ, parmak hep ıspatlardık Tüm ölçüler vardı yalnız "inç" yoktu... KonuĢur dururduk küçük ve büyük, Olmazdı hiç kimse birbirine yük... Obruk, barı, tümsek, hendek ve höyük AĢardık hepsini fakat güç yoktu... ĠhbarmıĢ, gammazmıĢ, ya da Ģikayet Halık‟tan dilerdik her dem hidayet... Almazsa kafalar, basmazsa Ģayet; Söğerdik, sayardık ama linç yoktu... Otomuz at idi, benzini arpa Giderdik dallara hep çarpa çarpa... Ne zaman sararsa iĢimiz sarpa, Höt deyince kaçan ürkek k.ç yoktu... ġimdi dilimize dolup kaldılar, Tüm emellerine nail oldular... "Hello, by by, yes, no" ile doldular Artık çok Ģey var da hiç bilinç yoktu... Edep yahu derdik sığınıp Hakka, Yürek vardı hem de tam beĢ yüz okka! Olmazdı kimsede men dakka dukka, Hakka iman vardı, bir tek suç yoktu... Halil ġakir TAġÇIOĞLU Sayfa 22 12 SOYKIRIM Mora, Epir, Varna, insan ĢaĢıyor Tuna kıpkırmızı kanla taĢıyor Yakılan köylerle gece ıĢıyor Soykırım Müslüman Türk‟e yapıldı Dünya baĢımıza ahkâm kesiyor Soykırım yaptınız diyerek bize Bizdeki aydınlar neden susuyor Soykırım Müslüman Türk‟e yapıldı BoĢnak‟ı sancaklı birde goralı ÖlmemiĢ ise de mutlak yaralı Niğbolu kanije hepsi sıralı Soykırım Müslüman Türk‟e yapıldı Nereden baĢlasam Kafkasya acım Sürgün vagonunda anam ve bacım Kilise çan çalar sürgünde hacım Soykırım Müslüman Türk‟e yapıldı Sonra cihan harbi bilindik batı Ölen Türkler Ermeni‟nin kaç katı Dedemin sadık-a dediği iti Soykırım Müslüman Türk‟e yapıldı Kırım‟da baĢladı yakıp yıkmalar Kadınla çocuğa kurĢun sıkmalar Kamplara toplayıp gazla yakmalar Soykırım Müslüman Türk‟e yapıldı Yetmedi yıktılar Erzurum, Karsı „‟Türk kanı‟‟ içiyor bitmiyor hırsı Kundağında öldü Türkün Aybars‟ı Soykırım Müslüman Türk‟e yapıldı On milyon sürgünle dört milyon ölü Bunlarda insan be hey itin dölü Nedense yazmıyor kimsenin eli Soykırım Müslüman Türk‟e yapıldı KurtuluĢ savaĢı Ģark meselesi Çanakkale soykırım silsilesi Haçlının hainin bitmez hilesi Soykırım Müslüman Türk‟e yapıldı Bin dokuz yüz sekiz, on üç arası Anlatın dünyaya Ģimdi sırası Ġçimden çıkar mı bunun yarası Soykırım Müslüman Türk‟e yapıldı Bekir soykırm‟ı anlattım size Yirmi dört nisanı dayıyor bize Firenk‟i slav‟ı vermiĢ diz dize Soykırım Müslüman Türk‟e yapıldı Sırp‟la Karadağ da kan akıyor kan Bulgar, Yunan, Roman birleĢir o an Üç milyon Türk öldü bunlarda bir can Soykırım Müslüman Türk‟e yapıldı Bekir AKBULUT HOCALI Sayfa 23 12 Sana Benzer Bir batan bir çıkan GüneĢ gibisin, Bulutta saklanan Ay sana benzer. Ġçimi kavuran ateĢ gibisin, Sevip okĢadığım tay sana benzer. YeĢil ormanların deli ceylanı, BakıĢın andırır güzel Leyla‟yı. ġükranla anarım yüce Mevla‟nı Irmaklar nehirler çay sana benzer. Baharsın, gamzende güller açıyor, Ceylan göbeğinden amber saçıyor. Ben takip ettikçe canan kaçıyor, Mevsimler fasıllar ay sana benzer. Kalbimde yanardağ dünyama güneĢ Yakar da göğsümü kavurur ateĢ Sensin sol yanıma tek yakıĢan eĢ Ġçimde kırılan fay sana benzer. Cennet bağındaki kırmızı narsın, Dağlarda çağlayan duru pınarsın, Ne olsun uzaksın, benden kenarsın, Rükûda, secdede say sana benzer. Bilirsin peĢinde dolaĢan çoktur, Lakin benim gibi sevenin yoktur. Kirpikler bağrıma sancılan oktur, Beni hedef alan yay sana benzer. ĠNSANLARIN Tandır ekmeğinin buğday kokusu, Güzel halıların ipek dokusu, Ömür bir masaldır, yalan çoğusu, Doğup büyüdüğüm köy sana benzer. Sen benim yaptığımı yapamazsın ki Gün gelir çeker giderim Gün gelir gökyüzünde gezerim Girerim bir damlanın içine düĢerim diyar diyar Gülnare ESGERZADE (Azerbaycan) Sen benim yaptığımı yapamazsın ki Zor iĢ benim gibi yaĢaman Mesela sevmende zor benim gibi Bakman benim gözlerimden sevdaya Sen benim yaptığımı yapamazsın ki Nesini anlatayım sana Ģimdi Arada yılları var yaĢanan ömürlerin BakıĢları hep farklı farklı biliyorum insanların Enver HĠKMET Sayfa 24 12 Olmaz mı.. Yokluğun câna cefâ, sevdan bir ömre bedel Aşkımdan bûse alıp, tadıp gitme...Olmaz mı... Yeter ki yanımda ol, isterse gelsin ecel Fîrâkın kollarına, atıp gitme...Olmaz mı... Katran karası düştü gecemin siyahına Döktüğüm yaşlar şahit gözlerimin ahına Gülümse! Güneş doğsun, gönlümün sabahına Bir daha kaşlarını, çatıp gitme...Olmaz mı... Değeri kalmasa da, solsa da nazarında Mâziye yer arama anılar mezarında. Miâdı doldu deyip, eskici pazarında Aşkımızı bir pula, satıp gitme...Olmaz mı... Sevdandır akıp giden gönlümün gözesinden Gem vurmak mümkün değil; çıkmış şirazesinden. Payıma hep gam düştü, aşkın terazisinden Artık, aşıma zehir, katıp gitme...Olmaz mı... Tebessüm ettiğinde, her an bin güne eşken Sevdalı bakışların zemheride güneşken Gözlerim henüz daha, kurumamışken, yaşken Hayâlimi tüketip, yitip gitme...Olmaz mı... Bırak, yansın! Sönmesin, umudumun çırası Sürsün mahşere kadar bu aşkın hatırası Birgün vazgeçip benden; deyip "tam da sırası" Karanlık dehlizlere, itip gitme...Olmaz mı... Gideceksen sessiz git! Vedalar yıkar beni Pişman olsan da dönme! Kalbinden çıkar beni Razıyım, öldür beni, toprağa da kar beni Bağrıma hançer gibi, batıp gitme...Olmaz mı? Mecit AKTÜRK ġiir olup aktın yâr Ne fayda zararmıĢsın, vuslatta açtın yara Adresteki yüreğe, sen ne ettin neyledin Bela oldu ülfetim, güneĢe saçtın kara Gönül hanesi Ģaşkın, cana yettin neyledin Sesinle telaĢlanır, güncelere dalardım Tene her bir dokunuĢ, beni düĢürdü dile GeliĢi güzel ritme, öpücükler salardım Duygulu Ģarkılarda, göz ağrır sile sile Bilerek mi gelmedin; kalbim çırpınır tanık Anafora beĢ kala, artık çalma kapımı GüneĢ yanığı tenim, gün görmese de yanık Her yanın sıkıntıymıĢ, bozdun düzen yapımı Gemim yan yatıp battı, hüznüm buruk olsa da Üzerime hiç gelme, buydu verdiğim karar Benim bir tek kurtulan, sine külle dolsa da Mazimde canlanırsın, acır erdiğim yarar Yine geldik sonuna, şiir olup aktın yâr Gurur kader mahkûmu, istesem de silemem Yaptığın hatalarla, oralardan baktın yâr Zaten yangın yerim dar, kora düĢsen gelemem Gülsen TUNCKAL Sayfa 25 12 Anzaklı Ömer’in Hikâyesi 1957 Yılında Ġstanbul Tıp Fakültesi'nden mezun olup ihtisas yapmak üzere ABD'ye giden Doktor Ömer Musluoğlu, görev yaptığı hanede baĢından geçen çok enteresan bir hadiseyi Ģöyle anlatıyor: Amerika 'ya gittiğim ilk yıllar, New York'ta Medical Center Hospital'da görev almıĢtım. Vazifem kan almak, kan vermek, serum takmak, elektrokardiyografi çekmek gibi iĢlerdi. Hastaya o kadar önem veriyorlar ki yeni doktorlar hemen direkt olarak hasta muayenesine, tedavisine verilmiyordu. Diğer zamanlarda da laboratuarda çalıĢıyordum. Bir hastaya gittim. YaĢlıca bir adam, tahminen yetmiĢ beĢ yaĢlarında. “Kan vereceğim kolunuzu açar mısınız?” dedim. Adamcağız kanserdi ve aynı zamanda kansızdı. Kolunu açtım, baktım pazusunda bir Türk bayrağı dövmesi görünce çok ilgimi çekti ve kendisine “Siz Türk müsünüz?” diye sordum. KaĢlarını yukarıya kaldırarak "hayır" manasında bir iĢaret yaptı. Ama ben hala merak ediyorum; - Peki, bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir? - Aldırma öylesine bir Ģey iĢte, - Fakat benim için bu çok önemli, çünkü bu benim milletimin bayrağı, benim bayrağım. Ġhtiyar gözlerime tanıdık bir göz arıyor gibi baktı ve anlatmaya baĢladı: - Yıl 1915. Çanakkale diye bir yer var Türkiye'de. Orada savaĢmak üzere bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı. Ben, Avustralya Anzaklarındanım. Ġngilizler bizi toplayıp dediler ki: “Barbar Türkler Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karĢı cephe açmıĢ durumda... Birlik olup üzerine gideceğiz. Bu savaĢ çok önemlidir.” Biz de inandık sözlerine ve savaĢmak isteyenler arasına katıldık. Beynimizi yıkayan Ġngilizler Türklere karĢı topladığı askerlerin tamamını Çanakkale'ye sevk ediyormuĢ. Bizi gemilere doldurup Mısır'a getirdiler. Orada birkaç ay talim gördük, sonra da bizi alıp Çanakkale'ye getirdiler. SavaĢın Ģiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki denize düĢen gülleler suları metrelerce yukarı fıĢkırtıyor, gökyüzünde havai fiĢekler gibi geceyi gündüze çeviriyordu. Her taarruzda bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Fakat biz hepimiz Türklerdeki gayret ve cesareti gördükçe ĢaĢırıyorduk. Teknolojik yönden çok çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından da fazlaydık. Peki, onlara bu cesaret ve kuvveti veren Ģey neydi? Ġlk baĢlarda zannediyordum ki Ġngilizlerin bize anlattığı gibi Türkler barbarlıktan böyle saldırıyorlar. Meğer bu barbarlıktan değil, kalplerindeki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuĢ. Biz karaya çıktık. Taarruz edeceğiz, bizi püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz, bizi gene püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz. Derken böyle bir taarruzda baĢımdan yediğim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmiĢim. Gözlerimi açtığımda kendimi yabancı insanların arasında buldum. Nasıl korktuğumu anlatamam. Ġngilizler bize Türkleri barbar, vahĢi kimseler olarak tanıttı ya... Ama dikkat ettim, bana hiç de öfkeli bakmıyorlar, yaralarımı sarmıĢlar. Bu söz üzerine gözlerini açtı. Derin derin yüzüme baktı ve mırıltı halinde sordu: - Siz Türk müsünüz? - Evet, Türküm. Ġyice kendime gelince bu defa çantalarında bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. Ġyi biliyorum ki onların yiyecekleri çok çok azdı. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı. ġok olmuĢtum doğrusu... Sayfa 26 12 Dedim ki kendi kendime: Bu adamlar isteseler Ģu anda beni öldürürler ama öldürmüyorlar. Veyahut isteseler önceden öldürebilirlerdi. Hâlbuki beni cephenin gerisine götürdüler. Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı. Bu duygularla 'Yazıklar olsun bana' dedim. 'Böyle asil insanlarla ben niye savaĢıyorum, niye savaĢmaya gelmiĢim? Bu Ġngiliz milleti ne yalancıymıĢ, ne kadar Türk düĢmanıymıĢ' diyerek piĢman oldum. Ama bu piĢmanlığım fayda etmiyor ki. Bu iyiliğe karĢı ne yapsam diye düĢündüm durdum günlerce. Nihayet bizi serbest bıraktılar. Memleketime döndüm. ġaĢırdım, nasıl da birdenbire Müslüman olmaya karar vermiĢti. Meğer o bunu hep düĢünüyormuĢ da kimseyle konuĢup soramadığı için gerçekleĢtirememiĢ. Tabii, dedim. Müslüman olmak çok kolay. Sonra kendisine imanın ve Ġslam'ın Ģartlarını anlattım, kabul etti. Hem kelime-i Ģehadet getiriyor, hem de ağlıyordu. Mırıldandı: Siz Müslümanlar tespih çekersiniz, bana da bir tespih bulsan da ben de yattığım yerden tespih çekerek Allah'ımı ansam olur mu? Bu sözden de anladım ki dedelerimiz savaĢ esnasında Hakk'ı zikretmeyi ihmal etmiyormuĢ. ĠĢte memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu Türk bayrağı dövmesini yaptırdım. Bu bayrağın esrarı bu iĢte. Hemen bir tespih bulup kendisine getirdim. Hasta yatağında tespih çekiyor, biz de tedavisiyle ilgileniyorduk. Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti: Bir gün yanına gittiğimde samimi bir Ģekilde rica etti: Talihin cilvesine bakın ki, o zaman ölmek üzere iken yaralarımı iyileĢtirerek, sıhhate kavuĢmama çaba sarf eden Türkler idi. ġimdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileĢtirmeye çaba sarf eden yine bir Türk. Ne garip değil mi? Avustralya'dan Amerika'ya gelirken bir Türk ile karĢılaĢacağımı hiç tahmin etmezdim. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmıĢlar, buna bütün kalbimle inanıyorum. PeĢinden nemli gözlerle: - Bana adınızı söyler misiniz? - Ömer, - Peki niçin Ömer ismini vermiĢler sana? Senin adın Müslüman adı mı? Ben evet, Müslüman adı, deyince yüzüme baktı, doğrulmak istedi. Onun yatakta oturmasına yardım ettim. Gözleri dolu doluydu. Yüzüme bakarak dedi ki: Senin adın güzelmiĢ. Benim adım Ģimdiye kadar Josef Miller idi, Ģimdiden sonra "Anzaklı Ömer" olsun. - Beni yalnız bırakma olur mu? - Ne gibi Ömer amca? - Ara sıra gel de bana Ġslamiyet'i anlat. - Sen çok güzel Ģeylerden bahsediyorsun. O sözleri duydukça kalbim ferahlıyor. O günden sonra her gün yanına gittim, bildiğim kadarıyla dinimizi anlattım. Fakat günden güne eriyip tükeniyordu. Kaç gün geçti tam hatırlamıyorum, hastanenin genel hoparloründen bir anons duydum: Doktor Ömer, lütfen 217 numaralı odaya gidin! Babam Müslümanların ikinci halifesinin isminden ilham alarak bana Ömer adını vermiĢ. - - Olsun Peki doktor beni Müslüman eder misin? Müslüman olmak zor mu? Hemen yukarı çıktım. Ömer amcanın odasına vardığımda gördüğüm manzara aynen Ģöyleydi: Sağ elinde tespih, açık duran sol kolunun pazusunda dövme Türk bayrağı, göğsünde imanı ile koskoca Anzaklı Ömer son anlarını yaĢıyordu. Hemen baĢucuna oturdum, kendisine kelime-i Ģehadet söylettirdim, o Ģekilde kucağımda ruhunu teslim etti. Bir Çanakkale gazisi görmüĢtüm. Yıllar sonra da olsa Müslüman Türk Milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuĢtu. Ne yalan söyleyeyim, ağladım... Sayfa 27 12 YILLARIM HÜZÜN Amacın üzmekse git güle güle, Bastığın yerlere yaĢ dökülmesin. Elveda sözünü getirme dile. Muhabbet bağından gül sökülmesin, Uçursun saçını ılık rüzgârlar, Ġçine gümüĢten tel ekilmesin. ĠLK GÜNDEN BERĠ Kendimi bildiğim ilk günden beri, Helal ekmeğimin peĢinde kaldım. Mert olmalı dedim insanın eri, Bu yüzden toplumun dıĢında kaldım. Bizsiz yolcuları taĢısın garlar, Gitmeden hasretin yaksın içimi, Ah bilsen kalbimde daha neler var? Mutluluk sayarım hasret acımı, Hatıra diyerek yıllarca sakla, Gönlünden çıkarıp kırma tacımı. Soygunda silahın modası geçti, Hırsızlar tercihte kalemi seçti. El prensip ekti, maddiyat biçti, Ben de doğruluğun düĢünde kaldım. Bu kadar çileyi demem ne hakla, Sırtıma yükleyip kayboluyorsun? Böylesi ayrılık sığmıyor akla. Yalan siyasetmiĢ; güzel düĢünce, AĢılanmıĢ gitmiĢ yaĢlıya gence. Eğirdim, dokudum, inceden ince, Sonunda safların dıĢında kaldım. Buzlanan dünyama kor oluyorsun, Mevsimlerim hüzün, yıllarım hüzün, Giderken içimde sır kalıyorsun. Ayaz'ım hileye önem vermedim, Ömrüm geçti mutlu günler görmedim. Ne yazık bahara bir gün ermedim, Her zaman mevsimin kıĢında kaldım. Sevene zulmeti taĢımaz özün, Ġdam sehpasını kurmuĢsun amma, Ġlmeği takmayı götürmez gözün. Yine de aldırma düĢtüğüm gama, Yanımda kalsan da dumanım tüter. PeĢinden gömülüp kızıl akĢama, Ayrılıp gidersen hayatım biter. Ahmet AYAZ Mehmet NACAR Sayfa 28 12 AġIĞIN GÖNLÜ En ince ipekten dokunmuĢ gibi, Söktükçe kapanmaz aĢığın gönlü. Bin yıllık menzilden okunmuĢ gibi Baktıkça kapanmaz aĢığın gönlü. Elin sefasında çilemiz baĢlar, Zalime gül yağsa bize de taĢlar, Gerçekten sevenin gözünden yaĢlar Döktükçe kapanmaz aĢığın gönlü. Altındır yüreği zevk almaz çöpten, Bir anlık huzura vazgeçer hepten, Dara düĢse çekmez boynunu ipten Büktükçe kapanmaz aĢığın gönlü. Mutlu olur bazen nağmesi sazdan, Yükselir göklere sevinir hazdan, Lüzumsuz bir yerde yapılan nazdan Bıktıkça kapanmaz aĢığın gönlü. Aramaz lokmayı haramda, leĢte, Yok olmaz aĢıklar kalsa güneĢte, Zorbanın açtığı kalleĢ ateĢte Yaktıkça kapanmaz aĢığın gönlü. KiĢi, yerin alır tertemiz özle, Ne köprüler inĢa edilir gözle, Sırca sarayları bir acı sözle Yıktıkça kapanmaz aĢığın gönlü. GECE SÜVARĠLERĠ Mazlumun yanında olmalı yerin, Bir dayanma gücü bulunur erin, Ġnsafsız olup da hançeri derin Soktukça kapanmaz aĢığın gönlü. Alkarısı ördü yelelerini Karanlığa Ģaha kalktı o atlar Geçti de vehmin bahçelerini Çölde ıslandı gümüĢ tırnaklar GözyaĢı sevgiden yükselen yakut, Yağmurdur toprağa düĢen her umut, Sırma saçlı baĢa kara bir bulut Çöktükçe kapanmaz aĢığın gönlü. TaĢlarını Ģuurun hırsla döverler Görünmez deliĢmen süvarileri Su alır çelikten ateĢ içerler Leylanın korkusuz havarileri Gerçek âĢık demez bana çok verdi, Kin tutmaz özünde, bir sırra erdi, Zalimin zulmüyle bin türlü derdi Çektikçe kapanmaz aĢığın gönlü. Ey azgın atların dost nefesiyle Her gün perde perde eriyen gece Ruhumu nefsimin mahrem sisiyle Boyadın rengine heyhat sinsice Hakikat bahrinde ara yolumu, Dostun cefasıyla sarıp kolumu, Umut yaylasına hasret tohumu Ektikçe kapanmaz aĢığın gönlü. Yüklendik de bütün kabahatleri Sırtımızda uçurumlar aĢarız Ey düĢlerin geme gelmez atları DüĢ içinde biz ne düĢler yaparız. Bir olursa hele Türkün elleri, Bu köhne cihana barıĢ yelleri Ressam Halil, gerçek aĢkın gülleri Koktukça kapanmaz aĢığın gönlü. Zeki GÜL Halil GÜLEL (Düsseldorf) Sayfa 29 12 XX. ASRIN EN BÜYÜK KATLĠAMI – HOCALI SOYKIRIMI Doc. Dr. Tamilla Abbashanlı ALĠYEVA EskiĢehir Osmangazi Üniversitesi, KarĢılaĢtırmalı Edebiyat Bölümü Öğretim Üyesi 1992. yılının ġubat ayının 25‟inden 26‟sına geçen gece XX. asrın en büyük katliamı – Hocalı katliamı - baĢ verdi. Kan içen zalim Ermeniler Türk‟e düĢmen olan Rus Askerlerine (bu askerler 366 sayılı motoatıcı alayda idi ve bu askerlerin elinde çok güçlü harbi sürsat vardı) güvenerek Karabağ‟ın en güzel kentlerinden biri olan Hocalı‟ya girdi, hiçbir günahı olmayan insanları kanına kaltan etti, bu vahĢiler kimseye rahim etmediler, 80 yaĢlı nineye de, 2 aylık çocuğa da. Herkesi kurĢunladılar. Azerbaycan‟ın ünlü yazarı Nesiman Yakuplu Hocalı katliamını gözyaĢı ile dile getirir: “DüĢmen amansız idi ve karakterindeki bütün insani hisleri kenara koyup kuduz canavara dönmüĢtü. O Türk kanına susamıĢtı ve bu kandan içtikçe hiddetlenir, ihtiraslı bir kuvve ile yardıma muhtaç olan avının üstüne atılır, insafın, merhametin ne olduğunu bilmiyordu. Onun kalbînde sadece bir “arzu” vardı: Türk kanı içmek! Becerdikçe çok içmek Türk kanını! Onun Ulu Babaları da böyle yapmıĢlar. ġimdi de mekirli babaların kinli evlatları bu isteği hayata geçirirdiler.” Bir anlığa Hatın faciasını hatırlayalım. Ġkinci Dünya SavaĢında Almanlar Belorusiya‟nın (Beyaz Rusya) Hatın köyündeki insanları bir büyük eve yığıp ateĢe verdiler. Bu olayı bu güne kadar bütün dünya konuĢur. Orada ölenler hiç de Hocalı‟dan çok değildi. Eli silah tutan savaĢa gitmiĢ, kalanlar elsiz-ayaksız ihtiyarlar ve çocuklar idi. Onlar sakince uyuyordular. Ve birden gece yarısı onların uykuları parça parça oldu. Ġnsanlar senelerce biriktirdikleri servetlerini, göz bebeği gibi korudukları evlerini koyup sadece canlarını, yavrularını, ihtiyarları alıp ormana yüz tuttular. Düzengahla gedseydiler, Ermeniler havaya fiĢeng atıp onları görecekti ve bir insan canını bu güllelerden kurtarmayacaktı. Silah sesini iĢiten insanlar ayakkabılarını, sıcak giysilerini giymeye imkân bulamadılar. Kimi paltosuz, kimi çorapla karın üstünde ayak yalın, baĢı açık... Ne kadar insanı kar, buz sakat etti. Ayaklarını, ellerini don vurdu. Hocalı sakini 23 yaĢlı dünya güzeli Hatice‟nin ayakları kesildi, Ģimdi sakat arabasında geziyor. 51 Ayna Kasımovanın, Suna Aliyevanın, 62 yaĢlı Samet Talıbovun, 15 yaĢlı Salman Kasımovun, 57 yaĢlı Gülalı Mehraliyevin, 18 yaĢlı Vugar Karayevin ayaklarını Ģahta vuruptur. Bunların hepisi sakattır. Ama Azerbaycan‟ın çeĢitli yerlerinden Ermenistan‟a, Rusya‟ya ve dünyaya göç eden Ermenilerin baĢına böyle felaket gelmeyip. Paralarını, eĢyalarını alıp trenle, uçakla istedikleri yere gittiler. O gece kan içen Ermeniler, Rus askerleri ile birlikte 613 insanı katliam ettiler. Onların içerirsinde 63 çocuk, 106 bayan, 70 ihtiyar nine ve dede hususi Ammansızlıkla katliam edilmiĢti. Hocalı‟da ise bütün insanlar evinde idi, demek olmazdı ki, sakin uyuyordular, çünkü bilirdiler ki, etraflarında Ruslara yalakalık yapan, ömrü boyu Türklere nefret hissi ile yaĢayan kuduz canavarlar -Ermeniler- var. Erkekler ve kadınlar geceler uyumak ne olduğunu bilmiyor, pervane gibi çocukların, elsiz-ayaksız, melek gibi ihtiyarların, nine ve dedelerin keĢiğini çekiyordular. Sayfa 30 12 Bütün dünyaya yayılıp gece-gündüz “Türkler bizi soykırım etmiĢ” deyen Ermeniler bir gecede gözlerini kırpmadan 613 insanı katliam etmiĢler. Utanmadan, çekinmeden hele bu dediklerini ülkelerin parlamentolarında müzakereye çıkarır, yalanlarını iĢe vere bilmeyende timsah gözyaĢları tökür, haray-haĢire el atıyorlar. Romanya‟da Azerbaycan Bayrağını tahkir ettiği üçün bir Azerbaycanlı ve Karabağlı bir asker Ermeni Askerini öldürdü. Onlar ise bunu bütün dünyaya yayıp o askere ölüm istediler. Hâlbuki ölen Ermeninin Babaları o Karabağlı Askerin bütün akrabalarını öldürdüler, sağ kalanları esir götürdüler, esirlikte onlara iĢkence vererek öldürdüler. Ama Azerbaycan‟da ermeni esiri yoktur ve olan da bele onlara iĢkence verilmedi. Ermeniler Hocalı Ģehrinden olan Nüseynova Mehribanı üç evladı ile esir aldılar. Çocuğun biri yeni doğmuĢtu, biri 4, biri ise 5 yaĢında idi. ġimdiye kadar onlar hakkında hiçbir malumat yoktur. 34 yaĢlı Aliyeva Svetlana da Ermeniler tarafından esir alınmıĢtır, bu güne kadar ne ölüsü, ne kaldısı bellidir. Karabağ savaĢının nasıl bir savaĢ olduğunu anlamayanlar tez-tez bizlere böyle soru verirler:- Karabağı kendi elinizle Ermenilere verdiniz? Bu soru bizi çok üzüyor. Kimse toprağından bir karıĢ bile olsa kimseye vermez. Hiç unutmak lazım değil ki, Azerbaycan askeri bir avuç Ermeni ile değil, elinde son model silah olan Rus askeri ile vuruĢurdu. Ermeniler defalarca Hocalı halkına haber gönderdi “Çıkın gedin bu topraklardan” diye. Onlar ise “Bu bizim ata-baba toprağımızdır, hiçbir yana gedmeyeceğiz” dediler. Ama sözle, yalın elle, silahsız Vatan korunur mu? Tabii ki, korunamaz. Ġnsanlar son nefeslerine kadar direndiler, kenti terk etmediler ve bir gecede 613 insan Ermeni ve Rusların kurĢunlarının kurbanı oldu. O gece dünyada XX. asrın en büyük faciası - Hocalı katliamı baĢ verdi. Yüzlerle insanın kanı aktı. Beyaz saçlı ihtiyar annelerin beyaz saçları kana boyandı. Yiğit oğulların diridiri baĢı kesildi. Dilsiz çocukların, masum yavruların bedenleri kurĢunlardan deĢik-deĢik oldu. Pak ve çiçek kızlarımızın namusu lekelendi. Esirlikte kalanları Ermeniler aç-susuz, soğuk yerlerde saklıyor, her gün ağır iĢkenceler verirdiler. Ermeniler insanların ağzındaki altın diĢleri zorla çekip çıkarırdılar. Bazen bunun için çatallardan bele istifade ediyordular. Bazen esirleri yüksek binaların balkonlarından atar, ölmeyen de yeniden azap verirdiler. Ġnsanların ellerinin üstüne çıkıyor, kemiklerin kırılmasından hususi lezzet alırdılar. Esirlerden ölen olanda onu sağ insanların arasında günlerle saklayıp sağlara azap verirdiler. MüĢkünaz adlı 22 yaĢlı genç kadın 2 yaĢlı kızını baĢındaki yazma ile boğup ve sırtına bağlıyor. Çünkü aç çocuk ağlıyor ve onun sesini iĢiten Ermeniler onların ardınca gelerek 15 insanı da kurĢunlayacaklar. Bunu gören anne çocuğunu öldürür ki, bu günahsız insanlar hilas olsun. Ancak rehimli Allah bu günahsız çocuğun ölmesine, annenin gözyaĢlarına razı olmuyor, çocuğu hayata kaytarır. ġimdi Salatın o günleri hatırlayabilmese de hayattadır, yaĢıyor. MüĢkünaz hanımın ayağını don vurup, hekimler iki parmağını kesmiĢler. “Hocalı faciası“ adlı kitapda Hazan gül adlı bir çocuğun çok kederli bir öyküsü var. Hazan gülün ailesinde 4 kızdan sonra bir oğul dünyaya gelmiĢti, adını Vüsal koymuĢtular. Hazan gülle babasını Ermeniler esir götürdüler. Babasına söylediler: - De ki, Karabag eski Ermeni toprağıdır. O ise dedi:- Karabağ Azerbaycan toprağıdır. Babasını ağaca bağladılar, üstüne petrol döküp yandırdılar. Hazan güle ise dediler:-Git, seni öldürmüyoruz, onsuz da sen kurĢunsuz da ölürsen. Onlar bu küçük kızın kalbine ölüm dağını vurdular. Bir bacısını Hocalıdan çıkarken kurĢunladılar. Sonra Annesini kurĢunladılar. 8 aylık kardeĢi Vüsal, bacısı Nigar ve Hazangül ninesinin ihtiyarına kaldı. Meğer dünyada böyle bir facia olur mu? Ermeniler Mehseti Türklerini Ermeni mezarlıklarına götürür, Ermenilerin mezarı üstünde onların baĢını kesirdiler ve sevinçle:- Türkü Ermeni‟ye kurban kestik- deyip Ģadlık ediyordular. Hocalıda ele aileler vardı ki, içlerinden bir insan bile sağ kalmadı. Hocalı faciasını birkaç sahifaya yerleĢtirmek mümkün değil. Bana öyle gelir ki, Hocalı katliamı sadece bu katliamın töredildiyi gün değil, her zaman biz Türklerin yaddaĢında olsun, yaddaĢımıza ebedi hasır olunsun. Dünyaya yalandan: ”Türkler bizi soykırım etmiĢler” deye bar-bar bağıran Ermenilere onların Türklere yaptıkları soykırımı hatırlatmak lazımdır. Sayfa 31 12 Elimde bir kitap var: “Ermeni terörü”. Kitap Azerbaycan‟da Azeri Türkçesi, Ġngilizce, Rusca basılıp. Burada “Armenakan” (1885), “Hncak”(1887), “DaĢnaksütyun” (1890) gibi Ermeni partilerinin ne kadar Türkü soykırım etmeklerinden konuĢulur. Kitap Ermenilerin Anadolu bölgesinde, özellikle, Erzincan, Ġzmit, SarıkamıĢ ve sair yerlerde dinç insanların baĢına getirilen felaketleri aksettiren resimlerle açılır. Bu resimlere bakmağa taĢ gibi yürek lazımdır, çünkü her yürek bu faciaya tab getirmez. Ammansızlıkla öldürülmüĢ kadın ve çocukların üst-üste dökülmüĢ cesetlerine bakmak mümkün değil. Erzincan‟da katliam edilmiĢ bir Türk ailesi. Balta ile kolları ve baĢları kesilmiĢ insanlar... Kitabın bir bölümü Ermenilerin “Nemezis” terör harekâtından konuĢulur. Yazılır ki, Armen Garonun baĢkanlık etdiyi “Nemezis”in listesinde 650 kiĢinin ismi vardı ki, onlar Türkiye”nin ve Azerbaycan”ın en ünlü Devlet adamları idi. 3–5 kiĢilik terörçular arayıp o insanları bulur, öldürürdüler. Ermeniler Azerbaycan‟ın Parlamentosunun baĢkanı Hasan Bey Agayevi, Azerbaycan Nazirler ġurasının BaĢkanı Nasip Bey Yusufbeylini, Azerbaycan‟ın DıĢ ĠĢleri Bakanı Feteli Bey Hoyskini 1920 yılında Tiflis Ģehrinde, 15 Mart 1921 Osmanlı Devletinin Ġç ĠĢleri Bakanı Talat PaĢa‟yı Berlinde, Azerbaycan‟ın Ġç ĠĢleri Bakanı Behbut Bey CavanĢir‟i 18 Temmuz 1921 Ġstanbul‟da 4 Agustus 1922‟de Osmanlı Devletinin Harbi Bakanı Enver PaĢa‟yı Afganistan yakınlığında, Camal PaĢa‟yı 1922‟de Tiflis Ģehrinde katliam etmiĢler. Kitapda Ermenilerin Türkiye‟de, Azerbaycan‟da ve dünyanın çeĢitli yerlerinde Türklere karĢı ettikleri katliam anlatılır. Bunları yazmakla heç de insanların içinde bir kısas tohumu cücertmek istemiyoruz. Sadece gerçeği söylemekle haklı olduğumuzu dünyaya iĢittirmek istiyoruz. Onsuz da Türk istese de kalbinde kısas ağcı büyüte bilmeğiz. Tanrı Türkü sevgi ile yoğurarak yaratmıĢtır. O istese de insanlara kötü nazarla bakabilmiyor, çünkü o doğularken onun Annesi ona: -Unutma ki, bu dünyada senin bir düĢmenin var, o da Ermenidir- dememiĢtir. Ama Ermeni anneleri – SiranuĢlar, VartanuĢlar yeni doğan çocuklarını kucaklarına alırken ilk sözleri bu olur:- Unutma ki, bu dünyada senin bir düĢmenin var, o da Türk dür- diyorlar. Türk Annesi yeni doğulmuĢ çocuğunun kulağına hep iyi Ģeyler söyler. Bir de bizim Nizamîmiz, Yunusumuz, Mevla nemiz, Nesimimiz, Füzuli‟miz de hep insan sevgisinden yazmıĢ, bizlere:- En Yüce varlık insandır, onu sevin – demiĢler. Ama kimseye düĢmen kesilmesek de, düĢmanımızı tanımalıyız, atasözüdür, -Canavarla dostluk et, sopayı elinden koyma. Biz de düĢmene karĢı ayık-sayık olmalıyız. Yeter artık: DüĢmen meni taĢla, ben düĢmeni aĢla. Ermeni bunu anlamadı ve bütün dünyaya bizi “soykırım eden halk” gibi gösterdi. Hatta öz içimizden onlara destek verenler bele bulundu ve bu anda yâdıma yine bir atasözü düĢtü:- Allah”ım, beni dostlarımdan koru, düĢmanlarla kendim baĢ ederim. Bu gün Türk Dünyası ona “soykırım eden halk” damgası vuranlara karĢı birleĢmelidir. Bu gün Türk Dünyası asırlarca koynunda besleyip azizlediği yılanı tanımalıdır. Bu gün Türk Dünyası bir yumruk gibi birleĢmeli, yalnız uydurma, sözde yalancı soykırım meselesinde değil, Türk Dünyasının refahı, geliĢimi, çiçeklenmesi uğrunda her bir iĢte birleĢmeli, bir söz demeli, birbirini desteklemelidir. Sayfa 32 12 Benden Söylemesi Bu ülke bir adım ileri gitmez, Emanet ehline verilmedikçe. Garibin, haklının borusu ötmez, Adaletli yargı kurulmadıkça. DemiĢler ya, kuru ağaç eğilmez. Aniden tekmeler, katır sağılmaz. BeĢ yüz yıllık Ģer ocağı dağılmaz, Barto Ġstanbul‟dan sürülmedikçe. Rakamlar ortada, bakanlar görür, Zengin yağlandıkça fakirim erir. Vallahi bütçemiz hep açık verir, Yolsuzluğun beli kırılmadıkça. Kiminin Ģeytanla aynı hüneri, Çalması, çarpması, yanar döneri. Tükenmez civanı, göknel, feneri, Hırsızlardan hesap sorulmadıkça. Adamlar giderken Merih‟e, Ay‟a, Biz ümit bağlarız lotoya, taya. Bilimde, teknikte kalırız yaya, Günde yirmi saat yorulmadıkça. Diyalog, özgürlük, hoĢgörü, bahar, Kimler bu iĢlerden sağlıyor çıkar? Müslüman‟ın kanı daha çok akar, Bop‟un arka yüzü görülmedikçe. Her dönem sahneye bir oyun gelir, Bazen sağ-sol olur, bazen din olur. Toplumda ne barıĢ, ne huzur kalır, Aleviyle Sünni sarılmadıkça. Duvarda asılı kaldıkça Kuran, Onlar baĢrol oynar, bizler figüran. Mazlum memleketler kalacak viran, Dünyaya Türk mührü vurulmadıkça. ġahin YILMAZ Sayfa 33 MASAL Alibayramoğlu 12 EġEK BAġI Bir varmıĢ, bir yokmuĢ vakdiyle zamanında bir gari(kadın) varmıĢ. Gari bir gün eĢĢene biniy, bağa gediy. Gari dönüyken ardından biri “Gari,gari beni de götür” diye bağırıy. Gari ardını dönüy bahıy ki bir eĢek kafası. Alıy eve götürüy. BartıĢa goyuy. çarığı ayağına geyiy, demir çöveni eline alıy yola çıkıy. Az gediy, uz gediy, garĢısına bakır gala çıkıy. Galadan elinde desti bir gız çıkıy. EĢek kafası; “Gari beni yukarı götür” dey. Gari eĢek kafasını alıy yukarı götürüy, oduya girdi kimi eĢekbaĢı civan bir delikanlı oluy. Gariye; “Get baaa PadiĢah’ın gızını iste” dey. Gari o gün saraya gediy, padiĢahın gızını istemiye korkuy. Devrisi gün oğlan; “Bööön(bugün) istemezsen seni öldürürüm” dey. Gari de korhuy, gediy padiĢahın gızını istey. PadiĢah; “Benim sarayımdan büyük, benim sarayımdan güzel bir saray yaptırırsa, gızımı ona veririm” dey. Gari eve geliy, oğlana padiĢahın söylediklerini söyley. Oğlan; “Bundan golay ne var” dey. Ġki tene gıl çıharıy, kılları tütdürüy, meydana bir herif çıkıy; “Dile ağa, ne dilersen yapak” dey. PadiĢahın gızı; “Bakır galadan tıhır mıhır inen gız elinde desti su doldurmıya giden gız, burdan bir oğlan geçdi gördün mü?” dey. Oğlan da; “PadiĢahın sarayının garĢısına ondan büyük, ondan güzel bir saray yap” dey. Gız da; “Ben görmedim, daha ilerde bacımın galası var, belki o görük” dey. Gız az gediy, uz gediy, karĢısına gümüĢ bir gala çıkıy. Galadan elinde desti bir gız çıkıy. Herif; “Yapak ağa” dey. Büyük bir saray yapıy. PadiĢah sabah uyanıy, pencereden baktığı kimi gözleri gamaĢıy. Gızını eĢek baĢına veriy. Gari gızı alıy eve getiriy. Gız eĢek baĢının oğlan olduğunu görüy, oğlanı seviy. PadiĢah gızını everdip, Ģenlik yapak dey. Cirit oynansın diye emrediy. Oğlan ilk gün çividi ata biniy, çividi saho geyiy. Gederken padiĢah gızına; “benim ne olduğumu söylersen beni bir daha göremezsin. Ancak ayağına demir çarık, eline demir cöven alır beni aramıya çıkarsan, demir ayakkabı delinene, demir çöven eğilene kadar beni bulaman.” dey. Meydana geliy, cirit oynayanların hepsini yeniy. Herkes bu herif kim dey. PadiĢahın gızı dayanamey; “O benim herifim” dey. Gız herifim dediği vakit oğlan gayboluy. Gız ağley, ağley, sona demir PadiĢahın gızı; “GümüĢ galadan tıhır, mıhır inen gız, elinde desti su doldurmuya giden gız, burdan bir oğlan geçti gördün mü?” dey. Gız da; “Ben görmedim, ilerde bir bacım var belki o görük” dey. PadiĢahın gızı az gediy uz gediy garĢısına bir altın gala çıkıy. Galadan bir gız çıkıy. PadiĢahın gızı; “Altın galadan tıhır, mıhır inen gız, elinde desti su doldurmıya geden gız, buradan bir oğlan geçti gördün mü?” dey. Gız da; “Diya ağacın altında yatıy,” dey. PadiĢahın gızı oğlanın yanına gediy. Bahıy ki demir çarık delinmiĢ, demir çöven eğilmiĢ. Oğlan; “Yeri, büyük bacımın evine gedek” dey. Gıza “seni yir, dur seni alma yapıyım” dey. Gıza bir sille atıy. Gız elma oluy. Oğlanla beraber bacısının evine geliyler. Sayfa 34 MASAL Alibayramoğlu 12 Oğlanın bacısı; “Sende insan eti gokuy, nere sakladınsa çıharda yiyim” dey. Oğlan da; “Benim avradım. Yimeyciysen çıkarıym” dey. Bacısı da; “yimem” dey. Oğlan almayı çıkarıy, bir sille vuruy, kız meydana çıkıy. Böyük bacısı; “Ben yiyemedim küçük bacım yisin” dey. Gızı güççük bacısın evine dürbeke istemiye gönderiy. Yolda gızın garĢısına oğlan çıkıy. “Nereye gidin” dey. Gız da sölediği kimi, oğlan; “Seni oruya yisin diye gönderiy”, dey. “Sen Ģimdi gidersin. Açık kapıyı kapar, kapalı kapıyı açarsın” dey, “atın önüne ot, itin önüne et gorsun. Geder bacımdan dürbekeyi istersin. O sana, ey(peki) der yukarı çıkar, sen o yukarı çıktımıydı garĢı mahmilden dürbekeyi alır gaçarsın” dey. Gız gediy, açık kapıyı gapey, kapalı kapıyı açıy, atın önüne ot, itin önüne et goyuy, avrattan dürbekeyi istey. Avrat ey, dey yukarı çıktıı kimi, gız garĢı mahmilden dürbekeyi alıy, gaçmıya baĢley. Gızın gaçtığını avrat görüy. Ġte; “Ġt dut” dey. Ġt de: Benim önüme et goydu dutmam dey. “Akılsız gız! Tarla gardaĢımdı, acir de o gızdı” dey. Arkalarından ortancıl bacısını gönderiy. Oğlan kücük bacısı gettikten sona tekrar guĢ oluy gızı sırtına alıy, uçuylar. Az gediyler, uz gediyler, Oğlan: “Ardına bak gelen var mı?” dey. Gız da ardına dönüy bahıy, bir gara bulut geldiğini oğlana sölüy. Oğlan da; “Bu gelen ortancıl bacım” dey. AĢağıya iniyler, oğlan havuz oluy, gız da su oluy. Ortancıl bacı onları bulamey. Dönüyken havuzdan bir avuç su içiy. Gızın saçının bir tarafı daha gediy. Ortancıl bacı böyük bacısının yanına gediy, gördüklerini anladıy. Böyük bacısı: “Havuz gardaĢımdı, su da o gızdı, bilemedimn mi?” dey. Kızıy. Oğlanlan gızın ardından gendi gediy. Ortancıl bacısı gendince oğlan gene kuĢ oluy, gızı sırtına alıy, uçuylar. Az gediyler, uz gediyler, oğlan; Avrat ata; “Dut dey,” At; “Benim önüme ot goydu dutmam” dey. Avrat bu sefer gapı gapan dey, gapı; “Benim açık ganadımı gapadı, ganadımı açtı, gapanmam” dey. “Bu gelen küccük bacım” dey. AĢağıya iniyler. Oğlan tarla oluy, gız da acir ediy. Oğlanın gücük bacısı oğlanı bulamey, geri dönüyken tarlıya iniy. Bir acir goparıp yiy. Gızın saçının bir tarafı gediy. Geri dönüy, böyük bacısına gördüklerini anladıy. Böyük bacısı: gapalı Gız da dürbekeyi kaçırıp eve getiriy. Oğlanın büyük bacısı gızı bu sefer ortancıl bacısına zilli def almıya gönderiy. Gız gederken garĢısına gene oğlan çıkıy. Gıza nere gidin dey, gız da söyley. Oğlan: “Büyük bacım seni yimek istey. Burdan gaçak” dey. Gendi büyük bir guĢ oluy. Gızı sırtına bindirey, uçuylar. Öte taraftan gızın gaçtığını öğreniyler. Oğlanın büyük bacısı arkalarından, küçük bacısını gönderiy. Oğlan gettikleri yerde kıza; “Bak arkada gelen var mı?” dey. Gız dönüy bahıy. Arkalarından beyaz bir bulut geliy. Oğlana söyley. Oğlan: “Ardına bak, gelen var mı?” dey. Gız ardına bahıy ki, bir toz duman geliy. Göz gözü görmey. Oğlana söyley, Oğlan; “Aha bu gelen böyük bacım, ne yapsak bilir” dey. AĢağıya iniyler, oğlan gızı gül yapıy, gendi de yılan oluy. Gülün etrafını sarıy. Oğlanın böyük bacısı geliy, yanlarına iniy, oğlana “beni gandıramazsınız, ikizi de öldüreyim de görün” dey. Oğlan da, “nasıl olsa ikimizi de öldürücün bari seni bir kere öpeyim” dey. Öpüyken bacısının yanağından sokuy. Avrat orada düĢüy, ölüy. Tar kimi ĢiĢiy. Oğlan gızı alıy, gızı memleketine götürüy. Orada ölünceye kadar beraber mutlu yaĢıylar. Not: Bu masal “Gaziantep’te derlenen Halk Masallları” adlı kitaptan alınmıĢtır. 1962 IĢık Matbaası, Hulusi Yetkin. (Bu masalı 58 seneden beri (1958 yılına göre) Hanife Uygur’dan tespit eden Uğur Akdoğan’dır.) Sayfa 35 12 RAZĠ DĠL Əzəl gündən boyun əydim. Nə yazdıysa alna xamə. Nələr gördüm, nə yaĢadım. Anladımmı danə danə. SÖNMƏMĠġƏM Acılardan pür peymanə, Ġçdim,heç almadım sayə. Gözlər leysan,soldu çöhrə, Xar nəsibmiĢ qızılgülə. Gözlərimdən axan yaĢlar, Sellənəndə görməmiĢəm. ġəhid qanı axan gündən, Mən ürəkdən gülməmiĢəm. Hədəfi seçildim cövrün, Ahla gəldi geçdi ömrüm, Yandım,sovurdular külum, Qalmadı gərəyim Ģamə. Kədər yükü dağdan ağır, Yeyib qəlbi fağır-fağır. YaĢlar üzdə Ģırım salıb, Əl uzadıb silməmiĢəm. Agahdı haqqa razi dil, EĢq yükünün altda əzil. Nə agla sən,nə də ki gül, Dözər mələk bu sitəmə? Qəddimi əyib ağrılar, Yurduma ləkə yağılar. Çəkdiyim ağrı acılar, Dastan olub, bilməmiĢəm. Dost olmaz fani dünyadan, Küsdüm hətta Əzrayıldan. Yan keçərək mən sayıldan, O da dağ çəkir sinəmə. Hər dövürdə,hər fəsildə, AĢiqlərin könlü xəstə. Nə divani,nə Ģikəstə, ĠĢləməz sevgitək qanə. Alıb əldən qismətimi, Verdik eldən "ismətimi". Verin mənə qız, Gəlnimi, Ürək yara inləmiĢəm. Məst olmuĢam ayılmıram, Nə etsə də darılmıram. Yeddi cahana sığmıram, Sığarammı mən zindanə? Dağı dağ üstdən çəkdilər, Sağ çəkdilər,sol çəkdilər. Məzar üstdən yol çəkdilər, Dilim lalmıĢ dinməmiĢəm. Dan tuturam gecələri, Nəm edirəm kirpikləri. Kor qəlb anlamaz sevəni, Sevərək dinlər Mövlanə. Gözüm neçə dərdə Ģahid, Yerim Ģahid, göyüm Ģahid. Göyə qalxan ünüm Ģahid, YaxĢı hələ sınmamıĢam. Gen dolansın bizdən fəraq, QovuĢaq eĢqdən zövq alaq. Darıxarsa qara torpaq, Məni bələtsin kəfənə. Fəridənin qəlbi ocaq, Çıtır-çıtır alıĢacaq. Çətin yadla barıĢacaq, Közüm vardı sönməmiĢəm! ġimĢək çaxsın,göy gurlasın, Yer silkinsin,ərĢ yarılsın. DüĢman gülür,dost ağlasın, Samirənin taleyinə. Feride LEMAN (Azerbaycan) Samire NUR (Azerbaycan) Sayfa 36 12 Azerbaycan‟ın Neftçala ve Salyan Kentlerinden Toplanılan Hal Avratı Mitoloji Metinleri Üzerindeki ÇalıĢmalar Aynure SEFEROVA Azerbaycan Milli İlimler Akademisinin Folklor Enstitüsünün Doktora Öğrencisi Ortak Türk Folklorunda Hal Avratı ile ilgili çok sayıda rivayet ve efsaneler vardır. Mitoloji kitaplarında, araĢtırma yazılarında, makalelerde Hal Avratı çeĢitli isimlerle verilse de onların hepsinin görevi aynıdır ve bir birlerine benziyorlar. Örneğin, isimler bu Ģekilde verilmektedir. Al Karısı, Al Kızları, Albastı, Hal Anası vs. Kazan ve çevresi adlı makalede Hal Avratı için Ģunlar yazılmaktadır; “Türk Kültürlü halklarda Al Kızı, Al Avratı, Al Karısı olarak bilinir” (www.haberaciçi.com) Veya “Türk milli mitoloji sisteminin köklü sorunlarından biri de hala tam anlamıyla araĢtırılmayan Al Avratı, Al Kansı, Al Kızları, Albastı, Hal Anasıdır (www.turuz.info). Bir baĢka kaynakta Ģunlar yazılmaktadır: “Kadın çocuk doğururken doğum zamanı onu Avratı Hal basar” (www.turktoresi.com). Bingöl‟den toplanılan mitoloji metinlerden Hal Avratı (ve ya Karısı) hakkında bunlar yazılmıĢtır: “Hal Karısı‟ndan korunmak ve zararlarından kurtulmak için bazı ayinler yapılmaktadır” (www.academia.edu) Hal Avratı ve buna benzer mitolojik varlıklar hakkında Azerbaycanlı ünlü bilim insanı celal Beydili‟nin 2005 yılında Ankara‟da yayımlanmıĢ Türk Mitolojisi (Ansiklopedik Sözlük) kitabında çok değerli malzeme vardır. Bu kitapta yazar, Al Avratının çeĢitli Türk soylu halklarda çeĢitli adlar taĢımasını anlatır. Der ki, Al Avradı‟nın ismi bazen Al Karısı, Al Kızları, Albastı, Hal Anası adları da taĢıyor. (Beydili 2005: 32). C. Beydili Anadolu Türklerinin inançları hakkında konuĢurken der ki, kayalık dağlarda, çay kenarlarında, ıssız yerlerde ve ahırlarda yaĢayan peri kızı gibi bir varlıktır Al Karısı. Diğer Türk halklarında “Al”, “Al Karısı”, “Albas”, “Albız”, “Almıs”, “Hal Anası” ve benzeri adlarla tanınır. DegiĢken tabiatlıdır. Söylenen her Ģeyin tersini yapar.” (Beydili 2005: 34). Albastı hakkında konuĢan bilim insanı Albastı Türk inançlarından olmasını, demonolojik (Ģeytani) görüĢlerde geniĢ yer tutan, Ģeytani bir varlık olmasını dile getirmektedir ve Kazaklarda “Albastı” adı “cadı kadın”, “küpe giren karı” anlamında kullandığını dile getirmektedir” (Beydili 2005: 37). Okurlara takdim ettiğimiz makalede Azerbaycan‟ın Salyan ve Neftçala bölgesinde yaĢlı insanlardan topladığımız Al Avratı efsane ve rivayetlerden, mitoloji metinlerden sohbet açacak, onların üzerinde ilmi araĢtırma yapacak, Türk soylu halkların ve baĢka bölgelerdeki bu varlıkla ilgili rivayetleri topladığımız metinlerle karĢılaĢtıracak, benzer ve farklı yönleri ortaya koyacağız. Aynı zamanda bu benzerliğin ve farklılığın nedenini açmaya çalıĢacağız. Azerbaycan‟ın Güney Doğu bölgesinde yerleĢen Salyan ve Neftçala kentlerinden topladığımız folklor metinleri genel Türk folklor ummanından bir damladır diye biliyoruz. O bölgelerden toplanan metinleri incelerken buradaki mitoloji kahramanların diğer Türk menĢeli halklara mahsus folklor metinleri ile sesleĢtigini gördük. Aynı soy köke ait olan miflerin ve mitolojik kahramanların benzer ve farklı sürümleri olduğunu belledik. Böyle mitolojik kahramanlardan biri de Hal Avratı / Al Avratı / Hal Anasıdır. Adını söylediğimiz kentlerden Hal Avratı ile ilgili çok sayıda efsane bulduk. Efsaneleri anlatanların fikrince, Al Avratı her gece ev sahibinin atına binip gider, bir hayli zaman geçtikten sonra atı getirip kan-ter içerisinde ahıra bağlar, sonra ise kayıplara karıĢırmıĢ. At sahibi bunu takip eder, atın beline katran çeker ve böylece, Al Avratı‟nı tutar, yakasına demir iğne veya çengelli iğne saplar. Rivayete göre, Al Avratı iğnenin üstüne sap geçirip iğneyi çıkarabiliyormuĢ. Bu yüzden onun yakasına en fazla demir çengelli iğne takarmıĢlar. Bu bölgelerden toplanılan metinlerin çogunda Al Avratı‟nın çocuğunun olması hakkında fikirler vardır. Al Avratı‟nın çocuğu ile ilgili bazı rivayetlerde denilir ki, Al Avratı tutulurken hamile imiĢ. “Azerbaycan Mitoloji Metinler” kitabında 169 sayılı metinde onun çocuğunun insandan olması hakkında fikirler vardır. (Acalov 1988: 95) Al Avratı‟nın onu tutup evinde saklayan insandan bir ricası varmıĢ: -Çocuğumun beĢiğinin altını süpürmeyin. Hal avratı ile bağlı bütün metinlerde gösteriliyor ki, o kadın ne kadar yalvarsa da kimse onu dinlemiyor. Hal Avratı‟nın çocuğunun uyuduğu beĢiğin altı ya ev sahibinin karısı veya kızı tarafından süpürülür. Bununla da Hal Avratı‟nın çocuğu ölüyor. “Azerbaycan Mitoloji Metinleri” kitabındaki sürümde de bu yasak Sayfa 37 12 bozuluyor, evdeki kadınlar bilmeden beĢiğin altını süpürürler, Hal Avratı‟nın çocukları donmuĢ kan parçasına dönüĢüp ölüyorlar. (Acalov 1988: 95) Al Avratı hakkındaki metinlerin çoğunda bu kadın korkunç bir güce sahiptir, bütün günü çalıĢsa da hiç yorulmuyor. Güya bu kadın her gün ev sahibinin bütün iĢlerini görüyor, ormandan odun, nehirden su taĢır, evi ter temiz yaparmıĢ. Al Avratı‟nın dıĢ görünüĢü böyle tasvir edilmektedir: göğüsleri çok iri, çirkin görünüĢlü, beyaz, uzun elbiseli. Bazı folklor bilim insanları Al Avratı hakkında efsanelerin Türk halkları arasında geniĢ yayıldığını yazıyorlar. Abdulkadir Ġnan yazıyor ki, Al Karısı, Al özellikle sarı, sarıĢın kız, ara sıra keçi görünümünde, bazen ise iri, dizlerine kadar sarkmıĢ göğüslerini arkasına atmıĢ kadın olarak tasvir edilirmiĢ ve kadın evlenmeğe karĢı imiĢ. (Ġnan 1954: 162) Azerbaycan‟ın dünyaca ünlü folklorcusu, Prof. Dr. Mirali Seyidov ise Al Albas(tı) Al Avratı inancından yazarken Ģunları dile getirmektedir: Türk halklarında bu inanç baĢlıca olarak üç yönde yayılmıĢtır: 1. Albas – Al avradı. Bilim insanı bu kadını güneĢ ve su ile ilgili Ģekilde vermiĢtir. 2. Hayvan (keçi, inek, öküz) Ģeklinde (zoomorf) 3. Antromorf-yani insan görünüĢünde tasvir olunmuĢtur. (Seyidov 1983: 11) Azerbaycan‟ın Salyan ve Neftçala bölgelerde toplanılan Al Avratı efsanelerinde o kadın Ģeklindedir, kendisinin çocuğu da vardır. Çocuğunun beĢiğinin altı evdekiler tarafından süpürülür, çocuğunu kayıp eden Al Avratı evdekilere bed-dua okur ve evi terk ediyor. Bazı metinlerde ise her kesin düğünde olduğu zaman Al Avratı kızlardan birine yaklaĢır, ondan yakasındaki çengelli iğneyi çıkarmasını rica ediyor ve koĢarak gözden kayıp oluyor. Burada da o evi terk ederken ev sahibine ve onun aile üyelerine beddua okur: “Görüm civanlarınızın beli bükülmesin, yükünüz hiç zaman düz dayanmasın.”. Bu metne göre, o soyun civanları yaĢlanmadan ölüyorlarmıĢ, evlerini ne kadar düzene soksalar, temiz saklasalar evleri her zaman karma-karıĢ, pasaklı imiĢ. Metinlerde yazılır ki, eğer Al Avratı‟nı annesinin sütüne yemin ederek azat etseler o zaman Al Avratı terk ettiği eve zarar vermezmiĢ. Türkiye‟de yayımlanmıĢ Türk Mitoloji Sözlüğü‟nde Al Avratı / Hal / Al ile ilgili hayli malzeme bulunmaktadır: “Türk halklarının demonoloji tasavvurunda geniĢ yer tutan su, dağ, yer ile bağlı mitolojik varlık olan Al dizlerine kadar sallanan göğüslerini omuzlarının üstünden geriye atarak, taranmamıĢ saçlı, çirkin görünüĢlü bir kadın olarak gösterilmektedir. Bu ruh Türk halkları arasında Albastı, Al karısı, Albiz, Almıs, Almas, Abası ve buna benzer adlar altında bilinmektedir (Beydilli 2005: 7) Al Avratı ile bağlı bir baĢka metinde gösterilir ki, o uzun zaman tutup saklayan aileden ayrılır, yaĢlandığı zaman o aileden helâlık almaya geliyor. Ev sahibine Ģöyle der: -Hiç bana demediniz ki, git tahça getir, bohça getir. Hala dediniz ki, odun getir, su getir. Odun getirdim kül oldu, su götürdüm, idrara oldu” (Beydili 2005: 7). Bir baĢka metinde ise Al Avratı tutulup saklandığı evde çok iĢler görüyor. Kilim-palas dokur, evin içerisini düzene sokuyor vs. Ancak yakasından çengelli iğne açılmadığından onun gördüğü bütün iĢler yok olup gidiyor, dokuduğu kilim ve palaslar sap sap süzülerek dökülmektedir, temizlediği evin içerisi çör çöple doluyor. (Beydili 2005: 7) Al Avratı ile bağlı metinlerde onun hem yerlisi, hem de yabancısının olduğu da söylenilmektedir. Yerli Al avratı insanlara rast geldikte onlara zarar dokundurmuyor, yabancı Al Avratı ise onu tutup çalıĢtıran insana zarar vururmuĢ. Bu hakta “Türk Mitoloji Sözlüğü”nde daha geniĢ yazılmıĢtır. C.Beydili‟nin yazdığına göre “Gâvur Al” çocukları çalıyor, kayadan atarak öldürüyor. “Müslüman Al ise insan dara düĢerken ona yardıma koĢuyor. Ġnanca göre, Al Avratı tutmak büyük bir servete sahip olmak demektir. Çünkü onun olduğu yer bereketin kaynağıdır, yaĢadığı evde eli neye değerse bitip tükenmezmiĢ” (Beydili 2005) Salyan ve Neftçala bölgelerinden toplanılan rivayet ve efsanelerde de Al Avratının insanlara bol rızk bereket vermesinden konuĢulmaktadır. Böyle metinlerden birinde denilir ki, biz onu ekmek ardınca gönderdik, o gedip çuval çuval ekmek getirdi. Benzer mazmunlu bir metni de bilim insanı Sebine Ġsayeva Gedebey bölgesinden toplamıĢtır. O metne göre Hal‟ın yoğurduğu hamuru yığıp toplamak olmuyormuĢ, topakların sayı hesaba gelmiyormuĢ. Kaç kadın toplarmıĢ ki, o hamurun ekmeğini piĢirsin. Bazı metinlerde Al Avratının ona havale edilen iĢin aksini yerine yetirdiğine rast gelinmektedir. Böyle metinlerden birinde gösterilir ki, eğer ona deseydik git eve, acele dön, o zaman giderdi akĢamüzeri dönerdi. Git, acele etme, geç de gelebilirsin deseydiniz, acele geri dönerdi. “Efsanevi âlemden gelme bütün varlıklar gibi ona da ne denilerse, tersine yapar. Örneğin git dedikte gelir, gel dedikte gider. Hal Anası hamile kadınların düĢmenidir, gelinlerin ciğerini yemek istiyor” (Beydili 2005, 43) Sayfa 38 12 Üzerinde çalıĢma yaptığımız metinlerde Al Avratının / Hal Anasının özellikle hamile veya yeni doğurmuĢ, loğusa kadınların gözüne görünmesi olayına sürekli rastlıyoruz. Böyle metinlerden birinde denilir ki, bir kadın baĢına gelen olayı anlatmaktadır: - O kadın dediklerine göre, Al Avratı yakınlıkta yaĢayan komĢu kadının cildine girerek lohusa kadının penceresini dövüyor, yeni doğan bebeğin kız veya erkek olduğunu sorar. Lohusa kadın önce onu gerçek komĢu sayar, ama yine ĢaĢkınlığını gizlemez: -KomĢu sen bütün günü bizim evde idin, bebeği kendi gözünle gördün. Çocuğun erkek olduğunu görmedin mi? Aynı olay birkaç defa tekrarlanır. Yani bebeğin erkek veya kız olduğunu anneden birkaç defa sorandan sonra lohusa kadın anlıyor ki, bu komĢu kadın değil Al Avratıdır, onu götürecek, ciğerini çıkarıp yiyecektir. Bu durumda lohusa kadın Al avrata: -Geliyorum, elimde sac var, kendim de tuz eziyorum- derse o anda Al Avrata kayıplara karıĢır. Böylece, metinden belli oluyor ki, Al Avratı saçtan ve tuzdan korkuyor” (Beydili 2005: 7) Salyan ve Neftçala bölgesinden toplanan metinlerde Al Avratı ile ilgili inançlar da vardır. Özellikle, yeni doğmuĢ bebeği ve lohusa kadını Al Avratından korumak maksadıyla bazı ayinler icra edilmiĢtir: - Yeni doğmuĢ bebeğin ve logosa kadının elbisesine demir çengel iğne sançılır. - Bebeğin yastığının altına bir parça ekmekle bıçak veya makas konur. - Bebeğin uyuduğu odanın giriĢ kapısından yüzü çocuğun yatağına doğru bir ucuna soğan geçirilmiĢ ĢiĢ veya kevgir konulur. - Lohusa kadının gözüne garip varlıklar görünse üç defa “Bismillah” demelidir. - AkĢamüzeri avluya sıcak su dökülmez, yoksa Al Avratın çocukları o suda yanar. Al avratı sıcak su döken insana beddua okur. - AkĢamüzeri bahçeyi, bağı sürmek olmaz. Toprağa vurulan bel Al Avratına ve çocuklarına zarar dokundurabilir. Bu yüzden Al Avratı toprak süren insana beddua okur. (Beydili 2005: 7) Al Avradının loğusa kadına kötülük yapması ile ilgili bilim adamı C.Beydili‟nin yazdıkları da dikkati çekmektedir: “Hal lohusaya yakın düĢmemesi için lohusun yastığının altına çok eski bir süpürge, tuz-ekmek, soğan veya ayağının altına makas-bıçak, tüfek konulur, yakasına çengelli iğne takılır. Lohusun yatağına dört yanına beyaz çizgi veya sicim çekilir. Eğer Hal avratın boynundaki boncuğu çıkarıp evde saklarlarsa, Hal Avrat o eve yakın düĢmez. Ahıska Türklerinin inancına, Hal Avratı‟nın kötülük yaptığı insanı kurtarmak için “Al boncuğu”nu kullanırlarmıĢ. (Beydili 2005: 143) Bu konu ile ilgili Salyan ve Neftçala bölgelerinden toplanılan metinlerde Al Avratın diĢi hakkında da dikkat çeken malzeme vardır. Güya falcı insanı baĢına gelecek felaket ve kötü olaylardan korumak için Al Avratın diĢinden istifade edermiĢ. Dikkat çeken meselelerden biri de Salyan ve Neftçala bölgelerinde Al Avratının çeĢitli isimler taĢımasıdır. Burada onun en geniĢ yayılmıĢ ismi Pisimilla‟dır. Fikrimizce, Pisimilla isminin geniĢ yayılmasının nedeni onun göze göründüğü zaman insanların “Bismillah” sözünün üç defa söylenmesinden kaynaklanmaktadır. Bismillah sözünün sonradan Pisimilla Ģeklinde tahrif edilerek kullanılması ve sonradan onun daha fazla bu adlan tanınması ile sonuçlanmıĢtır. Zaman geçtikçe Hal Avratı ismi tamamen unutulmuĢ, metinlerdeki olaylar diğer mitoloji varlıkların üzerine göçürülmüĢ, Al Avratının ismi Pisimilla gibi verilmiĢtir. Hal Avratı ile ilgili rivayetleri anlatanlar söyledikleri olayların aynı mitolojik varlıkla bağlı olduğunu, yani Al Avratın – Pisimilla-Kuleybanı isimlerinin bir varlığa ait olduğunu söylediler. Söyleyiciler arasında Kuleybanı ile eĢit olarak Aleybanı adlı mitoloji varlığın ismini söyleyenler de oldu. Bu sebebten Kuleybanı‟nın erkek, Aleybanı‟nın kadın olduğunu söylüyorlar. Bununla ilgili ünlü folklorcu ġ.Albalıyev‟in ilginç fikirleri vardır. “Hal‟ın erkeği de, diĢisi de vardır. Erkek Hal- yani Guleybanı erkeklere, diĢi al Aleybanı kadınlara kötülük yapar” (Albalıyev 01 Mart 2008: 14) C.Beydili “Türk Mitoloji Sözlüğü”nde Kuleybanı / Kulyabanı hakkında bilgi vermiĢtir. Onun yazdıklarına göre “adı hurafe ile bağlayan Kulyabanı korkunç bir varlık olup guya karanlıkta, bozkırda, mezarlıkta korkuya düĢen insanın gözüne canlı gibi görünür. Etnik-kültürel ananede ise hakkında bazen Kuleybanı aynı zamanda Al Avratıdır. Daha beĢ-altı tür değil-diye Ģeytani Kuleybanı Al Ruhu, Al Anası ve Al Avratı olarak bilinen ve eski mitolojiden Ģeytani varlıkla aynıdır, görünür, aralarındaki iĢlevsel-anlambilim ile aynıdır ve ya yakındır.(Beydili 2005: 226) ġ.Albalıyev‟in fikrine göre “Kuleybanı sözü Hal-Hal avratı sözünün Bakı lehçesinde genelleĢen Ģeklidir. Bilim insanı Hal-Kuleybanı varlığının aynı olması veya isim sürümleri olması hakkında fikirlerini görsel dil olayı saymıĢtır, Azerbaycan‟ın Karabağ bölgesinde yerleĢen Cebrayıl kentinde Hal adlandırılan varlığın Bakı lehçesinde Kuleybanı adı ile tanındığını iddia ediyor(Albalıyev 2008: 14) Sayfa 39 12 Aslında söyleyicilerden alınmıĢ bilgilere, yani Kuleybanı-Al Avratı mitoloji varlığının adı ile bağlı fikirler C.Beydili ve ġ.Albalıyev‟in fikirleri ile üst üste düĢüyor. Bilim adamı L.Süleymanova “ġeki Folklor Muhiti”ni araĢtırırken Hal‟ın geçi, kedi, horoz ve kadın görüntüsünde geldiğini yazmaktadır. ġeki‟de Hal‟ın daha fazla keçi, kedi, horoz görüntüsünde hakkında bilgi veren L.Süleymanova o bölge için bunların özel olduğunu açıklamıĢtır (Süleymanova, Doktorluk Tezi) Salyan ve Neftçala bölgelerinden toplanılan malzemeye dikkat yetirdikte Hal‟ın çeĢitli hayvan görünüĢünde bu bölgeler için tipik olmadığı kanaatine gelindi. Ancak metinlerde Hal‟ın kedi görünümü ile ilgili bilgi verilir. O metinde söyleyici bebegin beĢiğinde uyutup günlük ev iĢlerini anlatır. Bebek uykudan kalkıyor, sürekli ağlıyor, bebeğin durumu günden güne kötüleĢir. Annesi çocuğun evin tavanından asılan beĢikte her gün bir kedinin oturduğunu görüyor. Anne beĢiğin yerini her gün değiĢse de kedi ne bebekten, ne beĢikten el çekmemektedir. Bebeğin her gün zayıfladığını gören anne komĢu köyde yaĢayan imamın yanına gidiyor, durumu anlatır. Ġmam Kur‟ani Kerim‟i açıyor, der ki, bebeğin beĢiğinde oturan asıl kedi değil, kedi görünümüne giren Hal‟dır. Ġmam çocuğu Hal‟dan korumak için “kalem çalıyor”, kedi bebekten uzaklaĢıyor. Doç.Dr.L.Süleymanova‟nın Azerbaycan‟ın ġeki bölgesinden Halın kedi görünümünde geliĢi ile bağlı topladığı metinlerden belli oluyor ki, Hal kara kedi olarak lohusa kadınların gözüne görü- nüyor ve onları korkutur. Diğer metne göre, kedi cin gibi aldatarak götürür. Metinlerden birinde ise Hal kedi görünümündedir, insanlarla birlikte yaĢamaktadır. O ev sahibinin elbisesini çalarak bir süre ortadan kayıp oluyor, sonra geri dönerek elbiseyi yerine koyar. Hal bu sırrı açan insanı cezalandırır (Süleymanova 49) Hal‟ın ev sahibinin elbisesini çalması hakkında Salyan ve Neftçala‟dan toplanan metinlerde de ilginç olaylar vardır. Güya Hal yeni alınmıĢ, yani taze veya yıkanıp ter temiz dolaba konulmuĢ elbiseyi çalarak götürür ve giyinir, bir süre geçtikten sonra elbiseyi geri getirerek dolaba koyar. Elbisesinin Hal tarafından giyilmeğini istemeyen kadın mutlaka elbisenin yakasına çengelli iğne takmalıdır. Üzerinde toplu iğne olan elbiseyi Hal götüremez. Salyan ve Neftçala bölgelerinden toplanılmıĢ mitoloji varlıklardan biri de Emeyganı‟dır. Bu mitolojik varlıkla ilgili metin elde olunmasa da hazırda onun adı en fazla üst-baĢı pasaklı, saçları dağınık olan kadınların ismi ile ilgilidir. Bölgede “filan kes giyimini bilmiyor, aynen Emeyganı‟ya benziyor” fikri ile rastlaĢmak oluyor. Salyan ve Neftçala bölgelerinden toplanılmıĢ mitoloji metinler ve mitoloji kahramanlar genel Türk mitoloji tasavvurları göstermek bakımından çok değerli ve gerekli folklor metinleridir. DüĢünmek olur ki, bugün ilmin, teknolojinin geliĢimi ile ilgili unutulmakta olan böyle mitoloji metinler halkın, milletin geçmiĢi, tarihi, etnografyası ile bağlı değerli bilgiler toplanmalı, gelecek kuĢaklara aktarılmalıdır. Kaynakça: - Azerbaycan Mitoloji Metinleri (1988), (Tertip eden, önsözün ve açıklamaların yazarı A.Acalov) Elm Y.Bakı - Albalıyev, ġakir (2008). Kuleybanı ve Hal Mitoloji Varlıkları Arasında Benzerlikler. “Kredo” gazetesi, 1 Mart, Bakı - Beydili, Celal (2003). Türk Mitoloji Sözlüğü, Elm Y, Bakı - Beydili, Celal (2005) Türk Mitolojisi (Ansiklopedik Sözlük), Yurt Kitap Y. Ankara - Ġnan, Abdulkadir (1954). Tarihte ve Bugün Şamanizm. Galeri Türk Y.Ankara - Seyidov, Mireli (1983) Azerbaycan Mifik Tefekkürünün Kaynakları. Yazar Y. Bakı - Süleymanova, Leman (2008). Şeki Folklor Muhiti. Doktorluk Tezi, Bakı Sayfa 40