[email protected] - Başkent Üniversitesi Ankara

Transkript

[email protected] - Başkent Üniversitesi Ankara
SAĞLIKTA ADRES
BAŞKENT
SAYI 10 / KIŞ 2012
Başkent Üniversitesi Hastanesi yayınıdır.
İÇİNDEKİLER
Doç. Dr. Şerife Savaş BOZBAŞ
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Göğüs Hastalıkları AD
06
Prof. Dr. Aylin YILDIRIR
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Kardiyoloji AD
Koroner Arter Hastalığı Nedir?
Zatürre ya da tıbbi adıyla pnömoni
akciğer dokusunun iltihaplanmasıdır.
Bakteriler başta olmak üzere virüsler,
mantarlar ve nadiren parazitlerin
neden olduğu akciğer enfeksiyonu
olarak da tanımlanabilir. Akciğerde
meydana gelen bu enfeksiyon, alveol
adı verilen havayla dolu küçük akciğer
keseciklerine iltihap hücrelerinin
birikmesine ve yine bu alana kan
damarlarından
gelen
serumun
dolmasına neden olur. İçleri iltihap
hücreleri ve serum sıvısı ile dolan,
hava içeriğini kaybeden alveoller
oksijen alış-veriş işlevini yapamaz yani
solunum işlevini yerine getiremezler.
Eğer zatürre yaygın ise kanda oksijen
düzeyi azalabilir ve hastada solunum
yetersizliği görülebilir.
ZATÜRRE NEDİR?
Zatürre dünyada ve ülkemizde sık
görülen ve en fazla ölüme neden olan
enfeksiyon hastalıkları arasındadır.
Türkiye’de ölüm nedenleri arasında
5. sırada, infeksiyonlara bağlı ölümler
arasında ise 1. sırada yer almaktadır.
Özellikle bebeklerde, çocuklarda,
yaşlılarda ve bilinen başka hastalığı
olan kişilerde zatürre daha ağır ve
ölümcül seyredebilir.
Zatürre çoğunlukla hastanın kendi
ağız, boğaz veya sindirim kanalında
bulunan mikropların akciğere ulaşması
ile ortaya çıkar. Bazı zatürre türlerinde
ise hasta kişiden sağlam kişilere yakın
temas sonucu bulaşma riski vardır.
Hasta kişilerden öksürük, aksırık ya
da konuşma sırasında havaya yayılan
damlacıkların doğrudan solunması
yoluyla gerçekleşir. Bu nedenle
kalabalık yerler, kapalı alanlar toplu
halde yaşanan okul, yurt ve askeriye
gibi ortamlarda zatürrenin bulaşma
olasılığı artar. Soğuk algınlığı kadar
bulaşıcı değildir ancak nadiren salgın
şeklinde ortaya çıkabilir.
Sağlıklı bireylerde hastalığa
neden olmayan mikroplar vücut
savunması zayıf düştüğünde
zatürreye neden olabilir.
Zatürrenin ortaya çıkmasında
kişinin vücut direncini azaltan
risk faktörleri önemli rol oynar.
Hastalığın gelişimini kolaylaştıran
çok sayıda risk faktörü vardır. İleri
yaş, sigara-alkol kullanımı, öksürük
refleksinin bozulmasına ve bilinç
kaybına neden olan hastalıklar, kusma,
geçirilmiş uzun süren ameliyatlar ve
grip salgınları en sık rastlanan risk
faktörleridir. Ayrıca akciğer, kalp,
böbrek, karaciğer ve sinir sistemi
hastalıkları, şeker hastalığı, yutma
güçlüğü yapan hastalıklar, bağışıklık
sistemini etkileyen AIDS, kan ve lenf
bezi kanserleri gibi müzmin (kronik)
hastalıklar da zatürre gelişimi için
risk oluşturur. Bu nedenle saydığımız
risk faktörlerinden korunmak mümkün
olursa zatürre gelişimi de önlenebilir.
Zatürre tedavi yaklaşımı açısından
klinik olarak tipik ve atipik (tipik
olmayan) zatürre olmak üzere başlıca
iki gruba ayrılarak değerlendirilebilir.
Atipik Zatürre: Belirtiler sinsi
bir seyir gösterir. Ateş çok yüksek
değildir. Kuru, inatçı öksürük dışında
iştahsızlık, halsizlik, kas ağrılarını,
bulantı, kusma, baş ağrısı gibi akciğer
dışı organlara ait şikayetler görülebilir.
Yukarıdaki belirtilerle başvuran
hastada şikayetlerinin sorgulanmasını
takiben zatürre ile uyumlu muayene
bulguları hekimi zatüre tanısına
yöneltir. Muayene bulguları ile birlikte
akciğer filmindeki bulgularla tanı
konulabilir. Gerekli durumlarda ek
olarak balgam incelemesi, kan tahlilleri
veya tomografi yapılması gerekebilir.
Koroner Arter Hastalığı Kimlerde
Görülür?
Zatürre gecikmeden tanı konması
ve tedavi başlanması gereken bir
hastalıktır. Teşhis ve tedavisi gecikmiş,
ağır zatürre olgularında ölüm oranı
yüksektir. Bu hastalarda tedaviye
gecikmeden başlanması, özellikle yaşlı
hastalarda iyileşmeyi olumlu yönde
etkiler. Hekimin bu hastalarla ile ilgili
vermesi gereken ilk karar hastaneye
yatışın zorunlu olup olmadığıdır.
Zatürre hastanın yaşına, hastalığın
ağırlığına, başka bir hastalığının
bulunup bulunmamasına göre evde
ya da hastanede tedavi edilebilir.
Evde bakım şartları uygun olmayan
ve ilaçlarını düzenli kullanamayacak
hastalar hastanede tedavi edilmelidir.
Bu hastalığa ait bulgular her yaşta
görülebilir, fakat yaşla birlikte özellikle
de erkeklerde 60, kadınlarda 70 yaşından
sonra görülme sıklığı belirgin olarak artar.
Kadınlarda hastalığın menopoz sonrası
daha geç ortaya çıkmasının nedeni kadınlık
hormonu olan östrojenin koruyucu
etkisidir. Genetik yatkınlık birçok hastalıkta
olduğu gibi koroner arter hastalığının
gelişiminde de çok önemlidir, ailede
erken yaşta kalp krizi öyküsü olan bireyler
özellikle risk altındadır. Düzensiz ve aşırı
yağlı beslenme kişilerde kolesterol ve
diğer zararlı kan yağlarının yükselmesine
yol açar ve damar sertliği gelişimine
zemin hazırlar. Stresli yaşam sürenler,
spor yapmayanlar ve hareketsiz bir hayat
tarzı seçenler koroner arter hastalığı
gelişimi açısından risk altındadır. Diyabet,
KORONER ARTER
HASTALIĞININ TANISINDA
ANJİYOGRAFİ
kan basıncı yüksekliği (hipertansiyon) ve
kronik böbrek yetersizliği başta olmak
üzere bazı sistemik hastalıklar koroner
arter hastalığı gelişiminde tetikleyici rol
oynamaktadır. Yine hiç kuşkusuz sigara
içilmesi birçok hastalıkta olduğu gibi
koroner arter hastalığının oluşumunda
çok önemli bir yer tutar. Hem damar
sertliğini hızlandırır, hem de damarlarda
pıhtı oluşmasını ve damarın büzüşmesini
tetikler. Bu risk faktörlerinin bir kısmını
(yaş, cinsiyet, genetik gibi) değiştirmek
mümkün değildir, ancak değiştirilebilen
tüm risk faktörlerinin ortadan kaldırılması
(sigaranın bırakılması) veya tedavi
ile kontrol altında tutulması (diyabet,
hipertansiyon gibi) koroner arter
hastalığının gelişimini önler veya
geciktirir.
Koroner Arter
Belirtileri Nelerdir?
Şeke
r
oz
n
Ka
Koroner arter hastalığı sinsi bir
hastalık olup hiçbir belirti vermeden
ilerleyebilir. Hastalığının şiddeti ve
bulguları hastadan hastaya çeşitlilik
gösterir. Daralan damarlar nedeniyle
kalbe yeterince kan gitmemesi sonrası
en sık görülen belirti göğüs ağrısıdır. Bu
ağrı göğsün orta hattından başlar, sol
tarafa, sol kola, sırta ve çeneye yayılım
gösterir, bazen sol kolda uyuşma hissi
ağrıya eşlik eder. Ağrı sıklıkla egzersiz,
stresli durumlar ve yorgunluk ile ortaya
çıkıp dinlenmekle azalır. Ancak kalbin
yeterince kanlanamaması her zaman
ağrıya neden olmaz, sıkışma, baskı,
ağırlık hissi, yanma, nefes almada güçlük,
çarpıntı, baygınlık hissi veya yorgunluk
gibi yakınmalar da hastalığının belirtileri
olabilir. Koroner arter hastalığının ilk
belirtisi çok şiddetli göğüs ağrısı, terleme
ve bulantının sıklıkla eşlik ettiği kalp krizi
de olabilir. Bu gerçek bir acil durum olup
hemen ambulans aranmalı ve en yakın
Doç. Dr. Aslı NAR
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
İç Hastalıkları AD,
Endokrinoloji ve Metabolizma Hasatalıklar BD
Komplikasyon nedir?
Gluk
in
Tip
1
İnsül
lık
Tip 2
Diyabet hastalığının takibinde hastanın kendisinin yapacağı
kan şekeri ölçümleri önemlidir.Hedeflenen değerler hastadan
hastaya farkedebilir, genel olarak açlık şekeri 70-130, ikinci
saat tokluk şekeri 180 mg/dl’nin altında olmalıdır. Bir gebe
için ise açlık şekerinin 90, tokluk şekerinin 120 mg/dl’nin
altında olması beklenmektedir.
Kanda aşırı glukoz, yani şeker
bulunması eğer kontrol edilmezse
vücudun değişik bölgelerine zarar
verebilir. Bu bölgeler göz, böbrek, sinir
uçları, kalp, kan damarları ve ayaklardır.
Oluşan zarar “komplikasyon” olarak
adlandırılmaktadır. Oysa, diyabetin
komplikasyonlarını önlemek veya en
azından yavaşlatmak mümkündür. Bütün
hastalarda komplikasyon gelişmez,
bazısında ise birden fazla komplikasyon
olabilir. Diyabetik komplikasyonları
uygun tedavi ile geciktirilebilir ve tedavi
edilebilir.
Aslında böbrek hasarı yakınmalar
başlamadan çok önce başlar. Böbrekler
fonksiyonunu tamamen kaybedene
kadar hastanın yakınması olmaz. Böbrek
hasarını en erken idrarda albumin testi
ile anlayabiliriz. Bu nedenle yılda 1 kez
idrarda albumin ve yılda en az 1 kez kanda
kreatinin testlerinin yapılması uygundur.
Diyabette
göz
problemlerini
engellemek için yapılabilecekler çoktur:
Kan şekerinin ve kan basıncının kontrolü
önceliklidir. Yılda bir, hiçbir yakınma
olmasa da göz arkası muayenesi yaptırmak
gereklidir. Çünkü başlangıçta yakalanırsa
tedavi ile daha ileri sonuçların gelişmesi
engellenebilir. Sigara bırakılmalıdır.
Diyabette böbrek sorunlarını
engellemek için ne yapılmalı?
Özellikle gebelik planı öncesi
ve gebelikte retina muayeneleri
unutulmamalıdır.
Diyabet ve Göz:
Diyabetli hastalarda katarakt ve
glokom daha sık ve daha erken yaşlarda
geliştiğinden bu açıdan da dikkatli
olunmalıdır.
DİYABETİN
KOMPLİKASYONLARI
Diyabet gözde etkilerini en fazla
retinada gösterir. Retina gözün arka
duvarındadır. Şeker ve kan basıncı yüksek
olduğunda retina etkilenir. Başlangıçta
hasta görmesinde değişiklik farketmez.
Ancak durum ilerledikçe bulanık görme,
ışık çakması, sinek uçuşması ve kara
noktalar belirmeye başlar. Diyabette
retinanın etkilenmesine “retinopati” denir.
Yüksek kan şekeri ve yüksek kan
basıncı böbreğin filtrelerinde hasar
oluşturur. İdrara protein kaçağı başlar.
Bu protein kaybı idrarda albumin miktarı
ile ölçülür. Durum ilerledikçe böbrekler
atıkları ve fazla sıvıyı atamamaya başlar.
Sonunda böbrek yetmezliği gelişir. Çünkü
diyabette her iki böbrek de etkilenir. Aşırı
halsizlik, kaşıntı ve vücutta şişlik gelişir.
Böbrek yetmezliği gelişmişse tedavi
diyaliz veya böbrek transplantı (nakli)
yapılmasıdır.
Dişeti hastalıkları veya periodontal
hastalıklar,
periodonsiyum
olarak
adlandırılan, dişleri çevreleyen ve
destekleyen dokuların hastalıkları olarak
tanımlanır. Dişleri saran dişeti dokusunun
altında, diş köklerini çevreleyen çene
kemiği (alveoler kemik) yapısı bulunur.
Dişler, bu kemik yuvalarına lifler
(periodontal ligament) ve sement adı
verilen kök yüzey yapısı aracılığı ile
tutunurlar. Dişeti hastalıkları, dişeti, dişi
saran kemik yapısı, dişi kemik içerisinde
tutmakta olan lifler ve bu liflerin yapıştığı
sement yapısını etkileyen hastalıkların
tümünü içermektedir.
Periodontal hastalıklar çocuklarda,
büyüme
dönemindeki
bireylerde,
erişkinlerde ve yaşlılarda izlenebilen
genellikle yavaş ilerleyen ağrısız
hastalıklardır. Toplumda en çok izlenen
kronik hastalıklardan olan periodontal
hastalıklar, ağızdaki dişlerin bir kısmını
veya tümünü etkileyebilmektedir.
Kan şekeri mümkün olduğunca
hedefe ulaştırılmalıdır. Çoğu kişi için bu,
normal şeker değerleridir. HbA1c % 6.57 altına düşürülmelidir. Bunun dışında
kan basıncının 13’e 8 cmHg’nin altında
tutulması sağlanmalıdır. Kan basıncının
ilaçlarla kontrol altında tutulması aynı
zamanda diyabette göz, kalp ve damar
hastalıklarının gelişmesini de geciktirir.
kaldığında ‘gingivitis’ olarak adlandırılır.
Gingivitis geliştiğinde dişetleri daha
kırmızı, ödemli (şiş), parlak ve yumuşak
yapıda izlenir ve ağız kokusu eşlik edebilir.
Dişetlerinde kanama, fırçalama sırasında
veya sert gıdaların tüketilmesi sırasında
izlenebilir. Periodontal hastalıkların en
hafif tipidir ve çoğunlukla ağrısız seyreder.
Gingivitisin nedeni genellikle dişlerin
üzerine sıkı bir şekilde yapışan ve
milyonlarca bakteri içeren ‘mikrobiyal
dental plak’ adı verilen tabakadır. Sadece
dişeti dokusu etkilendiği için dişeti
tedavisi tamamlandıktan sonra doğru ve
düzenli bir ağız bakımı ile dişetleri tekrar
sağlıklı hale gelebilirler.
Böbrek hasarının azaltılması için
doktorunuz ACE inhibitörü veya ARB
olarak isimlendirilen ilaçlar önerecektir.
Periodontal
Nelerdir?
Böbrek hasarında ilerleme varsa
diyetisyen aracılığı ile diyette protein
kısıtlaması gerekebilir.
Sağlıklı dişeti soluk pembe- mercan
pembesi rengindedir. Dişeti yapısı, dişi bir
manşet gibi sıkı bir şekilde sarmaktadır.
Hastalık
Tipleri
Böbrek hasarı yapabileceğinden
düzenli ağrı kesici kullanmayınız.
İdrar
yolu
enfeksiyonu
düşündüğünüzde hemen doktorunuza
başvurunuz (idrar yaparken yanma,
bulanık idrar, yan ağrısı ve ateş varsa)
DİŞETİ HASTALIKLARI
İlaçlı filmler (kontrast ajan kullanılan)
böbreği olumsuz etkileyebileceğinden
doktorunuz size tetkik öncesi özel ilaçlar
verebilir veya tetkiki ilaçsız yaptırabilir.
14
Şekil 2: Klinik olarak sağlıklı dişeti yapısı
Dişeti enflamasyonu (iltihabı), sadece
dişi çevreleyen dişeti dokusunda sınırlı
Şekil 3: Gingivitis ve dişetlerinde kanama
Dişeti enflamasyonu dişetini, çene
kemiğini, dişleri tutan lifleri ve kök
yüzeyini etkilediğinde ‘periodontitis’ olarak
adlandırılır. Periodontitisin en yaygın
olarak görülen türü ‘erişkin periodontitis’tir.
Genellikle erişkin bireylerde izlenen ve yavaş
ilerleyen hastalıklardır. Enflamasyonun
ilerlemesiyle çene kemiğinde rezorpsiyon
(erimeler) izlenebilir.
Dişleri tutan liflerin etkilenmesi ve
kemik yıkımına bağlı olarak dişlerle
dişetleri arasında kök yüzeyi boyunca
uzanan ‘cep’ adı verilen aralıklar oluşur.
Bu aralıkların derinliği arttıkça, ağız bakımı
ile temizlenmeleri güç olduğundan, daha
kolay plak birikimi ve diştaşı oluşumu
izlenir. Bu birikimler ise hastalığın daha
Akupunktur “Tamamlayıcı Tıp’ın” en çok
tanınan yöntemidir. Akupunktur kelimesinin
kökeni Latince olup, acus: iğne ve punktur:
batırma anlamına gelir. Akupunktur tedavisi,
akupunktur noktalarına altın, gümüş ve
çelik iğnelerinin batırılması, lazer ve basınç
uygulanarak yapılmaktadır.
Bu tedavi yönteminin özellikle fibromiyalji,
osteoartoz, migren gibi ağrı semptomlu
hastalıklarda; yaygın anksiyete bozukluğu,
panik atak, depresyon gibi psikolojik
hastalıklarda; başta sigara ve alkol olmak
üzere bağımlılık yapıcı maddelerin bırakılması
tedavisinde; obezite gibi metabolizma
bozukluklarında; gastirit, konstipasyon
gibi gastrointestinal hastalıklar; sık sık
infeksiyonlara yakalanma ile kendini gösteren
bağışıklık sistem yetersizliği gibi bağışıklık
sistem hastalıklarında; menopoz sonrası
yakınmalar gibi kadın doğum hastalıklarında
ve yaşlanmayı geciktiren programlar gibi
geniş bir alanda kullanılması ve tedavide
etkili sonuçlar alınması, son yıllarda bu tedavi
yöntemine ilgiyi artırmıştır.
Akupunktur
uygulamasının
tarihi
çok eskilere dayanmaktadır. Tıp dünyası,
akupunktur tedavi yönteminin Çin’den doğmuş
ve yayılmış olduğunu kabul etmesine rağmen
ilk olarak aynı coğrafyada bulunan Uygur
Türkleri tarafından uygulandığı, sonradan
kültür ve bilgi alışverişleri nedeniyle Çinlilere
geçtiği ve bu tedavi yöntemi Çinliler tarafından
geliştirildiği tarzında görüşler bulunmaktadır.
Bundan dolayı “Geleneksel Çin Tıbbı’nın”
önemli bir dalı olduğu düşüncesi yaygındır.
Türk hekimi olan İbn-i Sina da 1100
yıllarında akupunkturda önemli bir yer tutan
vücuttaki enerji kanalları veya meridyenlerden
bahsetmiş ve nabız muayenesi ile hastalıkların
oldukça ayrıntılı bir şekilde teşhis edilmelerini
anlatmıştır.
Türkler Orta Asya’dan göç ederlerken
AKUPUNKTUR
yerleştikleri bölgelerde çok eskilerden
başlayarak günümüze kadar gelen ve
günümüzde de halk arasında “Ocak” tabir
edilen yerlerde akupunktur tedavisini ilkel
şekilde uygulamaktadırlar. “Ocak” tabir edilen
yerlerde, ağrılı hassas noktaya iğne batırılarak
tedavi yapılmaktadır.
Ülkemizde, akupunktur tedavisi daha çok
şişmanların kilo vermesinde kullanılan bir
tedavi metodu olarak tanınmaktadır.
Koroner Anjiyografi Nedir?
Koroner anjiyografi, kalp damarları
(koroner arter) içine özel bir ilaç verip
röntgen ışınları kullanılarak damarların
da ilerlemesine yol açarak bir kısır döngü
oluşturur. Bu süreçlerin genellikle ağrısız
seyretmesi nedeni ile bireyler hastalığın
ilerlemesine bağlı belirtiler ortaya
çıktığında diş hekimine başvurmaktadırlar.
Diş hekimi tarafından ölçülebilen ve
değerlendirilebilen cep derinliklerinin
artmasının yanı sıra erişkin periodontitiste
kemik yıkımına bağlı olarak dişlerde
sallanma, yer değiştirme ve/veya aralanma
izlenebilmektedir. Dişetleri koyu kırmızı
renkte, ödemli, parlak olarak izlenir.
Genellikle yoğun dental plak birikimi ve
diştaşı birikimi izlenir. Fırçalama veya
çiğneme sırasında ve dişhekiminin yaptığı
değerlendirme ölçümlerinde dişetlerinde
kanamanın kolaylıkla oluştuğu görülür.
Cep derinliklerinin artması ve dişetindeki
ödeme bağlı olarak dişetleri daha gevşek
ve yumuşak yapıda izlenir. Bazı hastalarda
kemik yıkımını takiben dişetlerinde
çekilmeler oluşabilir.
Dişeti çekilmeleri dişlerde
estetik bozukluklara yol açabilir.
Dişlerin ara bölgelerinde
meydana gelen dişeti
çekilmeleri, bu bölgelerde,
yemek yeme sırasında gıda
birikimine neden olabilir ve
çiğnemeyi güçleştirebilir. Aynı
zamanda dişeti çekilmesi ile
açığa çıkan kök yüzeylerinde,
yüzey yapısındaki sement
tabakasının etkilenmesine
bağlı olarak diş hassasiyetleri
gelişebilir. Ağızda gıda
birikintilerinin ve dental plak
tabakasının temizlenmesinin
daha zor hale gelmesi ve dişeti
enflamasyonuna bağlı olarak
ağız kokusu izlenebilir.
18
Doç. Dr. Haldun SELÇUK
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
İç Hastalıkları AD, Gastroenteroloji BD
Akupunktur
sağlamaktadır?
zayıflatmayı
nasıl
Akupunktur uygulaması yapılan kişilerde,
az bir besinle tokluk hissi meydana gelirken,
barsak hareketlerinde hızlanma, yağların
parçalanması, metabolizmanın düzenlenmesi
ve sakinleşme meydana gelerek, ağırlık kaybı
gözlenmektedir.
Akupunktur,
ağrı
semptomlu
hastalıkları nasıl etkilemektedir?
Bu tür hastalıklarda, akupunktur
uygulamasıyla “Ağrı Yolakları” sistemi
uyarılarak endorfin, enkefalin, serotonin
ve norepinefrin gibi sinirsel uyarıyı iletici
maddeler salınmaktadır. Bu maddelerin
beyinde ve plazmada düzeyleri yükselerek
“Ağrı Kontrol” sistemini harekete geçirerek
ağrı semptomlu hastalıkların tedavisinde
katkıları olduğu düşünülmektedir.
Akupunktur,
psikolojik
durum
değişikliklerinde etkili midir?
KOLİT Nedenleri:
Akupunkturun,
geciktirici etkisi nedir?
• Bulaşıcı (mikrobik sebepli) kolit
• Hemorajik kolit (ilaç alerjisi)
• Mikroskobik kolit
• İskemik kolit
• Radyasyon koliti
yaşlanmayı
Bu etkiyi, akupunktur uygulamasıyla
bağışıklık sisteminin uyarılmasının sağladığı
düşünülmektedir.
Akupunkturun
tedavisinde etkisi nedir?
bağımlılık
Akupunktur uygulaması, sigara bırakma
tedavisi başta olmak üzere alkol ve uyuşturucu
maddelerin bırakma tedavilerinde etkilidir.
Akupunktur uygulamasıyla beyinde ve
plazmada düzeyi yükselen endorfin, enkefalin,
serotonin gibi maddeler, bu tedavilerin
gerçekleşmesini sağlar.
İşte, akupunktur uygulaması sonucu
akupunktur noktasına batırılan akupunktur
iğneleri sinir aracı maddelerin salınmasını
sağlayarak yani vücudun kendi eczanesini
kullanarak birçok hastalığın tedavine
katkıda bulunmaktadır. Kurallarına uygun
davranıldığında yan etkisi olmayan bir tedavi
metodu olmasından dolayı son günlerde ilgi
‘’Kolit” kalın
barsakta
yangısal (iltihabi)
bir durumun
bulunduğunu gösteren
odağı olmuştur.
tıbbi bir terimdir. Pek
Dünya Sağlık Örgütü`ne Göre
Akupuktur Uygulamasıyla Tedavi
Edilen Hastalık Grupları
Depresyon, anksiyete ve panik atakta bu
tedavi metodu uygulanmaktadır. Akupunktur
uygulamasıyla beyinde ve plazmada düzeyi
yükselen endorfin, enkefalin, serotonin
gibi maddelerin depresyonu giderici ve
sakinleştirici özellikleri bulunmaktadır.
•
Solunum Yolu Hastalıkları
•
Gastrointestinal Hastalıklar
•
Bronkopulmoner Hastalıklar
•
Nörolojik Hastalıklar
•
Göz Hastalıkları
çok şekli vardır. Bazıları
KOLİT
ülseratif kolit veya Crohn
hastalığında olduğu gibi
barsaklarda ciddi zedelenme ile
birliktedir. Bazıları ise spastik kolitte
(hassas barsak sendromu) olduğu gibi
•
Kas İskelet Sistemi Hastalıkları
•
Ağız Hastalıkları
herhangi bir barsak yaralanması olmadan
da gelişebilir.
24
Bu yazıda ben size 2 tür kolitten
bahsedeceğim. Sebebi bu 2 kolitin biri
çok sıktır (IBS). Diğerinin seyri önemlidir
(inflamatuar barsak hastalığı). Önce
IBS’den bahsedelim. Kalın barsağın
iltihaplanması halini anlatan kolit tanımı
içerisine giren hastaların en az yarısı,
spastik kolit (irritabl kolit) de denilen
gerçekte bir iltihabi durumun söz konusu
olmadığı fonksiyonel bu hastalığı tanımlar.
Öyle ki gastroenterologlara muayene için
müracaat eden her 4-5 erişkin hastadan
birinde belirlenmektedir. Polikliniklere
müracaat eden her 10 hastadan birinde
müracaat sebebi bu hastalık, yani “spastik
kolit”tir. IBS de denilen bu hastalıkta
bilinen bir organik sebep yoktur. Stres
veya duygusal gerilimin yüksek düzeyde
olduğu dönemlerde ortaya çıkar veya
artar. Başta karın ağrısı olmak üzere ishal
ve kabızlık gibi dışkılama alışkanlığındaki
değişiklikler ile seyreder. Bu ve benzeri
pek çok belirti ile tanımlanan bir çeşit
barsağın
kasılma-gevşeme
ritmi
bozukluğu hastalığıdır.
Karında şişlik, ağrı, kramp ve gaz,
kolitlerde en sık görülen ve hastayı
yıpratan sorunlardır. Sık sık tekrarlayan
şişkinlik ve gaz atakları, karın ağrıları
hastanın konforunu bozar. Bu ataklar
hele bir de ishal veya kabızlık gibi barsak
değişiklikleri ile beraberse, keyfinizin
kaçmaması mümkün değildir. Kolit
hastalarının yaşadıkları sorunlar çoğu kez
tekrarlayıcı ve uzun süreli olduğundan
bıktırıcıdır.
Hasta şikayetlerinin özelikleri:
• Aşağıdaki üç özelikten ikisinin
karın ağrısı ve rahatsızlık hissi ile
birlikteliği durumunun son üç ayda her
ayın en az 3 günü veya daha uzun süre
görülmesi
• Ağrının dışkılama ile azalması
veya kaybolması
• Ağrının
ortaya
çıkışının
dışkılama sıklığı (azalma ya da artma) ile
ilişkili olması
• Ağrının ortaya çıkışının dışkının
şekli ve görünümü ile ilişkili olması
kaybı, dışkıda kan, karında ağrı ve kramp,
kronik ishal, bazen kilo kaybının da eşlik
ettiği ateş en önemli yakınmalardır.
Ülseratif kolitte kanama ve ishal ön planda
iken, Crohn’da karın ağrısı belirgindir.
Hastalığın tanısı başka organik
hastalığın olmadığı gösterildiğinde
kesinleşir.
Barsak hastalığı olduğunda güçsüzlük,
halsizlik, baş ağrısı, sırt ağrısı, gece
idrara çıkma, acil idrar ihtiyacı ve idrarın
tam boşalmama hissi, ağrılı cinsel ilişki
tabloya eşlik eder.
Stres: Stresin, atakları ortaya
çıkarabileceği
gibi
belirtileri
şiddetlendirebilir. Bazen kalıtımsal bir
zemin de eşlik edebilmektedir. Bazı
araştırmalarda, bakteri veya virüslerin
bağışıklık sisteminde oluşan problemlerde
etkili olabileceğini düşündüren kanıtlar
elde edilmiştir. Her iki hastalığın da
gelişmiş toplumlarda ve şehirlerde
yaşayanlarda sık görülmesi, bazı çevresel
faktörlerin özellikle beslenmenin etkili
olabileceğini düşündürmektedir.
Ne Zaman
Araştırılmalı?
Başka
Hastalık
• 50 yaş üzerindeki hastalarda
• Şikayetlerin yeni ortaya çıkmış
olması
• Ölçülmüş kilo kaybı olması
• Ateş, Yutma güçlüğü
• Ailede kötü huylu hastalık hikayesi
olması
• Kansızlık varlığı, Makattan kanama
Şişkinlik önemli belirtilerdendir.
Özelikleri:
• Hastaların çoğunda (%96)
vardır.
• Kadınlarda en önde gelen
belirtidir.
• Sabah rahattır, akşama doğru
ve özellikle yemeklerle artar.
• Birçok hastada aslında oluşan
toplam gaz normal miktarda (600
ml) olduğu halde gazın oluşturduğu
rahatsızlık vardır.
• Gazın olası nedenleri hava
yutma, barsak flora bakterilerinin artmış
faaliyeti ve barsakta gaz emiliminin
azalmasıdır.
İNFLAMATUAR BARSAK HASTALIĞI:
Bu grubun 2 hastalığı Ülseratif Kolit
ve Crohn hastalığıdır.
BELİRTİLERİ NELER?
Ülseratif kolit ve Crohn hastalığı
ile ilişkili kolitlerin belirtileri çoğu kez
birbirine benzer: İştah azalması, kilo
Eğer barsak alışkanlıklarınızda 7-10
günden daha uzun süren değişimler
varsa, karın ağrısı, kanama, ishal gibi
işaretler basit önlemlerle ortadan
kalkmıyorsa, özelikle ateş, kilo kaybı ve
iştahsızlık da söz konusuysa, sorunun
ülseratif kolit veya Crohn gibi ciddi bir
yangısal ve uzun sürecek hastalıkla
ilişkili olabileceği aklınızda olsun. Fazla
bekleyemeyin, doktorunuza müracaat
edin.
NE YAPMALI?
Teşhis ve tedavi için size en doğru
yanıtları bir gastroenteroloji uzmanı
verecektir. Bu uzman kan tahlilleri,
endoskopik incelemeler (kolonoskopi) ve
radyolojik tetkikler yaparak hastalığınıza
kesin teşhisi koyacak, tedavi ve beslenme
planınızda uymanız gerekenleri size
açıklayacaktır.
Kolonoskopi günümüzde bu konuda
deneyimli belli merkezlerde uygulanan
sedasyon (bilinçli uyutma) yöntemi ile
son derece konforlu bir işlemdir.
26
Kısacası kolit başlığının altında pek
çok hastalık vardır. Bunlardan bazıları
daha önemlidir. Bazılarından korkmaya,
endişe etmeye gerek yoktur. Ancak ayrımı
konunu uzmanı bir hekimce yapılmalıdır.
Hangi tür kolit olursa olsun, kolitin her
türlüsünün yaşam kalitesini bozduğu
kesindir.
26
Prof. Dr. Sema KARAKUŞ
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
İç Hastalıkları AD, Hematoloji BD
Uzm. Dr. Yunus Kasım TERZİ
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Tıbbi Genetik AD
Sahip olduğumuz tüm özellikler
kazançların belirlenmesi büyük önem
değişiklik halâ tespit edilememiştir.
ebeveynlerimizden aldığımız ve DNA olarak
taşımaktadır. Bu işlemlerin hepsine
Yaşanan bu sınırlamanın üstesinden
adlandırılan kalıtsal molekül üzerinde
birden “genetik tanı” adı verilmektedir.
gelebilmek için daha ileri yöntemler
yer almakta ve bu kalıtsal molekülün
Genetik tanı henüz anne karnında olan
geliştirilmiştir.
GÜNCEL GENETİK
YÖNTEMLERİN
KLİNİKTEKİ UYGULAMALARI
“Mikrodizilim-temelli
tamamına genom adı verilmektedir.
bebek için yapılırsa “doğum öncesi
karşılaştırmalı genomik hibridizasyon”
DNA’mızın
genetik tanı” olarak adlandırılır. Ailede
meydana gelen bir bozukluk nedeniyle
Akut lösemiler genel olarak çocuklarda
(arrayCGH veya aCGH) yöntemi genomun
başlı
oluştururlar.
çok hızlı artan, kötücül hücreler hastalık
ve gençlerde ortaya çıkarken, kronik
yapıtaşları A, T, C ve G harfleri ile
önceden bilinen kromozom bozukluğunun
daha detaylı incelenmesine olanak sağlar,
Bu kanserler ilik veya lenf bezlerinde
belirtilerinin ortaya çıkmasına sebep olur.
lösemiler daha ileri yaşlarda görülme
gösterilmektedir.
yapıtaşlarında
neden olduğu bir hastalığın olması ya da
genomumuzdaki
yeniden
bulunan kan hücrelerinden köken alırlar.
oluşabilecek tüm değişiklikler bize ait
böyle bir hastalık için risk saptanması
düzenlenmelerin saptanmasına yardımcı
Kan hücreleri kemiğin içinde süngerimsi
olur.
alfabesi
diyebileceğimiz
Bu
özelliklerin ve bununla ilişkili olarak
durumunda, riskli kişiye ait canlı hücreler,
sağlık
durumumuzun
kan, kemik iliği, cilt biyopsisi ve düşük
neden
olacaktır.
etkilenmesine
dengesiz
değişiklikler
materyali gibi doku örneklerinden elde
DNA’sı ile sağlıklı bir bireye ait kontrol
edilerek kromozom eldesi ve analizi için
DNA örneği karşılaştırılmakta, iki DNA
yüzlerce binlerce harfi de etkileyebilir.
kullanılabilir.
Bu
başlığı altında topladığımız hastalıklar
ancak
açığa çıkar. DNA molekülü bir iplik
mikroskop altında büyütüldüklerinde her
yöntemlerle
boyanıp
şeklinde olmakla birlikte, hücrelerimizin
birinin farklılık gösteren yatay açık ve koyu
bölünüp çoğalmaları sırasında tıpkı
bantlar içerdiği görülebilir. Kromozomların
bir ipliğin makaraya sarılması gibi 46
bu şekilde incelenmesi “karyotip analizi”
tane kromozom adı verilen yapı içine
olarak
sarılıp
içeriğindeki kazanç ve kayıplar veya
paketlenmektedir.
Hücrenin
adlandırılmaktadır.
yeniden
Kromozom
(ALL), akut myelositik lösemi (AML),
lenfositik lösemi (KLL) .Erişkin yaşta en
sık görülen akut lösemi tipi AML olup,
Eritrosit
Nötrofil
Lenfosit
Monosit
Trombosit
Amerika’da 2010 yılında 12.330 hasta
bu tanıyı almış olup, 8950 hasta da bu
Kanda üç grup hücre bulunur; Beyaz kan
tanıdan kaybedilmiştir.
hücreleri (akyuvarlar-lökositler)vücudun
savunma hücreleri olup, granülositler
ALL gelişiminin kesin nedenleri
bilinmemekle birlikte hem genetik hem de
görülemeyen bu küçük değişiklikler
lenfositlerden oluşur. Kırmızı kan hücreleri
çevresel faktörlerin rol oynadığı düşünülmektedir.
bireyin büyüme ve gelişmesini ve
(alyuvarlar-eritrositler)
Genlerde oluşan değişikliklerin (mutasyon,
erişkin
hayattaki
etkileyebilmektedir.
ise
dokulara
sağlık
durumunu
oksijen taşıyan hemoglobin içerirler.
Bu
yöntemde
Trombositler
hastadan elde edilen DNA molekülü ve
oluşabilir. İşte bu değişiklikler zekâ
yöntem ile saptanabilir. Fakat kazanılan
küçük parçacıklara bölünür ve tek iplikli
veya kaybedilen parça rutin kromozom
hale getirilir. Daha sonra kontrol ve hasta
üreme
analizinde saptanamayacak kadar küçük
DNA’sı karıştırılarak aynı mikrodizin
olabilir ve kromozom analizinin sonucu
üzerine aktarılır. Böylelikle genomu
Bu nedenle riskli bireylerde genetik
normal olarak rapor edilebilir. Bu
incelenen bireyde kayıp veya kazanç olup
yapının incelenmesi ve olası kayıp veya
durumda hastalığa neden olan genetik
olmadığı saptanabilir.
28
KAN KANSERLERİ:
LÖSEMİ , LENFOMA,
MİYELOM NEDİR?
(kan
pulcukları),
kan
pıhtılaşmasında rol oynayan hücrelerdir.
LÖSEMİLER
Lösemi,
kemik
iliği
ve
kanın
kanseridir. Kemik iliğinde tüm hücrelerin
ana hücresi olan kök hücrelerden olgun
kan hücrelerinin oluşma aşamasında
translokasyon) bazıları lösemi gelişimine yol açan
Lösemilerde kontrolsüz olarak üreyen
genleri uyarırken, bazıları da lösemi oluşmasını
anormal hücrelere lösemi hücreleri
engelleyen genlerin görevini bozarak lösemi
veya blast adı verilir. Bu hücreler kemik
oluşmasına neden olurlar. KML gelişiminden
iliğinde ve kanda artarak tüm dokulara
Philadelphia kromozomu sorumlu iken,
yayılabilirler. Hastalığın seyrine göre
Down sendromu, Fankoni anemisi gibi
hızlı ya da yavaş seyirli anlamına gelen
kromozomal bozuklukların görüldüğü bazı
veya kronik, hastalığı oluşturan
genetik hastalıklarda lösemi gelişimine
hücrelerin tipine göre de lenfoid veya
akut
yatkınlık söz konusudur. Bazı geniş
myeloid lösemiler olarak sınıflandırılırlar.
toplumsal çalışmalarda multipl miyelom,
32
32
Prof. Dr. A. Eftal YÜCEL
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
İç Hastalıkları AD Romatoloji BD
Uzm. Fzt. Ayça AYTAR TIĞLI
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon AD
BANTLAMA
TEDAVİSİ
eğilimindedirler. Genel olarak dört çeşit
lösemi vardır; akut lenfoblastik lösemi
kronik myelositer lösemi (KML) ve kronik
sahiptirler.
(nötrofil, bazofil, eozinofil), monositler ve
kontrol DNA bir boya ile işaretlenerek
da
yeteneğine
veya genler ile hastalıklar arasındaki
düzenlenmesi
ya
Lösemi
ilişki incelenebilmektedir. Mikroskopta
kromozomun
kayıpları
dönüşebilme
veya kazançlar gibi dengesizliklerin
ancak değişiklik yeterince büyük ise bu
problemlerine neden olur.
Normal Kan
Kök hücreler birbirlerinden farklı
bulunduğu bölgelerde yer alan gen
bölünmesi sırasında çeşitli nedenler ile
geriliği, anomalili bebek doğumları,
kanserlerini
özelliklere sahip olan kan hücrelerine
Böylece, DNA’da var olabilecek kayıplar
bu kromozomlarda kayıplar ve kazançlar
gebelik
kan
hücrelerden gelişmektedir.
arasındaki farklılıklar tanımlanmaktadır.
Kromozomlar çıplak gözle görülemez,
uygun
Lösemi, lenfoma ve miyelom belli
bir bölge olan kemik iliğindeki kök
aCGH yönteminde incelenen kişinin
sadece tek bir harfi etkileyebileceği gibi
Bunun sonucunda “genetik hastalıklar”
38
10
18
Doç. Dr. Mehmet Tuğrul CABIOĞLU
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon AD
38
Koroner
arter
hastalığından
şüphelenilmesi durumunda hastalığın
tanısı için uzman hekimlerce bazı tetkikler
istenir. Her hastada mutlak yapılması
gereken tetkik elektrokardiyografi (EKG)
dir. Bu tetkik kalbin atım düzeni ve
geçirilmiş kalp krizinin varlığı hakkında
fikir verir. Hastanın şikayeti olduğu anda
çekilebilmesi tanısal değerini artırır.
Yakınmanın olmadığı dönemde çekilen
EKG ise normal olabilir, dolayısıyla normal
bir EKG koroner arter hastalığın varlığını
ekarte ettirmez. Gerekli durumlarda
egzersiz esnasında kanlanma bozukluğu
oluşup oluşmadığını değerlendirmek
amacıyla eforlu EKG (koşu testi)
istenebilir. Miyokart perfüzyon sintigrafisi
nükleer tıp yöntemleri kullanılarak kalbin
kanlanmasını değerlendiren efor testine
göre daha hassas ancak daha pahalı ve
radyasyon riski taşıyan bir yöntemdir.
Ekokardiyografi (kalp ultrasonu) kalbin
kasılması ve kalp kapaklarının durumu
konularında ayrıntılı bilgiler verir. Koroner
arter hastalığının tanısında altın standart
ise hiç kuşkusuz koroner anjiyografidir.
Yrd.Doc. Bahar ODUNCUOĞLU
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Ağız, Diş ve Çene Cerrahi AD
Retinopati ilerledikçe retinada yeni
kan damarları büyümeye başlar. Bu
damarlar zayıf olduğundan çatlar ve çok
fazla olursa görmeyi belirgin azaltabilir.
Retinada yaralar gelişebilir. Bu durumda
göz doktoru lazer tedavisi önerebilir.
Bu tedavi ile kan ve sıvının göz sıvısına
sızması engellenir. Lazer ile görmenin
daha kötüye gitmesi engellenir.
Diyabet ve Böbrek:
28
Koroner Arter Hastalığı Tanısı
Nasıl Konur?
k
DİYABET
24
Hastalığının
acil servise başvurulmalıdır. Koroner
arter hastalığı olan şeker hastalarında
göğüs ağrısının olmayabileceği veya çok
hafif olabileceği, yaşlılarda ise göğüs
ağrısı yerine, boyun, sırt, karın hatta diş
ağrısının bile olabileceği unutulmamalıdır.
Bu tarz beklenenin dışındaki yakınmalar
konusunda hasta ve hekim dikkatli
olmalıdır.
10
6
14
Kalbi besleyen atar damarların
ateroskleroz (damar sertliği) gelişmesi
sonucu daralması ile oluşan hastalığa
koroner arter hastalığı denir. Bu
hastalıkta, koroner damarlarda yer yer,
başta kolesterol ve kalsiyum olmak
üzere bir takım maddeler birikir, bu da
zaman içinde damarlarda daralma (plak
oluşumu) ve tıkanmaya neden olur. Bu
daralma ve tıkanmanın sonucu olarak
kalbin beslenmesi bozulur, kalbin
kasılmasında ve ritmik çalışmasında
hastalığın ciddiyetiyle orantılı olarak
çeşitli
sorunlar
meydana
gelir.
Zamanında fark edilip gerekli önlemler
alınmazsa, damar tıkanıklığı kalp krizine
(miyokart enfarktüsü) ve ölümcül ritim
bozukluklarına yol açabilir. Koroner arter
hastalığı, ülkemizde ve dünyada en önemli
ölüm ve iş gücü kaybı nedenidir.
Tipik Zatürre: Ani ve gürültülü
başlangıç, üşüme titreme ile 39-40 oC’ye
varan yüksek ateş, öksürük, iltihaplı
balgam çıkarma ve nefes alırken batıcı
göğüs ağrısı ile ani olarak ortaya çıkar.
Ris
Acil Tıp
Anesteziyoloji
-Ağrı kliniği
Aile Hekimliği
Beyin ve Sinir Cerrahisi
Çocuk Cerrahisi
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Dermatoloji
-Aşırı Terleme Tedavisi
-Botox Uygulaması
-Fototerapi
Diş Hekimliği
Endokrinoloji
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji
Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon
Gastroenteroloji
Genel Cerrahi
-Yanık Polikliniği
Göğüs Hastalıkları
-Sigara Bırakma Kliniği
-Uyku Laboratuarı
Hematoloji
Kalp Damar Cerrahisi
Göz Hastalıkları
Kadın Hastalıkları ve Doğum
-Tüp Bebek
Kardiyoloji
Kulak Burun Boğaz Hastalıkları
Nefroloji
-Ayaş Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi
-Yapracık Geriatri ve Psikososyal Rehabilitasyon
Merkezi
-Yenikent Diyaliz
Nöroloji
Nükleer Tıp
Ortopedi ve Travmatoloji
Patoloji
Plastik ve Rekonsrüktif Cerrahisi
Psikiyatri
Romatoloji
Radyodiagnostik
Tıbbi Genetik
Tıbbi Onkoloji
Üroloji
-Taş Kırma Kliniği
-Ürodinami Laboratuarı
sta
Ha
TANI VE TEDAVİ BİRİMLERİ
Bantlama fizyoterapi
ve rehabilitasyon alanında
tedavi ve spor yaralanmalarını
önlemek amacıyla sıklıkla
kullanılan
yöntemlerden
birisidir.
Çoğu araştırmacılar
bantlamanın propriosepsiyon ve
motor fonksiyonu arttırdığını bu
sayede de yaralanma ve sakatlanma
riskini en aza indirdiğini ve korumayı
sağladığını söylemektedirler. Bantlamanın
tedavi edici etkileri vardır. Bu etkiler kullanılan
bandın özelliklerine göre değişiklik göstermekle
birlikte genel olarak bantlama; ağrıyı azaltmak,
kas kuvvetini arttırmak, lenf ve kan akımını arttırmak,
eklemi desteklemek veya sabitlemek, ödemi azaltmak,
fonksiyona yardım etmek veya fonksiyonu kısıtlamak,
pozisyonlama sağlamak amaçlı kullanılmaktadır.
Anatomik yapımız hareket etmek üzere tasarlanmıştır
ve bu hareketin temel unsurları kas-iskelet-sinir
sistemidir. Kaslar, iskelet dokusuna yapışmış halde
bulunur ve normal koşullarda kasılıp gevşeme yolu
ile hareket açığa çıkar. Eğer bir kas çok uzun süre
gevşemeksizin çalışmak durumunda kalır
ya da kapasitesinin üzerinde çalışması
durumunda kas dokusunda küçük ya da
büyük boyutlarda yaralanmalar oluşur.
Değişik bantlama yöntemleri ile yaralanma
veya hastalık sonucu meydana gelen bazı
semptomları azaltlmak mümkündür.
Son zamanlarda çevrenizde kolunda,
dirseğinde, boynunda,
dizinde,
ayağında renkli bantlar takmış kişiler ile
karşılaşmışsınızdır. Ya da en kötü ihtimalle
televizyon da izlediğiniz sporcularda. Peki,
nedir bu renkli bantlar ve ne işe yararlar?
Günümüzde renkli bir tedavi yöntemi
olarak tanınan Kinezyolojik bantlama
tekniği (The Kinesio Taping® technique)
ve kinezyolojik bant (Kinesio Tex® tape)
Japon kiropraksi ve akupunktur uzmanı
Dr. Kenzo Kase tarafından geliştirilmiştir.
Metodun ortaya çıkış felsefesi eklem
hareketlerini
sınırlamaksızın
insan
derisinin yapısal özellikleri ve esnekliğine
benzer bir bantlama yöntemi ile tedavi
yapmaktır.
Japonya’da uzun zamandır kullanılan
bir yöntem olmasına karşın ülkemizde
popülaritesi son yıllarda giderek
artmaktadır.
Sıklıkla
sporcularda
televizyonlarda görmeye alıştığımız renkli
tedavi bantları artık kliniklerde romatizmal,
ortopedik, nörolojik ve pediatrik hastalıklar
gibi pek çok değişik hastalıkta bu konuda
sertifikası olan doktorlar ve fizyoterapistler
tarafından tedavi amaçlı kullanılmaktadır.
Teorik olarak, bant cildi yukarı kaldırıp
deri ile kasların arasındaki boşluğu
arttırmakta ve bölgede yaralanma ya
da hastalık sonucu oluşan baskıyı
hafifletmektedir. Yaralanma bölgesindeki
baskının azalması, bölgedeki kan
dolaşımın artışı ile sonuçlanmaktadır.
Azalan gerginlik ve hassasiyet neticesinde
deri altında var olan ağrı alıcılarının
uyarılması önlenmiş olur ve ağrısız
hareket imkânı sağlanır.
Tekniğin temel amacı uygun bantlama
yöntemi kullanılarak ağrısız harekete
destek olmak ve bu yolla iyileşmeyi
hızlandırmaktır.
Bant cildin özelliklerini yansıtacak
şekilde geliştirilmiştir ve kalınlığı cildin
epidermis tabakasına, esnekliği insan
cildinin elastik özelliklerine benzer.
Latex içermeyen, esneme özelliği olan,
uygulaması kolay ve vücutta 4-7 gün
kalabilen, suya dayanıklı elastik bir banttır.
Alerji yapmayan bir malzeme içerdiği
söylense de bazı ciltlerde zaman zaman
rahatsızlık oluşturup alerji meydana
gelmektedir. Bantlar uzak doğunun
renklerle tedavi felsefesinden yola çıkarak
siyah, pembe, mavi ve ten rengi olmak
üzere 4 farklı renkte üretilmiş, daha sonra
kişisel tercihlere cevap verebilmek ve
popüler bir sektör olması nedeniyle başka
markalar tarafından renk seçenekleri
arttırılmıştır. Her renk materyal olarak
aynı özellikte olup, tedavide oluşturduğu
fizyolojik etkileri aynıdır. Uygulama da
farklı renklerin tercihi uygulama yapan
profesyonelin ya da hastanın insiyatifine
bağlıdır.
Tedavi Amacı İle Kullanıldığı
Durumlar
• Bel, boyun, sırt ağrısına neden
olan mekanik sorunlar
• Yumuşak doku ağrıları
• Bölgesel kas spazmları
• Kas iskelet sisteminde yumuşak
doku travmaları
• Gebelik
• Spor yaralanmaları
• Eklem burkulma ve zorlanmaları
• Postür bozuklukları
• Eklem instabiliteleri
• Skolyoz
• Bazı ortopedik cerrahi girişimler
sonrası
• Dejeneratif artrit
• Tendinit, bursit
• Plantar fasiit, epin kalkanei
• İnaktivite,
immobilizasyona
bağlı kas güçsüzlükleri
• Ayak deformiteleri
• Tuzak nöropatileri
• Torasik çıkış sendromu
• Nöraljiler
• Periferik sinir yaralanmaları
• Doğumsal brakial pleksus
lezyonları
• Serebrovasküler olay
• Multipl skleroz
• Merkezi
sinir
sistemi
yaralanmaları
• Serebral palsi
• Spina bifida
• Solunum
sistemine
ait
problemlemler
SORU: Ailevi Akdeniz ateşi Familial
Mediterranean Fever) nasıl bir hastalıktır?
CEVAP: Ailevi Akdeniz ateşi (AAA)
aralıklı karın ağrısı ve ateş atakları ile
karakterize kalıtımsal bir hastalıktır. AAA
eklem şikayetlerine ve böbrek yetmezliğine
neden olabilir.
SORU: AAA daha çok kimlerde görülür?
CEVAP: Hastalık Akdeniz çevresinde
yaşayanlarda (özellikle Türkler, Ermeniler,
Yahudiler ve Araplarda) görülür. Ataklar
genellikle 15 yaşından önce başlar.
SORU: AAA atakları nasıldır?
CEVAP: Ataklar
hastadan
hastaya
değişkenlik gösterir. Ataklar tipik olarak
ateş ve karın zarı iltihabı ile ortaya çıkan
şiddetli karın ağrısına neden olur. Bir
iki gün sonra şikayetler azalıp, en geç 1
haftada tamamen düzelir. Ateş genellikle
ilk gün çok yüksek değerlere ulaşabilir.
Bu sırada ağrılar da en fazladır. Şiddetli
karın ağrısı nedeniyle hastalar sıklıkla
acile müracaat ederler. Hastalar nadir
olmayarak apandisit tanısı ile ameliyat
edilir. Hastaların bir kısmında karın ağrısı
yanında veya tek başına akciğer ve/veya
kalp zarı iltihabına bağlı göğüs ve sırt
ağrıları da olur.
Tüm bu durumlarda yapılacak
olan bantlamanın etkili olabilmesi
için; bantlama yapılacak kişinin
değerlendirilmesi,
doğru
kasın
seçilmesi, bantlamanın hangi amaçla
yapılacağının belirlenmesi, uygulanacak
kasa doğru pozisyon verilmesi ve bandın
geriliminin ayarlanması önemlidir. Bu
nedenle uygulamanın profesyonel ve
eğitimli kişiler tarafından yapılması
gerekmektedir. Ayrıca; hastalıkların
tedavisinde diğer tedavi yöntemler göz
ardı edilmemeli, bantlama alternatif ve ek
bir yöntem olarak kullanılmalıdır. Sonuç
olarak; hareketli, esnek, dinamik, sağlıklı
ve üretken bir yaşam sürdürmeye devam
etmek istiyorsanız bu bantlama yöntemini
deneyebilirsiniz.
SORULARLA FMF:
AİLEVİ AKDENİZ ATEŞİ
SORU: Ataklar hangi sıklıkla ortaya çıkar?
CEVAP: Kişiden kişiye ve aynı kişinin
değişik zamanlarında farklılık gösterir.
Ataklar haftada bir olabileceği gibi aylarca
hiç atak olmayabilir.
SORU: Atakların ortaya çıkmasına
neden olan etkiler var mıdır?
CEVAP: Bazı hastalarda egzersiz, viral
hastalık, stres veya adet görme ile ataklar
başlayabilir.
SORU: Ataklar sırasında hastaların
başka ne şikayetleri olabilir?
CEVAP: Ataklar sırasında eklem şişlikleri,
40
kas ağrıları, ciltte kızarıklıklar, beyin zarı
iltihabı, damar iltihapları ve testis iltihabı
görülebilir.
SORU: Ataklar dışında hastalar nasıldır?
CEVAP: Ataklar
arasında
hastalar
genellikle normaldir, şikayeti yoktur.
Ancak bazı hastalarda eklem ağrı ve
şişlikleri olabilir.
SORU: AAA’nın en korkulan sonucu
nedir?
CEVAP: Tekrarlayan ataklar sonucunda
hastaların bir kısmında amiloid diye
adlandırılan bir madde dokularda
birikerek başta böbrek olmak üzere organ
yetmezliklerine neden olabilir.
SORU: Hastalarda ne gibi laboratuvar
değişiklikleri saptanabilir.
CEVAP: En
önemli
laboratuvar
değişikliği ataklar sırasında iltihabi tesler
olan eritrosit sedimentasyon hızı ve
CRP testlerindeki yüksekliktir. Böbrekler
etkilendiyse idrarda protein kaybı ve
böbrek testlerinde bozukluk saptanabilir.
Hastaların çoğunda genetik değişiklik
(gen mutasyonu) mevcuttur.
SORU: Hastalığın tanısı nasıl konulur?
CEVAP: Hastalığın tanısında en önemli
unsurlar atakların hikayesi ve kolşisin
içeren ilaçların etkinliğidir. Kolşisin
almaya başlayan hastada karın ağrısı ve
ateş ataklarının düzelmesi veya belirgin
azalması tanı için en önemli unsurdur. Tanı
koymak amacıyla genetik test yapılmasına
gerek yoktur. Genetik değişiklik olup hasta
olmayan kişiler olabileceği gibi, AAA
hastalığı olup yapılan testlerde genetik
değişiklik (mutasyon) saptanmayan
hastalar da olabilir.
SORU: AAA hastalarının ailelerine
genetik tarama yapılmalı mıdır?
CEVAP: Klinik şikayeti bulunmayanlarda,
istisna vakalar dışında, AAA hastalığı
olmayacağından ve genetik test tanısal
değeri bulunmadığından, hastaların aile
bireylerinde genetik mutasyon testlerinin
yapılması gerekli değildir.
SORU: AA tanısı konulmuş hastalar
nasıl tedavi edilir?
CEVAP: Kolşisin içerikli ilaçlar tedavinin
en önemli unsurudur. Hastaların büyük
kısmında hastalık kolşisin ile kontrol altına
alınabilir. Kolşisin ile yeteri kadar hastalığı
kontrol altına alınamayan hastalara başka
antiromatizmal ilaçlar da uygulanabilir.
SORU: Gebelikte kolşisin kullanmaya
devam edilmeli midir?
CEVAP: Gebelikte
kullanıldığında
kolşisinin
olumsuz
bir
etkisi
saptanmamıştır. Atakları olan bir hastanın
gebelik süresince kolşisin almaya devam
etmesi önerilmektedir.
SORU: Tedaviye ne kadar süre devam
edilmelidir?
CEVAP: Hastalık hayat boyu sürer. Ancak
hastaların bir kısmında 35-40 yaşından
sonra ataklar azalmaktadır. Ataklara göre
ilaç (kolşisin) dozu ayarlanır.
SORU: Tedavi ile iç organların
etkilenmesi önlenebilir mi?
CEVAP: Erken tanı ve etkin tedavi ile
hemen daima iç organların etkilenmesi
önlenebilir. Böbrekleri amiloidoza bağlı
olarak etkilenmiş hastalar da bile tedavi
ile böbrek fonksiyonlarında düzelme
sağlanabilir.
SORU: AAA’ya bağlı olarak böbrek
yetmezliği gelişen hastalar nasıl tedavi
edilir?
CEVAP: Böbrek yetmezliği gelişen
hastalara diyaliz tedavisi uygulanır. Bu
hastalara böbrek nakli yapılması da
mümkündür.
40
SAĞLIKTA ADRES
BAŞKENT
Sağlık ve Magazin Dergisi
EDİTÖRDEN
Sahibi
Başkent Üniversitesi Hastanesi
Adına Başhekim
Prof. Dr. Ali HABERAL
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Melek ALKAN ÇAKMAK
Tasarım Uygulama
Ses Reklam
Kapak Fotoğrafı
Melih ÖZBEK’e aittir.
Baskı
Cem Veb Ofset
Alınteri Bulvarı No: 29
Ostim / Ankara
Tel: 0312 385 37 27
Okuyucu Köşesi için mail adresimiz
[email protected]
Merhaba Sevgili Okurlarımız;
Peşinden koşup yakalamaya çalıştığımız zamanda yine yeni bir sayfa açmak
üzereyiz. Heyecanlarla, beklentilerle, ümitlerle, düş kırıklıklarıyla, kazançlarla,
hastalıklarla, kayıplarla yaşanan bir yılı daha geride bırakıyoruz. Dileğimiz,
olumlu-olumsuz yaşanılan tüm bu duyguları içinizde olabildiğince sindirip,
üzerinizdeki yüklerle vedalaşarak yeni yılı yaşayabilmek.
Elinizde tuttuğunuz dergimizin Kış sayısı için mevsime ait hastalıklar ve tedavileri
hakkında hazırladığımız makalelerin yanı sıra hastanemizde gerçekleştirdiğimiz
etkinlerimize yer verdik. Öğren-Dinle-Harekete Geç sloganıyla hayat bulan, Eylül
Ayı: Kanser Farkındalığı temalı toplantı ile 3-9 Kasım tarihleri arasında kutlanılan
Organ Bağışı ve Organ Nakli Haftası kapsamındaki toplantıları sayfalarımıza
taşıdık. Her iki etkinlikte de öne çıkarılmak istenilen nokta; konu hakkındaki
bilgilendirmelerle gündem ve fark yaratmaktı. Alanında uzman hekimlerimizin ve
diğer sağlık mensuplarımızın katılımlarıyla düzenlenen konferanslarda hekimden
sorma, çekenden sor atasözünden temel alan yaklaşımla hem kanser hem de organ
nakli tedavisinde yaşananları hastalarımızın gözünden, onların cümleleriyle
dinledik. Bunları yaparken en önemli amacımız; hastalıklar hakkında bilgi verip,
gerekli önlemlerin alınmasını sağlamak, hastalıkla tanışıldığında da süreci en iyi
şekilde atlatmak için mücadele edecek güce ve desteğe sahip kılmaktır.
Kimsenin eleştirilmeye yanaşmayıp, herkesin derdinin eleştirmek olduğu modern
zamanların kıskacından kurtulup, başlangıçların heyecanını tadabildiğimiz, sağlık
ve huzurun eksik olmadığı bir 2013 olması dileğiyle…
Yayın Türü
Yerel Süreli Yayın
Basım Tarihi
07/12/2012
İdare Adresi
Maresal Fevzi Çakmak Caddesi
10. Sokak, No: 45
Bahçelievler/ANKARA
Tel: (0312) 212 68 68
Faks: (0312) 223 73 33
www.baskent-ank.edu.tr
Melek ALKAN ÇAKMAK
Doç. Dr. Şerife Savaş BOZBAŞ
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Göğüs Hastalıkları AD
Zatürre ya da tıbbi adıyla pnömoni
akciğer dokusunun iltihaplanmasıdır.
Bakteriler başta olmak üzere virüsler,
mantarlar ve nadiren parazitlerin
neden olduğu akciğer enfeksiyonu
olarak da tanımlanabilir. Akciğerde
meydana gelen bu enfeksiyon, alveol
adı verilen havayla dolu küçük akciğer
keseciklerine iltihap hücrelerinin
birikmesine ve yine bu alana kan
damarlarından
gelen
serumun
dolmasına neden olur. İçleri iltihap
hücreleri ve serum sıvısı ile dolan,
hava içeriğini kaybeden alveoller
oksijen alış-veriş işlevini yapamaz yani
solunum işlevini yerine getiremezler.
Eğer zatürre yaygın ise kanda oksijen
düzeyi azalabilir ve hastada solunum
yetersizliği görülebilir.
ZATÜRRE NEDİR?
6
Zatürre dünyada ve ülkemizde sık
görülen ve en fazla ölüme neden olan
enfeksiyon hastalıkları arasındadır.
Türkiye’de ölüm nedenleri arasında
5. sırada, infeksiyonlara bağlı ölümler
arasında ise 1. sırada yer almaktadır.
Özellikle bebeklerde, çocuklarda,
yaşlılarda ve bilinen başka hastalığı
olan kişilerde zatürre daha ağır ve
ölümcül seyredebilir.
Zatürre çoğunlukla hastanın kendi
ağız, boğaz veya sindirim kanalında
bulunan mikropların akciğere ulaşması
ile ortaya çıkar. Bazı zatürre türlerinde
ise hasta kişiden sağlam kişilere yakın
temas sonucu bulaşma riski vardır.
Hasta kişilerden öksürük, aksırık ya
da konuşma sırasında havaya yayılan
damlacıkların doğrudan solunması
yoluyla gerçekleşir. Bu nedenle
kalabalık yerler, kapalı alanlar toplu
halde yaşanan okul, yurt ve askeriye
gibi ortamlarda zatürrenin bulaşma
olasılığı artar. Soğuk algınlığı kadar
bulaşıcı değildir ancak nadiren salgın
şeklinde ortaya çıkabilir.
Sağlıklı bireylerde hastalığa
neden olmayan mikroplar vücut
savunması zayıf düştüğünde
zatürreye neden olabilir.
Zatürrenin ortaya çıkmasında
kişinin vücut direncini azaltan
risk faktörleri önemli rol oynar.
Hastalığın gelişimini kolaylaştıran
çok sayıda risk faktörü vardır. İleri
yaş, sigara-alkol kullanımı, öksürük
refleksinin bozulmasına ve bilinç
kaybına neden olan hastalıklar, kusma,
geçirilmiş uzun süren ameliyatlar ve
grip salgınları en sık rastlanan risk
faktörleridir. Ayrıca akciğer, kalp,
böbrek, karaciğer ve sinir sistemi
hastalıkları, şeker hastalığı, yutma
güçlüğü yapan hastalıklar, bağışıklık
sistemini etkileyen AIDS, kan ve lenf
bezi kanserleri gibi müzmin (kronik)
hastalıklar da zatürre gelişimi için
risk oluşturur. Bu nedenle saydığımız
risk faktörlerinden korunmak mümkün
olursa zatürre gelişimi de önlenebilir.
Zatürre tedavi yaklaşımı açısından
klinik olarak tipik ve atipik (tipik
olmayan) zatürre olmak üzere başlıca
iki gruba ayrılarak değerlendirilebilir.
Tipik Zatürre: Ani ve gürültülü
başlangıç, üşüme titreme ile 39-40 oC’ye
varan yüksek ateş, öksürük, iltihaplı
balgam çıkarma ve nefes alırken batıcı
göğüs ağrısı ile ani olarak ortaya çıkar.
Atipik Zatürre: Belirtiler sinsi
bir seyir gösterir. Ateş çok yüksek
değildir. Kuru, inatçı öksürük dışında
iştahsızlık, halsizlik, kas ağrılarını,
bulantı, kusma, baş ağrısı gibi akciğer
dışı organlara ait şikayetler görülebilir.
Yukarıdaki belirtilerle başvuran
hastada şikayetlerinin sorgulanmasını
takiben zatürre ile uyumlu muayene
bulguları hekimi zatüre tanısına
yöneltir. Muayene bulguları ile birlikte
akciğer filmindeki bulgularla tanı
konulabilir. Gerekli durumlarda ek
olarak balgam incelemesi, kan tahlilleri
veya tomografi yapılması gerekebilir.
Zatürre gecikmeden tanı konması
ve tedavi başlanması gereken bir
hastalıktır. Teşhis ve tedavisi gecikmiş,
ağır zatürre olgularında ölüm oranı
yüksektir. Bu hastalarda tedaviye
gecikmeden başlanması, özellikle yaşlı
hastalarda iyileşmeyi olumlu yönde
etkiler. Hekimin bu hastalarla ile ilgili
vermesi gereken ilk karar hastaneye
yatışın zorunlu olup olmadığıdır.
Zatürre hastanın yaşına, hastalığın
ağırlığına, başka bir hastalığının
bulunup bulunmamasına göre evde
ya da hastanede tedavi edilebilir.
Evde bakım şartları uygun olmayan
ve ilaçlarını düzenli kullanamayacak
hastalar hastanede tedavi edilmelidir.
Check-Up
Merkezimiz Açıldı
Günlük yaşamın stresi ve koşturması içinde kendimize sormamız gereken iki soru olmalı. Birincisi
”bugüne kadar neleri doğru ya da yanlış yaptım?”, ikincisi ise“ sağlıklı olmak için neler yapmalıyım?”
Modern Tıp’ta amaç, hastalık ortaya çıkmadan önce gerekli önlemler alarak,kişinin sağlıklı kalmasını
sağlamaktır. Hiç şikayeti olmasa da her insan belirli periyodlarla, risk grubuna girdiği hallerde daha
kısa aralıklarla doktora başvurarak genel sağlık kontrolünden geçmelidir.
Check-up hiçbir rahatsızlık olmadan ya da belirli bir hastalığı düşündürmeyecek kadar hafif önemsiz
şikayetlerde yapılan genel ve kapsamlı sağlık taramasıdır.
Check-Up, bir başka adıyla “kişisel sağlık taraması” olası hastalıkları erken dönemde tespit ederek,
önlem almayı ve böylece kişinin sağlıklı kalması amaçlanır. “Kişisel sağlık taraması”; belirgin bir
şikayeti olmasa da insanlarda gizliden gizliye oluşmaya başlayan rahatsızlıkların, henüz erken
aşamadayken saptanması amacıyla yapılan muayene ve tetkiklerdir.
Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Check Up Merkezi 40 yaş altı kadın/erkek, 40 yaş üstü
kadın/erkek standart ve genişletilmiş check up paketleri yanında Kardiyolojik ve mide sağlığı
(gastroentroloji) check up paketlerini yeni ünitesinde sizlerin hizmetine sunmuştur.
Günümüzde
zatürreye
neden
olan mikroplara karşı etkili ilaçlar,
antibiyotikler vardır. Önemli olan
doğru antibyotiğin seçilmesi, uygun
dozda ve sürede kullanılmasıdır.
Pahalı antibiyotikler her zaman uygun
ve iyi antibiyotik demek değildir.
Hatta gereksiz kullanılan antibiyotikler
mikropların o antibiyotiğe karşı direnç
kazanmasına ve tedavi başarısızlığına
neden olabilir.
Zatürrede tedavi süresi hastalığın
başlangıçtaki şiddetine, neden olan
mikrobun özelliğine, eşlik eden
hastalığın olup olmamasına ve kişinin
tedaviye yanıtına göre değişir. Genel
olarak ateşin düşmesini takiben 5-7
gün daha antibiyotiğe devam edilmesi
önerilir, ancak ağır zatürre olgularında
tedavi süresi uzatılabilir.
Bu hastalarda zatürre tedavisi ile
birlikte eşlik eden hastalıklara yönelik
tedaviler, destekleyici tedaviler ve
istirahat önerilir. Gerekli olgularda
oksijen tedavisi, yoğun bakım ve
solunum desteği uygulanabilir.
8
Zatürreden korunmak için zatürre
oluşumunu kolaylaştıran risk faktörleri
düzeltilmelidir. Akciğer, kalp, böbrek,
karaciğer, şeker hastalığı gibi kronik
hastalıklar uygun şekilde takip edilerek
tedavi edilmelidir. Sigara, alkolün
bırakılması, ağız ve mide içeriğinin
solunum yollarına kaçmasına neden
olan risk faktörlerinin azaltılması
önerilir.
Bağışıklık
sisteminin
güçlendirilmesi, stresten kaçınma,
dengeli beslenme ve hijyenik önlemler
zatürreden korunmada önemlidir.
Zatürre gelişimini kolaylaştıran
grip salgınları sırasında kalabalık
ortamlardan kaçınılması ve maske
kullanılması önerilir. Özellikle zatürre
gelişimi açısından yüksek risk taşıyan
kişilere ve bu kişilerle teması olanlara
aşı yapılmalıdır.
Grip virüsünün direk kendisi veya
diğer mikroplara bağlı zatüre gelişimini
kolaylaştırıcı özelliği nedeniyle zatüreye
neden olabilir. 65 yaşın üzerindeki
hastalarda gripten ölümler grip sonrası
gelişen bakteriyel enfeksiyonlar ve
kalp yetmezliğine bağlıdır. Zatürre ve
buna bağlı ölümlerin önlenmesi için
grip salgınlarının önlenmesi gerekir.
Bu nedenle grip aşıları zatürre gelişimi
açısından yüksek riskli kişilere,
bağışıklığı artırmaya yönelik her
yıl Eylül, Ekim ya da en geç Kasım
aylarında uygulanabilir. Bu aşılar 1
yıl süreyle koruma sağlar. Yumurta
alerjisi olanlar dışında aşı oldukça
güvenilirdir.
Zatürre (Pnömokok) aşısı da zatürre
açısından yüksek risk taşıyan hastalara
bağışılığı artırmak amaçlı önerilir.
Pnömokok aşısının koruyuculuğu 7-10
yıl devam eder. Beş yıl sonra bir kere
tekrarı yapılabilir, daha fazla tekrarı
önerilmez. Aşı oldukça güvenilirdir ve
ciddi yan etkilere sık rastlanmaz.
Sonuç olarak zatürre ihmal
edilmemesi gereken önemli bir
sağlık sorunudur. Zatürre dünyada ve
ülkemizde sık görülen ve en fazla ölüme
neden olan enfeksiyon hastalıkları
arasındadır. Erken teşhis edilmesi ve
gecikmeden tedaviye başlanması ile
ölüm oranları azaltılabilir.
İletişim Bilgileri
0312 2126868/1549 - 0312 2122912/145
Prof. Dr. Aylin YILDIRIR
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Kardiyoloji AD
Koroner Arter Hastalığı Nedir?
Kalbi besleyen atar damarların
ateroskleroz (damar sertliği) gelişmesi
sonucu daralması ile oluşan hastalığa
koroner arter hastalığı denir. Bu
hastalıkta, koroner damarlarda yer yer,
başta kolesterol ve kalsiyum olmak
üzere bir takım maddeler birikir, bu da
zaman içinde damarlarda daralma (plak
oluşumu) ve tıkanmaya neden olur. Bu
daralma ve tıkanmanın sonucu olarak
kalbin beslenmesi bozulur, kalbin
kasılmasında ve ritmik çalışmasında
hastalığın ciddiyetiyle orantılı olarak
çeşitli
sorunlar
meydana
gelir.
Zamanında fark edilip gerekli önlemler
alınmazsa, damar tıkanıklığı kalp krizine
(miyokart enfarktüsü) ve ölümcül ritim
bozukluklarına yol açabilir. Koroner arter
hastalığı, ülkemizde ve dünyada en önemli
ölüm ve iş gücü kaybı nedenidir.
Koroner Arter Hastalığı Kimlerde
Görülür?
KORONER ARTER
HASTALIĞININ TANISINDA
ANJİYOGRAFİ
10
Bu hastalığa ait bulgular her yaşta
görülebilir, fakat yaşla birlikte özellikle
de erkeklerde 60, kadınlarda 70 yaşından
sonra görülme sıklığı belirgin olarak artar.
Kadınlarda hastalığın menopoz sonrası
daha geç ortaya çıkmasının nedeni kadınlık
hormonu olan östrojenin koruyucu
etkisidir. Genetik yatkınlık birçok hastalıkta
olduğu gibi koroner arter hastalığının
gelişiminde de çok önemlidir, ailede
erken yaşta kalp krizi öyküsü olan bireyler
özellikle risk altındadır. Düzensiz ve aşırı
yağlı beslenme kişilerde kolesterol ve
diğer zararlı kan yağlarının yükselmesine
yol açar ve damar sertliği gelişimine
zemin hazırlar. Stresli yaşam sürenler,
spor yapmayanlar ve hareketsiz bir hayat
tarzı seçenler koroner arter hastalığı
gelişimi açısından risk altındadır. Diyabet,
kan basıncı yüksekliği (hipertansiyon) ve
kronik böbrek yetersizliği başta olmak
üzere bazı sistemik hastalıklar koroner
arter hastalığı gelişiminde tetikleyici rol
oynamaktadır. Yine hiç kuşkusuz sigara
içilmesi birçok hastalıkta olduğu gibi
koroner arter hastalığının oluşumunda
çok önemli bir yer tutar. Hem damar
sertliğini hızlandırır, hem de damarlarda
pıhtı oluşmasını ve damarın büzüşmesini
tetikler. Bu risk faktörlerinin bir kısmını
(yaş, cinsiyet, genetik gibi) değiştirmek
mümkün değildir, ancak değiştirilebilen
tüm risk faktörlerinin ortadan kaldırılması
(sigaranın bırakılması) veya tedavi
ile kontrol altında tutulması (diyabet,
hipertansiyon gibi) koroner arter
hastalığının gelişimini önler veya
geciktirir.
Koroner Arter
Belirtileri Nelerdir?
Hastalığının
Koroner arter hastalığı sinsi bir
hastalık olup hiçbir belirti vermeden
ilerleyebilir. Hastalığının şiddeti ve
bulguları hastadan hastaya çeşitlilik
gösterir. Daralan damarlar nedeniyle
kalbe yeterince kan gitmemesi sonrası
en sık görülen belirti göğüs ağrısıdır. Bu
ağrı göğsün orta hattından başlar, sol
tarafa, sol kola, sırta ve çeneye yayılım
gösterir, bazen sol kolda uyuşma hissi
ağrıya eşlik eder. Ağrı sıklıkla egzersiz,
stresli durumlar ve yorgunluk ile ortaya
çıkıp dinlenmekle azalır. Ancak kalbin
yeterince kanlanamaması her zaman
ağrıya neden olmaz, sıkışma, baskı,
ağırlık hissi, yanma, nefes almada güçlük,
çarpıntı, baygınlık hissi veya yorgunluk
gibi yakınmalar da hastalığının belirtileri
olabilir. Koroner arter hastalığının ilk
belirtisi çok şiddetli göğüs ağrısı, terleme
ve bulantının sıklıkla eşlik ettiği kalp krizi
de olabilir. Bu gerçek bir acil durum olup
hemen ambulans aranmalı ve en yakın
acil servise başvurulmalıdır. Koroner
arter hastalığı olan şeker hastalarında
göğüs ağrısının olmayabileceği veya çok
hafif olabileceği, yaşlılarda ise göğüs
ağrısı yerine, boyun, sırt, karın hatta diş
ağrısının bile olabileceği unutulmamalıdır.
Bu tarz beklenenin dışındaki yakınmalar
konusunda hasta ve hekim dikkatli
olmalıdır.
Koroner Arter Hastalığı Tanısı
Nasıl Konur?
Koroner
arter
hastalığından
şüphelenilmesi durumunda hastalığın
tanısı için uzman hekimlerce bazı tetkikler
istenir. Her hastada mutlak yapılması
gereken tetkik elektrokardiyografi (EKG)
dir. Bu tetkik kalbin atım düzeni ve
geçirilmiş kalp krizinin varlığı hakkında
fikir verir. Hastanın şikayeti olduğu anda
çekilebilmesi tanısal değerini artırır.
Yakınmanın olmadığı dönemde çekilen
EKG ise normal olabilir, dolayısıyla normal
bir EKG koroner arter hastalığın varlığını
ekarte ettirmez. Gerekli durumlarda
egzersiz esnasında kanlanma bozukluğu
oluşup oluşmadığını değerlendirmek
amacıyla eforlu EKG (koşu testi)
istenebilir. Miyokart perfüzyon sintigrafisi
nükleer tıp yöntemleri kullanılarak kalbin
kanlanmasını değerlendiren efor testine
göre daha hassas ancak daha pahalı ve
radyasyon riski taşıyan bir yöntemdir.
Ekokardiyografi (kalp ultrasonu) kalbin
kasılması ve kalp kapaklarının durumu
konularında ayrıntılı bilgiler verir. Koroner
arter hastalığının tanısında altın standart
ise hiç kuşkusuz koroner anjiyografidir.
Koroner Anjiyografi Nedir?
Koroner anjiyografi, kalp damarları
(koroner arter) içine özel bir ilaç verip
röntgen ışınları kullanılarak damarların
görüntülerinin
alınması
işlemidir.
Dolayısıyla koroner anjiyografi bir
tanı yöntemidir. Bu yöntem ile damar
darlıklarının yeri ve ciddiyeti saptandıktan
sonra eğer gerekli görülürse balon ve/
veya stent (çelik kafes) uygulamasına
devam edilerek tedavi basamağı işleme
eklenebilir.
Kalp damar hastalığını düşündüren
göğüs ağrısı varlığında, kalp krizi
geçirenlerde, risk faktörleri olup
damar hastalığı olduğunu düşündüren
testlerin sonuçlarının anormal çıkması
durumunda, açıklayıcı bir neden
yokken kalp yetersizliği veya ciddi
ritim bozuklukları gelişen hastalarda
koroner anjiyografi tetkiki mutlaka
önerilmelidir.
Ayrıca kalp damarı dışında kapak
hastalığı veya damar genişlemesi gibi
başka nedenlerden dolayı kalp veya
damar ameliyatı olacak hastalara ve stent
veya bypass öyküsü olup yakınması
tekrarlayanlara
koroner
anjiyografi
yapılmalıdır. Kalp krizi esnasında acil
şartlarda yapılan koroner anjiyografi ve
takiben balon/stent gibi damar açma
işlemlerinin uygulanması ise hayat
kurtarıcıdır.
Koroner
Yapılır?
Anjiyografi
Nasıl
Koroner anjiyografi kasık veya kol
atardamarı
kullanılarak
anjiyografi
cihazının ve eğitimli ve deneyimli doktor
ile sağlık personelinin bulunduğu
laboratuarlarda yapılır. İşlem öncesi
hastanın en az 4 saat aç kalınması
gereklidir, ancak kullanılan ilaçlar varsa
bunlar az miktarda su ile alınabilir.
Koroner anjiyografi kesinlikle bir ameliyat
değildir. İşlem mevzi uyuşturma altında
hasta ile konuşarak yapılır. İhtiyaç halinde
sakinleştirici bir ilaç uygulanabilir,
ama uyutulma gerekmez. Önce işlemin
yapılacağı kasık ya da kol bölgesi
uyuşturulur ve bu bölgedeki atardamara
plastik bir damar kılıfı yerleştirilir. Bu
12
işlem sırasında hasta bazen hafif bir sızı
duyabilir. Hastanın tüm işlem süresi
boyunca duyduğu sıkıntı budur. Bundan
sonraki bölümde hasta herhangi bir
şey hissetmez. Bu kılıf kullanılacak olan
kateter adı verilen plastik borucukların
giriş yolunu oluşturur. Kateterler ile kalp
boşluklarına ulaşılıp basınç kaydı yapılır;
özel bir madde verilerek koroner damarlar
görüntülenir ve film kayıtları alınır.
Farklı damarlar için değişik açılardan
bu film çekimleri tekrarlanır. Böylece
kalp damarlarının durumu açığa çıkmış
olur. İşlem yaklaşık 15 dakika kadar
sürer. İşlem tamamlandıktan sonra giriş
atardamarındaki kılıf çıkartılır ve 15-20
dakika süre ile bu bölgeye bası yapılır.
Kanamanın durduğu görüldükten sonra
sıkı bir bandaj ile kapatılır. Damar üzerine
basınç uygulamak amacıyla geçmişte
kullanılan kum torbası uygulaması işlemi
artık tarihe karışmıştır. Kasıktan girişim
yapılmışsa 6 saatlik yatak istirahatinin,
eğer koldan girişim yapılmışsa 1-2 saatlik
gözlemin ardından hasta evine taburcu
edilebilir. İstisnai durumlar dışında,
işlemden 24 saat sonra hastanın günlük
yaşamına dönmesine izin verilir.
Koroner Anjiyografinin Riski Var
Mı?
Her girişimsel işlemde olduğu gibi
koroner anjiyografi sırasında veya hemen
sonrasında, nadir olmakla birlikte,
işlemle ilgili sorun ve istenmeyen
olaylarla karşılaşılabilmektedir. Koroner
anjiyografi işlemi sonrasında az sıklıkla
işlem yapılan damar bölgesinde ağrı, hafif
şişlik ve morarma (hematom, ekimoz,
psödoanevrizma) olabilmektedir. Ancak,
işlem bölgesinde onarım gerektirecek
sorun olma olasılığı çok düşüktür.
Nadiren inme (felç) ve miyokart enfarktüsü
gelişme ihtimali vardır. Deneyimli kateter
laboratuvarlarında bu olayların ortaya
çıkma sıklığı 1000’de 1 civarındadır.
Hayati riskin ise 1000’de 1’den düşük
olduğu bilinmektedir. Varsa eşlik eden
başka hastalıklar ve klinik sorunlar
elbette bu riski biraz daha artırabilir. Acil
cerrahi, alerjik reaksiyona bağlı tansiyon
düşüklüğü, bazı ritim bozuklukları, geçici
kalp pili gereksinmesi çok nadir de
olsa görülebilmektedir. İşlem sırasında
kullanılan ilaçlara bağlı olarak böbrek
fonksiyonları bozuk hastalarda böbrek
yetersizliği gelişebilir. Sayılan bu tür
sorunların çoğunun tedavi ile telafi
edilmesi imkanı vardır. Eğer anjiyografi
yapmayı haklı kılacak iyi bir gerekçe
varsa, bu riskleri ve hastanın maruz
kalacağı radyasyonu göze almaya değer.
Şunu da akılda tutmak gerekir ki koroner
anjiyografi esnasında maruz kalınan
radyasyon miktarı tomografi anjiyografi
veya miyokart perfüzyon sintigrafisinde
maruz kalınandan çok daha düşüktür
Koroner Anjiyografinin Yerini
Tutabilecek Alternatif Tetkikler Var
Mı?
Teknolojideki gelişmelere paralel
olarak, kalple ilgili görüntüleme
yöntemlerinde de önemli gelişmeler
kaydedilmiştir. Bilgisayarlı tomografi
ve magnetik rezonans görüntüleme
yöntemleri koroner damarların durumu
ve kalbin kanlanması konusunda
önemli bilgiler verebilmektedir. Ancak
bu yöntemlerin en azından bugün için
bazı dezavantajları vardır. İyi görüntü
alınabilmesi için hastanın birkaç
saniye de olsa nefes tutabilmesi, ritim
bozukluğunun olmaması, nabzının düşük
seviyede seyretmesi ve damarlarında
ciddi kireçlenme bulunmaması gibi
bazı ön şartları vardır. Radyasyon oranı
da dikkatli olmak gereken diğer bir
noktadır. Tomografi anjiyografi bazı
hastalarda kalp damarlarının geniş olan
başlangıç kısımlarını iyi gösterip orta ve
ileri bölümlerinde ise hatalı yorumlar
verebilmekte, darlık derecesi hakkında
abartılı ve stent içi daralmalarda hatalı
sonuçlar çıkabilmektedir. Bugün için
koroner anjiyografinin yerini birebir
alabilecek ve anjiyografi kadar kesin bilgi
verebilecek girişimsel olmayan (kansız)
bir tanı yöntemi bulunmamaktadır. Zira
önemli darlıklar olduğunu teyid etmek,
stent veya bypass ameliyatı kararını
daha güvenilir bulgulara göre vermek
ve gerekiyorsa stent takmak için klasik
anjiyografi bir zorunluluktur. Halk arasında
“kansız anjiyografi” adı verilen bu yeni
görüntüleme tekniklerinin doktorun uygun
gördüğü seçilmiş hastalarda kullanılması
önerilmektedir.
Anjiyografi Sırasında
Darlığı Açılır mı?
Damar
Anjiyografi
damar
darlıklarının
varlığını, yerini ve ciddiyetini görüntüleme
işlemidir. Dolayısıyla bir tanı yöntemidir,
Tıkalı Damar
tedavi yöntemi değildir. Tanı konulduktan
sonra ise hasta henüz işlem masasında
yatmakta iken, hastaya ve yakınlarına
bilgi verilerek uygun olan darlıkları balon
anjiyoplasti ve stent başka olmak üzere
girişimsel tedavi yöntemleri kullanarak
açmak mümkündür. Bu esnada anjiyografi
öncesi hastanın damarına yerleştirilen
damar kılıfı kullanıldığından damar açma
işlemini anjiyografinin devamı olarak
yapmak hasta açısından daha konforludur.
Balon Anjiyoplasti ve Stent
Takılması İşlemleri Nasıl Yapılır?
Balon anjiyoplasti, kalbin gereksinimi
olan kan akımının rahat sağlanabilmesi
amacıyla kalp damarlarındaki darlık ve
tıkanıklık bölgelerinin mekanik olarak
genişletilmesi
işlemidir.
Koroner
damarlarda kullanılan balonlar damarın
çapı ve darlığın uzunluğuna göre değişik
özellikte olabilirler. Balon inik haldeyken
darlık bölgesine yerleştirip içi röntgen
ışınlarını geçirmeyen bir sıvı ile (kontrast
madde) doldurulup belli bir basınca kadar
şişirilir. Daha sonra balonun içindeki sıvı
geri çekilir (yani balon indirilir) ve balon
geri alınır. Tek başına balon anjiyoplasti
uygulamasının damar cidarında küçük
yırtıklar oluşturma, damarda büzüşme
veya yeniden daralma gibi bazı sorunları
vardır. Bu nedenle günümüzde balon
anjiyoplastiyi takiben damar duvarına
mekanik destek sağlamak ve bu
sorunların önüne geçmek amacıyla ağ
şeklinde çelik kafesler (stent) yerleştirilir.
Stentler balonun üzerinde sıkıştırılmış
olarak darlık bölgesine ilerletilir, daha
sonra balon şişirilerek (dolayısı ile stent
de genişletilerek) stent damar duvarına
oturtulur. Balon indirilip geri çekilirken
stent damar duvarına gömülü olarak kalır.
Böylece stent, takıldığı damarın erken
daralmasını ve iç yüzünde olabilecek
küçük yırtıkların problem oluşturmasını
önler ve damarın açıklığının sağlaması
için bir destek görevi görür. Günümüzde
koroner girişimler hemen her zaman
stent yerleştirilmesi ile sonuçlanmakta,
damar darlığı stentin geçmesine izin
veriyorsa bu yerleştirme balon ile darlık
genişletilmeden doğrudan yapılmaktadır.
İlaçlı Stentler Daha mı İyidir?
Stentlerin içinde doku büyümesine
bağlı sıklıkla ilk 6 ay içinde ortaya
çıkan ve tekrar müdahale gerektirebilen
daralmalar görülebilir. Şeker hastalığı
olanlarda, daha önce stent içinde daralma
öyküsü olanlarda ve darlığı uzun damar
çapı ise ince olanlarda yeniden daralma
(restenoz) daha sıktır. Günümüzde stent
teknolojisinde önemli gelişmeler olmuş,
stentlere yeniden daralmayı önleyici veya
azaltıcı özel ilaçlar emdirilmiştir. Bu ilaçlar
yeniden daralmaya neden olan stent içi
nedbe dokusunun oluşmasını engelleyici
özelliğe sahiptir. Yeniden daralma riski
yüksek hastalarda (şeker hastalığı,
uzun ve ince damar darlıkları…) ilaçlı
stentler tercih edilir. Ancak burada da
dikkatli olunması gereken bazı hususlar
vardır. İlaçlı stent takılan hastaların
daha uzun süre ikili kan sulandırıcı ilaç
kullanmaları gerekir. Tüm bu faktörler
göz önüne alındığında ‘Hangi stent iyidir
?’ sorusunun net bir cevabı yoktur. Stent
seçim kararı hastanın, damarın ve darlığın
özelliklerine göre yapılmalı ve hekim
burada yönlendirici olmalıdır.
Artık Bypass (Baypas) Cerrahisi
tarih mi oldu?
Koroner anjiyoplasti ve stent işlemleri
koroner arter hastalığının tedavisinde
bir devrim olmuş ve bypass cerrahisi
gereksinimini büyük oranda azaltmıştır.
Ancak buradan cerrahinin artık rafa
kalktığı sonucunu da çıkartmamak
gerekir. Cerrahinin üstün olduğu bazı
hasta grupları vardır. Ana damar darlıkları,
kalp kasılma bozukluğunun eşlik ettiği
çok damar hastalığı ve diyabetin varlığı
durumlarında bypass cerrahisi balon ve
stent uygulamalarına tercih edilmelidir.
Ayrıca tüm girişimsel işlemler cerrahi
ekibin gerektiği halde acil destek
verebileceği koşullarda yapılmalıdır.
Şeke
r
Doç. Dr. Aslı NAR
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
İç Hastalıkları AD,
Endokrinoloji ve Metabolizma Hasatalıklar BD
k
Gluk
Ris
oz
n
Ka
DİYABET
Komplikasyon nedir?
1
p
i
T
İn
süli
n
sta
Ha
lık
Tip 2
Diyabet hastalığının takibinde hastanın kendisinin yapacağı
kan şekeri ölçümleri önemlidir.Hedeflenen değerler hastadan
hastaya farkedebilir, genel olarak açlık şekeri 70-130, ikinci
saat tokluk şekeri 180 mg/dl’nin altında olmalıdır. Bir gebe
için ise açlık şekerinin 90, tokluk şekerinin 120 mg/dl’nin
altında olması beklenmektedir.
Kanda aşırı glukoz, yani şeker
bulunması eğer kontrol edilmezse
vücudun değişik bölgelerine zarar
verebilir. Bu bölgeler göz, böbrek, sinir
uçları, kalp, kan damarları ve ayaklardır.
Oluşan zarar “komplikasyon” olarak
adlandırılmaktadır. Oysa, diyabetin
komplikasyonlarını önlemek veya en
azından yavaşlatmak mümkündür. Bütün
hastalarda komplikasyon gelişmez,
bazısında ise birden fazla komplikasyon
olabilir. Diyabetik komplikasyonları
uygun tedavi ile geciktirilebilir ve tedavi
edilebilir.
Diyabet ve Göz:
Retinopati ilerledikçe retinada yeni
kan damarları büyümeye başlar. Bu
damarlar zayıf olduğundan çatlar ve çok
fazla olursa görmeyi belirgin azaltabilir.
Retinada yaralar gelişebilir. Bu durumda
göz doktoru lazer tedavisi önerebilir.
Bu tedavi ile kan ve sıvının göz sıvısına
sızması engellenir. Lazer ile görmenin
daha kötüye gitmesi engellenir.
Aslında böbrek hasarı yakınmalar
başlamadan çok önce başlar. Böbrekler
fonksiyonunu tamamen kaybedene
kadar hastanın yakınması olmaz. Böbrek
hasarını en erken idrarda albumin testi
ile anlayabiliriz. Bu nedenle yılda 1 kez
idrarda albumin ve yılda en az 1 kez kanda
kreatinin testlerinin yapılması uygundur.
Diyabette
göz
problemlerini
engellemek için yapılabilecekler çoktur:
Kan şekerinin ve kan basıncının kontrolü
önceliklidir. Yılda bir, hiçbir yakınma
olmasa da göz arkası muayenesi yaptırmak
gereklidir. Çünkü başlangıçta yakalanırsa
tedavi ile daha ileri sonuçların gelişmesi
engellenebilir. Sigara bırakılmalıdır.
Diyabette böbrek sorunlarını
engellemek için ne yapılmalı?
Özellikle gebelik planı öncesi
ve gebelikte retina muayeneleri
unutulmamalıdır.
Diyabetli hastalarda katarakt ve
glokom daha sık ve daha erken yaşlarda
geliştiğinden bu açıdan da dikkatli
olunmalıdır.
Diyabet ve Böbrek:
DİYABETİN
KOMPLİKASYONLARI
14
Diyabet gözde etkilerini en fazla
retinada gösterir. Retina gözün arka
duvarındadır. Şeker ve kan basıncı yüksek
olduğunda retina etkilenir. Başlangıçta
hasta görmesinde değişiklik farketmez.
Ancak durum ilerledikçe bulanık görme,
ışık çakması, sinek uçuşması ve kara
noktalar belirmeye başlar. Diyabette
retinanın etkilenmesine “retinopati” denir.
Yüksek kan şekeri ve yüksek kan
basıncı böbreğin filtrelerinde hasar
oluşturur. İdrara protein kaçağı başlar.
Bu protein kaybı idrarda albumin miktarı
ile ölçülür. Durum ilerledikçe böbrekler
atıkları ve fazla sıvıyı atamamaya başlar.
Sonunda böbrek yetmezliği gelişir. Çünkü
diyabette her iki böbrek de etkilenir. Aşırı
halsizlik, kaşıntı ve vücutta şişlik gelişir.
Böbrek yetmezliği gelişmişse tedavi
diyaliz veya böbrek transplantı (nakli)
yapılmasıdır.
Kan şekeri mümkün olduğunca
hedefe ulaştırılmalıdır. Çoğu kişi için bu,
normal şeker değerleridir. HbA1c % 6.57 altına düşürülmelidir. Bunun dışında
kan basıncının 13’e 8 cmHg’nin altında
tutulması sağlanmalıdır. Kan basıncının
ilaçlarla kontrol altında tutulması aynı
zamanda diyabette göz, kalp ve damar
hastalıklarının gelişmesini de geciktirir.
Böbrek hasarının azaltılması için
doktorunuz ACE inhibitörü veya ARB
olarak isimlendirilen ilaçlar önerecektir.
Böbrek hasarında ilerleme varsa
diyetisyen aracılığı ile diyette protein
kısıtlaması gerekebilir.
Böbrek hasarı yapabileceğinden
düzenli ağrı kesici kullanmayınız.
İdrar
yolu
enfeksiyonu
düşündüğünüzde hemen doktorunuza
başvurunuz (idrar yaparken yanma,
bulanık idrar, yan ağrısı ve ateş varsa)
İlaçlı filmler (kontrast ajan kullanılan)
böbreği olumsuz etkileyebileceğinden
doktorunuz size tetkik öncesi özel ilaçlar
verebilir veya tetkiki ilaçsız yaptırabilir.
Diyabet ve Sinir Sistemi:
Kafadan çıkan sinirler nadiren
diyabette etkilenebilir, bunun sonucunda
çift görme veya yüz felci gelişebilir.
Diyabette sinir hasarını engellemek
için ne yapabiliriz?
Yıllarca kan şekerinin yüksek olması
sinirleri besleyen kan damarlarının ve
sinir çeperlerinin harabiyetine yolaçabilir.
Bu duruma “diyabetik nöropati” denir.
Hasarlanmış sinirler mesaj göndermeyi
yavaşlatabilir, kesebilir veya yanlış
zamanda gönderebilir.
Kol, bacak, el ve ayak sinirleri
etkilenirse hissizlik olabilir. Ağrı, soğuk ve
sıcak hissedilemeyebilir. Genelde her iki
tarafta yanma, karıncalanma ve iğnelenme
olabilir. Bu yakınmalar genelde gece
daha fazla hissedilir ve uykuyu olumsuz
etkileyebilir.
Ayaklardaki sinir sorunları, ayak
şeklinin değişmesine neden olabilir çünkü
ayak kaslarında zayıflama ve tendonlarda
kısalma gelişebilir. Bu durumda özel
ayakkabı giymeniz gerekebilir.
El bileğinde sinir sıkışması diyabetik
hastalarda daha fazla görülebilir, buna
karpal tünel sendromu denir. Ellerde ağrı,
kuvvetsizlik ve karıncalanma olabilir.
Sinir sisteminde bir de otonomik
sinir sistemi dediğimiz dolaşım, sindirim,
üreme, idrar yolları sisteminin çalışmasını
sağlayan kolu vardır. Diyabette genelde
uzun yıllar sonra bu sinirler de etkilenebilir.
Bu durumda hasta şekerinin düştüğünü
(hipoglisemi) hissedemeyebilir. Bunun
dışında bulantı, kusma, kabızlık veya
ishal, erkeklerde ve kadınlarda cinsel
problemler, kalpte ritim bozuklukları,
mesane problemleri- mesanenin dolu
olduğunu hissedememe veya idrar
kaçırma- ve oturup kalkma ile kan
basıncının gerekli cevabı verememesine
bağlı başdönmesi gözlenebilir.
16
Kan şekeri mümkün olduğunca normal
sınırlarda tutulmalıdır. Sigara bırakılmalı,
alkol minimuma düşülmelidir. Ayak
bakımına çok dikkat edilmelidir. Nöropati
gelişti ise doktorunuz yakınmalarınızı
azaltmak için ilaç tedavisi de uygun
görebilir.
Diyabet ve Ayaklar
yaktığını hissedemeyebilirsiniz.
• Günlük ayak bakımı yapılmalıdır
• Hergün ayaklar ılık su ile
yıkanmalıdır. Suyun çok sıcak
olmamasına dikkat edilmelidir.
Ardından özellikle parmak araları
iyice kurulanmalıdır.
• Özellikle ayaklar kuru ise
bir
losyon
veya
vazelin
sürülmelidir. Bu parmak arasına
uygulanmamalıdır.
• Ayaklar hergün yara, kızarıklık,
nasır ve diğer problemler açısından
kontrol edilmelidir. Ayağın altını
görmek için gerekirse ayna
kullanılmalıdır. Görme problemi
varsa başka birinden ayağa
bakması için yardım alınmalıdır.
• Ayak tırnakları genelde haftada bir
banyo sonrası derinden olmayacak
ve parmak şekline uygun şekilde
kenarına girilmeden kesilmelidir.
• Hiçbir zaman terliksiz veya
ayakkabısız gezilmemelidir.
Yüksek kan şekeri hem sinir hasarı
ile hem de damarlarda kan akımının
zayıflaması ile ayakları olumsuz etkiler.
Sinir hasarı varsa ayaktaki bir yara
hissedilemez ve çok geç farkedilebilir. Kan
damarı etkilenmişse yara iyileşemez. Bu iki
durum birlikte gelişebilir. Ayak yarası çok
ilerleyip gangrene dönebilir ve enfeksiyon
ilerleyip vücudun bu parçasının kesilme
zorunluluğu ile sonuçlanabilir.
Ayaklarda ayakkabı vurmasına
bağlı
yaralar,
tırnak
batmaları,
nasır, siğiller, nöropatiye bağlı şekil
değişiklikleri, mantar, kuruluk ve çatlaklar
kan şekeri yüksek olduğunda enfeksiyon
gelişmesine zemin hazırlayabilir. Diyabette
olmalıdır?
ayak
bakımı
nasıl
• Ayakları ısıtmak için sobaya,
tuğlaya vb dayamamalısınız, çünkü
• Yaraları önlemek için her zaman
çok sıkmayan çorap giyilmelidir.
• Ayakkabı gün sonunda ayaklar
daha büyükken alınmalıdır.
Ayakkabı şekli ayağa uygun
olmalıdır. Yeni ayakkabılar ilk
birkaç hafta günde 1-2 saat
giyilmelidir.
• Ayakkabıyı giymeden önce içi,
ayağı incitebilecek yabancı cisim
açısından elle kontrol edilmelidir.
• Hassas ayaklar ve şeklinde
değişiklik olmuş ayaklar için özel
ayakkabılar giyilmesi uygundur.
• Ayak bakımı için doktorunuzun
önerilerini alınız. Herhangi
bir sorun olduğunda mutlaka
danışınız.
Doktorunuz
bir
yakınmanız olmasa da en az yılda
bir kez ayak muayenesi yapacaktır.
Diyabet, Kalp ve Kan damarları
Kalp ve kan damarları dolaşım
sistemini oluşturur. Diyabet, genetik ve
beslenme faktörleri kolesterolü yükseltir.
Yüksek kolesterol büyük damarların
daralmasına ve tıkanmasına yol açabilir.
Damar tıkanıklığı durumunda göğüs
ağrıları (anjina), kalp krizi veya felç gibi
ciddi sorunlar gelişebilir.
Kalp krizinin belirtileri şunlardır:
Göğüste ağrı veya bası hissi, kolda,
çenede, sırtta ağrı, nefes darlığı, terleme,
bulantı ve kusma gözlenebilir. Diyabet
hastalarında sessiz kalp krizi de olabilir,
yani hasta ağrıyı hissedemez.
Daralmış kan damarları kan
basıncının yükselmesine neden olur.
Diyabette yüksek kan basıncı; kalp, göz
ve böbrek sorunlarını arttırmaktadır.
Bu nedenle kan basıncının diyabetik
hastalarda 13’e 8 cmHg’nin altında
tutulması önerilmektedir. Böbreği de
koruyan tansiyon ilaçları diyabette tercih
edilebilir. Bunun yanında tuzu azaltmak,
lifi arttırmak, kilo vermek, egzersiz
yapmak, sigarayı bırakmak ve alkolü
belirgin azaltmak da diyabette kan basıncı
kontrolünde faydalıdır.
Felcin belirtileri şunlardır: Vücudun
bir tarafında aniden gelişen yüzde, kolda
ve bacakta hissizlik ve kuvvetsizlik,
konuşma ve anlamada zorlanma, denge
kaybı, yürüme güçlüğü, sersemlik hissi,
görme kaybı veya çift görme ve ani şiddetli
başağrısı gözlenebilir. Erken ve uygun
tedavi beynin daha fazla hasarlanmasını
azaltabilir ve iyileşme şansı artar.
Bazen kontrolsüz diyabette ayak ve
bacak damarlarında daralma ve tıkanma
gelişebilir. Bu durumda yürürken
durmayı gerektiren bacak ağrısı olabilir.
Ayakta yara gelişirse damarlar tıkalı
olduğundan iyileşmesi gecikir. Böyle
bir durumda bacaktaki damara balon/
stent uygulaması veya ameliyat ile
tedavi gerekebilir. Bacaklardaki damar
tıkanıklığını önlemek ve engellemek için
öncelikle sigara bırakılmalıdır. Kan şekeri,
kan basıncı ve kolesterol düzeyleri kontrol
altında tutulmalıdır. Aspirin alımı doktora
danışılmalıdır.
Kalp hastalığı ve felci önlemek için
neler yapılabilir?
Kan şekeri ve son 3 aylık şeker
ortalamasını gösteren HbA1c tetkiki
kontrol altında tutulmalıdır. Kan basıncı
13’e 8 cmHg’nin altında olmalıdır. LDL
yani kötü kolesterol 100 mg/dl’nin altında,
trigliserid 150 mg/dl’nin altında olmalıdır.
HDL yani iyi kolesterolün erkekde
40, kadında 50 mg/dl üstünde olması
hedeflenmelidir. En az yılda bir kolesterol
ölçümü yapılmalıdır. Fiziksel aktivite
arttırılmalı, bir engel yoksa haftanın en az
5 günü 30 dakikalık egzersiz yapılmalıdır.
Beslenme düzenine dikkat edilmeli,
lifi yüksek, yağdan fakir gıdalar tercih
edilmelidir. Gerekiyorsa kilo verilmelidir.
Sigara bırakılmalıdır. Günlük aspirin
almak gerekliliği doktora danışılmalıdır.
Diyabet ilaçları düzenli kullanılmalıdır.
Komplikasyonları Önlemek için
genel olarak neler yapabilirsiniz?
Diyabetin Takibi: Hastalığın takibinde
hastanın kendisinin yapacağı kan şekeri
ölçümleri önemlidir. Diyabet eğitim
hemşiresi bu eğitimi vermektedir. Hastanın
doktoru hangi aralarla ve hangi saatlerde
ölçüm yapacağını hastaya belirtir. Hasta
da düzenli yaptığı ölçümleri kan şekeri
takip çizelgesine kaydeder. Aldığı ilaçları
belirtir. Doktora her geldiğinde yaptığı
ölçümleri gösterir. Hangi zamanlarda
ölçüm yapacağını doktoruna danışır.
Hedeflenen değerler hastadan hastaya
farkedebilir, genel olarak açlık şekeri 70130, ikinci saat tokluk şekeri 180 mg/
dl’nin altında olmalıdır. Bir gebe için ise
açlık şekerinin 90, tokluk şekerinin 120
mg/dl’nin altında olması beklenmektedir.
HbA1c testi son 3 ay içindeki ortalama
kan şekerini göstermektedir. Yılda 3-4
ölçüm yararlıdır. Hedef değer %6.5, bazı
hastalar için ise %7’nin altıdır. HbA1c ne
kadar düşükse diyabet komplikasyonu
görülme riski o kadar azdır. Eğer HbA1c
yüksekse tedavi planında değişiklik
gerekmektedir: bu diyet, egzersiz ve
ilaçlarda düzenleme ile yapılabilmektedir.
Beslenme:
Diyetisyen ve doktorunuzun önerdiği
sağlıklı beslenme düzenine uymaya
çalışınız.
Haftada en az 5 gün 30 dakikalık aktivite
diyabet tedavisinde mucizeler yaratabilir.
Hangi egzersizleri yapabileceğinizi
doktorunuza danışınız. Yürüyüş çoğu
hasta için uygun bir egzersizdir.
Vücut ağırlığı:
İdeal kilonuza ulaşmaya çalışın.
Bunun için yapılabilecekleri doktorunuza
danışınız.
İlaçlarınızı doktorunuzun önerdiği
şekilde ve saatlerde kullanınız. Yan etki
veya hipoglisemi olduğunda doktorunuza
danışınız.
Diğer önlemler nelerdir?
Diyabette komplikasyonları önlemek
için sadece şekerin kontrolü yeterli
değildir. Kan basıncı ve kolesterolün belli
sınırlarda tutulması özellikle kalp-damar
hastalıklarını önleyebilir.
Diyabet hastalarında kan basıncı 13’e
8 cmHg’nin altında olmalıdır.
LDL yani kötü kolesterol 100 mg/
dl’nin altında, trigliserid 150 mg/dl’nin
altında olmalıdır. En az yılda bir kolesterol
ölçümü yapılmalıdır.
Sigara:
Diyabet ve sigara çok tehlikeli bir
ikilidir. Sigaranın diyabet komplikasyonlarını
arttırdığı bilinmektedir. Özellikle kalp krizi,
felç, böbrek hastalığı ve sinir tutulumu sigara
ile artmaktadır. Bu nedenle hemen sigarayı
bırakmak için bir önlem alınız.
Ağız bakımına özen gösteriniz. Yılda
en az 2 kere diş hekimine muayene olunuz.
En az yılda bir göz arkası ve ayak
muayenesi ve idrarda albumin ölçümü
yaptırınız.
Ayak bakımını günlük yapmaya özen
gösteriniz.
Her yıl grip aşısı olunuz.
Zatürre aşısı için doktorunuza
danışınız.
Yrd.Doc. Bahar ODUNCUOĞLU
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Ağız, Diş ve Çene Cerrahi AD
Dişeti hastalıkları veya periodontal
hastalıklar,
periodonsiyum
olarak
adlandırılan, dişleri çevreleyen ve
destekleyen dokuların hastalıkları olarak
tanımlanır. Dişleri saran dişeti dokusunun
altında, diş köklerini çevreleyen çene
kemiği (alveoler kemik) yapısı bulunur.
Dişler, bu kemik yuvalarına lifler
(periodontal ligament) ve sement adı
verilen kök yüzey yapısı aracılığı ile
tutunurlar. Dişeti hastalıkları, dişeti, dişi
saran kemik yapısı, dişi kemik içerisinde
tutmakta olan lifler ve bu liflerin yapıştığı
sement yapısını etkileyen hastalıkların
tümünü içermektedir.
Periodontal hastalıklar çocuklarda,
büyüme
dönemindeki
bireylerde,
erişkinlerde ve yaşlılarda izlenebilen
genellikle yavaş ilerleyen ağrısız
hastalıklardır. Toplumda en çok izlenen
kronik hastalıklardan olan periodontal
hastalıklar, ağızdaki dişlerin bir kısmını
veya tümünü etkileyebilmektedir.
kaldığında ‘gingivitis’ olarak adlandırılır.
Gingivitis geliştiğinde dişetleri daha
kırmızı, ödemli (şiş), parlak ve yumuşak
yapıda izlenir ve ağız kokusu eşlik edebilir.
Dişetlerinde kanama, fırçalama sırasında
veya sert gıdaların tüketilmesi sırasında
izlenebilir. Periodontal hastalıkların en
hafif tipidir ve çoğunlukla ağrısız seyreder.
Gingivitisin nedeni genellikle dişlerin
üzerine sıkı bir şekilde yapışan ve
milyonlarca bakteri içeren ‘mikrobiyal
dental plak’ adı verilen tabakadır. Sadece
dişeti dokusu etkilendiği için dişeti
tedavisi tamamlandıktan sonra doğru ve
düzenli bir ağız bakımı ile dişetleri tekrar
sağlıklı hale gelebilirler.
Periodontal
Nelerdir?
Hastalık
Tipleri
Sağlıklı dişeti soluk pembe- mercan
pembesi rengindedir. Dişeti yapısı, dişi bir
manşet gibi sıkı bir şekilde sarmaktadır.
DİŞETİ HASTALIKLARI
Şekil 2: Klinik olarak sağlıklı dişeti yapısı
Dişeti enflamasyonu (iltihabı), sadece
dişi çevreleyen dişeti dokusunda sınırlı
18
Şekil 3: Gingivitis ve dişetlerinde kanama
Dişeti enflamasyonu dişetini, çene
kemiğini, dişleri tutan lifleri ve kök
yüzeyini etkilediğinde ‘periodontitis’ olarak
adlandırılır. Periodontitisin en yaygın
olarak görülen türü ‘erişkin periodontitis’tir.
Genellikle erişkin bireylerde izlenen ve yavaş
ilerleyen hastalıklardır. Enflamasyonun
ilerlemesiyle çene kemiğinde rezorpsiyon
(erimeler) izlenebilir.
Dişleri tutan liflerin etkilenmesi ve
kemik yıkımına bağlı olarak dişlerle
dişetleri arasında kök yüzeyi boyunca
uzanan ‘cep’ adı verilen aralıklar oluşur.
Bu aralıkların derinliği arttıkça, ağız bakımı
ile temizlenmeleri güç olduğundan, daha
kolay plak birikimi ve diştaşı oluşumu
izlenir. Bu birikimler ise hastalığın daha
da ilerlemesine yol açarak bir kısır döngü
oluşturur. Bu süreçlerin genellikle ağrısız
seyretmesi nedeni ile bireyler hastalığın
ilerlemesine bağlı belirtiler ortaya
çıktığında diş hekimine başvurmaktadırlar.
Diş hekimi tarafından ölçülebilen ve
değerlendirilebilen cep derinliklerinin
artmasının yanı sıra erişkin periodontitiste
kemik yıkımına bağlı olarak dişlerde
sallanma, yer değiştirme ve/veya aralanma
izlenebilmektedir. Dişetleri koyu kırmızı
renkte, ödemli, parlak olarak izlenir.
Genellikle yoğun dental plak birikimi ve
diştaşı birikimi izlenir. Fırçalama veya
çiğneme sırasında ve dişhekiminin yaptığı
değerlendirme ölçümlerinde dişetlerinde
kanamanın kolaylıkla oluştuğu görülür.
Cep derinliklerinin artması ve dişetindeki
ödeme bağlı olarak dişetleri daha gevşek
ve yumuşak yapıda izlenir. Bazı hastalarda
kemik yıkımını takiben dişetlerinde
çekilmeler oluşabilir.
Dişeti çekilmeleri dişlerde
estetik bozukluklara yol açabilir.
Dişlerin ara bölgelerinde
meydana gelen dişeti
çekilmeleri, bu bölgelerde,
yemek yeme sırasında gıda
birikimine neden olabilir ve
çiğnemeyi güçleştirebilir. Aynı
zamanda dişeti çekilmesi ile
açığa çıkan kök yüzeylerinde,
yüzey yapısındaki sement
tabakasının etkilenmesine
bağlı olarak diş hassasiyetleri
gelişebilir. Ağızda gıda
birikintilerinin ve dental plak
tabakasının temizlenmesinin
daha zor hale gelmesi ve dişeti
enflamasyonuna bağlı olarak
ağız kokusu izlenebilir.
Periodontitisin daha az sıklıkta izlenen
diğer bir türü de ‘agresif periodontitis’
olarak tanımlanır. Genellikle genç
erişkinlerde görülen, hızlı ilerleyen şiddetli
kemik yıkımlarının izlendiği periodontal
hastalıklardır. Bireylerde izlenen plak ve
diştaşı miktarı erişkin periodontitise göre
daha azdır. Ailesel yatkınlık görülebilir.
Ağızdaki dişlerin tümü veya bir kısmı
etkilenebilir.
Periodontitis aynı zamanda bazı
genetik hastalıkların, kan hastalıklarının
bir belirtisi olarak da izlenebilmektedir.
Bu grup periodontal hastalıklar erken
yaşlarda ortaya çıktığından agresif
periodontitisle karıştırılabilmektedir. Hızlı
ve şiddetli ilerleyen periodontitise bağlı
olarak kemik yıkımları ve diş kayıpları
görülebilir.
Bazı
periodontal
hastalıklarda
dişetlerinin bölgesel olarak canlılığını
yitirdiği, sarı-grimsi bir tabaka ile kaplı,
ağrılı dişeti çekilmeleri oluşturdukları
görülür. Nekrotizan periodontal hastalıklar
olarak adlandırılan bu grup genellikle
bağışıklık sistemi baskılanmış, yoğun
stres altındaki, sigara içen ve kötü ağız
bakımına sahip bireylerde izlenir.
Dişetlerine kürdan, gıda parçası vb.
yabancı cisimlerin batması ile dişeti
apselerinin oluşabilir. Bu apseler,
dişetinde sınırlı veya dişin kök ucuna
yakın bölgede konumlanabilirler. Kırmızı,
ödemli görünüme basınçta ağrı veya pü
(cerahat) akışı eşlik edebilmektedir.
20
Dişeti Hastalıkların Nedenleri
Nelerdir?
Ağız içerisinde yüzeylere yapışmış
olarak bulunan çok sayıda bakteri
bulunmaktadır. Dişlerin yüzeyine sıkı
bir şekilde yapışan, milyonlarca bakteri
içeren ‘mikrobiyal dental plak’ olarak
tanımlanan bu tabaka periodontal
hastalıkların ana nedenidir. Bugüne
kadar yapılan araştırmalarda, dental plak
içerisinde 500’den fazla farklı bakteri
türünün olabildiği gösterilmiştir. Bu
bakteriler, plak tabakasının oluşturduğu
korunaklı yapı içerisinde çoğalarak daha
zararlı bakterilerin de yerleşmesine
olanak sağlarlar. Gelişen bu dental plak
içerisindeki bakteriler ve bakterilerin
zararlı ürünleri direkt olarak veya vücudun
savunma mekanizmasını etkileyerek dişeti
ve dişleri destekleyen kemik dokusunda
yıkımlar oluşturabilmektedir.
Dental plak aynı zamanda tükürük
içerisindeki minerallerin çökelerek
diştaşı oluşturması için de uygun ortam
sağlamaktadır. Diştaşı yüzeyinin daha
pürüzlü yapıda olması nedeni ile yüzeyinde
hemen her zaman dental plak tabakası
izlenmektedir. Bu nedenle de diştaşlarının
ağız içindeki varlığı periodontal hastalık
gelişimini
kolaylaştırabilmekte
ve
dişlerin kök yüzeyleri boyunca hastalığın
ilerlemesini sağlayabilmektedir.
Diş yüzeylerindeki veya ağızdaki
diğer restorasyonların yüzeylerindeki
pürüzlülükler, dişler arasındaki boşluklar,
diş dizilimindeki çapraşıklıklar veya
dişlerdeki yer değiştirmeler de bakterilerin
daha kolay tutunmasını sağlamakta ve
aynı zamanda, bu bölgelerin fırçalama ile
temizlenmesini güçleştirerek, bakteriler
için korunaklı alanlar oluşturabilmektedir.
Dişeti bölgesinde uzanan taşkın veya
eksik dolgular, bu bölgede konumlanan
fazla hacimli veya eksik sabit protez
uygulamaları,
tedavi
edilmemiş
çürükler de plak bakterilerinin yüzeylere
tutunmasını kolaylaştırarak dişeti hastalığı
gelişimine neden olabilmektedir.
Dişlerin anatomik yapısında bulunan
değişiklikler de plak tutulumunu
kolaylaştırabilmekte ve plak bakterilerinin
kök boyunca ilerlemesini sağlayarak
hastalık şiddetini artırabilmektedir.
Dişlerin ve köklerin yüzeylerinde bulunan
oluklar, dişler arası bölgelerdeki ve
kök yüzeylerindeki girintili yapılar, diş
yapısının gelişimindeki farklılıklara bağlı
olarak mine yüzey yapısının değişimine
neden olan bozukluklar, azı dişlerinde
dişeti çekilmesine bağlı olarak açığa
çıkan kök birleşim bölgeleri, dişlerin mine
tabakasının kök ile birleşim bölgesinde
meydana getirdiği çıkıntılar ve uzantılar
bakterilerin yerleşimi için uygun ortam
sağlayarak dişlerin fırçalama ile temizliğini
güçleştirebilmektedir.
Periodontal hastalık varlığında,
dişlere gelen aşırı kuvvetlerin olması
ve bu kuvvetlerin devamlılığı da dişleri
destekleyen dokularda yıkımlara yol
açmakta ve periodontal hastalığın
şiddetini artırabilmektedir. Diş sıkma
veya diş gıcırdatma alışkanlıkları bu
nedenle periodontal hastalık gelişimini
hızlandırabilmekte ve diş kayıplarına
neden olabilmektedir.
Dişleri çevreleyen dişeti yapısındaki
farklılıklar, dişeti bölgesine uzanan
kas bağlantıları veya ağız boşluğunun
yanak-dudak bölgesindeki derinliğinin
sığ olması da dişetinin diş yüzeyine
bağlanmasını olumsuz etkilemekte ve
dişlerin temizlenebilirliğini güçleştirerek
dişeti hastalığı gelişimine neden
olabilmektedir.
Sigara kullanımı, damar yapısında
ve metabolizmada değişikliklere neden
olarak periodontal hastalık gelişimini
artırmaktadır. Günlük içilen ve hayat boyu
içilmiş olan sigara miktarı periodontal
hastalık şiddetini etkilemektedir. Sigaranın
damarlanmayı azaltması nedeniyle dişeti
kanamalarının olmaması veya az olması,
sigaranın dişetlerinde kalınlaşmaya neden
olarak periodontal hastalığa bağlı gelişen
ödem, renk değişikliği gibi özelliklerin
baskılanması sonucunda bu bireyler
genellikle periodontal hastalığın ileri
safhalarında dişlerde sallanma ve yer
değiştirme şikayetleri ile dişhekimlerine
başvurmaktadır.
Sigara
kullanımı
aynı zamanda uygulanan periodontal
tedavilerin başarısını da olumsuz
etkilemektedir.
Bütün bu dişlere veya dişeti yapısına
bağlı faktörlerin yanı sıra bireyin
sahip olduğu hastalıklar veya koşullar
da periodontal hastalık gelişimini
etkileyebilmektedir. Bağışıklık sistemini
etkileyen hastalıkların varlığında savunma
sistemindeki değişiklikler, dental plak
miktarından bağımsız olarak, periodontal
hastalığın daha hızlı ilerlemesine, şiddetli
yıkımlara ve diş kayıplarına neden
olabilmektedir.
Endokrin
hastalıklar,
özellikle
diyabet (şeker hastalığı) periodontal
hastalık gelişimini etkileyebilmektedir.
Bu hastalarda enfeksiyona yatkınlık,
savunma mekanizmasında ve hastalığa
bağlı oluşan metabolik değişiklikler
periodontal hastalık gelişimine ve kısa
süre içerisinde şiddetli yıkımlara neden
olabilmektedir. Diyabetli hastalarda
aynı zamanda dişeti apseleri de sıklıkla
izlenmektedir. Endokrin hastalıklardan
obezitede de enfeksiyona yatkınlığın
arttığı izlenebilmektedir. Bu nedenle,
obez bireylerde yapılan araştırmalarda
tespit edilen artmış periodontal hastalık
ve periodontal yıkım oranının obeziteyle
ilişkili olduğu düşünülmektedir.
Hormonal değişiklikler, bireylerin
hastalıklar
karşısındaki
savunma
mekanizmalarını
değiştirebilmektedir.
Bu değişimler genellikle vücudun
enfeksiyonlara verdiği cevabın artması,
dolayısı ile periodontal hastalıkların
daha kolay gelişimi ve hızlı yıkımları
ile
sonuçlanabilmektedir.
Gelişim
dönemindeki bireylerde izlenen hormonal
değişiklikler nedeni ile daha çok dişetinde
sınırlı kalan periodontal hastalıklar
izlenebilmektedir. Bu dönemde, ağızda
hem süt dişlerin hem de daimi dişlerin
olması fırçalama sırasında zorluklara
neden olabilmekte ve plak birikimini
artırabilmektedir. Yine bu dönemde
daha sık izlenen solunumun ağız yoluyla
yapılması alışkanlığı da özellikle ön
dişler bölgesinde periodontal hastalık
gelişimine neden olabilmektedir.
Hamilelik
döneminde,
plak
bakterilerinin
varlığında
hormonal
değişimler vücudun verdiği savunma
cevabını şiddetlendirmekte ve periodontal
hastalık gelişim hızını artırabilmektedir.
Özellikle hamilelik öncesi dönemden
itibaren tedavi edilmemiş periodontal
hastalığa sahip bireylerde, hormonal
değişimlerin
etkisiyle
periodontal
hastalığa bağlı yıkımlar daha şiddetli
izlenebilmektedir.
Sağlıklı
dişetine
sahip bireylerde de bu dönemde az
miktardaki plak varlığında bile dişeti
kanamalarının izlenmesinin nedeni
yine hormonal değişmlerle ilişkilidir.
Ayrıca, hamilelik döneminde dişetinde
bölgesel, kanamalı dişeti büyümeleri
gelişebilmekte ve bu büyümeler ağız
bakımını zorlaştırabilmektedir. Benzer
şekilde menapoz dönemindeki bireylerde
de periodontal hastalık gelişim riski
artabilmekte ve periodontal hastalık daha
şiddetli seyredebilmektedir.
Stresin, vücutta çeşitli
kimyasal maddelerin
salınması yoluyla bağışıklık
sistemini etkileyebildiği
bilinmektedir. Bu yolla
bağışıklık sistemi
baskılanabilmekte ve
enfeksiyona yatkınlık ortaya
çıkabilmekte ve bu durum
periodontal hastalık gelişim
riskini artırabilmektedir.
Sıkıntı, üzüntü veya stres
dönemlerinde akut gelişen
periodontal hastalıklar
bağışıklık sisteminin
baskılanması ve fırsatçı
bakterilerin etkinliğinin
artması ile birlikte
izlenebilmektedir.
Çeşitli sistemik hastalıklara bağlı
olarak kullanılan ilaçların etkileri veya
yan etkileri dişetleri üzerinde de etkili
olabilmektedir. Kullanılan bazı tansiyon,
epilepsi, ve organ nakli sonrası kullanılan
bağışıklık sistemini baskılayan bazı
ilaçların yan etkileri olarak dişetlerinde
büyümeler
izlenebilmektedir.
Bu
büyümeler, birey tarafından temizlenmesi
güç alanlar oluşturarak periodontal
hastalık gelişim riskini artırabilmektedir.
Depresyon tedavisinde kullanılan bazı
ilaçlar ve bazı doğum kontrol ilaçlarının
yan etkisi olarak da ağız kuruluğu
oluşabilmekte ve bu durum periodontal
hastalık gelişimine neden olabilmektedir.
Periodontal Hastalıklar Nasıl
Tedavi Edilir?
Periodontal hastalıklar gelişimi büyük
oranda önlenebilen ve kontrol altına
alınabilen hastalıklardır. Bu nedenle
temel hedef hastalıkların gelişiminin
engellenmesine yönelik olarak iyi bir ağız
bakımının bireyler tarafından sağlanması
ve periodontal sağlığın idamesi olmalıdır.
Eğer hastalık gelişmiş ise, periodontal
dokularda meydana gelmiş olan
yıkımın ve uygulanabilecek tedavilerin
derecesine bağlı olarak, periodontal
sağlığın kısmen veya tamamen tekrar
kazanılması mümkün olabilmektedir.
Periodontal tedavilerin amacı gingival
enflamasyonun ve bu enflamasyona
neden
olan
faktörlerin
ortadan
kaldırılması ve sağlıklı bir periodontal
yapının oluşturulmasıdır. Enflamasyona
yönelik olarak yapılan tedavilerle dişeti
kanamalarında, dişeti ödeminde, pü
akışında, diş hekimi tarafından ölçülmüş
olan cep derinliklerinde ve dişlerin
sallanma derecelerinde vb belirtilerde
azalma ve/veya bütünüyle iyileşme
izlenir. Bu belirtilerin azalması veya
ortadan kaldırılması, periodontal hastalık
tedavisinin başarılı olduğunu ve hastalık
gelişimine bağlı oluşan yıkımın kontrol
altına alındığının veya durdurulduğunun
en belirgin göstergesidir.
Geleneksel olarak bu tedaviler
diştaşlarının uzaklaştırılmasını (detartraj
işlemi) ve diş yüzeyindeki plağın
uzaklaştırılmasını (politür işlemi) kapsayan
mekanik
tedavilerdir.
Periodontal
hastalığın ilerlemesi ve cep derinliklerinin
artması sonucu kök yüzeylerinde de
diştaşlarının izlenmesi durumunda
bölgesel anestezi ile yapılan kök yüzeyi
düzeltme işlemleri uygulanmaktadır.
Bu işlemlerde, klasik el aletleri ve/
veya titreşim oluşturan su soğutmalı
aletler kullanılabilmektedir. Periodontal
hastalığın ve yıkımın derecesine, diştaşı
miktarına, hastanın genel sağlık durumuna
ve hastanın uyguladığı ağız bakımının
derecesine göre tedaviler bir veya birkaç
seansta tamamlanabilmektedir.
Bu aşamada, plak tutulumunu artıran
veya kolaylaştıran çürük lezyonlarının,
taşkın veya eksik dolguların, sabit veya
3-9 KASIM
ORGAN NAKLİ VE ORGAN
BAĞIŞI HAFTASI
hareketli protezlerdeki uyumsuzlukların
tedavileri tamamlanır. Sallanan, kemik
kaybına ve/veya diş çekimine bağlı olarak
yer değiştirmiş olan dişlerin çiğneme
düzlemindeki konumları kontrol edilerek
düzeltmeler yapılır. Sallanan dişler diş
hekiminin gerekli gördüğü durumlarda
birbirlerine dolgu, tel vb materyallerle
tutturularak geçici veya daimi olarak
sabitlenebilir. Ortodontik tedavi, özellikle
erişkinlerde diş hekimlerinin uygun
gördüğü vakalarda dişler etrafındaki
kemik miktarını artırmak veya uygun
çiğneme düzlemi sağlamak için
uygulanabilmektedir.
Dişeti hastalığı gelişim ve tedavisindeki
önemi nedeni ile periodontal tedavi
sürecinde bireylere ait alışkanlıklarda
gözönünde bulundurulur. Sigaranın
bıraktırılmasına
yönelik
çalışmalar
yapılır. Mevcut yeme alışkanlıklarının
değerlendirilerek
plak
tutulumunu
artıracak ve/veya bakterilerin gelişimi için
uygun ortam sağlayan şekerli, yapışkan
vb yiyeceklerin ve asitli içeceklerin
tüketiminin sınırlandırılması yapılır.
Bireylerin stres düzeyi değerlendirilerek,
diş sıkma alışkanlıkları, eklem problemleri
var ise gece plağı uygulamaları yapılır.
Bu tedavilere bağlı olarak diş
yüzeylerindeki diştaşı ve mikrobiyal
dental plak uzaklaştırıldığında, dişeti
enflamasyonunun nedeni ortadan kalkarak
dokular kendiliğinden iyileşeceğinden
tedaviye ek olarak antibiyotik kullanımı
22
gerekli değildir ve önerilmemektedir.
Ancak, periodontal yıkımın hızlı geliştiği
durumlarda, periodontal apse varlığında
veya sistemik hastalıkların etkili olduğu
durumlarda mekanik tedavinin yanı sıra
antibiyotik ve/veya gargaraların kullanımı
diş hekimi tarafından uygun görülebilir.
Detartraj ve kök yüzeyi düzeltme
işlemleri sonrası dişetindeki iyileşmeyi
diş hekimleri 1-3 ay sonra tekrar
değerlendirerek daha ileri cerrahi
işlemlerin gerekliliğine karar verir. Bu
cerrahi işlemler, kök yüzeylerinin daha iyi
görülerek temizlenebilmesi ve hastanın
yaptığı ağız bakımını kolaylaştırabilmesi
amacıyla bölgesel anestezi ile yapılan
işlemlerdir. Bu amaçla işlem sırasında
kök yüzeylerindeki birikintiler ve iltihabi
dokular temizlendikten sonra, kemik
dokusunda düzeltmeler veya yapay/
doğal kemik tozları ile ilaveler yapılabilir.
Ağız bakımının daha etkin bir şekilde
gerçekleştirilebilmesi, cep derinliklerinin
azaltılmasına yönelik olarak bir miktar
dişeti uzaklaştırılabilir. Plak birikimine
neden olan dişeti çekilmelerinin ve yüksek
kas bağlantılarının varlığı durumunda
uygulanan cerrahi teknikler ise genellikle
dişeti miktarını artırmayı hedefler.
Cerrahi işlemlerin sonuçları da 1,5-3 ay
sonrasında değerlendirilir.
Gerek mekanik gerekse cerrahi
tedavilerden
sonra
periodontal
hastalıkları, oluşmuş yıkımları, genel
ağız bakımı, tedaviyle elde edilen başarı,
hastanın genel sağlık durumu vb durumlar
gözönünde bulundurularak her birey için
ayrı bir kontrol programı hazırlanmalıdır.
Genellikle bu süre 3-6 ay aralıklarla
belirlenmektedir.
Periodontal tedavilere başlamadan
önce mevcut ağız bakımı, yapılan
ölçümlerle ve hasta ağzındaki dental
plak renkli plak boyaları ile boyanarak
hasta ile birlikte değerlendirilir. Ağız
bakımındaki eksiklikler ve/veya yanlış
uygulamalar tespit edilir. Hasta ağız
bakımındaki gereksinimler gözönüne
alınarak fırçalama şeklinde uyumlamalar
yapılır veya değiştirilir. Günde iki kez ve
en az 2-3 dakika olacak şekilde yapılan
diş fırçalama ile plak büyük oranda
uzaklaştırılmaktadır. Ancak fırçalama
işlemi ile dişler arası bölgelerdeki
plak uzaklaştırılamaz. Bu bölgelerin
genişliğine bağlı olarak, diş hekimi
önerisi ile dişipi veya diş arası fırçaları
kullanılmalıdır. Özellikle ağız kokusu
şikayeti olan bireylerde dil temizleyicileri
veya kazıyıcıları önerilebilir. Periodontal
tedavi sürecine paralel olarak, bireylerin
ağız bakım durumları da kontrol edilir
ve plak uzaklaştırılması ile ilgili yanlışlar
veya eksiklikler hastaya gösterilerek
giderilir. Periodontal tedavilerle sağlanan
başarı ve bu başarının devamlılığı hastanın
uyguladığı bireysel ağız bakımına bağlıdır.
Periodontal sağlığın sağlanması
ve korunması için tüm bireylerin, diş
hekimlerinin uygun gördüğü sıklıklarda,
en geç 6 aylık aralıklarla, diş ve dişeti
kontrollerini yaptırmaları gereklidir.
Üniversitemizin Ankara Hastanesi
her sene olduğu gibi bu senede 3-9
Kasım Organ Nakli ve Organ Bağışı
Haftası nedeniyle çeşitli etkinliklere imza
attı. İlk olarak bu kapsamda Perşembe
Akşamı Bisikletçileri isimli grup ile
gerçekleştirilen, ‘’ Organ Bağışına Evet ‘’
çalışması olmuştur.
buluşup, bir saatlik güzergah belirleyerek
tur yaptıklarını söylediler. Organ bağışı
haftası nedeniyle, konunun önemini
çekmek adına topluma bir mesaj vermek
istediklerini ileterek üniversitemizden
yardım istediklerini söylemişlerdir. Organ
Nakli Koordinatörlüğümüz ise bu heyecan
verici teklifi hemen kabul etti.
Perşembe Akşamı Bisikletçileri (PAB)
grup temsilcisi Akın Nigar, hastanemizin
Organ Nakli Koordinatörlüğü’ne gelerek
önce kendilerini tanıttılar. Bağımsız bir
grup olduklarını, her Perşembe akşamı
Güven Park’ta 100 kişi bisikletleri ile
18 Ekim akşamı “organ bağışına
evet” sloganı olan rozetlerimizi takan
bisikletçilerimizle,
Kızılay
Güven
Park’ta buluştuk. Gece görünüşümüzü
kolaylaştıran reflektörlü yelekler giyildi.
“Yaşamak Güzel, Yaşatmak Sonsuz”
pankartımızı açtık. 19:30’da start
verildi. Grup 1 saatlik bir turdan sonra
20:30’da hastanemizin önünde toplandı.
Prof. Dr. Hasan Telatar Konferans
salonundaki kokteylden sonra, gruba
organ nakli ve bağışı konusunda Uzm.
Dr. Aydıncan Akdur tarafından bilgi
aktarıldı. Grubun soruları cevaplandırıldı.
Konferans sonrası organ bağışı yapmak
isteyen bisikletçilerimiz organ bağış
kartı doldurdular ve bu etkinliğin
gelenekselleşmesi için çalışacaklarını
ifade ederek hastanemizden ayrıldılar.
Pediatrik Nefroloji Toplantısı
Organ Nakli ve Organ Bağışı Haftası kapsamındaki bir diğer etkinlik de Pediatrik Nefroloji
Bilim Dalı’mızın, 3 Kasım’da yapmış olduğu toplantıdır. Bu toplantıda, Organ Nakli ve Organ
Bağışı Haftası münasebetiyle, ilk akrabadan böbrek naklinin bir çocuğa yapılmasından
hareketle günün anlam ve önemine ithafen konuşmalar yapılmıştır. Organ Nakli olarak yeni
bir yaşama başlayan hastalarımızın konuşmalarıyla devam eden etkinlikte Böbrek Nakli ile
ilgili güncel tedavi metotlarından bahsedilerek olgu sunumlarıyla toplantı sona ermiştir.
Doç. Dr. Mehmet Tuğrul CABIOĞLU
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon AD
AKUPUNKTUR
24
Akupunktur “Tamamlayıcı Tıp’ın” en çok
tanınan yöntemidir. Akupunktur kelimesinin
kökeni Latince olup, acus: iğne ve punktur:
batırma anlamına gelir. Akupunktur tedavisi,
akupunktur noktalarına altın, gümüş ve
çelik iğnelerinin batırılması, lazer ve basınç
uygulanarak yapılmaktadır.
Bu tedavi yönteminin özellikle fibromiyalji,
osteoartoz, migren gibi ağrı semptomlu
hastalıklarda; yaygın anksiyete bozukluğu,
panik atak, depresyon gibi psikolojik
hastalıklarda; başta sigara ve alkol olmak
üzere bağımlılık yapıcı maddelerin bırakılması
tedavisinde; obezite gibi metabolizma
bozukluklarında; gastirit, konstipasyon
gibi gastrointestinal hastalıklar; sık sık
infeksiyonlara yakalanma ile kendini gösteren
bağışıklık sistem yetersizliği gibi bağışıklık
sistem hastalıklarında; menopoz sonrası
yakınmalar gibi kadın doğum hastalıklarında
ve yaşlanmayı geciktiren programlar gibi
geniş bir alanda kullanılması ve tedavide
etkili sonuçlar alınması, son yıllarda bu tedavi
yöntemine ilgiyi artırmıştır.
Akupunktur
uygulamasının
tarihi
çok eskilere dayanmaktadır. Tıp dünyası,
akupunktur tedavi yönteminin Çin’den doğmuş
ve yayılmış olduğunu kabul etmesine rağmen
ilk olarak aynı coğrafyada bulunan Uygur
Türkleri tarafından uygulandığı, sonradan
kültür ve bilgi alışverişleri nedeniyle Çinlilere
geçtiği ve bu tedavi yöntemi Çinliler tarafından
geliştirildiği tarzında görüşler bulunmaktadır.
Bundan dolayı “Geleneksel Çin Tıbbı’nın”
önemli bir dalı olduğu düşüncesi yaygındır.
Türk hekimi olan İbn-i Sina da 1100
yıllarında akupunkturda önemli bir yer tutan
vücuttaki enerji kanalları veya meridyenlerden
bahsetmiş ve nabız muayenesi ile hastalıkların
oldukça ayrıntılı bir şekilde teşhis edilmelerini
anlatmıştır.
Türkler Orta Asya’dan göç ederlerken
yerleştikleri bölgelerde çok eskilerden
başlayarak günümüze kadar gelen ve
günümüzde de halk arasında “Ocak” tabir
edilen yerlerde akupunktur tedavisini ilkel
şekilde uygulamaktadırlar. “Ocak” tabir edilen
yerlerde, ağrılı hassas noktaya iğne batırılarak
tedavi yapılmaktadır.
Ülkemizde, akupunktur tedavisi daha çok
şişmanların kilo vermesinde kullanılan bir
tedavi metodu olarak tanınmaktadır.
Akupunktur
sağlamaktadır?
zayıflatmayı
nasıl
Akupunktur uygulaması yapılan kişilerde,
az bir besinle tokluk hissi meydana gelirken,
barsak hareketlerinde hızlanma, yağların
parçalanması, metabolizmanın düzenlenmesi
ve sakinleşme meydana gelerek, ağırlık kaybı
gözlenmektedir.
Akupunktur,
ağrı
semptomlu
hastalıkları nasıl etkilemektedir?
Bu tür hastalıklarda, akupunktur
uygulamasıyla “Ağrı Yolakları” sistemi
uyarılarak endorfin, enkefalin, serotonin
ve norepinefrin gibi sinirsel uyarıyı iletici
maddeler salınmaktadır. Bu maddelerin
beyinde ve plazmada düzeyleri yükselerek
“Ağrı Kontrol” sistemini harekete geçirerek
ağrı semptomlu hastalıkların tedavisinde
katkıları olduğu düşünülmektedir.
Akupunktur,
psikolojik
durum
değişikliklerinde etkili midir?
Depresyon, anksiyete ve panik atakta bu
tedavi metodu uygulanmaktadır. Akupunktur
uygulamasıyla beyinde ve plazmada düzeyi
yükselen endorfin, enkefalin, serotonin
gibi maddelerin depresyonu giderici ve
sakinleştirici özellikleri bulunmaktadır.
Akupunkturun,
geciktirici etkisi nedir?
yaşlanmayı
Bu etkiyi, akupunktur uygulamasıyla
bağışıklık sisteminin uyarılmasının sağladığı
düşünülmektedir.
Akupunkturun
tedavisinde etkisi nedir?
bağımlılık
Akupunktur uygulaması, sigara bırakma
tedavisi başta olmak üzere alkol ve uyuşturucu
maddelerin bırakma tedavilerinde etkilidir.
Akupunktur uygulamasıyla beyinde ve
plazmada düzeyi yükselen endorfin, enkefalin,
serotonin gibi maddeler, bu tedavilerin
gerçekleşmesini sağlar.
İşte, akupunktur uygulaması sonucu
akupunktur noktasına batırılan akupunktur
iğneleri sinir aracı maddelerin salınmasını
sağlayarak yani vücudun kendi eczanesini
kullanarak birçok hastalığın tedavine
katkıda bulunmaktadır. Kurallarına uygun
davranıldığında yan etkisi olmayan bir tedavi
metodu olmasından dolayı son günlerde ilgi
odağı olmuştur.
Dünya Sağlık Örgütü`ne Göre
Akupuktur Uygulamasıyla Tedavi
Edilen Hastalık Grupları
•
Solunum Yolu Hastalıkları
•
Gastrointestinal Hastalıklar
•
Bronkopulmoner Hastalıklar
•
Nörolojik Hastalıklar
•
Göz Hastalıkları
•
Kas İskelet Sistemi Hastalıkları
•
Ağız Hastalıkları
Doç. Dr. Haldun SELÇUK
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
İç Hastalıkları AD, Gastroenteroloji BD
KOLİT Nedenleri:
• Bulaşıcı (mikrobik sebepli) kolit
• Hemorajik kolit (ilaç alerjisi)
• Mikroskobik kolit
• İskemik kolit
• Radyasyon koliti
‘’Kolit” kalın
barsakta
yangısal (iltihabi)
bir durumun
bulunduğunu gösteren
tıbbi bir terimdir. Pek
çok şekli vardır. Bazıları
KOLİT
ülseratif kolit veya Crohn
hastalığında olduğu gibi
barsaklarda ciddi zedelenme ile
birliktedir. Bazıları ise spastik kolitte
(hassas barsak sendromu) olduğu gibi
herhangi bir barsak yaralanması olmadan
da gelişebilir.
26
Bu yazıda ben size 2 tür kolitten
bahsedeceğim. Sebebi bu 2 kolitin biri
çok sıktır (IBS). Diğerinin seyri önemlidir
(inflamatuar barsak hastalığı). Önce
IBS’den bahsedelim. Kalın barsağın
iltihaplanması halini anlatan kolit tanımı
içerisine giren hastaların en az yarısı,
spastik kolit (irritabl kolit) de denilen
gerçekte bir iltihabi durumun söz konusu
olmadığı fonksiyonel bu hastalığı tanımlar.
Öyle ki gastroenterologlara muayene için
müracaat eden her 4-5 erişkin hastadan
birinde belirlenmektedir. Polikliniklere
müracaat eden her 10 hastadan birinde
müracaat sebebi bu hastalık, yani “spastik
kolit”tir. IBS de denilen bu hastalıkta
bilinen bir organik sebep yoktur. Stres
veya duygusal gerilimin yüksek düzeyde
olduğu dönemlerde ortaya çıkar veya
artar. Başta karın ağrısı olmak üzere ishal
ve kabızlık gibi dışkılama alışkanlığındaki
değişiklikler ile seyreder. Bu ve benzeri
pek çok belirti ile tanımlanan bir çeşit
barsağın
kasılma-gevşeme
ritmi
bozukluğu hastalığıdır.
Karında şişlik, ağrı, kramp ve gaz,
kolitlerde en sık görülen ve hastayı
yıpratan sorunlardır. Sık sık tekrarlayan
şişkinlik ve gaz atakları, karın ağrıları
hastanın konforunu bozar. Bu ataklar
hele bir de ishal veya kabızlık gibi barsak
değişiklikleri ile beraberse, keyfinizin
kaçmaması mümkün değildir. Kolit
hastalarının yaşadıkları sorunlar çoğu kez
tekrarlayıcı ve uzun süreli olduğundan
bıktırıcıdır.
Hasta şikayetlerinin özelikleri:
• Aşağıdaki üç özelikten ikisinin
karın ağrısı ve rahatsızlık hissi ile
birlikteliği durumunun son üç ayda her
ayın en az 3 günü veya daha uzun süre
görülmesi
• Ağrının dışkılama ile azalması
veya kaybolması
• Ağrının
ortaya
çıkışının
dışkılama sıklığı (azalma ya da artma) ile
ilişkili olması
• Ağrının ortaya çıkışının dışkının
şekli ve görünümü ile ilişkili olması
kaybı, dışkıda kan, karında ağrı ve kramp,
kronik ishal, bazen kilo kaybının da eşlik
ettiği ateş en önemli yakınmalardır.
Ülseratif kolitte kanama ve ishal ön planda
iken, Crohn’da karın ağrısı belirgindir.
Hastalığın tanısı başka organik
hastalığın olmadığı gösterildiğinde
kesinleşir.
Barsak hastalığı olduğunda güçsüzlük,
halsizlik, baş ağrısı, sırt ağrısı, gece
idrara çıkma, acil idrar ihtiyacı ve idrarın
tam boşalmama hissi, ağrılı cinsel ilişki
tabloya eşlik eder.
Stres: Stresin, atakları ortaya
çıkarabileceği
gibi
belirtileri
şiddetlendirebilir. Bazen kalıtımsal bir
zemin de eşlik edebilmektedir. Bazı
araştırmalarda, bakteri veya virüslerin
bağışıklık sisteminde oluşan problemlerde
etkili olabileceğini düşündüren kanıtlar
elde edilmiştir. Her iki hastalığın da
gelişmiş toplumlarda ve şehirlerde
yaşayanlarda sık görülmesi, bazı çevresel
faktörlerin özellikle beslenmenin etkili
olabileceğini düşündürmektedir.
Ne Zaman
Araştırılmalı?
Başka
Hastalık
• 50 yaş üzerindeki hastalarda
• Şikayetlerin yeni ortaya çıkmış
olması
• Ölçülmüş kilo kaybı olması
• Ateş, Yutma güçlüğü
• Ailede kötü huylu hastalık hikayesi
olması
• Kansızlık varlığı, Makattan kanama
Şişkinlik önemli belirtilerdendir.
Özelikleri:
• Hastaların çoğunda (%96)
vardır.
• Kadınlarda en önde gelen
belirtidir.
• Sabah rahattır, akşama doğru
ve özellikle yemeklerle artar.
• Birçok hastada aslında oluşan
toplam gaz normal miktarda (600
ml) olduğu halde gazın oluşturduğu
rahatsızlık vardır.
• Gazın olası nedenleri hava
yutma, barsak flora bakterilerinin artmış
faaliyeti ve barsakta gaz emiliminin
azalmasıdır.
İNFLAMATUAR BARSAK HASTALIĞI:
Bu grubun 2 hastalığı Ülseratif Kolit
ve Crohn hastalığıdır.
BELİRTİLERİ NELER?
Ülseratif kolit ve Crohn hastalığı
ile ilişkili kolitlerin belirtileri çoğu kez
birbirine benzer: İştah azalması, kilo
Eğer barsak alışkanlıklarınızda 7-10
günden daha uzun süren değişimler
varsa, karın ağrısı, kanama, ishal gibi
işaretler basit önlemlerle ortadan
kalkmıyorsa, özelikle ateş, kilo kaybı ve
iştahsızlık da söz konusuysa, sorunun
ülseratif kolit veya Crohn gibi ciddi bir
yangısal ve uzun sürecek hastalıkla
ilişkili olabileceği aklınızda olsun. Fazla
bekleyemeyin, doktorunuza müracaat
edin.
NE YAPMALI?
Teşhis ve tedavi için size en doğru
yanıtları bir gastroenteroloji uzmanı
verecektir. Bu uzman kan tahlilleri,
endoskopik incelemeler (kolonoskopi) ve
radyolojik tetkikler yaparak hastalığınıza
kesin teşhisi koyacak, tedavi ve beslenme
planınızda uymanız gerekenleri size
açıklayacaktır.
Kolonoskopi günümüzde bu konuda
deneyimli belli merkezlerde uygulanan
sedasyon (bilinçli uyutma) yöntemi ile
son derece konforlu bir işlemdir.
Kısacası kolit başlığının altında pek
çok hastalık vardır. Bunlardan bazıları
daha önemlidir. Bazılarından korkmaya,
endişe etmeye gerek yoktur. Ancak ayrımı
konunu uzmanı bir hekimce yapılmalıdır.
Hangi tür kolit olursa olsun, kolitin her
türlüsünün yaşam kalitesini bozduğu
kesindir.
Uzm. Dr. Yunus Kasım TERZİ
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Tıbbi Genetik AD
Sahip olduğumuz tüm özellikler
kazançların belirlenmesi büyük önem
değişiklik halâ tespit edilememiştir.
ebeveynlerimizden aldığımız ve DNA olarak
taşımaktadır. Bu işlemlerin hepsine
Yaşanan bu sınırlamanın üstesinden
adlandırılan kalıtsal molekül üzerinde
birden “genetik tanı” adı verilmektedir.
gelebilmek için daha ileri yöntemler
yer almakta ve bu kalıtsal molekülün
Genetik tanı henüz anne karnında olan
geliştirilmiştir.
tamamına genom adı verilmektedir.
bebek için yapılırsa “doğum öncesi
karşılaştırmalı genomik hibridizasyon”
DNA’mızın
diyebileceğimiz
genetik tanı” olarak adlandırılır. Ailede
(arrayCGH veya aCGH) yöntemi genomun
yapıtaşları A, T, C ve G harfleri ile
önceden bilinen kromozom bozukluğunun
daha detaylı incelenmesine olanak sağlar,
gösterilmektedir.
yapıtaşlarında
neden olduğu bir hastalığın olması ya da
genomumuzdaki
oluşabilecek tüm değişiklikler bize ait
böyle bir hastalık için risk saptanması
düzenlenmelerin saptanmasına yardımcı
özelliklerin ve bununla ilişkili olarak
durumunda, riskli kişiye ait canlı hücreler,
olur.
sağlık
durumumuzun
etkilenmesine
kan, kemik iliği, cilt biyopsisi ve düşük
aCGH yönteminde incelenen kişinin
neden
olacaktır.
değişiklikler
materyali gibi doku örneklerinden elde
DNA’sı ile sağlıklı bir bireye ait kontrol
sadece tek bir harfi etkileyebileceği gibi
edilerek kromozom eldesi ve analizi için
DNA örneği karşılaştırılmakta, iki DNA
yüzlerce binlerce harfi de etkileyebilir.
kullanılabilir.
arasındaki farklılıklar tanımlanmaktadır.
alfabesi
Bu
Bu
Bunun sonucunda “genetik hastalıklar”
GÜNCEL GENETİK
YÖNTEMLERİN
KLİNİKTEKİ UYGULAMALARI
28
Kromozomlar çıplak gözle görülemez,
başlığı altında topladığımız hastalıklar
ancak
açığa çıkar. DNA molekülü bir iplik
mikroskop altında büyütüldüklerinde her
şeklinde olmakla birlikte, hücrelerimizin
birinin farklılık gösteren yatay açık ve koyu
bölünüp çoğalmaları sırasında tıpkı
bantlar içerdiği görülebilir. Kromozomların
bir ipliğin makaraya sarılması gibi 46
bu şekilde incelenmesi “karyotip analizi”
tane kromozom adı verilen yapı içine
olarak
sarılıp
içeriğindeki kazanç ve kayıplar veya
paketlenmektedir.
Hücrenin
uygun
yöntemlerle
adlandırılmaktadır.
Kromozom
dengesiz
yeniden
Böylece, DNA’da var olabilecek kayıplar
veya kazançlar gibi dengesizliklerin
bulunduğu bölgelerde yer alan gen
veya genler ile hastalıklar arasındaki
ilişki incelenebilmektedir. Mikroskopta
görülemeyen bu küçük değişiklikler
bireyin büyüme ve gelişmesini ve
erişkin
hayattaki
etkileyebilmektedir.
sağlık
durumunu
Bu
yöntemde
bölünmesi sırasında çeşitli nedenler ile
kromozomun
düzenlenmesi
hastadan elde edilen DNA molekülü ve
bu kromozomlarda kayıplar ve kazançlar
ancak değişiklik yeterince büyük ise bu
kontrol DNA bir boya ile işaretlenerek
oluşabilir. İşte bu değişiklikler zekâ
yöntem ile saptanabilir. Fakat kazanılan
küçük parçacıklara bölünür ve tek iplikli
geriliği, anomalili bebek doğumları,
veya kaybedilen parça rutin kromozom
hale getirilir. Daha sonra kontrol ve hasta
gebelik
analizinde saptanamayacak kadar küçük
DNA’sı karıştırılarak aynı mikrodizin
olabilir ve kromozom analizinin sonucu
üzerine aktarılır. Böylelikle genomu
Bu nedenle riskli bireylerde genetik
normal olarak rapor edilebilir. Bu
incelenen bireyde kayıp veya kazanç olup
yapının incelenmesi ve olası kayıp veya
durumda hastalığa neden olan genetik
olmadığı saptanabilir.
kayıpları
ya
da
üreme
problemlerine neden olur.
yeniden
boyanıp
“Mikrodizilim-temelli
Diğer yöntemlerin hastadaki bulguları
ve güvenilir bir şekilde yapılabildiği
açıklayamadığı durumlarda, bu bireylere
genellikle okul çağındaki çocuklar için
ait genomun aCGH analizinin yapılması
kullanılmaktadır.
klinik değerlendirmede rutin olarak
normal
uygulanmaya başlanmıştır.
ve daha önce karyotip analizi normal
USG’de bulgusu olan fetüsler için
önce
belirlenmemiş
düzensizliklerin
olarak rapor edilen hastaların %30’unda
aCGH uygulaması ile birlikte sitogenetik
saptandığı rapor edilmektedir.
incelemede mutlaka yapılmalıdır.
gelişiminin
Otizm başlığı altında toplanabilecek
genetik bir düzensizlik olduğu aCGH
tamamlanamaması
bozukluklar sosyal ilişki kuramama, dil
yöntemi ile belirlenebilmiştir. Diğer bir
sonucunda ortaya çıkmaktadır. Zekâ ve
gelişiminde eksiklik veya hiç gelişmemesi,
örnek ise yüksek çözünürlüklü aCGH
gelişim geriliğine erken doğum, genetik
davranış ve hareket bozukluğu gibi
uygulamalarının yaygınlaşması ile daha
ve kalıtsal bozukluklar ve enfeksiyonlar
sinir sistemini etkileyen bozukluklarla
önce sitogenetik olarak normal rapor
neden olabilir. Bunlara eşlik eden diğer
seyreden hastalıklardır. Son zamanlara
edilen hastaların %40’ında genomik
kromozomlarda
Moleküler karyotip analizi olarak da
düzensizliklerin de belirlenmesi hastalığın
kadar bu hastaların sadece %10’unda
dengesizlik olduğu saptanmıştır. Tüm
değişiklikler
kanserde
adlandırılan aCGH, DNA’mızdaki kazanç
nedenini belirlemekte faydalı olmaktadır.
hastalığın gelişimine neden olan etken
bu
ve
gelişiminde
ve kayıpların gösterilmesinde kullanılan
Toplumda zekâ geriliği, %1-3 sıklıkta
belirlenebilmektedir. Ancak hastaların
taşıyan bireylerin aCGH yöntemi ile
değişimlerdir. Bu değişikliklerin aCGH
Array CGH yöntemi son yıllarda
görülmekte ve bu bireylerin yarısında
%90’ında etken belirlenememektedir.
analiz edilmeleri durumunda hastalığa
ile belirlenmesi önemli kanser genlerinin
neden olan düzensizliğin daha etkinlikle
belirlenmesi için bilgi sağlarken ayrıca
hastalıkların tanı ve takibini tamamen
bireylerin genetik materyalinde karyotip
tanımlanabileceğini göstermektedir.
tanının,
analizi ile tespit edilemeyecek kadar küçük
hastalığın ilerleyişinin belirlenmesinde
aCGH’in Klinik Uygulamaları
yüksek çözünürlüklü bir yöntemdir. aCGH
başlangıçta araştırmalarda kullanılmak
üzere geliştirilmiştir. Ancak genetik
tanı
Beyin
olarak
hastalığın
nedeni
bilinmemektedir.
Genel gelişim geriliği ve zeka geriliği
Son yıllarda yapılan çalışmalarda
sonuçlar
doğumsal
bozukluklar
%11-20’sindeki genetik düzensizliğin
özellikle büyüme ve gelişme geriliği
saptanmasına
sağlamaktadır.
ve ikinci bir organı etkileyen gelişim
Her hamilelik sürecinde
anne ve babalar sağlık bir çocuk
sahibi olmayı umut etmektedir.
Bununla birlikte bazı çevresel ve
genetik etmenler gelişen fetüste
bir takım bozuklukların veya
hastalıkların oluşmasına neden
olabilir. Hastalığın nedeni fetüse
ait kromozomlarda meydana
gelen kopya kayıp ve kazançları
olabilir. Ancak bu değişikliklerin
klasik yöntemlerle belirlenmesi
her zaman mümkün olmamaktadır.
aCGH yönteminin geleneksel
yöntemlere göre daha duyarlı
bir yöntem olduğu yapılan bir
çalışmada elde edilen çarpıcı bir
sonuçla gösterilmiştir.
Ayrıca bu çalışmalar sayesinde daha önce
bozuklukları ile birlikte gözleniyorsa
hastalıkla ilişkisi bilinmeyen bölgelerin
Gelişim geriliği genellikle 5 yaşından
sürecinde
temelinin
hastalıkların
açıklanmasında
genetik
gösterdiği
faydalar sonucunda tanı süreçlerinin ve
uygulamalarının tamamen değişmesine
neden olmuştur. Günümüzde aCGH
yöntemi,
doğumsal
bozuklukların,
gelişimsel geriliklerin, otizmin, gebelik
kayıplarının,
genetik
sendromların
ve kanser gelişiminin altında yatan
genetik
nedenlerin
gösterilmesinde
kullanılmaktadır. Bu aşamada aCGH
yönteminin
uygulamalarını
örnekler
üzerinden giderek biraz daha detaylı
inceleyebiliriz.
olan çocukların çok küçük bir kısmına
(%3-7) klasik yöntemler kullanarak tanı
konulabilmektedir.
Diğer
yöntemlere
göre daha detaylı analizler yapmamızı
sağlayan
arrayCGH
kullanılması
hastalığa
yönteminin
neden
olan
genetik düzensizliğin saptanma oranını
yükseltmektedir.
Bunu
şu
örnekle
açıklayabiliriz: karyotip analizi sonucunda
normal
olarak
bildirilen
hastaların
%5-17’sinde kromozomal dengesizlik
olduğu
aCGH
kullanılarak
yapılan
analizler sonucunda tanımlanabilmiştir.
kayıp ve kazançların otizmin gelişmesine
etkili
olduğu
anlaşılmıştır.
Nedeni
belirlenememiş otizm hastalarında aCGH
teknolojisi kullanılarak gerçekleştirilen
çalışmalarda,
bireylerin
%7-10’unda
genomda daha önce bilinmeyen kopya
sayısı
değişiklikleri
tanımlanmıştır.
Sonuç olarak bu hasta grubunda aCGH
uygulaması arttıkça hastalıktan sorumlu
olan bölgeler hakkında daha detaylı
bilgiler edinebileceğiz.
aCGH ve Doğumsal Bozukluklar
Bu çerçevede aCGH yöntemi, zekâ ve
genel gelişim geriliği olan hastaların
Çoklu
doğumsal
bozukluklar,
aCGH yönteminin, karyotip analizi
ile birlikte kullanılmasının tanı değerini
Kanser ve aCGH
yükselttiği
belirtilmektedir.
Birlikte
kullanılmaları durumunda iki yöntemin
Vücudumuzu oluşturan hücrelerde
kanser
sayısal
kanser
ve
sık
yapısal
gözlenen
etkili
olan
sınıflandırmasının,
ve tedavinin yönlendirilmesinde de
kullanılabilmektedir.
Karyotip
analizi
kan hücrelerini ilgilendiren kanserlerde,
kanser
tipine
özel
değişikliklerin
tanımlanmasında rutin bir yöntem olarak
kullanılmaktadır. Bununla birlikte son
zamanlarda aCGH teknolojisi birçok kan
hücrelerini ilgilendiren kanserlerde yoğun
olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bunlar
arasında multiple myelom (MM), kronik
lenfositik lösemi (KLL), akut lenfoblastik
lösemi (ALL), akut miyelositer lösemi
(AML), miyelodisplastik sendrom (MDS)
ve
myeloproliferatif
hastalık
(MPH)
de doğasından kaynaklanan eksikliklerin
diğeri
tarafından
böylelikle
tanı
tamamlandığı
etkinliklerinin
ve
arttığı
bilinmektedir.
değiştirmiştir.
Ancak
burada
şunu
da vurgulamadan geçmemiz gerekir;
tıpkı diğer yöntemlerde olduğu gibi
aCGH yönteminin de bazı kısıtlılıkları
bulunmaktadır.
Bu
kısıtlılıkların
en
önemlileri kromozom içeriğinde net
artış veya azalış ile sonuçlanmayan
değişikliklerin
saptanamamasıdır.
Bu nedenle biz Anabilim Dalı’mızda
gerçekleştirdiğimiz aCGH uygulamaları
sırasında karyotip analizini de eş güdümlü
olarak
gerçekleştirerek
kaynaklanan
kısıtlılıkların
yöntemden
üstesinden
gelmekteyiz.
Sonuç olarak, aCGH var olan diğer
yöntemlere göre tüm genomu daha
detaylı incelememize ve klinik olarak
sayılabilir.
Kronik lenfositik lösemi (KLL)’de
öngörülmeyen genomik dengesizliklerin
aCGH uygulamasını inceleyecek olursak:
tanımlanmasına olanak sağlaması nedeni
Bu çalışmaya göre karyotipleri
KLL batı dünyasında en yaygın lösemi
ile çok değerli bir genetik tanı aracıdır.
kromozomal düzensizlikler bunun ana
normal olarak rapor edilen çoklu gelişim
tipidir. KLL’de diğer lösemi tiplerinden
Ancak sonuçların doğru analizi ve
tanımlanması da sağlanmaktadır. Klinik
nedenidir diyebiliriz. Bu bireylerde aCGH
bozuklukları olan fetüslerin %16’sının
farklı olarak kromozomlarda sayısal
hastalıklarla ilişkilendirilmesi sırasında
küçük çocuklarda gözlenen hareket
tanıda, gelişim geriliği/zekâ geriliği olan
yöntemi kullanılarak düzensizliğin daha
DNA’larında bir dengesizlik olduğu aCGH
düzensizlikler daha sık gözlenmektedir.
diğer tanı yöntemleri ile desteklenmesi
becerilerinde, bilişsel yeteneklerinde, dil
çocukların değerlendirilmesinde karyotip
hassas ve doğru olarak belirlenebildiği
yöntemi ile belirlenmiştir. Ancak şu nokta
Bu
değişiklikler
gerekmektedir. Ayrıca bu tür analizlerin
gelişiminde veya bunların karışımındaki
analizi gereklidir ve ilk tanı aracı olmalıdır.
gösterilmiştir. Bunu şu iki örnek ile
dikkatten kaçırılmamalıdır: aCGH yöntemi
hastalığın gidişatını tahmin etmek için
tecrübeli ve alanında uzman kişilerden
genel gerilikle seyreden bir hastalıktır.
Ancak artık aCGH’de bir tanı aracı olarak
netleştirebiliriz: Bazı gelişim bozukluklarla
ile dengeli kromozomal düzensizlikler
kullanılabilmektedir.
oluşan bir ekip tarafından yapılması da
Zekâ geriliği ise zekâ testinin geçerli
düşünülmektedir.
birlikte doğumsal kalp kusuru taşıyan
belirlenememektedir. Bu nedenle fetal
yayınlanan çalışmalarda aCGH ile daha
Zekâ
Geriliği
ve
Gelişim
Geriliğinin aCGH ile İncelenmesi
30
aCGH ve Otizm
olanak
bireylerde
belirli
Son
dönemde
önemlidir.
Prof. Dr. Sema KARAKUŞ
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
İç Hastalıkları AD, Hematoloji BD
meydana gelen bir bozukluk nedeniyle
Akut lösemiler genel olarak çocuklarda
oluştururlar.
çok hızlı artan, kötücül hücreler hastalık
ve gençlerde ortaya çıkarken, kronik
Bu kanserler ilik veya lenf bezlerinde
belirtilerinin ortaya çıkmasına sebep olur.
lösemiler daha ileri yaşlarda görülme
Lösemi, lenfoma ve miyelom belli
başlı
kan
kanserlerini
Normal Kan
bulunan kan hücrelerinden köken alırlar.
Lösemi
eğilimindedirler. Genel olarak dört çeşit
Kan hücreleri kemiğin içinde süngerimsi
lösemi vardır; akut lenfoblastik lösemi
bir bölge olan kemik iliğindeki kök
(ALL), akut myelositik lösemi (AML),
hücrelerden gelişmektedir.
kronik myelositer lösemi (KML) ve kronik
Kök hücreler birbirlerinden farklı
lenfositik lösemi (KLL) .Erişkin yaşta en
özelliklere sahip olan kan hücrelerine
sık görülen akut lösemi tipi AML olup,
dönüşebilme
yeteneğine
sahiptirler.
Eritrosit
Nötrofil
Lenfosit
Monosit
Trombosit
Kanda üç grup hücre bulunur; Beyaz kan
bu tanıyı almış olup, 8950 hasta da bu
hücreleri (akyuvarlar-lökositler)vücudun
tanıdan kaybedilmiştir.
savunma hücreleri olup, granülositler
32
ALL gelişiminin kesin nedenleri
(nötrofil, bazofil, eozinofil), monositler ve
bilinmemekle birlikte hem genetik hem de
lenfositlerden oluşur. Kırmızı kan hücreleri
çevresel faktörlerin rol oynadığı düşünülmektedir.
(alyuvarlar-eritrositler)
Genlerde oluşan değişikliklerin (mutasyon,
ise
dokulara
oksijen taşıyan hemoglobin içerirler.
KAN KANSERLERİ:
LÖSEMİ , LENFOMA,
MİYELOM NEDİR?
Amerika’da 2010 yılında 12.330 hasta
translokasyon) bazıları lösemi gelişimine yol açan
kan
Lösemilerde kontrolsüz olarak üreyen
genleri uyarırken, bazıları da lösemi oluşmasını
pıhtılaşmasında rol oynayan hücrelerdir.
anormal hücrelere lösemi hücreleri
engelleyen genlerin görevini bozarak lösemi
veya blast adı verilir. Bu hücreler kemik
oluşmasına neden olurlar. KML gelişiminden
iliğinde ve kanda artarak tüm dokulara
Philadelphia kromozomu sorumlu iken,
yayılabilirler. Hastalığın seyrine göre
Down sendromu, Fankoni anemisi gibi
hızlı ya da yavaş seyirli anlamına gelen
kromozomal bozuklukların görüldüğü bazı
akut
veya kronik, hastalığı oluşturan
genetik hastalıklarda lösemi gelişimine
hücrelerin tipine göre de lenfoid veya
yatkınlık söz konusudur. Bazı geniş
myeloid lösemiler olarak sınıflandırılırlar.
toplumsal çalışmalarda multipl miyelom,
Trombositler
(kan
pulcukları),
LÖSEMİLER
Lösemi,
kemik
iliği
ve
kanın
kanseridir. Kemik iliğinde tüm hücrelerin
ana hücresi olan kök hücrelerden olgun
kan hücrelerinin oluşma aşamasında
hodgkin dışı lenfoma ve KLL tanılarının
çok etkili ilaçlarla hastalığın kontrol
ağrı veya şişkinlik hissi,boyunda, koltuk
kontrolsüz olarak çoğalan hücreler normal
AIDS hastalığının olması, tarım ve böcek
20.000 yeni tanı Miyelom görülürken,
sık olduğu aile grupları olmakla birlikte
edilebilirliği ve birçok tipinde tamamen
altında veya kasıklarda ağrısız şişliklerdir.
hücrelere göre daha uzun süre yaşar ve
ilaçlarına maruz kalmak, yüksek oranda
10.000 hasta bu tanıdan kaybedilmiştir.
kan kanserleri nesilden nesile geçen yani
tedavi edilme şansı bulunduğu da
lenf bezlerinde büyümeye yol açarlar.
protein ve yağ içeren bir beslenme şekli,
Plazma hücreleri beyaz kan hücreleri olan
kalıtsal bir hastalık grubu değildir.
bilinmelidir.
Lenfoma hücreleri, kemik iliğine, dalak,
doğumsal bağışıklık sistemi hastalıkları
B-lenfositlerinden gelişir. Vücuda bakteri
cilt, kan ve diğer organlara da yayılarak
(hipogammaglobulinemi, Wiskott Aldrich
veya virüs gibi mikroplar girdiğinde hhr
bu hastalığın belirtilerini ortaya çıkarırlar.
sendromu), romatoid artrit, psöriazis,
bir tip bakteri veya virus için farklı, antikor
Lenfomalar; Hodgkin lenfoma (HL) ve
Sjögren
otoimmun
parçası olup infeksiyonlara karşı bizleri
adı verilen protein yapısında savunma
Hodgkin dışı lenfoma (HDL) olarak iki
bazı hastalıklar,
bağışıklık sistemini
koruyan, diğer hastalıklarla savaşan
maddeleri üretirler. Bunlara immün
gruba ayrılır. Amerika’da 2010 yılında
baskılayan ilaçların kullanımı, organ
ve hatta tümör hücreleri ile mücadele
8500 yeni tanı HL, 2011’de 66.000 yeni
nakli geçiren hastalar, geçmişte Hodgkin
ederek
önleyen
tanı HDL görülürken, 1300 hasta HL’dan,
lenfoma tedavisi görmüş olmak .
lenfosit adı verilen beyaz kan hücrelerini
19.000 HDL tanısı ile kaybedilmiştir.
bulundurmaktadır.
Kanser tanısı konan hastalarda 7. Sırayı
Genetik nedenlerin dışında bazı hayat
Lösemi hastalarında en sık görülen
tarzı ve çevresel etkenlerin de lösemi
yakınmalar; halsizlik veya çabuk yorulma,
gelişmesinde rolü bulunmaktadır. 70
Ateş, vücutta kolay morarmaların ve
yaşın üzerinde olmak, sigara içmek,
kanamaların olması, peteşi adı verilen,
erkek cinsiyet, beyaz ırktan olmak,
cilt altında noktasal kanama odaklarının
daha önce radyoterapi görmüş olmak,
görülmesi,solunum sıkıntısı, kilo kaybı ve
kemoterapi (lenfoma, yumurtalık kanseri,
iştahsızlık, kemiklerde ağrı,kaburgaların
meme kanseri tedavisinde kullanılan bazı
alt tarafında (özellikle dalak bölgesinde)
kemoterapi ilaçları ve özellikle alkilleyici
ajanlar) ilaçları almış olmak, iyonize edici
radyasyona maruz kalmak (atom bombası
Lenfoma lenf bezlerinin kanseridir.
Lenf sistemi bağışıklık sisteminin bir
tümör
gelişimini
Lenfomalarda
HDL alırken, kanserden ölen hastaların da
%3’ünü oluşturmaktadır.
Hodgkin
Lenfoma,
her
yaşta
sonrası), benzen ve böcek ilaçları
görülebilse
(tarım ilaçları) gibi toksik maddelere
veya geç erişkinlikte ortaya çıkma
maruz kalmak, elektromagnetik alanlar
eğilimindedir. Erkeklerde daha sıktır
(literatürde lösemi riskini artırdığını
izlenir. Doğumsal bağışıklık sistemi
destekleyen
hastalıkları
yanısıra desteklemeyen
de
sıklıkla
gençlerde
((hipogammaglobulinemi,
sendromu
gibi
globülinler adı verilir.
Multipl miyelomda tek tipte çoğalan
plazma hücreleri, anormal tek tipte
bir protein üretirler. Buna paraprotein
Lenfoma hastalarında en sık
görülen yakınmalar;
veya M proteini denir. Bu anormal
protein, infeksiyonlarla savaşamaz ve
infeksiyonlara meyil artar. M proteini
•
Boyun, koltuk altı veya kasıkta
aşırı miktarda artarak kanın akışkanlığının
büyümüş, ağrısız, lastik kıvamında lenf
azalmasına sebep olup ve
bezleri
zarar verirler. Multipl miyelomda aşırı
(Alkolün etkilerine daha duyarlı hale
böbreklere
miktarda artan plazma hücreleri yüzünden
gelmek veya alkol aldıktan sonra lenf
kemik
iliğinde
normal
hücrelerin
düğümlerinde ağrı olabilir)
üretimi bozulur. Kansızlık ve buna
çalışmalarda var) virüsler ALL gelişimi
Wiskott -Aldrich sendromu gibi), Epstein
açısından suçlanan risk faktörleridir.
Barr virüsü (EBV) veya HIV(insan immun
AML için olası risk faktörleri arasında;
yetmezlik virüsü) ile meydana gelen
•
Açıklanamayan kilo kaybı
sigara içicisi olmak (özellikle 60 yaşını
infeksiyonlar
•
Nedeni bilinmeyen ateş
geçen sigara içicisi olmak), erkek olmak,
yetmezlik sendromu) , otoimmun bazı
Gece terlemeleri
obesite,
hastalıklar (romatoid artrit, psöriazis,
•
•
Cilt döküntüleri ve/veya kaşıntı
Kemik iliğinde biriken miyelom hücreleri
•
Aşırı halsizlik ve yorgunluk
zamanla kemiğin sert kısımlarına da zarar
böbrek - karaciğer nakil hastalarında,
•
Öksürük, nefes darlığı, göğüs
verebilirler. Kolay kırıklar ve buna bağlı
birinci derece akrabalarda özellikle kız
ağrısı
ve erkek kardeşlerde Hodgkin lenfoma
•
geçmişte
kemoterapi
veya
radyoterapi görmüş olmak (özellikle
çocukluk
döneminde
ALL
tedavisi
almış olmak), iyonize edici radyasyona
maruz kalmak veya benzen denen bir
kimyasal maddeye maruz kalmış olmak,
myelodisplastik sendrom gibi bir kan
hastalığının olması. Ayrıca bazı kalıtsal
hastalıklarda (Down sendromu, Fanconi
anemisi) AML görülme sıklığı artmıştır.
Artmış sebze tüketiminin AML riskini
azalttığını gösteren bazı çalışmalar vardır.
34
LENFOMALAR
Sjögren
(AIDS-edinsel
sendromu
gibi),
immun
bağışıklık
sistemini baskılayan ilaçların kullanıldığı
bağlı halsizlik, trombositlerde azalmaya
birikerek ciddi sorunlara yol açabilirler.
kemik ağrıları ortaya çıkar. Bu hastalıkta
Göğüs kafesinde veya karında
ağrı, karında şişlik veya dolgunluk hissi,
faktörleridir.
kemiklerde ağrıdır
Hodgkin dışı lenfoma, her yaşta
MULTİPL MİYELOM
ihtimali daha fazladır. Ayrıca beyaz ırkta
ve erkeklerde daha sıktır. Şu durumlardan
birinin olması da artmış risk taşır; Hepatit
Hastalar kan kanseri tanısı aldıkları
C virüsü, HTLV Tip I virüsü ve EBV
zaman kendileri ve yakınları olumsuz
ile olan enfeksiyonlar, mide ülserine
fiziksel ve duygusal etkilere maruz
de neden olabilen H. Pylori bakterisi
kalmakla birlikte, tedavide kullanılan
infeksiyonu, HIV ile meydana gelen
ortaya çıkar. Bazen bu anormal plazma
hücreleri kan ve yumuşak dokularda da
geçirmiş olma öyküsü bu hastalık için risk
görülebilse de yaşlılıkta ortaya çıkma
bağlı morluklar, kanama gibi belirtiler
en çok görülen yakınmalar aşağıda
sıralanmıştır;
•
Halsizlik ve yorgunluk
•
Sırt ve kaburgalarda kemik ağrısı
•
Genellikle omurga kemiklerinde
kırıklar
Miyelom, kemik iliğinde normalde
bağışıklık
sistemimizin
olarak bulunan
bir
parçası
plazma hücrelerinin
çoğalmasıyla gelişen bir çeşit kemik
iliği kanseridir. Amerika’da 2011 yılında
•
Sık enfeksiyon geçirme ve ateş
•
Kilo kaybı
•
Nefes darlığı
•
Kolay kanama ve morarmalar
ABD’de Foundation for Women’s
Cancer (eski adıyla Gynecologic Cancer
Foundation), 1999 yılında“Eylül” ayını
“Jinekolojik Kanser Farkındalık Ayı” aynı
zamanda “Over Kanseri Farkındalık Ayı”
olarak ilan etmiş, bu kapsamda ulusal
ve yerel düzeyde jinekolojik kanser
tanısı almış kadınları destekleyen ve bu
kanserlerde savaşı kaybetmiş kadınların
da anılarına değer vermeye odaklı
çalışmalar yürütmektedir. Bu çalışmalar
arasında 2012 yılından itibaren jinekolojik
kanser tanısı alan kadınlardan uygun
olanların klinik deneylere kayıt olmalarını
düşünmesi için cesaretlendirmek, kadın,
ailesi ve arkadaşlarının katılabildiği
ücretsiz kurslarla jinekolojik kanserle
yaşayan kadınları desteklemek yer
almaktadır. Her yıl eylül ayında bir tema
ve bu temaya uygun bir slogan seçilerek
36
kadınların jinekolojik kanser önleme,
erken tanı, tedavi ve hastalıkla yaşama
alanlarında destek olmaya çalışılmaktadır.
2010 ve 2012 yıllarındaki sloganlar
“Farkındalık, Araştırma, Eğitim” ve “Öğren,
Dinle, Harekete geç” olarak seçilmiştir.
Bu kapsamda; Jine-onkoloji (kadın
üreme sistemi kanserleri) konusunda
toplumda duyarlılığı sağlamak, özellikle
risk faktörü taşıyan kadınların ve 40
yaşından itibaren tüm kadınların kadın
üreme sistemi kanserleri tarama ve erken
tanı olanaklarına yönlenmesine katkıda
bulunmak amacıyla Başkent Üniversitesi
ev sahipliğinde, Kadın Sağlığı Derneği ve
Onkoloji Hemşireliği Derneği işbirliği ile 5
Ekim 2012 tarihinde Prof. Dr. Hasan Telatar
Konferans Salonu’nda Over Kanserleri ve
Jinekolojik Kanserler Farkındalığı konulu
panel gerçekleştirilmiştir.
ÖĞREN
Jinekolojik
kanserlerde
risk
faktörlerinin ve belirtilerini hakkında bilgi
edin.
DİNLE
Bedeninin dinle.
HAREKETE GEÇ
Riski azaltmak için ve önleyici
tedbirleri almak için harekete geç; ve eğer
jinekolojik kanserden şüpheleniliyorsa
ya da tanı konulduysa öncelikle bir
jinekolojik onkologdan bakım al.
Uzm. Fzt. Ayça AYTAR TIĞLI
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon AD
BANTLAMA
TEDAVİSİ
38
Bantlama fizyoterapi
ve rehabilitasyon alanında
tedavi ve spor yaralanmalarını
önlemek amacıyla sıklıkla
kullanılan
yöntemlerden
birisidir.
Çoğu araştırmacılar
bantlamanın propriosepsiyon ve
motor fonksiyonu arttırdığını bu
sayede de yaralanma ve sakatlanma
riskini en aza indirdiğini ve korumayı
sağladığını söylemektedirler. Bantlamanın
tedavi edici etkileri vardır. Bu etkiler kullanılan
bandın özelliklerine göre değişiklik göstermekle
birlikte genel olarak bantlama; ağrıyı azaltmak,
kas kuvvetini arttırmak, lenf ve kan akımını arttırmak,
eklemi desteklemek veya sabitlemek, ödemi azaltmak,
fonksiyona yardım etmek veya fonksiyonu kısıtlamak,
pozisyonlama sağlamak amaçlı kullanılmaktadır.
Anatomik yapımız hareket etmek üzere tasarlanmıştır
ve bu hareketin temel unsurları kas-iskelet-sinir
sistemidir. Kaslar, iskelet dokusuna yapışmış halde
bulunur ve normal koşullarda kasılıp gevşeme yolu
ile hareket açığa çıkar. Eğer bir kas çok uzun süre
gevşemeksizin çalışmak durumunda kalır
ya da kapasitesinin üzerinde çalışması
durumunda kas dokusunda küçük ya da
büyük boyutlarda yaralanmalar oluşur.
Değişik bantlama yöntemleri ile yaralanma
veya hastalık sonucu meydana gelen bazı
semptomları azaltlmak mümkündür.
Son zamanlarda çevrenizde kolunda,
dirseğinde, boynunda,
dizinde,
ayağında renkli bantlar takmış kişiler ile
karşılaşmışsınızdır. Ya da en kötü ihtimalle
televizyon da izlediğiniz sporcularda. Peki,
nedir bu renkli bantlar ve ne işe yararlar?
Günümüzde renkli bir tedavi yöntemi
olarak tanınan Kinezyolojik bantlama
tekniği (The Kinesio Taping® technique)
ve kinezyolojik bant (Kinesio Tex® tape)
Japon kiropraksi ve akupunktur uzmanı
Dr. Kenzo Kase tarafından geliştirilmiştir.
Metodun ortaya çıkış felsefesi eklem
hareketlerini
sınırlamaksızın
insan
derisinin yapısal özellikleri ve esnekliğine
benzer bir bantlama yöntemi ile tedavi
yapmaktır.
Japonya’da uzun zamandır kullanılan
bir yöntem olmasına karşın ülkemizde
popülaritesi son yıllarda giderek
artmaktadır.
Sıklıkla
sporcularda
televizyonlarda görmeye alıştığımız renkli
tedavi bantları artık kliniklerde romatizmal,
ortopedik, nörolojik ve pediatrik hastalıklar
gibi pek çok değişik hastalıkta bu konuda
sertifikası olan doktorlar ve fizyoterapistler
tarafından tedavi amaçlı kullanılmaktadır.
Teorik olarak, bant cildi yukarı kaldırıp
deri ile kasların arasındaki boşluğu
arttırmakta ve bölgede yaralanma ya
da hastalık sonucu oluşan baskıyı
hafifletmektedir. Yaralanma bölgesindeki
baskının azalması, bölgedeki kan
dolaşımın artışı ile sonuçlanmaktadır.
Azalan gerginlik ve hassasiyet neticesinde
deri altında var olan ağrı alıcılarının
uyarılması önlenmiş olur ve ağrısız
hareket imkânı sağlanır.
Tekniğin temel amacı uygun bantlama
yöntemi kullanılarak ağrısız harekete
destek olmak ve bu yolla iyileşmeyi
hızlandırmaktır.
Bant cildin özelliklerini yansıtacak
şekilde geliştirilmiştir ve kalınlığı cildin
epidermis tabakasına, esnekliği insan
cildinin elastik özelliklerine benzer.
Latex içermeyen, esneme özelliği olan,
uygulaması kolay ve vücutta 4-7 gün
kalabilen, suya dayanıklı elastik bir banttır.
Alerji yapmayan bir malzeme içerdiği
söylense de bazı ciltlerde zaman zaman
rahatsızlık oluşturup alerji meydana
gelmektedir. Bantlar uzak doğunun
renklerle tedavi felsefesinden yola çıkarak
siyah, pembe, mavi ve ten rengi olmak
üzere 4 farklı renkte üretilmiş, daha sonra
kişisel tercihlere cevap verebilmek ve
popüler bir sektör olması nedeniyle başka
markalar tarafından renk seçenekleri
arttırılmıştır. Her renk materyal olarak
aynı özellikte olup, tedavide oluşturduğu
fizyolojik etkileri aynıdır. Uygulama da
farklı renklerin tercihi uygulama yapan
profesyonelin ya da hastanın insiyatifine
bağlıdır.
Tedavi Amacı İle Kullanıldığı
Durumlar
• Bel, boyun, sırt ağrısına neden
olan mekanik sorunlar
• Yumuşak doku ağrıları
• Bölgesel kas spazmları
• Kas iskelet sisteminde yumuşak
doku travmaları
• Gebelik
• Spor yaralanmaları
• Eklem burkulma ve zorlanmaları
• Postür bozuklukları
• Eklem instabiliteleri
• Skolyoz
• Bazı ortopedik cerrahi girişimler
sonrası
• Dejeneratif artrit
• Tendinit, bursit
• Plantar fasiit, epin kalkanei
• İnaktivite,
immobilizasyona
bağlı kas güçsüzlükleri
• Ayak deformiteleri
• Tuzak nöropatileri
• Torasik çıkış sendromu
• Nöraljiler
• Periferik sinir yaralanmaları
• Doğumsal brakial pleksus
lezyonları
• Serebrovasküler olay
• Multipl skleroz
• Merkezi
sinir
sistemi
yaralanmaları
• Serebral palsi
• Spina bifida
• Solunum
sistemine
ait
problemlemler
Tüm bu durumlarda yapılacak
olan bantlamanın etkili olabilmesi
için; bantlama yapılacak kişinin
değerlendirilmesi,
doğru
kasın
seçilmesi, bantlamanın hangi amaçla
yapılacağının belirlenmesi, uygulanacak
kasa doğru pozisyon verilmesi ve bandın
geriliminin ayarlanması önemlidir. Bu
nedenle uygulamanın profesyonel ve
eğitimli kişiler tarafından yapılması
gerekmektedir. Ayrıca; hastalıkların
tedavisinde diğer tedavi yöntemler göz
ardı edilmemeli, bantlama alternatif ve ek
bir yöntem olarak kullanılmalıdır. Sonuç
olarak; hareketli, esnek, dinamik, sağlıklı
ve üretken bir yaşam sürdürmeye devam
etmek istiyorsanız bu bantlama yöntemini
deneyebilirsiniz.
Prof. Dr. A. Eftal YÜCEL
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
İç Hastalıkları AD Romatoloji BD
SORU: Ailevi Akdeniz ateşi Familial
Mediterranean Fever) nasıl bir hastalıktır?
CEVAP:Ailevi Akdeniz ateşi (AAA)
aralıklı karın ağrısı ve ateş atakları ile
karakterize kalıtımsal bir hastalıktır. AAA
eklem şikayetlerine ve böbrek yetmezliğine
neden olabilir.
SORU: AAA daha çok kimlerde görülür?
CEVAP:Hastalık Akdeniz çevresinde
yaşayanlarda (özellikle Türkler, Ermeniler,
Yahudiler ve Araplarda) görülür. Ataklar
genellikle 15 yaşından önce başlar.
SORU: AAA atakları nasıldır?
CEVAP:Ataklar
hastadan
hastaya
değişkenlik gösterir. Ataklar tipik olarak
ateş ve karın zarı iltihabı ile ortaya çıkan
şiddetli karın ağrısına neden olur. Bir
iki gün sonra şikayetler azalıp, en geç 1
haftada tamamen düzelir. Ateş genellikle
ilk gün çok yüksek değerlere ulaşabilir.
Bu sırada ağrılar da en fazladır. Şiddetli
karın ağrısı nedeniyle hastalar sıklıkla
acile müracaat ederler. Hastalar nadir
olmayarak apandisit tanısı ile ameliyat
edilir. Hastaların bir kısmında karın ağrısı
yanında veya tek başına akciğer ve/veya
kalp zarı iltihabına bağlı göğüs ve sırt
ağrıları da olur.
SORULARLA FMF:
AİLEVİ AKDENİZ ATEŞİ
SORU: Ataklar hangi sıklıkla ortaya çıkar?
CEVAP:Kişiden kişiye ve aynı kişinin
değişik zamanlarında farklılık gösterir.
Ataklar haftada bir olabileceği gibi aylarca
hiç atak olmayabilir.
SORU: Atakların ortaya çıkmasına
neden olan etkiler var mıdır?
CEVAP:Bazı hastalarda egzersiz, viral
hastalık, stres veya adet görme ile ataklar
başlayabilir.
SORU: Ataklar sırasında hastaların
başka ne şikayetleri olabilir?
CEVAP:Ataklar sırasında eklem şişlikleri,
40
kas ağrıları, ciltte kızarıklıklar, beyin zarı
iltihabı, damar iltihapları ve testis iltihabı
görülebilir.
SORU: Ataklar dışında hastalar nasıldır?
CEVAP:Ataklar
arasında
hastalar
genellikle normaldir, şikayeti yoktur.
Ancak bazı hastalarda eklem ağrı ve
şişlikleri olabilir.
SORU: AAA’nın en korkulan sonucu
nedir?
CEVAP:Tekrarlayan ataklar sonucunda
hastaların bir kısmında amiloid diye
adlandırılan bir madde dokularda
birikerek başta böbrek olmak üzere organ
yetmezliklerine neden olabilir.
SORU: Hastalarda ne gibi laboratuvar
değişiklikleri saptanabilir.
CEVAP:En
önemli
laboratuvar
değişikliği ataklar sırasında iltihabi tesler
olan eritrosit sedimentasyon hızı ve
CRP testlerindeki yüksekliktir. Böbrekler
etkilendiyse idrarda protein kaybı ve
böbrek testlerinde bozukluk saptanabilir.
Hastaların çoğunda genetik değişiklik
(gen mutasyonu) mevcuttur.
SORU: Hastalığın tanısı nasıl konulur?
CEVAP:Hastalığın tanısında en önemli
unsurlar atakların hikayesi ve kolşisin
içeren ilaçların etkinliğidir. Kolşisin
almaya başlayan hastada karın ağrısı ve
ateş ataklarının düzelmesi veya belirgin
azalması tanı için en önemli unsurdur. Tanı
koymak amacıyla genetik test yapılmasına
gerek yoktur. Genetik değişiklik olup hasta
olmayan kişiler olabileceği gibi, AAA
hastalığı olup yapılan testlerde genetik
değişiklik (mutasyon) saptanmayan
hastalar da olabilir.
SORU: AAA hastalarının ailelerine
genetik tarama yapılmalı mıdır?
CEVAP:Klinik şikayeti bulunmayanlarda,
istisna vakalar dışında, AAA hastalığı
olmayacağından ve genetik test tanısal
değeri bulunmadığından, hastaların aile
bireylerinde genetik mutasyon testlerinin
yapılması gerekli değildir.
SORU: AA tanısı konulmuş hastalar
nasıl tedavi edilir?
CEVAP:Kolşisin içerikli ilaçlar tedavinin
en önemli unsurudur. Hastaların büyük
kısmında hastalık kolşisin ile kontrol altına
alınabilir. Kolşisin ile yeteri kadar hastalığı
kontrol altına alınamayan hastalara başka
antiromatizmal ilaçlar da uygulanabilir.
SORU: Gebelikte kolşisin kullanmaya
devam edilmeli midir?
CEVAP:Gebelikte
kullanıldığında
kolşisinin
olumsuz
bir
etkisi
saptanmamıştır. Atakları olan bir hastanın
gebelik süresince kolşisin almaya devam
etmesi önerilmektedir.
SORU: Tedaviye ne kadar süre devam
edilmelidir?
CEVAP: Hastalık hayat boyu sürer. Ancak
hastaların bir kısmında 35-40 yaşından
sonra ataklar azalmaktadır. Ataklara göre
ilaç (kolşisin) dozu ayarlanır.
SORU: Tedavi ile iç organların
etkilenmesi önlenebilir mi?
CEVAP:Erken tanı ve etkin tedavi ile
hemen daima iç organların etkilenmesi
önlenebilir. Böbrekleri amiloidoza bağlı
olarak etkilenmiş hastalar da bile tedavi
ile böbrek fonksiyonlarında düzelme
sağlanabilir.
SORU: AAA’ya bağlı olarak böbrek
yetmezliği gelişen hastalar nasıl tedavi
edilir?
CEVAP:Böbrek yetmezliği gelişen
hastalara diyaliz tedavisi uygulanır. Bu
hastalara böbrek nakli yapılması da
mümkündür.
BEBEĞİMİN YOLCULUĞU
BEBEĞİMİN YOLCULUĞU
Hayatınızın en kıymetli üyesinin, bebeğinizin, gözlerini daha
dünyaya açmadan geçirdiği muhteşem yolculuğu ölümsüz
kılmak istedik. Hamilelik haberini öğrendiğiniz ilk andan
doğum anına kadar olan süreçte bebeğinizde meydana gelen
fizyolojik gelişmelerin görüntülerini kaydedip, bu görüntüleri
montajlayarak kısa film haline getiriyoruz. Bebeğinizin anne
karnındaki görüntüleri öğretim üyesi doktorlarımız tarafından
okunarak DVD’ye kaydediliyor. Bebeğinizin 6. ayında dört
boyutluultrason kayıtlarıdabugörüntülereeşlikediyor.Belgesel
niteliği taşıyan bu muhteşem arşiv; özel bir prodüksiyonla
kurgulanıp, doğum sonrasında yüksek kaliteli DVD ve USB’ye
kaydedilerek sizlere teslim edilmektedir.
Bu hizmete ek olarak dilerseniz doğum sonrasında doğum
fotoğrafçılığı hizmetimizle de bu özel anınızda yanınızda
olmaktan gurur duyuyoruz. Bu pakette; doğum öncesinde,
doğumu görüntüleyecek ekibimiz ailelerimizle tanıştırılıyor.
Doğum anı, doğum sonrası bebekle ilk karşılaşma, ilk emzirme
ve ailece çekilen fotoğraflar, bir CD ye kaydedilerek tarafınıza
iletilecek, seçtiğiniz fotoğraflarda ışık ve renk düzeltmeleri
yapıldıktan sonra sizlere ulaştırılacaktır. Bu eşsiz anı unutulmaz
kılacak dijital görüntüler, günün hikayesine uygun olarak
sıralanarak doğum albümü halinde sunulacaktır.
Bebeğinizi dünyaya getirmek için seçtiğiniz hastanemizde,
bu anın görkemine uygun olacak şekilde, dilerseniz doğum
odanızın süslemesi de profesyonel bir ekip tarafından
gerçekleştirilmektedir.
Bebeğinizle ilgili talep edeceğiniz tüm hizmetler, isteğinize
göre detaylandırılarak programlanacaktır. Kişiye özel olarak
tasarladığımız, bebeğinizin doğumundan geriye kalacak eşsiz
paketlerimiz hakkında detaylı bilgi almak için hastanemize
bekliyoruz.
İletişim: 0312 212 68 68/1340
42
ANLAŞMALI KURUMLAR LİSTESİ
SİGORTA ŞİRKETLERİ
1- ACIBADEM SAĞLIK SİGORTASI A.Ş.
2- AK HAYAT SİGORTA A.Ş.
3- AMERİCAN LIFE HAYAT SİGORTA A.Ş.
4- ALLİANZ SİGORTA A.Ş.
5- ANADOLU ANONİM TÜRK SİGORTA A.Ş.
6- ANKARA ANONİM TÜRK SİGORTA A.Ş.
7- AXA SİGORTA A.Ş.
8- GROUPAMA SİGORTA A.Ş.
9- HALK SİGORTA (BİRLİK SİGORTA) A.Ş.
10-DABKOVİÇ DENİZ ACENTALIĞI
11-DEMİR HAYAT SİGORTA A.Ş.
12-DUBAİ-GROUP SİGORTA A.Ş.
13-EUREKO SİGORTA A.Ş.
14-ERGO SİGORTA A.Ş.
15-SOMPO JAPAN SİGORTA A.Ş.
16-GARANTİ SİGORTA A.Ş.
17-GENERALİ SİGORTA A.Ş.
18-GÜNEŞ HAYAT SİGORTA A.Ş.
19-GÜVEN SİGORTA A.Ş.
20-HDI SİGORTA A.Ş.
21- NTERGLOBAL/TAWUNİYA
22-INTER PARTNER ASSISTANCE
23-MAPFRE GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş.
24-MARM A.Ş.
25-MED-NET SAĞLIK
26-CGM MEDICAL BİLGİ SİSTEMLERİ A.Ş.
27-RAY SİGORTA A.Ş.
28-YAPI KREDİ SİGORTA A.Ş.
29-ZÜRİCH SİGORTA A.Ş.
30-ZİRAAT SİGORTA A.Ş.
YABANCI SİGORTA VE ASSISTANCE ŞİRKETLER
1- BUPA INSURANCE LTD. İNGİLTERE
2- EURO-CENTER
3- EUROP ASSISTANCE
4- GMC SERVICES INTERNATIONAL FRANSA
5- MONDIAL ASSISTANCE
6- REMED ASSISTANCE
7- S.O.S. INTERNATIONAL AMBULANS SERVİSİ A.Ş.
8- TUR ASSIST
9- VANBREDA
10- ADAC
BANKALAR
1- BANK ASYA A.Ş.
2-FORTİS BANK A.Ş.
3- ESBANK EMEKLİ SANDII VAKFI
4- T. EXIMBANK A.Ş.
5- T. İŞ BANKASI A.Ş.
6- ŞEKERBANK VAKFI
7- T.C. MERKEZ BANKASI
8- T.C. MERKEZ BANKASI SOSYAL GÜVENLİK VAKFI
9- TÜRKİYE VAKIFLAR BANKASI YRD. SAND. VAKFI
10-GARANTİ BANKASI A.Ş.
TİCARET ŞİRKETLERİ
1- ANKARA SANAYİ ODASI BAŞKANLIĞI
2- ANKARA TİCARET ODASI BAŞKANLIĞI
3- ANADOLU A.T. SİGORTA (Personeli)
4- MİLLİ REASÜRANS T.A.Ş.VAKFI
5- İSVİÇRE BÜYÜKELÇİLİĞİ
6- KKTC SAĞLIK BAKANLIĞI
7- LİBYA BÜYÜKELÇİLİĞİ
8- SOSYAL GÜVENLİK KURUMU
9- TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ
10-T. MUHARİP GAZİLER DERNEĞİ GENEL BAŞKANLIĞI
11-T. GAZİLER KÜLTÜR VE YARDIMLAŞMA VAKFI
12-TÜRK GÜREŞ VAKFI
13-TÜRK TELEKOM VAKFI
14-TCDD VAKFI
PİLOTAJ
1- HAN HAVACILIK BALONCULUK
2- HELİPOTUGAL S.A.
3-SİNDEL HAVACILIK
4-TÜRK HAVA KURUMU
5-YÜZÜAK HAVACILIK
Mareşal Fevzi Çakmak Caddesi 10. Sokak, No: 45 Bahçelievler/ANKARA Tel: (0312)212 68 68 Faks: (0312) 223 73 33
www.baskent-ank.edu.tr