Bir pozitivizm eleştirisi

Transkript

Bir pozitivizm eleştirisi
Bilim ve teknoloji
insanlığa yol gösterici
olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Bu kitap Derin DüĢünce sitesinin
okurlarına armağanıdır.
www.derindusunce.org
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
2
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Sunuş
İnsan düşüncesi, inancı, iyi-kötüyü ayırma çabası “din-felsefe” etiketiyle bir
kavanoza konup rafa kaldırıldığında geriye bir hayvan kalıyor. Oysa küçücük
bir çocuk bile nereden geldiğini, öldükten sonra nereye gideceğini, hayatın
amacını ve onu nasıl yaşaması gerektiğini sorgular konuşmaya başladığı
andan itibaren.
Bu sorulara yanıt bulabildiği ölçüde yaşamayı ve ölmeyi öğrenir insan. Ama
bu kaygılara sırt çeviren bir toplumun çocukları bir zaman sonra soru
sormayı unutuyorlar. Kendilerine “hazır giyim” gibi sunulan hazır
düşünceleri daha doğrusu sloganları kaydediyorlar. Düşünmeyi unuturken
vicdanlarının sesini bastırmayı öğreniyor pozitivist toplumların çocukları.
Vicdanlara takılan susturucu kâh hedonizm oluyor kâh ulusalcılık. Hatta
birçok kez dinsel dogmalar şeklinde ortaya çıkıyor bu uyuşturucular.
Eninde sonunda varılan yer ise kayıtsızlık. Vicdanen yerinde sayan insanlık
teknolojik bakımdan ilerlemeye devam ediyor. Zevk için tüketerek çevreyi
daha çok kirletmenin, daha öldürücü silahlar yapmanın yollarını buluyor. Ve
tabi bütün bunlara tahammül edebilmek için her geçen gün yenileri icad
edilen propaganda mekanizmaları...
İnsanlara mutluluğu, yeryüzünde cenneti vaad eden nice ideolojiler, siyasî
projeler var: Sosyalizm, kapitalizm, liberalizm hatta islamizm. Birbiriyle
rekabet halinde olmalarına rağmen hepsinin pozitivist damardan beslenmesi
ne kadar çarpıcı. İnsanlığın kendi sorunlarına çözüm üretme kapasitesinin
bu denli felce uğramış olması belki de bir felsefe krizinin sonucu.
Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının günlük yaşamdan kesitler
alarak modern dünyaya, akıla, bilime, topluma ve vicdana bakışını yansıtan
yazılardan oluşuyor. Makaleler halen yoruma açık. Eski yorumcuların
katkılarını siteden okuyabileceğiniz gibi yorum yazarak tartışmaları
geliştirebilirsiniz.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
3
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
HATIRLATMA :
1° Kitabın içeriğini, makul bir oranda alıntı yaparak ve
içeriğin geri kalanına bağlantı vererek kullanabilirsiniz. Ġzin
almadan, bir bütün olarak yazıların alınıp kopyalanarak
baĢka sitelerde yayınlanması, kaynak gösterilse dahi telif
haklarının ihlali sayılır.
2° Bu kitapta savunulan fikirler yazarlara aittir.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
4
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
İçindekiler
Sunuş ............................................................................................... 3
İçindekiler.......................................................................................... 5
Neden pozitivizm eleştirisi? (Mehmet Yılmaz) ......................................... 6
Pornografi Nasıl Sanat Oldu? (Sever Işık)............................................... 9
Estetik Beden Terörü (Sever Işık) ........................................................ 12
Evrimcilerin iç hastalıkları (Mehmet Yılmaz)........................................... 14
Vicdan Ne Yana Düşer Usta, Medeniyet Ne Yana? (Özlem Yağız ) ............. 26
Otomobil, İktidar ve Cinsiyet (Sever Işık) ............................................. 30
Dini bu işe bulaştırma, din ayrı dünya ayrıdır! ( İhsan Eliaçık) ................. 33
Çifte Cinayet: Tanrı‟nın Ölümünden İnsanın Ölümüne (Sever Işık) ........... 39
İnsan ve İşkence (T.Suat Demren)....................................................... 43
Modernist yanılgı ve liberalizm (Rasim Ozan Kütahyalı)........................... 47
Evrim Teorisi Okullarda Öğretilmeli mi? (Mehmet Yılmaz)........................ 50
Aydınlanmanın Şantajı ve Foucault (Sever Işık) ..................................... 54
Çocukların cinsel istismarı (Mehmet Yılmaz) .......................................... 58
Evrime iman ve dinler arası diyalog (Mehmet Yılmaz) ............................. 61
Dini Siyasete Karıştırmanın Faydaları (Mustafa Akyol) ............................ 65
Materyalizm de Bir Dogmadır (Mustafa Akyol) ....................................... 67
Bize „din‟den bahset (İhsan Eliaçık) ...................................................... 69
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
5
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Neden pozitivizm eleştirisi? (Mehmet Yılmaz)
AteĢi keĢfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı”
karĢılaĢtırdığımızda hiç yol almadığımız söylenebilir.
Bundan 200 bin yıl önce komĢusunun yiyeceğini çalmak için baĢına taĢla
vuran neandertal insanı ile 2003 yılında Irak‟ın petrolünü çalmak için bir
milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus
aynı uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların
teknolojik üstünlüğü.
Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluĢlar
sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaĢtırdı. Bugün
karĢımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak çıkan
ahlâkî-felsefî bir duruĢ var. Bu duruĢ içimize, eğitim sistemimize ve resmî
ideolojimize öyle derinden iĢlemiĢ ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı
öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete
geçirebiliyor.
Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barıĢ getireceğinden Ģüphe
etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle, bağnazlıkla
suçlanabiliyor.
Pozitivizm nedir?
Bilimcilik ve deneycilik gibi fikir akımlarına temel teĢkil eden pozitivizm
sadece 5 duyuya hitab eden, fiziksel, maddi dünyanın gerçeklerini TEK
GERÇEK kabul eden bir dünya görüĢüdür. Dinsel kavramları, teolojiyi ve
metafiziği reddeder.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
6
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Bilimsel bir çalıĢmayı 5 duyu ile sınırlamak, ölçülebilir sonuçlar aramak
pozitif bilimler için elbette kaçınılmazdır. Ama bilimsellikten bilimciliğe
geçiş, bilimi ve teknolojiyi ahlâkî bir rehber, bir mürşid mertebesinde
görmek baĢka bir Ģeydir.
Bu akımın kurucusu kabul edilen Auguste Comte‟un deyimiyle “zihni
pozitifleĢen insanlık olgunlaĢtıkça NEDEN? diye sormayı bırakacak, sadece
NASIL? sorusuna yanıt arayacaktır”.
Auguste Comte iĢi bir “genel insanlık dini” kurmaya kadar götürdü. Bir
pozitivist kilise kurulması, Auguste Comte‟un da baĢ rahiplik yapması söz
konusu oldu. Comte özel ritüeller ve dogmalar geliĢtirdi bu yeni din için.
Halen Paris‟te, Brezilya ve Arjantin‟de faaliyet gösteren pozitivist kiliseler
olduğu biliniyor. Türkiye‟deki Kemalizm mezhebini de katarsak üç kıtaya
yayılmıĢ, oldukça renkli bir yelpaze çıkıyor karĢımıza.
Gerçekte Auguste Comte‟tan önce ve sonra birçok düĢünür kısmen de olsa
bu dünya görüĢüne katkıda bulundular. Bunların arasında Demokritos,
Epikuros, John Locke, David Hume, Thomas Hobbes, George Berkeley,
Francis Bacon, John Stuart Mill, Émile Zola, Emile Hennequin, Wilhelm
Scherer, and Dimitri Pisarev, Wilhelm Scherer,Stephen Hawking gibi değerli
isimler sayılabilir.
Bu düşünürleri toptan din düşmanı ya da bilimcilikle körleşmiş ilân
etmek Auguste Comte‟un düştüğü fanatiklik çukuruna atlamak olur.
Her düĢünür yaĢamının değiĢik dönemlerinde farklı hayat görüĢlerine sahip
olmuĢtur. Ġçlerinde yaĢadıkları toplumun, savaĢların, hakim felsefî
görüĢlerin, inançların etkisinde (veya onlara tepki olarak) yeni yeni fikirler
üretmiĢlerdir.
Sözgelimi John Locke‟nin din-devlet-vicdan iliĢkisi üzerine yazdıkları
Kemalizm ile taban tabana zıttır. Oysa Kemalizm mezhebi mensupları
alaturka bir pozitivist projeyi hayata geçirmeyi amaçlamaktadır. Yine
yukarıda adını andığımız David Hume bir ampirist olmakla beraber sebepsonuç ve tümevarım metodu üzerine yazdıklarıyla pozitivizm cephesinde
öyle derin yaralar açmıĢtır ki bugüne kadar o yaraların kapatılması mümkün
olmamıĢtır.
Pozitivizm karşıtı görüşler ve düşünürler
Ne insanlık tarihi ne de felsefe tarihi düz bir çizgi değil elbette. Bu bağlamda
pozitivizmi ve anti-pozitivist fikirleri birbiri ardına ortaya çıkmıĢ birer etkitepki gibi görmek büyük hata olur.
Pozitivizmin belki de çekirdeğini oluĢturan insan aklının, bilgisinin ve bilimin
yüceltilmesine düĢünürler hemen her çağda karĢı çıkmıĢlar, güçlü
argümanlarla dolu eserler yazmıĢlardır.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
7
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Meselâ Immanuel Kant (1724-1804) Saf Aklın EleĢtirisi adlı anıtsal eserinde
bir yandan metafizik spekülasyonları diğer yandan da akla tapan ampirik
argümanları adeta yerle bir eder.
Gazali (1058-1111) “pozitivist” kelimesi doğmadan asırlar önce Yunan
filozoflarını incelediği Felsefenin Amacı (Makasıd ül Felasife) adlı kitabında
insan aklının sınırlarından bahseder. Yukarıda andığımız David Hume
(1711-1776) gibi tümevarım yöntemine Ģüpheyle bakar ve tıpkı onun gibi
sebep-sonuç zincirlerinin mutlak olmayışının altını çizer.
Pozitivizmin, akıla ve bilime tapmanın insanlığa getirebileceği felaketleri
dünya savaĢlarını bizzat yaĢayarak gören Hannah Arendt (1906-1975) ise
Ġnsanlık Durumu (1958) adlı eserinde 20ci yüzyılın acılarını çok güzel analiz
etmiĢtir. Arendt gibi pozitivizmi 20ci yüzyılın tecrübesiyle eleĢtiren çok
sayıdaki düĢünür arasında unutulmaması gereken bir baĢka isim ise elbette
Erich Fromm‟dur (1900-1980).
Sonuç
Pozitivizmi şeytanlaştırmak, adeta bir dış düşman haline getirmek
niyetinde değiliz. ġayet insanlık Ģu anda içinde bulunduğu lağım çukuruna
nasıl düĢtüğünü anlamadan dıĢarı çıkacak olursa çok kısa bir zaman içinde
oraya geri dönecektir. Pozitivizm uzaydan gelmiĢ bir düĢman olmadığı gibi
Batı‟nın icad ettiği bir kötülük olarak da görülmemelidir.
Pozitivizm insan nefsinin kendi icadları karĢısında duyduğu kibirin adıdır.
Bilimin ve bilginin gerçek Sahibini ve maksadını unutarak kendi kendine
“yaratıcı” sıfatı vererecek kadar hastalandığı asırların bir tortusudur.
Aklına, bilime, paraya, siyasî güce ve en nihayetinde kendi kendisine
taparak Ģerefsizliklerin en düĢüğüne muhatap olan insan elbetteki gerçekleri
bir gün hatırlayacak... Yani kendisini Yaratan‟ı, yaratılmıĢ varlıkların en
Ģereflisi olduğunu ve yaratılma maksadını.
Dünyada süregelen Ģiddete kayıtsız kalan her bir insan içindeki insanlığı
yavaĢ yavaĢ öldürmekte. “Bir insan öldüren bütün insanlığı öldürmüĢ sayılır”
derken Kur‟an‟ın neyi kasdettiğini araĢtırmalıyız...
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
8
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Pornografi Nasıl Sanat Oldu? (Sever Işık)
Kendisine ait “Profesör Unrat” romanının “Mavi
Melek” isimli sinema uyarlamasını izleyen Heinrich
Mann, film hakkındaki düĢüncesini ironik bir üslupla
Ģöyle dile getirir; “benim kafam ve bir artistin
bacakları!”
Mann‟ın yüzyılın ilk yarısına ait bu yargısı/analizi
bugün için toplumsal hayatın her alanına sızan
pornografinin nasıl olup ta bu kadar yaygınlık ve
hatta saygınlık kazandığının ve rahatlıkla
pazarlandığının ipuçlarını vermektedir. Buradan
hareketle seks/sanat/ticaret üçgeninde devr-i daim
olması için maksimum görünürlüğü hedefleyerek
bedeni dikizleyen ve ifĢa eden sinemanın, edebiyatın,
resmin ve müziğin nasıl ve niçin sanat halesine/aurasına büründüğünü
anlayabiliriz.
Nihilizmin kader olarak tarihte revan olduğu dünyamızda, pornografi,
ahlakın sürekli saldırıya uğrayarak mevzi kaybetmesine paralel yeraltından
yeryüzüne çıkarak özgürlükler elde etmiĢtir. Fakat hala dinsel, ahlaki ve
törel yasakların tümden yok olmadığı yerlerde porno bir kısım kamusal
alanlarda hala yasaktır. Dolayısı ile pazarı geniĢletmek isteyen pornocular
bir çözüm/hile bulmak zorunda idiler ve buldular da; pornografinin
kültüre/sanata sızdırılması ve zamanla ona dahil edilmesi.. Ve böylece, bu ”
gizlenme pratiği” ile pornografi, modern sanatın dokunulmaz, eleĢtirilemez
saygın mabetlerinde, sanat galerilerinde ve müzelerde, yasanın takibine
uğrama kaygısı taĢımadan müĢterisi ile buluĢmakta ve kamusal alanlarda
“ahlakçı”ların soruĢturmasına ve saldırısına maruz kalmadan varlığını devam
ettirmektedir.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
9
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Kamusal mekanlar gibi insan dolaĢımının fazla olduğu yerler, belirli bir
ahlakın ve onun yasaklarının (alkol, uyuĢturucu, seks) hayat bulduğu son
yasal sığınma noktalarıdır. Bu alanlara girebilmek için uluslararası kültür
trafiği ile birleĢen pornografi böylece kültürel faaliyete ile karıĢarak ve
kaynaĢarak kültürel faaliyete tanınan ifade özgürlüğünden
faydalanmaktadır. Kültürle karıĢan ve kaynaĢan porno, kalan son hukuki
sınırlamalardan da kaçmayı baĢararak “hizmet” sektörünün ayrımcılık
yapmayan niteliğinden de faydalanmaktadır.*
Bugün, pornografik bakışın odaklandığı “ticari beden” sanatı işgal
etmiştir ve tersi. Seks/ticaret/sanat üçlüsü Mahrem olanı tüm ayrıntıları ile
ıĢığa maruz bırakmıĢ, teĢhir ve ifĢaata icbar etmiĢtir. Meta-sanat, derin bir
Ģehvetle elektronik gözlerin “panoptik bakıĢ”ına ve teslim edilen
bedeni/teni/eti tüm ayrıntıları ile görüntü, söz ve müzik olarak
pornografların Ģehvet masasına servis etmektedir. NesnelleĢtirilmiĢ bedenin
hoyratça harcanması ve iĢkenceye maruz bırakılması bir strateji dahilinde
sanata dahil edilen pornografinin neticesidir. Pornografi suret-i sanata/n
bürünerek/görünerek kültürel etkinliklerin tekin mekânına
yerleşiyor.
Kalabalığın ticari amaçla sanat mekanlarına çekilmesi ve pazar pastasının
büyütülmesi gayesi ile cinsel tahrike yönelen pornografik görüntü pazarına
dönüĢen galeriler, müzeler, sinemalar, müĢterilerini kendilerine reklam
afiĢlerinde sunulanın/gösterilenin daha fazlasını/devamını görmek için
sinemaya, sergi salonlarına yahut müzelere davet etmektedirler.
Seks ve ticaret, sanat ile bütünleĢmiĢ durumda. Sanat müĢteri bulmak, para
kazanmak için cinsel hazzın tahrikine ve davetiyesine kapıları açarken, seks
pazarı son kadim kurumlar tarafından korunan alanlarda rahatlıkla ticaretini
yapmak için sanatın koruyucu kollarının/kanatlarının altına sığınmaktadır.
Sonuç, sapkınlık ve saplantıların, cinsel hezeyanların sanat suretine
büründürülmesi ve meĢrulaĢtırılmasıdır. Fakat iĢin ticari hacminin büyüklüğü
sanat korsanlarını bu konuda sürekli cesaretlendirmektedir. Kısaca, kâr
güdüsü/tanrısı sanat ve pornografinin nikâhını kıymıĢ ve izdivacını temin
etmiĢ durumda.
Sanat, modern dünyanın en “kutsal!”, ve en korunaklı alanıdır.
Geleneğe karşı bir put kıran olarak işlev gören, saygın ve neredeyse
eleştiriden münezzeh, ahlaktan muaf bir etkinlik alanıdır. Modern
sanat ve ona dahil olan/edilen her unsur, ahlaka karşı bir
dokunulmazlık zırhına bürünmektedir; “sanat, ahlakdışı olmaz”
klişesi bu anlayışın göstergesidir. Bu aynı zamanda “yasadışı sanat
yoktur” demektir, çünkü; ahlaki olan kolaylıkla yasak olmaz.
Böylece müstehcen olan, sanat maskesi ve hilesi ile ahlakı askıya
alırken, yasadan ve yasaklardan da paçayı sıyırmaktadır.
Pornografi, bugün müzikte, sinemada ve resimde güçlü sarsılmaz bir taarruz
konumundadır. Sanat, ahlakın, yani “iyi” ve “kötü”nün ötesine taĢınınca
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
10
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
haliyle sınırlar kendiliğinden yok olurken, yeni sınırlar/sınırsızlıklar/tanımlar
fetiĢ bir etkinlik olan sanattın bizzat kendisi tarafından tanımlanmaktadır.
Artık sanat olan Ģeyin kötülük ile ilintilendirilmesi, yargılanması ve
cezalandırılması söz konusu değildir.
“Yeni sanat”ın merkezinde hedonizm vardır. Amaç, hem kalite hem de
kantite olarak olabildiğince daha çok arzunun tahrik ve tatminidir ve tabiî ki
tüm bunlar kapitalin egemen araç ve amaç olduğu bir piyasa içinde vücut
bulmaktadır. Ve tüm bunların ardında “hazların kullanımı ve denetimi” ile
“toplumsal gövdenin” kontrolü sağlayan bir iktidar kavrayıĢı vardır.
* Paul Virilo (2003). Enformasyon Bombası.Ġstanbul: Metis Yayınları. (Çev;
Kaya ġahin)
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
11
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Estetik Beden Terörü (Sever Işık)
Karl Marx‟ın yaklaĢık 150 yıl önce, semizleyen kapitalistleri
ürküten “Avrupa‟nın üzerinde bir hayalet dolaşıyor;
komünizm hayaleti” önermesini, “imparatorluk”a dönüĢen
küresel, sınırsız-mekânsız kapitalizme paralel olarak tüm
dünyaya teĢmil ederek Ģöyle demek mümkün; “Tüm dünyada
bir hayalet dolaĢıyor „ideal beden‟ hayaleti”. Elbete bu somut
hayaletin çoğunluk iĢ bulma mekânının modern kadınlık alemi
olduğu da gözden ırak olamayan bir olgu.
Dünya feminist hareketinin tüm hedeflerinin gerçekliği ve
gerçekleĢebilirliği gözden geçirilmeye ve sorgulanmaya muhtaç. Siyasal,
sosyal, ekonomik kazanımlara ilave olarak tıp ve kozmetik sanayiinin
kadınlara ne kazandırdığı ve “kadın kimliği”ni nasıl dönüĢtürdüğü yeniden
gözden geçirildiğinde, “büyüsü bozulmuş” modern zamanların, kadın
kategorisini, mitik zamanlara oranla çok daha baskıcı ve ekonomik
kategorilere indirgeyerek, onu psiko-insan olarak “arzunun nesnesi” ve
ekonomik “vitrin” olarak kurguladığını görmek mümkün. Ġlginç olan kadının
kendisini ataerkil karĢıtı “öteki” olarak inĢa etme sürecinde “öteki”nin,
erkeğin, adeta kendisi ile ontolojik bir birlikteliğe sahip olan değerleri
tersten temellük etmesidir. Foucault‟nun dili ile söylersek kadın kendisini
“özne olarak inşa ederken”, kendi varlığını tanımlarken model olarak,
erkek perspektifini, konum ve beğenisini, diĢil bir renk katarak kendi
cephesine taĢıyor. Kendisi için dıĢardan belirlenen bir kaderi
rahatlıkla içselleĢtirebiliyor.
Sonuçta, “kadınların bağımsızlık mücadelesi”nde bu silahlar asıl sahipleri
için hizmet veriyor ve kadınların elinde infilak ediyor. Bu patlayıcıların en
yaygın olanı ise “estetik silahı”dır. Geleneğin “Tanrı vergisi güzellik”
kavrayıĢının yerini alan, ekonomik seküler değiĢimin ifadesi olan, “çirkin
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
12
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
kadın yoktur; bakımsız kadın vardır” önermesini Ģöyle de okumak mümkün;
“Cirkin kadın yoktur; kozmetik kullanan ya da kullanmayan kadın
vardır. Ürünlerimizi tüketin güzelleşin”.
Artık kapital dünyada güzellik-estetik verili değil, yapaydır. Bu estetik
değerleri üreten ise tabii ki serbest piyasadır. Tüm metalar gibi bedenin
değeri de piyasanın iktidarı tarafından belirlenir. Ġnsanoğlu, çoğunlukla
seksüel tercihi ortodox heteroseksüellikten yana koyduğuna göre,
önermemizi Ģöyle kurabiliriz: Kadının bedenini estetik kullanım ve değiĢim
değerini belirleyen erkek iktidarıdır. Zaten iktidarın bizatihi kendisi eril-erkek
değil midir? Kadınların estetik-kozmetik sanayisinin patronlarının ceplerini
doldurarak ulaĢmayı düĢündükleri ideal nesne-beden‟in, erkekleri lüks
gecelere sponsor kılmakla beraber “etekli iktidar‟ı mümkün kılmadığı gün
gibi ortadadır.
Kadın bedeni-gövdesi teni eril hazların kullanımı için sürekli olarak
teorik ve pratik olarak biçimlendiriliyor ve manipüle ediliyor. Bu diĢil bedeni
kuĢatma-onarma süreci kadınların da rızası ile gerçekleĢiyor.
Sözlükler terör kavramını, sistematik Ģiddet uygulama, korku içinde
bırakma, ürkütme, yıldırma, paniğe düĢürme olarak tanımlıyor. Bu haliyle
estetize edilmiĢ beden, 90-60-90 sınırını ihlal eden tüm bayanları tehdit
ediyor, aĢağılıyor, psikolojik baskıya maruz bırakıyor. Kadını farklı kılan
kimliği yerine onu erkek tarafından tercih edilir kılan görüntüsü geçirildi.
Böylece estetik görüntü enformasyonuna uğrayan kadın kendi kimliğini
görüntüsü üzerinden kurmaya çalıĢarak dıĢlanmıĢlıktan kaçınıyor. Her gün
görsel ve yazılı medyada boy gösteren, varlığı vücudu olan manken-artistĢarkıcı grubu, tüm programlarda, lisan-ı halleri ve lisan-ı kavl‟leri ile
konuklarına izleyicilerine Ģantaj uyguluyor ve onları tehdit ediyor.
Çoğunlukla, iktidarları erkekler tarafından tercih edilmekten kaynaklanan bu
sanat erbabı!
Hemcinslerini “evde kalmakla” korkutarak onları kendilerini baĢtan
yaratmak için, estetik cerrahinin harikalar yaratan diyarına, kozmetik ürün
cennetlerine davet ediyorlar. Sonuç, beğenilen, koklanan çiçekler olmak
adına müthiĢ bir terör; kendinden kaçıĢ, kendinden utanma, kült bedenlerle
ümitsiz bir yarıĢ, aĢırı stres, güzellik ürünlerinin yan etkileri, solaryumlar,
bedeni tıbbın teneĢir tahtasına yatırma, botokslar, silikonlar, yağ aldırmalar,
eklemeler, çıkarmalar, uzatmalar, kısaltmalar, vs. yani saçtan tırnağa
estetik, yap-boz tahtasına dönüĢen bir nesne-beden. Check-up‟lar.
Çekmekle bitecek gibi değil.
Tarih boyunca kadınlar güzelliğin sembolü olarak görüldü. Elbette kadınların
makul ölçülerde zatına hoĢça bakmasında/kendilerine özen göstermesinde
sorun yok. Sorun kadınların sadece beğenilme güdüsü ile kendilerine özen
göstermesi ve kabul ettirmeye çalıĢması.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
13
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Evrimcilerin iç hastalıkları (Mehmet Yılmaz)
Hayatta en berbat mürşit “ilim ve fen” olabilir mi?
“Eğer Atatürk bir kaç yıl daha
yaşasaydı acaba o meşhur sözünü geri
alır mıydı?” diye düĢünüyor insan
Einstein‟ın Roosevelt‟e yazdığı (ve
orijinalini yazının sonuna
koyduğumuz) mektubu okuyunca.
Ünlü bilim adamı Albert
Einstein Atatürk‟ün ölümünden
sadece 9 ay 21 gün sonra tüyler
ürperten bir mektup kaleme alıyordu.
Zamanın ABD baĢkanı F.D.
Roosevelt‟e “yol göstermek için”
yollanan mektupta Einstein
uranyum kullanarak çok güçlü bir
bomba yapmanın mümkün olduğunu
anlatıyor ve bunu yapmak için
Roosevelt‟i ikna etmeye çalıĢıyordu.
Roosevelt de “en hakiki mürĢit” olarak ilimi ve fenni seçti.
Sonrasını hepimiz biliyoruz.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
14
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Mısır doğumlu Fransız bilim adamı ve diplomat Tobie Nathan‟ın dediği gibi
bilimin en sorunlu “yan ürünü” bilimcilik ideolojisi. “Bu ideoloji bilimin
ürettiği faydaları gölgede bırakacak kadar büyük bir sorun teşkil ediyor
insanlık için.”
Bilimin dinleşme süreci
Bilim adamı toplumda güven uyandırıyor. Ortaya koyduğu
somut ilerlemelerle bilim, inancı ve politik görüĢü ne olursa
olsun kimsenin reddedemeyeceği deney ve gözleme dayalı
sonuçlarla bulgularını ispat ediyor.
Fakat aynı zamanda “bilimciler” beyaz önlükleri, kalın
gözlükleri, anlaĢılmayan kelimeleri ile gitgide bir ruhban
sınıfını andırıyorlar. Zira sadece uzman oldukları alanda
değil hemen her konuda fikir beyan eden hatta gelecekten
haber verenler var içlerinde. Gerçekte fikirleri ve tercihleri
sıradan bir vatandaĢınkinden daha kıymetli tutulmaması gereken bu insanlar
çağımızın Ģamanları , rahipleri oldular.
Bilimcilik ideolojisinin hâkim olduğu cemiyetlerde artık bilime de ihtiyaç yok.
Çünkü bilimciler “mutlak hakikat üretiyorlar” bir zamanlar Vatikan‟ın yaptığı
gibi.
Bu aĢamada Ģunu da sorgulamak gerekiyor elbette: Yoldan çıkan bilim
adamları mı yoksa onları yozlaĢtıran, yobazlaĢtıran cemiyetin kendisi mi?
Aerodinamikte kullanılan Mach sayısına adını veren Ernst Mach‟ın Ludwig
Boltzmann tarafından geliĢtirilen atom teorisine “atomların gözlenemez
olması” sebebiyle karĢı çıkmasına bakılırsa evet, bilim adamlarında böyle bir
yozlaĢma potansiyeli var.
Fakat biz sıradan insanlarda da “Madem depremleri veya nükleer enerjiyi bu
kadar iyi biliyorsun, memleketi nasıl yönetmemiz gerektiğini de bilirsin sen!”
gibi kestirmeden gitme merakı var ki bu noktadan itibaren iĢin içine bir
“teslimiyet” giriyor. “Falanca bilim adamının öngörülerine inanıyorum.” Yani:
1) Vicdanını teslimiyet çengeline asıp mollaların erdemine iman eden
Ġranlılar,
2) Ahlâkını süngünün ucuna asıp askerlerin erdemine iman eden yerli
militaristler gibi bir de bilimciler çıkıyor ortaya.
“Dine veya felsefeye ne gerek var? İyiyi ve kötüyü ayırd etmek için bilim ve
akıl varken? Bilimsel bulgulardan şüphe mi ediyorsunuz? Demek ki siz
gericisiniz. Siz toplumun ilerlemesine karşısınız! Hayatta en hakiki mürşit
ilimdir, fendir. Bunun dışında mürşit aradığınız için sizler gafilsiniz ve
cahilsiniz!”
Evrim bir teori mi yoksa bir senaryo mu?
“Ben görmüyorsam yoktur” saplantısı kendini “her Ģeyi gören” bir varlık
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
15
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
zannetmenin bir tecellisi. Bu çerçeveye giren bazı evrimcilere göre ne can
ne de ruh diye bir Ģey var. Zira moleküler biyoloji rastlamadı izine
DNA zincirleri arasında.
Fakat gün geçmiyor ki “hayatın sırları çözüldü” veya “ruh beynin
neresinde?” baĢlıklı “bilimsel” bir makale yayınlanmasın. Ruha ve nefse bir
kılıf olan bedenin evriliĢini açıklamak için yola çıkan evrimcilerin gözleri
kendi bulgularından öylesine kamaĢıyor ki hayatı, canı ve ruhu çözdüklerini
vehmediyorlar. Bu bilim adamlarının kibirleri alanlarına verdikleri isimlerden
bile okunuyor: Life Sciences (ing.) veya Science du vivant (fr.) kadar
tevazu fakiri bir terim daha düĢünülebilir mi?
Bir kemanı kıymık kadar küçük parçalara ayırarak Mozart bulunabilir mi?
“Bulamadık, demek ki Mozart diye biri hiç olmadı. Zaten Don Giovanni
Operası da olsa olsa pencerenin kulpuna asılı duran bir kemanın rüzgârın
etkisiyle arşesine sürtmesinden çıkmıştır.”
Ġnsan denen karmaĢık varlık onun sadece fiziksel boyutunu oluĢturan bir kaç
kilo karbon, azot, kalsiyum ve suyla eĢleĢtirilebilir mi?
Peki neden bilim adamları evrim üzerine bu kadar duruyorlar? Türkiye‟nin ilk
atom mühendisi ve eski TAEK baĢkanı Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre‟nin
Milliyet‟te yayınlanan röportajından :
“…Bilim adamları arasında „publish or perish‟ (yayınla ya da yok ol) sözü çok
geçerlidir. Ya makaleni neşredersin ya da yok olup gidersin. Onun için bir
hipotezin üzerinde konuşuluyor, saçma da olsa bu konuşmadan neticeler
çıkabiliyorsa ve bunu yayınlayabiliyorsan, bu, mali destek, bilim aleminde
popülarite ve zikredilme demektir. Zikredilmek ise birtakım yerlere
gelebilme ihtimali demektir. Bütün bu sosyal dürtüler arasında insan, yaptığı
bilimi unutabilir.
…
[Evrim Teorisi] Aklı okşayan, akla yatkın bir senaryo. Ama ispatı yok. Buna
karşı, mesela Cenabı Hakk‟ın “Yaratma Teorisi” var. O da bir senaryo. Teori
olması için en azından yanlışlığının ispatlanabilir olması lazım.
İspatlayamadığınız zaman, pozitif ilmin dışındadır.
…. Zaten bütün senaryolar böyledir. Mesela kâinatın big bang (büyük
patlama) ile ortaya çıktığı teorisi. Harikulade, şiirsel bir senaryodur, ama
önünde sonunda bir senaryodur. Buna alternatif senaryolar da var. Hâlbuki
gerçeğin ancak bir temeli olabilir. Teorinin bazı varsayımlarını bugünkü
fizikle izah etmek mümkün değil. Demek ki fiziğin dışında bazı elemanlar,
sırf bu teoriyi ayakta tutmak için ithal edilmiş. Bu durumda fiziğin ötesinde
kalınır ki, onun adı da fizik değil metafiziktir. Buna epistemoloji açısından
itirazım var….”
Bilgi yerine önyargı üreten bilim
1949′da fizyoloji ve tıp dalında Nobel Ödülü alan Portekiz
bilim adamı Egas Moniz 1935‟ten baĢlayarak 20 yıl
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
16
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
boyunca birçok akıl hastasının beynine cerrahi müdahale yaptı. Lobotomi adı
verilen bu “tedavi” ile beynin frontal lob denen kısmı ile geri kalan kısım
arasındaki bağlantı kesiliyor, hatta bazen frontal lob kasıtlı olarak tahrip
ediliyordu. (not : Frontal lobun önemi için bir baĢka Portekiz bilim adamı
olan Antonio Damasio‟nun çalıĢmalarına değindiğimiz Psikopatlık ve
Karizma adlı yazıya bakılabilir.)
1950‟den itibaren terk edilen bu yöntem gerçekte Ģizofreni veya Ģiddetli
depresyon geçiren insanları tedavi etmiyor onları sakatlayarak bitkisel
hayata sokuyordu.
Bu Ģekilde Egas Moniz toplumu kendini oluĢturan bireylere karĢı
sorumluluklarından “kurtarıyordu” bir anlamda. Yani biz bir toplum olarak
“suçu teĢvik eden bir Ģey mi yapıyoruz?” gibi rahatsız edici soruları
kendimize sormaktansa altına sığınacağımız bir Ģemsiye arıyoruz ve bilim
adamı da bu rahatlatıcı inancın rahibi, imamı olarak çıkıyor karĢımıza.
“Bir insan mutsuzsa veya saldırgansa bu mutlaka beynin bir bölgesindeki
fizyolojik bir bozukluktan kaynaklanıyordur” diyen bir kimseye “mürĢit”
denebilir mi?
Suçluları hapse atarak suçtan kurtulacağını zanneden bir toplumun ailevî
değerlere, ahlâka, özeleĢtiriye ihtiyacı yok mudur?
Ortaçağ Avrupası‟nda Katolik kilisesi yüksek meblağlar karĢılığında
“endüljans” denen belgelerle insanların günahlarını “affediyordu”. Bu inanca
göre daha ölmeden cennete gitmeyi garantileyebiliyordu fiyatını
ödeyebilenler.
Doğrudan ve dolaylı katkılarımızla bilimi finanse ediyoruz güya bilgi
üretmesi için. Ancak bilim bazen karĢımıza:
1. Bilim camiasını,
2. Toplumun vicdanını,
3. Siyasî rejimi
rahatlatacak veya destekleyecek bir takım dogmalarla
geliyor.
Bir baĢka Nobel kazanmıĢ bilim adamı Charles Jules Henri
Nicolle (mikrobiyolog) bu konuda Ģöyle diyordu : « Bilimde
dogma olmaz! Hiç bir şey önceden kazanılmış değildir, icad
okulu saygısızlık okuludur ».
Bilimsel olmayan “bilim”
Bilimciler bu rahiplik rolüne o kadar ısınmıĢlar ki bilimsel yöntemlere bile sırt
çevirmeye hazırlar yeni tapınaklarından insanlığa hükmedebilmek için:
Örneğin bir gen ile bir hastalık arasında bağlantı ihtimalini hesaplamaya
yarayan LOD Score (fr. ). Boston‟lu gen mühendisleri J.S. Alper ve M.R.
Natowicz‟in Trends in Neurosciences dergisinde (volume 16, n° 10) 1993‟te
yayınladıkları makaleye göre Ģizofreni ve manyako-depresif psikoz türü “akıl
hastalıkları” ile genler arasında bağlantı olduğunu “bilimsel olarak ispat
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
17
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
eden” bir çalıĢmada modeli kurmak ve modeli test etmek için AYNI veriler
kullanılmıĢ!
Makalenin yazarları J.S. Alper ve M.R. Natowicz‟e göre hemen bütün
araĢtırmacılar bilimsel çalıĢmalara baĢlarken bir takım önyargılardan
kurtulamıyorlar ve araĢtırmalarını neredeyse farkında olmadan bu
önyargıları “ıspatlayacak” biçimde yönlendiriyorlar.
Tabi “şizofreni geni bulundu” diye basın toplantıları yapılıyor ama “pardon,
yanılmıĢız” demek için kimse ortada görünmeye niyetli değil.
Bilimsel olmayan bilimin en traji-komik örneği belki de Fransız bilim adamı
Edouard Zarifian‟ın (psikiyatrist) kitaplarında defalarca altını çizdiği bilimsel
modelleme hataları: Örneğin “Psikolojik tedavi etkisine sahip” ilaçların
geliĢtirilmesinde denek olarak ahtapot, fare ve eklembacaklıların
kullanılması. Eşinden ayrılmış, ailesinden baskı gören ve depresyona
sürüklenen bir kadın doktora gittiği zaman kendisine yazılacak ilacın
geliştirilmesi için “model olarak” bir eklem bacaklı kullanılmış
olacak. Toplumun, anne olma duygusunun, geleneksel ve ekonomik
baskıların bir ahtapot için ne ifade ettiğini bilmek zor tabi. Ayrıca ABD‟de
yaĢayan bir kadına “iyi gelen” bir ilacın Türkiye‟de yaĢayanlara iyi geleceğini
varsaymak o denli “zor” bir hipotez ki buna ancak önyargı denebilir.
Bir baĢka “bilimsel” önyargı da “duygu = kimya” biçiminde çıkıyor
karĢımıza.
Zarifian‟a göre belirtileri ülkeden ülkeye ve bir yüzyıldan ötekine değiĢen
depresyon bir hastalık değil, bir duygu hali. Fizyolojik anlamda bir hastalık
söz konusu olmadığı için bir iyileĢme değil bir “hal değiĢtirme” söz konusu.
Yani bireyin kendini ve toplumu algılayıĢı üzerinde olumlu ve kalıcı bir etki
yapmak.
Ne var ki insanların çektikleri “psikolojik sıkıntılar” sayesinde büyük kârlar
elde eden ilaç sektörü “ruh halimiz” ile ilgili sorunlarımızı da biyokimyaya
daha doğrusu beynimizdeki nörotransmitterlere indirgemeyi tercih ediyor.
Nefsine yenik düĢmüĢ, karamsar, endiĢeli, sıkıntı içindeki bir insanın
hayatını, geçmiĢini, korkularını anlamadan onu standart bir yöntem ve/veya
ilaç ile iyileştirmek mümkün değil. Ama o insanı kandırmak mümkün.
Bunun için beyninin kimyasıyla yani nörotransmitterler (acetylcholine,
norepinephrine, dopamine, serotonin, GABA, glycine, neuromodülatörler)
dediğimiz maddeler ile “oynamak” gerekiyor. Zira ancak bu Ģekilde
dünyanın neresinde olursa olsun bütün insanların kendilerini geçici olarak iyi
hissetmelerini sağlayabilirsiniz ki bu da onlara deterjan satar gibi ilaç
satabileceğiniz anlamına gelir.
Terörün ve siyasî rejimlerin hizmetindeki bilim adamları
Geride bıraktığımız eylül ayında Ġngiltere ve Almanya‟da tutuklanan Arap
kökenli El-Kaideci teröristlerin doktor olmaları, tıp ve kimya alanındaki
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
18
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
bilgilerini sivilleri öldürmek için kullanmaya çalıĢmaları herkesi ĢaĢırttı.
Fransız Le Figaro gazetesi hayretle “hayat kurtarmak için okumuş bir doktor
nasıl olur da bilgilerini öldürmek için kullanır?” diye soruyordu.
Aslında söz konusu Fransız gazeteci Avrupa‟nın yakın tarihini bilseydi bu
kadar ĢaĢırmazdı. Zira o zaman Alman doktor Josef
Mengele‟nin ve Avusturyalı doktor Aribert Heim‟ın AuschwitzBirkenau toplama kampında insanları anestezi kullanmadan
kestiklerini ve beyinlerine zehirli maddeler zerk ettiklerini
bilebilirdi. Bilimi insanlara zarar vermek için kullanan doktorlar
arasında Heinrich Himmler‟in emriyle Çingeneler gibi “aĢağılık
ırkları” kısırlaĢtırmak için bilimsel araĢtırmalar yapan Karl
Clauberg de anılabilir.
Fakat bilim ile zulüm yapmak Nazilerin tekelinde değil elbette.
Rus bilim adamları tıp, kimya ve psikoloji alanlarındaki
bilgilerini Sovyet Rusya‟nın gizli servisi KGB‟nin (Комитет
Государственной безопасности) sorguları için kullandılar soğuk savaĢ
yıllarında. Ama bundan daha da çarpıcı olanı psikyatristlerin yardımıyla
politik muhalefetin bir akıl hastalığı olarak ilânı ve kabulü oldu. Öyle ya,
komünizme karşı çıkmak için insanın deli olması gerekirdi(!) Bu
Ģekilde mahkeme gibi masraflı bürokratik detaylardan kurtulan komünist
idare binlerce insanı hızla tımarhanelere gönderdi. Tabi gene doktorların
yardımıyla verilen “kimyasal eğitim” sırasında “yanlışlıkla” ölenler de
oluyordu!
Bosna SavaĢı sırasında iĢlediği soykırım ve savaĢ suçlarından dolayı hâlâ
aranan Radovan Karadziç de doktor değil miydi? Kaçak nakil organ
piyasasında Komünist Çin‟deki idam mahkûmlarından alınan organların
bolluğu da Çinli cerrahların irĢada ihtiyacı olduğunu göstermiyor mu?
Bilim adamları acaba sadece savaĢ gibi istisnaî durumlarda mı vicdanlarını
askıya alıyorlar? Bu o kadar da kesin değil. ABD‟deki
Vanderbilt Üniversitesi bünyesinde fakirlere ücretsiz sağlık
hizmeti veren bir bölümde 751 hamile kadına radioaktif
madde vererek çocuklar üzerindeki etkisini 20 yıl boyunca
test eden araĢtırmacılar bunun en güzel örneği. Elbette bazı
çocuklarda tümör oluĢtuğunu söylemeye gerek yok.
Dogmatik bilim adamları faĢizmi desteklemeye dün olduğu
gibi bugün de hazırlar. Fransa‟da cumhurbaĢkanı Sarkozy‟nin uygulamaya
çalıĢtığı potansiyel suçluları daha anaokulunda iken “yakalama” fikri ABD‟de
baĢka boyutlarla hayata geçiyor : “Violence Initiative” adı verilen ve daha
Ģimdiden 42 milyon dolar yatırılan program suçu önlemek için bilimden
istifade etmeyi amaçlıyor. « Neden olmasın ? » diyor insan. Sosyologlar,
psikologlar vb bir araya gelerek sorunun üzerine eğilebilirler. Ama
programın mimarları bir dogmaya iman ederek çıkmıĢlar yola: “Suç bir
hastalıktır, sebepleri fizyolojiktir.”
ġimdilerde binlerce çocuktan kan ve doku örnekleri alınıyor, serotonin gibi
nörotransmitterler ile suç arasında ilgileĢim (korelasyon ) aranıyor.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
19
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Bu “özgürlükler ülkesinde” hâlihazırda okul çağındaki oğlanların %10‟u
kızların ise %5‟i Ritalin® denen bir ilaç alıyor. Amfetamin içeren bu ilaç
yetiĢkinleri “canlandırırken” çocukları “sakinleĢtiriyor”. “Uslu çocuk” isteyen
ama ebeveynlik görevini yerine getirmekten aciz anne-babalar evlatlarına
Ģefkat yerine Ritalin® veriyorlar. Ritalin® Fransa‟da yasak.
Normalde sadece hiperaktivite gösteren sorunlu çocuklara verilmesi gereken
bu ilacın milyonlarca çocuğa verilmesi elbette Novartis Pharma gibi bir ilaç
firmasını rahatsız etmiyor. Bu çocukların Ritalin® yüzünden ileride
uyuĢturucu bağımlısı olmaları ihtimali oldukça yüksek ama bu sorun kâr
peĢindeki Novartis Pharma‟yı sitesinde Ritalin®‟in uzun uzadıya reklâmını
yapmaktan alıkoymamıĢ. Aynı sayfada Novartis Pharma‟nın hisse
senetlerinin günlük fiyatlarının da görüntülenmesi acaba bir lapsus
calami olabilir mi?
İnsanın vicdanıyla ateşkes imzalaması
Buraya kadar bilim adamlarının da yoldan çıkabileceklerini ve ellerindeki
bilgi gücünden dolayı normal insanlardan daha tehlikeli olabileceklerini
anlattık. Peki bir bilim adamı nasıl iĢkence yapabilecek noktaya geliyor? Bu
soruya en güzel cevaplayanlardan biri Avusturyalı Yahudi tarihçi Raul
Hilberg. “Avrupa Yahudilerinin imhası“ adlı eserinde anlattığına göre
iĢkenceci Alman doktorlar deneyleri için devletten idam mahkûmlarını talep
ediyorlardı. AraĢtırmacı Ģöyle diyordu kendi kendine : “Suçluların, iltihap
yüzünden ölebilecek bir Alman askerinden daha iyi muamele görmesi için
hiç bir sebep yok!”
Bu “suçluluk” kavramı elbette SS subaylarının zihninde çok izafî bir
kavramdı: Meselâ “Temiz Alman ırkını kirleten akıl hastaları, Çingeneler
veya Yahudiler” de suçluydu.
Romalı devlet adamı Marcus Tullius Cicero‟nun « vicdanın kırılma noktası »
adını verdiği bir tür sorumluluk transferi yapıyor bilim adamı. Yani vicdanıyla
bir tür ateĢkes antlaĢması. Böyle bir andan itibaren bilim kalıyor ama
“adam” gidiyor. Yaptıklarından piĢman olmayacak, gerekeni yapan bir tür
robot çıkıyor ortaya.
Özetle bizim yerimize iyi-kötü ayrımını zaten yapmıĢ bir Führer, bir ulu
önder, bir millî Ģef varsa vicdanının sesini dinlemeye ne gerek var? Ġnsan
denen varlığın bu zayıflığını analiz eden Serdar Kaya‟nın « Endoktrinasyon »
adlı yazı dizisi bu konu üzerine hazırlanmıĢ son derecede kapsamlı ve
öğretici bir çalıĢma. 10 makaleden oluĢan bu dosyayı herkesin okumasını
tavsiye ederiz.
Bilimin mürşidi kim olacak?
Liberal DüĢünce Topluluğu‟ndan Mustafa Erdoğan Aydınlanma, Bilim ve
Bağnazlık adlı makalesinde Ģöyle diyor:
“Bilimin yol göstericilik iddiasıyla ilgili olarak daha sade ve soğukkanlı bir
şekilde konuşursak, ilk yapmamız gereken onu tevazuya davet etmek olsa
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
20
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
gerektir. Çünkü bilimin değil hayata “mürşit” olması, onun kendisinin ahlaki
bir kılavuza ihtiyacı vardır. Hayatlarımıza yön verecek değerleri bilim
üretmez, üretemez; dolayısıyla eğer bir mürşidimiz olacaksa, bunları üreten
her ne veya neler ise asıl mürşidimizin onlar olması gerekir.”
Bilim dünyası kendisini üreten bilim insanları gibi kusurlu. Ġnsanlarda
görülen kusurlar bilimsel kurumların iĢleyiĢlerine de yansıyor. Türkiye‟deki
bilim kuruluĢlarına içerden bir bakıĢ için yazarlarımızdan Fethi Sipahi Tan‟ın
kaleme aldığı “Yeni Üniversiteler Hayırlı Olsun” adlı esprili ve bilgilendirici
makale okunabilir.
AraĢtırmacılara sadece bilimle uğraĢtıkları için atfedilen erdemler bu
camianın kusurlarını örtüyor. Nobel gibi ödüller, patentler, özel araĢtırma
laboratuarları ve finansmanları, bilim dergileri… Bütün bunlar çok büyük
maddî çıkarların yarıĢtığı hatta çatıĢtığı ortamlar.
Evrim Teorisi‟nin müşterisi kim?
Yazının baĢlangıcından beri açıkladığımız gibi bilim adamları sık sık
nefislerine yenik düĢerek bilimin dıĢına çıkıyorlar ve bilimcilik yapıyorlar.
Evrim teorisi / senaryosu da istisna değil. Hücre yapısı konusunda ileri
bilgiye sahip bir bilim adamı evrim senaryosunu desteklediği zaman bu o
senaryoyu ispat etmekten çok uzak. Zira biyolog artık biyoloji olmayan,
metafizik bir alanda “dans ediyor”. Haliyle tahminlerinin, varsayımlarının,
inançlarının herhangi bir insanınkilerden daha fazla değeri yok. Ama nasıl bir
futbolcu diĢ macunu reklamı yapıyorsa bir biyolog da “evrim vardır çünkü
BEN diyorum!!!” diyebiliyor. Ancak burada da durmayarak “işte hayat
böyle çıkmıştır ortaya” diye dayatıyor baĢrahip biz sıradan ölümlülere.
Hayatın bilimsel tarifini yapmaktan bu kadar aciz iken bu kibir niye? Öyle
ya, yeni ölmüĢ bir insan ile komadaki bir insan arasındaki fark nedir? Birçok
insan öldü sanılarak morga konduktan sonra ayağa kalkmamıĢ mıdır? Kalp
atıĢlarını, solunumu özetle bilimin “hayatî belirti” dediği Ģeyi göremeyen
doktor “ben görmüyorum, o halde yoktur” dogmasına göre nice canlı insanı
resmen ölü (=hayatsız) ilân etmemiĢ midir?
Bilim, evrim senaryosunu destekleyerek bir kez daha kendi alanının dıĢına
çıkıyor çünkü “bilimin müĢterileri” bunu istiyor. Peki, kim bu “bilimin
müĢterileri” ? Yazarlarımızdan Mustafa Akyol‟un deyimiyle :
“Varolma amaçlarını daha fazla paraya, kariyere, statüye, cinselliğe ve
eğlenceye ulaĢmak olarak belirleyen çağımız insanlarının çoğunda, yaygın
bir mutsuzluk, bir depresyon hali var.”
Hayat-ölüm ekseni günümüzün tüketici, bencil, hedonist insanı için ciddi bir
sorun. Hayatın varlığı ister istemez “bana hayat veren kim/ne?” sorusunu
getiriyor. Ölüm ise “ya sonra?” sorusunu. Bunlar kafa karıĢtırıcı sorular.
Üstelik sırrına tam olarak ermemiz mümkün görünmüyor. Oysa bizim bencil
insanımız her Ģeyi kontrol altında tutmaya öyle alıĢmıĢ ki. Yarınki hava
durumunu televizyon bildiriyor, gittiği yeri GPS gösteriyor, evi yanarsa
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
21
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
sigortası var. 21ci yüzyıl insanı riske, belirsizliğe tahammülü olmayan bir
insan.
ĠĢte Evrim senaryosu bütün bu endiĢeleri elinin tersiyle süpürüyor. Sırrına
vakıf olamayacağımız, muhtemel bir “Yaratıcı” fikri ve O‟na karĢı, diğer
insanlara karĢı muhtemel sorumluluklarımız böylece “iptal edildikten” sonra
“hayatın maymunlardan hatta tek hücrelilerden geçip bize geldiği” dogması
hayatı kimyaya, biyolojik bir kılıfa indirgiyor. Bunu “avantajı” ise ölümün
dolayısıyla ölüm sonrası korkusunun ortadan kaldırılması.
Evrimcilerin iç hastalıkları
Evrim senaryosunu akla yakın bulanlarla bulmayanlar kanaatimizce aynı
derecede saygı hak ediyorlar. Ancak tartıĢmanın metafizik platformda
yapılması icab ediyor. Eğer evrim okullarda anlatılacaksa bunun yeri biyoloji
değil felsefe dersi olmalı ki diğer inançlar ve senaryolarla birlikte ele
alınabilsin, evrim senaryosu zorunlu din dersi gibi dayatılmasın.
Bu bağlamda eleĢtirimiz evrim senaryosunu akılcı bulanlara değil ama
evrimcilik yapıp bunu topluma dayatanlara. Evrimcilik bilimciliğin özel bir
hali ve Fenerbahçe‟yi veya Galatasaray‟ı desteklemek ne kadar bilimsel ise
evrimi desteklemek de o kadar bilimsel bizim gözümüzde.
Yazının baĢından beri aktardığımız veçheleriyle bilim yobazlarının ve haliyle
evrimcilerin iç hastalıklarını Ģöyle özetlemek mümkün:
1) Ben bulamadım, o halde yoktur,
2) Fizyolojik oluĢumları açıklayan teoriler hayatı da açıklar. Hayat et ve
kemikten baĢka bir Ģey değildir,
3) Ruh yoktur, insan akıllı hayvandır,
4) AĢk, vefa, nefret, vatan hasreti birer kimyasal tepkimedir,
5) Bilim adamları erdemlidir, ahlâka ihtiyaçları yoktur,
6) Bilimi eleĢtirmek, toplumdaki rolünü sınırlamak gericiliktir,
7) Bilim en iyi yol göstericidir,
8) Bilim mutlak ve değiĢmez bir referanstır,
9) Bilim dıĢında bir bilgi birikimi veya biliĢsel bir disiplin olamaz.
Bilime alternatif mürşidler
Hz Muhammed “Âlimlerin iyisi, insanların en iyisidir. Âlimlerin kötüsü ise,
insanların en kötüsüdür” derken neyi kasdetmiĢti?
Bilim bir güç. Para veya kaba kuvvet gibi. Ġnsanlığı irĢad etmek Ģöyle
dursun her güç gibi onun da bir mürĢide ihtiyacı var. MürĢidi vicdan olmadığı
zaman yaptığı zulmün örneklerini aktardık, sebeplerini tahlil ettik. 21ci
yüzyıldaki bilim Dünya yüzeyinden insan uygarlığını bir kaç kez silebilecek
bir güce eriĢti.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
22
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Fransız bilim adamı ve filozof Bergson‟un dediği gibi:
“insanlık kaydettiği ilerlemelerin ezici ağırlığı altında sürünüyor. Yüzyılımız
insanı mekanik icadların ahlâkı ve insan soyunun mutluluk seviyesini
yükseltebileceğine çok kolay inanıyor.”
Bilimi ve bilim adamlarını “en hakiki mürĢid” kabul edenlere elbette saygımız
var. Ancak biz bilim adamlarına da yol gösterebilecek baĢka bazı mürĢidleri
anmak istiyoruz. Zira onlar da bilgi sahibi kimseler ama bize miras
bıraktıkları ve irĢad edici bulduğumuz bu bilgiler bilimin kapsamı dıĢında
kalıyor :
“İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan?
Sen göremiyorsun diye bu âlem yok değildir.
Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde
insan yok.
Cömertlikte akarsu gibi ol. Şefkatte güneş gibi ol. Kusur örtmekte gece gibi
ol. Öfkede ölü gibi ol. Tevazuda toprak gibi ol. Müsamahada deniz gibi ol. Ya
olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol. “ (Mevlâna)
Yazıya Einstein‟ın Roosevelt‟e “yol gösterdiği” bir mektupla baĢlamıĢtık.
Einstein‟ın mektubunun orijinaliyle bir âlimin gene bir hükümdara, Gazali‟nin
Selçuklu Sultanı Sencer‟e nasihat için yazdığı bir baĢka mektubun yanına
koyuyoruz. MürĢidinizi seçmek size kalmıĢ…
“Allahü teâlâ İslam beldesinde muvaffak eylesin, nasibdâr kılsın. Ahirette
ona, yanında yeryüzü padişahlığının hiç kalacağı mülk-i azim ve ahiret
sultanlığı ihsan etsin. Dünya padişahlığı, nihayet bütün dünyaya hakim
olmaktan ibarettir. İnsanın ömrü ise, en çok yüz sene kadardır.
Cenab-ı Hakk‟ın, ahirette bir insana ihsan edeceği şeylerin yanında, bütün
yeryüzü, bir kerpiç gibi kalır. Yeryüzünün bütün beldeleri, vilayetleri, o
kerpicin tozu toprağı gibidir. Kerpicin ve tozunun toprağının ne kıymeti olur?
Ebedi sultanlık ve saadet yanında, yüz senelik ömrün ne kıymeti vardır ki,
insan onunla sevinip mağrur olsun? Yükseklikleri ara, Allahü teâlânın
vereceği padişahlıktan başkasına aldanma.
Bu ebedi padişahlığa (saadete) kavuşmak, herkes için güç bir şey ise de,
senin için kolaydır. Çünkü Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Bir gün adalet ile hükmetmek, altmış senelik ibadetten efdaldir.” Madem ki
Allahü teâlâ sana, başkalarının altmış senede kazanacağı şeyi bir günde
kazanma sebebini ihsan etmiştir, bundan daha iyi fırsat olamaz!
Zamanımızda ise iş o hâle gelmiştir ki, değil bir gün, bir saat adaletle iş
yapmak, altmış yıl ibadetten efdal olacak dereceye varmıştır.
Dünyanın kıymetsizliği, açık ve ortadadır. Büyükler buyurdular ki: «Dünya
kırılan altın bir testi, ahiret de kırılmaz toprak bir testi olsa, akıllı kimse,
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
23
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
geçici olan ve yok olacak olan altın testiyi bırakır, ebedi olan toprak testiyi
alır. Kaldı ki dünya, geçici ve kırılacak toprak bir testi gibidir.» Ahiret ise hiç
kırılmayan ebediyyen bâki kalacak olan altın testi gibidir. Öyleyse, buna
rağmen dünyaya sarılan kimseye nasıl akıllı denilebilir? Bu misali iyi
düşününüz ve daima göz önünde tutunuz…”
Einstein‟ın Roosevelt‟e mektubu (Orijinal metin)
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
24
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
25
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Vicdan Ne Yana Düşer Usta, Medeniyet Ne Yana? (Özlem Yağız )
Sözde kıyılmış canlar:
Hafızayı beĢer nisyan ile malulmüĢ. Unutmak,
anne kucağındaki bir uyku kadar tatlı ve sıcak.
Çok acı veren bir hastalıktan sonraki nekahat
döneminin en lüzumlu ilacı. YaĢanan acılara bir
sünger çekmek, unutmak, bugünü yaĢamak Allah
vergisi bir lütuftur belki de ruh sağlığımızı ayakta
tutan. Ama ya hastalık bitmediyse ya daha acılar
sürerken her Ģeyi unutuyor ve unutturuluyorsak?
Unutmak bizim için hastalığın inkârı haline
gelmiĢse bir de üstüne. Bu hastalığın kendisinden beter bir hastalık,
bir demans değil midir olsa olsa.
Ġki gün önce YüzleĢme Derneği ile Mazlum-Der‟in ortak
düzenlediği „Faili Derin Kayıplar” panelinde Ģöyle diyordu Hayko
Bağdat:
-En kötüsü nedir biliyor musunuz arkadaĢlar, bizler hafızalardan
silindik. Artık bize ait hiçbir Ģey yok anılarda”
O panelde hafızalardan sildiğimiz, unutmak istediğimiz nice kabuk
bağlamaya yüz tutmuĢ altı sıcak yaradan birkaç tanesi kanadı iki gün
önce. Hrant Dink, Musa Anter, Mustafa Suphi, Ali ġükrü, Sabahattin
Ali. “Sözde itirafçıların” sözde itiraflarında geçen, sözde asit
kuyularına atılmıĢ, sözde bedenlerinin, vicdanlarımıza, sözde
rahatsızlıklar verdiği, sözde kıyılmıĢ canlardan ise bahsetmeye hiç
vakit olmadı. Zaten her Ģey sözde yaĢanıp bitmiĢti kimilerine göre,
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
26
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
sadece yakınlarına sözde acılar kaldı. Bir de sözlere dökülmüĢ
inkârlar.
Hiçbirisini yaşamadık ki!
Unutmak istiyoruz acıları, unutmak ve hiç yaĢanmamıĢ kabul
etmek. Çünkü hatırlamak uyanık bir vicdanı getiriyor ve vicdan
merhameti ayaklandırıyor. Merhamet vicdanın dıĢa uzanan eli. Bir
defa merhamet duymaya baĢladın mı iĢin zor. Afyon misali huzurunu
kaybediyorsun. Artık ne pembeler toz pembe, ne kırmızılar nar
kırmızı. Bir defa ayaklandı mı vicdan denen o meçhul, haftalar boyu
küçücük meleklerin, belki bizler kadar yemeyi içmeyi yaĢamayı seven
kadın erkek çoluk çocuk bir halkın, fosfor bombaları ile yanmıĢ
paramparça olmuĢ bedenlerini seyrettikten sonra kumandayı
zaplayarak her akĢam en sefil yüzümüze ayna tutan programlarda
aynı kepazeliklere dalmak, „bu kaburga dolması değil kimi
kandırıyorsun diye cırlayan‟, „ay yemeğimden saç çıktı, Ģimdi
bayıldım‟ diye dertlenen insanların sahici dertler ve öfkelerle alay
ettirilen görüntülerine bakarak zaman tüketmek o kadar da kolay
olmaz, olmamalı da.
Gözünü sevdiğimin medeniyeti! Ne güzel vaatlerin vardı bizlere.
Ne parlak ıĢıltıların. Kompleks vitaminlerle beslerken bedenlerimizi,
antibiyotiklerle kovduk pandemi korkularını. Mum ıĢığı değildi artık
odalarımıza gelen aydınlık, tüm makineleri, ıĢıl ıĢıl dünyası, iletiĢim
imkânları ile kolaylaĢtırılmıĢ her Ģeye sahip olma imkânı olan ama
sahip olmanın amaç olduğu, sahip olunan Ģeylerin ise plastikleĢtiği,
tüm derinliklerin sığlıklara, duyguların karlı hazlara, vicdanın görev
aĢkına, merhametin toplumsal sorumluluğa, estetiğin ve yaratıcılığın
verimli, kullanıĢlı ve konforlu olana dönüĢtüğü bir garip cinnet çağıydı
seninle gelen. Kendinden emin bir putperestin inanmıĢlığı ile Ģüpheyi
kaldırmıĢ, hakikat arayıĢını gerçek Ģu ki ile baĢlayan cümlelere
dönüĢtürmüĢ kibrinle, ehlileĢtiremediklerini, değiĢtiremediklerini,
boyun eğdiremediklerini yani tüm yeryüzünün lanetlilerini kılıcının
gücüyle adam etmektesin biteviye…
-DüĢümde çocuklar gördüm; ağlıyordu, fosfor bombaları, asit
kuyuları almıĢtı babalarını, yıkılmıĢ tarumar olmuĢ camilere, kiliselere,
okullara, evlere bakarken yine de Ģanslı olduklarını düĢündüm:
Binaları yıkılmıĢ, oyun oynadıkları sokaklardan anaları çalınmıĢ, sıra
arkadaĢları melek olmuĢtu. Kafileler akıyordu ölüm çöllerine. Ama
öylesine büyüktü ki uygarlıkları hani derler ya bir de orantılı Ģiddet
kullansaydı medeni vicdanıyla, bir nükleer füze yeterdi aslında;
binalar ayakta kalır çocukların ise hiçbirisi sağ çıkamazdı. Çok daha az
masraflı olurdu üstelik. Zamanın ruhuna da uygundu!
Söylesene bir yol, vicdan ne yana düşer usta, medeniyet ne
yana?
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
27
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
-Vicdan eğitilebilir bir Ģeydir, bilmen gerekirdi. UygarlaĢtıkça
insanlar akıl, kolektif bilinç ve görev duygusunun önemini kavradıkça,
okullarımızda modern anlatılarla biçimlendirdikçe çocukların kafalarını
ve üretim tüketim iliĢkilerinde biraz da dengeli paylaĢımı da
sağlayabilirsek eğer, güzel günler göreceğiz dostum, güneĢli günler.
Bak! ĠĢin özü Ģu ki;
Modern bir Amerikalının, demokrasi ile yönetilen bir Ġsraillinin, ıĢıl
ıĢıl Etilerde oturan eğitimli bir adamın doğrularından Ģüphe
etmemelisin. Vicdan diye bir Ģey varsa bunun bir medenide bir
bedeviden çok daha fazla olacağını da bilmen gerekir. Bir bedevinin
bir medeninin hayatı için potansiyel tehlike olduğunu nasıl görmezden
geliriz. Sen medenilerin kendini savunma hakkı olmadığına
inananlardansın belki de. Olmert‟in ölü çocuk bedenlerini gördüğünde
ağlaması yetmeli tüm günahlardan arınmaya.
Anla artık, kuralları bu oyunun; asit kuyularında kaybolanlar
kaybolması gerekenlerdir, ülkeler yakar ülkeler yıkarız medeniyet
adına, mahcup kınar birleĢmiĢ topluluklar, bilirler ki, söz konusu ortak
çıkarlar ise vicdanın bile sınırları vardır elbet. Kendi bireysel
çıkarlarının ve toplumunun çıkarlarının bilincinde bir Livni „nin kadın
olarak bağımsız, batı tarzı eğitimli, bakımlı, modern ve hayran olunası
özgür görüntüsü karĢısında gözlerin kamaĢmıyorsa eğer, zamanını,
evinde çocuk bakarak, iĢ iĢleyerek, evin yaĢlı alzhemierli dedesinin
ilaç ve yemek saatlerini takip etmekle geçiren Filistinli kadının dört
çocuğuna sarılarak son bulmuĢ hayatının zaten yanlıĢ, feda edilebilir
ve fazla gözyaĢına değmez olduğunu ve “hepimiz için” en iyisinin onu
unutmak, üzerinde durmamak olduğunu da anlamakta güçlük
çekebilirsin. Mazlumlar bize benzemiyorsa o kadar mazlum da
değildirler, sakın yanılma!”
Öyle Taşlar vardır ki içinden ırmaklar kaynar
Her insan zamanın bir noktasında yüzleĢir gerçeklerle, saklanmıĢ
hakikatler yorulur gizlenmekten, iki zap arası bir görüntü geçiverir
gözlerimizin önünden ve en önemlisi kendimiz ile yüzleĢiriz böyle
durumlarda. ĠĢte gerçek manada hür olma insan olma Ģansına sahip
olduğumuz an o andır. Rasyonel vesveselere süslenmiĢ ortak akla
boyun eğmek, sırtını dönüp unutma tercihini kullanmak ile hakikat,
merhamet ve adalet duygularının arasında kaldığımız anı yaĢayıveririz
birden. Uzaklarda bir yerlerde beĢ güçlü Yahudi lobisinin tehditleri ile
yine uzaklarda bir yerlerde tarumar olmuĢ bir Ģehrin ciğerleri
kavrulmuĢ insanlarının bakıĢları arasındaki bir zamandır o. Bu son
dalga olsun burada bırakalım artık, uzlaĢalım, bu iĢi bitirelim diyen
ses ile adalet istiyorum diyen sesin çarpıĢtığı bir zaman. 100 yıllık
sessizliği bozmakla bakın bu bize tazminat davaları olarak dönecek
diyen emekli diplomat aklının fısıldadıkları arasında bir demdir bu
yaĢanan. Ve o anlarda uyarır kitap, zamansız unutkanlıkları kalbine
bir Ģırıngayla basarak yürüyüp gidenleri:
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
28
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
“(Ne var ki) bunlardan sonra yine kalpleriniz katılaştı. Artık
kalpleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan
öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar
da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla
yukarıdan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan
gafil değildir.” (Bakara 74)
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
29
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Otomobil, İktidar ve Cinsiyet (Sever Işık)
Modern ikonlar olan arabalar, hareketli simgeler olup
“asri yaĢam”ın anlamını en “hızlı” Ģekilde temsil
ederler. Bu “mekanik binekler” aynı zamanda bir
biriyle uyum içinde olan çok sayıdaki parçanın
birlikteliği ile modern teknolojiyi stilize ve idealize
eden hareketli modellerdir.
Bugün, saygın bir kimlik/statü taĢıma yollarından biri
de araba sahipliğidir. Günümüzde “olmak” sahip olmak
demektir. Bir çeĢit sürekli muhtaç olma/tatmin olma
arzusu, daha da ötesi bir “meta ontolojisi”
oluĢmuĢtur. Metasız değiĢim ve tatmin tahayyül
edilemez. Bu düĢünce her gün yüzlerce reklâm ve film
karesinde gözlerimizin içine sokulmakta, bilinçlerimize
bombardıman edilmekte..
Arabalar, mekan/ coğrafya üzerinde iktisadi ve kültürel kutuplar arasında
yaptıkları hareket ve seyr ü sefer ile “bağımlılık iliĢkisi”nin haritasını çizen,
belirginleĢtiren aktörlerdir. Sevgi ve nefreti de içinde barındıran, tutku ile
boyun eğdiren araçlar ve “hareket halindeki ev”lerdir. Araba da tüm
nesneler gibi bir iktidar aygıtıdır ve egemenlik nesneler üzerinden teĢhir
edilmektedir. Araba kişinin üzerinde bir “üçüncü deri”yi oluşturur ve
kültürel kimlik ile ekonomik statüyü daha geniş bir alana yayar*
Özel mülkiyetin ve iktidarın en önemeli göstergelerinden biri olan bu
kocaman makineler Orta sınıfın rüyalarının yarısı, alt sınıfların düĢü ve
özlemidir. Cari dünya düzeninin ve dizaynının bir numaralı gütme ve
güdüleme aracıdır. Egemenlik, araçların mülkiyeti üzerinden temin
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
30
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
edilmektedir. Güç, eşyaya sahip olmaktır. Evet, çalıĢırsan bir arabaya
sahip olabilirsin, tabii ki bir bedel karĢılığında.
…
Arabalar modern tüketim toplumunda en etkin cinsellik göstergelerinden
biridir. Ġyi çalıĢan dinamik bir araba, doğa Ģartlarına karĢı koyuĢu ve direniĢi
ile zindeliğin zirvesinde muktedir erkeksi bir form içinde “karĢı koyma”
“meydan okuma” ve “cesaret” gibi değerleri yeniden üretir. Özellikle uzay
çalıĢmalarının revaçta olduğu yıllarda, arabalar “hız” unsurunu temsil eden
veya onu andıran (roket, mermi) fallik çağrımlara sahipti. Bu da “cinsel
arzunun tahrikine” gönderme yapmaktaydı. Nesnelerin bu Ģekilde
planlanması onlara bir çeĢit animizm katmaktaydı. Arabalar insanların
“yapay organlar”ı olarak “imaj” edilmekte ve pazarlanmaktadır. Arabalara
“imajlar tarihinin matrisi”ni sunan “sergiler” olarak bakabiliriz. Teknolojik
kazanımların önemli bir bölümü arabalarda somutlaĢarak hayatımıza
girmektedir.
Nesne mülkiyeti yolu ile uzam ve mekan üzerinde hakimiyet yaratma isteği,
reklamların yaratmak istediği temel arzudur. Ve bu arzu tüketimin motoru
olup, imajlar üzerinden yaratılmaktadır. Ġmaj, kimlikleri yaratma, oluĢturma,
yok etme, toplumsal rolleri, cinsiyetleri ve buna bağlı değerleri belirlemeye
de giriĢmektedir.
Reklâmlarda erkek cinselliği çoğu defa “hakimiyet ve zafer araçları” olarak
sunulan baĢka nesnelere “transfer” edilmektedir. Yani cinsiyetler ve onlara
bağlı olarak yaratılan imaj ve çağrıĢımlar ile birlikte fakat onun üzerinden
yeniden üretilmektedir. Kadın ve erkek diyalektik olarak yeniden
tanımlamaktadır, yani erkekle beraber kadının da “ne olması”, “nasıl olması”
ve “nasıl eylemesi” gerektiği belirlenmektedir. Artık cinsiyetler ve onlara
bağlı değer ve roller bir bakıĢ açısı ve tasarıma dönüĢmektedir.
Metayı anlam ile iliĢkilendiren yazılı ve sözlü araçlar olan reklâmlarla sürekli
kıĢkırtılan arzu, rasyonel ölçülerini kaybetmektedir. Hemcins ve karĢı
cinsler, tüketim üzerinden kıskıvrak yakalanarak yarıĢtırılmakta ve teĢhirin
çekiciliği ile hiyerarĢik farklılığı yaratmaktadır. Bu farkı, dolayısı ile toplumsal
sınıfını, aĢmak ancak hedef gösterilen nesnelere sahip olma durumunda
mümkün olabilir. Toplumumuzdaki suç oranının artıĢı ve değerlerin
kaybolmasının nedeni de bu psikolojidir. İnsan ihtiyaçları bir nesne veya
değişim yollu ile dile getirildiğinde mutlaka bunun bir de bedeli
vardır. Bedeller bireysel olduğu gibi toplumsal da olabilir.
Nesnelere ve buna bağlı olarak karĢı cinslere sahip olmak isteyen insanlar
nitel hiçbir değer taĢımamaktadırlar. Artık “saadet” maskeler ile iletilen
ve elde edilen bir şeydir. Nesneler gerçek; ahlak değişkendir. İşte
yeni dünya ve yeni ahlak!..
Özellikle kadınlar, teknolojik araçlar ile beraber eĢantiyon/promosyon olarak
tüketilecek metalar olarak kimlik edilmektedir. Reklâmlarda genel olarak
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
31
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
sahip konumumda olan erkekler iken ve iyelik-nesne konumu ile beraber
değiĢim değerine indirgenen ise kadınlardır.
…
Modern dönemde kimlikler mübadeleye girmiĢ unsurlar olarak
sunulmaktadır. Erkekler ve kadınlar otomobil üzerinden birbirlerinin
müĢterisi ve girdisi olmaktadırlar. Otomobil çoğu kez erkek cinselliğin bir
uzantısı olarak sunulmaktadır. Birkaç yıl önce bir “Fiat” reklâmında kadının
araba ile seviĢmesinde olduğu gibi.. Kadın, erkeği sahip olduğu nesne
üzerinden arzulamaktadır. Araba reklâmlarında cinsel pazarlama teknikleri
sonuna kadar kullanılmaktadır.
Cinselliğin “plastikleşmesi”, “süper market cinselliği”nin ortaya
çıkması, yegane ahlak olarak daha çok mala/mülke sahip olmanın ve köĢeyi
dönmenin erdem konumuna çıkarılması, malların/eĢyanın fetiĢleĢmesine
sebep olur. Ve bu durum, medya tarafından pazarlama Ģirketleri tarafından
bombardıman edilmektedir.
Aydınlanma… Sanayi Ġnkılâbı… EĢitlik… Cinsel devrim derken küreselleĢme
ile beraber cinselliğin de küreselleĢmesine Ģahit olduk. Teknolojinin
imkânları ile feminizmin neĢv ü nemâ bulması ile ataerkil geleneklerin
değiĢmesi umuluyordu. Gel görelim durum hiçte böyle değil, Ģahit
olduğumuz değiĢimler bir sığ bir yanılsamadan ibaret gibi geliyor.
Kadın-nesne iliĢkisinin diğer yönünde erkekler ve onların tasarımları
bulunuyor. Rejim, Ģikayetçi olunan, önceki kadın ve erkek imajlarını daha
kesif hale getiriyor. “Macit beni otomobillendir” replikli reklamda kadın,
otomobil karĢılığında cinselliğinin gücüne sığınarak, araba mülkiyeti/arzunun
gerçekleĢmesi için Macit‟e kur yapıyordu. En azından kur yaptığı partneri
insan idi. Oysa Fiat marka otomobil reklâmında çıplak bir gerçeklik olarak
kadın otomobil ile seviĢiyordu. Amaç ve araçlar çırılçıplak ortadaydı. ġimdi
sorunun tam yeri, otomobil sadece otomobil midir?
Araba tasarlandığı günden beri fallik bir unsur olarak erkek
cinselliğinin bir tamamlayıcısı olarak tasarlamıĢtır. Ġlk araba reklâmlarında
bu imaj daha belirgindi. “KeĢfe” ve geziye çıkan arabanın kontrolü erkekte
idi ve kadın ise onun “yanında var olan” idi. Ya da araba, kadına giden bir
yol idi. Pazarın büyümesi ile değer anlayıĢların değiĢimi ile beraber kadınlar
için de arabalar üretildi elbet ama egemenlik hala erkeklerde. Araba en
önemli erkek aksesuarıdır. Arabasızlık bir çeşit iktidarsızlıktır. Araba
hızdır, hızı olmayan geride kalır ve düĢer.
* Andrew Wernick (1996). Promosyon Kültürü. (çev. Osman Akınhay)
Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
32
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Dini bu işe bulaştırma, din ayrı dünya ayrıdır! ( İhsan Eliaçık)
“Absürt” sözcüğü Hind-Avrupa dil kökünde
sağır, dilsiz, boğuk sesli (surdo) dan
Latince‟ye sağır (surdus/absurdus) olarak,
oradan da Fransızca‟ya saçma, anlamsız
(absurd) manası kazanarak geçmiĢ…
Bu durumda “absürt din”; sağır olduğu
için çevresini duymayan, kör olduğu
için çevreyi göremeyen, dilsiz olduğu
için kendini ifade edemeyen, ifade etse
bile boğuk sesli adam gibi
söylediğinden bir şey anlaşılmayan, bu
nedenle de uyduruk, akıl dıĢı, saçma sapan
bir görünüm arzeden din demek oluyor.
Çünkü böylesi bir din gerçekliğe (tarihe, hayata ve tabiata) gözünü
kapamıĢ, dıĢarıda ne olup bittiğiyle ilgilenmemekte, kendi hayal, kuruntu,
ritüel ve teoloji dünyasında yaĢamakta, yaĢayan gerçekliğe yabancılaĢmıĢ
ve bu yüzden de tarih, hayat ve tabiat karĢısında yamulmuĢ, “ne idüğü”
belirsiz, saçma sapan bir resim gibi olmuĢtur.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
33
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
ĠĢte buna “absürt din” diyoruz.
***
“Dini bu işe bulaştırma, din ayrı dünya ayrıdır” sözünü çokça
duymuĢsunuzdur…
Gerekçe Ģu: Dinin, kendi içinde “absürt” olması normaldir. Çünkü din
dediğin zaten dogma ve akıldıĢılık demektir… Din (Hrıstiyanlık) da görüldüğü
gibi dogma ve akıldıĢılıklarla dolu… Oysa dünya sürekli değiĢim halinde ve
akla uygun iĢliyor. Bu nedenle absürt dini gayet makul akan dünya sürecine,
hele de devlet iĢlerine bulaĢtırmamak lazımdır…
Bu gerekçenin modern dünyada çokça revaç bulması, aslında, tarihteki
Hristıyanlık tecrübesi ile çokca ilgili, hatta ona tepki biçimlenmesi
nedeniyledir.
Hemen fark edileceği gibi, gerekçe, tam bir “zihinsel bölünmüşlüğü” faĢ
ediyor.
Bir yanda dogma ve akıldıĢılıklarla dolu “dini hayat”, diğer yanda akıl ve
mantığın hüküm sürdüğü “dünyevî hayat”…
***
Sorunu aĢma yolunda Hristıyanlık tecrübesi yaĢayan Batı düĢünce tarihinde
iki ismin kavĢak noktası olduğunu görüyoruz: Tertullianus ve Descartes…
Tertullianus (öl. 220) Hrıstiyan inancını, Yunan felsefesinin “piç
sorularına” karĢı savunmak için Ģöyle bir argüman geliĢtirdi: “Evet,
absürt (dogma, saçma ve akıldışı) ama inanıyorum.”
Çünkü Tertullianus‟a göre din felsefeden, vahiy akıldan, iman bilgiden daima
üstündür. Hatta vahiy akla aykırı da olabilir buna rağmen vahye teslim
olunmalıdır. Akıl kendi baĢına bir hiçtir. Ġyi, akılla bulunan değil; vahyin
bildirdiğidir. Örneğin “Tanrı‟nın insan (İsa) biçimine girdiği ve bir
insan olarak acı çektiği” dogması (vahyi) akla aykırı ve absürt bir durum.
Buna rağmen inanmak gerekir. Zaten din de esasında budur.
Tertullianus‟un bu argümanlarına Rönesans dönemine gelindiğinde “Madem
din absürde inanmadır; o halde başta devlet olmak üzere dünya
işleri bunlarla yürümez. Al absürt (dogmatik, saçma ve akıldışı)
dinini, kilisene çekil” Ģeklinde cevap verildi. Laiklik de buradan doğdu.
Tertullianus‟un, bu argümanı geliĢtirirken iĢin buralara varacağını tahmin
etmiĢ midir bilmeyiz, ama aynı Ģeyi Ġslam için yapmaya kalkanların
önlerinde duran tecrübeden ders almadıkları ve TertullianuslaĢarak bindikleri
dalı kestikleri tarihin garip bir cilvesi olmaktan öte acı bir gerçek…
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
34
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Öte yandan Descartes (öl. 1650) de Tertiluianos‟un argümanını felsefi
(epistemolojik) olarak temellendirdi. Kartezyen (Des-cartesien: Descartes‟e
ait) felsefe dediğimiz “çifte hakikat” görüĢünü “absürt dinin” üzerine
geçirdi. Böylece alanlar ayrılacak, hem din hem de dünya rahatlamıĢ
olacaktı…
Descartes‟e göre varlık, özleri birbirinden farklı üç tözden (cevher) oluĢur;
Tanrı, Ruh ve Madde… Din manevi (Tanrı), dünya maddi aleme aittir. Tanrı
madde alemiyle (din dünya ile) ruh aracılığı ile iliĢki kurar. Ruh, beyindeki
kozalaksı bez bölgesinden insanla iliĢkiye geçer. Bu nedenle insan diğer
varlıklardan farklı olarak belirlenimin (determine) dıĢına çıkabilir. Ġnsan ruhu
dıĢındaki bütün doğa, bitkiler, hayvanlar ve insanın fizikî bedeni tıpkı bir
makine gibi iĢler. Ancak insandaki ruh bu mekanik evrene ait değildir…
Hal böyle olunca dinin/manevî alanın kralı ile, dünyanın/maddî alemin kralı
ayrı ayrı olacaktır. Çifte hakikat çifte otorite getirecek fakat bunlar
birbirinden ayrılacak, birbirinin alanına girmeyeceklerdir. Artık dinde akıl ve
mantık aramanın manası yoktur. Çünkü nasıl olsa alanlar ayrılmıĢ,
insanların manevi/kutsal dünyası dine terkedilmiĢtir. Orada her türden
absürtlüğün; akıldıĢılığın, dogmanın, sağırlığın, körlüğün, dilsizliğin, tılsımın,
sırrın, gizemin, büyünün olması gayet normaldir.
Zaten din dediğiniz de esasında bundan baĢka bir Ģey de değildir. Bu haliyle
gereklidir de. Çünkü monotonluktan sıkılan modern insanın, sinemada
fantastik bir kurgu filmi seyredip kafa dağıtması gibi, zaman zaman
tapınağa da giderek “absürt dinin” vaazlarıyla uctuya kaçtıya, rahatlamaya
ihtiyacı olacaktır.
***
Kilisenin “absürt dini”ne karĢı çıkıĢ yolları arayan batılı zihin sonunda
“doğal din”e ulaĢtı. Din, olsa olsa böyle bir Ģey olabilirdi. Bu noktada da iki
isim görüyoruz: Jean Bodin ve Herbert Cherbury…
Jean Bodin (öl. 1597) Rönesans döneminde geliĢen “doğal din” akımının
ünlü temsilcilerinden birisidir. “Yedilerin Konuşması” adlı kitabında ayrı
dinlere mensup yedi kiĢiyi tartıĢtırır. Sonunda Ģu sonuçlara varır: “Bütün
dinler doğal olan ve baĢtan beri bulunan tek bir dinin çocuklarıdır. Bu doğal
dinin temel esasları Ģunlardır; Tanrı‟nın bir olduğuna, ahlak bilincine,
özgürlüğe, ölümsüzlüğe ve öbür dünyada bir misilleme (ceza ve
mükafat) olacağına inanmak… Bu düĢünceler her insanda, her toplulukta
doğal olarak vardırlar…
Herbert Cherbury (öl. 1648) ise Fransız Jean Bodin‟in savunduğu doğal din
görüĢünü daha derli toplu hale getirir. “Doğruluk Üzerine” adlı kitabında
doğal bir din anlayıĢı geliĢtirip dinin özünü buraya dayandırır. Buna göre her
dinin temeli, her yerde ve her zaman için geçerli Ģu beĢ önermedir: 1Tanrı vardır 2- Bu Tanrı‟ya tapınılmalıdır 3- Dindarlığın özü ahlak ve
erdemdir 4- Günah ve suçlardan dolayı pişmanlık duyulmalıdır 5-
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
35
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Öbür dünyada bir ceza ve mükafat olacağı beklenmelidir. Hangisi
olursa olsun, her dinde bu önermelere aykırı olmayan Ģeylere inanılabilir.
Sağlıklı bir din için bu beĢ esas temel ölçü olmalıdır…
***
ġimdi, bir Müslüman olarak düĢünelim. Hangisi “bize” yaklaĢmıĢtır?
Tertullianus‟un “absürt dini” mi, Descartes‟in “çifte hakikat”ı mı, Bodin ve
Cherbury‟nin “doğal dini” mi?
Eğer Tertulliuanus‟un absürt dini derseniz, insanlık vicdanının “Başta
devlet olmak üzere dünya işleri absürtle yürümez. En iyisi sen al bu
absürt dinini camine çekil, senin yerin orası” denmesine razı olmanız
gerekir. Nitekim denmiĢtir de. Bunun böyle olmasında Tertullianus anlayıĢı
ile Ġslam‟ı anlayanların büyük payı olduğunu düĢünüyorum. Çünkü böyle bir
din sonuçları bakımından aynı muameleye tabi tutulmaktan kurtulamazdı.
Descartes‟in “çifte hakikatı” derseniz, absürt dine felsefi gerekçe üretmiĢ
olursunuz. Halbuki Ġslam‟da “tevhid” vardır; hakikat tek bir bütündür ve
parçalanamaz.
Bodin ve Cherbury‟nin “doğal dini” ise belki de batılı zihnin bulduğu Ġslam‟a
en yaklaĢmıĢ din anlayıĢıdır. Zaten doğal; fıtrî, fıtrata uygun olan demek.
Ġslam ise, pek tabi bir fıtrat (doğal, tabiî, sağduyu, akıl ve vicdan) dinidir.
***
Yazının baĢındaki gerekçeye dönelim.
Absürt olan din Tertullianus‟un Yunan felsefine karĢı savunmak zorunda
kaldığı Hristıyanlıktı. Bu nedenle tabiî ki devlet absürt bir dinin kilise
dogmaları ile yönetilemez. Bu nedenle alanları ayırmak ve bunun için de
“çifte hakikat” düĢüncesi geliĢtirmek dıĢında çare yoktur. Laiklik tam da
burada gereklidir.
Fakat çifte hakikat düĢüncesini felsefi olarak reddeden ve hakikatın tek bir
bütün olduğunu söyleyen, kendisini doğal yani fıtrata uygun bir akıl ve
vicdan dini olarak vazeden tevhid dini söz konusu olduğunda bu ayrım
geçersizdir.
Batıda doğal din fikrine ulaĢanların, bunun bin sene öncesinden, hem de
mükemmel bir Ģekilde vazedildiğini bilmiyor olmaları mazeret olarak kabul
edilebilir. Fakat “fıtrat dini” kültüründen gelenlerin ve fıtrat dinine zaten
mensup olanların mazereti geçersizdir. Hele böylesi bir dinin “absürt din” ve
“çifte hakikat” muamelesine tabi tutulması cehaletten de öte affedilecek gibi
değildir.
Çünkü böyle olunca “tevhide” inanan bir Müslümanın da hayatı bölünür.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
36
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Artık bir din vardır bir de dünya…
Dinî hayat baĢkadır dünyevî hayat baĢka…
Böyle birisi dini hayatında her türden absürte; akıldıĢılığa, saçmalığa, uçtu
kaçtıya, sırra, tılsıma gözünü kırpmadan inanır. Sanırsınız ki bu adam din
iĢlerinde asla akla inanmıyor, hatta tümden akılsız birisi… Fakat iĢ dünya
hayatına gelince aynı kiĢi alabildiğine rasyonel, pragmatist ve modern yaĢar.
Hiçbir iĢinde absürtlüğe prim vermez, kılı kırk yararak hesaplar yapar.
Sanırsınız ki bu adam dünya iĢlerinde asla dine inanmıyor, hatta tümden
dinsiz birisi.
Böyle birisi dini hayatında alabildiğine hoĢgörüsüz olurken (Çünkü kutsala
akıl karıĢtırılmaz ve dinde farklılık olmaz) iĢ dünya önüne çıkmaya gelince
alabildiğine hoĢgörülü kesilir.
Böyle birisi kendinden güçlüye gayet ılımlı, alımlı, uyumlu ve uysal bir köle,
kendinden zayıfa karĢı ise acımasız bir Firavun olur.
***
Bütün bunlar, aslında, akıl ve vicdan dinine değil; absürt dinine, tek
hakikate değil; çifte hakikate inanıldığından dolayıdır. Böyle birisinin dini
hayatı bölünmüĢ, zihninin yarısı eski çağlarda, diğer yarısı modern çağda
kalmıĢtır. Dini hayatına alabildiğine hurafe, dünyevi hayatına ise alabildiğine
akılcılık ve pragmatizm hakimdir. Dini hayatı alabildiğine dünya dıĢıyken,
dünyevi hayatı alabildiğine dünyalıdır.
ĠĢte böyle bölünmüĢ, parça parça olmuĢ dini hayatlar…
Bu haliyle Müslüman zihin bir “bilinç yarılması” yaĢamaktadır. Ruhu asr-ı
saadette bedeni modern dünyada gidip gelmekte, bir türlü zihin
parçalanmasını yenememekte ve adım adım Hıristıyan zihnin batıda yaĢadığı
sona doğru yaklaĢmaktadır.
Nedir bu son?
Hurafeye batmıĢ, tarihten çoktan çekilmiĢ ve dünya dıĢı kalmıĢ absürt bir
din…
Ona sadece inanılır. Çünkü dindir ne olsa gider. “Absürt ama inanıyorum”
yegane teselli kaynağıdır. Ġnsanlık yaralarına merhem olacağından değil; sırf
ayakta kalsın, sürsün diye…
Peki nasıl çıkacağız iĢin içinden?
Allah, Kitap, Peygamber… Bütün dini değer ve kavramları tarih, hayat ve
tabiatla yani “Yaşayan Gerçek” ile test edeceğiz. Doğru ve yanlıĢ, hurafe
ve hakikat buradan çıkacak…
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
37
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Eğer dinimiz artık yaĢayan gerçekliğin iĢine yaramıyorsa, kanayan hiçbir
insanlık yarasına merhem olmuyorsa, ayetlerinin “ma‟şeri vicdan”da bir
karĢılığı kalmamıĢsa, o artık insanlığın atan kalbinin ve sızlayan vicdanının
değil; Ģu an boĢluk, ıssızlık ve sessizlikten baĢka bir Ģey duyulmayan eski
çağlar tarihinin konusu haline gelmiĢ demektir…
Bu hazin sona engel olabiliriz, olmalıyız.
Çünkü Allah‟ın tarih, insanlık ve dünya süreci üzerindeki iradesi bizim
üzerimizden tecelli etti, ediyor ve edecek…
Bunun yolu, Hristıyan batının yaĢadığı “absürt din” ve “çifte hakikat”
anlayıĢını meydan okuyucu bir dinamizmle aĢmak ve “bölünmüş dini
hayatları” tevhid etmekten geçmektedir…
Yazdıklarımızı okuyunuz; hep buna katkı sağlasın diyedir…
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
38
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Çifte Cinayet: Tanrı‟nın Ölümünden İnsanın Ölümüne (Sever Işık)
Foucault, Kelimeler ve Şeyler„i “insanın ölümü”nü ilan ederek bitirir. “Ġnsan,
düĢüncemizin arkeolojisinin yakın tarihli olduğunu
kolaylıkla gösterdiği bir icattır. Ve belki de
yakınlardaki son”, DüĢünce zeminin, modern
epistemenin değiĢmesiyle/sarsılmasıyla „Ġnsan, tıpkı
denizin sınırındaki bir kum görüntüsü gibi‟
kaybolacaktır (Foucault, 1994: 499). İnsanın ölümü
tezini daha iyi kavramak için Foucault‟nun öncüsü
Nietzsche‟nin ġen Bilimde bir kaçığın ağzından ilan
ettiği “Tanrının ölümü” tezine bakmak ve ikisini birbiri
ile iliĢki içinde anlamak gerekir. Nitekim Foucault da
ikisi arasında bir birliktelik iliĢkisi olduğunu düĢünmektedir.
Nietzsche‟ye göre; “Tanrı öldü”. O‟nu biz öldürdük ve hepimiz O‟nun
katiliyiz (Nietzsche, 2003:130). Tanrı‟nın ölümü, Hıristiyani
değerlerin/ahlakın artık inanılmaz oluĢu ve özünde nihilizm olan Avrupa
insanının da ölmesi demektir. Zira Tanrı değerler hiyerarĢisinin zirvesidir.
Tanrı‟nın çürümesi ve ölmesi varlığı, ontolojik olarak, Tanrının varlığına bağlı
olan insanında epistemolojik özne olarak ölmesi demektir.
Nietzsche‟nin müjdelediği “üst-insan”/overman”ın doğuĢu da Tanrı‟nın
ölümü ile birlikte okunduğunda daha anlamlı hale gelir; artık Tanrı öldüğü
için “insan alt edilmesi gereken bir Ģeydir” (Nietzsche, 1999:25-26).
üstinsan/insanüstü tanrının/aĢkının yerine geçeceğinden, geçmesi
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
39
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
gerektiğinden insan ona yer açmak için Tanrı(sı) ile birlikle sahneden
çekilecektir/çekilmelidir.
Nietzsche‟nin “insan üstü”nü “insanın sonu” temasıyla birleĢtiren ilk düĢünür
Deleuze‟dür. O, Ģöyle der: “Varlığı suçlamayan ve onu değersizleĢtirmeyen
insana hala insan denebilir mi? O artık insan gibi düĢünebilir mi? O,
insandan baĢka bir Ģey, belki de insanüstü bir Ģey olmaz mı? Foucault
“insanın sonu” temasında Deleuze‟den de ileri giderek kartezyen sujenin
ölümünü ilan eder (Kökoğlu, 2002: 114). Foucault, bu düĢüncelerini
Kelimler ve Şeyler‟de dile getirir: Ona göre Nietzsche‟ nin ilan ettiği Ģey;
“Tanrının mevcut olmaması veya ölümü değil de, insanın sonudur”. Çünkü
sonuncu insan Tanrı‟yı öldürmüĢ ve kendi dilini, düĢüncesini ve gülüĢünü
onun mekanına yerleĢtirerek, varoluĢunu ve iradesini bu cinayet üzerine
bina etmiĢtir. Ġnsan “Tanrı‟yı öldürdüğü için, kendi sonluluğuna kendi
karĢılık vermek zorundadır; fakat Tanrı‟nın ölümünün içinde konuĢtuğu,
düĢündüğü ve varolduğu için, cinayeti de ölmeye adamıĢtır.” (Foucault,
1994: 497). Deleuze‟ünde ifade ettiği gibi Tanrının ölümü düĢüncesi, insanın
ölmesiyle ve insanın egosunun parçalanıp dağılması ile hedefine
varabilecektir (Kökoğlu, 2002: 108).
“Tanrı‟nın ölümü”nü mutlak olanın sona ermesi olarak değerlendiren Didier
Eribon, bu durumun aynı zamanda “insanın ölümü” anlamına geleceğinden
“Tanrı‟nın ölümü”nün bir çifte öldürmeyi gerçekleĢtirmiĢ olan davranıĢın
içinde ortaya konulmuĢ olacağını; böylelikle de, sonluluğu içinde sonsuzdan
ayrılamaz olan insanın ölümüyle ancak “Tanrı‟nın ölümü”nün
gerçekleĢebileceğini kaydeder (Urhan, 2000: 87). Nietzsche‟nin ilan ettiği
Ģey, katilin sonu, inansın çehresinin gülüĢü içinde paramparça olması ve
maskelerin geri dönüĢüdür. ġeylerin akıĢının içinde bulunduğu zamanın
parçalanmasıdır; Aynı‟nın geri dönüĢüyle insanın mutlak dağılmasının
özdeĢliğidir (Foucault, 1994: 497). Klossowski ise Ģöyle der: “Tanrı birliğin
garantisi idi. Eğer Tanrı ölürse özdeĢleĢmenin garantisi kalmazdı, insan
hiçbir Ģekilde özdeĢleĢemezdi. Yani Tanrının ölümü daha baĢlangıcında
insanın ölümünü içinde taĢımaktaydı. Tanrı‟nın ölümünden sonra onun yerini
alan insanın ölümü kadar normal bir Ģey olamazdı” (Akay, 2000: 100).
“Tanrı‟nın ölümü” düĢüncesi postmodernizmin mihenk taĢıdır. Burada
Tanrı‟nın tarihe anlamını ve yönünü veren bir nihai gerçeklik olarak
anlaĢılması gerekir. Nietzsche‟ ye göre değerler gerçeğe dayanır. Değerler
kirlendiğinden Tanrının gücü belirgin bir Ģekilde azalmıĢtır. Eğer ilahi olan,
dünyayı aĢamıyorsa, o zaman kutsal, tecrübede dile geliyor demektir.
Postmodernlerin diliyle Tanrı, artık bir “meta-söylem” statüsüne sahip
değildir. Bu nedenle teolojik olan problem birden bire toplumsal ve tarihsel
bir problem haline gelir (Murphy, 2000: 129). Eğer Tanrı ölmüĢse her Ģey
mümkündür. Böylece Nietzsche klasik metafiziğin sona erdiğini dile getirir
(Murphy, 2000: 129). Nietzsche‟nin felsefesinde Tanrı‟nın ölmesinin sebebi
bilginin artık nihai sebepler peĢine düĢmemesi ve insanlığın da ölümsüz bir
ruha inanma ihtiyacı duymamasıdır. Tanrı kendi yasalarından biri olan
hakikat arayıĢı adına ölmüĢ olsa bile bu arayıĢın anlamı onunla birlikte
kaybolmuĢtur (Vattimo, 1999: 78,210). Artık hakikat olan ve sabit olan bir
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
40
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Ģey kalmamıĢtır. Ġnsan da bu nihilizme bağlı olarak antropolojik karakterli
beĢeri bilimlerdeki epistemolojik konumunu kaybetmiĢtir.
Bilgi teorisinin teolojiden kopuĢu kesin olarak Nietzsche‟nin analizi ile baĢlar
(Foucault, 2000c: 173). Nietzsche Batı düĢüncesinden iki noktadan ayrılır.
Birincisi; bilgi ile eĢya arasındaki kopmadır. Batı felsefesinde bilinecek
Ģeylerle bilginin kendisinin süreklilik iliĢkisini mümkün kılan ve bilgiye
dünyadaki Ģeyleri gerçekten bilme gücünü sağlayan ve bilginin sürekli hata,
yanılsama keyfilik olmamasını sağlayan Tanrı idi. Descartes‟tan beri ve hatta
Kant‟ta bile bilgi ile bilinecek Ģeyler arasında bir uyum olmasını sağlayan bu
ilkedir. Bilginin dünyadaki Ģeyler üzerinde temellenen bir bilgi olduğunu
kanıtlamak için Descartes Tanrı‟nın varlığını kabul eder (Foucault, 2000c:
172-173).Bilgi ile bilinebilecek Ģeyler arasında hiçbir iliĢki yoksa, bilgi ile
bilinen Ģeyler arasındaki iliĢki keyfi ise, iktidar ve Ģiddet iliĢkisi ise bilgi
sisteminin merkezinde Tanrı‟nın varlığı artık zorunlu değildir (Foucault,
2000c: 173). Bilgilerimizin garantörü olan Tanrı‟nın ölmesi ile beraber
insanın verili herhangi bir hakikati kabul etmesi veya araması da artık söz
konusu edilemez.
Descartes‟tan bu yana insan öznesinin birliğinin arzudan bilgiye, içgüdüden
bilgiye, bedenden hakikate giden süreklilik tarafından sağlandığı görülür.
Bunarın tümü öznenin varlığını güvence altına alıyordu. Bir yanda içgüdü
mekanizmalarının, arzu oyunlarının, beden mekanizmaları ile irade arasında
çatıĢmaların ve diğer yanda bilginin var olduğu doğruysa bu durumda insani
öznenin birliğine artık ihtiyaç yoktur (Foucault, 2000c: 173). Ġkinci olarak,
bilgi ile içgüdüler arasında sadece kopma, tahakküm ve kölelik iliĢkileri,
iktidar iliĢkileri olduğu doruysa o zaman bu artık Tanrının değil, birliği ve
egemenliği içindeki öznenin de yok oluĢudur (Foucault, 2000c: 173). Çünkü
artık bilgilerimizin dünya ile uyum içinde olmasını sağlayan bağ ortadan
kalkmıĢtır.
20. yüzyılın ortalarına kadar devam eden antropolojik karakterli modern
epistemenin merkezi öznesi ve nesnesi insandı. Modern epistemeyi, insanlık
için epistemolojik paradoks yaratan bir durum olarak algılayan Fuocault‟ya
göre, içinde yaĢadığı toplumsal deneyimin ürünü olan insan, aynı zamanda
tümdengelimsel bilginin aracılığıyla bilgiyi kurandır. Böyle bir epistemolojik
gerilim fazla sürmez ve sonunda modern epistemede düĢüncenin temeli olan
insan fikri, karanlığa gömülürken, emprik ve aĢkın bir icat olan insan da
kesin olarak ortadan silinecektir (Munslow, 2000: 197). Foucault, bize
beĢeri bilimlerin dayanağı olan insanın sahneyi terk ettiğini söylemektedir.
Ġnsanın ölümü teorisi, sosyal bilim teorisinin merkezinde yer alan
epistemolojik temeli teĢkil eder. Çünkü bu teoriler insan merkezli bir nesnel
hakikat kavrayıĢının imkansızlığı ve yokluğu düĢüncesi üzerine inĢa
edilmiĢleridir. ĠĢte Foucault‟un Kelimler ve Şeyler„i/ İnsan Bilimleri
Arkeolojisi posthümanist ve postmodern teorinin temeli olarak insanın
ölümünü ifade ederek son bulur.
Kaynakça
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
41
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
AKAY, Ali (2000). Foucault‟da İktidar ve Direnme Odakları, Ġstanbul:
Bağlam Yay.
FOUCAULT, Michel (1994). Kelimeler ve Şeyler/ İnsan Bilimlerinin Bir
Arkeolojisi. (çev. M. Ali Kılıçbay). Ankara: Ġmge Kitabevi.
FOUCAULT, Michel (2000c). “Ġktidar Üzerine Diyalog”. Entellektüelin
Siyasi İşlevi. Der.IĢık Ergüden & Tuncay Birkan. (çev. IĢık Ergüden).
Ġstanbul: Ayrıntı Yayınları, s. 181-195
KÖKOĞLU, Fahrettin (2002). “Nietzsche ve Modern Ġnsanın Sonu”, Tezkire,
S. 25, 107-117
NĠETZCHE, Friedrich(1999). Böyle Buyurdu Zerdüşt. (çev. A. Turan
Oflazoğlu). Bursa: Asa Yayınları
NĠETZCHE, Friedrich(2003). Şen Bilim. (çev. Levent ÖzĢar) Bursa: Asa
Yayınları
MUNSLOW, Alun (2000). Tarihin Yapısökümü. (çev. Abdullah Yılmaz).
Ġstanbul: Ayrıntı Yayınları.
MURPHY, John W.(2000). Postmodern Sosyal Analiz ve Postmodern
Eleştiri. (çev. Hüsamettin Arslan). Ġstanbul: Paradigma Yayınları.
VATTĠMO, Gianni (1999). Modernliğin Sonu. (çev. ġehabettin Yalçın).
Ġstanbul: Ġz Yayınları.
URHAN, Veli (2000). Michel Foucaul ve Arkeolojik Çözümleme,
Ġstanbul: Paradigma Yayınları.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
42
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
İnsan ve İşkence (T.Suat Demren)
Goerge Orwell‟in muhteĢem romanı
1984„ü pek çoğunuz okumuĢtur.
Hatırlayın, 101 no‟lu odaya
götürüleceğini öğrenen düĢünce
suçlusu „mahkum‟, ailesinin bile
gözleri önünde öldürülmesine razı
olduğunu ama kendisinin o odaya
götürülmemesini nasıl da yalvararak
istiyordu?
Romanda tüm suçlular 101 no‟lu
odaya gitme kaygısıyla baĢa
çıkmaya çalıĢıyor çünkü 101 no‟lu
odada her suçlu kendi büyük
korkusuyla yüzleĢtiriliyor. Kimisi
karanlık, kimisi yükseklik kimise fare korkusu vs. Ve hiçbir suçlu 101 no‟lu
odadan, gittiği fikirlerle geri dönemiyor. Romanın kahramanı Winston‟da
tüm iĢkencelere direnmiĢ ama 101 no‟lu odada teslim olmamıĢ mıydı?
Hasan Cemal‟in “Kürtler” kitabını okuyanlar bilirler. Kitabın baĢlangıç
sayfaları meĢhur Diyarbakır Cezaevi‟ndeki iĢkenceleri uzun uzun anlatır.
Hatta o kadar anlatır ki bu iĢkence tasvirlerine çok uzun yer verdiği için
Hasan Cemal birçok kesim tarafından sertçe eleĢtirilmiĢtir. Sanırım
yayınlandığı yıl; 2003′de okumuĢtum, satırlarda gezinirken kanım
donmuĢtu.
Tom Hanks‟in oynadığı “The Green Mile”i (YeĢil Yol) pek çok kiĢi izlemiĢtir.
Cellatlığa meraklı sorunlu karakterimiz, elektirikli sandalye ile idam edilecek
olan kiĢiye iĢkence çektirmek için gizlice normal prosedürün dıĢına çıkarak
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
43
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
mahkumun baĢına akımın geçmesini kolaylaĢtıran ıslak sünger yerine kuru
sünger koyuyor ve daha geç sürede piĢerek-yanarak ölmesine neden oluyor.
ĠĢ yaptığım bir Rustan dinlemiĢtim. Rus ordusunun içinde yeralan askeri
cezaevlerinde gardiyanlar mecburi hizmetini yapan askerlerden
oluĢuyormuĢ. Bu askerler yine kendileri gibi mecburi hizmetlerini yapan ama
iĢledikleri adî bir suç nedeniyle yolları cezaevine düĢen “tertiplerine”
akılalmaz iĢkenceler yapıyorlarmıĢ. Kendisi de bu cezaevlerine düĢmüĢ ve
dıĢkı yalamaktan, saatlerce tazyikli suya tutulmaya kadar birçok iĢkenceye
maruz kalmıĢ.
Çok çeĢitli iĢkence yöntemleri var; fiziksel, psikolojik, psikiyatrik,
farmakolojik, cinsel iĢkence gibi..
Midesi ve kalbi kaldıracaklar açılım için buraya bakabilir.
ĠĢkencenin tarihi insanlık tarihi kadar eski. Eski Yunan filozofu Aristo
mahkumlara iĢkence yapılmasını destekliyordu. Antik Yunan‟da dahil tüm
dünyada kölelere iĢkence yapılması çok yaygın bir uygulamaydı. Roma
imparatorluğunda gladyatörler halkı eğlendirmek için arenaya çıkartılır ve
ölüm-kalım mücadelesi verirlerdi. Hz.Ġsa‟nın “sağ yanağına vurana sol
yanağını uzat” mesajına rağmen Hristiyanlık kilise eliyle iĢkenceyi sistematik
bir hale getirdi. Engizisyon ayıbı hala Kilisenin yüz karası.
Tümevarımcı mantığın ve bilimsel deneyciliğin kurucusu kabul edilen Bacon
Ġngiltere baĢyargıcıdır ve bir iĢkence savunucusu ve uygulayacısıdır.
Ortaçağ boyunca Avrupa kıtasında iĢkence oldukça yaygınlaĢtı. Hemen
hemen 18 yüzyıla kadar insan zekasının tüm hünerleri kullanılarak adeta bir
sanat haline gelen ve „resmi‟ bir biçimde uygulanan iĢkence Beccarria‟nın
Ġtalya‟da, Voltaire‟ın da Fransa‟da gösterdikleri çabalarının önemli etkisi ile
gittikçe geniĢleyen bir tepki görmeye baĢladı. 1801′de Rusya‟da, 1812′de
Ġspanya‟da iĢkenceye kaldırıldı. Aslında Ġngiltere‟de yasal iĢkence 1640
yılında kaldırılmıĢtı ama hala bir Ģekilde sistematik iĢkence devam ediyordu.
Günümüzde ise.. Wikipedi‟den alıntı yaparsak: ” Ġnsan Hakları Bildirgesi‟nde
belirtildiği üzere, iĢkence neredeyse evrensel olarak çok ciddi bir insan
hakları ihlali olarak görülür. Üçüncü ve Dördüncü Cenevre Konvansiyonu‟nu
imzalayan devletler, silahlı çatıĢma durumlarında korunan insanlara
(düĢman siviller ve savaĢ esirleri) iĢkence yapmayacağını beyan eder, ve
BirleĢmiĢ Milletler‟in ĠĢkenceye KarĢı Konvansiyonu„nu imzalayanlar hiç
kimseye cezalandırmak, itiraf ya da bilgi almak, onlara ya da üçüncü
Ģahıslara baskı yapmak amacıyla kasten acı ve ıstırap çektirmeyeceğine söz
verir. Ancak Uluslararası Af Örgütü gibi kuruluĢlar her üç ülkeden ikisinin
istikrarlı bir Ģekilde bu konvansiyon ve anlaĢmaların ruhuna uygun
davranmadığını bildirmekteler.”
Peki iĢkence kalktı mı? Tabii ki hayır.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
44
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Yazının baĢlarında verdiğim güncel örneklerde de yeraldığı gibi iĢkence
günümüzde resmi olarak yasak olmasına rağmen halen en geçerli “itiraf
ettirme” “ceza verme” ve “intikam alma” yöntemlerinden birisi olarak
uygulanmaya devam ediyor. Bunun modern ve sevilen tabirle “medenî”
olmakla da bir ilgilisi bulunmuyor. (Bkn. Ebu Gureyb Cezaevi iĢkenceleri.)
Ġnsanoğlu niçin iĢkence yapar?
“ĠĢkencenin Tarihi” kitabının yazarı Scott‟a göre, en basit ve en yaygın
biçimiyle iĢkence, intikam hırsının, hazır, etkili, tatmin edici ve kaba bir
aracı. Yine Scott‟a göre, iĢkence devletten çok bireyle iliĢkili intikam
biçimlerinde söz konusu, yani, devletin adaleti sağlamak için baĢvurduğu bir
yol olmaktan çok, haksızlığa uğradığını, kendisine ya da ailesine saldırıda
bulunulduğunu düĢünen bireyde geliĢen ceza verme duygusuyla
bağlantılıdır. Scott kitabında “bütün iĢkence biçimlerinin doğasında bulunan
bu intikam duygusunda, iĢkencenin, birey için iktidar, devlet için ise otorite
ve diktatörce hükmetme isteği anlamına gelmesi yatar.” diyor.
ĠĢkencenin sebepleri için “intikam-ceza verme” duygusunu kabul etsek bile
bu vak‟aların neredeyse tamamında iĢkenceci ile mağdurun arasında
doğrudan hiçbir iliĢkinin olmadığını görüyoruz. Bilinçaltındaki acılar için
müsebbipleri ile alakasız masumlara acı çektirmenin sebebi salt dürtü
olabilir mi?
Ben, psikologların tüm açıklamalarına, insan doğasına yapılan bütün
biyolojik atıflara rağmen “iĢkence” nin biyolojik, psikolojik ya da sosyokültürel sebepleri hakkında gerçekçi bir bilgi sahibi olduğumuzu
düĢünmüyorum.
Bir insanın bir baĢka insana -ya da canlıya- nasıl bir otorite emrinde ve/veya
ne amaçla olursa olsun; göz dağlama, diĢ sökme, tırnak sökme, kaynatarak
öldürme, deri yüzme, kızartarak öldürme, kemik kırma, vücüdunu dağlama
vb. iĢkenceleri nasıl yapabildiğini aklıma aldıramıyorum.
Elbetteki bunun determine edilmiĢ sebepleri de bana açıklayıcı gelmiyor.
Aslında insanın iĢkence yapabilen bir varlık olması Ģunu gösteriyor. Ġlk
çağlardaki insanların törensel tapınmaları, mağara duvarlarına çizdikleri
resimler ve sair metafizik göndermelere olan ihtiyaçları nasıl darwinian
evrim düĢüncesinin hilafına insan-hayvan ayrımının en belirgin unsurlarını
ifĢa ediyorsa „iĢkence‟ de olumsuz yönüyle aynı ayrımın ifĢası gibi. Bilge Kral
Aliya‟nın da dediği gibi, insan hemen her ayırdedici özelliği ile tabiatın
çocuğu gibi değil, tabiatın içindeki bir yabancı gibi hareket ediyor. Herhalde
„dünyaya düĢme‟ bundan daha aĢikar gözlemlenemezdi.
Ġnsan gerçekten müthiĢ bir varlık. Ġslâm‟ın “eĢrefi mahlukat” ve “esfeli
sefiliyn” diye tanımladığı birbirinden hayli uzak noktalara yükselme ya da
inme potansiyeli var.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
45
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Bu öyle bir sarkaç ki, bir ucu böcek öldüremeyen insanlara uzanırken bir ucu
derisini yüzdüğü kiĢiyi zevkle seyreden “insan”a uzanıyor. Ġnsanda var olan
ve onu hayvanlardan ayıran yegane unsurlar olan akıl ve vicdan, onu
kullanma oranına göre de kiĢiyi bu yelpazenin değiĢik noktalarına
yerleĢmesini sağlıyor.
Ben insana özgü hiçbir Ģeye ĢaĢırmıyorum ve insanın herhangi bir hasletinin
çerçevelenmiĢ bir sınırının olmadığını düĢünüyorum; maalesef buna her
türlü iĢkence dürtüsü de dahil..
Ġnsan dünyada var oldukça iĢkence de varolacaktır.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
46
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Modernist yanılgı ve liberalizm (Rasim Ozan Kütahyalı)
Kimi “liberal”lerin temel yanılgısı modernizm ile kurdukları sakat iliĢkide
yatıyor… Bu sakat bakıĢ açısı yalınkat bir aydınlanmacı/ilerlemeci perspektifi
temel bir “doğru” olarak kabul ediyor. Ġnsanlığın bu çizgiye doğru
evrimleĢeceğine inanıyor. Yani ortada “doğru” olanın zaten belli olduğunu
varsayan, ancak “yanlıĢ” olanın da zamanla dönüĢeceğine inanan bir mantık
var. “YanlıĢ” olana da hoĢgörü gösterilmeli, ona baskı yapılmamalı ama
“yanlıĢ” olana karĢı dikkatli de olunmalı. Liberalizmin özgürlük
tasavvurunu “yanlış” olanı “hoşgörmek” olarak gören baştan aşağı
bir problemli bir bakış açısı bu… Yani demokrasinin zor
zamanlarında da “Yanlış olanı cebren durdurmak” fikrine kapılması,
dolayısıyla faşizanlaşması kaçınılmaz olan bir zihniyet yapısından
bahsediyoruz…
Aynı modernist yanılgı, Türkiye bazında kimi kendine liberal diyenler için de
geçerli. Kendini solda tanımlayanlar içinse çok çok daha geçerli. Yukarıda
aktardığım kör modernist yanılgıya Türk solcularının çok büyük çoğunluğu
iman ediyor. Çoğunun liberaller kadar da “hoĢgörü” derdi olmadığı için
direkt faĢizmin sularına çekilmeleri kaçınılmaz oluyor…
Batı‟daki krize dönersek, bu sakat “liberal” bakıĢta, “doğru” olarak kabul
edilen Ģey seküler/ modern yaĢam tarzı. Bir bütün olarak da seküler/modern
uygarlık… Avrupa‟da güncel bir mesele olarak Ġslam, kimi Müslümanların
yaĢam tarzının muhtemel görünümleri olan başörtüsü, harem-selamlık, yer
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
47
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
sofrası, ortadaki tabaktan yemek gibi Ģeyler ilkelliğin (ve hatta belki
barbarlığın) tezahürleri olarak algılanıyor bu bakıĢ açısında… “İlkel olana
özgürlük tanıyalım, çünkü adım adım modernleşecek/ uygarlaşacaktırlar”
inancıyla özgürlük-yandaĢı olan çok sayıda Batılı liberal tanıdım. Elbette bu
sakat perspektif “Ne yapsak değişmezler, bunlar, özgür uygarlığımızın
ve yaşam tarzımızın düşmanı, uygarlığımızı bu ilkellerden
korumalıyız” diye özetlenebilecek faĢizan zihniyet tarafından çok kolay
nakavt edilebiliyor. Ya da bizzat bu faĢizanlığa eklemlenebiliyor… Özellikle
Kıta Avrupası‟nda kimi liberal (ve sol) partilerin de baĢına gelen bu…
Britanya Liberal Demokrat Partisi ise bu sakat çizgiden net bir Ģekilde
ayrılıyor… Britanya LDP‟sinden görüĢtüğüm birçok arkadaĢım da bu sakat
gidiĢatın Ģükür ki farkında, hiçbir Batılı sol partinin de olmadığı kadar bu
mesele etrafında müteyakkız haldeler… Türkiye‟de de LDT çevresi ve
özellikle Atilla Yayla bu modernizasyonist/ ilerlemeci anlayıĢa muhalefet
eden, liberalizmi modernizmin varyantına indirgeyen bakıĢ açısına karĢı
çıkan bir liberal-demokrat entelektüel çizgiyi takip ediyor…
Aslında liberalizmin entelektüel tarihinde de bu iki çizgi hep olmuĢtur. John
Locke ve Immanuel Kant‟ın aksine David Hume ve Adam Smith
ilerlemeciliğe/ modernizme her zaman derin bir kuĢkuyla yaklaĢan iki liberal
filozoftur. Genel olarak zaten Ġskoç aydınlanma geleneği “Uygarlığa doğru
ilerliyoruz” heyecanına karĢı her zaman mesafeli olmuĢ bir gelenektir. Ġki
Ġskoç dâhi Hume ve Smith, endüstri devriminin Ģafağında doğmuĢ,
karĢılarında oluĢmakta olan “yeni bir dünya” bulmuĢ ve bu “yeni dünya”nın
nereye doğru gideceği konusunda iyimserlik ve kuĢkularla karıĢık bir
perspektif geliĢtirmiĢlerdir. Hume ve Smith‟in metinlerini bugünden
okuduğunuzda bu iki filozofun sezgilerinin derinliğini farketmemeniz
imkânsızdır… Özellikle Adam Smith etrafında ülkemizde
saçmalamanın sınırı yok! Öncelikle bir ahlak filozofu olan Smith
döneminin “tarihin akşını hızlandıran” gelişmeleri karşısında hiçbir
zaman Marx gibi düşünmemiştir. Aynı Ģey Smith‟in burjuvaziye/
kapitalistlere iliĢkin görüĢlerinde de geçerlidir. Smith‟in bakıĢında Marx‟ta
kuvvetle olduğu gibi Burjuvazinin tüm insanlığı, hatta en barbar ulusları bile
uygarlığın bağrına çektiğine iliĢkin bir inanç asla yoktur. Tam aksine hem o
dönem yükselen bir sınıf olarak burjuvaziye ve genel olarak da Avrupalıların
artan kuvvetine karĢı çok derin bir kuĢku taĢır Smith… BaĢyapıtı Wealth of
Nations/ Ulusların Zenginliği‟nde Avrupalıların coğrafi “keĢif”lerine son
derece mesafeli bir dille yaklaĢır. Ortadaki güç dengesizliğinin büyük
adaletsizliklere yol açabileceğini ve bu adaletsizliklerin de Avrupalıların
yanına kâr kalabileceğini ısrarla belirtir. Korkarak yaptığı bu öngörüleri de
çıkmıĢtır Smith‟in… Tüm beĢeri geliĢmeleri özgürlük ve adalet ilkelerinden
hareketle yorumlayan insan varlığını “tarihin mantığı/ uygarlığın ilerlemesi”
gibi parlak sözler uğruna kurban etmeyen bir ahlaki bakıĢın filozofuydu
Smith… Hume da aynı duyarlılığa sahipti…
“Doğru” olana yönelik insanlığın ilerlemesi inancından uzak; farklı olanların
birbirinden beslenerek ortak bir modus vivendi kurabilmesinin arayıĢındadır
Hume ve Smith‟in çizgilerinden süzülen liberal-demokrat anlayıĢ… Isaiah
Berlin‟in 20. yüzyılda yetkin biçimde doktrine ettiği bir liberal-demokrat
tasavvurdur bu…
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
48
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Liberalizmi eleĢtiren kimi benim de sevdiğim yazarlar bu çizgiyi yok sayarak
haksız ve adaletsiz davrandıklarını bilmeliler…
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
49
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Evrim Teorisi Okullarda Öğretilmeli mi? (Mehmet Yılmaz)
Fransa Millet Meclisi‟nin Ermeni Soykırımı oylaması
yaptığı günlerde fikrimi soran Fransız arkadaĢlarıma
Ģöyle diyordum: “Yarın da yerçekimini iptal edin ki
hepimiz uçalım!”
Bilimde de demokrasi olmaz. Bilimsel gerçekler
parmak kaldırmak suretiyle değiĢtirilemez. Evrim
yanlısı veya karĢıtı insanların azlığı veya çokluğu ne
evrimcilik fikrine güç katar ne de onu zayıflatır.
Galileo “Dünya yine de dönüyor” derken belki
yalnızdı ama haklıydı. GERÇEK var olmak için bilinmeye muhtaç değildir.
Evrim bir teori midir yoksa bilimsel bir gerçek mi?
“Teori” kelimesinin etimolojisi eski Yunanca theoria - θεωρία (seyretmek,
seyirci, gösteri) kelimesine uzanır. Teori bilimsel gerçek demek değildir.
Bilim adamı “seyrettiği” olaylar arasında bir bağ olabileceğini düĢünürse bir
teori oluĢturur. Teorisine destek bulabilir, popüler olur. Ama herkesin onu
desteklemesinin bilimsel bir değeri yoktur.
Meselâ yağmurlu bir günde Ģemsiyeli insanlar gören bir çocuk yağmurun
Ģemsiyeler yüzünden yağdığını iddia edebilir. Bu bir teoridir. Ġspat edilmeye
muhtaçtır.
Bilimsel olarak henüz açıklanmamıĢ bir grup olay karĢısında önce o olayları
birleĢtiren fikirler öne sürmek gerekir. Bu birleĢtirme çabası örneğin sebepsonuç iliĢkisi olabilir. Fikirleriniz tutarlı bir bütün oluĢturduğunda bir
modelden söz edebilirsiniz. Tutarlılık gereklidir. Her gerçek tutarlıdır. Ama
her tutarlı fikir gerçek olmayabilir.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
50
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Bu sebeple modeli destekleyecek deney ve gözlemler yapmak gerekir. Eğer
bilim adamı olgun bir insan ise modelini çürütebilecek gözlem ve deneyler
de yapar. Yani dinozorların bakteriden geldiğini ispata çalışmaz.
Dinozorların nereden geldiğini bulmaya çalışır. Böylece modeli
olgunlaĢır. Denenebilir hale gelir. Diğer bilim adamları teori sahibinin
belirlediği koĢullar içinde modeli dener ve artık bu fikirler bilimsel bir
GERÇEK olur.
Meselâ bilim adamının keĢfettiği bir antibiyotik öngörülen virüs grubunu
öldürür. Bu artık bilimsel bir gerçektir. Bir teori olmaktan çıkmıĢtır. Belirli
sıcaklık, nem, asitlik, vs ortamında dünyanın her yerinde o antibiyotik o
virüsü öldürecektir.
Gelelim Darwin ve Evrim konusuna. MeĢhur Ernst Mayr “One Long
Argument: Charles Darwin and the Genesis of Modern Evolutionary
Thought“ adlı eserinin baĢlığından itibaren bir Evrim Teorisinden değil
Evrim düĢüncesinden (Evolutionary Thought) bahseder. Meselâ bu eserin
4cü bölümünde Darwin‟in Evrimci düĢüncesinin bir teori değil bir çerçeve,
bilimsel bir doktrin olduğunu anlatır:
“In both scholarly and popular literature one frequently finds references to
“Darwin‟s theory of evolution”, as though it were a unitary entity. In reality,
Darwin‟s “theory” of evolution was a whole bundle of theories, and it is
impossible to discuss Darwin‟s evolutionary thought constructively if one
does not distinguish its various components.
… The term “Darwinism”, … has numerous meanings depending on who has
used the term and at what period. A better understanding of the meaning of
this term is only one reason to call attention to the composite nature of
Darwin‟s evolutionary thought. … I consider it necessary to dissect
Darwin‟s conceptual framework of evolution into a number of major theories
that formed the basis of his evolutionary thinking.”
Evrim düşüncesi bilimsel gerçeklere dayanır mı?
Elbette. Meselâ doğal seleksiyon, kullanılmayan organların yok olması gibi
“evrimci” mekanizmalar kısa ömürlü bakteri solucan vb hayvanlarda
deneyler yoluyla ispat edilmiĢtir. Bu deneyler her zaman tekrar edilebilir.
Ancak bu mekanizmaların ayrı ayrı birer doğal olay değil de
MİLYONLARCA YILLIK tek bir sürecin küçük parçaları olduğu iddiası ayrı
bir Ģeydir. Bütün ineklerin memeli olduğunu söylemek ile bütün memeli
hayvanların inek olduğunu söylemek arasında fark vardır.
Artık milyonlarca yıllık geri dönülemez ve test edilemez bir süreç fikri
devreye girmiĢtir. Kimi evrimcilerin iddia ettiği gibi hayatın ortaya çıkıĢından
insana varan bir sürecin evrimle açıklanması artık sahanın değiştiğini
işaret eder.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
51
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Demek ki Evrim düĢüncesi canlıların tarihi üzerine bir doktrin, muhtemel
spekülasyonlar için bir çerçeve? O halde doğrudan tarihî bir örnek alalım:
Ġstanbul‟un Fethi sırasında karadan yürütülüp Haliç‟e indirilen gemilerin
sonuca etkisi ne idi?
1. Fethin baĢarılmasında OLMAZSA OLMAZ bir eylem?
2. Bizans saflarında korku ve askerin moralinde bir çöküntü?
3. Lüzumsuz bir macera?
Tarihçiler karbon 14 testi gibi “bilimsel yöntemler” kullanarak
araĢtırabilirler. Ama varacakları sonuç bir tercih, bir duruĢ, bir doktrin
gölgesinde olacak. Zamanda seyahat etmemiz ya da bu savaĢı yeniden
yapmamız mümkün olmadığına göre tarihçilerin söyledikleri birer
spekülasyondan öteye geçemeyecek.
Bu bağlamda “evrim düşüncesi” ispatlanması ya da yalanlanması
imkânsız bir zihinsel olgudur, felsefî bir duruş hatta bir inançtır.
Neden?
Evrime alternatif bir senaryo üretelim:
Dünyada hayatı Andromeda takım yıldızından gelen uzaylılar başlattılar,
dünya bir laboratuardı onlar için. Bakterilerden insana kadar bütün canlıları
başka gezegenlerden taşıdılar binlerce yıl boyunca. Sonra bütçe sıkıntısı
sebebiyle deneylere ara verdiler ve gezegenlerine döndüler. Yakında geri
gelecekler ve herşey ortaya çıkacak.
Ġnanmayan varsa yanıldığımızı ispatlasın da görelim!
Seküler bir gözle bakıldığında Ġslâm, Hristiyanlık ya da Musevilikteki
yaratılıĢ düĢüncesi de bir senaryodur. Bilimsel bir gerçek değildir. Eğer Tanrı
bilimsel olarak ispat edilebilecek bir Ģey olsaydı zaten Tanrı olmazdı.
Müslümanların evrim ile imtihanı
Ancak düĢünce dünyamız 19cu yüzyıl insanlarının teknoloji hayranlığı ve
pozitif bilimin üstünlüğü(!) fikriyle formatlanmıĢ vaziyette. Bu sebeple
dindar Müslümanlar ve Hristiyanlar bile üstü kapalı bir biçimde bir YaratıcıTasarımcı olduğunu “bilimsel” olarak ispatlamak istiyorlar.
Bu istek ise beraberinde bir tür mucizeperverlik getiriyor ki bunun Ġslâm‟a
uygun bir duruĢ olduğundan da o kadar emin değiliz. Bir baĢka deyiĢle “vay
bee arılara bak, nasıl bal yapıyor. Biz hiç bir fabrikada bal
yapamayız, demek ki bir Tanrı var” tarzı bir iman zayıf bir imandır. Aklın
muCiZe karĢısındaki ACZiyeti imanın sebebi ise bilim ilerledikçe iman
silinecek(!) demektir. Akla ve teknolojiye tapan “modern” insana (henüz)
uzanamayacağı yerler olduğunu söylemek yenilginin itirafıdır. Müslüman‟ın,
Hristiyan‟ın rezil olmasıdır. ġaĢkınlığa ve aklî acizliğe dayalı BU iman
pozitivist düĢünce karĢısındaki aĢağılık kompleksidir.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
52
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Evrim ve alternatif senaryolara geri dönecek olursak… Akıllı Tasarım gibi bir
senaryo az önce sözünü ettiğimiz Yaratıcı-Tasarımcı‟nın varlığını zorunlu
kılıyor. Oysa kimi teistlerin savunduğu “evrimi de Tanrı yarattı”
senaryosu yeterince “dindar” değil. Adeta herkesi memnun etmeye çalıĢan
bir ORTA YOL.
Son tahlilde Evrenin, canlıların ve tabi biz insanların tarihine, kökenine
getireceğimiz açıklamalar iki varoluĢsal-kimliksel soruya yanıt olur:


1) Neden inanıyorum?
2) Neden inanMıyorum?
Bu sebeple Evrim tartıĢmaları aslında bir tür maskeli balodur. Bir baĢka
yazımızda belirttiğimiz gibi:
“İnançlar arası diyaloğun ilerleyebilmesi için öncelikle farklı inançtan
insanların bu farkı kabul etmesi gerekiyor. Bu diyalogların kurulması
önündeki en büyük engel kanaatimizce halen sürmekte olan maskeli
balodur.” (Evrime iman ve dinler arası diyalog)
Okullarda evrim öğretilmeli mi?
Yukarıda da altını çizdiğimiz üzere “evrim düşüncesi” ispatlanması ya
da yalanlanması imkânsız bir zihinsel olgudur, felsefî bir duruş ya da
bir inançtır.
Bu sebeple evrim eğer okulda anlatılacaksa bunun yeri biyoloji değil felsefe
dersidir. Ġnsanın ortaya çıkıĢı konusunda bir Yaratıcı fikrinden rahatsız
olabilecek insanlar Tanrı‟sız bir ortaya çıkıĢ senaryosu üretme ve bunu
savunma hakkına elbette sahipler. Ama bugün içinde bulunduğumuz durum
oldukça çarpık:
Felsefî bir duruĢ bilimsellik kisvesi altında biyoloji derslerinde anlatılıyor.
“Dinozorları ALLAH çarptı, öyle yok oldular” diye bir biyoloji dersi nasıl
olmazsa evrimi bilimsel bir gerçek olarak yutturan biyoloji dersi de olmaz.
Bunun yeri felsefe dersidir.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
53
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Aydınlanmanın Şantajı ve Foucault (Sever Işık)
Foucault‟nun düĢüncesi değiĢik eksenlerde çözümlenmiĢtir.
Onu modern perspektiften okuyanlar olduğu gibi
postmodern perspektiften okuyanlar da vardır. Foucault‟nun
düĢüncesinin ve Batı felsefesindeki konumunun sağlıklı
değerlendirilebilmesi için aydınlanmaya iliĢkin kavrayıĢının
bilinmesi gerekir. O bu konudaki görüĢlerini çoğunlukla
Ġmmanuel Kant‟ın “Aydınlanma nedir?”(Kant,1984) metni
bağlamında dile getirmiĢtir. Aydınlanmanın ne olduğunu
sormak geçmiĢi değil, bugünümüzü anlamaya ve
anlamlandırmaya iliĢkin çabanın baĢlangıcıdır ve aynı
zamanda sonucudur.
Foucault, Kant‟ın cevaplamaya çalıĢtığı “Aydınlanma nedir?” sorusunun
modern felsefenin cevabını arayıp bulamadığı ve kendisinden kurtulamadığı
bir soru olduğunu ayrıca Hegel, Marks, Nitzsche, Max Weber, Frankurt
Okulu ve Habermas‟ın aynı soruyla dolaylı olarak da olsa hesaplaĢmaya
çalıĢtığını belirttir. Foucault‟ya göre aydınlanma bugün ne olduğumuzu, ne
düşündüğümüzü, ne yaptığımızı belirleyen sorunun cevabıdır. Ve bu soru
Ģimdi, “modern felsefe nedir?” biçimine dönüĢmüĢtür. Kendisi bu soruya
Ģöyle cevap verir: Modern felsefe iki yüzyıl önce sorulan aydınlanma nedir?
sorusuna cevap arayan felsefedir (Foucault, 2000a: 174). Kant‟ın
“Aydınlanma nedir?” baĢlıklı metinde cevabını aradığı soru tarihsel sürecin
içsel erekselliği değil, bir farklılıktır; bugün düne kıyasla ne tür bir farklılık
getirmektedir? Sonuç olarak Kant aydınlanmayı; „irade, otorite ve aklın
kullanımı arasında önceden varolan iliĢkinin değiĢikliğe uğratılmıĢ bir hali‟
diye tanımlamaktadır. Aydınlanma‟yı karakterize eden Ģey
“olgunlaĢmamıĢlık” statüsünden kurtaran bir süreç olmasıdır (Foucault,
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
54
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
2000a: 176). Foucault‟ ya göre Kant‟ın bu metninin önemi zamanın içsel
erekliliğini, insanın gitmekte olduğu noktayı tespite çalıĢması değil de,
eleĢtirel düĢünce ile tarih üzerine düĢünmenin kavĢağında yer almasıdır.
Metin, Kant‟ın kendi yaptığı iĢin güncelliği üzerine olan düĢüncelerini
yansıtmaktadır. Kısaca bu metnin özelliği tarihte farklılık olarak bugün
üzerine olan düĢünmesinde yatmaktadır (Foucault, 2000a: 180). Foucault
bu metinden modernliğin bir dönem olarak değil de bir tutum olarak
anlaĢılabileceği sonucunu çıkarmaya çalıĢır. Tutum ile kastedilen ise
güncellikle kurulan iliĢki, gönüllü tercih, düĢünme ve hissetme tarzı, eylem
ve davranma biçimidir
Foucault, Kant‟ın metninin bugün kendisine bağlı olarak yapmakta
olduğumuz belirli bir felsefe tarzını tanımladığını düĢünmektedir. Ve
aydınlanmanın hala büyük ölçüde bağlı olduğumuz toplumsal kurumsal ve
kültürel olaylar bütünü olarak ayrıcalıklı bir analiz alanını oluĢturduğunu
söyler. Ayrıca hakikatin gelişmesi ile özgürlük tarihinin birbirine bağlanması
hala üzerinde durulması gereken felsefi bir problemdir. “Kendimizi tarihsel
olarak belli bir ölçüde aydınlanma tarafından belirlenmiĢ varlıklar olarak
analiz etmeye çalıĢmamız gerekir”. Bu analizin temelinde bir dizi tarihsel
araĢtırma yer alacaktır (Foucault, 2000a: 185).
Foucault, aydınlanmanın temelinde yatan ilkenin, eleştiri ve kendimizi
kendi özerkliğimiz içinde kesintisiz olarak yaratma ilkesi olarak
anlaĢılabileceğini düĢünmektedir. Söylediğimiz, düĢündüğümüz ve
yaptığımız Ģeylerin kendimize iliĢkin bir tarihsel ontoloji süzgecinden
geçirilerek eleĢtirilmesinden oluĢan felsefi bir ethosa olumlu bir içerik
kazandırması gerektiği açıkça ortadadır. Bu eleĢtiri, bizi kendimizi
oluĢturmaya yaptığımız, düĢündüğümüz ve söylediğimiz Ģeylerin özneleri
olarak tanımlamaya yönelten olayların tarihsel temeldeki sorgulaması olarak
ilerleyecektir. Bu eleĢtiri aĢkın olmayıp, hedefi de bir metafiziği mümkün
kılmak değildir. Bu eleştiri amacıyla soykütüksel, yöntemiyle arkeolojik
niteliklidir. Tüm bilgi ya da ahlaki eylem biçimlerinin evrensel yapılarını
belirlemeye değil, düĢündüğümüz, söylediğimiz ve yapmaya çalıĢtığımız
Ģeyleri eklemleyen söylemleri tarihsel olaylar olarak ele almak anlamında
arkeolojiktir. Transandantal değildir (Foucault, 2000b: 187-188). Yani,
kendimize ilişkin tarihsel ontoloji, global ya da radikal olma iddiasındaki
bütün projelerden uzaklaĢmak durumundadır. “Deneyimlerimize dayanarak
biliyoruz ki baĢka bir toplum, baĢka bir düĢünce tarzı, baĢka bir kültür,
baĢka bir dünya görüĢü için bütünsel programlar ortaya koymak amacıyla
güncel sistemden kurtulma iddiası, bizi en tehlikeli geleneklere geri
götürmekten baĢka sonuç vermemiĢtir” (Foucault, 2000a: 189).
Aydınlanmanın eleĢtirel kavrayıĢını benimseyen Foucault, aynı zamanda
aydınlanmanın bir çok temel parametresini topa tutar; AĢkın özne, evrensel
sistemler, sürekli olumsal ilerleme vb.
Kendimizi, kendisini entelektüel ve siyasi bir ikilem şeklinde dayatan
“Aydınlanma‟dan yana ya da Aydınlanma‟ya karşı olma” şantajından
kurtarmamız gerekmektedir (Foucault, 2000a: 187). Buradan
anlaĢılabileceği gibi Foucault, kelimenin tüm Ģümulüyle aydınlanma karĢıtı
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
55
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
olmadığı gibi, taraftarı da değildir. Hatta onun arkeolojileri ve soy kütükleri,
önemli ölçüde aydınlanmanın yaslandığı temelleri sarsmaya ve yıkmaya
yönelik tarihi/felsefi incelemelerdir. Onun çalıĢmaları aydınlanma
düĢüncesinin yaslandığı öznenin/insanın ölümünün analiz ve ilanıdır.
Modernlik sorununun soykütüğünü yapmaktan bahseden Foucault için
aydınlanma, kendini isimlendiren, geçmiş ve gelecek karşısında
konumlandıran ve şimdiki zamanda yapması gereken şeyleri belirleyerek
kendi bilincine varmış çok özel kültürel bir süreçtir (Foucault,2000a: 165).
18. yüzyıldan beri düĢüncemize nüfuz etmiĢ bir felsefi sorun olan
Aydınlanma, modernliği başlatan olay olarak, akıl tarihinde, rasyonalitenin,
teknoloji biçimlerinin, bilginin özerkliğinin gelişmesi ve yerleşmesinde
kendini göstermiş kalıcı bir süreç olarak, bizim için sadece düĢünce tarihinin
bir episodundan ibaret değildir (Foucault, 2000a: 171). Evrensel hakkında
düşünmenin tarihselliği sorunu olarak aydınlanmanın anlamı üzerine
düĢünülmesi gerekir.
Çağımız aydınlanmanın bilimsel ve siyasal kehanetini yalanlamıĢ, geneli
itibariyle iyimser olan aydınlanma düĢüncesi ve “iyimser tutum” özellikle 20.
yüzyılın ilk yarısında Avrupa‟nın siyasal pratiği tarafından geçersiz kılınmıĢ
ve baĢta bilim,akıl,ilerleme ve hatta özgürlük olmak üzere aydınlanmanın
değerlerine karĢı bir hayal kırıklığı oluĢmuĢtur.Bu nedenle aydınlanma
yeniden gözden geçirilmelidir.
Foucault‟ya göre eleĢtirel felsefe geleneğinin iki kolu olup, ikisinin
kaynağında da Kant vardır. O, modern felsefeye hakim olan geleneği;
“hakikat analitiği” olarak adlandırır. Diğer geleneğin kaynağında da Kant‟ın
“Aydınlanma nedir?” de ortaya attığı “Güncelliğimiz nedir?” ġimdiki zamanda
yaĢanabilecek mümkün deneyimler alanı nedir? soruları vardır. Burada söz
konusu olan bir “hakikat analitiği” değil; “Ģimdi”nin ve kendimizin tarihsel
bir ontolojisidir. Foucault kendisini bu soruyu cevaplamaya çalıĢan ve
Hegel‟den gelip Nietzsche ve Max Weber üzerinden Frankurt Okulu‟na
uzanan eleĢtirel düĢünce geleneği içinde konumlandır (Foucault, 2000a:
172). Onun tüm çabası da Batı tarihinin, eleĢtiri geleneği içinde, tarihsel bir
perspektiften okunmasıdır..
Foucault‟ya göre yaĢadığımız zaman, tarihte eĢsiz ya da temel bir nokta
değildir. Bunun bilincinde olarak Ģimdinin doğasını çözümlemeye çalıĢmak
gerekir. Zaten Kant‟tın “Aydınlanma nedir?” sorusundan beri modern
felsefenin ana uğraĢlarından biri “şimdimizin doğası nedir?” sorusuna cevap
aramak olmuĢtur (Foucault, 2001: 41). Onun anlatmak istediği Ģey Ģudur:
YitirmiĢ olduğumuz dünyaların garipliğini ortaya koymak, biz modern
insanlara, eski yaĢam ve düĢünce biçimlerinden uzaklığımızı kavrayarak
kendi kültürel kimliğimizi sınamaya zorlar (Merquior, 1986: 94). Zira
kültürel kimliğimizi sınamamız, yaĢadığımız zamanı, “Ģimdi”yi/günümüzü
kavramamızı sağlar.
Kaynakça
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
56
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
FOUCAULT, Michel (2000a). “Aydınlanma nedir”. Özne ve İktidar.
Der.IĢık Ergüden & Tuncay Birkan. (çev. Osman Akınhay). Ġstanbul:
Ayrıntı Yayınları, s. 162-192
FOUCAULT, Michel (2000b). “Ġki Ders”. Entellektüelin Siyasi İşlevi.
Der. IĢık Ergüden & Tuncay Birkan. (çev. Ferda Keskin). Ġstanbul:
Ayrıntı Yayınları, s. 86-117
FOUCAULT, Michel (2001). Yapısalcılık ve Postyapısalcılık. (çev.
Ali Utku &Ümit Umaç). Ġstanbul: Birey Yayınları.
MERQUIOR, J. G. (1986). Foucault. (çev. Nurettin Elhüseyni).
Ġstanbul: Afa Yayınları
KANT, Ġmmanuel (1984). Seçilmiş yazılar. (çev. Nejat Bozkurt).
Ġstanbul: Remzi Yayınevi.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
57
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Çocukların cinsel istismarı (Mehmet Yılmaz)
Milyonlarca Yahudinin Naziler tarafından fırınlarda
yakıldığı “Holokost” ortaya çıkınca bir çok Yahudi isyan
etti: “Tanrı böyle bir şeyin olmasına nasıl müsade
etti? Neden Nazileri durdurmadı? Ya dediği
kadar güçlü değil ya da o kadar iyiden yana
değil!”
Son çocuk istismarı haberini okuduğunuzda ne
dediniz? Ben Ģunları duydum:





-
Ayy, iğrenç!
Nasıl yaparlar böyle bir Ģeyi?
Bunları asmalı!
Acı çektirerek öldürmeli hepsini,
Cezalar yetersiz.
Sanki bunu ilk defa duymuĢçasına öfkeyle ayağa fırladı insanlar. Sonra bir
daha hiç olmayacakmıĢ gibi yavaĢça yerlerine oturdular. Gazetelerde
manĢetler, internet forumlarında dolaĢan öfke dolu mesajlar… Sübyancılık
karĢısında takındığımız histerik tavır konuyu düĢünmemize engel oluyor.
Birilerinin çocuk bedeninden cinsel haz alabilmesi gerçeği aklımızı felce
uğratıyor.
Holokost kelimesi sadece Yahudilerin değil bedensel engellilerin,
komünistlerin, savaĢ karĢıtlarının, Çingenelerin, Rusların, Polonyalıların,
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
58
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
eĢcinsellerin ve Yahudilerin Naziler tarafından toplu olarak «imha
edilmesine » verilen bir isim. Öldürülen 12 milyon insandan 6 milyonu
Yahudi olduğu için bu katliam sadece onları hedef almıĢ gibi anılsa da
Nazilerin gözünde bu grupların her biri imha edilmesi gereken “solucanlar”
veya “sıçanlar” idi. Bu sebeple yaptıkları katliam bir suç değil bir
“Endlösung” son/kalıcı çözüm(!) oldu onların gözünde.
Neden böyle bir iĢe giriĢti Naziler? Birinci Dünya SavaĢı sonrası yaĢanan
açlık ve sefalet için bir açıklama uydurmak gerekiyordu. Üstün(!) Alman
ırkının bir hata yapması söz konusu olmadığına göre bir suçlu, bir günah
keçisi bulunmalıydı. Bedensel engelliler, akıl hastaları ve diğer “bozuk
biyolojik yapılı” gruplar saf Alman ırkını bozan ögelerdi ve bir “temizlik”
yapılmalıydı.
ĠĢte bu insanların önemli bir kısmının yakılarak öldürülmesini temsil ediyor
Holokost kelimesi. Ve etimolojisiyle bugüne ıĢık tutuyor. Neden? Holokost
eski Yunanca ὅλος (ok. “holos” = bütün) κασστός (ok. kostos = yakmak)
kelimelerinin birleĢmesinden oluĢuyor.
Bir erkek hayvanın bütün bütün yakılarak kurban edilmesi pagan dinlerden
Yahudiliğe girmiĢ, oradan da Avrupa‟ya kadar gelmiĢ bir ritüel. Bernard
Lazare‟ın 1894 tarihli “L‟Antisémitisme” adlı eserinde aktardığına göre
Ortaçağ Avrupa‟sında da kıtlık veya veba salgınları sırasında “manevî
güçlerin öfkesini yatıştırmak için” Yahudiler diri diri yakılarak kurban
edilirmiĢ.
Çocukların cinsel istismarına yeltenenler hapishanelerde bile diğer
mahkumların saldırısına uğruyor, linç ediliyor. Sizce meĢru ve masum bir
öfke mi söz konusu olan? Yoksa hırsızlık ve cinayet gibi “minik” suçlar
iĢlemiĢ diğer mahkumların “kendi günahlarından arınmak” için buldukları bir
yöntem mi? “Aabi hadi ben şeytana uydum, adam vurdum. Ama bu
herif bir çoğun ırzına geçmiş, olacak şey mi?” Cinayet hadi neyse de,
sübyancılık? Olmaz ki canım!
Bizim sübyancılarımız Nazilerin günah keçileri kadar masum değil elbette.
Ama onlar da “bizim”. Milletvekillerimiz, altın madalyalı sporcularımız veya
baĢarılı bilim adamlarımız kadar bizim bu “sapıklar”. Onlar saptıkları
için”öteki” oldular. Tecrid edildiler. Günah keçisi rolü verildi onlara. Onların
sapması sayesinde “sapmayanlar” günahlarından arınacaklar!
Peki sapmayanların sübyancı keçiye yüklemek istedikleri günah ne?
Sapmayanlar kendilerinden ikinci bir Ģahıstan bahseder gibi bahsediyorlar.
Kendine daha iyi bakmak söz konusu. Kendini Ģımartmak. Mükün olduğu
kadar “seçkin” bir biçimde tabi. Evini daha iyi döĢemek, daha iyi Ģaraplar
içmek, daha güzel arabalar kullanmak istiyor o artık öteki olan “kendisi”.
Tatile gidip dinlenmek değil tatilini “baĢarmak” gerek… BaĢkalarına
anlatmak ve mutlak Ģef olan “kendisini” memnun etmek için… Yoksa siz tek
taĢınızı almadınız mı daha?… kendinize?
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
59
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Sapmayanlar iki zıt kutubu mutluluk ve tatmin olan demir çubuğu büküp bir
halka yaptılar. Bu halkanın içinde yaĢamak zorunda herkes. Bu halkanın
içinde geçmiĢ ve gelecek yok, sadece “an” ve anı yaĢamak var. O anın
içinde anlamın oluĢmasına yetecek kadar zaman olabilir mi? Elbette yok.
Zamanın ve mekânın dıĢındaki evren hissedilmiyor onların dünyasında.
AĢk? Onu “an” kafesine koydular, aĢk da bireyselleĢti, erotik-ürünleĢti,
internetselleĢti, içi boĢaldı. Sanat? PornolaĢtırdılar. Ġnsan? “Tanrı” ile
beraber o da metalaĢarak öldü. Doğanın geri kalan kısmı gibi üzerinde
hakimiyet kurulması gereken bir varlık o Ģimdi. Bilgi? Askerî amaçların
hizmetinde. MürĢid olamayan bilim deli bir çoban oldu, insanları güdüyor
savaĢtan savaĢa!
Vicdan kollektifleĢti, kurumsallaĢtı. Devlete transfer edildi. Seçim
yatırımısallaĢtı, sulandı, silikleĢti. Anlık hazza tapan hedonist cemiyette
herkes saldırganlaştığı için saldırganlığı ve şiddeti bir sorun olarak
tarif etmeye gerek yok. Tedavi etmeye hiç gerek yok. “Ben deliyim” diyen
deli gördünüz mü siz?
Çocukların cinsel istismarı nedir? Haz amaçlı bir saldırganlık değilse eğer,
nedir? Kendinize yapılmasını istemediğiniz Ģeyi baĢkasına yapmak değilse?
Anlık hazların, hedonist felsefenin dinleĢtiği, imanlaĢtığı bir toplum kurdular
sapmayanlar. Haftanın belirli günlerinde alıĢ-veriĢ tapınaklarında, günün
belirli saatlerinde elektrikli putlarının karĢısında ibadet ediyorlar.
Sapmayanlar sapıklığın kaçınılmaz olduğu bir sistemin mimarları oldular. Bir
günah keçileri eksikti, onlar da bulundu: Sübyancılar!
Çocukların cinsel istismarı mı dediniz?





-
Iyy, ne iğrenç!
Nasıl yaparlar böyle bir Ģeyi?
Bunları asmalı!
Acı çektirerek öldürmeli hepsini,
Cezalar çok yetersiz canım.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
60
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Evrime iman ve dinler arası diyalog (Mehmet Yılmaz)
Ġnançlar arası diyaloğun ilerleyebilmesi için öncelikle
farklı inançtan insanların bu farkı kabul etmesi
gerekiyor. Bu diyalogların kurulması önündeki en
büyük engel kanaatimizce halen sürmekte olan
maskeli balodur.
Geçenlerde “Üçüncü Dalga Geliyor” adlı güzel blogda
Murat Bey de bu maskeli baloya katılmıĢ ve insan
bedeninin Tanrı tarafından tasarlanmadığın ispat için
Ģunları yazmıĢ:
“[...] Aynı delikten nefes alip, icip, yemek yiyoruz, ve
Heimlich‟in unlu “manevrasina” ragmen solunum yoluna bir sey tikanmasi
tum diger olum sebeplerinin arasinda dorduncu sirada geliyor. Peki ya
suda bogulmak (bu besinci sirada). Dortte ucu su ile kapli bir gezegende
yasayan insanlarin suda nefes alabilmesi iyi bir ozellik olmaz miydi? Ya da
şu ise yaramayan vucut parcalarimizi ele alalim; Ayak serce parmak
tirnaginiz ne ise yariyor? Ya da apendesit? Cocuklugunuz bittikten sonra
islemeyi birakiyor ondan sonra patlama tehlikesi haricinde baska bir halta
yaramiyor. Ise yarayan parcalar bile bazen problem cikartabiliyor. Dizlerimiz
isimizi goruyor, dogru, fakat carpmaya karsi iyi korunmus olduklarini kimse
iddia edemez.
Vucudumuzdaki sessiz katillere ne demeli? Yuksek tansiyon, kanser, diyabet
ABD‟de her yil onbinlerce kisi olduruyor, vucudumuzda bu tehlikelere karsi
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
61
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
bizi uyaran mikroorganizmalar olsaydi fena olmaz miydi? En ucuz, dandik
arabada bile gostergeler olur. Bizde niye yok?“
Bu bilimsel(!) evrim-AT tartıĢmasının neden bir maskeli balo olduğunu
birazdan anlatacağız ama öncelikle değerli yazar Murat Bey‟in iddialarına bir
bakalım. Burada listelenen “kusurlar” ölümün bir yanlıĢlık, bir kaza olduğu
varsayımına dayanıyor. Yani insanlar aslında sonsuz bir hayat sürmeleri
gerekirken evrimin yol açtığı aksaklıklar sonucu ölüyorlar. Bu “kaza-ölüm”
ise akıllı bir tasarımın olmadığını, bedenlerimizin evrimin rastlantısal
labirentleri içinde geliĢtiğini ispat ediyor Murat Bey‟e göre.
Gerçekten ölüm olmasaydı yani evrim veya yaratılıĢ neticesinde
ölmesi/öldürülmesi imkânsız yaratıklar olsaydık ne olurdu?
SavaĢ, hastalık ve açlık olmazdı elbette. Çünkü kimse kimseyi öldürmekle
tehdit edemezdi meselâ. Haliyle barıĢ, sağlık ve tokluk da olmayacaktı.
Ġnsanları ve toplumları barıĢ içinde yönetmeyi amaçlayan siyaset bilimi ya
da diplomasi tarif edilebilir miydi böyle bir ortamda?
Hastalık ve açlıktan ölmek söz konusu olmayınca iyileĢtirmek ve doyurmak
da imkânsızlaĢacaktı. Bir baba çocuğuyla hiç ilgilenmese bile çocuğun
açlıktan ölmesi imkânsız olacaktı. Meselâ evrim sayesinde insanlar taĢ ve
toprak yiyebileceklerdi. Soğuktan ölmek olmayacağı için ne üĢümek ne de
giyinme ihtiyacı olabilirdi. Hemen hiç bir ihtiyacı olmayan insanların
üretmesi, ticaret yapması için de bir sebep kalmıyor tabi. Dolayısıyla
ekonomi de çöpe!
Liste uzun. Belki de hayatta kalma isteği ile “ölüm tehlikesi” aslında insan
merakını ve icad duygusunu kıĢkırtmak amacı güden birer olgu? Bugün
insanlığın, özellikle de tekniğin bu kadar ilerlemesinde en büyük dürtülerden
biri ölüm?
Oysa ölüme bir sorun, çözülmesi gereken bir tasarım-mühendislik meselesi
olarak bakınca bir açmaza giriyoruz. Ölümün olmadığı bir dünyayı ölümlü
dünyada ĢekillenmiĢ insan zekâsının tasavvur etmesi oldukça güç. Neticede
insanoğlu herĢeyi sınırlarıyla kavrayabilir. Bu sınırların oluĢması ise zıtların
varlığına bağlıdır. Haliyle Murat Bey‟in yakındığı hastalıklar ve kazalar
hayatımızın zıddı, olmazsa olmaz koĢulu olan ölüm için birer bahane hatta
birer fırsat.
Ölüm kavramına daha derinlemesine baktığımız “YaĢama çıplak gözle
bakarken” adlı yazımızda Ģoyle demiĢtik:
“Nabzımızın kaç defa atacağı, akciğerimizi kaç defa doldurup boşaltacağımız
belli. İnsan ana rahmine düştüğü anda dönmeye başlayan bir sayaç bir tür
kum saati gibi işliyor. Üst tarafını değil ama aşağı düşen kumları
görebiliyoruz. Başlayan veya biten bir şey yok, sadece belli sayıdaki kum
tanesi yer değiştiriyor.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
62
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
şöyle bir düzeltme yaparak bu yazıyı bitirelim: “Ölene kadar hayatı
yaşıyoruz” yerine H2O formülünde olduğu gibi “Hayat-Ölüm denen bir şey
yaşıyoruz” diyelim.”
Not: Bir teist olduğunu tahmin ettiğimiz Murat Bey’in yazdıklarıyla
bir şaka yapmış olması ihtimalinden şüphe etmiyor değiliz. Ama bu
argümanları çok ciddi biçimde savunan bir çok insanla karşılaştık.
Neden maskeli balo?
Adına teori denilen oysa gerçekte birer senaryo olan “Evrim Teorisi” ve
“Akıllı Tasarım Teorisi” tartıĢmaları tam bir maskeli balo. Gerçekte
metafiziğin konusu olması gereken bu iki senaryo felsefenin bahçesinden
kaçmıĢ, pozitif bilimlerin laboratuarlarına arka kapıdan girmiĢ iki beyaz
fareye benziyor. Sözümona teorileĢtirilerek tekrar tekrar “ispat edilen” bu
inanç tercihleri gerçekten ispat edilen hakiki teorilerin aksine tartıĢılmaya
devam ediyor. Okullarda okutulması veya müfredattan çıkarılması minik
kıyametler koparıyor. Eğer yerçekimi veya dünyanın yuvarlaklığı gibi
bilimsel bir gerçek söz konusu ise neden bir türlü harbiden ispat edilemiyor
bu “teoriler”?
Zekâmızın sınırları
Ġnsan zekâsı her hangi bir Ģeyin sadece VAR olduğunu ispat etmeyi
becerebilir. Bunun tersini yani YOK olduğunu ispat edemez. Meselâ içme
suyunuzda siyanür olduğu iddia edilse, siz de belediye baĢkanına
“olmadığını ispat edin” deseniz yapamaz. Ġspat edebileceği tek Ģey
sudaki siyanür miktarının metreküp baĢına kabul edilebilir seviyede
olduğudur.
Bunu iyi bilen gazeteciler hayatlarını yıkmak istedikleri insanlara “rüşvet
almadığınızı ispatlayın” veya “eşinizi aldatmadığınızı kanıtlayın”
diyerek hücum ederler.
Ġkinci olarak evrim ve akıllı tasarım senaryoları hayatın kaynağını bilimsel
olarak açıklamak gibi imkânsız bir iĢin peĢindeler. Oysa “hayat” denilen
Ģeyin bilimsel bir tarifi yapılamdığı için bunun kaynağının aranması da son
derecede anlamsız. Hayat teraziyle tartılabilecek bir Ģey değildir. “Son
nefesini veren bir insan 100 gram hafifler” gibi bir kural yoktur. Kütle olarak
VAR olmayan hayat YOK olduğunda yani ölüm geldiğinde de bilime susmak
düĢer.
Kalbi atmıyor sanılarak morga taĢınırken uyanan bir çok hasta vardır. Kalp
atıĢı, vücut sıcaklığı gibi “hayati” belirtiler ancak kendi varlıklarını ispat
ederler. Hayat, ölüm tıpkı güzellik veya bilgelik gibi zamandan ve mekandan
bağımsız, ölçülemez varlıklardır. Hatta “hayat yoktur” ya da “bütün
varlıklar, taşlar, hava, su canlıdır” gibi bir önermeye cevap olarak
verilebilecek bilimsel bir cevap yoktur. Çünkü bu kavramlar metafiziğin
konusudur, fiziğin değil.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
63
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Zaman ve mekândan bağımsız Ģeylerin pozitif bilimlere konu edilmesi
bilimi ancak rezil eder ve ona olan güveni sarsar. GeçmiĢte bilimin politikaya
alet edilmesi sonucu Alman ırkının ustünlüğü inancı ve arzusu Alman bilim
adamları tarafından “teori” haline getirilmiĢtir. Tanrinin varlığını/yokluğunu
bilimsel olarak ispat etme çabası da bilimin dine/dinsizliğe alet edilmesine
güzel bir örnek teĢkil ediyor.
Kant‟ın “Saf/yalın Aklın EleĢtirisi” adlı anıtsal kitabında isabetle belirttiği gibi
bilimin başarılı olma sebebi zaman ve mekânla sınırlı alanlarda
çalışmasıdır. Bu alanlar ölçülebilir alanlardır. Deney ve gözleme müsade
ederler. Ancak bu alanların dıĢında kalan konularda bilim ve bilimsel akıl
yürütme fena halde çuvallar.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
64
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Dini Siyasete Karıştırmanın Faydaları (Mustafa Akyol)
Geçtiğimiz haftalarda dünyanın ilgi odaklarından biri Burma‟daki despot
askeri rejime karĢı geliĢen kitle tepkisiydi. Bu cesur baĢkaldırının
öncülüğünü ise baĢkent Yangon‟un sokaklarında „demokrasi, demokrasi‟ diye
tempo tutarak yürüyen onbinlerce Budist rahip üstlendi. Sonuçta ülkeyi
yöneten generaller tek bildikleri yola baĢvurup gösterileri Ģiddetle
bastırdılar; ama kırkbeĢ yıldır milim oynamayan militarist surda bir gedik
açıldı. Ve bu iĢ din adamlarının eliyle oldu.
Aslında dinin siyasete karıĢarak özgürlüğe ve adalate öncülük etmesinin
yakın tarihte pek çok örneği var. 1980‟lerde Polonya‟daki DayanıĢma
hareketine büyük destek veren Katolik Kilisesi, „demir perde‟nin orta yerinde
komünist blokun çökmesiyle sonuçlanacak bir çatlak açmıĢtı. ABD‟de önce
köleliğin sonra da ırk ayrımının kaldırılmasında, „Allah tüm insanları eĢit
yaratmıĢtır‟ diye ısrar eden kiliseler ve dini liderler önemli rol oynamıĢtı.
Ġslam dünyasında ise sömürgeciliğe karĢı verilen mücadelelerde dinin büyük
etkisi oldu. Hele de bizim KurtuluĢ SavaĢı‟mızda…
Kısacası dinin politikayı olumlu yönde etkilediğini gösteren pek çok örnek
var. Ve bu gerçek, din-siyaset iliĢkisi konusunda ülkemizde pek yaygın ve
yerleĢik olan bir ezberle çeliĢiyor. Bize hep „dini siyasete karıĢtırmanın‟ feci
bir Ģey olduğu anlatılıyor, değil mi? Ama iĢte görüyoruz ki her zaman öyle
değil…
KuĢkusuz dini siyasete karıĢtırmanın gerçekten feci olan örnekleri de var;
Ġslam adına masum insanları bombalayan terör örgütleri, Filistin‟de kan
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
65
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
döken fanatik Yahudiler, veya ABD‟yi saldırgan bir dıĢ politikaya zorlayan
„Hıristiyan Siyonistler‟ gibi. Dahası çağımızda ve hemen yanımızda kurulmuĢ
olan dini diktatörlükler var; Suudi Arabistan, Ġran ve Taliban‟ın korkunç
Afganistan‟ı gibi.
Tüm bu olumlu ve olumsuz örneklere bir arada bakınca, „dini siyasete
karıĢtırmak‟ hakkında genelleyici bir yorum yapmanın yanlıĢlığı ortaya
çıkıyor. Bu, hangi dinden ve onun hangi yorumundan söz ettiğimize göre
değiĢecek bir Ģey. Demokrasiyi, insan haklarını ve özgürlükleri savunan bir
din anlayıĢı da mümkün, bunları ortadan kaldırmayı hedefleyen bir „dini
despotizm‟ de.
Aslında bu çoklu durum sadece din değil, din-dıĢı felsefeler için de geçerli.
Örneğin diyalektik materyalizmin siyasete karıĢması, „silahlı propaganda‟ya
koyulmuĢ Leninist bir komünizm Ģeklinde de olabilir, sosyal demokrasi
formunda da. Birincisinin demokrasilerde yeri yoktur; ikincisi ise meĢru ve
hatta gereklidir.
Madem durum böyle, o zaman „siyasal materyalizm‟ hakkında tek bir ezbere
saplanmamak gerektiği gibi, „siyasal din‟ ve dolayısıyla „siyasal Ġslam‟
konusunda da peĢin hükme varmamak lazım.
„Siyasal Ġslam‟ konusundaki yaygın endiĢe kuĢkusuz sebepsiz değil. 20.
yüzyılda ortaya çıkan Ġslamcı hareketlerin çoğu „Ģeriat hukukunu egemen
kılmayı‟ ve Ġslami saydıkları bir yaĢam biçimini topluma empoze etmeyi
hedeflediler. Bu yüzden de „Ġslam ve siyaset karıĢırsa, ortaya despotizm
çıkar‟ diye bir kanı yerleĢti.
Oysa laik devleti ve demokratik sistemi kabul eden, „dinde zorlama‟yı zaten
Ġslam‟ın özüne aykırı bulan, çoğulculuğu benimseyen bir „siyasal Ġslam‟ da
mümkündür. Böylesi bir hareket, „din devleti‟ kurmayı değil, demokratik
devlet içinde Ġslam‟ın evrensel değerlerini yükseltmeyi hedefleyebilir.
Örneğin adaleti, din özgürlüğünü, aile değerlerini, sosyal dayanıĢmayı, Ģeffaf
devleti savunabilir. Bu, sadece meĢru değil, fazlasıyla gereklidir de.
Ülkemizdeki çoğu „laik‟ kalem, Ġslam‟ın böylesi demokratik bir potansiyel
taĢıdığından hayli Ģüpheli. Oysa bu potansiyel tam da onların gözünün
önünde, yani Türkiye‟de geliĢip serpiliyor. Ama bunu görebilmek için
ezberleri bozup gerçeklere bakmak gerekiyor.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
66
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Materyalizm de Bir Dogmadır (Mustafa Akyol)
Radikal gazetesi genel yayın yönetmeni Ġsmet Berkan,
son günlerin popüler „Darwin tartıĢması‟nı ele aldığı
Cumartesi günkü yazısında Ģöyle diyordu:
„Bilimde dogmalar, değiĢmez doğrular yoktur. Oysa
dinde iĢler böyle değildir, ortada „Tanrı kelamı‟ bir kitap
vardır, bu kitap değiĢmez, değiĢtirilemez.‟
Ben bu „din statiktir, bilim ise dinamiktir‟ söylemini
kendimi bildim bileli duyarım. Bunun hemen arkasından
da bunların nasıl „çatıĢtığı‟na dair örnekler gelir:
Galile‟nin Engizisyon tarafından susturulması, Kilise‟nin
bilimsel kitapları yasaklaması gibi.
Bu anlatı tümüyle haksız da değildir. Ancak bize hakikatin (ve problemin)
sadece tek bir yüzünü göstermektedir.
Öteki yüzü görmek içinse, önce dinin temeli olan „Allah inancı‟nın (teizmin)
var olan tek „inanç‟ olmadığını anlamak gerekir. Bunun tam tersi olan bir
baĢka inanç daha vardır: Materyalizm, yani maddecilik. Allah inancı,
maddesel evrenin ötesinde bir Ġlahi Varlık olduğunu söylerken, materyalizm,
„hayır, maddeden baĢka hiçbir Ģey yoktur‟ diye ısrar eder. Bunların her ikisi
de birer felsefi kabuldür. Dolayısıyla eğer Allah inancı için „dogma‟ kavramını
kullanacaksanız, aynı kavramı materyalizm için de kullanmanız gerekir. Ve
dahası bunların her ikisinin de „statik‟ olduğunu görmeniz gerekir. Öyle ya,
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
67
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
materyalistler hiç ĢaĢmadan binlerce yıldır aynı iddiayı tekrarlayıp
durmaktadır.
Ġnsanlık tarihinin önemli bir bölümünde bu iki dogmadan birincisi (yani
teizm) bilime egemendi. Modern çağda ise durum yavaĢ yavaĢ değiĢti ve bu
kez materyalizm bilimi tekeline almaya baĢladı. Bu da bir tür „el çabukluğu
marifet‟le yapıldı: Bilimin yöntemi gereği sadece maddeyi inceleyebilir
olması, madde dıĢında her Ģeyi reddetmenin dayanağı gibi gösterildi.
Alın size bir örnek: 20. yüzyılın popüler astronomlarından Carl Sagan,
„Cosmos‟ diye ünlü bir televizyon programı sunardı. Ve jenerikte hep Ģöyle
derdi: „Evren, var olmuĢ, var olan ve var olacak tek Ģeydir.‟
Dikkat ederseniz Sagan‟ın lafı, bilimsel değil, felsefi bir önermeydi. Çünkü
bu önermeyi bilimin yöntemleriyle, yani deney ve gözlemle sınayamazsınız.
Fakat Sagan, inandığı materyalist dogmayı sanki bilimin bir bulgusu gibi
sunuyordu.
Söz konusu dogmanın bilimle çatıĢabilir, hatta onun önünü kesebilir olması
ise, meselenin bir diğer enteresan yönüdür. Bunun bir örneğini görmek için,
evrenin kökeni hakkında bugün en geçerli görüĢ olan Big Bang (Büyük
Patlama) teorisinin hikayesine göz atabilirsiniz. Belçikalı bir astronom (ve de
din adamı!) olan Georges Lemaître tarafından 1930′larda geliĢen bu teori,
evrenin dev bir „patlama‟ ile „yoktan var olduğunu‟ savunmuĢ, bu da evrenin
„ezeli ve ebedi‟ olduğuna inanan materyalist astronomların hiç hoĢuna
gitmemiĢti. Arthur Eddington açıkça „bir baĢlangıç fikri benim için rahatsız
edici‟ diyordu. Bu felsefi muhalefet, ancak Big Bang lehine üst üste gelen
kanıtların gücüyle aĢılabildi.
Materyalizmin daha kaba müminleri ise Engizisyon‟u hiç aratmayacak
uygulamalara imza attılar. Sovyetler Birliği‟nin resmi felsefesi olan
„diyalektik materyalizm‟ açısından Mendel genetiğini sakıncalı bulan Stalin
ve akıl hocası Lysenko, Mendelci biyologları hapse attılar, uyguladıkları zırva
tezlerle de tarımsal felaketler yarattılar.
Kısacası dogma uğruna bilimi eğip-bükmek, sadece „dinciler‟e has bir meslek
değil. Aynı iĢi, kimi materyalistler, örneğin evrim teorisi üzerinden ateizm
propagandası yürüten (ve kitapları TÜBĠTAK tarafından pek beğenilip
Türkçe‟ye çevrilen) Richard Dawkins gibiler de yapıyor.
Acaba sorun „dinciler‟ olunca küplere binen ve „bilimi dogmalardan korumak‟
için ateĢli köĢe yazıları döktüren Türk entelijansiyası, problemin bu yüzünü
de görmeye niyetli mi?
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
68
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Bize „din‟den bahset (İhsan Eliaçık)
Gündelik hayatta çok sık rastladığımız “Din ayrı dünya ayrı”, “Dini bu
işlere bulaştırma”, “Yine mi dini konular?”, “Hoca camide” veya
“Dünyaya çok daldık, biraz da dinden bahset” gibi serzeniĢlerle kendini
ele veren bilinçaltımızdaki “din anlayışının”, bizim coğrafyalarda, iki bin
senedir değiĢmeyen bir algılamaya dayandığını düĢünmekteyim.
Dinden bahsetmeyi, yaĢayan hayattan ayrı bir buud (boyut) olarak
algılayan, ruhlardan, ölülerden, atalardan, türbelerden, ayinlerden,
ritüellerden bahsetmeyi dinden bahsetmek olarak anlayan Uzak Asya‟nın
ġaman dinleri…
ĠĢ tâ buralara kadar gidiyor.
Bakın nasıl…
***
Eskiden Gök Tengri vardı Ģimdi yukarıda Allah…
Eskiden Ģaman vardı Ģimdi Ģehy, hoca, dede, baba, pir…
Eskiden ulular vardı Ģimdi kutuplar…
Eskiden hacetleriyle gömülü kabirler vardı Ģimdi hacet kapısı türbeler…
Eskiden kurban ayini vardı Ģimdi kurban bayramı…
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
69
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Eskiden uğursuz domuz yılı vardı Ģimdi domuz yemek haram…
Eskiden ruh çağırma vardı Ģimdi ruhuna fatiha…
Eskiden kutsal geceler vardı Ģimdi kandil geceleri…
***
Kanaatimce Türklerin Kuzey Avrasya dinleri (ġamanizm) formunda
algıladıkları “din anlayışı” iki bin yıldır hiç değiĢmedi. Bu nedenle
Türkiye‟de “Şaman-İslam sentezi” var. Dini hayat ġaman-Ġslam
sentezinin birbirine karıĢmıĢ görüntü ve ritüellerinden oluĢuyor. Yani Türkler
iki bin sene önce ġamanizm‟i nasıl anlıyorsa bugün Ġslam‟ı da öyle anlıyor.
Orhun ırmağı kenarlarında din nasıl algılanıyorsa Dicle, Fırat, Gediz, Tuna
boylarında da öyle. Ortaasyada bakıĢ neyse Anadolu‟da da öyle…
Dinin dipten akan esas formunda bir değiĢiklik yok. Sadece üstteki isim,
etiket, figürler, Ģekiller ve semboller değiĢmiĢ.
***
Bu forma göre din dediğiniz bir takım ayin ve ritüellerden ibarettir; dün
kurban ayini bugün namaz…
Din dediğiniz bir meslektir ve mensuplarınca icra edilir; dün Ģaman bugün
Ģehy, baba, dede, hoca…
Din dediğiniz esasında öbür dünya ile ilgilidir; dün ölmüĢler çağırılırdı bugün
ölmüĢlere okunur, din bu bağı kurar…
Din dediğiniz esasında moralle ilgilidir; askeri ölüme hazırlamaya ve
cepheye sürmeye yarar. Dün Altay dağlarına bugün Cudi‟ye…
Din dediğinizin yeri esasında tapınaktır; dün Ģaman çadırında bugün
camide…
***
Bu nedenle “Türkiye‟de çoğunluğun dini sorunları var” dendiğinde Ģu
denmek istenir; namaz kılamıyor, baĢını örtemiyor, Kur‟an okuyamıyor, dini
tahsil yapamıyor…
Buna aynı din formatında Ģöyle cevap verilir: “Camiler açık, beĢ vakit ezan
okunuyor, hacca gidiliyor, binlerce türbe ziyaret ediliyor, kandil gecelerinde
mevlitler okunuyor, daha ne?”
Yani bu ülkede “dini sorun” namazla, camiyle, baĢörtüsüyle, Kur‟an
kurslarıyla, imam hatiplerle, mevlitlerle, türbelerle, musalla taĢlarıyla ilgili
bir sorundur.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
70
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Öyle ya din daha baĢka nedir ki?
Dinden bahsetmek bunlardan bahsetmektir.
ġaman-Ġslam sentezine göre din bunlardan ibaret.
ĠĢin ilginç olanı Türkiye ikliminin neredeyse tamamı dini böyle anlıyor.
***
Peki, bir ülkede dinimsi bir Ģeyin değil de; gerçekten “İslam‟ın” var
olduğunu nereden anlayacağız?
Ne olursa oraya “İslam‟ın ruhu” damardan girmiĢ demektir?
Hangi göstergelere bakacağız?
Var olan anlayıĢa göre namaz kılanların sayısı artıyorsa….
Örtülü kadınlar çoğalıyorsa…
Camilerin sayısı artıyorsa…
ġehirlerden gürül gürül ezan sesleri geliyorsa…
Her yandan Kur‟an sesleri yükseliyorsa…
Orada “din” var demektir, daha ne?
Veya…
Hırsızlık yapanların eli kesiliyorsa…
Zina edenler taĢlanıyorsa…
Kadınlar kara çarĢaflara bürünüyorsa…
Mirasta kadına bir erkeğe iki pay veriliyorsa…
ġahitlikte iki kadın bir erkeğe denk görülüyorsa…
Dört eĢliler her geçen gün artıyorsa…
Oraya “şeriat” gelmiĢ demektir, daha ne?
***
Birisi “nusuku” diğeri “haddleri” dinin göstergesi olarak görüyor.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
71
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
Nusuk yani namaz, ezan, oruc, hac, kurban, cenaze…
Hadd yani el kesme, sopa vurma, ikiye bir pay…
Halbuki bunların her biri birer araçtır. Amaç can, mal, ırz ve namus
güvenliğinin sağlanmasıdır. Nusuklar manevi, haddler de maddi araç…
Amaç ne? Tevhid ve adalet!
ġeâir-i Ġslam bu, din bu!
***
Demek ki bir ülkede Ġslam‟ın var olup olmadığını anlamak için, Allah‟tan
baĢkasına tanrılar gibi davranılıp davranılmadığına ve “suç oranlarına”
bakacağız. Bu ikisine tevhid ve adaletin gerçekleĢmesi diyoruz. Eğer bir
toplumda bu ikisi cidden ete kemiğe bürünmüĢse Ġslam oraya damardan
girmiĢ demektir.
Bugün Türkiye cezaevlerinde (Ġran, Suud-i Arabistan ve Amerika da oranlar
pek farklı değil) 95 bin tutuklu ve hükümlü var. Bunların büyük çoğunluğu
üç temel suçtan yatıyor; can, mal, ırz ve namus güvenliğini ihlal…
Bunlar Kur‟an‟da “hukuku‟l-ibad” (insan hakları) kapsamında değerlendirilen
ve haklarında ceza (hadd) öngörülen yegane üç temel suç…
Bunlar almıĢ baĢını gidiyor fakat günde beĢ vakit ezan okunuyor, camiler
dolup taĢıyor, kandil gecelere akın var ve türbelerde mahĢeri kalabalıklar
toplanıyor! (Türkiye örneği).
Ne iĢe yarar?
Veya bunlar almıĢ baĢını gidiyor siz hala el kesiyor, sopa vuruyor, mirası
ikiye bir pay ediyor, iki kadını bir erkeğe denk görüyorsunuz! (Ġran, Suud-i
Arabistan örneği).
Ne iĢe yarar?
Ġslam insanlara sırf ayin yaptırmak veya ceza çektirmek için değil;
insanoğlunun asil arayıĢlarına yoldaĢ olmak ve toplumun sahici yaralarını
sarmak için geldi!
Bu nedenle “dini sorun” hayatla ilgili her sorundur. Hayat, acısıyla tatlısıyla
yaĢanıyorken dinde yaĢanıyor demektir. Çünkü din hayatın ta kendisidir.
Dini böyle almazsanız örneğin “adalet” meselesini dini bir sorun olarak
göremezsiniz.
“Gelir dağılımındaki eşitsizliğin” dinle alakasını kuramazsınız.
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
72
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
“Tuzla‟da ölen işçilerle” dini gurupların hiç birisi ilgilenmez.
Çünkü “dinden bahsetmek” bunları içermez. O ayrı bir Ģeydir.
Oysa bu din “diri diri gömülen kız çocuklarının” feryad-u figanı olarak
doğmamıĢ mıydı?
Gömülen çocuklar dinin en baĢ meselesi olamamıĢ mıydı?
Dini sorun demek esasında bu ve benzeri “hayata dair” sorunlar demek
değil miydi?
***
Görülüyor ki Türkiye‟de “din” denince akla gelenin kökten bir dönüĢüme
ihtiyacı var. Bir zihniyet devrimine ihtiyaç olduğu apaçık ortada.
Çünkü “Koşup gelerek Uzak Asya‟dan/ Bir kısrak başı gibi Akdeniz‟e uzanan”
bu iklimin dipten akan din algısı iki bin senedir hiç değiĢmedi. Uzak Asya‟da
nasılsa Akdeniz‟e uzandığında da aynı…
Hun Ġmparatorluğu‟nda ġamanizm neye tekabül ediyorsa, Türkiye
Cumhuriyeti‟nde de Müslümanlık ona tekabül ediyor.
Bugün Türkiye‟de dine “nusuk” (ezan, namaz, hac, oruç, kurban, bayram,
kandil, cenaze) çerçevesinin dıĢına çıkmayacak Ģekilde bir rol biçilmiĢ
durumda. Bütün din bundan ibaret sayılıyor. Bu rol, Ortaasya yıllarında
ġamanizme biçilen rolün figür ve ritüel değiĢikliğine uğramıĢ haliyle hemen
aynısı.
Öte yandan dini, haddlerin (el kesme, recm, sopa, kısas, miras ve Ģahitlikte
ikiye bir, çok eĢlilik vs.) uygulanmasından ibaret “Arap karakterinde”
görenler var. Onlara göre de bunlar Ġslam‟ın “ahkamı” olup bunlarsız Ġslam
asla olamaz.
Halbuki Ġslam‟ın olmazsa olmazları mihverinde “Cenâb-ı Hakk” adının
olmasından da anlaĢılacağı gibi gerçek, hak, adalet, doğruluk, dürüstlük,
ahlak, iyilik, güzellik, söz, vefa, sadakat vb. hikmetli hükümler
(evrensel değerler) dir. Bunlar dinin direkleri olup esasında “ahkâm”
bunlardır. “Allah‟ın hükümleriyle hükmetmek”, bu ahkamı yani insanı
kötülüklere karĢı “gem„in azı diĢlerine geçerek atı tutması” gibi tutan ve
böylece onu yönlendiren, yücelten „hikmet/hukm‟leri hayata geçirmekten
baĢka bir Ģey değildir.
„Nusuk‟lar, hikmetli hükümleri (evrensel değerleri) boyuna yeniden
üretmenin manevi araçları, „hadd‟ler de onları koruyup kollamanın maddi
araçlarıdır. Manevi araçlar dinin direği olmamakla birlikte değiĢmezler. Oysa
hadler hem dinin direği değildirler hem de zamana ve mekana göre
uygulamada yenilenebilirler. Böylece gerçek hayat dininin kalbi, yaĢamın
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
73
Bilim ve teknoloji insanlığa yol gösterici olabilir mi?
Bir pozitivizm eleştirisi
temposu ile birlikte atar. Onu tapınak dinlerinden ayıran en önemli fark
buradadır…
***
Bu nedenle Halil Cibran‟ın “Ermiş” kitabındaki Ģu muhteĢem aneknotu “Bize
dinden bahset” diyen çocuklarınıza anlatın;
Bilge kişi ölmeden hemen önce halkını geniş bir meydanda toplar.
Gerçekleri son bir kez hepsinin huzurunda dile getirir. Halkla
arasında nefis bir diyalog kurulur.
Halktan biri öne çıkarak “bize” der “sevgiden söz et”
Bilge anlatır, anlatır, anlatır…
Bir diğeri “bize aşktan, evlilikten söz et” der, anlatır…
Bunu “alışveriş hakkında ne dersin?” diyen biri izler, anlatır…
“Çocuklardan bahset” derler, anlatır…
“Eğitimden bahset” derler, anlatır…
“Çiftçilikten bahset” derler, anlatır…
“Alınterinden, emekten ve adaletten” bahset derler, anlatır…
Ve daha günlük hayatın türlü sorunlarından söz etmesi istenir. Bilge
hepsi hakkında hikmetli sözler söyler, anlatır, anlatır, anlatır…
Konuşmasının sonuna doğru birisi “Bize „din‟den bahset” deyince
Bilge şöyle cevap verir;
“Bahsettim ya, dinlemedin mi?”
Ve devam eder: “Siz zamanınızı, bunlar Allah‟ın saatleridir, bunlar
bizim saatlerimizdir diye ayırabilir misiniz? Öyleyse din, yaşadığımız
hayat ve tüm davranışlarımızdır. Her an Allah huzurunda olduğunun
bilincinde, öylesine titiz, doğruyu gözeterek temiz bir hayat
yaşamaktan daha güzel bir din olur mu?”
www.derindusunce.org
Fikir Platformu
74

Benzer belgeler