Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?

Transkript

Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?
Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?
ISMAIL NECMI’den Bir Film
www.ShouldIReallyDoIt.com
34. TORONTO Uluslararası Film Festivali
RESMI SEÇKI – KEŞIF
Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?
ISMAIL NECMI’den Bir Film
Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?’dan bir sahne / Yönetmen: İsmail Necmi
Daniel Langlois - En Yenilikçi Film Ödülü
38. Montreal Uluslararası Yeni Sinema Film Festivali 2009
Uluslararası Yarışma
Umut Veren Yeni Yönetmen Ödülü
Umut Veren Yeni Senaryo Yazarı Ödülü
20. Ankara Uluslararası Film Festivali 2009
Ulusal Yarışma
Seyirci Ödülü
1.Roma Gender Dokü-Film Festivali 2010
Uluslararası Yarışma
IN works istanbul - IN works BERLIN
[email protected]
www.ismailnecmi.com
+49 176 390 96827
1 of 6
Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?
ISMAIL NECMI’den Bir Film
www.ShouldIReallyDoIt.com
SİNOPSİS
Gerçek bir hayat hikayesinden yola çıkan film, Almanya’da yaşayan Türk’lerin aksine ironik bir şekilde
İstanbul’da yaşayan Alman bir kadının, PETRA’nın sıradışı yaşamını konu eder. Hayatındaki ani iniş
çıkışlarla, zaman zaman, sanki bir senaryoyu takip ettiğimizi bize düşündürten bu sıradışı hikayenin
başrol oyuncusu, aslında gerçek yaşamın bir başka yüzünü bizlere gösterir; En nihayetinde hiçbir şey,
hayat kadar sürprizlerle dolu değildir, kurgu dahi! Maskeli HEROLD ile yaptığı konuşmalarında
PETRA’nın hayatı bizim gözlerimiz önüne serilirken, PETRA İstanbul, Almanya, aile, arkadaşlar,
uyuşturucu ve ölüm gibi temalarla yüzleşir. “Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?” gerçek hayat ve kurgu,
belgesel ve drama arasında gidip gelirken, “Gerçek hayat aslında kurgudan daha ilginç olabilir mi?”
sorusuna cevap arar.
PETRA / Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?’dan bir sahne / Yönetmen: İsmail Necmi
HEROLD / Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?’dan bir sahne / Yönetmen: İsmail Necmi
IN works istanbul - IN works BERLIN
[email protected]
www.ismailnecmi.com
+49 176 390 96827
2 of 6
Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?
ISMAIL NECMI’den Bir Film
www.ShouldIReallyDoIt.com
YÖNETMENİN BİYOGRAFİSİ
İSMAİL NECMİ
www.ismailnecmi.com
Bağımsız yönetmen, fotoğrafçı ve görsel sanatçı olarak çalışan İsmail Necmi, İstanbul Üniversitesi
Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Bir çok kısa ve uzun metrajlı filmde, TV dizilerinde ve fotoğraf
çekimlerinde calıştı. Bu arada fotoğrafçı olarak kendi projelerine yoğunlaştı ve “Dönüşüm” adlı ilk
Siyah-Beyaz, solo fotoğraf sergisini İstanbul’da açtı. Selanik’de, Makedonya Cagdas Sanatlar
Muzesinde “Cekilmemis Filmlerden Kareler | Selanik” ve Berlin’de, Berlin Art Projects’de “Cekilmemis
Filmlerden Kareler | Berlin” adli Siyah-Beyaz Solo Fotograf sergilerini acti. 2008’de yapımcılığını,
yönetmenliğini, senaryo yazarlığını, kameramanlığını ve kurgusunu kendi ustlendigi “Should I Really
Do It? / Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?” adlı ilk uzun metrajlı sinema filmini tamamladı. 34. Toronto
Uluslararası Film Festivali Discovery / Keşif programında “Resmi Seçki” içinde yer alan film Montreal,
Reykjavik, Sao Paulo, Hayfa, Roma, Hamburg, Bangkok, Kahire, Kosta Rika, Göteborg, Mumbai,
Selanik, Antalya ve Ankara gibi bir cok ulusal ve uluslararasi film festivalinde gösterildi. Yönetmen bu
filmiyle, 38. Montreal Uluslararası Yeni Sinema Film Festivalinde “Daniel Langlois” En Yenilikci Film
Ödülü, 20. Ankara Uluslararası Film Festivalinde “Umut Veren Yeni Yönetmen” ve “Umut Veren Yeni
Senaryo Yazarı” Ödülleri ve 1. Roma Gender Dokü-Film Festivalinde Seyirci Ödülüne değer görüldü.
Film ayrıca Kadir Has üniversitesi tarafından düzenlenen ‘Türk Sinemasında Yeni Yönelimler
Konferansı’ ve Independent Scholars tarafından düzenlenen ‘Uluslararası İstanbul Disiplinlerarası
Fetişizm Konferansı’ nin açılış filmi olarak İstanbul MODERN’de gösterildi. İsmail Necmi yaratıcı
çalışmalarının yanı sıra İstanbul Bilgi Üniversitesi - Görsel İletişim Tasarımi ve Fotoğrafçılık Bölümü
ve Kadir Has Üniversitesi Radyo - TV ve Sinema Bölümü gibi pek çok fakültede ders verdi. Ismail
Necmi halen Berlin ve Istanbul’da calismalarini surdurmektedir.
IN works istanbul - IN works BERLIN
[email protected]
www.ismailnecmi.com
+49 176 390 96827
3 of 6
Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?
ISMAIL NECMI’den Bir Film
www.ShouldIReallyDoIt.com
Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?’dan bir sahne / Yönetmen: İsmail Necmi
FİLMİN KÜNYESİ
Filmin Adı: SHOULD I REALLY DO IT? / BUNU GERÇEKTEN YAPMALI MIYIM?
Yapım Şirketi: IN WORKS ISTANBUL
Ana Sponsor: CONTEMPORARY ISTANBUL
Oyuncular: PETRA WOSCHNIAK, HEROLD
Yapımcı, Yonetmen, Senaryo Yazarı, Kamera, Kurgu ve Sanat Yönetmeni: İSMAİL NECMİ
Ses: GARİP ÖZDEM, İSMAİL NECMİ
Yürütücü Yapımcılar: AYŞE ÜNAL, ALEXANDRE MROZ TASTARDI
Diğer Yapımcılar: RABİA BAKICI GÜRELİ, DIETER SAUTER, STEPHEN KIMMEL
Orijinal Müzik: SERKAN ALKAN
Orijinal Tema Müziği: MERCAN DEDE ve MICH GERBER
Diğer Müzikler: JAMES ÖNDER, MÜMİN MUTLU
TEKNİK BİLGİ
Format: RENKLİ, 35MM, 1:1.85, 5 REELS, 2612M, TÜRKÇE VE ALMANCA
Süre: 86 DAKİKA
Ses: DOLBY DIGITAL
IN works istanbul - IN works BERLIN
[email protected]
www.ismailnecmi.com
+49 176 390 96827
4 of 6
Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?
ISMAIL NECMI’den Bir Film
www.ShouldIReallyDoIt.com
Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?’dan bir sahne / Yönetmen: İsmail Necmi
Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?’dan bir sahne / Yönetmen: İsmail Necmi
KONTAK
Sinem Keskinel
BAP//ISTANBUL l Director
[email protected]
www.bapistanbul.com
Lüleci Hendek 20 Tophane 34400 Istanbul
T: 0090 212 243 8578
IN works istanbul - IN works BERLIN
[email protected]
www.ismailnecmi.com
+49 176 390 96827
5 of 6
Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?
ISMAIL NECMI’den Bir Film
www.ShouldIReallyDoIt.com
IN works istanbul - IN works BERLIN
[email protected]
www.ismailnecmi.com
+49 176 390 96827
6 of 6
ice sinema / cinema
Çekilmemiş Filmlerden Kareler
SAMUEL WILLIAMS FOTOĞRAFLAR / PHOTOGRAPHY: İSMAIL NECMI
H
er ne kadar film yönetmeni olarak tanınsa
da, İsmail Necmi 1990’lardan bu yana ‘underground’ Türk fotoğrafının en etkili ve kendine
özgü isimlerinden biri olmuştur. Belgesel haber
fotoğrafçılıgına dayalı bir gerçekçiliğin uzun sure
hüküm sürdüğü ulusal bir fotograf geleneği içinde, onun cesur ve çoğunlukla gerçeküstü siyahbeyaz fotoğraf çalışmaları gündelik yaşamda da
önemli bir rol oynayan rüya, fantazi ve yanılsama
katmanlarını keşfe çıkar. Necmi uzun süreler
İstanbul’da modellerle degil, sadece gercek insanlarla calıştı. Hayatın farklı katmanlarından
gelen bu insanlara, yaşamlarına renk katan, ancak sözlerle dile getiremedikleri düş ve arzularını
görsel olarak ifade edebilecekleri, olmak istedikleri kişiye dönüşebilecekleri, normalde herkesten
gizledikleri iç benliklerini ortaya koyabilecekleri
ya da en büyük cinsel fantezilerini gerçekleştirebilecekleri estetik bir alan sundu.
Necmi’nin geçmiş çalışmalarına ait klasik imgeleri ve daha yeni fotoğraflarını bir araya getiren son fotoğraf sergisi “Çekilmemiş Filmlerden
Kareler”, eleştirmen Hal Foster’ın çağdaş avangard sanatta “gerçeğin dönüşü” diye adlandırdığı
şeyin, geçmiş ve gelecek yörüngelerinin de bir
nevi haritasını çiziyor. Gerek modern tiyatronun
yükselişi, gerek reality TV’nin yetkinleşmesi
ya da “yeni belgesel filmcilik” diye adlandırılan
alanın gelişmesiyle, son yıllarda pek çok sanatsal
yapıda gerçekleşen önemli ilerlemelerin büyük
çoğunluğu “gerçek” kategorisinin yeniden sorgulanmasıyla ortaya çıkmıştır. Necmi bu sergide
söz konusu gelişmeler ışığında iki farklı medyada, fotoğrafta ve edebiyatta bu konuda ortaya
çıkan kesişimi de keşfe çıkmak üzere, New York
ve İstanbul arasında yaşayan ve daha çok kurmaca dışı edebiyat çalışmalarıyla tanınan yazar
Samuel Williams ile işbirliği yapıyor.
Bir çok eleştirmenin işaret ettigi ortak nokta
Necmi’nin siyah-beyaz fotoğraflarının çoğu
zaman imgenin hareket etmeyi bıraktığı film
kareleri oldugu yönünde. Bu saptamadan yola
çıkan Necmi ve Williams sergideki her fotografı
Necmi’nin çekilmemiş bir filminden bir kare olarak yeniden tanımlıyor ve böylelikle söz ve imge
arasındaki paralellikleri keşfe çıkıyorlar. Williams
her fotoğraf için başı ve sonu olmayan bir senaryo
kesiti; o fotoğrafın gerçeklik ve kurgusuna -kendi
görsel bütünlüğüne- dair sinemasal bir “varsayım” hazırliyor. Bu çekilmemiş film metaforu –bu
henüz çekilmemiş bir film mi ya da çekilmesi
mümkün olmayan bir film mi?– fotografçının kendi tarihinin ve yazarın “gerçeğin dönüşü”ne dair
bireysel çalışmalarının sırasıyla fotoğraf ve edebiyattaki izlerini sürerken, imge ve metnin bu melez
birleşiminde, gelecekte “gerçek”le kurulması olası
sanatsal ilişkilere dair bir vaadi de serginin iç katmanlarında barındırıyor.
“Çekilmemiş Filmlerden Kareler” farklı geçmislerden gelen, farklı disiplinlerde çalışan bu iki
sanatçının Istanbul’daki ‘sanatsal karşılaşma’sının verimli işbirligini de sergiliyor. “Çekilmemiş
Filmlerden Kareler” küresel bir estetik anlayışın
içi boşaltılmış bir sunumu olmak yerine, Avrupa
ve Asya arasındaki sınır topraklarda bu iki yabancı sanatci arasında yaşanan yaratıcı işbirliginin
kalp atışını sergi izleyicilerinin duygusal olarak
hissetmelerini saglamayi amacliyor.
“Çekilmemiş Filmlerden Kareler” 2010 Aralık
ayında Selanik Ulusal Fotoğraf Müzesi’nde, 51.
Uluslararası Selanik Film Festivali’nin ana etkinliklerinden biri olarak sergileniyor. Subat 2011
de ise Ismail Necmi Berlin’deki ilk solo sergisini
Galerisi Berlin Art Projects’in isbirligi ile gercekleştirecek. (http://www.berlinartprojects.de) <
Stills from Unmade Films
A
Although perhaps better known
internationally as a filmmaker, Ismail
Necmi has been one of the most influential
and distinctive forces in underground Turkish
photography since the 1990s. In a national
tradition long dominated by photojournalistic
realism, his edgy and often surreal work takes
the most colloquial forms of still images and
explores the layers of dream, fantasy and
artifice that are really at play in the everyday
in contemporary Turkey. Necmi has worked
over prolonged periods of time with actual
individuals in Istanbul, offering people from
diverse walks of life an aesthetic space in which
they can visually express the aspirations and
desires that animate their lives but which they
can’t easily articulate in words – whether to
transform into the person they want to be, or
to show inner-selves they normally hide from
everyone, or to live out their ultimate sexual
fantasy.
‘Stills from Unmade Films’ Necmi’s latest
photographic project draws together both
classic images from his corpus and more
recent photos, charting the history and future
trajectories of what critic Hal Foster has dubbed
“the return of the real” in contemporary avant-
garde art. Whether it be the rise of verbatim
theatre, the maturation of reality tv, or the
efflorescence of what has been dubbed ‘new
documentary film,’ many of the most cuttingedge developments in a wide range of art
forms over recent years have come from a
re-interrogation of the category of the ‘real’.
In this exhibition, Necmi collaborates with
New York and Istanbul-based writer Samuel
Williams, most known for his work in literary
non-fiction, in order to explore the nexus
between these developments in two different
media – photography and literature.
Beginning from the observation by
numerous critics that the frozen black and
whites of Necmi’s photographic oeuvre seem
so often like films where the image has
ceased moving, Necmi and Williams explore
the parallels between word and image by
imagining each work as a moment from
an unmade film. For each image, Williams
has crafted a fragment of a screenplay; a
cinematic “what if”, which navigates in words
a counterpart to the photo’s own visual
conflation of fact and fiction. While tracing
a history of the artist and writer’s earlier
individual engagements with the “return of the
real”, in photography and literary non-fiction
respectively, the trope of the unmade film – a
film yet to be made? an unmakeable film? –
discloses in each hybrid combination of image
and text the promise of future possibilities for
artistic engagements with “the real”.
At the same time, the exhibition charts
the very real encounter between two artists
on the banks of the Bosphorus, both from
different national backgrounds, both working
in different media. Rather than a disembodied
retrospective of a global aesthetic movement,
‘Stills from Unmade Films’ enables viewers
to experience viscerally the pulse of this
creative movement as it is emerging today in
one particular place, Istanbul, up-close in the
chance encounter between two strangers on
the borderlands between Europe and Asia.
‘Stills from Unmade Films’ opens at the
Thessaloniki National Museum of Photography
in December 2010 as a main event of the 51st
Thessaloniki International Film Festival. A
separate solo black and white exhibition of
Necmi’s work will open in February 2011 in
Berlin, in association with his gallery, Berlin Art
Projects (http://www.berlinartprojects.de) <
ice fotoğraf / photography
94
ice fotoğraf / photography
96
ice sinema / cinema
Çekimleri Berlin’de devam eden ‘Sanat icin ölmeye hazır mısın?’ filminden görüntü.
Film still from ‘Are you ready to die for art?’ a film in production period in Berlin.
Samuel Williams Ismail Necmi ile onun çekimi
devam eden Sinema Filmi projeleri ile ilgili küçük bir
şöyleşi de yapti.
S.W.: Hem cağdaş sanat fotoğrafçılığı hem de
‘arthouse’ sinema üzerine çalışan bir sanatcı
olarak bu iki mecra arasındaki ilişkiyi nasıl
görüyorsunuz?
I.N.: Genelde ‘Arthouse’ sinema dünyasıyla
cağdaş video sanati arasında çok büyük bir
ayrım var. Benim yapmaya calıştığım şey ise
bu ikisini bir araya getirmek. Arthouse sinema
calışmalarım yapı ve icerik anlamında cağdaş
video sanatından yararlanıyor, ama bicimsel
olarak -cekimi ve kurgusu- sinemasal anlamda
tamamen klasik. Yine sinema calışmalarım icin
hedeflediğim gösterim alanlari ve izleyicileri,
cagdas video sanatina yer veren galerilerden ve
sergilerden ziyade uluslararası film festivalleri
ve bu festivalleri ve guncel sinemayi takip eden
farklı bir kitle. Nitekim ilk uzun metrajlı filmim
‘Bunu Gercekten Yapmalı mıyım?’ cağdaş video
sanatından büyük ölçüde izler taşımakla beraber
Toronto Uluslararası Film Festivali’nde Keşif
bölumunde ve yine Montreal, Reykjavik, Sao
Paulo, Hayfa, Roma, Hamburg, Bankok, Kahire,
Kosta Rika, Goteburg, Selanik, Mumbai ve
bunlar gibi pek cok uluslararası film festivalinde
gosterildi.
S.W.: İlk ‘arthouse’ filminizle, çağdaş
video sanatı ve klasik sinema bicimini
bütünleştirdiğiniz bu süreçte birçok şey
keşfettiniz. Peki, eleştirmenlerin ve
izleyicilerin bu konudaki yaklaşımı nasıl oldu?
I.N.: Festival izleyicilerinden cok iyi
tepkiler aldım. Katıldığımiz tüm festivallerde
festival izleyicileriyle en uzun ‘Q&A’ ler benim
filmin gösterimlerinde gerceklesti. Sinema
eleştirmenlerinin de yazdıklarını okumak, özellikle
de filmimi avangart olarak nitlemeleri beni oldukca
memnun etti. Bu tepkiler bana gelecekteki film
projelerimin de dogru yolda oldugunu gosterdi ve
bunun yanı sıra farklı bakış açılarını da keşfederek,
geliştirerek devam etmek konusunda beni oldukca
yüreklendirdi. Filmimde hem izleyicilerin hem de
eleştirmenlerin en heyecan verici bulduğu şey ise
çağdaş video sanatı ve klasik sinema biçimlerinin
fakli bir şekilde butunleşmesiydi. Nitekim film
Montreal Uluslararası Yeni Sinema Festivali
Uluslararası Yarışmada En Yaratıcı-Yenilikçi Film
Odülünü ile ödullendirildi.
S.W.: Bu yenilikçi tarzı gelecekteki film
projelerinizde de sürdürmeyi düşünüyor
musunuz?
I.N.: Şu an üç ayrı film projesi üzerinde
çalışıyorum ve bunların her biri de bu konuya
farklı bir açıdan yaklaşıyor, gelistiriyor. Bunlardan
birincisi olan ‘Yola Devam!’ Tarlabaşı’ndaki kentsel
gelişim ve asimiliasyon politikalari ile ilgili. Belgesel
içerik ve çagdas video art unsurlarını bir araya
getirirken, sinemasal biçim anlamında tamamen
klasik olduğunu soyleyebilirim. İkinci filmim,
‘Sanat icin ölmeye hazır mısın?’ı şu sıralarda
Berlin’de cekiyorum. Sanatla ve hayatın zorlu
gercekleriyle ilgili gerçeküstü psikolojik bir gerilim
filmi. Hazirlik çalismalari devam eden üçüncü film
ise İstanbul’un karanlık suları uzerine Avustralyalı
bir yazarın gözlerinden yapılan kisisel bir yolculuk
filmi. Bu arada Contemporary Istanbul ilk filmimde
oldugu gibi yeni film projelerimin de en buyuk
destekçilerinden biri. <
Samuel Williams also talked with Ismail Necmi
about his upcoming movie projects
S.W.:You’re a visual artist who works both in
contemporary art photography and in arthouse
film. What do you think of as the relationship
between your creative work in these two media?
I.N.:Normally there’s a huge gap between the
arthouse film world and the world of contemporary
video art. What I do is try to combine both. My
arthouse film works draw on contemporary video
art for structure and content, but stylistically the
cinematography and editing is quite classic. On the
other hand, my target audiences for film works are
not gallery spaces for visual art, but rather the quite
different audiences that frequent international
film festivals. In fact, my first feature film “Should
I Really Do It?”, made with principal sponsorship
from Contemporary Istanbul, drew significantly on
innovations from contemporary video art, but was
shown at the Toronto International Film Festival as
an official selection in the Discovery programme,
and in a number of other international film festivals
including Montreal, Reykjavik, São Paulo, Haifa,
Rome, Hamburg, Bangkok, Cairo, Costa Rica,
Göteborg, Mumbai and Thessaloniki.
S.W.:So already in ‘Should I Really Do It’,
you’ve gone some way towards exploring
this articulation between the aesthetics of
contemporary video art and more classic
cinematic forms. What was the critical response?
I.N.:The response from the film festivals
audiences were great. In every film festival I had the
longest Q&A sessions with the festival audiences.
Also to read critics, especially when they interpret
my movie as avant-garde made me very happy.
In fact, it was these responses partially that have
motivated me to go on developing my future
movie projects in the same direction but, of course,
exploring a number of different perspectives. Really
though, it was this hybridization of contemporary
video art and classic cinema forms that was the
point both audiences and critics found most exciting,
and was singled out by the jury that awarded it
the most Creative – Innovative Film Award at the
International Competition of the 38th Montreal
International Festival du Nouveau Cinéma.
S.W.:So how precisely is this something that
you’re developing in your upcoming film
projects?
I.N.:I’m actually working on three different film
projects at the moments, and each of them explores
this issue from a slightly different perspective. The
first, “Walk ON!”, is about issues of redevelopment
and gentrefication in Tarlabasi, and draws together
a lot of documentary and avant-garde content yet
still in classic cinematic forms. The second, “Are
You Ready to Die for Art?”, I’m shooting in Berlin
at the moment. It’s a surreal thriller about art and
some harsher realities of life. The third one is about
a journey into some of the darker sides of Istanbul
from the eyes of an Australian writer. Contemporary
Istanbul is also my main sponsor for all upcoming
movie projects. <
ALTYAZI DERGİSİ HAZİRAN 2008 SAYISI
Feride Çiçekoğlu
Disiplin başlığı: vizyon ötesi
Başlık: BU YAZIYI GERÇEKTEN YAZMALI MIYIM?
FERİDE ÇİÇEKOĞLU
Bir filmi anlatmak için neden bir yazı yazılsın? Herhangi bir filmi, ama özellikle bu filmi.
Hikâyesi geri planda, görsel yanı ağır basan, zihinde imgeler bırakan, duyumlar uyandıran,
duygular yaratan, sonra da hiçbirini lafa dökmeden bitip seyirciyi “bunu yeniden izlemeliyim”
ihtiyacıyla bırakıveren bir film.
Bunu Gerçekten Yapmalı Mıyım? benim şimdilik 4-5 kez izlediğim bir film. Sonuncusu ‘Film
ve İstanbul’ dersinde öğrencilerimle birlikte. Her seferinde yeni şeyler görerek. Biraz da
görüntülerin bağımlısı haline gelerek. İşte şimdi kar yağacak, şimdi nehre gidiyorlar, tekne
köprünün altından geçecek şimdi, sonra biri suya atlayacak… Şimdi Berlin, işte bu da
İstanbul, hem aynen benim bildiğim gibi, hem de hiç değil.
Şehirler var filmde, bir de kadınlar. Şehirlerin ara renkleri, kadınlarınki de. Doğumun ve
ölümün kadındaki acısı bende iz bıraktı en çok. Doğumun dişiler arasında kurduğu köprü,
yeni bir doğumu beklemek için ölümün ertelenişi. Durduk yerde burnumun direği sızlıyor
bazen. Metafor filan değil, sahiden. Karen’i hatırlıyorum. Yeni yavruyu görebilseydi de öyle
gitseydi. Saçma sapan bir duygusallık... değil. Filmde ucuz duygusallık kurulmak istense
malzeme buna çok yatkınmış. İkizi kanser olan bir kadın. Petra. Kendi böbreğini de kanser
ihtimaline karşı aldırmak zorunda kalan ve ameliyat izini bir takı gibi taşıyan. Baştan sona
içini kurcalayarak yaptığı konuşmalar fonunda görmesek bunları, sulusepken bir duygusallık
olabilirmiş. Zor bir arayüz kullanmış yönetmen, bir terapistin ofisi.
Her biri zihninize numaralanmış baskılarıyla hep taşıyacağınız özel fotoğraflar gibi nakşolan
görüntüleriyle tamamen kendine has bir görsel dili var İsmali Necmi’nin ve hiç işin kolayına
kaçmamış. Filmin ölümle hayat arasında sallanan sarkacının aynı zamanda şehirlere dair
tınısını üzerinde düşündükçe keşfediyorsunuz. İşte o zaman bir daha seyretmek istiyorsunuz.
Sarkacın hayata dair ucunda, İstanbul’da yaşadığınızı hissetmek için. Sıradışı bir film. Bence
tek sorunu, bağımlılık yaratması.
ALTYAZI DERGİSİ HAZİRAN 2008 SAYISI
Fatih Özgüven
Disiplin başlığı: vizyon ötesi
Başlık: SIĞ SULARDAN DERİN SULARA…
FATİH ÖZGÜVEN
İsmail Necmi’nin filmi hem yeni bir çaba, hem de sanki kendi kendini baltalayan bir özelliğe
sahip; kategoriler dışı, sınıflandırması zor bir film bu. Seyirci de eleştirmen de öncelikle
bundan irkilecek herhalde: “Şimdi bu seyrettiğimiz bir belgesel mi, belgesele tutunup anlatı
sineması olmaya çalışan bir şey mi, bambaşka bir şey mi?” Oysa her alanda yeni bir şeyler
yapmak bu ön kabulleri kırmaya başlamakla mümkün. Bunu Gerçekten Yapmalı Mıyım? bu işi
korkusuzca yapıyor.
Filmin başında, filmdeki terapist, hastasına “bana yüzeyselliği derinliğe tercih ettiğini
söylemiştin,” diyor. Film de aşağı yukarı bununla ilgili. Kendi şehri olmayan bir şehirde,
İstanbul’da, yıllardır ‘yüzeysel’ değilse de ‘şeylerin yüzeyinde’ diyebileceğimiz bir hayat
yaşayan Petra Woschniak’ın hayatının İstanbul görüntüleri arasına Petra’nın başka bir kadınla
başbaşa görüntüleri düşüyor ağaçlardan oluşan bir fonun üzerine... Petra’nın öbür hayatına,
daha derin, daha gizli hayatına girmemize yarayan bir anahtar bu; bu daha derin katman,
Petra’nın Hamburg’un bir köyünde yaşayan ikiz kızkardeşi Karen’le göbekbağı… Karen
kanser, Petra için çok önemli bir insan; daha doğrusu iki kızkardeş birbirleri için önemliler.
Film kızkardeşlerin hikâyesiyle birlikte ansızın bir derinlik, hatta trajiklik kazanıyor. Yarattığı
etki, girdiğinizde ayak bileklerinize kadar gelen sığ bir suyun bir adım sonra sizi belinize
kadar içine alması gibi bir şey.
Hikâyenin devamı, İstanbul’da ardına gizlenilen, oyalayıcı parlak yüzeyle Almanya’daki
karlı, tipili siyah-beyaz derinlikler, uçurumlar arasında serbestçe gidip geliyor; arada ilginç bir
yabancılaştırma etkisi sağlayan terapi seansı ile birlikte… Sadece iki kızkardeşin hikâyesi
değil, gönüllü sürgünlük, kendi canavarlarıyla yüzleşme zorunluluğu, büyük ‘K’ ile yazılması
gereken Kader, oyun olsun diye takınılan ama o kadar da masum olmayan maskeler de giriyor
işin içine. Bunu Gerçekten Yapmalı Mıyım?’da, hikâye kadar, hatta belki ondan da çok, İsmail
Necmi’nin yüzey ile uçurumlar arasında ördüğü, bildiğimiz bir hikâyelemeye benzemeyen,
bunun risklerini de göze alan hikâyelemesinden etkilendim.
ALTYAZI DERGİSİ HAZİRAN 2008 SAYISI
Melis Behlil
Disiplin başlığı: vizyon ötesi / söyleşi
Başlık: İSMAİL NECMİ “ŞU ANDA VE BURADA...”
SPOT: İlk olarak !f İstanbul’da karşımıza çıkan ve belgeselle kurmacanın sınırlarında cesurca
gezinen Bunu Gercekten Yapmalı mıyım?’ın (Should I Really Do It?) yönetmeni İsmail
Necmi’yle macerasına yeni başlayan filmini konuştuk.
Söyleşi: MELİS BEHLİL
Yolunuza önce hukukçu olarak başlayıp, kurguculuk ve fotoğraf sanatçılığı üzerinden
yönetmenliğe varmışsınız. Bu evrimi biraz anlatabilir misiniz? Daha önce uğraştığınız
mesleklerin sinemanıza nasıl etkileri olduğunu düşünüyorsunuz?
Evet, Hukuk mezunuyum. İki sene de bir hukuk bürosunda çalıştım, bu süreçte hukuğun bana
göre olmadığını anladım ve hukukla ilgili her şeyi bir anda bıraktım. Sonrasında ise aslında
hep yapmak istediğim işin peşine düştüm: Film çekmek.
Fotoğrafa ise, başlangiçta film çekemediğim için başladım. Film çekmek ciddi bütçe ve
ekipman işi. Fotoğrafta ise tek başınıza bir şeyler yapabilirsiniz. Daha işin başında fotoğraftan
para kazanmamaya karar verdim. Fotoğrafı kendim için ve sadece siyah-beyaz olarak çektim.
Bu arada uzun seneler yabancı bir televizyon kanalı için İstanbul’da kurgucu olarak çalıştım.
Sonrasında Bilgi Üniversitesi ‘Görsel İletişim Tasarımı’ ile ‘Fotoğraf ve Video’ bölümlerinde
ders verdim. Nihayetinde kendi yapım şirketimi kurup, sadece kendi projelerime odaklandım.
Bütün bu süreç, hukuk eğitimi de dahil, beni çok farklı alanlarda geliştirdi, besledi. Nitekim
fotoğraf ve kurguculuk geçmişim bana kendi filmimin görüntü yönetmenliğini ve kurgusunu
da yapma ve son derecede bağımsız bir şekilde kafamdaki filmi çekme imkânı verdi.
Filminiz başta bir belgesel projesi olmasına rağmen, süreç içerisinde kurmaca ile iç içe
geçmiş. Hangi noktada işin içine kurmacayı katmaya karar verdiniz? Kurmaca ve
belgesele ilaveten, gerçek ve rüyayı ayırmakta da zorlanıyoruz ve filmin sonuna doğru
sanki rüyalar ağır basmaya başlıyor. Rüyavari bölümleri katma fikri nasıl gelişti?
Daha filmin fikir aşamasında, belgesel ve kurmacayı bir arada kullanmak ve her iki türü de
içine alacak bir yapı oluşturmak kararındaydım. Ama bu iki ayrı tür aynı zamanda birbirinin
içine de tam anlamıyla nüfuz etmeliydi. Filmin belgesel tarafı beni hiç beklemediğim yerlere
savurdu ve ben ciddi anlamda sarsıldım. Kendimi toparlamam, karşı karşıya kaldigim bu ağır
“hayat gerçeği”ni bir şekilde hafifletmem ve filmin kurmaca kısmı ile dengelemem gerekti.
Gerçek ve rüya konusu ise bir başka anlamda yine filmdeki belgesel ve kurmaca birlikteliğine
denk geliyor. Yapı itibarıyla film, başlangıcında belgesel ve kurmaca arasında gidip gelirken
belli bir noktadan sonra gerçek ve rüyaların, bazen de karabasanların, bir karışımına
dönüşüyor.
Filminizin başkarakteri ve oyuncusu Petra aynı zamanda yakın bir arkadaşınız. Film,
ilişkinizden, ilişkiniz de filmden ne yönde etkilendi? Yakın bir ilişkiniz olmayan biriyle
bu tarz bir film çekmeye girişebilir miydiniz?
Doğrusu çekimlere başlamadan önce Petra ile çok yakın değildim. Birbirimize karşı hep
mesafeliydik ancak 2,5 sene süren belgesel ve 2 haftalık kurmaca çekimlerden sonra aramızda
çok güçlü ve pek kelimelere dökülemeyecek bir bağ oluştu. Bu aşk, arkadaşlık veya aile
kavramından çok daha güçlü ve farklı bir bağ. İç içe geçtik. Her ikimiz de bu süreçte hem
kendimizi, hem birbirimizi, özellikle de benim bu filmi niye yaptığımı, onun ise bu filmde
olmayı neden kabul ettiğini sorguladık. Zor bir süreçti. Petra’nın hayatının minumum bir
senesini çekeceğim diyerek yola çıkmıştım. Bu bir sene önce 2,5 seneye, kurmaca çekimler ve
post-prodüksiyonu ile de 3’e çıktı. Dolayısıyla biz birlikte uzun bir yolculuğa çıkmış olduk.
Çok eğlendiğimiz anlar da oldu, çok yaralandığımız zamanlar da. Bu sureç her ne kadar
yönetmen-oyuncu ilişkisinin çok ötesinde bir şekilde bizi birbirimize yakınlaştırsa da, ben
filmde Petra’nın hayatına hep belli bir mesafeden bakmayı tercih ettim. Özellikle kamera
hareketlerini ve filmin kurgusunu bu tercihi destekleyecek şekilde kullandım.
Film ilk bakışta fazlasıyla kurmaca ve stilize gibi dursa da, benim filmde izleyiciye geçirmeye
çalıştığım temel his tam da ‘şu anda ve burada’ hissiydi. Filmde bütün olanların,
konuşulanların, bir şekilde filmin ikinci, üçüncü kere izlenişinde dahi izleyiciye %100 gerçek
duygusunu vermesini/geçirmesini amaçladım. Benim yazdığım tamamen kurmaca olan sahne
ve diyalogların bile... Bu durum benim yönetmen olarak, Petra ve dahi HEROLD ile olan
ilişkimi bir yandan inanılmaz derin ve güçlü kılarken öte yandan bir şekilde hep bıçak sırtında
tuttu. Üstelik ben Almanca bilmediğim halde, filmi Almanca çekmek gibi bir işe girişmiştim!
Genel olarak şimdi geri dönüp baktığımda bu filmin yapım sürecinin, hayat tecrübesi
anlamında bana kattığı şeyleri, hiçbir şeyle ölçemem diye düşünüyorum. Bu tecrübede benim
başımı döndüren, beni sarhoş eden, baştan çıkaran, ‘sonuç’tan çok bu ‘süreç’ oldu diyebilirim.
Bu çok özel iki kişiyle, Petra ve HEROLD’la bu film sayesinde bu kadar güçlü bir bağ
kurdum ve bundan çok büyük bir haz aldım... Öyleki bu oyunculardan ‘haz alma’ durumunun,
bundan sonraki film projelerimde de benim için bir nevi bağımlılık yaratması gibi bir tehlike
sözkonusu!
Öncesinden hiç tanımadığım, yakın ilişkim olmayan, biri ile bu tarz bir filme girişebilme
durumu ise şu an zaten kafamda, dönüp durmakta. Nitekim yeni filmimin konusu tamamen
böyle bir tarzı/ilişkiyi gerekli kılıyor.
Psikolog olduğunu varsaydığımız HEROLD, filmi yönlendiren karakter. Bu karakteri
ve oyuncuyu nasıl buldunuz; karakter ve oyuncu, Petra’da olduğu kadar iç içe geçmiş
durumda mı?
HEROLD tamamen bu filmle doğmuş kurgu bir “ŞEY”! Bununla beraber bu filmden ve
benden bağımsız bir şekilde yoluna devam edecek. Dolayısıyla belki şu an için fazlasıyla
absürd gelecek ama HEROLD bir oyuncu değil. Arkasında profesyonel anlamda bir
“oyunculuk” yok. Dolayısıyla “oyuncu” da yok. Yakın bir gelecekte HEROLD tekrar benimle
ya da benden bağımsız bir şekilde farklı mecralarda izleyicinin karşısına çıkabilir.
HEROLD, filmde başta seyirciyi (lateks maskesi ve çift cinsiyetli imajı ile) sonrasında ise
Petra’yı (hitap şekli ve soruları ile) provoke ediyor. Bu ilk bakışta yönetmen tarafından
tamamen provokasyon amaçlı, izleyiciyi (ve Petra’yı) rahatsız etmek amacıyla kurgulanmış
gibi gözükmekle beraber, filmde farklı okumaları da var. Nitekim izleyicilerden gelen bu
konudaki yorumlar inanılmaz farklılıklar ve zenginlikler içeriyor. Bu noktadan hareketle
filmdeki HEROLD karakteri ile HEROLD’un gerçek hayatta seyircinin varsaymak istediği,
olması gereken “oyuncu” kimliği, gerçek Petra ve oyuncu Petra gibi iç içe geçmiş bir
durumda değil.
HEROLD’un görüşme odasının duvarındaki resmin üzerinde “Bunu Gerçekten
Yapmalı Mıyım?” yazıyor; filmin adı olduğu için mi o resim orada, yoksa var olan bir
resimden yola çıkarak mı filmi adlandırdınız?
Filmin açılışında ve film boyunca Petra’nın HEROLD ile konuştuğu odanın duvarında,
Berlin’de yaşayan Rus Ressam Griogori Dor’un ‘Should I Really Do It?’ adlı 2005 yapımı işi
yer alıyor. Bu resim aslında, başta yönetmen olarak benim, sonrasında ise oyuncu olarak
Petra’nın, ve hatta HEROLD’un, filmin yaratım süreci boyunca içinde bulunduğumuz ruh
haline işaret ediyor. Filme adını veren bu “ruh hali”, alışılmadık bir film adı olmanın ötesinde,
filmin izleyicisinde de, filmi seyrederken zaman zaman, sıkıntıyla karışık: “Bunu gerçekten
yapmalı mıyım?/Bu filmi gerçekten izlemeli miyim?” şeklinde bir rahatsızlık hissi
yaratıyor… Dor’un bu resmi ve akabinde filmin ismi, tıpkı HEROLD karakteri gibi
kendiliğinden bir şekilde gelip, tam da olması gerektiği noktada, filme dahil oldu. Benim bu
konuda yaptığım tek şey yönetmen olarak içgüdülerimi, sezgilerimi sonuna kadar dinlemek ve
takip etmek oldu.
Film gösterim hayatına ilk defa yapılan bir yarışmada, İF! İstanbul’daki Keşif’te
başladı. Yarışma deneyimleriniz nasıl oldu? Bundan sonraki festival turları nasıl
gelişiyor?
Bunu Gerçekten Yapmalı Mıyım? hem içeriği hem de yapımı itibarıla tam anlamıyla bağımsız
bir film; yönetmenliğinin ve senaryosunun yanında prodüksiyonundan kameramanlığına,
kurgusuna, sanat yönetimine, sesine, jeneriğine, ve dahi altyazılarına kadar bir çok işi ben
üstlendim. Bu bir anlamda kendime, neyi ne kadar yapabileceğimi görmek adına yaptığım bir
meydan okuma idi.
Bu doğrultuda !F İstanbul’un ‘Keşif’ bölümünde ve ayrıca bütün festivaldeki tek Türk filmi
olarak gösterilmek, filmin Türkiye’deki başlangıcı için en doğru karardı diye düşünüyorum.
!F’deki yarışma jürisi uluslararası bağımsız sinemanın seçkin isimlerinden oluşuyordu.
Özellikle John Cameron Mitchell filmimle ilgili benimle çok uzun konuştu ve bana tam da bu
şekilde, ödün vermeden, devam etmem konusunda çok büyük cesaret verdi.
!F sonrasında ise İstanbul Film Festivali yöneticileri filmimi IF İstanbul’da gösterildiği
gerekçesiyle festival dışı bıraktı. Burada önemle belirtmek isterim ki bana filmimin İstanbul
Film Festivali programına uygun bulunmadığı söylense hiç bir itirazım olmazdı. Ama IF’te
gösterildiği gerekçesi benim gibi yola yeni çıkmış bir yönetmen için açıkçası çok şevk kırıcı
bir durum. Kaldı ki İstanbul Film Festivali yönetmeliklerinde, açık ve net bir şekilde, başka
bir festivale katılmış olmanın İstanbul Film Festivali için engel teşkil etmediği yazıyor.
Film en son Kadir Has Üniversitesi’nde düzenlenen ‘Sinema ve Gerçek’ başlıklı ‘Türk Film
Araştırmalarında Yeni Yönelimler Konferansı’nda açılış filmi olarak gösterildi. Bundan
sonraki yurtiçi ve yurtdışı festival programları için yazışmalar devam ediyor.
PETRA-39
20/4/08
3:05
Page 1
marie claire gerçek yaşam
B‹R F‹LM
KAHRAMANI
OLARAK PETRA
Petra Woschniak; 19’unda anavatanı Almanya’yı bırakıp İstanbul’a yerleşen, saç keserek hayatını
kazanan, Çukurcuma’da renkli, bol dost, sohbet ve eğlence ile dolu bir yaşam süren özel bir kadın.
İsmail Necmi’nin, !f Uluslararası Filmler Festivali, Uluslararası Yarışma’da gösterilen ‘Should I Really
Do It?/Bunu Gerçekten Yapmalı Mıyım?’adlı ilk uzun metraj filminin iiham kaynağı Petra, hayatın
aslında kurgudan daha ilginç olduğuna da müthiş bir kanıt. Eda Göklü Fotoğraflar: İsmail Necmi
Petra, y›llra sonra
yeniden Almanya’da;
k›z kardeflinin
köpe¤iyle birlikte.
408
PETRA-39
20/4/08
3:06
Page 2
19 yafl›nda geldi¤i
‹stanbul’a yerleflen Petra,
evinde saç kesiyordu.
fiimdi Berlin’de kendine
yeni bir hayat kuruyor.
409
20/4/08
3:06
Page 3
marie claire gerçek yaşam
Petra filmin
bir karesinde,
Berlin’de bir
arkadafl›yla
birlikte.
M
ARIE CLAIRE:
Sizi İstanbul’a
getiren neydi?
PETRA WOSCHIAK: Bir
arkadaşımı ziyaret ediyordum.
M.C.: Kaç yıl yaşadınız?
P.W.: Yaklaşık 15 yıl.
M.C.: Bekletiniz neydi?
P.W.: Tatile geldiğim için pek
bir şey beklemiyordum. İlk önce
nefret etmiştim şehirden. Ancak
seneler sonra âşık oldum.
M.C.: Burada var olmak yabancı bir
kadın için zor muydu?
P.W.: İstanbul’da kendimi hiçbir zaman
yabancı gibi hissetmedim. Çünkü İstanbul
artık benim şehrim olmuştu.
M.C.: Nasıldı burada hayatınız?
P.W.: Çok renkli! İstanbul fahişe gibidir
çünkü; ya seversiniz ya da nefret edersiniz!
Ben onu seviyordum, o da beni seviyordu.
M.C.: İstanbul’da saç kesiyordunuz. Ya
İstanbul öncesi?
P.W.: Kuaför olarak doğmuştum zaten.
Hep bu işi yaptım, hep bu işi yapacağım...
M.C.: Neyi özlüyorsunuz en çok?
P.W.: Bunu zaman gösterecek. Ama 24
saat canlı ve hareketli olmasını özlüyorum.
Petra Woschniak’ı eğer İstanbul
sokaklarından, gecelerinden ya da sahne
arkalarından tanımıyorsanız ya da eğer
saçlarınızı ona kestirmediyseniz hiç, onunla
İsmail Necmi’nin !f Uluslararası Bağımsız
Filmler Festivali’nde gösterilen ilk uzun
metraj filmi ‘Should I Really Do It?/Bunu
Gerçekten Yapmalı Mıyım?’ sayesinde
tanışıyorsunuz. Bir kamera, hayatının en
410
“‹STANBUL’DA
KEND‹M‹ H‹Ç
YABANCI
H‹SSETMED‹M.
ÇÜNKÜ O ARTIK
BEN‹M fiEHR‹M
OLMUfiTU!” -PETRA
özel 2,5 yılı boyunca ona eşlik ediyor. Eski
kapı komşusu, arkadaşı, hukuk eğitimi alıp
sonra fotoğrafçı olmaya karar veren İsmail
Necmi’nin elindeki kamera...
Her şey aslında İsmail Necmi’nin artık
film çekme zamanının geldiğine karar
vermesiyle başlıyor. Filmin çıkış noktasını
böyle anlatıyor yönetmen; “35 yaşındaydım
ve hep yapmak istediğim şey için artık ‘Ya
şimdi ya da asla!’ dedim. O sırada kapı
komşum Petra geldi. ‘Petra film çekiyoruz’
dedim. Petra güldü; biz filme başladık.
Benim için, filmin öncesinde ve filmi
çekerken, anlatmak istediğim şeylerden çok
filmin seyirciye geçireceği his önemliydi. O
yüzden bu film yaparken anlatmak değil,
göstermek ve yorumu seyirciye bırakmak
öncelikli amacım oldu.”
Petra’nın Çukurcuma’daki renkli
hayatını çekmek için yola çıkıyor Necmi.
İlk kez 19 yaşındayken Hamburg’dan
İstanbul’a tatile gelen Petra sonra bu dilini
bilmediği şehre yerleşiyor. Türkçe
öğreniyor, evinde saç kesiyor, tasarımcılarla
çalışıyor, güzel evlerde güzel hayatlar
yaşıyor. Bir dönem evlenip altı sene evli
kalıyor. Sonra boşanıyor ve bir daha
evlenmiyor. 15 yıl İstanbul’da yaşıyor.
İstanbul topraklarında aykırı görünen uzun
boyu, ince silueti, kısacık saçları ile göçmen
bir Alman kadın olarak... Ama Petra’dan
bir yabancı olarak bahsetmek mümkün
değil. O da zaten hiç yabancılık
çekmiyor İstanbul’da. Bir çift makas ile
hayatını kazanıyor. İsmail Necmi kapı
komşusunu filminin kahramanı
yapmaya karar veriyor. Sadece Petra’nın
hayatını değil, herkesin hayatını
‘kurgudan daha ilginç’ bulduğu için.
“Renksiz, sıradan bir hayat yaşadığını
düşündüğünüz insanların bile biraz
deşince neler yaşadıklarına dair ciddi
anlamda sarsılabilirsiniz. Petra bu
filmin kahramanı çünkü film yapmaya
karar verdiğimde en yakınımda o vardı.
Üstelik Petra’nin renkli yaşam tarzı, hayata
karşı duruşu bir film kahramanı olmak için
fazlasıyla potansiyel ihtiva ediyordu. Ama
heyhat yine ‘hayat kurgudan daha ilginç’
konusu devreye girdi ve ben başlangıçta
çok eğlenceli, Petra’nın merkezinde olduğu
bir Beyoğlu filmi yapacağım derken, hem
film hem de ben başka sulara yelken açtık.”
İsmail Necmi Petra ile MOS’ta çalıştığı
dönemden tanıyor. “Bir arkadaşım ona saç
kestirmeye giderdi. Ben kestirmez sohbet
ederdim.” Sonrasında Çukurcuma’da
oturduğu evin yan dairesi boşalıyor, yeni
kiracıların muhafazakar bir aile olduğunu
öğrenince, İsmail Necmi ev sahibine
telefon edip kiranın iki katını teklif ediyor.
“Ev sahibini ikna ettim ve sonra Petra’yı
arayıp ‘Sana ev tuttum’ dedim! Petra arada
bana gelirdi; yüksek tavanlı, tarihi bir yapı
olmasından dolayı binaya çok imrenirdi.
Böylece Petra ile kapı komşusu olduk.”
Ve film başlıyor... ‘Bunu Gerçekten
Yapmalı Mıyım?’da, Petra’nın tıpatıp
kendisine benzeyen bir ikiz kız kardeşi
olduğunu görüyoruz. Karen. Petra gibi
incecik, upuzun, kısacık saçlı. Sonra
▼
PETRA-39
21/4/08
14:28
Page 4
marie claire gerçek yaşam
Petra, Zeynep
Arkok ile bir
defilede.
▼
Karen’ın iki
güzel, iyi eğitimli
köpekleri ile
tanışıyoruz.
Aslında Petra’nın
kardeşini yalnız
bırakmamak için
Almanya’ya,
Karen’in yaşadığı
köy evine geldiğini
öğreniyoruz.
Karen’in çok nadir
görünen bir kanser
türüyle mücadele edişi, Petra’nın sözleriyle
‘ölümü kabullenmesi’, Karen’ı son
yolculuğuna gönderirken yapılan veda
tören, Petra’nın köpeklerle baş başa kalışı,
seri hareketlerle onların tüylerini kesişi...
Filmin kahramanı, İsmail Necmi’nin ‘reallife-fiction’ diye adlandırdığı ‘gerçek hayat
kurgulaması’ filmde beklenmedik trajik
olaylarla karşılaşıyor -kardeşinin ölümü-,
hayatında radikal kararlar alıyor –alkol ve
uyuşturucuyu bırakması- ve yaşadığı şehri
değiştiriyor -Petra bugün ikizinden yâdigar
köpekleri ile Berlin’de yaşıyor-. Annesi ile
babasını da aynı hastalıktan kaybettiğini
öğreniyoruz; Petra’nın yine kanserden
dolayı karnının altında böbreğinin alındığı
yerdeki ameliyat izini görüyoruz. Hayat
kurgudan daha acımasız ilerliyor bazen...
Yıllara yayılan çekimlerde sadece
Almanya’da dolaşmıyor kamera. Petra’yı
Boğazda yüzerken, çalışırken, evde Ümit
Ünal ile iş konuşurken, Dilara Erbay’ın
bebeğinin yanına uzanırken izliyoruz.
Gerçek hayat görüntülerinin bitiminde
412
Petra (Sa¤da)
ikiz k›z kardefli
Karen ile birlikte.
olduğunun kararını seyirciye bırakıyorum.
Filmde birçok açık kapı var. Bu kapıları
aralamak ya da tamamen kapatmak
seyirciye kalıyor...”
Etkileyici görselliği ile film, farklı
karakteriyle Petra izleyiciyi içine çekiyor.
Filmin adının ‘Bunu Gerçekten Yapmalı
Mıyım?’ olması da tesadüf değil. “Filmin
açılışında ve film boyunca Petra ile
terapistin konuştuğu odanın duvarında,
Berlin’de yaşayan ressam Grigori Dor’un
‘Should I Really Do It?’ (2005) adlı işi yer
alıyor. Bu resim aslında, başta yönetmen
olarak benim, sonrasında ise oyuncu olarak
Petra’nın, Herold’ın filmin yaratım süreci
boyunca içinde bulunduğumuz ruh haline
işaret ediyor.” Ruh halleri filme adını
veriyor; İsmail Necmi Türkiye’de
zorluklarla da olsa istediği gibi film yapma
sınavını başarıyla geçiyor, Petra yıllar sonra
Berlin’de yeni bir hayata başlıyor... Birileri
bunu gerçekten yapmalıydı şüphesiz...
“PETRA’YI NASIL
B‹L‹RS‹N‹Z?”
F‹LM ADINI,
TERAP‹ YAPILAN
ODADA ASILI,
ALMAN B‹R
RESSAMA A‹T
B‹R RES‹MDEN
ALIYOR...
Petra’yı konuşturmak için kurgu bir
karakter oluşturuyor yönetmen. Maskeli
terapist Herold. Filmde, Petra ile Herold
bir araya geliyor; bir terapist ile hastası
arasındaki diyaloğa tanık oluyoruz.
Uyuşturucudan bahsederken dürüstlüğü,
kız kardeşi için artık göz yaşı
dökmeyeceğini söylerken metaneti sarsıyor
insanı. Her konu başlığı İsmail Necmi
tarafından belirlenmiş, bazı diyaloglar onun
tarafından yazılmış olsa da, kimi zaman
‘gerçek’ gibi görünen bu terapi sahneleri
filmin içine serpiştiriliyor. “Filmin ne
kadarının gerçek, ne kadarının kurgu
ÜM‹T ÜNAL- Moda Tasar›mc›s›
“Onu tanıdığım da beyaz gömlekleri vardı.
Hiç ait gibi durmadığı bir yerde nefes
almadan saç keserdi. Sonra benim de
saçlarımda dolaştı parmakları. Tanıdım.
Daha çok tanıdım. Ondan dinlemeye âşık
oldum hayatı. Kesik kullanırdı kelimeleri.
Türkçe’yi. Kestiği saçlar gibi onları da
keserdi. Sözleri kısa saçlar gibiydi. Öfkeli
gibi duran ama aslında çok utangaç ve
uysaldı. En güzel evler onundu. Evlerini
kıskanırdım. Aramızda aşk vardı. Bende
hâlâ devam ediyor. Biraz platonik... Ben
çay içerdim o kahve. Gülüşüne de âşıktım.
Öyle güzel gülerdi Petra. Sonra çok
gülmez oldu. O sustu. Ben de sustum. Ben
ona hep biraz âşıktım. Kıskanırdım. Ona
gitmek en güzeliydi. Sonra o gitti. Ben
onsuz kaldım. Seni başka bir aşkla sevdim
hep Petra...”
ZEYNEP ARKOK-Koreograf
“Hayat ona ne sunarsa sorgulamadan
yoluna devam edebilen, bunlardan dersler
çıkaran ve çıkarmamızı sağlayan Petra ile
evlenip Türkiye’ye yerleştiği yıllardan
tanışırız. Çevresindeki kalabalığın içinde
kendine has suskunluğu, karşısına çıkan
olumlu olumsuz her durumla mücadele
▼
PETRA-39
PETRA-39
20/4/08
3:08
Page 5
marie claire gerçek yaşam
Petra ve maskeli
terapist Herold.
▼
edebilecek yüreği vardır. Bir bakarsın
şarkının bir bölümünde ölümden söz eder.
Durup aynada bir kez daha kendine
bakarsın. Petra’yı nasıl bilirdiniz sorusuna
başka biçimde cevap vermek benim için
zor. Yaratıcılığı, özgürlüğü ve kimseye
göstermediği bilgeliği sinemada paylaşıma
açılınca duygularıma hakim olmakta
zorlandım. Kapalı duvarların ardında
yaşayan Petra nasıl bu duvarları yıktı? İsmail
Necmi’yi tekrar kutlarım.”
RAB‹A BAKICI-‹fl kad›n›
“Petra’yı tek kelime ile tanımlamamı
isteseler aklıma gelen kelime ‘glamorous’
olur. Türkçe karşılığı ‘büyüleyici, göz alıcı,
göz kamaştırıcı’ arası bir şey olmalı. Sene
'97, kendime Aix en Provence’dan nefis
ayakkabılar almışım, kimsede yoktur diye
bir heves gelir gelmez Godet’ye giymişim,
aynı gece kapıdan Petra giriyor, aynı
ayakkabı onda da var! Henüz tanışmıyoruz
ama birbirimize kötü kötü bakıyoruz! Bir
daha o ayakkabıyı ikimiz de giymedik! İki
sene sonrası, o sıralar Paris’te yaşıyorum,
İstanbul’dan arkadaşlarımız bizde kalmaya
geldiler, ve yanlarında Petra! Böylece
birbirimizi yakından tanıdık, ve o gün
bugündür Petra en yakın dostlarımdan biri.
Bu kadınsı ayakkabı hikâyesi bir yana Petra
benim gözümde benzersiz bir kadın.
Birlikte çılgınlar gibi eğlenebilecek kadar
hafif, en kötü durumda sırtınızı
dayayabilecek kadar sağlam... Her ortamda
göz kamaştıran, dünyanın nimetlerinden
faydalanmayı bilen, birlikte seyahat
etmekten hoşlandığım, dertlerimi
paylaştığım arkadaşım, özel bir kadın.”
414
“KEfiKE B‹NLERCE
PETRA OLSA
‹STANBUL
SOKAKLARINDA.
AMA PETRA B‹R
TANED‹R...”
-SEHER SANDER
D‹LARA ERBAY- Abracadabra
Chef Owner
“Petra on parmağında on hüner hayatımda
tanıdığım en becerikli, en yaratıcı kadındır.
O uzun parmaklı elleri her şeyi yapabilir.
Etrafta ‘sanatçıyım’ diyenlerin çoğunu
cebinden çıkarır. Zamansız tasarımlar
yapar; kıyafet, mobilya, resim, yerleştirme,
saç, inşaat, yemek ya da herhangi bir
prodüksiyon. Nettir, dürüsttür, gerçektir,
numara yapmaz, neyse odur. Bazen hırçın,
bazen utangaç, bazen kışkırtıcı, bazen ev
kızı, bazen çok kırılgan, bazen umarsız, her
zaman bonkör, vefalı, gururlu. Ve savaşçı.
Hayat ne gösterirse göstersin o üstesinden
gelir, şansını değiştirebilir. Sadece artık
eşini bulmalı. Çoluk çocuğa karışacağını
sanmıyorum ama umuyorum, tüm bunları
küçük Petra’lara aktarmak dünya için
hayırlı olurdu.”
SEHER SANDER- Makyöz
“80’lerin sonunda Petra İstanbul
semalarında gözüktü ve İstanbulluların
gözlerini yuvalarından çıkaracak 1.80
boyuna eklediği yüksek topukları, kısacık
saçları, incecik vücudu, kasap önlüğü,
elinde makasıyla İstanbul’da
yaşayan bir ‘gavur’ olmaktan öte,
kimliğiyle hafızalara kazındı. O
tam anlamıyla bir total sanatçıdır.
Saç keser, tasarlar, pantolon
diker, şapka yapar, gömlek
tasarlar, tahtadan pabuç oyar,
gurme yemek yapar, moda
defilelerinde kulis yönetmenliği
yapar, kahve açar, dekorasyon
yapar, mobilya, lamba tasarlar...
İstanbul’da keyifli yaşamanın
kitabını yazabilir. Balık pazarını
dolaşır, en iyi meyve sebzeyi
seçer ve tek kişilik muhteşem
yemeğini hazırlar, overlok makinesinin
başında, şampanyasını yudumlar
İstanbul’da ona aklınıza gelebilecek her
detayı sorabilirsiniz. Tabii en iyi konseri,
partiyi ve restoranı da... O pek çoğumuza
ilham ve heyecan verir. Keşke binlerce
Petra olsa İstanbul sokaklarında. Ama o bir
tanedir.”
SAVAfi ERTUNÇ- Changa’n›n
Sahibi
“Seneler önce Mos’a saçımı kestirmeye
gittiğimde kısacık platin saçlı, yarı İngilizce
yarı bozuk bir Türkçe ile konuşan kadın
dikkatimi çekmişti. Gide gele adının Petra
olduğunu öğrendim. O zamanlar
Akmerkez’de uluslararası bir şirkette
çalışıyordum ve Petra’ya saç kestirmek,
onunla konuşmak bana eğlenceli geliyordu.
Petra oradan ayrıldı ben de gitmez oldum.
Çukurcuma’da, evinde saç kesmeye
başlamıştı. Telefonla randevu ayarlamaya
çalışıyor, bazen bir gün belirlemek iki
haftamızı alıyordu. Evine gitmek çok
güzeldi. Tavanları yüksek, yerleri kendi
dökmüş olduğu epoksi kaplama,
pencerelerinde kendi dikmiş olduğu
perdeler, duvarlarında kendinin yapmış
olduğu aydınlatmalar, çiçekleri, ortada
kıyafet tasarladığı ahşap masası, kamuflaj
koltuğu çok ama çok güzeldi. Saç
bahaneydi, aslında Petra ile sohbet etmeye
gidiyordum. Petra hep şarkı söyler saç
keserken. Kendi başına ülkeler, kültürler
üzeri bir hayat kurabilme başarısı
göstermiştir. Kardeşinin iki köpeğini
bırakmayacak kadar şefkatlidir. Tek kişilik
dev kadrodur. Filmde seyretmek yetmez,
Petra’yı daha yakından tanımak gerekir.” ■
RADİKAL GAZETESİ 23 Subat 2008
Özge Yılmaz
Başlık: İsmail Necmi ile “Kurgu”, “Gerçeklik” ve “Tanımlamalar” Üzerine…
!f İstanbul yarışma bölümünde ilk kez seyirci ile buluşacak olan “Bunu Gerçekten
Yapmalı mıyım? / Should I Really Do It?” İstanbul’da yaşayan bir Alman kadının,
Petra’nın gerçek hikayesinden yola çıkmış. Yönetmen İsmail Necmi, hukuk eğitimi
almış ama yıllardır film ve fotoğraf alanlarında çalışıyor. Bir dönem Bilgi Üniversitesi
Görsel İletişim Tasarımı ve Fotoğraf & Video Bölümlerinde ders vermiş olan İsmail
Necmi ile ilk uzun metraj filmi hakkında söyleştik.
“Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?”, İstanbul’da yaşayan bir Alman’ın öyküsünü
anlatıyor. Almanya ile bağınız nedir?
Ben Almanya'da hiç yaşamadım. Bir Alman TV kanalı için uzun süre İstanbul’da çalıştım. Bu
arada her ne kadar bu filmi Almanca çektiysem de Almanca bilmediğimi de ayrıca belirtmek
isterim.
Filminiz henüz tamamlanmadan “European Films Crossing Borders” ve
“Mediterranean Films Crossing Borders” oluşumlarına proje olarak seçildi. Bu
oluşumların web sitelerinde filminiz için “Docu-Drama” tanımlaması yapılıyor. Bu
tanımlamaya katılıyor musunuz? Filminizde yaşanmış bir hikaye mi canlandırıldı,
yoksa gerçek bir hikayenin içinde, canlandırma olmadan mı ilerliyoruz?
Ben kişisel olarak tanımlama yapmayı sevmiyorum. Sınıflara ayırmayı, kategorilere bölmeyi
bu işin uzmanlarına bırakıyorum. Yalnızca benim filmimin tam anlamıyla bir “Docu-Drama”
olmadığını söyleyebilirim. “Docu-Drama”larda çok büyük bir oranda yeniden canlandırma
söz konusu. Benim filmimin belgesel bölümlerinde ise her şey gerçek. Hiçbir canlandırma,
dramatizasyon yok. Filmin bütününde ise neyin ne kadar gerçek, ne kadar kurgu olduğunun
kararını seyirciye bırakıyorum. Filmde bir çok açık kapı var. Bunların çoğunu bilerek açık
bıraktım. Bu kapıları aralamak, sonuna kadar açmak ya da tamamen kapatmak seyirciye
kalıyor.
“Hayat kurgudan daha ilginç olabilir mi?” sorusu yer alıyor film afişinde. Sinemada
gerçeklik–kurgu ilişkisi hakkında düşünceleriniz?
Kendi hayat deneyimlerimden yola çıkarak şunu söyleyebilirim; hayatta öyle olaylarla
karsılaştım ki bunları bir film kurgusu olarak yazsam kimseyi inandıramayacağımı
düşünüyorum. Halbuki Almodovar filmlerinin o imkansız tesadüflerine bile, bir şekilde filmin
kendi içinde, ne kadar da kolayca inanıyoruz... Asla gerçek olamayacağını bilerek ama
gönülden gerçek olmasını isteyerek. Bu yüzden sinemada kurgunun her zaman ağırlıklı olarak
var olacağını düşünüyorum.
Bununla beraber, belgesel anlatımının ve estetiğinin dışında, gerçek hayatla kurgunun iç içe
geçtiği filmlerin de ciddi olarak sinemanın geleceğinde yer alacağına inanıyorum. Çünkü
günümüz seyircisi için sadece kurgu, artık yeterince inandırıcı olmuyor. İkna etmiyor. Öte
yandan "reality show"ların neredeyse tamamı, kişisel hikayeleri anlatan belgesellerin ise
neredeyse %80'i son derece sıkıcı ve büyük oranda sanatsal/görsel estetikten yoksun. Bu
benim kişisel saptamam. "Yeni" sinemanın bu türlerin karışımı üzerine inşa edileceğini, içerik
olarak gerçek hayatları, durumları birebir göstereceğini, oyuncu olmayan "oyuncu"ların
sadece kendileri olarak farklı durum ve hikayelerde -kendi hikayelerinde- Autor
yönetmenlerin kontrolünde ve estetiğinde beyaz perdede daha çok yer alacağına inanıyorum.
Andy Warhol'un yıllar önceki "15 dakika" kehanetinin TV’den sonra -bir şekilde- artık
sinemada 90 dakika üzerinden devam edeceğini düşünüyorum.
Turizm ve Kültür Bakanlığı filminize geri ödemeli yapım sonrası destekte bulundu. İlk
uzun metrajını çeken genç bir sinemacı olarak, aldığınız destekler yeterli oldu mu? Ne
gibi sıkıntılar yaşadınız filminizi çekerken?
Ticari kaygıları olmayan bir yönetmen için ilk uzun metraj filmini çekmek dünyanın her
yerinde zordur diye düşünüyorum. “Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?” hem içeriği hem de
yapımı itibari ile tamamen bağımsız bir film. Bu yüzden şahsen, oldukça zorlu bir süreçten
geçtim. Film yapmak ciddi bütçe, ekip ve ekipman işi. Ben bunları bir şekilde minimumda
tutarak filmi tamamladım.
Yönetmenliğin yanında, filmin prodüktörlüğünü, kameramanlığını, montajını, sanat
yönetmenliğini ben üstlendim. Filmi 2,5 sene süren belgesel çekimlerinin ardından 2 haftalık
kurgu çekimleri ve akabindeki montaj süreci ile yaklaşık 3 senelik bir zaman diliminde
tamamladım. Bu süreçte Kültür Bakanlığı’nın yapım sonrası desteği ile beraber, bir çok kişi
maddi manevi filme destek verdi. Onlara da tekrar teşekkürlerimi iletmek isterim. İlk uzun
metraj filmini çeken bir yönetmen için maddi desteğin yanında manevi desteğin de çok
önemli olduğunu düşünüyorum. Nitekim filme doğrudan yapım desteğinin yanında,
yönetmene ve filme inanan kişilerin varlığı yönetmen için çok büyük bir moral ve güç
kaynağı.
Ayrıntılı bilgi: www.ismailnecmi.com www.shouldireallydoit.com
MİLLİYET GAZETESİ 21 SUBAT 2008
Gözde Kazaz
Başlık: HİÇBİR ŞEY, HAYAT KADAR SÜRPRİZLERLE DOLU DEĞİLDİR, KURGU
DAHİ!..
SPOT : İf İstanbul’un bu sene ilk defa gerçekleşecek yarışması ‘if inspired’ a katılan filmler
gerek yönetmenleri gerekse konularıyla ağzımızı sulandıracak cinsten. Fakat bunlardan
biri var ki, birçok sinemasever tarafından daha bir merakla bekleniyor. Evet, jüri
tarafından seçilerek yarışmaya hak kazanan tek Türk filmi ‘Bunu gerçekten yapmalı
mıyım?’dan bahsediyoruz. İşte filmin yönetmeni, “Son derece kişisel bir hikayeyi, son
derece kişisel bir biçimle sunan” İsmail Necmi’yle yapılan bir söyleşi.
İlk filminiz ‘Bunu gerçekten yapmalı mıyım ?’ , Türkiye’de yaşayan bir Almanla, Petra’yla
ilgili. Başka bir mekanda yaşanan yabancılık duygusuna bir ‘yabancı’ nın gözünden
bakmanın sizi zorladığı durumlar oldu mu?
Herseyden once, ‘ Bunu gercekten yapmali miyim ? ‘ oldukca kisisel bir hikayeye odakli. Film,
kahramani Petra’nin, Istanbul’da bir ‘yabanci’ olmasi konusunu ele almiyor. Aksine Petra’nin
kendini « yabanci » hissettigi yer kendi topraklari. Filmle ilgili en buyuk zorlugum ise Almanca
bilmeden Almanca bir film cekmek oldu diyebilirim.
Sonucta benim icin onemli olan filmin - en kurgu sahnelerinde bile - seyirciye tam bir gerceklik
hissi vermesiydi. Bu gerceklik hissinin, ancak Petra’nin kendi anadiliyle konustugu bir filmle
saglanabilecegine inandigim icin de oldukca zorlu bir yol sectim.
Sizi bu filmi yapmaya iten şey neydi?
Dürüst olmak gerekirse, ciddi anlamda bir meydan okuma icgudusu idi. Butun bu teknik ve butce
anlamindaki imkansizliklar icinde uzun metraj bir filmi produksiyonundan kameramanligina,
sesine, montajina, jenerigine, altyazilarina kadar kendim hazirlayarak kendimi sinadim. Tabi ki
butcem olsaydi butun bu isleri, isin profesyonellerine yaptirir isin sadece yonetmenlik tarafina
odaklanirdim. Ama ilk filmler, ozellikle de Turkiyede bu sekilde gerceklesemiyor ve siz her isi,
yeri geldiginde ustlenmek durumunda kaliyorsunuz.
Filmin çekimleri başlamadan önce nasıl bir hazırlık dönemi yaşadınız? Ve sonrasında
başlayan çekim aşaması ne kadar sürdü?
Film 2,5 senelik bir belgesel cekim sureci, akabindeki iki haftalik kurgu bolumlerin cekimi ve
produksiyonu ile birlikte 3 senelik bir zaman dilimine yayildi. Belgesel cekimler oncesinde bir
hazirlik devresi sozkonusu olmadi. Cunku yarin yada iki ay sonrasinda ne olacaginin bir garantisi
yoktu. 2,5 senelik belgesel cekimlerden sonra oturup elimdeki malzemeye baktim ve filmin kurgu
sahnelerini yazdim.
Siz aynı zamanda da bir fotoğrafçısınız. Uzun metrajlı bir sinema filmi çekme düşüncesi
nasıl oluştu?
Belki komik gelecek ama aslinda ben fotografa o zamanlar film cekemedigim icin baslamıştım.
Dolayisiyla film cekmek fotograftan cok daha once, hep kafamda vardi. Film cekmek ciddi ekip,
ekipman ve butce isi. Fotografta ise tek basiniza nispeten cok cok daha ucuza bir seyler
uretebiliyorsunuz.
Filmin gösterimi henüz yapılmadığı için içerikle ilgili pek birşey soramıyorum fakat bir
fotoğrafçı olarak sahip olduğunuz bakış açısının filme yansıdığını düşünmek zor değil. Bu
iki sanat dalı birbirine ne tür katkılar sağladı?
Fotograf ile film birbirlerine yakin gorunmekle beraber aslinda tamamen farkli alanlar. Filmde ne
gosterdiginizden cok bu gosterdiklerinizle ne anlattiginiz onemlidir. Tabii ki iyi bir film hikayesi,
hikayenin ruhuna uygun iyi goruntulerle anlatiliyorsa o zaman ideal denge kurulur. Benim
fotografci olarak bu filmdeki avantajim teknik anlamda cok sey bilmesemde, kadraj olarak
konuya hakim olmamdı diyebilirim.
Peki fotoğrafı mı yoksa sinemayı mı daha dolaysız bir yol olarak görüyorsunuz kendinizi
anlatmak için?
Aslinda her iki alanda da kendimi anlattigimi dusunmuyorum.
Benim yaptigim sey, gunluk hayatta herkesin onunde, yaninda var olan seyleri alip, kendi bakis
acimla yorumlayip, kurgulayip sonra tekrar izleyicinin onune koymak. Bunu yaparken de kimi
zaman fotograf agir basiyor kimi zaman film. Son uc senedir sedece filme odaklandim. Simdi
“Bunu Gercekten Yapmali miyim ?” dan sonra bir fotograf sergim olacak.
Türk sinemasıyla ilgili bir soru : size ilham veren yönetmenler ve filmler var mı bu
coğrafyada? Varsa kimlerdir, nelerdir?
Durust olmak gerekirse ilham vermek anlaminda bizden bir yonetmen su an aklima gelmiyor.
Bu anlamda ne demek istedigim filmim izleyiciyle bulustugunda cok daha iyi anlasilacak diye
dusunuyorum. Filmimde son derece kisisel bir hikayeyi, yine son derece kisisel bir « bicimle »
anlatmayi deniyorum.
Ilham vermek anlaminda olmamakla beraber yine kisisel hikayeler anlattiklari icin Nuri Bilge
Ceylan ve Zeki Demirkubuz Turkiye’de en cok begendigim ve aklima gelen ilk isimler.
Belki biraz da klasik bir soru artık ama son zamanlarda Türk sinemasının gidişatını nasıl
görüyorsunuz? Bağımsız, sadece gişe yapmaya yönelik olmayan yapımların da ortaya
çıktığına, çıkacağına inanıyor musunuz?
Öncelikle gise filmlerinin de sinemanin gelisimi icin ciddi bir gereklilik olduğuna inaniyorum.
Cunku ozellikle Turkiye’de sinema endustirisi ancak bu sekilde daha da gelisir ve bu carklarin
icinde bagimsiz filmler de bir sekilde - zor da olsa - kendi yollarini bulabilirler.
Bagimsiz sinema da dunyanin her yaninda oldugu gibi Turkiye’de de buyumeye gelismeye
devam edecek. Şunu söyleyebilirm ki gelisen teknolojilerle birlikte bu teknolojilere son derecede
hakim bir sinemaci kusagi geliyor. Universitede ders verdigim zamanlardaki kendi
ogrencilerimden biliyorum; o kadar parlak, sasirtici ve teknik anlamda konuya o kadar hakimler
ki. Gençlerin yapması gereken tek sey, ne anlatmak istediklerine karar verip o konuda dramatik
anlatim ve senaryo anlaminda biraz daha efor sarfetmeleri.