12.SAYI - Kumru Dergisi | Gaziantep

Transkript

12.SAYI - Kumru Dergisi | Gaziantep
12
KUMRU DERGĠSĠ
NEFES
Tarih Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi
(üç ayda bir çıkar – ücretsizdir)
(ISSN:1309–8608)
Abdulhadi BAY
Yıl: 3 Sayı: 12
Sahibi ve Yazı ĠĢleri Müdürü:
Abdulhadi BAY
Genel Yayın Yönetmeni: Gülhun ERTĠLAV
Editör: Barbaros Hayrettin ERTĠLAV
Halkla ĠliĢkiler: Ġsmail MERCAN
Hukuk DanıĢmanı: Av. Abdulhadi BAY
Yazı Kurulu:
Abdulhadi BAY
Gülhun ERTĠLAV
Prof. Ġsa KAYACAN
Yar. Doç. Dr. Behiye KÖKSEL
Ekrem YALBUZ
Suna BAY
Yönetim Merkezi:
Düğmeci Mah. Suburcu Cad.
Ali Veli ĠĢhanı Kat 4 No:502
Tlf No: 0 342 231 49 19
Faks No: 0 342 221 16 88
Ülkemizde “Türk Dili”nin nasıl “lâl” edildiğini, iĢ yerlerinin isim
tabelalarına bile bakarak görmek mümkündür. Sokaklarda, caddelerde yürürken baĢınızı kaldırıp bir bakın. Neler göreceksiniz?
Türkiye‟de Türk Dili‟nin hâkimiyetini göremiyoruz. En ufak bir
iĢ yerinin isminde bile yabancı kelimelerin yer bulduğunu, virüs
gibi hayatın her alanına girdiğini görüyoruz. Yabancı kelimeler
elini kolunu sallaya sallaya gezinmekte. En küçük bir oyuncak
ithalatında bile gümrük uygulaması yapılırken, “Dil Gümrüğü”
maalesef yok.
18-20 metrekarelik bir iĢyerinin üzerine yazmıĢlar;
“Beyoğlu Foto Center”,
”Sport Center”,
“Studio Modart”,
“Börekchi”,
“Limani Cafe”
...
ġahinbey/GAZĠANTEP
ĠLETĠġĠM:
[email protected]
http://kumrudergisi.com
Temsilcilikler:
Gülnare ESGERZADE – Azerbaycan
Tamilla ABBASHANLI – Eskişehir
Zehra YILMAZ – İstanbul
Celal ÇALIK – Tekirdağ
Harika UFUK – Adana
Turgay COŞKUN - Hatay
Baskı: Anıt Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti.
0.342.230 51 75 – GAZİANTEP
Yayınlanan yazı ve şiirlerin yasal
sorumlulukları yazarlarına aittir. Yayın kurulu
yazılar üzerinde değişiklik yapabilir. Dergiye
yayın için gönderilen yazı ve şiirler için telif
hakkı ödenmez.
- - - - - 1000 Adet BasılmıĢtır - - - - -
say say bitmez.
Bu iĢ yerlerine çalıĢma ruhsatı verilirken isminin “Türkçe”
olmasına dikkat eden yok. Umurunda olan da yok zaten. Neden?
Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Türk Dil Kurumu var
bu memlekette. Dil, en etkin kültür taĢıma aracı değil midir?
Öyleyse buradan sesleniyoruz; dilimize “Türk Dili‟ne sahip
çıkınız.”
Fransa‟da, Ġspanya‟da, Almanya‟da … durum nasıl, bizde
nasıl?
Çok derin ve çok kapsamlı olan bu konuya elbette ileride
değineceğiz. ġimdilik baĢımızı kaldırıp bir bakalım istedik.
Dilimiz umurumuzda olmadıktan sonra neden “Edebiyat Dergisi” çıkartıyoruz ki? Bir de adına Kültür, Edebiyat, Sanat Dergisi
diyoruz.
Okulların içinde, Adliyelerin içinde bile “ÇIKIġ” yerine “EXĠT”
yazısı var.
Burası Türkiye, lütfen dilimizi kirletmeyin, kirlettirmeyin.
Dilimize sahip olalım. Ağzımız bozulmasın.
Sayfa 1
12
ĠÇĠNDEKĠLER
1 ● Nefes …………………….….. Abdulhadi BAY
19 ● Abidin DEDE ……...…….. Sana Geliyorum
2 ● Ġçindekiler ………….….……………..… Kumru
19 ● Mustafa AYVALI ………....……….... Sorgu
3 ● Kadın AĢıklarımız …………..….. ÂĢık NurĢah
20 ● Geleneklerimiz–Göreneklerimiz/Suna BAY
(Gaziantep oyunları)
4 ● Mustafa CEYLAN …….. Öldürülen ġairler (3)
(Figâni)
22 ● Halil ġakir TAġÇIOĞLU .............................
……….. Türkçe Giderse Türkiye Gider
6 ● Abdulhadi BAY ……………....… Bir Zamanlar
23 ● Bekir AKBULUT ….………..….… Soykırım
7 ● Gülhun ERTĠLAV …………. Kara Toprak Gibi
24 ● Gülnare ESGERZADE …….. Sana Benzer
8 ● Oraz YAĞMUR ………… ġehidin Son Nefesi
24 ● Enver HĠKMET …………….…… Ġnsanların
9 ● Oraz YAĞMUR ………………………...….……
…… Atatürk Türkmenistan‟a Nasıl Geldi
25 ● Mecit AKTÜRK ……………...… Olmaz mı?
10 ● Mehmet KINDAP .... Çanakkale Candan Kale
25 ● Gülsen TUNÇKAL …... ġiir Olup Aktın Yar
11 ● Ekrem YALBUZ ..… Ġncecikten Bir Kar Yağar
26 ● Anzaklı Ömer‟in Hikayesi
12 ● Tarık HAKAN ……………….…..………..…….
….. Suriye‟nin Türkmen CumhurbaĢkanları
28 ● Mehmet NACAR …………. Yıllarım Hüzün
28 ● Ahmet AYAZ ……...……... Ġlk Günden Beri
14 ● Harika UFUK …….….. Atalarından Emanettir
29 ● Zeki GÜL ….……………… Gece Süvarileri
14 ● Firuz MUSTAFA …………….……… Oxucum
29 ● Halil GÜLEL ….…………..… AĢığın Gönlü
14 ● Afak ġIHLI …………...... Sana Demeyeceğim
15 ● Ġlahe BAYANDUR …… Sevmek Menlik Değil
30 ● Tamilla Abbashanlı ALĠYEVA …….
…….. Hocalı Soykırımı
15 ● Ülker UÇQAR ………....…….. DanıĢ Menimle
33 ● ġahin YILMAZ ………. Benden Söylemesi
16 ● Aliye UYANIK …………………………....……..
…….. Gün Yüzü GörmemiĢ Hüzünlerim Var
34 ● Masal ..………………..…… Alibayramoğlu
(EĢek BaĢı)
16 ● Nilüfer SARP ………..............…….. Bir Kadın
36 ● Feride LEMAN ………..…… SönmemiĢem
17 ● Zehra YILMAZ ……….….. Allah‟ını Seversen
36 ● Samire NUR …………………….... Razı Dil
17 ● Sevinç ESER ………….........…….. Viran AĢk
37 ● Aynure SEFEROVA …………
18 ● Azimet IġIK …….….... Sevgi Ekmeye Geldim
18 ● Mehmet Ziya DĠNÇ ………....…….. Dirilsin
Sayfa 2
………….. Azerbaycan‟ın Neftçala ve
Salyan Kentlerinden Toplanılan Hal Avratı
Mitoloji Metinleri Üzerinde ÇalıĢmalar.
KADIN ÂŞIKLARIMIZ
12
ÂġIK NURġAH (DurĢen MERT)
1954 yılında EskiĢehir ili Mihalıççık ilçesi
Çardak köyünde dünyaya gelmiĢtir. Asıl adı
DurĢen MERT‟tir. Çocuk yaĢlarından beri Ģiire ve
âĢıklığa ilgi duymuĢtur. ÂĢık NurĢah1980 yılında
gördüğü bir rüya ile âĢıklığa adım attığını, bu
rüyada Seyitgazi Sülalesi‟nden saz aldığını ve
badeli olduğunu açıklamıĢtır. ÂĢık meclislerinde
erkek âĢıklarla atıĢma yapabilen bir kadın âĢıktır.
ÂĢık NurĢah gelenek içerisinde oldukça aktif bir
sanat yaĢamı geçirmiĢ, yurt içinde düzenlenen
âĢıklar bayramı, festivallere katılmıĢ, yurt dıĢında
da çeĢitli etkinliklere katılarak çok sayıda ödüller
almıĢtır. Birçok kaset çıkarmıĢtır.
2004 yılında Hac Farizasını yerine getirmek
için Hacca giden ÂĢık NurĢah (Türkü Ana) hacca
gidince saz çalmayı bırakır. 7 yıl kendi deyimiyle
eve kapanır. Daha sonra Diyanet BaĢkanlığından
görüĢ alarak, tekrar sazını eline alır.
FIRAT
GEL DĠYOR
Ben de düĢtüm Ģu sevdana yanarım
Çağla Fırat yüreğimde taĢ Fırat
Merhemsiz yaramda çıban kanarım
Ağla Fırat yüreğimde taĢ Fırat
Artık yoğum ben bu garip Ģehirde
Gurbet elde yollar bana gel diyor
Deniz varken boğulmak zor nehirde
CoĢkun ırmak seller bana gel diyor
Duyamazsın feryadımı yasımı
EskiĢehir illerinde sesimi
Malatya soluyan can nefesimi
Dağla Fırat kederinden coĢ Fırat
Doğu ozanları hep bana kardeĢ
Hatta tüm ozanlar yanımda yoldaĢ
Yapacağım gayri sazımla savaĢ
Dost dost diyen teller bana gel diyor
Gerçek misin rüya mısın bilemem
Ağlatırsın yaĢım sensiz silemem
YeĢil dağlarına DurĢen gelemem
Eğle Fırat yollarında koĢ Fırat
EĢref deryalara düĢtü boğuldu
Karac‟oğlan Elif kız için öldü
Çok aĢığın mezarları yok oldu
Onun için çöller bana gel diyor
Az mı sevdalara türkü yakıldın
Boğazlara firkat oldun tıkıldın
ġu NurĢah‟ın aklına da takıldın
Bağla Fırat Ģu kendine boĢ Fırat
Konya‟da Mevlana BektaĢ‟ta Hünkâr
Urfa‟da da Halil Ġbrahim‟im var
Ben NurĢah‟ım Yunus‟tan da belgem var
Gel gel diyor eller bana gel diyor
Sayfa 3
ÖLDÜRÜLEN ŞAİRLER (3)
Mustafa CEYLAN
12
Figânî
Ey ġiir!
Biliyorsun ki, eĢeğe ters bindirip sokak sokak gezdirdiğin ve sonra öldürdüğün Figâni, son
kurbanın değildi. O, Osmanlı döneminin ilk kurbanıydı...
Figânilerin bitip tükeneceğini mi sanıyorsun? Figâniler bitmez, tükenmez elbette... Vezirler, krallar, despot idareler, halkın rızasının hilâfına karar vericiler, düzen-intizam dağıtmak adına zulüm, iĢkence ve eziyet dağıtıcılar yaĢadıkça, Figâniler de yaĢayacaktır. Ġbrahim PaĢaların
icraatları ayyuka çıktıkça, Figânilerin söylemleri
de çoğalacak. Çoğaldıkça da gündemin birinci
sırasına oturacaktır.
Çünkü, arada sen varsın.
Figâni yi ölüme sürükleyensin.
Alnına silinmez yazıyla mıhlanmıĢsın.
Ne yaptı Figani? Söyler misin? Suçu ne idi?
Figâni…
1505 yılında Trabzon da doğdu. Kendi gayretiyle Arapça ve Farsçayı öğrendi. Genç yaĢta
seninle tanıĢtı. Seni yazmaya baĢladı. Ona Hüseynî mahlasını taktın. Ama bir süre sonra o
mahlastan vazgeçti. Yine Figâni adını kullandı.
Ġstanbul ve sen… ġiir ve Ġstanbul yani…
Ayrılmaz ikilisiniz. Ayığı sarhoĢ edersiniz, baĢını
döndürürsünüz bütün insanlığın ve kendinize
âĢık edersiniz. Boğazıyla Ġstanbul, Boğaz suyu
ıĢıltısına uzanan kasırların, servilerin, köĢklerin
serin gölgeleriyle, yedi tepesinde yedi minaresiyle, tarihiyle bir efsunkâr güzel olan Ġstanbul ve
sen Ģiir, kaç Ģairin kanına girdiniz… Sayısını siz
dahi bilemezsiniz…
Ulu hakan Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaĢayan Figâni, Ġstanbul‟un baygın gözlerinin içinde seninle sarhoĢ oldu hep ve sonunda
içkiye müptelâ oldu. Toplumun kurallarına ters
düĢtü. Saraya ve Osmanlı paĢalarına yakındı.
Sen yakın ettin ey Ģiir onu saraya, sen Seninle
senin dilinle bazen methiyeler düzdü ihsanlar
aldı, bazen hicvetti sağı solu! Genç yaĢta Ģöhrete ulaĢtı… Edebiyat sohbetlerinin en parlak yıldızı oldu.
Kanuninin Ģehzadeleri, Mustafa, Mehmet
ve Selim‟in 1530 yılındaki sünnet düğününde
yazdığı “SÜRĠYYE” kasidesiyle ününü daha da
artırdı. Ne oldu artırdı da? ... Kıskançlıklar arttı.
Kavgacı mizacı insanların düĢmanlığını kazanmasına sebep oldu. ġairin, ozanın kavgacısını
seversin sen, korkusuzunu, gözünü budaktan
sözünü makamdan esirgemeyenini, sonunda
ölüm bile olsa Hakk‟ı ve hakikati haykıranı se-
versin… Öldürülen Ģairler-ozanlar hep bu haykırıĢtan, hep feryat-figân oluĢlarından can verdiler.
Susmadılar, susturmak için öldürüldüler…
Bu sırada Kanuni‟nin Veziri Azam‟ı Pargalı
Ġbrahim paĢa, Mohaç zaferinden dönüĢünde
Budin‟den getirdiği heykelleri, kendi sarayının
karĢısına, At Meydanına diktirmiĢti. Bu heykellere, halk tepki göstermiĢ, eskiden beri gelen Ġslâm ve put-heykel anlayıĢını, bu heykellere getirtip oturtmuĢtu. Elbette ki, toplumsal düzeni bozmak isteyenler de bu durumu tahrik etmiĢler,
bunu fırsat bilip içten içe ayrık otlarını insanlar
içine atmaya baĢlamıĢlardı.
Sarayda, çarĢıda güncel konuydu Pargalı‟
nın heykelleri… ġair, ozan günceli yakalamalı.
YaĢamak ve gelecek çağlara adını taĢımak istiyorsa bir Ģair günü ve günceli yaĢamalı, yakalamalı. ġair liderdir, düĢünce adamıdır. ġairlerdir
devrimlerin önderi. ġairi olmayan devrime devrim denemez. ġair devrimin motor gücüdür.
Bugünü yaĢamayan, bugünü Ģiir dilinde çağdaĢ
bir anlayıĢla ve orijinal yepyeni imgelerle nakıĢlayamayan Ģair, ölü doğmuĢ Ģairlerin anasıdır.
Bu bakımdan Ģairle tarihçi arasında bir benzerlik
vardır. ġu kadarla ki, tarihçi taĢ gibidir, karton
dillidir, tadı-tuzu yoktur yazdıklarının. Anın soğuk
resmini yazıp geleceğe aktarırken, Ģair-ozan
onun içine ruhunu, yüreğini ve halkın ortak aklını, nabzını, halkın can evini nakıĢlamıĢtır. ġairin
geleceğe taĢıdığı olaylar mısraların süslü kaftanı
arasındadır. ġairin tarihçiliği daha bir hoĢ ve
daha bir güzel ve gizemlidir.
Pargalının heykelleri…
Resime, heykele ve Ģiire Ġslâm‟ı karĢı imiĢ
gibi gösterenlere yazıklar olsun.
Ġslâm güzelliği tercih eder, en güzel ve en
mütekâmil din oluĢunda sanata ve sanatçıya
evliyâlar mertebesine yakın bir makam veriĢindendir. Ona, art niyetli “yobaz” ve “karanlık kafalar” sanatı ve sanatçıyı yaklaĢtırmamak için asırlarca cahil toplumlarda ellerinden geleni yaptılar.
Sanata “gâvurluk”, sanatçıya “gâvur” diyen anlayıĢ Ġslâmî anlayıĢ olamaz.
“TaĢ, mermer, bronz, ağaç vb. gibi malzemeler kullanılarak yapılan üç boyutlu düzenlemelere heykel deniyorsa, yani heykelin figüratif
olması bir zorunluluk değilse, Osmanlı dünyasında da mezar taĢlarından dikilitaĢlara, çeĢmelerden sebillere, selsebillere kadar aynı zamanda heykel niteliği taĢıyan binlerce düzenleme
-üstelik fonksiyonel- göstermek mümkündür.
Sayfa 4
Bir ressama poz vererek portresini yaptıran
ilk Osmanlı padiĢahı Fatih‟tir. Ġstanbul‟a davet
ettiği sanatçılar arasında heykeltıraĢların da
bulunduğu biliniyorsa da, heykelini yaptırıp yaptırmadığı hakkında bir bilgimiz yok.
Bildiğimiz, heykelini yaptıran ilk padiĢahın
Abdülaziz olduğudur. Fransa seyahati sırasında
bir büstünü, Ġstanbul‟da da at üzerinde bir heykelini yaptırarak Beylerbeyi Sarayına koydurmuĢtur. Bu heykel oradan Topkapı Sarayına,
daha
sonra,
son
halife
Abdülmecit‟in
BağlarbaĢındaki köĢküne götürülür. Bir süre
sonra tekrar Beylerbeyi Sarayına taĢınan heykel, Cumhuriyetten sonra Topkapı Sarayı Müzesinde karar kılacaktır.
Heykel sanatı bizde Sanayi-i Nefise Mektebi açıldıktan sonra yaygınlaĢtı. Bu mektebin
heykeltıraĢlık hocası Yervant Oskan Efendi
adında, Roma ve Paris‟te eğitim görmüĢ Ermeni
bir sanatçıydı. Sanayi-i Nefise Mektebinin HeykeltıraĢlık ġubesine kaydını yaptıran ilk Müslüman öğrenci, dolayısıyla ilk Müslüman heykeltıraĢ Ġhsan Bey‟dir.
Bir gün Barbaros Parkına yolunuz düĢerse
orada bir heykel göreceksiniz; Yahya Kemal
heykeli... Hüseyin Gezerin eseri olan bu heykel
bir zamanlar Maçka Parkının kuytu bir köĢesindeymiĢ, fakat baĢına olmadık iĢler geldiği için
buraya nakledilmiĢ.
Dedi ki:
“Dü Ġbrâhîm âmed be-dâr-ı cihân
Yekî büt Ģiken Ģûd yekî büt niĢân.”
(Ġki Ġbrahim geldi cihana, biri putları kırdı, Öbürü
put dikti.)
Bu mısralar dilden dile dolaĢmaya baĢladı.
Herkes Figâni‟ye atfediyor ve bu iki mısrayı
Figânî yazmıĢtır diyordu. Figanî ise, bunu kendisinin yazmadığını, ancak, “beyitteki dar-ı cihan
terkibindeki dar kelimesi yerine ikinci mısrada
put kelimesi geçtiği için “deyr” dense daha iyi
olur” diyordu.
Hattâ, bu beytin Gazneli Mahmut zamanında söylendiğine dair de rivayetler vardı.
Her ne ise, halk böyle istemiĢti. Figânî‟ ye
yakıĢtırmıĢtı. Bu yüzden, Pargalı Ġbrahim paĢaya
gammazlanan Figâni‟yi Ġstanbul SubaĢısı Tahtakale‟de tutuklatmıĢ, eĢeğe ters bindirip, ibret
olsun diye, sokaklarda dolaĢtırılmıĢ sonunda
iskeleye götürüp dövülmüĢ ve 1532 baharında
asılarak öldürülmüĢtü.
Mustafa Ceylan‟dan;
Ġki heykel diktim, tam iki heykel
Yüreğimin ortasına; gel de yık.
Toz et, parçala, savur küllerini
Olmaz olsun Itırbanu ayrılık…
Hüseyin Gezerin Yahya Kemal Anıtı baĢlıklı
yazısında anlattığına göre, Maçka Parkındaki
kaidesine oturtulmak üzere heykelin ceraskalla
kaldırıldığı sırada civardaki apartmanlardan
birinde oturan bir muhbir vatandaĢ durumdan
vazife çıkararak telefona sarılıp Atatürk heykelini
ipe çekiyorlar! diye polisi arar. Derhal olay yerine
intikal eden polisler iĢin aslını öğrenince ihbarcı
vatandaĢa söylene söylene çekip giderler. Aradan zaman geçer; heykeli gören bazı dostları,
Ģairin bir harekette bulunacakmıĢ gibi boĢlukta
duran sol elinin ne anlama geldiğini Hüseyin
Gezere sormaya baĢlarlar. Bundan bir Ģey anlamayan sanatçı, gidip eserini görünce hayretler
içinde kalır: Hırsızlar Ģairin bastonunu demir
testeresiyle kesip götürdükleri için sol el anlamsız bir Ģekilde boĢlukta kalmıĢtır. Yerine önce
bakırdan, sonra ağaçtan bastonlar yapılarak
konur, fakat hepsi çalınır. Sonunda çare heykeli
Barbaros Parkına nakletmekte bulunur.
Aramıza okyanuslar dizmiĢsin
Ġbrahim PaĢa‟nın heykelleri, koskoca Ġstanbul‟un, Ġstanbulluların dilindeydi…
Canını da boĢ yere sen üzmüĢsün.
Figâni durur mu?
Günü ve günceli yakalayıp, halkın ortak
nabzı olmalıydı.
Giyin gel, karanlığın ıĢığını
Gayri türkülerde yak âĢığını
Koyma önüme sultan eĢiğini
Olmaz olsun Itırbanu ayrılık.
Belli, sen de bu hayattan bezmiĢsin.
Yaralıyım biliyorsun kuĢ misal
Son bulmasın Ģom dağlarda bu masal
Çek kılıcın iĢte boynum gel de çal
Olmaz olsun Itırbanu ayrılık.
Gurbetleri alnına mı çizmiĢsin?
Ġbrahim ol,
Ver kararın,
Derimi yüz.
……Nasıl olsa her ikimiz zeytin dalı bülbülüyüz.
Ġki heykel diktim, tam iki heykel
Yüreğimin ortasına; gel de yık.
Tut ellerimi tut, bırakma sakın
Sokul bana Itırbanu birazcık.
Bak ki Figâniler kanımda yürür
Durağan mendilde su bile çürür
Biliyorsun âĢık, gözsüzken görür
Sokul bana Itırbanu birazcık.
Sere serpe saraylarda gezmiĢsin…
12
Bir zamanlar
Mazide yürüyorken, baktım ki bir zamanlar
Ne yanlıĢlar yapmıĢım, ne hatalar, ne zanlar
Dört dörtlük kulum desem, yıllar beni yalanlar
Mahcubiyetim arttı, anınca Yaradan‟ı
Affet beni ya Rabb‟i, affet ey hanlar hanı
Helalin hoĢluğuna gözlerimi kör etme
Haramın boĢluğunda benliğimi eritme
YanlıĢta bile bile, pervasızca yürütme
YanlıĢların elbet yok, savunulacak yanı
Affet beni yarabbi, affet ey hanlar hanı
ġöyle, ibretle baktım, portakal dilim dilim
Değer biçmek imkânsız servet dudağım, dilim
Var olanı tespitten baĢka nedir ki bilim
Sen bilirsin aĢkınla ateĢlerde yananı
Affet beni yarabbi, affet ey hanlar hanı
Dediğini yapmadık, düĢtük bin türlü derde
Suçu sana yükledik, yazmıĢ dedik kaderde
Kusurumuza bakıp, muhtaç etme namerde
Kurtar bizi dertlerden, rahatlattır Ģu canı
Affet beni yarabbi, affet ey hanlar hanı
Çamuru mayaladın, bir damla su katarak
Ġskeletini kurdun, kemikleri çatarak
Gönlü tartısız verdin, aklı ise tartarak
Akıldan ayrılınca, nefis yaptı talanı
Affet beni yarabbi, affet ey hanlar hanı
Abdulhadi BAY
Sayfa 6
12
Kara Toprak Gibi
Hava, su bizdendi gözyaĢı bizden
Sevgiler doğurduk bir büyük gizden
Ġsterim savrulsun üstüne külüm
Biz aĢkı, sevdayı sende bulmuĢuz
Senden bir parçayız, senden gelmiĢiz
Bu yüzden seni hep ana bilmiĢiz
Senin kucağından koklanmıĢ gülüm
Bağrında açılmıĢ, orda ölmüĢüz
Sadık yârimizsin bilmeyiz baĢka
Bize kucak açtın inanıp aĢka
Sana benziyorken her türlü halim
Biz de sana uyup toprak olmuĢuz
Uğrunda can vermiĢ, canlar almıĢız
Koskoca cihana ünler salmıĢız
Bazen de bağrında saklanmıĢ zulüm
Orada ağlamıĢ, orda gülmüĢüz
Senin adın kara, benimse bahtım
Senden gelenlerle kurulmuĢ tahtım
Eğer arı bensem, sendendir balım
Hep senden boĢalıp senden dolmuĢuz
Bazen anne baba, bazen oğulduk
Uğrunda can verdik kana boğulduk
ġehitlik diyerek taçlanmıĢ ölüm
Yaren bahçesinde, birdik, solmuĢuz
Bir gonca misali açılan güle
Yürek sesi olup düĢmüĢsün dile
Bağrında yatarken binlerce âlim
Anladım karĢında aciz kulmuĢuz
Gülhun ERTĠLAV
Sayfa 7
12
ġehidin Son Nefesi
Her taraf karanlık,
DağbaĢı da görünmüyor.
Dere kenarında asker
Kanlar içinde yatıyor.
Hayalinde ailesi:
Babacığım!
Yaram yürekden,
Yaram derinden,
Kazıver mezarımı.
Zannetme öldü diye aniden,
Ben yedinci ceset
Altısı düĢman yanıdan.
Anneciğim! Canım annem!
GözyaĢına bağrını eritme.
Benim ruhumu periĢan etme.
Ay Yıldız kefenim oldu,
Mert görsünler annemi de.
Söyleyeyim son sözümü,
Bilirsin, sokak sonunda
OturmuĢ karağözlümü.
Duysun böyle öldüğümü,
Vatanı ve kendisini
Candan aziz sevdiğimi.
Üzülmesin!
Tez unutsun!
Vatansever bir yiğitle
Düğün yapsın.
Anneciğim! Canım annem!!
Ay Yıldız kefenim oldu.
Babacığım!
Kazıver mezarımı!
Dere suyu kızarırken
Etraf kızarırdan erken.
Oraz YAĞMUR
Sayfa 8
12
Atatürk Türkmenistan’a Nasıl Geldi
Çanakkale 18 Mart Üniversitesinin eski rektoru, bizim sevgili aksakalımız Abdurrahman Güzel
beni kahraman Çanakkale‟ye davet etdi.
Çanakkale savaĢlarının olduĝu toprakları gördüĝümde yüreĝim yerinden oynadı. Orası toprak
deĝil. O Ģehitlerin kemiklerinden üretilmiĢ insan
kanlarıyla sulanmıĢ mukaddeslik. O mukaddesliĝin baĢında büyük Atatürk duruyor. Ben
Atatürk‟ü anlatan “Ben Atatürk” kitabımı orada
yazmaya baĢladım. Yazdım, tamamladım, sonra
derviĢe döndüm: çok kiĢiyi, kurumları, vakıfları
rahatsız etdim. Kitabı bastırmaya imkan aradım.
Benden para isteyenler de oldu. “Param olsaydı,
ben dilenci gibi kapı çalarmıydım. Hemen
bastırırdım. Atatürk‟ün kahrımanlıĝını Türkmenistanlıların hemen bilmesini, duymasını, görmesini
istiyordum. Ama… Ama…”
En sonunda Türkiye Cumhuriyeti‟nin AĢkabat
Büyükelçiliĝine baĢ vurdum. “Atatürk‟ü seviyorlarsa kitabın basılmasına yardımcı olurlar.” Ama
yanılmıĢım. Beni Ģirin sözlerle beslediler. Üç
senelik derviĢlik beni yordu. Doĝrusu umudum
çok incelmiĢdi. Kitabım masraflı, kalın kitap da
deĝildi. Atatürk hakkında olduĝu için telif hakkını
da istemiyordum. “Fukaralıga alıĢmıĢtık.”
Bir gün eĝitim müĢaviri sayın Mustafa Turan
evime telefon açtı. Ben onu tanımıyordum.
“Sayın Oraz Yaĝmur, siz Atatürk hak-kında kitap
yazmıĢ diye duydum. Bu güne kadar basılmamıĢ
olmasına üzüldüm. Ben baĢarırsam, bastırırım.
Ama sen kaç para istiyorsun?” dedi. “Bana para
lazımlıĝı yok. Kitap basılırsa o yeter.” Ama o
kiĢinin de bastırabileceĝine inanmıyordum.
Mustafa bey yazılı CD‟yi aldı ve yaklaĢık
on-on beĢ günden telefon açtı. “Kutluyorum. Eski
bakan Köksal Toptan bey kitabı kabul buyurdular
ve basmak kararı verdiler.” Ama kaç aylar geçdi,
kitap gelmedi. Mustafa bey görev süresi tamamlayarak Türkiye‟ye döndü, kitap gelmedi. Ben
yine unutuldum. Ama aylardan sonra hoĢ haber
geldi. Benim nasıl sevindigimi tek Allah bilir.
Böyle durumdayken AĢkabat Büyükelçisinin ikinci kätibi beni makamına çaĝırdı. Ben
vardıĝımda o kiĢi elimi sıkarak: “Kutluyorum,
kutluyorum Oraz bey! Siz Türkiye-Türkmenistan
için büyük hizmetlerinizden ötürü Türkiye
CumhurbaĢkanı‟nın Liyakat ödülüne layik görülmüĢsünüz. Bu ödül Orta Asya‟da ilk kez size
.
Oraz YAĞMUR
veriliyor. Türk Dünyasında önce Azerbeycanlı
Bahtıyar Vahabzade ödüllendirilmiĢdir. Sizi sayın
CumhurbaĢkanımız Süleyman Demirel davet
ediyor.” dedi.
“En iyisi ödülü
bana
göndersinler,
ben gitmek istemiyorum.” dedim.
Diplomat bu cevabıma ĢaĢırarak “Neden Oraz bey?” diye
sorarak beni ikna
etmeye uĝraĢdı. Ama
baĢaramadı.
Benim Türkiye‟ye
gitmememin nedeni bende normal ayakkabı yokdu. Sol tarafının altı uzun delikli, çokdan eskimiĢ,
46 ölçülü bot giyerek Çankaya köĢküne varmak
zordu. Bende yeni ayakkabı için para yokdu,
para bulunursa da 46 ölçülü ayakkabı bulmak
imkansızdı. Bunu Ģık giysili diplomata anlatamam
ki.
Ama üç günden sonra dostlarım beni ikna etdiler. Gidiyorum, iĝne üzerinde yürüyerek gidiyorum. Her yerde, her saniyede benim altı delik
botuma bakıyorlar. Çankaya köĢkünde büyük
salonda Millet Vekilleri, Bakanlar, basın
mensupları hepsi bana bakıyor. Yanıldım, bana
deĝil, altı delik botuma bakıyor. Beni ilk sıranın
ortalarında oturtdular. Yanımda bir sandalye boĢ
duruyordu. KarĢımdan CumhurbaĢkanı sayın
Süleyman Demirel geldi. Benimle selamlaĢdıktan
sonra yanımda oturdu. Ben kendi botumu içe
çekerek onun parlak ayakkabısına bakdım.
“Yazarların CumhurbaĢkanlarından tek farkı,
yazarların delik ayakkaplı olmalarıdır.” Beni sahneye davet etdiklerinde ayaklarımı kaldırmadan
yürüdüm. Tören tamamlandıkta bana rehberlik
yapan arkadaĢa: “ġimdi nereye gidiyoruz”
dediĝimde o kiĢi gülümseyerek: “ÇarĢıya.
Ayakkabı almaya.” dedi. “Görmesiz Ģeyleri
görüyorsun.” “Görmezlik mümkün deĝil. Hem 46,
delik de büyük.”
Dolayısıyla, Çankaya köĢküne delik ayakkabı
ile çıkan ilk ýazar ben oldum.
Ödül aldıĝıma sevindim mi, fukaralıĝıma
acıdım mı? Bunu bu güne kadar da bilemiyorum.
Sayfa 9
12
ÇANAKKALE CANDAN KALE
DüĢman geldi akın akın
Ġngiliz‟ler yenilmezdi
Tüm Dünya‟dan uzak yakın
Nedir yenilgi bilmezdi
Ne haldeler görün bakın
Bilse Türk‟leri gelmezdi
...Milletime bakın hele
...Türkiye‟me bakın hele
...Çanakkale candan kale
...Çanakkale candan kale
Al kınalı gelin kızlar
Dünya haçlı ordusuyla
Ağıtlara yürek sızlar
Gemi gemi filosuyla
Öksüz yetim kaldık bizler
Tümen tümen topçusuyla
...Memlekete bakın hele
...Ne haldeler bakın hele
...Çanakkale candan kale
...Çanakkale candan kale
Elvan elvan yirmisinde
Allah Allah nidasıyla
Sevdaları türküsünde
Resûlullah sedasıyla
Canı sırat köprüsünde
Yiğit Hamza edasıyla
...Mehmet‟ime bakın hele
...Gönüllere bakın hele
...Çanakkale candan kale
...Çanakkale candan kale
Diyarbakır Bitlis Van‟dan
SavaĢın sarıĢın kurdu
Edirne‟den Ardahan‟dan
Atatürk‟ü yenmek zordu
Vatan için geçer candan
Ġnançla akılla vurdu
...Ulusuma bakın hele
...Bir destandır Çanakkale
...Çanakkale candan kale
...Çanakkale candan kale
Mehmet Osman Hüseyin‟ler
Atatürk‟üm sahne aldı
Ölmek için tüm yeminler
DüĢmanlara korku saldı
Allah diye yer gök inler
Artık o bir kahramandı
...Aslanlara bakın hele
...Atatürk‟e bakın hele
...Çanakkale candan kale
...Çanakkale candan kale
OnbaĢıdır adı Seyyit
Oluk oluk kan döküldü
Var mı böyle babayiğit
Mağrur bilekler büküldü
Kuvvetine Dünya Ģahit
DüĢman vatandan söküldü
...Yiğitlere bakın hele
...Candan kale Çanakkale
...Çanakkale candan kale
...Çanakkale candan kale
Mehmet KINDAP
ĠNCECĠKTEN BĠR KAR YAĞAR
Sayfa 10
12
(ZeMahĢer)
Ġncecikten bir kar yağar... Ağarır dağların baĢı
Tozar Elif Elif diye... Ölüm uğrar her haneye.
Deli gönül abdal olmuĢ... Dolanır dağları taĢı
Gezer Elif Elif diye... Adı çıkar divaneye.
Elif kaĢlarını çatar... Naz ehlini kırmaz âĢık
Gamzesi sineme batar... Niçin diye sormaz âĢık
Ak elleri kalem tutar... Yazılanı görmez âĢık
Yazar Elif Elif diye... Zer saklanır viraneye.
Evlerinin önü çardak... Gelen geçer konan göçer
Elif‟in elinde bardak... Pir doldurur bade içer
Sanki yeĢilbaĢlı ördek... Dalar gölden göle geçer
Yüzer Elif Elif diye... ġavkı düĢer Ģelâleye.
Karac‟oğlan eğmelerin... Cinasî’yi aldı hayret
Gönül sevmez değmelerin... Sevenlerde kaldı gayret
ĠliklenmiĢ düğmelerin... Güzelleri güzel seyret
Çözer Elif Elif diye... Kul sığınır bahaneye.
Karacaoğlan
(ÂĢık Cinasî)
(“ĠNCECĠKTEN BĠR KAR YAĞAR” Ģiirinde her iki bölüm yukarıdan aĢağıya ayrı ayrı okunduğu gibi
soldan sağa dizeler birleĢtirilerek bir Ģiir olarak da okunabilmektedir. Bu tarz Ģiirler ZeMahşer diye
adlandırılmaktadır.)
Sayfa 11
12
SURĠYE'NĠN TÜRKMEN CUMHURBAġKANLARI
Tarık HAKAN - Halep/Suriye
1- Mehmet Ali Âbid (1867-1939).
1867'de ġam'da doğdu. ġam ile Beyrut'ta
okudu, Ġstanbul'a gidip Galatasaray'da okumasını tamamladı, sonra Paris'te hukuk okumasını
bitirdi. Ġstanbul'a dönüp DıĢiĢleri Bakanlığı'nda
görevlendirildi. Roma ve Avrupa yasalarını sonra Ġslam fıkhı ve usulünü okudu. 1908'de
WaĢington'da Osmanlı Devletini temsil etti, 1920
yılında ise Fransızların eline geçen Suriye'ye
döndü ve General Goro tarafından Maliye Bakanı olarak atandı. Türkçe, Arapça ve Fransızca
mükemmel düzeyde bilirdi. Fransız Edebiyatı
tarihi ve ekonomi uzmanıydı. Ayrıca iyi düzeyde
Farsça ile Ġngilizce bilirdi. 30 Nisan 1932 tarihinde ġam Milletvekili oldu ve aynı yılın 11/06 tarihinde Suriye CumhurbaĢkanı olarak seçildi,
1936 yılında istifa edip Fransa'ya gitti. 1939'da
Fransa'da öldü ve ġam'da gömüldü.
2- HaĢim Atası (1875-1960)
Cumhuriyetin babası diye adlandırıldı. Ġki
kez cumhurbaĢkanlık görevinde bulundu, 1.si
1936-1939 yılları arasındaydı, 2.si ise 1949'da
baĢladı yalnız Edip Çiçekli devrimiyle kesilip
1954'te bir daha baĢlayarak 1955'te bitti. Ayrıca
Suriye hükümetini iki kez kurdu. 1914'te Osmanlı Devleti tarafından Humus, Hama, Yafa,
Baalbek ve Anadolu valisi olarak atandı. 1918'de
Suriye Arap Krallığı'nın kuruluĢunu duyurdu ve
krallığın anayasasını çizdi. 1920'de 2. Suriye
BaĢbakanı olarak Hükümeti kurdu ve Fransız
iĢgali nedeniyle bu görevi yalnız üç ay sürdü.
Fransız‟ın yandaĢı olan ġa'b (Halk) Partisi'ne
karĢı olarak 1927'de Vatanî Kitle Partisi'ni kurdu.
Ordu subayları ile sol partilerinin güçlerini azaltmaya çaba harcadı ki iktidardayken Suriye'yi
yansız bırakarak komünizm çatısından uzaklaĢtırdı. Arap liderlerinin tersine Cemal Abdunnasır'ı
Mısır ve Arap ülkelerine lider olmasına yaĢta
küçük ve toy (acemi) olduğunu görürdü ki
Nasırîlere (Nasırcılara) karĢı sert davranarak
birçok iĢlemler yaptı. 1950'de Bağdad AntlaĢması'na katılmak istedi yalnız Nasırcı subaylar
engel oldular. Nasırcı olan BaĢbakan Sabri elAseli ile farklı görüĢte bulunarak onu Suriye'yi bir
Mısır uydusu yapmaya çalıĢmasıyla itham etti ve
görevinden ayırıp yerine Hıristiyan olan Faris elHuri'yi atadı.
3- Halid El-Azm (1903-1965)
Ġlköğrenimini ġam ile Ġstanbul'da özel öğretmenlerden almıĢ, sonra ġam Ticaret Okulu'nda
okumuĢ ve 1923'te ġam Üniversitesi'nde Hukuk
Fakültesi'nden mezun olmuĢtur. HaĢim Atası ve
ġükrü Kuvvetli ile iyi iliĢkisi vardı, yalnız siyasi
görüĢleri HaĢim'in görüĢlerine daha yakındı ki
Mısır ile birleĢmeye karĢı durdu.
1930'da Çimento devlet Fabrikasını ve
1935'te ġam Sanayi odasını kurdu. 1939'da ise
dıĢiĢleri Bakanı olarak göreve baĢladı. Altı kez
baĢbakanlık ve yirmiden çok kez bakanlık yaptı.
1941 yılında 8/Nisan-21/Eylül tarihleri arasında
geçici olarak CumhurbaĢkanlık görevinde bulundu. 1963'te Baas devriminden sonra Lübnan'a gidip ölene değin orada kaldı. Baas Partisi
devrim Meclisi ailesinden kalıt kalan bütün varlıklarına el koydu. Ilımlığıyla ün kazanmıĢ ki
ġa'b(Halk) Partisi ile Vatanî Kitle'ye katılmaktan
uzak durdu ve bunların her ikisinin iktidarda
bulundukları dönemlerde hükümetler kurdu ve
birkaç kez ġam milletvekili olarak seçildi.
Zengin bir aileden olmasına rağmen Beyrut'ta yoksulluk içerisinde yaĢadı. Çünkü Baas onun
bütün malını mülkünü ele geçirdi. 1964'te EnNehar Gazetesi'nde siyasî anılarını yayımlatmaya baĢladı ve bu anıların yayını ölümünden sonra devam etti. Beyrut'ta Ġmam Evzai'nin mezarının yanında gömülmesini ve cesedinin ġam'a
alınmamsını vasiyet etti ki Baas rejimi cenazesini ve oradaki yandaĢları kuĢunla karĢılayacağını
tahmin ediyordu.
4- ġükrü Kuvvetli (1891-1967)
ġam'daki Anber okulunda sonra Ġstanbul'da
okuyup 1912'de siyasal bilimleri lisansı aldı. Ġki
kez cumhurbaĢkanlık görevinde bulundu ki 1.si
1943-1949 yıları arasında 2.si de 1955-1958
yılları arasında. Siyasî hayatını Vatanî Kitle Partisine katılarak baĢlatarak Fransız Manda yönetimine karĢı oldu, dolayısıyla Ervad Adası‟na
sürüldü ve hakkında üç kez idam hükmü verildi
ki Suudi Arabistan'a sığındı ve üç idam yargısından kurtuldu. 1936'da Vatanî Kitle'nin 1. hükümetine Savunma Bakanı olarak katılır. HaĢim
Atası'dan sonra Vatanî Kitle Partisi'nin baĢkanlığına geçer. Ayrıca 1943'te ve 1955'te CumhurbaĢkanı olarak iki kez seçilir. Kendisinin döneminde Suriye Bağımsızlığına kavuĢur. 1. CumhurbaĢkanlık döneminde 1949'ta yerine devrimle
Hüsnü Zaim geçer. 1958'de Mısır ile Suriye
cumhuriyetlerini birleĢtirmesi amacıyla görevinden istifa ederek BirleĢik Arap Cumhuriyeti kuruldu
ki
Mısır
CumhurbaĢkanı
Cemal
Abdunnasır bu yeni Cumhuriyetin baĢkanı olur.
Bundan ötürü "Birinci YurttaĢ" diye adlandırıldı.
1967'de Beyrut'ta öldü, cesedi Suriye'ye götürüldü yalnız 1963 Baas Devrimi otoritesi ona
resmî cenaze töreni yaptırtmadı. Onun döneminde 14 hükümet ve 6 baĢbakan görev almıĢtı.
Sayfa 12
12
Dönemindeki hükümetler Ġkinci Dünya savaĢı nedeniyle ortaya çıkan pahalılık ve enflasyona
karĢı mücadele gösterdiler, Lübnan ile iĢbirliğinde bulundular, ilk kez Ġngiltere ile Polisi silahlandırma anlaĢması imzaladılar, 1945'te Almanya
ile Japonya'ya karĢı durdular, aynı yıl San
Fransisko Konferansı'na katılıp BirleĢmiĢ Milletler örgütünün kurulmasına katıldılar ve Ġskenderiye BuluĢmasına katılıp Arap Ligi'nin kurulmasına katıldılar.
5- Hüsnü Ez-Zaim (1894-1949)
1894'te Halep'te doğdu. Babası Osmanlı ordusunda müftüydü. Kimi kaynaklar Kürt olduğunu gösterse de birçok kaynaklarda yalnız anasının Kürt olduğu geçer. Yalnız onu Ģahsen tanıyan bir kiĢi onun kökeni MaraĢ Türkmenlerinden
olduğunu bize söylemiĢti. Kürt olsa da birçok
araĢtırmalar Kürtlerin Türk olduğunu öne sürmektedir.
1921'de Fransız ordusuna katıldı. 2.dünya
savasında Nazi Almanya'yı destekleyen FiĢi
Hükûmeti ordusuna katıldı, dolayısıyla 1943'te
askerî görevinden alınarak kendisine 10 yıl hapis cezası verildi. Yalnız Suriye bağımsızlığını
kazandıktan sonra CumhurbaĢkanı ġükrü Kuvvetli tarafından affedilip orduya eski rütbesiyle
döndürüldü ve Derzor Askerî Mahkemesi BaĢkanı olarak atandı. Sonra ġam'a Emniyet Güçleri Müdürü olarak atandı. 1948'de CumhurbaĢkanı ġükrü Kuvvetli kendisini Ordu Komutanı olarak atadı ve o yılda Filistin‟i kurtarmak amacıyla
Ġsrail'e karĢı savaĢtı, dolayısıyla halk tarafından
sevilmeye baĢladı, yalnız savaĢı kaybetme nedeniyle halk orduyu da siyasi iktidarı da Ģiddetle
eleĢtirdi.
03-03-1949 tarihinde kendisini affeden ġükrü Kuvvetli'ye karĢı bir devrim düzenledi ve onu
BaĢbakan Halit El-Azm ile birlikte tutukladı. 17Nisan tarihinde geçici bir hükûmet kurdu. Birçok
düzeltmeler gerçekleĢtirmeye ve bürokrasiyi
azaltmaya söz verdi yalnız baĢkanlık süresinin
az sürmesi nedeniyle düzeltmelerinin çoğunu
gerçekleĢtiremedi.
Hükûmeti temizledi, ġam Üniversitesine en
yeni yöntemleri getirtti, ġam'da bayat ekmek
satan 12 fırıncıyı fırınları önünde kırbaçla vurdurdu, okumuĢ olan kadınlara oy hakkı verdi ve
birtakım yasalar sundu ki bunların en önemlisi
Medenî haller kanunudur. YurttaĢların Ģikâyetleri
için bir divan ve rüĢvet sorgulama bürosu kurdu.
Yeni anayasa düzenledi ve 26-06 tarihinde
CumhurbaĢkanı olarak seçildi ve Muhsin elBerazi'ye hükûmet kurmayı teklif etti. Döneminde siyasetçilerin özgürlüğü azaldı ve 59 dergi ile
gazeteyi kapatıldı. 13-08-1949 tarihinde kendisine karĢı Sami El-Hennavi tarafından bir devrim
düzenlendi ve baĢbakanıyla birlikte idam edildi.
6- Edip Çiçekli (1909-1964)
Hama'da doğdu. Selemiye Ziraat okulunda
sonra ġam askerî okulundan mezun oldu. Doğu
Fransız ordusuna katıldı, sonra Suriye ordusuna
katıldı, 1945 Suriye'yi Fransızlardan kurtarma
savaĢına katıldı. 1948'de Filistin savaĢında
Yermûk Tugayının komutanlığını yaptı. Döneminde bütün partileri kapattı, dövize yapılan
kontrolü iptal etti, orduyu daha çok silahlandırdı
ve güvenliği artırdı dolayısıyla hısızlık olayları
azaldı ve ülkede kedisinden önce yaĢanmayan
bir güvenlik sağlanmıĢtır. Ġsrail'in en büyük düĢmanlarından birisi idi ki her gün iĢgal edilmiĢ
yerlerden bir tepe kurtarıyordu ve bir gün "Suriye
ordusunun önünde ġam'dan Halil'e giden yol
açılacaktır" der. "Arap KurtuluĢu Hareki" adında
ve döneminde tek olan bir parti kurdu. HaĢim
Atası istifa ettikten sonra Edip Çiçekli Fevzi EsSilo'yu cumhurbaĢkanı olarak tayin eder. 1953'te
de kendisi cumhurbaĢkanı olur. 1954'te istifa
edip Brezilya'ya gider ve orada 1964'te Nevvaf
Gazale diye bir Dürzi tarafından öldürülür.
7- Lüey Atası (1926-2003)
Humus'ta doğmuĢ. 1948'de Humus Askeri
eğitimini bitirip Ġsrail'e karĢı yapılan savaĢa katılır ve savaĢta bir parmağı kesilir. Edip Çiçekli'ye
karĢı düzenlenen devrime katılır ki o dönemde
Halep Askeri Polis BaĢkanıydı. Suriye ile Mısır'ın
birleĢmesini savunanlardandı ki bundan ötürü
1963'te bağımsız hükûmeti deviren Baas devrimine katıldı, dolayısıyla devrim meclisi onu Orgeneral rütbesine yükselterek ordunun baĢına
geçirildi. 23-03-1963 tarihinde cumhurbaĢkanı
olarak atandı yalnız kendisine uygulanan baĢarısız bir devrimden sonra aynı yılın 27-07 tarihinde istifa etti.
8- Nureddin Atası (1929-1992)
Humus'ta doğdu. 1955'te ġam'da Tıp Fakültesinden mezun oldu. Baas Partisi'ne katıldı.
1958'de bir sağlık ekibinin baĢında olmak üzere
Cezayir devrimine katıldı. 1964'te içiĢleri bakanı
olarak atandı. 1965'te cumhurbaĢkanlığı meclisi
üyesi oldu. 1966'da hem Baas Partisi Genel
Sekreteri hem CumhurbaĢkanı oldu ve bu iki
görevini birlikte sürdürmekle 1968'de BaĢbakanlık görevine de geçti.
1970'te ordunun siyasetle uğraĢması nedeniyle bütün orunlarından istifa eder, yalnız tutuklanıp 22 yıl dar bir zindanda yargısız kalır (19701992) ve kanser hastalığına yakalanır, durumu
çok kötüleĢince TeĢrin Askerî Hastanesine alınır
ve dört ay sonra hastalığın gövdesinde yayılınca
bırakılır. Tedavi amacıyla Paris‟e götürülür yalnız bir hafta sonra orada ölür ve Humus'ta gömülür.
Sayfa 13
12
ATALARINDAN EMANETTĠR
Türkçe'ne sahip çık, çok sev dilini,
Dilin emanettir atalarından!
Hor görme köyünü, güzel ilini,
Ġlin emanettir atalarından!
Tanı milletini, Ģanlı ordunu,
Canından aziz bil, çok sev yurdunu,
Fark etmen gerekir, kuzu kurdunu,
Gülün emanettir atalarından!
Vatanın bağrında karlı dağların,
Bereket kaynağı yeĢil bağların,
Tarihler boyunca Ģanlı çağların,
Yolun emanettir atalarından!
Harika milletle güzeldir seyran,
Dağı, taĢı güzel, hayranım, hayran,
Türkmen güzeli ver yayıktan ayran,
Tülün emanettir atalarından!
Harika UFUK
SANA DEMEYECEĞĠM!
Dünyanın mihneti benim olsa da,
Bu inat kalbime ganim olsa da,
Sensiz ömür sürmek zulüm olsa da
Sana asla, asla, demeyeceğim!
OXUCUM!
Oxucum! Adın ne, soyadın nedir?
Bilmirem... Di gel ki, sozüm senedir.
Seni yüreğimle seslediğimi,
AĢkını koynumda beslediğimi,
Yıllarca yolunu gözlediğimi
Sana asla, asla, demeyeceğim!
Unvanın necedir? Nechedir yashin?
Kishisen, ya qadın, ay canim-gözüm?
Belke ishin-gücün bashindan ashir?..
Kalbimi buzlara döndüreceğim,
Nağmeni sükuta göndereceğim,
Arzu ateĢini söndüreceğim,
Sana asla, asla, demeyeceğim!
Bilmirem... Di gel ki, senedir sözüm.
Sene bir sirr achim, mene qulaq as:
Aqli olanların baxtı olmayir.
Yüzümde tebessüm, gözümde elem,
Hemdemim olacak kağıtla kalem.
Seni sevdiğimi bilse de âlem
Sana asla, asla, demeyeceğim!
Eger vaxtin varsa derdleshek bir az,
Ishi olmayanın vaxti olmayir.
Firuz MUSTAFA
Bakü / Azerbaycan
Afak ġIHLI / Azerbaycan
(Avrasya ve Rusya Yazarlar birligi üyesi)
Sayfa 14
12
SEVMEK MENLĠK DEĞĠL
Vallah sevmek menlik deyil,
Men ondan zülüm çekmiĢem.
Sevib əvvel yaĢatmıĢam,
Yerinde ölüm əkmiĢəm.
DanıĢ mənimlə
söyəkndiyim ulu dağ
sığınacağım müqəddəs köhül
buğda kimi qollarında sovrulduğum
bərəkətli yel
DanıĢ mənimlə
ən acı və ən Ģirin günlərimi
gövdəsində daĢıyıan varlıq.
nəfəsindəki isti olmasa donacaq həyat
ölcək
səhərlər Ģən Ģeytan
dağ ətəklərində atılıb düĢən
çoban aldadanların
fərəsi
ölcək
dağdağan ağaclarında olub qalan
inanc.
DanıĢ mənimlə
bağrımın baĢında yanan od
bağrımın baĢında çapan at
bağrımın baĢında
çırpınan
həvəsli həyat
YaĢıl tarlanı biçmiĢem,
ġerbeti zeher içmiĢem,
Qıl körpüsünden keçmiĢem,
Vallah sevmek menlik deyil.
Yerden göye yol salmıĢam,
Elim qoynumda qalmıĢam.
DüĢünüb fikre dalmıĢam,
Vallah sevmek menlik deyil.
Bunun neyi doğru oldu...
Xeyanet doğrumu yoldu?
AlıĢdı cismim qor oldu.
Vallah sevmek menlik deyil.
Menim yolum hakk yoludu,
Sevgim Allaha doğrudu.
BeĢer evladı oğrudu,
Vallah sevmek menlik deyil.
Ilahe BAYANDUR
(Azerbaycan)
Olmasa
səsin
nəfəsin
Dünyada böyük savaĢlara inanacağam
olursa ama
Nazm Hikmət kimi
dar-darclıq sərdabalarda
gündən
gəlcəkdən
və sevincdən
qoĢaram sənə.
Ülker UÇQAR
(Ġran)
Sayfa 15
12
Günyüzü GörmemiĢ Hüzünlerim Var
Anamın teninden tenimi soyan
EbeymiĢ adımı gülümser koyan
Canımı bahĢeden rabbime ayan
Günyüzü görmemiĢ hüzünlerim var
Dilimin ucundan içime düĢen
Kazmayla kürekle durmadan eĢen
Gülerken ağlatan derdimi deĢen
Günyüzü görmemiĢ hüzünlerim var
Gözümün önünde erirken ülkem
Boynunu zalime bükerken ilkem
Bazen diyorum ki sallayıp silkem
Günyüzü görmemiĢ hüzünlerim var
Sevgiye adanmıĢ edilgen huysam
ġairce sev diyor aklımı duysam
Dost ile sohbette cahilsem toysam
Günyüzü görmemiĢ hüzünlerim var
Gülüp eylenmekte dolmuĢ miadım
Dünyaya gelmeye olmuĢum nadim
Hıçkırık misali tekrarı kadim
Günyüzü görmemiĢ hüzünlerim var
BOZOK KIZ canını eyle ki türap
Yön bulsun insanlık olmasın harap
Sızıp unutmaya çare mi Ģarap
Günyüzü görmemiĢ hüzünlerim var
BĠR KADIN HAYATTIR ASLINDA
DıĢardan bakanlar fark edemezler
AnlaĢılmaz derler kadın dünyası
Erkekler bu fikri terk edemezler
Onlarla doludur hayal deryası
Erkeğin evinin baĢıdır kadın
Anadır, bacıdır eĢidir kadın
Suyudur, ekmeği aĢıdır kadın
Analık yoğurur hilkat mayası
Nazlı bir çiçektir gönülde açan
Sevgiye yürüyen, nefretten kaçan
Kanatsız melektir, yürekle uçan,
Umut hayalidir, sevgi rüyası.
Tertemiz bir kalple herĢeyi sever
Oğlunu, kızını eĢini över
Kadındır en güçlü çirkinliksavar
Karanlığı yırtar gider ziyası
Her kadın doğuĢtan biraz eziktir
Her zaman gözyaĢı ona azıktır
Fıtratı gereği kibar naziktir
Sevgiyle dolmaktır NĠL‟in hülyası
Nilüfer SARP
Aliye UYANIK
Sayfa 16
12
ALLAH’INI SEVERSEN
Artık bana tek yaprak düĢmez sevgi dalından.
Ne yapayım dört mevsim; hiç solmadan göversen!
Vazgeçtim! Tatmam daha peteğinden balından.
Sök sevgini kalbimden, Allah‟ını seversen.
Bakmaya kıyamazken güllerinin alına,
Yaban bülbüller konmuĢ narin, ince dalına.
Ne karĢına çıkarım; ne papatya falına.
Sök sevgini kalbimden, Allah‟ını seversen.
Selâm verirsem; alma, sessizce geç yanımdan!
Topla her neyin varsa, çık git gönül hanımdan.
Bıktırdı çilen beni bedenimden canımdan.
Sök sevgini kalbimden, Allah‟ını seversen.
Ne kadar çabalasam; yolum yoluna çıkar.
Sanki bir el tutar da ‟gel‟ der; kolumu sıkar.
Sabrımın direncini gönlümün gücü yıkar,
Sök sevgini kalbimden, Allah‟ını seversen.
VĠRAN AġK
Uzanma ellerime mahzun gözlerle bakıp,
Kanıyor yüreğimin çığlıkları
Yakma ciğerlerimi lâvlar misâli akıp.
Esiyor zemheri hüznün
Ġstersen yanağıma bir iki tokat çakıp;
Gün kararıyor ay karanlık
Sök sevgini kalbimden, Allah‟ını seversen.
Öylece duruyorsun orda
Bilmiyorum ne buldu? Gönlüm senden geçmiyor.
Bir yanın kayıp öfkenden
Onca yürek içinden birisini seçmiyor,
Titriyor korkulası rüzgârın
Ab-ı hayat olsa da el suyundan içmiyor.
Esiyor yamacından gölgenin
Sök sevgini kalbimden, Allah‟ını seversen.
Ve parlıyor salkım söğütler
Soruyorum kendime ‟hani gururun nerde?
Diziliyor bir ızdıraba gece
Yırtıldı mı yüzünde duran onurlu perde?‟
Kanıyor dinmeyen yaralar
Kırsın aĢk zincirimi ustana emir ver de.
Kırmızı bir Ģaraba tutsak
Sök sevgini kalbimden, Allah‟ını seversen.
Neyleyim olmayan ateĢi
Son defa söylüyorum dinime, imânıma!
Mehtaba eserken bulutlar
Böyle inat edersen; gireceksin kanıma!
Dalgalanırken mateminden ızdırap
Kıyacağım elimle bil ki kendi canıma.
Esmesin dost meltemi
Sök sevgini kalbimden, Allah‟ını seversen.
Ve yıkılsın viran aĢk
Zehra YILMAZ
Sevinç ESER
Sayfa 17
12
SEVGĠ EKMEYE GELDĠM
Sebepsiz değildir burda oluĢum
Yüreklere sevgi ekmeye geldim
Canı gönüldendir kalbe doluĢum
Aydınlığa bir mum yakmaya geldim
Atılan her ilmek sevgiyi örsün
Varsın Fitne fücur aklını yorsun
KardeĢlik bağımız bitimsiz sürsün
Gönülden gönülle akmaya geldim
Ruhlarda Ģeytanı kalplerde cini
Gündemde tutulan anlamsız kini
ġerre kucak açıp beslenen ini
Kazma küreğimle yıkmaya geldim
DĠRĠLSĠN
Dostluğun ateĢi yakarken teni
Soldurmaya gelen bende dirilsin.
Fitneye kapılıp, öfkeyle beni
Öldürmeye gelen bende dirilsin.
Ġster camiye git istersen ceme
Bu bizden o sizden ayrıdır deme
DüĢlenen yarınlar gitmesin güme
MeĢaleye kibrit çakmaya geldim
ĠĢim olmaz benim zanla, ifritle
Kimseyi doldurmam kötü niyetle
Safi yüreğimi kinle nefretle
Doldurmaya gelen bende dirilsin.
Engeli eritir dostluğun sesi
ÇıkıĢ hoĢ görüde zor neyin nesi
Et tırnak gibiyiz var mı ötesi
Ġkiliğe çizgi çekmeye geldim
BaĢlara taç edip her tür sanıyı
Gaddarca bir ruhla koyup tanıyı
Dostça yaĢadığım onca anıyı
Sildirmeye gelen bende dirilsin.
“Aklın yolu birdir” duy güzel ilim
Sende hayat bulsun Ģahlansın bilim
Uyma bozguncuya yakanda elim
Birlik ağacını dikmeye geldim
Niyeti bozuklar, hür-imasızca
Yersinler, arsızca ve simasızca
Binbir çeĢit hüzne acımasızca
Daldırmaya gelen bende dirilsin.
Ġçimde büyüyen bitmeyen sızım
Sivas denilince tutulur dizim
KarıĢ karıĢ her yer bu vatan bizim
Tecerden Dünyaya bakmaya geldim
Ummanlara dönük yürek bordamı
Ġzleyin an be an, halâ orda mı?
Batmak için çeĢit çeĢit yordamı
Buldurmaya gelen bende dirilsin.
Ġnsanları üzmek değildir amaç
Kem söz özündedir, dil ise araç
IġIK ilginize bilin ki muhtaç
Sizlere içimi dökmeye geldim
Kem gözle ölçüp de hoĢ endazemi
Hasetle izleyip dost yelpazemi
Hem sayrıdır deyip, hem cenazemi
Kaldırmaya gelen bende dirilsin.
Azimet IġIK
Mehmet Ziya DĠNÇ
Sayfa 18
12
SANA GELĠYORUM
AĢkın sevda Ģarabını
Ġçtim sana geliyorum
Ekinimi göceğimi
Biçtim sana geliyorum
Bilesin yar hallarımı
Bekleyesin yollarımı
Seni saran kollarımı
Açtım sana geliyorum
DolaĢtırdım kelebimi
KarıĢtırdım tölebimi
Bütün olan emeğimi
Saçtım sana geliyorum
Olmasın gülüme zarar
Böyledir verdiğim ikrar
Sıladan etmiĢim firar
Kaçtım sana geliyorum
SORGU
Ağladım da güldüm seni
Aradım da buldum seni
Güzeller güzeli seni
Seçtim sana geliyorum
Gönül hicap duyarken yitik hatıralardan,
Ne sen ne de turnalar döner meçhul diyardan.
Umut etmek yaĢamsa kaygılarla birlikte,
Atmak var Ģu bedeni hâĢâ! Hayâdan, ardan.
Ak ellere kınalar yak
BaĢa bağla telli duvak
Yola düĢtüm yalın ayak
Uçtum sana geliyorum
Mihman edip kalbini vurulduğum her akĢam,
Nâra banıp gönlümü gözlerde nem, dilde gam,
Kan oturur dağlara kurĢun yer de bir ceylan,
Mekândır ağyâr olan Ġstanbul veyahut ġam.
Dedesultan naçar oldum
Türlü derde düçar oldum
EĢten dosttan kaçar oldum
Göçtüm sana geliyorum
Kervanlar kaldırıp da dalga dalga saçına,
Sûret-i hayal edip geceyi soksam kına,
Mermerleri öptüren seneler kemiriyor,
Asıyor sevdamızı dağların yamacına.
Abidin DEDE
Her gün seni dilenip tan vakti saat beĢte,
Fersah fersah yol alır kâh yerde, kâh güneĢte.
“Dili yok ki Ģu kalbin ondan ne çok bizarım”,
Nasıl anlatsam nasıl, bilmem ki! Öyle iĢte…
Mustafa AYVALI
Sayfa 19
GELENEKLERİMİZ / GÖRENEKLERİMİZ
Suna BAY
12
AMMEL GOK / GELĠN GOK (ÇÖMÇE GELĠN) OYUNLARI
“Ammel gok, gok, gok,
Gelin gok, gok, gok”
1-AMMEL GOK OYUNU
Gaziantep‟te Ekim ayında tarlalar sürülerek
ekilmeye hazırlanır, bu tarlalara Ekim ayı sonundan baĢlayıp Kasım ayı süresince tohumlar
(bider) ekilir, kıĢ mevsiminin de bol yağmurlu ve
kar yağıĢlı olması için dua edilir. Eğer kıĢ mevsimi kurak devam eder, beklenen yağmurlar
yağmazsa, kuraklıktan kurtulmak için yağmur
duasına çıkılır.
Yağmurların yağması, kuraklığın sona ermesi için yapılan duaların yanında gençlerin ve
çocukların oynadığı oyunlar da vardır. Genç
erkeklerle genç kızların ve çocukların oyunları
birbirlerinden farklıdır. Genç erkeklerin yağmur
yağması için oynadıkları oyuna “Ammelgok”,
kız çocuklarının oyunlarına (davranıĢ Ģekli)
“Gelin gok / Çömçe gelin” denir.
diye seslenirler. Ev sahipleri de sesi duyunca,
yatıyor olsalar bile kalkarak kapıya gelir ve
gençlere yağ, bulgur ve hatta durumu iyi olanlar
kuzu, oğlak, tavuk vererek onları dualarla yollarlar. Bu arada gençlerin üstüne fark ettirmeden
kova ile su serperler, kovalar ile bol su serpmelerinin amacı bol yağmur yağması anlamındadır. Üzerlerine su serpilen gençler ıslanırlar.
Kovalarla serpilecek sudan kurtulmak için gençler ev sahibinin elinde su kovasını görür görmez
kaçarlar. Dalgın olup da kaçamayanlar ıslanmaktan kurtulamazlar. Sudan kaçmak için uyanık gençler her an tetikte olurlar. Genellikle
oyuna ilk kez katılanlar ıslanırlar. Bu davranıĢları ile bol yağmurlar yağsın ve insanları bu Ģekilde ıslatsın isterler.
Yağmur yağması için köyün yaĢlıları, genç
delikanlılara ve köyün küçük çocuklarına
“Ammelgok” (Gelin gok) oynamalarını söylerler.
Çocuk ve gençlerden oluĢan bir grup “Ammel
gok” oyununa çıkarlar. Bu oyun gündüz oynanmaz. AkĢam yemeğinden sonra gençler
toplanarak kendi köylerinde bazen de çevre
köyleri dolaĢmaya çıkarlar. Ġlk olarak hangi köyleri dolaĢacaklarını belirlerler, Köyde hemen
hemen her evin önüne gidilir tekerlemeler söylenir. Tekerlemeler söyledikleri evlerden alacakları muhtemel bulgur, yağ koymak için kablarını
da yanlarına alırlar.
En yakın köye doğru yola koyulur köye yetiĢince evlerin avlusuna (hayat‟ına) yaklaĢarak
hep beraber;
Köyde gece geç vakitte olsa bile evlerinin
kapılarına tekerleme söyleyerek gelen gençleri
uykularından uyanarak savarlar( yani isteklerini
karĢılarlar) Yatıyor olsalar bile yataktan kalkarlar. Çünkü bu genç delikanlıların “Ammelgok”
sabaha karĢı saat 02:00,03:00 a kadar devam
eder.
Daha sonra aynı Ģekilde diğer köyleri de
dolaĢan gençler sabaha karĢı kendi köylerine
dönerler, köyden birkaç kadın gençlerin getirmiĢ
olduğu bu malzemelerle pilav piĢirir gençlerde
bu pilavı yedikten sonra yatarlar. Kuzuyu ise
gündüz köyün yakınındaki “Kumru Dağı”na
giderek kesip yerler.
Sayfa 20
Suna BAY
GELENEKLERİMİZ / GÖRENEKLERİMİZ
12
2 - ÇÖMÇE GELĠN OYUNU
Toplarken arasıra Ģöyle tekerleme ile atıĢmalar da olur.
Genç Erkekler( 14-17 yaĢ gurubu genellikle) köylere çıkarken birde iĢin çocuklar boyutu
vardır. Çocuklar sadece kendi köylerinde bu
oyunu oynarlar. BaĢka köylere gitmezler.
Köyün yaĢlı kadınları Çömçe gelin yaparlar. Büyük bir çömçeye (kepçe) çubuklarla kol
yapılır, bunun üzerine çeĢitli renkte bezler ve
parlak simli tüllerle elbise yaparak süslerler,
kepçenin yuvarlak kısmı da çömçe gelinin baĢı
olur, aynı Ģekilde kepçenin baĢını da gelin baĢı
gibi süslerler.
“Sizin teke bizim teke
Vermeyenin eĢeği nal dike”(öle)
Çocukların bütün köyü dolaĢarak, topladıkları malzemelerle evin birinde tavuklu pilav piĢirilerek hep birlikte yenir. Bir tabak da havaya
serpilir yağmur gibi, yağmur yağsın diye.
Gaziantep‟in, Oğuzeli ilçesinin köylerinde
ise bu oyun Ammil Gok adı ile bolluk ve bereket için oynanır.
Bahar mevsimi gelip ekinler yeĢermeye
baĢladığı zaman, köyün çocukları toplanır, ellerine bir kazan ve bir kova alırlar köydeki bütün
evlerine tek tek gidilir hep bir ağızdan;
Ammilgok, Ammilgok
Vermeyenin çörteni yok
diyerek tempolu bir Ģekilde bu tekerlemeyi tekrar ederek gittikleri her evden bir tabak bulgur
bir yemek kaĢığı sadeyağ (tereyağ) toplanır.
Eğer vermeyen olursa çocuklar tekerlemede
söyledikleri gibi evin çörten‟ini kırarlar.( Çörten:
Damın üstünde‟ki yağmur sularını, dam çevresindeki oluklardan alarak duvar temelinden
uzağa akıtan, saçak kenarından dıĢarı doğru
uzanan oluk.)
Bu çömçe gelini ellerine alan çocuklar,
kendi köylerinin içinde tek tek evleri dolaĢmaya
baĢlarlar. Aynı zamanda ellerine tabak, kaĢık
alan bu çocuklar kaĢıklarla metal tabaklara
vurarak ses çıkartıp Ģu tekerlemeyi hep beraber
tempolu bir Ģekilde tekrar ederler.
“Gelingok, gok, gok
Çekirdeği çok çok çok”
Diyerek yağ, bulgur, tavuk, artık ev sahibinin gönlünden ne koparsa onu toplarlar.
Bütün köyden toplanan bulgur ve yağ, köy
halkından seçilen birkaç kiĢi tarafından pilav
piĢirilir. Pilav piĢerken çocuklar pilav piĢen ocağın kapısının önünde maniler eĢliğinde hep
beraber halay çekerler. Bu piĢen pilav köye
tabak tabak dağıtılır çocuklar topluca sofra kurup birlikte yerler, en sonunda artan pilav köyün
yakınındaki bir tarlaya bolluk ve bereket olsun
diye saçılır.
Gaziantep‟te hemen hemen bütün merkez
ve ilçe köylerinde bu Çömçe gelin kültürü ufak
tefek farklılıklar olmakla beraber, büyük ölçüde
aynı Ģekilde oynanır.
NOT: Bu yazının hazırlanmasında Zeynep
PATOĞLU, Yeter PATOĞLU, Celal BAY, Tülay
DEMEZ’in bilgilerinden faydalanılmıĢtır.
Sayfa 21
AraĢtıran: Suna BAY
12
Türkçe Giderse Türkiye Gider
Tertemizdi bizim topraklarımız,
ġu ayrık otları bizde hiç yoktu...
Gördük ki açınca yapraklarımız,
AĢımız çoktu da bunca p.ç yoktu...
Gezerdik hep dere kenarlarında,
Yatardık asırlık çınarlarında...
Çimerdik dupduru pınarlarında
Deniz de pek çoktu ama "biç" yoktu...
Küçük büyük bilir, sever, sayardık;
Edepte, erkanda en üst ayardık...
Bileni her daim baĢa koyardık;
Arif, maruf pek çok, hiç bilgiç yoktu...
Kırdılar tazecik dallarımızı,
Anlamaz olduk biz dillerimizi...
Bozdular o canım yollarımızı
Dillerde köprü var, tek"biriç"yoktu...
Bu kadar değildi hain, hıyanet
Dostluk der dururdu din ve diyanet
Tahsil isteyince çokluk nihayet;
Okul pek çoktu da "kembiriç" yoktu...
Biz Halep‟ de elli arĢın atlardık!
Endazeyle pazen ölçer katlardık...
Ayak, karıĢ, parmak hep ıspatlardık
Tüm ölçüler vardı yalnız "inç" yoktu...
KonuĢur dururduk küçük ve büyük,
Olmazdı hiç kimse birbirine yük...
Obruk, barı, tümsek, hendek ve höyük
AĢardık hepsini fakat güç yoktu...
ĠhbarmıĢ, gammazmıĢ, ya da Ģikayet
Halık‟tan dilerdik her dem hidayet...
Almazsa kafalar, basmazsa Ģayet;
Söğerdik, sayardık ama linç yoktu...
Otomuz at idi, benzini arpa
Giderdik dallara hep çarpa çarpa...
Ne zaman sararsa iĢimiz sarpa,
Höt deyince kaçan ürkek k.ç yoktu...
ġimdi dilimize dolup kaldılar,
Tüm emellerine nail oldular...
"Hello, by by, yes, no" ile doldular
Artık çok Ģey var da hiç bilinç yoktu...
Edep yahu derdik sığınıp Hakka,
Yürek vardı hem de tam beĢ yüz okka!
Olmazdı kimsede men dakka dukka,
Hakka iman vardı, bir tek suç yoktu...
Halil ġakir TAġÇIOĞLU
Sayfa 22
12
SOYKIRIM
Mora, Epir, Varna, insan ĢaĢıyor
Tuna kıpkırmızı kanla taĢıyor
Yakılan köylerle gece ıĢıyor
Soykırım Müslüman Türk‟e yapıldı
Dünya baĢımıza ahkâm kesiyor
Soykırım yaptınız diyerek bize
Bizdeki aydınlar neden susuyor
Soykırım Müslüman Türk‟e yapıldı
BoĢnak‟ı sancaklı birde goralı
ÖlmemiĢ ise de mutlak yaralı
Niğbolu kanije hepsi sıralı
Soykırım Müslüman Türk‟e yapıldı
Nereden baĢlasam Kafkasya acım
Sürgün vagonunda anam ve bacım
Kilise çan çalar sürgünde hacım
Soykırım Müslüman Türk‟e yapıldı
Sonra cihan harbi bilindik batı
Ölen Türkler Ermeni‟nin kaç katı
Dedemin sadık-a dediği iti
Soykırım Müslüman Türk‟e yapıldı
Kırım‟da baĢladı yakıp yıkmalar
Kadınla çocuğa kurĢun sıkmalar
Kamplara toplayıp gazla yakmalar
Soykırım Müslüman Türk‟e yapıldı
Yetmedi yıktılar Erzurum, Karsı
„‟Türk kanı‟‟ içiyor bitmiyor hırsı
Kundağında öldü Türkün Aybars‟ı
Soykırım Müslüman Türk‟e yapıldı
On milyon sürgünle dört milyon ölü
Bunlarda insan be hey itin dölü
Nedense yazmıyor kimsenin eli
Soykırım Müslüman Türk‟e yapıldı
KurtuluĢ savaĢı Ģark meselesi
Çanakkale soykırım silsilesi
Haçlının hainin bitmez hilesi
Soykırım Müslüman Türk‟e yapıldı
Bin dokuz yüz sekiz, on üç arası
Anlatın dünyaya Ģimdi sırası
Ġçimden çıkar mı bunun yarası
Soykırım Müslüman Türk‟e yapıldı
Bekir soykırm‟ı anlattım size
Yirmi dört nisanı dayıyor bize
Firenk‟i slav‟ı vermiĢ diz dize
Soykırım Müslüman Türk‟e yapıldı
Sırp‟la Karadağ da kan akıyor kan
Bulgar, Yunan, Roman birleĢir o an
Üç milyon Türk öldü bunlarda bir can
Soykırım Müslüman Türk‟e yapıldı
Bekir AKBULUT
HOCALI
Sayfa 23
12
Sana Benzer
Bir batan bir çıkan GüneĢ gibisin,
Bulutta saklanan Ay sana benzer.
Ġçimi kavuran ateĢ gibisin,
Sevip okĢadığım tay sana benzer.
YeĢil ormanların deli ceylanı,
BakıĢın andırır güzel Leyla‟yı.
ġükranla anarım yüce Mevla‟nı
Irmaklar nehirler çay sana benzer.
Baharsın, gamzende güller açıyor,
Ceylan göbeğinden amber saçıyor.
Ben takip ettikçe canan kaçıyor,
Mevsimler fasıllar ay sana benzer.
Kalbimde yanardağ dünyama güneĢ
Yakar da göğsümü kavurur ateĢ
Sensin sol yanıma tek yakıĢan eĢ
Ġçimde kırılan fay sana benzer.
Cennet bağındaki kırmızı narsın,
Dağlarda çağlayan duru pınarsın,
Ne olsun uzaksın, benden kenarsın,
Rükûda, secdede say sana benzer.
Bilirsin peĢinde dolaĢan çoktur,
Lakin benim gibi sevenin yoktur.
Kirpikler bağrıma sancılan oktur,
Beni hedef alan yay sana benzer.
ĠNSANLARIN
Tandır ekmeğinin buğday kokusu,
Güzel halıların ipek dokusu,
Ömür bir masaldır, yalan çoğusu,
Doğup büyüdüğüm köy sana benzer.
Sen benim yaptığımı yapamazsın ki
Gün gelir çeker giderim
Gün gelir gökyüzünde gezerim
Girerim bir damlanın içine düĢerim diyar diyar
Gülnare ESGERZADE
(Azerbaycan)
Sen benim yaptığımı yapamazsın ki
Zor iĢ benim gibi yaĢaman
Mesela sevmende zor benim gibi
Bakman benim gözlerimden sevdaya
Sen benim yaptığımı yapamazsın ki
Nesini anlatayım sana Ģimdi
Arada yılları var yaĢanan ömürlerin
BakıĢları hep farklı farklı biliyorum insanların
Enver HĠKMET
Sayfa 24
12
Olmaz mı..
Yokluğun câna cefâ, sevdan bir ömre bedel
Aşkımdan bûse alıp, tadıp gitme...Olmaz mı...
Yeter ki yanımda ol, isterse gelsin ecel
Fîrâkın kollarına, atıp gitme...Olmaz mı...
Katran karası düştü gecemin siyahına
Döktüğüm yaşlar şahit gözlerimin ahına
Gülümse! Güneş doğsun, gönlümün sabahına
Bir daha kaşlarını, çatıp gitme...Olmaz mı...
Değeri kalmasa da, solsa da nazarında
Mâziye yer arama anılar mezarında.
Miâdı doldu deyip, eskici pazarında
Aşkımızı bir pula, satıp gitme...Olmaz mı...
Sevdandır akıp giden gönlümün gözesinden
Gem vurmak mümkün değil; çıkmış şirazesinden.
Payıma hep gam düştü, aşkın terazisinden
Artık, aşıma zehir, katıp gitme...Olmaz mı...
Tebessüm ettiğinde, her an bin güne eşken
Sevdalı bakışların zemheride güneşken
Gözlerim henüz daha, kurumamışken, yaşken
Hayâlimi tüketip, yitip gitme...Olmaz mı...
Bırak, yansın! Sönmesin, umudumun çırası
Sürsün mahşere kadar bu aşkın hatırası
Birgün vazgeçip benden; deyip "tam da sırası"
Karanlık dehlizlere, itip gitme...Olmaz mı...
Gideceksen sessiz git! Vedalar yıkar beni
Pişman olsan da dönme! Kalbinden çıkar beni
Razıyım, öldür beni, toprağa da kar beni
Bağrıma hançer gibi, batıp gitme...Olmaz mı?
Mecit AKTÜRK
ġiir olup aktın yâr
Ne fayda zararmıĢsın, vuslatta açtın yara
Adresteki yüreğe, sen ne ettin neyledin
Bela oldu ülfetim, güneĢe saçtın kara
Gönül hanesi Ģaşkın, cana yettin neyledin
Sesinle telaĢlanır, güncelere dalardım
Tene her bir dokunuĢ, beni düĢürdü dile
GeliĢi güzel ritme, öpücükler salardım
Duygulu Ģarkılarda, göz ağrır sile sile
Bilerek mi gelmedin; kalbim çırpınır tanık
Anafora beĢ kala, artık çalma kapımı
GüneĢ yanığı tenim, gün görmese de yanık
Her yanın sıkıntıymıĢ, bozdun düzen yapımı
Gemim yan yatıp battı, hüznüm buruk olsa da
Üzerime hiç gelme, buydu verdiğim karar
Benim bir tek kurtulan, sine külle dolsa da
Mazimde canlanırsın, acır erdiğim yarar
Yine geldik sonuna, şiir olup aktın yâr
Gurur kader mahkûmu, istesem de silemem
Yaptığın hatalarla, oralardan baktın yâr
Zaten yangın yerim dar, kora düĢsen gelemem
Gülsen TUNCKAL
Sayfa 25
12
Anzaklı Ömer’in Hikâyesi
1957 Yılında Ġstanbul Tıp Fakültesi'nden mezun olup ihtisas yapmak üzere ABD'ye giden
Doktor Ömer Musluoğlu, görev yaptığı hanede
baĢından geçen çok enteresan bir hadiseyi Ģöyle
anlatıyor:
Amerika 'ya gittiğim ilk yıllar, New York'ta
Medical Center Hospital'da görev almıĢtım. Vazifem kan almak, kan vermek, serum takmak,
elektrokardiyografi
çekmek
gibi
iĢlerdi.
Hastaya o kadar önem veriyorlar ki yeni doktorlar
hemen direkt olarak hasta muayenesine,
tedavisine verilmiyordu. Diğer zamanlarda da
laboratuarda çalıĢıyordum. Bir hastaya gittim.
YaĢlıca bir adam, tahminen yetmiĢ beĢ yaĢlarında.
“Kan vereceğim kolunuzu açar mısınız?” dedim.
Adamcağız kanserdi ve aynı zamanda kansızdı. Kolunu açtım, baktım pazusunda bir Türk
bayrağı dövmesi görünce çok ilgimi çekti ve kendisine “Siz Türk müsünüz?” diye sordum.
KaĢlarını yukarıya kaldırarak "hayır" manasında bir iĢaret yaptı.
Ama ben hala merak ediyorum;
- Peki, bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir?
- Aldırma öylesine bir Ģey iĢte,
- Fakat benim için bu çok önemli, çünkü bu
benim milletimin bayrağı, benim bayrağım.
Ġhtiyar gözlerime tanıdık bir göz arıyor gibi
baktı ve anlatmaya baĢladı:
- Yıl 1915. Çanakkale diye bir yer var Türkiye'de. Orada savaĢmak üzere bütün Hıristiyan
devletlerden asker topluyorlardı. Ben, Avustralya
Anzaklarındanım. Ġngilizler bizi toplayıp dediler
ki: “Barbar Türkler Hıristiyan dünyasını yakıp
yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karĢı cephe
açmıĢ durumda... Birlik olup üzerine gideceğiz.
Bu savaĢ çok önemlidir.” Biz de inandık sözlerine
ve savaĢmak isteyenler arasına katıldık.
Beynimizi yıkayan Ġngilizler Türklere karĢı topladığı askerlerin tamamını Çanakkale'ye sevk
ediyormuĢ. Bizi gemilere doldurup Mısır'a getirdiler. Orada birkaç ay talim gördük, sonra da bizi
alıp Çanakkale'ye getirdiler.
SavaĢın Ģiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle
ki denize düĢen gülleler suları metrelerce yukarı
fıĢkırtıyor, gökyüzünde havai fiĢekler gibi geceyi
gündüze çeviriyordu. Her taarruzda bizden de
Türklerden de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Fakat biz hepimiz Türklerdeki
gayret ve cesareti gördükçe ĢaĢırıyorduk. Teknolojik yönden çok çok üstün olduğumuz gibi sayı
bakımından da fazlaydık.
Peki, onlara bu cesaret ve kuvveti veren Ģey
neydi? Ġlk baĢlarda zannediyordum ki Ġngilizlerin
bize anlattığı gibi Türkler barbarlıktan böyle saldırıyorlar. Meğer bu barbarlıktan değil, kalplerindeki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuĢ.
Biz karaya çıktık. Taarruz edeceğiz, bizi
püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz, bizi gene
püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz.
Derken böyle bir taarruzda baĢımdan yediğim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmiĢim.
Gözlerimi açtığımda kendimi yabancı insanların
arasında buldum. Nasıl korktuğumu anlatamam.
Ġngilizler bize Türkleri barbar, vahĢi kimseler
olarak tanıttı ya...
Ama dikkat ettim, bana hiç de öfkeli bakmıyorlar, yaralarımı sarmıĢlar.
Bu söz üzerine gözlerini açtı. Derin derin yüzüme baktı ve mırıltı halinde sordu:
- Siz Türk müsünüz?
- Evet, Türküm.
Ġyice kendime gelince bu defa çantalarında
bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. Ġyi
biliyorum ki onların yiyecekleri çok çok azdı. Bu
haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram
ediyorlardı. ġok olmuĢtum doğrusu...
Sayfa 26
12
Dedim ki kendi kendime:
Bu adamlar isteseler Ģu anda beni öldürürler
ama öldürmüyorlar. Veyahut isteseler önceden
öldürebilirlerdi. Hâlbuki beni cephenin gerisine
götürdüler.
Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı.
Bu duygularla 'Yazıklar olsun bana' dedim. 'Böyle
asil insanlarla ben niye savaĢıyorum, niye savaĢmaya gelmiĢim? Bu Ġngiliz milleti ne yalancıymıĢ, ne kadar Türk düĢmanıymıĢ' diyerek
piĢman oldum.
Ama bu piĢmanlığım fayda etmiyor ki. Bu iyiliğe karĢı ne yapsam diye düĢündüm durdum
günlerce.
Nihayet bizi serbest bıraktılar. Memleketime
döndüm.
ġaĢırdım, nasıl da birdenbire Müslüman olmaya karar vermiĢti. Meğer o bunu hep düĢünüyormuĢ da kimseyle konuĢup soramadığı için
gerçekleĢtirememiĢ.
Tabii, dedim. Müslüman olmak çok kolay.
Sonra kendisine imanın ve Ġslam'ın Ģartlarını
anlattım, kabul etti. Hem kelime-i Ģehadet getiriyor, hem de ağlıyordu.
Mırıldandı:
Siz Müslümanlar tespih çekersiniz, bana
da bir tespih bulsan da ben de yattığım yerden
tespih çekerek Allah'ımı ansam olur mu?
Bu sözden de anladım ki dedelerimiz savaĢ
esnasında Hakk'ı zikretmeyi ihmal etmiyormuĢ.
ĠĢte memlekette Türk milletini ömür boyu
unutmamak için koluma bu Türk bayrağı dövmesini yaptırdım. Bu bayrağın esrarı bu iĢte.
Hemen bir tespih bulup kendisine getirdim.
Hasta yatağında tespih çekiyor, biz de tedavisiyle ilgileniyorduk.
Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o
devam etti:
Bir gün yanına gittiğimde samimi bir Ģekilde
rica etti:
Talihin cilvesine bakın ki, o zaman ölmek
üzere iken yaralarımı iyileĢtirerek, sıhhate kavuĢmama çaba sarf eden Türkler idi. ġimdi de
Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileĢtirmeye çaba sarf eden yine bir Türk. Ne garip
değil mi? Avustralya'dan Amerika'ya gelirken bir
Türk ile karĢılaĢacağımı hiç tahmin etmezdim.
Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmıĢlar, buna bütün kalbimle
inanıyorum.
PeĢinden nemli gözlerle:
-
Bana adınızı söyler misiniz?
-
Ömer,
-
Peki niçin Ömer ismini vermiĢler sana?
Senin adın Müslüman adı mı?
Ben evet, Müslüman adı, deyince yüzüme baktı,
doğrulmak istedi. Onun yatakta oturmasına yardım ettim. Gözleri dolu doluydu. Yüzüme bakarak dedi ki:
Senin adın güzelmiĢ. Benim adım Ģimdiye kadar Josef Miller idi, Ģimdiden sonra
"Anzaklı Ömer" olsun.
-
Beni yalnız bırakma olur mu?
-
Ne gibi Ömer amca?
-
Ara sıra gel de bana Ġslamiyet'i anlat.
-
Sen çok güzel Ģeylerden bahsediyorsun. O sözleri duydukça kalbim ferahlıyor.
O günden sonra her gün yanına gittim, bildiğim kadarıyla dinimizi anlattım. Fakat günden
güne eriyip tükeniyordu. Kaç gün geçti tam hatırlamıyorum, hastanenin genel hoparloründen bir
anons duydum:
Doktor Ömer, lütfen 217 numaralı odaya gidin!
Babam Müslümanların ikinci halifesinin
isminden ilham alarak bana Ömer adını vermiĢ.
-
-
Olsun
Peki doktor beni Müslüman eder misin?
Müslüman olmak zor mu?
Hemen yukarı çıktım. Ömer amcanın odasına
vardığımda gördüğüm manzara aynen Ģöyleydi:
Sağ elinde tespih, açık duran sol kolunun
pazusunda dövme Türk bayrağı, göğsünde imanı
ile koskoca Anzaklı Ömer son anlarını yaĢıyordu.
Hemen baĢucuna oturdum, kendisine kelime-i
Ģehadet söylettirdim, o Ģekilde kucağımda ruhunu teslim etti.
Bir Çanakkale gazisi görmüĢtüm. Yıllar sonra
da olsa Müslüman Türk Milletine olan sevgisi
sayesinde kendisine iman nasip olmuĢtu.
Ne yalan söyleyeyim, ağladım...
Sayfa 27
12
YILLARIM HÜZÜN
Amacın üzmekse git güle güle,
Bastığın yerlere yaĢ dökülmesin.
Elveda sözünü getirme dile.
Muhabbet bağından gül sökülmesin,
Uçursun saçını ılık rüzgârlar,
Ġçine gümüĢten tel ekilmesin.
ĠLK GÜNDEN BERĠ
Kendimi bildiğim ilk günden beri,
Helal ekmeğimin peĢinde kaldım.
Mert olmalı dedim insanın eri,
Bu yüzden toplumun dıĢında kaldım.
Bizsiz yolcuları taĢısın garlar,
Gitmeden hasretin yaksın içimi,
Ah bilsen kalbimde daha neler var?
Mutluluk sayarım hasret acımı,
Hatıra diyerek yıllarca sakla,
Gönlünden çıkarıp kırma tacımı.
Soygunda silahın modası geçti,
Hırsızlar tercihte kalemi seçti.
El prensip ekti, maddiyat biçti,
Ben de doğruluğun düĢünde kaldım.
Bu kadar çileyi demem ne hakla,
Sırtıma yükleyip kayboluyorsun?
Böylesi ayrılık sığmıyor akla.
Yalan siyasetmiĢ; güzel düĢünce,
AĢılanmıĢ gitmiĢ yaĢlıya gence.
Eğirdim, dokudum, inceden ince,
Sonunda safların dıĢında kaldım.
Buzlanan dünyama kor oluyorsun,
Mevsimlerim hüzün, yıllarım hüzün,
Giderken içimde sır kalıyorsun.
Ayaz'ım hileye önem vermedim,
Ömrüm geçti mutlu günler görmedim.
Ne yazık bahara bir gün ermedim,
Her zaman mevsimin kıĢında kaldım.
Sevene zulmeti taĢımaz özün,
Ġdam sehpasını kurmuĢsun amma,
Ġlmeği takmayı götürmez gözün.
Yine de aldırma düĢtüğüm gama,
Yanımda kalsan da dumanım tüter.
PeĢinden gömülüp kızıl akĢama,
Ayrılıp gidersen hayatım biter.
Ahmet AYAZ
Mehmet NACAR
Sayfa 28
12
AġIĞIN GÖNLÜ
En ince ipekten dokunmuĢ gibi,
Söktükçe kapanmaz aĢığın gönlü.
Bin yıllık menzilden okunmuĢ gibi
Baktıkça kapanmaz aĢığın gönlü.
Elin sefasında çilemiz baĢlar,
Zalime gül yağsa bize de taĢlar,
Gerçekten sevenin gözünden yaĢlar
Döktükçe kapanmaz aĢığın gönlü.
Altındır yüreği zevk almaz çöpten,
Bir anlık huzura vazgeçer hepten,
Dara düĢse çekmez boynunu ipten
Büktükçe kapanmaz aĢığın gönlü.
Mutlu olur bazen nağmesi sazdan,
Yükselir göklere sevinir hazdan,
Lüzumsuz bir yerde yapılan nazdan
Bıktıkça kapanmaz aĢığın gönlü.
Aramaz lokmayı haramda, leĢte,
Yok olmaz aĢıklar kalsa güneĢte,
Zorbanın açtığı kalleĢ ateĢte
Yaktıkça kapanmaz aĢığın gönlü.
KiĢi, yerin alır tertemiz özle,
Ne köprüler inĢa edilir gözle,
Sırca sarayları bir acı sözle
Yıktıkça kapanmaz aĢığın gönlü.
GECE SÜVARĠLERĠ
Mazlumun yanında olmalı yerin,
Bir dayanma gücü bulunur erin,
Ġnsafsız olup da hançeri derin
Soktukça kapanmaz aĢığın gönlü.
Alkarısı ördü yelelerini
Karanlığa Ģaha kalktı o atlar
Geçti de vehmin bahçelerini
Çölde ıslandı gümüĢ tırnaklar
GözyaĢı sevgiden yükselen yakut,
Yağmurdur toprağa düĢen her umut,
Sırma saçlı baĢa kara bir bulut
Çöktükçe kapanmaz aĢığın gönlü.
TaĢlarını Ģuurun hırsla döverler
Görünmez deliĢmen süvarileri
Su alır çelikten ateĢ içerler
Leylanın korkusuz havarileri
Gerçek âĢık demez bana çok verdi,
Kin tutmaz özünde, bir sırra erdi,
Zalimin zulmüyle bin türlü derdi
Çektikçe kapanmaz aĢığın gönlü.
Ey azgın atların dost nefesiyle
Her gün perde perde eriyen gece
Ruhumu nefsimin mahrem sisiyle
Boyadın rengine heyhat sinsice
Hakikat bahrinde ara yolumu,
Dostun cefasıyla sarıp kolumu,
Umut yaylasına hasret tohumu
Ektikçe kapanmaz aĢığın gönlü.
Yüklendik de bütün kabahatleri
Sırtımızda uçurumlar aĢarız
Ey düĢlerin geme gelmez atları
DüĢ içinde biz ne düĢler yaparız.
Bir olursa hele Türkün elleri,
Bu köhne cihana barıĢ yelleri
Ressam Halil, gerçek aĢkın gülleri
Koktukça kapanmaz aĢığın gönlü.
Zeki GÜL
Halil GÜLEL
(Düsseldorf)
Sayfa 29
12
XX. ASRIN EN BÜYÜK KATLĠAMI – HOCALI SOYKIRIMI
Doc. Dr. Tamilla Abbashanlı ALĠYEVA
EskiĢehir Osmangazi Üniversitesi,
KarĢılaĢtırmalı Edebiyat Bölümü Öğretim Üyesi
1992. yılının ġubat
ayının 25‟inden 26‟sına
geçen gece XX. asrın
en büyük katliamı –
Hocalı katliamı - baĢ
verdi. Kan içen zalim
Ermeniler Türk‟e düĢmen olan Rus Askerlerine (bu askerler 366
sayılı motoatıcı alayda
idi ve bu askerlerin
elinde çok güçlü harbi
sürsat vardı) güvenerek Karabağ‟ın en güzel
kentlerinden biri olan Hocalı‟ya girdi, hiçbir günahı olmayan insanları kanına kaltan etti, bu
vahĢiler kimseye rahim etmediler, 80 yaĢlı nineye
de, 2 aylık çocuğa da. Herkesi kurĢunladılar.
Azerbaycan‟ın ünlü yazarı Nesiman Yakuplu
Hocalı katliamını gözyaĢı ile dile getirir: “DüĢmen
amansız idi ve karakterindeki bütün insani hisleri
kenara koyup kuduz canavara dönmüĢtü. O Türk
kanına susamıĢtı ve bu kandan içtikçe hiddetlenir, ihtiraslı bir kuvve ile yardıma muhtaç olan
avının üstüne atılır, insafın, merhametin ne olduğunu bilmiyordu. Onun kalbînde sadece bir “arzu” vardı: Türk kanı içmek! Becerdikçe çok içmek
Türk kanını! Onun Ulu Babaları da böyle yapmıĢlar. ġimdi de mekirli babaların kinli evlatları bu
isteği hayata geçirirdiler.”
Bir anlığa Hatın faciasını hatırlayalım. Ġkinci
Dünya SavaĢında Almanlar Belorusiya‟nın (Beyaz Rusya) Hatın köyündeki insanları bir büyük
eve yığıp ateĢe verdiler. Bu olayı bu güne kadar
bütün dünya konuĢur. Orada ölenler hiç de Hocalı‟dan çok değildi. Eli silah tutan savaĢa gitmiĢ,
kalanlar elsiz-ayaksız ihtiyarlar ve çocuklar idi.
Onlar sakince uyuyordular. Ve birden gece
yarısı onların uykuları parça parça oldu. Ġnsanlar
senelerce biriktirdikleri servetlerini, göz bebeği
gibi korudukları evlerini koyup sadece canlarını,
yavrularını, ihtiyarları alıp ormana yüz tuttular.
Düzengahla gedseydiler, Ermeniler havaya
fiĢeng atıp onları görecekti ve bir insan canını bu
güllelerden kurtarmayacaktı. Silah sesini iĢiten
insanlar ayakkabılarını, sıcak giysilerini giymeye
imkân bulamadılar. Kimi paltosuz, kimi çorapla
karın üstünde ayak yalın, baĢı açık...
Ne kadar insanı kar, buz sakat etti. Ayaklarını, ellerini don vurdu. Hocalı sakini 23 yaĢlı
dünya güzeli Hatice‟nin ayakları kesildi, Ģimdi
sakat arabasında geziyor. 51 Ayna Kasımovanın,
Suna Aliyevanın, 62 yaĢlı Samet Talıbovun, 15
yaĢlı Salman Kasımovun, 57 yaĢlı Gülalı
Mehraliyevin, 18 yaĢlı Vugar Karayevin ayaklarını Ģahta vuruptur. Bunların hepisi sakattır.
Ama Azerbaycan‟ın çeĢitli yerlerinden Ermenistan‟a, Rusya‟ya ve dünyaya göç eden Ermenilerin baĢına böyle felaket gelmeyip. Paralarını, eĢyalarını alıp trenle, uçakla istedikleri yere
gittiler. O gece kan içen Ermeniler, Rus askerleri
ile birlikte 613 insanı katliam ettiler. Onların içerirsinde 63 çocuk, 106 bayan, 70 ihtiyar nine ve
dede hususi Ammansızlıkla katliam edilmiĢti.
Hocalı‟da ise bütün insanlar evinde idi, demek olmazdı ki, sakin uyuyordular, çünkü bilirdiler ki, etraflarında Ruslara yalakalık yapan, ömrü
boyu Türklere nefret hissi ile yaĢayan kuduz
canavarlar -Ermeniler- var. Erkekler ve kadınlar
geceler uyumak ne olduğunu bilmiyor, pervane
gibi çocukların, elsiz-ayaksız, melek gibi ihtiyarların, nine ve dedelerin keĢiğini çekiyordular.
Sayfa 30
12
Bütün dünyaya yayılıp gece-gündüz “Türkler
bizi soykırım etmiĢ” deyen Ermeniler bir gecede
gözlerini kırpmadan 613 insanı katliam etmiĢler.
Utanmadan, çekinmeden hele bu dediklerini
ülkelerin parlamentolarında müzakereye çıkarır,
yalanlarını iĢe vere bilmeyende timsah gözyaĢları tökür, haray-haĢire el atıyorlar.
Romanya‟da Azerbaycan Bayrağını tahkir ettiği üçün bir Azerbaycanlı ve Karabağlı bir asker
Ermeni Askerini öldürdü. Onlar ise bunu bütün
dünyaya yayıp o askere ölüm istediler. Hâlbuki
ölen Ermeninin Babaları o Karabağlı Askerin
bütün akrabalarını öldürdüler, sağ kalanları esir
götürdüler, esirlikte onlara iĢkence vererek öldürdüler. Ama Azerbaycan‟da ermeni esiri yoktur
ve olan da bele onlara iĢkence verilmedi. Ermeniler Hocalı Ģehrinden olan Nüseynova
Mehribanı üç evladı ile esir aldılar. Çocuğun biri
yeni doğmuĢtu, biri 4, biri ise 5 yaĢında idi. ġimdiye kadar onlar hakkında hiçbir malumat yoktur.
34 yaĢlı Aliyeva Svetlana da Ermeniler tarafından esir alınmıĢtır, bu güne kadar ne ölüsü, ne
kaldısı bellidir. Karabağ savaĢının nasıl bir savaĢ olduğunu anlamayanlar tez-tez bizlere böyle
soru verirler:- Karabağı kendi elinizle Ermenilere
verdiniz? Bu soru bizi çok üzüyor. Kimse toprağından bir karıĢ bile olsa kimseye vermez. Hiç
unutmak lazım değil ki, Azerbaycan askeri bir
avuç Ermeni ile değil, elinde son model silah
olan Rus askeri ile vuruĢurdu. Ermeniler defalarca Hocalı halkına haber gönderdi “Çıkın gedin bu
topraklardan” diye. Onlar ise “Bu bizim ata-baba
toprağımızdır, hiçbir yana gedmeyeceğiz” dediler. Ama sözle, yalın elle, silahsız Vatan korunur
mu? Tabii ki, korunamaz. Ġnsanlar son nefeslerine kadar direndiler, kenti terk etmediler ve bir
gecede 613 insan Ermeni ve Rusların kurĢunlarının kurbanı oldu. O gece dünyada XX. asrın en
büyük faciası - Hocalı katliamı baĢ verdi. Yüzlerle insanın kanı aktı. Beyaz saçlı ihtiyar annelerin
beyaz saçları kana boyandı. Yiğit oğulların diridiri baĢı kesildi. Dilsiz çocukların, masum yavruların bedenleri kurĢunlardan deĢik-deĢik oldu.
Pak ve çiçek kızlarımızın namusu lekelendi. Esirlikte kalanları Ermeniler aç-susuz, soğuk yerlerde
saklıyor, her gün ağır iĢkenceler verirdiler. Ermeniler insanların ağzındaki altın diĢleri zorla çekip
çıkarırdılar. Bazen bunun için çatallardan bele
istifade ediyordular. Bazen esirleri yüksek binaların balkonlarından atar, ölmeyen de yeniden
azap verirdiler. Ġnsanların ellerinin üstüne çıkıyor,
kemiklerin kırılmasından hususi lezzet alırdılar.
Esirlerden ölen olanda onu sağ insanların arasında günlerle saklayıp sağlara azap verirdiler.
MüĢkünaz adlı 22 yaĢlı genç kadın 2 yaĢlı kızını
baĢındaki yazma ile boğup ve sırtına bağlıyor.
Çünkü aç çocuk ağlıyor ve onun sesini iĢiten
Ermeniler onların ardınca gelerek 15 insanı da
kurĢunlayacaklar. Bunu gören anne çocuğunu
öldürür ki, bu günahsız insanlar hilas olsun.
Ancak rehimli Allah bu günahsız çocuğun ölmesine, annenin gözyaĢlarına razı olmuyor, çocuğu
hayata kaytarır. ġimdi Salatın o günleri
hatırlayabilmese
de
hayattadır,
yaĢıyor.
MüĢkünaz hanımın ayağını don vurup, hekimler
iki parmağını kesmiĢler. “Hocalı faciası“ adlı
kitapda Hazan gül adlı bir çocuğun çok kederli bir
öyküsü var. Hazan gülün ailesinde 4 kızdan sonra bir oğul dünyaya gelmiĢti, adını Vüsal koymuĢtular. Hazan gülle babasını Ermeniler esir götürdüler. Babasına söylediler: - De ki, Karabag eski
Ermeni toprağıdır. O ise dedi:- Karabağ Azerbaycan toprağıdır. Babasını ağaca bağladılar,
üstüne petrol döküp yandırdılar. Hazan güle ise
dediler:-Git, seni öldürmüyoruz, onsuz da sen
kurĢunsuz da ölürsen. Onlar bu küçük kızın
kalbine ölüm dağını vurdular. Bir bacısını Hocalıdan çıkarken kurĢunladılar. Sonra Annesini kurĢunladılar. 8 aylık kardeĢi Vüsal, bacısı Nigar ve
Hazangül ninesinin ihtiyarına kaldı. Meğer dünyada böyle bir facia olur mu? Ermeniler Mehseti
Türklerini Ermeni mezarlıklarına götürür, Ermenilerin mezarı üstünde onların baĢını kesirdiler ve
sevinçle:- Türkü Ermeni‟ye kurban kestik- deyip
Ģadlık ediyordular. Hocalıda ele aileler vardı ki,
içlerinden bir insan bile sağ kalmadı. Hocalı faciasını birkaç sahifaya yerleĢtirmek mümkün değil.
Bana öyle gelir ki, Hocalı katliamı sadece bu
katliamın töredildiyi gün değil, her zaman biz
Türklerin yaddaĢında olsun, yaddaĢımıza ebedi
hasır olunsun. Dünyaya yalandan: ”Türkler bizi
soykırım etmiĢler” deye bar-bar bağıran Ermenilere onların Türklere yaptıkları soykırımı hatırlatmak lazımdır.
Sayfa 31
12
Elimde bir kitap var: “Ermeni terörü”. Kitap
Azerbaycan‟da Azeri Türkçesi, Ġngilizce, Rusca
basılıp.
Burada
“Armenakan”
(1885),
“Hncak”(1887), “DaĢnaksütyun” (1890) gibi Ermeni partilerinin ne kadar Türkü soykırım etmeklerinden konuĢulur. Kitap Ermenilerin Anadolu
bölgesinde, özellikle, Erzincan, Ġzmit, SarıkamıĢ
ve sair yerlerde dinç insanların baĢına getirilen
felaketleri aksettiren resimlerle açılır. Bu resimlere bakmağa taĢ gibi yürek lazımdır, çünkü her
yürek bu faciaya tab getirmez. Ammansızlıkla
öldürülmüĢ kadın ve çocukların üst-üste dökülmüĢ cesetlerine bakmak mümkün değil. Erzincan‟da katliam edilmiĢ bir Türk ailesi. Balta ile
kolları ve baĢları kesilmiĢ insanlar...
Kitabın bir bölümü Ermenilerin “Nemezis” terör harekâtından konuĢulur. Yazılır ki, Armen
Garonun baĢkanlık etdiyi “Nemezis”in listesinde
650 kiĢinin ismi vardı ki, onlar Türkiye”nin ve
Azerbaycan”ın en ünlü Devlet adamları idi. 3–5
kiĢilik terörçular arayıp o insanları bulur, öldürürdüler. Ermeniler Azerbaycan‟ın Parlamentosunun
baĢkanı Hasan Bey Agayevi, Azerbaycan Nazirler ġurasının BaĢkanı Nasip Bey Yusufbeylini,
Azerbaycan‟ın DıĢ ĠĢleri Bakanı Feteli Bey
Hoyskini 1920 yılında Tiflis Ģehrinde, 15 Mart
1921 Osmanlı Devletinin Ġç ĠĢleri Bakanı Talat
PaĢa‟yı Berlinde, Azerbaycan‟ın Ġç ĠĢleri Bakanı
Behbut Bey CavanĢir‟i 18 Temmuz 1921 Ġstanbul‟da 4 Agustus 1922‟de Osmanlı Devletinin
Harbi Bakanı Enver PaĢa‟yı Afganistan yakınlığında, Camal PaĢa‟yı 1922‟de Tiflis Ģehrinde
katliam etmiĢler. Kitapda Ermenilerin Türkiye‟de,
Azerbaycan‟da ve dünyanın çeĢitli yerlerinde
Türklere karĢı ettikleri katliam anlatılır.
Bunları yazmakla heç de insanların içinde bir
kısas tohumu cücertmek istemiyoruz. Sadece
gerçeği söylemekle haklı olduğumuzu dünyaya
iĢittirmek istiyoruz. Onsuz da Türk istese de kalbinde kısas ağcı büyüte bilmeğiz. Tanrı Türkü
sevgi ile yoğurarak yaratmıĢtır. O istese de insanlara kötü nazarla bakabilmiyor, çünkü o doğularken onun Annesi ona: -Unutma ki, bu dünyada
senin bir düĢmenin var, o da Ermenidir- dememiĢtir. Ama Ermeni anneleri – SiranuĢlar,
VartanuĢlar yeni doğan çocuklarını kucaklarına
alırken ilk sözleri bu olur:- Unutma ki, bu dünyada senin bir düĢmenin var, o da Türk dür- diyorlar. Türk Annesi yeni doğulmuĢ çocuğunun kulağına hep iyi Ģeyler söyler. Bir de bizim Nizamîmiz, Yunusumuz, Mevla nemiz, Nesimimiz,
Füzuli‟miz de hep insan sevgisinden yazmıĢ,
bizlere:- En Yüce varlık insandır, onu sevin –
demiĢler. Ama kimseye düĢmen kesilmesek de,
düĢmanımızı tanımalıyız, atasözüdür, -Canavarla
dostluk et, sopayı elinden koyma. Biz de düĢmene karĢı ayık-sayık olmalıyız. Yeter artık: DüĢmen meni taĢla, ben düĢmeni aĢla. Ermeni
bunu anlamadı ve bütün dünyaya bizi “soykırım
eden halk” gibi gösterdi. Hatta öz içimizden onlara destek verenler bele bulundu ve bu anda yâdıma yine bir atasözü düĢtü:- Allah”ım, beni dostlarımdan koru, düĢmanlarla kendim baĢ ederim.
Bu gün Türk Dünyası ona “soykırım eden halk”
damgası vuranlara karĢı birleĢmelidir. Bu gün
Türk Dünyası asırlarca koynunda besleyip
azizlediği yılanı tanımalıdır. Bu gün Türk Dünyası
bir yumruk gibi birleĢmeli, yalnız uydurma, sözde yalancı soykırım meselesinde değil, Türk
Dünyasının refahı, geliĢimi, çiçeklenmesi uğrunda her bir iĢte birleĢmeli, bir söz demeli, birbirini
desteklemelidir.
Sayfa 32
12
Benden Söylemesi
Bu ülke bir adım ileri gitmez,
Emanet ehline verilmedikçe.
Garibin, haklının borusu ötmez,
Adaletli yargı kurulmadıkça.
DemiĢler ya, kuru ağaç eğilmez.
Aniden tekmeler, katır sağılmaz.
BeĢ yüz yıllık Ģer ocağı dağılmaz,
Barto Ġstanbul‟dan sürülmedikçe.
Rakamlar ortada, bakanlar görür,
Zengin yağlandıkça fakirim erir.
Vallahi bütçemiz hep açık verir,
Yolsuzluğun beli kırılmadıkça.
Kiminin Ģeytanla aynı hüneri,
Çalması, çarpması, yanar döneri.
Tükenmez civanı, göknel, feneri,
Hırsızlardan hesap sorulmadıkça.
Adamlar giderken Merih‟e, Ay‟a,
Biz ümit bağlarız lotoya, taya.
Bilimde, teknikte kalırız yaya,
Günde yirmi saat yorulmadıkça.
Diyalog, özgürlük, hoĢgörü, bahar,
Kimler bu iĢlerden sağlıyor çıkar?
Müslüman‟ın kanı daha çok akar,
Bop‟un arka yüzü görülmedikçe.
Her dönem sahneye bir oyun gelir,
Bazen sağ-sol olur, bazen din olur.
Toplumda ne barıĢ, ne huzur kalır,
Aleviyle Sünni sarılmadıkça.
Duvarda asılı kaldıkça Kuran,
Onlar baĢrol oynar, bizler figüran.
Mazlum memleketler kalacak viran,
Dünyaya Türk mührü vurulmadıkça.
ġahin YILMAZ
Sayfa 33
MASAL
Alibayramoğlu
12
EġEK BAġI
Bir varmıĢ, bir yokmuĢ vakdiyle zamanında
bir gari(kadın) varmıĢ. Gari bir gün eĢĢene
biniy, bağa gediy. Gari dönüyken ardından biri
“Gari,gari beni de götür” diye bağırıy. Gari ardını dönüy bahıy ki bir eĢek kafası. Alıy eve
götürüy. BartıĢa goyuy.
çarığı ayağına geyiy, demir çöveni eline alıy
yola çıkıy. Az gediy, uz gediy, garĢısına bakır
gala çıkıy. Galadan elinde desti bir gız çıkıy.
EĢek kafası; “Gari beni yukarı götür” dey.
Gari eĢek kafasını alıy yukarı götürüy, oduya
girdi kimi eĢekbaĢı civan bir delikanlı oluy.
Gariye; “Get baaa PadiĢah’ın gızını iste”
dey. Gari o gün saraya gediy, padiĢahın gızını
istemiye korkuy.
Devrisi gün oğlan; “Bööön(bugün) istemezsen seni öldürürüm” dey. Gari de korhuy, gediy
padiĢahın gızını istey.
PadiĢah; “Benim sarayımdan büyük, benim
sarayımdan güzel bir saray yaptırırsa, gızımı
ona veririm” dey.
Gari eve geliy, oğlana padiĢahın söylediklerini söyley.
Oğlan; “Bundan golay ne var” dey. Ġki tene
gıl çıharıy, kılları tütdürüy, meydana bir herif
çıkıy; “Dile ağa, ne dilersen yapak” dey.
PadiĢahın gızı; “Bakır galadan tıhır mıhır
inen gız elinde desti su doldurmıya giden gız,
burdan bir oğlan geçdi gördün mü?” dey.
Oğlan da; “PadiĢahın sarayının garĢısına
ondan büyük, ondan güzel bir saray yap” dey.
Gız da; “Ben görmedim, daha ilerde bacımın
galası var, belki o görük” dey. Gız az gediy, uz
gediy, karĢısına gümüĢ bir gala çıkıy. Galadan
elinde desti bir gız çıkıy.
Herif; “Yapak ağa” dey. Büyük bir saray
yapıy.
PadiĢah sabah uyanıy, pencereden baktığı
kimi gözleri gamaĢıy. Gızını eĢek baĢına veriy.
Gari gızı alıy eve getiriy. Gız eĢek baĢının oğlan
olduğunu görüy, oğlanı seviy. PadiĢah gızını
everdip, Ģenlik yapak dey. Cirit oynansın diye
emrediy.
Oğlan ilk gün çividi ata biniy, çividi saho
geyiy. Gederken padiĢah gızına; “benim ne
olduğumu söylersen beni bir daha göremezsin.
Ancak ayağına demir çarık, eline demir cöven
alır beni aramıya çıkarsan, demir ayakkabı delinene, demir çöven eğilene kadar beni bulaman.” dey.
Meydana geliy, cirit oynayanların hepsini
yeniy. Herkes bu herif kim dey. PadiĢahın gızı
dayanamey;
“O benim herifim” dey. Gız herifim dediği vakit oğlan gayboluy. Gız ağley, ağley, sona demir
PadiĢahın gızı; “GümüĢ galadan tıhır, mıhır
inen gız, elinde desti su doldurmuya giden gız,
burdan bir oğlan geçti gördün mü?” dey.
Gız da; “Ben görmedim, ilerde bir bacım var
belki o görük” dey.
PadiĢahın gızı az gediy uz gediy garĢısına
bir altın gala çıkıy. Galadan bir gız çıkıy.
PadiĢahın gızı; “Altın galadan tıhır, mıhır
inen gız, elinde desti su doldurmıya geden gız,
buradan bir oğlan geçti gördün mü?” dey.
Gız da; “Diya ağacın altında yatıy,” dey.
PadiĢahın gızı oğlanın yanına gediy. Bahıy
ki demir çarık delinmiĢ, demir çöven eğilmiĢ.
Oğlan; “Yeri, büyük bacımın evine gedek”
dey. Gıza “seni yir, dur seni alma yapıyım” dey.
Gıza bir sille atıy. Gız elma oluy. Oğlanla beraber bacısının evine geliyler.
Sayfa 34
MASAL
Alibayramoğlu
12
Oğlanın bacısı; “Sende insan eti gokuy, nere
sakladınsa çıharda yiyim” dey.
Oğlan da; “Benim avradım. Yimeyciysen
çıkarıym” dey.
Bacısı da; “yimem” dey. Oğlan almayı
çıkarıy, bir sille vuruy, kız meydana çıkıy.
Böyük bacısı; “Ben yiyemedim küçük bacım
yisin” dey. Gızı güççük bacısın evine dürbeke
istemiye gönderiy. Yolda gızın garĢısına oğlan
çıkıy. “Nereye gidin” dey. Gız da sölediği kimi,
oğlan;
“Seni oruya yisin diye gönderiy”, dey. “Sen
Ģimdi gidersin. Açık kapıyı kapar, kapalı kapıyı
açarsın” dey, “atın önüne ot, itin önüne et
gorsun. Geder bacımdan dürbekeyi istersin. O
sana, ey(peki) der yukarı çıkar, sen o yukarı
çıktımıydı garĢı mahmilden dürbekeyi alır
gaçarsın” dey.
Gız gediy, açık kapıyı gapey, kapalı kapıyı
açıy, atın önüne ot, itin önüne et goyuy, avrattan dürbekeyi istey. Avrat ey, dey yukarı çıktıı
kimi, gız garĢı mahmilden dürbekeyi alıy,
gaçmıya baĢley. Gızın gaçtığını avrat görüy. Ġte;
“Ġt dut” dey. Ġt de:
Benim önüme et goydu dutmam dey.
“Akılsız gız! Tarla gardaĢımdı, acir de o
gızdı” dey. Arkalarından ortancıl bacısını
gönderiy.
Oğlan kücük bacısı gettikten sona tekrar guĢ
oluy gızı sırtına alıy, uçuylar. Az gediyler, uz
gediyler, Oğlan:
“Ardına bak gelen var mı?” dey. Gız da ardına dönüy bahıy, bir gara bulut geldiğini oğlana
sölüy. Oğlan da;
“Bu gelen ortancıl bacım” dey. AĢağıya
iniyler, oğlan havuz oluy, gız da su oluy.
Ortancıl bacı onları bulamey. Dönüyken havuzdan bir avuç su içiy. Gızın saçının bir tarafı
daha gediy. Ortancıl bacı böyük bacısının yanına gediy, gördüklerini anladıy. Böyük bacısı:
“Havuz gardaĢımdı, su da o gızdı,
bilemedimn mi?” dey. Kızıy. Oğlanlan gızın
ardından gendi gediy.
Ortancıl bacısı gendince oğlan gene kuĢ
oluy, gızı sırtına alıy, uçuylar. Az gediyler, uz
gediyler, oğlan;
Avrat ata; “Dut dey,”
At; “Benim önüme ot goydu dutmam” dey.
Avrat bu sefer gapı gapan dey, gapı;
“Benim açık ganadımı gapadı,
ganadımı açtı, gapanmam” dey.
“Bu gelen küccük bacım” dey. AĢağıya
iniyler. Oğlan tarla oluy, gız da acir ediy. Oğlanın gücük bacısı oğlanı bulamey, geri dönüyken
tarlıya iniy. Bir acir goparıp yiy. Gızın saçının bir
tarafı gediy. Geri dönüy, böyük bacısına gördüklerini anladıy. Böyük bacısı:
gapalı
Gız da dürbekeyi kaçırıp eve getiriy.
Oğlanın büyük bacısı gızı bu sefer ortancıl
bacısına zilli def almıya gönderiy. Gız gederken
garĢısına gene oğlan çıkıy. Gıza nere gidin dey,
gız da söyley. Oğlan:
“Büyük bacım seni yimek istey. Burdan
gaçak” dey. Gendi büyük bir guĢ oluy. Gızı sırtına bindirey, uçuylar.
Öte taraftan gızın gaçtığını öğreniyler. Oğlanın büyük bacısı arkalarından, küçük bacısını
gönderiy. Oğlan gettikleri yerde kıza;
“Bak arkada gelen var mı?” dey. Gız dönüy
bahıy. Arkalarından beyaz bir bulut geliy. Oğlana söyley. Oğlan:
“Ardına bak, gelen var mı?” dey. Gız ardına
bahıy ki, bir toz duman geliy. Göz gözü görmey.
Oğlana söyley, Oğlan;
“Aha bu gelen böyük bacım, ne yapsak bilir”
dey. AĢağıya iniyler, oğlan gızı gül yapıy, gendi
de yılan oluy. Gülün etrafını sarıy. Oğlanın
böyük bacısı geliy, yanlarına iniy, oğlana “beni
gandıramazsınız, ikizi de öldüreyim de görün”
dey. Oğlan da, “nasıl olsa ikimizi de öldürücün
bari seni bir kere öpeyim” dey. Öpüyken bacısının yanağından sokuy. Avrat orada düĢüy, ölüy.
Tar kimi ĢiĢiy.
Oğlan gızı alıy, gızı memleketine götürüy.
Orada ölünceye kadar beraber mutlu yaĢıylar.
Not: Bu masal “Gaziantep’te derlenen Halk
Masallları” adlı kitaptan alınmıĢtır. 1962 IĢık
Matbaası, Hulusi Yetkin.
(Bu masalı 58 seneden beri (1958 yılına göre) Hanife Uygur’dan tespit eden Uğur Akdoğan’dır.)
Sayfa 35
12
RAZĠ DĠL
Əzəl gündən boyun əydim.
Nə yazdıysa alna xamə.
Nələr gördüm, nə yaĢadım.
Anladımmı danə danə.
SÖNMƏMĠġƏM
Acılardan pür peymanə,
Ġçdim,heç almadım sayə.
Gözlər leysan,soldu çöhrə,
Xar nəsibmiĢ qızılgülə.
Gözlərimdən axan yaĢlar,
Sellənəndə görməmiĢəm.
ġəhid qanı axan gündən,
Mən ürəkdən gülməmiĢəm.
Hədəfi seçildim cövrün,
Ahla gəldi geçdi ömrüm,
Yandım,sovurdular külum,
Qalmadı gərəyim Ģamə.
Kədər yükü dağdan ağır,
Yeyib qəlbi fağır-fağır.
YaĢlar üzdə Ģırım salıb,
Əl uzadıb silməmiĢəm.
Agahdı haqqa razi dil,
EĢq yükünün altda əzil.
Nə agla sən,nə də ki gül,
Dözər mələk bu sitəmə?
Qəddimi əyib ağrılar,
Yurduma ləkə yağılar.
Çəkdiyim ağrı acılar,
Dastan olub, bilməmiĢəm.
Dost olmaz fani dünyadan,
Küsdüm hətta Əzrayıldan.
Yan keçərək mən sayıldan,
O da dağ çəkir sinəmə.
Hər dövürdə,hər fəsildə,
AĢiqlərin könlü xəstə.
Nə divani,nə Ģikəstə,
ĠĢləməz sevgitək qanə.
Alıb əldən qismətimi,
Verdik eldən "ismətimi".
Verin mənə qız, Gəlnimi,
Ürək yara inləmiĢəm.
Məst olmuĢam ayılmıram,
Nə etsə də darılmıram.
Yeddi cahana sığmıram,
Sığarammı mən zindanə?
Dağı dağ üstdən çəkdilər,
Sağ çəkdilər,sol çəkdilər.
Məzar üstdən yol çəkdilər,
Dilim lalmıĢ dinməmiĢəm.
Dan tuturam gecələri,
Nəm edirəm kirpikləri.
Kor qəlb anlamaz sevəni,
Sevərək dinlər Mövlanə.
Gözüm neçə dərdə Ģahid,
Yerim Ģahid, göyüm Ģahid.
Göyə qalxan ünüm Ģahid,
YaxĢı hələ sınmamıĢam.
Gen dolansın bizdən fəraq,
QovuĢaq eĢqdən zövq alaq.
Darıxarsa qara torpaq,
Məni bələtsin kəfənə.
Fəridənin qəlbi ocaq,
Çıtır-çıtır alıĢacaq.
Çətin yadla barıĢacaq,
Közüm vardı sönməmiĢəm!
ġimĢək çaxsın,göy gurlasın,
Yer silkinsin,ərĢ yarılsın.
DüĢman gülür,dost ağlasın,
Samirənin taleyinə.
Feride LEMAN
(Azerbaycan)
Samire NUR
(Azerbaycan)
Sayfa 36
12
Azerbaycan‟ın Neftçala ve Salyan Kentlerinden Toplanılan
Hal Avratı Mitoloji Metinleri Üzerindeki ÇalıĢmalar
Aynure SEFEROVA
Azerbaycan Milli İlimler Akademisinin
Folklor Enstitüsünün Doktora Öğrencisi
Ortak Türk Folklorunda Hal Avratı ile ilgili
çok sayıda rivayet ve efsaneler vardır. Mitoloji
kitaplarında, araĢtırma yazılarında, makalelerde
Hal Avratı çeĢitli isimlerle verilse de onların hepsinin görevi aynıdır ve bir birlerine benziyorlar.
Örneğin, isimler bu Ģekilde verilmektedir. Al
Karısı, Al Kızları, Albastı, Hal Anası vs.
Kazan ve çevresi adlı makalede Hal Avratı
için Ģunlar yazılmaktadır; “Türk Kültürlü halklarda Al Kızı, Al Avratı, Al Karısı olarak bilinir”
(www.haberaciçi.com)
Veya “Türk milli mitoloji sisteminin köklü sorunlarından biri de hala tam anlamıyla araĢtırılmayan Al Avratı, Al Kansı, Al Kızları, Albastı,
Hal Anasıdır (www.turuz.info).
Bir baĢka kaynakta Ģunlar yazılmaktadır:
“Kadın çocuk doğururken doğum zamanı onu
Avratı Hal basar” (www.turktoresi.com).
Bingöl‟den toplanılan mitoloji metinlerden
Hal Avratı (ve ya Karısı) hakkında bunlar yazılmıĢtır: “Hal Karısı‟ndan korunmak ve zararlarından kurtulmak için bazı ayinler yapılmaktadır”
(www.academia.edu)
Hal Avratı ve buna benzer mitolojik varlıklar
hakkında Azerbaycanlı ünlü bilim insanı celal
Beydili‟nin 2005 yılında Ankara‟da yayımlanmıĢ
Türk Mitolojisi (Ansiklopedik Sözlük) kitabında
çok değerli malzeme vardır. Bu kitapta yazar, Al
Avratının çeĢitli Türk soylu halklarda çeĢitli adlar
taĢımasını anlatır. Der ki, Al Avradı‟nın ismi bazen Al Karısı, Al Kızları, Albastı, Hal Anası adları
da taĢıyor. (Beydili 2005: 32). C. Beydili Anadolu
Türklerinin inançları hakkında konuĢurken der ki,
kayalık dağlarda, çay kenarlarında, ıssız yerlerde ve ahırlarda yaĢayan peri kızı gibi bir varlıktır
Al Karısı.
Diğer Türk halklarında “Al”, “Al Karısı”,
“Albas”, “Albız”, “Almıs”, “Hal Anası” ve benzeri
adlarla tanınır. DegiĢken tabiatlıdır. Söylenen
her Ģeyin tersini yapar.” (Beydili 2005: 34).
Albastı hakkında konuĢan bilim insanı Albastı Türk inançlarından olmasını, demonolojik
(Ģeytani) görüĢlerde geniĢ yer tutan, Ģeytani bir
varlık olmasını dile getirmektedir ve Kazaklarda
“Albastı” adı “cadı kadın”, “küpe giren karı” anlamında kullandığını dile getirmektedir” (Beydili
2005: 37).
Okurlara takdim ettiğimiz makalede Azerbaycan‟ın Salyan ve Neftçala bölgesinde yaĢlı
insanlardan topladığımız Al Avratı efsane ve
rivayetlerden, mitoloji metinlerden sohbet açacak, onların üzerinde ilmi araĢtırma yapacak,
Türk soylu halkların ve baĢka bölgelerdeki bu
varlıkla ilgili rivayetleri topladığımız metinlerle
karĢılaĢtıracak, benzer ve farklı yönleri ortaya
koyacağız. Aynı zamanda bu benzerliğin ve
farklılığın nedenini açmaya çalıĢacağız.
Azerbaycan‟ın Güney Doğu bölgesinde yerleĢen Salyan ve Neftçala kentlerinden topladığımız folklor metinleri genel Türk folklor ummanından bir damladır diye biliyoruz. O bölgelerden
toplanan metinleri incelerken buradaki mitoloji
kahramanların diğer Türk menĢeli halklara mahsus folklor metinleri ile sesleĢtigini gördük. Aynı
soy köke ait olan miflerin ve mitolojik kahramanların benzer ve farklı sürümleri olduğunu belledik. Böyle mitolojik kahramanlardan biri de Hal
Avratı / Al Avratı / Hal Anasıdır. Adını söylediğimiz kentlerden Hal Avratı ile ilgili çok sayıda
efsane bulduk.
Efsaneleri anlatanların fikrince, Al Avratı
her gece ev sahibinin atına binip gider, bir hayli
zaman geçtikten sonra atı getirip kan-ter içerisinde ahıra bağlar, sonra ise kayıplara karıĢırmıĢ. At sahibi bunu takip eder, atın beline katran
çeker ve böylece, Al Avratı‟nı tutar, yakasına
demir iğne veya çengelli iğne saplar. Rivayete
göre, Al Avratı iğnenin üstüne sap geçirip iğneyi
çıkarabiliyormuĢ. Bu yüzden onun yakasına en
fazla demir çengelli iğne takarmıĢlar.
Bu bölgelerden toplanılan metinlerin
çogunda Al Avratı‟nın çocuğunun olması hakkında fikirler vardır. Al Avratı‟nın çocuğu ile ilgili
bazı rivayetlerde denilir ki, Al Avratı tutulurken
hamile imiĢ. “Azerbaycan Mitoloji Metinler” kitabında 169 sayılı metinde onun çocuğunun insandan olması hakkında fikirler vardır. (Acalov
1988: 95)
Al Avratı‟nın onu tutup evinde saklayan insandan bir ricası varmıĢ: -Çocuğumun beĢiğinin
altını süpürmeyin. Hal avratı ile bağlı bütün metinlerde gösteriliyor ki, o kadın ne kadar yalvarsa
da kimse onu dinlemiyor. Hal Avratı‟nın çocuğunun uyuduğu beĢiğin altı ya ev sahibinin karısı
veya kızı tarafından süpürülür. Bununla da Hal
Avratı‟nın çocuğu ölüyor. “Azerbaycan Mitoloji
Metinleri” kitabındaki sürümde de bu yasak
Sayfa 37
12
bozuluyor, evdeki kadınlar bilmeden beĢiğin
altını süpürürler, Hal Avratı‟nın çocukları donmuĢ kan parçasına dönüĢüp ölüyorlar. (Acalov
1988: 95)
Al Avratı hakkındaki metinlerin çoğunda bu
kadın korkunç bir güce sahiptir, bütün günü çalıĢsa da hiç yorulmuyor. Güya bu kadın her gün
ev sahibinin bütün iĢlerini görüyor, ormandan
odun, nehirden su taĢır, evi ter temiz yaparmıĢ.
Al Avratı‟nın dıĢ görünüĢü böyle tasvir edilmektedir: göğüsleri çok iri, çirkin görünüĢlü, beyaz,
uzun elbiseli.
Bazı folklor bilim insanları Al Avratı hakkında efsanelerin Türk halkları arasında geniĢ yayıldığını yazıyorlar. Abdulkadir Ġnan yazıyor ki,
Al Karısı, Al özellikle sarı, sarıĢın kız, ara sıra
keçi görünümünde, bazen ise iri, dizlerine kadar
sarkmıĢ göğüslerini arkasına atmıĢ kadın olarak
tasvir edilirmiĢ ve kadın evlenmeğe karĢı imiĢ.
(Ġnan 1954: 162)
Azerbaycan‟ın dünyaca ünlü folklorcusu,
Prof. Dr. Mirali Seyidov ise Al Albas(tı) Al Avratı
inancından yazarken Ģunları dile getirmektedir:
Türk halklarında bu inanç baĢlıca olarak üç
yönde yayılmıĢtır:
1. Albas – Al avradı. Bilim insanı bu kadını güneĢ ve su ile ilgili Ģekilde vermiĢtir.
2. Hayvan (keçi, inek, öküz) Ģeklinde (zoomorf)
3. Antromorf-yani insan görünüĢünde tasvir
olunmuĢtur. (Seyidov 1983: 11)
Azerbaycan‟ın Salyan ve Neftçala bölgelerde toplanılan Al Avratı efsanelerinde o kadın
Ģeklindedir, kendisinin çocuğu da vardır. Çocuğunun beĢiğinin altı evdekiler tarafından süpürülür, çocuğunu kayıp eden Al Avratı evdekilere
bed-dua okur ve evi terk ediyor. Bazı metinlerde
ise her kesin düğünde olduğu zaman Al Avratı
kızlardan birine yaklaĢır, ondan yakasındaki
çengelli iğneyi çıkarmasını rica ediyor ve koĢarak gözden kayıp oluyor. Burada da o evi terk
ederken ev sahibine ve onun aile üyelerine beddua okur: “Görüm civanlarınızın beli bükülmesin,
yükünüz hiç zaman düz dayanmasın.”. Bu metne göre, o soyun civanları yaĢlanmadan ölüyorlarmıĢ, evlerini ne kadar düzene soksalar, temiz
saklasalar evleri her zaman karma-karıĢ, pasaklı
imiĢ. Metinlerde yazılır ki, eğer Al Avratı‟nı annesinin sütüne yemin ederek azat etseler o zaman Al Avratı terk ettiği eve zarar vermezmiĢ.
Türkiye‟de yayımlanmıĢ Türk Mitoloji Sözlüğü‟nde Al Avratı / Hal / Al ile ilgili hayli malzeme bulunmaktadır: “Türk halklarının demonoloji
tasavvurunda geniĢ yer tutan su, dağ, yer ile
bağlı mitolojik varlık olan Al dizlerine kadar sallanan göğüslerini omuzlarının üstünden geriye
atarak, taranmamıĢ saçlı, çirkin görünüĢlü bir
kadın olarak gösterilmektedir.
Bu ruh Türk halkları arasında Albastı, Al karısı, Albiz, Almıs, Almas, Abası ve buna benzer
adlar altında bilinmektedir (Beydilli 2005: 7)
Al Avratı ile bağlı bir baĢka metinde gösterilir ki, o uzun zaman tutup saklayan aileden ayrılır, yaĢlandığı zaman o aileden helâlık almaya
geliyor. Ev sahibine Ģöyle der: -Hiç bana demediniz ki, git tahça getir, bohça getir. Hala dediniz
ki, odun getir, su getir. Odun getirdim kül oldu,
su götürdüm, idrara oldu” (Beydili 2005: 7).
Bir baĢka metinde ise Al Avratı tutulup saklandığı evde çok iĢler görüyor. Kilim-palas dokur, evin içerisini düzene sokuyor vs. Ancak
yakasından çengelli iğne açılmadığından onun
gördüğü bütün iĢler yok olup gidiyor, dokuduğu
kilim ve palaslar sap sap süzülerek dökülmektedir, temizlediği evin içerisi çör çöple doluyor.
(Beydili 2005: 7)
Al Avratı ile bağlı metinlerde onun hem yerlisi, hem de yabancısının olduğu da söylenilmektedir. Yerli Al avratı insanlara rast geldikte onlara
zarar dokundurmuyor, yabancı Al Avratı ise onu
tutup çalıĢtıran insana zarar vururmuĢ. Bu hakta
“Türk Mitoloji Sözlüğü”nde daha geniĢ yazılmıĢtır. C.Beydili‟nin yazdığına göre “Gâvur Al”
çocukları çalıyor, kayadan atarak öldürüyor.
“Müslüman Al ise insan dara düĢerken ona yardıma koĢuyor. Ġnanca göre, Al Avratı tutmak
büyük bir servete sahip olmak demektir. Çünkü
onun olduğu yer bereketin kaynağıdır, yaĢadığı
evde eli neye değerse bitip tükenmezmiĢ”
(Beydili 2005)
Salyan ve Neftçala bölgelerinden toplanılan
rivayet ve efsanelerde de Al Avratının insanlara
bol rızk bereket vermesinden konuĢulmaktadır.
Böyle metinlerden birinde denilir ki, biz onu ekmek ardınca gönderdik, o gedip çuval çuval
ekmek getirdi. Benzer mazmunlu bir metni de
bilim insanı Sebine Ġsayeva Gedebey bölgesinden toplamıĢtır. O metne göre Hal‟ın yoğurduğu
hamuru yığıp toplamak olmuyormuĢ, topakların
sayı hesaba gelmiyormuĢ. Kaç kadın toplarmıĢ
ki, o hamurun ekmeğini piĢirsin.
Bazı metinlerde Al Avratının ona havale
edilen iĢin aksini yerine yetirdiğine rast gelinmektedir. Böyle metinlerden birinde gösterilir ki,
eğer ona deseydik git eve, acele dön, o zaman
giderdi akĢamüzeri dönerdi. Git, acele etme, geç
de gelebilirsin deseydiniz, acele geri dönerdi.
“Efsanevi âlemden gelme bütün varlıklar gibi
ona da ne denilerse, tersine yapar. Örneğin git
dedikte gelir, gel dedikte gider. Hal Anası hamile
kadınların düĢmenidir, gelinlerin ciğerini yemek
istiyor” (Beydili 2005, 43)
Sayfa 38
12
Üzerinde çalıĢma yaptığımız metinlerde Al
Avratının / Hal Anasının özellikle hamile veya
yeni doğurmuĢ, loğusa kadınların gözüne görünmesi olayına sürekli rastlıyoruz. Böyle metinlerden birinde denilir ki, bir kadın baĢına gelen
olayı anlatmaktadır: - O kadın dediklerine göre,
Al Avratı yakınlıkta yaĢayan komĢu kadının cildine girerek lohusa kadının penceresini dövüyor,
yeni doğan bebeğin kız veya erkek olduğunu
sorar. Lohusa kadın önce onu gerçek komĢu
sayar, ama yine ĢaĢkınlığını gizlemez: -KomĢu
sen bütün günü bizim evde idin, bebeği kendi
gözünle gördün. Çocuğun erkek olduğunu görmedin mi? Aynı olay birkaç defa tekrarlanır. Yani
bebeğin erkek veya kız olduğunu anneden birkaç defa sorandan sonra lohusa kadın anlıyor ki,
bu komĢu kadın değil Al Avratıdır, onu götürecek, ciğerini çıkarıp yiyecektir. Bu durumda lohusa kadın Al avrata: -Geliyorum, elimde sac
var, kendim de tuz eziyorum- derse o anda Al
Avrata kayıplara karıĢır. Böylece, metinden belli
oluyor ki, Al Avratı saçtan ve tuzdan korkuyor”
(Beydili 2005: 7)
Salyan ve Neftçala bölgesinden toplanan metinlerde Al Avratı ile ilgili inançlar da vardır. Özellikle, yeni doğmuĢ bebeği ve lohusa kadını Al
Avratından korumak maksadıyla bazı ayinler
icra edilmiĢtir:
-
Yeni doğmuĢ bebeğin ve logosa kadının
elbisesine demir çengel iğne sançılır.
-
Bebeğin yastığının altına bir parça ekmekle
bıçak veya makas konur.
-
Bebeğin uyuduğu odanın giriĢ kapısından
yüzü çocuğun yatağına doğru bir ucuna soğan geçirilmiĢ ĢiĢ veya kevgir konulur.
-
Lohusa kadının gözüne garip varlıklar görünse üç defa “Bismillah” demelidir.
-
AkĢamüzeri avluya sıcak su dökülmez,
yoksa Al Avratın çocukları o suda yanar. Al
avratı sıcak su döken insana beddua okur.
-
AkĢamüzeri bahçeyi, bağı sürmek olmaz.
Toprağa vurulan bel Al Avratına ve çocuklarına zarar dokundurabilir. Bu yüzden Al
Avratı toprak süren insana beddua okur.
(Beydili 2005: 7)
Al Avradının loğusa kadına kötülük yapması
ile ilgili bilim adamı C.Beydili‟nin yazdıkları da
dikkati çekmektedir: “Hal lohusaya yakın düĢmemesi için lohusun yastığının altına çok eski
bir süpürge, tuz-ekmek, soğan veya ayağının
altına makas-bıçak, tüfek konulur, yakasına
çengelli iğne takılır. Lohusun yatağına dört yanına beyaz çizgi veya sicim çekilir. Eğer Hal
avratın boynundaki boncuğu çıkarıp evde saklarlarsa, Hal Avrat o eve yakın düĢmez. Ahıska
Türklerinin inancına, Hal Avratı‟nın kötülük yaptığı insanı kurtarmak için “Al boncuğu”nu kullanırlarmıĢ. (Beydili 2005: 143)
Bu konu ile ilgili Salyan ve Neftçala bölgelerinden toplanılan metinlerde Al Avratın diĢi hakkında da dikkat çeken malzeme vardır. Güya
falcı insanı baĢına gelecek felaket ve kötü olaylardan korumak için Al Avratın diĢinden istifade
edermiĢ.
Dikkat çeken meselelerden biri de Salyan ve
Neftçala bölgelerinde Al Avratının çeĢitli isimler
taĢımasıdır. Burada onun en geniĢ yayılmıĢ ismi
Pisimilla‟dır. Fikrimizce, Pisimilla isminin geniĢ
yayılmasının nedeni onun göze göründüğü zaman insanların “Bismillah” sözünün üç defa söylenmesinden kaynaklanmaktadır. Bismillah sözünün sonradan Pisimilla Ģeklinde tahrif edilerek
kullanılması ve sonradan onun daha fazla bu
adlan tanınması ile sonuçlanmıĢtır. Zaman geçtikçe Hal Avratı ismi tamamen unutulmuĢ, metinlerdeki olaylar diğer mitoloji varlıkların üzerine
göçürülmüĢ, Al Avratının ismi Pisimilla gibi verilmiĢtir.
Hal Avratı ile ilgili rivayetleri anlatanlar söyledikleri olayların aynı mitolojik varlıkla bağlı olduğunu, yani Al Avratın – Pisimilla-Kuleybanı isimlerinin bir varlığa ait olduğunu söylediler. Söyleyiciler arasında Kuleybanı ile eĢit olarak
Aleybanı adlı mitoloji varlığın ismini söyleyenler
de oldu. Bu sebebten Kuleybanı‟nın erkek,
Aleybanı‟nın kadın olduğunu söylüyorlar. Bununla ilgili ünlü folklorcu ġ.Albalıyev‟in ilginç fikirleri
vardır. “Hal‟ın erkeği de, diĢisi de vardır. Erkek
Hal- yani Guleybanı erkeklere, diĢi al Aleybanı
kadınlara kötülük yapar” (Albalıyev 01 Mart
2008: 14)
C.Beydili
“Türk
Mitoloji
Sözlüğü”nde
Kuleybanı / Kulyabanı hakkında bilgi vermiĢtir.
Onun yazdıklarına göre “adı hurafe ile bağlayan
Kulyabanı korkunç bir varlık olup guya karanlıkta, bozkırda, mezarlıkta korkuya düĢen insanın
gözüne canlı gibi görünür. Etnik-kültürel ananede ise hakkında bazen Kuleybanı aynı zamanda
Al Avratıdır. Daha beĢ-altı tür değil-diye Ģeytani
Kuleybanı Al Ruhu, Al Anası ve Al Avratı olarak
bilinen ve eski mitolojiden Ģeytani varlıkla aynıdır, görünür, aralarındaki iĢlevsel-anlambilim ile
aynıdır ve ya yakındır.(Beydili 2005: 226)
ġ.Albalıyev‟in fikrine göre “Kuleybanı sözü
Hal-Hal avratı sözünün Bakı lehçesinde genelleĢen Ģeklidir. Bilim insanı Hal-Kuleybanı varlığının aynı olması veya isim sürümleri olması hakkında fikirlerini görsel dil olayı saymıĢtır, Azerbaycan‟ın Karabağ bölgesinde yerleĢen Cebrayıl
kentinde Hal adlandırılan varlığın Bakı lehçesinde Kuleybanı adı ile tanındığını iddia ediyor(Albalıyev 2008: 14)
Sayfa 39
12
Aslında söyleyicilerden alınmıĢ bilgilere,
yani Kuleybanı-Al Avratı mitoloji varlığının adı ile
bağlı fikirler C.Beydili ve ġ.Albalıyev‟in fikirleri ile
üst üste düĢüyor.
Bilim adamı L.Süleymanova “ġeki Folklor
Muhiti”ni araĢtırırken Hal‟ın geçi, kedi, horoz ve
kadın görüntüsünde geldiğini yazmaktadır.
ġeki‟de Hal‟ın daha fazla keçi, kedi, horoz
görüntüsünde
hakkında
bilgi
veren
L.Süleymanova o bölge için bunların özel olduğunu açıklamıĢtır (Süleymanova,
Doktorluk
Tezi)
Salyan ve Neftçala bölgelerinden toplanılan
malzemeye dikkat yetirdikte Hal‟ın çeĢitli hayvan
görünüĢünde bu bölgeler için tipik olmadığı kanaatine gelindi. Ancak metinlerde Hal‟ın kedi
görünümü ile ilgili bilgi verilir. O metinde söyleyici bebegin beĢiğinde uyutup günlük ev iĢlerini
anlatır. Bebek uykudan kalkıyor, sürekli ağlıyor,
bebeğin durumu günden güne kötüleĢir. Annesi
çocuğun evin tavanından asılan beĢikte her gün
bir kedinin oturduğunu görüyor. Anne beĢiğin
yerini her gün değiĢse de kedi ne bebekten, ne
beĢikten el çekmemektedir. Bebeğin her gün
zayıfladığını gören anne komĢu köyde yaĢayan
imamın yanına gidiyor, durumu anlatır. Ġmam
Kur‟ani Kerim‟i açıyor, der ki, bebeğin beĢiğinde
oturan asıl kedi değil, kedi görünümüne giren
Hal‟dır. Ġmam çocuğu Hal‟dan korumak için “kalem çalıyor”, kedi bebekten uzaklaĢıyor.
Doç.Dr.L.Süleymanova‟nın Azerbaycan‟ın
ġeki bölgesinden Halın kedi görünümünde geliĢi
ile bağlı topladığı metinlerden belli oluyor ki, Hal
kara kedi olarak lohusa kadınların gözüne görü-
nüyor ve onları korkutur. Diğer metne göre, kedi
cin gibi aldatarak götürür. Metinlerden birinde
ise Hal kedi görünümündedir, insanlarla birlikte
yaĢamaktadır. O ev sahibinin elbisesini çalarak
bir süre ortadan kayıp oluyor, sonra geri dönerek elbiseyi yerine koyar. Hal bu sırrı açan insanı cezalandırır (Süleymanova 49)
Hal‟ın ev sahibinin elbisesini çalması hakkında Salyan ve Neftçala‟dan toplanan metinlerde de ilginç olaylar vardır. Güya Hal yeni alınmıĢ, yani taze veya yıkanıp ter temiz dolaba
konulmuĢ elbiseyi çalarak götürür ve giyinir, bir
süre geçtikten sonra elbiseyi geri getirerek dolaba koyar. Elbisesinin Hal tarafından giyilmeğini
istemeyen kadın mutlaka elbisenin yakasına
çengelli iğne takmalıdır. Üzerinde toplu iğne
olan elbiseyi Hal götüremez.
Salyan ve Neftçala bölgelerinden toplanılmıĢ mitoloji varlıklardan biri de Emeyganı‟dır. Bu
mitolojik varlıkla ilgili metin elde olunmasa da
hazırda onun adı en fazla üst-baĢı pasaklı, saçları dağınık olan kadınların ismi ile ilgilidir. Bölgede “filan kes giyimini bilmiyor, aynen
Emeyganı‟ya benziyor” fikri ile rastlaĢmak oluyor.
Salyan ve Neftçala bölgelerinden toplanılmıĢ
mitoloji metinler ve mitoloji kahramanlar genel
Türk mitoloji tasavvurları göstermek bakımından
çok değerli ve gerekli folklor metinleridir. DüĢünmek olur ki, bugün ilmin, teknolojinin geliĢimi
ile ilgili unutulmakta olan böyle mitoloji metinler
halkın, milletin geçmiĢi, tarihi, etnografyası ile
bağlı değerli bilgiler toplanmalı, gelecek kuĢaklara aktarılmalıdır.
Kaynakça:
-
Azerbaycan Mitoloji Metinleri (1988), (Tertip eden, önsözün ve açıklamaların yazarı
A.Acalov) Elm Y.Bakı
-
Albalıyev, ġakir (2008). Kuleybanı ve Hal Mitoloji Varlıkları Arasında Benzerlikler. “Kredo”
gazetesi, 1 Mart, Bakı
-
Beydili, Celal (2003). Türk Mitoloji Sözlüğü, Elm Y, Bakı
-
Beydili, Celal (2005) Türk Mitolojisi (Ansiklopedik Sözlük), Yurt Kitap Y. Ankara
-
Ġnan, Abdulkadir (1954). Tarihte ve Bugün Şamanizm. Galeri Türk Y.Ankara
-
Seyidov, Mireli (1983) Azerbaycan Mifik Tefekkürünün Kaynakları. Yazar Y. Bakı
-
Süleymanova, Leman (2008). Şeki Folklor Muhiti. Doktorluk Tezi, Bakı
Sayfa 40

Benzer belgeler