BİR DEVRİN MUHASEBESİ: MENDERES NİYE ASILDI? Prof. Dr. Ali

Transkript

BİR DEVRİN MUHASEBESİ: MENDERES NİYE ASILDI? Prof. Dr. Ali
1
BİR DEVRİN MUHASEBESİ: MENDERES NİYE ASILDI?
Prof. Dr. Ali Demirsoy
Bu gün çağdaş dünyada suç ne olursa olsun idam kaldırıldı. İdamın insancıl bir
ceza olmadığı konusunda büyük bir kesim hemfikir oldu. Ancak 1900 yılların ortalarına
kadar idamın bir ceza çeşidi olarak ülkelerin yasalarında yer aldığı bilinmektedir. Eğer
bir yasada idam cezası varsa idamları kınama yerine o yasaların doğru olup
olmadıkları üzerinde tartışılabilir. Eğer bir ülkenin yasasında bazı suçların idam ile
cezalandırılması öngörülmüş ise, yıllar sonra suçu sabit görerek o cezayı veren
mahkemeleri ve idari sistemleri suçlamak olsa boş boğazlıktan öte bir değer
taşıyamaz. Tekrar söylemek gerekiyorsa idamı savunma günümüzde insanlık dışıdır;
ancak yasalarda bu ceza varsa, bu suçtan verilen idamlarda olsa olsa suçun sabit olup
olmaması tartışılabilir. Bu suça o ceza verilmezdi sözü, yasaların uygulanış ını
bilmemekten kaynaklanıyor olabilir ya da hukukun zaman içinde nasıl uygulandığınd a n
habersiz olduğu anlamına gelir. Biz dünyanın her yerinde geçmiş dönemlerde yargı
önüne çıkmış, usulüne göre yargılanmış ve idam edilmiş vakaları, yererek değil, belki
eleştirerek konuşabiliriz. Yargı önüne çıkmadan birilerinin fermanı ve emri ile öldürülen
her olayı da lanetleyebiliriz; lanetleyebilmeliyiz (bu emirleri verenlerin adını köprülere,
yollara
üniversitelere
koymamalıyız).
Bu
durumda
sapla
samanı
birbirine
karıştırmamak gerekir.
DP ile bu ülke çok partili demokrasiye geçmiştir. Menderes bu halkın gözünün
açılması ve siyasete (doğrusuyla yanlışıyla) katılması için çok şey yapmıştır. Bunu
unutamayız. Ancak halkın yanında yer alan ve halkın hakkını savunan bu kadro
unutmamak gerekir ki, 1945 yılında toprak reformu yasasına tepki gösteren ve
Menderes’in istifasıyla sonlanan bir kadrodur. Türkiye’nin o günlerde en büyük sorunu
olan ve belki bu günkü yaşanan acı olayların nedenlerinden birini oluşturan topraksız
köylü, toprak ağa çıkmazını karabilmek, topraksız köylüye toprak verilmesini öngören
bu yasaya en çok tepki gösteren, Celal Bayar ve toprak ağları olan Adnan Menderes,
Refik Koraltan ve Hasan Polatkan (!) olmuştur.
1950 yılında 420 (CHP 63), 1954 seçimlerinde 505 (CHP 31) milletvekili ile gelen,
anayasayı değiştirme çoğunluğunu elinde bulunduran Menderes Hükümeti, idama bir
ceza olarak bakmayı doğru olarak bulmuş olmalı ki değiştirmeye bile yanaşmamıştı;
Anayasayı İhlal cezasının idam olarak kalmasını yeğlemiştir. Bununla da kalmayıp
2
Menderes galiba 160 küsur idam cezasından 43’nü bizzat imzalayarak, onların idam
edilmesine onay vermiştir. Suçu tam sabit görülmeyen, Rusya için casusluk yaptığı
varsayılarak asılan biri (Hayati Karaşahin) de buna dâhildir (14 Nisan 1955). Yani
Menderes Hükümetleri için idam bir ceza şekli olarak kabul edilmiş ve uygulanmış tı r.
Menderes Hükümeti de, kendi yasalarına göre yargılanmıştır; devrim yasalarına göre
değil. İnsani
açıdan idam edilip edilmemesi tartışılabilir;
eleştirilebilir. Ancak
günümüzde bütün bunları oy toplamak için durumu tam açıklamadan, çarpıtarak,
aktarmak ahlaki değildir.
O günkü koşullarda yasaların öngördüğü idam cezası Menderes Hükümeti için de
geçerliydi; o cezayı işlediği suç sabit görülmesi halinde bu ceza alması da yasa
gereğiydi. O günkü yargı da o günkü yasalara göre eylemleri Anayasayı ihlal sonucuna
varmış olmalı ki denk gelen cezayı vermiş olmalı. Eğer bu gün hayır Anayasayı
çiğneyen bir eylemde bulunmamıştır diyorsak ve bunu kanıtlıyorsak; mahkeme
sonuçlarını
kınayabiliriz,
eleştirebiliriz.
Ancak
evet
Anayasa
ihlali
olmuştur
diyebiliyorsak, bu dönemin yargısını eleştirme hakkımızın olmadığını düşünüyorum.
Bu kronik suçlamaya çare: Uluslararası bir mahkeme kurar, o günkü yasalar ve
eylemler masaya yatırılır; suçlama ile ceza arasında yasalara uygunluk bulunursa ses
kesilir; aksi durumda o dönemin suçluları yasal olarak aklanır. Birilerinin kürsüden
bağırarak bu dönemi aklaması ya da eleştirmesi, olsa olsa politik bir yatırımdan öte
gidemez.
Bu yazı bir araştırma yazısı değildir. Gazetelerdeki yazılardan, yazılmış kitaplardan ve
internette dolaşan yazılardan derlenmiş, bir kısmına da bizzat tanık olduğumuz
olaylardan derlenmiş bir yazıdır. Amacımız bir devri yargılama ya da kötüleme değildir.
Menderes’in bu ülkenin insanın kalbinde çok farklı bir yeri olduğunu biliyoruz.
Ancak, bu, onun yaptığı hataları görmemezlikten gelmeyi gerektirmemelidir. Eğer
tarihten ders alınamaz ise yenilerini aynı acıyla yaşamak kaçınılmaz oluyor. Ne yazık
ki şu andaki gençliğimiz, tarihteki olaylarla yeterince ilgilenmiyor, dolayısıyla gelecekte
yaşanabilecekleri yeterince tahmin edemiyor. Moda söylemle “günlük yaşıyor”. Bugün
yaşananların geçmişte hangi versiyonu ile yaşandığını ve bunun bu ülkeye ve ilgili
kişilere nelere mal olduğunu da bu nedenle anlayamıyor. Günlük sığ politika yapanların
ağzından çıkanları evrensel doğru olarak kabul edip, önündeki çıkmazları göremiyor.
Benzerleri yaşanmasın, buna fırsat verilmesin, benzer film oynadığında geçmişten
ders alarak, filmin sonu gelmeden kendi irademizle yeni acılara neden olmadan filmi
3
durdurmayı sağlayabilmek için bu yazı kaleme alınmıştır. Burada yazılı olanların
hepsini cümlesi cümlesine geçmişteki gazetelerin arşivinde ve bu konuda çıkmış
yayınlarda aynen bulabilirsiniz.
1950-1960 yıllara arasında basına ve çeşitli kaynaklara göre mahkeme önüne
çıkarılmış suçlar vardı; çıkarılamayan suçlar vardı. Yargılanmadan suç isnadı nasıl
yapılabiliniyor diyorsanız, haklısınız; ancak bunlar hem o devirde hem bu devirde suç
ya da kabahat kabul edilebilecek eylemler olarak verilmiş olanlardır.
MAHKEMEYE ÇIKARILAMAYAN SUÇLAR NELERDİ?
Aslında Menderes'in suçları mahkemelerde gündeme getirilmeyenlerdir.
Bunların bir kısmı halkın tepkisinden çekinildiği için gündeme getirilmemiştir.
Büyük bir kısmı da ABD'nin tepkisinden çekinen Cemal Gürsel hükümeti
tarafından gündeme getirilmemiştir
Önce şunu bilmemiz gerekiyor. NATO’ya girişimiz sırasında olduğu söylenen,
ayrıntısı açıklanmamış olan ve Menderes Hükümeti dönemindeki bir anlaşma (karar),
27 Mayıs darbesini yapan cuntanın elini ayağını bağlıyordu. Anlaşma, Türkiye’de
demokrasi tehlikeye girerse, Amerika Birleşik Devletlerine müdahale hakkı veriyordu.
Bu anlaşmaya dayanarak müdahale söz konusu olabilirdi. Bu nedenle Menderes’in
fincancı katırlarını ürkütecek suçları (doğrudan ya da dolaylı ABD ilgilendirenleri)
mahkeme önüne çıkarılmamalıydı. Dolasıyla Menderes Hükümetinin çok daha ağır bir
şekilde suçlanacağı birçok eylem, Amerika ve başka mülahazalarla hukuk önüne
çıkarılmadan tarih sayfalarının arasına itildi. Bugün bile çoğumuzun sıcak bakmadığı,
milli çıkarlarımıza aykırı olarak alınan, bugün yaşadığımız birçok belanın nedeni olan
kararlar önemliydi. Biz ilk olarak bunları vermeyle başlayalım:
1. Yurt dışına asker gönderme ya da savaş açma sadece Millet meclisinin yetkisinde
olmasına karşın, Menderes Meclise danışmadan Amerika için Kore Savaşına
asker gönderdi ve 1951 yılında savaşa girdi. Bine yakın askerimizi bu savaşta
yitirdik; binlercesi yaralandı.
2. 1952'de NATO'nun (aslında ABD’lerinin) isteği üzerine komünizme karşı gayri
nizamı harp yapacak Seferberlik Tetkik Kurulu'nu, daha sonraki adıyla Özel
Harp Dairesi'ni kurdu. Çoğunluk bir Amerikan örgütü gibi çalıştığı yazıldı, söylendi.
Türkiye’deki birçok gizli kapaklı suçların bu daire tarafından işlendiğine ilişkin çok
4
sayıda yayın yapıldı. Türkiye’de emperyalistlerin oyunlarını önceden sezinleyip
tehlikeyi halka bildirenleri başta komünist olmak üzere çeşitli sıfatlarla yaftalayıp
şu ya da bu şekilde etkisiz hale getirmede önemli rol oynadığı yazıldı ve söylendi.
3. 1954 yılında yabancılara yok pahasına, petrol arama ve çıkarma izni verildi.
4. Tek parti döneminde kurulan bazı traktör ve basma fabrikaları (basına göre dış
baskıyla)
Menderes
döneminde
özelleştirildi
veya
ekonomik
olmadıkları
söylenerek kapatıldı.
5. Nuri Demirağ tarafından kurulduktan sonra İsmet İnönü tarafından devletleştirme
kapsamına alınan, bugün yapacağız ya da yaptık diye övündüğümüz uçak ve uçak
motoru fabrikaları, Eskişehir tank fabrikası ve Kırıkkale silah fabrikası Menderes
döneminde NATO standartlarına uymadıkları gerekçisiyle kapatıldı. Askerimiz dışa
bağımlı kılındı.
6. Cezayir Kurtuluş Savaşı sırasında Fransa'yı destekledi. Cezayir’in Fransa’nın
sömürgesi olarak kalmasına oylarımızla destek sağladık ve böylece tüm Arap
devletlerinin nefretini kazandık.
Fas ve Tunus’un
bağımsızlığında
Türkiye,
sömürgeci Batı'nın yanında yer aldı.
7. 1954-1958 yılları arasında 238 gazeteciyi, iktidara karşı yazılar yazmak suçundan
mahkûm ettirdi.
8. İsmet İnönü'ye 12 oturum meclisten men cezası verildi.
9. Menderes hükümeti, hükümet olur olmaz, gerçek bir kanıt bulunamamasına
karşın, ordu darbe yapacak gerekçesiyle 6 Haziran 1950'de, başta Genelkurmay
Başkanı Nafiz Gürman olmak üzere bütün üst komuta kademesini, 15 general ve
150 albayı re'sen emekliye sevk etti. Ben bu orduyu yedek subaylarla bile idare
ederim diyerek, subayların şevkini kırdı; aşağıladı.
10. Millet Partisi Başkanı Osman Bölükbaşı yaptığı bir konuşma dolayısıyla hapis
cezasına çarptırılırken (1959), hükûmet muhalefetin vatandaşları isyan ve ihtilale
teşvik ettiğini iddia ediyordu. Buna mukabil muhalefet de hükûmeti dini siyasete
alet etmekle suçluyordu.
11. Bu ülkeye büyük zarar veren, suç kapsamına sokulmayan eylemler: Vatan
Cephesi gibi bir cephe kurarak; vatandaşları ikiye ayırdı. Muhalefetin faaliyetleri
bir düşmanlık gösterisi olarak nitelendi. Devlet memurlarının da üye olabileceği
5
“vatan cephesi” kurulması çağrısı yapıldı; hâlbuki memurların siyaset yapması
yasalara göre yasaklanmıştı. Bazı olanaklardan (örneğin gazyağı, tuz, pil, araba
lastiği ve özellikle ithal benzer şeylerden) yararlanabilmek için resmi olmasa da
Vatan Cephesine girmesi isteniyordu. Halk camisini, kahvehanesini
hatta
mahallelerini ayırmaya başladı.
12. Süveyş Kanalını millileştiren Mısır lideri Nasır'a karşı İngiltere'yi destekleme.
Hâlbuki ki Nasır Süveyş’i kapattığı zaman, bu kanal sadece Türkiye’ye açıktır
diyerek bize olan bağlılığını dile getirmişti. Biz buna karşılık Fransa ve İngiltere’ye
Süveyş’i bombalamak ve asker indirmek için İncirliği kullandırdık.
13. Arap dünyasının tüm diretmesine karşın, 28 Mart 1949 tarihinde ABD ve
Rusya’dan sonra Türkiye İsrail’i resmen tanıyan ilk ülkelerden biri oldu. İsrail
Askeri Ataşeliğinin, Washington, Paris ve Londra’dan sonra Ankara’da açmasına
izin verdi. İstihbarat anlaşması yapılır.
14. Güdeme hiç getirilmeyen suçlar da bulunmaktadır: Ankara Etimesgut 12. Hava
Üs Komutanlığı’nda Yüzbaşı olarak görevli Türker Ertürk Mukaddesatçı adlı
yazısında bakın ne diyor: Bu üsten C-47 Dakota uçakları ile Lübnan’a yedi sefer
uçtum. Oradaki Hıristiyanlara Dış İşleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun zaman
zaman denetiminde 85 uçak dolusu silah yardımı yaptık. Daha sonra Araplar kısa
süre Beyrut Havaalanını eli geçirince bizi yakaladılar ve tutukladılar. Ancak
gönderdiğimiz silahlar binlerce Müslümanın ölümüne neden olmuştu (Menderes
ayrıca 1957’de de emperyalistler istedi diye Suriye’yi işgale yeltenmişti).
15. Aynı Menderes yurt içinde Müslümanların oyunu almak için dini siyasete alet
ederek, 1955 de DP meclis grubunda “Siz öyle güçlüsünüz ki, hilafeti bile
getirebilirsiniz“, 1956’de Konya’da “ortaokullara din dersi koyacağı”, 1957’de genel
seçimler öncesinde “İstanbul’u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii’ni ikinci bir
Kâbe yapacağız” diyordu. Aynı yıl Kayseri’de DP’nin iktidarda olduğu 7 yıl içinde
15 bin Camii inşa edildiğini müjdeliyordu.
İSTENMEYEN SONA NASIL GİDİLDİ…
Adnan Menderes, 17 Eylül 1961'de sağlık muayenesini yapan doktor heyetinden
sağlam raporu alındıktan sonra öğlen 13: 21'de idam edildi.
6
1951-1960 yılları arasında idam edilen 43 kişinin idam kararına o günkü yasalar
çerçevesinde imza atan Menderes (idamların en tartışmalısı ise, 14 Nisan 1955'te
Rusya adına casusluk yaptığı söylenen Hayati Karaşahin'in infazıydı. İnfaz,
Ankara Samanpazarı'nda halka açık olarak yapıldı); o gün geçerli olan yasalarla
idama mahkum edilmişti.
Menderes’in idam edilme kararı, temel olarak şu suça dayandırılmıştı: “Yargı
bağımsızlığının ihlal etmek”.
Aslında Menderes’e çok çeşitli suçlamalarla davalar açılmıştı. Bunlardan birkaçı:
1. Örtülü ödenek paralarını zimmetine geçirmek,
2. 6-7 (1955) Eylül Olaylarına önceden haberi olduğu halde müdahale
etmemek. Bu konuda da çok şey yazıldı. Selanik’te Atatürk’ün evine bomba
atılmasının tarafımızdan organize edildiği (Atatürk'ün Selanik'teki evine bomba
attığı iddia edilen Selanik Üniversitesi Siyasal Bilgileri öğrencisi Oktay Engin daha
sonra gıyabında mahkûm edilmiştir1. Oktay Engin, 22 Şubat 1992 - 18 Eylül 1993
tarihleri arasında Nevşehir Valiliği'ne getirilmiştir) ve böylece 6-7 Eylül olaylarını
hükümetin bilgisi dâhilinde başladığı yargılama sırasında açığa çıktı. Ancak
hükümet sorumlu ararken, önce ölmüş komünistlerin adlarının de içinde bulunduğu
bir grubu suçladı ve yaşayanlardan önemli kişileri tutuklattırdı. Daha sonra Kıbrıs
Türk Cemiyeti üyelerine suçu yıkmak için onları tutuklattırınca, cezaevinde,
Cemiyet Başkanı Hikmet Bil: Ya bizi serbest bırakırsınız ya da biz bazı şeyleri ifşa
ederiz deyince serbest bırakıldılar. Böylece suç, illerden getirtilen birçok ipsiz
sapsız bazı insan ile İstanbul’un çapulcularına yıkıldı. 15-17 kişi öldü, en az 400
kadına tecavüz edildi, 4.214 ev, 1004 iş yeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26
okul, çoğu iş yeri olan 5.314 yer tahrip edildi. Kadıköy kilisesindeki yaşlı papaz
efendinin sünnet edilmesine müdahale edilmedi. Dünyada bu olay etnik temizlik
olarak kayda geçti.
Bu çapulculuk bir yana onun izleyen 24 Ekim 1955 günü olanlar daha utanç
vericiydi. Yunan Hükümeti olayı protesto etmiş ve İzmir’de Yunan Bayrağının
Menderes Hükümeti tarafından selamlanarak özür dilenmesini talep etmişti.
1
6-7 Eylül Olaylarının önemli ismi Oktay Engin'in 21-22 Ocak 2001 tarihli Yeni Şafak gazetesi söyleşisi. 2
Ağustos 2009]
7
Menderes, hükümetinde bu özrü dilemeye hiç kimseyi ikna edemedi. Bir kişi hariç:
Başörtülü vekili koltuğuna alarak Millet Meclisine sokan Nazlı Ilıcak’ın babası
Bayındırlık
Bakanı Muammer Çavuşoğlu. İzmir’de Yunan
Konsolosluğunun
önünde göndere çekilen Yunan bayrağını selamlayarak Menderes Hükümeti’nin
demokratik özrünü sunmuştu. 6-7 Eylül 1955’in özrü, tarihin tozlu sayfaları arasına,
bu selamla barbarlık ve büyük bir utançla olarak girmiş oldu.
3. Yasalara aykırı olarak üniversite basmak ve halka ateş açtırtmak. İstanbul
Üniversitesi Rektörü Sıdık Sami’nin polis Bumin Yamanoğlu tarafından
saçlarından çekilip sürüklenerek üniversite dışına itilmesine seyirci kalmak.
4. Turan Emeksiz hükümete karşı İstanbul Üniversitesinde düzenlenen bir protesto
mitinginde polisin açtığı ateş sonucu öldü. Hüseyin Onur ise sol bacağı kesilerek
kurtarıldı.
5. Bazı muhalefet milletvekillerinin ve muhalefet liderinin seyahat özgürlüğünü
kısıtlamak. İnönü’nün Anadolu’daki seyahatini kısıtladı. CHP Genel Başkanı İsmet
İnönü’nün Kayseri’ye girişinde yolunun kesilmesi ve taşlanmasına yol açmak ya da
göz yummak. Ayrıca İnönü’nün Uşak’ta taşlanarak başında yaralanması (geziden
önce 15 DP milletvekilinin bu ilin yöneticilerini gizlice ziyaret ettikleri sonradan
anlaşıldı); Afyon’da savaşı idare ettiği yerlere ziyaretinin engellenmesi. Bununla
ilgili Millet Meclisi tutanaklarının gazetelerde yayınlanmasını yasaklamak.
İnönü’ye suikast tertipleme (Sonar Yalçın’dan): Tarih: 3 Mayıs 1959. CHP lideri
İsmet Paşa İzmir’den İstanbul’a geçecek. İstanbul Belediye Başkanı ve DP İl
Başkanı Kemal Aygün, DP Beykoz İlçe Başkanı Mehmet Kaptan’a telefon
ederek Beykoz’daki resmi ve hususi fabrikaların işçilerinden ertesi gün Topkapı’da
CHP lideri İnönü’yü “karşılamak” için hazır bulundurulmasını ister! Mehmet
Kaptan yanına Sebahattin Genç’i alarak Şişe Cam Fabrikası ve Beykoz’daki bazı
fabrika müdürleriyle görüşerek 300-400 kadar işçinin, saat 09.30-12.00 arasında
Topkapı’da olmasını sağlar. İşçilerin giriş ve çıkış kartları bu saat iş yerinde
olmadıkları ve o güne ait izin tezkerelerinin bulunduğu sonra ortaya çıkacaktı. CHP
liderini taşıyan THY İzmir uçağı İstanbul Yeşilköy Havaalanı’na iner. Topkapı
surlarına geldiğinde trafik polis müdürü tarafından otomobili durduruldu.
DP’li Mehmet Kaptan’ın işareti üzerine surlarda saklanan yandaşlar arabaya
hücum ederek taşlamaya başlar. Ellerinde şöyle pankartlar vardı: “Paşa hayatın
palavra”, “Paşa kulağın sağır, gözün de mi görmüyor”, “Paşa başına taş değil,
8
Allah’ın
gazabı çarpsaydı”, “İçimizde
yerin yok”… Yandaşlar
taş attıktan
sonra “geber”, “defol” diye bağırarak otomobilin üzerine çıkarlar; kapıları
açmaya çalışırlar. 6-7 Eylül olaylarından bildikleri sloganı tekrarlarlar: “Vurun
Makarios’a!..” İnönü’yü linç etmek isterler. Polisler tüm bu olanları sadece
seyreder. Tesadüfen orada bulunan bir askeri birliğin başındaki Binbaşı Kenan
Bayraktar’ın emriyle askerler olaya müdahale ederek İnönü’yü kurtarırlar. İnönü
kurtulur; ama saldırganlar için DP kılını kıpırdatmaz. Tek yaptıkları Topkapı
saldırısıyla ilgili yayın yasağı getirmek olur! Olaylarla ilgili CHP’nin, Başbakan
Menderes hakkında Meclis Tahkikatı açılması için verdiği önerge Meclis’te
reddedildi. 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinden sonra, olaylar Yassıad a
yargılamalarına taşındı. 60 sanık yargılandı. Suç iddiası… CHP lideri İnönü’ye
suikast düzenlemek amacıyla halkı kışkırtmak idi. 2 Aralık 1960-17 Nisan 1961
tarihlerinde yapılan duruşmalarda; aralarında Celal Bayar ve Adnan Menderes’in
de bulunduğu 17 sanık mahkûm oldu, 43 sanık beraat etti.
6. Devlet radyosunu siyasi çıkarları için kullanmak. Devlet radyosu (zaten
başkası yoktu) sabahtan akşama kadar Vatan Partisine girenleri sayardı. Ölüler
bile bu listelerin içinde yer alırdı.
1945’de çok partili yaşama geçmeyle başlayan sürtüşme ve çatışma, özellikle DP
döneminde iyice körüklendi. Camiler, kahveler, mahalleler ayrıldı. Vatan Cephesi
diye bir şer cephesi kurularak, DP’ye biat edenler devlet olanaklarından yararlandı,
diğerleri ezildi; en gerekli ihtiyaçlarının (gazyağı, lastik, pil, şeker vs) alınması bile
Vatan Cephesine girilmeden elde edilemez oldu.
7. Halkı Demokrat İzmir gazetesinin matbaasını tahrip etmeye teşvik etmek.
Gazeteye DP yandaşları saldırmıştı; haklarında hiçbir işlem yapılmadı. Ancak 16
ay ceza alan gazetenin sahibi Adnan Düvenci ve yazıişleri müdürü Şeref Bakşık
olmuştu. Menderes Yassıada’da bu davada suçlu bulunmuştu.
8. Kırşehir'i haksız olarak ilçe yapmak. Osman Bölükbaşı, Kırşehirliydi ve
Kırşehir’den milletvekili seçiliyordu. Meclisteki bir tek muhalefete, bir kişiye bile
tahammül edemeyen iktidar, bu ili cezalandırarak ilçe yapmak.
9. Benzer nedenle Kuşadasını İzmir’den alarak Aydın’a bağlamak.
10. Gösteri yapılıyor diye Kızılay Meydanını ve Beyazıt Meydanının adını Hürriyet
Meydanı yapmak.
9
11. Yargı bağımsızlığının ihlal etmek. Hukuk'un üstünlüğünü savunan Yargıtay
Başkanı
Bedri Köker, Yargıtay
Başsavcısı
Rıfat Alabay,
Yargıtay
2.
Başkanlarından Haydar Yücekök, Yargıtay Üyeleri Melehat Ruacan, Kamil
Çoşkunoğlu, Faik Uras ve İlhan Dizdaroğlu görülen lüzum üzerine emekliye
sevk edildiler.
12. Tahkikat Komisyonu'nun kurulup olağanüstü yetkilerle donatmak. -"Tahkikat
Komisyonu" nu kurdu. 15 DP Milletvekillinden oluşan komisyon hem suçlama hem
yargılama hem de ceza verme hakkına sahipti. İnönü’nün mecliste konuşması
yasaklandı.
Böylece anayasanın
erkler ayırımı
ilkesi rafa kaldırıldı.
Halkı
kışkırtanlar kuşkusu ile bazı insanlar aranmaya başlandı. Komisyon 5 kişiden fazla
yan
yana
yürümeyi
bile
yasaklamıştı.
Komisyonu
eleştirenleri
meclis
çalışmalarından men edilmesi hem anayasa hukukçuları hem muhalefet tarafından
tepkiyle karşılandı. Meclis çalışmalarını tamamen hükûmetin denetimi altına
alacak düzenlemeler muhalefetin meclis çalışmalarını boykot etmesine rağmen
kabul edildi. Anayasa hukukçularının hükûmetin düzenlemelerinin anayasaya
aykırı olduğunu iddiasıyla bu tartışmalara katılması, üniversiteyi de sürecin
bir parçası haline getirdi. Üniversite hocalarını kara cübbeliler diyerek
aşağıladı.
1954 yılında yargıç ve savcılar, üniversite profesörleri 25 yılını doldurduğunda
bakanın emri ile emekliye sevk edilebilmesi için yasa çıkarıldı. DP Trabzon
milletvekili tarihçi Osman Turan, mecliste yaptığı konuşmada, bu yasa için “aydını
çok olan ülkelerde bile bu yasa uygulanabilir değildir” deyip oylamada ret
vereceğim deyince disiplin kuruluna verildi. Bu kişi daha sonra AP’sinin kurucusu
oldu.
13. CHP'nin mallarına "haksız" yere el koydurmak (15 Aralık 1953 te kanun
çıkarılması), gibi nedenler. Halkevleri ve Köy enstitülerini yok etmek.
14. Seçimde suç işlendi (Soner Yalçın’dan): İktidardaki Demokrat Parti genel seçimi
7 ay önceye çekti. 27 Ekim 1957’de sandık başına gittik. Seçim saat 17.00’de
bitecekti. Fakat saat 14.30’da devletin tek radyosu; oy verme işlemleri sürerken
DP’nin kazandığı illeri açıklamaya başladı. CHP lideri İsmet İnönü, Devlet Bakanı
Fatin Rüştü Zorlu’yu telefonla aradı, “Sizden bu suçun işlenmesine engel olmanızı
talep ediyorum” dedi.
10
Bakan Zorlu, Adnan Menderes’e gitti, İnönü’nün söylediklerini aktarıp radyo
yayınının durdurulmasını istedi; Menderes sert çıktı; “Radyo sonuçları açıklamaya
devam etsin!”. CHP bu kez Yüksek Seçim Kurulu’na başvurdu. Radyo yayını
durduruldu. Fakat DP zaten istediğini almıştı; kimi CHP’liler “DP kazandı” diye
sandığa gitmedi.
Bu arada radyoevinden yabancı gazetecilere “İsmet İnönü’nün yazılı açıklaması”
diye bir kâğıt verildi. Sözde İnönü, “Seçimi kaybettik; en fazla 120 milletvekili
çıkarabiliriz” demiş! BBC’den France Press’e kadar yabancı gazeteciler haberi
doğrulatmak için İnönü’nün yanına gidince, şaşıran sadece yabancı gazeteciler
değildi; İnönü ülkesi adına utandı. Devlet, yalan söylemekle kalmıyor, yalan belge
düzenliyordu!
15. Seçime hile karıştırıldı (Soner Yalçın’dan): Seçimden hemen sonra oy
usulsüzlükleri
bazı
şehirlerde
olayların
çıkmasına
neden
oldu.
Örneğin
Gaziantep’te 27 Ekim gecesi seçimi CHP’nin 700 oy farkla kazandığı ilan edildi.
Hatta DP’nin gazetesi Zafer bile bu sonucu yazdı. Fakat ertesi gün köylerden
“sayılmamış, unutulmuş oylar” getirildi ve bin kadar oyla seçimi bu kez DP’nin
kazandığı açıklandı. CHP’liler haklı olarak il seçim kuruluna itiraz etti. İtirazları
kabul edildi. Oylar, tutanaklar, gerekli belgeler adliye binasına götürüldü; pazartesi
inceleme başlayacaktı. O gece adliye binası yandı! Bütün oylar yok oldu! DP’nin
galibiyeti resmiyet kazandı! Şehirde gergin bir hava oluştu. 29 Ekim Cumhuriyet
Bayramı töreninde Gaziantepliler belediyeye yürüyüp seçimleri protesto etti. Vali
kitlenin üzerine itfaiye araçlarıyla su sıktırınca olaylar çıktı. Belediye tahrip edildi.
Polis halkı dağıtmak için ateş açtı, DP binasından da kitleye mermiler yağdırıld ı.
Olaylarda bir komiser muavini ile bir çocuk yaşamını yitirdi; çok sayıda kişi
yaralandı. Zırhlı askeri birliklerin şehre girmesiyle olaylar yatıştı. Ardından şehirde
“CHP’li cadı avı” başladı. Gözaltına alınıp tutuklananlar arasında Mehmet Barlas’ın
babası Cemil Sait Barlas, Zeynep Göğüş’ün babası/Hasan Celal Güzel’in dayısı
Ali İhsan Göğüş. CHP’liler halkı isyana teşvik iddiasıyla Yozgat Cezaevi’nde beş
buçuk ay yattı. Avukatları Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu idi.
Oy rezaleti yüzünden sadece Gaziantep’te olaylar çıkmadı. Mersin’de de oy
hırsızlığı olaylara neden oldu; cinayet işlendi. DP’nin oy hilekârlığının ortaya
çıkması halkın sokağa çıkmasına neden oldu. Olayları askerler bastırdı. Bu arada
CHP’li Mahmut Boytunç, DP’liler tarafından öldürüldü. Resmi makamlar “katil”
11
diye, Zeki Budur ve Murat Sevim adlı DP’lileri tutukladı. Ama katilin aslında DP
Mersin Milletvekili Hüseyin Fırat olduğu yolunda söylentiler çıktı. Cinayetle ilgili
haberlere yayın yasağı getirildi!
Sadece Gaziantep ve Mersin’de olaylar çıkmadı. İstanbul, Ankara, Sivas, Giresun,
Kütahya, Kayseri, Çanakkale, Samsun gibi birçok şehirde oyların çalındığı iddiası
halkı sokağa döktü. Olayları bastırmak için şehirlerin üzerinden uçaklar alçaktan
uçuş yaptı. İsmet Paşa, “Savaşta bile askeri uçakların sivil halk üstüne dalış
yapmadığını” söyledi.
Seçimin üzerinden 5 gün geçti. Fakat Türkiye sakinleşmedi. Bu nedenle 1 Kasım
1957’de TBMM açılışında
Ankara’da olağanüstü güvenlik önlemleri alındı.
Başkentin caddelerinde tanklar vardı. Yollar asker kordonu altındaydı. Gençlik
Parkı’na, Güven Parkı’na askerler yığıldı.
Aslında tüm bu gerginliğin nedeni meclis tutanaklarına yansıdı: 1957 seçimlerinde
DP bir önceki 1954 seçimlerine göre 9 puanlık büyük oy kaybetti. Bunu
bekliyorlardı. Bu nedenle işi sıkı tutmuşlardı.
Ne olursa olsun kazanmayı
amaçlamışlardı. Sonuçta DP, 1957 seçiminde CHP ile artık başa baştı; CHP’nin
yüzde 41’ine karşılık yüzde 47’lik oyu vardı. DP’nin bu oylarının ne kadarında kütük
marifeti vardı, bilinmiyor.
Bilinen; Türkiye’nin 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesine böyle seçim şaibeleriyle
de sürüklendiğidir.
Bu gün görsel basına çıkanlar, gazetelerde yazanlar bu konulara hiç değinmiyor.
Yalan üzerine iktidar inşa ediyorlar. Dün de öyle… Bugün de öyle. İki paralık
çıkarımız için geçmişin yanlışlarını anlatmadığımız, daha doğrusu sakladığımız
için, ders alamıyor, her defasında hatayı tekrarlıyor, daha sonra da mazlum rolü
oynuyoruz.
16. “Odunu koysam bu millet seçer” diyerek vatandaşlarının idraksiz olduğu imajını
bütün dünyaya ilan etti.
17. Atatürk’ün vasiyetine karşın, 10 Kasım 1938 tarihinde başlayan emperyalist
hayranlığı ve muhabbeti, 1951 yılında bizden binlerce kilometre uzaklıktaki bir
ülkenin, Kore’nin, bölünmesi için asker göndermemiz ile perçinleşti. Ancak
Menderes hükümeti kiminle yatağa yattığının farkında değildi. Har vurup harman
savurmanın sonunda sıkışan ekonomiye kurtarmak, para dilenmek için Amerika’ya
12
gitti; hava aldı. Son seçimden sonra dolar 2.80’den 9 liraya çıkmıştı. Türkiye’ye
gelir gelmez “birçoğuna göre şantaj kokan” bir açıklama ile sonbahar için
Moskova’dan randevu alması bu devrin sonunu getirdi. ABD'ye teslimiyet
politikasının ülkeyi felakete sürüklediğini görmüş olmalı ki Sovyetler ile ilişkileri
geliştirmek üzere orayı ziyaret için gerekli randevuları aldı; ancak ziyaretten 40 gün
önce 27 Mayıs Darbesi gerçekleşti. İkili ve üçlü anlaşmaların acısı çıkmaya
başlamıştı.
18. 1955 yılında demokrasi adına seçim yasasını değiştirdi. Öyle ki bir ilde tek bir
oy farkı ile kazanan parti o ilin tüm milletvekillerini alıyordu. Örneğin İstanbul’dan
30 milletvekili çıkıyorsa, siz bir o daha fazla almışsanız, 30 milletvekilinin 30’u da
sizin oluyordu. Böylece yanılmıyorsam o yıllarda yapılan seçimde DP oyların
%55’ini, CHP %45’ni aldı; ancak CHP toplam milletvekilinin ancak 1%10’nu
çıkarabildi.
19. Basına büyük baskı yapmak. 1954-1958 yılları arasında 238 gazeteciyi iktidara
karşı yazılar yazmak suçundan mahkûm ettirdi. Demokrat Partiyi eleştiren yazılar ı
nedeniyle tutuklanıp hapse tıkıldılar. Milletvekili ve parti genel başkanı Osman
Bölükbaşı da kendisini tutukevinde bulmuştu. Türkiye’de ilk kez bilimsel düzeyde
Yapı Teknik dergisini yayımlayan kişi (Ali Nejat Ölçen) bir yatırımın ekonomik
olmadığını kanıtlayan yazısı nedeniyle Tahkikat Komisyonunun kurduğu bir alt
komite tarafından sorgulandı; çıkardığı sayıların hepsi yaktırıldı. Tutuklananla r
öylesine çoğalmıştı ki, hiçbir yere sığmadıkları için, 19 Mayıs stadyumunda
yığılmışlardı.
Sadece 1959 yılında tutuklanan gazeteciler: Metin Toker, Ülkü Arman, Şinasi
Nahit Berker, Fethi Giray, Kurtul Altuğ, Nihat Subaşı, Beyhan Cenkçi, Bedii
Faik, Ali İhsan Göğüş, Cüneyt Arcayürek, Şahap Balcıoğlu, Vedat Refiioğlu, Ali
Ulvi, 71 yaşındaki Ahmet Emin Yalman ve 79 yaşındaki Hüseyin Cahit Yalçın
başta olmak üzere gazeteciler hapse atıldı.
Ulus, Vatan, Yenigün gazetesi ile Akis dergisi bir ay; Cumhuriyet ile Yeni
Sabah on gün ve Akşam, Öncü, Hür Adam, Zafer süresiz kapatıldı.
1954’de 6334 No’lu yeni bir Basın Yasası çıkarıldı. Hoşa gitmeyen yazı çıktığında
yazarı hapis cezası yiyebilecekti; gazete sahibi de ağır para cezası ödeyecekti;
13
1956’da bu yasa daha da ağırlaştırıldı. Hâlbuki ki bu dönemde muhalefetin hemen
hemen hiç gücü yoktu; meclisteki 500 milletvekilinin ancak 30’u CHP’nindi.
ÇIKARILACAK TARİHİ DERS
Sonuçta Anayasanın hükümleri olan Basın Hürriyetini, Seyahat Hürriyetini,
Toplantı ve Gösteri hürriyetini, Milletvekili dokunulmazlıklarını ihlal gerekçesi ile
idamla cezalandırıldılar ve Menderes 17 Eylül 1961'de sağlık muayenesini yapan
doktor heyetinden sağlam raporu alındıktan sonra öğlen 13: 21'de idam edildi. Bu
sürecin en hatalı tarafı, idam cezasını onama kararını Milli Birlik Komitesinin vermiş
olmasıdır. Hâlbuki o sıralarda Kurucu Meclis göreve başlamıştı. Keşke onama yetkisi
kurucu meclise verilseydi; idam cezası almış olsalar da büyük ölçüde sürüncemeye
bırakılarak idam onanmayacak ve milletin acıma duygusu sürekli kaşınamayacaktı.
Başka bir gariplik de, darbeyi yapanların başında Albay Alparslan Türkeş yer almasına
ve daha sonra Milliyetçi Partileri kurmasına karşın, darbenin tetikçisi olarak CHP’nin
suçlanmasıdır.
O gün kamplara ayrılan millet bu gün çeşitli adlar altında bölünmüşlüğünü ne yazık
ki hala sürdürmektedir. Menderes Hükümeti, tarihe çok partili demokrasinin kurucusu
ya da öncüsü olarak geçmiştir. Bütçeyi savurganca kullansa da, birçok olanağı halkın
ayağına götürerek, halkın gözünün açılmasını sağlamıştır. Cumhuriyetin değerlerine
sahip çıkmış; içinden geldiği felsefenin hep farkında olmuştur.
Ancak her hükümet gibi Türk hükümetlerinin de aldığı oy ne olursa olsun
mevcut yasalara saygılı olmasını, oy çoğunluğunun yasaları çiğneme hakkını
doğurmayacağını, kendisine oy verenlerin birinci sınıf, vermeyenlerin ikinci sınıf
vatandaş görülmesinin son derece yanlış olduğunu, millete ne katkı sağlarsa
sağlasın yasaların çiğnenmesinin belirli bir cezayı gerektirdiğini ne yazık ki fark
edemedi.
Yasalar belirli bir dönemin özelliklerine göre hazırlanır (daha sonra doğruluğu
tartışılsa bile) ve ödünsüz uygulanır. Eğer verilen cezalar o günkü yasalara uygun ise,
yargılama yapılmış ise ve yargılama adil yapılmışsa, bize sadece o dönemin yasalarını
eleştirmek kalır. Aksi davranışlar, böyle bir devri tümüyle
masum göstererek,
mağduriyet edebiyatı yapılarak, halkın duygusal yönü kaşınarak yapılacak her türlü
propaganda ve eylem, insanların yasalara karşı korkusuz ve saygısız olmasına neden
14
olarak devlet düzeninin laçka olmasını sağlar. Bu sonuncusuna hiç kimsenin, halktan
ne kadar oy alırsa alsın, hakkı olmadığını söylemeliyiz…
Kaldı ki bir yönetici halktan o gün geçerli olan yasalara uyacağım
ve
uygulayacağım diye oy talep eder ve halk da bu söze güvenerek oyunu kullanır. Eğer
siz bu oyu aldıktan sonra yemin ettiğiniz yasalara uymuyorsanız ve uygulamıyorsa nız;
gelecekte çıkması gerektiğini savunduğunuz ya da zihninizde tasarladığınız yasalara
göre hareket ettiğinizi söylüyorsanız, bunun en basit açıklaması halkı kandırıyors unuz
demektir.
Menderes’in ve arkadaşlarının idamı günümüzün değerlerine göre tarihin acı
olaylarından biri olarak nitelendirilebilir. Ancak tarih ders alınacak en önemli kaynaktır
sözünü de anımsatması bakımından önemlidir. Mutlak hâkim yetkileriyle donatılmış
Hitit İmparatorluğunda bile Pankuş denen bir meclis, Kral kurallar dışına çıktığında,
yasaları çiğnediğinde, onu yargılayıp cezalandırabiliyor; gerektiğinde idam cezası bile
verebiliyormuş. Amerika halkının başkanlarını ne kadar yücelttiğini ve değer verdiğini
biliyoruz. Ancak başkanlarından Nixon, rakip partinin telefonunu dinletti diye, bir
soruşturmada alaşağı edildi. Hiç kimse ve Nixon, halk bana oy verdi, istediğimi
yapabilirim demedi.
Keşke sözcüğü, bir hatayı, yanlışlığı ve doğru verilmeyen bir kararı ifade eder.
Keşke askeri darbelerin hiç biri yapılmasaydı. Türk demokrasisi yara almasaydı. Keşke
dediğimizde karşı seçeneğini de irdelememiz gerekir. Bu açıdan baktığımızda, Türk
Adaleti Nixon’da olduğu gibi zamanında (yani hükümet iş başında iken) ya da seçim
sonunda mahkemelerini kurup yargılasaydı. Adalet ve yargının oydan daha güçlü
evrensel bir değer olduğunu bu ülkeye öğretseydiler; daha sonra mağduriyet
edebiyatının arkasına sığınarak aynı hataları işleyenlere güçlü bir örnek olsaydılar.
Keşke 12 Eylül Darbesinden önce politikacılar bir araya gelip bir Cumhurbaşkanı
seçebilseydiler; bu ülkeyi neredeyse bir yıl seçilmiş cumhurbaşkanından yoksun
bırakmasaydılar; günde 20 kişinin öldüğü sokak kavgalarına izin vermeseydiler.
Darbeyle gelen yargılamanın tarafsızlığı her zaman tartışmaya açık olacaktır. Eğer
olayları tarafsız bir gözle, adalet penceresinden, geçerli yasalar içerisinde analiz
edemezseniz, bu olumsuzlukları hep yaşarsınız ya askeri ya da sivil darbelere maruz
kalmaktan kurtulamazsınız. Özellikle darbe sırasında tutuklulara karşı bilerek ya da
münferit olarak yaşanan ve uygulanan ahlak dışı, katı, saygısız, insanlık dışı, kindar
15
örnekleri vererek, ön plana çıkararak, kişileri esas yapılması gereken analizden
uzaklaştırırsanız, doğruyu hiçbir zaman bulamazsınız.
Aklıyla oy kullanamayanların nefretleri de akılsızca olur. 27 Mayısı sokaklarda
bayram havası ile kutlayanlar, övgü dizenler; 12 Eylül darbesinin anayasasını %94’li
kabul edenler, devir değişince en acımasız eleştirenler oldular.
27 Mayıs’ı sürekli anımsamada şu yarar var: Yasalarla yönetilen bir ülkede
hiç kimse, o süreçte geçerli olan yasaların bağlayıcı olduğunu unutmamalıdır; oyların
arkasına sığınarak yasaları ihlal etmemelidir. Demokrasi sadece oy çoğunluğu değil,
geçerli yasalara ödünsüz uymadır.
Keşke bu ülkede idamlar, darbeler, işkenceler, haksız hak ihlalleri, şiddet hiç
yaşanmasaydı. Geleceğe temiz bir sicille yürüyebilseydik. Ancak olan olmuş. Şimdi
bize düşen bir daha benzerleri yaşanması diye, yaşadığımız
kuşağa olanları
anlatabilme ve onların ders çıkarabilmesini sağlama olmalıdır. Bu yazı da bu amaçla
kaleme alınmıştır. Eğer yazı içinde geçen yaşanmamış bir olay “sehven” anlatılmış ise
uygun bir dil ve açıklama ile tarafıma bildirilmesi gelecek kuşağa yanlış bilginin
aktarılmasını önleme açısından gerekli olacaktır. Şimdiden katkınıza ve anlayışınıza
teşekkür ediyorum.
Geçmişin acılarının gelecekteki sorunlarımıza merhem olması dileğiyle,
istismar etmeden, hisse çıkararak, bu defteri getirisi-götürüsü ile kapatalım
derim. Bu devri tek taraflı sürekli kaşıyanlar eminim bu ülkeye en büyük kötülüğü
yapmaktadırlar.
Tarih akıllı insanlara yol gösterir…
Prof. Dr. Ali Demirsoy, 27.05.2015/27.05.2016
Yararlanılan ya da bilgileri aynen aktarılan kaynaklar
Ölçen, Ali Nejat: Menderes demokrasisi
Soner
Yalçın:
http://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/soner-yalcin/yandaslari n-
gazete-baskini-ilk-degil-demokrat-izmir-baskini-933914/
Banu Avar: Menderes neden idam edildi? (internetten)
16
Ek-1:
1951 yılında 5816 sayılı Atatürk'ü Koruma Kanunu çıkarılır.
1952 yılında NATO'ya üye olur.
1958 yılında dış borçlar ödenemez duruma gelir ve % 320 oranında bir devalüasyon
yapılır.
1959 yılında Londra ve Zürih anlaşmaları imzalanarak Kıbrıs Cumhuriyeti kurulur
1959 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu'na üye olmak için başvurur.
1960 yılında OECD'ye üye olur.
DİYET
Nazım Hikmet’in Kore’de ölen bir yedek subayımıza yazdığı şiir:
Gözlerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki gözünüzle bakarsınız,
iki kurnaz, iki hayın, ve zeytini yağlı iki gözünüzle bakarsınız kürsüden Meclis'e kibirli
kibirli ve topraklarına çiftliklerinizin ve çek defterinize. Ellerinizin ikisi de yerinde, Adnan
Bey,
iki elinizle okşarsınız,
iki tombul,
iki ak, vıcık vıcık terli iki elinizle okşarsınız pomadalı saçlarınızı, dövizlerinizi ve
memelerini metreslerinizin.
İki bacağınızın ikisi de yerinde, Adnan Bey, iki bacağınız taşır geniş kalçalarınızı, iki
bacağınızla çıkarsınız huzuruna Eisenhower'in, ve bütün kaygınız iki bacağınızın
arkadan birleştiği yeri halkın tekmesinden korumaktır.
Benim gözlerimin ikisi de yok.
Benim ellerimin ikisi de yok.
Benim bacaklarımın ikisi de yok.
Ben yokum.
Beni, Üniversiteli yedek subayı,
17
Kore'de harcadınız, Adnan Bey.
Elleriniz itti beni ölüme, vıcık vıcık terli, tombul elleriniz.
Gözleriniz şöyle bir baktı arkamdan ve ben al kan içinde ölürken çığlığımı duymamanız
için kaçırdı sizi bacaklarınız arabanıza bindirip. Ama ben peşinizdeyim, Adnan Bey,
Ölüler otomobilden hızlı gider,
kör gözlerim, kopuk ellerim,
kesik bacaklarımla peşinizdeyim.
Diyetimi istiyorum, Adnan Bey,
Göze göz, ele el, bacağa bacak,
Diyetimi istiyorum, alacağım da.
Değerli Kardeşim
Sapla samanın birbirine karıştırıldığı bir ortamda, doğruyu bulmada zorlanırsınız ve
sürekli hata yaparsınız. İdamın uygar bir dünyada savunulur bir tarafı kalmamıştır.
Ancak geçmişte yasalarla bu cezayı almışların durumunun doğru, bilimsel ve yansız
değerlendirilmesi gelecek kuşakların yapacakları hataları önleme bakımından önem
taşımaktadır.
Menderes olayı hepimizin ders alacağı önemli bir tarihsel olaydır. Zaman ayırıp
okuyabilirseniz, sadece geçmişi değil, şu anı da doğru değerlendirme şansını
yakalamış oluruz.
Saygılarımla