Press Coverage (May 2012 Istanbul Conference)

Transkript

Press Coverage (May 2012 Istanbul Conference)
Toplumsal Cinsiyet Ekseninde Savaş Deneyimleri
İstanbul - BİA Haber Merkezi 21 Mayıs 2012, Pazartesi
“Savaş, Hafıza ve Toplumsal Cinsiyet” konfernsında, farklı ülkelerden kadın akademisyenler
toplumsal cinsiyet ekseninde savaş ve siyasal şiddet deneyimlerinin nasıl hatırlandığını
tartışacak.
Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu tarafından, Orta Avrupa
Üniversitesi (Central European University) ortaklığı ile 22 - 23 Mayıs 2012 tarihlerinde, Cezayir
Toplantı Salonu'nda "Savaş, Hafıza ve Toplumsal Cinsiyet" başlıklı bir konferans gerçekleşecek.
İki gün sürecek olan, Türkiye'den ve dünyadan akademisyenlerin katılacağı uluslararası
konferansın açılış konuşmalarını Orta Avrupa Üniversitesi Öğretim Üyesi Andrea Petö ve Sabancı
Üniversitesi Öğretim Üyesi Ayşe Gül Altınay yapacak. Konferans, Clark Üniversitesi'nden Cynthia
Enloe'nun, "Savaş Sonrasında Hangi Savaş Kadınları Hatırlanıyor, Hangileri Unutuluyor? Ve Bu
Niçin Feministlerin Umrunda Olmalı?" başlıklı konuşması ile başlayacak ve panellerle devam
edecek.
20. yüzyıl boyunca yaşanmış olan savaş ve siyasal şiddet deneyimlerinin nasıl hatırlandığının
toplumsal cinsiyet ekseninde inceleneceği konferans, feminist araştırmaların hafıza ve savaş
çalışmalarına yaptıkları katkıyı değerlendirmeyi ve açığa çıkarmayı amaçlıyor.
İngilizce düzenlenecek konferansın tüm panellerinde Heinrich Böll Stiftung Derneği desteği ile
İngilizce- Türkçe simültane tercüme olacak. (ÇT)
* Programı görmek için tıklayın.
Savaş Evde de Devam Ediyor
"Savaş, Hafıza ve Toplumsal Cinsiyet Konferansı"nda sakat gaziler ve fiziksel ve duygusal
emekleri görünmez kılınan eşleri, ABD’li kadın askerlerin eve dönüşte yaşadığı sorunlar ve
Kıbrıs’ta yaşanan mülkiyet iadelerinin kadınlar için anlamı konuşuldu.
Çiçek TAHAOĞLU
[email protected]
İstanbul - BİA Haber Merkezi
22 Mayıs 2012, Salı
Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu'nun, Orta Avrupa
Üniversitesi (Central European University) ortaklığı ile düzenlenen "Savaş, Hafıza ve Toplumsal
Cinsiyet Konferansı"nın üçüncü panelinde "Evdeki Savaşlar" konuşuldu.
Teksas Üniversitesi'nden Salih Can Açıksöz, Kürdistan bölgesinde savaşan engelli gazilerle
yaptığı çalışma üzerinden "bedensel savaş hafızaları ve erkeklikler" konusunu ele aldı. Onların
savaştan nasıl etkilendiklerini, kayıplarını nasıl yaşadığını, bunları maddesel bağlarla nasıl
ilişkilendirdiklerini anlattı.
Savaş sonrası travmada duygusal ve maddesel olanın bağı
30'lu yaşlarında Kaya isimli gazinin sigarayla bağına değinen Açıksöz, askerdeki şartlar altında
sigara içmenin onun için kendine özgü bir mekana ait olmak anlamına geldiğini, bunu
askerlikten sonra da devam ettirdiğini söyledi:
"Dağlarda sigara içmek ölümle oyun oynama ve bir kez daha kazanmamın anlamını ifade ediyor.
Çünkü iki km öteden yanan bir sigaranın ateşini görebilirsiniz. Askerliğinin sonunda yaralanan
Kaya, hastanede kesik bacağının farkına varmadan sigara içme isteğiyle uyanmış. Onun hayat
hikayesinde sigara içmek, yaralanma sonrası sıkıntı ve endişesine eşlik ediyor. Hiç parası yokken
arkadaşlarından, babasından sigara parası istediğini, babasının önünde sigara içmeme
zorunluluğu nedeniyle bunun ataerlik düzen ve otoriteyle ilişkisini, yani sigaranın
marjinalizasyonunun simgesi olduğunu anlatıyor."
Açıksöz, başka bir sakat gazinin tüm milliyetçiliğine ve futbolu sevmesine rağmen milli
maçlardan sonra insanların havaya ateş etmesi nedeniyle maçı kaybetmek istemesine değindi.
Son olarak asker dönüşü vejetaryan olan bir gazinin hikayesine değinen Açıksöz, et kokusunun
ona mayına bastığında gelen kokuyu hatırlattığını anlattı.
"Savaş deneyimlerini konuşurken travmayı bilişsel ve duygusal kapasiteleri yokeden yıkıcı bir
güç olarak görürüz. Oysa ki kimi zaman tadları, zevkleri de tetikleyebilien yaratıcı bir yönü de
var. Travmayı sadece acı ve ızdıraba ilişkin düşünmenin ötesinde, sıradan ve günlük etkileriyle
de bunu anlamak zorundayız" diye konuştu.
Savaşın takdir edilmeyen kurbanları: Gazi eşleri
Sussex Üniversitesi'nden Nurseli Yeşim Sünbüloğlu, "savaşın takdir edilmemiş kurbanları olan,
sakat gazilerin eşleri" üzerine yaptığı çalışmayı anlattı.
Sünbüloğlu, kadınların bu bağlamda eşlerine bakma, devlet kurumları ile partnerleri arasında
ilişki kurma gibi farklı rolleri olduğunu söylerken, kadınların fiziksel ve duygusal emeklerinin
eşlerinin rehabilitasyonunun kritik bir parçası olmasına rağmen gözardı edildiğini, bu emeğin
gazinin yükünün hafifletilmesi için doğal bir süreç olarak algılandığını belirtti.
"Sakatlanan askerlerin vücutları bağımsızlığını kaybederek başkalarına (burada karılarına)
bağımlı hale geliyor. Yoğun bakım gerektiği için 'kırılgan erkeklik' de zarar görüyor. Kadınlar ise,
fiziksel yaraların yanısıra bunu da iyileştirilmesi gereken bir durum olarak görüyor, gazinin aile
içindeki rolünü yeniden oluşturmaya çalışıyor.
"Örneğin konuştuğum kadınlardan birinin 'Eşim birçok konuda bana bağımlı ama ben her şeyi
yine ona danışırım, o sorunlarımızı çözer. Ne de olsa evin erkeğidir' demesi bunu açıklıyor."
ABD'li kadın askerler
Holy Cross Koleji'nden Stephanie E. Yuhl, ABD'deki kadın askerler ve eve dönüş süreçlerine
değindi.
ABD'de ordusundaki askerlerin yüzde 10'unun kadın olduğunu söyleyen Yuhl, artık kadınların
silahla ilişkilerinin değiştiğini, askeriye içinde giderek artan bir şekilde eskiden sadece erkeklere
reva görülen konumlara geldiklerini yine de ayrımcılığa uğradıklarını anlattı.
"Çatışma sonrası dönemlerde güvenlik genellikle politik ve sosyal statükonun korunması olarak
algılanır. Ancak kadın askerlerim varlığı bile statükoya meydan okur.
"Kadın askerler, sayıları ve savaş alanındaki becerileri artsa da tanınmıyorlar ve deneyimleri
azımsanıyor. Görev dönüşü erkek askerlere göre daha yüksek oranda evsiz kalıyor ve
boşanıyorlar. Meslektaşları tarafından taciz edildiklerinde, saldırıya uğradıklarında şikayet
edebilecekleri kimse yok. Onları kimin savunacağı da meçhul. Kısacası kadınların, erkeklere göre
düzenlenen bu askeri sistemden nasıl sıyrılacağı belli değil."
Mülkiyet iadeleri travmatik geçmişi serbest bırakmanın anahtarı
Ortadoğu Teknik Üniversitesi Kuzey Kıbrıs Kampüsü'nden Rebecca Bryant, mülkiyet imhasının ve
Kıbrıs'ta Rumlarla Türkler arasında yaşanan mülkiyet iadelerinin kadınlar açısından ne ifade
ettiğine değindi.
"Hem Rumlar hem Türkler kaçarken eşyalarını arkalarında bırakmış, ardından evler
yağmalanmış ve imha edilmişti.
"Kadınlar evlerine erkeklerden daha bağlı. Evin imhası, kültürel mahremiyetin saldırıya uğraması
ve tecavüzle de özdeşleşiyor. Hepsi kaçmadan önce hangi eşyalarını kurtarmaya çalıştıklarını, o
gün ne yemek yaptıklarını hatırlıyorlar. Karşı tarafın çeyizlerini yağmalayıp, kendi kızlarını
evlendirmek için kullandıkları gibi şeyler anlatıyorlar.
"Kaçıştan sonra, kadınlar yerleştikleri evlerde buldukları eşyaları senelerce muhafaza ettiler.
2003'te Rumların evlerine dönmelerine izin verildiğinde aileler eşyaları birbirlerine iade etti. Bu,
medyada barış girişimleri, insani jestler olarak yer aldı ama aslında daha komplike hareketlerdi.
"Kadınlar tamamen insani nedenlerle sakladıkları eşyaları iade ederken, evlerini temizlediklerini
ve evi kendilerine ait hale getirdiklerini söylüyor. İade etme ve kabul etme eyleminin amacı
sosyal bağlantı kurmak değil, karşılıklı unutma için bir ön koşul. Travmatik geçmişi serbest
bırakmanın anahtarı." (ÇT)
Kadın Savaşın Neresinde?
"Savaş, Hafıza ve Toplumsal Cinsiyet Konferansı"nda edebiyat ve sanatta savaş, hafıza ve
toplumsal cinsiyet konuşuldu.
Nilay VARDAR
[email protected]
İstanbul - BİA Haber Merkezi
22 Mayıs 2012, Salı
Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu'nun, Orta Avrupa
Üniversitesi (Central European University) ortaklığı ile düzenlenen "Savaş, Hafıza ve Toplumsal
Cinsiyet Konferansı"nın birinci oturumunda "Hepsi Kurgu? Edebiyat ve Sanatta Savaş, Hafıza ve
Toplumsal Cinsiyet" konuşuldu.
Moderatörlüğünü Boğaziçi Üniversitesi'nden Başak Demirhan'ın yaptığı toplantı, Cezayir
Toplantı Salonu'nda kadınlardan oluşan kalabalık bir kitleyle gerçekleşti.
Sabancı Üniversitesi'nden Hülya Adak, Birinci Dünya Savaşı'nda Türkiye Edebiyatı'nda Ermeni
Soykırımı esnasında kadınlara yönelik cinsel tecavüzün yer almadığını, sadece düşmanın
uyguladığı cinsel tecavüzün "ötekileştirme" üzerinden işlendiğini söyledi.
"Halide Edip Adıvar, Ermenilere yapılan katliamları ve mülklerine el konmasını eleştirir ve
suçluların cezalandırılmasını ister. Ancak romanlarında cinsel şiddetten bahsetmez. Adıvar,
kadın dayanışması içinde yer alsa da yine Rumların tecavüzünden bahseder ve bundan öç
alınması gerektiğini vurgular. Bu da ötekileştirmeyi getiriyor
"Yakup Kadri ve Falih Rıfkı Atay da tecavüzü ancak düşman üzerinden anlatır, mesela
Yunanlıların Türklere yaptığı tecavüzden bahseder ve bunu bir utanç ve namus meselesi olarak
görür. Bu utancın kapanmaz bir yara olduğunu söylerler ve kadının bu durumda ölmesi
gereklidir.
"Mıgırdiç Margosyan ise Diyarbakır'daki Ermeni cemaatini anlatarak Ermeni meselesinde
dönüştürücü bir rol oynarken, o da kadınların cinsel tecavüzüne sessiz kalıyor."
"Kadın şiddetinin savaşta araçsallaşması"
İstanbul Şehir Üniversitesi'nden İrvin Cemil Schick, konuşmasına şu alıntı ile başladı: "Savaş
cehennemdir ama kadınlar için özel bir cehennemdir; savaşta hem kadınların hem toprakların
vücudu fethedilir".
Schick, kadına karşı şiddetin, erkeğe ve ulusal onura bir saldırı olarak görüldüğünü ve bunun
uluslar tarafından düşmanın ötekileştirilmesinde bir araç olarak kullanıldığını söyledi.
20.yy'ın başından günümüze "savaşta tecavüze uğramış kadın" resimlerinden örnekler gösteren
Schick, gerek Osmanlı'ya karşı Avrupalı sanatçıların gerekse Almanya'ya karşı Fransız sanatçıların
savaşı ve düşmanlıkları hep kadın bedeni üzerinden kışkırttıklarını söyledi.
Özyeğin Üniversitesi'nden Çimen Günay, 12 Mart 1971 askeri darbesinin ardından yazılan
romanlarda kadın ve erkek yazarların farklılaşma noktalarını anlattı.
"Çetin Altan, Erdal Öz gibi erkek yazarlar, metinlerinde iktidar, işkence, baskı, siyasi kimlik, güçlü
erkeğin yapılandırılmasını anlatır.
"Sol ve sağcı kadın yazarlar ise ataerkil toplum yapısı ile siyasal tahakküm arasındaki ilişkiye
dikkat çekiyor. Sevgi Soysal, Emine Işınsu, Sevinç Çokum, Pınar Kür, Adalet Ağaoğlu...Bu
yazarlar, devrimci erkeklerin otoriter bakışla örtüştüğü, iktidar paylaşımında kadınların rolü,
aşkın ve cinselliğin devrimci hayatın bir parçası olabileceği gibi tartışmalar yürütür."
"Kadın anlatıları, tarihteki boşlukları dolduruyor"
Brüksel Özgür Üniversite'den (Free University of Brussels) Sophie Milquet, İspanyol iç
savaşındaki kadın anlatılarını Angeles Caso, Dolce Chacon, Jesus Ferero yazarlarının kitapları
üzerinden değerlendirdi.
"Kadınlarda sindirilmişliğin verdiği sessizliğin ötesinde bir travma sessizliği var. Konuşma ve
sessizlik bir diyalektik içinde ilerliyor. Romanlar anı temsilleridir ve toplumsal hafızaya katkı
sağlar. Bu yüzden de kadın anlatıları tarihteki kadın boşluğunu doldurmak için çok önemlidir."
Sofya Üniversitesi'nden Kornelia Slavova, Eve Ensler'in tiyatro oyunu ve Grbavica filmi üzerinden
kadınların travmalarını yenmede diğer kadınlarla kurdukları iyi ilişkilerin etkisinden bahsetti.
"Piyeste de filmde de tecavüze uğramış, ailesini yitirmiş kadınların travma ve terapi seansları yer
alır. Her ne kadar iki seans da başarısız geçse de hatırlama ve paylaşmanın, diğer kadınlarla ilişki
kurmanın kadınların iyileşmesine katkısı anlatılır." (NV)
May 23, 2012- Today’s Zaman
INTERNATİONAL ACADEMİCS CONTEST CONVENTİONAL MEMORİES OF WAR
International academics contest conventional memories of war LATIFA AKAY ISTANBUL "B A
selection of leading feminist writers and in, fl ternational experts on women's studies and the
wider human rights disciplines are currently in town for "Gendered Memories of War and
Political Violence, " atwo-day conference organized jointlyby Ayşe Gül Altınay of Istanbul's
Sabancı University and Andrea Peto of the Central European University. Delivering the
introductory address at Beyoglu's Cezayir Conference Hall on Tuesday morning, Altmay
welcomed over 40 participants from pioneering academic institutes across the world, including
Utrecht University, Goldsmiths College, the Eondon School of Economics, the University of
Western Sydney, Eund University, Harvard University and SOAS University of Eondon.
Highlighting the significance of memories of the past as wake-up calls for the present, Professor
Cynthia Enloe of the Massachusetts-based Clark University emphasized the importance of
exploring feminist explanations of women and war and looking beyond rigidly structured
institutionalized memories of particular conflicts in order to gain a complete record of what
they were really about. Questioning the role of feminists in stirring an already boiling pot of war
commemoration, Enloe reflected that women are not the first to contest memories of war.
"Every monument or exhibition or holiday to commemorate a war anywhere in the world has
been contested ? who should be remembered, what should be remembered and why?"
According to Enloe, therefore, the consequences of feminist studies in this area are actually
quite radical; not only do they raise the tally for the costs of war much higher than most people
like to imagine, but they extend the length of the postwar period and challenge the rigid
memory structure of individual nations. "We are saying that the costs of war are more than
anyone is willing to admit. Conventional commemorations of war list men who die in uniform
but a feminist reckoning of the costs of war is much greater, " Enloe said, adding that to argue
that women's memories are not just worthy of being remembered but of being shared,
radically expands the notion of a warzone beyond the geography of conventional warfare.
Drawing to a close on Wednesday evening, the conference will host discussions on a broad
range of issues, including Women's Narrative of War and Soldiering, Gendering Memories of
Resistance, The Wars at "Home, " Visualizing Memories of War, and Reflecting on Feminist
Memory Work.
TOPLUMSAL CİNSİYET İLE KADIN TARTIŞMALARI YAPILDI
May 23, 2011- Özgür Gündem
Toplumsal cinsiyet ile kadın tartışmaları yapıldı İSTANBUL / DİHA - Sabancı Üniversitesi ve
Central European University tarafından düzenlenen Toplumsal Cinsiyet ve Kadın çalışmaları
forumu başladı. Forumun ilk gününde, uluslararası katılımla, "Edebiyat ve Sanatta Savaş, Hafiza
ve Toplumsal Cinsiyet" tartışıldı. Forumda söz alan Sabana Üniversitesi'nden Öğretim Üyesi
Hülya Adak 20. yüzyıl içinde 1. Dünya Savaşı ile ilgili değişik yazılar yazıldığını belirterek,
edebiyatta kadiamlardan savunmacı bir şekilde söz edildiğini, cinsel şiddet ve tecavüzün
anlatdmadığını belirtti. İstanbul Şehir Üniversitesi Öğretim-Üyesi İrvin Cemil Schick de, "Savaş
kadınlar için özel bir cehennemdir. Seksin ve savaşın birleştiği yerlerde kadının bedeni fethedilir.
Tecavüzün rutin hale gelmesi mümkündür. Sanat ve edebiyat cin- . sel tacizin ve tecavüzün
ortaya konulmasında önemli bir araç haline geliyor. Kadın vücudunun ulusal toprak yerine
kullanılmasına varan bir söylem var" diye konuştu.
Hatırlamak Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Teminatıdır
"Savaş, Hafıza ve Toplumsal Cinsiyet Konferansı"nın dördüncü oturumunda savaş ve çatışma
deneyimi yaşamış kadınların savaş sonrası yaşadıkları travmayı hatırlamak ve tanıklık yoluyla
iyileştirebilecekleri konuşuldu.
Ece KOÇAK
İstanbul - BİA Haber Merkezi
23 Mayıs 2012, Çarşamba
BU HABERİN UZANTILARI
Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu tarafından Orta Avrupa
Üniversitesi (Central European University) ile ortak düzenlenen Savaş, Hafıza ve Toplumsal
Cinsiyet Konferansı'nın dördüncü oturumunda kadının savaş alanındaki varlığı ve rolü tartışıldı.
Toplumsal Cinsiyet, Cinsel Şiddet ve Uluslararası Hukuk başlıklı oturum, Western Sydney
Üniversitesi'nden Anna Reading moderatörlüğünde üç konuşmacı ile gerçekleşti. Etkin bellek
çalışmalarıyla toplumsal cinsiyet güvenliği ve eşitliği sağlanabileceği, konuşmacıların ortak
söylemi oldu.
Çatışma sonrası toplumsal cinsiyet güvenliği mümkün mü?
Oturum, Manchester Üniversitesi'nden Laura McLeod'un "Hatıralar ve Gündemler: Sırbistan'da
Çatışma Sonrası Toplumsal Cinsiyet Güvenliği Vizyonları Üretmek" başlıklı makalesini sunmasıyla
başladı.
Yerel ve uluslararası belleğin farklarına değinen McLeod, bu iki tip belleğin hedeflenen barış
inşası için kolektif bir şekilde işlemesi gerektiğini söyledi.
"Hatırlamak geçmişi değil bugünü de etkiliyor. Geçmişi yaşatmak için değil, geleceği iyileştirmek
için hatırlamalıyız," diyen McLeod'a göre çatışma ve savaş deneyimlerinin her bireyde aynı
kalmıyor ve herkeste farklı ortaya çıkıyor. Bu çoğulluk savaş sonrası travmaları iyileştirmek ve
toplumsal cinsiyet güvenliği sağlamak için kullanılıyor
Savaş deneyimine ve travmaya dışarıdan bakanlar konuya daha nötr yaklaşabiliyorlar. McLeod,
bu tarafsız duruşu olumlu görüyor. Dışarıda kalanların da bu deneyimin bir parçası olması ve
konuyla ilgili hatıralar biriktirmesi ise 'uluslararası hafıza'ya katkıda bulunuyor. Savaş sonrası
üretilen uluslararası hafıza, savaşa maruz kalmış bireylerin yaralarını sarmasına ve toplumsal
cinsiyet güvenliği sağlanmasına büyük ölçüde katkıda bulunuyor.
McLeod, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (BMKP) önderliğinde Sırbistan'da yerel
aktivistler tarafından yürütülen bir inisiyatiften de bahsetti. Gündemini Birleşmiş Milletler'in
belirlediği bu inisiyatif, batı Balkanlarda cinsel şiddet, çocuk istismarı ve savaş suçları gibi
konularını takip ediyor. Yakın zamanda yaptıkları kayda değer işlerden biri ise Sırp ceza
kanununa aile içi şiddeti engellemeyi sağlayacak bir yasa ekleme önerisi.
McLeod, günümüzde Batı Balkan ülkelerinin şiddete fazlasıyla yatkın olduğunu da ekledi. Ancak
Sırbistan'ın savaş esnasında 'saldırgan devlet' olarak yansıtılmasının uluslararası bir sorun olarak
algılanmasına ve kadına yönelik şiddet bağlamından kopartıldığını da düşünüyor.
Sırbistan'da yaptığı röportajlarda yerel aktivistlerlerin şiddetin (özellikle de aile içi şiddetin)
siyasi bağlamdan uzaklaştırılarak işlenmesinden şikayetçi olduğunu belirtti. Aktivistler,
Sırbistan'da günümüzde görülen aile içi şiddetin altında yatan en önemli sebebin 1990'larda
işlenen savaş suçları olduğunu düşünüyor. İşlenen savaş suçlarıyla gerektiği gibi yüzleşemeyen
Sırp halkının kolektif bilincinde kalan bu travmalar, günümüzde aile içi (ve dışı) şiddet olarak
ortaya sıkça çıkıyor. Bu nedenle feminist Sırp aktivistler aile içi şiddetin insani ve psikolojik değil,
siyasi bir sorun olarak tanınmasının savaş sonrası sağlanması hedeflenen toplumsal cinsiyet
güvenliğine doğru önemli bir adım olduğu görüşünde.
Dikkat, "kolay kadınlar" askeri ittifakı bozabilir!
Helsinki Üniversitesi'nden Marjaana Jauhola ise kendi ülkesinden bir örnekten bahsetti.
Jauhola'nın sunduğu makale, Finlandiya'da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 1325 nolu
çözüm önerisini yeniden politikleştirmek gerektiğini savunuyordu. Konuşmasında 1325 nolu BM
Güvenlik Konseyi kararından bahsetmeyen Jauohola, Finlandiya'nın cinsiyet eşitliğini sağlamış
modern bir ülke olduğu illüzyonunu kritik etmeyi tercih etti. Bu eleştiri, Finlandiyalı kadınların
kolektif belleğinde Laponya Savaşı ardından yaşanan travmalara dayandırılmıştı. Jauloa, üçüncü
nesil Finlandiyalı kadınların Laponya'da yaşananlar üzerine yürüttükleri eleştirel hafıza
çalışmalarının feminist siyaset anlatısının bir parçası haline gelmesinin önemini de vurguladı.
Jauhola argümanını kurarken Finlandiyalı yazar Katja Kettu'nun Ebe (Midwife) adlı romanından
bolca yararlanmış. Roman, 1944-45 yıllarında Finlandiya'da gerçekleşen Laponya Savaşı
sırasında yaşanan bir aşk hikayesini anlatıyor. Alman bir askerle aşk yaşayan Finlandiyalı bir
kadın, sevgilisinin peşinden Alman savaş kamplarına kaçarak burada hemşirelik yapmaya
başlıyor. Kadının görevi daha sonra askeri genelevlerde cinsel şiddete uğrayan kadınlarla
ilgilenmek ve hamile kalanlara kürtaj yapmakla sınırlı kalıyor. Kitabın en sonunda ise genelevin
kurbanlarından biri haline geliyor. Jauhola, hikayenin ana karakteri olan bu kadına roman
boyunca bir isim verilmemesinin de önemli bir detay olduğunun altını çizdi.
Jauhola konuşmasının büyük kısmında Finlandiya sınırları içine konuşlanmış yaklaşık 200 bin
Alman askeri ve Finlandiyalı kadınlar arasındaki ilişki üzerinde durdu. Bu kadın-erkek ilişkilerinin
savaş sonrası Finlandiya toplumu içinde tabu haline geldiğini ve sessizleştirildiğini de sözlerine
ekledi.
II. Dünya Savaşı sonrası dönemin Finlandiya milli tarihinde ulusu birleştiren ve birbirine
bağlayan bir süreç olduğunun vurgulandığını söyleyen Jauhola, bu söylemi de eleştirdi. Pek çok
Finlandiyalı kadın bu birleşimin dışında kaldı. Örneğin Ebe adlı kitaptakı ana karakter
Finlandiya'ya dönüşünü "Bir Alman askerinin fahişesiydim ve kucağımda bir piçle evime
dönüyordum," diye anlatıyor. Alman askerleriyle birlikte olan Finlandiyalı kadınların kamuoyu
tarafından'gevşek, kolay kadın' ve 'fahişe' olarak damgalandığını söyleyen Jauhola, bu kadınlar
hakkında "Ulusa ihanet ettiler ve Almanya ile olan askeri ittifakın zayıflamasına sebep oldular,"
şeklinde yorumlar yapıldığı, bu söylemin o dönemde Finlandiya medyasında sıkça kendine yer
bulduğunu söyledi.
Uluslararası hukukun cinsel savaş suçlarına bakışı
Oturumun son konuşması ise Medica Mondiale'yi temsil eden Gabriela Mischkowskitarafından
yapıldı. Mischkowski, savaş esnasında işlenen cinsel şiddet suçlarını detaylı bir şekilde inceledi.
Yugoslavya savaşı sırasında işlenen tecavüz suçları sistematik bir 'etnik temizleme' aracı olarak
görüldüğü için çoğu zaman feminist bağlamda incelenmiyor. Mischkowski, uluslararası hukuk
bu suçların kadına değil, etnisiteye yönelik işlendiğini söylüyor. Bu bakış açısının fazlasıyla dar
olduğundan yakınan Mischkowski, cinsel şiddetin bir savaş silahı olarak etnik temizlik için
kullanıldığı fikrine karşı çıkmasa da, bu eylemlerin 'kadına yönelik işlenen suç' olarak da
tanınması gerektiğini ve yargılama sürecinin feminist bağlamdan destekle ele alınması
gerektiğini düşünüyor: "Günümüz söylemi, savaş sırasında işlenen cinsel şiddet suçlarının
pişmanlık uyandıran ve üzücü, ancak göz ardı edilebilecek savaş suçları olarak algılanmasına
sebep oluyor."
Mitschkowski'ye göre bu durumun sonuçlarından biri de, 'normal' olarak tanımlanan pek çok
erkeğin savaş esnasında bir 'tecavüz canavarı'na dönüşüp, savaştan döndükten sonra herhangi
bir utanç kırıntısı bile hissetmeden hayatına devam edebiliyor olması.
"Savaş esnasında işlenen cinsel şiddet suçları, mahkemelerde yargılanan siyasi liderler
konumundaki sanıklara mal edilebilir mi?" diye de soran Mischkowski, toplu tecavüz emrini
veren ve şu an mahkeme karşısında olan Radovan Karadzic, Ratko Mladic gibi siyasi liderlerin
mi, yoksa bu suçları bizzat işleyen bireylerin mi yargılanması gerektiğinin büyük bir hukuki çelişki
olduğunun altını çizdi.
"Bu suçları işleyen tüm bireyleri yargılamak neredeyse imkansız, ancak emri verenlerin
mahkumiyeti de toplumsal vicdanı rahatlatmaya yeter mi? Şu an elimizde olanın en iyisi hali
hazırda yargılanmakta olanların mahkumiyeti olur."
Mischkowski, Eski Yugoslavya Uluslararası Savaş Mahkemesi'nin erkek çalışanlarına hangi tür
davaları tercih ettiklerini sorduğunda 'cinayet' yanıtı aldığını söyledi. Erkek hukukçular, tecavüz
davalarında rahatsızlık hissettiklerini ve konu hakkında rahatça konuşamadıklarını belirtmişler.
Tanıklık yapan Bosnalı tecavüz kurbanı kadınlar da deneyimlerinden ötürü yoğun bir utanç
duyarken, erkek hukukçuların da en az onlar kadar utanç duydukları için davaya sağlıklı
yaklaşamadıklarını söyleyen Mischkowski, bu durumun uluslararası hukukçular tarafından
üzerinde düşünülmesi gerektiğini vurguladı.
Konuşmanın en ilginç noktası, tecavüz suçlarının cinsellik ve şehvet ile bağlantısının konuşulması
oldu.. Mischkowski, bu suçların 'cinsel' yönden değil, şiddet ve siyaset yönünden incelendiğini
söyledi.
Konu hakkındaki tartışma, konferansa katılan öğretim üyelerinden Cynthia Cockburn'ün
sorusuyla devam etti. Tecavüz ve cinsel şiddet konuşulurken asla 'cinsel istek', 'şehvet', 'cinsel
uyarılma' gibi faktörlerin dile getirilmediği ve tecavüz eleştirisi söylemlerinin çok sınırlı kaldığı
konusunda salon hemfikirdi.
Feminist düşüncenin tecavüz söylemlerinde daha geniş bir bakış açısı üretmesi gerektiğini
düşünen panelistler, savaşın ve öldürmenin de aslında erotikleştirildiğini ve erkeklerin günümüz
ataerkil kültüründe öldürme konusunda erotik bir takıntıya sahip olduğunu belirtti.
Mischkowski konuşmasının sonunda oturumun dinleyicilerini düşündürücü sorularla baş başa
bıraktı. Mischkowski'nin sorduğu sorulardan biri şuydu: "Yugoslavya savaşı sırasında cinsel
şiddet suçu işleyen erkekler, savaşın ardından 'sevgili', 'eş', 'koruyucu' erkek rollerini
kimliklerinde nasıl barındıracaklar, kendi karakterlerini nasıl yeniden inşa edecekler?" (EK/HK)
Kocaya Değil, Savaşa Kaçan" Kadınlar
"Savaş, Hafıza ve Toplumsal Cinsiyet Konferansı"nın ikinci oturumunda İtalyan, Vietnamlı,
Türkiyeli Abhaz, Yugoslav ve İsrailli kadın askerlerin savaş alanlarında yaşadıkları deneyimler
ve savaşa katılma kararlarını meşrulaştırma şekilleri konuşuldu.
Ece KOÇAK
İstanbul - BİA Haber Merkezi
23 Mayıs 2012, Çarşamba
Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu tarafından Orta Avrupa
Üniversitesi (Central European University) ile ortak düzenlenen Savaş, Hafıza ve Toplumsal
Cinsiyet Konferansı'nın ikinci oturumunda kadının savaş alanındaki varlığı ve rolü tartışıldı.
"Kadınların Savaş ve Askerlik Anlatıları" başlıklı oturum, Cynthia Enloemoderatörlüğünde
konuşan beş katılımcı ile gerçekleşti. Kadının savaş alanındaki rolünün tartışıldığı oturumda,
"militarist kadın"ların tarih yazımında yok sayılmasının kabul edilemeyeceği ve günümüz
feminist düşüncenin asker kadınların varlığını önyargısız bir şekilde tanıması gerektiği sonucuna
varıldı.
Ulusal onur için savaşa gittiler
Bergamo Üniversitesi'nden Gianluca Schiavo, İtalyan iç savaşı sırasında Mussolini'nin silahlı
kuvvetlerine gönüllü olarak katılan kadınların anılarından yola çıkarak savaş alanındaki kadın
deneyiminin siyasiden çok manevi bir mücadele olduğundan bahsetti.
1943'te patlak veren iç savaş için Mussolini'nin halkı gönüllü askerliğe çağırmasının ardından
pek çok İtalyan kadın, faşist orduya katılmak için orduya yazılmış; böylece "kadın yedek birliği"
kurulmuştu. Altı bin kadın askerden oluşan birlik, 300 de şehit vermişti.
Schiavo, iç savaşın ardından demokratik İtalya'nın kuruluşuyla birlikte bu kadınların varlıkları
tamamen unutturulmak istendiğini söyledi; "Kadın askerler birden halk arasında tabu haline
geldi".
Cephede savaşan İtalyan kadınların, savaşın hemen sonrasında yaratılmak istenen 'iyi anne,
sadık eş' modeline uymadığı için tarihten silindiğini belirten Schiavo, günümüz feminist
düşüncenin ışığında İtalyan tarihindeki bu karanlığın aydınlatılması gerektiğinin altını çizdi.
Schiavo'nun konuşmasında tekrarlanan motiflerden biri ise "ulusal onur" oldu. İtalyan kadın
askerlerin büyük çoğunluğu ülkelerinin onurunun zedelendiğinden duydukları rahatsızlık
sebebiyle orduya katılma ihtiyacı duymuştu.
Savaşla olan bağlarını siyasetten ve ideolojiden arındıran kadınlar, verdikleri karara daha manevi
bir anlam yüklüyordu.
Savaşan İtalyan kadınlardan Lucia Cera'nın günlüklerinden derlenen alıntılar dikkat çekti:
"Kaybetmek ve hatta ağlamak bile kabullenilebilirdi, ama onurunu kaybetmek asla!"
"Solucanlar arasında başka bir solucan gibi hissetmemek için savaşa gittim, Mussolini'yi ya da
onun faşist rejimini desteklediğim için değil."
"Yenildik mi? Hayır! Görev tamamlandı. Ben kişisel savaşımı kazandım."
"Erkekler gidiyorsa, ben de..."
Çin hukuku tarihçisi Karen Turner ise Vietnam-ABD savaşı sırasında Amerika'ya karşı savaşmak
için orduya katılan Kuzey Koreli kadınların anılarından yola çıkmıştı.
Turner, savaşa giden Kuzey Koreli kadınların da tıpkı diğer ülkelerdeki kadın askerler gibi uzun
bir süre tarihte hak ettikleri yeri bulamadığını söyledi. Coğrafyalar değişse bile ana akım
tarihçilerin kadın askerleri yok saydığı gerçeği bir türlü değişmiyordu. Uzun bir süre tarihin
bahsetmediği Vietnamlı kadın askerlerin, halk tarafından savaşın bitiminin 30. yıldönümü olan
1995'de televizyonda gösterilen bir belgesel sayesinde ilk kez fark edildiğini söyleyen Turner,
kısaca konuştuktan sonra konu hakkında kendisinin Hanoi'de hazırladığı filmden klipler gösterdi.
Ho Chi Minh'in 1963'te halkı gönüllü askerliğe çağırdığı Kuzey Kore'de gönüllülerin yüzde 70'i
kadındı ve çoğu çocuk denecek yaştaydı.
Savaşa gönüllü olarak giden genç kadınların döndüklerinde fazlasıyla zayıf, hasta ve yaşlanmış
olduklarından evlenemediklerini ve aile kuramadıklarını anlatan Turner, böylece bu kadınların
toplum içinde marjinalleştirildiğini söyledi.
Kadın askerleri toplumdan ve günlük hayatlarından uzaklaştıran başka etkenler ise savaş
sırasında topraklarının satılması, evlerinin el değiştirmesi ve kimilerinin ailelerinin de onları
savaş sonrasında eve almak istememesi oldu.
Klipler, kadın askerle ile yapılan röportajlardan seçilmişti. Pek çoğunun anlattıkları İtalyan kadın
askerler ile paralel bir şekilde ulusal onur vurgusu içeriyordu. Kadınlar savaşa gitme kararlarını
gururlarını ve onurlarını koruma güdüsüyle savunuyorlardı.
Bir kadın, annesinin savaşa gitmesine izin vermemesine rağmen iki erkek kardeşi savaşta şehit
olduğu için kaçtığını anlatıyordu.
"Kardeşlerimin öcünü almalıydım. Hem erkekler gidebiliyorsa, ben de giderim!"
"O zamanlar 'devletimizin ihtiyacı var, üstelik arkadaşlarımız da gidiyor' diye düşünerek savaşa
gitmiştik. Oysa şimdi baktığımda yetişkinlerin ailelerini korumak için, bizlerinse ülkemizi
Amerika'dan korumak için gittiğini fark ediyorum."
"Burada savaş var, biliyorsunuz değil mi?"
Oturumda Türkiye coğrafyasından bir örnek de vardı. Yıldız Teknik Üniversitesi'ndenSetenay Nil
Doğan, Türkiyeli Abhaz kadınlarının Abhaz savaşına olan katılımından bahsetti. Konuşma
sırasında iki örneğe yoğunlaşıldı.
Doğan'ın paylaştığı ilk örnek, üç çocuk annesi Birgül'dü. Gazeteci kimliğiyle savaş alanına giden
Birgül, 11 ay boyunca bölgede kaldı. Kendilerine özgürlük savaşçısı diyen Abhaz silahlı güçlerinin
içindeki tek kadın olan Birgül'ün hikayesi, kadının savaş alanındaki rolünün karmaşıklığını açıkça
gösteriyordu. İğne yapmayı bile bilmemesine rağmen önce hemşire görevi verildi. Ancak bir
süre sonra Birgül hem silahıyla nöbet tutmaya, hem topladığı meyvelerden reçel yapmaya, hem
de yaralılara bakmaya başladı.
"Böylece tüm askerlerin 'anne, kız kardeş' olarak gördüğü Birgül, savaştaki erkeklerin gözünde
kadınlığından ve cinselliğinden arındı."
Doğan, Birgül'ün çocuklarının savaştan döndüğünde annelerini tanıyamadığını ve oradayken
"mutasyon geçirdiğini" söylediklerini belirtti. Birgül'ün mektuplarında savaş sırasında sıkça
annelik ve askerlik rolleri arasında kaldığının görülüyordu; savaş şartları bile kadını annelik gibi
kendisine mal edilen rollerden arındıramıyordu.
Diğer örnek Adapazarı'ndan dört genç Abhaz kızın oluşturduğu gruptu. Doğan'ın anlattığına
göre kızlar, Abhazların onuru uğruna savaşa gittiklerini söylemelerine rağmen Türkiye'de bu
kızların sevgililerine kaçmak için savaşa gittiği hakkında dedikodular çıkmış ve ailelerinin
"kızlarına sahip çıkamadıkları" için kınanmıştı.
Doğan, bu kızların aktif bir şekilde silahlı çatışmanın bir parçası olmamasına rağmen
kamuoyunun çok ilgisini çektiklerinden bahsetti. Çoğunluğun geçici ve çocuksu bir heves ile
savaşa gittiğini düşündüğü kızlar aslında çeyiz paralarını yol parası yapmışlardı. Üstelik "macera
için gitmedik" ve "eteklerimizi erkeklere bırakıp cepheye gittik" gibi çarpıcı açıklamalarda da
bulunan kızlar aktif olarak savaşmadıkları halde savaş eyleminin sadece erkeklere özgü
olmadığını gösteren semboller haline geldiler.
Türkiye'ye döndüklerinde kızların zorluk yaşadığından ve tepki gördüğünden de bahseden
Doğan, savaşa kaçan kızlardan birinin annesinin "kocaya kaçsanız daha iyiydi," dediğini de
söyledi. Savaş atmosferinde kadının yerinin ve adının olmadığını gösteren unsurlardan biri de
Abhaz birliğinde onları karşılayan asker ve kızlar arasında geçen şu konuşma oldu:
- Burada savaş var biliyorsunuz değil mi?
- Biz de savaşa geldik!
Bu dört cesur kız sayesinde Abhaz askerleri kadının da savaşı "bilebileceğini" ve aktif olarak bir
parçası olmayı seçebileceğini fark etmeye başladı.
Görünmez failler: Kadınlar da savaş suçu işler!
Christina Morus ise Yugoslavya savaşı sırasında kadın askerler tarafından işlenen savaş
suçlarının göz ardı edildiğini vurgulayan bir konuşma yaptı. "Savaşın Görünmez Failleri" adını
verdiği konuşmaya Kenneth Burke'un ünlü sözü "Her görüş biçimi aslında bir de görmeyiş
biçimidir" ile başlayan Morus, öncelikle asker kadınlar tarafından işlenen korkunç suçları anlatan
birtakım alıntılar paylaştı.
Morus, bu alıntıların kadın savaş suçlularının yargılanması gibi bir süreç esnasında değil, aksine
erkek savaş suçluları yargılanırken rastgele anlatılmış hikayelerden ortaya çıktığını özellikle
vurgulayarak kadınların işlediği savaş suçlarının neredeyse savaş suçu sayılmadığı bir noktaya
gelindiğini gösterdi.
"Kimsenin aklına, kadınların da savaş suçu işleyebileceği gelmiyordu. Savaş suçu işlediği
kanıtlanan kadınların ise aşık olduğu adamın peşinden gitmek için ya da ruhsal bozuklukları
sebebiyle orduya katıldığı söylenebiliyordu. Anormalleştiriliyorlardı."
Lahey'de bulunan Eski Yugoslavya Ceza Mahkemesi'nin şimdiye kadar yargıladığı pek çok
suçludan yalnızca biri, yerel mahkemelerde yargılanan yaklaşık 3000 suçlunun ise otuzu kadındı.
Morus, yargılananların da kadın kimliğinin arkasına sığındığından bahsetti.
"Yargılanan kadın savaş suçluları, savaş ortamında sahip oldukları bu karmaşık rolün bilincinde
olduğundan cinsiyetlerinin arkasına sığındı," diyen Morus, sanıkların "masum kız "ya da
"fedakar anne" rollerine vurgu yaparak bu tür suçları işlemiş olamayacaklarını iddia ettiğini
söyledi. Yargılanan kadınlar, haklarında çıkan haberlerde "eflatun elbisesi ve boynundaki altın
hac ile çok zarif göründüğü..." gibi tabirlerle anlatılırken, savaş suçu ve askerlik kavramlarının
erkillikten kurtulmasının zor olduğu çok açık.
Kadın savaş suçlularının hem Yugoslavya'daki farklı etnik grupların milliyetçi hareketleri
tarafından, hem de feministler tarafından ötekileştirildiğini ve iki tarafın söylemlerinde de yok
sayıldığını belirten Morus, tarihin doğru anlatılabilmesi için öncelikle bu kadınların varlığının
tanınması gerektiğini söyledi.
"Günümüzde feminist teori, savaş alanında kurbanlaştırılan ve barışa katkıda bulunan kadınları
fark etmenin ötesine geçmeli," diyen Morus, savaş öykülerinin eksiksizce anlatılabilmesi için
kadınların da savaş suçu işlemiş olduğu ve işleyebileceği gerçeğinin tanınması gerektiğini
vurguladı.
"Tarihin savaş ve silahlı çatışma durumlarını yalnızca erkil bir bağlamda değil, kadınları da
kapsayarak işleyebilmesinin tek yolu bu."
İsrail'de sessizliği bozan savaş karşıtı kadınlar
Son olarak Orna Sasson-Levy, "Sessizliği Kıran Kadınlar: Savaş Karşıtı Sesler Olarak İsrailli Kadın
Askerlerin Tanıklıkları" başlıklı bir konuşma yaptı. Zorunlu askerlik yapmak durumunda olan
İsrailli kadın askerlerin deneyimleri, diğer dört ülkedeki kadınlardan çok daha farklıydı.
Levy, edindikleri deneyimleri tanık olarak anlatan bu askerlerin ordudaki tüm kadınları temsil
etmediğini, yalnızca savaş karşıtı ve sol görüşlü kadınların araştırmaya katıldığını belirtti. Onlar
tüm kadınların sesi olamasalar da, İsrail'in militarist aktivitelerine kadın gözünden getirdikleri
eleştiriler çok değerli. Üstelik diğer konuşmalarda görüldüğü gibi anormalleştirilen,
marjinalleştirilen bir pozisyonda değiller; kadın askerlerin varlığı İsrail'de oldukça olağan.
Ordunun maskülen yapısından yakınan tanık kadınlardan biri, erkeklerin askerlik hakkında fazla
heyecanlı ve hevesli olmasını yadırgadığından bahsetmiş:
"Önümde erkek askerler "Evlerini darmaduman ettik! Çok eğlenceliydi. Çok çılgın bir andı. Her
şey birbirine girdi," gibi şeyler söyleyerek kahkaha atıyorlardı. Onların bu hevesi bence komik.
Bunu duyduğumda benim ilk düşündüğüm şey, evdeki kadının şimdi ortalığı nasıl toplayacağı
oldu."
Filistinli ailelerinin evlerinde silah araması yapan İsrailli kadın askerler ise evin bir köşesinde hiç
hareket etmeden korkuyla bekleyen kadınları gördüklerinde çok kötü hissettiklerini belirtiyorlar:
"Aslında evrensel bir kadın dayanışması var ve ben bu eve girdiğim anda bu dayanışmaya ihanet
ediyorum."
Yani İsrailli kadınlar ülkelerinin onuru için ya da Filistin karşıtı oldukları için orduya katılmıyorlar.
Büyük bir kısmı orduyu siyasi görüşlerini meşrulaştırmalarına yardımcı olacak bir deneyim olarak
görüyor.
Levy, bir tanığın İsrailli yerleşimci kadınlardan birinin bomba seslerinden ağlayan oğluna
"Ağlama oğlum, bu kötü bir ses değil, bak müzik gibi!" demesinden tiksindiğini de belirtti.
Böylece tanıklık yapanların Filistin topraklarında yaşayan İsrailli yerleşimci kadınlarla bir
"dayanışma" içinde olmadığı anlaşılıyor. Bu noktada askerlerin siyasi görüşleri, kadın
dayanışmasının önüne geçiyor ancak yine de hepsi savaşın erkilliğinin onlara ne kadar saçma ve
komik geldiği konusunda hemfikir. (EK/HK)
Ermeni Soykırımından Kadın Öyküleri
Savaş, Hafıza ve Toplumsal Cinsiyet Konferansı'nda, Ermeni Soykırımı toplumsal cinsiyet
bağlamında değerlendirildi. Soykırım sırasında yaşanan tecavüzlere, kadınların zorla
evlendirilmesine ve müslümanlaştırılmasına dair dair anlatılar konuşuldu.
Çiçek TAHAOĞLU
[email protected]
İstanbul - BİA Haber Merkezi
23 Mayıs 2012, Çarşamba
Savaş, Hafıza ve Toplumsal Cinsiyet Konferansı'nın bugünki üçüncü oturumunda Ermeni
Soykırımı toplumsal cinsiyet bağlamında değerlendirildi.
Kalifornia Üniversitesi'nden Doris K. Melkonian, Ermeni kadın ve erkeklerin soykırıma dair cinsel
şiddet anlatılarından bahsetti.
Soykırım sorasında tecavüzün rutin bir şekilde yaşanmasına rağmen, bu konuya değinen çok az
çalışma olduğunu belirten Melkonian, soykırımdan sağ kalanlarla gerçekleştirdiği sözlü tarih
çalışmasında cinsel şiddet anlatılarının yumuşatmalar ve üstü kapalı ifadelerle dile getirildiğini,
bu olayların nasıl gerçekleştiğine dair detayların olmadığını söyledi.
"Yaşanan cinsel şiddete dair anlatılarda hem kadınlar hem erkekler için utanç duygusu ağır
basıyor. Konuştuğumuz erkekler, ya bu konudan bahsetmek istemediklerini ya da bunu
anlatmanın çok zor olduğunu söylüyor.
"Kadınlar ise başlangıçta yaşadıklarını anlatmak istemiyor. Sonra deneyimini bizimle paylaşmayı
ve dünyanın bunu bilmesi gerektiğini kabul etse de, anlatısının kaydedilmesini kabul etmiyor."
Söylenmesi reddedilen ve söylenmeyenlerin asla gözden kaçırılması gerektiğini belirten
Melkonian, sessizliğin kendisinin bu anlamda incelenmeye değer bir dil olduğunu anlatıyor.
"Erkekler bunu bir namus meselesi olarak görüyor, 'onları kirlettiler' gibi ifadeler kullanıyor.
Ayrıca tecavüz ve çekicilik arasında bir bağ kurarak, cinsel şiddete uğrayanların güzel kız
çocukları arasından seçildiğini ifade ediyorlar.
"Kadınlar ise bunları alenen konuşmak zorunda kaldıklarında ikinci bir tecavüze uğramış gibi
hissediyor ve sessiz kalmayı tercih ediyorlar.
"Düşmanla cinsel ilişki yaşamak lanetlenmiş bir deneyim olarak kurgulanıyor. Kadınlara böyle bir
olayın karşısında yapılması gerekenin şehit olmak, yani kendi hayatlarına son vermek olduğu
öğretilmiş. Bu 'namuslu' seçimi yapmayan kızlar ise cemaatleri tarafından dışlanıyor."
Zorla evlendirilen kadınların yeniden Ermenileştirilmesi
Erivan'da doktora yapan ve Ermeni Soykırımı Müzesi Enstitüsü'nde çalışan Anna Aleksanyan,
soykırım sonrası farklı coğrafyalarda yaşayan Ermeni kadınların "yeniden Ermenileştirilmesi"
sürecini ele aldı.
"Soykırım sonrası hayatta kalanların çoğu kadınlar ve çocuklardı. Ermeniler ve uluslararası
girişimler hayatta kalanları bulma misyonu üzerinde yoğunlaştı. Amaç onları Ermeni kimliğine
geri döndürmek, topluma yeniden entegre etmekti.
"Ancak Ermeni toplumunun bir kısmı onları reddetti ve bu misyonla onlara yardım etmeye
çalışanları eleştirdi. Bu kadınların soykırım döneminde ahlaki olmayan bir hayat sürdükleri kabul
ediliyordu. Kendilerine işkence ve tecavüz edenlerin kanına sahip çocuklar taşıyan bu kadınlar
da utanç hissediyordu. Ermeni Kilisesi bu kadınlara destek oldu.
"Arap Bedevilerle evlendirilen Ermeni kadınlar, kendilerini kurtardıkları için onlara
müteşekkirdiler. Bazıları dünyada hala yaşayan Ermeniler olduğunu bilmiyordu. Bazıları da
Araplardan, Türklerden veya Kürtlerden olan çocuklarını alıp cemaatlerine dönemiyordu. Yani
doğuştan sahip oldukları köklere, utanç nedeniyle dönemediler."
Soykırımın ardından sessizlik ve sır anlatılarının hikayeleştirilmesi
Concordia Üniversitesi'nden Hourig Attarian, Halep'teki Ermeni hayır merkezindeki kayıtlar
üzerinden yaptığı çalışmayı anlattı.
"Kadınlar soykırımın ardından Türk, Kürt ve Arap Bedevilerin konutlarında ikili bir hayat yaşamak
zorunda kalmışlardı. Halep'teki ermeni hayır merkezi, 1920'de Halep Genç Kadınlar Birliği
yönetiminde faaliyete başladı. Halep ve Kahire arasında bir haberleşme söz konusuydu.
"Bu merkezin kayıtları 1928'de sona eriyor. Dosyalarda nüfus bilgileri ve ilginç notlar var.
Kadınların Türkçe isimleri, Ermenice isimleri, nereden geldikleri, zorla evlendirildikleri
kocalarının nereli olduğu ve adı, Ermeni kocalarının adı, çocuklarının adı...
"Bütün bunları incelediğimde bu kadınların ülkenin bir ucundan diğer ucuna nasıl savrulduklarını
gördüm. Bu iktidar yapılarının içindeki varlıklarını bölük pörçük sürdürmenin onlara haksızlık
olduğunu düşündüm.
"Tüm bu belgelerdeki satıraralarını dikkatlice inceleyerek, soykırım anılarını bu kadınların
perspektifinden yazdım."
Müslümanlaşmış Ermeni kadınlar
Sabancı Üniversitesi'nden Ayşe Gül Altınay, müslümanlaştırılmış Ermenilerle yaptığı çalışmayı
anlattı, tarih yazımının din değiştirmiş Ermeniler konusunda sessiz kalmasının sorgulanması
gerektiğini ifade etti.
"Hayatta kalan Ermeniler, müslüman ailelerin çocukları olarak evlat edinildi veya evlendirildi.
Türk, Kürt ve Arap isimleri aldılar.
"200 bin kadar müslümanlaşmış Ermeni olduğu söyleniyor. Sayıları bilemeyiz ama şu ya da bu
şekilde Ermenilerle akraba olan birkaç milyon müslümandan bahsediyoruz.
"Bu konuda çok fazla tanıklık var ancak bilimsel çalışmalarda yer almıyor. Çünkü onlar tarih
yazımında yokolan Ermeni toplumundan sayılıyorlar.
"Ermeni kadınlar sadece soykırım edebiyatında değil, soykırım sonrasında da yoklar. Bilim
insanları da onlara sahip olan erkekler vasıtasıyla bakılıyor. Kadınlara erkeksiz olduklarında
'sahipsiz' deniyor ve şaşırtıcı olmayan bir şekilde kadınlardan bir mal olarak bahsediliyor, bir
mülkiyetle ele alınıyorlar."
Altınay, bu durumun son yıllarda giderek artan feminist yazın ve kadınları adı konmamış
kurbanlar yerine özneler olarak gören bakış sayesinde değişmeye başladığını söylerken, bunun
ulusal kimlikle ilgili kaygıları da beraberinde getirdiğini ifade etti. "Ama Ermenilerin müslüman
ailelerle içiçe geçmiş hikayeleri sadece milliyetçiliğe meydan okumakla kalmıyor, araştırmacılara
da pandoranın kutusunu açıyor."
Altınay konuşmasını, "Torunlar" adlı kitabından, kültürel ve etnik ayrıştırmaya, milliyetçiliğe
meydan okuyan bir alıntıyla sonlandırdı:
"Bazen katıldığım toplantılarda inanılmaz bir milliyetçilikle karşılaşıyor ve kaçıyorum. Bu bazen
Türk bazen Kürt milliyetçiliği oluyor. O zaman onlara 'ben Ermeniyim' diyorum, 'Bu topraklarda
ne oldu hatırlayın. Kimse sırf Kürt ya da sırf Türk değildir'.
"Beş yıl öncesine kadar 'ben Türkiyeli bir Kürdüm' diyordum ve bitiyordu. Ama artık bu
çokkimlikliliğimin farkına vardım. Çokkimlikliliğin birçok insanın yanyana durup birbirine
dokunmadığı birşey olarak görmek istemiyorum.
"İnsanlar birbirine dokunmaya başlayıp, ulus kimliği yokolduğunda çokkimlikli olursunuz.
İnsanları bir parçanız olarak hissederseniz, onlara zarar vermezsiniz." (ÇT)
Savaş Sonrası Gözardı Edilen Tüm Kadınlar Hatırlanana Dek
23 Mayıs 2012 Çarşamba Saat 01:22
“Savaşlar sadece belirli savaş alanlarında gerçekleşmez. Savaş alanı bir mutfak ya da savaşın
coğrafyasında yer almayan herhangi bir mekan olabilir. Ama o ‘şanlı’ savaş anıtlarında,
kadınlara, barış aktivistlerine yer verilmez. Biz bu kadınların tanınmasını, her birinin öyküsünün
anlatılmasını istiyoruz.”
Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu tarafından, Orta Avrupa
Üniversitesi (Central European University) ortaklığı ile düzenlenen Savaş, Hafıza ve Toplumsal
Cinsiyet Konferansı, dünyanın dört bir yanından feminist araştırmacı ve akademisyenlerin
katılımıyla başladı.
Konferansın ilk oturumunda konuşan, Clark Üniversitesi'nden Cynthia Enloe, "Savaş Sonrasında
Hangi Savaş Kadınları Hatırlanıyor, Hangileri Unutuluyor? Ve Bu Niçin Feministlerin Umrunda
Olmalı?" sorularına yanıt aradı.
Savaş ve hafıza konusunun süregelen bir tartışma olduğunu ancak savaş esnasında ve savaş
sonrasında kadınların bundan nasıl etkilendiğinin konuşulmadığını belirten Enloe, savaşlara dair
hafıza anıtlarını ele aldı. Erkeklerin zaferlerinin ya da kayıplarının işlendiği bu anıtlarda
kadınların hiçbir zaman mevcut olmadığına dikkat çekti.
Enloe, savaşların sadece "savaş alanında" gerçekleşmediğini söylerken, "Biz feministler diyoruz
ki, savaş alanı bir mutfak, bir mülteci kampı ya da savaşın coğrafyasında yer almayan birçok
mekan olabilir" diye konuştu.
"Her ulusal bayramda bir savaşın suretleri anılır. Her ulusal tatil savaşın hafızasına adanmıştır,
bütün müzelerin savaş anısına ayrılmış bölümleri vardır. Bu anma ve anıtların neden yapıldığına
dair argümanlara baktığımızda ise 'Anıtı yapıyoruz çünkü askerlerimize müteşşekkiriz', 'Bunlar
bizim ulus kavramımızı oluşturuyor' gibi argümanlarla karşılaşırız.
"Bu noktada feministler, farklı feminizmler içinde olsalar da, çok önemli bir çabayı üstlenip
gözden kaçırılmış, gözardı edilmiş kadınların anılarını anlatıyor. Bizim istediğimiz en önemli şey,
çatışmada bu kadınların yerinin tanınması ve öykülerinin tam anlatılması. Böylece bunun nasıl
bir çatışma olduğu konusunda gerçekçi bir görüşe sahip olabiliriz."
Bakıcı, iyileştici ve savaşın travmalarıyla mücadele eden kadınlar
Savaşın maaliyetinin geleneksel anıtlar ya da anma günlerinden çok daha büyük bir önem
taşıdığını söyleyen Enloe, kadınların yaralı aile üyelerine ömür boyu hizmet verdiğini, bakıcı,
iyileştirici olarak savaşlarda yer aldığını ve savaştan değişik travmalarla dönen erkeklere
baktıklarını hatırlattı. "Her kadının kendi hayatını savaş sonrasıyla başa çıkabilmek için yeniden
düzenlediğini de görmeliyiz" dedi.
"Geleneksel olarak Japonya hükümetinin 'rahatlatıcı kadınlar' diye tanımladığı, askerlerin cinsel
kölelerine dönüştürülen kadınlar, uzun yıllar cesaretini toparlayamadı. Deneyimlerini, anılarını
ancak 40 yıl sonra anlatabildiler.
"Sri Lanka, Yugoslavya, Kongo, Rwanda savaşlarından 40 yıl sonra daha neler öğreneceğiz
acaba?
"1. ve 2. Dünya Savaşları, Vietnam Savaşı ve daha birçok savaş için hala 'savaş sonrası' (postwar) kavramını kullanıyoruz, çünkü savaş sona erdiğinde, savaşın etkileri bitmiyor. Bu kavramı
kullanmaktan ne zaman vazgeçeceğiz? Kendi öykülerini hiç anlatamamış kadınlar olduğu sürece
vazgeçmeyeceğiz."
"Ulus, milliyetçilerin savunduğu gibi bir şey değil"
Enloe, feministlerin, dünyanın her yerinde 'kan dökülmesi sonucu neyin yaratıldığını'
tanımlamaya çalıştığını, 'ulus'un tüm feministler açısından sorunlu bir kavram olduğunu söyledi:
"Ulus kavramı, belli bir çatışmanın belli bir anısının kurumsallaşmasıyla oluşuyor. Ulus denen
şey, milliyetçilerin öne sürdüğü gibi dayanışmanın üzerine değil, eşitsizlik ve çoğunlukla kadın
düşmanlığı üzerine kuruludur.
"Savaşın kızgın bir cehennem olduğunu söylüyorlar. Biz savaşın onların tahmin edemeyeceği
kadar kızgın bir cehennem olduğunu söylüyoruz. Ulus fikrini ayakta tutan üst yapıyı
sorguluyoruz. Kimsenin izlemeye değer görmediği kadını ve yaşantıları ele alarak savaşın
maliyetini küçültmek isteyenlere bir meydan okuma oluşturuyoruz."
Barış aktivistleri neden anılmıyor?
Hiçbir zaman barış aktivistlerinin anıtlarının dikilmediğine dikkat çeken Enloe, "askerlere cinsel
hizmet sunan kadınlar, barış koruyucuları, hayatta kalabilmek için işgalcilere hizmet sunan
kadınlar, savaş sonrası travmaların atlatılmasına uğraşan kadınlar asla şanlı anıtlarda yer
almıyor" dedi, "Neyin hatırlanması gerektiğine dair yeni bir mefhum yaratılabilir."
28 05 2012
Today's Zaman, your gateway to Turkish daily news
International academics contest
conventional memories of war
A selection of leading feminist writers and international experts on women's
studies and the wider human rights disciplines are currently in town for
“Gendered Memories of War and Political Violence,” a two-day conference
organized jointly by Ayşe Gül Altınay of İstanbul's Sabancı University and
Andrea Peto of the Central European University.
Delivering the introductory address at Beyoğlu's Cezayir Conference Hall on
Tuesday morning, Altınay welcomed over 40 participants from pioneering
academic institutes across the world, including Utrecht University, Goldsmiths
College, the London School of Economics, the University of Western Sydney,
Lund University, Harvard University and SOAS University of London.
Highlighting the significance of memories of the past as wake-up calls for the
present, Professor Cynthia Enloe of the Massachusetts-based Clark University
emphasized the importance of exploring feminist explanations of women and
war and looking beyond rigidly structured institutionalized memories of
particular conflicts in order to gain a complete record of what they were really
about.
Questioning the role of feminists in stirring an already boiling pot of war
commemoration, Enloe reflected that women are not the first to contest
memories of war. “Every monument or exhibition or holiday to commemorate a
war anywhere in the world has been contested -- who should be remembered,
what should be remembered and why?” According to Enloe, therefore, the
consequences of feminist studies in this area are actually quite radical; not
only do they raise the tally for the costs of war much higher than most people
like to imagine, but they extend the length of the postwar period and challenge
the rigid memory structure of individual nations.
“We are saying that the costs of war are more than anyone is willing to admit.
Conventional commemorations of war list men who die in uniform but a feminist
reckoning of the costs of war is much greater,” Enloe said, adding that to argue
that women's memories are not just worthy of being remembered but of being
shared, radically expands the notion of a warzone beyond the geography of
conventional warfare.
Drawing to a close on Wednesday evening, the conference will host
discussions on a broad range of issues, including Women's Narrative of War
and Soldiering, Gendering Memories of Resistance, The Wars at “Home,”
www.todayszaman.com/newsDetail_openPrintPage.action?newsId=281114
1/2
28 05 2012
Today's Zaman, your gateway to Turkish daily news
Visualizing Memories of War, and Reflecting on Feminist Memory Work.
2 0 1 2 -0 5 -2 2
M uhabir: L A T İ FA A KA Y
www.todayszaman.com/newsDetail_openPrintPage.action?newsId=281114
2/2

Benzer belgeler