İçindekiler - AVUKAT Dr.Ş.Cankat TAŞKIN

Transkript

İçindekiler - AVUKAT Dr.Ş.Cankat TAŞKIN
KISALTMALAR
AB
: Avrupa Birliği
ABAD
: Avrupa Birliği Adalet Divanı
ABD
: Amerika Birleşik Devletleri
ADÖ
: Amerikan Devletleri Örgütü
AET
: Avrupa Ekonomik Topluluğu
AGİK
: Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı
AGİT
: Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı
AİHM
: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
AİHS
: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
AK
: Avrupa Konseyi
AKÇT
: Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu
AT
: Avrupa Topluluğu
AÜHFD
: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
bkz
: bakınız
BM
: Birleşmiş Milletler
BMAD
: Birleşmiş Milletler Adalet Divanı
BMUCM
: Birleşmiş Milletler Uluslararası Ceza Mahkemesi
BMUDM
: Birleşmiş Milletler Uluslararası Deniz Mahkemesi
EUROATOM : Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu
MASAD
: Milletlerarası Sürekli Adalet Divanı
1
MC
: Milletler Cemiyeti
md
: madde
NATO
: North Atlantic Treaty Organisation
NUSM
: Nurenberg Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi
RSM
: Ruanda Savaş Suçları Mahkemesi
s.
: sayfa
UNICC
: United Nations İnternational Criminal Court
vd
: ve devamı
YSM
: Yugoslavya Savaş Suçları Mahkemesi
2
Uluslar arası Uyuşmazlıkların Çözüm
Yöntemleri*
Giriş
Bu çalışmada uluslarüstü ve uluslararası örgütlerin, bu bağlamda özellikle de
Birleşmiş Milletler'in (BM)
uyuşmazlıklara bakışı, çözüm yolları ele alınmıştır. BM
fikrinin oluşum süreci, Milletler Cemiyeti (MC) ve Milletler Cemiyeti'nin bünyesinde yer
alan Milletlerarası Sürekli Adalet Divanı (MASAD) ile Avrupa Birliği (AB) sürecine
değinilmiş, diğer uluslararası ve uluslarüstü yapılanmalara da kısaca değinilmiştir. Neyin
uluslararası neyin uluslarüstü örgüt olduğuna ve bu iki kavramı ayırmaya yarayan
ölçütlere de çalışmanın kapsamının daha iyi değerlendirilmesi adına değinilmiştir.
Çalışmanın ağırlık ekseninde BM vardır. BM'nin yargı organı olan BM Adalet
Divanı (BMAD), Avrupa Birliği'nin yargı organı olan Avrupa Birliği Adalet Divanı
(ABAD) ve Avrupa Konseyi'nin yargı organı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne
(AİHM) çalışma ilkeleri ve yapılanma açısından kısaca değinilmiş, çalışmanın odağına ise
BM'nin uluslararası uyuşmazlıklardaki çözüm ilkeleri konmuştur. BM Uluslararası Ceza
Mahkemesi (BMUCM) ile Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi (BMUDM) ve BM
tarafından kurulmuş olan özel statülü Mahkemelere de kısaca değinilmiştir.
* Ş.Cankat TAŞKIN, Avukat, Bursa Barosu Üyesi, Kocaeli Üniversitesi Kamu Hukuku Doktora Öğrencisi
3
I. BÖLÜM
Birleşmiş Milletler'e Giden Süreç
I.) Genel Olarak
Uluslararası toplumda, iç hukuktakine benzer bir üstün yetke bulunmamaktadır.
Bunun en temel nedeni, biraz aşağıda ayrıntısıyla incelenecek olan ve BM Andlaşması md
2 ile güvencelenen “devletlerin egemen eşitliği ilkesi” dir.
Devletler Hukuku’nun yapısı ve özelliği gereği, uluslararası hukuktaki ögelerin
egemen eşitliği ilkesi benimsenmelidir. Aksi halde, devleti devlet kılan en önemli özellik
olan “egemenlik” ilkesinin devri söz konusu olur ki bu durumda ortada devlet olarak
adlandırılabilecek bir yetke de kalmaz. Bir başka deyişle, devletler hukukunda hiyerarşik
olarak devletilerin üzerinde bir yapılanmanın kabul edilmesi, pratikte egemenliğin ortadan
kaldırılması anlamına gelecektir1.
Günümüzde, egemenlik hakkı, devletler hukuku kurallarının sınırları içerisinde
kullanıldığı ölçüde meşrudur. Egemenliğin, diğer devletlerin haklarını ihlal edecek şekilde
kullanılması mümkün değildir2.
Diğer
yandan, egemenliğin diğer devletlerin haklarını ihlal edecek şekilde
kullanılması durumunda, ihlalci devleti birtakım yaptırımların beklemesi de kaçınılmazdır.
Özellikle BM Andlaşmasında öngörülen zorlayıcı tedbirlerden olan ambargo, hatta silahlı
güç kullanmaya kadar varılan yaptırımlar, ihlalci devlete uygulanabilmektedir.
İşte tüm bu süreç, ulaşılan tespitler ve varılan sonuçlar aşağıda incelenmiştir.
II.) Birleşmiş Milletler Fikrinin Tarihi Gelişimi
BM'ye uzanan tarihi gelişim, üç başlık altında incelenmiştir. İlk başlıkta, tarih
1 HAKYEMEZ, Yusuf Şevki; Mutlak Monarşilerden Günümüze Egemenlik Kavramı, Seçkin Yayınları, Ankara 2004,
s.94
2 BOZKURT, Enver/ KÜTÜKÇÜ, M.Akif/ POYRAZ,Yasin; Devletler Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara 2009 s.
23
4
öncesi çağlardan Milletler Cemiyeti'ne uzanan süreçteki gelişmelere, ikinci başlıkta
Milletler Cemiyeti'nden Birleşmiş Milletler'in kurulmasına kadar uzanan sürece; üçüncü
başlıkta ise Birleşmiş Milletler'den günümüze kadarki gelişmelere değinilmiştir.
1.) Milletler Cemiyeti Öncesindeki Dönem
Birleşmiş Milletler fikirinin tarihi gelişimini anlamak için, Antik çağlardan itibaren
devletler hukukunda yaşanan gelişmeleri değerlendirmek gerekir. Zira, basit düzeyde de
olsa o tarihte bile uluslararası işleyiş birtakım kurallara tabiydi.
Bu çağda ilk dikkati çeken gelişme, iki Sümer site devleti olan Lagaş ve Umma
arasında Millattan Önce 3100 yıllarında yapılmış olan barış anlaşmasıdır3. Bu anlaşma, her
iki devletin de sınırını belirlemiş ve aralarında doğacak herhangi bir uyuşmazlığın üçüncü
bir devletin kralının hakem olarak atanmasıyla çözüleceğini hükme bağlamıştır. Öyleyse
denilebilir ki ilk çağda, devletler arası uyuşmazlıkların çözüm yolu olarak andlaşmalar ve
arabulucuk benzeri bir kurum olan hakemlik uygulanmaktaydı4.
Uluslararası hukuk kişilerinin (devletlerin) arasındaki etkileşim artışı, zamanla bu
ilişkilerin de düzene konmasını gerektirmiştir. Bu nedenle, birtakım ortak kurallara
gereksinim duyulmuş, birtakım uluslararası çok taraflı ve ikili andlaşmalar imzalanmıştır.
Bunun sonucunda da uluslarüstü veya uluslarası örgütlenmeler ortaya çıkmış ve
uluslararası ilişkiler kurallara bağlanmıştır.
Tarihi süreçte, Hugo Grotius da devletler arasındaki uyuşmazlıkların çözümüne
temel oluşturan iki yapıtla önem kazanmıştır. Özellikle Grotius'un 1605 yılında yazdığı
“Ganimet Hukuku” (Delus Prade) ve 1625 yılında yazdığı “Savaş ve Barış Hukuku” (De
Jure Belli Ac Pacis) adlı yapıtlar bu anlamda önem taşımaktadır5.
Tarihi süreçte ikinci dönem ise 19. Yüzyılın ilk yarısından sonraki süreçtir. Bu
dönemde ilk uluslararası örgütlenmeler ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu birliklerden en
önemlileri, teknik birlikler olan Dünya Telgraf Birliği ve Dünya Postalar Birliği'dir. Teknik
3 BOZKURT/ KÜTÜKÇÜ/ POYRAZ, s. 52,53
4 Gerçekten de bu kural, çalışmamızın ikinci bölümünde inceleyeceğimiz ve BM Andlaşması ile önerilen
“arabuluculuk” yöntemini andırmaktadır.
5 BOZKURT/ KÜTÜKÇÜ/ POYRAZ, s. 54
5
alandaki işbirliği savaşlara ve çatışmalara yol açtığından, ilk uluslararası yardım örgütü
olan Uluslararası Kızılhaç Örgütü de bu dönemde (1864) kurulmuştur6.
Ardından 1899'da Savaş Hukuku kurallarının belirlenmesi amacıyla La Haye'de bir
konferans düzenlenmiştir. Burada ilk kez bir hakemlik kurumu üzerinde durulmuş ve
“Daimi Hakem Mahkemesi” kurulmuştur. Bugünkü BMAD'nın atası olarak bu mahkeme
belirtilebilir. 1907 yılında ikinci kez La Haye'de konferans toplanmış ve 1899'da konulan
kurallar geliştirilmiştir7.
2.) Milletler Cemiyeti Dönemi ve Birleşmiş Milletler'in Kuruluşu
I. Dünya Savaşı'ndan edinilen acı deneyim, yeni bir dünya savaşının çıkmasının
önlenmesi yönünde, dünya uluslarını bir arayışa yöneltti. Bu amaçla, Versailles
Andlaşması'nın tamamlayıcısı olarak “Milletler Cemiyeti Misakı” imzalanmıştır. Bu misak
ile Milletler Cemiyeti (MC) kurulmuştur.
MC Misakı'nın başlangıcında, Misak'la amaçlananın “milletlerarası işbirliğini
geliştirmek, milletlerarası barış ve güvenliği sağlamak” olduğu belirtilmiştir8. Türkiye,
1932 yılında MC'ne davet edilmiş ve oybirliği ile üyeliğe alınmıştır9.
MC, başlangıcında belirtilen “milletlerarası işbirliğini geliştirmek, milletlerarası
barış ve güvenliği sağlamak” amaçlarından, milletlerarası işbirliğini sağlama anlamında
başarılı olduysa da milletlerarası güvenliği sağlamak bakımından çok da başarılı olduğu
söylenemez10. Zira, MC II. Dünya Savaşı'nın çıkmasına engel olamamıştır. Bunun en temel
nedeninin, MC Misakı'nda savaşın yasaklanmamış olması kanaatindeyiz. Misak, devletlere
önce barışçıl yollarla çözümü, ardından sonuç alınamazsa savaşı öngörmekteydi. Ancak,
1928 tarihli Kellog-Briand Misakı11 ile savaşın terk edilmesine karar verilmiştir. Bu Misak,
15 üye devlet tarafından imzalanmış ve savaşı yalnızca taraf devletler arasında
6 BOZKURT/ KÜTÜKÇÜ/ POYRAZ, s. 56
7 BOZKURT/ KÜTÜKÇÜ/ POYRAZ, s. 56
8 GÜNDÜZ, Arslan; Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Teşkilatlar ile İlgili Temel Metinler, Beta Yayıncılık,
İstanbul 1982 s. 3
9 GÜNDÜZ, s. 3
10 GÜNDÜZ, s. 3
6
yasaklamıştır12. Ancak buna rağmen II. Dünya Savaşı'nın çıkması engellenememiştir.
Bunun üzerinde, 18 Nisan 1946'da MC feshedilmiştir. Sonrasında, BM kurulmuştur.
3.) Birleşmiş Milletler'in Kuruluşundan Günümüze
II. Dünya Savaşı'nın doğurduğu korkunç etkilerin ve özellike de savaşta kitle imha
silahlarının kullanıldığının görülmesi üzerine, daha savaş bitmeden, savaştan sonra
evrensel nitelik taşıyan ve MC'nden çok daha etkin bir örgüt kurulması gerekliliği
tartışılmıştır.
Bu yöndeki ilk çalışma ABD Başkanı Roosevelt ile İngiltere Başbakanı Churchill'in
14 Ağustos 1941 tarihinde ortaklaşa yayınladıkları “Atlantik Bildirisi” olmuştur. Bu
bildiriden sonraki ilk somut adım olarak 1944 yılındaki Dumbarton Oaks ve 1945 yılındaki
Yalta Konferansları gösterilebilir13. Bu süreçlerden sonra, San Fransisco Konferansı'nda
toplanan devletler, 26 Nisan 1945'te oybirliği ile BM Andlaşması'nı imzalamışardır.
Andlaşma, gerekli sayıda onay belgesinin sunulması üzerine 24 Ekim 1945'te yürürlüğe
girmiştir.
BM Teşkilatı'nın kurulması devletler hukuku alanında yeni bir dönemin başlangıcı
olarak kabul edilebilir. Çünkü, BM Andlaşması ile savaş, meşru müdafaa hali ve örgütün
kullanacağı zorlayıcı yaptırımların dışında, kesin olarak yasaklanmış; güç kullanan devlete
karşı ciddi yaptırımlar öngörülmüş ve devletler arasındaki işbirliği ile dostça ilişkilerin
geliştirilmesi temel amaç olarak düzenlenmiştir14.
BM Andlaşması,
taraflar
arasındaki
uyuşmazlıkların
barışçıl
yöntemlerle
çözülmesine öncelik tanımakta ve bu yükümlülüğü BM Güvenlik Konseyi'nin yetki
kullanmasına göre birincil addetmektedir. Bir başka deyişle, BM'nin taraflar arasındaki
uyuşmazlıkların çözümü konusundaki yetkisi ikincil nitelik taşımaktadır. Bunun anlamı,
11 Misak'ın tam metni için GÜNDÜZ, s. 19
12 Oysa BM Andlaşması ile savaş yasağı evrenselleştirilmiş ve kesin kural haine gieitirlmiştir. MC Misakı ile BM
Andlaşması'nın kanaatimizce en önemli farkı da budur.
13 BOZKURT/ KÜTÜKÇÜ/ POYRAZ, s. 57
14 MENGİLER, Özgür; Birleşmiş Milletler Çerçevesinde Uluslararası Uyuşmazlıkların Barışçı Çözümü, Platin
Yayınları, Ankara 2005, s . 37
7
uyuşmazlıkların barışçıl yoldan çözülmesi için ilk ve asli çabayı anlaşmazlığın taraflarının
göstermesi; sorun çözülemezse BM'nin devreye girmesidir15. Ayrıca, BM Andlaşması ile
uyuşmazlıkların barışçıl yoldan çözümünü sağlamak amacıyla BMAD kurulmuştur.
Günümüzde, devletler hukukunda gerek BM Andlaşması'nın 2, 33, 35 ve 36.
maddeleri ve 1970 Tarihli “Devletler Arasında Birleşmiş Milletler Şartı'na Uygun Şekilde
Dostane
Münasebetler Kurma ve İşbirliği Yapmaya Dair Milletlerarası Hukuk İlkeleri
Hakkında Bildiri” ve 3 Kasım 1950'de BM Genel Kurulu'nun 377 (V) Sayılı kararı ile
kabul edilen “Barış İçin Birleşme” kararı ile savaş yasaklanmıştır16. Ancak, BM
Andlaşması'nın 51. maddesi gereğince, saldırıya uğrayan devletin meşru müdafaa hakkı
kabul edilmektedir.
BM Güvenlik Konseyi kararları ile kuvvet kullanımı devletler hukukunun en
önemli yaptırımları arasında yer alır. Nitekim, 1950 Kore ve 1990 Körfez olaylarında,
uluslararası toplum adına BM Güvenlik Konseyi güç kullanılmasına karar vermiştir. Buna
karşın, Kosova (Bosna Hersek) harekatında BM'nin güç kullanılması yönünde karar
alamayarak, bu işlevi NATO'nun yerine getirmesi de BM'nin çalışma sistemindeki
aksaklığı (özellikle mutak veto sistemi bakımından) ortaya koymak bakımından çarpıcı bir
örnek oluşturmaktadır17.
Diğer bir örnek de ABD'nin Saddam Hüseyin'i devirmek amacıyla Irak'a yaptığı
müdahaledir. Bu müdahale öncesinde de BM Güvenlik Konseyi'nin 14 üyesi “HAYIR” oyu
kullanmış olmasına rağmen, ABD mutlak veto hakkını kullandığı için süreç tıkanmıştır.
Genel Kurul'dan da ABD'nin harekatının uluslararası hukuka aykırı olduğu yönünde karar
çıkmış fakat ABD buna rağmen bu harekatı gerçekleştirmiştir. Bu iki örnek, Güvenlik
Konseyi'nin 5 daimi üyesine tanınan mutlak veto hakkının, siyasi kaygılarla kötüye
kullanılabildiğini ve BM'yi adeta tıkadığını ortaya koymak bakımından çarpıcıdır.
Mutlak veto yetkisinin BM Andlaşması'nın 2./1. maddesinde düzenlenen
“devletlerin egemen eşitliği” ilkesiyle bağdaşmadığını da bu bağlamda belirtmemiz
15 MENGİLER, s. 39
16 Metinler için bkz GÜNDÜZ, s. 56 vd
17 BOZKURT/ KÜTÜKÇÜ/ POYRAZ, s. 27
8
gerekir18. Zira, devletlerin egemen eşitliği ilkesi gereğince, hiçbir devletin diğeri üzerinde
üstünlük kurabilmesi mümkün değildir. Kannatimizce, bu ilke yalnızca bir devletin diğer
devlete ait egemenlik hakkına müdahale etmemesi şeklinde algılanmamalı, devletler
arasındaki tüm işlemlerde de devletlerin eşit haklara sahip olması şeklinde anlaşılmalıdır.
O halde, Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesinin mutlak veto hakkına sahip olması, diğer
üyeler üzerinde bir üstünlük anlamında yorumlanabilir. Durum böyle olunca, tek bir daimi
üyenin hayır oyuna rağmen, diğer tüm üyelerin (14 üye) oybirliği ile bir konuda “evet” oyu
kullanması, 14 üyenin karşıoyuna rağmen tek üyenin dediğinin olması gibi tuhaf bir sonuç
ortaya çıkarmaktadır. Bu durumun devletler arasındaki egemen eşitlik ilkesi ile bağdaştığı
söylenemez.
Zaten, BM'ye alternatif olarak, süreç içerisinde bölgesel nitelikte oluşumların
belirmesi veya BM bünyesinde dahi olsa, Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi mahkemelerin
oluşturulmasının temelinde yatan neden de BM Güvenlik Konseyi'nin bu tuhaf çalışma
biçimidir. Konsey bu nedenle kilitlenmekte ve bazı ciddi sorunları çözememektedir19.
Buna
önerimiz,
öncelikle
Güvenlik
Konseyi'nin
çalışma
sisteminin
değiştirilmesidir. Buna göre, kural olarak kararlar 15 üyenin oybirliği ile alınmalıdır.
Aşağıda incelediğimiz AB örneği bu bağlamda bir yol göstericidir.
Bazı kararlarda (zorlayıcı tedbirler gibi) salt çoğunluk (8 üye) ile karar alınması
sağlanmalıdır. Tüm oylar bir ve eşit sayılmalı, mutlak veto hakkı kaldırılmalıdır. Ancak,
özellikle insani amaçlı silahlı müdahaleler bakımından, Kosova Örneği gibi örneklerin
yeniden yaşanmaması ve siyasi nedenlerle Güvenlik Konseyi'nin ve dolayısıyla BM'nin
etkinliğinin ortadan kalkmaması için de üye tamsayısının nitelikli çoğunluğu ile ( bu oran
3/5 olarak belirlenebilir: 9 üyenin aynı yöndeki oyu) silahlı müdahaleye karar verilmesi
yönünde yeni bir düzenlemeye gidilmelidir. Aleyhine karar verilecek olan devletin
Güvenlik Konseyi toplantısına katılmaması sağlanmalı, yerine diğer devletlerden biri
alınarak oylama yapılmalıdır.
18 Karşılaştırınız MENGİLER, .s 90. Mengiler, daimi üyelik ve mutlak veto yetkilerinin BM Sisteminin niteliği
gözetildiğinde doğal göründüğünü; zira kendilerine ayrıcalık tanınmaması durumunda BM'nin kuruluşunun
zorlaşacağı belki de olanaksızlaşacağını, diğer devletlerin yeni bri dünya savaşına yol açmamak adına devletlerin
egemen eşitliği ilkesine aykırı da olsa bu durumu 5 devlet lehine kabul etmesi gerektiğini belirtmekteyse de yazarla
aynı görüşte olmadığımızı belirtmemiz gerekmektedir.
19 MENGİLER, s. 122
9
Diğer yandan, BM'nin etkinliğinin artması için, mali yapılanmasının da
düzenlenmesi yerinde olacaktır. Buna göre, günümüzde ABD'nin BM üzerindeki etkinliği,
BM bütçesine sunduğu katkı gözetildiğinde oldukça yüksektir. Bu da BM'de diğer üyelerin
etkinliğini azaltan bir nedendir. Bu durum, aynı zamanda BM'nin çalışma düzeninde de
güçlükler yaratmaktadır. BM'nin mali açıdan da ciddi bir yapılanmaya gereksinimi vardır.
Kuşkusuz, bu yöndeki düzenlemelerle BM'nin etkinliği ve saygınlığı daha da
artacaktır.
10
II. BÖLÜM
ULUSLARARASI UYUŞMAZLIKLARIN ÇÖZÜM
YÖNTEMLERİ
I.) Genel Olarak
Bu bölümde, BM'nin ve BM dışındaki ulusüstü örgütlenmelerin uyuşmazlıkları
çözüm yöntemleri değerlendirilecektir. Bölümün ilk başlığında, yargı dışı uyuşmazlık
çözüm yolları (diplomatik yollar ve zorlayıcı yollar), ikinci başlığında ise yargısal
nitelikteki uyuşmazlık çözüm yolları değerlendirilecektir.
Yargısal uyuşmazlıklar başlığı da üç alt başlıkta ele alınacak ve ilk alt başlıkta
uluslararası hakemliğe değinilecektir. İkinci alt başlık ise iki bölümde ele alınacaktır. Alt
başlığın birinci bölümünde, BM bünyesinde yer alan sürekli yargısal organlar olan
“Birleşmiş Milletler Milletlerarası Adalet Divanı” (BMAD) ve yine, BM bünyesinde
etkinlik gösteren ve BM Deniz Hukuku Sözleşmesi'nden doğan uyuşmazlıkları çözmekle
görevli olan BM Uluslararası Deniz Mahkemesi'ne (BMUDM) değinilecektir20. İkinci
kısmında ise BM bünyesinde yer alıp da özel yetkili olan mahkemelerden başlıcaları
değerlendirilecektir. (Bunlardan Birleşmiş Milletler Uluslararası Ceza Mahkemesi
(BMUCM), Nurnberg Savaş Suçları Mahkemesi (NSM) , Yugoslavya Savaş Suçları
Mahkemesi 'ne (NSM) ve diğer özel yetkili mahkemelere değinilecektir.
Üçüncü alt başlıkta ise, Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) ile Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) kısaca değinilecektir.
II.) Yargı Dışı Uyuşmazlık Çözüm Yolları
Bu bölümde, BM Andlaşmasında öngörülen yargı dışı çözüm yolları iki alt başlık
altında incelenecektir. İlk alt başlıkta, diplomatik yollar olan görüşme, dostça girişim,
arabuluculuk, soruşturma komisyonları, uzlaştırma komisyonları ile bölge anlaşmalarına
kısaca değinilecektir.
20 DOĞAN, İlyas; Devletler Hukuku, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2008, s. 207
11
İkinci alt başlıkta ise, yargı dışı uyuşmazlık çözüm yollarından BM Andlaşmasında
da öngörülen barışçıl olmayan yollar değerlendirilecektir. Bu yollar, misilleme, zararla
karşılık ve müdahaledir. Savaş da diğer barışçıl olmayan çözüm yollarındandır. Ancak BM
Andlaşması ile yasaklanmıştır. Bu nedenle, savaşa kısaca değinilecek ancak savaşı haklı
gösteren BM Anlaşması'nın 51. maddesindeki “meşru müdafaa” kurumu üzerinde
durulacaktır.
A.) Diplomatik (Barışçıl) Çözüm Yolları
Barışçıl çözüm, uyuşmazlıkların güç kullanmak dışındaki yollarla çözülmesini
ifade eder. Bu tür çözüm yollarında, taraflar sorunu anlaşarak çözerler. BM Andlaşması'nın
33/1. maddesi barışçıl çözüm yollarını şu ifadeyle ortaya koymaktadır :
“Uzaması milletlerarası barış ve güvenliğin muhafazasını tehdit edebilecek
mahiyette bir uyuşmazlıkta taraf olanlar, bu uyuşmazlığın çözülmesini her şeyden önce
görüşme, soruşturma, ara bulma, uzlaşma, tahkim ve yargı yollarıyla veya bölge teşkil
veya anlaşmalarına başvurarak veyahut kendi seçecekleri
başka barış yollarıyla
aramalıdırlar.”
Belirtilmelidir ki bu yolların hiçbiri taraflar açısından bağlayıcı ve zorlayıcı
değildir. Bu yollardan birine veya birkaçına aynı anda veya farklı zamanlarda
başvurulabilmesi mümkündür21. Ayrıca, diplomatik yollar arasında bir sıralama ve sınırlı
sayı ilkesi de yoktur.
1.) Görüşme
Görüşme (negotiation), bir uyuşmazlıkta, taraf devlet temsilcilerinin (dışişleri
bakanı, devlet başkanı, büyükçelçi vb) yüzyüze görüşerek sorunu çözme girişiminde
bulunmasıdır. Devletler arasındaki ilişkilerin yürütülmesi bakımından, devletlerin
menfaatlerinin dengelenmesi adına en doğal yoldur22. Diğer yollara göre daha açık ve kesin
çözüm ortaya koyar. Çünkü, taraflar aracı kullanmaz. Görüşmede yazılı, sözlü veya karma
yöntem uygulanabilir. Taraflar tam bir serbesti içerisindedir. Bu serbesti, görüşme yolunun
21 MENGİLER, s. 45
22 BOZKURT/ KÜTÜKÇÜ/ POYRAZ, s. 242
12
diğer yollara göre taraflarca daha çok yeğlenmesine yol açmaktadır23. Görüşme, iki taraflı
veya çok taraflı olabilir. Görüşmelerin gizli yapılması esastır. Taraflar anlaşırlarsa,
uyuşmazlık anlaşma ile sonuçlanır ancak anlaşamazlarsa, hangi yönteme başvurulacağını
da
aralarında
kararlaştırabilirler.
Türkiye
ile
Fransa
arasında
Bozkurt-Lotus
anlaşmazlığında, taraflar kendi yargı yetkileri üzerinde diretmişler ve bu nedenle sorun
çözülememiştir. Ancak taraflar, hukuki nitelikte gördükleri bu uyuşmazlığı MASAD'a
taşıma konusunda anlaşmışlardır. 12 Ekim 1926'da Cenevre'de buna ilişkin bir tahkimname
imzalanmıştır24.
2.) Dostça Girişim
Dostça girişim (bons offices, good offices), devletlerin arasındaki uyuşmazlığı
çözmek için çeşitli nedenlerle görüşmeleri kesilen veya karşılıklı olarak görüşme olanağı
bulamayan taraflar arasında bir görüşme zemini hazırlamak ya da görüşmelerin
sürdürülmesini sağlamak üzere, üçüncü devletin veya devletlerin ya da uluslararası bir
örgütün, belli sınırlar dahilinde, çok ileri gitmeden, ölçülü biçimde yaptıkları bir
girişimdir25.
Aslında, dostça girişim (iyi niyet girişimi), BM Andlaşması'nın 33. maddesinde
uyuşmazlıkların barışçıl çözüm yöntemleri arasında açıkça belirtilmiş değilse de BM'nin
uygulamaları ile gelişmiştir26.
1899 ve 1907 tarihli La Haye Sözleşmeleri ile dostça girişim yazılı kurallara
bağlanmıştır. La Haye Sözleşmesi'nin 2. maddesine göre dostça girişime başvurabilmek
için devletlerin arasındaki uyuşmazlığın zorlu ve ağır bir nitelik taşıması gerekir. Aynı
Sözleşme'nin 6. maddesi ise, dostça girişimin bir öneri olduğunu vurgular. Bu anlamda,
dostça girişim bu yola başvuran devletler açısından bağlayıcılık taşımaz. Tarafar, dostça
girişimi kabul edip etmemekte tamamen serbesttirler. Ancak, taraflar ikili bir andlaşma ile
dostça girişim yoluna başvuracaklarını belirlemişlerse, andlaşma gereğince bu yola
23 MENGİLER, s. 46
24 BOZKURT/ KÜTÜKÇÜ/ POYRAZ, s. 243
25 BOZKURT/ KÜTÜKÇÜ/ POYRAZ, s. 248 vd
26 MENGİLER, s. 55
13
başvurmak artık bir zorunluluk taşır.
Dostça girişimin diğer bir özelliği, girişimde bulunan devletin ikili görüşmeye
katılmamasıdır. Girişimde bulunan devlet, yalnızca anlaşmazlık yaşayan tarafların
anlaşmazlıklarını çözülmelerini sağlamak için uygun ortamı hazırlar. Diğer yandan, dostça
girişimde bulunma önerisi, üçüncü devletten gelebileceği gibi, anlaşmazlık yaşayan
devletler tarafından üçüncü devlete de önerilebilir.
3.) Arabuluculuk
Arabuluculuk (mediation), uluslararası nitelikteki bir uyuşmazlığı barışçıl yollarla
sona erdirmek amacıyla, üçüncü devletin veya devletlerin ya da bir uluslararası örgütün
veya tanınmış bir kişinin uyuşmazlığın tarafları arasında görüşmeler yapılmasını sağlamak;
tarafların kabul edebileceği çözümler önermek amacıyla yaptığı girişimlerin tümüdür27.
Arabuluculuğun dostça girişimden temel farkı, arabulucunun taraflar arasındaki
görüşmelere bizzat katılması ve taraflara öneriler sunmasıdır. Ancak, arabuluculuğun
dostça girişime çok benzer yönleri de vardır. Örneğin tarafar, arabulucuğu kabul edip
etmemekte tamamen serbesttirler. Ancak, taraflar ikili bir andlaşma ile arabuluculuk yoluna
başvuracaklarını belirlemişlerse, andlaşma gereğince bu yola başvurmak artık bir
zorunluluk taşır. Belirtmek gerekir ki arabuluculuk yoluyla elde edilen sonuç, bir hakem
kararı ya da bir mahkeme hükmü özelliği taşımaz. Bu nedenle de tarafların buradan
çıkacak olan sonuca uyma yükümlülüğü yoktur.
Diğer yandan, arabuluculuk önerisi, üçüncü devletten gelebileceği gibi28,
anlaşmazlık yaşayan devletler tarafından üçüncü devlete de önerilebilir29. BM de taraflar
arasındaki uyuşmazlığa arabulucu atayabilir30.
27 MENGİLER,s. 53
28 Arjantin-Şili arasında yaşanan uyuşmazlıkta Papa II. Jean Paul 1978 yılında arabuluculuk önerisinde bulunmuş ve
taraflar bu öneri üzerine anlaşma sağlamışlardır. (MENGİLER s. 54)
29 Eylül 1977'de Mısır-Libya arasında çıkan uyuşmazlığı arabulucukla çözmek için Filistin Kurtuluş Örgütü Lideri
Yaser Arafat'a öneri götürülmüş ve sorun çözülmüştür. (BOZKURT/ KÜTÜKÇÜ/ POYRAZ, s. 252)
30 BM, Filistin-İsrail uyuşmazlığında Kont Bernadotte'u arabulucu olarak atamıştır. Kont öldürüldükten sonra yerine
ABD'li diplomat Ralph Bunce getirilmiştir. Keza Kıbrıs uyuşmazlığında da BM devreye girmiş ve 9 Eylül 1964'te
14
4.) Soruşturma Komisyonları
Soruşturma komisyonları (commision of inguery, fact-finding commission)
uluslararası nitelik taşıyan ve tarafların maddi unsurları üzerinde birbiriyle çatıştığı
uyuşmazlıkların barışçıl yollarla çözülmesini sağlayan bir araç olarak; üzerinde görüş
ayrılığı yaşanan maddi unsurların tespitiyle görevlendirilmiş ve özel biçimde oluşturulmuş
olan komisyonlardır31.
Soruşturma komisyonları ilk kez 1899 tarihli La Haye Sözleşmesi'nde düzenlenmiş
ve 1907 tarihli La Haye Sözleşmesi ile geliştirilmiştir. Bu Konferanslarda komisyonların
çalışma ilkelerinden en temeli olan uyuşmazlıkların tespiti yetkisi belirlenmiştir. Buna
göre, komisyon sadece uyuşmazlığı tepit etmekle görevli olup hukuki değerlendirmeye
giremeyecektir.
Soruşturma komisyonuna gereksinim duyulması, tarafların görüşme, dostça girişim
veya arabulucuktan sonuç alamamaları veya sonuç alamayacaklarının anlaşılması üzerine
ortaya çıkabilir. Zira, ilk üç yöntemde tarafsız ve gereçeklere uygun biçimde bir
uyuşmazlık tespiti yapılamayabilir. Bu nedenle tarafsız komisyonlara gereksinim duyulur32.
Soruşturma komiyonları bağlı bulundukları hükümetten emir ve talimat almaz.
Alanlarında uzman ve yetkin kişilerden oluşur. Komisyon, yukarıda da değinildiği gibi
hukuki uyuşmazlık hakkında yorum yapmaz; çözüm önerisi getiremez; yalnızca tarafları ve
gerekirse tanıkları dinler; gerekli araştırmaları yapar; gerektiğinde uzmanlar çağırır ve
maddi olayı “tespit eder” nitelikte rapor oluşturur. Ancak taraflar, komisyona uyuşmazlığı
hukuken çözme yetkisini aralarında yapacakları anlaşma ile tanıyabilir. Bu durumda
komisyon uyuşmazlığı hukuken çözme yetkisine sahip olur. Komisyonun tespitleri tarafları
bağlamaz. Taraflar, bu tespitlere uygun davranmak zorunda değildir.
Soruşturma usulüne başvurmak isteyen tarafların aralarında özel bir andlaşma
yapmaları ve bu andlaşmada komisyonun nasıl oluşacağını, usul kurallarını ve çalışma
ilkelerini ortaya koymaları gerekir. Komisyonlar, kendi yetkilerini bu özel andlaşmaya
Finlandiyalı Diplomat Zakaria Tuomioja görevlendirilmiş; Tuomioja'nın ölümünden sonra uyuşmazlık için Ekvator
Eski Devlet Başkanı Galo Plaza atanmıştır. (BOZKURT/ KÜTÜKÇÜ/ POYRAZ, s. 252)
31 BOZKURT/ KÜTÜKÇÜ/ POYRAZ, s. 254
32 BOZKURT/ KÜTÜKÇÜ/ POYRAZ, s. 256
15
göre belirler ve andlaşmanın kapsamı dışında hareket edemez. Bu özel andlaşmada taraflar
komisyonun üye sayısını da belirler. Ancak, üyelerin arasında eşitlik olma olasılığı dikkate
alınarak, uygulamada üye sayısı 3,5,7 gibi tek rakamdan oluşacak şekilde oluşturulur. La
Haye Sözleşmesi bu sayıyı 5 olarak önermiştir. Buna göre, taraflar 2'şer üye atar; bu 4 üye
de 5. üyeyi belirler.
La Haye Sözleşmesi, soruşturma komisyonları için tamamlayıcı hükümler içerir.
Taraflar arasında bir andlaşma yoksa, veya andlaşma yapılmış olmasına rağmen,
andlaşmada her konu belirlenmiş değilse 1907 tarihli La Haye Sözleşmesi hükümleri
uygulanır.
Türkiye, Lozan Konferansı sırasında, Irak sınırı konusunda İngiltere ile
anlaşamamış ve bu anlaşmazlık MC'ye taşınmıştır. MC de konuyla ilgili komisyon kurarak
sorunu komisyonun görüşleri doğrultusunda çözüme ulaştımıştır. Türkiye de komiyonun
önerilerini 5 Haziran 1926 tarihli andlaşma ile kabul etmiştir33.
5.) Uzlaştırma Komisyonları
Uzlaştırma (conciliation) komsiyonlarını soruşturma komisyonlarına benzer
biçimde şöyle tanımlayabiliriz: “Uzlaştırma komisyonları uluslararası nitelik taşıyan ve
tarafların maddi unsurları üzerinde birbiriyle çatıştığı uyuşmazlıkların barışçıl yollarla
çözülmesini sağlayan bir araç olarak; üzerinde görüş ayrılığı yaşanan maddi unsurların
tespiti ve çözüm önerisi sunmak ile görevlendirilmiş ve özel biçimde oluşturulmuş olan
komisyonlardır34.”
Tanımdan da anlaşıldığı gibi, uzlaştırmayı soruşturmadan ayıran en temel fark,
soruşturmayı yürüten komisyonun kural olarak yalnızca maddi olayı tespit etmekle yetkili
olmasına rağmen; uzlaştırmayı yürüten komisyonun ise, maddi olayın tespitinin yanı sıra,
taraflar arasındaki uyuşmazlığı çözecek somut ve hukuki öneriler de getirebiliyor oluşudur.
Uzlaştırma komiyonunun çözüm önerilerine tarafların uyma yükümlülüğü yoktur.
Uzlaştırma komisyonları her somut olay için ayrı olarak (uyuşmazlığa özel: ad hoc)
oluşturulurlar. Komisyon, görüşmelerini gizli oturumla yürütür. Ulaştığı sonucu tutanağa
33 BOZKURT/ KÜTÜKÇÜ/ POYRAZ, s. 257
34 MENGİLER, s. 58
16
bağlar ve taraflara iletir. Kural olarak, taraflarca aksi kararlaştırılmış değilse, komisyonun
görev süresi 6 aydır35.
Kural olarak, komisyonların kararları tarafları bağlamaz. Ancak
taraflar, aralarındaki ikili andlaşma ile bunun aksini kararlaştırabilirler. Kararların bağlayıcı
olmaması, uzlaştırma komisyonlarını mahkemeden ayıran en belirgin özelliktir.
Uzlaştırma komisyonlarına başvuru zorunlu değildir. Tarafların rızasına bağlıdır.
Ancak, durum böyle olmakla birlikte, bu yöntem 1982 tarihli BM Deniz Hukuku
Sözleşmesi'nin 284. maddesi uyarınca özellikle münhasır ekonomik bölgeye ilişkin
uyuşmazlıklar
bakımından
başvurulmasında
zorunluluk
olan
bir
yol
olarak
öngörülmüştür36.
Taraflar, uzlaştırma komisyonlarının nasıl oluşacağını, görev ve yetkilerini, bu
görev ve yetkilerin nasıl kullanılacağını aralarındaki ikili andlaşma ile belirler.
Komisyonlarla ilgili olarak taraflar arasında bir ikili andlaşma yapılmamışsa, 1907 Tarihli
Uyuşmazlıkların Barışçıl Yollarla Çözülmesine Dair La Haye Sözleşmesi'nin uzlaştırmaya
ilişkin tamamlayıcı hükümleri, somut uyuşmazlıkta uygulanır.
6.) Bölge Anlaşmaları
Bölge Anlaşmaları da BM'nin uluslararası uyuşmazlıkları çözmek için başvurduğu
barışçıl yollardandır. BM Andlaşması'nın 52-54 maddeleri arasında düzenlenmiştir. BM
Andlaşması'nın 52/2 maddesi “Bu Anlaşmaları akdeden veya bu teşkilleri vücuda getiren
Birleşmiş Milletler üyeleri, mevzii mahiyete uyuşmazlıkları, Güvenlik Meclisi'ne
arzetmeden önce, İş bu Anlaşma ve teşkiller vasıtasıyla barış yoluyla çözmek hususunda
bütün gayretlerini sarf etmelidirler.”
diyerek, tarafların aralarındaki uyuşmazlığın
çözümünü, eğer varsa, öncelikle bölgesel düzeydeki kuruluşlar veya anlaşma aracılığı ile
çözmeleri; çözüm sağlanamazsa BM Güvenlik Konseyi'ne aktarmalarını önermektedir37.
Güvenlik Konseyi de md 52/3 gereğince, yerel ve bölgesel nitelikteki
uyuşmazlıkların ilgili devletin başvurusu veya kendiliğinden bölge anlaşamaları ile
çözülmesi yönünde girişimde bulunabilir.
35 BOZKURT/ KÜTÜKÇÜ/ POYRAZ, s. 260
36 MENGİLER, s. 61
37 GÜNDÜZ, s. 39
17
Bölge anlaşamalarına BM Güvenlik Konseyi'nin başvurabilmesinin ön koşulu, söz
konusu anlaşmaların BM'nin temel amaç ve ilkeleri ile bağdaşır nitelikte olmasıdır.
Taraflar, bölge anlaşmasına başvurmadan önce BM Güvenlik Konseyi'ni haberdar
etmelidirler.
B.) Diplomatik Olmayan Uyuşmazlık Çözüm Yolları
Devletler arasındaki uyuşmazlıkların diplomatik yönetmelerle çözülmesi bazen
mümkün olmayabilir. Böyle durumlarda, BM Sözleşmesi'nin ve Devletler Hukuku'nun izin
verdiği ölçüde devletler arasında birtakım diplomasi dışı yollara da başvurulabilir. Ancak,
bu yollara başvurulması, BM Sözleşmesi tarafından tavsiye edilmez.
Diplomatik olmayan çözüm yolları, misilleme, zararla karşılık, müdahale, meşru
müdafaa ve savaştır. Aşağıda bu yolların işleyişine kısaca değinilmiştir.
1.) Misilleme
Misilleme (retorsion), devletler hukukunun izin verdiği sınırlar içerisinde kalınarak,
bir devletin diğer bir devletin çıkarına aykırı olacak şekilde, zorlayıcı bir önlem olarak
başvurduğu bir yoldur38. Misilleme hem hukuka uygun hem de hukuka aykırı eylemlere
karşı girişilebilecek bir yoldur39. Misillemede önemli olan hiçbir şekilde silahlı güç
kullanılmamasıdır. Öte yandan, misillemenin orantılı olması da gerekmez40.
Misillemeye örnek olarak limanların belli bir devletin gemilerine kapatılması, bir
devletin büyükelçisinin istenmeyen adam ilan edilmesi, bir devletin yurttaşlarından vize
istenmesi, ilgili devletle ticari ilişkilerin kesilmesi..vb... verilebilir.
BM Sözleşmesi de 41. maddesinde, barışa uymamakta direnen ve eylemleriyle
barışı bozan veya bozma tehdidinde bulunan devlete karşı silahsız yaptırımların
kullanılmasına izin vermiştir. Sözleşmenin izin verdiği yaptırımlar, ekonomik ilişkilerin
kesilmesi; hava, deniz, karayolu ulaşımının kesilmesi; posta, telefon, radyo, (televizyon,
38 PAZARCI, Hüseyin; Uluslararası Hukuk Dersleri, Cilt: 3, Turhan Kitabevi, Ankara 1999, s. 202 vd
39 PAZARCI, Cilt:3, s. 203
40 PAZARCI, Cilt:3, s. 203
18
internet) iletişiminin kesilmesi; siyasi ilişkilerin kesilmesi olarak belirtilmiştir41. BM, bu
yollara veya bunların dışındaki bir başka zorlayıcı yola da başvurabilir.
2.) Zararla Karşılık
Bir devletin hukuka aykırı fiili nedeniyle bu fiilden zarar gören diğer devletin,
zarar veren devleti hukuka uygun davranmaya zorlamak amacıyla, zarar veren fiille orantılı
olarak karşılık vermesidir.
BM Sözleşmesi md 2/4 ile meşru müdafaa hali dışında devletlere silahlı güç
kullanma yasağı getirilmiştir. Dolayısıyla, zararla karşılık kural olarak BM Sözleşmesi'ne
uygun bir uyuşmazlık çözüm yolu değildir. Ancak, BM Sözleşmesi'ne aykırı düşmeyen ve
silahlı güç kullanımı içermeyen42 zararla karşılık yöntemlerine başvurmakta o devlet
açısından hukuki engel yoktur43.
Zararla karşılığa örnek olarak ambargo, abluka, işgal, boykot, bombardıman
andlaşmaların feshi veya askıya alınması, zarar veren devletin veya vatandaşlarının
gemilerine el konması gösterilebilir.
3.) Müdahale
Diğer diplomasi dışı uyuşmazlık çözüm yolu da müdahaledir. Bundan kasıt, bir
devletin diğer bir devletin iç ya da dış işlerine, davranışına, mevcut şartları değiştirmek
veya devam ettirmek amacıyla kendi gücüne güvenerek karışmasıdır44. BM Sözleşmesi ile
devletlerin egemen eşitliği ilkesi benimsendiğinden ve güç kullanımı yasaklandığından,
müdahale BM Sözleşmesi'ne uygun bir uyuşmazlık çözüm yolu olarak nitelendirilemez.
4.) Meşru Müdafaa ve Savaş
MC Şartı ile savaş yasaklanmamıştır. Ancak BM Sözleşmesi savaşı ve diğer silaha
41 GÜNDÜZ, s. 36
42 Ambargo, boykot, andlaşmaların feshi, askıya alınması gibi önlemler...
43 BOZKURT/ KÜTÜKÇÜ/ POYRAZ, s. 270
44 BOZKURT/ KÜTÜKÇÜ/ POYRAZ, s. 271
19
dayalı zorlayıcı yolları kural olarak yasaklamıştır. İnsani müdahaleler ile meşru müdafaa
ise bunun ayrıksısıdır. İnsani müdahaleleri ise BM Barış Gücü, BM Sözleşmeleri
çerçevesinde yerine getirir45. Bu tür müdahalelerden amaçlanan bozulan barışın yeniden
kurulmasıdır. Ancak BM Barış Gücü'nün son dönemde, barışı kurma görevinin yanı sıra
barışı koruma ve uygulama görevi de ortaya çıkmıştır46.
BM Sözleşmesi çerçevesinde bir devletin meşru müdafaa hakkı ise 51. madde
kapsamıyla sınırlı olmak üzere kullanılabilir. 51. madde düzenlemesine göre, bir BM üyesi
devlet silahlı saldırıya uğradığında, BM Güvenlik Konseyi, barış ve güvenliğin sağlanması
ve korunması için gerekli önlemleri alana kadar saldırıya uğrayan devletin kendini
savunma hakkı bulunmaktadır. Ancak, bu hakkın kullanılmasındaki ilk koşul, saldırının
başka herhangi bir diplomatik yolla önlenebilmesinin olanaksız olmasıdır47.
Savunma, saldırıyı bertaraf edecek nitelikte ve orantılı olmalı, saldırı sona erdiğinde
saldıran devlete karşı saldırıya dönüşmemelidir. Ayrıca, BM Güvenlik Konseyi, barışın
tesisi için gerekli önlemi aldığında (örneğin silahlı barış gücü gönderdiğinde) silahlı
savunmaya son verilmelidir. Diğer yandan, savunma hakkını kullanan devlet, durumu BM
Güvenlik Konseyi'ne derhal bildirmelidir.
Meşru müdafaa hakkının kullanımı somut, devam etmekte olan bir saldırıyı def
etmekle sınırlı olmalıdır. BM Sözleşmesi'nin 51. maddesi olası saldırılara karşı meşru
müdafaa hakkını korumaz48.
III.) Yargısal Çözüm Yolları
İç hukuktakinin aksine, uluslararası hukukta, uyuşmazlıkları çözecek ve sürekli
olarak görev
yapacak bir yargı organı yoktur. Ancak, uluslararası uyuşmazlıkların
çözümünde devletler yargı organlarına daha sık başvurmaya başlamıştır. Kaldı ki BM
Andlaşması da
(md 33) devletlere, uyuşmazlıkların barışçıl çözüm yolları arasında
45 BM Sözleşmesi'nin 43, 45 ve 47. maddeleri, insani müdahale için gereken güç kullanımı, gücün oluşum şekli ile
iligli bilgileri ve yetkileri içermektedir.
46 PAZARCI, Cilt: 3, s. 221
47 BOZKURT/ KÜTÜKÇÜ/ POYRAZ, s. 331
48 BOZKURT/ KÜTÜKÇÜ/ POYRAZ, s. 331
20
yargısal yolları da önermiştir49. Hatta BM Andlaşması gereğince, tarafların yargısal
yollardan olan hakemliğe ya da mahkemeye başvurması uyuşmazlık çözümünde “olağan
yöntem” olarak değerlendirilmiştir50.
İlk evrensel nitelikli yargı organı, I. Dünya Savaşı döneminde, Milletler Cemiyeti
bünyesinde kurulmuş olan “Milletlerarası Sürekli Adalet Divanı”dır. (MASAD) MC'nin
feshinden sonra, bu kez II. Dünya Savaşı sonrasında BM Örgütü içerisinde, temelde aynı
niteliklere sahip olmakla birlikte, adını aldığı BM Kuruluşu ile birlikte anılan “Birleşmiş
Milletler Milletlerarası Adalet Divanı” (BMAD) kurulmuştur ve halen işlevseldir51. Divan,
ancak taraflar anlaşırlar ve uyuşmazlığı önüne götürürlerse yargılama yetkisine sahiptir. Bu
anlamda, BMAD'nın yargı yetkisinin “ihtiyari yargı yetkisi” olduğu söylenebilir. Diğer
yandan, BMAD, taraflardan yalnızca birinin başvurusu üzerine veya kendiliğinden
yargılama yapma yetkisine sahip değildir52.
Bir diğer uluslarüstü yargı kuruluşu da yine BM bünyesinde bulunan
BM
Uluslararası Deniz Mahkemesi'dir (BMUDM). Bir diğeri ise, özel statü ile kurulmuş olan
“Uluslararası Ceza Mahkemesi”dir53. (BMUCM).
BMUCM'nin temel görevi, insanlığa karşı işlenen suçlar, soykırım ve savaş
suçlarına ilişkin54 yargılama yapmaktır 55. Diğer özel statülü mahkemelerden başlıcaları ise
Nurenberg Uluslar arası Savaş Suçları Mahkemesi (NUSM); Yugoslavya Savaş Suçları
Mahkemesi (YSM) ve Ruanda Savaş Suçları Mahkemesi'dir. (RSM). Bu tür mahkemeler,
özel statüyle, sadece o olay için kurulur ve görev süresi veya amacı bitince görevi de sona
49 Yargısal yollar arasında uluslararası tahkim veya Uluslar arası sürekli mahkeme (BMAD) bulunmaktadır.
50 MENGİLER, s. 21
51 BMAD ile MASAD'ın yetkileri, yapılanması, çalışmamızın ilerleyen bölümlerinde geniş şekilde açıklanmıştır.
52 BOZKURT/ KÜTÜKÇÜ/ POYRAZ, s. 26
53 BMUCM, çalışmamızın kapsamı dışında kaldığından, burada yalnızca değinmekle yetiniyoruz.
54 AZARKAN, Ezeli; “Uluslararası Ceza Mahkemelerinde Savaş Suçları”, Hukuk ve Adalet, Eleştirel Hukuk Dergisi,
Yıl: 1, Sayı: 1, Ocak-Mart 2004, s.53 vd
55 BMUCM'nin görevleri ve yapılanması ile ilgili geniş bilgi için bkz AKSAR, Yusuf; “Nuremberg'den Günümüze
Uluslararası Ceza Yargısı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne...”,Hukuk ve Adalet, Eleştirel Hukuk Dergisi, Yıl: 1,
Sayı: 1, Ocak-Mart 2004, s.83 vd
21
erer.
Bölgesel düzeyde ise, uluslararası yargı işlevi yürüten mahkemelere örnek olarak
Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) gösterilebilir. Divana hem gerçek kişilerin hem de
tüzel kişilerin başvurması mümkündür ve Divan'ın kararları bağlayıcıdır.
Diğer yandan, AB'de konan kurallar (tüzükler), dış ilişkilerde üye devletleri
bağlayıcı niteliğe sahiptir. AB'nin bu yapılanmasının, gelecekte BM için de benzeri bir
model oluşturabileceğini düşünüyoruz.
Diğer bölgesel nitelikli etkin yargı yollarından birisi de Avrupa insan Hakları
Mahkemesi'dir (AİHM). AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) güvence
altına aldığı özgürlüklerle sınırlı olarak yargı etkinliğini yürütür56. Bu Mahkemeye de hem
bireylerin hem de devletlerin başvurusu mümkündür.
Yargısal yolları, yukarıda açıklanan diplomatik yollardan ayıran başlıca fark,
yargısal yollara başvurulması üzerine yargısal makamların vereceği kararların, devletler
bakımından bağlayıcılık taşımasıdır. Oysa, diplomatik yolların devletler bakımından bir
bağlayıcılığı yoktur. Öte yandan, hem yargısal yollar hem de diplomatik yollara başvuru
devletlerin rızasına bağlıdır. Ancak AİHM bunun ayrıksısıdır. AİHS'i kabul eden ve şikayet
olunan devletin artık AİHM'e yapılacak başvuruda rızası aranmaz. Bir başka deyişle,
şikayetçinin tek yanlı iradesiyle, şikayet olunan devlet hakkında yargılamaya girişilmesi
mümkün olur.
Belirtilen yargısal çözüm yolları aşağıda incelenmiştir.
A.) Uluslararası Hakemlik
Uluslararası hakemlik (arbitration), tarafların ortaklaşa belirlediği, üyelerinin
taraflarca atandığı, tarafların belirlediği sınırlar dahilinde yargılama yapan, tarafsız,
bağımsız, sadece o olayla sınırlı çalışan ve tarafları bağlayıcı, kesin kararlar veren yargı
yolunu ifade eder.
Hakemlik kurumuna başvuru, devletlerin arzusuna tabidir. Tarafların hiçbiri,
56 GÖLCÜKLÜ, A. Feyyaz / GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, Turhan
Kitabevi, Ankara 2002, s. 11
22
hakemliğe başvuru için zorlanamaz. Hakemlikte, taraflar anlaşmazlık konusunu ve
uyulacak kuralları belirler. Yargılama faaliyetini yürütecek olan hakemleri taraflar seçer ve
taraflar hakemlerin kararına uymakla yükümlüdürler.
Taraflar, hakemlerin nasıl ve kimlerden oluşacağını, hakem sayısını, yargılama
usulünü ve hakemlerin görevlerini aralarındaki andlaşma ile belirler. Buna hakem
sözleşmesi veya “tahkimname” (compromis) denir57. Eğer taraflar arasında bir tahkimname
düzenlenmemişse, hem yargılama usulünü hem de uygulanacak kuralları hakemler belirler.
Gerek MC Misakı'nın 12. maddesinde, gerekse BM Sözleşmesi'nin 33. maddesinde,
taraflara uyuşmazlıklarını hakemlik ve yargı yoluna götürme konusunda bir yetki
verilmiştir. BM Sözleşmesi'nin 33. maddesindeki diğer barışçıl uyuşmazlık çözüm yolları
arasında hakemlik ve yargısal yollar da gösterilmiştir.
Hakemliği diğer yargısal yollardan ayıran başlıca fark, yargısal organların kural
olarak, sadece belli bir uyuşmazlık için kurulmaması, sürekli görevli olmasıdır. Oysa
hakem mahkemesi sürekli görevli değildir.
Diğer önemli bir fark ise, yargıçların seçiminde, hakemlerin seçiminde olduğu gibi,
uyuşmazlığın tarafı olan devletlerin etkili olamamasıdır. Mahkemelerin çalışma sistemleri
de uyuşmazlığa taraf olan devletlerce belirlenmez; önceden ve tüm üye devletlerin oluru
ile belirlenir ve sözleşmeye dayanır. Ayrıca, Mahkemelerin belli bir merkezi de bulunur.
Hakemlikle mahkeme arasındaki bir diğer önemli fark ise hakemlerin, önlerindeki
uyuşmazlıkla sınırlı olarak ve sadece taraflar arasındaki hakkaniyet ilkesini gözeterek karar
vermeleridir. Buna karşın mahkeme ise sadece hakkaniyeti değil, uluslararası hukuk
kurallarını da karar verirken dikkate alır58.
Hakemliğe ilişkin kurallar, 1899 ve 1907 tarihli La Haye Sözleşmeleri ile
belirlenmiştir. Çoğu kez taraflar bu kurallara atıf yaparak hakeme başvururlar.
57 BOZKURT/ KÜTÜKÇÜ/ POYRAZ, s. 263
58 DOĞAN, s. 305
23
B.) Birleşmiş Milletler Bünyesindeki Yargısal Çözümler
BM bünyesindeki yargısal çözümler iki temel başlık altında incelenmiştir. İlk
başlıkta, sürekli ve genel görevli (statülü) mahkemeler olan BM Uluslararası Adalet Divanı
ile BM Uluslararası Deniz Mahkemesi'ne
değinilmiş; ikinci başlıkta ise özel statülü
mahkemeler alt başlığı altında, Uluslararası Ceza
Mahkemesi, Nürnberg Mahkemesi,
Yugoslavya Savaş Suçları Mahkemesi, Tokyo Savaş Suçları Mahkemesi ile Ruanda Savaş
Suçları Mahkemesi'ne değinilmiştir.
B.1) Sürekli ve Genel Görevli Mahkemeler
1.) Birleşmiş Milletler Adalet Divanı
BMAD'nın temeli MC'nin bünyesinde yer alan MASAD'dır. MASAD ile BMAD,
yapısal olarak birbirine çok benzer. Bu nedenle, kısaca MASAD'a değinmek59 ve
sonrasında BMAD'nın yapısına ve çalışma ilkelerini özetle ele almak uygun olacaktır.
MASAD, 13.12.1920'de MC Misakı'nın 14. maddesi temel alınarak La Haye'de
kurulmuştu. 15 yargıçtan oluşmaktaydı ve bu 15 yargıçtan 9'unu MC seçmekteydi.
MASAD, hem uyuşmazlıkların çözümünde hem de devletler hukuku sorunları hakkında
danışma niteliğinde görüş sunmakla görevliydi. Mahkeme olmasından ötürü, sadece
hakkaniyeti değil, devletler hukukunun temel ilkelerini de gözeterek karar verirdi.
MASAD'a başvurmak, devletler bakımından
zorunlu olmamakla birlikte, MASAD'ın
kararları bağlayıcı kabul edilmekteydi.
MASAD, MC'nin feshedilmesinden sonra 18.04.1946'da ortadan kaldırılmış ve
yerine BMAD kurulmuştur. BMAD'ın çalışma sistemi ve kuruluşunda MASAD modeli
örnek alınmıştır. BMAD'nin kuruluşu “Birleşmiş Milletler Adalet Divanı Statüsü”ne
dayanır.
BMAD, 15 yargıçtan oluşur. Bu yargıçlar, kendi ülkelerinde devletler hukuku
alanında yetkin yargıçlar arasından, genel Kurul ve Güvenlik Konseyi tarafından
seçilirler60. Aynı ülkeden birden fazla yargıç seçilemez. Yargıçların görev süresi 9 yıldır.
59 DOĞAN, s. 305
60 Seçim yöntemi için GÜNDÜZ, s. 94 vd
24
Yeniden seçilebilmeleri mümkündür. BMAD'nin merkezi La Haye'dir.
Uyuşmazlığa taraf olan devletlerin yargıçları, kurulda yoksa, ilgili devlet
tarafından atanır ve yargılama boyunca, diğer yargıçlarla eşit statüde görev yaparlar. Bu
yargıçlar, ülkelerini temsilen orada bulunmazlar; tamamen vicdani kanaatlerine ve
hakkaniyete göre karar verirler61. Ayrıca BMAD, karar verirken genel ve özel nitelikteki
uluslararası andlaşmalara; uluslararası teamül kurallarına; hukukun genel ilkelerine; emsal
içtihatlara; yetkili kişilerin öğreti görüşlerine de dayanır.
BMAD Statüsüne İlişkin Sözleşme BM Andlaşması'nın ayrılmaz parçası olmakla
birlikte, BMAD'nın yargı yetkisinin başlaması, uyuşmazlığa taraf olan devletin,
mahkemenin yetkisini tanımasına bağlıdır. Bu tanıma, açık veya örtülü biçimde olabileceği
gibi, BMAD'a tek yanlı bir başvuruya ses çıkarmamakla da olabilir62. Dolayısıyla, red
iradesinin açıkça bildirilmesi gerekir. Ayrıca, tanımada, devletler genellikle süre koyarlar.
Bu süre, çoğu kez 5 yılı geçmez.
BMAD, bir uyuşmazlığa kendiliğinden müdahale edemez. Ancak tarafların
başvurusu üzerine harekete geçip yargılama yapabilir63. BMAD kararları tarafları bağlar.
BMAD kararından etkilencek olan üçüncü devlet, taraflar arasındaki yargılamaya
katılabilir.
Türkiye, BMAD'nin yetkisini ilk kez 12.05.1947 yılında tek taraflı bildirimle 5
yıllık süre için ve özellikle Lozan Andlaşması'ndan kaynaklanan bazı çekincelerle tanımış;
yetkisini 1967 yılına kadar her 5 yılda bir yenilemiştir. Türkiye son olarak, tek taraflı
bildirimle BMAD'nin yetkisini 27.07.1967'den geçerli olmak üzere 5 yıl için tanımıştır.
Ancak bu yetki 23.05.1972 tarihinde sona ermiş ve Türkiye özellikle Ege Kıta Sahanlığı
sorunu nedeniyle, BMAD'nın yetkisini tanıma yoluyla yenilememiştir64.
BMAD, uyuşmazlıkların çözümünde geçici tedbirler alabileceği gibi, uyuşmazlığı
esastan çözmekle de yetkilidir. BMAD'nın kararları bağlayıcıdır ve İngilizce veya
61 DOĞAN, s. 306
62 DOĞAN, s. 307
63 MENGİLER, s. 66
64 DOĞAN, s. 307
25
Fransızca olarak açıklanır.
Diğer yandan, BMAD, devletler hukuku ile ilgili bir
uyuşmazlıkta danışma niteliğinde görüş bildirme yetkisine de sahiptir. Danışma
niteliğindeki görüşlerin devletler açısından bağlayıcılığı yoktur.
2.) Birleşmiş Milletler Uluslararası Deniz Mahkemesi
BM bünyesinde yer alan ve BMAD gibi sürekli görevli olan bir diğer mahkeme ise
BMUDM'dir. Merkezi Hamburg'da bulunan Mahkeme, BM'ye bağlı olarak çalışır ve 21
yargıçtan oluşur.
Yargıçların atanma biçimleri ve görev yöntemleri BMAD yargıçlarınınkine
koşuttur. Mahkemenin tedbir kararı alma yetkisi de vardır. Ancak Mahkeme, BMAD'den
farklı olarak uyuşmazlıklar hakkında araştırma yetkisine de sahiptir65. Bir diğer fark ise,
bazı durumlarda Mahkemeye başvurunun zorunlu olmasıdır. Sözgelimi deniz tabanı
anlaşmazlıkları, gemilerin ihtiyati haczinin kaldırılmasıyla ilgili olarak gemi kaptanlarının
veya armatörlerin başvurusu zorunludur. Bu uyuşmazlıkların dışında, kural Mahkemeye
başvurunun ihtiyari olmasıdır.
Mahkemenin BMAD'den diğer önemli bir farkı da Mahkemede hem devletlerin
hem de gerçek kişilerin davacı veya davalı olabilmesidir. Oysa BMAD yalnızca devletler
arasındaki uyuşmazlıklarla ilgilenir.
Türkiye, BMUDM'nin yargı yetkisini, Ege Kıta Sahanlığı ve karasuları sorunları
nedeniyle tanımamıştır. Bu nedenle, BMUDM'nin kararları Türkiye'yi bağlamaz66.
B.2) Özel Statülü Mahkelemeler
Genel olarak
Özel statülü mahkemeler sürekli olarak görev yapmayan, belli olaylara ilişkin (ad
hoc) yargılama faaliyetini yürütmek amacıyla kurulmuş olan, süresi dolunca veya varlık
amacı ortadan kalkınca işlevi de sona eren, BM'ye bağlı yargısal organlardır.
65 DOĞAN, s. 207
66 GÜNEŞ ANLAR, Şule; “Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi ve Deniz Çevresinin Korunması”, AÜHFD,
Yıl 2007, Cilt: 56, Sayı : 2, s. 12
26
Uluslararası nitelikte bir ceza mahkemesi kurma fikri I. Dünya Savaşı sonrasına
dayanır. İngiltere, Alman Kralı II. Wilhelm'i savaşa yol açmakla suçlamış ve
yargılanmasını istemiştir67. Ardından, 20 Kasım 1918'de
İngiliz Bakan Lord Curzon,
Alman liderlerinin bir uluslararası mahkemede yargılanması gerektiğinden bahsetmiştir. 25
Ocak 1919'da savaş suçlularının bulunması amacıyla 15 kişilik bir komisyon kurulmuş,
hazırlanan raporda pek çok savaş suçu işlendiği tespit edilmiş
ve Alman liderlerin
yargılanması gerektiği belirtilmiştir.
Almanya, Versay Adlaşması'nın 227. maddesi ile savaş suçlularının yargılanmasına
onay vermiştir. Aynı anlaşmanın 228 ve 229. maddelerinde de oluşturulacak olan
mahkemenin çalışma ilkeleri düzenlenmiştir. Buna göre, Leipzig'de bir mahkeme
kurulmuştur. Ancak, süregiden süreçte Almanya, değişik nedenlerle savaş suçlularının
yargılanmasını reddetmiş ve sanıkların çoğu bulunamamıştır. Hatta, Mahkeme, Alman
Hukukunda insanlığa karşı suç tanımı olmadığını gerekçe göstererek, sanıklar hakkında
beraat kararı da vermiştir68.
I. Dünya Savaşı sırasındaki bu girişim sonuçsuz kalmıştır. Ancak bu kez II. Dünya
Savaşı sırasında benzeri bir girişim başlatılmıştır. 7 Ekim 1942'de, savaş devam ederken
ABD öncülüğünde 17 devlet BM Savaş Suçlarını Araştırma Komisyonu kurulması
konusunda mutabık kalmış ve Komisyon 1 Kasım 1943'te Moskova'da kurulmuştur.
Komisyon, 1944 yılı sonunda BM Savaş Suçları Mahkemesi'nin kurulmasında dair
bir taslak metin oluşturmuştur. Ancak bu metinde, sadece savaş kurallarının ihlalinin
cezalandırılacağı öngörülmüştür. İtirazlar üzerine, Almaya'nın sadece işgal ettiği
topraklarda değil, kendi topraklarında gerçekleştirdiği eylemlerin de cezalandırılması
benimsenmiştir69. Sonuçta, 1945 yılında Almanya'nın Nürnberg şehrinde bir Mahkeme
kurulmuştur. Ardından benzeri nitelikleri taşıyan bir başka mahkeme de 1946 yılında
Tokyo'da kurulmuştur.
Özel statülü mahkemelerin daha işlevsel çalışması, BM Genel Kurulu tarafından
260 A (III) sayılı kararla 09..12.1948 tarihinde kabul edilen “Soykırımın Önlenmesi ve
67 DOĞAN, s. 330
68 DOĞAN, s. 332
69 DOĞAN, s. 334
27
Cezalandırılması Sözleşmesi” ile mümkün olmuştur.
Sözleşme'nin 2. maddesi ile bir gruba mensup olan insanların öldürülmesi; bu
nitelikteki insanlara ciddi bedensel veya zihinsel zarar verilmesi; grubun tamamen veya
kısmen, fiziksel varlığının ortadan kaldırılacağı düşünülerek yaşam koşullarının kasten
değiştirilmesi; grup içinde doğumları engellemek amacıyla önlemler alınması; gruba
mensup çocukların zorla başka gruplara nakledilmesi fiilleri soykırım suçu olarak kabul
edilmiştir. Yakın geçmişte kurulan Ruanda ve Yugoslavya Savaş Suçları Mahkemesi bu
Sözleşmedeki kuralları da gözeterek karar vermiştir. Keza Uluslararası Ceza Mahkemesi
de yargılamasında bu kuralları gözetir. BMAD da kararlarında bu Sözleşmeye atıf yapar70.
Özel statülü mahkemeler nitelik olarak mahkeme niteliklerine sahiptir. Yargıçlarının
yargısal bağımsızlığı vardır. Kararları bağlayıcıdır. Bu tür mahkemeler genellikle insanlığa
karşı işlenen soykırım, işkence, savaş suçları gibi uluslararası suçlardan sorumlu olan
gerçek kişilerin yargılanması amacıyla kurulur.
Bu tür mahkemeler hukukun evrensel ilkelerini, evrensel insan haklarını,
uluslararası sözleşmeleri gözetir ve kararlarını da bu ilkelere ve hakkaniyete göre verirler.
Bu mahkemelerin başlıcaları
BM Uluslararası Ceza Mahkemesi, Nürnberg Uluslararası
Savaş Suçları Mahkemesi, Yugoslavya Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi, Tokyo
Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi ve Ruanda Uluslararası Savaş Suçları
Mahkemesi'dir. Aşağıda, bu mahkemelere kısaca değinilmiştir.
1.) Nürnberg Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi
1945 yılında, II. Dünya Savaşı'nın galibi olan devletler tarafından Nürnberg
Mahkemesi Statüsü kabul edilmiş ve Mahkeme yargılama işlevine başlamıştır71. Bu statüye
göre Mahkeme “savaş öncesi veya savaş sonrası iç hukuka uygun ya da aykırı şekilde
etnik, ideolojik ya da dini nedenlerle sivil halka karşı girişilen öldürme, toplu yok etme,
sürgün ve diğer insanlık dışı her türlü muamelenin cezalandırılmasında yetkilidir.72”
70 DOĞAN, s. 338
71 Statünün orijinal İngilizce metni için bkz: http://www.stephen-stratford.co.uk/imtcharter.htm (Erişim tarihi:
09.11.2009)
72 DOĞAN, s. 335
28
Bu Mahkemede Nazi eylemleri bir savaş suçu veya barışa karşı eylem olarak
belirlenmiş ve “insanlığa karşı suç” olarak nitelendirilmiştir. Sanık müdafilerinin,
suçlananların o zamanki hukuk kurallarını uyguadıkları yönündeki savunmasına Mahkeme
itibar etmemiş ve “uluslararası hukuka aykırı eylemleri işleyenlerin kişisel sorumluluktan
kurtulamayacağı”nı belirterek savaş hukuku bakımından bir çığır açmıştır73. Bu içtihat,
daha sonra kurulacak olan Tokyo Mahkemesi tarafından da benimsenmiştir.
Mahkemenin
merkezi
olarak
Almanya'nın
Nürnberg
şehri
belirlenmişti.
Mahkemenin üyelerini, Leipzig'deki kötü deneyimi de gözeterek, galip devletler belirledi.
Mahkemeye yöneltilen en önemli eleştiri de yargıçların galip devletler tarafından
belirlenmiş olmasıydı74.
Nürnberg Mahkemesi Statüsü, devletlere kendi egemenlik alanlarında yakaladıkları
savaş suçlularını yargılama yetkisi tanımıştır. Bu nedenle, başta Fransa ve İngiltere olmak
üzere bazı devletler yakaladıkları kişileri Mahkeme'ye göndermek yerine kendi
mahkemelerin de yargılamayı yeğlemişlerdir. Nürnberg Mahkemesi'nde toplam 185 kişi
yargılanmış75; Mahkeme son kararını 14 Nisan 1949'da vermiş ve işlevini sonlandırmıştır76.
2.) Tokyo Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi
Mahkeme 26 Nisan 1946 yılında kurulmuş ve ABD, Kanada, Çin, Fransa, İngiltere,
Hollanda, Hindistan, Avusturalya, Filipinler, Yeni Zelanda ve Sovyetler Birliği tarafından
kuruluş sözleşmesi imzalanarak uygulamaya konmuştur77.
Mahkeme, Mayıs 1946 ile Ekim 1948 tarihleri arasında görevini sürdürmüş; toplam
25 yargılama yapmıştır. Mahkeme 11 ayrı ulustan yargıçlardan oluşmaktaydı ve yargıçlar
galip devletler tarafından atanmıştı. Nürnberg Mahkemesi'nde olduğu gibi Tokyo
73 AZARKAN, “Uluslararası Ceza Mahkemelerinde”, Hukuk ve Adalet, s. 59
74 DOĞAN, s. 336
75 Bazı yargılamaların İngilizce tam metni için bkz : http://avalon.law.yale.edu/subject_menus/orders.asp (Erişim
tarihi: 09.11.2009)
76 AZARKAN, ““Uluslararası Ceza Mahkemelerinde”, Hukuk ve Adalet, s. 64
77 DOĞAN, s. 337
29
Mahkemesi'nde de o zamana kadar uygulanan, suç faillerinin kendi devletlerinde
yargılanması ilkesine uyulmamıştır. İnsanlığa karşı suç ve soykırım suçları bakımından bu
kuralın uygulanmamış olması, suçta ve cezada kanunilik (suçun ve cezanın önceden
tanımlanmış olması) ilkesine aykırı davranıldığı gerekçesiyle eleştirilmiştir78.
3.) Yugoslavya Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi
BM Güvenlik Konseyi'nin oybirliği ile aldığı 25 Mayıs 1993 tarih ve 827 sayılı
kararla kurulmuş ve yargılama etkinliğine başlamıştır. Mahkeme'nin çalışma yöntemleri ve
kuralları (statüsü) 14.12.1995 tarihli Dayton Antlaşması ile tanınmıştır79.
Statü'nün 2 ve 5. maddeleri arasında hangi eylemlerden ötürü yargılama yapılacağı
ve faillerin hangi eylemlerden sorumlu tutulacakları belirtilmiştir. Buna göre BM
“Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi” nde belirtilen suçlar ve buna ek
olarak BM “1949 Cenevre Savaş Suçları Sözleşmesi” nde savaş suçu olarak belirlenen
suçlar yargılamaya konu edilmiştir.
Mahkeme'nin yeni özelliklerinden biri, daha önce savaş suçları arasında sayılmayan
tecavüzü bir savaş suçu saymak olmuştur80. Bir suçun yargılamaya konu edilebilmesi için,
o suçun savaşla bağlantılı olarak işlenmiş olması da aranmaktaydı.Yaptrımlardan en ağırı
olarak ömür boyu hapis öngörülmüş; idam cezası kaldırılmıştır. Ayrıca, Mahkeme'nin yetki
sınırının da açıkça çizilmiş olması ve “suçta kanunilik” ilkesine uyulacağının da statüde
açıkça belirtilmesi Mahkeme'yi Nürnberg ve Tokyo Mahkemeleri'nden ayıran önemli bir
özellikti81. Aynı özelliklerin Ruanda Mahkemesi'nde de var olduğu görülmektedir.
Mahkeme Statüsü gereğince, statüde belirtilen suçları işleyen failin yanı sıra,
suçları planlayan, hazırlayan, gerçekleştiren ve bu eylemlere yardım eden, suçların
işlenmesini emreden kişilerin de cezalandırılması öngörülmüştür. Suçlanan kişinin devlet
78 DOĞAN, s. 337
79 AYBAY, Rona; “Bosna Hersek'te Savaş ve İnsan Hakları Mahkemesi”, Hukuk ve Adalet, Eleştirel Hukuk Dergisi,
Yıl: 1, Sayı: 1, Ocak-Mart 2004, s.99
80 DOĞAN, s. 341
81 DOĞAN, s. 341
30
görevlisi ya da devlet başkanı olması da sonucu değiştirmeyecektir82. Ayrıca, Nürnberg
Mahkemesi'nden farklı olarak, ast tarafından işlenen suçları bilen, bilmesi mümkün olan
fakat engellemeyen üst de cezalandırılacaktır83. Örneğin Sırbistan Devlet Başkanı
Miloşeviç, Kosova'daki cinayetleri emretmesinden değil, cinayetlerden haberdar olduğu
halde bu cinayetleri engellememekten ötürü sorumlu tutulmuştur. Radovan Karadziç ve
Radko Mladiç ise, astın işlediği fiilleri önlemek ve suç işleyenleri cezalandırmamaktan
sorumlu tutulmuştur. Ast, ise, statü gereği hükümetin veya amirinin emrini yerine getirmiş
olmakla sorumluluktan kurtulamayacak; ancak bu durum onun lehine indirim nedeni
sayılabilecektir84.
4.) Ruanda Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi
BM Güvenlik Konseyi'nin 8 Kasım 1995 tarih ve 955 sayılı kararı ile kurulmuştur.
Görevi, 1 Ocak-31 Aralık 1994 arasında Ruanda'da işlenen inanlığa karşı suçları araştırmak
ve sorumluları cezalandırmaktır85. Merkezi, komşu ülke Tanzanya'nın Arusha Şehri'dir.
Mahkeme, 20'den fazla üst düzey Hutu yetkiliyi mahkum etmiştir. Bunların arasında
dönemin Başbakanı Jean Kambanda da vardır. Başbakan, bir radyo konuşmasında
soykırımı teşvik ettiği gerekçesiyle cezalandırılmıştır. Bu, soykırım suçlarına getirilen yeni
bir yorum olarak görülebilir. Çünkü, sadece soykırımı işlemek değil, teşvik etmek de suç
sayılmıştır86.
Mahkeme sadece hapis kararı vermekle yetkilidir. Bir başka deyişle,
Mahkeme'nin idam cezası verme yetkisi yoktur87. Mahkeme'nin 2010 yılına kadar
yargılamalarını tamamlaması gerekmektedir. Ancak, çoğu fail henüz yargılanamamıştır.
5.) Uluslararası Ceza Mahkemesi
BM Uluslararası Ceza Mahkemesi (UNICC: İnternational Criminal Court),
82 PAZARCI, Cilt:3, s. 64
83 DOĞAN, s. 341
84 DOĞAN, s. 339
85 ELBAN, Kemal Hasan; “Ruanda'dan İnsanlığa Kalan Miras ya da Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi
Zevahiri Kurtulabilecek Mi?”, Hukuk ve Adalet, Eleştirel Hukuk Dergisi, Yıl: 1, Sayı: 1, Ocak-Mart 2004, s.112
86 DOĞAN, s. 341
87 ELBAN, “Ruanda'dan İnsanlığa”, s. 113
31
Nürnberg, Tokyo, Yugoslavya ve Ruanda Mahkemeleri'nden faklı olarak, diğerleri gibi BM
bünyesinde bulunmasına rağmen, sürekli görevli bir mahkemedir.
Roma'da 15 Haziran-17 Temmuz 1998 tarihleri arasında toplanan BM Diplomatik
Konferansı'nda BMUCM Statüsü kabul edilmiştir. 18 Temmuz 1998'de tüm devletlerin
imzasına açılmış ve Statü'nün yürürlüğe girmesi için gereken 60 devletin onayı ile Statü
Temmuz 2001'de yürürlüğe girmiştir88. Mahkeme, 11.3.2003 tarihinden itibaren görevine
resmen başlamıştır. Merkezi Hollanda'nın La Haye Şehri'dir.
Mahkeme'nin statüsünü tanıyan ve yargı yetkisini kabul eden 110 devlet
vardır89.Türkiye, Statüyü henüz imzalamamıştır. Yani, BMUCM'nin yargı yetkisini
tanımamıştır.
Mahkeme'nin görevi, statüsünde yer alan suçları işleyen gerçek kişilerin, uyruk
devletleri tarafından yargılanmaktan kaçınılması veya uyruk devletin yargılamaya gücü
yetmemesi durumunda, failleri yargılamaktır. Bu durumda, eğer fail uyruğunda olduğu
devlet tarafından yargılanmışsa BMUCM'nde, ceza yargılamasının “non bis in idem” (aynı
suçtan iki kez yargılama olmaz) ilkesi gereğince yeniden yargılanamayacaktır90.
Mahkeme'nin ayrı ve bağımsız bir savcılığı vardır. Savcılık re'sen soruşturma
yetkisine de sahiptir. Bunun yanı sıra, Mahkeme hükümetlerden, şahıslardan, tüzel
kişiliklerden gelen suç duyurularını da değerlendirir91.
Mahkemenin yetkisi, soykırım, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları ile sınırlıdır.
Bu suçları işleyen, işlenmesini emreden ya da azmettiren kişilerin de kişisel olarak cezai
sorumluluğu bulunmaktadır.
Mahkeme, kural olarak sanıklar hakkında süreli (en çok 30 yıla kadar) cezaya
hükmedebilir. Ancak Mahkeme'nin ağır suç işleyen faili ömür boyu hapisle cezalandırması
da mümkündür. Sanığa, hapis cezasının yanı sıra para cezası ya da mallarına elkoyma
88 DOĞAN, s. 341
89 http://www2.icc-cpi.int/menus/icc/about%20the%20court/icc%20at%20a%20glance/icc%20at%20a%20glance?
lan=en-GB (Erişim tarihi : 09.11.2009)
90 DOĞAN, s. 341
91 http://www2.icc-cpi.int/Menus/ICC/About+the+Court/ (Erişim tarihi : 09.11.2009)
32
cezası da verilebilir.
C.) Birleşmiş Milletler Dışındaki Barışı Koruma Amaçlı Bölgesel
Örgütler ve Yargısal Yapılanmalar
BM Güvenlik Konseyi'nin çalışma sisteminden kaynaklanan ve özellikle de
kanaatimizce mutlak veto hakkının bazen kötüye kullanılması nedeniyle yaşanan sorunlar
nedeniyle, BM'nin sisteminde ortaya çıkan güvenlik sorunları, bölgesel nitelikte birtakım
oluşumları gündeme getirmiştir. Bunlardan başlıcaları Avrupa Birliği (AB), Avrupa
Konseyi (AK), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ve Amerikan Devletleri
Örgütü'dür. (ADÖ). Aşağıda bu oluşumlara kısaca değinilmiş ve oluşumların yargı
düzenleri de kısaca değerlendirilmiştir. Ayrıca, Afrika'da 1981 tarihli “Afrika İnsan ve
Halklar Hakları Şartı” ile de “İnsan Hakları Afrika Mahkemesi”nin92 temellerinin
atıldığının belirtilmesi gerekmektedir93.
Değerlendirmeye girilmeden önce, ulusalüstü (ulusüstü) kavramıyla; “uluslararası”
kavramı arasındaki başlıca farkları vurgulamak ve ulusüstü örgütlenmelerle uluslararası
örgütlenmelerin özelliklerine değinmek kavramların karıştırılmaması açısından önem
taşımaktadır. Özellikle de günümüzdeki AB örneği ve AİHS'nin öngördüğü koruma
düzeneği bağlamında çok yoğun biçimde kullanılan “ulusalüstü örgüt” ve “ulusalüstü
hukuk” kavramının diğerlerinden ayırt edilmesi bir zorunluluk halini almıştır94. Bu
çerçevede, ulusalüstü örgüt (hukuk) kavramıyla uluslararası örgüt (hukuk) kavramı
arasındaki farklara aşağıda değinilmiştir.
İki kavram arasındaki ilk fark,
ulusalüstü örgütlerin anayasa benzeri kuruluş
belgesine sahip olmalarıdır. Bu belgeler biçimsel olarak andlaşmadır; fakat bu tarz kurucu
andlaşmalar içeriksel olarak devletlerin egemenliklerinden kaynaklanan yetkilerinin bir
kısmını ulusalüstü örgüte devretmeyi öngören hükümler taşırlar95. Oysa uluslararası
örgütlere egemenlik devredilmesi söz konusu değildir. Devletler, kendi dış işlerinde
92 Sözleşme ve Mahkeme'nin çalışma prensibi hakkında geniş bilgi için bkz :
http://www.achpr.org/english/_info/court_en.html (Erişim tarihi : 09.11.2009)
93 KABOĞLU, İbrahim Özden; Anayasa Hukuku Dersleri, Legal Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul,Ekim 2005, s. 262.
94 HAKYEMEZ, s. 226
95 HAKYEMEZ, s. 227
33
tamamen serbesttirler.
Diğer önemli bir fark ise, ulusalüstü hukuk, uluslararası hukukun aksine sadece
devletleri değil, gerçek kişileri de bağlar. Bireyler de hukuk öznesi olarak kabul edilirler.
Örneğin BM Güvenlik Konseyi kararlarının bireyler için bir bağlayıcılığı yoktur. BM
Güvenlik Konseyi kararı, devlet adına egemenlik kullanılması anlamına gelmez.
Ulusalüstü hukuk düzeninin, kendi yetki alanında kendi kurallarının geçerli
olması ise aradaki üçüncü önemi farka işaret eder. Buna bağlı olarak, ulusalüstü örgüt,
aldığı bir kararı kendisi uygulayabilir. Zira, üye devletler, egemenlik haklarının bir kısmını
rızaları ile ulusalüstü örgüte devretmişlerdir.
1.) Avrupa Birliği ve Avrupa Birliği Adalet Divanı
2. Dünya Savaşı'nın temelinde yatan Almanya-Fransa arasındaki (özellikle kömür
kaynaklarının işletilmesine ve egemenliğine dayanan) ekonomik uyuşmazlıklar, savaşın acı
sonuçlarının ardından, taraflar, Avrupa genelinde geçerli olacak bir uzlaşma zemini ve
barış süreci arayışına girişmiştir96. Bunun sonucunda Avrupa Birliği'nin temelini oluşturan
ilk uluslararası andlaşmaya imza atılmıştır.
AB'nin oluşum süreci 1951 yılına dek uzanır. O tarihteki “Avrupa Kömür ve Çelik
Andlaşması” (Paris Andlaşması) ile birliğin temelleri atılmıştır. Bu Andlaşma ile “Avrupa
Kömür ve Çelik Topluluğu” (AKÇT) oluşmuştur. Ardından 1957 yılında Roma Andlaşması
ile, “Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu” (EUROATOM) ve “Avrupa Ekonomik Topluluğu”
(AET) kurulmuştur97. Bu üç andlaşma AB'nin temelini oluşturan kurucu andlaşmalardır.
Bu andlaşmalarla öncelikle ekonomik bağdaşma ve gümrük birliği amaçlanmıştır98.
Öyleyse, AB'nin temelini uluslararası andlaşmalar oluşturmaktadır denebilir.
Ardından 1965 yılında adı geçen üç andlaşma “Lüksemburg Andlaşması”
ile
birleştirilmiş ve adı geçen üç topluluk “Avrupa Topluluğu” (AT) adını almıştır. 1992
yılındaki “Maastricht Andlaşması” ile de birlik “Avrupa Birliği” adını alarak
96 KOÇAK, Mustafa; Batı'da ve Türkiye'de Egemenlik Anlayışının Değişimi, Devlet ve Egemenlik, Seçkin
Yayıncılık, Ankara 2006, s. 278
97 KOÇAK, s. 279
98 HAKYEMEZ, s. 230
34
kurumsallaşmıştır. Bu andlaşmadan sonra, AB içinde tek para, tek yargı, tek vatandaşlık,
ortak dış güvenlik ve ortak dış politika benimsenmiştir99. Ardından imzalanan 1997 tarihli
Amsterdam Andlaşması ile Maastrciht'te atılan temelin güçlendirilmesi amaçlanmıştır ve
Maastricht süreci ayrıntılandırılmıştır.
Kurucuları Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Lüksemburg, Hollanda'dır. Bu üyelere
1973 yılında İngiltere, İrlanda ve Danimarka; 1981'de Yunanistan; 1986'da İspanya ve
Portekiz; 1995'te İsveç, Avusturya ve Finlandiya; 2004'te Macaristan, Litvanya, Güney
Kıbrıs Rum Cumhuriyeti, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Malta, Slovenya, Slovakya, Estonya
ve Letonya eklenmiştir. Son üyeler ise 1 Ocak 2007'den itibaren Romanya ve
Bulgaristan'dır. Böylece üye sayısı 27'ye yükselmiştir100.
Günümüzde AB, kendine özgü yasama, yürütme ve yargı düzeni ile dünyada özgün
bir role sahip olan bir uluslarüstü örgütlenme örneğidir. AB, üyeleri ulusal devletler olan
bir uluslararası örgüttür101.
AB, başlıca dört organdan oluşur. Bunlar AB Konseyi; AB Parlamentosu; AB
Komisyonu ve AB Adalet Divanı'dır.
AB Konseyi, üye devletlerin hükümetlerinin ilgili bakanlarından oluşur. Konseyin
üyelerin devlet başkanları düzeyinde de toplanabilmesi mümkündür. Konsey; basit
çoğunluk, nitelikli çoğunluk ve oybirliği esasına göre karar alır. Üyeler, konseyde nüfusları
ile orantılı söz hakkında sahiptir.
Konsey, kurucu andlşamaların kendisine verdiği yetki kapsamında hukuk koyma ve
Komisyona uygulama yetkisi verme; devletlerin ekonomi politikalarının işgüdümü; üçüncü
ülkelerle ve uluslararası örgütlerle andlaşmalar yapma gibi yetkilerle donatılmıştır. Bu
yetkilerin bazılarını tek başına, bazılarını ise AB'nin diğer organları ile birlikte kullanır102.
Konsey tek başına hukuk koymaya yetkili değildir. Bu yetkisini AB Parlamentosu
ile birlikte kullanır. Konsey, AB Komisyonunun sunduğu teklifi Parlamento ile görüşür ve
99 HAKYEMEZ, s. 231
100http://tr.wikipedia.org/wiki/Avrupa_birli%C4%9Fi (Erişim tarihi : 07.11.2009)
101SUNAY, Reyhan; Tartışılan Egemenlik, Yetkin Yayınları, Ankara 2007, s. 204
102HAKYEMEZ, s. 238
35
buna göre tüzük veya direktif (yönerge) çıkartır. Tek başına norm koyma yetkisi yoktur.
AB Parlamentosu ise, üyelerden seçim yoluyla gelen temsilcilerden oluşur. AB'nin
yasama organıdır. Görev süresi 5 yıldır. Muhalefet temsilcileri de Parlamento'da yer alır103.
Ancak Parlamento tek başına yasama yetkisine sahip değildir. Bu yetkisini Konsey ve
Komisyon ile ortaklaşa yürütür. Tek başına, yalnızca müzakere yapma yetkisine sahiptir104.
Bir diğer organ ise AB Komisyonu'dur. Komisyon, AB'nin yürütme organıdır.
Dolayısıyla Komisyonu, “AB'nin hükümeti” olarak da tanımlamak mümkündür.
Komisyon, AB yasama sürecinde yasa teklifleri hazırlamak; AB hukukunun uygulamasını
gözetmek; uluslararası ilişkileri yürütmek; bütçe tasarısını ahzırlamak ve bütçeyi
uygulamak gibi görevlere sahiptir. Her üyenin en az bir en çok iki temsilci ile Komisyon'da
yer alması mümkündür. Komisyonun başkanı Konsey'de toplanan üye devlet veya hükümet
başkanları tarafından seçilir. Bu seçimi Parlamento da onaylar.
Birliğin yargı organı Avrupa Birliği Adalet Divanı'dır (ABAD). ABAD, ulusal yargı
organları gibi düşünülmemelidir. Çünkü ABAD'ın görevi uluslarüstü nitelikteki AB
hukukunun nasıl yorumlanması ve uygulanması gerektiğini belirlemektir105. Bu bağlamda
AB'nin yargı yetkisine sahip tek organı ABAD'dır. Kararları üyeler için bağlayıcıdır. Her
üyeden, üzerinde uzlaşılan birer yargıç ABAD'da yer alır. Şu anki üye sayısı 27'dir.
Mahkeme'nin 9 yedek üyesi ve 8 dairesi bulunur106. 6 da savcı seçilir. ABAD yargıçlarının
görev süresi 6 yıldır. ABAD'ın merkezi Lüksemburg'dadır107.
ABAD, AB kurumları arasında veya kurumlarla üye devletler arasında AB hukuku
bağlamında ortaya çıkan uyuşmazlıkları sonuçlandırır. ABAD ayrıca “ihlal davası” adıyla
bir başka tür dava da yürütür108. Bu davada, üyelerden birinin kurucu andlaşmalarla
103Oysa Konsey ve Komisyonda ise sadece üye devletlerin çoğunluğunun veya iktidardaki partilerinin temsilcileri yer
alır. (HAKYEMEZ, s. 239)
104HAKYEMEZ, s. 239
105http://europa.eu/institutions/inst/justice/index_en.htm (Erişim tarihi : 09.11.2009)
106http://curia.europa.eu/jcms/jcms/Jo2_7029/ (Erişim Tarihi: 09.11.2009)
107http://europa.eu/institutions/inst/justice/index_en.htm (Erişim tarihi : 09.11.2009)
108HAKYEMEZ, s. 239
36
öngörülen yükümlülüklerini yerine getirmediği iddiası ile yapılan başvurular karara
bağlanır. Bu davada
ABAD; andlaşmalardan kaynaklanan yükümlülüğünü ihlal eden
üyenin işlemini iptal etmez; yalnızca ihlali belirler ve işlemin AB hukukuna aykırı
olduğuna, düzeltilmesi gerektiğine hükmeder. Bu yöndeki karar üzerine de ilgili üye
devletin, uygulamasını AB hukuku ekseninde düzenlemesi bir zorunluluk taşır.
2.) Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
Avrupa Konseyi'nin temeli 1949 yılına dayanır. Bu tarihte imzalanan Avrupa
Konseyi Statüsü ile Avrupa Konseyi'nin görevi belirlenmiştir. Buna göre Konsey, üyeler
arasında paylaşılan temel ilkeleri desteklemek; üyeler arasındaki sosyal ve ekonomik
işbirliğinin ilerlemesine katkıda bulunmak; üye devletlerin ekonomi, bilim sosyal ve
kültürel alanda genel çıkarlarını korumak; hukuk ve yönetim alanında temel hakların ve
insan haklarının gelişimine katkıda bulunmakla görevlidir109. Üyelik, Avrupa Devletleri ile
sınırlı olup, üyelerin hukukun üstünlüğü ve temel insan haklarına saygı gösterme
yükümlülüğü bulunmaktadır. Üyeliğin temel koşullarından birisi de Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'ni (AİHS) imzalamaktan geçmektedir. Bu bağlamda, AİHS'in gereklerini yerine
getirmeyen devlet, gerektiğinde Konsey'den ihraca kadar varabilen yaptırımlarla
karşılaşabilir. Bugün geçerli olan sistem, devletlerin geçmişteki insan hakları ihlallerine bir
tepkidir ve dolayısıyla devrimci bir düşüncenin ürünüdür110.
Konsey'in kurucu üyeleri Belçika, Fransa, Lüksemburg, Hollanda, İngiltere,
Danimarka, Norveç, İrlanda, İtalya ve İsveç'tir. Bu on devlet, 5 Mayıs 1949 tarihinde
Londra'da toplanarak Avrupa Konseyi Statüsü'nü imzalamışlardır111. Türkiye Konsey'e
8.8.1949 tarihinde üye olmuştur. Ancak buna rağmen, Türkiye Konsey'in kurucu üyesi
sayılır112. Konsey'in şu andaki üye sayısı ise 47'dir113.
Konsey'in diğer organı Avrupa Parlamenterler Meclisi'dir. Üye ülkeleri, burada
nüfus büyüklüklerine göre temsil edilir.
109 DOĞAN, s. 289
110YILDIZ, Mustafa; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Yargısı , Alfa Yayınevi, İstanbul 1998, s.6
111GÖLCÜKLÜ/ GÖZÜBÜYÜK, s.9
112http://tr.wikipedia.org/wiki/Avrupa_Konseyi (Erişim Tarihi : 02.11.2009)
113http://tr.wikipedia.org/wiki/Avrupa_Konseyi (Erişim tarihi : 02.11.2009)
37
Konsey'in diğer organı ise Bakanlar Komitesi'dir. Komite, üye ülkelerin dışişleri
bakanlarının katılımyla oluşur. Komite, Komisyon'un yürütme organıdır. Komite'nin diğer
bir görevi de AİHM içtihatlarının aleyhinde mahkumiyet verilen devlet tarafından
uygulanıp uygulanmadığının denetlenmesidir114.
Konsey'in diğer organı ise “Genel Sekreterlik”tir. Genel Sekreter, bir Genel
Sekreter Yardımcısı ile gerekli görevlilerden oluşur. Genel Sekreter Yardımcısını
Parlamenterler Meclisi seçer. Sekreterlik bünyesinde, Avrupa Konseyi'nin uğraş alanına
giren bir çok alt birim (müdürlük) bulunur. Bu birimler, Konsey'in ana amacı olan insan
haklarının korunması ve geliştirilmesine de katkıda bulunurlar115.
Konsey'in yargı organı ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'dir. (AİHM). AİHM,
Avrupa İnsan Hakları Sözlşemesi'ndeki (AİHS) haklarla sınırlı olarak yargılama yapar.
AİHS, 4 Kasım 1950 yılında Roma'da imzalanmıştır. Sözleşme, onuncu onay belgesinin
AK Genel Sekreterliği'ne teslimi ile 3 Eylül 1952 tarihinde yürürlüğe girmiştir116. Türkiye,
Sözleşme'yi 18.5.1954 tarihinde onaylamıştır. (10.03.1954 tarih, 6366 Sayılı Kanun;
19.3.1954 tarih ve 8662 sayılı Resmi Gazete). AİHS, insan haklarının korunması
bağlamında evrensel düzeyde bir ilki başlatmış ve bu yönüyle de örnek oluşturmuştur 117.
AİHS modelini örnekseyen Amerika Devletleri Örgütü “İnsan Haklarına Dair Amerika
Sözleşmesi”ni 22.11.1969 tarihinde; Afrika Birliği Örgütü ise “İnsan Haklarına Dair Afrika
Şartı”nı 27.6.1981 tarihinde kabul etmiştir.
AİHS, BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ni örnek alarak düzenlenmiştir. Ayrıca,
Sözleşme'nin ve Mahkeme'nin oluşumunun temelinde, II.Dünya Savaşı ile yaşanan insan
hakları alanındaki olumsuz deneyimler (devlete kendi vatandaşları üzerinde dahi olsa
sınırsız egemenlik hakkı tanınmaması gerektiği) ve savaş suçlularının yargılanması önemli
dayanak olmuştur118.
114GÖLCÜKLÜ/ GÖZÜBÜYÜK, s.30
115GÖLCÜKLÜ/ GÖZÜBÜYÜK, s.9
116YILDIZ, s.1
117GÖLCÜKLÜ/ GÖZÜBÜYÜK, s.10
118 YILDIZ, s. 5
38
Temel insan hakları sayılan “medeni ve siyasi haklar” ile “kişisel ve siyasi haklar”
Sözleşme'nin kapsamındadır. Üçüncü kuşak haklardan olan çevre hakkı da AİHM
içtihatları ile güvencelenmiştir. Ayrıca, AİHM içtihatlarıyla temel hakların sosyal yönü de
göz önünde bulundurulmaktadır119.
Sözleşme'nin sağladığı güvence ikincildir. Bunun anlamı, insan haklarının öncelikle
iç hukukta korunması gerektiğidir. AİHM'e başvuru için, iç hukuktan sonuç alınamamış
olması temel ve önkoşuldur.
Ayrıca, Sözleşme karşılıklılık ilkesine de dayanmaz. Çünkü Sözleşme, kişilere
tanınan temel hak ve özgürlüklerin, sözleşme tarafı olan devletlerce çiğnenmesini,
karşılıklılık koşulu ve vatandaşlık bağı aranmaksızın koruma esasına dayanır120.
Sözleşme'nin diğer önemli bir özelliği de Sözleşme ile tanınan haklardan şikayet
olunan ihlalci devlette yaşayan sadece vatandaşların değil, yabancıların da yararlanabiliyor
olmasıdır.
Sözleşme gereğince, Sözleşme'de güvencelenen hakların ihlali durumunda bu
ihlalleri tespit edecek ve ihlalci devlete yaptırım uygulayabilecek bir mahkeme
kurulmuştur. Bu mahkeme Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) olarak adlandırılır.
Sözleşme gereğince, gerek bireyler gerekse üye devletler Sözleşmedeki hakların
ihlal edildiği gerekçesi ile AİHM'e başvurabilirler. Davada ihlalci devletin hükümeti hasım
gösterilir. AİHM'in kararları bağlayıcıdır. Ayrıca, şikayet üzerine alınan kararlar yalnızca
tarafları değil, Konsey üyesi devletleri ve onların anayasal organlarını da ilgilendirir121.
AİHM, ihlal fiilini tespit ettiğinde devleti tazminata mahkum edebilir. Bunun diğer bir
sonucu da davalı devletin iç hukukunu, AİHM kararı doğrultusunda düzenleme ve
gerektiğinde başvurucuya yeniden yargılanma hakkı tanımasıdır.
AİHM, sürekli görevli bir mahkemedir. AİHM, Sözleşen devlet sayısına eşit sayıda
yargıçtan oluşur. Yargıçları, AK Parlamenterler Meclisi oy çokluğu ile seçer. Yargıçların
görev süresi 6 yıldır ve yargıçların yarısı her üç yılda bir yeniden seçilir. Yargıçların
119YILDIZ, s. 9
120GÖLCÜKLÜ/ GÖZÜBÜYÜK, s.15
121YILDIZ, s. 11
39
yeniden seçilebilmesi mümkündür. Yargıçlar için 70 yaş, görev üst sınırı olarak
belirlenmiştir.
Yargıçların bağımsızlığı ve tarafsızlığı esastır. Ancak, yargıçların meslekle
bağdaşmayan tutumları görüldüğünde, diğer yargıçların üçte ikilik çoğunluğu ile
görevlerinden
uzaklaştırılabilmeleri
tarafsızlığının
sağlanması
açısından,
mümkündür.
yargıçlara
Yargıçların
diplomatik
bağımsızlığının
dokunulmazlık
ve
hakkı
tanınmıştır122.
AİHM, Başkanlık; Yazı İşleri Müdürlüğü; Genel Kurul; Komiteler; Daireler ve
Büyük Daire şeklinde bir oluşuma sahiptir.
Tüm üyelerin katılımıyla Genel Kurul halinde toplanan Mahkeme, kendi üyeleri
arasından bir başkan seçer. Başkanın görev süresi 3 yıldır. Görevi, Mahkeme çalışmalarını
yönetmek; Mahkeme'yi Avrupa Konseyi ile olan ilişkilerinde temsil etmek; Büyük Daire
ve Alt Kurul'un toplantılarına başkanlık etmektir. Başkanın, gerektiği kadar yardımcısı
vardır ve başkana görevinde yardımcı olurlar. Başkanın görevini yapamadığı durumlarda
başkana vekillik ederler; aynı zamanda “Bölüm Başkanlığı” yaparlar123.
Yazı işleri müdürü ise, Mahkeme'ye yapılan başvuruları kabul eder; başvuru ve
dosyalarla ilgili kayıtları tutar; kararların yazılmasına yardımcı olur124. Müdürün iki
yardımsıcı vardır ve hem müdür hem de yardımcıları Mahkeme Genel Kurulu tarafından 5
yıllık süre için seçilirler; yeniden seçilebilirler. Genel Kurul'un üçte ikisinin çoğunluğuyla
görevlerinden alınabilirler.
Mahkeme, Genel Kurul; Komiteler ( 3 yargıç); Bölümler125 (5 Bölüm); Daireler (7
yargıç) ve Büyük Daire'den (17 yargıç) oluşur126. Çalışma sistemi, Mahkeme'nin içtüzüğü
ile düzenlenmiştir.
122GÖLCÜKLÜ/ GÖZÜBÜYÜK, s.26
123GÖLCÜKLÜ/ GÖZÜBÜYÜK, s.27
124 http://www.echr.coe.int/ECHR/EN/Header/The+Court/How+the+Court+works/The+Registry/ (Erişim Tarihi:
09.11.2009)
125 http://www.echr.coe.int/ECHR/EN/Header/The+Court/The+Court/The+Sections/ (Erişim Tarihi: 09.11.2009)
126 GÖZLER, Kemal; Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Ekin Kitabevi, 7. Baskı, Bursa, Eylül 2009, s. 170
40
Genel Kurul, tüm yargıçlardan oluşur. Mahkeme başkanını, başkan yardımcılarını
seçer; üç yıllık süre için bölümler (daireler) kurar; daire başkanlarını ve yazı işleri müdürü
ile yardımcılarını seçer; mahkeme içtüzüğünü yapar127.
Komiteler dört yargıçtan oluşur. Bunlardan üçü asıl, biri ise yedek üyedir. Bölüm
düzeyinde görev yaparlar. Görev süreleri 12 aydır. Bölüm tarafından, bölüm yargıçları
arasından dönüşümlü olarak seçilirler. Her bölümde kaç komite kurulacağına bölüm
başkanına danışarak mahkeme başkanı karar verir. Komitenin başkanı en kıdemli üyedir.
Komitelerin görevi, Mahkeme'ye yapılan başvuruları kabul edilebilirlik koşulları
bakımından ön incelemeye tabi tutmaktır128.
Daireler (Bölümler), başkanlık seçiminden sonra mahkeme başkanının önerisi
üzerine genel kurul tarafından, üç yıl süreyle seçilir. Mahkeme'de en az 4 daire olması
esastır. Daireler oluşturulurken coğrafi bölgeler, cinsiyet ve taraf devletlerin hukuk
sistemleri bakımından denge gözetilmesi esastır. Her bölümün kendi bölüm yazı işleri
görevlileri
ve yazı işleri müdürü vardır. Yazı işleri müdürlüğü görevlileri mahkeme
başkanının da görüşü alınarak Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği tarafından atanır129.
Her daire içinde yedi asil ve üç yedek üyeden oluşan üç ayrı grup yer alır. Daire
önüne gelen dosyalar bu gruplara dağıtılır. Davalı veya davacı devlet adına seçilmiş
bulunan ulusal yargıç , o devletlerle ilgili yargılamada kendiliğinden yer alır. Bu mümkün
olmazsa, o yargılama için, ilgili devlet kendi yargıcını belirler ve ismini mahkemeye
bildirir.
Büyük Daire ise 17 asil ve 3 yedek üyeden oluşur. Mahkeme başkanı, başkan
yardımcıları, daire başkanları, Büyük Daire'de kendiliğinden yer alırlar. Başvuruya
muhatap olan devletin yargıcı da Büyük Daire'deki yargılamanın doğal üyesidir. Bu üye
yer alamıyorsa, üyenin o yargılama için atadığı yargıç Büyük Daire'deki yargılamada yer
alır.
Büyük Daire, Dairelerden birinin başvurusu üzerine, içtihat değişikliğine
gidilebilecek durumlarda, danışma organı niteliğinde görev yapabileceği gibi; taraflardan
127GÖLCÜKLÜ/ GÖZÜBÜYÜK, s.27
128GÖLCÜKLÜ/ GÖZÜBÜYÜK, s.27
129GÖLCÜKLÜ/ GÖZÜBÜYÜK, s.28
41
birinin başvurusu üzerine Daire kararının temyiz mercii olarak da görev yapabilir130.
AİHM'in merkezi Fransa'nın Strazburg Şehri'dir. Ancak, gerek duyulduğunda,
AİHM Konsey üyesi herhangi bir devlette de toplanabilir. Mahkemedeki yargılamada
duruşma görülebilir. Yargılamada yüzyüzelik, sözlülük ve aleniyet kuraldır131.
Türkiye 21 Nisan 1987'de İnsan Hakları Komisyonuna bireysel başvuru hakkını; 27
Eylül 1989'da da İnsan Hakları Mahkemesi'nin zorunlu yargı yetkisini tanımıştır132.
3.) Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) fikrinin temeli ilk kez Sovyetler
Birliği tarafından 1956 yılında ortaya atılan doğunun ve batının tüm uluslarının barış içinde
yaşaması fikrine dayanır. Ancak, bu çağrının harekete geçirilerek gerçeğe dönüşmesi ilk
kez 1975'te Helsinki'de yapılan toplantıyla oldu. Burada “Helsinki Nihai Senedi” kabul
edildi ve devletlerin sınır dokunulmazlıkları, insan haklarına saygı, nükleer savaştan
kaçınmak gibi barışçıl ilkeler benimsendi. Bu belgeki V. ilke “katılan devletlerin
aralarındaki uyuşmazlıkları, uluslararası barış ve güvenlik ile adaleti tehlikeye
düşürmeyecek biçimde, barışçıl yollardan çözmeleri” esasını getirmiştir133.
AGİT öncesinde süreç Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) şeklinde
yürümekteydi.
1990 yılında Paris'te, 1991 yılında da Moskova'da iki ayrı toplantı
yapıldıktan sonra 1992 yılında yine Helsinki'de bir toplantı yapılmış ve AGİK'in
kurumsallaşmasına karar verilmiştir. Nitekim, 1994'ten itibaren bu örgüt AGİT'e dönüşmüş
ve işlev kazanmıştır.
AGİT'in merkezi Viyana'dır ve sürekli bir sekreteryası bulunur. Ayrıca Moskova'da
“İnsan Hakları ve Demokrasi Konseyi” bulunmaktadır. AGİT üyeleri, uyuşmazlıklarını
hakem mahkemeleri aracılığıyla çözerler. Hatta, AGİT üyeleri arasında hakem
mahkemelerine başvurmak bir zorunluluktur. Bu zorunluluk, 5.12.1994'te yürürlüğe giren
130GÖLCÜKLÜ/ GÖZÜBÜYÜK, s.29
131GÖLCÜKLÜ/ GÖZÜBÜYÜK, s.29
132 YILDIZ, s. 4
133 MENGİLER,s. 40
42
“Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Hakem Usulü Sözleşmesi” ile kabul edilmiştir.
Taraflar açısından, hakem mahkemesine başvurmak zorunluluk taşımasına rağmen, bu
mahkemelerin kararları tarafları bağlamaz134.
AGİT, 1999'da İstanbul'da toplanmış ve terörle mücadelenin devletler bakımından
bir meşru müdafaa olarak kabul edilebileceğini belirtmiştir. AGİT, başlangıçta temel amaç
olarak kendine özgü bir güvenlik ortamı oluşturmayı amaçlamışken, günümüzde artık Orta
Asya ve Kafkasya'da NATO'nun amaçları doğrultusunda faaliyet gösteren bir örgüte
dönüşmüştür135.
4.) Amerikan Devletleri Örgütü ve Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi
Amerikan Devletleri Örgütü 35 üyeden oluşmaktadır. Sistemin temelleri 1969
tarihli Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi'ne dayanır. Örgüt, sadece Küba'nın katılımına
kapalıdır. Örgütün temelinde belli başlı çok taraflı sözlşemeler yatar. 1947 Rio Andlaşması,
Uyuşmazlıkların Barışçıl Yolla Çözülmesine Dair Bogota Sözleşmesi136, 1967 tarihli
Buenos Aires Protokolü ve 1993 tarihli Washington Protokolü bu anlaşmaların
başlıcalarındandır137. Örgütün karar Merkezi ABD'nin Washington Şehri'dir. Ancak,
Amerikan İnsan Hakları Mahkemesi'nin Merkezi ise
Kosta-Rika'nın San Jose
Şehrindedir138. Mahkeme, Sözleşme'nin 44 ile 51. maddeleri arasında düzenlenen hakların
ihlali ile sınırlı olarak yargılama etkinliği yürütür139.
Sonuç ve Değerlendirme
BM Güvenlik Konseyi kararları ile kuvvet kullanımı devletler hukukunun en
önemli yaptırımları arasında yer alır. Nitekim, 1950 Kore ve 1990 Körfez olaylarında,
134DOĞAN, s. 299
135DOĞAN, s. 291
136 MENGİLER, s. 79
137 DOĞAN, s. 291
138http://www.cidh.oas.org/what.htm (Erişim tarihi: 09.11.2009)
139http://www.cidh.oas.org/what.htm (Erişim tarihi: 09.11.2009)
43
uluslararası toplum adına BM Güvenlik Konseyi güç kullanılmasına karar vermiştir. Buna
karşın, Kosova (Bosna Hersek) harekatında BM'nin güç kullanılması yönünde karar
alamayarak, bu işlevi NATO'nun yerine getirmesi de BM'nin çalışma sistemindeki
aksaklığı (özellikle mutak veto sistemi bakımından) ortaya koymak bakımından çarpıcı bir
örnek oluşturmaktadır. Diğer bir örnek de ABD'nin Saddam Hüseyin'i devirmek amacıyla
Irak'a yaptığı müdahaledir. Bu müdahale öncesinde de BM Güvenlik Konseyi'nin 14 üyesi
“HAYIR” oyu kullanmış olmasına rağmen, ABD mutlak veto hakkını kullandığı için süreç
tıkanmıştır. Genel Kurul'dan da ABD'nin harekatının uluslararası hukuka aykırı olduğu
yönünde karar çıkmış fakat ABD buna rağmen bu harekatı gerçekleştirmiştir. Bu iki örnek,
Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesine tanınan mutlak veto hakkının, siyasi kaygılarla
kötüye kullanılabildiğini ve BM'yi adeta tıkadığını ortaya koymak bakımından çarpıcıdır.
Mutlak veto yetkisinin BM Andlaşması'nın 2./1. maddesinde düzenlenen
“devletlerin egemen eşitliği” ilkesiyle bağdaşmadığını da bu bağlamda belirtmemiz
gerekir. Zira, devletlerin egemen eşitliği ilkesi gereğince, hiçbir devletin diğeri üzerinde
üstünlük kurabilmesi mümkün değildir.
Kanaatimizce, bu ilke yalnızca bir devletin diğer devlete ait egemenlik hakkına
müdahale etmemesi şeklinde algılanmamalı, devletler arasındaki tüm işlemlerde de
devletlerin eşit haklara sahip olması şeklinde anlaşılmalıdır. O halde, Güvenlik Konseyi'nin
5 daimi üyesinin mutlak veto hakkına sahip olması, diğer üyeler üzerinde bir üstünlük
anlamında yorumlanabilir. Durum böyle olunca, tek bir daimi üyenin hayır oyuna rağmen,
diğer tüm üyelerin (14 üye) oybirliği ile bir konuda “evet” oyu kullanması, 14 üyenin
karşıoyuna rağmen tek üyenin dediğinin olması gibi tuhaf bir sonuç ortaya çıkarmaktadır.
Bu durumun devletler arasındaki egemen eşitlik ilkesi ile bağdaştığı söylenemez. Zaten,
BM'ye alternatif olarak süreç içerisinde bölgesel nitelikte oluşumların belirmesi veya BM
bünyesinde dahi olsa, Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi mahkemelerin oluşturulmasının
temelinde yatan neden de BM Güvenlik Konseyi'nin bu tuhaf çalışma biçimidir. Konsey bu
nedenle kilitlenmekte ve bazı ciddi sorunları çözememektedir.
Buna
önerimiz,
öncelikle
Güvenlik
Konseyi'nin
çalışma
sisteminin
değiştirilmesidir. Buna göre, kural olarak kararlar 15 üyenin oybirliği ile alınmalıdır.
Yukarıda incelediğimiz AB örneği bu bağlamda bir yol göstericidir.
44
Bazı kararlarda (zorlayıcı tedbirler gibi) salt çoğunluk (8 üye) ile karar alınması
sağlanmalıdır. Tüm oylar bir ve eşit sayılmalı, mutlak veto hakkı kaldırılmalıdır. Ancak,
özellikle insani amaçlı silahlı müdahaleler bakımından, Kosova Örneği gibi örneklerin
yeniden yaşanmaması ve siyasi nedenlerle Güvenlik Konseyi'nin ve dolayısıyla BM'nin
etkinliğinin ortadan kalkmaması için de üye tamsayısının nitelikli çoğunluğu ile ( bu oran
3/5 olarak belirlenebilir: 9 üyenin aynı yöndeki oyu) silahlı müdahaleye karar verilmesi
yönünde yeni bir düzenlemeye gidilmelidir. Aleyhine karar verilecek olan devletin
Güvenlik Konseyi toplantısına katılmaması sağlanmalı, yerine diğer devletlerden biri
alınarak oylama yapılmalıdır.
Diğer yandan, BM'nin etkinliğinin artması için, mali yapılanmasının da
değiştirilmesi yerinde olacaktır. Buna göre, günümüzde ABD'nin BM üzerindeki etkinliği,
BM bütçesine sunduğu katkı gözetildiğinde oldukça yüksektir. Bu da BM'de diğer üyelerin
etkinliğini azaltan bir nedendir. Bu durum, aynı zamanda BM'nin çalışma düzeninde de
güçlükler yaratmaktadır. BM'nin mali açıdan da ciddi bir yapılanmaya gereksinimi vardır.
Kuşkusuz, bu yöndeki düzenlemelerle BM'nin dünya barışına olan katkısı, etkinliği,
ve saygınlığı daha da artacaktır.
45
KAYNAKÇA
AKSAR, Yusuf; “Nuremberg'den Günümüze Uluslararası Ceza Yargısı ve Uluslararası Ceza
Mahkemesi'ne...”,Hukuk ve Adalet, Eleştirel Hukuk Dergisi, Yıl: 1, Sayı: 1, Ocak-Mart
2004, s.83 vd
AYBAY, Rona; “Bosna Hersek'te Savaş ve İnsan Hakları Mahkemesi”, Hukuk ve Adalet, Eleştirel
Hukuk Dergisi, Yıl: 1, Sayı: 1, Ocak-Mart 2004, s.99 vd
AZARKAN, Ezeli; “Uluslararası Ceza Mahkemelerinde Savaş Suçları”, Hukuk ve Adalet, Eleştirel
Hukuk Dergisi, Yıl: 1, Sayı: 1, Ocak-Mart 2004, s.53 vd
BOZKURT, Enver/ KÜTÜKÇÜ, M.Akif/ POYRAZ,Yasin; Devletler Hukuku, Yetkin Yayınları,
Ankara 2009
DOĞAN, İlyas; Devletler Hukuku, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2008
ELBAN, Kemal Hasan; “Ruanda'dan İnsanlığa Kalan Miras ya da Ruanda Uluslararası Ceza
Mahkemesi Zevahiri Kurtulabilecek Mi?”, Hukuk ve Adalet, Eleştirel Hukuk Dergisi, Yıl: 1,
Sayı: 1, Ocak-Mart 2004, s.112 vd
GÖLCÜKLÜ, A. Feyyaz / GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve
Uygulaması, Turhan Kitabevi, Ankara 2002
GÖZLER, Kemal; Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Ekin Kitabevi, 7. Baskı, Bursa, Eylül 2009
GÜNDÜZ, Arslan; Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Teşkilatlar ile İlgili Temel Metinler, Beta
Yayıncılık, İstanbul 1982
GÜNEŞ ANLAR, Şule; “Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi ve Deniz Çevresinin
Korunması”, AÜHFD, Yıl 2007, Cilt: 56, Sayı : 2, s. 12
HAKYEMEZ, Yusuf Şevki; Mutlak Monarşilerden Günümüze Egemenlik Kavramı, Seçkin
Yayınları, Ankara 2004
KABOĞLU, İbrahim Özden; Anayasa Hukuku Dersleri, Legal Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul,Ekim
2005
KOÇAK, Mustafa; Batı'da ve Türkiye'de Egemenlik Anlayışının Değişimi, Devlet ve Egemenlik,
46
Seçkin Yayıncılık, Ankara 2006
MENGİLER, Özgür; Birleşmiş Milletler Çerçevesinde Uluslararası Uyuşmazlıkların Barışçı
Çözümü, Platin Yayınları, Ankara 2005
PAZARCI, Hüseyin; Uluslararası Hukuk Dersleri, Cilt: 3, Turhan Kitabevi, Ankara 1999
SUNAY, Reyhan; Tartışılan Egemenlik, Yetkin Yayınları, Ankara 2007
YILDIZ, Mustafa; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Yargısı , Alfa Yayınevi, İstanbul 1998
İnternet Kaynakları
http://www.achpr.org/english/_info/court_en.html (Erişim tarihi : 09.11.2009)
http://avalon.law.yale.edu/subject_menus/orders.asp (Erişim tarihi: 09.11.2009)
http://www.cidh.oas.org/what.htm (Erişim tarihi: 09.11.2009)
http://curia.europa.eu/jcms/jcms/Jo2_7029/ (Erişim Tarihi: 09.11.2009)
http://www.echr.coe.int/ECHR/EN/Header/The+Court/How+the+Court+works/The+Registry/
(Erişim Tarihi: 09.11.2009)
http://www.echr.coe.int/ECHR/EN/Header/The+Court/The+Court/The+Sections/ (Erişim Tarihi:
09.11.2009)
http://europa.eu/institutions/inst/justice/index_en.htm (Erişim tarihi : 09.11.2009)
http://www2.icc-cpi.int/Menus/ICC/About+the+Court/ (Erişim tarihi : 09.11.2009)
http://www2.icc-cpi.int/menus/icc/about%20the%20court/icc%20at%20a%20glance/icc%20at%20a
%20glance?lan=en-GB (Erişim tarihi : 09.11.2009)
http://www.stephen-stratford.co.uk/imtcharter.htm (Erişim tarihi: 09.11.2009)
http://tr.wikipedia.org/wiki/Avrupa_birli%C4%9Fi (Erişim tarihi : 07.11.2009)
47
http://tr.wikipedia.org/wiki/Avrupa_Konseyi (Erişim Tarihi : 02.11.2009)
48

Benzer belgeler