İYMMO Aylık Toplantısı(8 Mart 2007 Tarihli
Transkript
İYMMO Aylık Toplantısı(8 Mart 2007 Tarihli
İSTANBUL YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLER ODASI 08 MART 2007 AYLIK TOPLANTISI R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 77 İSTANBUL YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLER ODASI 08 MART 2007 AYLIK TOPLANTISI I. OTURUM OTURUM BAŞKANI : Sezai ONARAL AYIN KONUĞU : M. Akif ULUSOY (Büyük Mükellefler V. D. Başkan V.) II. OTURUM OTURUM BAŞKANI : Cihan ERAY KONUŞMACILAR : Ercan DURGUN (Gelir İdaresi Grup Başkanı ) : Ahmet Feridun GÜNGÖR ( YMM ) KONUSU : “Kurumlar Vergisi Genel Tebliğ Taslağı” TARİH : 08 Mart 2007 14.00 - 18.00 BAŞKAN SEZAİ ONARAL Toplantıyı açıyorum. Hepinize hoş geldiniz diyorum ve bu önemli toplantıya teşriflerinizden dolayı hepinize saygılarımı sunuyorum. Bugünün konusu biliyorsunuz “Kurumlar Vergisi Tebliğ Taslağı”nın tartışılması. Şimdi daha önce bunları biz sizlere hep kağıtla gönderiyorduk. Şimdi yeni bir tekniğe geldi Odamız. SMS ile gönderiyoruz. Ama bu SMS ne kadar ulaştı, ne kadar yerine oturdu bilemiyorum. Ama hepinize ulaştığına göre, hayır buraya gelmeyenlere de ulaşmış olabilir mi? Şunu sormak istiyorum değerli meslektaşlarım. Yani bu şekilde devam edelim mi? Tamam, genel kurul kararı ile verildi karar. Şimdi bazı arkadaşlarımız “Biz kağıda alışığız, kağıt gönderin” diyorlar. Ben en fazla kağıda alışkın bir adam olmama rağmen bundan vazgeçtiğimize göre, bu biraz daha çağdaş bir olay. Bunu uygulayacağız. Efendim Toplantıya sayın Bakanımızın tebliği var. “Toplantının başarılı ve verimli geçmesini diler, size ve katılan tüm davetlilere selam ve sevgilerimi sunarım.” diyor sayın Kemal Unakıtan Müsteşar sayın İsa Coşkun ve Bursa Oda Başkanı bize mesajları ile “Bu toplantının başarılı geçmesini” diliyorlar. Kendilerine hepimiz adına şükranlarımı sunuyorum. R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 Şimdi bugünkü toplantı için Gelir İdaresi Başkanı sayın Osman Arıoğlu, sayın Bakanımıza refakat etmek durumunda olduğu için bizden özür diledi. Selam ve saygılarını iletmemizi rica ettiler. Kendileri sabah Yüksek Ticaretliler’in bir toplantısına katıldılar. Buradan da bankalarla ilgili bir toplantıya devam ettiler. Bu konuyu Gelir İdaresi Başkan Yardımcısı Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanı sayın Mehmet Akif Ulusoy, bildiğimiz bizim 78 Defterdar. Sağolsun bizi kırmadılar, bize şeref verdiler. Yani açıkçası ifade de etmek gerekirse, İstanbul’daki son gelişmeler hakkında da bizim Yeminli Mali Müşavir arkadaşlarımızın fazla bilgileri yok. O yüzden bu vesileyle kendilerini yarım saat kadar, çünkü onun da zamanı kısıtlı, sayın Bakanımız burada olduğu için belli toplantılara katılmak mecburiyetinde. Yani yarım saat kendilerini bu gelişmeler hakkında dinleyeceğiz. Sorular için de 5 – 10 dakika lütfedecekler. Yani üçe çeyrek kala sayın Başkanı buradan göndermek mecburiyetindeyiz. Beni dinlemeye çok alışıksınız. Ben burada kesiyorum. Müsaade ederseniz bu toplantıyı sayın Mehmet Akif Ulusoy’la devam edeceğiz. Buyurun sayın Başkan. MEHMET AKİF ULUSOY Sayın Başkanım, değerli meslektaşlarım, değerli üstatlarım hepinizi saygıyla selamlıyorum. Defterdarlık kavramı 500 yılda oluşmuş bir marka iken, biz bunu çarçabucak elden çıkardığımız için, böyle kargaşalar oluyor. Hâlbuki devir imaj devri. 2005 yılında çıkan 5345 sayılı Gelir İdaresi Kanunu ile yeni bir yapılanma ortaya çıktı. Bu yapılanmanın bir unsuru olarak da İstanbul’da bu yılın başında Büyük Mükellefler Vergi Dairesi oluştu ve faaliyete geçti. Esasen bu ay Gelir Vergisi Beyannameleri, önümüzdeki ay da Kurumlar Vergisi Beyannameleri verilmek durumunda. Bunlar bugün itibariyle muhterem heyetiniz için belki çok daha ehemmiyetli mevzular. Lakin hem merakları gidermek, hem de birkaç mesajımı aktarmak kabilinden bende bu platformu bir fırsat olarak telakki edip, Büyük Mükellefler Vergi Dairesi oluşumuyla ilgili bazı bilgileri sizlere arz etmek için bulunuyorum. Dünyada bir trend gelişiyor. Gelişmiş ülkelerde de var. Daha az gelişmiş ülkelerde de var. Bu trendin özeti şu; vergi gelirlerinin önemlice bir miktarını ödeyen az sayıdaki mükellefi daha farklı birimlerde bulundurmak, onlara oralarda hizmet vermek. Amerika’da var. Fransa’da var. Hollanda’da var. İtalya’da var. Uzak Doğu’da Endonezya’da var. Hong Kong’da var. Değişik dünya ülkelerinde var ve bu özellikle gelişmekte olan ülkelere tavsiye edilen bir uygulama. Belki çok da mantıksız değil esasen. Çünkü gelirin önemlice bir kısmını ödeyen daha az sayıdaki mükellef herhalde daha nitelikli bir hizmeti hak ediyor diye düşünmek mümkündür. Bu çerçevede 2006 yılının Ağustos ayında çıkan Bakanlar Kurulu Kararı’yla Büyük Mükellefler Vergi Dairesi’nin İstanbul’da oluşturulmasına karar verildi ve 01.01.2007 tarihinde de faaliyete geçti. Bu dairemizde şu anda 500 mükellefimize hizmet veriyoruz. 500 mükellefimizin seçim kriterleri şunlardan oluşuyor. Bir formül geliştirilip, bu formüle göre bir sıralama yapıldı. Bu sıralama formülünde; yıllık ciro % 35 oranında, aktif toplamı % 40 oranında ve kurumlar, muhtasar, KDV, ÖTV, BSMV dahil olmak üzere yıl içinde ödenen tüm vergiler % 25 oranında etki etti. Bu formülün ilk 500’ünü aldık. Bunun istisnaları da var. Banka ve sigorta şirketleri herhangi bir kritere bağlı olmaksızın dahil edildi. 2005 yılına rakamlarına göre bu kriterleri aşmasına rağmen, bugün gayri faal hale gelen iki, üç mükellef alınmadı. Artı saf ihracatçı kurumlar ile Ulaştırma Vergi Dairesi’nin faaliyet alanına giren mükellefler alınmadı. Önümüzdeki zaman dilimi içerisinde diğer illerden de mükellef alacağız. Diğer illerden mükellef almanın önünde iki tane engel vardı. Birisi, Gelir 79 R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 İdaresi Kanunu’nda bunu engelleyen bir hüküm vardı. O daha önce değiştirildi. Ayrıca bir de malumunuz mükellefimizin ödediği vergilerden bir kısmı yerel idarelere, belediyelere ve bazı fonlara paylar ayrılıyor. Bu paylar şu anki hesaplama tarzı itibariyle herhangi bir ilde toplanan vergiden o ilin belediyesine pay veriliyor. Şimdi böyle bir hesaplama tarzı olunca, örneğin Ankara’nın mükellefini İstanbul’daki büyük mükelleflere aldığımız zaman bu denge, bu hesaplama bozulacaktı. Bununla ilgili olarak geçen hafta Perşembe günü Meclis’imizde “Büyük Mükellefler Vergi Dairesine alınan mükelleflerin ödediği vergilere ilişkin mahalli idare payları, mükellefin kanuni merkezinin olduğu il merkezine verilecektir.” mealindeki bir kanun kabul edildi. Şimdi Sayın Cumhurbaşkanımızın imzasında, onaydan sonra, bizim önümüzde bir engel olan bu husus ortadan kalkmış olacak. Muhtemelen 750 civarında mükellefe ulaşacağız. Düşüncemiz, kriterlerimize uyan mükellef sayısının 20’den fazla olduğu şehirlerde birer şube açmayı planlıyoruz. 500 mükellefimizin 11’i turizmde. 40’ı tekstil, mobilyada. 36’sı sağlık sektöründe. 39’u otomotivde. 4’ü kuyumculukta. 27 mükellefimiz inşaat ve yapı malzemelerinde. İçki, tütün, gıdada 66 mükellefimiz, böyle gidiyor. 76 tane de bankamız var. Şu anda 158 tane memurumuz var. Memurlarımızı tabii ki İstanbul’dan seçtik. İhtiyaç nispetinde önümüzdeki zaman içerisinde bu sayıda da değişiklik olabilecek. 500 mükellefimizin, geçen yıl dikkate alındığında, Türkiye vergi gelirleri içerisindeki payı aşağı yukarı % 12 civarında. Ama önümüzdeki dönem içerisinde diğer illerden alacağımız mükelleflerle birlikte oranın muhtemelen yüzde 40 – 45’i bulacağını tahmin ediyoruz. Bir de rakamsal bilgi takdim edeyim müsaade ederseniz. Bu yılın 1’inci gününden düne kadar olan, yani 7 Mart’a kadar olan dönem için 5.846 milyar YTL tahakkukumuz, 4.837 milyar YTL’de tahsilatımız olmuş, tahsilat oranımız ise % 82. Ancak bunun 441 milyon YTL’si tecil telkin olarak, 408 milyon YTL’si de diğer dairelerimizden mahsup bekliyor. Tabii bunlar çok da ehemmiyetli olmayan bilgiler esasen. R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 Burada biraz daha fazla üzerinde durmamız gereken husus “Neden bu daire oluşturuldu?” “Amacı nedir?” Bu dairenin oluşturulmasında iki temel hedefimiz var. Birinci hedefimiz; mükelleflere verdiğimiz hizmetin kalitesini daha iyileştirmek. Diğer amacımız da; vergi denetimini sağlıklı bir zemine oturtmak. Bütün mükelleflerimiz esasen her türlü iyi hizmetlere, her türlü iyi şeylere layıktır. Ancak maalesef mevcut şartlar içerisinde her arzu edilen şeyi gerçekleştirme şansı her zaman mümkün olmayabiliyor. Bunun için vergilerin önemli bölümünü ödeyen Büyük Mükellefler Vergi Dairesi mükelleflerimize daha iyi hizmet verebilmek burada mümkün olacak ümidini taşıyoruz. Hizmet kalitesini arttırmanın bir yolu olarak da öncelikle personelimizin bir eğitimden geçirilmesi gerekir diye düşündük. Biz bu çerçevede geçtiğimiz Ocak sonundan, Şubat sonuna geçen dört haftalık dönemde bütün personelimize eğitim verdik. Öncelikle kişisel gelişim konularında eğitim vermeyi amaçladık. Daha sonraki aşamalarda da mesleki bilgi düzeyinin arttırılması noktasında da katkıda bulunacağız. Bu eğitim konuları, muhtemelen amacımızı da yansıtmış olmaktadır. Kişisel 80 imaj ile ilgili dersler koyduk. Duygusal zeka ile ilgili, karar verme ve problem çözme teknikleriyle ilgili, zaman yönetimi, davranış profilleri, stratejik yönetim, stres yönetimi ve motivasyon, takım çalışması ve ekip bilinci, mükellef ilişkileri ki buna geniş ağırlık tanıdık. Etkin iletişim ve çatışma yönetimi. Bu konular, niyetimizi gayet açık ortaya koymuş olması lazım. Biz mükellefimizle barışık olmak istiyoruz. Mükellefimizle sürekli didişen, sürekli onu aşağılayan, sürekli onu tahkir eden değil de, sürekli onu velinimeti telakki eden, sürekli ona daha iyi hizmeti nasıl verebilirim düşüncesi içerisindeki bir memur yapımız olsun istiyoruz. Vergilendirme işlemleriyle ilgili olarak verdiğimiz hizmeti daha iyi nasıl verebiliriz? Daha hızlı nasıl verebiliriz? Bunun çabası içindeyiz. Bu noktada değişik önerilerimiz oluyor. Gelir İdaresi Başkanlığımız buna oldukça ciddi katkılar veriyor. Bu nedenle onlara da teşekkür ediyorum. Ayrıca gerek vergilendirme konusunda, gerekse kişisel gelişim konusunda bu camia ile birebir muhatabız. Bu camianın bize önerileri, teklifleri, destekleri olursa bundan memnuniyet duyarız. Hatta bu verdiğimiz eğitim çalışması aslında Yeminli Mali Müşavirler Odası tarafından bize sunuldu. Ben bu vesileyle Sayın Oda Başkanımız Sezai üstadımıza teşekkür ediyorum. Bizim için bir lütuf oldu. Diğer amacımız ise denetim. Ben bunu şu cümleyle ifade ediyorum. Özellikle belirli kelimelerle ifade ediyorum. “Vergi denetimini daha sağlıklı bir zemine oturtmak.” Yani şimdi vergi denetimi şu anda sağlıklı değil mi? Değil elbette. Yani sağlıklı olduğunu söylemek ne derece mümkün? Şimdi bir yatırımcının yatırım yapmak konusundaki kararını oluşturmasındaki önemli etkenlerden biri de Mali İdare’nin mükellef karşısındaki tutumudur. İdarenin kararlarının oluşturulmasındaki sürat, kararlılık ve süreklilik mükellefi etkileyebiliyor. Ayrıca, idarenin yönetim ve denetim kanatları arasındaki ilişkiler mükellefi etkileyebiliyor. Şimdi benim gönlüm arzu ediyor ki, mükellefin herhangi bir yanlış işlemi karşısındaki müeyyidemizi, aradan üç-beş yıl geçtikten sonra değil de mümkünse beyannameyi hemen verir vermez uygulayalım, hatta ve hatta beyanname öncesinde uyaralım. Biz bu Dairenin oluşumu sırasında şunun arzusu içindeydik; Bu Vergi Dairesi bünyesinde çalışacak denetim elemanlarının dışındaki denetim elemanları bu dairenin mükellefleri nezdinde inceleme yapmasın düşündeydik. Bunu realize etme imkanı bulamadık. Tabii bunun artıları var, eskileri var. Bir değer yargısı ifade ederek değil, fakat bir tespit anlamında söylüyorum; bundaki amacımız, yönetim ile denetimin tek sesli hale gelmesiydi. Yani yönetimin verdiği bir görüşün, bir denetim elemanı tarafından “O öyle değil, böyle” gibisinden eleştirilmesi mükellefler nezdinde ciddi bir rahatsızlık unsuru. Eğer biz denetimle, yönetimi çok daha sıkı işbirliği halinde çalıştırabilir isek, yarın denetleyecek olan kişiler de bugün oluşturulacak görüşün oluşmasına katkıda bulunabilirler ise ki bunu sağlayabileceğimizi düşünüyoruz, bu çelişkiyi ortadan kaldırırız düşüncesini taşıyorduk. Halen de taşıyoruz. Çünkü bu, örneğin bugün yapılan bir yanlışın beş sene sonra, belki beş kat faiziyle, cezasıyla ortaya çıkmasının vereceği yıkım karşısında ve yahut da etki karşısında, önemli bir husus olarak ortaya çıkıyor. Özellikle uluslararası sermayenin Türkiye’ye yapacağı yatırımlar, Türkiye’ye getireceği paralar konusunda ciddi bir etken olarak ortaya çıkıyor. Biz idare olarak genel anlamda bu tekliği sağlamak mecburiyetindeyiz. Belki bugün olmasa bile, uzun vadede bunu sağlamak mecburiyetindeyiz. 81 R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 Şimdi Büyük Mükellefler Vergi Dairesi’nde denetim anlamında şu işlemleri yapacağız. Denetim birimlerinde çalışan arkadaşlarımızdan yani Maliye Müfettişi, Gelirler Kontrolörü ve Hesap Uzmanlarından dokuz arkadaşımız denetimle görevli olarak ve denetim “Grup Müdürü” ünvanı ile göreve başladılar. Önümüzdeki zaman içerisinde bu sayıyı biraz daha artırmayı hedefliyoruz. Buradaki amacımız; her bir veya birkaç arkadaşa bir sektörü bağlayıp, mükelleflerle sürekli diyalog içerisinde, sürekli müzakere esasına dayalı bir cari denetim, cari dönem denetimi yapılmasını planlıyoruz. Bunun ne faydaları olacak? Belki Yeminli Mali Müşavirler tarafından verilen hizmetin bir başka tarzı esasen bu. Ama emin olun, bir rekabet söz konusu değil. Birbirimizin bütünleyicisi, birbirimizin tamamlayıcısı, birbirimizin belki destekçisi olarak bunları düşünüyoruz. BAŞKAN SEZAİ ONARAL Rakibi değiliz yani. Biz rakibi değiliz. MEHMET AKİF ULUSOY Evet. Mükelleflerimiz nezdinde mümkün olursa ayda bir işgünü, bir temas kurmayı arzu ediyoruz. Gidip işyerini, imalat sürecini görmeyi, bilgi toplamayı düşünüyoruz. Bunları mümkünse diğer mükelleflerle mukayese edebilmeyi ve bundan bir takım sonuçlar çıkarmayı arzu ediyoruz. Bu sonuçları hem kendi mükelleflerimize, hem de kendi mükelleflerimiz olmayan diğer mükelleflere yaygınlaştırmayı hedefliyoruz. Burada “Şu hatayı yaptın, al sana şu ceza” gibi bir anlayışla değil, oturalım konuşalım, siz bizi ikna etmeye çalışın, biz sizi ikna etmeye çalışalım. Kanun nezdinde, hukuk nezdinde doğru olan neyse onu bulmaya çalışalım. Eğer bir noktada mutabık kalırsak, o noktayı uygulayalım. Şayet mutabık kalmazsak, o zaman yargısı var, incelemesi var. Yani bir tehdit unsuru olarak değil, bir doğruyu bulma adına, bir hakem olarak yargıya müracaatı düşünüyoruz. Eminim ki, eğer bu sistemi daha iyi bir şekilde yerleştirebilir ve işletebilirsek hem Türkiye ekonomisi açısından, hem bu mükelleflerimiz açısından, hem de bu meslek açısından ciddi ölçüde olumlu katkılar sağlayacaktır. Burada da gene bize olan önerileriniz, bize olan tavsiyeleriniz olursa biz bundan memnun oluruz. Hatta birkaç arkadaşımızdan, yaptıkları işlerle ilgili bilgilendirmelerde bulunması talep ettik, önümüzdeki günlerde bizi brife edecekler. Ben müsaade ederseniz sözlerimi burada tamamlamak istiyorum. Burada niyetimizi ifade etmeye çalıştım. Amacımızı ortaya koymaya çalıştım. Ben olumlu bir katkı olacağını düşünüyorum. Ayrıca bugün Dünya Kadınlar Günü. Aramızda çok fazla hanım yok ama hepimizin bir annesi var, bir kardeşi var, bir kızı var. Bugün dolayısıyla günlerinin kutlu olmasını temenni ediyorum. Onlar bizim muazzez varlıklarımız, bizim için çok önemli insanlar. Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum ve saygılar sunuyorum. R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 BAŞKAN SEZAİ ONARAL Sayın Mehmet Akif Ulusoy’a teşekkür ederiz. Tabii, biz buraya teşrif eden hanımefendileri unuttuk. Tabii, herhalde burada seçmen miktarı 82 hanımlardan fazla olmadığı için herhalde bizim gözümüzden kaçtı. Hanımefendilerden çok özür diliyorum ve Gününüzü kutluyorum. Şimdi sayın Mehmet Akif Ulusoy’un yeni yapılanma ve özellikle eğitim konularındaki söylediklerini dikkatle dinledik. Baktım, herkes dikkatle dinledi. Şimdi bu günlerde belki fazla söyleyeceğimiz bir şey olmayabilir. Amma denetim olunca, tabii hepimizin kafasından birçok sorular oluşuyor. Şimdi bu denetim, tabii yapılanmayla ilgili bazı söyleyeceklerimizi ayrı tutmak kaydıyla, denetimle ilgili bölümünde kafamızdaki soru şu; Acaba buradaki büyük firmalar, 500 firma zaten bunlar. Yeminli Mali Müşavirlerle karşı karşıya geldikleri takdirde ne olacak? Çünkü buradaki, biliyorsunuz Yeminli Mali Müşavirin felsefesi başlangıcı, cari yıl incelemesini gündeme getirerek, zamanında beyannameyi düzeltmek esasına dayanıyor biliyorsunuz. Hatta biz buna 95 senesinde başlamıştık. O zaman 94 yılını da alabilirdik. Bu yüzden 94 yılından vazgeçtik. Arkadaşlarımız, üstatlarımız hatırlarlar. Şimdi burada, Yeminli Mali Müşavirle, inceleme elemanı karşı karşıya geldiği takdirde ki, onlar da aynı yıl cari incelemesini yapacaklar. Soru şu; Bu cari yıl incelemesini yapan A inceleme elemanı veya Hesap Uzmanı. “Bu konuyu şöyle yapın” dedi mükellefe. Yeminli Mali Müşavir de bunun böyle olmadığını düşünüyor. Şimdi burada ince bir nokta var hanımefendiler, beyefendiler. İnceleme elemanlarının dikkat ederseniz, bir takım idari konularda karar verme yetkisi yok. Mesela, mukteza yazma yetkisi yok. Yani inceleme elemanı, çoğu burada da. Hatırlatmak bakımından söylüyorum. Ancak rapor yazar, uygulamayı düzeltir. Peki, bu durumda Yeminli Mali Müşavir buna uymadığı takdirde ne olacak? Sorulardan bir tanesi bu. Yani daha sonra beyanname üzerinden yapılan bir inceleme olursa, eski sistem içerisinde devam edecek bu. Şimdi böyle sorunlar söz konusu olduğu takdirde, ne gibi işlemler olacak? Bu gibi sorunlar, Sayın Ulusoy, yani Yeminli Mali Müşavir arkadaşlarımızı biraz rahatsız etti. Biraz da bize bu şekilde konular geldi. O yüzden bunun biraz açıklanmasına ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Ben Yeminli Mali Müşavirler Odası adına bunu söylemek ihtiyacını duydum. Şimdi başka iki tane soru varsa, merak etmeyin Sayın Ulusoy Odamızın üyesi, hem de burada İstanbul’da. Yani kendisini fazla sıkmayalım. Çünkü üçe çeyrek kala çıkmak mecburiyetinde. Arkadaşlarımızın bu konuda iki tane suali varsa, benim sualimi de dahil etmek üzere, gerçi ben esas suali sordum biliyorsunuz ama, var mı soru? Buyurun Tahir Bey. TAHİR PEREK Bir ilave yapmak istiyorum. Şimdi aslında ben iş adamı olsam, büyük şirketim olsa böyle bir Vergi Dairesi’ni memnuniyetle karşılarım. Gerçekten belli seviyeye ulaşmış firmalar, zaten vergi kaçırmak diye bir şeyleri yok. Düzgün yapma gibi şeyleri var. Vergi dışında da şirketine hakim olmak gibi şeyleri var. O bakımdan büyük mükellef olarak memnuniyetle karşılarım diye düşünüyorum. Ancak yapacağım ilk iş birinci seneden sonra ikinci senenin sonunda Yeminli Mali Müşavire teşekkür edip, yol vermek. Çünkü önleyici şeyi zaten veriyor. İyi niyetli de. BAŞKAN SEZAİ ONARAL Acaba yenilerini almak mı söz konusu? Öyle bir şey de olabilir mi? 83 R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 TAHİR PEREK Bana göre hayır. 500 mükellef, yani Yeminli Mali Müşavirlik mesleği açısından, onların hasılatı açısından büyük gelir getiren mükellefler. 750’ye, 1000’e çıktığı zaman zaten verginin % 80’i, % 90’ı onlardan zaten. Yeminli Mali Müşavire geldikleri zaman onların gerekliliği bakımından, bu bakımdan ciddi endişelerim var. Ben şimdi sayın Başkanıma Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanı sıfatı ile değil de, Gelir İdaresi Başkan Yardımcısı sıfatıyla şunu rica ediyorum; O zaman, ona da tasdik mecburiyeti koyalım. Yani adam Yeminli Mali Müşavirleri geçemez. Yeminli Mali Müşavirle, oradaki denetim elemanları işbirliği içerisinde çalışsın. Yeminli Mali Müşavir işinden olur endişesini taşımasın. Çünkü onların fonksiyonu, kişi daha ucuz bir mükellef bulmak veya daha bu işi şeklen yapmak değil. Demin dediniz ki, “Yeminli Mali Müşavirler tasdiki getirirseniz inceleme görmeye bilirsiniz.” Şimdi de görüyor zaten. Gösterişte aynı şeyi yapıyoruz. Yani ben cari yıl incelemesi yapıyorum. Sayın Başkanımızdan, Gelir İdaresi Başkanından bir formül bulunmasını, bu konu üzerinde çalışılmasını rica ediyorum. BAŞKAN SEZAİ ONARAL Teşekkür ederiz Tahir bey. Şimdi tabii burada incelemeyle ilgili farklı görüşler de var. O anlamda söylüyorum. Yani şöyle; Bu şekildeki yapılan bir işlem Yeminli Mali Müşavirin değerini artırır, diye de görüşler var. Size basit güzel, olmuş bir hikaye anlatayım. Bir yabancı şirket aynen Yeminli Mali Müşavir, Hesap Uzmanı incelemeye başladığı zaman demiş ki, “Sana ihtiyaç kalmadı, seninle sözleşmeyi iptal edelim.” O da “Hayhay” demiş. “Yalnız şu incelemeye lütfen bir saat kadar katılıver” demiş. Bu incelemeye katıldıktan sonra çıkarken iş adamı “Yok, yok kalsın” demiş. Böyle olaylar da var. Şimdi pek net anlaşılmadı ama, hayır ses gelmeyince anlaşılmadı, anlaşıldı. Burada İbrahim beye söz vereceğim. Bir de Hesap Uzmanları İstanbul Grup Başkanı Bayram Çakır Bey de konuşmak istedi. Bayram bey buyurun. BAYRAM ÇAKIR R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 Benim olayım şu; Ben hayret ettim. Sayın Başkan Akif Bey, yani Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanı, aynı zamanda Gelir İdaresi Başkan Yardımcısı. Yani Büyük Mükellefler Vergi Dairesi, buna VİP diyoruz. Aslında Türkiye’deki mükellefler nezdinde 800 mükellefi, 500 mükellefi böyle ayırmak “Siz çok önemli mükellefsiniz” demek, bilmiyorum ne kadar doğru? O ayrı mesele. Şimdi Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Müdürlüğü veya Başkanlığı her neyse, yani bizim bildiğimiz haliyle, mükellefle cari dönem içinde daha yakından temas edip, onları yakından izleyerek, yani bir de onlara uyarılarda bulunarak onların beyannamelerini doğru vermelerini sağlamak olarak görüyoruz ve bir de onlara her konuda yardımcı olmak olarak görüyoruz ve bu cari işlemleri de şahsen ben vergi incelemesi olarak da görmüyorum. Bu cari denetimdir. “ODİT” diyorlar buna. Yani bir vergi incelemesini aynı dairenin içinden idari görevli olarak bulunan kişilerin yapması, vergi incelemesinden beklenen sonucu almamızı mümkün 84 kılmaz. Bundan bir sonuç alınamaz ve korkarım mükelleflere farklı davranılarak işte sizlere önem veriyoruz diyerek, eğer vergi incelemesi yapılacağı öngörülüyorsa, tahmin ediyorum Türkiye’de büyük mükellef sayısı beş sene içinde 100 bin’i bulur. Bir gün mükellef madem beyanname döneminden sonra bir vergi incelemesi olmayacak ki, yapılamaz idari görevli içinden orada mükelleflerle bu şekilde görüşmüş olması. Onlarla teşriki mesaide bulundurulan kişilerin daha sonra vergi incelemesi yapmasına ne zamanları vardır. Ne durumları vardır. Yani bu mümkün olmaz. Bana iletilen, bilmiyorum bazı dış çevrelerin IMF’nin de öngörüsüyle böyle bir hayal dünyası içinde geziyoruz. Yani böyle bir şeyler var. İşte VİP’ler, falan, filan. Bunun yanına gerçekten, gerçek usulde mükelleflerimizin hepsine, onlara en iyi hizmet vermeyi amaç edinen birimler kurmamız lazım. Ona göre bütün personelimizi eğitmemiz lazım. Yani bu şekilde zaten bir sürü mükelleflerin işlerinin bir kısmı bankalardır. Bir kısmı eski kamu kuruluşlarıdır ve zaten bunların vergisel sorunları yoktur ve sayın Yeminli Mali Müşavir arkadaşlarımız, diğer arkadaşlarımız bunların onların yabancı kökenli çok firmalardan biliyoruz. Dolayısıyla, yani bu biraz nostalji gibi geliyor bana ve bu şekilde bir nevi vergi incelemesini de biraz yetkisizleştirmek amacı güdüyor gibi geliyor bana sayın Başkanım. Benim söyleyeceklerim bu kadar. Teşekkür ederim. BAŞKAN SEZAİ ONARAL Teşekküre ederiz sayın Başkan. Efendim sayın Bayram Çakır Hesap Uzmanları İstanbul Grup Başkanı’dır. Demek istiyor ki, ben tercüme edeyim size; “Bu VİP değil, nostaljik olur” diyor. Değil mi Bayram Bey? BAYRAM ÇAKIR Aynen öyle. BAŞKAN SEZAİ ONARAL Şimdi bir soru da İbrahim beyden. Yalnız başka var mı soru? Çok soru var ama, kusura bakmayın sayın Başkan ayrılmak zorunda. İbrahim bey kısaca bir sorun lütfen, buyurun. H. İBRAHİM AKTAN Sevgili üstatlarım, değerli meslektaşlarım hepinizi sevgiyle selamlıyorum. Sayın Başkanlara da saygılarımı sunuyorum. Gerçekten Mehmet Akif Ulusoy arkadaşımız bize İdarenin amacını çok güzel bir şekilde anlattı. Şimdi aslında bizim sorunumuz, siyasi olarak bu işi değerlendirmek istemiyorum. Devlet eğer daha çok vergi alacaksa, daha iyi hizmet verecekse bunu yapmak için çaba harcıyorsa, tabii ki buna saygı duymak lazım. Hep de yanında olmak lazım. Bu konuda bir problemimiz yok. İhtilafımız yok. Yalnız bu konunun bizim meslek mensuplarını ilgilendiren tarafları var. Özellikle bu konu üzerinde endişelerim var. Onu dile getirmek istiyorum. Konunun bizi ilgilendiren, meslek mensuplarını ilgilendiren tarafları var diye düşünüyorum. Onun için bu konuda bazı endişelerimi dile getirmek istiyorum açıkçası. Şimdi sayın Başkan ifade ettiler; “Dokuz kişilik bir inceleme grubuyla cari inceleme yapacağız. Hatta gerekirse her hafta ziyaretler yapacağız.” 85 R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 Yani bunlar ilk etapta hoş gibi geliyor kulağa, ama tabii CD uygulaması olacak mı? Onu zaman içerisinde göreceğiz. O çok zor. İkinci tarafı; Bu iş belli firmalara, belli müşavirlere iş kapısı açacaktır. Ama Yeminli Mali Müşavirler de maalesef işlerinden olacaktır. Çünkü 500, yarın 750, öbürsü gün 1000 tane firma buraya bağlanacak. Bunların büyük çoğunluğu yabancı denetim firmalarına gidecek. Gidiyor zaten bunlar. Onun için burada toplanan şu anda 300 kişiden fazla arkadaşımız var. Bu arkadaşlarımızı, aslında bu yönüyle ilgilendiren bir tarafı yok. Olumsuz yönüyle ilgilendiren tarafı çok yalnız. Yani bu konunun özellikle İdare tarafından da, sayın Başkanımız tarafından da bilinmesi, bu konunun hassasiyetle üzerinde durulması, bunun da çözümünün sağlanması, bu konuda bir şey yapılacaksa birlikte yapılması gerektiğini düşünüyorum. Yoksa bakın, sayın Tahir Perek üstat söylüyor. Güzel ama, bugün belki bir, iki firmamız var. İki sene sonra o iki firma siz de kalmayacaksa, elbette bunu bileceksiniz. Burada kimde varsa o firmalar, o tür firmalar kalmayacak. Kime gidecek biliyor musunuz? Yabancı denetim firmalarına gidecek. İki, eğer siz her hafta görüşme yaparsanız, bu olmaz da yani, MEHMET AKİF ULUSOY Ayda bir. H. İBRAHİM AKTAN Ayda bir de olsa, hayır ben sizi eleştirmek için söylemiyorum sayın Başkan. Siz de sonuçta bürokratsınız. Tabii ki olması gerekeni söyleyeceksiniz. Yani sizi eleştirim yok benim. Ayda bir yapsanız bile, oradan kim fayda sağlayacak? Yabancı denetim firmaları. Çünkü siz gittiğiniz zaman, hemen müşavirini çağıracak. “ Gel” diyecek. O da ona saat bazında şey yapacak ve bizlere, yani bizim diyelim anlatmaya çalıştığım herhalde anlaşılıyor. Bu konuda herhangi bir pastadan pay alma olanağı olmayacak gibi geliyor. Bu konu bizim mesleğimizi çok ilgilendirdiği için üzerinde durmak istiyorum. Mesela şunun için söyledim; Şimdi siz bakın bu sene, bu firmaların yüzde kaçı hangi firmalarda. Seneye bu ne olacak? Ondan sonraki sene ne olacak? Ve bizim mesleğimizi nasıl etkileyecek? Yani bu konuları dile getirmek istedim. Daha bir sürü bununla ilgili konu var ama, bizim mesleğimizle ilgilendiren taraflarını ben ifade etmeye çalıştım. Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum hepinize. DİNLEYİCİ Konunun boyutu itibarile grup şirketlerindeki ufak, yani sizin mükellefiniz olmayanları ne kadar ilgilendirecek? Ve tabii bu yeni hem Kurumlar Vergisi, hem Gelir Vergisi’ne koyduğunuz ilişkili kişi kavramını ne ölçüde etkileyecek ki, ve bu belki de işletme ekonomisi açısından düşünürseniz bu ufak şirketler, bir gün büyük şirketlerle birleşecek ve bu da ekonomik açıdan nasıl değerlendirilecek? Teşekkür ederim. R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 BAŞKAN SEZAİ ONARAL Efendim sorulara kısaca sayın Ulusoy cevap verecek. Çünkü 5 – 10 dakika sonra ayrılmak mecburiyetinde. Buyurun sayın Ulusoy. 86 MEHMET AKİF ULUSOY Teşekkür ederim efendim. En kolayından başlayayım. Grup şirketleri mevzuunda, mükelleflerimizin tamamına yakınının bir grup ilişkisi var. Esasen başlangıçta ciddi ciddi düşünüldü. Grup olarak mı alınsın, münferit mi alınsın. Grup olarak alındığı takdirde aşağı yukarı 5000 küsuru buluyor idi. Bundan biraz çekinildiği için münferit alındı. Benim şahsi düşüncem, önümüzdeki yılın başında bizim mükelleflerimizin bizde olmayan grup şirketlerini tek bir dairede toplamak yönünde, ama kesin bir şey değil bu. Sualler daha çok Yeminli Mali Müşavirlik mesleği ile ilgili, bizim onun yerine geçip geçmeyeceğimiz noktasında düğümleniyor. Bizim rekabet amacını taşımadığımızı ifade ettim. Eğer, mükellef- YMM ve İdare bir üçlü sacayağı şeklinde çalışabilirsek, bundan mükellef birinci ölçüde kazanır, ülke kazanır ve camiamız da bundan en kazançlı çıkan kesimler arasında yer alır düşüncesini taşıyorum. Biz, vergi uygulamalarında bu üçlü sacayağının, konuları beraberce müzakere etmesini, birbirini ikna etmeye çalışmasını, şayet mutabakat sağlanırsa uygulamanın buna göre yapılmasını, mutabakat olmazsa olayı mükellefin ihtirazi kayıtla yargıya götürmesini hedefliyoruz. Yani bir hakem sıfatıyla yargıya götürsün. Tasdik mecburiyeti aslında düşünülebilir, bir tartışalım, artısını eksisini müzakere edelim, biraz da gelişmelere göre hareket edelim. Denetimdeki üslubumuzun, hiçbir zaman meslektaşlarımızı rencide edecek ve yahut da onları lüzumsuz hale getirecek bir üslup olmaması için azami gayret sarf ediyoruz. Bunu belki zaman içerisinde davranışlarımızla daha iyi ortaya koyma imkanı bulacağız. Şayet böyle bir sonuç ortaya çıkarsa, oturur yapıyı yeniden gözden geçiririz. Ama önce bizim vergi denetimini Türkiye’de tartışmamız lazım. Yapımızı tartışmamız lazım. Bakın dört ayrı denetim birimimiz var. YMM camiasını da bir beşinci ayak olarak ortaya koyduğumuzda beş parçalı denetim var. YMM camiasını da bu dördünden ayırmamak mecburiyetindeyiz. Bugün vergi denetim sistemimiz gerçekten üzerine düşen görevi eksiksiz bir şekilde yapabiliyor mu? Bunu sorgulamamız lazım. Bunu özellikle bizim sorgulamamız lazım. Başkalarının sorgulamasına imkan bırakmamak için bizim sorgulamamız ve bunun gereği neyse onu yerine getirmemiz lazIım. Neticede bir öz eleştiri olarak algılamanızı istirham ediyorum bu söylediklerimi. Bu öz eleştiriye şiddetle ihtiyacımız var diye düşünüyorum. Vergi kayıp ve kaçağının % 50 olduğu bir ortamda sonuca bakmak lazım esasen. Biz ne yapabildik? Dünya nereye gidiyor? Biz neredeyiz? Dünya başka bir yere doğru gidiyor, ama biz bulunduğumuz yerde sayıyoruz. Mutlaka oturup, kendimiz için bir çözüm üretmemiz gerektiğini düşünüyorum. Başkalarının değil de kendimizin bir çözüm üretmemiz gerektiğini düşünüyorum. Aynı şey YMM için de geçerli. Bugün YMM’lik müessesesini tartışmak için burada değilim ama, yeri geldiği için ifade etmek mecburiyetindeyim. Bir gözden geçirmemiz lazım. Amaçlarımızı ne ölçüde realize edebiliyoruz? Son cümle olarak, benim şahsi kanaatim; Hem kamusal denetimin, hem özel denetimin mutlak surette uluslararası standartlara uygun bir inceleme standardının, işlem standardının oluşturulması ve bu standartlara uyulup, uyulmadığının denetiminin mutlaka yapılması lazım. Aksi, derebeylik düzeni oluyor. Teşekkür ederim. 87 R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 BAŞKAN SEZAİ ONARAL Sayın Mehmet Akif Ulusoy’a teşekkür ederiz. Bu bölümü bitirmezden önce, iki cümle etmemize müsaade buyurun. Ben Maliye Bakanlığı’nda 46 sene hizmet yapmış, altı ay önce emekli olmuş bir E. Hesap Uzmanıyım. “E”, yani emekli dememek için, dilim varmıyor. 21 yaşında gözümü açtığım Maliye Bakanlığı’nda bir numaralı sorun “denetim”di. Emekli olurken de sorun “denetim”. Bunu düzelten adamın ben şahsen yaşadığım sürece heykelini dikerim. Bir numaralı sorunu halen Maliye Bakanlığı’nın “denetim”dir. Şimdi biz sayın Ulusoy’a buraya kadar misafir gelmişken bir şey söylemek mecburiyetindeyim. Ben diyorum ki, “Maliye Bakanlığı’ndaki sorunları çözmüşkene, YMM’lerle bari uğraşmayalım” diyorum. Teşekkür ederim. Efendim ikinci bölüme kaldığımız yerden devam edeceğiz. Hemen başlayalım. Ben müsaade ederseniz sayın Ulusoy’a refakat ederek, uğurlamak istiyorum. BAŞKAN M. CİHAN ERAY Sayın meslektaşlarım, Panelimizin bu bölümünde “Kurumlar Vergisi Genel Tebliğ Taslağı” ana başlığı altında iki değerli panelistimiz bizlere bilgi sunacaklar. Sayın Ercan Durgun Gelir İdaresi Başkanlığı Grup Başkanı ve sayın Ahmet Feridun Güngör Yeminli Mali Müşavir. Şöyle planladık. Konsantrasyonun da bozulmaması için ilk konuşmacıdan sonra bir 15 dakika ara vereceğiz. İkinci konuşmacımızın bitiminde ara vermeden soru cevaba geçeceğiz. İlk konuşmacımız olan Ercan bey bize daha çok vergi güvenlik müesseseleri konusunda yeni Kurumlar Vergisi Kanunu’nda ve Genel Tebliğ Taslağında yer alan düzenlemeler konusunda bize bilgi verecekler. Ben de uzatmadan sözü kendisine bırakıyorum. Buyurun Ercan bey. ERCAN DURGUN Teşekkür ediyorum sayın Başkan. Sevgili dinleyicilerim öncelikle sizleri saygıyla selamlıyorum. Eğer müsaade ederseniz ben sunumumu görmüş olduğunuz yan kürsüden ayakta yapmak istiyorum. Aslında benim tercihim mobil bir mikrofon idi, gezerek birlikte aranızda dolaşarak yapmaktı, ama herhalde o imkanımız yok. Az önce sayın Başkanın da söylemiş olduğu gibi, benim konum esas itibariyle “Kurumlar Vergisi Kanunu’nda Yer Alan Vergi Güvenlik Müesseseleri”. Böyle adlandırabiliriz. Bu kapsamda ben size bugün 45 dakikalık bir süre içerisinde kontrol edilen yabancı kurum, örtülü sermaye ve transfer fiyatlandırması konularında kısa kısa bilgiler vereceğim. Bildiklerimi paylaşmaya, sorunlu noktaları ortaya çıkarmaya çalışacağım. R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 Kanundaki düzenlemeye paralel olarak bir kere öncelikle “kontrol edilen yabancı kurum müessesesi”nden başlayacağım. Ekranda da görmüş olduğunuz gibi, biz buna Controlled Foreign Company’nin kısaltılmış şekli olarak CFC diyelim. Yabancı kelimelere karşı bir hevesimiz olduğu düşünülmesin. Bu bize telaffuzumuz açısından da bir kolaylık sağlıyor. CFC 88 (biliyorsunuz) daha önceden vergi sisteminde yer almayan bir düzenlemeydi. Ancak her geçen gün uluslararası arenada etkisini gösteren çok uluslu şirketlerle karşı karşıyayız. Dünya ticaretinin % 60’ını çok uluslu şirketlerin yaptığını göz önünde bulunduracak olursak konunun önemi daha net ortaya çıkacaktır. Bir ülke orjinli bir şirketin, diğer ülkelerdeki uzantılarının o ülke vergi kanunlarını ilgilendirmesi kaçınılmaz olduğu bir gerçektir. Bu nedenle, biz de mevzuatımıza böyle bir düzenleme getirmiş olduk. CFC esas itibariyle tam mükellef, gerçek kişi veya kurumların yurt dışındaki iştiraklerini ifade eder. Hangi tür iştirakleri? Her türlü iştirakleri değil. Sermayesinin, kar payının, yada oy hakkının en az % 50’sine sahip olunan iştiraklerinin. Peki bu iştirak, bu ilişki, nasıl bir ilişki? Bu ilişki doğrudan olabilir. Dolaylı olabilir. Ayrı ayrı olabilir. Ya da birlikte olabilir. Bu konuları, bu kavramları biraz daha yakından inceleyelim. Örnek olarak doğrudan, ya da dolaylı ilişki nedir? Bunun üzerinde duralım. Örnek olarak, ekranda da gördüğünüz gibi, Türkiye’de A isminde bir tam mükellef kurumumuz var. F ülkesinde bir B kurumu var. Aralarındaki ilişki ne? % 100 oranında bir iştirak söz konusu. B kurumunu, bir başka ülkedeki C kurumunun arasında bir ilişki var. B kurumu % 50 oranında C kurumuna sahip. Bu durumda buradaki ilişki % 100, buradaki ilişki % 50, demek ki biz A tam mükellef kurumumuzun üçüncü ülkedeki C kurumuyla olan ilişkisi % 50’lik bir iştirak ilişkisidir ve F ülkesinde yer alan bu kurum bizim açımızdan CFC’dir. Yine genel tebliğ taslağında yer alan bir başka şemamız bu; ayrı ayrı, ya da birlikte ilişkiyi ele alıyoruz şimdi. Yine Türkiye’deyiz. Bir mükellefimiz var A isminde. Tam mükellef bir kurum. F ülkesinde bir B kurumu var ve A, B’ye % 60 oranında ortak. B kurumu, C kurumuna % 50 oranında iştirak etmiş. Böyle bir durumda A tam mükellef kurumu, C kurumuna (% 60 x % 50 = % 30) oranında iştirak etmiştir. Bu çerçevede düşünün ki D isminde tam mükellef gerçek kişimiz vardır. Bu gerçek kişinin C kurumuna eğer % 20 oranında bir iştiraki var ise, bu durumda (% 30 + % 20 ) % 50 oranında bir iştirak söz konusudur. Burada ayrı ayrı ya da birlikte kavramını vurguluyoruz. Dolayısıyla diyebiliriz ki, F ülkesindeki bu C kurumu Türk Vergi Sistemi açısından CFC’dir. Yani kontrol edilen kurumdur. Yalnız bu tabloya değişik eleştiriler var. Deniyor ki, eğer şu % 60’lık ilişki, yani A tam kurumu B kurumuna % 60 oranında sahipse bunun anlamı şudur: Yöneticilerin yarısından fazlasını A seçiyor. Doğal olarak B kurumu C kurumuna aslında hayda hayda himayesi altına almıştır, kontrolü altına almıştır. Dolayısıyla aslında buradaki ilişki işte % 100’dür. Burası da % 100’dür. Dolayısıyla A’nın, C’yi kontrol oranı % 100’dür. Fakat bu ancak bir beyin egzersizi sayılabilir, bizim ölçülerimizde dikkate alacağımız oran % 30 olur. Bir kurumun, yurt dışındaki bir şirketin, iştirakin CFC kapsamında değerlendirilebilmesi için, olması gereken bir takım kurallar vardır, aranacak bir takım şartlar var. Bunlardan birisi “kontrol oranı”. Biraz önce örneğimizde göstermiştik, bizim yurt dışındaki şirketimizin, iştirakimizin o şirketin sermayesine, kar payına veya oy hakkına bir katılım olması gerekir ve bunun en az % 50 olması gerekir. Bu iştirak doğrudan doğruya olabilir. Dolaylı olabilir. Ayrı ayrı olabilir. Ya da birlikte olabilir. Türkiye’deki kurumlara, kişilere ait ise bu takdirde bizim ilgi alanımıza, daha doğrusu CFC müessesesi 89 R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 içerisinde değerlendirmemize imkan verir. Eğer yıl içerisinde oranlarda bir değişiklik var ise, (ki biraz sonra bir örneğimiz olacak.) o takdirde ne zamanki oy oranını, ne zamanki pay oranını dikkate alacağız? En yüksek olduğu andaki oranı dikkate alacağız. Peki, eğer yıl sonu itibariyle belli bir oranda sermayesine iştirakte azalma varsa yani hisse senetlerini, ya da bir şekilde oy hakkını devretti bir başkasına. Böyle bir durumda hangi tarihteki oranı dikkate alacağız? Eğer ortada bir muvaza yok ise, o takdirde elbetteki son gün itibariyle elde tutulan payı. , Birinci koşulumuz kontrol oranıydı. İkinci koşulumuz, “yurt dışı iştirakin gayri safi hasılatı”. Kanun koyucu demiş ki, “Belli bir tutarı aşmadıkça bu benim ilgi alanıma girmeyecektir” Diğer yandan demiş ki, “Bu gayri safi hasılatın nelerden oluştuğu da benim için önemli. Her türlü kazancı, her türlü geliri dikkate almıyorum, benim dikkatimi çekmiyor.” Sonuç olarak Kanunda yer alan ifade şu; “% 25 veya daha fazlasının pasif nitelikli gelir olması.” Ne demek pasif nitelikli, aktif nitelikli gelir? Efendim eğer bir şirketimiz varsa, bunun 100 birim hasılatı var ise, bu hasılatın ticari kazanca isabet edeni 30 ise, 10 birimi kar payı, 50 birimi faiz ve 10 birimi menkul kıymet geliri ise, böyle bir durumda ne kadarı aktif nitelikte? Ne kadarı pasif nitelikte? Bu basit örneğimiz üzerinde hemen kolayca görüyoruz ki, Efendim ticari kazanç, aktif nitelikli bir kazanç. Böylelikle bu kavramında içini doldurmuş oluyorum. Demek ki eğer çalışıyor, bir şeyler üretiyor, ortaya koyup da bir hasılat elde ediyorsanız bu gelir aktif niteliklidir. Ama eğer geliriniz daha çok sermaye geliri şeklinde ise, sermaye iradı şeklinde ise kar payı, faiz, menkul kıymet gibi, bunlar da pasif nitelikli gelir kavramın içerisinde değerlendiriliyor, örneğimizde 30 birimlik aktif, geriye kalan 70 birimlik pasif nitelikte gelir var. Bu gelirin toplam hasılat içerisindeki payı % 70’dir. Eğer diğer şartları taşıyor ise, bu kurum demek ki CFC olarak değerlendirilecek. R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 Üçüncü şartımız; Vergi yüküdür. Kanun koyucu diyor ki, “Eğer siz bir ülkede faaliyette bulunuyorsanız, sizin bir iştirakiniz de başka bir ülkede faaliyette bulunuyor ise ve o ülkede herhangi bir zararlı vergi uygulaması yok ise, o takdire beni de ilgilendiren çok fazla sorun yok.” Şöyle ifade ediyor, “Eğer orada ödediğiniz Gelir ya da Kurumlar Vergisi cinsinden, yani bir gelir üzerinden alınan vergiler toplamı % 10, ya da % 10’dan düşük ise, o takdirde benim gözlerim sizin üzerinizde olacak.” Demek ki bir örnek verecek olursak, eğer bizim yurt dışındaki CFC kontrol edilen şirketin kazancı 90 ise, bunun düşünün ki 10 birim de kanunen kabul edilmeyen gideri vardır. Ne yaptı? 100 birim. 100 birim üzerinden düşünün ki % 50’si istisna. Yani öyle bir ülke var ki diyor ki, “Kazancınızın % 50’si vergiye tabi değil.” Böyle bir ortamda Kurumlar Vergisi oranı da % 15 ise, bizim vergimiz ne kadar olacaktır? 100 lira, yarısı istisnaydı. Geriye kaldı 50 lira. 50 liranın % 15’i eşittir 7,50 lira. Dağıtılabilir kazanç ne oldu? 90 lira kurum kazancı vardı. 90 lira kurum kazancından vergiyi düştük, geriye kalan 82,50 dağıtılabilir kardır. Efendim, 7,50 liranın şu 90 lira kurum kazancı içerisindeki payına baktığımız zaman, % 8.33 oranında bir vergi yükü taşıdığını görüyoruz. Demek ki ne oldu? Bu takdirde diğer şartları taşıması halinde bu kurum CFC olarak dikkate alınacaktır. 90 Evet, şimdiye kadar üç tane koşul inceledik. Dördüncüsü; Hasılat. Kanun koyucu diyor ki, “Belli bir tutarın altındaki hasılat beni ilgilendirmiyor.” Sizin yurt dışında bir iştirakiniz var. Buradan elde etmiş olduğunuz kazanç ne kadar olursa olsun, sizin iştirak oranınız ne olursa olsun ben 10 bin $ (Dolar)’la, 20 bin $ (Dolar)’la uğraşmıyorum. 100 bin YTL’yle uğraşıyorum. Eğer diğer koşulları da taşıyor ise, bu tutar dikkate değer. Diyelim ki bir şirketimiz var, iştirakimiz var ve tüm koşulları taşıyor. CFC olarak değerlendirildi. Biz de o firmayla bir şekilde ilgileniyoruz. O halde bizim için önemi nedir böyle bir değerlendirmenin? CFC olmasının anlamı nedir? Dağıtılsın veya dağıtılmasın tamamı Türkiye’de Kurumlar Vergisi’ne tabi olacaktır. Ne olmuş oldu şimdi? Efendim sizin yurt dışında bir şirketiniz var. Belli bir oranda ona iştirak etmişsiniz. Onların gelirlerinin önemli bir kısmı pasif nitelikli. Hep böyle sermaye iradı gibi görünüyor ve belli bir oranda vergi yükü taşıyor yani ciddi bir vergi yükü taşımıyor diyelim ve belli bir tutarda hasılatı var. O halde bu, esasında Kurumlar Vergisi’ne tabi tutulması gereken sizin kazancınızdır, demeye geliyor. Bu müessesenin bir cümleyle özeti bu. Peki, kurumlar açısından böyle. Ortak olan gerçek kişinin geliri vergiye tabi mi? Hatırlarsanız bizim tablomuzda böyle bir D kişisi vardı. Bu kişi açısında yapılacak herhangi bir şey yoktur. Bir vergi söz konusu değildir. Hemen bir örnekle olayımızı açıklayalım. Düşünün ki, bir şirketimiz var. Yurt dışından bir iştirakimiz var ve ortaklık yapısı şu şekilde; Bir tam mükellef kurumumuz var. Bu tam mükellef kurum Türkiye’de yaşıyor. Vergilendiriliyor. % 40 oranında iştiraki var. Tam mükellef B Anonim Şirketi var. Türkiye’de yerleşik. Kanuni ve iş merkezi Türkiye’de. % 25 oranında iştirak etmiş. Bir de Mr. C var. Buda dar mükellef kişi. % 35 oranında iştiraki var. Kurum kazancının 200 bin YTL olduğu ve ödenen verginin 10 bin YTL olduğu bir örnekte, az önce söylemiş olduğumuz yıl sonu itibariyle şirketin elde bulundurduğu hisse senetlerinin bir kısmının elden çıkarıldığını farz edelim ve şu B Anonim Şirketinin % 25 olan iştirakinin yıl sonu itibariyle % 5’e düştüğünü farz edelim. Ne diyorduk? Bir, kontrol oranı. Kontrol oranı bizim için ne ifade ediyordu. Karşı taraftaki şirkete iştirak oranının. Hatırlarsınız örneğimizde ne vardı? % 40 oranında tam mükellef bay A ve % 25 oranında bir mükellef B. Toplamı % 65 ediyor. % 50’nin üstünde. Vergi yükünü hatırlayınız. Biraz önce 10 bin YTL vergi ödenmiş demiştik. 200 bin YTL de hasılatı var demiştik. Demek ki % 5 oranında vergi yükü var. Peki vergi yükünün ne olması gerekiyordu? Ya da biz neyi arıyoruz? Efendim % 10’un altında mı? Değil mi? % 10’un altında. O halde ne yapıyoruz? Bir hasılat yönünden kontrolünü yapıyoruz. Hasılatta demiştik ki biz, “her rakamla ilgilenmiyoruz”. Bizim örneğimizdeki hasılat oranı 200 bin YTL, yani ilgi alanımıza giriyor. Peki, demiştik ki, “yıl sonunda B’nin hissesi % 5 idi”. Ne olmuş oldu B’nin kazancı? 200 bin YTL x % 5 = 10 bin YTL. Demek oluyor ki, “bu kurum CFC”dir. Yani bizim ilgilimizi çekiyor. Vergilendirmemiz gerekiyor. Nasıl vergilendireceğiz? Türkiye’de yerleşik tam mükellef kişi, ya da kurumların elde etmiş olduğu hasılatları, kazançları hesaplayacağız ve beyan ettireceğiz. İşte beyan edilmesi gereken kazanç, 10 bin YTL. Ne zaman beyan edilecek? Geçici Vergi dönemi itibariyle. Az önce biz demiştik ki, “yıl sonu itibariyle”. Dolayısıyla 31.12. itibariyle, Geçici 91 R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 Vergi dönemi itibariyle bunun kazanca eklenmesi gerekir. Peki daha önce ödenmiş vergileri mahsup edecek miyiz? Evet. Ne tür vergileri mahsup edeceğiz? Daha önce CFC’nin bulunmuş olduğu ülkede ödediği vergileri indireceğiz. Bu noktada bir eleştiri var Deniyor ki: “Efendim CFC’nin, (yani sizin iştirakinizin) bir başka ülkede de iştiraki vardır ve dolayısıyla oraya ödemiş olduğu vergiler var. Yani A Anonim Şirketi, B Anonim Şirketine iştirak etmiş. B, C’ye iştirak etmiş. C bir başkasına, dolayısıyla sizin esasında hakkaniyetli bir iş yapmanız için, geri dönüp tüm ülkelerde ödenen vergileri dikkate almanız gerekir.” Doğrudur. Esasında ideal olanı budur. Ancak bunu tespit etmenin fiilen mümkün olmadığını dikkate alarak, birinci adımda durmak daha doğrudur. Yoksa bir ülkeye, bir başka ülkeye daha, bir başka ülkeye daha gidip de orada durmak anlamlı değildir. O nedenle demek istiyorum ki, CFC’nin kendi ülkesinde ödemiş olduğu vergileri mahsup edeceğiz. Ama onun dışındakileri kabul etmiyoruz mahsup açısından. Bu müessesede 01.01.2006 tarihi itibariyle, ya da bu tarihten sonra elde etmiş olduğunuz tüm kazançlar için geçerli olacaktır. Eğer 2006 yılı öncesine ilişkin bir kazanç var ise ve bu tarihten 01.01.2006’dan sonra dağıtılmış ise, bu da kapsam içinde değerlendirilecektir. CFC’ye ilişkin açıklamalarımıza burada bir nokta koyalım. Tam 15 dakikamız doldu. Bir 15 dakika kadar da “örtülü sermaye”den bahsedeceğim. Ben ondan sonra kalan 15 dakikamı da “transfer fiyatlandırması”na ayırıyorum. R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 Örtülü Sermaye, aslında bizim tanışık olduğumuz bir müessese. Neydi? Bir şirketin bir başka şirkete iştiraki var. Ancak sermaye arttırmak yerine belli oranlarda, belli büyüklüklerde borç vermek suretiyle örtülü olarak sermaye aktaramında bulunmuş oluyor. Kanun koyucu eskiden yer alan düzenlemeyi birazcık değiştirdi. Birazcık daha disipline etti ve ortaya şu sonuç çıktı. “Bir borcun örtülü sermaye kapsamında değerlendirilebilmesi için, ortak veya ortakla ilişkili kişilerin alınmış olması şarttır” dendi. İkinci olarak, “Bu borcun bu şirkette kullanılması gerekir” dendi. Yani kullanılmaması halinde örtülü sermaye sayılmıyor ve son olarak da öteden beri varolan tartışmalara bir nokta koydu. “Özsermayenin belli bir nispetin üzerindeki tutarları dikkate alacağım” dedi. Bu özsermayenin üç katını aşan kısımdır. Madde metninde geçen birkaç önemli kavram var. Bunlardan birisi ortak. Bunlardan birisi ilişkili kişi. Bu kavramlar üzerinde biraz duralım. Ortak kimdir? Ortak, bir kurumun ortak olduğu kurumlar, ya da bir kuruma ortak olan kişiler. Ortağı biliyoruz. Ama bu kadar mı? Hayır, değil. Ortak olunan kurumun ortakları gerçek kişi, ya da kurumlarda ortak kişi içerisinde değerlendirilir. Basit bir örnek; Eğer A Anonim Şirketine % 5 oranında bir başka şirket tarafından iştirak edilmişse, aralarında belli bir ilişki, ortaklık ilişkisi vardır. Ama kanun koyucu normalde iki ortak arasında, iki kurum arasındaki ortaklık ilişkisinde herhangi bir oran şartı aramıyor. Yani şu kadarın altında veya üstünde demiyor. Ancak, eğer İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’na kayıtlı bir kurum var ise ve birileri de onun hisse senedini elinde bulunduruyor ise, bu takdirde örtülü sermaye kavramının devreye girebilmesi için deniyor ki, “Bu Borsaya kayıtlı olan şirketlerin hisselerinin en az % 10’una sahip bulunması gerekir. Aksi halde örtülü sermaye müessesesi içerisinde değerlendirilmez.” 92 İkinci kavramımız, “ortaklığa ilişkili kişi” Bu kimdir? Ortağın % 10 oranında ortağı, yani sermaye ortağı. Ya da oy hakkı veya kar payına sahip iştirakçi. Ya da ortak veya ortakla ilişkili kurum sermayesinin oy veya kar payının hakkının % 10’una sahip gerçek kişi veya kurum. Maalesef, her bir müessese itibariyle bir ilişkili kişi kavramı vardır. Yani pek iyi bir düzenleme denemeyebilir. Öyle bir eleştiri var. Bence de. Keşke her bir müessese için ayrı ayrı bir ilişkili kişi yapmak tanımı yerine, mümkün olsaydı da tek bir ilişkili kişi tanımı olsaydı. Ama bu mümkün olmamış belli ki. Evet demiştik ki, Örtülü sermaye sayılabilmesi için bir borcun işletmede kullanılması gerekir. Kullanılmaz bir başka şirkete olduğu gibi aktarılır ise, bu örtülü sermaye kapsamında değerlendirilmez. Ama eğer borcu bir başka kurumundan almışsanız, örnek olarak bir kurum B’miz var. Bir kurum A var. Kurum B, A’nın % 70 ortağı. Ama birde ne kurum B’nin, ne de kurum A’nın ortak olmadığı bir kurum C var. Kurum C ne yapmış? Bir yerlerden borç almış. Nereden? Kurum A’dan. Aynı şartlarla bu borcu kurum B’ye devretmiş. Şimdi ne oldu? Kurum doğrudan doğruya kendi ortağından borç almadı da, araya birilerini soktu ve bu yolla, dolaylı yolla elde etmiş oldu bu borcu. Burada demek istediğimiz şey; Borcun doğrudan doğruya alınması şart değildir. Dolaylı olarak eğer temin edilmişse, bu da örtülü sermaye kapsamındadır. Az önce söylemiştim. Eğer borç kullanılmaz da bir başka şirkete aynen aktarılır ise, burada bir kredi temininden bahsetmek, kredibilitesini kullandırmaktan bahsetmek gerekir. Bu örtülü sermaye kapsamında değildir. Örneğimize devam edelim, eğer borcu kullanmıyor da olduğu gibi aynı şartla bir başka şirkete devrediyorsanız yapılacak bir şey, eleştirilecek bir şey yoktur. Az önce yine demiştik ki; Sermayenin belli bir katını aşması gerekir” Ne kadarını aşacak? Üç katını. Peki üç katını aştığı takdirde, ne kadarını dikkate alacağız? Tabi ki üç katın üzerindeki kısmını. Peki bu özsermaye ne zamanki özsermaye olacak? Dönem başındaki öz sermayeyi. Bazı borçlanmalarda var ki, bunlar örtülü sermaye kapsamında değerlendirilmez. Nedir bunlar? Bunlar eğer bir şirketimizi gayri nakdi teminatlarını kullanmış ve bu yolla bir kredi elde etmiş iseniz, sizin şirketinizle diğer şirket arasındaki, grup şirketi arasındaki ilişkiden doğan gayri nakdi ilişki, örtülü sermaye kapsamında değerlendirilmeyecek. Bir başkası, biraz önce söylemiştik “aynen aktarılan borçlar”. Bir başkası, “bankaların borçlanmaları” Çünkü bankaların esas itibariyle faaliyetleri yapmış oldukları işler borç almak, vermek. Dolayısıyla bankaların bu şekildeki borçlanmaları dikkate alınmaz. Aynı şekilde finansman ve factoring şirketlerinin borçlanmaları dikkate alınmaz. Evet hemen bir örnek yapalım. Y diye bir şirketimiz var. Özsermayesi 100 lira ve bu şirketin almış olduğu borçlar, yapmış olduğu borçlanmalar burada görüldüğü gibi. Bir ortak A var. 100 lira alınmış. Ortak B var. Arsasını teminat göstermişiz ve bay Y’den 200 liralık bir borç almışız. Bu noktaya dikkatinizi çekerim. Ortak C var. Ortak C’den 150 lira almışız. Kurumun ortağı olan B Bankasından 1000 birimlik bir borç alma var. Yine buraya dikkat ediyoruz ve son olarak da iştirak H Anonim Şirketinin E Banktan aldığı ve aynen aktardığı 300 lira var. Buna da lütfen dikkat ediniz. Bu veriler çerçevesinde bizim örtülü sermayeye ilişkin hesaplamamız şöyle olacaktır; B şıkkında, ne vardı B şıkkında? Gayri 93 R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 nakdi teminatlar vardı. E’de ne vardı? Aynen aktarma, evet. Demek ki aynen aktarılan bu tutarlar borçlanma hesabında ve sermaye borçlanması hesabında dikkate alınmayacak ama, D Bankasına bir borç var. Bu borç % 50 oranında dikkate alınacak. Bu çerçevede ne oldu? Borç toplamı A’dan 100, C’den 150, bankadan 1.000’di, 500’e düştü. Toplam ne oldu? 750. Toplam 750 oldu da ne olacak şimdi? Evet, şimdi koşulları karşılaştırıyoruz. Özsermayenin üç katını aştı mı? Evet, aştı. Özsermayemiz 100’dü. Ne kadar aştı? 450 aştı. Ne yapacağız, 750’nin tamamını mı dikkate alacağız? Hayır, aşan kısmını dikkate alacağız. Peki ne oldu aşan kısmını dikkate alınca ne oldu? Şimdi ortak A’dan toplam borçlanma içerisindeki payına bakıyoruz. Demek ki 450 birimlik örtülü sermayenin 60 birimlik kısmı A için, 90 birimlik kısmı C için ve aynı mantıkla 300 birimlik kısmı da B için hesaplanan örtülü sermaye borçlanması. Tamam. Şimdiye kadar bir sorun var mı? Hayır. Şimdi aslında örneğimiz burada bitiyor ama, biraz daha devam ettirelim biz. Peki, böyle bir hesaplamayı yaptık. Bu sonuçlara ulaştık. Ne yapacağız? Şimdi örtülü sermaye müessesesi niye var? Bazı finansman giderlerini reddetmek için var. Eğer bir şirkete borç verdiyseniz, sonra da kur farkı ya da faiz falan gibi bir şeyler hesapladıysanız, bunlar gider olarak dikkate alınmaz öteki tarafta. O mükellef ise, bu takdirde borç veren kurumun iştirak kazancı ortaya doğmuş oluyor ki, bu istisnadır. Eğer dar mükellef iseniz, o zamanda ana merkezden aktarılan bir paradan bahsedilir. Aslında biraz önceki örnek yarım kaldı, sorunun cevabı, devamı yok. Slaytlarımızda yok ama, biraz devam edelim. Tamam, hatırlarsanız belli rakamlar bulmuştuk. Demiştik ki bu, bu kadar. Düşünün ki, A ortağı bir fatura kesmiş, diyor ki mesela; kur farkı gideriniz veyahut faiz gideriniz, karşısında da belli bir tutar yazmışsınız. 100 lira. Ne yapacağız? Yani bir sürü hesaplama yaptık da devamında ne olacak? 100 liranın tamamını mı reddedeceğiz? DİNLEYİCİ Tamamı. ERCAN DURGUN R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 Üstadım “tamamı” dediyse, tamamı. Tamamı da. Sanırım ki bunu biraz tartışmamız gerekiyor, ama benim kanaatim “efendim hayır tamamı değil” Neden tamamı değil? Çünkü biz bu hesaplamaları neden yaptık? Örnek olarak o bankadan alınan bir borç vardı. Peki bankadan kredi almak için kullanılan gayrinakdi teminat için ne demiştik biz? Örtülü sermaye kapsamında mı? Hayır. O zaman, ona ilişkin faiz giderlerini reddedecek miyiz? Hayır. Örtülü sermayem var. Ama reddetmiyorum, neden? O hesaplamayı onun için yaptım zaten. Yani demek ki ortak C’den gayri nakdi teminat karşılığı yaptığım bir borçlanma varsa, bunun karşılığında ödediğim ya da aldığım her neyse bir faiz benzeri varsa, bunlara dokunmayacağız. Neden? Bu örtülü sermaye sayılmıyor. Hangisi sayılıyor? Efendim işte bu ortak A sayılıyor. Orada daha evvel yaptığım borçlanmanın tamamı mı? Hayır. İşte % 60’ı, yüzde bilmem nesi. Olur da 100 liralık faiz gideri veya benzeri gideri varsa, tamamını mı reddedeceğim? Hayır. Herhalde bunu yüksek sesle düşününce hepimiz aynı sonuca varıyoruz. Demekki her bir 94 borçlanmaya ait giderin, örtülü sermaye içerisindeki payına isabet eden kısmını reddedeceğiz. (Not: Konuşmanın önemli kısmı kayıtlara geçmemiş, örtülü sermayeye ilişkin son bölüm ile transfer fiyatlandırmasına ilişkin başlangıç bölümü bu metinde yer almıyor.) Eski örtülü kazanç dağıtımı ile yeni transfer fiyatlandırması müesseselerini karşılaştırmaya devam ediyoruz. Eskiden örtülü kazançta “emsale nazaran göze çarpan derecede diye bir şey vardı. Bir borçlanma bazen gözümüze çarpıyordu. Bazen çarpmıyordu. Şimdi azacık düzeltilmiş. Transfer fiyatlandırmasında bu ilkenin adı emsale uygunluk olmuş. Sanki biraz daha uygun olmuş gibi. Eskiden “ilişkili kişi” diye bir kavram vardı. Transfer fiyatlandırmasında “ilişkili kişi” var. Bunlardan biri de “vergi cennetleri”. Vergi cennetleri ile ilgili henüz düzenleme yapılmadı. Ama ilişkili kişi kavramına giriyor. Örtülü kazançta alım, satım, kiralama gibi işlemler vardı. Transfer fiyatlandırmasında bir değişiklik yok. Bu yönüyle aynı şeyler. Eskiden “örtülü kazanç müessesesinde dağıtılan kazanç gider yazılamaz” deniyordu. Şimdi yazılıyor mu? Hayır, gene yazılamıyor. Ama ne oldu? Bu kar payı dağıtımı kabul edildi ve ileride bunu temettü stopajına tabi tutacağız. Eskiden fiyatı nasıl tespit ediyorduk? Biraz karışıktı. Ama artık daha somut yöntemler var. Deniyor ki, Aşağıdaki üç yöneteme göre tespit edilir. Eğer onuda yapamıyorsanız, kendinize göre bir yöntem bulun gibi bir şey söyleniyor. Daha olmadı OECD Rehberini açın. Oraya bakın. Oradan kendinize bir yol bulursunuz deniyor. O da olmuyorsa gidin Bakanlık size yardımcı olsun. Ama yine bir yol haritası var. Peki, eskiden tarhiyat yapardık ötürülü kazançta. Mükellef derdi ki, “Bizim satış rakamımızı arttırdık çünkü emsale nazaran düşüktü, o halde diğer şirketin kayıtlarını düzeltelim. Maliyetleri yeni rakama uyarlayalım…” ‘Yok” derdik. “Niye?” “Kanun el vermiyor” Hakikaten buna izin vermiyordu. Şimdi ne olmuş? Kanun demiş ki, “Hayır, böyle bırakmayacaksın. Karşı tarafta düzeltme yapacaksın” “Ne zaman?” “Ta ki öteki tarafa vergiler ödenecek ya da kesinleşecek ondan sonra” Örtülü kazançlar sanki İdare’ye daha geniş inisiyatifler, yetkiler vermişti. Biraz belirsizlikler, inceleme elemanları için biraz daha rahat ortam oluşturuyor gibiydi. Ama sanki transfer fiyatlandırmasıyla mükellef daha serbest duruyor gibi. Evet, şimdiye kadarki konuşmalarımızı toparlayacak olursak, şu üç koşulun bir arada olması halinde transfer fiyatlandırmasından bahsedeceğiz. Bunlardan birisi, “mukayese edilebilir bir işlem” Alım, satım, kiralama, kiraya verme , vs gibi. Mukayese edilebilir bağımsız bir kişi olacak oradaki fiyatı alacaksın, buraya uygulayacaksın. Demek ki bir kişi kavramının olması lazım. Bir de arada bir fiyat olması lazım. Bu üçü olmadan benim transfer fiyatlandırmasını çalıştırma şansım yok. Mal, gayrimenkul, alımsatım, kiralama gibi transfer fiyatlandırmasının kapsamına giren konuları ekrandan görüyorsunuz, eski düzenleme ile aynı. Daha önceden varolan düzenlemenin devamı, bunda bir değişiklik yok. Yalnız ilişkili kişi konusunda daha net belirlemeler, objektif kriter tespitine yönelik düzenlemeler var. Kurumların kendi ortakları nedir? Doğrudan doğruya ilişkili kişidir. Pe- R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 95 ki kurumun veya ortakların ilgili olduğu, ilişkili olduğu diğer kişi ve kurumlar? Bunlar da ilişkili kişi kavramına giriyor. Ayrıca idaresi, denetimi, sermayesi gibi bakımlarda nüfus altında bulundurmak, ya da bağlı olmak kavramlarda yine ilişkili olmayı ifade ediyor. Bir de kanuna, hangi akrabaların ilişkili kişi sayılacağı açıkça yazılmış, biz bu bende “kayınvalide” bendi diyelim. Demek ki kayınvalide ilişkili kişi kavramına giriyor. Alt soy, üst soy akrabaları, ortakların kendileri, eşlerinin akrabaları gibi. PROF. FİKRET ÖCAL Kayınvalide. ERCAN DURGUN Kayınvalide giriyor. Evet, kayınvalidenin dışında birde “vergi cennetleri” var. Vergi cennetleri de ilişkili kişi kavramı içerisindedir. Evet, ilişkili kişi kavramı içerisinde değerlendirilebilecek olan vergi cennetleri konusu, Bakanlar Kurulu’nca belirlenmesi gereken, düzenlenmesi gereken bir alan. Demek ki vergilendirme kapasitesi, vergi yükleri gibi kavramlar göz önünde bulundurulmak suretiyle, test edilecek. Peki, ilişkili kişimiz var. Bir işlemimiz var. Bağımsız kişilerimiz var. her şeyimiz hazır elimiz altında. Hadi gelin şimdi transfer fiyatlandırması yapalım, nasıl yapacağız? Kanunda sayılı olan yöntemleri kullanarak. Bunlardan birisi “karşılaştırılabilir fiyat yöntemi”. Burada esas itibariyle dikkate alacağımız şey, piyasa fiyatıdır. Gidiyoruz piyasada bir mal kaça? 10 lira. Ben bunu aldım, bir başka şirkete sattım. 10 liraya satıyorum. Bir başka şirket yerine ilişkili olduğum kişiye satarsam kaç liradan satacağım? İşte “emsal fiyat” dediğimiz olay, piyasa fiyatı, 10 lira. Bu onu ifade ediyor. Eğer bu yöntemi uygulayamazsak maliyet artı yöntemine bakıyoruz. Maliyet artı yöntemi daha çok bir kar payını içerir ve daha çok hizmetlerle geçerli olur. Düşünün ki bu kalem bozulmuştu. Bunu tamir ettirdim ilişkili kişiye, kayınvalideye. Tamir etti. Ben ona bir bedel ödeyeceğim. Ne kadar ödeyeceğim? Bakıyorum emsali yok bunun. Bunun maliyeti nedir onu araştırıyoruz. Diyelim maliyeti 10 liradır. Üzerine sektörde geçerli ortalama bir kar marjı ekliyoruz ve fiyatı buluyoruz. Üçüncü yöntemde, “yeniden satış yöntemi”. Bir malı, hizmeti satın alırken, bu sefer satarken değil. Maliyet artışı yönteminde, biz kar marjını ekleyip fiyatımızı belirliyorduk. Satıcı biziz. Bu yöntemde (yeniden satış yöntemi) alıcı biziz. Dolayısıyla biz piyasadan kaça alıyoruz bunu? 100 liraya. Kar marjı nedir? % 20. % 20’nin kar marjı olduğu bir yerde, peki ben bu malı ya da hizmeti ilişkili kişiden, benim ortağımdan kaça almış olabilirim? Fiyatı 100’se, kar marjıda 20 ise, düşüyorum % 20’sini demek ki onun fiyatı 80 liradır diyorum. Yani bir nevi maliyet artı yönteminin ters versiyonu. R A P O R 07/15-16-17-18-19 Dördüncü yöntem, “mükellefçe belirlenecek bir yöntem” Eğer biraz önceki saydığımız üç yöntem işe yaramıyorsa, ya da bizi anlamlı sonuçlara götürmüyorsa, bu takdirde mükellef oturuyor kendince bir yöntem 1 5 N İS AN 20 0 7 96 belirliyor. Neye göre belirleyecek. Yeni bir yöntem icat edebilir mi? Galiba, bilmiyorum. Ama sanırım koşa koşa OECD’nin Rehberine bakacak, rehberde yazılı olan bir sürü yöntem var. Onlardan hangisi kendi işine geliyorsa (düzeltiyorum. işinin mahiyetine, niteliğine en uygun yöntemse) onu kullanıyor. Eğer bu da mümkün değilse, o zaman İdare’ye başvuruyor. Mükellefle İdare bir araya geliyor. Oturuyor ve mükellef için bir yöntem belirliyor. “Bundan sonra sizin kullanacağınız transfer fiyatlandırması yöntemi budur” deniyor. Ancak bunu üç yıl boyunca kullanmak zorundasınız, dönemiyorsunuz. Az önce diğer yöntemler diye bir kavram kullandık. Hani üç esas yöntemimiz vardı. “karşılaştırılabilir fiyat yöntemi”, “maliyet artı yöntemi”, “yeniden satış yöntemi” diye. Bunların yanı sıra “işlemsel kar yöntemleri” diye bir şey var OECD Rehberinde. Burada esas itibariyle fiyat değil de, kar dikkate alınıyor ve karlar karşılaştırılıyor. Yani öyle bir mamul vardır ki, öyle bir alım satım olayı vardır ki burada bir fiyat yoktur. Kar marjı vardır. Artık onun üzerinde kar marjını ele alıyorsunuz ve karşılaştırıyorsunuz. Ortaya rakamlar çıkıyor. Bu daha çok gayri maddi haklar için kullanılıyor. Daha çok mesela know-how, patent benzeri ödemeleri. Düşünün ki Türkiye’de bir kurum var. Yurt dışından hizmet alıyor, yada yurt dışındaki bir şirketin Türkiye distirabütürü gibi düşünün. Ne yapıyor? Know-how ya da benzeri bir ödeme yapıyor. Peki bunun satışlar üzerinde ne kadarlık bir etkisi oldu. İşte bunu görmek için, bu yöntemlerden birini kullanmak zorundasınız. Nasıl? Ya “kar bölüşüm yöntemi”ni kullanacaksınız, ya da “TNMM” deniyor kısaca “işlemsel net kar marjı yöntemi”ni kullanacaksınız. Bunlara çok kısaca hemen şöyle bir göz atalım. “Kar bölüşümü yöntemi”nde, az önce söylediğim gibi kar esas alınıyor. Burada karşılaştırılacak bir işlem, ya da fiyat yoktur ve esas itibariyle gayri maddi varlıklar için uygulanır. “İşlemsel net kar marjı yöntemi” dediğimiz “TNMM” denen şeyde ise, göreceli olarak net kar marjı inceleniyor. Maliyetleri düşülüyor. Ondan sonra kalan kar satışlara, maliyetlere, varlıklara oranlanıyor ve bu yolla bir karşılaştırma yapılıyor. Biraz tali konular. Onun için bunun üzerinde çok durmayacağız. Evet, yavaş yavaş sonuna doğru geliyoruz. Efendim biraz önce demiştik ki, uygulanan fiyat ile emsal arasındaki bu fark dağıtılan kazanç hükmündedir. Kazanç dağıtıldı, ne olacak? Bu kazanç dağıtıldığı o hesap dönemi sonu itibariyle vergilendirilecek. Bir kar payı kabul edilecek. Kurumlar Vergisi’ne tabi tutulacak. Arkasından brüte tamamlanacak ve temettü stopajına tabi tutulacaktır. Tabii ki, brüte tamamlanma olayına pek çok itiraz olacaktır. Bu konuyu ileride tartışırız gerekirse. Eğer dar mükelleften bahsediyorsak, o zamanda ana merkezde aktarılan bir paradan bahsedeceğiz. Dokümantasyon bu işteki en zor, en önemli konulardan birisi. Emsallere uygun fiyatı, bedeli tespit ederken bir sürü hesaplamaları yaptınız. Bunları ne yapacaksınız? Yöntemi niye seçtiniz? Artı bu fiyatı niye böyle hesapladınız? diye bir soru sorulduğunda verilecek cevabı izah ve ispat etmesi açısından tüm bu hesaplamaların, o belgelerin bir yerlerde muha- R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 97 faza edilmesi gerekecek ve bunların bildiğimiz yöntemlerle, bildiğimiz yasal düzenlemeler çerçevesinde saklanması gerekir. Evet, şimdiden sonrası daha kolay. Artık yolu aşağıya devirdik. Anlatacaklarımızı anlattık. Şimdi kısa kısa bu konu hakkındaki söyleyeceklerimizi, söyleyelim. Kısa sorularımız ve kısa cevaplarımız var: Hangi mükellefler transfer fiyatlandırması kapsamındadırlar? Gelir ve Kurumlar Vergisi mükellefleri. Peki, her iki kurum da tam mükellef olursa, yani Türkiye’de bulunursa transfer fiyatlandırması kapsamına girer mi? Evet, girer. Emsallere uygun fiyatı nasıl tespit edeceğiz? “İç emsal”, “dış emsal” diye bir olayımız var. Öncelikle iç emsal uygulayacağız. Eğer bu bize anlamlı bir sonuç vermiyor ise, o halde dış emsali kullanacağız. Peki hem dış emsali, hem iç emsali bir arada kullanabilir miyim? Yani biraz tuhaf geliyor böyle bir soru, ama belki işin gereği kullanmak zorunda kalabilirim. Kaldı ki amacım nedir? En uygun belirli fiyatı tespit etmektir. Neden olmasın? Peki, hangi belgeleri saklayacağız? Yöntem ve bedel tespitine ait tüm dokümanlar, yani bu ne demek? Herkes bir şeyler anladı ama, bundan ne anlaşılması gerektiğini İdare açıklayacak. Peki, transfer fiyatlandırması yoluyla kazanç dağıtımının yaptırımı nedir? Hadi diyelim ki, böyle bir yöntemle kazanç dağıtılmış. Tespit edildi. Ne olacak? Yaptırım nedir? Yani aslında bu soruyu sormaktaki amacımız, şu: mesela Amerika’da farklı bir düzenleme var. Amerika’da normal genel ceza uygulamasının dışında bir cezalandırma sistemi var. Çok daha ağırlaştırılmış. Ama Türkiye’de böyle bir şey yok. Vergi Usul Kanunu’nun genel ceza hükümleri uygulanacaktır. Peki, belgelendirmeye ilişkin yükümlülüklere uyulması, sahte muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge verilirse, yada eksik belge verilirse, belge verilmezse ne olur? İşte bunlarda yine Vergi Usul Kanunu’nun genel ceza hükümlerine girecek. Peki, aynı yılda birden çok yöntem kullanılabilir mi? Yani bize ters geliyor bu soru ama, az önce söylediğim gibi işlemin mahiyetine bağlı biraz. Belki böyle bir şey kaçınılmaz olabilir. Hemen “evet” yada “hayır” demek yanlış olabilir. Peki, yurt içi ve yurt dışı satış iki farklı yöntemler uygulanabilir mi? Evet, yani yurt içinde onu, yurt dışında onu kullanabilirsiniz eğer gerekiyorsa. Ama mutlaka bunu şey olarak söylemek yanlış. Yöntemler arasında bir öncelik, sonralık var mıdır? Hem “evet”, hem “hayır”. Öncelikle üç ana yöntemimize bakıyoruz. Bir kere oraya bakmak ilk iş. Orada bir öncelik var, evet. Bu yöntemler arasında bir öncelik var mı? Hayır. Zaten onlardan birisi sizin işinize yarıyorsa, diğerleri yaramıyor anlamına gelir. Ama ne yapacağız? Bu üç yöntemde işimizi göremiyor isek, diğerlerine geçeceğiz. Orada böyle bir sıralama var. R A P O R 07/15-16-17-18-19 Hangi hallerde maddede sayılan yöntemler dışında bir yöntem kullanabiliriz? Bunu cevapladık. 1 5 N İS AN 20 0 7 98 Transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı Katma Değer Vergisi’ne tabi midir? Yani sanki biraz tereddütler var gibi bu konuda. Öyle bir şey hissediyorum. Ama ben hiç tereddüt etmiyorum. Evet, diyorum. Neden, evet? Bu bardak 10 liraya satılmış. Oysa bunun emsallere uygun bedeli 20 liraydı. Dolayısıyla, sanki bardak satışı gibi düşünüyorum olayı. Bu çerçevede 10 liranın KDV’ye tabi olması gerektiği açıktır diyorum ama, duruma göre belki tartışma gerektiren bir konu ortaya çıkabilir de. Peki, bir mükellef nezdinde tarhiyat yapıldı, ötekinde ne yapacağız? “Düzeltme yapılacak” demiştik. Bunun şartları var mı? Evet, şartları var. Eğer o vergi ödenir, yada vergi ve ceza kesinleşirse diyelim. Peki, eğer bu bir başka ülkedeyse ve düzeltmede mümkün olmuyorsa ne olacak? HASAN KURT Bağımlı teşebbüsler, 13’üncü madde Çifte vergilendirme ve bağımlı teşebbüsler. ERCAN DURGUN Evet, ona göre halledeceğiz. Belgelerin saklanması ilişkin özel bir belirleme yok. Vergi Usul Kanunu’na göre beş yıl. Pişmanlık müessesesine bir engel var mı? Yok. Her zaman yapabiliriz. APA dediğimiz ön fiyat anlaşması. Yapılabilir mi? Hayır. Bugün Gelir İdaresi hazır değil. Bugün itibariyle böyle bir başvuruyu kabul etmiyoruz. Bugün çalışmıyoruz. Bugün yok. “01.01.2007 döneme ilişkin inceleme yapılamaz” diye basında bir takım makaleler, yazılar, haberler dolaşıyor. Bizce evet inceleme yapılabilir. Çok da ezbere evet demiyoruz. Çünkü Kanunun gider yazılmasını kısıtlayan 11/c maddesinin yürürlük tarihi daha öncedir. Gelir İdaresi Çalışmaları... Gelir İdaresi ne yapıyor? Gelir İdaresi yoğun çalışıyor, ama şu an için bir sonuca varamadık. Kararname için aslında hazırlıklarımız tamam. Ama henüz bitirebilmiş değiliz. Kararname yılbaşından öncede hazır gibiydi. Ama çok fazla vakit almayacak. O kadarını söyleyebilirim. Bu arada kendimizi yetiştirmeye çalışıyoruz. Etraftan bu konuyla ilgili gelecek olan görüşler, değerlendirmeler nedir? Onları ediniyoruz. Transfer fiyatlandırmasına ilişkin Genel Tebliğ hazırlanacak. Kurumlar Vergisi Genel Tebliğinden ayrı bir Tebliğ olacak. Genel Tebliğde ne tür konular yer almalı? Vereceğim cevap tabii İdare’yi bağlayan bir şey değil. Ben kendi aklıma gelen şeyleri söylüyorum. Herhangi bir vaat yada tebliğde yer alacağı anlamına gelmesin bu ifadeler. Tebliğde açıklanmasının yararlı olacağını düşündüğümüz konular şöyle olabilir; emsallere uygunluk nedir? Kayıt ve belgelerin niteliği, ibraz süresi ne olacak? Nasıl olacak? R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 99 “Belgeleri efendim biz toplayacağız da Ankara’ya mı göndereceğiz?” Hayır, hayır sakın yapmayın o işi. O kadar yerimiz yok. “Vergi dairesine mi gönderilecek?” O da değil. En iyisi siz saklayın. Sizde kalsın. Sonra biz isteriz. Peki, bunlar için belli bir süre olacak mı? Peşin fiyat anlaşmalarına ilişkin ne yapılması gerektiği konusu açıklığa kavuşturulabilir. İşlemin mahiyetine uygunluk ne demektir? İşletme içi ve dışı emsal nasıl kullanılacak? Neler ifade eder bunlar? Brüt kar oranını ve satış zararı ve satış karı neler ifade eder? Bunların transfer fiyatlandırmasında yanlış yapılması halinde, ne gibi yaptırımlar karşılaşılacaktır? Mesela bir soruydu; “Yıllık transfer fiyatlandırması raporu isteyecek misiniz?” diye. Yani iyi fikirdi aslında. İstesek mi? Bilmiyorum, belki bu konuya ilişkin bir açıklama yapılacaktır. Mükellefle belirlenecek diğer yöntemler nedir? Buna bir sınır getirilecek mi? Maliye Bakanlığı’yla anlaşma nasıl yapılacaktır? gibi. Bu son bölümde azıcık uzattım, vaktinizi aldım. Ben sabrınız için teşekkür ediyorum. Benim sunumum burada bitmiştir. Eğer sorularınız olursa sayın Başkanımızın belirleyeceği yöntem çerçevesinde cevaplamaya hazırım. Teşekkürler. BAŞKAN M. CİHAN ERAY Sayın Ercan Durgun’a çok teşekkür ediyoruz. Hanımlar, beyler 15 dakika mola veriyoruz. 15 dakika sonra devam edeceğiz. AHMET FERİDUN GÜNGÖR Değerli üstatlarım, değerli meslektaşlarım. Sesim gelmiyor herhalde. Ses açık ama, benim galiba sesim çıkmıyor. Tabii sayın Grup Başkanımızın canlı, dinamik sunumundan sonra duymamanızı, son derece doğal karşılıyorum. Kendisine teşekkür ediyoruz; bu güzel sunumu için. Sayın Grup Başkanına iki şey için özellikle teşekkür etmek istiyorum. İlk olarak, Kurumlar Vergisi Tebliği Taslağını bu kadar kapsamlı, ayrıntılı, oldukça yol gösterici bir şekilde hazırladıkları için nezdinde Gelir Vergisi Başkanlığı’na. İkinci teşekkürüm ise bugün itibariyle Tebliği çıkartmadıkları için. Eğer bugün itibariyle tebliği çıkartmış olsalardı, benim sunumum güme gidecekti. Çünkü benim sunumum Tebliğ Taslağında naçizane eksik gördüğümüz, farklı düşündüğümüz konuları kapsıyor. Eğer ola ki bugün tebliğ çıksaydı, ola ki bütün bu sorunları zaten benimle aynı paralelde, aynı şekilde düzeltmiş olsalardı, ben burada biraz aksesuar gibi bulunacaktım. Ama öyle yapmadılar. Teşekkür ediyorum bir kez daha. Benim sunum planım şöyle; önce örtülü sermaye üzerine bir iki açıkta kalmış konuyu sizinle paylaşacağım. Daha sonra aynı şeyi gayrimenkul ve iştirakçi hissesi satış kazancı istisnası, yurt dışı iştirak kazancı istisnası, kontrol edilen yabancı kurum kazançları, Ar-Ge, hisse değişimi ve diğer konularda yapmaya çalışacağım. R A P O R 07/15-16-17-18-19 Sayın Başkan gayet güzel açıkladılar, örtülü sermaye mekanizması nasıl çalışıyor. Bir şeye değinmediler. Umarız bu tebliğde değiniliyordur. Örtülü sermaye uygulamasında önemli olan biliyorsunuz, örtülü sermayenin varlığından daha çok onun üzerinden bir faizin veya kur farkının ödeniyor olması. Gider olarak ortaya çıkıyor olmasıdır. Dolayısıyla, eğer bir borç üzerinde kur farkı ve faiz yoksa, bu borcun hiçbir şekilde örtülü sermaye 1 5 N İS AN 20 0 7 100 uygulamasında, borç özsermaye oranının tespitinde dikkate alınmaması gerekir. Zira, hatalı sonuca neden oluyor. Bu nedenle, hem bu tür üzerinden faiz ödenmeyen borçların, hem de aynı şekildeki avansların örtülü sermaye uygulamasında borç / öz sermaye karşılaştırılmasında dikkate alınmaması gerekir. Bunun tebliğde bu şekilde açıklığa kavuşturulmasının çok iyi olacağını düşünüyoruz. Bir başka husus; biliyorsunuz tebliğde yapılan açıklamalar çerçevesinde, vadeli mal ve hizmet alımlarına ilişkin borçlanmalar da örtülü sermaye uygulamasında dikkate alınacak. Fakat, iyi bir şey; bir kriter konuldu orada. Piyasa koşullarına ve teamüllere uygun mal ve hizmet alımlarından doğan borçlanmalar bunun dışında tutuldu. Diyebilirsiniz ki piyasa koşulları veya teamüller nedir? Bunlar çok sübjektif şeyler, ama bunun başkaca yolu yok galiba. O nedenle de tebliğde bu anlayış benimsenmiş durumda. Bu çerçevede bir ayrım yapılacak. Fakat ticari teamüller konusunda ümit ediyoruz ki, esnek bir yaklaşım benimsenir. Katı bir yaklaşım benimsendiği takdirde, bu kriterin sübjektif niteliği nedeniyle kolaylıkla bir inceleme elemanı herhangi bir borçlanmayı ticari teamüllere aykırı bulabilir. Bunun olmamasını ümit ediyoruz. Tabii burada bir başka önemli hususta, tebliğde biraz daha iyi açıklanırsa, iyi olacağınız düşündüğüm için bunu buraya aldım. Bu tür mal ve hizmet alımlarına ilişkin borçlanmalarda bir vade farkı alınıyorsa, yani ayrıca bir vade farkı alınıyorsa, bunun örtülü sermaye uygulamasında sorun teşkil etmesi gerekir. Yoksa bunun ötesinde herhangi bir ilave fark alınmadığı durumda, mal bedelinin içinden veya borç tutarının içinden bir faiz veya vde farkı hesaplanmasının doğru olmayacağını düşünüyoruz. Böyle bir güçlüğünü, sıkıntının bize yaşatılmamasını temenni ediyoruz. Biliyorsunuz ticari hayatta ilişkili şirketlerin birbirlerinden birden fazla alacağı ve borcu oluyor. Tebliğ taslağından bunların netleştirilmeyeceği, örtülü sermaye uygulamasında, varsa borçların borç olarak toplam tutarıyla dikkate alınacağı söyleniyor. Varsa alacağının bundan mahsup edilmeyeceği söyleniyor. Bu çok doğru bir yaklaşım gibi gözükmüyor. Yani bunun bu şekilde kalması sorun yaratacaktır. Dolayısıyla Borçlar Kanunu’ndaki ve Türk Ticaret Kanunu’ndaki anlayışı da belirtmek suretiyle, bu netleştirmenin örtülü sermaye uygulaması sırasında yapılmasında fayda var. Örtülü sermayeye ilişkin konular bu kadardı. Şimdi buradan bir başka konuya geçiyorum ; Gayri Menkul Satış ve İştirak Hissesi Satış Kazancı İstisnası. Çok iyi bildiğimiz, çok tanıdık bir müessese. Yeni Kurumlar Vergisi Kanunu’nda biraz daha farklı bir içerikle kendisini gösteriyor. Tebliğde de bu istisnaya ilişkin aslında çok detaylı açıklamalar yapılmış. Tebliğ taslağında tamamlanmamış binaların satılması halinde, yalnızca binanın üzerinde bulunduğu arsanın iki yıl elde tutulmuş olması şartıyla istisnadan faydalanabileceği belirtilmiş durumda. Yani eğer natamam bir bina varsa diyor ki, “Arsayı iki yıldan daha uzun süre elinizde tuttuysanız o takdirde arsayı isabet eden kazanç kısmı itibariyle istisnadan yararlanabilirsiniz”. Bu ayrımı çok fazla mantıklı bulduğumu söyleyemem. Biliyorsunuz bina arsanın bir mütemmim cüzü. Arsanın mütemmim cüzü olduğuna göre, eğer arsa zaten iki yıldan fazla elde bulundurulmuşsa, bu- R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 101 nun satışı halinde tüm o gayrimenkulun mütemmim cüzüyle beraber istisnadan yararlandırılması icap eder. Dolayısıyla bunun bu anlayış içinde yazılabilme imkanı olursa ki, yasal olarak buna bir engel olacağını düşünmüyoruz, tamamen bir yorum meselesi olarak gözüküyor, daha uygun olacaktır. Burada dikkatimizi çeken, bir başka konu. Biliyorsunuz istisna kazanç tutarının hesaplanmasına ilişkin bir yöntem tebliğde yer alıyor. Bir örnek de verilmiş durumda ve bütün bunlara baktığınız zaman, ortaya çıkan anlayış şu; bir iştirak veya gayrimenkul satışında ilk yapılan tahsilat taşınmazın yada iştirak hissesinin maliyet bedeline sayılıyor. Bu sorun yaratacak bir uygulama ve bunun aslında Kanunun lafzında da, ruhunda da vücut bulduğunu söylemek mümkün değil. Bizce olması gereken şey, bir oranlama yönteminin benimsenmiş olması. Yani böyle bir öncelikle yapılan tahsilatın maliyete sayılması yerine, genel olarak bir oranlama yöntemiyle karı dağıtmak daha doğru olacaktır. Örnek üzerinden bakarsak, taşınmazın maliyetinin 200, satış bedelinin 1000, 2007’de tahsilatın 300, 2008’de 300, 2009’da 300 ve son olarak 2010’da tahsilatın 100 olduğu durumda ki, 2010’daki tahsilat Kanunun iki yıllık süre konusundaki kısıtlaması nedeniyle istisnadan yararlanamıyor. Bu durumda istisna kazanç tutarı veya istisnadan yararlandırılmayacak olan kısım nasıl hesaplanmalı? Bizim görüşümüz, oranlama yapılması. Böylece 2010 yılında tahsil edilmeyen 100 bin YTL’ye isabet eden kazanç kısmı itibariyle istisna hakkı verilmemesi gerekir. Aksi uygulandığı takdirde, bu rakam daha yüksek bir rakam olarak ortaya çıkıyor. Bu da mükellefin aleyhine bir anlayışı yansıtıyor ki, Kanun maddesinin içinde mükellefin aleyhine olan bu anlayışı yansıtan bir lafız yok. R A P O R 07/15-16-17-18-19 Bu konuda bir başka husus da holding şirketlerle ilgili. Biliyorsunuz bu konu çok eskiden de mesele olmuştu. Yıllar önce, ben Maliye Bakanlığı’nda Daire Başkanıyken yine bu konu sorun olmuştu. O zamanlarda çıkan bir tebliğde, holding şirketlerin iştirak satış kazancı istisnasından yararlanamayacağı söylenmişti. Şimdi itiraf etmek lazım. Bu anlayış, o zamanki Kanun maddesi açısından da oldukça tartışmalı bir anlayışı yansıtıyor idi. Kanunun lafzını aşan bir yorum olarak nitelendirilebilirdi. Nitekim, daha önce bu şekilde ortaya çıkan tebliğdeki anlayış, daha sonra çıkartılan bir tebliğle düzeltildi. Düzeltilirken tabii biliyorsunuz hemen dönüş yapamıyorsunuz. Dönüş yaparken bir şey bulmanız gerekiyor. Bir manevra alanı bulmanız gerekiyor. O tebliğde, o zaman bu sorunu çözümü açısından tek düzen hesap planındaki hesaplara atıfta bulunmuştu. Denilmişti ki, “Eğer holdingler tarafından iştirakleri menkul kıymet hesaplarında tutuluyorsa bu kısa vadeli bir yatırım olduğu ve satılmak maksatlı elde tutuluyor anlamına gelir. Bağlı değerler hesabında tutuluyorsa, iştirak amacıyla elde tutuluyor anlamına gelir, tabii ki bunların istisnadan yararlanması mümkündür.” Fakat bu defa, aslında Kanun maddesinde buna dayanak olacak hiçbir şey olmamakla beraber, nasıl olduysa biraz o günkü koşullar içinde ortaya çıkmış olan o tebliğdeki ifadeler Kanunun gerekçesine girdi. Şimdiyse Kanunun gerekçesine girdiği için, tebliğe de benzer ifadeler konuldu. Oysa Kanun maddesine baktığımız zaman, objektif bir kriter var. Yani hangi iştirakler ifade ediliyor diye baktığınızda, Kanun maddesinde söylediği gibi, bir kişi bir kurumun hisselerini iki yıldan daha fazla elinde 1 5 N İS AN 20 0 7 102 bulunduruyorsa, bu onun açısından istisna koşullarını sağlayan türden bir edinimi ifade ediyor. Bunun ötesinde sübjektif bir değerlendirme yapmayı gerektirir, “Bu edinim iştirak amacıyla yapılmış, bu kısa vadeli yatırım amacıyla yapılmıştır.” demenin bir manası yok. Kanunun lafzı buna izin vermiyor. Dolayısıyla hikayesine de bakarsanız, yani bunun geçmişine de bakarsanız bunun bu şekilde ele alınmaması lazım. Onun için holding şirketlere ilişkin tebliğ taslağında yer alan ifadelerin işin ruhuna özgü şekilde yeniden ele alınmasında ve düzeltilmesinde fayda görüyorum. Yine tebliğ taslağında, gayrimenkul iştirak satış kazancı istisnasına ilişkin, temel bir paylaşmadığımız bir anlayış farklılığı var. Biliyorsunuz çok eski bir istisna bu. Yıllar öncesine gidiyor. Bu düzenleme o günkü koşullar içinde ilk getirildiğinde, evet, şirketlerin bağlı değerlerinin likidite edilmesine, likit hale getirilmesine; onların mali bünyelerinin güçlendirilmesine yönelik bir amaca da sahipti. Tedvini de ona uygundu. Fakat zaman içinde bu anlayışın çok ötesinde bir tedvine ulaştı. Artık aslında dünyanın bir çok ülkesinde olduğu gibi, uzun vadeli elde tutulan gayrimenkullerin, iştiraklerin daha küçük oranda vergilendirilmesini temin etmeye yarayan bir müesseseye dönüştü. Yani bu istisnanın öyle mali bünyenin güçlendirilmesi, bağlı değerlerin likit hale getirilmesi gibi, bir amacı yok. Zaten maddeye baktığınızda göremezsiniz. Böyle bir amaç olsa, % 5 üzerinde bir vergileme olur mu? Olmaz. Ama maalesef, hala o eski anlayış tebliğ taslağında korunuyor. Onun için Kanun maddesinde de olmayan bir takım kısıtlamalar görüyoruz. İşte, bağlı değerlerin bağlı değerlere dönüşmesi anlamında. İşte, elden çıkarılan taşınmaz veya iştirak hissesinden sağlanan likiditenin kullanılması hususunda tebliğle sınırlama getiriyor. Bağlı değerin bağlı değere dönüşmesi gibi, çok sübjektif bir takım ifadeler kullanılıyor ki, bunların da yine tebliğden çıkartılmasında büyük yarar görüyoruz. İstisna kazançlara ilişkin giderlerin kabul edilmemesi; bu da tebliğin tartışmalı hususlarından bir tanesi. Ümit ediyoruz ki bu son uyarılarımızı, sayın Başkanım da dikkatle dinliyorlar, çok defalar ve çok değişik kanallardan da bu konudaki görüşler Bakanlığa iletilmiş durumda, dikkate alınır. Bu benimkisi sadece son bir defa aynı şeyleri söylemek olacak. Bir tekrar, biliyorum. Ama söylemekte fayda var. Tebliğ taslağında deniliyor ki, “Satış halinde zarar doğması durumunda zararın % 75’i kanunen kabul edilmeyen gider olacak.” Yani yararlanılmayan bir istisnayla ilgili olarak, yani bir gayrimenkul satışında veya iştirak satışında zarar doğduğu durumda, diyor ki tebliğ taslağı; “Bunun % 75’ini sen gider yazamazsın.” “Niye?” “Efendim eğer kar olsaydı, bu istisna olacaktı. İstisnadan yararlanabilirdin.” Yararlanabilirdim, ama bunun şartları var. Ben o şartları sağladığım zaman yararlanabilirim. Bu şartlar sağlanmadıktan sonra böyle bir istisna söz konusu değil ki. Bu anlayışın son derece yanlış bir anlayış olduğunu ve düzeltileceğini ummak istediğimizi bir kez daha vurgulamak istiyorum. Evet, bir başka konumuz; Yurt dışı iştirak kazancı istisnası. Tabii küreselleşme deyince, artık sadece yabancı şirketler Türkiye’de faaliyet göstermiyor. Bizim çok az sayıda da olsa, bazı şirketlerimiz yurt dışında faaliyette bulunuyorlar. Bazen onları yeterince farketmiyor olabiliriz ama, artan R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 103 artan ölçüde onların yurt dışındaki faaliyetleri var ve daha da gelişiyor. O nedenle de biliyorsunuz, son yapılan düzenlemelerle yurt dışı iştirak kazançları Kurumlar Vergisi’nden belli koşullar altında istisna edildi. Ercan Bey de aslında değindiler. Orada bir tartışma var. Bu tartışma hem yurt dışı iştirak kazancı uygulamasıyla ilgili, hem de CFC kazancının vergilendirilmesiyle ilgili. Kanunda Türkiye’de istisnadan yararlanılması için, vergi yükü hesaplamasında sadece kar payını dağıtan kurumun, dağıttığı kar payı üzerindeki varsa stopaj ve varsa o kurumun yine ödemiş olduğu Kurumlar Vergisi’nin, Ercan beyinde açıkladığı formülle hesaplanacağı belirtiliyor. Tabii burada mesele, yurt dışındaki bu tür şirketlerin kazançları üzerinden ödenen başka vergiler de var. Örneğin o yurt dışındaki iştirak, pekala bir başka ülkedeki şirketten lisans geliri elde etmiş olabilir. Üzerinden de stopaj yapılmıştır. Ya da bir hizmet yapmıştır, o hizmetin üzerinden stopaj yapılmıştır. Yani kesinti yoluyla bir takım vergilerde ödemiş olabilir. Bu vergiler aslında Türkiye’deki kurumun temettü olarak vergileyecek olduğu kazancı üzerindeki vergi yükünü oluşturuyor. Bizim kanaatimiz, bu tür kesinti yoluyla ödenen vergiler var ise, bunların da toplam vergi yükü içinde dikkate alınması gerekir. Aksi halde çok gerçekçi olmayan bir vergi yüküyle karşı karşıya kalırız. Kanun lafzının biraz katı olduğunu kabul etmek lazım. Ama o katılığın bu temel anlayışa, bu haklı anlayışa aykırı yorum yapmak içinde tek neden olmaması lazım. Böyle durumlarda biliyoruz ki, Bakanlık daha esnek yorumlar yapabilmiştir. Yine bu konuda da yapmasında fayda görüyorum. Yine bu uygulamada, teknik bir konu belki yani herkesin çok ilgisini çekmeyebilir ama, kar dağıtımının dönem karının yanı sıra ihtiyatlardan da karşılanabildiği durumlarda vergi yükü hesabında ihtiyatların ilgili olduğu her bir yıl için ayrı ayrı değerlendirme yapılması lazım. Yani ihtiyatlardan, geçmiş yıl karlarından bir dağıtım yapılıyorsa, vergi yükü hesabında o ilgili yıl karının vergi yükü nün dikkate alınması gerekir. Yoksa son yılın vergi yükü dikkate alındığında çok doğru bir sonuç elde edilmeyebilir. Bu konunun tebliğde açıklanmasında fayda var. R A P O R 07/15-16-17-18-19 Bir başka konu; Kanun istisna uygulaması için, iştirak kazancının Kurumlar Vergisi Beyannamesi’nin verileceği tarihe kadar Türkiye’ye transferini öngörüyor. Ancak taslak tebliğde Geçici Vergi döneminde istisnanın fiili transfer yapılmadıkça, uygulanamayacağı gibi bir anlayış ortaya çıkıyor. Şimdi bu da çok doğru değil. Yani iyelim ki, kar dağıtım kararı alınmıştır. Kar dağıtım kararı alındığı için, siz o dönemde bunu istisna kazanç olarak Türkiye’deki hesaplarınıza intikal ettirmişsinizdir. Ama bunun fiilen dağıtımı yapılmamıştır. Nakden bir dağıtım söz konusu olmamıştır. Şimdi bu durumda Kanunda açıkça bu kazancın Kurumlar Vergisi beyanname verme tarihine kadar geleceği belirtilmişken, “Efendim Geçici Vergi döneminde sen bunu getiremedin, dolayısıyla bu istisnadan Geçici Vergi döneminde yararlanamazsın.” demenin bir mantığı yok. Dolayısıyla burada Kanuna bağlı kalmakta, yani Geçici Vergi dönemi itibariyle Türkiye’deki kazanca, Türkiye’deki kazançlara intikal ettirildiği durumda, Kurumlar Vergisi beyanname verme tarihine kadar bu karlar Türkiye’ye getirilirse istisnadan yararlanılmasına bir engel bulunmaması gerekir. 1 5 N İS AN 20 0 7 104 Kontrol edilen yabancı kurumlarla ilgili düzenlemeler; Bura daha öncede katıldığım konferanslarda da belirttim. Bir kez daha belirtiyorum. Yeni Kurumlar Vergisi Kanunu’nun en önemli özelliklerinden bir tanesi, bir yandan küresel vergi rekabetinde geri kalmamayı sağlayacak düzenlemeler içermesi, öte yandan da zararlı vergi rekabetine karşı kendisini koruyacak yeni müesseseler getirmesidir. Hem vergi rekabetini yapabilecek daha güçlü bir sistem, hem de haksız rekabete karşı mücadele edebilecek araçlara yer veriyor. Bu anlamda da transfer fiyatlandırmasını sayın Başkan’dan daha fazla destekliyorum. Vergi cennetlerine ilişkin düzenlemeleri de destekliyorum. Böyle olmakla beraber bir yanlış yapıyoruz. Bu tür düzenlemelerin aslında bir geçiş sürecinin olması gerekiyor. CFC gibi bir düzenlemeyi geçmişe yönelik yapmak mümkün olamaz. Yani hiçbir ülke bunu yapmaz. Siz şimdi şöyle yapıyorsunuz. Diyorsunuz ki, “Efendim ben Haziran ayında yeni bir Kurumlar Vergisi Kanunu çıkartıyorum. 01 Ocak 2006 tarihi itibariyle bu yürürlüğe girdi. Senin şu şu koşullara; sayın Başkan’ın açıklamış olduğu koşullara uyan bütün yurt dışı iştiraklerin artık CFC kapsamındadır.Bunların kazancı Türkiye’ye getirilmeli ve konsolide edilmeli, diyorsunuz. Şimdi daha başlangıçta vergi uyumuyla ilgili siz bir zafiyet yaratıyorsunuz. İşin başında bunu mükellef açısından uygulanamaz hale getiriyorsunuz. Bu çok kötü bir şey. Bakın bunu bu kadar söylememize rağmen, hatta mevcut düzenlemenin ertelenmesi gerektiğini söylememize rağmen, Gelir Vergisi mükellefleri açısından da kontrol edilen yabancı kurum düzenlemesi getirildi. Kanun ne zaman çıktı? Bir kaç gün önce çıktı, ama hala Cumhurbaşkanı imzalayacak ve yürürlüğe girecek. Hangi tarihten itibaren yürürlüğe giriyor? Yine 01 Ocak 2007 tarihinden itibaren yürürlüğe giriyor. Yani gerçek kişiler için de bu düzenlemeler geçmişe yönelik olarak getiriliyor. Yine herkese sobe yapılıyor. Oysa bu tür düzenlemelerin hep ileriye yönelik, uyum imkanını sağlayacak şekilde yapılması gerekir. CFC’de birkaç tane sorun var. Bu sorunların bir kısmı aslında Kanundaki düzenlemelerden gelen hususlar, tebliğle yapılabilecekler çok sınırlı. Fakat işte fırsatlar kaçırılıyor. Yeni kanunlar çıkıyor ama, bu tür sorunlar düzeltilemiyor. Oysa o kadar da sık kanun değişikliği yapılıyor. Şimdi bunlardan bir tanesi şu: Burada bir örnek gereceksiniz. Aslında gelirin kaynağı aktif bir iş olabilir. Yani yurt dışında herhangi bir yerde tümüyle bir sınai faaliyet, bir ticari faaliyet yapılıyor olabilir. Ama o şirkete eğer Türkiye’deki şirket yurt dışındaki uluslararası bir holding vasıtasıyla iştirak etmişse, o uluslararası holdinge gittiği anda bu aktif faaliyetten oluşan gelir, artık aktif olmaktan çıkıyor ve pasif bir gelire dönüşüyor. Pasif gelire dönüştüğü için de CFC kapsamına giriyor. Türkiye’de hemen o dönemde konsolide edilmesi gerekiyor Kurumlar Vergisi’ne tabi tutulması gerekiyor. Aslında uluslararası uygulamasına baktığınız zaman, böyle durumlarda o aradaki holding gözükmüyor. Yani değerlendirme yapılırken bir bütün halinde değerlendirme yapılıyor ve yurt dışı kazancın bütünü itibariyle aktif olup olmadığına bakılıyor. Bizim düzenlememizde bu konuda bir eksiklik var. Bu eksiklik tebliğle ne ölçüde giderilebilir tam bilmemekle beraber, yine de böyle yeni bir düzenlemede, çok ağır sonuçları olabilecek bu tür sorunların giderilmesinde büyük fayda var. Tebliğle yapılabilecek ne varsa yapılması uygun olur diye düşünüyorum. R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 105 CFC’lerle ilgili bir başka çok önemli bir konu şu; Biliyorsunuz Türkiye’nin sonuçlandırdığı çifte vergilendirme önleme anlaşmaları var. Bu çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmalarında, çifte vergilendirmeyi önleme yöntemi olarak temel iki yöntem belirlenmiştir. Bunlardan bir tanesi “istisna yöntemi”dir.Bir tanesi de “mahsup yöntemi”, hepinizin bildiği üzere. İstisna yönteminin olduğu durumda, örneğin yurt dışındaki bir iştirakinizden Türkiye’deki bir şirket kar payı elde ederse, o kar payı Türkiye’de Kurumlar Vergisi’nden istisna edilir. Eğer mahsup yöntemi öngörülmüşse, bizim yabancı vergilerin mahsubuna ilişkin hükümlerimiz çerçevesinde varsa yurt dışında ödenen vergiler Türkiye’de ödenecek olan Kurumlar Vergisi’nden mahsup edilir. Şimdi şunun açıklığa kavuşturulması lazım. Bu CFC uygulamasında, mademCFC saydığımız yurt dışı iştirakimizden elde ettiğimiz kazanç kar payı sayılıyor, Türkiye’de kar payı esaslarına göre Kurumlar Vergisi’ne tabi tutuluyor, bu durumda bu anlaşmaların da dikkate alınması gerekir. İlgili anlaşmada mahsup yöntemi öngörülmüşse mahsup yöntemini, istisna yöntemi öngörülmüşse istisna yönteminin uygulanması lazım. Bu anlaşmaların nasıl uygulanacağının bugünden bu tebliğ içinde düzenlenmesi lazım. Böyle bir boşluğun bu tebliğin içinde bırakılmaması lazım. Çok sayıda şirket var. Çok sayıda kurum var. Türkiye’de bu şekilde iştiraki olan olanların yarın öbür gün sübjektif bir takım değerlendirmelerle vergi incelemeleri sırasında bu meseleyle karış karşıya kalmasının önüne geçilmesi lazım. Sayın Başkan da buradayken bir kez daha istirham ediyoruz, bu konunun mutlaka tebliğinin içinde yer alması herkesin yararına olacaktır. Türkiye’de Kurumlar Vergisi matrahına dahil edilmesi gereken bir CFC kazancından bahsedebilmek için, iştirakin ve hatta bu ilişki öyle bir ilişki ki biliyorsunuz, dolaylı ilişkileri de içerdiği için alt ve daha alt ve daha alt şirketin; bir CFC zinciri içindeki tüm şirketlerin durumunun incelenmesini gerektiriyor. Kanunda Kurumlar Vergisi hesap dönemi itibariyle, CFC kazancının Türkiye’ye getirileceği ve vergilendirileceği söyleniyor. Bu anlamda baktığımızda pratik güçlüklerde dikkate alınarak, bunun Geçici Vergi dönemi içinde yapılmamasının, sadece Kurumlar Vergisi açısından dikkate alınmasının daha doğru olacağını düşünüyoruz. Dediğim gibi, yurt dışında böyle yapılanmalar varsa, sizin onların CFC olup olmadığı, kimin nerede ne kadar vergi ödediği, ödemediği, ödediyse nasıl belgelenebileceği konusunda bir çalışma yapabilecek durumda olmanız lazım. Onunda 45 günlük bir süre içinde yapılması, Geçici Vergi hesaplamalarına yetiştirilmesi imkanı yok. Bunun için mükellefe, bu serbestliği vermek lazım. Buna engel bir düzenleme Kanunda yok. Kanun sadece bir hesap dönemine atıfta bulunuyor. Bu hesap döneminden de kastın Kurumlar Vergisi hesap dönemi olduğunu kabul etmek gerekir. R A P O R Yurt dışı iştiraklerin vergi yükünün hesaplanmasında bahsettiğim aynı durum CFC açısından da söz konusu. CFC’lerde de vergi yükü hesaplaması sırasında sadece bunların bulundukları ülkede ödenen vergilerin değil, kesinti suretiyle veya sair suretle bu kazanç üzerinden diğer ülkelerde ödedikleri vergiler varsa, bunların da dikkate alınması gerekir. Aksi halde yine bir haksız uygulamayla karşılaşılması söz konusu olabilecektir. 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 106 Ar-Ge harcamaları konusuna geçersek eğer, bu konu da yine tebliğin en tartışmalı düzenlemelerinden bir tanesi. Biliyorsunuz Ar-Ge, Türkiye’de herkesin üzerinde daha fazla kaynak harcanması gerektiğini düşündüğü, Türkiye’nin gerek sanayi alanında, gerek hizmetler alanında, gerek diğer alanlarda bir sıçrama yapabilecekse daha fazla Ar-Ge harcaması yapması gerektiği konusunda hem fikir oldukları bir alan. Böyle olmakla beraber, yıllardır devam eden bir uygulamayı bu tebliğde ki, Kurumlar Vergisi Tebliği’dir, Gelir İdare’miz değiştirme eğilimi içinde. Ne yapıyorlar? Deniyor ki, “Bir Ar-Ge harcaması yapıldığı takdirde, bu Ar-Ge harcaması aktifleştirilecek. Ta ki, o proje tamamlanana kadar bunları aktifleştireceksiniz. Gider yazmayacaksınız. Aktif bir hesapta tutacaksınız. Eğer sizin bu Ar-Ge faaliyetiniz başarıyla sonuçlanmış ve bir gayri maddi hak edinilmişse; o takdirde, edinilen gayri maddi hakkı değerleme hükümleri çerçevesinde nasıl itfa edebilmesi gerekiyorsa öyle itfa edeceksiniz. Yok eğer bu projenin sonunda hiçbir gayri maddi hak, bir iktisadi varlık söz konusu değilse, o takdirde de doğrudan gider yazacaksınız.” Yani Ar-Ge harcamalarının “gider” yazılmasını erteliyor. Şimdi her şeyden önce gözden uzak tutulan konu burada şu; Ar-Ge harcamasının her zaman bir gayri maddi hakla sonuçlanması diye bir durum söz konusu değil. Aksine birçok durumda böyle bir gayri maddi hak ortaya çıkmaz. Böyleyken niye siz Ar-Ge harcamasının gider yazılmasını engellemek suretiyle şirkete bir vergi yükü yaratıyorsunuz? Bundan dönemsellik ilkesi çerçevesinde kazandığınız ne olabilir? Biraz şöyle, muhasebe ilkelerine bağlılığımızı göstermek açısından yaptığımız bir şey mi? Kaldı ki, muhasebe ilkeleri bunu böyle söylemiyor. Muhasebe ilkeleri, UFRS bu giderlerin böyle değil, aksine doğrudan gider yazılmasını söylüyor. Bir yanlış algılayış var o konuda. Vergi Usul Kanunu’nun hangi hükmüne dayalı olarak bu giderlerin aktifleştirileceğini söylüyor arkadaşlar, ben tebliğ taslağına baktım, Vergi Usul Kanunu’nun herhangi bir maddesine atıf yok. Maalesef böyle bir anlayış var. Zaten son derece kısıtlı olan, zaten yeterince desteklenmeyen bu tür faaliyetlerin bir anlamda caydırılmasına neden olacaktır ki, umarız yine Bakanlığa çok değişik kesimler tarafından bu konudaki sıkıntılarının iletildi, bunlar dikkate alınır. Ümit ediyorum ki düzeltilecektir. DİNLEYİCİ Ar-Ge’ye mani olmak için yapıyorlar. AHMET FERİDUN GÜNGÖR Böyle bir şeyin yapılması ihtimali yok sayın üstadım. Bu olamaz, yani böyle bir şey olamaz. Arkadaşlarımızın hiçbirisinin öyle bir düşüncesini olduğunu düşünmüyorum. Ar-Ge’ye ilişkin bir başka konu; Tebliğ taslağında her ne kadar harcamaların aktifleştirileceği söylenmekle beraber, ola ki diğer kurumlardan alınan Ar-Ge destekleri varsa, onların doğrudan gelir yazılacağı söyleniyor. Hiç olmazsa bir paralellik olsun. Madem giderleri aktifleştiriliyor, Ar-Ge ile ilgili varsa bazı gelirler bunlar da aktifleştirilmeli. Bu da yine bir tenakuz, hatalı bir anlayışı yansıtıyor. Bundan da bahsetmek gereğini duydum. R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 107 Diğer hususlar; kısa kısa birkaç tane husus daha var, onların da üzerinden geçerek sunumumu bitirmek istiyorum. İş ortaklıkları var biliyorsunuz. İş ortaklıkları belli bir projeyi yürütmek üzere kuruluyorlar. Bir proje için oluşturuluyor bunlar. Belli bir proje var. Tamamlandığında bunlar yok oluyorlar. Şimdi bunların faaliyetlerinin sonunda bazen zarar çıkıyor. Bu zararın ortaklar tarafından mahsup edilebilmesi lazım. Kurum ortakları tarafından veya diğer ortakları tarafından. Şöyle bir anlayış, yanlış bir anlayış; kurumlarda böyle bir zararın taşınması, yani kurumun tasfiye olması halinde, o zararın bir şekilde ortaklara aktarılması söz konusu değil. Dolayısıyla burada da aynı mantığı uygulayacağım, demek anlamlı değil. Çünkü bu zaten süreli kurulan bir yapılanma. Yani tek bir proje için kuruluyor. Bu proje aslında şirketin kendi içinde de yapılabilirdi. Bu durumda bunun zararının pekala eğer en sonunda zarar çıkıyorsa, nasıl ki karını aktarıyorsunuz, vergiliyorsunuz, aynı şekilde zararının da yüklenen, ortak olan kurumlar tarafından indirilebilmesi gerekir. Biliyorsunuz yurt dışı inşaat onarma ve teknik hizmetlere ilişkin bir istisnamız var. O istisnada teknik hizmetlere ilişkin bazı açıklamalar var. Teknik hizmetlerde istisna kapsamında. Fakat tebliğde yapılan açıklamalarda, teknik hizmetlere ilişkin istisnadan yararlanabilmek içinde bu hizmetlerin orada bir işyeri veya daimi temsilci vasıtasıyla yapılması şartı öngörülüyor. Belki bu doğru olabilir, ama teorik anlamda, Kanunun lafzına baktığımız zaman, lafzının o kadarda bunu söylemediği anlaşılıyor. Dolayısıyla lafzına daha uygun ve pratiğe de realiteye de daha uygun yorumlanması gerekir. Çünkü, bu hizmetlerin yurt dışında görülmesi için çoğu zaman bir iş yerine veya bir daimi temsilciye ihtiyaç olmuyor. Dolayısıyla bu realitede dikkate alınmak suretiyle konunun tekrar ele alınmasında fayda görüyorum. Bununda ötesinde “teknik hizmetler” tabiri neyi kapsar, neyi kapsamaz bilinmiyor. Eğer mümkünse teknik hizmetlerin nelerden oluştuğuna ilişkin olara da bir açıklama, bir tanımlama tebliğ taslağında yer alırsa çok memnun kalacağız. Bir başka konu, bunu da çok anlayabilmiş değilim. Biliyorsunuz 85 Seri Numaralı Kurumlar Vergisi Genel Tebliği’nde faiz, repo ve benzeri faaliyet dışı gelirlere istisna uygulanmayacağı açıklanmıştır. Yani bunlar faaliyet dışı gelir kabul edilmiş ve serbest bölge istisnasından yararlanamayacağı söylenmişti. Fakat eğer yanılmıyorsam, öyle olduğunu düşünüyorum 4’üncü Daire’nin de bu konuda, bu tebliğin, bu bölümünün yürütmesinin durdurulmasına ilişkin bir kararı var. Şimdi buna rağmen, aynı hükmün Kurumlar Vergisi tebliğine konulmasını anlayabilmiş değilim. Bu konuda daha öncede oraya bir takım mesajlar gitti. Fakat ısrarla, tebliğ taslağının son halinde de Danıştay tarafından yürütmesi durdurulan bu düzenlemeye ilişkin, yada açıklamaya ilişkin aynı ifadeler yer alıyor. Böyle ihtilaflı bir konuda bu ısrarın sürdürülmesi çok doğru değil diye düşünüyorum. Kaldı ki, teknoparklarda dahil olmak üzere benzeri hususlar diğer istisnalar açısından söz konusu. Hepsinin aynı çerçevede paralel olarak düzenlenmesi ve yargı kararları çerçevesinde ele alınması doğru olacaktır. R A P O R Kurumlar Vergisi matrahından yapılacak indirimleri sırası tebliğ taslağında belirtilmiş durumda. Kanundaki sıraya göre indirileceği söyleniyor 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 108 bunların. “Ar-Ge İndirimi”, “Sponsorluk Harcamaları” ve “Bağış ve Yardımlar” şeklinde. Bu sene ortaya çıkan bir problem var. Biliyorsunuz eskiden bu problem değildi. Eskiden Yatırım İndiriminini istediğimiz kadar ileriye taşıyabiliyorduk. Dolayısıyla Yatırım İndiriminin daha sonraya kalmasının hiçbir sakıncası yoktu. Ama şimdi yeni düzenlemeler çerçevesinden yatırım indirimine ilişkin istisnadan 2008 yılının sonuna kadar yararlanmak mümkün. Öyle olunca da bu indirimlerin sırası daha önem kazanıyor. Bir seçimlik hakkın mükellefe verilmesi lazım. Mükellef varsa Yatırım İndirimini daha öncelikle mahsup edebilmeli diye düşünüyoruz. Bu konunun da tebliğde bu şekilde, tersi düşünülüyor ise, tersini açıklamak suretiyle, açıklığa kavuşturmak yararlı olacaktır. Biliyorsunuz bağış ve yardımlarla ilgili olarak, kazancın % 5’ini dikkate aldığımız bir sınırlama var. Orada da yine çok katılamadığımız bir ifade var tebliğ taslağında. Tebliğ taslağında bu % 5’lik kısmın uygulanacağı kazancın ticari bilanço karından varsa geçmiş yıl zararları ile iştirak kazancı istisnası düşülmesi suretiyle tespit edeceği belirtiliyor. Oysa biliyorsunuz zarar, bir gider unsuru değil. Dolayısıyla kazancı etkileyen bir tarafı yok. Yani kazançla ilgisi yok. Dolayısıyla bu hesaplama sırasında zararların dikkate alınmaması gerekir. Bununda tebliğde bu şekilde düzeltilmesi doğru olacaktır. Bir başka konumuzda; Biliyorsunuz Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 11’inci maddesinde, kurumun kendisinin, ortaklarının, yöneticilerinden ve çalışanlarının suçlarından doğan tazminatların gider kaydedilemeyeceği belirtiliyor. Burada bir suç kavramı var. Ama bu suç kavramını yıllardır pek çözebilmiş değiliz. Suç nedir? Suç ifadesinden ne kast ediliyor? Biliyorsunuz “suç” Ceza Kanunu’muzda yer alan bir ifade. Son olarak bir de “kabahat” diye başka tanım ortaya çıktı. Kabahatler Kanunu söz konusu. Bunların dışında da aslında kişilerin sorumlulukları dolayısıyla yaptırıma bağlanan başka fiiller de var. Bunların hangilerinin bu madde kapsamında suç tanımına girdiğinin, hangilerinin girmediğinin birazcık olsun açıklanabilmesi, yine biz mükellefler açısından, müşavirler açısından yol gösterici olacaktır. Bir başka konumuz ise yurt içinde kesilen vergilerin mahsubu. Bu da küçük bir konu gerçi. Biliyorsunuz Vergi Usul Kanunu 279’uncu madde uyarınca, dönem sonlarında yapılan değerleme sonucunda vadeli mevzuatlara ilişkin olarak gelir yazılan, gelir yazıyoruz vadeli mevzuatlarla ilgili olarak. Fakat bunu yapmakla beraber varsa daha sonra ortaya çıkan stopajlardan da bu gelir yazdığımız kısma isabet eden tutarı da Kurumlar Vergisi’nden ve Geçici Vergi’den indiriyoruz. Aynı uygulamanın bu defa devlet tahvili ve hazine bonolarıyla, menkul kıymet yatırım fonlarından elde edilen gelirler için de yapılması gerekiyor. Biliyorsunuz bunlar artık stopaja tabi hale geldiği için kurumlar bu tür gelirler de elde ediyorlar. Bunların da, bu tür menkul kıymetlerin değerlemesi sonucunda gelir yazıldığı için, varsa bunlarla ilgili daha sonraki dönemde ödenen stopajlar bunlardan bu gelir yazılan kısma isabet eden tutarlarının da Kurumlar Vergisi ve Geçici Vergi’den indiriminin mümkün olması gerekiyor. R A P O R 07/15-16-17-18-19 109 1 5 N İS AN 20 0 7 Tebliğ taslağında aslında devir ve kısmi bölünmeye ilişkin çok ayrıntılı açıklamalar var. İyi bir şey. Aydınlatıcı birçok yönüyle. Bir çok hususu açıklığa kavuşturuyor. Tebliğ taslağında devir olan veya bölünen şirketlerin ortaklarına verilecek hisselerin tespitinde uygulanacak olan değişim oranlarının, şirketlerin gerçek değerleri dikkate alınarak tespit edileceği anlamına gelen ifadeler var. Oysa biliyorsunuz, yıllardır bu işlem hisselerin hem kayıtlı değerlerine göre, hem de gerçek değerlerine göre yapıla gelen bir uygulamaydı. Şimdi bu husus orada bir zorunluluk olarak mı yer alıyor? Yani bu yöntem şirketlerin gerçek değerlerinin esas alınmasında tek uygulanabilecek yöntem olarak mı belirtiliyor? Yoksa aslında kayıtlı değerlere bir alternatif olarak mı yer alıyor? Bunun açıklanmasında fayda var. Kanun gerekçesine baktığımız zaman, bunun bir alternatif yöntem olarak öngörüldüğü anlaşılıyor. Tebliğ taslağının da bu anlayışa paralel olarak yeniden küçük düzeltmelerle daha anlaşılır hale getirilmesinde yarar görüyoruz. Evet çok teşekkür ediyorum. Benim sunumum burada bitti. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN M. CİHAN ERAY Teşekkür ederiz sayın Güngör. Değerli meslektaşlarımız şimdi Panelimizin soru cevap bölümümüze geçiyoruz. Sözlü bölümde ilk söz sizin Okan bey. Saat 18.00’de biliyorsunuz kokteylimiz var. 18.00’e kadar devam edeceğiz arkadaşlar. Şimdi panel arasında çeşitli meslektaşlarımızın Sayın Ercan Durgun’a yöneltmiş olduğu birkaç yazılı soru var. Sayın Durgun’dan onların yanıtlanmasını rica edeceğim öncelikle. Daha sonra zamanımız kalırsa da sözlü sorulara, yada görüşlere geçeceğiz. Buyurun. ERCAN DURGUN Teşekkür ediyorum sayın Başkan. Ben sorulara geçmeden önce Feridun üstadın bahsettiği bazı konular vardı. O konularda kişisel görüşümü belirtmek istiyorum. Öncelikle şunu söylemem gerekiyor, hiç şüphesiz ki insan elinden çıkan her şey eksiktir. İnsan elinden çıkan her şey yanlış olma potansiyeli taşır. Bu yanlışlıklarında sonu yok yani, bu böyle devam edip gidecek herhalde. Ben de mesleğe ilk başladığımda bu tür şeyleri konuşuyorduk. Hala daha şey devam ediyor gibi. Aslında merak ediyorum üstat benim yerimdeyken ne yapıyordu böyle durumlarda? Acaba kendi üzerimize mi alınıyoruz? Yoksa ki, gerçektende bu işler olmuyor mu? Bir türlü uğraşıyoruz uğraşıyoruz ama, olmuyor. Ben yaklaşık iki ay oldu Kurumlar Vergisi’yle ilgilenmeye başlayalı. Şimdi üstat dedi ki, “Holding şirketlerin gayrimenkul ve iştirak hisselerinin istisnasından yararlanmasıyla ilgili o bölüm, tamamıyla çıksın” diye. Aslında bana sorarsanız bu konunun, bu istisnanın toptan bu Kanundan çıkması lazım. Yani gayrimenkul ve iştirak hisseleri satış istisnası niye konmuş? Nasıl konmuş? Niye duruyor? Hala ben anlamış değilim yani. Herhalde sevmediğimizden olsa gerek böyle işte bir yerleriyle oynuyoruz. Yok % 75’e düşürüyoruz. Yok bilmem ne yapıyoruz falan. Ama açıkçası İdare bu işi aslında çok sevmiyor. İstemiyor. Hayır, bir anlamadığım nokta; Yani devlet niye gayrimenkul ve iştirak hissesi satışını özendirirde, mesela muz satışını özendirmez? Tamam sermaye birikimine ve kurumların mali bünyelerinin güçlendirilmesine katkı önemli ama satışı teşvik aynı zamanda bu kıymetlerin alımını da tetiklemiş oluyor. R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 110 AHMET FERİDUN GÜNGÖR Bütün dünyada gayrimenkul ve iştirak hisseleri uzun vadeli elde tutulması halinde, vergilendirilmiyor, buna yönelik istisnalar var. Aslında burada elde edilen kazanç nedir? Değer artışı kazancı. Değer artış kazançlarının vergilendirilmesinde bütün dünyada üstadımızın söylediği gibi, gerçek bir kazancın olmadığı anlayışı hakim. Ernst&Young’ın bir çalışma vardı. O çalışmada gördüğüm kadarıyla OECD ülkelerinin neredeyse yarısına yakınında benzeri düzenlemeler var. Onun için bu düzenlemelere bir anlamsızlık yüklememek lazım. Bu düzenlemelerin, tam tersine arkasında ciddi gerekçeler vardır. ERCAN DURGUN Üstadım bunun mutlaka bir değerlendirmesi, bir mantığı vardır. Ortaya konmasının gerekçesi vardır da, ben bunun çok anlamlı olduğunu düşünmüyorum. Belki bunun bir farklı şekilde değerlendirilmesi gerekir. Farklı bir düzenlemeye tabi tutulması lazım. Ama bu şekilde yürümüyor. Yani aslında benim belki şikayetim, bu işlemin yürümediğinedir. Yani bu böyle olmuyor. Daha öncede işte Geçici 28’e adaydı. Oradan başka yere alındı. Şuraya, buraya. Geçici.. Geçici dendi. Ondan sonra burada kaldı, yıllardır şu ufacık madde her yerde böyle sorun oldu işte. Bununla ilgili o kadar çok yazılan şey var ki. Şimdi üstat diyor ki mesela, “Bunların holding şirketler bünyesinde, yada grup şirketler arasında satışta ilişkin olan bölümü tebliğin, o bölümü tamamıyla çıkarılsın”. Çıkaralım, ama korkarım ki gene geri konmasını siz istersiniz. Yani çıkarırız, bu sefer bir inceleme elemanı gelir, eleştiri konusu yapar ve bu sefer “Aman ne olur burayı yazın” diye bir talebiniz olabilir. Bence orayı bir yeniden düşünün. Bence bu tür konuların mutlak surette açıklanması lazım. Ha derseniz ki, “Eğer yani holdingi, yada işte grup şirketler arasındaki bu satışlarda mutlaka istisnadan yararlansın” derseniz, o da bir tercihtir. Ona bir şey söyleyemem. Ama bu bölümün çıkarılması şakayla karışık biz bunu düşündük. Ama yani çıkarılması daha kötü sonuçlar doğruyor. O nedenle, o bölüm çıkmayacaktır. Diğer yandan gerekçede enteresan şeyler var. İşte şehrin bir bölgesinden bir gayrimenkulu satıp, bir başka yerinden alırsanız “istisnadan yararlanamazsınız” deniyor. Neden yararlanamam? “Çünkü siz kaynaklarınızın likid hale dönüştürmüş olmuyorsunuz.” Ya da “Amaç sermaye yapısının güçlendirilmesidir. Siz oradan sattınız, başka yerden aldınız. Ne oldu? Değişen bir şey yok. Dolayısıyla amaca hizmet etmiyor” gibi. yani bu tamamıyla en çok sorun oluşturan maddelerden birisi. Bilmiyorum, bunu çözemeyeceğiz yine. Zarar halinde % 75’lik giderin reddi konusunda denecek bir şey yoktur. Olmamış o bölüm. Yani o neden öyle yazılmış onu ben de bilmiyorum. Ama sanıyorum ki, bunun zarar dahi olsa indirilecek bir gider olduğu düşünülmüş, bilmiyorum mantığını. Fakat bir yanlışlık var. Onu düzelteceğiz herhalde. Vergi yükü hesabıyla ilgili olarak şöyle bir şey aklıma geliyor; “Kesinti yoluyla alınan vergilerinde mahsup edilmesinin gerektiğini” söyledi üstat. Ama stopaj bildiğiniz gibi, Gelir ve Kurumlar Vergisi’ne mahsuben alınıyor. R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 111 Şimdi ben eğer orada stopajı esas alırsam, daha sonra bir mükerrerliğe yol açmış olmayacak mıyım? Çünkü ödenen Gelir ve Kurumlar Vergisi’ni zaten dikkate alıyoruz. Bir de stopajı alırsam, o zaman mükerrer olmuş oluyor. İştirak kazancının Türkiye’ye transferi konusunda; “Önce istisna olsun, zamanında gelmezse cezalı tarhiyat yapılsın.” diye bir görüş vardı. Yani İdare bunda tabii biraz kendini de düşünüyor. Ben bir şeyi önce vereceğim. Sonra yanlışlık olacak. Arkasından gidip onu almaya çalışacağım. Yani o bizi biraz sıkıntıya düşürür. Kaldı ki biz normalde bir vergi alacağını bile almakta zorlanıyoruz. İşte icralar, mahkemeler. Yani böyle bir durumda siz ne istisnadan yararlanmak istiyorsunuz, “gidin kardeşim belgenizi getirin, paranızı Türkiye’ye transfer edin, istisnadan da yararlanın.” Ben niye başlangıçta istisna vereyim de, sonradan bir yanlışlık olursa cezalı tarhiyat yapayım? Biraz öyle olaya kendi açımızdan, iş yükümüz açısından bakıyoruz. AHMET FERİDUN GÜNGÖR Geçici Vergi biliyorsunuz geçicidir. Hemen birbuçuk ay sonra Kurumlar Vergisi’ne tamamlanan bir yönü var. Yani bu kurum başka bir yere gitmiyor. Eğer getirememişse o tarihe kadar, zaten matraha dahil edecektir. Vergilendirilecektir. ERCAN DURGUN Şimdi ben aslında konunun üzerinde çok durmak istemiyorum. Sadece konuya ilişkin “şöyle bir şeyim var” deyip, geçmek istiyorum. CFC’de yürürlük tarihinin 01.01.2006’da olması yanlıştır. Bence de yanlıştır. O doğru olmamıştır. “Aktif gelir kaynaklı, pasif gelir” diye bir ifade kullandı üstat. Aslında baktığımız zaman bütün gelirlerin kökenlerinde bir aktiflik var. Belki öyle bir ayırım yapmak ta güçtür. Yani iştirak kazançlarında belki çok daha net olarak görünüyor. Sizin açınızdan pasif nitelikli, ama benim açımdan aktif niteliktir. Yani orada katılmıyorum üstada. CFC’de aslında çok konu var. Ar-Ge’de aktifleştirme belki en çok konuşulan konulardan birisi. Bu konuda İdare’nin anlayışıyla, özel sektörün anlayışı arasında uzun zamandan beri varolan bir farklılık varmış, ama bunun farkında değilmişiz. Aslında bu henüz yeni gündeme gelmiş olan bir konu değil bizce açıkçası. Yani biz bunu yıllardır zaten böyle olduğunu düşünüyorduk. Şimdi dolayısıyla yani biz “Allah Allah insanlar niye şaşırıyor? Niye bu soruyu soruyor?” diye de kendi kendimize soruyoruz. Üstatın az önce dediği “Vergi Usul Kanunu’nda buna ilişkin bir hüküm var mı?” sorusuna cevap: Evet var. Vergi Usul Kanunu’na baktığımız zaman, her harcamayı gider yazamıyoruz. Bir takım harcamaları aktifleştirmemiz gerekiyor ve onları bir şekilde gayri maddi hak olur, bir başka şey olur. Ortaya çıkan şeyi amortisman yöntemiyle gider yazacağız. Şimdi bu konuda çok ısrarla talep geliyor. Bu konuyu sizin istediğiniz gibi yazacağız. Ama, sonuç gene çok fazla değişmeyecek. Diyeceğiz ki mesela, “Vergi Usul Kanunu’na göre aktifleştirilmesi gerekenler aktifleştirilir”. Yani bunun çok farklı bir şey olacağını R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 112 düşünmüyoruz. Çünkü Ar-Ge harcamalarının bir şekilde, eğer gayri maddi hak doğuruyor ise, yani onu belki söylemek gerek. En azından bu ortak noktayı o tebliğde öne çıkartmak lazım. Yani belki de orada biz birşeyleri kastediyoruz kafamızda. Ve yazarken de onu kastederek yazıyoruz galiba. Dolayısıyla oranın açıklanması gerekiyor belki de. Belki iyi bir haber. Ar-Ge harcamaları bizim tarafımızdan da iyi gözle karşılanıyor ve bunun % 40 olan şu anki oranın, % 100’e çıkarılması yönünde bir çalışma var. Yani kamuoyunun kızgınlığını o yolla belki bertaraf etmiş oluruz. Hibe Ar-Ge’lerin vergilendirilmesi konusunda öyle bir mahcubiyet hissetmiyoruz. Ya da bir yanlışlık yaptığımızı düşünmüyoruz. Çünkü eğer bir yerden size Ar-Ge, yada bir başka isimde, herhangi bir adla, herhangi bir amaçla bir hibe geldiyse, bu sizin gelirinizdir vergisini alırız, diye düşünüyoruz. Bunlarda Ar-Ge değil de teşvik olur. Bilmem ne olur. Hibe, ben size hibe verdim yani. Bu geliriniz. Ben bunu vergileyeceğim. İş ortaklıklarında zarar konusunda bir değişiklik yapmayı düşünmüyoruz açıkçası şu anda. Yani biz olayı nasıl değerlendiriyoruz? Üstat dedi ki, “Karı olduğunda vergi alıyorsunuz, zararı olduğunda?” Tamam, zarar olduğunda da almıyoruz. Hayır yani zarar olduğunda da mı alalım? O konuda çok esneyebileceğimizi düşünmüyorum. Tabii ben bunlar kişisel görüşüm. Oturuyoruz arkadaşlarımızla, üstatlarımızla değerlendiriyoruz. İdare’nin öteden beri varolan görüşleri var. O çerçevede üstatlarımızın bize bıraktığı mirası da korumak biraz boynumuzun borcu gibi düşünüyoruz. Şimdi bir diğer konu; Beyannamede indirim ve gider sıralaması konusu. Bu konuda belki bir farklılık, bir değişiklik olabilir. Bununla ilgili bir çalışmamız var ama, henüz ortaya çıkmış bir şey değil. Yani yatırım indiriminin yukarıya çekilmesi ve ilk olarak öteki şeyden önce indirilmesi gerektiğine ilişkin bir kanaatim yok. Ama bu İdare’nin inisiyatifindedir. Eğer İdare böyle bir şeyi yapmak isterse, yapar. Ama ben gerektiğini düşünmüyorum. Yapılabilir mi? Yapılabilir, iyi bir şey olur. Bence de mükellef lehine yapalım. Orada bence bir yanlışlık yok. Bu bir tercih konusu. Çünkü Kanunla düzenlenen bir şey değil. Üstadımın ilk kez dile getirdiği bir şeyler vardı. Biraz espriyle karışık olarak demek istiyordum ki, “aslında bunu bir tek siz istiyorsunuz”. Bununla şunu vurgulamak istiyorum; Tebliğle ilgili çok sayıda öneri, görüş geliyor. Ama ben gene de bunları yeterli görmüyorum. Burası, bu topluluk, Yeminli Mali Müşavir eli kalem tutan, sürekli yazan, yani rapor yazar, makale yazar, ama bir şekilde yazar bir şeyler. Deyin ki, “bunu böyle istiyoruz” diye. Mesela çok önemli bir istekti az önce üstadın söylediği hususlardan birisi ama, o konuda bir tek üstadım var. O konuda bir tek üstadımın talebi var. Az önce not almıştım ama, onu okumadım ben. İndirim gider sıralaması konusu. Bu konuda hiç kimsenin bir isteği olmadı. Yada ben farkında değilim. Ama bunu Feridun üstadın isteği olarak dikkate alacağız. Demek istediğim yazın, bir şeyler yazın. “Şunu şöyle istiyoruz, yada bu böyle olmalıdır. Her neyse görüşünüz. O konuda sizden destek bekliyoruz. Bir iki soru var. Onları da cevaplandırıp konuşmamı tamamlayacağım. Üretici firmalar, ürettikleri malları gerek yurt dışına, gerekse yurt içine yap- R A P O R 07/15-16-17-18-19 113 1 5 N İS AN 20 0 7 tıkları satışları gene kendi ortaklarınca kurulan eksport pazarlama şirketleri kanalıyla satmaktadır. Oluşan satış fiyatının altında bir fiyatla bu şirketlere satarlarsa burada yeni uygulamaya göre, transfer fiyatlandırması kastediyor. Bir sorun çıkar mı? Evet, çıkar. Eskidende çıkardı. Yani belki bu yönüyle transfer fiyatlandırması konusunda daha çok problem çıkacaktır. Yatırımlarımızı gerçekleştirebilmek için, gerçek kişi ortaklarımızdan özsermayenin üç katını aşacak miktarda borç aldık. Döviz cinsi yaptığımız bu borçlanma için ortaklarımıza faiz ödenecektir. Faizler yıl sonunda ödenecektir. Ancak yıl içinde Geçici Vergi dönemlerinde ne gibi bir işlem yapılacaktır? Yani faiz ödemeleri yıl içerisinde yapılmıyorsa, o zaman reddedilecek gider yoktur anlamına geliyor. Dolayısıyla Geçici Vergi açısından da yapılacak bir şey yoktur. Yıl sonunda yapılacak anlamına geliyor. Biraz ödemeye bağlı olarak. Ama eğer sözleşmede tahakkuk falan dendiyse, ona göre de bir şey olacaktır. Taslak, Kurumlar Vergisi beyan dönemine yetişebilir mi? Aslında bu konuyla ilgili olarak, ne söylesem yalan. Emin değiliz. Ona göre işimizi ayarlıyoruz. Yok bu akşam olmadı, belki yarın olur. Belki yarın, belki yarın bugüne geldik. Ama ümit ediyorum ki bu akşam toplanırız. Onu da bilmiyorum. O da kesin değil. Bugün olmazsa, yarın anlamında ama, beyan döneminden önce çıkabileceğini ümit ediyoruz. Örtülü sermayeyle ilgili olarak, taslaktaki esaslara göre işlem yaptık. Bu maddede taslakta değişme olur mu? Örtülü sermayeyle ilgili bir değişiklik olacağını tahmin etmiyorum. Ancak az önce üstadın söylemiş olduğu konuda olabilir. Tebliğde mallarla ilgili, vadeli mal satışı konusunda. Şurası da değişir demek te belki yanlış. Başka soru yok ise ben teşekkür etmek istiyorum. BAŞKAN M. CİHAN ERAY Teşekkür ederiz sayın Durgun. Birkaç soru alacağım. ERCAN DURGUN İlişkili kişi kurumun bizzat kendisidir. Yani şube dediğiniz şey eğer farklı bir şirketse, farklı bir mükellefse elbette ki ilişkili bir kişi değerlendirilecek. Hayır, eğer aynı çatı altındaysa, eğer aynı mükellefiyet altındaysa, değil. BAŞKAN M. CİHAN ERAY Okan bey buyurun. CEVDET OKAN BAHAR Sayın Başkan, sayınVergi İdaresi Başkanı, değerli meslektaşlarım hepinizi saygı ve sevgiyle selamlarım. Bendeniz bir meslektaşınız olarak anayasaya aykırı bulduğum bir yasal düzenlemenin gündemimizdeki KVK. Gn.Tebliğ Taslağına da yansımış aykırılıktan söz edeceğim ve bu tebliğ taslağında sorularıma cevap olacak açıklamaların yer verilmesini diliyorum. R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 114 Bilindiği gibi, 31.12.2003 tarihine kadarki yurtdışı inşaat onarım montaj işleri ve teknik hizmetler ile ilgili istisna düzenlemesi mülga 5422 sayılı KVK. ‘nın geçici 24. maddesinde yer alan geçici bir istisna iken bilahare yapılan düzenleme ile yine aynı yasanın 8/7 maddesinde devamlı hale getirilmişti. Ayrıca, istisnadan yararlanabilmek için sözü edilen hasılattan %15’nin yurda getirilme koşulu da kaldırılmıştı. Ayrıca 5422 sayılı KVK.’nın mükerrer 14. maddesinde Türkiye’de kurumlar vergisinden istisna edilen kazançlarla ilgili yurtdışı zararlarının yurt içindeki kazançlardan indirilemeyeceği hükmü vardı. Maliye bakanlığı yukarıda sözünü ettiğim yasa hükümlerine dayanarak 28.06.1996 gün ve 50/5014-33/29372 sayılı özelgesiyle Yurt dışı inşaatonarım-montaj işleri ve teknik hizmet faaliyetleri sonucu hasıl olan zararların yurt içindeki kazançlardan indirilemeyeceğini belirtmiştir. Buna mukabil, Danıştay 4.dairesi de 20.05.1998 tarih ve e.1997/6039 k.1998/2058 sayılı kararı ile, “ davaya taraf bir kurumun yurt dışı hasılatının %15’nin yurda getirmemiş olması ile istisna şartları oluşmadığından ve istisnadan yararlanmayan bir kurumun bu faaliyetlerden doğan zararını yurt içi kazançlarından indirebileceğini” hükme bağlamıştır. Yani, Maliye Bakanlığı yurt dışı inşaat işlerini yapanlar istisnadan yararlansın, yararlanmasın bu faaliyetlerle ilgili zararların yurt içi kazançlarından mahsubunun mümkün olmadığını belirtirken, Danıştay; bir kurum, istisnadan yararlanmamış ise ve faaliyet zararı var ise, bu zararını diğer kazançlardan indirimini yapabilir, demiştir. Burada hemen akla gelen ve izahı gereken husus şudur; kazanç varken aynı faaliyetle ilgili zarar söz konusu olabilir mi? tabii olur. Yasa koyucu bunu gözeterek bu hükmü sevketmiştir.. Örneğin; ilgili dönem kapandıktan sonra; - VUK. 323 şüpheli hale gelen alacaklardan ötürü zarar söz konusu olabilir. - tazminat ödemelerinden ötürü zarar olabilir. - iştirak edilen (aynı işi yapan ) kurumdaki zararların iştirakçi kurumun sermaye paylarına yansıyan zararları olabilir. - kambiyo zararları, transfer giderleriyle ilgili zararlar ve sair zararlar olabilir. Bilindiği gibi bu istisna uygulamasının amacı, teşviktir. teşvik ise yardım ve özendirmedir. Diğer taraftan, vergi mevzuatımıza göre de gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinin birden fazla gelir kategorisine giren kazanç ve iradı olabilir. bunların toplanması ve yıllık kazanç ve iratların beyanı asıldır. Danıştay bu mantıkla; zarar etmiş ve istisnadan yararlanmamış bir kurumun ticari gaye ile ve kâr umarak teşvik edilmiş faaliyeti yapanın sırf bu faaliyette bulunmasından ötürü zarar mahsubu yasağı ile cezalandırılma- R A P O R 115 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 yacağına karar vermiştir!.. Ancak, Danıştay kararının verildiği anda yürürlükte olan 5422 sayılı yasanın mükerrer 14. maddesindeki, “Türkiye’deki kurumlar vergisinden istisna edilen kazançlarla ilgili yurt dışı zararlar yurt içindeki kazançlardan indirilmez” hükmü, Danıştay’ın yukarıda belirttiğimiz kararına dayanak olabilecek nitelikteyken 5520 sayılı yeni ve 01.01.2006’da yürürlüğe giren 5. madde (3) fıkrasındaki “istisna kapsamındaki faaliyetlerden doğan zararların, istisna dışı kurum kazancından indirilmesi kabul edilmez” şekline getirilen hükmü ile ancak, bu yeni yasa hükmü yeni şekliyle aşağıda açıklayacağımız üzere Anayasamızın 73. maddesindeki vergileme ve vergi adaleti ilkelerine aykırıdır. Sanki yasa koyucu, maliye bakanlığı görüşünü haklı çıkarmak ve ona yasal dayanak oluşturmak için konu ile ilgili son yasal düzenlemeyi yapmıştır!.. Bu suretle sevk edilen yasa hükmüyle, istisna faaliyetlerle iştigal eden kurumu teşvik ederken vergilendirme sistemi dışına çıkarmış, zarar edilirse diğer yükümlüler gibi (5) yıllık süre içinde elde edilecek kazançlarla bu zararların telafi edilmesini bu faaliyetlerle iştigal edenler için yasaklamıştır. Kaldı ki bu faaliyetleri yapanlar henüz işe başlamadan da zarar edebilirler. Mevcut yasal düzenlemeye göre girişimcinin bu dönemdeki zararları dahil, mahsup yasağının kapsamındadır!.. Örneğin, İnşaat taahhüdü altına giren firma bir çok harcama yaptıktan sonra anti-damping kota-3. ülke siyasal ilişkileri veya siyasal tercihler ve tabii afetler sonucunda işi yapamaz hale gelip zararları olabilmektedir. Bu ahvalde istisna kazancı ile ilgili faaliyetlerin yapıldığından söz edilerek kurum zararlarının kabul edilmesinin doğru bir yaklaşım olduğundan bahis edilebilir mi? Oysa yaptığı iş ticaretin gereğidir ve bir de üstüne üstlük teşvik edilen bir faaliyettir. Örneğin, bir kurumun yurt dışındaki 5000 birim zararı ile azalan öz varlığına rağmen yurt içindeki 3000 birim kazancının vergilenmesini isteyen yasa hükmünün Anayasamızın 73. maddesindeki “herkes mali gücüne göre vergi öder” ve “vergi yükü adaletli ve dengeli dağılımı” ilkeleri ile bağdaştığı söylenebilir mi? Sonuç olarak; bu gerekçeler ve Anayasamızın 73. maddesindeki genel hükümlerini de dikkate alarak, mahsup yasağı konulan yurt dışı inşaat faaliyetlerinden doğan zararların diğer kazançlardan indirilmemesi ile ilgili yasa hükmünü biz, “bir kurumun istisna kazançları olmasına ve istisnadan yararlanmasına karşın hesap dönemi kapandıktan sonra ortaya çıkan “ zararları olduğunda bu zararların diğer kazançlardan indirilemeyeceği şeklinde anlıyoruz. Bu anlayışımıza göre KVK. tebliğ taslağında cevabını arayacağımız sorular şunlardır: 1. Bu faaliyetlerle ilgili zararların, gerek dönem itibariyle gerekse dönem kapandıktan sonra neler olabileceği özellikle şüpheli alacak karşılığı VUK. 323 md. hükmüne rağmen işle ilgili zarar olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceği, 2. Dönem karlı kapanıp kazançlar sonuç hesabına aktarıldıktan sonra ortaya çıkan zarar söz konusu olursa ve zarar; R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 116 A) Daha önce sonuç hesaplarına aktarılan gelir tutarını aşmayan miktarda ise mahsup imkanının olup olmadığı, B) Önce kaydedilen gelir kısmını aşan bir miktarda ise ne kadarının mahsup edileceği ya da edilmeyeceği, 3. Kazanç olup ta sonuç hesaplarına aktarılmadıysa yurt dışında “ mükellef ” olarak vergi ödenmiş ise; bu kazançlar beyan edilip vergisi ödenirse 5520/33. maddesine rağmen yurt dışında ödenen vergilerin hesaplanan vergilerden mahsup edilip edilmeyeceğidir? Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. DİNLEYİCİ ...................... örtülü sermayeyle ilgili ............................ Kanun maddesinde biraz çekişmesi var bunun. Orada hem kur farkları var. Hem faizler var. Hem de yurt dışından sarkan borçlar var. Kanun diyor ki, “dönem başındaki özvarlığın üç katını geçen” diyor. Örnekte,”şirketin örtülü sermayeye ................. dahildir” denmiş. 01 Temmuz’dan itibaren, işte o günkü kuru değerlendiriyor. Artı 01 Temmuz’dan sonraki faizler değerlendirilecek mi? ERCAN DURGUN Bu soruyla ilgili bir şey söyleyeyim. Sanki ben onu sizin vereceğiniz bir örnek diye anladım. Tebliğdeki örnek diyorsunuz, tebliğ taslağı var mı? Bilmiyorum. Ola ki, örneği değerlendirme imkanımız biraz zor olur. Ama sizin tespit ettiğiniz, “01 Temmuz” diyorsunuz. O zaman yanlış olur. Yani bizim anlattığımızda da söyledik. Normalde bunun dönem başı özsermayeyle mukayese edilmesi gerekiyor. Ama şöyle bir şey aklıma geliyor. Acaba tebliğde özel hesap dönemi filan mı vardı? Yani niye 01 Temmuz? Bilemiyorum. Gidince bir bakayım ben. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN M. CİHAN ERAY Siz de kısaca buyurun. DİNLEYİCİ Özsermaye yönünden gerçek kişi ortağı şirkete verdiği bir borç para varsa, nezdinde ................... Bu durumun ortak yönünden, menkul sermaye yönünden değerlenmesi ................ Yani ortak herhangi bir faiz, herhangi bir tahakkuk ................ nakden......................... Yani bu konuda çeşitli yorumlar var. Çeşitli yazılar var. ......................... sayılır şeklinde. ERCAN DURGUN Şimdi örtülü sermaye bakımından, aslında yapılacak çok fazla bir şey yok. Ama belki önce gidip bir transfer fiyatlandırmasından başlamak lazım. Emsaline göre, daha doğrusu emsale uygunluk diyelim artık. Şimdi yani ortada alınmamış bir para var. Eğer bu borçlanmanın ücretsiz, karşılıksız, R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 bedava yapılmış olması normal ise, buna denecek hiçbir şey yoktur. Ortada da bir gider olmadığına göre, yapılacak bir şey yok. Ne bakımdan? Örtülü sermaye bakımından. Gelelim şimdi transfer fiyatlandırmasına. Transfer fiyatlandırmasının konusuna giren şeyler sadece alım, satım değil. Borç verme de bu kapsama girer. Şimdi bu kişi, bu ortak bir başkasına borç verdiği zaman böyle ücretsiz/ faizsiz veriyorsa bir şey yok. Ama eğer bir başkasına faizli olarak borç veriyor da kendi şirketine faizsiz borç veriyorsa, o zaman transfer fiyatlandırması bakımından bir şey yapmamız gerekiyor. DİNLEYİCİ Hayır, hayır. Bu parayla şirket para kazanacak. .......................... Yani bunu faiz olarak değil, kar payı olarak alacak. Belli kişilere verebilirsiniz. BAŞKAN M. CİHAN ERAY Buyurun, sizden de kısaca alalım. DİNLEYİCİ ................................. ERCAN DURGUN Yani daha önce fatura kesildi. Buna finansman gideri dendi. Bunun üzerinden KDV hesaplandıysa evet, yani. AHMET FERİDUN GÜNGÖR Örtülü sermaye uygulaması sadece Kurumlar Vergisi açısından sonuç ifade eder. Yani bu yapılan satışın, her hangi bir şekilde yapılmadığı, bu işlemin varolmadığı, dolayısıyla işlemin Katma Değer Vergisi kapsamı dışına çıktığı gibi bir değerlendirme yapılamaz. Bir kar payı hesaplaması yapılabilir. Bir şekilde örtülü sermaye üzerinden ödenen faizler kar payı mahiyeti kazanabilir. Ama bu daha önce yapılan satış işlemlerinin, satış işlemi olduğu gerçeğini değiştirmez. Katma Değer Vergisi’ne yönelik olarak da bir düzeltme söz konusu olmaz, diye düşünüyorum. ERCAN DURGUN Yalnız şunu eklememiz gerekir mi üstat? KDV Kanunu 30’uncu maddesi sanıyorum. Yani Gelir ve Kurumlar Vergisi bakımından kanunen kabul edilmeyen giderlere ilişkin Katma Değer Vergisi indirim konusu yapılmaz deniyor ya, o çerçevede düzeltmek gerekmez mi? Ben söylerken onu düşünerek söylüyorum. AHMET FERİDUN GÜNGÖR Olur, olur. Ben yanlış söyledim o zaman. Pardon. R A P O R 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 118 DİNLEYİCİ Benim sorum; Bir grup şirketi kendi kredili ................, diğer grup şirketine para aktarıyordu, aynen. Ama bu aynen ifade edilip, doğru olarak şu anda geçiyor. Ayna .................... karşısında bir dönemsel olarak kredi faizleri var. ..................... ve eğer bu işletme görevlisiyse, yurt dışına da gidecekse kur farkı olarak alım ve satım tarihindeki kur farklarını değerlendiriyor. Burada da fatura ödüyor. Bu “aynen” ifadesine uymuyor. Dolayısıyla Kanunda bu aynen lafı basit olarak geçiştirilmiş ama, şu an uygulanan indirimdeki olay aynen olmuyor yani. Bir de tabii krediyi alan firmanın bir sürü kredi borcu varsa, bu kredi borçları içinde bunu nasıl “aynen” olarak ayıracaksınız. Ayrılmıyor yani. Teorik olarak belki şimdi bir örnekte oluyor ama, işlemsel olarak olmuyor. ERCAN DURGUN Ben bir cümleyle cevap vermek istiyorum. “aynen”den ne anlamamız gerekiyor? Benim aklıma gelen şey; Bir faiz olayında, daha doğrusu bir borç para alıp, verme olayında bir borcun tutarı vardır. Vadesi vardır. Faiz oranı vardır. DİNLEYİCİ ...................... yoktur. Onun ekleri vardır ve onun eklerinde de mesela faize BSMV’yi tahakkuk eden taraf öder ama, biz bunu da öbür tarafa ayrıca faturalı bir BSMV tahsil edebiliriz. Yansıtma yaparız. ERCAN DURGUN Şimdi “aynen”den şunu kastediyorum. Yani bir faiz dendiği zaman, bir borç verme dendiği zaman akla ilk gelen şeyler bunlardır. Tamam KKDF de vardır o işlemde. Onlar bir kenara. Teminat konusu vardır. Ama bir faiz olduğu zaman bu ilk şey. “Bir borcun bir başkasına” aktarılması dendiği zaman da ben gene bu üç unsura bakarım. Yani bunun faiz oranını değiştirmediysen, onun vadesini değiştirmediysen, onun tutarını değiştirmediysen bu aynen aktarımdır, diye düşünürüm. DİNLEYİCİ ................ faiz pazarlama şirketi ayrı. Buraya yapılan satışlar Kanun lafzından hareket ettiğinizde transfer fiyatlandırması kapsamında örtülü kazanç dağıtır. Şimdi normalde 200 lira ............... Belki 10’liralık bir karla pazarlama şirketine aktarıyor. Ama oradan 150 lira ................. Aynı ürünün bir başka kendisinin ............... olmadığı bir firmaya 110 liraya satmaz. Çünkü kendi grup firması olduğu için, 110 liraya oraya veriyor. ................ burada örtülü kazanç dağıtımını uygulayacak mıyım? En azından ya tebliğde, yada Bakanlar Kurulu Kararı’nda ele alınmasını faydalı görüyorum. ERCAN DURGUN Doğru diyorsunuz. Özellikle pazarlama şirketleriyle, üretici şirketler arasındaki ilişkide gerçekten bu yönde çok önemli, çok büyük, çok sayıda sorun bekliyoruz transfer fiyatlandırmasıyla ilgili. Şimdi transfer fiyat- R A P O R 119 07/15-16-17-18-19 1 5 N İS AN 20 0 7 landırmasıyla ilgili henüz ortaya tebliğ çıkmamış. Kararname çıkmamış. Dolayısıyla konuşurken biraz rahat konuşuyoruz. Şöyle olması gerekir falan diye. Şimdi bu Kanun’dan anladığımız, bu maddeden anladığımız şey şu; diyor ki, “bir malı sizinle ilişkili bir kişiye piyasa fiyatının altında veremezsiniz” Piyasa fiyatını nasıl belirlersiniz? İki yolu vardır Ya kendi satış rakamlarınıza bakarsınız, yada sizin dışınızdaki işletmelerin satış fiyatına. Allah’tan gerekçede önce, “iç emsalle bakılır” gibi bir şey söylenmiş. Şimdi ben size daha kötü sonuçları olan bir örnek vereyim. Bir şirket düşünün ki, % 99’unu kendi pazarlama şirketine veriyor. Ürünlerinin % 99’unu oraya satıyor. Yalnız % 1’ini dışarıdaki bir şirkete satıyor. Şimdi burada emsal hangisi? İlişkisi olmayan, ilişkisiz kişi % 1’lik olan satış oranı % 99 olan ilişkili kişiyle olan ilişkiye mi uygulanacak? Yani orada bir emsal var. Hayır doğruluğunu, yada yanlışlığını tartışmıyorum. Öyle bir iddiam da yok. Orada bir tane rakam var. Orada bir tane fiyat var. Hakikaten o fiyattan satılmış. Gerçekten de hiçbir hile yok orada. O fiyattan satmış o malı o firmaya % 1 satışlar içerisindeki. Yani emsalin işletme içerisindeki tanımı öyle diyor. Şimdi o zaman pazarlama şirketi diye bir şey kalmayacak anlamına geliyor. Şimdi biraz önce “Allah’tan iç emsale bakılacak” diye bir ifade var gerekçede dedim. Öteki türlü iç emsal yazılmasaydı gerekçeye, inceleme elemanı gelecekti diyecekti ki, “Kardeşim bu olmaz böyle. Bundan yani piyasa fiyatından dış emsali anlıyorum. Dış emsal dediğiniz şey, bir firmanın bir başka firmaya sattığı fiyattır. Dolayısıyla sen kendin ürettiğin üretim şirketine, pazarlama şirketine bu fiyattan aşağıda satamazsın.” O zaman pazarlama şirketi ne iş yapacak? Tabii ki zarar eder. BAŞKAN M. CİHAN ERAY Arkadaşlar zamanımız bitti. Sayın Başkan uçağa yetişecek. O nedenle önce panelistlerimize, sonra siz değerli meslektaşlarımıza son derece teşekkür ediyoruz. Sağolun. İYMMO BAŞKANI SEZAİ ONARAL Sizi tebrik ederim. Fevkalade güzel bir toplantı oldu. Çok teşekkür ediyoruz.