indir - Öğretmenler Odası Dergisi

Transkript

indir - Öğretmenler Odası Dergisi
ÖĞRETMEN VE EĞİTİM DERGİSİ • YIL:1
•
SAYI:4
•
HAZİRAN - TEMMUZ - AĞUSTOS 2012
•
5 TL
Prof. Dr. Atilla Yayla:
Devlet Kontrolünde
Eğitim Olmaz!
Dr. Karataş:
Eğitim ve Dört
Dörtlük Kalkınma Hülyası
Prof. Dr. Turan:
Öğretmenlerin Sürekli
Mesleki Gelişimleri Üzerine
Muhammet Yılmaz:
Seçmeli Kur’an ve Siyer
Dersleri Hakkında
ÖĞRETMENE DEĞER VEREN
HİZMET İÇİ(N)
EĞİTİM!
Prof. Dr. Muhsin
Hesapçıoğlu’na:
Gözünüz Arkada Kalmasın
kapak.indd 3
04.06.2012 15:44:35
ÖĞRETMENE DEĞER VEREN
HİZMET İÇİ(N)
EĞİTİM!
on ic.indd 3
04.06.2012 15:35:49
BİZE
BİLGE ÖĞRETMEN
GEREK
EDİTÖRDEN
Bilge insan ne kadar
bilirse bilsin
bilmediklerinin daha
fazla olduğunun
farkında olandır.
Bu yüzden İmam-ı
Azam demiş ki
‘Bilmediklerimi
ayağımın altına
alsaydım başım göğe
değerdi.’
1 - 3 (editör ve için).indd 1
‘Bilge öğretmen’ kimdir sorusunun cevabını aramadan önce ‘bilge insan’ kimdir diye sormalıyız. Bilge,
her şey hakkında doğru ve akla uygun karar verebilen kimsedir. Bilge, iç çalkantılardan ve ihtiraslardan arınmasını bilen akıllı bir kişidir. Bilgenin en
büyük özelliği, her konuda ölçülü olmasıdır. Bilgelik
ise bilge kişinin özelliğidir. Genel olarak insanın bilinçli yaşaması anlamına gelmektedir. Kişi bilgi edinerek bilge olamaz; ancak bilgiyi iyi uygulayabilir ve
hayata geçirebilirse bilgelik yoluna girebilir.
Bilge, kendine hâkim, bildiğini kendisi ve başkaları
için faydalı olacak şekilde kullanabilen kişiye denir.
En önemli özelliği erdemli oluşudur. Çok iyi muhakeme etme ve yargılama gücüne sahiptir. Çünkü
bilge, öğrendiklerini kendi özü ile irtibatlandırır.
Karşılaşılan büyük sorunlar karşısında insanları
ferahlatır. Bu özellikleri ile bilge, bilginden farklılaşır.
Bilge, bilginden farklıdır. “İçsiz cevizi hafifliği ele
verir.” derler.
Bilge insan ne kadar bilirse bilsin bilmediklerinin
daha fazla olduğunun farkında olandır. Bu yüzden
İmam-ı Azam demiştir ki ‘Bilmediklerimi ayağımın
altına alsaydım başım göğe değerdi.’
Bilgelik her şeyden önce yüksek şuurluluk halidir.
Bu haldeki insan, her şeyin insanın tekâmülü için
olduğunu fark eder. Kötü olarak nitelenen olaylardan bile ders alır. Bilgenin kötü olaylardan aldığı
ders, sıradan insanın iyi olaylardan aldığı dersten
fazladır. Her olay, farklı realitedeki insanlara farklı
ders verir. Aklını kullanamayan, olaylardan çok az
ders alır. Bilge ise olayları kendini geliştirme fırsatına
dönüştürür. Hiçbir şeyi önemsiz diye atlamaz. Bu
şekildeki bakışı ile bulunduğu ortama yüksek bilinç
getirir. Onun bulunduğu ortam çok yüksek ışık veren
bir ampulle aydınlatılmış gibidir. Tenvir edilmiş or-
tamda bulunan bütün insanlar da aydınlanmış olur.
Bu yönü ile bilge iş olsun diye değil kendisine ve
diğer insanlara faydalı olan bilgileri taşır.
Her bilge insan ‘bilgili’ insandır ama her bilgili insan ‘bilge’ değildir. Bilgelik uygulanmaya konulmuş
bilgidir. Bilge insanın düşüncesi evrensel ölçüttedir.
Kişiselden küresele, egodan evrensele açılmıştır. Sorunun ve cevabın bilincindedir.
Niyetleri fark eder. Bütün parça ilişkisini kavramıştır,
evrenin temel prensiplerini, genelden özele özelden genele ulaşmasını bilir, her koşulda bildiği
gibi davranır. Onu asla şaşırtamazsınız. Kendisinin bilincindedir. Önemli ve önemsizleri bilir.
Olanı olduğu gibi görür. Hayatının sorumluluğunu
üstlenmiştir. Kim olduğunu ve kim olmadığını
bilir. Her koşulda sakin olmasını bilir. En acımasız
sorunlarla başa çıkabilme yeteneğine sahiptir.
Dış koşullardan bağımsızdır. Kendisi üzerinde
çalışmak konusunda uzmandır. Onu maniple edemezsiniz. Sizin hayırlarınız onun için evettir. Sizin
olmazlarınız onun olurlarıdır. Bilge insan bildiğini de
bilir, bilmediğini de bilir. Onu bilge yapan bildikleri
ve bilmedikleridir. Öğretmenlerimize bilge olma
fırsatını ve imkânını vermeliyiz.
--Bu sayıyla beraber dergimiz bir yılını doldurmuş
olacak. Siz yaz tatilindeyken biz yeni dönemde
neler yapabileceğimizi düşünecek, dergimizi daha
okunur ve kaliteli hale getirmek için atmamız gereken adımların planlamasını yapacağız. Bu anlamda
bizi sıcak bir yaz bekliyor. Önümüzdeki dönemde
daha çok beğeneceğiniz bir “Öğretmenler Odası”
dergisinin yeni sayılarıyla buluşmak dileğiyle...
Adil Gülmez
04.06.2012 15:17:01
İÇİNDEKİLER
Seçmeli Dersler
Hakkında Değerlendirme
YIL:1 SAYI:4 HAZİRAN - TEMMUZ - AĞUSTOS 2012
12 SORUDA 12 YILLIK
KADEMELİ EĞİTİM SİSTEMİ
Yaygın süreli yayın. 3 ayda bir yayınlanır .
4
Eğitim ve Dört Dörtlük
Kalkınma Hülyası
YRD. DOÇ. DR. İBRAHİM HAKAN KARATAŞ
7
Tatilime Dokunma
AYSEN ERAYDIN
8
Öğretmenlerin Sürekli Mesleki Gelişimleri
Üzerine Düşünceler
SELAHATTİN TURAN
11
Hizmet İçin Eğitim
SATI CEYLAN
15
Çocuk ve Sevgi
ZEHRA ŞAŞMAZ
1 - 3 (editör ve için).indd 2
19
17
21
4+4+4
ve Sınıf Öğretmenleri
SÜLEYMAN TANRIVERDİ
22
Öğretmenlerin Öğrenmesi
Gerekenler
RÜSTEM BUDAK
38
Çocuk ve Sevgi
HACER YALÇINTAŞ
41
Eğitim Üzerine
İBRAHİM KAYA
24
Anket
İGEDER
26
43
Prof. Dr. Muhsin Hesapçıoğlu hocama
YRD. DOÇ. DR. İBRAHİM HAKAN KARATAŞ
Van Günlüğü
EBRU KARABULUT
31
Devlet Kontrolünde
Eğitim Olmaz
PROF. DR. ATİLLA YAYLA
44
Ne Bileyim Senin
Cama Geldiğini
TAHSİN YILMAZ
04.06.2012 15:17:04
30
36
ESKİ DOSTLAR
46
Neobunalım
CÜNEYT ANCIN
48
Dr. Detlev İle Söyleşi
AYŞE GÜZEL
49
3. Değerler
Eğitimi Buluşması
HALİT ARAPOĞLU
51
Spor ve Estetiği Hemhal Kılan
Bir Ritüel Olarak Dans
V. METİN BAYRAK
55
Balkanlara Seyahat
Priştina’dan Prizren’e
SELAHATTİN ÖZKÖK
59
İnternet’te Bir Sevgi Savaşçısı
DR. NURULLAH ABALI
61
www.öğretmenx.com
SÜLEYMAN TANRIVERDİ
62
Mini Bir Gün:
Erguvan Kokulu ve Ezanla Dolu
ABDÜLAZİZ DUMAN
Yayımlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Yazılarda Yazı göndermek ve her türlü öneri ve
yayın kurulu ve editör değişiklik yapabilir. Gönderilen yazılar değerlendirmelerinizi bize ulaştırmak
için: [email protected]
iade edilmez. Yazılar, kaynak gösterilerek yayınlanabilir.
İletişim :
Bulgurlu Mahallesi Etiler Sokak No: 10 Üsküdar İstanbul Tel: 02165461003
1 - 3 (editör ve için).indd 3
64
Film Klubü.
FATİH SERTKAYA
65
Yazarlar
SITKI SERDAR
66
Bir Ders Daha Farklı
Nasıl İşlenebilir?
DR. NURULLAH ABALI
67
Haberler
İGEDER
Baskı:
Erkam Matbaası İkitelli O.S.B. Turgut Özal Cad.
117/4 K.çekmece/İst. Tel: 0212 671 07 00
www.igeder.org.tr
[email protected]
YIL:1 SAYI:4 AHAZİRAN - TEMMUZ - AĞUSTOS 2012
Türkiye’de ve Gelişmiş
Ülkelerde Okul Müdürlüğü
İGEDER
(İstanbul Gönüllü Eğitimciler Derneği)
Adına Sahibi ve
Genel Yayın Yönetmeni
Dr. İbrahim Hakan KARATAŞ
Yayın Koordinatörü
Adil GÜLMEZ
Yayın Kurulu
İsmail CİHANGİR y Gökhan ERENOĞLU
Aysen ERAYDIN y Zehra ŞAŞMAZ
Didem BAYINDIR y Mahmut AYTEKİN
M. Cüneyt ANCIN y Enver GÜNAYDIN
Necdet BAYINDIR
Danışma Kurulu
Prof. Dr. Selahattin TURAN
Dr. Melike GÜNYÜZ y Dr. Faruk KANGER
Dr. Özlem GÜNEŞ y Ali CAN
Ahmet AKBAL y Hüseyin AKAR
Muhammet YILMAZ
Düzelti ve Edisyon
Aysen ERAYDIN y Satı CEYLAN
Görsel Yönetmen
Mustafa KUĞU
Kapak
Nevzat Onaran
Grafik Tasarım
Selçuk BÜYÜKALTAY
Grafik Uygulama
Ahmet Karataş
Reklam ve Tanıtım
Fatih SERTKAYA
Kültür-Sanat
Ahmet ÖZCAN
Abruhhamann BAYÇINAR
Sekreterya ve İletişim
M. Halil KAYA
Abone ve Mali İşler Sorumlusu
Gökhan ERENOĞLU
Yahya DEPREM
ISSN
2146-7315
Grafikler
© Fotolia - AKS, Anatoly Maslennikov, Andres Rodriguez, Andrii Pokaz, BTB, Cousin_Avi, Creativeapril,
Elina Gareeva, Eric Isselée, Freesurf, Genevieve Rivet,
Helder Almeida, Inna Yakusheva, Irochka, Jacek Chabraszewski, jojje11, kabliczech, marcopalladino, Michael
Chamberlin, mipan, Mircea Maties, nadil, Orhan Çam,
Sergej Khackimullin, siloto, silver-john, Tatyana
Gladskih, TheFinalMiracle, UBE, VIPDesign, vladthefool,
Volant, WavebreakmediaMicro, xalex, Yabresse, zphoto,
Бурдюков Андрей
04.06.2012 15:17:04
EĞİTİM VE
DÖRT DÖRTLÜK
KALKINMA
HÜLYASI
YRD. DOÇ. DR. İBRAHİM
HAKAN KARATAŞ
İGEDER YK Üyesi - Fatih
Üniversitesi / İstanbul
“4+4+4” ile doruğa
ulaşan tartışma süreci, eğitim sistemimiz için bir çözüm
arayışına ilişkin farklı
fikirleri ifade etme
cesaretini de artırdı.
Bir siyasi söylem,
Türkiye baz
alındığında son
kertede beş ana
akımdan birine yakın
bir içeriğe sahip
olacaktır.
“4+4+4” ile doruğa ulaşan tartışma süreci, eğitim
sistemimiz için bir çözüm arayışına ilişkin farklı
fikirleri ifade etme cesaretini de artırdı. Gerek
hükümet ve taraftarları, gerekse merkez ve uç muhalefet saflarından kamuoyuna yansıyan görüşler
birbirinden oldukça farklı saikler ve amaçlar içerse
de görüş birliği olan tek nokta eğitim sistemindeki değişimin gerekliliğiydi. Bu noktada tarafların
meramını anlamak, tartışmaları ve gelişmeleri
sağlıklı analiz edebilmek için –zor olsa da- nesnelliği elden bırakmadan söylenenlerden çok satır
aralarını okumak ve büyük resmi görmek gerekiyor.
Bir siyasi söylem, Türkiye baz alındığında son kertede beş ana akımdan birine yakın bir içeriğe sahip olacaktır. Bu akımlar Liberalizm, Sosyalizm,
İslamcılık, Milliyetçilik ve elbette Kemalizmdir.
Bunların dışında gibi görünen söylemler de bu
akımlardan birinin açık ya da koyu tonları olarak
kabul edilebilir.
Kemalizmin tarihi temsilciliğini ve savunuculuğunu
yapan ana muhalefet partisinin bu tartışmalarda
nerede durduğunu anlamak kamuoyu için çok
kolay olmadı. Fakat ana muhalefet partisi liderinin ve sözcülerinin söylemlerinin içeriklerine yakından bakıldığında aslında statükonun yaşadığı
her sarsıntıda bir doğal refleksle hareket ettiklerini söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü onlara
göre yeniden inşa edilmesi gereken bir toplumun, kendi hayallerindeki biçimine kavuşması
için inançla gayret edecek tek kesimin kendileri
olduğunu düşünmektedirler. Hele toplumun farklı
kesimlerinden sistemin biçimine ve yeni toplumun
niteliğine ilişkin getirilen önerilen ciddiye alınması
bile söz konusu değildir. Çünkü onlar bu toplumda
kendileri dışında bir kesimin böyle bir öneri getirebilme kapasitesine sahip olabileceklerine ihtimal
vermemektedirler. Diğer taraftan yine bu kesim
–yukarıda izah edilen tutumlarının da doğal bir
sonucu olarak– küresel ve yerel değişimleri izleme
ve yeni bir politika geliştirme motivasyonlarını
kaybetmiş durumdadırlar. Aslında parti içindeki
dalgalanmaların da esas sebebinin bu olduğunu iddia etmek yanlış olmayacaktır.
Milliyetçilik ana akımının Türkiye’de iki temsilcisi
olduğunu söylemek haksızlık olmaz. Bunlardan ilk
akla gelen MHP’nin temsil ettiği muhafazakar milliyetçilik kanadı tam bir sıkışıklık yaşamaktadır.
Bir taraftan “muhafazakarlık”ın zorlamasıyla ana
muhalefetin tezlerine uzak durma zorunluluğu
yaşarken diğer taraftan en az kendisi kadar milliyetçi ve muhafazakar olan iktidar partisinin tezlerini koşulsuz kabul etmeyi ontolojik bir sorun
olarak algılamaktadırlar. Bu sıkışıklıktan çıkışı da
kısmen kabul ve kısmen red tavrıyla ifade etmeye
çalışmaktadırlar. Oysaki kendilerini rahatlatacak
olan gerçek çıkış yolunun daha nitelikli analizlerle toplumu dinlemek ve toplumsal taleplerin
sözcülüğünü yapmak değil midir? Ya da bizim tam
çözemediğimiz ama başbuğun ve üst düzey yöneticilerin zihninde tam bir netlikle belli olan kızıl
elmaların anlaşılmasıdır. Çünkü eskiden Padişah’ın
kızıl elmasını sormak ve sorgulamak kimsenin haddine değilken bugün kitleler daha şeffaf bir politika
ve tutum beklentisine girmiştir. Belki geniş kitleler
bu şeffaflığı talep ederken hadlerini de aşıyorlar
ancak haddini aşana siyaset uygulama dönemi
kapandığından kendi kızıl elması peşinden koşan
ve fakat bunu kitleye tanımlayamayan liderleri de
ciddiye almıyorlar.
Milliyetçilik başlığı altında değerlendirilebilecek
diğer kanat ise elbette BDP. BDP’nin sol söylemini, onu MHP’den ayıran en önemli özelliği
olarak kabul edebiliriz. BDP’nin sadece son
tartışmalarda değil partinin tüm resmi belgelerinde eğitim adına taleplerini ve önerilerini ince-
4
4 - 6 (ihk).indd 4
04.06.2012 15:18:11
ledim. Gördüğüm şu oldu: Kadın hakları, anadilde
eğitim ve fırsat eşitliği. Birebir görüşmelerimde
de parti dokümanlarında da BDP’nin genel siyasi
yaklaşımlarının ve eğitim ile ilgili tespit ve önerilerinin sağduyulu ve çözüme daha yakın durduğunu
düşünüyorum. Fakat anlamadığım nokta kamuoyu
önünde takındıkları tavrın, benim satır aralarından
okuduklarımdan farklı bir tezahürde olması. Bunda elbette BDP kadar, devletin de payı var. Fakat
daha önemlisi PKK gerçeği. BDP’nin eğitim adına
stratejik bir politika değişikliğine gitmesi durumunda eğitim alanındaki sorunların çok daha çabuk
çözüleceğini düşünüyorum. Şöyle ki BDP temsilcisi olduğunu düşündüğü Kürt vatandaşlarımızın
eğitim düzeyine ilişkin istatistiki bilgilere elbette
sahiptir. Çok net bir gerçek vardır ki eğitim bireyi özgürleştirir. Mefhumu muhalifiyle anlatalım:
Eğitimsiz bireyler özgür değildir. Bireyleri özgür
düşünen ve kendi kendilerine karar verebilen
toplumlar daha çabuk yol alırlar. Bu durumda
BDP’nin nispeten etkili oldukları yerleşim yerlerindeki tüm vatandaşlarımızın hali hazırdaki
eğitim kurumlarında daha fazla eğitime talepkar olmalarını, oraya görev yapmaya giden genç
öğretmenleri, bir misafir gibi ağırlamaları ve onların
başta güvenlikleri olmak üzere tüm gereksinimlerini
sağlayarak bölge insanın kendini gerçekleştirmesine
imkan verecek ortamı hazırlamaları daha doğru bir
yaklaşım olacaktır. Böylece BDP, temsilcisi olduğu
kitlenin taleplerini kamuoyu nezdinde savunmaya devam ederken bir taraftan da kendine Kürt
ve diğer tüm milliyetlerden destekçiler sağlamış
olacaktır. Sol bir milliyetçi akım olarak BDP’nin
tıkandığı nokta –aslında devleti de eleştirdiği esas
alan burasıdır- bence kendi kitlesini en kolay araç
olan eğitim ile özgürleştirme inancındaki zayıflıktır.
İslamcı
kesimin, söylemlerinin içeriklerine
yakından baktığımda birtakım uhrevi gibi görünen
dünyevi talepleri olduğunu düşünmeye başladım.
Bu talepler, çocukların dini eğitim almaları,
özellikle ergenlikten itibaren kız çocuklarının
başlarını açmadan eğitime devam etmeleri, bazı
manevi değerlere sahip olarak yetişmeleri, daha
doğrusu ahlaki yozlaşmaya elden geldiğince
maruz kalmamaları, bütün bu taleplerin somut göstergesi olarak da imam hatiplerin orta
kısımlarının açılması ve katsayı ve başörtüsü sorunun kalkması. Ve fakat hala çoğu mesela –başı
örtülü ya da örtüsüz- kadın polisler, kadın subaylar, kadın şoförler, kadın müteşebbisler, kadın tezgahtarlar, kadın ırgatlar, -hadi söyleyeyim- kadın
öğretmenler, akademisyenler vb. olup olmaması
konusunda net bir açıklama yapmamaktadırlar. Bu
durumu iki gerekçeyle açıklayabiliyorum. Birincisi
bu kesimler köyden şehre, alt sınıftan orta sınıfa
ve işgörenlikten işverenliğe yeni yeni geçmekte
olduklarından henüz kadın olmadan da işlerini
yürütebildiklerinden bu baskıyı tam anlamıyla
hissetmemektedirler. İkinci gerekçem ise şudur:
Aslında gemisini kurtaran kaptan misali bu düzeydeki tartışmayı az buçuk hali vakti yerinde olanlar
gündeme getirmekte ve aslında onlar da geleneksel değerlerden çağdaş değerlere geçişte bir aşama
olarak yukarıdaki beklentilerini dile getirerek sisteme monte olmaya çalışmaktadırlar. Yoksa jiplerde, lüks sitelerde, beş yıldızlı otellerde yaşayan
ve çocuğunun Kuran Hocasını da yanında taşıyan
İslamcıların Tanzimat döneminde evine Fransız
mürebbiye tutan ve çocuğuna Fransızca ile birlikte
modern yaşam tarzı eğitimi de aldıran arasattaki
jönlerden farkları yok gibi geliyor bana.
Türkiye’de solculuk bir kitlesel hareket olmak
nazarından bakıldığında can çekişiyor. Bununla
birlikte zaman zaman katıldığım toplantılarında,
okuduğum yazılarda ve izlediğim demeçlerde
solcu bir söylemin eğitim adına en çok üzerinde
durması gereken sosyal adalet ve fırsat eşitliği gibi
sorunsallar elbette sürekli konu ediliyor. “Parasız
eğitim” sloganıyla özetlenecek fırsat eşitliği ve
“özgür eğitim” sloganıyla özetlenecek demokratik eğitim talebi hemen her nümayişlerinin temel
unsuru olarak rahatlıkla görülebiliyor. Ve fakat
eğitimde özgürlük ve eşitlik sorunun sadece eğitim
alanındaki girişimlerle çözülemeyeceği, bunun
yeni bir yaşam tarzı ile ilişkili olduğu ve bu ilişkili
kurum ve durumların da alternatiflerinin –yine
Kemalist ve milliyetçiler gibi- toplumsal düzlemde tam paylaşılamadığı, etkin bir iletişim dilinin
geliştirilemediği ve dolayısıyla anlaşılamadığı gibi
bir geçeklikle karşı karşıyayız. Diğer taraftan bazen birçoğu ezberi andıran yaklaşımların -aslında
en son bir solcuda olması gereken- önyargılı tu-
Kadın hakları,
anadilde eğitim ve
fırsat eşitliği.
Birebir
görüşmelerimde
de parti
dokümanlarında da
BDP’nin genel
siyasi
yaklaşımlarının
ve eğitim ile ilgili
tespit ve
önerilerinin
sağduyulu ve
çözüme daha
yakın durduğunu
düşünüyorum.
Fakat anlamadığım
nokta kamuoyu
önünde takındıkları
tavrın, benim
satır aralarından
okuduklarımdan
farklı bir tezahürde
olması.
5
4 - 6 (ihk).indd 5
04.06.2012 15:18:14
Liberallere gelince onlar
çağın en güçlü akımı olma
statülerini sonuna kadar
kullanıyorlar. Elbette
liberaller derken hangi
kesimleri kastettiğimiz
önemli. Taraf gazetesinin
sözcülüğünü yaptığı bir kitle
var elbette. Ama ben iktidar
partisinin Türkiye’de
neoliberalizmin en güçlü
temsilcisi olduğu
kanaatindeyim.
Sonuç olarak Türkiye’de
eğitim politikalarındaki tüm
gayretlerin küreselleşme
gerçeği ile doğrudan ilişkili,
neoliberal yaklaşımlarla ve
AB kriterleri çerçevesinde
ekonomik boyutu ağır basan
yani büyüme ve kalkınma
odaklı olduğunu
söylemek yanlış
olmayacaktır. Bu yaklaşım
kendi içinde daha
demokratik bir ortam
gerektirir ki Hükümet de
bırakın sadece muhafazakar
kesimlerin taleplerini yerine
getirmeyi, Kürtçeyi müfredata almak konusunda bile
oldukça rahattır.
tumlar olduğu izlenimi ediniyorum. Rastladığım
her broşürlerini okuduğumda ve gösterilerini
izlediğim de “Şimdi gerçekten tam olarak ne istiyorlar?” diye her seferinde kendime soruyorum.
Daha doğrusu solcuların bu toplumla bağ kurma
sorunları olduğunu zannediyorum. Aslında yerli
solcularımızdan bunu çok iyi başaran örneklerin
olduğunu bilmesek solculuğun bu topraklarda hiç
hayat bulamayacağını bile düşünebiliriz.
Liberallere gelince onlar çağın en güçlü akımı olma
statülerini sonuna kadar kullanıyorlar. Elbette liberaller derken hangi kesimleri kastettiğimiz önemli.
Taraf gazetesinin sözcülüğünü yaptığı bir kitle var
elbette. Ama ben iktidar partisinin Türkiye’de
neoliberalizmin en güçlü temsilcisi olduğu kanaatindeyim. Şöyle ki gerek Başbakan’ın gerekse
de görevdeki Bakanımızın söylemleri toplumun
kendilerine oy vermeyen yarısının düşündüğünün
aksine İslamcılık’tan daha çok liberalizm ve kapitalizmin kodlarını içeriyor. Başbakan’ın “öncelikli
meselemiz eğitimdir” derken –her ne kadar ‘dindar
nesil’ vurgusu kendisine ait olsa da- gerçekte 2023
için belirlediği 500 milyar dolar dış satımı, sürekli
büyümeyi ve kalkınmayı gerçekleştirecek nitelikli
insan gücü eksikliğini gidermeyi hedeflediğini anlamak zor değildir.
Nitekim Sayın Bakanımızın İTO’nda yaptığı ve iki
saati aşan konuşmasında vurguladığı en temel unsur gelişmiş ülkeler ile bizim gibi gelişmekte olan
ülkeler arasındaki eğitim yaşı ve niteliği arasındaki
büyük fark olmuştu. Ve eğitim ile ilgili tüm
girişimlerde, değişikliklerde aslında asıl amaçlarının
Türkiye’de ortalama eğitim yaşını, 6,5’tan 11-12
yıla çıkarmak olduğunu biz-zat vurguladı.
Fatih Projesi’ni de bu bağlamda önemli bir inovasyon hareketi, hızlı ve sürdürülebilir bir büyümeye lokomotif olabilecek bir girişim olarak değerlendirdiğini dile getirdi. Hakkında kıyametler
koparılan imam hatip liselerinin orta kısımlarının
yeniden açılması, seçmeli Kuran-ı Kerim ve Siyer
derslerinin ise bir toplumsal talebin karşılığı olduğunu dolayısıyla üzerinde fazla durulmaya gerek
olmayan –niha-yetinde bir demokratik hakkın iadesidir- ayrıntılar olduğunu belirtti. Hükümet, ken-
di adına şu soruya vereceği cevapla yerini daha belirgin hale getirmiş olur sanıyorum: Tüm bu eğitim
hamlesiyle gelişmiş ülkelerle aramızdaki gelişmişlik
açığını kapatmayı hedefliyorsak eğer, o zaman
batı yani AB ve ABD bizim için kızıl elma mıdır?
Ya da Başbakanımız Kopenhag Kriterlerini Ankara
Kriterleri yapıp yoluna devam etmeyi düşünürken
İslamcılık tarafıyla mı konuşmaktadır yoksa –kendi
ifadesiyle- muhafazakar demokrat bana göre neoliberal tarafıyla mı? Bu soruyu hükümet yanlısı ve
karşıtı olan tüm kesimler de kendi adlarına cevaplayabilirler.
Sonuç olarak Türkiye’de eğitim politikalarındaki
tüm gayretlerin küreselleşme gerçeği ile doğrudan
ilişkili, neoliberal yaklaşımlarla ve AB kriterleri
çerçevesinde ekonomik boyutu ağır basan yani
büyüme ve kalkınma odaklı olduğunu söylemek
yanlış olmayacaktır. Bu yaklaşım kendi içinde
daha demokratik bir ortam gerektirir ki Hükümet
de bırakın sadece muhafazakar kesimlerin taleplerini yerine getirmeyi, Kürtçeyi müfredata almak
konusunda bile oldukça rahattır. Zaten bu yüzden
her kesim taleplerini elde edebilmek için kendinde daha büyük bir cesaret bulmaktadır. Zaten
o yüzden son yıllarda eğitim adına tartışmalar
derinleşmeye başladı ve bunca bilimsel çalışma
yürütülmektedir.
Benim merak ettiğim ise şudur: Bu politikaların
daha dindar bir topluma götürmeyeceği kesin de
daha müreffeh bir topluma götürüp götürmeyeceği
de şüpheli. Çünkü AB’yi ibretle izliyoruz, ABD’yi
ise önümüzdeki 30 yıl içinde ibretle izlemeye devam edeceğiz. Bizi nasıl bir son bekliyor acaba?
1Gerçekten tam olarak neye itiraz ettikleri ve hangi öneriyi getirdiklerini anlayanlardan katkı bekliyorum.
2Bölgenin eğitim konusundaki durumu –üzülerek söylemeliyim
ki- iç acıcı değildir. Buna ilişkin detaylı bilgi edinmek isteyenlere
TUİK’in Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemindeki verileri incelemelerini öneriyorum.
3İsmail Kara’dan ödünç alarak kullandığım “İslamcılık” kelimesi ile karşıladığım üçüncü kesim aslında muhafazakar ve
dindar toplumsal kesimleri ifade etmektedir. Yoksa 19. Yüzyılda
tartışılan İslamcılık düşüncesinin bugün toplumda ciddi bir
karşılığı olduğunu düşünmüyorum ve ben de kavramı o bağlamda
6
4 - 6 (ihk).indd 6
04.06.2012 15:18:14
TATİLİME DOKUNMA!
AYSEN ERAYDIN
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni/
İstanbul
“Yeni nesil bilgili
öğretmenden çok, bilge
öğretmene
ihtiyaç duyuyor .” demişti
katıldığım bir seminerde
konuşmacı. Öğretmen
nasıl bilge olur?
Bilgisini bile artırmada
başkalarının insafına
mahkum, yararsız
seminerlerle zaman
kaybeden, ihtiyacı olan
mesleki gelişmelerden
habersiz öğretmen yaz
tatilinde de çalışsın.
Çünkü çok tatili var.
Girişin sağındaki müdür odasında sıradan bir veli
görüşmesi... Bozkırın manzarasına bakan pencerenin
önündeki sandalyede oturmuş bilgiç bilgiç derdini
anlatıyor kırklı yaşlarının sonuna gelmiş kadın. Değil
bu eski kasabanın, ilçenin Amerika’da okuyan tek
evladına sahip olmanın verdiği gururla anlatıyor:
-Cumartesi, pazarı tatil; bayramı, seyranı tatil; kar
yağar, tatil; yaz gelir, tatil. Abisi Amerika’da, ablası
Ankara’da okuyor. Bu oğlan da hiç olmazsa öğretmen
olsun, Müdür Bey!
Müdürün yarı şaşkın, yarı kızgın ifadesini bu gün
de hatırlarım. İlerleyen günlerde bu cahil köylü
kadının “Hiç olmazsa…” ile başlayan sözleri espri
oldu öğretmenler odasında. Şimdi anlıyorum ki
şakası yapılacak sözler değilmiş bunlar. Ne yazık ki
toplum algısı böyle: Sadece 24 Kasımlarda kutsallığı
hatırlanan, tatili bol, çoğunlukla yarım günlük bir iş.
Oysaki tüm memurlar hafta sonları ve bayramlarda
izinde. Herkes yıllık izin kullanırken öğretmenler
yaz tatili yapar. Halbuki öğretmenler diğer memurlardan farklı olarak eve “iş” getirir. Yani mesainin bir
kısmı evde devam eder. Ders notu hazırlama, yazılı
sınav hazırlama ve onları okuma, proje ödev vs.
değerlendirme, ders dışı etkinliklerle (yarışma, kulüp
vb. ) ilgili çalışmaları yapma…
Aylar önce yine bir 24 Kasımın yaklaştığı günlerde
bir mail almıştım öğretmenlerin ders anlatmak
dışında yaptıkları ile ilgili. Yüzden fazla maddelik
listenin sıkılıp tamamını okuyamamıştım. Hele bazı
branşların bu fazladan yükü daha da fazladır. Türkçe,
edebiyat, beden eğitimi, müzik gibi branşların öğretmenleri okul, ilçe, il, ulus çapındaki tüm bu etkinliklerin sonunda çoğu kez ne egzersiz programıyla
ücretlendirilir ne de bir teşekkür veya takdirnameyle.
İlköğretimde 1 Temmuz - 1 Eylül arası, liselerde
genellikle 15 Temmuz 20 - 25 Ağustos arasında öğretmenler tatil yapar. Yani zannedildiği gibi 3 ay değil. İşçilerin ve diğer memurların 30 gün yıllık izin
kullanmalarına karşılık bizim yaz tatilimiz 40-60
gündür. İnsan yetiştirdiğimiz, peygamber mesleğini
icra ettiğimiz düşünülünce bu ağır sorumluluğun
karşılığında bu tatilin çok olmadığı anlaşılır.
Bu yıl 8 Haziran’da öğrenciler tatile başlıyor. Yaklaşık
bir ay öğretmenler çalışmadan maaş alacaklar! Sene
sonu yapılan toplantılar, sınavlar, evrakların teslimi
gibi işler elbette ki yıl içindeki kadar yoğun değildir.
Bazı dönemlerde bazı devlet dairelerinin yoğun
olmadığı gibi! Peki bu yoğun olmayan dönemde
yapılan seminer çalışmalarının işlevi nedir? Bu
seminerler meslektaşlarımızın gözünde angarya ve
zaman kaybı olarak görülüyor. Bu, bizim suçumuz
değil, işlevsiz uygulamaların sonucudur. Mesela
Fatih Projesinin merakla beklendiği bu günlerde
bununla ilgili seminer çalışmaları eminim ki tüm
öğretmenlerin ilgisini çekecektir. Bunun yerine çoğu
kez bir kaç evrak hazırlamanın ötesine geçmeyen
seminerlerle geçecek bir dönem daha bizi bekleniyor.
Çok tatil yapıp karşılığında çok para(!) alan
öğretmenlerin yeni neslin önderi olma görevi unutuluyor. Kendini geliştirmeye istekli öğretmenlerin
önüne birçok engel çıkarılıyor. Yüksek lisans
programına kaydolan öğretmen, ders programını
buna uygun yapmaları için idarecilerine adeta
yalvarıyor. Bu yüzden yüksek lisans eğitimimi yarıda
bırakan hatta eğitime başlamayan birçok arkadaşımız
var. (Öğretmenin ekonomik sorunlarından hiç bahsetmiyorum.) “Yeni nesil bilgili öğretmenden çok,
bilge öğretmene ihtiyaç duyuyor .” demişti katıldığım
bir seminerde konuşmacı. Öğretmen nasıl bilge olur?
Bilgisini bile artırmada başkalarının insafına mahkum, yararsız seminerlerle zaman kaybeden, ihtiyacı
olan mesleki gelişmelerden habersiz öğretmen yaz
tatilinde de çalışsın. Çünkü çok tatili var.
Gelişen, değişen şartların gerekleri yapılmalıdır
elbette. Bizim mesleki açıdan gelişmemizden
Bakanlığımız sorumludur. Gerekli bilgi ve teknolojileri kullanmayı becerebilmek beraberinde mesleki
tatmini de getirir. Bakanlığımızın ilk hedefi böyle
öğretmenlerin sayısını artırmak olmalı, tatilimizi
azaltmak değil. Pırıl pırıl zeka ve yeteneklere sahip yeni nesle bilgelik yapacak öğretmenin enerji
depolaması, yoğun bir tempoya ayak uydurabilmesi
için iyi, hem de çok iyi bir yaz tatiline ihtiyacı var.
Bu yüzden haykırıyoruz: Tatilime Dokunma!
7
7 (aysen erayd n).indd 7
04.06.2012 15:17:28
ÖĞRETMENLERİN
SÜREKLİ MESLEKİ
GELİŞİMLERİ ÜZERİNE
DÜŞÜNCELER
PROF. DR. SELAHATTİN
TURAN
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
Eğitim Fakültesi Dekanı
Öğretmenliğin mesleki
değerleri, mesleğin
çekiciliği, mesleğin nitelik
standartları ve öğretmenleri
desteklenme yapıları
yeniden düşünülmesi
gerekmektedir.
Bu bağlamda eğitim sisteminin öğretmenlik
mesleğinin niteliğini
artırıcı reform çabalarında;
öğretmen başına düşen
öğrenci sayısı, öğretmen
eğitimi, öğretmen
deneyimi, öğretmen
maaşları ile öğrenci
başına harcamaların bir
bütün olarak ele alınıp
değerlendirilmesi
gerekmektedir.
Dünya’nın hızla değiştiği, hayat biçimlerinin altüst olduğu, insan iradesinin piyasa tarafından
şekillendiği ve bilincinin parçalandığı bir zaman
diliminden geçiyoruz. Bir taraftan eğitim ve okulun işlevleri sorgulanırken diğer taraftan toplumun
okula olan güveni her geçen gün sarsılmaktadır.
Daha da önemlisi okul asli işlevi olan “iyi ödev
insanı yetiştirme” amacından her geçen gün
uzaklaşmaktadır.
Diğer gelişmiş ülkelerin aksine Türkiye’de aileler kendi çocukları kurtarma derdine düşmüş
bulunmaktadırlar. Piyasa emrindeki okul, anlamını
an ve ‘zamandan almakta Türkiye nitelikli öğretmen
yetiştirme konusunda yarınları için stratejik politikalar geliştirememektedir. Türkiye’de kendi çocuğu için istediğini, ülkemizin bütün çocukları
için istemeyen ‘amorf’ bir toplum oluşmaktadır.
Bu yönüyle bakıldığı zaman Türkiye’de eğitim ve
öğretmen yetiştirme düzenimizin bir çıkmazda
ve krizde olduğu aşikârdır. Öğretmen yetiştirme,
Türkiye’nin geleceği ile yakından ilişkili stratejik bir
konudur.
Bu bağlamda öğretmenlerin almış oldukları lisans
eğitimi ile mesleklerini sürdürmeleri ve icra etmeleri mümkün gözükmüyor. Temel soru şudur:
Öğretmen kimdir? Türkiye’nin öğretmen yetiştiren
kurumları bu sorunun cevabını henüz vermemiştir.
Öğretmenlik mesleği öteden beri bir istihdam ve
memurluk alanı olarak görülmektedir. Eğitim,
karşılıklı bir irfanlaşma sürecidir. Bu bağlamda
öğretmenlerin çağcıl gelişmeler ışığında toplumu değiştirme icracıları ‘bilge eylemciler’ olarak
yetiştirilmeleri gerekiyor.
Öğretmenlerin mesleki eğitimleri, sistem içinde kurulun yardım mekanizmaları ile sürekli gelişimlerini
koordine eden, öğretmenlerin yenilikçi gelişmeleri
izleyen, sınıf içi öğrenmeleri düzenleyen, çocukların gelişimlerine rehberlik eden yeni rol ve
eylemler doğrultusunda hazırlanmaları gerekmektedir. Öğretmenliğin mesleki değerleri, mesleğin çekiciliği, mesleğin nitelik standartları ve
öğretmenleri desteklenme yapıları yeniden düşünülmesi gerekmektedir.
Bu bağlamda eğitim sisteminin öğretmenlik mesleğinin niteliğini artırıcı reform çabalarında; öğretmen başına düşen öğrenci sayısı, öğretmen eğitimi,
öğretmen deneyimi, öğretmen maaşları ile öğrenci
başına harcamaların bir bütün olarak ele alınıp
değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu hususta yapılmış akademik çalışmalar, etkili
öğretmelik uygulamalarını destekleyen mekanizma ve değişkenler aşağıdaki tabloda özetlenmiştir
(Mcber, 2000; Anderson, 2004).
8
8 - 9 (selattin turan).indd 8
04.06.2012 15:17:49
Tablo 1. Etkili Öğretmenlerin Özellikleriyle İlgili Bazı Değişkenler
DEĞİŞKEN
ÖZELLİK
Düşünme /
Muhakeme
Beklentiler
Analitik
düşünme
Kavramsal
düşünme
Mantıklı düşünebilme, parçalara bölebilme, neden ve sonucun
farkına varabilme yeteneği
Çok ayrıntı mevcut olmasına rağmen örüntüleri ve bağlantıları
görme yeteneği
Gelişime
Yönelme
Öğrenciler ve okul için zorlu hedefler koyma ve bu hedefleri
gerçekleştirmek için gereken bitmek bilmeyen enerji
öğretmenlik
Bilgi Arama
Entelektüel merak; Daha fazla bilgi aramaya yönelmek ve bilginin
kaynağına ulaşmaya çalışmak
Olayları tahmin etme ve etkisizleştirmek için eyleme geçmeye
yönelmek
mesleği her
Bir durumun gerektirdiklerine ve değişen taktiklere adapte olabilme yeteneği ve istekliliği
Net beklentiler ve koşullar ortaya koyabilme, performans için bu
beklenti ve koşulları hesap verebilir kılma yönelimi ve yeteneği
sıradanlaşmakta,
Girişkenlik
Olayları tahmin etme ve etkisizleştirmek için eyleme geçmeye
yönelmek
kaybeden ve
Öğrenme
Tutkusu
Öğrencilerin öğrenmelerini desteklemek ve onların rahat ve bağımsız öğrenen bireyler olmalarına yardım edebilme yönelimi ve
yeteneği
toplumsal gözden
Güven
Girişkenlik
Esneklik
Liderlik
Eğitimde son
Dürüstlük
Saygı
Sorumluluk
Uzmanlaşma
TANIM
Her öğrencinin her şeyi yapabileceğine ve başarılı olacağına karşı
sorumluluk duymak
Yeteneğinin etkili olacağına ve zorlukların üstesinden geleceğine
inanmak
Tutarlı ve adil olmak, sözünü tutmak
Her insanın önemli olduğuna ve saygıyı hak ettiğine inanmak
Hesap
Verebilirlik
Kaynak: Hay McBer (2000) ve Anderson (2004), s. 15.
Etkili öğretmenlerin özellikleri uzmanlaşma değişkeniyle ilgili sorumluluk, güven, dürüstlük, saygı,
düşünme/muhakeme değişkeniyle ilgili analitik
düşünme, kavramsal düşünme, beklentiler ile ilgili
gelişime yönelme, bilgi arama, girişkenlik, liderlik
değişkeniyle ilgili esneklik, hesap verebilirlik, öğrenme tutkusudur. Eğitimde son yıllarda yapılan
reform ve çabalar olumlu olarak algılanırken, öğretmenlik mesleği her geçen gün sıradanlaşmakta,
giderek önemini kaybeden ve toplumsal gözden
düşen farklı üniversite mezunlarına iş bulma kapısı
olarak görülmektedir.
Sonuç olarak, Türkiye’nin geleceği için stratejik
öneme sahip eğitim sisteminin en önemli iki öğesi
öğretmen ve öğrencidir. Bu bağlamda, öğretmenin
yetiştirilmesi, pozitif okul ve sınıf atmosferinin oluşturulması ve öğretme sürecini yeniden gözden
geçirilmesi elzem bir konu olarak karşımızda durmaktadır. Türkiye’de öğretmen yetiştirme çabaları,
makro düzeyde politik tartışmalara kurban edilmekte ve asıl konu olan öğrenci öğrenmeleri
ve Türkiye’nin geleceği arasındaki ilişki göz ardı
edilmektedir. Öğretmen yetiştirme ile ilgili bütün
tartışmalar, eğitim reform ve çabaları, sınıf içi öğrenci öğrenmelerinin iyileştirilmesi stratejisi üzerine kurulmalıdır. Çünkü Türkiye’nin geleceği
sınıfların içindedir.
Kaynaklar:
Anderson, L. W. (2004). Increasing teacher effectiveness.
Paris:UNESCO. McBer, H. (2000). Research into tteacher effectivesness: A model of tecaher effectiveness. Norwich: The Crown
Copyright Unit.
yıllarda yapılan
reform ve çabalar
olumlu olarak
algılanırken,
geçen gün
giderek önemini
düşen farklı
üniversite
mezunlarına iş
bulma kapısı
olarak
görülmektedir.
9
8 - 9 (selattin turan).indd 9
04.06.2012 15:17:51
CANIM ÖĞRETMENİM
Bir çok şeyler öğrettin,
Yaramazlıklarıma sabrettin,
Hatalarımı düzelttin,
Benim canım öğretmenim.
Sen bir gül gibisin,
Bize hep gülümsersin,
Bilirim bizi seversin,
Benim canım öğretmenim.
Atatürk’ü översin,
O’nu örnek alın dersin,
En iyi olmamızı istersin,
Benim canım öğretmenim.
Şevval YOL
Aşağı Dudullu İlköğretim Okulu
2-A sınıfı
ÇOCUĞUM
Gel, gel çocuğum.
Bir kuş misali,
Uçup gel yüreğime.
Kulak ver sözlerime…
Biliyorum işin zor,
Silahlar konuşmakta dünyada.
Pes etme çocuğum,
İnadına gülümse hayata.
Dostluk fidanları dik çevrene,
Sevgiyle besle onları
Besle çocuğum…
İnsanları ayrım yapmadan,
Bütün kalbinle sev.
Perçinleştir saf duygularını,
Kırdırma inanç bağlarını.
Kırdırma çocuğum…
Azimle çalış, hazırlan
yarınlara,
Unutma…
Sen öğreteceksin sevginin alfabesini büyüklere…
Nazlı BOLUKÇU
10
10 (nazli blokcu).indd 10
04.06.2012 15:18:35
HİZMET İÇİ(N)
EĞİTİM!
SATI CEYLAN
Matematik Öğretmeni / İstanbul
Geleceğin
her bakımdan
donanımlı bireylerini yetiştirmeleri
beklenen
öğretmenlerin tüm
alanlarda yaşanan
gelişmelerin bir
yansıması olan
değişen görev, rol
ve sorumluluklarını
yerine getirebilmeleri için hizmet
öncesi eğitim yetersiz kalmaktadır.
Bir toplum, gelişebilmek için bireylerinin niteliklerini geliştirmek zorundadır. Bu zorunluluk, bireyleri içinde bulundukları topluma uyma, kendilerini geliştirme, mesleki yeterliklerini artırma,
ileriye doğru gitme ve yükselme gibi çabaların
gerektirdiği bilgi, beceri, tutum ve alışkanlıkların
kazandırılmasını gerektirir. Doğaldır ki, bireylerin
bu niteliklerini artırmanın yolu, onlara çeşitli eğitim
olanaklarının sağlanmasından geçmektedir.
Eğitim sisteminin temel öğesi olan öğretmenlerin
de, kendilerini sürekli yenilemesi ve geliştirmesi
gerekmektedir. Geleceğin her bakımdan donanımlı
bireylerini yetiştirmeleri beklenen öğretmenlerin
tüm alanlarda yaşanan gelişmelerin bir yansıması
olan değişen görev, rol ve sorumluluklarını yerine
getirebilmeleri için hizmet öncesi eğitim yetersiz
kalmaktadır.
Öğretmenler işin mutfağına geçtiğinde farkındalıkları daha yüksek bir şekilde alacaklardır kendilerine verilen eğitimi. Bu bağlamda, hizmet öncesi
YILLAR
eğitimde en iyi biçimde eğitilmelerinin yanı sıra
hizmetiçi eğitimle de sürekli eğitilmeleri gerekmektedir. Bu araştırmada 15’i Gaziantep’ten ve 15’i
İstanbul’dan olmak üzere farklı branş ve tecrübelerde, ilköğretimde görev yapan 30 öğretmenin 7
soruluk bir anket aracılığı ile görüşlerinin alınması
ve buradan hareketle hizmetiçi eğitim adına
mevcut durumun tespitinin yanında önerilerin de
geliştirilmesi hedeflenmiştir. Öğretmenlerin kaç
yıllık öğretmen olduklarını belirten tablo aşağıdadır.
Araştırma grubundaki öğretmenler genel olarak
tecrübeli kişilerden oluşmaktadır. Öğretmenler
hizmetiçi eğitim olarak pek çok programa
katılmışlardır. Bu yüzden de okuyuculara hizmet
içi eğitim ile ilgili ciddi bilgiler verecekleri
düşünülmüştür. Analizler yapılırken öğretmenlerin
görüşlerinden oluşturulan genel çıkarımlar kullanılmıştır. Ön plana çıkması gereken bazı görüşler
-şâyet öğretmen ismini vermekte sakınca görmedi
ise- ismi ile aynen korunmuştur.
1 - 3 YIL
4 - 7 YIL
8 - 10 YIL
11 - 15 YIL
16 YIL ÜZERİ
Kişi
sayısı
4 kişi
10 kişi
6 kişi
8 kişi
2 kişi
Kişi
frekansı
% 13
% 33
% 20
% 27
%7
11
11 - 14 (sat ceyLan).indd 11
04.06.2012 15:19:26
ANKET SORULARI VE GENEL
ANALİZLER
1. Sizce hizmet içi eğitim ne demektir?
Ayşe ARGAT:
“Bakanlığın verdiği hizmet içi
eğitim programlarının
yeterli olmadığını
düşünüyorum. Bize
gösterilen dersler KPSS ile
atanmış her öğretmenin
bilebileceği genel bilgilerden
oluşmaktadır. Dersleri
anlatmak için farklı metot,
yöntemler verilmemektedir. Ya
da branşımıza yönelik bilgiler
verilmemektedir.
Keşke yapılandırmacı
yaklaşımla, yeni tekniklerle
dersler nasıl anlatılabilir,
öğretmenlerin kişisel gelişimleri
için neler okuması gerekir,
makaleler, yurt dışındaki eğitim
sistemi gibi konulardan bahsedilebilseydi…
O zaman hizmet içi eğitimlerin
daha faydalı olabileceğini
düşünüyorum...”
12
11 - 14 (sat ceyLan).indd 12
Bu soru ile öğretmenlerin kendi ifadeleriyle –öğretmenlik mesleği ile sınırlı kalmadan- hizmet içi
eğitimi tanımlamaları istenmiştir. Öğretmenlerin
geneli, tanımlarında “mesleki gelişim ve yeniliklere ayak uydurmak” ifadelerini kullanmışlardır
(12 kişi). Bunun yanında “meslektaşları ile bilgi
paylaşımı ve genel kültürün geliştirilmesi” üzerine yoğunlaşmış öğretmenler de bulunmaktadır
(12 kişi). Hizmetiçi eğitim tanımını öğretmenliğe
özgü bir tanım gibi algılayan ve “daha kaliteli bir
eğitim vermek ve eğitim öğretimdeki aksaklıkları
ve yenilikleri öğrenmek amacıyla düzenlenmiş
bir dizi etkinlik” olarak belirten öğretmen sayısı
6’dır. Buradan hareketle öğretmenlerin hizmetiçi
eğitimi daha çok meslekî gelişim ve bilgi paylaşımı
olarak gördükleri söylenebilir. Eğitim literatüründe
hizmetiçi eğitim, öğretmenlerin doğrudan deneyimler edinmelerini ve meslektaşlarıyla informal
etkileşimler kurmalarını sağlayarak, onların mesleklerinin gerektirdiği bilgi ve becerileri edinmelerini sağlamanın önemli yollarından biri olarak kabul edilmektedir.
2. Şimdiye kadar katıldığınız hizmet içi programları yıl ve içerik olarak özetleyebilir misiniz?
bilgisayar ve internet (6 kişi), müfredat tanıtımı (3
kişi), eğitim felsefesi (1 kişi), fen laboratuarı araç
gereç kullanımı (1 kişi), izcilik (1 kişi), toplam kalite yönetimi (2 kişi), yaratıcı drama (1 kişi), sınıf
yönetimi (3 kişi), ergenlerle iletişim (2 kişi), materyal geliştirme (3 kişi), ölçme değerlendirme (2 kişi),
proje üretimi (1 kişi), okul öncesi (1 kişi), öğrenci
sağlığı ve ilk yardım (2 kişi), psikososyal travma (1
kişi), adaylık eğitimi kursu (2 kişi) ve çevreye uyum
semineri (3 kişi)’dir.
11-15 yıllık öğretmenlerden birisi bu soruya
“formalite icabı yapılmış etkinliklerdir, yazmaya
değmez” gibi bir yanıt verirken, 4-7 yıldır meslekte olan bir öğretmen ise hiçbir hizmet içi eğitime
katılmadığını belirtmiştir.
Burada özellikle belirtilmesi gereken şudur ki,
yukarıda söz konusu seminerlerin bir çoğunu
öğretmenler kendi imkanları ile takip etmişlerdir.
Aysun Mete hocamız ifadeleri ile bu bölümü
özetlemek uygun olacaktır: “MEB’in düzenlediği
genellikle de zorunlu tuttuğu seminerlerdi. Onun
dışındakilere kendi isteğimle başvurdum. …
Beklentilerimi karşılamamasının yanı sıra, kursiyerler sırf sertifika almak adına katılanlardan
oluşuyordu…”
3. Aldığınız hizmetiçi eğitim programları branşınıza yönelik miydi?
Bu soruya da yine ismini vermemiş 7 yıldır meslekte olan bir öğretmenimizin ifadeleri ile yorum
getirmek doğru olacaktır: “Aldıklarım evet, verdikleri hayır.” Bu ifade aslında tüm öğretmenlerin
görüşlerini özetler niteliktedir. Öğretmenler kendilerini geliştirme gereği duyduklarından bireysel
hizmetiçi eğitim programlarına da katılmaktadırlar.
4. Sizce bakanlığın verdiği hizmet içi eğitim programları yeterli mi? Nedenlerini belirtiniz?
Ankete yanıt veren öğretmenler meslek
hayatlarında farklı hizmetiçi eğitim programlarına
katılmışlardır. Bunlar özetle “çoklu zeka kuramı
semineri (2 kişi), özel eğitim semineri (5 kişi),
eğitim öğretim yöntemleri (2 kişi), risk altındaki
çocuklar (1 kişi), gönüllü kan bağışlayıcısı (1 kişi),
Bu maddenin analizinin bir tablo ile yapılmasının daha anlaşılır olacağı düşünülmektedir.
YILLAR
1 - 3 YIL
4 - 7 YIL
8 - 10 YIL
11 - 15 YIL
16 YIL ÜZERİ
Kişi
6 kişi
8 kişi
2 kişi
4 kişi
10 kişi
sayısı
Yeterli
–
2
–
2
1
Kısmen
Yeterli
1
3
1
1
1
Yetersiz
3
5
5
5
–
04.06.2012 15:19:29
Tablodan hareketle 30 öğretmenden 5’i (%17)
hizmet içi programları yeterli olarak nitelendirirken,
7’si (%23) si kısmen yeterli olduğunu belirtmiştir.
Geriye kalan 18 öğretmen (%60) için bakanlığın
verdiği hizmet içi eğitim programları yetersiz
kalmaktadır. “Yeterli” yanıtını veren 5 öğretmenin
açıklamaları dikkate alındığında bu yeterliliği içeriksel değil de sayısal olarak algıladıkları görülmüştür.
“Kısmen yeterli” bulan öğretmenlerin açıklamaları
lüzumsuz pek çok bilginin verildiği ve bu eğitimleri
veren uzmanların yaptıkları işin öneminin farkında
olmadıkları yönündedir.
Eğitimleri yetersiz bulan öğretmenlerin görüşlerini
de 5 yıldır öğretmen olan Aysun Mete’den alıntılamak uygun olacaktır.
“Maalesef yetersiz. Bazen sırf şube müdürleri
ücret alabilsin diye düzenlenen seminerlerdi.
Katılımcıların da sırf sertifika alıp dosyalarına koymak adına katıldıkları bu seminerler hizmet içi
değil hizmet dışı. Ayrıca son dönemdeki internet
üzerinden başvuru yaparken seminerlere katılacak
katılımcıların çok sınırlandırıldığını üzülerek belirtmek istiyorum. Branşım açısından katılabileceğim
ya da kendi alanıma yakın eğitim alanlarında kişisel
olarak geliştirebileceğim, ilgi duyduğum seminerler ya okul müdürleri, müdür yardımcıları ya da
ilköğretim öğretmenleriyle sınırlandırılmış oluyor.
Lise düzeyinde bakanlığın daha kaliteli seminerlerle öğretmenlerine hizmet vermesi gerekmekte ...”
5. Okulların “öğrenciler için” kapanması ardından bakanlığın düşündüğü online hizmetiçi
eğitimden haberdar mısınız? Sizce hizmet
içi eğitimler için en uygun dönem yılın hangi
aylarıdır?
Söz konusu eğitimden haberdar olan öğretmen
sayısı 2’dir ki bu online eğitim hala netleşmiş de
değildir. Öğretmenlerin 24’ü hizmet içi eğitimler
için en uygun dönemin “seminer dönemleri”
olarak tanımlanan Haziran ayının son iki haftası ve
Eylül ayının ilk iki haftası olduğunu belirtmişlerdir.
Bu öğretmenler dışında kalan 6 öğretmenden
4’ü Ağustos ayının son iki haftası ve Eylül ayının
ilk iki haftasının daha verimli geçeceğini dile
getirmişlerdir. 1 öğretmen mesleki olarak kendini yeterli gördüğünden çok fazla eğitime gerek
olmadığını söylerken, Kürşat YOZCU isimli 15 yıldır
meslekte olan diğer bir öğretmen ise “Hizmet için
eğitime karşıyım. Her öğretmen yetersiz bulduğu
alanlarda kendi kendini yetiştirmelidir. Bunun için
gerekli kaynaklar her alanda mevcuttur” şeklinde
bir açıklama yapmıştır.
6. Geçtiğimiz yıl resmi olarak kaç aylık (günlük)
tatiliniz oldu? (Tarih belirtiniz) Öğrencilerin
olmadığı dönemlerde okulda ne gibi etkinlikler
yapılmaktadır? Bunların verimi ne düzeydedir?
Bu sorunun ilk kısmı öğretmenlerin 3 ay tatil
yaptığını düşünen kişileri uyarmak maksadı ile
sorulmuştur. Öğretmenlerimizin 30’u da Temmuz ve Ağustos ayları olmak üzere iki aylık bir tatil
dönemi geçirdiklerini belirtmişlerdir. Daha önemli
kısmı ise öğretmenlerin, öğrencilerin yokluğunda
okulda kaldıkları geriye kalan bir aylık süreçte neler yaptıklarıdır.
Öğretmenler “seminer dönemi” denilen bu
dönemde meslekî gelişimle ilgili uygulamalar (8
kişi), okulun verdiği bazı görevlerin yerine getirilmesi, eksik evraklar vs. (4 kişi), mevzuat ve yönetmelik seminerleri (2 kişi), şök (şube öğrenci kurulu)
ve zümre toplantıları (3 kişi), yeni eğitim öğretim
yılına hazırlık çalışmaları (3 kişi), faydasız ve yetersiz uygulamalar (10 kişi) yapıldığını belirtmişlerdir.
Verilen yanıtlarda 12 özel okul öğretmeninin
yanıtlarının daha olumlu içerikte olduğu görülmektedir. Özel okullarda bir sonraki yıla hazırlık
çalışmaları daha yoğundur ve devlet okullarındaki
etkinliklerin daha az tatmin edici olduğu görülmektedir.
7. Sizce iyi bir hizmet içi eğitim nasıl olmalıdır?
Anket içerisinde, verilen yanıtların en önemli olduğu soru budur. Öğretmenlerin bunca eleştiri
sonrasında kendi zihinlerindeki hizmet içi eğitimi
tanımlamaları istenmiştir.
Mahmut AKGÜN:
Okulların
kapanmasından sonra
olması uygun değil,
psikolojik olarak
rahatlama dönemine
girildiği için vücut da ruh da
yorgundur.
Üstelik poyramdan s
onra okulların
açılmasına kadar
süre uzun olduğu için
öğrenilenleri sıcağı
sıcağına uygulama
imkanı olmaz.
13
11 - 14 (sat ceyLan).indd 13
04.06.2012 15:19:30
Tüm öğretmenlerin ciddiyet ve titizlikle yanıt verdikleri bu maddeye verilen cevaplar şöyle özetlenebilir:
& İhtiyaca yönelik olmalı (11 kişi)
& Öğretmenlerle belirlenecek zamanlarda yapılmalı, tatil dönemlerine konmamalı (27 kişi)
İbrahim AŞIK:
“İyi bir hizmet içi
eğitim için öncelikle
öğretmenlerin
beklentileri ve ihtiyaçları
çok iyi tespit
edilmelidir. Eğitim
konuları ve içeriklerinin
belirlenmesinde
bunlar dikkate
alınmalıdır. Eğitim yeri,
zamanı, ortamı
verimli çalışmaya uygun
olmalıdır. Eğitimcilerin
alanlarında
uzman olmasına dikkat
edilmelidir. Eğitimler
etkileşimli ve uygulamaya
yönelik olmalıdır.
Öğretmenlerden gelen
geri dönüşümler mutlaka
dikkate alınmalıdır…”
& Eğitim veren kişi alanında uzman olmalı ve işin
ciddiyetini algılamalı (25 kişi)
& Öğretmen için ilgi çekici, eğlenceli ve öğretici
hale getirilmeli (30 kişi)
Süleyman TANRIVERDİ:
& İşin ehli kişiler tarafından verilmeli.
& Öğretmenler zorla, değil gönüllü olarak katılmalı.
& Kursun veya seminerin verildiği yerin sosyal imkânları iyi
olmalı.
& Zamanı ve yeri iyi belirlenmeli.
& Sorunlara somut çözümler üretebilmeli (4 kişi)
& Sadece derse değil, sosyal aktivitelere de
imkan vermeli..
& Uygulamalara (teorik yanında daha yoğun pratik
bilgiler) ağırlık verilmeli (Materyal tasarlama,
etkinlik hazırlama vb) (22 kişi)
& Eğitim verilen mekanların sosyal imkanlarının
yeterli olması (1 kişi)
& Ciddi olmalı (7 kişi)
& Öğretmende farkındalık oluşturmalı, yeni bir
bakış açısı kazandırmalı (2 kişi)
& Gönüllülük esasına dayanmalı (18 kişi )
& Öğretmene ruh verilmeli, mesleğin kutsallığı hissettirilmeli (2 kişi)
& Öğretim sisteminin nasıl iyileştireceği yönünde
beyin fırtınaları yapılmalı (4 kişi)
& Branşa uygun olmalı (17 kişi)
& Öğretmenin etkin katılımı sağlanmalı (23 kişi)
& Yeterli kontenjan ayrılmalı (1 kişi)
& Teknolojiye yakından takip edebilmeyi sağlamalı
(8 kişi)
& Sosyal aktivitelere de zaman ayrılmalı, öğretmenin de bir insan olduğu unutulmamalı (1 kişi)
& Beş yıldızlı mekanlarda yeme içme etkinliğine
dönüştürülmemeli (1 kişi)
& Öğretmen de kazanılmaya çalışılmalı (1 kişi)
Mehtap KIZILALP: Bence eğitim seminer dönemlerinde ve isteğe bağlı olmalıdır.
Gönüllülük olmadan eğitim
yapılamaz. Öğretmenler seminer dönemlerinde ilçelerin farklı
okullarında açılan eğitimlerden
ilgisini çekene başvurup katılabilir. Eğitim ortamının cazip hale
getirilmesi ve eğitim sonunda
verilebilecek küçük ödüller de
katılım sayısını arttırmaya yardımcı olacaktır.
Öğretmenlerimize, özellikle İstanbul Taşdelen Koleji ve Gaziantep Haydar Aliyev İlköğretim Okulu
idâresine çalışmamıza verdikleri destekten dolayı
teşekkür ediyor, mesleklerindeki heyecanlarının
hiç dinmemesini diliyorum…
14
11 - 14 (sat ceyLan).indd 14
04.06.2012 15:19:30
HİZMETİÇİ
EĞİTİMDE
MOTİVASYON
ZEHRA ŞAŞMAZ
Okul Öncesi Öğretmeni / İstanbul
Aslında günümüzde
mal ve hizmet
üreten tüm kurum
ve kuruluşlar kendi
sektörlerindeki hızı ve
gelişmeleri
yakalamak ve artışı
sağlamak adına
personelini sürekli
öğrenmeye,
kendilerini
yenilemeye
zorlamakta, bunu
başaramayanları ise
ya işten çıkarmakta ya
da kariyer gelişimini
engellemektedir.
Tüm otoritelerce kabul edildiği üzere eğitim sisteminde hedeflenen amaçların gerçekleştirilmesi,
büyük ölçüde çalışan personelin niteliklerinin
artmasına ve personelin niteliğinin artırılması ile
de yeniliklerin takip edilerek gelişimlerini daha
üst düzeye taşımasıyla mümkün olmaktadır.
Bugün anlatılan bir bilgi artık eskimişken ve yarın
anlatılacak olanı gününde takip edip belleğimize
yerleştirmemiz gerekirken hala zihninde yirmi
yıl önce eğitim fakültesinden mezun olurken sahip olduğu bilgileriyle eğitim-öğretimi sağlamaya
çalışan eğitim personelinin varlığı bir türlü düzene
oturtamadığımız eğitim uygulamalarımızı kat be
kat hantallaştırmakta, yakalaması gereken hızı
maalesef olması gerekenin çok altına çekmektedir.
Toplumumuz da iş adamından akademisyenine,
doktorundan hizmetlisine kadar eğitimli eğitimsiz
tüm kesimlerin ciddiyetle farkında olduğu bu
hantallığın giderilmesi sürekli ve sistemli bir şekilde
yapılacak olan, idarecisinden hizmetlisine kadar
tüm eğitim personelini kapsayan hizmet içi eğitim
uygulamalarına bağlıdır. Aslında günümüzde
mal ve hizmet üreten tüm kurum ve kuruluşlar
kendi sektörlerindeki hızı ve gelişmeleri yakalamak ve artışı sağlamak adına personelini sürekli
öğrenmeye, kendilerini yenilemeye zorlamakta,
bunu başaramayanları ise ya işten çıkarmakta ya
da kariyer gelişimini engellemektedir.
Bu bağlamda eğitim sistemimizin omurga kemiğini
oluşturan öğretmenlerimizin yeni paradigmalara
açık olabilmesi, teknolojik ve bilimsel güncelliği
yakalayabilmesi, bir anlamda hücrelerini yenileyebilmesi sürecinde okul müdürlerinin oynayacakları
rol büyük önem taşımaktadır. Çünkü eğitim kurumlarının dolayısıyla eğitim hizmetinin kalitesi
tüm paydaşların sunacağı katkı ile doğru orantılı
olarak artacağı yadsınamaz bir gerçektir.
Milli Eğitim Bakanlığı hizmet içi eğitimi “eğitim
ve öğretim kurumlarında görevli öğretmen ve
okul müdürleri ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarının personelinin hizmeti daha iyi yapabilmeleri, verimliliği artırmaları, değişmelere ve
yeni gelişmelere uyum sağlamaları, alanlarında
yükselmeleri, yeteneklerini geliştirmeleri ve alan
değiştirmeleri amacı ile yapılan eğitimdir” (MEB,
2001) şeklinde tanımlamaktadır.
Yani Bakanlığın personeline yönelik iş verimini
artırmak, bilgi ve becerilerini yenilemek, hizmet
kalitesini yükseltmek amacı ile konferans, seminer ve her türlü eğitim faaliyetleridir. Mevcut
uygulama da yaşananlar öğretmenlerin çok
çok iyi niyetlerle yapılan hizmet içi eğitimlere
katılmayı çekici bulmadığı, hizmet içi eğitimle ilgili konular belirlenirken personelin görüşünün
yeterince alınmadığını düşündüğü, öğretmenler
tarafından hizmet içi eğitimin gereksiz ve anlamsız
bulunduğu, verimsiz ve boşa harcanan zaman dilimi olarak görüldüğü ya da tatil ve sohbet fırsatı
olarak düşündüğü tüm eğitim camiamız tarafından
malumumuzdur.
15
15 - 16 (zehra sasmaz).indd 15
04.06.2012 15:19:05
Öğretmen olarak
hepimizin
mesleki
yeterlilikleri
çok mu fazla?
Antalya, Fethiye
gibi tatil
beldelerinde
düzenlenen
eğitimlere gitmek
için can atıyoruz
da (Buralarda
yapılanlar da
nedense kimseye
çıkmıyor ya!)
oturduğumuz il
de ya da
ilçede yapılanlara
katılmak
istemiyoruz?
Biz öğretmenler hizmetiçi eğitime kendi aramızda
“seminer” deriz, okul müdürümüzün, il ya da ilçe
milli eğitimin ya da bakanlığın emriyle istemeye istemeye gitmek zorunda kaldığımız seminerler. Birilerinin bir şeyler anlattığı, birilerinin anlatılanları
dinlemeyip mecburiyetten dinliyormuş gibi yaptığı
sıkıcı seminerler.
Neden sıkıcı? Çünkü oraya gitmeyi ben talep etmedim. Çünkü seminer konusu benim mesleki ya
da kişisel eksiklerimi geliştirmeye, tamamlamaya
yönelik değil. Çünkü mesai saatlerimin dışındaki
bir saatte gitmek zorunda bırakılıyorum vs.
Tabi öğretmenlerimizin bu söylemlerinin büyük
çoğunluğuna katılmak bence mümkün değil.
Katılımı zorunlu olan eğitim seminerlerinin konu
başlıklarını incelediğimde bir öğretmenin mesleki
gelişimine büyük oranda katkı sağlayacak konuların
işlendiğini de görmekteyiz.
Durum böyleyken, yani hizmet içi eğitim uygulamaları hem de bu uygulamalardaki konular
öğretmenlerimize büyük katkı sağlayacakken
neden öğretmenlerimiz bu kadar isteksizler bu
eğitimleri almaya ve eksiklerini tamamlamaya?
Yoksa öğretmen olarak hepimizin mesleki yeterlilikleri çok mu fazla? Antalya, Fethiye gibi tatil
beldelerinde düzenlenen eğitimlere gitmek için
can atıyoruz da (Buralarda yapılanlar da nedense
kimseye çıkmıyor ya!) oturduğumuz il de ya da ilçede yapılanlara katılmak istemiyoruz?
Neden bilgilerimizi tazelemek ya da geliştirmek,
eksiklerimiz varsa tamamlamak biz öğretmenlere
bu kadar külfetmiş gibi geliyor?
liderlik davranışlarını sergilemeleri kaçınılmaz bir
gerekliliktir.
Paylaşılan amaçlar, herkesin aynı yönde ve bilinçli
olarak hareket etmesine yardımcı olur (Taş, 2000:
51). Öğretmenlerle yöneticilerin ilişkileri ne kadar açık ve demokratik olursa öğretmenler de o
kadar okula bağlı olacaklar ve öğretimsel liderin
yani okul müdürünün yönlendirmelerine ve eğitim
çalışmalarına istekle katılacaklardır. Bu konuda
okul müdürü, öğretmenler üzerinde varlığını etkili
bir şekilde hissettirmeli, temel görevinin öğretimin
niteliğini yükseltmek olduğunu göz önünde bulundurarak yetkisi dahilin de olan ödül-ceza sistemini
etkili bir şekilde uygulamalıdır.
Ödüllendirilen başarılar, başarının pekiştirilmesi
yanında çalışanların motivasyonu ve morali açısından da önemlidir. Bir okulda öğretmenlerce hizmet
içi eğitimlere katılarak sağlanan bireysel ya da grup
halinde gerçekleştirilen başarıların tanınması, bilinmesi, kutlanması, onların okulla bütünleşmelerini
sağlayacaktır. Kısacası öğretmenlerimizin hizmet
içi etkinliklere katılması için motivasyona ihtiyacı
var. Aksi halde boşa harcanmış zaman ve emek
israfı.
Ümit ediyorum ki öğretmenlerimiz bir gün kimsenin baskısına gerek duymadan, hizmet içi eğitim
çalışmalarının önemini ve gerekliliğinin bilincine
ulaşarak birbirleriyle yarış edercesine bu eğitimlere
katılır ve kendilerini mesleki anlamda güçlendirirler. Eğitimimizin niteliği, öğrencilerimizin başarı seviyesi uluslar arası sıralamada üst seviyelere ulaşır.
Bu durumu tersine çevirmek temelde elbette
ki bireysel gayretlerimize bağlı. Ancak mesleki
gelişmeye yönelik olanakları öğretmenlere duyurma, gerekli hizmet içi etkinliklerin düzenlenmesini sağlama ve her şeyden önemlisi öğretmenlerini
motive etme, eğitimlerinden sağlanacak yararlar
konusunda ikna çabalarında bulunma, öğretmen
performansı ve öğrenci başarısı konusundaki
beklentilerini yansıtma, başarıya ve yaşam boyu
öğrenmeye odaklı ortak amaçları hatırlatma gibi
16
15 - 16 (zehra sasmaz).indd 16
04.06.2012 15:19:08
4 + 4 + 4:
12 SORUDA 12 YILLIK
KADEMELİ EĞİTİM SİSTEMİ
İBRAHİM TONBULOĞLU
Müdür Yardımcısı / İSTANBUL
Eğitimcilerin ve
kanun hazırlayıcıların
buluştuğu ortak nokta
pedagojik açıdan
birinci sınıf öğrencisi
(hatta okul öncesi
öğrencisi) ile ikinci
kademe
öğrencilerinin aynı
ortamda eğitim
görmesinin yanlış
olduğu düşüncesi idi.
Bu yanlışlık yapılan
düzenlemeyle sağlıklı
bir ortama kavuşmuş
olacak.
Zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaran 4+4+4 kademeli
eğitim sistemi, uzun süren tartışmalar sonrasında
yasalaştı. “İlköğretim ve Eğitim Kanunu İle Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”
Cumhurbaşkanının 10 Nisan 2012 tarihinde
onayı ve 11 Nisan 2012 tarihli Resmi Gazete’de
yayımlanmasının ardından yürürlüğe girdi. Tüm
eğitim kurumlarını etkileyecek bu düzenlemeyi
soru ve cevaplar eşliğinde inceleyelim.
Kanun maddesinden anlaşıldığı üzere 5 yaşını (60
ayını) eylül ayı itibariyle bitiren çocukların kaydı, ilkokul kurumlarının birinci sınıflarına yapılabilecek.
1. sınıflara kaydın üst sınırı 72 ay olacak.
4+4+4 kademeli eğitim sistemi ne zaman
başlayacak?
1739 sayılı Kanuna eklenen geçici maddeye göre
4+4+4 eğitim sistemi, 2012-2013 eğitim öğretim
yılı itibariyle uygulanmaya başlanacak. Bakanlar
Kurulu, gerekli gördüğü takdirde bu düzenlemeyi
bir yıl erteleyebilecek.
İlköğretim birinci ve ikinci kademe kurumları
ayrılacak mı?
Bütün tartışmalara rağmen uzlaşı sağlanan en
önemli değişiklik bu maddedir. Eğitimcilerin ve kanun hazırlayıcıların buluştuğu ortak nokta pedagojik açıdan birinci sınıf öğrencisi (hatta okul öncesi
öğrencisi) ile ikinci kademe öğrencilerinin aynı ortamda eğitim görmesinin yanlış olduğu düşüncesi
idi. Bu yanlışlık yapılan düzenlemeyle sağlıklı bir
ortama kavuşmuş olacak.
Yeni açılacak olan ilkokullar, ortaokullar ve liseler
bağımsız olarak kurulacak. İmkân ve şartların elvermemesi halinde ortaokullar; ilkokul veya liselerle
birlikte kurulabilecek. MEB Müsteşarı Emin ZARARSIZ, fiziki olarak ayrışmanın mümkün olmadığı
kurumlarda ikili eğitime geçileceğini, ortaokul
öğrencilerinin sabahçı, ilkokul öğrencilerinin de
öğlenci olarak devam edeceklerini belirtmişlerdir.
Öğrenciler zorunlu eğitime kaç yaşında başlayacak?
222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu’nun 3.
maddesi şu şekilde değiştirilmiştir: “Mecburi
ilköğretim çağı 6-13 yaş grubundaki çocukları kapsar. Bu çağ çocuğun 5 yaşını bitirdiği yılın eylül ayı
sonunda başlar, 13 yaşını bitirip 14 yaşına girdiği
yılın öğretim yılı sonunda biter.”
İlköğretim 5, 6, 7 ve 8. sınıfta okumakta olan
öğrenciler bu düzenlemeden etkilenecek mi?
Kanunun yayım tarihi itibariyle 5, 6, 7 ve 8. sınıfta okuyan öğrenciler bulundukları kurumlarda
eğitimlerini tamamlayacaklar. Bakanlık bu durumla
ilgi usul ve esasları düzenlememeye yetkili kılındı.
İl, ilçe ve okul bazında Milli Eğitim Bakanlığı
düzenleme yapabilecek.
4+4+4 kademeli eğitim sistemi nedir?
Eğitim-öğretim faaliyetlerini ilkokul, ortaokul ve
lise kurumları olarak adlandıran, dörder yıl olarak
kademelendiren ve zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaran
eğitim sistemidir.
17
17 - 18 (ibrahim tonb).indd 17
04.06.2012 15:19:54
1739 sayılı Kanunun
25. maddesinde yapılan
mülgaya göre, İmam
“Ödüllendirilen
Hatip Liselerinin
ortaokul
açılacak.
başarılar,kısmı
başarının
Spor Liselerine, Güzel
pekiştirilmesi
yanında
Sanatlar Liselerine,
Fen
Liselerine,
Anadolu
çalışanların motivasLiselerine ve Meslek
yonu
ve morali
Liselerine
hazırlayıcı
nitelikte
ortaokul
açısından
da önemprogramlarının açılması
lidir.”
da mümkün.
“Öğretmenlerimizin
hizmet içi etkinliklere katılması için
motivasyona ihtiyacı
var. Aksi halde boşa
harcanmış zaman ve
emek israfı.”
Seçmeli derslerde değişiklik var mı?
Ortaokul ve liselerde Kur’an-ı Kerim ve Hazreti
Peygamberimizin Hayatı seçmeli ders olarak okutulacak. Bu kurumlarda okutulacak diğer seçmeli
dersler Milli Eğitim Bakanlığı’nca belirlenecek.
Ortaokullarda farklı program türleri olacak mı?
Yapılan düzenlemeye göre ortaokullarda farklı programlar uygulanabilecek. 1739 sayılı Kanunun 25.
maddesinde yapılan mülgaya göre, İmam Hatip
Liselerinin ortaokul kısmı açılacak. Spor Liselerine,
Güzel Sanatlar Liselerine, Fen Liselerine, Anadolu
Liselerine ve Meslek Liselerine hazırlayıcı nitelikte
ortaokul programlarının açılması da mümkün.
Yeni düzenleme mesleki eğitimi nasıl etkileyecek?
AB ülkelerinin ortaöğretim içerisindeki mesleki eğitim oranı % 60’larda iken, ülkemizde bu
oran %44’lerdedir. Mesleki eğitim alanında, 14
yaşından sonra öğrencilere yapılan yöneltme ve
yönlendirme, yeterli kalitenin sağlanmasına engel
olmakta idi. Meslek liselerinin ikinci kademelerinin
açılacak olması sanayicileri ve orta ölçekli iş yeri
sahiplerini umutlandırmaktadır. Bu düzenleme
kalifiye ara eleman sıkıntısı çektiklerini söyleyen
işletmelerin umudu haline gelmiştir.
2809 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı
Kanunu’nda ne gibi değişiklilere gidildi?
Yükseköğretim Kurumları Kanunu’nda yapılan
düzenlemeye göre bazı üniversitelerin adları
değiştirildi. İsimleri değiştirilen üniversiteler şunlar:
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Bülent Ecevit
Üniversitesi, Konya Üniversitesi Necmettin Erbakan Üniversitesi, Kayseri Abdullah Gül Üniversitesi
Abdullah Gül Üniversitesi, Rize Üniversitesi, Recep
Tayyip Erdoğan Üniversitesi oldu.
Üniversiteye giriş sınavları ile ilgili değişiklik var
mı?
Üniversiteye giriş için Yüksek Öğretim Kurulu
tarafından yapılacak merkezi sınavlara devam edilecek. Yerleştirme puanları hesaplanırken sınava
giren adayların ortaöğretim başarı puanları dikkate
alınacak.
Meslek ve İmam-Hatip liselerinin en büyük
yarası olan katsayı uygulamasına da neşter vuruldu. Katsayı farkından doğan adaletsizlik
“Yükseköğretim kurumlarına giriş ve yerleştirme
işlemleri imkân ve fırsat eşitliğini sağlayacak tedbirleri almak kaydıyla, Yükseköğretim Kurulu
tarafından belirlenen usul ve esaslara göre yapılır.”
ibaresiyle ortadan kaldırılmış oldu.
Ortaokulların eğitim yöneticiliğine görevlendirme nasıl yapılacak?
İlköğretim kurumları ilkokul ve ortaokul olarak
ayrılacağına göre idarecilerin bu kademelere
yönlendirilmesi gerekmektedir. Fakat bir kuruma
eğitim yöneticisi (müdür ya da müdür yardımcısı)
olarak atama yapılması, o kurumda ders verebileceği normun olması şartına bağlanmıştır. Bu durumda ilkokul müdür/müdür yardımcılarının
sınıf öğretmenlerinden; ortaokul müdür/müdür
yardımcılarının branş öğretmenlerinden seçileceği/
atanacağı sonucuna varabiliriz.
Atama bekleyen öğretmenler için sistemin getirileri nelerdir?
Sınıf öğretmenlerinden 5. sınıfların alınması ile
norm fazlası durumuna düşecekler. Yeni getirilen sistemin yeni mağdurlar oluşturulmaması
adına bu konuda mutlaka adımlar atılmalıdır.
MEB Müsteşarının açıklamasına göre sınıf
öğretmenlerindeki norm fazlalığı 1. sınıflara
açılacak yeni şubelerle giderilmeye çalışılacak.
Atama bekleyen branş öğretmenleri ise yeni sistemden umutlu. İlköğretim ikinci kademesinin (ortaokul) bir sınıf artırılması ile yeni norm kadrolar
açılacaktır. Lisenin zorunlu olması ile lise branş
öğretmenlerinin de norm kadro sayısında artış
yaşanacaktır. 90’lı puanlarla atama bekleyen ve
açılan kontenjanların düşük olduğundan şikayetçi
olan branş öğretmenleri 12 yıllık kademeli eğitim
sisteminden oldukça umutlular. Elbette bu
umutların gerçekleşebilmesi için yeni açılacak olan
norm kadrolara Milli Eğitim Bakanlığının atama
yapması gerekiyor.
Kaynakça
• 20.02.2012 tarihli İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
• 30.03.2012 tarihli İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
18
17 - 18 (ibrahim tonb).indd 18
04.06.2012 15:19:57
“KUR’AN-I KERİM” VE
“HZ. PEYGAMBERİMİZİN HAYATI”
SEÇMELİ DERSLERİ HAKKINDA
BİR DEĞERLENDİRME
MUHAMMET YILMAZ
DKAB Öğretmeni / İSTANBUL
Halkın din eğitimi
talepleri de
vatandaşlıktan doğan
hak taleplerinden
biridir ve temel insan
hakları doğrultusunda
karşılanmalıdır. Bu
bağlamda eğitim
sistemimizde “4+4+4”
şeklinde isimlendirilen
yeni bir yapılanmaya
gidilirken, halkın talepleri doğrultusunda;
“Kur’an-ı Kerim” ve
“Hz. Peygamberimizin Hayatı” ismiyle iki
seçmeli
dersin açılabilmesine
imkân tanınmıştır.
Eğitim, içinde yaşanılan toplumca arzu edilen
davranışların bireyde oluşturulması süreci olarak
tanımlanır. Bu tanım, bir yandan eğitimin birey
üzerinden toplumu değiştirme ve dönüştürme
işlevini, diğer yandan da toplumsal taleplerin eğitimde yer alması gerektiğini ifade eder. Bir ülkenin
eğitim sisteminin toplumsal ihtiyaçlara ve taleplere
cevap vermesi, toplumun istediği özelliklere sahip
birey yetiştirmesi eğitimin doğasında var olan bir
olgudur.
Din eğitimi ve öğretimi ülkemizde olduğu gibi
bütün dünyada eğitimin bir disiplini olarak kabul görmektedir. Halkın din eğitimi talepleri de
vatandaşlıktan doğan hak taleplerinden biridir ve
temel insan hakları doğrultusunda karşılanmalıdır.
Bu bağlamda eğitim sistemimizde “4+4+4”
şeklinde isimlendirilen yeni bir yapılanmaya gidilirken, halkın talepleri doğrultusunda; “Kur’an-ı
Kerim” ve “Hz. Peygamberimizin Hayatı” ismiyle
iki seçmeli dersin açılabilmesine imkân tanınmıştır.
Söz konusu yeni eğitim yapılanmasında bu seçmeli derslerin dışında farklı toplumsal taleplerin
karşılanmasına imkân tanıyacak diğer seçmeli
derslerin verilmesinin yolu da açılmıştır. Bu yapılanma, başta Alevilik anlayışı olmak üzere diğer din
anlayışlarının da seçmeli ders olarak verilebilmesini sağlayacaktır. Bu düzenlemenin, din eğitimi
konusunda ülkemizde yaşanan ve toplumsal barışı
sıkıntıya sokan olumsuzluklardan bazılarının ortadan kalkmasına vesile olacağını söyleyebiliriz.
Eğitim sistemimizdeki yeni yapılanma ile birlikte,
seçmeli olarak getirilen derslerin isimlendirilmeleri
başta olmak üzere; program, içerik, ders kitabı ve
derslerde kullanılacak yöntem ve teknikler konusunda bir dizi sorunun önümüzdeki aylarda tartışılmaya devam edeceği anlaşılmaktadır. Öncelikle derslerin isimlendirilmesinden anlaşılıyor ki bu
konuda yasama organı olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi ve yürütme organı olarak Milli Eğitim
Bakanlığı’nın pek de bir hazırlık şansı olmamıştır.
Söz konusu seçmeli derslerin her ikisinin de ismi
sorunludur. Nitekim Kur’an-ı Kerim isimli seçmeli
ders, Kur’an-ı Kerim’i yüzünden okumanın öğretiminin verileceği bir ders olarak algılanmıştır. Hâlbuki toplumsal talep sadece Kur’an-ı Kerim’i okuyabilen bir nesil yetiştirmek değildir. İslam dininin
temel kaynağı olan Kur’an’ın gönderiliş amacı da
onun sadece okunmasına değil; anlaşılması, üzerinde düşünülmesi ve yaşanmasına yöneliktir. O
halde Kur’an-ı Kerim seçmeli dersi, okuma, anlama, düşünme ve yaşama amacına yönelik olmalıdır. Bu bağlamda dersin isminin “Kur’an-ı
Kerim’i Okuma ve Anlama” veya benzeri bir şekilde olması gereklidir.
“Hz. Peygamberimizin Hayatı” ismiyle ihdas edilen seçmeli dersin ismi de bazı açılardan sorunludur. Özellikle bu isim, laikliğe aykırılık gerekçesiyle
Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilme riski
taşımaktadır. Ayrıca “Hz. Peygamberimizin Hayatı”
ismi kronolojik olarak tarihsel bilgilerin öğretileceği
bir ders olarak algılanmaktadır. Oysaki böyle bir
dersin eğitim açısından önemli bir faydasından
19
19 - 20 (muhammet yilmaz).indd 19
04.06.2012 15:20:16
“Bu ders iyi
hazırlanmış etkinliklerle işlenmeli
ve bu etkinlikler
Hz. Peygamber’in
örnekliğinin
zamanımızın
sorunlarına çözüm
üretecek şekilde
yorumlanmasını
sağlayacak yaklaşımlarla verilmelidir.”
bahsetmek mümkün değildir. Bu dersin ismi de
“Hz. Muhammed’in Hayatı ve Örnekliği” veya
benzeri bir şekilde olması gerekmektedir.
Söz konusu derslerin programı, içeriği ve uygulanacak yöntem ve teknikleri ile kaç düzey olarak
planlanacağı da önemli sorunlardandır. Seçmeli
Kur’an-ı Kerim dersinin Kur’an’ın yüzünden okunmasının öğretilmesinde ses ve görüntü teknolojileri
azami ölçüde kullanarak verilmelidir. Bu yaklaşım
çok daha kısa sürede öğrencilerin yüzünden okumayı öğrenmelerini sağlayacaktır. Böylece dersin
anlama, düşünme ve uygulama yönüne daha fazla
zaman ayırmak mümkün hale getirilebilir. Bu ders
için, yüzünden veya ezbere öğretilen her ayet yahut surenin aynı anda anlamının da öğretilmesini
sağlayacak şekilde program hazırlanmalı ve yöntemler geliştirilmelidir. Sınıf düzeyleri de dikkate
alınarak Kur’an-ı Kerim’de geçen kıssalar bu dersin önemli konuları olarak değerlendirilmelidir.
Kur’an-ı Kerim dersleri ayrıca toplumda bir ‘Kur’an
Kültürü’ oluşturma ve onu doğru anlamaya yönelik adımlar ve yaklaşımlar içermelidir. Çünkü dini
yozlaşma ve taassup önemli sosyal sorunlardandır.
Bu sorunları ortadan kaldırmanın en güzel yolu da
dini, temel kaynağından öğrenmek, anlamak ve
bu konuda geniş halk kitlelerine ulaşan bir ‘Kur’an
Kültürü’ oluşturmaktır. Kur’an-ı Kerim seçmeli dersi ile ilgili en önemli sorunlardan biri de çocukların
anlayabileceği bir mealin olmamasıdır. Bu sorunu
aşmak için Diyanet İşleri Başkanlığı ve ilahiyat
fakültelerinin hiç zaman kaybetmeden çalışmalara
başlaması gerekmektedir. Bu çalışmalarda önce
çocuklar için bir meal dili geliştirilmeli ve buna uygun meal çalışması yapılmalıdır.
“Hz. Peygamberimizin Hayatı” olarak isimlendirilen dersle ilgili öncelik kronolojik tarihsel bilgilerin
öğretilmesinden ziyade onu örnek alınabilecek
bir şahsiyet haline getirmeye verilmelidir. Başka
bir şekilde ifade etmek gerekirse bu ders Hz.
Peygamber’i tarihin tozlu sayfalarından çıkarıp
yaşayan ve örnek alınabilecek bir şahsiyet olarak
yeni nesillere tanıtmaya matuf olmalıdır. Kanaatimize göre bu derste Hz. Peygamber’in hayatı
ile ilgili tarihsel bilgilerle örnekliği birlikte verilmelidir. Böylece Hz. Muhammed’in hayatını öğrenen
öğrenciler öğrendikleri bilgilerden; onun nerede,
ne zaman, niçin ve nasıl davrandığını daha iyi
anlamayı ve örnek almayı başarabileceklerdir.
Bunun için yapılması gereken, uygun yöntem ve
teknikler geliştirmektir. Kanaatimize göre bu derste kullanılabilecek en uygun yöntem örnek olay
incelemesidir. Ayrıca bu ders iyi hazırlanmış etkinliklerle işlenmeli ve bu etkinlikler Hz. Peygamber’in
örnekliğinin zamanımızın sorunlarına çözüm
üretecek şekilde yorumlanmasını sağlayacak yaklaşımlarla verilmelidir.
Acaba “Kur’an-ı Kerim” ve “Hz. Peygamberimizin Hayatı” ismi verilen seçmeli derslerin hangi
düzeyde ne kadar verilmesi uygundur? Bu soru,
konu ile ilgili gelecekteki tartışma alanlarından
birini oluşturmaya aday olarak gözükmektedir. Bir
öğrencinin hem ortaokulda hem de lisede defalarca bu dersi seçme hakkının olması; programda tekrara düşme, öğrenciyi bilgi açısından tatmin edememe gibi sebeplerle dersin etkisinin azalmasına
yol açabilir. Bu sebeple söz konusu derslerin ayrı
ayrı olmak üzere ortaokul ve liselerde birer, en
fazla ikişer defa açılması daha uygun olacaktır.
Bu derslerin birden fazla seçilebilmesine imkân
sağlanması halinde, tekrara düşülmesini önleyecek
şekilde ve öğrencilerin bilgi düzeylerini dikkate
alan farklı programlar hazırlanmalıdır.
Sonuç olarak, ülkemizde ilk defa sivil iktidarın inisiyatifiyle, halkın talepleri doğrultusunda eğitim
sisteminde bir değişiklik yapılmıştır. Eksikleri ve
yanlışları olsa da bu değişikliklerin din eğitimi gibi
ülkemizde önemli bir sorunun aşılması yönünde
bir aşama olduğu kanaatindeyiz. Ülkemiz, milletimiz ve insanlık için hayırlı olmasını dileriz.
20
19 - 20 (muhammet yilmaz).indd 20
04.06.2012 15:20:20
+
+
SINIF
ÖĞRETMENLERİ
VE
SÜLEYMAN TANRIVERDİ
Sınıf Öğretmeni / İstanbul
Daha önce
belirttiğimiz gibi,
40 bin civarındaki
5. sınıf öğretmenini
bir anda istihdam
etmek zor olacaktır.
Bunun için en az 3
yıl daha 5. sınıflara
sınıf öğretmenleri
girebilir. Çünkü 5.
sınıflara bir anda branş
öğretmenlerinin
girmesi Türkçe,
matematik, fen ve
teknoloji, sosyal
bilgiler branşlarında
% 25 daha fazla
öğretmen açığı ortaya
çıkaracaktır.
Türkiye gündemini uzun süredir meşgul eden ve
yoğun tartışmalara neden olan 4+4+4 eğitim sistemi meclisten geçti ve Cumhurbaşkanı tarafından
onaylandı.
Yeni sistemle birlikte ne değişti?
• Zorunlu eğitim kademeli olarak 12 yıla çıktı.
İlk 8 yıl zorunlu sonraki 4 yıl yani lise ise zorunlu
olmakla beraber isteyen öğrenci açık öğretimden
devam edebilecek.
• Sınıfa başlama yaşı bir yıl öne çekilecek.
• İsteyen öğrenciler ilk 4’ten sonra seçmeli olarak
Kur’an-ı Kerim ve Hz Muhammed (sav)’in hayatını öğrenebilecek.
• İlk 4’e sınıf öğretmenleri, ikinci 4’e branş öğretmenleri girmeye başlayacak.
Aslında yazımızın konusunu da bu son madde
oluşturuyor. Bilindiği gibi sınıf öğretmenleri 5.
sınıfa kadar derslere girmektedir. Yeni sistemle 5.
sınıflara branş öğretmenleri girmeye başlayacak.
Bu durum sonucunda şu anda 5. sınıf okutan 53 bin öğretmen (bu sayının 13 bini ücretli
olduğu düşünülürse yaklaşık 40 bin) norm fazlası
olacaktır. Zaten bakanlığın 1. sınıfa başlama yaşını
bir yıl erkene çekme çabaları bundan dolayıdır.
Ama böyle bir uygulama kesinlikle pedagojik bir
uygulama değildir. Sınıf öğretmeni aldığı pedagojik formasyon gereği 1. sınıfa başlayan öğrenciye
okuma-yazma öğretmektedir. Sınıf öğretmeninden
farklı bir uygulama beklemek sınıf öğretmeninin
değil ana sınıfı öğretmenin görevidir. Çünkü normal şartlarda ana sınıfının yaş gurubuna giren bir
öğrenciyi sınıf öğretmenine teslim etmek doğru
bir yaklaşım değildir. Yapılan bazı açıklamalarda
1. sınıfa erken başlayan öğrenciler için farklı bir
müfredat uygulaması gündeme gelmektedir. Açıklamalara bakılırsa 1. sınıfa normal başlayanlar için
aynı müfredat, erken başlayanlar için farklı bir müfredat. Yani aynı sınıfı okuyan iki gruba farklı müfredat uygulaması. Böyle bir uygulamaya girmek
doğru olmayacaktır. Temelde fırsat eşitliğine aykırı
olacaktır. Bu noktada yapılması gereken şudur: İki
sınıfa da aynı müfredat uygulanması, ancak biraz
daha hafifleştirilmiş bir şekilde.
Örneğin çizgi çalışmaları 15 gün sürecekse bu süre
şartlara göre 45 güne kadar uzatılabilir. Öğrenci
normal şartlarda 1. dönemin sonuna doğru okumaya geçmektedir. Bu noktada sınıf öğretmenleri
biraz daha esnek olup öğrenci şartları da göz
önünde bulundurularak mart, nisan aylarında da
okumaya geçse bir sorun olmaz. Ana sınıflarında
öğretmenlerin yanında yardımcı kişiler de bulunmaktadır. Bu kişiler öğrencilerin kişisel temizlik
gibi ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Öğrenciler 1 yaş
erken başladıklarında böyle bir sorun da ortaya çıkacaktır. Okula erken başlayan öğrenciler
için yardımcı personel gündeme gelecektir. Bu
da ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sınıf öğretmenlerinin hem ders anlatıp hem de
öğrencilerin kişisel ihtiyaçlarını karşılaması beklenemez.
Daha önce belirttiğimiz gibi, 40 bin civarındaki
5. sınıf öğretmenini bir anda istihdam etmek zor
olacaktır. Bunun için en az 3 yıl daha 5. sınıflara
sınıf öğretmenleri girebilir. Çünkü 5. sınıflara bir
anda branş öğretmenlerinin girmesi Türkçe, matematik, fen ve teknoloji, sosyal bilgiler branşlarında
% 25 daha fazla öğretmen açığı ortaya çıkaracaktır.
Her halde bakanlık böyle bir ihtiyacı ücretli öğretmenle kapatma yolunu tercih etmeyecektir. Ayrıca mesele sadece sınıf öğretmenlerinin değil aynı
zamanda sınıf öğretmenliği bölümünde okuyan
öğrenciler için de kaygı vermektedir. Gerekli çalışmalar yapılmazsa sınıf öğretmenliği mezunları birkaç yıl atanamayacak ve sonuçta ciddi bir yığılma
olacaktır.
Şu anda branşı sınıf öğretmenliği olmayıp da sınıf
öğretmenliği yapan öğretmenler bulunmaktadır. Bu
konumda olan öğretmenlere de kendi branşlarına
geçme imkanı da tanınmalıdır.
21
21 (süleyman tanr verdi).indd 21
04.06.2012 15:20:41
ÖĞRETMENLERİN
ÖĞRENMESİ
GEREKENLER
RÜSTEM BUDAK
Sınıf Öğretmeni / Sakarya
Eğitim ferde
bilgi, beceri
ve alışkanlıklar
kazandırma
faaliyetleridir,
diye tarif edilir.
Bu faaliyet esnasında gösterilecek
titizlik, bir bakıma
eğitimin olumlu
sonuçlanmasına
vesile olacaktır.
Bireyin eğitimi
doğumuyla birlikte
başlar.
Hep bir şeyler öğretme gayretinde olan öğretmenlerin öğrenmesi gereken çok şey var. Öğrenilmesi
gerekenleri öğrenmeyenler zamanın ve mekânın
dışına itilirler. Öğrenme ihtiyacı hissetmeyenler,
öğretemezler… Öğreticilerin önde gelenleri olan
öğretmenlerin öğrenmesi gerekenler:
1- Bildikleri şeylerin çoğunun eksik veya yanlış
olduğudur. Öğretmenlerin bilgilerini 2 kısma
ayıra-biliriz: a- insan bilgisi b- Mesleki alan bilgisi.
Öğrenciye neyi, ne zaman, nasıl, nerede öğreteceğine dair öğretmenin eline bir çalışma planı
konulur. Bilgi aktarımında her şey hazırdır. Bu
hazır bulma- hazır olma süreci kişiyi kolaycılığa ve
de tembelliğe götürmektedir. Bilginin zenginliğine
karşı öğretmen bunu en daraltıcı haliyle öğrenciye
sunar. Öğrettiği birçok bilginin yanlış, eksik
olduğunu kabul etmez.
2- Öğretmen yöntem tüketmez, üretir. Sınıfta en
orijinal yöntemi kendisinin bulacağını düşünerek
dersini anlatmalıdır. Bildiği, duyduğu yöntemleri unutabilmeli, An’ın kuşattığı yöntemi ortaya koymalıdır. Yıllarca aynı yöntem ile hareket
eden öğretmen, yolunu şaşırdığından habersiz
gerçekliğin orta yerinde olduğunu zannedip kayıp
yıllar ve yolların onu götürdüğü sanal dünyada
oyalanır.
3- İnsanı tanımadan “insan” inşa edilemez. Öğretmen bir insan sarrafıdır. İnsana öğretmeye
çalıştığı şeylerin alanı âlem kadar geniş ve zengindir. Bunları, muhatabınız olan insana, onu tanımadan, ihtiyaçlarını gözetmeden ve hedeflerini anlamadan veremezsiniz. Anlamak öğretmen için
anlatmaktan ve öğretmekten daha zor bir iştir.
İnsan ile ilgili bilgisini derin bir perspektiften değil
ezberlenmiş kalıp cümlelere mahkûm edilmiş
haldedir. İnsana yabancılaşmış öğretmen; eksikleri tamamlayan, takviye eden, genişleten bir
fonksiyonda değildir ve kuşakların değişen dilini ve
yordamını bilmemektedir.
4- Başarının önündeki en büyük engel yine kendisidir. Özel veya kamusal alandaki çalışmalar
kendine özel farklılıklar içerir ve doğal olarak da
hedeflerin gerçekleştirilmesi bağlamında başarı
söz konusudur. Başarıda kişinin, kurumun, ailenin
ve çevrenin mutabık olduğu ölçüler vardır. Ancak bu ölçüler Türkiye gerçekliğinde insan aleyhine bir durum arz etmektedir. Bu ölçülerin
gerçekleşmesinin önünde ekonomik, psikolojik,
sosyolojik, kültürel ve siyasal engeller bulunur.
Ancak gözden kaçmayacak en büyük engel yine
öğretmenin ta kendisidir. Öğretmen bu süreçlere
ilişkin bahaneleri dışarıda aramaya başladığı anda
kendini mahkûm etmek-te, sürekli gerileyecek bir
yolu açmış olmaktadır. Aile, çevre, teknoloji, sistem, müfredat… Bunlar öğretmen nazarıyla birer
etken olmalı ancak temel etken olarak merkezde
kendini konumlandırmalıdır.
5- Müfredat neler yapmaması gerektiğini öğretir.
Her derse ilişkin en ince ayrıntısına kadar yazılmış
kitapçıklar vardır. Öğretmen bunlara bakarak
ders işleyecek ve kendini geliştirecektir. Müfredat adına yapılan ruh cinayetleri sayısızdır.
Tapınmaya dönüşen itaat ile kendi aklını bir yana
bırakarak ödünç fikirlerin muhafızlığına soyunulur. Okul ve sınıfta kendi zihninde bir müfredat
oluşturamayanlar bir yere varamamaktadır. Her
noktada biraz daha kendisi olmaya çalışılarak ancak insan ortaya çıkarılabilir.
6- Göreve başlarken aklını durduranlar zaman
içinde çabuk yaşlanırlar. İdeallerden soyutlanmış,
22
22 - 23 (Rüstem budak).indd 22
04.06.2012 15:21:07
geleceğini garanti altına alma gibi absürd düşüncelerle öğretmenliğe başlayanlar fetih düşünü
gerçekleştirmiş kişi olarak durağanlığa, statükoya
teslim olurlar. Her gün yeniden öğrenen öğretmen
değil de, öğrendiğini harcamaktan başka bir
şey yapmayan mirasyedi olarak ya önceden
kazandıklarını harcamakta ya da hazırda olan
kazanımları kullanmaktadır.
7- Her an bir mucizeye tanıklık edebileceğini
bilmelidir. Öğretmen insan mucizesinin her an
yeniden dirilişine şahit olur. Öğretmenlerin çoğunluğu insan hakkındaki tasavvurunu “her insan
ayrı bir mucizedir” anlayışı yerine “hepsi aynıdır”
diyerek bakış açısını tek noktaya düşürür. İnsanın
her an yeniden doğuşuna tanıklığı görmek istemez.
Gözlerini kapatır, kulaklarını sağırlaştırır, zihnini
köreltir. Zamandan ve mekândan kopmuş halde
geçmek bilmeyen günlerin hesapları yapılır.
8- Suçlanacak en son kişi öğrencidir. Çocuklar,
gençler… Öğrenciler… Masumiyet halesinin son
halkaları… Ve bütün sorunların baş sebebi… Ders,
kişilik, ahlak, davranış noktasında oluşan her sorunun temeli çocuktur- öğrencidir. Sözler ona
yönelir, eleştiriler hakeza… Hâlbuki o kendisine
öğretileni söylemekte, gördüğünü yapmaktadır.
En son konuşulan ve eleştirilen odur. Öğretmen ve
aile işbirliği ile bu sürecin yegâne sorumlusu ilan
edilir.
9- İlham kanallarını açık tutmalıdır. Bilgi âleminde zerreleriz… Ayet olduk, yeryüzüne indik… Gördüklerimiz, duyduklarımız, işittiklerimiz,
hissettiklerimiz, okuduklarımız… Anlamak için
çabalar, savaşlar… Öğretmen bazen önünde,
bazen yanında, bazen de arkasında durduğuyürüdüğü öğrencilere akıllarını- kalplerini evreniz
sonsuzluğunda çıldırtacak- teslim ettirecek- arayışa
sevk edecek işaretleri göstermelidir. İlhamını
metafizik gerçeklikten alacağı gibi şahit olduğu her
an içinde saklı olan hakikatten kendine düşen payı
alabilir.
10- Okullar itaat merkezli kurumlardır. Öğretmene,
güce, kurallara... İtaat istenilen unsurları sorgula-
ması, tartışması, eleştirmesi istenmez. Okula başlayan öğrenciler öğretmeni nerdeyse yarı- tanrısal
bir güç olarak zihinlerine yerleştirirler. Bu bilgiyeöğretmene sevgi değil öğretmenin temsil ettiği
devlet gücüne doğrudan- dolaylı itaatin getirdiği
teslimiyetten ileri gelir. Bütün bu süreçlerden
geçilirken en az ihtiyaç duyulan şey akıl olmaya
başlamıştır.
11- Öğretmen maaş aldığı kamu veya özel kurumların hizmetinde ve onların kurduğu dünyanın
hizmetinde olduğunu unutmamalıdır. Kurumların
istedikleri ile öğretmenin istedikleri arasında
paralellik ve çatışma alanlarını iyi tesbit etmelidir. Öğretmen, öğrencilerini verdiği eğitimle bir
güce boyun eğdiren, itaate yönelten, hakikate
yabancılaştıran konumda olmamalıdır. Güç hegemonya ister, öğretmen tercihini özgürlükten
yana koymalıdır. Kurumun içinde olması, o güce
tapınması, sarılması ve öğrencileri de ona “kul”
etmesini gerektirmez. Öğretmen “sınıf”ta kendi
dünya ve ruhunu inşa etmelidir.
12- Öğretmen ilahlaşanlardan rol çalmamalıdırilahlaşmamalıdır. Her şeyi bilen, sahibi, yönlendiricisi, üretici, hatasız örnek olarak rol yapmamalıdır.
Her an kendisini öğrenciyle eşitleyen, sahip değil
yol arkadaşı, rehber olarak rol almalıdır. Öğrenciailenin öğretmen algısı sakat olduğu gibi öğretmenin
kendi kimlik algısı da sakattır. Bu zihinsel sakatlık
doğal, insani ve rahmani ilişki doğurmamaktadır.
13- Öğretmen kelimeleri öldürmez, diriltir. Kelimeler… Tanrıların oyuncakları… İnsanların emanetleri… Kelimeleri diriltmek için vardır insan…
Her an yeniden dirilmededir âlem… Öğrenci kelimelere ruh, biçim, renk, anlam katmaya çalışır.
Kelimeler en büyük gücü öğrencinin. Kelimelerle
var olmayı öğrenmeye başlar. Öğretmen var olan
kelimeleri öğretmeye çalışırken diğer yandan
öğrencilere yeni kelimelerin peşinde bir serüvene
hazırlar. Onlar artık kendi kelimelerini konuşacak,
yazacak çağdadırlar. Kelimeleri diriltecek anlamdır.
Anlam kelimelerin ruhudur. Anlamdan yoksun dilin geleceği olamaz.
Öğretmen
ilahlaşanlardan
rol çalmamalıdırilahlaşmamalıdır.
Her şeyi bilen,
sahibi,
yönlendiricisi,
üretici, hatasız
örnek olarak rol
yapmamalıdır. Her
an kendisini
öğrenciyle
eşitleyen, sahip
değil yol arkadaşı,
rehber olarak rol
almalıdır. Öğrenciailenin öğretmen
algısı sakat olduğu
gibi öğretmenin
kendi kimlik algısı
da sakattır.
23
22 - 23 (Rüstem budak).indd 23
04.06.2012 15:21:11
3. Yasanın kamuoyu ile paylaşılmasında doğrudan ya da dolaylı görüş bildirmek ister miydiniz?
308
72 %
Evet
Belki
77
18 %
27
6%
Hayır
İGEDER
Kamuoyunda 4+4+4 Yasası
olarak bilinen ve bazı kanunlarda değişiklik yapılmasını
öngören yasanın TBMM’de
görüşülmekte olduğu sırada
yasa tasarısı ilgili sizlerin
görüşlerini almak ve kamuoyu ve yetkililerle paylaşmak
üzere hazırlanan 4+4+4
Anketi 15-25 Mart 2012 tarihleri arasında 425 katılımcı
tarafından cevaplandırılmıştır.
Katkıda bulunduğunuz için
teşekkür ederiz.
1. Yaş
14 yaş ve altı
15 - 20 arası
21 - 30 arası
31 - 40 arası
41 - 50 arası
51 yaş ve üstü
2
11
130
144
113
25
0%
3%
31 %
34 %
27 %
6%
2. Cinsiyet
Kadın
Erkek
116
306
27 %
72 %
3. Eğitimle İlişki Durumu
Öğretmen
Akademisyen
Okul / Eğitim Yöneticisi
Veli
Öğrenci
Diğer
292
34
58
10
21
10
69 %
8%
14 %
2%
5%
2%
1. Zorunlu eğitim ve öğretimin yeniden yapılandırılması konusundaki yasa değişikliği teklifi
ile ilgili ne düzeyde bilgi sahibisiniz?
Hiç
1
0%
55
13 %
Az
Orta
191
45 %
Çok
128
30 %
Tüm ayrıntılarıyla
45
11 %
2. Yasal düzenlemenin zamanlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok erken
69
16 %
Erken
68
16 %
Tam zamanında
74
17 %
Geç
126
30 %
Çok geç
65
15 %
4. Sizce eğitim sürecinin hangi kısmı zorunlu
olmalıdır?
Zorunlu eğitim
17
4%
olmamalıdır.
Sadece 1 yıl (okul öncesi) 1
0%
zorunlu olmalıdır.
İlk 4 yıl (ilkokul) zorunlu
53
12 %
olmalıdır.
1+4 (okul öncesi ve
46
11 %
ilkokul) zorunlu olmalıdır.
4+4 yıl (ilkokul ve orta66
16 %
okul) zorunlu olmalıdır.
1+4+4 yıl (okul öncesi,
74
17 %
ilkokul ve ortaokul) zorunlu olmalıdır.
4+4+4 (ilkokul, ortaokul 42
10 %
ve lise) zorunlu olmalıdır.
1+4+4+4 (okul öncesi,
78
18 %
ilkokul, ortaokul ve lise)
zorunlu olmalıdır.
Diğer
48
11 %
5. Zorunlu olmasını düşündüğünüz süreç ilk kademeden sonrasını kapsıyorsa, bunun devamlılığının nasıl olmasını istersiniz?
Kesintili
231
54 %
Kesintisiz
97
23 %
Fikrim yok
12
3%
Diğer
85
20 %
6. Kademeler arası geçişte hangi değerlendirmeler baz alınmalıdır?
Diploma notu
166
41 %
SBS (Ulusal sınav)
154
38 %
Portfolyo ve performans 127
31 %
değerlendirme sonuçları
Veli ve öğrenci tercihi
115
28 %
Rehberlik ve ŞÖK yön- 156
39 %
lendirmesi
Diğer
11
3%
24
24 - 25 (anket).indd 24
04.06.2012 15:16:34
Kişiler birden fazla verdiğinden yüzde değerlerinin
toplamı %100’ü geçebilir.
7. Sizce isteğe bağlı yaygın eğitime geçiş imkanı
hangi kademeden itibaren mümkün olmalıdır?
Her düzeyde mümkün
60
14 %
olmalıdır.
İlkokuldan (ilk 4 yıldan)
138 32 %
itibaren mümkün olmalıdır.
Ortaokuldan (4+4 yıldan) 142 33 %
itibaren mümkün olmalıdır.
Liseden (4+4+4 yıldan)
60
14 %
itibaren mümkün olmalıdır.
Hiçbir düzeyde mümkün
10
2%
olmamalıdır.
8. İmam-Hatip liselerinin orta kısmının yeniden
açılması önerisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kesinlikle açılmalıdır
226
53 %
Açılmalıdır
101
24 %
Fikrim yok
18
4%
Açılmamalıdır
30
7%
Kesinlikle açılmamalıdır 39
9%
9. Anadolu, Fen ve Sosyal Bilimler gibi sınavla
öğrenci alan liselerin orta kısmının açılmasını
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kesinlikle açılmalıdır
179
42 %
Açılmalıdır
134
32 %
Fikrim yok
29
7%
Açılmamalıdır
53
12 %
Kesinlikle açılmamalıdır 17
4%
10. Zorunlu eğitim sürecindeki seçmeli dersleri
yeterli buluyor musunuz?
Evet
71
17 %
Fikrim yok
98
23 %
248
58 %
Hayır
11. Bir önceki soruya cevabınız “Hayır” ise seçmeli ders olarak okutulmasını istediğiniz
ders(ler)in adını ve okutulacağı kademeyi
yazınız?
Önerilen Seçmeli Ders
Kuran
Bilgisayar
Osmanlıca
Ahlak
F
6
5
4
3
Din Dersleri
Değerler Eğitimi
Görgü Kuralları
Arapça
Spor Dersi
Drama
Sanat
Satranç
Tefsir
İslam Tarihi
İlmihal
Hadis
Fıkıh
Almanca
Fransızca
İspanyolca
Kürtçe
Yabancı dil
Beden eğitimi
Spor Ahlakı
Bilgisayar Destekli Matematik
Bilim Tarihi
Çevre Eğitimi ve Doğa Sevgisi
Dans
Müzik
Origami
Resim
Şiir
El becerileri
Yazı Dersi
Diksiyon
Dil Eğitim Dersleri
Hızlı Okuma
İletişim
Uygulamalı Sosyal Etkileşim
Zeka Oyunları
Serbest Etkinlikler
Fizik
Gelecek Planlamacılığı
Genel Kültür
Girişimcilik
İnsan Hakları
İş Ahlakı
İş Eğitimi
İş Teknik
Ev Ekonomisi
Kişisel Gelişim
Meslek Dersleri
Psikoloji
Rehberlik ve Psikolojik Danışma
Sosyoloji
Aile Yönetimi
3
2
2
2
2
2
2
2
MEB’deki Yeni Gelişmeleri Nasıl Değerlendiriyorsunuz?
MEB Teşkilat Yasası’nda yapılan değişikliklerle ilgili sizlerin görüşlerini almak ve kamuoyu ve yetkililerle paylaşmak üzere hazırlanan “MEB’deki
Değişiklikleri Nasıl Değerlendiriyorsunuz? adlı
anket Şubat 2012’de 471 katılımcı tarafından
cevaplandırılmıştır.
Katkıda bulunduğunuz için teşekkür ederiz.
İGEDER
1. Milli Güvenlik Dersinin kaldırılmasını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Olumlu buluyorum
404
86 %
Olumsuz buluyorum
58
12 %
Fikrim yok
9
2%
2. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor
Bayramının Ankara dışında stadyumlarda
kutlanma zorunluluğunun kaldırılmasınınasıl değerlendiriyorsunuz
Olumlu buluyorum
400
85 %
Olumsuz buluyorum
62
13 %
Fikrim yok
9
2%
3. Yeni atanan il milli eğitim müdürleri hakkında kanaatiniz nedir?
Olumlu buluyorum
133
28 %
Olumsuz buluyorum
84
18 %
Fikrim yok
254
54 %
25
24 - 25 (anket).indd 25
04.06.2012 15:16:37
VAN
GÜNLÜĞÜ
EBRU KARABULUT
MÜ Eğitim Fakültesi Öğrencisi
Merkeze girdiğimiz
andan itibaren her
tarafta çatlaklarla
dolu binalar, dükkanlar gördük. Her
bahçede ya çadır ya
konteyner vardı.
Yıkılmış binaların
birçoğunun
enkazı ise henüz
temizlenmemişti. Bu
yüzden şehrin havası
çok tozluydu.
5 Nisan 2012 tarihinde Yeryüzü Doktorları,
İGEDER ve Pedagoji Derneğinin ortak yürüttüğü
Psikososyal Destek Projesi için 3 kişilik bir ekiple Van’a gitmek üzere yola çıktık. Yeryüzü
Doktorlarından Proje Yöneticisi Mustafa Bey bize
eşlik etti Atatürk Havalimanından itibaren. Ekibimizdeki diğer kişilerden biri Pedagoji Derneği
Başkanı Mehmet Teber idi. Ayrıca kendisi projemizin koordinatörüydü de. Ekipteki diğer arkadaş da
yine Pedagoji Derneğinden Merve Özdemir idi.
Uçak inişe geçtiğinden itibaren Van’ın fiziki
şartları da görünmeye başladı. Rakımı çok yüksek
Van’ın. Haliyle de dağlar karla kaplı. Havalimanı
Van Gölü’ne çok yakın. İnerken devam eden
inşaatları gördük. Her taraf şantiye ve hiçbir yeşillik
yok. Uçaktan inip de havalimanından çıkınca,
havalimanının hemen önünde bir konteyner kentle karşılaştık. Evlerin hepsi boşaltılmış. İnsanlar ya
çadırlarda ya da konteynerlerde kalıyor.
Yeryüzü Doktorlarının aracı ile merkezde
kalacağımız otele gittik. Merkeze girdiğimiz andan itibaren her tarafta çatlaklarla dolu binalar,
dükkanlar gördük. Her bahçede ya çadır ya konteyner vardı. Yıkılmış binaların birçoğunun enkazı
ise henüz temizlenmemişti. Bu yüzden şehrin
havası çok toz-luydu. Otele ilk girdiğimizde lobide bir yazı dikkatimizi çekti. Otelin yönetmeliklere uygun olarak yapıldığı yazılıyordu. Bay-
Oteldeki sorumlu kişi ile
aramızda ufak bir sohbet geçti.
Deprem hakkında yorumlarını
merak ettik. Kendisi gayet
etkileyici bir cevap verdi:
“Allah’tan gelen güzeldir, geldi
geçti. Çok şükür!”
ram Otel yıkıldıktan sonra Van’da en çok rağbet
gören otel olmuş zaten. Oteldeki sorumlu kişi ile
aramızda ufak bir sohbet geçti. Deprem hakkında
yorumlarını merak ettik. Kendisi gayet etkileyici bir
cevap verdi: “Allah’tan gelen güzeldir, geldi geçti.
Çok şükür!”
Geldiğimiz akşam ekiple beraber bir toplantı yaptık
izleyeceğimiz yol hakkında. Çocuklar bir travma
atlatmıştı ve emindik ki bazıları hala atlatamamış
olabilirdi. Bu yüzden uygulamamız gereken testleri çocuklara oyunlarla beraber vermeliydik.
Uygulayacağımız testler belliydi. Onlardan önce
ailelerinin ve evlerinin resimlerini çizmelerini isteyecektik. Daha sonra deprem sonrasında
kendilerinde psikolojik olarak meydana gelen
değişimleri tespit etmek için bir travma tarama testi
uygulayacaktık. En son da Beier Cümle Tamamlama testimiz vardı. Birinci sınıflara cümle tamamlama testi uygulamayacaktık. Onun yerine onlardan
ailelerindeki her bireyi birer hayvan olarak çizmelerini isteyecektik.
Diğer gün ilk işimiz protokol ziyareti yapmak
oldu. Amaç hem tanışma hem de ilgili yerleri projeden haberdar etmekti. Protokol ziyaretinden
sonra Güveçli Köy ’üne geçtik. Buradaki Güveçli
İlköğretim Okulu’na 5-6 okuldan öğrenci geliyordu. Sabah ve öğleden sonra olmak üzere iki grup
vardı okulda. Her grup 7 saat ders yapıyordu ve
26
26 - 29 (Van günlügü).indd 26
04.06.2012 15:15:06
cumartesi günleri de ders vardı Van’daki okullarda.
Müfredatı yetiştirmek için dayatılan bu durum çocukları iyice bunaltmıştı. Son derslerde
girdiğimiz sınıflarda çocuklar dikkatlerini dahi
toplayamıyorlardı. İşin daha kötü tarafı hem sabah
hem öğle gruplarına derse giren (yani toplamda 14
saat derse giren) öğretmenler vardı. Onlardan da
pek bir verim alınamazdı.
vardı. Çoğu da çok utangaçtı. Uygulamalarımızı
yaparken kalemi olmayanlara kalem veriyorduk.
Uygulama sonunda koşarak bize geri veriyorlardı.
“Sizde kalsın” dediğimizde ise büyük bir tok gözlülükle reddediyorlardı. Bazı sınıflarda bir kalemi
2-3 öğrencinin kullandığına şahit olduk; sessiz,
tartışmadan üstelik… Buradaki çocukların en
büyük eksiği ise ne kalem ne de defterdi.
Sınıflara ilk girdiğimizde çocukların sıcak tebessümleri ile karşılaşıyorduk. İlk başta ufak bir şaşkınlık
oluşuyordu çehrelerinde, sonra hep bir ağızdan
“Hoş geldiniz!” diyorlardı bize. O kadar naziktiler ki! Bu coğrafyanın insanına özgü yanık tenleri
Bu çocukların sevgiye o kadar ihtiyacı var ki. Birine
sarıldığınız an, hepsi size sarılmak için sıraya giriyordu. Sizi defalarca öpüyorlardı. Sınıflardan
çıkarken de “Tekrar gelin lütfen!” diyorlardı.
Bazıları testlerin ve resimlerin arkasına “Birileri hep
26 - 29 (Van günlügü).indd 27
Sınıflara ilk girdiğimizde
çocukların sıcak
tebessümleri ile
karşılaşıyorduk. İlk
başta ufak bir şaşkınlık
oluşuyordu çehrelerinde,
sonra hep bir ağızdan
“Hoş geldiniz!” diyorlardı
bize...
27
04.06.2012 15:15:10
Halkalı küçük ve
karmaşık bir köy. Evler
iç içe. Orda da durum
iç açıcı değil. Ama
oradaki köyün
durumu Güveçli’deki
köyden daha kötü. 4
öğretmen var okulda.
Biz gittiğimizde ikisi
raporluydu. Samet
Öğretmen ile tanıştık.
Kendisi tam bir
öğretmen!
Çocuklarla ve okulla
çok ilgili. Okulun
tıkanan tuvaletiyle
bile kendisi ilgilenmiş.
Halinden şikayetçi
değil ve sürekli bir
tebessüm var yüzünde.
tanıştık. Kendisi tam bir öğretmen! Çocuklarla ve okulla çok ilgili. Okulun tıkanan
tuvaletiyle bile kendisi ilgilenmiş. Halinden şikayetçi değil ve sürekli bir tebessüm
var yüzünde.
Okulun müdürü de müdür yardımcısı
da temizlikçisi de öğretmeni de o. Hem
çocuklar hem köylüler çok seviyor kendisini. Biz de kendisini çok sevdik.
gelse”, “Geldiğiniz için teşekkür ederiz.” şeklinde
notlar yazmışlardı.
Ama testlerde ortaya çıkan yazıların/sonuçların
hepsi bu kadar sempatik değildi maalesef. Bazı
cevaplar canımızı oldukça sıkmıştı. Bunlardan
bazıları; “Keşke annem beni sevse.”, “Babamı severim ama beni döver.”, “Keşke annem beni inekten daha çok sevse.” Buradaki ailelerde en çok
karşılaştığımız sorun çocuğa ilgi göstermeme ve
aile içi şiddetti. Bu konuda hassas aileleri tenzih
ediyorum. Burada hasta olan ineği için merkezden
gidip veteriner getirten, bunun için para harcamaktan çekinmeyip çocuğu hasta olunca umursamayan aileler var. Çocuklardaki sevgi açlığının sebebi de
ortaya çıkmış oldu bunları
öğrendiğimizde.
Ruh sağlığı taraması için
gittiğimiz ikinci köy Halkalı
idi. Halkalı küçük ve
karmaşık bir köy. Evler iç
içe. Orda da durum iç açıcı
değil. Ama oradaki köyün
durumu
Güveçli’deki
köyden daha kötü. 4
öğretmen var okulda. Biz
gittiğimizde ikisi raporluydu. Samet Öğretmen ile
Halkalı İlköğretim Okulu’nun fiziki durumundan bahsetmek gerekirse okul 4 tane
küçük yapıdan oluşuyor. Bu yapılardan birisi tuvalet, diğeri 1, 2 ve 3. sınıfların bulunduğu yapı,
diğerinde 4 ve 5. sınıflar ve en sonuncusunda
da idari birim var. 2 ve 3. sınıflar beraber eğitim
görüyor. 4 ve 5. sınıflar da aynı şekilde. 1. sınıfların
olduğu sınıf kutu gibi, çocuklar nerdeyse üst üste
oturuyor.
Okullarda özelliklerde küçük sınıflarda karşılaştığımız bir durum da Türkçe bilmemeleriydi. Çocuklar normal olarak aileleriyle ve etrafındaki kişilerle
Kürtçe konuşuyordu ve bir anda okula alınınca
afallıyorlardı. Öğretmenler Kürtçe bilmiyordu ve
çocuğun sıkıntısını anlayamıyorlardı. RAM (Rehberlik Araştırma Merkezi)’da görüştüğümüz bir
öğretmen yaşadığı bir anısını anlattı bize bu konuda. Kendisine bir öğrenci getirmişler, zihinsel
engelli diye. Öğrenci hiç iletişim kurmuyormuş.
Öğretmen Kürtçe olarak öğrenciyle iletişime
geçmiş ve zekâ seviyesini ölçmek için bir test
uygulamış. Öğrenci neredeyse üstün zekâlıymış!
Yani çocuk sırf Türkçe bilmediği için zihinsel engelli muamelesi görmüş. Oysaki oradaki insanların
anadili biliniyor, küçük bir çocuğun da başka bir
çevre ile iletişime geçmediği de tahmin edilebiliyor.
Bu konuda öğretmenlerin ve idarecilerin daha dikkatli davranması gerekir.
28
26 - 29 (Van günlügü).indd 28
04.06.2012 15:15:11
Size biraz da köylülerden bahsetmek istiyorum. Halkalı Köyü’ne gittiğimizde ilk durağımız
taziye eviydi. Köylüler çok misafirperverdi. Onlarla beraber kahvaltı yaptık. Kahvaltı sırasında da
köyün durumu hakkında sohbet ettik. Köylünün
geçim kaynağı hayvancılık ve kaçakçılık. Onlara
“Tarım yok mu?” diye sorduk. Onlar da daha
önceleri buralarda Ermenilerin yaşadığını ve
tarımda çok iyi olduklarını anlattılar bize. Ermeniler tehcir edileceklerini anlayınca su kuyularını
kapatmışlar. Köyün su sıkıntısı var şu an ve tarım
yok gibi. Biz de bu kuyuların sondaj makineleriyle tekrar açılabileceğini Belediye’ye başvurup
vurmadıklarını sorduk. Bu konuda hiçbir şey
yapmamışlar maalesef. Muhtar zaten Türkçe
bilmiyormuş, Türkçe bilen bir danışmanı da yok.
Köylü de pasif davranmış. Bu durumu “tembellik”
olarak kabulleniyorlar ama değiştirmek için bir şey
yapmak istememeleri ise en acısı. Böyle gelmiş,
böyle gider diyorlar. Çok garip! Bunu nasıl isim-
lendirmek lazım bilemedik.
O gün Adıyaman Milletvekili Murteza Yetiş
gelecekti.
Onlara köy
hakkında rapor yazıp vermelerini söyledik. Güzel
bir rapor hazırlamışlardı.
Milletvekiline
verdiler.
Murteza
Bey
açıkçası
çok ilgili ve alçakgönüllü
biriydi. Emimin bir şeyler
yapacaktır.
Van benim için unutulmaz
bir yer olacak kesin. Bu proje de aklımdan hiç
çıkmayacak. Van’ın yanık tenli çocuklarına bana
kattıkları her şey için çok teşekkür ediyorum. Eğer
bir yolunu bulursanız hiç tereddüt etmeden gidin Van’a. Kimseye bir faydanız dokunmasa bile
sizi etrafta gezinirken gören bir aile buyur eder
sofrasına. “Hiç olmadı bir çay için.” diye ısrar eder.
Köylünün geçim
kaynağı hayvancılık ve
kaçakçılık.
Onlara “Tarım yok
mu?” diye sorduk.
Onlar da daha önceleri
buralarda
Ermenilerin yaşadığını
ve tarımda çok iyi
olduklarını anlattılar
bize. Ermeniler
tehcir edileceklerini
anlayınca su kuyularını
kapatmışlar. Köyün su
sıkıntısı var şu an ve
tarım yok gibi.
29
26 - 29 (Van günlügü).indd 29
04.06.2012 15:15:12
ESKİ
DOSTLAR
RAMAZAN ÖZER
Meslek Dersleri Öğretmeni /
Denizli
Kimisi “Birbirimizi
arayalım.” “Sizinle
ölünceye kadar
arkadaşlığımızı
devam ettirelim.”
deseler de durum
öyle değilmiş.
Şimdi her birimiz
içinde bulunduğu
yeni şartlara uyum
sağlamış vaziyette.
Öğretmenlikte yirmi üç yılı geride bıraktım. Haliyle birçok kişiyle tanışma fırsatım oldu. Bazılarıyla
arkadaşlık ve iyi diyaloglar geliştirdik. Diğerleriyle
ise ne dost, ne düşman olduk. Zaten hep öyle
olmaz mı? Fakat gün gelip yollarımız ayrıldıktan
sonra “arkadaş” bildiklerimizin diğerlerinden farkı
kalmadı. Üçü - beşi hariç dersek, ne onlar arayıp
sorma ihtiyacı duydu ne de ben. Gerçi kimileriyle
tekrar irtibat kurmak için onları aradımsa da onlar
açısından eski çamların bardak olduğunu fark ettim. İlk anda hayal kırıklığına uğradım.
Üniversitedeyken aynı sınıfta yıllarca ders yaptığımız, aynı yurdu paylaştığımız, aynı yollarda yürüyüp birçok anıyı paylaştığımız bu insanlara ne olmuştu? Benden kaynaklanan bir olumsuzluk mu
vardı? Öyleyse niçin benle arkadaş olmuşlardı? Belki de hiç birisiyle samimi dostluklar kuramamıştık.
Bunu sonradan anlayabiliyorduk.
Meseleye başka açıdan bakınca özellikle metropolde yaşayan kimseler zaman fukarası. Yirmi dört saat,
günlük işlerine yetmiyor. Çünkü işe gidip gelmek
için bile yollarda bir hayli vakit harcıyorlar. Bir de
yollarda hiç durmadan seyir halindeki arabaların
gürültüsü, büyük şehirdeki insanı yorgun, bitkin
düşürüyor. Eski dostların yeni çevreleri, mesai
arkadaşları da var. Kim bilir, belki bazısı sağlık
problemleriyle uğraşıyor? Diğer yandan öğretmen
camiasının işleri yoğundur. Nedense halk arasında
genel kanı, öğretmenlerin oturdukları yerden para
kazandıkları, üstelik de çok fazla tatil yaptıklarıdır.
Aslında dışarıdan öyle görünüyordur.
Ama bilen bilir, bu meslek fazla özen isteyen,
yorucu ve stresli bir iştir. Mesela yıllık ve günlük
planlar, sıkça yapılan toplantılar, yazılı okuma, reh-
berlik ve eğitsel kulüple ilgili ayrıntılar saymakla
bitmez.
Sonuçta geçmişte kaderin bir araya getirdiği, sevinçlerimizle üzüntülerimizi paylaştığımız insanlarla yollarımız ayrıldı. Kimisi “Birbirimizi arayalım.”
“Sizinle ölünceye kadar arkadaşlığımızı devam
ettirelim.” deseler de durum öyle değilmiş. Şimdi
her birimiz içinde bulunduğu yeni şartlara uyum
sağlamış vaziyette. Belki “O beni aramazsa ben
de aramam.” düşüncesiyle kısır döngü içindeyiz.
Varsın böyle olsun. Yeter ki yine haktan yana olsunlar. Geçenlerde liseli öğrencilik günlerimizden
tanıdık biri aradı. Oldukça kaba ve uyanık geçinen
biriydi. Diğer arkadaşlardan haber verdi. Bir zaman ayarlayıp gelirsen hep birlikte eski günleri
yad ederiz, dedi. Doğrusu arayan hazzetmediğim
birisi olduğu halde aramasına sevindim. Yine dört
yıl önce, çevremdeki birçok tanıdıklarımı ziyaret
eden özellikle akrabalarını görüyordum. Oysa benim doğru dürüst akrabam bile yoktu. O yıl yazın,
değişik vakitlerde üç okul arkadaşım geldi. Birincisi Uşak’ta noter imiş. Antalya’dan dönerken yerimizi bulup kısa süreliğine de olsa uğramış. Yirmi
yıl olmuş görüşmemişiz. Hiç değişmemiş mübarek.
Diğeri Konya Beyşehir’de öğretmen. Nevzat E.
Bey. Erzurum’dan Fakülte arkadaşıyız.
Sınıfta yan yana otururduk. Telefonla haberleşirdik.
Ailece İzmir’de bir düğüne giderlerken uğradılar.
Bir gün kalmalarına razı ettik. Üç çocuğundan ikisi
lise, diğeri ilkokul çağında.
En son görüştüğümüzden sonra yirmi yıldan daha
uzun zaman geçivermiş. Onu tekrar gördüğümde
zor tanıdım. Arkadaşlar sürpriz yaptılar, sağ olsunlar. Onları geniş bahçeli, bir yazlıkta hem de daha
uzun süre misafir etmek isterdim.
Ziyaret sırası bizde artık. Arayı uzatmamalı.
Bir şarkı vardır, öyle olmasın:
Unutulmuş birer birer
Eski dostlar eski dostlar
Ne bir selam ne bir haber
Eski dostlar eski dostlar.
30
30 (Ramazan ozer).indd 30
04.06.2012 15:23:52
PROF. DR. ATİLLA YAYLA
“DEVLET
KONTROLÜNDE
EĞİTİM OLMAZ!”
İSMAİL CİHANGİR
CÜNEYT ANCIN
İGEDER
Bir ayağım
üniversitede oldu
hep, akademik
hayatım boyunca
bir ayağım da
liberal düşünce
topluluğunda
oldu.
Bu kuruluş,
türünün
ilk örneği.
Türkiye’de liberal düşüncenin önemli isimlerinden Prof. Dr. Atilla Yayla ile eğitim üzerine
konuştuk.
Prof. Dr. Atilla Yayla Kimdir?
Bildiğiniz gibi akademisyenim siyaset felsefesi ve pratik iktisat çalışıyorum. Hâlihazırda İstanbul Ticaret Üniversitesi Uluslararası İlişkiler
bölümü başkanlığını yapıyorum. Bundan önce
sırasıyla Ankara, Hacettepe, Gazi Üniversitesi ve
Plato Meslek Yüksekokulunda çalıştım. Akademik
mesleği layıkıyla yerine getirmeye çalışmak adına
sivil toplum faaliyetleri de yürütüyorum. Aynı zamanda bir insan hakları teorisyeni ve kısmen
insan hakları aktivisti de sayılabilirim. Çok aktif
olduğumu söyleyemeyeceğim ama zaman zaman
aktivist pozisyonlar aldığım da olmuştur. Aşağı
yukarı bundan ibaret.
Liberal düşünce topluluğu (LDT) nedir?
Sivil toplum faaliyetleri de yürütüyorum. Bunların
büyük bölümü Liberal Düşünce Topluluğu
çatısı altında gerçekleştiriliyor. Liberal Düşünce
Topluluğu liberal fikirleri Türkiye’de daha anlaşılır
kılmaya ve yaymaya çalışan bir fikir hareketi. O
da özü itibariyle fikri ve akli faaliyetler yürüten bir
kuruluş. Bir ayağım üniversitede oldu hep, akademik hayatım boyunca bir ayağım da liberal düşünce
topluluğunda oldu. Bu kuruluş, türünün ilk örneği.
Yani bildiriler imzalayan, sokaklara çıkan, gösteriler yapan bir kuruluş olmasından ziyade, insan
hakları, özgürlük, adalet, hukuk devleti gibi
değerlerin ve kurumların entelektüel altyapısını
Türkiye’de hazırlamaya ve bu altyapıyı bilinir
kılmaya çalışan bir kuruluş. 28 Şubat sürecinde
ismi daha çok duyuldu. Çünkü sıkıntılı zor dönemlerdi. Hak hukukun iyice askıya alındığı günlerdi. Bu
günlerdeki topluluk duruşuyla biraz daha toplumda
tanındı. Faaliyetlerinin ikinci ayağı da bu.
Eğitim Kutsal İneğimiz...
Temel insan hakları ve özgürlüklerin eğitime
yansımaları neler olmalı veya özgürleştirme
sürecinde eğitimin rolü nedir?
Özgürlükde eğitim daha çok netameli işler. Özgürlük insani bir değer. Modern insan eğitime çok
büyük umutlar bağlamış durumda. Eğitim neredeyse hepimizin kutsal ineği haline geldi. Eğitim
de eğitim deyip duruyoruz. Şüphesiz eğitimin
insan hayatında bir yeri var ama öncelikle altını
çizmemiz gereken nokta şu: Eğitim dediğimiz
olay sadece formel okul yapılanmasıyla bağlı olan
bir olay değildir. Yani toplumda birikmiş bilgilerin yeni nesillere aktarılması, yeni nesillere nasıl
yaşayacakları, neleri yapmasının uygun olacağı
neleri yapmasının uygun olmayacağı, neleri nasıl
yapacağıyla ilgili bilgiler hayat içerisinde devamlı
aktarılır. Bu anlamda bakıldığında aslında ana
kucağına yeni verilen bir çocuk bile eğitim sürecinden geçiyor demektir. Bu mezara gidene kadar
devam edecektir. Hani derler ya öğrenmenin yaşı
olmaz, her zaman her yerde her yaşta öğrenilecek
bir şey hakikaten vardır. Ama bizim asıl konumuz
bir formel eğitim yapısı içinde olup biten şeyler.
Günümüzde de eğitim büyük ölçüde devletlerin
kontrolünde, yönlendirmesinde gerçekleştirilen
bir faaliyet ve bu faaliyete çok umut bağlamış
durumdayız. İşte iktisadi kalkınmayı sağlayacağına
insanları daha bilgili kılacağına, insanların yanlış
fikirlere kapılmasını önleyeceğine, herkesin istikbalini aydınlatacağına filan var sayıyoruz eğitimi.
Bir çeşit sihirli değnek eğitim. Kendim de eğitim
sektöründe yer almakla beraber bu bakıştan çok
rahatsız oluyorum. Özellikle de devletin eğitimin
merkezinde olmasından, eğitimi bir şekilde kontrol etmesinden çekip çevirmesinden ciddi ölçüde
rahatsızım. Son tartışmalarda da görüşlerimi şu
şekilde ifade etmeye çalıştım. 4+4+4 iyi midir
kötü müdür tartışılabilir ama bu sistemin özüyle
ilgili bir tartışma değil. Sistemin özü nedir? Devlet kontrolünde eğitim olmaz. Devlet kontrolünde
ve mecburi eğitimdir. Bununla ilgili bir tartışma
31
31 - 35 (Atilla Yayla).indd 31
04.06.2012 18:30:01
Eğitim bir çeşit tehlikeli
silah gibi. Bu silahı
herkes eline geçirip
rakiplerine karşı
kullanmak istiyor. Bu
silahı kullanan kişinin
zihin yapısı hangi
dünya görüşüne bağlı
olduğu ikinci derecede
önemli şu anda. Birinci
derecede önemli olan
bu silahın var olması.
Bu silahın bence
ortadan kaldırılması
lazım.
yapamıyoruz dikkat ederseniz. Herkes yeni bir
eğitim sistemi kurmalıyız ve bu eğitim sistemi
mükemmel olmalı ve bunu da devlet kurmalı ve
yürütmeli şeklinde bir anlayışa sahip. Tabi farklı
görüşler var. Tek bir eğitim sistemi kurmak ve
bu eğitim sistemiyle herkesi tatmin etmek mümkün değil. Bu saydığım görüşlerden birini tatmin
ederseniz öbürü rahatsız olacaktır. Birinin istediklerini yaparsanız öbürüne haksızlık yapmış
olursunuz. Bu yüzden bu sistemin parçalanması
lazım yani tek bir sisteme değil de bir sistem içerisinde belki başka sistemlere alt sistemlere falan
ihtiyaç var yahut da bu sistemin olabildiğince esnek olmasına ihtiyacımız var. Ama böyle kitlevi
bir eğitimle, tepeden aşağıya teşkilatlanmış, yüz
binlerce öğretmenin bir merkezden idare edildiği,
müfredatın bir merkezden kontrol edildiği bir
eğitim sistemiyle bunu yapmanızın imkânı yok.
Eğitim bir çeşit tehlikeli silah gibi. Bu silahı herkes
eline geçirip rakiplerine karşı kullanmak istiyor.
Bu silahı kullanan kişinin zihin yapısı hangi dünya görüşüne bağlı olduğu ikinci derecede önemli
şu anda. Birinci derecede önemli olan bu silahın
var olması. Bu silahın bence ortadan kaldırılması
lazım. Merkezi, zorunlu eğitim sisteminin ortadan
kaldırılması lazım ama toplum buna hazır görünmüyor. Yeni sistem eğitime biraz özgürlük, biraz
esneklik getiriyor; Tevhidi Tedrisatın yarattığı sis-
teme karşı. Böyle bir serbestliğe, özgürlüğe ve
esnekliğe bizim ihtiyacımız var ama ne yazık ki
toplumlar pek farkında değil, Türkiye toplumu da
öyle, politikacılar da öyle.
Özgürlükçü Bir Eğitime İhtiyacımız Var.
Türkiye’ de devletin tekeli devam ediyor. Dünyadaki bu değişim sürecinde özgürlüklerin artması
ve bilişim teknolojilerindeki gelişmeler bizim
eğitimimize ne ölçüde yansıyor?
Teknik gelişmeler oluyor. Eski sınıf mefhumu zamanla ortadan kalkacak belki. Belki bazı dersler
için kalkacak. Uzaktan eğitim dediğimiz bir şey
var biliyorsunuz. Yani internet üzerinden insanlara çeşitli konular hakkında bilgi aktarabiliyorsunuz. Dolayısıyla eğitimin zaman ve mekân mefhumu zayıflıyor. Bu tabi ki sınıfların tamamen yok
olacağı, okulların tamamen yok olacağı anlamını
göstermez. Belki hepsinin yeni bir bileşimiyle
karşı karşıya kalacağız. Bunlar teknik gelişmeler,
değişiklikler olabilir ama eğitimde asıl tehlike
teknik gelişmeler değildir. Eğitimde asıl problem
özgürlükçü bir eğitimin nasıl tesis edileceğidir.
Niye bizim özgürlükçü bir eğitime ihtiyacımız var?
Çünkü toplumlar, geniş toplumlar, dini, felsefi, ahlaki, etnik bakımından zevk ve tercih bakımından
hayat tarzları bakımından bir çeşitlilik içeriyor. Bu
çeşitlilik türlerinden birinin diğerine bir üstünlüğü
yok. Herkesin yolu kendisi için kıymetli. Herkese
sabit bir yol da yok işin ilginci. Bazı durumlarda
gruplar arasında farklılıklar olduğu gibi kişinin
kendi hayatı içinde de farklılıklar oluyor. Mesela
20 yaşındaki Ahmet’le 50 yaşındaki Ahmet’in
dünyaya bakışı, anlayışı, yaşayış tarzı değişiyor.
Bu yüzden insanlara bir sabiti empoze etmek
zulümdür, haksızlıktır. Peki, o zaman nasıl bir
eğitim sistemi kurmalıyız ki insanların ihtiyaçlarına
cevap versin? Benim teorim şu: Devlet eğitimi
bütünselleştirmekten vazgeçmelidir. İnsanlar eğitimi kendi problemleri olarak görmeli ve gönüllü
faaliyetlerle eğitim yapmaya çalışmalıdır. Bu şu anlama gelir: Mesela belli bir sosyolojik özelliğe sahip
olan bir grup kendi çevresinin, kendi çocuklarının,
yeni nesillerinin belirli değerlerle donanmış olarak
yetişmesini istiyorsa kendi okulunu açar. Programını kendisi yapar. Orada eğitimini verir.
32
31 - 35 (Atilla Yayla).indd 32
04.06.2012 18:30:05
Mükemmel Bir Eğitim Modeli Yoktur!
Denetimini devlet yapabilir mi?
Evet ama devletin denetimini de abartmamak
lazım. Çünkü devlet sadece denetlesin diyorlar. Bazen denetlemek yönetmektir. Öyle bir denetlersiniz ki kimse sizin çizdiğiniz çizginin dışına çıkamaz.
Dolayısıyla devletin nasıl denetim yapacağını kurallara bağlamak gerekir. Kural da belli: Devlet, toplumdaki grupların nefret üreten, şiddet kullanmayı
teşvik eden bir eğitim vermesini engelleyebilir.
Genel olarak insan hakları ve demokrasi standartlarına uygun bir denetim yapmalıdır. Şunu
da söyleyeyim: Mükemmel bir model olmadığı
için her toplumsal grup kendi modelini korumaya
çalışırsa modeller arasında rekabet olur zaten. Biliyorsunuz insanlar bazen takip ederek, bazen taklit
ederek öğrenirler ve o modelin diğer modelden
daha başarılı olduğu görülürse oraya bakacaklar ve
ondan bazı şeyler öğreneceklerdir. Dolayısıyla bir
başarısızlık yaşanırsa o başarısızlık küçük olacaktır.
Ama şimdiki gibi merkezden planlamalı, heyula,
dev gibi bir eğitim sistemi kurarsanız bir başarısızlık
olduğunda bütün sistem başarısız olacaktır. Hâlbuki küçük olsa, muktedir olsa birisi şurada birisi
burada başarılı olacaktır ve başarılar birbirini teşvik
edecektir, destekleyecektir. Bu modeli zorlaştıran
çeşitli gerekçeler var. Bunlardan birincisi eğitimin
beraber olduğuyla ilgili bir yanılgı: “Devlet eğitimi
üstlenmelidir. Eğer devlet eğitimi üstlenmezse fakir çocuklar okuyamazlar.”. Bir defa eğitim bedava
değil. Eğitim, uzun bir süreç ve özü itibariyle ekonomik bir süreç. Dolayısıyla eğitim bedava olsun diyorsak bunların da bedava olması lazım. Zannediliyor ki okullara giden çocuklardan para alınmazsa
eğitim bedava olur. Hayır! Diğer faaliyetlerin her
birinde ticari faaliyetler yürütmek zorundasınız.
Eğitimin son kademesi de böyle. Eğitim bedava
olsun. Peki, öğretmenler bedava çalışabilir mi?
Çalışamaz! Maaş vermezseniz onlar da başka bir
iş yapar. Burada temizlik yapan insanlar bedava
çalışabilir mi? Tabi ki çalışamaz. Kim karşılayacak
bunu? Bunu toplum vergileriyle karşılıyor aslında,
devletin karşıladığı yok. Bugün eğitime harcanan
pay arttı, %10’ u buldu zannediyorum ve en yüksek seviyeye yükseldi. Bu şu demektir: Türkiye’de
eğitimin maliyeti bütçe açısından bakıldığında
bütçenin %10’ udur. Bu para da toplumdan çık-
maktadır zaten. Toplum zaten eğitimi finanse
etmektedir. Ama bu dolambaçlı, dolaylı yollarla
yapıldığı için insanlar bunun farkına varmıyor.
Devlet bu paraları topluyor. Sonra tekrar dağıtıyor.
Bir toplamak için para harcıyor, bir de dağıtmak
için para harcıyor. Bir sürü bürokrasi arada. Binlerce memurlar, kurumlar, lüzumsuz bürokratik
mekanizmalar filan. Eğitim topluma bırakılabilir.
Devlet toplumdan aldığı vergiyi almaz.
Parasız Eğitim Fakirden Çok Zengine Yarıyor.
Akreditasyon söz konusu olacak mı?
Vergi indirimi. Mesela der ki; “Çocuğun eğitimine
para harcayan kimseleri vergi indirimine tabi
tutacağım.”. Ya da devlet bu parayı toplar ama
kendisi harcamaz. Nasıl olur? Kendisi harcamaz
da veliler harcar. Okullar özel okul olur. Devlet,
“Liseye giden her çocuğa 3 bin lira vereceğim.”
der ve gönderir. Çocuklar da alır parasını okullar
açtırır ve göze kestirdiği okula girer. Böylece muazzam bir bürokrasi ortadan kalkar. Böylece eğitimde
derinlik ve kalite artar. Çocuğu olmayan aileler
parasını vergi olarak devlete vermek yerine daha
verimli bir işte kullanmak isteyebilir. Diyelim Devlet eğitimi bedava yaptı ve bütün okullar da devlet
okulu. Zannediyor musunuz ki Çankaya’daki bir
ilkokulun aldığı kaynakla Etlik’teki bir ilkokulun
aldığı kaynak aynı? Hayır, arada muazzam fark
var. Çankaya’daki daha fazla alıyor. Çünkü orada
bürokratik ve siyasi bağlantıları güçlü olan ailelerin çocukları okuyor. Bu gayri resmi oluyor zaten
okullarda ne yazık ki. Çankaya’daki bir okuldaki
lüksü görüyorsunuz. Öbür taraftaki okuldaki sefaletle karşılaştırınca şaşırıyorsunuz. Sadece bu
bakımdan değil, mesela üniversiteler bedava olunca fakirin mi işine yarıyor? Hayır. İşine yaradığı fakirler olabilir ama asıl daha varlıklı ailelerin işine
yarıyor. Bizdeki sistem en kötü sistem, olabilecek
en hantal sistem. Devlet, çocuklarımızın sahibi
gibi davranıyor, sanki bizim çocuklarımız onların
malı. İstedikleri gibi deney yapabilirler üstlerinde.
Uzattım kısalttım, onu öğrensin bunu öğrensin!
Vatandaş, “Sana ne kardeşim, bu çocuk benim
çocuğum, ben gerekirse uzmana da danışırım ama
kararı ben veririm.” demiyor. Hele değer eğitimi
konusunda devletin hiç diyeceğinin olmaması
Türkiye’de
eğitimin maliyeti
bütçe açısından
bakıldığında
bütçenin %10’
udur. Bu para
da toplumdan
çıkmaktadır zaten. Toplum zaten
eğitimi finanse etmektedir. Ama bu
dolambaçlı, dolaylı
yollarla yapıldığı
için insanlar bunun
farkına varmıyor.
Devlet bu paraları
topluyor. Sonra
tekrar dağıtıyor.
33
31 - 35 (Atilla Yayla).indd 33
04.06.2012 18:30:16
Mesela iki cümle
kuramayan İngilizce
öğretmenleri var. İhtiyaç
yok ki. Çünkü kimse
ona bunu sormuyor,
kimse ona iki cümle
kurmayı öğrendiği için
daha fazla para vermiyor.
Dolayısıyla adam devlet
dairesine girdiği zaman
emekliliğine kadar
devlet garantisi olduğunu
biliyor ve bekliyor.
Akmıyor, kokmuyor,
kimseye bulaşmıyor, öne
çıkmıyor, dikkat
çekmiyor, kimseyle
tartışmıyor ve emekliliğini
getirebiliyor böylece. Her
meslekte bu böyle,
sadece öğretmenlikte
değil.
lazım. Formasyon, kimya, fizik, matematik eğitimi
gibi teknik konularda olabilir. Tamamen topluma
ait olması gerekir. Şimdiki sistemde de yapılabilir.
Mesela bugün 4+4+4 bundan daha insaflı bir sistem. Öncekinde tamamen dini eğitimi budamaya
yönelik bir çaba vardı. Yani istiyorlardı ki çocuklar on beş yaşına kadar dini eğitim almasın. Şöyle
söylüyorlardı: Canım bırakın on beş yaşından sonra alsınlar. On beş yaşından sonra almaz ki! Çocuklar değer eğitimini genellikle küçük yaşlarda alırlar,
almak mecburiyetindedirler ve her anne babanın
kendi değerlerini çocuklarına aktarma hakkı vardır.
Bu devletin hakkı değildir, benim hakkımdır, sizin
hakkınızdır. Bunu gasp ediyor devlet. Ne adına
gasp ediyor? Bilim adına, eğitim bilimcilerin saçma sapan teorileri adına. Gördüğünüz gibi birçok
model var aslında. Bir modele mahkûm olmak
mecburiyetinde değiliz.
Eğitim Özelleşirse Öğretmenler İşsiz Kalmaz!
Amerika, Almanya, Japonya, İngiltere gibi gelişmiş olarak gördüğümüz ülkeler nasıl uyguluyorlar bunu?
Ondan önce bir şey daha söyleyeyim: Dedik ya
devletin eğitimin patronu olmasından çıkarılmasına
çeşitli itirazlar var, itirazlardan birisi eğitimin bedava olduğu yanılgısı ki bedava değil bunu anlattık.
İkinci bir yanılgı da öğretmen tabakasından kaynaklanıyor. Onlar da düşünüyorlar ki eğer devlet işveren olmazsa bu öğretmenler istihdam
edilmezler, maaşlarını da alamazlar. Öyle bir
şey yok ki. Toplumda eğitim dediğimiz şeye bir
ihtiyaç var, ihtiyaç olduğu sürece bu sektörde
çalışacak öğretmene de ihtiyaç olacak. Dolayısıyla
öğretmenler istihdam edilecek. Ama şu olacak:
Şimdi Milli Eğitim Bakanlığı onu yapmaya çalışıyor,
bir defa öğretmen oldum artık 20 sene yatarım,
sonra emekli olurum değil. Öğretmen dediğimiz
insan öğreten insandır, öğreten insan okuyan
insandır, araştıran insandır. Öğretmenlerin önemli
bölümü okumayan, araştırmayan, kendisini hiçbir
şekilde geliştirmeyen, konuşmayı bilmeyen, oturup kalkmayı bilmeyen kimselerden oluşuyor. Aynı
kitabı tekrar ediyor, o da merkezden dağıtılıyor.
Sistemin de işine geliyor: “Aman benim kontrol
ettiğimin dışında bir şey öğretilmesin.” Hâlbuki
her insanın kendisine karşı ahlaki görevi kendisini
geliştirmesidir aynı zamanda. Böyle bir sistem olsa
bugün nasıl ki devlet otomotiv yapmadığı halde
otomotiv sektöründe çalışan insanlar varsa eğitim
sektöründe de çalışan insanlar olacak. Toplumun
ihtiyacı ne kadarsa o kadar olacak. Bugün 700.000
öğretmen varsa belki 600.000 belki 800.000 olacak bilmiyoruz. Ama öğretmenler başarılarına bağlı
maaş alabilecekler, kendilerini geliştirme imkânına
sahip olacaklar. Dolayısıyla kimsenin işsiz kalması
ya da gerekli çabayı gösterenlerin işsiz kalmasıyla ilgili bir şey söz konusu olmayacak. Bunu anlayamadığı için öğretmenlerde bir korku var.
Hayatı Önceleyecek Durumda Değiliz.
Çocuklarımızı emanet ettiğimiz daha nitelikli
öğretmenleri nasıl yetiştirebiliriz?
Aynı noktaya geliyoruz, yani ideal bir öğretmen tipi
yok. Böyle hepimizin üzerinde mutabık kalacağı bir
öğretmen tarif edemeyiz, onun yetiştirme süreçlerini önceden belirlemek imkânsız. Yapılabilecek şeyler var, yapılmasına teşebbüs edilemeyecek şeyler
var. Yani asgari bilgiler aktarılabilir okullarda, üniversitelerde; ama gerisi hayatın kendisine kalmıştır.
En önemli unsur rekabettir. Rekabet olmadığı takdirde insanlar kendilerini geliştirmezler. Dolayısıyla
sektörde rekabet olmalıdır. Rekabet olduğu takdirde öğretmenler bütün potansiyellerini kullanarak kendilerini geliştirecektir. Mesela iki cümle
kuramayan İngilizce öğretmenleri var. İhtiyaç
yok ki. Çünkü kimse ona bunu sormuyor, kimse
ona iki cümle kurmayı öğrendiği için daha fazla
para vermiyor. Dolayısıyla adam devlet dairesine
girdiği zaman emekliliğine kadar devlet garantisi
olduğunu biliyor ve bekliyor. Akmıyor, kokmuyor, kimseye bulaşmıyor, öne çıkmıyor, dikkat
çekmiyor, kimseyle tartışmıyor ve emekliliğini getirebiliyor böylece. Her meslekte bu böyle, sadece öğretmenlikte değil. Mesela otomotiv veya
bilişim sektöründeki gelişmelere ayak uydurmak
çok zor. Cep telefonlarındaki gelişmeyi izliyoruz.
Hayatın devamlı peşinden koşmak zorundayız,
hayatı önceleyebilecek durumda değiliz. O bakımdan rekabet olması lazım, değişik modellerin
denenmesi lazım. Bu modellerden birisi başarılı
olduğu zaman bu başarı diğerlerine emsal teşkil
34
31 - 35 (Atilla Yayla).indd 34
04.06.2012 18:30:18
edecektir. Ama on sene sonra başka bir şey olabilir. Şirketlere baktığınız zaman Sony batıyor, Kodak battı -Amerika’da ilk fotoğraf makinesini yapan firmalardandır- ama Apple yükseldi, Samsung
yükseldi. Hayatın böyle bir garantisi de yok. Nasıl
gelişiyor bunlar? Rekabet ederek.
Sadece yapmamız gereken birtakım genel kurallar koymak, sonrası hayatın kendisinin işi. Kimsenin Tanrı rolünü oynamasına gerek yok, kimse
Tanrı olamaz, bir yaratıcı var, onun gücü sınırsız,
o istediği her şeyi yapabilir ama bizler insanız, aciz
varlıklarız. Bazen kendi hayatımızı idare etmekte
bile aciz kalıyoruz, kendi sektörümüzdeki yenilikleri takip etmekte aciz kalıyoruz. Ama toplum
halinde yaşadığımız için kendi bilgilerimiz yanında
başkalarının bilgilerini kullanma imkânımız da var.
İşte bu eğitim yoluyla oluyor, ticaret yoluyla oluyor, sosyal hayat yoluyla oluyor. O yüzden insanlar
ne kadar özgürse, ne kadar kendi tarzlarını seçme
ve geliştirme hakkına sahipse toplumda kullanılan
bilginin miktarı da o kadar artacaktır ve arttıkça da
herkesin işi iyiye gidecektir. Yapmamız gereken şey
bu. Hâlbuki merkezi eğitim sistemi tersini yapıyor,
bilgiyi kontrol altına alıyor, sınırlıyor doğru bilgiyi
yanlış bilgiyi kafasında tasnif ediyor ve donduruyor.
Yanlış olan bu merkezi yapı. Ulus devlet, devleti
sorgulayabilecek, devletin doğru dediği değerlere
itiraz edebilecek insanların yetişmesini istemiyor.
Amaç İtaatkar İnsanlar Yetiştirmek
Yani sistem modern köleler istiyor.
Bir çeşit itaati içselleştirmiş, itiraz etmeyecek, kolay
sevk ve idare edilebilir insanlar istiyor. Ulus devletlerin eğitime el atmaktaki asıl gayesi fakirlerin
okumasını sağlamak falan değildir. Amaç itaatkâr
insanlar yetiştirmektir; kendi doğrularına göre
donatılmış insanlar.
“Okullar Hayat Olsun” diye bir proje yürütmeye çalışıyor şu anda Bakanlığımız. Ama orada
yetişkinlerin okula girmesi gibi bir algı var sanki.
Acaba okulu mu topluma katmak lazım?
Bu “okulu hayata katmak” filan çok süslü şeyler.
Hiç bir anlamı olmayan laflar. Netice itibariyle okul
kurumsallaşmadır. Eğitim, örgün eğitim, ister istemez bir mekânsal yoğunlaşmayı gerektiriyor. Şu
anlamda o sözün doğru bir tarafı var. Türkiye’de
veliler okuldan çok kopuk. Toplum okuldan kopuk. Mesela biz çocuklarımıza ne okutulduğunu
kontrol edemiyoruz. Hiçbir söz hakkımız yok veliler olarak, değil mi? Bunu Milli Eğitim Bakanlığı
belirliyor. Hâlbuki daha demokratik ülkelerde,
Amerika gibi, velilerin bu konuda söz hakkı var.
Bizde de hastanın doktor seçme hakkı olduğu gibi
velinin de okul ve öğretmen seçme hakkı olmalıdır.
Çocuğunun okuluna gitmemiş binlerce veli vardır
belki de. Bu veli nasıl düşünüyor? “Nasıl olsa devlet
bu işi çekip çeviriyor”. Devlet de omzuna kalmasını
seviyor. Çünkü çocuğu o zaman kendisininmiş
gibi sahip çıkıp istediği gibi endokrine edebiliyor.
Bunun değişmesi için velilerin okullara çekilmesi lazım tabii ki. Öğretmen, okul aile birlikleri mi
olur başka bir şey mi olur bunun üzerinden veliler
tartışmalılar. Öğretmenlere müdahale etmeliler.
Öğretim tarzlarına müdahale etmeliler.
Eğitimi Mahallileştirmek Gerekir.
AK Parti hükümetinin eğitimin yerel yönetimlere
devri konusunda bir projesi vardı. Bu şu anda
hiç gündeme gelmiyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Dediğiniz model güzel bir model. Eğitimi mahallileştirmek. Mahalli idareye söz vermek. Bir taraftan velileri diğer taraftan mahalli idareyi söz sahibi kılmak. Ama burada da Türkiye korkuyor.
O zaman mesela Güneydoğu’da Kürt velilerin
okullar üzerinde ağırlığı olacak. Bunlar Kürtçe
ders isteyecekler icabında. Muhtemelen bundan
korkuyor sitem. Veya dindarların yoğun olduğu
bir bölgede dindarlar din eğitimine ağırlık veren
bir lise isteyecekler mesela. Bundan da çekiniyor.
Ama doğru olan bu model. Yani toplumun müdahil olması lazım. Toplum nasıl ki parasını veriyorsa
yani vergilerini ödüyorsa aynı zamanda kontrol etmesi, katkıda bulunması, bunun parçası olduğunu
hissetmesi lazım. Bu takdirde daha başarılı olabilir
eğitim sistemi. Bu esneklik, bu özgürlük ortamında
devlet de ağır yükünden kurtulmuş olacak. Devletin bir yükü yok, toplumun yükü var. Toplumun
parası çarçur ediliyor. Parayı toplum sağlıyor.
Öğretmenler Odası’na zaman ayırdığınız için
teşekkür ederiz.
Eğitimi
mahallileştirmek.
Mahalli idareye söz
vermek. Bir taraftan
velileri diğer
taraftan mahalli
idareyi söz sahibi
kılmak. Ama burada
da Türkiye
korkuyor. O
zaman mesela
Güneydoğu’da Kürt
velilerin okullar
üzerinde ağırlığı
olacak.
Bunlar Kürtçe
ders isteyecekler
icabında.
Muhtemelen
bundan korkuyor
sistem.
35
31 - 35 (Atilla Yayla).indd 35
04.06.2012 18:30:20
TÜRKİYE’DE VE
GELİŞMİŞ ÜLKELERDE
OKUL MÜDÜRLÜĞÜ
SİNAN AYDIN
Müdür Yardımcısı / İstanbul
Gelişmiş ülkelerden
ABD eğitim yöneticisi
yetiştirme konusunda
zengin bir bilgi ve
deneyime sahiptir.
Bu konuda ilk defa
okul yönetimi dersi
ABD’de 1881 yılında
verilmiştir. ABD’de
19. yy ikinci yarısı ve
20. yy’da yönetim
bilimlerinde geliştirilen
çeşitli yaklaşım ve
kuramlar eğitim
yönetimine de
uyarlanmıştır.
Her okulun ortam, fiziki çevre, veli profili, öğrenci
ve öğretmen açısından farklı özellikleri vardır. Bu
özellikler, öğrenmeyi etkileyen unsurlardır. Ancak
her okulda etkili bir öğrenmenin gerçekleşmesini
sağlama, okul müdürlerinin temel görevi ve
sorumluluğudur. Okul müdürü, bunun yanında
okul için gerekli kaynakları sağlama, öğrenme
ortamını hazırlama, öğrenmeyi kolaylaştırma ve
öğrenmeye liderlik yapma ile de sorumludur. Bu
sebeple eğitimin geleceğini şekillendirmede okul
müdürleri hayati bir rol oynar.
MEB yukarıda sayılan niteliklerde okul müdürü
seçme, yetiştirme ve atama süreçlerini maalesef başarıyla yerine getirememektedir. Bilindiği
gibi Türkiye’de okul yöneticisi yetiştirmek üzere
herhangi bir eğitim kurumu bugüne kadar
kurulmamıştır. Ülkemizde okul yöneticileri için
esas olan öğretmenlik mesleğine sahip olmaktır.
Elbette bu önemlidir, hayatında sınıfa öğrencilik
yılları haricinde girmemiş biri eğitime liderlik yapamaz. Ancak eğitim liderliği için elmanın bir yarısı
öğretmenlik ise diğer yarısı da profesyonel liderlik
vasıflarını bilme ve uygulamadır. Bu yazımızla ülkemizdeki mevcut duruma bakıp ardından iki ayrı
gelişmiş ülkenin bahse konu olan eğitim liderliği
uygulamasına değinip yine ülkemiz için bir model
önerisinde bulunmaya çalışacağız.
Ülkemizde eğitim yönetimi dersleri genel olarak
yüksek lisans ve doktora programları ile birlikte verilmektedir. Yüksek lisans ve doktora programlarında
da daha çok akademik yön öne çıkmış, nitelikli,
çağın gereklerini yerine getirebilecek okul yöneticileri yetiştirmek pek düşünülmemiştir. MEB
Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Atama ve Yer
Değiştirmelerine İlişkin Yönetmeliğe göre, yöneticilik görevlerine atanacaklarda aranan şartlar ise
şunlardır: Yükseköğrenim bitirmiş olmak, adaylığı
kaldırılmış olmak, öğretmenlikte en az üç yıl
görev yapmış olmak, seçme sınavında başarılı olmak, müdür olarak atanacaklarda Ek-2 formunun
topladığı puan vb.
Gelişmiş ülkelerden ABD eğitim yöneticisi
yetiştirme konusunda zengin bir bilgi ve deneyime sahiptir. Bu konuda ilk defa okul yönetimi
dersi ABD’de 1881 yılında verilmiştir. ABD’de
19. yy ikinci yarısı ve 20. yy’da yönetim bilimlerinde geliştirilen çeşitli yaklaşım ve kuramlar
eğitim yönetimine de uyarlanmıştır. ABD’de okul
müdürü olmak için temel koşullar (eyaletler arası
farklılıklar olsa da) özetle eğitim yönetimi alanında
yüksek lisans yapmış olmak, okul müdürü olmak
için geçerli bir sertifikaya sahip olmak, kamu
okullarında belli bir süre deneyim sahibi olmak,
mesleki sınavdan yeterli not almış olmaktır.
36
36 - 37 (Sinan Aydin).indd 36
04.06.2012 15:24:22
İngiltere’de ise “Okul Müdürleri için Ulusal Mesleki Standartlar (NPQH) Sertifika Programı”
uygulanmaktadır. 1997 yılından itibaren uygulanmaya başlayan ve temeli okul geliştirme sürecine bağlı olan bu programın altı temel felsefesi
bulunmaktadır. Geleceği yönetmek, öğrenme ve
öğretmeye liderlik etmek, kendini geliştirme
becerisi, örgüt yönetimi, hesap verilebilirlik, okul
ve toplumu güçlendirme. Bu program, adaylara
müdürlük koltuğuna oturmadan önce onların
pratik ile teoride ihtiyaç duyacakları bilgi birikimi ve tecrübe ile donanmalarını sağlayan bir
seminerler sistemidir. İlk uygulamadan itibaren
sürekli geliştirilmeye devam edilen ve çok geniş
bir kesimin (akademisyen, yönetici, idareci vb.)
danışmanlığında hazırlanan program okul müdürleri için ulusal standartları karşılayacak düzeydedir. Yine bahse konu olan bu program, eğitim
yöneticilerini, en iyi liderlik özellikleriyle donatan,
gelişime açık ve okul geliştirmeyi temele alan, daha
önceki başarılar üzerine inşa edilen standartları
geliştiren bir süreç bütünüdür.
İlk paragrafta ifade edildiği gibi nasıl her okulun
farklı özellikleri varsa, kuşkusuz her ülkenin de
farklı özellikleri, imkân ve koşulları mevcuttur.
Ancak, ortak aklın ve bilimin geldiği aşamadan da
istifade etmek zorunluluktur. Üniversitelerimizde
de eğitim yönetimi derslerinin genel olarak yüksek
lisans ve doktora programları ile birlikte verildiğini
ve bu derslerin de akademik yönünün daha çok
öne çıktığını belirmiştik. Anlatmaya çalıştığımız
çerçeve dâhilinde geleceğimiz olan çocuklarımızı
emanet ettiğimiz okulların yöneticilerini seçme,
yetiştirme ve atama süreçlerine yönelik ülkemizde
daha ciddi bir yapılanmaya olan ihtiyaç aşikârdır.
İngiltere’de uygulanan programa benzer, ülkemize
özgü, uygun bir “Eğitim Yönetimi Programı” hazırlanmalıdır. Bu program MEB ve YÖK öncülüğünde
Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nün
teşkilat yapılanmasına benzer ilmi, idari ve mali
özerkliğe sahip, MEB’e bağlı okullara ilk defa ata-
nacak yöneticilerin (müdür, müdür yardımcıları)
seçilmesi ve yetiştirilmesi görevlerini ifa edecek bir üst yapılanma içerisinde oluşturulabilir.
Bu program eğitim yöneticilerinden beklenen
davranışlara göre şekillenmeli ve değişeme açık
esneklikte geliştirilmelidir. Dersler ise yönetim bilimleri ile ilgili olduğu kadar eğitim ve öğretim ile
de ilgili olmalıdır. Ayrıca derslerle kifayet edilmeyip
staj yönü de yeterince olmalıdır. Program sonunda hâlihazırdaki sınava benzer, mesleki yeterlilik
sınavı yapılmalı ve yine Ek–2 formunun topladığı
puanlar dikkate alınmalıdır. Ek–2 formu ile ilgili
iki hususa dikkat çekmeden geçemeyeceğim. Ek2’de yönetim alanında yapılan yüksek lisans için
8 puan, doktora için 12 puan verilmesine karşılık,
müdür yardımcılığında geçen her bir yıl için sadece
0,66 puan verilmesi, tecrübenin ve pratiğin ehemmiyeti ile birlikte düşünülünce hiç de doğru ve adil
olmayan bir tablo ortaya çıkıyor.
Bir de “Uzman Öğretmen” unvanlı olanlar için
ilave 4 puan veriliyor. 2006 yılından bugüne
uzmanlık sınavı açılmamasına rağmen bu puanın
yalnız uzman olanlara verilmesi ne kadar doğrudur?
İçinde bulunduğumuz yüzyıla damgasını vuran
“değişim” eğitim yönetiminde de yeni uygulamaların en kısa sürede hayata geçirilmesini zorunlu kılmaktadır. Hiç şüphesiz ki bugünkü eğitim
yöneticileri ile (makro bakınca yöneticilerden ziyade yönetici seçme, yetiştirme ve atama süreçleri
hatalıdır) çocuklarımızı ileri teknolojiler kullanmaya, gelecekte insanlığa değer katacak bilimsel
çalışmalar yapmaya hazırlamak çok zordur.
Yararlanılan Kaynaklar:
1. “İngiltere’de Okul Müdürü Yetiştirme Programı ve Türkiye’de Uygulanabilirliği”, Habib ÖZGAN ve Muhammet
BAŞ, http://www.eyuder.org/bilimselyayinlar/1.pdf.
2. “Okul Yönetimi ve Öğretim Liderliği”, Mehmet ŞİŞMAN,
Eğitime Bakış Dergisi, Sayı 8, Sayfa3-14.
3. “Gelişmiş Ülkelerde Okul Müdürü Olmanın Temel Koşulları ve Öneriler” Yasin ŞAHİN, http://forum.memurlar.
net/konu/1408123.
Program sonunda
hâlihazırdaki sınava
benzer, mesleki
yeterlilik sınavı
yapılmalı ve yine
Ek–2 formunun
topladığı puanlar
dikkate alınmalıdır.
2006 yılından
bugüne uzmanlık
sınavı açılmamasına
rağmen bu puanın
yalnız uzman olanlara verilmesi ne
kadar doğrudur?
37
36 - 37 (Sinan Aydin).indd 37
04.06.2012 15:24:27
ÇOCUK
VE
SEVGİ
HACER YALÇINTAŞ
MÜ PDR Öğrencisi / İstanbul
Çocuk bu umudun
varlığıyla tanımlar
kendisini ve her şeyi
bu umuda
bağlamıştır.
“Umutluyum çünkü
güvendeyim,
umutluyum çünkü
burada beni seven
birileri var,
umutluyum
çünkü bana bakıp
elimden tutanlar
bırakmayacaklar
beni!”
İnsan hayatında “SEVGİ” kelimesinin önemi
yok sayılamaz. İnsan bu sevgiyi doğum öncesinden ölüme dek yaşar. Çocukluk ise yaşam boyu
yaşanacak olan sevginin tohumlarının atıldığı ilk
yıllardır. Çocuk bu yıllarda aldığı sevgiyi, bütün
yaşamı boyunca karşısındakine sevgisini gösterirken de ona gösterilen sevgiyi kabul ederken de
kullanacaktır.
Yazıma başlarken öncelikle şu soruyu sordum
kendime: “Bir bebek sevgiyi nasıl yaşar?” Daha
sonra düşündüm de aslında bebek dünyaya gelmeden önce de yaşıyor bu sevgiyi. Nasıl? Bilirsiniz annesini tekmeleyen bebekleri ve henüz doğmamış
bebeğini hisseden, onun tekmelerinden anlam
çıkaran anneleri. Boş bir çaba değildir bu tekmeler! “Ben buradayım, seninleyim, beni gör, sesimi
duy, ihtiyaçlarımı hisset ve beni sev!” in ifadesidir
kısaca.
Kendisini doğmadan hissettiren bebek artık gelir yeni dünyasına. Onun için yepyeni olan bu
dünyaya uyum kurmada yardımcı olacak refleksleri vardır. Mesela avuç içine dokunduğunuzda
tutma refleksiyle “Evet dünyanıza geldim, artık
tam anlamıyla sizinleyim, hayat boyu sımsıkı
tutacağım elinizden. Yeter ki siz dokunarak hissettirin varlığınızı bana!” cümlelerini anlatmak ister
belki de anne ve babasına. Ya da ellerinden tutup
ayağa kaldırdığınızda kasları henüz gelişmediği
halde heyecanla atmaya çalıştığı adımlarıyla
“Bana destek verdiğinizde, elimden tuttuğunuzda
gelişebileceğime ve ilerleyebileceğime inanmalısınız. Bakın ben küçücük bedenimle meraklıyım
yürümeye!” der.
Fiziksel ihtiyaçları karşılanan bebek yaşamın devam edeceğine, tehlikelerden korunacağına
dair bir umut besler içinde. Çocuk bu umudun
varlığıyla tanımlar kendisini ve her şeyi bu umuda bağlamıştır. “Umutluyum çünkü güvendeyim,
umutluyum çünkü burada beni seven birileri var,
umutluyum çünkü bana bakıp elimden tutanlar
bırakmayacaklar beni!”
Annesinin şefkatli bakışlarını ayırt etmeyi öğrenen
bebek için artık annesinin gözleri dünyadaki diğer
bütün gözlerden farklıdır. Çünkü bu gözler anne
yüreğinin, evlat sevgisinin yansımasıdır. Anne,
bebeğinin ilk sevgi nesnesidir. İlk, annesiyle tanır
dünyayı bebek. Annenin dünyayı algılayış tarzı,
dünyaya bakış açısı bebeğin dünyayı algılayışı üzerinde oldukça etkilidir.
Annesine iyice bağlanan bebek onunla ayrılıklarına
katlanamaz hale gelir. Aslında bu annesiyle
geliştirdiği güven ilişkisine bağlıdır. Bazı bebekler
için ‘ortalığı yıkıyor’ tabiri kullanılırken, bazıları
annesini görmezden gelir, en sağlıklısı ise annesinin yokluğunda gelme umudunu yitirmeyen,
38
38 - 40 (Hacer yalcintas).indd 38
04.06.2012 15:28:16
annesi yanındayken de ona sevgiyle sarılmasını
bilen çocuktur. Erikson detaylıca açıklamıştır
anne-çocuk arasındaki güven ilişkisini. Bebeğin
bu dönemde güvenini oluşturma konusunda
değerli bir hocam anneye çocuğuna kendinden
bir parça bırakmasını önerebilirsiniz demişti.
Daha sonra annemle konuştuğumda benim de
annem yanımda yokken yanımdan ayırmadığım
bir nesnem varmış: annemin taktığı boncuktan
kolye. Annemi yanımda hissetmemi sağlayan o
değerli nesne. Babalar kıskanmasın! Onlar da
işlerine giderken biricik kızları onları göndermek
istemediklerinde onlara kendilerinden bir parça
bırakabilirler. Minik yanaklarına bir öpücük mesela! Söyleyin ona saklasın siz gelene kadar. İnanın o
öpücükten değerli hediye yoktur onlar için.
Çocuk annesinden sonra babasının hayatındaki
önemini fark edince anlar aslında kendisinin bir
ailenin parçasını oluşturduğunu. Ailesinin ‘neşe
kaynağı’, ‘altın topu’ dur belki de. Anne-babasının
oyuncağı olan bebeğe binlerce oyuncaklarla gösterir sevgisini ebeveyn. Artık çocuk için hayat eşittir
oyun olmuştur. Çocuk oynadığı oyunlarda, seçtiği
oyuncaklarla hep kendisini yansıtır. Ailesinden,
çevresinden etkilendiği olumlu-olumsuz olaylar
oyunlarıyla gün yüzüne çıkar. Çocuk yaptığı resimlerle anlatır ailedeki gerginliği, seçtiği oyuncaklarla
anlatır babasına olan hasretini.
Çocuk oyuncaklara boğuldukça yalnızlığa sürüklenmemeli. Unutulmamalı ki onunla yapılan
etkinlikler, birlikte gidilen parklar, beraber oynanılan oyunlar çok değerlidir çocuk için. Sonra
yavaş yavaş çocuğun dış dünya ile, toplumla
uyumu sağlanmaya başlanır, kültürel özellikler
kazandırılmaya başlanır çocuğa. Çocuk adım adım
yaşamın içinden bir birey olmaya yaklaşmıştır.
Ailesinden aldığı sevgiyi diğer varlıklara, diğer insanlara yansıtmaya başlar artık çocuk. Çocuğun
sokaktaki kediye, gökyüzündeki uçağa, yoldaki
arabaya, evlerindeki kuşa vb. merakı, ilgisi gittikçe
artmaya başlar. Evde beslenen minik kuş onun
her şeyidir, onunla konuşur, ona gününü anlatır,
onu kendince konuşturur, ilk kaybetmenin acısını
belki de kuşunun ölümüyle yaşar. O acıyla gün-
lerce evden dışarı çıkmaz, oyun oynamaz. Annesine kuşunun nereye gittiğini defalarca sormadan
da edemez. Sonra yeni arkadaşlara, kardeşlerine
yöneltir sevgisini. İşbirliğini, paylaşmayı, birlikteliği
onlarla öğrenir.
Anne-baba çocuğunun davranışlarına şekil vermeye devam eder bu arada. Nerede, nasıl
oturulup-kalkılacağı; nerede ne konuşulacağı vb.
kurallar koyulur çocuğun önüne. Çocuk davranışlarının sonuçlarına göre değerlendirmeye başlar
insanları, iyi çocuk-kötü çocuk diye. Bu arada
anne-baba çocuğunu davranışlarıyla özdeşleştirip
davranışlarının sonuçlarına göre çocuğa sevgi
yükleme hatasına düşmemeli. Çocuğun olumsuz bir davranışına “Bak bunu yaparsan bir daha
sevmem seni, annen olmam!” gibi cümlelerle
karşılık verilip korkutulmamalı çocuk.
Çocuk annesinden
sonra babasının
hayatındaki
önemini fark
edince anlar aslında
kendisinin bir
ailenin parçasını
oluşturduğunu.
Ailesinin ‘neşe
kaynağı’, ‘altın topu’
dur belki de.
Anne-babasının
oyuncağı olan bebeğe
binlerce
oyuncaklarla gösterir
sevgisini ebeveyn.
Artık çocuk için
hayat eşittir oyun
olmuştur.
Çocuk oynadığı
oyunlarda, seçtiği
oyuncaklarla hep
kendisini yansıtır.
39
38 - 40 (Hacer yalcintas).indd 39
04.06.2012 15:28:19
ilk sarılan o öğretmenler asla unutulmaz.
Bağlılığı fark
edilmeyen, akşama
kadar babasının eve
gelmesini
bekleyip yüzüne
bile bakılmayan
çocuklar,
annesinin sevgisini
elde etmek için
ona su götürürken
bardağı düşürdüğü
için
azarlanan
çocuklar, dersi
anlamakta
zorlandığı halde
çabaladığı ama
başarılı olamadığı
için küçük
düşürülen çocuklar, aşağılanan,
şiddete maruz
bırakılan, ihtiyaçları
karşılanmayan
çocuklar…
Çocuk öğretmenini, okulunu, arkadaşlarını sevdikçe öğrenmeye daha istekli olur, başarır, başardıkça
hayata daha fazla katılır. Gelecekte ne olacağına karar verir çocuk; öğretmen, doktor, veteriner, anne,
baba. Bu kadarcıktır dünyası. Çocuğun dünyası
küçük olduğu için sevgi, ilgi beklediği kişi sayısı da
azdır; hayatındaki kişi sayısı az olması nedeniyle
de daha fazla bağlıdır onlara. Peki bu bağlılığı fark
edilmeyen, akşama kadar babasının eve gelmesini
bekleyip yüzüne bile bakılmayan çocuklar, annesinin sevgisini elde etmek için ona su götürürken bardağı düşürdüğü için azarlanan çocuklar,
dersi anlamakta zorlandığı halde çabaladığı ama
başarılı olamadığı için küçük düşürülen çocuklar,
aşağılanan, şiddete maruz bırakılan, ihtiyaçları
karşılanmayan çocuklar…
Çocuğun en çok korktuğu, sevdiği insanların sevgisini yitirmekten başka bir şey değildir. Bütün
oyuncaklarını, kumbarasındaki bütün parasını
ortaya koyar çocuk; anne-babasının kendisine
ayıracakları bir dakikayı alabilmek için. Ebeveyn
çocuğunu yargılamak yerine isteklerini ben diliyle ifade edebilmeli “Senin böyle davranman bizi
üzüyor, biz seni koşulsuz seviyoruz ancak bizi üzen
şu davranışını sevmiyoruz” diye.
Biraz daha büyüyen çocukta okul, öğretmen sevgisi
başlar bu defa. Sabahları heyecanla okul önlüğünü
giymeler, defterlerini-kitaplarını çantasına doldurup okulun yolunu tutmalar. İlk öğretmeni insanın
hayatta unutamadığı özel kişilerdendir. Çocuğun
ilk öğretmeni ailesinden sonra örnek aldığı ilk modelidir. Öğrencisinin gözündeki ışıltıyı gören, ona
sevgiyle yaklaşan, onunla bir birey olarak sohbet
eden, çözülen ayakkabı bağcığını özenle bağlayan,
teneffüste düştüğünde gözlerindeki yaşları silip ona
Bilmem farkında mısınız bizim için küçük ve
önemsiz olabilen ama çocuk için çok emek, değer
verilen bu çabaların? Bilmem farkında mısınız
çocuğun bu emeğini görmemekle, sevginizi ondan esirgemekle ve verdiğiniz sevgiyi de sadece
onun başarılı olmasına bağlamakla “Sen aslında
değersizsin” mesajını verdiğinizin? Çocuğunuzu
böyle bir yaşamda büyüterek sadece bir an için
kırmıyor, bir an için değersizleştirmiyorsunuz.
Onun kişiliğini olumsuz etkileyerek geleceğini
şekillendiriyorsunuz. Çocuğunu böyle davranarak
eğittiğini sanan aileler, öğretmenler “bir baltaya
sap olamamış”, “insan içine karışmamış”, “iletişim
kurmaktan aciz” deyip toplumun bir kenarına
atılan insanları kendi elleriyle yetiştirdiklerini
unutmasınlar.
Özetle her insanı değerli yapan yüreğindeki
sevgidir. Sevgiyse sergilendikçe değerlenir ve
paylaşıldıkça çoğalır. Kim bilir belki de “Çocuğum
şımarır” diyerek onlardan esirgediğiniz sevgilere
gelecekte sizin daha çok ihtiyacınız olacak.
Yüreğinizdeki sevgiyi eksiltmeden vermelisiniz
minik yüreklere ki sevginiz daha da kıymetlensin.
Sevgiyle kalın.
40
38 - 40 (Hacer yalcintas).indd 40
04.06.2012 15:28:21
EĞİTİM
ÜZERİNE
İBRAHİM KAYA
Edebiyat Öğretmeni / İstanbul
Eğitim ferde
bilgi, beceri
ve alışkanlıklar
kazandırma
faaliyetleridir,
diye tarif edilir.
Bu faaliyet esnasında gösterilecek
titizlik, bir bakıma
eğitimin olumlu
sonuçlanmasına
vesile olacaktır.
Bireyin eğitimi
doğumuyla birlikte
başlar.
Toplumları kalkındıran, çağdaş medeniyetler seviyesine ulaştıran yegâne faktörün eğitim olduğunu
hiç şüphesiz hepimiz kabul ederiz. Eğitim
yolculuğunun süresinin ise beşikten mezara kadar
olduğunu ise söylemeye bile gerek yok kanımca.
Bir ülkenin dünya üzerindeki konumu ve gücü ne
olursa olsun şayet o ülke, eğitime gereken önemi
vermiyorsa geleceği pek aydınlık olmayacaktır.
Ancak eğitime önem veren milletlerin şu anki
durumları ne olursa olsun, gelecekte yolları
aydınlıktır. Çünkü onlar gerçek hazineyi bulmuşlar
ve eğitimin önemini anlamışlardır. O hazineyi
ne kadar olumlu kullanırlarsa, kalkınmaları ve
gelişmeleri o hızda olacaktır.
Eğitime önem vermeyen bir toplumun kalkınması
düşünülemez. Ve eğitim faaliyetlerine gereken
değeri göstermeden kalkınmış bir millet örneğine
tarihin hiçbir aşamasında rastlanmaz. İnsanların
başına ne geldiyse, eğitimsizlikleri yüzünden
gelmiştir. Okumayan, araştırmayan, üretmeyen,
dünya üzerindeki gelişmeleri takip etmeyen,
varlık sebebini anlamayan insanlardan meydana
gelmiş bir millet dünyanın en zavallı milletidir.
Güçlü ülkelerin kontrolü ve denetimi altında
hayatını sürdürmeye mahkûm olan bu tür mil-
letler ve devletler zamanı gelince tarih sayfasından
silinirler. Bunu engellemeye de güçleri yetmez.
Çünkü değerlerini savunacak, var olma mücadelesi verecek ve en önemlisi millet olma şuurunu
sorgulayacak tek bir şahsiyet kalmamıştır. Daha
doğrusu ortada millet diye bir olgu kalmayacaktır.
Sağlam bir millet olmak ve dünyaya yön verecek
nitelikli insanları yetiştirmek, belli bir amacı, geniş
bir düşünceyi ve stratejiyi gerektirmektedir. Bu da
ancak eğitim sayesinde gerçekleşir.
Eğitim ferde bilgi, beceri ve alışkanlıklar kazandırma faaliyetleridir, diye tarif edilir. Bu faaliyet esnasında gösterilecek titizlik, bir bakıma eğitimin
olumlu sonuçlanmasına vesile olacaktır. Bireyin
eğitimi doğumuyla birlikte başlar. Çocuğun dünyayı gözünü açmasıyla birlikte artık bir şeyler
öğrenmeye başladığını hareketlerinden anlayabiliriz. Yavaş yavaş büyümesiyle çevresinden gördüklerini tutun, birçok unsuru hafızasında depolamaya başlar. İşte bu süreçte aile çok önemlidir.
Çünkü çocuk ailesinden gördüğü olumlu veya
olumsuz davranışları kendine örnek alacaktır.
Temel ne kadar sağlam atılırsa, bina o kadar güvenle yükselecek ve hiçbir sarsıntıyla yıkılmayacaktır.
41
41 - 42 ( brahim kaya).indd 41
04.06.2012 15:26:58
her milletin bir yetiştirilme yöntemi vardır. Bir
millet için önemli olan hususlar, bir başka millet
için önem arz etmeyebilir. Şayet siz, milletinizi
başka milletlerin eğitim unsurlarıyla yetiştirmeye
kalkışırsanız, gelecekte siz de o millete tabi olursunuz.
Kabul edilmesi gereken
bir hakikattir ki
milletler, dünya
üzerinde saygın bir
yere sahipse bunda en
önemli faktör eğitimdir.
Yine milletler,
dünyada başka
milletlerin
esaretinden
kurtulamıyorsa
bunun sebebi de
yine eğitimdir.
Birey gençlik çağına geldiği zaman şayet bocalamaya başlıyorsa, geçmişte gereken önem
verilmemiş demektir. Bu durumun etkisi o şahsın
hayatının sonuna kadar eder. Ve ortaya millî ve
manevî değerlerinden habersiz, duyarsız, kültürüne yabancılaşmış bir kişilik çıkar. Neticede
kaybeden o toplum olur. Aksine sağlam temeller
atılarak yetiştirilmiş bir şahsiyet, hayatının hiçbir
aşamasında problem yaşamaz. Bu insanlar sayesinde toplumlar ayakta kalırlar ve geleceğe daha
aydınlık bakarlar. Çünkü yetiştirilen gençlik belli
bir görevi yüklenmiş olacaktır. Ve stratejisi, dünya
üzerinde hâkim güç olacak bir devlet ve millet ortaya çıkarmaktır.
Orta Asya’dan Anadolu’ya geldiysek ve bugün hâlâ
buradaysak bunun sebebi işte bu tür şahsiyetlerdir.
Ve onlar büyük bir ihtiyaçtır; aranılan, her zaman
bulunamayan, bulunduğunda ise değeri bilinmesi
gereken.
Eğitim hususunda dikkat edilmesi gereken noktalardan bir tanesi de verilen eğitimin millî olmasıdır.
Çünkü her yiğidin bir yoğurt yiyişişi olduğu gibi,
Eğitim şayet insanlara bilgi, beceri ve alışkanlıklar
kazandırma faaliyetiyse, o zaman kendi insanlarına kendi kültürlerini öğretmelisiniz. Kendi değerlerinden habersiz olan insanlarını, başka milletlerin
değerleriyle beslersen; zamanı geldiğinde millet
olgusu ortadan kalkar. Oraya karışık bir şey çıkar.
Az oradan, az buradan, az da şuradan mantığıyla
oluşmuş bir millet ayakta kalamaz. Kalsa da uzun
ömürlü olamaz. İşte milletleri ortadan kaldıran
en önemli sebep budur. Yani eğitimin millî
olmaması… Ve neticede hüsran... Pişmanlığın fayda etmeyeceği bir hüsran... Kişilik olarak, şahsiyet
olarak, toplum olarak, millet olarak değişmiş insanlar kitlesi. Özünden, sözünden, geleceğinden
habersiz bir yığın insan.
Oysaki geçmişinden haberdar, kendi kültürünü en
iyi şekilde öğrenmiş, millî bir eğitim almış insanlar
topluluğu, başka milletleri kontrol altında tutmayı
çok kolay başarırlar. Bu geçmişte de böyleydi,
günümüzde de böyledir.
Kabul edilmesi gereken bir hakikattir ki milletler,
dünya üzerinde saygın bir yere sahipse bunda en
önemli faktör eğitimdir. Yine milletler, dünyada
başka milletlerin esaretinden kurtulamıyorsa bunun sebebi de yine eğitimdir.
Biz, millet olarak, “Kökü mâzide olan âtiyiz.”
Nereden geldiğimiz ve geçmişimiz bellidir. Ancak
geleceğimiz ve nereye gideceğimiz de çok önemlidir. Tek şeye ihtiyacımız var: İnsanlara özünü,
milliyetini, geçmişini, kültürünü, millî ve manevî
değerlerini en iyi şekilde aşılayacak ve yolumuzu
aydınlatacak nitelikli ve millî bir eğitim.
42
41 - 42 ( brahim kaya).indd 42
04.06.2012 15:27:11
PROF. DR. MUHSİN
HESAPÇIOĞLU HOCAMA:
GÖZÜNÜZ ARKADA
KALMASIN HOCAM!
YRD. DOÇ. DR. İBRAHİM
HAKAN KARATAŞ
İGEDER YK Üyesi - Fatih
Üniversitesi / İstanbul
Tek tesellimiz
otuz yılı aşkın
süre boyunca
yetiştirdiğiniz,
benimle aynı
duyguları paylaşan
onlarca doktoralı
öğrenciniz olarak
sizin tavrınızı,
edanızı, ideallerinizi ve disiplininizi hem kişisel
hem de mesleki
hayatımızda
sürdürecek bir
takım oluşumuz.
Sayın Hocam,
Her ölüm zamansızdır derler fakat hiçbiri sizinki
kadar zamansız olmadı! Geç bulup çabuk kaybettik sizi.
On yıl önce sizden öğreneceklerimin hayaliyle
büyük bir coşku vardı içimde, bugün ise sizin engin
dünyanızdan ve birikiminizden yeteri kadar istifade edememiş olmanın anlatılmaz hüznüne gark
ettiniz bizi.
Eğitim, dediniz Hocam, bireyi özgürleştirme sürecidir. Onu bir daha silinmemek üzere yazdık beynimize. Hem kendim gerçek özgürlüğün tadına
vardım, hem öğrencilerim derslerimde aslında size
borçlu oldukları eşsiz bir huzur yaşar oldular.
Okullardaki toplam kaliteye geçiş serencamını
ibretle izlerken Isparta okulunu kuranlar kaliteyi düşünmemişler miydi? diye sordunuz, o gün
bugündür, insanoğlunun eğitim serüvenini merakla
izler oldum sayenizde.
Yeni müfredata geçişi tek kelimeyle çocuklarımızı
narsist yapmayalım da diyerek özetlediniz. Siz bizim için kitapların arasında yaşayan, bir sandalyelik boşlukta nezaketle ısmarladığınız bir bardak
çayı içecek kadar sohbet edilecek, kütüphaneden
istediğiniz kitaplarınızın getirilecek ve kütüphaneye teslim edilecek, çalışkan hocamızdınız. Doktora tezimin kaynak taramasını yaparken nereden
bulduğunuzu bir türlü anlayamadığımız en özel ve
en nadide kaynakları elime sıkıştırıveren gerçek bir
mürşittiniz.
Bir meseleyi kabuğundan algılamakla künhüne
vakıf olmanın farkını Rousseou’yu, Kant’ı, Adorno’yu, Kuhn’u, Lakatos’u okutarak öğrettiniz.
Derse zamanında gelmediğimizde, ödevimizi
hakkıyla yapmadığımızda, bir beceriksizliğimize
mazeret uydurmaya çalıştığımızda, yaşımıza başımıza bakmadan, bizi azarlayarak ilmin ve ilim
insanının ciddiyetini zihnimize kazıdınız. Tez savunmamda bir hocanın öğrencisini nasıl kemale
erdirip sonra onu sahneye tek başına çıkartması
gerektiğini, savunmam boyunca hiçbir yorum,
ekleme, değerlendirme yapmadan beni kendi başıma bırakarak gösterdiniz. Ve elbette savunmam
sona erince gözlerinizdeki coşkuyla cübbenizi
çıkarıp bana kendi ellerinizle giydirerek ve hoş geldin aramıza diyerek hayatımın en büyük onurunu
bahşettiniz. Sizinle her karşılaştığımızda hafif eğik
başınızla selamımı hep aldınız, sizi her ziyarete
gelişimde kısık sesinizle merhaba hoca! diyerek
beni odanıza davet ettiniz. Biraz zor bir görev verecekseniz ya da bir ricada bulunacaksanız size mahsus ve hala kulaklarımdaki o hoş gülüşünüzle hep
bir eziklik hissederek bize seslendiniz.
Muhterem Hocam,
Takdire isyan edemeyiz. Elbette bizim sizden öğreneceğimiz çok şey vardı. Ama daha önemlisi
sizin bize ve hele bu sıkıntılı günlerde ülkemize
katacağınız şeyler daha fazlaydı. Ölüm döşeğine
sınıftan gittiniz. Bu sizin için de bizim için de çok
ağır oldu Hocam. Fakat size de bu yakışırdı Hocam. Tek tesellimiz otuz yılı aşkın süre boyunca
yetiştirdiğiniz, benimle aynı duyguları paylaşan
onlarca doktoralı öğrenciniz olarak sizin tavrınızı,
edanızı, ideallerinizi ve disiplininizi hem kişisel
hem de mesleki hayatımızda sürdürecek bir takım oluşumuz. On yıl önce sizi tanıdığım ilk gün
karşınızda hangi saygı ve hayranlıkla durduysam
bugün de naşınızın başında aynı hürmet ve ihtiram
içindeyim.
Gözünüz arkada kalmasın Hocam.
43
43 (hesapc oglu).indd 43
04.06.2012 15:28:41
TAHSİN YILMAZ
İstanbul
FATİH Projesi ismi
verilen bu gündemin
muhatapları proje
gerektirmesi
seyrü seferin sevk
ve idare işlerinden,
görevlerinden,
takvimlendirilişinden
habersiz
durumdadırlar
maalesef. Proje lafı
var, vücudu var fakat
içi yoktur. Var olduğu
ileri sürülebilecek
olanlar ise Hollywood
filmcilerinin western
kasabasına emsaldirler
ancak.
Cama geldiğini bilmediğimden soruyor değilim.
Biliyorum cama geldiğini. Fakat ne bilmem bellemem gerekiyor cama gelişini? Niye geldin cama?
Öğrencilerin ve öğretmenlerin koltuklarına,
aynı sırada dersliklerimizin duvarlarına bilgisayar koyuyoruz. 2012 – 2013 eğitim öğretim yılı
başladığında ülkemizdeki bütün 9. sınıf müdavimleri bilgisayarları ders araç-gereci olarak kullanacaklar imiş. Beş yıl süre zarfında bütün ilkokul, ortaokul ve lise sınıflarına bu tevziat ve tensip tamam
edilecek imiş. 1,2 milyon talebe bu yıl, 20 küsür
milyon talebe beş yıl içinde bilgisayarla donatılacak
yani. Fakat lise öğretmenlerinin hepsinin ve dersliklerinin tamamının teçhiz edilmesi demek değil
midir bu?
Çünkü öğrencisi bilgisayarlı ama dersliği ve öğretmeni mahrum olabilmemeli. Keza bir derslik sadece 9. sınıfa mahsus tasarruf edilmemektedir. Ve
bir öğretmen de sadece 9. sınıf talebesiyle meşgul
edilmemektedir. Yani hem ders hem proje-performans ödevleri hem sosyal kulüp çalışmaları hem
zümre üyelikleri muvacehesinde bir öğretmen 9.
sınıflar dahil bütün öğrencilere ders, rehberlik,
birikim sunmaktadır.
Mekanlarını, öğretmenlerini, faaliyetlerini zaman
ve teçhizat kesişmesi de olmaksızın sadece 9.
sınıflara tahsis ederek ne çekip çeviren ne de çekebilip çevirebilen bir tek okul bulabilirsiniz. Bu hem
mümkün değildir hem bir ilzam iktiza etmez. Binaenaleyh bir okulun bütün dersliklerine ve bütün
öğretmenlerine cihaz tensibi yoluna gidilmelidir.
Diyelim ki sadece 9. sınıflara tatbikte ısrarcı olundu, o halde amaç, nesne, kişi, sonuç, faaliyet,
sarfiyat, maliyet kadrosunu/envanterini tam teşrih
edebilecek ve dolayısıyla bir organda odaklaşmak
için diğerlerinden ayıklama çalışması yapabilecek
durumda olmak gerekmektedir. Bu tahlil, teşhis ve
tesbit çalışmasını hiçbir merkez, taşra ve uç birimimizden isteyebilecek durumda değiliz. Eğer re’sen
ayrıştıracaksınız derse bakanlık, eyvah ki eyvah!
O vakit, (hafazanallah) bakanlığın tablet ve panel
bilgisayarlar için ayırdığı parayı aşmamak adına
irade edeceği inhisar, doğuracağı yıkım maliyeti
altında millî eğitimi felç eder.
FATİH Projesi ismi verilen bu gündemin muhatapları
proje gerektirmesi seyr ü seferin sevk ve idare
işlerinden, görevlerinden, takvimlendirilişinden
habersiz durumdadırlar maalesef. Proje lafı var,
vücudu var fakat içi yoktur. Var olduğu ileri sürülebilecek olanlar ise Hollywood filmcilerinin western
kasabasına emsaldirler ancak.
44
44 - 45 (Tahsin Yilmaz).indd 44
04.06.2012 15:29:43
Camekandan ders yapılacak. Ders etmenin temel
araçları camekana tahvil ediliyor. Camekanları edinmeye ilişkin eylem planlarında insan, mekan, olay
kadrosunun yeri ve zamanı nedir belli edilmemiş
olmaz. Belli edilmiş ise bildirilmemiş olmaz.
Camekandan ders yapılacak. Ders etmenin esas fiili
camekana tadil ediliyor. Camekanlardan işlenecek
müfredattan insan, mekan, olay kadrosunun referans eserleri dijitalde rafine edilmemiş olmaz. Belli
edilmiş ise bildirilmemiş olmaz. Yani ansiklopediler; sözlükler; fauna katalogları, flora katalogları;
maden, iklim, coğrafya, şehir dokusu; tarihçeler;
sosyoekonomik almanaklar, sosyodemografik almanaklar; edebiyat koleksiyonları; matematik
kavram haritaları, fizik, kimya, biyoloji kavram
haritaları falan filan birbirlerine “Ders Kitapları
İçindeki Kelimeler, Cümleler, Şekiller, Tablolar,
İndeksler Üstünden” ilişkilendirilmemiş olmaz.
İlişkilendirilmiş ise bildirilmemiş olmaz.
Camekandan ders yapılacak. Ders etmenin pekiştirme fiili camekana tebdil ediliyor. Camekanlardan üretilecek ve izlenecek proje ve performans
ödevlerinin mecraı dijitale tebdil edilmemiş olmaz.
Belli edilmiş ise bildirilmemiş olmaz. Ödevlerin ve
müşterek çalışmanın yazılım ve otomasyon mevkiine taşınması ihmal edilmiş olmaz. Taşınmış ise
bildirilmemiş olmaz.
Ez cümle dijitalleştirilmiş bir “Süreç Yönetimi
Sistemi”ne geçilmemiş olmaz. Camekan’ın önü
ve içi yani bu dönüşümün causa materyalis’i ve
causa formalis’i dijital idare, idarenin dijitalleşmesi,
dijital kurum, kurumun dijitalleşmesi potasına getirilmediyse bu iş olmaz. Ne bileyim ben senin
candan sevdiğini gönül verdiğini? Ya da gönül
eğlendirdiğini?
Camekanlardan
üretilecek ve
izlenecek proje ve
performans
ödevlerinin mecraı
dijitale tebdil
edilmemiş olmaz.
Belli edilmiş ise
bildirilmemiş olmaz.
45
44 - 45 (Tahsin Yilmaz).indd 45
04.06.2012 15:29:48
“NEOBUNALIM”
ÇAĞINDA
HAYSİYETİ
ARAMAK
M. CÜNEYT ANCIN
TARİH ÖĞRETMENİ
Okul, bir zamanların
toplumunun gündemini belirleyen baş
faktör olma özelliğini
yitirirken, sosyalleşme
kavramının da giderek içi boşalmakta,
bireyselleşme ihtiyacı
ön plana çıkmaktadır.
Dolayısıyla dünün tersine okulun gündemi,
bugün okul dışından belirlenmektedir. Bilginin
güç demek olduğunun
daha iyi anlaşıldığı
günümüzde okul, bilginin üretildiği merkez
olma konumunu yitirmiş
durumdadır.
21. yüzyılın ilk çeyreğinde yol aldığımız şu günlerde belki her dönemde var olandan daha yoğun şekilde birçok siyasi, sosyoekonomik ve kültürel gelişmeyi yahut krizi bir arada takip etmeye
çalışıyoruz. Takip ediyoruz, çünkü dünyaya
bakışımızı, bu bilgilenmeden ve etkileşimden
elde ettiğimiz birikim yönlendiriyor. Farkında olmadan bir yöne doğru eğiliyor ve eğitiliyoruz.
Eğitim kavramı aslında tam da bu sürecin işleyişi
ile açıklanabilir. Bu yüzden yeni bir kültürlenme
süreci olarak günümüzde “yaşam boyu eğitim”
gibi tanımlamalar daha bir karşılık buluyor. Aslında
eğitim bir kanalize olma durumunu ifade ederken,
kuşkusuz edilgenliği de kendi içinde barındırıyor.
Zira bugün medya ve teknolojinin getirdiği iletişim
imkânlarına bakıldığında, artık, adına ‘örgün
eğitim’ denilen, yüz yüze bilgilenme ve davranış
geliştirme sürecinin işlevselliği, giderek kaybolma
riski ile karşı karşıyadır. Okul, bir zamanların toplumunun gündemini belirleyen baş faktör olma
özelliğini yitirirken, sosyalleşme kavramının da
giderek içi boşalmakta, bireyselleşme ihtiyacı ön
plana çıkmaktadır. Dolayısıyla okulun gündemi,
dünün tersine bugün okul dışından belirlenmektedir. Bir tür Pandora’nın kutusunun açılması
misali, okulun, toplum üzerindeki sihirli gücünü,
dolayısıyla tesirini artık kaybettiğini söyleyebiliriz.
Okulun bu merkezi konumunu kaybetmesi, daha
doğrusu medyaya kaptırması sonucu, bir lokomotif işlevi görmesi de artık imkânsızlaşmıştır. Bugün
için Hz. Ali’nin “El-İlmü noktâtün, fece’alalehu
câhilûn”1 ifadesinde karşılığını bulan bilginin
değer bunalımı, daha bir önem kazanmakta ve
ciddi bir tehlikeye işaret etmektedir. Çünkü bir
zamanlar bilgi, talep edilen, talep edildiği referans
kaynağından da meşakkatli bir şekilde elde edilen
ve bu yüzden “talebe” olmak uğruna birçok şeyin
feda edildiği, çileli bir kemale ulaşma serüveniydi.
Para ile alınamayan, kolay elde edilemeyen, talebeyi yoran ama pişiren ve olgunlaştıran bir serüven.
Oysa şimdi istenildiğinde istenildiği kadar üretilip
gerektiğinde tüketilen ve posası çıkarılıp atılan,
hiçbir illiyet ve aidiyeti, hatta zilliyeti olmayan bir
tüketim metasından başka bir şey değildir bilgi.
Artık hiçbir hikmeti yoktur. Dolayısıyla yitip gitmesinin bir anlamı da yoktur.2 Nasılsa her yerde, her
zaman bulunabilen bir “şey”dir. Okulun -hiçbir
zaman ve hiçbir toplumda tek bir okul modeli olmasa da- konuşlandığı yerini terk etmeye başladığı
bugün, artık karşımızda her daim giderek daha da
yoğunlaşan enformasyon bombardımanı altında
sürekli gündemi yeniden belirlenen ve böylelikle
güç merkezlerince her türlü manipülasyona açık
hale gelen bir sosyal yapı bulunmaktadır. Okul,
yalnızca bu enformasyonun yeniden çoğaltıldığı bir
dedikodu merkezine dönüşürken, imaj dışında öz
bilgi ve değerlere ait üretim güçleşmekte ve önemini kaybetmektedir. Sosyal kurumlar olarak okulu
ya da evi bu bombardımandan koruyup kollayabilecek ve hayatiyetlerini sürdürmelerini sağlayacak
bir kalkan da henüz geliştirilebilmiş değildir. Tam
da bu yüzden hukuk sektörünün iş hacmi artmakta
ve eğitilemeyen kitleler sayesinde bu sektöre kan
pompalanmasına hız verilmektedir.
Her şeye rağmen hiç değilse bir lahzacık tefekkür,
bir düşünce teneffüsü, tıkanan beyin damarlarımıza
bir by-pass imkanı bulunsa ve medeniyetimizin
hala sallanmakta olan beşiğinde bir yolculuğa
çıkılsa yeniden. Buna gerçekten ihtiyaç var. Bu
kadar tükettirmemeliyiz kendimizi. Biz varız, işte
tam burada hayatın ve okulun merkezinde. Öte
yandan bize doğru seslenen beyaz cama aldırış et-
46
46 - 47 (Cüneyt Anc n).indd 46
04.06.2012 15:30:35
meden soralım kendimize; “Ben kimim?”, “Ne için
varım?”, “Nereden gelip nereye gidiyorum?”, “Bu
hayattaki temel amacım ve varlık nedenim nedir?”,
“Hangi kültür havzası ve medeniyetin mensubuyum?”, “Hakikaten öğrendiklerim ve edindiğim
birikim bir şekilde beni tatmin ediyor mu?”, “Beni
mutluluğa götürecek bir yaşam reçetesi var mıdır?”,
“Zihnimdeki sorulara hangi referanstan yanıt bulabilirim?” Bu soruları üreten aklımız; araştırarak, sorgulayarak, mukayese ve muhakeme ederek doğru
cevapları da mutlaka bulacaktır. “Neobunalım”
çağında yaşam felsefesini yeniden kurgulamaya
muhtaç bir toplum karşımızda durmaktadır. Bu
toplum, yeniden âkil adamlar üretmek konusunda
ise sonsuz bir ümitle bekleyişini sürdürmektedir ve
tükettiklerinden yana hazımsızlığını, safralarını atarak göstermekte, özgürlük ve sorumluluk dengesini
kuracak doğru algıyı yeniden kurgulamayı istemekle bu ümit meşalesini daha da alevlendirmektedir.
Ekonomik kalkınmaya odaklandığımız günümüzde
hayat pınarlarımız, delikanlılığımızın çılgın ritimleri eşliğinde, Fırat’ın ket vurulmamış coşkun suları
gibi boşa akıp gitmemeli. Barajlar kurulmalı üzerine, yeniden enerjiyi üretip yönlendirilecek. Kendi
otokontrolünü, düşünce ve davranış inisiyatifini
elinde bulunduran, hızlanıp duracağı yeri iyi bilen
bir usta şoför misali. Bugün akıl ve vicdan süzgecinden geçirerek kendimiz için doğrusunu yapıyor
olduğumuzdan emin olduğumuz işler, yarın, en
yakınımızdan başlayarak aile, dostlar, akrabalar ve
millet ölçeğinde katma değer oluşturacak sonuçlar
verecektir; vermektedir. Bundan yaklaşık çeyrek
yüzyıl önce yitirdiğimiz münevverimiz ve mütenevvirimiz Cemil MERİÇ ustanın reçetesi, belki
sosyal sağlığımıza yeniden kavuşmamıza yardımcı
olabilir. Aynı zamanda Osmanlı Coğrafyası’nın
Batı Dünyası ile karşılaşması sonrası içine düştüğü
bunalımı ve yaşadığı problemleri aşması için ortaya koyduğu kritik ilkeleri dikkate alarak tünelin
ucundaki ışığı yakalayabilir ve aydınlığa ulaşabiliriz.
İşte ustamızın ilkeleri;
• Hiçbir düşünce, bir ülkeden ötekine olduğu gibi
aktarılamaz.
• İnsan düşünce için değil, düşünce insan içindir.
• Batan bir ülkeyi, bir anda kurtaracak hiçbir sihirli
formül yani “-izm” yoktur.
• Avrupa ile aramızda aşılmaz bir duvar var. Doğu,
kapitalist için de sosyalist için de sömürülecek bir
alandır. Doğulu (Asyalı) ise bir yarı insan, şüpheli
bir yandaş, tek kelimeyle düşmandır.
• Zilletten kurtulmanın yolu, “haysiyetimizi” ispattır.
“Haysiyet”, şuur ve fedakârlık anlamına gelir iken,
şuur hiçbir kiliseye bağlanmamak, her vesayeti
reddetmek, kapılarını her ışığa açmak demektir.
Fedakârlık ise inandığı değerler uğruna her çileyi
göze almak.3 Saygıya layık insan kendi kafası ile
düşünen, düşüncesini haykırmaktan çekinmeyendir.
Şimdi, “Her türlü sayılabilir ve stratejik kaynakların
kesişim bölgesinde bulunan kendi coğrafyamızda,
eski ve yeni yangınların küllenmiş acılarını da unutmadan, yerinden yeniden doğrulup yeni bir dünyanın eşiğinde ‘Asım’ın Nesli’ olarak namusunu çiğnetmeden bilinçli, haysiyetli ve vakur bir toplumu
nasıl var etmeli?” sorusu okul ve medya bağlamında
eğitim için giderek anlam kazanmaktadır. Bunun
için bu toplum, Doğu’dan ve Batı’dan kendi yitiğini
arayıp bulmalı, kimden ne alacağını bilmelidir. İlkeler
bellidir. Unutulmamalıdır ki her bunalım, kendi
münevverlerini zorunlu olarak doğurur, besler ve
büyütür. Dün olduğu gibi bugün de öyle olacaktır.
Neobunalım çağının yetiştirdiği neomünevverlere selam olsun. Aydın teriminin kullanılmasından
kaçınmak gerekir. Çünkü “aydın” kelimesi, bizim mahallenin mağaradakilerinin var olduklarını sandıkları
ışık kaynağından (pozitivizm) mülhem olup oldukça
içi boşalmış bir hale getirilmiştir. Bu yüzden Cemil
Meriç, aydın için, “ustasının iksirini içip can çekişen
ahmak uşak” tanımlamasını yapar haklı olarak. Haklı
olarak da halkla, gerektiği kadarını ve asla yangın
çıkarmadan paylaşırlar.
1 ”İlim bir noktaydı, onu cahiller çoğalttı.”
2 “Hikmet, müminin yitiğidir, onu nerede bulursa alır.” hadisi
Ekonomik kalkınmaya
odaklandığımız
günümüzde
hayat pınarlarımız,
delikanlılığımızın
çılgın ritimleri
eşliğinde, Fırat’ın ket
vurulmamış coşkun
suları gibi boşa akıp
gitmemeli. Barajlar
kurulmalı üzerine,
yeniden enerjiyi
üretip
yönlendirilecek.
Kendi
otokontrolünü,
düşünce ve davranış
inisiyatifini elinde
bulunduran, hızlanıp
duracağı yeri iyi bilen
bir usta şoför misali…
mucibince amel ederlerdi müminler.
3
MERİÇ, Cemil, Mağaradakiler, İletişim Yay., İst., 1997, s. 231
47
46 - 47 (Cüneyt Anc n).indd 47
04.06.2012 15:30:54
DR. DETLEV QUİNTERN İLE SÖYLEŞİ
“SEZGİN OLAĞAN ÜSTÜ
BİR BİLİM ADAMI”
AYÇA GÜZEL
????
Bu söyleşi Sanat
Dünyamız
dergisinin 128.
(Mayıs 2012)
sayısında Mine
Ayça
Güzel imzasıyla
yayınlanan
“Evrensel Ahengin
Sanata Yansıması:
İstanbul İslam
Bilim ve Teknoloji
Tarihi
Müzesi”
adlı yazıdan
alıntılanmıştır.
Ayça Güzel: Dr. Quitern söyleşi teklifimizi kabul
ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Öncelikle, sizin
şu anda süregelen araştırma projeniz hakkında
bilgi almak isterim.
Dr. Detlev Quintern: Şu sıra 2012 Ağustos’unda
İstanbul’da gerçekleşecek olan bir yaz okulunu hazırlıklarını yapıyorum. İslam biliminin
tarihi üzerine uzmanlaşmış, farklı üniversitelerden akademisyen meslektaşlarla işbirliği içinde
çalışarak Rönesans Miti, J. W. Goethe ve erken
Aydınlanma’nın “Doğu”yu ya da İslam dünyasını
nasıl algıladığına dair dersler geliştiriyorum. Aynı
zamanda, Çaykovski’nin Lolanta adlı operasındaki
Arap tıp doktoru figürü üzerine bir makale yazmaktayım.
A.G.: Arap-İslam bilimsel yenilikleri ve sanatlarının
tarihini incelerken, dokuzuncu ve on altıncı yüzyıllar arsında Arap-İslam bilimlerinin yeşermesini
yansıtan bu çok etkileyici bilim aletlerinin ardında
yatan süreci düşünmeye başladım. Bunların hangileri şu anda müzede sergileniyor?
D.Q.: Öncelikle Prof. Dr. Fuat Sezgin’in adını anmak isterim, olağanüstü bir bilim adamı; Avrupa
merkezli yaklaşımlardan dolayı parçalanmış bilimler tarihinin akış sürecini araştırmaya kendini
adamıştır. Neredeyse elli yıldır dünyanın her yanında Arapça-İslam elyazmalarını derinlemesine
incelemiş, bilimler tarihindeki birliği yeniden bir
araya getirmek için, oradaki kayıp halkaya -Arapİslam bilimlerine- odaklanarak çalışmış ve sadece
aradaki uçurumu ortadan kaldırmakla kalmamış,
genelde bilimlerde ve onların pek çok önemli
alandaki uygulamalarında devrim yaratmıştır.
1980’lerden itibaren Prof. Dr. Sezgin Arap-İslam
dünyasındaki en etkili bilimsel keşiflerin modellerini geliştirmiştir. Bunların en erken örnekleri
9. Yüzyıla kadar eskiye tarihlenmektedir. Prof.
Sezgin bu bilgileri edinmek ve görselleştirmek
için Arap-İslam bilimleri tarihine dair elyazmaları,
kitapları, makaleler, deneme yazıları ve çeşitli eski
ve modern kaynaklardan koleksiyon oluşturmaya
başlamıştır. Böyle yaparak, yaklaşık 1300 cilt kitap
yayımlamıştır ve bunlar bilimler tarihinin yeniden
yapılandırılması için bir hazine teşkil etmektedir.
A.G.: Müzedeki objelerin estetik özellikleri hakkında neler söylemek istersiniz?
D.Q.: Bu soruya İslam dünyasında estetik kavramını tanımlayarak cevap vermek isterim, bu dünyada her şey ahenk içindedir. Saygın Arap bilim
adamı İbnü’l-Heysem (ölümü 1039-1040 arası)
bu kavramı bin yıl önce dile getirmiştir. “Tüm
evren, ne kadar geniş ve kapsamlı olursa olsun,
değişmez bir kurala bağlıdır ve yine tüm evren,
her ne kadar çeşitli olursa olsun, mükemmel bir
ahenk içinde yönetilir.”(3) Bu kozmolojiye tamamen katılıyorum. Diğer bir deyişle: “evrensel
ahenk kavramı” ağırlıklı olarak İslam sanatlarında
yansıtılmıştır ve bilimlere ve bilimsel enstrümanlara da uygulanmıştır. İslam sanatlarında kozmosun
ahenkli düzeni kendini yansıtır, örneğin simetriye
dayanan yani ahenk yansıtan benzemelerde.
A.G.: Son olarak müzenin ilerde açmayı düşündüğü
sergiler hakkında bize biraz bilgi verebilir misiniz?
D.Q.: 2013’te UNESCO Piri Reis’in 1513 yılına
tarihlenen ünlü Amerikalar haritasını kutlayacak.
Bir özel sergi için ilk fikirler bunlar. Prof. Sezgin,
sık sık Kristof Kolomb’la bağdaştırılan bu haritanın
öncelinin gerçekte bir Arap haritası olduğunu ortaya çıkararak bilim tarihini değiştiren bir keşif
gerçekleştirdi. Bu harita Paulo Toscanelli’nin
1474’te ürettiği haritanın temelini oluşturdu. Toscanelli ardından bu haritayı Floransa’dan Lizbon’a
gönderdi: böylece büyük olasılıkla Kolomb’un
batıya yönelik seyahatini mümkün kıldı. Umuyorum ki gelecek sergilerimizden birini, bilimler tarihindeki bu önemli keşfe adayacağız.
(3): Fuat Sezgin, İstanbul İslam, Bilim ve Teknoloji tarihi Müzesi
(Toplu bir bakış), İstanbul Kültür ve Sanat ürünleri Tic. A.Ş. , Ocak
2010 (ilk baskı), sayfa:20.
48
48 (Dr detlev).indd 48
04.06.2012 15:29:06
3. DEĞERLER
EĞİTİMİ
BULUŞMASI
HALİT ARAPOĞLU
DKAB Öğretmeni / Yozgat
Özel Ceceli
Okulları tarafından
bu yıl üçüncüsü
düzenlenen
“Değerler Eğitimi
Buluşması” 14
Nisan 2012 Cumartesi Günü
TOBB Endüstri
ve Teknoloji
Üniversitesi’nde
Türkiye’nin farklı
illerinden gelen
birçok eğitimcinin
katılımıyla
gerçekleştirildi.
İlki 10 Nisan 2010 tarihinde gerçekleştirilen 3. Değerler Eğitimi
Buluşmasının bu yılki teması “Yaratıcı Drama, Serbest Oyun
ve Tiyatro”ydu. Buluşmanın açılış konuşmasını Özel Ceceli
Okulları Genel Müdürü Nurten CECELİ ALKAN yaptı. Alkan
konuşmasında günümüz dijital dünyasında değerler eğitiminin
nasıl olması gerektiği konusunda adeta bir manifesto sundu.
Program öğrenciler tarafından sahnelenen “Seyyah-ı Âlem Evliya Çelebi ve Yitirdiğimiz Değerlerimiz” adlı oyundan kısa bir
bölüm ile devam etti. Öğrencilerin zaman makinesi yaparak
yanlışlıkla günümüze getirdikleri Evliya Çelebi’yle İstanbul’u
dolaşırken bindikleri dolmuşta yaşadıkları hem keyifli hem
de kaybettiğimiz değerleri hatırlatması bakımından oldukça
düşündürücüydü.
3. Değerler Eğitimi Buluşmasında şu bildiriler sunuldu:
GEÇODER Başkanı ve Keçiören İlçe MEM Eski
Şube Müdürü Sefa BALCI: “Geleneksel Çocuk
Oyunlarımızın Değerlerimizin Pekişmesindeki Rolü”
adlı bildiri
Nurseda DEMİREL: “Cevapsız Mektuplar” isimli proje
İrfan Eğitim Kurumları Genel Müdürü Muttalip
HASDEMİR: “Sunu Yarışma Teknikleri” adlı etkinlik
Din Eğitimi Uzmanı Fatma KOTAN: “Farklılıklar
49
49 - 50 (Halit arapoglu).indd 49
04.06.2012 15:22:10
Zenginliktir” isimli sunu ve “Aşure
Draması”
Bahar SEVİM: “İyi ve Kötü Alışkanlıkların
Kazanılması” konusunda kullanılabilecek
oyunlar.
Buluşmanın ana konuşmacısı Nasuh
Mahruki “Kendi Everest’inize Tırmanın”
başlıklı oldukça verimli ve ilgi çekici
konuşmasında “Herkes Everest Dağına
tırmanamayabilir ama herkesin tırmanması gereken bir Everest Dağı vardır.”
mesajını insanlara vermeye çalıştı.
açmasının görüntülerini izlemek oldukça gurur vericiydi. Nasuh Mahruki’nin
konuşmasından sonra Nurten Ceceli ALKAN kısa bir teşekkür konuşması yaparak
kendisine plaket verdi.
Finalde toplu olarak fotoğraf çektirildikten sonra 3. Değerler Eğitimi Buluşması
sona erdi.
20 yılı aşkın süredir profesyonel olarak
sürdürdüğü dağcılık macerası, kitapları
ve AKUT hakkında bir buçuk saat süreyle dinleyicilerle tecrübelerini paylaşan
Rusya Dağcılık Federasyonu tarafından
kendisine “Kar Leoparı”
ünvanının
verildiği Nasuh MAHRUKİ’nin özellikle Everest Dağına tırmanışının ve
Türk Bayrağını dünyanın zirvesinde
50
49 - 50 (Halit arapoglu).indd 50
04.06.2012 15:22:16
SPOR VE ESTETİĞİ
HEMHAL KILAN
BİR RİTÜEL OLARAK DANS
V. METİN BAYRAK
Felsefe Öğretmeni / İstanbul
Müzikle ruha, fiziksel aktiviteyle de
bedene hitap eder.
Bir ifade aracı ya
da imkânı olarak
dans, antropolojik
olarak verili insan doğasında da
karşılığı olan bir
değerdir.
Dans, ritim, müzik, ritüel, dinsellik kavramlarına
ilkel toplumlarda da rastlanmakta. Dans, bireysel
ya da toplumsal anlamda kendini ifade ediş biçimi
olmak yanında çeşitli toplumsal ve dinsel anlamlar
da taşır. İnsan, sanat adını verdiğimiz ve içinde şiir,
müzik, dans olan unsurlarla kendini ifade etmekte.
Burada kilit kavramsa “dil”dir; çünkü her biri bir
“ileti” taşır; yüklüdür bir bakıma; bu nedenle de
dil, bir değer olarak yüceltilir. “İlkel topluluklarda
dilin bu yüceltilişine, çoğunlukla, bütün topluluğun
katıldığı törenlerde rastlıyoruz.
grupla yapabileceği pek çok unsurun bileşkesidir.
Burada şu tez ileri sürülebilir: Estetik ve fiziksel aktivitenin birleşmesidir. Müzikle ruha, fiziksel aktiviteyle de bedene hitap eder. Bir ifade aracı ya da
imkânı olarak dans, antropolojik olarak verili insan
doğasında da karşılığı olan bir değerdir. Her çağın
ritmi farklıdır; ritüelleri de. İnsan yaşamında ilkel
kabilelerden bugüne hem pek çok şey değişmiş
hem de değişmemiş; değişmeyenlerden biri de
danstır. Çağın ritmine göre insanların kendilerini
ifade ediş biçimleri değişegelmiştir.
Ortada kesin bir kanıt olmamasına rağmen, ritmik
ya da vezinli dilin, yazının bulunuşundan önce
hep kaba bir müzikle birlikte olduğu düşünülebilir.
Gerçekten de müziğin kendisinin ilkel şiirle birlikte
doğduğunu, hareketler ve sıçramalar, bağırmalar ve
anlamsız haykırışlar, sopaların ve taşların birbirine
vuruluşuyla çıkarılan birtakım yapma seslerle ifade
edilen bir yerli beden ritminin, dansın, şiirin ve
müziğin ortak atası olduğunu ileri sürebiliriz.” 1
Neoklasik dönemim yavaş dansları, modernizm
ile değişen hayatın dansları yanında çok yavaştır;
hayat da göreli olarak maziye nazaran bugün
daha hızlı akmaktadır; müzikler de danslar da
hızlanmıştır. Yer yer sertleşmiş, metal, rock, rap
müzikleri, her ne kadar Batı kaynaklı olsalar da
bugün küreselleşme olgusu nedeniyle bütün
dünyayı aynı ritimlere maruz bırakmakta ve oluşan
bilinçler, beslenme kaynaklarına göre biçimlenmekte. Amacımız insanı antropolojik köklerinden
koparmadan kavramaksa eğitimde dansa yer açmak gerektiği kanaatindeyim.
Arapçası “raks” olan dans, dilimize Batı dillerinden
geçen bir kelimedir; tüm vücudun bir müzik ritmi
eşliğinde estetikle birlikte çalıştırılabildiği bir gelenek, sanat, bir tedavi şekli veya sadece bir ifade şekli
olabilir. Dans, insanın bireysel ya da bir kişi ya da
Eğitimde dansa yer açmak, örgün eğitimi, özellikle
erinlik - ergenlik dönemi gençlerin bedensel,
51
51 - 53 (Metin Bayrak).indd 51
04.06.2012 15:34:55
r u h s a l , tinsel ve sosyal geli-şimleri için çok
işlevsel
olacağı kanaatindeyim.
Çünkü dansın bedensel, duygusal, sosyal ve zihinsel
pek çok katkısı vardır
insana; bunları kısaca
özetlemek gerekirse:
„ Yaratıcı hareketler ve düşünme sayesinde kısıtlamaların ötesinde çok kapsamlı zihinsel kapasite ve
algı sağlaması
„ İletişim ve ilişki kurma be-
cerilerinin geliştirilmesi
„ Konsantrasyon artışı, ilgi,
merak ve öğrenme isteğinin geliştirilmesi
İç salgı bezlerini çalıştırarak
normal dengeyi sağlar,
omurga sinir sistemine güç
verilerek hastalıkları
önler, zihnin durulmasını;
olumlu düşüncelerin
üretilmesini sağlar;bütün
bedeni güçlendirip
dinçleştirir, vücudu
güzelleştirir, rahatlık verir,
sakinleştirir ve sabırlı olmayı
öğretir; insanı öz benliğine
kavuşturur.”
„ Negatif duyguların öfke, korku,
endişe vb. ifade
edilip nötralize edilmesi
„ Pozitif duyguların, coşku, sevgi, motivasyon vb.
yoğunlaştırılması
„ Ritim duygusunun geliştirilmesi ve dolayısıyla
müziğe uyumlu hareket edebilme yeteneği kazandırması
„ Fiziksel güç, sağlıklı (fit) bir beden, denge, esnek-
lik ve dinamizm kazanılması2
Beden ile zihnin birlikte uyarılması, eşgüdüm ile
birlikte belli türden bir etkinlik içinde olmaları ile
beden, zihin ve ruhsal birliktelik sağlanır. “Dansın
eğitimde kullanımı hayata karşı farkındalığımızı
arttırır. Bunun yanında gözleri, boynu, kalçaları,
ayak duruşlarını, omurgayı bilinçli kullanmak,
yanında nefes çalışmaları, mudralar, zihinde canlandırma ve imgeleme çalışmaları sayesinde herkes
bedenine, duygularına ve düşüncelerine seslenebilme imkânı kazanır. Bütünüyle beden, zihin ve
ruhun uyumunu yaşarız. Dans, vücut, zihin ve ruhu
kapsayan bir çeşit kendini geliştirme sistemidir.
Sürekli ve düzenli yapılan çalışmalar vücudun
diri, metabolizmanın dengeli, sinir sisteminin
güçlü, kan dolaşımı ve bezelerin fonksiyonlarının
düzenli olmasını sağlar. Zihne ve ruha huzur ve
mutluluk getirir. Vücudun esnekliğini sağlar. Kaslara, eklem yerlerine iç organlara ve sinir sistemine güç verir; sağlamlaştırır. Solunum organlarının
düzenli çalışmasını sağlar, düzenli nefes almayı
öğretir, sindirim problemlerini çözer. İç salgı bezlerini çalıştırarak normal dengeyi sağlar, omurga
sinir sistemine güç verilerek hastalıkları önler, zihnin durulmasını; olumlu düşüncelerin üretilmesini sağlar; bütün bedeni güçlendirip dinçleştirir,
vücudu güzelleştirir, rahatlık verir, sakinleştirir
ve sabırlı olmayı öğretir; insanı öz benliğine
kavuşturur.”3
Doğunun ürettiği önemli felsefelerden biri olan
Budizme göre, insanı beden ve zihin diye düal
bir varlık olarak görmek illüzyondan başka bir şey
değildir. Mutasavvıf Mevlana’nın kurucusu olduğu
Mevlevilikte yapılan sema da bir bakıma insanın
bedensel ve zihinsel birlikteliğinin ete kemiğe
bürünmesi değil midir?4 New York State Üniversitesi öğretim üyesi William Chittick, Stony Brook’ta
Tasavvuf dersi vermeye başladığı ilk yıl tanıştığı
bir kız öğrencisiyle diyalogunu şöyle anlatıyor:
“Bir öğrenciyle tanıştım. ‘Ah, Tasavvuf’ dedi kız
öğrenci, ‘dans etmek, değil mi?’ Kızın bilgisizliğine
önce katıla katıla güldüm; ama biraz düşününce,
neredeyse doğruya yakın bir görüşe sahip olduğu
kanaatine vardım.”5
52
51 - 53 (Metin Bayrak).indd 52
04.06.2012 15:35:01
Dansın insanda yarattığı etkiyi Antik Yunan felsefesinin klasik dönemi ürünlerinden bir kavramla
kritik etmeye çalışacağım. Arınma anlamına gelen
“katharsis” ile dansa bakılabilir mi?
Platon’un tragedyayı olumsuzlamasına karşın, Aristoteles katharsis’i tragedyanın özüne yerleştirir;
katharsis’in doğrudan gerçekleşeceği yer tragedyadır.6
Bu durumda kavramın içeriği değişir; sanat ve
değer yaratımının aracı olarak katharsis’e yeni bir
anlam yüklenir.7
arada olan öznedir. Dans, bunu sağlamada ideal
bir araç olarak görünmektedir.
1 CAUDWELL, C. Yanılsama ve Gerçeklik, Çev. M. H. Doğan,
Payel Yayınevi, İstanbul, 1974, s. 23
2 http://riellamorhayim.blogspot.com/2012/02/dans-yogas.html
3 http://riellamorhayim.blogspot.com/2012/02/dans-yogas.html
4 MORHAİM, R. Dans Türleri, Yayımlanmamış yazı
5 CHITTICK, W. Tasavvuf, Çev. Turan Koç, İz Yayınları, İstanbul,
Platon’dan yararlanarak
ama farklılaştırarak
Aristoteles, mimesis ve
katharsis kavramlarını
birlikte ele alır; Poetika’nın
iki temel kavramı mimesis
ve katharsis’tir.
2003, s.144
6 ARİSTOTELES, Poetika, Çev. F. Akderin, Say Yayınları, İstanbul,
2011
7 http://www.flsfdergisi.com/sayi2/63-70.pdf
Platon’dan yararlanarak ama farklılaştırarak Aristoteles, mimesis ve katharsis kavramlarını birlikte
ele alır; Poetika’nın iki temel kavramı mimesis ve
katharsis’tir. Bütün sanatlar taklittir, hatta insanın
bilgisi taklitle başlar. Ancak mimesis, doğayı olduğu
gibi taklit etme değildir. Gerek mimesis’in gerek
katharsis’in amacı, yeniden yaratmadır, poiesis’tir.
Poetika’da mimesis ile ilgili açıklamalar yeteri kadar
var, fakat katharsis ile ilgili tek cümle buluyoruz:
“Tragedyanın ödevi, uyandırdığı acıma ve korku
duygularıyla ruhu tutkulardan temizlemektir.”
“Tragedyanın, dolayısıyla katharsis’in amacı kötü
karakterin iyileştirilmesidir.” Katharsis, insanın
parçalanmış bütünlüğünün yeniden kurulmasıdır;
arınma etik bir arınmadır; ‘rasyonel akla’ davettir; ahlaksal iyiyi doğru akılla bulmadır; kaderin
rastlantısallığına ve hayatın bilinmeyenlerine karşı
cesaretle savaşmadır; özgürleşmedir; yeniden
değer ve kişilik yaratmadır; bu anlamıyla da zihinseldir.
Antik dönemden alınan katharsis kavramındaki derinlik, eğitime entegre edilecek bedensel aktivite
(spor) ve müziğin (estetik) bir tür birlikteliği olan
dans ile bir kurum olarak eğitimin gerçekleştirmek
istediği ideale yaklaşılabilir ve şu tez ileri sürülebilir: sağlam kişilik, bedensel ve ruhsal bütünlüğü bir
53
51 - 53 (Metin Bayrak).indd 53
04.06.2012 15:35:03
ÜNLEM
Ünlem (!), duygu,
heyecan ve nida ifade
eder.
İGEDER tarafından
hazırlanan ÜNLEM
AFİŞLERİ, meslekî
heyecanını kaybetmeyen arkadaşlarımızın
deneyimlerini
paylaşmak arzusuyla
yaptığı çağrıdır.
Siz de kendi ünleminizi
oluşturun, afiş yapıp
sizin adınızla tüm
gönüllü eğitimcilerle
paylaşalım.
54
54 (unlem).indd 54
04.06.2012 15:39:48
KOSOVA:
MEŞHED-İ
HÜDAVENDİGAR
SELAHATTİN ÖZKÖK
Müdür Yardımcısı / İstanbul
“Git gidebildiğin yere
Kalemden kâğıttan
defterden öte
Kitaptan sonraki sette
Dur ve bul o ülkeyi
yeniden”
Sezai KARAKOÇ
Gün Doğmadan
Seyahat hayat, hayat da seyahattir bir anlamıyla.
Gezmek yaşamaktır. Dünya bir kitaptır. Gezdiğiniz
her yeni yerle, bir sayfasını daha okursunuz bu
kitabın.
Pasaportlarımız hazırdı. Son akşama kadar seyahat
programında bir netlik yoktu. “Bir Türk gönlünde
nehir varsa Tuna’dır, dağ varsa Balkan’dır. Gerçi
Tuna’nın kıyılarından ve Balkan’ın eteklerinden
ayrılalı kırk üç yıl oluyor. Ama bilmem uzun yıllar
bile o sularla, o karlı tepeleri gönlümüzden alabilecek mi? Sanır mısınız ki bu özlem yalnız Rumeli
çocuklarının yüreğindedir?”1 Bu satırları 1921’de
kaleme alan Yahya Kemal Beyatlı ile aynı duygular
içinde hazırlık yapıyordum bu gezi için...
Nisan ayının son günü. Sabah saatlerinde Sabiha
Gökçen Havalimanı’ndayım. İlk sürprizi burada
yaşadım. Üsküp’e uçmayı beklerken gruptaki
herkes gibi ben de, rotanın Priştina’yı gösterdiğini
öğrendim. Bu kadarla kalsa iyi. İkinci sürpriz de
gezilecek ülke sayısının altıdan yediye çıkmış
olmasıydı. Saat 11.00’de havalanan uçak bir saat
yirmi beş dakikalık bir uçuştan sonra Limak Kosova
tarafından işletilen Priştina Havalimanı’na indi.
Uçaktan görülen yeryüzü manzarası şuydu: Allah
yeryüzünü mavi ve yeşil olarak yaratmış, araya da
rengarenk topraklar katmış. Fakat insanlar fütursuzca bu güzelliği her yanından bozan özensiz yapılar
inşa etmişler. Güzelim manzara çizilmiş böylece.
Yer yer bulutlar bizim üstümüzde uçtu. Bazen de
biz bulutların üstünde… Zirveleri karla kaplı dağlar vardı hala. Yerel saat 11.35’i gösteriyordu. Geri
saat uygulaması vardı burada. Havalimanında çeşitli dillerdeki “Hoş geldiniz!” yazıları içinde Türkçe
“Kosova’ya Hoş geldiniz!” yazısı dikkat çekiyordu.
Pasaport kontrolleri tamamlandıktan sonra havalimanından çıktık. Aman Allah’ım! Bu ne sıcak böyle… Biz hep “Balkanlar’dan gelen soğuk hava”ya
alışkın olduğumuz için şaşırdık açıkçası. 27-28
derece sıcak vardı, yakıcıydı.
Bizi bekleyecek olan rehberimiz görünmüyordu
ortalıkta. Derken bir otobüs göründü havalimanı çıkışında. Bizi altı gün boyunca gezdirecek olan araç
bu olmalıydı. Makedon rehber Selahattin yanımıza
geldi. Araca eşyalarımızı yükledik. Beklemeye başladık. Bekleyiş sürüyordu. Bizi karşılayacak asıl rehber hala yoktu.
1999-2008 yılları arasında Birleşmiş Milletler
İdaresinde bir bölge olan Kosova 17 Şubat 2008
tari-hinde tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan
55
55 - 58 (Selahattin ozkok).indd 55
04.06.2012 15:36:27
10 Ağustos 1389’da
Kosova Ovası’nda
Osmanlı ve Sırp
Orduları karşı
karşıya gelir.
Savaşı Osmanlı
orduları kazanır.
Savaş meydanında
yaralıların arasında
dolaşan Osmanlı
Padişahı I.Murat bir
Sırplı’nın saldırısı
sonucu şehit olur.
etmiş. İlginçtir Kosova’yı ilk tanıyan ülke Kosta Rika
olmuş. UN yazılı araçlar dolaşıyordu havalimanı
çevresinde sürekli olarak.
Sırplı’nın saldırısı sonucu şehit olur. Şehit edildiği
yere iç organları gömülür. Oğlu Yıldırım Beyazıt’ın
emri ile buraya bir türbe yapılır.
Aradan bir saat kadar geçmişti. Nihayet beklenen adam Hilal gelmişti. Hemen hareket ederek
buraya 30 km mesafedeki Mazgit Köyü’ne vardık.
Yolda I. Murat Türbesi yazılı bir sarı levha vardı.
Ama nereden dönüleceğine ve ne kadar mesafede
bulunduğuna dair başka bir bilgi yoktu. Balkanlardaki en eski Osmanlı eserlerinden biri olan
ve Meşhed-i Hüdavendigâr olarak adlandırılan
I.Murat Türbesi’ndeydik. Otobüsten iner inmez
etrafımızı sarıp “Selamün aleyküm, bahşiş var
(mı)?” diyen Çingene çocuklarını aştıktan sonra
girdik türbenin avlusuna.
Türbe kompleksi içinde Selamlık Binası olarak
adlandırılan Kültür ve Tanıtım Evi var bir de. Orayı
geziyoruz. 1300’lerden bugüne gelen ne çok şey
var. Avluya çıktığımızda esen rüzgâr kulağımıza o
yıllara ait sırları fısıldıyordu sanki. Ufka baktığımızda
tozu dumana katarak dörtnala koşan Osmanlı askerleri geliyordu zamanın içinden bize doğru.
10 Ağustos 1389’da Kosova Ovası’nda Osmanlı
ve Sırp Orduları karşı karşıya gelir. Savaşı Osmanlı
orduları kazanır. Savaş meydanında yaralıların
arasında dolaşan Osmanlı Padişahı I. Murat bir
Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?
Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:
Kosova’dan, Niğbolu’dan, Varna’dan, İstanbul’dan
Anıyor her biri bir vak’ayı heybetle bu an;
Belgrad’dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar’dan mı?
Son hudutlarda yücelmiş sıra-dağlardan mı?2
Son Osmanlı padişahlarından V.Mehmet Reşat’ın
1911’deki ziyareti sırasında yaptırdığı kendi adını
56
55 - 58 (Selahattin ozkok).indd 56
04.06.2012 15:36:31
taşıyan çeşmeden akan buz gibi suyu içiyoruz.
Bahçesinde belki de türbe ile yaşıt bir de dut ağacı
var. Dalları bir zamanlar Osmanlı’nın yeryüzünde
hakim olduğu alan kadar yayılmış her yere.
Ama gövdesi Osmanlı İmparatorluğu gibi yara
almış zaman içinde, ikiye ayrılmış ortadan. 150
yıldan uzun bir süredir Buharalı bir aile yapıyor
buranın türbedarlığını.
I. Murat Türbesi’nin avlusundan çıkınca bakıyorum
çevreye yeniden. Kosova uçsuz bucaksız bir ova.
Ama kanlı bir ova. Yol kenarlarındaki küçük evleri
ve tarlaları ile Anadolu şehirlerinden pek de bir
farkı yok. Yer yer sanayi tesisleri de görülüyor.
Rehberlerimizden Selahattin burada ayrılıyor bizden. Üsküplü Senad katılıyor onun yerine aramıza.
Yeniden düşüyoruz yollara, 82 km uzaklıktaki
Prizren’e doğru. Esnafının % 90’ının Türkçe konuştuğu Prizren’deyiz. Epeyce acıktığımız için önce
yemeğe gidiyoruz. Besimi-Beska Restaurantı’nda
köfte yiyoruz. Otantik bir mekan burası. Sunum da
farklı. Kare bir tabak ortada epeyce kocaman bir
köfte, onun etrafında normal büyüklükte beş köfte
daha var. Kenarlara yeşillik ve diğer yiyecekler
konulmuş. Oriental ayranla birlikte afiyetle yiyoruz köfteleri. Çayımızı da içtikten sonra çıkıyoruz
oradan. 1575 yılında temelleri atılan Gazi Mehmet
Paşa Camii’ne gidiyoruz.
Gazi Mehmet Paşa 87 yaşında Macaristan seferine çıkıyor ve orada vefat ediyor. Kendisi için
hazırladığı türbe kütüphane olarak kullanılıyor bugün. Komünizm yıllarında caminin alemi üzerinde
kelime-i tevhit bayrağı asılıymış. Bundan dolayı
Bayraklı Camii olarak da anılıyor. Bağımsızlığa kadar
Rehberlerimizden
Selahattin burada
ayrılıyor bizden.
Üsküplü Senad
katılıyor onun yerine
aramıza. Yeniden
düşüyoruz yollara,
82 km uzaklıktaki
Prizren’e doğru.
Esnafının % 90’ının
Türkçe konuştuğu
Prizren’deyiz.
57
55 - 58 (Selahattin ozkok).indd 57
04.06.2012 15:36:32
Sinan Paşa 40 yıl
Mısır valiliği yapmış.
Valilikten ayrıldıktan
sonra burayı
yaptırmış.
Balkanlardaki
kubbesi en
yüksek cami
burası...
Prizren’de 36 cami
bulunuyor bugün.
???
asılı duran bayrak, belirli günlerde yine asılıyormuş
buraya. Oradan yürümeye devam ediyoruz. Tek
başına bir minare görüyoruz. Yanında cami yok.
1963 yılında komünistler güçlenince camileri yıkıp
minareleri bırakmışlar. Arasta Camii’nin tek başına,
ama kendinden emin ve mağrur biraz da mahzun
duran minaresi de bunlardan biri.
Balkanlarda Sultan Selim zamanında yapılan
camilerde Davut yıldızı bulunduğunu öğreniyoruz.
Şimdi de Gazi Mehmet Paşa Hamamı’ndayız.
Cami yapımında çalışan işçilerden birinin o gün
çalışmadığı görülür. Nedeni sorulduğunda “temiz
değilim, ondan çalışmıyorum” dediği için bu
hamamın yapılmaya başlandığı anlatılıyor. Benzer
bilgiler Anadolu’daki bazı yapılar için de anlatılır.
Onun için Osmanlı’da camiler tek başına değil.
Yanında bir kompleksle birlikte yapılıyor hep. Külliyesi, hamamı, medresesi ile birlikte.
Yol bizi Saraçhane Tekkesi’ne götürdü bu kez.
Halvetiye’nin Ramazaniye koluna ait bir tekke
burası. Saraçhane mahallesinde bulunduğu için
bu adla anılıyor. Osman Efendi kurmuş. Kendisi Arnavutluk’un Leşa kentinden. İlk tahsili için
Serez’e gidince Pir Hüseyin Serezî ile tanışıyor.
Şeyh Efendi’nin emri ile kurmuş burayı. 300 senelik bir dergâh. Komünizm döneminde bile açık
kalmış. Sesli olarak, halka şeklinde yürünerek
devran zikri yapılıyor. Dahası yirmi bin civarında
müridi var...
Sinan Paşa Camii’ne gidiyoruz ardından. Sinan
Paşa 40 yıl Mısır valiliği yapmış. Valilikten ayrıldıktan sonra burayı yaptırmış. Balkanlardaki kubbesi en yüksek cami burası... Prizren’de 36 cami
bulunuyor bugün.
Akşam vakti kaleye çıkıyoruz. Jüstinyan tarafından
yaptırılan kaleden şehir daha ihtişamlı görünüyor.
Üsküp’teki kale ile aynı zamanda yapılmış. Kalenin
biraz ilerisinde bulunan Osmanlı kışlası da dimdik
ayakta…
Dönüşte Sinan Paşa Camii’nin yanındaki çayhanede okkalı birer kahve yudumluyoruz. Su yerine soda getiriliyor kahvenin yanında. Kahve güzel olmuş, elinize sağlık deyip teşekkür ediyoruz.
Ayrılmak üzereyken çay ikram ediyor yanında bir
parça limonla çayhane sahibi bize. Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var.
Prizren’de çıkan Türkçe yayın organlarının nerelerde olduğunu soruyorum. Sanat, edebiyat muhitinin neresi olduğunu öğrenmeye çalışıyorum. Pek
bilen yok maalesef. Ama bir Türk derneğinden söz
ediyor caminin imamı. Gidiyoruz ardına düşüp
imamın.
22.43’te Arnavutluk’a gitmek üzere Prizren’den
ayrılıyoruz.
23.14 sıralarında Kosova sınır kapısındayız çıkış
için. Sınırdan sonrası “Arnavut milletinin bağladığı
yol” diye adlandırılmış. Burası için kan dökülmüş.
Tüneli Türk işadamları yapmış. 1900’lerin başında
Kosova Arnavutluk’tan ayrılmış. Şar Dağları’nın
içinde yapılan tünel sayesinde 12 saatlik yolu, 2
saate inmiş. Prizren’den çıkarken polis “Nereye gidiyorsunuz?” diye sordu. Verilen “İşkodra”
cevabını “Şikodra” olarak düzeltti. Köftesini beğendiğimizi söyleyince şiş kebabı sordu.
Arnavutluk’a geçecek olan Kosovalılar için pasaport istenmiyor. Arnavutlar hiç bir zaman Yugoslavya’nın parçası olmamışlar.
İstanbul’da başlayan gün Kosova’da Priştina, ardından da Prizren’de devam etti. Biz Arnavutluk’a
doğru yol alırken bitmemişti hala bu uzun gün.
1 Beyatlı Yahya Kemal, Balkana Yolculuk, Türk Dili Dergisi Gezi
Özel Sayısı 1Mart 1973 Sayı:258 s.604
2 Beyatlı Yahya Kemal, Kendi Gök Kubbemiz, s.:6
58
55 - 58 (Selahattin ozkok).indd 58
04.06.2012 15:36:33
“Tulip and Rose”
İNTERNET’TE BİR
SEVGİ SAVAŞÇISI
ALİ ALGAN AYŞE ASLAN
MERVE GEZER MERVE YILMAZ
SEYFULLAH KÖKSAL
Öğretmenler Odası Dergisi
Atölye Öğrencileri
Öğretmen
Dr. Nurullah
Abalı ile
“Kişisel Web
Sitesi” Üzerine
Söyleşi
Sanal ortamda pek çok web sitesi mevcut. Bunlardan biri de Dr. Nurullah Abalı’ya ait. Nurullah Abalı
bir ilköğretim okulunda din kültürü öğretmeni.
Abalının sitesini incelediğimizde pek çok özellik
dikkati çekiyor. Çeşitli bölümlemeler, bu bölümlere verilmiş ilginç isimler, müzik çalışmalarının sitedeki ağırlığı. Hele bir de site sahibinin bir Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni olduğunu hesaba
kattığımızda. Dr. Abalı ile genel olarak çalışmaları
özelde ise web sitesi hakkında keyifli bir sohbet
gerçekleştirdik. Kendisine sitesinin adının neden
“Tulip and Rose” olduğu sorusuyla başlayan sohbetimiz, Abalı’nın genç öğretmen adaylarına önerileri ile son buldu.
Hocam, sitenize “Tulip and Rose” adını vermenizin sebebini açıklar mısınız?
Öncelikle İngilizce bir isimlendirmeyi tercih etmemin sebebini izah edeyim. İngilizce bugün
iletişimde ağırlıkla kullanılan bir dil. Ben de böyle
bir adlandırma ile daha çok insanın dikkatini çekmek istedim. Bu sayede ortak olan dil daha fazla
insana ulaşmamı sağlayacaktı. “tulip” kelimesinin
Türkçe karşılığı “lale” ve “rose” kelimesinin Türkçe
karşılığı ise “gül”. Her iki çiçek de geleneksel
sanatlarımızda sıklıkla kullanılır. Çünkü özel bir
anlama sahip. “lale” sembolik olarak Allah’a atfe-
dilir. Arap alfabesi göz önüne alındığında hem
“Allah” hem de “Lale” lafızlarının aynı harflerden
müteşekkil olduğu görülür. Yine “Gül” ile de “Hz.
Peygamber” sembolize edilir. Böylelikle en çok
sevdiğim iki varlığı da simgelesin diye böyle bir isim
seçtiğimi söyleyebilirim.
Siteyi incelediğimizde zengin bir içerikle karşılaşıyoruz. Tamamı sizin çabalarınızla mı oluşturuluyor?
Evet, tabi. Başka kişilerle ortak bir çalışma da
oluşturulabilirdi belki, fakat böyle bir durumda bir
harmoni ortaya çıkabilirdi. Oysa ben bir senfoni
çıkmasını yeğledim. Yani belli bir çizgiyi görebilirsiniz sitede. Çünkü aynı kaynaktan, aynı bakış
açısıyla bir şeyler dile getiriliyor.
Site için doküman seçerken nelere dikkat edersiniz? Sınırlamalarınız var mıdır? Varsa neyi gözeterek kendinizi ifade edersiniz?
Güzel bir soru sordunuz. Sınırlardan bahsetmek
her zaman pek keyif veren bir şey değildir. Ama elbette sınırların olması gerekliliği de göz ardı edilemez. Bununla beraber benim öncelediğim bir nokta daha var ki o da site içeriğinin farklı görüşlere
sahip pek çok öğrenci tarafından ilgi çekici ve takip
edilme isteği uyandıran tarzda olmasını sağlamaya
59
59 - 60 (Nurettin Abal ).indd 59
04.06.2012 15:37:55
sunular oluyor. Onların hepsine siteden ulaşabiliyorlar. Ayrıca çocuklar üzerinden ailelerine de
ulaşıyorum. Çünkü onlar çalışmalarımı beğendiklerinde ailelerine, arkadaşlarına da gösteriyorlar. Böylelikle halka genişliyor. Zaten ben “Çocuğa
ulaştım, ailesine nasıl ulaşabilirim?” derdindeydim
ki, internet bunu kolaylıkla sağlıyor. Ayrıca örneğin,
öğrencilerime çalışma kağıtları veriyorum, kaybettiklerini söylüyorlar, ben de siteden indirip ödevlerini yapabileceklerini söylüyorum. Anlaşmamız
kolaylaşıyor yani.
Varlık şüphesiz
bir nimettir. Ama
kimi zaman yokluk
da nimet olarak
değerlendirilebilir.
Olmazları değil,
olurları çoğaltarak
devam etsinler
yollarına.
Kesinlikle
vakitlerinin kıymetini
bilsinler, dolu dolu
yaşamaya baksınlar.
çalışmak.
Çünkü hedeflediğim husus, öğrencinin siteyi ve
içeriğini sevmesi. Onda kendinden bir şeyler bulabilmesi. Yer yer aynileştirmeler yaşayabilmesi.
“Evet tam benim düşündüğüm gibi” demesi. Çünkü
o zaman öğrenci siteyi sevecek. Sitenin remizlerini,
göndermelerini, hatırlattıklarını da. Yani din dersi
ile yaşamın içinden de bir bağ yakalayacak. Okul
dışında da hatırlatıcı bir unsur olacak. Amaçladığım
şeyi aslında tam olarak böyle ifade edebilirim.
Sitedeki bölümlendirmeler zamanla mı oluştu?
Yoksa önce tamamını planlayıp sonrasında mı
faaliyete mi geçirdiniz?
Tedrici olarak oluştu diyebilirim. Hatta sitenin ilk
hali de internette mevcuttur. Kıyaslama yapabilirsiniz. Eskiden siteyi güncellemek benim için çok zordu. Fakat bir arkadaşım bu konuda bana yardımcı
oldu. Şimdi teknik donanım konusunda bir eksiğim
yok. Gerekli çalışmaları kendim yapabiliyorum. Bu
da bana zaman kazandırıyor. Çünkü yapılacak iş
çok.
Öğrencileriniz web sitenizden faydalanabiliyorlar mı? Bu konuda dönütler alabiliyor musunuz?
Evet, elbette. Öğrencilerim ders materyallarini siteden indirebiliyorlar. Derste sıklıkla kullandığım
“Lowar’ın Kalesi” diye bir bölüm de var.
“Lowar’ın Kalesi” ne demek? Kastettiğiniz şey
nedir?
“Lowar”, “love” yani “sevgi” ve “war” yani “savaş” kelimesinden müteşekkil bir kısaltma. “Sevgi
Savaşçısı” diyorum. Bana göre evliyalar bir sevgi
savaşçısıdır. Yine Alperenler de. Ben de bir Din
Kültürü öğretmeni olarak sevgi savaşçısıyım. İnsanları kazanmak için savaşırım. Savaşırım evet, ama
sevgiyle. Savaşırım evet, ama yok etmek için değil.
Savaşırım evet, var etmek, var olmak için.
Genç öğretmen adaylarına söylemek istediğiniz
bir şey var mı?
Allah’ın onlara açtığı kapıların farkında olmaya
baksınlar. Her şey farkındalıkla başlıyor aslında.
Fark ettiğimiz kadar sahip çıkabilir ve gereğini
yerine getirebiliriz sahip olduklarımızın hatta
olmadıklarımızın da. Varlık şüphesiz bir nimettir. Ama kimi zaman yokluk da nimet olarak
değerlendirilebilir. Olmazları değil, olurları çoğaltarak devam etsinler yollarına. Kesinlikle vakitlerinin kıymetini bilsinler, dolu dolu yaşamaya
baksınlar. Yaşadıkları çağa ödün vermeden ayak
uydursunlar.
Teşekkürler Hocam kıymetli vaktinizi okurlarımıza ayırdığınız için.
Ben teşekkür ederim. Başarılar.
60
59 - 60 (Nurettin Abal ).indd 60
04.06.2012 15:38:00
SÜLEYMAN TANRIVERDİ
Sınıf Öğretmeni / İstanbul
www.öğretmenx.com
“Öğretmen” kavramını merkeze almış bir internet sitesi. Öğretmenlerin gerek mesleki gerekse gündelik
yaşamlarına yönelik bilgi edinmesini sağlayacak her türlü içeriği yayınlamayı amaçlayan bir site. Tasarım
olarak çok iyi hazırlanmış. Günlük binlerce kişi ziyaret etmektedir. Sitede eğitimle ilgili birçok güncel
haber, haberlerin yanı sıra öğretmen adayları için atama puanları, ÖSYM tarafından yapılan sınavların
çıkmış soruları bulunmaktadır. Ayrıca diğer eğitim sitelerinden farklı olarak öğretmenleri aylardan beri
meşgul eden ek ödeme ile ilgili bir forum oluşturulmuş. “Öğretmenler Ek Ödeme İstiyor” adı verilen
bölümde öğretmen ek ödeme taleplerini belirtip düşüncelerini paylaşabiliyor. Şu ana kadar 7000
civarında öğretmen ek ödeme ile ilgili siteye giriş yapmış durumda. www.öğretmenx.com’un bu konudaki hassasiyeti çok isabetli olmuş.
www.izzeteker.com
İzzet EKER Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi (DKAB) öğretmeni
ve müdür yardımcısı. Site 9 aylık bir site olmasına rağmen
90.000’e yakın kişi ziyaret etmiş. Sitenin yaklaşık 6000
üyesi bulunmakta. Site sadece DKAB öğretmenlerine yönelik. Kendi alanında birçok çalışma içeriyor. 4, 5, 6, 7 ve
8. sınıflar için dokümanlar, değerler eğitimi, yıllık planlar,
zümreler, ilköğretim ve lise için yazılı soruları, kutlu doğum
haftası ile ilgili dokümanlar bunlardan sadece birkaçı. Sitede
DKAB ile ilgili güncel haberler de yer alıyor. “Paylaş Bizle” kısmı ile öğretmenler derslerde yaptıkları uygulamaları
paylaşabiliyor. İzzet EKER’in kendi alanında ilginç çalışmaları
bulunmaktadır. 100 Soruda Alevilik, Kutlu Doğum ile ilgili
videolar, materyaller ve afişler bunlardan sadece birkaçı.
İsteyenler İzzet EKER’in çalışmalarını facebook ve twitter’dan da takip edebilir. Site DKAB öğretmenleri için kaynak bir site niteliğindedir ve her
geçen gün yeni paylaşımlarla büyümeye devam ediyor.
61
61 (Süleyman Tanr verdi).indd 61
04.06.2012 15:38:31
ERGUVAN KOKULU
VE
EZANLA DOLU
MİNİ BİR GÜN
ABDULAZİZ DUMAN
DKAB Öğretmeni / İstanbul
Eyüp Sultan’dayız.
Gönül ve huzur şehri
Medine’nin İstanbul
şubesinde… Taşına,
toprağına, ağacına,
kuşuna, insanına tarih
sinmiş, huzur sinmiş,
sanat sinmiş,
medeniyet sinmiş
buranın... Zarafetin,
nezaketin duvarlara
işlendiği, saygının
sadece diriye değil,
ölüye de gösterildiği
güzel semtteyiz.
Aylardır konuştuğumuz gün gelip çatmıştı. Sabah
serinliğinde yaşları küçük ama gönülleri büyük
öğrencilerimle yola çıkıyoruz. Daha cıvıltılar
başlamadı, gözler hafif mahmur ama yüreklerin
heyecanı hissediliyor. Otobüsümüz Alemdağ’dan
Emirgan’a doğru yol alırken 2. köprü yolunda
baharın tadını çıkarmaya başlıyor, bahar kokulu
nefesleri ciğerlerimizin derinliklerine kadar çekiyor, yeşilin ve mavinin kaynaştığı, morun ayrı bir
renk kattığı mekânları hayranlık ve özlemle seyre
dalıyoruz.
İlk durağımız Emirgan Korusu. Sarıyer sırtlarına
yaslanmış Emirgan bu mevsimde çok güzel oluyor.
Boğaza has erguvanların çiçek açtığı, kendisine has
rengiyle boğazı bir gelin gibi süslediği günlerdeyiz.
Erguvanlarla süslü Emirgan Korusu renk renk laleleriyle, sarı, pembe, yeşil köşkleriyle adeta bir
yeryüzü cenneti. Sabah kahvaltımıza kuş cıvıltıları
ve sincaplar eşlik ediyor. Bu güzel yerde gözümüzü
ve gönlümüzü doyurduktan sonra, öğrencilerin
“Hocam buraya tekrar gelelim.” teklifleri ile yola
çıkıyoruz. Daha gezecek çok yer var.
Sahilden geçerken bizi bir sürpriz bekliyor. Bir
öğrencinin “Yunuslar!” sesiyle hepimiz denize
bakıyoruz. Karşımızda harika bir gösteri. Yunus
balıkları boğazdan geçiyor, arkalarında şaşkınlıkla
karışık, hayranlık dolu bakışlar bırakarak.
Otobüsümüz altın boynuzla beraber kıvrılıp
Miniatürk’e geldiğinde artık güneş biraz daha yükseliyor. Hava ısınıyor. Güzel yurdumuzun dört bir
yanındaki mimari eserlerle, akraba ve kardeş ülkelerdeki mimari eserlerin Haliç kenarında küçücük
bir yere sığdırıldığını görüyoruz. Demek ki gönüller geniş olunca zor kolaya, imkânsızlık imkâna
dönüşüyor. Burada her coğrafyadan ses var. Burası
gönül dünyamızın atlası, tarih ve kader birliği
yapmış milletlerin sembolü, aynı havayı soluyan
farklı iklimlerin tarihten günümüze uzattıkları ışığın
yansıması, kardeşliğin işareti... Burada bir dünya
var.
Eyüp Sultan’dayız. Gönül ve huzur şehri Medine’nin
İstanbul şubesinde… Taşına, toprağına, ağacına,
kuşuna, insanına tarih sinmiş, huzur sinmiş, sanat
sinmiş, medeniyet sinmiş buranın... Zarafetin,
nezaketin duvarlara işlendiği, saygının sadece diriye değil, ölüye de gösterildiği güzel semtteyiz.
İlerlemiş yaşına rağmen at sırtında Medine’den
İstanbul’u fethe gelen Mihmandâr-ı Nebî, İstanbul’un manevi bekçisi büyük sahabe Hz. Ebâ Eyyübu’l –Ensâri’nin huzurundayız.
Maddi manevi güzellikleri gönlümüzde duyarken
gözlerimiz Fatih’in Hocası Akşemsettin’in sözlerinin yazılı olduğu kitabeye ilişiyor:
Yetişmez mi bu şehir halkına bu nimet-i Bârî,
Rasul-i Ekrem’in yâri Ebu Eyyub el-Ensârî,
Peygamber Efendimizin dostu, ev sahibi Ebâ
Eyyübü’l-Ensâri Hazretleri’nin burada medfûn
olması, İstanbul için Allah (c.c.)’ın ne büyük nimetidir. Bu lütuf, İstanbul halkına yetişmez mi?
62
62 - 63 (Abdülaziz Duman).indd 62
04.06.2012 15:39:05
Bu güzel şehri madden manen fethederek bizlere
miras bırakan ecdadımızı hayırla yâd ederek Süleymaniye Camiine doğru yola çıkıyoruz. Güzel
İstanbul’umuzun taşı toprağı altın mı bilemeyiz
ama bildiğimiz bir gerçek var ki, her taşında bir
tarih, her eserinde bir hikaye, her semtinde evliya, her sokağında bir anlam var. Yol boyunca her
adımda tarihten bir iz var. Surların dibindeki sahabe kabirleri, Malkoçoğlu çıkıp gelecekmiş hissi
veren Edirnekapı surları, cami, medrese, darü’şşifa, han, hamam, çarşı, kütüphane ve türbeleriyle Fatih… ‘Çıraklık bu mu?’ dedirten Şehzâdebaşı
Camii... İstanbul’un yedi tepesinden birinde bütün ihtişamıyla karşımıza dikilen Süleymaniye...
Yenisini yapmak için bir Süleyman ve bir Sinan’ın
gerektiği Süleymaniye... İstiklal Marşımızdaki:
“Şu ezanlar ki şehadetleri dini temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli”
çağrısına cevap verircesine, ezandaki “La İlahe
İllallah” tevhidini doğrularcasına zarif minarelerini
göğe doğru uzatan Süleymaniye. Öğle namazını
burada kılıyoruz. Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan’ın türbeleri burada. Öğrencilerin dikkatini en fazla Hürrem Sultan’ın türbesi çekiyor.
Maalesef İçeri giremiyor, Fatihalarımızı dışarıdan
gönderiyoruz. Buradan itibaren yolumuza yaya
devam ediyoruz. İstanbul Üniversitesi surları dibinden, Beyazıt Meydanı’na geliyoruz. Tabi buraya kadar gelip de İstanbul Üniversitesi önünde fotoğraf
çektirmemek olur mu? Oradan Sultanahmet Camiine yürüyoruz. Biraz hızlı hareket etmemiz gerekiyor. Ayaklarımız alarm vermeye başladı. Bu
şehir sürprizlerle dolu. Sultanahmet Meydanı’nda
bizi lale festivali için düzenlenen konser bekliyor.
Tarihi yarımadadaki bu konser ruhumuzu okşuyor.
Müzik eşliğinde manzarayı seyrediyoruz. Burada
kendi insanımızdan fazla turist var. O kadar ki
kendimizi yabancı hissediyoruz. İnsan kendi kendine sormadan edemiyor: “Dünya’nın her yerinden insanlar akın akın bizim eserlerimizi görmeye
gelirken, bizim insanımız neden kendi ecdadının
mirasını tanımıyor, görmüyor, gezmiyor!?”.
Gezecek, görecek, inceleyecek o kadar eser var ki
burada hepsini ziyaret etmek günler alır. Biz ancak
“deneme” bir gezi yapabiliyoruz. İnsan kalabalığını
yararak, Ayasofya’nın önünden Gülhane Parkı’nın
içinden geçerek Eminönü’ne geliyoruz. İstikamet
Üsküdar. Boğaz’a doğru ilerledikçe ne tarafa bakacağımıza karar veremiyoruz. İstanbul’umuza
yeniden âşık oluyoruz. İstanbul, İstanbul… Dedik
ya bu şehir sürprizlerle dolu. Martılara atmak için
aldığımız simitleri biz yiyoruz. Martılar simitlere tenezzül etmiyor. Öğrencilerin gözlerinde mutlulukla karışık bir yorgunluk belirtisi, hafiften uyuklayanlar var. Bu akşam erken uyurlar (Öğretmenin ödülü
de, en büyük motivasyonu da bu; öğrencilerin
gözündeki sevinci görebilmek). Üsküdar İskelesi
tam bir İstanbul’dur. Mihrimah Sultan Camii’nin
avlusundaki şadırvanın önünden iskeleye doğru
baktığımızda “İşte İstanbul bu!” diyoruz. Kalabalık,
deniz, ağaçlar, kuşlar, İETT otobüsleri, karşı kıyıdaki Dolmabahçe, hemen önümüzdeki III. Ahmet
çeşmesi, seyyar satıcılar, taksiciler, dolmuşçular,
vapura yetişmeye çalışanlar, aheste gezenler,
curcuna, trafik keşmekeşi hepsi gözümüzün
önünde. Yeni Valide Camii ile Mihrimah Sultan
Camii’nden karşılıklı okunan çifte ezanla ruhumuz başka âlemlere yolculuk ediyor. Yeni Valide
Camii’nin duvarlarındaki sanat harikası aşiyanları
(kuş yuvaları) inceliyoruz. Dilimiz Yunus Emre’nin
“Yaratılanı severiz, Yaratandan ötürü” mısraları
dökülüyor. Üsküdar’a kadar gelip de Aziz Mahmud
Hüdayi Türbesi’ni ziyaret etmemek bize yakışmaz.
Gezimizi de yazımızı da Üsküdar’ın manevi bekçisi
Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri’nin şu duası ile
bitiriyoruz:
“Yâ Rabbî! Kıyâmete kadar bizim yolumuzda bulunanlar, bizi sevenler ve ömründe bir kerre türbemize gelip rûhumuza Fâtiha okuyanlar bizimdir...
Bize mensub olanlar, denizde boğulmasınlar;
âhir ömürlerinde fakirlik görmesinler; îmânlarını
kurtarmadıkça ölmesinler; öleceklerini bilsinler ve
haber versinler ve de ölümleri denizde boğularak
olmasın.”
İstikamet Üsküdar.
Boğaz’a doğru
ilerledikçe ne tarafa
bakacağımıza
karar veremiyoruz.
İstanbul’umuza
yeniden âşık
oluyoruz. İstanbul,
İstanbul…
Dedik ya bu şehir
sürprizlerle dolu.
Martılara atmak için
aldığımız simitleri biz
yiyoruz.
Martılar simitlere
tenezzül etmiyor.
Öğrencilerin
gözlerinde mutlulukla
karışık bir yorgunluk
belirtisi, hafiften
uyuklayanlar var.
63
62 - 63 (Abdülaziz Duman).indd 63
04.06.2012 15:39:15
FATİH SERTKAYA
İGEDER Akademi Öğrencisi /
İstanbul
Yönetmen: Denzel Washington
Senaryo: Robert Eisele
Oyuncular: Denzel Washington, Forest Whitaker, John Heard, Kimberly
Elise, Gina Ravera, Jurnee Smolle , Denzel Whitaker, Jermaine Williams
Tür: Biyografi, Dram
Yapımcı: Todd Black, Molly Allen
Yapım: 2007 - ABD
Süre: 123 dakika
Filmde, Profesör Tolson, eği m eşitliğinden yararlanamayan öğrencilerin
gelişimine katkı sağlamak için bir münazara grubu kurmaya karar verir.
Gruptaki öğrencilerden eleme yapan profesör, son olarak grubu üç asil bir
de yedek olmak üzere dört kişiye indirir. Grubu oluşturan profesör buradaki öğrencilerin kendilerini ifade etme biçimleri üzerine değişik teknikler
dener. Profesörün üzerinde durduğu en önemli noktalardan biri de “rakip”
kavramıdır. Rakip diye bir şey yoktur, çünkü rakip sadece, anla ğı gerçeklere muhalif olan bir ses r. Birçok münazaraya girerler ve münazara
ligine namağlup devam ederler. Tüm bu gelişmeler ekibin ‘’muhteşem THE GREAT DEBATERS
münazaracılar’’ olarak anılmasını sağlar ve ekibe Harvard’dan münazara
MUHTEŞEM
dave gelir. Muhteşem Münazaracılar filmi her ne durumda olursa olsun
kazanmanın mümkün olduğunu kanıtlayan gerçek bir hayat hikâyesi.
MÜNAZARACILAR
i am sam
BENİM ADIM SAM
Yönetmen: Jessie Nelson
Senaryo: Jessie Nelson, Kris ne Johnson
Oyuncular: Dakota Fanning, Sean Penn, Michelle Pfeiffer, Elle Fanning,
Doug Hutchison, Dianne Wiest, Laura Dern, Richard Schiff, Rosalind Chao
Tür: Dram, Komedi
Yapım: 2001 - ABD
Süre: 132 dakika
Sam Dawson, eşi doğum yap ktan sonra kendisini terk etmesi sonucu kızı
ile yapayalnız kalan o s k bir babadır ve kızı ile mutlu bir şekilde yaşayan ve
Beatles’a büyük hayranlık besleyen bir adamdır. Adamın zeka seviyesinin
7 yaşındaki bir çocuğa eş olması çevredekileri rahatsız etmez. Devlete ait
ye ş rme yurdunda çalışan bir kişinin dikka ni çeker. Hükûmet görevlileri
kızı Sam’in yanından alırlar. Sam, kızını yanına almak için devlete karşı aç ğı
davaya bakması için o bölgenin en ünlü avukatlarından olan Rita Harrison’ı
ikna eder. Bu davaya bakmaya ise arkadaşlarıyla girdiği iddia sonucunda
karar verir. Sam’in kızına tekrar kavuşabilmesi için Sam ile Rita sisteme
ve kanunlara karşı savaşa girerler. O s klerin günlük haya aki davranış
biçimlerini ve farklılıklarını göz önüne seren film, izleyeni duygusal olarak
zorlayacak niteliklere sahip. Eği mciler ve özellikle özel eği m alanındaki
eği mcilerin kesinlikle izlemesi gereken bir film.
64
64 - (Film).indd 64
04.06.2012 15:40:16
SON MÜKELLEFLER -
Ereğli Kömür Havzası’nda Zorunlu Çalıştırma
(1940-1947) Tarih-Araştırma-İnceleme
Murat KARA - Tarih Öğretmeni-Zonguldak
SITKI SERDAR
MU Eğitim Fakültesi Öğrn. /
İstanbul
Ereğli Kömür Havzası, sadece kömürün bulunuşuyla değil, aynı
zamanda kömürün işletilmesiyle de önem kazanmıştır. Havzada
kömür üretimini arttırmak ama-cıyla zaman zaman bir takım uygulamalar yapılmıştır. Bunlardan ilki Osmanlı Devleti zamanında,
diğeri ise Cumhuriyet Dönemi’ndeki ücretli iş mükellefiyeti
uygulamasıdır. Bu çalışmada Cumhuriyet dönemindeki 19401947 yılları arasını kapsayan uygulama yaşayanların dilinden
anlatılmaya çalışılmıştır. Dolayısıyla birinci elden kaynak olarak
kabul edeceğimiz bu tanıkların ifadeleri, yaşayan birer tarih ve o dönemin son tanıkları olması bakımından
son derece önemlidir.
AYNANIN ARKASINDA - Roman
AHMET YILMAZ - Türkçe Öğretmeni – İstanbul
Aynanın Arkasında tam anlamıyla ne bir aşk romanı ne de politik bir roman. Öncelikle, okuyucuyu taraf tutmaya zorlamıyor;
yolculuk boyunca gezdirilen kenarları sırmalı bir el aynası olmaktansa, kırık ve buğulu bir ayna olmayı yeğliyor. Milan Kundera’nın
deyişiyle bir var oluş araştırmasının romanı çünkü. Bir sıkıntıyla
başlıyor: Evlilik yolunda doludizgin ilerlerken yakın arkadaşı
Musa’nın apansız ortadan kaybolmasıyla neye uğradığını şaşıran
İsa, çevresiyle çatışmalı kimliğini boynunda suç gibi taşıyıp diken
üstünde soluk almaya çabalarken beklenmedik bir ilişkiyle her
şey alt üst oluyor. Musa’yı İstanbul’dan kilometrelerce uzakta,
dilini çözemediği insanların, yaz kış karlı dağların, geçit vermez
yolların, gece köye inen aç kurtların ve tehlikelerin kol gezdiği
bambaşka bir yerde trajik bir aşk kıskıvrak yakalayıveriyor. Okuyucunun payına ise aynaya yansıttıklarından çok, yansıtmadıklarıyla
düşündüren, sürprizlere açık bu romanı gözlerini dört açarak
okumak düşüyor.
65
65 - (Yazarlar).indd 65
04.06.2012 15:40:53
BİR DERS
DAHA FARKLI
NASIL
İŞLENEBİLİR?
BAŞÖĞRETMEN
DR.NURULLAH ABALI
DKAB Öğretmeni / İstanbul
Bir öğrencinin
sınıftaki
konsantrasyonu
yaklaşık 20-30
dakika sonra
dağılmaya başlar.
Öğrencilerin dikkatini dersin geri
kalanı için tekrar
toparlayabilmek
amacıyla 3-5
dakikalık bir
rahatlama
uygulaması son
derece faydalı
olmaktadır.
Giriş: Genelde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi
dersleri, öğrencilerin deyimiyle çok ‘monoton’ bir
tarzda işlenmektedir. Bu da öğrencilerin derse karşı
ilgisini ve verimini azaltmaktadır. Bu olumsuzluğu
gidermede gerçekleştirilen bu uygulamanın çok etkili olduğu gözlemlenmiştir.
Uygulama: Müfredat ile ilgili konular mutlaka
sunu halinde işlenmelidir. Böylece görme duyusunun % 82 civarındaki öğrenmeye katkısı da
ders ve konu üzerinde etkili olmaktadır. Aksi takdirde, zaten sosyal bir ders olan Din Kültürü ve
Ahlak Bilgisi Dersindeki verimlilik düşük olacak
(işitme duyusunun öğrenmeye katkısı % 12), bir
süre sonra da öğrencilerin dikkatlerinin dağılması
kaçınılmaz olacaktır. Dolayısıyla öğrenci, görsel
olarak aktarılan ders materyallerle konuyu görme
imkânına kavuştuğu için verilenleri kavraması
artmaktadır. Bazı okulların idarecileri, projeksiyon konusunda imkânları bahane göstererek bu
vazgeçilmez cihazları almaktan kaçınmakta veya
lambası sönmüş aletleri tamir ettirme konusunda da
‘isteksiz’ davranmaktadırlar. Öğretmen gerekirse
ekonomik şartlarını zorlamalı ve kendi bütçesinden
karşılayarak bu cihazdan edinmelidir. Branş sınıfı
olmadığında elbette bu tür teknik cihazları taşıma,
her ders kurup sökme gibi yorucu engeller mevcuttur. Bu esnada arka fondan çalan hafif enstrümantal müzik, öğrencilerin motivasyonunu olumlu
yönde artırdığı gibi; sınıfta da pozitif bir ortam
oluşmaktadır. Fakat bu yapılırken müzik sözsüz,
fazla bilinmeyen ve çok fazla dikkat dağıtmayan,
gürültülü olmayan tarzda olmalıdır. Aksi takdirde
öğrenciler farkında olmadan dikkatlerini müziğe
vermeye, hatta mesela parmak veya ayaklarıyla
‘eşlik’ etmeye başlayabilir. Bir öğrencinin sınıftaki
konsantrasyonu yaklaşık 20-30 dakika sonra
dağılmaya başlar.1 Öğrencilerin dikkatini dersin
geri kalanı için tekrar toparlayabilmek amacıyla
3-5 dakikalık bir rahatlama uygulaması son derece
faydalı olmaktadır. Bu kısa ‘mola’ esnada izlettirilen komik videolar, zekice hazırlanmış reklamlarla
vs. gibi materyallerle öğrenciler rahatlayıp deşarj
olmaktadır. Bu kısa mola sırasında öğrenciler ilgi
çekici videoları izlemekle ‘meşgul’ oldukları için
öğretmen de, ders defterini doldurmak gibi faaliyetler için uygun zaman bulabilmektedir. Ayrıca
bu mola sayesinde öğretmene de biraz dinlenme
fırsatı doğmaktadır. Müfredattaki konu işlendiği
için, dersin geri kalanında da öğrenciler için faydalı
olabilecek değişik konular işlenebilir. Örneğin,
“Verimli Çalışma Teknikleri,” Asr-ı Saadette Spor,”
“Bâtıl İnançlar,” “Hz. Fatıma,” “Kerbela,” “Dua
ve Bilim,” “Hayvan Hakları ve İslam,” “İntiharGönlünden Bile Geçirme,” “Kur’an ve Uzay,”…
Sonuç ve Kazanımlar: Öğretmenin kişisel yeteneği,
ikna kabiliyeti ne kadar yüksek olursa olsun,
teknolojinin en verimli şekilde kullanılmasıyla elde
edilebilecek verime ulaşamayacaktır. Bu nedenle
teknoloji ve insan psikolojisine uygun davranmakla
elde edilecek avantajlar göz ardı edilemez. Özellikle, birçok öğrenci tarafından, “nasıl olsa üniversite imtihanında çıkmıyor” gerekçesiyle önemsenmeyen derslerden olan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi
Dersinin öğrenci nezdindeki rağbetinin artması,
verilmek istenen manevi kavram ve değerlerin
daha iyi verilebilmesi, bu teknolojik cihazlar ve
farklı yöntemler sayede daha yüksek bir imkâna
kavuşturulabilmektedir.
Bu uygulama ile öğrencilerin derse karşı ilgisi ve
sevgisi yüksek oranda artmıştır. Sunular, videolar
ve sıkmayan öğretim tarzı, öğrencilerin derse karşı
merak, ilgi ve sevgilerini hep ayakta tutmaktadır.
66
66 - (nurullah abal ).indd 66
04.06.2012 15:41:49
İGEDER’DEN
HABERLER
Matematik Öğretmenleri Zirvesi yapıldı
10 Mart 2012 Cumartesi günü düzenlemiş olduğumuz I. Matematik Öğretmenleri Zirvesi’nde
Matematik Öğretmenleri deneyim ve bilgilerini paylaşmak üzere derneğimizde buluştu. İstanbul
içinden ve dışından 200’e yakın öğretmen ve öğretmen adayının katılımı ile gerçekleştirilen
zirve, hem öğretmenlerle akademisyenleri bir araya getirmesi, hem de öğretmenlerin ortak
problemlerinin paylaşılması bakımından
oldukça etkili geçti.
21. Yüzyıl Öğretmen Modeli konuşuldu
İGEDER Eğitim Akademisi Konferanslarında (24 Mart 2011), Eğitimci Halit Arapoğlu’nun
sunumuyla “21. Yüzyıl Öğretmen Modeli“ konulu konferans verildi. Konferansta Arapoğlu
tarafından; geçmişteki öğretmen algısı ve modeli ile günümüzdeki öğretmen modeli tasvir
edildi. İGEDER Eğitim Akademisi öğrencilerinin de yoğun katılımı ile gerçekleşen “21. Yüzyıl
Öğretmen Modeli” konferansının tamamını www.egitimakademisi.org.tr adresinden izleyerek
yaralanabilirsiniz.
İGEDER Akademi’de EBRÛ Günleri başladı.
İGEDER Eğitim Akademisi Sanat Etkinliklerinden “Ebrû Günleri” öğretmen ve öğretmen
adayları için başladı. Uzman Ebruzenler eşliğinde yürütülen “Ebru Günleri” çok sayıda eğitim
fakültesi öğrencisinin katılımı ile devam ediyor.
II. REHBERLİK ZİRVEMİZ GERÇEKLEŞTİ
Dokuzuncu branş zirvemiz olan II. Rehber Öğretmenler Zirvesi dernek merkezimizde yapıldı.
II. Rehber Öğretmenler Zirvemiz yağmurlu bir İstanbul sabahında İGEDER’in genel merkezinde
başladı. Onur misafirimiz, Prof. Dr. Adnan Kulaksızoğlu idi. Zirvemizde rehber öğretmenlerinin
problemlerini konu alan pek çok paylaşım yapıldı.
II. REHBERLİK ZİRVEMİZ GERÇEKLEŞTİ
Dokuzuncu branş zirvemiz olan II. Rehber Öğretmenler Zirvesi dernek merkezimizde yapıldı. II. Rehber Öğretmenler Zirvemiz yağmurlu bir
İstanbul sabahında İGEDER’in genel merkezinde başladı. Onur misafirimiz, Prof. Dr. Adnan Kulaksızoğlu idi. Zirvemizde rehber öğretmenlerinin
problemlerini konu alan pek çok paylaşım yapıldı.
Türkçe Öğretmenleri Tanışma Toplantısı Yapıldı.
İGEDER Türkçe Platformu olarak düzenlemiş olduğumuz Türkçe Öğretmenleri Tanışma Toplantısına Türkçe Öğretmenlerimiz ve Türkçe
Öğretmenliği bölümünde okuyan öğretmen adayları katıldı. Türkçe Öğretmenlerinin sorunlarının tespiti ve sorunlara yönelik çözüm önerilerinin
konuşulduğu toplantıda alınan kararlara rapor halinde web sitemizden ulaşabilirsiniz.
İGEDER olarak düzenlediğimiz Bilişim Teknolojileri Öğretmenleri Zirvesi’nde öğretmenler ve öğretmen adayları, bilişimle bütünleşmiş bir eğitim
için deneyim ve tecrübelerini paylaştılar. İstanbul’dan ve diğer illerden öğretmenlerin ve öğretmen adaylarının katılımıyla gerçekleştirilen zirvede
ülkemizde ve dünyada bilişim eğitimi, Fatih Projesi ve uygulama örnekleri, bilişim teknolojileri öğretmenlerinin konumu ve işlevi, sosyal ortamlarda
eğitim uygulamaları başlıklı oturumlar altında 15 sunum ve 2 poster sunum ile bilgi ve deneyim paylaşımında bulunuldu.
İGEDER Gönüllüleri Boğaz Gezisi 2
iGEDER, Gönüllü Eğitimcileri ve Eğitim Fakültesi Öğrencilerini Boğaz Turu’na davet ediyor. İGEDER’in geleneksel hale getirdiği “İGEDER Gönüllüleri Boğaz Gezisi” bu yıl da yapılacak.
67
67 - 69 (igeder haberler).indd 67
04.06.2012 15:43:09
İGEDER olarak Yeryüzü Doktorları işbirliği ile 5-12 Nisan 2012 tarihleri arasında Van’da
psiko-sosyal destek projesi gerçekleştirdik. Bu sebeple 5-6-7 Nisan tarihlerinde Van
Merkez’e bağlı Güveçli köyündeydik. Depremden en fazla etkilenen köylerin başında
gelen Güveçli’de, Güveçli İlköğretim Okulu’nda 6.7. ve 8. sınıf öğrencilerine yönelik
ruhsal-psikolojik taramalar gerçekleştirdik.
Hedef kitlemiz öğrencilerdi. Van merkeze bağlı Güveçli ve Halkalı köylerinde ilköğretim
çağındaki 576 çocuğumuza ruh sağlığı taraması yaptık. Depremin üzerinden 6 aylık bir
süre geçtikten sonra çocuklarımızın üzerindeki etkisinin hangi oranda devam ettiğini inceledik.
Bir yandan da yaptığımız çalışmalarla onlara destek olduk. İGEDER Eğitim Akademisi
öğrencilerinden Boğaziçi Üniversitesi Okul Öncesi Öğretmenliği Bölümü öğrencisi,
Ebru Karabulut’un da aralarında bulunduğu Van Depremi yaraları sarma ekibi, Van’da
‘psikolojik destek’ çalışmaları yapıp, bu Proje ile Van İli’ne bağlı Güveçli, Dağönü, Halkalı,
Yeşilsu, Özyurt, Göllü, Topataş, Dibekdüz, Arısu, Tabanlı, Yaylıyaka Köyleri ve bu köylere
bağlı Yabalı ve Döşeme Mezralarındaki köyler de ziyaret edildi. Okul psikolojik danışmanları, pedagoglar, okul öncesi uzmanları ve psikologlar
eşliğinde okullardaki öğrencilere ruh sağlığı taraması yapıldı.
Türkiye’de ilk kez eğitim ile ilgili bir STK (İGEDER)
tarafından yapılan ve özel eğitim alanında iyi
örneklerin yanı sıra sorunların ve yeni gelişmelerin
masaya yatırıldığı İGEDER I. Özel Eğitim Öğretmenleri Zirvesine yüz civarında öğretmen ve
öğretmen adayı katıldı. Açılış konuşmasında temel
sorunları fırsata çevirmenin elzem olduğunu vurgulayan İGEDER Yk. Başkanı M. Cüneyt ANCIN,
tüm okullarımızda özel eğitimin farkındalığını
arttırabilmek amacıyla “engellilerle dayanışma ve
kaynaştırma etkinlikleri kulüpleri” kurulması yönünde MEB’e tavsiyede bulunduklarını dile getirerek, her öğrencinin özel olduğu düşüncesinden
hareketle “BEP yapmayan bizden değildir” algısıyla
BEP’in yaygınlaştırılması konusundaki hassasiyeti
dile getirdi.
Protokol konuşmasında İstanbul eski milletvekili Lokman AYVA, marangoz eğitiminin yerine bahçıvan eğitimine geçilmesinin ve birlikte
öğrenmenin öneminin kavranması gerektiğinin önemine vurgu yaptı.
İGEDER Özel Eğitim Platform Koordinatörü ve İstanbul MEM. eski
şube müdürü Halis KURALAY’da konuşmasında özel eğitimde eğitime
erişim yaşı ve hızının düşürülmesi konusunda alınan yolu anlattı, aynı
zamanda sivil toplum kuruluşlarının bu konudaki önemli rolüne işaret
etti.
İGEDER Eğitim Akademisi Seminerleri Sona Erdi
İGEDER Eğitim Akademisi 10. Dönem 10. Hafta Konferansında, Prof. Dr. Selahattin Turan’ı misafir ettik. 10. Dönemdeki son seminer haftamızda
Osmangazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Selahattin Turan’ın, “ Yeni Bir Medeniyet Tasarımı Bağlamında “Batı
Uygarlığını” Yeniden Düşünmek “ isimli konferansı ile İGEDER Eğitim Akademisi öğrencileri bir araya geldi. Eğitim Fakültesinde okuyan ve
mezun öğretmen adayları için kurduğumuz İGEDER Eğitim Akademisi yeni dönem başvurularını Ağustos ayında www.egitimakademisi.org.tr ve
www.igeder.org.tr sitelerinden duyuracağız. Ayrıca İstanbul’da öğrenim görmekte olan çevrenizdeki eğitim fakülteli öğrencileri akademimize
yönlendirebilirsiniz.
İngilizce Öğretmenleri Zirvesi Dinleyici Başvuruları Başladı
İGEDER’in 11. Branş Zirvesi olan 2 Haziran 2012 cumartesi günü yapılacak olan İngilizce Öğretmenleri Zirvesine bütün öğretmenlerimizi ve
öğretmen adaylarını bekliyoruz.
68
67 - 69 (igeder haberler).indd 68
04.06.2012 15:43:12
İGEDER Cizre Öğretmen Zirvesi, 5 Mayıs Cumartesi günü Cizre
Öğretmenevi Ahmet El- Cezeri salonunda Tekder Cizre şubesinin ev
sahipliğinde gerçekleştirildi. Programa Şırnak İl Milli Eğitim Müdürü
Yüksel Arslan, İlçe Milli Eğitim Müdürü Mehmet Sadık Bora’da
onur konuğu olarak katıldı. İGEDER adına İ.Hakan KARATAŞ, ev
sahipliğimizi yapan TEKDER adına Şırnak Üniversitesi’nden Osman Köse açılış konuşmalarını yaptı. Şırnak İl Milli Eğitim Müdürü
Yüksel Arslan’da açılış konuşmasında bulundu ve organizasyon için
İGEDER’e ve programın organizasyonunda görevli Cizre İsmail Ebu’l-iz
İlköğretim Okulu Rehber Öğretmeni Ömer GÜMÜŞOĞLU’na ve tüm
katılımcılara teşekkür etti.
İmam Hatip Liselerinin Geleceği, Geleceğin İmam Hatip Liseleri
Nasıl Olmalıdır?
İGEDER İHL Meslek Dersleri Platformu, İmam-Hatip Liselerinin
sorunları, çözüm yolları ve yeni anayasa çalışmaları kapsamında
İmam-Hatip Liselerinin konumunun tartışılacağı bir çalıştay düzenliyor. “Din Eğitiminde İmam-Hatip Liselerinin Rolü’’ başlığı altında
gerçekleştirilecek çalıştayda Toplumdaki İmam-Hatip Lisesi Algısı ve
Toplumun İmam-Hatip Liselerinden Beklentileri, İmam Hatip Liselerinin Sorunları ve Bu Sorunlara Çözüm Önerileri, İmam-Hatip Liselerinin Geleceği, Geleceğin İmam-Hatip Liseleri konularında müzakereler gerçekleştirilecektir. 26 Mayıs Cumartesi günü gerçekleştirilecek
Çalıştay sonunda meseleler hakkında ortaya koyulan çözüm önerileri
sonuç bildirgesi hazırlanılarak kamuoyuna sunulacaktır.
Öğretmenler olarak kâğıtları kalemleri çıkarıp ileri seviye ilginç matematik problemleri ile öğrenciliğimize döneceğiz kısa
süreliğine…
Öğrencilerin problem çözme becerilerinin gelişmesi ne kadar önemli
ise; eğitim-öğretim sürecinin en önemli bileşeni olan öğretmenlerin de
problem çözme becerilerini yoklaması, bu anlamda zihinlerini tazelemesi ve iyi bir problem çözücü olmaları da o kadar önemlidir.
Bu amaçla 50 matematik öğretmenini buluşturmayı hedefleyen İGEDER,
“Rutin Olmayan Problemler Semineri” ile öğretmenlerin etkileşim
halinde matematik problemlerinin çözümlerinin yapılacağı bir seminer
organize etmiştir. Marmara Üniversitesi İlköğretim Matematik Eğitimi
Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi Yard. Doç. Dr. Orhan ÇANAKÇI, rutin
olmayan problemler ile matematik öğretmenleri zihinsel bir zorlanma
sürecine sokacaktır.
SKETCHPAD SEMİNERİ
İGEDER Matematik Platformu 9-10 Haziran 2012 tarihlerinde ikinci
seminerini gerçekleştirecektir. Kısa bir süre önce Türkçeye kazandırılan
GSP (Geometri Sketchpad- Türkçe) yazılımının matematik eğitimde
kullanımına yönelik İGEDER aracılığı ile İstanbul’da matematik
69
67 - 69 (igeder haberler).indd 69
04.06.2012 15:43:13
öğretmenleri ile Programı Türkçeleştiren hocalarımızın eğitmenliğinde
iki günlük bir seminer gerçekleştirilecektir. Geometri öğretiminin uluslar arası düzeyde ödüller almış öncü yazılımı Geometer’s Sketchpad
(GSP) yazılımı klasik Öklit geometrisini eğitim teknolojilerine uyarlamak suretiyle matematik eğitiminde dinamik geometri yaklaşımını ortaya
çıkartarak geometri öğretiminin niteliğini değiştirmiş bir yazılımdır.
SketchPad seminerinde amaç yazılımın Türkçe kullanımını tanıtmanın
yanında pratik uygulama yapmak, etkinlik tasarlamak ve bilgi paylaşımında bulunmaktır. Seminerdeki içerikler GSP yazılımını ve dinamik
geometriyi hiç bilmeyenler veya az bilenlere yöneliktir. Başarı ve verim
elde edilmesi halinde daha sonra farklı gruplarla ve ileri düzeyde GSP
kullanımı için yeni çalıştaylar düzenlenecektir.
İGEDER II. BALKAN GEZİSİ
“100. YILINDA TUNA’YA DÖNÜŞ”
9 GÜN, 8 ÜLKE, 18 ŞEHİR!
Öğretmen ve Öğretmen adaylarına ikincisini gerçek-leştireceğimiz Balkan Gezimize başvurular sona erdi. Geçen yıl birincisini düzenlediğimiz
Balkan gezimizden sonra bu yıl “100. Yılında Tuna’ya Dönüş” Balkan
gezimize yoğun bir başvuru vardı.
Bu yıl ki gezi programımız şu şekilde:
8 Temmuz Pazar 22.00 İGEDER’den Hareket
9 Temmuz Pazartesi KAVALA;
Şehir Merkezi Gesizi, Su kemerleri, Liman, Kavala Kalesi, Kavalalı Mehmet Ali Paşanın Evi
Kavaladan Selanik’e Yolculuk
SELANİK
Aya Dimitros Kalesi, Büyük İskenderiye Heykeli, Hamza Bey Camii,
Vardar ve Aristotales Meydanları, Atatürk’ün Evi, Beyaz Kule, 20.0002.00 İŞTİP’e yolculuk. İştipte konaklama
10 Temmuz Salı İŞTİP
İştip’te Kahvaltı. İştip şehir merkezi gezisi.
İştipten Üsküp’e yolculuk.
ÜSKÜP
Taş Köprü, Mustafa Paşa Camii, İshak Paşa Camii, Bit Pazarı, Ensar
Derneği Ziyareti, Taş Hamam , Kurşunlu Han, Üsküp’te Konaklama,
Üsküp’ten Niş’e yolculuk.
NİŞ
Niş şehir merkezinin gezilmesi, Niş’ten Belgrad’a yolculuk.
BELGRAD
Kalemegdan, Knez Mihailova caddesi, Şehir Merkezi Turu, Belgrad’tan
Srebrenista’ya yolculuk
11 Temmuz Çarşamba SREBRENİTSA
Srebrenista katliamının yıl dönümü programlarının takip edilmesi.
Masmaria yürüyüşene katılınılmasının ardından
12 Temmuz Perşembe SARAYBOSNA
Baş çarşı, Aliya Izzetbegoviç’in anıt mezarının bulunduğu şehitliği ziyaret, Kurşunlu Medresesi, Kanuni Sultan Süleyman’ın halasının oğlu
Gazi Hüsrev Bey’in Camisini ziyaret, Saat kulesi, Şehir turu, Mostar
Köprüsü (Old Bridge, Stari Most), Koski Mehmed Paşa Camii, Crooked Bridge, Çarşı, Dar sokak gezileri, Mostar’dan Sancak Novi Pazar’a
(Yenipazar) yolculuk
13 Temmuz Cuma SIRBİSTAN
NOVİ PAZAR, Panoromik şehir turu, Cuma namazı
Novi Pazardan Porgoricia’ya yolculuk.
KARADAĞ, PODGORİCA
Şehir Merkezinin gezilmesi, İşkodra’ya yolculuk
ARNAVUTLUK
İŞKODRA, İşkodra şehir gezisi, İmam Hatip Lisesi Ziyareti, konaklama
14 Temmuz Cumartesi TİRAN
İskender Bey Meydanı, Ethem Bey Camii, Milli Tarih Müzesi, Saat
Kulesi, Lana Nehri, Dajti Dağı, Tiran’dan Prizren’e yolculuk
KOSOVA
Sinan paşa camii, Gazi Mehmet paşa hamamı, Kırık cami, Sultan Murat
Kışlası, Meşhur taş köprü
15 Temmuz Pazar PRİZREN
PRİŞTİNA, Murat Hüdavendigar Türbesi, Priştina’da konaklama
BULGARİSTAN
Sofya’ya yolculuk, konaklama
16 Temmuz Pazartesi SOFYA
Başmüftülük ve İslam Enstitüsü Ziyareti, Banya Başı Camii, Kara Camii,
Siyavuş Paşa Camii, Osmanlı Konağı, Bali Efendi Türbesi
FİLİBE
Filibe Müftülük Ziyareti, Cuma Camii, Şehabeddin Paşa Camii, Çifte
Hamam, Taş Köprü, Filibe’den İstanbula Dönüş
70
67 - 69 (igeder haberler).indd 70
04.06.2012 15:43:18
LJƌŦŶƨůŦďŝůŐŝǁĞďƐĂLJĨĂŵŦnjĚĂ͗
ǁǁǁ͘ŝŐĞĚĞƌ͘ŽƌŐ͘ƚƌ
7^dEh>
ž$Ü5,
ðVWDQEXO*¶Q¼OO¼(ßLWLPFLOHU'HUQHßLð*('(5
,8/86$/(ïñ7ñ0¡$/,ì7$<, ve
IV
23 - 24 Kasım 2012
I. ULUSAL EĞİTİM ÇALIŞTAYI
$QD7HPD
n<HQL$QD\DVD6RQUDVÕQGD
0LOOL(ÈLWLP6LVWHPLQLQ<HQLGHQ<DSÕODQGÕUÕOPDVÕo
ϮϯͲϮϰ<ĂƐŦŵϮϬϭϮ /͘h>h^>)7d7D>/bdz/
Ϯϱ<^/DϮϬϭϮ
/s͘h>h^>P)ZdDE7D^DWKzhDh
7ƐƚĂŶďƵů 'ƂŶƺůůƺ ŒŝƟŵĐŝůĞƌ ĞƌŶĞŒŝ͖ dƺƌŬŝLJĞ͛ĚĞ ŚĞƌŚĂŶŐŝ ďŝƌ ŽŬƵůĚĂ ŐƂƌĞǀ
LJĂƉŵŦƔ ǀĞLJĂ LJĂƉŵĂŬƚĂ ŽůĂŶ ƂŒƌĞƚŵĞŶ ǀĞ
ĂŬĂĚĞŵŝƐLJĞŶůĞƌŝŵŝnjŝ ͞zĞŶŝ ŶĂLJĂƐĂ ^ŽŶƌĂƐŦŶĚĂ Dŝůůŝ ŒŝƟŵ ^ŝƐƚĞŵŝŶŝŶ zĞŶŝĚĞŶ
zĂƉŦůĂŶĚŦƌŦůŵĂƐŦ͟ĂŶĂƚĞŵĂůŦƵůƵƐĂůĚƺnjĞLJĚĞ ŐĞƌĕĞŬůĞƔƟƌŝůĞĐĞŬ ŽůĂŶ ͞/͘ hůƵƐĂů ŒŝƟŵ ĂůŦƔƚĂLJŦ ŝůĞ /s͘ hůƵƐĂů PŒƌĞƚŵĞŶŝŵ
^ĞŵƉŽnjLJƵŵƵ͟ŶĂ ƂŶĞƌŝ ǀĞ ďŝůĚŝƌŝůĞƌŝŶŝnjůĞ
ŬĂƚŬŦƐĂŒůĂŵĂLJĂĕĂŒŦƌŵĂŬƚĂĚŦƌ͘
dƺƌŬDŝůůŝŒŝƟŵƐŝƐƚĞŵŝŶŝŶŵĂƐĂLJĂLJĂƨƌŦůĂĐĂŒŦďƵĕĂůŦƔƚĂLJǀĞƐĞŵƉŽnjLJƵŵdƺƌŬDŝůůŝ
ŒŝƟŵƐŝƐƚĞŵŝŝůĞŝůŐŝůŝŚĞƌĂůĂŶĚĂLJĂƉŦůĂĐĂŬ
ĕĂůŦƔŵĂůĂƌĂĂĕŦŬƨƌ͘
Ana Tema:
“Yeni Anayasa Sonrasında Milli Eğitim Sisteminin
Yeniden Yapılandırılması”
25 KASIM 2012
IV. ULUSAL
ÖĞRETMENİM SEMPOZYUMU
İSTANBUL
<7D>ZbshZ7>7Z͍
,ĞƌŚĂŶŐŝďŝƌĞŒŝƟŵŬƵƌƵŵƵŶĚĂŐƂƌĞǀLJĂƉŵŦƔ
ǀĞLJĂLJĂƉŵĂŬƚĂŽůĂŶƂŒƌĞƚŵĞŶǀĞĂŬĂĚĞŵŝƐLJĞŶůĞƌŝůĞůŝƐĂŶƐ͕LJƺŬƐĞŬůŝƐĂŶƐǀĞĚŽŬƚŽƌĂƂŒƌĞŶĐŝůĞƌŝďĂƔǀƵƌĂďŝůŝƌ͘
7bd<s7D7
ĂůŦƔƚĂLJPŶĞƌŝƐŝǀĞ^ĞŵƉŽnjLJƵŵŝůĚŝƌŝƐŝ
PnjĞƚůĞƌŝŶŝŶdĞƐůŝŵŝ
͗ϮϳdĞŵŵƵnjϮϬϭϮ
<ĂďƵůĚŝůĞŶĂůŦƔŵĂůĂƌŦŶƵLJƵƌƵůŵĂƐŦǀĞ
WƌŽŐƌĂŵŦŶ7ůĂŶŦ
͗ϮϰŒƵƐƚŽƐϮϬϭϮ
dĂŵDĞƟŶůĞƌŝŶŝŶdĞƐůŝŵŝ ͗ϭϮŬŝŵϮϬϭϮ
ĂůŦƔƚĂLJdĂƌŝŚŝ
͗ ϮϯͲϮϰ<ĂƐŦŵϮϬϭϮ
^ĞŵƉŽnjLJƵŵdĂƌŝŚŝ
͗ Ϯϱ<ĂƐŦŵϮϬϭϮ
WĂLJůĂƔŦŵĐŦŽůĂƌĂŬďĂƔǀƵƌŵĂŬŝĕŝŶŐĞĐŝŬŵĞLJŝŶ͗
ŚƩƉ͗ͬͬǁǁǁ͘ŝŐĞĚĞƌ͘ŽƌŐ͘ƚƌͬnjŝƌǀĞůĞƌͬnjŝƌǀĞͲďĂƐǀƵƌƵ͘ƉŚƉ
ϮϳdĞŵŵƵnjϮϬϭϮ
2006
^ŽƌƵǀĞƂŶĞƌŝůĞƌŝŶŝnjŝŝĕŝŶďŝnjĞLJĂnjŦŶ͗ŝŐĞĚĞƌnjƵŵƌĞΛŐŵĂŝů͘ĐŽŵͲĚŝĚĞŵϬϬϯΛŐŵĂŝů͘ĐŽŵ
^ŽƌƵǀĞƂŶĞƌŝůĞƌŝŶŝnjŝĕŝŶďŝnjŝĂƌĂLJŦŶ͗нϵϬϬϱϬϱϰϴϱϮϮϬϰͲнϵϬϱϯϱϴϯϴϵϯϵϬ
• Yeni Öğretim Yaklaşımları,
• Eğitimin Devlet Tekelinden Kurtarılması ve
Özgürleştirilmesi,
• Okul Türleri ve Okul Türlerinin Yapılandırılması,
• Türkiye’de Öğretmen Yetiştirme ve Öğretmenlerin
• Hizmet İçi Eğitimi,
• Mesleki Eğitim,
• Özel Eğitim ve Rehberlik,
• Eğitim Yönetimi ve Politikaları,
İstanbul Gönüllü Eğitimciler Derneği; Türkiye’de herhangi bir
okulda görev yapmış veya yapmakta olan öğretmen ve akademisyenlerimizi “Yeni Anayasa Sonrasında Milli Eğitim Sisteminin Yeniden Yapılandırılması” ana temalı ulusal düzeyde
gerçekleştirilecek olan “I. Ulusal Eğitim Çalıştayı ile IV. Ulusal
Öğretmenim Sempozyumu”na öneri ve bildirilerinizle katkı
sağlamaya çağırmaktadır.
Türk Milli Eğitim sisteminin masaya yatırılacağı bu çalıştay
ve sempozyumda ele alınacak konular aşağıda sıralanmıştır.
Çalıştay ve sempozyum bu konularla sınırlı olmaksızın Türk Milli
Eğitim sistemi ile ilgili her alanda yapılacak çalışmalara açıktır.
Çalıştay ve Sempozyum hakkında ayrıntılı bilgi edinmek için
lütfen web sitemizi ziyaret ediniz.
• Türkiye’de Eğitim Programları ve Öğretim,
• Özel Öğretim Kurumları,
• Din Eğitimi ve Öğretimi,
• Eğitim Teknolojileri, Ders Araç ve İçerikleri,
• Eğitimde Bilişim ve İletişim Teknolojileri,
• Eğitimde Yenilik,
• Yeni Eğitim Modeli Önerileri: 2050 Vizyonu,
• Modern Eğitime Yönelik Eleştiriler.
71
67 - 69 (igeder haberler).indd 71
04.06.2012 15:43:27
Rutin Olmayan Problemler Semineri Yapıldı
Öğretmenler olarak kâğıtları kalemleri çıkarıp ileri seviye ilginç matematik problemleri ile
öğrenciliğimize döndük kısa süreliğine…
Öğrencilerin problem çözme becerilerinin gelişmesi ne kadar önemli ise; eğitim-öğretim sürecinin en önemli bileşeni olan öğretmenlerin de problem çözme becerilerini yoklaması, bu anlamda zihinlerini tazelemesi ve iyi bir problem çözücü olmaları da o kadar önemlidir.
Bu amaçla matematik öğretmenlerini buluşturmayı hedefleyen İGEDER, “Rutin Olmayan Problemler Semineri” ile öğretmenlerin etkileşim halinde matematik problemlerinin çözümlerinin
yapıldığı bir seminer gerçekleştirdi. Marmara Üniversitesi İlköğretim Matematik Eğitimi Anabilim
Dalı Öğretim Görevlisi Yard. Doç. Dr. Orhan ÇANAKÇI, rutin olmayan problemler ile matematik öğretmenlerini zihinsel bir zorlanma sürecine sokarak, öğrencileri nasıl birer ‘iyi problem
çözücüler’ yapabilecekleri konusunda
yüreklendirdi.
Gönüllü Eğitimcileri ve Eğitim Fakültesi Öğrencilerini İGEDER Geleneksel II. Boğaz Turu’nda ağırladık
Pek çok eğitimci, eğitim yöneticisi, ve öğretmen adayının (İGEDER
Eğitim Akademisi Öğrencileri) yanı sıra çeşitli sivil toplum kuruluşlarının
temsilcilerinin katıldığı Boğaz Gezisi yoğun bir katılımla gerçekleşti.
İGEDER Eğitim Akademisi’nin özel davetlisi olarak, Boğaz Gezisine
katılanlar arasında yaklaşık 2 ay Suriye’de esir tutulan kameraman Hamit Coşkunda vardı. İGEDER’in geleneksel hale getirdiği ve
Avrupa Yakası kıyılarından başlayan gezi, Boğazın eşsiz yalı ve tarihi
mimarileriyle süslü saraylarının anlatımıyla devam etti. Profesyonel
Boğaz Rehberi eşliğinde, büyük bir coşku içinde gerçekleştirilen Boğaz
Turu’na katılan katılımcılara İGEDER Yönetim Kurulu Başkanı M.
Cüneyt Ancın, katılımlarından ve gösterdikleri ilgiden dolayı teşekkür
etti.
İGEDER Geleneksel II. Boğaz Gezisi, yemek ikramının ardından sona
erdi.
Gelenceksel Hüdayi Futbol Turnuvası yapıldı.
Her yıl geleneksel olarak yapılan Hüdayi Futbol Turnuvasına
İGEDER Eğitim Akademisi Futbol takımımız da katıldı. Oldukça
renkli geçen turnuvada derece elde edemesek de ‘önemli olan
yarışmaktı’ diyerek turnuvaya 1. maçtan sonra veda ettik.
72
67 - 69 (igeder haberler).indd 72
04.06.2012 15:43:29
UZMAN BULMACA (    )
1
2
3
4
5
6
7
8
9
Hazırlayan: Maşuk CEYLAN
10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
SOLDAN SAĞA: 1. Özellikle Roma İmparatorları Julius Caesar ve Marcus Antonius ile olan ilişkileriyle tarihe damgasını vuran
antik Mısır kraliçesi/Öğrencilerin ilgi duyduğu ya da üzerinde anlaşmaya varamadığı konuların öğretiminde çok etkili bir tartışma
tekniği -2.Anadolu Ajansı/ Fas’ın plaka imi/Göl ve bataklıklarda yaşayan bir hayvan/Anten, duyarga- 3. ..........Twain (Yazar)/
Alınıp satılabilen her türlü ticaret eşyası,emtia/Aşı boyası/ Bir bağlaç / Kemiklerin toparlak ucu -4.Tavlada bir sayı/ Operalarda
solistlerden birinin orkestra eşliğinde söylediği, genellikle kendi içinde bütünlüğü olan parça/Bir müzik aleti/ Hane,mesken /
Meslek Yüksek Okulu kısaltılışı - 5.Milâda dayanan, milâtla ilgili olan / Başrollerinde Dustin Hoffman ve Tom Cruise’ un oynadığı
1988 yapımı oscarlı Barry Levinson filmi/ Utanma duygusu- 6. Divit, yazı hokkası / Herhangi bir hükmün geçersiz olduğunu gerekçeleri ile göstererek çürütme / -Hendek, düşman saldırısına karşı koymak için düzenlenmiş yer / Ayakkabıların altına çakılan
demir - 7.Yerbilimleri Öğretmenleri Ulusal Birliğinin orijinal kısaltılışı/Mısırda bir nehir/ Doğu Anadolu Bölgesi’nde doğup, Kura
Nehri ile birleşerek Hazar Denizi’ne dökülen nehir/ Yabancı, yad - 8.1941 yapımı 5 oscarlı unutulmaz John Ford filmi- 9.Eski
bir uygarlık/Teniste bir terim/ Günahsız-10. ......... Minelli (Aktris-Müzisyen) / Keman yapımıyla tanınan ünlü İtalyan aile/ Sembol
durumuna getirme.
YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1.Orhan Pamuk’un bir romanı/ ABD’de kurulmuş ünlü çizgi roman şirketi- 2.Bir nota/ Gümüş/
Gelecek-3.İç Anadolu Bölgesinde bir dağ.-4.Kalça kemiği/ Eşek sesi- 5.Kendi içinde tutarlılık gösteren önermeler bütünü - 6. Siyasî inancını gizleyen kimse- 7.Ülkemizin plaka imi/Ağıl, davar ağılı- 8.Kutsal Hint destanı-9. Büyük kardeş, ağabey/Açı ölçmeye
yarayan dönme hareketli bir çeşit cetvel- 10.Ulu, yüce, ali/ Lacivert renkli erkek takım elbisesi-11.En kısa zaman dilimi/Toprak
Mahsulleri Ofisi kısaltılışı/ Bir nota.12-Eski dilde belediye-13.Ağırbaşlı, onurlu/İskambillerle oynanan bir tür oyun-14. Ankara’nın
bir ilçesi -15. Lübnan’ın plaka imi/......... O’Neill (Aktör)/ İngilizcede “ötmek” - 16. Eni boyundan ve derinliğinden çok olan,
basık ve geniş- 17. .......... Thurman (Aktris) / Ut, kanun, keman gibi çalgıların tellerini geren düğme- 18. Bir nota/ İngilizce
kelimelere getirilen bir sonek- 19. Çevre etkileriyle değiştirilemeyen, aileden alınan belirleyici özellikler,irsiyet- 20. Cesaretini
kırmak. moralini bozmak. ahlaksızlaştırmak.
arka ic.indd 2
04.06.2012 15:44:07
aeaieaiua
arka kapak.indd 2
04.06.2012 15:42:46

Benzer belgeler