PDF ( 5 ) - International journal of Science Culture and Sport

Transkript

PDF ( 5 ) - International journal of Science Culture and Sport
International Journal of Science Culture and Sport (IntJSCS)
July 2015
ISSN
Doi
: Special Issue 3
: 2148-1148
: 10.14486/IJSCS354
ROMALI SENECA’NIN ÖTEKİSİ MEDEA
Berna FİLDİŞ
Yrd. Doç. Dr., Bartın Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü, Bartın, TÜRKİYE
Email: [email protected]
Özet
Medea ilk olarak Eski Yunan’da Euripides tarafından kaleme alınmış, Roma İmparatorluğu
Dönemi’nde ise Seneca tarafından yeniden yaratılmış, kökü Argonautlar mitolojik hikâyesine
dayanan bir trajedidir. Bu trajedide kendisini aldatan kocasından öcünü, ondan olma iki
oğlunu ortadan kaldırarak alan bir kadın anlatılmaktadır. Colchis (Gürcü) Kralı Aeetes’in kızı
olan Medea, bir anti-kahraman olarak ‘iyi bir eş ve iyi bir anne’ olmanın yüceltildiği Roma
toplumunda, Seneca’nın Romalı kadınlarla ilgili doğrularını pekiştirmekte ve Romalı
kadınlara ‘olunmaması gereken kadın’ imajı üzerinden yön tayin etmektedir. Bu açıdan
Seneca’nın metninde, tek tek okuyucuların yürütecekleri ‘tutkulu bir kadın Medea’ fikrinin
ötesinde, ‘saf kötü’ bir karakter olarak konumlandırılan ve kötülüğünün sık sık aidiyeti ile
birlikte dillendirildiği bir Medea görülmektedir. Bu bağlamda tarihi bir metin olarak
Seneca’nın Medea’sı, Yunan-Roma Kültür Dairesinin ve bu dairenin içinde kalan Seneca’nın,
dışarıda kalanları algılayış kodlarının ortaya çıkarılmasına da imkân sunmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Medea, Roma, Kadın, Uygar, İlkel
MEDEA AS OTHER OF SENECA FROM ROME
Abstract
Medea based on mythological story of Argonauts was a tragedy written in Ancient Greek by
Euripides, and in time of the Roman Empire it was re-written by Seneca. In this tragedy it
was told a woman killing her two sons to avenge herself against her husband, why he cheated
on his wife. Being “a good wife and a good mother” as an anti-hero in the Roman society was
idealized for women, Medea, the daughter of King Aeëtes of Colchis, was reiterated this
idealized Roman woman with words of Seneca, and gave all Roman women some guidance
by an image based on how a Roman woman should not be. In this respect, readers can’t find
Medea as a passionate woman in Seneca’s text, but as a pure devil character, and misdeed is
often described as something belonged to her personality. In this context, Medea as a
historical text of Seneca enables to understand the perception codes about outsiders in GrecoRoman culture.
Keywords: Medea, Rome, Woman, Civilized, Primitive
Copyright©IntJSCS (www.iscsjournal.com) - 866
Special Issue on the Proceedings of the 4th ISCS Conference – PART A
July 2015
Giriş
Medea Eski Yunan’da Euripides tarafından kaleme alınmış bir trajedidir. İlk defa M.Ö. 431
Baharında, Yunan-Roma mitolojisinde üzüm hasadı-coşku tanrısı olarak kabul edilen
Dionysus’a adanan ve geleneksel olarak kutlanan Büyük Dionysia Bayramı’nda
sahnelenmiştir. Bu etkinlikler çerçevesinde düzenlenen yarışmada Euripides’e üçüncülük
getirmiştir. Roma Dönemi’nde ise tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, M.S. 41-49
yılları arasında Korsika’da sürgünde iken, Seneca tarafından yeniden kaleme alınmış ve
üzerine bir Romalı giysi geçirilerek tabir-i caizse yeniden yaratılmıştır.1
Klasik Dönem Batı trajedilerinin ana kaynağı, Yunan-Roma mitolojisidir. Bu mitolojiyi
oluşturan mytheler; yani hikâyeler, Yunan-Roma dini inancı çerçevesinde tanrılardan,
tanrıçalardan, doğa-üstü kahramanlardan ve maceralarından bahsederler. Bu bağlamda
Yunan-Roma mitolojik hikâyeleri dönem insanlarının evren, insanın yaratılışı ve doğa
olaylarına dair “sonu gelmeyen sorularına” verdikleri cevaplar olarak görülebilir. Diğer
taraftan Yunan-Roma kültürünün de temelini oluşturmaktadırlar.2 Anlatıldıkları yere ve
döneme göre çeşitlenen içerikleri ile bu hikâyeler, Ege ve Akdeniz kıyılarında yaşayan
Yunanlı ve Romalı halkların şekillenişinde önemli bir yer tutmuşlardır. Din, ahlak, siyaset,
aile ve sanat konularında toplumsal bir işlev yüklenmişlerdir.
Yunan-Roma mitolojisindeki hikâyelerden biri de Argonautlardır. Onların, altın postu ele
geçirmek amacıyla Colchis’e  yaptıkları tehlikeli yolculuk ve Yunanistan’a dönüş sonrası
yaşananlar bu hikâyenin konusunu oluşturmaktadır. İlk defa M.Ö. III yüzyılda Romalı
Apollonios’un kaleme aldığı hikâyede ismi geçenlerden biri de Medea’dır. O, eğer altın postu
Yunanistan’a geri götürürse Thessalia’ya kral olacak olan gemicilerin başındaki Iason’a âşık
olan, tanrılar ve tanrıçalar soyundan gelen, dolayısıyla doğaüstü güçlere sahip bir kadın
kahramandır. Medea, Iason’a duyduğu aşktan dolayı altın postun babasının kral olduğu
Colchis topraklarından kaçırılmasına yardımcı olur ve Iason’un eşi olarak Argo gemisine
binip tehlikeli bir yolculuğun ardından Yunanistan’a gelir. Ancak hem yol boyunca hem de
Iason’un kral olacağı Thesselia’da kocasının menfaatlerini koruma adına başta kardeşi olmak
üzere, insanların canını almaktan çekinmez. Bu kötülükler sonucunda eşi ve iki oğlu ile
birlikte başka bir Yunanistan site-devleti olan Corinthus topraklarına sürülen Medea, esas
kötülüğü ise kendisini başka bir kadın uğruna terk eden kocasını cezalandırmak için, ondan
olma iki oğlunu kendi elleriyle öldürerek yapar.
1
Seneca, Medea, “Önsöz”, çev. Çiğdem Dürüşken, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 3. Basım, İstanbul,
2013, s. İX.

Roma mitolojisi, Yunan mitolojisinden yoğun bir biçimde etkilenmiş, bir anlamda Yunan ‘mythe’lerini
kendisine adapte ederek devamlılığını sağlamıştır. Konu ile ilgili olarak Bkz. Can, Şefik, Klasik Yunan
Mitolojisi, Ötüken Neşriyat, 11. Basım, İstanbul, 2012.
2
Estin, Colette-Laporte, Helene, Yunan ve Roma Mitolojisi, çev. Musa Eran, TÜBİTAK Popüler Bilim
Kitapları, 26. Basım, Ankara, 2010, s. 1.

Argonautlar ya da Argo Gemicileri, Yunan-Roma mitolojisinde ‘hızlı’ anlamına gelen Argo gemisiyle
Karadeniz’in Colchis ülkesine yolculuk yapan elli beş gemicidir.

Altın Post, Yunan-Roma mitolojisinde Phriksos ve Helle adındaki iki kardeşin üvey anneleri İno’nun
hışmından kurtulmak amacıyla babaları Athamas tarafından Colchis’e kaçırılmalarında kullanılan kanatlı koçun
pöstekisidir. Argonautların görevi, Colchis’te bulunan bu postu Yunanistan’a geri getirmektir.

Bugünkü Gürcistan.

Hikâyenin tamamı için Bkz. Can, Şefik, Klasik Yunan Mitolojisi, Ötüken Neşriyat, 11. Basım, İstanbul,
2012, s. 246-254.
Copyright©IntJSCS (www.iscsjournal.com) - 867
International Journal of Science Culture and Sport (IntJSCS)
July 2015
Yaşadıkları farklı dönemlerde Euripides ve Seneca bu hikâyeyi, edebi bir tür olan trajedi
biçiminde kaleme almışlardır. İki trajedi de Corinthus topraklarında kocası tarafından terk
edilmiş bir kadın olan Medea’yı işlemektedir. Trajedinin kaçınılmazlığı içerisinde Medea,
intikamını adım adım planlayan ve uygulayan bir kadın olarak yansıtılır. Ancak Yunanlı
Euripides’in metni, içerisinde barındırdığı ‘hümanist’ öğelerle Medea’nın çocuklarını
öldürdüğü son sahne yanında, onu bu noktaya taşıyan gelişmeleri göz ardı etmezken,
Seneca’nın metni, bu gelişmeleri dikkate almayıp Medea’yı doğrudan ‘evlat katili’ olarak ilan
etmeyi tercih eder. Nitekim Yunanlı Euripides’in Medea’sında trajedilerde kullanılan ve
aslında toplumu ve toplumsal vicdanı temsil eden Koro, Medea’nın yalnız bırakılmış, hayatın
sillesini yemiş bir kadın olarak anılmasını seslendirirken, Seneca’nın Medea’sındaki Koro ise
onun ihtiraslarla yoğrulmuş, bir an önce bulunduğu toprakları terk etmesi gereken lanetli bir
kadın olduğunu tekrarlar. Bu bağlamda, Seneca’nın Medea’sı metne konu olan gelişmelerden
önce yaptıkları ve yapacaklarıyla ‘saf bir kötü’ olarak sunulur.
Bu bildiride, Seneca’nın Medea metni, mitolojik hikâyelerin sosyolojik boyutlar içerdiği
gerçeğinden yola çıkılarak ele alınacaktır. Edebi metinlerin farklı sorunsallar etrafında farklı
okumalara imkân veren yapıları göz önünde bulundurularak Seneca’nın Medea’sı bir “coğrafi
aidiyet sorunsalı” çerçevesinde ele alınacaktır. Bu noktada Euripides’in değil de Seneca’nın
metninin tercih edilmesi, bu sorunsalın hem nicelik hem de nitelik olarak Seneca’nın Medea’
sında daha yoğun olarak işlenmesi ile ilgilidir. Bir edebiyat sosyolojisi çözümlemesi olarak da
düşünülebilecek bu makalede, Roma Dönemi’nde Seneca tarafından yeniden kaleme alınmış,
bu bağlamda ne Roma’nın toplumsal değerlerinden ne de Seneca’nın toplumsal ön
kabullerinden bağımsız olmayan bir trajedinin coğrafi aidiyet merkezli toplumsal-tarihsel
izleri sürülecektir.
Öncelikle coğrafi çerçeveyi netleştirmek açısından belirtilmesi gereken nokta Roma’nın,
kuruluşu olarak kabul edilen M.Ö. 753’ten Makedon Krallığı’nın lağvedildiği M.Ö. 168’e
kadar, İtalya ve çevresi başta olmak üzere, Eski Yunan topraklarında egemenlik kurarak
Akdeniz Bölgesi’nin en güçlü devleti olarak ortaya çıktığıdır. Roma Devleti, M.Ö. 146’da
Kartaca’nın düşmesi ile Kuzey Afrika’yı ele geçirmiş ve “…Akdeniz’in neredeyse tamamını
denetimi altına almıştır…”3 Roma bu tarihten, Doğu-Batı olarak ikiye ayrılacağı M.S. 395
yılına kadar “doğal hareket alanının” ötesine yayılmış, ulaştığı en geniş sınırlar kuzeyde
Britanya, güneyde Kuzey Afrika’nın tamamı ve Arap Yarımadası ile Doğu’da Trakya,
Anadolu, Kuzey ve Doğu Karadeniz’i içerisine almıştır. Egemenlik kurduğu alan içerisinde
artık Roma bir dünya imparatorluğuna dönüşmüştür. Roma İmparatorluğu’nun bu geniş
coğrafya içerisinde yayılması Eski Yunan’da da görülen kolonileştirme biçiminde olmuştur.
Her ne kadar, Eski Yunan’da her bir site devletinin egemenliği altında tuttuğu toprak parçaları
olarak beliren koloniler, Roma Dönemi’nin imparatorluk yapısı içerisinde –zaman zaman
biçimsel olarak- merkeze bağlı bir özellik arz etmişse de ortak noktaları: Ekonomik
Etkenlerdir.
Eski Yunan’da sahip olunan dağlık arazi ile bağlantılı olarak, “… nüfusun artması ve toprağın
az gelmesi…”4 kolonileştirme siyasetini zorunlu kılmıştır. Bu çerçevede “ Eski Yunan
dünyasının sınırları, Ege Havzası’nın sınırlarının çok ötesine uzanmış, Anadolu’nun batı,
kuzey ve güney kıyıları, Güney İtalya ve Sicilya, Güney Fransa ve İspanya kıyıları, Kuzey
3
Ponting, Clive, Yeni Bir Bakış Açısıyla Dünya Tarihi, çev. Eşref Bengi Özbilen, Alfa Yayınları, 2. Basım,
İstanbul, 2011, s. 223.
4
Colett-Laporte, a.g.e., s. 28.
Copyright©IntJSCS (www.iscsjournal.com) - 868
Special Issue on the Proceedings of the 4th ISCS Conference – PART A
July 2015
Afrika Eski Yunan dünyasının etki alanı içinde kalmıştır.”5 Roma Dönemi’nde ise koloni
siyasetini belirleyen, İtalya genelinde birbirinden bağımsız pek çok site devletinin ortaya
çıkması ve bunlardan biri olan Roma site devletinin, İtalya genelindeki tarımsal ve ticari
zenginliği kendine akıtmak istemesidir. Böylece kurulduğu M.Ö. 8. yüzyıldan itibaren Roma,
kendi çatısı altında İtalya birliğini sağlama çabasına girişmiş; ancak hem kendisini tehdit eden
dış güçlerin sürekli varlığı hem de ekonomik potansiyelinin kendisine yetmemesi ile İtalya
yarımadasının tamamı yanında, çevredeki Sicilya, Sardunya ve Korsika gibi adaları da kendi
egemenliği altına almıştır. M.Ö. 2. yüzyılda Roma merkezli İtalya birliğinin yanında, Kuzey
Afrika’yı içine alan bir Akdeniz birliğini sağlamıştır. Bu dönem “Roma’nın tüm devlet
gelirlerinin dörtte üçü dışarıdan ve sonraki 150 yıl boyunca, temelde Akdeniz’in doğusundaki
zengin yörelerin fethinden gelmiştir.”6 Dolayısıyla Roma kolonizasyon konusu da dâhil pek
çok konuda Eski Yunan’ı örnek almış olsa da “… kent devletlerini aşarak bir imparatorluk
kurabilmiştir…”7 Bu ise Ege Uygarlığının temsilcisine göre daha geniş bir kolonizasyon
alanına sahip olduğu anlamına gelmektedir.
Roma’nın gittikçe genişleyen sınırları içerisinde Akdeniz’i aşıp kuzey ve doğuda uzak
bölgelere doğru genişlemesi, koloni bölgelerinde Romalı bir vali ve az sayıdaki maiyeti ile
kendi kendilerini yöneten eyalet yapıları ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla Roma özellikle
imparatorluk aşamasına geçtiği M.Ö. 27 yılından itibaren egemenlik altına aldığı topraklarla
‘vergi sorumluluğuna’ dayalı bir ilişki kurmuştur. Bu durum ise, üç kıtaya yayılan bir
egemenlik alanına karşın, ‘kültürel birlik’ algısının merkezi de içine alan Akdeniz Bölgesi ile
sınırlı olması sonucunu doğurmuştur.8 Roma doğal yaşam alanının çok uzağındaki bu
coğrafyalarla siyasi ve maddi bağ dışında yaygın bir ilişkilenme kurmamış, uzak ülkelerdeki
Romalı olmayan kolonilerine bakışı, daha da keskinleşmiş bir biçimde Eski Yunan
Dönemi’nden izler taşımıştır. Eski Yunan’da, kolonileştirilen bölgelerdeki yerli halkları da
içine alan barbaros/barbaroi terimi Yunanca konuşmayanları tanımlarken, Roma
Dönemi’nde kurulan imparatorluk yapısı ile bu terim ilkel, vahşi anlamına gelen bir içerikle
doldurulmuş, böylece Yunan-Roma kültür dairesi dışında kalan ülkeler ve insanlar daha
belirgin bir sınırla ‘dışarıda’ bırakılmıştır.
Seneca’nın metnine geri dönülecek olursa, Medea Colchis topraklarında doğmuştur. Colchis
Kralı Aeetes’in kızıdır. Dolayısıyla Medea, bir Gürcü prensesidir. Colchis tarihte hem Eski
Yunan hem Roma İmparatorluğu Dönemlerinde egemenlik altına alınan Karadeniz kıyı
kolonilerindendir. Eski Yunan Dönemi’nde Doğu Karadeniz sahillerinde ilk kolonilerin M.Ö.
6. Yüzyılda kurulmaya başlandığı bilinmektedir.9 Colchis, M.Ö. 64 yılından itibarense
Kafkasya’nın fethedilmesi sonucu yaklaşık 400 yıl Roma egemenliğinde kalmıştır. Roma
Döneminin ünlü Yunanlı tarihçi ve coğrafyacısı Strabon (M.Ö. 64-M.S. 21);
“…Bu insanlar denizde korsanlık yaparak geçinirler. Onların, Yunanlılarca ‘Kamarae’
olarak isimlendirilen küçük ve hafif tekneleri, ortalama yirmi beş, en fazla otuz kişi
alabilecek boyutlardadır… Gerektiğinde bu tekneleri süratle bir araya toplayarak, korsan
filoları oluştururlar; ticari gemilere, ülkelere ve sahil kentlerine saldırılar düzenlerler, bu
şekilde denizdeki hâkimiyeti ellerinde tutarlar. Ve hatta onlar bazen Kırım sahillerindeki
topluluklarla işbirliği yaparak, dönüş yolunda bu iskelelere ve pazar yerlerine uğrarlar,
5
Tekin, Oğuz, Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş, İletişim Yayınları, 7. Basım, 2012, İstanbul, s. 36.
Ponting, a.g.e., s. 223.
7
Şenel, Alaeddin, Siyasi Düşünceler Tarihi, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2013, s. 201.
8
Ponting, a.g.e., s. 239.
9
Zehiroğlu, Ahmet Mican, Antik Çağlarda Doğu Karadeniz, Çivi Yazıları Yayınevi, İstanbul, 1999, s. 3.
6
Copyright©IntJSCS (www.iscsjournal.com) - 869
International Journal of Science Culture and Sport (IntJSCS)
July 2015
elde ettikleri ganimetleri elden çıkararak, ihtiyaçlarını temin ederler… Yeni bir sefere
çıkacaklarında da, teknelerini tekrar sahile indirirler. Ve bu sahillerde yerleşik kabilelerin
tümü, her zaman bu tür korsanlıklarla geçinirler; gece ya da gündüz, adam kaçırma amacı
ile ormanlık sahillerde gizledikleri tekneleriyle pusuya yatarlar ve bu şekilde esir aldıkları
insanlar için hemen bir fidye tutarı belirleyerek, onların yakınlarına haber
gönderirler…”10 bilgisini aktarmıştır.
M.S. 50’li yıllar Roma’sında anlatılan bir diğer hikâye ise Hristiyan mitolojisine aittir.11 Bu
hikâyede on iki havariden biri olan Matthias’ın Doğu Karadeniz’de faaliyet gösterdiği ve bu
bölgenin iç kısımlarında, oralarda yaşayan vahşi barbarlara vaazlar verdiği ve onları dine
davet ettiği anlatılmaktadır. Burada anlatılan halk Colchislilerdir. Tüm bu aktarımlar
Colchis’in Roma tarafından merkeze vergi aktarımı dışında fazla bir ilişkilenme kurmak
istemediği ve kurmadığının ipuçlarını taşımaktadır. Dolayısıyla Roma açısından Doğu’daki
pek çok koloni için geçerli olan “uzak topraklar üzerinde yaşayan yabancı halk” bakışı
Colchis ve Colchisliler için de geçerli olmuş, bu bölge ve halkı, Yunan-Roma kültür dairesi
dışında uygar olmayan/vahşi olarak görülmüştür.
Bu bakışın Seneca’ya ve dolayısıyla Medea metnine etkilerini çözümleyebilmek açısından,
Seneca’nın yaşadığı döneme ve hayatına bakmak gerekmektedir. Seneca, Roma’nın
imparatorluğa dönüştüğü bir dönemde doğmuştur. (M.Ö. 4-M.S. 65) Yaşadığı zaman aralığı
içerisinde, sırasıyla Augustus, Tiberius, Caligula, Claudius ve Nero Roma İmparatorluğu’nun
başına geçmişlerdir. Seneca’nın doğduğu Augustus Dönemi Pax Romana denilen ve 200 yıl
sürecek barış döneminin de başlangıcıdır.12 Bu dönemde merkezde ve eyaletlerde zaman
zaman siyasi sorunlar yaşansa da imparatorluk geçmişten getirdiği militer özelliklerle bu
sorunları çözecek askeri bir güce sahip olmuştur. Bunun yanında, beş imparator döneminde
Roma, imparatorluk dönemi öncesi Akdeniz’in ötesine geçen egemenlik alanını korumaya
çalışırken, kuzeye ve doğuya doğru toprak fetihlerini de ihmal etmemiştir. Dolayısıyla
Seneca, kolonilerden akan vergilerle doğru orantılı olarak, Roma’nın ekonomik açıdan en
zengin olduğu dönemlerinde yaşamıştır.
Seneca günümüz İspanya’sının Cordoba şehrinde doğmuştur. Küçük yaşlarda ailesi ile
birlikte imparatorluğun merkezi Roma’ya göçmüş ve burada iyi eğitim görmüş babasının
yönlendirmesiyle söylev ustalarından ve filozoflardan dersler almıştır. Aldığı eğitimle
bağlantılı olarak sade bir yaşamı savunan Stoa felsefesinden etkilenmiş, kaleme aldığı felsefi,
ahlaki ve siyasi metinlerde bu felsefeyi yansıtmıştır. İmparator Caligula’nın sözleriyle “…
kireçsiz kum taneleri gibi akıp giden üslubu…”13 kısa sürede Roma’da adının duyulmasını
sağlamıştır. Ancak sahip olduğu ün “… çok geçmeden adının saray yaşamının gizli
dehlizlerinde yankılanmasına neden olmuş ve yasak bir aşk ilişkisine kurban giderek…”14
yaşamının M.S. 41-49 yılları arasındaki dönemini Corsica’da sürgünde geçirmiştir.
Seneca’nın sürgünden dönüşü, gelecekteki sorumluluklarına hazırlanan 11 yaşındaki
Nero’nun eğitmenliği görevi ile son bulmuştur. Nero’nun 16 yaşında imparator olması üzerine
Seneca, bu defa öğrencisine danışmanlık yapmış, dolayısıyla Roma İmparatorluğu’nda devlet
adamlığı görevi de üstlenmiştir.
10
a.g.e., s. 18.
a.g.e., s. 21.
12
Şenel, a.g.e., s. 206.
13
Seneca, a.g.e., s. XX.
14
a.g.e., s. XX.
11
Copyright©IntJSCS (www.iscsjournal.com) - 870
Special Issue on the Proceedings of the 4th ISCS Conference – PART A
July 2015
Seneca keskin bir toplumsal tabakalaşma içeren Roma’da patriciler sınıfına mensuptur.
Patriciler sahip oldukları latifundia adı verilen çiftliklerde, kolonilerden getirilen köleler
aracılığıyla pazara yönelik bir üretim yapmışlar ve Roma’nın en zengin sınıfını
oluşturmuşlardır. Ayrıca fethedilen yerlerden gelen ganimet ve yağma mallarının büyük
kısmının patricilere gitmesi, onları ekonomik açıdan besleyen önemli bir diğer kaynak
olmuştur.15 Dolayısıyla patriciler içeride yaratılan ve dışarıdan merkeze akan zenginliği
kendilerinde toplayanlardır. Bu sınıf ekonomik güçleri ile doğru orantılı olarak Roma siyasal
sisteminin de merkezinde konumlanmıştır. Patriciler M.Ö. 8. Yüzyılda kurulduğu kabul edilen
Roma’da, M.Ö. 6. Yüzyıldan itibaren kendilerini temsil eden, yasa çıkarma ve Roma’yı
yönetecek konsülü seçme yetkisine sahip senato aracılığıyla siyaseti belirleme inisiyatifini
ellerinde tutmuşlardır. M.Ö. 27 yılında konsüllerin yerini imparatorlara bırakmasıyla siyasi
güç tek bir adam elinde toplanmış; ancak senatonun itibarı artarak devam etmiştir.16 Bir
patrici olarak Seneca da Roma toplum ve devletinde yüzyıllar içerisinde yerleşik hale gelmiş
üstünlüklerden payına düşeni almıştır. Serveti ve imparator Nero Dönemi’nde yerine getirdiği
devlet adamlığı görevi önemli bir ekonomik ve siyasal nüfuza sahip olmasını sağlamıştır.
Ancak Seneca patrici sınıfının tipik bir üyesi de olmamıştır. Benimsemiş olduğu Stoacı
felsefe, düşünce ve yaşam tarzı arasında bir çelişkinin oluşmasına yol açmıştır.17 Bu çelişkinin
varlığı ile yaşadığı toplum ve devlete gerekli gördüğünde eleştirel bir tutum takınmıştır.
Mensup olduğu sınıf ve görev aldığı saray bu eleştirilerden nasibini almıştır. Seneca, özellikle
imparatorluk döneminde patricilerin ve sarayın abartılı, şaşaalı ve sonu gelmeyen eğlencelerle
aşırı meşguliyetini onaylamamıştır. Bu nedenle kurguladığı ideal toplum tasarımında
patricileri siyasetle aralarına mesafe koymuş bilge kişiler olarak konumlandırmış, “…
bilgelerin siyasal yaşamdan uzak durarak, felsefeyle uğraşıp, bu yolla insanlara yararlı olmaya
çalışmaları gerektiğini…”18 savunmuştur. Bu yaklaşım ahlaki değerleri göz ardı eden devlete
ve söz konusu bozuk devletin içerisinde yer alan patriciler sınıfına bir uyarı içermektedir.
Patricilerin mevcut devlet yapısı içerisinde, imparatorluk öncesi dönemden getirdiği
birikimlerin temsilcisi olarak bulunmadığını düşünen Seneca, “… zamanında bilgeye uyacak
ya da bilgenin uyacağı…”19 bir devlet düzeni olmadığından bahsetmiştir. Neticede yaşadığı
dönemi ekonomik ve siyasi açıdan güçlü; ancak devlet ve toplum ahlakının hızlıca bozulduğu
bir dönem olarak görmüştür.
Bu noktada Roma devlet ve toplum ahlakının temel birimi olarak görülen familia; yani aile
kurumu üzerinde durmak gerekmektedir. Nitekim Roma oluşturduğu hukuk geleneği ile
toplumun ve devletin temeli saydığı aile kurumuna dair pek çok yasa çıkarmıştır. Evlilik,

Dönemin Roma toplumu, temelde Roma vatandaşı olanlar ve olmayanlar olarak ikiye ayrılmıştır. Vatandaşlık
hakkına Patriciler ve Plebler sahiptir. Patriciler, zengin ve soylu sınıf; yani aristokratlardan oluşurken, Plebler
ticaret ve zanaatla uğraşan halk kesimidir. Vatandaşlık bağlamında sahip olunan haklar konusunda Patrici ve
Plebler de kendi aralarında eşit değillerdir. Bu konuda zaman içerisinde Plebler tarafından kanlı hak talepleri ve
karşılığında verilenler olsa da Roma toplumunun üst sınıfı her zaman tartışmasız Patriciler olmuştur. Köleler ise
nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturmalarına karşın,
vatandaşlık hakkı bulunmayan kesimi meydana
getirmişlerdir.
15
Ponting, a.g.e., s. 223.
16
Tekin, a.g.e., s. 222.
17
Seneca, a.g.e., s. XX.
18
Şenel, a.g.e., s. 219.
19
a.g.e., s. 220.

Roma’da henüz M.Ö. 5. Yüzyılda oluşturulan On İki Levha Kanunları ile örf ve âdete dayalı kurallar yazılı
hale getirilmiş, hukuksal bir düzen oluşturulmuştur. On İki Levha Kanunlarında Borç ve Ceza Kanunları, Dava
ve Veraset Hakkı yanında Aile Hukuku da yer almıştır.
Copyright©IntJSCS (www.iscsjournal.com) - 871
International Journal of Science Culture and Sport (IntJSCS)
July 2015
boşanma, veraset ve miras konuları ayrıntılı olarak tanımlanmış, resmi ve toplumsal düzen
korunmaya çalışılmıştır. Roma toplum düzeninde aile; koca, karısı, çocuklar, torunlar, -varsaköleler ve yanaşmalardan meydana gelmiştir.20 Roma hukukunda evlilik bağı ile bir araya
gelen erkek ve kadın pater familias ve mater familias statüleriyle tanımlanmıştır. Ancak
erkeğin pater familias statüsünü elde etmesi evlenip çocuk sahibi olması ile sınırlı
tutulmamış, babasının ölümü ile bu statüyü hak etmesi mümkün kılınmıştır.21 Evlenmeden
önce babasının tabiiyetinde olan kadın ise, mater familias statüsünü bir erkekle evlenerek
kazanmıştır. Ancak kadının bu statüyü kazanması çocuk doğurmasından bağımsızdır. Yani
“… bir kadının sosyal olarak tanınan annelik statüsünü elde etmesine neden olan olay çocuk
doğurmak değil, evliliktir…”22 Bununla beraber Roma devlet ve toplum düzeninde aile
kurumunun üreme merkezli olarak algılanması, çocuk sahibi olmayı bir zorunluluk olarak
ortaya çıkarmış, bir kadının evlenerek elde ettiği mater familias statüsü, kendisine verilen
sorumluluklardan birinin de çocuk doğurmak olduğuna işaret etmiştir. Nitekim “… M.Ö. 3.
Yüzyıldan itibaren evliliği sona erdiren başlıca nedenlerden birinin kadının kısırlığı ya da
bereketsizliği olduğu…”23 bilinmektedir.
Kanunlara göre, asgari evlenme yaşının kızlar için 12, erkekler için 16 olduğu Roma
toplumunda kız çocukları en başından itibaren ‘iyi bir eş ve anne olarak’ yaşamaya
hazırlanmışlardır. Kendilerinden beklenen, ailelerini dikkatlice idare ederek sade bir eş
olmalarıdır.24 Dolayısıyla yaşam alanları, görev ve sorumluluklarının tanımlandığı evdir. Ev
içerisinde mater familias statüsüyle pater familias olan kocalarından sonra en önemli figür
onlardır. Ev halkının beslenmesi için gerekenleri belirlemek, -varsa- köleleri denetlemek,
malları kaydetmek, sürgüleri kontrol etmek, yün işleriyle uğraşmak kadının ev içerisinde
üstlendiği yükümlülüklerden bazılarına örnek olarak verilebilir.25 Ancak kocalarının ev içi
yüklerini hafifleten mater familias olarak kadınlar, sadece günlük ev işlerinin idaresi
sorumluluğunu üstlenmemiş, “… namus, sabır, kararlılık, çalışkanlık, dayanıklılık, cesaret,
kendine güven, basit yaşam tarzı, kendinden büyüklere saygı, dine karşı derin hürmet, aileye
ve devlete karşı itaat, sağlam ahlak, yanılmaz bir adalet ruhu gibi…”26 Roma’nın yücelttiği
değerleri çocuklarına öğretmekle de yükümlü kılınmışlardır. Bu bağlamda Roma ailesinde
örnek bir figür olabilmeleri için, öğrettikleri değerleri –her ne kadar Roma’da dayanıklılık,
cesaret gibi değerler ‘dişil ruhun zayıflığı’ ile örtüştürülmese de- taşımaları kendilerinden
beklenmiştir. Bu değerlerin bir mater familiasta bulunması iyi bir eş ve anne olmasının koşulu
olarak kabul edilmiştir.
Seneca’nın günümüze kadar ulaşan metinlerinden, devlet ve toplum ahlakı üzerine fikir
yürütürken üzerinde sık durduğu konulardan birinin aile olduğu bilinmektedir. Seneca
geçmişten gelen değerlerin erozyona uğradığını düşündüğü bir dönemde aile kurumunu, bu
20
Ponting, a.g.e., s. 190.
Aile babası.

Aile annesi.
21
Thomas, Yan, “Roma Hukukunda Cinsiyet Ayrımı”, Kadınların Tarihi, ed. Georges Duby, Michelle Perrot,
çev. Ahmet Fethi, C: 1, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2005, s. 105-106.
22
a.g.e., s. 131.
23
a.g.e., s. 131.
24
Rousselle, Aline, “Eski Roma’da Beden Siyaseti”, ”, Kadınların Tarihi, ed. Georges Duby, Michelle Perrot,
çev. Ahmet Fethi, C: 1, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2005, s. 327.
25
Söğütlü Erişgin, Özlem, “Roma Toplumunda Kadın”, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C:4,
Sayı:2, Yıl:2013, s. 7.
26
a.g.e., s. 8.

Copyright©IntJSCS (www.iscsjournal.com) - 872
Special Issue on the Proceedings of the 4th ISCS Conference – PART A
July 2015
değerlerin yaratıldığı, gelecek kuşaklara aktarıldığı ve korunduğu bir yapı olarak ele almıştır.
Aile kurumu içerisinde kadının rolü ise Seneca’nın pek çok yazısında değindiği bir başlıktır.
Çünkü onları geleneksel Roma devlet ve toplum algısına da kazınmış olduğu biçimiyle ailenin
temeli olarak görmüş, ahlaklı bir kadının ahlaklı bir toplum ve devletin teminatı olacağını
düşünmüştür. Bu çerçevede, Romalı kadınların kocaları ile nasıl bir ilişki kurmaları ve
toplumda nasıl bir davranış biçimi sergilemeleri gerektiği, çocuklarının eğitiminde üzerlerine
düşen sorumluluklar, sahip olmaları gereken ahlaki değerler üzerine, ‘olanı’ eleştirerek
düşüncelerini dile getirmiştir.
Seneca’nın şahitlik ettiği ilk imparator Augustus Dönemi –ki Augustus Seneca 18
yaşındayken hayatını kaybetmiştir- Roma geleneksel ailesinin sert denilebilecek yeni
kanunlarla korunmaya çalışıldığı bir dönemdir. Augustus “…zinayı kamu suçu olarak kabul
etmiş, evliliğe özendirmek amacıyla evli olmayanları özel hukuk açısından bazı haklardan
yoksun kılan, evli ve çocuklu olanları ise ödüllendiren birtakım düzenlemeler yapmıştır…”27
20-60 yaş arası evlenmemiş erkeklerin ve 18-50 yaş arası evlenmemiş kadınların mirastan pay
almalarını yasaklaması bu düzenlemelerden sadece biridir. Ancak Augustus’un geleneksel
Roma ailesini canlandırarak Roma toplumunu içinde bulunduğu ahlaki çöküntüden kurtarma
çabası etkisiz kalmış, Seneca’nın şahitlik ettiği sonraki imparatorlar döneminde ise aile
kurumu üzerinde Augustus’un durduğu kadar durulmamıştır.
Seneca yaşadığı İmparatorluk Dönemi boyunca hem yasalar aracılığıyla kâğıt üzerinde hem
de fiiliyatta geleneksel ailenin yeteri kadar korunmadığından dert yanmıştır. Bu kurum
içerisinde yaşanan –olumsuz olarak algıladığı- değişimin kadınların geleneksel ‘iyi bir eş ve
anne olma’ rollerine zarar verdiğini düşünmüştür. Özellikle Augustus Dönemi’nde kocanın
mutlak boşanma hakkının önüne geçebilmek adına kadına da boşanma hakkı tanınmasını
şiddetle eleştirmiştir. Bu konuda “… kadınlar yılları konsüllerin isimleriyle değil, kocalarının
isimleriyle saymaktadır…”28 diyerek Romalı aile değerleri içerisinde kadınlar için sık sık
dillendirilen sadakat ilkesinin çiğnenmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirmiştir.
Seneca’nın geleneksel ailevi değerler ve kadının görevleri konusunda eleştirilerine hedef
olanlardan biri de kendi öz annesidir. Roma toplumunda on’lu yaşlarının başında evlenen ve
“… ortalama ömürleri 20 ila 30 yıl…”29 olan kadınlar için 25 yaşından sonra gelen ‘geç
hamilelik’, kadının arzularına hakim olamadığı biçiminde yorumlanır ve hoş karşılanmaz.
Seneca bu genel kabule aykırı davranan annesine şu sözlerle seslenmiştir;
“… Böyle bir şey için geç yaşta hamile kalmaktan hiç utanmadın. Hamileliklerini iffetsiz
bir yük olarak hiç gizlemedin ve gebelikten sonra, bir çocuk sahibi olmana izin verilmesi
umudunun son işaretini içinden çıkarıp atmadın…”30
Açıklanmaya çalışılan Roma Devleti ve toplumu içerisinde, bu toplumun patrici sınıfından
gelen bir üyesi olarak devlet adamlığı yapmış Seneca, patricilerin geçmişte yarattığı
değerlerin devleti ve toplumu ayakta tuttuğunu ve tutabileceğini düşünmüştür. Ancak ona
göre yaşadığı dönemde hem devlet hem de devlet yönetiminde belirleyiciliği devam eden
patriciler kendi yarattıkları geleneksel değerlerin yaşatılması konusunda üzerlerine düşen

Seneca kadınlardan bahsederken, daha çok dâhil olduğu patrici sınıfının kadınlarını kastetmiştir. Dolayısıyla
onun açısından korunması gereken değerler, patricilerin aile değerleridir. Bu değerler ona göre, geleneksel
devlet ve toplum değerlerinin de kaynağıdır.
27
a.g.e., s. 24.
28
a.g.e., s. 15.
29
Rousselle, a.g.e., s. 322.
30
a.g.e., s. 326.
Copyright©IntJSCS (www.iscsjournal.com) - 873
International Journal of Science Culture and Sport (IntJSCS)
July 2015
görevleri yerine getirmemişlerdir. Bu ise Roma’da hem siyasette hem de toplumsal
kurumlarda bir değerler erozyonuna neden olmuştur. Seneca bu fikirlerini, beslendiği Stoacı
felsefeye tercüme etmiş ve bozuk yaşam biçimiyle kendi yarattığı değerleri geçersiz kılan
siyasi erkin ‘sade bir yaşamdan’ uzaklaşmış olduğunu söylemiştir. Kuşkusuz buradaki
sadelik, bir yanıyla eğlenceye odaklı olmayan bir hayat; ancak diğer taraftan geleneksel
değerlerin önemsenmesi anlamını içermektedir. İmparatorluk Dönemi devlet yapısının
patricilerin kendilerine yabancılaşmalarına neden olduğunu düşünen Seneca, bu nedenle kendi
sınıfının üyelerini siyasetten uzak durmaya ve üstün değerler yaratmış birikimlerine tekrar
odaklanarak toplumu geliştirmeye çağırmıştır.
Söz konusu düşüncelerle Seneca kaleme aldığı metinlerde unutulduğunu ama aynı zamanda
unutulmaması gerektiğini düşündüğü geleneksel değerleri insanlara hatırlatma ihtiyacı
duymuştur. Bu metinlerden biri de kuşkusuz Medea’dır. Medea, Seneca’nın özellikle Patrici
sınıfına mensup Romalı yurttaş kadınlara ‘iyi bir eş ve anne olmanın’ önemini anlattığı, daha
doğrusu hatırlattığı bir metin olarak okunabilir. Medea’da Seneca, Roma gelenekleri
çerçevesinde sabrın, yumuşaklığın, metanetin öğütlendiği kadınlara olunması gereken kadını,
olunmaması gereken bir örnek üzerinden hatırlatmıştır. Medea sahip olduğu özelliklerle
Roma Devleti ve toplumunda kadınlara çizilen sınırların tamamen dışındadır. Bu nedenle de
‘saf bir kötü’ dür. Seneca Romalı kadınlara yakıştıramadığı her olumsuzluğu Medea
üzerinden dile getirmiştir. Bu bağlamda, Roma’nın uzak ülkelerden gelen yabancı halklara
yüklediği anlamdan da beslenen bir bakışla, olunması gereken ideal kadınlık durumuna dair
düşüncelerini bir yabancı, yabancı olduğu oranda da ‘yüksek değerlerden nasibini almamış’
vahşi bir kadın üzerinden aktarmıştır.
Medea, ne iyi bir eş ne de iyi bir annedir. Ancak Seneca’nın metninde bu özellikleri sık sık bir
aidiyet bilgisi ile birlikte verilir. Metne bir anlamda ‘Oralardan geldiğine göre!’ duygusu
hâkimdir. Bu duyguyu veren sözlere geçmeden önce trajediyi kısaca özetlemek gerekirse;
Medea, eşi Iason ve iki çocuğuyla Corinthus topraklarına sığınmış ve bu toprakların kralı
Creo tarafından misafir edilmiştir. Bir süre sonra kralın kızına âşık olan kocası tarafından
terkedilmiştir. Bu gelişmeyi içine sindiremeyen Medea, yapacağı kötülüklerden çekinildiği
için Corinthus topraklarından oğullarını da bırakması şartıyla sürgün edilmiştir. Ancak o, bu
kararı kabul etmemiş ve kendi çocuklarını öldürmeye giden süreç de böylece başlamıştır.
Metin içerisinde, Medea’nın saf bir kötü olduğu düşüncesi ile birlikte aidiyetini sorgulayan iki
figürün sözleri ele alınacaktır: Corinthusluların fikrini dile getiren Corinthuslu kadınlar
korosu ile iyiyi, doğruyu ve güzeli temsil eden resmi otoritenin sesi Kral.
Öncelikle koronun sözlerine kulak verelim;
Medea’nın kendi krallarının kızı ile evliliğine methiyeler düzen kadınlar tiratlarının sonunda
şöyle derler; “…Bırak gitsin karanlıklara, sessizce, varsa yabancı bir kocayla evlenen
kaçak gelin…”31 Kaçak gelin sözüyle kadınlar Iason’a âşık olup kendi topraklarını terk eden
Medea’yı kastetmektedirler. Iason’un krallarının kızıyla evliliğine karşı çıkmamaları ise, onu
krallarının damadı olarak kabul ettiklerini göstermektedir. Şu durumda yabancı olan aslında
damat değil, Medea’nın kendisidir. Bu nedenle Medea’nın içinde barındırdığını düşündükleri
kötülüğe de atıfla karanlıklara gitmesini isterler. Bu istek bir yanıyla Medea’nın geldiği yerin
kendi zihinlerindeki yabancılığı ile örtüşür.
31
Seneca, a.g.e., s. 7.
Copyright©IntJSCS (www.iscsjournal.com) - 874
Special Issue on the Proceedings of the 4th ISCS Conference – PART A
July 2015
Kadınlar bir yabancı olarak görmedikleri Iason’a mutlu olması dileklerini aynı tirat içerisinde
şu sözlerle dile getirirler;
“… O korkunç Phasislinin zifaf yatağından kurtulan sen, ah nasıl okşardın hep o
yaban eşinin göğsünü, titreye titreye, istemeye istemeye dokunurdun, mutlu ol artık, sımsıkı
sarıl şu Aiolia kızına, sonunda kavuştun, ey güvey, mutlu bir kayınbaba ve bir
kaynanaya…”32
Phasis, bugünkü Gürcistan sınırlarında kalan bir liman kendi olan Poti’dir. ‘Korkunç Phasisli’
sözü ile Medea’dan bahsedilir. Iason’un evleneceği Kralın kızı ise Yunanistan’ın güneyinde
kalan Corinthus’tandır. Ancak tirat içerisinde ‘Aiolia kızı’ olarak anılmıştır. Aiolia Batı
Ege’de, günümüzde İzmir ile Edremit Körfezi arasında kalan bölgenin Eski Yunan
Dönemi’ndeki ismidir. Ancak bu farklılığı bir çelişki olarak algılamamak gerekir. Çünkü
‘Aiolia kızı’ ile Iason’un yeni eşinin Medea’dan farklı olarak Eski Yunan ve Roma Kültür
dairesine dâhil bir coğrafyaya ait olduğu vurgulanmak istenmiştir. Bir anlamda Medea’nın
bedeninin yabanlığı geldiği yer ile özdeş kılınmış, iki kadının aidiyet farklılığı Medea’yı
mutsuzluğun, yeni eşi ve ailesini ise mutluluğun temsilcisi yapmıştır.
Kocası ile birlikte iki oğlunu alıp gitmesine Kral’ın izin vermemesi karşısında Medea’nın
gösterdiği öfke, Kral ve kızını öldürmeye yönelik planlar yapmaya dönüşür. Yaptığı planlar
Medea’nın yüzüne ve davranışlarına da yansımıştır. Bu değişim karşısında kadınlar
düşüncelerini;
“…Yanakları al al olmuş, ateş gibi yanıyor, kızılken bir anda sapsarı kesiliyor;
çehresi hep değişiyor, uzun süre aynı renkte kalmıyor, bir oraya bir buraya gidip geliyor,
yavruları alınmış bir kaplan gibi, Ganj Ormanları’nda çılgınca koşuşturup dolanan…”33
Sözleriyle dile getirmişlerdir. Bu sözlerle Medea, M.Ö. 800-M.Ö. 146 arasında hüküm
sürmüş Makedonya Krallığının başındaki Büyük İskender’in, Doğu Seferiyle M.Ö. 326’da ele
geçirerek ‘bilinir’ kıldığı bugünkü Hindistan’ın balta girmemiş ormanlarında yaşayan bir
yırtıcıya benzetilmiştir. Her ne kadar Büyük İskender’in fetihleri bu coğrafyayı doğrudan
keşfetme şansı verse de kısa bir süre sonra hayatını kaybetmesi, Güney Asya’da egemenlik
altına alınmış toprakların hızla elden çıkmasına neden olmuştur. Bu nedenle Hindistan Batı
için 15. ve 16. Yüzyıllara kadar gizemini korumuştur. Metinde Medea’nın ait olduğu
topraklardan daha doğuya konumlandırılması ise onun Yunan-Roma kültür dairesinin iyice
dışında bırakılmasına imkân vermiştir.
Kadınlar korosu bu tiratlarını; “… Ne zaman çekecek ayaklarını Yunan topraklarından, bu
lanet Colchisli? Ne zaman kurtaracak kendi hiddetinden, bu krallığı ve krallarını, aynı
anda?...”34
Sözleriyle sonlandırmışlardır. Bu sözlerle Medea’nın ülkelerini terk etmesi isteklerini daha
üst perdeden haykıran kadınlar, onun kendi topraklarına ne mekânsal ne de ‘hiddet’ sözcüğü
ile karakteristik açıdan ait olmadığını dile getirmişlerdir. Ancak Medea’nın ait olmadığı yer
32
a.g.e., s. 6.
a.g.e., s. 50.

Bir Portekiz denizcisi olan Vasco Da Gama 1498’de Hindistan’ın güney batı kıyısındaki Kalikut’a varmayı
başarmıştır. Bu tarihten itibaren bölgeyle önce ticari sonra kolonizasyona dayalı bir ilişki kurulmuştur. Konuyla
ilgili olarak Bkz. Arnold, David, Coğrafi Keşifler Tarihi, çev. Osman Bahadır, Alan Yayıncılık, İstanbul, 1995.
34
a.g.e., s. 51.
33
Copyright©IntJSCS (www.iscsjournal.com) - 875
International Journal of Science Culture and Sport (IntJSCS)
July 2015
kadar, ait olduğu yer de kendisine yüklenen olumsuz çağrışımlarla anılmış ve Colchis’le ilgili
kadınların kafasındaki imaj açığa çıkmıştır.
Medea’nın ‘saf bir kötü’ olduğu düşüncesine sahip ve bunu aidiyetiyle birlikte sorgulayan
Kral’ın sözlerine baktığımızda ise;
Kral Medea’ya ülkesini bir an önce terk etmesi gerektiğini şu sözlerle aktarır; “… Medea,
Colchisli Aeetes’in günahkâr kızı, ülkemden ayaklarını çekmiyor mu hala? ... Canını
bağışladım, o da çeksin yarattığı korkuyu ülkemden, çekip gitsin güvenle… Öğrensin artık
bir kralın yetkesine boyun eğmeyi, var gücünle kaç git, çek götür artık şu canavar, vahşi
dehşetini…”35 Kral bu tiratta ‘günahkâr’, ‘canavar, vahşi dehşet’ tanımlamalarıyla Medea’yı
anlatmaktadır. Bu karakter özelliklerinin Medea ile anılması onun Corinthus’a gelmeden önce
yarattığı kötülüklere bir göndermedir. Ancak Kral, Medea’nın yapabileceklerini de sezip
sadece kendi ailesi için değil, tüm ülke için bir tehlike olduğunu düşünmektedir. Bu nedenle
krallığında oluşturmuş olduğu huzur ve güven ortamını; yani yarattığı düzeni tehdit eden
Medea’ya, ülkesini terk etmesini emreder. Medea’nın bu emre itirazları karşısında ise
“…Doğru ya da yanlış, kralın yetkesine boyun eğmelisin ...”36 diyerek otoritesinin
tartışılmaz olduğunu dile getirir. Bu noktada Medea sadece yaptığı ve Kral’ın yapacağını
düşündüğü kötülüklerle değil, sergilediği itirazla da çizilen sınırların dışına çıkmıştır. Ülkenin
baba figürü olan kralın otoritesine karşı gelmek, onun Corinthus topraklarına ait olmayan bir
kadın olduğu düşüncesini metin içerisinde pekiştirir.
Kral bir başka tiratta; “… Çekil git, krallığım senden arınsın, al götür o ölümcül otlarını da
yanında, kurtulsun artık yurttaşlarım senin korkundan, tanrılara başkaldıracağın başka bir
yurt bul kendine…”37 Demiştir. Bu sözlerle Kral, tanrılarla kurdukları ‘normal-dışı’ ilişkiler
nedeniyle hoş karşılanmayan kadın büyücülerden yola çıkarak38 çeşitli otlarla zehirli
karışımlar yapma yeteneğine sahip Medea’yı dinsel açıdan yanlışlamıştır. Kral’a göre bu
durum, Medea’nın kendi yetkesine boyun eğmeyerek bir asi olduğunu göstermesinin ötesinde,
tanrılara başkaldıran bir günahkâr olduğunun belirtisidir. Zira tanrılara itaat ve onları çeşitli
ritüellerle şereflendirme insanları, aileleri ve ülkeleri koruyan temel değerdir. Bu nedenle
Kral’ın gözünde Medea tanrılara saygısızlık ederek hem Corinthus topraklarına ait olmadığını
bir kez daha göstermiş hem de bu topraklardan sürülmeyi ve dolayısıyla ailesini kaybetmeyi
hak etmiştir.
35
a.g.e., s. 12-13.
a.g.e., s. 13.
37
a.g.e., s. 17.
38
Scheid, John, “Romalı Kadınların Dinsel Rolleri”, Kadınların Tarihi, ed. Georges Duby, Michelle Perrot,
çev. Ahmet Fethi, C: 1, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2005, s. 396.

Metnin Roma Dönemi’nde kaleme alındığını göz önünde bulundurarak, Roma devlet ve toplumunda tanrıların
ve dinsel inanışın önemli bir yere sahip olduğunu belirtmek gerekmektedir. Bu tanrılar arasında en güçlülerden
biri olan Ianus’un, pek çok şeyi koruduğu gibi şehirleri ve evleri de koruduğu düşünülmüştür. Konuyla ilgili
olarak Bkz. Colette Estin-Helene Laporte, Yunan ve Roma Mitolojisi, çev. Musa Eran, TÜBİTAK Popüler
Bilim Kitapları, 26. Basım, Ankara, 2010.
36
Copyright©IntJSCS (www.iscsjournal.com) - 876
Special Issue on the Proceedings of the 4th ISCS Conference – PART A
July 2015
Sonuç Yerine
Roma’nın İmparatorluk Dönemi’nde yaşayan Seneca’nın yeniden yarattığı Medea, patriciler
sınıfı orijinli yerleşik Roma değerlerinden olabildiğince uzak kılınmış Colchisli bir kadının
trajedisidir. Seneca kaleme aldığı eserde Kadınlar Korosu ve Kral aracılığıyla Roma’nın kendi
ulaşsa bile, değerlerinin ulaşmadığını düşündüğü bir coğrafyanın temsilcisi olarak Medea’yı,
bir ‘anti-kahraman’ gibi sunar. Bu anti-kahraman Roma’nın gelenekleri içerisinde önemli
addedilen hiçbir değeri kendi içerisinde taşımamaktadır. Bu durum toplumun sesi olarak
Corinthuslu Kadınlar Korosu ve devletin temsilcisi olarak Kral Creo’nun sözleriyle
sabitlenmiştir. Seneca hem toplumda hem de devlette derin bir ahlaki çöküntünün yaşandığı
kendi döneminde, Roma’nın ‘ahlaki değer kodlarını’ içinde barındırdığını düşündüğü aile
kurumuna geri dönerek, vermek istediği mesajları buradan verir. Bu noktada yarattığı, hem iyi
bir eş hem de iyi bir anne olmayı ıskalamış ‘saf kötü’ bir karakter Seneca’ya yardımcı olur.
Ancak Medea’nın anti-kahramanlığı eş ve annelik statülerinin hakkını verememişliği ile
sınırlı kalmaz, resmi otoriteye ve hatta tanrılara başkaldırışı, iyi bir eş ve anne olamamışlığını
tescil eder. Medea’nın ‘uzak topraklara ait bir yabancı’ olması kötülüğünü sınırsızlaştırmayı
da kolaylaştırmıştır. Seneca Romalı patrici sınıfına mensup kadınlara korumaları gereken
geleneksel değerleri, bu değerlerin kaynağı olarak görülen Roma’ya ne fiziksel ne de ahlaki
açıdan uyan bir Medea yaratısı ile hatırlatmıştır. Bu hatırlatmanın dil kodlarında ise uygar
olan/olmayan ayrımı vardır. Uygar olan Romalı yurttaş kadınlara, bu değerleri yaşatmak
sorumluluğunu veren Seneca, uygar olmayan Medea’ya ise, bu değerlerin tam tersi
konumlandırılmış varlığıyla, doğrulatma görevini vermiştir.
.
Copyright©IntJSCS (www.iscsjournal.com) - 877
International Journal of Science Culture and Sport (IntJSCS)
July 2015
KAYNAKLAR
Bonnard, A. (2004), Antik Yunan Uygarlığı-Euripides’ten İskenderiye’ye, çev. Kerem
Kurtgözü, C: 3, Evrensel Basım Yayın, İstanbul
Can, Ş. (2012). Klasik Yunan Mitolojisi, Ötüken Neşriyat, 11. Basım, İstanbul
Cömert, B. (2008). Mitoloji ve İkonografi, De Ki Yayınevi, 2. Basım, Ankara
David, A. (1995). Coğrafi Keşifler Tarihi, çev. Osman Bahadır, Alan Yayıncılık, İstanbul
Erhat, A. (1993). Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 5. Basım, İstanbul
Estin, C.-Laporte, H. (2010). Yunan ve Roma Mitolojisi, çev. Musa Eran, TÜBİTAK Popüler
Bilim Kitapları, 26. Basım, Ankara
Euripides (2014). Medea, çev. Ari Çokona, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul
Graves, R. (2010). Yunan Mitleri -Tanrılar, Kahramanlar, Söylenceler-, çev. Uğur Akpur, Say
Yayınları, İstanbul
Ponting, C. (2011). Yeni Bir Bakış Açısıyla Dünya Tarihi, çev. Eşref Bengi Özbilen, Alfa
Yayınları, 2. Basım, İstanbul, 2011.
Rousselle, A. (2005). “Eski Roma’da Beden Siyaseti”, ”, Kadınların Tarihi, ed. Georges
Duby, Michelle Perrot, çev. Ahmet Fethi, C:1, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul,
s. 302-340
Scheid, J. (2005). “Romalı Kadınların Dinsel Rolleri”, Kadınların Tarihi, ed. Georges Duby,
Michelle Perrot, çev. Ahmet Fethi, C: 1, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s.
377-406
Seneca (2013). Medea, çev. Çiğdem Dürüşken, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 3.
Basım, İstanbul
Söğütlü Erişgin, Ö. (2013). “Roma Toplumunda Kadın”, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi, C:4, Sayı:2, s. 1-31
Şenel, A. (2013). Siyasi Düşünceler Tarihi, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara
Tekin, O. (2012). Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş, İletişim Yayınları, 7.Basım, İstanbul
Thomas, Y. (2005). “Roma Hukukunda Cinsiyet Ayrımı”, Kadınların Tarihi, ed. Georges
Duby, Michelle Perrot, çev. Ahmet Fethi, C: 1, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul,
s. 99-150
Zehiroğlu, A. (1999). Antik Çağlarda Doğu Karadeniz, Çivi Yazıları Yayınevi, İstanbul
Copyright©IntJSCS (www.iscsjournal.com) - 878

Benzer belgeler

Eurolog – Avrupa Antik Çağ ile diyalogda

Eurolog – Avrupa Antik Çağ ile diyalogda Böylelikle, günümüze dek hayatımıza şekil veren kültürel anlamda muazzam bir gelişme sağlamıştır. İnsanlık tarihinin en büyük başarılarından bazıları kazanılmıştır: maden işlemesi ve alfabenin Feni...

Detaylı