Journal of Gaziosmanpasa University Faculty of

Transkript

Journal of Gaziosmanpasa University Faculty of
GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
DERGİSİ
Journal of Gaziosmanpasa University Faculty of Medicine
2011 (2)
Editor
Editor
Prof. Dr. Şemsettin ŞAHİN
Editör Yardımcıları
Associated Editors
Doç. Dr. Fikret ERDEMİR
Doç. Dr. Birsen ÖZYURT
2011
Cilt / Volume: 3
Sayı / Number: 2
GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
DERGİSİ
Journal of Gaziosmanpasa University Faculty of Medicine
2011 (2)
DANIŞMA KURULU (ADVISORY BOARD)
Beyzade AKDAĞ
İlkkan DÜNDER
Sermet KOÇ
Ramazan
Tarık AKSU
Mücahit EĞRİ
Naci KOSTAKOĞLU
TETİKÇOK
Ömer AKYOL
Atilla ELHAN
Ayhan KOYUNCU
Yılmaz TOMAK
Nursen ARITÜRK
Makbule ERGİN
İlker AKAR
İbrahim TUNCAY
Hüseyin ASLAN
Önder ERGÖNÜL
R. Doğan
Cüneyt TURAN
Pınar ATASOY
Ünal ERKORKMAZ
KÖSEOĞLU
Hüseyin TURGUT
H. Ömer ATEŞ
İlker ETİKAN
Ö. Özdemir
Yusuf TÜRKÖZ
Murat AYAN
Ahmet EYİBİLEN
KUMBASAR
Bünyamin ÜNAL
Faruk AYDIN
Ersin
Zafer KURUMLU
Murat ÜNAL
Ülkü AYPAR
FADILLIOĞLU
G. Semiha KURT
Mustafa BOZ
Selahattin BEDİR
Gökhan GÖKÇE
M. Ali MALAS
Ali YILDIRIM
H. Şener BARUT
Erkan GÖKÇE
Ersin ODABAŞI
Resul YILMAZ
Ümit BİÇER
Yener GÜLTEKİN
Hüseyin ORTAK
Sema BİRCAN
Taner GÜNEŞ
O. Aslan ÖZEN
Ertuğrul BOLAYIR
Mustafa GÜRELİ
Fehmi ÖZGÜNER
Harika BOZTEPE
Murat GÜVENER
Yusuf ÖZTÜRK
Yunus BULUT
Ahmet İNANIR
Birsen ÖZYURT
Köksal CEYHAN
Göknur KALKAN
Hüseyin ÖZYURT
Sedat ÇAĞLI
Süleyman KAPLAN
B. Süha
Sevil ÇAYLI
M. Zeki
PARLAKTAŞ
Ataç ÇELİK
KARAGÜLLE
Aydın
F. Çam ÇELİKEL
Ziya KAYA
RÜSTEMOĞLU
Serhat ÇELİKEL
H. Ayhan
Yüksel SÜLLÜ
H. Deniz DEMİR
KAYAOĞLU
D. Ali ŞENSES
Fazlı DEMİRTÜRK
Ahmet KIZILAY
Mustafa YILMAZ
F. Ersay DENİZ
Mete KİLCİLER
Meliha TAN
Hüseyin DİNDAR
Kenan KOCABAY
Türker TAŞLIYURT
Rıza DURMAZ
Ferit KOCAOĞLU
H. Bülent TAŞTAN
Değerli Meslektaşlarım
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi
Dergisi’nin 2011 yılına ait 2. sayısının değerli
çalışmalarınızla
tamamlanması
teşekkür eder, başarılar dilerim
Cilt/volume: 3, Sayı/number: 2 /
2011
ISSN:1309-3320
Sahibi:
Gaziosmanpaşa Üniversitesi
Tıp Fakültesi adına
Prof. Dr. Şemsettin Şahin
Editör
Prof. Dr. Şemsettin Şahin
Yardımcı Editörler
Doç. Dr. Fikret Erdemir
Doç. Dr. Birsen Özyurt
Yazışma Adresi
Gaziosmanpaşa Üniversitesi
Tıp Fakültesi Dekanlığı
Semerkant Mahallesi,
Muhittin Füsunoğlu Caddesi, Tokat
E-posta: [email protected]
Yayın Türü: Yerel Süreli
Prof. Dr. Şemsettin Şahin
Editör
nedeniyle
GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DERGİSİ
Journal of Gaziosmanpasa University Faculty of Medicine
Cilt / Volume: 3 Sayı / Number: 2 Ağustos / August 2011
İÇİNDEKİLER - CONTENTS
Varikosel………………………………………..………………………………....1-11
Varicocele
Fikret Erdemir, Şahin Kılıç
Erzurum İli Örneğinde Hepatitli Hastalarda Karaciğer ve Böbrek…………….….12-17
Fonksiyonlarının Biyokimyasal Olark Karşılaştırılması
The Biochemically Comparison of Liver and Kidney Functions of Hepatitis Patients at
the Example of Erzurum City
Mustafa Çiçek, Fatime Geyikoğlu
Akut Mediastinitler.…………………………………………………………..…...18-28
Acute Mediastinitis
Kürşat Gürlek, Ali Yeğinsu, Makbule Ergin
Hipokalsemiye Bağlı Deliryum……………………………………………….….29-31
Delirium Due to Hypocalcemia
Hamit Hakan Armağan, Emrah Uyanık
Papiller transitional Cell Carcinoma of the Bladder in an 11 Year Old Boy….32-35
Onbir Yaşındaki Bir Çocukta Mesanenin Transizyonel Hücreli Karsinomu
Murat Topçuoğlu, Gökhan Hadi Komesli, Murat Çakan
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi 2011;3(2):1-11
Derleme
Erdemir F
Varikosel
Varicocele
1
Fikret Erdemir F, 1Şahin Kılıç
Özet
1
Gaziosmanpaşa
Üniversitesi Tıp Fakültesi,
Üroloji Anabilim
Dalı,Tokat
Yazışma Adresi
Bahçelievler M. Ülkü C. 4.
Sok. No:16, D:2
60100
Merkez/Tokat
Tel: 05056971052
Fax:03562133
e-mail:
[email protected]
Klinik varikosel genel erkek populasyonunun %15’inde
primer infertil erkeklerin %35’ine yakınında ve sekonder
infertil erkeklerin ise %80’ine yakınında bulunmaktadır.
Varikosel, erkek infertilitesinin cerrahi olarak düzeltilebilir en
sık nedeni olarak bilinmektedir. Varikosel tedavisinde
retroperitoneal ve inguinal açık teknikler, mikrocerrahi inuinal
ve subinguinal yaklaşımlar, laparoskopik onarım ve radyolojik
embolizasyon gibi yaklaşımlar bildirilmiştir. Mikrocerrahi
varikoselektomi düşük komplikasyon ve yüksek spontan
gebelik oranları ile varikoseli olan erkeklerde altın standart
yöntem olarak kabul edilmektedir. Ancak varikoselektominin
semen parametreleri ve gebelik oranları üzerine olan etkisi
tartışmalıdır. Ayrıca, varikoselin erkeklerde fertilite
potansiyelini olumsuz olarak etkilemesi ile ilişkili olduğu
bilinse de varikoseli olan olguların büyük bir kısmının (%75)
fertil olduğu görülmektedir. Bu derlemin amacı, varikosel
patolojisinin
son
yayınlanan
literatürler
ışığında
değerlendirilmesidir.
Anahtar Kelimeler: Varikosel, erkek, infertilite, tedavi
Abstract
Clinical varicoceles are present in approximately 15% of the
general male population, and in up to 35% of men with
primary infertility and 75% of men with secondary infertility.
Varicoceles are recognized as the most common surgically
correctable cause of male infertility. In the treatment of
varicocele, several approaches such as retroperitoneal and
conventional inguinal open techniques, microsurgical inguinal
and subinguinal approaches, laparoscopic repairs and
radiographic embolization have been reported. The
microsurgical varicocelectomy is considered the gold standard
because it is associated with the lowest risk of complications
and higher postoperative spontaneous pregnancy rates in
infertile men. However the effect of varicocelectomy on
semen parameters and pregnnacy rates is also contreversial. In
addition, although varicoceles have been associated with
impaired male fertility potential, it is also clear that a
significant proportion of men with a varicocele (about 75%)
are fertile. The aim of this review is to evaluate the varicocele
in the light of recently published literature.
Key Words: Varicocele, male, infertility, treatment
Yazışma Adresi
Fikret Erdemir
Bahçelievler M. Ülkü C. 4.
S. C Blok. No:16, D:2
60100
1
İstenmesine rağmen çocuk sahibi
olamama olarak adlandırılan kısırlık
çiftlerin ruh sağlığı ile günlük sosyal
yaşamlarını
oldukça
etkilemektedir.
Çiftlerin
%20-25’inin
düzenli
ve
korunmasız cinsel ilişkiye rağmen birinci
yılın sonunda çocuk sahibi olamadıkları
görülmektedir (1). Bu oran ikinci yılın
sonunda
%10-15
düzeylerine
gerilemektedir. Burada anlaşılması gereken
iki önemli nokta bulunmaktadır. Bunlardan
birincisi evli çiftlerin evliliklerinin ilk
dönemlerinde çocuk sahibi olamıyoruz
düşüncelerinden hareketle büyük bir panik
ya da korku içinde kısırlık merkezlerine
başvurmalarının
son
derece
yanlış
olmasıdır. Diğeri de evliliklerin 2 yılına
kadar düzenli ve herhangi bir doğum
kontrol yöntemi kullanmadan çocuk sahibi
olamayan çiftlerde bu tarihten sonra çocuk
olma olasılıklarının giderek azaldığı
gerçeğidir. Gerek Avrupa gerekse de
Amerika Birleşik Devletleri gibi kayıtları
çok iyi tutulan merkezlerin sonuçlarına
göre çocuğu olan çiftlerin incelenmesi ile
bu çiftlerin her ay düzenli cinsel ilişki
sonrası gebe olma olasılığının %20-25
arasında olduğu görülmüştür. Oysa 2.
yıldan sonra kısırlık kliniğine başvuran
çiftlerin uzun dönem incelemelerinde bu
olgular tedavi edilmediğinde her ay gebe
kalma şanslarının ancak %1-1.5 dolayında
olduğu saptanmıştır. Buradan çıkan sonuç
2 yıl boyunca bir çiftin çocuğu olmamışsa
bu olguların incelenmesi gereğidir. Ancak
bu
durumun
belirli
istisnaları
bulunmaktadır. Buna göre bir evli çift 40’lı
yaşlara yakınsa gebeliğin ilk aylarında da
inceleme yapılabilir (2). Kısırlık gerçekten
de çiftlerin ruh sağlığını ve sosyal
yaşamlarını etkileyerek yaşam kalitelerini
de bozabilmektedir. Amerika Birleşik
Devletleri’nde 2008 yılında 6.1 milyon
çiftin çocuk sahibi olamama nedeniyle
kısırlık ile ilgili kliniklere başvurduğu
belirtilmektedir (3). Geçmiş yıllarda
kısırlığın sadece kadınlardan kaynaklanan
sebeplerden ileri geldiği düşüncesi
günümüzde önemini yitirmiştir. Yapılan
çalışmalar günümüzde evli çiftler içinde
kısırlığa neden olan sebeplerin %50’sinin
sadece kadına ait olduğunu ortaya
koymuştur.
Sadece
erkeklerden
kaynaklanan sebepler ise %30 kadardır.
Aynı zamanda hem kadında hem de
erkekte sorun olma olasılığı ise %20
kadardır. Çocuk sahibi olamıyoruz diye
kısırlık
merkezine
başvuran
erkek
olguların araştırılması sırasında bu
olguların %60-70’ine yakınında gerçek bir
neden bulunamamaktadır. Geri kalan
erkeklerde ise kısırlık nedenleri penisin
sertleşmemesi nedeniyle cinsel ilişkiye
girememe, cinsel ilişkiye giremeden erken
boşalma, idrar yolları infeksiyonları,
konjenital
vaz
deferens
yokluğu,
erkeklerde hormon bozuklukları ve son
olarakta varikosel olarak bilinmektedir. Bu
sayılan nedenler içerisinde en büyük pay
%12.3’lük
oranla varikosele aittir.
Yukarıda belirtilen
sonuçlara göre
varikoselin erkek kısırlılığı sebepleri
içerisinde önemli bir yere sahip olduğu
anlaşılmaktadır. Varikoselin önemi, erkek
kısırlığına yol açan nedenler arasında
cerrahi olarak en sık düzeltilebilir faktör
olmasından da ileri gelmektedir.
Pleksus pampiniformis ve internal
spermatik venlerin dilatasyonu olarak
bilinen varikosel ilk olarak birinci yüzyılda
Roma’lı Celsus tarafından bildirilmiş olup
ilk varikoselektomi ameliyatının da 200 yıl
kadar önce Fransız cerrah Delpech
tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır (4,5).
Günümüze kadar varikoselin sebepleri,
oluşum mekanizmaları ve tedavisi
konusunda oldukça önemli ilerlemeler
sağlanmıştır. Bu ilerlemelerden söz
2
etmeden önce varikosel bozukluğu ile ilgili
olarak bazı istatistiksel oranlarının
bilinmesi faydalı olacaktır. Buna göre,
varikoselin erkeklerde %10-15 oranında
görüldüğü anlaşılmaktadır. Öte yandan bir
çocuğu olupta ikincisini isteyen ancak
başarı sağlayamayan erkekler içinde
hastaneye
başvuranların
yapılan
incelemelerinde
görülmüştürki
bu
erkeklerin
%53-80’inde
varikosel
bulunmaktadır. Yukarıda da belirtildiği
gibi varikosel erkek toplumunu genel
olarak düşündüğümüzde bunların %1015’inde bulunmaktadır. Şimdi sadece
varikoseli olan bu %10-15’lik grubu
düşünelim. Bu grup içinde yani sadece
varikoseli olan erkeklerin %75-80’i
herhangi bir tedavi almadan ilk 2 yıl
korunmasız cinsel ilişkiye rağmen çocuk
sahibi olmaktadırlar (6). Sorun ilk 2 yıl
için geri kalan %20’lik kısımdadır. Ancak
unutulmamalıdır ki varikoseli olupta çocuk
sahibi olan çiftler gelecekte de kolayca
çocuk sahibi olurlar diye bir kural
bulunmamaktadır.
Çünkü
varikosel
ilerleyici bir bozukluktur. Buna göre
modern yaşam tarzları dedeğimiz yaşam
koşullarının egemen olmaya başladığı ve
çiftlerin iş yaşamına daha fazla katıldığı
günümüz dünyasında ilk çocuktan sonra
ikinci çocuğa kadar verilen birkaç yıllık
korunma dönemlerinde varikosel sperm
sayısında ve kalitesinde bozukluklara
neden olarak çiftlerin sıkıntı yaşamalarına
neden olabilmektedir. Varikosel %90
oranında sol tarafta görülürken %10
oranında da iki taraflı görüldüğü
bildirilmektedir. Sağ tarafta varikosel
görülme oranı oldukça düşük olmasına
rağmen spermatik ven ya da vena kavada
obstrüksiyona neden olabilecek böbrek
kitleleri
ile
retroperitoneal
lokalizasyondaki kitlelerin daima göz
önünde bulundurulması gerekmektedir.
Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre
normal semen analizi olan erkekler
arasında varikosel oranı %11.7 olarak
bildirilirken bu oranın anormal semen
analizi olan erkekler arasında %25.4 kadar
olduğu bildirilmektedir (7). Varikoselli
erkeklerin
semen
analizlerinin
değerlendirilmesinde olguların %90’ında
motilitede azalma, %65’inde sperm
konsantrasyonunda 20 milyon/cc altına
düşme
gösterilmiştir.
Varikosel,
düşünüldüğü gibi her olguda infertiliteye
yol açmamakta ve varikosel patolojisine
sahip olguların %80’inin fertil olduğu
bilinmektedir (2). Yani bizim üzerinde
araştırmalar yaptığımız ya da bizi
uğraştıran grup %20’lik kesimdir. Bu arada
varikoselin her ne kadar erişkin yaş olarak
kabul edilen 18 yaş ve üzerinde kısırlık
sorununa yol açtığı ön planda algılanmakla
beraber çocukluk döneminde de görüldüğü
ve bu hali ile ilerleyici hasar oluşturarak
kısrlığa neden olabileceği anlaşılmaktadır.
Bununla ilgili olarak 2-6 yaş arası
çocuklarda %0.79, 7-10 yaş arası
çocuklarda %0.96, 11-14 yaşları arası
çocuklarda %7.8 ve 15-18 yaşları
arasındaki
çocuklarda
da
%14.1
oranlarında
varikosel
saptandığı
anlaşılmaktadır (8). Varikoselin sebebi
günümüzde hala tam olarak bilinmemekle
birlikte bu konuda pek çok düşüncenin ileri
sürüldüğü
görülmektedir.
Varikosel
bozukluğuna sahip olan erkek olguların
birinci derecede akrabalarında bile
varikosel görülme sıklığının %53 civarında
olduğu ve bu oranın normal toplumdan
oldukça yüksek olduğu anlaşılmaktadır (9).
Testiküler venlerde basınç artışına neden
olabilecek faktörlerle ilgili değişik
düşünceler bulunmaktadır. Testiküler
venin superior mezenterik arter ile aorta
arasında
sıkışmasına
bağlı
olarak
testislerdeki venöz yapıların enişlemesi
3
olabilir. Ayrıca testiküler venlerde yeterli,
kapakçık sisteminin olmayışıda kanın testis
enöz yapıları içine kaçısına ve daha fazla
basınç artışına yol açacaktır. Liteatürde ve
klasik kitaplarda en sık bahsedilen
teorilerden biride sağ testiküler venin vena
kava inferiora oblik olarak girmesi buna
karşılık sol testiküler venin sol renal vene
direkt
olarak
açılması
varikosel
etiyolojisindeki diğer bir faktör olarak
belirtilmektedir. Bütün bu özellikler
testiküler venlerde venöz basınç artışına
neden olarak dilatasyon ve tortüozite
oluşturmaktadırlar (10).
Varikosele bağlı olarak günümüzde
hücresel düzeyde pek çok mekanizmanın
tam olarak anlaşılmasa da varikoselin
neden olduğu hasardan sorumlu olabileceği
belirtilmektedir. Varikosel ve testis
fonksiyonlarındaki
bozulmanın
mekanizması tam olarak ortaya konulmasa
da bu konuda ısı faktörünün de önemli
olabileceği belirtilmektedir (11-15). İlk
kez 1959 yılında açıklandığı üzere
spermatik
kord
içinde
bulunan
pampiniform pleksusun arteriyel ve venöz
kan arasında “countercurrent sistemi” adı
verilen mekanizma ile ısı değişimini
sağladığı bildirilmiştir. Arteriyel kan
testise girereken soğutulmakta ve testisin
düşük ısısını sağlamaktadır. Buna göre bu
ısı değişim sistemi ancak venöz kanın
ısısının testise giren arteriyel kandan daha
az olduğunda çalışabilmektedir. Yani
testise girecek olan spermatik arter kanının
ısısı
testisten
çıkan
ve
pleksus
pampiniformisi oluşturan venöz kan
tarafından soğutulmakta olup varikoselin
bu
mekanizmayı
bozduğu
düşünülmektedir.
Varikosel
ve
intratestiküler ısı artışı arasındaki ilişki ilk
olarak 1971 yılında gösterilmiş olup tek
taraflı patolojinin bile iki taraflı etki
oluşturduğu bildirilmiştir (16). Yapılan
çalışmalarda varikoselli olgularda skrotum
yüzey ısılarının varikoseli olmayanlara
göre daha yüksek olduğu gösterilmiştir.
Ayrıca varikosel patolojisi bulunan erkek
olgularda
varikoseli
bulunmayan
oligoazoospermik
olgulara
göre
intraskrotal ısı 0.6 derece daha fazla
bulunmuştur (17). Artan skrotal ve
intratestiküler ısının hangi mekanizma ile
spermatogenezi bozduğu tam olarak
bilinmemekle birlikte seminifer tübül ve
leydig hücre düzeyinde nükleer DNA ve
RNA bağlayıcı proteinlerde direk termal
hasar
sonucu
spermatogenezin
etkilendiğinden
kuşkulanılmaktadır.
Bununla ilişkili olarak kısa dönemde
sertoli ve leydig hücre fonksiyonunun
bozulmadığı
düşünülmektedir.
Yine
varikosel patolojisine ikincil olarak artan
venöz basınç artışının testis kan akımını
etkileyebileceği belirtilmiştir. Artan venöz
basınç intratestiküler onkotik ve hidrostatik
basınçlarda artışa neden olarak parakrin
mekanizmayı bozarak hormon salınımını
değiştirebilir. Varikosel oluşturulmuş
ratlarda kontrol grubuna göre adenin
nükleotid konsantrasyonunun azalması ve
NAD-sitokrom-c redüktaz aktivitesinin
düşmesi bu teorileri desteklemektedir.
Varikosele bağlı infertilite ya da
spermatogenez bozukluğunda diğer bir
faktörün renal venden ve adrenal
yapılardan testise olan reflü ile kan
akımının azalması ya da hipoksi durumları
ileri sürülmektedir. Erkeklerin yaklaşık
%50’sinde sol spermatik vende retrograd
kan akımının olduğu bildirilmektedir.
Venografik çalışmalarda venöz reflüdeki
artış
belgelenmiştir.
Buna
göre
çalışmalarda, varikoselli olgularda böbrek
ve
adrenalden
katekolaminler,
prostoglandin E ve F gibi metabolitlerin
yüksek konsantrasyonda reflüsü sözkonusu
olabilmektedir (18). Yine varikoseli olan
4
olgularda sigara içiminin tek başına sigara
içimine göre daha fazla spermatogenezi
etkileyeceği bildirilmiştir (19). Varikosel
cerrahisi sırasında testiküler geri akımın
olduğu
venlerden
alınan
kandaki
katekolamin düzeyinin periferik venden
alınan kandaki katekolamin düzeyinden 3
kat daha fazla olduğu kontrol grubunda ise
1.5 kat daha fazla olduğu ortaya
konulmuştur. Venlerdeki bu artmış
katekolamin countercurrent sistemi yolu ile
pleksus
pampiniformis
düzeyinde
testiküler arterlere geçerek arterlerdeki
noradrenalin düzeyini arttırmakta ve
arteriyolerde
buna
bağlı
oluşan
vazokonstrüksiyon testiküler hipoksiye
katkıda bulunmaktadır (20).
Varikoseli olan kısır olgularda varikoselin
erkeklik hormonlarını üretern ve Leydig
hücre olarak adlandırılan hücre yapısınıda
yıllar
içerisinde
bozabileceği
belirtilmektedir.
Varikoselin
patofizyolojisinde incelenen konulardan
birisi de varikoselin testis dokusu üzerinde
yarattığı hipoksidir. Yukarıda sayılan
mekanizmalara
bağlı
olarak
hem
spermlerin hareketinde hem de sayılarında
anormallikler olmaktadır. Bir süre sonra
spermlerin üretildiği hücrelerde de hasar
olacaktır.
Varikosele sahip olan erkeklerin
%2-10’unda ağrı görülebilir. Bu tür
olgularda sadece ağrı nedeniyle yapılan
operasyonlardan sonra ağrının geçme
olasılığı genel olarak %50 şeklinde kabul
edilmektedir (21). Varikosele sahip olan
olgular ayakta iken muayene edilirler.
Bazen muayene yapıldıktan sonra hasta
yatırılıp tekrar bakılır ve damarlarda
küçülme
olması
varikosel
lehine
değerlendirilir. Elle yapılan muayene
bulgularına göre varikosel 1970 yılında
Dubin ve Amelar isimli iki araştırmacı
tarafından yapılan ve bugün bile kullanılan
şekilde derecelendirilir (10). Buna göre;
Derece 1 varikosel; Sadece ıkınma ve
öksürme gibi manevralar sonrası el yardımı
ile tespit edilen varikosel
Derece 2 varikosel; Ikınma ve öksürme
gibi manevralar olmaksızın dinlenme
sırasında ya da normal solunum
durumunda iken elle tespit edilen varikosel
Derece 3 varikosel; Herhangi bir
muayeneye gerek olmadan uzaktan göz ile
görülebilen varikosel.
Muayene sırasında testis boyutları
ile vaz deferensin ayrıntılı olarak
değerlendirilmesi
gerekir.
Testis
boyutlarında azalma olması ya da testis
kıvamında eskisine göre yumuşama olması
spermatogenez ciddi olarak etkilenmiş
olabileceğinin işaretidir.
Bu muayene
sırasında testis boyutları orkidometri
olarak adlandırılan özel bir metod ile
yapılır.
Normal erkeklerde testis
boyutunun erişkin erkeklerde 20 ml’den
fazla olması beklenmektedir. Ayrıca
normal bir erkekte her iki testisin uzun
eksenlerinde 0.5 cm’den fazla fark
olmadığı belirtilmektedir.
Varikoseli olan olgularda yalnızca bir kez
semen incelenmesinin yapılması gerekir.
Ancak ilk semen analizi anormal ise
ikincisinin istenmesi gerekir. İki semen
analizi arasındaki sürenin 7 günden kısa ve
3 haftadan da uzun olmaması önemlidir
(2). Varikosel tanısında geçmiş yıllarda
başta skrotal Doppler ultrasonografi olarak
bilinen renkli ultrasonografik inceleme
yapılırken günümüzde sadece elle yapılan
muayenenin yeterli olduğu anlaşılmıştır.
Bu
nedenle
varikosel
tanısının
konulmasında renkli doppler ultrasonografi
yapılması gereksiz bir işlemdir. Bu
durumun istisnası aşırı kilolu erkekler
olarak kabul edilmektedir.
5
Toplam sperm sayısı 1 cc için 17 milyon
ve üzeri olarak kabul edilmektedir. Sperm
sayısı 10 milyon ve altında olan varikoselli
erkeklerde hormonal inceleme yapılmalıdır
(FSH, LH). Buna göre sperm sayısı 10
milyon ve üzerinde olan olgularda hormon
tetkiki yapılması gereksizdir. Bundan
başka, sperm sayısı 5 milyon/ml ve altında
olan varikoselli olgularda ise ilave olarak
doğumsal bozukluk olma olasılığı yüksek
olduğu için genetik inceleme yapılması
şarttır.
Burada şunu bir kez daha
hatırlatmak gerekir ki her varikoseli olan
olgu tedavi adayı değildir. Böylece bu
bozuklukta ameliyat olmanın gereklilikleri
ortaya konulmuştur. Buna göre varikosel
elle tespit ediliyorsa, evli çift kısırlık
nedeni ile başvurmuş ise, erkekte varikosel
olduğu halde kadın normal ise ve
varikoseli olan erkekte yapılan labaratuar
incelemelerinde sperm yapımının bozuk
olduğu tam olarak gösterilmişse ameliyat
önerilmektedir. Burada birkaç örnek
verebiliriz. Eğer erkeğin varikoseli var
ancak eşi gebe ise ameliyat önerilmnez
olgu takip edilir. Yine genç bir erkekte
varikosel var çocukları olmuyor ancak
yapılan
laboratuar
incelemelerinde
varikosele rağmen sperm sayısı ve
hareketlerinde henüz bozukluk olmamışsa
ameliyat gereksizdir. Çocuklara gelince.
Bu yaş grubunda saptanan varikosel için
eğer iki testis arasında 2 cc ve üzerinde
fark oluşmuşsa. Yani bir testis boyutunda
azalma olmuşsa ya da testis kıvamında
yumuşama başlamışsa ameliyat edilmesi
gerekmektedir. Bundan başka sperm sayısı
5 milyon ve altında olan olguların yapılan
varikosel ameliyatından fayda görme
olasılıkları %11 gibi düşük oranlarda
olabileceğinden bu tür olgularda öncelikle
intrauterin
inseminasyon,
in
vitro
fertilizasyon ve intrasitoplazmik sperm
injeksiyonu gibi yöntemlerin uygulanması
önerilmektedir. Varikosel ameliyatından
sonra çocuk olma olasılığının en yüksek
olduğu hastalar ameliyat öncesi henüz
testis boyutlarında küçülme olmayanlar,
hormon düzeyleri henüz bozulmamış
olanlar, toplam sperm sayısı 5 milyon ve
üzerinde olan olgular ile sperm hareketi
%50’nin üzerinde olan olgular ile kısırlık
süresinin çok uzun olmayan olgulardan
oluştuğu anlaşılmaktadır. 1990’lı yıllarda
varikosel ameliyatı sonrası gebelik elde
oranları 30’lar civarında iken günümüzde
teknik ve bilimsel ilerlemelre bağlı olarak
bu oranın %50’lere kadar çıktığı
görülmektedir. Buna göre, Goldstein isimli
bir araştırmacının yaptığı bir çalışmada
3000 varikoselektomi operasyonu sonrası
birinci yılın sonundaki gebelik oranı %43
olarak belirtilirken ikinci yılın sonunda bu
oranın
%64’lere
kadar
ulaştığı
bildirilmektedir (22). Bu çalışmada
kullanılan mikrocerrahi teknik sonrası
komplikasyon oranlarının da %1’in altında
olduğu görülmektedir.
Varikosel patolojisi ile ilgili olarak
elle muayene sırasında saptanamayıp
yapılan renkli ultrasonografi ile tanı
konulan varikoselli erkekler ameliyat
edildiğinde günümüz verilerine göre bu
ameliyat fayda sağlamayacaktır. Yani ben
elle varikoselinizi saptayamadım ancak
birde renkli ultrason yapalım varikoseli
tespit edebiliez denildiğinde varikosel
tespit edilse bile yapılacak ameliyat fayda
sağlamayacaktır.
Varikosel
sonuçları
yukarıda
bahsedildiği şekilde iken yıllar içerisinde
ideal varikoselektomi operasyonunun
sınırları da çizilmeye başlanmıştır.
Varikosel tedavisinde uygulanan pek çok
tekniğin
iyi
ve
kötü
yönlerinin
değerlendirilmesi gerekmektedir.
6
Varikosel tedavisi için uygulanacak
saptanmıştır. Açık yöntemle yapılan
ameliyat yöntemlerinde istenilen ideal
ameliyatlar tedavide tercih edilirken
noktalar nüks olmaması ya da en az
burada da birkaç yaklaşımın olduğu
olması, yan etkilerinin oldukça düşük
anlaşılmaktadır. Açık yöntemlerin inguinal
olması, ameliyat sırasında önemli olan vaz
bölge olarak belirtilen alandan mikroskop
deferens ve arterlerin korunmasını
eşliğinde yapılması tedaviden olumlu
içermektedir.
sonuç alınması, yüksek gebelik oranları
Bu
faktörler
göz
önüne
alınıp
elde edilmesi ve düşük yan etkileri gibi
değerlendirildiğinde varikosel tedavisinde
oranla günümüzde tercih edilmesi gerekli
günümüzde pek çok cerrahi yöntemin
yöntem olduğu bilinmektedir (Resim 1).
uygulandığı görülmektedir. Bunlar açık ya
Bu durum gerek Avrupa gerekse de
da kapalı yöntemle yapılan ameliyatları
Amerika’da
yapılan
çok
sayıda
içermektedir. Ancak günümüzde kapalı
araştırmanın ve incelemenin sonucunda
yöntemlerin
başarı
şansının
açık
kanıtlanmıştır (23-26).
yöntemlere göre son derece düşük olduğu
Resim 1. Varikosel ameliyatında ameliyat yeri görülmektedir
Mikroskop kullanılmadan yapılan açık
ameliyatlar ile nüks oranları ve hidrosel
olasılığı %15-25’lere kadar çıkarken bu
oran mikroskop altında yapılan varikosel
ameliyatlarında %1 ve altındadır. Bundan
başka arterler mikroskop altında daha iyi
görüldüğü için korunurken mikroskop
kullanılmadan çıplak gözle yapılan
işlemlerde bu damarların yarlanması
dolayısı ile testislerin beslenmesinin
bozulması olasılığı bulunmaktadır.
Varikoselektomi sonrası nüks %145 arasında belirtilmektedir (23-28). Bu
çıplak gözle görülemeyip bağlanamayan
venöz yapılara bağlı olarak oluşmaktadır.
Mikrocerrahi yaklaşımla bu damarlara
ulaşılabilmektedir.
Amerika
Birleşik
Devletleri’nde
binlerce
varikosel
ameliyatlarının
biraraya
getirilip
incelenmesi sonrası elde edilen sonuçlar
mikroskop
ile
yapılan
varikosel
operasyonu sonrası gebelik oranlarının
%43
olduğunu
göstermektedir.
Mikrocerrahi yöntemlerin diğer yöntemler
ile olan karşılaştırmalı sonuçlarına
geçmeden
önce
varikoselektomi
tedavisinde adı geçen diğer yöntemler ve
bunların açık cerrahi yaklaşımlarla olan
karşılaştırmalı sonuçlarına bakmamız
faydalı olacaktır.
Mikrocerrahi inguinal ve subinguinal
yaklaşımlarla, ligate edilmediklerinde
spermatik kordu bypass ederek nükse
neden oldukları bilinen eksternal spermatik
7
ven ile gubernakular venlere ulaşılıp
(Palomo) geçmiş yıllarda sık olarak
bağlanmaktadır. Varikoselektomide ideal
yapılmasına rağmen günümüzde %20’lere
yaklaşım tüm internal spermatik venler
ulaşan hidrosel, nüks ve inguinal ve
(Resim 2) ve eksternal spermatik venlerin
subinguinal
mikroskobik
ya
da
(Resim 3) bağlanması ile internal
mikroskopsuz yöntemlere göre gebeliği
spermatik arter dalları, lenfatiklerin ve vaz
sağlamadaki yetersizlikler nedenleriyle
deferensin korunmasıdır. Belki küçük
standart
olarak
uygulanmamaktadır
ayrıntılar olarak kabul edilebilir ancak
(2,29,30). Yüksek ligasyon (Palomo) ve
inguinal ya da subinguinal yaklaşımlarla
açık cerrahi yöntemlerin karşılaştırılması
biyopsi için testise ve obstrüksiyon
sonucu belirgin olmak üzere açık cerrahi
değerlendirmesi
için
epididime
tekniklerin (inguinal ve subinguinal) daha
ulaşılabileceğinin de hatırlatılması uygun
etkin olduğu anlaşılmaktadır.
olacaktır. Yüksek ligasyon varikoselektomi
Resim 2. Varikoselektomi ameliyatı sırasında görülen internal spermatik venler.
Resim 3. Eksternal spermatik venin bağlanması
Bir başka ilginç çalışmada ise Çayan ve
arkadaşları mikrocerrahi yaklaşım, lup
kullanımı ve lup kullanımı olmaksızın
uyguladıkları varikoselektomi yöntemlerini
8
adelösanlarda karşılaştırılmış olup nüks ve
hidroselin mikrocerrahi yöntemde anlamlı
olacak şekilde diğer iki yöntemden daha
düşük olduğunu göstermişlerdir (31).
Bütün
çalışmalarda
metaanalizlerin
oldukça önemli sonuçlar veren kanıt
düzeyi
yüksek
çalışmalar
olduğu
bilinmektedir. Bununla ilgili olarak 2009
yılında Cayan ve arkadaşlarının 28 yıl
boyunca 36 karşılaştırmalı çalışmayı
Kaynaklar
1. Cayan S, Erdemir F, Ozbey I,
Turek
PJ,
Kadioğlu
A,
Tellaloğlu
S.
Can
varicocelectomy significantly
change the way couples use
assisted
reproductive
technologies
?
J
Urol
2002;167:1749-52.
2. Dohle GR. EAU Kılavuzları,
Male Infertility. 6, 2008.
3. Goldstein M, Chan PT, Sigman
M.
American
Urological
Association Guidelines. 2008
Annual meeting, Orlando, FL,
May 17-22, 2008.
4. Khera M, Lipshultz LI.
Evolving approach to the
varicocele. Urol Clin North Am
2008;35:183-9.
5. Nöske HD, Weidner W.
Varicocele–a
historical
perspective. World J Urol
1999:151-157.
6. Richardson I, Grotas AB,
Nagler HM. Outcomes of
varicocelectomy treatment: an
updated critical analysis. Urol
Clin North Am. 2008;35:191209.
7. World Health Organization.
The influenec of varicocele on
inceledikleri bir metaanalizde mikrocerrahi
inguinal
varikoselektominin
diğer
yöntemlere göre istatistiksel olarak anlamlı
olacak şekilde daha etkin olduğu
anlaşılmaktadır (Tablo 12). Varikosel
tedavisi
için
diğer
yöntemler
kullanıldığında yapılan ameliyatlarda elde
edilen gebelik oranlarının mikroskobik
yöntemlere göre %15-20 daha düşük
olduğu görülmektedir.
parameters of fertility in a large
group of men presenting to
infertility clinics. Fertil Steril
1992:57:1289-93.
8. Akbay E, Cayan S, Doruk E,
Duce MN, Bozlu M. The
prevalence of varicocele and
varicocele-related
testicular
atrophy in Turkish children and
adolescents.
BJU
Int
2000;86:490-3.
9. Raman JD, Walmsley K,
Goldstein M. Inheritance of
varicoceles.
Urology
2005;65:1186-9.
10. Kendirci
M.
Varikosel
Patofizyolojisi.
Editörler:
Kadıoğlu A, Aşçı R, Çayan S,
Kendirci M. Erkek Reprodüktif
sistem
ve
hastalıkları.
2004;463.
11. Tarhan S, Gümüs B, Gündüz I,
Ayyildiz V, Göktan C. Effect of
varicocele on testicular artery
blood flow in men--color
Doppler investigation. Scand J
Urol Nephrol. 2003;37:38-42.
12. Ross JA, Watson NE, Jarow JP.
The effect of varicoceles on
testicular blood flow in man.
Urology. 1994;44:535-9.
13. Shiraishi K, Takihara H,
Matsuyama H. Elevated scrotal
9
temperature, but not varicocele
grade,
reflects
testicular
oxidative
stress-mediated
apoptosis. World J Urol.
2010;28:359-64.
14. Nagler HM. Varicoceles, heat
and heat shock proteins-that is
the question ! Int Braz J Urol.
2005;31:243-4.
15. Dada R, Gupta NP, Kucheria K.
Spermatogenic arrest in men
with testicular hyperthermia.
Teratog Carcinog Mutagen.
2003;1:235-43.
16. Agger P. Scrotal and testicular
temperature: its relation to
sperm count before and after
operation for varicocele. Fertil
Steril. 1971;22:286-97.
17. Zorgniotti AW, Sealfon AI,
Toth A. Chronic scrotal
hypothermia as a treatment for
poor semen quality. Lancet.
1980;26:904-6.
18. Camoglio FS, Zampieri N,
Corroppolo M, Chironi C,
Dipaola G, Giacomello L,
Ottolenghi A. Varicocele and
retrograde adrenal metabolites
flow. An experimental study on
rats. Urol Int. 2004;73:337-42.
19. Klaiber EL, Broverman DM,
Pokoly TB, Albert AJ, Howard
PJ, Sherer JF. Interrelationships
of cigarette smoking, testicular
varicoceles, and seminal fluid
indexes.
Fertil
Steril.
1987;47:481-6.
20. Cohen MS, Plaine L, Brown JS.
The role of internal spermatic
vein plasma catecholamine
determinations in subfertile
men with varicoceles. Fertil
Steril. 1975;26:1243-9.
21. Cayan
S,
Kadıoğlu
A.
Varikoselin tanı ve tedavisinde
güncel
yaklaşımlar.
Türk
Üroloji Dergisi. 2005;31:57-63.
22. Goldstein M, Chan PT, Sigman
M.
American
Urological
Association Guidelines. 2008
Annual meeting, Orlando, FL,
May 17-22, 2008.
23. Kiuchi H, Koga M, Hirai T,
Namba Y, Takeyama M,
Nishimura K, Tsujimura A,
Matsumiya K, Okuyama A.
Predictive factors associated
with successful varicocele
repair a study of 139 infertile
men with valicocele. Nippon
Hinyokika Gakkai Zasshi.
2005;96:480-6.
24. Richardson I, Grotas AB,
Nagler HM. Outcomes of
varicocelectomy treatment: an
updated critical analysis. Urol
Clin North Am. 2008;35:191209.
25. Rodriguez Peña M, Alescio L,
Russell A, Lourenco da Cunha
J, Alzu G, Bardoneschi E.
Predictors of improved seminal
parameters and fertility after
varicocele repair in young
adults.
Andrologia.
2009;41:277-81.
26. Zheng YQ, Gao X, Li ZJ, Yu
YL, Zhang ZG, Li W. Efficacy
of
bilateral
and
left
varicocelectomy in infertile
men with left clinical and right
subclinical
varicoceles:
a
comparative study. Urology.
2009;73:1236-40.
27. Richardson I, Grotas AB,
Nagler HM. Outcomes of
varicocelectomy treatment: an
10
updated critical analysis. Urol
Clin North Am. 2008;35:191209.
28. Schlesinger MH, Wilets IF,
Nagler HM. Treatment outcome
after
varicocelectomy.
A
critical analysis. Urol Clin.
North Am 1994;517-29.
29. Cayan S, Shavakhabov S,
Kadioğlu A. Treatment of
palpable varicocele in infertile
men: a meta-analysis to define
the best technique. J Androl.
2009;30:33-40.
30. Zucchi A, Mearini L, Mearini
E, Costantini E, Bini V, Porena
M. Treatment of varicocele:
randomized prospective study
on open surgery versus Tauber
antegrade
sclerotherapy.
J
Androl. 2005;26:328-32.
31. Cayan S, Acar D, Ulger S,
Akbay E. Adolescent varicocele
repair: long-term results and
comparison
of
surgical
techniques according to optical
magnification use in 100 cases
at a single university hospital. J
Urol 2005;174:2003–6.
32. Cayan S, Shavakhabov S,
Kadioğlu A. Treatment of
palpable varicocele in infertile
men: a meta-analysis to define
the best technique. J Androl
2009;30:33-40.
11
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi 2011:3(2):12-17
Orijinal Çalışma
Çiçek ve ark.
Erzurum İli Örneğinde Hepatitli Hastalarda Karaciğer ve Böbrek Fonksiyonlarının
Biyokimyasal Olark Karşılaştırılması
The Biochemically Comparison of Liver and Kidney Functions of Hepatitis Patients at
the Example of Erzurum City
1
Mustafa Çiçek, 2Fatime Geyikoğlu
1
Gaziosmanpaşa
Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anatomi
Anabilim
Dalı,
Tokat
2
Atatürk Üniversitesi Fen
Fakültesi Biyoloji, Erzurum
Yazışma Adresi:
Dr. Mustafa Çiçek
Karşıyaka M. Geksi C. 3. Sok.
Halilbey Apt. No:18
K:4, D:4 Merkez/Tokat
Cep tel: 0505 5894339
e-mail:[email protected]
Özet
Viral hepatitler, tüm dünyada önemli bir sağlık sorunudur. Bu
araştırmada Erzurum Buhara Tıp Merkezine 01/01/2010–
01/03/2011 tarihleri arasında gelen 200 hepatit pozitif hastada
(HbsAg >2,00) karaciğer fonksiyon testlerinden olan AST ve ALT
değerleri ile böbrek fonksiyon testlerinden olan kan üre azotu,
kreatinin ve ürik asit değerlerinin ölçümleri derlenmiş, karaciğere
veya böbreğe olan ya da olabilecek herhangi bir etkinin boyutu
araştırılmıştır. Araştırma sonuçları, hepatit B’si pozitif olan
hastalarda böbrek fonksiyon testlerinin normal referans aralığında
olduğunu ve hepatit B’nin böbrekler üzerinde herhangi bir
olumsuz etkiye yol açmadığını göstermiştir (p<0,05). Karaciğer
fonksiyon testlerinden AST ve ALT üzerinde yapılan
değerlendirmede ise bu iki enzim seviyesinin hepatit rahatsızlığını
aktif olarak geçiren hasta bireylerde yükseldiğini ortaya
koymuştur (p<0,05). Sonuç olarak, karaciğer fonksiyon testleri ile
böbrek fonksiyon testleri karşılaştırıldığı zaman klinik olarak elde
edilen verilerin hasta sağlığı açısından önemli olduğu
belirlenmiştir.
Anahtar kelimeler: Hepatit B, karaciğer, böbrek, fonksiyon.
Abstract
Viral hepatitis an important health problem all of the World. In
this study, we aimed to determine the size of any effect in kidney
and liver functions by the way of measuring amounts of AST and
ALT which are known as tests of liver function and amonuts of
creatinine, urea and uric acid which are known as tests of kidney
fonctions with active Hepatitis B (HbsAg >2,00) patients who
were came in the Erzurum Buhara Medicine Center in the dates
01/01/2010–01/03/2011. According to our results, Hepatitis B
virus (HBV) infectious 0356 2129500were not occured any
negative effect in the kidney fonctions ( p<0.05), Because
hepatitis B positive samples were found out in reference interval
of kidney function tests. AST and ALT which are known as tests
of liver function. The examination of AST and ALT which we
used them as a liver function tests in our study showed us that
these 2 enzyme levels increased in active Hepatitis B patients(
p<0.05).
Consequently, we observed that when we compared the liver
function tests with kidney function tests, the datum that we
obtained clinically, constituted big importance in the terms of
patient health.
Keywords: Hepatitis B, liver, kidney, function.
12
Giriş
HBV enfeksiyonu ciddi bir
toplumsal sağlık sorunu olmasının yanında,
tedavi giderleri ve büyük iş kayıplarına
sebep olması nedeniyle önemli ekonomik
kayıplara yol açmaktadır. Bugün dünya
nüfusunun yarısına yakını (yaklaşık 2
milyar insan) HBV ile enfekte olmuştur.
Her yıl elli milyon yeni HBV enfeksiyonu
olmakta ve yıllık ölüm 1-2 milyon kadar
çıkmaktadır (1). HBV, sigaradan sonra en
önemli ikinci kanserojen olup, fulminan
hepatit, siroz ve karaciğer kanseri gibi
ölümcül hastalıklara neden olabilir.
HBV’de en önemli kaynak insandır.
Enfeksiyon kaynağı, akut Hepatit B’li
insanlar ve kronik taşıyıcılar ve bunlardan
elde edilen kan ve kan ürünleridir. Hepatit
B Virüsünün dört ana bulaşma yolu vardır;
parenteral, perinatal, horizontal ve cinsel
temastır.
Karaciğer
hastalıklarının
değerlendirilmesinde kullanılan testler
karaciğerde bir bozukluk olup olmadığını
anlamak, bozukluğun şeklini, sebebini
belirlemek, karaciğer hastalığını ve
hastalğın tedavisini takip etmek ve
karaciğer rezervini ölçmek için kullanılır
(2). Bu testlerden karciğer hücre
harabiyetini ölçmek için AST ve ALT
kullanılır. Karaciğerdeki akut veya kronik
hasarlar bu enzimlerin serum düzeylerinde
yükselmeye yol açar. ALT sadece hücre
sitoplâzmasında bulunduğu halde, AST
%20 sitoplâzma, %80 mitokondriler içinde
bulunmaktadır
(3).
Aminotransferaz
seviyesi normalin üst sınırının 10 katından
fazla olduğunda daima akut bir karaciğer
hasarının olduğunu gösterir. Farklı
hastalıklarda bu sınır farklı olabilir. Viral
hepatitlerde ALT için 300 IU/L’nin üstü
akut hasarı göstermektedir (4).
Serum kreatinin ve üre azotu düzeyleri
böbrek işlevlerini değerlendirmek için en
sık kullanılan testlerdir. BUN, kan üre
azotudur. Kreatinin yüksekliği genellikle
böbrek yetmezliğigöstergesi olarak bilinir
(5). Kreatinin testi genellikle böbrek
fonksiyonlarını
ve
hastalıklarını
değerlendirmekiçin
istenir.
Kreatinin
genellikleyine başka bir böbrek fonksiyon
testi olan BUN ile beraber istenir. Kandaki
ürik asit miktarının belirlenmesi, nükleik
asitlerin ve hücre metabolizmasının
incelenmesinde yararlı bir laboratuvar
testidir.
Ürik
asit,
pürinlerin
parçalanmasıyla oluşan son üründür.
Kandaki ürik asit, ürat monosodyum tuzu
biçiminde ya da bazı proteinlere bağlı
olarak bulunur. En çok böbreklerden, az
miktarda da bağırsak yoluyla atılır.
Kandaki ürik asit miktarı, ürik asitin
karaciğer ve bağırsakta yapılması ile
böbrek yoluyla atılması arasındaki dengeyi
gösterir. Besinlere ve bunların ürik asit
içeriklerine bağlı olarak kandaki ürik asit
miktarı sürekli değişir (6). Böbrek
yetmezliğinde ve böbrek kökenli tüm ürik
asit yükselmelerinde idrarda ürik asit
azalmıştır.
Gereç ve Yöntem
Çalışmamız Erzurum Özel Buhara
Tıp Merkezine 2009-2011 yılları arasında
gelen ve HbsAg’si pozitif olan hepatit B’li
olarak değerlerinden toplam 200 hastanın
serumlarından AST, ALT, Kan Üre Azotu,
Kreatinin ve Ürik Asit testleri biyokimya
otoanalizöründe ve HbsAg testi ise
immunoassay metoduyla değerlendirildi.
Tüm bu çalışmalar için hazır ticari kit
kullanıldı.
Bulgular
Bu araştırmada öncelikle, Erzurum
Buhara
Tıp
Merkezinin
farklı
polikliniklerine gelen 200 hastadan serum
örneği alınmış ve HbsAg seroloji testi ile
13
HBV etkeni tanısı konulmuştur. Bu
araştırmada 200 hastanın serumunda AST
ve ALT gibi iki önemli enzimin seviyesi
ölçülmüştür. Normal bireyler ve hepatitli
hastalarda bu enzimlerin seviyeleri
karşılaştırılarak değerlendirilmiştir. Ayrıca,
böbrek
fonksiyon
testleri
olarak
adlandırdığımız kreatinin, üre ve ürik asit
parametreleri değerlendirilmiş ve istatistiki
yorumları
yapılmıştır.
Çizelgelerden
görüldüğü gibi karaciğer fonksiyonlarını
tespit etmek için kullanılan AST enziminin
referans aralığı 0-45 U/L, ALT’nin
referans aralığı ise 0-45 U/L dir. Ancak,
189 hastada (% 96) AST' referans değeri
olan 0-45 U/L aralığının üzerinde 95 U/L
ortalama değerinde çıkmış, 11 hastada ise
normal sınır olan referens değerleri
arasında
gözlenmiştir.
Çalışma
grubumuzda kullandığımız bir diğer
karaciğer fonksiyon testi olan ALT 192
hastada (%96) referans değeri olan 0-45
U/L aralığının üzerinde ortalama 93 U/L
değerinde çıkmış, 8 hastada ise normal
sınır olan referans değerleri arasında
olduğu gözlenmiştir. Karaciğere yönelik
baktığımız bu durum bize istatistiksel
açıdan AST’nin ve ALT’nin hepatit B’si
pozitif olan hastalarda yüksek olduğunu ve
bu iki enzimin aktivitesinin bu hastalarda
önemli derecede arttığını göstermiştir
(p<0,05).
Erzurum Buhara Tıp Merkezi
menşeli bu araştırmada verileri kayıt altına
alınmış aktif hepatit geçiren ve bu şikayet
ile sağlık kuruluşuna müracaat eden
hastaların hiçbirisinde hemodiyaliz, kronik
diyaliz, böbrek transplantasyonu ve her
hangi bir böbrek fonksiyon bozukluğu söz
konusu değildir. Bu durum ışığında böbrek
fonksiyonları normal olan hastalarda
araştırma bulguları, böbrek fonksiyon
testlerinden üre baz alındığında 200
hastanın hepsinde referans değeri olan 15-
50 mg/dL aralığında ve ortalama değeri
23.5 mg/dL olarak tespit edilmiştir.
Kreatinin baz alındığında ise 200 hastanın
hepsinde referans değeri olan 0.40-1.40
mg/dL aralığında ve ortlama değerin 0.98
mg/dL olduğu görülmüştür. Diğer taraftan,
ürik asitin serumdaki referans değeri 2.507.50 mg/dL ve ortalama değeri de 3.75
mg/dL olarak ölçülmüştür. Mevcut
çalışmanın bulgularına göre hepatit
hastalığı ve böbrek fonksiyon testleri
arasında herhangi bir anormallik tespit
edilmemiştir.
Tartışma
HBV nin karaciğere tropizm
gösteren bir virüs olması karaciğerdeki
AST ve ALT düzeylerindeki yükselmenin
en önemli sebebi olarak kabul edilmiştir.
SerumALT
ve
AST
seviyesindeki
yükselmelerin karaciğerin hem metabolik
hem de hematolojik sinyalleri olduğu rapor
edilmiş ve organın fonksiyonlarındaki
belirgin azalmalarla ilişkisi rapor edilmiştir
(7-9).
Aynı
zamanda,
karaciğer
harabiyetlerinde hepatositlerden salgılanan
aminotransferazların miktarlarında belirgin
artışlar tespit edilmiştir (10). HBsAg
pozitif hastalarda serum AST ve ALT
düzeyleri ortalama değerlere göre anlamlı
düzeyde yüksek bulunmuştur (11,12). Bu
araştırma bulguları da HBsAg pozitif
hepatitli
hastalarda
serum
aminotransferazların yükselmiş olduğunu
göstermiştir.Serum
aminotransferaz
enzimlerinin yüksekliği ve hepatit hastalığı
arasındaki ilişki farklı çalışmalarda da
sunulmuştur. Duman vd. 2009 Dahiliye ve
Enfeksiyon
Hastalıkları
polikliniğine
başvuran
hepatit
şüphesi
bulunan
HBsAg’si müsbet 14280 hastadan 1896
(%13) ‘sında karaciğer enzimlerinin
yüksek
seviyede
olduğunu
tespit
14
etmişerdir.
Ayrıca,
araştırmacılar,
uygulamaya giren aşılama ve diğer
koruyucu
önlemlerle
bu
oranın
düşürülmesine katkıda bulunulabileceği
kanaatine varmışlardır. Diğer taraftan,
Hepatit B virüs enfeksiyonunda birbirini
izleyen dört evre belirlenmiş ve bunlardan
ikinci evrede HBsAg (+), anti-HBS (-),
HBV-DNA (+), HBeAg (+), anti- HBe (-)
ve anti-HBc (-) AST ve ALT düzeylerinin
yükselmiş olduğu saptanmıştır(12,13). Bu
çalışmada, HBsAg (+) hastalarda AST ve
ALT değerlerinin yüksek bulunması
araştırmacıların
bulgularını
destekler
mahiyette gözükmüş ve hastalığın ikince
evrede seyrettiği anlaşılmıştır.
Mevcut çalışmanın bulgularına göre
hepatit hastalığı ve böbrek fonksiyon
testleri arasında herhangi bir anormallik
tespit edilmemiştir. HBV’nin primer olarak
karaciğere tropizm gösterdiği görülmüştür
(14,15). Aynı zamanda, HBV ile ilişkili
membranöz nefropati çeşitli vakalarda
kaydedilmiştir.
Ancak
renal
fonksiyonlardaki azalma son dönem
hastalarda gözlenmiştir (16-20). Diğer
taraftan, Ayli ve arkadaşları Ankara
Numune Hastanesi hemodiyaliz ünitesinde
tedavi
gören 21 olgunun serum
aminotransferazlarının yüksek ve HbsAg
antijenlerinin
pozitif
olduğunu
kaydetmişlerdir.
Böylece,
hepatit
enfeksiyonu
ile
böbrek
yetmezliği
arasındaki ilişki HBV için serolojik
testlerin kullanılmasıyla başlamış ve son
otuz yıldan beri bu enfeksiyonun insidansı
yoğun bir şekilde çalışılmıştır. Nitekim,
viral hepatit, kronik diyaliz ve böbrek
transplantasyon
sonrasındaki
böbrek
yetmezlikli hastalar için önemli bir
morbidite
ve
mortalite
nedenini
oluşturmuştur (21). Viral hepatitle böbrek
yetmezliği arasındaki bağlantı geniş ölçüde
son dönem böbrek hastalarında kan
ürünlerinin kullanım sıklığına ve bu
hastaların maruz kaldığı çeşitli invazif tıbbi
işlemlere dayandırılmıştır. Baddura et al.
Lübnan’da HBV bulaşın da kan
transfüzyonu, hemodiyaliz ve gastrointestinal endoskobi yolunu en sık bulaş
olarak bildirmişlerdir (22). Asya’dan
yapılan bir çalışmada ise viral hepatit
seropozitifliğinin
birlikteliği
kronik
karaciğer hastaları ve kan vericilerinde
%10 bulunurken, hemodiyaliz olgularında
%60 gibi yüksek saptanmıştır (23). Sağlık
Bakanlığı verilerine göre ülkemizde 21
binden fazla hemodiyaliz hastasının
bulunduğu ve bunlardaki HBsAg pozitiflik
oranının %5.1 olduğu bildirilmiştir.
Sırmatel vd. yaptıkları araştırmada bu
oranı %8.7 bulurken, Quadi et al. %5.88 ve
Kaygusuz %8,1 olarak bulmuşlardır (2426). Yukarıdaki çalışmalardan anlaşıldığı
kadarıyla
böbrek
rahatsızlığı
olan
hastalarda hepatit B önemli bir risk faktörü
olarak düşünülmelidir. Mevcut çalışmada
ise hasta platformu böbrek fonksiyonları
açısından sağlıklı bireylerden seçilmiştir ve
hepatit hastalığının böbrek fonksiyonları
normal olan bireyler üzerinde herhangi bir
kötücül etkiye sahip olmadığı anlaşılmıştır.
Bu durumun hepatit B hastalığının ikinci
evrede seyretmesine bağlı olarak geliştiği
düşünülmüştür.
Çalışmamızda karaciğer ve böbrek
fonksiyonları biyokimyasal metodlarla ilk
defa değerlendirilmiş ve serum enzim
seviyelerinin hepatit B hastalığında
belirgin bir şekilde arttığı anlaşılmıştır.
Aynı zamanda AST ve ALT seviyelerinin
hastalığın erken tanısı, şiddeti ve tedavisi
açısından
değerlendirilmesi
gereken
önemli parametreler olduğu kanaatine
varılmıştır. Diğer taraftan, mevcut
araştırma bulgularına göre hepatit B
hastalığının böbrek fonksiyonları üzerinde
herhangi bir etkiye sebep olmadığı üre,
15
ürik asit ve kreatinin değerlerinin normal
referans aralıklarında çıkması ile tespit
edilmiş ve hastalığın böbrekler üzerinde bir
risk faktörü olmadığı sonucuna varılmıştır.
Bu durumun hepatit B hastalığının ikinci
evrede seyretmesine bağlı olarak geliştiği
düşünülmüştür.
Sonuç olarak, hepatit B hastalığında
karaciğer fonksiyon testleri ile böbrek
fonksiyon testleri karşılaştırıldığı zaman
klinik olarak elde edilen verilerin hasta
sağlığı
açısından
önemli
olduğu
belirlenmiştir.
Kaynaklar
1. Sobeslausky O. Prevalance of markers
of Hepatitis B infection in various
countries, a WHO collobarative study.
Bull WHO. 1998;58: 621-8.
2. Limdi JK, Hyde GM. Evaluation of
abnormal liver function tests. Postgrad
Med J. 2003;79:307-12.
3. Giannini EG, Testa R, Savarino V.
Liver enzyme alteration: a guide for
clinicians. CMAJ. 2005;172:367-79.
4. Prati D, Taioli E, Zanella A, Della
Torre E, Butelli S, Del Vecchio E.
Updated definitions of healthy ranges
for serum alanine aminotransferase
levels. Ann Intern Med. 2002;137:1-10.
5. Arvanitakis C, Nakos V, Kaleko-Greka
H, Tourkantonis A. Small intestinal
function and structure in patients with
chronic renal failure. Clin Nephrol.
1998;29:235-43.
6. Messerli FH, Frohlich ED, Dresiinjki
GR. Serum uric acid in essential
hypertension: An indicator of renal
vascular involvement. Ann Intern Med.
1980;93:817-21.
7. Masson D, Staels B, Gautier T,
Desrumaux C, Athias A, Le Guern N,
Schneider M, Zak Z. Cholesteryl ester
transfer protein modulates the effect of
liver X receptor agonists on cholesterol
transport and excretion in the mouse, J.
Lipid Res. 2004;45:543–50.
8. Loffler M, Bilban M, Reimers M,
Waldhäusl W, and Stulnig, TM. Blood
glucose-lowering nuclear receptor
agonists only partially normalize
hepatic gene expression in db/db mice,
J Pharmacol Exp Ther. 2006;316:797–
804.
9. Basciano H, Miller A, Baker C, Naples
M, and Adeli K. LXRalpha activation
perturbs hepatic insulin signaling and
stimulates production of apolipoprotein
B-containing lipoproteins, Am. J.
Physiol. Gastrointest. Liver Physiol.
2009;297:323–32.
10. Dolinska B, Budzinski G, Caban A,
Ostrozka-Cieslik A, Oczkowicz G,
Cierpka L, Ryszka F. Prolactin (PRL)
reduces the release of transaminases
from the isolated pig liver. Ann
Transplant. 2011;16:98-102.
11. Manesis E, Hadziyannis SJ. The longterm outcome of interferon-alpha
treated and untreated patients with
HBeAg-negative chronic hepatitis B. J
Hepatol. 2001;34:306-13.
12. Kılıçturgay
K.
Viral
hepatitte
immünopatogenez. Tekeli E, Balık İ,
ed. Viral Hepatit 2003’te. Ankara:
Karakter Color AŞ, 2003;316-28.
13. Serejo F, Emerit I, Filipe PM.
Oxidative stress in chronic hepatitis C:
the effect of interferon therapy and
correlation with pathological features.
Can J Gastroenterol. 2003;17:644-50.
14. Neurath AR, Strick N, Sproul P, Ralph
H, Valinsky J. Detection of receptors
for hepatitis B virus on cell of
extrahepatic
origin.
Virology.
1990;176:448-57.
16
15. Yoffe B, Burns DK, Bhatt HS, Combes
B. Extrahepatic hepatitis B virüs DNA
sequences in patients with acute
hepatitis B infection. Hepatology.
1990;12:187-92.
16. Lai KN, Li PK, Lui SF, Au TC, Tam
JS, Tong KL, Lai FM. Membranous
nephropathy related to hepatitis B virus
in adults. N Engl J Med.
1991;23;324:1457-63.
17. Connor FL, Rosenberg AR, Kennedy
SE, Bohane TD. HBV associated
nephrotic syndrome: resolution with
oral lamivudine. Arch Dis Child.
2003;88:446-9.
18. Tang S, Lai FM, Lui YH, Tang CS,
Kung NN, Ho YW. Lamivudine in
hepatitis B associated membranous
nephropathy.
Kidney
Int.
2005;68:1750-8.
19. Okuse C, Yotsuyanagi H, Yamada N,
Ikeda H, Takahashi H, Suzuki M,
Kondo S, Kimura K, Koike J, Itoh F.
Successful treatment of hepatitis B
virus-associated
membranous
nephropathy with lamivudine. Clin
Nephrol. 2006;65:53-6.
20. Fabrizi F, Dixit V, Martin P. Metaanalysis: anti-viral therapy of hepatitis
B virüs associated glomerulonephritis.
Aliment Pharmacol. 2006;24:781-8.
21. Ayli D, Ayli M, Erbaşı S, Arpacı E,
Adanalı S, Yılmaz S. Hemodiyaliz
hastalarında HCV prevalansının kan
transfüzyon sayısı ve hemodiyaliz
süreleri arasındaki ilişki. Ankara
Numune
Eğitim
ve
Araştırma
Hastanesi Tıp Dergisi. 1995;34-35.
22. Baddura R, Haddad C, Germanos M.
Hepatitis B and C seroprevalance in the
Lebanese population. East Mediterr
Health J. 2002;8:150-6.
23. Lusida MI, Sakaguwa Fujii MN.
Genotype and subtype analysis of
hepatitis B virus (HBV) and possible
co-infection of HBV and hepatitis: C
(HCV) or hepatitis D virus (HDV) in
blood donors, patients on hemodialysis
in Surabaya Indonesia. Microbiol
Immunol. 2003;47:969-75.
24. Sırmatel F, Sırmatel Ö, Usalan C,
Barlıoğlu C. Hemodializ Hastalarında
Viral Hepatit B ve C Seroprevalansı.
İnfek Derg. 2008;22:23–8.
25. Quadi AA, Tamin A, Ameen G.
Hepatitis B and hepatitis C virus
prevalance among dialysis patients in
Bahrain and Saudi Arabia: a survey by
serologic and molecular methods. Am J
Infect Control. 2004;32:493–500.
26. Kaygusuz ÖT. Kronik Hemodiyaliz
Hastalarında HBsAg ve Anti-HBs
Seroprevalansı. FÜ. Sağ. Bil. Derg.
2003;21:55-7.
17
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi 2011;3(2):18-28
Olgu Sunumu
Gürlek ve ark.
Akut Mediastinitler
Acute Mediastinitis
1
Kürşat Gürlek, 1Ali Yeğinsu, 1Makbule Ergin
1
Gaziosmanpaşa Üniversitesi
Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi
Anabilim Dalı, Tokat
Yazışma Adresi:
Dr. Kürşat Gürlek
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp
Fakültesi, Göğüs Cerrahisi
Özet
Akut mediastinitler en sık özofagus perforasyonu, açık kalp
cerrahisi ve orofaringeal enfeksiyonlar sonucu gelişirler.
Nadir görülmesine rağmen yüksek mortalite oranları ile
klinik önemini korumaktadırlar. Klinik olarak ateş, göğüs
ağrısı, nefes darlığı ile seyrederler. Radyoloji en önemli tanı
aracıdır. Tedavi etyolojiye göre değişse de erken tanı ve
drenajın önemi büyüktür. Makalemizde akut mediastinitlerin
etyolojisi, kliniği, tanı ve güncel tedavisi yanında klinik
olgularımızı da sunduk.
Anahtar Kelimeler: Mediastinit, özofagus perforasyonu,
orofaringeal enfeksiyon.
Abstract
Acute mediastinitis most frequently occurs as a result of
osephageal perforation, open heart surgery and
oropharyngeal infections. Mediastinitis are rare but still an
important clinical issue because of their higher mortality
rates. Clinically, it occurs with fever, chest pain and dsypne.
Radiology is the main diagnostic tool. Treatment options
vary according to etiology nevertheless early diagnosis and
drainage have a great importance. In this paper, we
represented the etiology, clinic, diagnosis, and actual
treatment of acute mediastinitis and our clinic cases too.
Keywords:
Mediastinitis,
osephagus
perforation,
oropharyngeal infection.
Anabilim Dalı. 60100, Tokat.
E-mail:[email protected]
GSM: 505 5356027
18
Giriş
Mediastinal yapıları saran ve
intraplevral boşluğu dolduran bağ dokunun
iltihabı olarak tanımlanan akut mediastinit
çok sık olarak karşımıza çıkmasa da yüksek
mortalite oranı ile mediasten hastalıkları
arasında önemli bir yere sahiptir (1).
Makalemizde akut mediastinitin etyolojisi,
kliniği, tanı ve güncel tedavisi ayrıntılı
olarak
ele
alınmış,
bugüne
kadar
karşılaştığımız
klinik
olgularımız
sunulmuştur.
Etyoloji
Akut mediastinitler en sık özofagus
perforasyonları ve kardiak cerrahi sonrasında
görülmekle birlikte travma veya bronkoskopi
sırasında oluşan trakea perforasyonu,
mediastene invaze olan bir tümör,
mediastinal lenf nodlarında süpüratif
enfeksiyon, baş-boyun cerrahisi sonrası veya
orofarenksteki enfeksiyonunun fasiyal katlar
arasından mediastene yayılması sonucu
görülebilir (2). Akut mediastinitin etyolojik
sınıflaması Tablo I’de gösterilmiştir.
Tablo I. Akut mediastinitin etyolojisi
1-Özofagus perforasyonu
A- İyatrojenik
Dilatasyon işlemleri
Stent uygulamaları
Özofagoskopi
Skleroterapi
B- Spontan
Boerhaave Sendromu
Aşırı ıkınma
Gebelik
Doğum
C- Yabancı cisim yutulması
D- Travma
Künt
Penetran
E- Cerrahi sonrası
İnfeksiyon
Anastomoz kaçağı
Tümör erozyonu
2-Sternotomi insizyonunun derin
enfeksiyonları
3-Orofarinks ve boyun enfeksiyonu
Diş enfeksiyonları
Ludwig anginası
Retrofaringeal apse
Süpüratif lenfadenit
Travmatik entübasyon
4- Trakeobronşiyal rüptürler
5-Akciğer ve plevra enfeksiyonları
6-Subdiyafragmatik enfeksiyonlar
7-Kot veya vertebra osteomyeliti
8-Hematojen veya metastatik apse
1- Özofagus Perforasyonu
Spontan, travma sonucu veya tümöral
oluşumlar sonucu özofagus bütünlüğünün
bozulmasıyla mide içeriği ve ağız florasının
mediastinal plevral enflamasyona ve
enfeksiyona ardından da sepsise neden
olması ile oluşan morbiditesi ve mortalitesi
(%15-30) yüksek bir klinik tablodur (3).
Gimenez tarafından 114 hasta ile yapılan
çalışmada
özofagus
perforasyonlarının
%55’i iyatrojenik nedenlerle, %15’i spontan,
%14’ü yabancı cisimle ilişkili, %10’u ise
travma
sonucu
oluşmuş
şeklinde
raporlanmıştır (4).
İyatrojenik peforasyonlar endoskopik
işlemler
(özofagogastroduodenoskopi,
dilatasyon, skleroterapi band ligasyon, stent
uygulamaları)
sonucunda,
cerrahi
müdahaleler sırasında ve invaziv radyolojik
girişimler (TEE) esnasında oluşabilir
Nadiren sivri kemik parçalarının (balık
kılçığı, tavuk kemiği gibi) yutulması da
19
özofagus perforasyonlarına yol açabilir
(2,4,5).
Neoplastik perforasyonlar primer
özofagus
karsinomlarından
kaynaklanabileceği gibi akciğer kanserinin
özofagus yayılımı sonucu da görülebilir.
Şiddetli öğürme ve kusma sonucu spontan
özofagus rüptürleri oluşabilir ve bu klinik
tablo
Boerhaave
Sendromu
olarak
isimlendirilir (2,6).
Özofagus perforasyonlarının %33%75’i iyatrojeniktir. Bu yüksek oranın
sebebi özofagus pasajının gün geçtikçe tanı
ve
tedavi
anlamında
daha
çok
kullanılmasıdır. Özofagus perforasyon riski
fleksibl
özofagogastroduodenoskopide
%0.03 ve rijit endoskopide ise %0.1-%0.4
gibi tolere edilebilecek değerlerde olmasına
rağmen
işleme
tedaviye
yönelik
prosedürlerin eklenmesi ile oran %17 gibi
yüksek değerlere ulaşabilir (5).
Perforasyonlar en sık özofagusun
daraldığı cricopharyngeus seviyesinde olur.
Genelde bu düzeyde Zenker divertikülleri ve
servikal osteofitlerin de yerleşmesi bu
olasılığı daha da arttırmaktadır. En sık 2.
alan ise hiatusta özofagusun açılandığı,
özofagial weblerin, ringlerin, striktürlerin,
hiatal hernilerin sık görüldüğü alt özofagus
sfinkterinin proksimalidir (5,7).
Wychulis’in 33 hasta ile yaptığı bir
çalışmada hastaların %75’i ağrı, ateş,
subkutanöz amfizem triadı ile başvurmuş
(8). Bu triada ilave olarak kusma,
hipotansiyon, sespsis gibi spesifik olmayan
semptomlarda
görülebilir.
Krepitasyon
servikal özofagus hasarı olan hastalarda
%70, torasik özofagus hasarı olanlarda ise
%30 oranında görülür (2,9,10).
Özofagus
perforasyonlarında
hastanede yatan, entübe edilmiş, proton
pompa inhibitörü kullanan, immunsuprese,
antibiyotik kullanan ve genel durumu kötü
hastalarda
en
sık
izole
edilen
mikroorganizmalar Gram negatif basiller,
stafilokok aureus ve mayalar iken genel
durumu
iyi
hastalarda
streptekok,
haemophilus ve anaeroblar etkendirler (5).
PA
akciğer
grafide
pnömomediastinum, pnömotoraks ve plevral
efüzyon görülebilir. Baryumlu özofagus
grafiler tanıya yardımcıdır. Kontrast
maddenin ekstravazasyonu kesin tanıyı
koydursa da baryum grafilerin %10 yanlış
pozitifliği
mevcuttur.
Bu
durumda
bilgisayarlı tomografi (BT) tanıya yardımcı
olabilir. Özofagus perforasyonlarında BT’de
direk grafi bulgularına ek olarak özofagus
duvarında kalınlaşma, alt servikal ve
mediastinal alanlarda sıvı kolleksiyonu,
içirilen opak maddenin lümen dışına
çıkması, ve olguların %92’sinde lümen
dışında hava görülebilir (11).
Erken
tanı
konan
özofagus
perforasyonlarında ilk 24 saat içinde primer
onarım yapılabilir ve %80 başarılı olur. Geç
tanı konduysa tedavide oral alımın kesilmesi,
yeterli drenajın sağlanması, etkin geniş
spektrumlu
antibiyotik
tedavisinin
başlanması ve jejunostomi veya total
parenteral nutrisyon ile beslenmenin
sağlanması önemlidir (7,12).
Cameron
ve
arkadaşları
asemptomatik seyreden veya minimal
semptom veren perforasyonlara, özofagus
arkasında iyi drene olan perforasyonlara,
mediasten içine sınırlı perforasyonlara ve
minimal sepsis mevcutsa non-operatif tedavi
önermişlerdir (13). Non-operatif tedavide
hasta yatırılarak 7-14 gün parenteral geniş
spektrumlu antibiyotik tedavisi yapılır,
plevral efüzyon drene edilir, total parenteral
20
nutrisyon sağlanır ve eğer takılabilirse
nazogastrik sonda takılır. Tüm bunlara
rağmen şayet ilk 24 saat içinde düzelme
gözlenmez ise yine cerrahi düşünülmelidir
(14).
Özofagus
perforasyonlarında
uygulanabilecek cerrahi prosedürleri primer
onarım, rezeksiyon, ayırma ve cilde
ağızlaştırma gibi majör cerrahi seçenekler ve
perforasyonun drenajı ve irrigasyonu, drenaj,
T-tüp drenaj gibi minör seçenekler olarak
sınıflayabiliriz (3).
2-Postoperatif Mediastinit
Postoperatif mediastinit sıklığı farklı
çalışmalarda %0.2 ile %8 arasında değişen
mortalitesi ise %50’lere çıkabilen bir kardiak
cerrahi komplikasyonudur (15).
İnsulin bağımlı diyabetes mellitus,
kronik obstrüktif akciğer hastalığı gibi ek
patolojiler sigara kullanımı, daha önce
sternotomi yapılmış olması, ileri yaş, uzamış
ventilasyon, uzun operasyon süresi, kanama
kontrolü için yeniden eksplorasyon, bileteral
internal mamarian arterin kullanımı, obezite,
bonewax ve koter kullanımı mediastinit
riskini arttıran faktörlerdir (2,16,17,18).
En sık izole edilen etkenler %50%80 ile S.aureus ve S.epidermitis’tir (16).
Klinik olarak ağrı, hassasiyet ısı artışı gibi
enfeksiyona ait lokal semptomlara ilave
olarak ateş, sepsis, sedimentasyonda ve
beyaz küre sayısında artış gibi sistemik
bulgularda izlenebilir (2).
Postoperatif mediastinit tedavisinde
antibiyoterapiye ilave olarak sternum ve
cildin açık bırakılarak debridman ve
pansumanlarla
enfeksiyonun
düzeltilmesinden sonra sekonder kapatma
veya debridmanla birlikte tüp drenajı ve
antibiyotik/antiseptikli
solüsyonlarla
mediastenenin yıkanması tercih edilebilir.
Bu tedavilere rağmen sternum arkasında
oluşan ölü boşluk nedeniyle enfeksiyon
kronikleşirse sternum rezeksiyonu ile birlikte
rektus kası, pektoral kas ve omentumun
transpozisyonu
ile
oluşturulan
greft
uygulamaları
kullanılabilir.
Estetik
görünümün bozulması veya internal
mammarian arterin ve superior epigastrik
arterin bağlanması/trombozu nedeniyle
kaslar yerine omentum kullanımı daha çok
tercih edilir (19,20).
Vacuum assisted closure (VAC)
postoperatif mediastinitlerin tedavisinde
1997 yılından itibaren enfekte sekresyonların
uzaklaştırılması,
ödemin
azaltılması,
dolaşımın arttrılması,
granülasyonu
hızlandırılması amaçlı kullanılmaktadır.
(15,21)
3-Desendan
Mediastinit
Nekrotizan
Odontojenik enfeksiyonlar (%40),
retrofaringeal apseler (%14), peritonsiller
apseler (%11), servikal lenfadenitis (%7),
klavikular osteomyelitis (%7), endotrakeal
entübasyon sırasında iyatrojenik nedenlerle
(%7) ve dış kaynaklı travmalar sonucu
desendan nekrotizan mediastinit (DNM)
oluşabilir(1,22). Adı geçen enfeksiyonların
boyundan mediastene yayılmaları için 3 ana
yol vardır. Bunlar:
Retrofaringeal alan, perivasküler alan
ve pretrakeal alanlardır. Retrofaringeal
boşluk DNM’lerin %70’inden sorumlu olan
en önemli yayılım yoludur(23). Endo ve
arkadaşları DNM’leri radyolojik bulgulara
göre Tip 1 fokal ve Tip 2 diffüz şeklinde
klasifiye etmişlerdir. Tip 1 fokal tipte
21
enfeksiyon süperior mediastende trakea
bifurkasyonunun üzerindedir. Diffüz tipi ise
inferior anterior mediastene sınırlı ise Tip 2a
posterior mediastene ulaşmış ise Tip 2b
şeklinde tanımlamışlardır (24).
En sık izole edilen etken β-hemolitik
streptekoklar’dır.
Daha
nadir
olarak
prevotella, peptostreptekok, fusobakteriyum,
veiloonella,
aktinomiçes,
bakteriodes,
stafilokok ve α-hemolitik streptekoklar
bildirilmiştir (25,26).
3.1 Tanı
DNM’in tanısında Estrera ve
arkadaşları 4 kriter tanımlamıştır:
1. Şiddetli orofaringeal enfeksiyon
bulguları
2. Hava sıvı seviyeleri ile birlikte
olabilen retrovisseral boşluğun genişlemesi,
trakeanın öne yer değiştirmesi, mediastinal
amfizem varlığı, servikal lordozun kaybı gibi
mediastinitin klasik bulguları.
3. Cerrahi girişimde veya otopsi
esnasında
nekrotizan
mediastinitin
gösterilmesi
4.
Mediastinitin
orofaringeal
enfeksiyonla bağlantısının gösterilmesi (27).
Klinik olarak hastalarda tutulum
yerine göre değişmekle beraber üşüme
titreme, yüksek ateş, taşikardi, dispne, kuru
öksürük, retrosternal ağrı, hipotansiyon,
disfaji, odinofaji, disfoni, rejürjitaston,
boyunda ödem ve trismus görülebilir
(1,26,28).
3.2 Radyoloji
Direk
genişleme,
pnömotoraks
grafilerle
mediastende
pnömomediastinum,
ya da hidropnömotoraks
saptanabilir (2). Fakat enfeksiyonun ileri
döneminde bulgu verirler ve bu zaman kaybı
artmış mortalite olarak prognoza yansır.
Erken tanı ve tedavi takibinde BT önemli rol
oynar. DNM’in BT bulguları aşağıda
verilmiştir (29).
DNM’in tomografi bulguları:
1. Yağ doku yoğunluğunda artış
(>25 UH)
2. Myozit
3. Servikal lenfadenopati
4. Mediastende sıvı koleksiyonları
5. Plevral
veya
perikardiyal
efüzyon
6. Vasküler tromboz
7.
3.3 Komplikasyonlar
DNM’in esas komplikasyonu çeşitli
çalışmalarda sepsis ve ampiyem olarak
belirtilmiştir.
Pnömoperitoneum,
pnömotoraks, ampiyeme dönüşen plevral
efüzyonlar, perikardit, internal juguler ven
trombozu ve karotis pseudoanevrizması gibi
vasküler komplikasyonlar, 9.-10.-12. kranial
sinir tutulumu daha nadir olarak görülebilir
(26,30,31).
3.4 Tedavi
Antibiyotik tedavisine aerop ve
anaerop etkinliği olan ajanlarla kültür
sonucu beklenmeden başlanmalıdır ve
mutlaka cerrahi drenaj yapılmalıdır. Ampirik
tedavide
piperasilin
tazobaktam
ve
vankomisin kombinasyonu uygun bir tercih
olabilir alternatif olarak klindamisin ve
seftriakson/seftazidim
kullanılabilir.
Penisilin alerjisi olan hastalarda kinolon ve
klindamisin verilebilir. Kültür antibiyograma
göre tedavi yeniden şekillendirilebilir.
22
Tedavide adjuvan olarak hiperbarik oksijen
kullanımını öneren yayınlarda mevcuttur
(1,26,32). Cerrahi drenajın ne şekilde olacağı
farklı çalışmlarda farklı şekillerde tarif
edilmiştir.
Estrera
ve
arkadaşlarının
sınıflamasına göre cerrahiyi şekillendirecek
olursak Tip 1 (fokal) yani enfeksiyon önde
trakeal bifurkasyondan arkada 4. torakal
vertebradan güçen düzlemin üzerinde ise
servikal yaklaşımla mediastenin drenajı
önerilir. Eger Tip 2 diffüz yaylım söz konusu
ise servikal yaklaşıma, substernal insizyon,
VATS, torakotomi, clamshell insizyonu gibi
prosedürlerden
birini
ilave
ederek
mediastinal plevranın drenajı sağlanmalıdır
(33,34). DNM’te VATS kullanımı ilk kez
Roberts tarafından yayınlanmıştır (35). Çoğu
yazar servikal yaklaşım ve torakotomi
kombinasyonunu önerse de torakotomi
yerine
VATS’ın
kullanımını
öneren
yayınlarda mevcut (25,36,37). Daha az
invaziv olması, postoperatif ağrının az
olması,
solunum
fonksiyonlarını
kısıtlamaması,
plevral
perikardiyal
mediastinal efüzyon drenajını sağlaması ve
tüm toraks için yeterli görüş sağlaması
VATS’ın tercih edilme sebebidir. Iyoda
VATS ile apse kavitesinin büyük
damarlardan ayrılmasının zor olduğunu
belirtse de Son püy drenajının yeterli olduğu
belirtmiştir (33,38).
Çoğu olguda
torakoskopinin torakotomi kadar efektif
olduğu belirten yayınlar mevcuttur (34,39)
Trakeostomi
konusunda
ise
hemen
açılmasını savunanlar varsa da çoğu yazar
hemen açılmasına gerek olmadığı uzamış
entübasyon, faringeal apse, trakea duvarında
inflaamasyon, solunum güçlüğü durumunda
ihtiyaç halinde açılması yönünde görüş
belirtmiştir (1,27,36).
3.5 Prognoz:
Mediastinitler
hakkında
antibiyotiklerin kullanıma geçmesinden önce
yayınlanan 110 hastalık ilk seride Pearse
%55 mortalite saptamıştır (23). Bu oran
cerrahi olarak tedavi edilen hastalarda %35
olarak bulunmuşken cerrahi olmadan tedavi
görenlerde %86 şeklinde oldukça fatal
seyretmiştir. 1960-1980 yılları arasını
kapsayan
Estrera
tarafından
yapılan
çalışmada %40 mortalite oranı saptanmıştır
(27). Sonraki 10 yıl için yayınlanan 20
hastalık seride %25 mortalite saptanmış (26).
Mortalite oranlarında ki iyileşmenin en
önemli nedeni BT’nin sık ve yaygın
kullanımına bağlı erken tanı ve tedavidir.
Günümüzde
%15.4
mortalite
oranı
mevcuttur (12). HIV enfeksiyon sıklığının
artması, immunsupresyon sağlayan ilaçların
kullanımı ve DM gibi hastalıklar mortalite
oranlarının hala yüksek seyretmesinde rol
oynar (17,22).
Klinik Deneyimlerimiz
Kliniğimizde bugüne kadar DNM
tablosu ile tedavi edilen iki hastayı kısaca
sunmak istiyoruz.
Olgu 1
Altmış dört yaşında erkek hasta 6
gün süren ve tedavi edilmeyen diş apsesi
nedeni ile dış merkezde hospitalize edilmiş.
Dört gün antibiyotik tedavisi verilen hasta
klinik tabloda düzelme olmaması nedeniyle
çekilen boyun BT’de derin boyun
enfeksiyonu tespit edilerek kliniğimize sevk
edilmiş.
Hasta oldukça septik görünümlüydü
ve boyun bölgesinde ağız tabanı ile ilişkili
nekrotik bir cilt defekti mevcuttu. Aynı gün
23
KBB bölümünce boyundaki lezyon için
debritman yapıldı. Ertesi gün çekilen Toraks
BT’sinde mediastinit tespit edildi (Resim 1).
Resim 2. Operasyon sonrası 13. günde
hastanın sol hemitoraksında lokülasyon,
sağda minimal reaksiyonel effüzyon
görülmektedir.
Resim 1. Toraks BT’de mediastinal yapıları
saran ve içerisinde hava boşlukları olan
mediastinit görüntüsü dikkati çekmektedir.
Hastaya sol lateral torakotomi
yapıldı. Mediastinal plevra açıldı ve drenaj
sağlandı. Mediastene 28F tüp konup aynı
seansta hastaya trakeostomi açıldı ve işleme
son verildi. Yapılan takiplerinde postoperatif
13. gün sol hemitoraksta 11x55 cm loküle
ampiyem poşu (Resim 2) göğüs tüpü ile
drene edildi. Hasta 39 günlük yatışın
sonunda şifa ile taburcu edildi. Hastanın 3 ay
sonraki kontrolünde bir sorun saptanmadı.
Olgu 2
Kırk dokuz yaşında erkek hasta
fasiyal bölgede lokalize edilemeyen ağrı ve
ateş nedeni ile analjezik kullanmış ancak
şikayetlerinin artması üzerine hekime
başvurmuş. Antibiyotik tedavisi başlanan
hasta yutma güçlüğünün de tabloya
eklenmesi sonucu hospitalize edilmiş ve
boyun BT’sinde derin boyun enfeksiyonu
tespit edilerek hastanemize sevk edilmiş.
Kulak burun boğaz kliniğinde yatırılarak
kliniğimizce konsülte edilen hastanın çekilen
toraks BT’sinde boyun ve ön mediastende,
özofagus, trakea ve mediastinal yapıları
saran mediastinit ve bilateral plevral ve
perikardiyal effüzyon (Resim 3 ve 4) tespit
edilerek acil operasyona alındı.
24
Resim 3. Mediastinal yapıları saran,
özellikle
anterior
mediastende
abse
formunda gelişim gösteren mediastinal
enfeksiyon.
Postop 15.gün anterior mediasten ve
plevrada lokülasyonlar görüldü (Resim 5).
Mediastinotomi ve VATS ile delokülasyon
ve drenaj yapıldı. Sağdaki efüzyon göğüs
tüpü ile boşaltıldı. Postoperatif 35. günde
hasta taburcu edildi. Üç ay sonraki
kontrolünde hasta sorunsuzdu.
Resim 5. Operasyon sonrası 15. günde
çekilen toraks BT’de drenajın yetersiz
olduğu, mediastinal enfeksiyonun azalmakla
birlikte devam ettiği, plevral effüzyonda artış
olduğu gözlenmektedir.
Resim 4. Aynı hastaya ait toraks BT’nin
ilerleyen
karelerinde
mediastinal
enfeksiyona bilateral plevral ve perikardial
effüzyonun da eşlik ettiği görüldü.
Olgu 3
Suprajuguler
insizyonla
mediastinoskopik drenaj yapıldı. VATS ile
mediastinal plevra açılarak drene edildi.
Plevral effüzyon boşaltıldı. Mediastinal ve
plevral tüpler yerleştirilerek işleme son
verildi.
Tiroid kanseri nedeni ile total
tiroidektomi, bileteral boyun diseksiyonu ve
trakeostomi yapılan 78 yaşındaki kadın
hastada postoperatif 9. gün yüksek ateş ve
kliniğinin bozulması nedeni ile çekilen
toraks BT’de sağda juguler, brakiosefalık ve
subklavian venlerin posteriorunda trakea ve
özofagusun lateralinde yaklaşık 4x3x5 cm
boyutlarında içerisinde hava dansiteleri
bulunan ve periferal konstrast tutulumu olan
apse ile uyumlu görünüm saptandı (Resim
6). Hastaya acil olarak VATS ile apse
25
drenajı yapıldı. Apse duvarı açık bırakıldı.
Bir hafta sonra çekilen Toraks BT’de aynı
bölgede 22x13 mm boyutlarında apse poşu
saptanması üzerine hastaya tekrar VATS ile
drenaj yapıldı (Resim 7).
Resim 6. Toraks BT’de trakeaa ve
özofagusun
lateralinde
4x3x5cm
boyutlarında hava dansiteleri içeren ve
periferal kontrast tutulumu izlenen apse ile
uyumlu görünüm.
Resim 7. Aynı hastaya ilk operasyondan 1
hafta sonra çekilen Toraks BT’de daha
küçük olmakla birlikte aynı lokalizasyonda
apse poşunun devam ettiği görüldü.
Operasyon sonrası enfeksiyon kliniği
hızla düzelen hasta sorunsuz taburcu edildi.
Üç ay sonraki toraks BT ile kontrolünde
patoloji saptanmadı.
Kaynaklar
1. Cirino LM, Elias FM, Almeida JL.
Descending mediastinitis: a review.
Sao Paulo Med J. 2006;124:285-90.
2. Akman C, Kantarci F, Cetinkaya S.
Imaging
in
mediastinitis:
a
systematic
review
based
on
aetiology. Clin Radiol. 2004;59:57385.
3. Yenigün B, Çelik A, Cangıra K
Özofagus yaralanmaları. TTD Toraks
Cerrahisi Bulteni. 2010;1:60-74.
4. Giménez A, Franquet T, Erasmus JJ,
Martínez S, Estrada P. Thoracic
complications
of
esophageal
disorders.
Radiographics.
2002;22:247-58.
5. Bhatia NL, Collins JM, Nguyen CC,
Jaroszewski DE, Vikram HR,
Charles JC. Esophageal perforation
as
a
complication
of
esophagogastroduodenoscopy.
J
Hosp Med. 2008;3:256-62.
6. Kotzampassakis N, Christodoulou M,
Krueger T, Demartines N, Vuillemier
H, Cheng C, et al. Esophageal leaks
repaired by a muscle onlay approach
in the presence of mediastinal sepsis.
Ann Thorac Surg. 2009;88:966-72.
7. Liman
ŞT,
Taştepe
Aİ.
Mediastinitler. Ökten İ, Güngör A,
Göğüs Cerrahisi 1. Baskı. Ankara.
Sim Matbaacılık 2003;1143-53.
8. Wychulis AR, Fontana RS, Payne
WS. Instrumental perforations of the
26
esophagus. Dis Chest. 1969;55:1849.
9. Duncan M, Wong RK. Esophageal
emergencies: things that will wake
you
from
a
sound
sleep.
Gastroenterol Clin North Am.
2003;32:1035-52.
10. Sullivan M, Berry BE, Ferrante WA.
The radiologist in prevention and
diagnosis of instrumental perforation
of the esophagus. South Med J.
1974;67:830-6.
11. Carrol CL, Jeffrey RB Jr, Federle
MP, Vernacchia FS. CT evaluation
of mediastinal infections. J Comput
Assist Tomogr. 1987;11:449-54.
12. Liptay MJ, Kim AW. Acute and
chronic mediastinal infections. In:
Shields TW, LoCicero IIIJ, Reed CE,
Feins RH. General thoracic Surgery.
7th edition. Philedelphia: Wolters
Kluwer/Lippincott illiams&Wilkins.
2009;2181-94.
13. Cameron JL, Kieffer RF, Hendrix
TR, Mehigan DG, Baker RR.
Selective nonoperative management
of contained intrathoracic esophageal
disruptions. Ann Thorac Surg.
1979;27:404-8.
14. Erdoğan A, Öz N, Sarper A, Dertsiz
L, Demircan A, Işın E Özofagus
perforasyonları; 11 olgunun analizi.
GKDC Dergisi. 1999;7:57-62.
15. Schimmer C, Sommer SP, Bensch M,
Elert O, Leyh R. Management of
poststernotomy
mediastinitis:
experience and results of different
therapy
modalities.
Thorac
Cardiovasc Surg. 2008;56:200-4.
16. Baskett RJ, MacDougall CE, Ross
DB. Is mediastinitis a preventable
complication? A 10-year review.
Ann Thorac Surg. 1999;67:462-5.
17. Novellas S, Kechabtia K, Chevallier
P, Sedat J, Bruneton JN. Descending
necrotizing mediastinitis: a rare
pathology to keep in mind. Clin
Imaging. 2005;29:138-40.
18. Falagas ME, Rosmarakis ES.
Recurrent
post-sternotomy
mediastinitis. J Infect. 2006;52:1514.
19. Kutsal A, İbrişim E, Çatav Z,
Taşdemir O, Rayazıt K Açık kalp
cerrahisinden
sonra
gelişen
mediastinit ve cerrahi tedavisi.
Türkiye
Klinikleri
Kardiyoloji.
1989;2:129-32.
20. Yalçınbaş YK, Erek E, Salihoğlu E,
Sarıoğlu T, Şenyuva C Mediastinit
tedavisinde hemirektus flebi ve
bilateral pektoral kas kaydırma
tekniği. Türk Göğüs Kalp Damar
Cerrahisi Dergisi. 2002;10:118-9.
21. Grauhan
O,
Navarsadyan A,
Hussmann J, Hetzer R. Infectious
erosion of aorta ascendens during
vacuum-assisted
therapy
of
mediastinitis. Interact Cardiovasc
Thorac Surg. 2010;11: 493-4.
22. Pierce TB, Razzuk MA, Razzuk LM,
Luterman DL, Sutker WL. Acute
mediastinitis.Proc. 2000;13:31-3.
23. Pearse HE. Mediastinitis following
cervical suppuration. Ann Surg.
1938;108:588-611.
24. Endo S, Murayama F, Hasegawa T,
Yamamoto S, Yamaguchi T, Sohara
Y, et al. Guideline of surgical
management based on diffusion of
descending necrotizing mediastinitis.
27
Jpn J Thorac Cardiovasc Surg.
1999;47:14-9.
25. Makeieff M, Gresillon N, Berthet JP,
Garrel R, Crampette L, Marty-Ane C,
et al. Management of descending
necrotizing
mediastinitis.
Laryngoscope. 2004;114:772-5.
26. Alsoub H, Chacko KC. Descending
necrotising mediastinitis. Postgrad
Med J. 1995;71:98-101.
27. Estrera AS, Landay MJ, Grisham JM,
Sinn DP, Platt MR. Descending
necrotizing
mediastinitis.
Surg
Gynecol Obstet. 1983;157:545-52.
28. 28- Mitjans MS, Sanchís JB, Padro
XB, García I, Garolera JM, Garay
MR.
Descending
necrotizing
mediastinitis. Int Surg. 2000;85:3315.
29. Scaglione M, Pinto A, Giovine S, Di
Nuzzo L, Giuliano V, Romano L. CT
features of descending necrotizing
mediastinitis--a
pictorial
essay.
Emerg Radiol. 2007;14:77-81.
30. Mahmodlou R, Abbasivash R.
Successful treatment of descending
necrotizing
mediastinitis
with
hemorrhagic complication. Tuberk
Toraks. 2010;58:188-91.
31. Alexander DW, Leonard JR, Trail
ML. Vascular complications of deep
neck abscesses. A report of four
cases. Laryngoscope. 1968;78:36170.
32. Watanabe S, Kariatsumari K,
Sakasegawa K, Nakamura Y, Sakata
R. A new combined surgical
procedure for severe descending
necrotizing
mediastinitis
with
bilateral
empyema.
Thorac
Cardiovasc Surg. 2002;50:308-10.
33. Son HS, Cho JH, Park SM, Sun K,
Kim KT, Lee SH. Management of
descending necrotizing mediastinitis
using minimally invasive videoassisted thoracoscopic surgery. Surg
Laparosc Endosc Percutan Tech.
2006;16:379-82.
34. Turhan K, Samancılar Ö, Çakan A,
Çağırıcı U. Minimally İnvasive
Surgery For Descending Necrotizing
Mediastinitis. Tur Toraks Der.
2010;11:44-6.
35. Roberts JR, Smythe WR, Weber RW,
Lanutti M, Rosengard BR, Kaiser
LR. Thoracoscopic management of
descending necrotizing mediastinitis.
Chest. 1997;112:850-4.
36. Kiernan PD, Hernandez A, Byrne
WD, Bloom R, Dicicco B, Hetrick V,
et
al.
Descending
cervical
mediastinitis. Ann Thorac Surg.
1998;65:1483-8.
37. Gülhan E, Sarıca E, Topçu E, Topçu
S, Alper A, Kurul C Desendan
Nekrotizan
Mediastinit:
Olgu
Sunumu.
Solunum
Hastalıkları.
2002;13:218-20.
38. Iyoda A, Yusa T, Fujisawa T,
Mabashi T, Hiroshima K, Ohwada H.
Descending necrotizing mediastinitis:
report of a case. Surg Today.
1999;29:1209-12.
39. Min HK, Choi YS, Shim YM, Sohn
YI, Kim J. Descending necrotizing
mediastinitis: a minimally invasive
approach
using
video-assisted
thoracoscopic surgery. Ann Thorac
Surg. 2004;77:306-10.
28
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi 2011:3(2):29-31
Olgu Sunumu
Armağan ve ark.
Delirium Due to Hypocalcemia
Hipokalsemiye bağlı gelişen Deliryum
1
Hamit Hakan Armağan, 2Emrah Uyanık, 3Hasan Erçelik, 2Hayri Eliçabuk
Özet
Deliryum, akut başlangıçlı ve değişmiş mental
1
Isparta Devlet Hastanesi, Acil
durum ile karakterize bir klinik sendromdur.
Deliryum hastaneye yatırılan yaşlıların % 14-
Servisi.
2
56’sında görülür. Bu yazıda, hipokalsemiye bağlı
Pamukkale
Üniversitesi,
Tıp
deliryum gelişen 78 yaşında bir kadın olgu sunuldu
ve konu güncel literatür bilgileri ile tartışıldı.
Fakültesi, Acil Tıp Anabilim Dalı,
Anahtar
Denizli.
hipokalsemi, geriatri
3
Ağrı
Devlet
Hastanesi,
Kelimeler:
Acil
servis,
deliryum,
Abstract
Acil
Servisi.
Delirium
is
a
neuropsychiatric
syndrome
characterized by the acute onset and fluctuating
course of globally altered mental status. Delirium
occurs in 14–56% of elderly hospitalized medical
patients. In this case, 78 year-old female in a
Yazışma Adresi:
delirium state due to hypocalcemia discussed by the
current literature.
Dr. Emrah Uyanık
Adres: Pamukkale Üniversitesi Tıp
Keywords:
Emergency
department,
delirium,
hypocalcemia, elderly
Fakültesi, Acil Tıp Anabilim Dalı
Kınıklı/Denizli
Tel:02584440728
E mail:
[email protected]
29
Introduction
Delirium is a neuropsychiatric
syndrome characterized by the acute onset
and fluctuating course of globally altered
mental status. Delirium occurs in 14–56%
of elderly hospitalized medical patients (1).
The leading cause of delirium include
sepsis and metabolic abnormalities (2).
Delirium secondary to hypocalsemia
usually occurs due to the usage of
magnesium sulfate in pregnancy (3,4). In
this case, 78 year-old female in a delirium
state due to hypocalcemia discussed by the
current literature.
Case Report
78-year-old female patient was
brought to our emergency department
because of confusion. On neurological
examination; there was no orientation and
cooperation also no neurological deficit is
present. vital signs were as follows: pulse,
68 beats per minute; respiratory rate 22 per
minute; blood pressure, 107/54 mm Hg;
O2 saturation 96% in room air; body
temperature, 36.5°C. Her Glasgow coma
scale was 15. Pupils were 4 mm reactive.
Her lungs had equal and good air entry
without any pathological sounds. He was
with normal heart sounds and a regular
rhythm;peripheral pulses were good
volume and brisk capillary refill,and no
pulse deficit was noted . Other systemic
examinations were normal.In psychiatric
evaluation patient diagnosed as a delirium
according to (Diagnostic and Statistical
Manual of Mental Disorders - IV) DSM
IV. Chemical studies in the emergency
department; Ca:6.2 mg/dl (Ca:8.5-10.8
mg/dl) other chemicals were normal. Brain
CT
scan
was
normal.
Electroencephalography
(EEG)
were
normal. State of delirium in patients who
were thought to be caused by
hypocalcemia.
Patient
treated
for
hypocalcemia. Six hours after treatment
showed improvement in the patient's
delirium state. Control chemical studies
were Ca: 7.5 mg/dl. The patient was
hospitalized.
After
hospitalization
chemical studies were PTH: 15 pg/ml [1065 pg/ml], Ca:8.7 mg/dl.
Discussion
In emergency department, all of the
patients with delirium should be evaluated
for metabolic disorder. The etiology of
delirium in the elderly metabolic
abnormalities are in second place after
sepsis. The prevalence of delirium in
elderly emergency department patients was
9.6% (3). In this series, the rate of delirium
was 18.5% in emergency admissions,
similar to Kishi's series (16%) (6), but
emergency admission was not considered a
factor for delirium. Although delirium can
be experienced in all age groups, it has an
increased frequency at more advanced
ages. Risk factors determined for the
syndrome include: age, imbalance of
electrolyte, hypotension, hyperglycemia,
azotemia,
fever/hypothermia
and
infections, use of multiple drugs and
withdrawal of alcohol , male sex , severe
diseases such as cancer, cerebrovasculary
or cardiopulmonary disease, malnutrition
and burn , patients who have been operated
on and kept in ICUs, and psychosocial
environment
(6).
In
electrolyte
hyponatremia
is
often
(37%),
hypoglycemia
(35%),
hyperglycemia
(13%), and hypernatremia (11%) are
situations. Hypocalcemia is a rare anomaly
that most of these cases (2%) (2).
As risk factors, in our case patient
was elderly, multiple drug user,
30
cardiopulmonary disease, imbalance of
electrolyte as hypocalcemia. It is essential
that treatment of underlying cause in
delirium . After treatment of hypocalcemia
our patient delirium state improved.
Delirium is usually multifactorial and a fair
number of elderly patients develop
delirium. Most of the causes were treatable
and had a favorable outcome (83%) (2).
As a conclusion, metabolic
disturbances are the leading cause of
delirium in geriatric patients. However,
hypocalsemia as a rare cause of delirium
should be regarded beside the common
causes such as hypogliemia and
hyponatremia.
References
Ned
Tijdschr
Geneeskd.
2002;146:1453-6.
4. Omu AE, Al-Harmi J, Vedi HL,
Mlechkova L, Sayed AF, Al-Ragum
NS. Magnesium sulphate therapy in
women with pre-eclampsia and
eclampsia in Kuwait. Med Princ Pract.
2008;17:227-32.
5. Elie M, Rousseau F, Cole M, Primeau
F, McCusker J, Bellavance F.
Prevalence and detection of delirium
in elderly emergency department
patients. CMAJ. 2000;163:977–81.
6. Kishi Y, Iwasaki Y, Takezawa K,
Kurosawa H, Endo S. Delirium in
critical care unit patients admitted
through an emergency room. Gen Hosp
Psychiatry. 1995;17:371–9.
1. Feldman J, Yaretzky A, Kaizimov N,
Alterman P, Vigder C. Delirium in an
acute geriatric unit: clinical aspects.
Arch Gerontol Geriatr. 1999;28:37–44.
2. Khurana V, Gambhir IS, Kishore D.
Evaluation of delirium in elderly: a
hospital-based study. Geriatr Gerontol
Int. 2011;11: 467-73.
3. Ganzevoort JW, Hoogerwaard EM, van
der Post JA. [Hypocalcemic delirium
due to magnesium sulphate therapy in a
pregnant woman with pre-eclampsia].
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi 2011;3(2):32-35
Olgu Sunumu
Topçuoğlu ve ark.
31
Papillary Transitional Cell Carcinoma of the Bladder in an 11 Years Old Boy
Onbir Yaşındaki Çocukta Mesanenin Papiller Transizyonel Hücreli Karsinomu
1
Murat Topçuoğlu, 2Gökhan Hadi Komesli, 1Murat Çakan
Özet
Mesane kanseri erkeklerde en sık görülen 4. kanser olup erkekleri kadınlardan 3 kat daha fazla
etkilemektedir. Transizyonel karsinom olarakta bilinen ürotelyal karsinom tüm mesane kanseri tipleri
içerisinde en sık görüleni olup %902ın üzerinde bir orana sahiptir. Mesane kanserinin görülme sıklığı
yaşla artmaktadır ve olguların %90’ını 55 yaş üzeri olgular
oluşturmaktadır. Transizyonel hücreli kanser çocukluk
döneminde oldukça nadir olarak görülmektedir. Onbir
yaşındaki erkke çocuk ağrısız hematüri yaınması ile
1
kliniğimize başvurdu. Abdominal ultrasonografi mesane
Yıldırım Beyazıt Education
posterolateral duvarda yaklaşık 3x2 cm boyutlarında tümör
and Training Hospital
olduğunu gösterdi. Komplet transüretral tümör rezeksiyonu
2
yapıldı. Histopatolojik olarak tümörün lamina propria
Eskişehir Military Hospital
invazyonu olan düşük dereceli papiller transizyonel hücreli
karsinom olduğu anlaşıldı. Kontrol sistoskopide tümör
nüksünün olmadığı görüldü.
Anahtar kelimeler: Mesane, tümör, çocuk, tedavi
Abstract
Bladder cancer is the fourth most common cause of cancer
in males and affects men three times more frequently than
women. Urothelial carcinoma, also known as transitional
cell carcinoma, is the most common pathologic subtype of
bladder cancer and is seen in over 90% of all tumors. Its
incidence also increases with age, with 90% of cases
occurring in individuals over 55-years-old. Transitional cell
carcinoma of the bladder is a rare entity in childhood. A
Yazışma Adresi
11-year-old child having the symptoms of painless gross
hematuria was admitted to our clinic. Abdominal
Uzm. Dr. Gökhan Hadi
ultrasonography revealed a tumor located on the left
posterolateral wall measuring 3x2 cm. Complete
Komesli
transurethral resection of the lesion was performed.
Histopatologically, resected tumor was low grade papillary
transtional cell carcinoma with lamina propria invasion.
Eskişehir Asker Hastanesi,
Control cystoscopy showed no evidence of recurrence.
Key Words: Bladder, cancer, child, treatment
Üroloji Kliniği
Tel:05333020211
Introduction
Primary epithelial tumor of bladder
is very rare situation in childhood. Fewer
than 150 cases of pediatric TCC of the
bladder have been reported. In a study of
10000 cases of bladder epithelial tumors,
Javadpour and Mostofi (1) found only 3
cases under fifteen years old. A large serie
has decscribed the characteristics of these
tumors as low grade and low recurrence
32
rate (2). We present a case of a 11-year-old
boy with TCC of bladder.
Case Report
An
eleven–year-old
boy
complained of painless gross hematuria 3
months duration. There was no history of
trauma, exposure to carciogenic agents and
second-hand cigarette smoke, urinary tract
infection, bleeding tendecy His family
history was also negative for bladder
cancer. Past medical history was
unremarkable.
Urinalysis
revealed
hematuria
and
pyuria.
Physical
examination was unremarkable. The
cystogram phase of excretory urogram was
normal.
Abdominal
ultrasonography
showed an endovesical papillary lesion of
23x19 mm located on left posterolateral
wall. Cystoscopy under anesthesia revealed
a papillar 3x2 cm lesion adjacent to the left
ureteral orifice and transurethral resection
was performed. A single dose of 30 mg
epirubycin was instilled within 2 hours
after resection. Histopatologically, resected
tumor was low grade papillary transtional
cell carcinoma with lamina propria
invasion (Figure 1-4). One month after first
resection we performed repeat-TUR
operation. No new tumor was revealed.
Figure 2: Crowding of epithelial cell.
(HEx200).
Figure 3: Kİ-67 immunostaining (%1-2)
(Kİ-67x200)
Figure 1: Papillary configuration of tumor.
Hematoxylin-eosin stain.(HEx100).
33
Figure 4: Negative immunostaing of p53
antibody (p53x400)
Discussion
Primary bladder epithelial tumors
are uncommon in childhood and usually
mesodermal origin (2). As in adults, there
is a male dominance and exposure to
cigarettes may be associated with increased
risk (3). A review of the literature with 25
patients under 10 years old with TCC of
bladder revealed that only %3 of them had
lamina propria invasion and the recurrence
rates were very low (%2 to %5) (4).
Recurrence, invasion and death are rare but
reported (5). Because of low recurrence
rates and lack of invasion, ultrasound was
thought an apporiate follow-up procedure
for children with TCC of bladder. However
Paduano, and Chiella reported 3 cases of
which 2 had recurrence. Recurrence of
these tumors noted only at cystoscopy (6).
Cases of recurrence have been reported in
children at 2 months to 5 years after
treatment (6). Althougth majority of cases
in children have low recurrence rate, we
recommend follow-up of these patients
must contınue for 5 years because the
outside range for recurrences has been
reported as 5 years. Routine cystoscopic
follow-up at 3-month intervals for first
year must be preffered follow- up method
instead of abdominal ultrasonography.
Linn et al. studied the records of 73
patients with bladder tumor under 30 years
old and reported immunohistochemical
evidence
of
p53
gene
product
overexpression in the majority of cases,
regardless of stage (7). In our study none
of
tumor
cells
showed
nuclear
immunostaining with p 53 body.
Additionally, tumor had a Ki-67 index of
1-2%.
Studies investigating the
relationship between p53 ımmunostaining
and recurrence have given conflicting
results for superficial bladder cancer.
İkegami et al suggested that the
immunohistochemical study of p53
overexpression is a useful predictor for
tumor recurrence and prognosis in patients
with superficial bladder tumor with grade 3
(8). As a contrary study with 58 cases the
expression of p53 does not seem to offer
any prognostic information in predicting
either recurrence or progression over the
prognostic factors that are currently used in
clinical practice (9). İn the same study
Stavropoulos et al reported that Ki-67
proliferative index has an independent
validity in predicting those patients with
high risk superficial bladder tumors who
may recur in a short follow-up period. A
similar
relationship
of
Ki-67
overexpression to progression was not
detected. As a summary, clinical
significance
of
p53
and
Ki-67
immunochemical staining remains a topic
of debate. TCC of the bladder in chıldhood
is a relatively benign lesion, and agressive
treatment is seldom needed. Additionaly
recurrence has been reported in chidren,
these patients should be carefully followed
up at least five years and 3-month intervals
should be performed for the first year using
both cystoscopic and ultrasonography
examination.
34
References
1. Javadpour N, Mostofi FK. Primary
epithelial tumors of the bladder in the
first two decades of life. J Urol.
1969;101:706-10.
2. Madgar I, Goldwasser B, Nativ O,
Hanani Y, Jonas P. Long-term
followup of patients less than 30 years
old with transitional cell carcinoma of
bladder. J Urol. 1988;139.
3. Wilson-Storey D, Allen AE, Variend S.
Transitional cell papillary bladder
neoplasm in a girl: an unusual
presentation.
J
Pediatr
Surg.
1992;27:113-4.
4. Hoenig DM, McRae S, Chen SC,
Diamond
DA,
Rabinowitz
R,
Caldamone AA. Transitional cell
carcinoma of the bladder in the
pediatric patient. J Urol. 1996;156:2035.
5. Li R, Kim K, Brendler H. Multiple and
recurrent epithelial tumors of the
bladder in a child. J Urol.
1972;108:644-6.
6. Paduano L, Chiella E. Primary
epithelial tumors of the bladder in
children: J Urol. 1988;139:794-5.
7. Linn JF, Sesterhenn I, Mostofi FK,
Schoenberg M.
The molecular
characteristics of bladder cancer in
young patients. J Urol. 1998;159.
8. Ikegami S, Yoshimura I, Tsuji A, Seta
K, Kimura F, Odajima K, Asano T,
Hayakawa M: Immunohistochemical
study of p53 and Ki-67 overexpression
in grade 3 superficial bladder tumor in
relationship to tumor recurrence and
prognosis. Nippon Hinyokika Gakkai
Zasshi. 2001;92:656-65.
9. Stavropoulos NE, Filiadis I, Ioachim E,
Hastazeris K, Tsimaris I, Kalogeras D,
Stefanaki S, Agnantis NJ: Prognostic
significance of p53, bcl-2 and Ki-67 in
high risk superficial bladder cancer.
Anticancer Res. 2002;22:3759-64.
35
Yazarlara Bilgi
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi
Dergisi sağlık alandaki araştırmaları, nadir
olguları, derlemeleri ve editöryal yorumları
yayımlar. Dergi yılda 4 sayı olarak
yayımlanmaktadır.
Derginin yazı dili Türkçe ve İngilizcedir (Her
iki dilde de tam metin kabul edilmektedir).
Türkçe yazıların Türk Dil Kurumu’nun Türkçe
sözlüğüne, imla kılavuzuna uygun olması
gerekir.
Yazıların dergide yer alabilmesi için daha önce
başka bir dergide basılmamış olması gerekir.
Yazıların sorumluluğu yazarlara aittir.
Yazıların değerlendirmeye alınması için,
gönderilen yazıya tüm yazarların onay
verdiklerine dair "Telif Hakkı Devir Formu"
başlıklı imzalı bir yazının eklenmesi gerekir.
İlaç
çalışmalarında,
çalışmanın
Sağlık
Bakanlığı’nın ilgili yönetmeliklerine uygun
olarak yürütüldüğü ve etik kurul izni alındığı
belirtilmelidir. Etik Kurul onayı alınması
gereken
çalışmalarda,
bu
onayın
gönderilmemesi
durumunda
yazı
yayımlanmayacaktır. Ayrıca, tüm çalışmalarda
“Helsinki
Deklarasyonu”,
“İyi
Klinik
Uygulamalar Kılavuzu” ve “İyi Laboratuvar
Uygulamaları Kılavuzu’nda belirtilen esaslara
uyulmalı, hastalar bilgilendirildikten sonra
yazılı veya sözlü izinleri alınmalıdır. Sadece
yazarlık niteliğini hak eden kişiler yazar olarak
gösterilmelidir. Araştırma yazıları 3000, olgu
sunumları 1500 ve derlemeler 5000 kelimeyi
geçmemelidir.
Yazıların online gönderilmesi
Tüm yazılar derginin Internet adresine online
gönderilmelidir. Yazım kurallarına göre uygun
yazılmayan
yazılar
bilimsel
kurul
değerlendirmesine
alınmamaktadır.
Yazıların hazırlanması
Yazılar, bilgisayar dosyası üzerinde standart
A4 kağıdı boyutlarındaki bir sayfaya, sağ ve
sol kenarlarda yaklaşık 2,5 cm boşluk kalacak
şekilde ve iki satır aralıklı olarak yazılmalıdır.
Her sayfa numaralandırılmalıdır. Metin Times
New Roman yazı karakterinde 12 punto ile
yazılmalıdır.
Yazılarda bulunması gereken bölümler
sırasıyla şunlardır: (Yazar adları (ünvan, ad,
soyadı), çalışmanın yapıldığı kurum, iletişim
adresi, telefon ve faks numaraları, e-posta
adresi. Yazar sayısının (çok-merkezli olmayan
makalelerde) altıyı (6) geçmemesine özen
gösterilmelidir.
"Telif Hakkı Devir Formu" dışında yüklenecek
diğer dosyalarda yazarların isimleri, çalıştıkları
yerler bulunmamalıdır!). (i) Türkçe ve
İngilizce başlıklar, (ii) Türkçe ve İngilizce
özetler, Makalenin tam metni (iii) Giriş ; (iv)
Gereç ve Yöntem; (v) Bulgular; (vi) Tartışma;
(vii) Kaynaklar bölümleri bulunur. Yöntemler,
bulgular ve tartışma bölümlerinin gerektiğinde
alt başlıklarla ele alınması tercih edilir. Olgu
sunumları, özetlerden sonra giriş, olgu sunumu
ve tartışma başlıkları altında düzenlenmelidir.
İnceleme yazılarında, yazının gelişimine uygun
başlıklandırma
yapılabilir.
Özetler
Özet çalışmanın amacını, ana bulguları ve
temel sonuçlarını Amaç, Gereç ve Yöntem,
Bulgular, Sonuç (İngilizce özette Objectives,
Material and Methods, Results, and
Conclusion) başlıkları altında bildirmelidir.
Anahtar Kelimeler
Yazı düzeninde özetlerden sonra yer alacak
şekilde Türkçe ve İngilizce olarak en az 3, en
fazla 5 anahtar kelime (alfabetik sıra ile)
belirtilmelidir.
Gereç ve Yöntem
Makalenin tam metninde Giriş paragrafından
sonra Gereç ve Yöntem’de çalışma başlangıcı
ve bitiş tarihleri, hastaların özellikleri ve
kullanılan yöntemler, hasta seçimi ayrıntılı
biçimde belirtilmelidir. İstatistiksel yöntem
yeterli
ayrıntı
ile
açıklanmalıdır.
Bulgular
Metinde olabildiğince ayrıntılı yazılmalı, şekil
ve tablolar ile desteklenmeli; şekil ve
tablolarda
verilen
bilgiler,
metinde
tekrarlanmamalıdır.
Tartışma
Ağırlıklı olarak çalışma ile ilgili veriler
tartışılmalı, yerli ve yabancı kaynaklarla
desteklenmelidir. Konu ile doğrudan ilgisi
olmayan genel bilgilere uzun uzun yer
vermekten
kaçınılmalıdır.
Kısaltmalar
Kısaltılmış sözcük sayısının sınırlı tutulması
gerekir.
Şekil ve Tablolar
Yazı ile birlikte sunulan fotoğraf ve tablolar
sisteme yüklenmelidir. Resim dosyalarının
formatı JPEG veya TIFF olabilir. Tablolar ve
şekil altyazıları ayrı sayfalara ve iki satır
aralıklı yazılmalı; şekil ve tablolar yazıda
görünme sırasına göre numaralandırılmalı ve
başlıkları olmalıdır. Mikroskobik resimlerde
büyütme
oranı
ve
boyama
tekniği
36
açıklanmalıdır. Kısaltmalar her şeklin ve
tablonun
altında
açıklanmalıdır.
Kaynaklar
Kaynaklar metin içinde anılma sırasına göre
dizilmelidir (örnek: ...daha önce tanımlandığı
gibi (1)”); yayımlanmamış sonuçlar ve kişisel
görüşmeler kaynak olarak gösterilmemelidir.
Yazarların yalnızca doğrudan yararlandıkları
çalışmaları kaynak olarak göstermeleri gerekir;
yazımı doğrulanamayan kaynaklar yayın
hazırlığı sırasında yazarlardan istenecektir.
Dergi isimleri Index Medicus’a göre
kısaltılmalıdır; bunun mümkün olmadığı
durumlarda dergi adının tamamı verilmelidir.
Altı ya da daha az sayıda olduğunda tüm
yazarlar belirtilmeli, altıdan fazla yazar
durumunda, altıncı yazarın arkasından “et al.”
eklenmelidir. Kaynakların dizilme şekli ve
noktalamalar
için
aşağıdaki
örneklere
uyulmalıdır
Dergi:
1. Ates O, Kurt S, Altinisik J, Karaer H,
Sezer S. Genetic variations in tumor
necrosis factor alpha, interleukin-10
genes, and migraine susceptibility.
Pain Med. 2011;12:1464-9.
Kitap:
1. Korkud G, Karabay K: Böbrek
tüberkülozu.
3.
Baskı.
İstanbul:İstanbul
Üniversitesi
Basımevi, 1993.
Kitap içinde bölüm:
1. Özkara H. Erkek infertilitesinde
proksimal
obstrüksiyonların
değerlendirilmesi ve tedavisi. Erkek
reprodüktif sistem hastalıkları ve
tedavisi kitabı. Editörler: Kadıoğlu A,
Çayan S, Orhan İ, Aşçı R. Acar Basım.
2004.381-6.
Önemli Not: Yayın Kurulu, gerekli gördüğü
durumlarda yazıların özünü değiştirmeden
metinde düzeltme yapmakla yetkilidir.
Instruction to Authors
The Journal of Gaziosmanpasa University,
Faculty of Medicine publishes original articles,
case reports, reviews, editorial comments,
letters to the editor in health area. The journal
is
published
four
times
a
year.
Manuscripts can be submitted in Turkish or
English. A manuscript will be considered only
with the understanding that it is an original
contribution that has not been published
elsewhere. Before the peer-review process, all
submissions are first reviewed by the editor.
Authors are responsible for the content of the
submitted material. All authors should sign a
written consent indicating that they have seen
and approved the final version of the
manuscript. Manuscripts reporting the results
of experimental studies on human subjects
must include a statement that the study
protocol was approved by the ethics committee
of the institution and informed consent of the
subjects was obtained after the nature of the
procedure(s) had been fully explained. The
authors are strongly requested to send the
approval of the ethics committee together with
the manuscript. In addition, manuscripts on
animal studies should describe procedures
indicating the steps taken to eliminate pain and
suffering. Authors are advised to comply with
internationally accepted guidelines including
the Helsinki Declaration, and guidelines for
Good Clinical Practice and Good Laboratory
Practice and state such compliance in their
manuscripts.
Manuscripts should not exceed word limits set
by the Journal, that is, 3000 words for original
articles, 1500 words for case reports reports,
and 5000 words for reviews. Author(s), the
title of the paper and subtitles should be in
Times New Roman, bold, 12 pt. Body text
should be in Times New Roman, 12 pt.
Authorship should be based only on substantial
contributions that meet the authorship criteria.
If the study isnot multi-centric, the number of
the authors should be limited to 6 (six)
persons.
Manuscript submission
All manuscripts should be submitted via the
on-line
system
of
the
Journal.
Manuscript preparation
Manuscripts should be typeset on a standard
A4 page layout, with 2.5 cm (1 inch) margins
on each side of the page, with double-line
spacing
and
each
page
numbered
consecutively.
Parts of the manuscript should be arranged in
the following order: (i) The title is in English
(and also Turkish for Turkish authors), (full
names of the authors, institution address,
telephone and fax numbers, and e-mail
37
address. Journal Agent web-page, should not
be written in main text); (ii) English (and also
Turkish for Turkish authors) abstracts; (iii)
Introduction; (iv) Materials and methods; (v)
Results; (vi) Discussion; (vii) References. Any
footnote concerning previous presentations or
funding of the manuscript should be placed on
the
title
page.
The body of the text can be appropriately
subtitled. Case reports should be presented
under the titles Introduction, Case report, and
Discussion. To facilitate reading, reviews can
be
appropriately
subtitled.
Abstracts
Abstracts should have the following structure:
Objectives, Material and Methods, Results, and
Conclusion. Abstracts for case reports and
reviews
should
be
unstructured.
Keywords
Three to five keywords (in alphabetical order)
can
be
submitted.
Material and methods
This section should give information with
adequate details on the institution the study
was conducted, dates for the study period,
patients’ characteristics, methods, and how
patients were selected. A clear description of
the statistical methods should also be given.
Results
This section should give findings in detail,
supported by illustrations and tables. The
authors should avoid repeating data in the text
that are already presented in tables and
illustrations.
Discussion
It should mainly rely on the conclusions
derived from the results of the study, with
appropriate citations from the most recent
research. At the end of the Discussion, any
contribution that is not related to authorship
can be mentioned under the title
Acknowledgements.Use
of
abbreviations
should be limited to the most standard ones.
Figures and tables
Illustrations and tables accompanying the text
should be uploaded on-line. The format of
illustration files can be JPEG or TIFF. Tables
and figure legends should be double-spaced on
separate pages. Both tables and illustrations
should be numbered with arabic numerals in
the order in which they appear in the text.
Microscopic photographs should include
information on staining and magnification. Full
terms for abbreviations should be listed under
tables
and
figures.
References
References should be numbered in the order in
which they are mentioned in the text (e.g. “...
as previously described (1) ”). Unpublished
data or personal communications should not be
used. Direct use of references is strongly
recommended and the author may be asked to
provide full-text of cited references. Journal
titles should be abbreviated according to the
Index Medicus; otherwise, the full tittle of the
journal should be given. All authors if six or
fewer should be listed; otherwise, the first six
and “et al.” should be written. The style and
punctuation should follow the formats outlined
below:
Journal:
1. Ates O, Kurt S, Altinisik J, Karaer H,
Sezer S. Genetic variations in tumor
necrosis factor alpha, interleukin-10
genes, and migraine susceptibility.
Pain Med. 2011;12:1464-9.
Book:
1. Kratz AR. Physiology of the kidney.
3rd
ed.
Philadelphia:Lippincott
Williams & Wilkins; 2000.
Chapter in a book:
1. Erdemir F, Harbin A, Hellstrom WJG.
The penile prosthesis option for
erectile dysfunction. Contemporary
treatment of erectile dysfunction.
McVary KT, editor. Humana Press.
2008. 195-206.
When necessary, manuscripts submitted will
be edited and corrected by the Editorial Board
without altering the original content. Reprints
are not provided after the publication.
38
39

Benzer belgeler