Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?
Transkript
Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?
Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım? ISMAIL NECMI’den Bir Film www.ShouldIReallyDoIt.com 34. TORONTO Uluslararası Film Festivali RESMI SEÇKI – KEŞIF Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım? ISMAIL NECMI’den Bir Film Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?’dan bir sahne / Yönetmen: İsmail Necmi Daniel Langlois - En Yenilikçi Film Ödülü 38. Montreal Uluslararası Yeni Sinema Film Festivali 2009 Uluslararası Yarışma Umut Veren Yeni Yönetmen Ödülü Umut Veren Yeni Senaryo Yazarı Ödülü 20. Ankara Uluslararası Film Festivali 2009 Ulusal Yarışma Seyirci Ödülü 1.Roma Gender Dokü-Film Festivali 2010 Uluslararası Yarışma IN works istanbul - IN works BERLIN [email protected] www.ismailnecmi.com +49 176 390 96827 1 of 6 Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım? ISMAIL NECMI’den Bir Film www.ShouldIReallyDoIt.com SİNOPSİS Gerçek bir hayat hikayesinden yola çıkan film, Almanya’da yaşayan Türk’lerin aksine ironik bir şekilde İstanbul’da yaşayan Alman bir kadının, PETRA’nın sıradışı yaşamını konu eder. Hayatındaki ani iniş çıkışlarla, zaman zaman, sanki bir senaryoyu takip ettiğimizi bize düşündürten bu sıradışı hikayenin başrol oyuncusu, aslında gerçek yaşamın bir başka yüzünü bizlere gösterir; En nihayetinde hiçbir şey, hayat kadar sürprizlerle dolu değildir, kurgu dahi! Maskeli HEROLD ile yaptığı konuşmalarında PETRA’nın hayatı bizim gözlerimiz önüne serilirken, PETRA İstanbul, Almanya, aile, arkadaşlar, uyuşturucu ve ölüm gibi temalarla yüzleşir. “Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?” gerçek hayat ve kurgu, belgesel ve drama arasında gidip gelirken, “Gerçek hayat aslında kurgudan daha ilginç olabilir mi?” sorusuna cevap arar. PETRA / Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?’dan bir sahne / Yönetmen: İsmail Necmi HEROLD / Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?’dan bir sahne / Yönetmen: İsmail Necmi IN works istanbul - IN works BERLIN [email protected] www.ismailnecmi.com +49 176 390 96827 2 of 6 Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım? ISMAIL NECMI’den Bir Film www.ShouldIReallyDoIt.com YÖNETMENİN BİYOGRAFİSİ İSMAİL NECMİ www.ismailnecmi.com Bağımsız yönetmen, fotoğrafçı ve görsel sanatçı olarak çalışan İsmail Necmi, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Bir çok kısa ve uzun metrajlı filmde, TV dizilerinde ve fotoğraf çekimlerinde calıştı. Bu arada fotoğrafçı olarak kendi projelerine yoğunlaştı ve “Dönüşüm” adlı ilk Siyah-Beyaz, solo fotoğraf sergisini İstanbul’da açtı. Selanik’de, Makedonya Cagdas Sanatlar Muzesinde “Cekilmemis Filmlerden Kareler | Selanik” ve Berlin’de, Berlin Art Projects’de “Cekilmemis Filmlerden Kareler | Berlin” adli Siyah-Beyaz Solo Fotograf sergilerini acti. 2008’de yapımcılığını, yönetmenliğini, senaryo yazarlığını, kameramanlığını ve kurgusunu kendi ustlendigi “Should I Really Do It? / Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?” adlı ilk uzun metrajlı sinema filmini tamamladı. 34. Toronto Uluslararası Film Festivali Discovery / Keşif programında “Resmi Seçki” içinde yer alan film Montreal, Reykjavik, Sao Paulo, Hayfa, Roma, Hamburg, Bangkok, Kahire, Kosta Rika, Göteborg, Mumbai, Selanik, Antalya ve Ankara gibi bir cok ulusal ve uluslararasi film festivalinde gösterildi. Yönetmen bu filmiyle, 38. Montreal Uluslararası Yeni Sinema Film Festivalinde “Daniel Langlois” En Yenilikci Film Ödülü, 20. Ankara Uluslararası Film Festivalinde “Umut Veren Yeni Yönetmen” ve “Umut Veren Yeni Senaryo Yazarı” Ödülleri ve 1. Roma Gender Dokü-Film Festivalinde Seyirci Ödülüne değer görüldü. Film ayrıca Kadir Has üniversitesi tarafından düzenlenen ‘Türk Sinemasında Yeni Yönelimler Konferansı’ ve Independent Scholars tarafından düzenlenen ‘Uluslararası İstanbul Disiplinlerarası Fetişizm Konferansı’ nin açılış filmi olarak İstanbul MODERN’de gösterildi. İsmail Necmi yaratıcı çalışmalarının yanı sıra İstanbul Bilgi Üniversitesi - Görsel İletişim Tasarımi ve Fotoğrafçılık Bölümü ve Kadir Has Üniversitesi Radyo - TV ve Sinema Bölümü gibi pek çok fakültede ders verdi. Ismail Necmi halen Berlin ve Istanbul’da calismalarini surdurmektedir. IN works istanbul - IN works BERLIN [email protected] www.ismailnecmi.com +49 176 390 96827 3 of 6 Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım? ISMAIL NECMI’den Bir Film www.ShouldIReallyDoIt.com Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?’dan bir sahne / Yönetmen: İsmail Necmi FİLMİN KÜNYESİ Filmin Adı: SHOULD I REALLY DO IT? / BUNU GERÇEKTEN YAPMALI MIYIM? Yapım Şirketi: IN WORKS ISTANBUL Ana Sponsor: CONTEMPORARY ISTANBUL Oyuncular: PETRA WOSCHNIAK, HEROLD Yapımcı, Yonetmen, Senaryo Yazarı, Kamera, Kurgu ve Sanat Yönetmeni: İSMAİL NECMİ Ses: GARİP ÖZDEM, İSMAİL NECMİ Yürütücü Yapımcılar: AYŞE ÜNAL, ALEXANDRE MROZ TASTARDI Diğer Yapımcılar: RABİA BAKICI GÜRELİ, DIETER SAUTER, STEPHEN KIMMEL Orijinal Müzik: SERKAN ALKAN Orijinal Tema Müziği: MERCAN DEDE ve MICH GERBER Diğer Müzikler: JAMES ÖNDER, MÜMİN MUTLU TEKNİK BİLGİ Format: RENKLİ, 35MM, 1:1.85, 5 REELS, 2612M, TÜRKÇE VE ALMANCA Süre: 86 DAKİKA Ses: DOLBY DIGITAL IN works istanbul - IN works BERLIN [email protected] www.ismailnecmi.com +49 176 390 96827 4 of 6 Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım? ISMAIL NECMI’den Bir Film www.ShouldIReallyDoIt.com Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?’dan bir sahne / Yönetmen: İsmail Necmi Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?’dan bir sahne / Yönetmen: İsmail Necmi KONTAK Sinem Keskinel BAP//ISTANBUL l Director [email protected] www.bapistanbul.com Lüleci Hendek 20 Tophane 34400 Istanbul T: 0090 212 243 8578 IN works istanbul - IN works BERLIN [email protected] www.ismailnecmi.com +49 176 390 96827 5 of 6 Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım? ISMAIL NECMI’den Bir Film www.ShouldIReallyDoIt.com IN works istanbul - IN works BERLIN [email protected] www.ismailnecmi.com +49 176 390 96827 6 of 6 ice sinema / cinema Çekilmemiş Filmlerden Kareler SAMUEL WILLIAMS FOTOĞRAFLAR / PHOTOGRAPHY: İSMAIL NECMI H er ne kadar film yönetmeni olarak tanınsa da, İsmail Necmi 1990’lardan bu yana ‘underground’ Türk fotoğrafının en etkili ve kendine özgü isimlerinden biri olmuştur. Belgesel haber fotoğrafçılıgına dayalı bir gerçekçiliğin uzun sure hüküm sürdüğü ulusal bir fotograf geleneği içinde, onun cesur ve çoğunlukla gerçeküstü siyahbeyaz fotoğraf çalışmaları gündelik yaşamda da önemli bir rol oynayan rüya, fantazi ve yanılsama katmanlarını keşfe çıkar. Necmi uzun süreler İstanbul’da modellerle degil, sadece gercek insanlarla calıştı. Hayatın farklı katmanlarından gelen bu insanlara, yaşamlarına renk katan, ancak sözlerle dile getiremedikleri düş ve arzularını görsel olarak ifade edebilecekleri, olmak istedikleri kişiye dönüşebilecekleri, normalde herkesten gizledikleri iç benliklerini ortaya koyabilecekleri ya da en büyük cinsel fantezilerini gerçekleştirebilecekleri estetik bir alan sundu. Necmi’nin geçmiş çalışmalarına ait klasik imgeleri ve daha yeni fotoğraflarını bir araya getiren son fotoğraf sergisi “Çekilmemiş Filmlerden Kareler”, eleştirmen Hal Foster’ın çağdaş avangard sanatta “gerçeğin dönüşü” diye adlandırdığı şeyin, geçmiş ve gelecek yörüngelerinin de bir nevi haritasını çiziyor. Gerek modern tiyatronun yükselişi, gerek reality TV’nin yetkinleşmesi ya da “yeni belgesel filmcilik” diye adlandırılan alanın gelişmesiyle, son yıllarda pek çok sanatsal yapıda gerçekleşen önemli ilerlemelerin büyük çoğunluğu “gerçek” kategorisinin yeniden sorgulanmasıyla ortaya çıkmıştır. Necmi bu sergide söz konusu gelişmeler ışığında iki farklı medyada, fotoğrafta ve edebiyatta bu konuda ortaya çıkan kesişimi de keşfe çıkmak üzere, New York ve İstanbul arasında yaşayan ve daha çok kurmaca dışı edebiyat çalışmalarıyla tanınan yazar Samuel Williams ile işbirliği yapıyor. Bir çok eleştirmenin işaret ettigi ortak nokta Necmi’nin siyah-beyaz fotoğraflarının çoğu zaman imgenin hareket etmeyi bıraktığı film kareleri oldugu yönünde. Bu saptamadan yola çıkan Necmi ve Williams sergideki her fotografı Necmi’nin çekilmemiş bir filminden bir kare olarak yeniden tanımlıyor ve böylelikle söz ve imge arasındaki paralellikleri keşfe çıkıyorlar. Williams her fotoğraf için başı ve sonu olmayan bir senaryo kesiti; o fotoğrafın gerçeklik ve kurgusuna -kendi görsel bütünlüğüne- dair sinemasal bir “varsayım” hazırliyor. Bu çekilmemiş film metaforu –bu henüz çekilmemiş bir film mi ya da çekilmesi mümkün olmayan bir film mi?– fotografçının kendi tarihinin ve yazarın “gerçeğin dönüşü”ne dair bireysel çalışmalarının sırasıyla fotoğraf ve edebiyattaki izlerini sürerken, imge ve metnin bu melez birleşiminde, gelecekte “gerçek”le kurulması olası sanatsal ilişkilere dair bir vaadi de serginin iç katmanlarında barındırıyor. “Çekilmemiş Filmlerden Kareler” farklı geçmislerden gelen, farklı disiplinlerde çalışan bu iki sanatçının Istanbul’daki ‘sanatsal karşılaşma’sının verimli işbirligini de sergiliyor. “Çekilmemiş Filmlerden Kareler” küresel bir estetik anlayışın içi boşaltılmış bir sunumu olmak yerine, Avrupa ve Asya arasındaki sınır topraklarda bu iki yabancı sanatci arasında yaşanan yaratıcı işbirliginin kalp atışını sergi izleyicilerinin duygusal olarak hissetmelerini saglamayi amacliyor. “Çekilmemiş Filmlerden Kareler” 2010 Aralık ayında Selanik Ulusal Fotoğraf Müzesi’nde, 51. Uluslararası Selanik Film Festivali’nin ana etkinliklerinden biri olarak sergileniyor. Subat 2011 de ise Ismail Necmi Berlin’deki ilk solo sergisini Galerisi Berlin Art Projects’in isbirligi ile gercekleştirecek. (http://www.berlinartprojects.de) < Stills from Unmade Films A Although perhaps better known internationally as a filmmaker, Ismail Necmi has been one of the most influential and distinctive forces in underground Turkish photography since the 1990s. In a national tradition long dominated by photojournalistic realism, his edgy and often surreal work takes the most colloquial forms of still images and explores the layers of dream, fantasy and artifice that are really at play in the everyday in contemporary Turkey. Necmi has worked over prolonged periods of time with actual individuals in Istanbul, offering people from diverse walks of life an aesthetic space in which they can visually express the aspirations and desires that animate their lives but which they can’t easily articulate in words – whether to transform into the person they want to be, or to show inner-selves they normally hide from everyone, or to live out their ultimate sexual fantasy. ‘Stills from Unmade Films’ Necmi’s latest photographic project draws together both classic images from his corpus and more recent photos, charting the history and future trajectories of what critic Hal Foster has dubbed “the return of the real” in contemporary avant- garde art. Whether it be the rise of verbatim theatre, the maturation of reality tv, or the efflorescence of what has been dubbed ‘new documentary film,’ many of the most cuttingedge developments in a wide range of art forms over recent years have come from a re-interrogation of the category of the ‘real’. In this exhibition, Necmi collaborates with New York and Istanbul-based writer Samuel Williams, most known for his work in literary non-fiction, in order to explore the nexus between these developments in two different media – photography and literature. Beginning from the observation by numerous critics that the frozen black and whites of Necmi’s photographic oeuvre seem so often like films where the image has ceased moving, Necmi and Williams explore the parallels between word and image by imagining each work as a moment from an unmade film. For each image, Williams has crafted a fragment of a screenplay; a cinematic “what if”, which navigates in words a counterpart to the photo’s own visual conflation of fact and fiction. While tracing a history of the artist and writer’s earlier individual engagements with the “return of the real”, in photography and literary non-fiction respectively, the trope of the unmade film – a film yet to be made? an unmakeable film? – discloses in each hybrid combination of image and text the promise of future possibilities for artistic engagements with “the real”. At the same time, the exhibition charts the very real encounter between two artists on the banks of the Bosphorus, both from different national backgrounds, both working in different media. Rather than a disembodied retrospective of a global aesthetic movement, ‘Stills from Unmade Films’ enables viewers to experience viscerally the pulse of this creative movement as it is emerging today in one particular place, Istanbul, up-close in the chance encounter between two strangers on the borderlands between Europe and Asia. ‘Stills from Unmade Films’ opens at the Thessaloniki National Museum of Photography in December 2010 as a main event of the 51st Thessaloniki International Film Festival. A separate solo black and white exhibition of Necmi’s work will open in February 2011 in Berlin, in association with his gallery, Berlin Art Projects (http://www.berlinartprojects.de) < ice fotoğraf / photography 94 ice fotoğraf / photography 96 ice sinema / cinema Çekimleri Berlin’de devam eden ‘Sanat icin ölmeye hazır mısın?’ filminden görüntü. Film still from ‘Are you ready to die for art?’ a film in production period in Berlin. Samuel Williams Ismail Necmi ile onun çekimi devam eden Sinema Filmi projeleri ile ilgili küçük bir şöyleşi de yapti. S.W.: Hem cağdaş sanat fotoğrafçılığı hem de ‘arthouse’ sinema üzerine çalışan bir sanatcı olarak bu iki mecra arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz? I.N.: Genelde ‘Arthouse’ sinema dünyasıyla cağdaş video sanati arasında çok büyük bir ayrım var. Benim yapmaya calıştığım şey ise bu ikisini bir araya getirmek. Arthouse sinema calışmalarım yapı ve icerik anlamında cağdaş video sanatından yararlanıyor, ama bicimsel olarak -cekimi ve kurgusu- sinemasal anlamda tamamen klasik. Yine sinema calışmalarım icin hedeflediğim gösterim alanlari ve izleyicileri, cagdas video sanatina yer veren galerilerden ve sergilerden ziyade uluslararası film festivalleri ve bu festivalleri ve guncel sinemayi takip eden farklı bir kitle. Nitekim ilk uzun metrajlı filmim ‘Bunu Gercekten Yapmalı mıyım?’ cağdaş video sanatından büyük ölçüde izler taşımakla beraber Toronto Uluslararası Film Festivali’nde Keşif bölumunde ve yine Montreal, Reykjavik, Sao Paulo, Hayfa, Roma, Hamburg, Bankok, Kahire, Kosta Rika, Goteburg, Selanik, Mumbai ve bunlar gibi pek cok uluslararası film festivalinde gosterildi. S.W.: İlk ‘arthouse’ filminizle, çağdaş video sanatı ve klasik sinema bicimini bütünleştirdiğiniz bu süreçte birçok şey keşfettiniz. Peki, eleştirmenlerin ve izleyicilerin bu konudaki yaklaşımı nasıl oldu? I.N.: Festival izleyicilerinden cok iyi tepkiler aldım. Katıldığımiz tüm festivallerde festival izleyicileriyle en uzun ‘Q&A’ ler benim filmin gösterimlerinde gerceklesti. Sinema eleştirmenlerinin de yazdıklarını okumak, özellikle de filmimi avangart olarak nitlemeleri beni oldukca memnun etti. Bu tepkiler bana gelecekteki film projelerimin de dogru yolda oldugunu gosterdi ve bunun yanı sıra farklı bakış açılarını da keşfederek, geliştirerek devam etmek konusunda beni oldukca yüreklendirdi. Filmimde hem izleyicilerin hem de eleştirmenlerin en heyecan verici bulduğu şey ise çağdaş video sanatı ve klasik sinema biçimlerinin fakli bir şekilde butunleşmesiydi. Nitekim film Montreal Uluslararası Yeni Sinema Festivali Uluslararası Yarışmada En Yaratıcı-Yenilikçi Film Odülünü ile ödullendirildi. S.W.: Bu yenilikçi tarzı gelecekteki film projelerinizde de sürdürmeyi düşünüyor musunuz? I.N.: Şu an üç ayrı film projesi üzerinde çalışıyorum ve bunların her biri de bu konuya farklı bir açıdan yaklaşıyor, gelistiriyor. Bunlardan birincisi olan ‘Yola Devam!’ Tarlabaşı’ndaki kentsel gelişim ve asimiliasyon politikalari ile ilgili. Belgesel içerik ve çagdas video art unsurlarını bir araya getirirken, sinemasal biçim anlamında tamamen klasik olduğunu soyleyebilirim. İkinci filmim, ‘Sanat icin ölmeye hazır mısın?’ı şu sıralarda Berlin’de cekiyorum. Sanatla ve hayatın zorlu gercekleriyle ilgili gerçeküstü psikolojik bir gerilim filmi. Hazirlik çalismalari devam eden üçüncü film ise İstanbul’un karanlık suları uzerine Avustralyalı bir yazarın gözlerinden yapılan kisisel bir yolculuk filmi. Bu arada Contemporary Istanbul ilk filmimde oldugu gibi yeni film projelerimin de en buyuk destekçilerinden biri. < Samuel Williams also talked with Ismail Necmi about his upcoming movie projects S.W.:You’re a visual artist who works both in contemporary art photography and in arthouse film. What do you think of as the relationship between your creative work in these two media? I.N.:Normally there’s a huge gap between the arthouse film world and the world of contemporary video art. What I do is try to combine both. My arthouse film works draw on contemporary video art for structure and content, but stylistically the cinematography and editing is quite classic. On the other hand, my target audiences for film works are not gallery spaces for visual art, but rather the quite different audiences that frequent international film festivals. In fact, my first feature film “Should I Really Do It?”, made with principal sponsorship from Contemporary Istanbul, drew significantly on innovations from contemporary video art, but was shown at the Toronto International Film Festival as an official selection in the Discovery programme, and in a number of other international film festivals including Montreal, Reykjavik, São Paulo, Haifa, Rome, Hamburg, Bangkok, Cairo, Costa Rica, Göteborg, Mumbai and Thessaloniki. S.W.:So already in ‘Should I Really Do It’, you’ve gone some way towards exploring this articulation between the aesthetics of contemporary video art and more classic cinematic forms. What was the critical response? I.N.:The response from the film festivals audiences were great. In every film festival I had the longest Q&A sessions with the festival audiences. Also to read critics, especially when they interpret my movie as avant-garde made me very happy. In fact, it was these responses partially that have motivated me to go on developing my future movie projects in the same direction but, of course, exploring a number of different perspectives. Really though, it was this hybridization of contemporary video art and classic cinema forms that was the point both audiences and critics found most exciting, and was singled out by the jury that awarded it the most Creative – Innovative Film Award at the International Competition of the 38th Montreal International Festival du Nouveau Cinéma. S.W.:So how precisely is this something that you’re developing in your upcoming film projects? I.N.:I’m actually working on three different film projects at the moments, and each of them explores this issue from a slightly different perspective. The first, “Walk ON!”, is about issues of redevelopment and gentrefication in Tarlabasi, and draws together a lot of documentary and avant-garde content yet still in classic cinematic forms. The second, “Are You Ready to Die for Art?”, I’m shooting in Berlin at the moment. It’s a surreal thriller about art and some harsher realities of life. The third one is about a journey into some of the darker sides of Istanbul from the eyes of an Australian writer. Contemporary Istanbul is also my main sponsor for all upcoming movie projects. < ALTYAZI DERGİSİ HAZİRAN 2008 SAYISI Feride Çiçekoğlu Disiplin başlığı: vizyon ötesi Başlık: BU YAZIYI GERÇEKTEN YAZMALI MIYIM? FERİDE ÇİÇEKOĞLU Bir filmi anlatmak için neden bir yazı yazılsın? Herhangi bir filmi, ama özellikle bu filmi. Hikâyesi geri planda, görsel yanı ağır basan, zihinde imgeler bırakan, duyumlar uyandıran, duygular yaratan, sonra da hiçbirini lafa dökmeden bitip seyirciyi “bunu yeniden izlemeliyim” ihtiyacıyla bırakıveren bir film. Bunu Gerçekten Yapmalı Mıyım? benim şimdilik 4-5 kez izlediğim bir film. Sonuncusu ‘Film ve İstanbul’ dersinde öğrencilerimle birlikte. Her seferinde yeni şeyler görerek. Biraz da görüntülerin bağımlısı haline gelerek. İşte şimdi kar yağacak, şimdi nehre gidiyorlar, tekne köprünün altından geçecek şimdi, sonra biri suya atlayacak… Şimdi Berlin, işte bu da İstanbul, hem aynen benim bildiğim gibi, hem de hiç değil. Şehirler var filmde, bir de kadınlar. Şehirlerin ara renkleri, kadınlarınki de. Doğumun ve ölümün kadındaki acısı bende iz bıraktı en çok. Doğumun dişiler arasında kurduğu köprü, yeni bir doğumu beklemek için ölümün ertelenişi. Durduk yerde burnumun direği sızlıyor bazen. Metafor filan değil, sahiden. Karen’i hatırlıyorum. Yeni yavruyu görebilseydi de öyle gitseydi. Saçma sapan bir duygusallık... değil. Filmde ucuz duygusallık kurulmak istense malzeme buna çok yatkınmış. İkizi kanser olan bir kadın. Petra. Kendi böbreğini de kanser ihtimaline karşı aldırmak zorunda kalan ve ameliyat izini bir takı gibi taşıyan. Baştan sona içini kurcalayarak yaptığı konuşmalar fonunda görmesek bunları, sulusepken bir duygusallık olabilirmiş. Zor bir arayüz kullanmış yönetmen, bir terapistin ofisi. Her biri zihninize numaralanmış baskılarıyla hep taşıyacağınız özel fotoğraflar gibi nakşolan görüntüleriyle tamamen kendine has bir görsel dili var İsmali Necmi’nin ve hiç işin kolayına kaçmamış. Filmin ölümle hayat arasında sallanan sarkacının aynı zamanda şehirlere dair tınısını üzerinde düşündükçe keşfediyorsunuz. İşte o zaman bir daha seyretmek istiyorsunuz. Sarkacın hayata dair ucunda, İstanbul’da yaşadığınızı hissetmek için. Sıradışı bir film. Bence tek sorunu, bağımlılık yaratması. ALTYAZI DERGİSİ HAZİRAN 2008 SAYISI Fatih Özgüven Disiplin başlığı: vizyon ötesi Başlık: SIĞ SULARDAN DERİN SULARA… FATİH ÖZGÜVEN İsmail Necmi’nin filmi hem yeni bir çaba, hem de sanki kendi kendini baltalayan bir özelliğe sahip; kategoriler dışı, sınıflandırması zor bir film bu. Seyirci de eleştirmen de öncelikle bundan irkilecek herhalde: “Şimdi bu seyrettiğimiz bir belgesel mi, belgesele tutunup anlatı sineması olmaya çalışan bir şey mi, bambaşka bir şey mi?” Oysa her alanda yeni bir şeyler yapmak bu ön kabulleri kırmaya başlamakla mümkün. Bunu Gerçekten Yapmalı Mıyım? bu işi korkusuzca yapıyor. Filmin başında, filmdeki terapist, hastasına “bana yüzeyselliği derinliğe tercih ettiğini söylemiştin,” diyor. Film de aşağı yukarı bununla ilgili. Kendi şehri olmayan bir şehirde, İstanbul’da, yıllardır ‘yüzeysel’ değilse de ‘şeylerin yüzeyinde’ diyebileceğimiz bir hayat yaşayan Petra Woschniak’ın hayatının İstanbul görüntüleri arasına Petra’nın başka bir kadınla başbaşa görüntüleri düşüyor ağaçlardan oluşan bir fonun üzerine... Petra’nın öbür hayatına, daha derin, daha gizli hayatına girmemize yarayan bir anahtar bu; bu daha derin katman, Petra’nın Hamburg’un bir köyünde yaşayan ikiz kızkardeşi Karen’le göbekbağı… Karen kanser, Petra için çok önemli bir insan; daha doğrusu iki kızkardeş birbirleri için önemliler. Film kızkardeşlerin hikâyesiyle birlikte ansızın bir derinlik, hatta trajiklik kazanıyor. Yarattığı etki, girdiğinizde ayak bileklerinize kadar gelen sığ bir suyun bir adım sonra sizi belinize kadar içine alması gibi bir şey. Hikâyenin devamı, İstanbul’da ardına gizlenilen, oyalayıcı parlak yüzeyle Almanya’daki karlı, tipili siyah-beyaz derinlikler, uçurumlar arasında serbestçe gidip geliyor; arada ilginç bir yabancılaştırma etkisi sağlayan terapi seansı ile birlikte… Sadece iki kızkardeşin hikâyesi değil, gönüllü sürgünlük, kendi canavarlarıyla yüzleşme zorunluluğu, büyük ‘K’ ile yazılması gereken Kader, oyun olsun diye takınılan ama o kadar da masum olmayan maskeler de giriyor işin içine. Bunu Gerçekten Yapmalı Mıyım?’da, hikâye kadar, hatta belki ondan da çok, İsmail Necmi’nin yüzey ile uçurumlar arasında ördüğü, bildiğimiz bir hikâyelemeye benzemeyen, bunun risklerini de göze alan hikâyelemesinden etkilendim. ALTYAZI DERGİSİ HAZİRAN 2008 SAYISI Melis Behlil Disiplin başlığı: vizyon ötesi / söyleşi Başlık: İSMAİL NECMİ “ŞU ANDA VE BURADA...” SPOT: İlk olarak !f İstanbul’da karşımıza çıkan ve belgeselle kurmacanın sınırlarında cesurca gezinen Bunu Gercekten Yapmalı mıyım?’ın (Should I Really Do It?) yönetmeni İsmail Necmi’yle macerasına yeni başlayan filmini konuştuk. Söyleşi: MELİS BEHLİL Yolunuza önce hukukçu olarak başlayıp, kurguculuk ve fotoğraf sanatçılığı üzerinden yönetmenliğe varmışsınız. Bu evrimi biraz anlatabilir misiniz? Daha önce uğraştığınız mesleklerin sinemanıza nasıl etkileri olduğunu düşünüyorsunuz? Evet, Hukuk mezunuyum. İki sene de bir hukuk bürosunda çalıştım, bu süreçte hukuğun bana göre olmadığını anladım ve hukukla ilgili her şeyi bir anda bıraktım. Sonrasında ise aslında hep yapmak istediğim işin peşine düştüm: Film çekmek. Fotoğrafa ise, başlangiçta film çekemediğim için başladım. Film çekmek ciddi bütçe ve ekipman işi. Fotoğrafta ise tek başınıza bir şeyler yapabilirsiniz. Daha işin başında fotoğraftan para kazanmamaya karar verdim. Fotoğrafı kendim için ve sadece siyah-beyaz olarak çektim. Bu arada uzun seneler yabancı bir televizyon kanalı için İstanbul’da kurgucu olarak çalıştım. Sonrasında Bilgi Üniversitesi ‘Görsel İletişim Tasarımı’ ile ‘Fotoğraf ve Video’ bölümlerinde ders verdim. Nihayetinde kendi yapım şirketimi kurup, sadece kendi projelerime odaklandım. Bütün bu süreç, hukuk eğitimi de dahil, beni çok farklı alanlarda geliştirdi, besledi. Nitekim fotoğraf ve kurguculuk geçmişim bana kendi filmimin görüntü yönetmenliğini ve kurgusunu da yapma ve son derecede bağımsız bir şekilde kafamdaki filmi çekme imkânı verdi. Filminiz başta bir belgesel projesi olmasına rağmen, süreç içerisinde kurmaca ile iç içe geçmiş. Hangi noktada işin içine kurmacayı katmaya karar verdiniz? Kurmaca ve belgesele ilaveten, gerçek ve rüyayı ayırmakta da zorlanıyoruz ve filmin sonuna doğru sanki rüyalar ağır basmaya başlıyor. Rüyavari bölümleri katma fikri nasıl gelişti? Daha filmin fikir aşamasında, belgesel ve kurmacayı bir arada kullanmak ve her iki türü de içine alacak bir yapı oluşturmak kararındaydım. Ama bu iki ayrı tür aynı zamanda birbirinin içine de tam anlamıyla nüfuz etmeliydi. Filmin belgesel tarafı beni hiç beklemediğim yerlere savurdu ve ben ciddi anlamda sarsıldım. Kendimi toparlamam, karşı karşıya kaldigim bu ağır “hayat gerçeği”ni bir şekilde hafifletmem ve filmin kurmaca kısmı ile dengelemem gerekti. Gerçek ve rüya konusu ise bir başka anlamda yine filmdeki belgesel ve kurmaca birlikteliğine denk geliyor. Yapı itibarıyla film, başlangıcında belgesel ve kurmaca arasında gidip gelirken belli bir noktadan sonra gerçek ve rüyaların, bazen de karabasanların, bir karışımına dönüşüyor. Filminizin başkarakteri ve oyuncusu Petra aynı zamanda yakın bir arkadaşınız. Film, ilişkinizden, ilişkiniz de filmden ne yönde etkilendi? Yakın bir ilişkiniz olmayan biriyle bu tarz bir film çekmeye girişebilir miydiniz? Doğrusu çekimlere başlamadan önce Petra ile çok yakın değildim. Birbirimize karşı hep mesafeliydik ancak 2,5 sene süren belgesel ve 2 haftalık kurmaca çekimlerden sonra aramızda çok güçlü ve pek kelimelere dökülemeyecek bir bağ oluştu. Bu aşk, arkadaşlık veya aile kavramından çok daha güçlü ve farklı bir bağ. İç içe geçtik. Her ikimiz de bu süreçte hem kendimizi, hem birbirimizi, özellikle de benim bu filmi niye yaptığımı, onun ise bu filmde olmayı neden kabul ettiğini sorguladık. Zor bir süreçti. Petra’nın hayatının minumum bir senesini çekeceğim diyerek yola çıkmıştım. Bu bir sene önce 2,5 seneye, kurmaca çekimler ve post-prodüksiyonu ile de 3’e çıktı. Dolayısıyla biz birlikte uzun bir yolculuğa çıkmış olduk. Çok eğlendiğimiz anlar da oldu, çok yaralandığımız zamanlar da. Bu sureç her ne kadar yönetmen-oyuncu ilişkisinin çok ötesinde bir şekilde bizi birbirimize yakınlaştırsa da, ben filmde Petra’nın hayatına hep belli bir mesafeden bakmayı tercih ettim. Özellikle kamera hareketlerini ve filmin kurgusunu bu tercihi destekleyecek şekilde kullandım. Film ilk bakışta fazlasıyla kurmaca ve stilize gibi dursa da, benim filmde izleyiciye geçirmeye çalıştığım temel his tam da ‘şu anda ve burada’ hissiydi. Filmde bütün olanların, konuşulanların, bir şekilde filmin ikinci, üçüncü kere izlenişinde dahi izleyiciye %100 gerçek duygusunu vermesini/geçirmesini amaçladım. Benim yazdığım tamamen kurmaca olan sahne ve diyalogların bile... Bu durum benim yönetmen olarak, Petra ve dahi HEROLD ile olan ilişkimi bir yandan inanılmaz derin ve güçlü kılarken öte yandan bir şekilde hep bıçak sırtında tuttu. Üstelik ben Almanca bilmediğim halde, filmi Almanca çekmek gibi bir işe girişmiştim! Genel olarak şimdi geri dönüp baktığımda bu filmin yapım sürecinin, hayat tecrübesi anlamında bana kattığı şeyleri, hiçbir şeyle ölçemem diye düşünüyorum. Bu tecrübede benim başımı döndüren, beni sarhoş eden, baştan çıkaran, ‘sonuç’tan çok bu ‘süreç’ oldu diyebilirim. Bu çok özel iki kişiyle, Petra ve HEROLD’la bu film sayesinde bu kadar güçlü bir bağ kurdum ve bundan çok büyük bir haz aldım... Öyleki bu oyunculardan ‘haz alma’ durumunun, bundan sonraki film projelerimde de benim için bir nevi bağımlılık yaratması gibi bir tehlike sözkonusu! Öncesinden hiç tanımadığım, yakın ilişkim olmayan, biri ile bu tarz bir filme girişebilme durumu ise şu an zaten kafamda, dönüp durmakta. Nitekim yeni filmimin konusu tamamen böyle bir tarzı/ilişkiyi gerekli kılıyor. Psikolog olduğunu varsaydığımız HEROLD, filmi yönlendiren karakter. Bu karakteri ve oyuncuyu nasıl buldunuz; karakter ve oyuncu, Petra’da olduğu kadar iç içe geçmiş durumda mı? HEROLD tamamen bu filmle doğmuş kurgu bir “ŞEY”! Bununla beraber bu filmden ve benden bağımsız bir şekilde yoluna devam edecek. Dolayısıyla belki şu an için fazlasıyla absürd gelecek ama HEROLD bir oyuncu değil. Arkasında profesyonel anlamda bir “oyunculuk” yok. Dolayısıyla “oyuncu” da yok. Yakın bir gelecekte HEROLD tekrar benimle ya da benden bağımsız bir şekilde farklı mecralarda izleyicinin karşısına çıkabilir. HEROLD, filmde başta seyirciyi (lateks maskesi ve çift cinsiyetli imajı ile) sonrasında ise Petra’yı (hitap şekli ve soruları ile) provoke ediyor. Bu ilk bakışta yönetmen tarafından tamamen provokasyon amaçlı, izleyiciyi (ve Petra’yı) rahatsız etmek amacıyla kurgulanmış gibi gözükmekle beraber, filmde farklı okumaları da var. Nitekim izleyicilerden gelen bu konudaki yorumlar inanılmaz farklılıklar ve zenginlikler içeriyor. Bu noktadan hareketle filmdeki HEROLD karakteri ile HEROLD’un gerçek hayatta seyircinin varsaymak istediği, olması gereken “oyuncu” kimliği, gerçek Petra ve oyuncu Petra gibi iç içe geçmiş bir durumda değil. HEROLD’un görüşme odasının duvarındaki resmin üzerinde “Bunu Gerçekten Yapmalı Mıyım?” yazıyor; filmin adı olduğu için mi o resim orada, yoksa var olan bir resimden yola çıkarak mı filmi adlandırdınız? Filmin açılışında ve film boyunca Petra’nın HEROLD ile konuştuğu odanın duvarında, Berlin’de yaşayan Rus Ressam Griogori Dor’un ‘Should I Really Do It?’ adlı 2005 yapımı işi yer alıyor. Bu resim aslında, başta yönetmen olarak benim, sonrasında ise oyuncu olarak Petra’nın, ve hatta HEROLD’un, filmin yaratım süreci boyunca içinde bulunduğumuz ruh haline işaret ediyor. Filme adını veren bu “ruh hali”, alışılmadık bir film adı olmanın ötesinde, filmin izleyicisinde de, filmi seyrederken zaman zaman, sıkıntıyla karışık: “Bunu gerçekten yapmalı mıyım?/Bu filmi gerçekten izlemeli miyim?” şeklinde bir rahatsızlık hissi yaratıyor… Dor’un bu resmi ve akabinde filmin ismi, tıpkı HEROLD karakteri gibi kendiliğinden bir şekilde gelip, tam da olması gerektiği noktada, filme dahil oldu. Benim bu konuda yaptığım tek şey yönetmen olarak içgüdülerimi, sezgilerimi sonuna kadar dinlemek ve takip etmek oldu. Film gösterim hayatına ilk defa yapılan bir yarışmada, İF! İstanbul’daki Keşif’te başladı. Yarışma deneyimleriniz nasıl oldu? Bundan sonraki festival turları nasıl gelişiyor? Bunu Gerçekten Yapmalı Mıyım? hem içeriği hem de yapımı itibarıla tam anlamıyla bağımsız bir film; yönetmenliğinin ve senaryosunun yanında prodüksiyonundan kameramanlığına, kurgusuna, sanat yönetimine, sesine, jeneriğine, ve dahi altyazılarına kadar bir çok işi ben üstlendim. Bu bir anlamda kendime, neyi ne kadar yapabileceğimi görmek adına yaptığım bir meydan okuma idi. Bu doğrultuda !F İstanbul’un ‘Keşif’ bölümünde ve ayrıca bütün festivaldeki tek Türk filmi olarak gösterilmek, filmin Türkiye’deki başlangıcı için en doğru karardı diye düşünüyorum. !F’deki yarışma jürisi uluslararası bağımsız sinemanın seçkin isimlerinden oluşuyordu. Özellikle John Cameron Mitchell filmimle ilgili benimle çok uzun konuştu ve bana tam da bu şekilde, ödün vermeden, devam etmem konusunda çok büyük cesaret verdi. !F sonrasında ise İstanbul Film Festivali yöneticileri filmimi IF İstanbul’da gösterildiği gerekçesiyle festival dışı bıraktı. Burada önemle belirtmek isterim ki bana filmimin İstanbul Film Festivali programına uygun bulunmadığı söylense hiç bir itirazım olmazdı. Ama IF’te gösterildiği gerekçesi benim gibi yola yeni çıkmış bir yönetmen için açıkçası çok şevk kırıcı bir durum. Kaldı ki İstanbul Film Festivali yönetmeliklerinde, açık ve net bir şekilde, başka bir festivale katılmış olmanın İstanbul Film Festivali için engel teşkil etmediği yazıyor. Film en son Kadir Has Üniversitesi’nde düzenlenen ‘Sinema ve Gerçek’ başlıklı ‘Türk Film Araştırmalarında Yeni Yönelimler Konferansı’nda açılış filmi olarak gösterildi. Bundan sonraki yurtiçi ve yurtdışı festival programları için yazışmalar devam ediyor. PETRA-39 20/4/08 3:05 Page 1 marie claire gerçek yaşam B‹R F‹LM KAHRAMANI OLARAK PETRA Petra Woschniak; 19’unda anavatanı Almanya’yı bırakıp İstanbul’a yerleşen, saç keserek hayatını kazanan, Çukurcuma’da renkli, bol dost, sohbet ve eğlence ile dolu bir yaşam süren özel bir kadın. İsmail Necmi’nin, !f Uluslararası Filmler Festivali, Uluslararası Yarışma’da gösterilen ‘Should I Really Do It?/Bunu Gerçekten Yapmalı Mıyım?’adlı ilk uzun metraj filminin iiham kaynağı Petra, hayatın aslında kurgudan daha ilginç olduğuna da müthiş bir kanıt. Eda Göklü Fotoğraflar: İsmail Necmi Petra, y›llra sonra yeniden Almanya’da; k›z kardeflinin köpe¤iyle birlikte. 408 PETRA-39 20/4/08 3:06 Page 2 19 yafl›nda geldi¤i ‹stanbul’a yerleflen Petra, evinde saç kesiyordu. fiimdi Berlin’de kendine yeni bir hayat kuruyor. 409 20/4/08 3:06 Page 3 marie claire gerçek yaşam Petra filmin bir karesinde, Berlin’de bir arkadafl›yla birlikte. M ARIE CLAIRE: Sizi İstanbul’a getiren neydi? PETRA WOSCHIAK: Bir arkadaşımı ziyaret ediyordum. M.C.: Kaç yıl yaşadınız? P.W.: Yaklaşık 15 yıl. M.C.: Bekletiniz neydi? P.W.: Tatile geldiğim için pek bir şey beklemiyordum. İlk önce nefret etmiştim şehirden. Ancak seneler sonra âşık oldum. M.C.: Burada var olmak yabancı bir kadın için zor muydu? P.W.: İstanbul’da kendimi hiçbir zaman yabancı gibi hissetmedim. Çünkü İstanbul artık benim şehrim olmuştu. M.C.: Nasıldı burada hayatınız? P.W.: Çok renkli! İstanbul fahişe gibidir çünkü; ya seversiniz ya da nefret edersiniz! Ben onu seviyordum, o da beni seviyordu. M.C.: İstanbul’da saç kesiyordunuz. Ya İstanbul öncesi? P.W.: Kuaför olarak doğmuştum zaten. Hep bu işi yaptım, hep bu işi yapacağım... M.C.: Neyi özlüyorsunuz en çok? P.W.: Bunu zaman gösterecek. Ama 24 saat canlı ve hareketli olmasını özlüyorum. Petra Woschniak’ı eğer İstanbul sokaklarından, gecelerinden ya da sahne arkalarından tanımıyorsanız ya da eğer saçlarınızı ona kestirmediyseniz hiç, onunla İsmail Necmi’nin !f Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali’nde gösterilen ilk uzun metraj filmi ‘Should I Really Do It?/Bunu Gerçekten Yapmalı Mıyım?’ sayesinde tanışıyorsunuz. Bir kamera, hayatının en 410 “‹STANBUL’DA KEND‹M‹ H‹Ç YABANCI H‹SSETMED‹M. ÇÜNKÜ O ARTIK BEN‹M fiEHR‹M OLMUfiTU!” -PETRA özel 2,5 yılı boyunca ona eşlik ediyor. Eski kapı komşusu, arkadaşı, hukuk eğitimi alıp sonra fotoğrafçı olmaya karar veren İsmail Necmi’nin elindeki kamera... Her şey aslında İsmail Necmi’nin artık film çekme zamanının geldiğine karar vermesiyle başlıyor. Filmin çıkış noktasını böyle anlatıyor yönetmen; “35 yaşındaydım ve hep yapmak istediğim şey için artık ‘Ya şimdi ya da asla!’ dedim. O sırada kapı komşum Petra geldi. ‘Petra film çekiyoruz’ dedim. Petra güldü; biz filme başladık. Benim için, filmin öncesinde ve filmi çekerken, anlatmak istediğim şeylerden çok filmin seyirciye geçireceği his önemliydi. O yüzden bu film yaparken anlatmak değil, göstermek ve yorumu seyirciye bırakmak öncelikli amacım oldu.” Petra’nın Çukurcuma’daki renkli hayatını çekmek için yola çıkıyor Necmi. İlk kez 19 yaşındayken Hamburg’dan İstanbul’a tatile gelen Petra sonra bu dilini bilmediği şehre yerleşiyor. Türkçe öğreniyor, evinde saç kesiyor, tasarımcılarla çalışıyor, güzel evlerde güzel hayatlar yaşıyor. Bir dönem evlenip altı sene evli kalıyor. Sonra boşanıyor ve bir daha evlenmiyor. 15 yıl İstanbul’da yaşıyor. İstanbul topraklarında aykırı görünen uzun boyu, ince silueti, kısacık saçları ile göçmen bir Alman kadın olarak... Ama Petra’dan bir yabancı olarak bahsetmek mümkün değil. O da zaten hiç yabancılık çekmiyor İstanbul’da. Bir çift makas ile hayatını kazanıyor. İsmail Necmi kapı komşusunu filminin kahramanı yapmaya karar veriyor. Sadece Petra’nın hayatını değil, herkesin hayatını ‘kurgudan daha ilginç’ bulduğu için. “Renksiz, sıradan bir hayat yaşadığını düşündüğünüz insanların bile biraz deşince neler yaşadıklarına dair ciddi anlamda sarsılabilirsiniz. Petra bu filmin kahramanı çünkü film yapmaya karar verdiğimde en yakınımda o vardı. Üstelik Petra’nin renkli yaşam tarzı, hayata karşı duruşu bir film kahramanı olmak için fazlasıyla potansiyel ihtiva ediyordu. Ama heyhat yine ‘hayat kurgudan daha ilginç’ konusu devreye girdi ve ben başlangıçta çok eğlenceli, Petra’nın merkezinde olduğu bir Beyoğlu filmi yapacağım derken, hem film hem de ben başka sulara yelken açtık.” İsmail Necmi Petra ile MOS’ta çalıştığı dönemden tanıyor. “Bir arkadaşım ona saç kestirmeye giderdi. Ben kestirmez sohbet ederdim.” Sonrasında Çukurcuma’da oturduğu evin yan dairesi boşalıyor, yeni kiracıların muhafazakar bir aile olduğunu öğrenince, İsmail Necmi ev sahibine telefon edip kiranın iki katını teklif ediyor. “Ev sahibini ikna ettim ve sonra Petra’yı arayıp ‘Sana ev tuttum’ dedim! Petra arada bana gelirdi; yüksek tavanlı, tarihi bir yapı olmasından dolayı binaya çok imrenirdi. Böylece Petra ile kapı komşusu olduk.” Ve film başlıyor... ‘Bunu Gerçekten Yapmalı Mıyım?’da, Petra’nın tıpatıp kendisine benzeyen bir ikiz kız kardeşi olduğunu görüyoruz. Karen. Petra gibi incecik, upuzun, kısacık saçlı. Sonra ▼ PETRA-39 21/4/08 14:28 Page 4 marie claire gerçek yaşam Petra, Zeynep Arkok ile bir defilede. ▼ Karen’ın iki güzel, iyi eğitimli köpekleri ile tanışıyoruz. Aslında Petra’nın kardeşini yalnız bırakmamak için Almanya’ya, Karen’in yaşadığı köy evine geldiğini öğreniyoruz. Karen’in çok nadir görünen bir kanser türüyle mücadele edişi, Petra’nın sözleriyle ‘ölümü kabullenmesi’, Karen’ı son yolculuğuna gönderirken yapılan veda tören, Petra’nın köpeklerle baş başa kalışı, seri hareketlerle onların tüylerini kesişi... Filmin kahramanı, İsmail Necmi’nin ‘reallife-fiction’ diye adlandırdığı ‘gerçek hayat kurgulaması’ filmde beklenmedik trajik olaylarla karşılaşıyor -kardeşinin ölümü-, hayatında radikal kararlar alıyor –alkol ve uyuşturucuyu bırakması- ve yaşadığı şehri değiştiriyor -Petra bugün ikizinden yâdigar köpekleri ile Berlin’de yaşıyor-. Annesi ile babasını da aynı hastalıktan kaybettiğini öğreniyoruz; Petra’nın yine kanserden dolayı karnının altında böbreğinin alındığı yerdeki ameliyat izini görüyoruz. Hayat kurgudan daha acımasız ilerliyor bazen... Yıllara yayılan çekimlerde sadece Almanya’da dolaşmıyor kamera. Petra’yı Boğazda yüzerken, çalışırken, evde Ümit Ünal ile iş konuşurken, Dilara Erbay’ın bebeğinin yanına uzanırken izliyoruz. Gerçek hayat görüntülerinin bitiminde 412 Petra (Sa¤da) ikiz k›z kardefli Karen ile birlikte. olduğunun kararını seyirciye bırakıyorum. Filmde birçok açık kapı var. Bu kapıları aralamak ya da tamamen kapatmak seyirciye kalıyor...” Etkileyici görselliği ile film, farklı karakteriyle Petra izleyiciyi içine çekiyor. Filmin adının ‘Bunu Gerçekten Yapmalı Mıyım?’ olması da tesadüf değil. “Filmin açılışında ve film boyunca Petra ile terapistin konuştuğu odanın duvarında, Berlin’de yaşayan ressam Grigori Dor’un ‘Should I Really Do It?’ (2005) adlı işi yer alıyor. Bu resim aslında, başta yönetmen olarak benim, sonrasında ise oyuncu olarak Petra’nın, Herold’ın filmin yaratım süreci boyunca içinde bulunduğumuz ruh haline işaret ediyor.” Ruh halleri filme adını veriyor; İsmail Necmi Türkiye’de zorluklarla da olsa istediği gibi film yapma sınavını başarıyla geçiyor, Petra yıllar sonra Berlin’de yeni bir hayata başlıyor... Birileri bunu gerçekten yapmalıydı şüphesiz... “PETRA’YI NASIL B‹L‹RS‹N‹Z?” F‹LM ADINI, TERAP‹ YAPILAN ODADA ASILI, ALMAN B‹R RESSAMA A‹T B‹R RES‹MDEN ALIYOR... Petra’yı konuşturmak için kurgu bir karakter oluşturuyor yönetmen. Maskeli terapist Herold. Filmde, Petra ile Herold bir araya geliyor; bir terapist ile hastası arasındaki diyaloğa tanık oluyoruz. Uyuşturucudan bahsederken dürüstlüğü, kız kardeşi için artık göz yaşı dökmeyeceğini söylerken metaneti sarsıyor insanı. Her konu başlığı İsmail Necmi tarafından belirlenmiş, bazı diyaloglar onun tarafından yazılmış olsa da, kimi zaman ‘gerçek’ gibi görünen bu terapi sahneleri filmin içine serpiştiriliyor. “Filmin ne kadarının gerçek, ne kadarının kurgu ÜM‹T ÜNAL- Moda Tasar›mc›s› “Onu tanıdığım da beyaz gömlekleri vardı. Hiç ait gibi durmadığı bir yerde nefes almadan saç keserdi. Sonra benim de saçlarımda dolaştı parmakları. Tanıdım. Daha çok tanıdım. Ondan dinlemeye âşık oldum hayatı. Kesik kullanırdı kelimeleri. Türkçe’yi. Kestiği saçlar gibi onları da keserdi. Sözleri kısa saçlar gibiydi. Öfkeli gibi duran ama aslında çok utangaç ve uysaldı. En güzel evler onundu. Evlerini kıskanırdım. Aramızda aşk vardı. Bende hâlâ devam ediyor. Biraz platonik... Ben çay içerdim o kahve. Gülüşüne de âşıktım. Öyle güzel gülerdi Petra. Sonra çok gülmez oldu. O sustu. Ben de sustum. Ben ona hep biraz âşıktım. Kıskanırdım. Ona gitmek en güzeliydi. Sonra o gitti. Ben onsuz kaldım. Seni başka bir aşkla sevdim hep Petra...” ZEYNEP ARKOK-Koreograf “Hayat ona ne sunarsa sorgulamadan yoluna devam edebilen, bunlardan dersler çıkaran ve çıkarmamızı sağlayan Petra ile evlenip Türkiye’ye yerleştiği yıllardan tanışırız. Çevresindeki kalabalığın içinde kendine has suskunluğu, karşısına çıkan olumlu olumsuz her durumla mücadele ▼ PETRA-39 PETRA-39 20/4/08 3:08 Page 5 marie claire gerçek yaşam Petra ve maskeli terapist Herold. ▼ edebilecek yüreği vardır. Bir bakarsın şarkının bir bölümünde ölümden söz eder. Durup aynada bir kez daha kendine bakarsın. Petra’yı nasıl bilirdiniz sorusuna başka biçimde cevap vermek benim için zor. Yaratıcılığı, özgürlüğü ve kimseye göstermediği bilgeliği sinemada paylaşıma açılınca duygularıma hakim olmakta zorlandım. Kapalı duvarların ardında yaşayan Petra nasıl bu duvarları yıktı? İsmail Necmi’yi tekrar kutlarım.” RAB‹A BAKICI-‹fl kad›n› “Petra’yı tek kelime ile tanımlamamı isteseler aklıma gelen kelime ‘glamorous’ olur. Türkçe karşılığı ‘büyüleyici, göz alıcı, göz kamaştırıcı’ arası bir şey olmalı. Sene '97, kendime Aix en Provence’dan nefis ayakkabılar almışım, kimsede yoktur diye bir heves gelir gelmez Godet’ye giymişim, aynı gece kapıdan Petra giriyor, aynı ayakkabı onda da var! Henüz tanışmıyoruz ama birbirimize kötü kötü bakıyoruz! Bir daha o ayakkabıyı ikimiz de giymedik! İki sene sonrası, o sıralar Paris’te yaşıyorum, İstanbul’dan arkadaşlarımız bizde kalmaya geldiler, ve yanlarında Petra! Böylece birbirimizi yakından tanıdık, ve o gün bugündür Petra en yakın dostlarımdan biri. Bu kadınsı ayakkabı hikâyesi bir yana Petra benim gözümde benzersiz bir kadın. Birlikte çılgınlar gibi eğlenebilecek kadar hafif, en kötü durumda sırtınızı dayayabilecek kadar sağlam... Her ortamda göz kamaştıran, dünyanın nimetlerinden faydalanmayı bilen, birlikte seyahat etmekten hoşlandığım, dertlerimi paylaştığım arkadaşım, özel bir kadın.” 414 “KEfiKE B‹NLERCE PETRA OLSA ‹STANBUL SOKAKLARINDA. AMA PETRA B‹R TANED‹R...” -SEHER SANDER D‹LARA ERBAY- Abracadabra Chef Owner “Petra on parmağında on hüner hayatımda tanıdığım en becerikli, en yaratıcı kadındır. O uzun parmaklı elleri her şeyi yapabilir. Etrafta ‘sanatçıyım’ diyenlerin çoğunu cebinden çıkarır. Zamansız tasarımlar yapar; kıyafet, mobilya, resim, yerleştirme, saç, inşaat, yemek ya da herhangi bir prodüksiyon. Nettir, dürüsttür, gerçektir, numara yapmaz, neyse odur. Bazen hırçın, bazen utangaç, bazen kışkırtıcı, bazen ev kızı, bazen çok kırılgan, bazen umarsız, her zaman bonkör, vefalı, gururlu. Ve savaşçı. Hayat ne gösterirse göstersin o üstesinden gelir, şansını değiştirebilir. Sadece artık eşini bulmalı. Çoluk çocuğa karışacağını sanmıyorum ama umuyorum, tüm bunları küçük Petra’lara aktarmak dünya için hayırlı olurdu.” SEHER SANDER- Makyöz “80’lerin sonunda Petra İstanbul semalarında gözüktü ve İstanbulluların gözlerini yuvalarından çıkaracak 1.80 boyuna eklediği yüksek topukları, kısacık saçları, incecik vücudu, kasap önlüğü, elinde makasıyla İstanbul’da yaşayan bir ‘gavur’ olmaktan öte, kimliğiyle hafızalara kazındı. O tam anlamıyla bir total sanatçıdır. Saç keser, tasarlar, pantolon diker, şapka yapar, gömlek tasarlar, tahtadan pabuç oyar, gurme yemek yapar, moda defilelerinde kulis yönetmenliği yapar, kahve açar, dekorasyon yapar, mobilya, lamba tasarlar... İstanbul’da keyifli yaşamanın kitabını yazabilir. Balık pazarını dolaşır, en iyi meyve sebzeyi seçer ve tek kişilik muhteşem yemeğini hazırlar, overlok makinesinin başında, şampanyasını yudumlar İstanbul’da ona aklınıza gelebilecek her detayı sorabilirsiniz. Tabii en iyi konseri, partiyi ve restoranı da... O pek çoğumuza ilham ve heyecan verir. Keşke binlerce Petra olsa İstanbul sokaklarında. Ama o bir tanedir.” SAVAfi ERTUNÇ- Changa’n›n Sahibi “Seneler önce Mos’a saçımı kestirmeye gittiğimde kısacık platin saçlı, yarı İngilizce yarı bozuk bir Türkçe ile konuşan kadın dikkatimi çekmişti. Gide gele adının Petra olduğunu öğrendim. O zamanlar Akmerkez’de uluslararası bir şirkette çalışıyordum ve Petra’ya saç kestirmek, onunla konuşmak bana eğlenceli geliyordu. Petra oradan ayrıldı ben de gitmez oldum. Çukurcuma’da, evinde saç kesmeye başlamıştı. Telefonla randevu ayarlamaya çalışıyor, bazen bir gün belirlemek iki haftamızı alıyordu. Evine gitmek çok güzeldi. Tavanları yüksek, yerleri kendi dökmüş olduğu epoksi kaplama, pencerelerinde kendi dikmiş olduğu perdeler, duvarlarında kendinin yapmış olduğu aydınlatmalar, çiçekleri, ortada kıyafet tasarladığı ahşap masası, kamuflaj koltuğu çok ama çok güzeldi. Saç bahaneydi, aslında Petra ile sohbet etmeye gidiyordum. Petra hep şarkı söyler saç keserken. Kendi başına ülkeler, kültürler üzeri bir hayat kurabilme başarısı göstermiştir. Kardeşinin iki köpeğini bırakmayacak kadar şefkatlidir. Tek kişilik dev kadrodur. Filmde seyretmek yetmez, Petra’yı daha yakından tanımak gerekir.” ■ RADİKAL GAZETESİ 23 Subat 2008 Özge Yılmaz Başlık: İsmail Necmi ile “Kurgu”, “Gerçeklik” ve “Tanımlamalar” Üzerine… !f İstanbul yarışma bölümünde ilk kez seyirci ile buluşacak olan “Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım? / Should I Really Do It?” İstanbul’da yaşayan bir Alman kadının, Petra’nın gerçek hikayesinden yola çıkmış. Yönetmen İsmail Necmi, hukuk eğitimi almış ama yıllardır film ve fotoğraf alanlarında çalışıyor. Bir dönem Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı ve Fotoğraf & Video Bölümlerinde ders vermiş olan İsmail Necmi ile ilk uzun metraj filmi hakkında söyleştik. “Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?”, İstanbul’da yaşayan bir Alman’ın öyküsünü anlatıyor. Almanya ile bağınız nedir? Ben Almanya'da hiç yaşamadım. Bir Alman TV kanalı için uzun süre İstanbul’da çalıştım. Bu arada her ne kadar bu filmi Almanca çektiysem de Almanca bilmediğimi de ayrıca belirtmek isterim. Filminiz henüz tamamlanmadan “European Films Crossing Borders” ve “Mediterranean Films Crossing Borders” oluşumlarına proje olarak seçildi. Bu oluşumların web sitelerinde filminiz için “Docu-Drama” tanımlaması yapılıyor. Bu tanımlamaya katılıyor musunuz? Filminizde yaşanmış bir hikaye mi canlandırıldı, yoksa gerçek bir hikayenin içinde, canlandırma olmadan mı ilerliyoruz? Ben kişisel olarak tanımlama yapmayı sevmiyorum. Sınıflara ayırmayı, kategorilere bölmeyi bu işin uzmanlarına bırakıyorum. Yalnızca benim filmimin tam anlamıyla bir “Docu-Drama” olmadığını söyleyebilirim. “Docu-Drama”larda çok büyük bir oranda yeniden canlandırma söz konusu. Benim filmimin belgesel bölümlerinde ise her şey gerçek. Hiçbir canlandırma, dramatizasyon yok. Filmin bütününde ise neyin ne kadar gerçek, ne kadar kurgu olduğunun kararını seyirciye bırakıyorum. Filmde bir çok açık kapı var. Bunların çoğunu bilerek açık bıraktım. Bu kapıları aralamak, sonuna kadar açmak ya da tamamen kapatmak seyirciye kalıyor. “Hayat kurgudan daha ilginç olabilir mi?” sorusu yer alıyor film afişinde. Sinemada gerçeklik–kurgu ilişkisi hakkında düşünceleriniz? Kendi hayat deneyimlerimden yola çıkarak şunu söyleyebilirim; hayatta öyle olaylarla karsılaştım ki bunları bir film kurgusu olarak yazsam kimseyi inandıramayacağımı düşünüyorum. Halbuki Almodovar filmlerinin o imkansız tesadüflerine bile, bir şekilde filmin kendi içinde, ne kadar da kolayca inanıyoruz... Asla gerçek olamayacağını bilerek ama gönülden gerçek olmasını isteyerek. Bu yüzden sinemada kurgunun her zaman ağırlıklı olarak var olacağını düşünüyorum. Bununla beraber, belgesel anlatımının ve estetiğinin dışında, gerçek hayatla kurgunun iç içe geçtiği filmlerin de ciddi olarak sinemanın geleceğinde yer alacağına inanıyorum. Çünkü günümüz seyircisi için sadece kurgu, artık yeterince inandırıcı olmuyor. İkna etmiyor. Öte yandan "reality show"ların neredeyse tamamı, kişisel hikayeleri anlatan belgesellerin ise neredeyse %80'i son derece sıkıcı ve büyük oranda sanatsal/görsel estetikten yoksun. Bu benim kişisel saptamam. "Yeni" sinemanın bu türlerin karışımı üzerine inşa edileceğini, içerik olarak gerçek hayatları, durumları birebir göstereceğini, oyuncu olmayan "oyuncu"ların sadece kendileri olarak farklı durum ve hikayelerde -kendi hikayelerinde- Autor yönetmenlerin kontrolünde ve estetiğinde beyaz perdede daha çok yer alacağına inanıyorum. Andy Warhol'un yıllar önceki "15 dakika" kehanetinin TV’den sonra -bir şekilde- artık sinemada 90 dakika üzerinden devam edeceğini düşünüyorum. Turizm ve Kültür Bakanlığı filminize geri ödemeli yapım sonrası destekte bulundu. İlk uzun metrajını çeken genç bir sinemacı olarak, aldığınız destekler yeterli oldu mu? Ne gibi sıkıntılar yaşadınız filminizi çekerken? Ticari kaygıları olmayan bir yönetmen için ilk uzun metraj filmini çekmek dünyanın her yerinde zordur diye düşünüyorum. “Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?” hem içeriği hem de yapımı itibari ile tamamen bağımsız bir film. Bu yüzden şahsen, oldukça zorlu bir süreçten geçtim. Film yapmak ciddi bütçe, ekip ve ekipman işi. Ben bunları bir şekilde minimumda tutarak filmi tamamladım. Yönetmenliğin yanında, filmin prodüktörlüğünü, kameramanlığını, montajını, sanat yönetmenliğini ben üstlendim. Filmi 2,5 sene süren belgesel çekimlerinin ardından 2 haftalık kurgu çekimleri ve akabindeki montaj süreci ile yaklaşık 3 senelik bir zaman diliminde tamamladım. Bu süreçte Kültür Bakanlığı’nın yapım sonrası desteği ile beraber, bir çok kişi maddi manevi filme destek verdi. Onlara da tekrar teşekkürlerimi iletmek isterim. İlk uzun metraj filmini çeken bir yönetmen için maddi desteğin yanında manevi desteğin de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Nitekim filme doğrudan yapım desteğinin yanında, yönetmene ve filme inanan kişilerin varlığı yönetmen için çok büyük bir moral ve güç kaynağı. Ayrıntılı bilgi: www.ismailnecmi.com www.shouldireallydoit.com MİLLİYET GAZETESİ 21 SUBAT 2008 Gözde Kazaz Başlık: HİÇBİR ŞEY, HAYAT KADAR SÜRPRİZLERLE DOLU DEĞİLDİR, KURGU DAHİ!.. SPOT : İf İstanbul’un bu sene ilk defa gerçekleşecek yarışması ‘if inspired’ a katılan filmler gerek yönetmenleri gerekse konularıyla ağzımızı sulandıracak cinsten. Fakat bunlardan biri var ki, birçok sinemasever tarafından daha bir merakla bekleniyor. Evet, jüri tarafından seçilerek yarışmaya hak kazanan tek Türk filmi ‘Bunu gerçekten yapmalı mıyım?’dan bahsediyoruz. İşte filmin yönetmeni, “Son derece kişisel bir hikayeyi, son derece kişisel bir biçimle sunan” İsmail Necmi’yle yapılan bir söyleşi. İlk filminiz ‘Bunu gerçekten yapmalı mıyım ?’ , Türkiye’de yaşayan bir Almanla, Petra’yla ilgili. Başka bir mekanda yaşanan yabancılık duygusuna bir ‘yabancı’ nın gözünden bakmanın sizi zorladığı durumlar oldu mu? Herseyden once, ‘ Bunu gercekten yapmali miyim ? ‘ oldukca kisisel bir hikayeye odakli. Film, kahramani Petra’nin, Istanbul’da bir ‘yabanci’ olmasi konusunu ele almiyor. Aksine Petra’nin kendini « yabanci » hissettigi yer kendi topraklari. Filmle ilgili en buyuk zorlugum ise Almanca bilmeden Almanca bir film cekmek oldu diyebilirim. Sonucta benim icin onemli olan filmin - en kurgu sahnelerinde bile - seyirciye tam bir gerceklik hissi vermesiydi. Bu gerceklik hissinin, ancak Petra’nin kendi anadiliyle konustugu bir filmle saglanabilecegine inandigim icin de oldukca zorlu bir yol sectim. Sizi bu filmi yapmaya iten şey neydi? Dürüst olmak gerekirse, ciddi anlamda bir meydan okuma icgudusu idi. Butun bu teknik ve butce anlamindaki imkansizliklar icinde uzun metraj bir filmi produksiyonundan kameramanligina, sesine, montajina, jenerigine, altyazilarina kadar kendim hazirlayarak kendimi sinadim. Tabi ki butcem olsaydi butun bu isleri, isin profesyonellerine yaptirir isin sadece yonetmenlik tarafina odaklanirdim. Ama ilk filmler, ozellikle de Turkiyede bu sekilde gerceklesemiyor ve siz her isi, yeri geldiginde ustlenmek durumunda kaliyorsunuz. Filmin çekimleri başlamadan önce nasıl bir hazırlık dönemi yaşadınız? Ve sonrasında başlayan çekim aşaması ne kadar sürdü? Film 2,5 senelik bir belgesel cekim sureci, akabindeki iki haftalik kurgu bolumlerin cekimi ve produksiyonu ile birlikte 3 senelik bir zaman dilimine yayildi. Belgesel cekimler oncesinde bir hazirlik devresi sozkonusu olmadi. Cunku yarin yada iki ay sonrasinda ne olacaginin bir garantisi yoktu. 2,5 senelik belgesel cekimlerden sonra oturup elimdeki malzemeye baktim ve filmin kurgu sahnelerini yazdim. Siz aynı zamanda da bir fotoğrafçısınız. Uzun metrajlı bir sinema filmi çekme düşüncesi nasıl oluştu? Belki komik gelecek ama aslinda ben fotografa o zamanlar film cekemedigim icin baslamıştım. Dolayisiyla film cekmek fotograftan cok daha once, hep kafamda vardi. Film cekmek ciddi ekip, ekipman ve butce isi. Fotografta ise tek basiniza nispeten cok cok daha ucuza bir seyler uretebiliyorsunuz. Filmin gösterimi henüz yapılmadığı için içerikle ilgili pek birşey soramıyorum fakat bir fotoğrafçı olarak sahip olduğunuz bakış açısının filme yansıdığını düşünmek zor değil. Bu iki sanat dalı birbirine ne tür katkılar sağladı? Fotograf ile film birbirlerine yakin gorunmekle beraber aslinda tamamen farkli alanlar. Filmde ne gosterdiginizden cok bu gosterdiklerinizle ne anlattiginiz onemlidir. Tabii ki iyi bir film hikayesi, hikayenin ruhuna uygun iyi goruntulerle anlatiliyorsa o zaman ideal denge kurulur. Benim fotografci olarak bu filmdeki avantajim teknik anlamda cok sey bilmesemde, kadraj olarak konuya hakim olmamdı diyebilirim. Peki fotoğrafı mı yoksa sinemayı mı daha dolaysız bir yol olarak görüyorsunuz kendinizi anlatmak için? Aslinda her iki alanda da kendimi anlattigimi dusunmuyorum. Benim yaptigim sey, gunluk hayatta herkesin onunde, yaninda var olan seyleri alip, kendi bakis acimla yorumlayip, kurgulayip sonra tekrar izleyicinin onune koymak. Bunu yaparken de kimi zaman fotograf agir basiyor kimi zaman film. Son uc senedir sedece filme odaklandim. Simdi “Bunu Gercekten Yapmali miyim ?” dan sonra bir fotograf sergim olacak. Türk sinemasıyla ilgili bir soru : size ilham veren yönetmenler ve filmler var mı bu coğrafyada? Varsa kimlerdir, nelerdir? Durust olmak gerekirse ilham vermek anlaminda bizden bir yonetmen su an aklima gelmiyor. Bu anlamda ne demek istedigim filmim izleyiciyle bulustugunda cok daha iyi anlasilacak diye dusunuyorum. Filmimde son derece kisisel bir hikayeyi, yine son derece kisisel bir « bicimle » anlatmayi deniyorum. Ilham vermek anlaminda olmamakla beraber yine kisisel hikayeler anlattiklari icin Nuri Bilge Ceylan ve Zeki Demirkubuz Turkiye’de en cok begendigim ve aklima gelen ilk isimler. Belki biraz da klasik bir soru artık ama son zamanlarda Türk sinemasının gidişatını nasıl görüyorsunuz? Bağımsız, sadece gişe yapmaya yönelik olmayan yapımların da ortaya çıktığına, çıkacağına inanıyor musunuz? Öncelikle gise filmlerinin de sinemanin gelisimi icin ciddi bir gereklilik olduğuna inaniyorum. Cunku ozellikle Turkiye’de sinema endustirisi ancak bu sekilde daha da gelisir ve bu carklarin icinde bagimsiz filmler de bir sekilde - zor da olsa - kendi yollarini bulabilirler. Bagimsiz sinema da dunyanin her yaninda oldugu gibi Turkiye’de de buyumeye gelismeye devam edecek. Şunu söyleyebilirm ki gelisen teknolojilerle birlikte bu teknolojilere son derecede hakim bir sinemaci kusagi geliyor. Universitede ders verdigim zamanlardaki kendi ogrencilerimden biliyorum; o kadar parlak, sasirtici ve teknik anlamda konuya o kadar hakimler ki. Gençlerin yapması gereken tek sey, ne anlatmak istediklerine karar verip o konuda dramatik anlatim ve senaryo anlaminda biraz daha efor sarfetmeleri.