Yönetim Düşüncesinin Evrim Dinamiği: Çevresel

Transkript

Yönetim Düşüncesinin Evrim Dinamiği: Çevresel
Yönetim Düşüncesinin Evrim Dinamiği:
Çevresel Determinizm mi,
Düşünsel Đlerleme mi?
Kerim Özcan* - Mehmet Barca**
Özet : 20. yüzyılın başında bilimsel statüye kavuşan yönetim düşüncesinin başlangıcından bu yana geçirdiği ilerlemeyi analiz eden çalışma, düşüncenin evriminde çevresel
maddi koşulların mı yoksa düşünsel açılımların mı belirleyici dinamik olduğunu tartışmaktır. Analiz için diyalektik yaklaşım yöntemi kullanılmıştır, Çünkü diyalektik yaklaşım (i) yönetim düşüncesinin evrimini tarihsel bir perspektiften okumaya ve (ii) süreç
içerisindeki geçiş dönemlerini o döneme ait hem maddi koşullar hem de düşünsel gelişmeler açısından değerlendirmeye imkan tanımaktadır. Đncelemenin ışığında, yönetim
düşüncesinin ilerlemesinde belirleyici dinamiğin ne dönemsel maddi koşullarla ne de
düşünsel açılım dinamikleriyle tek başına açıklanabileceği görülmüştür. Düşüncenin
evriminde fikri atmosfer ve kavramsal ilerlemeleri açıklarken idealist, düşünsel trendlerin dönemsel yükselişini açıklarken de materyalist unsurlara gerek duyulduğu gözlenmiştir. Bu bağlamda çevresel koşul ve düşünsel açılım dinamikleri birbiri ile içsel bağlantılı olarak hareket ederek yönetim düşüncesini zaman içerisinde dönüştürdüğü ve
ilerlettiği sonucuna varılmıştır.
Anahtar Sözcükler: Yönetim düşüncesinin evrimi, diyalektik, nedensellik.
Evolutionary Dynamic of Administrative Thought:
Environmental Determinism or, Ideational Advancement?
Abstract: The study aims to study to discuss whether environmental conditions or, ideational expansions are determining dynamics in the progress of administrative thought,
by analyzing the evolution of administrative thought from the early 20th century, when
it became a scientific discipline. The dialectical method has been used in the analysis as
it allows (i) to read the progress of administrative thought from a historical perspective,
and (ii) to analyze eras from the viewpoints of both the environmental conditions and
ideational advancement peculiar to those eras. The analysis revealed that the determining dynamic of the advancement of administrative thought could neither be explained by
environmental conditions, nor ideational advancement alone. It was found that in the
evolution of thought, intellectual elements were needed to describe ideational atmosphere and conceptual progress, while the explanation of the periodical uprising of ideational trends required materialistic components. In this context, it is concluded that administrative thought has been transformed and has evolved via the interrelated motion
of the dynamics of environmental conditions and ideational expansions over time.
Key Words: Evolution of administrative thought, dialectic, causality.
*
Dr., Afyon Kocatepe Üniversitesi, ĐĐBF, [email protected]
Prof. Dr., Sakarya Üniversitesi, ĐĐBF. [email protected]
**
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 43 Sayı 1 Mart 2010, s. 1-31.
2
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 43 Sayı 1
GĐRĐŞ
Yirminci yüzyılın başında bilim haline gelen yönetim düşüncesinin geçen bir
asırlık zaman dilimi içinde geçirdiği değişim ve gösterdiği ilerleme dikkat çekicidir. Yönetim düşüncesinin disiplin olarak bilim dünyasındaki yerini almadan
önceki dönemleri bir kenara bırakılırsa, bilimleşmesinden sonra geçirdiği değişim çizgisinde, neredeyse her 20-25 yılda makro düzeyde yeni bir kuramın ortaya çıktığı görülmektedir. 1900’lü yılların başında “Bilimsel Yönetimin Đlkeleri” ile klasik dönemini yaşayan Yönetim Bilimi, sırasıyla 1930’lu yıllarda neoklasik düşünceyi, 1950’li yıllarla modern teorileri ve 1980’li yılarda ise postmodern teorileri doğurmuştur.
Her bir evreden önce makro düzeyde sosyo-ekonomik dalgalanmaların yaşanması - endüstri devriminin yerleşmesi, 1929 ekonomik krizi, 2. Dünya Savaşı, 1973 petrol krizi ve örgütlü kapitalizmin sonu- Marx’ın altyapı-üstyapı kavramını akla getirmekte ve üst yapı malzemesi olan düşüncenin maddi koşulları
takip ettiği tezi gerçekten doğru mudur sorusunu uyandırmaktadır. Ve de buna
bağlı ama karşıt olarak düşünsel ilerlemeye odaklanan idealist bakışın evrimi,
açıklamaya dönük alternatif kavramları ile birlikte soru, kuramsal bir dualiteye
dönüşmektedir. Bu bağlamda çalışmanın amacı, “yönetim düşüncesinin söz konusu evriminde belirleyici rolü düşüncedeki gelişmeler mi, maddi koşullardaki
değişimler mi sağlamaktadır” sorusuna yanıt aramaktır. Diğer bir ifade ile yönetim düşüncesinin evriminde belirleyici olanın, değişen çevresel koşulların ve
buna bağlı olarak değişen yönetim anlayışlarının mı, yoksa tersi bir nedensellik
sürecinin işlemesiyle, üstün başarı elde etmek için içerisinde faaliyet gösterilen
çevresel koşulları değiştirmeyi hedefleyen düşünsel yaklaşımların mı yol açtığını tartışmaktır. Bu iki farklı bakış açısı, bizleri yönetim düşüncesinin evriminde
hangisinin belirleyici, hangisinin etkileyici olduğu tartışmasına götürmektedir.
Belirleyici ve etkileyici kavramlar ile soruyu yeniden formüle etmek, her iki dinamiğin de yönetsel düşüncenin oluşma sürecinde rol oynadığı, ancak ikisinin
rolünün eşit olmadığı fikrini esas almayı gerektirmektedir. Birinin rolü varlık
nedenini oluşturma düzeyinde güçlüyken (belirleyici dinamik; gerekli ve yeterli), diğerinin rolü tamamlayıcı nitelikte kalmaktadır (etkileyici dinamik; gerekli
ama yeterli değil).
Tarihsel malzemenin oldukça önemli olduğu bu tür bir araştırmada, “diyalektik” bakış, oldukça elverişli bir yaklaşım olarak görünmektedir. Diyalektik
yaklaşım, yönetim düşüncesinin evrimini tarihsel bir perspektiften okumayı ve
süreç içerisindeki geçiş dönemlerini o döneme ait maddi koşullar veya düşünsel
gelişmeler açısından değerlendirmeyi olanaklı kılmaktadır. Diyalektiğin, düşünsel ilerlemelerin maddi koşulları dönüştürdüğünü ileri süren “Hegelyen” versiyonu ile değişen maddi koşulların düşünceyi dönüştürdüğünü ileri süren “Mark-
Yönetim Düşüncesinin Evrim Dinamiği: Çevresel Determinizm mi, Düşünsel Đlerleme mi?
3
sist” versiyonu, nedenselliğin yönü tartışmasını tarihsel bir değerlendirmeye tabi tutmamıza yardımcı olacaktır.
Nedenselliğin yönünü diyalektik yaklaşım ile aydınlatmayı amaçlayan bu çalışma, yönetim düşüncesinin değişim aşamalarını daha iyi anlamamıza yardımcı
olacaktır. Çünkü yönetim düşüncesinin değişim aşamalarını daha iyi anlamada
yanıtı aranan temel sorulardan biri, disiplin olarak düşüncenin izlediği çizginin
ne tür bir iç mantık taşıdığıdır. Diğer bir ifadeyle yönetim düşüncesinin değişim
ve dönüşümünün altında yatan dinamik nedir? Düşünsel değişim hangi koşullar
altında meydana gelmektedir ve her bir değişim aşamasını açıklayabilen genel
bir yaklaşım var mıdır? Bütün bu sorulara yanıt bulmak veya daha gerçekçi bir
beklenti ile yanıt oluşturmaya yardımcı olacak perspektifler geliştirmek bu çalışmanın hedeflediği katkı olarak görülebilir.
Çalışmanın izleyen adımlarında, öncelikle, yönetim bilimi incelemeleri ile
diyalektik yaklaşım arasındaki ilişkiye değinildikten sonra, yönetim düşüncesindeki değişimleri açıklamak için “tarihsel bakış” ile “evrimci anlayışı” birlikte
ele alarak toplumsal değişimleri açıklamaya çalışan “diyalektik” kavramına ve
bu kavram ile oluşturulan diyalektik değişim kuramının argümanlarına bakılacaktır. Arkasından, diyalektiğin iki (Hegelyen ve Maksist) versiyonunun kavramları analiz araçları ve açıklama ekseni olarak alınarak, yönetim bilimi düşüncesinin incelenmesine uygulanacaktır.
YÖNETĐM BĐLĐMĐNĐN GELĐŞĐMĐ VE
DĐYALEKTĐK YAKLAŞIM ĐLE ĐNCELENMESĐ
Geçen yüzyılın başında birbirine yakın tez ve kuramları ile bilimsel yönetimin temellerini atan ve klasik dönemi temsil eden Taylor, Fayol ve Weber’in
görüşleri, 1930’larda ortaya çıkan neo-klasik düşünceyle sorgulanmaya başlanmış ve mekanik dünya görüşüne uygun bir biçimde çerçevelenen klasik dönemin tezlerinin hakim olduğu yönetim düşüncesi, “insan” unsurunun açıklamalara girmesiyle paradigma değişimine uğramıştır. Neo-klasik dönemi 1950’li yıllarla birlikte ortaya çıkan ve bu kez “çevreyi” odağa alan yönetim kuramları izlemiştir. Bundan yine yaklaşık 25-30 yıl sonra ortaya çıkan post-modern yönetim kuramları geçen yüzyıl içinde “evre” kabul edilebilecek nitelikleriyle son
basamak gibi görünse de yönetim düşüncesinde farklı kapsam ve formatta yeni
kavram ve kuramlar üretilmeye devam etmiştir.
Yönetim düşüncesindeki ilerlemenin söz konusu her bir evresinin gerisinde
sırasıyla endüstri devriminin yerleşmesi (klasik), 1929 ekonomi krizi
(neoklasik), Đkinci Dünya Savaşı (modern), 1973 petrol krizi ve 1980’lerden sora hızla ivme kazanan küreselleşme (postmodern) gibi makro olayların yaşanmış olması, maddi koşulların düşünceyi dönüştürdüğü tezini akla getirmekte ve
bu durumda yönetim bilimindeki ilerlemenin motorize gücü olarak dışsal çevresel koşullar görülebilmektedir. Buna karşın, evrimsel ilerlemede düşünsel devi-
4
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 43 Sayı 1
nimin kendi içsel eleştiri mantığının bir yansıması olarak üretim verimliliği ve
formel örgütlenmeden, insan sosyo-psikolojisi ve informel örgütlenmeye, örgütten çevreye doğru sistem, alt sistem ilişkileri ve sistemin durumsallık işlevine
ve son olarak da çevresel belirlemeden (klasik, neoklasik ve modernist determinizmden) çevresel belirlenimsizliğe (postmodernist indeterminizm) doğru ilerleyen düşünce çizgisi, her evrenin kendinden önceki evrenin eksiğini/ihmal ettiğini öne çıkararak gerçekleştiği ve maddi koşulları da bu daha ileri düşünceye
göre dönüştürdüğü biçiminde de görülebilir.
Diğer bir ifadeyle, yönetim biliminde yaşanan bu evrimsel ilerleme bağlamında madde-düşünce etkileşiminin hangisinin asıl belirleyici olduğuna ilişkin
iki alternatif yorum yapılabilir. Çevresel belirlemeci açıdan bakıldığında (materyalist bakış), Marx’ın savunduğu gibi iktisadi ilişkiler ve maddi koşulların
düşünceyi dönüştürdüğü tezine dayanarak, yönetim bilimindeki ilerlemenin motorize gücü olarak dışsal çevresel koşulları görmek gerekir. Buna karşın eleştiri
dinamiği açısından bakıldığında (idealist bakış), Hegel’in öne sürdüğü gibi, yönetim biliminde alternatif epistemolojik görüşler içinde örtük bir biçimde barınan karşıtlıkların yeni sentezler ile daha ileriye doğru taşındığı kabul edilebilir.
Đleride daha ayrıntılı bir biçimde ele alınmak üzere, diyalektik yaklaşımın
her iki yorumunu destekleyen ya da zayıflatan argümanlar geliştirmek olanaklı
görünmektedir. Hegel’in kavramlaştırdığı diyalektik yaklaşım, evrensel tarih
yorumu geliştirme çabasının bir sonucu olarak ortaya çıkmış ancak asıl itibarına
Marx’ın ona kattığı yorum ile ulaşmıştır. Hegel’de soyut ve daha çok felsefi kalan diyalektik yorum, Marx’ın elinde somutlaşmış ve kapitalizmin getirdiği sorunlar karşısında alternatif bir ideolojik sistem olarak sunulan Marksizmin kavramsal araçlarından biri olduğu için daha çok dikkat çekmeye başlamıştır.
Örgütsel alandaki değişimleri açıklamada da kullanılan (Ford - Ford, 1994;
Van de Ven - Poole, 1995; Carr, 2000; Singer, 2002; Seo - Creed, 2002; Cunha
vd., 2002; Stoecker, 2003) diyalektik değişim kuramının bu iki farklı yorumu
çalışmanın da referans çerçevesini oluşturmaktadır. Diyalektik kurama göre örgütsel yapılar birbiriyle çatışma halinde olan olaylar, güçler ve değerler sistemi
içinde ortaya çıkar. Çatışan yapıların tez-antitez-sentez süreciyle değişimi doğurduğu savunulan bu yaklaşımda, maddi koşullarla düşüncenin gelişimi arasındaki ilişki, Marx’ın kavramlarıyla ifade etmek gerekirse altyapı ile üstyapı
unsurları arasındaki öncelik-sonralık sorunsalı, diyalektiğe ilişkin yorum farkının temel nedenidir. Diğer bir ifadeyle maddi koşulları içine alan altyapı mı,
üstyapıyı yoksa düşünce ürünü olan üstyapı mı altyapıyı dönüştürür? Hangisinin
motor durumunda olduğu ve diğerini belirlediği sorusu yönetim düşüncesine
transfer edilerek; kökleri Platon’a kadar uzanan materyalist-idealist karşıtlığına
dayalı çok temel bir felsefeyle yönetim düşüncesinin evrimi irdelenecektir.
Yönetim Düşüncesinin Evrim Dinamiği: Çevresel Determinizm mi, Düşünsel Đlerleme mi?
5
Yönetim düşüncesinin değişimi, maddi koşulların mı yoksa düşüncenin mi
öncüllüğüne dayanmaktadır? Bunu daha iyi tartışmak için diyalektiği farklı şekilde ele alan Hegelyen ve Marksist yaklaşımların biraz daha detaylı incelemek
gerekmektedir.
Hegel Diyalektiği
Hegel’in (Hegel, 1969; Wallace, 1975) karşıtlıklara (contradictory) dayalı
idealist diyalektiği büyük ölçüde onun tarih yorumu içinde anlam kazanır.
Hegel, insanlığın evrensel tarihi sorunsalına cevap ararken (Hegel, 1861, 1975;
O’Brien, 1975) insanlık tarihini, orijinal tarih, anlatılan tarih ve felsefi tarih olmak üzere 3 ayrı kategoride ele almış ve esas kabul ettiği “felsefi tarih” kategorisi içinde tarihi okumaya çalışmıştır. Çünkü Hegel’e göre tarihsel akış içinde
‘akıl’(idea, reason) kavramına odaklanan şey insanın ayırt edici unsuru olan düşüncedir ve bunu tarihe taşıyan da felsefedir. Ona göre düşünce tıpkı Sokrates
diyaloglarında (1967) olduğu gibi karşıtlıklardan bütüne (totality), senteze doğru diyalektik bir şekilde ilerler ve tarihin ilerleyişi de benzer şekilde gerçekleşir.
Karşıtlıklar (tez-antitez) arasındaki gerilimin doğurduğu nicel değişimler belli
bir noktadan sonra nitele dönüşür ve gerçekliği yeni bir konuma taşır. Gelinen
noktada sentez gibi görünen yeni konum devam eden olumsuzlama (negation)
süreciyle “tez”leşir ve senteze giden yolda kendi karşıtını doğurur ve tarih bu
değişim modeli içinde akar.
Köle-efendi çatışmasında (Hegel, 1977) ifadesini bulan çelişkilerin şekillendirdiği tarih, bu ardıl (successive) geçişleri takip ederek nihai hedef olan “insanlığın özgürlüğüne” doğru ilerler. Bu süreçte öznel güven ya da Hegel (1861,
1975)’in özgürlüğün özü saydığı ruh ya da öz-bilinç “dolayımlı bir düşünce”,
“nesnel, kabul edilmiş bir hakikat” haline gelmek suretiyle, subjeden objeye
doğru bir yayılım gerçekleşmektedir. Dolayısıyla bilinç dışsallaşmakta ve düşünce nesnel gerçekliğe hakim olmaktadır. Böylece nesnelleşen düşünce, kendi
içinde bir çelişiğiyle karşılaştığında diyalektik değişim sürecinden geçerek en
olgun şekline doğru evrilmektedir (Hegel, 1861; Bumin, 2001; Kojeve, 2001).
Bu bağlamda Hegel, tarihi, insanın sürekli aklın ve özgürlüğün daha üst basamaklarına yükselmesi olarak tanımlar ve insan kendisi hakkında mutlak bilince eriştiğinde ilerleme mantıksal sonucuna ulaşır (Hegel, 1986: 103-110; 1861:
17-25). Özetlemek gerekirse, Hegel’e göre (Hegel, 1975: 46-47; D’Hondt,
1994: 91) tarihsel diyalektik, fikirler arasındaki çelişkilerden ortaya çıkar ve
mutlak bir amaca doğru ilerler. Bu ilerleyiş sırasında düşünce öncü durumdadır
ve maddi koşullar onu takip eder. Marx ise bunun tersini savunur.
6
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 43 Sayı 1
Marksist Diyalektik
Marksizm, düşünce yöntemini Hegel’in diyalektiğine dayamakla birlikte ondan oldukça farklıdır. Marx, Hegel ile kendisi arasındaki farkı şöyle açıklar
(Marx, 1961: 19):
“Benim diyalektik yöntemim, Hegel’in yönteminden farklı olmakla kalmaz, aynı
zamanda onunki ile taban tabana zıttır. Hegel’e göre insan beyninin hayat süreci yani “idea” adı altındaki düşünce süreci bağımsız bir varlıktır. Gerçek dünyaya idea
şekil verir ve dünya sadece “idea”nın bir dış görüntüsüdür. Bana göre ise tam tersine, “idea” maddi dünyanın insan zihnindeki yansımasından ve fikir şekline dönüşmesinden başka bir şey değildir”.
Buna göre Marx, kendi diyalektik yöntemini materyalist bir temele oturtarak
Hegel’in idealist diyalektiğinden ayırır. Çünkü Hegel’in diyalektiği, tüm diyalektiğin tek biçimi olmakla birlikte onun mistik biçimi arıtıldıktan sonra kabul
edilebilir ve bu, tam da Marx’ın yöntemimi ayıran şeydir (Marx, 1961: 19; Fine,
2001; Fraser, 1997).
Öyleyse Marksist diyalektiğe göre, gerçeğin arkasında yatan maddi hayattır
ve gerçeğin değişmesi ancak maddi hayattaki evrilmenin bir sonucudur. Marx,
maddi hayat dediği kavramı üretim güçleri, üretim araçları ve ekonomik yapının
oluşturduğu üretim şekli olarak tanımlar ve buna “altyapı” adını verirken, altyapı üzerinde yükselen yasal, politik ve ideolojik bünyeyi “üstyapı” olarak tanımlar. Buna göre diyalektik bir biçimde ortaya çıkan uyuşmazlık Marksist teoride
insanların zihinlerinde meydana gelen bir çatışma değildir. Bu uyuşmazlık, insanları iradeleri dışında maddi dünyada meydana gelir. Çünkü insanlar kendi
arzuları dışında, maddenin karşısındaki durumlarına göre davranır ve düşünürler. Diğer bir ifadeyle, deterministik değişim altyapıdan üstyapıya doğrudur ve
maddi hayatın üretim tarzı genellikle akli, siyasi ve hukuki uzantısının bir ön
şartıdır. (Wacquant1985, 2001: 20-22).
Görüldüğü gibi toplumların evrensel tarihlerini öngörebilme çabası Marx ve
Hegel’i çıkış yolları aynı yöntem ve sonuçları farklı olan bir kavramsallaştırmaya götürmüştür. Her ikisi de diyalektiği model olarak ele almış fakat ona farklı
bir içerik kazandırmışlardır. Hegel, diyalektiği idealist bir çerçevede tasarlayarak diyalektiğin ancak fikirde olacağını ileri sürerken, Marx tersine diyalektiğin
maddi koşullarda aranması gerektiğini savunmuştur.
Buraya kadar Hegel ve Marx ekseninde özetlenmeye çalışılan tarihsel diyalektik düşüncenin birbirine zıt iki açıklama biçimi yönetim düşüncesine transfer
edilerek, yönetim düşüncesinin evrimini açıklamada kullanılıp kullanılamayacağı ve hangisinin yönetim düşüncesinin gelişimini açıklamaya daha yakın olduğu çalışmanın cevabını aradığı sorudur. Bir asırlık bilimsel geçmişi olan yönetim düşüncesindeki evrimin, düşüncelerdeki ilerlemenin mi, yoksa maddi
Yönetim Düşüncesinin Evrim Dinamiği: Çevresel Determinizm mi, Düşünsel Đlerleme mi?
7
şartlardaki değişimlerin mi bir sonucu olarak gerçekleştiği bundan sonraki bölümde tartışılacaktır.
YÖNETĐM DÜŞÜNCESĐNĐN DÖNEMLERĐ VE DĐYALEKTĐK ANALĐZĐ
Bu bölümde, öncelikle, yönetim düşüncesinin hangi evrelerden geçtiğine
ilişkin dönemleştirme tartışmaları ele alınacak, sonra da paradigmik kırılmayı
temsil eden her bir dönemin düşüncesi çevresel koşulları ile birlikte değerlendirilecektir.
Bilimsel yönetim düşüncesini geçmişten bugüne bütüncül bir biçimde ele
almak yerine, dönemselleştirerek incelemek, hem düşüncenin gelişimini daha
iyi kavramak hem de çalışmanın temelini oluşturan diyalektik değişime ait izler
bulmak açısından gerekli görünmektedir. Çünkü diyalektik değişimin doğasında
yer alan tarih boyutu dönemselleştirme perspektifinden bakmayı getirmektedir.
Ancak, belirtmek gerekir ki, yönetim düşüncesinin evrimini tüm boyutlarıyla
incelemek bu çalışmanın sınırlarını aşacağından, çalışmanın odağı olan “diyalektik”e ilişkin temel referans noktaları ele alınacaktır. Bu bağlamda Hegelyen
ve Marksist olmak üzere iki farklı açıklama yönü olan diyalektiğin, farklılığı
doğuran altyapı-üstyapı etkileşimine odaklanılacaktır. Bu, hem çalışmanın yanıtını aradığı sorunun hem geçmişi ve bugünü çözümlemek için düşüncenin ortaya çıktığı bağlamı (context) dikkate alma gereğinin getirdiği bir zorunluluktur
(Bedeian, 1998: 8).
Yönetim Düşüncesinin Dönemleştirilmesi
Yönetim düşüncesinin evrimi bugün gelinen nokta itibariyle farklı şekillerde
dönemlere ayrılmaktadır. Bazı yönetim bilimciler her bir yeni kuramı, dönem
belirtmeden farklı bir evre gibi kabul etmekle birlikte, bilimsel yönetim düşüncesini Wren (1994), üç dönemde ele almaktadır. Birinci dönem, klasik yönetim
düşüncesi dönemi, ikincisi davranışçı yaklaşım dönemi, üçüncüsü ise sistem
yaklaşımıyla başlayan ve 1950 sonrasında çıkan kuramları kapsayan dönemdir.
Diğer taraftan Pindur ve arkadaşları (1995: 59-69) yönetim düşüncesini birbirini
takip eden dört evrede incelemektedir. Đlki klasik yönetim dönemi, ikincisi davranışçı dönem olmak üzere Wren’in tanımlamasıyla aynıdır. Ancak üçüncü dönemin, Đkinci Dünya Savaşı sırasında askeri problemler için geliştirilen matematiksel ve istatistiksel çözümlerden oluşan “niceliksel yönetim dönemi” olduğunu belirtmektedirler. Pindur ve arkadaşları da Wren gibi dördüncü dönemi sitem yaklaşımıyla başlayan ve durumsallık yaklaşımı, stratejik yönetim gibi kuramları da kapsayan bir dönem olarak tanımlamaktadırlar.
Amerikan yönetim düşüncesinin evrimini söylem analizi ile inceleyen
Barley ve Kunda (1992) ise 1870’den 1990’lara kadar birbirini takip eden beş
farklı evrenin varlığını tespit etmişlerdir. 1870’den 1900’e kadar olan dönemi
sanayi refahı, 1900-1923 arasını bilimsel yönetim dönemi, 1923-1955 arasını
8
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 43 Sayı 1
davranışçı dönem, 1955-1980 arasını sistem rasyonalizmi ve son olarak
1980’den 1990’lara kadar olan aralığı ise örgütsel kültür dönemi olarak ele almışlardır. Gunn (1995) ise yönetim düşüncesindeki evrimi büyük “dalgalarla”
birlikte düşünmüş ve yönetimde Toffler’in (1981) tanımına uygun olarak endüstriyel ve bilgi toplumunu temsil eden ikinci dalga ve üçüncü dalga anlayışları olarak genel iki evrenin olduğunu tartışmıştır. Guillien (2002) ve Scott (1987)
bir asırlık geçmişi olan yönetim tarihini teknik (bilimsel yönetim), sosyal (davranışsal yönetim) ve yapısal olmak üzere üç ayrı evrede incelemişlerdir. Üçüncü
evre 1960’lardan sonra örgüt yapılarının özellikle teknoloji ve çevre tarafından
belirlendiğini savunan yaklaşım ve teorilerin oluşturduğu evredir.
Bu çalışma evrimsel değişimi düşüncenin “bilim” kimliği içinde aradığı için
bilimsel düşünceden önceki gelişmeler çalışmanın sınırları dışında bırakılmıştır.
Ayrıca Barley ve Kunda’nın “sistem rasyonalizmi” Pindur ve arkadaşlarının ise
“niceliksel yönetim” diye adlandırdıkları evrenin, Wren’in “modern dönem”
olarak adlandırdığı evre ile aynı dönem olduğu görülmektedir. Diğer taraftan
Barley ve Kunda’nın “örgütsel kültür” dönemi olarak tanımladıkları 1980 sonrası yönetim düşünce ve kuramlarının özellikle 1973 petrol kriziyle başlayan ve
artan küreselleşmeyle devam eden yılların ortaya çıkardığı kuramlar olduğu görülmekte ve bu dönem “post-modern” yönetim düşüncesi şeklinde de adlandırılmaktadır (Scott, 1993). Postmodernizmin çoklu gerçeklik ve “alt kültürler”
üzerindeki vurgusundan da “örgütsel kültür dönemi” olarak adlandırılan evrenin
postmodern düşüncenin bir uzantısı olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda yönetim düşüncesinin evriminde kronolojik sıraya göre klasik, davranışsal (neokalsik), modern ve postmodern şeklinde bir ayrımın yanlış olmayacağı, yönetim
düşüncesinin bu dört temel evrede gelişim gösterdiği söylenebilir.
Dönemsel Đncelemeler
Klasik Yönetim Dönemi
Yönetim düşünce tarihi içinde tespit edilen dört dönemin, ilkinden sonuncuya kadar geçirdiği evrim sürecinde ortaya çıkan yeni kavram, tez, teori ve yaklaşımların hangi temele dayandığı, her bir evrenin oluşum aşamasını hazırlayan
faktörlerin neler olduğu ve değişimin belirli ve düzenli bir mantığının olup olmadığı soruları bizi diyalektik değişim yaklaşımı ekseninde evrimi incelemeye
götürmüştü. Bu bağlamda yukarıda dönemleştirilmesi yapılan çerçeveye göre
ilk dönem olan klasik dönem içinde diyalektiğin iki yönüne ilişkin izler aranacaktır. Buna göre önce Marksist diyalektiğin kavramsal altyapısını oluşturan
çevresel (maddi) şartlar daha sonra da Hegelyen diyalektiğin özü sayılan düşünsel ilerlemeler (düşünsel bağlam) ortaya konarak düşüncenin değişiminde etkileri incelenecektir.
Yönetim Düşüncesinin Evrim Dinamiği: Çevresel Determinizm mi, Düşünsel Đlerleme mi?
9
Çevresel Bağlam
Avrupa’da 18. yüzyılda ortaya çıkan endüstri devrimi tarım ekonomisine dayalı toplumsal düzeni kökten değiştirmeye başladığında, Toffler’in (1981) deyimiyle, Birinci Dalga tamamlanmış, Đkinci Dalga ortaya çıkmaya başlamıştır.
Endüstri devriminin yarattığı ekonomik ve toplumsal düzen ilke olarak bireysel
mülkiyeti esas almıştır. Kapitalizm olarak bilinen bu ekonomik model, devlet
gibi merkezi bir otoriteye muhtaç olmadan, pazarın kendi kendisini kontrol edebileceği ilkesine dayanmaktadır (Şimşek, 1997: 54).
Endüstri devriminden kapitalist sistemin yerleştiği döneme kadar bilimsel
yönetimin temellerinin atıldığı ABD’de önemli dönüşümler yaşanmıştır. 1800
yılında ABD’nin %90’ı geçimini tarımdan sağlarken, bu oran 1900’de %33’e
düşmüştür. Her sektör açısından kaynak birikimi farklı bir aşamaya girmiştir.
19’ncu yüzyılın sonunda başlangıç aşamasında olan sektörler gelişerek ülke geneline hakim olmaya başlamıştır. (Wren, 1994: 217-219).
Sanayi devrimiyle ortaya çıkan fabrika sistemi, el sanatları ve el sanayinin
küçük ve dağınık üretim birimlerinin bir çatı altında toplanması ve merkezileşmesi sonucunu doğurmuştur. Böylece sanayi devriminden bu yana örgütlerin
sayı ve büyüklükleri artmış, bünyeleri karmaşıklaşmış ve faaliyet alanları çeşitlenmiştir. Bu gelişmeler sonucu, örgütler toplumların egemen kurumu haline
gelmişlerdir. Yönetim literatüründe bu gelişmeler, “örgütsel devrim” olarak nitelendirilmektedir (Baransel, 1979: 105-106).
Diğer taraftan 20. yüzyılın başlarında kentleşme ve sanayileşme hızlı bir şekilde ilerlemeye devam etmiş, endüstri devriminin ilk aşamasında ortaya çıkan
sermaye birikimi büyük girişimleri doğurmuştur. Tarihçi Frederick Jackson
Turner (1976) bu dönemde ABD’de sosyal, ekonomik ve politik yaşamı şekillendiren dört güç olduğunu belirtir. Bunlar: Batının kapanması, refah ve gücün
belirli endüstrilerde toplanması, sınır ötesi politik genişleme ve popülizmin
yükselmesi. Turner, özellikle sosyal şartlar zorlaştığında, politik sınırlamalar
arttığında, demokrasi ve eşitlikle anılan bir kaçış kapısı olan Batının kapanmasıyla insanların birbirine yakın ve karşılıklı bağımlı bir şekilde yaşamaya mecbur kaldığını belirtmiştir. Đşte tam bu noktada bir yandan kentleşme ve “örgütlü” yaşama gereği, diğer yandan sermaye birikiminin doğurduğu girişimlerde işletme faaliyetleriyle çalışanlar arasındaki ilişkileri düzenleyecek formal bir yapı
ihtiyacı ve kaynakların rasyonel bir şekilde kullanılması zorunluluğu bilimsel
yönetimin doğumuna uygun koşullar hazırlamıştır. Taylor’ın zaman ve hareket
etütleri kaynakların rasyonel şekilde kullanılmasını amaçlamaktaydı. Parça başı
üretim sistemi ise üretimi artırmak ve işgücü maliyetlerini düşürmeye dönüktü
(Wren,1994: 220-225). Fayol ve Weber daha sonra gelmekle birlikte büyük ölçüde Taylor’un rasyonelleştirme arayışını yansıtmışlardır. Taylor ve takipçileri
ekonomik anlamda kaynak kullanımını rasyonelleştirme, sosyal anlamda birey-
10
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 43 Sayı 1
sel çabayı kutsallaştırma ve politik anlamda etkinliği yüceltme arayışlarının bir
eseri olarak ortaya çıkmışlardır (Wren, 1994: 231). Buna göre bilimsel yönetim
etkinliği sağlamaya dönük “çevresel şartların” bir çıktısı olarak belirmiştir.
Bu noktada düşüncenin gelişimi açısından tüm bu “çevresel şartların” belirleyici bir rol oynayarak bilimsel yönetim düşüncesinin temellerini attığı görülmektedir. Marx’ın maddi şartlar olarak tanımladığı teknoloji ve üretim şeklindeki değişimler, fikirlere yön vermekte, dolayısıyla toplumsal bilinci oluşturmaktaydı. Bu durumu toplumsal bilincin bir parçası olan yönetim düşüncesi açısından değerlendirmek ve endüstri devrimi sonrasında ortaya çıkan çevresel
şartların yönetim düşüncesini şekillendirdiğini söylemek mümkündür. Diğer bir
ifadeyle gelişen makineleşme ve kitle üretiminin deterministik bir şekilde bilimsel yönetimi getirdiğini, düşüncenin bir üstyapı unsuru olarak bu maddi şartlar
tarafından belirlendiğini ileri sürmek, Marksist diyalektik açısından doğru bir
çözümleme gibi görünmektedir.
Düşünsel Bağlam
Diğer taraftan Marksist diyalektik açısından doğru gibi görünen bu çözümleme, diyalektik değişime ilişkin Hegelyen yorumu bütünüyle safdışı bırakmamaktadır. Çünkü bu süreç içerisinde Hegel diyalektiğinin izdüşümünü izlemek
de mümkündür. Kökleri Reform ve Rönesans hareketlerine kadar uzanan ve
Weber’in (1992) tespitiyle asıl ifadesini Protestan ahlakında bulan rasyonel insan modelinin fikirsel bir mirasın uzantısı olarak bilimsel yönetimi inşa ettiği
söylenebilir. Bir anlamda rasyonel akıl ile tarım toplumunun izlerini taşıyan
dogmatik akıl çelişkisi bir yönüyle bilimsel yönetimde senteze ulaşmıştır. Diğer
taraftan bu süreç hem disiplin içinde hem de disiplinler arası etkileşim açısından
da Hegel diyalektiğini doğrulayacak şekilde yorumlanabilir. Disiplin içinde ele
alındığında; Taylor’dan önce Britanya’da Charles Babbage ve Andrew Ure,
Fransa’da Charles Dupin (Lemak, 2004) Amerikada Daniel McCallum (Wren,
1994) yönetime ilişkin çalışmalar yapmıştır. Buna göre klasik yönetim düşüncesinin gelişiminin ilk adımları Britanya ve Fransa’da bulunabilir. Özellikle
Dupin’in Fayol’u etkilemiş olabileceği ifade edilmektedir (Wren, 1994: 67).
Diğer taraftan disiplin dışından gelen etkiler de göz önünde bulundurulmalıdır.
Çünkü yönetim bilimini oluşturan sistematik bilgi topluluğu çeşitli disiplinlerin
katkılarıyla gelişmiştir (Baransel, 1979: 8). Bu bağlamda Turgot, Say ve Smith
gibi ünlü iktisatçıların işletme yönetimiyle ilgili konu ve sorunlar üzerine eğilmeleri (Baransel, 1979: 107); bilim felsefesinde pozitivizmin, fizikte mekanik
dünya görüşünün (Wren, 1994; Gephart, 1996; Dobuzinskis, 1997) yönetime
ilişkin çalışmaları epistemolojik açıdan etkileyerek değişime ilişkin “idealist”
bir zemin hazırladığı söylenebilir.
Buna göre klasik yönetim düşüncesini doğuran dinamiklerin “çevresel determinizm” değil de düşünsel “idealist” bir geçmişe dayandığını, etkinlik-
Yönetim Düşüncesinin Evrim Dinamiği: Çevresel Determinizm mi, Düşünsel Đlerleme mi?
11
verimlilik arayışına dayalı düşünsel çabaların diyalektik bir sonucu olduğunu
dile getirmek yanlış olmayacaktır. Freeman’ın (1996: 35) “bilimsel yönetime
ilişkin düşünceler aynı Taylor’dan önce biliniyordu, onun katkısı bu düşünceleri
birleştirmek olmuştur” şeklindeki görüşü bunu destekleyen bir yargıdır. Ancak
bütün bunlar göz önüne alınsa bile, son tahlilde “çevresel şartlarla,” “düşünsel
ilerleme” arasında hangisinin belirleyici, hangisinin etkileyici dinamik olduğunu net bir şekilde ileri sürmek mümkün değildir. Çünkü, yukarıda belirtildiği
üzere, her iki görüşü de destekleyen güçlü kanıtlar ve argümanlar sunmak zor
görünmemektedir.
Neo-klasik Dönem
Yönetim düşüncesine taşıdığı yeni tezlerle büyük yankı uyandırsa da klasik
yönetim düşüncesinden neo-klasik yönetim düşüncesine geçişin keskin bir kırılma şeklinde olduğu söylenemez. Follet ve Barnard gibi teorisyenlerin klasik
yönetim düşüncesine katkıda bulundukları gibi neo-klasik düşünceye geçişe yol
açan fikir ve görüşler ileri sürmeleri “evrimsel ilerlemeyi” işaret etmektedir.
Neo-klasik düşünce esas itibariyle klasik yönetim düşüncesinin kavram ve ilkelerine dayanır. Ancak, neo-klasik düşüncede, bu kavram ve ilkeler insan ilişkileri yaklaşımının etkisiyle yumuşatılmış, inceltilmiş ve geliştirilmiştir (Baransel,
1979: 215). Buna göre neo-klasik yönetim düşüncesinin “insan” unsurunu dikkate alarak yönetim düşüncesini yeni bir konuma taşıdığı görülmektedir. Ancak
bu evrilişin, çalışmanın asıl sorusu olan, çevresel şartlardan mı yoksa düşüncenin farklı etkileşim alanlarından beslenerek mi gerçekleştiği, o dönemde hakim
olan maddi şartları ve düşünsel üretimleri incelemeyi gerektirmektedir.
Çevresel Bağlam
Klasik yönetim dönemi Drucker’ın (1993) deyimiyle bilginin işe uygulandığı “verimlilik devrimi” olarak tanımlanmaktaydı. Bu devrim, verimlilik temeline dayalı olarak büyük işletmelerin kurulduğu, bireysel başarının kutsandığı ve
proleterlerin orta sınıf burjuva haline geldiği bir dönemi yansıtmaktaydı. Neoklasik dönem ise ekonomik buhran ve sosyal çalkantılar dönemine denk gelmektedir. 1929 Ekim’inde ortaya çıkan ekonomik bunalım kısa sürede olumsuz
etkilerini göstermiştir. Đşletmelerin başarısızlığı, işsizliğin artışı, gelirlerin düşüşü gibi birçok olumsuzluk insanları kurtuluş için devlete dönmeye yönlendirmiştir. Bu ekonomik anlamda Keynesyen Ekonomiyi, politik anlamda ise refah
devletini getirmiştir. Yönetim açısından bakıldığında işletmelerin mülkiyet ve
idaresi özel teşebbüsün elinde olmakla birlikte kontrol ve politika devletin elindedir (Wren, 1994: 329-331).
Elton Mayo’nun görüşlerini benimseyenler ekonomik problemin köklerini
sosyal problemlerde görmüştü. Onlara göre, insanların kötümser duruşlarında,
saplantılı davranışlarında kendini gösteren anomileri yönetim karşısında kendi-
12
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 43 Sayı 1
lerini korumak için kendi gruplarına dönmelerine yol açmıştır. Sosyal dayanışma sağlandığında, birincil gruplar oluşturulduğunda, iletişim kanalları açıldığında, sosyal ve psikolojik ihtiyaçlar karşılandığında insanların daha verimli
olacağı düşünülüyordu. Đnsanların ve örgütlerin bakış açısından, endüstriyel sorunlar çalışma ortamının demokratikleştirilmesi insan ilişkilerinin geliştirilmesi
ile mümkündü (Wren, 1994: 332).
Klasik dönemde örgütsel konular kaynakların rasyonel şekilde kullanılmasıyla ilgiliyken, 1930’larda hayatta kalmak öncelikli konu haline gelmiştir. Bu
dönemin yönetimcileri formal ilişkilerin yeniden düzenlenmesinin çözüm getireceğine inanmıştır. Đyi yapılandırılmış bir sistemde insanlar daha verimli hale
gelir ve sağlam örgütsel ilkelerle işletmeler ekonomik devamlılığını sağlar. Buna göre bu dönemde hem insana hem örgüte odaklananlar bunalımın sunduğu
pek çok sosyal ve sektörel sorunla baş etmek zorunda idi . Yeni ekonomik bunalım hem çalışanlar hem yöneticiler açısından toplumsal değerleri değiştirmiştir. Emniyet arzusu insanları birbirine yaklaştırmış ve dayanışmaya sevk etmiştir (Wren, 1994: 332-334).
Tüm bu çevresel şartların davranışçı yaklaşımı doğurduğu ifade edilebilir.
Keynesyen ekonomi ve refah devleti etrafında şekillenen yeni iktisadi düzenin
ve çevresel şartların, yönetimde yeni bir bilinç durumu yarattığı Marksist tarihsel diyalektik açıdan isabetli bir çıkarım olarak karşımıza çıkar. Yukarda sıralanan maddi şartlara ilişkin değişimlerin, düşünce sistemlerini ve bunların bir alt
oluşumu olan yönetim düşüncesini “belirlediği”; bu anlamda gerçekleşen değişimin çevrenin deterministik bir sonucu olduğu savunulabilir. Ancak bu savın
doğruluğunu kabul etmek için çevresel şartları, o şartların doğuşunda etkin olan
düşünsel-ideolojik üstyapının etkisinden uzak, soyut bir bağlam içinde düşünmek gerekir. Diğer bir ifadeyle mevcut çevresel şartları önceki dönemin maddi
şartlarının bir türevi olarak düşünmek ve onu düşünsel üretim bağlamından bağımsız olarak ele almak tümdengelimsel bir yanılgıya yol açabilir. Bu bağlamda
yönetim düşüncesi içinde neo-klasik dönemin köklerini bir de “üstyapı” unsurları içinde aramak gerekir.
Düşünsel Bağlam
Neo-klasik düşüncenin ortaya çıkışında hem disiplin içi hem de
interdisipliner bilgi birikimi ve etkileşimi önemli rol oynamıştır. Neo-klasik evrenin büyük ölçüde Hawthorne araştırmalarının sonunda ortaya çıktığı bilinmektedir. Ancak bu araştırmalar 1929 bunalımı gibi o dönemin makro ekonomik koşullarından önce 1924 yılında başlamış ve bir anlamda, daha önce de belirtildiği gibi, klasik dönemin mantığının devamı olarak etkinlik arayışına dayalı
bilgi üretimini hedeflemiştir. Diğer taraftan sosyologlar ve sosyal psikologlar
Hawthorne araştırmalarından önce yönetimde davranışçılık fikrini getirmişlerdir. Hatta Lemak (2004), bu yaklaşımın köklerinin 1800’li yıllarda Britanya’da
Yönetim Düşüncesinin Evrim Dinamiği: Çevresel Determinizm mi, Düşünsel Đlerleme mi?
13
Endüstri Devrimi’nin getirdiği sorunlara -özellikle çocuk işçiler konusuna- çözümler arayan Robert Owen’a kadar uzandığını belirtmektedir. Bunları disiplin
içinde evrime zemin hazırlayan mantıksal dönüşümleri sağlayan çabalar kategorisinde değerlendirebiliriz. Ayrıca davranışsal okulun başarı kazanması büyük
ölçüde entelektüel ağların ve toplulukların desteğiyle gerçekleşmiştir ki
(O’connor, 1999) bu bize Astley’in (1985) belirttiği gibi bilgilerin sosyal olarak
yapılanmış ilişki ve ağlarla üretildiğini göstermektedir.
Bununla birlikte diğer disiplinlerden gelen düşünce ürünlerinin neo-klasik
dönemin gelişiminde etkili olduğu görülmektedir. Örneğin, endüstriyel psikoloji, davranışsal yaklaşım ortaya çıkmadan önce Hugo Münsterberg tarafından bir
disiplin haline getirilmiştir (Wren, 1994: 165). Hatta kimileri, neo-klasik dönemin başlangıcını Munsterberg’in 1910’lu yıllarda başlattığı endüstriyel psikoloji
ile ilgili çalışmalara kadar götürmektedir (Baransel, 1979: 235). Yine sosyoloji
kökenli Pareto’nun ve Freudyen psikolojik teorilerin davranışsal evrenin doğuşunda katkıları olmuştur (Baransel, 1979: 261).
Ayrıca bu evreden önce Marx’ın “üstyapı” unsurları içinde tanımladığı kültürel yapı ve toplumun ideolojik eğilimleri de değişmeye başlamıştır.
1920’lerden sonra örgüt-toplum ilişkilerini, yönetimin sosyal sorumluluklarını
içeren “ahlak anlayışı” ve yönetim amaç ve politikalarına yön veren “değer sistemi” ile, toplumun fikir ve inançlarını yansıtan ideolojiler de değişmeye başlamıştır. Kapitalist ahlak anlayışı ve zihniyetindeki gerileme, bireyci ahlak ve
zihniyetin yerini, toplumun bütün olarak mutluluğu, birey ve gruplararası ilişkilerde dayanışma ve ahenk gibi değerlere dayanan sosyal ahlak görüşüne terk
etmeye başlamıştır (Baransel, 1979: 260-261).
Bu bağlamda neo-klasik düşüncenin ortaya çıkışını direkt maddi şartların gelişimiyle ilişkilendirmek zorlaşmaktadır. Ekonomik buhranla aynı döneme denk
düşen davranışsal dönemin buhranın bir “çıktısı” olduğunu savunmak “maddi
şartlara” odaklanan Marksist tarihsel diyalektik açısından doğru gibi görünse
de, bu dönemde Hegelyen yorumu destekleyen gelişmelerin olduğu yönünde
daha güçlü işaretlerin olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Modern Dönem
Yönetim düşüncesinde modern dönem evrimin belki de en kapsamlı dönemini temsil etmektedir. Nicel araştırmalar dönemi, sistem yaklaşımı, adaptasyon
yaklaşımları bir bütün olarak modern dönemde geliştirilen yaklaşım ve teorilerdir. Bu evrenin yönetim düşüncesine en önemli katkılarından biri “açık sistem”
perspektifini getirmiş olmasıdır. Klasik ve neo-klasik evrede örgütlerin daha
çok içine bakılmış ve her örgüt kapalı bir sistem olarak değerlendirilmiştir. Modern dönemle birlikte dış çevre yönetsel bir konu olarak düşünce sistemine dahil
edilmiş ve örgütler üst sistemlerin içinde yer alan mikro birimler olarak görülmeye başlanmıştır. Bu evrenin yönetim düşüncesine kazandırdıkları, çalışmanın
14
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 43 Sayı 1
asıl sorusu çerçevesinde, çevresel determinizm-düşünsel ilerleme ikilemi bağlamında ele alınacaktır.
Çevresel Bağlam
Modern dönem yada sistem teorisi ve nicel okullar olarak adlandırılan dönem Đkinci Dünya Savaşı yıllarında ortaya çıkmıştır (Lemak, 2004: 1312). Modern yönetim dönemi, teorileri birleştirerek gelişir. Süreç yaklaşımı, sistem yaklaşımı, durumsallık yaklaşımı, stratejik yönetim yaklaşımı, mükemmellik yaklaşımı, toplam kalite yönetimi, süreç mühendisliği vb. modern dönemin içinde yer
alır. Sistem ve durumsallık teorileri ile birlikte klasik, davranışsal ve nicel yönetim hareketleri bir araya gelerek modern dönemi oluşturur. (Pindur vd., 1995:
69). Wren, nicel yönetim yaklaşımları ve sistem yaklaşımı ile başlayan çevre
odaklı teorileri birlikte modern dönem içinde ele alırken, Pindur ve arkadaşları
nicel yönetim yaklaşımlarını ayrı bir dönem olarak ele alır ve Đkinci Dünya Savaşı sırasında askeri sorunlara matematiksel ve istatistiğe dayalı çözüm bulma
arayışının bir sonucu olarak ortaya çıktığını belirtir (Pindur vd., 1995: 68). Ancak her ikisinde de esas olan bu teorilerin Đkinci Dünya Savaşı dönemine rastlamış olmasıdır. Bu bağlamda modern dönem, Marksist diyalektik teoriye göre,
özellikle savaş ekonomisi çerçevesinde şekillenen bir “altyapı” üzerinde yükselecektir.
Bilimsel yönetim 20. yüzyılda yönetime akıl çağını getirmiştir. Bu yaklaşım
işletmenin genel yönetiminin hayati bir parçası olarak değil de bir kısmı olarak
üretim fonksiyonun nasıl geliştirileceğine odaklanmaktaydı. Dışsal olaylar üretim yönetimine yeni boyutların eklenmesine yol açmıştır. 1930’larda toplum
üretimin arkasındaki sorunlarla baş etmek zorunda olduğundan bilimsel yönetim düşüşe geçmiştir. Đkinci Dünya Savaşı ve büyük girişimlerin ortaya çıkışı
yönetim için yeni bir “çevre” yaratmıştır ve beraberinde yönetici birliklerini,
devlet memurlarını, ve bilim adamlarını savaşın global lojistiğine bir düzen ve
rasyonellik getirmeleri için bir araya getirmiştir (Wren, 1994: 394-395). Örgütlerin büyüyüp çeşitlenmesi, örgüt içine daha çok uzman getirilmesi, Đkinci Dünya Savaşı ile teknolojinin ve pazarların gelişmesi ve karar verme sürecinin daha
karmaşık ve farklı bir hale gelmesi genel yönetim teorilerini yeniden diriltmiştir. Fayol’un mirası yönetim süreci yaklaşımına uyarlanmıştır. Đşletme eğitimiyle ilgili çalışmalar Koontz’un “jungle” olarak tanımladığı bir çeşitlilik getirmiş
ve işletme eğitimi almamış uzmanları işletme okullarına yönlendirmiştir (Wren,
1994: 367; Lemak, 2004). Bu şekilde nicel sorun çözme metotları ve çevre
odaklı teoriler oluşturulmuştur.
Özellikle Đkinci Dünya Savaşının uluslar arası boyuttaki etkileri Wren’in de
belirttiği gibi işletmeler için yeni bir çevre yaratmıştır. Burada “çevre” ile yalnızca işletmeleri dışlayacak şekilde bağımsız ve ilişkisiz şartları değil, aynı zamanda yönetim olgusunun yeni bir unsuru olarak yönetim düşüncesine ve araş-
Yönetim Düşüncesinin Evrim Dinamiği: Çevresel Determinizm mi, Düşünsel Đlerleme mi?
15
tırmalarına giren bir kavramı anlamak gerekir. Çünkü sistem yaklaşımının ve
sonrasında ortaya çıkan çevreyi esas alan yaklaşımların “açık sistem” argümanına yaslandığı ve bununda büyük ölçüde geniş etkileri olan Đkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıktığı tartışılmaktadır. Bunu savaştan sonra ortaya çıkan
uluslar arası entegrasyonlarda görmek mümkündür.
Đkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin önderliğinde uluslar arası ekonomik örgütlenmeye gidilmiştir. Uluslar arası Para Fonu (IMF), Avrupa Đşbirliği
ve Kalkınma Örgütü (OECD), Genel Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Anlaşmaları
(GATT) gibi uluslar arası kurum ve kuruluşlar hayata geçirilmiştir (Kurtulmuş,
1996: 21). Diğer taraftan Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler Topluluğu gibi
uluslar arası kurumlar da bu dönemde teşekkül etmiştir.
Düşünsel Bağlam
Görüldüğü gibi savaş ve sonrasında ortaya çıkan şartlar, yönetim düşüncesine yeni bir ivme kazandırmıştır. Barley ve Kunda’nın (1992) belirttiği gibi savaş yıllarında yükselişe geçen ekonomik yapı, Wren’in modern dönem diye tanımladığı bu evrede “sistem rasyonalizmi” olarak da adlandırılan teknoloji ve
sermayenin ön plana çıktığı rasyonel bir retorik doğurmuştur. Bu trend materyalist argümanlara güç kazandırmakta ve Marksist diyalektiği, düşüncenin dönüşümünü açıklamada uygun bir enstürman haline getirmektedir. Ancak diğer taraftan 20. yüzyılın ilk dönemlerinde sosyoloji ve psikolojide Gestalt düşüncesinin hakim olmaya başladığı görülmektedir. Buradan bir alana ilişkin düşüncenin
çevresindeki farklı disiplinlerden etkilenerek geliştiği şeklinde bir yorum geliştirme imkanı ortaya çıkmaktadır ki bu da “düşüncenin nesnelleşmesini” akla getirmekte ve evrimsel değişime idealist bir bakış açısı kazandırmaktadır. Bununla
birlikte Norbert Wiener (1961) eski Yunan düşüncesinden “sibernetik” kavramını geliştirerek, sistemlerin bilgiyle beslenerek çevreye uyarlanmasını sağlayan bir iletişim döngüsü ile tasarlanabileceğini savunmaktaydı. Burada da kökleri geçmişte olan bir kavramın geliştirilerek bir disipline uyarlanması göze
çarpmaktadır.
Özellikle diğer disiplinlerde ortaya çıkan gelişmelerin yönetimde sistem düşüncesinin doğuşunda etkin olduğu bilinmektedir. Bu anlamda sistem yaklaşımının yönetim düşüncesine girişinde biyolog Von Bertalanffy’nin 1920’lerde
başlattığı “Genel Sistem Teorisi”nin etkisi dikkate alınmalıdır. Von
Bertalanffy’nin 1972 yılında ölümüne kadar işlemeyi sürdürdüğü Genel Sistem
Teorisi, her türlü sisteme uygulanabilecek genel ilke ve prensipleri bulmayı ve
geliştirmeyi amaçlayan disiplinlerarası matematiksel bir çalışma alanıdır. Diğer
bir ifadeyle biyoloji, matematik, fizyoloji, ekonomi gibi bilim dallarının birleşiminden oluşan ve özellikle büyüme ve gelişme gibi konulara uygulanabilecek
ilke, prensip ve teoriler geliştirmek Genel Sistem Teorisinin ilk amacı olmuştur.
Böylece, olayları tek bir açıdan ve başka olay ve çevre şartlarından kopuk ola-
16
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 43 Sayı 1
rak incelemek yerine, her olayı belirli bir çerçeve içinde, başka olaylarla ilişkili
olarak incelemenin, olayları anlama, tahmin etme ve kontrol etme açılarından
daha etkin olduğu ileri sürülmüştür. Böyle bir bütüncü veya genelci görüşün
yönetim konularına uygulanması ile yönetimde “sistem yaklaşımı” adı verilen
yeni bir yaklaşım tarzı ortaya çıkmıştır (Koçel, 1999: 175).
Bu bağlamda önce, hem maddi şartlarda hem de düşünce sistemlerinde ortaya çıkan yeni oluşumların modern döneme etkisini ortaya koyduktan sonra,
etkileyici-belirleyici faktörlerin karşılıklı bir etkileşimle modern döneme ilişkin
paradigmaları doğurduğu söylenebilir. Ancak, daha yakından bakıldığında, bu
dönem içinde de düşüncenin gelişiminde savaş ve sonrası çevresel koşulların
düşünsel ilerlemeye yol açtığını gösteren daha güçlü izlerin olduğunu ileri sürmek olanaklı görünmektedir.
Post-Modern Dönem
Yönetim düşüncesinde modern dönem 25-30 yıl kadar hakim retorik olarak
tarihsel akışa damgasını vurduktan sonra 1980’li yıllarla birlikte yerini giderek
postmodern söyleme bırakmaya başlamıştır. Moderni postmoderne eviren neden
ya da nedenleri ve bu sürecin oluştuğu bağlamı anlama çabası, öncekilerde olduğu gibi bu evrede de, düşüncedeki evrilişin ve değişimin diyalektiğine ilişkin
tartışmaların çıkış noktasını oluşturmaktadır. Diğer bir ifadeyle post-modern
yönetim düşüncesinin gelişip, olgunlaşmasında “belirleyici” faktör ne olmuştur?
Çevresel determinizm mi, yoksa düşüncenin idealist ilerleyişi mi?
Çevresel Bağlam
Devletin 1970’li yıllardan önce iktisadi yapı içinde artan rolü (Kosonen,
1977) postmodern yaklaşımın doğuşunun temel nedeni olarak gösterilmektedir.
Bu süreç kitle üretimine dayalı ölçek ekonomisinin yerini esnek üretimin aldığı
Fordizm’den esnek üretime geçiş dönemi olarak tanımlarken (Cross, 2000); bilgi temelli ekonomi dönemi (Kellerman, 2000) ya da post endüstriyel dönem
(Bell, 1973; White - Jacques, 1995) olarak da adlandırılmaktadır.
Postmodern dönemin ortaya çıkışı büyük ölçüde modernizmin altında yatan
Fordist-Keynesyen ekonomik yapıda meydana gelen değişikliklerle açıklanmaktadır. Bu düzen bir yandan üretim ve dağıtımın ölçek ekonomisi teorisine
göre oluşturulan büyük işletmelerin elinde merkezileşmesini vurgularken diğer
taraftan yönetici, sahip, çalışan ve tüketici arasındaki ilişkileri yöneten devletin
düzenleyici rolüne işaret etmektedir. Her ne kadar bu proje Ford ve Keynes’den
önce başlamış olsa da, ekonomik yönetim açısından Fordist-Keynesyen yaklaşım modern dünyanın damgası sayılan iktisadi merkeziyetçiliğin ve düzenin arkasındaki süreç ve teoriyi, önce işletme düzeyinde sonra ise devlet düzeyinde
temsil etmekteydi (Cross, 2000: 33-37). Bununla birlikte Đkinci Dünya Savaşı
sonrası kurulan uluslararası ekonomik yapı 1970’lerde değişmeye başlamış,
Yönetim Düşüncesinin Evrim Dinamiği: Çevresel Determinizm mi, Düşünsel Đlerleme mi?
17
1971 yılında Bretton Woods’un sabit para kurları sisteminin sona ermesi ile
dünya finans sektöründe önemli gelişmeler ortaya çıkmıştır. Önemli para birimlerinin birbirine karşı değerinin değişebilir olması uluslar arası para piyasalarına
yeni bir hareketlilik kazandırmıştır. Bu hareketlilik zamanla para birimlerinin
değerinin belirlenmesinde hükümetlerin rolünü azaltarak, serbest piyasa kuralları içinde işleyen uluslar arası finans sektörünün gelişimine katkıda bulunmuştur
(Kurtulmuş, 2001: 21).
Modernizm en parlak günlerini 1950 ve 1960’larda yakalamış olsa da
1970’lerde modernist iktisadi yapı çatlaklar vermeye başlamıştır. Bu dönemden
sonra sadece büyüme değil, işsizlik ve enflasyon da artmıştır (Cross, 2000;
Raynolds - Skoro, 1996). Alexander King (1997: 73) bu dönemi Đkinci Dünya
Savaşı sonrası teknoloji ve toplumsal-ekonomik ilişkiler açısından ortaya çıkan
dört dönem içinde, petrol kriziyle başlayan sonuncu dönem olarak tanımlamaktadır.
Bir anlamda 1973 yılındaki petrol krizi, Keynesçi refah devleti anlayışının
terk edilmesini getiren sürecin belki de son adımı olarak ortaya çıkmıştır.
1930’lu yıllarda egemen paradigma olarak beliren refah devleti, diğer adıyla
devletçi kapitalizm, pek çok ülkede ağır ve kapsamlı yatırım, üretim, dağıtım ve
denetim fonksiyonlarını yüklenerek artık hareket yeteneğini yitirmiştir (Şimşek,
1997: 59-60). Diğer taraftan küreselleşmenin etkisiyle 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren dünya ekonomisinde önemli değişimler gözlenmeye başlanmıştır (Kurtulmuş, 2001: 18). 1970’lerde kamunun elinde bulunan üretim ve
hizmetlerin özelleştirilmesi ve devletin küçültülmesi ile başlayan süreç 1980’li
yıllarda yükselen küreselleşme ve sanayi ötesi ekonomilere geçiş ile devam ederek post-modern yönetim düşüncesini de beraberinde getirmiştir.
Düşünsel Bağlam
Postmodern düşüncenin adımlarının, materyalist bir bakış açısıyla, bir yandan değişen iktisadi ve teknolojik yapıyı takip ettiği ileri sürülürken; diğer taraftan bu düşünce döneminin Đkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan ve öncelikle sanat ve edebiyatta uç veren, daha sonra diğer disiplinleri de etkisi altına alan
“modernite karşıtı” bir proje olduğu da iddia edilmektedir. Bir başka perspektife
göre postmodernizmin üç farklı teması olduğu ileri sürülür (Gephart vd, 1996:
3-8): Sosyo-ekonomik bir dönem (era), kültürel bir hareket (movement) ve farklı bir düşünüş ve sunuş biçimi (style). Buna göre postmodernizmin geç kapitalizm olarak adlandırılan tarihsel dönem teması onu Marksist diyalektiğin çizgisine yaklaştırırken, diğer iki teması dikkate alındığında Hegelyan yaklaşım ön
plana çıkmaktadır. Özellikle üçüncü tema yani sunuş veya diğer bir ifadeyle
gerçekliğin söyleme (diskura) yansıması “dilin” ön plana çıktığı bir alandır
(Cooper - Burrell, 1997). Bu alanda Derrida (yapısöküm), Lyotard (dil oyunları)
gibi teorisyenler gerçekliği “diskurda” yani sözcüklerde yeniden tespit etmeye
18
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 43 Sayı 1
çalışırlar ki bu düşünceyi maddeden soyutlayan idealizme en çok yaklaşılan
noktadır.
1960’lı yıllardan sonra, modern dünyanın kurum ve düşünce tarzlarına karşı,
genel bir hoşnutsuzluk ifade eden görüşlere ilgi artmış, bilgi piyasasında bu
yöndeki bilgi üretimi ve tüketimi yoğunluk kazanmaya başlamıştır. Bilimsel düşünce tarzının egemenliğinin sorgulanmasından başlayıp, sanat, estetik ve mimari alanında düzen, uyum ve hiyerarşiye dayalı oluşumların terk edilmesine ve
hatta gündelik hayatı düzenleyen kuralların eleştirilmesine kadar her alana yayılan bu eleştiri dalgası yeni bir dünyanın kapısının aralandığı izlenimini vermiştir
(Demir, 2001: 178). Postmodernizm, rasyonaliteyi, pozitivizmi, bilimsel yöntemi, meta-anlatılarla birlikte yönetim düşüncesinde modernitenin entegrasyon
fikrine karşı bölünmeyi, realite kavramına karşı hiperrealiteyi, “en iyi yol” çözümüne karşı anti yapısalcılığı ve paradoksu getiren (Berthon - Katsikeas, 1998:
149) bir paradigma olarak ortaya çıkmıştır. Buna göre Derrida, Foucault ve
Lyotard gibi sosyal teorisyenlerin ve Clegg, Smircich ve Calas gibi analistlerin
görüşleri üzerinde yükselen postmodern yönetim düşüncesinin (Scott, 1993: 68)
genelde modern dünya görüşüne, özelde ise Đkinci Dünya Savaşını getiren düşünce sistemlerine karşı antitez olarak gelişen paradigma ve eğilimlerin olgunlaşarak bütünlük kazanması sonucunda şekillendiği ifade edilebilir.
Görüldüğü gibi postmodern yönetim düşüncesi, idealist çerçevede, daha çok
diğer disiplinlerden beslenerek gelişmiştir. Sanattan, mimariye, sosyolojiden bilim felsefesine kadar birçok farklı alanda üretilen yeni retorik yönetim bilimini
de içine almıştır. Özetlemek gerekirse Marksist diyalektik açısından bakıldığında, modern dönemde cari olan maddi koşullar, özellikle 1970’lerden sonra ortaya çıkan “alt yapı” ile tez-antitez etkileşimini yaşamış ve 1980’lerde olgunlaşan
yeni dünya düzeni bir üstyapı kurumu olan postmodern yönetim düşüncesini
doğurmuştur. Hegelyen diyalektiğe göre ise, modern dönemde hakim olan rasyonalist bakış doğa ve topluma yansıdığında kendisinden başka bir şey olmuş,
böylece bu yabancılaşma bağlamında ortaya çıkan tez-antitez çelişkisi
postmodern yönetim düşüncesinde “senteze” ulaşmıştır.
Dönemsel Eklemlenme, Eklektik Modeller ve Moda Düşünceler
Yönetim düşüncesinin dönemselleştirilmesiyle ilgili son olarak evrelerin tarihsel ve kavramsal sınırları üzerinde durulacaktır. Burada özellikle tarihsel sınırların geçişkenliğinin vurgulanması, dönemlerin diyalektik analizini doğrudan
ilgilendiren bir konu olmamakla birlikte diyalektik analize ilişkin çerçeveyi, dolaylı olarak bütünlüğü bozan soru ve akıl yürütmelerden soyutlamak için gerekli
görünmektedir.
Yazında görülen dönemsel evrelerle ilgili vurgulanması gereken bir nokta,
her bir evrenin tarihsel olarak kesin çizgilerinin olmadığıdır (Santos vd., 2002).
Klasikten neo-klasik düşünceye geçişin genelde 1929 kriziyle başladığı kabul
Yönetim Düşüncesinin Evrim Dinamiği: Çevresel Determinizm mi, Düşünsel Đlerleme mi?
19
edilse de davranışsal yaklaşımın ilk izleri 1920 yılından önce ortaya çıkmış
(Wren, 1994) ve bu evre modern dönemi içine alan 1960 ve 1970’li yıllara kadar etkin olmuştur. Diğer taraftan modern dönem 1940’lı yıllarda ortaya çıkmış
ve henüz davranışsal yaklaşımın yazında baskın olduğunun kabul edildiği bu
yıllardan 1980’lere kadar hakim olmuştur. Bu sınırsal bulanıklık coğrafi bağlam
dikkate alındığında çok daha keskin bir şekilde görülmektedir (Gullien, 2002).
Mesela klasik yönetim düşüncesinin ABD ve Fransa’da izlediği seyir aynı değildir. Kısacası dönemler arasındaki geçişler keskin kırılmalar şeklinde değil,
organik eklemlenmeler şeklinde olmuştur. Dolayısıyla net sınırları olan evrelerden bahsetmek olanaklı değildir.
Đkinci olarak belirtilmesi gereken nokta, bazı yönetim yaklaşım ve modellerinin genel evrimsel şemanın bir bölümünde yer almak yerine, farklı bölümlerden aldığı parçalarla edindiği “eklektik” konumdur. Yalın Yönetim (Guillien,
2002), Toplam Kalite Yönetimi (Guillien, 2002; Santos vd., 2002) ve Tam Zamanlı Üretim Modeli (Santos vd., 2002) bu türün içinde yer alan modellerdir.
Guillien (2002), yönetim düşüncesini teknik (bilimsel yönetim), sosyal (davranışsal dönem) ve yapısal olarak üç evrede değerlendirirken; tıpkı Barley ve
Kunda’nın (1992) evrelerin rasyonel ve normatif olarak birbirini takip ettiğini
savundukları gibi evreleri birbirini takip eden “rasyonel” ve “doğal” modeller
olarak görür. Yani teknik dönem olarak kabul ettiği bilimsel yönetim dönemi
rasyonel, sonraki sosyal (davranışsal) dönem doğal ve yine yapısal olarak adlandırdığı üçüncü dönem rasyonel bir modeldir. Ona göre Yalın Yönetim ve
Toplam Kalite Yönetimi evreler arasındaki bu sistematiği bozan bir yapıya sahiptir. Çünkü bu iki model her üç evreden aldığı parçalarla eklektik bir yapı kazanmıştır. Bundan dolayı tek bir evrenin sınırları içinde değerlendirilmesi mantıklı görünmemektedir. Tam olarak eklektik sayılmasa da başka teoriler de bu
tür bir değerlendirmenin içinde yer alabilir. Mesela Kurumsal Teori çevre odaklı bir teori olması nedeniyle modern dönem içinde görülürken; kültür olgusuyla
olan ilişkisi bakımından bir postmodern teori olarak değerlendirilebilir. Yine
Tam Zamanlı Üretim Modeli zaman ve hareket konusundaki titizliğiyle klasik
yönetime, esnek ve hiyerarşiden uzak yapısıyla postmodern yönetime yakın
durmaktadır.
Son olarak belirtilmesi gereken nokta, bazı teori ve modeller gurular ve danışmanlar eliyle üretilen moda düşünceler olarak tarihsel evrim sürecinde adından bahsettirir. Bu düşünceler ekonomik üretkenlik kapasite ve getirisinden ziyade (Williams, 2004) çevresel baskı ve komformist yaklaşımlarla kabul gören
(Gibson - Tenose, 2001) guru ve danışmanlar tarafından (managementknowledge entrepreneurs) yayılan görece geçici inançlardır (Abrahamson ve
Fairchild, 1999) ve eğer başarılı olurlarsa pratik olarak yerleşiklik kazanırlar.
Buna göre; Amaçlara Göre Yönetim, Personel Güçlendirme, Kıyaslama, Kalite
Çemberleri, Matriks Yönetim ve Kendi Kendini Yöneten Takımlar’ın moda dü-
20
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 43 Sayı 1
şünceler kategorisinde yer aldığı kabul edilir (Gibson - Tesone, 2001; Spell,
1999).
Özetlemek gerekirse, düşüncenin evrimini oluşturan dönemler net çizgilerle
ayrılmamıştır ve dönemler arasındaki geçişler büyük ölçüde eklemlenme ve
sonradan ayrışma şeklinde gerçekleşmiştir. Ayrıca bazı kuram, model ve yaklaşımlar eklektik (Yalın Yönetim, TKY) özellikler gösterirken, bazıları da geçiş
(ara) modeli (Kurumsal Teori) özelliği taşır. Ayrıca bazı yaklaşım ve modeller
ise dönemsel analizle sıkı bağı olmayan moda düşünceler olarak belirmiş ve tam
bir evrimsel konum edinememişlerdir. Bu bağlamda tarihsel diyalektik analizle
ilgili bundan sonra ele alınacak olan “nedensellik yönü” incelemesinde bu değerlendirmeler dikkate alınacak ve çalışmanın sistematiği esas eksenin dışında
kalan bilgilerden izole edilerek tespitlere ulaşılmaya çalışılacaktır.
TARTIŞMA: YÖNETĐM DÜŞÜNCESĐNĐN EVRĐMĐNDE
NEDENSELLĐĞĐN YÖNÜ
Yukarıda işaret edildiği gibi, yönetim düşüncesinin yüzyıllık tarihinde önemli aşamalardan geçerek bir evrim geçirdiği görülmektedir. Bu evrim içerisinde
yönetim düşüncesinin sürekli bir ilerleme gösterdiği biçiminde yorumlanabilir.
Başlangıçta formel örgütsel yapıların temel inceleme konusu edildiği, informel
yapıların ihmal edildiği görülmektedir. Klasikten neoklasik evreye doğru geçilirken yönetim düşüncesinin ilgi alanı yapıların her iki yönünü de araştırmaya
konu edecek biçimde ilerleme göstermiştir. Klasik ve neo-klasikler yönetim düşüncesinin odağına örgütü almış, örgütün içerisinde yer aldığı çevreyi incelemeyi ise ihmal etmişlerdir. Modern kuramların ortaya çıktığı evrede ise, hem
örgüt hem de örgütsel çevre birlikte araştırmalara konu edilecek biçimde ilerleme göstermiştir. Gelinen son evrede, yani postmodern evrede ise, önceki düşünceler ile karşılaştırıldığında yönetim düşüncesinin bir adım daha ileri doğru taşındığı iddia edilebilir. Önceki düşüncelerin ortak özelliği, olguları açıklarken
determinist bir yaklaşım sergilemiş olmalarıdır. Postmodern yaklaşım ne örgüt
içi ne de örgüt ve çevre arasındaki ilişkilerin determinist bir karakter gösterdiğini ileri sürerek, bir belirlenememezliğin (indeterminism) olduğunu savunmaktadır.
Ancak, şimdiye kadar ele alınan dönemler içinde düşüncenin evriminde diyalektiğin hangi versiyonunun (materyalist-idealist) daha açıklayıcı olduğu; diğer bir ifadeyle maddi koşulların mı yoksa düşüncenin mi belirleyici olduğu konusunda kesin bir önermede bulunmak olanaklı görünmemektedir. Örneğin,
modern-postmodern evrimin arkasındaki dinamik her iki açıdan da güçlü bir biçimde savunulabilir. Maddi koşulların belirleyiciliği açısından bakıldığında,
birkaç on yıldan beri günümüz tarihinin bir dönüşümden geçmekte olduğunu
iddia eden ve birbirinden faklı boyutları öne çıkaran birçok tarihsel kırılmadan
söz edilmektedir. Bu iddialar; üçüncü dalga uygarlığı (Toffler, 1981), bilgi top-
Yönetim Düşüncesinin Evrim Dinamiği: Çevresel Determinizm mi, Düşünsel Đlerleme mi?
21
lumu (Masuda, 1981; Drucker, 1993), sanayi sonrası toplum (Bell, 1973), düzensiz kapitalizm toplumu (Lash - Urry, 1987), iletişim ve medya toplumu
(Baudrillard, 1983) gibi isimlerle adlandırılmaktadır. Bu açıdan bazı düşünürlerin betimlemelerine bakıldığında (Drucker, 1993; Giddens, 1994; Bell, 1973;
Bauman, 1990; Harvey, 1999), post-modernizm, sanayileşme sonrası sosyoekonomik değişimin sonucu yaşanan bir dönemin adlandırılmasıdır. Buna göre,
post-modernizm yeni bir toplumsal/kültürel formasyondur ve sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş şeklinde tarihsel sosyolojik bir dönemin ortaya çıkardığı bilgi felsefesi olarak görülmelidir.
Diğer bazı kuramcılar ise (Derrida, 1994; Foucault, 1980; Lyotard, 1984;
Baudrillard, 1983; Deleuze - Guattari, 1993) anlam dünyasını oluşturan dilsel
alanın, yapı, söylem, kuram, ideoloji ve politika gibi bileşenlerini ortaya çıkararak, dil tarafından dünya ile kurulan aracılık/temsil ilişkisinin dünyanın resmi
biçiminde ifade edilebilecek nesnel bir karşılıklılık (mütekabiliyet) ilişkisi olmadığını ileri sürerler. Bu iddia, modern kuramların özelliği olan dünyayla paralel birebir (literal) gerçeklik/doğruluk varsayımlarını sorunlu hale getirmektedir. Bundan dolayı adı geçen yazarlar ‘post-modern’ tarihsel bakışı kabul etmemektedirler. Örneğin, Lyotard’a (1984) göre postmodernizm kelimesi dönemleştirme fikri taşıması sebebiyle kötü bir terim sayılmalıdır. Ona göre
‘postmodern’ kelimesinin taşıdığı ima daha çok bir ruh haline ya da zihinsel duruma yöneliktir (Featherstone, 1988: 198). Dolayısıyla, postmodernizm
modernizme tepki olarak son zamanlarda ortaya çıkmış değil, önceki zamanlarda da rastlanılan bir düşünme biçimidir.
Benzer bir durumu klasik dönemden neo-klasik döneme geçişte de görebiliriz. Materyalist diyalektiğin bakış açısına göre neo-klasik dönem Marx’ın deyimiyle ifade edersek “tarihsel olarak kaçınılmazdı”. Yani tarihin o dönemini
içine alan maddi şartları neo-klasik evrenin doğuşunu zorunlu kılmaktaydı. Bunun en büyük nedeni 1929 bunalımıydı ve hem bu kriz hem de ondan sonra doğan neoklasik düşünce “maddesel tarihin” bir eseriydi. Oysa gerçekliğin bir
başka yorumuna göre neo-klasik düşüncenin doğuşu böyle deterministik bir öz
taşımamaktadır ve birazda tesadüfün eseridir. Bilindiği gibi Mayo’nun çalışmaları fiziki şartların performans üzerine etkisini incelerken, insan ilişkilerinin performans üzerinde etkili olduğunu ortaya çıkarmıştır ve bu da neo-klasik düşünceyi getirecek olan süreci başlatmıştır (Wren, 1994).
Benzer iddiaları modern dönemde ortaya çıkan yönetim düşünceleri için söz
konusu etmek zor olmayacaktır. Modern dönemde ortaya çıkan birçok yönetim
düşüncesinin Đkinci Dünya Savaşı ya savaş koşulları içerisinde ihtiyaçtan kaynaklanan yada savaş sonrasında oluşan yeni konjonktüre cevap oluşturacak şekilde ortaya çıktığı ileri sürülebilir. Ancak tersi bir iddia ile, düşüncedeki ilerlemenin birer eseri olarak ortaya çıktıkları şeklinde de kolaylıkla yorumlanabilirler. Örneğin, toplam kalite yönetimi düşüncesi ABD’de ortaya çıkmış, ancak
22
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 43 Sayı 1
orada işletme yöneticileri tarafından kabul görmemiş, buna karşın Japonlar tarafından sahiplenilerek rekabet avantajlarının temel dayanaklarından biri haline
getirilmiştir (Pollit - Bouckaert, 1995). 1975’lerde Japonların Batılıları kendi
pazarlarında zorlayarak kayda değer pazar payları elde etmelerinden sonra, toplam kalite yönetimi Batılıların da ilgisini çekmiş ve Japonya’dan transfer edilmeye başlanmıştır (Peters - Waterman, 1982). Farklı formlarda da olsa bu paralelde, William Wolf (1996: 4-10) bir adım daha ileri giderek, anekdotlara dayalı
fenomonolojik çalışmasında yönetim düşüncesinin evriminde önemli rol oynayan teorisyenlerin (Lawrense Henderson, Chester Bernard, Peter Drucker, Kurt
Lewin) onları meşhur edecek olan yönelim ve çalışmalara tesadüflere dayalı etkileşimlerle ulaştıklarını belirtir.
Bu bağlamda, çevresel koşulların veya düşünsel yeniliklerin yönetsel düşüncelerin ortaya çıkışına etkisini araştırırken bunu belirli bir tek nedene bağlamak
mümkün görünmemektedir. Daha çok maddi koşullardaki veya düşünsel ilerlemedeki olaylar dizisi ile ilişkilendirerek açıklamak mümkün olmaktadır. Yukarıda her bir dönemi ele alırken gösterildiği üzere, birbiri ile ilişkili çeşitli çevresel koşullar veya düşünsel açılımlar kendi içinde dönemsel bir maddi veya fikri
“atmosferin” oluşumuna yol açmaktadır. Maddi veya fikri atmosferin betimlenmesi ve yönetim düşüncesindeki ilerlemenin bununla ilişkilendirilmesi yapılabilmekte ancak bunu nedensellik düzeyinde çok güçlü bir belirleyicilik bağına
indirgemek mümkün görünmemektedir. Örneğin, iş dünyasına yönelik stratejik
düşünce ve araştırmalar 1960’larda ortaya çıkmıştır. Strateji ile ilgili düşüncelerin1960’larda ortaya çıkmasının belirli bir tek nedeni görünmemektedir (Moore,
1999; Barca - Hızıroğlu, 2009). 1960’larda birbiri ile açık ilişkisi olmayan bir
olaylar serisinin sonucunda stratejik düşünce ve araştırmaların ayrı bir alan olarak doğduğu görülmektedir. Bu olaylar serisi çevresel koşullar ve düşünsel açılımlar olarak iki alt başlıkta toplandığında her biri yeni düşüncelerin ortaya çıkışını besleyen uygun bir atmosfer olarak değerlendirilebilir. Maddi atmosferi
oluşturan çevresel koşullardaki değişimler şunlar olmuştur: (i) 1950 ve
1960’larda ortaya çıkan ve giderek büyüyen işletmelerin kontrollerini sürdürme
ve kararları arasında koordinasyonu sağlama sorunları ile karşı karşıya kaymaları; (ii) ABD Hava Kuvvetleri içerisinde strateji geliştirme üzerine çalışan bazı
personelin sonraları iş dünyasına katılmaları; (iii) Đkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra ortaya çıkan yeni sektörler ve büyük fırsatların yatırımlara konu edilmesi
için ihtiyaç duyulan yatırım analizleri. Buna karşın, fikri atmosferi oluşturan
düşünsel gelişmeler şunlardır: (i) Harvard Đşletme Okulu’nda genel yöneticinin
rolüne vurgu yapan işletme politikaları (business policy) dersinin okutulması;
(ii) 1950’lerde geliştirilen pazarlama konseptiyle yönetim eğitiminin işletme içi
yönetim prensipleri vurgusunun işletmenin pazar yönelimli dış çevresine doğru
kayması; (iii) L. Von Bertalanffy gibi akademisyenlerin geliştirdiği sistem yaklaşımı ile işletme ve çevresinin birlikte değerlendirilmeye başlanması; (iv)
Yönetim Düşüncesinin Evrim Dinamiği: Çevresel Determinizm mi, Düşünsel Đlerleme mi?
23
neoklasik firma kuramının (mikro ekonomi) üzerine oturduğu üretim fonksiyonu, tam rekabetçi piyasalar ve benzeri temel kavramlara yöneltilen sert eleştirilerden hareket ile işletme davranışlarını açıklayan daha gerçekçi arayışların başlaması (ör. Endüstriyel Organizasyon veya Endüstriyel Ekonomi’nin doğuşu).
Görüldüğü üzere, bir yönetsel düşüncenin ortaya çıkışını tetikleyen hem maddi
hem de fikri atmosferden kolaylıkla söz edilebilir. Tek başına maddi veya fikri
neden yerine maddi ve fikri değişimlerin oluşturduğu atmosferlerden söz edilse
bile, hangi atmosferin belirleyici, hangisinin etkileyici olduğu hükmüne varmak
mümkün görünmemektedir.
Yeni milenyumun yönetim paradigmalarını ele alan Clarke ve Clegg’ın
(2000) paradigmaların neden değiştiği ve yönetim biliminde neden çok sayıda
paradigma olduğu yönündeki sorgulamaları aslında bir bakıma yönetim düşüncesinin evrimiyle ilgilidir. Paradigmatik değişim prensibine göre ekolojik olarak
karşılıklı bağımlı olan bir sistemde her hangi bir parçada meydan gelen bir değişim diğer parçalara da yayılmakta ve bu değişim hareketi bütünü etkilemektedir. Ancak yönetim düşüncesinin diyalektik değişimi açısından düşünüldüğünde
diyalektiğin yönünü gösterecek olan soru değişimin ilk olarak bir altyapı unsurunda mı yoksa üstyapı unsurunda mı başladığıdır. Clarke - Clegg (2000: 46-49)
buna cevap olarak ekonomik trendler, büyüme oranları, rekabetin modu ve teknolojik gelişmeleri gösterirler. Bunların tamamı altyapı unsurdur ve değişimi
maddesel çevreye bağlamaktadır. Ancak aynı çalışmada paradigmanın işletme
içindeki düşünce gerilimlerinden yada yenilik konusunda gösterilen isteklilikten
de kaynaklanabileceğini belirtirler. Buna göre paradigmaların hızlı ekonomik
değişim ve iş dünyasındaki artan karmaşıklığın yeni düşünce ve değerleri doğurduğunu ileri sürerken Marksist; tersine paradigmaların Platon(ik) bir formda
kendi içinde çoğalıp çeşitlendiğini ve eğitici-öğretici okul ve kurumlar kanalıyla
bu perspektiflerin yayıldığından bahsederken ise Hegelyan diyalektik anlayışına
uygun birer önermede bulunmaktadırlar.
Bunların ışığında düşünüldüğünde, yönetim düşüncesinin evrimini açıklayacak bir formülün varlığından bahsetmek çok kolay görünmemektedir. Marksist
diyalektik mi yoksa Hegelyan diyalektik mi sorusu bir bakıma Inglehart’ın
(1997, 2001) dile getirdiği gibi ekonomik determinizm ile kültürel determinizm
arasında bir nedensellik ikiliğidir. Sosyal bilimcilerin birçoğu teknolojik ve
ekonomik değişimlerin politik ve kültürel değişimlerle bağlantılı olduğu konusunda uzlaşsa da, nedensellik bağıyla ilgili tartışma eskiden beri devam etmektedir: Ekonomik değişim mi, kültürü ve politik yapıyı değiştirir yoksa tersi mi
olur? Marksist bakışın sunduğu ekonomik determinizme göre teknoloji ekonomik sistemi şekillendirir ve ikisi birlikte politik ve kültürel yapıyı dönüştürür.
Yel değirmeninin tarım toplumunu, buhar makinesinin sanayi toplumunu getirdiği tezi evrimin Marksist diyalektiğe göre yapılan açıklamalarıdır. Değişen değerlerin ekonomik yapıyı değiştirebileceğini gösteren en klasik örnek ise Protes-
24
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 43 Sayı 1
tan ahlakının yükselişidir ki bu trend endüstri devrimine giden yolu açarak kapitalizmin ortaya çıkmasında önemli bir rol oynamıştır (Inglehart, 2001: 9966).
Yine Bell’e (1973) göre post-endüstriyel toplumun gelişinde en önemli faktör
hizmet sektöründeki işgücünün artmasını sağlayan formal eğitim olmuştur. Bu
bağlamda bazıları (Lerner, 1964; Inkeles - Smith, 1975) formal eğitimi dünyayı
şekillendiren temel faktör olarak görür (Inglehart, 1997: 10). Oysa Inglehart’a
(1997: 10-11) göre bu yorum fazlasıyla kültürel determinizme yakın durmaktadır ve bu bağlamda evrimi ortodoks modernitenin perspektifinden okumaktan
kaçınmak gerekmektedir. Çünkü değişim doğrusal değildir ve tarihin sonuna
kadar aynı yönde ilerlemez. Ekonomik, kültürel ya da politik determinizm gibi
bakış açıları olayı yalınlaştırır, basite indirger oysa nedensellik ilişkileri aslında
karşılıklıdır. Ekonomik, kültürel ve politik şartlar arasındaki ilişki karşılıklı bağlıdır ve biyolojik organizmaların alt sistemleri gibi birbirini destekler. Zaten
karşılıklı birbirini destekliyor olmasalar, devamlı olamazlar.
Bu bağlamda yönetim düşüncesinin evriminde bu iki eğilimi birlikte düşünmek daha doğru görünmektedir. Barley ve Kunda’ya (1992) göre Batı dünyası
hep çift kutuplu düşünce sistemleri içinde gelişmiş ve Anglo-Amerikan kültürünün bir sonucu olarak yönetsel ideoloji de iki kutuplu (normatif-rasyonel) bir
karşıtlık içinde evirilmiştir. Antropologların ileri sürdüğü gibi kültürler, karşıtlık arz eden yada dualistik yapı içinde olan düşüncelerle dönüşmektedir. Sanayileşmeyle ortaya çıkan bireycilik-toplumculuk, mekanik dayanışma-organik dayanışma, cemaat-cemiyet gibi ikilikler batı kültüründe sıkça görülen bu
dualiteyi göstermektedir. Materyalist-idealist diyalektikte bu dualitenin bir parçasıdır. Spektrumun iki ucunu temsil eden söz konusu iki diyalektik versiyonun
argümanlarına karşın, nedenselliğin yönü iddiaları açısından kapsamlı değerlendirmeler yapıldığında, tarihsel ve düşünsel boyutların bir arada ele alınması
daha açıklayıcı görünmektedir. Zaten yazında da böyle bir eğilim görülmektedir. Örneğin, birçok sosyal bilimci (Rosenau, 1992; Parker, 1992; Hassard,
1999; Kumar, 1999) postmodern döneme ilişkin olarak hem özgün koşulları ile
bir tarihsel dönem (post-modernizm1 dönemi), hem de bu döneme ait bilgikuramsal zemin olan düşünce biçimini etkileşim içerisinde birlikte ifade eden
açıklayıcı kavramsal çerçeveler kullanmaktadırlar.
Bu açıdan bakıldığında, düşüncenin gelişim sürecinde hem maddi şartların
hem de fikirlerin birbiriyle etkileşerek düşünce evrelerini oluşturduğu ileri sürülebilir. Bu bağlamda diyalektiğin her iki yorumunun düşüncenin gelişimini
açıklamada karanlıkta bıraktığı noktaları tespit etmek ve diyalektiğin bilimsel
1
Parker (1992), post-modern toplum, post-fordism, post-capitalism, post-industrialism (Bell, 1973; Piore Sabel, 1984; Harvey, 1999) şeklindeki kullanımları referans alarak tarihsel dönemi belirtmek için; postmodernizm şeklinde ‘-’ li kullanımı; bilgikuramsal bir çerçeve belirtmek için ise postmodernizm şeklindeki
kullanımı önerir. J. Hassard (1993; 1999) da bu konuda Parker ile aynı doğrultuda düşünür.
Yönetim Düşüncesinin Evrim Dinamiği: Çevresel Determinizm mi, Düşünsel Đlerleme mi?
25
düşüncenin ilerleyişi karşısındaki konumunu belirlemek için alternatif yorum ve
epistemolojik açıklamaları kabul etmek olanaklı olabilir.
SONUÇ
Reynolds ve Skoro (1996), yönetimin tarihsel gelişmelerinden bahsederken
iki ayrı kronolojik yapının olduğunu vurgular. Bunlardan biri gelişimi, dili, popülerleşmesi ve gözden düşmesi ile yönetimin felsefesi iken diğeri ise yönetimin uygulamalarıdır. Reynolds ve Skoro’ya göre ikincisini ortaya koymak daha
zordur çünkü bazen uygulamaya ilişkin felsefe akademisyenler tarafından geliştirmeden çok önce yöneticiler tarafından tecrübe edilmeye başlarken; diğer taraftan bazı uygulamalar akademisyenler tarafından savunulduktan çok sonra iktisadi ve diğer şartların izin vermesiyle yöneticiler tarafından tecrübe edilir. Bu
tespit düşüncenin evrimi konusunda deterministik bir ilişkinin sorgulanması gerektiğine işaret etmektedir.
Bunu destekleyen bir görüşü, Dobuzinskis’in (1997: 310) “bilimin yeni araçları doğrusal olmayan dinamikleri kullanmaktadır. Bu bilimde determinizmin
otonomi ile yer değiştirmesidir” şeklindeki tespitinde görmek mümkündür. Zaten son dönemde sıkça tartışılmaya başlayan Kaos Teorisi ve Kuantum Fiziği de
deterministik ilişkileri reddederek bir yandan görecelik, geçicilik, belirsizlik,
çoklu gerçeklik kavramlarını vurgularken; diğer taraftan doğrusallık, tek yönlülük, mutlaklık gibi kavramların karşısında yer almaktadır. Benzer şekilde
postmodern düşünürler de determinizmi, tüm tarihsel süreçleri içine alan metaanlatı, kuram ve yaklaşımları, gerçekliği evrenselleştirme çabalarını eleştirmektedirler. Örneğin yönetim düşüncesi açısından bilgi üretimini inceleyen
Astley’in (1984, 1985) “subjektivite” vurgusu bir anlamda nesnel gerçekliğin,
düşünsel evrimde, belirleyici olduğu fikrine karşı geliştirilen, determinizm yerine göreceliliği ikame eden bir antitezdir.
Bu bağlamda düşüncenin evriminde maddi koşullar mı yoksa düşünceler mi
belirleyicidir sorusuna net bir yanıt vermek olanaklı görünmemektedir. Gerçekliğin karmaşık, etkileşimin karşılıklı olduğu bir sosyal sistemde düşüncelerin
ilerleyişinde bazen madde bazen de düşünce belirleyici olmaktadır. Düşüncenin
evrimini daha makul görünen karşılıklı etkileşim, tarihsel bağlam ve süreksizlik
çerçevesi içinde değerlendirmek gerekir. Ortodoks Marksizm’den farklı olmakla birlikte yöntem ve araç olarak Marksizm’den yola çıkan Frankfurt Okulu,
ürettiği “eleştirel kuramı” geleneksel yapı ve felsefi sınırların dışında konumlandırırken; diyalektiği de eleştirel bir bakışla yorumlamış, hem maddenin (materyalist diyalektik) hem de bilincin (idealist diyalektik) öncülüğünü reddederek
“totaliteye” odaklanmıştır (Carr, 2000: 210).
Đdeolojik değişime ilişkin idealist açıklama değişimin içsel düşünce gerilimlerinden doğduğunu, materyalist bakış açısı ise değişimin savaş, ekonomik koşullar gibi dışsal olaylarla ortaya çıktığını savunur. Sosyal kuramcılar ontolojik
26
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 43 Sayı 1
tasfiyeciliğin sosyal değişimi makul bir şekilde açıklayamayacak kadar sert olduğunu, ideolojik değişimi bütüncül ve makul bir şekilde açıklamak için idealist
ve materyalist görüşlerin pragmatik bir şekilde birbirine bağlanması ve birlikte
ele alınması gerektiğini savunurlar.
Bu bağlamda kavramsal sınırları açıklarken idealist öğelere, trendlerin zamansallığında ise materyalist unsurlara gerek duyulmaktadır. Çünkü yönetim
düşüncesinin evrimi içinde oluşan retorikler yalnızca tekno-ekonomik güçlerin
bir yansıması olarak ortaya çıkmaz, aynı zamanda onlar da tekno-ekonomik yapıyı şekillendirir (Abrahamson, 1997: 528). Diğer bir ifadeyle ekonomik “altyapı” düşünceyi şekillendirirken düşünce de bir sonraki dönemin “altyapısını” tasarlar ve dönüştürür. Wren’ün (1994) ifade ettiği gibi insanın mı tarihi yaptığı
yoksa tarihin mi insanı yönlendirdiği konusunda net bir şey iddia etmek mümkün değildir. Bu çalışmanın bulguları göz önüne alındığında, Wren’in (1994:
231) belirttiği gibi, tarih boyunca etki-tepki yasasına bağlı karşılıklı bir etkileşim içinde düşünmek daha doğru görünmektedir.
KAYNAKÇA
Astley, W. Graham (1984), “Subjectivity, Sophistry and Symbolism in Management
Science”, Journal of Management Studies, Vol. 21, No. 3, p. 259-262.
Astley, W. Graham (1985), “Administrative Sciences as Socially Constructed Truth”,
Administrative Science Quarterly, Vol. 30, p. 497-513.
Abrahamson, Eric - Fairchild, Gregory (1999), “Management Fashion: Lifecycles,
Triggers, and Collective Learning Processes”, Administrative Science Quarterly,
Vol. 44, No. 4, p. 708-740.
Abrahamson, Eric (1997), “The Emergence and Prevalence of Employee Management
Rhetorics: The Effects of Long Waves, Labor Unions, and Turnover, 1875 to 1992”,
Academy of Management Journal, Vol. 40, No. 3, p. 491-533.
Baransel, Atilla (1979), Çağdaş Yönetim Düşüncesinin Evrimi: Klasik ve Neo-Klasik
Yönetim ve Örgüt Teorileri, Đşletme Đktisadı Enstitüsü Yay., Đstanbul.
Barca, Mehmet - Hızıroğlu, Mahmut (2009), “2000’li Yıllarda Türkiye’de Stratejik Yönetim Alanının Entellektüel Yapısı”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi ĐĐBF Dergisi, Cilt 4, Sayı 1, s. 113-148.
Barley, Stephen- Kunda, Gideon (1992), “Design and Devotion: Surges of Rational and
Normative Ideologies of Control in Managerial Discourse”, Administrative Sciences
Quarterly, Vol. 37, No. 3, p. 363-399.
Bauman, Zygmunt (1990), “Philosophical Affinities of Postmodern Sociology”, The
Sociological Review, Vol. 38, No. 3, p. 441-444.
Bedeian, Arthur G. (1998), “Exploring The Past”, Journal of Management History, Vol.
4, No. 1, p. 4-15.
Bell, Daniel (1973), The Coming of Post-Industrial Society, Basic Boks, New York.
Yönetim Düşüncesinin Evrim Dinamiği: Çevresel Determinizm mi, Düşünsel Đlerleme mi?
27
Berthon, Pierre - Katsikeas, Constantine (1998), “Essai: Weaving Postmodernism”,
Internet Research, Vol. 8, No. 2, p. 149-155.
Baudrillard, Jean (1983), Simulations, Semiotext(e), New York.
Bumin, Tülin (2001), Hegel: Bilinç Problemi, Köle-Efendi Diyalektiği, Praksis Felsefesi, Yapı Kredi Yayınları, Đstanbul.
Cooper, Robert - Burrell, Gibson (1997), “Modernism, Postmodernism and
Organizational Analysis: An Introduction”, Marta B. Calas, Linda Smircich (Eds.),
Postmodern Management Theory, Ashgate Publishing, London, p. 95-116.
Carr, Adrian (2000), “Critical Theory and The Psychodynamics of Change”, Journal of
Organizational Change, Vol. 13, No. 3, p. 289-299.
Carr, Adrian (2000), “Critical Theory and The Management of Change in
Organizations”, Journal of Organizational Change, Vol. 13, No. 3, p. 208-220.
Clarke, Thomas - Clegg, Stewart (2000), “Management Paradigms fort he New
Millennium”, International Journal of Mangement Review, Vol. 2, No. 1, p. 45-64.
Cross, John C. (2000), “Street Vendors, Modernity and Postmodernity: Conflict and
Compromise in The Global Economy”, International Journal of Sociology and
Social Policy, Vol. 20, No. 1, p.30-52.
Cunha, Miguel Pinae - Joao Vieira da Cunha- Sonia Dabah (2002), “Yin-Yang: A
Dialectical Approach to Quality Management”, Total Quality Management, Vol. 13,
No. 6, p. 843-853.
Demir, Ömer (2003), Bilim Felsefesi, Vadi Yayınları, Konya.
Deleuze, Gilles - Guattari, Felix (1993), Kapitalizm ve Şizofreni 2- Kapma Aygıtı, (Çev.
Ali Akay), Bağlam Yayınları, Đstanbul.
Derrida, Jacques (1994), Göstergebilim ve Gramatoloji Derrida Đle Bir Söyleşi, (Çev.
Tülin Akşin), Afa Yayınları, Đstanbul.
D’hont, Jacques (1994), Hegel ve Hegelcilik, (Çev. Bayram Işık), Đletişim Yayınları, Đstanbul.
Dobuzinskis, Laurent (1997), “Historical and Epistemologic Trends in Public
Administration”, Journal of Mangement History, Vol. 3, No. 4, p. 298-316.
Drucker, Peter F. (1993), Kapitalist Ötesi Toplum, (Çev. Belkıs Çorakçı), Đnkılap
Kitabevi, Đstanbul.
Featherstone, Mike (1988), “In Pursuit of the Postmodern: An Introduction.” Theory,
Culture and Society, Vol. 2, No. 3, p. 195-215.
Fine, Robert (2001), “The Marx-Hegel Relationship: Revisionist Interpretations”,
Capital & Class, Vol. 75, p. 71-81.
Ford, Jeffrey D. - Ford, Laurie W. (1994), “Logics of Identity, Contradictions, and
Attraction in Change”, Academy of Management Review, Vol. 19, No. 4, p. 758-785.
Foucault, Michel (1980), Power/ Knowledge, Harvester, Brighton.
Fraser, Ian (1997), “Two Of A Kind: Hegel, Marx, Dialectic And Form”, Capital and
Class, Issue 61.
28
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 43 Sayı 1
Freeman, Michael (1996), “Scientific Management: 100 Years Old: Poised for the Next
Century”, Advanced Mangement Journal, Vol. 61, No. 2, p. 35-41.
Gephart, Robert P. (1996), “Postmodernism and the Future History of Management”,
Journal of Managemnet History, Vol. 2, No. 3, p. 90-96.
Gephart, Robert P. - Boje, David M. - Thatchenkery, Tojo Joseph (1996), “Postmodern
Management and the Coming Crisis of Organizational Analysis”, David M. Boje,
Robert P. Gephart, Tojo Joseph Thatchenkery (Eds), Postmodern Management and
Organization Theory, Sage, London.
Gibson, Whitney - Tenose, Dana V. (2001), “Management Fads: Emergence, Evolution
and Implications for Managers”, Academy of Management Executive, Vol. 15, No.
4, p. 122-133.
Giddens, Anthony (1994), Modernliğin Sonuçları, (Çev. Ersin Kuşdil), Ayrıntı Yayınları, Đstanbul.
Gullien, Maura F. (2002), “The Age of Eclecticism: Current Organizational Trends and
the Evolution of Managerial Models”, Wood, John J. - Wood, Michael C. (Eds.),
F.W. Taylor: Critical Evaluations in Business and Management, Routledge,
London.
Gunn, Bruce (1995), “Second versus Third Wave Management”, Total Quality
Management, Vol. 6, No. 4, p. 317-333.
Harvey, David (1999), Postmodernliğin Durumu, (Çev. Sungur Savran), Metis Yayınları, Đstanbul.
Hassard, John (1996), “Exploring the Terrain of Modernism and Postmodernism in
Organization Theory’ David M. Boje - Robert P. Gephart - Tojo Joseph
Thatchenkery (Eds), Postmodern Management and Organization Theory, Sage,
London.
Hassard, John (1999), “Postmodernism, Philosophy and Management: Concepts and
Controversies”, International Journal of Management Reviews, Vol. 1, No. 2, p.
171-195.
Hegel, Georg Wilhelm Friedrich (1861), Lectures on the Phıilosophy of History, Henry
G. Bohn, London.
Hegel, Georg Wilhelm Friedrich (1975), Lectures on the Phıilosophy of World History,
Cambridge University Pres, Cambridge.
Hegel, Georg Wilhelm Friedrich (1969), Hegel’s Science of Logic, George Allen Pres,
London.
Hegel, Georg Wilhelm Friedrich (1977), Phenomenology of Spirit, Clarendon Pres,
Oxford.
Hegel, Georg Wilhelm Friedrich (1986), Seçilmiş Parçalar, (Çev. Nejat Bozkurt), Remzi Kitabevi, Đstanbul.
Inglehart, Ronald (1997), Modernization and Postmodernization: Cultural, Economic
and Political Change in 43 Societies, Princeton University Press, New Jersye.
Yönetim Düşüncesinin Evrim Dinamiği: Çevresel Determinizm mi, Düşünsel Đlerleme mi?
29
Inglehart, Ronald (2001), “Sociological Theories of Modernization”, Smelser, Neil J. Baltes, Paul (Eds.), International Encyclopedia of the Social and Behavioral
Sciences, Elsevier, Oxford, p. 9965-9971.
Inkeles, Alex - Smith, David H. (1975), Becoming Modern : Individual Change in Six
Developing Countries, Harward University Pres, Cambridge.
Kellerman, Aharon (2000), “Phases in The Rise of the Information Society”, The
Journal of Policy, Regulation and Strategy for Telecommunications Information and
Media, Vol.2, No.6, p.537-541.
King, Alexander (1997), “II.Dünya Savaşının Sonundan Bu Yana Bilim ve Teknoloji”,
Mayor, Frederico -Forti, Augusto (Eds.), Bilim ve Đktidar, (Çev. Mehmet Küçük),
Tübitak Yayınları, Ankara.
Knox, T.M. (1967), Hegel’s Philosophy of Right, Clarendon Press, Oxford.
Koçel, Tamer (1999), Đşletme Yöneticiliği: Yönetim ve Organizasyon, Organizasyonlarda Davranış, Klasik-Modern-Çağdaş Yaklaşımlar, Beta Yayınları, Đstanbul.
Kojeve, Alexandre (2001), Hegel Felsefesine Giriş, (Çev. Selahattin Hilav), Yapı Kredi
Yayınları, Đstanbul.
Kosonen, Pekka (1997), “Contemporary Capitalism and the Critique of Political
Economy: Methodological Aspects”, Acta Sociologica, Vol. 20, No: 4, p. 369-384.
Kumar, Krishan (1999), Sanayi Sonrası Toplumundan Post-Modern Topluma Çağdaş
Dünyanın Yeni Kuramları, (Çev. Mehmet Küçük), Dost Kitabevi, Ankara.
Kurtulmuş, Numan (2001), Sanayi Ötesi Dönüşüm, Đz Yayıncılık, Đstanbul.
Lash, Scott - Urry, John (1987), The End of Organized Capitalism, Polity Press,
Cambridge.
Lemak, David J. (2004), “Leading Student Through The Management Theory Jungle by
Following The Path of The Seminal Theorists: A Paradigmatic Approach”,
Management Decision, Vol. 42, No. 10, p. 1309-1325.
Lerner, Daniel (1964), The Passing of Traditional Society, Free Pres, Glencoe.
Lyotard, Jean Francois (1984), The Postmodern Condition, University of Minnesota
Press, Minneapolis.
Marx, Karl (1961), Capital: A Critique of Political Economy, Foreign Languages
Publishing House, Moscow.
Marx, Karl (2000), 1844 El Yazmaları, (Çev. Murat Belge), Birikim Yayınları, Đstanbul.
Masuda, Yoneji (1981), The Information Society, World Future Society, Washington.
Moore, J. I. (1999), Writers on Strategy and Strategic Managment, Penguin Books,
London.
O’brien, George Dennis (1975), Hegel On Reason and History, Chicago Press, London.
O’conner, Ellen S. (1999), “The Politics of Management Thought: A Case Study of the
Harward Business School and the Human Relations School”, Academy of
Management Review, Vol. 24, No. 1, p. 117-131.
30
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 43 Sayı 1
Parker, Martin (1992), “Post-Modern Organizations or Postmodern Organization
Theory?”, Organization Studies, Vol. 13, No. 1, p. 1-17.
Peters, Tom – Waterman, Robert, H. (1982), In Search of Excellence, New York:
Harper Collins.
Pindur, Wolfrang - Rogers, Sandra E. - Pan Suk Kim (1995), “The History of
Mangement: A Global Perspective”, Journal of Management History, Vol. 1, No. 1,
p. 59-77.
Pollitt, Christofer - Bouckaert Geert (1995), “Defining Quality”, Pollit, Christofer Bouckaert, Geert (Eds), Quality Improvement in European Public Service, Sage,
London, p. 3-19.
Reynolds, R.Larry - Skoro, Chuck (1996), “Reciprocity, Redistribution and Exchange in
US Management Thought”, International Journal of Social Economic, Vol. 23, No.
8, p. 3-20.
Rosenau, Pauline Marie (1992), Post-Modernism and Social Sciences: Insights, Inroads
and Intrusions, Princeton University Press, New Jersey.
Santos, Aguinaldo - Powell, J. Alfred - Sarshar, Marjan (2002), “Evolution of
Management Theory: The Case of Production Management in Construction”,
Management Decision, Vol. 40, No. 8, p. 788-796.
Scott, W. Richard (1987), Organizations: Rational, Natural, and Open Systems,
Prentice-Hall, New Jersey.
Scott, W. Richard (1993), “Recent Developments in Organizational Sociology”, Acta
Sociologica, Vol. 36, p. 63-68.
Seo, Myeong Gu - Creed, W.E. Douglas (2002), “Institutional Contradictions, Praxis,
and Institutional Change: A Dialectic Perspective”, Academy of Management
Review, Vol. 27, No. 2, p. 222-247.
Singer, Alan E. (2002), “Global Business and Dialectic: Towards an Ecological
Understanding”, Human System Management, Vol. 21, p. 249-265.
Spell, Chester S. (1999), “Where Do Management Fashions Come From, and How
Long Do They Stay”, Journal of Management History, Vol. 5, No. 6, p. 334-348.
Stoecker, Randy (2003), “Understanding the Development-Orginizing Dialectic”,
Journal of Urban Affairs, Vol. 25, No. 4, p. 493-512.
Şimşek, Hasan (1997), Paradigmalar Savaşı ve Kaostaki Türkiye, Sistem Yayıncılık, Đstanbul.
Toffler, Alvin (1981), The Third Wave, Random House, New York.
Turner, Frederick Jackson (1976), The Frontier in American History, Robert E.
Publishing, New York.
Van de Ven, Andrew H. - Poole, Marshall Scott (1995), “Explaining Development and
Change in Organizations”, Academy of Management Review, Vol. 20, No. 3, p. 510540.
Wacquant, Loic J. D. (1985), “Heuristic Models in Marxian Theory”, Social Forces,
Vol. 64, No. 1, p. 17-45.
Yönetim Düşüncesinin Evrim Dinamiği: Çevresel Determinizm mi, Düşünsel Đlerleme mi?
31
Wallace, William (1975), Hegel’s Logic, Clarendon Press, Oxford.
Weber, Max (1992), The Protestant ethic and the spirit of capitalism, Routledge,
London.
White, Robert F. - Jacques, Roy (1995), “Operationalizing the Postmodernity Construct
for Efficient Organizational Change Management”, Journal of Organizational
Change Management, Vol. 8, No. 2, p. 45-71.
Wiener, Norbert (1961), Cybernetics, or Control and Communication in the Animal and
the Machine, Massachusetts Institute of Technology Publishing, Massachusetts.
Williams, Russell (2004), “Management Fashions and Fads: Understanding the Role of
Consultants and Managers in the Evolution of Ideas”, Management Decision, Vol.
42, No. 6, p. 769-780.
Wolf, William B. (1996), “Reflections on The History of Management Thought”,
Journal of Management History, Vol. 2, No. 2, p. 4-10.
Wren, Daniel A. (1994), The Evolution of Management Thought, Wiley, New York.