sosyalist kadın 12
Transkript
sosyalist kadın 12
GÜZ 2014 Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. adına İmtiyaz Sahibi: Mehmet Ali Genç Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Mehmet Ali Genç Yayın Türü: Yaygın Süreli Yönetim Yeri: Aksaray Mah. Çakırağa Camii Sok. Birlik Apt. No: 8/10 Aksaray İstanbul Tel: 0212 529 15 94 Faks: 0212 529 06 75 Baskı: Adres: Tel/Faks: Baskı Tarihi: Ceylan Matbaa (Ahmet Uçar) Güven İş Merkezi B Blok No: 318 Topkapı/İstanbul 0212 613 10 79 Nisan 2014 İÇİNDEKİLER Editörden................................................................................................................................................ 5 Kadın Kırımına İsyan Zamanı/ Jiran Özgür......................................................................... 7 Kadın Beyanı Esastır/Av. Sezin Uçar............................................................ 11 Muta Nikahı/ Meral Tatar ........................................................................................................... 17 IŞİD’in Cinsel Zorbalığı ve Özgürlük / Sara Rober........................................................ 23 Kobanê’de Ölümsüzleşen Kadınlar / Mukaddes E. Çelik.................................. 31 Kadın Yoldaşlığı ile “Yeni Kadın”ı Yaratmaya/ Nergis Ortakaya............................... 37 Yeter ki İsteyin, Sınırları Aşmak Çok Kolay/ Arzu Demir............................................ 43 Yönetme ve Kadın(1) / Hatice Duman ............................................................................. 49 Siyasal Atılım İçin Kadın Kitleleriyle Buluşmaya ................................................................ 57 Delila: “Tüm zamanların maratoncusu”/ Muhabbet Kurt ........................................ 61 No Pasaran/ Meliha Kayacı...................................................................................................... 65 Özgürlük ve Hakikat Arayışında 11 Kadın/ Semiha Şahin...................................... 71 • Editörden... Tarih, kadın aklı, iradesi ve gücünün her geçen gün daha çok öne çıkışına tanıklık ediyor. Kadın özgürlük mücadelesinin değişik bölükleri sözlerini dağlarda, meydanlarda, sokaklarda söylüyor. Kadın devrimi, toplumsal devrime niteliğini veren temel kurucu güç olacaktır bu kesin. Yaşamın şarkısının ritmi bu doğrultuda yükseliyor. Hayat bunu çoktan doğrulamış durumda. Rojava’da, Kobane’de, Kürdistan’da kent merkezlerinde kadınlar savaşın en önünde yani politikanın merkezindeler. Yerküremiz tarihsel gelişmelere tanıklık ediyor. Son zamanların en vahşi saldırganlığı ve buna paralel olarak gelişen büyük bir direnişle karşı karşıyayız. Aynı zamanda bir kadın devrimi olarak gelişen Rojava devrimi yine kadınlar tarafından ölümüne savunuluyor. Rukenlerin, Berivanların, Meryem Kobanelerin ve Arin Mirkanların, Sibel Bulutların Şavaşçılıkları, feda ruhları tüm dünyayı olduğu gibi coğrafyamızdaki kadınları da derinden etkiliyor. Sibel Bulut (Sarya Özgür) yoldaş gibi yollara düşüyor kimimiz, kimimiz ise bulunduğu alanda işlerine daha sıkı sarılıyor. Rojava kadın devrimi yalnızca Kürdistan’a değil, tüm Ortadoğu’ya umut ve güven veriyor. Bunun da ötesinde Rojava’dan yükselen bu özgürlük mücadelesi tüm dünyadaki kadınları etkileme potansiyeline sahip. Halklarımızın özgür, eşit bir şekilde bir arada yaşama isteklerinin bir ürünü olarak doğan Rojava kadın devriminin, emperyalistler ve onlar adına vekalet savaşı veren IŞİD çeteleri tarafından kuşatılmaya çalışılmasının en önemli nedenlerinden biri budur. 6SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 Ortadoğu karanlığının içinde kadın rengi ve kadın direngenliğiyle öne çıkan Rojava devriminin bu denli saldırıya uğraması boşuna değildir. Devrim, kadınlara kaderlerine müdahale edebileceklerini, birer özne olabileceklerini pratikte gösteriyor, yaşatıyor. Kadınların devrimdeki etkinlikleri, öne çıkışları bizatihi geleceklerini kurma mücadelesidir. Rojava’da kadınlar, yalnızca ulusal kimlikleri ve hakları için değil, aynı zamanda kadın kimlikleri için de savaşıyorlar. Erkek egemenliğinin bütün gerici baskı ve tahakkümünü yaşayan kadınlar, savaşın, saldırganlığın en acımasız boyutlarını da yaşıyorlar. Toprakların işgali kadın bedeninin de işgali ve ele geçirilmesi anlamına geliyor. Tam da bu nedenledir ki, devrimi yaşatmak kadınlar için daha elzem bir hal alıyor. Kadınların kendilerini en ileri düzeyde ortaya koyuşları, savaşın en önünde oluşları nedensiz değildir. Kadınlar, devrimi yani geleceklerini, özgürlüğü savunmak için öz-savunma eğitimleri alıyor ve öz-savunma güçleri içinde örgütleniyorlar. İki devrim birbirini güçlendirerek, birbirine yol açarak ilerliyor. Kadınlar “Kadın Taburu” ile Rojava devriminin savunulmasında belirleyici bir rol oynuyorlar. Devrim ise sunduğu özgürlük olanaklarıyla kadınların özneleşmelerinde, politikanın merkezinde yer almalarında nesnel bir değiştiriciliğe, dönüştürücülüğe sahip. Ataerkil toplumsal düzenin kadına biçtiği roller, devrimin yıkıcı gücüyle değişime uğruyor, yıkılıyor. Kadın- lar öz güçlerinin, yaratıcılıklarının, yeteneklerinin farkına varıyorlar. Meclislerden akademilere ve savunmaya kadar kadınlar, devrimin ve savaşın her alanında varlıklarını ve öncülüklerini kabul ettirmiş durumdalar. Şunun altını net bir şekilde çizmekte yarar var; bugün artık Rojava’da, Kobene’de kadınlar etkili, belirleyici bir güçtür. Ve bu gücün devrimin en dinamik, en gelişkin kuvveti olduğu açık bir gerçektir. Dergimiz, Rojava kadın devriminin boğulmaya çalışılmasının destansı kahramanlıklarla yanıtlandığı bir dönemde çıkıyor. Coğrafyamız bir yandan Rojava kadın devriminin ateşiyle ısınırken, diğer yandan kadına yönelik şiddetin, katliamların tırmanışına tanıklık ediyor. Kadına yönelik şiddetin, katliamların bir kadın kırımına dönüştüğü koşullarda bütün bunlara karşı mücadele feyzini de Rojava devrimimizden alıyoruz. Sınıfsız, sömürüsüz, cins ayırımsız ve sınırsız bir mücadele yaşamın her alanında kendini dayatıyor ve var ediyor. Vahşetin, katliamların öznesi olmanın kaderimiz olmadığının yalın bir anlatımıdır, Rojava kadın devrimi. Hemcinslerimizin ulusal mücadelenin yanı sıra, ataerkil toplumsal düzene ve onun vahşi uygulamalarına karşı yürüttükleri mücadelenin ufuk açıcılığında yürüyoruz. Bu sayımızda, kadın gücü ve iradesinin yalın ama etkileyici yürüyüşünü yansıtmaya çalıştık. Beğeniyle okuyacağınızı ümit ediyoruz. JİYAN ÖZGÜR Kadın Kırımına İsyan Zamanı Gizem... Küçük bir kız çocuğu. Adını geçtiğimiz günlerde gazeteden öğrendik. Gizem’in ablasıyla birliktelik yaşamak isteyen erkek, teklifi reddedilince, kız kardeşi Gizem’i kaçırıyor ve tecavüz ettikten sonra öldürüyor. Gizem, kadın katliamı gerçekliğiyle küçük yaşta karşılaşıyor. Buna benzer nedenlerle, yaşamına son verilen binlerce örnekten sadece biri. Erkekler; benzinle, bıçakla, pompayla, taşla, telle ölümün türlüsünü yaşatmaktadır kadına! Egemen cinsin ezdiği cinse uyguladığı bu öldürme halleri, günlük yaşamımızın alışageldik bir parçası olmuştur. Ne yazık ki, kadın katliamları kimi zaman “alçak”, kimi zaman “cani” serzenişleriyle izlediğimiz bir haber durumundadır. Katliam, öldürme; kırım, soykırım, anlamına gelir. Katledilen ise biz, yani kadınlar! Analık hukukunun egemen olduğu dönem dışında daima ezilmiş ikinci sınıf insan sayılmış kadın cinsi yıllardır sayısız bir kırıma uğramakta. Kim tarafından? Özel mülkiyetin ortaya çıkmasından bugüne mülkiyetçi egemen erkek ve onun egemen olduğu kendini çok yönlü yeniden ve yeniden üreten bir sistem tarafından. Resmi rakamlar yalan söylemekte. Günde ortalama beş kadının öldürüldüğü bir coğrafyada ayda 150, yılda 1800 gibi bir rakam olmaktadır ve bu facia bir orandır! Neden katlediliyoruz? Kadın katliamı olgusunun anlamını biraz derinleştirelim. İnsanlık onurunun bu derecede kötü bir sınavdan geçtiği, kanıksamanın, alışmanın karakteristik bir hal aldığı bu gündem ile ilgili düşünsel bir yoğunlaşmaya girmek zorundayız. 8SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 Hem ezilen kadınlar olarak hem de politik öncülük misyonunu üstlenenler olarak. Özel mülkiyetin doğuşuyla birlikte erkek egemen cins, kadın ezilen cins pozisyonunu aldı. Özel mülkiyet, köleci toplumdan kapitalizme değin mevcut sistemin karakterini oluşturur. Özel mülkiyetin kökeni insandır. Marx bunu “insan etkinliğinin gelişmesine bağlı bulunan özel mülkiyet belli bir aşamada insan etkenliğinin yadsınması yani saçmalık durumuna gelir” diye ifadelendirir. Mülkiyetçi erkek cinsi, kadın cinsinin yaşamını yadsıma noktasındadır. Erkeğin kadınla olan ilişkisi ezme, hükmetme, yönetme üzerine kuruludur. Ve bunun ortaya çıkardığı davranış şekli şiddettir. Bedeni, ahlaki, ruhi bir baskı sistemi kurar. Kadını katletme ise bu egemenlik halinin vardığı en üst nokta yaşamına son vermedir. Erkek, ezen cins olma rolüne uygun davranır. Kendi ilkeleriyle kadının tüm davranışlarını belirlemek ister. Kendi seçimini dayatır. Erkek için özgürlük ve mutluluk hali, kadını köleleştirdiği kendi yaşam tarzıyla uyumlulaştırdığı ölçüde vardır. Kadını evcilleştirmek, ehlileştirmek, boyun eğdirmektir amacı. Kadını özgüvensizleştirmek, cesaretsizleştirmektir. Kadını yaşamın öznesi olmaktan çıkaran, hayatla özgür bir ilişki kurmasını engelleyen, sahip olunan nesne durumuna indirgeyen erkekteki bu sahip olma hırsı, özel mülkiyet düzeninin mayasında vardır. Kadına yönelik şiddetin her biçimi, erkek egemen anlayışın sonucudur. Nasıl ki taciz ve tecavüz erkekler için meşru bir saldırganlık olarak görülmüşse; kadını öldürmek de meşrulaşmıştır. Taciz ve tecavüz gibi cinsel saldırılar yaşandığında, toplumda “kadın tecavüz tacize davet eder” anlayışı yaygındır. Bu şekilde erkek aklanır ve kadın birinci derecede sorumlu tutulur. Taciz ve tecavüzün sıradanlaştırılması gibi, kadın ölümleri de olağanlaştırılmaktadır. Ve yine en çok kadın sorumlu tutulmaktadır. Kadını öldürme, toplumsal olarak öğretilmiş davranışların, eril kültürün ürünüdür. Erkek, eril sistemden güç almaktadır. Gerçekleştirdiği saldırıdan bir suçluluk, utanç duymamaktadır. “Namus cinayeti” “onurunu koruma cinayeti” diye ifadelendirmektedir çoğu kez. Erkek egemen ataerkil düzende yasa-yürütme-yargı-ordu tüm üst yapı kurumları erk zihniyetle düzenlenmiştir. Devlet, tüm kurumlarıyla saldırıya uğrayan kadını değil erkeği korur. Yasalar kadından yana değil erkekten yanadır. Kadın katliamı olgusu, salt psikolojik olarak açıklanamaz. Erkek egemen anlayışın sistematiğidir. Kadını öldürme isteği erkeğin doğasında değildir. Ataerkil düzende erkek doğulmuyor, erkek olunuyor. Kadını ezme egemen olma hali de, kadına yönelik şiddetin her biçimi de bir dizi kurum (aile, okul, devlet kurumları) tarafından öğretilir. Kadın kırımları karşısındaki kayıtsızlığımızın kökeni Kadın katliamlarına her gün yenileri ekleniyor. On yıllardır, yüz yıllardır bu biçimde öldürülen kadınların, transların, kız çocukların mezarlarını bir araya getirseydik, bir kent veya ülke mezarlığı olurdu belki de. Kadına yönelik politik, ideolojik bir saldırı iken bu nasıl bu kadar basit bir adli olay derecesine düşüyor ve önemsizleşiyor? “Kadınların tarihi her şeyden evvel baskı altına alınışlarının bunun gizlenişinin tarihidir” der, Andree Michel. Kadın katliamı olgusu, çok somut bir baskının görünür halidir fakat bir o kadar da egemenler tarafından gizlenmektedir. “Erkek terörü”, “öldüren sevgi” “adli cinayet” gibi kavramsallaştırmalarla medya tekelleri tarafından alıştırılan reyting yapan magazinsel haber sıfatıyla seyre sunulan bir hal almıştır. Sistematik bu saldırı biçimi manüple edilmekte ve özü algılanmamaktadır. “Aşktan, sevgiden öldürdü” aldatıldı, değer görmedi o nedenle öldürüldü”, “ kıskançlıktan öldürdü” bu tanımlamalar, durumu açıklamıyor. Erkek özne kadın nesne şey’dir, yal- Kadın kırımına isyan zamanı9 nızca. Nesnesini, şeyini kaybeden kaybetme korkusunda olan erkeğin ve ataerkil sistemin ona meşruca uyguladığı bir saldırıdır. Özel mülkiyet dünyasının egemen iktidar erkek cinsinin, ezilen sömürülen aşağılanan kadın cinsine yönelik savaşıdır bu. Burada fiziken yaşamı son bulan kadın iken, ölen insanlığımızdı. Politik erkekler bir kez ölürken biz politik kadınlar iki kez ölmekteyiz. Egemen olan erkek cinsinin bir üyesinin mülkiyet ve egemenlik haklarından vazgeçişi, ideolojik olarak kopuşu öyle kolay olmadığından; hemcinsinin gerçekleştirdiği şiddet biçimlerine katliam serilerine yıkıcı bir eylem ortaya koyması mümkün değildir. Suskunluk, hem kadınlar hem erkekler için geçerli. Fakat içeriği niteliği farklıdır. Erkeklerin suskunluğu hemcinsinin suçuna bir nevi farklı düzeylerde ortaklığındandır. Kadınların suskunluğu ise egemen cinsin uygulamalarına her düzeyde alışmanın, ezilmişliğin yerleşikliğiyle ilgilidir. İdeolojik olarak kadın kurtuluş mücadelesine inanç zayıflığın, umutsuzluğun, kendi gücümüze güvensizliğin sonucudur, suskunluğumuz. Özel mülkiyet düzenin, egemen erkek cinsinin, bizlerde yarattığı parçalılık halidir aynı zamanda. Düşüncede oluşan bu parçalılık, eylemde bir bütünselliği kolektivizmi, dayanışmayı yaratamayışımıza neden oluyor. Devrimcilik anlayışımıza dünya görüşümüze ters, çelişik bir pratiğe neden oluyor. Toplumsal cinsiyet rollerimize karşı esaslı bir mücadele yürütememek, devrimciliğimizi de zehirliyor. Toplumsal geleneksel cinsiyetçilik, devrimciliğimizde, söz eylem tutarlılığında çözücü bir rol oynamaktadır. Erkek egemen kapitalist sistemin ideolojik politik saldırısının ta kendisi olan kadın katliamı olgusuna çok yüzeysel yaklaşıyoruz “Kutsal” evlilik kurumuna giren, hayatına dair en önemli kararlarda babasından, erkek kardeşinden, sevgilisinden izin alan, bekâret kaygısını aşamayan, erkek himayesinde yaşama çaresizliğinde olan geniş kadın kitlelerini, bu konudaki seyrediciliği, gele- neksel öğretilmiş kadınlığın derin etkileriyle açıklanabilir. Politik kadınlar bakımından gerçekliğimiz ise yeterince politik, ideolojik bakamadığımızdır. Güçlü eylemler koyamayışımız, eylemin konusuna dönüştüremeyişimizin altında esaret zincirlerinden kopuşamayışımız duruyor. Sözümüz eylem boyutundan yoksun ise kendi ezilmişlik gerçekliğimize büyük bir yabancılaşma içindeyiz. Kadınlar olarak yaşadığımız, aynı zamanda erkleşme-erkekleşme halidir. Ataerkil sistemin ve erkeğin düşünüş tarzına algılayışına benzeme halidir. Kadın katliamları karşısında her türlü isyan, başkaldırı, direniş, saldırı meşrudur. Peki, politik kadınlar olarak neden sessiziz? Devrimci, komünist, politik kadınlar olarak güçlü anlamlı bir özeleştiri zamanıdır artık. Kadın katliamı olgusu karşısındaki politikliğimiz, değiştirici, devrimci eylemimiz, cins öfkemiz ne düzeyde? Bir kadın katliamı haberini öğrendiğimizde ne yaptık? Söylendik mi, sadece harekete mi geçtik? Hemcinsimizle bir tartışma konusuna dönüştürdük mü? Karşı cinsle mücadele tartışma konusuna dönüştürdük mü? Kadın kitlelerine gitmenin konusuna dönüştürdük mü? Siyasi teşhir ve aydınlatma konusuna, adalet arayışına evriltik mi? Hem öldüren erkekten hem de onu temsil eden erkek egemen sistemin kurum ve kuruluşlarından hesap sorduk mu? Pratiğimiz her zamanki gibiyse, erkekleşme ve kadın gerçekliğimize yabancılaşma halimizin nedenlerine yoğunlaşmalıyız. “Ezilen, ancak içinde tutsak olduğu çelişkisinin üstesinden gelip ‘kendi içinde varlık’ haline geldiğinde gelişmeye başlar!”* Kendi özgürleşme düzeyimizi yanıbaşımızdaki kadınlarla kurduğumuz ilişkiyi, emekçi ezilen kadınlarla birlikte erkek gericiliğine ve sisteme karşı mücadeleyi ne düzeyde yükselttiğimizi tartışmalıyız. 10SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 Kadın katliamlarına karşı politik mücadeleyi yükseltelim! Kadın katliamlarına karşı mücadele, demokratik kadın çalışmamızın ve komünist kadın çalışmamızın önemli gündemlerinden biridir. Konunun önemi, belli periyotlarla basın açıklamaları yapmanın hukuku mücadelenin konusu yapmanın ilerisindedir. Komünizm, kadın ve erkeklerin eşit ve özgür yaşadığı tek sistemdir. Marx bunu şöyle özetler: “İnsan insanla barışık olacak. Öteki insan, kendi benzerine saygı gösterecek. Öteki insanla olan ilişkileri artık karşıtlık ve rekabet düzeyinde kurulmayacak. Öteki insanlarla birliktelik bütünsel insanın kendinden taşıdığı sonsuz zenginlikleri özgürce gerçekleştirebilecek insanın, açılıp serpildiği bir alan olacaktır”** Mücadelemizin nihai hedefi, komünal sistem kurmaktır. Bugünün özel mülkiyet dünyasında, kadın katliamlarına karşı yürüteceğimiz mücadele, ezilen cinsin ezen cinse ve ataerkil sisteme karşıdır. Kadın katliamları, diğer tüm politik görevlerimiz arasında önemli bir yerde durmaktadır. İlk önce bu kanıksama ve yabancılaşma haline karşı olmalıdır politik çalışmamız. En geniş kadın örgütlülüklerinin bir araya gelmesini sağlayarak, birleşik bir kadın hareketiyle ezilen kadınların eylemselliğini açığa çıkarmalıyız. Kadın kitleleriyle, gerçek bir buluşma gerçekleştirmeliyiz. Kadınların yaşam ve üretim alanlarına gitmeli, kadın katliamla- rına kaşı politik duyarlılığı yükseltmeliyiz. Erkekler tarafından katledilen kadınların cenazeleri, ezilen kadınların dayanışmasına ve birlikte hesap sormasına dönüştürmelidir. Kadın katliamlarına karşı kadın mitingleri, kent merkezlerini tutan yolları kilitleyen yürüyüşler gibi eylem biçimleriyle mücadelemizi zenginleştirmeliyiz. Kadın katliamlarına, kadına yönelik tüm şiddet biçimlerine karşı kadının öz savunmasını örgütlemek, devrimci cins şiddetini ortaya koymak da bir gerekliliktir. Katil erkeklerden ve ataerkil devlet kurumlarından hesap sormak meşrudur. Kadınlar olarak milis öz savunma birlikleri kurmak da mücadele yöntemlerinden biridir. Düzen, yasalarıyla ve kolluk güçleriyle erkekleri korurken, ezilen kadın dayanışması ve eylemselliği tek gerçek yargılama şekli olacaktır. Ezilen hemcinslerimizle kadın kitleleriyle buluştukça, yaşadıklarımızın ortaklığı cins bilincini güçlendirecek ve bu politik çalışmamıza itilim sağlayacaktır. Erkek gericiliği ve ataerkil sistem tarafından öldürülen kadınların yalnız olmadığını, mücadeleyi yükselterek göstermeliyiz. Ancak bugünden örülen bir pratikle, kadının cins olarak kurtuluşuna özgürlüğe giden geleceği kazanabiliriz. Kaynaklar: 1844 El Yazmaları Marx** Ezilenlerin Pedagojisi* Av. SEZİN UÇAR Kadın Beyanı Esastır Günümüzde hakkında uzlaşıya varılmış kabul edilen birçok hakkın ezilenlerin uzun erimli mücadeleleri sonucunda elde edildiği tartışma götürmez bir gerçekliktir. “Masumiyet karinesi”, “şüpheden sanık yararlanır ilkesi”, “muhakemesiz ceza olmaz ilkesi”, “hukuka aykırı şekilde delil toplama yasağı” yüzyıllar boyu ceza adaletinin geçirdiği kişi özgürlüğüne dönük gelişmelerin bir parçası. Bugün bu ilkeler, ceza adaletinin omurgasını oluşturmakta ve -teorik olarak da olsa- olmazsa olmazı olarak kabul görmekte. Kadınlara yönelik tacizin, tecavüzün, şiddetin ve dahası kadın cinayetlerinin adeta sıradanlaştığı günlerden geçiyoruz. Devlet, bir yanda kadına ve çocuklara yönelik cinsel saldırıları önlüyormuş gibi görünmek için yasalar çıkartırken, diğer yanda kadın beyanını esas alan bir yasal düzenleme yapmaktan dahi imtina ediyor. Bu durum bir yana; erkek egemen devlet ve ideolojik aygıtları her fırsatta bu ilkenin amacını ve güvenilirliğini yerle bir etmek için fırsat kolluyor. Kabataş olayı olarak addedilen Zeynep Develioğlu’nun beyanlarından sonra ortaya çıkan görüntüler üzerine başlatılan tartışmalar, yazılanlar yaşanılan bir gerçeği ortaya çıkarmaktan ziyade sayısız manipülasyonun malzemesi haline getirildi. Kadın düşmanı AKP, hem kadın beyanı esastır ilkesini istismar etmek istedi hem de Gezi direnişçilerini zan altında bırakmayı amaçladı. Şimdiye kadar kadından yana tek bir tutum almamış AKP’ye yakın kalemler; gerçek görüntülerin yayınlanmasından sonra, “kadın beyanını esas aldık”, diyerek kendilerini aklama çabasına girdi. Bu duruma tepki gösterenler arasında adeta, kadının yalan söylediğinden bahisle kadın beyanı esastır ilkesini ortadan kaldırmaya dönük reflekslerin sayısı da azımsanmayacak cinsten. Peki kadın beyanı esastır önermesi tam olarak neyi kastediyor. Bu ilkeyi benimsemek iddia edildiği gibi masumiyet ilkesine zarar verir mi? Demokratik kitle örgütlerinde bu ilke nasıl ve ne şekilde uygulanıyor? Son zamanlarda kamusal alanda daha fazla tartışılmaya başlanan bu ilkenin tüm boyutları ile ele alınmasını bir ihtiyaç olarak “esas” gördük. 12SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 Kadın beyanı esastır ilkesinden özelliklere yönelik, kişi ya da kişileri küçük ne anlamalıyız? düşürücü, güç kullanımı içeren veya içerme“Kadın beyanı esastır tersini ispat yüyen her türlü görsel/sözel veya fiziksel davkümlülüğü erkeğe aittir” ilkesi, kadın özgürranışlar taciz tanımına girmektedir. Bu genel lük mücadelesinin yıllardır vermiş olduğu tanımdan hareket etmek ve en öenmlisi de mücadeleler sonucunda kamusal alanda tartacizi belirleyen unsurun “niyet“ değil kadın tışılmaya başlanmış, kadın örgütleri tarafınüzerinde bıraktığı etki olduğunu bilerek hadan genel kabul görmüş ve kadına yönelik reket etmek gerekmektedir. şiddet ve tacizle mücadelede önemli bir mücadele aracı olarak kullanılmış bir önermeKadının beyanını dir. Ezilenlerin, ezme ve ezilme ilişkilerini esas almayan hukuk açığa çıkarma deneyimlerinden süzülüp gelAsla tek başına ceza yargılamasının miş kıymetini de bu gerçeklikten almıştır. konusu olamayacak bu ilkeyi, çeliştiği iddia Sanıldığının aksine, kadın beyanı esasedilen hukuki ilkeler bağlamında ele almak tır ilkesi “kadın ne söylerse doğru söyler” ve yargılama mekanizmalarının yaklaşımlagibi bir fetişleştirmeden kaynaklanmadığı rını incelemek bakımından tartışmakta fayda gibi, son derece toplumsal arka planı olan görüyoruz. politik bir ilkedir. Kadın beyanı esastır ilkeGünümüzde hakkında uzlaşıya varılmış si, kimin doğru ya da yanlış-yalan söylediğikabul edilen birçok hakkın ezilenlerin uzun ne indirgenecek bir mesele değildir. Benzer erimli mücadeleleri sonucunda elde edildiği şekli de burjuva hukuk tarafından mutlaktartışma götürmez bir gerçekliktir. “Masulaştırılan masumiyet karinesinin ihlal edilip miyet karinesi”, “şüpheden sanık yararlanır edilmediği gibi bir hukuksal tartışmanın da ilkesi”, “muhakemesiz ceza olmaz ilkesi”, dışında tanımlanır. “hukuka aykırı şekilde delil toplama yasağı” Şiddeti dile getiren bir kadının, çoyüzyıllar boyu ceza adaletinin geçirdiği kişi cuğun ya da LGBTİ’nin erkek egemen bir özgürlüğüne dönük gelişmelerin bir parçası. yargılama sırasında yaşayacaklarına karşı Bugün bu ilkeler, ceza adaletinin omurgasını geliştirilmiş etik bir ilkedir. Özellikle cinsel oluşturmakta ve -teorik olarak da olsa- olşiddet bakımından bu ilkenin uymazsa olmazı olarak kabul görmekte. Genel gulanmasına daha çok ihtiyaç “Kadının beyanı esastır” olarak kadınların duyulmaktadır. Çünkü cinceza muhakemesinde yerleşiddetin herhangi bir türünsel şiddet, en basit ifade şik bir ilke olarak kabul den zarar gördüklerinde bunu ile üçüncü kişilerin görmesi beklenen bir bildirmekten geri durdukları görülme- ilke. Temel amacı kagözlerinden uzakta yaşanmaktadır. kteydi. Taciz ve tecavüz olaylarında, şikayet dına yönelik şiddet Çok geniş bir ve beyanlarının dikkate alınmaması, bu suçlarının soruştutanımı olan cinsel olaylarda zarar görenin hukuki, idari ve sosyal rulma ve/veya kotacizin tanımlan- olarak daha çok yıpratılması, erkekliğin verdiği vuşturulabilmesi masında yaşanan kadın imkanlarla failin kollanması, kayırılması hukukun açısından manipülasyonbeyanının yeterli kadınlar aleyhine işlediği gerçeği ile bizleri baş larda bu ilkenin olduğunu hatırlatbaşa bıraktı. Tüm bu koşullarda dezavantajlı hayata geçmesinin mak. Bunun yanınpozisyonda olan kadının -daha kapsayıcı da soruşturma ve önünde engel teşanlamıyla mağdurun- süreç boyunca kovuşturmanın her kil ediyor. Irk, etnik karşılaştığı zorluklar karşısında bir aşamasında köken, din, cinsel terkadının güvencedir aynı zamanda bu ilke. kendini en iyi şekilde cih, cinsiyet ve kişisel KADIN BEYANI ESASTIR13 ifade edeceği imkanları yaratabilmek, kadın olmasından ötürü karşılaşabileceği dezavantajları ortadan kaldırmaktır. Bir kadının taciz ya da tecavüze uğradığını beyan etmesi, her tür tahakküm, aşağılanma karşısında bir mücadeleyi göze alışıdır. Erke karşı verilen savaşta, o en yalnızlaştırıcı anda bu ilke, toplum ve aile yapısı ile kanun sistemi daha en başından kadını sorgulamak ve hatta yargılamak üzerine kurulu bir düzende kadının dezavantajlı pozisyonuna karşı oluşturulmuş bir güvencedir. Bu durumu deneyimlemek için herhangi bir tecavüz dosyasına bakmak yeterlidir. Birçok dosyada, yaşanılan taciz-tecavüz nedeni ile düzenlenen fiziksel ve psikolojik raporlara rağmen failin cezalandırılması mümkün olamamaktadır. Hala kadınlara “neden bağırmadın”, “gecenin bir saati sokakta ne işin vardı”, “niye bunca zaman şikayet etmedin” vb. türünden sayısız sorular yöneltilebilmektedir. Kadının beyanı esastır, tersini ispat yükümlülüğü erkeğe aittir ilkesi, bizim için şekilsel bir genelleştirmeyi değil, politik bir soyutlamayı ifade etmektedir. Bu ilkeyi “peki ya kadın yalan söylüyorsa” ya da “bir gün biri de benim hakkımda böyle bir iddia ortaya atarsa” şüphesi ile tartışmaya açmak, bu genellemenin ve erkek egemen değer yargılarının sirayet ettiği kişi ve kurumların algısı ile ilgili mahkum edilmesi gereken bir durumdur. Zaten iftiradan korkan erkek söylem, bu ilke ne zaman gündeme gelip tartışılsa kendine bir biçimde tartışma zemini bulmaktadır. Ataerkil sistemde kadınların sistemli olarak ikincilleştirildiği, güçsüzleştirildiği ve özerklik imkanlarının zorla ellerinden alındığı bir gerçektir. Bu bakımdan kadınların çoğu ekonomik durum, sosyal statü, genel ahlak ve din gibi etmenler nedeniyle bağımlı bir var oluş içerisinde yaşamlarını sürdürmek zorunda bırakılırlar. Kadın beyanının esas alınması, bu var oluş gerçekliğinden doğmuş bir ihtiyaçtır. Bu ilke çerçevesinde kadının -birey olarak güçlü olsun olmasın- “toplumsal” anlamda daha dezavantajlı olduğu kabul edilerek -en azından mevcut erkek egemen değer yargılarının hakim olduğu muhafazakar toplum düzeninde- hukuki mücadele araçlarının eşitliği ilkesi gereği ona kendini koruyabileceği ve savunabileceği bir imkân yaratmak istenmektedir. Bu, aynı zamanda kadınların birey olarak güçlü statüye sahip de olsalar toplumsal olarak ataerkil sistemden farklı derecelerde olumsuz etkilendikleri gerçeğine işaret eder. Bugün birçok kadın, etkili bir ceza adaleti olmadığına dönük kaygılarından, yargılama süreçlerinden daha çok travmatize olacaklarını düşündüklerinden, hak arama hürriyetlerini kullanmaktan çekinmektedir. Özetle kadının beyanı esastır ilkesi, mevcut ezme-ezilme pratiğini dikkate alarak kadınların hak arama hürriyetlerini kullanmalarını teşvik etmeye yönelik bir ilkedir. Genel olarak kadınların şiddetin herhangi bir türünden zarar gördüklerinde bunu bildirmekten geri durdukları görülmekteydi. Taciz ve tecavüz olaylarında, şikayet ve beyanlarının dikkate alınmaması, bu olaylarda zarar görenin hukuki, idari ve sosyal olarak daha çok yıpratılması, erkekliğin verdiği imkanlarla failin kollanması, kayırılması hukukun kadınlar aleyhine işlediği gerçeği ile bizleri baş başa bıraktı. Tüm bu koşullarda dezavantajlı pozisyonda olan kadının -daha kapsayıcı anlamıyla mağdurun- süreç boyunca karşılaştığı zorluklar karşısında bir güvencedir aynı zamanda bu ilke. İlkenin yalnızca ceza yargılamasında değil, kadınların mesleklerini ve eğitimlerini sürdürdükleri yerlerde, sosyal ve politik yaşama katıldıkları alanlarda var oluş koşullarının güvenli ve sağlıklı ilerleyebilmesi için de gereklidir. Özellikle çalışma yaşamında kadınların, gerek işverenleri gerekse de idari amir-yönetici pozisyonundaki erkekler tarafından cinsel tacize ve daha genel olarak psikolojik tacize maruz kalma oranları çok 14SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 yüksektir.Yine akademik etkinlik ve öğrenim ortamları da kurumsal güç eşitsizliği temelinde yaşanan cinsel tacizin en tipik örneklerini oluşturmaktadır. Muhalif örgütlerde taciz ve şiddet soruşturmasında yaşananlar Kadına yönelik şiddetin teşhirinde amaç edinilen tek şey; erkeğin burjuva hukuk sisteminin sınırları dahilinde yargılanması ve ceza alması değil elbette. Özellikle tüzük ya da programlarında kadın beyanı esastır ilkesine yer vermiş dernekler, sendikalar, siyasi partiler ve tüm demokratik kitle örgütleri bakımından disiplin süreçlerini bu beyan ekseninde işletmek ve yaptırım uygulamak önemli. Yakın geçmiş dönem bakımından; erkek şiddetine maruz kalmış birçok kadın, bu disiplin süreçleri için talepte bulundu ve erkek şiddetine karşı daha genel bir mücadelenin çağrıcısı oldu. Ancak kamuoyuna yansıyan disiplin soruşturmalarının birçoğunun devletin erkek egemen yargısının bile gerisinde kaldığını tespit etmek yerinde olacaktır. Şekilsel hukuk tartışmaları içerisinde kadın beyanını esas almak bir kenara, disiplin süreçlerinin erkeklerden oluşan kurullar tarafından yürütülmesi ve erkek beyanı üzerinden kadına yönelik saldırılar da yaşandı. Doğrudan bir kitle örgütü ile organik bir bağı olmasa da kamuoyu tarafından çeşitli siyasi, sosyal, mesleki, sanatsal vb. çalışmaları nedeni ile itibar görmüş tacizci erkekler bakımından da benzer tutumların sergilendiği örnekler de yaşadık. “Taciz değil, komplo” , “Taciz yok teklif var” gibi saldırıları da daha çok bu itibarlı erkeklerde yaşadık. Komplovari erkek egemen söylemlerden kitle örgütleri de azade değil maalesef. Yeri gelmiş iken bu kaygılarını her fırsatta dile getiren, çok itibarlı erkeklere söylenecek tek şey şu olsa gerek: Böyle bir iddia karşısında -çok yakın bir hemcinsleri ya da bizzat kendileri- tüm süreci ve kararı kadın- lardan oluşan soruşturma kurullarının adaletine bırakıyorlar mı? Yoksa kadının kişiliğini didikleyerek, çelişkiler bulmaya çalışarak erkeği haklı-meşru çıkarmanın bin bir yolunu mu bulmaya çalışıyorlar? Bugün birçok demokratik kitle örgütü, programatik olarak kabul ettiği bu ilkenin felsefesine uygun bir yaklaşım içerisinde olmalı ve daha geniş kamuoyuna örnek teşkil edecek pratikler sergilemelidir. Kabataş’ta istismar edilmek istenen kadın beyanının esaslığı Gezi direnişinin, cinsiyetçi küfürlerden arınmaya başladığı, “küfürle değil, inatla diren” şiarı ile kendine yeni bir direniş biçimi bulduğu günlerde, Kabataş İskelesi’nde bir kadının yanında eşi ve çocuğu ile birlikte tacize uğradığı iddiası gündeme geldi. Ve o günden beri tacize uğradığını iddia eden kadın, türlü siyasi dengelerin nesnesi haline geldi. Başbakan’ın “Benim başörtülü bacımı yerlerde sürüklediler” söylemleri manşetlere taşınırken de daha sonrasında ortaya çıkarılan kayıt görüntülerinde herhangi bir saldırı emaresine rastlanmaması üzerinden ‘kadın beyanı esastır’ ilkesi hedef tahtasına oturtulurken de aynı nesneleştirme devam etti. İlkiyle; aslında bir kadın isyanı olan Gezi direnişi itibarsızlaştırılmak istendi, ikincisiyle kadınların mücadelesi sonucu kazanılan kadın beyanı esastır ilkesi. Kabataş olayı, bir ilkenin çarçabuk harcanabilmesinin arkasında yatan ataerkil değer yargılarını bir kez daha hissettirirken kadın bedeni üzerinden en kaba, en eril söylemin üretildiği örneklerden biri olarak hafızalardaki yerini aldı. Bir mücadele yöntemi: erkek şiddetini kadın dayanışması ile teşhir Yaşadığı şiddeti kamuoyu ile paylaşan, yargılama mekanizmalarına başvuran ve taciz uygulayanı teşhir eden kadınlar için hemcinsleri ile birlikte yürüttükleri özgürleştirici her çabanın değeri büyük. Açıklanan KADIN BEYANI ESASTIR15 her tacizin ardından, başkaca kadınların da aynı tacizci nezdinde yaşadıklarını açıklama cesareti göstermesi de tesadüf değil elbette. Diyarbakır’da pek itibarlı avukat Sedat Yurttaş’ın yanında çalışan stajyer kadın arkadaşımızı tacizinden sonra yaşanan süreçte bu kadın dayanışmasının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gördük. Diyarbakır savcılığı tarafından Sedat Yurttaş ile ilgili takipsizlik kararı verilmesinin ardından geniş kadın dayanışmasının oluşturulması ve çok sayıda kadın avukatın ortak imzası ile yapılan itirazın sonucunda bu kararın kaldırılmasını sağlamış olmak oldukça önemli bir kazanım olmuştur. Ancak en önemli kazanım, genç kadın arkdaşımızın yaşadığı cinsel saldırıyı kamuoyu ile paylaşmasının ve bu paylaşımın kazanımlarının aynı kişinin daha önceleri cinsel saldırısına uğramış birçok kadın için cesaret vermiş olmasıdır. Bugün bu kadın arkadaşlarımız “ikinci bir mağduriyet yaşamamak” adına kamuoyu ile açıktan bir paylaşım içine girmiyor olabilirler ancak yaşadıkları cinsel tacizi şimdilik kadın örgütleri ile paylaşmaları dahi çok önemli bir adımdır. Bu tabloda çok sık karşılaşılan bir tutum da, kadınlara dönük iftira ithamı ve mağdur kadınla dayanışma içerisinde olan politik kuvvetlerin de bu erkek saldırısına uğraması. Kadın dayanışmasını daha çok büyütmek ve bu süreçlerin hiçbir aşamasın- da taviz vermemek, cinsel saldırı karşısında tutum almayan kişi ya da kurumları da teşhir etmek -en az tacizciyi teşhir etmek kadarçok önemlidir. Cinsel şiddet ve bu olgu ile mücadele biçimleri bakımından, meseleyi kişisel olarak yaşanan kriminal bir sorun olarak kodlayıp çözmek yerine, toplumsal ve politik araçlarla müdahale yöntemleri geliştirmek gerekmektedir. Bu konuda genelleme, indirgeme ve özselleştirmeden kaçınarak sorunu, mevcut toplumsal cinsiyet ilişkilerini eşitlikçi-özgürlükçü tarzda dönüştürecek biçimde kavramak ve buna uygun bir siyaset üretmek sorumluluk alanlarımızdandır. Kadın özgürlük mücadelesinin araç ve biçimleri sürekli bir dönüşüm halindedir. Bu yöntemler, toplumsal değişim ve gelişmelere hem etki eder hem de bu gelişmelerden etkilenir. Dolayısıla bu yazıda belirli yönleri ile tartışmaya çalıştığımız kadın beyanı esastır ilkesi de elbette üretken tartışmaların konusu yapılmalı ve geliştirilmelidir. Kaynaklar “Kabataş’ta Saldırıya Uğradığı İddia Edilen Başörtülü Kadının Görüntüleri Yayınlandı”, T24 Bağımsız İnternet Gazetesi, 13.02.2014 “Balçiçek İlter Özür Diledi Ama…”, Evrensel Gazetesi, 15.02.2014 MERAL TATAR Muta Nikahı Bir hadis şöyle der: “Evleniniz, çünkü ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı övüneceğim.” Bu hadisten de anlaşılacağı gibi evlilik tıpkı diğer sınıflı toplumlarda olduğu gibi kurumsal olarak desteklenmektedir ve bu kez de amacı müminler yetiştirmektir. Tıpkı bir fabrikadan nasıl sağlam ürünler (mallar) bekleniyorsa kadından da sağlam, dini bütün çocuklar özellikle de erkek çocuklar beklenir. Soyun devamını esas alan bu kurum (evlilik), kadının doğurganlığı üzerine kuruludur. Kadın doğurabildiği kadar doğurmalı, aynı zamanda erkeğin malına ve işlerine göz kulak olmalı ve erkeğin tüm ihtiyaçlarını gidermelidir. Bu kurumun resmileşmesi doğrudan ayetler ve hadisler yoluyla gerçekleşir. Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. H. Mehmet Soysaldı: “Evlilik, kişinin kendisini ve eşini harama düşmekten korur. İnsan neslini son bulmaktan, yok olmaktan kurtarır. Doğurma ve çoğalma yoluyla neslin devamını sağlar. Zira toplum nizamının tamamlayıcı bir unsuru olan ailenin kurulması, mezhebin muhafazası, neslin bekası ve bireyler arasında yardımlaşma duygularının geliştirilmesi evlilikle mümkün olur. Bundan dolayı Kuran-ı Kerim insanları evlenmeye teşvik etmiştir.”(1) diyerek aslında evlilik kurumunun işleyişini anlatmış, üstelik bu durumu bir de ayetle güçlendirmiştir. Sözü geçen ayette Nahl 16/72 “Allah size kendinizden eşler vaad eder. Eşlerinizden de oğullar ve torunlar var eder. Size temiz şeylerden rızık verir. Öyleyken batıla inanıyorlar ve Allah’ın nimetlerini inkar mı ediyorlar?” der. Bu ayete göre, 18SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 kadınlar erkeklerden yaratılmış ve erkek çocuk doğurmaları ve torun sahibi olmaları görevi yüklenmiştir. Bu durumda hamile kalamayan ve kız çocuk doğuran kadınlar dikkate alınmamıştır. Daha sonra kadını yüceltme ihtiyacı duyulmuş ve cennet annelerin ayağı altındadır denilmiştir. Bu defa da sadece anne olan kadın ‘yüceltilmiştir’. Hz. Muhammed sonra da bu annelerden eşlerine itaat eden ve eşlerinin tüm ihtiyaçlarını karşılayan kadınlar olarak bahsedecektir. Cennete gidecek olan kadınlar, yine Kuran-ı Kerim’deki kadınların tarifine uyacaktır. Bu kadın tarifinin konusu başlı başına başka bir yazının konusu olmaya değer olduğu için burada değinmemek daha doğrudur. Elbette ki aile kurumunun bu kadar net çizgilere sahip olduğu bir inanışta sadece erkeğin şehvet duygularına dönük başka evlilikler de mevcuttur. Soyun devamının esas alınmadığı bu evlilikler, muvakkat nikahı(2) ve muta nikahı olmak üzere iki çeşittir. Biz bu yazımızda sadece muta nikahının üzerinde duracağız. Kadın bedeni üzerinde bir nevi kira sözleşmesi olan muta nikahı; mehir (para) karşılığı her iki tarafın anlaşarak belirlediği ve birlikte oldukları süredir. Muta nikahında süre, başta konuşulabileceği gibi üzerine herhangi bir anlaşma olmayabilir de. Erkek, kadın ile yaşamak istediği sürece nikah geçerli sayılır. Nikah kıyılırken ve bitirilirken şahide ihtiyaç yoktur. Tebriz’e göre muta nikahı: “İslam’ın ilk günlerinde idi. Adam bir şehre gittiğinde kimse ile tanışmadığından orada kalacağı süre kadar bir kadınla evlenebilir. O da eşyasına bakar, muhafaza eder, işini düzene koyar.” Bu tanıma göre muta nikahı, İslam’ın ilk günlerinde yaşanmıştır. Oysa cihat döneminde ve sonrasında da devam ettiğini; kesin hükümlerle yasaklanıp, ceza uygulanmadığını göreceğiz. Bir çok hadise göre muta nikahı, cihat döneminde seferdeki müminler için gerekli görülmüş gibi aktarılır. Bununla beraber bazı savaşlarda muta nikahı uygulamasına Hz. Muhammed tarafından izin verilmektedir; Evtas, Umret’ul-Kaza, Hayber, Mekke Fethi ve Tebük savaşları bunlar arasındadır. Ancak gerek ayetlerde gerekse de Tebriz’in tanımında görülüyor ki; savaş koşullarının olmadığı dönemlerde de muta nikahı için verilen fetvalar, sistemli bir şekilde kadın bedeninine ilişkin yürütülen politikaların bir sonucudur. Muta nikahı aslında şeriatla yönetilen ülkelerde uygulanan kadın bedeninin alınıp satılması politikasıdır. İslamiyet’ten önce de var olduğu söylenmekle beraber İslamiyet’in ilk yıllarında Kuran-ı Kerim’deki ayet ve hadislerle muta nikahı meşrulaşmıştır. Muta nikahının geçtiği ayetler; Nisa suresi 24. ayet: “Bir de savaş esiri olarak ellerinizin altında bulunan cariyeler dışında, evli kadınlar (da) size haram kılındı. Bütün bunlar size Allah’ın emri olarak kılınmıştır. Bunların dışındakiler, namusunuzu koruyup zinadan kaçınarak mallarınızla (nikahlarını) talep etmeniz size helal kılındı. O halde onlardan hangisinden yararlandıysanız, onların mehirlerini veriniz, (bu, bir) farzdır. O mehri belirledikten sonra aranızda anlaştığınızda da size bir günah yoktur. Kesinlikle Allah en iyi bilen, yaptığını sağlam yapan, yaptığında bir hikmet bulunandır.” Nisa suresi ayet 25: “İçinizden kim Müslüman hür kadınlarla evlenecek imkana sahip değilse, o ellerinizin altındaki mümin cariyelerle evlenebilir. Allah, değerinizi imanınızla bilir. Siz müminler, hep birbirinizden sayılırsınız. Onun için fuhuş yapmayarak, gizli dost da edinmeyerek, namuslu yaşadıkları halde sahiplerinin izniyle onları nikahlayınız, mehirlerini güzellikle kendilerine veriniz. Eğer evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa o zaman onlara hür kadınlara uygulanan cezanın yarısı uygulanır. Bu (cariye ile evlenme hükmü) sizden (zina ederek) günaha girme korkusu taşıyanlarınız içindir. Eğer sabrederseniz, bu sizin için daha iyidir. Allah, çok bağışlayan, çok acıyandır.” MUTA NİKAHI19 24. ayette açık olarak muta nikahına ilişkin bilgiler yer almaktadır. Bu ayette muta nikahının hangi dönemde hangi erkekler için olduğuna dair en ufak bir iz yoktur. Gurbet ya da savaş gibi özel belirlemelerde olmadığına göre şunu söyleyebiliriz: muta nikahı, erkeğin istemesiyle beraber her zaman yaşanabilecek bir durumdur. Ayrıca bu ayette hangi kadınlarla muta nikahı yapılacağı konusunda da yaş ya da evlilik gibi sınırlar yoktur. Bu durum o dönemde yapılan bu tür nikahlarda, mehirdeki anlaşmanın tüm kuralları belirlediğini gösterir. Bu nikah da Tebrizi’nin de belirttiği gibi (kira sözleşmesi) sadece cinsellikle sınırlı kalmayıp erkeğin kadının bedeni üzerindeki tüm haklara sahip olmasıdır. Muta nikahı; kadının insanlıktan çıkarıldığı sadece erkek için bir zevk aracına dönüştürüldüğü, ayet ve hadislerle de bu durumun resmileştirilmesidir. Bu çerçeveden bakıldığında Ortadoğu ülkelerinde kadın katliamlarının ve kadına yönelik şiddetin gücünü nereden aldığı anlaşılmaktadır. Bugün Arap Baharını yaşayan Ortadoğu’nun ve Asya ülkelerinin kadın hakları konusunda en ufak bir yol kat edemeyişinin temelinde bu ayet ve hadislerin payı yok mudur sizce? Ünlü İslam alimlerinden Cassas’a göre: “Muta yoluyla nikahlanan kadın ne zevcedir (eş) ne de cariyedir (köle).” Bu durum, muta nikahına mecbur bırakılan kadının köle olan kadından daha aşağı görüldüğünün ifadesidir. Muta nikahında daha çok boşanmış veya dul kadınlar tercih edilir, elbetteki bu küçük yaşta evlenmemiş kadınların muta nikahında tercih edilmediği anlamına gelmez. Ancak muta nikahının helal kılındığı yerlerde bu kadınların en aşağı yaratıklar olduğuna dair verilen vaazlar vardır. Yine boşanmış kadınlar için indirilen Talak suresi ayet 1: “Ey Peygamber! Kadınları boşadığınız zaman, onları iddetlerine (adet dönemine) doğru boşayın ve iddeti sayın. Rabbiniz Allah’tan korkun. Onları açık bir terbiyesizlik yapmaları dışında evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar, Allah’ın belirlediği sınırlardır. Her kim Allah’ın sınırlarını çiğneyip aşarsa, nefsine zulmetmiş olur. Bilmezsin, belki Allah onun arkasından bir iş çıkarır.” Bu ayet, kadınları toplumsal yaşamdan dışlanmanın dayanağı yapılır. Kadınlar “terbiyesizlik” yaparlarsa evden çıkarıp mahallede gezdirilerek teşhir edilir. Ardından mahallenin ileri gelen erkekleri tarafından kurulan mahkemede yargılanırlar. Yargılama sonunda kırbaç ya da recm cezası verilir, ardından tüm halkın da seyre çağrıldığı bir günde ceza uygulanır. Kadının boşandıktan sonra yaşayacaklarının birer özeti olan bu sure (Talak suresi/1) boşanmış kadınlara evden çıkmayı bile yasaklarken ve cariyelerde de nikaha gerek olmadığına göre muta nikahı kimlerle yapılır? Hz. Ömer’in “Resulullah bize, muta yapmaya üç gün izin verdi, sonra bunu haram kıldı. Allah’a yemin olsun, evli bir kimsenin muta yaptığını duyarsam Resulullah’ın, mutayı haram kıldıktan sonra tekrar helal kıldığına dair bana dört şahit getirmediği takdirde o adamı taşla recm ederim” sözü, Hz. Muhammed’in mutayı yasakladığına delil olarak gösterilir. Bu durumda muta nikahı evli olmayan kişiler için yasaklanmamıştır. Ayrıca evli olanlar için söylenen recm cezası evli olan kadınlar içindir. Türkiye’de kimi bölgelerde özellikle de gerici İslami örgütlerin yoğun olarak bulundukları yerlerde (Batman, Adıyaman, Urfa, Maraş, Antep vb.) muta nikahı az da olsa yaşanıyor. Ancak son dönemlerde Suriye’deki savaştan kaçıp gelen kadınlar ile beraber muta nikahı tartışılmaya ve muta nikahı ile ilgili açıklamalar yapılmaya başlandı. Yüksekova haberin 02/01/2013 tarihinde Pres TV’den derlediği habere göre; Suudi Arabistan’da Vahhabi Müftüsü Muhammed El Arifi, Suriyeli muhaliflerinin uzun süredir savaştığı için cinsel ilişkiye giremediklerini ve militanların cinsel ihtiyaçlarını karşılamanın cennete gitmek için yerine getirilme- 20SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 si gereken bir görev olduğu yönünde fetva verdi. Önerilerde de bulunan Arifi ilk olarak muta nikahından bahsetti. Bir başka örnek, Radikal’in 20/03/2014 tarihli haberinde Meral Akşener, Rize mitinginde Suriyeli kız çocuklarının muta nikahı ile Türkiye’de evlilik yaptıklarını belirtti. Yine Radikal’in 09/03/2014 tarihli internet sitesindeki habere göre; Beşar Esad’la görüşmeye giden CHP heyetine, Esad muta nikahı ile ilgili şu bilgiyi verdi: ‘El Kaide’nin egemen olduğu bölgelerde muta nikahının inanılmaz bir sayıya ulaştığını, yaşlı ve yoksulların kızlarını bu yolla militanlarla nikahlayarak canlarını kurtardıklarını’ belirtti. Bu haberlerden de anlaşılacağı üzere, muta nikahı aslında Suriye’de yasak değildir. Sadece savaş ortamından kaynaklı olarak devletin burada denetimi zayıflamış ve artan evliliklerden pay alamamıştır. Muta nikahı ve Suriyeli göçmen kadınlar Mayıs ayında Mazlum-Der kadın çalışma grubunun hazırlamış olduğu kamp dışında yaşayan Suriyeli kadın sığınmacılar raporuna göre: ‘Urfa’da Eyyubiye, Yakubiye, Bağlarbaşı gibi semtlerde en çok duyum aldığımız konu, gizli ya da para karşılığı nikahlanma vakalarıdır. Çoğu imam nikahıyla az bir kısmı ise resmi nikahla evleniyor. Boşanmalarda yoğun bir artış var. Para karşılığı evlilikler yapılıyor.’ Aslında burada gizli ve para karşılığı diye bahsedilen nikah, muta nikahıdır. Çünkü bu evliliklerin çok uzun da sürmediği yine aynı raporda ifade edilmiştir. Çeşitli kaygılardan olsa gerek, muta nikahı terimi yerine imam nikahı terimi tercih edilmiştir. Yaygın bir şekilde gizli ve para karşılığı yapılan bu evliliklerde artış olması ve kısa süreli olması imam nikahının özelliklerinden değildir. Her şeyden önce imam nikahı gizli değil şahitler önünde kıyılır. Aynı raporda, yerel toplumla yapılan görüşmelerden ve çok eşli evlilik yapan kadınlardan elde edilen bilgilere göre; Suriyeli sığınmacı kadınlarla gayri resmi evlilikler yapmak isteyen erkekler ve sığınmacılar arasında komisyonculuk yapanlar türemiş. Bu evlilikler belirli fiyatların konuşulduğu bir sektöre dönüşmüş. Antep, Kilis, Hatay, Urfa ve Batman gibi sığınmacıların yoğun olduğu illerde bu evliliklere daha sık rastlanıyor. 2000-10000 TL arasında değişen fiyatlarla ve komisyoncular aracılığıyla Suriyeli kadınlarla evliliklerin yapıldığı, daha yüksek ücretlerin konuşulduğu istisnai örneklerin de mevcut olduğu belirtiliyor. Özellikle 1520 yaş arası kadınların tercih edildiği, ücretlerde kadınların yaşlarının, fiziksel özelliklerinin ve sağlık durumlarının belirleyici olduğu belirtiliyor. Aslında bu komisyonlarında yine şebeke ve çete olarak Suriye’deki muhaliflerle ortak çalıştıkları aşikardır. Buna karşın devlet henüz kılını kıpırdatmış değil. Bu durum, devletin bu pazardan örtük bir kazanç elde ettiğini gösteriyor. Böyle evlilikleri ticarete dönüştüren kişiler, Suriyeli kadınlarla evlenmek isteyenlere 250-500 TL arası komisyon karşılığı aracılık yapıyor. Ailelere de ortalama 20005000 TL başlık parası veriliyor. Komisyoncular Suriye’den tespit ettikleri kadınları alıp erkeklere ulaştırıyor. Alıcıları Suriye’ye geçirip kadınları orada gösterdikleri gibi, bazen de sınıra ya da Türkiye’ye kadınları getiriyorlar. Alıcıların beğenmesi durumunda anlaşıp imam nikahı kıyılarak kadınlar Türkiyeli erkeklere teslim ediliyor. Sınırdan bu kadar rahat bir şekilde geçiş yapıldığı düşünüldüğünde devletin payı da ortaya çıkıyor. Genellikle Kilis, Antep, Hatay ve civar illerden alıcıların olduğu, bununla birlikte Türkiye’nin her yerinden Suriyeli kadınlarla evlenmek isteyen erkekler, komisyonculara ulaşarak Suriyeli kadınlarla evlilik yapıyor. Raporda, Bursa’da görüşülen bir kişi, akrabasının Suriyeli bir kadınla evlenmek istediğini ve bir komisyoncu aracılığıyla evlendiğini anlatıyor. Komisyoncunun önce 7000 TL karşılığı 13 yaşında bir kız çocuğunu gösterdiğini ancak akrabasının daha büyük bir yaşta kadınla evlenmek istemesi üzerine MUTA NİKAHI21 4000 TL karşılığında 18 yaşında başka bir Suriyeli kadın için anlaştıklarını anlatıyor. Sığınmacı kadınlarla yapılan bu evliliklerin birçoğunun kısa sürdüğü, birden fazla sığınmacı kadınla evlenip boşananların olduğu belirtiliyor. Bu evlilikleri yapmaya zorlanan ya da zorunda bırakılan sığınmacı kadınlar, çoğu zaman evde yardımcı (hizmetçi) muamelesi görüyor. El Kaide’nin de içinde bulunduğu bir çok İslami cihat örgütlerinin kaçırdıkları kız çocuklarını ve kadınları, muta nikahı ile bir çok yerde pazarladığı artık herkes tarafından bilinmektedir. Eğer tarihte kadın sömürüsünden hatta sınıflardan bahsedeceksek önce kadınların sınıflaştığını kabul etmemiz gerekir. Bugün tarihte ortaya çıkan ilk sınıf olarak kadınlar görünür. Sınıflı toplumlarda sınıflar arasındaki uçurum derinleştikçe kadının da hem emek gücü hem de bedeni üzerindeki sömürü daha fazla derinleşir. Kimi dönemlerde ve bazı ülkelerde, kadın özgürlük hareketinin gelişimi hak alıcı bir temelde dursa da Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi kadın özgürlük mücadelesinin gelişmediği ya da sığ kaldığı ülkelerde sömürü katmerleşerek devam eder. İslamiyet’in cahiliye döneminde yasalaşan muta nikahı, kadın bedeninin alınıp satılmasının resmileşmesidir. Muta nikahının kadın bedeni üzerinde bir kira sözleşmesi olması, erkeğin kendi mülkü saydığı kadına istediğini yapma hakkını vermiştir. Her şeyden öte biz kadınların erkeğin mutluluğu ve şehvet duyguları için var olduğuna dair inancın kuvvetlendirilmesi, kadının insanlık dışı koşullarda yaşamasına neden olmaktadır. Üstelik bu durumun kimi ayetlerle de desteklenmesi durumu içinden çıkılmaz bir hale sokmaktadır. İslami duyguları yoğun olan kadınların sadece bu yüzden öğretilmiş kadınlık rolleri katmerleşerek devam etmektedir. Tarih boyunca kadınlar, sınıflı toplumlardan bu yana, hep var olan sistem için ne- sil üreten; erkeğin şehvet duygularını gidermenin bir aracı ve ucuz emek sömürüsünün vazgeçilmez bir parçası oldular. Kimi zaman kiliseye karşı gelen cadılar, kimi zaman ruhlarını şeytana satan varlıklar, kimi zaman da cinlerle ilişkiye girip insanoğlunu yoldan çıkaran oldular. Adem’in dünyaya sürülmesine neden gösterildiler. Bugün kadın denince eğer halen birilerinin aklında şeytan ve cadı figürü canlanıyorsa, kadın özgürlük mücadelesinin büyümesi ve gelişmesi gerekiyor demektir. Ataerkil toplumlarda kadınlar erkeklerin kaburgasından bir parça olarak kalacak ve yaşam hakları başta olmak üzere bedeni üzerindeki haklar da erkeğin himayesine bırakılmaya mahkum olacaktır. Sovyet devrimi ışığında ve devrimler tarihinde de görülür ki, biz kadınların mücadelede bir adımdan çok daha fazla öne çıkmak için sayısız nedenimiz var. Bizler, özgürlük mücadelemizde irademizi ortaya koyarken, erkek egemen sisteme karşı örgütlenirken kurtuluşumuzun sosyalizm ve komünizmde olduğunun bilinciyle hareket etmeliyiz. Elbette ki bu durum, Sovyetlerde kadın sorununun tamamen çözüldüğü anlamına gelmez. Ancak tarihe bakıldığında kadınların özgürleştiği dönemler, sınıf çelişkilerinin parçalanmaya başladığı dönemlerdir. Gerçek özgürlük ise sınıfların tamamen ortadan kalktığı dönem olacaktır. Çünkü toplumsal cinsiyet rolleri toplumun aydınlanması ile kırılacaktır. Toplumun aydınlanması, ezen ve ezilen arasındaki ilişkilerin insan yaşamından tamamen silinmesi ile olacaktır. Toplumsal cinsiyet rolleri ve ailenin kurumsallığı ancak o zaman ortadan kalkacaktır. Elbette ki asıl olan kadın özgürlük mücadelesinin hak alıcı özelliğidir. Ancak kabul edilmelidir ki toplumsal muhalefetin gelişmediği dönemler, kadın özgürlük hareketinin de ağır ilerlediği dönemlerdir. Buna rağmen bazı (Arap baharı) bölgelerde de toplumsal muhalefet yükselmesine rağmen kadın özgürlük mücadelesi geri kalmaktadır. 22SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 Bu durum, bu bölgelerdeki toplumsal cinsiyet rollerinin kalın çizgilerinden kaynaklıdır. Köleci toplumdan feodal topluma, feodal toplumdan kapitalist topluma kadar tüm sistemlerde kadın iradesinin yok sayıldığı, kadının ihtiyaçlara cevap olan araç olarak kullanıldığı, kadının sömürüldüğü ve toplumsal cinsiyet rollerinin güçlendirildiği her sistem, kadının tutsaklığını büyütüp pekiştirecektir. Toplumsal rollere karşı savaşma ve bu çizgiyi erkek egemen sistemden yani sınıflı toplumlardan kurtarma mücadelesinin ışığıyla büyütmek, biz sosyalist kadınların başat görevidir. KAYNAKLAR Nisa Suresi 24. Ayeti Işığında Müt’a Nikahı/ Prof.Dr. Mehmet SOYSALDI Muvakkat nikâh: Şahitler huzurunda belli bir süre için evlilik ifade eden sözlerle yapılan nikâha denir. SARA ROBER IŞİD’in Cinsel Zorbalığı ve Özgürlük İşte gördüğün gibi Savaştıkça özgürleşiyor kadın Savaş gülüm sıkı savaş Savaştıkça varız biz Savaştıkça severiz Beritan (Gülnaz Karataş) Emperyalist güçlerin ve onun bölgedeki sömürgeci uzantılarının Ortadoğu’da sürdüregeldiği, jeopolitikası, izlemekten bıktığımız kötü bir film gibidir. Sadece Ortadoğu’da değil; ulusal, kültürel, dinsel ve cinsel çeşitliliğin olduğu bütün bölgelerde aynı filmin senaryosunun emperyalist karargahların yeri sabitlenmiş durumda. Kapitalist düzenin sürdürülebilirliği bakımından “böl, parçala, birbirine kırdırt, yönet” politikası vazgeçilmezdir bu anlamda. Bu politikanın en güçlü dayanağı da kuşkusuz ataerkil toplumsal düzendir. Emperyalist ve sömürgeci ülkelerin Balkanlar’da, Afganistan’da Afrika’da ezilen halklara karşı yürüttüğü savaşın aynı zamanda kadın cinsine karşı bir savaş olduğunu en trajik sonuçlarıyla gördük. Sömürgeci savaşın kirli politikaları, halkları birbirine karşı kırdırtırken bunun organik bir bileşeni olarak kadınların bedeni, en vahşi yöntemlerle işgal edildi. Milliyetçilik, mezhepçilik ve cinsiyetçilik bu bakımdan kendini yeniden üretmenin zeminini buldu. Balkanlar’da binlerce kadın kamplara kapatılarak “ırkın arîliğini bozma” adına sistematik tecavüze uğradı ve hamile kaldı. Egemen ulusun erkeklerinin kendini kanıtladıkları alan sadece savaş meydanları olmadı, aynı zaman- 24SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 da kadın bedeni de savaşın bir alanı haline geldi. Bosna’da kamplarda köleleştirilen kadınlar, yüzlerce “tecavüz çocuğu”nu dünyaya getirdi. Savaş sadece kadının “an”larını değil geleceğini de bu şekilde ipotek altına almaya çalışarak ciddi travmatik sonuçları beraberinde getirdi. Afganistan ve Irak’taki emperyalist saldırganlığın kadınlar bakımından sonuçları bundan farklı olmadı. Emperyalist devletlerin tescilli demagogları Afganistan’da kadınları Taliban vahşetinden kurtaracağını dünya âleme pompalarken, gerçekte neyin olacağını tahmin etmek güç değildi. Zira kadın cinsinin köleleştirilmesinin bütün tarihinde sömürgeci savaşların cinsel politikasının özü değişmedi. Bundan dolayı Afganistan’da kadınlar emperyalist saldırıların sonucunda “özgürleşen” topraklarda, burkanın kafesinden dünyaya bakmaya devam ettiler. Dahası, Kuzey ittifakı gibi savaş baronlarının seks kölesi haline getirildi. Petrolün transferi bakımından stratejik konumdaki topraklar emperyalist güçlerin eline geçerken aynı şekilde kadın bedeni de el değiştirdi. Emperyalist saldırganlığın sonucunda kadınlar göç yollarına düşürüldü, çocuklarından koparıldı ve sonu bilinmeyen göç yollarında sistematik cinsel saldırılara maruz kaldı. Sonuçta, kadınlara “özgürlük” değil kölelik getirdi bu saldırılar. Irak ve emperyalist saldırganlığın hüküm sürdüğü diğer bölgelerde de bundan farklı durumlar yaşanmadı. Emperyalist ve sömürgeci devletlerin cinsel politikasının özünü, kadınlara karşı sistematik bir savaş oluşturuyor. Kadının köleleşmesinden bu yana işgal edilen topraklarda kadınlar “ganimet”in önemli bir parçası olmuştur. Köleleştirme politikası sadece işgal edilen topraklarla sınırlı değildir. Aynı zamanda egemen ulustan kadınlar da bu politikanın esiri haline getirilir. Zira, sömürgeci savaşların bütün kadınlar bakımından ortak nokta, ataerkil toplumsal düzenin güçlendirilmesidir. Tarihsel olarak değişmeyen bu fenomen bugün emperya- list kapitalist ataerkil sistemin cinsel politikasına yön vermektedir. Dahası bugün bakımından bu politikanın içeriği çeşitlendirilmiş cinsel saldırıların boyutu insanın insana yabancılaşmasının en dip noktasına işaret etmiştir. IŞİD emperyal vahşettir IŞİD faşizmi hangi zeminde doğdu ve güçlendi? Bu soruya verilecek yanıt, bu çeteci güruhun varoluşsal zeminini de ortaya koyar. İşin temeli olarak ‘Arap Baharı’ denilen devrimci sürece vurulan en büyük darbedir. Zira, emperyalizmin jeopolitikalarına ve yerli totaliter yönetimlere karşı halkların isyanı ve değişim talebi iyiden iyiye egemenleri korkutan bir fenomene dönüştü. Ortadoğu halklarında devrimci uyanışın başlangıç noktası olan ‘Arap Baharı’ Mısır, Tunus, Yemen Türkiye gibi ülkelerde kendi özgün niteliklerini ortaya koyarak spontane olarak doğrudan demokrasi örneklerini yarattı. Ezilen halklar ve sınıfların ayaklanması, birçok ülkede makyaj niteliğindeki değişimlerle bir nebze olsa dindirildi. Gerici müdahalelerle devrimci süreç tersine döndürülerek emperyalist devletlerin çıkarlarını temel alan yönetimler iktidarı devraldı. Mısır’da devrimci dalganın yönü Müslüman Kardeşlere çevrildi. Bu da tutmayınca generaller cuntası iktidara getirildi. Diğer ülkelerde bu bağlamda farklılıklar olsa da eski veya yeni statüko kendini tahkim etti. Ortadoğu’da devrimci sürecin en önemli dinamiklerinden biri kadınlardır. Kadınlar ayaklanmaların içinde yer alarak kapitalist-ataerkil sistemi sorgulamaya başladılar. Ortadoğu gibi ataerkilliğin güçlü olduğu bir coğrafyada kadınlar ekonomik, toplumsal ve siyasal statülerini sorgulayarak hak talep ettiler. Bu bağlamda kadınların özneleşmesi muazzamdı. Ne var ki “devrimi çalan” egemenler en fazla kadınlara saldırdılar. Kadınların değişim talebi tipik bir erkek işbirliğiyle bastırıldı. IŞİD’in cinsel zorbalığı ve özgürlük Ortadoğu’da oluşan devrimci durum, devrimci bir önderlikle buluşmadığında emperyalist politikaların ayak oyunlarıyla bir şekilde bertaraf edildiğini gördük. Ancak yine de ayaklanmaların bölge ve dünya ezilen hareketinin hanesine önemli deneyimler kattığı da açıktır. Ki bir sonraki uyanışta daha ileri nitelikte kalkışmaların olabileceğini bekleyebiliriz. Kadınlar bakımından ise Ortadoğu’da devrimci sürecin etkisi Rojava devrimiyle farklı bir niteliğe evrilmiştir. Suriye’deki son üç yılın gelişimi izlendiğinde, kadınlar bakımından Rojava’da cinsel devrimin inşası ataerkil sistemi sarsıcı niteliktedir. Bu, sadece kadınlar bakımından değil ezilen halklar ve dini inançların özgürce, bir arada eşitçe yaşaması bağlamında da geleceğimizi temsil etmektedir. Buna geçmeden “Arap Baharı” rüzgârının Suriye’de nasıl değişimler yarattığını görmek gerekir. “Arap Baharı”nın Suriye’de yaratığı sarsıntının özgün yanları dikkat çekicidir. Baas diktatörlüğünün baskıcı, yok sayma politikalarına karşı halkların değişim talebi, hem gerici hem de devrimci ögeleri açığa çıkarmıştır. Dahası, Baas rejimiyle çelişkileri olan NATO ülkelerinin Suriye’ye müdahalesi beraberinde getirmiştir. Bu bakımdan Özgür Suriye Ordusu denilen düzensiz gruplaşmalarla birlikte İslamcı örgütlere olabildiğince olanak sunulmuş ve IŞİD denilen güruh da bu zeminde var olmuştur. IŞİD, bu sürecin ürünü olarak palazlanmış emperyalist ve bölge devletlerinin politikasını sürdüren bir araç olarak fazlasıyla işlevli olmuştur. Bu bağlamda IŞİD’e silah temin edilmiştir. Ortadoğu’da “böl, parçala, yönet” politikası, IŞİD faşizmi eliyle yürütülmüştür. Burjuva ideologların IŞİD’i emperyalizme karşı ortaya çıkmış bir olgu olarak ele almaları at ile it izini birbirine karıştırmaktan başka bir şey ifade etmez. Zira, IŞİD’in yürüttüğü savaşın içeriğine ve politik yönüne baktığımızda bu demagojilerin hepsi çürüyüp gitmektedir. IŞİD’i emperyalizmin 25 bir antitezi olarak ortaya koyma girişimleri bu anlamıyla boşa düşmüştür. Dahası, IŞİD emperyalist politikalara karşı asimetrik bir savaş yürüten bir örgüt değildir. Çünkü emperyalist kurum ve yapılanmaları hedef almadığı gibi, emperyalist devletlerin bölgedeki tesisini yeniden kurmaya çalışan bir örgüttür. Bu bakımlardan “ılımlı İslam” projesinin bir ürünüdür. Bundan dolayı IŞİD’in hedef tahtasına halkların ve kadınların özgürlük savaşını koymaktadır. Örgütün Rojava’yı yok etmek üzerine kurduğu insanlık dışı savaşın da perde arkasında yine emperyalizmin ve başta Türkiye olmak üzere bölgedeki faşist ataerkil devletlerin planları vardır. Suriye’deki halk isyanını, ÖSO ve daha çok IŞİD gibi yapılanmalarla gericileştiren emperyalist kapitalist devletler, Rojava’da bambaşka bir gelişmeyle karşı karşıya kalmıştır. Rojava, emperyalist planlara darbe niteliğinde bir halk devrimi gerçekleştirerek Ortadoğu’daki statükoyu sarsmıştır. Kürt halkı “böl, parçala, yönet” politikasına karşı gerçekleştirdiği devrimle halkların, cinslerin, mezheplerin, farklı inanç grupların eşitçe bir arada yaşama ilkesini hayata geçirmiştir. PKK önderliğinde gerçekleşen devrim, halkların değişim istemini yeni bir nitelikte ortaya çıkarmıştır. Kobanê’de başlayan devrim, Batı Kürdistan’a yayılarak ve kantonların ilanıyla sıçramalı değişimin adı olmuştur. Rojava devriminin önderliğini yürüten PDY ve TEV-DEM, demokratik özerkliği hayata geçirerek doğrudan demokrasinin kanallarını yaratmış ve kurduğu komünlerle kaynakların eşitçe paylaşımını hedefleyen bir hatta ilerlemiştir. İlan edilen üç kantonla halk devriminin inşası yeni bir boyuta taşınmıştır. Ortadoğu çölünde bir vahaya benzeyen Rojava, tüm bu katettiği gelişmelerden dolayı elbette bölge egemenlerinin hedefinde olacaktı. Bundan dolayı da özsavunma gücünü oluşturarak geliştirmiştir. Bu anlamıyla, YPG/YPJ halka dayalı bir savunma stratejisi izlemiştir. 26SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 Karşı devrim ve devrimci cinsel politika Rojava devriminin gelişim dinamikleri, emperyalizmin ve bölgedeki faşist rejimlerin politik, ekonomik, taktik ve stratejilerini tehdit etmektedir. Dahası, değişim potansiyelini içinde taşıyan halkların, ezilen sınıfların kadınların yönünü Rojava’ya döneceği endişesini taşımaktadır. Burada önemli bir nokta ise bölgede truva atı rolünü üstlenen IŞİD çetelerinin yayılma politikası, Rojava devrimiyle engellenmektedir. Özellikle Rojava’daki kadın devriminin IŞİD gibi koyu bir gericiliğin tüm kimyasını alt üst etmektedir. Bu bağlamda IŞİD çeteleri en büyük savaşını kadınlara karşı yürütmektedir. IŞİD’in Rojava’ya yönelik saldırıları başta YPJ güçlerinin direnişiyle püskürtülmektedir. Karşılarında örgütlü cins bilinciyle hareket eden ve askeri yönde başarılı kadın savaşçılarla karşılaşan IŞİD’in her saldırı girişimi de hüsranla sonuçlanmaktadır. Bundan dolayı IŞİD, hem güç toplamak hem de kadınlara karşı savaşımını boyutlandırmak için Güney Kürdistan’daki halkları ve farklı inanç toplumlarını hedef almaktadır. Burada işgal ettiği toprakları yağmalayan IŞİD, Türkmen, Êzidî, Kürt, Şii erkekleri katlederken kadınları savaş ganimeti olarak kaçırmaktadır. Bu faşist güruh, insanlık dışı savaşını kitabına uydurmak içinde adeta İslamı iğdiş ediyor ve Kur’an’ı yeniden yazıyor. IŞİD çeteleri tarafından kaçırılan ve kurtulmayı bir şekilde başaran Êzidî genç kadının şu sözleri, bu soysuz güçlerin amaçlarını da özetler niteliktedir. “Bizleri; kadın, kız çocukları, erkek diye gruplara ayırdılar. Yine genç kadın ve kız çocuklarını güzel, çirkin diye iki gruba ayırdılar, diğerlerini de köle pazarlarında satmak için götürdüler. Kendilerine ayırdıkları kız çocukları ve kadınları tek tek evlere kapattılar. Çete üyeleri bu evlerde bunlara tecavüz ediyorlardı. Bunu da evlilik adı altında yapıyorlardı”* Diğer bir genç kadın E.A’nın şu sözleri ise mezhepçilikle, cinsiyetçiliğin birbirini nasıl güçlendirdiğine dair somut bir fikir vermektedir. “Bizi beşerli gruplar halinde evlere kapattılar. Zorla Müslüman yaptılar. Müslümanlığa geçmeyenleri öldürdüler. Bizleri kendi emirlerinden satın alarak birbirlerine hediye ettiler. Genelde on üç, on dört yaşındaki çocukları tercih ediyorlardı”* Burada E.A’nın söz ettiği “Muta” nikahı, tamamen anlık cinsel ihtiyacı giderme amacıyla yapılmaktadır. Zira, etimolojik olarak “muta” zevk ve haz anlamına gelmektedir. Muta evliliği (gerici evlilik de denebilir) bir erkekle evli olmayan boşanmış, eşi ölmüş ya da bekar bir kadının kendi aralarında sözlü olarak evlenmesidir. Ki bu evlilik süresi bir saatten doksan dokuz yıla kadar değişebilir. Esasında bu evliliğin süresi kısa olduğundan bu sözleşme de erkeğin kararıyla bitirilebilir. İslamın doğuş yıllarında bu evlilikten söz etmek mümkün değildir. Bu bakımdan muta nikahı, İslam’ın yozlaştırılmasıyla ve erkeklerin kadınlar üzerindeki tahakkümünü güçlendirmek amaçlı ortaya atılmıştır, uygulanmıştır. Yedinci yüzyıldan önce yaygın olan bu nikah, 2. Halife Ömer tarafından yasaklanmıştır. Ancak bugün IŞİD liderlerinin verdiği fetvalarla tekrar hortlatılmış ve içeriği de kendi çıkarlarına göre düzenlenmiştir. IŞİD çeteleri, kadın bedenini bu politikalarla işgal etmekte ve ataerkil sistemi güçlendirmektedir. Bundan dolayı da bu politikalara karşı çıkan ve kadın devrimini inşa eden Rojavalı kadınlara vahşice saldırmaktadır. Kadının özneleşmesine karşı verilen bu savaş, cins çatışmasının en yoğun halini yansıtmaktadır. IŞİD, işgal ettiği bölgelerde gelişimin yönünü tersine çevirerek kadın bedenini ve cinselliğini kontrol altına almaya yönelmektedir. Kadınların burka giymesini zorunu hale getirmekte ve kadınlara ev dışında bir yaşamı yasaklamaktadır. Dahası, Or- IŞİD’in cinsel zorbalığı ve özgürlük taçağdan kalma kadın sünnetini uygulamaya başlayarak kadını fiziksel bakımdan sakatlamaktadır. Pınar İlkerecan’ın şu sözleri bu bağlamda önemlidir: “İslami köktendinci akımlar, bu çabalarını kadın ve kadın cinselliği konusunda İslam’ın yeni ve son derece tutucu bir versiyonunu oluşturarak ya da tarihte yalnızca küçük topluluklarda rastlanan ve İslam’la hiçbir ilgisi olmayan bazı örf ve adetleri, İslam’a mal ederek ve bu tip uygulamaların daha çok bu tip adetlerin hiç görülmediği çeşitli Müslüman toplumlarına yayarak sürdürüyorlar”* IŞİD, İlkerecan’ın tespitini aşan bir pratik ortaya koyuyor. Örneğin Müslüman olmayan toplumları da zorla Müslümanlaştırarak bu uygulamalara tabi tutuyor. Örneğin, cariyelik kurumu tarihin tozlu sayfalarından alınıp güncelleştiriliyor. Kaçırılan Êzidî, Türkmen ve Şii kadınların şu anda cariye olarak pazarlarda kimlere satıldığı bilinmemektedir. Bu anlamda 21. yüzyılın kayıp kadınlarıdır onlar. IŞİD’in cinsel politikasının özü de, kadınların bir bütün olarak yaşamdan silinmesidir. IŞİD’in cinsel zorbalığına karşı Kürt kadınların direnişi ve savunma gücü, yaşama dönmenin ve kadın devriminin yarattığı kazanımları korumanın en önemli güvencesidir. Nihayetinde Êzidî halkına yönelik saldırıları engelleyen YPJ ve YPJ-STAR güçleridir. IŞİD vahşetinden kaçarak Şengal Dağı’na sığınan Êzidî halkını kurtarmak amacıyla YPG, HPG, YPJ ve YJA-STAR güçleri seferberlik ilan etmiş ve IŞİD kuşatmasını yararak bir yaşam koridoru açmıştır. Ve bu koridordan kadın ve çocukları kurtararak dünya devrim tarihine adlarını yazdırmışlardır. Gerilla kadınların Êzidî kadınlarla kadın özgürlük tarihine geçecek ve kadın dayanışması bakımından önemli bir örnek teşkil edecektir. IŞİD’in ve onun beslendiği ataerkil toplumsal düzenin, kadınları birbirinden koparma ve yabancılaşmasına karşı 27 bu durum bir bilinç sıçramasıdır da. Dahası, Êzidî kadınlar belki yıllarca kaybedecekleri gelişim düzeyini çok kısa sürede edinerek YPJ’ye katıldılar. Genç kadınlar IŞİD’e karşı savaşmanın gücünü elde ederken özgürlüğe giden biricik yolu buldular. Bu gelişim, Rojava’daki kadın devriminin bilinç ögelerinin bölgeye yayılarak genişlediğini göstermektedir. IŞİD faşizmi, Güney Kürdistan’da bir direnişe çarpmıştır. Bundan dolayı da bu direnişin beslendiği Rojava devrimi bakımından önemli bir noktada duran Kobanê’ye saldırdı. Rojava devriminin öncü gücü kadınlar olduğu için Kobanê savunmasında yine kadınlar en önde durmaktadır. Puşkin, 2. Dünya Savaşı’na katılan Sovyet kadınlar için şu soruları sormuştu: “Asil bir ailenin genç kızına, yuvasını terk ettiren, karşı cinsten vazgeçiren, erkekleri bile ürküten görevler ve sorumlulukları kabul ettiren ve O’nu Napolyon’un çarpıştığı savaş alanları kadar dehşet içeren alanlara iten neydi? O’na bütün bunları göze aldıran şey neydi” Hiç kuşkusuz ki, Puşkin’in sorusunun yanıtı Sovyet kadınlarının kazanımlarında saklıydı. Kadınlar, tarihsel olarak hiç sahip olmadıkları haklarını zorlu bir mücadeleyle kazandılar. Aynı şekilde YPJ’li kadınların direnişinin özünde de bu gerçek vardır. Hatta bundan daha fazlası. Zira kadınlar, tarihte bir ilke imza atarak kendi savunma gücünü oluşturdular ve devrimin öncü gücü haline geldiler. Dahası, yüzyıllardır işgal altında olan topraklarını özgürleştirerek bir statü elde ettiler. Tüm bunlar kadınlarda muazzam bir cins bilinci geliştirdi. Kobanê’de IŞİD faşizmine “No Pasaron” diyen gücün altında, Arîn Mirkan’la zirveleşen bu bilinç yatmaktadır. Kadınlar bir devrimi ilmek ilmek örerken, hem bölge egemenlerinin cinsiyetçi politikalarıyla hem de bulundukları kurum ve yapılanmalardaki erkek egemen anlayışla mücadele etmektedirler. Bu bakımdan ka- 28SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 dınlar özgürleşme yolunda adımlar atmaya başladığında egemen erkeği bulmuşlardır. Zira, kadının toplumsal olarak özneleşmesi durumunda erkek, egemenliğinin yıkılacağından korkar ve karşı cinsi kendi çizdiği sınırlara hapsetmeye çalışır. Yaşamın bir bütününde erkeği yöneten bu bilinçtir. Rojava’daki kadınlar öncelikle kendilerine de öğretilmiş olan bu bilinçten kopuştular. Bu bağlamda pozitif ayrımcılık ilkesini her alanda kabul ettirdiler. Özellikle ataerkilliğin güçlü olduğu Batı Kürdistan’da bu mücadelenin zorluğu, kadınların katettiği mesafeyi daha da görünür kılmaktadır. Bu bakımlardan Kürt kadını köyünden dışarı çıkamayan, yaşamının büyük bir kısmını ahırlarda hayvanlara bakarak, tarlada çalışarak geçirmekteydi. Diğer kalan zamanda ise çocuk doğurup bakmaktaydı. Ve kadınlar daha çocuk yaşta evlilikle tanışmaktaydı. Aile içinde fiziksel, psikolojik ve ekonomik şiddete uğramaktaydı. Bu toplumsal gerçeğin cenderesinden çıkan Kürt kadınlarının özgürleşme serüveni de çok önemlidir. Rojava kadın devrimi, bu toplumsal temele saldırarak inşasını sürdürmektedir. Nesneleştirilen kadına karşı özneleşen kadın hakikati tüm yerleşik öğretilmişlikleri de alt üst etmektedir. Rojava’daki kadın devriminin inşası kurumsallaşmasını tamamlayarak ilerliyor. Hukuk, eğitim, cinsiyet eşitlikçi temelde ele alınıyor. SAMER araştırma ekibiyle Cezirê kantonunda inceleme yapan Nazan Üstündağ’ın şu saptaması çarpıcıdır: “Cezirê’de, demokratik özerkliğin yarattığı mucizeyle karşılaştık. Eğitim, adalet, öz savunma, ekonomik ve cinsiyet ilişkilerinin kısacık bir zamanda halk gücüyle nasıl gerçek anlamlarına kavuştuğuna tanıklık ettik.”* Rojava’da kurulan kadın akademileriyle bilginin üzerindeki erkek tekeli de ortadan kaldırılmaya başlanmaktadır. Akademilerde birçok alanda ders alan kadınlar, bunu pratik yaşamda hayata geçirerek farklı alanlarda yetkinleşiyorlar. Kadına yönelik şiddete karşı mücadelelerini daha somut zeminde yürüten kadınlar, Batı Kürdistan’da sıkça yaşanan taciz, tecavüz, erken evlendirilme, çok eşlilik gibi toplumsal olgularla mücadele ediyorlar. Bu bakımdan hem kadın dayanışmasının en güzel örneklerini ortaya koymaktadırlar hem de mücadelelerinin siyasi, ideolojik ve ekonomik ayaklarını örüyorlar. Kadınlar, özsavunma alanında da önemli bir ilerleme kaydettiler. Öncelikle YPJ’yle ayrı bir örgütlenme oluşturarak özsavunmadaki oranlarını artırdılar. Savunma gücünün %40’ını oluşturan kadınlar, savaşın lojistiğinde değil en aktif cephelerde yerlerini aldılar. Kadınların ayrı bir özsavunma gücü oluşturması klasik ordulaşma anlayışının dışına çıktığını gösterir. Bu, aynı zamanda yerleşmiş erkek egemen ordu anlayışına karşı bir itirazdır. Zira var oluşundan bu yana ordular erkek karakterli olmuştur. Bu bakından savaşta erkekler arasında süren bir pratik olarak ele alınmıştır. YPJ, bu yerleşmiş düzene karşı çıkışını savaş pratiğiyle de ortaya koymuştur. YPJ’nin bu karşı çıkışın özü, ezilen halkların yarısını kadınlar oluşturduğu ve sadece ezilen halk değil ezilen cins olmalarından kaynaklı da savaşın özneleri olmaları gerektiğidir. Bu yaklaşım, Rojava’daki devrimin niteliğini tamamlamakta ve aynı zamanda toplumsal ve kültürel değişimi beraberinde getirmektedir. Elbette buradan itiraz yükselip emperyalist ordularda da kadınların varlığı öne sürülebilir. Ancak bu ordularda yer alan kadınların militarize edilerek erkeğin karakterine yakınlaşarak onun tarzıyla kendilerini var ettikleri çok açıktır. YPJ bunun tersine, cins bilinciyle hareket etmektedir ve savaşta kadın tarzını yaratmaktadır. En önemlisi ise özgürleşen kadın gerçeğinin bir ayağının oluşmasıdır. YPJ’li kadınlar bakımından bir farklılık da özneleşme mücadelesinin geçici bir yan taşımamasıdır. Örneğin 2. Emperyalist Pay- IŞİD’in cinsel zorbalığı ve özgürlük laşım Savaşı’nda birçok ülkeden kadın, Nazi faşizmine karşı kitlesel olarak antifaşist mücadeleye katıldılar. Ancak gerek komuta düzeyinde gerekse de savaşın ön cephesinde yer alma noktasında çok da ileriye gidemediler. Dahası, faşizmin yenilgisinden sonra kadınlar büyük oranda eski rollerine geri döndüler. Rojava, tarihsel derslerin ışığında kadınlara yeni bir ufuk açıyor bu anlamda. Komutan düzeyinde erkeklerle eşit konumda yer alırken, savaşın ön cephesini kadınlara kapatan erkek egemen bariyerleri bir bir yıkıyorlar. “Kadınların öfkesi sınırları aşıyor” mu? IŞİD’in kadınlara karşı savaşıma karşı YPJ güçleri tarihte eşine az rastlanır bir direnişle yanıt vermektedir. YPJ ve Rojava’daki kadınlar, gerçekleştirdikleri devrimi ve bunun inşa çalışmalarını büyük bir özveriyle ezilen kadın cinsi adına sürdürüyorlar. Bu bakımdan Rojava’daki kadın devrimi aynı zamanda tüm dünya kadınlarının devrimidir. Bölgedeki kadınların kazanımı, kadın özgürlük mücadelesini ileriye taşıyacak katalizördür. Kadının ikinci cins konumuna karşı mücadele dinamikleri bakımından yol gösterici bir niteliğe sahiptir. IŞİD faşizmi bu noktaya saldırmakta ve ileriye giden kadın özgürlük hareketinin yönünü tersine çevirmeye çalışmaktadır. Hem dünya demokratik kadın hareketinin hem de bu mücadelenin Türkiye bileşenlerinin Rojava kadın devrimini ne kadar algıladıkları, IŞİD saldırılarına karşı ortaya koydukları mücadele pratiğiyle ortaya çıkmaktadır. Öncelikle burada, Rojava kadın devrimine katılım sağlayan ve bunu kendi devrimi olarak gören MLKP’li kadınlara özel vurgu yapmak gerekir. Zira devrimin ilanından bu yana Rojava’da gerek inşa çalışmalarında gerekse de özsavunma birliklerinde mütevazı bir güçle yer alan MLKP’li kadınların, bu pratiği kadın özgürlük mücadelesini ileriye taşıyan bir niteliğe sahiptir. MLKP’li kadın- 29 ların pratiğinin genelleşerek tüm kadın hareketine yayıldığı söylenebilir mi? Dünya kadın hareketi bakımından bir tepkisizlik söz konusudur. Kuşkusuz bu tepkisizlik kadın dayanışması bakımından olumsuz bir tablo ortaya koymuştur. Dahası, enternasyonal mücadeleye en çok sarılması gereken kadınlar iken ortaya çıkan tablo bu bakımdan da sorunludur. Bu, aynı zamanda Rojava’da inşa edilen kadın devriminin kadın özgürlük mücadelesi bakımından çok önemli bir kazanım olduğu gerçeğini kavramamak anlamına gelir. Dahası Şengal’de ve diğer bölgelerde kadınlara yönelik tecavüz, esasında tüm dünya ezilen kadınlara yönelik bir cinsel saldırıdır. Bu saldırıları yanıtsız bırakmak, kadın özgürlük mücadelesini geriletmektedir. Bu bağlamda kendini özgürleşme mücadelesinin içerisinde gören her kadının, IŞİD faşizmi karşısında bir duruşu olmak zorundadır. Bu duruş, somut eylem planlarıyla hayata geçmediğinde kadınların özneleşme süreci de sekteye uğrar. Türkiye’deki demokratik kadın hareketi, Rojava’ya yönelik sistematik olarak yapılan saldırılara bir tepki ortaya koysa da bu pratik gerektiği ölçüde olmamıştır. Aramızdaki mesafe çok uzun değil, Rojava’daki kadın devrimi bir adım ötemizde inşasını sürdürüyor. Oradaki gelişimi, iletişim olanaklarıyla anbean takip edebiliyoruz. Gerek Rojava devriminin kadın önderleri gerekse de YPJ’de yer alan kadınlar, devrimin gelişim seyrini ziyadesiyle anlatıyorlar. Ve kadın özgürlük mücadelesi bileşenlerinden beklentilerini ortaya koyuyorlar. Bu bağlamda, IŞİD çetelerinin amaçlarını tüm berraklığıyla dillendiriyorlar. Bugün Êzidî Kürt kadınlarına yönelik saldırılarla ve Kobanê kuşatmasıyla, IŞİD’in “erkek emperyalizmi” en doruk noktasına ulaşmaktadır. Bu bağlamda kuşatma altında olan geleceğimizdir. Nasıl ki, Kürt kadın devrimi Batı’da bir dinamik yarattıysa, Rojava kadın devrimi Batı’ya yansıyacakları bakımından bundan daha ilerisini temsil et- 30SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 mektedir. Rojava’da kadınların her kazanımı Batı’da kadınların yolunu açacak bir etkiye sahiptir. Bu gerçekler ışığında, Türkiye’deki kadın hareketi elbette dünya kadın hareketi kadar tepkisiz kalmamıştır. Barış İçin Kadın Girişimi’nin eylemleri, Şengal’deki kız kardeşlerinin yalnız olmadığını hissettirmiştir. Dahası bu pratikler, Kobanê’de dişe diş savaşan hemcinslerimize güç vermiştir. Ancak IŞİD’in cinsel zorbalığının çapına ve derinliğine bakıldığında bunu karşılayan bir pratikten söz etmek ne yazık ki zor. Özellikle Türk devletinin IŞİD çetelerine verdiği askeri, lojistik destek tamamen deşifre olmuşken, kadınların bu halkadan daha güçlü tutamaması kadın mücadelesinin pratiğini sorgulatır düzeydedir. Türk devletini durduracak gücümüz yok muydu? Kadına yönelik şiddete karşı ortaya konulan pratik ve kazanımlar esasında bu gücün var olduğunu söylüyor. Bu durumda, sorgulan- ması gereken IŞİD’in saldırılarının kadın mücadelesine vurduğu darbeyi ne kadar dikkate alıp almadığımız gerçeğidir. Şunu unutmamak gerekir ki, Rojava’daki devrimci kadınlar ölümüne direnişle kazanmalarını koruyacaklardır. Dahası bu direniş şimdiden kadının özgürleşme tarihinde yerini almıştır. Fakat bununla birlikte, Rojava’daki kadın devriminin ışığı tam olarak Türkiyeli kadınların üzerine yansımayacaktır. Bu durumu tersine çevirmenin yolu; bu aydınlık yolu, işçi emekçi genç kadınlara anlatabilmek ve onları bu mücadelenin parçası haline getirmektir. Barış mücadelesinde özneleşmenin koşulu budur. KAYNAKLAR *Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik, Sf.14 *Gündem Gazetesi, 8 Eylül 2014 *Gündem Gazetesi, 3 Ekim 2014 MUKADDES E. ÇELİK Kobanê’de Ölümsüzleşen Kadınlar KADIN DEVRİMİNİN NEFERLERİ Arin Mirkan ve Kader Ortakaya, Kobanê direnişinin simge isimleri olarak tüm insanlığın belleğine kazındılar. Arin, güneş yanığı yüzü ve ağız dolusu gülüşüyle, Kader ise başındaki siyah beyaz puşisiyle gözlerimizin önünde parlayan birer ışık seli. Hevi Ani ise "Kobanê şehitleri unutulmasın" başlıklı bir yazıda karşıma çıktı. O nedenle onu da Arin ve Kader için yazacağım bu yazıda yerini alacak. Biz adını Arin Mirkan olarak bildik ama YPG'nin açıklamasından gerçek adının Dilar Gencxemîs olduğunu öğreniyoruz. Afrinli Kürt yurtsever ailenin çocuklarından biri. Çok genç yaşta yurtsever harekete katılan Arin, Rojava devrimi başladığında üç kardeşiyle birlikte anne ve babasına veda ederek savaşa katılır. O gün bugündür savaşta olan Arin, kadın savunma gücü YPJ'nin de kurucularından biri. Şehit düştüğü Miştenur Tepesi'nde ise komutan. Bir savaş komutanı olmanın sorumluluğuyla donanmış Arin, çarpışmanın en kritik anında komuta ettiği yoldaşlarına, biraz geri çekilme talimeti verirken kendisi tepeyi ele geçirmeye koşan IŞİD çetesine doğru koşuyor ve bedenine yüklü patlayıcıları ateşliyor. Kendisiyle birlikte onlarca IŞİD'çi de havaya uçuyor. Böylece Arin, düşmanın yürüyüşünü bir an olsun geciktirmeyi ve yoldaşlarının geri çekilişini kolaylaştırıyor. O anda Stalingrad'ı savunmak için tanklara bedenleriyle barikat olan Sovyet savaşçılarının, Madrid'e giden köprüleri uçuran enternasyonal savaşçıların ruhunu ve ideallerini yaşatan Arin, en çok da, Lübnan'da İsrail Birliği'nin üstüne patlayıcı yüklü arabayı süren Filistinli Sena Meidli'dir. Yine 32 de Arin'in o kritik çarpışma anındaki eylemine koyabileceğimiz en doğru ad; "ÖNCE BEN ÖLMELİYİM" olmalı. Çünkü o, komutası altındakilerden önce kendini feda eylemine atmıştır. 1996 ölüm orucundaki Hüseyin Demircioğlu gibi, önce ben olmalıyım, deyip koşmuştur ölümün üstüne. Tarih 5 Ekim ve o gece orada ölüme koşan biri de Paramaz yoldaşımızdır. Demek ki Arin ile Paramaz ölüme de yoldaş oldular. Arin'in ardından bir bildiri yayınlayan Kürt kadın yoldaşları, "Direnen Kürt kadının son sözü söylenmemiştir" diyerek, Arin'in eyleminin bir çağrı olduğuna vurgu yapıyorlar. Kadın devrimiyle bütün Ortadoğu'yu, Türkiye'yi ve giderek her yeri sarsan Kürt kadın güçleri siyasetin ve silahlı savaşın merkezindeki konumun geliştirilmesine de işaret etmiş oluyorlar. Arin Mirkan bunda da özel bir rol oynamış oluyor. Arin Mirkan adı dünyada yayılırken Türk sömürgeciliğini korkutuyor da. Bitlis valiliği, Hizan'da Arin Mirkan Gençlik Kültür Merkezi'ne, Arin'in Ermeni adı olduğu gerekçesiyle izin vermeyeceğini söylüyor. Kürtçeye alışmaya(!) başlayan Türk sömürgeci zihniyet, Ermeniceyi baş düşman derecesine yükseltmiş bulunuyor. Oysa Kürt isyanıyla birlikte Türkiye'de ve Ortadoğu'da çok şey değişti. Hrant'ı öldüren devlete inat bu topraklardan, "Hepimiz Hrant'ız" sesi yükseliyor. Ve Kobanê'ye koşan genç kadın ve erkekler Ermeni, Kürt, Arap ve Türk adları bir arada kullanıyor ve kardeşlik savaşını buradan da yükseltiyorlar. Eğer adını bu bilinçle seçtiyse -ki, böyle olduğunu düşünüyorum- Paramaz'la siper yoldaşlığı da yeni bir yol açmıştır. Halkların kendileri, türküleri gibi insan adları da kardeştir. Tarihin tekerleği geriye doğru dönmüyor. Sömürgeci bürokrasinin Arin'in adını taşıyan Merkez'e karşı çıkmasının ikinci gerekçesi şöyleymiş; bombayla kendini patlatan insan örnek olamaz! İnsanın, başkalarının hayatını kurtarmak, yurdunu savunmak için, insan onurunu korumak için kendi be- SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 denin, ateşe attığı sayısız örnekle dolu tarihimiz. İRA'lı yurtseverlerin savaşını, Bobby Sands'ın ölüm orucunu unutmadı insanlık. Aynı zamanda tarihin en kirli sömürgeciliğini sürdüren İngiliz emperyalizmini de unutmadı. Bobby onurlu yerinde duruyor, Teatcher ise tarihin çöplüğünde. Dörtler'in feda eylemini, 5 No'luyu ayağa kaldırışını da unutmadık. Yani aslında sömürgeci bürokrasi Arin Mirkan'ın ölümüyle de bir savaş çağrısı olduğunu çok iyi bildiği için karşı durmaya çalışıyor. Adının, insanlardan başka kurumlara da verilerek yaşamasını, yayılmasını önlemeye çalışıyor, kara propaganda yapmaya çalışıyor. Boşuna, hem Arin'in adı hem çağrısı hızla yankılanarak yayılıyor. Biz bu taktiği, Yasemin Çiftçi'nin şehadetinde de gördük. Gençleri, onun parçalanan bedeninin görüntüleriyle korkutup savaş çağrısından koparmaya çalışmışlardı. İşe yaramadığı Kobanê'nin çağrısına koşanlardan belli, Yasemin'in yoldaşlarının siperlerde yer alışından belli. Önce kadınları vurun Kader Ortakaya, Arin’in Kobanê’de savaştığı haftalarda sınırdaki nöbetçilerden biriydi. Savaşın en yakın cephesinde insanlık için direniş saydığı Kobanê’ye destek olmak için gitmişti. Günlerce nöbet eylemlerinin en önünde, tüm insanlık için Türkiye’den Avrupa’ya tüm insanları savaş bölgesine çağırdı. Yaptığı televizyon görüşmelerde kendini, eylemini anlatırken yeni yeni genç insanları aydınlattı, Kobanê’nin çağrısını duyurdu. Bu eylemi, içinde yeni bir bilinç sıçraması ile eylemini yüksetmeye, savaşın orta yerine gitmeye karar verdi. Bunda muhakkak Arinlerin feda eylemleri önemli bir rol oynadı. Ailesine veda mektubunu yazdığında bu yeni düzeyini, tam bir enternasyonal devrimci bilincini yansıtıyordu: “Ben Kobanê’deyim. Bu savaş sadece Kobanê’de yaşayan insanların değil, hepimizin savaşı. Bende çok sevdiğim ailem ve tüm insanlık için bu savaşa katılıyorum. Eğer bu KOBANÊDE ÖLÜMSÜZLEŞEN KADINLAR savaşı kendi savaşımız olarak görmezsek, yarın bombalar bizim evimize düştüğünde yalnız kalırız. Bu savaşın kazanılması bu yoksulların ve sömürülenlerin de kazanmasıdır. Ben bu savaşa katılarak, aileme ve tüm insanlığa memur olmaktan daha çok fayda sağlayacağıma inanıyorum.” Yerel olanla enternasyonal olanı, bugünkü siyasal sorunla gelecekteki sosyal kurtuluşun nasıl da bir arada Kobanê’deki savaşın konusu olduğunu anlatan Kader, seçtiği yolun olası sonuçlarından birinin ailesinin üzerindeki yıkıcı etkisinin de bilincinde. Onlara bu konuda da yol göstermeyi ihmal etmiyor: “Sizi üzdüğüm için bana belki kızacaksınız ama haklı olduğumu er ya da geç anlayacaksınız.” O da Bobby Sands gibi, ailesini yanında görmeye çalışıyor. Ve olası tehlikelere karşı uyarıyor: “Beni bulmaya çalışmayın. Size bu mektubu yazmamın en önemli sebeplerinden biri de beni arama yollarına düşüp yorulmanızı, yıpranmanızı istemeyişimdir. Döndüğümde hapse girmemi, hapishanede işkence görmemi istemiyorsanız sakın polise ya da devletin herhangi bir kurumuna başvurmayın. Eğer böyle bir şey yaparsanız bundan hem ben hem ailem hem de bütün arkadaşlarım zarar görecektir. Benim için bir şey yapmak isterseniz mücadelemi sahiplenin. Ben gelene kadar mücadelemi size emanet ediyorum.” Mektubundan, ilaçlarını alabilmesi için burs kartını annesine gönderirken ne kadar da insani duygular içinde hareket ettiğini öğreniyoruz. Ve sonra bir kadın devrimci olarak Kader Ortakaya, bütün her şeyi bırakmış olmanın rahatlığıyla, sanatçıların sınır nöbetinin yarattığı uygun anda 60 kişilik savaş gönüllüsü grubuyla yönünü Kobanê’ye dönerek sınır çizgisini aştı. Başında puşisi vardı yine. O anda grubun içindeki tek kadındı ve sınırdaki eyleme saldıran askerlerden bir çavuş onu seçti, başının arkasından hayatını sona erdiren tek kapsülü fırlattı. “ÖNCE KADINLARI VURUN!” talimatını biliyor olmalı sömürgeci rejimin çavuşu, antiterör timinin. 33 Kader vurulduğu yerden hastaneye kaldırıldı ama kurtarılamadı. Ailesi Suruçlu idi ama o kadınların omuzlarında İstanbul’da toprağa verildi, başucunde devrim antları içildi. O’da Kobanê şehidi olarak devrim tarihinde yerini aldı. Onun için açılan taziye çadırına bile saldıran devlet, Kader’in çağrısının yayılmasını önlemeye çalışıyordu. Ama öyle olmadı. Paramaz, Kobanê’de ölümsüzleşirken nasıl arkasında kalan herkesi derinden etkiledi, durumlarını sorgulamaya sürüklediyse Kader Ortakaya da aynı şeyi başardı. Yüksek lisans öğrencisi olduğu Marmara Üniversitesi’nde hocaları ve arkadaşları duygu ve düşüncelerini şöyle açıkladılar: “Sözün bittiği ve hayatın bu denli ağırlaştığı bu noktada yüreğinin genişliği ile bize ışık tutacak yarınlara senin adına merhaba diyoruz… Seni uğurlamıyoruz… Seninle büyüyen bu yaşam ateşini kucaklamaya çalışıyor ve cesaretine ortak olmaya çalışıyoruz.” Bu bir onurdur, 28 yaşındaki Kader’in hayatının noktalandığı yerde insanlık adına savaşın onuru yükselmekte, Kobanê’de direniş zafere doğru evrilirken ölümlerinin hiç boşa olmadığını bir kez daha anlaşılır kılıyor. Hevi Ani’ye gelince, dediğim gibi adına, Kobanê şehitleri arasında rastladım. O da 22 yaşında genç bir üniversiteli kadın. Erzurum-Karayazı-Dengiz Köyü’nde doğmuş. TC nüfus idaresinin verdiği kimlikte Gönül Sümbül kaydı düşülmüş isim soyad yerinde. Ailesi İstanbul’a doğru göç yollarına düştüğünde o da hayata burada karışmış, eğitim hayatını üniversiteye kadar getirmiştir. Ancak o zaman mücadelenin ateşine atılma sırasının geldiği anlaşılıyor. Annesi Besna Sümbül, 2012 yılının yaz aylarında, bir gün kızına “Sanki gittikçe okumaktan soğuyorsun” demiş. Hevi’ye geçiş aşamasındaki Gönül, annesine, adeta Kader’in sözcüklerini kullanarak “Anne yanlış anlama. İnsanlık için değerli olan ne varsa ben onun için mü- 34 cadele edeceğim” diyor ve kavganın ortasına doğru yola çıkıyor. Artık Hevin Ani’dir o. Yani, savaş bölgesi yurduna döndüğü gibi özüne, Kürt kimliğine adıyla da dönüş yapıyor. Sömürgeciliğin bütün izlerini sileceği gibi insanlığın bütün değerleri için savaşa atılma onurunu kuşanmış olacaktır. Bunu bir işaret fişeği saymak gerekiyor. Sömürgeciliğin bütün kiri ve pasıyla yüzleşmek ve arınmak, kadın hareketinin demokratik çözüm ve barış mücadelesi cephesinde de güncel bir görev sayılmalı. Sevgili Hevin’in yaşam öyküsünü tamamalayacak bir iz bulmak gibi, anısını yaşatmak da kadın hareketinin bir görevi olarak önümüzde duruyor. Adını anmadıklarımız, anamadıklarımızla birlikte düşünürsek sıcak savaş alanlarında kadınların en önlerde görünmesi bir tesadüf değil; öncelikle bu topraklarda 30 yıldır süren Kürt ulusal devrimine paralel ve onun içinde gelişen kadın devriminin yeni sonuçları. Kadın devrimi, kapitalist sömürgeci Türk devletine ve düzene başkaldıran Kürt halkının kadın bölüğünün, tutuklu ya da gerilla yakını olmaktan başka doğrudan savaş alanlarına, dağa çıkıp savaşın toplumsal temelini genişletmesiyle somutlaşmaya başladı. 5 bin yıllık erkek egemen düzenin kurulduğu merkez Mezopotamya-Ortadoğu, bu egemenliğin yıkılışına da ilk tanık olunan yer olacak bu gidişle. Ulusal sınırları aşmaya en yakın Kürt halkı savaş içinde geldi. Kürt kadını da toplumsal cinsiyet sınırlarını ilk yıkan güç oldu. Savaştan ve siyasetin yönetiminden binlerce yıldır uzak tutulmuş kadın cinsin bu iki alanda erkek tekelini kırarar merkeze geldiği an, 30 yıllık savaş içinde uygun koşulların doğuşuyla oluştu. Savaş içinde cins bilinciyle buluşmak ve kadını özel olarak her alanda ayrı/erkekten bağımsız örgütleme düzeyine yükseltmek, bugün Rojava kadın devrimi ve Kobanê direnişine can veren tarihsel toplumsal ana etmendir. Son 30-35 yıl Kürt kadın hareketinin başarılarına taihsel tanıklık zamanı. Ama aynı zamanda 80’lerde bu coğrafyada boy SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 verebilen ikinci feminist hareketin ve sosyalist-devrimci kadın hareketinin bileşik kaplar misali birbirini etkileyip geliştirdiği zaman. Feminist kadınların Kürt isyanını, yankısıyla barış ve kadın dayanışması çizgisinde buluşması ile sosyalist kadın hareketinin bu elverişli ortamda cins bilincini kuşanarak kadın devrimiyle özgürleşerek siyasetin merkezine yürüyüşü, kavganın bütün cephelerinde hissedilmiştir. Eğer sosyalist saflardan savaşın silahlı alanlarına akış hızlanmışsa ve bugün Kobanê’de, Rojava’da kadınlar savaşıyorsa, Kürt yurtsever kadın direnişine omuzdaş olunuyorsa, bu bölge çapında yükselmekte olan kadın devriminin doğrudan ürünüdür. Kader Ortakaya, Kobanê’de insanlık için savaşmaya gidiyorsa, Yasemin, Batı’da savaş düzenine giriyorsa bu kadın devriminin ürünüdür. Gönül Sümbül, Hevi Ani olup yurdunu savunmaya gidiyorsa, bu sadece yurtseverlikten değil, kadın bilinci ve kadın devrimiyle yerini değiştirmiş olmasındandır. Arin ise gözünü yurt savaşına açmıştı ama onu YPJ kuruluşuna katan ve savaş alanında komuta görevine yükselten Kürt kadının kendi devriminin ateşiyle yoğrulmasındandır. Bugün Rojova devrimini var eden ve yaşatma insiyatifi gösteren kadınlar, Kobanê direnişinin de başını çekiyorlar. Kobanê’de sadece YPG yok, yanıbaşında YPJ var. Oralarda eşitlikçi, çok dilli, çok kültürlü, adaletli bir hayat yükseliyor. Bu hayatın kurucuları ve savunucuları kadın aklının, iradesinin ve insiyatifinin içinde. 20. yüzyıl devrimleri yenilgiyle dönemi kapattılar ama deneyimlerinin devrimci eleştirisinden kadın devrimleri yükseliyor. Kürdistan, Türkiye ve tüm Ortadoğu kadın devrimlerin en ileri yatağı ve keşif kolu. Yaşadığımız gerçeklere bakarak görüyoruz ki, 21. yüzyıl devrimleri her şeyden çok kadın devrimleri olarak gelişmeye aday. Ve artık bu yüzyılda, kadın devrimiyle birleşmeyecek, onu öncelemeyecek hiçbir toplumsal hareket ve devrim yaşanamayacak. Kobanê’de savaşan, şehit düşen ka- KOBANÊDE ÖLÜMSÜZLEŞEN KADINLAR dınların fikrini ve eylemini öncelikle böyle okumalıyız. İnsanlığı ayağa diken ilk insan kadındı. Son insanlaşma eyleminin yapıcısı da kadın olacağı görülüyor. Kuzey’den Güney’e Kürt yurdunu ve Ortadoğu halklarının kardeşçe yaşama olanağı için savaşan kadın şehitlerimiz bu yolu kısaltanlarımız. Onları saygıyla anıyoruz. Her birinin arkasında bıraktığı miras yeni yeni kadın 35 bölüklerini harekete geçirecek, saflara her geçen gün katılımlar artacaktır. Burada bize düşen ise kadınların cins bilinciyle ve kadın devrimi neferi olma aklıyla donanmasını geliştirmektir. Savaşa, şiddete ve IŞİD gericiliğine karşı süren kadın mücadelesini tüm bölgeye yayabilmek, kadın kitlelerini siyasal toplumsal hedeflere yöneltmek o zaman daha kolaylaşabilecektir. NERGİS ORTAKAYA Kadın Yoldaşlığı ile “Yeni Kadın”ı Yaratmaya Kadın komünistler olarak devrimci yaşamımızın her alanında, kendi kadın kimliğimizi var etmek başat özgürleşme adımımız olacaktır. Devrimcilik tercihimiz kuşkusuz, oldukça anlamlıdır. İlk adımdır. Yürüyüşümüz boyunca sosyalist dünya görüşünü içselleştirme, devrimci değerlerle buluşma (yoldaşlık, şehitlerimiz, tarihimiz vb.), bulunduğumuz her cephede ve mekânda devrimci kimliğimizi var etme durumu yaşam tarzımız haline gelir. Erkek egemen kapitalist sistemde, proleter sınıf kiniyle burjuvaziyi tarihin çöplüğüne yollamak isteyenlerin tek alternatifidir örgütlü mücadele. Özgürlüğe giden yol, örgütlü duruştan geçer. Bireysel değil, toplumsal kurtuluşun, sosyalist devrim ihtiyacının, insanlığın gerçek kurtuluşu olduğunda hemfikir olanların ortaklaşmasıdır örgütlülük. İşte; yoldaşlaşma, yoldaşlık kavramı tam da bu ortaklaşma, birliktelik duygu ve düşüncesinin ruhsal, düşünsel ve fiziksel kaynaşmasıdır. Yol arkadaşlığını benimseyenlerin, aynı hedefe kilitlenenlerin ve bu nedenle belli bir toplumsal kuvvet oluşturan bireyler arasındaki ilişki biçiminin adıdır yoldaşlık. Herhangi bir devrimci eylemin, politik bir kararın vb. sonuçlarının başarısı ve yenilgisiyle “biz”e mal olacağını bilince çıkarmaktır. Diğer bir deyişle, devrimci sorumluluğu üstlenmektir yoldaşlaşmak. Bu anlamıyla güçlü yoldaşlıklar; aynı ideolojik değerlerden beslenen, aynı özgürlük savaşına tutuşmuş, ortak örgütsel normları-hukuku benimsemiş, adanmış kişiliklerin birbirlerine ve kolektifine sınırsız güveniyle kurulur, yaşatılır. Aksi takdirde başka bir dünyayı arzulayanların sözleri iyi niyet beyanından öteye geçmez. Çünkü “Ezilenlerin özgürleşme mücadelesinde bulunuşları, olması gereken şey haline gelecektir; sahte katılım değil yükümlüklüleri olan bir girişim” derken, bunu kasteder P. Freire. Kadın kurtuluş mücadelemiz içerisinde yoldaş kadınlar olarak dayanışma/destekleme anlayışı zayıf-eksik bir pratiği doğurur. “Kadın önderleşmesi, kadın komutanlaşması, kadınlar siyasetin merkezine” gibi, son derece net şiarları pratikleştirmeyi kadın özgürleşmesi kapsamında belirleyen 38SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 bir zihinsel berraklığa sahibiz çünkü. BöyBütünleşmeye zemin sunan, kadın lesi güçlü özgürleşme pratikleri ancak ve olma farkındalığıdır. Cins bilincinin beyniancak yoldaşlaşan kadınların devrimci aklı mizde çaktığı şimşeklerdir. Paramparça ve deneylerini birleştirerek, kolektif kadın olan erk algısıdır. Kadın cinsini tanımak, iradesine dönüştürülmesiyle başarılabilir. anlamak, çözümlemek ve kadın kurtuluş Bu anlamıyla kadın yoldaşlığı, kadın yolmücadelesinin zorunluluğunu kavramakdaşlaşması ‘bilinen, sıradan’ bir yoldaşlığı tır cins bilinci edinmek. Bir kadın olarak aşan düzeyde bir emek, özveri, iç mücadele yaşadığımız toplumsal cinsiyetçi dayatmave ortaklaşma halidir diyebiliriz. ları, yok sayılmayı, köleliği, ötelenmeyi, Herşey bir yana, kadın aklı ve iradesini ikincilliği, envai çeşit şiddeti ve yaşam hakortaklaştırma hedefimiz gelişimimizin tayın kının gaspına değin cins kırımını, tarihsel edici yönü olması itibariyle oldukça anlamlı toplumsal gelişimi içerisinde ele aldıkça ve değerli olduğunun altını çizmeliyiz. bireyselleştirmekten çıkartırız. Durumun, Kadın gücü olarak henüz öngörüldükadın cinsine yönelik saldırılar-uygulamalar ğü ve istediğimiz biçimde, kadın aklı ve olduğunu kavrarız. “Olan” ile “olması gerdeneylerimizin birleştiği, kadın iradesinin eken”i, teorik ve pratik düzlemde çözümoluşturulduğunu iddia edemeyiz. Kuşkusuz ledikçe geri olandan kopuşlarımız başlar. “yapısal” sorunlarımız kapsamına giren, Bireysel kadın kurtuluşu değil, kitlesel bütünleyici unsurların hızla oluşturulması kadın özgürleşmesinin zorunluluğunu algerektiği gerçeği vardır. Ancak yazı konugılarız. Bu zorunluluğun kavranmasının muz, kadın devriminin yapıcıları-özneleri en duru karşılığı, elbette eylemliliğimizde olan kadın komünistlerin birbirleriyle ilişyatar. Herhangi bir kentte ya da sokakta, en kisi olduğundan, diğer sorunu tartışma dışı yakınları diye tanımlanan erkeklerce (sevgibırakıyoruz. li, koca, baba, erkek kardeş vb.) katledilen Kadın komünistler olarak devrimci yabir kızkardeşimizin, LGBTİ bireyin acısını şamımızın her alanında, kendi kadın kimlien derinden hissetmektir örneğin. Acımızın ğimizi var etmek başat özgürleşme adımımız isyanla buluşması ise sokakları eylem alanıolacaktır. Devrimcilik tercihimiz kuşkusuz, na çevirmekle, erkek-medya-devlet ve yargı oldukça anlamlıdır. İlk adımdır. Yürüyüişbirliğine karşı adliye önlerini mesken tutşümüz boyunca sosyalist dünya görüşünü makla, hukuk cephesinden mücadeleyi Yöiçselleştirme, devrimci değerlerle büyütmekle, barınma evleri tanetici, yönetilen buluşma (yoldaşlık, şehitlerilebimizin yükseltilmesiyle, miz, tarihimiz vb.), bulunkadın özsavunma yönilişkisinde klasik erk anlayış duğumuz her cephede ve temlerini geliştimekle ve pratiğin terki zorunludur. Somekânda devrimci kimrumluluk görev kapsamında ele alın- vb. kazanıma dönüliğimizi var etme duruması gereken bu ilişki gerçeğimiz, kadın şüyor, dönüşecektir. mu yaşam tarzımız ha- kadına ilişkilenişte yıkıcı bir etkiye dönüşeTo p l u m s a l line gelir. Bu varoluş, biliyor. İki bakımdan da değinecek olursak; cinsiyetçi rollerin kadın devrimci, kadın karşılıklı ilişkilenişte “önce yoldaşlık” hukuku sorgulanışı, gelepartili, kadın savaşçı, işletilmelidir. Devrimci faaliyetin hangi alanın- neksel, öğretilmiş kadın komünist, kadın kadınlık halleriyle da devrimciliğimizi üretiyor olursak olalım, yoldaş vb. niteliğine yüzleşme, yaşamın kadın yoldaşlığı çizgimiz temel değebüründükçe bize ait olaher kesitinde çarptırimizdir. Bu anlamıyla yönetici-yö- ğımız özgüven duvana, kadın bilincinin temsinetilen hukuku karşılıklı bir liyetine evrilir. Yani, kadın rını dinamitlemek isteği, sorumluluğu gerektirir. rengiyle bütünleşmeye başlar. devrimci sorumluluk ve KADIN YOLDAŞLIĞI İLE “YENİ KADIN”I YARATMAYA görevlere cesaretle dalış, her türden gerici erk zihniyeti ve tezahürleriyle cepheden savaşım, bireysel aşk ilişkilerinin masaya yatırılışı vb. cins bilinci de derinleştikçe, daha da güçlenerek çıktığımız süreçler olmakta. Tüm bunlarla tekil bir mücadele, yoğunlaşma hep yetersiz kalacağından kolektif kadın birlikteliğine, ortakça çözüme, kadın yoldaşlığına ihtiyaç vardır. “Kadın yoldaşlığı” aslolarak burada yüksek bir bilinci ve irade birliğini tanımlar. Kadın komünistlerin, olay ve olgulara cins temelli yaklaşarak bütün erk anlayış ve pratiklere karşı aynı mevzide savaşma “zorunluluğu”na işaret eder. Bu zorunluluk gerçeği, kendi yetenek ve birikimleriyle buluştukça, kazanımlar elde ettikçe anlam bulacaktır. Birlikte, kadınca ve yoldaşça devrimciliği üretmenin, başarmanın doyumsuz güzelliğine dönüşecektir. Her kadın yoldaşımızın, omuzbaşımızdaki kadın yoldaşımızın, çalışma arkadaşımızın tüm yetenek ve birikimi, parçadan bütüne kolektif kadın aklının ve iradesinin haznesine sunuldukça kadın devrimcinin gelişiminde rolünü oynamış olacaktır. Tam da burada kadın yoldaşlarca sergilenen devrimci işbirliği, ortak aklı gerçekleştirme bilinci, cins temelli yaklaşımla birbirinin devrimci gelişimine sınırsız emek sunma, kendi kadın özgürleşme sorunlarını ve çözüm yöntemlerini kolektif kadın gelişimine mal etme, kadınların başarabileceğine ikircimsiz güven, kadın yoldaşının değişimine inanarak yarını bugünden kurma mücadelesinde yükünü hafifletme, yıpratıcı bir ilişki tarzını tuzla buz ederek biçim ve özde yapıcılığı, güçlendirmeyi benimseme, eleştirinin devrimci şiddetiyle, uzlaşmadan yoldaşça bir dil ve üslupla iç mücadeleyi sürdürme, kadın yoldaş(lar)ımızın başarılarını öne çıkarma, alkışlama, en az kendi başarılarımız kadar mutluluk duyma, öğrenirken önce kadın yoldaşımızın bilgi birikim ve deneylerine başvurma, erkekçe kof bir güç gösterisini elimizin tersiyle itip gerektiği durumda kadın yoldaşımızdan yardım isteme rahatlığı 39 ve mütevazılığını sergileme, bilgisini erkekçe öğreten değil, kadınca paylaşan bir tarzı baz alma, konumundan bağımsız kadın yoldaşının iradesini tanıma, fikirlerini önemseme gibi onlarca olumlu düşünüş biçimi ve pratiği biz kadınlara ait olan, kadın kadına ilişki gerçeğimiz olmalıdır. İşte kurmaya çalıştığımız kadın yoldaşlığı, aynı mevzide savaşma zorunluluğun yerini kadın yoldaşlarca birbirine ihtiyaç duyulan, birbirini tercih etme-tamamlama isteğine, politik örgütsel çalışmalarda ortaklaşma çabasına dönüşüyor, dönüşecektir. Kadınların mücadele içerisinde birbirine bağlılığı, bir bakıma özgürlüğe de bağlılığıdır. Mücadele yoldaşlığı, yol arkadaşlığı, silah arkadaşlığı gibi değerlerimiz, kadın devrimci söz konusu olduğunda öncelikle derinlikli kadın yoldaşlığı kurulursa gerçek ifadesini bulacaktır. Kadını en iyi ancak ve ancak bir kadın anlayabilir gerçeği, biz kadınlar bakımından bir avantaja dönüşebilmelidir. Örneğin; sevincimizi, acımızı, mutluluğumuzu, aşkımızı, özgür düşlerimizi sınırsız paylaştıkça yüzeysel-kuru ilişkilenişten de sıyrılabiliyoruz. Birbirimize daha güçlü dokunmanın, birbirimizin gelişimine katkı sunmanın, duyumsamanın ayrıcalığını alabildiğine yaşayabiliyoruz. Zaten kadın dayanışmasının, yoldaşlığının özü de bu ortaklaşma halinden geçmez mi? Kadın kyoldaşlarla ilişkilenişte öncelikle yoldaşlık hukuku sevgisi ve inceliği bir an olsun unutulmadan yaşatılmalıdır. Partili yoldaşlık hukukunun yanı sıra hemcins olmanın iç huzuru ve hesapsız güven duygusu boy vermelidir. Kendinden olana yakınlık “biz bize benzeriz” ön kabulü ve gerçeği “kader birliği” yapmamızı “kendiliğinden” koşullar, düzenler. Kendiliğindenlik, ruhsal-duygusal bir yakınlık, benzeşen acıların ortaklaşma hali, ezilen kadın cinsinin buluşma durumudur. Cins bilincinde derinleştikçe toplumsal-tarihsel kökenlerine değin kadın cinsinin kendini var ediş sürecini irdeledikçe ve kadın kurtuluş mücadelesinin toplum- 40SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 sal kurtuluş mücadelesiyle bağını kurdukça, kadınların ruhsal duygusal yakınlığı bilimsel maddi temellere dayanır. Kadın komünistlerin ortak akıl ve iradeyi daha güçlü oluşturma ihtiyacı, zorunluluğu bu denli açıkken bizi tutan, alıkoyan prangalarımız neler oluyor? Kadın kadına yoldaşlaşma sorunlarımız gündelik ilişkimizde nasıl somutlaşmakta? Cins bilincinde derinleşme ve devrimci kopuşlar yaratarak özgürleşme, hızla oluşturulan, tamamlanan, ‘an’ın sorunu olarak görülemez. İç gerilimi yüksek, sürtünmeleri olan, ciddi bir süreç işidir. Devrimciliğimizde ısrar ettikçe, kadın olarak iç mücadelemiz istikrarla sürmek durumundadır. Öğretilmiş kadınlığımızdan parça parça arındıkça sadeleştiğimizi, devrimci gelişimimizi köstekleyen etkenlerden kurtularak adeta hafiflediğimizi hisseder ve devrimci üretimimizde yansımasını buluruz. İç gerilimi alabildiğine yoğun yaşadığımız süreçler düşünsel ve pratik anlamda bir geçiş evresidir. Zorlayıcıdır. En kolaylaştırıcı yöntem, ezilen kadınların kendi özgürleşme mücadelelerinde kendi kendilerinin örneği olmalarıdır. Şehit kadın yoldaşlarımızın, siper yoldaşlarımızın, yine yanıbaşımızdaki kadın yoldaşlarımızın, yöneticilerimizin, komutanlarımızın özgürleşme mücadeleleri biz kadın yoldaşlarınca özümsenmeyi, derinlikli dersler çıkarılmayı bekliyor. O halde, öğretilmiş kadınlık hallerimizden kopuş, savaşımımızda birikmiş sorunlarımızın çözümünde, herhangi ideolojik, örgütsel, politik, teorik vb. konuda deneyimine, bilgisine başvurduğumuz adres, kadın yoldaşlarımız olmalıdır. Unutmayalım ki; bir kadını önderleştiren, özgürleştiren nesnel koşullar ancak ve ancak kadın aklını kuşanmış kadın yoldaşlarınca yaratılabilir. Hep almaya odaklanmak, daha fazlasını isteme adına yaslanma, sırtını dayama pratiği tüketici, tek taraflı bir ilişki biçimidir. Öğrendiği, kavradığı ve biriktirdiği her bir devrimci niteliği amansız, sakınmasız ortak kadın aklının büyütülmesine sunmak görevimizdir, doğal sorumluğumuzdur. İnatla sarılacağımız nokta, bireysel niteliklerin kolektif niteliğe dönüştürülmesindeki ısrarımız olmalıdır. Karşılıklı emek sürecinde ısrarımız, gelişime ivme kazandıracaktır. İkili ve kolektif öğrenme sürecinin doğru yönetilmesini sağlayacaktır. Kadın yoldaşlar olarak hemcinslerimizi dinleme, anlama sabrını gösterememek, fikir farklılıklarında illaki kendi doğrumuzda ısrar, yapıcı-iknaya dayalı bir tartışma kültürünü var etmek yerine erk tarzda yüksek sesle karşımızdaki yoldaşı bastırmaya çalışma, kadın yoldaşımızın eleştirisi veya kendi fikrini tartışması esnasında yüz mimiklerimizden, bakışlarımızdan taşan küçümseyici, yok sayıcı ciddiye almama hallerimiz, iyi kötü ayrıştırması yaparak zayıflığı olanı ötekileştirme vd. kendi kadın varoluşumuza yabancılaşmadır. Kendi geçtiğimiz, geçmekte olduğumuz sancılı süreçleri unuttuğumuz gibi daha da vahim olanı kendimizi olmuş bitmiş tamamlanmış sayarak özgürleşme mücadelemize daha baştan ket vurmuş oluyoruz. (Bunların elbette başkaca devrimci gelişim sorunlarıyla bağı vardır. Ancak biz yazının konusu gereği kadınlık hallerimizle ilgiliyiz) Ayrıca tarz yaklaşımlarımız düpedüz psikolojik şiddet kapsamına girer. Peki, bu tarzdaki ilişkilenişimiz, erkek yoldaşlarımıza yönelik de oluyor mu? Doğruluğundan bağımsız, kadın yoldaşımıza reva gördüğümüz sorunlu yaklaşımımızın çarpıcı bir örneğidir ezilen kadın cinsinin bu çifte standardı. Cins bilincindeki yüzeyselliklerimiz gün yüzüne çıkar böylesi pratiklerimizde. Durup düşünelim! Erkek ve kadın yoldaşlarımızın sorumlumuz, yöneticimiz olduğu süreçleri. Hatırlayalım. Erkeğin hakkı gördüğümüz, kanıksadığımız kimi pratikler, kadın yoldaşımız uyguladığında reaksiyonumuz nasıl oluyor? Tahammüllü mü oluyoruz yoksa kıyamet mi kopuyor? Bir kadın yoldaşımızla çalışma arkadaşlığı kurmak, bir kadın yoldaşımızca yönetilmek bizi zorluyor mu? KADIN YOLDAŞLIĞI İLE “YENİ KADIN”I YARATMAYA 41 Birbirini anlama, duyumsama becerisinSırf yönetici görevi var diye hata yapden uzak kadın kadına ilişki, tek kelime ile mayacağı, eksik ve yetersiz kaldığı noktalar bencilliğin bireyciliğin göstergesidir. Ken- olmayacağı, tümden mükemmeliyetçi bir di acıları, kendi tartışma gündemleri, kendi beklenti, karşı tarafı yetersizlik, yetememe devrimci gelişiminin sorunları, kendi istekle- psikolojisine sokar, irade kırıcı toptancı bir ri, kendi hedefleri, kendi, kendi, kendi. Yal- yaklaşımdır aynı zamanda. Yine yönetici nızca kendisiyle ilgili olma durumu, kadının kadın yoldaşımız, yönetilen kadın yoldaşıpaylaşımcı ve çözüme odaklı özüne, yapısına mıza görmek istediği sadelik ve mütevazıterstir. Altını kazıdığımızda ise “Ben” birey- lıkta yaklaşmalıdır. Her fırsatta öğüt veren, ciliğinin yarattığı parçalı kişilik halimizle erkekçe öğreticilik tarzı kadın ruhundan karşılaşırız. Kendi başarılarını öne çıkarma, uzak mekanik ruhsuz vb bürokratik bir tarzkendisinin yer almadığı, yönetmediği toplan- dır. Bir kadın yönetici kendisi iradeleşirken tı, eylem vb. devrimci pratiği mutlaka ama yoldaşını da iradeleştirmiyor, yeni görev ve mutlaka eleştiri topuna tutarken zayıflıkları sorumluluklarda ön açıcı cesaretlendirici bir vurgulama, kendisi dışında o işi yapabilecek tutum sergilemiyorsa; kendisini görevi ile kadın yoldaşlara güvensiz yaklaşmak, kadın kurduğu ilişki kapsamında başarılı sayamayoldaşların özgüven yitimine neden olurken yız. Ayrıca kadın yoldaşlığı sorumluluğu ile kendi tarzında istenç yaklaşımların belirgin- de yaklaşmıyor demektir. leşmesi. Aynı zamanda kadın yoldaşın iraKadın yoldaşlığımızı yıpratan, zededesini kırarken, ondan güç alabileceğini hiç leyen, baltalayan kadın kadına ilişkilenişiaklından bile geçirmeme. mizdeki sorunlarımızı aşmadan, yaratmak Yönetici, yönetilen ilişkisinde klasik istediğimiz komünizmin “Yeni kadın” kişierk anlayış ve pratiğin terki zorunludur. liğini, duruşunu bugünden kuramayız. Yine Sorumluluk görev kapsamında ele alınması ortak aklı ve iradeyi daha güçlü örmeden gereken bu ilişki gerçeğimiz, kadın kadına kadın cephesinden istikrarlı, koparıp alıcı ilişkilenişte yıkıcı bir etkiye dönüşebili- hesap soran tarzda politika yapmak, kitlesel yor. İki bakımdan da değinecek olursak; kadın isyanlarının buluşma merkezi olmak, karşılıklı ilişkilenişte “önce yoldaşlık” isyanın ana kuvveti ezilen kadınlarımızla hukuku işletilmelidir. Devrimci faaliyetin birlikte politika yapmak, kadın kitlelerini hangi alanında devrimciliğimizi üretiyor toplumsal kurtuluş mücadelesine çekmek olursak olalım, kadın yoldaşlığı çizgimiz vb. temel sorunlarımız olmaya devam edeKadın temel değerimizdir. Bu ancektir. lamıyla yönetici-yönetilen “Yaşamı sevmeyen inkitlelerinin özgürhukuku karşılıklı bir sanlar büyük eylemler lük mücadelemize kitlesel sorumluluğu gerekgerçekleştiremez” dikatılımını hızlandıran önemli tirir. Yönetilen kadın yor, Zeynep Kınacı. bir noktadır. Politikleşme düzeyimiz, yoldaşımız, yönetici cinsel devrim ve sosyalizm iddiamızdaki Kadın devrimi, kadın kadın yoldaşımızı örgütlü duruşumuz, kadın yoldaşlığımızla komünistlerin başarbaşarısızlık ve so- bütünlenecektir. Kadın aklı ve renginin yaşam makla yükümlü oldrunlu süreçlerinin uğu “büyük eylem” bulduğu göğü yeryüzüyle buluşturan, düntemel sorumluh e d e f l e r i n d e n d i r. yanın devrimin çözüm bekleyen devrimci su ilan ederken, Cins bilincinde görevlerini göğüslemekte tereddütsüz başarıları zafere derinleştikçe, ataerkil imza attığı pratikleri özgür kadın ufku, önderleşen komükapitalizmin erk zihnist kadınların kadın yoldaşlığının ise kendi hanesine yaniyeti ve pratiğini kadın bağrında yatmakta. zamaz. yoldaşlığımızın gücüyle 42 yerle bir ettikçe, kolektif kadın aklı ve iradesini büyüteceğiz. Evrenin en başarılı üreticisi varlığı kadın cinsi, karşılıklı emek ve sevgiyi üretmede de sınırsız yaklaşacak niteliğe sahiptir. Kadın komünistler olarak rol bilinciyle amaç açıklığıyla iradeleşirken yoldaşlaşacak, yoldaşlaştıkça kadın kimliğimizle buluşacağız. Kadınlığımızla buluşmak, devrimciliğimizin sınırlarını kopuşlarla parçalamamızı sağlayacaktır. Bu, kendimizi de aşan, demokratik kadın cephesinin büyütülmesini sağlayan, eylemsel ortaklığın çapını genişleten, her alanda SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 kadın gücünü var eden bir başarıya dönüşecektir. Kadın kitlelerinin özgürlük mücadelemize kitlesel katılımını hızlandıran önemli bir noktadır. Politikleşme düzeyimiz, cinsel devrim ve sosyalizm iddiamızdaki örgütlü duruşumuz, kadın yoldaşlığımızla bütünlenecektir. Kadın aklı ve renginin yaşam bulduğu göğü yeryüzüyle buluşturan, dünyanın devrimin çözüm bekleyen devrimci görevlerini göğüslemekte tereddütsüz özgür kadın ufku, önderleşen komünist kadınların kadın yoldaşlığının bağrında yatmakta. Rojava’daki MLKP’li kadın savaşçılar ARZU DEMİR Yeter ki İsteyin, Sınırları Aşmak Çok Kolay Bu röportaj 26 Ağustos 2014’te Etha’da yayınlandı. Bu röportajı sayfalarımıza alıp Sosyalist Kadın’da yayınlamaya karar verdiğimizde Eylem Deniz(Sibel Bulut) yoldaşın IŞİD’e karşı savaşırken 12 Aralık 2014’de Kobane’de şehit düştüğü haberi geldi. Sibel Bulut(Eylem Deniz-Sarya Özgür) Yoldaşın anısı önünde saygıyla eğiliyoruz. . Marksist Leninist Komünist Partisi (MLKP) üyesi kadın savaşçılar, Rojava’da YPJ saflarında mevzilerde. İki yıldır cephede savunmada yer alan komünist kadınlarla Rojava devrimini konuştuk. MLKP savaşçıları Eylem Deniz ve Evin Serhad, partilerinin çağrısı üzerine “Bu devrim bizim dışımızda değil” diyerek, Rojava’ya geldiklerini anlattı. Rojava’da, YPJ saflarında savaşan MLKP’li kadın savaşların ETHA’nın sorularına verdiği yanıtlar şöyle: Devrim dediğin 40 yılda bir oluyor Komünist kadın savaşçılar olarak Rojava’da bulunma nedeninizi nasıl açıklıyorsunuz? Eylem Deniz(Sibel Bulut): Komünist kadın savaşçı olarak yanıbaşımızda olan devrime katılmamazlık olmazdı. Devrimcinin işi devrim yapmaktır. Dünyanın neresinde olursun olsun bir devrim varsa kendimizi bunun dışında görmeyiz. Ona katılmak, emeğimizi katmak ya da öncülük etmek isteriz. Temel görevlerimizden biridir bu. Rojava devrimine de bu bilinçle yaklaştık. Bir diğeri de, bu devrim gerçekten bizim dışımızda bir devrim değil. Hem Ortadoğu coğrafyasında olmamızdan kaynaklı hem de Kürt sorununu düşünsek de bizim sorunumuz. Ayrıca, devrim dediğin 40 yılda bir oluyor. Buna tanık olmak, içinde yer almak istedim. Rojava’da gerçekleşen bu devrim kadın devrimi. Komünist kadın olarak da katılmamın ayrı bir önemi var. Kendi devrimci gelişimimle buradaki durumun bağını kurmak, kendi gelişimimi bir de buradan görmek, hissetmek, daha canlı bağ 44SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 kurmam için önemliydi. Tüm bunlara ek olarak partinin verdiği görev de var. O görev ve sorumlulukla buraya geldim. Şanslı insanlardanız Evin Serhad: Rojava dört parçaya bölünmüş Kürdistan gerçekliğinin en küçük parçası ve devrim burada patladı. Emperyalistler arasındaki çelişkilerden doğan ve Kürt hareketinin etkin müdahalesi ile devrimle taçlandırılan bir süreç ve bunun içerisinde yer alan, canlı tanığı olan şanslı insanlardanız. Bizler partiliyiz, örgütlü mücadeleyi tercih etmiş, devrimci bireyleriz. Partimizin “Rojava’da olunmalı” çağrısına uyarak gelen kadrolarız. Gadre uğrayan bir halkın devrimci hamlesinin içinde yer almaya geldik. Bu devrimi kendi devrimimiz olarak görüyoruz ve içinde yer alıyoruz. Burada birçok arkadaş neden burada olduğumuzu soruyor. Gelişimizi garipseyenler, anlamakta zorlananlar oluyor. En çok ne tür sorularla karşılaşıyorsunuz? Evin Serhad: ‘Deneyim kazanmak için mi geldiniz?’ sorusu. Biraz algı böyle. Deneyim kazanmak için gelmiş sosyalistler ve Türkler olarak bakıyorlar. Bu yaklaşımı kesinlikle düzeltiyoruz. Devrim bizim devrimimiz ve biz bu devrimin içerisinde yer almak istiyoruz. Bu devrime katkı sunmak istiyoruz. YPJ içerisindesiniz. Nasıl bir hukuk var YPJ ile aranızda? Eylem Deniz(Sibel Bulut): Bütün YPJ’liler açısından geçerli olan ne varsa bizim için de geçerli. Yaşama da dahil oluyoruz, resmiyete de dahil oluyoruz. Hiçbir fark yok. Devrimin savunulmasının hangi aşamasında yer alıyorsunuz? Eylem Deniz(Sibel Bulut): Cephedeyiz. Şu anda hareketli taburdayız, yani askeri kuvvet oluyoruz. Cephede size yaklaşım nasıl? Eylem Deniz(Sibel Bulut): Korumacı yaklaşımlar oluyor. En temel sıkıntı noktası da o. Bir Türk’ün gerillaya katılmasında da aynı durum söz konusu oluyor. Korumak istiyorlar. İlk geldiğimde hareketli tabura geçmiştim. Yönetim, “Bu arkadaşı riskli alanlara göndermeyin” diyerek tabur yönetimini uyarıyor. Ben bunu bir şekilde öğrendim. “Buraya savaşmaya geldim. Kendimi bir şeylerden sakınmaya gelmedim. Gerekirse şehit de düşerim” diyerek uzun uzun tartıştım. Ancak yaklaşımı değiştirmek kolay olmuyor, hele de emir gelmişse. Birkaç kez köyleri çetelerden temizlemek için operasyon yaptık. Saldırı grubunda değil, takviye grubunda tuttular. Daha sonra ağır silah taburuna geçtim. Burada çok tartışma yapılmasına gerek kalmıyor çünkü ağır silahlar kısmen geri cephede olmak zorunda. Korumacı yaklaşım, Serkan yoldaşın şehit düşmesinden sonra yoğunlaştı. İnsan bunu bir yere kadar anlıyor elbette. Gerçekten devrimci bir duygu. Ancak seni engelleyici bir duruma da dönüşüyor. Burada kadın olmanın hali de devreye giriyor. Geleneksel yaklaşımlar, erkek egemen zihniyet güçlü. Farklı bir örgütten gelmekle kadınlık birleşince, korumacı yaklaşımlar daha ağır basıyor. Yeni bir kadın bilinci oluştu Rojava devrimi aynı zamanda bir kadın devrimi. Sizce nedir Rojava devrimi? Neden kadın devrimidir? Evin Serhad: Devrim zaten altüst oluş. Eskinin devrilmesi, yeninin inşa edilmesidir. Bu sırada bilinçler de gerçek anlamda değişime uğruyor. Rojava’da, gerek yerelden gerekse de Kürdistan’ın diğer parçalarından gelerek devrim sürecine dahil olan kadınlarda yeni bir bilinç oluşmuş durumda. Dün sınırlar çizilen, evinin dört duvarından çıkmayan, kuran kurslarına gönderilen kadınlar bugün kendi kararlarını vererek, kendi sözlerini söyleyerek, kendi iradelerini ortaya koyarak bu sürecin öznesi oluyorlar. Savunma alanındaki dönüşüme baktığımızda da aynı durum söz konusu. Başlangıçta YPG içinde karma yer alarak kadınlar devam etmişler. Bir süre sonra YPJ örgütlenmesine geçerek, YETER Kİ İSTEYİN, SINIRLARI AŞMAK ÇOK KOLAY savaş içerisinde yer aldılar. Yeni bilinci kadınların her davranışında görmek mümkün. Kadınları bir hamleye gitmek heyecanlandırıyor. Savaşın gerisinde kalmak ise derin bir üzüntüye boğuyor. Çok çarpıcı örnekler ile karşılaştım. Planlamaya dahil edilmeyen kadınların yönetimle tartışmalarına tanık oldum. Oluşan yeni bilinçte kadınların, savaş ve mücadele içinde daha güçlü ve daha çok yer alma arzusu var. Daha çok askeri eyleme ya da hamleye katılmak istiyorlar. Gelişimi ve değişimi burada görüyorlar. Yeni bir düşünüşün olduğunu görmek mümkün. Dünkü gibi düşünmüyorlar. Çok başka bir hayat sürüyorlar ve son derece mutlular. Özgürlüğü kazanmak, onu ilmek ilmek örmek, silahları ve rahtlarıyla çarşıda dolaşmak, bugün devrimi taçlandırmış olmak kadınlarda başka bir bilinç yaratıyor. Özcesi, askeri ve toplumsal alanın aktif öznesi kadınlar. Eylem Deniz(Sibel Bulut): Nefes alması bile yasaklanan kadınlar, hızla devrime ve devrimin savunulmasına katıldı. Kadınlar, yılların verdiği ezilmişlikle beraber hızla erkek egemen zihniyete saldırıyor. Bu öfke aynı zamanda düşmana karşı da savaşa dönüşüyor. İkincisi; burada gerçekten bir kadın devrimi var. Kadının insan bile sayılmadığı bir yerde bu devrim gerçekleşiyor. Rojava sokaklarında bugün eli silahlı bir kadın görmek ne demek! Dün insan olarak bile görmeyerek ezdiğin, mülkiyetin kabul ettiğin bir kadın, elinde silahla kendine güvenerek rahat rahat emin adımlarla yürüyor. Cephede savaşıyor, şehit düşüyor. Bu, algıları yıkmak bakımından önemli oldu. Burada kadın sembolleşiyor. Dayanışma çok sınırlı Türkiye’deki kadın özgürlük mücadelesi Rojava devrimini nasıl algılıyor? Hak ettiği değeri verebildi mi? Evin Serhad: Rojava’dan bakınca dayanışmanın çok sınırlı olduğunu görüyorsun. En son örnek Şengal’de kadınların yaşadıkları. Yüzlerce kadın kaçırıldı. Savaşın 45 en ağır sonuçlarını kadınlar yaşıyor ve çok somut bu. Kadınlar tecavüze uğruyor, satılıyor. Basını takip edebildiğimiz kadarıyla gördüğümüz, sınırlı tepki eylemlerinin yetmediğini söylemek istiyorum. Başka şeyler yapmak gerekiyor. IŞİD çetelerini besleyen ülkelerden biri de Türkiye’dir. Kadınların yaşadıklarının doğrudan sorumlusudur. O nedenle çok daha başka biçimlerde tepki gösterilmeli. “Dayanışma içindeyiz” açıklamaları, bu yaşanan vahşet ve kadınlığa yapılan bu saldırılar karşısında yetersiz. Tüm kadınlara yönelik bir saldırı olduğunu hissetmek ve empati kurmak gerekiyor. Kobanê’deki savaş yoğunlaştığında cepheye geçişler örgütlendi. IŞİD çetelerini engellemek biçiminde pratikler geliştirildi. Kürt halkı bu acıyı daha derinden hissediyor. Çünkü bizzat yaşıyorlar. Ama batıya gittikçe çok sınırlı dayanışmacı tutumlardan öteye giden bir tutumun gelişmediğini görüyoruz. Bir yandan şovenizmin etkisi var. Diğer yandan da kadın özgürlük mücadelesi zayıf. Mücadele ile ilişkilenişi tekdüze. O kadar çok şey yapılabilir ki aslında! Bir basın açıklaması yeterli görülebiliyor. Yardım kampanyaları yapılıyor. Onlar da önemliydi ancak o bile geç kaldı. Hemen harekete geçmek gibi bir tutum gelişmedi. Şovenizm de etkili. Söz konusu olan Kürt kadınları olunca, ne yazık ki sınırlı kesimlerin çok ötesine çıkamıyor. Devrimi her yere yaymak gerek Eylem Deniz (Sibel Bulut): Bazı alışkanlıklar yönetiyor. Bir yeni ile karşılaşınca ne yapacağınızı bilemezsiniz ve sizi geçmiş alışkanlıklarınız yönetir. Devrim algısında da bir problem var. Devrim ile dayanışmak bir miting yapmaya ya da kuzeydeki bir askeri operasyona tepki göstermeye benzemez ki. O da önemli ama bu başka bir şey. Devrim ile başka türlü ilişkilenmek gerek. Asıl tel örgüler insanların kafasında. Devrimi kendi dışında görme algısı da var. Kendini o devrimin bir savaşçısı olarak görmemenin de 46 etkisi var. Kadınların da aynı tarzda hareket etmesi kabul edilebilir değil. Kadına yönelik şiddete karşı yürütülen bir kampanya vardı. Gerçekten çok iyi örgütlenmişti. Demokratik alanı zorlamıştı. Ama şimdi başka bir durum var ve kadınların bu durumla, devrimle ilişkilenme düzeyi daha farklı olmak zorunda. Ortada bir savaş da var. Bu durumda mücadele araç ve yöntemlerini değiştirebilmek de önemli. Burada ölümle karşı karşıyasın; ya sen öleceksin ya da onu öldüreceksin. Ortası yok. Böylesi bir gerçekliğin yaşandığı bir yerde basın açıklaması yapmak hiçbir şey ifade etmiyor. Artık ‘sıradanlaşmış yöntemleri’ kullanmamak lazım. Bugün Rojava’da, yarın kuzeyde olacak. Çok da uzak bir tarihten bahsetmiyoruz. Rojava devriminin bugün açısından ihtiyacı nedir? Eylem Deniz(Sibel Bulut): Devrimin merkezi Rojava ama devrimi her yere yaymak lazım. Çetelerin en büyük destekçisi AKP. Türkiye cephesi bunu görmeli. Türk askeri zaman zaman sınırı geçip bizimle savaşıyor. Ravia eyleminde kıyafetlerimizi giyip bizimle savaştılar. Sınırlar çetelere açık. Bu durumda Türkiye’yi de savaş alanına çevirmek gerek. IŞİD’e desteği kesecek pozisyona getirmek gerek. Gıda yardımına halkın ihtiyacı var elbette. Ancak en temeli, çetelere verilen desteğin kesilmesi. Bu anlamda savaş alanına çevrilecek yer de batıdır. Devrime gelip katılamıyorsan, o zaman geri cephede düşmana vurmak gerek. Destek veren ülkelerin hedeflenmesi gerek. Ezidilerin bugün yaşadığı katliamdan açlığa her şeyin sorumlularından biri de Türk devletidir. Bunun devrimle bağını oradan kuracaksın. İkincisi de; katılım yapmak gerek. Seferberlik ilan edildiğinde halk Kobane sınırlarını yıktı, geçti. Bunu Rojava’nın tüm eyaletlerine yaymak gerek. Tek başına silahla SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 savaşmak da değil, mesele devrime katılmak, sağlıktan siyasete her alanına katılmak. Evin Serhad: Bu devrimin milyonlara duyurulması, milyonlar tarafından meşru görülmesi ve bu devrime desteğin büyütülmesi gerekiyor. Kimi zaman bir gıda yardımı, kimi zaman yazılan makale olabilir, kimi zaman savaşçı olarak gelmek olabilir. Yeter ki devrimi doğru anlayalım! Ortadoğu’da IŞİD’in saldırılarının ardından yeni bir durum ortaya çıktı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Eylem Deniz(Sibel Bulut): IŞİD, emperyalistler tarafından beslendi, üzerimize salındı. Ama şimdi onlar bakımından da kontrolden çıktı. Temel savaştığımız güç IŞİD. Daha ideolojik bir yapılanma. O yüzden kolay kolay vazgeçeceklerini düşünmüyorum. Ekonomik alanlara, petrol alanlarına yöneliyor. Haseki’ye yönelmelerinin nedeni bu. Hem petrol var, hem de geçiş noktası. Irak’ta girdikleri yer de petrol bakımından zengin bir yer. Bizim bakımımızdan Rojava ile sınırlıydı ancak bugün Başur (Güney Kürdistan) eklendi. Başur ile Rojhilat arasında çatışmalar var. Rojhilat da dahil oldu. Cephe genişlemiş durumda. Savaş devam ediyor, bir irade ve kararlılık da var. PKK’nin yıllardır verdiği mücadelenin sonucu. Tarihsel bir anlamda. PKK tarihinde ilk defa bu kadar cephede savaşıyor. Ortadoğu’da IŞİD ile savaşan tek kuvvet PKK’dir. Devletler savaşmıyor. Sadece ABD, KDP ile yaptığı anlaşmalar gereği, petrol anlaşmalarını güvenceye almak için hava saldırıları düzenledi. Tamamen çıkar meselesi. Devrim, hem Kürt halkı hem de öncülerine muazzam bir moral kattı. Katliamlardan sorumlularından biri de KDP’dir. Halkı savunması gerekirken, Peşmergelerini çekti ve bir katliama zemin hazırladı. Böylece IŞİD’e destek vermiş YETER Kİ İSTEYİN, SINIRLARI AŞMAK ÇOK KOLAY oldu. Ancak IŞİD ne yaptı, kendi evlerinde onları vurdu. Bu tablodan partiniz açısından ortaya çıkan sonuç nedir? Eylem Deniz(Sibel Bulut): Partimizin Ortadoğu perspektifinin yanı sıra Kürt sorununda emekçi çözüm yaklaşımı da var. Dün de Ortadoğu perspektifi vardı ama daha çok kuzey parçası ile ilgiliydi. Ama bugün coğrafya genişledi. Kürt sorunu artık uluslararası bir mesele. Dün, kuzey bağlamında emekçi çözümü tartışıyorduk. ‘Çözüm buradan gelişecek’ diyorduk. Ama bugün devrimi Kürdistan coğrafyasına yaymak ve dört parçada örgütlemek gibi bir sorumluluğumuz da var. Artık çözülecekse dört parçada çözülecek. PKK’nin sahip olduğu meşruiyet nedeniyle emperyalistler bakımından da bugün Ortadoğu’da yapacakları bir hamlede PKK’yi görmezden gelemeyecekler. Savaş sürdükçe, bu zemin iyice sağlamlaşacak. Bizim için de saha genişlemiş oluyor. Artık Ortadoğu’yu da göz önünde bulundurmak durumundayız. Rojava devriminin askeri ve siyasi alanlarındaysak, aynı biçimde Başur (Güney Kürdistan) ve aynı biçimde Rojhilat’la da ilişki kurmak gerekiyor. Devrimi artık bu coğrafyada örgütlemek gerek. Partimiz de böyle hareket edecektir. Bu süreç ciddi olanaklarla yüklü ABD bugüne kadar neden sessiz kaldı? Evin Serhad: Bir denge siyaseti izlediklerini düşünüyorum. Her iki gücün de zayıflamasını hesapladı, amaçladı. Bu nedenle de çok uzun süre müdahale etmedi. Kendi çıkarları tehdit edilmeye, IŞİD kontrol edilebilir bir güç olmaktan çıktığında müdahale girişiminde bulundu. Bu süreç aynı zamanda çok ciddi olanaklarla yüklü. Devrim düşünü büyütmek ve devrimi gerçekleştirmek, devrimin anın sorunu olduğunu görmek bakımından çok önemli. Hemen bugün, yarın değil. Devrime dokunmak, devrimi gerçekleştirmek için güçlü olanaklar sunuyor. Rojava devrimi 47 bunun göstergesi. IŞİD’e karşı Kürt hareketinin, sosyalistlerin, devrimcilerin karşı durması, ezilenlerin iradesinin ne kadar güçlü olduğunu gösteren gelişmeler. Bunu görmek gerek. Yarın Kuzey Kürdistan’da çok başka gelişmeler olabilir. Süreç giderek sertleşiyor. AKP Hükümeti, Kürtlerin en demokratik haklarını vermekte ayak sürüyor, bekleme koridorunda tutmaya devam ediyor. Giderek buna karşı tepkiler de gelişiyor. Bizlerin çok uzağında değil devrim. Rojava’dan çağrınız nedir? Evin Serhad: Devrime katılmaya çağırıyoruz. Devrime katılmanın çok farklı biçimleri var. Devrimle doğru bir ilişki kurmak, devrime her neredeysek bulunduğumuz alandan katılma çağrısı yapıyorum. Özellikle kadınlara yapıyorum. Kadınlar savaşın sonuçlarını en ağır biçimde yaşıyorlar. Özgürleşmenin de olanağı en güçlü biçimde savaşın içinde yer almak. Eylem içerisinde kadınlar gücünün farkına varıyor. Bu devrimi her yere yaymak, devrimi büyütmek, sahip çıkmak herkesin görevi olmalı. Bu devrime katılmak gerek. Clara Zetkin’in sözüyle söylersek “Her istek kendine bir yol bulur.” Yeter ki isteyelim. Gerçekten isteyelim. Acıları hissedelim, o zaman mutlaka eyleme geçeriz. Eylem Deniz(Sibel Bulut): Yıllardır bunun mücadelesini veriyoruz. Böylesi bir devrim varken katılmamak büyük kayıp. Tek başına bu fikirden bile hareket edilse katılmak gerekiyor. Gelin burada savaşın! Başta kadınlara çağrım var. Ama sadece kadınlar da değil, gençler yaşlılar her kuşaktan insanlar gelebilir. Bu devrimden herkesin yapabileceği bir şey var. Her alanda herkese ihtiyaç var. Türk halkının da bu devrime ihtiyacı var. Türkiye’de şovenizmi kırmanın yolu da buradaki devrime katılmaktır. Acılar zaten ortak. Biz hepimiz biriz aslında. Bizim devrime ihtiyacımız var. Bu bilinçle hareket etmek gerek. Yeter ki isteyin, sınırları aşmak çok kolay! HATİCE DUMAN Yönetme ve Kadın (I) İlkel topluluklarda insan üretiminde babanın biyolojik rolü bilinmiyordu. Buna karşı annenin rolü bilinmektedir. Bu gerçeğin etkisiyle Analık hukuku bütün antik çağlar içinde yaşamış halklarda uygulanmıştır ve yaşamın düzenlenmesi de buna göre şekillenmiştir. Burada soy örgütlenmesi en küçük ve temel bir yapılanma olarak karşımıza çıkmaktadır. Soy örgütlenmeleri, akrabalık bağı, ana-soy gelişimi ve soy içindeki evlenmelerin yasaklanması gibi üç temel anlayışa dayanmaktadır. “Erkekler savaş alanına, kadınlar ocak başına Erkeğin eline kılıç yaraşır, iğne kadına Erkekte kafa aranır kadında yürek Erkek buyurur, kadın baş eder Bundan başkası aklı karıştırır.” Tennyson Yönetim olgusu İlkel komünal topluluklarda yönetim olgusu, tüm toplumsal yapıyı kapsayan bir niteliğe sahipti. Zira kamusal ve özel alanlar arasında herhangi bir ayrım söz konusu değildi. Yaşamın merkezinde gereksinimlerin ve insan soyunun üretimi durmaktadır. Bu ikili üretim de toplumda kamusal bir özelliğe sahipti. Dolayısıyla, ilkel yaşamın bütün etkinlikleri esasında kamusaldı ve örgütlenmesi de bu niteliksel özelliğe göre planlanıyordu. İlkel komünalizmin soy topluluklarında yönetim işi yaşamın örgütlenmesi ve bunun bazı yönetimsel araçların düzenlenmesini içeriyordu. Yönetimin toplumsal boyutunda kadınlar aktif biçimde yer alıyor ve yaşamın düzenlenmesinde, sürdürülmesinde önemli bir rol oynuyordu. Kadınların gereksinimlerin üretiminde rolü önemliydi. Kadınların tarımda ve hayvanların evcilleştirilmesinde oynadığı rol genel kabul görmekteydi. Aynı şekilde insan üretiminde de kadınlar temel bir noktada duruyorlardı. İnsanlık tarihinin ilkel dönemlerinde, yeryüzü üzerinde insan nüfusunun az olması insan üretimini değerli kılıyordu. Gereksinimlerin ilkel koşullarda üretildiği bu dönemde nü- 50 SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 fus önemli bir faktör olarak karşımıza çıkİlkel topluluklarda yaşamda aktif yer maktadır. Bu bağlamda insan üretimi ilkel alan kadınlar, yönetim işinin esasında “dış topluluklar bakımından kritik bir noktada işleri” olarak söylenebilecek işlerde görev durmuştur. almıyorlardı. Esasında üretim ve yeniden İlkel topluluklarda insan üretiminde üretimde konumlanarak soyun “iç işleri” olababanın biyolojik rolü bilinmiyordu. Buna rak nitelendirilebilecek alanda yer almışlarkarşı annenin rolü bilinmektedir. Bu gerçedı. Gereksinimlerin ve insan üretiminin merğin etkisiyle Analık hukuku bütün antik çağkezinde duran kadın bu bakımdan toplumsal lar içinde yaşamış halklarda uygulanmıştır yaşamın en kritik yerinde bulunmaktaydı. ve yaşamın düzenlenmesi de buna göre şeİlkel topluluklarda işler arasında ayrım söz killenmiştir. Burada soy örgütlenmesi en kükonusu olmadığından erkeklerin bu örgütçük ve temel bir yapılanma olarak karşımıza lenmelerde yer alması onlara herhangi bir çıkmaktadır. Soy örgütlenmeleri, akrabalık ayrıcalık tanımaz. Zira yapılan tüm işlerin bağı, ana-soy gelişimi ve soy içindeki evlenkamusal bir niteliği vardır. Dahası ve ön melerin yasaklanması gibi üç temel anlayışa önemlisi, ilkel topluluklarda özel mülkiyet dayanmaktadır. olmadığı için bu alanların çıkarlara göre kulBu üç anlayış temelinde yapılanan soy lanılması da ya da egemenliğin bir aracına toplulukları komünal toplumun ilerleyen dönüştürülmesi de söz konusu değildir. Ayaşamalarında çeşitli örgütlenmelere gitmişrıca ilkel komünal yaşamın merkezinde gelerdir. Grup mülkiyetinin devreye girmesiyle reksinimlerin ve türün üretimi durmaktadır. birlikte soy toplulukları hem kendilerini koVe burada da esasta kadın aktif olduğu için rumak hem de doğaya karşı mücadelelerini soy örgütlenmelerinde erkeğin görev almagüçlendirmek için diğer soy topluluklarıyla sı, genel yaşamın yönetilmesinin bir parçası konfederal birliklere gitmişlerdir. Konfededurumundadır. ral yapı içerisinde yer alan soy toplulukları kendi aralarındaki ilişkilerin düzenlenmesi, Doğal iş bölümü ve kadın üzerinde yaşadıkları toprakların ve yaşam Soy örgütlenmesi, insanın sürü halinalanlarının korunması için savunma birlikden topluluk biçimine geçişinin temel göslerinin oluşturulması gibi birçok işin yürütergelerinden biridir. Bu, aynı zamanda insan tülmesi için kurullar oluşturarak çeşitli yötopluluklarının, sulak merkezlerden yerleşik netim birimleri oluştururlar. Bu kurulların hayata başlamasını da beraberinde getirbaşkanlarını ve askeri komutanını seçerler. miştir. İnsanın sürü halinden çıkarak daha Kurulların oluşturulması ve başkanların segelişmiş bir aşamaya evrildiğini de ortaya çilmesi sürecinde soy toplumunun bükoyar bu durum. Ancak bu gelişkin Özel tün üyeleri kendi iradelerini bu duruma rağmen komünal mülkiyet ve sınıflı sürece yansıtırlar. Özelliktoplumda, üretim geri bir ataerkil toplumların tüm sistele kadınların karar menoktada olduğu için, matik yapıları değişime uğrarken aynı kanizmalarında sözü insanlar ihtiyaçlarıbelirleyici noktalarnı bir bütün olarak zamanda yönetim işinin de içeriği değişir. dan biridir. Soyun Yönetimde var olan demokratik ve eşitlikçi karşılayamamak“dış” işleri olarak tadır. Bununla anlayış ortadan kalkarak yerine bireylerin nitelendirilebilecek birlikte insanlık taçıkarlarını temel alan bir bilinç yerleşir. bu soy örgütlenmerihinin ilkel dönemÖncelikli olarak ataerkilliğin devreye lerinde yaygın olarak lerinde yeryüzündeki girmesiyle kamusal ve özel alan esasında erkekler görev insan sayısı oldukça birbirinden ayrılır. alır. sınırlıdır. Bu bakımlardan yönetme ve kadın(1) emeğe duyulan gereksinimden dolayı insan nüfusundaki artış kritik bir noktada durur. Dolayısıyla, kadının doğurganlığı ve insan yavrusunun bakımı soy topluluğu için yararlı bir iş olarak ele alınırken, biyolojik gerekliliğin bir zorunluluğu olarak kadının üzerinde kalmıştır. İlkel dönemde kadının etkinlik alanını daraltan bu doğal iş bölümü, gentillice örgütlenmelerin sağlamlaşmasıyla birlikte nesnel olarak kadının hareket alanını sınırlandırıcı bir rol oynar. Ancak cinsel iş bölümünün yarattığı bu nesnel gerçek, ilkel komünal yaşamın bütünüyle kamusal niteliğinden kaynaklı, kadını hiçbir etkinliğin dışında bırakmamıştır. Dahası kadın, komünal toplumun merkezinde dururken her konuda da söz sahibiydi. İnsanların topluluk halinde yaşaması, tarımda ve hayvanların evcilleştirmesinde ilerleme sağlamıştır. Gereksinimlerin artması ve çeşitlenmesiyle, insanlar doğayı kendi ihtiyaçlarına göre değiştirmeye başlamıştır. Gentillice örgütlenme bu gelişmelerle birlikte ortaya çıkmış ve insanların toplumsal yaşamını kolaylaştırmıştır. İnsanlar soy biçiminde örgütlenerek cinsel yaşama kurallar koymakla birlikte, yaşam sürelerini uzattılar ve yaşam kalitesini de arttırdılar. Soy, gentillice örgütlenmenin hem ilk hem de en küçük birimidir. Ve bu örgütlenme aynı zamanda “grup mülkiyetinin”de doğuşuna işaret eder. Çünkü belirli bir toprak üzerinde toplumsal üretimi gerçekleştiren insanlar burada tutunup kaldılar ve diğer kabilelerden korudular. Gentillice örgütlenmenin etkin olduğu tarih dilimi içerisinde erkeğin üretmedeki rolü kadına nazaran daha geri plandaydı. Gebelik kadına doğa tarafından bahşedilmiş gizil bir güç olarak ele alınıyordu. Bu algılayış erkek cinsini hem korkutuyor hem de kadına saygı duymasına neden oluyordu. Zira doğada, her bilinmezin karşısında ürken erkek bu “giz”in karşısında da korku duymaktadır. Kadın ondan farklıdır ve bu gücüyle toprakla özdeşleştirilmektedir. Kadının tanrıçalaştırılmasının altında yatan en temel neden de 51 budur. Bereket, kadının bedenindeki o “gizil” güçtedir. Bu yeteneğe sahip olan kadın aynı yetenekle toprağı da işlemektedir. Kadının bunlar gibi bir bütün olarak yaşamda tuttuğu yer esasında onu doğal bir yönetici olarakda açığa çıkarmaktadır. Kadının toplumsal yaşamdaki doğal yöneticiliği ve bir bütün olarak ilkel komünal toplumdaki bu işin algılanışı yönetimin özünü de yansıtmaktadır. Yönetim işinin özü, yaşamın kolaylaştırılması ve daha verimli işlemesi üzerinden somutlanmaktadır. İnsanın öteki insan için ortaya koyduğu bir çabadan öte bir anlama sahip değildi. Özel mülkiyetin söz konusu olmadığı bu toplumlarda yönetim işinin düzenlenmesinde hiyerarşik katmanlardan söz edilemez. Özel mülkiyet ve iktidar olgusunun ortaya çıkışı “... Yabancılaşma aşaması, insanlığın gelişmesinin zorunlu olarak geçmesi gereken bir aşamadır. İnsanın kendi kendinden ayrılma aşamasıdır bu aşama. İnsanın hem yaratıcı hem de toplumsal doğasından ayrılmaz çelişkilerin gelişme aşamasıdır. İnsan ilkin, emeğinin tözünün ta kendisi olan doğaya yabancılaşır. Ama bu yabancılaşma aracıyla doğa üzerindeki, onu örgünsel olmayan bedeni durumuna getirecek egemenliğini hazırlar. İnsan, onda artık cinsin temsilcisini değil ama bireyi, hasmı gördüğü öteki insana yabancılaşır. Ama bu yabancılaşma aracıyla, insanal bir toplumun koşullarını oluşturur. Sonunda kendi kendine yaşancılaşır. Ve bunun sonucu, fizik yaşamını sağlamak için gerçekten, insanal yaşamını yadsımaya kadar gider. Ama ardından kendi insan niteliğinin bütünsel onarımından başka bir şeyin gelemeyeceği yoksunluk derecesine erişir. Böylece yabancılaşma, hepsinin de olumlu ve olumsuz yanları bulunan ama hepsi de aynı derecede zorunlu olan bazı derecelerden geçer. Hepsi de bir ölçüde insan doğasından ayrılmaz çelişkilerin, daha yüksek bir birlik içinde kaynaşabilmek için 52 serpilip açılmaları, eksiksiz, en soyut dışavurumlarına erişmeleri gereken çelişkilerin gelişmesidir. Bütün insanal yapıtların kökenleri, hatta devlet ve din gibi en yükseklerinin bile, insandadır ama toplumsal ilişkilerin gelişmesi sonucu, insanı egemenlikleri altına alan ve sonunda onu kendi kendisine yabancılaştıran erkler durumuna gelirler.” E. Bottogelli, Marks’ın 1844 Elyazmaları yapıtında kaleme aldığı sunuşta yabancılaşma kavramını tanımlarken, aynı zamanda yönetim işinin özünün nasıl değiştiğine dair de ipuçlarını vermektedir. Özel mülkiyet ve sınıflı ataerkil toplumların tüm sistematik yapıları değişime uğrarken aynı zamanda yönetim işinin de içeriği değişir. Yönetimde var olan demokratik ve eşitlikçi anlayış ortadan kalkarak yerine bireylerin çıkarlarını temel alan bir bilinç yerleşir. Öncelikli olarak ataerkilliğin devreye girmesiyle kamusal ve özel alan birbirinden ayrılır. Özel mülkiyet olgusu ile birlikte bireylerin özel alanları oluşur. Kadın cinsi bu özel alanın içinde erkeğin mülkü olarak kalır. Özel alana tamamıyla erkek hükmeder. Ayrıcalıklı erkekler, hem sınıfsal hem de cinsel anlamda kolektif çıkarlarını korumak için özel alanın dışında kalan ve kamusal alan olarak nitelendirilen yerin egemenliğini elinde tutmuştur. Özel ve kamusal alanda egemenliği eline geçiren erkek cinsi, yönetim işini tamamen kadının elinden alarak onu toplumun kodlarına kendi işi olarak işlemiştir. Birbirine bağlı olarak diğer alanlarda olduğu gibi kadın, burada da nesneleştirilmiş ve hiyerarşik yönetimin en alt tabakasında yönetilenlerin safında yer almıştır. İlkel komünal toplumun karar mekanizmalarında aktif olarak yer alan kadın, böylece tüm toplumsal inisiyatifini yitirmiştir. Özel mülkiyet ve kadının köleleştirilmesiyle birlikte sınıfların oluşumu insanın insana, insanın doğaya olan yabancılaşmasını beraberinde getirmiştir. Üretimin değişmesiyle birlikte üretim ilişkileri de farklılaşmaya uğramıştır. Özel mülkiyetle eş zamanlı SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 olarak ortaya çıkan aile ve devlet olgularının gelişmesiyle birlikte ilkel komünalitenin eşitlikçi niteliği evrimsel bir ilerlemeyle ortadan kalkmıştır. Aile ve devlet, cinsler arasında yabancılaşmanın hem sonucu hem de nedenleri olarak insanlık tarihini belirleyen kuvvetlere dönüşmüştür. İnsanlar arasındaki sınıfsal ve cinsel ayrımlar toplumsal ilişkilerde de bir hiyerarşi doğururken iktidar olgusu insanların gündemine girmiştir. Yönetimin ve iktidarın özdeşleşmesi söz konusudur burada. Toplumsal cinsiyet ilişkileri bakımından da aynı özdeşleşme erkek iktidarla somutluk kazanır. Sınıflar ve cinsler arası oluşan hiyerarşik ilişki, sömürgeci sınıflı ataerkil toplumların temel yanıdır. Burada iktidar aygıtları ezen cins ve sınıfın elinde toplanmıştır. Dahası ezilen sınıfa yönelik baskı unsurunun temelini de bunlar oluşturmuştur. İlkel komünal toplumlarda kendisine düzenleyici bir rol biçilen ve genel toplumsal çıkarlar üzerinden şekillendirilen yönetim işi, özel mülkiyetle birlikte esasta egemen sınıf ve cinsin çıkarlarını koruyan bir yapılanmaya dönüşmüştür. Yönetim, ezen sınıf ve cinsin iktidarında somutlanmıştır. Bu bakımlardan sınıflı toplumlarda yönetim işinin görevi, iktidarın sürdürülebilmesinin koşullarını ve araçlarını yaratmaktır. Dahası yönetimin içeriği esasında iktidar olgusuyla özdeşleşir. İnsanal yabancılaşma yönetim nosyonuna da yansır böylece. Gerek altyapı gerekse de üstyapı kurumlarının oluşturulma süreçleri bu yönetim anlayışıyla kurulur. Yönetim esasta her türlü araçla ezilen sınıf ve cinsin sistematik olarak baskı altına alınmasının önemli bir aracına da dönüşür. Ataerkil sınıflı toplumlarda ve özellikle kölecilikte ilkel toplumların kalıntıları olarak ortaya çıkan demokratik yönetimler ya ortadan kaldırılır ya da içi boşaltılarak biçimselleştirilir. Kölecilikte, feodalizmde despot iktidarlar tüm ezilenler üzerinde çıplak ve kuralsız bir baskı uygularlar. Kapitalizmde ise bu çıplak zor araçları sistemin yapısına yönetme ve kadın(1) göre devreye sokulurken bunun yanı sıra demokrasinin biçimsel yöntemleri uygulanabilir. Zira ezilen sınıf ve cinsin mücadelesi sonucu elde edilen demokratik kazanımlar burjuvaziyi bu biçimsel yöntemlerin uygulanmasına zorunlu kılar. Ancak iktidar ezen sınıf ve cinste olduğu sürece, bu kazanımlar her daim gasp edilmeye açık olduğu için geçici olur. Kadının yenilgi tarihi, aynı zamanda yönetme işinde nesne konumuna düştüğü tarihtir de. Kadın kölelik sisteminin bütün aşamalarında yönetilen konuma düşürülmüş ve toplumsal yapılanma buna göre kurulmuştur. İlkel toplumda yönetim işinin merkezinde duran kadın, sınıflı ataerkil toplumlarla birlikte tamamıyla erkeğin yönetimi altına alınmıştır. Bin yıllarca süren bu evrimsel gelişimin toplumsal inşa sürecinde kadının karar verme yetisi neredeyse ortadan kaldırılmıştır. Erkek cinsinin bu despot iktidarı kadını bütün alanlardan dışlamıştır. İdeolojik safsatalarla kadının doğal yapısının yönetme işiyle uyuşmadığı toplumun tüm bilinç hücrelerine sirayet edilmiştir. Dahası, kadının aynı doğal yapısının yönetim işini başaracak kapasiteye sahip olmadığı geçmişten bugüne ataerkil sistemin sürdürülmesinde temel dayanak noktalarından da birisidir. Buna karşılık yönetmenin erkekte doğuştan gelen bir yetenek olduğu her daim cinslere öğretilen bir olgu olmuştur. Toplumsal olarak ortaya çıkan bu olgunun biyolojik bir gerçekmiş gibi sunulması da bilimin erkeklerin elinde bir araca dönüştüğünü ortaya koyar. Kadının köleleştirilmesinde kritik noktada olan aile, devlet, din, hukuk, gibi kurumsal yapıları erkek yönetmektedir. Kölecilikte ezen sınıfın erkeği tüm ezilenler üzerinde koşulsuz iktidarını sürdürür. Feodalizmde ise bundan farklı olarak ezilen sınıfa mensup erkeklerin aile üzerinden kısmi olarak tasarrufu söz konusudur. Bundan dolayı da ezilen sınıfa mensup erkeğin kadın üzerinde bir iktidara sahip olduğu genel olarak kabul gören bir doğrudur. Kapitalizmde ise işçi 53 sınıfından erkeklerin hakları genişletilir ve kadın üzerindeki tasarrufu arttırılır. Erkek, aile içindeki denetimi neredeyse tamamen ele geçirir. Burjuva diktatörlüğünün aile içindeki temsilcisi baba olur. Başka bir deyişle aile içinde yönetimi ele geçiren erkek tüm toplumsal yapıyı yönetir. Ataerkillik ve kapitalizmin kaynaşma noktalarından biri de yönetim işinin erkekte toplanmasıdır. “Yöneten erkek yönetilen kadın”ın sürekli ve sistematik olarak yeniden üretilmesinin en önemli koşulu cinsel iş bölümünün sürdürülmesidir. Cinsel iş bölümü, toplumun tüm hücrelerinde var olan bir cinsiyet hiyerarşisinin oluşturulmasını sağlar. Kadınların ve erkeklerin farklı işler yaparak, farklı konumlar, statüler, getiriler elde etmesini sağlar bu durum. Cinsel iş bölümünün yarattığı ayrımla kadınlar temel olarak ev-aile işlerine adarlar kendilerini. Ev içinde emeği zaten ücretsiz olan kadının toplumsal konumu da buna bağlı olarak şekillenir. Erkeğin özel alanı olarak görülen ve yönetim işinin dışında gibi duran aile, esasta “yöneten erkek” olgusunun üretildiği temel yapıdır da. Erkekler, genel olarak kamu alanlarının denetimini ellerinde tutarlar. Şirketlerin, ticaretin, hukuk sisteminin, ordunun ve genel olarak bürokratik aygıtların yönetimini ellerinde tutan erkekler, kadınların bu alanları yönetmesinin önünde engeller oluştururlar. Kadınların yönetim işlerine katılımında temel engel olarak her daim yeterli bilgiye, eğitime, deneyime ve beceriye sahip olmadığı iddia edilir. Hatta kadınların yönetici kademede yer almaması için niteliksel boyut en üst seviyede tutulur. Elbette bu üst boyuttaki nitelikler sadece kadınlar bakımından geçerli olur. Dahası kadınlar söz konusu olduğunda bütün referanslar ayrıntılı olarak gözden geçirilir ve tartışılır. Kadının başarıp başaramayacağına dair yapılan bu tartışmalar kadınların aleyhine bir durum yaratmıştır. Kadınların başaramayacağına dair gerekçeler esasında tüm kadınlara mesaj niteliğindedir. Esasında da bu gerekçeler da- 54 yanak yapılarak kadın yönetim işinden dışlanır. Bu özelliklere sahip kadınlar da doğal özelliklerinin yönetim işini yapmaya uygun olmadığı gerekçesiyle yönetimden uzak tutulur. Toplumsal algı da zaten bu yönlü sürekli üretilmektedir. SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 dan dışlayarak gelişimini de engellemiştir. Ortaçağ’da bilimle ilgilenen kadınların bilgi üzerindeki erkek tekelini yıkmaya çalıştıkları bilinmektedir. Ancak bu alanda egemenliğin önemli bir nokta olduğunu bilen erkekler, kadınları cadılık soruşturmaları adı altında katletmişlerdir. Bilgiye ulaşan ve bu alanda kendini geliştirmeye çalışan kadınlar tüm ortaçağ boyunca kırıma uğramışlardır. Büyük Fransız Devrimi’nde eğitim alabilmiş ve erkeklerin tahakkümünü sorgulayan kadınlar giyotinle idam edilmişlerdir. Erkeklerin bilgi üzerindeki tekeli sadece öğretilmişliklerle değil aynı zamanda bu zorba yöntemlerle korunmuştur. Bilgi egemenliğin aracıdır Kadınların yönetim işini başarabilmek için gerekli bilgi, eğitim, deneyimlerden baştan yoksunluğu ve bu alanlara ulaşımının zorlaştırılması, toplumsal cinsiyetin sürdürülebilir olmasının önemli yanlarından biridir. Kadınlara, daha çocuk yaşta erkeğin yönetimi altında olması gerektiği öğretilir. Eğitim alma yaşına kadar bu olguyla büyüyen kadının bundan sonraki yaşamı da bu Erkek tarzı yönetim doğrultuda devam eder. Eğitim olanaklaAtaerkil kapitalizmin tüm sistemsel rından faydalansa bile aldıkları bu eğitimde yönetimini erkek yürütür. Aslında kadının yöneten erkek olgusunu güçlendirir. Erkeğin tahakküm altına alınmasından bu yana yöeğitim olanaklarından daha fazla faydalan- netim erkek cinsinin elindedir. Bu durumda ması, yönetim için gerekli bilgiyi elde etme- sınıflı toplumlarda oluşan yönetim tarzısi ve aynı zamanda bu bilgiyi analiz ederek nın aynı zamanda bir erkek tarzı olduğunu kendini geliştirmesinin önü açılır. Bu özgü- da belirtmek gerekir. Burada kadınların da ven erkeğe baştan öğretildiği için diğer ku- aynı yönetim hiyerarşisi içine dahil olmarumlarda bunun geliştirilmesi süreci devam sı ve bu tarzı benimseyerek erkekleşmesi, eder. Erkek, yaşamının bir bütününde yöne- bu yönetim tarzının cinsiyetçi karakterini tici pozisyonunda olduğunu bilir. değiştirmez. Burjuvazinin yönetim tarzı Yönetim bakımından nitelik biriktirme ve erkek yönetim usulü birbiriyle kaynaşsüreçlerinden erkekler faydalanırlar. Eğiti- mış olarak kadın üzerinde tahakküm kurar. min başlangıç aşamasından diğer kaBu toplamda ataerkil kapitalizmin Kadının demelerine kadar esas alarak yönetim tarzını ortaya koyar. köleleştirilmesinde erkekler yönlendirilirler. Yöneten erkek olgusunun kritik noktada olan aile, Erkeklere bu süreçler sınıfsal bağlamlarda debakımından daha stradevlet, din, hukuk, gibi kurumsal ğişkenlik arz edeceğitejik düşünmeleri yapıları erkek yönetmektedir. Kölecilikte ni burada belirtmek öğretilir. Özellikezen sınıfın erkeği tüm ezilenler üzerinde gerekir. Zira burjule bu noktalarda va sınıfa mensup koşulsuz iktidarını sürdürür. Feodalizmde bilginin kritik bir erkeklerin yaşamı ise bundan farklı olarak ezilen sınıfa mennoktada olduğunu kariyer odaklıdır. sup erkeklerin aile üzerinden kısmi olarak belirtmek gerekir. İşçi sınıfından ertasarrufu söz konusudur. Bundan dolayı Zira bilgi insan gelikeklerin aynı koda ezilen sınıfa mensup erkeğin kadın şiminde en belirleyici şullar içerisinde bu üzerinde bir iktidara sahip olduğu etkendir. Bin yıllardır olanaklardan yoksun genel olarak kabul gören bir bilimi kendi tekeline alan olduğunu biliyoruz. Andoğrudur. erkek cinsi, kadını bu alancak toplumsal cinsiyetin yönetme ve kadın(1) gereği olarak işçi sınıfından erkeklerin işçi sınıfından kadınlar üzerine tahakküm kurduğunu belirtmek gerekir. Sınıfsal olarak yönetme işinin dışında kalan ezilen sınıftan erkekler cinsel olarak kadın cinsini yöneten pozisyonda durmaktadır. Buradan hareketle, ataerkil toplumsal yapılanma içerisinde tüm erkeklerin çıkarları ortaklaşmaktadır. Bu çıkar birliği, sınıfsal yapılanma ile paradoks gibi görünse de esasında kapitalizmin genel çıkarlarına uygundur. Zira cinsiyet hiyerarşisi sınıfsal çelişkileri yumuşatır ve işçi sınıfı erkeklerin bilincini gerileten bir unsura dönüşür. Zaten tam da bu noktadan dolayı burjuvazi sistematik olarak ataerkilliği besler. İktidar ilişkileri içerisinde işçi sınıfından erkekler ailenin yönetimini sürdürmektedir. Esasta da bu iktidar ilişkisi üzerinden kadın üzerinde tahakküm kurar. Bu bakımlardan kapitalizm koşullarında ezilen sınıfın erkekleri yönetim işi için gerekli tüm eğitim ve referansların ezici bir çoğunluğunu bir ayrıcalık olarak elde eder. Ezilen kesimlerin sosyal kazanımları esasta erkekler tarafından kullanılır. Keza kamusal alanda öncelikli olarak erkekler yer alır. Dahası, kamusal alan olarak tarif edilen bütün alanlarda yönetim işlerini erkekler üstlenir. Buralarda kadınlara çok az bir alan açılır ki; bu da çoğu zaman erkekler tarafından işgal edilir. Sosyalist yönetim tarzı ve kadın Sosyalist yönetim tarzı, aynı zamanda ezilen sınıf ve cinsin yönetim anlayışını ortaya koyar. İlkel komünal toplumdaki düzenleyici ve genel toplum çıkarını esas alan özü temel alarak bunun uygar toplumdaki algılayışını ortaya koyar. Sosyalist yönetim anlayışının temeli bu anlamıyla ezilen çoğunluğun çıkarlarından hareket eder. Bunun en somut biçimi de sosyalist demokrasidir. Sosyalist demokrasi, yönetimi kolektif bir mecraya taşırken aynı zamanda yönetimin içeriğini de değişikliğe uğratır. Yönetim işi insan odaklıdır. Ataerkil kapitalizmde insanal yabancılaşmanın bir sonucu olarak 55 yönetim işi sömürücü sınıf ve cinsin tekeli altındadır. Elit bir azınlık çoğunluk üzerinde egemenlik kurar. Bu elit ve bürokratik kesimin odağında ataerkil kapitalist sistemin sürdürülebilirliği durmaktadır. Sistemin çıkarlarının tüm toplumun çıkarları olduğu yanılsamasının, kurumlar ve ideolojik araçlar yardımıyla tüm ezilen kesimlerin bilincine sirayet edilmesi söz konusudur burada. Sosyalist yönetim anlayışı, ataerkil kapitalizmin bu yönetim anlayışının eleştirisi üzerinden kendi yönetim anlayışını ortaya koyar. Yönetimde elit bürokratik bir tabakanın egemenliğini reddeder. Yönetimi insanlığın yararına bir işe dönüştürmenin teorik, ideolojik ve örgütsel ayaklarını oluşturur. Tüm ezilen kesimlerin çıkarlarını merkeze koyarak sosyalist inşanın sorunlarını temel alır. Bu doğrultuda yönetim işi bir ayrıcalık olmaktan çıkarılıp toplumsal devrimin sorunlarını çözen ve omuzlayan bir pratiğe dönüşür. Burjuva ataerkil yönetim anlayışı üzerinden şekillenen devlet aygıtı parçalanır ve yeni kurulan sosyalist devlet çoğunluğun yönetimine açılır. Kamusal ve özel alan ayrımına karşı savaş açılarak yönetimden dışlanan işçilerin, kadınların ve diğer ezilen kesimlerin önündeki engeller kaldırılır. Dahası, yönetim için gerekli eğitim, deneyim biriktirme süreçleri vb. araçlara ulaşımları sağlanır. Özellikle kadınların bu yönlü önünde duran engellerin kaldırılması için daha özel ve iradi çalışmalar yapılır. Sosyalizm, insanlığın yabancılaşmasının ortadan kalkmaya başladığı koşulları oluşturur. Dahası cinsler arası özgür ortamı ve ilişki tarzını açığa çıkarır. Bin yıllardır cinsler arasında süren eşitsizliğin ve toplumsal cinsiyetin ortadan kaldırılması için mücadele yürütür. Elbette bu mücadelenin yürütülmesi için sosyalizmin beklenmesi gerekmiyor. Toplumsal cinsiyetin ortadan kaldırılması için yürütülen mücadele her dönemin temel konularından biridir. Ve bu mücadelenin merkezinde de kolektif yapılar 56 durmaktadır. Bundan dolayıdır ki, komünist devrimci partiler, varlıkları gereği ataerkil kapitalizmin eleştirisi üzerinden yeni bir yönetim anlayışını ortaya koymak durumundadırlar. Sosyalist yönetim işinin amacı ve içeriği bu kadar berrakken bugün bakımından aynı anlayış temelinde bir pratik ortaya konulmuş mudur? Heyhat, bu soruya olumlu bir yanıt vermek güçtür. En başta şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; devrimci partiler, erkek doğmuşlardır. Doğallığında da yönetim kademesi bu cinsiyetçi anlayışa göre şekillenmiştir. Elbette burjuvazinin elitik ve bürokratik yönetim anlayışına karşı sosyalist yönetim anlayışını hayata geçirmeye çalışmışlardır. Ki bu noktada önemli başarılar da elde edilmiştir. Fakat sınıfsal mücadele üzerinden ortaya konan bu pratiğin diğer yarısı görülmemiştir. Bundan dolayıdır ki, komünist partiler içerisinde yönetim, devrimci erkekleri kapsayan bir kolektif yapı görünümündedir. Partilerin kuruluş aşamalarında çok az kadın olmakla birlikte, yönetim esasında erkeğin elinde bir ayrıcalığa dönüşmüştür. Devrimci çıkarlar adına esasında toplumsal cinsiyet, parti içerisinde sürdürülmüştür. Sosyalist yönetim anlayışının yarısı fiilen yok sayılmıştır. Sosyalist partilerdeki bu görünüm, ataerkil kapitalist sistemin yönetim anlayışından tam olarak kopuşulamadığını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, bu cinsiyet körü yönetim anlayışı esasında erkek egemenliği üzerinden sürerek kendini yeniden üretir. Öncelikle ideolojik olarak sorunlu bu yönetim anlayışının merkezinde toplumsal cinsiyeti dikkate almayan ya da yeterince dikkate almayan bir bakış açısının olduğunu söylemeliyiz. Burada kadının eğitim ve SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 diğer haklardan faydalanmadığı ve bu alanların erkek cinsinin bir ayrıcalığı haline geldiği gerçeğini gözetmeyen bir yaklaşım söz konusudur. Nesnel olarak cinsler arası var olan eşitsizliği sürdüren bu anlayış, elbette devrimci erkeklerin çıkarlarını da koruyan bir zemin yaratmaktadır. Özellikle stratejik alanların yönetimini ağırlıklı olarak erkekler yürüttüğünden bu zemin buradan kendini yeniden üretmektedir. Karar mekanizmalarında ağırlıklı olarak erkekler durduğu sürece, inceltilmiş erkek egemen bir anlayışın sürdürülebilmesinin önünde de ciddi bir engel oluşmuyor bu durumda. Burada inceltilmiş erkek egemen tarzı yönetimi daha yakın bir markaja almak gerekir. Bu anlayışın sürdürülebilmesinin en temel teminatı sosyalist yapılar içerisinde sürdürülen cinsel iş bölümüdür. Bu bölünmenin en belirgin özelliği, erkeklerin stratejik alanlarda konumlanması kadınların ise taktik alanlara kaydırılmasıdır. Erkek ve kadın devrimcinin bilinç kodlarına işleyen bu durum, gelişim süreçlerini de etkilemektedir. Erkekler kendilerini yetiştirirken stratejik alanları hedeflerine oturtmaktadır. Karar verme iradelerini ve yönetme kapasitelerini geliştirmeye odaklanıyorlar. Toplumda yönetim işinin erkeğe ait olduğu yanılsamasının kaba biçimlerini reddederken esasında bu durumun parti içerisine yansıyan inceltilmiş biçimlerini sürdürürler. Bundan dolayı da, gelişim stratejilerini buna göre ayarlarlar. Özellikle devrimin hızlı gelişmesini ve güncel ihtiyaçlarını öne sürerek bu durumu kabul edilebilir hale getirirler. Pratiğin kendiliğindenciliği bu inceltilmiş halin devamı için bir zemin hazırlar. Siyasal Atılım İçin Kadın Kitleleriyle Buluşmaya Marksist Leninist Komünist Parti Merkez Yayın Organı Partinin Sesi’nin 81. sayısında yer alan “Siyasal atılım için kadın kitleleriyle buluşmaya” başlıklı başyazıyı, güncel önemi üzerine yayınlıyoruz. 4. Kongre’mizde benimsenen kadın devrimi çizgisi, hem partimizin kadın özgürlük mücadelesinde ulaştığı ideolojik, teorik, siyasal ve örgütsel düzeyin, hem de Türkiye ve Kürdistan’da kadın hareketinin elde ettiği siyasal kazanımların, nicel ve nitel gelişkinliğin, komünist öncünün önüne koyduğu nitel sıçrama görevine denk düşüyordu. Kadına yönelik şiddete karşı kampanya başta olmak üzere, kimi başarılı siyasal çalışmalara karşın, kadınlar arasındaki kitle çalışmamızda ve bu cephedeki gelişimimizin bütününde oluşan zayıflama ve mevzi kayıplarının temelinde, kadın komünistlerin öncülüğünde parti saflarında geliştirilen iç aydınlanma süreci ve ideolojik kazanımların, buna denk düşecek bir siyasal atılımla birleştirilememesi duruyordu. Bugün bu ideolojik birikimi ve parti tarihimizin bu cephedeki siyasi, örgütsel deneyim ve kazanımlarını, kadın kitlelerini kadın devrimi fikriyle buluşturma yolunda bir siyasal atılıma dönüştürmek, kadın devrimi için savaşımımızın güncel görevidir. Kadın devrimini; öncelikle bir siyasal program, kadın özgürlük mücadelesinin en ileri siyasal programı olarak algılamamız, bir siyasal hareket olarak kurmamız, kadın kitlelerinin devrimci mücadeleye kazanılması hattında gelişen bir günlük siyaset ekseni ve tarzı olarak şekillendirmemiz ge- 58 rekiyor. Kadın devrimi, kadın cinsin erkek egemen sınıflı toplumdan kurtuluş programı, kadın kitlelerinin eseri olacak bir siyasal ve toplumsal devrim mücadelesinin adıdır. İdeolojik çalışmalarımızı ve bilinç yükseltme faaliyetlerimizi, gerek bu siyasal iktidar mücadelesi içinde ve gerekse de siyasal iktidar koşullarında bu toplumsal dönüşüme önderlik edecek kadro tipini yaratmak için yapıyoruz. Teorik üretimimizin odağında bu mücadelenin önünü açmak duruyor. Örgütsel çalışmalarımızı, bu siyasal mücadelenin çapını, vuruş gücünü yükseltmek için yürütüyoruz. Bu tür bir amaç açıklığı, kadın devrimi yolunda bize daima kılavuzluk etmelidir. Tersinden, siyasal çalışma, tüm bu çalışmaların da motorudur. İdeolojik dönüşüm ve kadın özgürlüğünün teorisine yönelim bakımından kadın devrimi fikri ve iç aydınlanma süreci ne derece önemli ve verimli olursa olsun, bu çalışmaların da kendi sınırları var. İdeolojik bakımdan da ilerleyebilmek için, siyasal mücadelenin, yani eylemin yıkıcı ve kurucu gücüne ihtiyacımız var. Bir başka deyişle, kadın komünistlerin, hem kendilerini ve kadın kitlelerini cins bilinci temelinde dönüştürüp eğitmede, hem de gerek saflarımızda, gerekse toplumsal mücadele içinde kadın devriminin ideolojik hegemonyasını kurmada, yani erkek egemenliğinin ideolojik olarak geriletilmesinde, siyasal eylemini büyüterek ilerleme hattından yürümesi gerekiyor. Tüm parti örgütleri görev başına Böylesi bir siyasal atılımı başarmak için, istisnasız bütün kadın komünistlerin kendisini sorunun sahibi olarak görmesi ve tüm komünistler bakımından erkek egemenliği ve geleneksellikle savaşımın merkezine de bu görevle ilişkilenişin oturması gerekiyor. Geçtiğimiz dönemde, kadın kitleleriyle buluşmada yaşadığımız daralma ve mevzi kayıplarının geliştiği zeminin bir yönünü, SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 parti çalışmalarının tümü içerisinde özel olarak kadın taraftar ve üyeler kazanma çaba ve yöneliminin zayıflaması ve silikleşmesi, diğer yönünü ise kadın kitleleri içerisinde sistematik, sürekli siyasi ve örgütsel faaliyetin örgütlenemeyişi oluşturuyordu. Yani, bu dönemde bir yandan genel faaliyetler içinde özel olarak kadınlara yönelme, ilişkilenilen kadınlarla ise özel olarak kadın devrimi görüş açısından da ilişkilenme, şu veya bu çalışmada kazanılan kadınları kadın devrimine kazanmada darlık yaşanırken, diğer yandan kadınlar arasında kitle faaliyetinin özgün gündemler, araçlar ve biçimlerle örgütlenmesinde ve yönetilmesinde, alana özel kadroların belirlenip görevlendirilmesinde, burada süreklilik yakalama iradesinde zaafiyetler yaşandı. Kadın kitleleri arasında sürekli ve sistematik parti çalışmasının somut sorumlularının, örgütler, bireyler, komisyonlar ve gruplar olarak, mutlaka belirlenmesi ve örgütlenmesi, özgün kitle çalışması araçlarının çeşitlendirilmesi, özgün örgüt biçimlerinin zenginleştirilmesi, özellikle demokratik kitle örgütü kapsamındaki araçların yeniden yaratılması muhakkak gerekiyor. Ancak bu yetmediği gibi, bu düzeyi kazanmak için de, partiye kadın üyeler, taraftarlar, sempatizanlar kazanma görevine, kadın devrimi fikrini kitlesiyle buluşturma görevine, kadın devrimini siyasal bir hareket olarak kurma ve şekillendirme görevine istisnasız tüm çalışma alanlarından, tüm parti örgütlerinden kadın yoldaşlar tutkuyla bağlanmak zorundadır. Bu görevleri, “tek işi bu çalışma olan” dört başı mamur sayı ve nitelikte kadın kadroların görevlendirileceği meçhul güne erteleme bakış açısından da vazgeçilmelidir. Tek işi veya kırk işinden biri bu olan kadın kadroların görevli olduğu sayısız alanda görevin sahipsiz kalması ya da silik yürütülmesi, sadece alana özel görevlilerin azlığıyla açıklanamaz. Burada bir tutku zayıflığı, kadın kitlelerine güven ve bağlanma zayıflığı mutlaka söz konusudur. O nedenle de kadın kitlelerine gitmedeki zayıflama, do- sİyasal atılım İçİn kadın kİtlelerİyle buluşmaya laysız biçimde bir ideolojik sorundur. Tüm parti güçleri, özgürlük ve sosyalizm mücadelesinin bu alandan gelişebileceğine dair tam bir inanç ve tutku sahibi olmalı, kadın komünistler özel bir iddia sahibi olmalıdır. Kadın kitlelerini kazanırsak, örgütlersek, parti ve devrimci mücadele gelişir, yeni bir toplum hazırlığının temelleri güçlenir, bu konu kafalarda açık olmalıdır. Saflarımızda erkek egemenliği ile mücadelenin çubuğu da daha fazla siyasete, siyasetin sorunlarına doğru bükülmelidir. Başka bir deyişle, komünist erkeğin kadın devrimi karşısındaki ideolojik duruşu, savunduğu görüşler ve sarf ettiği sözlerden ve parti içi ortamlardaki pratik duruşlarından daha fazla, kadın devrimi karşısındaki siyasal duruşu ile kadın devriminin siyasal ve örgütsel görevleri karşısında sergilediği performansla ölçülmeli ve tartışılmalıdır. Partinin kadın yarısının önüne koyduğu görevleri ne kadar yerine getirdiği, siyasal ve örgütsel planların parti örgütlerinde karşılık bulması için ne kadar mücadele ettiği, ön açtığı, kitle çalışmasında kadınlara ne kadar yöneldiği veya yetmediği durumda kadın yoldaşlarından yardım istediği, yönlendirdiği, siyasal gündemlerde kadın gündemlerine ne kadar öncelik verdiği, bugün komünist erkeğin kadın devrimi eksenindeki değişim ve dönüşümünün temel ölçütü olmalıdır. Erkek komünistler görevler karşısındaki ilgisizliklerini demokratik duruş adına savunma hatasına düşmemeli, öneri sunmada, ilişki çıkarmada atak olmalı, eleştirilme riskini de göze almalıdır. Saflarımızda pratik direniş boyutu zayıflamış, daha çok, iknadan yoksun suskunluk ve hata yapılmasını bekleme biçimini almış erkek egemenliği ancak bu eksende geriletilebilir ve erkek komünistlerin de devrimci temelde dönüşümü sağlanabilir. Kadın kitleleri erkek egemenliğine karşı isyanda Marksist Leninist komünistlerin büyüyen kadın mücadelesi içerisinde saygın 59 yerini, öncü duruşunu pekiştirmesinin, bu hareket içinde yüzlerce ve binlerce kadınla buluşmasının zemini fazlasıyla vardır. Kadınlar ezilmeyi, aşağılanmayı her geçen gün daha fazla reddediyorlar, kendi toplumsal konumlarının farkına varıyorlar. Bu, 12 yıllık AKP iktidarının kadın düşmanı politikalarına karşı büyüyen örgütlü, eylemli tepkinin yanı sıra ve daha çok, eş ve aile baskısına, erkek şiddetine karşı süregiden can bedeli mücadelede görülüyor. Ancak bu bilinç, henüz kendiliğinden kolektif bir cins bilincine dönüşmüyor. Özünde, binlerce kadının can verdiği militan bir mücadele, sayısız bireysel mücadelenin ve sınırlı örgütlü mücadelenin toplamı olarak yürüyor olması itibariyle, bir bireysel dramlar toplamı ve duyarlıların sahiplenişi görünümünü alıyor. Bu, kadın gündemleri üzerinden yürüyen hemen hemen tüm mücadelelerin en derin handikabı olarak, hangi sorunu çözerek ilerlemek gerektiğini gösteriyor. Burada öncü komünist kadınların ve komünist partinin doğru şiarlar ve araçlarla devreye girmesi gerekiyor. Genç kadınların bireysel cinsel özgürlük talepleriyle toplumsal özgürlük, siyasal özgürlük talepleri hiç olmadığı kadar pratik biçimde iç içe geçmiş durumda. Sermaye, devlet, aile eliyle yürütülen şiddete karşı mücadele, açık ki Türkiye ve Kürdistan’da kadın hareketinin başlıca özgün gündemi olarak, birleşik bir kadın hareketi biçiminde gelişiyor. Rojava’da büyüyen devrimci seçenek, Ortadoğu merkezli bir kadın devrimi hareketinin gelişiminde umut ve ilham kaynağı oluyor. Toplumsal mücadelenin tüm gündemlerinde taraf olma, kadın kitlelerini her vesileyle erkek egemen kapitalist düzene karşı taraf haline getirme, bu saflaşma içinde kadın kimliği ve bilincini kazandırma, kadın devrimini bu kitlelerin eseri olarak büyütüp kazanma hattından yürümek sorumluluğunu taşıyoruz. Bunu başarmak için bütün gücü- 60 müzü, deneyimimizi, yeteneklerimizi seferber etmek zorundayız. Kadının cins bilinci kadın kitlelerine güvenindedir Kadın devrimi, güçlü, meşru, sarsıcı bir fikir olarak komünist kadınlarda yüksek bir duyarlılık, bilinç ve özgüven geliştirdi. Bu bilinç ve özgüven, her şeyden önce, yüksek, sarsılmaz bir inanç olarak kadın kitlelerine güvende, mücadelenin gelişim sorunlarının çözümünü, kadın devriminin ilerleme kanallarını onlarla birlikte arama yöneliminde, kadın kitlelerinin sorunlarına, acılarına, umutsuzluğuna, yalnızlığına duyulan empatinin onları devrim saflarına çekerek özgürleştirme isteğine dönüşmesinde yansıma bulmalıdır. Dıştancı, buyurucu, aydınlanmacı, bürokratik tarzdan kitle çalışmasının tümünde uzak durmak gerekiyorsa, kadınlar arasındaki kitle çalışmasında bin kat daha uzak durmak gerekiyor. Çevremizdeki, partiye, devrime katkı sunmaya hazır, ancak kendi kadın kimliği ve konumu konusunda kafası açık olmayan emekçi kadınlardan başlayarak, tüm kadın kitlemizi kadın devrimi çizgisine kazanma ve siyasal olarak harekete geçirme, kadınların toplumsal mücadelede yer alma bakımından bu en ileri kesimleri ile buluşacak bir dil kurmada dahi zaman zaman yaşadığımız sıkıntıları aşacak bir açıklık, kapsayıcılık, yoldaşlaşma bilinci ile hareket etme, kadın cephesinde yaşadığımız kadrolaşma ve kurumlaşma sorunlarını daha geniş kadın güçlerine dayanarak aşma yolundan ilerlemeliyiz. Kitle çalışmasının araçlarını büyütelim Kadın devriminin güncel siyasetini kurmak, dönemin doğru şiarlarını, taleplerini saptamak kadar ve daha çok, bu şiarları kadın kitleleriyle buluşturmak anlamına geliyor. Genel ajitasyon ve siyasallaştırma SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 kadar, birebir örgütleme çalışmaları da hak ettiği yeri bulmalı. Yerellerin tek tek, mevzi mevzi bu bakımdan da kazanılmasını örgütlemek gerekiyor. Tek tek her bir yerel örgütümüzün kitle çalışmasında gideceği kadın niceliği bakımından hedefler koyması, kazanacağı üye ve aktivist niceliği bakımından hedefler koyması, özel olarak kadın kitleleri arasında çalışmakla yükümlü sorumlu ve örgütleri ne kadar sürede hangi yoldan kazanacağı konusunda hedefli çalışması, kadın komünistlerin bu hedeflerin oluşturulmasına ve denetimine öncülük etmesi şart. Genel siyasal ve örgütsel çalışmalarımızın kadın devrimi görüş açısıyla yönetilmesi kadar, merkezi ya da yerel kadın örgütlerimizce kararlaştırılan pratiklerin yerellerde somutlanması da vazgeçilmezdir. Kadın kitleleri içinde, günlük düzenli sistematik çalışmanın yeniden kazanılması gerekiyor. Bunun için yayın, bildiri vb. süreklileştirilmiş ajitasyon araçları kadar örgüt biçimlerini de çeşitlendirmek, özellikle yerellerin özgün inisiyatif ve yaratıcılığının rolünü oynaması gereken en temel alan. Haziran ayaklanması, bir kez daha, kitlelerin kendi sorunlarının çözümünü fiilen örgütlemeye girişmelerinin yaratıcılık, özgüven, siyasallaşma bakımından nasıl sıçramalı gelişmeler ortaya çıkardığını gösterdi. Şiddet, yoksulluk, Rojava ile somut dayanışma gibi sayısız gündem üzerinden kadınlar arasında böylesi yerel dayanışma örneklerini ortaya çıkarmak, kadınlar arasında kitle çalışmasını, yerel dayanışmayı güçlendirici, sorunların çözümünde özneleştirici yöntemlerle beslemek, isyanında, çözüm arayışında yalnız olan kadınlara kolektif cins bilincini kazandırmanın somut yöntemleri olarak gündemleştikçe o sıçramalı gelişmeler yenileriyle buluşacaktır. Öncülük ve önderlik, bu buluşmayı sağlama pratiği dışında var edilemez. MUHABBET KURT Delila: “Tüm Zamanların Maratoncusu” Elinizde bir gerilla kadının “sınırları şarkılarla çizilmiş” günlükleri varsa özel bir yolculuk yapacaksınız demektir. Nehirlerin, dağların, rüzgarın, çiçeklerin uçurumların sesini birer ezgiye dönüştüren Delila Meyaser’dir (Şenay Güçer) kılavuzunuz. Sırtındaki davuluyla seslere biçim verir ve nihayet sözcüklerin içinde gizlediği ezgileri bize ulaştırmayı başarır. Bu yüzden yazdıklarını okurken Delila’nın sesiyle de dağlardan, O’nun sevgili Avdikuvi’sinden, Xakerke’den, Zap’tan dökülen müziğiyle de buluşursunuz. Delila sanatçıdır. Gerillanın notasıdır, ateş başındaki müziğidir. Ama her şeyden önce bir gerilladır, bir kadın savaşçıdır. Delila, yurtsever bir ailenin çocuğudur. Diğer Kürt çocukları gibi kirli savaş ortamında nice vahşete, kontrgerilla katliamlarına, hizbulkontra saldırılarına tanık olarak büyür. Gerilla saflarında kuzenleri, arkadaşları vardır. Şarkı söylemeyi, okumayı, macera filmi seyretmeyi, karate yapmayı seven Delila, kararını verdiğinde annesinin kulağına şu söyleri fısıldar. “Dil dixwaze here cenge” ’99 Mayıs’ında yüreğinin sesine kulak vererek üç arkadaşıyla birlikte Silvan’a “hoşçakal “deyip yönünü dağlara çevirir. Bir kaç ay sonra gerilla, yapay sınırları aşarak Kuzey’den Güney’e geçer. Delila Güney’dedir artık. Sırt çantasında defteri hiç eksik olmaz. Her fırsatta onunla buluşur. Tuttuğu defterlerin günün birinde birer tarihsel belge olacağını bilerek ama asla sınırlara hapsolmayarak yazar. Delila’nın günlüklerini bizim için değerli kılan, her satırının kadın bakış açısıyla yazılmasıdır. Defterlerini yıl- 62 dızlarla, kır çiçekleriyle şehit fotoğraflarıyla şarkılarla süslese de sözleri yaşam gibidir, yalındır. Ataerkil toplumsal düzene, erkek egemen yargılara, öğretilmiş kadınlığa karşı mücadelenin her boyutunu kendi yaşamını içererek aktarırken alabildiğine objektiftir. Kendinden başlayarak yeni yaşam, özgür kadın arayışını sorgular. Kendini tanıma çabasına özel bir önem verir. “Kendimi tanımlamaya ihtiyaç var. Kendimi tanımlayamazsam karmaşık bir kişilik düşüncesi oluşur. O yüzden tanımlayabilmem gerekir ki o kişilik üzerinden bir değişim ve gelişim olmalı” der. Karşılaştığı her geri tutum karşısında, her yeni gelişmede dönüp kendi pozisyonunu gözden geçirir, amaç açıklığına kavuşturur. “Kendinden başlama”yı genellikten çıkarıp özelleştirir. “Hepimizin bir öyküsü var. Bazen kendimi çözümlediğimde hem seviniyorum hem de acı veriyor. Fakat en fazla sevinme var. Kendimi tanıma ve yaratma arayışı fazlalaşıyor Delila! Kendini hiçbir zaman rotadan çıkarma” diye seslenir kendisine. O’nun rotası özgürlük ırmağıdır. Rotadan çıkmamanın yolu özellikle erkek egemen anlayışlara, kadını gerileten öğretilmiş kadınlık hallerine karşı savaşı yükseltmekten geçiyor. Delila da bunun farkındadır. Gerici erkek ortamlarını çözümlemeye çalışırken sert bir şekilde eleştirir, sansürsüzdür. Gözlemlerini şöyle aktarır; “Erkekler dünyası iğrenç. Adam gibi olun be. Daha çok söyleyip iğrençlik yapacaksınız. Ama yine adam gibi olun. Klasik ve gerilikten uzak durun(...) Buradaki yaşamı çözmeye çalışıyorum. Çelişik bir yaşam ama bir o kadar açık. Çelişik olan insan beyni yani hastalıklarımız. Arkadaşlar kusuruma bakmayın ama adam gibi olun.” Tüm kızgınlığına, öfkesine rağmen yoldaşça sevgisini de esirgemez. Tüm zaafların, eksikliklerin insana özgü olduğunun farkındadır. Erkek yoldaşlarının “iğrençlikleri”ne tavır alırken kadın yoldaşlarının geriliklerine de sessiz kalmaz. Geri tutumları yoldaşlarına yakış- SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 tırmaz. İdeolojik mücadeleyi bu anlamıyla yaşamının merkezine oturtur. Kadınlardaki sorumluluk alma ve kolektif bilincin zayıflığının kökeninin öğretilmiş kadınlık olduğunu bilerek bu özelliklere karşı da amansızdır. Öğretilmişlik kadınlık hallerinin savaş kurallarıyla bağdaşmadığının farkındadır. Ve yaşanan bir örneği de bizimle paylaşır. Bir kadın birliği eğitim yürüyüşündedir. Bir boğaza geldiklerinde yine eğitim amaçlı bir pusu atılır. Pusuyla karşılaşan birlik dağılır. Birlikteki her bir kadın gerilla tek tek güçlüdür, savaşma yeteneği kazanmıştır. Fakat bu pratikte gücünü kolektivize edemez. Sorumluluk alıp birliği yönetmeyi göze alamaz. Sonuç başarısızlıktır. Bu öğretici pratiği Delila şöyle dile getirir; “Ciddi yaklaşım olmazsa kaybedişler olur. Bizim takımda sorumluluk ve kolektivizm pek fazla yok. Hepsi birer buyruk kendi başına. Bir şey öğretmek istiyorsun dinlenilmiyor. Neden? Çünkü herkes kendinden emin ve keyfiyetçi yaklaşıyor. Oysa çok güçlüler” Delila’nın kadına olan inancı ve güveni tamdır. “Dünyayı kadınlar kurtaracak” diye yazar gönül rahatlığıyla. Kadın yoldaşlığı vurgusunu sözle ifade etmez ama kendini her bakımdan kadın yoldaşlarına teslim eder. Gelişim üzerine tartışırken, kadın yoldaşına “ben gelişime açık mıyım” diye sorar. Kadın yoldaşının değerlendirmelerine büyük önem verir. Bir başka yerde şöyle der. “Bana çok önemli eleştiriler geldi. Olumlu olumsuz yönleri vardı. Bilemiyorum. O güç beni inançlı kılıyor. Ve aştığım, aşmaya çalıştığım aşmam gerekenleri söylediler.” Delila’daki gelişimini yönetme gücünü ve bu anlamda yoldaşlarına olan güvenini Yasemin yoldaşta da görüyoruz. İkisi de, iradelerini örgütlü bulundukları kolektif güce teslim ederken kendi sınırlarına hücum ederek yenilenmeyi, değişmeyi söz olmaktan çıkarıp pratikte var ederler. O’nun kutupyıldızı daima kadınlardır. Kendi gelişim stratejisini oluştururken kadın yoldaşlarının gelişimini de önemser. delİla: “Tüm zamanların maratoncusu” Kadın yoldaşının yaşadığı duyguları kendi yüreğinde hissedecek kadar gelişkindir kadın yoldaşlığı. Bir eğitim sırasında kadın yoldaşının yaşadığı heyecanı, O’nu izlerken Delila da yaşar. “Ben atmış gibiyim. Çünkü bende de o heyecan o korku var” der, yürek açıklığıyla. Kendini asla bir başka kadın arkadaşından ayrı görmez. Aynı tarihsel ezilmişliği yaşayan kadınların birbirini daha iyi anladığını hatırlatır bizlere. Kadın yoldaşının geriliklerini kendi gerilikleri sayarak mücadele ederken, ileri yanlarıyla da bağ kurup sevinç duyar. Bizi de bu anlamda ciddi bir iç tartışmaya teşvik eder Delila. Düşüncelerini, hissettiklerini asla gizlemez yoldaşlarından. Gizlemenin, zamanında ifade etmemenin çürütücü iç birliği bozucu etkisinin farkındadır. Açık olmaktan hiçbir zaman korkuı duymaz ve söylediklerinin sorumluluğunu alacak kadar da cesurdur. Eleştirilere kapalı değildir fakat bir eleştirinin kişiyi yerle bir etmemesi gerektiğine inanır. Kendi gerçekliğini açık yüreklilikle kabul ederken, mevcut durumunu değiştirme mücadelesinde de geri durmaz. Geriletici, sınırlandırıcı, kendi ifadesiyle “çirkinleştirici” bazı yoldaş ortamlarına teslim olmaz. Geriliklerini “koşullarla” açıklamaz. “Ben bir koşul gerillası değilim” der. İnsan odaklı koşullar ne olursa olsun iddialarını yaşama geçirme çaba ve emeği harcamada tereddüt etmez. Özgürlüğün bedelsiz kazanılamayacağının farkındadır. Bu yüzden kendine emek vermeyi ihmal etmez. Günlükler boyunca dikkat çekici bir diğer yan, Delila’nın en çok kadın yoldaşlarını örnek almasıdır. Bu da, güçlü bir cins bilincine tekabül eder. Komutanlarını, şehit kadın yoldaşlarını yüceltir. Onların kişiliklerini, yaşam tutkularını, hayallerini kendinde var etmeye çabalar. Gözleri de kalbi de onlara çevrilidir. İnisiyatiflerini geliştirmeye teşvik eder. Özellikle şehit yoldaşlarını tartışmasız komutan olarak kabul eder. Kuzey’e savaş bölgesine geçeceği netleşince şöyle yazar; “Ben hep şehit Mizgin arkadaşı 63 düşünüyorum. (...) Mizgin arkadaş,63 Garzan eyaletini ilk aşan arkadaşlardan biri. Hem müzikle uğraşıyor, hem komutanlık yapıyor. Ben onun bir savaşçısıyım, buna layık olmaya çalışacağım” Sevgi doludur Delila. “Kavgam sevgimdendir” diye yazar annesine yolladığı mektupta. Sevgisiz savaşılmayacağını her satırında anlatır. Yoldaşları kadar müziğini de sever. Müziği hayatın, savaşın içindedir. Müzik onun için bir gerilladır, bu yüzden bizi bencil güdülerimizden kurtaran şeydir müzik. Özgüveni yüksek neşeli bir kadındır Delila. O’nda her şeye rağmen çok güzeldir yaşam. Bunu ısrarla vurgular. Bir kadın savaşçı olarak romantizmin doruğundadır. Çok sevdiği Avdilkuvi, O’nun sevgilisidir. Defterine “Gerillam” “Delikanlı Sevgilim” diye hitap eder. Kendine güveni tamdır. Dili, ruhu gibi özgürdür. Ve özgürlüğünü korumanın yolunun savaşmaktan geçtiğinin farkındadır. Yoldaşları, komutanları O’nu halkının ezgisi olması için Avrupa’ya yollamak ister ama Delila’nın yönü Amed’e dönüktür. “Benim meskenim dağlardır” der, ısrarla. O dağlarda çiçekleneceği günü hayal eder. Sıcak savaş ortamında Kuzey’e geçen her grubun ardından hüzünle ama gidenlerin adına da sevinç duyarak bakar. Kendi zamanını sabırla beklerken, deneyimsizliğini engel haline getirmeden yeni görevler üstleneceği savaşa hazırlar kendini. Günlüğünün son satırlarını Ş. Beritan Akademisi’nde yazar. Ayrılığın hüznü vardır yüreğinde. Savaşa, sanatındaki eksikliklerin tespit ederek hazırlanır Kuzey’e. Tüm askeri eğitim evrelerinden geçer. “Ben bir maratoncuyum tüm zamanlara” diye yazar. O’nu tüm zamanların maratoncusu yapan okuma anlama faaliyetini süreklileştirerek kendi iç devrimini de gerçekleştirme çabasıdır. Ş. Beritan Akademisi’nde daha üst boyutta örgütlenerek Kuzey’e geçmeye hazırdır artık. 2007 Ağustos’unda 10 yoldaşıyla birlikte son kez aşarlar “sınır”ı. Qileban’da bir 64 mağarada dinlenirler. Delila ezgiler mırıldanır yoldaşlarına, düşman pusudadır. Amed’ine kavuşamadan Tanin Dağı’nda 10 yoldaşıyla birlikte katledilir kimyasal gazlarla. Yaralı olanlar kurşuna dizilir. Delila’nın sesini halkıyla buluşturarak ölümsüzleştiren, sonra kendisi de şehit düşen “gerillanın dili” Halil Dağ, O’nu şöyle anlatır. “Şarkı söylemeyi her şeyden çok seven bu kız, birazcık olsun içtenliğinizi hissetsin yeter, açıverir gönlünün bütün kapılarını, SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 yüreğinde demlediği bütün ezgileri döküverir akarsulara. En sevdiğim yani ise kendini sevmesiydi. Hepimiz O’nu beğenirdik ama sanırım O da kendini beğenirdi.” Delila günlüğünde “şehit bilinmek ister” diye yazar. Biz de kadın yoldaşlığın bir gereği olarak O’nun sözlerini vasiyet kabul edip öyle çıktık yola. Özgürleşme mücadelemizde onlardan öğrenerek, onları tanıyarak yürüyeceğiz. Onlardan aldığımız güçle de onların şarkılarıyla gerçekleştireceğiz kadın devrimimizi. MELİHA KAYACI No Pasaran Karanlıkta kar yağıyor Sen Madrid kapısındasın Karşında en güzel şeylerimizi: ümidi, hasreti, hürriyeti ve çocukları öldüren bir ordu Nazım Hikmet Şair Nazım Hikmet 1937 yılında bu şiiri, faşizme karşı Madrid savunmasından esinlenerek yazar. Birçok yazara, şaire ilham kaynağı olan İspanya iç savaşında faşizme karşı mücadele, dünya devrim tarihine adını altın harflerle yazdırmıştır. Değişik yol ve yöntemle örnekler yaratmıştır. 1930’lu yıllar boyunca faşist hareketler gelişmelerini ve saldırganlıklarını sürdürürler. Almanya, İtalya, Portekiz ve Japonya’nın oluşturduğu faşist blok, ilk önce kendi ülkelerindeki komünistleri, sosyalistleri, yurtseverleri ve demokratları susturdu, hapse attı ve katletti. Arkasından antikomünist blok Sovyetler Birliği’ni ve dünyadaki tüm komünistlere, sosyalistlere ve ilericilere karşı bir haçlı seferi başlatır. Çünkü faşizm ancak işçi sınıfı üzerinde dizginsiz bir sömürü ve kanlı diktatörlükler, sömürgeci ve saldırganlıkla varlığını sürdürülebilirdi. Faşist blok, sömürgelerin yeniden paylaşımını amaçlıyor, bunu savaşlarla gerçekleştirebilmek için de dünya çapında antikomünist bir hareketi bütün ülkelerde örgütlemeye ve desteklemeye çalışıyordu. Hitler ve Musollini bolşevizmi yeryüzünden sileceklerini söylüyorlardı. Dünya bütün hızıyla kanlı bir savaşa doğru sürükleniyordu. Faşist blok, İspanya’da egemen kılmak için bütün olanaklarını seferber ederek İspan- 66 yol faşistlerini destekler, Franko emrindeki İspanyol faşistleri arkalarındaki güce güvenerek Madrid kapısına dayanır. İç savaş Madrid’de kadın-erkek, genç-ihtiyar herkes silahlanmış, barikatlarda, evlerde, sokaklarda umudu ve özgürlüğü savunmaya hazırlanılar. İspanya proletaryasının onuru İspanya Komünist Partisi’nin kurucusu ve savaşımcı önderi Dolores Ibarruri tükenmez bir inanç ve büyük bir enerjiyle koşturup durur. Barikat başlarında konuşmalar yapar, bildiriler kaleme alır, cephede savaşçılara moral verir. Onun inançlı, yalın, samimi, coşkulu, umutlu ve özgüvenli kişiliğinde halk kendisini bulur. Ezilenler ona “La Pasionaria” yani tutkunun ve ihtirasın çiçeği ismini kişiliğinden etkilenerek verirler. O, ezilenlerin La Pasionaria‘sıydı. 16 Haziran 1936’da meclis kürsüsünden yaptığı ünlü konuşmasında “Non Pasaran!” “Geçemeyecekler”, “Faşizmi ezeceğiz” diyor. Komünist Kadın Dolores’in bu söylemi, Madrid’i savunmak için ezilenlerin mücadelesinde inanca dönüşüyor. 1936 ile 1939 yıllarında faşizme karşı çetin zorlu mücadelede “Non Pasaran!” İspanyol halkının faşist saldırganlığa karşı bir savaş çığlığı oluyor. Dolores Ibarruri’nin de içinde olduğu İspanya komünistleri, faşizmin doğuracağı büyük yıkıntıları tahmin ediyorlar. İspanya’da özellikle gençlik ve ilerici işçiler arasında milis örgütlenmelere gidiyorlar, Temmuz 1935’de Komintern VII. Kongresi’ni Moskova’da toplar. Bu toplantıya, Dolores Ibarruri ve Jose Diaz katılırlar. Bu toplantıda, faşizmin yükselişine karşı mücadelede ortaklaşma kararları çıkar. Komintern Genel Sekreteri Dimitrov, “faşizme karşı birlikte mücadele edileceğini açıklar. İspanya’da faşist saldırılar başladığında Komintern çağrı yapar. Bu çağrıya, 54 ülkeden 42 binden fazla özgürlük savaşçısı katılır. SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 22 Ekim 1936’da, Enternasyonal Tugaylar Madrid’dedir. Dolores Ibarruri’nin yaşamı 1895 Aralık ayında Golorta’da doğar. Golorta, İspanya’nın Bask bölgesinin başlıca madencilik merkezlerindendir. Maden faciaları, ölümler ve illaki grevler, mücadeleler içinde büyür. “Akrabalarımın hepsi, istisnasız maden yıkıntısı altında kalarak öldü. Annem evlenene, babamsa ölene kadar maden işçiliği yaptı. Erkek kardeşlerim de kocam da maden işçisiydiler. Soyum sopum hep madencidir. Madenci torunu, madenci kızı, madenci karısı ve madenci kardeşiyim” diye açıklar madenle olan ilişkisini. Madenci çocukları, konuşmasını ve yürümesini öğrenir öğrenmez çocuk yuvasına götürülüyorlarmış. Kuşaklar boyunca madenci çocukları aynı eğitimden geçmişler. Çocuklar yedi yaşına gelince ilkokula başlıyorlarmış. “Okulda okuyup yazmasını öğreniyorduk ama bizim gerçek okulumuz sokaklardı. Meraklarımız ve eğilimlerimiz, içinde yaşadığımız ortamın etkisi altında doğar ve gelişirdi. Günün birinde aileden ya da çevreden birilerinin kazaya kurban gitme korkusu her şeye hakimdi. Madenci ailelerinin geleceğe güvenle bakamayışlarının temel nedeni, daima hazır ve nazır olan bu ölüm korkusuydu” diyor çocukluğunu anlatırken. Çocukça oyunların, park bahçelerin yerine çocuklukla bağdaşmayan tüneller, çöp yığınları, tren yolları, lokomotifler, dinamitin patlayışı, demir madenlerinin çalışma koşulları ve onların kirli atıkları oluyordu. 10-11 yaşlarında kız ve erkek çocukları da madende çalıştırılıyordu. Dolores şanslı olup okula gidenlerdendi . “Arkadaşlarımız bir gün aramızdan ayrılır sonra maden işçisi olduklarını öğrenirdik. Kimisinin de feci kazalarda bu dünyadan ayrıldığını duyardık” der. 15 yaşında okulu bitirdiğinde sağlıksız bir çocuk olduğu için madende çalışacak durumda değildir. Daha üst bir NO PASARAN okulda okuyup öğretmen olmak ister. Başarılı ve yetenekli bir öğrenci olduğu için ailesi okumasından yanadır. Okula başlar, okulun ikinci yılında zorlu ekonomik koşullara karşısında gençlik hayalleri yıkılır, okuldan ayrılır. Dikiş enstitüsüne başlar. Yöredeki iş adamlarının evlerinde hizmetçilik yapar. 20 yaşında bir işçiyle evlenir. Yaşamın zorlukları devam etmektedir. İlk çocuğu kızı Esther’i 21 yaşında doğurur. Eşinin aldığı ücret kiralarını bile karşılayamıyordu. Madenlere olan talep azaldığı için de kadınların madenlerde çalışmalarına izin verilmemektedir. Yaşamın gerçeklikleri, ezilenlerin sefalet içindeki yaşamı yoksulluklar, sorgulamaları, beraberinde de dinsel inançlarının giderek zayıflamasına yol açar. “Sefaletin kaynağını gökyüzünde değil yeryüzünde aramak gerekir” diyerek, Marksist doktrini açıklayan kitaplar okumaya başlar. 1917 Ekim Devrimi, İspanyol işçi sınıfında büyük sevinçlerle karşılanır. Dolores’te bu devrime karşı merak uyanır. İspanya Sosyalist Partisi’nin ve Genel İşçi Sendikası’nın kurucuları olan Gorcia Quejida, Virginia Gonzoles gibi saygı değer ve güvenilir kişiler, sosyalist partiden ayrılarak sosyalist gençlik gruplarıyla birlikte İspanya Komünist Partisi’ni kurarlar. Dolores, bu sırada Somarorrostro Sosyalist grubuna üyedir. Bu örgüt, komünist parti 1920’de kurulduğunda komünist partiye katılır. Dolores, 1920’de Bask Komünist Partisi’ne ilk bölge komitesine üye, daha sonra da partinin ilk kongresine delege olarak seçilir. 1917 ile 1931 yılları arasında toplamda 6 çocuğu olur. Ama ekonomik nedenler, eşinin zaman zaman cezaevine girip çıkması, kendisinin illegal olarak mücadele yürütmek zorunda kalması vb. nedenlerle dört çocuğu yaşamını yitirir. Kızı Amaya ve oğlu Ruben’le birlikte zor koşullarda yaşama devam eder. Eşi sık sık polis baskınlarında yakalanır ve tutuklanır. Artık Dolores cezaevi kapılarında tutsak aileleri ile birlikte gerek haksız gözaltı ve 67 tutuklamalara karşı gerekse de siyasi tutsaklara cezaevindeki uygulanan baskılara karşı eylemleri örgütler. Bir süre sonra siyasi polisin dikkatini çeker. Değişik zamanlarda ve değişik gerekçelerle o da tutuklanmalara maruz kalır. Tutuklanmasının bir tanesinde götürüldüğü cezaevinde siyasi koğuş olmadığı için adli davalardan tutsak kadınların yanında kalır. Toplumda oluşan komünistlere karşı önyargı adli tutsak kadınlarda da mevcuttur. Dolores o kadınlarla da yakından ilişkiler kurarak, cezaevindeki onlara karşı uygulamaları eleştirerek ve değiştirmeye çalışarak, sıcak samimi ilişkiler geliştirir. Hatta, 1 Mayıs kutlamalarını adli tutsak kadınlarla birlikte yapar. Dolores’in yaşamı gün geçtikçe daha da güçleşmektedir. Gizli olarak yürütmek zorunda kaldığı mücadele içerisinde çocuklarıyla yeterince ilgilenemediği için rahat değildir. Parti yöneticisiyle bu durumu tartışır, parti çocuklarını Sovyetler Birliği’ne göndermeyi önerir. Bir anne için büyük bir fedakarlık demek olan bu kararı çok zor verir. Çocukları normal bir hayata kavuşacaklar, iyi bakılacaklar ve gelecekleri güven altına alınacaktır, o yüzden iç huzuruyla onaylar. 1935 yılında Amaya ve Ruben, Sovyetler Birliği’ne gönderilir. Amaya, kısa bir süre Kırım’da bir kampta kaldıktan sora İvonava’daki uluslararası çocuk yuvasına kabul edilir. Ruben ise Moskova’daki Stalin Otomobil Fabrikası’nda tornacı çırağa olur. Birkaç ay sonra da bir havacılık okuluna kaydolur. Ruben, İspanya iç savaşında Madrid’de savaşa katılır. Savaş yenilgisi sonrası toplama kampına gönderilir, oradan sürgün edilir. Yıllar sonra Bolşeviklerin Stalingrad savunması sırasında bir kahraman gibi savaşır ve bu savaşta yaşamını yitirir. Dolores, İspanya Komünist Partisi’nin ülkede ve uluslararası alanda verdiği görevleri layıkıyla yerine getirmeye çalışır. 1933 ortalarında, merkezi Fransa’da olan dünya savaşı ve faşizm aleyhtarı Ka- 68SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 dınlar Komitesi’nden bir delege İspanya’ya gelir. İspanya’daki siyasal kadın örgütleriyle temasa geçip Fransa’dakinin benzeri bir örgüt kurmanın olanaklarını araştırmaktır amaç. Dolores, bu gelen delege ile görüşür ve komünist kadınların bu örgütün kurulmasına yardımcı olacaklarını açıklar. Ve cumhuriyetçilerin bazı “sosyalistleri”nin katkılarını da alarak İspanya’da savaş ve faşizm aleyhtarı Kadınlar Ulusal Komitesi kurulur. Bu komite, savaş karşıtı ve faşizm karşıtı kadın mitingleri örgütler. Savaş mağduru kadın ve çocukları savaş alanlarından uzaklaştırmak ve onlara daha güvenli yaşam olanakları sunmak için değişik eylemler örgütlerler. 1874’te ikinci kez kurulan monarşi 1931’de bir halk oylamasıyla devrilir. Monarşinin yerini cumhuriyetçi ve sosyalist (sadece adı sosyalist olan burjuva bir parti) bir rejim alır. Bu arada ülkede işçi sınıfı değişik eylemlerle ayaktadır. Monarşinin izlerini sileceğini söyleyen rejim, kendi iktidarını sağlamlaştırmaktan başka bir şey yapmamaktadır. Almanya’da Hitler 1933’te iktidara geçtikten sonra İspanya’da faşizm tehlikesi baş gösterir. Faşist örgütler açıktan açığa faaliyete geçer. İspanya sokakları, ileride ülkenin başına geleceklerin habercisi olan faşist cinayetlerine tanık olur. Cumhuriyetçi ve sosyalist yöneticilerin faşizm tehlikesini umursamamalarına karşın komünistler antifaşist cepheyi oluştururlar. Bu cephe, giderek büyüyen faşizm dalgasına karşı bütün halk kesimlerini kapsayan geniş bir harekettir. Ocak 1936’da İspanya’da gelişen faşizme karşı küçük burjuva cumhuriyetçi partiler ve sosyalist ve komünist partileri arasında bir ittifak anlaşması yapılır. Bu ittifak, faşizme karşı halk cephesini doğurmuştur. Halk cephesinin programı komünistlerin isteğine tam tamına uymamaktadır ama bu cephe İspanya’da demokrasiyi daha da geliştireceği, işçiler ve demokrat güçlere daha fazla hak sağlayacağı için kabul edilmiştir. 1936 Şubat’ında yapılan seçimlerde halk cephesi mecliste çoğunluğu kazanmıştır. Bu cephede yer alan İspanya Komünist Partisi’nden, Dolores’in de dahil olduğu 17 komünist milletvekili olur. Komünist milletvekillerinin yoğun çabaları büyük emekleriyle İspanya’da faşizme karşı mücadele başlar. Halk cephesinde yer alan partilerin de içinde olduğu kimi olumsuz tartışmalar yürütülür. Faşizmin gücü karşısında bir şey yapılamayacağını düşünürler. Komünist Partisi’nin İspanyol halkını ve uluslararası devrimci güçleri harekete geçirme ve mücadeleye sevk etme çabaları da sonuç vermez. Franco faşizmi İspanya’da hâkimiyet sağlar. Franco faşizmi, başta İspanya komünistleri olmak üzere ülkedeki mücadele yürüten herkese vahşice saldırır. Komünistler katledilir. Vahşi işkencelerden geçirilerek sürgüne tabi tutulur. Komünist avı başlar. İspanya Komünist Partisi, İspanya’yı terketme emri verir. Dolores de sürgüne gönderilenler arasındadır. Dünyanın değişik ülkelerinde yaşamaya başlayan Dolores, 1966’da Türkçe ismi “Faşizmi ezeceğiz” olan bir kitap yazar. “Bu kitabı yazmaktaki amacım benim için ikinci derecede önem taşıyan bir takım kısa anılarımı yayınlamaktan ibaret değildi. Ben daha çok İspanyol halkını mücadele geleneklerine yazılı olarak tanıklık etmek, dünkü ve bugünkü karşı devrimci propagandanın yalanlarını çürütmek üzere bağımsızlık savaşmamızın gerçeklerini göz önüne sermek istiyordum” der. Dolores Ibaruri, 1977 yani yaklaşık 40 yıl sonra ülkesi İspanya’ya döner. Franco ölmüştür, İspanya demokrasiye hazırlanıyordur. Dolores, kızı Amaya ile 1932’den beri hep yanında olan yoldaşı, dostu, sekreteri İrane Falean ile birlikte Madrid’e ülkesine gelmiştir. Çocuklarının ve eşi Julian’ın mezarlarını ziyaret eder. 40 yıl boyunca özlemini çektiği ülkesine döndüğünde, İspanya işçi sınıfının ve ülkesinin üzerindeki kara bulutların dağıldığın görür. Yaşarken efsaneleşen komünist NO PASARAN kadın Dolores, partisi İKP’deki odasında işlerinin başındadır. “Emekliye ayrıldım” gibi bir duyguya kapılmadan her gün parti bürosuna gider. 1 Mayıslarda Barış yürüyüşlerinde genç nesillerle yan yanadır. En büyük gücü, yaşadığı olayları unutmamasından, üzüntülü ve umutsuz geçen genç kızlık dönemlerini, dahası halkının yaşamını, nasıl sömürüldüğünü unutmamasından aldığını söyler. Politikadaki ya- 69 şamın sürekliliğini kazanabilmesi için bu denli hassas olunmasını, başarının bununla orantılı olduğunu anlatıyor genç yüreklere. İspanyol ezilenlerinin “La Pasionaria”sı, yaşamı, mücadele inancı ve komünist kişiliğiyle bizlere yol gösteriyor. Kaynak. Faşizmi Ezeceğiz Sosyalist Yayınları SEMİHA ŞAHİN Özgürlük ve Hakikat Arayışında 11 Kadın Önce üç beş kadındı. On oldu, yüz oldu. Şimdi binleri bulmuş durumda. Hiçleştirilmek istenen bir ulusun, hiçleştirilmiş kadınları olmaktan, kadın ordusuna, kadın devrimine uzanan yaklaşık 40 yıllık bir mücadele… Olmakta olan bir tarihe, olmakta olan bir kadın devrimine yürüyen kadınları, kendi hayatları, içinde bulundukları hareketi ve savaşı, yüzünü döndükleri geleceği… Sadece 11 kadın gerillanın anlatımıyla, bir kitabın sayfalarında. ETHA editörü ve ANF muhabiri Arzu Demir, 11 kadın gerillayla yaptı röportajları, “Dağın Kadın Hali” kitabında topladı. Ceylan Yayınları’ndan yayınlanan kitap, “Savaşta, Barışta, Özgürlükte Aşkta” üst başlığını taşıyor. Kürdistan’ın dört parçasından gelmiş, kimi 26 yılı devirmiş gerilla yaşamında, kimi ikinci yılında. Kimi PKK’nin önder kadrolarıyla yan yana savaşmış, kimi ise İmralı’da 15 yıldır tecritte tutulan önderleri Abdullah Öcalan’ı göreceği günü bekliyor. Aşkla, inançla, fedayla örülen 11 hayat. Arzu Demir, kitabın önsözünde “Aynı özgürlük düşünün peşindeydik. Onların, dağların doruklarında yaktıkları ateşle gösterdikleri hakikat benim de hakikatim olmuştu. Ve şimdi ben bir Türk sosyalisti olarak, hakikat arayışçısı olan kadın savaşçılara, bu kitapla vefa borcumu ödemek istiyorum” sözleriyle, kitabı yazma amacını özetliyor. Her birinin kendi tarihi, yeni tarihlere kapı aralıyor. Farkında olsunlar veya olmasınlar geleneksel kadınlık rollerine karşı itiraz, yeni yaşamlarını bu rollere itirazı yeni bilinçle örüyorlar. Bu örme, yapma ve eyleme işi, yeni kadının ve yeni dünyanın yolunu döşüyor. Öğreniyorlar, uyguluyorlar, yaratıyorlar, 72SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 yeni yaratımlarla yeniden öğreniyorlar ve her biri yeni bir tarih yaratıyor. Arayış Kadın savaşçıların, hepsinde ortak yan, ulusal ezilmişlik ve bu ezilmişliğe dur diyebilme arayışı. 11 gerillada da ‘arayış’a çıktıkları yol dağda kesişiyor. Arzu Demir, ‘arayış’ı gerillayla eş tutuyor. “Macera olmadan olmaz diyorum... Çünkü anladığım kadarıyla gerilla demek bir arayış demek. Arayış ise maceraya atılmadan olmuyor.” Demir’in konuştuğu kadın gerillaların hepsinde çıkış noktasıdır “arayış” ve yola çıkılan ilk adım. 24 yılını dağda geçiren Menal Bagok, Kürtlüğün ne demek olduğunu ‘88-’89 yıllarında sorguluyor ve ardından arayışı başlıyor. Şivan’ı dinliyor sürekli. Kürdistan gerçekliğini, aile ortamının da etkisiyle kavramaya başlıyor. Türkiyeli devrimcilerle de tanışıklığı olan Bagok, “Ama duygu boyutuyla arayışlarım beni bu tarafa itti. Anlamaya, bilince çıkarmaya başladıkça duygusal tepkilerim de artıyordu. Yoksulları, haksızlığa uğrayanları gördükçe onları savunmak istiyordum” diye anlatıyor arayışlarının geldiği boyutu. Nurhak’tan Almanya’ya göçen bir ailenin çocuğu olan Roza Pınar, 23 yıldır özgürlük hareketi içinde yer alıyor. Onun arayışı ise Almanya’da başlıyor. Roza şöyle anlatıyor arayışını; “Beni PKK’ye getiren ve yönümü Kürdistan’a çeviren çelişkinin ilki; Avrupa’da öne çıkartılan Batı hümanizması ile yaşam arasındaki farktı. Batı hümanizmasında ve Hristiyanlıkta, ‘Herkes eşittir’ deniliyordu. Ancak gerçek böyle değildi. Bir Avrupalı ya da Alman değilsen, onlar gibi yaşamıyor, onlar gibi düşünmüyorsan, onlar gibi hissetmiyorsan sen bir hiçsin. Sürekli ötekileştiriliyorsun ve kabul görmüyorsun. Ben bu çelişkileri derinden yaşadım. Bir taraftan bir dış dünyan var; farklı bir dünya, kimlik ve dil. Ama diğer taraftan ailenin yurtseverliğinden kaynaklı Kürt ve Kürdistan gerçeği. Almanların yanına gidiyorsun, onlar gibiysen seni kabul ediyor. Ama o halde, kendi toplumunun içine girmeye kalkarsan bu kez kendi toplumun tarafından kabul görmüyorsun. Değişmişsin, benzeşmişsindir. Bu iki kimlik arasında bir sıkışma yaşadım. Bunlar giderek beni ‘Ben kimim? Nereye aittim?’ sorularına ve kimlik arayışına yöneltti.” Annesinin milis olduğunu sonradan öğrenen Koçerin Amed’in de arayışı benzer. “Bir taraftan da sistemin beni kendine çekmesi vardı; özgürlüğü ekonomik özgürlükte arama, farkında olmadan Türklüğe özenti. İki arada bir deredeydim. Tüm bunların içinde Kürtlük olgusu bırakmadı beni. İlk yıl arayışlarla geçti; çok değişik çevrelerle ilişkilenme, dincilerden devrimcilere kadar geniş bir sosyal çevreye açılım oldu. Ama kimlik arayışım öne çıktı.” Kadın gerillaların dağ yolunu tutmaları, dört parçayı sömürgeciliğin Kürt ulusu üzerindeki baskılarıyla paralellik taşıyor. Halepçe katliamı, köy yakmalar, aile bireylerinden birilerinin gördüğü işkenceler, Abdullah Öcalan’ın tutsak edilmesi, Kürtçeyi konuşamamak… 2005 yılında gerillaya katılan Avaşin Yılmaz, 11 yaşlarında köylerinin yakılışını aynı sıcaklıkla anlatıyor Arzu Demir’e; “Bütün köylüleri köy meydanında topladılar; kadınları bir tarafa, erkekleri bir tarafa. Erkekler sıra dayağından geçiriliyordu. Askerler köyün içine dağılmıştı. O sırada doğum yapmak üzere olan bir kadını köy meydanına getirdiler. Kadın, köy meydanında doğurdu. Bir o görüntüyü unutmuyorum, bir de, bizim evin olduğu yöndeki dumanları. O dumanları ilk fark eden ben oldum. Dumanları fark edince, evimiz yanıyor diye koşarak o kalabalıktan çıktım. Gittiğimizde evimiz yanmıştı.” Köy yakmaların ardı arkasının kesilmediği yıllar. Zorla göç ettirilen binlerce Kürt ailesi gibi Avaşin’nin de ailesi merkeze Özgürlük ve hakİkat arayışında 11 kadın taşınıyor. Arayış tüm aileyi sarıyor, İki ağabeyi de gerillaya katılıyor. Daha sonra da Avaşin, dağların yolunu tutuyor. “Türk arkadaşlarımın arasında Kürtçe türküler söylüyordum. Sağ görüşlü arkadaşlarım vardı. Onların da yanında söylüyordum. Bir çığlığa dönüşmeye çalışıyordum. Herkese haykırmak istiyordum; Kürt’üm diye.” Atmak istediği çığlık, bugün Kürdistan dağlarında yankılanıyor Mizgin Agiri’nin ve 20 yıldır aynı çığlığı atıyor. Özgürlük Elbetteki bu sorgulama ve arayışın sıçrama noktası, özgürlük. Sorgulama ve arayışın, nitelik değişimi. Kadın gerillalar, arayışlarının ulaşacağı noktayı da çok net ifade ediyor. Özgürlük, bu tanımlamanın en yalın hali. Anlatımları okuyunca, özgürlük tanımlamasının ne kadar somut, elle tutulur, gözle görülür bir şey olduğunu anlıyorsunuz. Dillerinin, topraklarının, kimliklerinin özgürlüğü. Mücadele ve savaş, büyüdüğü, geliştiği oranda da özgürlük tanımı genişlemiş. Birçoğu, özgür Kürdistan için çıktıkları yola, yeni bir yol eklemiş. Özgür kadına, yeni kadına ulaşmak. Menal Bagok, gerillaya katıldığı ilk günlerde kefiye takmalarını isteyen komutanlarına ‘Biz buraya asker olmaya geldik. Eşitlik, özgürlük için savaşmaya geldik, kadın olmaya gelmedik’ yanıtnı verdiğini anlatıyor. Doçkayı ilk kullanan kadın gerilla olan Bagok, 1993 yılında yapılan ilk kadın kongresinde de yer almış. Kadın bilincinin gelişim düzeyini, açıklıkla anlatıyor Bagok, hareket içindeki erkek egemen yaklaşımları olduğu gibi aktarıyor, ister üst düzey olsun, ister komutan veya sıra neferi. “İnsan kararlı olduktan sonra, arayışlarına her yerde yanıt bulabilir. Fakat benim yaşadığım ortamda bunun zemini çok yoktu. Burada toplumda göremediğim şeyler var. Burada fiziki bir özgürlüğün yok ama zihinsel anlamda, düşünsel anlamda özgür- 73 sün. Kendi iradene sahipsin.” Bu sözlerin sahibi, 2011 yılı sonlarında gerillaya katılan Deniz Amed. Bir kadın olarak, özelde de Kürdistanlı bir kadın olarak özgürlüğünü aradığını söylüyor. Demir’in “Özgürlük nedir” sorusuna ise en yalın yanıt 1989 yılında 11 yaşında gerillaya katılan Sakine Canda’dan geliyor: “Özgürlük içinde çözdüğün şeydir. Beynimde özgür bir şekilde yaşamak istiyorum. Yaşıyorum da.” 22 yaşındayken 1995 yılında gerillaya katılan Dilan Nurhak da, özgürlük algısının mücadeleyle birlikte değiştiğini söyleyenlerden: “Savaşırsam, teorim de olursa, özgürüm. Bir yere gelirsem, komutan olursam, elimde yetki olursa özgürüm’ diye düşünüyordum. Hatta, yetkiyi özgürlükle eşdeğer tutma vardı. Şimdi ise özgürlük ile iktidarın tam tersi olduğunu, birbiriyle çeliştiğini, iktidarın olduğu yerde özgürlüğün olmadığını düşünüyorum.” Rojava’dan Medya Savunma Alanlarına 2002 yılında gelen Selcan Çiya da “özgürlük” kavramına dair tartışmasını tamamlamayanlardan. “Gerçekten sadece kavramsal bir şey mi yoksa hayatta bir karşılığı var mı? Benim anladığım özgürlük; bir zihniyettir. İnsanı yaratan bir zihniyettir. Kadını yaratan bir zihniyettir. Özgürlük; zihniyetini yarattıktan sonra onu yerinde yaşatmaktır. Özüyle...” Kadın gerillaların hiçbiri özgürlüğe bireyden bakmıyor. Sömürü sistemi içinde bireysel özgürlüğün mümkün olmadığını ortaya koyuyorlar. Özgürlüğü toplumsal ve kolektif olarak ele alıyorlar. En dikkat çekici tanımı ise Mizgin Agiri yapıyor; “İnsanın toplumsallaşması, birey ile toplum arasında optimal dengeyi yakalayabilmesi ve kendinde zayıf gördüğü noktaları güç olarak açığa çıkarabilmesidir. Acılarını güce dönüştürebilmesidir ve bunu yaptığı oranda da toplumsallaşmasıdır. Birey olarak kendini yarattığı kadar o toplumla kendi arasında denge kurabilmesidir.” 74SOSYALİST KADIN - GÜZ 2014 Aşk Dağın Kadın Hali kitabının en dikkat çekici sorusu kadın gerillalarının ‘aşk’a yaklaşımları. Arzu Demir, konuştuğu bütün gerillalara bu soruyu yöneltiyor. Aldığı yanıt çok farklı değil: “Bizde aşk, cinselliğe dayanan bir aşk ilişkisi değildir” şekliyle özetleyebiliriz. Aşk’ı içselleştirme ve onu aşma durumu olarak yansıyor anlatımlar. Birbirine benzerlikleri çok. Bu da doğal bir durum. Arzu Demir’in genel anlatımları delme girişimleri ise meselenin farklı toplumsal ve mücadeleler süreci içinde olanlarca çok anlaşılabileceğini düşünmüyorum. Sonuçta kavramlar da canlıdır, değişen toplumsal koşullar ve bilinçlerle birlikte farklı anlamlara çıkabilecek bir boyuta sahip. Arzu’nun “Hiç mi aşık olunmuyor dağlarda?” sorusunu, Dilan Nurhak şöyle yanıtlıyor: “Öyle değil tabi ki, duygular boyutunda yaşarsın bunu. Ama bu duygularını yüceltirsin. Ben bir kadını ya da bir erkeği seversem onu köleleştiren, mülkleştiren değil de, kendim olarak yücelten değer veren noktasına getiririm. Yasaktan çok, şöyle bir gerçeklik var. Bu ilişkiler içimizde gelişirse, bu hareket biter. Biz bu davaya katıldığımızda, devrimci olmaya karar verdiğimizde, bunu göze alarak geldik. Bu durumu gönüllü kabul ediyoruz. Yasak olarak değil. Aşk ihanete götürmemeli. Eğer, aşksa, sevgiyse, davanı birlikte yürütürsün. Kadın erkek arasındaki o duygu eğer ihanete götürüyorsa, zaten aşk değildir, zaten sevgi değildir.” Roza Pınar ise Kürdistan ve erkek egemen kapitalist sistemin kadına biçtiği rolü açıklayarak, Arzu Demir’in sorusuna yanıt veriyor. Pınar, Öcalan’ın “Kürdistan’da sevgi katledilmiştir” sözüne atıfta bulunuyor: Katledilen bir sevgi, nasıl bir gerçek aşka dönüşebilir ki! Erkek tarafından çirkinleştirilmiş bir yaşam gerçeği var. Bu yaşam gerçeğine küsmüş bir kadın gerçeği var. Kendisine ait değil. Birilerinin barışması lazım bu yaşamla. Erkeğin hesaplaşması lazım. Hesaplaştıkça, gerçek aşkın, sevginin nasıl yaratılacağını, yüceleştirileceğini görecektir.” Ölüm En kısa yanıtların verildiği sorular ölüm hakkında. Her biri bakımından çözümlenmiş bir mesele. Ölümün, yaşamın bir parçası ve hayatın devamı için bir gereklilik olarak tanımlanıyor. “Ben hiçbir zaman ölmek için savaşmadım” diyor, 26 yıllık savaş hayatında Sakine Canda. “Şehit düşsen de yine yaşamak içindir. Başka insanlar yaşayacak, halk yaşayacak. Ben, sadece Kürdistan toplumu için değil her yerdeki kadınlar için savaşıyorum. Ben hiçbir gün ‘PKK’de bugün yarın şehit düşeceğim, onun için boşver’ demedim. Hiçbir zaman böyle düşünmedim. Hep savaşın en yoğun olduğu yerlerde kaldım. Ateşlerin içinde kaldım. Ama hiç yaşamaktan vazgeçmedim, ‘Birazdan öleceğim’ diye hiç düşünmedim. Hep yaşamak için savaştım. Kendim için de değil, bu halk için. Zerre kadar da aklımdan geçmedi ölüm. Yaşamayan insanlar belki hikaye olarak anlayabilir ama yaşayan daha iyi bilir. Ben bu ülkeyi tanımasam, belki bu zorluğa bu kadar dayanamam. Ama niçin yaptığını bildiğin zaman dayanıyorsun. Çünkü içinde hep bir umut oluyor. O umut için direniyorsun. Ve bu umut, bir kez olsun beni terk etmedi.” “Kadın tarihini yeniden yazıyoruz biz burada. Bunun için de ölmek o kadar da zor değil bizim için” diyor Berfin Sorgül “Ölümden korkmuyor musun?” sorusuna. Gerilla yaşamını seçerek, bir ölçüde de ölümü de seçenlerin anlatımları bunlar. Acıları güce dönüştürmeyi öğrenmiş bir halkın savaşçıları olduklarının bilinci sarmış tüm sözleri. Her birinin bireysel tarihinde onlarca acı var. Yitirdikleri aile bireylerinden, koruması altında olan genç yoldaşlarını yitirmeleri, bir gün sonra bir daha göremeyecekleri yoldaşlarıyla yaptıkları son sohbetlerin bıraktığı izler, ihanetlerin acıları. Özgürlük ve hakİkat arayışında 11 kadın Her birinin hayat öyküsünde mutlaka ama mutlaka var. Yıllarını geçirseler de gerillada her bir yitirilen canın yarattığı derin izler. “Yaşayan bilir.” Örgüt PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 1993’te önerdiği ancak o dönemdeki erkek egemenliğinin düzeyiyle iptal edilen Kadın Konferansı’ndan kadın ordusunun yaratılmasına evrilen sürecin elbette ki başlı başına ele alınması gereken yanları var. Geleneksel kadınlık ve erkeklikle mücadele konusunda eleştirel ve özeleştirel bir tutum, harekette çok belirgin bir yerde duruyor. Kadın gerillalar, bu gücünü kadın örgütünden ve önderlikten aldıklarını her fırsatta dile getiriyor. “Hiçbir kadın örgütsüz kalmamalı. örgütsüz kalan her kadın, erkeğin potansiyel hedefidir” sözleriyle özetliyor, özgün kadın örgütlenmesinin kendileri için anlamını Avaşin Yılmaz. Mizgin Agiri de, özgün kadın örgütlenmesinin yaratılmasının etkilerini şu sözlerle aktarıyor; “Kendi içinde örgütlü bir cins ve sınıf mücadelesi yürüten kadın gücü, erkeği de değiştirir, değiştirdi de. Büyük çatışmalar da oldu.” Aynı dava içinde birlikte savaştığın erkek yoldaşlarının düzeyini görmek bakımdan da oldukça dikkat çekici anlatımlar yer alıyor kitapta. Roza Pınar’ın sözü ise çok net özetliyor durumu; “’İyi erkek’, ‘kötü erkek’ yoktur. Erkek, erkektir. Kadın karşısında erkek tektir.” Elbetteki bu sözlerin ardında büyük deneyimler mevcut. Hiç kitabi değil, hayatın gerçekliği üzerine basıyor sözler. O nedenle de kadın savaşçıların gerçekliğini de o denli açık anlatıyorlar. 75 Dağın Kadın Hali’nde yalınlık, sadelik tüm anlatımlara hakim. Arzu Demir, sadece kadınları konuşturmamış, her bir anlatımda, 40 yıldır süren bir mücadelenin içinden geçtiği tarihi kesitleri de yansıtmış, yer yer kendi tarihini de aktararak. 90’lı yıllardan bu yana toplumsal, ulusal ve cinsel mücadelenin içinde yer alanlar, Kürt özgürlük hareketinin gerçekliğinin küçük bir parçasını bu kitapta görebilir. Kendi tarihiyle de buluşturabilir. İşte o zaman her birimizin aradığı hakikata da bir yanıt olabilir. 11 kadın gerillanın hakikati elbette kendilerine ait. Bu aitlik içinde çok farklı yaşam koşulları içinde olan kadınların yaşamlarına sahicilik oldukça etkileyici. Kadın özgürlük mücadelesinde Kürt özgürlük hareketi içinde yer alan kadınların tarihi katkılarını görmek mümkün kitapta. Sosyalist ve feminist kadın hareketinin izleri, sınıfsal mücadelenin deneyimlerini özümsenip, kendi koşullarına uyarlanmasına tanık oluyorsunuz. ‘Hakikat’. Her kadının kullandığı bir kavram. Hakikatı arama, hakikata ulaşma. Özgürlüğü, aşkı, ölümü ve arayışın ulaşacağı nokta. “Özbenliğe kavuşmadır hakikat olan” diye tanımlıyor özgürlüğü Berfin Sorgül. Özünü bulma arayışı. Bitmeyen arayışı şu sözlerle özetliyor Roza Pınar: “Bizimki bir arayıştır. Bunun arayışı içerisindeyiz. Gelinen aşamada biz buna ulaştık mı? Tümüyle ulaştığımızı söylemem.” Bireysel deneyimlerden, örgütsel ve ideolojik deneyimlere kadar zenginliği, çeşitliliği, olmakta olan bir tarihi yansıtıyor. Tarih, yapılmaya ve yazılmaya devam ediyor.